You are on page 1of 433

RABIH MROUé

İSTANBUL-
LAŞMAK
Olgular, Sorunsallar, Metaforlar

PELİN DERVİŞ BÜLENT TANJU UĞUR TANYELİ

SALT012-RABIH MROUÉ-A001
İSTANBULLAŞMAK

A D Han
Acİl Eylem Planı Demokrasİ Hane
Ada Denİze Gİrmek Hendek/Çukur
Akbİl Deprem Hİbrİtleş-me/tİrme
Alışverİş Merkezİ Dİl
Ana Cadde Dolgu Zemİn I
Anarşİ Dolmuş Iraklı Göçmenler
Arabalı Vapur Düğün TopoĞrafyaları
Arabesk İ
Ayakkabı Boyacısı E İdealİmdekİ Ev
Aylaklık Edebİyat 2010
Azınlık Ekran İkİyüzlülük
Elektrİk İranlı Göçmenler
B Erotİzm İskele(t)
Bağdat Caddesİ Etnİsİte İstanbullaşmak
Bakkal İstanbullu
Bakkal Sandvİçİ F İstİklal Caddesİ ya da “Beyoğlu”
Balık Fatİh Sultan Mehmet İstİmlak
Balık-Ekmek
Bankamatİk G K
Banlİyö Gazhane Kağıtçılar
Barajlarda Doluluk Gecekondu Kaldırım
Bayrak Gestalt Çökmesİ Kamusal Alan
Bayramlar Gİysİ Kanalİzasyon
Bİenal Göç Kanyon
Bİsİklet Gökdelen Kapalı-Sİte
Bİzans Gözetleme Kapan
Güvenlİk Kapıcı
C Güzelleştİrme Karşı Taraf
Camİ Kent Folkloru
H Kentsel Dönüşüm
Ç Halİç Kırım Kİlİsesİ
Çarpık Kentleşme Halİç Tersanelerİ Kİmlİk
Çöp Ekonomİsİ Hamam Koruma Kurulu

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-002
İSTANBULLAŞMAK

Kulaklık Park Otel Ş


Kuzey İstanbulluluk Park ve Bahçeler Şİrket-İ Hayrİye
Küreselleşme Pastane
Performatİf Trafİk T
L Peyote Sahnesİ Taksİm Meydanı
Levantenler ve Neo-Levantenler Plaj Temİzleme
Polİtİk Mekan Tİnercİ
M Pornografİ Tramvay
Mahalle Post-gecekondu Turİzm
Manzara
Mavna R V
McDonald’s Reklam Varoş
Merkez Restorasyon Vİyadük
Mezarlık
Mİnİbüs S
Mutenalaştırma Sahİlyolu Y
Müteahhİt Sayfİye Yabancı
Müze Semt Konakları Yabancılaşma
Müzİkte Korsan Semt Pazarı Yalı
Serçe Yangın
N Seyyar Yemek Satıcısı Yara
Nostaljİ Sİluet Yayalaştırma
Sİmİt Yer Adları
O Sİmİt Sarayı Yeşİlçam
Oryantalİzm Sİnagog Yıkım ya da Çarpık Kent
Osmanlı Mahallesİ Sİnema Yokuş
Otel Sokak Hayvanları Yükselme
Otopark Sokak Köpeklerİ
Sovyetler Birlİğİ Sonrası Göçmen Z
P Soylulaşma Zaman
Palİmpsest Stadyum Zeplİn
Panorama Su

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-003
— bölüm 1 —

İSTANBULLAŞMAK
SERGİ VE KİTAP

Pelin Derviş, Bülent Tanju, Uğur Tanyeli

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-004
İSTANBULLAŞMAK

Bu kitap, Garanti Galeri’nin, 6 Eylül - 9 Kasım 2008 ve ulusalcı gerekçelerle, önyargılarla koşullanan
tarihlerinde Alman Mimarlık Müzesi’nde (DAM, farklı özneler tarafından farklı adlarla anılıyor-
Frankfurt am Main) düzenlediği Becoming Istan- du. İki dünya savaşı arasındaki dönemden sonra
bul [İstanbullaşmak] başlıklı sergiyle eşzamanlı tek bir adın, İstanbul’un egemenliği başladı. Ay-
olarak (Almanca ve İngilizce) yayınlandı. Ancak, nı yüzyılın ikinci yarısındaysa, geleneksel Doğu
serginin eşlik metni değildi. Ondan özerk bir İs- Akdeniz kozmopolitizmi yerine, yeni bir çoğulluk
tanbullaşma manzarası çizmesi öngörülmüştü. ve neredeyse gönülsüzce bir çoğulculuk odağı
O sayede, sergi var olmasa da kitabın okunabilir haline geldi. Demek ki, adı tekilleşirken, kendisi
kalması umuldu. Türkçesi de bu umutla yayın- çoğulluklar, çoğulculuklar üreten bir metropolden
landı. söz ediyoruz. Ancak, çoğullaşmanın İstanbul’a
ilişkin tahayyülleri, yargıları, düşünceleri, söy-
Bu başlığı taşıyan bir kitap ortaya koyunca lemleri, özetle İstanbul’dan konuşurken açıkça
iki soruya yanıt vermek zorundayız: 1. “İstan- dile getirilen ve/veya ima edilenleri kalıplaşmak-
bullaşmak” nedir? 2. Bu kitap İstanbullaşma’yı tan kurtardığı söylenemez. Kentsel yaşam ve ak-
hangi yaklaşımlarla, hangi vurgularla anlatıyor? törler alabildiğine çoğullaşsa da, İstanbul’dan
İlk sorunun cevabını, İstanbullaşma kavramı- konuşurken başvurulan stereotipler, dışlayıcı
nın tanımını, içeride bir madde olarak okumak söylemler, basmakalıp düşünce örüntüleri, kimi
mümkün (bak. İstanbullaşmak). Burada çok kı- aktörlerin görmezden gelinişi ve mağduriyetleri
saca, bu kavramın şöyle bir tarihsel dönüşüme ortadan kalkmadı. Bu metropolden konuşanlar
işaret ettiğini söylemekle yetineceğiz: Bugün adı hala Türkiye içinde ve dışında bir dizi boş kav-
dünyanın her yerinde yaygın biçimde İstanbul ramı kullanmadan edemiyorlar. Örneğin, hala
olarak bilinen kent sadece 20. yüzyıl başlarında “İstanbul Doğu ile Batı’nın buluştuğu yer” veya
bile, farklı siyasal, kültürel ve kültüralist, ulusal “Kültürler ve dinler diyaloğunun örnek meka-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-005
İSTANBULLAŞMAK

nı”. Hala milyonlarca turist buraya geldiklerinde ğıyla stereotiplerden arındırmayı deniyoruz. Bunu
kenti bir Doğu kentine ulaştıkları inancıyla dola- yaparken zihinlere Oryantalist yargılar yerine,
şıyorlar. Hala, popüler kültürde Şark imgelerini İstanbul’la ilgili “yerli” ya da “yabancı” başka
görselleştirenler İstanbul’un kubbeli, minareli yargı kalıplarını yerleştirmeyi denemediğimizi
“siluet”ini tüm İslam dünyasına genelleştirerek söylemeliyiz. Aksine, bu kitap Avrupa’da üretilen-
yeniden üretip duruyorlar. lerden çok, İstanbul’da üretilmiş İstanbul önyargı
ve stereotiplerini sarsmayı hedefliyor. Bunu da
Kuşkusuz, bunları “Tabii ki öyle; tabii ki, onları yer yer ironiyle, hatta sarkazmla ele ala-
İstanbul iki dünyaya da ait olmayan bir arada rak yapıyor. Bir kenti anlamanın, hemen her yer
kalmışlık metropolü. Yoksa değil mi?” diyerek gibi İstanbul için de, o kente ilişkin söylemleri
savuşturmaya çalışmak mümkün. Ancak, bu kitap anlamak demek olduğunu düşünüyoruz. Kentleri
bildik yargıları yinelemek, yenilemek ve pekiş- “doğrudan” değil, söylemsel gözlüklerin ardından
tirmek için hazırlanmadı. O nedenle, dünyanın okuruz. Anlamaktan kastımızsa –o yıpranmış
Doğu-Batı gibi bir yarılma içinde tahayyül edi- terimi yine de kullanalım- İstanbul söylemlerinin
lemeyecek kadar karmaşıklık ve çeşitlilik içer- “dekonstrüksiyon”larını yapmaktan ibaret. Yani,
diği saptamasından yola çıktık. Bunu kavramak kentin dününe ve bugününe ilişkin hemen her
isteyenler, belki de Behar ve Duben’in kitabını* söylemin, ilk bakışta işaret ettiği gerçekliklerden
okuyarak işe başlamalıdırlar. Orada, İstanbul’un çok farklı göndermeleri olabileceğini hatırlatmak
geç 19. yüzyılda bile kimi toplumsal pratikler bağ- istedik.
lamında ve kantitatif veriler çerçevesinde Batı
Akdeniz büyük kentlerine benzer değerler or- İstanbul’un bildik yaygın söylemlerde hiç dile
taya koyduğu anlatılıyor. Bunu anımsatırken, getirilmeyen yönlerine de burada işaret etmekte
İstanbul’un hep bir Avrupa ya da Akdeniz kenti ol- yarar var. “En batıdaki Doğu kenti” veya “İslam
duğu gibi başka stereotipleri yinelemeye çalışmı- kenti” gibi ifadelerin tamamen dışarıda bıraktığı
yoruz. İstanbul’a o ikisi de dahil, stereotiplerden şeylere... Örneğin, Afrikalı konuk işçilerin, Mol-
arındırılmış bir zeminden bakmayı öneriyoruz. dovyalı hizmetçi ordularının, geniş Batı Avrupa-
Daha çok da ortamı, en azından bu kitap aracılı- lı grupların kentine... Ekonomisiyle tek başına

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-006
İSTANBULLAŞMAK

Türkiye’yi sürükleyen kente... Satanistler gibi —Alain Duben, Cem Bahar, İstanbul Haneleri: Evlilik, Aile ve Doğur-
ganlık, 1880-1940, İletişim Yayınları, 2. Baskı Kasım 1998.
marjinallerin, her yıl İstiklal Caddesi’nde resmi
yürüyüş ve kutlamalar yapan eşcinsellerin, en
hoşgörülüsünden en tutucusuna, sayısız İslami >İstanbullaşmak
anlayışın kentine... İbadetlerini camilerde değil,
kendi cemevlerinde yapan geniş Alevi grupların
kentine... Türkiye’de basılan kitapların yüzde dok-
sanını üreten kente... “Gecekondu” teriminin icat
edildiği, ama birkaç yıldır kullanım dışı kaldığı
kente... 27 üniversiteyi barındıran metropole...
vs, vs, vs.

Kitap, yukarıdakiler ve benzerleri gibi sayısız


görmezden gelinmiş olguya ve söylemsel araçlarla
mağdur edilmiş pek çok aktöre görünürlük kazan-
dırmaya yönelik. Bugünkü İstanbul’u kavramak
için orada konuşulan kimi konuları, meseleleri ve
onlara yaklaşmak için başvurulabilecek bazı kav-
ramları ele alan maddelerden oluşuyor. Maddeler,
farklı disiplinlerde uzmanlaşmış kişiler tarafın-
dan yazıldı. Ancak, ilk bakışta verdiği izlenimin
aksine, bu kitap bir İstanbul Kent Ansiklopedisi
veya Sözlüğü kimliğini taşımıyor. Onu olsa olsa
bir “İstanbul Sorunsalları Eleştirel Okumaları”
gibi düşünmek mümkün. Hakettiği bir eleştirel
mesafeden okunmasını da özellikle öneririz.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-007
İSTANBULLAŞMAK

İÇERİK VE KULLANIMA İLİŞKİN NOT olarak, “per se” ve bireysel biçimde deneyimle-
mekten çok, hazır bulduğumuz söylemlerin için-
Bu kitap, alfabetik biçimde düzenlenmiş olsa den “okuruz”. Daha uygun bir anlatımla, aslında
da, “olağan” leksikografik bir pratiğin ürünü sa- kenti değil, önceden yazmış olduklarımızı oku-
yılamaz. “Olağan” değil; çünkü, bu kitabın ele ruz. Kentten konuşurken de, elimizde (toplumsal
aldığı başlığa değinen kavram ve olguları alfabe- dağarcığımızda) mevcut sonlu sayıda söylemsel
tik olarak bir araya getiren hızlı ve kullanılabilir ifade ve sorunsalı sonsuz sayıda özgül duruma
nitelikte bir başvuru bilgileri toplamı sayılması uyarlayarak düşünür ve konuşuruz; yani onları
zor. Dolayısıyla, örneğin, İstanbul hakkındaki sürekli yeniden üretiriz. Kuşkusuz bu uyarlama
güncel kantitatif verileri merak edenler burada süreçleri eğip bükmeyi, çarpıtmayı, eğretileme-
aradıklarını bulamayacaklar. İstanbul’un tarihi- yi, hemen daima başka birçok ilintili gerçekliği
ne, topoğrafyasına, kültür tarihine ve folkloruna görmezden gelmeyi de kapsar.
ilişkin bilgiler de, ender istisnalar dışında, kitapta
yer almıyor. Hepsi hakkında farklı ayrıntı düze- Kitap, yukarıda kısaca değinilen, bu her yer
yinde bilgi veren kaynaklar var. Bu kitapsa, güncel için çok bildik gerçeği, kenti “per se” okuyamama
İstanbul’da tartışma başlığı, çoğunlukla da kaygı durumunu problemleştirmek üzere tasarlandı.
konusu oluşturan bir dizi sorunsalı içermekte. Bu Okuyucuya zihnindeki söylem ve sorunsalların
sorunsallar İstanbul’un bugününü ve metropole dekonstrüksiyonlarını yapmasını öneriyor. En
dönüşme sürecini gözlemleyenlerin kullandığı azından o söylem ve sorunsalların kolayca feda
kalıp yargılar, açıklama örüntüleri, stereotipik edilebilir olduğunu ima ediyor. Bunu yaparken,
yakınmalar, en genelde söylemsel ifadeler olarak İstanbul’un bir “Şark kenti” olduğuna inananların
nitelenebilirler. Kentsel gerçeklikleri kendileri Oryantalist imgelemleri tabii ki hedef alınıyor.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-008
İSTANBULLAŞMAK

Ama, belki ondan da fazla bu metropolü bir Do- farklı ve çelişik tanımları olduğu değil, yalnızca
ğu-Batı gerilimi içinde kavramaya çalışanların aynı kavramın birkaç farklı dekonstrüksiyonunun
Oksidentalist imgelemi hırpalanmak isteniyor. yapıldığı anlamına geliyor. Her maddenin (birden
Dolayısıyla, kitaptaki maddeler izleyici-okuyucu- fazla yazımı olanlarda her yazımın) başına orada
nun bildiklerini kuşkulu kılmak üzere yazıldılar. ele alınan kavramın kısa tanımı gibi işlev gören
İzleyici-okuyucu İstanbul’u ne kadar iyi bildi- kısa bir açıklama metni konuldu. Açıklamayı da
ğini, tanıdığını düşünüyorsa, bu maddelerden madde yazarının yazdığı hallerde bu müelliflik
o kadar rahatsız olacaktır. Amaçlanan da zaten durumu ayrıca belirtilmedi. Açıklama, editörler
o. İstanbul’un eski güzelliklerini yitirdiğini, bir tarafından eklenmişse, sonuna “ed.” şeklinde not
zamanlar ne kadar huzurlu olduğunu, spekülas- düşüldü. Kavramlardan kitaptaki diğer kavram-
yonun yıkıcı etkilerini, minareler ve kubbeler lara yapılan göndermeler, hem metin içinde, hem
kentinin gökdelenler kentine doğru evrildiğini ve de metnin solundaki boşlukta belirtildi. Kita-
daha sayısız benzer saptamaları bu kitapta bir kez bın sonunda tüm yazarların kısa özgeçmişleri
daha okumak isteyenler aradıklarını bulamaya- verilmektedir. Bunun amacı okuyucunun olası
caklar. Şu nedenle: Değişimin olağanlığını, yani merakını gidermek değil. Kavramların “tarafsız”
İstanbul’un hep “İstanbul kalması”nı değil, “İs- bir sözlükteki gibi tanımlanmadığı bir kitapta,
tanbul haline gelmesi”ni eksen alan bir kitap bu. her farklı yazımın hangi mesleki ve/veya bireysel
nedenden kaynaklandığının bilinmesinin (ya da
Kitap, editörler tarafından saptanmış bir dizi tartışılmasının) yararlı olabileceğini düşündük.
başlığın yüzden fazla kişiye yazma teklifiyle su-
nulması yöntemiyle ortaya kondu. Onlar seçtikleri
başlıkları kendilerine editörlerce tanımlanan ana
yaklaşım çerçevesinde yazdılar. Bazı başlıklar bir-
den fazla kişi tarafından seçilip yazıldı. Kimi mad-
delerin birden fazla yazara ait farklı yazımlarının
olması bir bakıma çizgidışı sayılabilir. Ancak,
bizim yaklaşımımız açısından bu, o maddenin

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-09
— bölüm 2 —

İSTANBULLAŞMAK
Olgular, Sorunsallar, Metaforlar

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-010
İSTANBULLAŞMAK

ACİL EYLEM PLANI ke karşısında şehir genelinde hasar önleme ve


azaltma programı önerisinde bulunmak; 3) Arazi
Paranoit bir endişeyle beklenen büyük İstanbul
kullanım planı, depreme odaklı yasa önerileri vb.
depreminin vereceği hasarı azaltmak üzere ha-
zırlanmış önlemler bütünü önerisi. [Ed.] konular da dahil olmak üzere afet önleme husu-
sunda önerilerde bulunmak üzere hazırlanmıştır.
İstanbul için İstanbul Büyükşehir Belediyesi
(İBB) tarafından hazırlanan iki önemli çalışma- JICA çalışması, yaklaşık 750.000 bina,
dan birincisi, Japon İstanbul İli Sismik Mikro 3.040.000 hane ve yaklaşık 9.000.000 nüfusu
Bölgeleme Dahil Afet Önleme ve Azaltma Temel olan İstanbul’da, 7,5 büyüklüğünde bir deprem
Planı Çalışması’dır. JICA Raporu Eylül 2002’de olursa, 50.000 - 60.000 civarında ağır hasarlı
tamamlanmıştır. Ayrıca, İBB tarafından İTÜ-YTÜ- bina, 500.000 - 600.000 civarında evsiz aile,
BÜ-ODTÜ’ye hazırlatılan İstanbul Deprem Mastır 70.000 - 90.000 civarında ölü, 120.000 - 130.000
Planı (İDMP), Ağustos 2003 tarihinde kamuoyu- civarında ağır yaralı, 400.000 civarında hafif ya-
nun gündemine sunulmuştur. ralı olabileceğini ve ortaya 50 milyar ABD doları
civarında maddi kayıp çıkacağını hesaplamıştır.
JICA çalışması, İstanbul ve çevresi için:
1) Afet önleme ve azaltma planlamaları kapsa- JICA raporunun önerileri doğrultusunda ha-
mında “sismik mikro bölgeleme çalışmaları”nı zırlatılan İDMP çalışması ise İstanbul’da olası bir
entegre etmek ve geliştirmek; 2) Binalara ve alt- deprem tehlikesine (bak. Deprem) karşı mevcut
yapıya gelebilecek herhangi bir hasar ve tehli- yapıların deprem güvenliklerinin incelenmesi

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-011
İSTANBULLAŞMAK

ve gerekli güçlendirmenin yapılmasının yanı sı- strateji ve uygulama modellerinin geliştirilmesi


ra, kapsamlı dönüşümün gereği olan ekonomik, ile halkın güvenliğinin sağlanmasına yönelik Acil
toplumsal ve mekansal boyutlar çerçevesinde Eylem Planı’nın (ACEP) hazırlanmasıdır.
yasal, örgütsel, teknik ve finansal konulara ilişkin
önerilerde bulunmaktadır. İstanbul’da olası depremin riskini en aza in-
dirmeyi hedefleyen ACEP, riskli binaların tasfi-
Planda, İstanbul’da deprem güvenliğinin artı- yesi, tahliye koridorlarının açılması ve toplanma
rılması için depreme yönelik tüm teknik, idari ve alanlarının yaratılması için kısa vadeli önlemleri
hukuki yapı incelenerek; konu ile ilgili tüm yetki, ve kriterleri ortaya koyan bir planlama yaklaşımı-
sorumluluk, ilke ve esasların yanı sıra bölgesel ve dır. ACEP’in hedefleri şöyle sıralanabilir: Yüksek
ulusal stratejiler belirlenmiştir. risk taşıyan yapıları boşaltmak ve yıkmak; yıkılan
yapılarda oturanlara kalıcı veya geçici öneriler
İDMP, İstanbul’daki deprem risklerinin be- sunmak; tahliye koridorları açmak; toplanma
lirlenmesi ve giderilmesi için, en yüksek riskli alanları oluşturmak; geçici yerleşim alanları ha-
bölgeler öncelikli olmak üzere, bir program çerçe- zırlamak; önemli kamu binalarını güçlendirmek;
vesinde eylem planı hazırlanmasını önermektedir. yanıcı-patlayıcı madde depolayan alanları taşı-
mak; acil yardım noktaları oluşturmak.
JICA çalışması can kaybını minimize etmek
ve zararları azaltmak için yerel tahliye alanları- —Faruk Göksu
nın oluşturulmasını önermektedir. İstanbul’da
mevcut parklar ve açık alanların yetersizliği bu
>Deprem
alanların elde edilebilirliği konusunda öncelikli
kararların alınmasını zorunlu kılmaktadır.
ADA
İstanbul’u kısa vadede deprem riskine daya-
nıklı hale getirmenin birinci koşulu, yüksek riskli Dört tarafı Marmara’yla çevrili dokuz buçuk
binaların tasfiyesi ve yeniden yapımına ilişkin İstanbul parçası.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-012
İSTANBULLAŞMAK

Fiziksel coğrafya, size estetik ve hatta ütopik gö- Büyük deprem, Vordonisi’yle birlikte üzerin-
rüneni basit bir dille, tek kalemde öyle bir doğru- deki manastırı ve onu yaptıran Patrik Fotios’un
lukla ifade eder ki; tanımlarına itiraz etmekte bazen mezarını da Marmara’nın sığlıklarına çekmiştir.
zorlanabilirsiniz. Ama “ada” kavramı fizikselin öte- Bununla birlikte, diğer adaların onlarca manas-
sindedir. Her usta bir veya birçok ada vardır. Ve kimi tırı halen bakidir. Hemen her tepede ve koyda bir
zaman zihinsel adalar, fiziksel adalarla bütünleşir. manastır veya şapele rastlamak mümkündür. Hz.
İsa, Meryem Ana, Baş Melek Mikail, Aya Yorgi ve
İstanbul’un adaları da bu düzlemde rollerini Aya Nikola gibi dini figürlere adanmış bu yapı-
oynamış ve halen de oynamaktadır. Kim bilir, lar, İstanbul adalarının geçmiş çağlarda “Papaz
belki de adaların şehrin geri kalanına göre biraz Adaları” olarak anılmasına sebep olmuştur. Do-
daha korunmuş bir ortamı sahneleyebilmesinin ğu Roma ve Bizans zamanlarında başta prensler
nedeni, İstanbullunun denizle imtihanının bir olmak üzere birçok devlet adamının bu manas-
sonucudur. Şehrin içinden geçen deniz, güney- tırlara sürülmesi sonucunda ise adalar, Gustave
doğuya kıvrılarak adaların İstanbul-İzmit konür- Schlumberger’in eseri ile meşhur olan “Prens
basyonu içerisinde eriyip gitmesine mani olan bir Adaları” adını almıştır.
kalkan görevi görür.
Günümüzde, bu coğrafyanın adı resmen ve
İstanbul anakarasına fiziksel olarak oldukça cismen “Adalar”dır. Ancak yerel halkı ve bilenleri,
yakın ancak ruhsal açıdan da bir o kadar uzak onlardan kısaca “Ada” olarak bahseder. Bazen
duran bu kara parçaları, güneşin doğuşundan Yassıada gibi hem Sör Henry Bulwer-Lytton’a bü-
batışına; Sedef/Terevinthos, Büyükada/Prinki- tün sermayesini yedirten bir zevk adası, hem de
po, Tavşan/Neandros, Heybeli/Halki, Kaşık/Pi- ölümcül kararların alındığı bir acı adası olur, ufa-
ta, Burgaz/Antigoni, Kınalı/Proti, Yassı/Plati ve cık alanlarda devasa çelişkilerin varlığına sebep
Sivri/Oxia olarak sıralanır. Bu dokuz üye, bin yıl olurlar; bazen de tabiat ve beşeriyetleri ile en usta
önceki bir depremde batan Vordonisi adasının edebiyatçıların ve müzisyenlerin ilham kaynağı
çevresinde, adeta onun cenazesini kutlarcasına olurlar. Buralarda matematik işlemez. Ada birçok
dağılmışlardır. kişiye aitken, isimsiz bir Rum balıkçısından ünlü

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-013
İSTANBULLAŞMAK

devlet adamı, sanatçı veya edebiyatçıya, kısaca 19. yüzyıl İstanbul’u da bu “turistik” mo-
hayal eden beher kişiye ait ayrı bir ada mevcuttur. dernizasyonun süreç taşlarından biri olmuştur.
Avrupa’da yükselen Oryantalist (bak. Oryanta-
Troçki’ye mektuplarını yazdıran Büyükada/ lizm) merak ile Osmanlı’da güçlenen Batılılaşma
Prinkipo’nun ufak bir kesimi ise benim adamdır. hareketinin kesiştiği noktada muhteşem bir pazar
Ada’mın adı, Fransız ateş tuğlaları ve demiryolu oluşmuştur. Bu fırsatı en iyi şekilde değerlen-
raylarından yapılmış çitlerle çevrili 26 dönümlük diren Yataklı Vagonlar (Wagon Lits) Şirketi ise,
bir arazide bulunan Prinkipo Palace’tır. O, modern amiral gemisi Şark Ekspresi (Orient Express) ile
kolonizasyonun (turizmin) yetim kalmış bir ürü- İstanbul’u kendine başlıca destinasyon olarak
nüdür (bak. Turizm). belirlemiştir.

Turizmi emperyalizmin çağlar boyunca biçim Ancak turizmde tam egemenlik için sadece
değiştiren araçlarının en medenisi olarak algılamak dağıtım ve ulaşım kanallarını kontrol etmek yet-
mümkündür. Öyle ki; turizm faaliyetleri, öteki dün- mez. Konaklamayı da sağlamak gerekir. Wagon
yanın çekicilik ve zenginliklerinin kan ve zorbalık Lits için bu gereği sağlamak, İstanbul gibi modern
yerine daha kibar bir yolla elde edilmesini sağlamış- anlamdaki otelin henüz sadece Galata, Pera ve
tır. Thomas Cook’un öncülüğünde başlayan paket Adalar’da tek tük örneklerle temsil edildiği bir
turculuktan günümüzün turizm endüstrisine kadar destinasyonda pek de zor olmamıştır. Şirket, 19.
geçen zaman zarfında, kalkınmakta olan ülkeler yüzyıl sonlarına doğru yan firması olan Büyük
doğal ve kültürel değerlerini (hammaddelerini) Avrupa Otelleri (Compagnie Internationale des
sonuna kadar arza açmış, bunun karşılığında turist Grand Hotels) zinciri adına müşterilerine layık
gönderen ülkelerdeki büyük tur toptancıları da bu tesisleri İstanbul’a kazandırmıştır. İlk olarak 1894
değerleri işleyerek ürüne çevirmiştir. Buna paralel yılında Tarabya’da Bosphorus Summer Palace’ı,
olarak, zincir işletmeler ve referans örgütlerin turist bir yıl sonrasında ise halen anıtsal değerini bir
alan ülkelerin konaklama sektörlerindeki yatırım nebze koruyan Pera Palace’ı açmıştır. Summer
ve yönetim paylarını arttırması ise, endüstriyel sis- Palace, Boğaz’ın terapik nimetlerine ev sahip-
temin geri dönülemezliğini garanti altına almıştır. liği yaparken (Therapia-Tarabya); Pera Palace

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-014
İSTANBULLAŞMAK

ise, İstanbul’un Kırım Savaşı sonrası en önemli dev bir örneği olarak tasarlamamıştı. Halen dün-
kentsel dönüşüm ikonlarından Grand Rue de Pe- yanın en büyük monoblok ahşap yapılarından
ra’sında eğlenmek, o zamanlar bile tarihi olmuş biri olarak gösterilen ve alabildiğine çamlık bir
yarımadasında ise öğrenmek isteyenlerin lüks tepede konumlanarak doğal ve kentsel doku ile
sığınağı olmuştur. yapı ilişkisine artık rastlanması zor bir emsal
teşkil eden bu yapı, dış cephesindeki görkemli
Peki, tarihi yarımadada turizm olur da, sadeliğinin yanında karmaşık statiği ve iç me-
Büyükada’da turizm olmaz mı? Türklerin kanlardaki detayları ile de yaşatılması gereken bir
İstanbul’u fethinden itibaren 400 yıl boyunca bir okul. Detaylar derken, oymalardan kakmalardan
balıkçı köyü olan Büyükada, ani bir kentleşme ile bahsetmiyorum. 100 metrelik geniş cephesinin
19. yüzyılın ikinci yarısında yerli ve yabancı birçok ortalarında yer alan dikdörtgen pencerelerde
elitin uğrak noktası olmuş ve en az Pera kadar Batı kullanılan altın orandan ve bu noktada yapının
tipi otelcilikte ilerlemiştir. Hal böyleyken Büyük görkemini unutturan, adadan daha nice yazılı ve
Avrupa Otelleri’nin bu destinasyona da yatırım görsel yapıtlar çıkmasına neden olacak manzarayı
yapması kaçınılmaz olmuştur. örnekliyorum. Ve bu manzaradan bizi men eden
110 yıllık bir geçmişten...
Profesyonel yatırımcı, adadaki turistik çekici-
liğin destinasyona özgü mevsimselliği kıramayacağı Prinkipo Palace, inşa edildiği 1898-1899 yıl-
bilinciyle hareket ederek, destinasyonun da önüne larından günümüze zor bir ömür geçirdi. Yerel
çıkacak nitelikte ve işlevde bir ürün oluşturması halkın onun varlığına karşı tutucu bir yaklaşım-
gerektiğini farketmiş ve özel bir konsept seçmiştir: da bulunması ve rakip otellerin burada padişah
Eşi görülmemiş bir yapı içersinde Monte Carlo tipi karşıtı toplantılar yapılacağı şeklinde dedikodu-
Lüks bir Kumarhane Oteli... lar yayması, şüpheci ve tedbirci kişiliğiyle ünlü
Sultan II. Abdülhamit’in kumar bahanesini öne
Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurucularından sürerek otelin açılmasını engellemesi için yeter-
Alexandre Vallaury, mimarı olduğu Prinkipo liydi. Kumarhane olmadan yeterince kar edeme-
Palace’ı sadece Osmanlı ahşap konut sanatının yeceğini düşünen Büyük Avrupa Otelleri Şirketi

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-015
İSTANBULLAŞMAK

oteli satılığa çıkardı. Önceleri hiçbir alıcı çıkmadı; Palace’ı tarihe gömecek gibi görünüyor. Ya da o,
ta ki Zarifi ailesi önderliğindeki Rum cemaati onu önce insana sonra da doğaya karşı dik duruşunu
alana kadar... koruyarak bir gün tekrar açılacak ve modern gö-
rünümlü otellere karşıt bir kültürel turizm öğesi
Rumlar, binayı 1894 depreminde ağır zarar olarak doğumunu durduran tutuculuğa ironik
gören Yedikule’deki yetimhanelerinin ikamesin- bir gönderme yapacak. Doğrusunu zaman bilir.
de kullandılar. Böylece lüks bir kumarhane oteli Bizim için bol, onun için dar olan...
gibi son derece kapitalist bir işlev için inşa edilen
yapı, yardıma muhtaç çocuklara kol kanat geren —Osman Cenk Demiroğlu
insani bir misyona sahip oldu. Ancak çocuklara
bakarken, kendine bakamaz hale gelmesi, ciddi >Oryantalizm, Turizm
şekilde yıpranmasına ve 1964 yılında boşaltıl-
masına sebep oldu. O yıllarda Kıbrıs’ta meydana
gelen olaylara paralel olarak cezalı konuma dü- AKBİL
şünce de, yıllar boyu tamir ve bakım göremedi.
Sonuçta, yetimhane yetim kaldı. Siyasi ve hukuki Akıllı uslu müzikli cici bilet.

kavgalar devam ederken, o önce kişiliğini, sonra


çocuklarını ve çatısını yitirdi. Halk arasında ona Küçücük bir aygıt bu. Gündelik işlerin olağan
“Al Palas” denmesine sebep olan kırmızı aşı boyası parçası. Asıl amacı bir yerden bir yere giderken
ise neredeyse tamamen silindi. O ise rengini zaten sahibine kolaylık sağlamak. Çoğunlukla anahtar-
çoktan unutmuş bir şekilde yaşam mücadelesi lıkların ucundan sallanıyor, bazı özel durumlarda
vermekte ve bir yandan da, her şeye inat, bir asrı ise bir kartın ucuna iliştirilmiş biçimde cüzdan-
aşkın süredir açılışını beklemekte... larda yerini buluyor.

Doğa, Vordonisi’yi Marmara’ya gömdü. İn- İstanbul’da yaklaşık 5 milyon “Akbilli” var.
sanoğlu da, özünde ne kadar aciz olduğuna bak- Hepsi sahip oldukları bu çelik zırhlı elektronik
maksızın, doğayla eş koşmaya çalışarak, Prinkipo silindiri alıp Akbil satış noktalarında kuyruğa

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-016
İSTANBULLAŞMAK

giriyorlar. Gişedeki memura belli bir miktar para, daha da büyük bir ödülü hakedendir, bir aktarma
diyelim 20 YTL uzatıp, Akbillerini “yirmi Liralık” ile toplam karını %21 artırır; ayrıca söz konusu
dolduruyorlar. Ya da “Akbil 24” dolum makineleri Akbilli, çikolata, meşrubat, tuzlu yemiş krizine
sayesinde bu iletişimden ve -amaç o ki- kuyruk- girerse, belediyenin Akbille çalışan yiyecek-içecek
lardan kurtuluyorlar. otomatı hizmetinden de faydalanabilir.

İstanbul’da çok sıradan bir işlem bu. Gündelik Kendisi bu gündelik devinimlerinin netice-
uzantınızın içi boşaldıkça tekrarlıyorsunuz. Yine sinden anında haberdar edilir. Bunun için hali-
de ay başında sıkı bir hesapla maaşınızın veya hazırda birbirine paralel işleyen iki sistem var.
harçlığınızın tam da yetecek kadarını Akbile yatır- Birincisi, her geçişte makinedeki küçük ekranda
mak en makbulü. Ay sonunda beş parasız ama bol yazılı olarak beliren, Akbilden düşülen ve Akbilde
kontörlü, ya da hem parasız hem kontörsüz kalmak kalan kontör miktarları bilgisidir. Bu bilgi, kısacık
can sıkıcı olacaktır. İşte bu yüzden, evleri ile işyer- geçiş süresince gözü ekranda olan Akbil sahibine
leri arasında upuzun mesafeler olan İstanbul’un özeldir. Diğeri ise gişe civarındaki herkesin sa-
en zorunlu gezginleri, bir ödeyip iki kazandıran hiple dolaylı bir ilişkiye girmesine imkan veren,
aylık abonman seçeneğini tercih ediyorlar. çığırtkan melodilerdir.

Böylesi bir hesap kitap için motivasyon yük- Sabahın erken saatinde vapur iskelesinde
sek: Akbilli günlük koşuşturmacasında vapura, duyulan la-mi sesi, iki olasılığa işaret eder: Sa-
otobüse, teleferiğe, trene, metroya, deniz oto- hip ya civarda oturmaktadır ve günün ilk toplu
büsüne, tünele, motora, tramvaya, fünikülere taşıma aracına biniyordur, ya da iskeleye ulaş-
ucu ucuna yetişmişken bilet veya jeton almak mak için hala sisteme dahil olmayan dolmuş veya
derdinden muaftır, vakit kaybetmez; Akbilli sis- minibüs ile seyahat etmiştir. Yok eğer duyulan
temin işlemesine katkısından ötürü her bindiği ses si-ladiyez-si-dodiyez ise ve anahtarlık tipi Ak-
toplu taşıma aracında indirimle ödüllendirilir, %8 bilden kaynaklandıysa, sahibin bundan en fazla
daha ucuza seyahat eder; demin bindiği Akbilli 90 dakika önce başka bir toplu taşıma aracında
toplu taşıma aracından inip yenisine binerken yolculuğuna başladığı, şimdiyse günün ilk ak-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-017
İSTANBULLAŞMAK

tarmasını yaptığı kesindir. Ancak aynı ses kart ALIŞVERİŞ MERKEZİ (I)
tipi Akbilden yükseliyorsa, bu tiplerde indirimli
melodi sabit olduğundan sahibin kaçıncı yolcu- Yeni doğan bir davranış kalıbı, bir varoluş biçimi. [Ed.]

luğunda olduğunu tahmin etmek imkansızdır.


Gişelerin birinden si-mi-ladiyez-si-mi-ladiyez-si- Alışveriş merkezleri, “shopping centre”lar, onların
mi-ladiyez melodisi yükseldiği durumdaysa, sa- vaatleri; bunların bir kısmı reklamcılığın genel
hibin içinden bir küfür savurduğunu hayal etmek vaatleri, onların “Sen de alabilirsin”, “Sen de ya-
işten bile değildir. Çünkü Akbili bitmiştir. Muhte- pabilirsin”, “Sen de olabilirsin”leridir. Oralarda
meldir ki jeton kuyruğu uzun, Akbil satış noktası önemli olan bu tanıdık söylemin kendisi değil,
uzak, Akbil 24 bozuk, vapur ise demir almaktadır. kurulan bu cümlelerin oraya gelenler için kurulan
Yazık, bu olay otobüste başına gelseydi, şoförün sahnede gezinenler üzerindeki yatıştırıcı etkisidir.
üşengeç veya dalgın yolcular için sağladığı nakit Bu cümleler, burada, bu sahnede gezinenler için,
para karşılığı Akbilini kullandırma hizmetinden “Yürü bu koridorlarda, bir şey alman gerekmiyor,
yararlanabilirdi. gevşe, kendini iyi hisset” demektir. Aynı zamanda
“Buraya gelen herkes eşittir, en azından aksi ispat
Bu kısacık, tekdüze melodiler, İstanbul’da edilinceye kadar” da.
her şehiriçi seyahatinin başlangıcında, yolcular
tarafından elbirliği ile icra edilen yeni ve hareketli Alışveriş merkezi “ütopik” bir proje olarak
bestelere dönüşürler. Hatta Akbilli için temelde bizi birleştirir mi? Haftasonları önlerinde bir tek
ürkütücü olan sessizliktir. Eğer gişe önünde di- içecekle masaları saatler boyunca ele geçirip etrafı
kilerek sırayı tıkayan, panik içinde haşır huşur süzen varoş gençlerini, zengin semtlerin çocuk-
çantasını karıştıran birini görürseniz anlarsınız. larını, küçük çocuklarıyla birlikte hem dolaşıp
Endişesi yersiz değildir, Akbilin kendisi her nere- hem sıkılan genç evlileri, özel dükkan kafelerinde
deyse içinde ya da ucunda entegre olduğu elzem bıkkın, lakayt yüz ifadeleriyle dünyanın en önemli
ve özel başka şeyler de oradadır çünkü. şeyini konuşuyormuş gibi yapan solaryum güzel-
lerini, araba anahtarlarını şakırdatan saçları jöleli
—Meriç Öner genç erkekleri, koridorlardaki metal banklara

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-018
İSTANBULLAŞMAK

oturmuş her an ikaz edilmeyi bekleyerek sigara söylenebilir. Ağ benzeri bir yapılanma ile kent
içen tedirgin tipleri, hatta tüketime karşı belli bir örüntüsünün içine yayılan alışveriş merkezleri
ironi kazanmış olduğunu tahmin edebileceğiniz oluşturdukları çekim gücü ile kent yaşamını, ka-
şu havalı çifti bir araya getiren, daha önemlisi musal hayatı, o kente ait deneyimleri ve kentin
birarada tutan ne? Alışveriş yapan herkesin katı- ağırlık noktalarını yeni baştan tarif ederler. Bu
labileceği öne sürülen araba çekilişi mi? Herkesin anlamda kentin yerine ikame etme; kent içinde
elinde iyi kötü biriken naylon torbalar mı? Hem kent olma iddiasıdır bu. İçlerindeki yapay “park”
hepsi hem hiçbiri. Orada gezinenleri, onları dışarı- ve çocuk “oyun alanları”, restoran “meydanı”,
da ne kadar farklı hayatlar beklerse beklesin, o an çiçekçiler “sokağı” gibi kente gönderme yapan
saran saçma, teatral bir aidiyet duygusu var. “Bu- isimler, alışveriş merkezlerinin bu iddialarının en
radayız, iyiyiz, sakiniz, hep birlikte koridorlarda canlı kanıtıdır. Yarattıkları çekim gücü ile kenti
yürüyoruz.” Bu aitlik duygusu hem yalancı hem içlerine çekerler ama giriş kapısındaki güvenlik
sahici ve alışveriş merkezi alışveriş merkezliğini kontrolü ve klimatize ortam benzeri mekanizma-
böyle ifa ediyor. Bir birliktelik vaadi. lar aynı zamanda bir filtre görevi görür. Bu filtre,
sokaktaki olayı, tesadüfleri, gerçek deneyimi dı-
—Fatih Özgüven şarıda bırakır; onun yerine önceden kurgulan-
mış gösterileri ve mutlak kontrolü koyar. İçeride
yaratılan hijyenik ve homojen ortam dışarısının,
ALIŞVERİŞ MERKEZİ (II) kentin, “kirli”, “tehlikeli”, “karmaşık” ve “anla-
şılmaz” olduğu yanılsamasını yaratır. Kısacası
Kapitalist üretim ilişkilerinin mimarlıkla ifa- Baudelaire gibi 19. yüzyıl modernistlerini baş-
desi. [Ed.] tan çıkartan ve bir kenti kent yapan tüm kültürel
zenginlik ve canlılık dışlanır. Bu anlamıyla kente
Çağımızın tüketim katedralleri olarak adlandırılan karşı oldukları bile söylenebilir.
alışveriş merkezleri gündelik yaşamın ayrılmaz
bir parçası haline gelmiştir. Artık kent hayatının Eğer alışveriş merkezinin kökeni aranacak
sokak değil alışveriş merkezleri merkezli geliştiği olunursa, Aristide Boucicaut’nun 1852’de Paris’te

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-019
İSTANBULLAŞMAK

“Bon Marché” adında açtığı perakende satış ma- merkezleri değil, gündelik yaşamın tüm mekan-
ğazasını hatırlamak gerekecektir. Bon Marché sal görünümleri tüketim ilişkileri çerçevesinde
ile piyasada dolaşıma çıkan ürünlerin tüketilme yeniden yapılanmaktadır.
biçimleri ve bunlara ait mekansal düzenlemeler,
geleneksel ilişkilerden (takas, sınırlı ihtiyaçların Alışveriş merkezleri mağazaların bir araya
karşılanması gibi) ve biçimlerden (pazar yeri ya toplandığı basit birer mekansal örgütlenme ol-
da üretim ile satışın aynı mekanda gerçekleşmesi manın ötesinde, tüketimi manipüle eden tüke-
gibi) ayrılmaya başlamıştır. İlk modern mağaza, tim araçlarıdır. Fabrikanın üretimi örgütleyen
parça başına düşük kar oranı ve geniş satış hacmi, ve denetleyen bir araç olmasına paralel, çağdaş
sabit fiyat ve herkesin satın alma zorunluluğu alışveriş merkezleri ve hipermarketler gibi tüke-
olmadan mağazayı gezebilmesi ilkeleri ile gele- tim mekanları da tüketimi örgütleyen ve denet-
neksel alışveriş biçimlerinden tümüyle ayrılır. leyen araçlardır. Fabrika, üretimi mekan-zaman
çerçevesinde yeniden organize eden bir araçtır.
Çağdaş kapitalizmin örgütlenme biçimini, Çalışmanın ritmi, emeğin nasıl ve hangi koşul-
kapitalizmin erken dönemlerinden ayıran en lar altında kullanılacağı, fabrikanın mekansal
önemli olgu, küreselleşen kapitalizmde vur- örgütlenmesi tarafından belirlenir. Daha önceki
gunun üretimden tüketime dönmesi, her türlü dönemlerle karşılaştırıldığında fabrika, ortalıkta
toplumsal ve ekonomik ilişkinin tüketim mer- dolaşan ve kendi gündelik hayatı içinde görev-ön-
kezli bir söylem üzerine kurulmasıdır. Özellikle celikli olan emeğin, zaman-öncelikli olarak belirli
1960’larla beraber toplumbilimlerde, tüketim gün ve saatlerde, belirli bir mekanda yoğunlaş-
kavramını ve tüketime dayalı toplumsal yapılan- ması ve zapturapt altına alınmasının aracıdır.
mayı temel alan bir söylemin gelişmesi tesadüf Fabrikanın üretim alanında yaptığını, alışveriş
değildir. Toplumsal yapının tüketim ilişkileri merkezi tüketim alanında yapar. Devir süresini
temelinde kurulması, toplumsal yapılanmanın sürekli kısaltmak zorunda olan sermaye, üreti-
fiziki çevresinin de bu tür ilişkilere imkan ta- mi fabrika temelinde örgütlediği gibi, tüketimi
nıyacak, bu ilişkileri kolaylaştıracak biçimde de tüketim araçlarının kendine özgü mekansal
oluşmasını gerektirir. Bugün sadece alışveriş biçimlenmesi çerçevesinde örgütlemektedir.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-020
İSTANBULLAŞMAK

Üretimin tüketim tarafından sürekli olarak li bir montaj hattına sahip olduklarının, insanların
uyarılma zorunluluğu, kapitalizmin fabrikada bu mekanizma içinde “tüketici proleter” kalaba-
yaptığının, yani üretimi artırmak için mekanı ve lığına dönüştüklerinin gizlenmesi gerekliliğidir.
zamanı örgütlemesinin, tüketim alanında tek- Kişisel beğenilerin ötesinde içerideki ihtişamın,
rarlanmasını gerektirir. Kapitalizmin üretimi pahalı ve zengin malzeme çeşitliliğinin, çekici
arttırmak amacıyla üretim araçlarını ve teknik- eğlence ve yemek yeme imkanlarının, hijyenik
lerini geliştirme yönündeki zorunluluğu, aynı görüntünün, bol miktardaki ışığın ve şeffaf cam
zamanda tüketimi artırmak için yeni tüketim vitrinlerin arkasında gizlenen şey, bir tüketim
araçları ve teknikleri geliştirmesini zorunlu ha- fabrikasının içinde olunduğudur.
le getirmektedir. Yeni pazarlama stratejilerinin
geliştirilmesi, reklam sektörünün genişlemesi, İstanbul, ABD’de Minnesota’daki “Mall of
modanın tüketimi artırıcı bir sosyo-kültürel feno- America”dan sonra dünyanın en büyük ikinci
men haline gelmesi, gelişen bilişim teknolojisine alışveriş merkezine sahiptir. Yakın zamanda,
paralel olarak internetin yeni bir tüketim aracı “Avrupa’yı İstanbul’a getirdik ama pasaportsuz
olarak kullanılması ve alışveriş merkezlerinin girilecek” sözleriyle açılan Cevahir Alışveriş Mer-
tüketim araçları olarak yeniden örgütlenmesi bu kezi gelişmişliğin bir sembolü, İstanbullunun ha-
sürecin parçalarıdır. Bu nedenle özellikle 60’larla yatına katılan yepyeni ve önemli bir değer olarak
beraber önem kazanan ve nitelik değiştiren alış- sunuldu. Yapı ile ilgili tanımlamalarda ne kadar
veriş mekanları, her türlü kültürel, ikonografik büyük olduğu, aynı anda kaç insanın içinde bu-
ve toplumsal anlamının yanında, kapitalizmin lunabileceği, yılda ne kadar insanın ziyaret ede-
tüketimi artırmak amacıyla örgütlediği mekan- bileceği, kaç mağaza, sinema, eğlence merkezi,
zaman düzenlemeleri olarak karşımıza çıkarlar. fast-food lokantası, yürüyen merdiven, asansör,
kolon olduğu, hatta kaç kilometre korkuluk kul-
Ancak, fabrika ile alışveriş merkezleri arasın- lanıldığı bile anlatıldı. Sanki kent içinde kent.
daki temel fark, fabrikanın olduğu şeyin gizlen- Herşeyi orada bulmak, dışarı çıkmadan bütün
mesine ihtiyaç yokken, tüketim araçlarının sadece gün orada yaşamak mümkün. Tam da bu nedenle
tüketimi organize etmek için varolduklarının, giz- Cevahir Alışveriş Merkezi, benzerleri gibi içinde

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-021
İSTANBULLAŞMAK

bulunduğu bağlamı dışlar; etrafına aldırmadan mış olması tesadüf değil. İstanbul gibi metropol-
iri kütlesi ile kentin ortasında öylecesine durur. leşmiş bir kentin sorunlarının sosyal ve fiziksel
Kenti gerçekten yaşanan bir kent yapan örüntü- bir örüntünün bütünlüğü dahilinde ele alınması
nün sosyal ağına ihtiyacı yoktur. Yeter ki insanlar yerine ulaşımın “en” öncelikli olması, kenti oto-
bir kere içeri girsinler ve büyüleyici görüntülerle mobilin hızına ve algısına terk etmek demektir.
gizlenmiş, baştan çıkarıcı tüketim şebekesine Bu hareketin düğümlendiği alanlarsa karşımıza
dahil olsunlar. alışveriş merkezleri olarak çıkmaktadır. Belediye
tarafından “İstanbul Trafiğine 116 çözüm” olarak
İstanbul’a yayılmış tüm alışveriş merkezleri sunulan bir dizi yeni yol, kavşak, köprü, bağlantı
-ki bunlara büyük bir metropolün gevşek yapısını yolu ve raylı sistem, kentin hareketini hızlandıra-
birbirine bağlayan otoyol ağının kesişim noktala- cak, dolaşımı rahatlatacaktır. Ama modern dünya-
rındaki hipermarket zincirlerini de eklemek ge- da her şey ikirciklidir. Her yapılan sadece kendisi
rekli- büyük bir dönüşüme işaret ediyorlar. Kent, değildir. Örneğin Taksim-Levent arasındaki metro
sermayenin dolaşımını hızlandırmak, tüketimin hattı bir yandan trafiği rahatlatan bir ulaşım sis-
sürekliliğini sağlamak ve artırmak amacıyla yeni temi iken, aynı zamanda metro sistemi üzerinde
baştan örgütleniyor, kendisi bir tüketim aracına doğrudan bağlantısı olan Cevahir, Metrocity ve
dönüşüyor. Buradaki temel kriter hareket: İnsan- Kanyon alışveriş merkezlerinin giriş kapılarını
ların, malların ve bilginin hareketi. Bu söylenen kentin diğer bölümlerine uzatan bir araçtır.
aslında yeni de değil, hatta oldukça eski. “Bon
Marché”yi olanaklı kılan şey, o zamana kadar Modern dünyada hiçbir şey sadece göründü-
kent içinde bile sadece kendi bölgelerinde yaşayan ğü ve kastedildiği gibi olamıyor.
kitlelerin kentin her yerine ulaşabilmelerini sağla-
yacak bir ulaşım ağının olanaklı hale gelmesi, yani —Hakkı Yırtıcı
Paris’in o ünlü bulvarlarının açılması değil miydi?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin gelecek


yılki bütçesinin %60’ından fazlasını ulaşıma ayır-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-022
İSTANBULLAŞMAK

ANA CADDE batılı örneklerdeki Klasik ve Barok dönem planla-


malarına, rasyonel kent modellerine bağlı kimliğine
Bir ara dönem strüktürü.
uygun mekanlar değildir. Kentte bu anlamda ana
caddeler yaratmayı hedefleyen kimi tasarım ve uy-
Ana cadde kavram olarak sınıflandırma kriterleri gulamalar, Cihangir Caddesi örneğinde olduğu gibi
bilinen bir ulaşım ağı hiyerarşisine dayanır. Kendini bazen uzunluğu birkaç yüz metreyi aşmayan yarım
besleyen dalları, başı ve sonu vardır; ya da kimi kü- kalmış bir projeyle, bazen ise Menderes ve Dalan
çük kentlerde olduğu gibi şehrin bir tek ana caddesi operasyonlarında olduğu gibi yirmi ya da elli yıldır
bulunur. İstanbul’da bunların ne ilki, ne de ikinci- hala mekanlaşamamış ve mimariye kavuşamamış
si geçerlidir. Bu kentin farklı büyüklükteki birçok kent yarıklarıyla sınırlı kalmıştır.
sokak, cadde, adı bulvar olan yollar ve bir bölümü
kent içi ulaşım için de kullanılan otoyollarının hi- Kent literatürüne 19. ve 20. yüzyıl modernleş-
yerarşisi, eklemlenmeleri ve düzeni, bir ana cadde me çabalarının ve onun kavram ve ideoloji reper-
kategorisi belirlemek için yeterince kapsamlı ve tuarının bir çocuğu olarak giren ana caddenin,
etkin olmadığından, tanım yapmak zordur.
asli tanımına uygun belirli bir tarihsel süreklilik
ve kullanım yoğunluğuna sahip az sayıda örneği
Modern kent öncesinin, Osmanlı kentinin kimi
vardır İstanbul’da: Divanyolu, İstiklal Caddesi ve
önemli “cadde”leri, eski Roma ve Bizans dönemi
Bağdat Caddesi, türün bu özgün kimliğini taşıyan
izlerini sürdürür, ama Divanyolu ya da İstiklal Cad-
mekanları olarak göze çarpar.
desi gibi az sayıda örnek dışında bunlar kullanım ve
toplumsal bellek açısından kabul görmüş bir öneme
—Atilla Yücel
sahip değildir. Denize inen eski dar sokaklar, bugün
suya kavuşamadan yeni sahil yolu ve dolgu alan-
larıyla kesilir, ancak bu yeni arterler de genellikle
ANARŞİ (I)
ana cadde kimliğine sahip olmayan transit ulaşım
yollarıdır. Sahil yolları da, kuzeye, yeni iş ve konut Siyasal ve kültürel anlamda her türlü fark-
alanlarına yönelen yeni akslar da, ana caddenin lılaşma ve sürüden ayrılma talebini mahkum

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-023
İSTANBULLAŞMAK

etmek için kullanılan bir terim. Talep, henüz barındırır. Değişime ve farklılığın üretilmesine
dile getirilmemiş bir potansiyele ilişkin oldu-
ğunda bile kullanımı gündeme gelebilir. [Ed.]
karşı gayri ihtiyari geliştirilmiş korku bastırılmadı-
ğı, başka bir ifadeyle, değişimi kontrol etme talebi
Anarşinin Türk belleğindeki karşılığı darbe öncesi sorgulanmaya başlanmadığı sürece de bu anlamın
koşullarını tanımlar. Biraz daha uzak bir noktadan, dönüşeceğini varsaymak zor görünmektedir.
daha geniş bir tarih aralığına bakıldığında ise anar-
şinin temel yapının dışında neredeyse her türden —Ersin Altın

aykırılığı tanımlamak için kullanıldığı görünür.


İstanbul önemli anarşi mekanlarından olagelmiş-
tir. 19. yüzyıl Osmanlısının neredeyse bütün ayrı- ANARŞİ (II)
lıkçı grupları İstanbul’da örgütlenir; İstanbul’daki
İstanbul’u İstanbul olmaktan çıkarma ve kır-
basım olanaklarını kullanarak kendi yayınlarını sal bir dinginliğe kavuşturma arzusunun kısa
yaparlar. Ülkenin başkentinde varolabilen bu tür- tarifi. [Ed.]
den “tehlikeli” örgütlenmenin kentin metropoliten
yapısı nedeniyle engellenmesi olanaklı değildir. İstanbul’da anarşi, tahmin edilebileceği üzere ge-
Bu yüzden denebilir ki, İstanbul sürekli olarak nellikle, İstanbul’da kargaşanın egemenliği anla-
anarşinin ve buna karşı bir tepki olarak beliren mında kullanılmaktadır. Anarşi sözcüğü bilindiği
zenofobik fikirlerin üretildiği yerdir. Dolayısıyla gibi hükümdarın, yöneticinin yokluğu anlamına
İstanbul bir taraftan dizginlenmeye, düzen geti- gelen Yunanca bir sözcüktür. Hükümdarın yoklu-
rilmeye çalışılan, kamusal alanı belirli bir kesime ğunu düzenin sonu olarak görenler için toplumun
kapatılan, daha sonra yeniden açılmaya çalışılan, piramidal ve hiyerarşik yapısının yıkılması tek
diğer taraftan düzeni sürekli bozma eğilimindeki sözcükle özetlenebilir: Kargaşa. Otorite yanlısı
dinamiklere sahip bir mekanı tanımlar. Bu nedenle (veya bağımlısı) bu perspektif, otoritenin yoklu-
Türkiye’de anarşi, temsil ettiği siyasal yapı üze- ğunu düzenin de sonu olarak görür. Öte yandan,
rinden neredeyse hiç anlamlandırılamaz. Sürekli hükümdarın aradan çekildiği, karşılıklı yardım-
terörle özdeşleştirilen kötücül bir anlamı içinde laşmaya dayanan, dikey ilişkilerin yerini yatay

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-024
İSTANBULLAŞMAK

ilişkilerin aldığı, diğerlerini temsil eden otorite- İstanbul’da anarşi denince şu üç şeye bak-
lerin tanınmadığı toplumların özlemini duyanlar mamız gerekir: İstanbul’da otorite yokluğunu bir
aynı anarşi sözcüğünden pozitif bir anlam çıkara- toplum ideali ile birleştiren anarşistlerin varlığı,
rak “anarşizm” adlı siyasi düşünceyi ve hareketi mevcut kargaşa görünümünü merkezi bir dene-
oluşturmuşlardır. Bugün İstanbul sokaklarında da tim yapısının yokluğuna bağlayanların kastettiği
sık sık karşınıza çıkabilen daire içindeki “A” har- anlamıyla başsızlık, anarşi ve de aynı kargaşa
finden oluşan işaret, “Anarchy is Order” (Anarşi görünümü altında insanların gündelik hayat-
Düzendir) anlamındadır. larını çeşitli tahakküm katmanlarının arasında
sürdürürken kurdukları ilişkiler, işleyişler.
Toplumda bir kargaşa ile karşılaştıklarında
bunu otoritenin yokluğuna bağlayanlar, otorite İstanbullu anarşistlerin de bir parçası olduk-
olmaksızın insanların kendi başlarına bir düzen ları İstanbul “anarşisi” üzerine çok şey söylendi
kuramayacaklarına duydukları inancı belirtmiş bugüne kadar. Doğrudur, İstanbul pek çok açıdan
olurlar. Buna göre bir toplumda merkezi otori- organize bir şehir değildir, organize bir topluluk
tenin kaybolduğu an, o toplumun yıkım anıdır. görüntüsü de vermez sakinleri. Kurallar, yasalar
Anarşistler bu görüşün tam tersini temsil etmez. işlemez, istisnalar hakimdir, yazılmamış kural-
Yani, merkezi otoritenin kaybolduğu anın o top- lar ve meşhur orman kanunları hakimdir. Türlü
lumun kurtulduğu an olduğunu söylemezler. alavere dalavereyle yürütülen işler, “uygar” bir
Otorite yokluğunun her durumda anarşizan bir toplumun beklentilerini karşılamaz; olayların
ideal duruma yol açacak yeter şart olduğunu öne akışı çoğu kez öngörülemezlik içerir bu yüzden.
sürmezler. Dolayısıyla da otoritenin kaybolduğu İstanbullu buna alışıktır, bu kriter bolluğunda
her durumun, kendiliğinden ütopik bir geleceğe yüzebilir, yolunu bulmasına yardım edecek işa-
doğru atılmış bir adım olduğu varsayımı ile ha- retleri tanır.
reket etmezler. Tahakkümün olmadığı, karşılıklı
yardımlaşma ilkesine göre örgütlenmiş başka bir Hani meşhur deyişimiz vardır, bir şey kitabına
düzenin kurulabilmesi için otoritelerin ilgasını uygun yapılmadığında, “Burası Türkiye kardeşim!”
gündeme getirenlerdir anarşistler. uyarısı gelir. Yani burası bildiğin kitapta yazılı ka-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-025
İSTANBULLAŞMAK

nunların egemen olduğu bir yer değildir, yazılı ol- mişti. Bir diğer arkadaş elinde ses kayıt cihazıyla
mayan başka kuralların değişken egemenlikleri sokakların seslerini kaydetmiş ve daha sonra bu
söz konusudur. İstanbul, Türkiye’nin değil ama bu kayıtları ülkesinde bir radyo istasyonuna satmış-
başka kuralların başkentidir işte; “Burası Türkiye tı. Böyle bir perspektifle bakıldığında, İstanbul
kardeşim”in başkenti İstanbul’dur. sistemsizliği yüzünden hayran olunası, sürekli
kaydedilesi, capcanlı bir yerdir, sınırsız karga-
Böylesi bir kargaşadan şikayet edilen çoğu şası içinde iyi-kötü, türlü beklenmedik seçenek
durumda belirli bir modernleşememe serzenişi sunar. Bir Batı şehrinde hayal edilemeyecek pek
hakim ton olur. Dolayısıyla fiili bir kargaşayı bir çok şey üretir böylece. İstanbul’daki bu “anarşi”yi
de kavram kargaşası izler. Bu kavram kargaşa- fotoğraflarlar, incelerler veya severler. Aynı tespiti
sına Batılı aktörler de fırsat buldukça katılırlar. yapıp horgörüyle bakan yabancı gözün yanı sıra
Örneğin İstanbul’da anarşi dediklerinde sokakta bu “anarşi”den utanç duyan bir yerli modernle-
kontrolsüz dolaşan köfteci arabalarını kasteder- şememe sıkıntısı da vardır içimizde.
ler bazen. Bu anlamda yaşamın çok daha fazla
detayının denetlendiği Batılı bir şehirden farklı Hayat rastlantılarla dolu. Bu satırları yazmaya
özgürlük alanları, orijinallikler ve kargaşa bulur- ara verip, bulunduğum küçük İngiliz şehrinde biraz
lar İstanbul’da (ve gittikleri pek çok başka “can- dolaşmaya çıktığımda, bir Kıbrıs Türkü ile karşılaş-
lı” şehirde aslında). Son on yılı düşünüyorum tım (“Kıbrıs Türkü” ifadesinin garipliğini de şimdi
mesela, bizim eve konuk olan Batılı arkadaşları yazarken farkediyorum). Yeni tanışmış olduğumuz
(Batı-Doğu gibi coğrafi görünümlü kavramların için sohbet temel soruları içeriyor. Nereli olduğumu
arkalarındaki politik angajmanları bu yazıda sordu, “İstanbul” diye cevapladım. İstanbul’a birkaç
sorgulayamayacağım, hayır)... Bir Batılı sanatçı kez gelmiş. Birden şöyle deyiverdi: “Ama İstanbul’da
pencerelerden sarkıtılan sepetlerin fotoğrafları- yaşamak için fazla kargaşa var değil mi?” Güldüm,
nı çekmeye kendini adamıştı, bir diğeri steyşın “Evet” dedim, “Hep böyle söyleriz”... “Fakat senin
arabayla cuma günleri cami önüne gelip terlik için iyi olmalı” dedi, yazar oluşuma atıfla, “Sürekli
satan araba-dükkan karşısında kendinden geç- malzeme çıkıyordur!”

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-026
İSTANBULLAŞMAK

Hangi yazarımızdı siz söyleyin, İstanbul’da İstanbul’u seven pek çok kişi için İstanbul’un
yaşayıp başka yerde yazmalı diyen. İstanbul’un güzelliği de böyledir. Ve bunun karşısında belirli
kişinin yaşam enerjisini emen, onu çok zorlayan bir modern Türkiye özlemi vardır ki onun gerçek-
bir kargaşa rejimi vardır ya, bundan konu çıkar leşmesi için İstanbul’un yasaklanması gerekir.
ama yazı çıkmaz diye düşünülür. Yazı ne de olsa Bütün “anarşi”siyle birlikte Taksim Meydanı’ndan
oturmuş bir toplumun göstergesi sayılır. Hatta sallandırılmalıdır. Bak gör bakalım bir daha kar-
bazen bizim genel olarak sözlü evreden yazılı gaşa çıkartıyor mu...
evreye geçemediğimiz analizlerini yüksek sesle
yapanlar da olur biliyorsunuz. —Süreyyya Evren

İstanbul: Sürekli hikayeler kaynatan, sürekli


hikayeler doğuran, ama sonra bu hikayeleri yazı- ARABALI VAPUR
lırken boğan bir canavar...
Denizin kollarıyla parçalanmış bu kentin sa-
2000’lerin başlarında, Türkiye’nin Avrupa yısız köprünün varlığına karşın asla vazgeçe-
mediği bir deniz taşıtı. [Ed.]
Birliği’ne üye olması ihtimalinin en diri olduğu
günlerde, bu ihtimalin sürekli kokoreçin yasak-
lanması olasılığıyla birlikte anılışını hatırlıyor Aslında doğrusu “araba vapuru”dur. Halk ara-
musunuz? Sanki kokoreç Türkiye kültürünün Batı sında daha çok “arabalı vapur” olarak bilinir.
tipi modernleştirmeye direnen “bağırsaklarını” Sadece yolcuları değil, yolcularla birlikte araç-
temsil ediyordu. Hatta kokoreç yiyen “direniş- ları da taşıyan bir vapur türüdür. Dünyada ilk
lerin” altkültürlerini yansıtan bir pop şarkıda “araba vapuru” İstanbul Boğazı için yapılmış-
şarkıcı Mirkelam, “Kokoreç, sensiz olmaz, bulu- tır. Hüseyin Haki Efendi ve arkadaşları İskender
şalım inat o ellere” diye sesleniyordu. O günlerde Efendi ve Sermimar Mehmed Usta, dünyanın ilk
Fındıkzade’de bir kokoreççiye konuyla ilgili gö- araba vapurunun tasarımını yaptılar. Bu tasarımın
rüşünü sorduğumda ondan aldığım cevap netti: özelliği, vapurun iki ucunda da kıyıya indirilebi-
“Yasaklayamazlar, çünkü çok güzel!” lecek kapaklara sahip olması ve iki yöne de aynı

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-027
İSTANBULLAŞMAK

hızla gidebilmesiydi. Ana güverte araçlara, üst demografik özellikler gösterdiğine tanık olabilirsi-
güverte de yolculara tahsis edilmişti. Dünyanın niz. Örneğin sabah ve akşam saatlerinde daha çok
ilk araba vapurunun adı Suhulet’tir. Suhulet, işe gidenler karşılar sizi. Üstelik bu yolcular, aynı
Osmanlı döneminde deniz taşımacılığı yapan saatlerde vapura bindikleri için birbirlerini tanır-
Şirket-i Hayriye (bak. Şirket-i Hayriye) tarafından lar. Ama günün diğer saatlerinde, yolcu profilinin
Londra’da Maudslay Sons & Fields tersanesine çeşitlilik gösterdiği görülür. Çünkü, araba vapu-
sipariş verilerek üretilmiş ve ilk seferini Üsküdar runun vardığı yerlerden birisi Harem’de bulunan
ve Kabataş arasında yapmıştır. Padişah Sultan otobüs terminali, diğeri de İstanbul’un kozmo-
Abdülaziz, bu başarısından dolayı Hüseyin Haki polit ve turistik yerlerinden biri olan Sirkeci’dir.
Efendi’yi nişanlarla ödüllendirmiştir. Araba vapurlarından, Marmara Denizi’ndeki ada-
lara sefer yapanlardan birisine binerseniz, yazın
Araba vapuru, bugün iki kıtayı birleştiren köp- yerli ve yabancı turistlerle, kışın ise daha çok ada
rülere rağmen, günümüzde de yaygın olarak kulla- sakinleriyle karşılaşırsınız. Özellikle yazın bu
nılmaktadır. Bunun sebebi, deniz taşımacılığının, vapurlardan birisine bindiyseniz ve bir fırsatını
kara taşımacılığına göre avantajlarını sürdürme- bulup üst kaptan köşkünün bulunduğu yere çıkar-
sidir. Araba vapuru, eğer sis ve fırtına gibi doğal sanız, sizi ilginç bir sürpriz bekleyecektir. Rüzga-
engeller yoksa, kara taşımacılığına göre daha hızlı rın denizin üzerinden iki kara arasında taşıdığı
ve keyifli bir yolculuk sunar. İnsanlar araçlarından çeşitli böceklerin uçtuğuna, hatta uçarken size
çıkıp araba vapurunun güvertesinden Boğaz man- çarpıp yolculuklarına vapurda devam ettiklerine
zarasını izleyerek çaylarını yudumlayarak yolculuk tanık olabilirsiniz. Yani, rüzgardan oluşmuş bir
yapabilir. Araba vapuru, sadece Boğaz taşımacılı- hava koridorunda başka canlılar da, sizin vapurla
ğında kullanılmaz; Marmara Adası gibi, Marmara seyahat ettiğiniz gibi seyahat etmektedir.
Denizi’ndeki bazı adalara da seferler yapar.
Araba vapurları, diğer vapurlara göre denizle
Araba vapurlarından Harem-Eminönü ara- daha içli dışlıdır. Çünkü, insan değil de, daha çok
sında sefer yapanlara binerseniz, günün çeşitli araç taşımak için tasarlanmıştır. Bu yüzden, di-
saatlerinde yolcuların yaş, cinsiyet gibi ayırıcı ğer vapurlara göre rüzgara ve deniz manzarasına

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-028
İSTANBULLAŞMAK

daha açıktır. Belki de bazılarımız, onu bu yüzden Minibüs) ortaya çıktığı rivayet edilir. Sonraları,
daha çok sever. mülk sahiplerinin direnişine karşın (çünkü, ön-
celeri bu güruh polis sorduğunda kimlik göstere-
—Bülent Usta miyordu!) hem minibüs hem de arabesk hissiyat
norm haline geldi (şöyle de ifade edilebilir: Kimlik
>Şirket-i Hayriye soran polisin de minibüse bindiği ve arabesk din-
lediği ortaya çıktı). 1970’lerin sonu ve 1980’lerde
bir tür eleştirel gündemi yoğun bir biçimde meşgul
ARABESK eden arabesk hissiyat normalleştikten sonradır ki,
artık adı anılmaz oldu. Bir yandan, saf ve tutarlı
Kırsaldan kente, ancak özellikle İstanbul’a bir kültürel bütünsellik olarak İstanbulluluk (bak.
göç eden kalabalıkların, bu karşılaşmaları
sonucu ortaya çıkan toplumsal/kültürel pra- İstanbullu) ve kentlilik arzusunu çözen, olağan bir
tiklere verilen genel isim. Müzikten yeme-içme eklektisizm olarak arabesk hissiyatın normalleş-
biçimlerine, giyimden toplu taşıma biçimlerine, mesi olumludur. Öte yandan, dokuz benzemez-
mekan organizasyonundan siyaset biçimlerine
dek hemen hemen her tür kültürel/toplum- den oluşmasına karşın arabesk hissiyatın da, bu
sal pratiği örten genel bir sıfata dönüşmeye topraklardaki bütün kültürel arzu mekanizmaları
başladığından bu yana giderek daha az kul- gibi, kendi aynılık saplantısını içinde taşıdığını
lanılan, çelişkili ve karmaşık bir hissiyatı ge-
nellikle küçümseyici bir biçimde ifade etmek akılda tutmakta yarar var. Bu nedenle, arabesk
üzere kullanılan bir kavram. hissiyatın hem tarihinin yazılmasına, hem de
eleştirel okumasına her zamankinden daha fazla
Başlangıçta olur olmaz, önüne gelen herkesin şimdi gereksinim olduğu söylenebilir.
müziğine ve bu pratiğin ortaya çıkardığı his-
siyata verilen küçümseyici bir isimdi arabesk. —Bülent Tanju
Sözkonusu hissiyatın, bu olur olmaz güruhu, gü-
ruhun önüne gelen her yere inşa ettiği gecekondu >Gecekondu, İstanbullu, Minibüs
(bak. Gecekondu) mahallelerinden kentin başka
yerlerine taşımakta kullanılan minibüslerde (bak.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-029
İSTANBULLAŞMAK

AYAKKABI BOYACISI tutturabilirler. Sizden sigara istemek gibi sohbet


olanakları yaratarak ayakkabınızı boyatmanızı
Üzerindeki Oryantalist cila hızla dökülen bir sağlayacak çeşitli taktikler de geliştirebilirler.
marjinal meslek. [Ed.]
Eğer ayakkabınızı boyatmak istemiyorsanız, bu
tür taktiklere itibar etmemeniz gerekir.
Ayakkabı boyacıları, pek çok Doğu şehrinin oldu-
ğu gibi, İstanbul’un da sembolleri arasındaydı bir
Benim de yaşamımı sürdürdüğüm İstanbul’un
zamanlar. Özellikle kalabalık meydanlarda, üze- eski mahallerinden (bak. Mahalle) birinde, ihti-
rinde çeşitli işlemelerin bulunduğu altın rengin- yar bir ayakkabı boyacısı her gün düzenli olarak
de parıldayan boya sandıkları, ayakkabı fırçaları mahallenin girişine tezgahını açar. Canayakın ve
ve hoşsohbet tavırları, hatta geleneksel kıyafet- yumuşak yüzlü ayakkabı boyacısı, sabahları işe
leriyle, Osmanlı’dan günümüze günlük yaşamı gidenlerin ayakkabılarını boyamak için erkenden
renklendiren meslek erbaplarından biriydi. Ama işinin başına geçer. Yoksul olan bu adama, mahalle
ayakkabı üretimindeki çeşitlilik ve teknolojinin sakinleri ihtiyaçları olmadığı halde ayakkabılarını
fabrika üretimiyle yarattığı bolluk, ayakkabı bo- boyatırlar. Bu adam, mahallenin girişinde bulunan
yacılarının günümüzde işlevlerini yitirmeleri- kaldırım üzerindeki yerini ve civarını her zaman
ne neden olmuştur. Eskiden ayakkabının uzun temiz tutar. Aynı zamanda mahallece sevilen, hat-
ömürlü olması istenir, bu yüzden ayakkabı sık sık ta isimleri herkes tarafından bilinen kedileri de
bakımdan geçirilirdi. Lastik, spor vb. ayakkabıla- onunla birlikte burada ikamet ederler. Ayakkabı
rın kullanımındaki artış, bu mesleğin günümüzde boyacımız, bakkal ya da terzi gibi mahallenin esna-
kaybolmaya yüz tutmasına neden olmuştur. Yine fı arasında görülebilir. Onun mahalledeki varlığı,
de bazı yerlerde, özellikle iskele ve meydanlarda mahalleyi mahalle yapan özellikler arasındadır.
faaliyetlerini sürdürdükleri görülür. Ama günümüzde onun ayakkabı boyacısı olarak
varlığı tehlikeye girmiştir. İstanbul’daki emlak
Ayakkabı boyacıları, renkli insanlardır. El- fiyatlarındaki artış, göç ve benzeri etkenler, ma-
lerindeki ayakkabı fırçasını, önlerindeki boya hallede yaşayanların özelliklerini değiştirmeye
sandıklarına vurarak dikkatinizi çekecek bir ritim başlamış, eskiden daha güçlü olan mahalle da-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-030
İSTANBULLAŞMAK

yanışması ve bilinci zayıflamış, kapitalizmin ya- çıkan denetimsizlik, entelektüel başıbozukluktur.


rattığı yalnızlaşmış ve bencil bireyler, etraflarını Modernin gönüllü seyircileri, modern kent gez-
umursamadıkları ya da diğer insanları birer tehlike ginleri aylaklar, yabancı olmanın serbestliğinde,
olarak algılamaya başladıkları için, mahallemizin modern akışa mesafe koymayı, dışarıdan bakmayı
ayakkabı boyacısına ayakkabısını boyatan, hatırını kimlik haline getirenlerdir.
soran ya da kedilerini seven insan sayısı maalesef
azalmıştır. Yakın bir zamanda, mahallemizdeki Modern kentle aylakların ilişkisi, karşılıklı
terzi ve dikiş makinesi tamircisi gibi, ayakkabı bo- bir ilişkidir. Her ikisini de doğuran şartların or-
yacımızın da mahallemizin mazisinde yer alması taklığı bir yana, aylaklık modern kentin ayrılmaz
muhtemeldir. bir parçası, kent de aylakların evi olarak adeta
bir varoluş koşuludur. Modernlik deneyiminin
—Bülent Usta dış simgeleri olan modern kentlerin kendinden
türettiği aylaklar, sürekli bir hızın, geçiciliğin
>Mahalle dünyasında yeni olanı kavramaya çalışan; değişen
yaşam içinde, değişimi gözlemlemeyi kendine iş
edinen, bıkıp usanmadan yeni çekicilik unsurla-
AYLAKLIK rının peşine düşen gezgin kentlilerdir. Aylaklar,
modern olma durumunu, modern kent yaşamı-
Eli cebinde gezmek zannedilse de çok daha nı deneyimlemeye ve anlamlandırmaya çalışan,
fazlası. öznelliği değerli kılan yeni bakışın simgeleridir.
Onlar, birer vitrine dönen modern kentlerin insan
Aylaklık, kendini anlamlandırmakla, başkaları kalabalıkları içinde işi gücü olmadığından gezip
tarafından adlandırılmanın çatıştığı yerde, öz- tozanlar değil; rasyonelleşmenin şart koştuğu
gürlüğe, arayışa, yaşamın anlamına ve modern işbölümü ve uzmanlaşmayı reddederek, modern
kentte diğerleriyle birlikte olmaya dair bir varoluş akışa “seyirci” kalanlar, işi gücü “gezip tozmak”
halidir. Modern olanın düzenini bozan, ilerle- olanlardır. Bu nedenle, gündelik hayatta, kapita-
mek adına çalışmaya, herkes gibi olmaya karşı list düzenin bitmek bilmeyen isteklerini yerine

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-031
İSTANBULLAŞMAK

getirmek için oradan oraya savrulan, çalışmak ve aylaklığın yaşam alanı ise yine kent, özellikle de
tüketmekten ibaret bir akışa kapılan kalabalıklara “modernleşen” başkent İstanbul’dur.
mesafe koyan “seyirci” aylaklar, ayrıksı bir kimliğe
sahip olanlardır. Onlar, insanların çalışarak sade- Modernleşme çabalarının yenilikçi rüzgarları
ce para değil boş zaman da kazandığı bir dünyada, İstanbul kent planlamasının da belirleyicisi olur.
ölümcül bir günah işleyen kahraman ruhlardır. İstanbul’u değiştirmeyi öngören yeniden yapılan-
Gündelik yaşamı, çalışma ve boş zaman olarak dırma faaliyetlerine öncelikle Galata ve Pera gibi
iki kutba ayıran çalışma merkezli düzenlemeleri gayri Müslimlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde
bile bile ihlal edenlerdir. girişilir. Altıncı Daire-i Belediye tarafından yürü-
tülen bu faaliyetler sonucunda da Pera, kısa sürede
19. yüzyılda yaratmakla tüketmenin çıkma- kentin diğer bölgelerinden farklı bir görünüme ve
zında, kalabalıkların dünyasında, modernliğin modern dükkanları, tiyatroları, Avrupa tarzında
yeni kentlileri olarak varolan aylaklar, daha son- çeşitli eğlence yerleriyle, bu görünümün kendin-
raki dönemlerde, özellikle edindikleri varoluşçu den türettiği “Avrupai” olarak algılanan farklı ya-
açılımlarla beraber, genel anlamda düzenin an- şam biçimlerine kavuşur. Pera dışında ise Boğaz’ın
lamsızlığını, farklı olmayı, herkesin tutunduğuna iki yakasında, Adalar’da, Çamlıca ve Kadıköy’de
tutunmamayı, bağlanmamayı, uzlaşmamayı im- modern kentin ilk kıpırtıları hissedilmeye başla-
lerler. Ve modern düzenin kendini gerçek kılmaya nır. Yine bu süreçte kendini var eden yeni tüketim
çalıştığı her toplumun ayrılmaz bir parçasına dö- biçimlerinin etkisiyle, kamusal mekanlar, müteva-
nerler. Ve modern düzenin kendini gerçek kılmaya zılığın yerini alan “gösterişçi tüketim” tarafından
çalıştığı her toplumun ayrılmaz bir parçası olurlar. yeniden şekillendirilir. Bu doğrultuda, Taksim ve
Tepebaşı parklarına ek olarak, Çamlıca Bahçesi,
Bu anlamda aylaklık, Osmanlı modernleş- Boğaz köyleri ve Adalar da önemli toplanma ve
mesinin etkinleşmeye başladığı, kurumları ve “gösteriş” mekanları haline gelir.
toplumuyla imparatorluğun büyük bir değişim
sürecine girdiği Tanzimat Dönemi’nden itibaren Modernleşme adı altında yaşanan değişim-
kendi deneyim alanını da var eder. Bu süreçte lerin etkisiyle kent ve kent yaşamı farklı bir gö-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-032
İSTANBULLAŞMAK

rünüm alır. Bu hızlı değişim süreci, uyaranların ilk elden deneyimleyen, modernleşmenin seyri-
niteliğinde görülen farklılaşma ve sayısında göz- ne dalıp, kenti “yaşamayı” değerli kılan, kendini
lenen artışla birlikte yeni deneyim olanakları, çalışma ve ilerleme pratiklerinden ayıran yeni
kentsel davranış biçimleri ve yeni kentli tipleri kent gezginleri olarak görünür olmaya başlarlar.
yaratır. Bu tiplerden biri olan aylaklar da, yavaş Modernleşmenin getirdiği değişimlerin şatafatı
yavaş belirmeye; modern kentlerin, modern kent karşısında şaşkına dönen, modern olarak görü-
yaşamının ayrılmaz parçası aylaklık hali, yavaş nenin peşine düşen aylaklar, Pera sokaklarında
yavaş oluşum sürecine girmeye başlar. Geniş yol- fütursuzca dolanan; parklara ve bahçelere akan;
ları, aydınlık sokakları, kalabalıkları çeken dük- seyretmeyi, yürümeyi kimlik haline getiren; lo-
kanları, eğlence mekanları, pasaj ve parklarıyla kantaları, kafeleri, eğlence mekanları, kaldırımla-
yeni İstanbul, aylaklara ev sahipliği yapacak bir rıyla kenti kendi evleri bilen yeni İstanbullulardır.
kente dönüşmeye; evin mahremiyetinden sokağa Ancak zaman geçtikçe, yeni olan ilginçliğini kay-
açılma, dolaşma, yürüme, seyretme, seyredilme, betmeye, yeniliğinin arkasına sakladığı diğer yü-
kalabalıkların kargaşasına karışma gibi olanak- zünü göstermeye başlar. Ardı arkası kesilmeyen
larla modern aylaklığın deneyimlenebileceği bir savaşlar, değişen dengeler, sertleşen kimlik poli-
mekan haline gelmeye başlar. Aynı şekilde, mo- tikaları, marjinleri tekrar tekrar çizilen toplumsal
dernleşme çabalarının etkisiyle düşünce biçim- yaşam, kentle kurulan ilişkiyi de etkiler. Aylak-
lerinde meydana gelen değişiklikler ve ekonomi lar, özellikle Cumhuriyet’in ilanının ardından,
politikalarının etkisiyle çalışma ve boş zamanı II. Meşrutiyet Dönemi’nden devralınan makbul
düzenleme yönünde atılan adımlar, “aylaklık”ın vatandaşlık imgesinin ağırlığı altında ezilseler
anlam çerçevesini çizme, aylağı diğerlerinden de, modern bir ulus-devlet, bu ulus-devlete de
ayıracak nitelikleri belirleme sürecinin de yolunu milli değerlerine sahip çıkan ama aynı zamanda
açmış olur. modern bir toplum yaratma çabalarının özünü
oluşturduğu sert bir kimlik inşa sürecine rağ-
Bu anlamda, modernleşen İstanbul’un yeni men kendilerini var etmeye devam ederler. Ve
sakinleri aylaklar, kendilerini yeni deneyim ola- İstanbul’dan kesinlikle vazgeçmezler. Zaten bu
naklarına gark eden, modernleşme pratiklerini dönemde İstanbul, Cumhuriyet’in kent tasarı-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-033
İSTANBULLAŞMAK

mını ve bu tasarıma içkin düşünülen gündelik devam eden gece hayatının, sinema matinele-
yaşam tarzını yansıtması açısından bir projeye rinin, entelektüel sohbetlere ev sahipliği yapan
dönüştürülen “Başkent Ankara”nın “kötü-öte- pastane ve lokantaların, sayfiyelerde geçirilen
kisi”, “yozlaşmaya” açık bir aylaklık mekanıdır. sıcak günlerin, Ada toplantılarının, vapur yolcu-
luklarının, uzun yürüyüşlerin ardından Boğaz’da
İstanbul ancak 1930’lardan sonra, eski hare- yenen yemeklerin asli karakterleri olmaya devam
ketliliğine yeniden kavuşma şansına sahip olur. ederler.
Yine de 1920’lerden sonra kamusal alanda fark
edilmeye başlanan bohemlik eğilimleri unutulma- Ancak artık aylaklık, özellikle makbul vatan-
malıdır. Özellikle Fikret Adil ve çevresi tarafından daş vurgusunun sertliğini yitirmesi, yeni neslin
görünür kılınan bu eğilimler, aylaklığı bir yaşam modernleşmeyle kurulan ilişkiyi içselleştirmesi
biçimine dönüştürme arzusu olarak dışa vurulur. ve modernleştirme biçiminde görülen değişim-
Ancak asıl kırılma 1950’lerden sonra gözlemlenir. ler açısından, yukarıdan aşağıya modernleşme
anlayışının daha popülist bir nitelik kazanması
Modernleşme süreci bağlamında bir dönüm sonucunda tepeden inme, homojenleştirici kül-
noktasına karşılık gelen 1950’lerde, II. Dünya Sa- tür politikalarının etkisini yitirmeye başlamasıy-
vaşı sonrasının kendi dinamiklerinin, dışarıdan la birlikte yeni bir anlam çerçevesine oturtulur.
gelen çeşitli yardımların da etkisiyle, ülke daha Aylaklık, tek sesli politikaların tek elden değer-
önce hiç deneyimlemediği bir hareketlilik içine lendirdiği bir varoluş hali olmaktan çıkar, farklı
girer. Sanayinin gelişmesi ve göçlerle birlikte yeni- görüşlerin farklı yorumlarla değerlendirdiği çok
lenen İstanbul, artan nüfusun, ülkenin bir piyasa yönlü bir nitelik kazanır. Aynı şekilde, liberal eko-
toplumuna dönüşme sürecinin ve artan Amerikan nomi politikalarının çalışma bağlamında yarattığı
etkisinin de belirleyiciliğiyle yeni yaşam biçimleri istikrar, kapitalistleşme süreci içinde aylaklığa
edinir. Yine bu dönemde, gecekondulaşmanın ayrıksı bir görünüm verir. Bu doğrultuda, özellikle
yavaş yavaş oluşum sürecine girmesi de şehrin II. Dünya Savaşı sonrasının düşünce akımlarını
çehresini değiştirmeye başlar. Tüm bu değişimle- paylaşma açısından, Cumhuriyet’in ilk on beş
rin gönüllü gözlemcileri aylaklar ise Beyoğlu’nda yılının makbul vatandaş sorumluluğu ile değil

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-034
İSTANBULLAŞMAK

de modern bireyler olarak hareket eden kentli nostaljik kahvaltı mekanlarıyla, yol kenarına sı-
entelektüeller, aylaklığın deneyimlenme biçimi- ralanmış arabaların arasında, hafta sonları alı-
ni de değiştirmeye başlarlar. Aylaklığın bu yeni nacak bir nefes anlamına gelmeye başlar. Yine de
biçimine içkin olansa, varoluşçu tınılar taşıyan İstanbul, kendi kent gezginlerini sokaklara çağır-
hafif karamsar tavırdır. maya devam eder. Çünkü değişse de her zaman
başka bir seyirliktir modern kent. Eğer aylaklar
Bu tavırla birlikte aylaklık, değişen kent için- bir modern hayatın renklerine kapılıp dehşetini,
de modernlik hallerini deneyimlemeyi, kentin boğuntusunu yaşayarak; bir farklı, öteki olmanın
içinde başıboş gezinmeyi öne çıkarmanın yanı zevkini çıkarıp bir yabancı kalmanın sıkıntısını
sıra toplumun dayattığı değerlerle uyuşmamayı, duyarak varolmaya devam ediyorlarsa, bu çağrı
yabancılaşmayı, boğuntuyu, bağsızlığı, ayrıksılığı hiç de beyhude değildir.
da imleyen bir varoluş halini ifade etmeye başlar.
—Deniz Aktan Küçük
Ancak aylaklığın asıl ayrıksılığı 1980 sonrasın-
da belirginleşir. Kemikleşmiş kapitalizmin günde-
lik yaşamı çepeçevre saran ağlarına takılmadan,
AZINLIK (I)
entelektüel bir arayışı sırtlanarak kendini sokakla-
ra vurmak, artık imkansız bir düş ya da kendi pa- Bir grubun, üzerinde bulunulan noktaya göre
zarı olan bir yanılsamadır. Beyoğlu, her ne kadar değişen sayısal çoğunluğuna gönderme yapan
alt kültürlere ev sahipliği yapmaya devam etse de, siyasal etiket.

yavaş yavaş bir alışveriş merkezine dönerken, ay-


laklık yanılsaması özellikle Cihangir, Galata ben- Post-siyaseten doğrucu dönemin ürettiği yeni
zeri semtlerde kendi yaşam kurgusunu dayatan bir bakışa veya yanılsamaya göre azınlık olmak,
bir hal alır. Bu yanılsamalarla yetinmeyenler ise çoğunluk olmaktan neredeyse daha avantajlı-
İstanbul’u terk ederek, kendi kurgularını Bodrum dır. Zaten, temel haklarından mahrum kalmış,
gibi sahil “kasabalarına” taşır. Beyoğlu’nun yanı toplumsal izolasyon ile yüz yüze gelmiş bu grup-
sıra Boğaz da bu süreçte kendini dönüştürerek, lardan birine mensup olmak, geçmişte yaşanan

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-035
İSTANBULLAŞMAK

acıları tek başına temsil eder duruma gelmiş azın- bağlantılı. Bu nedenle de tehlikeli olan, bugün
lık grubundan bir bireye sürekli bir gönül alma artık ötekileştirilen “tehlikeli” azınlığın varola-
haliyle yaklaşılmasını gerekli kılmaktadır. Bütün mamasıdır. Azınlık grubuna mensup birey de
bunlara karşın hangi grupların azınlık olduğu so- azınlık olmak için maruz kaldığı hakim siyasal
rusunun yanıtının zorluğu, sorunun olduğundan rüzgarın dışına çıkamaz. İstanbul bu genel fo-
daha çetrefil olduğunu ispatlar gibidir. toğrafın tam da içinde konumlanıyor; Türkiye’de
eksik olan ise retorik. Azınlık, modern bir panikle
Azınlık kavramı bugün, her ne kadar yeni ulusal kimlik inşa etme eğilimine girilen noktadan
siyaseten doğrucu söylemlere karşılık verse de, itibaren, yaratılan kültür atmosferinin dışında
halen ötekini “çoğunluk” adı verilen “daha eşit” bırakılarak yeniden kurgulandı. Şaşırtıcı olan bu
gruptan ayrıştırmak için üretilmiş kurgulama kurgunun ikna ediciliğinin derecesidir. İkna ola-
biçimi. Hakim olmanın popülasyonun çokluğu mayanlar zaten gitmişler, kalanlar da ikna olmuş
ya da azlığıyla da bir ilgisi yok. Asimilasyon teo- görünmüşlerdir. Buna karşın İstanbul’da azınlık
risinin egemen pozisyonu halen önemli bir siyasi olmanın beraberinde getirdiği toplumsal paket,
gerçeklik olarak gündemde. Asimile olmak daha sistemin kendini tümüyle güvende hissettiği bir
eşit olmanın hala ön şartı. Buna karşın “dışarı- pozisyon tanımlar. Bu nedenle ev sahibi, duygu-
dan birini” sonsuz bir hoşgörüyle kendinden biri ları konusunda kendini yalan söyleme zorunlulu-
kılmaya çalışan bir ev sahibi de yok. Kuramsal ğunda bile hissetmez. İkna olmayı tehlikeli kılan
bir misafirperverlikten bahsedebiliyoruz sade- da budur. Kimse konuşmaz örneğin, asıl azınlığı
ce. Azınlık teriminin doğası gereği istenmeyeni tanımlayanlar konuşmayı her şeye rağmen tercih
temsil etmesi gerekirken, ona şefkatle yaklaşa- edenlerdir. Bu sayı da maalesef 10-15 değil, bir ya
cağını söyleyen ev sahipleri ve “evcilleştirilmiş” da ikidir ve yine maalesef yaşamalarına bile izin
azınlıklar var artık. Ev sahibinin duygularının verilmez.
değiştiğini iddia etmek ise zor görünüyor. Ev sa-
hibi, ancak kendini güvende bulduğu noktadan —Ersin Altın
baktığında azınlıktan bahsedebiliyor. Azınlığın
evcilleştirilmesi de ev sahibinin retorik gücüyle

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-036
İSTANBULLAŞMAK

AZINLIK (II) ve lezbiyenler. Bazıları Ermeniler gibi korkunç bir


tarihi travmadan muzdaripler, bazıları ise Afrikalı
İstanbul’da kimin azınlık sayılacağı kadar tar- göçmenler gibi günlük hayatlarında ırkçılıkla ve
tışmalı pek az sorun vardır. Gayrimüslimlerin
azınlık olması üzerinde “uzlaşılmış”tır. Ama polis baskısıyla mücadele edip ekmek kavgasına
Aleviler, Kürtler gibi gruplar değişen siyasal devam etmek zorunda. Yine başkaları, Aleviler gi-
pozisyonlara göre azınlık sayılır ya da sayıl- bi dini kimliklerini Sünni Müslüman çoğunluğun
mazlar; kendilerini azınlık sayar ya da say-
mazlar. Veya şu durumda sayar, bu durumda koyduğu çerçevelere uygun bir şekilde yaşamaya
saymazlar. [Ed.] çalışıyor. Bir de daha çok Avrupa ve Amerika’dan
gelen ve de İstanbul’da çalışarak hayat sürenler
Azınlık olmak ya da azınlık mensubu olarak görül- var.
mek İstanbul’da pek makbul sayılmaz. Eşcinsel,
Kürt, Ermeni ya da Afrikalı farketmez; İstanbul Bu gruplara mensup bireylerin buluştuğu
farklılıkları kolayca içinde barındıran bir şehir yerler arasında Beyoğlu, İstiklal Caddesi, Taksim
değil, tarihte de pek olmamıştır (bak. Etnisite). Meydanı ve Cihangir baştadır. Yoğunlaştırılmış
Buna rağmen Avrupa metropolleri arasında belki şehir hayatının merkezi burası, öteki İstanbulla-
de en karmaşık, karışık ve çoğul şehirdir İstanbul. ra göre kafası, gönlü daha açık gibi. Kozmopolit
Öyleyse İstanbul’da azınlık olma halleri nelerdir? bir şehir hayatının düşleri en iyi burda kurulur.
Farklı olan bu şehirde farklı olmak niye bu kadar İtalyan ve Fransız mahreçli 19. yüzyıl mimarisi,
zor bir zanaat? Rum, Ermeni, Yahudi ve Levantenlerden geride
kalan hayatlar, kiliseler, sinagoglar (bak. Sina-
Aslında azınlıklar muhtelif: Etnik grup, din, gog). Oysa, Kıbrıs meselesinde hükümetin elini
dil, cinsiyet temelli azınlıklar var. Ve de bütün bu güçlendirmek için ortaya salıverilen bir çapul-
grupların dinamikleri farklı. Bazıları Keldaniler cu güruhu tarafından Müslüman olmayan tüm
gibi sayıca küçükler, bazıları, en başta da Kürtler, azınlıkların dükkanlarının, iş yerlerinin ve ibadet
azınlık kavramını sorgulatacak kadar kalabalıklar. yerlerinin yağmalandığı 6-7 Eylül olaylarının ya
Sokaklarda en kolayca hissedilebilen azınlıklar- da kimilerine göre İstanbul’un kristal gecesinin
dan birisi Romanlar; en az farkedilenler eşcinsel anısı henüz taze.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-037
İSTANBULLAŞMAK

Medeniyetler diyaloğu söylemine uygun sayı- sında da sadece Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler
sız fotoğraf karesi var İstanbul’da. Minare ve çan azınlık haklarına sahipler. Azınlıklardan, farkılık-
kulesi bir arada, bazen bir Sinagog, geri planda bir tan, ötekilikten haz etmeyen bir devlet tarafından
martı. Oysa kiliselerin, sinagogların bu fotoğraf- tanınmış olmak, haktan çok kontrol ve sıkıntı ge-
lara yansımayan yaraları var. 500 yıllık hoşgörü tirir. Ulus-devletin tahayyül ettiği ve de yok olma-
söylemleri, eşitlik ve laiklik referansları bu yara- sını derinden arzuladığı resmi azınlıkların nüfusu
ları görünmez kılmaya yarasa da onları sarmaya bugün yüz bin dolayında olsa da, toplam İstanbul
gönüllü değildir. nüfusunun yüzde birini dahi teşkil etmiyor.

Sınırlamalar üzerine inşa edilmiş bir ortamda Ancak ulus-devletinin kategorilerinden


azınlık olmak bazı şeyleri yapamamak anlamına kurtulunca çok farklı bir tablo ortaya çıkıyor:
gelir. Kiliseye ek bina yapamamak, çan kulesini Kürtler, Bulgaristan Türkleri, Süryaniler, Yahu-
tamir edememek, kendi vakıflarına ait olan ama di dönmeleri, anadilleri Zazaca olan Dersimliler,
devlet tarafından el konulmuş malları geri alama- Lazlar, Hatay ve Urfalı Araplar, yurdun her kö-
mak, her an nasıl olmuşsa elde kalmış taşınmaz- şesinden gelmiş ve büyük şehrin görece özgür-
ları devlete kaptırmaya karşı koyamamak, okul lüğünde ayakta kalmaya çabalayan travestiler.
kitaplarından silinmiş tarihlerini hatırlayama- İstanbul’un semaları ve vicdanı giderek yükselen
mak. Bu anlamda azınlık, nefes almak için gerekli bayrak direkleri ve cami minareleri tarafından
olan mekandan ve anlamlı bir hayat sürmekten delinse de, İstanbulluların çoğunluğu bugün bir
yoksun bırakılma halidir. azınlığa mensup. Ulus-devletin hayalinde sadece
yok olmaya mahkum azınlıklar görünse de, dev-
İstanbul, etnik ve dini zenginliğe Türkiye’nin letin ötesinde çoğunluk-azınlık ikileminden daha
birçok ilinden daha tahammüllü. Ancak kimin gerçek, gergin ve zengin bir dünya var.
azınlık olduğuna karar veren tek bir merci varsa,
o da Lozan endeksli düşünen ulus-devlettir. Bu —Kerem Öktem
devletin kurumlarına göre azınlık kavramı sadece
gayri Müslimler için kullanılmalı. Bunların ara- >Etnisite, Sinagog

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-038
İSTANBULLAŞMAK

BAĞDAT CADDESİ (I) gelişmesi, 19. yüzyıldan başlayarak demiryolu ve


denizyolu ulaşımına paralel bir süreç göstermiştir.
Bağdat Caddesi, bir cadde olmanın ötesinde 1843 yılında kurulan Hazine-i Hassa şirketinin ve
zihinlerde yer etmiş bir kavramdır, değişik
zamanların İstiklal Caddesi ve bir zamanların bunu izleyen işletmelerin buharlı gemilerinin,
Direklerarası gibi. “yandan çarklılar”ın uğradığı iskeleler: Kalamış,
Caddebostan, Suadiye, Bostancı, Maltepe, Kartal,
Kentsel ve coğrafi varlığı eski olmakla birlikte, Pendik ve buna paralel olarak üstündeki istasyon-
doğuya doğru uzanan Bizans izi olarak bugünün lar boyunca gelişen yerleşme, caddeye yeni bir
İstanbullusuna hiçbir şey söylemez, “Nikomedia işlev katmıştır. Demiryolu ve sahil, istasyonlar
Yolu” (İzmit yolu) adının da artık bir anlamı ol- ve iskeleler arasında, her ikisine de paralel olarak
madığı gibi. O, doğuya, doğunun uzak kentlerine doğuya uzanan caddenin önce bir kesiminin, daha
giden yoldur, Bağdat da gerçek Bağdat kenti de- sonra tümünün adı, 1918 yılından itibaren Bağdat
ğil, bir simge-isimdir: “Aşıka Bağdat sorulmaz...” Caddesi’dir. Gelişimin hızlandığı 1910’larda iki
şarkısındaki Bağdat gibi. Adının simgesel uzaklık arabalık bir toprak yol, 1930’lardan sonra asfalt.
çağrışımı, bir başka yolun, batıya uzanan Avrupa Cadde 1940’larda genişletilir, 1950’lerin sonunda
karayolunun kente bağlanan kesiminin 50’li, 60’lı ikinci genişletme işlemi başlar. 1985 sonrasındaki
yıllardaki adını anımsatır: Londra Asfaltı, Batı’nın sahil dolgusu ve sahil yolunun açılması, Bağdat
en ucundaki kente giden yol. Bağdat Caddesi’nin Caddesi’nin 2000’li yılların başındaki ortamını
de 40’lı, 50’li yıllardaki adı, semt sakinleri için ve görünümünü hazırlayan son gelişmedir.
kısaca “Asfalt” olmuştur.
Caddelerin varoluş nedeni ulaşımdır. Bağ-
Eski Bizans izi, Nikomedia Yolu, Osmanlı dö- dat Caddesi’nde ulaşım, yüzyıl başında atlı ara-
neminde de menzil noktalarında, namazgahlarda bayla sağlanırdı. Atlı araba cadde üzerinde ve
duraklayan yolcuların, Gebze’den itibaren hanlar- çevresindeki semtlerde varlığını 60’lı yıllara dek
da konaklayan kervanların, doğuya sefere çıkan sürdürmüştür: Sahille, iskelelerle iç kesim ara-
orduların ve Hac alaylarının güzergahı olmuş, sında, istasyonlarla evler arasında, yazın evle
ama modern çağda yerleşik bir alanın arteri olarak plaj ve gazinolar, kışın evle okul ve pazaryerleri

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-039
İSTANBULLAŞMAK

arasında, bir zamanlar köşklerle mesire yerleri lır: Kızıltoprak, Fenerbahçe, Feneryolu, Göztepe,
arasında. 1930’larda ilk otobüs, 1935’te rayların Erenköy, Suadiye, Bostancı, omurgasını Bağdat
döşenmesiyle tramvay, vapur ve trenin yanı sıra Caddesi’nin oluşturduğu gözde ikamet alanlarıdır.
cadde üzerinde toplu taşıma katılır ve atlı ara-
ba daha çok bu üç ana taşıyıcı hatta dik yönde Şark demiryollarının müdürü Huguenin’in
devinen bir kısa mesafe aracına dönüşür, yerini yalısı Bostancı’dadır. Bunu Caddebostan’da,
giderek motorlu araca bırakmak üzere... 80’li yıl- Çiftehavuzlar’da, Fenerbahçe’de başka ünlüle-
larda Bostancı dışındaki ara iskeleler kaldırılır, rin yalı ve köşkleri izler: Ragıp Paşa Yalısı, Cemil
tren giderek hatboyu kuzeyindeki semtlere ve Topuzlu Köşkü, Botter, Degucis, Rizzo ve Oppen-
Bostancı’nın doğusuna hizmet veren bir ulaşım heim Köşkleri. Bazen bir büyük mülk, eski bir bağ
aracı olur. Sahil yolunun açılmasıyla birlikte tek veya bostan alanı parsellere bölünür. Bu gelişme-
yönlü bir arter haline gelen Bağdat Caddesi, artık nin en tanınmış aktörü, 19. yüzyılın sonlarında
yirmi dört saat boyunca akışkanlığa sahiptir. Göztepe’de cadde ile demiryolu arasındaki ge-
niş araziyi satın alarak parselleyen, yol sistemini
Menzil noktaları, namazgahlar, çeşmeler ge- oluşturan, cami ve müştemilatını da inşa ederek
ride kalmış, çoğunun izleri silinmiş, hafızaları da çevresinde bir semt merkezi nüvesini de kuran
bazı adlar dışında yok olmuştur; bir zamanlar cad- Tütüncü Mehmet Efendi’dir. Büyük mülkler bö-
deden denize uzanan geniş bağlar da öyle. Deniz lünür, kimi ahşap köşkler yanar; yerlerine, gide-
ve demiryolu ulaşımının verdiği imkanla Osmanlı rek küçülen parseller üzerinde başkaları yapılır
ricali, zengin yabancılar ve kimi Levantenler, 19. ama Tütüncü Mehmet Efendi’nin ızgara şemalı
yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında Bağdat Cad- modern yol planı yaygınlaşarak geçerliğini korur:
desi çevresinde yaptırdıkları köşklerde oturmaya Şema, sahile ve ana caddeye, Bağdat Caddesi’ne
başlarlar. Gözden ve denetimden uzak konum, paralel ve bunlara dik sokaklardan oluşacaktır. Bu
ulaşım çeşitliliği ve doğal ortam, caddeye paralel yolların bir bölümünün iki yanı çınar ağaçlarıyla
olarak uzanan semtleri çekici kılar. Caddeyle sahil bezenir, bazense bir eski büyük köşkü uzaktaki
ve caddeyle tren yolu arasındaki geniş arsalarda giriş kapısına bağlayan kestane ağaçlı araba yolu,
yapılan ahşap köşkler 1910’lardan itibaren çoğa- yıkılmış köşkün eski sahibinin adıyla anılan dar

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-040
İSTANBULLAŞMAK

bir sokağa dönüşür; Bağdat Caddesi’ni kesen ve Toplardamar, bu coğrafi aralıkta aynı zamanda
ana hattan ayrılıp, varsıl Avrupalı ailelerin yaşa- bir atardamardır: Toplumsal yoğunlaşma, yaşam
dığı Fenerbahçe’ye uzanan dar demiryolunun biçimi, imge ve toplumsal kodlar oluşturur.
zamanla bir başka caddeyi oluşturduğu gibi…
Bugün ne demiryolu, ne de köşk sahiplerinin adı 1910’ların ahşap köşklerini, 30’ların, 50’lerin
kalmıştır ama Bağdat Caddesi bu dönüşmüş, kay- kargir modern villaları izler. Cumhuriyet bürok-
bolmuş izlerin, doğrultuların merkezi, omurgası ratları, savaş sonrası burjuvazisi ve küçük burjuva-
olarak bu silik hafızayı ve dokuyu taşır, yönlen- zisi, Bağdat Caddesi, sahil ve demiryolu arasındaki
dirir, yeniden yapılandırır ve anlamlandırır: O, mekanı, eski ve seçkin ailelerin ikinci kuşağıyla,
tartışmasız bir toplardamardır. kalan Levanten ve yabancı tüccar aileleriyle ve
semtlerin yerli Rum ve Ermeni toplumuyla pay-
Bu toplardamarın bir başı vardır: Kadıköy, es- laşır. Bunlara yazlıkçılar, küçük tüccarlar, Musevi
ki sakinlerinin deyişiyle Kadıköyü, yani Kadı’nın aileler katılır. 50’lerden itibaren cadde üzerindeki
köyü. Kent haritalarında Bağdat Caddesi, biraz villalar yerlerini bahçeli, dört katlı apartmanlara
daha ileriden, Kurbağalıdere üzerindeki köprü- bırakır. Bunların gerisinde önce benzerleri, sonra
nün batısından başlar ve Bostancı’daki bir baş- daha büyükleri, çok katlı olanları yükselecektir.
ka eski köprüye kadar doğrusal bir iz boyunca Bağdat Caddesi ve çevresinde, 50’leri izleyen elli
devam eder. Haritalarda, kent rehberlerinde ve yıl içinde üç-dört kuşak yapılaşma gelişecektir.
kimilerinin yer belleğinde cadde, eski Bostancı- Bu yapılaşma, sahile paralel olarak Batı-Doğu
başı köprüsünden sonra da Maltepe’ye, Kartal’a, doğrultusunda, Kızıltoprak ve Bostancı arasındaki
Pendik ve Tuzla’ya doğru devam eder ama kadim kesimde, yaşam biçimi, statü ve mimari olarak
Nikomedya yolunu izleyen bu güzergah, köprüden birbirine paralel bantlar halinde güneyden ku-
itibaren artık kimliğini değiştirmiştir; köşklere, zeye doğru giderek farklılaşır. Sahil ve sahilyolu
yalılara, mekanlara ve yaşamlara uzanan tarih ile Bağdat Caddesi arasında, cadde ile demiryolu
de, taşıdığı çağdaş anlam ve imgeler de, caddenin arasında ve daha kuzeye doğru E5’e, oradan E5
iki köprü arasında, Kızıltoprak ile Bostancı’yı ile TEM arasındaki yeni semtlere doğru, her yeni
birleştiren ana gövdesi üzerinde yoğunlaşmıştır. dilimde biraz daha çok statü ve prestij kaybıyla

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-041
İSTANBULLAŞMAK

yeni kentleşme devam eder; daha da kuzeydeki sakin olsa da, cadde canlılığını korur; donatıları
yağ lekelerine, uydu kentlere ve “sitelere” ula- çevresini ve bu canlılığı besler. 30’lu, 40’lı yıllarda
şır. Hareketin ve bu modern kentleşmenin ilk şık hanım ve beylerin özenli ve resmi giysileriyle
işareti, Tütüncü Mehmet Efendi’nin imarından at bindikleri, köşk ve villa arka bahçelerindeki
itibaren Bağdat Caddesi’nden başlamıştır; eski kortlarda tenis oynadıkları, yalı rıhtımlarında,
banliyö ve sayfiye semtleri bu eksenden başla- denize inen sokak bitimlerinde ve 1930’lardan
yarak gözde bir konut alanına dönüşmüştür ve itibaren açılan plajlarda yüzdükleri kentsel coğ-
bugün de güneydeki prestijli kuşağın omurgası rafyadaki çiçek ve bağ kültürünün yerini, peyzaj
ana caddedir. Omurganın mekanını çevreleyen düzenlemesi ya da otopark, havuzlu bahçelerin
apartman mimarisi, üstün bir özeni ve kaliteyi yerini ise yüzme havuzu veya “fitness center”lar
yansıtmaz ama bu durum, mekanın kentsel kali- almış, plajlar dolgu alanlarına, marinalara dönüş-
tesini ve statü değerini etkilemez. Toplardamarı müş, sonra dolgu alanlarının homojen peyzajı-
tarihi olarak kuzeyden güneye doğru besleyen nın denizle buluştuğu belirli noktalarda yeniden
ikincil damarlar, demiryolunun üzerinden ya da açılmıştır. Eski gazinoların, bahçe sinemalarının
altından köprülerle geçerek, bugün önemi azal- yerini alan sinema kompleksleri, café’ler, şık ma-
mış olan istasyonları Bağdat Caddesi’ne ve sahil ğazalar giderek çoğalmış, bunların üzerinde yo-
kesimine bağlayan caddelerdir… Dama tahtası, ğunlaştığı Bağdat Caddesi, canlı bir kaldırım boyu
bunların arasında kalan kılcal damarlar, ağaçlı ve zemin katı etkinliğinin merkezi ve taşıyıcısı
yollar ve bahçeli yüksek apartmanlarla devam olmayı sürdürmüştür. Bu iz boyunca “piyasaya
eder, atar-toplardamar hepsinin merkezi, birleş- çıkılır”, “vitrin bakılır”, alışveriş yapılır, “marka-
tiricisi ve belkemiğidir. lar” izlenir: Bunlar bazen giysi, bazen otomobil
modelleridir. Bağdat Caddesi bir tüketim, alışveriş
Bu omurga ve çevresindeki konut alanında ve temaşa mekanıdır; orada seyredenler ve seyre-
ikamet biçimi köşklerden villalara, oradan apart- dilenler vardır. Pazar günleri “yukarı” semtlerin,
manlara evrilmiş ama bu çok katlı ve bahçeli bur- E5 boyu ve kuzeyinin gençleri de güneye inerler
juva ya da küçük burjuva yaşam ortamı hiçbir ve cadde, farklı bir erotizm yüklü imgelemin me-
zaman bir yatakhane-kent olmamıştır. İç kesim kanı olur.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-042
İSTANBULLAŞMAK

Daha 1930’lardan, eski yolun asfalt kaplanma- Mevsimlerin, yazın ve kışın, saatlerin, gündüzün
sından beri bu etkinliğin adı “Bağdat’a çıkmak” ve gecenin ritmi ve bu ritmin hissedildiği, hem
ya da “asfalta çıkmak”tır. Semt sakini Erenköylü doğal, hem yerleşik bir mekan... Sonra tramva-
ya da Suadiyeli asfalta çıkar, buna karşılık vapu- yın sesi, sisli ve tipili gecelerde denizden gelen
ra binerek “şehre iner”. Bağdat’a “çıkılır”, tıpkı sirenler, bir yazlık sinemadan yayılan İngilizce
Beyoğlu’na çıkıldığı gibi. Bu dilsel ifade, belki de konuşmalar... 30’lar, 50’ler devrildiğinde bu tarih
coğrafi olmaktan çok, modernitenin statü simge- ve onun kırıntılarını taşıyan bellek, bir zaman do-
lerine bağlı bir prestij değerine işaret eder. ğal olanın belli belirsiz izlerini, yeni kesişmeleri ve
arayüzleri, birlikteliği ve karşıtlıkları yeni ve gide-
Yol, mesafe demektir. Uzunluğu ve genişli- rek yoğunlaşan kentsel mekana taşıdı: Seçkinlik
ği, çevresindeki yapılar ve ağaçlarla, üzerindeki ve sıradanlık, özellik ve çoğaltılmışlık, beton ve
araçların ve kaldırımlarındaki hayatın akışıyla peyzaj, kendiliğinden olan ve kurgulu olan: 30’lu
ilişkisi, ruhunu ve ölçeğini etkiler ve buna başka yıllardan 60’lara kadar yaşayan semt buluşmaları,
algılar katılır. 1910’ların henüz resmen Bağdat dolunay gecelerinde iskelelerde bir pagan ritüeli
Caddesi olmamış Ihlamur Yolu, doğa seslerinin, gibi kutlanan mehtap, “top sahaları”nda yapılan
rüzgarın, lodosun, uzaktaki hatboyundan gelen maçlar ve kurulan “cambazhaneler” yerini ödeme-
tren sesinin ve istasyon meydanındaki camiden li park yerlerine, Cumhuriyet Bayramı geçitlerine
okunan ezanın ses mekanını ve mesafe referan- ve Fenerbahçe’nin zaferleri sonrasındaki çılgın
sını oluşturduğu, toprak yolun 60’ların başında taraftar coşkusuna bıraktı. Ama aynı zamanda
yumuşatılan topoğrafyasıyla, önceleri daha kes- bir modernleşme ve özgün bir kentsel oluşum
kin yükseltilerle sonlanan ve sahile inen dik ara göstergesi olan bu değişim, birey için olsun, küçük
yolların ucundaki denizin ses ve ışık izleriyle, yol gruplar için olsun, caddenin çekim gücünü, can-
üzerindeki köşk siluetleri ve çınar dizileriyle belir- lılığını ve uyarıcılığını yok etmedi. Beden ve araç
lenen bir mekan ve algı dünyasına sahipti. Arada bu mekanda hala bir arada, yan yana olabiliyor,
boşluklar, erik ağacı, leylak ve böğürtlen öbekleri, merak ve temaşa sürüyor, küçük burjuva günlük
menekşe gülü, şebboy, leylak kokusu, yaz geceleri yaşamı kendine sanal ya da anlık ufuklar açmaya
ateşböcekleri, gündüz cırcırböceği konserleri... çalışıyor; caddeye yabancı “kara gençler” içinse

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-043
İSTANBULLAŞMAK

burası bir arzu mekanı. Tüketim nesnelerinin geçmişi yeniden keşfediliyor. Belirli semtler ve
çekici vitrinlerde sergilendiği, bakımlı genç vü- mekanlar “tarihsel” olarak işaretleniyor; bura-
cutların devindiği, lüks spor arabaların park ettiği lar öncelikle yabancı turistleri, sonra da onları
kaldırımlar, hem gerçeklik, hem bir düş dünyası izleyen yabancı hayranı yerlileri cezbetmek için
sunuyor. Ve Bağdat Caddesi bu özenli, düzenli, modernleştiriliyor (Bu sırada yoksullar yeniden
yumuşak, sıradan, aldatıcı, gerçek görünümleri yazılan tarihin dışına atılıyor). Modernliğin kendi
içinde hem cadde, hem evin dışı, hem de tüketim geçmişini yaratma çabası, geçmişi kârlı bir alan
alanı: 3 kilometre uzunluğunda, aralarında boş- haline getiriyor. Nostalji, “acısı alınmış bellektir”
lukların, irili ufaklı sokakların bulunduğu açık der Lowenthal; bugün İstanbul’da birçok yerde
uçlu ve bütünlüğü görünmeyen bir shopping mall nostalji sadece acısı alınmış değil, üzerine ayrıca
(alışveriş merkezi), çözük ve eklemeli dokusu için- şeker serpilmiş bir kültürel sermaye. Bu bağlamda
de, İstanbul’da benzerine az raslanan yoğunlukta Bağdat Caddesi’nin modernliğiyle ilgili ilk dikkati
bir sosyalleşme ve modernleşme alanı. çeken, tarihe kayıtsızlığı oluyor. Herhalde kendi
geçmişini anmayan, kendi kendisiyle ilgili bir
—Atilla Yücel (Hülya Hatipoğlu’nun katkısıyla) nostaljisi olmayan nadir zengin ve ünlü mekan-
lardan biri. Dükkanları benzese de, modernlik
tarzı “seçkin” bir kültürün mekanı Nişantaşı’na
BAĞDAT CADDESİ (II) benzemiyor örneğin. Bağdat Caddesi’nin serma-
yesi farklı: Modernliğin, kendini soylulaştıracak,
Üzerinde yanyana dizilmiş gösterişli dükkan- klasikleştirecek herhangi bir dışsal öğeye, örneğin
ları, kaldırıma taşan kahveleri, pastanele- tarihe ya da yüksek kültüre başvurulmaksızın bire
ri, lokantaları ve yüksek apartmanlarıyla
bir kutsanması onu farklı kılan. Bu yanıyla “Türk
Bağdat Caddesi, İstanbul’da, hatta Türkiye’de
belirli bir yaşama tarzının simgesidir: Zengin Modernleşmesi”nin esasen kapitalistleşme oldu-
ve modern. Ama nasıl bir modern? ğunu en doğrudan yansıtan mekanlardan biri. O
yüzden Bağdat Caddesi’nde “sonradan görmelik”
Bugün yeniden yapılandırma süreçleri ve amansız ayıp değil, çünkü aralarında “köklü aileler” de bu-
rant savaşları sırasında İstanbul’un “çok kültürlü” lunsa Bağdat Caddesi sakinleri günün gereklerine

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-044
İSTANBULLAŞMAK

ayak uydurdukları ölçüde “sonradan görme” ve insan yanlarından geçen arabalara aldırmadan
tam da bu yüzden son derece modern oluyorlar. ve geriye bakmadan daha uzun bir ömür için koş-
maktadır.
Coğrafi olarak Bağdat Caddesi, İstanbul’un
merkezinin uzağında, Asya kıtasında ve denizin 19. yüzyılda Mustafa adında birinin Suadiye’ye
hemen yakınındadır. Geçmişte bir sayfiye yeri doğru gezintiye çıkanlara yolluk malzemeleri sat-
olduğu bilinir. “40 sene önce buralarda plajlar, mak amacıyla kulübeden bozma bir bakkal dük-
gazinolar, bahçeli köşkler ve biraz ötede bağlar, kanı açtığı ama “dağ başında bakkal mı olurmuş”
bahçeler vardı” der eskiyi hatırlayanlar. Daha tepkileriyle “şaşkın bakkal” olarak anıldığı iddia
da eskiye gidilmez zaten. Çoğu kişi Osmanlı’nın edilir (Bağdat Caddesi’nin semtlerinden biridir
son döneminde bu civarda yaşayan Ermenileri, Şaşkınbakkal). Bugün Bağdat Caddesi’nde gezinti-
Rumları, (hala yaşayan) Yahudileri, Levantenleri ye çıkılmaz, çünkü bunun adı “piyasa”ya çıkmak-
anmaz. Bağdat Caddesi’nin egemen anlatıya yer- tır. 1970’lerde canlanan cadde piyasasının kendine
leşen bir tarihi varsa, bu olsa olsa bir dönüşüm ait bir tüketim ve gösteriş kültürü vardır. Giyinip
hikayesidir. Eski Türk filmlerinde Anadolu’dan süslenilerek çıkılan piyasada, artık hiç de şaşkın
bir köylü kızı olarak gelip yeni kılık kıyafetlere olmayan hatta dünyadaki yenilikleri yakından
büründüğü anda modern olan genç kadınların izleyen dükkanların vitrinlerine bakılır, alışveriş
mucizevi dönüşümüne benzer bir şekilde, üst yapılır, dondurma yenir, kahve içilir, kız ve oğlan
orta sınıf Türkler Bağdat Caddesi’ne yerleşmiş tavlanır ve en önemlisi ötekilerin kıyafetlerinden
ve modernleşmişlerdir. Bu, gerisine bakmadan ilhamla modanın yenilikleri izlenir. Kendini sü-
giden hızlı bir dönüşümdür. Eski köşkler yıkıla- rekli yenileyen ama Simmel’in söylediği gibi orta-
madıysa, bahçeye dikilen yüksek apartmanların ya çıktığı anda ölmeye mahkum olan moda, Bağdat
arasında sıkışıp dilsiz ve cansız kalmıştır. Eski Caddesi piyasasında sadece şimdiki zamanda ve
plajların, gazinoların üzerinden sahil yolu geçtiği metaları tüketerek yaşamanın rehberidir.
için caddenin karşı tarafında betonun üzerinde
duran kayıklar ve yelkenliler vardır; öylece denizi Ama piyasa aynı zamanda kendi gelenekle-
uzaktan seyrederler. Sahil yolunda her yaştan rini yaratır. Bunlardan biri Bağdat Caddesi’nde

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-045
İSTANBULLAŞMAK

yıllardır devam eden otomobil yarışlarıdır. Ge- kadar, modernleştirilmiş türküler de hayli moday-
cenin geç saatlerinde son model otomobilleriyle dı o sıralar. Gazoz şişesinin içine leblebi atarak
Fenerbahçe’de toplanan gençler caddede kıyasıya dinlenen konserlerden birinde “ne güzelsin ay
yarışırlar. Çok kereler sonu kaza ve ölümle biten gız” diye tekrarlanan şarkı nakaratının çılgınca
ve medyada genellikle “Bağdat Caddesi gençliği- eğlenmeye kararlı genç erkekler tarafından “ne
nin yozluğu” ile ilişkilendirilen otomobil yarışları güzelsin Aygaz” diye bağıra bağıra haykırıldığı-
caddedeki piyasanın kör rekabetini bir tutkuya nı hatırlıyorum. Bağdat Caddesi’ndeki modern
dönüştürmüştür. Sevim Burak, Bağdat Caddesi dönüşüm hikayesi, otomobillerin ölümcül tut-
otomobil yarışlarındaki hayvani tutkuyu Mach 1 kusuyla tüpgazın pratikliğini kayıtsızca buluş-
romanında dile getirerek Bağdat Caddesi’nin şid- turarak, son hızla ve tüm şiddetiyle devam etti.
detli modernliğini dramatik bir biçimde tarif eder: Nasıl Bağdat Caddesi’nin semtlerinden Bostancı,
çok eski zamanlarda İstanbul’a girişlerin denet-
“İki düşman pusudan çıktı lendiği bir sınır bölgesi idiyse, Bağdat Caddesi de
Jaguar-Ford Cobra (Bir kaplan-Bir yılan)
kapitalistleşmenin içinden “Türk modernliği”nin
Rolls Royce Phantom arkadan vurdu yılana
sınırlarını gösteriyor.
hiç acımadan
Yılan öldü”
—Meltem Ahıska

Caddeyle ilgili çok daha sıradan anılar da var-


dır elbette. Ev içlerindeki sıkıntıyı, sonu hüsranla
BAKKAL
biten “milyonerlik” hayallerini, hızlı dönüşüme
rağmen korunmaya çalışan komşuluk ilişkilerini, Hemen herkesin ölümüne ağladığı ama süper-
henüz betonla tanışmamış tarlalardaki papatyala- marketten alışveriş ettiği bir kentin eski besin
rı anlatan... 1970’lerde Bağdat Caddesi’nde akşam perakendecisi. [Ed.]

eğlencelerinin en önemli mekanlarından biri açık


hava sinemalarıydı. Yaz geceleri bu bahçelerde sık Henüz süpermarketlerin gelişmediği dönemlerde,
sık konserler yapılırdı. Türkçe sözlü aranjmanlar belli günlerde belli semtlerde açılan pazarların

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-046
İSTANBULLAŞMAK

yanı sıra, gündelik ve acil ihtiyaçların karşılan- bilgisine sahip olan bakkallara gelen geçenin yol
ması için her sokakta mutlaka küçük bir veya sorduğu da sık sık olurdu. Bakkalların önlerindeki
bir kaç bakkal dükkanı bulunurdu. Bakkallardan mini taburelere oturulur, soluklanılır, yaz sıca-
her şeyden önce süt ve ekmek gibi depolanama- ğında soğuk bir gazoz istenerek veya yabancı bir
yacak ürünler ve günlük gazeteler düzenli bir mahallede aç kalındıysa ekmek arası kaşar (bak.
şekilde alınabilir; bazen de aniden gelen misafir Bakkal Sandviçi) yaptırılarak, bu bakkallardan bir
için çay saatiyse acil bisküvi, yemek saatiyse yu- büfe hizmeti de alınırdı. Bu anlamda bakkallar,
murta veya makarna istenirdi. Kimi zaman da her pazar yeri gibi, özünde iktisadi, yaşayışın-
bakkallar, kopan bir çamaşır ipinin veya patla- da da sosyal bir yapıya sahiptiler. Bakkalların
yan bir ampulün yenilerini sunarak beklenmedik önemli bir özelliği de, sundukları hizmetin etkin
bir duruma çare olurlardı. Pazardan alınan bazı ve akıcı olmasıydı. Sepet sarkıtarak ürün isteme
ürünlerin “daha iyisi var” diyen bakkalların özel yöntemi, daha sonraları telefonla sipariş ve eve
bir yerlerden gelmiş tereyağı, beyaz peynir veya servise dönüştü. Yine de müşterileri açısından
sucuklarıyla övünmesine de oldukça sık rastla- bakılınca, bakkallardan çok dert yanıldığı da
nırdı. Bakkallarda, naylon çoraptan kırtasiyeye, olurdu. Bakkallar kötü malı pahalıya satabilen,
diş macunundan çengelli iğneye kadar, neredeyse cimri bulunabilen, arasıra kavga edilebilen ki-
her şey, istisnasız bulunurdu. Eski bakkal dük- şilerdi. Açgözlü birisinden bahsedilirken “Ne de
kanlarının oldukça küçük mekanları içine bu ka- olsa babası bakkal, varlık içinde yokluk görmüş,
dar çeşitli malı nasıl sığdırdıkları, istifledikleri, aç büyümüş” denir, kimisi bakkal çocuğuna kız
neyin nerede olduğu bilgisini nasıl sakladıkları vermek istemezken, kimisi de bakkallığı bir zen-
ise bakkal dükkanının başında duranın hüneri- ginlik alameti olarak görürdü. Bir zamanlar aynı
ne bağlıydı. Bu, genelde dükkanın sahibi, karısı sokağın üzerinde neredeyse 200-300 metrede
veya çocuklarından biri olur ve bu kişiler sade- bir rastlanan bu her derde deva işletmeler, sü-
ce mallarını tanımakla kalmaz, aynı zamanda permarketlerin açılmasıyla beraber önemli bir
mahallelinin isim rehberi de olurlardı. Herhalde tehditle karşı karşıya kaldılar. Tiyatro oyunlarına
“veresiye defterleri”ne herkesin ismini yazdık- da konu olan “Kahraman Bakkal Süpermarkete
ları için, neredeyse muhtarlar kadar kişi ve bina Karşı” sloganı uzun bir süre geçerliliğini korudu.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-047
İSTANBULLAŞMAK

Başlangıçta marketleri suçlayan bakkallar za- BAKKAL SANDVİÇİ


manla çareyi “marketleşerek” yollarına devam
etmekte buldular. Özellikle 1980’li yıllarda şehrin Çeyrek, yarım veya tam ekmek arasına eski veya
taze kaşar, salam. Yanında ayran veya kola
toplu ulaşımına yakın merkezlerinde açılan zincir içilebilir. Peynir ve salam satan bütün bak-
marketleri, 1990’lardan itibaren kurulan mahalle kallara (bak. Bakkal) yaptırılabilir.
marketleri izledi. Küçük de olsa, büyük de olsa,
bakkallar İstanbulluların çocukluk hatıralarının Sandviçi istediğinizde bakkal hangi malzemeleri
bir cennet mekanı oldular. Ufak tefek gofret, sakız, istediğinizi sorar (bol olmasını isteyebilirsiniz) ve
kurşun kalem alışverişlerinin yapıldığı bu dük- şarküteri ürünlerini sergilediği camekanın arkası-
kanların ürün çeşitliliği çocuklar için her zaman na, mermer tezgahın başına geçer. Başka pek çok
her türlü oyuncaktan daha çekici olduğu için, içle- şeyi kestiği büyük ekmek bıçağıyla önce ekmeği
rinden bir kısmı ilk çocukluklarında sıkça sorulan böler, sonra kaşar ve salamdan kalın ve şekilsiz
“Büyüyünce ne olacaksın?” sorusuna “Bakkal dilimler keser. Bu dilimleri tartının üzerine yer-
olacağım” diye cevap verdiler. Bugün Avrupa’daki leştirdiği naylonun üzerine koyarak tartar. Daha
göçmen nüfusun bir kesiminin ilk geldiklerinde sonra ekmek parçasını (veya duruma göre tam
bulamadıkları bakkal hizmetini kendi kurdukları ekmeği) bir eline, bıçağı diğerine alır, ekmeğin
küçük market işletmeciliğiyle karşıladığı bilini- ortasını yarar ve tartının üzerindeki malzemeyi
yor. Yine vazgeçilmez bir şekilde, Karadeniz’in en ekmeğin içine yerleştirir. Bazı bakkallar malze-
ücra köşesindeki yaylada bile bizleri diş fırçası, menin eşit dağılmasına dikkat ederken, bazıla-
gazoz ve kağıt mendil bulabileceğimiz bir bakkal rından sandviç aldığınızda malzemeleri yeniden
dükkanı bekliyor. yerleştirme ihtiyacı hissedebilirsiniz.

—Arzu Öztürkmen Bakkal sandviçinin eldivensiz yapılanı ve ka-


ğıda sarılarak alıcıya uzatılanı makbuldür. İstan-
>Bakkal Sandviçi bul’daki bütün bakkallarda bulunabilir. Bakkalın
şarküteri reyonunun genişliğine göre malzemeleri
çeşitlilik arz edebilir (beyaz peynir, sucuk, ka-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-048
İSTANBULLAŞMAK

vurma vb.) fakat klasik bakkal sandviçi yukarıda artışın da etkisiyle bu zenginleşme en verimli
sayılan malzemelerden oluşmalıdır. Aynı malze- dönemlerinden birini yaşamıştır. Sonraları biraz
meler kullanılarak evde yapılan sandviçler bakkal hız kesse de hala çeşitliliğini koruyarak gelişmeye
sandviçinin yerini tutmaz. Afiyet olsun. devam etmektedir.

—İlkay Baliç Her tarafı denizlerle çevrili olduğundan balık


her zaman İstanbul Mutfağı’nda geniş yer tutmuş-
>Bakkal tur. Bizans Mutfağı’ndan bize miras kalan “ordövr
tabağı” dediğimiz soğuk başlangıç tabağından
değişik pişirme yöntemleri kullanılarak hazırla-
BALIK nan ana yemeklere kadar balık her öğünde, din,
ekonomik sınıf veya kültür farklılıkları gözetme-
İstanbul’da besin maddesi değil kentin sakin- den sofraya dahil olmayı başarmıştır.
lerinden biridir. [Ed.]

Bizans döneminde, manastır papazlarının


Tüm ülke ve bölge mutfaklarının dönüşümünü
ekmekle ve şarapla tüketmeyi tercih ettiği sala-
şekillendiren şey, her zaman kültürel zenginlik-
mura veya tuzlama balık yemekleri, bugün sofra-
leri olmuştur. Gerek coğrafi konumu, gerek top-
larımızda meze veya başlangıç yemeği olarak yer
lumsal çeşitliliği göz önüne alındığında İstanbul
almaktadır. Örnek vermek gerekirse, her mevsim
Mutfağı, tarih boyunca ev sahipliği yaptığı birbi-
bulunması kolay olan levrek balığının bu yöntem-
rinden farklı uygarlıkların karakteristik özellik-
le hazırlaması için gereken malzemeler, levrek
leriyle beslenmiş ve kendi kozmopolit kişiliğini
fileto, deniz tuzu, karabiber, zeytinyağı ve limon
oluşturmuştur.
suyudur. Hazırlamak için, balıkçınızdan fileto
olarak aldığınız deniz levreğini, çok keskin bir
Bu mozaikte, etnik topluluklardan büyük im-
bıçakla enine incecik dilimleyin. Cam bir kaba
paratorluklara kadar her kültür bir iz bırakırken,
dilimlerinizi birbirinin üzerine gelip kapatmaya-
özellikle Fetih dönemi sonrası göçmen sayısındaki
cak şekilde dizdikten sonra, üzerine bol miktar-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-049
İSTANBULLAŞMAK

da deniz tuzu serpin. Dizdiğiniz tüm balıkların cunda balık, İstanbulluların hem evlerinde hem
üzerini örtecek kadar zeytinyağını ekleyip limon de dışarıda yemek yediklerinde en tercih ettikleri
suyunuzu ve karabiberinizi ilave ettikten sonra yemeklerden biri haline gelmiştir. Sağlıklı mut-
üzerini kapatıp, kabınızı hareket ettirerek sosun fağın popülerleşmesi ve değişik kültür mutfakla-
eşit dağılmasını sağlayın. Buzdolabında minimum rının malzemelerinin yine farklı yöresel pişirme
2 saat beklettikten sonra servise hazır olacaktır. yöntemleri ile hazırlanıp aynı tabakta sunulması
olarak adlandırdığımız füzyon yemeklerinin haya-
Osmanlı Mutfağı’nda yahniler akla hemen tımıza girmesiyle beraber balığın kullanılma şekli
kuzu veya koyun etini getirse de, balık ve tavuk değişik pişirme yöntemleriyle zenginleşmiştir.
yahniler de geniş yer tutar. En popülerlerinden Bol çeşit ve taze deniz ürününün bu kadar kolay
biri olan “Papaz Yahnisi”ni lüfer veya palamut ulaşılır olması çoğunluğun balığı ızgara veya tava
balıklarından herhangi biri ile hazırlayabilirsi- olarak tüketmeyi tercih etmesine sebep olsa da,
niz. Kullanacağınız malzemeler, yarım kilo kadar dünya mutfaklarından aşina olduğumuz sos ile be-
temizlenip dilimlenmiş balık, kuru soğan, may- raber servis edilen balık yemekleri de soframızda
danoz, tuz, karabiber, domates, sirke ve zeytin- yer almaya başlamıştır. Bu tarzda hazırlanan balık
yağıdır. Soğanları ve domatesleri soyup halka yemeklerine fener kapamayı örnek verebiliriz. Ha-
doğrayın, maydanozları ayıklayın. Güveç kabınıza zırlamak için, fener fileto (büyükçe), havuç, kabak,
balıkları halka soğanları ve domatesleri sırayla lemongrass (limon otu), maydanoz, safran, pırasa,
dizip, tuzu ve taze çekilmiş karabiberi ekleyin. karabiber, tuz ve krema ve balık suyuna ihtiyacınız
Eşit miktarda zeytinyağı ve sirkeyi üzerinde gez- olacaktır. Havuç ve kabakları çubuk şeklinde, pı-
dirdikten sonra balıkların üzerlerini kapayacak rasayı halka doğrayın. Tencerenize balığı sebzeler
kadar suyunu ekleyip, yaklaşık 1 saat kadar kısık tamamen üzerini kapatacak şekilde yerleştirip ba-
ateşte pişirin. Servis etmeden önce kapağı kapalı lık suyunu ekleyin. Kaynama noktasına geldiğinde
olarak dinlendirin. altını kısıp, krema, lemongrass, tuz ve karabiberini
ekleyin. Kıvamı biraz koyulaşınca safranını ekleyip
Günümüze geldiğimizde tüm bu kültür bi- bir kez karıştırın. Kıyılmış maydanozları üzerine
rikiminin beraberinde getirdiği çeşitlilik sonu- serpip sosunu süzerek servis edin.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-050
İSTANBULLAŞMAK

Çağlar boyu İstanbul değişirken ve dönüşür- 2003 yılında Koruma Kurulu, ruhsatsız çalı-
ken çok rahat ifade edebiliriz ki, bu evrimde de- şan ama yine de vergi mükellefi olan ve ilçe be-
ğişmeyen şeylerden biri de İstanbul Mutfağı’nda lediyelerine palamar ücreti veya işgaliye vergisi
balığın önemi ve ne kadar çok yer tuttuğudur. Pek ödeyen balık-ekmekçilerin, Boğaziçi’nin tarihi
çok uygarlık bir öncekini silip kendi kültürünü dokusuna ve doğal yapısına zarar verdiği, görüntü
inşa ederken, İstanbul Mutfağı’ndan balık yemek- kirliliği yarattığı gerekçesiyle kaldırılması kara-
leri çok az değişimle günümüze kadar gelmeyi rını aldı. Bu karar doğrultusunda, balık-ekmek-
başarabilmiştir. çiler ortadan kaldırıldı ve böylece “tarihsel doku
korunmuş” oldu. Hatta güya bu doku yenilendi.
—Başak Sanaç Tanrıverdi SİT kararı ile Tarihi Yarımada’yı koruma altına
almak adına, İstanbul kent kültürünün önemli bir
parçası olan, kentsel dokuya organik bir şekilde
eklemlenmiş ve kültürel miras kabul edilebilecek
bu yiyecekten, özellikle haftasonları kent mer-
BALIK-EKMEK
kezlerine gelen yoksul sayılabilecek bir kesim
Beşiktaş, Sarıyer ve Eminönü’nde ekmek arası mahrum kalmıştır. Balık-ekmeksiz düşünüle-
ızgara balığın (genelde palamut ve okyanus meyen Galata Köprüsü’nün imgesi de bir nebze
uskumrusu) genel adı. parçalanmıştır.

Yaklaşık 150 yıldır, Boğaziçi’nde ve Eminönü’nde Daha sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi
demirlemiş ufacık teknelerde ızgarada balık pişi- bir “tekne yeri” ihalesi açmış ve iki balık-ekmek
rilir, ekmeğin arasına konur, bir de soğan eklenir tekne yerini yıllık 55 bin TL’ye kiraya vermiştir;
sonra da afiyetle yenir. Buralarda yenen balık- böylece balık-ekmekçiler belediyeye bir anlamda
ekmekle bir öğünlük besin ihtiyacı karşılanır. bağlanmıştır. Balık-ekmeğin eski lezzeti gitmiş,
Hafta sonları, özellikle çok çocuklu aileler için satıcılar da sözde Osmanlı kıyafetlerini taklit eden
bulunmaz ucuzlukta bir yiyecektir. Teknelerin kıyafetler içinde sahte bir imgeye bürünmüşlerdir.
sattığı yarım ekmek balık-ekmek 3 TL’dir. Fakat balık-ekmekçilerinin önü eskisiden daha da

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-051
İSTANBULLAŞMAK

kalabalıktır. Yanına da bir bardak turşu alırsanız, zamanlar bir gömlekçinin bulunduğu bir köşedey-
toplam 4,5 TL ödersiniz. di. O bir bankamatik olmaktan çok bir nikel-kübik
mobilyaydı, artık kullanılmayan bir bankamatiğin
—Tangör Tan hayaleti idi. Bu hayaletin tuş paneli, kart sokma-
ya ve para vermeye yarayan yarıkları falan uzun
zamandır yerindeydi. Fakat asıl sahip olduğu şey,
BANKAMATİK tedavülden kalkmış teknolojik ıvır zıvırın üzerine
sinen o korkunç terkedilmişlik görüntüsüydü.
Şık bir kent mobilyası. [Ed.] Daha da garip olan, büyük, eski bir Şişli apartmanı-
nın sağ alt köşesine sığınmış ve orada unutulmuş
Cumhuriyet tarihimizin geri kazanılmış klasikle- olmasıydı. (Kim nereden dolduruyordu zamanında
rinden Lüküs Hayat operetine göre, Şişli’de sahip paraları içine, neden o kadar alçakta duruyordu
olunması gereken şey bir “apartıman”dı. Yetmişli ya da yol yükselince mi alçakta kalmıştı, orada
yıllarda oyunun eski bant kaydı radyodan veri- bir zamanlar bir banka şubesi var olmuş muydu?
lirdi ve Hazım Körmükçü o gevrek sesiyle, sahip Bilmiyorum.) Ben, bazı Pazar öğleden sonraları,
olunması gereken şeyler arasında (“duvarda yağ- Akmerkez’den (bak. Alışveriş Merkezi), almadı-
lı-boyyalar” vb.) nikel-kübik mobilyaları da sa- ğım eşyalarla dolu vitrinleri seyretmenin verdiği
yardı. Sözkonusu modernist oturma gruplarını, o tuhaf rahatlama duygusu içinde eve dönerken
İstanbul’a özgü o biraz kaba saba Art Deco eşyaları, o orada durur ve bir nikel-kübik şehir mobilyası
çeşitli film ve fotoğraflarda, akraba evlerinde gör- olarak kendi yerinin bekçiliğini yapardı. Sonra
müşlüğüm var. Fakat nikel-kübik mobilyalar de- tamamen ortadan kayboldu. Duvar oldu. Beş-altı
nince gözümün önüne nedense hala bu şehre özgü yılı var bu dediğimin. Hemen ondan sonra da bir
bilimkurgumsu, yarı teknolojik bir şeyler gelir. Bu Simit Sarayı geliyor şimdi. (bak. Simit Sarayı)
yüzden bundan beş-altı yıl önce, Şişli’de bir ban-
kamatik keşfedince hiç şaşırmadım. Şişli’de hep —Fatih Özgüven
böyle bir şeyi görmeyi bekliyormuşum. Bu ATM
ya da bankamatik, Taksim’den gelen ana cadde >Alışveriş Merkezi, Simit Sarayı
üzerinde, Osmanbey’le Şişli arasında, sağda, bir

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-052
İSTANBULLAŞMAK

BANLİYÖ 1955: Sirkeci-Soğuksu banliyö hattı. Halkalı’ya


uzatılıp Sirkeci-Halkalı hattı oldu. İlk elektrikli
Fransızcada kentin dış mahallelerini niteleyen tren. Altı çizililer, ana istasyonlar (garlar): Sirke-
terim, Türkiye’de sadece imarlı, planlı semtleri ni-
teler. İmarsız ve plansız dış semtlere, eski gecekon- ci, Bakırköy, Florya, Halkalı. Ara duraklarında
du mahallelerine artık varoş denmektedir. [Ed.] iki isim değişikliği, bir sonradan yapılan, bir de
yapılmayan, parantez içinde. Sistem Germenik;
1871: Yedikule-Küçükçekmece banliyö hattı. 1872: tren üstte şehir veya yerleşim altta. Tren hızla-
Sirkeci’ye bağlanıp Sirkeci-Küçükçekmece hattı nınca ışıkları birkaç saniye için söner. Binilen
oldu. 1873: Haydarpaşa-Pendik banliyö hattı. Araya vasıtaya “banliyö” denmesi yaygındır. Banliyö
ve sonuna eklenenler parantez içinde. Sirkeci ve gelir, banliyö gider, banliyöye yetişilir, banliyö
Haydarpaşa garları Latin sistemi, trenle şehir aynı kaçırılır. Binilen banliyöler giderek taşralaşırken,
kotta. Ara duraklar Germenik; tren üstte gider, yaşanılan banliyöler şehirleşmiştir.
şehir veya yerleşim altta kalır. Binilen vasıtaya
eski alışkanlıkla “tren” denildiği gibi, geçtiği kimi - SİRKECİ - Cankurtaran - Kumkapı - Yenikapı
yerler gibi “banliyö” denildiği de olur. - Samatya (Kocamustafapaşa oldu) - Yedikule - Kazlı-
çeşme - Zeytinburnu - Yenimahalle - Bakırköy - Barut-
- SİRKECİ - Yedikule - Bakırköy - Yeşilköy - hane (yapılmadı) - Yeşilyurt - Yeşilköy - Florya - Şenlik
KÜÇÜKÇEKMECE - Yeşilköy - Bakırköy - Yedikule (Menekşe oldu) - Küçük Çekmece - Soğuksu - (araya
- SİRKECİ - Kanarya Durağı geldi) - HALKALI - (araya Kanarya
Durağı geldi) - Soğuksu - Küçük Çekmece - Şenlik (Me-
-HAYDARPAŞA - Kızıltoprak - Feneryolu - Fe- nekşe oldu) - Florya - Yeşilköy - Yeşilyurt - Baruthane
nerbahçe - Göztepe - (Erenköy - Suadiye eklendi) (yapılmadı) - Bakırköy - Yenimahalle - Zeytinburnu -
- Bostancı - Maltepe - Kartal - PENDİK - (Tuzla - Da- Kazlıçeşme - Yedikule - Samatya (Kocamustafapaşa
rıca - Hereke - Gebze’ye bağlandı) - PENDİK - Kartal oldu) - Yenikapı - Kumkapı - Cankurtaran - SİRKECİ -
- Maltepe - Bostancı - (Erenköy - Suadiye eklendi)
- Göztepe - Fenerbahçe - Feneryolu - Kızıltoprak 2012(?): Marmaray hattı. Gebze-Haydarpa-
- HAYDARPAŞA - şa-Sirkeci-Halkalı tek hatta birleşiyor. Köşeli pa-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-053
İSTANBULLAŞMAK

ranteze alınan durakların adları yeni güzergahta - Zeytinburnu - Kazlıçeşme - [Yedikule - Kocamus-
geçmiyor. Haydarpaşa soru işaretli. Altı çizililer tafapaşa] - Yenikapı - [Kumkapı - Cankurtaran] -
yeraltı istasyonları (derin istasyon); “muhtemel SİRKECİ -//- Üsküdar - [Haydarpaşa?] - Ayrılıkçeşme
tasarım” başlığı altında kamuya sunulmuş çizim- ~ Söğütlüçeşme - Feneryolu - Göztepe - Erenköy
ler tasarımsız (mimarisi belirmeden modellemesi - Suadiye - Bostancı - Küçükyalı - İdealtepe - Sürey-
yapılmış). Renk ile belirtilen Kazlıçeşme (yüzey ya Plajı - Maltepe - Cevizli - Atalar - Başak - Kartal
istasyonu) ile Söğütlüçeşme-Ayrılıkçeşme arası - Yunus - Pendik - Kaynarca - Tersane - Güzelyalı
tüp geçit. Bu hatlarda binilecek vasıtanın “tren” - Aydıntepe - İçmeler - Tuzla - Çayırova - Fatih - Os-
ya da “banliyö” olarak adlandırılma ihtimali ar- mangazi - GEBZE -
tık zayıf. “Metroya binmek” denebilir, metropol
çağrışımlıdır. “Marmaray’ı almak” şeklinde söy- —Aydan Balamir
lenecek olursa tercümesi kolay olur, küreseldir.

- GEBZE - Osmangazi - Fatih - Çayırova - Tuzla BARAJLARDA DOLULUK


- İçmeler - Aydıntepe - Güzelyalı - Tersane - Kaynar-
ca - Pendik - Yunus - Kartal - Başak - Atalar - Cevizli Küresel ısınmaya ve değişen iklim koşullarına
bağlı olarak kurak geçen 2007 kışı ile beraber,
- Maltepe - Süreyya Plajı - İdealtepe - Küçükyalı - Türkiye’nin özellikle İstanbul, Ankara, İzmir
Bostancı - Suadiye - Erenköy - Göztepe - Feneryo- ve Bursa gibi büyük metropollerinin tanıştığı
lu-Söğütlüçeşme ~ Ayrılıkçeşme - [Haydarpaşa?] yeni olgu.

- Üsküdar -//- SİRKECİ - [Cankurtaran - Kumkapı]


- Yenikapı - [Kocamustafapaşa - Yedikule] - Kaz- Büyük kentlere su sağlayan barajlardaki su seviye-
lıçeşme - Zeytinburnu - Yenimahalle - Bakırköy sinin hızla düşmesi ve su rezervlerinin haftalarla
- Ataköy - Yeşilyurt - Yeşilköy - Florya - [Menekşe] sayılı hale gelmesi ile televizyonların hava duru-
- Küçükçekmece - Mustafa Kemal - [Soğuksu - Ka- mu programlarına “barajlarda doluluk” adıyla
narya] - HALKALI - [Kanarya - Soğuksu] - Mustafa yeni bir bölüm eklendi. Bu bölgelerde yaşayan-
Kemal - Küçükçekmece - [Menekşe] - Florya - Ye- lar, bir yarışma programını izler gibi gün be gün
şilköy - Yeşilyurt - Ataköy - Bakırköy - Yenimahalle azalan su seviyesi oranlarını heyecanla izlemeye

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-054
İSTANBULLAŞMAK

ve en ufak yağışta bile doluluk oranlarının ne daha da yitirmesi ile beraber gelecekte, barajlarda
kadar değişeceğini merakla beklemeye başladı. doluluk oranı, yol ve trafik durumu, elektrik ve
Böylelikle gelecekteki belirsiz bir tarihte küresel doğalgaz kesintileri, havadaki karbon monoksit
ısınmaya bağlı olarak gerçekleşeceği düşünülen oranları, ozon tabakasının inceldiği ve ultraviyole
küresel iklim değişikliği, güncel bir gerçeklik ola- ışınlarına maruz kalan bölgeler benzeri istatistiki
rak “sokaktaki insan”ın üzerine fikir beyan ettiği, bilgileri içeren açıklamalarla, haber programları-
tartıştığı bir konu haline geldi. nın kendisinden daha uzun olacağı söylenebilir.

Aslında ekranlara yansıyan bu temsil biçi- —Hakkı Yırtıcı


mini şu şekilde okumak mümkün: Kent, insanın
yarattığı en karmaşık sistemdir. Aydınlanma ve
modernlik perspektifinden bakılacak olunursa BAYRAK
kent, insanın doğayı dönüştürme ve hükmetme
iddiasının en canlı kanıtıdır. Modern kent, bu Son yıllarda kent mekanını tanımlayan bir
iddianın bir kanıtı olarak, rasyonel kriterler göze- göstergeye dönüşen ulusal simge. [Ed.]

tilerek tümüyle kontrol altında alınmış ve insanı


çevreleyen ikinci bir doğa olarak kurulmuştur. Bir şehrin bayraklara ev sahipliği yapması gerekir.
Günümüzde modernliğin felsefe ve toplumbilim- İstanbul’da gördüğümüz çok sayıda bayrağın çoğu
lerdeki krizinin uzantısı olarak kent artık kontrol ilgi alanımızın ancak arka planında kalıyor; burada
edilemez bir hal almış; büyük metropoller ulaşım, gördüğümüz ulusal simgeleri sergileme ve tanıtma
nüfus yoğunluğu, konut açığı, altyapı yetersizlik- işi konsoloslukların düzenli faaliyetidir. Her gün
leri, kaynakların eşit ve verimli kullanılamaması karşımızdalar: Fransız tricoleurünün vatanper-
gibi sorunlarla uğraşır hale gelmiştir. ver “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” bildirisi; Büyük
Britanya’nın Union Jack’inin emperyal ve monarşik
Bu durum göz önüne alınarak, haber prog- “Tanrı Kraliçeyi Korusun”u; veya Avrupa Birliği’nin
ramlarının sonrasında yayınlanan hava durumu büyük cemaat kurgusunun mavi zemin üzerine sarı
raporlarının, insanın doğa üstündeki kontrolünü yıldızlardan oluşan modern, teknokratik arması.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-055
İSTANBULLAŞMAK

Bayrak: Üzerine işli, kendini ilan eden simgeler, kaçması mümkün olmayan bir konu ve bu bü-
sancaklar, şehirde mevcudiyetlerini ilan etmek yüyen şehrin artan oranda kozmopolit kültürel
isteyen çeşitli hayali cemaatlerin izdüşümleri. yörüngesi bağlamında hayati bir konu. Bu gün-
lerde milyonlarca, gerçekten, Türk ulusal bayrağı
Ben bayrakları sevmem. Temsil ettikleri şe- görüyoruz. Tüm o vatansever söylem yüklü bas-
yin önemine inanmayı asla başaramadım. Sık sık kınlıkları ve güçleriyle Türk bayrakları. Her yerde,
ilgisiz kalabildiğimiz, simgesel temsiline gayet baskı kuruyor, ısrar ediyor, dikte ediyorlar. Bayrak
kolayca kayıtsız kalabildiğimiz bayrak, iddia ettiği yenilenmiş bir aciliyet hissiyle yüklü: Bayrakların
masum ve anlamlı toplumsal araç olmaktan çok ulusal açıdan gergin zamanlarda her zaman hare-
uzaktır. Sorun ne peki? Sorun bayrakların bizden kete geçirmeyi hedefledikleri bir aciliyet. Göster-
ne beklediğinde, hepimizden, hayali ulusal bir gebilimsel alarm. Her yerde: çatıların tepesinde,
bütünlük olarak bizden; yani hayali toplu bir aidi- binalardan sarkıtılmış, evlerin dış cephesinde,
yetin yüce davasını paylaşmamız gerekmesinde. dükkan vitrinlerinde, araba pencerelerinde. Bü-
Bütün bu bayrak meselesi korkunç bir toplu kur- yük bayraklar ve küçük bayraklar; devlet bayrak-
guda temelleniyor: Bir tür temel toplu aidiyetin ları ve şirket bayrakları; ve İstanbul’un sıradan
bütünleştirici illüzyonunda. Toplu “biz” kendini vatandaşları tarafından asılan tüm bayraklar.
masum ve idealist olarak sunabilir: Ulusal bir Şehrin mekanında ulusal bayraklar. İstanbul’un
bayramda küçük çocukların elinde dalgalanan hızla değişen büyükşehir bağlamında bu bayrak
bayraklar –bayraklar dalgalanır. Ama bayrağın hakkında şimdi nasıl düşünmek gerekiyor?
bir de iç, Mr. Hyde yüzü vardır. Bu öteki yüz, bizi
temel aidiyetin yapmacıklıklarına götürür, bu Geçen yaz şehirde bir konferansa katıldım.
da nihayetinde ve esasında hayali topluluğa da- Kültürlerarası ve dinlerarası diyalog üzerine bir
hil edilme ve onun tarafından sahip olunmanın konferanstı. Katılımcıların genel hissi açıkça bu
yapmacıklığıdır. yönde iyi ilerleme kaydedildiği ve bizim –en azın-
dan konferansa katılanların- kültürel çeşitlilik
Türk ulusal bayrağı ve İstanbul’daki ısrarcı konularına daha hassas hale geldiğimiz yönün-
iletişim işlevi: Bu artık herhalde şehrin hayatında deydi. Ben ise çok daha ihtiyatlı konuştum. Herşey

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-056
İSTANBULLAŞMAK

aslında çok daha karmaşık, dedim (bence o kadar gururun simgesi. Bayrak “bizim” tarihsel hayali ce-
da tartışmaya yol açacak bir gözlem de değil). Fik- maatimizin somutlaştırdığı tüm erdemleri temsil
rimi vurgulamak için de İstanbul’un ufuk çizgi- ediyor. Ancak bu gururlu duygusallığın altındaki
sinin yeni bir bileşeni haline gelen o dev bayrak derin mağaralardan –o gergin hisleri gerçekten
direklerinden ve bayraklardan bahsettim. Dikkatle harekete geçiren de bu- daha derin ve çok daha
seçilen bölgelere buyurgan bir edayla kilometre- ilkel hisler yükselmeye başlıyor. Korku dolu ve
lerce öteden görülmeleri için dikilen bu bayraklar kavgacı hisler. Cengiz Aktar’ın gözlemlediği gibi,
belli ki şehir mekanı boyunca bir tür işaretleşme “Bayrak varlığımıza yönelen her türlü tehdide kar-
zinciri olarak düşünülmüşler. Bütünleştiren bir şı hissettiğimiz derin güvensizliği telafi etmenin en
zincir. Peki, diye düşünüyordum, bu dev boyutlu kestirme yolu, bu ülkenin bize ait olduğunu çeşitli
bayrakların yaygınlaşması ne anlama geliyor? Siz şekillerde tekrar ederek sinirlerimizi yatıştırıyo-
bunun cevabını elbette iyi bileceksiniz. Verdikleri ruz.” (Turkish Daily News, 15 Ocak 2008) “Bu derin
mesajın da kültürlerarasılığın amaçlarından tam tedirginlik bize özgü bir şey değil” diye ekliyor,
da ne kadar uzak olduğunun da mutlaka farkında gayet de haklı. Ancak Aktar, Hrant Dink’i öldüren
olmalısınız. O konferansta panel katılımcıların- genç adamın cebinde ulusal bayrağı taşıdığının
dan biri söylediklerime öfkeyle tepki verdi. Ulusal söylenmesine gönderme yaparak bu korku dolu
bayrağa eleştirel bir gözle bakmaya nasıl cesaret güdülerin yerel bir çeşidini de hatırlatmış oluyor.
ediyordum? Herşeyden öte ben, bir yabancı olarak,
bunu yapmaya nasıl yelteniyordum? Ne hakkım Korku ruhu yer bitirir. Ruhu her yerde yi-
vardı? Böylece, hem doğrudan hem dolaylı yoldan, yip bitirebilir. Ancak farklı hayali ulusal dramlar
kültürlerarası diyalog imkanının önündeki engelin bağlamında bunu farklı şekillerde yapacaktır. 6-7
ne olduğu konusuna varmış olduk. Eylül 1955: Öfkeli ayaktakımı İstanbul sokaklarını
çiğniyor, Rum ve Ermeni dükkanlarını param-
Bayrak hakkında yazmak kolay değil, hassas parça ediyorlar. Orhan Pamuk bu olayı İstanbul
bir kültürel alana girmek anlamına geliyor. İnsanı adlı kitabında anlatıyor: “O günlerde yükselen
geriyor (bu şüphesiz ulusal projenin can alıcı güç- Türk milliyetçiliği yüzünden, Alaaddin’in dükka-
lerinden biri). Bayrak ulusun kendiyle duyduğu nında da satılmaya başlayan bezden küçük Türk

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-057
İSTANBULLAŞMAK

bayraklarından birini ağabeyim birkaç gün önce ve kasılmaların ötesine çıkan bir yol. İstanbul:
özenip, satın alıp içine astığı için, amcamın Dodge 2010 Avrupa kültür başkenti. Diğer yerlerin kent-
arabasını ne ters çevirdiler, ne de camlarını kırdı- sel kültürleriyle çoğalan, üretken bağlantılarıyla
lar.” Bayrağın gerçeği: Kanlı ve intikam dolu bir İstanbul. Bu belki bize, bayrağın küçülen menzi-
dramın içine hapsedilmek. linin ötesinde, yeni bir kültürel ufuk sunar. Zeki
ruhlu Fransız dergisi Esprit’nin editörü Olivier
Kanla yapılan resim, 15 Ocak 2008: Gazetede Mongin, Avrupa tarihinde şehrin nasıl kültürel
Kırşehir’de bir lisede yirmi kişilik bir öğrenci gru- köleliklerden özgürleşmeyi simgelediği hakkında
bunun bir Türk bayrağı çizecek kadar kan biriktir- yazmıştı. Avrupa şehirlerinin tarihsel bağlantıları
mek için iki ay boyunca her gün parmak uçlarını ulus-devletinkine alternatif bir kültürel alanı tem-
delerek kanlarını akıttıklarını okuyorum. Bayrak sil ediyor: “Dünün şebekeye dahil, diğer şehirlere
tamamlanınca çerçevelenerek Türk Silahlı Kuvvet- ‘bağlantılı’ şehri, açık bir alana karşılık geliyordu,
lerinin başına bir hediye olarak sunulmuş. Ayrıca kendi içine kapalı bir mevcudiyete, bir kale şehre
bayraktan yapılan poster daha sonra Tercüman değil. Bu da şehrin kaynaklarının devletin varoluş
gazetesi tarafından okuyucularına promosyon kipinde (merkezileşme ve hiyerarşi, kapanma ve
olarak dağıtılmıştı. Bayrak gerçekten de bu vatan- sınırlar) tasarlanmış muhtemel bir şehir yapısıy-
sever öğrenciler için, ta Ergenekon’un aşırı milli- la zıtlık taşıdığı anlamına geliyor (La Condition
yetçilerine kadar bir kan simgesi. İşin acı tarafı, bu Urbaine[Şehir Durumu], 2005, s. 92). Mongin’in
ifade güçlüğü çeken kan simgeciliğinin toplumsal ideal ve canlı kavramsallaştırmasına göre şehir,
sözlerden çok daha fazla toplumsal güç taşıması. açık şehirdir. Simgesel dolaşıma, birbirine karış-
maya, birbirine geçmeye açık bir mekandır. Bayrak
Ben şehir mekanına bütün bu kan-bayrak tamamıyla başka bir kültürel mantığı temsil eder:
meselesinden bir çıkış yolu olarak bakan birisi- kültürel izolasyon, içe dönüş ve korumacılık. Kül-
yim. Şehir bence kültürel –kültürel derken kül- türel mekanlarımızı misafir etme ruhu içerisinde
türlerarası veya kozmopolit demek istiyorum yeniden icat etmemiz mümkün mü?
elbette– ilerleme için daha iyi bir olasılık sunu-
yor. İleri giden bir yol, ulusal kültürel yapıların —Kevin Robins

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-058
İSTANBULLAŞMAK

BAYRAMLAR tüm okullar ve devlet daireleri ülke çapında ka-


palıdır. Dikkat çekici kutlamalara sahne olan ulu-
Türkiye’de “bayram” olarak tanımlanmamış sal bayramlardan biri “Cumhuriyet Bayramı”dır,
bazı günler de vardır. [Ed.]
şehrin her yerinde bir bayrak asma (bak. Bayrak),
halka açık pop müzik konserleri ve sergiler yo-
“Bayramlar açısından zengin” bir ülke olan
ğunluğu yaşanır. Diğer iki ulusal bayram “Gençlik
Türkiye’de “bayram” kavramı aslen iki dini tatile
ve Spor Bayramı” ve “Çocuk Bayramı” genellikle
tekabül eder. Şeker Bayramı (Ramazan Bayramı) stadyumlarda ve okullarda kutlanır. Daha çok or-
ve Kurban Bayramı öteden beri toplumun tama- duyla ilişkilendirilen “Zafer Bayramı” akademik
mını, özellikle de toplumsal ve ekonomik boyutta takvimin dışında kalır ve İstanbul’daki kutlamalar
harekete geçiren iki büyük şenlik vesilesi olmuş- genellikle Heybeliada Deniz Harp Okulu ile sınır-
tur. Dini bayramların yaklaştığı, yeni elbiselerin lıdır. Yerel olarak kutlanan “ulusal öneme sahip”
ve şekerlemelerin pazarlandığı açık pazarlardaki bayramları da belirtmek gerekir. Bu bayramlar
artıştan anlaşılır. Bu bayramların bir diğer özel- genellikle belli bir yerin kurtuluş gününü veya
liği yaşlılara yapılan yoğun aile ziyaretleridir, bu Atatürk’ün belli bir şehre yaptığı ziyaretin gününü
gelenek tüm şehri ters yönlerde harekete geçirir kutlamak içindir. Mesela 6 Ekim’deki “İstanbul’un
ve görünür bir “bayram trafiği sıkışıklığı” oluş- Kurtuluşu”nda İstanbul’daki tüm okullar ve devlet
turur. Hediyeler ve bağışlar da bu bayramların daireleri tatildir. İstanbul aynı zamanda “Anneler
bir parçasıdır, tamamı İstanbul’da bulunan ge- Günü” ve yeni milenyumun şehrin yükselen alış-
leneksel Osmanlı vakıflarına toplu ziyaretlerde veriş merkezleri (bak. Alışveriş Merkezi) tarafın-
bulunulur. İslamcı hareketin etkisiyle İstanbul’da dan desteklenen bir fenomeni olan “Sevgililer
farklı belediyeler Ramazan Bayramı sırasında pa- Günü” gibi küresel kutlamaların da etkisinin en
rasız iftar yemeği sunarlar. 1990’ların ortasından güçlü hissedildiği büyük şehirlerdendir. Bu yeni
bu yana, İslamcı hareketin İstanbul’da “ulusal küresel kutlama geleneği, İstanbul’un, Müslüman
bayramlar”ın kutlanma biçimi üzerinde de bir et- olmayan cemaatlerin Paskalya ve Noel’i kutladık-
kisi oldu. Dini bayramlar gibi “ulusal bayramlar” ları kozmopolit geleneğinden son derece farklıdır.
da toplu kutlamalar arasında önemli bir yer tutar, Noel kutlamaları İstanbul’da, genellikle Taksim

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-059
İSTANBULLAŞMAK

merkezli Yeni Yıl kutlamalarına dönüşür, Paskalya mekanlarını en çok ele alan ve kentin sorunlarını
kutlamaları ise daha az göze çarpan bir olaydır, tek en iyi yansıtan bienaldir diyebilirim. İstanbul’un,
izini pastanelerde görürsünüz, burada “paskalya farklı coğrafyalarda gerçekleştirilen bienallerden
çöreği” yıl boyunca menüde yer alan bir üründür. farklı olarak, tam da bu coğrafyaların ortasında
yer alması ve birçok kent kültürünü içinde ba-
—Arzu Öztürkmen rındırması, sokak ve günümüz kent sorunlarını
öylesine sere serpe, çoklu bir biçimde yansıtması,
>Alışveriş Merkezi, Bayrak İstanbul Bienali’ne birçok malzeme sunmaktadır.
Yer verdiği sanat projelerinin bir temsili sunma-
sı ve tartışmaya açmasının yanı sıra, Bienal’in
BİENAL en ilgi çekici yanı; projeler ve sanat yapıtları ile
kentin reel durumlarının yanyana gelmesiyle
İstanbul’u bienal sahibi olma statüsündeki oluşan geçici, hatta daha sonra kalıcı olabilecek
kentler arasına katmak için başlatılmış ama
giderek tek göndermesi “İstanbul” olan bir gerçeküstü durumlardır. İstanbul Bienallerinin
statü tanımına dönüşmüştür. İyi ki de öyle ol- çoğunu bir mekansal araştırmaya tabii tutsanız;
muştur. [Ed.] İstanbul kentinin dönüşümüne ve bu dönüşüm
sürecindeki garip, tarif edilemez durumlara denk
Bienale ait bir sergileme ve proje alanına giril- gelebilirsiniz. Bu bağlamda, İstanbul Bienali’nin
diğinde, gelen ziyaretçiler tarafından sorulan diğer bir özelliği de, bienallerin temelde kentin
“Bienal nerede?” sorusu, Uluslararası İstanbul kültürel katalizasyonuna ivme veren, festivali-
Bienallerinde en sık karşılaştığım sorudur. Bana zasyonuna hizmet eden, kentin markalaşmasına
ironik gelen, ama aslında naifçe sorulan bu ger- katkıda bulunan ve kentsel dönüşümlerde araç-
çek sorunun, güncel sanata bakış ile mi, yoksa sallaştırılan bir rol oynadığı gerçeğini yalanlayan
İstanbul kentinin karmaşası içinde, bienaldeki tam tersi bir yola girmiş olmasıdır.
sanat üretimini tanımlamaya çalışmak ile ilgili
mi olduğu kafamı kurcalar. Uluslararası İstanbul Dünyadaki diğer bienaller ile karşılaştırıldı-
Bienali dünyadaki diğer bienaller arasında kent ğında İstanbul Bienali’nin özgünlüğü, ana sergi

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-060
İSTANBULLAŞMAK

mekanı Antrepo (boğaz kenarında yer alan eski İstanbul sokaklarına, yani toplumsal ve kültürel
yük deposu) dışında sergileme için mekansal öne- farklılıklara temas edecek mekanlara kayar. 2005
rilerle ortaya çıkmasında yatar. Hatta bu öneriler Bienali, İstanbul’un sahip olduğu potansiyelle-
dış basında öyle önemle yer alır ki, tanınmış bir ri, bireyler arasındaki ilişkileri ve kentin çeşitli
İngiliz sanat eleştirmeni Artforum’daki yazısında, yanlarını, sanatçı araştırmaları ve önermeleri
10. İstanbul Bienali’ndeki (2007) sergi mekanların- ile izleyiciye sundu. Bu bienalde 2000’lerde kü-
dan biri olan Anadolu yakasındaki Kadıköy Halk resel bir olgu olarak kent çeperlerinde üreyen
Eğitim Merkezi’ni taksiyle bile zor bulduğundan güvenlikli yerleşim alanları, “kapalı siteler” (bak.
yakınır. Elit izleyicinin rahatsız olduğu bir örnek Kapalı-Site) ve farklı öznelerin kente bakışları,
ise, 9. İstanbul Bienali sırasında Tophane’deki Tü- modern yaşam anlayışları (Solmaz Shahbazi’nin
tün Deposu’nda kitap tanıtımı yapılan bir bienal videosu) gibi konuların yanı sıra, kenti kullanan
projesi (Oda Projesi ve Otto Berchem) sırasında, ama görmezden geldiğimiz kimsesiz çocuklar ve
güncel sanat izleyicisinin yandaki erkek kahvesinde gençlerin İstanbul’u algılayışları (Otto Berchem’in
sabahtan akşama kadar zaman geçiren Siirtliler ile projesi) gibi günümüz İstanbul’un yaşam katman-
yan yana olmasıydı. Bu tür örnekler, mesela roman- ları arasındaki karmaşa, sanatçıların önerileri ile
tik kent turizmi ile birleşmiş Venedik Bienali gibi gündeme geldi. Kentsel dönüşüme ve mekanın
sergilerde karşılaşamayacağınız “rahatsızlık”lardır. neo-liberal küresel stratejilerle kullanımına odak-
lanan 10. İstanbul Bienali (2007) öncelikle yerel
Geçmişte ağırlıklı olarak Osmanlı ve Bizans yönetimler tarafından yıkılarak dönüştürülmeye
yapılarının kullanıldığı İstanbul Bienallerinde, çalışılan AKM ve İMÇ gibi mekanları sergileme
sanat yapıtı genellikle yapıtın mecrası (video, mekanı olarak belirledi. Bu yapılar, temsil ettikleri
obje, pentür, yerleştirme vb.), mekan ve mekanın toplumsal miras ve Modernist önerileri, güncel
belleği ile arasındaki ilişkiye referans verir. Mekan sanatçı müdahaleleri ile birlikte kamusal olarak
ve yerleştirmeye odaklı bu sergilemeler, 9. İstan- tartışmaya açıldı. Bienalde İstanbul’un farklı yer-
bul Bienali (2005) ile birlikte farklı bir dönemece lerinde birçok sergileme ve proje mekanın kul-
girer. “İstanbul”u ana tema olarak ele alan 2005 lanılması, son yıllarda dönüşüm içindeki kentin
İstanbul Bienali, Tarihi Yarımada’dan Pera’ya ve tartışmalı kamusal alan tanımına dikkat çekti.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-061
İSTANBULLAŞMAK

Kentin sadece sanat merkezlerinde değil, aynı siyatif ve kolektif, aktif olarak İstanbul kentinin
zamanda varoşlarında, çeperlerinde, farklı ma- devlet eli ile pazarlanması ve rant olanaklarının
hallelerinde ve sokaklarında yapılan video göste- geliştirilmesine karşı çeşitli vesilelerle seslerini
rimleri (Gecegezenler) bir tür kamusal-özel alanın duyurmak, mücadele etmek adına araştırmalar
kentin farklı köşelerinde araştırılması önerisiydi. ürettiler.
Özelleştirilmeye çalışılan mahalle ve semtlerde
gündelik yaşam üzerinden araştırmalar yapan “Sanat ve sanatsal üretim, bienal gibi küre-
Hollandalı sanatçılar Bik Van der Pol, gerçekleş- sel ölçekte geniş sergiler ile, kentsel dönüşüm
tirdikleri projede İstanbul’daki 59 mevkiyi göz- sürecinde özelleştirme ve normalizasyon adı-
lemlediler. Kentsel yenileme ve dönüşüm baskısı na araçsallaşarak bu dönüşüme kültürel açıdan
altında olan, çoğunlukla Çingenelerin yaşadığı hizmet eder mi” sorusu İstanbul Bienali için de
Sulukule semti, yaşayanlarının ve bağımsız bir sorulabilecek bir sorudur. Bilbao’daki Guggenhe-
oluşum olan Sulukule Platformu’nun ortak giri- im ve benzeri sanatsal katalizörler, birçok sanat
şimiyle yerel yönetimlere karşı mücadele veriyor. mekanı ya da geniş çaplı küresel etkinlikler, kent-
Çinli sanatçı Wong Hoy Cheong, Sulukule sem-
sel dönüşümde noktasal etkileri tetikleyebilir ve
tinde yaşayanlar ve orada çaba gösteren inisiyatif
bunlara katkıda bulunabilirler. İstanbul Bienali
ile ortak bir video-animasyon çalışması yaparak
bağlamında bu durum tam tersine işlemektedir.
yerinden edilmeye çalışılan Sulukulelilerin so-
runlarını Bienal izleyicilerine aktardı. Böylece
—Pelin Tan
10. İstanbul Bienali, garip durumları ortaya seren,
kenti, sokakları keşfe çıkartan geçmişteki bienal-
>Kapalı-Site
lerden sonra, İstanbul kentini tanımlayan iktidar-
lar ve aktörleri doğrudan sorgulayan eğlenceli bir
aktivizm ile belirgin bir karşı duruş oluşturdu.
BİSİKLET
Diğer yandan, Bienal ile eşzamanlı olarak İstanbullunun bir türlü barışamadığı ve
gerçekleşen etkinlikler içinde yer alan birçok ini- kabullenemediği bir ulaştırma aracı. [Ed.]

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-062
İSTANBULLAŞMAK

İstanbul sokaklarında bisiklete binmenin mümkün mıştır. Ahmet Tevfik adlı bir genç, arkadaşıyla
olduğunu Avrupalı biri düşünemez (İstanbullular birlikte Marmara Bölgesi’nde yaptığı bir bisiklet
da düşünmez aslında). Sokaklardaki arabaların yolculuğunun anılarını 1900 yılında yayımlar.
akışı o kadar baskındır ki, bisikletin dört tekerlekli Modernleşmenin öncülerinden olan Osmanlı or-
araca, taş çatlasa motosiklete bir alternatif olabi- dusunda yüzyıl dönümünde bisikletli birlikler
leceği hayal bile edilemez. Ayrıca araba sürücüleri görülür. Hatta 1914’te, bisikletin bir ulaşım aracı
iyice gözlemlendiğinde, onların ne dikkatli, ne de olarak ciddiye alındığını Galata Köprüsü ile ilgili
kibarca araba kullandıkları anlaşılır; üstüne üstlük bir uygulama gösterir: Bu dönemde köprüyü bi-
herhangi bir trafik kuralı veya levhasını tanıdıkları sikletle geçenlerden ayrı para alınırmış.
da şüpheli gözükmektedir. Araç sürücülerinin
dışında, kentin topoğrafyası da bu iş için çok da- Kadınların bisikletle dolaşması ancak Cum-
vetkar değildir. Yine de bu kentin sokaklarında huriyet dönemiyle birlikte başlamıştır. 30’lu yıl-
bisiklet ne yabancıdır, ne de hiç yoktur. larda yayınlanan popüler dergiler, modern Türk
kadınının sportif olması ve bisiklete binmesi için
19. yüzyılın sonlarına doğru Amerikalı bir bi- çağrıda bulunurdu. Bu yıllarda çekilmiş kısa pan-
sikletçi İstanbul’dan geçen yolculuğunda burada tolonla bisiklete binen kadın fotoğrafları da böyle
konakladığında, herkesin sokaklara döküldüğü bir talebin olduğunu gösteriyor. Bisiklet muh-
ve bu kişinin valiyle tanıştırılacak kadar önemli temelen kadınlar arasında çok yaygın bir araç
gözüktüğü gazetelerde yazılıdır. Hatta yolculuğu- değildi ve bu fotoğraflarda görünenler daha elit
nun devamında Ankara’ya vardığında onu görmek bir kesimin kızlarıydı. Bu devrin edebiyatında
için sokaklara bine yakın insanın doluştuğu bile kadınların spor yapmalarını ve özellikle bisiklete
söylenir. Gazetelerdeki ilanlara bakılırsa, bu ola- binmelerini olumlu bulan hikayeler yayımlanır.
yın hemen ardından İstanbul’da bisiklet alacak Ne de olsa bu dönemde kadınların yüzlerinin yanı
insanların var olduğunu görebiliriz. Fransızca sıra artık atletik yapılarını da görmek mümkündü;
adı Vélocipède olan bu aracın Türkçedeki adı bu da eş ararken bir avantaj oluveriyordu. Kadın-
“velospid” olmuş ve onu ilk olarak Batı tarzında lar için yapılan ilk bisiklet yarışı ancak 1955’de
yaşayan varlıklı ailelerin erkek çocukları kullan- gerçekleşti.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-063
İSTANBULLAŞMAK

Türkiye’de otomobil endüstrisi patlama kansızlaşacağı için bisiklet ve ufak motosikletler


yaşamadan önce, özellikle İkinci Dünya Savaşı ister istemez yaygınlaşacaktır; tabii tembellik
ertesinde bisiklet bir ulaşım aracı olarak kulla- kazanmazsa... Belediyeden yapılan açıklamalara
nılırdı. Arabanın giderek yaygınlaşan kullanı- göre 630 kilometrelik bisiklet yollarının yapımı
mı, kentin çok fazla büyümesi ve rahatlığın bir planlanmaktadır. Hatta yapılan anketlere göre
statü ve lüks sembolüne dönüşmesiyle, bisiklet insanların yüzde sekseni, bisiklet yolu olduğu
de ulaşım aracı olarak İstanbul’un günlük yaşa- takdirde kesinlikle bisikletle işe gidip geleceği-
mından ve insanların hafızasından ne yazık ki ni söylemiş. Şu ana kadar yaratılmış olan çok az
çıkmaya başladı. Günümüzde birçok bisikletçi sayıdaki bisiklet yolları, ağırlıklı olarak otomobil
sporcudur veya özellikle spor yapmak için bisik- sahiplerinin otoparkı gibi kullanılıyor.
lete binen insanlar vardır. Kentte giderek artan
bisiklet ve bisiklet malzemesi satan dükkanlar, Herşeye rağmen bisiklet çocukların hayalleri-
bu araca sevgiyle yaklaşan insanların buluştuğu ni süslemeyi sürdürür ve karne hediyesi olarak da
yerlere dönüştü. Bisikletlilerin büyük bir kısmı, hala favorilerin arasında yer alır. Yaz tatillerinin
hafta sonunda belediyenin yaptığı çok az sayı- özellikle ilk günlerinde kaldırımlarda veya sakin
daki bisiklet yollarında veya adalarda bisiklete yolların kenarlarında yepyeni bisikletlerine gu-
biner. Başka gruplar da kentin dış bölgelerinde rurla binen çocukları görmek mümkündür.
buluşup, ormanda veya başka kırsal yerlerde hep
beraber bisiklete biner. Kent içinde bisikletliye Eskiye oranla bisiklet kullanımın azaldığı-
az rastlanır ve bunlar da birbirlerini görmekten nı söylemek yine de yanlış olmaz. Birçok insan
mutlu olduklarından samimiyetle selam veririler. ve özellikle anneler her şeyden korkarlar, buna
Kullananlar için bu aracın yaygınlaşmasını sağ- bisiklete binmek de dahildir. Güvenli sandıkları
lamak ister istemez bir misyona dönüşüyor. Ama sitelerde çocuklarının binmelerine izin verseler
zaten bisikletin yaygınlaştırılması konusunun de, bisikletten düşme tehlikesi sürdüğü için bir-
tekrar gündeme getirilmesi şart olacak; çünkü çok çocuk bisiklete binmeyi artık öğrenmiyor
araçların artış hızına bakıldığında işe veya eve bile. Böyle olunca bir kadın olarak bisikletle işe
normal bir zamanda gidip gelmek giderek im- gittiğinizi söylediğiniz zaman tepkiler çok karışık:

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-064
İSTANBULLAŞMAK

Takdir ve kıskançlık arasında gelip giden duygular ması kurmadan hareket etmemek sokakta hayat
gözlemleniyor, çünkü insanların bisikletleri var kurtaran önemli taktiklerden biridir.
evde, ama binecek cesaretleri yok. Veya büyük bir
acıma duygusu ile karşılaşmak mümkün, çünkü Sahil yollarında veya artık genişletilmiş kaldı-
böyle bir şeyi yapmak için insanın aklını kay- rımlarda bisikletle gitmeye çalışırken araba kadar
betmiş olması gerekiyor, birazdan da yaşamını tehlikeli bir başka grup fark edilir: Kamışla balık
kaybedecektir. Ayrıca aklı yerinde bir insanın tutanlar. Tüm kaldırımı kendilerinmiş gibi işgal
kendini spor salonunun dışında neden bu kadar etmeleri dışında arkalarına bakmadan oltayı ata-
yorduğunu anlamak da mümkün değil tabii. cak kadar umarsız olduklarından insanın kolayca
kaskına bir olta iğnesi takılabilir. Sokakta sürer-
Ama gerçek ne o zaman? Gerçekten de trafikte ken de tehlikeliler, çünkü mola verip kamışları
bisiklete binenler aklını mı kaçırdı? İstanbullu cadde yönünde korkuluklara yaslayınca yola çok
erkek sürücüler kadınları sinir etmek için onları fazla uzamış olanlar oluyor. Bisikletle de geçerken
eziyormuş gibi yapıp eğlenmez mi? Araba kullan- bunlar insanın göz hizasına geldiği için tesadüfen
manın ve arabanın kendisinin erkekler için bir sağ gözünüzü oltanın ucunda bırakabilirsiniz.
statü sembolü ve onur aracı olduğunu düşünerek
bisiklete binildiği takdirde, kadınların durumu Tabii bisikletli kadının kahramanca sürüşleri
daha avantajlı bile sayılabilir. Çünkü bisiklete bi- tek başına yeterli değil, kentin dik yolları bisikletle
nen erkekler, araba kullananlardan farklı değildir. sürekli inip çıkmak için çok da uygun değil ger-
Bisikletliler arabaları sağdan ve soldan hop hop çekten. Yokuşlarda az vitesli bisiklet, yollardaki
sollayınca arabadakinin de onuru kırılır ve bisik- çukurlardan dolayı da çok ince tekerlekli yarış
letliye zayıflığını hemencecik hatırlatabilir. Ama bisikletleri İstanbul trafiğinde gitmek için ideal
normal bir tempoyla sağdan gitmekle ve arabalara değil. Kask takmak önerilir, ama sadece güven-
yol vermekle kendinizi aşağılanmış hissetmiyor- li sürüşü artırdığından veya kurallar açısından
sanız, o zaman insan, maço erkek şoförlerin -buna gerekli olduğundan değil; gerçekte kask, araba
taksi ve otobüs şoförleri de dahil- ne kadar kibar sürücülerinin ve polislerin bisikletliyi ciddiye
olabileceklerine şaşabilir bile. Şoförlerle göz te- almasını sağlayan bir görüntü oluyor. Türk top-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-065
İSTANBULLAŞMAK

lumsal yaşamında doğru görüntüyü vermek, işin ile bağlantılı kökeni açık ve belli bir biçimde ad-
esasından çok daha önemlidir ne de olsa. landırılması ise 19. yüzyıl sonlarına dek devam
edecektir. Ne var ki, kentin tarihinden söz eden 15.
Ne yazık ki bisikletin herkes tarafından ka- ile 18. yüzyıl arası Osmanlı metinleri onun ayrı bir
bul edilen bir araç olması için daha çok zaman uygarlığın merkezi olduğunu, hatta yaklaşık bin
geçecektir. O zamana kadar araç ve sürücüsünün, yıl boyunca belirli bir politik organizasyonun oda-
Don Kişot ve atı Rozinante kadar ciddiye alınacağı ğı olarak işlev gördüğünü asla belirtmezler. Bizans
kesindir. imparatorlarının tam bir listesini veren Osmanlıca
bir dönem metni dahi yoktur. Örneğin, 16. yüz-
—Zeynep Kuban yılda Nişancı Mehmet Paşa tarafından yazılmış
dünya tarihi, Roma (Rum) hükümdarlarının sıra-
lamasını Herakleios’la daha 7. yüzyıl başında, yani
BİZANS İslam egemenliğinin Suriye ve Mısır’a yayılma-
sıyla bitirir. Osmanlı entelijansiyası İstanbul’un
Bizans, çağdaş İstanbullulara (ve genelde Osmanlı öncesi geçmişini merak etmez ve araş-
Türklere) kentin eski adlarından biri ve bin
yıllık bir kültür birikimi olmaktan başka pek tırmaz. Bu konudan konuşulduğundaysa, hemen
çok şeyi ifade eder. daima tarihyazımının değil, efsanelerin alanına
girilmektedir. Israrla sürdürülen bu görmezden
Kentin Osmanlılar tarafından fethinden başlaya- gelmenin kenti kültürel anlamda İslamlaştırma
rak geç 19. yüzyıla dek Türkçede böyle bir sözcük ve Osmanlılaştırmaya yönelik olduğu söylenebilir.
yoktur. Örneğin, kenti fetheden II. Mehmet (bak. Osmanlı öncesi geçmiş akla bile getirilmeyerek
Fatih Sultan Mehmet) ünvanları arasına “Kayser”i unutulur.
(Caesar) kattığında, bununla Bizans’ın bir devamı
olma iddiasını değil, Roma’nın ardılı olduğunu Bu alandaki bir değişimi haber veren ilk ipu-
kastetmekteydi. II. Mehmet’ten sonra bu iddia da cu, tüm İstanbul camilerinin alfabetik bir his-
önemini büyük oranda yitirir. İstanbul’un resmi toriyografik ansiklopedisi niteliğinde olan ve
metinlerde Kostantiniyye olarak, Constantinus 1780’lerde kaleme alınmaya başlanmış Hadikatü’l-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-066
İSTANBULLAŞMAK

Cevami adlı kitapta görülür. İlk olarak orada bir Birinci Dünya Savaşı Osmanlı Devleti’nin yenilgi-
Müslüman Osmanlı entelektüeli Ayasofya’nın siyle bitip Batı Anadolu’yu yeniden ele geçirmeye
tarihini efsanelerden arındırır ve kısaca anlatır. yönelik Yunan askeri macerası başlayınca, Bizans
İstanbul’un geçmişinin “normalizasyon”u diye uygarlığının Türkiye’deki alımlanışı da hızla farklı-
nitelenebilecek bir süreç belki de başlamaktadır. laşır. Yunan ordusunun neredeyse Orta Anadolu’ya
Ancak, 1820’lerden sonra Yunan bağımsızlık ha- kadar uzanan işgali, Bizans’ın mimari kalıntılarını
reketinin yeni bir egemen Yunanistan’ın kurulu- bile ülkeye göz dikmiş güncel düşmanlara dönüş-
şuyla sonuçlanması ile birlikte ortam değişecektir. türecektir. O zamana dek pek çok Anadolu ken-
Ulusalcılıklar çağı gündeme gelmiştir ve İmpara- tinde varlıklarını sürdüren binyıllık kimi yapılar
torluğun uyrukları arasında kendilerini Bizans’ın o sırada özellikle ortadan kaldırılırlar. Örneğin,
devamı sayanlar ve bu savı vurgulayan güçlü bir Konya’da Eflatun Mescidi, Ankara’da Aziz Clemen-
Ortodoks Kilisesi vardır. Dolayısıyla, Osmanlı tus, İznik’te Koimesis Kiliseleri bu tepkiye kurban
yönetici eliti tam da modern historiyografiyle ve gider, dinamitlenerek yok edilirler. Bizans terimi
bu arada Antikite ve sonrasıyla tanışırken, pa- Türkçede artık olumsuz anlamlarla yüklenmeye
radoksal olarak Yunan tebaya yönelik kuşkuyu başlamıştır. 1960’ların başında Kıbrıs’ta Türk ve
da üretmeye başlayacaktır. Sözgelimi, Türkçede Rum cemaatleri arasında çıkan çatışmalar, his-
basılmış ilk Yunan tarihi metni olan Tarih-i İs- toriyografiye dek uzanan bu kavga alanını iyice
kender bin Filipos ile Yunanistan’ın bağımsızlığı genişletir. Unutma ve inkar çabaları sonraki onyıl-
neredeyse eşzamanlıdır. larda da tırmanır. Kendisini ve genelde tüm Türk-
leri düşmanlarla kuşatılmış görme psikozunun
Osmanlı entelektüelleri Bizans terimini bir paranoya niteliğini kazandığı zamanlar da olur.
kültürün ve büyük bir Hıristiyan imparatorluğun Örneğin, 1990’ların başlarında adında Osmanlıca
adı olarak kullanmaya 19. yüzyılın son çeyreği için- “Kostantiniyye” (Konstantinopolis) geçen bir süreli
de başlarlar. Terim Avrupa’dan, özellikle Fran- yayın, mahkeme kararıyla kapatılacaktır.
sız kültür alanından aktarılmıştır. Birinci Dünya
Savaşı’nın bitimine kadar Bizans’a ilişkin temel Ortam, Bizans’a yönelik soğukkanlı bir ente-
historiyografik verilerin öğrenilmesiyle yetinilir. lektüel ilginin yeşermesine de doğal olarak pek

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-067
İSTANBULLAŞMAK

olanak vermez. Öyle ki, Bizans’ın başkenti olan bu 1935’te müzeye dönüştürülen Ayasofya’nın yeni-
kentte bugün de henüz, örneğin bir Bizans Sanatı den camiye çevrilmesini talep eden İslamcı ve/
Müzesi ve Bizans Araştırmaları Merkezi yoktur. veya milliyetçi bir toplumsal grup da mevcuttur.
70’ten fazla üniversitesi bulunan Türkiye’de Bi-
zans tarihi, sanatı ve mimarisi üzerine çalışan Bu kültürel-siyasal atmosferde popüler mec-
bir avuç uzman vardır. İstanbul’u Bizans’tan ko- ralar, romanlarda geç 1920’lerden, tarihsel film-
paran tarihsel aralığı büyütebilmek için bir dizi lerde ise 1960’lardan başlayarak Bizans’ın ahlaki
simgesel girişim de icat edilir. 1953 yılına kadar anlamda mahkum edilmesine girişmişlerdir. Böy-
yüzyıllar boyunca kutlanması hiç akla gelmemiş lesi anlatılarda Bizans ahlaken düşük, güvenil-
olan İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethi, artık mez, hilekar bir davranışlar dizisiyle karakterize
her yıl daha bir vurguyla kutlanmaktadır. Azım- edilir. Bu psikozu kısmen eleştiren, kısmen de
sanmayacak sayıda insan, İstanbul’un Türklere sömüren 1990’larda yapılmış bir sinema filminin
ait olduğunun sürekli yinelene yinelene ortaya adının “Kahpe Bizans” olması yeterince aydın-
konmasını bekler. Geliştirdikleri ulusalcı asabiyet latıcıdır. Bizans bu anlamıyla ne bir kent, ne bir
nedeniyle, onu “geri almaya” yönelik ciddi bir siyasal organizma, ne de bir kültür alanıdır. O,
uluslararası komplonun ortaya çıkabileceğine popüler imgelemde daha çok bir toplumsal ve
inanma eğiliminde olan geniş toplum kesimleri insani zaaflar manzumesi olarak inşa edilmiştir.
vardır. Kimi yönetim organlarında da bu kuşku Özetle İstanbul’un ve Türkiye’nin hala bir Bizans
gözlemlenir. Örneğin, İstanbul’da Avrupalı ve sorunu vardır.
Amerikalı uzmanların işbirliğiyle Bizans yapıla-
rını araştırma ve restore etme girişimlerine sıcak —Uğur Tanyeli
bakılmaz. Bu amaçla sadece ulusal kaynak ve uz-
manların kullanılması yeğlenir. En azından bu tür >Fatih Sultan Mehmet
işbirlikleri teşvik görmez. Oysa, aynı işbirlikleri
Anadolu’daki sayısız Antik Yunan ve Roma sit ala-
nında sorunsuzca kurulabilmektedir. Öte yandan,
en önemli Bizans kilisesi olan, 1453’te camiye ve

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-068
İSTANBULLAŞMAK

CAMİ raberinde sıvası yarım, tuğla minareli camileri


de getiriyorlar. En çok da kültürel açıdan çeperde
Modernleşme öncesi İstanbul’unda olağan bir kalan ilçelerin, uydu antenli, yarı kiremit yarı on-
ibadet mekanı. Bugün siyasal bir dizi tercihin
mekansal ifadesi. [Ed.]
dülin çatılarının arasına sıkışan bu cılız görüntü,
İstanbul’u bildik biçimlerde paketlemek isteyen-
lerin temsili belgesidir. Gecekondu camisinin bu
2000 yılı verilerine göre İstanbul’da 2562 adet
fotoğrafı, zarif minarelerin yükseldiği tarihi yarı-
cami var. Cami sayısına göre değerlendirildiğinde
mada kartpostallarından temelde çok farklı değil.
birinci gelen Fatih ilçesini sırasıyla Ümraniye,
İlkinin bugüne, yoksulluğa ve cehalete, ikincisinin
Üsküdar ve Gaziosmanpaşa izliyor. Söz konusu
ise geçmişe, ihtişama ve medeniyete olan gönder-
sıralama insanı hiç şaşırtmıyor, aksine bu haliyle
meleri ezberden okuma alışkanlığında birleşirler.
üzerinde mutabakata varılmış olan kent anlatım-
larını destekliyor.
Oysa “Taksim Meydanı’na cami” (bak. Taksim
Meydanı), “Göztepe Parkı’na cami” gibi tartışma-
Bir ibadet yapısı olarak camiyi mekan örgütle- larla simgesel değeri günlük gazete dilinde payla-
me özelliğinden ve temsiliyet gücünden bağımsız şılabilir hale gelen bu ibadet yapısı tipini çok basit
olarak düşünmek mümkün değil. Fatih ve Üskü- bir sistemle, yeni bir biçimde incelemek mümkün.
dar’daki cami sayısı kentin Osmanlı egemenliğinde 2000 yılı İstanbul iline kayıtlı cami sayısı ile kayıtlı
Müslümanlaşmaya başladığı odak noktaları olan nüfusu birbiriyle orantıladığınızda, İstanbul’da
bu ilçelerin zihinlerdeki imgesiyle doğrudan örtü- bir cami başına düşen kişi sayısı 3931’e denk geli-
şüyor. Aynı şekilde Ümraniye ve Gaziosmanpaşa yor. Bu bilgi elbette tek başına kullanışsız. Ancak
da, bu sefer İstanbul’un 1950’lerden beri devası aynı işlem ilçeler bazında tekrarlandığında ezbe-
bulunamayan bin türlü derdinin asli sebebi ola- rin şaştığı gün gibi açık. Her şeyden önce 164 adet
rak ilan edilen “göç” ve “gecekondu” denklemi camisiyle, gecekondu bölgelerine yönelik cami
üzerinden yerlerini sağlamlaştırıveriyorlar. Öyle üretimi temelli önyargıya teslim ettiğimiz Gazi-
ya, dışarıdan gelenler, İstanbul’da bitmek bilme- osmanpaşalılar, cami başı 4663 kişi ile İstanbul
yen düşük kaliteli konut üretimi faaliyetinin be- ortalamasının altında kalıyorlar. Hatta Bayram-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-069
İSTANBULLAŞMAK

paşa, Zeytinburnu, Bağcılar, Esenler, Güngören faal dinamiklerin anlatımına katkıda bulunuyor.
gibi ilçelerde de beklenin aksini gösteren cami İstanbul’da mahallenin camisiz kurulmuş, cami-
kullanım yoğunlukları, cami başına 16793 kişi nin cemaatsiz kalmış olabileceği fikri, mekanın
ile Avcılar’da rekor düzeye ulaşıyor. Öte yandan ve temsilin farklı biçimlerde ve önkoşulsuz olarak
eğitim düzeyi ve meslek profilleri bağlamında sorgulanması gerektiğine işaret ediyor.
incelediğinde kentin en ayrıcalıklı yerleri olarak
göze çarpan Beşiktaş, Bakırköy ve Kadıköy, ibadet —Meriç Öner
yerlerinde izdiham beklenebilecek ilçeler olarak,
kentin yeni gelişmekte olan yerleriyle skalanın >Taksim Meydanı
aynı tarafında yer alıyorlar. Fatih ve Üsküdar’ın
ise sırasıyla 2217 ve 2837’lik oranlarla ortalamanın
üstünde kaldığını söylemek kente dair önyargıları- ÇARPIK KENTLEŞME
mızın boşa çıktığı bu noktadan sonra çok şaşırtıcı
olmayacak. Tabii ki tarihsel geçmişi ile ibadet için Her kentin kendine özgü dinamiği yok sayı-
çekim merkezi haline gelen bu iki ilçedeki cami- larak, “kusursuz” olarak tanımlanan, “eğri”
değil ama “düzgün” olan Batı kentine bakıla-
lerin, İstanbul’un Anadolu ve Avrupa yakalarında rak yapılan, bugün “kentsel dönüşüm” (bak.
daha büyük kitlelere hizmet verdiğini de hesa- Kentsel Dönüşüm) adı altında “düzeltilmek”
ba katmak gerek. Bu uca başka bir örnek olarak, istenen yerleşme düzenine verilen ad.

Eminönü ilçesinde cami başına kişi sayısı 524’e


kadar çıkıyor. Burada kentin genel ortalamasıyla Başka bir karşılık olarak “el yapımı kentler”i
ilçe ortalaması arasındaki uçurum kesin olarak önereceğim. “El yapımı”, özellikle çarpık olarak
ilçelerin 1960’lardan itibaren konut alanından tanımlanan kentlerde, kentleşmedeki işbirliği,
ticaret alanına dönüşmesine işaret ediyor. ödünç alma-verme, kolektif yaratıcılık, yüzyü-
ze ilişki, mekan duyarlığı gibi göndermeleriyle
Bu küçük nüfus/cami hesabı bile, kentsel dö- “çarpık”lığın olumsuzluğuna karşı, kentin için-
nüşümü doğallığından soyutlayan ve kalıplaştı- den doğan dinamikleri yüceltmeye dair bir öneri-
ran yaklaşımlara bir yanıt teşkil ediyor, kentteki dir. Biliyoruz ki sonunda, kenti oluşturan her bir

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-070
İSTANBULLAŞMAK

unsur, sadece güvenlik için yaratılmış bir duvara ekonomisi mevcut ve büyümekte olan bir çöp
dönüşüyor. Hem de “özgürlük” adına. birikintisinden tarihi bir çöp-olmayan tortusuna
uzanan bir alanı kapsıyor. Bu ikili birikimin or-
—Özge Açıkkol tasında kentsel stoka sürekli eklenen henüz-çöp-
olmayan oluşumların gelişimi yer alıyor. İstanbul,
>Kentsel Dönüşüm deneyi şehrin gerçek zamanı ve gerçek mekanı
içinde yürütülen bu üçlü birikimle başa çıkmak
için eleştirel ve etkili bir kurulum geliştirmek
ÇÖP EKONOMİSİ zorunda. Bu kurulum, içinde çöp, çöp-olmayan
ve henüz-çöp-olmayan hallerinin tanımlanma-
Maddi ve maddi olmayan üretimin küresel sının ve ayırt edilmesinin temel önemde olduğu
çapta birikiminin yarattığı fazla, dünyadaki bir seçici koruma düzeninin ayrıntılı bir şekilde
depolanabilir ve depolanamayan enerji kay-
naklarının verimli yönetimini gün geçtikçe
ortaya konmasını gerektiriyor.
daha da zorunlu kılıyor. Seçmeli bir koruma
ve tasarruf ekonomisi olarak işlev gören çöp Çöp, kullanım değerini, amacını veya verim-
ekonomisi de bu yönetim biçimlerinden biri.
liliğini yitirmiş, dolayısıyla imhaya ve atılmaya
hazır herhangi nesne veya malzemenin durumunu
Bir değer skalasına aktarıldığında çöp ekonomi- anlatan terimdir. Artık istemediğimiz şey, artık işe
sinin küresel stoku üç şekilde kendini gösterir: yarayamayan, kullanılamayan, uygulanamayan
Çöp, ya da kullanım değeri sona ermiş madde veya ve tüketilemeyen şeydir; artık bir fayda veya bir
maddi olmayan ürünün son hali; “çöp-olmayan”, ayrıcalık sunmaz, bir hizmet veremez, bir amaca
korunma statüsünü garantileyecek şekilde kül- hizmet edemez. Çöp tespit ilkeleri sadece işlevsel
türel veya ekonomik bir değeri olduğunu ortaya değil niceldir de; dolayısıyla çöp depolama işgal
koymuş olan ürün; ve “henüz-çöp-olmayan” adını ettiği yer açısından da değerlendirilen bir iştir.
verebileceğimiz ara bir kategori, skalanın iki ucu Dünya üzerinde ikamete elverişli alanda gereksiz
arasında gidip gelen bir değer sunan ve henüz yer işgal eden her engelleyici nesnenin tahliye edil-
kimliği belirlenememiş ürün. İstanbul’un çöp mesi gerekir. Çöp adayı kendini ya boyutlarının,

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-071
İSTANBULLAŞMAK

ya da kullanım değerinin veya verimliliğinin sona laşıma ve kullanıma sokulmak üzere depolanması
ermesiyle belli eder. Öte yanda, çöp-olmayanın ta- ve/veya işlenmesi gerekir. Depolama ve yeniden
nımı daha niceliksel koşullara uzanmaktadır. Çöp- işleme, muhtemel bir çöp durumunun ertelendiği
olmayan, maddi, ekonomik, tarihsel veya kültürel iki biçim –nitekim yeniden işlemenin kendisi de
düzenin evrensel bir değeri kabul edilir. Boyutları depolamayı ertelemenin bir biçimi. Dolayısıyla
ne olursa olsun kültürümüzün yarattığı özel ha- çöp, kendi depolanma ve/veya (yeniden) işlenme
zırlanmış depo veya ambarlarda, müze, arşiv veya imkanlarını tüketmiş madde veya madde-olmaya-
kütüphane gibi güvenli koruma kurumlarında nın son hali olarak yeniden tanımlanabilir.
saklanır; buralarda kültürel ve tarihsel stok bulun-
durulur, envanteri çıkarılır, korunur, mühürlenir Henüz-çöp-olmayan muhtemel çöp veya çöp-
ve güvenlik altında tutulur. Çöp-olmayan, İstanbul olmayan sınıflamaları arasında salınan bir ara ka-
örneğinde olduğu gibi, kendini şehrin fiziksel/ tegoridir. Değeri henüz belirlenmemiş bir üretimi
maddi yapısı içerisinde, kültürel/arkeolojik kat- niteler. Çöp durumu içerdiği bu vaat sayesinde
manları içerisinde tortulanarak sergileye de bilir. olumlu ve bilinçli bir ertelemeye uğramaktadır.
Her ölçekteki yasadışı inşaat gibi İstanbul’un ge-
Tanımları itibarıyla tamamen zıt olsalar da, cekonduları geçerli bir henüz-çöp-olmayan örneği
İstanbul’un çöp ve çöp-olmayan birikimleri imha teşkil ederler (bak. Gecekondu; Varoş). Yasadı-
ve korunmaları için alınan tedbirlerin yetersizliği şı statü İstanbul’da sabit değil, karar alıcıların
açısından aynı derecede sorunludurlar. Çöp üretici- düzenleyici politikalarındaki değişikliklerle şe-
lerinin sayısının artışıyla daha da artan üretilen çöp killenen kaygan bir ekonomik değeri ifade eder,
miktarı, imha edilen miktardan her zaman fazladır. bu da yasadışı yerleşimlerin başka bir dönemde
İstanbul’da sadece evsel artık üretimi günde 12-13 başka bir statü veya değer kazanma beklentisini
bin tona ulaştığından imhası için kentsel alanlar canlı tutar. Burada çöp statüsünün ertelenmesi,
ayrılması gerekir. Bu fazlayla veya çöple nihai olarak yeniden işlemenin ne zaman, nerede ve nasıl ger-
başa çıkmanın imkansızlığı erteleme tekniklerini ve çekleşeceğinin karar verilemezliğinden kaynakla-
biçimlerini devreye sokar: Ortadan kaldırılamayan nan önceden tahmin edilemeyen, stok kalitesine
çöplerin imha statüsünün ertelenmesi ve tekrar do- bağlı bir gereklilik olarak belirir. Çokluk ve karar

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-072
İSTANBULLAŞMAK

verilemezlik mekandaki hareketliliği, özgürlüğü DEMOKRASİ


ve işgali daha da açık gösterir şekilde değerlendir-
meyi erteler ve stok haline gelenin ömrünü artırır. Yunancadan. (demos = halk, kratos = güç,
iktidar)

İstanbul’un çöp ekonomisinin kendine öz-


Kratos- Bana bir mimar getirin, bir demokrasi
gü tuhaflığı, üç kentsel stok kategorisi arasın-
inşa edicem.
daki ayrımların şaşırtıcı derecede bulanık ve
farklılaşmamış olmasıdır. Çöp-olmayanın gü-
venli uzam-zamanı olması beklenen alan, çöp Demos- Bana demokrasi getirin, bir mimar
ve henüz-çöp-olmayanın girift bir karışımının inşa edicem.
işgaline uğrar. Çöp-olmayanın değerinin, küresel
olarak tanınan bir değer kazandığında daha gü- İstanbul- Şehre gidelim. Geleceği karşılamaya
vence altına alındığını da belirtmek gerekir, Tarihi gidelim. Bana gidelim.
Yarımada’nın Unesco Dünya Mirası Listesi’ne
dahil edilmesi gibi; oysa yerel/bölgesel bağlamda Türkiye- Ben de sizle geliyorum.
yüklenen kültürel/tarihsel değerler daha istikrar-
sız olabilmekte ve çöp-olmayan adayının evrensel İstanbul- Hayır, sen gelme. Sen gelince, ol-
değerini belirsiz henüz-çöp-olmayan statüsüne muyor.
doğru kaydırabilmekte veya düşürebilmektedir.
Diğer yandan, oldukça keyfi bir ömrü ve depo Türkiye- Ben gelmezsem ama, hiç olmuyor.
değeri olması beklenen henüz -çöp- olmayanın da
bazen çöp atıklarıyla yarışacak derecede işgalci Ankara: Tartışmayı kesin ulan. Sizin gürül-
bir mevcudiyete büründüğü görülüyor. tünüzden uyuyamıyoruz.

—Zeynep Mennan O da uyuyamıyor.

>Gecekondu, Varoş —Gökhan Özgün

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-073
İSTANBULLAŞMAK

DENİZE GİRMEK insanlardı. Mahalleli olmak önemliydi ama başka


kent içi mahallelerine göre Boğaz kenarında olma-
Bir çocukluk masalı. nın verdiği avantajlar çoktu. Çocuklukta birlikte
oynanır, denize girilir, balık tutulur, kürek çeki-
“Karpuz kabuğunu görmeden denize girilmez.” lir ve büyüyünce de okula veya işe vapurla gidip
Bu, on emirden bir tanesi değilse de, çocukluğu gelinir. Gururla “Boğaz çocuğuyum ben” diyen
İstanbul’da geçmiş biri için yaz tatilinin en kutsal bu cinsin çocukları bütün yazını suda geçirirdi.
bilgisidir. Boğaz’ın suları soğuktur ve geç ısınır. (Bu Büyükleri de fırsat buldukça, iş çıkışında suya
tabii 15 milyon insanın lağımları denize akmadan dalmaya çalışır veya akşamüstü sandaldan oltayla
önceki durumdu…) Karpuzun piyasaya çıktığı ve biraz balık tutarlardı. Denize girmenin çok yolu
çokça tüketildiği mevsim de, artık suların ısındığı vardı. En güzeli tabii yazın bir yalıda oturmaktı.
ve çocukların üşütmeden rahatça denize girebile- Hemen kapının önündeki denizden faydalanmak
cekleri bir zaman olur. Yazın başında Boğaz’daki iyi için yalı sahibini veya çocuklarını tanımak da bir
çocuklar yutkunur, ama anneleri onları bekletir, ta alternatif olabilirdi. Yalı sakinleri eskiden zengin
ki müjde gelene kadar, “karpuz kabuğu göründü”! olmaktan ziyade belli bir Boğaz köyünün yerli aile-
leriydi. Yalıdan denize girenler için Boğaz dev bir
Eskiden çöpler çok düzenli toplanmadığı için yüzme havuzudur. Rıhtımdan koşarak dalgalara
denize dökülürdü. Veya belediye çöpleri toplayıp atlayabilmenin keyfini yaşayanlar bilir. Eskiden
bizzat toplu bir biçimde denize dökerdi. Plastik Boğaz’dan geçen vapurların sayısı azdı ve dalga
gibi kalıcı maddeler içermedikleri için de çabuk yaratacak gemileri kollamak gerekiyordu. Dev-
çürürlerdi. Karpuz kabukları dibe çökmeyip su- let elindeki tüm varlıklarını özelleştirmeden ve
yun üzerinde sandal gibi yüzünce de, verdikle- Denizcilik Bankası gemilerini telef etmeden çok
ri müjde ile birlikte anlamlı olurlardı. İstanbul önce, Karadeniz seferlerini yapan yolcu gemileri
her zaman büyük bir kentti ama nispeten yakın çok uygun dalgalar üretirdi geçerken. Uzaktan
zamanlara kadar her yerinden denize girilirdi. gözüktükleri zaman herkes birbirine haber verir
Eskiden Boğaz köylerinden birinde doğup bü- ve geminin ardından hızla yaklaşan dalganın içine
yüyenler çocukluktan beri birbirlerini tanıyan atlanırdı topluca.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-074
İSTANBULLAŞMAK

Yalıda tanıdıklarınız yoksa da önemli değildi. köyün iskelesine yanaşırken, elbiselerini, panto-
Özellikle Anadolu yakasında yalıların aralarında lonları veya varsa içlerine giydikleri mayoları hariç,
yangın güvenliği için bırakılan aralıklar denize kendisi gibi inecek olan arkadaşlarına teslim eder,
girmek için bulunmaz yerlerdi. Mahallenin kız- sonra da vapurun en tepesine çıkıp oradan vapur
ları, oğlanları ve büyükleri beraber buralardan pervanesinin ürettiği bembeyaz köpüklerin içine
denize girerdi. Tabii çocuklar denize atlarken çok balıklama atlardı. Bu çok tehlikeliydi aslında, çün-
gürültü çıkardıkları için yan taraftaki nezih yalı kü pervaneye denk gelmek olasıydı. Bu isimsiz kah-
sakinleri çok rahatsız olurlardı. Boğaz’ın Rumeli ramanlar genelde bütün yaz tatili boyunca dalga
yakasının birçok yerinde yalılar tam deniz kena- geçecek lükse sahip olmayıp, yazlarını karanlık bir
rında değildir, buralarda denize girmek isteyenler tamirhanede bütün gün çıraklık yaparak geçirenler-
yol kenarlarına serilirdi. di. Ama sahilden, iskeleden, yalılardan ve vapurdan
bakan yüzlerce şaşkın gözün önünde vapurdan
Denize girmenin bir başka yolu da sandaldır. atlarken gururları ve keyifleri yerine geliyordu.
Sandal kiralamak pahalı değildi, ayrıca Boğaz
çocuğu olan cinslerin ya kendisinin ya da tanı- Boğaz’da sandala binmenin veya yüzmenin
dıklarının muhakkak sandalı olurdu. Sandaldan en önemli zorluğu akıntıdır. Boğaz çocuğu famil-
atlamak değil de sandala geri gelmek çok sportif yası Kandilli, Kanlıca veya Arnavutköy ve başka
olmayanlar için ilk başlarda zor gelebilir. Deniz birçok akıntı burunlarının yanına yüzerek yaklaş-
herkese ait olduğu için mahallenin erkekleri san- maz. Ama akıntı sadece orada yoktur, akıntı bir
dalla yalıların olabildiğince yakınlarına gidip, rıh- cin gibi yüzenleri izler, bazen o kadar güçlüdür
tımda oturup güneşlenen kızlara, uzaktan da olsa ki, yüzenin atladığı yere geri gitmesini bile engel-
çeşitli taklalarla denize atlayarak sportifliklerini ler, aniden de dönebilirdi. Bazen de insan bütün
kanıtlamaya çalışırlardı; kızların babası yakında gücüyle yüzse de hep yerinde sayar.
olmadığı zamanlar tabii...
Boğaz’da yüzmek sadece akıntı cinleriyle uğ-
Denize atlayarak dikkat çeken bir grup genç raşmayı gerektirmezdi, zamanla artan ama eskiden
erkek de yaz akşamları iş çıkışında vapur oturduğu beri bilinen denizanalarından kimse hoşlanmazdı.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-075
İSTANBULLAŞMAK

Hala da hoşlanmaz. Küçük oğlanların kız kardeşle- Buralarda da doğal olarak oluşan kumsallar plaja
rini korkutmak için onları üstlerine atmaları dışın- dönüştürülüyordu. Cumhuriyet öncesinde Müslü-
da Türkiye’de denizanalarının reel bir işlevi yoktur. man kesim için beraber denize girmek olası değildi,
Yüzerken onların parmaklarının aralarına girmesi, ama Rusların açtıkları plajların ilk müşterileri Bi-
herkesin çocukluk hatıralarında önemli bir yer tu- rinci Dünya Savaşı ertesinde İstanbul’da bulunan
tar. Akıntı, heyecanla beklenen karpuz kabuklarının işgal kuvvetlerinin askerleri ve aileleriydi. Ancak
dışında başka çöpleri de geri getirebilirdi. Sandal Cumhuriyet ile birlikte kadın ve erkeklerin yan
veya rıhtımda bulunan kişiler denizde bulunanlara yana denize girmeleri mümkün olmuştur.
direktif verirdi: “Dikkat mazot geliyor, çık” diye,
buna göre hemen sandala veya rıhtıma dönülürdü. Plajlardan çok önce de denize girmek için
başka uygulamalar vardı: Deniz hamamları (bak.
Böyle yüzmek için derin suları sevmek gerek. Hamam). (Bu isim ve uygulama da Fransa’daki
Boğaz hemen derinleşir, ama dere ağızlarının bu- Bains de Mer’den –”deniz banyoları”- devşiril-
lunduğu bazı yerlerde, mesela Küçüksu’da, doğal miştir.) Kaynaklara göre 19. yüzyılın ortasından
kumsallar oluşmuştur. Boğaz’ın kumsallarına 30’lu beri İstanbul’da deniz hamamları bulunuyordu.
yıllardan beri plajlar (Fransızcanın hakim dil oldu- Denize girenlerin dışarıdan görülmemeleri için
ğu dönemlerden kalma bir isim: Plage) yapılmıştır denizde geniş, dikdörtgen bir alan ahşap bir kons-
(bak. Plaj). Kentte sıkılan, iyi yüzme bilmeyenler trüksiyon ile çevrilirdi. Ortası geniş bir havuz gibi
burada kumsallarda eğlenebiliyordu. Düşük bir boş bırakılan bu yapıların kenarlarında rıhtım
ücret karşılığında bütün gün burada geçirilir, pla- ve kabinler yer alırdı. Gerçek hamama gider gibi
jın kabinleri, çay ve yemek yerleri, İstanbul’daki peştamallarla denize girilirdi. İlk başta daha çok
yaz aylarının vazgeçilmez yerleriydi. İstanbul’da erkekler için yapıldıysa da zamanla kadınlar için
Cumhuriyet’le birlikte yayılan kadınlı erkekli plaj deniz hamamları da inşa edildi. Karışık plajların
geleneğini Rusya’dan, devrimden kaçıp gelen Beyaz çoktan normal kabul edildiği bir zamanda bile,
Ruslar getirmiştir. Ama bunlar Boğaz kenarında mayo ile görülmek istemeyen hanımlar uzun süre
değil de asıl sayfiye yerleri olan Kadıköy, Yeşilköy bu deniz hamamlarını tercih ederken, modern-
ve Florya veya Kumkapı gibi yerlerde çok yaygındı. leşmeyle beraber bu yerler kaybolmuştur.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-076
İSTANBULLAŞMAK

Kentin büyümesiyle birlikte denize akan ka- panyalar başlattıysa da, sonuçta değişen bir şey
nalizasyon atıklarıyla denizin tadı, rengi, yoğun- yok. Belediye İstanbul’un kanalizasyon sorunla-
luğu, denizanalarının miktarı ve kolibasillerinin rını çözmekten daha çok uzak olsa da, kirlilikten
sayısı çok arttı. Eskiden kumsalları yaratan dere- kapanan bazı plajları iyi niyetli girişimlerle tekrar
lerin yanından bugün kokuları yüzünden geçilmi- açtı. Ancak gerçekte bu plajların temiz olduklarını
yor. Denize girenler yok mu oldu? Zamanla pisliğin söylemek zor. Zaten eskiden kibar bir yer olan
artması nedeniyle girenlerin sayısı azaldı ve deniz plajların adı, artık genelde “halk plajı” gibi algıla-
müşterisinin de tipi değişti. Denize girmek biraz nıyor. Eski “nezih” yerler de, günün Amerikancı
daha orta ve üst sınıfın işiyken daha geniş kitle- modasına uygun olarak “beach club” oldu.
lere yayıldı. Bu kitlelerin bir kısmı ise kadınlarla
birlikte denize girmeye alışkın olmadıkları için, Donlu adamlara paralel yeni bir deniz kıyafeti
kadınlar artık sokağın kenarından veya yalıların daha türemiştir. Dini nedenlerden dolayı denize
arasından denize girmeyi tercih etmiyor. Bu gibi girerken sağı solu gözüksün istemeyen kadınların
sosyal değişiklikler plaj ve denize girme tarihinde sayısının giderek artmasından dolayı, tesettür
önemli krizlere neden olmuştur. “Donlu adamlar” mayolar halkın hizmetine sunulmuştur. Plastik
krizi de bunlardan bir tanesidir. Mayo giymeyip torbanın içinde güneşlenmeyi istemeyen ve pahalı
denize beyaz donuyla giren ve ıslak donuyla rıh- bikinilerini sergilemeye özen gösteren dindar
tım veya plajda dolaşan erkekler çok tepki almış bayanlar için de, kadın ve erkeklerin ayrı denize
ve bu gazetelere haftalarca konu olmuştu. Çeşitli girdiği plajlar yaratılmıştır. Belki bir gün deniz
başlıklarla tartışılan bu mesele hakkındaki düşün- hamamları da tekrar gündeme gelir.
celer “Yazık, mayo alacak parası yok, ne yapsın”,
“Donla denize girmek demokratik haktır”, “Bu bir Kirlilikten dolayı, çok akıntısı olan Boğaz’da
ayılıktır”, “Erkeğin malı meydanda olur”, “Bikini da eskisi kadar denize girilmiyor. Yalıların bazıları
daha mı az gösteriyor?”, “Ahlaksızlık” olarak özet- ironik bir biçimde bahçelerine yüzme havuzu inşa
lenebilir. Bir sonuca varılamadı, ancak halka açık ettirdi. Ancak kentin büyümesi sadece kanalizas-
plajlarda don giyilmesi yasaklandı. Mizah dergileri yon atıklarını değil, Boğaz köylerinin demografik
“beyaz donumu istiyorum” gibi sloganlarla kam- değişimlerini de birlikte getirdi. “Boğaz çocuğu”

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-077
İSTANBULLAŞMAK

tarihe karıştı, ne çocuklar ne de büyükler birbirini İstanbul, dünyanın en hızlı hareket eden ve en
tanıyor artık, çünkü artık kimse denize giremiyor aktif fay hatlarından biri olan Kuzey Anadolu Fay
birlikte. Eski yalı sahipleri yalılarını veraset vergi- Hattı’nın (KAF), tam da üzerinde bulunur. KAF
si veya restorasyon masraflarını ödeyemedikleri doğuda Bingöl-Karlıova ile batıda Mudurnu vadisi
için (yeni) zenginlere satınca bu yerler de kamera arasında tüm Kuzey Anadolu boyunca uzanır ve
ve silahlı bekçilerle korunan yerlere dönüştü. Marmara Denizi’nin altından Tarihi Yarımada’nın
Yalılarda oturanları da insanlar sadece gazeteler- ve Adaların güneyinden geçerek Ege Denizi’ne
deki paparazzi haberlerinden tanıyor, çünkü ne doğru devam eder. 1999 Marmara Depremlerinde
bakkala, ne de yürüyüşe gitmezler. Kapıyı çalıp Gölcük’e kadar kırılmış olan fay hattının Adalar’ın
“denize girmeye geldim” diyecek kimse yok artık. güneyinde kalan ve en son 1766’da deprem yarat-
mış olan kısmının önümüzdeki 30 yıl içinde %62
Belediyenin kanalizasyon ve arıtma çalışmaları olasılıkla şiddetli bir deprem yaratarak kırılması
sürse de, suyun temizlenmesi daha epey zaman alır. beklenmektedir.
Zaten temizlense de ne zaman denize gireceğimizi
KAF ile yaş ve yapı olarak benzerlik gösteren,
bilemiyoruz artık, çünkü belediye çöpleri topladığı
eş büyüklükte ve zaman aralıklarında deprem
için karpuz kabukları da denizde görülmüyor.
üreten Kuzey Amerika’daki San Andreas fay hattı,
San Francisco ile İstanbul arasında bir paralellik
—Zeynep Kuban
kurar. Ne var ki İstanbul yarıdan fazlası kısmen ya
da tamamen yasadışı olan ve önemli bir kısmı ya-
>Hamam, Plaj
pısal durumu nedeniyle zarar görebilir durumdaki
konut stoğu ve her tür yatırım için odak noktası
olması nedeniyle ile çok daha büyük bir tehlike
DEPREM altındadır.
Kentin kuruluşundan beri olağan bir gerçekken
giderek bir paranoyaya ve isteriye neden olan do- 1999 Marmara Depremleri İstanbul’un dep-
ğa olayı. [Ed.] remle ilgili gündeminde olması gereken kırılma

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-078
İSTANBULLAŞMAK

noktasını yaratamamış olsa da bazı değişikliklere zarak ayaklarımızın altından kayması, sıvılaşması
yol açmıştır. Depremlerin ardından artan çalış- ve üzerindekileri yutması bizim yaşam süremiz
malar ve beklenen İstanbul depremine ilişkin içinde, bugünle önümüzdeki 30 yıl arasında %62±15
araştırmaların çoğunluğu kabaca kentin güneyin- arasında salınan bir oranda gerçekleşecektir.
den kuzeyine doğru azalan bir risk skalası ortaya
koymuştur. Başka etmenlerle beraber depreme Beklenen bu deprem, İstanbul’un son 60 yılda
ilişkin bu veri, özellikle üst ve orta üst gelir grubu eşsiz bir çekim merkezi olarak tanımlanması ile
konut alanlarının 1999 sonrasında kentin içme kentte biriken nüfusla başa çıkabilme kapasite-
suyu havzaları ve ormanlık alanlarının bulundu- sinin sınandığı gün olacaktır.
ğu kuzey bölgelerine doğru tehlikeli bir biçimde
yayılmasını hızlandırmıştır. —Evren Uzer

Gündelik hayatımızda, pazar gazetelerinin >Kapalı Site


emlak sayfalarındaki lüks konut ilanları dışında
bugün pek yer tutmayan deprem, kapalı sitelerin
(bak. Kapalı-Site) İstanbul’daki en temel pazarla- DİL
ma araçlarından biri haline gelmiştir. Beklenen
şiddetten daha da fazlasına dayanacağı iddia edi- Bir kurgu.

len, bu deprem raporlu konutlar, prestijli, güvenli


ve modern yaşam vaatleri ile yeni sakinlerini bek- Birçok anlatım ve anlaşma yöntemi bütünü bir
ler. Diğerlerimiz ise hazırladığımız deprem çanta- dil olarak kabul ediliyorsa, kentlerin de kendini
larını ara sıra kontrol etmekten çoktan vazgeçtik. anlattığı, onları anlamaya yarayan özgün bir dil-
Deprem bizim için Futbol Kupası final maçından leri vardır mutlaka.
daha önemli bir durum değil artık...
İstanbul gibi tarihinin her döneminde çok
İstanbul’un üzerinde bulunduğu katı ve sarsıl- katmanlı, çok renkli, oyunlu-oyuncaklı, kendini
maz diye düşündüğümüz zeminin ezberimizi bo- apaçık ortaya döküyormuş gibi görünüp başka

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-079
İSTANBULLAŞMAK

türlü anlamalara fırsat veren, gizemli bir yanını sökülür bir dili vardır. Metropoller ise, yaşayanla-
hep saklı tutan kentlerde, tek bir kent imgesinden rına çeşitlenmiş yaşam alanlarıyla, binlerce farklı
değil ama kentsel yaşamın içine sızmış, o kentin imgesiyle hem dilin istenirse kullanılabilecek fark-
ayrılmaz bir parçası olmuş mekansallıklardan, lı lehçelerini sunar; hem de kendi öznel alanları
o kentle anılan, kentsel ve mekansal simgeler- kentlilerin kurduğu monologlarla güçlenen, kale-
den, anıtlardan, coğrafya ve iklim koşullarıyla leşen adalar barındırır. Kentin dili, yaşayanlarının
zihinlerde yer eden, kartpostallaşmış kent görü- bireysel diyaloglarıyla örülür metropollerde...
nümlerinden söz edilebilir. İstanbul’da kentin
şeyleri, kelimeleşir, söze gelir farkında olmadan Dilin her kentte o kente özgü bir gerçekleşme
kentlilerin zihninde... Toplumun zihnindeki kent biçimi vardır. O dilin sınırları, dili kullananlarca
imgesinin oluşumunda dil önemli bir etmendir. çizilir, bu sınırları oluşturan söylem değişir, dö-
Kentsel söylemlerin, toplumun zihninde oluşan nüşür, başkalaşır, bu yüzden bir tarihsellik taşır.
kent imgesinin dilsel dışavurumları olduğunu
söylemek yanlış olmayacaktır. Kentsel kodlar, Kültür ve onun nesneleri, -mimarisi, sineması
kendi karakteristik metinlerini üreten yaşam değil sadece- bir jestler ormanı olarak sokak, ken-
alanlarının (fiziksel çevre, binalar, medya, hari- tin kuruluşunda etken olmuş fiziksel özellikler,
talar) içinde kullanılan dil ile varlığını sürdürür. iklimle yüklenmiş renkler, sonbahar, kentin gü-
İnsanlık durumunu tanımlama becerisi anlamına rültüleri, o dili paylaşır, iletir, çoğaltır.
gelen dili anlama ve kullanma biçimleri, toplum-
sal eylemleri birbirine bağlar; yargılarımızı, cevap- Metropollerin dili, aslında kendi kadar çe-
larımızı taşır; inanışların, ilişkilerin, değerlerin şitlenmiş, neredeyse binlerce imgenin, olgunun
ve mekanların yeniden üretimidir. şeyleştiği bir metafordur. Kentin dili kullanana
göre, hangi kentsel durumun içinden baktığını-
Herkesin kentin farklı katmanları ile bireysel za göre, romantikleşir, hırçınlaşır, durağanlaşır,
olarak kurduğu ilişki farklı olabilir. Bu yüzden dil karmaşıklaşır.
de öznelleşir. Kentsel aktiviteleri tekdüze, sınırlı ve
rutin olan kentlerin, grameri çabuk kavranır, kolay —Funda Uz

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-080
İSTANBULLAŞMAK

DOLGU ZEMİN beşeri atıklarların dolgusu ile dönüşebilir; bu


ihtimalde dolgu zemin deniz-kent ilişkisinin
İstanbul son iki yüzyılda düşeyde büyümezden sürdürülebilirliğini tehdit eden bir oluşumdur.
önce (ve kuşkusuz şimdi de) yatayda denize doğru
büyür(dü). [Ed.]
Kıyının yere dönüştürülmesi her zaman denizin
yersizleştirmesine karşı bir uğraştır; yersizleş-
tirme faktörü dolgu zeminlerin oluşumunda ve
Antik dönemin kapalı limanları, deniz surla-
sınırlandırılmasında belirleyicidir.
rı, surönü, Bokluk ve Çöplük iskeleleri, Langa
Bostanları, Dolmabahçe ve Çırağan Sarayları,
Bir liman kenti olan İstanbul’da da kentsel
Sirkeci, Salıpazarı ve Haydarpaşa rıhtımları,
dönüşümlerin kıyıdaki ölçeği dolgu zeminler-
Haliç ve Marmara park yolları... Dolgu zemin
dir. Burada kıyı, Antikite’den günümüze doğal
kıyı kentlerinde zaman-mekansal dönüşümün
oluşumlar, arkeolojik kalıntılar, tarihi ve yakın
bir tanımıdır; kent ile denizin arayüzünün fizik-
dönem yapıları ile katmanlar halinde şekillen-
sel ifadelerinden birisidir. Deniz kentinin sınırı, miştir. Katmanlaşmanın sınırları kentin bütün
doğal kıyı formasyonları ile uyum içinde veya cephelerinde aynı değildir: Farklılaşmalar denizin
bunlarla çatışma halinde yapılanabilir. Birinci derinliği, akıntılar ve dolguların niteliği kadar
olarak doğal süreçlerde, jeolojik ve hidrolojik for- yerleşimin tarihsel yoğunluğu ve sürekliliği ile
masyonlarla ortaya çıkan kıyı dolgu alanlarından deniz-kent arayüzünün kurgulandığı bölgelere
bahsedilebilir. İkinci bir anlamda dolgu zemin, bağlıdır.
deniz-kent sınırında doğal kıyı çizgilerinin dö-
nüştürülerek şekillendirilmesinde ve kısıtlı bir Bizans-Konstantinopolis-İstanbul’un kıyısı,
eşikte mekan elde edilmesinde yapısal bir araçtır; liman tarihinin bir çok yapı tipi yanında dolgu
rıhtımlar, mendirekler, tahkimatlar, kıyı yolları, zemin olgusunun tarihsel gelişimini barındırır.
yeni yerleşimler ve yapay adalar gibi dolguların Antikite’den Ortaçağ’a kentin kıyısında belirle-
tümü bu başlığa dahildir. Üçüncü olarak, birin- yici yapılaşma biçimi, surlar ve doğal koyların
ciyle ilişkili ve ikinciyle çelişkili bir biçimde, mendireklerle kapatılması ile tanımlanan kapalı
insan eliyle tasarlanmış kıyı çizgisi doğal veya limanlardır. Burada liman havuzları kent-deniz

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-081
İSTANBULLAŞMAK

eşiğini mimari olarak tariflerken, kent sınırı bir tarafından devralınan bu kıyı biçiminin dört yüz
kez çizildikten sonra dolgu zemin oluşumu mü- yıl boyunca yoğunluğu artarak sürdürüldüğü gö-
cadele edilmesi gereken bir konudur. Liman ha- rülür. Bu aşamada kıyı dolgusunun artışı mimari
vuzlarının durağan sularında biriken dolguların yapılaşmaların ötesinde kentsel atıkların denize
temizlenmesi gerekir. Ortaçağ’da Antik kapalı boşaltılması ile de ilgilidir; çöpler, kanalizasyon,
limanlar ekonomik sebeplerle sürdürülemez hale yangın ve depremler sonucu oluşan molozlar kı-
gelir ve liman havuzları dolmaya başlar. Son yıllar- yıya yığılarak alan kazanılır. Bu kademeli artışta
da Marmararay inşaatı kapsamında Yenikapı’da kıyı çizgisi ya olduğu gibi bırakılır ya da ahşap
gerçekleştirilen arkeolojik kazılarda Bizans lima- kazıklarla desteklenir. Dolgu zemin üzerinde yo-
nının dolgusu, kentin ticari bağlantıları ve gün- ğun bir yapılaşma vardır ve bu yapılar sıklıkla
delik hayatıyla ilgili benzersiz bir kaynak olarak görülen yangınlardan sonra tekrar tekrar inşa
ortaya çıkarılmıştır. Bu alanda bulunan gemi ka- edilir. Kapı önlerinde kentsel akışların yoğunluğu
lıntıları Akdeniz kıyı arkeolojisi açısından önemli ve atıklara bağlı olarak daha fazla dolgu oluşur ve
bir birikimi sunmaktadır. bu noktalar küçük burunlar üzerinde meydanlar
şeklinde farklılaşır. Bütün bu süreçte sur önle-
Marmara limanlarının dolmaya başlamasının rinde kıyı dolgu miktarı kent-deniz arayüzünde
ardından kentin liman işlevleri ağırlıklı olarak akışların yoğunluğuna rağmen kısıtlıdır. Kent
Haliç’e kaydırılır ve buradaki eski kapalı limanlar- dışında Boğaziçi’nin Klasik Osmanlı dönemin-
da ve surların önünde dolgu alanlarda rıhtımlar de yapılaşmasında yalı ve sarayların çok dar bir
şeklinde yapılandırılır. Haliç’te dolgu miktarı eşikte ahşap kazıklarla dolgu alanlar tariflemesi
akıntıların aşındırıcı etkisiyle sınırlanır. Liman iş- de İstanbul’a özgüdür. Bu tür yapılanmalarda dol-
levleri kıyı boyunca, kapılarla ilişkili bir biçimde, gular kentin altyapısının işlevselliğinin ötesinde
surönünde yer alan yapılarla beraber yaygınlaşır. kıyının bir sefahat alanı olarak kullanılması ile
13. yüzyılın sonundan itibaren limanın karşı kıyı- ilişkilidir.
sında ayrı bir yerleşim bölgesi olarak tanımlanan
Galata’da da benzer şekilde sur ve surönü dolgu 19. yüzyıl reformları ile Osmanlı İmpa-
rıhtım tipolojisi gelişir. 15. yüzyılda Osmanlılar ratorluğu’da dış ticaretin artması ile beraber

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-082
İSTANBULLAŞMAK

kentin limanlarının günün uluslararası stan- Cumhuriyet döneminde, özellikle 1950’ler-


dartlarına uygun olarak dönüştürülmesi günde- den sonra dolgu zeminler modern planlamanın
me gelir. Özellikle Kırım Savaşı sonrasında Paris araçları olarak kıyı yollarının inşa edilmesi ile bir
Kongresi’nde limanların yeniden yapılandırıl- kez daha deniz-kent çizgisini dönüştürür. Mar-
ması bir yükümlülük olarak ortaya konur. Deniz mara surları önünde inşa edilen yollar çarpıcı
surlarının yıkılması, taş rıhtımlı modern liman bir örnektir. Boğaz’da da belli aralıklarda dolgu
alanlarının inşa edilmesi, demiryolları ve kıyı yollar yapılır. Dolgu zemin, park ve yolların kent
boyunca caddelerin açılması şeklinde tariflenen kıyılarının jenerik imgesini oluşturması durumu
projeler, yeni dolgu alanlarının da oluşturulması- 1980’lerden sonra başlar. İstanbul metropolünün
nı öngörür. Bütün liman alanının dönüştürülmesi Marmara kıyıları neredeyse tamamen dolgu alan-
gündemde olsa da, Osmanlı’nın son dönemin- larla birleştirilir. Denizin yüzeyinin kentsel ula-
de modern rıhtımların inşaatı Boğaz’dan Galata şımda kullanılmasının kısıtlı kaldığı bir planlama
Köprüsü’ne kadar olan alanlarla kısıtlı kalacak- anlayışında bu kaçınılmaz bir sonuçtur. Liman
tır. Burada akıntıların aşındırıcı gücü inşaatları işlevlerinin Haliç’ten taşınması ile birlikte bura-
yavaşlatır, maliyeti arttırır; Sirkeci rıhtımının daki tarihi kıyı çizgisi de, yıkılan yapıların moloz-
yapımında kıyı tahkimatı yıkılacak, bir kez daha larıyla beraber kısmen yeniden oluşturulur. Kıyı
yapılması gerekecektir. Limanın diğer bölgelerin- park yolları deniz-kent arayüzünü dolaşıma ve
de kıyı çizgisi binalara bağlı olarak şekillenmeye rekreasyon işlevlerine açar; bununla beraber eski
devam eder. Haliç dışında Haydarpaşa’da da tren yapıların denizle olan ilişkisini kesintiye uğratır.
istasyonu ve liman inşaatında dolgu zemin alan-
lar oluşturulur. Kent servislerine ayrılmış bu tür Günümüzde kentin açık alanlarının büyük bir
dolgu zeminlerin dışında Boğaz’da Tophane Kış- yüzdesi kıyı dolgu alanlarıdır.Kıyıda dolgu alan-
lası, Dolmabahçe ve Çırağan sarayları rıhtımlar ların oluşturulmasının yanı sıra, metropolün yeni
üzerinde inşa edilir. Bu ve benzeri yapılarla Boğaz çeperlerinde doğal dolgu zeminlerde yapılaşmada
kıyısında Avrupa kıyı kentlerini çağrıştıran bir da spekülasyona bağlı olarak artış görülür. Bu
çizgisellik oluşturulur. artış İstanbul’un depremselliği düşünüldüğünde

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-083
İSTANBULLAŞMAK

tehlikeli bir durumdur. 1999 depreminde sıvılaşan DOLMUŞ


dolgu zeminlerde yer alan binaların yıkıntıları
da kısmen denize dökülmüştür. Depremsellik Kökende, bir taksinin sağladığı ulaştırma hiz-
metinin ucuzlatılmak amacıyla birkaç kişi ara-
haritalarında kıyı dolgusu kırmızıyla işaretlidir. sında paylaşılması. Bugün taksi boyutundaki
araçlar ortadan kalkmış ve minibüs hizmetine
İstanbul’da dolgu zeminler kent ve deniz dönüşmüştür. [Ed.]

arasında işlevsel bir eşik oluşturulmasının yanı


sıra, özellikle Osmanlı döneminden sonra birey- Dolmuş, İstanbul nüfusunun bugüne oranla daha
sel veya kamusal anlamda rekreasyon için kul- az olduğu dönemlerde, nezih orta üst sınıfın hızlı
lanılmıştır. Ancak burada dolgular, varolan kıyı hareket kapasitesini arttıran bir vasıta türü ol-
çizgisinin kalınlaştırılması ve doğal çizgisinin muştur. 1960’lardan beri, sadece belli duraklarda
sürmelenmesi biçimindedir; bir anlamda kara duran şehir içi toplu taşımacılıkla, önceleri daha
ve denizin zemin-şekil ilişkisi katlanarak, dar nadir ve pahalı olan taksi taşımacılığı arasına
ve kalın katmanlar halinde yapılaşmıştır. Günü- denk düşen bir çözüm olarak varlığını sürdür-
müzde, doğal ve beşeri yapılanma arasındaki bu mektedir. Genellikle aralarında toplu taşımacılı-
tarihi yapılaşma biçiminin ötesinde dolgu zemin ğın olmadığı iki nokta arasında (Taksim-Teşvikiye
hayalleri kuranlar vardır; en çarpıcı örnekleri Bas- veya Kadıköy-Moda gibi yakın mesafeler) veya
ra Körfezi kentlerinde görülen palmiye, yerküre daha uzak ama meşakkatli bir yolculuğu, kısa
gibi referanslarla yapılandırılan dolgu alanlarda, sürede ve etkin bir biçimde katetmek amacıy-
deniz ve kıyı arasında farklı bir zemin-şekil ilişkisi la (Taksim-Bostancı gibi) hizmet verirlerdi. Bir
kurgulanmaktadır. semtteki belli bir duraktan kalkarak, yine belirli
bir güzergah üzerinden başka bir semtteki durağa
—Namık Erkal ulaşımı sağlayan dolmuşlar, taksiler gibi trafiğin
her noktasında indirme bindirmeyi sağlama pren-
sibi üzerinden işliyorlardı. İstanbul dolmuşlarının
1990’ların başına kadar eski Amerikan arabala-
rının orjinal halleriyle veya değiştirilmiş, daha

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-084
İSTANBULLAŞMAK

fazla yolcu alabilen kapasiteleriyle trafikte kal- ve yoğunlaşan trafiği içinde yerlerinden oldular,
dıkları biliniyor. Bu halleriyle, özellikle Kadıköy toplu taşımacılığın artan etkinliğinin gölgesinde
ve Beşiktaş iskele meydanlarında uzunca yıllar kaldılar. Değişen İstanbullular gibi onlar da de-
özellikle de turistler için ilginç görüntüler oluş- ğiştiler, sarardılar, minibüsleştiler, eski sosyal
turdular. 1990’ların ortalarında teşvikler sonucu dokularının yerini yeni metropoliten İstanbul
sarı minibüslere dönüşen pek çok dolmuş hala taşımacılığına bıraktılar. Bu anlamda dolmuşlar
ömrünü sürdürürken, bir çoğu da gelişen şehrin İstanbul’un nostalji söyleminin (bak. Nostalji)
genişleyen güzergahlarında yetersiz kalarak kalktı vazgeçilmez bir parçası olmaya devam etmekteler.
veya yine aynı nedenle yeni hatlar devreye girdi.
—Arzu Öztürkmen
Her yerde duran, her yerden yolcu alan, şahsi
arabanın pratikliğini makul bir ücretle kullanı- >Minibüs, Nostalji
cısına sunan dolmuşların bir diğer versiyonu da
kuşkusuz yolcu kapasitesi daha yüksek olan mi-
nibüsler (bak. Minibüs) olmuştur. Ne var ki daha DÜĞÜN TOPOĞRAFYALARI
alt sınıflara hizmet veren minibüslerle daha nezih
bir yolcu kitlesine (özellikle kadınlara) yönelik İstanbul’un kültürel topoğrafyasının bile-
dolmuşlar arasında bir sınıfsal fark olduğu da şenlerinden biri. [Ed.]

bilinir. Dolmuşlar kadar dolmuş şoförlerinin de


özgün karakterlerinden bahsetmek gerekir. Tıpkı Toplumsal bedenin kurucu öğelerinden olan nikah
gemilerin kaptanları gibi, dolmuşların şoförleri töreni ve düğün, özel mekan ile kamusal mekan
de otoriter bir kimlik taşırdı. Kimisi aksi olur, ki- arasında, kişisel fantezi ile yurttaş fantezisi arasın-
misi sohbeti sever, kimisi sık durdurulmaya itiraz da, kişisel arzu ile kolektif onay arasında bir yerde
eder ve böylelikle her biri taşıdıkları yolcular için konumlanır. Irit Rogoff’un kavramsal çerçevesini
bazen gülünç, bazen sinir bozucu bir hikayenin hazırladığı ve küratörlüğünü gerçekleştirdiği De-
kahramanı olurlardı. 1960’larla 1990’lar arasında Regulation with the work of Kutluğ Ataman [Kutluğ
işleyen dolmuş hatları, İstanbul’un artan nüfusu Ataman Eserleriyle Serbestleştirme] başlıklı sergi

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-085
İSTANBULLAŞMAK

projesi çerçevesinde yürütülmüş deneysel ve eleş- yalnızca İstanbul için ve İstanbul adına ürettiği-
tirel bir etnografik çalışma olan İstanbul’un Düğün miz anlatıları, belirlediğimiz kategorileri sorun-
Topoğrafyaları başlıklı projemdeki çıkış noktam, sallaştırmakla kalmaz, aynı zamanda Batı’nın
“performatif” bir boyut taşıyan nikah töreni ve “bakış”ının yansıttığı basit hiyerarşileri ya da ikili
düğünün, özel ve kolektif kimliğin birbiriyle olan karşıtlıkları da altüst eder. Doğu ve Batı, İslam ve
bağlantısını incelememize, ırkın, cinsiyetin ve Hiristiyanlık gibi özcü karşıtlıklar yıkılır; “Türk”,
toplumsal gerçekliğin üretilme biçimlerini dü- “Müslüman”, “Doğulu”, “egzotik” gibi kategoriler
şünmemize olanak vermesidir. 2005’de MuHKA’da iktidarını yitirmekle kalmaz, geçersiz de kılınır.
(Museum of Contemporary Art Antwerp) ve 2006’da Halihazırda varolan fotoğrafik malzemelerin tem-
Herzliya Museum’da sergilenen De-Regulation sil alanı, tanımanın gerçekte yanlış tanıma ya da
sergisi kapsamında yürütülen Istanbul-Skin of eksik tanıma biçimi olabileceğini sezdirerek, çoğu
the City [İstanbul: Kentin Teni] başlıklı araştırma zaman kışkırtıcı bir biçimde, farklılıklarla beklen-
projesi için İstanbul’un farklı sosyal gruplarının, medik karşılaşmalar yaratma potansiyelini içinde
etnik topluluklarının (Kürtler, Romanlar, Aleviler, barındırır.
Çerkesler vb.) ve azınlıkların (Rumlar, Ermeniler,
Yahudiler ve Süryaniler) nikah töreni ve düğün İstanbul’un düğün topoğrafyalarında ken-
fotoğraflarını topladım (bak. Azınlık; Etnisite). tin tahayyül edilmiş anatomisinin dışında ya da
Bu arşiv malzemesi dışında, kent manzarasının ona karşıt “beden imgeleri” ile karşı karşıya ka-
önemli bir parçası olan fotoğraf stüdyolarının ve lırız. Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin ya da
gelinlik mağazalarının vitrinlerinin fotoğraflarını Süryanilerin evlilik törenleri, kentin homojen
çektim. İstanbul’un öznel/kentsel manzarasını bir mekan olarak temsilinin, etnik ya da dinsel
meydana getiren, toplumsal ve kültürel belleğini bir birlik arayışının dinamiklerini rahatsız eder.
oluşturan tüm bu fotoğrafik malzemeler, kentin İstanbul’un zengin düğün kültürü, farklılıkları
çoklu-mekanlı ve çoklu-kimlikli topoğrafyasını bastırarak kamusal alanda ulus-devletin dışlayıcı
haritalandırır. Tek bir bakış açısı ya da perspek- temsilinde ısrarcı olan devlet ideolojisinin aksine,
tifin sağladığı görüntülerin değil, kırık ve parçalı İstanbul’un çoklu ve farklı kültürel kimliklere,
görüntülerin görünürlük kazandığı bu topoğrafya, yaşam biçimlerine ve kamusal mekanı kullanma,

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-086
İSTANBULLAŞMAK

orada görünürlük kazanma formlarına sahip oldu- larındaki gelin ve damatların pozlarındaki abartı,
ğunu görmemize olanak verir. Kürt ya da Roman çevrelerindeki fazlalık ve aşırılık, özdeşleşmelerin
düğünlerinde söz konusu olduğu gibi, bütüncül dinamiklerini açığa çıkarır. Fantezinin marjinal
ve homojen bir kamusalda görünemeyenler, orada olarak görülen işleyişleri, gerçekte kimliğimizi
seslerini duyuramayanlar, bir süre için mekanı ele yapılandırır; algılarımızın, inançlarımızın, dav-
geçirirerek, halihazırdaki yapıya baskı uygular ve ranışlarımızın ve eylemlerimizin merkezindedir.
onu kendi sınırlarına doğru iterler. Tarlabaşı ya da İster cinsiyete ister ırka dair olsun, gelin ve damat,
Gazi mahallesi gibi damgalanmış ve bastırılmış kimliğimizi birer giysi gibi üzerimize giydiğimizi
mahallelerin sakinleri düğün törenini coşkuyla, görselleştirir. Bu aynı zamanda özdeşleşmelerin
görünürlüklerini mekana taşıyarak yaşarlar; kent hareket halinde, esnek ve geçici olduğu anlamına
mekanı belirlenmiş ve düzenlenmiş biçimlerden da gelir.
başka şekillerde kullanılmaya başlanır. Kentin
kendi içinde taşıdığı giriftlik ile, deneyimin ve Bir araya getirdiğim arşiv malzemesi ile gel-
bilginin beklenmedik kaynakları ile yüz yüze ge- mek istediğim nokta, kültürel olarak üretilmiş ırk,
linen İstanbul’un düğün topoğrafyalarında gerilim etnisite, sınıf, cinsiyet, din ya da vatandaşlık çizgisi
ortadan kalkar ve kent parçalı, akışkan ve sürekli boyunca gerçekleşen özdeşleşmelerin geçerli ya da
değişen bir coğrafyaya dönüşür. etkin bir politik strateji olmadığıdır. Günümüzde
kimlik siyasetinden ilişkisel kimliklerin siyaseti-
Nikah töreni ve düğününün yapıldığı mekan- ne doğru yol almak bir gereklilik haline gelmiştir.
lar, bilinç ya da bilinçaltı dinamiklerle, kişisel ol- “Kentin teni” kavramı ya da metaforu da burada
duğu kadar politik bir seçim olan özdeşleşmelerin devreye girer. Düğünlerin getirdiği fiziksel topoğ-
gerçekleştiği yerlerdir ve özdeşleşmeler, sürekli rafya ile, kent arzuya açılır. “Kentin teni” kavramı,
olarak fantezinin etkisine, emrine ve hükmüne açık artık duvarlardan, bariyerlerden, içerisinden ve
olan tayin mekanlarıdır. Arzuyla doğrudan bağlan- dışarısından söz edilemeyeceği anlamına gelir.
tılı fantezinin toplumsal yaşamın çok önemli bir Kentin sınırları sızıntılıdır, parçalıdır, kırıktır;
parçası olduğunu kanıtlayan İstanbul’daki fotoğraf içerisi ile dışarısı arasına, benlik ile öteki arası-
stüdyolarının vitrinlerini süsleyen düğün fotoğraf- na sınır çizmek mümkün olmaz. Bedenin yüzeyi

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-087
İSTANBULLAŞMAK

olan, bedeni kaplayan tenin sağladığı bilgi hem EDEBİYAT


içsel hem de dışsaldır, hem özel hem de kamusal-
dır. Kişinin yaşam öyküsü beden tarafından ve Klasik Osmanlı edebiyatının mekanı yoktur.
Modernleşme dönemi Türk edebiyatının ise,
beden üzerinden yazıldığı gibi, kent topoğrafyası yolu bazen kırsal alana düşse de, mekanı ön-
da karşılaşmaların, dönüşümlerin ve değişimlerin celikle İstanbul’dur. [Ed.]
tarihini taşır. Nikah töreni ve düğün de yaşanmış
bir deneyim olarak kentin toplumsal mekanına Modernleşme çabalarının özellikle Tanzimat
kazınır. “İstanbul’un teni”, modernlik ile gelenek Dönemi’yle birlikte, gündelik hayatı önceden
arasındaki karşıtlıktan, farklı sosyal grupların ve tahmin edilemeyecek denli şiddetli ve parçalı bir
iç-göç ya da zorunlu-göç sonucunda yer değiştir- şekilde etkileyerek giriştiği kendine özgü yaşam
miş olan yeni kent sakinlerinin beğeni ve istekle- biçimleri oluşturma süreci, geleneksel olanla “ye-
rinden, bastırılmış etnik grupların toplumsal ve ni” arasında bir ikiliğin yaşanmasına neden olur.
siyasal anlamda tanınma taleplerinden, toplumda Bu ikiliğin yarattığı tedirginlikler, sözü edilen
etnik ve dinsel homojenlik yaratma amacı taşıyan toplumsal dönüşüm sürecini denetim altına alma
Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşunun ardından telaşını da beraberinde getirir. Bu telaşın ifade
gelişen çeşitli tarihsel olaylar sonucunda yerle- alanı ise yine modernleşme süreci içinde kendini
rinden edilmiş ya da göç etmiş azınlık nüfusun dönüştüren edebiyattır. 1839 Tanzimat Fermanı
anısından ve varlığından, arzuların çeşitliliğinden sonrası somut bir hal alan modernleşme çabala-
ve farklılığından meydana gelen yoğun katmanla- rıyla şekillenen Tanzimat entelijensiyası, 1860’tan
ra sahiptir. İstanbul’un düğün topoğrafyalarının itibaren kendi edebiyatını üretmeye, modernleş-
sunduğu görsel deneyim, kent mekanının yoğun me çerçevesinde yaşadığı kırılmayla “eski” olarak
katmanları arasındaki geçişselliği ve ilişkiselliği adlandırdığı edebi üretim biçimlerinden kopmaya
görmemize ve bilmemize olanak tanır. başlar. Batılı edebi türlere, biçimlere, en önemlisi
de düşüncelere kucak açan bu yeni edebiyat, kendi
—Nermin Saybaşılı zamanını edebi boyuta taşıyarak, kentte ve kent
yaşamında görülen değişimleri, yarattıkları ikilik-
>Azınlık, Etnisite lerle birlikte merkezine alır. Ancak yukarıda sözü

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-088
İSTANBULLAŞMAK

edilen tedirginlik ve telaşları doğrular biçimde, yetişen, böyle bir çevrede yaşayan, Batı’yı yakın-
çoğunluğu aydın bürokratlardan, gazetecilerden dan tanıyan, II. Abdülhamid döneminin ve içine
meydana gelen bu yeni edebi zümrenin modern- doğdukları karmaşık günün, kapanan bir yüzyılın
leşme süreciyle sorumluluk üzerinden kurdukları sıkıntılarını duyan yeni bir nesil, edebi alanda
ilişki, değişen kente ve bu değişimlerle birlikte kendi metinlerini üretmeye başlayacağı bir dö-
ortaya çıkan yeni kentlilere belirli bir mesafe al- nemin kapısını da aralar. Servet-i Fünun dergisi
malarına neden olur. Modernleşme desteklenen etrafında toplanan bir grup olarak yeni bir ekolün
bir proje olarak korunurken, modernleşen Pera öncülüğünü yapan bu yeni nesil, mutlakiyetçi
ve kendilerini modernleşme çabalarının berabe- zihnin kırıldığı, sekülerleşmenin etkin kılındığı,
rinde getirdiği deneyim olanaklarına gark eden, dinle kurulan ilişkinin değiştiği bir söylem üretir.
Pera’nın “gösterişçi tüketicileri” ya da “yeni züp- Bu yeni edebiyat, Tanzimat romanının zıtlıklarla
peler” ağır eleştirilere maruz kalır. Bu süreçte, bu ilerleyen, bazen eğlenceli bazen dramatik ama
züppelerin karşısına konulan “Doğru Batılılaşmış her durumda didaktik tonuyla birlikte tartışma
Osmanlı” tipi, açık bir tartışma konusu olarak ro- konusu olarak sergilediği “eklenti” züppelere ve
manların merkezine yerleşir. Çünkü, değişen yeni züppeler vasıtasıyla görünür kılınan kentsel dö-
İstanbul’u ve yeni İstanbullu züppeleri romanla- nüşüme, daha içe dönük olan anlatılarında farklı
rına konu edinenler, kendilerini bu deneyimlerde görünümler verir. Öyle ki, züppeler artık olması
“yitirenler” değil, sorumlu - aydın - yazarlardır. gerekene dair imalar taşıyan genellemeler olarak
değil modern deneyimin mekanı kentin içinde
Ancak zaman ilerledikçe, Tanzimat yazarları- devinen; modern olarak kodlanan bir estetik
nın modernleşme süreciyle sorumluluk üzerinden zevkin peşine düşen; yaşamı bu zevk etrafında
kurdukları ilişkiyi kıran, yazarların değişen kente şekillendirmek, iç dünyalarını ve yaşamlarını
ve yeni kentlilere mesafe almalarına neden olan “hakim” oldukları Batılı kaynaklara göre düzen-
“gelip geçici, ele avuca sığmaz, koşullara bağlı” lemek isteyen, aynı zamanda kalabalıklarla ku-
modern deneyimi kontrol etme, akışa yön verme rulan ilişkiyi, bu ilişkinin getirdiği alışkanlıklarla
isteklerini hiçleyen yeni bir edebiyatın kıpırtıları kurulan tekbiçimciliği de sorgulamaya başlayan,
hissedilmeye başlanır. Modernleşme sürecinde “gündelik hayatın yerleşmiş tipleri” olarak yer

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-089
İSTANBULLAŞMAK

alırlar romanlarda. Bu açıdan, züppe tiplerinin ya- eşitlik, kardeşlik, adalet gibi Fransız devriminden
vaş yavaş karaktere de dönüştüğü Servet-i Fünun alınan temel prensipleri öne çıkaran grupların
romanları, artık kentte sadece modern yaşamın faaliyetleri yüzyıl başının ana kutuplaşmasını
renklerinin değil, dehşet ve boğuntusunun da belirleyerek, edebiyatın yeni rotasını da çizmeye
görülmeye başlandığının ipuçlarını verirler. Be- koyulur. 1908 Jön Türk Devrimi sonucu Meşru-
raberinde bir arayış halini de getiren bu boğuntu/ tiyet yanlılarının zaferiyle kapanan bu dönemin
sıkıntı hissi, kalabalıklarla birlikte modern akışa ardından, politik ve toplumsal hareketlilik tüm
kapılan, ancak bu akışı, bu akış içinde yitip gitme hızıyla devam eder. Döneme ağırlığını koyan II.
ya da akışa sırt çevirip “tutunamama” tehlikesini Meşrutiyet ve İttihat ve Terakki yönetimiyle bir-
fark etmeye başlayarak, aşk adını verdikleri bir likte, artan ulusalcı isyanlar, Balkan Savaşları ve
aşkınlığı tutunulacak bir dal olarak gören karak- ardından yaşanan I. Dünya Savaşı, 20. yüzyılın
terler yardımıyla ifade edilir. Bu doğrultuda, sözü ilk çeyreğine damgasını vurur. İmparatorluğun
edilen bölünmenin mekansal karşılığı ise Beyoğlu çöküş sürecinin de hızlandığı bu dönem, aynı
ve Boğaziçi’dir. Beyoğlu, hızlı yaşamı, sokakları, zamanda Milli Mücadele döneminin ardından
lokantaları, otelleriyle geçiciliği imleyerek me- ulus-devlete geçişin de hazırlayıcısı olur. Genel
kansızlığı aktarırken, Boğaziçi yerleşmeyi, belli bir “yeniden-düzenleme dönemi” olarak da ala-
bir mekana sahip olmayı gösterir. bileceğimiz Meşrutiyet Dönemi, birey/vatandaşın
belli politikalar çerçevesinde düzenlendiği, “iyi
Servet-i Fünun döneminde tüm çelişki, arayış ve kötü”nün sınırlarının yeniden çizildiği, belli
ve eksiklik hisleriyle birlikte yaşam biçimlerine modellerin dayatıldığı bir kimlik inşa sürecine
sahip çıkmalarına izin verilen karakterler vası- işaret eder. Davranış biçimlerinin toplumsal bir
tasıyla kendine ifade alanı açan kent, sürekli sa- birlik havası içinde gündelik hayatta standartlaş-
vaş dönemiyle birlikte farklı bir görünüm edinir. ması sürecinde, kent de 20. yüzyılın ilk çeyreğinin
Osmanlı İmparatorluğu için şartların daha da hareketli yapısı çerçevesinde üretilen söylemler
zorlaşacağı bir dönemle açılan 20. yüzyıl, kent de “makbullük” algısı bağlamında ele alınır. Ge-
anlatısı için de belirleyici olur. II. Abdülhamid’in nel olarak, Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık ve
baskıcı yönetimi ve bu yönetime karşı özgürlük, Türkçülük olmak üzere dört ana koldan ilerleyen

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-090
İSTANBULLAŞMAK

bu söylemler, dönemin hassasiyetlerine paralel boyutta yaşanan karmaşalarını yansıtan romanlar


şekilde, gelgitlerle kendilerine ifade alanları açar da görünür olmaya başlar. Bu romanlarda altı çi-
ve birer “büyük anlatı” olarak edebi üretimlerin zilen tedirginliklere ev sahipliği yapan mekansa,
düşünsel sınırlarını belirlerler. Özellikle milliyet- kötü-öteki İstanbul’dur. Modern gündelik hayat
çiliğin öne çıkışı ile birlikte Türkçü anlatıların içinde, değişimi deneyimleme, kamusal mekan-
vurguyu üzerlerine almaları, edebiyatın birey lara karışma, kalabalıkları seyretme; tasarlanan
merkezliliğinin geriye çekilmesine neden olur- yurttaşa benzemeye çalışmak yerine herkes gibi
ken, kent de bireyin deneyim mekanı olmaktan olmamak, gündelik hayat içinde dış dünyanın
çıkarak büyük ülkülerin yaşama geçirileceği, va- sayısız uyaranlarından birine, bütün içinde göz
tansever eylemlilik halinin coşkusuyla iç ve dış ardı edilebilir bir niceliğe indirgenmemek için
düşmanlardan temizlenmesi gereken bir “vatan bireyselliğini, öznelliğini güçlendirmeye çalışma
toprağı”na dönüşür. izlekleri de hep bu mekansal seçim bağlamında
aktarılırlar. Bu mekansal seçim, aynı zamanda
Bu söylem, ulus-devletin kuruluşunun ar- kendi alt ikilikleriyle de birlikte varolur. Kentsel
dından da korunan bir söylemdir. Yeni cumhu- dönüşümün hızını yansıtan Beyoğlu ve Harbiye
riyetin yeni edebiyatı için kent imgesi, özellikle tedirginlikler, tereddütler mekanı olarak onay-
“bir ülkenin kendi küllerinden doğuşunun ser- lanmazken, daha durgun, muhafazakar bir yaşam
gilendiği” Ankara’da yoğunlaşır. İmparatorluk biçimiyle özdeşleştirilen eski İstanbul, özellikle
artığı İstanbul ise artık edebiyatın arka sokağı- de Fatih, sentezci yeni modernleşme önerilerinin
dır. Ancak Kemalist bir kanon yaratılması doğ- sözcülüğünü yapar.
rultusunda yazılan romanlarla birlikte, özellikle
1930’lardan sonra, propagandaya dönük, donmuş Cumhuriyet’in ilk on beş yılının ardından,
bir milli edebiyat sorumluluğu taşımaktan çok es- 1940’lardan 1960’lara değinse, toplumsal alanda
tetik kaygılar da gözeterek, bu toplumsal değişim görülen canlılık, edebiyat açısından da önemli
dönemi ile birlikte hızlı bir devingenliğe sahip hareketliliklerin yaşanmasına neden olur. Bu açı-
olmaya başlayan yeni modern hayatın bireyin iç dan, ilk bakışta dikkati çeken, edebiyat ortamında
dünyasını ya da iki savaş arası dönemin düşünsel görülen “çokseslilik”tir. Milli Şef Dönemi’nin,

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-091
İSTANBULLAŞMAK

1940’lardan sonra edebiyat ortamında görülmeye bir hesaplaşmanın mekanı, bir kimlik soruştur-
başlanacak bu canlılığın ve çoksesliliğin yolunu masıdır. Kent bu süreçte, artık sadece yeniden
açan en önemli icraatları ise, Milli Eğitim Bakanı üretilen Oryantalist imgelerle kurulan bir eski çağ
Hasan Ali Yücel tarafından 1940 yılında açılan Köy masalı değildir. İstanbul masalı, aynı zamanda,
Enstitüleri ve 1941 yılında faaliyete başlayan Ter- etkisini iyiden iyiye hissettiren gecekondulaş-
cüme Bürosu’dur. Köy Enstitüleri, romanın odağı- manın da etkisiyle kendi ifade biçimini yaratan
nı kentten köye kaydırırken, tercüme faaliyetleri bir çöp masalıdır. Yoksulluk anlatıları İstanbul
kültürel anlamda önemli gelişmelere kaynaklık anlatılarının ayrılmaz bir parçası, madalyonun
eder. Bu süreçte, kent anlatısı özellikle varoluşçu görünür kılınan diğer yüzüdür. Madalyonu esne-
eğilimlerle şekillenen öykülere içkin bir hale gelir ten, dağıtan, gerçekliği sorgulayan postmodernist
ve İstanbul, “bunalan genç adamlar”ın kalemin- kurmacalar içinse İstanbul, tarihsel bir dokunun
de yeniden bireysel deneyimin mekanına döner. veya yaşanmışlığın taşıyıcısı olarak görünürdür.
Sözü edilen bu dönüş, bir bakıma da, modern kent Gökdelenleri, uydu kentleri, metrolarıyla artık
yaşamının birey üzerindeki etkilerini, modernlik başka bir varoluşu yaşayan ve değişmekten bık-
halinin bireydeki izdüşümlerini odağına alan mayan bu kent, kendini de romanlara aynı şekilde
“modernist” edebiyata da alan açmış olur. yeniden yazmaya devam etmektedir.

1960’lardan sonra İstanbul’un romansal ta- —Deniz Aktan Küçük


rihi, parçalanan anlatılarla birlikte daha da ça-
tallanmaya başlar. Arka arkaya gelen darbelerle,
sarsıcı toplumsal değişimlerle yeniden şekillenen EKRAN
edebiyat, İstanbul’a farklı görünümler verir. Artık
söz konusu olan çok daha kalabalık, parampar- Kent yaşantısı içinde giderek artan bir biçimde
ça bir kentin tarihidir. Mekansal güzellik, artık ekran, özel veya kamusal alanda, hareketli
veya sabit, çeşitli biçimler ve boyutlarla, ara-
hüznün karanlık tonunda, kaybolan düşlerin yü-
bada, uçakta, sokakta ya da evde, her yerdedir.
küyle hatırlanan coşkuların ve acıların ifadesidir. İç ya da dış mekanlarda, günümüzün metropo-
İstanbul, nostaljik güzellemelerin ya da tarihsel lünde mimari bir öğe haline gelmiştir ekran.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-092
İSTANBULLAŞMAK

İstanbul’da, Nişantaşı City’s Alışveriş Merkezi’nin (bak. Kamusal Alan). Örneğin Nişantaşı’nda, yer
dış cephesini kaplar, Taksim Meydanı’nda haber aldığı alışveriş merkezinin üzerindeki dev ekran,
kanalıdır, The Marmara Oteli üzerinde reklam, alışverişi bir işlev olarak Nişantaşı’na yükler (bak.
barda, pubda, cafede ya da kitapçıda dekorasyon Alışveriş Merkezi); üzerinde bulunduğu mekanın
elemanı, The Marmara Pera Oteli’nin çatısında işlevi, ekran aracılığıyla, mahallenin işlevi olur.
galeri mekanıdır. Kent mekanını farklılıklarıyla değil, bütünselliği
içinde sunar. Geç kapitalizmin homojen mekan
Kent ve ekran üzerine düşünmek, ekranın anlayışı içinde böylece güçlü bir araç olarak ye-
kendisinden çok, mekanın kendisini düşündü- rini alır. Çünkü geç kapitalizmin, farklılıklarıyla
rür. Kentte ekran bir temsil alanı olarak günlük anlam kazanan metropol mekanında bu kurguya
yaşantıya girer, gösterdiğini içtenlik vaadiyle su- ihtiyacı vardır. Metropolde ekran böylece bir me-
nar, bakanı inandırmak ister, gerçekliğine çağırır. kan aracı olarak işlev üstlenir.
Ekranın kamusal alandaki varlığı pek çok ikiliğin
birararadalığını sunar. Örneğin mimarinin sun- Ekran aracılığıyla, hareketli görüntü, hızlı tü-
duğu fiziksel mekana karşı, maddesel olmayan bir ketimin mantığına uygun olarak kendini sunar. Bu
dünyayı barındırır; hareketli görüntünün akışına anlamda mesajında statiktir. Sokakların çokkat-
karşı, hareketsizliği çağırır. manlılığı içinde, toparlayıcı, bütünleyicidir. Tam
da dijital teknolojilerin yaygınlaşmasıyla vurgu-
İstanbul’da ekran en çok pazarlama iletişimi lanan hareket, geçicilik, hafiflik olgularına tezat,
mantığını yansıtır. Standart, soyut bir öznellik duruşunda hareketsiz bir anıtsal heykel gibidir.
sunar. Kamusal alanda sunduğu soyut gerçeklikle Görüntülerin devinimi, günlük yaşantının hızlı
varolur. Kent kültürü, görsel kültür ile içiçe geçer, akışından çok, statik bir mantığa, hızlı tüketim
görsel kültür ile tamamlanır. Kamusal alanda mantığına hizmet eder. Bu anlamda ekran, fiziksel
ekran, katılımcı bir anlamlandırmadan ziyade, mekandan bağımsız sanal bir gerçeklik olmaktan
görmeye dayalı bir mesafeyi korur, bu mesafe daha çok, fiziksel mekanın bir uzantısıdır. Böylece
aracılığıyla, mekanı kurgular. Bununla birlikte fiziksel olmayanı da içeren yeni bir kent mima-
ekran, kamusal alanda bir süreklilik iddiası taşır risinin oluştuğunu söylemek de mümkün olur.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-093
İSTANBULLAŞMAK

Kamusal alanda ekranı kültürel alana taşımak su bulunmadığı için, buhar santrali yapılması
isteyen projeler (örneğin The Marmara Pera Oteli uygun bulunmuştur. 1911 yılında Kağıthane ve
üzerindeki büyük ekranda bir sanatsal üretim Alibeyköy derelerinin ağzında, 118.000 m2’lik
mekanı olarak yer alan YAMA projesi) bir yaratıcı bir alanda kurulmaya başlanan ve 1914’ten itiba-
üretim alanı olarak ekranın temel olarak üstlen- ren İstanbul’a elektrik veren Silahtarağa Elektrik
diği bu işlevi ne kadar kırabilir, bağımsızlığını ne Santralı, Osmanlı Devleti’nin hem ilk kentsel öl-
kadar koruyabilir, izlemeye değerdir. çekteki elektrik santralı, hem de kömürle çalı-
şan ilk termik santralıdır. Santral ile ilk olarak 11
—Ayşe Erek Şubat 1914’te tramvaylara, 14 Şubat’ta da Beyazıt,
Tozkoparan ve İstinye’de bulunan üç indirici mer-
>Alışveriş Merkezi, Kamusal Alan kezden hususi şebekeye elektrik verilmeye baş-
lanmıştır. Sokakların elektrikle aydınlatılması ise
1920’lerde gerçekleşir.
ELEKTRİK
Kurulacak santralın yer seçiminde Haliç’in
İstanbul’da hala yeterince bulunmayan bir özellikleri belirleyici olmuştur. Haliç, sakin, geniş
enerji türü. [Ed.] ve derin bir su alanına sahip, korunaklı bir liman
olmasıyla ve Boğazlara açılımı gibi avantajlarıyla
19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında Avrupa’nın 19. yüzyılın sonundan başlayarak endüstriyel üre-
bütün büyük başkentleri arasında İstanbul, sis- tim için tercih edilen bir yer olmuştu (bak. Haliç
temli bir şekilde elektrik üretmeyen tek kentti. Tersaneleri). Hammaddenin deniz ve kara yoluyla
Elektriğin İstanbul’a getirilmesi kararı, ancak ulaşım kolaylığı, kente elektrik dağıtmak için ne
1908’de II. Meşrutiyet ile alındı. 1910 baharında kentin tam içinde, ne de dışında, fakat yine de
İstanbul’a elektrik sağlamak üzere gerekli tesis- merkezi bir yerde olması, böylelikle Pera’ya, eski
lerin kurulması için uluslararası bir ihale açıldı. kente ve kentin diğer alanlarına elektrik dağıtımı
İhaleye 8 şirket katıldı ve Belçikalı Ganz şirketi için gerekli şebekenin uzun olmaması, soğutma
kazandı. Kentte su santrali yapmaya yetecek akar suyu ve üretimde kullanılan suyun dereden temin

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-094
İSTANBULLAŞMAK

edilebilmesi, kül ve cürufun dağıtım kolaylığı Çünkü elektrik, sokak ve meydan gibi kamusal
nedeniyle, elektrik tesisi için tercih edilen konum alanların gece kullanımına açılmasını sağlamış;
Silahtarağa olmuştur. yeni sinema ve tiyatrolar açılmış; konut içi elekt-
rik kullanımıyla yeni teknolojiler evlere girmeye
Santral, 1937’ye dek genişleyerek, Belçikalı başlamıştır.
şirket yönetiminde faaliyetine devam etmiştir.
1930’ların sonuna gelindiğinde, Silahtarağa Elekt- —Gül Köksal
rik Santralı tek başına tüm İstanbul’a elektrik verir
duruma gelmiştir. Kentin elektrik enerjisi 1952’ye >Haliç Tersaneleri
kadar Silahtarağa Santrali’nden karşılanmış, an-
cak bu tarihten sonra Silahtarağa, kendi üretimi-
nin dışında Çatalağzı Termik Santralı’ndan iletilen EROTİZM
elektriği de İstanbul’un kullanımına sunmuştur.
1970’te Türkiye Elektrik Kurumu’na devredilen Kentin bir varoluş biçimi.

işletme, bu tarihten sonra kısmen durdurulmuş,


18 Mart 1983’te de tesislerin eskimesi ve soğutma Kent dişidir: İsimlerin cinsiyeti olan dillerde, ve
suyunun temininde yaşanan güçlük nedeniyle kavramlar, imgelemler dünyasında. Kendisi eril
kapatılmıştır. bir yazı olan tarih, dil ve kültür gibi “yer”i ve “yer-
leşme”yi öteki olarak algılar: karşı cinsle türdeş bir
Elektrik üretimi, atlı tramvayın yerini elekt- alan, üzerine basılan, içinden geçilen bir coğrafya,
rikli tramvaya bırakması, şehir içi ulaşımın hız- fethedilen, istila edilen, teslim olan, müdahale
lanması ve katedilen mesafelerin uzamasına edilerek, egemenlik kurularak, planlanarak kendi-
neden olarak şehir içi hareketliliği artırmıştır. ni yeniden üretmesi sağlanan... Mekanın yeniden
İstanbul’un iki yakası arası ulaşım bütünleşmiş üretilmesi toprağı sürmek ve tohum atmaktır.
ve İstanbul’un sanayileşme hacmi genişlemiştir. Kent üretken ve doğurgandır; soylu mekanların,
Diğer yandan elektrik, insanların gündelik hayat- görkemli merkezlerin ve mahallelerin, anıtların
larında da temel değişimlerin tetikçisi olmuştur. ve sarayların, öykü ve efsanelerin yanında piçler

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-095
İSTANBULLAŞMAK

ve sakat çocuklar da doğurur. Coğrafyası, tarihinin sonra bellek ve derinlik ve biçimler ve simgeler
derinlerine uzanan arketipler ve bunlara bağlı bir farklılığının yarattığı başka parçalanmalar, kentin
hafıza bu doğurgan gövdenin omurgası olmayı belirsizliğini ve parçalarının süreksiz, gerilim-
sürdürürken, doğum, yaşam ve ölüm öyküleri li ilişkilerini çoğaltan verilerdir. Bu süreksizlik
mekanın dehlizlerinde, mimarinin simgeselliğin- Kemerburgaz’dan Adalar’a kadar sürer gider.
de ve dilin muğlak ve temsili dünyasında birlikte
dolaşırlar. Venedik ve New York gibi liman kentlerin-
de de uzaktan, denizden (karşıdan) algılanan
İstanbul için beden metaforunun çoklu bir kent imgesinin en etkileyici öğesi olan siluet,
anlamı vardır. Boğaz kentin ana gövdesini ikiye İstanbul’da coğrafyanın ve mimarinin sunduğu
ayırır, derin tektonik yarığın suları iki kıta ara- perspektiflerle çeşitlenir (bak. Siluet). Bu silu-
sında akar. Buna karşılık Haliç daha uysal bir gi- et kente deniz yoluyla gelenler için her zaman
rinti olarak aynı yakanın, kentin Avrupa’da kalan düşsel kurguların kaynağı olmuştur, 19. yüzyı-
parçasının, farklı mizaç, kültür ve yaşam biçim- lın son çeyreğinden itibaren buna garlar ekle-
lerini ayıragelmiştir. Ve bu ayrılan parçalar hep nir: Demiryolunun izlediği kırlar, varoşlar, eski
birleşmeye çalışır, sallar, sandallar, peremeler, banliyöler koridoru, kentin her iki yakasında da
vapurlar, köprüler ve tünellerle. Ve bu kente ait iki farklı siluete açılan çarpıcı algıyla son bulur.
olmayan yabancı uzuvlar su yollarını durmaksı- Yine Venedik’e benzer biçimde ve ondan da daha
zın kateder: Dev bir tanker ya da savaş gemisinin net olarak gar, sokağa veya meydana değil, su-
uzun davetsiz gövdesi Boğaz sularını yarar geçer. yun ötesindeki kente açılır, kent kendini zaman
ötesinden taşıdığı siluetiyle sunar. Bu yanılsama
İstanbul’un erotizminden söz etmek için be- adım atılan ilk sokakta kaybolacaktır. Siluetin
den metaforuna başvurmak, başka su kentleri için zamanötesi varlığı topoğrafya ve anıtlarla besle-
de geçerli olan kolaycı bir antropomorfik çağrışım nir ama fotoğrafın icadından bu yana bu imge de
olurdu, İstanbul’da bu çağrışım ne denli güçlü değişkendir. Liman şehri İstanbul’un sisi, lodosu,
olsa da... Ama suyla bölünmenin, sonra vadilerle tipisi ve farklı saatlerde denizde yansıyan ışık,
bölünmenin, sonra yaşam biçimleri farklılığının, siluetin algısını değiştirir –objektif ve enstantane

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-096
İSTANBULLAŞMAK

değerleri, alıntının nesnelliğinden çok sunulmak narlar. Alain Robbe-Grillet’nin L’immortelle’de


istenen yanılsamayı yansıtır, tıpkı daha önceki sunduğu sürreel ve modern oryantal düş, Loti’nin-
Oryantalist bakışların sunduğu imgelerin üzerine kinden farklıdır. İstanbul yeni zamanlarında bun-
resmedildiği soluk parşömenlere kayıtlı gravürler ların da uyarıcısı ve çoğaltıcısıdır.
gibi.
Ve bu kent gece saatlerinde de yaşar. İki kıtayı
Temsil, kentin ve siluetin kendisi değil, gö- birleştiren köprüleri sabahın erken ve karanlık
rülmek ve gösterilmek istenendir, yine her tem- saatlerinde de tıkalıdır. Biten bir gündemi, ön-
silde olduğu gibi. Batılı gezgin ve Levanten aynı görülü bir programı, sonlanması mümkün olan
görüntüye egzotizm ve Oryantalizm gözlüğüyle bir buluşmayı, bir başka adreste ve o güne dek
bakar, Doğu’nun gizemlerini, sıcaklığını, kızıl keşfedilmemiş bir sokağın dibinde, sönük ışıklar
tonlarını, çekiciliğini ve şehvetini görür, gördü- ötesinde kendi kentsel renkleri içinde sürdürme
ğünü sanır; Haliç’in güneyindeki mahallelerden olanağı verir ve aynı yeni zamanlarda çoğalmayı
kuzeye, Pera’ya bakan 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl sürdürür. Kentin ötesi vardır, bilinenle ötesinin
başı Müslüman Türk’ü, bir başka tenselliğin ve sınırı giderek belirsizleşir ve kentin işgal ettiği
onu meşrulaştıran modernite arayışının itkisiyle coğrafyaya yayılır. Merak, bu kentte meşrudur, ki-
Oksidantalist hayaller geliştirir. Yapı simetrik ve şinin aradığını bulacağı farklı adresler her zaman
her zaman fiktiftir. bir yerlerde durur. Gündüz, ama özellikle gece
saatleri kentin, kentlilerin ve kent gezginlerinin
Ama kent imgelemi uyarır, ikonik tasvirde merakına açık mekanlar ve deneyimler sunarlar…
olduğu gibi, sözel temsilde de... Bir İstanbul edebi Bilinenin ötesini, henüz yaşanmamış olanı.
külliyatı vardır ve bu söylem imgelerini, ikilemle-
rini, çıkmaz sokaklarını ve labirentlerini, giderek Farklılıkların bir arada yaşandığı İstanbul
gizemli dokunmaları içerir: Abdülhak Şinasi Hi- birbirine bazen değen, bazen ayrışan yağ lekele-
sar, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik, Asaf Halef rinden oluşur; bu özellik bazı kent tarihçilerine
Çelebi, Ece Ayhan, Latife Tekin ve Orhan Pamuk göre pre-modern dönemde de vardı. 19. yüzyı-
farklı İstanbul’larda dolaşır, farklı titreşimler su- lın ikinci yarısından bu yana bu çoklu varoluş,

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-097
İSTANBULLAŞMAK

tüm Modernist bütünleştirme çabalarına rağmen lar, farklılıklara geçit veren tanımsız ve tasarımsız
devam etmiştir. 20. yüzyılın metropolü ise met- boşluklardır.
ropol olmanın gereği ile zaten bir kopmalar ve
farklılaşmalar mekanıdır. İstanbul’u başka Batı Asya’ya uzanan Doğu-Batı ekseni ise demiryo-
metropollerine göre özgün kılan şey bu kopuşlar lu, biraz otoyol, biraz köprü ve birkaç geniş cadde
değil, sınırların belirsizliği ve kimi zaman aynı paralelliğinden oluşur, farklı yaşam ve kullanım
mekanda karşılaşılan iç içe geçiş biçimidir. İstan- biçimleri, farklı mimari mekanlar kıyıdan içerilere
bul, müphem ve muğlak olanın kentidir, hiçbir doğru bu paralel dilimler boyunca farklı kimlikler
şey tam bitmez ya da başlamaz. Sur ve kıyı gibi olarak birbirine değmeden yaşar; bazen, bir yerde,
kesin sınırlar bile zaman zaman mutlaklıkları- değişimin çok hızlandığı bir noktada beklenmedik
nı yitirirler: Eminönü, Karaköy ve Kadıköy’ün biçimde iç içe geçerler: İkitelli, Maslak, Kavacık
dolgu alanları, coğrafi ve arkeolojik tanımların gibi oluşumlar, bir yandan finansın, global ser-
modern dönemden başlayarak eridiği, belirsiz- mayenin karar, transfer ve ilişki mekanizmalarını
leştiği alanlardır ve buraları sürekli değişimlere, barındıran çok katlı yapılaşmaların mekanıdır
imge kaymalarına açıktır. Tarihi Yarımada’da, eski ama bu görkemli mekanların çevresinde düzen-
Roma izlerinin belli belirsiz devamı olan titrek sizliğin, yasadışı yapılaşmanın, marjinalitenin
bir güzergah, Galata köprüsü üzerinden bir Ce- labirentleri de varlığını korur. Tanımsız bir boş-
neviz yokuşunu mütereddit şekilde tırmanarak luğa açılan metro çıkışında bunlardan birine ya
Beyoğlu’na atlar, 19. yüzyıl sonundan itibaren da ötekine yönelebilirsiniz, tercih sizindir. Çok
Şişli’ye, oradan Maslak’a doğru yönelir. Kentin şey netleştiği sanılırken bulanıklaşabilir. Bu be-
en belirgin ekonomik ve mekansal değişimlerini lirsizlik, ürküntü verici olabildiği gibi imkanlar
taşıyan bu aks bile bir kesiklikler, süreksizlikler, da sunar, merak eden ve farklı olanı arayan için
değişkenlikler buluşmasıdır: Ne tek bir doğrultu, keşfe, maceraya açılır.
ne tek bir genişlik, ne tek bir mekansal ve mimari
ölçek ve nizam vardır. Bildik ve tanımlı gibi görü- 19. yüzyıl ortalarından bugüne olan değişim,
nen şey hemen ardında ötekini, bilinmeyeni ve kent içinde yeni boşalmalar, farklılaşmaya açık
farklı bir aidiyeti taşır, aksın üzerindeki meydan- kullanımlar, yeni belirsizlik alanları yaratmıştır.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-098
İSTANBULLAŞMAK

Bunlar, bazen çok yoğun olarak kullanılagelen estetiğe ve kullanım yoğunluğuna ulaşamamış-
ama tanımsızlıklarını, belirsizliklerini koruyan tır ve Tarlabaşı Bulvarı, ilk tasarlandığı 1800’lü
alanlardır: Taksim, Karaköy, Aksaray meydanları yılların planlarındaki vizyonu, açıldığı yirmi yıl
gibi. Bazen yeni kullanım potansiyellerine işaret boyunca oluşturamamıştır. Bu kentte hiçbir proje
ederler ve kentsel mücadelelerin, bitmez tartış- bitmez, Tarlabaşı Bulvarı ve Beyazıt Meydanı bu-
maların, kutsamaların ve lanetlemelerin, içerik- nun tek örnekleri değildir. Küçük Galata Tünel’i,
siz vaatlerin ve içeriksiz sloganların arenasına Avrupa’nın ilk metrolarındandır, ama kent 2000’li
dönüşürler: Liman, eski sanayi ve çöküntü böl- yıllarda bile metro ağının önemli bölümünü ta-
geleri gibi. Kentin toplumsal topoğrafyasındaki mamlayamamıştır. Ülkenin en modern ve monden
sürekli değişim, en merkezi kesimlerde mülkiyeti kenti, biraz da yoksulluğun verdiği ataletle, Mo-
ve kullanım biçimi belirsiz haritaları oluşturur. dernitenin rasyonellerine direnir. Hijyen, düzen ve
Belirsizlik, kimilerine göre düzen ve denetim zaa- pozitivizmin mühendislik tasavvurları metropole
fı, kimilerine göre yaşam alanı edinme olanağıdır. hiçbir zaman tam egemen olamaz. Bu bağlamda,
aynı pozitivist temaları, bazen de nostaljik na-
Kenti düzenlemek, 19. yüzyıl modernleşme- karatları yineleyen seçkinci kent söylemi, aynı
sinin de, 20. yüzyıl planlamasının da, bugünkü zamanda itiraf edilmeyen bir iktidarsızlığın söy-
egemen kent söyleminin de gündeminden düş- lemidir. Kente hakim olmak isteyen düzenleyici
mez. Hiçbir zaman da tam olarak başarılamaz. 19. akıl, Fellini’nin Kazanova’sında olduğu gibi her
yüzyılda yangın nizamnameleriyle, yol genişletme yeni deneyimde iktidarsızlığının dramını yaşar.
ve geometrik düzen oluşturma gayretleriyle başla- Kent direnir, eritir, bulanıklaştırır. Sularının gücü
yan ulaşılabilir ve denetlenebilir bir kent yaratma karmaşıklığı besler, surları değil ama kendisi bir
çabası, Osmanlı başkentini hiçbir zaman bir Paris yanıyla fethedilemeyen olarak kalır, harabelerin-
veya Barselona’ya dönüştürememiş, 50’lerin Men- den vazgeçmez, anıtları yoksullukla kuşatılmıştır
deres istimlakından birkaç kısa bulvar ve yıkılan ve her yaşayan şey -ki bunların sayısı sonsuzdur-
birkaç anıtın anısı kalmıştır. 80’lerin kent hijyeni bütüncül ve mükemmel tasarımların değil, küçük
operasyonlarının oluşturduğu sahil dolguları, hala kıpırtıların ürünüdür, onun için canlıdır.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-99
İSTANBULLAŞMAK

İstanbul’un gücü işte tam bu ikilemli ara sürdürür. Erotizmi, okunaklı, makul ve mazbut
kesitte, meşru olanla olmayanın, globaliteyle bir güzellikten değil bu savruk, müphem, çok
marjinalliğin, kapitalist mekanizmalarla yoksul- anlamlı ve kışkırtıcı fısıltılardan beslenir.
luğun birbirine dokunduğu arayüzlerdedir. İtişen
aidiyetler bu kaotik varoluş içinde kendilerine —Atilla Yücel
mekan, meşruiyet ve gelecek edinmeye çalışır.
Çarşı, pazaryeri, pasaj, mağaza ve mall (bak. Alış- >Alışveriş Merkezi, Siluet
veriş Merkezi) aynı anda yaşanır. İstanbul çoklu
yaşamların ve çoklu okumaların mekanı ve met-
nidir, çekim gücünü ve çekiciliğini de bundan ETNİSİTE
alır. Estetiğe ve estetize edilmeye direnir, cazibesi
derbederlik, sakarlık hatta çirkinlikle iç içedir. Geleneksel Doğu Akdeniz kozmopolitizmine
sahip bir kentten modern bir metropol çoğul-
Bu ona erteleme, yani gelecek, yani heyecan ve
culuğuna evrilen İstanbul’un yeni terimlerle
umut potansiyeli verir. İstanbul yaşamı beklen- tartışmayı öğrenmeye çabaladığı bir toplum-
meyene ve denemeye açıktır, kent onun için kit- sal gerçeklik. [Ed.]

leleri çeker. O, Bizans’tan bu yana polistir, artık


burada yaşamayan eski sakinlerinin bir bölümü Etnisite kavramı, üyeleri arasında ortak bir silsile
onu bu şekilde adlandırmayı sürdürür: İstanbul, veya soy kütüğü temelinde bir kimlik birliği gören
polis yani “kent”tir, yani medina, ama medeniye- toplumsal grubu niteler (bak. Azınlık). Etnik bir
ti tartışma götürür. Eros ile Uygarlık arasındaki grubun üyeleri genellikle ortak bir dil veya dilbilim-
ikilemde bu kent hep Eros’tan yana tavır almıştır sel miras bilinci paylaşırlar. İstanbul’da birçok eski
ve eril akla teslim olmaz. Onu çekici ve yaşanılır ve yeni etnik grup ve dil topluluğu vardır. Yandaki
kılan da budur. alfabetik sıralanış bu grupların kapsayıcı olma
iddiasında olmayan bir seçkisini sunuyor: Abaza,
Kuruluş döneminde Apollon adına tapınaklar Arap, Arnavut, Boşnak, Bulgar, Çerkes, Ermeni,
dikilen kent, bugün hala Dionisos’a bağlılığını Gürcü, Kürt, Laz, Pomak, Roman, Rum, Tatar, Türk.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-100
İSTANBULLAŞMAK

İstatistik Enstitüsü etnik bağlılığa dayalı veri –”Türklük” hariç- ancak yine de bir etnik grubun
yayınlamadığı için çoğu grubun nüfusu konu- üyeleri genellikle taşıdıkları mirasın farkındadır.
sunda çok az şey biliniyor. Özellikle Türk etnisi- Birçok insan, anne ve babalarından hatırlama-
tesi ile Türk milleti örtüştüğünden Türklerin en maları istenen o folklorik geleneklerin ve tarihsel
büyük etnik grup olduğunu ayrıca belirtmeye hafızaların zenginliğini baştan keşfediyor. Genç-
gerek yok, bu durum diğer etnik grupların du- lerin ancak çok azı büyükbabalarının ve büyükan-
rumunu da muğlaklaştırıyor. İkinci büyük etnik nelerinin dilini konuşsa da, bu diller hiç de ölü
grup, 1990’lardaki dev ekonomik göçmen dal- değiller: Özel radyo istasyonlarında Boşnak Sevda-
gaları ve göçe zorlamalardan bu yana, Kürtler. linkaları çalınıyor, şehrin en üst sınıf mahalleleri
En küçük grup ise Rumlar (Romioi, yani Roma- hariç Kürtçe artık “sokakta ve sesini duyuruyor”
lı kelimesinden). 1920’lerde, Cumhuriyet’in ilk (bu mahallelerde kulağa çalındığında, İstanbul
yıllarında nüfusu 200.000’in oldukça üzerinde Türkçesini andırıyor). Lazuri, Gürcücenin Doğu
olan bu topluluğun nüfusu bugün 3.000’den daha Karadeniz’li uzaktan kardeşi, folk şarkılarında,
az. 70.000 kadar üyesiyle Müslüman olmayan en rock tarzı aşk şarkılarında ve horonlarda tekrar
büyük topluluk Ermeniler. Gelip geçenle müzik hayat buldu; festivallerde, düğünlerde veya şeh-
zevkini paylaşmaktan hoşlanan İstiklal Caddesi rin birçok yerinde siyasi toplantılarda enerjiyle
üzerinde ve çevresindeki CD dükkanlarının sahip- dolup taşıyor.
leri arada bir Djivan Gasparyan veya İstanbullu
Ermeni folk grubu Knar’ın müziklerini çalıyorlar. On yıllardır süren devlet idaresindeki etno-
Bunun dışında Ermenice İstanbul’da pek kulağa dilbilimsel tekrenkliliğin ardından birçok İs-
çalınmaz. Cumhuriyet dönemi boyunca peş peşe tanbullu kamusal alandaki etnik ve dilbilimsel
gelen “Vatandaş, Türkçe Konuş” kampanyala- kimliğini tekrar tartışıyor. Yakın gelecekte bazı
rı, artan Ermeni karşıtı hisler ve Hrant Dink’in etno-dilbilimsel topluluklar daha görünür olacak,
2007’de öldürülmesi izini bıraktı. dilleri daha çok duyulacak ve daha gururla ifade
bulacak; şüphesiz Kürtçe de bunlardan biri. Diğer
Cumhuriyet döneminde etnik kimlik ve hafı- grupların ise hayatta kalmak için mücadele etme-
zanın oluşumunun büyük oranda önüne geçildi leri gerekecek, İstanbul’un velvelesinde seslerini

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-101
İSTANBULLAŞMAK

kaybetmeleri de ihtimal dahilinde. Ancak son terk edilmek gibi mimari ve coğrafi kaderlerin
bahsi geçenin yakın zamanda ortadan kalkacağı hükmünden o kadar kurtulmuş gibi durur; herkes
oldukça kuşkulu. tarafından her zaman hep aynı şekilde görülmüş
olduğu hissini öyle bir gururla etrafına yayar ki;
—Kerem Öktem onunla belli aralıklarla karşılaşan İstanbullu (bak.
İstanbullu) bir anda şehre aidiyetle ilgili bütün
>Azınlık dertlerinin uçup gittiğini zannediverir. Çünkü
bir şeyi herkes tarafından hep görüldüğü gibi gör-
düğünü hissetmek, onu herkesle beraber aynı
FATİH SULTAN MEHMET anda gördüğünü hissetmek gibidir; ya da mesela
karanlık bir salonda hep beraber aynı filmi sey-
Fatih William İngiltere tarihi için neyse, retmek gibi -yalnızlık ve mutsuzluk ancak sinema
İstanbul ve Türkiye için Fatih Sultan Mehmet
odur. Tek farkla; ikincisi hala yaşamaya devam salonundan çıkınca çöker.
eder. [Ed.]
Yalnızlık ve mutsuzluk çökmeden hemen ön-
Ortalama bir İstanbullu, şehrin neresinde, hangi ce, manzara hala karşısında seriliyken, İstanbullu
şartlar altında yaşıyor olursa olsun, belli aralık- içine dolan coşkulu aidiyet duygusunu kime borç-
larla kendini yarı-mitolojik bir geçmişte akıl al- lu olduğunu da bilir. Osmanlı tarihçilerinin büyük
maz işler yapmış birinin deha ve cesaretine karşı kısmına göre yedinci, kısa bir süreliğine iktidarı
borçlu ve minnettar hisseder. Bu “belli aralıklar”, ele alabilmiş birkaç hırslı şehzadeyi de hesaba
nadiren planlı bir şekilde, sıklıkla tesadüf eseri katan birkaç tarihçiye göreyse onuncu Osmanlı
kendisini “tarihi” İstanbul manzarasının (bak. padişahı olan Fatih Sultan Mehmet, tahta çıktığı
Manzara; Panorama; Siluet) karşısında buluver- sırada erken olgunlaşmış ve çok yetenekli –resim,
diği anlardır. Deniz, vapurlar ve saraydan oluşan müzik, dil, vs.- olduğu halde ve on dokuz yaş çok
–tesadüfün cömertliği ölçüsünde bazen yanıba- küçük sayılamasa bile, kalkıştığı iş göz önünde
şında Kızkulesi’ni de bulundurabilen- peyzaj o bulundurulduğunda “küçücük bir çocuktur.”
kadar “tarihsiz” görünür; çürümek, yıkılmak, Manzaraya bakan İstanbullunun duyduğu min-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-102
İSTANBULLAŞMAK

nete bir hayranlık da ekleyen bu bilgi –on dokuz hisseder; sonra kendisinin büyük ihtimalle bu
yaşında bir çocuk!- şehrin geçmişine, kökenine, kadar kalıcı olamayacağını, ama parçası olduğu
ya da “doğum anına” bir saflık katmakla kalmaz, daha geniş bir şeyin pekala kalıcı olabileceğini,
“başarı” ve “mutluluk”la ilgili, şimdiki zamana yani bu manzaraya bakmanın, bu manzaranın
dair bir ders çıkarmasının da vesilesi olur: “Ha- kendisine bir hediye olarak verildiğini hayal etme-
yallerinin peşinden cesaretle koşarsan bir gün nin ve hediyeyi ona cömertçe sunmuş olanların
sen de mutlaka başarıyı yakalarsın.” hatırasına minnetle sahip çıkmanın, kapıldığı
ümitsizliğin ilacı olabileceğini düşünür. Kendisini
Fatih Sultan Mehmet’in peşinden koştuğu anlamlı ve kabul edilebilir bir sonuç olarak göre-
şey de, o şeyin peşinden koşarken yaptıkları da, bilmeyi ister, ki bunun çaresi yüzlerce yıl öncede
aslında bize hep çok kapılmamamız gerektiği kalmış ve bu yüzden epey bulanık olan sebebi
öğütlenmiş biraz “abartılı” hayaller değil midir? biraz ortaya çıkarmak, daha kanlı canlı hayal ede-
Fethedilememesiyle ünlü bir şehri fethe giriş- bilmektir. Ama akşam çöktükçe, eve dönme vakti
mek hadi neyse, ama ya Haliç’in girişinin deniz yaklaştıkça, manzara gözünün önünden hızla
altından geçen zincirler ve gemi enkazlarıyla ka- çekildikçe, çocuk padişahı hatırladığı bir-iki port-
patıldığını görünce kendi gemilerini karadan yü- resi dışında pek gözünün önüne getiremediğini
rütmeye karar vermek? O gemilerin tam nereden fark eder; üstüne bir yorgunluk çöker, hali yoktur.
yürütüldüğünü bilmeyen İstanbullu, gözleriyle Hiçbir zaman Fatih Sultan Mehmet kadar akıllı,
manzaranın gemi yürütülebilecek kısımlarını cesur ve hayalci olamayacağını hissetmeye başlar.
tararken, birden o manzaranın çoktan aşılmış “İmkanımız yoktu, şartlar müsait değildi,” diye
bir teknolojiyle ve çoktan unutulmuş bir dille ya- düşünür. Manzaranın durağanlığı ve pek bir işe
şanan bambaşka hayatlar varken de aynen böyle yaramayan güzelliği öfkelendirmeye başlar. Ya da
durduğunu, kendi hayatı bittikten sonra da böyle öfkelendirmez. “Neyse”, dedirtir, bir dahaki karşı-
durmaya devam edeceğini düşünüp ürperir. Geçi- laşmaya kadar idare edebilecek gibidir. Manzara
cilik, ölümlülük, değersizlik ve hayatın anlamsız- kimseye ait olmadığına göre herkese aittir; yani
lığı duygularına kapılır gibi olur; “zaman”, “tarih” saati, elbiseleri, televizyonu ve koltukları gibi
gibi şeyleri bir an bütün açıklığıyla kavradığını olmasa da bir şekilde ona da aittir. Arasıra aklına

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-103
İSTANBULLAŞMAK

gelmesinden, özlemesinden ve görmek isteme- Kuzguncuk Gazhanesi bir yana bırakılırsa, diğer
sinden çıkarır bunu, ama tam ikna da olamaz. üçünün kuruluşunda birbirinden farklı yollar
“Tamam çocuk zehir gibiymiş,” diye düşünür, izlendiği görülür. Bu bağlamda gazhanelerin kuru-
“ama gemileri karadan yürütmek… ne bileyim.” luş ve işletilme öyküleri İstanbul’un modern kent-
sel hizmetlerden yararlanma tarihini tartışmak
—Emre Ayvaz için kullanılabilecek ipuçları sunar. Erken modern
kentsel hizmetlerin genellikle kapitalist girişim
>İstanbullu, Manzara, Panorama, Siluet tarafından kar güdüsüyle kurulmasına alışık olan
tarihçi, İstanbul’da daha karmaşık bir manzarayla
karşılaşır. Çoğu zaman ne talep çağdaş konfor bek-
GAZHANE lentileriyle ilgilidir, ne de arzın biçimi kapitalist
bir kazanç kaynağı olarak nitelenebilir.
İstanbul’da ancak kullanım dışı kaldıktan
sonra kentsel roller oynayabilir hale gelen İstanbul’da 19. yüzyılda yayınlanan gazetele-
teknik donatı elemanları. [Ed.]
rin en önemli başlıkları, kent yaşamının sıhhileş-
tirilmesi, yolların düzeltilmesi ve araç ulaşımının
İstanbul’un havagazı dağıtım hizmetinden ya- sağlanmasının yanı sıra, kentin aydınlatılmasıdır.
rarlanma tarihi, Avrupa’daki metropollerden Sokakları aydınlık kent imgesi, dönemin her dilden
farklı bir seyir izler. Örneğin, Dolmabahçe ve yayınında görülür ve Batı’ya özlem sezdiren söz-
Kuzguncuk’taki ilk gazhaneler, öncelikle yakın- cükler içeren haberlerle kurgulanır. Öncelik Saray
larındaki sarayların ihtiyacını karşılamak için ve çevresinin ve tarihi merkezin aydınlatılmasıdır.
kurulmuşlardır. Ancak, 19. yüzyılın son çeyreğin- Kentin Saray dışındaki kesimlerinin de havagazı
de Dolmabahçe’den Galata, Beyoğlu, Beşiktaş ve ile aydınlatılması konusunda ilk kıpırdanmalar
Ortaköy’e de gaz verilecektir. Tarihi Yarımada’ya 1846 yılından başlamaktaysa da, bu doğrultudaki
havagazı vermek üzere Yedikule’de, Üsküdar ve talep ancak 1850’lerde yoğunlaşacaktır. İlk ola-
Kadıköy Bölgesi için ise Hasanpaşa’da gazhaneler rak Taksim-Tepebaşı arasının aydınlatılmasının
kurulur. Hakkında çok az bilgiye sahip olunan düşünüldüğü ve bunun da Dolmabahçe Gazha-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-104
İSTANBULLAŞMAK

nesi’ndeki üretim fazlası ile yapılmasının öngö- sırtlarında da bir gazhane kurulduğu anlaşılıyor.
rüldüğü anlaşılıyor. 1857 yılının başlarında şehrin 1880 yılı ortasındaki bir belgedense, Beylerbeyi
6. Daire olarak tanımlanan kesiminin (bugünkü Sarayı ve Üsküdar’ın havagazıyla aydınlatılması
Beyoğlu) aydınlatılması için Dolmabahçe Gazha- için gazhanenin tamir ettirilip faaliyete geçiril-
nesi ile Taksim arasındaki hat döşenmiş ve Grande mesi istenir. Belli ki, tesis kurulmuş, ama etkin
Rue de Pera (İstiklal Caddesi) İstanbul’un kamu olarak çalıştırılamamıştır. Ne kadar süreyle ça-
kaynakları kullanılarak aydınlatılan ilk caddesi lıştığı bilinmeyen bu tesisin boyut ve üretim çapı
olmuştur. Aynı yıl bir iddiaya göre Beyoğlu’ndaki açısından fazla önemli olmadığı düşünülebilir.
Naum Tiyatrosu da Abdülmecid’in özel izniyle 1911 yılında Beylerbeyi Sarayı’na mahsus Kuzgun-
Dolmabahçe Gazhanesi’nde üretilen havagazı ile cuk’taki gazhanenin kok kömürü imali için kira-
aydınlatılmıştır. Bu erken evrede konutlarda gaz lanmasında bir mahzur olmadığı belirtildiğine
kullanımı henüz gündemde bile değildir. göre, tesis kullanımda değildir. Nitekim, hemen
ardından, Gazhane arazisinden iki dönümün cami
2 Şubat 1857 tarihli Journal de Constantinople ve mektep inşası için Evkaf ve Maarif Nezaretle-
gazetesinde Pera Caddesi’ne açılan ara sokaklarla, ri adına alındığı görülür. 1915’ten sonra da Kuz-
Galata bölgesinin de aydınlatılmasına çalışıldığı, guncuk’taki gazhaneye ilişkin başka bir bilgiye
lambaların birbirinden seksen ayak uzaklıkta ve rastlanmaz. Kentsel hizmetlerin ekonomik ger-
yolun yalnızca bir tarafına dizildiği yazılmaktadır. çeklikler dikkate alınmaksızın modernleştirilmek
Pera sakinlerinin yakında bir toplantıya çağrı- istenmesi, İstanbul için uzun süre tipik olacaktır.
larak, sokak ve evlerinin aydınlatılması için ne Batı ve Orta Avrupa’da çekici bir yatırım alanı olan
kadar para ödeyeceklerinin belirleneceği haber gaz temini İstanbul’da çoğu zaman kamuya zarar
verilmekte, ayrıca bu aydınlatmaların daha geniş ettiren bir etkinlik olacaktır.
bir alana yayılabilmesi için ikinci bir gazhaneye
gereksinim olduğu eklenmektedir. 19. yüzyılın son çeyreğinde Beyoğlu kesi-
minin modern kentsel hizmetler konusundaki
Beylerbeyi Sarayı’nın aydınlatılması amacıy- talebi, kısa sürede gazhanenin kapasitesinin
la, Dolmabahçe ile belki aynı yıllarda Kuzguncuk artırılması ve yenilenmesini zorunlu kılar. Bu

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-105
İSTANBULLAŞMAK

amaçla, önce Hazine-i Hassa tarafından işletilen da Belçikalı birine verilmekle birlikte, aynı yıl
Dolmabahçe Gazhanesi 1874’te Şehremaneti’ne içinde fesholunur. Ardından Fransız müteah-
devredilir. Ama, Saray ve benzeri önemli binaları hit-mühendis Jove’ye ihale edilir ancak, onun
aydınlatma ve ısıtma işlevini görmesi nedeniyle adına çalışmaları yürütecek mühendisin yaptığı
1889 yılında Tophane-i Amire Müşiriyeti’ne, yani planların yetersizliği ve mukaveleye uyulmaması,
yeniden merkezi yönetime aktarılır ve bir süre süreci yeniden kesintiye uğratır. 1874 yılında bu
devlet tarafından işletilir. 1909 yılında yeniden kez senelik maaş karşılığı Belçikalı mühendis
Şehremaneti’ne bağlanan Dolmabahçe Gazhanesi, Leon Somoza getirtilerek Yedikule Gazhanesi’nin
1914’te 50 yıllığına Fransızlara ait olan Beyoğlu- kurulması görevi ona verilir; ama, onun değerlen-
Yeniköy Türk Anonim Gaz Şirketine devredile- dirmeleri de kabul görmez ve kendisine yolluğu
cektir. Adı geçen şirketle Cumhuriyet hükümeti verilerek kontratı feshedilir. 1880’de müdürlük
ek mukavele yapmış ve imtiyaz sürdürülmüştür. görevinin bu konuda bilgisi olduğu belirtilen
İnönü Stadyumu’nun genişletilmesi kararıyla Mehmed Efendi’ye verilmesi dışında geçen süre
Dolmabahçe Gazhanesi’ni aşamalı olarak taşımak zarfında yapılan çalışmaların ayrıntısı bilinmez.
üzere Kağıthane’de Poligon mevkiinde yeni bir
gazhane daha kurulur. 15 Ağustos 1960 tarihinde Yedikule Gazhanesi, ulaşım kolaylığı sağ-
Dolmabahçe Gazhanesi’nde üretim durdurulmuş- lamak açısından deniz kenarında 52.000 met-
tur. İmtiyaz süresi 1964 yılında biten Beyoğlu ve rekarelik bir alanda inşa edilmişti. Bu sırada
Yeniköy Daireleri Türk Anonim Gaz Şirketi’nin havagazı üretiminde kullanılan maden kömü-
imtiyazı yenilenmemiş ancak, 1984’e kadar Türk- rünün deniz yolu ile Batı Avrupa’dan ithal edildiği
Fransız ortaklığı olarak Beyoğlu Muvakkat Gaz ve Türkiye’de kömür çıkarılmadığı hatırlanmalı-
İşletmesi adı altında çalışan Beyoğlu Gazhanesi dır. 1880’den başlayarak Şehremaneti tarafından
bu tarihte yapılan düzenlemelerle İETT’ye bağ- işletilen gazhanenin işletme imtiyazı, bir Fransız
lanmıştır. grubuna verilse de, daha iyi şartları nedeniyle 19
Eylül 1887’de 40 yıl süreyle Hasan Tahsin adlı bir
Tarihi Yarımada kesiminin gazla aydınlatıl- tüccara devredilir. Hasan Tahsin 1888’de imtiyazı,
masına yönelik ilk imtiyaz 1873’te Johans adın- kendisinin de ortakları arasında bulunduğu İs-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-106
İSTANBULLAŞMAK

tanbul Şehri Tenvir Şirketi’ne devreder ve geniş- nik hizmetin verilmesi de yabancı sermayenin
letilen gazhanenin açılış merasimi 20 Ekim 1890 yükselen ilgisi sonucunda imtiyazla çözülmüş-
tarihinde gerçekleşir. Şirketin adından da anla- tür. Kadıköy’de Kurbağalıdere’ye ve demiryoluna
şılacağı gibi, 19. yüzyılın sonlarında İstanbul’da yakın Hasanpaşa semtinde yapılan yeni gazhane,
havagazı henüz sadece sokak aydınlatma ama- yörenin değişen yapısının ve gazhanenin kurul-
cıyla kullanılmaktadır. Kentsel yapı stoğunun ması için gerekli koşulları sağlayan konumunun
önemli kesiminin ahşap oluşu havagazının ev bir sonucudur. Dolmabahçe Gazhanesi’nde kat-
içinde kullanılmasını engellemektedir. Mutfak kılarını pek bilmediğimiz yabancı mühendisler
işleri ve özellikle de ısınma için kullanımı söz Yedikule Gazhanesi’nin kuruluşundaki girişim-
konusu değildir. Zaten kentte, özellikle Tarihi leriyle kentin altyapı yatırımlarında daha fazla
Yarımada’da sık sık gerçekleşen yangınlar sistemi görünür olmaktadır. Kadıköy, Üsküdar ve Anadolu
tahrip ederek ilk tesis masrafını da artırmaktadır. yakası havagazı imtiyazını ise 1891’de 50 yıl için
O nedenle Yedikule Gazhanesi, hem ekonomik Parisli bir sanayici olan mühendis Charles Geor-
sunum yapamaması, hem teknoloji yetersizliği, ge alır ve Gaz ve Elektrik ile Tenvir için Osmanlı
hem de işletme deneyimsizliğinden dolayı kısa sü- Anonim Şirketi adıyla bir Fransa-Belçika ortak
rede etkinliğini durdurmak zorunda kalır. 1914’te şirketi kurulur.
yeni bir ihale açılarak imtiyaz 50 yıl için yeniden
bir Fransız şirketine verilecektir. Havagazı imtiyazı verilen kişilerle yapılan
mukavelelerde genelde üretim yöntemi ve ku-
Beyoğlu ve İstanbul’un aydınlatma amaçlı ha- rulacak fabrikaların nitelikleri ya da çalıştırılma
vagazı üretimi ve dağıtımı çabaları çok daha erken esasları tanımlanmaz. İlk olarak, Dolmabahçe
başlamakla birlikte kentin tümünde işletmelerin Gazhanesi’nin işletme imtiyazının 1913 yılında
belli düzeyde hizmet vermesi için sermaye ve tek- 50 yıl süreyle devri için yapılan mukavelename
nik bilgi birikiminin sağlanması ancak 1890’larda ve şartname bu alandaki kuralların tanımlı hale
sağlanmış görünmektedir. Kadıköy, Üsküdar ve geldiğini, yani bürokratik kadroların talep edi-
Anadolu cihetine havagazı gibi yüksek ilk yapım, len teknik hizmet içeriğini belirleyecek düzeyde
işletme ve kullanma masrafı gerektiren bir tek- mühendislik bilgisi edindiğini gösterir. Önceki

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-107
İSTANBULLAŞMAK

dönemde teknik hizmet o hizmetin mühendislik birlikte, kentin imarlı kesiminin tümüne hiçbir
içeriğinden habersiz bir bürokrasi tarafından ta- dönemde havagazı dağıtımı yapılmayacaktır. İl-
lep edilmekte ve denetlenmektedir. ginç olan şu ki, 1960’ların başında havagazı talebi
tırmanırken tüpgaz kullanımı da başlayacaktır.
Kentsel alandaki gelişmeler ve gazın kullanım 1970’e gelindiğinde artık havagazı bağlantısı olan
alanlarının artışı, yeni üretim tesislerinin yapımını yerlerde bile tüpgaz kullanılır olmuştur. Daha da
zorunlu kılmıştır. Gaz üretiminin artışı hammadde ilginci, Hasanpaşa Gazhanesi’nde 1970’lerde üre-
ve gaz stoklarını da önemli ölçüde artırdığından tim yetmediği zaman havagazına sıvılaştırılmış
üretim ve temizleme tesislerinin yanı sıra gazın ve petrol gazı, yani tüpgaz eklenmesidir. Yine de ha-
kömürün depolama alanlarının da bu gereksinimi vagazı üretimine son verildiği 1993 senesine kadar
karşılayacak biçimde yeni yapım ve kullanım de- İETT bünyesinde Yedikule, Kağıthane (Poligon) ve
ğişikliklerini gündeme getirmiştir. Gazhane tesis- Kurbağalıdere (Hasanpaşa) gazhaneleri etkinlik
lerinde kuruluşlarından başlayarak gazın üretim, gösterirler. Dolmabahçe’deki gazometre de aynı
temizleme ve depolanması, işletmenin ve çalı- tarihe kadar Kağıthane’deki gazhaneye bağlı bir
şanlarının ihtiyaçlarına yanıt verecek çok sayıda gaz deposu olarak kullanımda kalır.
yapı inşa edilmiştir. Üretim yapılarında kullanılan
malzemeler için normal ömür olarak tuğlalar için Havagazı İstanbul’da başlangıcından beri ve-
5 sene, mekanik aksam için 10 sene, demir aksam rimsiz bir hizmet olmuştur. Havagazı talebiyse
için 15 sene kabul edilmekle birlikte çeşitli neden- uzun yıllar sokak aydınlatması gibi kamusal alan-
lerle bu sürelerin kısalması ve yenileme olağandır. daki görüntü değişimleri beklentileriyle sınırlı
kalmıştır. Isıtma amaçlı kullanım, gaz fiyatının
Gazhaneler yeni yatırımlar bakımından en gelir düzeyine oranlanırsa her zaman çok pahalı
verimli yıllarını 1960’lı yılların ilk yarısında yaşar. oluşundan ötürü, hiçbir dönemde gündeme bile
Kentte konutlara da yaygın gerçek bir havagazı gelmemiştir. Modern kentsel hizmetlerin sağlan-
kullanım talebi ancak o dönemde gündeme gelmiş masından kar etme umuduyla buraya yatırım ya-
olmalıdır. Tesisler yetersizlikleri nedeniyle eleşti- pan yabancılar da hemen hiçbir zaman aradıklarını
rilmektedir. Hizmet alanı sürekli genişletilmekle bulamamıştır. Aynı nedenle, başlangıç evresinden

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-108
İSTANBULLAŞMAK

sonra hemen her yatırımcı pek az yatırımla işi gerçekte en az yatırımla en çok kazanmaya ola-
nak veren spekülatif kent konutu türü. [Ed.]
sürdürmeye çalışmış ya da devretmeye uğraşmış-
tır. İstanbul’un havagazı tarihi, yüksek düzeyde
Gecekonduların, sanayileşme ve dolayısıyla kent-
örgütlülük gerektiren teknik hizmetlerin bu ka-
leşme süreci ile birlikte kırsal bölge insanlarının
pitalist örgütlülük düzeyinde olmayan bir kentte
kentlileştirildikleri rehabilitasyon merkezleri ola-
verilemeyeceğinin kanıtlanmasının tarihidir.
rak çalıştığı, antropolojik açıdan dile getirilebilir.
Köyünden kalkıp gelmiş bir insanın apartmana
Ne var ki, kullanımdayken etkin ve ekonomik
tıkılması, doğadan yalıtılmış ve sınırlı insan iliş-
bir biçimde çalışmayan gazhaneler, kullanım dışı
kileriyle kuşatılmış bir köylünün yaşayacağı kül-
kaldıklarında bir yandan yeni kapitalist taleplerin
türel şok, çoğunlukla içinde ve dışında yaşayacağı
nesnesi olurlar, diğer yandan da yeni doğan sivil
bir yıkımı peşinden getirir. Ama gecekonduların
toplum örgütlerinin eğitim alanlarına dönüşürler.
hemşehrilik ilişkileri ile dokunmuş yapısı, az da
Yani, hem arsalarıyla spekülatif kazanç alanları
olsa doğa ile içiçe sayılabilecek bazı olanaklara
olarak ağız sulandırırlar, hem de onları kamusal
sahip oluşu, ekonomik açıdan hiç değilse tavuk
mekanlar olarak yeniden işlevlendirmek isteyen-
beslemeye ya da bahçesinde sebze yetiştirme-
lere mücadele başlıkları tanımlarlar. Özetle, ironik
ye izin vermesi, göçmenin (bak. Göç) ilk zaman-
bir biçimde, bir zamanlar pek az oynayabildikleri
larda yaşantısını kolaylaştıran faktörler olarak
toplumsal rolleri nihayet modernleşmenin bu
görülebilir. Bu da kentte köy benzeri bir yaşantı
yeni evresinde oynayabilir hale gelirler.
sürmesini sağlayarak, birdenbire kent gerçeğiyle
yüzleşip kültürel bir bunalım ve bunun uzantısı
—Gülsün Tanyeli
olan ruhsal ve sosyal tıkanıklıklar yaşamasını
engellemektedir. Elbette bu ilk göç edenler için
gereklidir. Sonraki nesiller, yavaş yavaş kentleşme
GECEKONDU
sürecine dahil olur ve en fazla iki kuşak sonra artık
Bir zamanlar kırsallıkla kentselliğin arakesi- dedesi gibi yaşamamaya, düşünmemeye başlar ve
tinde bir geçiş mekanı olarak tahayyül edilen, böylelikle gecekondular bu kuşakların taleplerini

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-109
İSTANBULLAŞMAK

karşılamaktan uzaklaşır. Bu durum aslında me- daha sağlıklı yerleşim yerleri amacıyla hareket
kansal yaşantıda da benzer bir değişim sergiler. etmiş olsalar, şehrin diğer bölgelerinde bunu zaten
İlk göç eden, derme çatma yaptığı kondusunu yapıyor olurlardı. Üstelik, seçim zamanları, böl-
zaman içerisinde yeniler, birikimi arttıkça evine ge halkının oyunu alabilmek için çıkarılan imar
bir kat daha çıkar ve kendisinden sonra gelen bir afları gibi uygulamalar da, onların bu konudaki
göçmene burayı kiraya vererek “sınıf” atlamanın samimiyetsizliğinin işaretleri olarak görülebilir.
yolunu bulur. Zamanla nasıl kendi çocukları ve
torunları kent merkezinde okula gitmeye, çalış- Kentleşmek, diğer sosyal sınıf ve doğadan
maya başlayarak kentlileşiyorsa, evi de, mahallesi yalıtılmış bölgelerde yaşamak demektir, bugünkü
de kentleşir. Bir zamanların gecekondu mahallesi kentleşme anlayışına göre... Eğer sorun çarpık
Zeytinburnu bu duruma güzel bir örnektir. Daha kentleşme (bak. Çarpık Kentleşme) ise, aslında
60’lı yıllarda gecekondu bölgesi olarak görülen İstanbul’un tümünün bir gecekondu mahallesi
Zeytinburnu’nun bugünkü hali gözönüne alın- olduğu Mimarlar Odası dahil birçok kurum ve
dığında, değişimin hızı daha net gözlemlenebilir. uzman tarafından defalarca dile getirilmiştir.
Sorun, aslında sosyo-ekonomik dengenin hep
Ama günümüzde gecekondular, şehrin iste- yoksullar aleyhinde bozulmaya devam edişi ve
nilen düzeyde kontrol edilebilir alanları olma- bundan korkan üst gelir gruplarının endişeleri
dığı için, devlet ve yerel yönetimler tarafından çerçevesinde şekilleniyor daha çok. Ayrıca, yok-
hoşlanılmayan bölgelerdir. Bu tür bölgelerde, sulların yerleştiği ve mülk edindiği bu bölgelere,
hemşehrilik ve aynı sosyal sınıfa ait olma özelliği, egemen sınıflar ve çıkar gruplarının göz koymuş
insanların ortak hareket etmesini sağladığı için, olması da başka bir etkendir. Çeşitli firmalara
bu insanlar üzerinde otorite kurmak, şehrin diğer park alanlarının satılarak gelir elde etme yoluna
bölgelerinde yaşayanlara göre daha zordur. Gece- gidildiği düşünülürse, böyle bir kuşku duymak
konduların, kent içinde kontrolsüz yapılaşma gibi da mümkündür. Gecekonduların, devletin de-
çeşitli zararları olsa da, devlet ve yerel yönetimler netimini ve gözetimini, dolayısıyla kontrolünü
bu zarardan daha çok kontrol amaçlı olarak gece- zorlaştıran yapısının yarattığı endişe de sorunun
kondu bölgelerin dağıtılmasını ister. Eğer sadece elbette bir başka yönüdür. Çünkü devlet, rahatça

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-110
İSTANBULLAŞMAK

müdahale edebilmeyi yani, toplumsal dayanışma- veya başarısızlığı belirtmek için bu makalenin
yazarı tarafından icat edilmiş bir terim.
nın az olmasını, insanların apartman dairelerinde
sadece çekirdek aile yapısı içerisinde kalmalarını
Gestalt kuramının 20. yüzyılın başında formüle
ve kameralarla donatılmış işyerlerindeki iş ar-
edilen görsel algı ilkeleri, görüngüsel karmaşıklığı
kadaşlarıyla sosyalleşeceği, eğleneceği, gezece-
algılayan zihnin biçimlerin görsel yeniden inşa-
ği, çalışacağı, sevişeceği, hatta protesto edeceği
sında başvurduğu basitleştirici ve birleştirici eğili-
yerlerin daha önceden belirlenmiş ve kontrollü
mi vurgulayarak azaltmayı amaçlıyordu. İstanbul
olmasını ister. Kentleşmenin elbette olumlu yan-
şehrinin dinamik ve sınır tanımayan büyümesi
ları da vardır. Ama sadece kapitalist ülkelerde
bu eğilim için bir sınav niteliği taşıyor. “Gestalt
yaşanan kentleşme deneyimleri dışında da farklı
çökmesi” terimi, Gestalt kuramının basitleştir-
kentleşme modelleri üzerine düşünülmelidir.
me ve birleştirme problematiği şehirde işleyen
Yoksa kentleri, sokak ve meydanlardan oluşan
biçimsel süreçlerin artan karmaşıklığının ve bilgi
bir yapılar bütünü olarak görme yanılgısına dü-
içeriğinin incelemesini de içine alacak şekilde
şülebilir. Halbuki yaşayan bir kent, tüm sorun-
genişletildiğinde karşılaşılan algısal rahatsızlı-
larının o kentte yaşayanlarla birlikte çözüldüğü,
ğı niteliyor. Bağlamlarının dinamik ve değişken
alternatif yaşam alanlarının bulunabildiği bir yer
etkileriyle etkileşime giren ve evrilen karmaşık
olabilmelidir.
kentsel biçimlerle ilişki içerisinde Gestalt üreti-
minin temel ilkelerinin işleyişiyle ilgili bir sınır
—Bülent Usta
durumunu belirtiyor.

>Çarpık Kentleşme, Göç


Gestalt kuramının görsel düzen ilkeleri görsel
bir deneyimin parçaları ile bütünü arasındaki
ilişkinin bütünsel bir bakış açısıyla anlaşılmasına
GESTALT ÇÖKMESİ
dayanır ve zihnin en basit ve en istikrarlı görsel
Karmaşık kentsel biçim(ler)in görsel tanın- yeniden inşayı tercih ettiği yolundaki kapsayıcı
ması ve yeniden inşasında bir sınır durumunu gestalt önermesine ulaşır: Zihin görsel deneyimde

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-111
İSTANBULLAŞMAK

mevcut bilgi karmaşıklığı sınırını aşınca, imgeyi ortadan ikiye yırtar. Ancak şehrin doğu ve batı
kapattığı ve sadece temel parçaları alıkoyduğu bir uzanımlarına doğru hareket ettikçe bu bütünlük
basitleştirme gerçekleştirir, bir yandan da çeşitli gücünü yitirmeye başlar ve kentsel biçimlerin
algısal deneyimler arasından en istikrarlı olanı karmaşıklığı bilgi artışı ve algısal istikrarın aza-
seçer (Wertheimer, 1938). Bu algısal kapalılık ve lışına paralel olarak artar. İmge karmaşık oldu-
prägnanz (öze indirgeme) işlemleri ortaya çıkacak ğunda bütünün parçaları kendi başlarına birer
gestalt’in basitleştirme ve istikrarlılaştırılması Gestalt olarak algılanmaya başlarlar. Karmaşıklık
için görsel şablon üzerinde sırayla etkili olurlar. kapalılığı erteler ve algısal tecrübe, zihnin parça-
Ortaya çıkan Gestalt veya biçim eğer algısal istik- ları, kendi statüsünü muhafaza eden ama sürekli
rar ve düşük bilgi içeriği taşıyorsa iyi veya güçlü olarak şehrin kesintisizliğine açılan ve giderek
olarak nitelendirilir. Kuşbakışı Haliç, böyle mü- büyüyen bütünlere bağlı alt-bütünler olarak an-
kemmel bir kapatma ve prägnanz (öze indirgeme) ladığı bir tür dizisel gestalte dönüşür. Parça ve
örneği oluşturur, diğer ismi Altın Boynuz da bu bütünlerin bu karmaşıklığı İstanbul’u tanımlayan
durumu doğrular; keza Boğaz da güçlü bir kimliğe sınırsız bütünün işareti ve ürünüdür. Şehir ges-
sahip bir biçimdir. Altın Boynuz ve Boğaz, algının talt kuramının sınırlı bütün kavramını yıkarak
basit ve istikrarlı figür (deniz) ile zemini veya ala- sınırsız bir bütüne dönüştüren aktif bir çeşitlilik
nı (kara) arasındaki açık ve güçlü bir farklılaşma alanıdır. Sınırsız bir bütün, Gestalt kuramının
aracılığıyla gerçekleştiği güçlü Gestaltler olarak temel görsel düzen ilkelerinin hem bir uzantı-
nitelendirilebilirler. sını hem de sınırını oluşturur. Birlik ve istikrar
gerekliliklerinin yerine süreklilik ve çeşitliliği
Güçlü gestaltlerde Gestalt deneyiminin hem getirerek gestalt deneyiminin hem figür-alanını
figür-alan hem de parça-bütün ilişkisi tatmin hem de parça-bütün ilişkisini sorunsallaştırır.
edicidir. Boğaz, Gestalt kuramının parçalar ile Şehrin dinamik büyümesi algının tamamlanma
bütünün ayrılmazlığı ilkesini örnekler şekilde ve istikrar (kapalılık ve prägnanz) talebine zıttır:
iki parçayı birleştirerek bir bütün oluşturur. Bu Çeşitli parçalarının dönüşümünün kapalılığı yok
anlamda Boğaz’da bütünlük niteliği en güçlü nite- ettiği ve figürün istikrarlılaştırılmasını engellediği
liktir, ki bu da ironiktir çünkü Boğaz aslında şehri yerlerde kentsel morfoloji dinamik içsel farklılaş-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-112
İSTANBULLAŞMAK

malara uğrar. Gestalt çökmesi terimi hem orta- Taksim, Kadıköy gibi kentin farklı şehir merkez-
ya çıkan algısal kararsızlığı, hem de İstanbul’un lerinde tezat oluşturabilecek giysilerin büyük bir
sunduğu pekiştirilmiş ama tedirgin edici gestalt çeşitlilik içinde var oldukları da gözlemlenebilir.
deneyiminin çarpıcı niteliğini ifade eder.
1970’lerden itibaren İstanbul pazarlarına gi-
—Zeynep Mennan ren kot pantalon ve tişört kombinasyonu daha
önceleri ilk bakışta kendini ele veren sınıfsal giysi
farklılıklarını bir anlamda demokratikleştirmiştir.
GİYSİ Kadın olsun erkek olsun, düşük gelirli olsun yük-
sek gelirli olsun, üzerine manto giymeden dolaşan
Farklı değer sistemlerinin bedenin görünür- genç nüfusu sosyolojik olarak çözümlemek için
lüğü bağlamında ifade edilişi. [Ed.]
artık “giysi”den çok daha fazlası gerekmektedir.
Giysi ve İstanbulluluğun önemli bir boyutu da
Bugün, “İstanbul’un demografik değişimi” anlatı- “ihraç fazlası malların” kolayca tüketiciye ulaştığı
larının başını 19. yüzyıldan neredeyse göçün hız- semt pazarlarıdır (bak. Semt Pazarı). Türkiye’de
landığı 1970’li yıllara kadar Beyoğlu’na çıkılırken gelişen tekstil sektörünün en önemli pazarı olan
nasıl “Batılı tarzda” ve “özenli” giyinildiği hikayesi İstanbul’da, Ulus’un Perşembe Pazarı, Kadıköy’ün
çeker. Esasen bugün de hala, İstanbul’un belli Salı Pazarı, Beşiktaş’ın Cumartesi Pazarı gibi, her
semtleri “giysi” üzerinden tanımlanmaya devam türlü kaliteli giysiyi ucuz bir fiyata almayı müm-
ediyor. Burada, semtlerin “muhafazakarlığı” veya kün kılan, orta sınıfın giysi alışverişinde belli bir
“serbestliği” daha ziyade kadın giysileri üzerinden doyumu yakalamasını sağlayan mekanlar vardır.
okunur. Daha muhafazakar olarak tanınan Fatih Batılı ve markalı tarzda giysi teşhirinin en önemli
semti kapalı kadınlarıyla bilinirken, bu semte platformlarından biri de kuşkusuz gece kulüple-
kolsuz, ince askılı kadın giysileriyle girildiğinde ridir. Burada giysi özgürlüğü alabildiğine yaşanır
sosyal bir tepki alınabilir. Bunun aksine, Nişantaşı hatta, sosyete haberlerinde reytinglere girerek bir
veya Moda’da genelde daha serbest giysi tarzları moda trendi oluşturabilir. Semt pazarlarındaki
olağan karşılanır, tedirginlik yaşanmaz. Beşiktaş, tüketime bakıldığında, herhalde pek çok başka

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-113
İSTANBULLAŞMAK

kentte olduğu gibi, İstanbul’da da erkekleri kadın- Göç, Türk kamuoyunda genellikle köyden kente
ların giydirdiği bilinir. Sosyal mobilitenin çok hızlı göç, dolayısıyla ülke içi göç ile bağlantılı bir süreç
geliştiği bu büyük metropolde giysi aynı zamanda olarak yankı buluyor. Gerek rakamlar, gerekse
sınıfsal zıplamanın en temel aracı olarak görülür. kent yönetimi ve kent sakinlerinin gündelik ya-
Kimi zaman alt sınıfların tüm tasarruflarını pahalı şamlarına etkileri bakımından haksız bir ilgi de
bir alışveriş merkezinde harcayabilmelerinin, değil bu. Diğer pek çok ülkede, hem akademik çev-
hatta giysi için borçlanmayı göze alabilmelerinin relerde hem de kamuoyunda geniş yankılar bulan
bir açıklaması da budur. Nereye giderken ne giyi- uluslararası göç ise nadiren üzerinde durulan bir
lebileceği bilgisi toplumsal olarak tamamen sözlü süreç (bak. İranlı Göçmenler; Iraklı Göçmenler;
kültürün içinde yapılanan değerler sistemiyle Sovyetler Birliği Sonrası Göçmen). Elbette bu gö-
belirlenir. İstanbul’da da hızla değişen değerler rece az ilginin Türkiye’nin mevcut koşullarıyla
sisteminin en doğrudan yansıması herhalde giysi bağlantısı tartışılmaz. Örneğin İspanya, daha ön-
kodları üzerinden olmaktadır. ce göç veren bir ülkeyken, 1986 yılında Avrupa
Birliği’ne katılmasıyla birlikte hızla göç alan bir
—Arzu Öztürkmen ülkeye dönüştü. Buna paralel olarak göç çalış-
maları ve ilgili kurumlar da hızla arttı. Rakamlar
>Semt Pazarı kıyaslanamaz olsa da Türkiye’nin uluslararası
göç ile bağlantılı bir geçmişi ve bugünü de yok
değil. Kuşkusuz ilk akla gelen 1961’de Almanya ile
GÖÇ yapılan işgücü sağlama anlaşması doğrultusunda
giden konuk işçiler. Genelde “Almancı” terimi,
Bu tek sözcük, göçebe grupların hareketlili- içinde barındırdığı anlamlar ve klişeler dışında
ğinden ulusal ve uluslararası ölçeğe dek birey-
sel ve kitlesel her tür yer değiştirmeyi topluca üzerine pek az düşünülüp konuşulan bir nüfusu
ifade eder. Türkçede bu farklı eylemlerin hala ve onların ikinci, üçüncü kuşaklarını tanımlar.
tek bir toplumsal hali ifade etmekte olduğunu Avustralya’ya işgücü olarak giden göçmenler de
ortaya koyar. Dolayısıyla terim, değişim ve dö-
nüşümün kimi veçhelerini anlamamaya yönelik aynı gruba eklenebilir. Bunlar dışında da genelde
bir direncin göstergesidir. [Ed.] ekonomik gerekçelerle başka ülkelere yerleşen

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-114
İSTANBULLAŞMAK

bir nüfusun varlığından haberdarız. Ancak gö- göç tarihinin anı-mekanları olarak temsil buluyor.
rünen o ki bu nüfus hareketlerine yeni küresel Örneğin, Sirkeci İstasyonu’nda ellerinde valizleriy-
ekonomik yapılanmanın olağan sonuçlarından le trenin yanıbaşında poz veren o zamanın konuk
çok, bir tür normalden sapma gibi bakmaya de- işçileri, bugünün göçmenleri, bu tür mekanları
vam ediyoruz. Kimi seyahat belgesellerinde ya daha geniş bir göçmenlik tarihinin önemli bir par-
da haber programlarının bir bölümünde -bir tür çası kılıyor. Yalnızca bir ülkeden ayrılış anısı değil
üstü örtük mizahi yaklaşımı da barındıran bir elbette İstanbul, Türkiye ziyaretlerinin de düğüm
bakışla- Türklerin “tuhaf” bir biçimde, diyelim noktası. İster araba veya tren, ister uçak yolculuğu
ki Japonya’nın belli bir bölgesinde gruplandığını yapılsın bir noktada İstanbul’a değiyor güzergah.
duyup sonra da unutuyoruz. İstanbul sadece “İstanbullu”ların değil, aynı za-
manda içinden gelip geçenlerin. Dolayısıyla göç
Göç öykülerinde ortak bir nokta var: Çoğunun deyince yalnızca kırdan kente göçü, bunu deyince
ya ayrılış ya da varış noktası İstanbul, tren garları ve de yalnızca kenti “köye” dönüştürmeyi anlamak,
limanlar... İstanbul’un bireysel bellekler kadar or-
eksik bir manzara çiziyor. Mobilite arttıkça met-
tak bellekte de yer ettiğini görmek mümkün. Tüm
ropoller, Türkiye bağlamında özellikle İstanbul,
dünyada, ülkelerin göç tarihlerini ya da göçmenle-
farklı gruplar için farklı anlamlar taşımaya başlıyor.
rin bireysel ve ortak tarihlerini anlatmayı hedefle-
İstanbul’u İstanbul yapanı anlamak için onu belli
yen müzeler hızla kurulmaya devam ediyor. Türün
bir nüfus tarafından ikame edilen bir coğrafi nokta
belki de en bilinen örneği Üst New York Limanı’nda
olmaktan çok, nüfus mobilitesinin, ulaşımın, eko-
konumlanan Ellis Island Göçmen Müzesi. 1892 ile
nominin kesiştiği dinamik bir düğüm noktası ola-
1954 arasında göçmen istasyonu olarak kullanılan
rak görmenin olanaklarından faydalanmak gerek.
ve Amerika’ya “giriş kapısı” olarak nitelenen Ellis
Island, 1990’da göçmen müzesi olarak ziyarete
açıldı. Bu tür müzelerin en erken örneklerinden bir —Burçak Özlüdil
diğeri, yine 1990 yılında Almanya’da, Köln’de bir
grup Türk göçmeni entelektüel tarafından kurulan >Iraklı Göçmenler, İranlı Göçmenler,
DOMiD. İstanbul, DOMiD’in koleksiyonlarında bir Sovyetler Birliği Sonrası Göçmen

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-115
İSTANBULLAŞMAK

GÖKDELEN görülmektedir. Kent merkezinde bürolara ihtiyaç


duyan çokuluslu şirketler, prestij, imaj ve reklam
Oksimoron çağrışımlara açık yüksek yapı. mekanları aramakta ve bunun için yüksek yapıları
uygun bulmaktadırlar. Bu bağlamda günümüzde
Yüksek yapılar kentte belirgin izler oluşturduk- herhangi bir yapının yüksekliğini belirleyenin,
larından kolaylıkla okunabilirler. Bu nedenle teknik ya da teknolojik bir gelişmeden çok, alıcı-
İstanbul’da yaşanan ekonomik, siyasal ve toplum- nın satın alma gücü olduğu söylenebilir.
sal olayların yönlendirdiği kentsel gelişimleri ka-
baca gökdelenler üzerinden okumak olanaklıdır. Öte yandan gökdelenlerin İstanbul için yap-
Bilindiği gibi, küreselleşme (bak. Küreselleşme) tığı çağrışımlar çoğunlukla karşıtlıklar içermek-
ve neoliberal ekonomi politikaları, dünyadaki tedir. Bu bağlamda İstanbullular gökdelenle ilişki
gelişimlere paralel olarak, 1980’lerden bugüne kurarken aynı zamanda mesafelidirler de. Bazıları
İstanbul’u da dönüştürmektedir. Bu dönemde bu yapı türünü her kentin sahip olması gereken
dünya kenti olma hedefi doğrultusunda İstanbul çağdaşlık ölçütleri olarak görmektedir. Diğerle-
da bir dizi değişim yaşamaktadır. Artık sermaye ri ise kent yönetiminin dayattığı konular gereği
için kentler küresel tüketim ve üretime uygun iş tartışmaları kimi yüksek yapıların arsalarının
merkezleri, turizm alanları ve konut yatırımları “yasadışı” bulunuşu, kent siluetine etkileri ya
açısından çekici hale gelmiştir. Ülkemizde turizmi da kamunun kaynaklarını sorumsuzca tüket-
teşvik yasalarıyla desteklenen bu yaklaşım, kimi mesiyle sınırlar. Oysa İstanbullular hala insana
arsalara ayrıcalıklı konumlar sağlamakta ve bu- ilk bakışta hem heyecan hem de korku aşılayan
ralarda yapıların yükselmesine olanak tanımak- bu 20. yüzyıl düşleri ya da “ucube”lerinden ne
tadır. Örneğin günümüzde saray bahçelerinde sakınabilir, ne de onları bütünüyle içselleştire-
konumlanan İstanbul’un beş yıldızlı otelleri, bu bilir. O nedenle bu yapılar “distopyanın en son
politikanın ürünüdür. Öte yandan uluslararası resmi” olarak adlandırılsa da, uygun planlama
finans merkezi yaratma çabaları, İstanbul özelin- anlayışıyla, yapı-çevre-insan etkileşimine verilen
de, gökdelenlerin yoğunlaştığı Büyükdere-Maslak önemle ve teknolojinin de katkısıyla yaşanabilme
aksında ve kente yayılmış noktasal müdahalelerde potansiyelini taşımakta olup olmadığı neredeyse

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-116
İSTANBULLAŞMAK

tartışılmaz. Üzerinde durulması gereken bir konu yapıyı hem de mimariyi yönlendirebilen kavram-
ise, yaşadığımız bilişim çağında gökdelenlerin lardır. Gözetleme, bireyin mekan ile ilişkisinin
simgesel değerinden öte bir anlamı kalmadıysa, (örneğin mekana giriş-çıkış vb.) başka özne veya
bu yapı türünün İstanbul semalarını süslemeye özneler tarafından gizli olarak takip edilmesi,
daha ne kadar devam edeceğidir. gözetim altına alınmasıdır.

—Ayşen Ciravoğlu Adam bıçaklamak, uyuşturucu, hırsızlık,


ait olmadığımızı sandığımız “öteki”ne karşı giz-
>Küreselleşme li korku ve hayal edilebilen tüm tekinsiz haller;
günümüzde yaşadığımız birçok sokak ve çevre-
si, kulaktan kulağa atfedilen mitlerini oluşturu-
GÖZETLEME yor. Örneğin, yaşayanlarının çoğunlukla Araplar,
Kürtler ve Çingenelerin olduğu Tophane; Taksim,
Bir mekan oluşturma eylemidir, bir sosyal ve İstiklal, Tünel gibi kozmopolit ve heterojen bir
mimari pratiktir. sosyal yapı içeren, eğlence endüstrisinin hakim
olduğu merkezi yerlere çok yakın. Ama yine de,
Gözetleme kelimesinin yanına “gözetlenme”yi Tophane semti kentsel alt bilincin “öteki”lerinden
de ekleyebiliriz. İki kavram birbiriyle karşılıklı biri; tekinsiz, tehlikeli ve güvenlik kodları ile be-
ilişki içindedir. Hem fiziksel hem de mekansal zenmiş klişelerle donanmış önyargılarla çevrili.
sosyal kontrol bağlamında birey ve mekan ara- Oysa bana göre gayet güvenli olan bu yer (diğer
sındaki ilişki, gözetleme/ gözetlenme ikiliğine, benzer semtler gibi), “kapalı sitelerde” (bak. Ka-
Panoptikon kavramı ise bu iki kavram arasında ge- palı-Site) yaşamayı seçenler için kente karşı ya-
lişen kontrol mekanizmasına dayanır. Son yıllarda bancılaşmayı meşrulaştıran mitlerin üretildiği
kamusal alan, bu ilişkinin çeşitli mekanizmaları mütevazı bir yer. Kentin sokaklarda, insanlar ara-
ile tanımlanır. Temel olarak gözetleme/gözetlen- sında gizlice fısıldadığı “mitler”, biz sokaklarda
me, cemaatleşmiş her toplulukta ve kentlerin salınıp dolanırken bizi takip etmekle kalmayıp,
mahalle biçimi ile örgütlenmesinde, hem sosyal “mekan”a bakışımızın önyargılarını da kurar-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-117
İSTANBULLAŞMAK

lar. Sözde bir kentli olarak “kendimizi” kente, oldu. Sanal kimlik kontrolleri, kamusal alanın her
semtimize ve sokaklara yerleştirdiğimizde de bu köşesini kaplayan gizli kameralar, etnik kimliklere
mitler ve fısıltılar ile yörüngemizi bulmaya çalı- sahip vatandaşlar için kısıtlamalar ve bu doğrul-
şırız. “Öteki” ile aramızdaki mesafeyi mimari bir tuda yeniden yapılanan, özelleşen mimari çevre,
çevreye dönüştürdüğümüzde ise sosyal tabuları- çeşitli gözetleme mekanizmaları oluşturmakta.
mızı, şiddeti ve kentsel ayrışmayı besler, kamu-
sal alandaki birlikteliğimize temas eden kentsel Son yıllarda çoğalan ve altkentleşmeye dam-
belleği ise kesintiye uğratırız. Küresel kentlerde gasını vuran kapalı siteler, birçok küresel kent-
etnik ve sosyal farklılık, ayrışmaya eşlik eder; ko- te olduğu gibi İstanbul’da da izlenen bir olgu.
lektif bir kentsel bellek tanımlanamaz, tahayyül 1995’ten sonra İstanbul kent çeperlerinde duvar-
edilemez olur. Mekana dair muğlak kimlikleştir- larla ve her türlü güvenlik sistemi ile korunan,
meler; endişe, kaygı, güvenlik ve güvenliksizlik belirli bir yaşam vaadi ile de bir cemaatleşmeye
kavramlarını merkezine alan kentsel söylemlere işaret eden, özellikle üst orta sınıf müşterilere
yol açar. Gettolar, kentin çeperleri, kapalı siteler hitap eden kapalı siteler, son zamanlarda kent-
ya da zıt sosyo-kültürel ve ekonomik arkaplanlara sel ayrışmanın toplumsal ve kültürel yörüngesi-
sahip diğer kentsel alanlar, aslında gerçek olgular ni belirliyor. 1990 sonrası neo-liberal ekonomik
üzerinden yükselmeyen bu kentsel söylemlerle stratejiler sonucu ortaya çıkan yeni üst orta sınıf
mitleşirler. Geçen yüzyıldan bu yana, “kent” ve ve konut mevzuatındaki değişiklikler, bu kapa-
“metropolis” kavramları heterojen ütopyalara, lı sitelerin oluşumunda etkin oldu. Bu yerleşim
birbirinden farklı toplulukların bir aradalığına ve alanlarının satışında kullanılan anti-ütopik kent
halk yığınlarının kamusal alana katılımına refe- söylemleri, özlenilen bir Modernizmi tarifliyor:
rans verip durdular. Fakat 1990 sonrasında kentsel Güvenlik tehditleri, hijyen isteği, deprem korkusu,
ütopyaların ve çokkültürlü, elit, modern kentlinin hava kirliliği, trafik yoğunluğu ve kentsel kaygı.
iflasına şahit olduk. 11 Eylül’le birlikte güvenlik, Görsel imgeler ve özellikle İngilizce kelimelerin
terörizm ve acil durum söylemleri küresel kent- yoğun olarak kullanıldığı reklam afişleri ve ilanlar,
lerdeki kontrol mekanizmalarını meşrulaştırır bu söyleme gerçeklik kazandırıyor.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-118
İSTANBULLAŞMAK

İstanbul’daki kapalı siteleri ele alan “Tam türleri ve etnik toplulukları barındırırken, diğer
Size Göre” (“Perfectly Suited for You”, Solmaz yandan kamusal alana katılım hakkı ve kentsel
Shahbazi, 2005) adlı video enstalasyonundaki mekanı paylaşma, ulus-devlet söylemine dayanan
ekranlardan birinde Kemer Country’de yaşayan vatandaşlık tanımına karşı garip bir pozisyon
bir hanımın konuşmalarını dinliyoruz: Güven- alıyor. Yeni küresel kentlerde, vatandaşlık tanı-
lik ve çocuklarının daha iyi eğitim olanaklarına mı “… normlar, pratikler, anlamlar ve kimlikler
sahip olmaları için hijyenik bir modernlik adına (kültürel)” üzerinden kuruluyor. Son yıllarda
kent merkezinden kaçtığını anlatan ebeveyn için hızla yayılan ve sosyal ayrışmayı giderek artıran
İstanbul tehlikeli, vahşi bir ormandan farksız. “kapalı sitelerin” rolü nedir? Bu olguyu mekansal
Bu cemaatin bir parçası olarak kazandığı yeni organizasyon ve sivil haklar bağlamında nasıl ele
yaşam tarzını videoda ayrıntılarıyla anlatan Ke- alırız? Mekanın bio-politika ile yeniden organize
mer Country sakininin söylediklerini dinleyince, olması ile kurgulanan kentsel söylemler, güvenlik
temelde herhangi etnik, dini veya ekonomik gibi ve kent içi sosyal haklarımızı nasıl dönüştürüyor?
belirleyicilerin etkisiyle değil, özel bir kültürel Bülent Diken, makalesinde kapalı siteleri “arzu
cemaat oluşturma isteğiyle “bir araya gelme” ar- duyulan kamplar” olarak adlandırıyor. İtalyan
zusunu hissedebiliyorsunuz. Diğer yandan ise, felsefeci Giorgio Agamben, “kamp” kavramını bio-
oluşturulmuş bu cemaatin kente bakışında, ken- politik bağlamında “istisnai durum”un oluştuğu
tin “öteki’”erini yeniden tanımladıklarına şahit yerler olarak tanımlar. Agamben’e göre “kamp”,
oluyoruz. Kapalı siteler olgusundan hareketle toplumda ortaya çıkan kriz ve anormal durum
kamusal alanda, özelleştirme, güvenlik, kimlik ile birlikte sıradan hukukun geçersiz kılındığı
ve vatandaşlık gibi kavramların yeniden biçim- yerdir. Bireyin kontrol altına alınması ve siyasal
lendiğini görüyoruz. Bir kente aidiyetten çok, haklarının elinden alınması istisnai halinin meş-
ortak yaşam ve mülk üzerinden tarif edilen bir rulaştırıcı iktidarı ile gerçekleşir. Beden üzerinden
cemaate üyelik, kent ile aramızdaki kimlikleştir- farklı bir denetimin gerçekleştiği mekanlar olan
meyi belirliyor. Bu noktada kent ile kent sakini “kamp”, iktidar ve bio-politik araçlar üreten bir
(vatandaş) arasında çatışmalı bir tanımlamaya mekan formu. Kampların fiziki kontrol (duvarlar,
tanık oluyoruz. Bir yandan kent, içiçe geçmiş kül- kameralar, güvenlikçiler) ve panoptik gözetim

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-119
İSTANBULLAŞMAK

özellikleri ile kapalı yerleşimleri karşılaştıran GÜVENLİK


Diken, kontrol altında olma arzusu ile bu tür bir
kamp içinde yer alarak içerdeki ve dışarıdaki ay- Son on yılda artık tatmin edilemez hale gel-
rımını vatandaşlık hakkını kullanma veya feragat miş, ancak sayısal veriler bağlamında vahim
olmaktan uzak bir ihtiyaç. [Ed.]
etme açısından ele alıyor. Kapalı yerleşimleri bu
bağlamda panoptik gözetim mekanları olarak
arzu duyulan kamplar olarak değerlendiriliyor. Batı’da II. Dünya Savaşı sonrası tesis edilen Batı
Kapalı yerleşimlerin, güvenlikçiler, kameralar ve modernliğinin sosyal yapısını genellikle ithal
ileri teknoloji ile donanmış gözetim mekanları ikameci bir ekonomi ile kısmi olarak gerçekleş-
olması Tophane gibi bir semtteki güvenlik fikri ile tirebilmiş ülkelerde de, yine kısmi olarak hayata
karşılaştırıldığında zıt bir konum (bak. Güvenlik). geçirilebilmiş “sosyal devlet” idaresinin ortadan
Fakat teknoloji yerine bu semtte yaşayan farklı kalkması ile “güvenlik” ve güvenlik söylemi, dev-
cemaatlerin ilişkisi üzerinden güvenlik kavra- letin en temel varoluş sebebi haline geldi. Devlet
mını tanımlayabiliriz. Burada gözetimin iktidarı ve vatandaş arasında, devletin kudretine meşrui-
ve bir cemaatin ya da semtin güvenliği, kapalı yet zemini veren sağlık, eğitim ve temel hizmetler
yerleşimlerdeki gibi yüksek duvarlar, teknoloji ortadan kalktıkça, Weberyen bir ifade ile devletin
gibi fiziki ögelerden değil tam tersine mahalle- “şiddet kullanma tekeli” onun yegane meşrui-
liliğin muğlak “ilişkiler ağı”ndan oluşuyor. Her yet noktası oldu. Ancak sosyal devletin ortadan
iki zıt cemaat ve fiziksel alan (semt, mahalle) bu kalkması süreci, güvenliğin devlet tekelinden -en
ilişkisel ağ ve günlük yaşam pratikleri üzerinden azından pratik açıdan- çıkışını da kapsar. Teorik
karşılaştırıldığında kamusal alanın müzakeresini düzlemde şiddet kullanma hakkı halen devlet
ve kent içindeki vatandaşlık haklarını yeniden tekelinde bulunsa da, güvenlik sektörünün özel-
analiz ediyoruz. leşmesi, devleti bu “sektörde” giderek hizmet alan
ile hizmet veren, yani vatandaş ve özel güvenlik
—Pelin Tan
şirketleri arasındaki ilişkiyi düzenleyen bir aracı
>Güvenlik, Kapalı Site kurum haline getiriyor.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-120
İSTANBULLAŞMAK

İstanbul’da Emniyet Genel Müdürlüğü’nün ve- niden değerlendirilmek üzere -Ayazma örneğinde
rilerine göre 2005-2006 yılları arasında mala karşı olduğu gibi- yıkılıyor ya da Başıbüyük, Kağıtha-
işlenen suçlarda % 60’a varan artış, “özel güvenlik ne, Gülensu gibi yıkılması umulurken, yıkımın
sektörüne duyulan” ihtiyacın bir gerekçesi olarak müdahilleri tarafından “güvenlik” ve “medeni
gösterilerek sonuçlar ve nedenler bilinçli olarak yer yaşama geçiş” söylemleri bir diyalektik içinde
değiştiriliyor. Görece sosyal dayanışmanın üreti- kullanılıyor. TOKİ Başkanı, üretecekleri toplu
lebildiği işçi merkezli çalışan gruptan, güvencesiz konutların amacının şehirde yaşayanlara “muasır
hizmet sektörüne (“proleterya”dan “prekarya”ya), medeniyet” seviyesinde bir hayat kalitesi sağlaya-
kolayca sosyalleşebilen “mahalle sakininden” (bak. cağını söylüyor ve bunun karşısında yıkılmasını
Mahalle) Loïc Wacquant’ın “zonardlar” diye tabir arzuladığı gecekondu bölgelerinin “fuhuş, hırsız-
ettiği “toplu konut bireyi”ne (bak. Kapalı-Site) ge- lık, bir takım örgütlenmelere” dayandığını iddia
çiş, kent morfolojisinde büyük boşlukların ortaya ediyor. Zonard’ın kuvvetle muhtemel yüzleşeceği
çıkışı (günün belli bir kısmında işlev gösteren alış- işsizlik, ulaşım sorunu ve sosyal dayanışma kaybı
veriş merkezleri, merkezi iş alanları, konvansiyon zikredilmeden, şehrin güney ve kuzey çeperleri-
merkezleri vb.) ve yine Wacquant’ın deyimiyle ne ucuz malzeme ile inşa edilen ve 15 sene vadeli
ekonomik, politik ve zorunlu göçmenlerin, alt sı- kredi ile alınabilecek, ödeme süresi boyunca da
nıfların oluşturduğu “–siz”lerin (evsiz, tapusuz, başka bir konutta oturulmasına izin verilmeyecek
nüfus cüzdansız, sigortasız, işsiz, vb.) bir araya barınma kampları kuruluyor. Hizmet sektörünün
geldiği “çöküntü mahalleleri” ile ilgili sosyal araş- yalpalı sularında işsizleşen gençlerin bir kısmı
tırmalardan yoksun “güvenlik söylemi”, esas itibarı kamusal alandan devşirilmiş ya da “gecekondu”
ile geç neoliberal dönemin en hızlı gelişen sektörü (bak. Gecekondu) mahalleleri civarına inşa edilmiş
olan özel güvenliğin kent mekanının metalaştırıl- alışveriş merkezlerinde (bak. Alışveriş Merkezi)
ma sürecinde geçici bir sübap etkisi tesis ediyor. mallratlik (alışveriş merkezi fareliği) yaparken bu-
radan alışveriş yapanlar tarafından tehdit olarak
Çoğu ithal ikameci üretim sürecinde işçi ma- algılanıyor ve pratikte -Cevahir Alışveriş Merke-
halleleri olarak kurulan bölgeler, üretimin şehir zi vakasında örneklendiği gibi- tartaklanıyor ya
ve ülke dışına kaydırılması ile emlak rantı için ye- da sürekli gözetim altında tutuluyor. “-Siz”lerin

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-121
İSTANBULLAŞMAK

sığındığı, bir önceki neslin kazanımları ile halen mış kısıtlı sosyal hakları, barınma şartlarını bir
ayakta kalabilen işçi mahallelerinden farklı olan sonraki nesile aktaracak maddi varlıktan yoksun
Tarlabaşı gibi merkez mahalleleri, burada yaşayan mahalleler ise, Radikal Gazetesi editörü Timur
zorunlu göç mağdurları, Afrikalı göçmenler (bak. Soykan’ın Alibeyköy’de yaptığı araştırmada dile
Göç) ya da Romanlar gibi damgalanmış cemaatle- getirdiği gibi, içe dönük bir güvenlik sorunu ile
rin tarihçesi irdelenmeden güvenlik gerekçesi ve yüzleşiyor: Mahalleden Mehmet Aslantürk’ün
yine kaba estet ve modern söylemlerle boşaltılıyor. söylediği gibi “Bizim mahallenin çocukları bi-
zim mahallemizdeki evleri soyuyordu. İnsanlar
Oysa güvenlik sektörünün çalışanları yukarı- geceleri sokağa çıkamaz oldu.” Ancak bu “çeper
da sözü edilen ve yerinden edilen kesimlerden de mahalleler”de artan suç oranı yeteri kadar dile
mebzul miktarda çalışan barındırıyor. Metropo- getirilmediği için suç, orta ve üst gelir gruplarının
lün inşa aşamasındaki “butik” merkezleri henüz refleksleri etrafında söylemleştiriliyor.
sendikalaşma sürecine girmemiş alt gelir sınıfın-
dan güvenlik çalışanları tarafından korunurken, Kentsel ayrışma sürecinin tetikleyicisi olan bu
Kemerburgaz gibi korunaklı sitelerin güvenliği de söylem kaymasının “ulusal güvenlik” ekseninde
emlak spekülasyonunun hedefi haline getirilen başka veçhelerle kurgulandığını, kentsel rantın
gecekondu mahalleleri sakinlerinden, bir başka önünü açmak için “görünür birey”in şahsi güvenlik
deyişle tapu tahsis belgeleri, hatta tapuları barın- sorunsalından, “terör” tehlikesine referans yapa-
ma garantisinden yoksunlaştırılan kesimlerden rak kendince daha temel bir argüman yarattığını
devşiriliyor. Orhan Esen’in ve Tim Rieniets’in da belirtmek gerekiyor. Bu katmana en kaba haliyle
Göktürk Mahallesi üzerine yaptıkları araştırmada Posta gibi gazetelerde sıklıkla yer verilen “İstanbul
ortaya koydukları gibi kapalı sitelerin kimi gü- Terör Haritaları”nda rastlamak mümkün. Genel-
venlik görevlileri sitelere komşu köyden gelerek, likle Kürt sorunu ve sol fraksiyonlarla iktifa eden
siteleri fiiliyatta kendi köylerinden de koruyor. bu haritalar, “terör kozu”nu kullanarak mahalle
yıkımlarını meşrulaştırıyor. Böylece sosyolojik bir
Güvenlik görevlisi tutacak kadar ekonomik perspektiften imtina ederek kamu vicdanı nezdin-
gelire sahip olmayan ve bir nesil evvel kazanıl- de “devletin güvenlik vazifesi”ne vurgu yapılıyor.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-122
İSTANBULLAŞMAK

Bir yandan da İstanbul’da süregiden güven- GÜZELLEŞTİRME (I)


lik söylemi, Foucault tarafından dile getirilen
iktidarın ideal mekanizmasının bireyin kendi Olağan bir kentsel gerçekliği veya olguyu çir-
kin olarak nitelemek üzere icat edilmiş her tür
kendini denetleyeceği “kontrol toplumu”na gön- müdahaleci pratik. [Ed.]
dermeler yapıyor; belediye başkanları ve emniyet
yetkilileri daha fazla aydınlatma, görünürlük, Eskiden de öyle miydi bilmem; Güzelleştirme,
MOBESE (Mobil Elektronik Sistem Entegrasyonu, İstanbul’a daima aniden gelir ve kelimenin ta
amiyane tabiriyle “gözetleme kameraları”) gibi kendisinin ima ettiği gibi bir şeyi zorla başka bir
kontrol toplumunun kanıksanmış yatırımlarına şeye dönüştürme eylemiyle çirkinleştirir. Bir şehir
refarans vermekten geri durmuyor. Ancak asli manzarası, diyelim ki sarmaşığı, küçük bakkalı ve
olarak devletin kamusal ekonomi ve siyaset ara- otobüs durağıyla bir sokak köşesi kendi kendine
sındaki bağı koparması, bir çeper “megalopolis”i bir ahenk kazanmaya, gerçekten “güzelleşmeye”
olan İstanbul’un bu yüzden göç almaya devam başladığı sırada güzelleştirmenin hışmına uğra-
edecek olması, İstanbul’un giderek bir taşeron işçi yabilir genellikle. Hele de çok göz önündeyse...
ve enformel hizmet çalışanları vahasına dönmesi, Dev bir anıt heykel, arkasında şair resimleri ve
devlet tekelindeki güvenlik söyleminin somut şiir dizeleri olan açık şiir kitabı biçimindeki park
şartlar karşısında ne kadar esneyebileceği soru- sıraları, çirkin bir fıskiye, PVC cephe kaplaması
sunu gündeme getiriyor. ile “tıpkı eskisine benzetilmiş” beyaz bir köşk
bu şehrin gördüğü güzelleştirme hamlelerinin
—Ulus Atayurt yalnızca bazı örnekleridir. Halbuki İstanbul’un
bazı köşeleri, bazı anları, bazı çakışmaları ken-
>Alışveriş Merkezi, Gecekondu, Göç, diliğinden ve -hala- çok güzeldir. Balat’ta Haliç
Kapalı-Site, Mahalle Tersanesi’ne doğru dönüldüğünde aniden ortaya
çıkan manzara, Galatasaray Hamamı’nın yanın-
daki sokaktan aşağı inerken ta karşıda, uzakta
görünen küçük Topkapı Sarayı parçası, bu şehrin

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-123
İSTANBULLAŞMAK

ani güzellikleri arasındadır. Şehrin kendine özgü “Batılılaşma” hareketleri kapsamında, Paris
bir ahenge sahip olduğu kısa zaman parçalarında ve Londra metrolarıyla eşzamanlı olarak Pay-
-bir şehir tamamen durağan ve ahenkli olabilir ı Taht’ta başlanan ilk altyapı hamlesi, zaman
mi, orası ayrı konu- pırıl pırıl ışıldayan o şeyin, içinde giderek daha düşük bütçeli, daha kolay
uzun süre dayanmasına izin verilmez. Bu kendi- gerçekleştirilebilen ve özellikle görünebilirliliği
liğinden oluşan ahengin başına buyrukluğuna olan güzelleştirme projelerine dönüşür. Halen
izin vermemek, buna tahammülü olmamak, belki hizmette olan kentin ana ulaşım eksenlerini ve
ülkeyi ve şehri yönetenlerin genel tahammül- işlevsel bölgelerini kurgulayan ilk master plan
süzlüğünün bir parçasıdır. Sanki, güzellik görül- bile, 18 park içermesi dolayısıyla bir güzelleştirme
düğü yerde ve anda yetkililere bildirilmelidir ve projesi olarak algılanır. Master plan kapsamındaki
“güzelleştirme”ye uğratılmalıdır. merkezi ve yerel yönetim etkinlikleri, yazılı basın-
da “güzelleştirme” hedefiyle betimlenir. Benzer
—Fatih Özgüven şekilde yerel yönetim, son 50 yıldır kendi etkinlik-
lerini, “güzelleştirme” vizyonu ile aktarır; altyapı
yatırımlarındaki kritik eksikliği, güzelleştirme
GÜZELLEŞTİRME (II) söylemiyle, adeta örter ve toplumdan saklar...

19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyıl başlarında, Batı Küreselleşen İstanbul’da son 25 yılda, yerel
Avrupa ve Kuzey Amerika kentlerinde tasarım yak-
hizmetlerin göreceli olarak iyileştiği gözlenmek-
laşımı olarak ele alınan güzelleştirme kavramı,
İstanbul kenti bağlamında yeni anlamlar ve yeni tedir. Bu yerel hizmetler, güzelleştirme süreci
boyutlar kazanır. Bir yandan, “Batılılaştırma” ha- üzerinden ele alındığında, fiziksel çevre odaklı
reketleri çerçevesinde asrileştirme, modernleş-
çalışmalar ön plandadır: 50 santimetre yüksekli-
tirme; tarihi kent dokusu bağlamında ise, zaman
zaman “yenileme”, “sıhhileştirme”, zaman zaman ğindeki pembe taşlı kaldırımlar inşa etme, kent
“traşlama”, “temizleme” (bak. Temizleme) kavramla- merkezi ve meydanlardaki kaldırım taşlarını dü-
rı öne çıkar. Öte yandan, göreceli bir “güzel kent”
zenli olarak değiştirme, binalararası güzellik yarış-
imgesi çerçevesinde gelişen tasarım yaklaşımı,
fiziksel çevreye, giderek dozunu artıran şekilde, ması düzenleme, yollar boyunca dikilen çiçeklere
yüzeysel olarak dokunmak olarak anlaşılmalıdır. yılda altı-yedi haneli rakamlarla ifade edilen büt-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-124
İSTANBULLAŞMAK

çeler ayırma, yine kent merkezindeki kaldırım taşı HALİÇ


döşeme işinin iki yılda bitirilebilmesi ve hemen
ardından yeniden döşenmeye başlanması, kentin Tıpkı Boğaziçi gibi bu terim de, İstanbul’a ilişkin
bir coğrafi eleman olmaktan başka her şeyi
son onyıllarına damgasını vuran güzelleştirme ifade eder. [Ed.]
çalışmalarının en önemli etapları olarak sıralana-
bilir. Günümüz güzelleştirme etkinliklerindeki en İstanbul’u dünyadaki diğer kıyı kentlerinden ayı-
önemli dönüşüm aslında ölçek temellidir: Çiçek, ran en önemli şey, içinden geçen deniz ve ona açı-
pembe taş ve güzel bina ölçeğinden kentsel ölçeğe lan körfezin etrafında kentleşmesidir. İstanbul’da
sıçrayan etkinlikler, tarihi ve sosyal dokunun 1000 her şeyin başlangıcı bu körfezde, Haliç’te yaşan-
yıllık mahallelerini “temizleme” çalışmalarına mıştır. Haliç, Boğaz ile birlikte kentin üç ayrı kara
dönüşmüştür. Bu kapsamda güzelleştirme, fizik- parçasına ayrılmasına neden olan bir doğal yol
sel çevreye yüzeysel olarak dokunan projeler(!) olarak kent belleğinin tutunduğu yerdir. Yüzyıllar
kadar, giderek sosyal yapıyı yaralayan projeleri(!) boyunca bu coğrafyada yerleşen uygarlıklar,
de kapsamaktadır. Diğer bir deyişle, güzelleştirme Haliç’in doğal yapısının gücünden yararlanmıştır.
kavramı, günümüz sosyal temizlik harekatı çerçe- Haliç, eşsiz bir korunaklı liman, güvenliği yüksek
vesinde, ayrıştırma çağrışımlarını da beraberinde stratejik bir konum, gemiler için derinliği yeterli
getirmektedir. Küreselleşen İstanbul’da güzelleş- ve durgun bir su, Boğaz’a, Marmara Denizi’ne
tirme, fiziksel dokuya yüzeysel dokunuşlar kadar, ve Akdeniz’e açılabilmek demektir. Bu nedenle
toplumsal ve kültürel temizlik ve soylulaştırma Haliç, en eski dönemlerden beri ticaret limanının
(bak. Mutenalaştırma; Soylulaşma) kavramlarının ve gemi üretiminin konumlandığı bir deniz üssü
yeni açılımı olarak da ele alınabilir. olarak işlevlendirilmiş, kültürel yapısında ve kent
imajında bu özellikler vurgulanmıştır.
—İpek Yada Akpınar

19. yüzyıla dek çokkültürlü, çok katmanlı bir


yapıyı teşvik eden Haliç, kentin yaratıcı çekir-
>Mutenalaştırma, Soylulaşma, Temizleme deği olmuştur. Kentin ticaret, yönetim, konak-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-125
İSTANBULLAŞMAK

lama, eğitim, din, eğlence gibi her türlü kentsel kendine özgü doğasıyla ilişki kuramayan, üste-
fonksiyonunu barındıran Tarihi Yarımada’nın lik tamamen aykırı nitelikler gösteren, Haliç’e
yoğunluğu, bu zamana dek pastoral bir hayat yabancı örnekleri referans almaktadır. Bilgi ve
sergileyen Haliç’in içlerine doğru kaymaya baş- belge temeli olmayan, hız ve rant temelli plansız
lamıştır. Bu nedenle 17. yüzyıl ortalarının Haliç’i, müdahaleler, Haliç’i geliştirmek yerine, Haliç’in
çok az sayıda konutun bulunduğu bir mesire yeri kimliğini zedelemiştir. 1984-89 yılları arasında
olarak görülürken, 18. yüzyıldan sonra Haliç’in Haliç’in Dalan eliyle “tabula rasa”ya dönüştü-
kıyılarında sanayi yapılarının sayısı artmış ve rülmesi, yani endüstri izlerinin denetimsizce si-
üretim türü çeşitlenmiştir. Haliç kıyılarında gemi linmesi, bunun ilk gösterisi olmuştur. Bu genel
yapımından tuğla üretimine, fes üretiminden do- müdahalenin ardından, Haliç’te noktasal uygu-
kumaya, farklı üretim kollarının izlerini görmek lamalar yapılmaya başlanmıştır. Haliç’in güney
mümkündür. 19. yüzyıla gelindiğinde, Haliç’te kıyısındaki Kadir Has Üniversitesi’nin kullandığı
sahil boyunca sıralanan saray ve köşkler yerlerini Cibali Tütün Fabrikası, Fener-Balat semtleri re-
artık tersanelere, un değirmenlerine, gemi demi- habilitasyon programı, en son çok amaçlı etkinlik
ri atölyelerine, askeri mühimmat tesislerine ve yeri işlevi alan Feshane-i Amire, Kağıthane’de-
Feshane ve Cibali tütün fabrikalarına bırakmış- ki Silahtarağa Elektrik Santrali’ni dönüştüren
tır. H. Prost tarafından 1936-1937’de hazırlanan Santral İstanbul projesi, Haliç’in kuzey kıyısına
ve 1939’da uygulamaya konulan kent planıyla, dönüp Karaköy’e dek devam ederken karşılaşılan
Haliç kıyılarındaki sanayi oluşumu bir kez daha ve Sütlüce Mezbahası’nın yıkılarak yerine yapılan
teşvik edilmiş, 1950’den sonra hızlı sanayileşme Sütlüce Kongre Merkezi, Miniatürk, Rahmi Koç
ve kentleşme hareketleri, kıyıların sanayi, geri- Sanayi Müzesi olarak kullanılan Şirket-i Hayriye
lerdeki boş alanların ise gecekondu yerleşmeleri Tersanesi ve Lengerhane, 1990’lardan bu yana
ile dolmasına neden olmuştur. Haliç’te gerçekleştirilen belli başlı uygulamalar-
dır.
20. yüzyılın ortasından sonra Haliç’te bir
dönüşüm çalışması başlamıştır. Ancak bu çalış- Haliç’teki dönüşüm çalışmaları bugüne dek
ma, Haliç’in doğal ve insan eliyle oluşturulmuş hala bir kentsel vizyona bağlanmadan gelişigüzel

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-126
İSTANBULLAŞMAK

veya rastlantısal bir biçimde gelişmekte, yakın Âmire), 1455’te kurulmuş, işlevini ve önemini de
çevreleri, birbirleri ve kent ile ilişkileri zayıf, kendi bugüne kadar korumuştur. İstanbul’da Haliç
içine kapalı devreler yaratılmaktadır. Haliç’teki Tersaneleri dışında, 1861’de Hasköy’de kurulan
en kapsamlı son proje santralistanbul da, bir hib- ve bugün bir sanayi müzesi olarak işlevlendirilen
rit kullanım seçimine rağmen, ne kendi içinde, Şirket-i Hayriye Tersanesi (bak. Şirket-i Hayriye)
ne de yakın çevresine rant dışında bir artı değer ile 1909’da Boğaz’da kurulan ve bugün mevcut
katamayıp, yeni bir soylulaştırma örneği olarak olmayan İstinye Tersanesi vardı.
diğer dönüşüm projelerinden farklılaşamamış-
tır. Haliç’in çok katmanlı ve çokkültürlü yapısını Haliç, Camialtı ve Taşkızak Tersaneleri’nden
dikkate almayan rekreasyon endüstrisi, Haliç’in oluşan Tersane-i Âmire (Haliç veya İstanbul
zenginliklerini yok etmekte, aynılaştırıp yoksul- Tersaneleri), Haliç’in kuzey kıyısında, Atatürk
laştırmaktadır. Bu aşamada, birbirine değen bir Köprüsü’nden Hasköy’e uzanan 2 kilometrelik kıyı
bütüncül plan çerçevesinde Haliç’in söz konusu şeridinde ve toplam 51 hektarlık alanda konum-
lanmaktadır. (bak. Haliç) Alan, yüzyıllar süren art
niteliklerini ve siluet etkisini dikkate alan bir ça-
arda yapımlar sonucunda, güncel üretim tesisleri-
lışmanın acilen gerektiği de açıktır.
ni içeren teknolojik altyapının yanı sıra, Bizans ve
Osmanlı klasik dönemlerinden kalan tarihsel bel-
—Gül Köksal
ge niteliğindeki çok önemli kalıntıları da içermek-
tedir. (bak. Bizans) Tersane olağan işlevlerinin
yanı sıra, kentin büyük programlı inşaat işlerinde,
HALİÇ TERSANELERİ
eğitim ve sağlık konularında da hizmet vermiştir.
Venedik’tekinden sonra, dünyanın en uzun
Örneğin Süleymaniye Külliyesi gibi kompleksle-
süre kullanımda kalan tersanesi İstanbul’da, rin yapımı sırasında malzeme iletimi konusunda
Haliç’tedir. [Ed.] tersanenin olanaklarından faydalanılmış, ya da
kenti saran kolera hastalığı için ilk etüv aletleri
Osmanlı sanayi ve teknoloji tarihinin önemli te- tersanede üretilmiştir. Bahriyelilerin ve tersane
sislerinden biri olan Haliç Tersaneleri (Tersane-i halkının sağlık sorunlarının giderilmesi ve eği-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-127
İSTANBULLAŞMAK

timleri de tersane bünyesinde gerçekleştirilmiştir. Haliç Tersaneleri, İstanbul’daki diğer sanayi


İlk buharlı gemi, buharlı fabrikalar ve Osmanlı tesislerinden birçok açıdan farklılık göstermekte-
Devleti’nin ilk denizaltısı burada inşa edilmiştir. dir. Tersaneler, endüstrileşmenin çok öncesinde,
Hatta bugünkü İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Bizans döneminden başlayarak Haliç’in kuzey
temelini oluşturan Mühendishane-i Bahri-i Hü- kıyısında kurulmuştur. Kentsel hafızadaki yeri,
mayun burada kurulmuştur. sadece geçmiş ile sınırlı değil, yeni kuşaklara da
hafıza oluşturacak denli sürekli ve güçlüdür. Ter-
Tarihsel önemi yanında bugüne kadar ken- sane, Haliç’in iki kıyısında bugüne dek gerçekleş-
disini yenileyerek gelebilmesi, ileri teknoloji ge- tirilen dönüşüm çalışmalarından da, tabula rasa
rektiren konularda dünyadaki gelişmelere ayak girişimlerinden de kendini korumuş tek “bakir”
uydurabilmesi, tersaneye süreklilik taşıyan bir alandır. Tersanenin işlevsel sürekliliği, bölgede
endüstri mirası özelliği kazandırmaktadır. Haliç sahici ve canlı bir üretim ortamı yaratmakta, şaşır-
Tersaneleri, başta Venedik Tersanesi olmak üzere, tıcı kentsel karşılaşmalara olanak sağlamaktadır.
Avrupa tersaneleri ile gemicilik teknolojisi ve bilgi
birikimi konusunda bağlar kurmuş, bilgi akışı Endüstri arkeolojisi siti olarak bu kadar önem
sürekli güncel kalmıştır. Bu bağlamda tersaneler, taşıyan bir alanın hem işlevini sürdürmesi hem
gemicilik tarihi ve teknolojik gelişimin en önemli de yerinde sunulması ve tanıtılması olanağı Haliç
belgesi olmanın yanı sıra, gemi inşa ve bakımı Tersaneleri’ne çok özel bir ayrıcalık kazandırmak-
konusunda da teknik bilgilerin biriktiği ve gün- tadır. Tersaneler kullanıcı müdahaleleri, kont-
cellendiği, hat analizine bağlı gemi üretiminin rolsüz değişiklikler ve hızlı bir bozulma sürecine
yapıldığı çok önemli bir kaynaktır. Venedik Tersa- rağmen, 20. yüzyılın sonlarına kadar genel karak-
nesi dışında, ki o da işlevini yitirmiştir, dünyanın terini yitirmeden işlevini sürdürmüştür. Ancak
hiçbir yerinde Osmanlı gibi bir imparatorluğun 1993’te başlayan kapatma, özel sektöre devretme
başta denizcilik olmak üzere teknoloji tarihinin gibi politikalarla karşı karşıya kalması sonucu,
neredeyse altı yüzyıllık bir bölümünü çalışır bi- altı yüz yıllık sürekliliği tehlikeye girmiştir. Bu
çimde yerinde izleme ve tanıma olanağı yoktur. kararlar nedeniyle Haliç Tersanesi’nde yeni gemi

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-128
İSTANBULLAŞMAK

inşa edilmeyerek bazı birimlerde çalışmalar dur- HAMAM


durulmuş, sadece gemilerin bakım-onarım işleri
yapılmıştır. Kullanılmayan birimlerde bakımsızlık Geçmişte Oryantalist imgelemin iç gıcık-
layan bir birleşeniyken bugün Türklerin
yüzünden hızlı bir bozulma başlamıştır. 1995 yılı Oksidentalist imgeleminin nostaljik bir öğe-
Mart ayında tersane bölgesi, İstanbul 1 Numara- sine dönüşen kamusal yapı. [Ed.]
lı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu
tarafından sit bölgesi ilan edilmiştir. Tersane, “Türk Hamamı”, “Harem” veya “Göbek Dansı”
2006’da Özelleştirme Yüksek Kurulu kararıyla gibi kavramlar, Batı’nın sanat ve edebiyat dün-
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne devredilmiş ve yasındaki yorumlanışlarıyla egzotik ve erotik
belediye iştiraki olan İstanbul Deniz Otobüsleri imgeler olarak zihinlere yerleşmiştir. Ingres’in
İşletmeleri tarafından kullanılacağı belirtilmiştir. “Türk Hamamı” adlı tablosu neredeyse Mona
Mart 2008’de tamamlanacak olan devir işlemleri Lisa kadar ünlüdür, ne var ki birçok fantezide
ile, artık Tersane’de şehir hatları vapurlarının olduğu gibi Türk Hamamı gerçeğinin renkleri de
bakım ve onarım işlerinin yapılıp yapılmayacağı bambaşkadır.
belli değildir. Ancak daha devir tamamlanmadan,
Aralık 2007’de Haliç Tersanesi’nde başlanan ve İstanbul’da daha Türk Hamamı devri ortaya
Koruma Kurulu’na (bak. Koruma Kurulu) yapılan çıkmamışken de hamam kültürü yaygındı. Kent,
şikayetlerle durdurulan yıkım çalışması, belki de Byzantion adıyla Roma devrini yaşarken veya Kons-
söz konusu üretim sürekliliğinin tehlikeye girdi- tantinopolis adıyla Doğu Roma İmparatorluğu’nun
ğinin açık işaretidir. başkenti olarak bin yıl varlığını sürdürürken,
birçok yerinde büyük ve küçük hamamlar bu-
—Gül Köksal lunurdu. Roma kentinde nasıl büyük hamamlar
imparatorların prestij yapıları olarak kente hizmet
>Bizans, Haliç, Koruma Kurulu, verdiyse, Konstantinopolis’te de bir zamanlar
Şirket-i Hayriye Ayasofya’nın karşısında yer alan Zeuxippos Ha-
mamı sadece boyutlarıyla değil, dönemin ünlü
heykelleriyle süslü olmasıyla tarihi kayıtlara geç-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-129
İSTANBULLAŞMAK

mişti. Roma kültüründe sosyal bir merkez gibi biliyoruz; bunların daha ziyade özel işletilmiş
çalışan hamamlar genelde kadın ve erkeklerin mahalle hamam yapıları olduklarını düşünmek
ayrı gittikleri yerlerdi. gerekir. Antik hamam geleneği Hıristiyanlıkla
birlikte değişmeye başlar. Varlıklarını sürdürseler
İmparatorların, hamamlarda cinslerin ayrı de anlamları farklılaşır; Antik Çağ’da Hıristiyanlık
yıkanmalarına dair yasalar çıkartmaları, bu du- yaygın ve doğal olan çıplaklıkla ilgili uygulama-
rumun sıkça istismar edildiğini gösterir. Roma lara uyum sağlayamamıştır. Çıplak olarak spor
hamamları yeraltından ısıtılan mekanlardan olu- yapmak yasaklanmış, yıkanmak da sosyal bir
şurdu. Sıcaktan soğuğa kademeli geçişlerle dizilen faaliyet olmaktan ziyade dinsel bir arınma ritü-
mekanlarda yıkanılır, iyice ısındıktan sonra da eline indirgenmiştir. Ortaçağ’daki kent yenileme
büyük bir soğuk su havuzunun içine girip serin- faaliyetlerinde halka açık hamamlar pek yer al-
lenilirdi. Hamamların boyutlarına göre mekanlar maz, buna karşın saray ahalisi ve Kontantinopolis
çizgisel dizilebilir ve yıkanan tek bir yönde ilerle- aristokrasisi arasında hamamlar önemli bir yer
yip aynı yoldan geriye dönebilirdi. Bazı hamamlar tutmayı sürdürür. İstanbul’u sarsan depremlerde
da tur attıracak biçimde tasarlanmıştı; yıkanan görkemli hamamlar yıkıldığı zaman, onları tekrar
mekanları takip ettikçe tekrar soyunma odasına aynı büyüklükte inşa etmek için uğraşılmamış,
varılabilirdi. Hamamlara bitişik yerlerde okullar, bazı kısımları onarılmış ve zamanla dev ölçekli
spor sahaları yer alabildiği gibi, hokkabaz ve cam- hamamların sadece ufak bölümleri ayakta kalmış
bazların gösterileri de yapılabilirdi. Hamamlar veya bu yapılar tamamen yıkılmıştır.
kent içinde prestij yapıları olabildiği gibi saray
ve büyük konutların da özel hamamları olurdu. Osmanlıların 15. yüzyılda kenti almasıyla bir-
Mahalle hamamı kavramının bu dönemde yerle- likte, anıtsal ölçekli yapılarda yıkanma geleneği
şik olduğunu 5. yüzyılın başına ait olan bir kent kente geri gelir. Müslüman kültüründe temizlen-
envanterinden görüyoruz. Notitia Urbis Contanti- mek, yıkanmak, abdest almak önemli bir yer tut-
nopolitanae, sekiz büyük saray hamamı ve 131 özel tuğu için Osmanlılar da bu geleneği iyi tanıyordu
hamamdan bahseder. Daha küçük olan bu özel ve İstanbul’u ele geçirmeden önce Bursa, İznik ve
hamamların bir ücret karşılığında kullanıldığını Edirne gibi yerlerde hem idareciler hem de özel

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-130
İSTANBULLAŞMAK

şahıslar önemli sayıda ve estetik yönleri gelişmiş yükseltilmiş olan göbektaşı Türk Hamamı’nın
hamam yapıları inşa ettirmişlerdi. Bu nedenle de merkezidir. Burada hamama gelen müşteriler
İstanbul yeniden biçimlenirken bu yapı türüne isteğe göre hamam personeli tarafından yıkanır.
de önemli bir yer verilmiştir. Mesela kentin ye-
niden imarı sırasında ilk büyük kubbeli yapılar Hıristiyanlığın bedeni farklı algılayış biçi-
sultan camisi değil, iki hamam olmuştur. Fatih mi, Müslüman toplumda da geçerliydi ve hala
devrinde yapılan Mahmut Paşa Külliyesi içinde geçerlidir. Çıplaklık hoşgörülmeyen bir durum
camisinden daha görkemli olan Mahmut Paşa olduğundan hamamda ne kadınlar ne de erkekler
Hamamı’nın kubbesi ve ondan da daha büyük tümüyle çıplak dolaşmaz ve havlunun bedenin ne
olan Tahtakale Hamamı’nın kubbesi o devirde kadarını örteceğine dair kurallar vardır. Türk ha-
Ayasofya’dan sonra kentin siluetinde baskın olan mamlarında cinsiyetler kesinlikle ayrıdır. Prestijli
kütlelerdi. Yeni fethedilen kentin imar politikası büyük hamamlar birbirine bir yerinden bitişen
açısından düşünüldüğünde de iki hamamın dini ama geçirgen olmayan iki ayrı lineer bölümden
yapılardan daha öncelikli bir konumda olmaları oluşur ve kadın erkek aynı saatlerde aynı isimli
dikkat çekici bir özelliktir. hamamda ama farklı binalarda yıkanabilir. Tekil
küçük mahalle hamamlarında ise kadın ve erkek-
Türk Hamamlarının mimari açıdan Roma ve ler aynı binayı farklı saatlerde kullanır, genelde
daha sonra Bizans dönemi hamamlarıyla çeşitli kadınlar gündüz, erkekler de akşam gider.
benzerlikleri vardır. Yine yeraltından sağlanan
ısıtmayla kademeli bir biçimde ısısı artan mekan- Osmanlı döneminde hamam tüm toplum
ların dizilişinden oluşurlar ve mekanlar dolaşmalı için önem taşıdıysa da, erkekler kadar rahat ha-
sisteme göre değil de lineer düzenlenmiş mekan- reket etmeyen İstanbullu kadınların hayatlarında
lara göre biçimlenir. Müslümanların durgun suyu burası önemli bir yer tutardı. Evlerde ufak çaplı
kirli kabul etmelerinden dolayı, kaplıca gibi özel bedensel temizlikler için yer olsa da, gerçek bir
durumların dışında hamamlarda havuz bulun- temizlik için muhakkak haftada bir veya iki haf-
maz. Vücut musluklardan kurnaya akıtılan sularla tada bir hamama gidilirdi. Bir sosyalleşme fırsatı
yıkanır. Sıcaklığın ortasında, kubbenin altında olduğundan da hem kalabalık gruplar halinde

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-131
İSTANBULLAŞMAK

gidilir, hem de ziyaret bütün bir gün sürebilirdi. lerini yazmazlar. 18. ve 19. yüzyıllarda hamamı
Hamama kumanyalarla yemek getirilir, zamanı tecrübe eden yabancıların deneyimlerinde de bu
geldiğinde hep beraber yenirdi.Önemli sosyal erotik özelliklerden bahsedilmez. 1835 yılında ilk
olaylar da burada kutlanırdı: Gelin hamamı, 40 kez bir Türk hamamında yıkanan General Hel-
gün doğum sonrası hamamı, oğlunu askere gön- muth von Moltke, buradaki yıkanma prosedürünü
deren annelerin hamamı gibi ve belki de en önem- büyük bir keyifle anlatırken, hamama gitmemiş
lisi, oğlunu evlendirmeyi isteyen anneler burada bir insanın kendisini yıkanmış addetmemesi ge-
gelin adaylarını iyice izleyebilirdi. Kahvehanelere rektiğini söyler. Mark Twain için 1860’larda geldiği
gitmeyen kadınların buluşup dedikodu ve haber İstanbul’da kazandığı hamam tecrübesi ise tüm
alışverişinde bulundukları yer burasıydı. İstanbul ziyareti gibi bir fiyaskodur. Bir ahırdan
farksız bulduğu hamamda, keselenirken üstün-
Hamamların kullanımları ve fiziksel varlık- den çıkan “makarnaların” kesinlikle kir olamaya-
ları dışında onları var eden aslında Batılı fantezi- cağını savunur ve sonuç olarak böyle bir yere asla
lerdir. Hamamların kadın kısımlarında yıkanan bir daha ayak basmayacağını belirtir. Hamamda
çıplak kadınların birbirlerine erotik bir biçimde bulmayı umduğu egzotik atmosferi bulamamak-
dokunduklarını hayal eden yazıları yazan veya bu tan şikayetçi olarak İstanbul’u terk eder.
imgeleri tablolarına yansıtanlar, hamama hiç ayak
basmamış olan erkeklerdi. Batılı erkekler genç Kadınların tecrübeleri de çok çeşitlidir. Mesela
kadınların sırtlarını, göğüslerini hayal ederken, 18. yüzyılda İstanbul’a gelen iki İngiliz soylusu,
Batılı hanımlar da neden yıkanan yakışıklı çıplak Lady Mary Montague ve Lady Elisabeth Craven,
genç erkeklerin hayallerini kurmuş olmasın? Ne değişik ifadelerle hamamı anlatırlar. Lady Monta-
var ki 19. yüzyılın kadın ressamlarının “Hamamda gue hamamı çok beğenmiş ve kadınların buradaki
Erkekler” konulu tablolar ürettiklerine dair bilgi sosyal yaşamlarına anlatılarında geniş yer vermiş-
yoktur, var idiyse de Ingres’in kadınları kadar ilgi tir. Ayrıca Osmanlı kadınlarının ten ve beden gü-
çekmediği kesin. Hamam hurilerinin hayallerini zelliklerini hamam ziyaretlerine borçlu olduklarını
kuranlar, burada şişko kıllı erkeklerin ve memeleri düşünür. Lady Craven ise Osmanlı kadınlarının
sarkmış yaşlı hanımların da çok güzel eğlendik- genç yaşta bile çok yaşlı durmalarını, hamamın

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-132
İSTANBULLAŞMAK

fazla kullanımına bağladığı gibi, şişko ve çirkin ka- geliyor? Neyse ki hamam sözcüğünde saklı olan
dınlar tarafından sarılmış olmayı iğrenç bulmuştur. egzotizmin nostaljisi hala yankılarını sürdürüyor
ve turistler programlarına bir hamam ziyareti
20. yüzyılda evlere sıcak su gelip banyo kav- koymaya çalışıyorlar. Özellikle turistlere yönelik
ramı yerleştikçe, hamam ihtiyacı da yok olmaya çalışan hamamlar hizmetlerini de bu yeni müş-
başlar. Kadınlar çalışma hayatına katıldıkları için teri grubunun ihtiyaçları doğrultusunda geliştir-
bu tip aktivitelere zamanları kalmaz. Bir de herkes di. Yerlilere kapalı olan ve kadınlı erkekli turist
modern olma yolunda ilerlerken çok fazla hijyen gruplarına hizmet veren hamamlar var. Bunun
merakına düşünce, hamamlar da pistir diye tu- dışında gece geç vakte kadar açık olan çifte ha-
kaka edilirler. mamlarda günün yorgunluğunu atmak isteyen
turistler, buraya herhangi bir hazırlık yapmadan
Bugün işlevlerini yitiren yapıların bir kısmı ve yanlarına bir şey almadan gidebilirler. Perso-
harap, bir kısmı vakıflar Genel Müdürlüğü tara- nel “OK” ve “welcome” dışında çok fazla yabancı
fından dükkan olarak kiraya verilmiş, bazıları da dil bilgisine sahip olmadan da iletişim kurmakta
restoran olarak işlev görmekte. Kentin en turistik çok deneyimlidir. Tabii yabancıların hamamlara
yeri olan Sultanahmet’te bulunan Hürrem Sultan gelmesi ve zamanın değişmesiyle bazı adetler de
Hamamı kendi fonksiyonuyla çok iyi işletilebile- değişmiştir. Türk kadınları normalde bedenlerine
cek bir yapıdır. Ancak kendi adıyla ilgili çok fazla peştamallarını sararlar ve bunu göbek taşına ya-
uygulama yapmaya özen göstermeyen Kültür ve tınca veya kurna başında su dökününce açarlar,
Turizm Bakanlığı tarafından özenle restore etti- iç çamaşırlarını ise hiç çıkartmazlar. Yeni ve en
rildikten sonra kalitesiz halıların satıldığı ruhsuz önemli müşteri kitlesini oluşturan turistler ise
bir dükkana çevrilmiştir. Bakanlık memuru olan tamamıyla çıplak yıkanır. Natırlar ve hala gelen
satıcıların da ancak vergi dairesindeki memurlar yerli müşteriler de bunu eskiden ayıplarken, artık
kadar sempatik olduklarını söyleyebiliriz. normal karşılıyor. Geleneksel natır ıslanmaktan
gevşemiş bir donla dolaşır ve Kybele gibi göbe-
Peki Türk Hamamı’na ne oldu? Hiç mi giden ğine kadar uzayan kocaman memeleri vardır. Bu
kalmadı? Gidenler kim ve bugün başlarına ne tip hala görülmekle beraber, 20. yüzyılın Barbie

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-133
İSTANBULLAŞMAK

etkisi natırlar arasında da kendini göstermiştir. gerçekten de şaşkın turistlerden farkınız yoktur.
Sıska, ufak göğüslü ve dantelli sliplerle işini gö- Belki sıska Japon veya iri kıyım Hollandalı çıplak
ren bu yıkayıcı hanımlar geleneksel görüntüyü kadınlardan bedeninizle kendinizi ayırt edebilir-
altüst ediyor. siniz, ama eşdeğer selülite veya benzer saç rengine
sahip diğer kadınlardan tek fark natırla yerel dilde
İstanbul’daki kibar hanımlar tarihi hamamla- yapabileceğiniz konuşmalar olabilir. Hamama
ra pek gitmez çünkü oraları pistir. Pahalı otellerin girmeden önce fiyatları çok yüksek bulup kapıda
hamamlarına gidilebilir veya yabancıca isimli bir yerli indirimi alana kadar pazarlık edilir ya
sauna spa ve wellness uygulamaları tercih edilir. da biraz yutkunarak ödenir, çünkü birçok kadın
Hayatta kalmaya çalışan hamamlar da buna ayak pazarlık yapmayı da bilemiyor artık. İçeri girip
uydurmakta gecikmedi. Turistler arasında sauna soyunduktan sonra peştamala sarılmış olarak
kabinleri pek tutmadıysa da, hamam sonrasında tahta takunyadan plastik terliğe devşirilmiş ayak
güzel kokulu yağlarla yapılan masajın önündeki kıyafetiyle sıcaklığa dalınır. Hangi kurnanın başı-
kuyruklar wellnessın doğru bir yenilenme dene- na çöksem diye düşünürken, natırdan bir komut
mesi olduğunu gösteriyor. gelir: “Yat göbektaşına, kabar biraz!” Göbekta-
şında yatarken, kubbedeki yıldız biçimli camlı
Mahalle hamamlarına ve büyük hamamlara açıklıklardan gökyüzünü seyretmek mümkün;
hala giden yerli müşteriler var elbette, ama sayıları bulutların gidişatına göre değişen bir ışık süzülür
çok yüksek değil; toplumun orta ve orta üst sınıfın içeriye. İnsan sıcaktan gevşer, hafif uyuklar; ta
hamamları büyük ölçüde terk ettiğini söylemek ki buharlaşan su tekrar soğuyup şıp diye gözün
yanlış olmaz. Annelerden öğrenilen hamam ve üzerine soğuk bir damla olarak düşene kadar. Bu
hijyen edebiyatını aşıp bu kültürü yeniden keş- bir hatırlatma gibidir: Asli görev kirlerin kabar-
fetmeye çalışan yerli biri de kendini turist gibi masını beklemek ve zamanı gelince natıra haber
hissedebilir başta. Yakın tanıdıklarının içinde vermektir. Vücudun her yeri kabarınca keselenme
bu ritüeli hatırlayan veya bilen yoksa geçmişin zamanı geldi demektir. Kapıdaki giriş ücretine da-
güzelliklerine yapılacak olan bu keşif gezisinde hil olduğu için ilk sizin için açılan kese ile, beden-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-134
İSTANBULLAŞMAK

deki kirlilik derecesine göre açık veya daha koyu Ama günlük hayatta böyle ekstra turlara yer yok.
kahverengi sosisçikler üretilir. Evdeki sabunlukla Osmanlı hanımları gibi haftada veya iki haftada
asla becerilmeyen bunların bedeninden ilk kez bir hamama geri gelmek Osmanlı hanımlarının
çıktığını görenler biraz utanarak etrafa bakar; bu kendileri gibi bir hayal oluveriyor.
kadar pis olduğunuzu gören olmamıştır inşallah…
Hatta natırlar insanı azarlar bazen, “Sen hiç yı- —Zeynep Kuban
kanmaz mısın?” diye. Sıcak taş, sıcak su ve kese ile
kaslar iyice gevşiyor, hele natır bedeni ve saçları
sabunlarken de hafifçe masaj yaptığında insan HAN
göbek taşından azıcık yükseldiğini bile sanabilir.
Mide-kentin yemek borusunun her bir halkası.

Natır işin bittiğini söyleyince (turistlere “fi-


niş” der), insan birden öksüz kalmış hisseder ken- Çağdaşı diğer büyük kentler gibi, İstanbul da sü-
dini; kurna başında biraz daha sularla oynamak rekli dışarıdan gelen “şey”leri biriktirerek, sak-
da bu duyguyu geçirmez. Buruşuk ellerden in- layarak ve depolayarak hayatını devam ettirir.
san hamamda tahmin ettiğinden çok daha fazla Kuruluşundan beri kentin en önemli değişmez-
vakit geçirdiğini fark eder birden. Ayrılık vakti lerinden olan bu eylem, kent planı üzerinde de
geldi. Yazık. Elbiseleri giydikten sonra bir çay, bir değişmezliğini -yüzyıllardan etkilenmeden- sür-
meyve suyu da keyfi tamamlar. Dışarıya soğuğa dürmeye devam eder. Üstelik kentin ana girişle-
çıkınca gerçekten de daha önce hiç doğru dürüst ri sayılan limanlar ile doğrudan ilişkili, büyük
yıkanmamış gibi temiz, içte biriken ısıdan dolayı kentsel lekeler bırakarak. Ancak içine girildikçe,
da bir kalorifer kazanı gibi güçlü hisseder insan o lekelerin yarattığı sokaklardan geçildikçe, birik-
kendini. Neden bu yeri hafızamızdan çıkarttık tirilen “şey”ler görüldükçe değişmezlik olarak ta-
acaba? Daha geç bir yaşta tanışılan çok hoş bir nımlanan durumun sadece kağıt üzerinde geçerli
insan gibidir hamamla tanışma, telefon numa- sanal bir devamlılık olduğu anlaşılır. O lekeler ne
raları alınır ve hemen tekrar görüşmek istenir. İstanbul planındaki hanlardan en büyüğünün

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-135
İSTANBULLAŞMAK

banisi olan Kösem Valide Sultan’ın hayalindeki, sanallaşmıştır- ki, İstanbul iki kapılı bir handan
ne de kırk kapılı bir hana, mide-kentin yemek borusu
ise içi “şey”lerle tıkanmış bir yemek borusuna
“A İstanbul sen bir han mısın, dönüşmüştür. Han lekelerinin bir araya gelmeleri
varan yiğitleri yutan sen misin” ile oluşan ara alanlar, yani sokaklar, zamanla bu
lekelerin varlığından daha etkin hale gelir. Yeni
diyen ve Ethem Paşa’sını bu şehre kaptıran kentin ya da pazar yerinin içindeki kıvrımlı da-
Kütahyalı Esma Hanım’ın hayalindeki handır. racık sokakların duvarlarıdır onlar, kapılarıyla
Onların hanları kentin ta kendisidir, besinidir. içeri davet oluşturan ve geniş açık kamusal avlular
Kendilerini bildikleri andan beri içinde oldukları yaratan yapılar olarak değil, sokakları sınırlayan
devranı anlatırlar aslında bu kelimeyi zikrettik- “kırk kapısız yüksek duvarlar”, başka bir deyişle
lerinde, pazarın bittiği sınırlar olarak algılanırlar. Topra-
ğın üzerinde değil altındadırlar sanki, şehre giren
“Dünyaya geldiğim anda binlerce sanal “şey” ya da web ortamlarındaki
Yürüdüm aynı zamanda sanal ticaret alanları gibi hanlar da, kapıları da
İki kapılı bir handa görünmez olmuştur. Hanlardan birinin toprak
Gidiyorum gündüz gece” altındaki bölümlerinin, Tahtakale sokaklarındaki
elektronik piyasasının neredeyse tümünü kapsa-
deyişinde Aşık Veysel’in de ifade ettiği gi- yan bir depolama alanı olarak kullanıldığı bilgisi,
bi... Ancak kentlerin dev pazarlara (bak. Semt bu görün(e)meme durumunu doğrular: Kent ve
Pazarı) dönüşmesi ile sokaklar her türlü ürün Pazar, günün sonunda paketlenerek hanların içine
ve hizmetin satıldığı, seyyar satıcıların doldur- saklanır ve görünmez olur.
duğu (bak. Seyyar Yemek Satıcısı), dolayısıyla
çok canlı kamusal alanlar (bak. Kamusal Alan) “Han sarhoş, hancı sarhoş
olarak ifade edilen değiş tokuş yerleri haline ge- Yolda yabancı sarhoş
lir. Artık “şey”lerin kente giriş çıkışları öylesine El çek tabib kalbimden
yoğunlaşarak zenginleşmiş –ve tabii beraberinde İçimdeki sancı sarhoş”

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-136
İSTANBULLAŞMAK

Şiirlere, şarkılara konu olan “han”, kent içinde kalabalık İstanbul hanesi hakkındaki imgesinden
yaşayan yoksullara benzer şekilde, kaderini kabul- çok uzaktı. Kazım Bey’in hanesi dönemin orta-
lenmiş, konumunu yükseltmek ya da iyileştirmek laması olan 4,2 kişiden biraz daha büyüktü. Bu
umudunu yitirmiş olsa da, kapıları birer birer bir zamanların imparatorluk şehrinde geçmişte
silinmiş ve artık okunamaz olsa da, ne gündüz çarpıcı görkemde hane örnekleri bulunmuş olsa
ne gece geçilemez olsa da, iki kapılı handan kırk da, bizim görebildiğimiz kadarıyla, alçakgönül-
kapılı hana kadar yaşadığı serüvenin etkisiyle, lü imkanlara sahip İstanbulluların çoğu -ki bu
Aşık Mahzuni Şerif’in dediği gibi sadece sarhoş- şehir halkının çoğunluğu demekti- şehir tarihi-
tur, mutsuz değildir. nin büyük kısmı boyunca oldukça küçük ve iki
kuşağı barındıran hanelerde yaşamışlardı. Geç
—Zühre Sözeri Osmanlı dönemi sosyoloğu ve milliyetçi ideoloğu
Ziya Gökalp’in büyük “konak” hanesine atfettiği
>Kamusal Alan, Semt Pazarı, Seyyar Yemek Satıcısı
simgesel değer ne kadar büyük olsa da, çoğu kişi
için gerçek başka türlüydü. Bir dönemin simgesi
olan konak hanesi bile Birinci Dünya Savaşı’nın,
imparatorluğun sonunun ve Cumhuriyet’in kuru-
HANE
luşunun ekonomik ve siyasi travmalarını büyük
20. yüzyıl öncesi Türkçesinde evi içinde yaşayan oranda atlatamamış, imparatorluk İstanbulunun
aile ile birlikte tek bir birim olarak niteleyen diğer birçok süsü gibi silinip gitmişti.
terim. [Ed.]

Ortak yaşam alanına gönderme yapan hane


Kazım Bey 1907’de, 14 yaşında bir çocuk olarak kelimesi (nerede yaşandığına bakılmaksızın ak-
annesi, babası ve kardeşi ile beraber dört kişi- rabalığa işaret eden ailenin aksine) akla oldukça
lik mutavassıt bir hanenin ferdiydi. Fatih’te, eğilmez ve statik bir imge getirir. Geçmişte, genel-
Müslüman İstanbul’un kalbinde, iki katlı ahşap likle uzun süreler kalan ziyaretçi akrabaların geliş
bir evde yaşıyorlardı. Basit hane hali, çoğu insanın gidişiyle İstanbul’da haneler statik olmaktan çok
birden fazla kuşağın beraber yaşadığı geçmişin uzakmış. Ama en önemlisi haneler, insan hayatın

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-137
İSTANBULLAŞMAK

çeşitli evrelerinden geçtikçe boyutları ve kompo- tanbul 100 yıl önce de, aynı bugün olduğu gibi,
zisyonları değişen; doğdukça, evlendikçe, yaşlan- bir göçmen şehriydi (bak. Göç). Geçen yüzyılın
dıkça ve nihayet öldükçe insanların eklendiği ve başında dağılan imparatorluğun uzak bölgele-
çıktığı, son derece akışkan mekanlarmış. Buna rinden birçok Müslüman göçmen zor koşullarda
yatılı hizmetçiler de dahilmiş; başta sık rastlanan şehre geliyordu, bu göçmenlerin evlerinde uzun
bu uygulamaya yüzyıl sonunda daha az rastlanır dönem şehirliler kadar çok akraba olmasa da,
olmuş. Hizmetçiler, tipik olarak, evlendirilene bir-iki yatılı hizmetli bulunabiliyordu. Zaman
kadar evde çalışan genç kızlar olurmuş. Buna ek içerisinde sadece demografik anlamda da değil,
olarak, aynı çatı altında yaşamasalar da, tüm sı- şehirden kendileri de zor koşullarda ayrılmakta
nıflar için geçerli olmak üzere anne ve babalar, olan Müslüman olmayanların yerine geçtiler. O
teyzeler ve amcalar, nineler ve dedeler genellikle dönemde nüfusun yarısını oluşturmalarına rağ-
birbirlerine yakın yaşarlardı –hala da böyledir- men İstanbul’un Müslüman olmayan kesiminin
ve birbirlerinin hayatının sürekli içindeydiler. hayatı hakkında sosyolojik açıdan az şey biliyoruz.
Dolayısıyla, bu açıdan İstanbul hanesi toplumsal Bugün toplam nüfusun yüzde ikisini oluşturuyor-
bir yapıdır, ihtiyaç doğdukça bir araya getirilir ve lar. 20. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’a gelen
çözülür. Son 100 yıllık sürede etnik ve toplumsal göçmenlerin büyük bölümü daha erişilebilir bir
bileşimde gerçekleşen fevkalade büyüme ve de- alan olan Anadolu’dan geliyordu ve haneleri, yata-
ğişikliklere rağmen, şehirdeki sıradan insanların cak yer sağladıkları, gidip gelen ve şehir hayatına
haneleri bu değişim denizinde görece istikrar geçişteki kaderlerini en azından bir süreliğine pay-
noktaları olarak kalmışlardır. laştıkları akrabalarıyla dolup taşıyordu. Haneleri
100 yıl öncenin göçmen hanesinden daha büyük
Herkesin zannettiğinin aksine, 20. yüzyılın olsa da nadiren çok sayıda kuşağı barındırırdı.
sonunda hane başına düşen kişi sayısı, 4 kişiyle, Göçmen hanesi, daha geniş aile ve diğer kişisel
yüzyıl başından çok farklı değildi (sadece aile bağlantılar, çalışma ve toplumsallığın kentsel
fertleri sayılınca 3,6). Bir istisna, belki de şaşır- dünyasına yerleşen göçmenlere büyük giriş nok-
tıcı bir şekilde, şimdi daha iyi ve daha uzun ve taları ve toplumsal sermaye sağlamış, nihayetinde
daha kalabalık hanelerde yaşayan işçi sınıfı. İs- yerleşim topluluklarının temellerini atmıştır.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-138
İSTANBULLAŞMAK

Geçen yüzyılın başında zenginler daha büyük köken ve etnisite açısından yüksek bir homojenlik
olasılıkla konak çatısı altında yaşarken, yüzyılın söz konusudur- çok daha yüksek bir olasılıktır.
sonuna gelindiğinde ayrı apartman dairelerinde Şehrin orta sınıfları için toplumsal sınıf ve hayat
ama, imkanları yettiğince, aynı veya komşu bina- biçimi, yakınlık ve dayanışma temelleri, etnisite
larda yaşıyorlardı. Bu tür aileler için tipik hare- ve yöresel kökeni bastırmıştır. Hepsi beraber bir
ket konağı satmak ve yerine içinde ayrı dairelere apartman dairesinde yaşamasalar da, hatta çoğu
yerleşecekleri –son derece iç içe geçmiş hayatlar bugün aynı mahallede bile olmasa da, tüm sosyal
sürmeye devam ettikleri- bir apartman binası sınıflardan yakın akrabalar hala yakın bir görüşme
çıkmaktı. Hizmetçileri ise yatılı değil, günlük düzeyini korurlar ve birbirlerinin hayatıyla yoğun
işçilerdi artık. Kırsal Anadolu’dan göçmenlerin bir şekilde ilgilenirler. Bu anlamda İstanbul gerçek
yaşadığı topluluklarda aile fertleri birbirlerine bir aileler şehridir.
olabildiğince yakın otururlar. Büyüyen orta sı-
nıflar için şimdi yaşamayı seçtikleri yeni konut —Alan Duben
topluluklarında bu tür ailevi yakınlık ve yüz yüze
görüşme imkanı daha zor bulunmaktadır. >Göç

Yüzyıl önce farklı ekonomik ve toplumsal


düzeylerdeki ama aynı dini inançtan hanelerin HENDEK/ÇUKUR
aynı mahalleye dağılmış olması ve bir dereceye
kadar sınıf çizgilerini kesen ve bir derece yerel Güvenlik ve korku ikilisini kenti tersten oku-
entegrasyon sağlayan dini hisler ve geleneksel top- yarak anlama deneyimi.

lumsal zorunluluklarda temellenen bir toplumsal


bağlantılar ağı yaratması çok daha yüksek bir Ortaçağ kentlerinde surların dışında ikinci bir
olasılıktı. Bugün İstanbul hanelerinin toplumsal engel oluşturma işlevini yüklenen, kenti boydan
sınıf açısından oldukça homojen mahallelerdeki boya dolaşan savunma amaçlı araç. Kent duvarları
hanelerin yakınında olmaları Anadolu’nun kırsal olan surlar güvenlik için asla yeterli gelmemiş,
bölgelerinden gelenler haricinde -ki burada da başka bir savunma aracıyla daha kenti çevirmeye

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-139
İSTANBULLAŞMAK

ihtiyaç duyulmuştur. Ancak asıl önemli olan, bu nırken, birlikte yaşadıkları “öteki” kentliden ta-
güvenlik aracını ve kaygıyı var eden şey, surların mamen yalıtılarak özgürlükleri kısıtlanmaktadır.
içinde oluşturulan birliğin tehlikeye gireceğine
ilişkin “korku”dur. Victor Hugo bir kent tasvirinde “... evler de-
rinleşmeye başladı... sokak gitgide daha da oyuldu,
Küreselleşen İstanbul’da o zamandan bu ya- daha da daraldı...” derken, yukarıya doğru geliştiği
na bir değişiklik olması beklenirken, korkuları sanılan kentin aslında aşağıya doğru çukurlaşmak-
yaratan ya da yaşayan özneler değişmekle bera- ta olduğunu farz eder. Böylelikle kent silüetine
ber, “korku”nun kendisi ve imgesel ifadesi olan (bak. Siluet) dair okumaları, tepe/çukur konusun-
hendek/çukur varlığını farklı biçimlerde devam daki yanılgıları vurgulayarak tersine çevirmiş olur.
ettirmektedir. Modern devlet sonrasında devlet Oyulan ve çukurlaştırılan kent bugün öyle bir hal
politikasının temel ilkesi olan güvenlik, birlikte almıştır ki, R. Tiorsky’nin deyimiyle “şehir fikri-
bir toplum oluşturmayı zorlaştıran benzeri bir ne, birlikte yaşama fikrine karşı bir saldırı” olan
korkunun karşısına yerleşir (bak. Güvenlik). 20. küresel terör eylemleri, kentte örneği görülmemiş
yüzyıl ve sonrasında ise, güvenlik ve korku kav- derecede büyük hendek/çukur imgeleri yaratarak
ramları, iktidar özneleri tarafından özellikle kent aslında kendi mimari yorumlarını oluşturmakta-
üzerinde karşı karşıya değil birlikte hareket ettiril- dırlar. Üstelik İstanbul örneğinde -garip bir rast-
mektedir: Güvenlik ihtiyacını yaratan paranoyak lantı ile- eski Galata sur hendeklerinin günümüz
bir korku üretilmesi yoluyla. İstanbul’un içinde kentine taşıdığı hatıranın tam da ortasını -Büyük
birbirlerinden bağımsız olarak inşa edilen “kapalı Hendek Caddesi’ni- hedef seçerek ve yerin içine
devre siteler”in (bak. Kapalı-Site) etraflarını saran doğru ilerleyen kendi çukurunu açarak.
gerçek ve sanal tüm duvarlar, güvenlik ve korku-
nun birlikte hareketi ile yaratılmış hendek/çukur Artık hendek/çukur bir savunma aracından,
tekrarlarından başka bir şey değildir. Üstelik kent modern savaşların kentteki imgesel ifadesine dö-
içinde yaratılan bu minyatür Ortaçağ kentlerinde nüşmüştür. Unutulmamalı ki güvenliği en temel
yaşayanların –özellikle de çocukların- güvenlik sorun ve onu sağlamayı da bir meşrulaşma yolu
adı altında günlük yaşamları gözetim altına alı- olarak benimseyen kent, çok kırılgan bir yapı ha-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-140
İSTANBULLAŞMAK

lini alarak kendisini yıkmayı hedefleyenler için burada İstanbul’un, hibritleşmesi baskın ya da
temel malzeme olmaktadır (bak. Yıkım ya da Çar- güç sahibi olanın tercih edeceği bir durum değil.
pık Kent). Dolayısıyla, iç içe geçen güvenlik/korku Baskın olma iddiasındaki tüm gruplarda hibritleş-
ikilisinde hangisinin diğerinden önce geldiği gibi, me kaçınılmaz olarak gerçekleşiyor; istemeseler
küresel terörün kentteki müdahalesinin yok et- ve değişimi görmezden gelme eğiliminde olsalar
meye mi yoksa yeniden inşa etmeye mi yöneldiği da. Burada azınlık olarak adlandırılan yalnızca
de cevaplanamaz bir soru olarak kalacaktır. dini ya da etnik olan değil. Sözü edilen, ana akımın
dışında kalan herkes. Şunu iddia etmek istiyorum:
—Zühre Sözeri Hibritleşme sadece Türkiye’de değil, hemen tüm
dünyada, kendini çeşitlilikle varettiğini savlayan
>Güvenlik, Kapalı-Site, Siluet, Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerde bile, işte
Yıkım ya da Çarpık Kent bu azınlıkların söylemi. Asimile olmadan ama
kendilerini illa bir direnç odağı olarak tanımla-
mayanların içinde varoldukları bir söylem alanı.
HİBRİTLEŞ-ME/TİRME Dolayısıyla hibritleş”tir”me diye bir sürecin ger-
çekte varolup olmadığı bile tartışılabilir. “-tirme”
İnsanın ve kültürün olağan hali. [Ed.] ekiyle yapılan eylemler temel olarak öyle veya
böyle bir güç odağının varlığına işaret ediyor.
Hibritleşme galiba herkesten çok azınlıkların Kendiliğinden olan bir hibritleşmeden bahseden-
söylemi. Ana akım farazi bir kategori olarak pek ler ise söylemleri gereği, genelde bu güç odağının
az tanımlı olsa bile, hibritlik hemen hiçbir du- dışından bakanlar.
rumda sıfatlarından biri değil. Ana akım “içsel
özelliklerini korumak” isteğiyle kendi dışında İstanbul’da bu tanımsız ana akım, varlığını
konumlanan (ya da konumlandırdığı) grupları herhalde en çok İstanbullu olma ifadesinde bulu-
ya kendinden kılmak ya da bütünüyle ayrı bir yor (bak. İstanbullu). Kendini artık bu “bozulmuş”
kategori olarak sınıflamakla karakterize oluyor İstanbul’da azınlık hissettiği için kenti terk etmek
daha çok. Dolayısıyla bir ülkenin ya da kentin, isteyen ya da eden o “eski” kent sakini öyküsü

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-141
İSTANBULLAŞMAK

herkese çok tanıdık geliyor olmalı. Ancak İstan- kazanırken (bak. İranlı Göçmenler), bu kozmo-
polit geçiş durağında mola verenler arasına
bul aslında tam da şikayet edilen bu hareketlilik katılan Irak kökenlilerin varlıkları, toplum-
sayesinde bir açık hava müzesine dönüşmüyor sal olduğu kadar mekansal düzlemde de izle-
da canlı bir kent olarak varlığını sürdürüyor. Şey- rini bırakmaya başladı.

ler eskiden olduğu gibi değil; olması da zaten ne


mümkün ne de gerekli. Yaşam biçimleri, kenti Bugün çoğu Iraklı’nın Batı’ya giden yolda bir atla-
sahiplenme yolları, kamusal alanı ve özel alanı ma tahtası olarak gördüğü İstanbul’da kalıcı ola-
kullanma alışkanlıkları ve benzer örüntüler deği- rak yerleşmiş tek Irak kökenli grup, Türkmenler.
şiyor. Planlandığı ya da istendiği gibi olmaması, 1926’da imzalanan ve Musul meselesini nihayete
ortaya çıkanın daha kötü olduğu anlamına mı erdiren Ankara Anlaşması’nın ardından, isteyen
geliyor? Galiba bütün mesele bir kenti, İstanbul’u, Türkmenlerin Türkiye vatandaşlığına geçmesine
birilerinin öngördüğü kullanma kılavuzuna göre izin verildi. Daha sonraki yıllarda iki ülke ara-
yaşamanın olanaksızlığını kabullenmek. Ortaya sında yapılan anlaşmalar, Türkmen gençlerin
çıkan hibrit yaşam biçimlerini, hibrit mekanları eğitim amacıyla Türkiye’ye gelmesini kolaylaş-
sürekli “düzeltmeye” çalışmaktan çok, onların tırdı. 1950’li yıllardan itibaren sayısı çoğalan genç
zenginliğini anlamaya ve paylaşmaya çalışmak. Türkmen öğrenciler, özellikle tıp, mühendislik,
hukuk ve eczacılık gibi dallarda üniversite eğitimi
—Burçak Özlüdil aldılar. Bu dönemde İstanbul’a gelen, çoğu er-
kek genç Türkmenler, üniversitelerin bulunduğu
>İstanbullu Aksaray, Fatih, Fındıkzade hattına yerleşerek bu
bölgede ufak bir Türkmen topluluğun oluşmasına
katkıda bulundular. Türkmenlerin İstanbul’da
IRAKLI GÖÇMENLER artan nüfusunun bir yansıması olarak, 1959 yılın-
da Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği
Iraklılar, özellikle 1990’lardan itibaren kuruldu. Bugün Aksaray’da hizmet vermekte olan
İstanbul’daki yabancılar arasında dikkat çe- dernek İstanbul’daki Türkmen varlığının başlıca
ken bir grup. İstanbul çeşitli ülkelerden ge-
len göçmenler için “transit şehir” özelliği çekim merkezlerinden birini teşkil etmektedir.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-142
İSTANBULLAŞMAK

Eğitim amacıyla gelen Türkmen gençlerin Son yıllarda, ikamet izni almakta zorluk çeken
Türkiye’de kalıcı yerleşime geçişinde, Irak’ta siyasi Irak’tan yeni gelen Türkmenlerin yasal statülerin-
baskıların artması ve 1980’de İran-Irak Savaşı’nın deki belirsizlik şehirdeki diğer düzensiz göçmen
başlaması etkili oldu. Bugün İstanbul’da bulu- gruplarınkine benzer zorluklar yaşamalarına ne-
nan Türkmenlerden pek çoğu, 2003’te Saddam den olmuştur. 1991 sonrasında gelen Türkmenler
Hüseyin’in devrilmesine kadar devam eden baskı için başlıca iş alanı Arap müşterilere hizmet veren
ve savaş dönemi süresince ailelerini ziyaret ede- toptancı tekstil firmaları ve kargo şirketleridir.
memiş ve giderek Irak’tan uzak bir hayat kur- Turgut Özal döneminde ihracat yönelimli liberal
muşlardır. 1990’ların ortasından önce gelerek ekonomiye geçişle gelişen bavul ticareti, Arap-
İstanbul’a yerleşen Türkmen nüfus Türk toplu- ça bilgileri sayesinde Türkmenlerin kendilerine
muna etnik ve kültürel yakınlıkları, yüksek eğitim kısmi bir etnik niş yaratabilmelerini mümkün
seviyeleri, meslek sahibi olmaları ve rahatlıkla kılmıştır. Osmanbey ve Laleli’de hizmet veren
vatandaşlık edinebilmeleri sayesinde sorunsuz- şirketlerde, daha önce gelmiş göçmenler şirket
ca entegre olmuşlardır. İstanbul’da uzun süredir sahibi veya üst düzey çalışan konumundayken,
yaşayan, çoğu artık Türk vatandaşlığına geçmiş yeni gelenler tezgahtar veya tercüman olarak hiz-
bu kişiler, giderek Türk orta sınıf yaşam tarzını met vermektedirler.
benimsemiş ve Türkmenlerin İstanbul’daki ge-
leneksel yerleşim bölgeleri olan Fatih, Aksaray, İstanbul’daki Irak kökenli nüfus, 1991 Körfez
Fındıkzade dışında yeni mahallelere taşınma- Savaşı sonrasında çeşitlenmeye başlamıştır. Nisan
ya başlamışlardır. Bugün Kadıköy’den Kartal’a, 1991’de yaklaşık yarım milyon Iraklının Türkiye’ye
Bakırköy’den Sarıyer’e kadar çeşitli ikamet yer- sığındığı büyük mülteci krizi sonrasında, İstanbul
lerinde oturan bu kesimin, iç göçle Anadolu’dan Batı’ya gitmek isteyen Kürt ve Hıristiyan Iraklılar
İstanbul’a gelmiş gruplardan bir farkı yoktur. için bir geçiş koridoru olmuştur. 1990’lar boyunca,
uluslararası ambargolarla kötüleşen ekonomi, re-
İstanbul’daki Türkmenlerin profili 1990’la- jimin özellikle azınlıklar üzerinde artan baskıları
rın ortasından itibaren değişmeye başlamıştır. ve Kuzey Irak’ta Kürt grupları arasında yaşanan

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-143
İSTANBULLAŞMAK

çatışmalar Irak’tan kaçışı hızlandırmıştır. Bu kaçış korkusu, geride bırakılanlara duyulan hasret ve
sırasında ilk duraklardan biri olan İstanbul, çoğu geleceğe yönelik kaygı ve umut karışımı karmaşık
pasaport ve vize gibi gerekli seyahat ve ikamet hisler hakim olmuştur. 2003’ten itibaren, Ameri-
belgelerine sahip olmayan yüz binlerce Iraklı göç- kan yönetimi altında Kuzey Irak’ta bağımsız bir
meni ağırlamıştır. Kürt oluşumunun hız kazanmasıyla Kürtlerin dışa
göçü yavaşlamış, tek tük gelmeye devam edenler
Bu göçün büyük bir kısmı transit amaçlı ol- de Asya ve Afrika kökenli diğer düzensiz göçmen
duğu halde, Iraklıların İstanbul’daki varlıkları grupların arasında önemini kaybetmiştir.
İstanbul’un kentsel mekanı üzerinde bazı izler
bırakmıştır. Iraklı Kürtler örneğinde olduğu gi- 1991 sonrasındaki dönemde İstanbul’u transit
bi, bu izlerin bir kısmı bu “geçicilik” durumuyla göç durağı olarak kullanan gruplardan biri de çoğu
bağlantılı olarak çok silik kalmış, hatta göçün Keldani Kilisesi’ne mensup Iraklı Hıristiyanlardır.
hacmi azalınca yok olmuştur. 2003’teki Ameri- 1990’lar boyunca Kürt ve Türkmenlerinkine ben-
kan işgaline dek Irak’tan gelen göçün sayıca en zer sebeplerle ülkeyi terk eden Hıristiyanlar, 2003
büyük kısmını oluşturan Kürtler, kent mekanında Amerikan işgali sonrasında Irak’ta yükselen şid-
en “görünmez” grup olmuştur. Çoğu Batı’ya yol- det ortamında dini azınlık olarak doğrudan hedef
culuklarında geçici bir durak olarak gördükleri seçilmelerini de göz önüne alarak topluca Irak’ı
İstanbul’da kalışları süresince inşaat başta ol- terk etmektedirler. Bekar erkeklerin çoğunluğu
mak üzere vasıfsız, güvencesiz, enformel işlerde oluşturduğu Irak Kürtlerinin aksine, ailece göç
çalışarak hem temel masraflarını karşılamaya eden Hıristiyanlar İstanbul’a vardıktan sonra, aile
hem de yola devam etmelerini mümkün kılacak birleşimi ve iltica programlarından faydalanmak
parayı toplamaya çalışmışladır. Özellikle Eminö- üzere Avustralya ve Kanada devletlerine başvuru
nü, Kumkapı ve Tarlabaşı’ndaki bekar odalarında yapmaktadırlar. Ortalama 2 ile 5 yıl arasında sü-
barınan Iraklı Kürtlerin tek gayesi her ne pahasına ren, istisnai durumlarda 10 yıla kadar uzayan bu
olursa olsun Avrupa topraklarına ayak basmak süreçte, Iraklı Hıristiyanların ihtiyaçlarını karşı-
olduğu için, İstanbul’daki hayatlarına kaçakçılık, lamada kilise örgütleri ve Caritas gibi kurumlar
sahte belgeler, polis baskınları, sınırdışı edilme önemli bir rol oynamaktadır.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-144
İSTANBULLAŞMAK

İstanbul, Iraklı Hıristiyanlar için arafta kal- İDEALİMDEKİ EV


dıkları belirsiz bir bekleme sürecine denk gel-
mektedir. Geri dönüşü olmayan bu yolda kilise “İdeal ev”, Vitruvius’tan günümüze, tasarım-
cıların ve araştırmacıların sıklıkla kullan-
en önemli toplumsal mekanı oluşturmaktadır. dıkları, insanoğlunun varoluşunun en temel
Tarlabaşı - Kurtuluş - Dolapdere - Elmadağ böl- mitlerinden biridir. Ama İstanbul bağlamında
gesinde oturan Iraklı Keldani Katolikler, Be- bu mit, “idealimdeki/idealdeki ev” sloganıyla,
yükselen Türk burjuvazisinin mekansallaşma-
yoğlu’ndaki kiliselerde Pazar ayinlerini yerine
sı olarak okunmalıdır.
getirmektedir. Iraklı Keldaniler ve diğer Hıristiyan
göçmenler İstanbul’un yerli ve Levanten cemaat-
Öncelikle, 1950’ler İstanbul’unun “idealdeki ev”
lerini kaybeden kiliselerine taze kan sağlamıştır.
miti, “her mahalleye bir milyoner” yaratma slo-
İstanbul’daki kiliseler çevresinde oluşan bu yeni
ganıyla yansıtılan “küçük Amerika olma” düşünü
ulusaşırı toplumsal alan, İstanbul’un küresel-
görselleştiren simge mekandır. Bu kapsamda,
leşme sürecinde ortaya çıkan farklı bir yüzüne
işaret etmektedir. Ayrıca, bugün artık dünyanın bankaların hesap sahipleri arasında düzenlediği
çeşitli yerlerine dağılmış Iraklı Hıristiyanlar için kuralarda dağıttığı bahçeli, garajlı ve Amerikan
İstanbul yeni bir ulusaşırı buluşma mekanına mobilyalı “idealdeki ev”, yaratılmaya çabalanan
dönüşmüşür. Avustralya, Almanya, Danimarka Türk burjuvazisinin mekansallaşmasının başlan-
veya Yunanistan’dan gelen göçmenler, Irak’ta gıcıdır. Günümüzün küreselleşen İstanbul’unda
kalan akrabalarıyla İstanbul’da bir araya gelmek- ise, iletişim hizmetlerinin, reklam ve bilginin et-
te, düğünlerini burada yapmaktadır. İstanbul’un kin yayılımı, tüketiciyi nitelik olarak “farklı” ve
yeni göç dalgaları etkisinde edindiği bu yeni rol “seçkin” yaşam tarzını yansıtan lüks standartlarda
kuşkusuz küreselleşmenin İstanbul üzerindeki “idealdeki ev”e özenmeyi teşvik etmektedir.
pek farkına varılmayan etkilerinden biridir.
Bu açıdan, İstanbul’da küresel sermayenin
—Didem Danış fizikselleşme sürecinde “idealdeki ev” miti, ait
olunan veya imrenilen sosyal sınıfı görselleştiren
>İranlı Göçmenler kritik mekandır ve lüks gayrimenkul reklamları-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-145
İSTANBULLAŞMAK

nın sözlü ve yazılı temsilinin odak noktasıdır (bak. konut inşaatlarının satışı için yayımlanan rek-
Reklam). “İdealimdeki/idealdeki ev”, artık hi- lamlar, “idealimdeki/idealinizdeki ev” sloganı ile
per-gerçeklik olarak ifade edebileceğimiz, prestij, konutu yatırım ve statü aracı olarak sunarak İstan-
statü ve güç simgesi yeni bir mimari dil ile kendi bullu alıcıları kışkırtmaktadır. Sosyal ve ekonomik
referanslarına sahip “ayrıcalıklı” bir dünyanın olarak benzeşen grupların, tüketim alışkanlıkla-
kapılarını aralamıştır. İstanbul’daki mekansal- rına göre bir arada bulunabileceği ve kendi içine
laşmayı kritik kılan öge, iki sosyal grubun, çalış- kapalı mekanlarda (bak. Kapalı-Site), stratejik
ma, eğlence ve özellikle “idealimdeki/idealdeki olarak seçilmiş tematik imgeler ve bu imgele-
ev” söylemi ile pazarlanan lüks konut üzerinden rin hayata geçirilebileceği sahneler, mizansenler
mekansal olarak ayrışmasıdır: Küreselleşmenin üzerinden pazarlanmaya çalışılmaktadır. Ulaşım
parçası olabilenler ve küreselleşmenin parçası ola- mesafelerini gösteren şematik vaziyet planları,
mayanlar. Bu ayrışma sürecinde, “Beyaz Türkler” üç boyutlu ütopik görsel kurgular ve abartılı bir
olarak da nitelendirilen İstanbul üst orta sınıfı ve söylemle, ilişkilerin ve nesnelerin bağlamdan
üst sınıfı, simgesel sınıf kimliğini özümseyerek koparılarak sahnelendiği 2000’lerin “idealdeki
“ideallerindeki ev” mitini benimsemiştir. Üçüncü ev” soyutlamalarını üç ana başlıkta özetlemek
binyılda, üst düzey yönetici İstanbullular için mümkün: Güvenlik (bak. Güvenlik), seçkinlik ve
“ideallerindeki ev”i almak, sadece “ev” almak lüks mimari tasarım. Öncelikle, muhtemel alıcı-
anlamına gelmiyor: “idealdeki ev”in sahibi olmak yı, detayları belirtilmeyen suçlardan koruyacak,
demek, “yeni ve seçkin yaşam tarzı”na ulaşmanın karanlık kentten çok uzakta, ama aynı zamanda
görselleşmesi ile eşanlamlı... kentin hemen yanıbaşındaki lüks sitelerin reklam-
larının ana teması güvenliktir. Bireysel şiddetin
Küreselleşen İstanbul’un ayrıştırıcı tüketim artışı, küresel terörizm ve belirsizlik dinamik-
kültürü, “‘idealdeki ev”‘in pazarlama sürecinde, lerinin şekillendirdiği ortam, istatistiki verilere
reklamlardaki metinsel ve görsel temsillerde kar- dayanmadan, abartılı şehir efsaneleri şeklinde
şımıza çıkar. Avrupa yakasında Karadeniz kıyıla- ifade bulmaktadır. Daha kritik olan, “idealdeki
rına doğru ormanlık arazi içinde yayılan, Anadolu ev”in “güvenli ve düzenli çevre” söylemi, mekan-
yakasında su havzalarına doğru gelişen yeni lüks sal ve sosyal olarak kentin karmaşık topluluklarla

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-146
İSTANBULLAŞMAK

dolu mahallelerinden uzakta olmak anlamını da standartlaşma, “gıpta edilecek kurgular” aracılı-
çağrıştırmaktadır. İkinci olarak, “idealdeki ev”, ğıyla aktarılır… Lüks müteahhit konutlarındaki
seçkinlik imgesi yaratan düşsel bir kurgunun me- yeni gelişme ise, “idealinizdeki ev”in giderek ünlü
kansallaşmasıdır. Seçkin ve mutlu yaşam, “ütopik, mimarların imzasını taşımasıdır…
mutlu, ayrıcalıklı yaşam” sloganlarıyla yansıtılır.
“Temiz sosyal çevre”, benzeri sosyal çevrelerden Düşsel kurgu olarak yorumlanabilen “idea-
gelenlerle yakın oturma, “seçkin yaşam biçimi”ni limdeki/idealinizdeki ev” mitosu, özünde, benzeri
sosyal benzerlerinizle paylaşmaya -aslında kültü- görselleştirme tekniklerini, medyaları kullanan,
rel ayrışmayı vurgulayan mekansallaşmaya- işaret klişeler üreten mekanizmalar ile betimlenmekte-
eder ve sıradan mahallelerde oturanlardan ayrış- dir. Tüketim politikalarında, farklılık yaratabilme
mayı yansıtır. Son olarak, “idealdeki ev”, lüks mi- yarışı, pratikte karşılığını benzerlikler üzerinden
mari ögelerle betimlenir. Kentin iki havaalanına, yürütmektedir. Bu mitos, günümüz İstanbul’unda
seçkin ultra-lüks alışveriş merkezlerine, ayrıcalık- doğrudan alınıp satılabilecek bir metaya dönüşe-
lı kent merkezlerine ulaşım mesafelerini gösteren rek küresel tüketim kültürüyle örtüşmüştür. 21.
şematik vaziyet planları eşliğinde, “idealimdeki/ yüzyıl İstanbul’undaki “idealimdeki/idealiniz-
idealinizdeki ev”in ön şartı hep “kent dışında”, deki ev” reklamlarını temelde farklı kılan öge,
ama kente “çok yakın” olmalarıdır… Bir yandan, metinsel ve görsel temsillerin, giderek sosyal ve
konak ve malikane isimli yaşam kurgularında kültürel ayrışma vurgusu artan söylemleridir. Bu
Osmanlı dönemini, eski yaşam değerlerini çağrış- bağlamda, “idealdeki ev”in, sosyal ayrıcalıkları
tıracak söve, bezeme, saçak ve panjur kullanımı keskinleştirecek şekilde mekansallaşması, aslında
gözlenirken; öte yandan, masalsı, uzaysı bir imge kentin öteki mekanlarının hibritleşme (melez-
yaratmaya yönelik, İngilizce isimlerle bezeli, ultra leşme) (bak. Hibritleş-me/tirme) ve parçalanma
parlak temsillerle ve çağdaş malzeme ile şeffaflığı sürecine ayna tutması ve görünür kılmasıdır.
vurgulamak görsel olarak ön plandadır… Kültürel
homojenleşmenin ve sosyal aynılaşmanın simge- —İpek Yada Akpınar
sel ifadesi olan mutfak-banyo, ankastre ekipman
ve uyumlu ev tekstili ile pekiştirilmiş mimari lüks >Güvenlik, Hibritleş-me/tirme, Kapalı-Site, Reklam

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-147
İSTANBULLAŞMAK

2010 ve eylemler, kültürün yüksek kulesine sığınıp


sermayeye tepeden bakarken, İstanbul’un yedi
Gerçek olması istenen ama gerçek olamaya- tepesinden aşağıya göz atıldığında farklı ama
caklarına inanıldığı için ütopya olarak nite-
lendirilen hikayelerin geçtiği yıllar vardır.
denkti her şey. Her şeyin metalaştığı ve piyasaya
İstanbul için o ütopik yılların ötesinden çıkıp bağlı olduğu ölçüde değer kazanmaya başladığı
gelen yeni zaman kodudur 2010. 60’lar ve 70’ler ile beraber kültür de içeriğini
değiştirmeye, İstanbul’un tepeleri dikilen bi-
Seçemediği yazgıların kenti olmuştur İstanbul. nalardan kısa kalırken kültürün yüksek kulesi
Tepki vermeden yazgısına boyun eğmiştir sade- de alçalmaya başladı. Moda, medya, iletişim,
ce... Ama İstanbul, hem şimdinin ütopyalarını imge, sinema, müzik, yaşam tarzı gibi kavram-
geçmişte var kıldığı zamanlarda, hem de geçmişin lar sermayenin göz hizasına indikçe, kültür de
ağırlığı üstünden alındığında yazgısına karşı en piyasanın bir parçası haline geldi. Böylece im-
doğru tavrı takınabilmiştir daima. geler, işaretler, her gün yeniden yazılan kodlar
ve anlamlar günlük yaşamın tümüne tüketim
2010 yılında Kültür Başkenti olmak da ile beraber yayılmaya başladı. Kent ve kentsel
İstanbul’un seçmediği bir yazgıdır, tıpkı kendisi alanlar da bundan paylarını alarak, imgeler ve
seçmeden üstüne yapışan ya da üstünden alınan anlamlar üzerinden tanımlanır oldu.
diğer sıfatlar gibi...
80’lerde tüketimin, ekonomik ilişkilerin bir
İstanbul’u kültür başkenti sıfatı ile özdeşleş- parçası olmasının ötesinde bir boş zaman aktivi-
tirilecek hale getiren kentsel dönüşümden ziyade, tesi, statü sembolü ve yaşam tarzı olarak anlam
o sıfatı İstanbul’a uygun hale getiren kavramsal kazanmasıyla birlikte tüketime bağlı olarak şekil-
dönüşümün üstüne gitmek gerekir belki de... lenen imge ve görüntüler kültürün bir parçası ha-
line geldi. Yani tüketim, kültürün içinde içselleşti.
Kapitalizmin çocukluk ve gelişim çağla- Böylece kültürün üzerindeki kontrolü ele geçiren
rında endüstriyel olarak değeri olmayan, bu piyasa, farklı tüketim kalıplarından farklı kültür-
sebepten piyasaya eklemlenemeyen kavram ler ve algılar doğurarak, bundan kar eder oldu.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-148
İSTANBULLAŞMAK

Aynılaşan, aynı eşitsiz koşullara, aynı felaketlere değiştirilemiyor. Bu yüzden, aslen ekonomik ve
ve klonlanmış görüntülere boğulan bir dünyada siyasi kökene dayanan bazı farklılıklar aşılabilir
farklılığa yapılan vurgu artmaya başladı. Kültür, olmaktan çıkıyor. Bu farklılıklar söz konusu ol-
piyasa içinde pazarlanabilir bir metaya dönüşür- duğunda kültürün ardına sığınan adaletsiz ger-
ken, bir malın pazarlanmasında da kullanılan bir çekliğin değiştirilemeyeceği, aşılamayacağı ama
araç haline geldi. Şehir de bundan payını alarak, sadece hoşgörülebileceği vurgusu yapılmış oluyor.
değerler, kavramlar ve kültür yoluyla pazarlanan
bir metaya dönüştü. Sonuç olarak, siyasetin kültürleşmesi ile me-
deniyetler çatışması kavramları birbirlerine ek-
İstanbul’un siyasi başkentlikten kültür baş- lemleniyor. Yani medeniyetler çatışmasına çözüm
kentliğine kayışının ardında tarihin doğal akışının olarak sunulan ve İstanbul’un üstlendiği mede-
yanı sıra “kültür”ün zaman içindeki bu değişken niyetler buluşmasını sağlayan “köprü” kavramı,
konumlandırılması yatıyor aslında. Kültür algı- aslında sadece farklılıkların altını çizmiş oluyor.
sındaki bu değişim, siyasete de kültürel bir anlam Aşılamayacağı baştan kabul edilmiş sorunlar için
yüklenmesinden kaynaklanıyor. Farklılıkların ise hiçbir çözüm üretilemiyor.
bireysel ve toplumsal bazda öne çıktığı bir dönem-
de, siyaset de sınıf ve ulustan uzaklaşıp, etnisite “Kültür Başkentliği” kavramı ise kendi içinde
ve kültüre doğru kayıyor. çelişkiler barındırıyor. Avrupa Birliği’ne üyelik sü-
recinde altı çizilen en önemli unsurlardan biri kül-
Tarihsel süreç içinde şekillenen kapitalist türel farklılıklarken, Avrupa Kültür Başkenti’ne
ekonomik yapının ortaya çıkardığı yerel ve ulus- sadece ve sadece Avrupalılık kavramı ile çerçeve
lararası eşitsizlikler, küresel sınıflar arasındaki çiziliyor. Yani farklılıklar ancak belirli bir çerçe-
adaletsizlik ve diğer siyasal farklılıklar içselleştiri- veye uygun oldukları sürece kabul edilebilir sa-
lip “kültürel” farklılıklar olarak normalleştiriliyor yılıyor. Bu bağlamda, çerçeveyi çizen el de kendi
artık. Kültür, toplumların kalıtsal genetik şifresi yargısının üstünlüğünü baştan kabul etmiş ve
olarak kabul edildiği için asla sorgulanamıyor. dayatmış oluyor. Heterojenliği savunan, kültürel
Sorgulanamadığı için algılanışındaki kodlar da göreceliğe yakın duran ve çoğulculuğu benimse-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-149
İSTANBULLAŞMAK

yen bir anlayışa sahip olduğunu iddia eden bir üst Ve neyin kültürü? Bir türlü kavuşamayan
yapı, kültür başkentliği kavramı ile kendi içinde medeniyetlerden hangisinin başkenti İstanbul?
çelişerek, sadece kendi üstünlüğünü vurgulamış
oluyor. Kültür başkentliği ve “medeniyetler buluş-
ması” altında aslında “medeniyetler çatışması”,
Üstelik farklı bir kültür olduğu tezi ile siyasi farklılık ve asla biraraya gelememe vurguları ya-
olarak yıllardır “Avrupalı” olarak kabul edilme- tıyor. Bu yüzden, iki yakayı bağlayan ama bunları
yen bir ülkenin vitrin şehri, ironik olarak kültür birleştirip kaynaştıramayan bir köprü olarak ta-
emperyalizmine başkentlik yapacak bir “Türk nımlanmayı hak etmemeli İstanbul. Çünkü köprü,
Lokumu” olarak sunuluyor. Yani kültürel bir meta birleştirici işlevine rağmen varlığı gereği “birle-
olarak tüketime uygun, ama siyasi varoluş olarak şememe” ve farklı tarafta olma haline daimi bir
Avrupa’nın dışında bir İstanbul ve “Vahşi Doğu” vurgu yapıyor. İki kıyının kaynaşamadığı yerde
bir Türkiye mi söz konusu olan? Yoksa Avrupa varolan köprü, karşıyı ötekileştiriyor. Yani amacı-
kültürünün ve ekonomisinin içinde öğütülen ama na ters düşerek, birleştiricilikten çok ayrımcılığın
siyasetinin dışında bırakılan, varlığı hala lokum- altını çizen kalın bir statik çizgi vazifesi görmeye
dan öteye gidemeyen bir ülke mi vurgulanan? başlıyor. Asla “burası” olmayan karşının, asla “bu-
rası” olamayacağı vurgulanıyor. Kıyılar birleşip,
Çokkültürlü Avrupa’nın “Avrupalılık” olarak aradaki boşluk anlamsızlaşmadıkça köprü sadece
tanımladığı şey hala büyük bir muamma iken, ve sadece ayrılığa hizmet etmiş oluyor.
binbir yüz barındıran, kendi içinde ekonomik ve
kültürel olarak bölünmüş olan İstanbul’un “Av- Üstelik coğrafi ve kültürel açıdan Türkiye’nin
rupa Kültür Başkenti” sıfatı ile bu karmaşık kav- kaynaştırıcılığı sadece İstanbul ile anlam kazan-
rama doğru evrilmeyi hedeflemesi ve bu kavram mış bir şey değil. Tek ayağı inatla “benmerkezci”
çerçevesinde yeni bir gelecek vizyonu arayışına İstanbul’a dikilen anlayış ortaya çıkmadan önce
gitmesi ise iki soruyu sorduruyor: Hangi İstanbul? de Anadolu, tanımlamalara ihtiyaç duymadan,
Hangi Avrupa? Avrupa Birliği’nden fon da almadan, binlerce

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-150
İSTANBULLAŞMAK

yıldır yoğurup kaynaştırıyordu bu dünyanın ço- Bu durumda tüm şehirler ikiyüzlüdür diyebiliriz.
cuklarını. Şimdi ise kadim zamanlardan beri sınır Tüm dünya şehirleri arasında en ikiyüzlü olansa
nedir bilmemiş topraklara cetvelle çizilen ayrımcı İstanbul’dur. Bu yüzün ana hatlarını, topoğrafya
çizgilerin travmasını ve farkılıklara vurgu yapan ve mimari belirler. Bu başlı başına bir ikilik barın-
bir söylemin yapay kavuşamama sendromunu dırmaktadır; biri ölümsüz diğeri ölümlü iki yüz…
köprü kurarak çözmeye çalışmak sonuçsuz ka- Topografyanın kalıcılığı ve insanın (mimarinin)
lıyor. Çünkü araya köprüler atmak, geçişkenliği geçiciliğini gösteren bu ikiyüzlü durum, perva-
artırsa da daimi olarak kavuşamama haline ve sızca yıkılıp yenilenen İstanbul’da keskinleşir.
farklılıklara vurgu yapmaktan başka bir sonuç
üretemiyor. Çeşitlilik ve çelişkiler, İstanbul’un mimari-
sinde pek çok başka yüz ortaya çıkarır. Bunlar
—Ahenk Dereli gecekondulardan (bak. Gecekondu) çok katlı pla-
zalara, mahalle çarşılarından alışveriş merkezle-
rine (bak. Alışveriş Merkezi), yüzlerin değişken
İKİYÜZLÜLÜK (I) hallerini yansıtır.

Her metropolün olağan hali. [Ed.] İki yakalılık, bu ikiyüzlülüğün en sivrildiği


durumlardan biridir: Avrupa yakası ve Anadolu
Yüz, iç ve dış arasındaki ara katmandır. Böylelikle yakası. İstanbul’un karşılıklı duran bu iki yüzü,
fiziksel olarak daha soyut, bulanık ve biçimsiz sosyolojik ve fiziksel birçok travmanın sebebidir.
olan duygular, düşünceler, hatta yaşam tarzları, Yarım Batılı yarım Doğulu olmak arasında gidip
yüz katmanına geçerek görsel ve somut bir dışa- gelmek pek çok duygusal ve fiziksel “gelgite” se-
vuruma dönüşürler. Bu dışavurumun birden fazla bep olurken, en büyük fiziksel travma “trafik”
veya birbirine zıt biçimlerde olması durumuna sıkışıklığı olarak ortaya çıkar. Böyle bir ikiyüz-
ikiyüzlülük denir. Şehirlerin de kendilerine özgü lülük pek hoş görülmez, bu sebeple şehrin bu iki
yüzleri vardır. Bunlar çoğu zaman birden fazla- yüzü mütemadiyen birbirine bağlanmaya çalışılır.
dırlar veya birbirlerine zıt olarak ortaya çıkarlar. Köprüler, deniz altı tünelleri...

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-151
İSTANBULLAŞMAK

İstanbul, her şeyin kendisiyle beraber zıd- katılmayı talep eder kentliler, özellikle de meslek-
dını da barındıran şehir. Yalnızken kalabalıkta, leri doğrudan kentle iç içe olan mimar, plancı ya
özgürken esarette, gitmeyken kalmada, nefretken da mühendis kentliler. Açıkça ifade etmedikleri
aşkta bırakır insanı. ama içten içe bildikleri asıl nedense, karar verici
—Senem Akçay olma çabası, yani iktidarda olma çabasıdır.

>Alışveriş Merkezi, Gecekondu Özellikle son yıllarda küreselleşme etkisi ile


kentsel politikalarda gerçekleşen değişimler ve bu
değişimlerin İstanbul’daki yansımaları, kentliler
İKİYÜZLÜLÜK (II)
arasında önemli tartışmalara yol açtı. Bunlar arasın-
Ahlak ve hukuk öğretilerini arkasına alarak kent da, özellikle İstanbul siluetini (bak. Siluet) etkileyen
üzerinde iktidar sahibi olma çabasının her şekli. yüksek katlı otel yapılarına karşı verilen savaş ve
sonuçları, kamuoyu tarafından da yakından takip
Baudrillard’ın Amerika isimli kitabında alıntı- edildi. Yapılara muhalif olan kentlilerin “zaferi” ile
ladığı “Dikkat: Bu aynada görünen şeyler görün- sonuçlanan iki önemli örnek, Park Otel (bak. Park
düklerinden daha yakın olabilirler!” cümlesindeki Otel) ve Gökkafes, yargı yolu ile aldıkları cezalar
ayna, yarattığı yanılsama ile adeta ikiyüzlü bir sayesinde kent içindeki konumlarına bambaşka bir
yapı sergiler. Aynada görünen nesne uzakta gibi- boyut kattılar. İlk örnek olan Park Otel, katlarının
dir ama aslında çok da yakındadır, hatta aynaya büyük bir bölümünün yıkımı kararı ve bu kara-
bakan öznenin tam da içindedir sanki. İstanbul rın uygulanmasının ardından -belki de bu savaşa
gibi küreselleşme çağının iktidar simgelerinden kellesini kaptırarak- yaptığı yatırımdan vazgeçen
olan kentlerdeki meşrulaşma çabaları da böyle bir girişimci tarafından Taksim’in orta yerinde terk
ikiyüzlülük içermektedir. Tabiidir ki meşrulaş- edildi. Geriye kalan cansız vücudu ile bugün otopark
ma tartışmalarında, özellikle kentin can alıcı bir mafyası tarafından kullanılan yapı, muhaliflerin
noktaya oturma nedeni yüzyıllardır alışılagelen zaferi ile kent ortasında bir mezarlık haline gelmiş
toprak temelli egemenlik anlayışıdır. Kent top- oldu. Bu tür yapıların inşa edilmeden önce engellen-
rağı üzerindeki tüm kararlara demokrasi adına mesi yolunda stratejiler konuşulmadan, yapı tam

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-152
İSTANBULLAŞMAK

anlamıyla sorgulanmadan, farklı çözüm önerileri İRANLI GÖÇMENLER


getirilmeden ve yıkımının yaratacağı ekonomik-
çevresel zararlar hesaba katılmadan -sadece iktidar İran’dan Türkiye’ye göçün uzun bir tarihi var.
Ancak son dönemdeki İran’dan Türkiye’ye ve
olma yolunda- fetişist bir adım atıldı. Cezalandırılan Türkiye üzerinden göç akımı, birçok muhalifin
ve canlı olmayan bu yapı sayesinde muhalif kentli- ve dini azınlıkların ülkeyi terk etmesine sebep
ler, büyük bir ikiyüzlülükle kente verdikleri zararı olan 1979’daki İslam Devrimi’yle ilgiliydi.

görmezden gelerek ve sadece kazanmayı hedefle-


yerek kendi iktidarlarını meşrulaştırdılar. Baudril- Diğer önemli bir etken de 1980’den 1988’e kadar sü-
lard -belki de benzer bir ikiyüzlülüğü kırabilmek ren ve iki taraftan da birçok genç insanın ölümüyle
adına- simge oldukları için vurulan ikiz kulelerde sonuçlanan İran-Irak savaşıydı. Resmi istatistikle-
ölmenin yarattığı dehşeti, “beton ve çelikten yapılan rin yokluğunda, tahminler 1979’dan sonra 300.000
bu lahitler” içinde yaşamanın yarattığı dehşetten ila 1,5 milyon İranlının Türkiye’ye giriş yaptığını
ayrı tutmaz ve esasen yıkılmaları sayesinde en güzel ve 1980’lerin sonuna kadar Türkiye’de kaldığını
küresel yapı haline geldikleri tespitinde bulunur. öne sürüyor (Ghorashi 2002: 111; Kirişçi, 2003:
Henüz yargı kararı uygulamaya konmuş olmasa 85). Bu dönemde göç eden İranlılar arasında dini
da, ikinci örnek olan Gökkafes’in yıkımı için iktidar azınlık üyeleri, özellikle de Bahailer ve Yahudiler;
kaygısından uzak, yeni ve farklı çözüm önerileri entellektüeller ve siyasi elit; etnik azınlık üyeleri;
oluşturulamazsa, İstanbul adına ekonomik, kentsel Tahran hükümetinin siyasi muhalifleri; ve asker-
ve en önemlisi çevresel anlamda oluşacak sorunları den kaçan veya askere alınmaktan kurtulmaya
çözmek, hatta bu kavgada kazananın kim olduğunu çalışan genç erkekler vardı. Bu göçmenlerin çoğu
bilmek bile mümkün olmayabilir. Üstelik aynaya Türkiye’yi başta bir geçiş ülkesi olarak görmüş
baktığımızda ne gördüğümüzü bilmezken ya da ve Batı’ya gitmek veya aile fertleriyle buluşmak
bilmek istemezken. üzere vizeler almış olsa da, bazıları nihayetinde,
son hedeflerine varmakta karşılaştıkları zorluklar
—Zühre Sözeri yüzünden Türkiye’de kaldılar; bunlar arasında
bir azınlık oturma izni ve hatta vatandaşlık hakkı
>Park Otel, Siluet kazandı (Kirişçi, 2000: 11-12; Pahlavan, 2004: 270).

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-153
İSTANBULLAŞMAK

Türkiye’de tam olarak kaç İranlı bulunduğuna Hıristiyanlığı kabul etmiş İranlılar gibi bazı dini
dair resmi bir kayıt yok, sadece az sayıda oturma azınlıklar da yer alıyor. Bahailik İslam’dan türemiş
ve çalışma izni verilmiş ve öğrenci vizesine sahip bir akım olarak kabul ediliyor ve geçmişte bazı
olanların ve mültecilerin sayısı biliniyor. İran ve Bahai liderlerinin öldürüldüğü biliniyor. Kısacası,
Türkiye arasındaki, 1964’te yürürlüğe giren mev- Bahai dini tanınmıyor ve İran’da birçok Bahai’ye
cut esnek vize sistemi turizmi ve bu ülkeden her yönelik ayrım uygulandığını belirten raporlar
tür göç akımını daha da kolaylaştırıyor. Şu anda var. İslam’dan Hıristiyanlığa geçişin cezası ölü-
İran vatandaşları Türkiye’de vizeye ihtiyaçları me varabiliyor, ancak Hıristiyan doğmuş olanlar,
olmadan üç aya kadar kalabiliyor. 2003 ve 2004’te Zerdüştiler ve Yahudiler gibi, korunan azınlıklar
bir milyondan fazla İranlı Türkiye’ye vizesiz giriş arasında ve İran Parlamentosu’nda temsil edili-
yapmış (Kirişçi, 2005: 351). yorlar.

1980’lerin siyasi göçünün aksine, 1990’ların İranlı sığınmacılar da Türkiye’de bulunuş-


ortasından sonra İran’dan göç daha ekonomik larını Batı’daki daha iyi hayat koşullarına giden
sebepli olarak gerçekleşmeye başladı (Roy, 2003: yolda geçici bir durak olarak görüyorlar. Türki-
174-175; Bozorgmehr, 1997: 88). Giderek artan sos- ye’deki kalışlarının geçici olmasının iki temel
yoekonomik motivasyonlarına rağmen birçok sebebi var. Birinci sebep Türkiye’nin mülteciler ve
İranlı Batı’ya göç etmek için iltica yolunu seçti. sığınmacılar ile ilgili yasa ve yönetmeliklerinden
İranlılar Türkiye’ye en yüksek sayıda iltica başvu- kaynaklanıyor. Türkiye, 1951 Birleşmiş Milletler
rusunda bulunan grubu oluşturuyorlar. UNCHR/ Kararı uyarınca, Kongo, Madagaskar ve Monako
BMMYK (Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Ko- ile birlikte, coğrafi sınırlamalarını korumayı seçip,
misyonu) Ankara ofisinin verdiği bilgilere gö- Avrupalı olmayanların iltica talebini UNCHR/
re, Türkiye’ye 1997-2006 yılları arasında toplam BMMYK Türkiye aracılığıyla kabul ediyor ama
48.957 iltica başvurusu yapılmış, bunların yüzde Türkiye’de kalmalarına izin vermiyor. Türk yetki-
ellisinden fazlası İranlıymış. İranlı Sünni Kürtler liler Ankara’daki UNCHR/BMMYK Ofisi ile beraber
ve Fars kökenli ve Azeri Şiilerin yanı sıra, İran’dan tüm iltica başvurularını değerlendiriyor ve dört
iltica için başvuranlar arasında İranlı Bahailer ve yıldan daha uzun sürebilen uzun süreçler sonu-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-154
İSTANBULLAŞMAK

cunda, UNCHR/BMMYK başvuruya Türkiye dışın- konusunda isteksiz, reddedilmiş sığınmacılar


da bir yeniden yerleşim ülkesi bulmaya çalışıyor. dahil olmak üzere Türkiye’de, genellikle de belir-
İkinci sebep, Türkiye, Orta Doğu’dan Avrupa’ya siz koşullarda yaşadığı tahmin ediliyor. Yasadışı
uzanan uluslararası göç dalgasının kilit noktala- İranlı göçmenler, reddedilmiş sığınmacılar ve iş
rından biri. Orta Doğu’dan ve İran’dan gelenlerin adamları, doktorlar, mühendisler ve küçük ve orta
amacı genellikle daha “Batı”ya gitmek; dolayısıyla boy işletme sahibi kişiler gibi nitelikli ve yarı-ni-
Türkiye’de kalmak yüksek günlük hayat maliyeti, telikli profesyonellerden oluşan yerleşik bir İranlı
ekonomik güçlükler ve sosyal hizmetlerin eksik- topluluğunun yanı sıra, Türkiye’de yasal olarak
liği nedeniyle makbul bir tercih değil. kalmakta olan tabiri caizse “turistler” de var. Bazı
İranlılar, başvuruları UNCHR/BMMYK tarafından
Türkiye’de göçle ilgili konularda artan bilin- reddedildikten sonra Türkiye’de “turist” olarak
cin ve Avrupa Birliği’nin yasadışı göçün ve sığın- kalıyor. İran’a geri dönmektense her üç ayda bir
macı akışının kontrolü konusundaki baskılarının vizenin gerektirdiği şekilde Türkiye’den çıkış ve
sonucu Türkiye’de yakalanan yasadışı göçmen- aynı gün tekrar giriş yapıyorlar.
lerin sayısı büyük ölçüde arttı. Türk polisinin
istatistiklerine göre, 1995 ile 2004 arasında uygun İran’dan ayrılma ve Türkiye’yi seçme sebep-
vizesi olmadığı için yakalanan İranlıların sayısı leri: İran’dan ayrılma sebepleri genellikle top-
neredeyse 22.000. Ancak, Batı’ya ulaşmalarını lumsal, dini, siyasi ve ekonomik sorunların bir
sağlayacak insan kaçakçılarının yardımını kul- birleşimidir; İran’daki baskılar, kadın haklarının
lanan birçok yakalanmayan vakanın bulundu- yokluğu ve kadınlar üzerinde uygulanan toplum-
ğunu da kaydetmek gerekiyor. Sadece az sayıda sal baskılar, özellikle Bahailere ve İran’da Hıristi-
insanın UNCHR/BMMYK Türkiye’ye iltica için yanlığı kabul edenlere uygulanan dini ayrımcılık
başvurduğu ve üçüncü bir ülkeye yerleştirilmek ve ekonomik zorluklar gibi. Birçok İranlı için,
üzere beklediği yaygın olarak biliniyor, çoğun- Türkiye’nin yakınlığı, üç ay süresince vize alma
luk ise –özellikle daha fazla maddi imkana sahip zorunluluğu bulunmaması, sınır boyunca kaçak-
olanlar- Batı’ya kendi imkanlarıyla ulaşmaya ça- çılık ağlarının varlığı, sınırın hemen öte yanında,
lışıyorlar. Çok sayıda İranlının, İran’a geri dönme Van’da bir UNCHR/ BMMYK ofisinin bulunması

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-155
İSTANBULLAŞMAK

Türkiye’yi seçmede önemli faktörlerdir. Azeri sularda bırakıp kayboldukları birçok vaka olduğu
kökenli İranlılar Türkçe ve Türk kültürünü bil- aktarılıyor. Türkiye’de yakalanırlarsa genellikle
melerinin de bir etken olduğunu belirtmişlerdir. sınırdışı ediliyorlar, bu durumda Türkiye’ye geri
Kuzey Irak’tan gelen Kürt kökenli İranlılar, 2001 dönmek için İran’daki insan kaçakçılarına baş-
yılından sonra kabul edilmiş sığınmacıların bile vurmaları söz konusu olabiliyor. Yunan yetkililer
yeniden yerleşim fırsatları dondurulunca, belirsiz tarafından yakalanıp Türkiye’ye iade edilenler
durum ve daha sonra Irak’taki savaş nedeniy- de var ki bu durum iki ülke arasındaki mevcut
le Türkiye’ye gelmeye karar vermişler. Bahailer iade anlaşmasının ihlali anlamına geliyor. İnsan
Türkiye’de genellikle birkaç aydan iki yıla kadar kaçakçılarına başvurmayanlar Türkiye’ye yolcu-
uzayan sürelerle kalırlar çünkü anavatanlarında luk etmek için farklı yöntemler tercih ediyorlar:
dini zulüm gördüklerinden sığınmacı olarak kabul otobüs (Tahran ile Doğu Anadolu’da Van arasında
edilirler. Aynı dini paylaştıkları kişilerle araların- veya İstanbul arasında sefer yapan), tren (Tahran
da güçlü bir grup kimliği paylaşırlar; Kayseri’deki Kayseri arasında işleyen) veya hatta uçak.
Bahai Ruhani Topluluğu gerektiğinde yardım elini
uzatmaktadır. Türkiye’deki İranlı göçmenlerin karşılaştığı
büyük sorunlar: Çanak antenler ve İran televiz-
Türkiye’ye ulaşım biçimleri: Çoğu İranlı yonunda yayınlanan Türk dizileri sayesinde çoğu
göçmen ve sığınmacı Türkiye’ye genellikle yasal İranlının Türkiye hakkında önceden bilgisi oluyor.
yollardan giriyor ama sınırı geçmek için insan Göç etmeden önce Türkiye’yi ziyaret etmiş arka-
kaçakçılarına başvuranlar da oluyor. İran’da veya daşlarından ve akrabalarından da Türkiye ile ilgili
Türkiye’de insan kaçakçıları ile kendilerini Yunan bilgi ediniyorlar. Ancak televizyondaki hayat ve
adalarına, Yunanistan’a, İtalya’ya veya bir başka Türkiye’de kaçak göçmen veya sığınmacı olarak
yere götürmeleri konusunda anlaşıyorlar. 1990’la- uzun süre yaşandığında gerçek hayat oldukça
rın sonuna dek Bosna geçiş bölgelerinden biriydi. farklı iki şey. Özellikle de yolculuk için yanlarında
Bu alanda aldatmanın çok yaygın olduğu ve insan getirdikleri para bittiğinde birçok sorunla karşı
kaçakçılarının parayı alıp ortadan kaybolduğu karşıya kalıyorlar; bunlar arasında kötü konut
veya kaçırdıkları insanları Ege’de uluslararası koşulları, ağır ekonomik dezavantajlar, seks işçisi

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-156
İSTANBULLAŞMAK

veya pavyonlarda dansöz olarak çalışmak zorun- hem de maddi destek sağlıyor, bunun sonucunda
da kalmak, çocuklara eğitim imkanı sunamamak da hayatlarının vazgeçilmez bir parçası haline
ve ayrımcılık önde gelenler. İstanbul’un onları geliyor. UNCHR tarafından reddedilmek, uzun
oldukça iyi sakladığını söylüyorlar, ama Van gi- yıllar boyunca “kaçak” yaşamak, Türkiye’deki
bi daha küçük ve daha muhafazakar şehirlerde Hıristiyan misyonerlerden aldıkları yardımlar ve
ve Orta Anadolu’da hızla yükselen suç oranları, göçmen ağları vasıtasıyla sürekli din değiştirmele-
uygunsuz davranışlar ve işsizlik gibi konularda rin gerçekleşmesi, din değiştirmeyle sonuçlanan
yerel halkın hedefi haline gelebiliyorlar. süreçteki etkenlerden bazıları.

İranlı sığınmacılar arasında din değiştirme İranlı göçmenler Türkiye’de birçok sorun
vakaları: Bazı İranlılar İran’da veya Türkiye’de yaşasa da, edilgen kurban konumunda değiller.
dinlerini değiştiriyorlar. Şii İslam’dan Hıristiyan- Sorunlarını çözmek için yollar arıyorlar: Kayıtdışı
lığa (özellikle Evangelizm’e ama aynı zamanda ekonomi içerisinde iş bulabilmek için Türkçe öğ-
diğer Protestan mezheplerine ve Katolikliğe) ya- renmek, Türkiye’de eskiden mülteci olmuş veya
pılan din değiştirmenin ana sebepleri karmaşık. Batı Avrupa veya Kuzey Amerika’da yaşamış bir
Sığınmacılar din değiştirdiklerini uygun şekilde tanıdıklarıyla evlenmek gibi. Yeni bir topluluk
belgelerlerse mülteci statüsü kazanabileceklerini oluşturuyor, yeni ağlar kuruyor, yeni günlük hayat
biliyorlar. Hatta, bazı Türkiye’de din değiştirmiş mekanları tanımlıyor ve hayatlarını idare etmek
“yeniden doğmuş” İranlı Hıristiyanların son yıl- üzere stratejiler geliştiriyorlar. Dahası düşmanlık
larda mülteci statüsü kazandıkları ve Birleşik ve aldatılma ile yüklü dünyalarında, umut boyu-
Devletler ve Kanada’ya yerleştirildikleri biliniyor tu ve yıllarca kaçak yaşadıktan sonra “başarılı”
(Köşer Akçapar, 2006). Bazıları din değiştirmeyi olan göçmenlerin hikayeleri, koruyucu bir “alan”
bir göç stratejisi olarak kullansa da bu din değiş- işlevi görüyor. Batı’da yaşayan arkadaşlarından
tirmelerin çoğunun samimi olmadığını söylemek ve akrabalarından gelen kartpostallar ve fotoğ-
de mümkün değil. Bazı kiliseler içindeki bu yeni raflar –kendileri gibi eski sığınmacılar veya kaçak
ve yeniden yaratılmış toplumsal ve dini alan, ka- göçmenler- boyasız duvarları süsleyen özel bir
çaklıkla baş etmelerine yarıyor ve hem psikolojik yere sahipler.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-157
İSTANBULLAŞMAK

Çoğu Türkiye’de geçici bir süre yaşayacaklarını İSKELE(T)


düşünüyor. Türkiye’de bir toplumsal alan işgal et-
melerine rağmen, çoğu İranlı “görünmez” ve Türk İstanbul’un Gelgeçlerinden Birinin Çok Yakın
Geçmişi (2003-2007).
mahallelerinin fakir ve ihmal edilmiş bölgelerine
öylece dahil olmuş durumdalar. Hayat koşulları,
Katı olan her şey buharlaşıyor, -eyvallah, doğru-
kültürel ve dini özgürlükler ve çocuklarının eğitim
dur- ama öte yandan, kentte buhar halinde do-
fırsatları açısından daha iyi bir geleceğe sahip olma
olasılığı hem ilk başta göç kararını almalarında laşan para, hızla bina biçiminde katılaşıyor ve
hem de Batı’daki bir ülkeyi nihai hedef olarak seç- sanki oradan hiç gitmeyecekmiş gibi bir görünüm
melerinde veya tercih etmelerinde önemli bir rol kazanıyor. İstanbul’daki dönüşümün paramparça
oynuyor. Türkiye’deki İranlılar arasında en önemli zamanlara ayrılmış yoğunluklarını fark etmenin
bilgi kaynağı toplumsal ağlar olduğundan, son va- en kestirme yolu, herhalde onun üzeri örtülmüş
rış noktasını etkileyen sebepler de ya gidilecek ül- binalarının peşinden koşturmak değildir. Buna
kede aile fertlerinin mevcudiyeti, ya da Türkiye’de rağmen, asla tamamlanmayacak bu belgelemenin,
arkadaşlardan toplanan bilgi oluyor. Ama son varış kentin başka kimseye görünmeyen peçeli yüzü-
ülkesinin seçimi temelde ulus-devletlerin göç ya nü yıllar içinde ortaya çıkarabileceğini vehme-
da iltica politikalarına, kotaların durumuna ve debilirim –Smoke filmindeki Harvey Keitel gibi.
insan kaçakçılarının onları ne kadar uzağa götüre- Önüne iskele kurulmayacak bina yok gibi. Ve bir
bileceğine bağlı oluyor. Yine de Türkiye’deki İranlı gün bütün binaların başına bu gelecekse, kentin
göçmenler kendilerini daha Batı’ya götürebilecek üzeri örtülmüş, zamanı askıya alınmış halinin
sınırlı imkanlara veya bilgiye ulaşabilmek için mev- koskoca bir resmini üretmek de bir gün müm-
cut toplumsal ağlarını genişletiyor ve çeşitlendiri- kün olabilecektir. Öte yandan, mimari gelgeçler,
yorlar. Birçoğu için Türkiye genellikle fazla idealize yapı iskeleleri ile sınırlı değil. Çok daha kırılgan
ettikleri Batılı ülkelerden birine ulaşmadan önceki ve ani, başka özel İstanbullar da var. Sözgelimi,
bekleme odasından fazla bir şey değil. eğik gelen kış güneşinde binaların camlarından
başka binaların sağır cephelerine düşen, garip bir
—Şebnem Köşer Akçapar alfabenin harflerine veya ışıkla çizilmiş desenlere

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-158
İSTANBULLAŞMAK

1 7

11

2 4 8

12

5 9

3 6 10 13

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-159
İSTANBULLAŞMAK

benzeyen yansımalar, bu gelgeçlerden. Bunları 02. Perde Aralanıyor


toplamak, daha fazla inat ve daha çok taban tep-
meyi gerektiriyor. Yansımalar belirse bile, aynı Çağlayan’da sıvacı perdeyi aralıyor –kente yeni,
saatte aynı yerde durmuyor, binanın yüzünde yani para getirir yüzler kazandırmak için yevmi-
ertesi gün başka bir konumda oluyor sözgelimi. yeli çalışıyor. Özellikle de 70’lerden başlayarak,
İskeleler, hiç olmazsa söküldükleri güne dek aynı İstanbul’un sanayi bölgelerinin etrafını sararak
yerde duruyor. dalgalar halinde akan ve gitgide sıkılaşan bir kent-
sel dokuya dönüşmüş, apartmanlaşmış gecekondu
01. “Çok yakında” (!) bölgelerinden biri olan Çağlayan, kentin Avrupa ya-
kasının ilk sanayi kuşağını oluşturan Kağıthane’nin
Yönetmen Ferzan Özpetek’in son filmi Bir uzantısı. Kağıthane’de, artık bir bölümü üretim
Ömür Yetmez’de sıradan bir yapı iskelesinin, ya- yapmayı bırakmış olan fabrikalar, Haliç’e bağlanan
şamın kırılgan şenliğinin aniden bitebileceğine dereye zehirli ifrazatını, havaya da kanser yayan
dair bir bildiri olarak kullanıldığına tanık olunur. kimyasal gazlarını, yasaya göre gece 24.00’ten sonra
Beklenen açılış, gelen ölüm haberiyle, yeniliğin- ceza almayacaklarını bildikleri için, yarım yüzyıldır
deki bütün görkemi yitirip acının sahnelenme- bırakmaya devam ediyorlar. Ama kentli, aynı inatla,
sine yataklık edecek. Gerçekten de iskelelerin yeni binalarla, yani daha faydalı inşa edilmiş bir
bedenle ve ölümle kurduğu ilişki kent kadar çoğul çevreyle her an karşı karşıyadır. Bu öylesine kesin-
gibi görünmektedir. Üstelik Türkçe’de “iskele”ye tisiz bir faydalılık sahnesidir ki, açıkça sergilenmesi
bir “t” eklediğinizde, binalarla bedenleri ayak- kentli terbiyesine uymaz. Uluorta kaba işçiliğin ya
ta tutan kelimeyi, “iskelet”i elde edersiniz. İs- da alt tabakaların doğrudan bedensel emeğine da-
tiklal Caddesi’nde (bak. İstiklal Caddesi ya da yandığı için, tenlerinin ve kokularının sergilenmesi,
“Beyoğlu”) perdenin önünden gelip geçenler, bir “business” erbabının takım elbiselerinde görünmez
peçenin, bir ölünün önünden geçiyordur. Zorla kırışıklıklar yaratabileceği gibi, yukarıdan bir avuç
merak ediyoruz, herkes zorla merak etmelidir. kum ya da molozun dökülmesiyle tehlikesiz ama
Umursamaz’ın, blasé’nin, kent sahnesinin iş gö- fiyaka bozan yaralanmalar bile olabilmektedir. Bu
ren sözcükleri. nedenle onların, yani çoğunluğun, fayda/estetik

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-160
İSTANBULLAŞMAK

alanının derhal dışına atılarak güvenilir hale getiril- yarışırlar. Zaten hiçbir şeyi yarışmadan yapama-
meleri gerekir. Kentlinin bu emekten faydalanacağı dıkları bilinir. Osmanlı’nın 19. yüzyıldaki finansal
an (mağazanın açılışı) gelene kadar oyalanacağı, dönüşümünün simgesi sayılabilecek Bankalar
kabul edilebilir derecede müphem, seyirlik ve tica- Caddesi’ndeki neoklasik prestij yapıları, 20. yüzyı-
rileşerek erotik nesnelerin imajlarıyla donatılması lın ortalarına gelindiğinde kentten silinecek olan,
tercih sebebi olan bir ekranla yetinmesi sağlanır. Doğu Akdeniz metropollerine özgü mimarlığın
Buna da yapı iskelesi denmektedir. aktörlerinin sahnelerinden biridir. Osmanlı’nın si-
yasi krizinin faturası azınlıklara ve onların temsil
03. Perde Aralanıyor ettiği her şeye çıkarılmaya bugün de devam ediyor.

Taksim’de, Aia Triada Kilisesi’nin karşısında, 05. Nesne Uyanıyor


İstiklal Caddesi’ne açılan sokaklardan birinde
“trendy” mekanlar art arda yüzlerini gösterecek- 1970’lerde Christo ve Jeanne Claude’un baş-
lerdir. İstiklal Caddesi, insanlardan yapılmış bir lattıkları, nesnelerden başlayıp binalara sıçrayan,
iç su, hatta belki İstanbul Boğazı’nın bedenlerden heykele kamusal ve politik anlamını iade eden
yapılmış bir alegorisi ise, bu akışı yoğunluklarıyla kumaşla örtme performanslarından habersiz bir
besleyen sayısız aralık ve mevzi bulunur. İstik- İstanbullu, İstinye’de bir cumartesi sabahı otomo-
lal Caddesi’ne Gümüşsuyu’ndan, Cihangir’den, biline binmek için üzerindeki örtüyü kaldırırken
Kurtuluş’tan, Galata’dan, Kabataş’tan, Karaköy’den, bir nesneyi uykusundan uyandıracaktır.
Tepebaşı’ndan, buralara ait yüzlerce saçaklanmış
odaktan, gün boyu on binlerce insan akar. 06. Nesne Uyanıyor

04. Perde Aralanıyor Karaköy İskelesi’nde bir motosiklet günde-


lik olarak heykelleştirilir. Kentteki ulaşım krizi,
Pera’da, Bankalar Caddesi’nde bankalar, cad- kişisel araç edinme tutkusuyla beraber katlana-
delerine ve kurumsal kimliklerine sahip çıktıkla- rak sürerken, muadillerinden bir yüzyıl sonra da
rını, tarihin değerini bildiklerini göstermek için olsa, kentin tarih katmanlarıyla kaynayan yeral-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-161
İSTANBULLAŞMAK

tında, metro ağı büyümeye devam eder. Asya’yı sermaye tarafından “dönüştürülmekte”dir. (bak.
Avrupa’ya bağlayacak denizaltı tüneli, Üsküdar Kentsel Dönüşüm)
açıklarından Tarihi Yarımada’ya doğru ilerlerken,
yeni bekleyişler ve tıkanmalar yaratacak Üçüncü 08. Yapım Başlıyor
Boğaz Köprüsü’nün inşaatı başlamak üzeredir.
Başka küresel kentlerde hızlı tren ağları sayesinde Nişantaşı’nda, Levent’teki yeni rakiplerle ba-
yüzlerce kilometrelik mesafeler gündelik çalışma şa çıkabilmenin hesaplarını yapan yatırımcılar,
rutini için belirleyici olmazken, İstanbullu için devasa bir kent sahnesi kurmaya çelik bir yapı is-
yollar şoförlük iştahının kabardığı bir savaş alanı- kelesinden başlamışlardır. City’s gibi orta ölçekli,
dır. Motosiklet ciddi bir alternatif olmaya başlar. yavan, tarihselci dekorlu mall’lar (bak. Alışveriş
Merkezi) kadar, Kanyon gibi dev ve yenilikçilik
07. Nesne Uyanıyor iddiasındaki alışveriş ve eğlence mekanları da,
aynı hızla inşa edilir. Görünen o ki, orta ölçek-
Buna karşın, Beyoğlu’nda, Kazancı Yoku- li mall inşaatının temel bileşenlerinden biri de
şu’ndaki motosiklet, bir kediye ev sahipliği ya- iskelelerdir. Daha büyük ölçeklerde, Kanyon’da
pabilecek denli kalıcı bir paketleme ile hazır yapıt olduğu gibi, yüz binlerce metrekarelik inşaat-
olarak ömrünü uzatmış durumdadır. Beyoğlu’nun larda iskelenin kentli tarafından algılanabilecek
on yıllardır sahipsiz bıraktırılmış, bekletilirken bir alamet-i farika olarak kullanımı o kadar da
çürütülen binaları, yavaş yavaş, büyük ölçekli önem taşımaz.
“mutenalaştırma” (bak. Mutenalaştırma; Soy-
lulaşma) projelerinin atış sahası haline gelmek- 09. Aynı Yapının Ön Yüzünde
te, çeşitli muhafazakar sermaye gruplarının
“Beyoğlu’nu Beyoğlu’ndan temizleme” hayalle- Yapılan yatırımın büyüklüğünü üst perde-
rinin bir parçası olarak ele geçirilmektedir. Yal- den sergileyecek bir yöntem geliştirilmektedir:
nızca Beyoğlu değil, kentin birçok eski gecekondu “En yeni yenilik burada olacak.” Nişantaşlılar çok
alanı veya farklı etnik kimlikleri barındırmasıyla yakında, birkaç kilometre bile öteye gitmeden,
tanınan tarihi bölgeleri, bu tarz bir muhafazakar kendi semtlerindeki yenilik merkezinden en pa-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-162
İSTANBULLAŞMAK

halı yenilikleri alabildiklerini “hayretle” görmeye benzersizliğinden başlayarak gösteriyor. Nitekim:


başlayacaklardır. “İmkansız diye bir şey yok.” İstiklal Caddesi’nin
bu ölçekteki binaları için alışılmadık bir iskele
10. Yıkım Sürüyor yüzleme malzemesi seçimi. Ama zaten onu kimse
böyle hatırlamayacak: Binanın füme taş kaplamalı
İstiklal Caddesi’nde, bir başka dev ölçekli fonu, spor malzemesinin bir tür çağcıl gençlik iksiri
yıkım (bak. Yıkım ya da Çarpık Kent), kendini gibi sunulmasına olanak tanıyacak, tasarımı, yani
sokak kotunun yirmi metre üstüne çıkıldığında metropolün simyasını yaratmayı sürdürecektir.
göstermektedir. Aylar süren yıkım ve onu izleye-
cek yapımla ilgili en ufak bir bilgi sızdırmayacak, 12. Yüzleme
devasa ama ifadesiz bir bina taslağı yerleştirmek,
sahneye çıkacak yıldıza “halkı hazırlamak” için Eminönü’nde tarihi bir çeşmeyle komşu olan
her şey yapılmıştır. İstiklal Caddesi üzerinde ye- bir banka yapısı, köklü bir yenileme için sıkı sıkıya
niden işlevlendirilmeye uygun, bu büyüklükte örtülmüş, adeta askıya alınmış halde: Mühürlü göv-
başka parça kalmadığı için, arazi kentin tarihinde desinin dışkılaşmış halini, molozları tahliye eden
görülmedik oranlarda katlanarak değer kazanır. borular olmasa, ufalanıp yok edildiğini bildirecek
İskelenin arkasında, bir sokak ötedeki Nevizade hiçbir ipucu yok gibi. Büyük bankaların geçmişle-
meyhanelerinden çıkanların en ayık olanının rini hatırlatmak için müzeler (bak. Müze) yapması
bile başını döndüren, altmış metre derinliğinde biçiminde gelişen yeni bir hareket var İstanbul’da.
bir çukur bulunuyor. Otoparklara (bak. Otopark) Buradan amaçsız bir şekilde yürürken, Yeni Cami’de
ayrılmış bu cehennem çukurundan, yeni bir mall güvercinlere yem verenleri görüp, otelleştirilen
yükselecek. anıtsal Vakıf Han’ı geçince, Doğubank’ın önündey-
ken, sinsice yaklaşan satıcılardan porno cd alma-
11. Nasıl Bir Yüz İsteriz? yacağınızı yüzünüzle anlatırsınız. Sonra ver elini
Ayasofya (!). Ya da, dialarınızı eski bir hamamın
İstiklal Caddesi’nde baştan aşağı alüminyumla yanında, yıllardır yalnızca dia banyosu yapan ve
kaplanan spor mağazası, “farklılığını” iskelesinin kocaman akvaryumunda yalnızca çiklet balıkları

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-163
İSTANBULLAŞMAK

besleyen Enis Bey’e yıkatıp, Konyalı’da, Turgut Özal 15. Yüzleme


ve Baba Bush’un imzalı resminin altında, bademli
ay çöreğinizi, Pürüzyen’inizi yiyip, adına nedense Gayrettepe’de bir banka şubesi, iskelesiyle
Osmanlı şerbeti denen meyve suyu karışımınızı bitmiş hali arasındaki farkın az olduğu nadir ya-
içebilirsiniz. Çıkınca, bir Lamy alın, eflatun mürek- pılardan biri olarak, takdiri sahiden de hak et-
keple yazmaya başlayın: “İskele(t). İstanbul’un…” mektedir. Karşı karşıya olduğumuz, bir Herzog-De
Meuron binası değil, yalnızca bir iskele.
13. Yüzleme
16. Yıkımı Bekleyenler
Tünel’de, yeni bir sanat merkezinin önünde,
tekil, kunt, görünümsüz bir görünümün altından İlerlemeci ya da gelişmeci kentsellik, kentin
kültür aygıtının çıkacağı güne kadar, bir başka faydacı ekonomi düzeninin kırsal karşısında büyü-
bekleyiş sürmektedir. tülmesidir. Kırsalın uluortalığına ve kırsal üretim
pratiklerinin hammaddeye komşuluğuna karşın,
14. Yüzleme kent hammaddeden uzaklaşmayla eşanlamlıdır.

Evlerde koltukların yüzlendiği gibi, yapılar da 17. Yıkımı Bekleyenler, ‘Türedi’ler


yüzlenir. Üzerlerine yeni kumaşlar örtülür. Yeni-
leme, kendini yüzlemeyle belli eder. Yüzlenmekte İnşaat da, bu kentsel faydalılık ilkesinden
olan yer, kentin mallardan, bedenlerden, ısılar- nasibini alarak, uluorta değil, perde arkasında
dan, seslerden, bakterilerden oluşan akışlarında gerçekleştirilen pratiklerden oluşur. Kapatılma-
bir seyrelme noktasıdır. Tüm bu akışların yeni bir mış ama gözlerden uzaklaştırılmış bir düzen fikri,
kıvrım yaratmaya başlamadan önceki oluş anıdır. bugünün inşaatının görsel rejimine egemendir.
Yüzlenen yapıyla kente bir yeniliğin gelmekte Öte yandan bu görünmezcilik, kentli bireyin git-
olduğu duyurulur. Yüzlenen yapı, uluortalığıyla, gide daha steril ve korunaklı bir alanın bileşeni
kentlilere özendirdiği ahlakın cümlelerini fısıldar. haline getirilmesiyle birlikte, perdelemeyi gerek-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-164
İSTANBULLAŞMAK

14

17 19 21

15

16 18 20 22

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-165
İSTANBULLAŞMAK

çelendirmeyi kolaylaştırmaktadır. Gözden ırak yapılma bu yüze kentliler bir başka yenilik par-
olan, gönülden de ırak olsun: “Cemaat, Özdeşlik, çasına kavuşmak uğruna uysalca boyun eğerler.
İstikrar”dı, değil mi Mustafa Mond?
21. Gecekondu Yüzleme
18. Yıkımı Bekleyenler
İstiklal Caddesi’nde iğreti bir yüzleme, düşük
Sıraselviler Caddesi’nde bir apartman. Cihan- bütçeli bir yenilemecilik örneği verir. Bir cümle,
gir, az ötedeki İstiklal Caddesi’nin underground’u, tahtaların arasından fısıltı halinde geçerek bize
yeraltı suyu. Nezihleşmeden kendi kalabilen, ulaşır: “Nasıl yaparsan yap, ama mutlaka yüzünü
anarşizmin anavatanı (bak. Anarşi). Sıkıştırılmış göstermemeyi becer”.
bir entelektüellik bombası. Yavaş yavaş, benze-
mezliklerin de standartlaştığı bir yaşam çevresi 22. Ara Katta Yüzleme
aynı zamanda. Kadıköy’ün Avrupa yakasındaki
ekşisözlüksel şair muadili. Babıali’de, kendini ve kadınlarını içeriye ka-
patan Orta Doğu toplumlarındaki apartmanları
19. Yıkılması Beklenenler anımsatan, nadir rastlanan bir yüzleme türü. Bir
zamanların yayın merkezi, konfeksiyoncuların
Karaköy’de bir yapı. Öte yandan, işe yaramaz- depolarına ev sahipliği yapıyor.
lardan, ayak takımından, mülksüzleştirilmişlerden,
güvencesizleştirilmişlerden, unutulmuşlardan, 23. ve 24. Onarım ve Reklam
ihmal edilmesi gerekenlerden oluşan bir başka
grup daha yıkımı beklemektedir. Galatasaray’daki PTT binasını “kurtarma”
çalışmaları sırasında bir gsm operatörünün de-
20. Yıkımı Bekleyenler vasa reklamıyla arz-ı endam fırsatını kaçırma-
masını, kentliler elbette çok görmeyeceklerdir.
İstiklal Caddesi’nde daha faydalı olana karşı Jean Baudrillard’ın dediği gibi, içinde bir parça
az faydalının durumu. Katranlanmış tahtalardan gösteri bulunduğu sürece, kitleler her türlü içe-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-166
İSTANBULLAŞMAK

28
25

23

31
26

29

24 27 30 32

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-167
İSTANBULLAŞMAK

riği kabul ederler. Yapı, cephesi hariç, bütünüyle 27. Vakıf Han
yıkılmak suretiyle “kurtarılmıştır”. Burası, 2004
yılında içi bomba dolu bir kamyonet, az ötedeki Örtünün altından çıkan otel, sermayenin “ka-
İngiliz Konsolosluğu’na daldığında ayaktaydı. patması” olarak pasajı yaratır. Paranın ve mutena-
Ama dönüşümün sihirli değneğine elbette karşı laştırmanın sosyal bir tıkaç olarak tesis edilmesi
koyamazdı. Kasım ayının güneşli bir perşembe- söz konusudur. Artık pasaja yalnızca otel müşterisi
sinde, aynı gün, Levent’teki bir binanın önünde doymakta. Giyim mağazası ve gözlükçü, “u” planlı,
patlayan bomba, orada yıllarca kalacak iskelenin mermer kaplamalı pasajın iki girişini de tutmuştur.
kurulmasına neden olacak, ama önce, ortalığı
kana bulayacaktı. 28. Denizden Manzaralı

25. Yeni Cami Kadıköy İskelesi’ne nazır, blok reklam. Kentli-


ler, binalarının yüzsüzlüğünü keşfediyor. İskeleler,
İskele ve büyük onarım. İskele bir yapıya ilgi akvaryum fetişizmi çağının nimetlerinden nasibini
göstermenin, onu kollayıp gözetmenin aracı ol- alıyor bazen de. Her gün yüz binlerce insan, bura-
duğunda, yapıyla beraber kanserli bir görünümü daki iskelelerden kentin Avrupa yakasındaki par-
andırır. Yapı yerinde durmakta, ağır ağır değiş- çasına gidip geliyor. Martılar, lağım kokusu, deniz
mekte, ama üzerine çöken iskele sürekli büyü- anaları, büfeler, vapurda çay, meyve suyu ve sahlep,
yüp şekil değiştirmekte, yoğunluğu da değiş- iskele turnikelerinde hiç bitmeyen elektronik bilet
mektedir. sesleri. Haydarpaşa Garı ve daha geride, şayet sis
kapatmadıysa, Topkapı-Ayasofya-Sultanahmet
26. Hünkar Kasrı’nın Önünde üçlemesi manzarası. Yolda, Haydarpaşa limanının
vinçleri ve silolar. Kadıköy sahilinde yüzlerce dol-
Ticaret Odası’nın Eminönü’nün göbeğindeki muşun her an değişen çizgisel labirenti. Ama büyük
“tevazu”su: Kamusalda ne kadar bağırırsan, sesin gsm operatörü, sanki tüm bunlardan habersizmiş
o kadar duyulmaz. gibi aynı sloganı yineler durur: “Bağlan hayata”.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-168
İSTANBULLAŞMAK

Sanki hayata bağlanmak için, İstanbul’un görkemli yine: “Her daim, gelecek olanın geçmiştekinden
hüznünden başka bir şeye ihtiyaç varmış gibi. daha iyi olduğunu ima et.”

29. Galatasaray Meydanı’nda 32. Kule Provası

Ağabeyi YKY’yi (Yapı Kredi Yayınları) örnek Çeşme, Galata Kulesi’nin yakınlarında, bir
alan komşuların “eksik kalmayışları”ndan ör- hazır yapıt olarak görünüm kazanır.
nekler. İskeleli yapı şunları fısıldar gibidir: “Nasıl
yaparsan yap, ama bir yenilik etkisi yarat. Kısa 33. Anıttan Daha Anıtsal Olan Geçici Anıt
süreliğine de olsa, eski yüzü sakla. Saklambacı
sokakların, caddelerin boyutunda tekrar et.” Çemberlitaş’ın onarımı. İskele, nesneyi yok
ederken kendini var eder. İlan edilmemiş kamusal
30. Osmanbey’de “Haute Couture” İskele bir heykeldir. Ama onu kimse görmeye gelmez.
Kaza eseri oluşan anıtsallığın garip kaderi: Kentin
Şıklık ve binanın beklenen yüzünü çizmek. Şu geçici hazır yapıtlarından biri olduğunu kimse bil-
cümleler kulaklara fısıldanmaya devam eder: “Bu mez gibidir. İşi bitince, bu iskeleyi, Beşiktaş’taki
arada, eski yüzün unutulmasını kolaylaştırmak için, füze-anıtın yerine koymalarını istemek fena mı
üzerindeki işlemleri, işçiliği ve işçilerin bedenlerini, olurdu?
dökülen molozları kuşkucu bedenlerden uzak tut.
Tüm bedenlere yaptığını binalara da yap ve merak 34. Kurumlar Arası Rekabet
uyandır. Perde açılınca gelecek alkışları hazırla.”
İş Bankası, İstiklal Caddesi’nin girişinde, kom-
31. Yunan Konsolosluğu’nda Helenizm’in İzleri şusu Akbank’tan geri kalmayacağını ilan ederken
fısıltılar devam eder: “Her daim yapılan şeyin iyilik
İstiklal Caddesi’nde Helenizm’e göndermede adına olduğunu beyan et. Mutçuluğun akıllardan
bulunan pirüpak yeni yüz, cephelenmiş durumda uzaklaşmasına izin verme. Bentham’ın faydacılı-
görülüyor. İşte kaynağı belirsiz bir fısıltı işitiyoruz ğıyla kentliler arasında organik bir birlik olduğu

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-169
İSTANBULLAŞMAK

33 35 40
37

38

34 36 39 41

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-170
İSTANBULLAŞMAK

duygusunu canlı tut. Ayakta tutmanın, yıkıp yeni- 38. Tünel’de Tramvayı Karşılayan
den yapmanın, ama hep yapılar üzerinde bitmek
bilmez bir yatırımın zaruretine herkesi inandır.” Bir başka köşe yüzü olarak örtü şu sözleri söy-
ler: “Her şeyin ortadan kaldırılabilir olduğuna,
35. Nişantaşı’nda Bir Adanın Köşesinden Yo- hiçbir yapının mevcut kodları güçlendirmediğine,
kuş Yukarı Bakarken muktedir olanlara tabi olmadıkça ayakta kalama-
yacağına herkesi ikna et.”
“Bedenleri, binalar olmadan kenti var edeme-
yeceklerine ikna et. Sokaklardansa binalara, mey- 39. ve 40. Yeni Bir Otel
danlardansa odalara ve hücrelere olan inancı besle.”
Taksim Gezi Parkı ve Divan Oteli’nin karşı
36. Alemdar’da Var Bir Hediyelik İstanbul- köşesinde gösterişli biçimde sahneye çıkmaya
culuk Oyunu hazırlanan bir yapı ve yüzünden detay. Taksim
Meydanı’nın “kamusallıktan temizlenmesi” (bak.
Uluslararası otelcilik oyununun ortasında, Temizleme) bağlamında uygulanan “güzelleş-
bir organsız beden daha: Yansıma ve yüzleme tirme” (bak. Güzelleştirme) ya da neoliberallik
oyunu oynanmaktadır. adımları bu bölgede cesurca atılır.

37. Beyoğlu’nda Yüzü Olmayan 41. Kuştepe’de

Ara sokaklardan birinde, sadece işlevsel olur- Kent merkezinin yığın yığın, katman katman,
ken bile iyi poz veren iskeleyle karşılaşınca, fısıl- birbirinin sırtına bine bine yükselen sokaksız
tılar yine işitilir: “Pazarları değil, gitgide büyüyen apartman gecekonduları semtlerinden birinde,
örtülmüş yapıların her türünü normalleştir. Daha iddiasız biçimde peçeli yüzünü sergileyen bir
çok polis için kentin güvenliksiz, daha çok kitsch bina, ışıkla karşılaşmakta. Yapılar, daha deprem
için kentin soysuz olduğunu bildir.” gelmeden, birbirinin üzerine devrilmeye, akma-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-171
İSTANBULLAŞMAK

45

42

48 49

43 46

44 47 50

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-172
İSTANBULLAŞMAK

ya hazır gibidir bu tekinsiz yerlerde (bak. Dep- arasında paylaştırır: Ekranların, şeffaf yüzeylerin
rem). Ellili yıllarda Levent inşa edilirken, Gültepe ve yansıtıcı materyallerin bir organizasyonu olan
hafriyat çöplüğüdür. Kuştepe’deki binalar, fırsat alışveriş merkezi, bedenleri kesintisiz biçimde
bulduklarında, kimi yerlerde bugün hala bağlı ışıklı ve elektrikli düzeneğinin içinde dolaştıra-
oldukları gevşek zeminden ayrılır ve aşağı kay- rak kadınlara daha fazla kadın, erkeklere de daha
maya başlarlar: Onlara yaslanan kocaman konut fazla erkek olmalarını vaat eder. İkisini de gittikçe
bloklarıyla birlikte. Öte yandan, Mecidiyeköy’de melezler, ama aralarındaki ayrımın keskinliğini
öylesine dev boyutlu hafriyatlar yapılabilmektedir artırmayı da ihmal etmez (bak. Hibritleş-me/tir-
ki, kamyonların güzergahı üzerindeki Kuştepe, me). İskele, mimari aygıtın habercisidir. Yeniyi
aylarca kalın bir killi toz tabakasına bürünebil- haber verirken, beklenmedik olana aralanmış bir
mektedir. kapı süsü verilen piyasanın aleladeliğidir. İskele
farklılığı değil sıradanlığı gizler, gizler gibi yapar.
42. Mecidiyeköy’de Plazalaşma Öncesi Son İskele söküldüğünde, beklenmedik olanın sonuna
Hazırlıkların Göz Alıcı Sunumu gelinir. Ekonominin, nüfusun, yer kabuğunun ve
başka ağların büyük dalgalanmaları olmadıkça,
İskelelenmiş ticari bina, açılış günüyle bera- aygıt kendi tarifeli deneyimlerini yazmayı sür-
ber kentin ekonomi-politiğine katılır. Mimarlığın dürür.
gerçek bir soyut makine olarak çalışmaya başla-
dığı açılış gününde arzu, biyo-politiğin nesnesine 43. Şişli’de Büyük Kazı ve İnşa Faaliyetinin
dönüşür. Mimarlık, gündelik iktidar yapılarındaki Yanıbaşında Yüzleme
emek, dayatma ve cezbe üçlüsünün son ayağı-
nı oluşturur. Mimari cazibe, toplumsal cinsiyeti Kentin yer kabuğu katmanlarının ve “organ-
erkek ve dişi olarak ikiye bölmeye ya da hetero- sız beden olarak bina”nın aynı anda görülebil-
normativizmi üretmeye yarar. Sözgelimi, kadının diği nadir anlardan biri. Bu hafriyatın onlarca
kodlanmasını ve benzeşim yoluyla sahneye ko- katı büyüklüğünde olanlarına rastlamak artık
nuşunu, mimari “kathexis” yapısı kimi unsurlar İstanbul’da sıradan hale gelmiştir. Kentin boş-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-173
İSTANBULLAŞMAK

lukları büyük bir iştahla kapatılmakta, mekansal işlevsel haline kavuşmadan hemen önce, gerçek bir
süreklilik için bütün güçler seferber edilmektedir. konuşma anında yakalanır yapı. Kentin yapısal ha-
kikati, onun kurulmuşluğudur. İcat edilmişliğidir.
44. Harbiye’de Altından Çıkacak Pırıltılı Tarihselliğidir. Kentin kadim geçmişi, özsel varlığı,
Yüzeyi Önceleyen İskele değişmeden kalabilmiş tek bir zerresi yoktur.

“Binasının fikri neyse, iskelesinin zikri de 47. Akaretler Yokuşu’nda


odur.”
Tüllenmiş/erotikleştirilmiş, basamaklanan
45. İstiklal Caddesi’nde yapıların, sermayedarın balyoz ve vinçlerini gi-
zemli bir olayı bekler gibi bekleyişi. Osmanlı mo-
Odakule’nin karşısındaki pasajın üzerinde gi- dernleşmesinin sembolü olan Akaretler Yokuşu,
yinik halde bekleyen binadan son bir fısıltı yayılır yıllar süren bekleyişin ardından duyulan bildik
ve ses aniden kesilir: “Çoklukların enerjisine karşı, seslerle, üniversite öğrencilerinin berbat koşul-
tekilin dondurucu ve susturucu tahakkümünü larda aşırı kiralarla oturdukları Beşiktaş’ı, orta
yay. İnşaat piyasasının şenlikli faaliyetlerinin hız sınıfın Teşvikiye’sine, Maçka Parkı’nın sükunetini
kesmesine izin verme.” sahilin curcunasına katmaya, daha bitmeden, en
görkemli biçimde başladı bile.
46. Aia Triada’ya Bakmadan Hemen Önce
48. Osmanbey’de Tül
Bina yüzünün su yüzeyiyle yarışan pürüzsüz-
lüğü, organsız yapının da derisi. Binanın peçelen- Tüllenmedikçe görünmez olmayı başaran uç
mesi, ona bir konuşma fırsatının tanındığı seyrek geometriye sahip bir yüz. Ardı ardına kaçak katlar
anlardan biridir. Kodlu, görselleşmiş, algının aynı- çıkılan binalardan ne ilki, ne de sonuncusu. Ha-
laştırıcılığına teslim olmuş herhangi bir binadan laskargazi Caddesi’yle Nişantaşı’na çıkan Rumeli
başka olarak bu kez, yüzünü tüm organlarını yitir- Caddesi arasındaki köşe, Osmanbey civarı, kanlı 19
miş halde, bina öncesine dönmüş halde, organize ve Ocak 2007 ile, gazeteci Hrant Dink’in katledilişiyle

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-174
İSTANBULLAŞMAK

bir mahşer yerine döndü. Birkaç gün sonra, Agos ganlarının organize edilmişliğinin askıya alındığı,
gazetesinin bulunduğu Sebat Apartmanı’nın ya- binaların tek tek “organsız beden”ler olarak bir
kınlarındaki bu binanın da yer aldığı caddeden baş- anlığına görünüp kaybolacağı eksiksiz bir katalog
layarak, cinayete isyan eden yüz bin insan, Haliç’i yapmayı “çok yakında” başaramayacağımız ise
geçip Marmara sahiline, Yenikapı’ya yürüdü. açık. Bir kentte yaşayıp ölmüşlerin eksiksiz bir
envanterini yapmayı düşlemek denli beyhude,
49. Kentsel Sızmalar Oyununa Katılan İskele ama tam da bu nedenle denenmeye değer bir ha-
yaletler kataloğunda buluşmak üzere.
İskelelenen bina, son kez göz kırpıp katman-
lar arasında sertleşip soğuyor. Bu da iskeleyi değil —Levent Şentürk
ama iskelelenmiş binayı bir efemera haline getiri-
yor. Bu yanıyla iskelelenmiş yapı, kentin caddele- >Alışveriş Merkezi, Anarşi, Deprem,
rinde dağıtılarak birbirine karışan el ilanlarındaki Güzelleştirme, Hibritleş-me/tirme, İstiklal
politik bildiriler, kafeteryaların promosyonları Caddesi ya da “Beyoğlu”, Kentsel Dönüşüm,
veya şarlatanca öğretilerin konferans davetleriyle Mutenalaştırma, Müze, Otopark, Soylulaşma,
aynı soydan gelir. Temizin ve soylunun, püriten Temizleme, Yıkım ya da Çarpık Kent
elitin olduğundan daha fazla, kirli çoğunluğun,
sokağın geçici varlık alanına aittir.
İSTANBULLAŞMAK
50. “Çok Yakında”
İstanbul hep İstanbul değildi. Byzantion’du,
Constantinopolis’ti, İkinci Roma’ydı. Orta Bizans
“Çok yakında” sizlere burada hizmet verece-
döneminde sadece Polis’ti, Osmanlı döneminde
ğiz. Size, kentin yapılarının tümünün örtülmüş, Kostantiniyye’ydi, İslambol, Dersaadet ve daha
yıkım öncesi, sandukaya konmuş, tüllenmiş, ke- birçok şeydi; ama hiçbir zaman sadece İstanbul
değildi. 20. yüzyılın ilk yarısı içinde İstanbul adı
fenlenmiş, iskelelenmiş ya da düpedüz çıplak
dışındakiler neredeyse tümüyle silindiler. Kent
halini göstermek üzere, “çok yakında” hizmeti- İstanbul oldu. Bu, her zaman olduğu gibi bugün
nizdeyiz. Kentsel faydacı hakikatler oyununun or- de bir ad değişikliğinden fazlasını ifade ediyor.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-175
İSTANBULLAŞMAK

Her toponimik değişim kentsel mekanın ve sa- ve/veya umursamadıklarında bile, başkentlerine
kinlerinin radikal farklılaşmalarına ve toplumsal kökeni onun adına uzanan Kostantiniyye demeyi
anlamlarının değişimine işaret eder. O değişimler de sürdürdüler. Onun yanı sıra, İstanbul, İslam-
içinde Antikite’nin Byzantion kenti Geç Antik bol ve Dersaadet de dediler. Her biriyle bir başka
çağın emperyal başkentine evrildi. Constantinus göndermeler takımının gündeme geldiği bir adlar
tarafından yeniden kurulan taşra kenti artık onun ve anlamlar dünyası inşa edildi. Üstelik, retros-
adıyla anılacaktı. Ancak, bu yeniden kuruluş aynı pektif nitelikte değil, eşzamanlı olarak geçerli bir
zamanda başkentlik işlevlerinin ve çağrışımları- toponimiler ve anlamlar dünyasıydı burada kuru-
nın da eski emperyal başkent Roma’dan buraya lan. Hiç kuşku yok ki, İslambol diyen için kentin
simgesel biçimde aktarılması demekti. Ona İkinci İslami kimliği ön plandaydı. Dersaadet (mutlu-
Roma da denilecekti. O yüzden, Senato’nun bazı luk kapısı) demeyi yeğleyenler, kentin Osmanlı
eski üyeleri de buraya taşındılar. Yedi Tepe ken- egemenliğinin merkezi olma niteliğine vurgu
tinin topoğrafyası bile simgesel bir aktarılışla, yapıyorlardı. Kostantiniyye, Osmanlı merkezi yö-
aslında yedi rakamıyla anlatılamayacak kadar netiminin önemsediği bir siyasal sürekliliğe işaret
karmaşık topografik yapısına rağmen İstanbul’a ediyordu. Constantinopolis kullanımı, Ortodoks
aktarıldı. Burası da Roma gibi “Yedi Tepe Kenti” ve Rum (ya da daha genel anlamda Hıristiyan) bir
oldu. kent tahayyülünü yansıtıyordu. Bu adlara Doğu
Avrupa ve Yakındoğu’da geçerli bir dizi farklı adı
Orta Bizans döneminde sadece “Polis” (kent) da eklemek gerekir. Bu adların hepsi de Doğu
diye adlandırılabilecek kadar rakipsiz bir mer- Akdeniz havzasında bir zamanlar çok üyesi olan
keze evrildi. Artık Bizans egemenlik alanında- bir kozmopolit yerleşmeler ailesinin en büyük
ki hiçbir yerleşme böyle anılmayacaktı. Onlar kentini anlatıyordu. Farklılıklara, ancak belirli
birer “kastron” (kale) iken, yalnızca İstanbul etno-dinsel grupların sabitlenmiş statü tanım-
“polis”ti. İlginç biçimde bu adını Osmanlı çağı- ları içine sığdırıldığında tahammül gösteren bir
na aktardı. “İstanbul” sözcüğü Rumca “polise” kozmopolitizmdi bu. Her farklılığın, belirli bir
biçimindeki kullanımdan türedi. Ama Osmanlılar grubun genel niteliği olarak kabul görmüşse ola-
Constantinus’un kim olduğunu unuttuklarında ğan sayıldığı söylenebilirdi.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-176
İSTANBULLAŞMAK

İçerdiği çoğulluk bir dizi sabit tekilliklerin çıkılması sıkı sıkı denetlenen cemaatlerin ve sta-
toplamı gibi biçimlenmiş olan o geleneksel koz- tülerin kenti, sayısız parametreye göre çeşitlenen
mopolitizm, 19. yüzyıl başlarından itibaren aşındı. bireyselliklerin, tercihlerin, dışavurumların, çı-
Hızlı bir tempoyla, “kozmopolit”in sövgü sözcüğü karların, gruplaşma ve ayrışmaların kenti olmaya
olacağı, homojenliğin amaç diye tarif edildiği bir koyuldu. Özellikle 1980’lerden itibaren olağan
ortam doğdu. Hemen her etno-dinsel grup kendi bir metropol çoğulluğu edindi ve edinmekte. Her
ulusalcılığını ve kendi modern “düşlenmiş” kimli- totaliter yönelimin, ne denli baskıcı olmak ister-
ğini inşa etmeye koyulmuştu. Bu, İstanbul içerdiği se istesin, metropolün çoğulluğuna tosladığı bir
büyük çoğullukla aksini çağrıştırsa da, hemen “kendiliğinden özgürlük” ortamı oldu burası. Bu
her etno-dinsel grubun o çoğulluktan kurtulma niteliği her gün giderek daha da belirginleşiyor.
iradesini geliştirmesi demekti. Birinci Dünya Sa- İronik olan şu ki, kendini çoğullukların dışavuru-
vaşı bitip Osmanlı Devleti tasfiye edilince, rakip muna çan bu modern metropol, adını tam aksine
ulusalcılıkların kavgasından doğan yeni Türkiye tekilleştirecekti. O, bugün Türkiye’de ve dışarıda
Cumhuriyeti, İstanbul’un kaderini o doğrultuda hemen herkes için artık yalnızca İstanbul. Ulusalcı
biçimleme kararıyla yola çıkacaktı. Burası artık öncülerin düşü neredeyse bir çırpıda gerçekleşi-
etnik anlamda tekil kimlikli bir Türk kenti olma- verdi. Onlar Kostantiniyye’yi Bizans dönemiyle
lıydı. Kolay ulaşılacak bir hedefti bu. 1929 dünya ilişkisi nedeniyle, Dersaadet’iyse Osmanlı geçmişi
ekonomik bunalımı kentteki Avrupa sermayesiyle ima edişinden ötürü kullanım dışı kılmak iste-
birlikte Avrupa kökenlileri de uzaklaştırdı. Eski mişlerdi. Bunu dünya ölçüsünde başardılar. Kent,
Doğu Akdeniz kozmopolitizminin yerli bileşenle- 1920’lerden başlayan homojenleşme evresinde
riyse 1920’lerden 1970’lerin başlarına dek uzanan sayısız eski adını unuttu. Kullanımdaki adları
bir zaman aralığında kenti adım adım terk edip içinden en az politik, en az dinsel, en az etnik
gittiler. Ulusalcı imgelemin öngördüğü tekilleşme göndermesi olan adını, İstanbul’u genelleştirdi.
başarılmış gibiydi. Ne var ki, ideolojik angajman- İstanbul oldu. Kentin adı, içine sayısız anlamların
lar aksine işaret etse de, yıkılan geleneksel koz- üretilip yerleştirilebileceği, yine de dolmayacak
mopolitizmin yerine, kentin yeni kozmopolitizmi bir açık kategori haline geldi. Tıpkı bu metro-
yavaş yavaş inşa edilmekteydi. Sabitlenmiş, girilip polün kendisinin de, farklı yaşam biçimlerini,

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-177
İSTANBULLAŞMAK

farklı varoluşları, farklı tercihleri içerebilen, her bir kültür-mekandır. Sözkonusu mekanın sakini
ifade edişe açık, en azından bu potansiyeli her olan İstanbullu da asla tam tanımlanamayacak
zamankinden ve Doğu Akdeniz’deki her yerden bir geçmişte yaşamış, ancak nesli ne yazık ki artık
fazla taşıyan bir “boş mekan”a dönüştüğü gibi... tükenmiş bir insan tipi olarak düşlenir.
“İstanbullaşma” terimi, kentin geleneksel koz-
mopolitizmini yitirip modern kozmopolitizmler Kavramın bu anlamda Geç Osmanlı döne-
üretir hale gelme süreçlerini anlatıyor. Semiyotik mi öncesinde kullanımda olduğu söylenemez.
bir boşalmayı tanımlıyor. Ancak, İstanbul’un Orta Bizans’tan beri rakipsiz
çekicilikte bir odak olduğu ve ondan ayrılmak
—Uğur Tanyeli zorunda kalmanın bir üst sınıf üyesine benzersiz
bir yoksunluk olarak gözüktüğü bilinir. Osmanlı
İSTANBULLU döneminin ilk yüzyıllarında İstanbul’dan savrul-
manın buna benzer bir anlamı yoktur. Osmanlı en-
Bir kent efsanesi. telektüeli/bürokratik seçkini merkezi tanımlayan
iktidar odağından uzaklaşma ya da uzaklaştırılma
Sözcük, yalın sözlük tanımıyla İstanbul’da doğ- korkusunu, İstanbul’dan uzaklaşmaktan daha
muş ve yetişmiş olan kişileri niteler. Ancak, en fazla önemser. Kaldı ki, o sıralarda hemen he-
azından son onyıllarda, sadece bu anlamıyla men hiçbir bürokratik seçkinin İstanbul doğum-
kullanıldığı ve bir nüfus kaydı bilgisine işaret lu olmadığı düşünülecek olursa, İstanbulluluğa
ettiği neredeyse hiç görülmez. Hemen daima, özel bir anlam atfetmenin gerçekçi de olmadığı
nitelediği kişinin İstanbul doğumlu olma du- aşikardır. Kavram, muhtemelen erken 19. yüzyıl
rumuna “ayrıca” anlam kazandıran müphem içinde kentin incelikli bir kültürle donanmış ol-
bir değerler bölgesinin içinde konumlandığına duğu varsayılan halkını nitelemeye başlar. Ortaya
işaret eder. O değerler bölgesiyse, herhangi bir çıkışı, yönetici seçkinlerin artık taşra kökenli ol-
dönemde toplumsal imgelem dışında varoldu- mamaya başlamasıyla kuşkusuz ilişkilidir. Belki
ğu çok kuşkulu bir efsanedir. Orası bir kültürel başkentin modernleşme bağlamındaki kronolojik
Atlantis’tir; bir zamanlar varolmuş, ama yitirilmiş erkenciliğinin de bir ifadesidir. 18. yüzyıldan iti-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-178
İSTANBULLAŞMAK

baren başkentle taşra arasında her tür kültürel, ulusal ölçekte ayrıksı ve rekabet edilemez bir güç
toplumsal ve sanatsal alanda belirgin bir çağ farkı kazandırırken, İstanbullu’nun ölümü bu metropo-
yaşanacaktır. 19. yüzyılın ortalarında, özellikle lü ulusal ölçekte yeniden olağan bir Türkiyelilik
Kırım Savaşı ile birlikte Avrupa ile temaslar ge- durumuna iade etmeyi sağlar. Öyle ya, İstanbul’da
liştikçe, terim bundan en çok ve en hızlı yarar- yaşayanlar artık İstanbullu değillerdir! İstanbullu
lanan kentin insanlarını nitelemektedir. Bu asla olmaya İstanbul’da yaşamak bir yana, İstanbul’da
bu biçimde açık olarak ortaya konmasa da, İstan- doğmak bile yetmez olur (bak. Yabancı). Çün-
bulluluk sıfatının ardında “öteki”ne, Batılı’ya en kü, ülkenin her köşesinden buraya savrulmuş
yakın olan “yerli”nin ima edildiğini sezmek zor olanlar, savrulurken yerel ahlaki/kültürel/insa-
değildir. Ancak, 19. ve 20. yüzyıllarda terimin Türk ni değerlerini de büyük oranda yitirmiş kabul
kökenliler tarafından kullanıldığında “yerli” bir edilirler. Bundan ötürü, İstanbul’u benimsemek,
“gayrimüslim”i anlatmasına çok ender rastlanır İstanbul’la özdeşleşmek gibi düşsel bir durum
(bak. Azınlık; Etnisite). daha icat edilecektir. İstanbul’da yaşayanlar, sanki
onu benimsemedikleri, onun değerlerini kav-
Kavram, 1980 sonrasında hızlı bir anlam reviz- rama yeteneğinden yoksun oldukları için, kent
yonu geçirir. Onun ortaya çıkması için, İstanbul’un de kimliğini yitirmekte ve bozulmaktadır. Bu-
Ankara’nın başkent yapılışının ardından daha nun anlamı, İstanbulluluk kavramının Türkiye
1920’lerde yitirdiği rakipsiz ekonomik ve kültürel geneline egemen kadim hemşehrilik örüntüleri
pozisyonu yeniden elde etmesi gerekir. Dolayısıy- çerçevesinde kavranmasının önerilmesidir. Başka
la, İstanbullu’nun yeni bir anlamla yüklenerek bir anlatımla, metropol için öngörülen kentlilik
“icat edilmesi” bir paradokstur. İstanbul yeni bir modeli, geleneksel Türkiye’nin dar cemaatçi ai-
ağırlık kazanır ve Ankara’yı hiç de amaçlanmamış diyet örüntüleri çerçevesinde inşa edilmek iste-
biçimde taşralaştırırken, İstanbullu da tam karşıt nir. İnşa edilemeyeceği için de bir İstanbulluluk
bir biçimde bir yitik insan tipi olarak gündeme mitolojisi kurulur.
gelir. Yani İstanbul yeniden doğarken İstanbullu
—Uğur Tanyeli
ölür. Ölümü işlevseldir de... Ülkenin dev metro-
polünün küresel ilişkiler ağına eklemlenişi ona >Azınlık, Etnisite, Yabancı

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-179
İSTANBULLAŞMAK

İSTİKLAL CADDESİ YA DA “BEYOĞLU” İSTİMLAK

Burası ne bir caddedir, ne de bir semt… En az iki İstimlak, 1950’lerin ve 1980’lerin ortalarında,
yüzyıldır bireysel bir kültürel tercih yapmak İstanbul’un kentsel dokusundaki yoğun temiz-
isteyen Türklerin bu kararlarını dışavurduk- lik harekatlarının hukuk terminolojisindeki
ları en önemli mekandır. [Ed.] karşılığıdır.

Kültür hayatımızın en yerinde, yerinde olduğu


kadar da hoşgörülü yargılarını veren Tanpınar’ın, Bu dönemlerdeki imar hareketlerinin ortak nok-
“bir Paris taklidiyle hayatlarımızın yoksulluğunu tası, İstanbul’un kimlik katmanlarının dozerler-
hatırlattığı”nı söyleyerek kendisinden beklenmeye- le hoyratça silinip süpürülmesidir. Günümüzde
cek kadar acımasızca yargıladığı Beyoğlu, yıllardır ise, yerel yönetimin kent güzelleştirme (bak.
özlemlerimizi, özentilerimizi, tembelliklerimizi, Güzelleştirme) etkinliklerinden olan Roman ma-
gezintilerimizi, buluşmalarımızı, sevişmelerimizi, hallelerini temizleme (bak. Temizleme) çalışma-
kitap, müzik, sinema, gizli heyecan kontenjanımızı ları ile gündeme gelmektedir.
yüklenmiştir. Eminönü’ndeki yeraltı geçitleri gibi
burada da, özellikle hafta sonları, bir girdap yoğun- İstimlak kavramı, 2700 yıldır göçle sürekli
luğu vardır. Burayı dolduran insanların Beyoğlu’nu yeniden biçimlenen ve yeniden tarif edilen kent-
“çiğneme” şehveti insanı yorar. Hep dönüp gelip te, göçmenlerden oluşan yerel yöneticilerin kent
oraya gideceğimiz fikri de... Sevgili Beyoğlu’muz, kültürüne bakışları, kentsel mirası algılayışları
onu severim ve kıyamam. Ben çocukken gözdeydi, üzerinden de ele alınabilir. İstanbul’da istimlak,
sonra bir sokak kadını muamelesi gördü, şimdi- çok dilli ve çok yönlü İstanbul’un katmanlarının
lerde yeniden el üstünde tutulan bir hanımefendi zenginliğini kavrayamayan bir yönetici grubunun,
sanatçı gibi. Gene yavaş yavaş boyaları dökülmeye güzelleştirme ve asrileştirme sloganları eşliğinde,
başladı, başlıyor. Eskiden beri hep böyle olmuş sistemsizce ve süratle kent üzerine yürüyüşü,
anladığım kadarıyla. Ne kadar yaldızı dökülmüş, kenti zapturapt altına alma çabası olarak da ta-
dökülecek olsa da o pırıltının içinden geçip gidecek nımlanabilir.
olmak, itiraf edelim ki bana, hepimize iyi gelir. —İpek Yada Akpınar

—Fatih Özgüven >Güzelleştirme, Temizleme

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-180
İSTANBULLAŞMAK

KAĞITÇILAR geridönüşüm ve yeniden anlamlandırma olarak


tanımlayabiliriz. Kentten bahsettiğimizde sıfırdan
Kağıtçılar (kendilerini isimlendirdikleri üzere) başlamak söz konusu değildir. Çok belirgin bir
kentin çöplerini kurcalayarak, reddedilmiş, dış-
kılanmış olandan dönüştürülebilir malzemele-
fiziksel büyüme hedeflenmediği sürece kentsel
ri ayıklayıp satarlar. Bu, zaman zaman oldukça çevre, mevcut alan ve elemanların yeniden düşü-
organize ve teritoryal tavırda gerçekleşen ve nülüp yeniden anlamlandırılmasıyla katman kat-
özünde amacı para kazanmak olan bir iştir.
man birikir. Çok radikal yıkım kararları olmadığı
sürece (ki bu maalesef İstanbul’da 20. yüzyıl bo-
Kayıt dışı olan ve kabul görmeyen kağıtçılar, el ara- yunca ve halen süregelen bir eğilimdir) hiçbir şey
balarıyla kentin sokaklarında dolaşıp, kaldırımla- silinmez, ama hiçbir şey de olduğu gibi kalmaz,
ra yayılıp çöpü kendilerince yeniden düzenlerler. kalamaz (bak. Yıkım ya da Çarpık Kent). Kent-
Resmi çöp toplama düzenine ve belediyelerin te ister inşai ister yaşamsal olsun, yeni anlatılar
mekanizmalarına aykırı olmalarından, kayıt dışı her daim eskilerinin tekrardan kurgulanmasıyla
ve organize çalışma biçimlerinden ve kent sakin- oluşturulurlar. Kalıcı ve güvencesizin, değerli ve
leriyle aralarındaki asla netleşemeyen ilişkilerden atılabilirin eş zamanlı varolabileceği, hatta birbir-
dolayı, genel olarak düzene aykırı gözükseler de leriyle yer değiştirebileceği bir ortamdır kentsel
geridönüşüm oranlarında sebep oldukları somut mekan. Bunu kavramak özgürleştirici olacaktır,
artış sayesinde bizzat o genel düzen ve kent için zira planlama ve özellikle mimarlık disiplininin
son derece faydalıdırlar. adeta laneti haline gelmiş olan kontrol takıntısına
mağlup olmuş gibi hissetmektense, tam anlamıyla
İstanbul ve diğer büyük kentlerde faaliyet kontrol edemeyeceği bir çevreyi şekillendirmede
gösteren kağıtçılar sadece kentte geridönüşüm aktif olabilmenin yollarını aramak yeni kapılar
konusundan değil, hem kentin işleyiş biçimlerini açacaktır.
algılamak, hem de düzen ile ilişkileri açısından
üzerinde düşünmeye değer bir iş kolu oluştur- Kağıtçıların üzerinde durmaya değer bir diğer
maktadırlar. Kağıtçılar kentin işleyiş biçimle- boyutları da düzen ile ilişkileridir. Bu ilişki, iyi
rinden ikisi ile çok yakından ilişkilidir. Bunları ya da kötü, faydalı ya da zararlı gibi ayrımlardan

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-181
İSTANBULLAŞMAK

sıyrılabilen yapıları ile; kendilerine sıfırdan gelir bir anlamı yoktur. Kaldırım, onu çevreleyen bi-
üretiyor olmaları ve kent sokaklarında görünür- nalar ve kullanım biçimiyle anlam kazanır. Bu
lükle görmezlikten gelinme arasında tuttukları platform aynı zamanda kent yaşamıyla ilgili gö-
yer ile kurgulanmaktadır. Bu unsurlar bir uçta zümüzde canlanan ilk imajı da taşır. Bu bağlam-
kriminal yapılanmaya meyletmekle beraber, baş- da Jacobs’un sorusu çok yerindedir: “Bir kent
ka bir uçta muhalif bir kentsel üretim için adeta düşününce aklınıza ilk gelen nedir? Sokaklar.
bir reçete sunmaktadır. Eğer bir kentin sokakları ilginçse o kent ilginç gö-
rünmektedir; eğer sıkıcıysa o kent sıkıcıdır.” Eğer
—Can Altay ilginçlik yaşamsallığın bir boyutuysa, güvenlik de
diğer boyutudur. Aslında bir cadde ya da sokak
>Yıkım ya da Çarpık Kent ancak “yaşayan” kaldırımlarıyla güvenli bir kent
parçası olabilir. Bu anlamda, yolların sadece in-
san ve mal taşımacılığına indirgenmesi, insanlık
KALDIRIM tarihinin en çarpıcı zenginliğinin de yitirilmesi
olarak yorumlanabilir.
Yolların yayalar için ayrılmış bölümü; kentsel
arayüz. Gehl’in de belirttiği gibi, yürümek ilk ve en
temel ulaşım biçimidir; ancak kaldırımın bugün
Hem dış mekan ile yapılar, hem de hareket ile anladığımız anlamda, salt yayaya ait bir alanı
sosyal aktiviteler arasında bir arayüz olarak ele tanımlamasının daha geç bir döneme denk gel-
alınabilecek kaldırım, aynı zamanda sürücülerin mesinde, yürümeyi etkileyen koşulların değişme-
yayalaştığı (bak. Yayalaştırma), özel ve kamusal sinin de rolü vardır. Tarihsel açıdan bakıldığında,
dünyaların buluştuğu bir mekandır. Jacobs’a göre kaldırım benzeri yükseltilmiş ya da malzeme far-
kaldırım, kent yaşantısının geçtiği sahne olarak, kıyla belirlenmiş bir platform, yayayı yoğunluğu
yaya trafiğinden çok daha fazlasını taşıyan bir görece az olan at arabalarının tozundan ya da
kent platformudur. Aslında bu kent platformu bir çamurdan korurken, bugün kaldırımın neredeyse
tür soyutlamadır; çünkü kendi başına kaldırımın sadece yayaları motorlu araçlardan korumak için

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-182
İSTANBULLAŞMAK

yapılmak zorunda olduğunu görmekteyiz. Bu olan sınır kavramı bulunur; bu sınır tamamen
nedenle de yayanın hareket alanına ait süreklilik farklı iki hukuki birimi, örneğin iki özel mülkü ya
tarihsel örneklerde sahip olmadığı kadar önem da bir özel mülk ile bir kamu alanını birbirinden
arz etmeye başlamaktadır, çünkü yürümenin ayıran ve hiçbir kalınlığı olmayan bir çizgidir.
karşısına çıkan engeller daha sert ve zedeleyici Oysa İslam kentinde sınırın yerini, bir birimden
olabilmektedir. diğerine aşamalı geçişi ifade eden finâ kavramı
alır. Finâ, alanın hak sahibi sokak sakinlerince
Ancak endüstrileşmeyle birlikte, Batı kent- ortak kullanılan bir bölümüdür ve taraflardan
lerinde daha kuvvetli bir varlık ve kent içinde birinin diğerine göre hakkı kendi mülküne doğru
süreklilik kazanan kaldırım, İstanbul’un ait ol- yaklaşıldıkça artar.” Gerçek anlamda bir kamu
duğu dönüşüm panoramasında, eğer Batılılaşma alanından bahsedemeyeceğimiz böyle bir durum-
denemelerinin mekansal gösteri alanları olarak da, kaldırım gibi, evinin dışında varolan soyut bir
kabul edilebilecek birkaç örneğin bugünkü de- varlık olarak yayadan da bahsedilemeyeceği için,
vamlarını saymazsak, aslında neredeyse hiç va- geçmişle bugünü ya da Osmanlı’yla onun kendine
rolmamıştır. “Kaldırım” hala, kişisel çıkarların zaman zaman örnek aldığı Batı’yı, bu bağlam-
çatıştığı ve birbirine karşı öncelik kazanmaya da karşılaştırmanın da fazla bir anlamı kalmaz.
çalışılan bir itiş kakış alanıdır. Roller değişiyor Osmanlı esnaf örgütlenmesinde kaldırımcıların
olsa da, kamu yararı kavramının içselleştirile- olması da bizi yanıltmamalıdır.
mediği, bireysel çıkarların daha fazla yer tuttuğu
söylenebilir: Kaldırıma park eden araçlar, dükka- Orhonlu’nun belirttiği üzere, kaldırım, toprak
nının önünü dilediği gibi işgal etmekte sakınca zemine taş döşemek suretiyle yapılan yol demek-
görmeyen satıcılar, Osmanlı’nın İslam hukuku tir. Ve kaldırım ve kaldırımcılık, birlikte anılan,
çerçevesinde uyguladığı finâ kuralının kalıntıla- yol ve yolu yapanlar için kullanılmış terimlerdir.
rıdırlar. Yerasimos’un çözümlemesinde belirttiği Yaya kaldırımı olarak, yayaya ait alanı tarif etmek
gibi, finâ kavramı sınır kavramını neredeyse dış- üzere terimsel bir ayrımın yapılışını ise, Tekeli’nin
lar. “Roma hukukuna göre Batı kentindeki arazi belirttiği gibi, ilk kez 19. yüzyılın ikinci yarısın-
mülkiyeti hukukunun temelinde tamamen soyut da başlayan kent gelişimine hizmet edebilecek

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-183
İSTANBULLAŞMAK

altyapının yaratılması çalışmaları bağlamında nuçlanmıştır: Batı kentlerinin uygulamalarından


görürüz. Bununla birlikte, yaya kaldırımının gün- yola çıkılarak yönlendirilen bu çalışmalarda, kent
deme gelişi de tek başına değil, ancak yol geniş- içine zamanla giren yeni teknolojilerle, mevcut alt-
letmeyle birlikte söz konusu olmuş, bu noktada yapı ölçek ve yol genişliği sınırları zorlanarak eski
da kaynakların yetmemesi nedeniyle sonuçlara kent dokusunu yok etmek pahasına plan bütün-
başta amaçlanan sürede ulaşılamamıştır. Bu dö- lüğünden uzak, otomobil lehine, çarpıcı bulvarlar
nemde yaşanan dönüşüm, bütünlüklü olmayan açma operasyonları gerçekleştirilmiştir: 1950’ler-
parça parça uygulamalar olarak kalmış, tam bir de, Menderes operasyonları kapsamında, eski kent
entegrasyon içinde de olmayan kent içi ulaşım dokusunu yarıp geçen devasa Vatan ve Millet cad-
örgütlenmesinde, kendi aralarında da bağlantıları deleri, Beyazıt-Aksaray aksının açılması, Eminö-
olmayan süreksiz bir yapı sergilemiştir. nü-Unkapanı yolu dikkat çeken uygulamalar olur.
Yayalar kenti İstanbul’un dokusunda bu tür büyük
20. yüzyıldaki dönüşüm sürecinde caddeler, imar hareketleri ile açılan yaralara, zamanla yeni-
sokaklar ve yapılar, otomobilin kent yaşamına leri eklenir. Karayollarına öncelik veren ulaşım po-
katılmasından önce geliştiği için de, sorunlar ve litikaları sonucunda, kentin en yoğun merkezleri
sınırlamalarla karşılaşılır. Değişimin temel nedeni, haline gelen yerleri, yayalar için çile mekanlarına
büyüme sonucu oluşan yeni duruma uyum sağ- dönüşür: Mecidiyeköy ve Beşiktaş, sadece yoğun
lama çabasıdır. Bu karmaşık bir süreçtir: Başarı, kentsel fonksiyonların merkezi olarak değil, aynı
düşüş ve yenileme süreçlerini içerir. Pek çok kentte zamanda ulaşımın yoğun düğüm noktaları olarak
olduğu gibi İstanbul’da da temel problem, kentsel da en çarpıcı örnekleri oluştururlar. Kentlerde
alanın gelişmesinde otomobile dayalı ulaşıma sosyal organizasyonların oluşum ve gelişiminde
elverişli yol ağlarının öncelik taşımış olmasıdır. temel bir yeri olan etkileşim, yoğun bir şekilde bes-
Kent formunun gelişmesinde yaşanan dönüşüm lenmekle birlikte, yoğunluk için her zaman eşikler
İstanbul özelinde bir plan bütünlüğü taşımadan, söz konusudur! Yüksek yoğunluk, yaşanabilir bir
parça parça uygulamalarla gerçekleşir. Değişimin kentsel sistem oluşturulabilmesi açısından toplu
negatif etkilerini kavrayamadan yürütülmüş bu taşıma kavramıyla doğrudan bağlıdır. Son derece
planlama çabaları da başarısız uygulamalarla so- pahalı olan toplu taşıma sistemlerinin ekonomisi

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-184
İSTANBULLAŞMAK

için zorunlu olan bu ilişki, Lozano’nun da işaret özel kullanımlar doğup biçimlenir ve özel bir an-
ettiği gibi, özel otomobil lehine göz ardı edildiğin- lam taşımaya başlar. Halbuki İstanbul söz konusu
de, etkileşimin temel mekanları olan kaldırımlar olduğunda, kaldırımlar yara bere içindedir: kapan-
ya zorunlu bir teknik öge olarak tasarımın parçası mış ama bağladığı kabukla tümseklenmiş, az ötede
olur, ya da yaşamayan boşluklar olarak kalırlar. yeni açılan bir yara ile çukurlaşmış, üstüne binen
Vatan ve Millet caddelerinde olduğu gibi, otoyol ağır yükle zemine iyice oturup bombelenmiş… Bir
benzeri bulvarlarla kurulan ulaşım ağlarında yaya adım at, şimdi sıçra, yana kay, üstünden atla, hatta
zaten söz konusu edilmez ya da Mecidiyeköy ve t-ı-r-m-a-n… Sık sık kaza haberleri yayımlanır:
Beşiktaş gibi kent merkezlerinde kaldırım işgale altyapı çalışmaları için açılan ve kapatılmayan
uğrar. Özel otomobil, kişisel hareketlilik olanağı- kuyulara düşenler… Ya da yeni bir inşaat çalışması
nın bir aracı ve simgesi olarak densizce kent içine için, aslında izin alınmadan girişilen bir zemin ça-
sokulur; bununla da kalmayıp, yayaların mekanına lışmasının delip geçtiği yüzeyden metroya ulaşan
tecavüz etmekten çekinmez. darbelerle kıyısından dönülen felaketler… Trafik
kurallarını hiçe sayarak -kazayla!- kaldırımda ya-
Nezaket (civility) kavramı, kent için kullanı- yaları biçen araçlar… Sadece yaşlılar ve fiziksel
lan civitas, civilization kavramlarıyla ilişkilidir. engelliler değil, İstanbul’da herkes kaldırımda
Kent, kültür yoğunluğu ve medeni sosyal dav- güvende olmadığını bilerek hareket etmek zorun-
ranışlarla çevrelenir. Topluluğun hareketlerine dadır. Yayalaştırılmış İstiklal Caddesi (bak. İstik-
rehber olması beklenen bir kurallar bütünü olarak lal Caddesi ya da “Beyoğlu”) zemin kaplamaları
“medeniyet”in göstergesi kabul edilen kaldırımlar ise, nerdeyse on beş yıldır bir yap-boz örneğidir.
açısından, İstanbul (nadir iyi örnekler dışında) Kuban’ın “kaldırım hastalıkları” adını verdiği bu
ilginç olumsuz örneklerin görüldüğü bir kenttir. durum, biraz da İstanbul’un yaşadığı deneyimin
Profesyonel anlamda, bu karşılaşma alanlarının ve ait olduğu coğrafyanın özeti gibidir.
tasarımı konusunda son derece başarısız olunduğu
söylenebilir. Sosyal hayata adım atarak, kentsel —Ela Çil ve Hülya Hatipoğlu
topluluğun bir parçası olmaya geçişin kapısı gibi
görülebilecek bu arayüz niteliğindeki mekanlarda, >İstiklal Caddesi ya da “Beyoğlu”, Yayalaştırma

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-185
İSTANBULLAŞMAK

KAMUSAL ALAN (I) anormal ilan ettikleri kimi farklılıkların kamusal


alanda ifade edilmesine izin vermezler, o zaman
Çok yakın bir geçmişte bir devlet “büyüğümü- özel alan farklılığın sığınağı olabilir. Seslerin top-
zün” tanımladığı gibi, kamusal alan polisin kim-
lik sorabildiği yerdir, dolayısıyla İstanbul’da lumsal organizasyonu, benim şarkı söylememi
kamusallık polisin kimlik sorması ve vatandaşın norm dışı ve berbat olarak niteleyebilir. Böyle bir
da kimliğini ibraz edebilmesidir. Aynı mantık uya- durumda, kamusal mı özel mi olduğu oldukça
rınca polis her yerde kimlik sorabilir, yine dola-
yısıyla İstanbul’da her yer kamusal mekandır. muğlak, benim gibi berbat sesler üreten amatörlere
açık bir özel mekan, sözgelimi bir canlı performans
Dünyanın hiçbir yerinde toplumsal pratikler ba- mekanı, farklılık üretimi bağlamında hayati ola-
sitçe ideal bir kamusal-özel ikili karşıtlığı ekse- bilir. Bu kadar açıklık şansı dahi bulamadığımda,
ninde konumlanmıyor. Ancak yine de, farklılığın hiç kimse (umarım) banyomda şarkı söylememi
toplumsal üretimine, ifade biçimlerine ve müza- engellemez (kimlik sormaz!). Yine de, herhangi
keresine çeşitli seviyelerde görece açıklık olarak bir ifadenin alımlayıcısı olmadığında anlam da
tanımlanabilir kamusallık. Benzer bir biçimde, üretemeyeceği göz önüne alındığında, önemli
bu açıklığı dolayımlayan tüm araçların kamusal olanın sesimin en azından bir komşu tarafından
alanı, bu araçların mekansal organizasyonunun ise duyulması, bir tür kamusal açıklığa ulaşmasıdır.
kamusal mekanı tanımladığı da söylenebilir. Özel
alan ise, farklılık üretiminin sonucu olan ötekinin Türkiye toplumsal formasyonunda, hem geç-
ortaya çıkışının ya da görünürlüğünün sınırlanma- mişte hem de kısmen bugün, hala egemen olan
sı çabası ile varolur. Böylesi kaba bir tanımlama ise farklılığın toplumsal üretiminin olabildiğince
çabası bile, ideal bir her türlü farklılığa açıklık ya kapatılmasıdır. Dolayısıyla, kamusal alan da özel
da kapalılık olarak kavranamayacağını gösterir alan da farklılık üretimine yol açan müzakere
kamusal-özel ikilisinin; bu kavramlar daha çok yerleri olarak değil, tersine aynılığın üretiminde
toplumsal pratiklere ilişkin sürekli bir müzakereye işlevselleşen yerler olarak tanımlanabilir. Aynılı-
işaret ettikleri sürece anlamlıdırlar. Kimi zaman ğın üretim yerleri olarak tanımlanan bütün yerleri
açıklık ve kapalılık vurgusu tersine de dönebi- kamusal ve özel olarak ayırt etmeye yarayan tek
lir: Güçlü mutabakat oluşturmuş bazı normlar, ölçüt ise, en basit anlamıyla mülkiyet ilişkileridir;

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-186
İSTANBULLAŞMAK

kamusal henüz birisi tarafından sahiplenilmemiş babayı keserek kilit takıp özel otopark sahibi olan
olan yerdir.”Public” kavramını karşılamak üzere vatandaş ya da kaldırımı dükkanına dönüştüren
Türkçe’de kullanılan “kamusal” sıfatının kökü bakkal ile Gökkafes arasındaki fark büyük ve ni-
olan “kamu” ismi, bu bağlamda hayati öneme sa- celiksel bir güç farkıdır; ama aralarında niteliksel
hiptir. “Kamu”, TDK sözlüğüne göre, “hep, bütün olarak bir fark yoktur, birbirleri ile uyumludurlar
ve halkın bütünü, halkın hepsi” anlamına gelir. (bak. Otopark). Benzer bir biçimde, sözgelimi
Burada çarpıcı olan “hep” sözcüğüdür; yine TDK özel alanın limiti olarak tanımlanabilecek bedene
sözlüğüne göre “hep”, “hiçbiri dışta tutulmamak ilişkin türban, mini etek, sakal, cinsel yönelim
ya da eksik olmamak üzere, bütün, tüm olarak” ve benzeri farklılıkların ifade edilmesini engelle-
daha iyisi “sürekli olarak, her zaman” varolandır. mek amacıyla bedenler kamusallaştırılır, hep’in
Bu nedenle, kamusal alanın polisin kimlik sorabil- kimliğine uyumlu hale getirilmeye çalışılır. Bu
diği yer olarak tanımlanması anlamlıdır; asli olan durumda, kamusal yarar kavramı tartışılabilir
her yerde her zaman hep’in parçası olmaktır. Bir olmaktan çıkar, çünkü her zaman, eksiksiz bir
halkın tümü olan hep, bir türlü “insanların tümü, bütün olarak varolacak mitik hep yanılsaması, bu
olur olmaz kimseler, önüne gelen” olan herkes’e bütünün eksiksiz bilinebilir ve mutlak bir yararı
dönüşemez. Ne kamusal alan herkesin çoğul ifade da olduğu yanılsamasını üretir. Kuşkusuz bu yara-
alanıdır, ne de özel alan herkesin tekil sığınağı; rı bilenler, öncelikle hep’in ikamet ettiği mülkün
tersine her ikisi de hep birlikte ya da tek başına de temsili sahibi olan ve kimlik hiyerarşisinde en
sadece hep’in varlık alanıdır. Böyle bir toplum- tepede oturan devletlilerdir. Muhalefet kimin dev-
sal formasyonda, kamusal mekan ile özel mekan letli olması gerektiği üzerinden yürütülür; yoksa
arasındaki ayrım kolaylıkla aşılabilen niceliksel herkesin, yani olur olmaz, önüne gelen kimselerin
bir ayrımdır. Hep’e ait olunduğunu kanıtlayan ge- de bu yarar konusunda dile getirecekleri şeyler
rekli kimlik gösterilebildiği sürece, tüm kamusal olabileceği pek akla gelmez.
alan ve mekanlar özelleşebilir ve tersi de geçer-
lidir: Aynı kimlik hiyerarşisi uyarınca özel alan —Bülent Tanju
ve mekanlar da kamusallaşabilir. Kaldırımlara
park yapılmasını engellemek için konulan demir >Otopark

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-187
İSTANBULLAŞMAK

KAMUSAL ALAN (II) gelebilecek şekilde değiştirilir. Özel, bireysel ve


bireye bağlı bir mekan ile açık, kolektif, herke-
“Özel mekanın dışında kalan her yer” demekse se ait olan mülk arasındaki katı ayrım, Türkçe-
de, İstanbul’da bu denli yalın bir tanım hiçbir
şey ifade etmez. [Ed.] ye çevrildiğinde karmaşık ve çoğulcu sosyal ve
psikolojik bir hal alır. Uğur Tanyeli, kavramsal
Kamusal alan çeşitli mekanlarla ve söylemlerle bir incelemede, özel mekanların mahremiyeti,
oluşturulur. Tarihi anlamda sadece belirli toplum- gizliliği, başkalarından saklanan bir yeri ya da
sal kesimlerin –varlıklı erkek vatandaşların– giriş yalnızlığı, buna karşın kamunun herkese hitap
hakkına sahip oldukları ve gelişen sivil toplumla edeni ve herkesin gözü önünde duranı ifade et-
beraber siyasi taleplerin dile geldiği toplantı me- tiğini açıklar. Türkçede “kamu” terimi genellikle
kanını ifade eder. Şehrin merkezinde bulunan ve devletin bireye dönük düzenlemeler yaptığı bir
belirtilen kesimlerin toplumsal meseleleri tartış- yeri kastetmek olarak kullanılır: Açıkça tanım-
tıkları eski Yunan Agorası’nın verdiği hizmet buna lanmış mekanların kural ve emirlerle dolu olan
örnektir. Bugünün perspektifinden bakıldığında bir kamu eli tarafından denetlenmesi. Kamusal
ise bu mekanlar, gücün temsil edildiği ve kamusal alanlar, güç ve ideolojiyi temsil eden alanlardır;
çıkarlara dair kaygıların ifade bulduğu yerlerdir. resmigeçitler ve demeçler için düzenlenmiş me-
Kamusal alan mimari ideallere göre şekillenir. kanlar ya da halkın eğitildiği kurumlar. Bu yerlerde
Fakat yalnız maddi bir mekan olmadığı için onu kamu iradesi geçerlidir; kıyafet ve davranışları
sadece inşa etmek olanaksızdır. Kamusal alan aynı kontrol eden, başın kapanmasına izin veren ya
zamanda çıkar çatışmalarına, katılım ve sosyal dış- da gösterileri yasaklayan irade.
lanmaya odaklanan bir tartışma nedenidir. Kentsel
kamusal alan, toplumsal koşulları ve durumu da Fakat tarihi “Osmanlı şehrinde”, mekansal ka-
yansıtan maddi, sosyal ve söylemsel bir mekandır. musallığın tanınmış olandan yabancı olana doğru
ilerleyen çok boyutlu bir yapısı vardı. Kıyafet ve
İstanbul’da da “kamusal alan” değişik açılar- davranışlarla mekanın ve aidiyetin belirlendiği
dan incelenebilir, fakat özel ve kamusal ayırımını yavaş geçişler. Hatta cinsiyetlere ve misafirlere
ifade eden Batılı kavram burada farklı anlamlara göre ayrı odaları barındıran evin merkezindeki

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-188
İSTANBULLAŞMAK

samimiyetten, sakinlerin beraberliğinden oluşan Bugün İstanbul’da olduğu gibi başka yerler-
ve “yabancı”yı kapsamayan çok boyutlu mahalle de de kamusal alan söz konusu olunca, kentsel
iletişiminden, cami ve onu çevreleyen kurumlara dönüşümün küresel parametreye bağlılığı ve na-
doğru hamam, kervansaray ve yabancıların kal- sıl şekillendirileceği ön plana çıkmaktadır (bak.
dığı otellere kadar uzayan alanlar. Ve buradan Kentsel Dönüşüm). Beyoğlu’ndaki Fransız Sokağı,
devlet kontrolü ile kolektif kullanım arasında dönüşüm projesi kapsamında kamusal alanın özel-
bir ara mekan oluşturan şehir surlarının dışında leştirilip ticarileştirilmesinin tipik bir örneğidir.
kalan toplantı ve şenlik alanlarına doğru ilerleyen Eski Cezayir Sokağı, “hayali bir kültür” ile idealize
geçişler. Bunlar, bugün adına yok-yerler (non- edilen kamusal alan tasarımı doğrultusunda, ka-
places) denebilecek, belki karayollarının yanın- mu ve özel ortaklığındaki bir şirket tarafından bir
daki, yüksek görünürlüğü olan fakat kamu çıkarı tüketim ve eğlence mekanı olarak –burada Fransız
ve kontrolü dışında kalan bir piknik ya da kaçak sokak kahveleri ve restoranları tarzında– yeniden
bir pazar yeri için müsait alanlar olabilir. tanımlanır.

İstanbul’da, Boğaziçi kamusal alanın en iyi Levent’in merkezi ticaret bölgesinde modern
örneklerinden biri olarak gösterilebilir. Hem ula- bir alışveriş merkezi –kapalı, ticarileştirilmiş ve
şım için bir düğüm noktası, hem bir eğlence ve gözetlenen bir mekan– özellikle kadınlar için di-
dinlenme alanı, hem de bir simgedir. İki tarafın- ğer çarşı ve pazarlarda yaygın olmayan ve hatta
daki sahil boyunca ortaya çıkan kamusal alanların “riskli” görülen yeni bir buluşma ve görüşme me-
yapıları birbirinden tamamen farklıdır; bunlar kanı oluşturuyor. Boğaz’daki eski liman bölgesi-
küçük çay bahçeleri olarak ya da başka etkinlik- nin turizm için cazip otellere açılmasını ve yolcu
ler için kullanılır. Manzara ve siluet hayranlıkla gemileri terminaline dönüştürülmesini hedefle-
seyredilir ve gururla gösterilir. (bak. Manzara; yen bir kent geliştirme projesi olan Galata Port’un
Siluet) Vapurların görünümünde sahil sakinle- planlarının açıklanması, kamusal alanın anlamı
rinin söz hakkı vardır ve halk kıyılardaki imar hakkında (bak. Kamusal Alan (I)) hararetli tartış-
faaliyetlerine müdahale eder. Mülkiyet, yetki ve malara yol açtı. Bitişiğindeki Cihangir ve Galata
geçit meselelerinde tartışmalar çıkar. semtlerinin yerel grupları, turistik bir alışveriş

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-189
İSTANBULLAŞMAK

merkezi yerine buranın denize bakan çay bahçe- >Kamusal Alan (I), Kentsel Dönüşüm, Manzara, Siluet,

leri ve başka dinlenme imkanları sunan bir gezi Turizm

alanı olarak düzenlenmesini talep ediyorlar (bak.


Turizm). Siyasi gruplar ve sanatçılarsa, daha sert
bir dille ticari amaçlı kullanımın mahalle insan- KANALİZASYON (I)
larına buluşma imkanı sunmadığını, tasarlanan
Suyun insandan geçerek denize akan haline
görkemli bina ve etkinlik yapısının öncelikle dış-
kanalizasyon denir.
layıcı bir kültür üretimini teşvik ettiğini ve bunun
da yerel halkın büyük bir kesimini dışlayacağını
Bu, suyun dönüşmüş halidir. Arkada bırakmanın,
vurguladılar. (X-urban 2006)
uzaklaştırmanın elzem olduğu ve yüzleşilmemiş
bir dönüşüm. Bu yüzleşmeme hali gitgide daha
Özellikle bu tartışmalar, yani farklı çıkarların
hızlı ve steril bir hal alıyor. Medeniyet sifondur.
ve değer yargılarının sürekli karşı karşıya gelmesi
Kanalizasyon, kapalı kapıların ardında bir suç,
ve aralarında pazarlıkların yapılması, aslında ka-
musal alanın temelini de oluşturuyor. Kamusal bir sır olarak başlar yolculuğuna. Arkamıza bile
alan hiçbir zaman herkese eşit derecede açık değil- bakmadan kurtuluruz suçumuzdan. Ve sonra tüm
dir. Birbirleri ile rekabet halinde olan değişik grup- suçlar birbirine karışarak borulardan yeraltındaki
lar hep vardır, kamuoyunun bir kesimi geçici olarak tünellere sessizce ilerler.
baskın olabilir ve diğerlerine -iyi ihtimalle- merak
ve ilgi ile bakar. Bazen çeşitli olaylar aynı anda, yan İstanbul denizinin sularına günde 3.5 milyon
yana ve birbirlerini bastırarak gerçekleşebilir; ara- m pis su dökülür, bize bunun bir parçası olduğu-
3

larında kendini göstermek ve kabul ettirmek için muzu unutturarak. Peki, bu su(ç)lar kime aittir? İs-
mücadele ederler. Bu anlamda kentsel alan, ister tanbul denizinin rengi son elli yılda gözle görülür
maddi olsun ister söylemsel, ancak çelişki ve onun bir şekilde değişmiştir. Deniz, kabuk bağlamadan
müzakeresi sayesinde kamu niteliğini kazanır. önce kaç insanı arıtabilir?

—Kathrin Wildner —Senem Akçay

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-190
İSTANBULLAŞMAK

KANALİZASYON (II) eğilip İSKİ robotuna “Kolay gelsin!” demeyi ihmal


etmeyin sakın. Tabii kentin yüzyıllardır üretip de
Kentte robotların yaşayabildiği tek alan.
içinden çıkarmaya çalıştığı onca atık maddeyi,
son günlerde gündemde olan Yenikapı kazıları
İstanbul’daki kanalizasyon sistemi, romanlara ve sırasında bulunan pişmiş topraktan Osmanlı künk
devrim hareketlerine sahne olmuş Paris kanali- parçalarını, yüksekliği iki metreye yakın ve kandil
zasyonu ya da inşaatı inanılmaz etkileyici fotoğ- izlerini hala taşıyan kanalizasyon ağı içindeki tuğ-
raflarla belgelenmiş olan New York kanalizasyonu ladan Bizans tonozlarını, kazılar nedeniyle yönü
gibi neredeyse içinde ayrı bir dolaşım sistemi değiştirilen Aksaray hattının büyük kanalını da
kurulabilecek kadar kapsamlı bir yapıya sahip içinizden geçirerek...
midir? Bugüne kadar İstanbul’un kanalizasyon
sistemi için yapılan haritalama çalışmaları ya —Zühre Sözeri
da yayınlar yoluyla bu sorunun cevabının veril-
mesi maalesef mümkün görünmüyor. Kullanılan
hatlardaki bir aksamada sokaklar ve caddeler
KANYON
üzerinden kanalizasyon sistemine ilişkin oku-
ma çabaları ve sokaklar üzerinde onar metre ara İstanbul’daki alışveriş merkezlerinin arasına
ile yapılmış olan kazılar, sistem hakkındaki bu son katılanlardan biri; en lüks olanı. [Ed.]

bilgisizliğin sonucudur. Ancak gelişen İstanbul


bu sorununa da yaratıcı bir çözüm bularak, İSKİ Adını, 37.500 m2’lik alanını boydan boya kate-
robotlarını yardıma çağırır. Sayıları artırılmadı den derin vadiden alan Kanyon Alışveriş Merkezi
ise yedi robot şu anda kentin hem kanalizasyon (bak. Alışveriş Merkezi), binbir umutla Körfez
sistemini ortaya çıkarmak üzere çalışmakta, hem ülkelerine doğru seğirtirken hantallığına yenik
de kanallardaki sorunları anında ve yerinde tespit düşerek Maslak’ı kuşatan rastgele kuleler tarla-
ederek fotoğraflamaktadır. Sokakta yürürken yol sına konan dev bir dodo kuşuna benzer. Ne ki,
ortasında açık bir kanalizasyon kapağı ve yakın- az ötede tarlanın bir önceki değnekçisi Metro
larda bir minibüs görürseniz, delikten aşağıya City durmaktadır ve “şehrin yeni kalbi olmayı”

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-191
İSTANBULLAŞMAK

hedefleyen Kanyon’un onun yanı başına ıkış tıkış İnternette yer alan değerlendirme yazıların-
oturtulmasından ne murat edildiğini anlamak dan birinde “mimari güzelliğiyle pahalı mağa-
modernist rasyonalitenin harcı değildir. zalarının doğru orantılı olduğu bir yapı ile karşı
karşıyayız” denmekte, üstüne üstlük “başımızı
160 mağaza, bir “gurme market”, 9 sinema öne eğmeli ve bu “farklı” yapının tadını çıkar-
salonu, restoranlar, kafeler, barlar, bir spor ve malıyız” yollu bir de öğüt verilmektedir. Mimari
sağlık merkezi ile açık-kapalı yüzme havuzun- güzellikle pahalı mağazaların doğru oranı kişisel
dan başka, baş döndürücü fiyatlarını hak etmek retoriğimde yeri olmayan bir kıyaslama ölçütü ise
için “rezidans” müstear adıyla pazarlanan ko- de, gördümcük rüküşlüğünün karşısında başımı
nutları ve çevreye belli bir kibirle tepeden bakan daima eğmeye hazır olduğumu itiraf etmeliyim.
ofis kulesiyle bu dört katlı kuruluş, “İstanbul’un
içinde(?) ve onunla bütünleşmiş” bir küçük kent —Ayda Arel
olmak savındadır. Ne ki, bir türlü ikametgah ol-
mayı sindiremeyen bu “rezidans”larda oturanlar, >Alışveriş Merkezi
bakışlarını tam karşılarına dikilen hantal koninin
sağır duvarlarından kaçırabildiklerinde, bu defa
-kış aylarında ısıtılan- dışa açık yürüyüş alanlarını
KAPALI-SİTE
bir karınca yuvası telaşıyla kateden varoş ahali-
sinin gidiş gelişlerinin seyrine mahkum olurlar. Fiziksel, toplumsal, ekonomik, sınıfsal ve es-
Buna karşılık, denebilir ki, yerleşkeyi ikiye bö- tetik açıdan “öteki”ni dışarıda bırakmak ama-
len çatlağın, gerilerdeki varoş kümelenmeleriyle, cıyla inşa edilmiş konut yerleşmesi tipi. [Ed.]

yükselmekte olan yerel neo-con sınıfının yeni


bir Manhattan saydığı Maslak yolu arasında bir Duvar - duvar - duvar – duvar üstünde korkuluk
bağlaç olma özelliğidir ki, bu kuruluşu 21. yüz- var – korkuluk üzerinde tel örgü – zıplasan da
yıl Türkiye’sini en iyi şekilde yansıtan bir sosyo- içeriyi görmen zor – kurtarılmış değil yeniden
ekonomik tırmanış eğretilemesi olma noktasına yaratılmış yeşil – satın alınmış su – birbirinin
getirmektedir. aynı çiçek isimli evler – manolya blok beyaz değil

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-192
İSTANBULLAŞMAK

– bazen doğa sadece adında – adlar anlaşılmaz katalogda böyle yazar; anlatılmaz yaşanır – ya-
bir lisanda – gardenşehir-citybahçe-green green şanınca anlaşılır-mı? – katalogda bir de ne der;
grass – istanbul’u cümle içinde kullanmak – böl- sizin için size özel – sizin için size özel ama aynısı
parçala-yok et – metropol-ist-anbul – bul-an-gaç- – klonlanmış kutular ne kadar özel olabilir? – yer-
ist – yeni isimler de bulunabilir – bulundu – uydu den bağımsız – rant getir paylaşım getirme – taraf
kent – bize tam uydu kent – “uyku kent” – parano- yarat – iç taraf-dış taraf-duvarın öteki tarafı – tek
yak şehir – tanımlı eklektik bir giriş kapısı – duran taraflı merak – dışta kalan içtekini merak eder
güvenlik görevlisi –yürüyen güvenlik görevlisi – – içerideki neden merak etmez öteki tarafı – si-
bekleyen güvenlik görevlisi – görevliler ne kadar tede-kapa-sitede- kapalı sitede- (bak. Gözetleme;
güvenli? – güvenlik kamerası – yakalamalı duvar Güvenlik; İdealimdeki Ev)
korkuluk tel örgü aşanı – kapılar çelik çok anahtar
delikli – hareket dedektörü – gör kapıdakini al —Beyhan İslam
içeri – manyetik kontak – fantastik gözlem – ken-
dini hapsetmek mi? kendini güven altına almak >Gözetleme, Güvenlik, İdealimdeki Ev
mı? – ne ben dışarı ne o içeri – yeni tanımlanmış
ihtiyaçlar – yeni tanımlanmış komşuluk ilişkileri
– ev almayıp komşu almak – ev alırken komşunu
KAPAN
sormak – komşunu koşarken görmek – komşunu
yüzerken görmek – komşunu görmemek için çit İstanbul’daki bir dizi yer adında varlığını hala
örmek – çocuk büyütmek için ideal ortam – kendi sürdüren ancak anlamı gündelik dilde unu-
kendine büyüyen bebekler – bebekler ve ulusla- tulmuş bir ticari tesis. [Ed.]

rarası bakıcıları – bütün gün görüyorlar gri renkli


duvarları – bakıcılar için ideal ortam – site-kapa- İstanbul kapanları kentin belleğinde, mekan isim-
site – ne kadar alırsa o kadar – buraya sığmazsa lerinde süregelir: Unkapanı Köprüsü, Unkapanı
oraya sığar – o gider İstanbul gider – ne kadar Çarşısı, Balkapanı ve Yağkapanı Hanı. Ancak
uzaklaşırsa uzaklaşsın şehir merkezine 15 köp- İstanbul’da kapanların geçmişi, bu adla anılan
rüye 10 dakika mesafede – ideal kenttir – renkli mekanlarla sınırlı değildir. “Kapan” tanımı,

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-193
İSTANBULLAŞMAK

Osmanlı döneminde kentin hayati ihtiyaçları- konduğu kervansaray veya çarşıları tarif etmek-
nın sağlanmasıyla, bir diğer deyişle “iaşe”siyle tedir. İstanbul bağlamında kapanlar, resmi tartı
ilgili bütün resmi kontrol mekanlarını kapsar. ve dağıtım merkezleridir.
İstanbul kapanları ve bunların dönüşümünün
tarihi, ekonomik sınır yapıları, kentsel gümrükler Ancak, kelimenin sesdeş iki anlamı kavramsal
ve çarşıların denetimiyle ilişkilidir. Bu bağlamda olarak ilişkilendirilebilir; bir bakıma, Osmanlı
kökenbilim çarpıcı açılımlar sunar. kapanları ekonomik akışların kontrolü ve bunun
üzerinden kazanımlar sağlamak için kurgulan-
Kapma Aygıtı/ Resmi Tartı ve Dağıtım Mer- mış “kapma aygıtları”dır. Bu anlamda kapanlar,
kezi: Kökeni Arapça kabban olan “kapan” keli- devletin ekonomik akışları denetleyen aygıtları-
mesinin Türkçede iki farklı anlamı vardır. Birinci nın öncül bir örneğidir; kent sınırının özgün bir
anlam, birdenbire çekerek yakalamayı tanımlayan temsilini oluşturur. Kent sınırının ekonomik iş-
kapmak fiilinden gelir ve bazı hayvanları avlama- levlerinin tarihsel gelişiminin gözden geçirilmesi
ya yarayan, hayvanın ayağının değmesiyle işleyen İstanbul’da kapan olgusunun oluşum ve dönüşü-
tuzağı (kurt kapanı, fare kapanı, kuş kapanı) ifade müne dair daha bütüncül bir yorum çerçevesinin
eder; mecazi olarak, hileli düzen demektir. Şekil kurulmasını olanaklı kılar.
ve içerik açısından benzer bir kelimenin türevleri
Latincede capare, captus ve captura’dan “kapmak, Kent Cephesinin Ekonomik İşlevleri: Mo-
yakalamak, tutuklamak, işgal etmek, av, avlan- dern dönem öncesi kentlerde, özellikle berki-
mak, kazanım ve yarar sağlamak” tanımlarıyla tilmiş yerleşimlerde, mimari olarak -duvarlarla,
Avrupa dillerinde de bulunmaktadır. hendeklerle, kulelerle ve kapılarla- tanımlanmış
kent cephesi, askeri ve politik işlevinin ötesinde
Kapan, Arapça kabban ve Farsça kepandan ekonomik bir kontrol mekanını, bir başka deyiş-
türetilen ikinci anlamıyla, “çok büyük tartı ale- le gümrük sınırını tarif eder. Sınırların belirgin
ti, ağır yük tartan kantar” demektir. Osmanlı olarak yapılandırıldığı bu modelde, kente girip
Devleti’nin ilk devirlerinden beri malları tartıp çıkan metalar çeperde ve eşiklerde niteliklerine
vergileri toplamak için bu tür tartı aletlerinin göre ayıklanır; resmi tartı ölçeklerinde birimlere

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-194
İSTANBULLAŞMAK

ayrılır; geçerli ekonomik sistemin gereklerine kalktığı bu dönüşüm sürecinde, ekonomik kontrol
göre vergilendirilir; yöneticiler ve diğer aktörler ve gümrük işlevi de yeni ulaşım hatlarına bağlı
eşliğinde onlara değer biçilir. Kıtlık olasılığına olarak belli alanlara kaydırılır; çoğu durumda
karşı özellikle hayati tüketim maddeleri, devlet, ülke sınırına aktarılır. Bu dönemde, ekonomik
tüccarlar veya küçük esnaf tarafından depolanır. sınırın şehrin merkezi alanında varlığını sürdür-
Ekonomik sınır, kentin fiziksel cephesi ile kısıtlı düğü önemli örnekler liman kentleridir; buralarda
değildir. Gümrük alanı ulaşım hatları üzerinde gümrük işlevleri bir süre daha kent içi mekanların
bir dizi kontrol noktasıyla çeper bölgelere uzana- yakınında varlığını korur. Konteyner sisteminin
bilirken, kısmen kent içindeki ticari mekanlarla ve büyük yük gemilerinin ortaya çıkması ile kent
ve çarşılarla da bütünleşebilir; günü birlik ulaşım içi liman bölgeleri de yetersiz hale gelir; liman
ölçeğinden, kıtalararası ağlara uzanan bir çizgide işlevleri yeni yerleşim alanlarına taşınır. Gümrük
farklılaşır. Endüstrileşme öncesinde, başkentler 1950’lerden sonra havaalanları ile bir başka bo-
ile liman kentleri, kendi yakın çeperlerinin öte- yutta büyük kentlere döner. Günümüzde ticarete
sinde bir alanla ekonomik ilişkiler bağlamında, dayalı ekonomik kontrol mekanları limanlar, tren
karmaşık bir kapma aygıtı oluşturacak şekilde yolları, karayolları ve havayolları üzerinde güm-
diğerlerinden farklılaşırlar. Kentlerin cepheleri, rük alanları, toptancı halleri, antrepolar, soğuk
özellikle anayolların sonlandığı yerlerde ve eşik- hava depoları, konteyner alanları gibi yerlerde
lerde, ekonomik akışların kontrolü ve yönetimin yeni dolaşım ortamlarına bağlı olarak kentsel alanın
ürün ile üretim üzerinden kazancını sağlamak sürekli değişen çeperlerine yayılmıştır; kentin
üzere kapalı kent modelinde yapılandırılır. 19. eski cephelerinin mekanları ise çoğu örnekte yeni
yüzyıldan başlayarak kentsel alanın yeni ulaşım işlevlerle dönüşmektedir.
araçları ile yaygınlaşması, savunma hattının devlet
topraklarının geneline ve sınırına yayılımı, kapi- Kapalı modelden açık kente ekonomik sı-
talist ekonomik sistemde hammadde ve metaların nırın ve kentsel gümrük alanının dönüşümü,
serbest dolaşımı yönünde yapısal değişimlerle “kapan”ların tarihi açısından da geçerli bir çer-
beraber, kapalı kent tipolojisi açık kent modeline çevedir. Endüstrileşme öncesi ekonomik kontrol
evrilir. Mimari kent sınırlarının kısmen ortadan mekanizmalarının bir aracı, Osmanlı devletinin

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-195
İSTANBULLAŞMAK

tartı ve dağıtım merkezleri olarak kapanlar, mo- merkezlerde kent sınırından çarşıya karmaşık
dernleşme süreciyle beraber yeniden yapılandı- bir denetleme ve dağıtım örgüsü oluşturur. İaşe
rılır. İstanbul özelinde “kapan”lar bu serginin maddeleri kente getirildiklerinde devletin dene-
genel tarihsel aralığının başlangıcı kabul edilen tim mekanizmaları tarafından kontrol edilmek
1850’lerde dönüşmeye başlar. Ancak kentte iaşe ve üzere önceden belirlenmiş ve özellikle çeperlerde
toptancı ticaret mekanlarının modernleşme süre- yer alan ürün üzerinden ayrıştırılmış noktalara
ci içinde de 1980’lere kadar aynı yerlerde devam getirilir. Sözkonusu mekanlarda zabıta işlevini
ettiği görülür. Bu özellik, değişime dirençle olduğu sağlayan yetkililer (hiyerarşik olarak kadı, ihtisab
kadar, liman kenti olgusu ve liman işlevlerinin ağası, naib) iç ithalat mallarının kalitesini ve ölçü
tarihsel sürekliliği ile de açıklanabilmektedir. birimlerine uygunluğunu kontrol ederler. Giriş
vergisi (mastariye), çarşı vergisi (bac), tartı vergisi
İstanbul kapanları her şeyden önce modern- (kantariye) gibi kesintiler de alınır. Burada top-
leşme öncesi Osmanlı ekonomik sisteminin aygıt- tancı tüccarlar ve küçük esnaf organizasyonlarıyla
ları olarak değerlendirilmelidir. Klasik Osmanlı birlikte malın sabit satış fiyatı birim üzerinden
sisteminde tarımsal üretim bölgeleri ve az sayı- belirlenir (narh), adil bir biçimde ihraç malları-
da küçük endüstri bölgesi, önceden belirlenmiş nın küçük esnaflara dağıtılması sağlanır. Ayrıca
miktardaki artık ürünü belli standartlara uygun kritik miktarda stoğun da kısmen devlet, kısmen
olarak vergi biçiminde kentsel merkezlere sağla- de esnaf tarafından depolanması denetlenir.
makla yükümlüdürler. Devlet, iaşe maddelerinin
nereden sağlanacağını ve miktarını önceden kayıt Bölgesel aktarım noktalarında belli iaşe mad-
altına alır; her bölgenin ekonomik katkısı mallar delerinin gereklerine göre kurulan ekonomik sınır
açısından farklıdır: Tahıl, kuru ve yaş yemiş, tuz, yapıları, büyük kentlerde kapanlarda karşılığını
içki, balık, küçük ve büyükbaş hayvanlar, köle, bulur; kapanlar “resmi tartı ve dağıtım mekanları”
odun, inşaat malzemeleri, kumaş, maden ve diğer olarak kentlerin hayati ihtiyaçlarının tedarik edil-
ürünler. Bu ürünlerin toplanması ve merkezlere mesinde üretim merkezleri ve çarşılar arasında bir
aktarılması işi toptancı tüccarlara ihale edilir. arayüz oluştururlar. Bu mekanlar ekonomik sis-
Ürün üzerinden yapılan ayrışımın pratik düzeni, temde farklı aktörlerin -taşımacılar, toptancı tüc-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-196
İSTANBULLAŞMAK

carlar, devletin zabıta kurumları ve küçük esnaf lanmaktadır. İstanbul Klasik Dönem kapanlarına
örgütleri- yüzleştiği, çarpıştığı ve pazarlık ettiği dair en kapsamlı anlatım 17. yüzyıl yazarı Evliya
alanlardır. Kapanların kentlerdeki yaygınlığının Çelebi’nin Seyahatname’sidir. Evliya Çelebi’ye
anlaşılmasında önemli bir nokta, resmi tartıların göre, kentte 37 adet kapan vardır; bunların bazı-
bulunduğu her yerin kapan ismiyle anılmaması ları doğrudan kapan adıyla, çoğuysa resmi tartı-
durumudur; kapanlar resmi dağıtım ve depola- ların bulunduğu emanetler olarak anılmaktadır.
ma merkezleri olan “emanet”ler bünyesinde de Emanet, sadrazama bağlı eminlerin yönetiminde
konumlanabilir. denetleme, vergilendirme ve dağıtım ile yetkili
devlet ofisleridir. Kapan ve emanet tanımındaki
İster Fernand Braudel’in ifadesiyle “anıtsal ortak nokta, ölçeği resmi görevliler tarafından
bir parazit”, ister “mide kent” biçiminde tanımlan- kontrol edilen resmi bir tartının -miri kantar- bu
sın, Osmanlı başkenti İstanbul, imparatorluğun mekanda bulunuyor olmasıdır. Bu kaynağa göre,
ekonomik odağı ve tüketim merkezi olarak en İstanbul’da bulunan kapanlar ve kapan bulunan
önemli iç ithalat noktasıdır. Ekonomik kontrolün emanetler şunlardır: Un ve yağ kapanları; kahve
Osmanlı İmparatorluğu’nda kapsamı -ki, bu 19. (2 adet), mum, sırma (gümüş ve altın), ipek, ba-
yüzyıl öncesi dönemde Doğu Akdeniz demektir- lık, esir, pencikhane (bir diğer esir emaneti), tuz,
bütün yansımalarıyla başkentte yapılanır. İstan- peksimet, içki-şarap, barut (5 adet), darphane,
bul, bir bakıma ticari akışların bir minyatürüdür; çuha, gendüm buğday, arpa, kiler (saray kileri),
Osmanlı kapanlarının mekansallığı açısından en odun (3 adet), otluk, pastırma, salhane (mezbaha),
kapsamlı örneği teşkil eder. sebzehane, matbah (saray mutfağı), çardak, at
pazarı, nüzul (sefer), tersane, karagümrük, büyük
İstanbul’un kapan mekanları, kentin Fatih gümrük ve şehir emanetleri. Evliya Çelebi’nin
Sultan Mehmet (bak. Fatih Sultan Mehmet) ta- sıraladığı kapanların bulunduğu emanetler, yi-
rafından ele geçirilmesi sonrasındaki yeniden yecek malzemeleri dışında başkentin, ordunun
yapılanma sürecinde kurulmaya başlanmıştır. ve sarayın bütün hayati tüketim mallarını içerir.
Dönemin kaynaklarında gümrük kapanı, un ka- Kapan ve emanet mekanlarının kentsel alandaki
panı, bal kapanı ve yağ kapanı isimlerine rast- yayılımı genel olarak kentin sınır bölgelerinde

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-197
İSTANBULLAŞMAK

kapı ve iskelelerin yayılımı ile ilişkilidir. Haliç’in larına ve at pazarından esir pazarına yapılanan
(bak. Haliç; Haliç Tersaneleri) iki yakasında, li- çeşitliliğinde, doğal olarak sabit bir mimari tipo-
man bölgesinde sur önü ve sur içi alanlar önemli lojiden söz edilemez; kapan bir yapı biçimi değil-
kapan bölgeleridir; buralarda belli iskeleler ve dir. Malın cinsine göre denetim ve vergilendirme
kapılar iaşe sisteminin farklı ürünleri ile emtiaya araba, heybe, fıçı, kile ve baş hesabıyla yapılırken,
ayrılmıştır. Benzer bir şekilde, kara surlarının içi bulundukları yerler de farklılaşır. Yapısal olarak
ve dışı da önemli bir gümrük ve emanet alanı- kapanların bulunduğu belli başlı mekan tipleri
dır; kara gümrüğü dışında, özellikle canlı hayvan örnekleriyle şunlardır: Taş duvarlı kırma çatılı
ürünlerine ayrılanlar ile baruthane gibi sıhhi ve büyük mahzenler (gümrük kapanı, un kapanı);
emniyet yönünden tehlikeli emanetler kara surları taş veya ahşap avlulu hanlar (bal kapanı, ipek ve
çevresinde, özellikle Yedikule yakınında konum- esir emanetleri); ince uzun ahşap ambarlar (arpa
landırılmıştır. İstanbul Tarihi Yarımada’da kara emaneti, tersane emaneti); sur kuleleri (tuz, barut
surları ve liman bölgesini birbirine bağlayan ana emanetleri); kent meydanları (Tahtakale meyda-
cadde Divanyolu üzerinde sıralanan emanetler nındaki birinci kahve emaneti ve Karagümrük);
de vardır; at pazarı, darphane, çuha, sırma altın açık havada sınırları çizilmiş depolama alanları
ve gümüş ile esir emanetleri bu hatta yer alır. Bir (odun kapanı). Bu kapsamda yer alan devlet gö-
diğer emanetler bölgesi, sarayın hayati ihtiyaçla- revlilerinin ofisleri ise çardak veya konak adıyla
rına yönelik olarak Topkapı Sarayı surlarının kıyı geleneksel ahşap yapılarda konumlanabilmekte-
ve kara çeperidir; saray mutfakları ve kentteki dir (balık emaneti, çardak emaneti).
imparatorluk yapılarının malzemelerinin temi-
ninden sorumlu şehir emaneti bu kapsamdadır. Kapan olan yerlerin dağıtıma yönelik kısa
Resmi tartı ve dağıtım merkezlerinin düzeni genel süreli depolama işlevleri vardır; bu da İstanbul’a
olarak 19. yüzyıl ortasına kadar aynı mekanlarda gelen iaşe mallarının ölçeği ile ilişkilidir. Ekonomi
kendi bağlamında dönüşerek süregelir. tarihçileri, devlet tarafından yapılan depolamanın
kısıtlı olduğunu, malların küçük esnafa ve tüc-
Kapan ve emanet mekanlarının büyük güm- carlara denetleme sonrasında dağıtılarak kritik
rükten darphaneye, sebzehaneden saray mutfak- stokların tutulması işlevinin onlar tarafından sağ-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-198
İSTANBULLAŞMAK

landığını tespit etmişlerdir. Sarayın ve ordunun bölgesinde yeni ekonomik sisteme göre tek bir
iaşesine ayrılmış emanetler bu tespitin dışında gümrük emaneti altında birleştirilirken, diğer-
kalır; buralarda sabit depolama işlevi vardır. leri geleneksel çarşılar bünyesinde dağıtım mer-
kezleri olarak mekansal varlıklarını sürdürürler.
İstanbul’da ekonomik kontrol mekanlarının Modern kent planlamasında zabıta işlevi günlük
karakteri, bu mekanların -özellikle liman bölge- tüketim malları özelinde “hal”lerde varlık bulur;
sinde- kentin farklı bölgeleri arasında, ulaşım günümüzde belediye hallerinde halen “kantar
hatları ve çarşı bölgeleriyle, kısmen de konut alan- resmi” adıyla tartı vergisi alınmaktadır. Kapanlar
larıyla karışık bir düzende konumlanmalarıdır. ve haller arasındaki mekansal süreklilik ise kentin
Bir başka deyişle, kent içi akışlarla kent dışından yayılım alanının ve ekonomik akışların sonlandığı
gelenlerin çakıştığı bir mekansallık, kent çeperi- yerlere bağlıdır. Modernleşme sürecinde Haliç’in
nin ve eşiğinin özelliğidir. Sözkonusu mekansal avantajlı bir doğal liman olma özelliği ve bunun
yapının kontrolü de başkent yönetimi için hayati ekolojik olarak sonuna kadar tüketilmesinde,
bir uğraş alanı oluşturur. Bu bağlamda, kapan ve özellikle deniz yollarıyla gelen iaşe mallarının
emanet yapılarınının mekansallığını ve konumla- dağıtıldığı yerler belirgin bir süreklilik çizgisinde
rını kentsel dokudan ayrıştırmak kolay değildir. sabit kalır. Bu bağlamda özellikle meyve ve sebze
işlevlerinde 1980’lere uzanan bir devamlılık söz
Osmanlı’nın tartı ve dağıtım merkezleri olarak konusudur. 1930’larda eski Odun kapanın arazi-
kapanların kentteki işlevleri ve yaygınlığı o kadar sinde Sebze Meyve Hali inşa edilir ve ek yapılarla
çeşitlidir ki, bunları modernleşme sürecinde tek Unkapanı Köprüsü’ne kadar genişletildiği görülür.
bir dönüşüm çizgisiyle aktarmak mümkün değil-
dir. Serbest ticarete geçişte sabit fiyatlandırmanın Bu süreklilik 1980’den sonra liman işlevlerinin
kaldırılması, vergilerin tarımsal ürün bazında Haliç’ten taşınması aşamasında önemli bir kırıl-
alınmasının sonlanması ve toptancı tüccarların maya uğrar. Günümüzde Galata Köprüsü’nden
özel sektör olarak gelişimi ile beraber, devlet ka- Unkapanı Köprüsü’ne uzanan kıyı alanlarında yüz-
panlarının işlevi ve kapsamı dönüşür. 1850’ler- yıllarca süren ticari akışlardan çok azı kalmıştır.
den sonra, kapanların bir kısmı özelllikle liman Ancak kıyıları kaplayan yol ve parkların gerisinde,

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-199
İSTANBULLAŞMAK

kapan sisteminin kalıntısı geleneksel çarşı bölge- sistemini çalıştırma; çöp toplama; ek-
mek, süt, gazete dağıtma işlerinin ya-
lerinde görülür. Ekonomik akışların kente gelen nı sıra, apartmanlarında yaşayanlar
mallar üzerinden kontrolü ise Haydarpaşa Limanı için marketten alışveriş yapmak; apart-
ve tren istasyonları dışında çeperlere taşınmıştır. man içinde tamirat gibi görevlerle
uğraşırlar.
Kentsel dönüşüm açısından (bak. Kentsel Dönü-
şüm) kent içinde kara, hava ve deniz gümrükle-
1970’lerde resmi işçi statüsü kazanan ve kat mül-
ri ile toptancı hallerinin varlığı, özellikle Boğaz
kiyeti kanununda ele alınan kapıcıların görev
köprüleri ve çevre yolları bağlantıları üzerinde
standartları TSE tarafından belirlenmiştir. Buna
yoğunlaşır. Kapanlar salt ekonomik sınır yapıları
göre kapıcının, Türkçe’yi anlaşılır bir şekilde ko-
olmanın ötesinde, İstanbul’un merkezinde (bak.
nuşması, en az 4 işi hakkıyla yapabilme kapasi-
Merkez) gündelik işlevlerin arasında çarşılarla bü-
tesine sahip olması, yeterli matematik bilgisine
tünleşen karmaşık bir düzenin parçasıydı. Çağdaş
sahip olması, güvenilir olmak ve sır tutmak gibi
İstanbul’da bu çakışım, karayolları, köprüler ve li-
temel özelliklere sahip olması beklenmektedir.
manlar üzerinde başka biçimlerde yaşanmaktadır;
kentin yeni kapma aygıtları metropolün modern
Kapıcılar genellikle çalıştıkları apartmanın
dolaşım ağları üzerinde konumlanmaktadır.
bodrum katında, koşulları üst katlarla benzerlik
göstermeyen dairelerde otururlar. Bu, kapıcının
—Namık Erkal
gün boyu kamu ile özel arasındaki sınırda, düşük
konfor koşullarındaki kendi yaşama biriminde,
>Fatih Sultan Mehmet, Haliç, Haliç Tersaneleri,
buraya doğrudan bağlı zil-diyafon sistemi ile ve
Kentsel Dönüşüm, Merkez
7/24, birden çok işverene hizmete hazır halde bek-
lemesi anlamına gelir. İstanbul’da bazı semtlerde
kapıcılık, binanın temizliği, günde bir yapılan
KAPICI
gazete ve ekmek dağıtımı ve çöp alımı gibi işle-
Kapıcılar apartmanlarda ortak mekan- ri kapsayacak şekilde bir kapıcının birden fazla
ların temizliği, varsa merkezi ısıtma apartmana hizmet etmesine dönüşmüştür.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-200
İSTANBULLAŞMAK

İstanbul’da apartmanlaşma süreci ile haya- paylaşılmaktadır. Semtlerde kapıcıların geldikleri


tımıza giren ve yasal olarak 70’lerde hakları ta- illere göre homojen bölgeler oluşmaktadır. Kapı-
nımlanan kapıcılar, Gül Özyeğin’in deyimiyle cıların İstanbul içinde oluşturdukları haber alma,
“içerideki yabancılar”, ağırlıklı olarak kente göçle bilgi aktarımı ve yardımlaşma ağı, sarı sayfalarda
gelen alt gelir grubuna mensupturlar. Kapıcılık görülmeden kentte varolmalarını kolaylaştırır.
görevi dolayısıyla orta ve üst orta gelir grubu- Yaşam tarzları ve beklentileri değişen kapıcılar öte
nun yaşadığı bölgelere yerleşen kapıcı aileleri, yandan bulundukları bölgelerdeki sosyal yapıyla
bu bölgelerde sosyal anlamda bir melezleşme etkileşerek onu dönüştürürler.
yaratırlar. Kapıcı “özel”in kamusal olandan ay-
rıldığı noktada, apartmanın/ailenin mahremiyeti Kapıcı, alt bir tabakayı işaret eden “kapıcı
önündeki kalkandır. Küçük kentlerde düşman ailesi” tanımlanmasını beraberinde getirir. Ka-
olarak algılanmayan ama İstanbul’da dışarıdaki pıcı genellikle işlerini ailenin diğer bireylerinin
kötü olması muhtemel yabancının içeri ulaşması katkısıyla yürütür. Çocukları fatura yatırır, gaze-
önünde bir engeldir. Aynı zamanda orta ve üst te-ekmek dağıtır. Kapıcıların eşleri çoğunlukla
orta gelir grubu için, sınıfsal konumunu daha yaşadıkları apartmanda veya yakın çevrelerinde
belirgin hale getirme aracıdır. Kapıcı, Bizimkiler ev temizliği işinden para kazanır. İstanbul’da ka-
dizisindeki “Kapıcı Cafer” karakteri ya da Kapıcı- palı yerleşmelerin (bak. Kapalı-Site) ve üst gelir
lar Kralı’ndaki “Seyit” karakterinde gösterildiği grubunun yaşadığı kent içindeki yüksek güven-
şekliyle 80’ler Türkiye’sinde İstanbul’un değişen likli apartmanların 2000’li yıllardan sonra ivme-
dinamiklerinin içinde önemli bir kahramandır. lenerek artış gösteriyor olması, bugün bildiğimiz
kapıcı kavramını apartman görevlisine dönüştür-
Kapıcılık, cemaat ilişkilerine benzer bir şekil- mekte ve giderek üst orta gelir grubu konut alan-
de ve göçle gelenlerin benzer alanlara yerleşme larında da kapıcı ailesinin yerini daha profesyonel
eğilimi gibi, herhangi bir iş ilanına çıkmayan bir hizmet birimlerinin almasına neden olmaktadır.
görevdir ve kapıcılık işinin mekansal dağılımında
—Evren Uzer
fısıltı gazetesi çalışır. İstanbul’da kapıcılık görevi,
neredeyse daha apartman inşaat halindeyken >Kapalı Site

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-201
İSTANBULLAŞMAK

KARŞI TARAF mekanı olarak özelleşir. Birbirine sarılarak, do-


lanarak biçimlenen tepeler, bunların aralarında
İstanbul’da araya denizin girdiği karşılıklı kalan vadiler ve bu topografik yapının ortasından
kıyı mekanları arasındaki durumu anlatır.
Asya’ya göre Avrupa, Avrupa’ya göre Asya yakası; boylu boyunca geçen denizyolu (Boğaz) sürekli
tarihsel yarımadaya göre Beyoğlu. bir karşılıklar zemini sunar. Bu doğal topoğrafya
üzerinde, karşılıklı olarak sahillerde sıralanan
Karşı taraflar arasındaki mekansal ve yaşamsal köyler takımyıldızı andıran bir yerleşim sistemi-
diyalog İstanbul’un kuruluşundan beri sürer. nin parçalarını oluşturmaktadır. Karşı taraflar
İstanbul Boğazı’nın güney ucundaki yarımadalar arasındaki deniz, yol oluşuyla, 1950’lerin sonun-
üzerinde konumlanan ilk yerleşimler, parçalı yer- da her iki kıyıda sahilyollarının (bak. Sahilyolu)
leşim gelişiminin temelini oluşturur: Delfi kahini- yapılmasına kadar geçen süre boyunca, tüm me-
nin kehanetine dayanılarak kurulan ilk İstanbul kansal açılımların kendisine doğru yöneldiği ve
“körler ülkesi”nin (Khalkedon, bugün Kadıköy- ulaşımın sağlandığı, mekansal ve fonksiyonel
Üsküdar’ın bulunduğu yerdeki şehir) karşısındaki anlamda tek ve merkezi omurga olma durumu-
Ligos burnuna (bugünkü Sarayburnu) yerleşir; nu korur. Sahilyollarıyla 1960’lardan sonra bu
Haliç’in kuzey kıyısındaki buruna kurulan Pera merkezi omurga çatallanır. Özellikle 1980’lerden
(bugünkü Galata) da adını karşı kıyıda konum- sonra hızlanarak, artık metropolün bir parçası
lanmasından alır. Yarımadaların arasında kalan haline gelmiş olan Boğaziçi, doğal topoğrafyayı
deniz bir yandan yerleşimler için kuvvetli bir sı- hızla örtme eğiliminde olan bir mekansal dönü-
nır çizgisi, diğer yandan mekansal bir merkez şüm (bak. Kentsel Dönüşüm) sürecine girer. Kar-
oluşturur. şılıklar zemininin boşluklu mekansal yapısı ve
bunun arasına serpili röper noktalarının algısı
Aralarında kalan deniz-yolunu merkez alan değişir. Suyun örtücülüğüne benzer şekilde, ka-
karşılıklı yerleşimler Boğaz boyunca, özellikle 19. rada da, yerleşimin yoğun örtüsü gelişir; yerler
yüzyılın ikinci yarısından sonra daha yoğun ola- örtülür; takımyıldızı sönükleşir. Boğaziçi’nde
rak yayılır. Burunlar ve koylar dizisinden oluşan suyolu ve yerleşimin yoğun örtüsü egemen olur.
Boğaz sahilleri, köylerin oluşumuyla Boğaziçi Bu süreçte tüm İstanbul’un parçalı yapısı da ay-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-202
İSTANBULLAŞMAK

nı dönüşümden geçmekte, metropolleşmekte, inanışlar üzerinde durmuştur. Henry Carnoy


yoğunlaşmaktadır; ancak, denizin sınırlayıcılığı ve Jean Nicolaïdès tarafından 1894 yılında ya-
halen baskındır, karşı taraflar sürekli değişim yınlanmış olan Folklore de Constantinople ve
ve dönüşüm içinde varlıklarını korur; belleğin Stefanos Yerasimos’un Kostantiniye ve Ayasofya
göstergeleridirler. Efsaneleri (1993) adlı çalışması, İstanbul’un ta-
rihsel folkloruna dair önemli kaynaklardandır.
—Senem Deviren İstanbul ve folklor konularını tarihsel açıdan ele
alan bir diğer yaklaşımsa şehrin sosyal hayatının
>Kentsel Dönüşüm, Sahilyolu kültürel dışavurumlarını inceleyen çalışmalar-
dır. Mehmet Halit Bayrı’nın İstanbul Folkloru
(1972), Samiha Ayverdi’nin İbrahim Efendi Konağı
KENT FOLKLORU (1964), Adnan Özyalçıner ve Sennur Sezer’in Bir
Zamanların İstanbul’u: Eski İstanbul Yaşayışı ve
Folklor kavramını genel itibarıyla ano-
Folkloru (2005) adlı çalışmaları daha çok 19. yüzyıl
nimlik, kırsallık ve sözlü iletişimle sınırlı İstanbul sosyal hayatını ele alan ve bugün “eski
gören yaklaşımlar için “kent folkloru” ne- İstanbulluluk” (bak. İstanbullu) dediğimiz bir
redeyse kendi içinde çelişkili bir kavram-
dönemin kültürel dökümünü yapan çalışmalar-
dır. Folklora bir gösterim alanı, toplumsal
hafızanın kültürel bir dışavurumu olarak dır. Ne var ki bugünün kent folkloru hem maddi
yaklaşmak, kent folkloru üzerine düşünür- kültürel değişimleri hem de etnografik bağlamda
ken bize bazı kapılar açar. yapılanan sosyal grupların ürettikleri her türlü
sözlü iletişim formunu kapsar. Örnek vermek
Bu bağlamda İstanbul folkloru ya da İstanbul’un gerekirse, bugün kent folkloru minibüslerin iç
folkloruna nasıl yaklaşabileceğimiz üzerine bi- dekorasyonundan kadın günlerinde anlatılan
raz düşünebiliriz. Genelde tarihsel bir bakış hikayelere; farklı gecekondu mahallelerinin halk
açısıyla ele alınan “İstanbul ve folklor” konu- mimarisi açısından tasarlanışından, otobüs, mini-
sundaki çalışmaların büyük bir kısmı şehrin büs ve taksi şoförlerinin anlattıklarına ve kapkaç
kuruluş efsaneleri ve belli mekanları üzerine veya hırsızlık hikayelerine dair anlatılara kadar

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-203
İSTANBULLAŞMAK

pek çok şekilde tezahür eder. “Şehir efsaneleri” kentlileşme kavramları ile açıklanabilir. 1980’le-
diye anılan folklor türü ise şehrin farklı mekan- rin ikinci yarısından sonra yaşadığımız süreç
ları, aktörleri ve sosyal grupları üzerine üretilen ise, özellikle gecekondu alanlarının ıslah imar
efsanevi anlatıları kapsar. Gelenek ve bugün ara- planları doğrultusunda, yık-yap’ın yoğun bir bi-
sında kurulan bu tür bir bağı, İstanbul’daki türbe çimde yaşandığı yenileme süreci idi. Bu sürecin
ziyaret mekanlarında hala görürüz. Bu anlamda ardından ortaya çıkan yapı riski ve yaşam kalitesi
kent folkloru, kentlerdeki her türlü sosyal grubun riskleri, özellikle 1999 Marmara depreminden
kendisini ifade edebilme biçimlerini ve sanatsal (bak. Deprem) sonra, geçmişte de var olan Kentsel
iletişim alanlarını kapsar. Dönüşüm kavramını kentleşme sektörünün baş-
lıca gündem maddesi haline getirdi.
—Arzu Öztürkmen
Kentsel risklerin yoğun olduğu yaşam alan-
>İstanbullu larındaki kentsel sorunların çözümünde mekan-
sal, toplumsal ve ekonomik boyutları içeren bir
“stratejik eylem planlama süreci”, artık “klasik
KENTSEL DÖNÜŞÜM imar planlama süreci”nin yerini almaya başladı.

Zaten değişip dönüşmekte olan capcanlı bir kent- Kentsel Dönüşüm, yeni süreç içinde, sürdü-
te olup bitenleri denetim ve disiplin altına almak
isteyenlerin, yaklaşımlarına ve kendilerinde rülebilir gelişmenin temel ilkeleri olan, yerel eko-
vehmettikleri misyona verdikleri şık bir ad. [Ed.] nominin geliştirilmesini sağlayan Ekonomi, kamu
kaynaklarına herkesin eşit ulaşımını dikkate alan
Kent, kentleşme ve kentlileşme, kentsel süreci Eşitlik ve özellikle çevre ve kültür değerlerini ko-
anlatan üç önemli kavram. Kentler, kentleşme ve ruyan Ekoloji (3E) doğrultusunda; kentlerin me-
kentlileşme sürecini sağlıklı bir şekilde tamamla- kansal yapılanması dikkate alındığında Kentsel,
madan yeni bir sürece girmektedir. Yaşadığımız toplumun kültürel çeşitliliği ve zenginliği açısın-
bu sürecin adı, Kentsel Dönüşüm. 1960’lardan dan Kültürel ve yönetimlerin tüm paydaşlarla
1980’lere kadar yaşadığımız süreç, kentleşme ve işbirlikleri ve katılımı çerçevesinde Kurumsal

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-204
İSTANBULLAŞMAK

(3K) yaklaşımlarla ve stratejik planlamanın kritik KIRIM KİLİSESİ


aşamaları olan Plan, Program ve Proje (3P) üçlüsü
Sultan Abdülmecid’in izniyle, Britanya Devleti
kapsamında, bütüncül bir planlama ilişki sistemi-
tarafından Kırım Savaşı’na katılan askerlerin
nin kurulması gerekliliğini ortaya koymaktadır. anısına Beyoğlu’nda inşa edilmiştir. Anglikan
Kilisesi olarak da bilinir.
İstanbul’un gerek yapı gerekse yaşam kalitesi
riski nedeniyle yeniden dönüşüm süreci içine Yapımı yaklaşık 10 yıl süren bina 1868’de ibadete
girmesi, kentsel dönüşüm sürecinin 3E-3K-3P açılmıştır. Yaklaşık bir yüzyıl sonra, 1972 yılında,
temel ilkeleri ve sistematiği ile yeniden ele alın- cemaati kalmadığı için kapısına kilit vurulmuş
masını zorunlu kılmaktadır. Sözkonusu ilkelerin ve 1990’a kadar kapalı kalmıştır. Kilisenin boş
uygulanabilirliği, “insan ve vizyon odaklı” kentsel kaldığı bu dönemde içindeki kıymetli eşyalar yok
dönüşüm yaklaşımının kamu, özel ve sivil örgüt- olmuştur.
ler arasında bir uzlaşma içinde oluşturulmasıyla
yakından ilgilidir. Kilisenin yeniden ibadete açılmasında
1989’da İstanbul’a gelen ve Britanya Konsoloslu-
Bu nedenle, kentsel dönüşüm projelerinin, ğu’ndaki şapelde görevli olan İrlandalı rahip Ian
projeden etkilenen kamu, özel sektör ve sivil Sherwood’un önemli katkısı vardır. 1990 yılında
toplum örgütleri arasında bir işbirliği ortamının metruk haldeki kiliseyi konser alanına dönüştür-
yaratıldığı, proje senaryosunun ortaklaşa hazır- mek isteyen İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin
landığı ve yaratılan değerin ortaklaşa paylaşıldığı girişimleri, rahip Sherwood’un kilisede “kırk gün
ve projenin geliştirilmesi sürecinde proje kararla- boyunca güvercinlerle uyumasıyla” sonuçsuz
rına geniş katılımın sağlandığı kapsamlı projeler kalır. Kırım Kilisesi’nin yeniden bir cemaat edin-
olması gerekmektedir. mesi ise 1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgali son-
rasında bu ülkeyi terk etmek zorunda kalan Sri
—Faruk Göksu Lanka’lı işçilerin transit amaçlı olarak İstanbul’a
gelmesiyle başlar. Eski bir Britanya sömürgesi
>Deprem olan ve kanlı bir iç savaşa sahne olan Sri Lanka’ya

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-205
İSTANBULLAŞMAK

dönemeyen -ya da dönmek istemeyen- işçilerin gıda ve giyecek desteği gibi hizmetler de, büyük
kiliseye sığınmasına izin veren rahip, onların da bir kısmı düzensiz statüdeki göçmenlerin İstan-
yardımıyla kiliseyi restore eder. bul’daki hayata uyum sağlamasını kolaylaştırıcı
bir etki yapmaktadır.
Kırım Kilisesi, 1990 sonrasında İstanbul’da ki-
liseler çevresinde oluşan yeni ulusaşırı toplumsal Kırım Kilisesi cemaatindeki bu kültürel çeşit-
alanın gözlemlenebileceği mekanlardan biridir. liliğin ardında İngiliz sömürge döneminden kal-
Pazar günleri kilisede bir araya gelen cemaatin ma ilişkiler kadar, Soğuk Savaş sonrası kiliselerin
kozmopolit yapısı, kenti etkileyen küreselleşme tüm dünya çapında göçmenler konusunda küresel
dalgalarının şaşırtıcı çeşitliliğini yansıtmaktadır: bir sivil toplum aktörü haline gelmesi de etkilidir.
Bir yanda, İstanbul’daki çokuluslu firmalarda Kırım Kilisesi’ne benzer şekilde, İstanbul’daki
çok yüksek maaşlarla çalışan veya İngilizce eği- diğer kiliseler de 1990 sonrası çeşitlenen göç dal-
tim veren okullarda öğretmenlik yapan İngilizler, galarının getirdiği kişilerden oluşan kozmopolit
Amerikalılar, İrlandalılar ve İskoçlar, diğer yanda cemaatlere hizmet vermektedir. Yeni göçlerin
kilisenin yatakhanesinde barınan, çoğu Sri Lanka kiliselerdeki “canlandırıcı” etkisi, aşırı milliyetçi
ve Sahraaltı Afrika ülkelerinden gelen yoksul sı- grupların tepkisine yol açsa da, İstanbul’da kü-
ğınmacılar. Farklı hayat tarzları ve sosyoekonomik reselleşme sürecinin heterojenleştirici etkisine
profillere sahip kişilerin bir araya gelmesini müm- ilginç bir örnek teşkil etmektedir.
kün kılan Kırım Kilisesi, Pazar günleri kendine has
bir toplumsal etkileşim alanına dönüşmektedir. —Didem Danış
Çoğu “kaçak” konumda olduğu için kamusal alan-
>Göç
lara veya devlet hizmetlerine erişimi kısıtlı olan
göçmenler için kilise bir “buluşma ve ilişkiye geç-
me mekanı” olmaktadır (bak. Göç). İstanbul’daki
KİMLİK
çeşitli kiliselerin bir araya gelmesiyle kurulmuş
IIMP (Istanbul Interparish Migrant Program) ta- Egemen söylemde İstanbul’un daimi olarak
rafından düzenlenen İngilizce kursları, barınma, kaybetmekte olduğu varsayılan, dolayısıyla

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-206
İSTANBULLAŞMAK

kültür polislerinin her soruşunda bir türlü ile mümkündür. İstanbul’un sorunu kimliksizleş-
ibraz edilemeyen resmi belgenin kanıtlaması
gereken aynılık sabiti.
mek değildir, tersine böylesi bir çokluğun hala
bir İstanbullu kimliği ardına gizlenebileceğine
Tıpkı bir kimlik belgesinin herkesin kim olduğu inanması, bunu istemesi ve kısmen de gizlenmeyi
başarmasıdır.
sorusunun yanıtı olduğu yanılsamasına benzer
biçimde, İstanbul’un da bütünsel, sabit ve görülür
—Bülent Tanju
görülmez tanınabilir gösterimi olan bir kimliği
olduğu, daha doğrusu olması gerektiği paylaşılan
varsayımdır. Kentte vuku bulan bütün olayları,
KORUMA KURULU
insanları, pratikleri ve onlar tarafından imal edi-
len fiziksel çevreyi İstanbullu kılan ya da kılması Yasayla, kültür varlıklarının tescili, sit alan-
gereken tarihüstü bir özün varolması gerekliliğine larının sınır ve gruplarının belirlenmesi ile
rölöve ve restorasyon projelerinin onayından
yatırılan arzu, bu kentin ne olduğu ve olacağına sorumlu kılınan kurum.
ilişkin tüm söylemsel üretimin ardındaki üretici
güçtür. Ne var ki, birbirinden farklı beklenti, çıkar, Geç Osmanlı’nın Avrupai düzenin kurulması yo-
olanak, arzu ve koşullandırmaların yönlendirdi- lundaki çabaları içinde, 1880’lerde gündeme ge-
ği eylemler ve bu eylemlerin sonuçları bir türlü len müzecilik ve taşınabilir eski eserler ile ilgili
tekil bir İstanbulluluk şemsiyesi altında bütün- düzenlemeleri, 1910’larda anıtların korunması ile
selleştirilemezler. Bir anlamda, İstanbul oluş bu ilgili ilk düzenlemeler izler. Benzer şekilde, koru-
ironik çelişki ile ortaya çıkar: Bir yandan tekil bir ma ile ilgili yasal düzenlemeler Cumhuriyet’in ilk
aynılık altında bütünselleştirilemeyen bu çokluk yıllarında da gerçekleştirilen planlama çalışmaları
İstanbul’dur. Öte yandan ise, İstanbul, bütün- yanında kendine yer bulur. 1935’te tüm ülkedeki
selleştirilemeyen çokluğun kendi çokluğundan anıtların tescil edilmesi ve korunması konularıyla
korkması, çoğalırken aynılık hayalleri kurmasıdır. ilgilenmek üzere kurulan dört komisyonda arke-
Hep’e yatırılan arzu, herkes’i gizler, oysa herkes’in olog ve mimar üyeler görev alır. 1950’lerin hemen
ortaya çıkması hep imgesinin silinmesi, dağılması başında da benzer bir kurumsal yapı, korunması

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-207
İSTANBULLAŞMAK

gereken mimari ve tarihi anıtların bakım, onarım kez bu karmaşaya tarihsellik yanılsamaları ve
ve restorasyonlarında uyulacak kuralları belirle- terminolojik hatalar da eşlik eder. Bu çoklu çe-
me yetkisiyle yeniden yapılanır. 1983’te bir kez lişkiler içinde koruma kurulları, kentin tarihinin
daha yenilenen düzenlemelerle farklı bölgeler- ve kültürel mirasının koruyucusu ya da yok edi-
deki kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına lişinin tek suçlusu olmak arasındaki o ince çizgi
yönelik her türlü kararı alma konusunda yetkili üzerinde konumlanırlar.
kılınan koruma kurulları, mimarlık ve restorasyon
alanından uzmanların yanı sıra, farklı disiplinler- —Yıldız Salman
den üyeleri de barındıran bir yapıda kurgulanır.

Sözkonusu yasal düzenlemeler ve zaman KULAKLIK


içinde değişime uğrayan üye profilinin ötesinde,
İstanbul özelinde Koruma Kurulu kentin tarihsel Müzik aletlerinin vericileriyle kulak arasın-
da ses bağlantısı kurmaya yarayan araç. Başka
yoğunluğu nedeniyle planlama kararlarında söz bir deyişle insanın çevresini etkilemeden ve
hakkı olan bir kurum olarak öne çıkar. Korumanın ondan etkilenmeden her ortamda müzik din-
kavramsal zemini konunun uzmanları arasında lemesine yardımcı olan teknolojik harika.

bile sıklıkla tartışılmazken, koruma kurulu karar-


ları, günlük gazeteler aracılığıyla kamuoyunda İlk walkmanlerin yanında gelen turuncu, kalitesiz,
tartışmalara zemin hazırlar. Görünürde bu tar- süngerli kulaklıklardan beri çok yol katetti kulak-
tışmaların koruma üzerinden yapıldığı izlenimi lıklar ve onların sahipleri. Kulaklıkla müzik din-
edinilse de, asıl tartışma kentin dinamiklerini leyen insanlar, ki onlara bundan sonra “kulaklıklı
neyin ve kimlerin yönlendirmesi gerektiğidir. insanlar” diyeceğim, eskiden sadece Almanya’dan
Kent üzerindeki olağan rant temelli baskılar ile gelen akrabalarımızın çocukları iken, bugün her
“koruma” arasındaki dengeyi mucizevi bir şekilde yerde karşımıza çıkıyorlar. Bir İstanbul sakini
bu kurulların sağlaması beklenir. Olayın mucizevi olarak bu şehrin her yerinde, dolmuşta, sokakta,
boyutu büyük ölçüde bu yasal mekanizmanın vapurda, pazarda (evet pazarda) birtakım insanlar
amaçlanmış karmaşasından kaynaklanır. Çoğu kulakları dış seslere kapalı olarak yolculuklarına

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-208
İSTANBULLAŞMAK

devam ediyor. Bir itiraf sayılırsa, ben de onlar- sessizce kıpırdattıklarını görebilirsiniz, şaşırma-
dan biriyim ve insan nasıl ilk önce benzerini fark yın, sadece dinledikleri şarkıya eşlik ediyorlardır.
ederse, bu kulaklıklı insan güruhu içinden birini Diğer yandan bir toplu taşıma aracında bu gruptan
yakaladığımda gözlemlemeden bırakmıyorum. biriyle beraberseniz ve şarkıyı biliyorsanız siz
Bu “kulaklık kardeşliği” hali, sokakta rastlaşıl- de onlara eşlik edebilirsiniz, çünkü genelde ses
dığında göz temasıyla gizli bir selamlaşmadan, yüksekliğini ayarlama konusunda umursamaz
otobüste yan yana oturulduğunda karşı tarafın davranıyorlar. Bir diğer grup da kocaman dj ku-
dinlediği şarkının kaçamak bakışlarla kontrolüne laklığıyla dolaşanlar. Ve ekibe son dönemde dahil
kadar gidiyor. olmuş i-Pod kullanıcıları parlak beyaz kulaklık-
larıyla kendilerini belli ediyorlar.
Kulaklıklı insanlar güruhu kendi içinde grup-
lara ayrılıyor kaçınılmaz olarak. Öncelikle cep Biz kulaklıklı insanlar, her gün kendimize
telefonlarının yardımıyla bu güruha dahil olan özel bir video klip eşliğinde yolculuk yapıyoruz.
insanlar: Onları iki kulak arasındaki asimetrik Hep aynı yollardan aynı saatte geçsek bile –mo-
kablo uzunluğu ve telefonlarının çalması duru- dern hayat sağolsun-, sıkışan trafikte saatlerimizi
munda bir anda kendi kendilerine yüksek sesle harcasak da –İstanbul sağolsun- geçen zama-
konuşmalarıyla ayırt edebilirsiniz. Genelde radyo nın aynı olmamasını kulağımızda duyduğumuz
dinlemeyi seçiyorlar. Bir de ilginç bir şekilde yaya müziğe borçluyuz. Yaşadığımız bu şehrin kısır
halinde iken kulaklarının dışarıya açık olmasını döngüsünde aradığımız kaçışı, kendimize özel
tercih ediyorlar. Bir araca binince, iki durak gi- İstanbul’u ancak bu şekilde elde ediyoruz bel-
decek bile olsalar bir telaş kulaklığı geçiriyorlar ki de. İstanbul’un o gür sesini kısıp fona kendi
kulaklarına. tema müziğimizi yerleştiriyoruz. Şair vaktiyle
“İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı” demiş
İkinci bir grup, mp3 çalar kulaklıkları ile gezi- ya... Bizim gözlerimiz açık, kulaklarımız tıkalı.
nenler: Bunlar eskinin manda kasa CD çalar taşı-
yan güruhunun günümüze evrilmiş hali. Genelde —İsmet Elif Kılıç
kulak içi kulaklık kullanıyorlar, arada ağızlarını

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-209
İSTANBULLAŞMAK

KUZEY İSTANBULLULUK gösterirken, sırtın arka yüzüne düşen Tarlabaşı-


Kimilerinin “Beyaz Türklük” diye anlatmaya çalıştığı
Dolapdere-Kasımpaşa yöresi, Haliç’in güneyi ile
varoluş biçimini, kentin modern zamanlardaki maddi birlikte daha mütevazı gelir gruplarına terk edildi.
üretim tarihi içinden açıklamak istesek, böyle bir de- (bak. Mutenalaştırma; Soylulaşma) Eski Boğaz
yim icad etmek anlamlı olurdu.
köylerinin merkezi alanları da bir ölçüde bu ikinci
Kuzey İstanbulluluk 19. Yüzyılda, erken modern gruba girer. Kuzeyli duruş, aynı zamanda yuka-
zamanlarda doğar, Cumhuriyet ile beraber sıkı rıda duruştur da. Bu dönemin şehir topoğrafyası
bir rötuş yer ve olgunlaşır, göçle değişen 1950’ler okunaklıdır: Sosyoekonomik ayrışma mekansal
ve 1980’ler İstanbulunda etkisini yitirir, 90’larda ayrışma ile dolaysızca çakışır, örtüşür. Kuzeyli ve
kabuk değiştirerek neo-liberal formatta yeniden yüksek rakımlı semtlerin küresel sermaye hare-
dirilir. (bak. Göç) Kentin fiziksel yapısı ve barın- ketleri ile eklemlenmiş ekonomik pozisyonlarına,
dırdığı varoluş biçimleri bugün farklı aktörlerce Batılı trendlere açık sosyal yapılarına ve liberal/
vahim derecede farklı algılanıyor ise, bunun te- modernleşmeci ideolojik yapılarına karşılık, “gü-
melinde kadim ve yeniden-kuzeyli bakışların, neyli” ya da “alt rakımdaki” semtlerin daha ma-
duruşların izleri sürülebilir. halli söylemlerle beslenen ikincil ya da paralel
bir modernleşme sürecinin mekanı olduğunu, bu
Erken modern kökenler / Kuzeyin sermaye semtlerin emek güçlerini, hizmetlerini, ve küçük
marifeti ile inşası: Şehir 19. yüzyılda modernleşir- meta üretimlerini öncelikle mahalli pazarlarda
ken, coğrafi ve topografik eşikler sosyoekonomik arz ettiklerini görüyoruz. Ayrışmış, ancak herke-
ayrışmalarla örtüşür ya da onlara işaret eder oldu. sin yerini bildiği bir dünyadır bu. En mükemmel
Sermaye birikim düzeyi yüksek, dönemin global cisimleşmesini Abdülhamid’de bulan Osmanlı
ekonomisi ile eklemlenmiş kesimler Haliç’in ku- muhafazakar modernleşmeciliği, bu alemin çok
zeyinde yoğunlaştı. Burası da kendi içinde ayrıştı: çeşitli taşlarını yerlerine oturtmanın ve oralarda
Ana omurgası Tünel’den Şişli’ye, bir yan kolu patırtısızca tutmanın sırrına vakıf olmuştur.
Maçka’ya, yeni sarayın üstüne uzanan havadar
ve manzaralı sırtın üst tarafları ve denize bakan Erken modernitede kuzeyin ve güneyin ci-
doğu yüzü giderek mutena bir yapılaşma eğlimi simleşmesi / Apartman ve sahil sarayına karşı ada

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-210
İSTANBULLAŞMAK

parsel düzeni: Apartman tipolojisi, kuzeyli serma- Kuzeyde, Galata surlarının ötesinde uzanan
ye birikiminin hem göstergesi hem de garantörü “bakir” toprakları iskana açan, bağ, bahçe, bostan,
olarak belirginleşir. Apartmanın -1960’larda yap- mera ve tarlaları, giderek mezarlıkları şehrin arsa-
satçı marifetiyle ayağa düşene kadar- bir statü, sına dönüştüren modernleşme süreci, şehirli ya-
ya da zamanelik göstergesi olduğu çok söylendi. tırımcıyı ilk kez bir aktör olarak ön plana çıkardı.
Şöyle de bakılabilir: Apartman, sosyoekonomik Sermayenin giderek ortak akıldan da özgürleştiği,
grupların mekansal temelde ayrışmasını fiilen gü- kuzeydeki/yüksekteki toprakların rant getirici ve
vence altına almıştır. Güneyli mahalleden kopuş, spekülatif kullanımlara açıldığı bir dönemden
apartman gibi radikal bir ayrıştırıcı, böyle benzer- söz ediyoruz. Yüksek rant beklentisi ile imar yo-
siz bir mekansal filtre olmaksızın bu kadar rahat ğunluğuna aşırı yüklenme, örneğin Pera’da yapılı
gerçekleşemeyebilirdi, ya da apartman bu kopuş çevrenin gerçekte sunduğu yaşam kalitesini de
için mükemmel bir altyapı sundu. Mahallenin etkileyecek, ileride koşullar değiştiğinde değerle-
bunaltıcı gelenekleri denen ve genellikle dini ve rin de düşmesi kaçınılmaz olacaktır. Kuzeyliliğin
kültürel alanda tanımlamaya yatkın olduğumuz temel parametresi, kentin kuzey çeperindeki bakir
şey, son tahlilde toplumsal kaynakların yeniden- topraklara net ve pervasız hamlelerce tanımlanır.
dağıtımını zorlayan bir dizi töre ve adetten başka
bir şey değil; öyleyse mahalle, sermaye birikimi- Kuzeyli Devlet / Kısa bir aranağme: Ser-
nin, modern bir burjuva sınıfın ortaya çıkmasının maye kuzeyliliğinin tamamlayıcısı, ricali ile
önünde duran bir tür fiziki/mekansal engel olarak birlikte Devlet-i Aliyye-i Osmani’nin kuzeylileş-
da okunabilir. (bak. Mahalle) Dolayısıyla mahal- mesidir. Fındıklı’dan Ortaköy’e, Beylerbeyi’nden
leden kopuş, modern manada sermaye birikim Küçüksu’ya saltanatın kuzeye hicreti su kena-
döngüsüne katılmak isteyen kesimler için zorunlu rından işler. Bu hareketin coğrafi aksı gibi temel
bir adım. Haliç’in ötesinde, sırtın tepesinde öte- saiki de farklıdır: Sermaye birikimi değil, geçmişte
kilerden ayrı ve yüksek yoğunluklu bir yerleşim, adam gibi yaşan(a)mamış bir aristokrat hayatı
eski kent ile sosyal ilişkilerini giderek asgariye sonradan-ikame çabasıdır temel güdü. Devlet
indiren bir sınıfın da doğuşuna tanıklık ediyor. kuzeyli karakterini Boğaz’ın serin sularına iliş-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-211
İSTANBULLAŞMAK

tirdiği kagir sahilsarayı tipolojisinde bulacaktır. Cumhuri durumlar / Kuzeyin ideoloji teme-
Aşağı rakımlarda kuzeyli olmak devletli olmakla linde yeniden kurgulanarak olgunlaşması: Cum-
eşanlamlıdır. huriyet, miras aldığı kentin kuzey-güney ayrımına
temelde dokunmadı, bunu aşmaya soyunmadı.
ve Ötekiler: Madalyonun öbür yüzünde, kendi Kent zaten küçülmekteydi bu esnada, mevcut ay-
yağı ile kavrulan güneyli semtler yer alır. Buradaki rım temel olarak basitleşti, basitleştiği ölçüde de
yetersiz ya da daha mütevazı sermaye birikimi kemikleşti ve ideolojikleşti. Denklemden kuzeyli
ancak makul çözümlere izin verir: Güneyin mo- devlet faktörü çıktı önce, ortadan kalktı gitti. Yeni
dernleşmesindeki sermaye açığını planlama ka- Cumhuriyet eliti tercihini net bir şekilde kuzeyde
par. Gücü güneyli aktörlere yeten planlayıcı irade, kalmaktan yana koymuştu, buralar ile yakınlık
buralarda “maden” bulmuştur. Bitişik nizam, dar kurdu, güneye mesafeli durdu. “Köhne saltanatın
cepheli, iki-üç katlı aile evleri ve/ya da sıra evlerin atıkları” ile özdeşleştirdiği Boğaz’ı da sevemedi,
belirlediği bu mütevazı ada parsel düzenine ge- terk etti, sırtları mesken tuttu. En tepede şehre ye-
çişte belirleyici rolü yangınlar oynadı. Afet öncesi ni bir merkez icat edildi, açıldı: Taksim Meydanı.
arazinin bir çeyreği kamuya terk edilirken, kalan (bak. Taksim Meydanı) Meydan, başta Talimhane,
üç çeyreği tapulandı. Güneyli için modernleşme, Mete Caddesi, Gümüşsuyu bloğu ve Cihangir gibi
kamunun düzenleyici iradesini yol ve bina nizam- ya sıfırdan kurulan ya da temelden yenilenen
nameleri aracılığıyla her an ensesinde hissetmek örnek semtlerle sarıldı. Meydanı da içeren, Tak-
demekti. Pera yangınları benzer sonuçlara yol aç- sim Gezisi ve Maçka Parkı ile bütünleyen külliye,
madı mesela; Pera’nın yeniden imar süreçlerinde Cumhuriyet’in kamusal mekanı oldu, Cumhuriyet
mülk sahibi yatırımcıların iradesi belirleyici oldu. elitleri buranın etrafında bir yay çizerek mesken
tuttu. Yayı oluşturan Osmanlı yadigarı semtler,
Sermaye gücü yoluyla modernleşen kuzeyliler başta Teşvikiye olmak üzere, Taksim çevresini
ile kamu eliyle modernleştirilen güneyliler yan örnek alıp kendini yeniledi.
yana ve birbirlerine pek bulaşmadan, “herkesin
semti kendine” düsturuyla yaşamanın yolunu Küçülen kentin düşen emlak fiyatları sayesin-
buldu. de kuzeyin yeni elitleri ilk kez kamu yatırımı ve

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-212
İSTANBULLAŞMAK

planlama kavramları ile tanıştı. Yeni örnek yer- yaşam tarzının da değişmesine kapı açabilirdi,
leşimler 19. yüzyıl turbo-kapitalizminin plansız eşikler aşılmaz değildi.
kent yığılmasının olumsuzluklarından arınmış,
Cumhuriyet’in bir nimeti olarak görülen ferahlığa, Yeni bitme Cumhuriyet elitinin cebindeki
yeşile ve ışığa kavuşmuştu. para ise, eski kozmopolit elitinkine kıyasla deve-
de kulaktır. O, parasıyla atsa atsa ne kadar “hava
Güney ise aynı dönemde radikal biçimde kü- atabilir” ki? Fiziksel mekanda farklılık yaratan
çülür, “çekerken”, bağımlısı olduğu kamu yatırım- bir maddi kaynak varsa da, bu özel değil, kamuya
larından kayda değer bir pay alamaz oldu; sonuçta aittir. Dolayısıyla kendine daha kaliteli kent me-
hemen hiç yenilenemeden köhnedi, çöktü; yangın kanını sunan kamunun ideolojisi ile özdeşleşme,
yerleri tarlalaştı, iyice kabuğuna çekilip kaldı. kenti bunun üzerinden okuma ve anlamlandırma
Suriçi ile Haliç ötesinin karşıtlığı bu dönemde tutumu doğallaşır, içselleştirilir. Kuzey, kerameti
iyice göze batar oldu. Kuzeyden bakanlar bunu kendinden menkul bir cumhuriyet aydınlanma-
artık basit ama aşılması da o ölçüde imkansız, sının mekanıdır artık, güneye gelenekselliğin,
çünkü statik bir düalizm olarak algılar oldular. aydınlanamamış tutuculuğun cisimleştiği “orası”
olmak düşer. Tarlabaşı başta olmak üzere, kuzeyli
Oysa erken modern dönemde semt seçimi- ancak daha yoksul, daha gayrimüslim semtlerin
nin temelde bir maddi imkan meselesi olduğu- ötekileştirilmesi, gettolaştırılması da bu dönem-
nun herkes farkındaydı ve bu seçimin sonuçları de başlar. (Başlıbaşına ele alınması gereken bir
bir tür tevekkülle idrak edilirdi. Yaşam tarzının meseledir, girmeyelim.)
farklılaşması da bunun doğal bir sonucundan
başka bir şey değildi. Daha çok kazanan do- Cumhuriyetçi kuzeyin altın vuruşu / Men-
ğallıkla daha çok ve daha farklı tüketebiliyor, deres operasyonları: Döneme damgasını vuran
imkanları ölçüsünde daha geniş coğrafyaların Menderes operasyonları, kendilerini meşru-
lezzet alemlerine yelken açabiliyordu. Edebi- laştırdıkları popülist demagojinin tersine (“O
yata bol malzeme sağlayan farklılıklar daha çok güne dek kamu yatırımlarından pay alamamış,
bir tür istihza konusu oluyordu. Sınıf atlamak “ihmal edilmiş” suriçine de hizmet götürmek”)

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-213
İSTANBULLAŞMAK

fevkalade kuzeyli bir gündemden türemiştir. olur, geçersizleşir. Sanayileşme ve göçle birlikte
Yeni bir ekspres yolağı, suriçini içinden geçerek gelen yoğun demografik baskı, eski karşıtlığın
bertaraf etme, onu basit bir transite indirgeyip gerek taraflarını, gerekse mekanlarını ve barınma
hiçe sayma tavrı ile kotarılır. Kuzeyli için suriçi, tipolojilerini bilindik şekli ile ortadan kaldırır;
mesela Ataköyü’ne gitmek için hızla katedilen yeni oluşan şey, her ne ise henüz tam biçimlene-
ucuz bir territory’den ibaret kalır. Taksim-Ata- memiş, dilini ve kıvamını bulamamıştır.
köyü hattı, en genel manası ile “toplum”dan
çok yeni elitin barınma sorununa odaklanan Döneme klasik sosyolojik sınırları ve tipolo-
Emlak Bankası’nın surötesine konuşlandırdığı jik eşikleri dağıtıp tümüyle yeni baştan kuran iki
bu yeni koloniyi merkeze bağlar. (bak. Merkez) yeni kentsel üretim biçimi damgasını vuracaktır:
Aradan geçen elli yıldan sonra bile ne (sonradan Gecekondu ve Yapsat. (bak. Gecekondu) Bunlar
mimarının adını takacakları) Vatan Caddesi bir Cumhuriyet’in iki temel sorusuna da yanıttır: Ne
“Şanzelize”nin ne de Kennedy Caddesi denen yapsak etsek de sanayileşsek, ama bir proletarya
sahilyolu bir Kordon olmanın hayalini kurabi- ve onun getireceği dertlerden de -komünizm gibi-
lir; suriçine kondurulmuş birer otoyol-benzeri edinmesek? Ne yapsak etsek de tüm yurttaşları
olarak kente azap çektirmek kaderlerine yazıl- ortak bir seviyesizlikte eşit kılsak? İkinci Dünya
mıştır. Güney sahiline Ataköyü’nün kurulumu Savaşı sonrası Türkiyesi’nin en dinamik, en yoğun
ile kuzeyin de-territorializasyon sürecinde ilk sermaye yatırımı çeken, en hızlı gelişen, dolayısıy-
adım atılmış olur. Kuzey yakın dönemde yeni- la en fazla çelişki üretme potansiyeli barındıran
den kurgulandığında daha mekan-ötesi, daha kenti olan İstanbul için hayati önemde sorular. So-
kavramsal olacaktır. runun pragmatik ve başarılı yanıtı, “en ucuzundan
mülkiyeti alabildiğine ve ne pahasına olursa olsun
Ara dönem ve klasik düalizmin arka plana yaygınlaştırmak”tır. İlk model, gecekondu, kamu
düşmesi. Olası yeni karşıtlıkların maskelenmesi: arazisi üzerinde, köylüye hitap eder tarzda, ona
50’lerden başlayıp 90’lara uzanan dönemde, erken şehre geldiğini hissettirmeyecek yatay düzende
modernitenin ve Cumhuriyet’in kurduğu biçimi bir özel mülkiyet simülasyonu -ve bir ölçüde de
ile düalizme dayalı bir kentin parametreleri alt üst gerçeği- sunmaktır: Kır malı know-how ile imal

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-214
İSTANBULLAŞMAK

edilir, kentin çeperine konulur. Kendi öz imalatları kendini yeniden bulma, giderek tam teşekküllü
bahçeşehirlere doluşan yeni kentliler, kır ile kent, (eğitim + maddiyat + gestus + mekansallık) bir
işçilik ile köylülük arasında araftadırlar: Ne biri ne elite evrilme şansı ufukta belirmişken, bu ihtimali
öteki, ama hem biri hem öteki. İkinci model, yapsat kesin bir dille reddedip, en yeşilçam melodram-
ise ikinci bir hamle ile apartmanlaşmayı tabana lara layık bir tavırla “kendini ulusuna adayarak
yaygınlaştırır, artık kendini iyi kötü şehirliden intihar eder”, bu bapta, ilk iş yapsatçı esnafı ile
sayan kim varsa ayağını topraktan keser, yükseltir, gerdeğe girer.
herkesi ucuz kat mülkiyeti temelinde eşitleyerek
hasedi önler. Eşik, mekan, tiipoloji, dönem, vs. Paradoksal olarak, popüler kültür üretimi
ayırt etmeksizin, geçmişte kentleşmiş neresi var- şehrin düalist temelde algılanmasından az ekmek
sa oraya musallat olur, parsel parsel bozar, siler, yememiştir: Dönem karikatürlerinde fonda ya da
yeniden kurarken şehirli milletini bundan böyle ön planda, düşey apartman/yatay gecekondu kar-
asgari demokratik müşterekleri olacak olan apart- şıtlığı hakim peyzajdır. Gözün kolayca algıladığı
man toplantısında buluşturur. “karşıtlık” aslında hayli sağlam bir konsensüstür.
Öyle ki, 70’lerin ilan edilmemiş iç savaşında bile
Hayli zayıflamış olan eski klasik güney, göç bu iki kesim rahatlıkla işbirliği edecektir.
dalgası ile birlikte hemen tümden ortadan kalkar,
“periferi”leşir: Ucuz arazi mertebesine düşen yan- 80’lerden Marmara Depremi’ne / Ara döne-
gın yerlerini gecekonduya kaptırır, buralarda kır min uzatma dakikaları ya da yeninin doğum san-
ile kentin sınırlarının bulanıklaştığı coğrafyaya cıları: Ara dönem kazasız belasız atlatılamayacak,
intisab eder, iyi kötü korunmuş yerlerini Men- yalnızca hasarın kalıcılığını garanti eden 12 Eylül
deres travması sonrası yapsatçıya teslim ederken kazası ile yeni aşamalara evrilecektir.
de yüz yıldır imrendiği kuzeyin hayli berbat bir
karikatürüne dönüşür. 12 Eylül iki zıt dinamiği birbiri içinden hare-
kete geçirecektir: İlki bu bölümde tanımlanan ara
Osmanlı artıkları ile yeni palazlanan Cum- dönemin 99 depremine ve/veya 2001-2002 krizine
huriyet kuşaklarının karışımı klasik kuzey, tam kadar uzayacak inkıtalarıdır. Uzatmalar aynı za-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-215
İSTANBULLAŞMAK

manda, yeni (ya da güncel) Kuzey İstanbulluluğun merkezinin kuzeye kaymasından hareketle ta-
doğum sancılarından başka bir şey değildir. nımlamış, buradan türeyen yapının çevre özellik-
leriyle davranış kalıplarına göz atmıştık. Güncel
Uzatmalarda top post-gecekondu ve toplu durum ve tutum, kuzeyliliğin geçmişle süreklilik
konut marifetiyle çevrilecek, ağırlaşarak süren gösteren yeni bir aşaması olarak ortaya çıkıyor.
demografik baskı böylece hala ucuza mal edilmiş 80’lerin sonundan itibaren İstanbul’da yatırımlar
özel mülkiyet temelinde karşılanabilecektir. Post- bir kez daha kuzeye kayarken, geçmiş dönem-
gecekondu, apartmanlaşmayı -üçüncü bir hamle lerden çeşitli motiflerin yeniden belirdiklerini,
ile- eski klasik gecekondu yerleşimlerine yayar; güncel bir bağlamda yeni anlamlar kazanarak
bu manada ara dönem stratejileri ile tam uyum yeniden harmanlandıklarını görebiliyoruz.
içindedir. Ama aynı anda kendi ölüm fermanı-
nı da yazmaktadır: Büyüyen kentsel rantı kendi Bu seferki dönüşümün tartışmasız motoru ve
alanında tekelleştirir, burada döndürür durur, ana aktörü olan finans sermayesi, kendi merkezini
böylelikle düşmanlar kazanır. Gerek merkezdeki içgüdüsel bir kararla tarihi üssü olan Haliç ağzın-
birinci ve ikinci kuşak apartman coğrafyasına dan (Karaköy/Sirkeci) kuzeye, Avrupa yakasındaki
sıkışıp kalmış eski orta sınıflara, gerekse (örneğin ana kuzey - güney arterinin iki çevre yolu ile kesiş-
kamunun finanse ettiği toplu konut ya da altyapı tiği Mecidiyeköy - Gayrettepe - Zincirlikuyu - Le-
projeleri ile) yeni palazlanan ve kentsel ranttan vent - Maslak aksına taşıdı. Prestij konut alanları
kendi payını talep eden büyük sermayeye akma- buna paralel bir ilk hareketle daha da kuzeydeki or-
sına engel olmakla kendi ölüm fermanını yazar. manlık alanlara kaydı. Varılan noktada yeni kuzey,
Karşısında oluşan koalisyonu ve bunun tutumunu 1989’da açılan ikinci çevre yolunun kavşakları başta
yeni Kuzey İstanbulluluk olarak adlandırmak olmak üzere, erişim sağladığı coğrafya açısından,
uygun düşüyor (bak. Post-gecekondu). yani bir tür metropoliten alanın yoksul merkezini
dışarıdan sarmalayan bir “cephe” biçiminde dü-
“Kuzeyli ruh”un neo-liberal bir proje olarak şünülebilir. Kuzeyin müteakip hamlesi, kuzeydeki
yeniden-dirilişi: Kuzeylilik kavramını, geçmiş mevzilerden geriye, güneye doğru bir yeniden-fetih
dönemler için kentiçi yatırım coğrafyasının ağırlık harekatı olacak, olmakta (bak. Turizm).

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-216
İSTANBULLAŞMAK

Güncel kuzey ve kuzeylilik, hayli katıksız bir seçilemeyince finans kapital acil mekan ihtiyacını
özel teşebbüs ürünü, önce bunu tespit etmekte içgüdüsel bir kararla çift otoyollu metropoliten
fayda var. Varılan noktanın kamu yatırımları ve ulaşım ağının merkezi eklemlenme bölgesinde
vizyonu ile ilişkisi ancak dolaylı, ya da daha doğ- giderme yolunu seçti. Oysa Mecidiyeköy-Maslak
ru bir deyişle sermayeye tabi; kamu burada daha koridoru hiç de bugün oynar hale geldiği role göre
çok sermaye birikim süreçlerinin önünü açmaya, planlanmamıştı.
engelleri ortadan kaldırmaya yönelik etkinliklerle
ortaya çıkıyor, arka planda “destekçi” konumda Bugün kenti yeniden biçimlendiren temel
duruyor. İkincisi, bu pek de öyle uzun uzadıya saik, yeni sermaye birikim modeli: Kentin fizik-
düşünülmüş, planlanmış bir süreç değil; daha çok sel yapısının üretimi ve yeniden-üretimi ve kent
spontane bir reaksiyon olarak gelişmiş. Bu hali ile içindeki hizmet ve mal tedarik zincirleri, artık
19. yüzyıldaki ilk “özgün” hareketi çağrıştırıyor. büyük ölçekli sermayenin doğrudan ilgi alanına
1980’lerin ortalarında sürecin başını çeken finans dahil. (Daha yakın geçmişe kadar böyle değildi,
kapitalin fiziksel operasyon alanının genişlemesi bu alanlar hemen tümü ile küçük sermayenin
kaçınılmaz bir ihtiyaç olarak gündeme geldiğinde, tekelinde sayılırdı.)
kamunun ilk öngördüğü “plan” bugün vardığımız
nokta değildi. Döneme damgasını vuran Dalan Geçiş döneminin toplu elit intiharı kente bu
operasyonlarının niyeti, -diyelim daha çok bir dönemde hayli tarihsiz ve artık istisnasız yalnız-
Londra örneğini andırır şekilde- tarihi merkezi ca gelir düzeyi üzerinden tanımlanan bir yeni
iş alanının bulunduğu Sirkeci-Karaköy aksından elit “kazandırdı”. Bu yeni elit, kente fiziksel ola-
hareketle, bir koldan Haliç içlerine, diğer kol- rak konuşlandığı kuzeyden, çeperden, dışarıdan
dan Taksim yönünde Beyoğlu sırtlarına doğru bakmayı alışkanlık haline getirdi. Bu dönemde
genişletmek, kısacası şişirilmiş bir merkez olarak metropoliten alanın güneyi, merkezi, içerisi, fet-
yeniden biçimlendirmek olarak okunabilir. Bu hedilecek bir alan, özellikle bir potansiyel iş alanı
amaçla girişilen Haliç ve Pera - Taksim istikametli olarak yeniden kurgulandı: Hizmet ve malların
büyük çaplı kentsel operasyonlar ciddi muha- yenilenmiş bir formatta götürülmesi gereken ge-
lefetle karşılaştı. Büyük başkan üçüncü dönem niş ve bakir bir coğrafya. Ancak bu iş için fiziksel

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-217
İSTANBULLAŞMAK

kapasitesi yetersiz, ya da “çökmüş”, dolayısıyla şeyin adıdır. Ekonomik varlığımız temelde kente
“düzeltilmesi” gereken “çarpık” bir coğrafya. bağlı olduğu sürece ondan kopamayız, ama yer-
leşim düzenimizi onunla maksimum mesafede
“Çarpık kentleşme” söylemi yeni kuzeylili- kurgulayabiliriz (bak. Kapalı-Site; Güvenlik).
ğin temel kurucu unsuru, ortak paydasıdır (bak.
Yıkım ya da Çarpık Kent). Kuzey İstanbulluluk Mevcut kentle besbelli bir meselesi olan ku-
bugün, çarpıklık kavramı altında toparlanan ve zeyin ana stratejisi, bugün geri kalan coğrafyayı
ötekileştirilen, yoksul ve ağırlıklı olarak enformel “kendine benzetme yolu ile fetih” olarak biçimle-
şehir coğrafyasına karşıtlığı üzerinden kurgula- niyor. Mesafeli, nizamiyeli cemaatsel yapılanma
nabilecek bir koalisyonun adıdır. Mevcut kente tipolojisi kuzeyden kent içlerine doğru sirayet
ya da bildiğimiz haliyle sıradan İstanbul’a karşı ettiği ölçüde, her şeyden önce kent içindeki tüm
yarı ilan edilmiş bir topyekun savaşın tarafıdır. kamusallık biçimlerine karşı topyekun bir tehdidi
tanımlıyor.
Günümüz kuzeyi kendi yerleşim tipolojisini
üretti: Nizamiyeli cemaat. İdeal modelini çarpık Bu sürecin başlıca meşrulaştırıcısı olan çarpık
olarak algıladığı şeye tepkisi üzerinden, onun kentleşme söylemini bugün yeni elitler, siyaset
antitezi olacak şekilde kurguladı, hatta bunun da katı ve büyük ölçekli sermaye ile paylaşır oldu;
ötesine geçip ideolojikleştirerek pazarladı. Kendi söylem üretiminin mutfağı ise akademyanın
modelini toplumun tümüne kentte yaşamanın tek çeşitli disiplinleri. Yolun başında, yapılı çevre
olası biçimi olarak agresif bir tavırla önerdi, dayat- üretiminin ana damarlarından kabaca bir altmış
tı. Duvarlar ardında, nizamiyeden girişli sitelere yıllığına dışlanan mimar ve plancı meslek erbabı-
içe kapalı cemaatler halinde yerleşme eğilimi bu nın eleştirel söylemleri durur. Sözkonusu meslek
dönemin başat hareketi olarak belirdi, özellikle erbabından bir kesim, kendileri olmadan üretilen
Marmara depremi sonrasında mitik bir anlam ka- bu kentleşme modelini çarpık olarak nitelemeyi
zanan güvenlik kavramı ile ilişkilendi: Her anlam- 70’lerden itibaren alışkanlık haline getirmişti.
da güvenliğimizi tehdit eden kent, mevcut haliyle Kamu politikalarının yetersizliklerine bir tepki
artık kendimizi kendisinden sakınmamız gereken olarak sol tarafından formüle edilmiş bir söyle-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-218
İSTANBULLAŞMAK

min otuz yıldan kısa sürede yeni elitizmin ana KÜRESELLEŞME


akımına dönüşmesi, başlıbaşına yazılmaya değer
bir hikayedir. Eskiden tepsi şeklinde olduğuna inanılan bir
dünyanın yeni kapitalist ekonomik araçlar
kullanılarak küre şekline kavuşturulması
Yeni kuzeyliliğin katıksız bir sermaye hareketi süreci. [Ed.]
olmakla erken modernitenin kuzeyliliğine paralel
bir noktada durduğuna değinmiştik. Kenti sekter Çağdaş küreselleşme şehirlerin ekonomik önemi-
bir ideolojik tavırla düalist bir karşıtlık içinde ni artırdı. Bilgisayarları iletişim biçimleriyle bir-
kavramasıyla Cumhuriyet elitinin kuzeyliliğine leştiren teknoloji, ekonomik etkinliğin eşzamanlı
yaklaşır. Bu ideolojik tavrını agresif bir tavırla olarak hem yayılması hem de merkezileşmesiyle
nihai sonuçlarına kadar götürmesi, kentin geri sonuçlandı. Yayılma ucuz üretim alanları arayan
kalanına karşı bir topyekun savaş ve fütühat hare- küresel şirketlerde kendini gösterirken; merke-
ketine girişmesi ve bu işe soyunurken kamu erkini zileşme dünya çapındaki bu yeni üretim coğraf-
kendine destekçi kılmak konusundaki gözükara- yasının yönetimi ve bu coğrafyaya ileri düzeyde
lığı ile, geçmiş dönemlerin hepsinden farklılaşır, hizmet götürülmesini içeriyor. Büyük şehirlerde
İstanbul’un tarihi içinde pek benzersiz bir yer gerçekleşen ise küresel servislerin profesyonel,
edinir. Akrabalarını aramak için bakılacak yer, yaratıcı ve finansal hizmetler yoğunlaşması ara-
90’larda yaygınlaşan global kuzeyin coğrafyasıdır. cılığıyla özellikle bu işin hizmet kısmı.

—Orhan Esen Bu iş hizmetleri şirketleri dünyanın birçok


şehrinde büyük ofis şebekeleri aracılığıyla ulus-
lar üstü hizmetler sağlıyorlar. Böylelikle küre-
>Gecekondu, Göç, Güvenlik, Kapalı-Site, sel ölçekte iş koordinasyonu getiren “kesintisiz
Merkez, Mutenalaştırma, Post Gecekondu, hizmet” sağlayabiliyorlar. Örnek olarak, Londra
Soylulaşma, Taksim Meydanı, Turizm, hukuk şirketleri bu sistem aracılığıyla ticari müş-
Yıkım ya da Çarpık Kent terilerine çok-hukuklu sözleşme çözümleri, New
York reklam ajansları ticari müşterilerine küresel

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-219
İSTANBULLAŞMAK

pazarlama stratejileri önerebiliyorlar. Bu sonuca olduğunu gösteriyor. Ama şebekeleşme karşı-


ulaşabilmek için ve müşterinin dünya çapındaki lıklılık gerektiriyor: Örneğin Paris’te, Tokyo’da,
iş ihtiyaçlarını karşılamak üzere çok sayıda şehir Sao Paulo’da, Şanghay’da, Mumbai’de, Dubai’de,
ofisinde çalışma yapılması gerekiyor. Dolayısıyla Johannesburg’da ve İstanbul’da.
şehirler küresel hizmet şirketlerinin günlük iş-
SIRALAMA ŞEHİR BAĞLANIRLIK
leri aracılığıyla birbirlerine bağlanıyorlar: Bilgi,
43 Hamburg 38.4
talimat, profesyonel bilgi, plan, strateji, tavsiye
44 Berlin 38.1
taşıyan elektronik mesajlar, ve ayrıca tele-kon- 45 Washington 37.9
ferans ve daha az sıklıkta gerçekleşen yüz yüze 46 Lüksemburg 37.8
görüşmeler küresel hizmet merkezlerinin dünya 47 Atlanta 37.8
48 İstanbul 37.7
şehri şebekesini oluşturuyor.
49 Atina 37.5
50 Montreal 37.4
Bugün bütün büyük şehir alanlarında iş dün- 51 Dubai 36.1
yasına hizmet sağlayan şirketlerin ofislerinin 52 Bogota 35.9
toplaştığı kümeler var, bunlar tipik olarak dün- 53 Roma 35.4

ya şehri şebeke oluşum sürecinde birbirlerine


kenetlendikleri yüksek ofis binalarında yer alı- Şebeke bağlanırlıkları GaWC tarafından 2004
yorlar. Şehrin bu şebekeleşmeye entegrasyon de- yılında dünya çapında 315 şehir için 80 küresel hiz-
recesini hangi öncü hizmet şirketlerinin şehirde met şirketinin ofis şebekeleri kullanılarak hesap-
ofisleri olduğu ve bu ofislerin her şirketin ofis landı. Yorumlamayı kolaylaştırmak için rakamlar
şebekesinde ne kadar önemli olduğu belirliyor. en yüksek şehir bağlanırlığının (Londra’nınki)
Ofis şebekeleri hakkında veriler toplanıyor ve yüzdeleri olarak verildi. %37,7’lik bağlanırlık pu-
dünyanın her yerindeki şehirlerin şebeke bağla- anıyla İstanbul dünyadaki ilk 50 iş şebekesi şehir-
nırlıkları Küreselleşme ve Dünya Şehirleri (GaWC) leri listesine ucundan giriyor. Aşağıdaki tabloda
Araştırma Şebekesi tarafından takip ediliyor. bu sonuç, İstanbul’un üzerindeki ve altındaki
Bu araştırma Londra ve New York’un küresel iş 5’er şehir, yani dünya şehir şebekesinde benzer
açısından açık farkla en şebekeleşmiş şehirler entegrasyon seviyelerine sahip on şehir eklene-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-220
İSTANBULLAŞMAK

rek belli bir çerçeveye oturtuluyor. Bu son dere- LEVANTENLER VE NEO-LEVANTENLER


ce karışık bir şehirler grubu, uzman bir finans
İstanbul’da ve genelde Doğu Akdeniz’de yerle-
merkezi (Lüksemburg), ülkelerinin ekonomik
şik olarak yaşayan Osmanlı sınırları dışındaki
merkezi olmayan üç başkent (Berlin, Washington Avrupa ülkeleri kökenli insanlar. 20. yüzyıl
ve Roma), ülkelerinin ekonomik merkezi olan üç öncesi İstanbul Türkçesinde onlara “tatlısu
Frenkleri” denirdi. Deniz ticareti amacıyla bu-
başkent (Atina, Dubai ve Bogota) ve önemli ülkele- rada geçici olarak bulunanlardan farkları bu
rin üç lider “bölgesel şehri” (Hamburg, Atlanta ve şekilde betimlenmiştir. Her iki terim de artık
Montreal). Ülkenin ekonomik merkezi olan ama gündelik dilde kullanılmaz. [Ed.]

başkent olmayan İstanbul bunların hepsinden


başka. Ancak, bu rastlanmayan bir durum değil: Levantenler, anavatanda yaşayanların aksine, Doğu
Diğer örnekler New York, Frankfurt, Milano, To- Akdeniz’de yaşayan Cenevizliler ile Venediklilerdi.
ronto, Sydney, Sao Paulo, fianghay ve Mumbai; Aynı zamanda Bizans İmparatorluğu’nun içinde,
dolayısıyla İstanbul iyi bir çevrenin üyesi! oldukça sınırlı imtiyazlar ve semtler dahilinde
ticaretle uğraşan denizci İtalyan kolonilerinin
Son bir nokta: Bu sonuçlar tablodaki şehirle- Latin ahalisine de Levanten denirdi.
rin herhangi bir genel anlamda birbirine benze-
diği anlamına gelmiyor. Hepsi benzer bir dünya İstanbul Levanten cemaatinin kökeninde,
şehri şebekeleşme düzeyi yaşıyorlar ama bu şehir- ticari sebeplerle Bizans İmparatorluğu’na yer-
ler yine de birçok diğer düzeyde, azımsanmayacak leşen İtalyan kolonileri bulunmaktadır. Denizci
kültürel ve tarihsel bağlamlar dahil olmak üzere, İtalyan cumhuriyetlerinin halkları; Amalfililer,
hala birbirlerinden son derece farklılar. Ama küre- Venedikliler, Cenevizliler, Pisalılar 10. yüzyıldan
itibaren iki kıtanın kesişme noktasına kurulmuş
selleşme erken 21. yüzyılda İstanbul’un anlamına
olan bu şehre akmaya başlamışlardı.
bir katman daha eklemiş durumda: İstanbul dün-
ya şehri şebekesinde görece önemli bir oyuncu.
1082’de İstanbul’daki bir semtin İmparator I.
—Peter Taylor Aleksis Komnen tarafından Venediklilere verilen
ve bir belgeyle teyid edilen imtiyazı, İtalyan kolo-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-221
İSTANBULLAŞMAK

nilerinin kuruluş belgesidir. Ticaret malları için ren, tarihinde ikinci kez, fakat bu sefer, onu oluş-
antrepolar, dükkanlar, yolculuktaki işadamları için turan iki unsurun hukuki farklılığını göz önünde
lojmanlardan oluşan semt ya da funduk (foundouk), bulundurarak yeniden kuruldu. II. Mehmet’in
kiliseyle birlikte, Doğu’daki bütün İtalyan cemaati- İstanbul’u aldıktan sonra Galata Cenevizlilerine
nin ana yapısıydı. Her milliyet, kendi maddi çıkarları verdiği ferman, Osmanlı Latin Cemaati’nin ku-
için Bizans imparatorlarından belirli yerler edinir- ruluş belgesidir (bak. Fatih Sultan Mehmet). Bu
ken, aynı zamanda ibadet ya da hayır işleri için, fermanla, Türkiye Cumhuriyeti kurulana kadar,
kiliseler ve bilhassa şapellere olduğu gibi mezarlık- ibadetin uygulanması ve kiliselerin korunması
lara ve daha başka yerlere sahip olma selahiyeti de için Latin cemaatine hukuki temel oluşturacak
kazanıyordu. Bu kolonilerden her birinin üyeleri, olan imtiyazlar verilmiş oluyordu.
uzak ülkelerindeki adetleri yaşatmak amacıyla ayrı
bir ibadet yerinin etrafında toplanıyorlardı. O andan itibaren, o zamana kadar farklı ta-
biyetlerden yabancıların oluşturduğu Latin ce-
İstanbul’un Levanten cemaati, Haliç’in sağ maati, Osmanlı Latinleri ve Levanten terimiyle
kıyısında, Bizans surlarının etrafında, liman civa- belirttiğimiz yabancı Latinler etrafında yeniden
rında, Neorion (Bahçekapı), Peramatis (Balıkpa- şekillendi. Aynı ailenin içindeki bu farklılık ga-
zarı Kapısı) ve Droungarion (Zindankapı) kapıları yet açıktır; Osmanlı tebasından olanlar Ceneviz
arasındaki alanda yaşıyordu. İmparatorlardan mahallesi Galata’nın teslimi esnasında yerlerinde
imtiyaz elde etmiş olan bütün Frenk kolonileri, kalırken, yabancı tebadan olan diğerleri ülkeden
bu üç kapı arasındaki alanda, şehir surları içinde kaçıp daha sonra geri dönmeyi seçmişlerdi.
bulunan –intra muros- bir merkezi müesseseye ve
ticari işlemler için az çok bu müesseselerin uzan- Yabancı cemaatin Osmanlı topraklarında
tısı olarak kıyıya yerleştirilen bir iskeleye sahipti. bir araya gelmesi o zamanın yasalarından dola-
yı zor oldu ve sık sık kesintiye uğradı. Osmanlı
Bizans İmparatorluğu’nun Levanten ya da La- İmparatorluğu’na ayak basan her yabancı, yani
tin cemaati, 1453’te İstanbul’un Türkler tarafından müstemin ülkede bir seneden fazla kalamazdı. Bu
alınmasıyla yıkıldı. Fethin ertesi gününden itiba- sürenin sonunda o da cizyeye tabi olarak reayadan

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-222
İSTANBULLAŞMAK

sayılır, ülkeden de bir daha ayrılamazdı. Ancak ilgisi kalmamıştı. Yabancılar uzun süre ikamet et-
kapitülasyon rejiminde yabancıların İstanbul’a tikten sonra bile yabancı sıfatlarını kaybetmeksizin
yerleşmesini denetim altında tutan tedbirler Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayabildiler.
geçersiz kaldı. II. Mehmet güven sağlamak ve
İstanbul’un ticari hayatını tekrar canlandırmak Tanzimat’ın ilanıyla, 1839’da, İstanbul Latin
amacıyla 1454’te Venedik Cumhuriyeti’yle ticaret Cemaati için altın çağ olarak nitelendirilebilecek
serbestisine öncelik veren bir kapitülasyon im- yeni bir dönem başladı. 1867 kanununun, bir ce-
zaladı; buna göre ticaretin önünde “hiçbir engel maatin bir ülkede yerleşip yayılmasının başlıca
olmayacak” (Osmanlı yasaları ticaret özgürlüğüne etkenlerinden biri olan, yabancılara gayrimenkul
ket vurmayacak), tüccarlar Babıali’ye her tür ha- edinme hakkını vermesi, imtiyazlar yelpazesine
raç ve vergiden muaf olacaklardı. bir yenisini ekledi.

1535’te I. François’yla Kanuni Sultan Süley- 19. yüzyıl ortasından 20. yüzyıl başına kadar,
man arasında karara bağlanan ilk kapitülasyon- İstanbul Latin cemaatinin en parlak dönemine
larda, Fransızların Osmanlı topraklarında oturma tanık oluyoruz. Bu dönemin özelliği, iş ve daha
süresi uzatılıyordu. Bu madde, Latin cemaatinin müreffeh bir hayat arayışındaki yabancı göçmen-
İstanbul’daki yeniden doğuşunun ilk adımı olarak lerin Osmanlı İmparatorluğu’nda toplanmasıdır.
değerlendirilebilir. Yabancılar, en başta Fransız- Bunun, kilise ve konsolosluk kayıtlarında görü-
lar, bu tarihten sonra milliyetlerini değiştirmeksi- lebilen belirgin işaretleri, okulların ve kolejlerin
zin Osmanlı topraklarına serbestçe yerleşebildiler. açılması, hayır kurumlarının tesisi, yeni kilisele-
rin inşası ve hatta yeni bir semtin, Pancaldi’nin
Yabancıların ait oldukları ülkenin kimliğini ko- (Pangaltı) ortaya çıkması ile kendini gösterir.
ruyarak Osmanlı topraklarında yaşayabilmesi bu ül-
kedeki ikamet özgürlüğü sayesinde oldu. Fransa’ya 1923’te Lozan’da imzalanan barış antlaşma-
1569’da verilen kapitülasyonlarda, gene Fransızların sıyla yabancı Latin cemaatinin düşüşü başlar. Her
İmparatorluk sınırları içindeki ikametine değinili- ne kadar Osmanlı İmparatorluğu 1914’ten itibaren
yordu: İkamet süresinin tabiyet değiştirmekle bir ilga edildiğini ilan etmiş olsa da, kapitülasyonlar

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-223
İSTANBULLAŞMAK

ancak Lozan Antlaşması ile kesin olarak kaldırıl- statülerine sessizce geçerek, kapitülasyonların
mıştı. Böylece bir dönem kapanmış oldu ve kapi- avantajlarından yararlanan tek grup olan yabancı
tülasyonların ilgası, yabancıların Türkiye’deki Latinleri kendilerinden ayıran şartların yarattığı
kitlesel varlıklarını bir şekilde haklı kılan bütün bu sınırı görünüşte yıkmak istediler. Bu farklılık
avantajları ortadan kaldırdı. Levantenler, bu gibi görmezden gelinerek ve çarpıtılarak sonunda
hukuki ve ekonomik sebeplerle giderek azaldılar; iyice dikkate alınmaz hale geldi.
bugün ise neredeyse tamamen kayboldular.
Günümüzde, bir zamanlar var olan bu cemaate
Terimin dar anlamıyla Levanten, Osmanlı nostaljik bir yaklaşımla özenen ve “Neo-Levanten”
İmparatorluğu içinde yabancı tabiyeti olan Latin adını benimseyerek Türkiye’ye yerleşen yabancı-
Katolik’tir. Amacımız, “Levanten” terimini ye- ların asıl Levantenlerle hiç, ama hiçbir benzerliği
niden tanımlamaya kalkışmaksızın, İstanbul’da yoktur (bak. Nostalji). “Neo-Levantenim” demekle
kapitülasyonlar tarafından idare edilen yabancı köklü Levanten kültürünün mirasçısı olmak müm-
bir cemaatin varlığının altını çizmektir. Osmanlı kün değildir. Levantenliğin kendine has bir adabı,
İmparatorluğu’nda, yalnızca yabancı bir tabiyete bir dili, bir düşünme tarzı vardı. Levantenlerin
sahip olmak bir üstünlük göstergesiydi. Kapitü- en ayırt edici, en önemli özelliği ise, Doğu ve Batı
lasyonlar yabancılardan bir ayrıcalıklılar sınıfı kültürlerinin sentezinden kaynaklanan, yüzyıllar
yaratmıştı. Bu cemaat, Osmanlı tebası Latinler içinde şekillenmiş yaşam tarzlarıydı.
ya da reayadan oluşan Osmanlı Latin cemaati ile
aynı kefeye konulamaz. Bugün artık dirilmesi mümkün olmayan Le-
vanten kültürü, ancak tarihi araştırmalarla, bu
Öte yandan Osmanlı yönetimi, Osmanlı La- cemaati inceleyen kitapların yayımlanmasıyla
tin cemaatini hiçbir zaman açıkça bir “millet” yaşatılabilir; yoksa söz konusu kültürü anımsatan
olarak tanımamıştır. Üstelik Osmanlı Latinleri yeni adlar arkasına sığınmakla değil.
kendileri de, bir alt sınıf olarak kabul edilmek
korkusuyla, onları hukuki olarak yabancı Latin- —Rinaldo Marmara

lerden ayıracak yeni bir statü üzerinde ısrar etmek >Fatih Sultan Mehmet, Nostalji
istememişlerdir. Onlar, biraz aşağılayıcı olan yeni

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-224
İSTANBULLAŞMAK

MAHALLE şeyden önce zihinsel bir üretimdir ve bu nedenle


daha çok dizi, film setlerinde ve konut sitelerinin
Unutulmuş bir kentsel örgütlenme ve denetim reklam kampanyalarında kendini var etmektedir.
düzeninin reenkarnasyonu olarak sürekli
gündeme getirilen farazi toplumsal birim. [Ed.] Bu noktada mahalle kavramının Weber düşüncesi
ile ilişkisinden bahsetmek anlamlı görünüyor.
Özel bir konut firması İstanbul’da gerçekleştirece-
ği projeye mahalle adını vererek, projeyi reklam- Mahalle, kelimenin çoğu zaman sorunlu bir
larında şu şekilde tanımlıyor: “Yeşillikler içinde şekilde göndermede bulunduğu fiziksel çevreden
huzurlu bir yaşam alanı sağlayacak olan Mahalle çok, Türkiye’de çok tutmuş Weberyen cemaat/
İstanbul, eski sıcacık komşuluk ilişkilerini, arka- cemiyet kuramının en özgür biçimde ifadesini
daş sohbetlerini, dayanışmayı, yani özlediğiniz bulduğu değerlendirme alanını temsil ediyor. Bu
eski mahalle ruhunu yeniden yaşatmayı amaçlı- durumun en bildik yansımasını, asla varolmamış
yor.” Kaybettiğimiz bir değeri bize geri kazandır- bir cemaat yapısını inşa etmeye çalışmak tanım-
ma amacıyla başlıyor işe ve belli ki bu ne ilk ne lıyor: Bir biçimde ulusal kurguyla da bütünleş-
de son örnek olacak. İstanbul mahallesi öyle bir tirilmiş bir yitirilmiş değerler sistemi yaratılır.
yapıyı ve ona duyulan öylesine güçlü bir arzuyu Mahalle üzerinden bir günah çıkarma etkinliği
imliyor ki ticari konut projelerinin reklam strate- gerçekleştirilir. Neleri kaybettiğimizi önce kur-
jisinin (bak. Reklam) bel kemiğini tanımlıyor ve gular, sonra onlar için ağıt yakar, af dileriz. Daha
yüksek yoğunluklu konut alanı olarak yeniden ilginci, bu kurguya yöneltilen eleştirel bakış da
üretilmeye çalışılıyor (bak. Kapalı-Site). Oysa özünde Weber’in söylemine çok şey borçlu. Bu kez
ki üretici firmanın da, reklam şirketinin de çok mahalle pre-modern davranış biçimlerini barın-
iyi bildiği gibi, bir bölgeye mahalle demek orayı dıran bir odak olarak yeniden inşa edilmektedir.
mahalle yapmaya yetmeyecektir. Eski komşuluk Bu nedenle pre-endüstriyel cemaat ilişkileriyle
ilişkilerimizi geri getirme fikri her zaman prim çağdaş dünyanın cemiyeti arasında ikili bir okuma
yapabiliyor. Özlenen komşuluk ilişkilerinin var- gündeme gelir. Weber’e yaslanan düşünsel cepha-
lığı ya da geçmişte tahayyül edildiği biçimiyle neliğin tıkanmakta olduğu gerçeği de mahalleye
varolduğu ise tartışmalı. Denebilir ki mahalle her ilişkin bir başka sorunlu bölgeyi tanımlıyor.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-225
İSTANBULLAŞMAK

Çağdaş dünyanın metropolünün, cemaat iliş- MANZARA


kilerinden arınmamış mahallelerinden nasıl ayrış-
tığına dair ciddi bir Türkçe külliyat söz konusu. Bu İstanbul’da bireysel bir keşif olmaktan çok,
stereotip bir kentsel değerdir. [Ed.]
durumda da mahalle kurgusu, geçmişin ilişkiler
ağını anlamaktan çok bugünün kentsel yapısını
Bakışı, dikkati çeken her şey. “Güpegündüz, sokak
sorgulamak için yapılır. Bu nedenledir ki sürekli
ortasında gördüğüm manzaraya inanamazsın.”
olarak İstanbul’un nasıl bir modernleşme direnci
geliştirdiğini, buna mahallelerin nasıl katkıda / (İstanbul) Boğaz, Tarihi Yarımada, Kız Kulesi,
bulunduğunu duyar, okur, dinleriz ya da gece- köprüler ve Adalar’dan oluşan İstanbul silueti.
kondu mahallelerinin geleneksel dünyaya özgü “Bu evi kaçırmayın efendim, manzarası şahane.”
bir yaşamı nasıl temsil ettiğini (bak. Gecekondu;
Post-gecekondu). Tabii sözü geçen Nişantaşı ya Manzaralı ev: Boğaz kıyısındaki yamaçlar
da Ulus’ta değil, Gaziosmanpaşa’daki, Ümrani- üzerindeki semtlerde mümkün olan ev. İdeal man-
ye’deki mahallelerdir. Bu kurguya göre, kentte zaralı ev (bak. İdealimdeki Ev), yukarıda tanım-
halihazırdaki toplumsal sermaye, kırsal alandan lanan manzara unsurlarının tamamından oluşan
kente doğru bir akışı sürekli canlı tutmakta, as- kompozisyonu görmelidir. İstanbul’un kuzeyine
lında kentten nasibini almamış, çeşitli sebeplerle doğru gidildikçe, sadece Boğaz gören manzara-
alamayan mahalleler nedeniyle de İstanbul dev bir lı evler bulunabilmektedir. Bu evlerin bir kısmı
köy olmaktan öteye gidememektedir. Sonuçta her planlı gelişen konut alanlarında, büyük kısmı ise
iki bakış da Modernitenin temsil biçimlerini altüst imar ve/veya iskana açık olmayan ve çoğunlukla
ettiği epistemolojik ve kısmen ahlaki bir krizin orman arazileri üzerine inşa edilen konut alan-
yeniden bütünleştirmeye çalıştığı parçalanmış ağı larında bulunmaktadır. Manzaralı evin değeri
yeniden kurma çabasından başka bir şey değildir. (özellikle lebiderya mertebesine ulaşmış bir man-
zara söz konusuysa) aynı bölgedeki manzarasız
—Ersin Altın bir evin değerinden çok daha yüksek olur. Bazı ev
sahiplerinin veya emlakçıların, camdan uzanınca
>Gecekondu, Kapalı-Site, Post-gecekondu, Reklam veya merdiven tepesine çıkınca uzaktan deniz

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-226
İSTANBULLAŞMAK

gören evleri zaman zaman manzaralı ev olarak Manzara koymak: Televizyon yayını sırasında
pazarlamaya çalıştıkları gözlemlenir. İstanbul’da beklenmeyen kesinti aralarını doldurmak için
manzaralı evde oturmak, önemli bir prestij gös- ekrana değişik manzara resimlerini getirip gös-
tergesidir. “Evin deniz görmüyorsa İstanbul’da termek. Yaygın televizyon manzaraları arasında
yaşamıyorsun arkadaş” gibi kalıplaşmış sözler Necefli Maşrapa ve şelale manzaraları bulunmak-
bulunmaktadır. Şehrin sınırlarının genişliği ve tadır.
refah seviyesinin düşüklüğü göz önünde bulundu-
—İlkay Baliç
rulduğunda, toplumsal adaletsizliğin boyutlarına
dikkat çeken bir kavram olduğu söylenebilir.
>İdealimdeki Ev, İstanbullu

Manzara fotoğrafı: İstanbul bağlamında yine


şehrin yukarıda bahsedilen noktalarını içeren
MAVNA
fotoğraf. Vapur, martı, balık tutan adam ve uzak-
lara bakan genç kız, bu türün tamamlayıcıları
1970’lere dek İstanbul’u onsuz düşünmek im-
arasında yer almaktadır. Fotoğraf kurslarında ilk kansızken, bugün tek bir örneği bile kalmayan
derslerden biri olup, bu fotoğrafların çekimi için deniz taşıma aracı. [Ed.]

geziler düzenlenmektedir.
Kızım mavnayı tanımıyor.
Manzaraya karşı oturup çay içmek: Manzaralı
evlerin bulunduğu muhitlerde oturmayan İstan- Yirmili yaşlarında olduğu ve İstanbul’u iyi
bulluların (bak. İstanbullu) hafta sonu için tercih bildiği halde “mavna” sözcüğünü kafasında bir
edebilecekleri faaliyet. Evden termos getirilerek yere koyamadı.
sahilde piknik yapılabilir veya bir çay bahçesinde
oturulabilir. Bu terimin ortaya çıkışının Eyüp’teki Ona mavnanın bende neler çağrıştırdığını
Piyer Loti Kahvesi’yle ilgili olduğu tahmin edil- tam olarak anlatabilsem, belki gençliğimin İstan-
mektedir. bul’undan bir şeyler aktarmayı başarırım.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-227
İSTANBULLAŞMAK

Mavnanın görüntüsü belleğimden giderek Sabah iskeleye yanaşmış bir mavna gördü-
silinmeye yüz tutsa da sesi kulağımda. ğümde anlardım ancak gece duyduğum sesin ona
ait olduğunu.
Öylesine iyi hatırlıyorum ki mavnaların ge-
cenin ıssızlığındaki “tok” sesini. Gece yolculuğunda ne taşırdı mavnalar?

Gençliğimde önce Büyükada’da, ardından Genellikle her şeyi.


Kınalıada’da (bak. Ada) yaşadığım yıllardan ha-
fızama kaydettiğim üç belirgin ses var: Martı sesi, İnşaat malzemesinden karpuza, fırının yolu-
denizdeki küçük taşların sahile doğru yuvarlanır- nu tutan un çuvallarından domates sandıklarına
ken çıkardıkları ses ve mavnaların sesi. kadar her şeyi.

Martıların çığlıklarını günün her saatinde Un çuvallarıyla ilgili çocukluğumdan hatırla-


duymak mümkündü. dığım bir sahne var.

Ama diğer ikisi, yani suda yuvarlanan çakıl Mavna iskeleye yanaşmış, içindeki çuvallar
taşlarıyla mavnaların sesleri daha çok geceleri ve yüzlerine, vücutlarına bulaşan un nedeniyle bem-
gün ağarırken duyulan seslerdi. beyaz olmuş adamlar tarafından indiriliyor.

Kimi geceler uykumdan uyandığımda, Genellikle bu “beyaz adamlar” boş bir çuvalın
“mavna”nın gecenin sessizliğini bölen tok ve “ke- sivri ucunu başlarına kukuleta gibi geçirirlerdi.
sik, kesik” sesinin nereden geldiğini tam olarak
kestiremezdim. Nedenini bugüne kadar çözebilmiş değilim.

Kaldığım adanın uzağında ya da çok yakının- Belki başlarını güneşten korumak için, belki
da olabilirdi. de gözlerine un kaçmasın diye.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-228
İSTANBULLAŞMAK

Mavnaya en çok ne yakışırdı derseniz... Şimdi Adalar’a karpuz, un, inşaat malzeme-
Cevabım hazır: Karpuz. leri nasıl taşınıyor bilmiyorum doğrusu.

Mavnaların rengi genellikle kırmızı, yeşil olur- İstanbul’da her güzel şeyin ışık hızıyla değiş-
du, mavi olanı da vardı. tiği gibi, belki onlar da Adalar’a ışınlanıyorlardır.

Yeşil, kırmızı renge en çok aynı renklerdeki —Gila Benmayor


karpuzlar yakışırdı.
>Ada
Karpuz yığınının üzerinde, tatmak isteyenler
için ortadan ikiye bölünmüş karpuzlar olurdu.
MCDONALD’S
Kırmızı ve yeşil.
En küresel beslenme şirketinin yerel uzanım-
ları. Küyerellik için bir alt başlık. [Ed.]
Karpuzun bir dilimini de gözünüzün önüne
getirin. Aleyhindeki küresel propagandadan daha hız-
lı olan küreselleşme evresini geride bıraksa da,
Tam kızımın hiç bilmediği mavnanın şeklinde. lisansörlüğünü 2005’te yirmi yıllığına Anadolu
Holding’in devralmasıyla birlikte, dükkan sayısın-
Rengarenk, kimi zaman üzerinde naif çizim- daki artışta göze çarpan bir ivme yakalayan obezi-
ler olan mavnalar, Marmara Denizi’nin diğer bazı te kaynağı. İstanbul’la tanışıklığı 1986 yılına kadar
deniz araçları gibi yok oldular. uzanan McDonald’s’ın şehirdeki varlığı 53 resto-
ran düzeyinde. Rekabet Kurulu’nun tanımına göre
Balıkçı kayıklarının, içten takmalı sempatik “fast food restoranları pazarı” içindeki en büyük
deniz motorlarının, mütevazı yelkenlilerin yerini dördüncü şirket olarak İstanbullulardan hizmet
deniz otobüsleri, şık yatlar aldı. alan McDonald’s’ın rekabet ettiği diğer şirketler

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-229
İSTANBULLAŞMAK

ise şöyle sıralanıyor: Arby’s, Borsa, Burger King, McDonald’s’ın Türkiye macerası bir derin
diğer Burger/Hamburger restoranları, Domino’s, iniş dışında sürekli çıkışlarla seyrediyor. 1986
Hacıoğlu, KFC, Kristal, Little Caesars, Mudurnu, yılında Taksim’deki (bak. Taksim Meydanı) ilk
Pizza Hut, Pizzacılar, Schlotzky’s, Sultanahmet şube açıldığında yaşanan izdiham pek çok İs-
Köfte, Tatlıses, Tavukçular. tanbullunun hafızasında derin bir yer edinmiş
durumda. Bir gazetede yıllar sonra bu manzara
Anadolu Grubu’nun McDonald’s’ın Türkiye şu cümlelerle tasvir ediliyor: “24 Ekim 1986’da
lisansörlüğünü yirmi yıllığına devraldığı 2005 Taksim’de oluşan metrelerce kuyruk, ne tüpgaz
yılında, durumun manasını kavra(t)mak üzere ne de ekmek içindi. Bu izdihamın sebebi, o gün-
hazırlanan Rekabet Kurulu Raporu’nda “fast-food kü parayla 400 TL olan bir hamburgerdi.” (Aylin
restoranları pazarı” tanımı, doğal olarak klasik Löle, Takvim, 29 Nisan 2007.) Ne var ki takip eden
lokantaları ve -doğal olmayarak- yiyecek satan bü- günlerde de insanların en şık kıyafetleriyle, hatta
feleri pazarın dışında gördüğü için, liste bu kadarla yağan yağmura aldırmaksızın kapısında kuyruk
sınırlı. Tahmin edileceği üzere, söz konusu tanım oluşturdukları McDonald’s için Türkiye o kadar
ve liste, fast food’un tüketici olarak insan türünün da kolay bir pazar sayılmazdı.
beslenme alışkanlıkları açısından ne ifade ettiğin-
den çok, işletmeci olarak sermaye sahibinin hangi McDonald’s’ın, binbir çeşit köftenin bulun-
koşullar ve kurallarla hareket ettiği noktasından duğu bir ülkede bir lezzet direnişiyle karşılaşması
hareketle yapılmış. Bir başka ifadeyle, bu tanım beklenen bir durumdu. Ne var ki direniş damak
yalnızca ve kabaca müşterilerini birden fazla dük- tadı nokta-i nazarından değil, şirketin temsil ettiği
kandan besleme koşuluna dayandırılmış, yoksa bir değerler silsilesinin alerjiye neden olmasından
elbette Türkiye’de telefonla sipariş alınan ya da kaynaklandı. Sözkonusu temsile direnişin sem-
müşterisinin hızla hazırlanmış yemeğini mümkün bolü haline gelmek ise, aslında 1950’lerin ikinci
olduğu kadar kısa sürede midesine indirip gitme- yarısında ABD tarafından kurulmuş olan ODTÜ’ye
sini gözleyen dükkanla-rın sayısı yukarıdakilerin düştü. ODTÜ’lüler 1997 yılında kampüse kurulan
şube sayılarından çok daha fazla. McDonald’s şubesini tam dört yıl boyunca çeşit-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-230
İSTANBULLAŞMAK

li biçimlerde, daha çok da dükkandan alışveriş diziler revaçta; Amerikan dizilerine daha çok sa-
etmemek suretiyle protesto ettiler. McDonald’s pa saatlerde ve kanallarda rastlanıyor...” diyecek
2001 yılında kampüsteki şubesini bir süreliğine kadar umutlandı örneğin. Şahin’den bir ay önce
kapattığında direnişçiler bu sonucu kendilerinin Radikal’de yayımlanan bir haber (7 Aralık 2002),
yarattığını düşündüler, McDonald’s yetkilileri yerli fast foodcuların McDonald’s’ın zarar etme-
ise şubeyi kapatmalarına gerekçe olarak o sırada sine o kadar da hayıflanmadıklarını gösteriyordu:
sürmekte olan ekonomik krizi gösterdiler. Her iki Örneğin İstanbul’un ünlü Bambi Cafe’sinin sahibi
gerçeğin de doğruluğu ve yanlışlığı tartışılmakta. Fatih Güner’e göre, McDonald’s ve benzerlerinin
Lakin McDonald’s Türkiye’nin krizden ciddi bir başarısızlığının nedeni halkın fast food sevme-
biçimde etkilendiği de bir vakıa. mesi değil, ABD’ye olan tepkisiydi. Ona göre halk
“paramızı alıp götürmelerine tepki gösteriyor”du.
2001 yılında başlayan krizden sonra, 2003 yılı Taksim’deki Simit Dünyası’nın (bak. Simit; Simit
ortalarına kadar 56 mağaza kapatan McDonald’s, Sarayı) işletmecisi Hülya Kızıl ise, “McDonald’s,
söz konusu yıllarda mağdur bir kiracı görünü- Burger King gibi yerler geldikleri yere dönsünler,
mündeydi. Dolar bazında ödenen kiralar pek çok Türkiye’den ümitlerini kessinler” diyordu. Beşik-
şubenin iflas etmesine neden olmuştu. Ancak şir- taş’taki İpek Sucukçusu’nun işletmecisi Metin
ketin 1,2-1,3 milyar dolar civarındaki bir fast food Tezcioğlu’na göre, “McDonald’s ve benzeri yerler
pazarından vazgeçmesi ve o döneme kadar yaptığı bir özentiyle başlamıştı, ama insanlar artık damak
130 milyon dolarlık yatırımın semeresini göreme- tadına önem veriyorlardı.”
den ülkeden ayrılması da söz konusu değildi. Yine
de şirketin zarar etmesi ve 56 şubesini kapatma- 1991’de McDonald’s Corporation Türkiye
sı bazılarımızı kimi konularda umutlandırmadı ofisinin kurulmasıyla gelişim süreci hızlanan
değil. Haluk Şahin, 5 Ocak 2003 tarihli yazısında, ve yüzde yüz ABD sermayeli bir şirket olarak fa-
“Ülkeler artık kendi yerli yapımlarını ‘Made in aliyetlerini sürdürmeye başlayan McDonald’s,
USA’ yapımlara tercih ediyorlarmış. Türkiye’de ya- 2004 Kasım’ında nihayet yerli “geliştirici”sini
şananlar da bu evrensel kalıba uyuyor. Türkiye’de buldu. Anadolu Grubu’nun sahibi Tuncay Özil-
de McDonald’s hızla küçülüyor. Türkiye’de de yerli han, 1977’de başvurduğu ancak alamadığı lisan-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-231
İSTANBULLAŞMAK

sörlük ayrıcalığına bir dizi görüşme ve gereken Daha önce de ifade edildiği üzere,
prosedürlerin yerine getirilmesinin ardından, McDonald’s’a damak tadı nokta-i nazarından
2005 yılında kavuştu. Özilhan, McDonald’s’ın bir herhangi bir direniş gösterilmedi, gösterildiyse
ABD şirketi olması dolayısıyla karşılaşabilecekleri bile duyulmadı. Fakat McDonald’s Türklere stan-
tepkilerin hatırlatılması üzerine şu cümleleri sarf dart köfte satmanın o kadar da kolay olmadığını,
etti: “McDonald’s, Anadolu Grubu’na geçmesiyle dahası McDonald’s restoranlarındaki porsiyon
tamamen Türk sermayesi olan bir kuruluş oldu. büyüklüğünün Türkleri doyurmaya yetmeyeceği-
Tedarikinin % 98’ini Türkiye’den yapıyor. Bütün ni düşünmüş olmalı ki, buraya özel bazı mönüler
çalışanları Türk. Dolayısıyla eti Türkiye’den, suyu ve ürünler geliştirmeyi de ihmal etmedi. Max-
Türkiye’den, kolası Türkiye’den... Bundan daha Burger Türkiye’ye özel olarak geliştirildi. Türk
Türk firması olmaz diye düşünüyorum.” halkla ilişkiler büyüğü Ali Saydam, Türkler için
özel olarak geliştirildiği söylenen bu ürüne Türk-
Aslında küresel olanın zaten yerel olduğu nok- çe ad verilmemiş olmasını büyük bir başarısızlık
tasından hareket edildiğinde Tuncay Özilhan o ka- olarak gördü, McDonald’s ise şu cevabı verdi: “Biz
dar da haksız sayılmazdı. Kaldı ki, McDonald’s’ın Türkler kendi yarattığımız markalara bile yaban-
elinden tuttuğu tek “yerel sermaye” kendisi de de- cı isim koyma alışkanlığına sahibiz.” Adı bir ya-
ğildi. Örneğin, 1978’de İzmir Kemalpaşa’da kurulan na, MaxBurger kare şeklindeki çörek otlu “pide”
Fersan, tam da küçük bir üretici olarak kalmakla arasına yerleştirilmiş kalın köfte, 2 dilim peynir,
dükkanı kapatmak arasında bir karar verme arife- taze soğan, salata, domates ve sarımsak, kekik,
sindeyken, McDonald’s’ın Türkiye’deki ilk şubesi- kimyon, karabiber ve baharatlı sosla bezenmiş
ni açtığı 1986 yılında Arcan Çelengil’in hisselerinin haliyle McDonald’s’a Türklerin yaptığı bir katkı
çoğunluğunu almasıyla atağa geçti. 2003 yılına olarak tarihe geçti. McTurco adlı bir başka ürün
gelindiğinde Çelengil de McDonald’s’tan duydu- daha geliştirildi. Ama köfte ayransız olmazdı ve
ğu memnuniyeti dile getirecekti: “McDonald’s nihayet Türkiye’deki McDonald’s’lara ayran girdi.
restoranları bizim turşu konusunda en iyi müş-
terimiz. Fakat toplam turşu satışımızda, Türkiye Ayran mevzuu önemliydi, çünkü McDonald’s
McDonald’s % 2’lik yer tutuyor.” Türklere köfte satmak için ayranı restoranlarına

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-232
İSTANBULLAŞMAK

davet etse de, en yakın yol arkadaşı Coca Cola, likdüzü McDonald’s’ta mendil satan on yaşındaki
özellikle müşteri sayısı az olabilecek lokantalarda bir kız çocuğunun buzdolabına kilitlenmesi oldu.
kendi ürünlerini satmak isteyenlere becerebilirse
ayran (Coca Cola ayran üretmediği için) satmama Bütün bunlara rağmen McDonald’s, Türkiye’de
koşulu getiriyordu. Coca Cola’nın cebren yarattığı 106 restoranlık büyük bir zincir, 2006 yılı satışı
popülarite kimi yerlerde orta yaşlı ve orta halli 151 milyon YTL. 2007 ciro hedefi olan 185 milyon
müşterilerini kaybedip daha genç ama hallice YTL’ye ulaşıp ulaşmadığı ise henüz bilinmiyor.
müşterilerine hizmet verebilmek adına kebap-
çıların bile ayrandan vazgeçmesine neden oldu. —Ayşe Çavdar

McDonald’s yalnızca “lezzeti”yle değil, çeşitli >Otopark, Simit, Simit Sarayı, Taksim Meydanı
patlamalarla da düştü gündemimize.

28 Eylül 2001’de İstanbul Levent’teki MERKEZ


McDonald’s şubesinin tuvaletlerine bırakılan
Eski İran atasözü “Selâmet der kenar-est” (se-
bombanın patlaması sonucu üç kişi yaralandı. lamet kenardadır) her yerden çok İstanbul’da
15 Nisan 2003 tarihinde McDonald’s’ın Sirkeci, anlam taşır. [Ed.]
Aksaray ve Pendik şubelerinde meydana gelen
patlamalar kimsenin ölmesine neden olmadıysa Memleketim bünyesinin orta sınıf bölgelerinde
da, bir süre bu restoranlarda tüketmenin düşünül- evlerde hayatın merkezi, oturma odasıdır.
düğünden daha tehlikeli olabileceği ihtimalini
doğurdu. 20 Mayıs 2004’te, Üsküdar Acıbadem’de- “Oturma odası” genelde küçüktür. Umduğu-
ki McDonald’s restoranının otoparkında (bak. nuzdan hep daha küçüktür. Samimi, ama ancak
Otopark) meydana gelen patlama, polisin diğer çok samimi dostlar burada ağırlanabilir. Etraf de-
McDonald’s restoranlarını da boşaltma kararı al- ğersiz, ev sahibine göre bile zevksiz, ama hikayesi
masına vesile oldu. Elbette durum geçiciydi. Ama olan ve izi sürülebilir şeylerle doludur. Anne baba
McDonald’s’ın asıl bombası Ağustos 2000’de, Bey- oturma odasında çocuklara karşı bambaşka bir

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-233
İSTANBULLAŞMAK

rahatlık ve hoşgörü içindedir. Oturma odasında Birbiriyle orada buluşur, ötekine orada görünür,
ailenin muhayyilesinin alabileceği neredeyse her orada “görüşür”. Ama bir an önce oturma odasına
şey mubahtır. Ve su yolunu bulur. Hayat, evde dönmekten ve orada mutlu olmaktan da bir türlü
hep küçücük oturma odasına doğru akar. Evde kendini alamaz.
“hayatla” buluşma merkezi oturma odasıdır. Fa-
kat, oturma odası aynı zamanda evin “dünyadan” Türkiye, “yok-yerler”i (non-places), alışveriş
ısrarla gizlenen noktasıdır. merkezlerini (bak. Alışveriş Merkezi), havaalan-
larını, göreceksiniz, zaten görmektesiniz, bütün
Bu evlerde bir de “misafir odası” vardır. Mi- dünyadan daha çok sevecektir.
safir odası mümkünse oturma odasının en az iki
misli büyüklüğündedir. Yabancılar, yani misa- Çünkü Türkiye’de hayattan gizlenmeyeni,
firler orada karşılanır. Onlarla orada hoşbeş edi- hayatını gizlemeyeni, “merkeze alırlar”.
lir. En değerli, en zengin şeyler orada saklanır,
büfelerde teşhir edilir. Evin çocukları, yani asi Türkiye’de merkez, insanın kendini ifade et-
unsurları, evin o bölümünden uzak tutulur. Bu tiği, edebildiği yer değildir. Türkiye’de merkez,
yüzden, bazı evlerde misafir odası kapısının kilitli insanın ifadesinin alındığı yerdir.
tutulduğu bile görülür. Evde “dünyayla” buluşma
merkezi misafir odasıdır. Fakat, misafir odası Bunları oturma odasından yazıyorum. Misa-
aynı zamanda evin “hayattan” özenle gizlenen fir odasından, işkence altında bile olsa, çıkmaz
noktasıdır. bunlar.

Türkiye’de bütün bir orta sınıf, kendine mu- —Gökhan Özgün


taassıp diyen de demeyen de, evin ve hayatın bu
bölünüşü üzerinde uzlaşmıştır. Bu kutsal uzlaş- >Alışveriş Merkezi
manın bir değil, binbir nedeni vardır.
Ve Türkiye’de her şehir, ve İstanbul, eline her
fırsat geçtiğinde misafir odasına yatırım yapar.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-234
İSTANBULLAŞMAK

MEZARLIK ve kent kültürünün bir parçası olan mezarlıklarla


kentlinin ilişkisi kopuktur. İçinde kök salmış servi-
Geçici ve sürekli kullanıcısı olan dış mekan. lerin, çınarların, hatta erguvanların varlığı ile kentin
Nekropol - kabristan - hazire - mezaristan - gö-
mütlük - sinlik - maşatlık - tahtalıköy - ebedi gereksinim duyduğu yeşil dokudan payını aldığını
istirahatgah. bilmekle yetinir sıradan insan. Ne var ki, mezarlıklar
çeşitli disiplinlerden araştırmacılar için birer açık-
Arapça ziyaret kelimesinden türeyen meza- hava müzesidir. Kültür ve modernleşmenin ölüm
rın sözlük tanımı “ziyaret edilen, gezilip görülen kavramına ve adetlerine yansımaları mezarlıklar
yer” iken, Türkçe’ye anlam değiştirerek “ölünün üzerinden de incelenir. Mezarlıklar farklı zaman
gömüldüğü yer” olarak geçmiştir. Anma ve anım- aralıklarında; bazen değişimin ve modernleşmenin
sama için istendiğinde ziyaret edilebilmesi dışında, taşınmasında, bazen de geleneğin yaratılmasında
günümüzde internet aracılığıyla da mezarlıkların rol oynayan iç dinamiklerden biri olmuştur.
ziyaret edilmesinde yeni açılımlar üretildiği(!) düşü-
nülürse, mezar kelimesinin anlamında çok da fazla Mezar taşları ve üzerlerindeki kitabeler ait
kayma olmadığı söylenebilir. Mezarlıklar, çıkmaz ve oldukları dönemin duygu, inanç ve zihniyet dün-
çıkan sokaklar, meydanlar, çeşmeler, giriş binaları yasını yansıtır. Zaman içindeki değişimleri tarihe
barındırdığında; bir dini mekanla veya herhangi ışık tutan; döneminin siyasal, toplumsal, ekono-
bir binanın bahçesiyle yan yanalık taşıdığında bir mik yapısına ilişkin ipuçları veren sosyal metin-
kentsel mekan haline gelmeye başlar. Öte yandan, lerdir. Altında defnedilmiş bireyin ise kimliğini,
mezarlıklar kimi zaman içinden geçilip manzaralı sosyal statüsünü, hayat hikayesini, yaşadıklarını,
bir kahvehaneye ulaşılan, kimi zaman ise yüksek duygularını, düşüncelerini anlatan ayrı birer öy-
duvarların ardındakiler görülmek istenmeden küsü vardır mezar taşlarının. 15. yüzyılın sonla-
sessizce yanından geçilip gidilen bir meçhuller rından itibaren taşraya ihraç edilen bu mezarlık
bölgesidir. Yıllar boyu çeşitli kitaplarla, filmlerle kültürünün merkezi ise İstanbul olmuştur.
yaratılan karanlık, ürpertici, gerilimli, soğuk, uzak
ve içe dönük imgesi, merak edilen yabancı bir yeri Ancak, mezarlıkların tarihsellik içerdiği ger-
akla getirir. Biraz da bu yüzden, gündelik hayatın çeği çoğu zaman bilinmemiş ya da göz ardı edil-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-235
İSTANBULLAŞMAK

miştir. Örneğin, Erken Cumhuriyet Dönemi bu üzerine satılan taşların akıbeti; taşçı dükkanların-
bilinç eksikliğinin örnekleriyle yüklüdür. Kentin da istiflenerek, yapı malzemesi olarak kullanılarak
imarının gündemde olduğu bu dönemde mezarlık yok olmaktır. Bu dönemde, ne mezar sahipleri
arsaları; stadyum, opera binası, rekreasyon alan- nakle tepki gösterir, ne de taşların tarihi değeri
ları gibi kentin imarında güçlü simgelerin oluştu- olup olmadığı tartışma konusu olur. “Tahribat
rulabileceği verimli bir zemini tanımlamıştır. Arsa hakiki bir vandalizmden başka bir şey değildir”
haline getirilen mezarlıklar, tıpkı kentin kendisi diyebilenler olsa da sesleri duyulmak istenmez.
gibi değiştirilen, dönüştürülen ve merkezi otori-
tenin üzerinde iradesini uygulayabildiği alanlar Oluşan sınırlı tepkiler içinde seslerini duyu-
olmuştur. Surp Agop Mezarlığı, Ayaspaşa Mezar- rabilenler gayrimüslimlerdir. Kendilerine ait ol-
lığı, Abbasağa Mezarlığı, Kasımpaşa Aşıklar Me- duklarını iddia ettikleri mezarlıkların belediyeye
zarlığı, Kadıköy Rum Mezarlığı bunlardan sadece devredilme zorunluluğuna karşı haklarını savu-
birkaçıdır. Kent içindeki mezarlıkların tasfiyesine nurlar. Bu dönemde yeni ulusal kurgu, düşlenen
yönelik bu çabaları hızlandıran, mezarlıkların toplum yapısının inşası sürecinde ülke içindeki
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden belediyelere dev- belli toplumsal grupları kaçınılmaz olarak “öte-
redilmesi kararını içeren Belediye Kanunu’dur. kileştirmektedir”. Bu doğrultuda, kent içindeki
Belediyelere devredilecek mezarlıkların, mezarlık gayrimüslim mezarlıklarının tasfiyesi bir “öteki-
arsalarının, hatta vakıf mallarının; kullanılması, leştirme” girişimi olarak değerlendirilebilir. Yeni
satılması, kiraya verilmesi, kamulaştırılması, ima- ulusal toplum yapısına ait olmadıkları düşünce-
ra açılabilecek alanlar olarak değerlendirilmesi siyle gayrimüslimler çoğu zaman Ermeni, Rum
söz konusudur. ya da Musevi olarak (bak. Azınlık) değil, tümel bir
şekilde değerlendirilerek içinde barındıkları siste-
Mezarlıkların arsa haline getirilmek isten- min dışına itilmeye çalışılmışlardır. Müdahale ise,
mesi, otoriteyi elinde bulunduranları mezar taş- daha çok toplum içerisindeki etkinlik alanlarının
larının nakledilmesi sorunuyla yüz yüze bırakır. daraltılması biçimindedir. Örneğin, Surp Agop
Gazetelerde duyurulan “nakl-i kubur” ile ilgili Mezarlığı’nın belediyeye devrinin, Ermenilere
ilanlara hiçbir mezar sahibinin başvurmaması ekonomik yollarla uygulanan bir yaptırım olduğu

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-236
İSTANBULLAŞMAK

savlanabilir. Arsadan çeşitli biçimlerle elde edile- içinde çalışır. Ama duraklar dışında da durup
indir-bindir yapabilir. [Ed.]
bilecek gelirden cemaat mahrum edilerek zaten bir
bileşeni olarak görülmedikleri sistem içerisindeki
Minibüsün çok rengi, çok çeşidi vardır. İstanbul so-
etkilerinin azaltılması düşünülmüş olmalıdır.
kaklarında 6 binden fazla minibüs var. Belediyenin
belirlediği hatlarda işlerler. Bir minibüsün belirli
Bir taraftan kent içindeki mezarlıklar tü-
bir hatta işlemesine izin veren yetki belgesi yüz-
müyle kaldırılırken, diğer taraftan şehir dışında
lerce bin avro değerinde. Minibüsler şehrin ana
“asri” mezarlıkların oluşturulmaya çalışılması
damarlarını tıkarlar, şoförleri de kamikaze sürüş
ise, geçmişle olan ilişkinin yansımasıdır. Öyle ki,
teknikleri ve İstanbul’un trafik karmaşasının diğer
dönemin kendine özgü koşulları ve öncelikleri,
katılımcılarına yönelik saldırganlıklarıyla bilinirler.
geçmişin izlerini taşıyan eskilerden kurtulmayı
ve (yerine) yenisinin yapılmasını gerektirir. “Batı-
Peki minibüs nereden geldi, nereye gidiyor?
lılaşarak” ve “çağdaşlaşarak” Batı merkezli dünya
Minibüs her şeyden çok 1950’lerden bu yana “taşı
sistemi ile bütünleşebilmeyi amaçlayan bir ulus
toprağı altın” şehre akın eden kırsal bölgelerden
devlet kurulurken İstanbul’un görüntüsünün de
gelen göçmenlerin tercihiydi. Bu yeni şehirlile-
yenilenmesi hedeflenmiştir. Bu yenilenmeden
rin gecekondularını inşa ettikleri yerlere düzenli
mezarlıklar da fazlasıyla payını alır.
otobüs hizmeti yoktu. İşin doğrusu, yol da var
sayılmazdı. Ancak kendileri de şehre yeni gelmiş
—Sıla Durhan
gayriresmi girişimciler vardı ve oluşmakta olan
pazarı görüp harekete geçtiler. Bulabildikleri araç-
>Azınlık
ları satın alıp göçmen yerleşimleri ile şehrin ana
meydanları arasında gidip gelmeye başladılar.
Programı, belirli durakları veya şoförleri için resmi
MİNİBÜS
iş anlaşmaları olmayan gayriresmi ve özerk mini-
Otobüsten küçük bir kentsel toplu taşıma büs, göçmenlerin yasadışı yollarla inşa edilen ama
aracı. Otobüs hatları benzeri bir sefer düzeni resmi olarak göz yumulan evlerinin muadiliydi.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-237
İSTANBULLAŞMAK

Minibüs, yani “tekerlekli gecekondu” (bak. Bugün ise “tekerlekli gecekondu” olarak mi-
Gecekondu), sadece ev hizmetçilerini ve işpor- nibüs kaybolmaya yüz tutmuş durumda. Çoğu
tacıları şehrin merkezi bölgelerindeki iş yerleri- bugün sağlam bir alt-orta sınıf hayatın harika-
ne taşımakla kalmıyor, yeni göçmen kültürünü larının tadını çıkaran göçmen çalışan sınıfların
de şehrin merkezine taşıyorlardı. 1970’lerde ve aracı olmaktan çıkalı çok oluyor. Sistem giderek
80’lerde henüz çoğu okuma yazma bilmeyen bir artan belediye denetimiyle ve rant temelli iktida-
hedef kitleye hizmet götüren minibüslerde her rın yoğunlaşmasıyla resmileştirildi. Değişmeden
şoförün, genellikle başka bir yerde saygıdeğer bir kalan gayriresmi iş düzeni ile saldırgan sürüş
iş sahibi olma şansını yitirmiş genç bir adam olan stili. Değişen ise minibüs plakası sahibinin elinin
ve hattaki durakları ve son durağı duyuran bir altındaki 200 bin avroyla artık zengin bir adam
muavini bulunurdu. Yeni inşa edilen bölgelerden kabul edildiği.
yolculuğa çıkan herkesi feryat figan şarkılarında
yeni göçmenlerin hüsrana uğrayan umutlarının Ancak yükseli ve yerini sağlamlaştırmanın
inlediği yüksek sesli Arabesk müzik, plastik çiçek- ardından minibüsün düşüşü kapıda: Havaalanı
ler, ağlayan çocuk posteri ve minibüsün dışında otobanı ve Boğaziçi Köprüsü’nü de içeren şehrin
“Seni sevmeyen ölsün” gibi sloganlar karşılardı. hayat damarı E-5 (adını eski ismi Trans-Avrupa
Çoğu eski İstanbullu minibüsten, temsil ettiği Yolu No.5’ten alan) gibi bazı ana yollarda işlemesi
sosyoekonomik dünya ile beraber uzak dururdu şimdiden yasaklanan minibüsün yerini yavaş
(bak. Varoş). Ancak minibüsü görmezden gelmek yavaş metro, tramvay hatları ve ekspres otobüs
mümkün değildi. Minibüs fazla gürültülü, fazla alıyor. Eski göçmenler şehirli oldu. En son yeni
hızlı, fazla küstahtı. Üstelik her yerdeydi. Şehir gelenler ise, Iraklı, Afrikalı ve Afgan göçmenler
1980’lerde her yöne yayılınca yeni hatlar açıldı ve gibi, eski göçmenler için minibüsün oluşturduğu
minibüs şehrin trafik savaşlarının hakim oyuncu- hareketli destek ağı olmadan şehirle başa çıkmak
su haline geldi -1990’ların başına kadar da trafik zorundalar.
ışıkları buna büyük ölçüde engel olunamadı ve
—Kerem Öktem
arabaya erişimi olmayan neredeyse herkes tara-
fından kullanıldılar. >Gecekondu, Varoş

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-238
İSTANBULLAŞMAK

MUTENALAŞTIRMA (I) laştırması süreci, (bak. Soylulaşma) ya da New


York’ta 1960’lı ve 70’li yıllarda SoHo loftlarının
Sözlük anlamıyla, fiziksel olarak eskimiş ve sanatçı mekanlarına dönüştürülmesiyle yaşanan
yıpranmış, emlak fiyatlarının düşük olduğu
mahallelerin (bak. Mahalle) renovasyon-
mutenalaşmadan farklı olarak, İstanbul’da, Pera
dan geçirilmesi sonucu emlak fiyatlarının ve Galata’da önce günün politik, ekonomik ve
yükselmesi ve daha zengin yeni sakinlerin demografik dinamikleri sonucu bir tersine-mute-
yerleşmesiyle eski sakinlerinin yerinden ol-
ması demektir. İstanbul özelinde bu olgunun
nalaşma süreci yaşanmıştır. Orta sınıf gayrimüs-
Cihangir, Galata, Haliç ve Balat gibi semtlerde lim ve Levanten mahalleleri sakinleri tarafından
yaşandığı söylenebilir. boşaltılmış, oluşan boşluklara iç göç ve plansız
küçük imalat ve ticaret dinamikleri doğrultusun-
Kavramın kendisi birçok tartışmayı da beraberin- da yeni sakinler yerleşmiştir. Şimdi ise bu süreç
de getirmektedir. Dünyada 1960’lı yıllardan itiba- tersine çalışmaktadır. Bir anlamda orta sınıfın
ren sözü edilmeye başlanan olgu, İstanbul’da belki yaşadığı mahalleler önce alt ve alt orta sınıf ke-
de son beş-on yılda gündeme gelmiştir. Olgunun simlerin yaşadığı yerler haline gelmiş, şimdiyse
savunucuları, kentsel yenilenme, nezihleşme, suç yeniden, farklı bir orta sınıf tarafından kullanılan
oranının azalması ve gayrimenkul rayiçlerinin yaşam çevrelerine dönüşme yoluna girmiştir.
yükselmesi gibi “pozitif” sonuçlar doğrultusun-
da sürecin faydalarını yüceltirken, eleştirel yak- Mutenalaştırma, kelimenin yapısından da
laşanlar bu çevrelerin bir anlamda yerlerinden anlaşılacağı gibi etken bir eylemi ifade eder. Ol-
edilen “eski” sakinlerinin yaşadığı zorluklara ve gunun, herbiri farklı roller üstlenen etken aktör-
bu kentsel yer değiştirmenin getirdiği başka so- leri vardır: Sanatçılar, bohem yaşantı tutkunları,
runlara dikkat çekerler. “hipsterler”, durumu değerlendiren küçük gay-
rimenkul yatırımcıları, uluslararası sermaye gü-
İstanbul özelinde durum, olgunun yaşandığı dümlü yatırım şirketleri, kiraları yükseldiği ya da
Londra, New York gibi başka dünya kentlerin- yaşam alanları daraldığı için zor durumda kalan
den farklıdır. Sözgelimi Londra’da 1960’lı yıllarda semt sakinleri, belediyeler, sivil toplum kuruluş-
yaşanan, orta sınıfın işçi mahallelerini mutena- ları, uluslararası örgütler. İşin boyutlarının bir

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-239
İSTANBULLAŞMAK

mahallenin, semtin yenilenmesi ve gayrimenkul 1) Bir mahalleye, özellikle de kentin tarihi değe-
fiyatlarının yükselmesi ile açıklanabilmesi müm- ri olan çöküntü merkezlerine daha yüksek bir
kün değildir. sosyoekonomik düzeye sahip olan yeni kişilerin
gelmesiyle mahallelerin fiziksel dokusunun deği-
Mutenalaştırma, zamanı geldiğinde gerçek- şimi anlamında kullanılan İngilizce gentrification
leşen kaçınılmaz bir kentsel dönüşüm (bak. Kent- kelimesi için Türkçe karşılık önerilerinden sadece
sel Dönüşüm) süreci belki de... Ancak belirli bir bir tanesidir (bak. Soylulaşma).
regülasyonla kontrol altında tutulmaları, daha
sonra daha büyük bedeller ödememek için ge- 2) 1997 yılından beri Galata’da bir sokakta,
rekli. Balat’ta Avrupa Birliği’nin de desteğiyle “komşu”larıyla beraber farklı mekan kullanım-
gerçekleştirilen “semt rehabilitasyonu” çalışması larına dair yeni fikirler geliştiren Oda Projesi’nin
bunun bir örneği. Burada düşük gelir grubundan hem parçası olduğu, hem de yerinden edilmesine
olan kent sakinlerini yerlerinden etmeden fiziksel neden olan bu süreç, 2006 yılının Mart ayında
bir kentsel yenileme çalışması yürütülüyor. Hangi Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi’nde dü-
şekilde gerçekleşirse gerçekleşsin, sözü edilen zenlenen KİM O? - Mutena Sohbetler I in de konusu
İstanbul mahallelerinde yaşanan mutenalaştır- olmuştu. Bu toplantıya, sosyologlar, mimarlar,
ma olgusunun yakın gelecekteki sonuçlarının ne şehir tarihçileri, sanatçılar, öncüler ve sürecin
olacağı ise henüz belli değil. aktörleri katılmıştı. Toplantı sırasında, her ma-
halle veya binada kendine özgü bir mutenalaşma
—Cem Yücel süreci olabileceğinden veya olması gerektiğinden
hareketle bu kendine özgü gentrification biçimine
>Kentsel Dönüşüm, Mahalle, Soylulaşma uygun yeni Türkçe karşılıklar aranmıştı. Çünkü
İstanbul’da, bu sürecin başlangıcında, şehirdeki
MUTENALAŞTIRMA (II) diğer oluşumlar (örneğin gecekondu) ne kadar
enformel ise mutenalaşma da o kadar enformel-
Yeterince mutena olmadığı düşünülen bir kent
parçasında yapılan bir toplumsal mühendislik di. İstanbul’da bir mahalleye göçle gelmiş (bak.
etkinliği. [Ed.] Göç) bir kişinin, köydeki yakınlarını da çağırıp o

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-240
İSTANBULLAŞMAK

mahalleyi bir tür “işgal” ettiği gibi, mutenalaş- Galata’da, Şahkulu Sokak’ta bir apartman dairesi
maya uğramış diğer mahallelerin “yeni gelenler”i kiraladıktan sonra mahalleliyle kendiliğinden geli-
de arkadaşlarını ya da “kendileri gibi olanlar”ı şen komşuluk ilişkileri çerçevesinde 2000 yılında,
“yer” satın almaya teşvik ettiler. Ve eski sakinler bulundukları apartman dairesinin bir odasını kom-
ile yeni gelenler arasında karşılıklı ilişkiler olu- şuları ve davetli kişilerle ortaklaşa kullanmak üzere
şabildiği gibi, ilişki gerekmediği de oldu. Dolayı- açmıştı. O yıllarda, daha ilk günden başlayarak,
sıyla her semte uygun yeni bir kavramsallaştırma zaman zaman mekana projeyi izlemeye gelen kişi-
için katılımcıların önerileriyle beraber tüm olası lerin “buradaki daireler kaç para?” gibi sorularının,
karşılıklar şunlardı: Asilleştirme, Batılılaştırma, mahallede yaşanacak ciddi dönüşümün habercisi
Beyoğlulaştırma, Bodrumlaştırma, Cihangirleş- ve Oda Projesi’nin mahalledeki varlığının sonu
tirme, Dönüştürme (bak. Kentsel Dönüşüm), Fark- olacağı bilinmezken, 2005 yılında bu apartman
lılaştırma, Güzelleştirme (bak. Güzelleştirme), dairesi satılmış, Oda Projesi yerinden ayrılmış,
Jantileştirme, Kentsoylulaştırma, Kibarlaştırma, eskiden sokağın iki yanında yer alan eski kapılar
Kumkapılaştırma, Kültürlendirme, Mahremleştir- yeniden takılmış ve sokak saat 22:00’den sonra
me, Meşrulaştırma, Miraslaştırma, Nazikleştirme, gelen geçene kapatılmış, eski oturanların yarısı da
Nezihleştirme, Ortaköyleştirme, Seçkincileştirme, taşınmıştı. Oda Projesi mutenalaşma nedeniyle bir
Seçkinleştirme, Sıhhileştirme, sınıflaştırma, Soy- kez aynı sokakta yer değiştirmiş, ikinci mekanını
lulaştırma, Tarlabaşılaştırma, Yabancılaştırma mahallelinin yardımları ve çabalarıyla bulmuş,
(bak. Yabancılaşma). ikinci seferde ise tamamen mahalleden ayrılmak
zorunda kalmıştı. Sanatçıların veya sanat proje-
3) İlk kez Çağlar Keyder tarafından kullanılan lerinin şehri dönüştürme gücünün keşfedilmesi
“mutenalaşma” sözcüğü (mutena: 1- özenilmiş, kaçınılmaz, ama her sokağın kendine özgü mikro
özenle yapılmış, 2- seçkin, önemli) daha çok, bu- bir dönüşme biçimi olması makro şehir dönüş-
günün sanatında çok da yeri olmayan bir “özenle türme projelerinden daha az zararlı olsa da Oda
yapma biçimi”ne, yani eski sanat yapma biçimine Projesi bugün İstanbul’un en mutenalaşamaz yeri
de işaret eden ilk anlamı dolayısıyla Oda Projesi neresiyse orayı bulma arzusu içinde. Arka arkaya
tarafından tercih edilmişti. Oda Projesi 1997 yılında açılan çeşitli müzeler (bak. Müze) veya sanat ku-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-241
İSTANBULLAŞMAK

rumlarının bir sonraki durağının neresi olacağı ise itibaren daire daire satarak işi adım adım yürü-
büyük bir soru işareti olarak önümüzde duruyor. tüyordu. Satışın daha temel atma aşamasında
başlaması zorunluydu. Çünkü, bu tür müteaahit-
—Özge Açıkkol developerler çok küçük bir sermayeyle çalışmak
durumundaydılar. İnşaatı kendi öz kaynaklarıyla
>Göç, Güzelleştirme, Kentsel Dönüşüm, Müze, tamamlamaları söz konusu değildi. Sürekli ser-
Soylulaşma, Yabancılaşma maye sıkıntısı çeken, banka kredilerinin emek-
leme döneminde olduğu ve büyümek isteyen bir
ekonominin taleplerine uygun en ucuz kentsel
MÜTEAHHİT konut arzını (gecekondunun tanımladığı daha da
ucuz alternatifin yanı sıra) onlar gerçekleştirdiler.
İstanbul’da kadri bilinmeyen bir kentsel aktör. 1950-1980 aralığında metropol konut stoğunu tı-
kanmalara fırsat vermeyecek kadar genişlettiler.
İstanbul’da müteahhidin yakın tarihi 1950’ler
ortalarında başlar. Müteahhide yönelik toplum- 1950 ve 1960’ların “yapsatçı” adı verilen bu
sal algıyı biçimlendiren de bu evrede başlayan müteahhitleri, az sayıdaki mimar veya mühendis
gelişmelerdir. Ancak bu tür müteahhitlerin geç kökenli olanlar hariç, inşaat işçiliğinden yetişmey-
19. yüzyıl İstanbul’unda öncülleri bulunduğu diler. Genellikle metropole düz amele statüsünde
anımsanmalıdır. Satın aldıkları arsayı küçük, gelmiş, inşaatı burada pratik içinde öğrenmiş ve
eşboyutlu, birkaç birimlik dizikonutlar halinde ustabaşı niteliği kazanmışlardı. Çoğunlukla Doğu
yapılaştırıp satmaktaydılar. 1950’lerin ortalarında Karadeniz Bölgesi kökenli oldukları için İstanbul
beliren müteahhit tipi de onlar gibi küçük serma- diline “Laz müteahhit” terimini sokacaklardı.
yeli bir girişimciydi. Ancak, öncüllerinden farklı Kenti çok küçük kaynaklarla inşa ettiler, orta sı-
olarak dizikonut değil, apartman inşa etmekteydi. nıfların konut talebini karşıladılar, ama ortaya
Bir arsayı mal sahibinden, üzerine inşa edeceği çıkan kentsel çevre, sermaye ve uzmanlıklarının
apartmandan belirli bir pay vermek üzere dev- yetersizliğinin izlerini taşıyacaktı. İnşa ettikleri
ralıyor ve yaptığı apartmanı yapım aşamasından binaların teknik ve estetik kalitesi düşüktü. An-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-242
İSTANBULLAŞMAK

cak bunda müteahhitlerin sermaye yetersizliği fiyat tashihleri yaptırmak gerekecekti. Özetle, bu
kadar, onlardan daire satın alanların ekonomik koşullarda daha farklı kalitede mimari sonuçlar
kaynaklarının küçüklüğü de önemli rol oynuyor- elde edilemezdi ve edilemedi. Daha da önemlisi,
du. Küçük kaynaklarla konut edinmek durumun- ihalelerde sürekli mantık ötesi oranlarda fiyat
da olanlar, küçük kaynaklarla konut inşa etmek kıranların egemen olduğu bir sistemde sermaye
zorunda olan yapsatçılara başvuracaklardı. Böyle biriktirmek de zordu. Ortamın, kamu imar prog-
bir sistem içinde müteahhidin bir günah keçisi- ramlarında da 1980’lere kadar küçük müteahhide
ne dönüşmesi olağandı. 1960’ların başında artık bırakılmış olduğu söylenebilir.
müteahhidin her tür kentsel aksaklığın ve mimari
kalitesizliğin tek müsebbibi olarak tanımlanması Her iki müteahhit tipinin de kentlilere esin-
olağan bir gündelik yaşam pratiğine dönüşmüştü. leyeceği düşüncelerin olumsuz olacağı aşikar.
Sonuçta, çevrede ortaya çıkan her olumsuzluk
Kamu yapılarını inşa eden müteahhitlerse ve inşai kalite düşüklükleri sadece müteahhit-
bu yapsatçılardan farklı bir grup oluşturdular. lerin suçu olarak kavranacaktı. 1999 Marmara
Ne var ki, onlar da sermaye kıtlığından muzda- Depremi’yse, verdiği yüksek hasar ve can kaybıy-
riptiler. İşi açık eksiltme mekanizmalarıyla en la müteahhitlere yönelik antipatiyi tırmandırdı.
az fiyata yapacak olana emanet etme usulünün Ancak, paradoksal olarak, 1990’ların başından
egemen olduğu bir ihale düzeninde, bu sermaye itibaren iyice belirginleşen hızlı bir ivmeyle bü-
kıtlığının yapsatçılardakinden de kötü sonuçları yük sermayeli müteahhit tipi ortama ağırlığını
olacaktı. Sermayesi olmayan müteahhitler, gide- koymaya başladı. Özellikle İstanbul’da, konut ve
rek tırmanan bir rekabet ortamında yaşayabilmek bayındırlık sektörleri artık onun egemenliğindey-
için fiyatları mantık sınırlarını zorlayacak kadar di. Binlerce birimlik yerleşme alanları inşa eden
aşağılara çekmek zorundaydılar. Gerçek inşaat firmalar doğdu. Ne var ki, kentsel alandaki rant
fiyatlarıyla işi tamamlamak mümkün olamayacağı üretiminden aslan payını kaptıkları için, müte-
için de, hem kaliteyi alabildiğine aşağılara çek- ahhitler bu kez de, eskisinin aksine, kalitesiz inşa
mek, hem de çeşitli hukuksal açıkları kullanarak, ettikleri için değil, kenti çıkarları doğrultusun-
işi tanımlananın ötesinde uzatmak ve defalarca da yoğunlaştırdıkları ve “betonlaştırdıkları” için

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-243
İSTANBULLAŞMAK

saldırı hedefi oldular. Üstelik, eski müteahhitlik MÜZE


pratikleri unutulmadığından, kolay isabet ettirilir
hedefler tanımladılar. Örneğin, bugün İstanbul’da Uluslararası Müzeler Konseyi’nin en güncel tanı-
mıyla müze, insanlığa ve yaşadığı çevreye ait so-
konut sektöründe developer ile müteahhidin 19. mut ve somut olmayan mirasın, eğitim, araştırma
yüzyıl ortalarından başlayan örtüşüklüğü çözül- ve haz alma amaçlarıyla toplandığı, korunduğu,
müş değil. Hala, neredeyse kural olarak, arsayı ve sunulduğu ve sergilendiği halka açık, kar amacı
gütmeyen, toplumun ve gelişiminin hizmetinde,
finansmanı (bazen planlama hizmetini de) sağla- sürekliliği olan bir kurumdur.
yanla inşaatı gerçekleştiren ve pazarlamayı yapan
tek bir şirket olmayı sürdürüyor. Buysa, çelişik Müzeler antik çağlardan bu yana insan uygarlığı-
rolleri müteahhidin şahsında birleşmiş aynı aktö-
nın bilim ve sanatlara dair üretiminin mekanları
rün oynaması anlamına geliyor. Dolayısıyla, ona
olarak anılagelmiştir. Helen mitolojisinin ilham
saldırmak kentsel alanda beğenilmeyen her şeye
perileri “müz”lerin evi anlamındaki “Museion”,
saldırmak anlamına geliyor. Rol alanları ve etkile-
tüm dillere uyarlanarak, zihinsel ve fiziksel üre-
dikleri kent arazisi iyice genişlemiş olduğundan,
timin kanıtlarının bir araya getirildiği bellek
eleştirilerdeki haklılık payı eskisinden bile yüksek.
mekanlarını tanımlar. Müze sözcüğünün gerçek
Buna rağmen, müteahhide yönelik nefrete varan
anlamda, farklı niteliklerdeki koleksiyonların
eleştirel yaklaşımlarda diğer kentsel aktörlerin
toplandığı ve sergilendiği yerler için kullanılmaya
kendilerini temize çıkarma kaygılarını okumak zor
başlanması daha geç dönemlere rastlar.
değil. İstanbul’da kentlilerin önemli kesimi, kendi
sorumluluk payları üzerinde düşünmemeyi böyle
17. yüzyılın “Nadire Kabineleri”ne müze de-
bir günah keçisinin varlığı sayesinde başarabiliyor.
nirken, kurumsal anlamda, topluma açık ilk müze
—Uğur Tanyeli 1682 yılında Oxford Üniversitesi içinde kurulan
“Ashmolean Museum”dur. Sonrasında 18. yüzyıl,
birçok özel koleksiyonun müzeye dönüşmesi,
halka açık müzelerin sayılarının artmasıyla ve
yüzyılın sonunda da Fransız Devrimi etkisiyle

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-244
İSTANBULLAŞMAK

gelişen kamu müzeleri kavramıyla şekillenir. Osmanlı’nın günümüze kalan müze mirası
19. yüzyıl süreci çeşitlenen ve ihtisaslaşan, hem ise Batılılaşmanın mutlak öğeleri arasında dü-
içerik açısından hem de mekansal olarak dikkat şünülüp buna göre modellenerek, diğer Batı’dan
çekici boyutlara ulaşan müzelerin altın çağıdır. uyarlanan kamu kurumlarının aksine ihtiyaçtan
Kurumsal geçmişi, arşivler, kütüphaneler gibi ben- değil, tamamen Batı’nın ilgisini yoğunlaştırdığı
zer bellek ve bilim mekanlarından çok daha kısa bir alanda otorite göstermek eğilimiyle kurulur.
olmakla birlikte, müzenin kentsel yaşam düzeni Tanzimat yenilikleri döneminin ilk yıllarında,
içinde özellikli çekim alanı olarak belirleyiciliği 1846’da, Aya İrini’nin eski silah ve ganimetlerin
ve mekansal varlığıyla yer edinmesi hızlı olur. 19. hazineye layık görülmeyen bir bölümü ve hipod-
yüzyıl kentleşmesinin ana bileşenlerinden opera, rom civarından gelen antik mimari parçalardan
tiyatro, kütüphane, belediye, kamu yönetimi me- ibaret birikimlerle oluşturulan müze düzenlemesi
kanları ile birlikte müzeler, şehir merkezlerinde ilk girişimdir. İki kısım halinde başlayan müze nü-
yerlerini alır. vesinin antik eserler odaklı gelişmesinin yegane
nedeni de Avrupa’nın antik döneme olan ilgisidir.
British Museum üzerine çalışmalar yapan mi- 1869’da Safvet Paşa’nın sadarete bir imparatorluk
marlık tarihçisi J. Mordaunt Crook’un yorumuyla müzesi kurulması talebini gerekçelendirmek için
müze, “18. yüzyıl Aydınlanması’nın, 19. yüzyıl de- sunduğu, “Avrupa müzeleri buradan götürülen
mokratikleşmesinin ve 20. yüzyıl modernleşmesi- nadide eserlerle süslüyken, ülkemizde bir mü-
nin bir ürünüdür”, yani Batılı düşünce yapısının zenin kurulmamış olması doğru değildir” bildi-
getirisi, Batılı bir kurumdur. En temelinde müze rimi, müzelere olan “ihtiyacın” göstergesi olarak
bir Avrupa’lıdır. Eski kıtanın gelişim süreçleriyle ele alınabilir. Osmanlı İmparatorluğu müzesine
paralel evrimleşmiştir. Dünya üzerine yaygınlaş- kavuşurken bile bu mekanın toplumun belleğini,
masının ise her kültür coğrafyası için farklı bir geçmişininin maddi kanıtlarını gelecek nesillere
gerekçesi vardır; kültürel kimliğin vurgulanması aktarılabilir kılmaya yarayan bir kurumsallaşma
aracı, aidiyet sembollerinin ideolojik olarak bir olduğu bilinci, Avrupa’nın ilgisine mağlup olur. 16
araya getirilmesi ve topluma mal edilmesi, mo- Ağustos 1880’de Çinili Köşk’ün Müze-i Hümayun
dernleşme göstergesi gibi... olarak düzenlenerek açılışında, dönemin Maarif

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-245
İSTANBULLAŞMAK

Nazırı Münif Paşa, Müze’nin önemini şöyle dile binası dönemin Batı’da inşa edilen bütün müzeleri
getirir: gibi yoğun neoklasik vurgusuyla, yüzyıllar bo-
yunca kapılarını Batılılara “lütfen” açan Topkapı
“Eskiden bizde eski eserlerin kıymeti pek Sarayı’nda yerleşik ilk ve tek Avrupalıdır.
bilinmezdi... Halen Avrupa ve Amerika müze-
lerinde mevcut eski eserlerin çoğu ülkemizden- Müze-i Hümayun merkeziyetçi müzeleşme-
dir... Bunu da bizde bu konuya eğilim ve rağbet nin de abidesidir. İmparatorluğun başkentine
görülmemesinden dolayı yapıyorlardı. Bir süre- toplanan her türlü antikiteyle yükselen müze,
den beri Osmanlılar arasında bu ilgi başlamış ve 1904 yılında Bursa’da açılan bir şubesi ile yerel bir
eski eserlere ilişkin bir kanun dahi çıkarılmıştır. atılım gösterse de, devamlılık göstermez. 20. yüz-
Müze-i Hümayun’un kurulması ise bunun en açık yılın ilk onyıllarının siyasi karmaşasına rağmen,
örneği olduğundan, artık Avrupalıların bu konuda Osmanlı’da hareketlenen yeni müze projelerinin
hakkımızdaki fikir ve davranışlarını değiştirme- de tamamı İstanbul içindir.
leri ümit edilir.”
Osmanlı Müzesi’nin Batılı normlarla, onyıl-
1880’lerin ortasına doğru Osmanlı toprakları- larca Batı’nın takdiri için yapılandırılmış olma-
nın her köşesinden payitahta gönderilen eserler, sının getirdiği geleneksel tavır, Cumhuriyet’in
1472 yılında II. Mehmet döneminde inşa edilen, ideolojik müdahalelerine rağmen neredeyse gü-
sultanın ve maiyetinin cirit gibi geleneksel oyun- nümüze kadar taşınır. Müze, belki de Batı’dan
lar oynadıkları sürelerde dinlenme mekanı işlevi alınan diğer kültür ve bilim kurumları gibi top-
gören Çinili Köşk’e sığmamaya başlar. Osman luma hizmetinin niteliğinden çok, çağdaşlık se-
Hamdi Bey’in yönetimindeki müze için Alexandre viyesini yakalaması ve Batı’nın ilgisini çekmesi
Vallaury’nin tasarladığı binanın cephesinin, yapı- nitelikleriyle değerlendirilir. Osmanlı’nın son
mından kısa süre önce Sayda’dan (bugünkü Lüb- dönemlerinde, toplumun kültürel yapısına de-
nan sınırları içinde) getirilen Ağlayan Kadınlar ğin özgün yerel sanatlara ya da gündelik konu-
ve İskender Lahdi’nden esinlendiği söylenegelir. lara dair müzeler açılma eğilimi başlamışsa da,
İlham perisi ne olursa olsun, Müze-i Hümayun Cumhuriyet’e pek de geniş koleksiyonlar intikal

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-246
İSTANBULLAŞMAK

edemez. Cumhuriyet’in ideolojisi ise elde kalan kılaplarının imzası müzeler; halk egemenliğinin
Anadolu topraklarının sahiplenilmesi, Anadolu sembolü Topkapı Sarayı’nın (1924) ve laikliğin
kültürünün tüm dünya tarafından kabul edilerek, göstergesi Ayasofya Camii’nin müzeleştirilmesi
ülkenin bütünlüğü ve sürekliliğinin sağlanma- (1934), muasır medeniyetler seviyesine yüksel-
sı doğrultusunda müzeleri araç haline getirdi- mekte bir adım olarak Resim ve Heykel Müzesi
ğinden, eski çağ kültürlerinde “Türk”ü arayan (1937) İstanbul’un altı yüz yıllık yönetim mer-
arkeoloji ve “Türk”ün özgün kültürel üretimini kezliğini kaybetse bile kültürel başkent olmaya
ortaya koyan etnoloji, muasırlaşma sembolle- devam edeceğini gösterir.
rinden biri olarak yurdun her köşesinde kurulan
müzelerin ana besleyicisi olur. Böylece istisnai Cumhuriyet’in ilk onyıllarında tüm kültür
bir şekilde kurulan bir resim heykel müzesinin, kurumlarına (konser salonları, operalar, tiyat-
askeri içerikli müzelerin ve müzeleştirilen saray rolar...) karşı duyulan heyecan ve ilgi, kamusal
ve konakların dışında, Anadolu’ya yayılan müze odakların siyasi, ekonomik alanlara yoğunlaşma-
kültürü, hep yörenin antik dönemden başlayıp sının getirdiği durağanlaşma ile birlikte kademeli
etnografya ile çeşnilendirilen süreklilikten uzak olarak söner. Yakın dönemlere kadar müze ile
koleksiyonlarının onyıllar boyunca aynı düzende ilgili en belirgin algı, sessiz ve saygılı olunması
sergilenmesiyle vücut bulur. gereken, içinde hazineler barındıran ve turistle-
rin çok beğendiği, bunun için ülke olarak gurur
Erken Cumhuriyet döneminde müze geli- duyduğumuz yerler olduğudur.
şiminden payını alan merkez, özellikle belirtil-
mekten kaçınılmasına rağmen yine İstanbul’dur. Erken Cumhuriyet dönemi, müzelere bir ge-
Her ne kadar Ankara’nın siyasi egemenliğini vur- lenek daha yerleştirir: Osmanlı’dan kamulaştı-
gulamak için kamu yapılarıyla donatılması, ke- rılan taşınmazların nasıl değerlendirilebileceği
za bir Etnoğrafya Müzesi’nin inşası, 1940’larda sorununa müze kullanımı hızlı bir çözüm getir-
bir Arkeoloji Müzesi kurulması gibi müzecilik diğinden, her türlü anıtsal yapının müzeye “dev-
açısından da somut veriler sunsa da, aslan payı şirilmesi” takdir edilir. Kentsel alanlarda özgün
İstanbul’undur. Cumhuriyet ideolojisinin ve in- işlevini yitirmiş, nasıl kullanılacağı bir türlü bili-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-247
İSTANBULLAŞMAK

nemeyen, bununla birlikte tarihi bilinç ve kentsel şumuna gidildiğinde, müzenin kurulmasının ilk
siluet (bak. Siluet) anlamında yıkılamayan, zaten adımlarında, kent içinde kullanılabilecek makul
kimsenin de kullanmak istemediği tüm kamusal büyüklükteki eski binalara bakmak ya da eski bi-
yapı türlerinin müzeye tahsis edilmesi gibi bir nalara eklemlenmek mantığı sürmektedir. Tüm
adet yerleşir. Ekonomik değeri yüksek araziler iyi niyetli girişimler, müzeolojinin gelişmesi, tek-
üzerinde kentin ortasında kalmış tarihi bir han, nolojik ilerlemelerin müze ihtiyaçlarına uygun
bir medrese, bir konak ya da endüstriyel bir yapı hale getirilerek uyarlanmaya çalışılması bile eski
yok edilemeyeceği için ona dokunulmazlık sağ- yapıların sorunlarını ortadan kaldıramamakta,
layacak yeni işlevi, belki de kaderi müze haline müzelerin sürdürülebilirliğini sancılı ve pahalı
getirilmesidir. Zira müze kavramı halen, mekansal bir operasyona dönüştürmektedir.
uygunsuzluğu örtebilecek en basit çözüm gibi
görülmekte, mekanları anlamlandırmanın yolu, Müzelerin kent gelişimininin belirgin aktörle-
içine üç-beş ilginç “eşya” konulmakla sağlanacak ri olarak yer bulmaları yalnızca sembolik, anıtsal
gibi algılanmaktadır. Aslında bu yaklaşım, mekan “eskilerin” değerlendirilmesi değildir. Müzeler, 19.
odaklı, mevcut mimari potansiyele uydurulmaya yüzyıldan bu yana şehirlerin modernleşmesinde,
çalışılan bir müzeolojik planlamayı zorladığından, kentsel dönüşümlerde (bak. Kentsel Dönüşüm),
gerçekte müzelerin işlevsizleştirilmesi, toplumsal inşa edildikleri dönemlerin tarzını vurgulamak
yararının asgariye indirgenmesine neden olur. görevini diğer kamusal yapılarla paylaşır. Hat-
ta “diğer” sınıfına giren gösteri, bilim, yönetim
Son yıllarda Türkiye genelinde müzelerden mekanları gibi işlevi kesin sınırlarla tanımlı,
sıklıkla bahsedilmesi, “müze sektörünün” tabii gereksinimleri normlara bağlı yapılardan farklı
ki öncelikli olarak İstanbul’da atılıma geçmesi, olarak daha “esnek” kullanılabilecekleri varsa-
hizmet ettikleri toplumla daha doğrudan ilişkiler yıldığından, özgün mimari form denemeleri için
kurmaya, toplumun ilgisini çekmek için farklı bir serbest uygulama alanı açarlar. Müzenin içeri-
iletişim yolları denemeye başlamaları, sayı ve ğinin, koleksiyonunun, sergilemesinin, bilimsel
içerik çeşitliliğinin artması bile bu yaklaşımı de- ve iletişimsel işlevlerinin esas olduğunu düşünen
ğiştirmekten uzaktır. Halen yeni bir müze olu- görece az sayıdaki müze profesyonelinin işlevsel

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-248
İSTANBULLAŞMAK

kaygılarına rağmen, kent siluetine çarpıcı katkı- çok amaçlı salonları, işletmesine ve tanıtımına
larının her zaman takdir görmesi, müzeye önce- katkı sağlamak için sunulan ekonomik alanları
likli bir “mimari eser” kavrayışıyla yaklaşılmasını (kitap ya da anı eşyası satış mağazaları) özünde bu
sağlar. Bu bağlamda, muhtelif çağdaş örneklerde bellek mekanlarını yalnızca ziyaret edilen yerler
izlenebildiği üzere, gerçek önermelerle savunu- değil, aynı zamanda “kullanılan” yerler olarak
lamayacak bir durum, yani bir müzenin içindeki da topluma kazandırabilmek için eklemlenen
eserlerden ve topluma sunduğu hizmetlerden hizmetlerdir. Yine de hiçbir bağlamda müzenin
bağımsız olarak yalnızca mimarisinin topluma olmazsa olmazları arasında yer almazlar. Ne var
sunulmasının kavramsal kurgusu, kentsel dö- ki, kentli tüketim biçimleri içinde, özellikle İs-
nüşüm mantığı içine kolaylıkla yedirilebilir. Bu tanbul gibi dünya metropolü sayılan kültürel
öylesine baskın bir çağdaşlık koşulu olarak algı- merkezlerde, müzelerin geleneksel prestijinin
lanmaktadır ki, örneğin unutulmuş bir limanı kül- büyüsü zaman zaman dinlenme alanları başta
türel popülerliğe kavuşturan mimari görselliğin olmak üzere bazı paylaşım mekanlarını fazlasıyla
benzerinin İstanbul’un tarihi dokusu içinde de popüler hale getirerek müzelerin işlev dengesini
yer alması gerektiğini fütûrsuzca düşündürebil- olumsuz yönde etkileme riski taşır. Müzeler temel
mektedir. misyonlarından uzaklaşarak kültürel etkinlik
alanları şeklinde kabul edilmeye başlandığında,
Toplumsallaşma ve kent kültüründe öncelikli toplumun gelişimine hizmet eden bilimsel bir
varolma durumunun bir diğer çelişkisi de müze- yapı vurgusu zayıflamaya, bellek, aidiyet ve kimlik
nin sunduğu hizmetlerin dengesinde aranabilir. ilişkisi içinde geçmişten geleceğe köprü kurma
20. yüzyılın metropoliten yaşantısında, müzeler vizyonları zarar görmeye yüz tutar. Restoranı için,
yukarıdaki tanımda yer alan temel sorumlulukları kafesi için, özel konserleri ya da sinemaları için
dışında, yan etkinlikleri ile de önemli rol alırlar. “tüketilen” bir müzeyi, sanata, bilime ve tarihe,
Müzenin halka açık araştırma alanları (kütüp- yani özünde kültürel mirasına gerçekten değer
hanesi, belge, görsel ve işitsel arşivleri), eğitime veren bir toplumun özgün mekanlarıymış gibi
katkı sağlayan atölyeleri, dinlenme alanları (ka- değerlendirme yoluna gitmek bir meşrulaştırma
feterya ya da restoranı), kültürel etkinliklere açık olamaz. Bu tür uygulamaların İstanbul’un kültürel

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-249
İSTANBULLAŞMAK

yaşamında belirgin bir yer tutması ise, buradaki MÜZİKTE KORSAN


hızlı dönüşümü örnek alan, lakin benimsemeyen
diğer bazı kentler için, müzelerin içinde mekan Müziğin çeşitli formlar halinde çoğaltılarak
dolaşımının artırılmasını öngören bir dağıtım
ve kavram ile ilişkisiz sosyalleşme alanları yarat- biçimi.
ma sakilliğine kadar varabilmektedir. Durum bu
olunca da, İstanbul’un müzecilik açısından son Günümüzde müzikte korsanın evdeki hali, şarkı-
yıllarda yaşadığı sosyal ve kültürel hareketliliği ların internet programları aracılığıyla bilgisayarla-
genelleştirip, ülke mirasının kalkınmasıyla öz- ra indirilmesine dayanıyor. Pek çok müzisyenin ve
deşleştirmek iyiden iyiye yanlıştır. plak şirketinin -özellikle de büyük isimlerin- önü-
ne geçmek adına türlü güvenlik ve kilit sistemine
Sonuç olarak, kentsel dönüşüm başlığının başvurduğu bu yöntemin, müziğe erişimi kolay-
müzeler maddesi İstanbul şehri dışında bir ün- laştırması sayesinde kazandığı pek çok savunucu-
lem ifade etmiyorsa, bu coğrafyanın ilk müzesi- su da var. Öte yandan, şarkıların internet ağında
nin kurulduğu kentin mirasını yayma endişesi kolay dolaşımını sağlamak için sıkıştırılarak dö-
taşımadan, dönüp katettiği yola bakarak, kentin nüştürüldüğü MP3 gibi formlar ise ses kalitesinde
ve kentlinin gerçek olabilecek ihtiyaçlarını göz %50’ye varabilen bir düşüşle sonuçlanıyor. Ama
önüne almadan, yalnızca kenti daha kültürlü bunu kimsenin kafasına taktığı yok gibi gözükü-
kılıp, mimari “kalitesini” daha görünür hale ge- yor. Yani kolay erişim ve düşük bedelin sağladığı
tirmek pahasına yüz altmış yıldır bakış açısını avantajlar, ses dalgalarındaki kaybın bir sorun
değiştiremeden ya da yalnızca günümüz tüketim olarak algılanmasının bile önüne geçebiliyor.
normlarına uyarlayarak evrenselliğe ilerliyorsa,
belki de tüm bunları zaten hiç yazmamak, hatta Korsan müzik dağıtımının sokaklara düşmüş
düşünmemek gerekir. hali ise gruplara ya da türlere özel hazırlanmış
olan MP3 CD’leri. Müzik dükkanlarını yenerek
—Burçak Madran piyasayı ele geçirmiş olan bu düzenle birlikte,
şehirdeki müzik alışverişi artık dükkanların önün-
>Kentsel Dönüşüm, Siluet

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-250
İSTANBULLAŞMAK

den geçerken ısrarla tekrar edilen “Sidi lazım mı dahi satışa sunulmayabilirdi. Satıcı ise ceplerini
abla?” sorusuna dönüşmüş durumda. Örneğin doldurmaya çalışan tacirden alabildiğine uzak bir
Kadıköy’deki Yazıcıoğlu İş Hanı ve çevresindeki portre çizerdi; o daha ziyade sizi camiasına dahil
mekanlardaki satıcılar bilgisayar programları ve etmenin peşinde gibiydi. Kısaca hem alan, hem
filmlerin yanı sıra haftalarca dinleyebileceğiniz de veren pek bir mutluydu.
kadar çok müziği bir araya getirerek yaktıkları
CD’leri son derece ucuz fiyatlara satıyorlar. Tez- Her tezgah ya da her dükkanın kendine has
gahların arkasında dönen uluslararası bir ticaret bir sunuş biçimi vardı. Bu sunuş biçimi, kaset ka-
var. Ve bu ticaret “büyük”lerin ticaretini son dere- paklarının sırtlarında yazan isimlerde kullanılan
ce olumsuz bir yönde etkiliyor; “Korsana Hayır!” el yazısından kalemin rengine, kasetin içindeki
sesleri televizyonlarda yankılanıyor. fotokopiyle çoğaltılmış orijinal kapak örneğinin
boyutundan boş kasetin markasına kadar farklı
Fakat müziği satın alıp almamanın değil de, değişkenler tarafından belirleniyordu. Kişiden,
müziğe ulaşıp ulaşamamanın asıl mesele olduğu kişiye özel bir muamele... Müziği bu biricik form-
günlerde müziğin korsan yollarla dağıtılması ço- larda edinince size özel olduğunu düşünmeniz
ğunlukla ticaretten uzak, duygusal bir eylemdi. kaçınılmazdı. Hatta satıcıyla kurulan muhabbetin
Müzik dükkanları ve bu müzik dükkanlarının dozuna bağlı olarak, çekilen kasetlerin sonların-
yakınlarında konumlanmış müzik tezgahları, da kalan boşluklara iliştirilen, “bunu sevdiysen,
falanca abinin ya da filanca ablanın arşivini boş bunu da sevebilirsin” manasına gelen ekstra da-
kasetlere doldurmak suretiyle dinleyiciyle pay- kikalar da ne kadar özel olduğunuzun ve bu cami-
laşıma açarlardı. Dinleyicinin telif yasaları, mü- aya tutunarak güvende olabileceğinizin en güzel
zisyen hakları gibi kavramlardan bihaber olduğu göstergeleriydi.
o günlerde yapılan tek hesap, bir orijinal kaset
bedeline alınabilecek üç çekme kasetin daha ucuz Aykırı faaliyetlerin yürütüldüğü her şehir
bir ücret karşılığında daha fazla müzik anlamına mekanında gözlenebileceği üzere, 80 sonları ve
geldiğiydi. Üstelik kasete çekilmiş albümlerin 90’lardaki korsan müzik dağıtımına önayak olan
bandrollü olan ana kopyaları, teşhirde olabilse dükkanların da, aynı eylemi gerçekleştiren diğer-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-251
İSTANBULLAŞMAK

leriyle birbirine yakın durmayı yeğlediklerine sık- NOSTALJİ


lıkla rastlanmıştır. Bu dışa doğru yalnız, içe doğru
kenet pozisyonun ilk akla getirdiği mekan da çoğu Nostalji, şimdi’yle travmatik bir yüzleşme hali
olarak düşünülebilir.
ebeveynin zamanında çocuklarının gitmesini
veto ettiği Kadıköy Akmar Pasajı ve çevresiydi.
Geçmişteki bir kesitin üzerine inşa edilmiş gibi
Şu an üniversiteye hazırık kitaplarının satıldığı
gözükse de, nostalji geçmişe duyulan özlemden,
sahaf dükkanları, düzenli temizlenen tuvaletleri
tarih zevkinden farklı olarak geçmişin içinden
ve kafesinde en fazla internete erişimin sağlana-
seçilmiş bir dilimi vazgeçilmez bir ihtiyaç haline
bileceği sıradan bir pasaj görünümünde olsa da
getirebilir. Geride kalmış olanları içeren bütünün
Akmar, meraklı müzik dinleyicisi için sınırsız
ne şekilde parçalanıp yeniden kurgulanacağı daha
müziğe açılan bir kapı gibiydi o günlerde. Aynı
çok bugünün ihtiyaçlarıyla, ruh haliyle, ortamıyla
zamanda da, Kadıköy insanının kendi kendine
ilgilidir; bundan ötürü nostaljinin içeriği oynaktır,
yeter, kendi dışından ürker halini fevkalade bir
bugünün işleyişindeki bozukluğa çare olacağı
doğallıkla ve lafı dolandırmadan anlatabiliyordu.
sezilen öğelerin yaşanmış, dolayısıyla kesin ve de-
ğişmez olanın içinden çıkarılıp tecrit edilmesine
Çekme kasetler ve birtakım abi ve ablalar ara-
ve yeniden kurgulanmasına tekabül eder. Durağan
cılığıyla gerçekleşmiş korsan müzik dağıtımı, bel-
olanı, bilineni işaret eden ve yaldızlayarak belir-
ki de İstanbul’un -müzik adına- başına gelmiş en
ginleştiren nostaljinin doğuşu da gene çelişkili
güzel şeydi. Punkların kapısında dikilebilecekleri
olarak savrulmalar yaratan, geleceği bulanıklaş-
bir mekanları olması ve bu mekanın şehrin göbe-
tıran hızlı değişimlerle bağlantılıdır. İstanbul,
ğinde yer alması da aynı şekilde... Bu sebepledir
son yüzyıllarda Tanzimat ve öncesi, Meşrutiyet
ki, tedirginlik içinde geçmiş çocukluğum bana
ve öncesi, Cumhuriyet ve öncesi arasındaki ge-
her gittiğim şehirde Akmar Pasajı’nı aratır durur.
rilimler üzerine nostalji üretmiş bir şehirdir. Ne
Bilirim ki pasaj yerinde yoksa bile, evlerinde hala
var ki erdemle eylem arasında uçurumların ol-
o kasetleri saklayanlar mutlaka vardır.
madığı, gelecek korkusunun yaşanmadığı tek
bir altın çağ, tek bir İstanbul kurgulamış değildir
—Ekin Sanaç

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-252
İSTANBULLAŞMAK

yazarlar. Çokkültürlü bir imparatorluktan homo- anlatıyordu. Duhani kurgusuna öncelikle bir sah-
jen cumhuriyete doğru geçen kuşakların farklı ne seçmiş –İstiklal Caddesi/Grande Rue de Péra-,
beklentilere sahip, dolayısıyla farklı şekillerde ardından oyuncularını büyük bir özenle belirle-
hayal kırıklığına uğramış bireylerinin kurguları mişti: Özetle yüksek tabakaya mensup olmanın
da birbirine benzemedi. gereklerini yerine getiren her milletten insan.
Ana caddenin gerisindeki ara sokakların onun
Sözgelimi Said Naum Duhani bir Osmanlı dip- oyununda yeri yoktu. 1956’da ise Beyoğlu’nun
lomatının oğluydu. İmparatorluğun son dönemin- Adı Pera İken yayımlandı; alt başlık Geri Gelme-
de Beyoğlu’nda saraya yakın çevrelerin, yüksek yecek Zamanlar’dı. Said Naum Bey hep bildiği
tabakanın içinde bulunmuş, Cumhuriyet devrinde şeyi resmiyete döküyordu böylece: O zamanlar
birtakım şahsi sıkıntıların etkisiyle kendini bir geri gelmeyecekti. Her ne kadar tek kelimeyle bile
çatı katına adeta hapsetmiş, hayatını belli nok- bahsetmese de, bu yüzleşmeyi hazırlayan koşul-
talar arasında sürüklenen, inatla devam ettirilen lar üzerine düşünürken, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül
bir ritüele dönüştürmüştü: Her gün aynı yerlerde 1955 olayları gözardı edilmemeli. Kaldı ki Said
yenen yemekler, her gün uğranan, hep aynı kişi- Naum Bey Meşrutiyet’ten, Dünya Savaşı’ndan,
lerle, aynı sohbetlerin yapıldığı Touring Club, her Cumhuriyet’ten de bahsetmez. Kurduğu dünya
gün aynı gazeteler, aynı kıyafetler… 1947’de gazete neredeyse zamansızdı, ya da Ahmet Hamdi’nin
yazılarının ötesine geçerek, şaşmaz bir düzenle “yekpare, geniş bir ân”ına yayılmıştı. O şimdinin
arşınladığı İstiklal Caddesi’ndeki binaların (bak. içinde durup geriye bakarak geçmişinde neleri
İstiklal Caddesi ya da “Beyoğlu”) ona anımsattıkla- kaybettiğini araştırmıyordu; Ahmet Hamdi’nin
rını Fransızca olarak kağıda döktü: Eski İnsanlar, Huzur’undaki Mümtaz gibi “nerede ve nasıl de-
Eski Evler - 19. Yüzyıl Sonunda Beyoğlu’nun Sos- vam ettiği bilinmeyen büyük ve eski an’anelerin
yal Topoğrafyası. Bütün bir Beyoğlu’nun sosyal son parçalarına” rastlayabileceği bir uzamda da
manzarasını gözler önüne serme iddiasına işaret değildi artık; dahası onun aksine “bize ne oldu-
eden bu iddialı başlığın altında Said Naum Du- ğunu” anlamaya da ihtiyaç duymuyor, geçmişi
hani, Tünel’den Taksim’e kadar sıralanan evleri, bugünü anlamlandırmak için bir kerteriz olarak
içlerinde oturanları, dedikoduları, hatırlananları kullanmaya da çalışmıyordu.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-253
İSTANBULLAŞMAK

Öte yandan nostaljiyi mutlaka melankoliye polit, fakat İslam zarafeti ve manasıyla örülmüş
bağlanan bir durum olarak görmek yanıltıcı ola- bir İstanbul canlandıran Münevver Ayaşlı… Veya
bilir. Örneğin Yahya Kemal “kökü mazide olan Pera’da, Batılı diplomatlarla birlikte kendini sınır
atî” diyerek kendi duruşunu, duyuşunu geçmişle tanımayan bir elit sınıfının mensubu gibi hisse-
gelecek arasındaki devamlılığın bir köprüsü ola- den bir Said Naum Bey. Duhani diğer devletlerin
rak hissettirir. 1950 yılında işlerden elini ayağını temsilcileriyle eşit olmasına engel olduğunu ima
çekerek kendini yazmaya, kültür hayatına ver- ettiği kapitülasyonlardan sık sık şikayet eder ki-
meye karar veren mimar Ekrem Hakkı Ayverdi taplarında; belki de Batılılarla aynı düzlemde,
de, bambaşka bir odağın çevresinde geçmişin bir dahası tıpkı onlar gibi özgün bir kültüre sahip
parçasını sahih, otantik ve geçerli olanın referansı olduğu duygusundan dolayı. Batılılaşmayı ku-
olarak kurmuştu. Fatih devrine (bak. Fatih Sultan rumsallaştıran Cumhuriyet’in içinde kendine yer
Mehmet), Yunan ve Latin izlerinden arınmış bir bulamayışı, bu nedenle şaşırtıcı, kırıcıydı. Fakat
Müslüman şehri olarak İstanbul’a vurgu yaparken, şaşıran bir tek o değildir; farklı duruşları olan
hayat için eylem planını, politik yönelimini de bütün bu yazarlar bir imparatorluğun çöküşünü
belirliyor, daha önemlisi bugünün toplumuna fa- görmüş bir kuşağın mensupları, daha önemlisi
razi bir köken yaratıyordu: Osmanlı toprağındaki bir imparatorluğun çocuklarıydı. İmparatorlukla
yegane özgün ve zengin kültürü yaratmış, hatta birlikte İstanbul modernliğin yeni dinamiğinin
başıboşluk içindeki Anadolu halklarına nizamı karşısında hızla değişecek, böylece bir imparator-
öğretmiş olan Türk, Müslüman Osmanlı münev- luğun çoğul ortamından filizlenmiş, farklı altın
veri... Boğaz’ı İstanbul’dan bile ayrı bir medeniyet çağ şehirleri doğacaktı.
gibi kurgulayarak adeta bir ritüeli yerine getirir-
cesine anlatan Abdülhak Şinasi Hisar; Fatih sem- 1980’li yıllarda İstanbul’da bu derin, sosyolo-
tinin gelenekselliğin, Harbiye’nin Batı’dan gelen jik hayal kırıklıklarıyla bağı zayıf, daha doğrusu
sefahatin simgesi olarak çizildiği, iki zıt kutup onları kullanan, egzotik bir ürün olarak geçmişin
arasında parçalanmış bir İstanbul’u aksettiren ticaretini yapan yeni bir kültürel nostalji dalga-
Peyami Safa’nın Fatih Harbiye’si; ya da hedonist, sı baş gösterdi. 20. yüzyıl boyunca İstanbul’dan
materyalist bir bugünün devası olarak kozmo- silinen gayrimüslimlerin “mazideki” varlığı, on-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-254
İSTANBULLAŞMAK

ların geride bıraktıkları maddi kültür izlerinden tanıklık etmiş olanların anlattıklarından çok, bel-
rant elde edilmesinin yolunu açtı. 1984’ten itiba- ki dile getirmekten imtina ettikleri, görmezden
ren belediye görünürde “İstanbul’u eski haline geldikleri, bulanıklaştırdıkları yaşantılarda ya
döndürmek” amacıyla pek çok eski mahalleyi da manzaralarda aramak gerekiyor.
yıktı (bak. Mahalle; Yıkım ya da Çarpık Kent). Bu
süreçte İstiklal Caddesi’ne paralel bir dizi evin —Saadet Özen
ortadan kalkmasıyla, cadde etrafındaki düşük
gelirlilerin yaşadığı dokudan tecrit edildi, yeni >Fatih Sultan Mehmet, İstiklal Caddesi ya
düzenlemelere uygun hale geldi; 1990’da “nos- da “Beyoğlu”, Mahalle, Tramvay, Yıkım ya da
taljik tramvay” caddede yolcu taşımaya başla- Çarpık Kent
dı (bak. Tramvay). Aynı süreçte Yunanistan’la
ilişkilerin belirgin bir şekilde yumuşamasıyla
İstanbul’un eski gayrimüslimlerine vurgu yapı- ORYANTALİZM
larak “mazideki çoğul cenneti” hatırlatan isimler
taşıyan işletmeler art arda açılmaya başlandı; Hemen terk edilmesi gereken basmakalıp bir
oryantalist yargı: İstanbul bir köprüdür; Doğu
1990’ların sonunda tekrar faaliyete geçen, gay-
ile Batı, Avrupa ile Asya, İslam ile Hıristiyanlık
rimüslim adları taşıyan şarap evleri gibi. 1982’de vb. arasında, genel olarak sevilen ifadesi ile
Said Naum Bey’in kitapları Türkçe’ye çevrilerek medeniyetler arasında bir köprüdür.

basıldı. Bundan sonraki aşamada İstanbul’la ilgili


kitaplar hızla piyasayı dolduracak, bu sırada Said Oryantalizmin basitçe Doğu’nun bütünselleştirile-
Naum Bey’in hatırasındaki “kibar, zarif, gusto rek türdeşleştirilmesinden daha fazlası olduğunu
sahibi, şapkasız ve eldivensiz dolaşmayan insan- akılda tutmak gerekiyor. Öncelikle, Oryantalist
ların yaşadığı yer” kurgusu Beyoğlu’nun üzerine söylem en az nesnesi olan Doğu kadar Batı’yı da
yapışacak, hatta maddi değerini de artıracaktı. türdeşleştirir, söylemin öznesi olarak bütünsel bir
Bu süreç, hayal kırıklıklarının üzerinde yükse- Batı söylemin içinde ortaya çıkar. Kaldı ki, söy-
len marazi özlemleri kullanarak yürüyor. “Bir lem her ne kadar egemen bir Batı inşa etse dahi,
zamanların İstanbul’unu” ise büyük değişimlere söylemin nesnesi olan bütünsel Doğu yanılsaması

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-255
İSTANBULLAŞMAK

da etkisiz bir elemana indirgenemez. Giderek, OSMANLI MAHALLESİ


Doğu olarak indirgenen çokluğun içindeki pek
çok aktör, farklı bir perspektiften dahi olsa bir kez Birbirlerine soy değil, mekana endeksli cemaat
(Gemeinschaft) bağıyla bağlı ailelerin kentsel
daha özsel, geçirimsiz sınırlarla birbirinden ayrı- yerleşme birimi. [Ed.]
lan Doğu-Batı türdeşliklerini yeniden üretmeye
soyunarak oryantalizme eklemlenir. Özsel olarak Osmanlı düzeninin “çokkültürlülüğünü” özlemek
ayrıştırılmış bütünsel iki kimlik yanılsaması inşa günümüz adetlerinden oldu. Bu duruşta ideali-
edildikten sonra, safdil bir kültürel çoğulculuğun zasyonun payını, bu “kayıp cennet” arama dürtü-
savunucuları, aradaki aşılması olanaksız uçurum- sünü bir miktar ayıklamak için Osmanlı mahalle
lar üzerine köprüler kurma yüce gönüllülüğünü yaşamının kurallarını incelemek yararlı olabilir
gösterirler. (bak. Mahalle). Şu unsurları göz önünde tutarak:
16. yüzyıldan 19. yüzyıl sonlarına kadar İstanbul
Sormak gerekiyor: Doğu ve Batı adı verilenler gibi bir şehrin mahalle düzenine iki tür ayrım
kimlerdir, Avrupa ve Asya denen yerler nerele- hakimdir: kadın/erkek ve Müslüman/gayrimüs-
ridir, İslam ve Hıristiyanlık olarak kavrananlar lim ayrımları. İkincisinden başlayalım: Şehrin
nelerdir ve medeniyetler ansiklopedi metinle- dinsel rölyefini her an sergileyen, kimin hangi
rinin dışında birbirlerinin içine geçmeden nasıl dinsel cemaate ait olduğunu görünür kılan, kılık
varolmuşlardır? Köprüseverlere, köprülerin en kıyafet düzenleyen fermanlar sayesinde İstanbul
az birleştirdikleri kadar ayırdıklarını ve arazinin “şeffaf bir sahne”dir. Kostantiniye fertleri dinsel
geçit veren sayısız irili ufaklı patika ile dolu ol- aidiyetlerini bedenlerinde taşırlar: Rumlar siyah,
duğunu anımsatarak teşekkür etmek gerekiyor. Ermeniler kırmızı, Yahudiler mavi tülbent sarmak
Belki o zaman, köprüdeki trafik sıkışıklığından zorundadırlar sarıklarının etrafına. Yeşili kullan-
da kurtulmak hayal edilebilir. mak gayrimüslimlere yasaktır. Mahalleler dinsel
etnik kimlik esasına göre oluşmuşlardır. Bunlar ya
—Bülent Tanju Müslüman, ya Rum, ya Ermeni, ya da Yahudi ma-
halleleridirler, sakinleri aynı dine ibadet eder, aynı

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-256
İSTANBULLAŞMAK

mescidin –ya cami, ya kilise, ya da sinagog- mü- rençliginden korunmak, ayrılmak, onunla teması
davimidirler. Bu semtlerin sokaklarında aynı dil asgariye indirmek mantığı işler. Ötekinin dinine
konuşulur –Türkçe, Rumca, Ermenice, İspanyolca karşı bir “nefret söylemi” ile ifade bulur. Kuralları
ya da Bulgarca… belirleyen resmi belgelerin dilini bu dinsel kin
retoriği oluşturur. Osmanlı mahalle düzenini be-
Şimdi bunlar Avrupa’dakileri andıran birer lirleyen ise şehri şeffaf kılma iradesidir, saraydan
“getto” mudurlar, 1555 yılından beri varolan Roma şehir mekanına bakıldığında kimin kim olduğunu
Yahudi gettosuyla, bir Frankfurt gettosuyla mu- –dinsel ve etnik aidiyet açısından- anında göre-
kayese kabul ederler mi? Bu soruya şöyle cevap bilme iradesidir. Gerçi yaratılan şeffaflık herkese
vermek mümkün: Mahalle düzenini gettodan eşitlik sağlamaya yönelik değildir, cemaatler arası
ayıran hem olgulara dayalı hem de işin özüne ait hiyerarşiyi ve öncelik sırasını sokakta da görünür
birçok unsur sayılabilir. Bir kere gettoda olduğu kılmaya, yeniden yaratmaya yarar. Ancak, kin ve
gibi mahallenin etrafını saran duvarlar, mahalleye tiksinti retoriğiyle işlenmiş değildir ve yaydığı
girip çıkmayı sınırlayan, gündüzleri açık, gece- değer yargıları bunlar değildir.
leri kapalı olan kapılar yoktur. Dışarısıyla irtibat
zamanlarını ayarlayan, merkezi irade tarafından Kadın cinselliğinin kontrolü ise mahalle dü-
konulmuş saatler yoktur. Mahalle halkı gettodaki zeninin kuşkusuz en önemli direklerindendir.
gibi tamamen homojen olmayabilir, mesela bir Kadınların giyimini fazlasıyla ayrıntılı bir şekil-
Ermeni mahallesinde Müslüman hanelere, Ya- de belirleyen, şehir içinde nasıl davranacakla-
hudi evlere rastlamak mümkündür. Mahalleler rını, hangi gün ve saatlerde, nerelerde ve hangi
arasında görünür sınırlar yoktur, birinden diğe- koşullarda şehir mekanında varolabileceklerini
rine geçmek için maddi eşikler mevcut değildir. kurallara bağlayan esas otorite ne aile, ne muhit,
Ancak her şeyden önemlisi, mahalleyi oluşturan ne din, ne pazar, ne de modadır. Devlet iradesini
mantıkla gettoyu “meşru” kılan mantık (ve söy- dile getiren Bab-i Ali fermanlarıdır. Devlet bu
lem) arasında ortak nokta yoktur. Bir cemaati düzenleme otoritesinin bir kısmını bir başka top-
getto içine hapsetme eyleminin altında “öteki” lumsal merciye emanet edecekse, o merci mahalle
dinden olanın “kirli”liğinden, lekeliliğinden, iğ- düzenidir. Devletin gözünde toplumsal kontrol

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-257
İSTANBULLAŞMAK

konusunda -kurum ve mekanizması olarak- en ilişkisi olduğunu tahayyül etmek mümkün değil.
çok mahallenin meşruiyeti vardır, otoritesini Gerçi erkekler hangi dinden olurlarsa olsunlar iş
paylaştığı kurumlar mahalle içindeki yerleşik dünyasında, ticaret ve zanaatta, aynı işkollarında
kurumlarıdır. Onların “icraatının” esası ise kadın (hirfet), aynı tai’felerde yan yana çalışmışlardır.
cinselliğinin kontrolüne bağlıdır. Örneğin aile Ancak aile hayatının yer aldığı, güncel yaşam
yerleşim birimi olarak mahalle içinde, ebeveyn- mekanı olarak mahallelerin diğer kimliklerden
leri mahallenin yerlisi olmayan bekar erkekler semtlerin sakinleri ile ziyaret, komşuluk, vs. tü-
barınamaz. Başka şehirlerden, köylerden gelen ründen bir alışverişlerinin olduğunu düşünmek
muhacir genç erkekler, şehir sınırındaki “bekar yanlış olur. Homojenleştirici, mecburi bir ilk eği-
hanları”nda, “bekar odaları”nda otururlar. 1596 timin henüz varolmadığı Osmanlı dönemlerinde,
yılına ait bir kararnameden anlaşıldığı üzere, er- iş dünyasının dışında oldukları için kadınların
kek seyyar satıcılar (bak. Seyyar Yemek Satıcısı) diğer cemaatlerde konuşulan dilleri bilmedikle-
bile mahalle sokaklarında serbestçe dolaşabil- rini, herkesin Türkçe’ye bile hakim olmadığını
mek için mahalleli bir kefil göstermek zorunda- göz önünde bulundurmak gerek. Yani cemaatler
dırlar: “Galata kadısına hüküm ki… Galata’da ve arası iletişimin sınırlı olduğu bir durumdan, dilsel
Tophane’de Rum ve Ermeni taifesiden niçeleri olarak heterojen bir İstanbul’dan söz ediyoruz. O
sakin olup peremeci (kayıkçı) ve bakkal hammal halde temcit pilavı gibi durmadan önümüze sürü-
olup nice fesadla eyleyüb yanlarına kalup kefilleri len bu “kültürel mozaik” mitosunun yerine, farklı
olmamağın firar idüp ol asillar kefile virilmek cemaatlerin “iç içe değil de sırt sırta yaşadığı” bir
lâzımdır deyû ilâm olunmağın anun gibi yerlü ve düzenin yerleşim birimi olarak bakmalıyız eski
evlü olmıyub ergen olup halen hariçden gelmiş İstanbul mahallelerine.
olanlar Galata subaşısı marifetiyle kefile verilmek
emir idüp buyurdum ki (…)” —Nora Şeni

Bu çift ayrımcı mantığın işlediği, dinsel-et- >Mahalle, Seyyar Yemek Satıcısı


nik-dilsel kimliği kuvvetli mahallenin diğer kim-
likten bir başka mahallenin sakinleriyle çok yakın

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-258
İSTANBULLAŞMAK

OTEL Tanzimat’la birlikte yabancılara vadedilen


daha güvenli ortam ve 19. yüzyılda ulaşımın
Barınma başta olmak üzere çeşitli ihtiyaçları gelişerek taşıma olanaklarının çeşitlenmesi,
karşılayacak biçimde tasarlanmış geçici ko-
naklama yapısı.
Avrupa’dan İstanbul’a kısa süreli gelenlerin sa-
yısını artırmıştır. Otellerde önceleri İstanbul’a
resmi görev, ticaret gibi nedenlerle gelen yaban-
Avrupa’da Sanayi Devrimi ve demiryolları-
cılar konaklarken, 19. yüzyılın ikinci yarısında ilk
nın inşası ile hızlanan otel yapımı, İstanbul’da
turist grupları gelmeye başlamıştır.
Osmanlı’nın 1850’lerde başlayan kent planlaması
çalışmaları ve Osmanlı başkentinin bir Avrupa
Kentte inşa edilen ilk oteller, 1840’ların hemen
kentine dönüştürülmesi çabalarıyla eşzamanlı
başında Galata’da liman yakınlarında konumlan-
olarak ortaya çıkar.
mıştır. Kentin yeni finansal merkezinin temelleri-
nin atıldığı Galata’nın sırtlarında, Avrupai konut,
18. yüzyılda, Avrupa’daki “yeni bir hayat gö- kültür ve ticaret mekanlarını barındıracak olan
rüşü arama” çabalarının önem kazanmasıyla, Grand Rue de Pera’da (bak. İstiklal Caddesi ya da
özellikle Fransa ve İngiltere’nin Doğu’ya karşı “Beyoğlu”) da erken otel yapıları aynı yıllarda açı-
ilgisi giderek artmıştır. Yüzyıl sonuna doğru daha lır. Bu ilk otellerin sahipleri İstanbul’da yaşayan
gerçekçi anlatımların yer aldığı seyahatnameler Levantenler ve gayrimüslimlerdir. 19. yüzyılın
yaygınlaşmaya başlamış, yüzyılın sonlarından ikinci yarısı boyunca, kentin en önemli otelleri
itibaren de Oryantalizm, Romantizm ve arkeolojik yabancı elçiliklerin de yer aldığı bu omurga ve
çalışmalar Doğu’yu, özellikle de Osmanlı toprak- yakın çevresinde konumlanacaktır. 1895 yılında
larını Avrupa’nın belli başlı konularından biri açılan Pera Palas, bir oteller zincirinde yer alma-
haline getirmiştir. Neredeyse hiç ayırımsız bütün sı ve Orient Express turlarının konaklama yeri
Doğu için geçerli kabul edilen bu Doğu imgesi, olmasıyla ünlenir.
Doğu’nun simgesel merkezlerinden biri olarak
Osmanlı’nın başkenti İstanbul’u da görülmesi Bu oteller lüks konaklama yapıları olmanın
gereken yerlerden kılar. ötesinde, yerleştirilmeye çalışılan Avrupai ya-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-259
İSTANBULLAŞMAK

şam tarzının da vazgeçilmez mekanlarından biri OTOPARK


olarak kentin gündelik yaşamına katılırlar. Gay-
rimüslimler, Avrupalı nüfus ve Osmanlı burju- İstanbul’da motorlu araçların park etmesi için
“resmen” tanımlanmış alan. Bu tanımın dışında
vazisinin önde gelenlerinin katıldığı balo, davet kalan ve park amacıyla kullanılan alan tüm
ve konserlere ev sahipliği yaparlar. 19. yüzyılın kent yüzeyi için kullanılır. [Ed.]
son çeyreğine gelindiğinde, bu otellerin yazlık
mekanları Boğaziçi, Adalar gibi kentin yeni ye- “8025 araçlık 16 otopark yaptık.” Bu cümle İstan-
ni banliyöleşmeye başlayan sayfiyelerinde (bak. bul Büyükşehir Belediyesi’nin icraatlarını halkla
Sayfiye) boy gösterir. Benzer şekilde, balo salon- paylaşmak amacıyla çevreyolu üstgeçitlerine as-
ları, tenis kortları ve plajlarıyla, bu mekanlar da tığı afişlerin birinde yazılı. Çevreyolunda seyre-
değişen gündelik yaşam alanlarını bünyelerinde den otomobil şoförleri için bu icraatın bir müjde
barındırırlar. niteliğinde olduğu kesin. Çünkü çok değil, se-
kiz yıl önce İstanbul’daki toplam otopark sayısı
1950’lerde Hilton Oteli’nin açılmasıyla ye- 57, toplam araç kapasitesi 14.204’tü. Ne yazık ki
niden uluslararası otel zincirlerinin tercihleri İstanbul şoförlerinin kutlama yapması için hala
arasına giren kentte, 1980’ler sonrasında sayıları erken. Ortalıkta gezinen otomobillerin sayısı 2000
artan ve çeşitlenen oteller, benzer şekilde yükse- yılında 1.563.590 iken, 2008 yılına gelindiğinde
len değerlerin bir göstergesi olarak biçimlenirler. 1.731.732’ye yükseldi. Bu, 78 araca 1 otopark yeri
Bu konaklama yapıları kentin dinamiklerini yön- isabet ettiği anlamına geliyor.
lendirecek, turizme hizmet edecek alansal müda-
halelerle kentin en yoğun tarihsel katmanlarını Kısacası, biz 78 şoför, bir umut durabilmek
barındıran alanlarda yeni tarihsellik arayışları için birbirimizin yerini bekleyerek dolanıp duru-
arasında çeşitlenir. yoruz. Hele bir de gözümüzü diktiğimiz otoparkın
tavan yüksekliği kurtarır da araya minibüsler,
—Yıldız Salman kamyonetler falan da girerse, vay halimize.

>İstiklal Caddesi ya da “Beyoğlu”, Sayfiye —Meriç Öner

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-260
İSTANBULLAŞMAK

PALİMPSEST (I) falarını ayırıyor, parşömenleri güzelce kazıyıp


istifliyor. Dua kitabına parşömen sağlamış altı
Palimpsest eski Yunanca “palimpsestos” sözcü- tane kazıntı el yazması sayılmaktadır: Arşimet’in
ğünden geliyor, “tekrar kazınmış” anlamında.
El yazmalarının kağıda değil papirüs, parşömen yedi metnini içeren kitabın tümü ile Atinalı ha-
veya deri tabakalarına yazılı oluşu, yüzeyin tip Hyperides’in eserlerini içeren kitap; ayrıca
kazınıp tekrar kullanılmasına elveriyor. Neoplatonik bir felsefe kitabından, bir liturji ki-
tabından ve henüz deşifre edilmemiş iki farklı
Palimpsestlerin en ünlüsü Arşimet Palimpsesti, kitaptan sayfalar.
İstanbul’un palimpsest halleri üzerine günümüz-
deki dönüşümü canlandırmak için uygun bir eğre- 2) Ortaçağ kitapları gazete formatında kat-
tileme olabilir. Arşimet’in MÖ 3. yüzyıldan kalma lanıp yazıldığından, kazınmış Archimedes ile
metinleri MS 10. yüzyılın ortalarında İstanbul’da üzerine gelen Euchologion sayfalarının üst üste
parşömene kopya edildiğinde, Bizans altın çağını geliş düzeni yeterince karışıktır. İlaveten, dua
yaşamaktadır. Bizans sarayı zengin ve güvenli bir kitabı için daha küçük bir boyut elde edilmek
kültür merkezidir, antik metinler için korunaklı üzere, parşömen tabakaları kazınıp istiflendik-
bir limandır. 13. yüzyıl başında, 4. Haçlı Seferi’nin ten sonra her bir tabaka ikiye bölünüp 90 derece
yağmalamasına uğradıktan sonra ise, zenginlik döndürüldükten sonra tekrar katlanıyor. Alt ve
ve güvenliğini yitirir, kültürel faaliyeti zayıflar. üst metinlerin birbirine dik açılı olmasıyla so-
Uzmanların tahmini, Arşimet metinlerinin bu- nuçlanan bir durum.
lunduğu el yazmasının bu ortamda palimpsest
edilip üzerine ilahiler yazılmış olduğudur. Dua 3) Dua metinlerinin altındaki Arşimet metin-
kitabı olarak yaşamını sürdürdüğü yüzyıllar için- leri 1906’da fark edildikten sonra birkaç kez el ve
de nadide palimpsestimizin başına gelenler şöyle yer değiştiren palimpsest, 1998’de New York’ta
özetlenebilir: tekrar ortaya çıktığında iyice yıpranmış durum-
dadır. Kimi yaprakları kaybolmuş, küf nedeniyle
1) Kitap yazıcıları, parşömen folyolarını kul- ağır tahribata uğrayan kimi sayfalar ise yer yer
lanmak üzere eski kitapların ciltlerini söküp say- silinmiş. Dahası, takriben 30’ların sonlarına doğru

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-261
İSTANBULLAŞMAK

dört sayfasının Bizans tarzı resimlerle örtülmüş dönüşümlerinde ise yapılara taş devşirilmediğin-
olması palimpseste üçüncü bir katman kazandı- den, alt metinlerin üstte belirti vermesi güçleşir.
rıyor; sahte resimler temizleniyor fakat altındaki Modern katmanın kazınması da daha kolaydır ve
katmanların tahribatı önlenemiyor. sonuç daha net olur; enkazın gölgesi kalmaz.

Dolayısıyla, adı “Arşimet Palimpsesti” olsa da, İstanbul’un deşifrasyonu, altı kitaptan toplan-
Arşimetlik hali çok gerilerde kalmış bir kitaptan mış malzemenin üst üste üçe varan kullanımıyla
söz ediyoruz. 1000 yıl önce İstanbul’da yazılmış oluşmuş Arşimet palimpsestinin deşifrasyonu
özgün el yazması, Evangelist resimler altında kal- yanında elbet daha çetrefil bir iştir. İstanbul’un
mış dua satırlarına dik gelen silik kazıntının, yeni kazınıp silinip yeniden yazılması o kadar çok gel-
görüntüleme teknikleriyle canlandırılmasından miştir ki başa, kentin artık kendi kendini silme
ibarettir artık. Antik metinlerin parşömenlerden yeteneğine kavuştuğu söylenebilir. Denebilir ki
kazınarak silinişi, kaynak kıtlığına dayalı bir geri İstanbul’un bir tek İstanbul’dan götürülüp bir
dönüşüm geleneğiyle olduğu kadar, aynı zaman- başka yerde ortaya çıkması gelmemiştir başına.
da Pagan geçmişe karşı bir kutsama eylemiyle de İstanbul’u İstanbul dışına taşımayı öneren dep-
ilgilidir. Arşimet kitabının dua kitabına dönüşü- rem stratejileri bu yönde yeni bir gelişme ise de,
mündeki maneviyat, kazınıp üzerine getirilen tanrı taşınması söz konusu olan, İstanbul’un mevcut
kelamında gizlidir. Pagan bir yapının yıkılıp Hıris- palimpsestli hali değil, tez zamanda yeniden ya-
tiyanlık için yeniden inşasında sevap daha da bü- zılıp kazınma potansiyelidir. Gün gelip postmo-
yük olmalıdır. Pagan veya Hıristiyan yapının İslam dern dönüşüm katmanlarının da deşifrasyonu
için yeniden inşası da başkaca bir sevap kaynağı gerektiğinde, ortaya çıkacak çöpün ve enkazın
olsa gerek. Bir öncekileri tamamen kazıyıp silmek heybeti şimdiden kestirilebilir. Kara Kitap’ta (Or-
hiç kolay olmaz gerçi. Eski yapı, yeri ve maddesi han Pamuk) Boğaz’ın suları çekildiğinde ortaya
kullanılmak üzere palimpsest edildiğinde, toprak çıkan görüntünün tasviri akla gelmeli, üstüne bir
altında ve üstünde iz bırakır. Kentsel palimpsest de heybetli mimari artıklar eklenerek.
üstte devşirme taşlarda okunur, eski metin binanın
olur olmaz yerinde canlanır. Kentin modern çağ —Aydan Balamir

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-262
İSTANBULLAŞMAK

PALİMPSEST (II) Bu belirgin okunaksızlık, görünür görünmez-


lik durumunu neye borçluyuz peki? Bu kadar yaz-
Kentin yaz-boz belleği.
boz tahtasına, bir konglomeraya dönüşmüş olan
İstanbul gibi büyük bir hızla değişen bir kent için bir yapı nasıl hala tüm geçmişlerine ait karakter-
bellekten söz etmek ne kadar da zor. Ancak üst leri taşımaya devam etmektedir? İşin sırrı bence
üste yığılan ve her yeni katman eklendiğinde alt- palimpsest kavramında gizli. Palimpsest, siline
takileri biraz daha okunmaz kılan bir yapıdan söz siline tekrar tekrar kullanılan parşömen kağıdına
edilebilir. Bu katmanlar yalnızca fiziksel katmanlar verilen isim. Yunanca palin (yeniden) ve psestos
olarak da anlaşılmamalı. Sosyal yapı, yaşam, kenti (kazınmış) sözcüklerinden gelen Latince bir te-
kullanma alışkanlıkları da bu yaz-boz tahtasının rim. Parşömeni ne yırtıp atma ne de olduğu gibi
bir parçası. Üstüne üstlük hızlı değişmenin getirdi- saklama durumundan bahsediyor. Bellek parşö-
ği zorluk yetmezmiş gibi, bir de yolun, yordamın, menin fiziksel varlığının üzerinde katmanlaşarak
kuralların kaygan bir zemine oturması işleri daha birikip duruyor. Her yeni yaz-boz operasyonunda
da zorlaştırıyor. Kayıt tutma, kural altına alma, alttakilere ulaşmak biraz daha zorlaşıyor, ama
regüle etme geleneği de yok denecek kadar az. 20. imkansız hale gelmiyor. Parşömen pahalı ne de
yüzyılın ikinci yarısında girişilmiş birkaç önemli olsa; yeniden kullanmak hem ekonomik hem de
müdahale de kentin belleğini biraz daha okun- hızlı, kolay bir çözüm. İstanbul’un sırrı da burada
maz olmaya mahkum etmiş. Çok binyıllık tarihli bence. Yıkılıp yeniden inşa edilme (bak. Yıkım ya
ama geçmişi olmayan, okunamayan bir kent. Total da Çarpık Kent) eylemiyle değil de katmanlar ha-
kaos ve algılanması, içinde yaşanması çok zor bir linde tadil edilmek biçiminde gelişmiş, gelişmekte
çevre kaçınılmaz sonuç gibi görünüyor değil mi? olmasında. Ne de olsa fiziksel olarak yüz yılda
Sonuçlar şaşırtıcı biçimde tam da öyle değil. Bu ortalama yüz santimetre yükselen bir şehirden
hızlı değişim/dönüşüm ve katmanlaşma çok canlı söz ediyoruz. Ya sev ya terk et! Hatasız kul olmaz.
dinamikler getiriyor İstanbul’a. İçinde yaşarken
İstanbul’a bakmayı, onu anlamayı zorlaştıran bu —Cem Yücel
dinamikler dünyaya bakmayı kolaylaştırıyor bir
taraftan. Bugün İstanbul, dünyanın en net görün- >Yıkım ya da Çarpık Kent
düğü kentlerden biri.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-263
İSTANBULLAŞMAK

PANORAMA pan (bütün) ve horama (görünüm) köklerinden,


İrlanda asıllı çizer Robert Barker’ın (1739-1806)
“Panorama” kelimesi, doğa veya kent manzarası- patentini 1787 yılında aldığı icadını tanımlamak
nın bütününü kapsayan dairesel bakış ve bunun
temsilini tanımlar. İstanbul başlığı altında dü-
için türetilmiştir. “Bütünü kapsayan görünüş” tek
şünüldüğünde, bu tanım kentin görselliğinin bir gözlem noktasından 360 derecelik dairesel ba-
tarihsel bir ifadesi olarak karşılığını bulur. kış içine giren ve ufka kadar uzanan manzaranın
resmidir, aynı zamanda bu tür resimlerin sergi-
Kent, doğal coğrafyası ve mimari yapılanması ile lenmesi ve izlenmesi amacıyla tasarlanan büyük
çok sayıda dairesel bakış noktasını içerir. Burada silindirik gösteri mekanını tanımlar. Panorama
denizin yüzeyi, tepeler, saray, kahveler, kuleler, tiyatrolarının mimari tipolojisi dairesel bir veya iki
minareler, meydanlar, hatta konutlar, sabit veya sergi mekanı ve bunun merkezinde yer alan göz-
hareketli panoramalar sunar. İstanbul’un pano- lem kulesinden oluşur; sergi hacminin büyüklüğü
ramik görünüşleri, özellikle Galata Kulesi’nden temsilin gerçeğe yakınlığını destekler. Panorama
bakış, 16. yüzyıldan itibaren Batı’nın kenti gör- üretimi bir dizi teknik ve artistik işlemi gerektirir.
selleştirmesinde en geçerli sunumlardan birisi Sergisi yapılacak kentsel ve doğal manzaraların,
haline gelir; günümüze ulaşan bir süreçte bu tem- bir ressam tarafından camera obscura ya da şeffaf
siller sürekliliklerin ve değişimlerin izlenebildiği çerçeve gibi görsel araçlar kullanılarak eskizleri
diakronik çerçeveler oluştururlar. Dairesel bakış, üretilir; burada manzaranın bütününü kapsayan
zaman içinde kent manzaraları için neredeyse bir bakış noktasının seçilmesi önemlidir. Eskizler
doğal bir temsil biçimi haline gelmiştir; İstanbul perspektif kaymalarını önleyen belli yöntemlerle
panoramiktir. birleştirilir ve sergi salonunun duvarlarını kapla-
yan kesintisiz kanvasların ölçeğine göre büyütülür.
Panorama, kelimenin çağrıştırdığının aksi- Renklendirilen resimler sergi mekanının tavanında
ne, kökleri Antikite’ye uzanan bir kavram ya da yer alan cam ışıklıklarla doğal olarak aydınlatılır.
doğal manzaraların belirgin bir özelliği değildir. Karanlık geçitlerden ortada yer alan gözlem kule-
18. yüzyılın sonunda ortaya çıkan özel bir görsel sine alınan ziyaretçilerin gözlerinin önüne başka
gösteri biçiminin ve mekanının adıdır; Yunanca yerlere ait görüntüler gerçeği canlandırma iddia-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-264
İSTANBULLAŞMAK

sıyla serilir. Panorama resminin bir minyatürünün görselliğinin ve görsel rejimlerinin en önemli ör-
ve numaralandırılmış yer adlarının bulunduğu nekleri olarak irdelenmiş, “gösteri toplumu”nun
yönlenme haritalarının yanında, sunulan manza- tarihsel başlangıcı olarak yorumlanmışlardır.
ranın tanıtımının yapıldığı bir broşür dağıtılır. Bu Fransız felsefeci Michel Foucault’ya referansla,
şekilde sergilerin deneyimi görsel temsil ve basılı panorama “panoptikon” ve “panoptik bakışın”
metinlerin birlikteliğinde kurgulanır. bir türevi olarak değerlendirilmiştir. Koloni im-
paratorlukları döneminde panoramalar fiziksel,
19. yüzyılın ilk çeyreğinde İngiltere, Fransa, coğrafi ve tarihi olarak sınırsız bir bakışa karşı
Almanya ve Amerika’da eşzamanlı olarak popüler duyulan uluslararası bir iştahı örnekler.
olan ilk panoramalar, dairesel ya da sabit pano-
rama olarak adlandırılır. Panorama, genel olarak Panoramik kent görünüşlerinin yaygınlaşma-
19. yüzyılda Batı’da ortaya çıkan diğer manzara ve sında ve kentlere dair kolektif belleğin oluşturul-
mekan canlandırma gösterilerinin tanımı olarak masında 19. yüzyıl panorama sergilerinin etkisi
yaygınlaşır: Fransız kimyager Daguerre’in icadı büyüktür. Öncelikle Batı’nın kendisini ve diğer
olan “dioramalar”; uzun resimlerin kaydırılma- yerleri görselleştirmesinin bir aracı olarak ortaya
sıyla oluşturulan “hareketli panorama”lar; ste- çıkan bu gösteriler sonrasında daha genel bir kent
reoskop makineleri gibi toplu ve bireysel gösteri temsili haline gelmiştir. Panorama çılgınlığı ya
biçimleri de panorama başlığı altında yer alır. da “Panoramania”, 19. yüzyıldan sonra, özellikle
Daha sonra fotoğraf ve sinemanın öncülleri olarak fotografın yaygınlaşmasından sonra yerini başka
kabul edilen bu temsiller gerçek anlamda kitle- görsel medyalara bırakmış olsa da, panoramik
sel medyanın ilk görsel örnekleridir. 19. yüzyılda görünüş kentlerin sunumunda günümüze kadar
panoramaların, kitlelerin sanatı ve dünyayı kav- geçerliliği olan bir gösterimdir. Bu bakışın modern
ramalarına büyük etkisi olmuştur. kentlerin yapılanması, öz temsili ve görselliği
üzerindeki etkileri de sürmektedir.
Son yıllarda, panorama ve benzer gösteri-
ler, kültürel çalışmalarda önemli bir ilgi odağı İstanbul’un panoramik görselliği, panora-
oluşturmuştur. Bu tür temsiller, 19. yüzyıl Batı manın kitlesel bir gösteri biçimi olarak icadın-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-265
İSTANBULLAŞMAK

dan önce keşfedilmiştir. Özellikle 18. yüzyılda ğiyle Londra’da 1852 yılında yayımladığı Ayasofya
Batılılar tarafından yapılan kent temsillerinde, albümünde yer alan panoramik resimler bir ilk
kentin ve çevresinin içerdiği çok sayıda bütüncül örnektir ve fotograf öncesi ile sonrası dönemin ara
bakış resmedilmiştir. Pitoresk seyahatnameler kesitinde yer alır. Londra’da padişahın desteğiyle
bu bağlamda önemli örneklerdir ve panoramaya basılan Fossati albümünü, fotoğraf çağında baş-
koşut olarak da yapılmaya devam edilmişlerdir. kaları izleyecektir. Genellikle Galata ve Serasker
kulelerinden çekilen bu panoramik görünüşler,
İstanbul 19. yüzyıl boyunca, Batı’da panorama Osmanlı İmparatorluğu’nun kendi temsilinde
tiyatrolarında sergilenen birçok kent arasında Batı’nın bakış noktalarını ve gösterimini benim-
popüler bir temadır. Londra, Paris, Berlin ve Ko- semesi açısından dikkate değerdir. Bu özümseme
penhag gibi kentlerde açılan İstanbul panorama günümüze kadar sürmüştür. Panorama kentin
sergilerinin zamanlaması genel olarak Osmanlı turistik tanıtımında ve kendi temsilinde yaygın
İmparatorluğu’nun güncel politika bağlamında olarak kullanılmaktadır.
gündeme gelmesiyle ilişkilidir. Bu kitlesel gös-
teriler Batı’nın 19. yüzyılda Osmanlı başkenti- İstanbul, doğal ve mimari yapılanması ile
ni algılamasına ve kentin jenerik temsiline dair panoramik bir yerleşimdir. Burada panorama bir
önemli kaynaklardır; özellikle sergilerde dağıtılan soyutlama olmanın dışında kent mekanında farklı
broşürler kente dair görsel malzemenin yorum- noktalarda sürekli deneyimlenebilecek bir bakış
lanmasının aracı olarak çarpıcı ifadeler içerir. biçimidir. İstanbul turistik bakış noktalarının
ötesinde panoramik deneyimi görselliğinin bir
Kentin Batı’daki ikonik imgesinin kitlelere niteliği olarak canlandırır. Hatta, kentin yapılaş-
içinde yaygınlaşmasının aracı olan bu gösterile- ması, en azından yasal olarak “bütünü kapsayan
rin ardından, İstanbul’un kendisinin temsilinde görünüşlere” göre sınırlandırılmıştır. Boğaziçi’nin
de panoramik görünüşün benimsendiği görülür. ve Tarihi Yarımada’nın koruma kararlarında ön ve
İmparatorluğun kendi merkezini temsil etme yö- arka görünüm alanları gibi ifadeler, sürekli olarak
nünde panoramik görünüşlerin bulunduğu al- kendisine dışardan bakma konumunda olan bir
bümleri kullanması 1850’lerde başlar. Bu anlamda, kent yapısında tarihsel ve güncel görünüşlerin
Gaspare Fossati’nin Sultan Abdülmecid’in deste- çakışmasını, aynı zamanda çatışmasını gösterir.
SALT014-İSTANBULLAŞMAK-266
İSTANBULLAŞMAK

Panoramik İstanbul’da kentsel dönüşüm, ifade- Yüksek Kurulu kararına dayanılarak yıkılmış, eski
sini ve sınırlarını en çarpıcı şekliyle, planlardan yapıyı da içeren komşu iki parsel arasındaki Ağa
çok, bütüncül görünüşlerle cephelerde bulur (bak. Çırağı Sokağı’nın da 1 milyar TL’ye satın alınma-
Kentsel Dönüşüm). sıyla her iki parselin bütününe yayılan tasarım,
çevredeki bitişik düzende inşa edilmiş yapılar 5-8
—Namık Erkal katlıyken 33 kat ve 123 metre hedefiyle yükselmeye
>Kentsel Dönüşüm başlamıştır. Ayaspaşa Çevre Güzelleştirme Derne-
ği (bak. Güzelleştirme) ve Mimarlar Odası İstanbul
Şubesi’nin girişimleriyle yapı yargı sürecinde üç
PARK OTEL kez mühürlenmiş ve son olarak dönemin İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen’in de
Neredeyse yirmi yıldır İstanbul’a küs yapı. etkisiyle, 1993-1994 yıllarında 47 milyar TL’ye mal
olacak şekilde 12 katı yıkılmış, yapının yüksekliği
Sermayenin obez bina düşkünlüğüne müdahale bitişiğindeki Alman Konsolosluğu yüksekliğine
girişimi olarak da görülebilecek “Park Otel Olayı”, indirilmiştir. Bu süreçte yapının kamulaştırıla-
özünde Turizmi Teşvik Yasası’nın ve dönemin rak kültür merkezi olarak kullanılması yönünde
belediye başkanı Bedrettin Dalan’ın İstanbul’a öneriler yapılsa da bunlar uygulamada karşılığını
armağanlarından biridir (bak. Otel). (12 Eylül bulamamıştır. Yakın zamanda yapımı yeniden
döneminde [12 Mart 1982] yürürlüğe giren 2634 gündeme taşınan, ancak bu kez mevcut yüksek-
sayılı Turizmi Teşvik Yasası, Turizm Bakanlığı’na likleri aşmayacağı belirtilen Park Otel’in geleceği
ayrıcalıklı imar hakları tanıma olanağı veriyor. şimdilik belirsiz gözükmektedir.
Bakanlar Kurulu’nca turizm merkezi ilan edilen
parseller olağandışı imar hakları alabiliyorlar.) 1993 yılından günümüze değin bütünüyle terk
edilen ve kent yönetimi açısından bir çözümsüz-
Yapının öyküsü kısaca şöyledir: Gümüş- lük anıtı olarak varlığını sürdüren yapının yegane
suyu’nda 1980’lerde Yalçın Sürmeli tarafından 20 olumlu yönü “bulunuşuyla” inşa etme/yıkma
milyar TL bedelle alınan tarihi Park Otel, Anıtlar eylemi (bak. Yıkım ya da Çarpık Kent) üzerinden

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-267
İSTANBULLAŞMAK

yapılı çevreyi tartışmaya olanak vermesidir. Za- yönlü bir kavranışları olmadığının altını çizer.
ferle sonuçlanan bir hukuk ve uygarlık savaşının Gabari, kot, tarihi binayı aşmama gibi biçimsel
en kült örneğini oluştururken, aynı zamanda da- önerilerin işe yararlığını sorgular; yapılı çevrenin
va kazanmanın ve yıkımın kent suçunu bertaraf salt yükseklikle değerlendirilemeyeceğini anlatır.
etmediğinin apaçık göstergesidir. Bu kapsamda Oranlara, topoğrafyaya, doğaya, dokuya, tarihe,
yapıdan arta kalanların neleri simgeleştirdiği yapılı çevreye ve insana saygının, ya da kısaca
verimli olabilecek bir üretim alanını tanımlar. meslek ahlakının sadece müfredatta kalmamasını
Öyleyse, İTÜ’lü öğrencilerin “ibret” sergisi açtığı, salık verir.
İspanya Kralı’nın önünden geçerken “fikir” beyan
etmesi nedeniyle yıkıma davet edildiği, Behruz Park Otel, belki de en çok üzerinde çeşitli öl-
Çinici’nin yıkımı için 77 milyon TL “bağışladığı” çeklerde müdahaleler kurgulanarak zihin açıcı
Park Otel, bize bugünkü duruşuyla ne anlatır? egzersizler gerçekleştirmeye yarar. Tasarımsızlık
üzerinden tasarımın değerini tartışarak mekansal
Bu yapı, kuşkusuz sermayenin İstanbul’da stratejilerle yapının kamusal nitelik kazanmasını,
söz sahibi olduğunu ve olacağını söyler. “Yer” kent yaşamına katılımını, işgalini, dönüşümünü
ile kurduğu ilişki, üzerine ders verilebilecek ka- sorgulamaya olanak verir.
dar sorunlu görülen bu ve benzeri yapıların, söz
sahiplerinin kendilerini ifade etmek, meydan Tüm bu tartışma içinde muğlak kalan tek
okumak için kullandıkları birer nesne olduğunu konu ise, Park Otel’e verilen cezadan arta kalan
anlatır. Yargı süreci ve çeşitli girişimlerle bu nes- bu atıl halden İstanbulluların gizli bir haz alıp
nelerle savaşılabileceğini, yine de örneğin kaza- almadıklarıdır.
nılmış önemli bir davanın simgesi olan bu yapının
İstanbul’un en değerli alanının üzerinde “yasal —Ayşen Ciravoğlu
kabus” oluşunu engelleyemediğimizi söyler. Kent
içinde bina yaparak, yıkarak, öylece bırakarak >Güzelleştirme, Otel, Yıkım ya da Çarpık Kent
korku aşılanabileceğini gösterir. Böylelikle çev-
re, hukuk, kentlilik bilinci gibi kavramların tek

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-268
İSTANBULLAŞMAK

PARK VE BAHÇELER dikimi. Belediye tarafından 2006 yılında başlatılan


ve her yıl düzenlenen İstanbul Lale Festivali kap-
Kentsel yeşil alan. [Ed.] samında 2006 ve 2007 yılında toplam 19.075.000
adet lale dikildi. Laleler için harcanan para ve
2007 yılı verilerine göre 12.573.836 nüfuslu İstan- İstanbul’un öncelikli birçok sorunu varken lale
bul’da kişi başına düşen yeşil alan 5,39 metre- konusuna verilen aşırı önem tartışıladursun, Ni-
kare. Bu alanın 2,3 metrekaresi aktif yeşil alan san ayında yapılan 2008 Lale Festivali için yine
denilen parklar, bahçeler ve korular. Neyse ki, bir İstanbul’un dört bir yanında göz önündeki park-
İstanbullu’nun payına kollarını açıp, esneyip yayı- lara, meydanlara, refüjlere, ömrü 3 hafta olan mil-
lacağı, stres atabileceği kadar yeşil alan düşüyor. yonlarca lale dikildi. 2 milyon dolarlık projeyle
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler 19. yüzyılda ortadan kaybolan İstanbul lalesinin,
Müdürlüğü bu oranı artırmak için çalışıyor. Fakat geriye kalan üç akrabasının genetik yapıları bir-
Çevre Bakanlığı’nın belirlediği 10 metrekare/kişi leştirilerek yeniden üretilmesi çalışmalarına baş-
normuna ulaşmak daha çok zaman alacak gibi landı. Etrafta çeşit çeşit lale manzaraları gördük;
görünüyor. refüjlerde iki günde yaprakları dökülen laleler, Tak-
sim Meydanı’nda polis barikatıyla çevrilen laleler,
İstanbul Büyükşehir Park ve Bahçeler sevgiliye verilmek üzere yerinden sökülen laleler,
Müdürlüğü’nün dökümlerine göre, son dört yılda sosyete ve sanat dünyasından isimlerin boyadığı,
İstanbul’a 368 adet yeni park yapıldı. Revize edilen meydanlara yerleştirilen iki metrelik alçı laleler…
ve yeni yapılan toplam 15.425.567 metrekare yeşil
alanın 10.366.990 metrekaresini yeni yapılan yeşil İstanbul’un yeşilini artırmak için harca-
alanlar oluşturuyor. 461.409 adet ağaç, 1.405.657 nan çabalara rağmen, yeşil alanların dengesiz
adet çalı, 300.000 metrekarelik alana 30.500.000 dağılımından kaynaklanan sorunlar giderilemi-
adet çiçek dikildi. yor. Hala TEM’in kenarında, egzos gazı içinde
piknik yapan insanlar var. Olası İstanbul depremi
Son yıllarda Büyükşehir Park ve Bahçeler sonrası insanların sığınabilecekleri yeterli sayıda
Müdürlüğü’nün en çok önem verdiği konu ise lale park yok.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-269
İSTANBULLAŞMAK

Yapılan yeşil alan miktarı, ekilen dikilen çiçek Çocukluğumuzun “Çimlere basmak yasaktır”
sayısı dökümleri olumlu görünse de, yeşil alan tabelası bugün “Çimlere basabilirsiniz ama çiçek-
olarak düzenlenebilecek alanların inşaat faaliyet- leri koparmayın” tabelasına dönüşüyor.
lerinde kullanılarak betonlaştırıldığı görülüyor.
TOKİ kamu arazilerinin sahibi oluveriyor, plan- —Bengi Güldoğan
lamada bölge parkı olarak görünen yerler açık
artırmayla satılıyor. Kentsel boşluklar kamusal
alana çevrilmek yerine doldurulurken, son model PASTANE
konut projelerinin hepsi park konsepti üzerinden
Kentin kültürel beslenmesinde önemli rolü
prim yapmaya çalışıyor. Millenium Park, Kemer
olan bir mekan.
Park, Doğa-Meşe Park, Sarıyer Park, Merter Park,
Helenium Park, Uplife Park bu projelerden bazıla-
“İstanbul pastaneleri”... Dünya ölçeğinde heyecan
rı. Çoğu yeşil alan statüsündeki yerlere inşa edilen
verici bir karşılığı yok belki, diğer Batılı metro-
bu projeler, sakinlerine kapalı bünyelerindeki
pollerin özellikle bu konuda haklı bir üne sahip
toplam alanın %60’ını yeşil alan olarak vadedi- oldukları düşünüldüğünde... Oysa bir zaman-
yor. Sakinlerini, diğer İstanbullulardan yeşil alan lar, pastanelerle birlikte kentsel yaşama katılan-
bakımından da ayrıcalıklı kılıyor. lardır bu tamlamayı önemli kılan. Kastettiğim
Maron de gize, bavaruaz, profiterol değil. Onlardan
Yine de iyimser olmak lazım. Kuzguncuk’ta, daha çok, özellikle bir semte getirdiği mekansal
Cihangir’de dernekler ve İstanbul’un birçok ye- karakter ve değişimle bir İstanbul deneyiminin
rinde mahalle grupları yeşil alanlarını korumak, yitimi...
kurtarmak için uğraşıyor. Belediye İstanbul’daki
yeşili artırmak amacıyla evlerin çatılarını bahçe İstanbul’da hangi dönem olursa olsun yeme-
yapmayı öneriyor, kullanımı artırmak için park- içme kültürünü anlamak için bakılması gereken
lara sabit kondüsyon aletleri konuluyor. Belki bir yer, İstiklal Caddesi’dir. (bak. İstiklal Caddesi ya
gün Maçka Parkı’nın etrafındaki duvar da yıkılır. da “Beyoğlu”) 18. yüzyıldan itibaren yabancı elçi-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-270
İSTANBULLAŞMAK

liklerin çevresinde biçimlenmeye başlayan Beyoğ- Pastaneleri en çok edebiyatçıların sevdiğini


lu, “modernleşme” hareketiyle birlikte, bonmarşe söylemek yanlış olmayacaktır. Bu gelenek 30’lu
vitrinleri, tiyatroları, lokanta ve pastaneleriyle yıllardan 80’li yıllara kadar zaman zaman alevle-
geleneksel İstanbulludan farklı bir insan profi- nerek, kimi zaman sönümlenerek devam etmiştir.
linin biçimlenmesine yol açar (bak. İstanbullu). Attilâ İlhan’ı görmek için 50’lerde Baylan’a, 80’ler-
Başka semtlerden gelenler için, havagazı feneriyle de Divan Pastanesi’ne gidenlerin sayısı az değildir.
aydınlatılan Grande Rue de Pera boyunca uzanan 60’ların ikinci yarısından sonrası, İstanbul’un
şık mağaza vitrinlerini seyretmek Avrupai bir göçlerle kalabalıklaştığı, bir yandan da kenti terk
deneyimdir. 19. yüzyıl çay-pasta salonu özelliğini eden gayrimüslimler yüzünden tenhalaştığı, mu-
Cumhuriyet devrine kadar taşıyan pastanelerin, hallebicilerin buluşma mekanı olarak pastanele-
yeme-içme mekanlarının kronolojisinde altın rin yerini almaya başladığı yıllardır.
devrinin 30’lu ve 50’li yıllar olduğu söylenebilir.
Pasta, yaşanılan mekansal deneyimi, tatma ve Kültürü yaşatan insan değiştikçe mekanlar
koklama gibi başka duyularla artırmanın, bel- da değişir. İstiklal Caddesi’ni saran simit saray-
leklere kazımanın bir yolu olmuştur. Pastaneden larının nedeni budur. Caddenin emektarı Markiz
alınarak eve getirilen, aynı zamanda bir dilim pastanesini yaşatmak, ancak uluslararası kahve
Beyoğlu’dur ve/veya bir dilim Avrupa’dır. zincirinin bir parçasına dönüşmesiyle mümkün
olabilmektedir (bak. Simit Sarayı).
Anadolu’dan okunduğunda, İstanbul gibi
Batı’yı simgeleyen bir yerdir pastane. Buradan Bugün bazı pastaneler, İstanbul için hala nos-
bakıldığında, denebilir ki: İstanbul bir yiyecek taljik özel tatların uzlaşma mekanıdır (bak. Nos-
olsaydı, pasta olurdu. Anadolu’nun büyük ilçeleri, talji). Musevi, Rum, Ermeni, Süryani özel bayram
küçük illerinin pek çoğunda adını İstanbul’un tatlıları ile kandil simidi aynı pastanenin ürün
bir semtinden ya da doğrudan İstanbul’dan alan gamında bulunur. Diğer yandan, kendine özgü-
pastaneler olmasının nedeni budur. Yeme-içme lüğünü, mekansal çekim gücünü, öznelliğini,
üzerinden o arzu nesnesini yaşatmak daha ko- müşterilerini ağırlayacak salonlarıyla yitirmiştir.
laydır çünkü. Baklava ve diğer şerbetli geleneksel tatlılar, pasta-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-271
İSTANBULLAŞMAK

ların yanında vitrindeki yerlerini çoktan almıştır. yolda iki taraflı park etmiş araçlar sebebiyle tek
Madlen çikolatalar ve lokum yan yanadır. Denebi- şerit ile idare edilmesi ne kadar alışılmış bir du-
lir ki, İstanbul, pastaneyi İstanbullulaştırmıştır. rumsa, tek yönlü bir yolda ters istikametten gelen
bir araç da o kadar normaldir. Kurallara uyulması
—Funda Uz yönünde herhangi bir uyarı, kullanıcılar açısından
abestir. Problemi çözecek kimse beklenmez, yaşa-
>İstanbullu, İstiklal Caddesi ya da “Beyoğlu”, mın akışı da kesintiye uğramaz çok fazla. Çünkü
Nostalji, Simit Sarayı bu akışı yönlendiren, kurallardan çok öznele-
rin ve şeylerin birbiriyle ilişkisi, göreceliliğidir.
Bir kavşakta geçiş hakkını, trafik ışıkları kadar
PERFORMATİF TRAFİK araçların vücut dili ve göz kontağı da belirler.
Kentin kat yerlerinden biridir performatif trafik.
“Performatif”ten kasıt özden değil kültürün Öngörülmediği şekilde işler, canlanır. Düzenleme
performansından kaynaklanan ise, performa- ve kurallar bazen var, bazen yoktur. Bu sebeple
tif trafik ile kastedilen de trafikteki akışın
önceden kurulmuş kurallar ya da doğrular-
yerel bilginin değeri çok önemlidir. Standart trafik
dan ziyade yaşam, kültür ve performansla kuralları ilk bakışta ne kadar evrensel görünürse
şekillenmesidir. görünsün kat yerlerinin ne zaman ve nerede or-
taya çıkacağının belirsiz oluşu, kuralları da yere
Trafiğin akışı için gözümüzün önüne herhangi ve zamana bağlı kılar.
bir düzenleme ya da tanımlama yapılmamış bir
alan ya da olağandışı koşullar getirelim (İstanbul Öte yandan, trafik kuralları ile belirlenmiş,
söz konusu olduğunda böylesi bir durumu hayal keskinleştirilmiş bir akış, insanların robotlaştırı-
etmek zor olmayacaktır). Planlanmış ve planlan- labileceği endişesine açık görünür. Benzeri bir dü-
mamış akışın birbirinden çok da farklı cereyan zenlemenin, kişileri ilişki kurmaktan kopardığını
etmeyeceği kesin gibidir. Planlanmış alanda kural ya da düşünce ve muhakeme alışkanlıklarını yok
ihlalleri, planlanmamış alanda da yazılı olmayan ettiği de düşünülebilir. O zaman da kavşaklarda
kurallar oluşacaktır. Tek yön işareti olmayan bir beyaz eldivenli trafik polislerinin yönettiği, insan-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-272
İSTANBULLAŞMAK

ların göz temasıyla birbirine yol verdiği bir trafik oluşturdukları, tescil ettikleri, ölçeği kimilerince
hayali oluşabilir. Kişilerin birbirini izlediği, karar- büyük kimilerince küçük müzik sahnesini, oluşu-
ların kurallardan ziyade insanlara dayandığı bir mu ve akımı niteler. Peyote’nin on yıllık tarihini
sahne. Oysa bu güzel hayal balonunu patlatacak kısaca özetlemek gerekirse: İlk olarak 1998 yılında
bir iğne vardır her zaman: Kötü niyet. Performatif İmam Adnan Sokak’ta kapılarını açan mekan, kısa
trafikte kuralın yokluğu yaşamın akışını tehlikeye sürede İstiklal Caddesi’nin (bak. İstiklal Caddesi
sokmasa da, “performatif kural”ın bir diğerine ya da “Beyoğlu”) yığınla barı içinde kendine rahat
karşı hoşgörüsüz olanın standartlarıyla oluşması edecek bir mekan bulamayan kafa ve müzik dengi,
gayet olasıdır. Potansiyel kat yerleri olasılıkları yeraltı müzik ve sanat erbabından tanım-sevmez
barındırır evet, hem de tüm riskleriyle... insanlar için uğrak noktası olarak sevildi. 2001
yılında bilmediğimiz nedenlerden ötürü kepenk
—Nalân Bahçekapılı indiren Peyote’nin yeniden doğuşu 2004 yılında
Nevizade tarafında gerçekleşti.

PEYOTE SAHNESİ Kitle ve kimlik karmaşası yüzünden çeki-


ciliğini çoktan yitirmiş İstiklal Caddesi barları
Beyoğlu, Nevizade mahallesinde yer alan, en arasında Peyote’nin eski günlerine geri dönmesi
üstü teras olmak üzere üç katı olan ve Peyote zor olmadı. Ancak “Peyote sahnesi”nin oluşumu
adıyla işletilen mekanın ikinci katında bu-
lunan, boyutları enlemesine aşağı yukarı 5,5
daha çok boş olan ikinci katın 2005 yılında konser
metre, içeri doğruysa yaklaşık 2 metre olan, mekanı olarak yenilenmesiyle başladı. Özellikle
üzeri siyah plastik bir malzemeyle kaplı olan Peyote’nin işletmecisi Hakan’ın kendi istediği
bir sahnedir. Üzerinde bir davul seti, iki gitar
müziği yapan yenilikçi, bağımsız, piyasaya sır-
ve bir bas gitar amfisi hazır bulunmaktadır.
Enstrümanlarıyla gelip içinden gelen müziği tını dönmüş, sair müziklerin arayışına düşmüş
çalmak isteyen arsız bağımsızlar için. gruplara sahneyi emanet etmesi, İstanbul yeraltı
müzik sahnesi için yeni bir dönemin başlangıcı
Ağırlıklı olarak İstanbul çıkışlı, bağımsız mü- oldu. 2005 yılında Replikas ile başlayan konserler,
zik gruplarının, Peyote çatısı altında yaydıkları, bir süre sonra, evine kapanmış, piyasaya müzik

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-273
İSTANBULLAŞMAK

yapmamak için ayak direyen, bir gün sadece kendi Cumhuriyet’in ilk yıllarından 1980’lere kadar
istedikleri müziği yaparak sahne almanın hayalini devam eden bir yaz geleneği, İstanbul’un say-
dahi kuramayan sayısız grubun inlerinden dışarı fiye hayatı ve İstanbul plajlarıydı. Adalar’daki
çıkıp müziklerini dinleyicilerle paylaşmaları için sayfiye hayatı (bak. Sayfiye) bir yana, bugünün
gereken platformu sağladı. Çok geçmeden İstan- şehiriçi yerleşim mekanları olan Yeşilköy, Florya,
bul, her hafta yeni ve gelecek vadeden bir gruba Büyükçekmece, Erenköy, Suadiye, İdealtepe,
kavuşur oldu. Bu önemliydi, zira İstanbul gibi bir Tuzla gibi semtler bir zamanlar “kiralık yazlık
şehir, üretken müzik çocuklarına nihayet kucak evleri” veya “sahil siteleri” ile meşhurdu. Bu me-
açmış ve diğer birçok dünya metropolünde olduğu kanlar zamanla yaz-kış oturulan yerler haline
gibi, İstanbul yeraltı müzik sahnesi de kendine bir gelmeye başladılar ve pek çoğunun eskiyen bi-
kimlik edinmeye başlamıştı. The Haçienda’nın naları yenileriyle yer değiştirdi. Sayfiyelere ek
Manchester’a yaptığını Peyote İstanbul için ya- olarak şehrin ailece denize girilebilecek plajları
pabilecek mi? Bunu şimdilik kısmen başardığını da mevcuttu (bak. Denize Girmek). Bunlar ara-
sında en çok nam salmış olanlar kuşkusuz Moda,
söylemek yanlış olmaz. Tam tescilli bir tanı içinse
Caddebostan, Tarabya, Küçüksu plajlarıdır. Bu
biraz daha beklememiz gerekecek.
plajların bir kısmı kadınlara özel zamanlar da ayı-
rarak yaz aylarını şehirde geçiren orta üst sınıflar
—James Hakan Dedeoğlu için önemli sosyalleşme mekanları olmuşlardır.
Hatta bazı hatıratlarda anlatıldığına göre, bir an-
>İstiklal Caddesi ya da “Beyoğlu” lamda kız beğenme veya gösteriş alanı yaratma
gibi kadınların eski hamam (bak. Hamam) ge-
leneğinin işlevini de görmüşlerdir. Bu plajlarda
PLAJ özel üst değiştirme kabinleri bulunur, aileler yi-
yeceklerini evden getirebilir ve sandal gezintileri
yapılabilirdi. Erken Cumhuriyet döneminin aile
Erken Cumhuriyet yıllarında Batılılaşma
“öğreten” kurumlardan biri. Bugün denize albümleri incelendiğinde, plaj ve sandal sefası
girilen kıyı mekanı. [Ed.] fotoğraflarının önemli bir yer tuttuğu gözlenebilir.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-274
İSTANBULLAŞMAK

İstanbul’un nüfusunun bugüne oranla daha POLİTİK MEKAN


az olduğu dönemlerde bu ortamlar hala nezih ka-
labiliyor ve güvenle denizden istifade edilebilecek Kentsel mekana müdahale ederek onu yeni-
alanlar olarak görülüyorlardı. Bu durum, artan den yapılandırmak, üretmek ve tüketmek ka-
pitalizmle birlikte olağan bir hal almıştır.
nüfus ve talebin getirdiği sınıfsal farklılaşma ile Özellikle yapısal krizi çözme dinamiklerinin
1970’lerden itibaren belirgin bir değişim gösterdi. zayıfladığı bir dönemde mekan, kapitalizm
İstanbul’a bu dönemde yeni yeni yerleşen pek çok için kriz çözücü araçlardan biri olarak de-
ğer kazanır. Konuyla ilgili Lefebvre’den
göçmenin ilk arzusu denizi görmek ve tecrübe Marx’a uzanan literatürde bu, “metanın de-
etmekti. Ne var ki bu göçmen nüfusun plajlar- ğişim değeri”dir. Bu nedenle kent mekanı
da boy gösterebilen kesiminin daha çok kentsel bütün politik stratejilerin merkezi öğe-
lerinden biridir ve tam da bu yüzden artık
deneyimden yoksun erkeklerden oluşması bu onu dışarıda bırakacak bir kent ve sistem
alanları zamanla “aile ortamı” olmaktan çıkardı. tartışması yapılamaz.
Bugün bu plajların büyük çoğunluğu kapanmış
durumda ve yeniden canlandırılmak isteniyor.
Yine de, bugünün İstanbul’unda yaz aylarında Kapitalizm, mekanı, özellikle hakim politik odak-
hala Boğaz kıyılarının veya Yenikapı gibi pek çok ların müdahalelerine açık hale getirmiştir. Yeni-
sahilin başka türlü denize girme fırsatı olmayan lemek, dönüştürmek, yeniden yapılandırmak vb.
erkekler tarafından kullanıldığı görülür. Sahil- çoğu kez müdahalenin resmi dili olarak önem ka-
lerdeki bu sınıfsal değişimin bir sonucu belki de zanırlar. Başka bir deyişle, müdahalenin kendisi
eski İstanbul plajlarının, yerlerini büyük otel (bak. kadar biçimleri de çeşitlilik gösterir. Mekan, bütün
Otel) havuzlarına bırakmış olmalarıdır. bu müdahale biçimleriyle bir yandan yeniden üre-
tilirken diğer yandan eski işlev ve özelliklerinin
—Arzu Öztürkmen bir bölümünü yitirir. Toplumsal yapı açısından bu
durum, mekanın eski toplumsal dokusunun çatla-
>Denize Girmek, Hamam, Otel, Sayfiye ması demektir. Bunun sonucunda mekanın kimi
parçaları geleneksel sahiplerinden arındırılır, yeni
sahipleriyle birlikte eski işlevlerini de yitirirler.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-275
İSTANBULLAŞMAK

Kent mekanına müdahale kimi zaman aşa- edenlerin geliştirdikleri yeni dile bakmamız yeter-
ğıdan, muhalif toplumsal hareketler üzerinden lidir: “Varoşlar”, “öteki kent”, “getto”, “gecekondu
gelmiş olmasına karşın, hakim politikanın mü- mahallesi” vb. (bak. Gecekondu; Post-gecekondu;
dahale biçimleri mekanı yeniden ve köklü olarak Varoş). Zira bu dil, kentin politik mekanlarına
biçimlendirmede baskın gelmiştir. Bu müdahil ulaşabilmenin en kestirme yoludur.
sürecin aktörleri kimi zaman yerel iktidarlar, kimi
zaman da merkezi hükümetlerdir. Çoğunlukla İstanbul söz konusu olduğunda, bu dışlayıcı
ikisi aynı anda ve ortak bir strateji içinde kente dille anlatılan muhalif politik mekanların başında
müdahale ederler. Daha doğrusu, kamu adına Eyüp ilçesi Güzeltepe Mahallesi, Maltepe İlçesi
işlevler yüklenmiş yerli ve uluslararası sermaye Gülsuyu Mahallesi ve Ümraniye ilçesi Mustafa
bu görevi yerine getirir. Mekana aşağıdan mü- Kemal Mahallesi gelir. Gerçekte bu yerleşimler,
dahale, esas olarak “yasadışı” bir form üzerin- politik ve kültürel bir dizi bağla birbirine bağlıdır
den gelişirken, hakim politika alanından yapılan ve bu ortak özellikleri nedeniyle kentin diğer ma-
müdahale, kendi yasal zeminini de oluşturur. Bu hallelerinden (bak. Mahalle) belirgin bir şekilde
bağlamda İstanbul’da kentsel dönüşüm projeleri ayrılırlar.
(bak. Kentsel Dönüşüm), kent mekanına yukarıdan
müdahalelerin hem biçimini hem de içeriğini Bu mahalleler, 1970’li yılların ikinci yarısında
oldukça iyi anlatan örneklerdir. mekana aşağıdan yapılan müdahalelerin ürünü
olarak kurulmuşlardır. Mekanı kamusal arazi ola-
Kent mekanına yukarıdan müdahalenin et- rak gören ve bunu yine kamusal amaçlarla kullan-
kileri, aşağıdan müdahale ile oluşturulmuş me- mayı meşru sayan, bu meşruiyetin önünde engel
kanlarda kısa sürede karşılığını bulabilmektedir. olduğu ölçüde sistemle çatışmayı bir görev sayan
İki farklı odaktan mekana yapılan müdahalele- bir anlayışın ve kolektif pratiğin ürünü olarak, ku-
rin yolu yine mekanda kesişmektedir. Yukarıdan ruldukları dönemin “kurtarılmış bölgeleri” olarak
müdahalenin yolunu takip ettiğimizde, aşağı- bilinmektelerdi. Aşağıdan gelen toplumsal dalga,
dan müdahalenin mekanlarına ulaşabileceğimiz merkezi örgütlülükler aracılığıyla inşa ettiği bu
söylenebilir. Bunun için yukarıdan müdahale mekanları kendi özgün kimlikleriyle isimlendir-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-276
İSTANBULLAŞMAK

mişti: Çayan Mahallesi, 16 Haziran Mahallesi ve almışlardı. Kent, bu mahalleleri politik kimlik-
1 Mayıs Mahallesi. Bu isimler de buralarda ika- leriyle tanımıştı. Kamu kurumları da.
met edenlerin ortak iradeleriyle belirlenmişti.
Kendi bütçeleri, hiyerarşik olarak örgütlenmiş Geçmişte kentin bu mekanları, hakim politi-
komiteleri vardı ve bu komitelerde görev yapan- kanın dilinde korku mekanları olarak tarif edilmiş-
lar seçimle belirleniyordu. Hakimiyet kurdukları ti. Oraya gidenlerden bir daha haber alınamıyordu.
alanın hazine arazisi olmasına dikkat etmişlerdi Polis ve jandarma katiyen bu mahallelere girmezdi
ve alanı parselleyip dağıttıklarında keyfiyetten vb. Oysa bu tür haberlerin basında sıkça yer aldığı
uzak bir şekilde belirledikleri ölçütler vardı: İşçi dönemlerde, ilgili komiteler kamusal hizmetle-
olmak, kiracı olmak, kentte bir ev, araba ve arsaya rin getirilebilmesi amacıyla kamu kurumlarının
sahip olmamak gibi. Kentsel mekana aşağıdan kapısını aşındırıyordu. Yukarıdan anlatı, kentin
müdahale ile dahil edilmiş bu fiziki ve toplumsal politik mekanlarına oldukça yabancıydı.
dokuda hemen tüm sorunlar varolan örgütlü yapı
içinde çözülüyordu. Bugün de fazla bir şey değişmemiştir. Kentin
muhalif politik mekanları korku ve suç merkezleri
Yerel ve merkezi hükümetlerle ilişkiler kura- olarak tarif edilmekte ve bu musibetin nasıl büyük
rak kentin yeni mekanlarına kamusal hizmetleri tehlikelere yol açacağı sıklıkla dile getirilmektedir.
getirebilmek için yine bu işi yapabilecek kişiler- “Kentli olmayan”, hatta “kent için tehdit edici
den komiteler oluşturmuşlardı. Nitekim bu ko- olan” bu mekanların tüm ülkeyi pençesine alan
mitelerin girişimleriyle 1970’li yılların sonlarına felaketlerin odakları olduğu yönündeki haberler
doğru ilk kamu kurumları olarak okullar, sağlık ve değerlendirmeler gittikçe daha sık tedavüle
ocakları ve karakollar kurulmuştu. Gerçi ortada girmektedir.
bir tuhaflık vardı, bu mahallelerin henüz yasal
kimlikleri yoktu, resmi belgelerde yok görünüyor- Bu değerlendirmelerin, söz konusu mahal-
lardı, ama devletin okulu, sağlık ocağı ve karakolu lelerin kuruluş süreçlerini, politik niteliklerini,
buralarda kurulmuştu. Resmi ve resmi olmayan kültürel kimliklerini, yoksulluk ve yoksunluk
birer yerleşim olarak kent mekanında yerlerini hallerini ve kamusal hizmetlerden yararlanma

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-277
İSTANBULLAŞMAK

düzeyindeki yetersizlikleri vb. dikkate almadıkları türel vb. talepli mücadele biçimleriyle genellikle
söylenebilir. Bu yüzden yeni ve dahili bir okumaya karşılaşmadığımız halde, kentin politik mekanla-
ihtiyaç duyduğumuz da açıktır. Kentin politik me- rında günlük ekonomik taleplerden, -Gülsuyu Ma-
kanlarında gerilimin bir tarafında kendini politik hallesi örneğinde olduğu gibi- kentsel dönüşüm
kimlikleriyle tanımlayan grupların bulunması, projelerine karşı hukuki ve politik örgütlenmeye
diğer tarafında kamu otoritesinin olduğunu gös- kadar çok çeşitli mücadele araçları ve biçimleri
terir. Bu durumda, söz konusu mahallelerde olup örgütlenebilmektedir.
bitenlerin sorumlusu olarak görüldüğü ve kamu
otoritesine karşı mücadele yerel-ötesi bir düzeyde İşin özü, kenti çoğul yapısı içinde anlamaya
tarif edildiği için eylemlerin büyük bölümünün ihtiyacımız var. Burada kilit kavramlar mekan ve
yerel/merkezi otoriteyi hedef alması kaçınılmaz- politikadır. Kent mekanı, hem çatışmanın alanı
dır ve böyle olduğu apaçık bir gerçektir. hem de üzerinde söylemsel çatışmaların yaşan-
dığı bir alandır. Başka bir deyişle, politikanın
Kentin politik mekanları aslında yoksulların mekanında, mekanın politikası yapılmaktadır.
ve ücretlilerin ikamet bölgeleri olarak İstanbul’un İstanbul’un politik mekanları iki anlamda da bu
diğer gecekondu mahalleleri ile benzer özelliklere sürecin ürünleridir. Tam da bu nedenle kente yuka-
sahiptir. Buraların nüfusu da genelde Anadolu’dan rıdan müdahalenin bir aracı olarak kentsel dönü-
göç yoluyla gelen kesimlerden oluşmaktadır. şüm projelerinin, bu mekanlarda sert bir toplumsal
Sınıfsal ayrışma özellikle imar aşarından son- karşılık bulacağını kestirmek hiç de zor değildir.
ra buralarda da belli ölçülerde yaşanmaktadır.
Ancak bu gerilimlerin toplumsal sonuçları her Onyıllar ya da yüzyıllar sonra, kentin hafı-
yerde aynı biçimde gerçekleşmemektedir. Çünkü zasında politik mekanların bir imgesi olacak mı,
burada kültürel örüntüler, etnik ve politik kim- yoksa dönüşüm ve yeniden yapılanma pratikle-
likler devreye girmekte ve mücadelenin alanları rinin karşısında silinip gidecek mi?
çeşitlenmektedir. Dolayısıyla İstanbul’un eski
ve yeni gecekondu mahallelerinde ve eski kent Bu sorunun yanıtı büyük ölçüde, mekana mü-
merkezlerinde ekonomik, toplumsal, siyasal, kül- dahale etmeye devam edecek olan kentsel toplum-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-278
İSTANBULLAŞMAK

sal dinamikler arasındaki ilişkilerin, çelişkilerin, anlam ve süreçlere gönderme yapan şifreler gibi
uzlaşmaların, çatışmaların vb. seyrine bağlıdır. bile düşünülürler. Dolayısıyla, erotik kentin deşifre
edilmesi uğraşı kentsel kavrayış hazzını üreten ana
—Şükrü Aslan etmendir. Bu, bir dedektifin olayın arka planındaki
gizemi açığa çıkarırken –ve kuşkusuz, okuyucunun
>Gecekondu, Kentsel Dönüşüm, Mahalle, Post- da o açığa çıkarma etkinliğini izlerken- duyduğu
Gecekondu, Varoş türden bir hazdır. Pornografik kentinse deşifre
edilmesine ve dedektifliğinin yapılmasına gerek
yoktur. Kentsel pornografi bağımlıları, nesneleri
PORNOGRAFİ olan kenti zaten daha görmeden, sorgulamadan,
düşlemeden bilirler. Ama o bilegeldiklerini bir
Bir mekanı kavrama biçimi. kez daha görmekten de, üzerine aynı terimlerle
“açık saçık” konuşmaktan da haz alırlar. Bu haz,
İstanbul özelinde, kentsel mekanın ve onu vareden bağımlının mazoşist hazzıdır; dedektifin spekü-
süreç ve etkinliklerin imgelemi harekete geçirme- latif etkinlikte bulunmaktan kaynaklanan hazzı
yecek kadar apaçık ve hızlı okunmaya başlamasını değil. İstanbul’da bir buçuk yüzyıldır sadece birin-
niteler. Tam karşıt bir okuma türü erotik nitelik- cisi yaşanır. Pornografik/mazoşist hazzın mekanı
tedir. Gözlemci ve/veya kent sakini erotik bir me- olduğu içindir ki, örneğin, bugün onun çarpık
kanı algılamaya kalkıştığında (ya da erotik içerikli kentleşme yaşadığını, rant yağmasının sahnesi
kentsel mekan deneyimi ürettiğinde) gördüklerini olduğunu, siluetinin bozulduğunu, köyleştiğini
hızla yorumlama iktidarına sahip değildir. O du- ancak asla metropolleşmediğini vs. söylemek ora-
rumda eylemler ve nedenlerle sonuçlar sanki bir da olup biteni anlamaya yeter (bak. Yıkım ya da
çırpıda teşhis edilebileceklermiş gibi gözükmez. Çarpık Kent; Siluet). Daha doğrusu, pornografik
Aksine, kent ve mimarisi ancak uzun uğraşlar so- etkinlik bunların yettiğine inanıldığı zaman ger-
nucunda sırrına varılacakmış, bilinci yavaş yavaş çekleştirilmiş olur. Oysa, olağan cinsel edimler
üretilecekmiş izlenimini verir. Ortadaki görüntü- insan soyunun sürdürülmesiyle nasıl ilişkiliy-
ler ve mekanlar gözle görülenden çok daha derin se, yukarıdaki terimlerle ifade edilip lanetlenen

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-279
İSTANBULLAŞMAK

değişme ve dönüşmeler de kentsel mekanın üreti- başka bir kentsel gerçeklik kavrayışıysa, sonuçta
miyle öyle ilişkilidir. Tıpkı cinsel ilişki örneğinde kentlileşen kitleleri problemleştirir. İstanbul’a ba-
olduğu gibi, göstermek adına gösterildiklerinde kanlar, kendi pornografik apaçık okunaklılık bek-
pornografik, taraflara zarar verici olacak biçimde lentilerinin olağan sonucu olarak, her açıklamayı
sömürüldüklerinde sapkın, biyolojik göndermeleri burada hızlı kentleşme yaşandığı ve kente yeni
yapıldığında tıbbi, imgeleme iş çıkaracak kavrayış gelenlerin bir türlü kentlileşemediği okumasına
bariyerleriyle donatılıp (gösterilmek yerine) temsil dayandırırlar. Buna sonraları, özellikle 1980’ler-
edildiklerinde erotik olurlar. den itibaren her kapitalist ekonominin olağan
gerçeği olan rantın İstanbul özelinde her açıkla-
Bu bağlamda İstanbul, geç 19. yüzyıldan baş- mayı üretmeye muktedir bir “deus ex machina”ya
layarak giderek yayılan bir ölçekte hep pornog- dönüştürülmesi izler. Ama bir türlü genel bir
rafiktir. Çok geniş bir grup insan için, açığa çı- erotik bilinç doğmaz. Çoğunlukla gözlemciler
karılacak bir sırrı yoktur. Zaten apaçık olduğuna ve kentliler kentin sayısız değişim ve dönüşüm
inanılan kentsel etkinliğin o pornografik apa- rotasını henüz anlayamadıklarını, anlamak için
çıklığının ahlaki ve terbiyevi araçlarla disipline uğraşmak, emek harcamak gerektiğini kabul et-
edilmesine, düzeltilmesine gerek vardır. Örneğin, mezler. Onlar o “gayriahlaki” gerçeği hep görme-
1850’lerden başlayarak kentin planlanması, ya- den bilir, cezasını da tereddütsüz tayin ederler.
ni mevcut yapılaşma özelliklerinin değiştirile- Çünkü, tüm pornografik etkinliklerde olduğu
rek “asri” ve “Avrupai” hale getirilmesi, kentsel gibi kentsel olanında da, gözükmesi gayriahla-
sahneye bakan her aydının gördüğü neredeyse ki olanın gözükmesinin engellenmesi hedefi en
tek şey olacaktır. Geç Osmanlı kent pornografi- azından örtük olarak ima edilir. Kentsel sahnede
si, İstanbul’da kentin planlamayla düzeltilmesi apaçık görünen pornografi üzerinde düşünmek
zorunlu “yanlışlığı”ndan ve ona karşıt referans ne anlamlıdır, ne de doğru. Onun görünürlük
oluşturan bir muhayyel Avrupa kenti rasyonali- alanını terk etmesidir öncelikle istenen. Talep
tesinden başka şey görmez. Erken Cumhuriyet bu olduğundan, görünürlük kazananın üzerinde
bu pornografik mirası devralır ve sürdürür. 1960 düşünülmesi de kendiliğinden yasaklanmış olur.
eşiğinden başlayarak apaçık(mış gibi) gözüken Zaten pornografiyi pornografi kılan da, herkesin

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-280
İSTANBULLAŞMAK

bildiği olağan cinsel edimin kendisinin değil, ama mişlerdi. Bu işin altından da iyi kötü kalktılar:
betimlenmesinin yasaklanması değil midir? Hobi kabilinden. Asli misyonlarını, özellikle 80’ler
sonrasında, fabrikanın dışında bulacaklardı. Mal
—Uğur Tanyeli üretimi karşılığı aldıkları ücretleri cep harçlığına
saymış, ana geliri başka yerden elde etmişlerdi:
>Siluet, Yıkım ya da Çarpık Kent Köylü işi, kendin yap-kendin otur bahçeşehirleri
ile yetinmemiş, “tezgah altından” bir de “ciddi
şehir” üretmiş, rantını da kimselere koklatmadan
POST-GECEKONDU kendi defterlerine yazmışlardı. Post-gecekondu
bu tezgahaltı şehri tanımlar. Durum fark edildi-
Kısaca “varoş” diye kodadlandırdığımız (bak. ğinde, elbette, “iş işten geçmiş”ti.
Varoş) bir çorbamız var. Bunun içine kattığı-
mız ideolojik malzemeyi “kuru” bir dille, ken-
tin maddi üretim pratiği açısından okumaya Tezgahaltı üretime katlanmak, şehrin eski
çalışsaydık, varacağımız yer post-gecekondu sahiplerini zorladı. Daha küçüklerin olan bitenle
olurdu. hesaplaşacak, yeni gelenlerle aşık atacak takati
yoktu; “söylenmeye” koyuldular. Geleneksel ola-
Bu, bir insani ihtiyaç olarak ya da “kullanım değeri rak olumlu çağrışımlı “gecekondu” tedavülden
için” üretilmiş olan bildiğimiz klasik ya da oriji- böyle kalktı, yerini “varoş”a bıraktı. Tüm kale-
nal gecekondunun (bak. Gecekondu) “neoliberal leri ve kalpleri şaşırtıcı bir hızla fetheden çarpık
devrim” çerçevesinde bir değişim değeri olarak kentleşme söylemi içinde “varoş’”, İstanbul-ol(a)
yeniden üretilmesinden ibarettir. Ya da enformel mayan, İstanbul-sayıl(a)mayan yerlerin bütününe
konut alanlarının gayrimenkul pazarının parçası işaret eder oldu. “Civitas”ın bittiği yer, varoşun
haline gelmesi, sermayenin yeniden üretim dön- sınırına dayanıyordu, gidilmeyesi yerlerin.
güsüne katılması demektir.
Büyüklerse kimi sabırsız, kimi edeplice sıra-
Klasik gecekonduyu kuranlar, şehre malları larını bekledi. Varoşun korku imparatorluğunun
üretsinler, memleket kalkınsın diye buyur edil- başkentine ad olmasını gözlemledi. Her kim ki

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-281
İSTANBULLAŞMAK

gayrikanuni bina inşa eder, başka her fesata da Post-gecekondu, kentin üretiminin tarihsel
kadirdir; altımızı oymaya, şu bildiğimiz toprağı bir bir aşamasına işaret eder basitçe. Yargılamaz,
halı gibi ayağımızın altından çekip almaya. Dep- korku, acıma, nefret, dışlama, kamplaşma iste-
remi (bak. Deprem) andırır, ikiz kardeşidir onun, ği vb duygusal motivasyonlar yaratmaz. Bütün
hesaba kitaba gelmez, ürküntü verir. Depremle de bir toplumun parayı parayla kazanmayı öğren-
arası iyidir zaten, birbirlerini fazla takmaksızın, diği Özal’lı yıllarda, enformel konut alanlarında
kalenderce bir arada geçinir giderler. gerçekleşen temel dönüşümü açıklar. Eski işgal
arazileri yasallaştırılmış, göçmenlere başlangıç
Varoş korkusu tüm korkular gibi irrasyonel; sermayesi edilmiştir. Kır kökenli küçük sermaye,
nesnesi kaypak, temelden çelişkili. Varoş, içinde kent üretiminin başat parçası haline gelmiş, ser-
barındırdığı yeni yoksulluktan ötürü tekinsiz ve mayenin ilkel birikim sürecine katılmıştır. Klasik
tam da içinde barındırdığı yepyeni, gıcır gıcır ve gecekondunun sunduğu salt barınma işlevinin
sürekli fazlasına talip servetten ötürü pek tehdit- yerini, mahalle içinde emek-yoğun küçük üretimi,
kardır. Varoş, kuzey İstanbulluların (bak. Kuzey depolama ve pazarlamayı da içeren kompleks bir
İstanbulluluk) aşina olmadığı yoksulluk ve ba- işlevler bütünü almış; yarı köylü - yarı işçilerden
ğımlılık biçimlerinin, yine aynı varoşta üretilmiş oluşan görece homojen bir sosyoekonomik yapı
yeni servetlerle fütürsuz flörtüne alenen yataklık yerini çok katmanlı, yoksulluk nöbetini sonradan
eder; tam da bu karışımı bir arada tutması ile ür- gelenlere devreden bir düzene bırakmıştır.
kütür onu. Kuzey İstanbullu, varoşun kodlarını
çözmekte zorlandığı ölçüde onu bir bütün, “öteki” Böylelikle kent toprağı üzerinden sermaye
olarak algılamaya meyleder; içinde barındırdığı biriktirmek konusunda, küçük sermaye büyük
tehlikeli karışımın temel harcını kırsal kökenli sermayeden çok daha atik davranmış, kentin mor-
ortak kültürü olarak görür. Öyle ise onu kültürel folojisini kendi yeniden-üretiminin gereklerince
olarak ya da “yaşam tarzı” temelinde tanımla- biçimlendirmiştir. Kitlesel konut üretimi alanında
yarak yeknesaklaştırmak, ötekileştirmek, çıkar sahneye ancak yeni yeni çıkan büyükler açısından
yoldur. sorun tam da burada. Esenyurt’tan Tuzla’ya arazi-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-282
İSTANBULLAŞMAK

ye yayılan post-gecekondu büyüklere nefes alma REKLAM


şansı bırakmıyor. Önümüzdeki döneme geniş
yerleşim bölgeleri üzerindeki rekabet damgasını Cennet vaadi ile ayakta duran materyalist bir
dinin ritüeli.
vuracak. Büyüklerin söylenecek vakti yok, işe
koyuldular bile.
İzleyici, meta üzerine yapıştırılan imge ile ken-
disi arasındaki uzaklığı algıladığı sürece metaya
Serinkanlı bir analizin nesnesi olmaya aday
ulaşma ve onu elde etme isteği duyar. Aşamadığı
post-gecekondunun, keskin duyguların hedefi
bu mesafede izleyiciye sanal yolculuk yaptıran bir
varoş ile ikame edilmesi, burada işe yarar: Gece-
kurgudur reklam. Düş üretmez, sadece izleyicinin
kondudan post-gecekonduya, spontane gelişmiş
ulaşmak istediği durumla arasındaki mesafeyi
yerleşim alanlarının sosyal, ekonomik, fiziki açı-
sürekli olarak yeniden üretir. Bu yüzden, gerçek-
lardan ihtiyaca göre biçimlenmiş, yaşam kurgusu
leşmesi istenen ile gerçek olan durum arasındaki
ve kalitesi üzerinde olumlu etkili otantik çözüm-
boşlukta reklam kendine bir yaşam alanı bulabilir.
leri de barındırma ihtimalini tavizsizce kulak
ardı etmek kolaylaşır. Çarpık kentleşme söylemi
Reklam, alt benliğin eksik kalmış noktalarını
post-gecekonduda üretilmiş her şeyi -bir kez daha
uyarıp, buralara suni organlar iliştirir. İnandı-
eğilip yakından bakma gereği duymaksızın- kısmi
rıcılığını ise izleyicinin hayalleri ile örtüştüğü
bir çözüm dahi değil total bir sorun olarak gös-
noktalarda elde eder. Hayaller ile kesişen nok-
termeyi ve dozerleyip çöpe atmayı meşrulaştırır.
talarda gerçeklik değil, gerçek olma ihtimalidir
Mecliste gün sayan kentsel dönüşüm yasası, post-
önemli olan. Yani reklamın gerçekliği, ulaşılmaz
gecekonduyu varoş olarak damgalayıp görmezden
olanı elde etme olasılığına vurgu yapan metanın
gelerek tasfiye etme yasasıdır.
sunduğu, semboller ve imgelerle örülmüş vaattir.
—Orhan Esen
Yaşanılan hayat seyredilebilir olduğu ölçüde
>Deprem, Gecekondu, Kuzey İstanbulluluk, Varoş değer kazanırken, şehir söz konusu olduğunda
reklam, şehri simgeler ile kuşatır. Şehrin gerçeği,

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-283
İSTANBULLAŞMAK

yansıttığı imge olarak algılanır. Şehir, ne olduğun- Kavramlar, tarihsel ve kültürel anlamlarını
dan öte nasıl sunuluyorsa odur artık. Her yapı, doğal veya yapay bir sürecin parçası olarak yitir-
her proje, arkasındaki ideolojiyi yansıtır. Böylece diklerinde yeniden tanımlanmaya uygun hale
yaratılan imgeler ve ideolojiler bağlamında şehrin gelirler. Tanımlamanın yeniden yapılabilmesini
görüntüsü kendini daimi olarak yenilemektedir. mümkün kılmak için ilk olarak kavramın içinin
boşaltılıp anlamdan arındırılması ve yeni imge-
Reklamın cennet vaadi, 1960’larla beraber lerle şekillendirilmesi gerekir. Sözkonusu olan
İstanbul ile bedenlendi. “Taşı toprağı altın şehir” kavram, bu yeni tanımlama sonrasında toplumsal
vurgusuyla İstanbul, reklamın, vitrinin ve vade- anlamı olmayan bir imgeye dönüşüp metalaştı-
dilen cennetin ta kendisi oldu. Yaratılan imgeler ğında artık her şey olasıdır. Bu metadan kar sağla-
ile zenginleşen cennet vaadi sayesinde milyonları yanlar, metanın ciddiye alınmaması ve anlamını
kendine çeken İstanbul, sahip olduğu tüm zengin- sürekli olarak yeniden üretmesi ölçüsünde mutlu
liğin ve yansıttığı görüntünün herkes için müm- olurlar. Çünkü ürünlerinin daimi olarak satma-
kün olabileceği yanılsamasını üretmeye başladı. sını, bu yüzden de ürünlerinin kendiliğinden
Bu eşitlikçi cennet vaadinin ardında ise yoksulluk, eskiyebilir olmasını isterler. Bu noktada reklam,
eşitsizlik, dışlanma, şiddet ve rant saklıydı. yenilenme sürecini hızlandıran bir katalizör göre-
vi görür. İstanbul için de böyle olmuştur. Yerelin
80’lerden sonra reklam, imgeler yolu ile ger- “taşı toprağı altın bir cennet” tasvirinden küresel
çekliği manipüle ederek gerçeklik algısını kırmaya sermayenin “yeni bakiresi”ne doğru evrildiği sü-
başlarken, kavramlar, değerler, dil, söz ve kültür reç içinde İstanbul ve ona ait olan her şey ya an-
de bir ürünün pazarlanmasında kullanılan araçlar lamını yitirmiş ya da sermayenin lügatına uygun
haline geldi. Tüketim toplumuna dönüşmenin olarak yeniden anlamlandırılmıştır.
kaçınılmaz sonuydu bu... İstanbul da bundan
payını alarak metalaşmaya ve bir gösteri mekanı Piyasanın varlığı yenilik kavramını kalite-
olarak sunulmaya başladı. Şehir, hem İstanbul’da den, anlamdan ve değerlerden bağımsız olarak
yaşayanlar hem de İstanbul’u dışarıdan izleyenler pazarlanabilir hale getirir. Büyük, gerçek, kalıcı
için seyirlik bir hale geldi. ve dayanıklı şeyler istemeyen sermaye sahipleri-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-284
İSTANBULLAŞMAK

nin gözdesi haline gelen İstanbul ise tekrarlanan dönüşümü ise, bu imgenin gerçeği, maalesef, yerel
yenilik ve yenilenme söylemi ile anlamdan ve de- ve küresel ranta av olan İstanbul oluyor.
ğerlerden sıyrılmış olarak her gün yeniden vitrine
serilir. “Dünya kenti olma” vaadine henüz ulaşama-
yan, ama ulaşabilme ihtimalinin farkında olan
İstanbul’un kendisi bir imge olarak sürekli ço- ve bu yüzden metalaşmaya boyun eğen İstanbul,
ğaltılıp reklamın öznesi oluyor artık. İstanbul’un bu vaadin ışığına kapılıp körleştikçe imgenin al-
tek-benci, kendine hayran ve ülkenin geri kalanı- tındaki rant gerçekliğini görmez oluyor. Yenilen-
na kayıtsız hale gelmesinde en etkili faktörlerden me ve değişim sloganları ile şehir ve ona ait olan
biri olan medya ise İstanbul’u seyirlik bir imge kavramlar kendi anlamlarını yitirip piyasa için
olarak sürekli yeniden üretiyor. Ana haber bül- yeniden kodlanırken, ardındaki köhne ve yıkık
tenlerinin en popüler olay mahalli, hava ve yol gerçekliği, yoksulluğu, eşitsizliği ve adaletsizliği
durumlarının birincisi, gece hayatının arka fonu örtmeye çalışan devasa bir ışıklı reklam panosuna
artık sadece İstanbul... İstanbul’a kar yağmadan dönüşüyor İstanbul.
Türkiye’ye kış gelmiyor, İstanbul’da kanalizasyon-
lar taşmadan Türkiye’yi su basmıyor. Reklamın —Ahenk Dereli
ve reklama özne olmanın getirdiği bu seyretme
ilişkisi sayesinde İstanbul’un seyirlik sınırları >Kentsel Dönüşüm
gelişerek, şehir boydan boya, yekpare bir vitrine
dönüşüyor.
RESTORASYON
Yerel yönetimlerin kentsel dönüşüm (bak.
Kentsel Dönüşüm) imgesi ile kent sorunlarına Taşıdığı tarihsel değerler açısından varlığını
yaptıkları reklam kokulu müdahalelerin bir gös- sürdürmesi gerektiği kabul edilen bir yapının,
strüktürel ve bünyesel hasarlarının -yapımının
teriye dönüştürülmesi sadece rant değerinin yö-
üzerinden geçen zamana ait izleri de koruyarak-
netilmesi fikrinin üstünü örtüyor. Eğer imgenin çeşitli yöntem ve tekniklerden faydalanılarak gi-
vurguladığı hedef “Vitrin İstanbul”un kentsel derilmesi, kısaca yapının eskiliğinin yaşatılmasıdır.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-285
İSTANBULLAŞMAK

Restorasyonu herhangi bir onarım ya da yeniden boyunca ne de öncesinde, yeni yapı üretimine
kullanım etkinliğinden farklı kılan, öncelikle söz ağırlık verilen mimarlık pratiğinde, restorasyon
konusu yapının bir tarihi gerçeklik olarak önem bir uzmanlaşma alanı olarak kavramsal temel-
taşıması, dahası bu gerçekliğin kabulüdür. Çağdaş lerini oluşturamaz. Bu yoksunluğa, kenti biçim-
restorasyon kuramının temel kavramlarından lendiren dinamiklerin olağan sonucuna yönelik
olan “tarihi belge değeri”, bu özgünlük ve ger- nostaljik (bak. Nostalji) yakınmalar eşlik eder.
çekliği anlatır. Tarihi bir yapı, tarihin bıraktığı 1980 sonrasında öne çıkan restorasyon yaklaşım-
izleri taşımalıdır. ları da doğal olarak bu nostaljik bakış temelinde
biçimlenir. Koruma ve yaşatma çabaları, anlam
Bilimsel restorasyonun dayandığı temel tavır, kaymaları içinde bocalar. Ortak bir terminolojinin
19. yüzyılın son çeyreğinden bu yana öznellikten yerleşmemiş olmasından öte, yaşatılacak olanın
uzaklaşmayı, dolayısıyla da yapıya belli bir mesa- ne olduğu konusunun bile tartışmalı oluşu zemini
fede durmayı esas alır. Yapı, mimarın ya da mal iyice kayganlaştırır. Tarihsellik yanılsamaları,
sahibinin kişisel tercihlerinden bağımsız, özgül yenilemenin restorasyona tercihi ile başlar. Tarihi
değerleri için yaşatılmalıdır. evler ve sokaklar mı yaşatılacaktır, yoksa temsili
evler ve sokaklar mı inşa edilecektir? Eski yaşatıl-
İstanbul’un, tarihsel geçmişi düşünüldüğün- malı mıdır, yaratılmalı mı? Bu kritik soruların ce-
de, restorasyon disiplini için çok zengin bir kay- vapları, ağırlıklı olarak İstanbul’un çok katmanlı
nak olabileceği açıktır. Hatta, Geç Osmanlı’nın tarihinin içinden seçilen ve neredeyse kutsanan
Avrupai düzenin kurulması yolundaki çabaları dönem ve yapı tiplerinin temsili olarak yeniden
içinde, müzecilik ve taşınabilir eski eserler ile il- üretilmesi yoluyla kentin tarihi kimliğinin inşası
gili düzenlemeler 1880’lerde, anıtların korunması ile tarihi sokak ve mahallelerin “güzelleştirilmesi”
ise 1910’larda gündeme gelir. Erken Cumhuriyet ve “mutenalaştırılması” yaklaşımlarında aranır
yıllarında da kentin doğal ve tarihi değerlerinin (bak. Güzelleştirme; Mahalle; Mutenalaştırma;
korunması, planlama çalışmaları içinde kendine Soylulaşma). Özellikle eski ahşap evlerden oluşan
en azından yasal düzlemde yer bulur. Ancak ne mahallelerin, Boğaz kıyısındaki yalıların, ken-
1950’lerle başlayıp 1980’lere kadar süren dönem tin genelde üstün kılınan ama kendi içinde de

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-286
İSTANBULLAŞMAK

derecelenen “Osmanlı kimliği”nin gerçekte var kenarının ardındaki alan (hinterland). Böyle bir
olandan öte “yeniden” inşa edilmesi, restorasyon tanımlama, kara-su etkileşim fenomeninin tüm
adı altında gerçekleşir (bak. Yalı). değerleriyle anlaşılması ve bir bütün olarak gö-
rülmesi gerekliliğini de beraberinde gerektirir.
Sözü edilen yaklaşımın kamuoyuna sunulu- Bugün tüm doldurma, yapaylaştırma eylemleri-
şunda ve yeni “eski”nin üretilişinin kabulünde ne ve tükenme, yozlaşma, aynılaşma söylemle-
ya da tartışılmasında yaklaşımlarını belirleyen rine rağmen İstanbul’da sahillerin birbirinden
yasal düzenlemeler ve düşüncelerle birlikte, her farklı olmasının sebebi de sahilin mekansal alan
defasında Koruma Kurulu (bak. Koruma Kurulu) olarak kavranmasından kaynaklanır. Bu yüzden
ve kararları da gündeme gelir. İstanbul kıyıları boyunca uzanan sahilyolları,
yapısal anlamda temelde aynı malzeme ve benzer
—Yıldız Salman
strüktürlerden oluşsalar da, mekan tanımlarıyla
birbirlerinden farklıdır. Her sahilyolu hinterlan-
>Güzelleştirme, Koruma Kurulu, Mahalle,
dının adıyla anılır: Boğaz’ın her iki yakasında-
ki Boğaziçi sahilyolu, Sirkeci-Florya sahilyolu,
Mutenalaştırma, Nostalji, Soylulaşma, Yalı
Kadıköy-Bostancı-Pendik sahilyolu, Unkapanı-
Silahtarağa sahilyolu, vb.
SAHİLYOLU
1850’lerden 1950’lere kadarki yüz yıllık sü-
İstanbul kıyıları boyunca uzanan ve hepsi dol-
reçte, denizyoluyla ve tramvayla (bak. Tramvay)
gu zemin üzerinde inşa edilmiş ulaşım arter- kitle taşımacılığı yapılan İstanbul ağırlıklı olarak
leri. [Ed.] halen “yaya” şehridir. İstanbul genelinde 1950’ler-
den itibaren uygulanan karayoluna dayalı ulaşım
Ansiklopedik tanımlarda, genelde, deniz, göl, politikaları, kentin fiziksel gelişimini etkileyen
akarsu kenarı olarak geçen sahil, mekansal alan ana faktör olmuştur. Dönemin imar faaliyetlerinin
olarak tanımlandığında iki temel alanı içerir: Su şehir fizyonomisine getirdiği değişikliklerden ilki
kütlesi (deniz, göl, akarsu, vb.) ve tüm su kütlesi o zamana kadar görülmemiş genişlikte yolların

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-287
İSTANBULLAŞMAK

açılışı, ikincisi ise bunun oluşum hızıdır. Yeni değerlendirildiğinde ise yol boyunca bir boşluk
açılan ana arterler ve bunlara bağlı olarak gelişen oluşturur. Yaratılan bu sınır bir yandan kentin
yol ağı, doğal topoğrafya üzerinde kendi topoğraf- yeni topoğrafyasının uzantısı olarak gelişirken,
yasını oluşturmaya başlar. Yol ağıyla gelişen yeni diğer yandan boşluk, metropolleşen kentin her
topoğrafya, aynı zamanda metropolleşen kentin yerinde olduğu gibi, mevcut doğal topoğrafyanın
makroformunun biçimlenmesini yönlendiren ana ana öğeleriyle yaşamsal ilişki kurmada bocalar.
faktör olur; yerleşimin gelişim ekseni çok yönlü
hale gelir. İstanbul’da, sahilin, motorlu taşıt kara- Zamanla, kırılma noktası katmanlaşır: Kent-
yoluyla tanışma hikayesi 1950’lerin sonuna doğru sel dönüşüm (bak. Kentsel Dönüşüm) sürecinin
gerçekleşir. İstanbul sahilleri 1960’lı yıllardan başlangıcında eşgüdümlü olarak düşünülemeyen
itibaren kentin devinim sürecine eşdeğer bir hızla iki ulaşım ağı (kara ve denizyolları) ve bunlara
değişim ve dönüşüm geçirmeye başlar. Karanın bağlı altyapılar senkronize olarak gelişemediğin-
iç kesimlerinden kıyıya ulaşımı kolaylaştıran ve den, Boğaz köylerinin kıyıları (ön plan), zamanla
hızlandıran yol örüntüsü, sahilyollarının yapımı kronikleşen mekansal düğümlenmeler yaşamaya
ile ağı kapatır. Denizyolu ağın dışında kalır. başlar. Boğaziçi köyleri arasında ulaşım ve erişim
hızının artmasıyla yalı (bak. Yalı) ve sahil saray di-
Bu dönem tüm İstanbul için olduğu kadar, zilerinin ardında kalan açık alan (arka plan), artık
özellikle sahiller için önemli bir kırılma noktası- bir ziyaretgah, seyir ve mesire yeri değildir; üst ve
dır. Sahilyolunun geçmesiyle kentin kıyılarında orta sınıf konutları ve hizmet birimlerinin Boğaz
morfolojik başkalaşım da başlamış olur. Bu baş- köylerine eklenerek çoğaldığı, tüm Boğaziçi meka-
kalaşıma Boğaziçi özelinde bakıldığında, kıyının nının iki tarafında, yamaçları ve tepeleri örterek
gerisindeki arazide, yamaçlarda yer alacak yeni gelişen ve birleşen yeni semtlerin yayılma alanı-
mekansal gelişimler ve girişimler için adeta boş dır. Artık her “-köy” ardışık bir dizinin bir sonraki
bir sayfa açıldığı görülür. Yol, kıyıya paralel yönde parçasıdır; sınırlar karışır; -köyler adlarını muha-
değerlendirildiğinde, topoğrafyanın ana ögeleri faza eder, ancak, mekansal ve bünyesel dönüşüm
olan suyolu (boğaz) ile yamaçların arasına bir içindedirler. Semtlerin yapı ve insan yoğunluğu,
sınır öğesi olarak girer; buna tam dik eksende sahil mekanının doluluğunu artırdığından bir

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-288
İSTANBULLAŞMAK

çeşit yer-örtücü oluşumu başlar; yerleşmenin, 1960’lardan sonra, sadece Boğaziçi’nde değil,
yapılardan oluşan yoğunlukla ve boşluksuz küt- tüm İstanbul sahillerinde yerleşim gelişimlerinin
lesel gelişimiyle ayrışıklıklar silinir, yok olur; fiz- yer ve yön belirleyicisi denizyolundan çok sahil-
yonomik birleşim gerçekleşir. Boğaziçi’nde Antik yoludur. Sirkeci-Florya ve Bostancı-Pendik sahil-
Çağ’dan bu yana devamlılığını sürdüren farklı yolu çevresindeki sahil mekanları az eğimli, yer
kimlikler bu noktada önemini yitirir ya da geri yer düz topoğrafya karakteriyle, kıyının hemen
plana düşer, mekan yeni dinamiklerin etkileri arkasında yükselmeye başlayan tepe dizileriyle
ile biçimlenmeye başlar. Bu dinamikler karada sınırlanan Boğaziçi sahil mekanından farklıdır.
yoğunlaşır; karanın kendi doğası içinde yeni bir Boğaziçi sahilyolu, olayların ve kendinden önce-
ilişkiler ağı tanımlanır: kıyıya inen sokaklar suya ki yerleşimlerin içinden geçen bir rota çizerken,
ulaşmadan sahilyoluna kavuşur; sahilyolu, ön diğer sahilyolları bugün ne yaşantı, ne kültür, ne
plan ve arka plan arasında bir eşik oluşturur. de ekonomik anlamda kaynaşamayan yerleşim-
Burası, aynı zamanda denizyoluyla da varılan leri birbirine yapıştırır. Diğer sahilyollarını takip
ve yol boyunca deniz tarafında kalan yalıların, edenler, nereden başlayıp nerede bittiği belirgin
sahilyolundan başlayarak tepelere uzanan yeni olmayan yapılar dizisinin kıyısından geçerek, bir
konutların ve yol boyunca hizmet mekanlarının tarafta denizi bir tarafta sürekli dönüşen ve yayı-
girişlerinin açıldığı, önemli olayların yaşandığı lan metropol İstanbul’u bırakır. Burada sahilyolu
kitlesel bir geçişler mekanıdır. sınırsal mekandır; metropolün yeni gelişimleri
için deniz kenti veya kara kenti olma yolunda
Boğaz boyunca suyolundaki geçişlere paralel potansiyeli en yüksek öğedir. Çünkü, bünyesinde
olarak karada sahilyolunda geçişler yaşanır. De- yeni bir “diyalektik” ve bir “kopukluk” yaratma
nizyollarının karşılıklı kıyılar arasında sunduğu potansiyellerini aynı anda barındırır.
gidip-gelme deneyimine karşılık, sahilyolu, doğa-
sı gereği, tek taraflı bir bağlayıcı olarak gelişmiştir. —Senem Deviren
Hız ve hareketin artması, dolayısıyla zamanın
kısaltılması yoluyla Boğaziçi’nin bütünleşik bir >Kentsel Dönüşüm, Tramvay, Yalı
mekan olarak okunması kolaylaşır.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-289
İSTANBULLAŞMAK

SAYFİYE şınılması, yaz aylarının doğa ile iç içe geçirilme-


si ve sonbaharda “İstanbul”a geri dönüş, kentte
Yılın belli dönemlerinde, özellikle yazın kul- ayrıcalıklı bir kesime ait olan lüks ve törensel
lanılan konut ve bu konutların çoğunlukta
olduğu kentsel alan. bir göç niteliğindedir. Her ne kadar 19. yüzyılın
ikinci yarısında deniz ve kara ulaşımının güçlen-
İstanbul bağlamında 19. yüzyıl başından 20. yüz- dirilmesi ile Boğaz köylerinin sınırları genişlemiş
yılın ilk çeyreğine kadar olan zaman diliminde, ve Boğaziçi kentle bütünleşerek bir banliyöye
kentin sınırları içinde yer almakla birlikte, gerek (bak. Banliyö) dönüşmeye başlamışsa da, bu yalı
ulaşım ilişkileri gerekse de belirlediği yaşam şekli boyunun sayfiye niteliğini değiştirmez. Ancak
nedeniyle çoklukla yaz aylarında gidilen semtlere dönemsel kullanıcıların profili ve kozmopolit
ve bu semtlerde yer alan konutlara verilmiş olan nüfus yapısı bu Boğaz köylerinin gelişimini et-
isimdir. 19. yüzyıl öncesinde saray çevresinin kentin kiler. Kentin varlıklı gayrimüslim nüfusunun ve
uzak noktalarında yer alan yazlık edinme geleneği, yabancı elçiliklerin yazlıklarının Boğaziçi’nde yer
yeni yerleşim alanlarının yaratılmasıyla yalnızca almaya başlamasıyla Avrupai yaşam biçimleri bu
saraya ait bir ayrıcalık olmaktan çıkarak, kentin semtlere de yayılacaktır. Daha çok Pera’da yaşa-
prestijli bölgelerinde yaşayan üst düzey bürokrat, yanların sayfiyesi olan Boğaziçi dışında, kentin
tüccar gibi halkın varlıklı kesimine de yayılmıştır. Marmara sahilleri ve Adalar da (bak. Ada) benzeri
bir gelişim gösterir. Yeşilköy, Erenköy gibi semt-
İstanbul’un 19. yüzyıl başında en önemli say- lerin sayfiye olarak kullanılması neredeyse 20.
fiyesi, karşılıklı iki kıyı boyunca sıralanmış ya- yüzyılın ilk çeyreğine kadar devam eder.
lılarıyla (bak. Yalı) kentin ortasından geçen bir
suyolu olan Boğaz’dır. Yalnızca denize bağlı bir İstanbul’un yoğun ve karmaşık yapısında, her
ulaşımın varlığı, Boğaziçi’nin bir kıyı yerleşimi dönem kentten çok uzaklaşmadan, bir nefes alma
olarak gelişmesine olanak vermiştir. Boğaziçi’nin olanağı tanıyan sayfiye geleneği, 1950’ler sonra-
bu sayfiye niteliği denize ve mevsimlere bağlı sında nüfus artışı ve kent sınırlarının ötelenmeye
özgün bir yaşam biçimini de beraberinde getirir başlamasıyla, kentiçi sayfiye alanlarından kent dı-
(bak. Denize Girmek). Yaz başlarında Boğaz’a ta- şına kaymaya başlamıştır. Günümüzde ise sürekli

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-290
İSTANBULLAŞMAK

yerleşim alanı olmakla birlikte, Adalar İstanbul’un bir değişimle karşı karşıya. Değişim, muhtarın
yegane kentiçi sayfiyesi niteliğini devam ettirir. çalıştığı, mahallemizdeki küçücük “sıradan” evin,
Osmanlı usulü ahşap bir eve dönüşmesiyle baş-
—Yıldız Salman
ladı. Bu birkaç hafta içinde gerçekleşti. Osmanlı
>Ada, Banliyö, Denize Girmek, Yalı usulü ahşap ev, katıksız, hijyenik Türk kimliğinini
yeniden canlandırma arzusunu her saniye tatmin
ederek, Tophane Parkı’nda pırıl pırıl parlıyor şim-
SEMT KONAKLARI di. Tophane Parkı yakınlarında, 6-7 Eylül 1955’te
evlerini terk eden Rumların ardından Romanların
Yerel yönetimin toplum mühendisliği yapma işgal ettiği ve sahip olduğu bir sokakta, eski usul
ideal ve amacını simgeleyen tarihselci kamu- bir Osmanlı-Rum apartmanında yaşayan biri ola-
sal yapı. [Ed.]
rak, bu durumu anlamam çok zor tabii ki. Semt
konakları, muhafazakar neoliberal stratejilere da-
Osmanlı kentlerinde, genellikle ahşap malzeme ve
yanan ve Osmanlı-İslam kimliğinin muhafazakar
nitelikli bir mimari stil ile inşa edilmiş konaklar, bir nostalji (bak. Nostalji) ile parlatılarak yeniden
temelde belirli bir zümrenin konut yapısını temsil yaşatılmasını sağlayan söyleminden oluşan bu-
eder. Geçen yüzyıllarda kalmış olan bu konut tipi, günkü devlet söylemini yeniden oluşturmada
son yıllarda AKP hükümetinin girişimiyle bazı mekansal bir meşrulaştırma aracıdır, örneğidir.
semtlerde kurulan, mahallelinin buluşabileceği Belediyelerin bu söylem doğrultusunda sürdür-
ve yararlanabileceği temel ihtiyaçların (anaokulu, düğü inşa eylemleri ile mahalle (bak. Mahalle)
yıkanma, çamaşır yıkama, dil öğrenme, çocuklar ölçeğinde ürettikleri, bir tür “philantrophy”ye
için eğitim) sağlandığı, muhtarlığı da bünyesine dayanan (bir tür karşılıksız yardım, yoksulluğu
alan toplum merkezleri olarak karşımıza çıkar. kontrol ederek yoksullaştırmaya devam etmek) bu
yeni konaklarla amaçlanan, belediyenin internet
Fakir, kirli ve farklı etnik grupların (Kürt, sayfasındaki ifadeyle, “yerel halkın yaşam kali-
Arap, Roman) yaşadığı bir çöküntü bölgesi olarak tesini yükseltmek”. Sosyal yardımlaşma, eğitim,
bilinen ve benim de mahallem olan Tophane yavaş sağlık ve rehberlik hizmetlerinin ücretsiz olarak

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-291
İSTANBULLAŞMAK

semt sakinlerine sunulduğu bu “semt konakla- sabit olmasıdır. Bunların dışında, mobil ve aslında
rı”, İstanbul’un belli bir yoksulluk düzeyindeki mimari bir özelliği de olmayan, ancak varlıklarıy-
semtlerinde kurulmuştur, kurulmaya devam et- la mekan değişikliği yaratan dinamik ve geçici
mektedir. çarşılar vardır: Semt Pazarları.

—Pelin Tan
Pazarlar genellikle sokaklara yayılarak, ba-
>Mahalle, Nostalji zen de otopark (bak. Otopark) veya meydan gibi
açık yerlerde haftada bir veya iki gün kuruluyor.
Sabahın erken saatlerinden akşam hava kararana
SEMT PAZARI (I) kadar beyaz çadır bezinden yapılma tentelerin
altında kurulan tezgahların üstüne rengarenk
İşlev ve ekonomik anlamı radikal biçimde de- mallar serilince canlı bir ticaret mekanı ortaya
ğişse de, varlığını yüzyıllardır sürdüren bir çıkar.
kentsel ticaret donatısı. [Ed.]

2008 yılının İstanbul’unda hafta boyunca


Bir ticaret merkezi olan İstanbul’da çok çeşitli Avrupa yakasında 243, Anadolu yakasında 115
alışveriş yerleri vardır. Çarşı denince Kapalıçarşı olmak üzere toplam 358 semt pazarı bulunuyor.
ve Mısır Çarşısı gibi tarihi ticaret yapıları ve civar- Pazartesi günü 43, Salı günü 48, Çarşamba günü
larındaki hanlar, dükkanlar ve camilerle bağlantılı 57, Perşembe günü 59, Cuma günü 54, Cumartesi
arastaların bulunduğu yerler ticaret bölgeleri ola- günü 52 ve Pazar günü 45 ayrı yerde pazar kuruldu-
rak gösterilir. Bunun dışında da bugün Amerikan ğu için, insan her gün kendine bir tane bulabilir.
stili büyük alışveriş yerleri çarşı gibi algılanabilir.
Ayrıca bir veya iki tarafında dükkan sıraları olan Pazarına göre büyüklük ve tezgah sayısı farklı
sokaklar ve Beyoğlu Balık Pazarı veya kentin çe- olabilir, ama genel olarak hepsinden günlük mal
şitli yerlerindeki sabit halk pazarları gibi yerler alınabilir. Sebze, meyve, peynir, yumurta, pirinç,
de çarşı işlevini yerine getirir. İstanbul’a has olan kuruyemiş, balık gibi gıda maddelerinin yanında,
bu ticaret alanlarının ortak özellikleri hepsinin giyim eşyası, kumaşlar, çanta, ayakkabı, oyuncak,

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-292
İSTANBULLAŞMAK

küçük ev eşyaları ve çeşitli araç gereç burada var- den oluşmakta. Sabit çarşılarda dükkanlara soğuk
dır. Açık yerde kurulduğu için hava şartlarının et- ve sıcak içecek hizmeti genellikle çayhanelerden
kisi çoktur. Bu yerlerde klima kullanılmaz, sadece veya bir çay ocağından verilir. Pazar yerlerinin
yağmur ve güneşi önlemek için tenteler gerilir, hemen yanında veya kuruldukları sokaklarda
dolayısıyla bu alışveriş alanları ekolojik, yani çevre bir çayhane varsa, pazarcılar da oradan faydala-
dostu mekanlardır. Hava şartlarına bağlı bir ticaret nır; yoksa bir tentenin altında veya pazarın bir
söz konusu olduğu için bazı mallar ancak belirli köşesinde geçici bir çay ocağı oluşturulur ve der-
zamanlarda bulunur, mesela pazarlarda yazın ba- hal hizmete girer. Kadıköy Salı Pazarı gibi büyük
lık satılmaz. Seralarda yetişen sebzelerden dolayı pazarlarda yufka ve dürüm gibi küçük şeylerin
her mevsim çoğu şey bulunmasına rağmen, semt atıştırılabileceği geçici yemek tezgahlarını da
pazarlarında dört mevsim her zaman hissedilebi- görmek olasıdır.
lir. Pazardaki hareketlilik bayramlarla birlikte de
çok değişiklik gösterir ve arife günlerinde buradaki Günlük bir İstanbul manzarası için muhakkak
insan kalabalığı önemli ölçüde artar. bir semt pazarına gitmek gerekir.

Pazarın kurulduğu günlerde, bu sokaklara Semt pazarı, canlı mekanlarıyla şehrin önemli
araba giremediği için doğal bir yaya alanı oluşur. özelliklerini yansıtan bir yüzüdür. 1995 yılında
Yaya mekanında insanlar, alıcı ve satıcılar yüz pazar sayısı 321’di. Bu sayı 13 senede bugünkü sa-
yüze gelip doğrudan iletişim içinde olabilir ve yıya, 358’e ulaştı. Tabii bu arada kentin nüfusu da
altı gün boyunca sakin yaşayan sokak bir gün arttı ve bununla birlikte kent içindeki bölgeler de
için cıvıl cıvıl bir hale gelebilir. Sadece bu gün, çoğaldı. Diğer taraftan küçük ticareti baltalayan
bu tentelerin altında, esnaf ve genelde kadın olan süper- ve hipermarketlerin sayısının arttığını da
müşteri sesleri birbirine karışır ve neşeli bir ka- unutmamak lazım.
labalık semte canlılık kazandırır.
Semt pazarlarının müdavimleri olduğu gibi
Bu mobil ticaret sisteminin dinamiğine uygun düşmanları da var. Pazar kurulan sokak boyunca
birtakım başka mobil yan hizmetler de kendiliğin- oturanlar için o gün sokak fazla kalabalık oluyor

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-293
İSTANBULLAŞMAK

veya sokağa çıkmak zorlaşıyor diye belediyelere pazarın olduğu günler bunlar da yaya yolu olarak
şikayetlerde bulunanların sayısı da bir hayli fazla. düzenlenebilir. Pazarın kurulduğu sokaklar bo-
İnsanlar evlerinin önlerine park edememekten yunca oturanların da sorunlarını çözmeye gayret
veya kalabalığın gürültüsünden rahatsız oluyor. edilmektedir. Ev sahiplerini rahatsız etmemek
Pazar çok insan tarafından kullanılınca sokaklar için branda bezinin ucundaki iplerini sokaktaki
pisleniyor diye de semt pazarlarını sevmeyenler bina duvarlarına ilişmeden kendi özel direklerine
var. takıp tenteleri gerebilen yeni sistemler planlayıp
geliştiren pazarlar da mevcut.
Semt pazarında satıcı olmak için önce İstan-
bul Umum Pazarcılar Esnaf Odası’na kaydolmak İstanbul’da belediyenin gayretiyle devam
gerekir, ardından da tezgah açmak istenilen pa- eden semt pazarlarından başka, ilginç, özel ini-
zarın belediye zabıtasından yer almak için baş- siyatifle kurulup belediyeden izin alan pazarlar
vuru yapılır. Tezgahın yerine ve yüzey ölçüsüne da var. Pazar günü Dolapdere’de kurulan Kasta-
göre kira fiyatları değişir. Bir pazarcı, haftanın monu pazarı bunlardan biridir. Köylülerin kendi
gününe göre yörük gibi pazardan pazara taşınarak oluşturdukları bir pazar olan bu yere, Kastamonu,
tezgahını kurar: Salı günü Kadıköy’ün merke- İnebolu’dan bahçe meyvesi, sebze, ev pekmezi
zinde, Çarşamba günü Fatih merkezinde, Cuma ve özel ekmekler kamyonla getirildiği için Pazar
günü Fındıkzade’de, Cumartesi günü Bakırköy günü sabah erkenden taptaze mallar almak için
Çırpıcı’da, Pazar günü de Beyoğlu Dolapdere’de Kastamonulular ve pazarın civarında oturanlar
kurabilir. Zabıta her gün herhangi bir pazarı kont- önemli bir kalabalık oluşturur. Cumartesi gün-
rol etmeye çalışır. Bu kontroller sadece esnafın leri de Şişli Feriköy’deki sabit pazarda Ekolojik
kontrolü olarak algılanmamalıdır, gelen müşteri- Halk Pazarı kuruluyor. Ekolojik ürünler buraya
lerin rahat alışveriş yapabilmeleri için de uğraşılır. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden geliyor ve dük-
Tezgahın yerini belirlemek için sokağa bir sınır kanlardan çok daha uygun fiyatlara satılıyor. 2006
çizgisi çizilir ve böylece müşterinin yürüme alanı yılının Haziran ayında Türkiye’nin ilk yüzde yüz
koruma altına alınmış olur. Pazar çevresindeki ekolojik pazarı olarak açılan bu pazarın bir öncü
sokaklardan müşterinin rahat geçebilmesi için olması ve bundan sonra normal semt pazarlarında

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-294
İSTANBULLAŞMAK

da uygun fiyata ekolojik ürünlerin bulunmasına boylarında kurulurlar, ancak bazen kalıcı yapılara
öncü olması hedeflenmelidir. da dönüşürler. Mahalle sakinleri pazarlarının
hangi gün ve nerede olacağını, ayrıca şehrin çeşitli
Kentin her mahallesine haftada bir gün önem- yerlerindeki ünlü özel pazarları (balık, organik,
li bir canlılık getiren semt pazarları, semt sakinleri, giysi, ithal ürünler vs.) bilirler: Bunlar genellikle
müşteriler ve pazar esnafının da güvenliğini düşü- haftanın yedi günü açık, kalıcı pazarlardır.
nen hoş mekanlar olmayı sürdürdükleri takdirde,
uzun vadede İstanbul’un özgün bir yüzünü göste- Burada pazar kavramının bizi ilgilendiren
ren mekanlar olarak varlıklarını sürdürebilirler. yönü, bir açık mekan altyapısının canlı kamusal
alanlara dönüşümü ve strüktürlerinin tektonik
—Yoshiko Tsuruta geçiciliği. Pazarları dünyadaki diğer çiftçi pazar-
larından ayıran, İstanbul’un çeşitli toplumsal
>Otopark kesimlerinin birinci dayanıksız mal tedarikçisi
konumlarını korumalarıdır. Dahası burada, her
mahalleye doğrudan gelen ve mallar ile müşteri-
SEMT PAZARI (II) leri güneş, yağmur ve kardan koruyan kapsamlı
bir örtü strüktürü yaratan satıcılar arasındaki
Pazarlar tarihi kentsel arketiplerdir.
Günümüzde halen yerel halkın mevsimlik seb- inanılmaz işbirliği.
ze, meyve, süt ürünleri, tahıl ve temel ev eşyası
alışverişinin ana kaynağı durumdadırlar. İstanbul’un iki bölgesinin, ikisi de Avrupa
yakasında yer alan 20. yüzyıl öncesi Fatih ile 20.
Gayriresmi bir mekanlar-strüktürler-satıcılar ağı yüzyıl sonrası Beşiktaş’ın, kentsel mekansal örün-
gibi görünseler de pazarlar aslında yıllık kirala- tüler ve mahalle alanları ortaya koydukları göz-
rı, belirli konumları ve haftada beş ayrı yerde iş lemlendi. İki bölge de pazartesi ve salı günleri,
yapan satıcılarıyla resmileştirilmiş mekanlar- boyları küçükten (20-100 satıcı) megaya (1000’den
dır. İstanbul’un açık mekan altyapısını yoğun- fazla satıcı) uzanan iki pazara ev sahipliği yapıyor.
laştırarak sokaklarda, açık otoparklarda ve dere “Mega Pazar” olarak adlandırdığımız, kamusal

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-295
İSTANBULLAŞMAK

kullanım için tasarlanmış bir konumu olan tek halindeki direklerden faydalanır. Gerilen tentele-
pazar Fatih Külliye; bunun başka bir örneğine rin oluşturduğu güçlere karşı strüktürü dengede
rastlamıyoruz çünkü pazarlar genellikle sadece tutmak için ağırlıklar da kullanılır –bunun aynı
İstanbul’un kentsel açık mekan altyapısını işgal zamanda yayaların geçiş yollarının ortasında-
ederler ve nadiren park, ana meydan, meydan ki direklere takılmasını önlemek için olduğunu
veya yaya sokaklarını tüketirler. 20. yüzyılda bazı da düşünüyoruz. Satıcılar ayrıntılı strüktür ağını
haftalık pazarların konumlarına daha kalıcı strük- oluşturmak için halat hattı alanını, tente alanını,
türlerle yerleştiklerini kaydetmek de gerekiyor bağlantı noktalarını ve bağlamı ödünç alıyorlar.
(naylon muşambalı kilitlenebilen çelik iskeletler). Satıcılar halatlarıyla ve tenteleriyle gurur duyar,
Ancak geçen sene içerisinde Beşiktaş’ta belediye kalite ve bakımlarına büyük önem verirler. Halat
bu satıcıları kaldırmaya başladı ve eskiden kul- ve tenteler için hem doğal malzeme hem de sen-
landıkları pazar yerlerini meydana dönüştürdü. tetik malzeme kullanılır, direkler ise neredeyse
hep basit içi boş çelik direklerdir. Direkler aynı
Pazarlar yıl boyunca açıktır ve İstanbul’un zamanda yağmurlu günlerde tenteleri dürtüp ya-
dört birbirinden ayrı mevsimiyle başa çıkabile- tay yüzeylerinde biriken su birikintilerini akıtmak
cek “paylaşılan bir tente” –bir bütün- yaratmak için kullanılır. Tenteler ışık geçirir, yakıcı güneşte
amacıyla ayrıntılı ama basit bir sistem kullanır- gölge oluşturur ve herkesi yağmur ve kardan ko-
lar. “Paylaşılan tente” üç temel parçadan oluşur: rur –dolayısıyla farklı mevsimlerde farklı tenteler
Tenteler, halatlar ve direkler. Bu parçalar satıcılara kullanılır.
aittir ve onlar tarafından getirilir (tezgahlar be-
lediye tarafından belirlenen yıllık kira ücretinin Pazarın ortak bir kentsel arketip olarak İs-
parçası olarak yerinde kiralanır). Halatlar melez tanbul’un dokusunda varlığını sürdürmesinin
bir gerilim ve kinetik bir strüktür oluştururlar. önemi, mevcut açık mekan kaynaklarını yoğun-
Germe strüktür sistemi binalara, düşey strüktür- laştırması, doğaçlama işbirliği strüktürleri ve
lere (ağaçlar, telefon direkleri, parmaklıklar) ve kentsel mahallenin kamusal alanını ritmik ama
satıcı tezgahlarına bağlanır, sistemin kinetik bo- geçici olarak harekete geçirmesinde yatıyor. “Pa-
yutuysa asfalt, beton, toprak ve kayayla sürtünme zar günü”nü yaratmak için kullanılan her şey işe

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-296
İSTANBULLAŞMAK

yarayacağı süre için getirilir ve sonra götürülür. Yeni gelen herkes şehirdeki ilk gecesinde bir ses
Şehir adına toplumsal kamusal alan, gelir ve şe- duyar: “Cesur musun? Burada olabilecek, kaç-
hirliler için uygun fiyatlı mallara erişim açısından madan burada kalabilecek kadar cesur musun?”
değer yaratır. Herkesin korktuğu başkadır: Bazılarının hızdan,
bazılarının yaklaşan felaketten gözü korkar, di-
Farklı toplumsal sınıfları dışlama veya kalıcı ğer bazıları ise şehrin zamanı içerisinde beraber
olma gibi iddiaları yoktur. Strüktürleri, basit ve za- yolculuk yaptıkları yol arkadaşlarından korkar.
manın dışındadır ama kalıcı yapıların tasarımında Gerçekten müspet bir cevap verebilenler kalır ve
henüz öğrenmeye başladığımız ayrıntılı yapısal artık o sesi duymazlar. Serçenin bu sınavı uzun su-
güçlerden faydalanırlar. Ve ne tabela, ne el ilanı re önce geçmiş olduğu açıktır. Ne martının kanat
ne de reklam olmasına rağmen, pazarlar, nerede genişliği yanında ufacık kalmak ne de güvercinin
olduklarının, en iyi satıcıların ve hangi gün kuru- göğsünü şişirip ötüşü onu hiç bozmaz. Kedi ve
lacağı bilgisinin yayılması için toplumsal ağlara ve köpeklere kolayca dehşet saçan karganın karanlık
mahallede haberin kulaktan kulağa dolaşmasına şeytanlığı bile onu yıldırmaz. Çay bahçesinde, bir
güvenirler. İstanbul’un güncel dokusunda semt yan sokakta veya rıhtımda serçeyi minik kırıntıla-
pazarları önemini kaybetmedi. Hayal gücümüzü, rı kemirirken görmek mümkündür; serçe etrafını
sahip olduğu minimalliğin verdiği zevkle mevcut saran diğer kuşlara saygıyla, ama ciddi bir ilgi de
açık mekan altyapısını teatral bir kamusal alana göstermeden, şüpheli, alışılmadık boyutta birer
dönüştürme yolunda harekete geçiriyorlar. sanat eseri muamelesi yapar. Yeterince akıllıdır –o
gözlere dikkatle bakın- ama yine de savunmasız-
—Alexis Şanal ve Murat Şanal dır; risk alarak yuvasını şehrin insan yerlilerinin
balkonlarına yapar. Martılar insanlara sadece su
üstünde uçarken, vapurlardan kendilerine atılan
SERÇE lokmaları yakalamak için yaklaşırlar –sahaları bu-
rasıdır. Kargalar ağaç tepelerini tercih eder, ancak
Serçe gerçek bir İstanbulludur -cesurdur ve yukarıdan düşürdükleri kırık kabuklu yemişleri
bu şehirde gerekli temel özellik de budur. toplamak için aşağılara inerler. Güvercinler yerde

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-297
İSTANBULLAŞMAK

her zaman sürü halinde gezerler –kendilerini zaman zabıtanın kovaladığı bu satıcılar kent için-
besleyenlerle kitle halinde karşılaşırlar. Serçe ise de dolanır veya hep aynı noktaya taşınırlar, kimi
hiçbir zaman tek başına gezinmekten korkmaz. zaman hepimizin kanıksayacağı kadar yerleşik-
Kalbi hızlı çarpar, ama oradadır işte, size yan yan lerdir. Seyyar olmaları, kentin farklı yoğunluk
bakar; o hızlı çarpıştır cesaretinin belli bir telaşla noktalarını deneyerek en uygun satış konumlarını
karıştığı izlenimini yaratan, ama bu aynı şekilde bulmalarına olanak tanır.
gözlemcide uyandırdığı şefkatin de bir yansıma-
sı olabilir pek ala. Diğer tüm kuşlar İstanbul’un Araçları, seçtikleri yemek türüne ve güzer-
gerçek sahipleri olduklarını iddia edebilirler ama gaha göre balıkçı sandalı (bak. Balık-Ekmek),
serçe, ancak serçe bu unvanı hak eder. camekanlı arabaya bağlı üç tekerli bisiklet ya da
tezgaha dönüşebilen kamyonet olabilir. Konum-
—Cem Akaş ları, iskeleler, ana duraklar, meydanlar gibi yaya
ulaşımının odak noktalarında yoğunlaşır. Üskü-
dar, Kadıköy, Eminönü, Karaköy ve Beşiktaş’ta
farklı tiplerine rastlanır.
SEYYAR YEMEK SATICISI

Nohutlu pilav, tavuklu pilav, balık ekmek, ci- Pişirilip sürekli sıcak ve/veya yenilmeye hazır
ğer ekmek, dürüm köfte, kumpir, peynirli - yu- tutulan nohutlu pilav, tavuklu pilav ya da midye
murtalı - domatesli - biberli sandviç, sucuk dolma gibi yiyeceklerden, malzemenin çoğunun
ekmek, köfte ekmek, midye dolma, çiğ köfte ve
kokoreç gibi farklı yiyecekleri günün farklı
çiğ olarak hazırlandığı ve isteğe bağlı olarak pişi-
saatlerinde farklı konumlarda satan seyyar rildiği köfte, sucuk ve kokoreçe kadar yemek türle-
meslek adamı. ri çeşitlenir. Eminönü’ndeki balıkçı teknelerinde
ekmek arası balık satılır. Benzeri şekilde Açıkhava
Giderek büyüyen metropolün gündelik hayatla Tiyatrosu’nun köşesinde veya Bostancı sahilinde
başa çıkma yollarından biri olarak, sıkışan trafik- aslen seyyar olmakla birlikte yerlerinden pek de
te, maç sırasında, konser çıkışında uygun fiyata kıpırdamadan yaz- kış sucuk ekmek, köfte ekmek
ayaküstü bir yemek molası önerisi getirir. Kimi satan versiyonları ağırlıktadır. Açıkhava Tiyatrosu

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-298
İSTANBULLAŞMAK

önünde konser çıkışlarında sucuk ekmek ve köfte kalitesini belirli bir düzeyde tutmak ve sürekli
ekmek arabalarına gözlemeciler eklenir. müşteriler oluşturmak seyyar yemek satıcısının
kalıcılığını getirir.
Tam anlamıyla seyyar olanlar, her gün aynı
saatte, aynı noktada olmak için belirledikleri bir Mevsimsel olarak yemeğin içeriği değişir,
rotayı takip ederler ve pek çoğunun sürekli müşte- kışın kestane, yazın tuzlu salatalık satabilir. Yaz
risi bu şekilde oluşur. Uzun yıllar Atlas Pasajı’nın sıcaklarında bozulmaması için daha geç saatlerde
girişinde akşamları 6’dan sonra, üzerinde beyaz daha dayanıklı, daha az işlem görmüş yiyecek
önlüğü, önünde Sabırtaşı yazan örtüsüyle sepeti- türleri kendini gösterir seyyar yemek araçlarında.
nin içinde getirdiği içli köfteleri satan Ali Bey gibi Aynı zamanda satıcıyla kısa süren sohbetlerle ge-
bazıları, İstiklal Caddesi (bak. İstiklal Caddesi ya çici sosyalleşme noktaları yaratan seyyar yemek
da “Beyoğlu”) kullanıcılarının belleğinde önemli birimleri, tulumba tatlısı, burma tatlısı gibi tatlı
bir yer edinmiştir. çeşitlerini de içerebilir.

Kayıtdışı ekonominin bir parçası olan gün- Bazı sokak yiyeceklerini tüketenleri sınıf veya
delikçi kadınlar ve çocuk bakıcıları gibi seyyar yaş grubu açısından kategorize etmek mümkün
yemek satıcıları da kent içinde kendi ilişki ağlarını olmamakla beraber keten helvası çocukluğu-
kurarlar. Egemenlik alanlarını bu ağlara göre be- muzda kalbimizi çalmış; limonlu midye dolması
lirler ve kendi içlerinde ekonomik düzenlerini ya- gençliğimizde alkollü bir gece sonrası eve dönüş
ratırlar. İstiklal Caddesi’nden akşam saat 7/8’den yolunda yenmiş; nohutlu pilav yüksek tempolu
sonra ortaya çıkan midye dolma tepsili seyyar iş gününde iki toplantı arasına sıkıştırılan öğle
satıcıların çoğunluğu Mardin’lidir. Maçka’da yiye- yemeğimiz olmuştur.
ceğiniz sucuk ekmekle Tahtakale’deki aynı fiyatta
olmaz; öte yandan, İstiklal Caddesi’nde yiyece- —Evren Uzer
ğiniz içli köfte sokak için çok rafine bir ürünken,
Eminönü’ndeki peynirli sandviç fazla bir bilgi ve >Balık-Ekmek, İstiklal Caddesi ya da “Beyoğlu”
maharet gerekmeden üretilebilir. Sattığı yemeğin

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-299
İSTANBULLAŞMAK

SİLUET tanır. Bir kanıta ulaşmak amacıyla yapılan bu


inceleme ancak estetik, mimari, kentsel, vb. tüm
Bir şeyin yalnız kenar çizgileriyle beliren gö- yargılamalardan bağımsız olduğunda İstanbul’un
rüntüsü. Daha çok şehirlerin, dağların, belli
yükseklikleri olan coğrafi elemanların panora- belleğinin ipuçlarını paylaşmaya hazır bir veri
mik görüntüsü (bak. Panorama) için siluet, kent olarak karşımıza çıkar.
bağlamında arazinin kavranışını yerle ve gökle
ilişkilendiren çizgi olarak da tanımlanabilir.
Bu anlamda kentsel belleğin parçalarından İstanbul’un yerleştiği özel coğrafyanın si-
biridir; kentten yükselenin gökle buluştuğu luet incelemelerinde belirleyici bir karakteri
arakesittir. vardır. Denizin varlığı ve karayı kuşatmışlığı se-
bebiyle farklı konumlardan izlenebilen Tarihi
Denizin varlığı, karayı kuşatmışlığı ve topoğraf- Yarımada’nın silueti, kentin ilk kuruluşundaki
yanın hareketli yapısından dolayı İstanbul metro- kavramsal modelle yerin ilişkisini açık olarak orta-
polüne tüm yönlerden yaklaşılabildiğinden siluet ya koyar. Bu durum 19. yüzyılın ikinci yarısından
algısı her yönde değişmektedir; bir çizgisellikten 1950’lere kadar nettir; bugün halen büyük ölçüde
çok derinliği izleyicinin konumuna ve hızına göre durumunu korumaktadır. İmar faaliyetlerinin
değişen bir arayüz algılanmaktadır. ölçeğinin büyüdüğü 1950’ler ve buna ek olarak
hızının arttığı 1980’lerle beraber daha büyük öl-
Bir yerleşimin silueti bir birikim sürecinin çekte sahneye giren metropolün siluetinde ise çift
sonucudur. İstanbul’un siluetlerine bakmak bu katlı bir dinamizm söz konusudur: Metropolün
birikim sürecinin bir anında, arayüze dik doğrul- zeminde yayılmayı ve göğe doğru yükselmeyi
tuda, kesit almaya benzer. Bu anlık temsili kesit, sürdüren silueti değişken bir haldedir; eklemeler
ilk yerleşim kurulum fikrinden bugüne yerleşimin ve çıkarmalar sürekli birbirini takip eder. Yine
biçimsel mantığındaki çatışmaların izlerini taşır. denizin varlığı ve hareketli topografik yapıdan
Kesitin incelenmesi, değişim ve dönüşüm süreci dolayı metropole de tüm yönlerden yaklaşıla-
tamamlanmamış metropolün günlük bünyesel bildiğinden, siluet algısı da her yönde değişir.
zamanı dışında, çok yavaşlatılmış bir başka za- Bu durumda, arayüz (siluet), bir sonraki değişim
man katmanında değerlendirilmesine olanak öncesinde, her defasında bir arabellek tanımlar.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-300
İSTANBULLAŞMAK

Arabellek, sürekli değişim ve dönüşüm yaşa- hareket edilerek yapılan yeni uygulamalar ise
yan, doluluğu ve yoğunluğu artan metropolün bu halüsinasyonların, tuhaf kuruntuların, organi-
yer-örtücü katmanının dış çeperini oluşturmak- ze olmamış konuşma ve düşüncelerin sonuçları
tadır. Her defasında bulmacanın içindeki farkları olarak yapı diline aktarıldığından uyumsuzluklar
yakalamaya çalışmak için eğitilmiş olmayan göz, ve dolayısıyla, çokluğun yoruculuğu devam eder;
yer-örtücüler seviyesinde hipnotize olmuş halde, tıpkı şizofreninin kronik olması gibi.
uyurgezer yaşamına devam ederken uyandırıl-
mak istemez. Yer-örtücünün, insan aktiviteleriyle Yer-örtücüleri aşan bir seviyeden, gören gözle
sarmalanmışlığının içinde yaşamını sürdürür. yapılan okumada ise coşkulu ve enerji dolu bir
Zaten siluete bakmak için gözlerini yer-örtücüden metropolün kabına sığmayan yayılışını dinamik
yukarı kaldırıp karşısındaki geniş çerçeveyi izle- siluetlerinden -arabellekten- izlemek mümkün-
meye başladığında rahatsız edici bir dürtü yaratan dür. Kendi dışımızda durabildiğimiz, kendimizi
yorucu bir çoklukla karşılaşır. Coğrafyadan ve ev- bir yerde görebildiğimiz ve o yerin İstanbul oldu-
rensellikten -tümüyle, yerden- kolayca bağımsız- ğunun ortaya çıkmasının sarsıcılığını aşabildi-
laştırdığı estetik, kentsel, mimari, kültürel, sosyal, ğimizde, arabellek, her şeyin evrensel boyutunu
vb. yargılamalarını harekete geçirerek, hükmünü bulmamız ve vurgulamamız için bir fırsat sunar.
siluete giydirir. Arabelleği yakalamak için çaba Arabelleğe bakıldığında evrensellik ve küresellik
sarf etmez. Oysa, yer-örtücüler seviyesinden ya- arasında gidip gelen tutumların fizyonomiye yan-
pılan bir okumada çoğunlukla gördüğümüz ve sıyışı insanın aklını pek çok soru ve pek az yanıtla
bildiğimiz şey, kentsel şizofreninin izlendiğidir. doldurur: Bir kesit al ve tekrar düşün!
Coğrafya ve evrenselliğe ait yer verileri gizlidir;
ortaya çıkarılmaz. Kentteki tüm fonksiyonel, eko- —Senem Deviren
nomik, kültürel, sosyal şeyler arasındaki kavgalar
ve bunların fizyonomiye yansıyan yönü olan ya- >Panorama
pılaşma, kelimelerle ifade edildiğinde ise şizofre-
ni aynen dile getirilmiş olur. Algılamadaki veya
gerçeğin ifade edilmesindeki bozukluklardan

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-301
İSTANBULLAŞMAK

SİMİT
Simidi bilen İstanbullu, o sütlü pofuduk ha-
İstanbul simidi, bir kentsel açık kaynak murdan mamul pastane işi yuvarlak yumuşak
uygulamasıdır.
çöreği simitten saymaz. Yolda bildiği taşfırın simi-
dini bulamaz da pastaneninkine kalırsa, mahçup
Un, su, tuz, maya, pekmez ve susamın odun ate-
mahçup boynunu büker ve ilk kelimeyi vurgula-
şindeki mükemmel evliliği, tümüyle anonim ama
yarak “pastane simidi bulabildim ancak, idare
karıştırılması imkansız ölçüde özgün ve tekildir. edivereceğiz bugünlük” demeyi racondan sayar.
Yüzyıllar içinde değişik ellerin katkısı ile bugün-
kü rafine halini almıştır. Odun fırınından çıkma Simitin taşıyıcısı, ayrılmaz parçası arabası ile
hakiki İstanbul simidinin aroma ve lezzeti, da- beraber, simitçidir: Simitçiler ordusu her sabah,
ha önemlisi “dışı çıtır içi tok” dokusu, kararında kimi bebek arabasından kimi bisikletten bozma,
kızarıklığı, bilenince ayırt edilir ve ısrarla talep kimi basit bir tabla ile naylon örtüden ibaret, kimi
edilir karakterdedir. gıcır camekanlı ama hepsi HTA (Halk Tasarım
Akademisi) sertifikalı mobil satış ünitelerine taş-
Yoksulların ucuza dengeli ve lezzetli beslen- fırınlardan malı yükler, şehrin kılcal damarlarına
mesini garanti eder. Orta sınıf hanelerde kah- sızar. Taşıtları da taşıdıkları kadar özgündür.
valtıyı, beş çayını şenliğe dönüştürür. Ofislerde
paydosa yakın çalışma azmi düşmüşken son enerji Yakın zamanlarda ismi lazım değil bir beledi-
rezervini ortaya çıkarır. Fiyakalı burjuva sofralarda yemizin ismi lazım bir modacımız marifeti ile ilçe
“yerel renk” kontenjanının bir numaralı adayıdır. sınırları dahilinde simitçileri tektip üniforma ve
araba modelleri ile zapturapt altına alma, ahşap
Nasıl bir lezzet olduğunu İstanbullu (bak. üstü altın yaldızlı tektip dükkan tabelalarının
İstanbullu) bilir. Sözle tarif edemese de bilir. Kar- önüne konu mankeni olarak koyma operasyonu
şılaştırır da öyle bilir. Bu bilgisi şehrin birinde farstan öte gülünç oldu. İstanbullular bu turistik
ortası delik susamlı çöreğin birini ısırdığı an bi- simidi pek yemedi. Hayatın tez zamanda malum
lince dönüşür. mecrasından akması beklenir.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-302
İSTANBULLAŞMAK

Yoldaşları çatal ve açma olur: Proleter pofu- Özetle, üçlü çete içinde en kendi başına du-
duk açma tarifi ve imalatı sanki daha bir basittir, ran, yanına katık kabul etmeyeni budur: Hakiki
yanlışı pek çıkmaz. Standartları adeta sabittir, İstanbul Çatalı’nın burnu havadadır, öyle de ka-
şaştığı neredeyse vaki değildir. Çocuk damağı lacaktır.
konuya açma ile girer, çikolatalı tost türü fanta-
ziler açma kültürünün ufkundadır. İhtiyarlayıp Simit, minimal kombinasyonların as elema-
tek dişi kalmış cengaverler, bu ilk göz ağrılarına nıdır: Klasik düzende çay ve kaşar peyniri ile bir
rücu ederler. araya gelir. Orta sınıf çay saatinde, dairenin bö-
lümlerine ayrılıp ortadan yarılan simit parçala-
Çatal, bu üçlünün içinde en sofistike olanıdır. rının içine kaşar parçaları yerleştirilir, üzerinde
Doğru kıvamını, gevrekliğini tutturması belli ki toz kırmızı biberle fırınlanır. (İlla ki dörde, beşe
pek zordur, sanki her taşfırının kendi özgün tarifi ya da altıya bölünmesi konusunda ısrarcı olan
ve iddiası varmış gibi durur. Usta sigara molasına sekter görüşlüler vardır, geçerken not edelim.) Ha-
çıkmış da çıraklar işi bozmuş çizgisine kayması kiki eski “biberli” Trakya ya da Kars kaşarı yerine
işten değildir. Ya lastiklenip ekmekleşir, ya deve sonradan türeme naylondan çıkma fabrika taze
hamuru gibi sertleşir, terk-i furun ettikten iki saat kaşarı koymak görmemişlik addedilir. Peynirin
sonra yenip yutulmaz olur. Ortalıktaki envai sü- eriyip kızarması sabırsızlıkla beklenir.
rümden ötürü aslının hangisi olduğu konusunda
fikir muhteliftir. Çatal hamurunun ve pişkinliği- Ayaküstü yoksul kahvaltısında kaşarın yerini
nin kıvamı, başarısızlık ile muhtemel varyasyon bakkaldan tedarik edilen üçgen karper alır. Çaya
sevdaları arasındaki ince çizginin sıkça ihlal edil- erişim en yakın çay ocağı yönünde ikinci bir hamle
diği sonsuz bir mücadele ve tartışma alanıdır. Bu gerektirecektir.
satırların yazarı gevrek ama dağılmak için dile
değmeyi bekleyen, tatlı katkısı belli belirsiz, doğru Yakın zamanlarda gurme mutfaklarında da
çizgideki bir çatalı ayırt etme konusunda “kendi yer buldu. Daha küçük doğranıp çıtır fırınlandı,
çapında” iddia sahibidir. “yerel çeşnili cruton”a dönüştü.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-303
İSTANBULLAŞMAK

Simit “Saray”ları, açık kaynağı copyright altı- SİMİT SARAYI (I)


na alma çabasıdır: Simit Sarayları, Simitoriumlar,
Simitothequeler, Simithaneler, 2001-2002 iktisadi Simit ve türevlerinden oluşan vernaküler
yiyecekleri satan fastfood dükkanı. [Ed.]
krizinin kamusal alanda yeme içme kültürümüze
kuşkusuz başlıca katkısı (bak. Simit Sarayı). Si-
Bundan üç beş yıl öncesine kadar, simit sarayla-
miti, yoldaşları çay ve peynir ile birlikte üstüne
rı ortalığı sarmaya başlamadan önce simitçinin
fiyat farkı koymaksızın, aynı mekanda, aynı anda
birlikte sunma fikrinden bunlar çıktı. Belli bir şehir folkloruna ait bir figür (örneğin Kemalettin
yatırım gücü ile ölçek ekonomisinin avantajları Tuğcu’daki küçük simitçiler), çok çok sivil polis
devreye girdi, bu ucuz evlilik tuttu. Buraları krizde olduğunu sanırdık (örneğin Sis ve Gece’de İlyas
cafe’ye çıkamayanlar kadar hayatta cafe müşterisi Salman). Simit sarayları bize simitin (bak. Simit)
olmamışlar da benimsedi. Yeni mekan tipolojisi gerçek bir ihtiyaç olduğu hissini veremediyseler
böylece yaygınlaştı, kurumsallaştı. Olan maliyet de, bizi yeni simit çeşitleriyle tanıştırmadıysalar
nedeni ile içeride pişen simide oldu, taşfırınla da, buluşma-bekleme-vakit geçirme yerleri olarak
bağı koptu, elektrikli sanayi tipi fırınlara düştü. yepyeni bir ihtiyaca denk düştükleri hissini yerleş-
Mertlik bozuldu, yeniyetmeler simiti sarayında tirdiler. Orada simit-eritme peynir-çay üçlüsünün
satılan susamlı, ortası delik, pofuduk ekmekçik önünde kıraathanelere, kırıtkan pastanelere, eski
sanar oldu. önemini yitiren muhallebicilere atfettiğimiz özel-
liklerin ötesinde yeni bir hal doğdu; kente ait bek-
Klasik İstanbul simidinin itibarı namına açık leme hallerinden birisi... Bazen şaibeli bir randevu
kaynaklı bir yeniden tanıtım ve görünürlük ham- için beklenilen birisi gelinceye kadar vakit geçir-
lesi gerekli görünüyor. mek, bazen harekete geçinceye kadar beklemek,
genel olarak şehri beklemek... Şehre katılıncaya,
—Orhan Esen katılma gücünü ya da cesaretini kazanıncaya ka-
dar, tedirgin beklemek. Bana öyle geliyor ki, simit
>İstanbullu, Simit Sarayı sarayları şehre katılmayı isteyip de çeşitli neden-
lerle ayağını o kalabalığın içine atamayan, atmakta

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-304
İSTANBULLAŞMAK

tereddüt edenlerin terminalidir. O kalabalığın ay- birer marka değildirler. Anonim bir ürün, yine
rıcalıklı üyelerinin uzağında hüzünlü ya da hınçla anonim satıcılar aracılığı ile satılır. Bu şekli ile
oturmaktır. Bazen de o bekleyiş sırasında o hüznü özellikle alt orta sınıf için ayaküstü atıştırmanın
ya da hıncı biriktirmektir. O kadar ki, o katılamama en basit ve ucuz yoludur. Eski Türk filmlerinde
duygusu bir düşmanlığa ve ideolojik inanca dönü- köyden kente gelen ve iş bulamayan köylünün
şebilir. Ya da simit sarayları bu duygunun yakıştığı kalan son parası ile bir simit alıp parkta bir bank
yerlerdir. Yakın tarihimizin en acı suikastlarından üzerinde yeme sahnesi toplumsal hafızada simitin
birinin bir simit sarayında toplanılarak planlandığı ne ifade ettiğinin en güzel örneğidir (bak. Sinema).
söylentisi, tetiği çekenin taktığı, efsaneleştirilmeye
çalışılan beyaz bereden bile daha anlamlıdır. Simit Sarayı bu geleneksel, alt orta sınıf yiye-
ceğini almış, kapitalist ekonominin seri üretim ve
—Fatih Özgüven tüketim mantığı içinde yeniden yapılandırmış ve
fast food kurgusu içinde bir marka haline getirmiş-
>Simit
tir. Bunu yaparken de, George Ritzer’in “toplumun
McDonaldlaştırılması” (bak. McDonald’s) kavra-
SİMİT SARAYI (II) mına atıfla, verimlilik, hesaplanabilirlik, öngörü-
lebilirlik ve denetim unsurlarına dayalı bir üretim
İlk olarak 2001 yılında Mecidiyeköy’de açılan,
ve satış modelini tekrarlamıştır. Bugün 100’e ya-
ardından İstanbul’un diğer semtlerine ve
Türkiye’nin diğer kentlerine mağazalar zinciri kın Simit Sarayı ürünü 7000 metrekarelik tek bir
olarak yayılan Simit Sarayı, geleneksel simitin fabrikada üretilmekte, “franchising” yöntemiyle
“fast food” mantığı ile üretim, satış ve mekan
temelinde yeniden örgütlenme biçimidir.
örgütlenen bayilerde, bol ışıklı, temiz, homojen
tek tip mekanlar ve bir örnek üniforma giyen satış
Geleneksel şekli ile simit (bak. Simit) her sabah elemanları aracılığıyla tüketime sunulmaktadır.
küçük fırınlarda üretilir ve seyyar satıcılar (bak.
Seyyar Yemek Satıcısı) aracılığı ile köşebaşlarında Alt orta sınıfa hitap eden simitin “saray” adı
tüketime sunulur. Burada fırınlar ve simitçiler verilen mekanlarda sunulması hem yeni bir kültü-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-305
İSTANBULLAŞMAK

rel kimlik değişiminin ve daha üst sınıflar arasın- Yukarıda ortaya konan durum, sanıldığı-
da popülerleşmesinin, hem de yeni bir ekonomik nın aksine, küreselleşmenin bütün dünyanın
değer haline gelmesinin göstergesidir. 1986 yılın- “tek”leşmesi anlamına gelmediğini, yerelliğin
da İstanbul’da, Taksim Meydanı’nda (bak. Tak- yeni bir boyut olarak küresel ölçeğe taşındığını
sim Meydanı) açılan ilk McDonald’s restoranının, göstermektedir. Küreselleşme sadece Batı’nın
Amerika’da alt orta sınıfın rağbet ettiği bir yerken değerlerinin dünyanın geri kalanı tarafından be-
Türkiye’de bir sembol işlevi yüklenerek daha üst nimsenmesi değil, aynı zamanda yerel özelliklerin
gelir grupları ile özdeşleşmesi gibi, simit de Simit küresel ölçekte dolaşıma girmesi ve piyasa ekono-
Sarayları aracılığıyla sınıfsal seviye atlamıştır. misi içinde değerlendirilmesi anlamına gelmekte-
Tabii ki bu kurgu içerisinde simit sadece simit dir. Küresel ile yerel ilişkiler arasında iki yönlü bir
olarak kalamazdı. Simit Sarayları simiti yeniden akış bulunmaktadır. Örneğin bir “fast food” zinciri
üretti; farklı lezzet ve biçimlerde yeni simit türleri olan ve küreselleşme ile Batı’nın kendi değerlerini
yaratıldı; diğer unlu yan mamüller ile desteklendi. dünyanın geri kalan kısmına yaymasının simgesi
haline gelen “McDonald’s”, aslında küresel ile ye-
Böylelikle yerel bir kültürel değer olan simit, rel arasında ilişki kuran bir şebeke niteliğindedir.
küresel ekonominin mantığı içinde yeniden kur- Bir açıdan bakıldığında, McDonald’s gerçekten de
gulanmış ve dolaşıma sokulmuş oldu. Küreselleşen Batı tarzı bir yemek kültürünün küresel alanda
kapitalizmin yeni şekli, ikircikli bir şekilde yerel dolaşıma girmesini içermektedir. Ancak bugün
ilişkileri gündeme getirmektedir. İlk bakışta birbir- dünyanın her yerindeki McDonald’s restoranları-
lerine karşıt gibi duran küresel ve yerel kavramları, nın mönüsünde, bulunduğu coğrafyanın kendine
bu anlamda sermaye açısından birbirinin içine özgü niteliklerini içeren değişiklikler yapılmıştır.
geçmiştir. Bir mekan ölçeği olarak yerelliğin önem Örneğin Türkiye’deki McDonald’s restoranların-
kazanması, mekanda gerçekleşen sosyal ilişkileri, daki “Türk damağına uygun köfteburger” olan
kültürel değerleri ve coğrafi yapıyı ön plana çıkar- “McKöfte”, yerel bir özelliğin küresel sürece ka-
maktadır. Daha önce tümdengelimci bir tavırla tıldığını göstermektedir.
gözardı edilen tüm bu olgular, bu sefer kapitaliz-
min örgütlenmesinin önemli alt parçaları haline Ancak burada gözden kaçırılmaması gere-
gelmektedir. ken nokta şudur: Küresel ve yerel olan arasında

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-306
İSTANBULLAŞMAK

yaşanan etkileşimde, kapitalist örgütlenmenin ğu olarak uluslararası ölçeğe taşınmanın yollarını


yeni biçimleri mekanda geçen olayları ön plana aramaktadır. Yunanistan’da bu konuda çalışmalar
çıkarır ve küresel akışkanlığın debisini artırmak yapılmakta, ABD’de tanıtım günleri düzenlen-
için kullanırken, sadece bu sürece eklenebilecek mektedir. Simit Saraylarını dünyanın diğer büyük
ve ekonomik değeri olan yerellikler bu sürece metropollerinde görmek sadece bir zaman mese-
dahil olabilmektedir. Küresellik ile yerellik arasın- lesi. Ne zaman ki kendisini küresel ölçekte karlı
da kurulan ilişkide halen küresel ilişkiler hakim hale getirecek, New York, Londra, Paris, Tokyo gibi
konumdadır. Günümüzde kapitalist ekonominin şehirlerde yaşayanlar da bu yerel Türk yiyeceğinin
dönüştürücü gücü karşısında mekansal ve kültü- sentetik yeni halini tadabilecekler.
rel farklılıkların varlığını koruyabilmesinin tek
yolu, sermayenin küresel akışı içinde kendine —Hakkı Yırtıcı

yer bulabilmeleridir. Bu akışa katılamayan, ama >McDonald’s, Seyyar Yemek Satıcısı, Simit,
yerel ve kültürel anlamda mekanın değerini ve Sinema, Taksim Meydanı
farkını oluşturan süreçler varlığını koruyama-
makta ve hızla yok olmaktadırlar. Hatta küresel
ile yerel olan arasında kurulan bu yeni mekansal SİNAGOG
ilişki, sürecin dışında kalanlar için yok olma sü-
recini hızlandırmaktadır. Bu çerçevede, sürece Havra, Sinagog karşılığı kullanılan, biraz kü-
çümseyici bir hava taşıyan bu terim Türkçe’de
katılamayan her anlamda yerel değerin varlığını aynı zamanda gürültülü ve dağınık yer anlamına
koruyabilmesi, kapitalist ekonomi tarafından da gelir. Yine biraz küçümseyici bir hava taşıyan
tüketim ideolojisi ile belirlenen bir sistem içinde ve karmakarışık bir durumu anlatan başka bir
terim olan çıfıt çarşısının da yakın akrabasıdır.
dolaşım değeri olduğunu ispatlamasını ya da do-
laşım değeri olacak şekilde yapısal bir değişiklik Günümüzde, dini bayramlar, düğünler, bar mitz-
geçirmesini gerektirmektedir. vahlar ve bombalı saldırılar dışında sadece birkaç
sinagog gürültülü. Şehrin her yerinde sinagog
Şimdilik ulusal ölçekte bir örgütlenme olan var: Haliç kıyılarında, Boğaz’da, Avrupa ve Asya
Simit Sarayı, kapitalist ekonominin bir zorunlulu- yakalarında ve Adalar’da, şehrin eski ekonomik

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-307
İSTANBULLAŞMAK

kalbi Sirkeci’de ve daha kuzeydeki varlıklı semt- man topluluğunun sosyal binası Teutonia’nın
lerde. İstanbul’un sinagogları birçok hikaye an- komşusu, burada 1940’larda propaganda malze-
latır: Şehrin Yahudi cemaatlerinin (bak. Azınlık; mesi dağıtarak Türk kamuoyunda Cermen an-
Etnisite) tarihsel değişim gösteren sosyo-mekan- ti-semitizmini uyandırmaya çalışmakla meşgul
sal dağılımını, bu tapınakları inşa eden ve içle- Alman ajanları ve yerel işbirlikçileri çalışıyordu.
rinde dua eden cemaatlerin kökenini ve şehrin Ancak bu Alman girişimi, en azından o zamanlar,
mekansal ve tarihsel katmanlarında Yahudi ha- ancak kısmi başarıya ulaşabilmiş.
yatının derin mevcudiyetini.
Zülfaris Sinagogu şimdi, İstanbul’da Ya-
Haliç’te Orta Çağ’dan kalma Yahudi mahalle- hudi yaşamının Sultan Beyazıt’ın Reconquista
sinde Makedonya’nın Ohri bölgesinden gelen Ya- İspanyası’nın zor durumdaki Yahudilerine dave-
hudilerin 16. yüzyılda inşa ettiği Balat’taki Ahrida tiyle başlamadığını, aksine Osmanlı devletinden
Sinagogu ve aynı isimdeki Bulgar şehrinden gelen neredeyse bin yıl önceye uzandığını nasıl olduysa
göçmenlerin kurduğu Yanbol Sinagogu var. Bu ıska geçen 500. Yıl Vakfı tarafından işletilen Ya-
mahallede çok az sayıda Yahudi kalmış durumda, hudi Müzesi’dir.
çoğu Başhahamlık tarafından işletilen yaşlılar
evinde veya Or Ahayim hastanesinde kalıyorlar. Bet Israel İstanbul’un büyüyen Yahudi burju-
vazisinin ve erken 20. yüzyılda kuzeye, Şişli’nin
İstanbul’un Yahudi mekanlarına 19. yüzyıl- modern konut alanlarına doğru hareketinin
da yapılan eklemeler bugün şehir merkezi olan simgesidir. Bugün İstanbul’un ve şehrin yirmi
alanın büyük bölümüne yayılmıştır. Beyoğlu’nda bin kişinin biraz altındaki Yahudi nüfusunun
Galata’da İtalyan Sinagogu ile gururlu ve güçlü Se- en önemli Yahudi tapınaklarındandır. Adalar’da
farad cemaati içerisinde her zaman küçük bir grup da sinagoglar büyük oranda bir 20. yüzyıl feno-
olan İstanbul Aşkenaziminin üç eski tapınağından menidir: Adalar’daki en eski sinagog, velinimeti
biri olan Aşkenaz Sinagogu bulunmaktadır. İronik Avram Fresko’nun adını alan Hesed Le Avraam,
bir şekilde, Galata’daki birçok Yahudi tapınağı, 1904’te inşa edilmiştir. Yaz tatillerini Burgaz ve
şimdi Goethe Enstitüsü’nün bir parçası olan Al- Heybeliada’da geçiren aileler için 1950’ler kadar

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-308
İSTANBULLAŞMAK

yakın dönemde iki diğer tapınak eklenmiştir (bak. SİNEMA


Ada).
Herhangi bir fiziksel gerçekliğin mekanik tem-
sili. Kentsel imgelemleri, algı ve deneyimleri
Anadolu yakasındaki, özellikle Kuzguncuk’ta- hem temsil hem de inşa eden yeniden üretim
ki çoğu sinagog 19. yüzyılın sonunda inşa edildi; biçimi.
bu bölgede bugün çok az sayıda Yahudi kalmış
durumda. Kadıköy’deki Hemdat Israel (İsrailo- Lumiére kardeşlerin icadı Cinématographe (1895),
ğullarının Şefkati) hızla dönüşen bir yerleşim ilk olarak İstanbul’a değilse de, 1896’nın sonlarına
bölgesi olan Yeldeğirmeni’nde muazzam bir dini doğru Osmanlı’nın imparatorluk sarayına girer. Özel
mimarlık örneği olarak hala ayaktadır. Cadde- hayat kayıtlarından birinde, Fransa’nın son moda
bostan Sinagogu Asya yakasının en varlıklı üst yeniliklerini saltanata tanıtmakla görevli temaşa
orta sınıf mahallesinde, Bağdat Caddesi’nin (bak. sanatçısı Bertrand’ın, Yıldız Sarayı’nın odalarından
Bağdat Caddesi) beton apartmanları ve alışveriş birine gerdiği bir büyülü perde’yle sinematograf’ın
merkezleri arasındadır. Asya yakasındaki cemaat marifetlerini sergilediği yazmaktadır. Bertrand,
hayatının merkezidir. dönemin padişahı II. Abdülhamid’e, ilk film göste-
risini “fotografyalı Karagöz misali” diye tanıtmıştır.
Kendisi buna sebep olmamış olsa da dağı- Seyirciler, odanın karartılmasıyla birlikte perdede
nıklık ve kaos suçlamasını en çok hak eden Neve herhangi bir gerçekliğin gölgesini, yani hareketli-re-
Şalom, yani artık kulağa biraz kof gelen ismiyle simler göreceklerdir; marifet kutunun içine hapsol-
“Barış Vadisi”, şehrin en büyük ve en önemli si- muş ışıktadır; perdede beliren “L’Arrivée du Train
nagogudur. 6 Eylül 1986’da ve 15 Kasım 2003’te en Gare de la Ciotat” (Trenin Ciotat Garı’na Girişi)
İslamcı teröristlerin saldırısına uğrayan sinagogda yazısını da yüksek sesle “Şümendüferle Seyahat”
yirmiden fazla kişi hayatını kaybetmişti. diye tercüme eder. Zaman ve mekandaki bu yolcu-
luk birkaç dakika içinde sona ererken, gölgelerin
—Kerem Öktem gerçekliğinden geriye yalnızca korku dolu bakışlar
kalmıştır. Gördüklerinin görüntüler dünyasından
>Ada, Azınlık, Bağdat Caddesi, Etnisite ibaret olduğunu ayrımsadıklarında, aygıt hakikat

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-309
İSTANBULLAŞMAK

kutusu payesi kazanır. Ancak II. Abdülhamid için Oysa zaten sinemanın soykütüğünü oluştu-
aygıtın hakikate gösterdiği bu sadakat bir parça ran bir dizi optik temaşa aygıtı elli yılı aşkın bir
tehditkardır; üstelik tam da kentin bir yekpare dü- süredir Osmanlı başkentinin Batılı kapısından,
zene ihtiyaç duyduğu sırada. Pera’dan girip, kente yerleşmiştir. Heimatlos’ları,
marjinalleri, ötekileri ve yabancıları gövdesinde
Sinematograf’ın Osmanlı başkentine girme toplayan kozmopolit Pera, gözbağcılık ticareti
ihtimali tam bir kaos ve kargaşa ortamına teyel- ile modern bilimi bir araya getiren “hareketli-
lenmiştir; I. Meşrutiyet’in peşi sıra gelen savaşlar görüntü”lerin işgali altındadır. Galatasaray’a
ve isyanların sözde bastırıldığı, Kapitülasyonla- yerleşen bir sirkteki Microscope Solaire (Güneş
rın yarattığı sosyopolitik problemlerin, istibdat Mikroskobu) gösterisini (1843), fotoğrafın mu-
tedbirleriyle örtbas edilmeye çalışıldığı bir tarihe. cidi Daguerre’in hareketli-resim aygıtı Le Grand
Hatta Fransız Sefareti’nin aygıtın kentte kullanıl- Diorama’nınki izler. 1855’te Naum Tiyatrosu’nda
ması için yaptığı resmi başvuru olmasa, İstanbul marifetlerini sergileyen Cosmorama, seyircile-
sinemayla belki de çok daha geç tanışacaktır. II. rin dönen bir silindire resmedilen doğa, kent ve
Abdülhamid, kurumsallaşmaya çalışan modern savaş imgelerini izlediği panorama (bak. Pano-
devlet gereği, başvuruyu inceleme talebiyle bir- rama), georama, neorama gibi fantazmagorik
likte Osmanlı Fen Müşavirliği’ne iletmiş ve “ilmi araçlarla tanışmasına aracı olur. Fenakistiskop
yönden insanlık için faydalı bir araç” yanıtını ve Zootrop’la evrimleşen hareketli-resim, Fransız
almıştır; ancak hala tedirgindir. Muhtemelen bu Doumlier’nin “Büyülü Fener”le gerçekleştirdi-
kaygılı bakışın kökeninde, devlet-toprak bütün- ği temsille (1882) sinematografınkilere yakınla-
lüğünü korumanın yegane yolu olarak düşün- şır; perdeyi kaplayan yarı belgesel yarı fantastik
düğü Panislamizm vardır. “Tasvir” İslamiyet’te görüntüler, neredeyse Georg Mélies’nin filmleri
yasaktır; sinematograf’ın perdeye yansıttıkları gibidir. Üç yıl sonra, ünlü Verdi Tiyatrosu, ışıklı
ile görülen gerçeklik arasındaki bu benzerlik, her tablo gösterisinin seyir mekanı olurken, Fransız
şeyi gören ve bilen Allah’ın gözüne şirk koşmak an- gözbağcı Louis Thierry de, Théatre Français de
lamına gelmemekte midir? Bu Frenk icadı aygıt, Diapanorama’sını Türkiye Çeşmeleri tematiğiyle
İstanbul’da neyi kaydedecek, neyi gösterecektir? tanıtacaktır. Bertrand’ın sinemaya emsal gös-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-310
İSTANBULLAŞMAK

terdiği Karagöz Gölge Oyunu, çoktan modernlik film gösterisini, gayrimüslimlerin “Grande Rue de
hezeyanlarının kurbanı olmuştur bile. Pera artık, Pera”, Türklerin ise “Cadde-i Kebir” dedikleri ana
flâneur’lerin evrensel metaların kalabalığı içinde Pera arterinde konumlanan Avrupa Pasajı’ndaki
yeni görme deneyimleri edindikleri bir Fantas- Sponeck Birahanesi’nde gerçekleştirir. Bu tarihi
magoria, bir fantazmalar diyarıdır; Osmanlı için- an, üzerlerinde Fransızca büyük harflerle PHO-
se, dünya kapitalizmine eklemlendiği bir pseudo TOGRAPHE VIVANTE (canlı fotoğraf) yazan el
mekanlar-zamanlar mekanizması. ilanlarıyla belgelenmiştir. 1908’den sonra ise, tüm
optik temaşa aygıtlarının mekansal soykütüğüne
Sinemanın sarayın hayal odalarından kentin uygun olarak, sinema temaşahaneleri caddeyi
düş mekanlarına hareketi ise, padişahın entelek- işgal edecek, hatta halk Cadde-i Kebir’i “sine-
tüel evrenini inşa eden diğer Batılı kültür öğeleri macılar caddesi” olarak adlandıracaktır. Mevcut
(müzik, opera, tiyatro) içinde kendine yer açabil- tiyatroların yerini almaya başlayan sinemaların
mesiyle mümkün olmuştur. İlk gösterimin ardın- da isimleri, 1930’lara değin, el ilanları, afişleri gibi
dan, Yıldız Sarayı’nda bir sinema salonu açılmış, Frenkçedir. Film sektörünün ilk iki rakip Fransız
hatta devlet bünyesinde film çekme ve gösterme şirketinin açtığı Cinema Pathé (Tepebaşı,1908)
faaliyetleri (29 Mart 1903) bile başlatılmıştır. Bu ile Eclair (1909) adlı sinemalarını, Ciné Central
tarih, paradoksal olarak, ancak II. Meşrutiyet’le (1910), Oriental (1911), Magique (1914), Palace
(1908) birlikte kente yerleşmeye başlayan sine- (1914), Elektra (1920), Elhamra (1922), Opera (1924)
ma temaşahanelerinden öncedir, çünkü elektrik vb. izlemiştir. Sinema, artık Osmanlı’nın en Batılı,
enerjisi ancak bu yeni dönemle birlikte bütün modern ve evrensel eşiğidir.
Rumeli yakasına verilebilmiş, yani sinemanın
teknolojik altyapısı sağlanabilmiştir. Batılı tüccar Filmler, önceleri yalnızca Lumiére’lerin stok
ve işletmeciler ise, karlı bir ticari eğlence aracı ol- görüntülerinden ibaretse de, onlara zaman için-
duğunu hissettikleri Sinematograf gösterileri için de dünya kentlerine ilişkin kısa sinematografik
bu tarihi beklemeyeceklerdir. 12 Aralık 1896’da, deneyler eklenir. Çeşitli ülkelerden gelen sine-
fotoğrafçı Sigmund Weinberg, kamuya açık ilk matograf operatörlerinin Boğaz ve Haliç çekim-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-311
İSTANBULLAŞMAK

leri sayesinde, İstanbul da Lumiére’lerin film sorumlu tutulmasına neden olacaktır. Özel ve
katalogunda (1897) yer alacaktır. Zaten artık tüm kamusal alanlar (bak. Kamusal Alan), gelenekçi
kent kayıt altındadır; İstanbul imgeleri, Pera’nın kanadı temsil eden Osmanlıcılar ile kentte moder-
tiyatro, kahvehane, birahane, lokanta, otel (özel- nite projesini yürüten elitler arasında süregiden
likle Hôtel Particulier ve Pera Palas) gibi eğlence/ çatışmanın göstergesi haline gelirken, seyircilerin
dinlence mahallerinde, hatta özel konaklarda me- de niteliğini belirlemektedir; seyirci, “Osmanlıcı
kandan mekana dolaşacaktır. Silahtarağa Elektrik olmayan”dır. Buna paralel olarak, ilk konulu ithal
Santrali’nin (1911) açılmasıyla birlikte tüm kente filmler gibi yerli uyarlamaları da, bireysel hakların
nüfuz etmeye başlamışsa da, tarih boyunca başka şekillenmesi ve mülkiyetin kurumlaşması gibi sı-
hiçbir yer, onun yeşerip geliştiği toprakların, yani nıfsal ve mekansal ayrışmaları belirleyen değişim
Pera’nın sinema üzerindeki bu egemenliğini yıka- ve dönüşümleri tetiklemiştir. Modernlik, filmler-
mayacaktır. Osmanlı topraklarındaki bu Bohemya deki Batılı yaşam ve davranış kalıpları, ev eşyası,
uygarlığı, Cumhuriyet’in ilanına kadar, her türlü giysi modaları gibi klişelerle eşanlamlı hale gelir.
Batılı nesnenin yüzer-gezer hale geldiği bir göster- Modernite pastişleri, 1930’ların sonlarına kadar,
ge ve gösteri mekanı olarak toplumsal yaşantının sinemanın Batılılaşma projesini benimseyen orta
Batılılaşma-modernleşme sınırlarını belirlemiştir. ve zengin sınıfın eğlencesi olarak kalmasının en
Bu yüzden bir taraftan Osmanlı’nın tebaasından önemli sebebidir.
farklı bir kitlenin oluşmasına yol açarken, öte
taraftan hem sinema seyircisinin nicel ve nitel Avrupalı sinema ise, modernlik algısını inşa
konumunu hem de seyrin nesnesini kodlamıştır. eden kent okumalarıyla bir avangard sanat ni-
Avrupa’da sinemaya akın edenler, sanayi kent- teliği kazanmıştır bile. Türk filmleri bu türden
lerinin travmalarından en çok etkilenen kitleler sinematografik deneyler yerine, ticari Amerikan
(yoksullar, işsizler, aylaklar, vb.) iken; İstanbul’da, melodramlarından yapılan uyarlamaları tercih
Batılı azınlıklar ile yeni Osmanlı burjuvazisidir. etmekte ve onların klişeleriyle şekillenmektedir.
Hatta bu durum, bir dönem sinemanın, Batılı- Zaten yerli film üretimi, ancak devletin Ankara’ya
Doğulu, modern-gelenekçi, kentli-köylü gibi me- kaymasıyla başlamıştır. İronik olarak, İstanbul’un
kansal ve toplumsal/sınıfsal ayrışmalardan da başkentliğini yitirdikten sonra karşı karşıya kal-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-312
İSTANBULLAŞMAK

dığı demografik, toplumsal ve ekonomipolitik gazetesi, Sinema Postası (Le Courrier du Cinema,
çözülme sürecinde, film üretimi kentin itibarını, 1923), Opéra-Ciné (1924), Sinema Yıldızı (1924–26),
büyüsünü yeniden kazanmasına vesile olacaktır. Sinema Mecmuası (1924), Türk Sineması (Le Ciné
Kuşkusuz bu geri-kazanımda, evrensel sinema Turc, 1927) vb. gibi dergi ve gazetelerin yanı sıra,
denklemi, yani sinemanın üç değişmezi -seyirci, sinematik temsillerden, temsil edildikleri yerlerin
seyrin mekanı, seyrin nesnesi (film, zamansal-me- mimarisine ve teknolojisine kadar çeşitli yazılara
kansal üretimi) belirleyicidir. Öte yandan, kentin yer veren mühendislik dergilerine de öncülük
salt bu teslisin oluşumuna imkan vermesi, sine- etmiştir. Keza, kentin yerel yönetimi -Cemiyet-i
mayı Avrupa’daki gibi bir kültür kurumu haline Umumiye-i Belediye- için de “evrensel sinema
getirmesine yetmez; zira film, kentsel mekan de- denklemi” oldukça önem kazanır; halkın sanat,
neyimleri ile deneylerini inşa ve temsil edebilme- kültür, dinlence ve eğlencesinin himayesi altında
si paralelinde entelektüel ve bağımsız bir sanat olduğunu söyleyen belediye, sinema binalarının
formu haline gelmiştir. Bunun için, İstanbul’un gerek inşası gerekse restorasyon işleri için (bak.
kentleşme sancılarına maruz kaldığı 1950’leri bek- Restorasyon) “temaşa vergisi” almaya başlar.
lemek gerekmişse de, sinemanın ülke çapında Cadde-i Kebir, hem arsa cephelerinin darlığı hem
modernite deneyimini biçimleyebileceğine dair de arsa mülkiyetlerindeki belirsizlikler yüzünden,
öncü sinyaller, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte özerk sinema binalarının inşasını zorlamaktadır;
ortaya çıkmıştır. yapı stokundan uygun binaların tespiti ve bunla-
rın film gösterim işlevine uygun hale getirilmesi
Sinemacılığın neredeyse payitahtın her kö- için, belediye ruhsat şartı koşmuştur. Çok kolay
şesine nüfuz ettiği bu “Belle Epoque” yıllarında, olmadığı anlaşılan bu sürece karşın, sinemaya
“Sinema İşleri” adı altında kurumlaşan yerli ya- artan talep karşısında tiyatro binaları birer birer
pım firmaları ile “Sinema fabrikaları” denilen sinemaya dönüşecektir. Örneğin Beyoğlu Halep
geniş açıklıklı birkaç film stüdyosu ortaya çıkar. Pasajı’ndaki Cirque de Péra’nın (Beyoğlu Sirki)
Film, bir taraftan dönemin medyasını yaratırken ortasına film gösterimi için bir “beyaz perde”nin
öte taraftan kentlinin sinemayla ilişkisini biçim- çekildiği bilinmektedir; mekan daha sonra çok
lendiren bir bilgi nesnesi haline gelir. Ferah (1914) amaçlı gösterilere elverişli kılınmış ve önce Var-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-313
İSTANBULLAŞMAK

yete (1906), sonra da Fransız Tiyatrosu’na dö- salt bir tüketim ürünü olarak değil, hem sürecin
nüşmüştür. Skating Palace (buz pateni) gösteri avangard hareketlerinin söylemsel bir pratiği hem
salonu da, 1924’de Melek Sineması’na (bugünkü de bilimsel bir kültür formu olarak görmektedir.
Beyoğlu Emek Sineması) dönüşecektir. Zamanın Osmanlı’nın, devlet, entelektüel ve girişimci ittifa-
kaynakları, sinemanın “fennin son harikaları” ile kı aracılığıyla, filmin kalitesini artırma girişimleri
donatıldığını yazmaktadır. İstanbul’daki emek- ise maalesef pek sonuç vermeyecek, ortaya çıkan
leme döneminde dahi film teknolojisi, drama, ürünler tematik Batılı klişeler ile yerli yazından
dans, müzik, film gibi işlevlerin aynı mekanda ger- yapılan uyarlamalardan öteye gidemeyecektir.
çekleşmesine imkan vermiş, Richard Wagner’in Kurumun bugün çağrıştırdığı en önemli olay, (ku-
hayalini kurduğu total sanat (Gesamtkunstwerk), rucu) uzmanlardan Fuat Uzkınay’ın 1914’te çek-
kente sinema aracılığıyla yerleşmiştir. Aynı ta- tiği ilk Türk filmi, Ayastefanos’taki (Yeşilköy) Rus
rihlerde, Melek’in hemen karşısında açılan yeni Abidesi’nin Yıkılışı’dır. 93 Harbi’nde Osmanlı’nın
Opera Sineması da, sinemanın kentsel mekanın Ruslara yenilgisini sembolize eden bu kötü hatıra-
değişimi ve dönüşümü üzerindeki rolünü ortaya nın ortadan kaldırılışını belgelemek için çekilen
koymaktadır (bak. Kentsel Dönüşüm). film zamana yenik düşmüş, korunamamıştır.

Sinema salonlarının sayıca çoğalması ise, yıl- Alman Film Sanayii ise, aynı dönemde, “We-
lık “ticari” film ihtiyacını artırmaktadır; bu duru- imar Sanat Sineması” içinde anılan bir dizi baş-
ma bir de ithalleriyle arasındaki kıyasıya rekabet yapıt üretmiştir. Pek çok ülkenin avangard film
eklenince, yerli film üretimi ekonomipolitik bir deneylerini etkilediği gibi, aynı zamanda onlarla
nitelik kazanır. Bu durumun önüne geçebilmek etkileşen bu filmlerin başlıca özelliği, sürecin mi-
için, bir dönem, Alman uzmanlar tarafından ku- marlık praksisleriyle işbirliği içinde olmalarıdır.
rulan Osmanlı Merkez Ordu Sinema Dairesi (1915), Filmler, bu yolla hem modernizm ve sanayileş-
devlet-ordu-sanayi-sanat işbirliğiyle örgütlenen menin insan-özne üzerindeki etkilerine ilişkin
Alman Film Sanayii’nin (Universium Film Aktien- okumalar yapabilmişler hem de modern sanatın
geselschaft, UFA, 1918) faaliyetlerini örnek almış- eleştirel bakışını tescillemişlerdir. Sinematik de-
tır. Genelde Avrupa, özelde Alman sineması, filmi neylerin üretilebileceği bir laboratuvar olarak

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-314
İSTANBULLAŞMAK

gördükleri kentsel mekana ilişkin yeni algı biçim- yeni deneyim ve algı kanalları yaratan modernite
leri de bu filmler sayesinde temsiliyet kazanmış- deneyi, hem bir tasarım söylemi, hem de bir söy-
lardır. Filmin mimarlık ve kente, mimarlığın ise lemsel tasarımdır.
filme katkısını açımlayan bir dizi bildiri, makale
ve program da ortaya koyan bu ittifak, böylece İstanbul ise tasarım pratiklerinin veçhesini
sinema-mimarlık-sanat etkileşiminin kuramsal genişleten bu sinematografik deney ve deneyimler
arka planını üretmişlerdir. Filmler, kapitalizmin yerine, bir pseudo ekonomipolitiğin nesnesi hali-
sanayi kentlerinde yol açtığı sorunların ve dayat- ne gelmiş ve belki de bu yüzden gerçek anlamda
tıkları yeni üretim ve tüketim biçimlerinin nasıl bir modernlik kültürüne içkin hale gelmemiştir.
anlaşıldığını ortaya koyan hakikat şemaları haline Kentin imgesi, 20. yüzyılın ilk otuz yılında, bu yüz-
gelmiştir. Örneğin, Danimarkalı-Alman yönetmen den salt ekranda yüzen turistik bir peyzajla veya
Urban Gad’ın, Berlin’de bir işçi mahallesinde çek- ardı ardına dizilen kartpostallarla temsil edilir. Bu
tiği Fakir Jenny (1912) ile Önkapı-Arkakapı (1915) sonucu, hep söylenegeldiği gibi salt sinema fabri-
adlı iki öncü film, ulaşım ve iletişim ağlarıyla za- kalarının sayısal ve/veya teknik yetersizlikleri de-
mansal ve mekansal algısı parçalanan sanayi kenti ğil, üst üste binen Batılılaşma ve modernizasyon
Berlin’deki sosyoekonomik ve politik meselelerin fenomenlerine yönelik bir entelektüel ve eleştirel
kenti nasıl yeniden biçimlendirdiğini görünür bakışın gelişememesi doğurmuştur. Osmanlı’nın
kılmıştır. Bu türden pek çok film, kentsel olguların ardından Cumhuriyet sürecinde, kentsel mekan
bir metaforik ve/veya metonomik sorgulama aracı üretiminde olduğu gibi, imge üretimi de ideo-
niteliği kazanır. Öte yandan, kentsel mekanın, lojik bir vizyonla biçimlenmiştir; ilki ümmetin,
sinemanın tasarım araçlarıyla (ses, ışık, dekor, ikincisi ulusun inşasıyla ilişkilidir. Batıyla bü-
kostüm, kamera planları ve açıları, montaj, kur- tünleşmiş modernlik düşünün, salt kamunun
gu) yeniden üretilebilmesi, filmin salt bağlamsal veya belli bir toplumsal sınıfın modernleşmesi
değil, biçimsel karakteristiğinin de gelişmesine olarak anlaşılması, mekansal/toplumsal yapının
vesile olmuştur. Bir zaman, mekan ve olay şebe- gözardı edilemez kırılmalarla biçimlenmesine
kesi (anlatı) tasarlayan her film, nihayetinde hem yol açar. Sinematografik vizyon bu algının gös-
insanın kentle ilişkilerini tercüme eden, hem de tergesidir; Osmanlı modernleşmesinden itibaren

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-315
İSTANBULLAŞMAK

gayrimüslimlerin “kentli”, Müslüman-Türk’ün, de-sokak-ada-parsel düzenlemeleri paralelinde


hatta Ermenilerin bile “köylü” olduğu türünden gelişen Nişantaşı, Boğaziçi, Kadıköy ve Yeşilköy
ayrımcı görüşlerin mekansallaştığı kent imgeleri, gibi değer kazanan semtlerdeki apartmanlar, pa-
idealize edilen imgelerin arka planını oluşturur. sajlar, oteller, kamusal binalar, vb. sanki metropol
Filmik anlatılar, bu yüzden kimi zaman hiç ol- imgesine atfedilen negatif okumaların pozitif
madığı kadar modern, kimi zamansa oryantalist eğretilemeleriymiş gibi filmin içinde yüzerler. İlk
hazcılığa uygun masalsı, hatta karnavalesk gö- sesli Türk filmi olmasına karşın, tanıtım afişinde
rüntülerle inşa edilmiştir. tiyatro diliyle “Fevkalade Müsamere” başlığı altın-
da vizyona giren İstanbul Sokaklarında’da (1931)
Bir tiyatro uzmanı olmasına karşın, bu süreç- ise kentin bir turist rehberinin gözünden baştan
te Muhsin Ertuğrul’un İstanbul’da Bir Facia-i Aşk sona katedildiğini, film yandığı için yalnızca kay-
(1922), Boğaziçi Esrarı (1922), İstanbul Sokakla- naklardan öğreniyoruz. Fransa’da Güzel Sanatlar
rında (1931), Şehvet Kurbanı (1939) gibi filmleriyle eğitimi almış olan Vedat Ömer Ar’ın tasarladı-
anılan sineması, kentteki modern-geleneksel kar- ğı iç mekanları ve Le Corbusier’nin “modular”
şıtlığına odaklanır. Örneğin Pera sinemalarında tasarımındaki kübist çizgileri andıran afişleri,
da gösterilen The Way of All Flesh’ten (Victor Fle- filmde yine modern bir dilin hakim olduğuna
ming, 1927) uyarlanan Şehvet Kurbanı’nda (1939), vurgu yapıyor. Kentsel uzamını oluşturan Galata,
İstanbul sanki Immanuel Kant’ın kaleminden Topkapı Sarayı, Haydarpaşa Garı, Dolmabahçe
çıkmış bir kusursuzluğun simgesidir; filmin me- ile Boğaz ve Haliç kıyılarının çekimlerinde ise bu
kansal-zamansal bağlamını, modernlik, Batılı- dilin yerini gizemli-masalımsı turistik imgeler
lık, evrensellik, düzen gibi kavramlar oluşturur. alıyor. Bu muhtelif kent ikonlarının gösterişli
Cumhuriyet’le birlikte kurulan bir banka rekla- imgelerinden, filmin daha çok Avrupa’ya açıl-
mıyla açılan ilk sekanstan itibaren Batılı ikonlar ma düşüne hizmet ettiği hemen anlaşılıyor. Le
birbiriyle yarışmaktadır. İlk Türk grafik sanatçısı Corbusier, “kentlerin cenneti” dediği İstanbul’u
İhap Hulusi’nin banka veznesinin camı üzerine ziyareti sırasında, sanki bu filmlerin sakladığı,
resmettiği tren rayları, saatler, caddeler bu ulusal alan-dışı bıraktığı yerleri ima edercesine, kentin
modernlik idealini temsil etmektedir. Yeni cad- “bağrında acı verici bir ejderhayı gizleyen kor-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-316
İSTANBULLAŞMAK

kutucu” yerlerin olduğunu söylüyor. Yazar Paul gerek seyircisiyle gerekse anlatısal ve biçimsel
Herigo’nun İstanbul’da geçen Rus Ateşi (1918) filmi özellikleriyle, modern kent üretimine, algısına
ile İstanbul’da ikamet eden mühendis Anderes’in ve deneyimine ilişkin bir olgu olarak gelişir. Baş-
Esrarengiz Şark’ında (1922) ise, Corbusier’nin ka bir deyişle, kent ve sinema arasındaki ilişki,
bu 1911 tarihli “Şark Seyahati”nde betimlediği ortak noktalarından öte, ortak bir yazgının pay-
“şarkvari dekorları”yla kozmopolit İstanbul öne laşımıdır; bu yazgıyı, metropollerin hem ontolo-
çıkıyor. Filmler, muhtemelen bu yüzden ülke dı- jisi ve epistemolojisini hem de fenomenolojisini
şında da bir seyirci kitlesi yaratıyor. biçimlendiren bir dizi farklı ve değişken dinamik
belirlemiştir.
Kentin, bu türden dışa açılabilen filmler ara-
cılığıyla temsili, kuşkusuz Türkiye’nin sinematik Sinemanın daha ilk on yılında, kentin ulaşım,
geleceğini de belirlemiş, Türk sineması her dö- iletişim, sermaye-para hareketleri, bilgi akışla-
nemde ağırlıklı olarak İstanbul kentiyle varolmuş- rı, politik söylemler gibi modernist ve kapitalist
tur. Avrupa sinemasının güzergahını izlemese de, pratiklerle parçalanması, kentsel algının geçişsel
kentin bu sinematik ağırlığı, kuşkusuz kent ile hale gelmesine neden olmuştur. Başka bir deyişle,
ilgili her türden çalışma için önemli arkeolojik, Sanayi Devrimi’nin peşi sıra hızla büyüyen kent
antropolojik ve etnografik belgelerin birikmesini imgesi, aslında seri üretim, kitle ulaşımı, göç-
sağlamıştır. Zaten toplumbilimleri mimarlıktan ler ve demografik dağılımlar gibi dinamiklerin
farklı olarak sinemayı biçimsel ya da dilsel bir yol açtığı kaosun, psikolojik şokların ve meydan
sanat yapıtı olmaktan öte, genellikle salt kentsel okumaların ürünüdür. 20. yüzyıl modern kent
belleği oluşturan “hatırlama düzeyleri” olarak ütopyaları, bu tehdit edici ve parçalanmış im-
düşünmektedir. geyi, kavranabilir, yönetilebilir, şeffaf, uyumlu
ve okunaklı ideal kent imgesiyle değiştirmeye
Ancak modern kent, mimarlık ve sinema iliş- soyunmuşlardır. Kentin görsel olarak hükmedi-
kisi, pek çok kuramcının ortaya koyduğu gibi, leceği panoramaya göre kurulan fiziksel mekan,
salt bir temsiliyet ilişkisine değil, daha çok bir birbirinden kopuk film sekansları gibi, barınma,
etkileşime dayanmaktadır. Sinema, Avrupa’da, iş, eğlence gibi işlevlere hizmet eden düzenli ada-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-317
İSTANBULLAŞMAK

larla tanımlanır. İstanbul da, Tanzimat reformları ürünüdür; kenti en ücra köşesine kadar arşınlar
kapsamında, 1839’dan itibaren, bu türden düzenli, ve çarpıştığı imgeleri gözlemleyip, sınıflandırıp,
“Hausmannvari” bir planlama anlayışını benim- hafızasına kaydeder; boş zaman tiryakiliği ile
semiştir. Kentsel mekanda adaların birbirine ge- kent makinesinin dayattığı zaman birbirleriyle
çişliliği, “Panoptikon”daki ya da Haussmann’ın alabildiğine çelişkilidir, çünkü artık mekansal
ışınsal Paris’indeki gibi gözetleme ve görmenin olan zaman olgusudur. Hareket, sinemadaki gibi
kuşatıcılığına göre biçimlenir. Modern kentin sürelerle ilişkilidir. Kentsel makinenin zaman-me-
bu çok hücreli ve/veya parçalı görünürlük alanı, kanıyla sonsuz bir uyum içerisinde olan meta akış-
artık salt teknolojik enstrümanlarla algılanabi- ları, şeffaf cepheler, betonarme binalar ile kenti
lecek bir nitelik kazanır. Kentli, içinde yaşadığı baştan aşağı yaran ulaşım arterleri “flâneur”ün
kentsel mekan “sekanslarını”, ancak tren, gemi, kente ait “fantasmagoria”sını bir taraftan parça-
otobüs, uçak gibi araçlar içindeyken algılayabilen larken öte taraftan da bir yeni ve modern öznel
bir “seyirci” konumu edinmiştir. görme-gözleme deneyimi, bir fragman estetiği
yaratmıştır. Hareketli görüntü de zaten, soykü-
Kent de, sinema gibi, salt “derin dokusu tüğünü oluşturan optik temaşa aygıtlarını var
olan, maddesel olarak içinde bulunulabilen, bir eden bu estetiğin ürünüdür; film, farklı zaman-
görsel/görünür zemin değil, belli konumları da mekan parçalarının teknik ve estetik kurgusudur.
yaratan bir uzamdır.” (Vivian Sobchack) Walter Seri üretimi belirleyen “montaj”, artık sanatın
Benjamin’in vurgusuyla, sinemada “fantazmago- içine yerleşen foto-montaj ve kolaj gibi, sinema-
ri” ve arzunun iç içe geçtiği bu psişik uzamı de- tografik üretimin de tasarım aracıdır. Montajla
neyimleyen seyircilerin düşleriyle, modern kent birlikte, filmi inşa eden fragmanlar artık tekil
hayalciliği bu yüzden birbirine denk düşmüştür; imgelerden değil, tekil sekanslardan oluşacaktır.
çünkü kent, filmdeki gibi farklı zaman-mekan Sekans düzeni, Rus yönetmen ve kuramcı Sergei
geçişlerinin uzamı olduğu gibi, metaların imge- Eisenstein’ın dediği gibi, kentsel bağlamı üreten
selliğinde-simgeselliğinde kurulan bir gösteri binaların, binaları üreten strüktürel öğelerin bir
alanı, yani “fantasmagoria”dır. Kozmopolit kent araya gelmesine çok benzeyen bir olgusal-este-
gezgini (flâneur), kente egemen olan bu imgenin tik inşadır. Ve bu inşa, ancak seyircinin modern

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-318
İSTANBULLAŞMAK

kentte yaşadığı “şokları” algılama, alımlama ve Cumhuriyet Türkiyesi’nin modernleşme


deneyimleme ihtimallerine uyumlu olabilmesi projesi içinde bir parça ihmal edilmiş olsa da,
halinde yeni estetik deneyleri biçimlendirebi- İstanbul’un 18. yüzyılda başlayan modernizasyon
lecektir. Avangard sinemacılar, bu yaklaşımın süreci kuşkusuz –her ne kadar kendi avangardını
soykütüğünü imleyen modern kenti temel ala- üretememiş ya da koruyamamışsa da- bir dizi çok
rak, kentsel deneyimleri inşa etmeye soyunurlar. katmanlı ve çok anlamlı manifesto yaratabilirdi.
1920’lerin sonlarında, belge ile kurguyu bir araya Ancak İstanbullu sinema da, kentin maruz kaldığı
getiren filmik kent senfonileri onların yapıtlarıdır; altyapısız Batılılaşma çizgisinden, ekonomipo-
kenti inşa eden makinelerin hareketi ve hızı; insan litik söküklerden bağımsız oluşması mümkün
gözü ile kameranın mekanik gözünü birleştiren olmadığı için, daima yüzer-gezer şekillenmiştir.
çarpıcı sekanslar ve bu sekansların ritmini simüle Ortaya çıkan bazı yapay İstanbul senfonileri ise bir
eden müzik, yeni kent algısının şiirsel temsilidir. manifestodan öte, belki belge-film kategorisinde
anlamlı olabilecek dizilmiş görüntülerden ibaret-
Alman dışavurumculuğu, İtalyan fütürizmi, tir. Cumhuriyet döneminin önemli şairlerinden
Rus konstrüktivizmi ve suprematizmi, Fransız Nazım Hikmet’in bir dönem Rusya’da aldığı sine-
kübizmi, sürrealizmi ve dadaizmi içinde soruştu- ma eğitiminin ardından, 1934’te çektiği İstanbul
rulan modernist görme, sinematografinin dilini Senfonisi, Rus montaj estetiği içine yerleştirilen
yaratan tasarım araçlarının ve tekniklerin içi- İstanbul imgelerinden ibaret olsa da yine de bir
ne yerleşir. Tüm avangardların amacı, gündelik kent deneyi olması bakımından kayda değerdi.
kent yaşamını şekillendiren zamansal-mekansal
pratikleri, gizlemeden olduğu gibi gösterebilen Ve bir diğer İstanbullu şairin, Orhan Veli’nin
bir soyut estetik yakalamaktır. Çünkü soyut ve dediği gibi, 40’ların sonunda hız kazanan göçler-
somut kent imgeleri arasındaki gerilim, kurgusal le bir Anadolu mozaiğine dönüşmeye başlayan
ile belgesel arasındaki görsel-işitsel deneyimi de “İstanbul’un orta yeri sinema” oluverir. 1960’lar
estetik hale getirebilecektir. Kent senfonileri bu itibarıyla kent, avangard sinematografik deney-
yüzden bir tür modern kent manifestolarıdır. lerin değilse de, Guy Debord’un “psikocoğrafya”
içinde tanımladığı türden kentsel deneyimlerin

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-319
İSTANBULLAŞMAK

laboratuvarı haline gelmeye başlayan filmlerin Sinema dilindeki bu değişim, 2000’lerde kenti
nesnesidir. Seyirciyi İstanbul ile yüzleştirmeyi ele geçirmeye başlayan küresel kapitalizmin on
amaçlayan 60’lar sineması, gerek tematik gerek- yıllar süren kuluçka süreciyle ve yol açtığı kentsel
se biçimsel anlamda yine bir parça devşirmey- yabancılaşma, korku, şiddet, yoksulluk ve yoksun-
di; ancak daha önce hiç temas edilmeyen kent, luk gibi sorunlarla ilişkiliydi. Seyirci ise, bunlar-
kentli, kentleşme ve kentlileşme gibi soru(n)ları dan ziyade, hala Hollywood filmlerine ya da yerli
keşfederek, günümüz filmlerine de öncülük et- türevlerine itibar etmektedir. Zaten seyrin mekanı
mişlerdir. 80’lerin sonuna kadar yine daha çok da artık sinemanın ilk olarak Beyoğlu’nda yakala-
gişeye yönelik, Amerikan rüyasına benzeyen dığı kültürel iklimde değil, küresel kapitalizmin
melodramlar ortaya çıkar. 90’larda ise sinema, gösteri mekanları, yani alışveriş merkezlerinin
60’ların filmlerindeki entelektüel kaygıyı benim- kontrollü gövdelerinde ikamet ediyor (bak. Alış-
sedi; hem yürürlükteki ekonomipolitik düzeni ve veriş Merkezi). Kente hızla nüfuz etmeye başlayan
kentsel yaşamın yarattığı baskıları ve sıkıntıları “multiplex”ler, orta sınıfın hala bir eğlence-tü-
eğretileyen hem de mevcut kentsel politikalara ketim nesnesi olarak gördüğü sinemanın hem
odaklanmanın eleştirel mesafesini inşa eden bu yeni konumunu hem de ürününü belirliyorlar.
filmler, aynı zamanda estetik kaygıları olan bir si- Elektronik teknolojiler sayesinde, tüm dünyada
nema dili kotardı. C Blok (1994), Masumiyet (1997) eşzamanlı olarak vizyona giren filmlerle rekabet
ve 3. Sayfa (1999) adlı Zeki Demirkubuz filmleri; edebilmek için, 60’ların tasarım sinemasının izini
Tabutta Rövaşata (Derviş Zaim, 1996), Gemide süren birkaç bağımsız yönetmen dışında, post-
(Serdar Akar, 1998), Laleli’de Bir Azize (Kudret Sa- modern popüler eğlencelikleri “film” adı altında
bancı, 1998), çok ödüllü Uzak (Nuri Bilge Ceylan, üreten bir endüstrinin parçası oldular. Oldukça
2002), Anlat İstanbul (Ümit Ünal vd, 2004) gibi geç bir tarihte gelişmesine karşın, kentsel me-
filmler, kentsel mekanda üstü örtülmeye çalışılan kan ve sinema etkileşimini ortaya koyan bir dizi
imgeleri (ekranın) alan-içi’ne taşıyarak, İstanbul’u nitelikli yapıt, bugün hala kitlelere ulaşamayan,
bir görme deneyimi, bir görünürlük alanı olarak kamuyla ilişki kuramayan filmler kategorisinde
(yeniden-) icat ettiler. yer alıyor. Öte yandan, ister bu popüler ve ticari
“filmsi”lerde, isterse bir sanat yapıtı olarak üre-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-320
İSTANBULLAŞMAK

tilen filmlerde olsun, İstanbul Türk sinemasını teşkil ederler. En kalabalık sokakların ortasında
kodlamaya devam ediyor. ayak altında kıvrılmaktan çekinmez, ama hoşgö-
rüsüz bir baston ya da tekmeye de hazırlıklı, tek
—Işıl Baysan Serim gözü açık uyurlar. Kolaylıkla miskinlik ve tem-
bellikle suçlanırlar hep uyurken göründükleri
>Alışveriş Merkezi, Kamusal Alan, Kentsel için, halbuki gündüz onların dinlenme, geceleri
Dönüşüm, Panorama, Restorasyon çalışma vaktidir. Çeteler halinde alan koruma,
hiyerarşinin katmanlarını belirleme ve sosyalleş-
meden yorgun düştüklerinde ısıtan güneşin altına
SOKAK HAYVANLARI kendilerini bırakma zamanı. Kedilerin kalaba-
lıklığı ise, onlara tapıldığı yanılgısına kolaylıkla
Kent mekanını insanlarla paylaşan sahipsiz yol açabilecek seviyededir. Yiyecek ya da sevgili
hayvan camiası. [Ed.]
aramadıkça yer değiştirmezler pek. Eski kent do-
kusunda bitişik nizam binalardan oluşan yapı
Sessiz Milyonlar (ya da sokak kedileri ve köpek- adalarının içinde kalan korunaklı bahçeler ya da
leri). İstanbul’un, ziyaretçilerin -hele de Batı’dan tanımsız mekanlar çok bulundukları yerlerdendir.
geliyorlarsa- görmeyi beklemeyecekleri sayıda, Caddebostan-Kartal sahili boyunca deniz kena-
insan olmayan kullanıcısı vardır: kediler ve kö- rındaki kayaların içinde yaşayan düzinelercesi
pekler (bak. Sokak Köpekleri). Onlar herhangi bir bulunur. Sabahın erken saatleri, gün doğduktan
yasal belgeye ihtiyaç duymaksızın serbest dolaşım sonra, henüz kimsecikler evinden çıkmamışken
şansına sahiptirler kentin içinde. Onları her yerde onların yiyecek arama vaktidir çoğunlukla. Kentte
görebilirsiniz. Edmondo de Amicis, 19. yüzyıl son- hem insanla birlikte hem de insanın olmadığı yer
larında yazmış olduğu yazılarında şehrin daha az ve zaman boşluklarında varolurlar.
olan kalabalığı, ama daha az garip olmayan ikinci
halkı olarak bahseder köpeklerden. Köpeklerin Kent insanının hayvanlarla ilişkisi çelişkiler
hepsi birden, tasması, vazifesi, ismi, meskeni, ve çoklu kutuplar barındırıyor. Bu kutuplar çap-
kanunu olmayan büyük bir serseriler cumhuriyeti raz ortaklıklar ve karşıtlıkları içerir. Yok ediciler

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-321
İSTANBULLAŞMAK

ile himayeciler, bireylerle organizasyonlar bazen etmeye ya da kent içindeki varlıklarını regüle
karşı karşıya gelir, bazen aynı safa düşerler. Pek etmeye çalışıyor. Biri itlafları araç olarak kullanır-
çok İstanbullunun zihninde canlıdır belediye ken diğeri hayvan barınaklarını, sahiplendirme
ekiplerinin zehirli et uygulamasından sonra yo- ya da kısırlaştırma kampanyalarını kullanıyor.
ğurtlarla sokağa çıkılması ve köpeklere ilkyardım İstanbul’un modernleştirilmesi arzusunun geri-
müdahaleleri... Belediyenin şikayet üzerine barı- limleri sadece sokak hayvanlarının regüle edil-
nağa götürdüğü köpeği alıp sokağına geri getiren mesi mücadelesi üzerinden bile okunabilir sanki.
mahalleli hikayeleri de az değildir. Hayvanlar da İstanbul’u modernize ederken bundan boş bir
bu kutuplar arasında şanslarının şekillendirece- “yok-yer”leştirme, sterilizasyon, beşeri ve uygar
ği, doğacakları, beslenecekleri, sakatlanacakları, kente dair bir imgeye uyarlama çabası anlaşıldığı
sevdalanacakları, doğuracakları ve ölecekleri ha- oranda sokak köpeklerinin ve kedilerinin başı
yatlarını yaşarlar. dertte olacak gibi.

Hem işkencecilerin hem de himayecilerin “Düz”eltmeye çalışanların karşısına hep


bireysel ve organize olanlarından bahsedilebilir. “kat”lamaya ve “buruş”turmaya çalışan öğeler
Bireysel davrananların motivasyonu kültür ya çıkar. Sokak hayvanları da o kırışıkların içindeki
da kişilik özelliklerinden beslenirken, organize nişlerde hayat buluyor işte. Bu hayatları barındı-
olanlar fikirlerden beslenirler, her iki kutbun or- ran kat yerleri bazen hoşgörü, bazen aldırmaz-
tak paydası ise ilerlemeci zihniyet gibidir. Orga- lık, bazen de işlevle (faresavar-kedi/bekçi-köpek)
nizasyonlardan yok edici olanları Tanzimat’tan açıklanır. İşte bu noktada iki kutbun, hayvanları
beri faaliyettedirler. Himayeci olanlar ise daha koruyan ve yok etmeye çalışanlar arasında değil,
yenidir. Hayvan haklarını savunan kuruluşlar kentte hayvanın varlığını bir problem olarak al-
hiç kuşkusuz pek çok yaraya merhem oluyor ve gılayanla diğer başka bir grup arasında oluştuğu
acıyı dindirip eziyetlerin önüne geçiyor; fakat ortaya çıkıyor. Hoşgörü-aldırmazlık ve işlevsellik
bir yandan da sokak hayvanlarını yok etmeye ekseninde bir araya getirilebilecek bir grup. Acaba
çalışanlarla yan yana duruyorlar. Her ikisi de ço- insan için olduğu kadar hayvan için de var olan
ğunlukla hayvanları ya kent mekanından izole bir kent hayal edilebilir mi? Kamusal mekanda

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-322
İSTANBULLAŞMAK

kaçak durumuna düşmeden yaşayabilirler mi? Kat işaret eder. Aslında sığır, sincap, yarasa ve birçok
yerleri gözardı edilen ve gayrimeşru olan yerde mi çiftlik hayvanında görülen kuduzun, köpek ile
olmalı? Hayat nişlerini barındıran kat yerleri bile beraber anılmasının İstanbul için görece yeni bir
isteye oluşturulmaz mı? Kent, insan için olduğu olgu olduğunu söyleyebiliriz.
kadar hayvan için de tasarlanıp yapılamaz mı?
II. Mahmut döneminden başlayarak, belli
—Nalân Bahçekapılı aralarla toplu olarak katledilen sokak köpekleri,
aslında şehirde üç önemli işlevi yerine getiriyor-
>Sokak Köpekleri du. Taner Timur, Tarih ve Toplum dergisinin 1993
yılı Eylül sayısındaki “İstanbul Köpekleri” adlı
yazısında, köpeklerin şehirde güvenlik, sağlık ve
SOKAK KÖPEKLERİ temizlik sektöründe çalıştıklarını belirtiyor. Her
mahallenin köpek grupları o mahallenin bekçili-
“Az zamanda çok işler başarma” saikinin en ğini üstleniyor ve sokak köpekleri ile “anlaşmayı”
önemli mağdurlarındandır. Osmanlı modern- bilemeyen bazı Frenkler dışında, mahalleden ge-
leşme hareketinin başından günümüze kadar
çen yabancılara, tehditkar davranmadıkları sürece
köpekler ve yönetim arasında şehir sathın-
da kimi kez zamana yayılmış, kimi zaman da zarar vermiyorlardı. Evlerden atılan çöplerden
“anında müdahalelere” dayalı bir düşmanlık beslendikleri için de temizlik ve sağlık sorunları-
süregitmiştir. nın çoğalmasına mani oluyorlardı. Buna rağmen,
yani ortada tehcir edilmelerini gerektiren her-
Modernleşme sancılarının başında dile getirilen hangi bir neden yokken, II. Mahmut zamanında
argümanların köpeklerle ilgili kısmının hijyen ve Hayırsızada’ya sürülmek istenmiş, çıkan fırtınada
halk sağlığı ile alakası olmaması dikkate şayan bir geminin anakaraya savrulması üzerine paçayı yırt-
noktadır. Zira 19. yüzyıl boyunca İstanbul’da kay- mışlardı. Yarım bırakılan iş, Abdülaziz döneminde
da geçmiş bir kuduz vakasının bulunmaması, de- tamamlandı. Ancak şehirde çıkan bir yangının
ğişken şehir ekolojisinin köpek ve kuduz arasında bu menfur sürgünden kaynaklandığı düşüncesi,
doğrudan bir bağlantı kurulmasına elvermediğine sürgüncüleri köpekleri azad etmeye sürükledi.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-323
İSTANBULLAŞMAK

Devletin giderek şiddetlenen köpek düşman- istediğini, kimi zaman da bunu başardığını, dö-
lığı başka bir “tehcir” ile maruf ve malul İttihat ve nemin bir Fransız okulunda öğretmenlik yapan
Terakki Fırkası döneminde yaşandı. Elli ila altmış Colombani’den alıntılarla aktarır. Colombani,
bin köpek önce Hayırsızada’ya sürüldü, birbiri- “Köpekleri toplamak için Türkleri düşünmemek
lerini yiyerek telef olduktan sonra da cesetleri lazım. Hayvan başına on beş frankın verildiği bu
gübre ve hayvan yemi olarak Fransız bir müte- çok karlı işi çingeneler yüklendiler.” diyor. Yazının
şebbis tarafından ihraç edildi. İttihat ve Terakki devamında bu “Türkler”den kastın Müslümanlar
döneminden günümüze, en azından köpekler söz olduğunu anlıyoruz. Gerçekten de dönemin İs-
konusu olduğunda, tepeden inme temizlik eğilimi tanbulluları arasında, özellikle Frenklerin köpek
değişmedi; hatta tedricen arttı bile diyebiliriz. Bu meselesinin “halline” daha fazla taraftar olduğu-
satırların yazarı, 1996 yılında gerçekleşen “barın- nu görüyoruz. Sürgün sırasında araya kaynayan,
ma” konulu Habitat Konferansı sırasında, yabancı herhalde dönemin ender “ev”cil köpeklerinden
misafirlere hoş görünmek maksadıyla öldürülen Pera Palas Oteli’nin kanişi, otelin misafiri yaban-
kedi ve köpeklerle dolu bir bidon gördü. cılar tarafından çok sevildiği için beyhude yere
diğer köpekler arasında aranmış.
Tıpkı kentsel dönüşüm (bak. Kentsel Dö-
nüşüm) adına uygulanan ve “dönüştürülecek Ancak Frenklerin köpekler hakkındaki fikir-
mahalle”ye danışılmadan, ekonomik pazarlık lerini genellemek, öncelikle karşı örneklerin göz
bazında gerçekleşen barınma ihlalleri gibi; yöne- önünde bulundurulması durumunda yanlış olur.
tim, şehirli ve köpek arasındaki ilişkiye de tepe- Genellikle Batılıların ikamet ettiği Pera’da köpek-
den müdahale yöntemiyle “çözüm” arar. Ancak ler varlıklarını diğer mahallelerdeki köpeklerle
aynı şeyi şehirli ve köpek arasındaki ilişki için eşzamanlı sürdürdüler ve hala da sürdürüyorlar.
söylemek doğru olmaz. Timur, makalesinde yö- 1902-1904 senelerinde İstanbul’da bulunan Claude
netimin her müdahalede halkın tepki verdiğini Farrère de, Batı’daki hiçbir köpeği sevmemesine
belirtip, özellikle 1910 yılında dönemin şehre- rağmen İstanbul köpeklerine “makul ve mütef-
mini Cemil Topuzlu tarafından gerçekleştirilen fekkir” tavırları yüzünden saygı duyuyor. İkinci
sürgün sırasında ahalinin köpekleri azad etmek olarak, köpeklerden “kurtulma” isteği 6. Daire

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-324
İSTANBULLAŞMAK

Belediyeciliği ile fiilayata geçen Batılı anlamda İstanbullu arasında süregiden ilişkide eğer ahlaki
kent planlaması fikrinin sadece fiziki değil, sos- bir yan varsa, bu örneğin Descartes’tan Kant’a
yolojik ilişkileri de içerdiğini gösterir, Frenklerin kadar çerçevesi kurgulanmaya çalışılan evrensel
köpekleri sevmediğini değil. aklın (ruhun) ve ona sahip bireyin üstlendiği ve
Singer gibi felsefecilerin çözümledikleri bir akıl
Günümüzde İstanbul’un sokak köpekleri ve ve ona dayalı davranış teorisinden kaynaklan-
insanları halen aynı şehir ekolojisinde barınıyorlar. maz. (Batı’daki tartışmaların genel hayvan hakları
İstanbul’da “tehcir” politikalarının niye işlerlik üzerinden olanca hızıyla ilerlemesine rağmen
kazanmadığını biraz daha iyi kavramak için, İs- fiiliyatta pek bir şey değiştirmediğini, analizin
tanbullu köpekler ve insanlar arasındaki ilişkiye analiz olarak kaldığını söylemeyi de ihmal etme-
nominalist bir görüş açısından bakmakta fayda var. yelim.) İstanbullu, köpekleri ile içli dışlıdır, ancak
onları genel kurallar içinde, zamansal uzamda
İstanbullular ve İstanbullu köpekler arasında- kategorize etmez, yeri gelince onu umursamaz,
ki ilişkiyi, örneğin Peter Singer’vari bir türcülüğe ama katledilmesi tarfatarı da değildir.
karşı çıkış ve acı çekmeyi minimalize etmeye da-
yalı faydacı bir ahlak felsefesinden yola çıkarak Kentin kendine has dokusu -Boğaz hattında,
açıklamak pek olası değildir. İstanbullular için 1980’lerden bu yana devam eden talanlara rağmen
böyle mutlakiyetçi bir etik güdüden bahsetmek halen varlığını sürdüren yeşil vadiler ve tepeler,
zordur. Zira, örneğin satın alındıktan belli bir süre şehrin kuzey ve güneyine gidildikçe iyice belir-
sonra bıkkınlık veren bazı ev köpekleri ve ma- ginleşen mahalleler arasındaki boşluklar, çevre ve
hallede barınması artık istenmeyen kimi sokak bağlantı yolları yakınındaki araziler- köpekler için
köpekleri sıklıkla şehrin ücra ağaçlık bölgelerine doğal barınaklar, gerektiğinde insandan görece
ya da Prens Adaları gibi şehre geri dönüşün im- uzaklaşabildikleri yaşam alanları yaratsa da, sokak
kansız olduğu yerlere (burada gemiye binmeyi köpeklerini, örneğin Beyoğlu’nun turistlere hitap
beceren, “akıl eden” köpekleri istisna olarak be- eden bir Osmanlı lokantasının girişindeki paspa-
lirtmek gerekir) sürülür ve çoğu burada açlıktan ya sın üzerinde, ya da İkinci Köprü’nün yapımından
da hava şartlarından telef olur. Dolayısıyla iki tür bu güne ülkenin en zengin banliyösü, tüketim

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-325
İSTANBULLAŞMAK

toplumunun genel karargahı haline gelmiş olan hepsi bekçilikle iştigal etmedikleri gibi, çoğunlukla
Bağdat Caddesi (bak. Bağdat Caddesi) ve civarın- bir çöp toplayıcısı ya da berduş ile beraber gezen
daki lüks konutların etrafında da görebildiğimize göçebe köpekler de sıklıkla karşımıza çıkar.
göre, varlıklarının süregelmesinde kent dokusu-
nun ancak kısmi bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz. İslam dininin yapısına atfedilen köpekseverlik
ise hem somut olarak, fıkıh yoluyla desteklenmesi
Yukardaki son örnekten yola çıkarak, köpek- zor bir iddiadır, hem de metropolü olduğundan
lerin mahallelerdeki varlıklarının sadece bir sınıf- fazla İslam kültürüne bağımlı kılmak gibi bir
sal ayrımdan kaynaklanmadığını da ilave etmek tehlike barındırır. Reşat Ekrem Koçu, İstanbul
lazım. Evet, büyük ihtimalle Ataköy, Suadiye ya Ansiklopedisi’nde Müslümanların köpeklere bak-
da Nişantaşı gibi orta-üst sınıf mahallelerde daha makla beraber, onları evlerine alacak kadar ileri
sık telef ediliyorlar, bu mahallelerin evlerinde giden Rumlar ile alay ettiklerini söyler. Öyleyse,
ikamet eden türdeşlerinden beslenme standartları daha önce sözünü ettiğimiz ve Batılı seyyahlar-
açısından radikal bir şekilde ayrılıyorlar, ancak bu ca “Türkler” diye adlandırılan köpekseverlerin
mahallelerde de hemen her zaman hiç de azımsa- Rumları da kapsadığını mı söylemek gerekir? Her
namayacak miktarda sokak köpeğine rastlamak halükarda, İstanbulluların köpeklerle iç içe geçmiş
mümkündür. yaşamını sadece dinsel motiflerden yola çıkarak
anlamlandırmak da olası gözükmemektedir. Ta-
Bu sınıfsal yapıdan görece bağımsız iç içe ya- ner Timur, 19. yüzyılda bazı Batılı seyyahların
şam, kısmen de olsa güvenlik ihtiyacının köpekler Türklerin köpeklerle ilişkisini Türkmenistan’a
vasıtasıyla halen karşılanabiliyor olmasıyla açık- dayandırmasını, haklı olarak ihtiyatla karşılar.
lanabilir. Zengin mahallelerde otoparkların, lüks Ne de olsa an itibarı ile kımız da tüketmiyoruz.
apartman sakinlerinin sahiplenmesi ile yarı evcil-
leşen, daha yoksul mahallelerde yine genel asayişin 2004 yılında çıkan 5199 Sayılı Hayvanları Ko-
sağlanmasında bekçilik görevlerini sürdürüp çöp- ruma Yasası ile sokak hayvanlarının kısırlaştırıla-
ten ve ahalinin sunduklarından beslenerek yaşayan rak yerlerine bırakılmasına karar verildi. Bu esnada
köpeklerin sayısı hayli fazladır. Ancak köpeklerin diğer sağlık sorunları da giderileceği için, kuduz

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-326
İSTANBULLAŞMAK

dahil diğer hastalık ihtimalleri de bertaraf edile- dair tek bir argüman sunmak yöntemsel açıdan
cekti. Ancak uygulamada ciddi sorunlar olduğunu da mümkün gözükmüyor. Girift iktidar ilişkile-
Sahipsiz Hayvanları Koruma Derneği ya da Evsiz rini, onlardan kaynaklanan ahlaki kodları, şans
Hayvanlar ve Doğayı Koruma Derneği gibi sivil faktörünü, Batılılaşma çabalarını, “birey”in çeşitli
toplum kuruluşlarından öğreniyoruz. Bir kere son evrelerini, verili ve değişken çevre şartlarını ve
dönemde hızla yayılan taşeronluk sistemi yüzün- daha nice arızi olguyu bir araya getiren ve nihai
den bu “iş” de bir taşıyıcı firmaya havale edilmiş bir sonuç aramayan bir soykütük çalışması, iler-
durumda. Firmanın belediyeden para alması için lemeci bir şehir tarihi anlayışından sakınmamıza
kısırlaştırma sonrası organları göstermesi yeterli yardım eder. Böylece uzun zamandır hasretini
oluyor. Yani hayvanların mahallelerine geri dönüp çektiğimiz “beraber yaşama kültürü”nün dört
dönemediklerine dair bir bilgimiz olmadığı gibi, bacaklı arkadaşlarımızla, düşe kalka da olsa nasıl
bu işlem sonrası öldürülüp öldürülmediklerini devam ettiğine bir nebze açıklık getirebiliriz.
de bilemiyoruz. AB’den kuduza karşı gelen fonun
—Ulus Atayurt
akıbeti de meçhul. Ancak her İstanbullu zaman
zaman striknin ile zehirlenmiş köpeklere rastlar. >Bağdat Caddesi, Kentsel Dönüşüm, Temizleme
Bu “operasyonlar” kimi zaman bir mahallenin
“temizlenmesini” (bak. Temizleme) amaçlar, kimi
zaman da kişisel garez düzeyinde seyreder. Geçen SOVYETLER BİRLİĞİ SONRASI GÖÇMEN
sene Kuzguncuk semtinde üst düzey bir bürokrata
tebelleş olan iki köpeğin aynı hafta içinde zehir- Sovyetler Birliği sonrası dönemde İstanbul’a
göç: 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasının
lenmesi bu gareze bir örnek teşkil eder. ardından İstanbul’a gelen göç dalgalarını
tanımlar.
İstanbul’da sokak köpekleri ve insanlar ara-
sındaki ilişkiye dair yukarıdaki tespitler, bu iliş- Bu durum, genel bir bakışla, Türkiye’nin göç ta-
kinin nasıl da yüzlerce yıldır sürmekte olduğuna rihinde (bak. Göç) iki sebepten dolayı yeni bir
tam bir cevap veremese de belli ipuçları barındırır. dönemi belirler. Bunlardan birincisi “Türk ulusu”
Zaten şehir, köpek ve insan arasındaki ilişkiye ile herhangi bir yakınlık iddiasında bulunmadan

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-327
İSTANBULLAŞMAK

yapılan bir göç olması, ikincisi ise göçmenler İstanbul’daki farklı post-sosyalizm göçmen
arasında kadınların çoğunlukta olması ve onları grupları arasında gerçekte ancak bir takım gevşek
buraya çeken faktörler arasında “cinsiyetle ilgili bağlar bulunmasına rağmen, aralarında kadın-
meşgalelerin” oynadığı önemli rol. ların çoğunlukta olması onların halk tarafından
“Nataşa” genel ismiyle damgalanmasına sebep
Sovyetler Birliği sonrası dönemde göç önce, olmuştur. İsim önce seks işçileri için kullanıldıysa
Sovyet döneminin ikinci ekonomisinden edi- da, aslında o bölgeden gelen tüm kadınların rasge-
nilmiş küçük çaplı ticaret pratiğinden devamla le cinsel ilişki kurmaya potansiyel eğilimini ifade
uluslar üstü bir giysi, deri ve ayakkabı ticaretine etme niyetindeydi. Benzeri şekilde, tüm post-
girişen bavul tüccarları tarafından başlatılmış- Sovyet göçmenlerden günlük konuşmalarda toplu
tı. 1990’ların ortasında ulaştığı en üst noktada olarak “Ruslar” diye bahsedilse de aslında, bavul
Türkiye’den eski Sovyetler Birliği ülkelerine ya- ticareti yapan ilk gruplar dışında, Türkiye’deki
pılan bavul ticareti ihracatı hacminin yıllık 9-10 post-sosyalizm göçmenleri Rusya’dan çok başka
milyar dolar düzeyinde olduğu ve yılda neredeyse ülkelerden geliyor. Örneğin, seks işçilerinin çoğu
1,5 milyon kişinin Türkiye’yi ziyaret ettiği tahmin Romanya, Moldova ve Gürcistan’dan gelirken, ev
ediliyordu. Bu git-gel ticareti ve başlattığı dairesel içi hizmet sektöründe çalışanların çoğu Moldova,
göç zamanla, Türkiye’de bulundukları süre içe- Ukrayna, Gürcistan ve aynı zamanda, diğer ülke-
risinde eski sosyalist ülkelerin vatandaşlarının lere 2000 sonrası dönemde katılan Ermenistan,
buluşma yeri haline gelen İstanbul’da Laleli ve Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan gibi
Aksaray gibi bölgeleri ve Trabzon gibi şehirleri Kafkas ve Orta Asya ülkelerinden geliyor.
yarı-küresel/bölgesel merkezlere dönüştürdü.
Göçmenlerin ticari seks ve ev hizmeti işleri yap- Başta hangi sektöre doğru çekilirlerse çekil-
maya başlamalarıyla beraber bu bölgelerin önemi sinler, post-Sovyet göçmenler Türkiye’ye bir ya
post-sosyalizmin göçmenlerine Rusça pop müzik da iki aylığına geçerli turist vizeleriyle gelip daha
albümleri veya ucuz şarap almak gibi diasporik uzun sürelerle kalıyorlar. 1990’ların ortasından
hayat biçiminin gerekliliklerini sağlamaları açı- başlayarak, Türkiye’deki konumlarını güvence
sından daha da arttı. altına almak ve vize sürelerini geçirdikleri için ceza

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-328
İSTANBULLAŞMAK

ödemekten kurtulmak isteyenler, vatandaşlığa soylulaşma olup olmadığını belirler. Değişim eğer
kabul yolundaki tek imkan olarak Türk vatandaş- mevcut kullanıcıların kendilerinden daha üst
larıyla sahte evlilikler gerçekleştiriyorlardı. Ancak statülü kullanıcılarla yer değiştirmesini ve emlak
Türk Vatandaşlığı Kanunu’nda 2003’te yapılan değerlerinde bir artışı beraberinde getiriyorsa, bu
değişiklik, vatandaşlık hakkı kazanılmasından süreci soylulaşma olarak adlandırabiliriz.
önce üç yıllık bir bekleme süresi getirdi ve bunun
sonucunda sahte evlilik sayısında büyük düşüş İstanbul soylulaşma süreçleri ile 1980’li yıl-
görüldü. Türkiye Büyük Millet Meclisi aynı yıl ların başlarında tanıştı. Soylulaşma, 90’lı yılların
içerisinde belgeleri olmayan işçilerin çalışma izni sonlarına kadar kentin kültürel orta sınıflarının
almasına imkan tanıyan bir kanun geçirdiyse de, öncülüğünde Kuzguncuk ve Arnavutköy gibi Bo-
ancak çok az sayıda işçi bu belgeyi almayı başardı ğaz kıyısındaki ve Galata ve Cihangir gibi Beyoğ-
ve çoğu hala Türkiye’de yasadışı olarak kalıyor ve lu’ndaki birkaç mahalle ile sınırlı kaldı. 80’li ve
çalışıyor. 90’lı yıllar boyunca genel olarak kendiliğinden
gerçekleşen, spontane bir süreç olarak karşımıza
çıkan soylulaşma, 2000’li yıllarla birlikte giderek
—Ayşe Akalın
dışarıdan müdahaleler ile tetiklenen bir sürece
doğru evrildi. Sürecin yaşadığı bu dönüşümü, soy-
>Göç
lulaşmadan soylulaştırmaya geçiş olarak tanım-
layabiliriz. (Eğer kendiliğinden, spontane olarak
SOYLULAŞMA gerçekleşen bir süreci tarif etmek için soylulaşma
(edilgen) kelimesini kullanmayı tercih ediyorsak,
Soylulaşmadan soylulaştırmaya geçiş ve son- dış müdahalelerin tetiklemesi ile gerçekleşen
rasında sürecin yaşadığı ölçek atlaması. süreçleri soylulaştırma (etken) olarak nitelendir-
memiz daha uygun olacaktır.)
Soylulaşma (mutenalaşma), mahallelerin içinde
yaşayanlarla birlikte geçirdiği bir değişim süreci 2000 sonrası soylulaştırma süreçlerini,
(bak. Mutenalaştırma). Değişimin yönü sürecin hem İstanbul’daki (80’lerde Boğaz’da ve 90’lar-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-329
İSTANBULLAŞMAK

da Beyoğlu’nda başlayan iki dalganın ardından) doğru kayışının İstanbul’daki ilk örneğini teşkil
üçüncü soylulaşma dalgasına karşılık gelmesi, etmekte.
hem de yurtdışında 90’lardaki ekonomik du-
raklamanın ardından kamu ve özel sektör ön- Apartman/Bina ölçeği: Üçüncü dalganın teza-
cülüğünde gerçekleşmekte olan soylulaştırma hür şekillerinden bir diğeri Beyoğlu’nda (özellikle
süreçleri için de kullanılan bir terim olması ne- Galata bölgesinde) büyük emlak yatırımcılarının
deniyle üçüncü dalga soylulaşma olarak tanımla- soylulaşma sürecinin kendi seyrinde devam ettiği
mak yerinde olur. Genel olarak kamu kurumları bölgelerden sistematik bir şekilde bina satın ala-
ya da sermaye (bazen ayrı ayrı, bazen bir arada) rak, içlerindeki daireleri üst orta ve üst sınıfların
eksenli müdahaleler ile şekillenen bu üçüncü yaşam tarzlarına uygun bir şekilde restore edip,
dalga soylulaşma ya da soylulaştırma süreçlerini, bu kesimlere pazarlamaya başlamasıyla ortaya
gerçekleştikleri ölçeklere göre dört başlık altında çıktı. Böylece daha önce bağımsız bireyler ya da
incelemek mümkün: küçük yatırımcılar öncülüğünde daire daire dö-
nüşmekte olan semt, bina bina dönüşmeye baş-
Daire/Ev ölçeği: Avrupa Birliği ve Fatih Be- ladı ve soylulaşma süreci yeni bir ivme kazandı.
lediyesi ortaklığı ile geliştirilen Fener ve Balat
Semtlerinin Rehabilitasyonu Programı, kamuo- Sokak ölçeği: Bir girişimcinin Beyoğlu’nda,
yuna ilan edilmesiyle beraber 90’lı yılların sonla- Galatasaray Lisesi’nin arka tarafındaki bir so-
rına doğru küçük ölçekli bir soylulaşma sürecini kakta yer alan binaları toplu olarak satın alarak
tetikledi. Uzun yıllar yatırımsız kalan bölgeye restoran ve barlardan oluşan bir çekim merkezi
yatırım vaadinde bulunulması, bölgeye yerleşme yaratma projesinin 2004 yılında hayata geçme-
yönünde o ana dek tereddüt gösteren grupları siyle soylulaştırma ilk kez sokak ölçeğinde ger-
bölgeye çekmek için yeterli oldu. Fener ve Balat çekleşti. Sokakla birlikte, ironik bir şekilde ismi
semtlerinde gerçekleşmekte olan soylulaşma sü- de “soylulaştırıldı”, yılların Cezayir Sokağı (bir
reci, soylulaşmanın kendiliğinden gerçekleşen bir süreliğine de olsa) Fransız Sokağı ismini aldı.
süreçten, kurumların ya da kurumsal yatırımın Fransız Sokağı Projesi ile üçüncü dalga soylulaş-
ardından gerçekleşen bir sürece (soylulaştırmaya) manın bundan böyle noktasal bazda gerçekleşen

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-330
İSTANBULLAŞMAK

bir süreç olmakla sınırlı kalmayacağı anlaşılmış STADYUM


oldu.
Kamu mülkiyetinde oldukları dönemlerde
hemen herkesin konum ve işlevselliklerin-
Ada ölçeği: Üçüncü dalga soylulaşma süreçle- den yakındığı, spor kulüplerinin mülkiyeti-
rinin son halkasını, kimi zaman Sulukule örneğin- ne devredildikten sonra kimsenin sorunlu
de olduğu gibi kamu-kamu (Belediye-TOKİ), kimi bulmaz olduğu kentsel spor donatıları. [Ed.]

zaman da Tarlabaşı örneğinde olduğu gibi kamu-


özel sektör (Belediye-Büyük Sermaye) ortaklığı Türkiye’de hemen her maçtan sonra, futbolcu-
ile sit alanlarında geliştirilen kentsel dönüşüm lar sahanın içine giren kameralar karşısında bir
projeleri (bak. Kentsel Dönüşüm) oluşturmakta. şeyler söylemeye zorlanırlar. Bu hem televizyon
2005 yılında çıkarılan ve bu projelerin dayanak izleyicileri hem de futbolcular için artık bir bek-
noktasını oluşturan 5366 sayılı “Yıpranan Tarihi lenti halini almıştır. Futbolcuların ne diyecekleri
ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Ko- bellidir aslında; izleyiciler de ne duyacaklarını
runması ve Yaşatılarak Kullanılması” hakkındaki çok iyi tahmin etmektedirler. Futbolcu, genellikle
kanun, tanıdığı yeni kamulaştırma yetkileriyle soyunma odasına doğru ilerlerken, birkaç klişe
yerel yönetimlere ada bazında proje geliştirme tümceyi art arda sıralar ve sonunda işaret par-
olanağını sundu. Henüz uygulama aşamasına ge- mağını tribünlere doğru uzatıp şöyle bir tümce
çilmemiş olsa da, projelerin şu ana kadarki işleyiş kullanır: “Şu muhteşem taraftarımıza teşekkür
şekillerinden bu alanlardaki mevcut sakinlerin ediyoruz.”
yerlerini daha üst sınıflara bırakacağı ve emlak
değerlerinde ciddi artışların (yani soylulaşma Onun teşekkürü elbette birkaç kişiye değil,
sürecinin) yaşanacağının işaretleri alınmakta. tribünde bulunan kendi taraftarlarının tümüne-
dir. Bu tümcenin tek bir anlamı vardır: Futbol-
—Tolga İslam cu, tribündeki taraftarları homojen bir bütünlük
halinde algılamakta ve onları “biz” olarak ilan
>Kentsel Dönüşüm, Mutenalaştırma etmektedir. Eğer varsa, tribünlerin daha küçük
bir bölümüne yerleşmiş rakip takım taraftarları

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-331
İSTANBULLAŞMAK

da, yine bir homojenlik algısıyla “öteki” diye ta- bile mümkün olmayacak kişilerin birbirlerine sarı-
nımlanır. lıp dakikalarca sevinçle zıplaması ya da birer sigara
yakıp birbirlerinin yürek çöküntüsünü hissetmesi,
Futbol hakkında bir şeyler söylemeyi deneyen yalnızca tribünlerden izlenen bir golün eseridir. O
bir kişinin, hiç kuşku duymaksızın seçtiği ilk ha- halde basit bir mantıkla, “taraftarlık niteliği, her
reket noktası, taraftarların kolektif duyguları ve farklılığı ve toplumsal kesimler arasındaki ‘öteki-
kulüpleri ile kurdukları ortak kimliktir. Bu mut- liği’ ortadan kaldırmaktadır” diyebilir miyiz?
lak fikir, futbol üzerine yapılacak yorumlar adına
güvenli bir yol yaratır. Gerçekten de, tribünde yer Hem İstanbul’da hem de ülkenin diğer kent-
alan kişiler, toplumsal konumları ne olursa olsun, lerinde, futbol bir ulusal kimlik, mahalle ya da
hiç tanımadıkları ve yan yana oturmak zorunda cemaat dayanışması hissiyatı ile oynanmıştır.
kaldıkları diğer kişiler ile yakınlaşmak, o kulüp Zaten kentteki futbol alanları da, homojen kim-
kimliğini eşitlik içinde paylaşmak istemektedirler. likleri, kolektif duyguları barındıran yerler olarak
Bu yüzden maç süresince tüm farklılıkları karşılıklı doğmuştu. Futbolu bu topraklara ilk taşıyanlar,
iyi niyetlerle en aza indirmek çabası mevcuttur. 19. yüzyılda pamuk ticareti için İzmir’e gelen İn-
Atılan bir gol, kişinin talip olduğu her toplumsal gilizler idi. Yine aynı yüzyılın son çeyreğinde,
statünün, her yatırımın, her çıkar hesabının, her imparatorluk toprakları içindeki Selanik’te de
projenin önemini kaybetmesi, hatta bir anda unu- futbol biliniyordu. 20. yüzyılın hemen başından
tulup gitmesi demektir. O gol tribündeki kitleyi itibaren de Türkler, kendi aralarında oluşturduk-
aynı biçimde etkiler ve bir duygu patlaması açığa ları takımlarla İngiliz, Fransız ve Rum takımla-
çıkarır. Golü atanın ya da yiyenin duyguları bize rıyla maçlar yapmaya başladı. Bu maçlar Türkler
farklı görüntülerle ulaşsa da, iki duygunun şiddeti için bir ulusal mücadeleydi. Özellikle işgal dö-
arasında büyük ölçüde benzerlik vardır. Golü ata- neminde, Türk takımlarının işgal kuvvetlerine
nın tribündeki çığlığı ile golü yiyenin içe kapan- karşı giriştikleri futbol mücadeleleri, Kurtuluş
ması, birlikte oturan kişiler arasında ortaklıklar Savaşı’nın bir parçası gibi görüldü. Türk futbol
doğurur. Stadyumun dışında hiçbir zaman duygu geleneği böylece temellerini tam anlamıyla ko-
paylaşımına girmeyecek, hatta yüz yüze bakmaları lektif duygularda buldu.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-332
İSTANBULLAŞMAK

Kolektif Duyguların İlk Merkezi, Taksim güreş müsabakaları, at yarışları düzenleniyordu.


Stadyumu: İstanbul’un en ünlü meydanı Tak- Bugün de Türkiye’nin en güçlü takımları olan Fe-
sim, tarihi boyunca siyasi gösterilerden kitlesel nerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’ın o tarihlerde
eğlencelere kadar, her zaman kolektif duygulara İngiliz ve Fransız takımlarıyla yaptıkları maçlar,
kucak açmıştır. Elbette bu meydanda toplanan Taksim Stadyumu’na binlerce seyirci çekiyordu.
kitleler hem siyasi gösterilerde hem de eğlence Kayıtlar, bu kışladan bozma stadyumun 8000
günlerinde, kentin (hatta ülkenin) her yanından seyirci kapasiteli tribünlere sahip olduğunu belir-
buraya gelen kozmopolit gruplardır. Ne var ki bu tiyor. Özellikle Türk takımlarının karşısına çıkan
grupların Taksim’deki davranış biçimleri sürekli Sporting, Iron Duck, Essex, Lighting, Revenge,
olarak ortak duygular yaratabilmek yönünde ge- Filotilla, Malaya, Guards gibi İngiliz takımları,
lişmiştir. Buradaki hiçbir toplanma, başlangıçta bu stadyumun Türk seyircilerle tamamen dol-
siyasi ayrılıkları ya da çatışmaları, toplumsal üs- masını sağlıyorlardı. İşgal günlerinde Taksim
lup farklılıklarını vs. öngörmemiştir. Ama top- Stadyumu’nda yaşanan ulusal mücadele havası,
lanmaların ilerleyen saatlerinde, genellikle söz işgal sonrasında yapılan bir maçta en üst düze-
konusu farklılıklar kendilerini göstermeye başlar ye çıktı. Cumhuriyet ilan edilmeden hemen üç
ve “biz” ile “öteki”nin arasına kalın duvarlar çe- gün önce, yani 26 Ekim 1923’de oynanan Türki-
kilir. 1921 yılında açılan Taksim Stadyumu’nun ye – Romanya maçı, bir futbol maçından öte bir
kaderi de, Taksim Meydanı’nınkine benzemiştir. şey değildi, ama o maç da Türkiye’nin ilk ulusal
Taksim Stadyumu Osmanlı döneminde 1. maçı olması nedeniyle tam bir kolektif duygu ile
Topçu Alayı’nın yerleştiği bir kışlaydı; İstanbul’da- izlendi.
ki işgal günlerinde de bir ara Senegalli askerlerin
barınağı oldu. Bu kışlanın hemen yakınındaki İlerleyen yıllarda Taksim Stadyumu, bir “ulu-
Talimhane adı verilen alanda yapılan futbol maç- sal mücadele merkezi” görüntüsünden yavaş ya-
ları, Türkler ile işgal kuvvetleri arasında bir ulusal vaş uzaklaştı ve buraya toplanan kitlenin duygu-
mücadele halini almıştı. Giderek maçlar bu kışlaya su, Türk takımlarının Rum, Ermeni ve Musevi
kaymaya başladı; maçların oynanmadığı günlerde takımlarıyla yaptıkları maçlarda daha çok bir
de burada çeşitli eğlenceler organize ediliyor ya da cemaat dayanışmasına dönüştü (bak. Azınlık).

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-333
İSTANBULLAŞMAK

İşte o noktada, o stadyuma toplananlar kendi ve inşaat aşamasına geçilmişti. Bundan böyle
aralarında “biz” ve “öteki” olarak yeniden ayrıldı. futbolun İstanbul’daki merkezi, Taksim’den
Türk takımlarının kendi aralarındaki maçlarda Dolmabahçe’ye taşınacaktı. Bu arada, Taksim’e
da mahalle ya da cemaat duygusu öne çıkıyor ve yakın bir yerde bulunan Mecidiyeköy semtinde
aynı ayrıma yine tanık olunabiliyordu. Taksim başka bir stadyumun yapılması gündeme gelmiş-
Stadyumu’na toplanan kitlenin bu karşıtlık du- ti. Buranın inşaatına da 1943 yılında başlanacak,
rumu, bir futbol maçındaki kaba atışmalardan da ancak yirmi bir yıl sonra tamamlanabilecekti:
ibaret olsa, Türkiye’nin “tek partili” döneminde Burası bugün Galatasaray’ın kullandığı ve yabancı
çok seslilik gibi algılanabilmiş ve böylece futbol, takımların “İstanbul cehennemi” olarak andığı
hep olduğu biçimde rahatlatıcı bulunabilmiştir. Ali Sami Yen Stadyumu idi.
Örneğin şair Nazım Hikmet, bu stadyumda izle-
diği bir maç için şunları yazmıştı: Tribünlerde Üslup Farklılığı ve Stadyumda-
ki Bölünmeler: “Taraftarlık niteliği” dediğimiz
“Oyunu seyredenler ikiye bölünmüşler. Her şeyin, farklılıkları tümüyle gideren bir karakteri
biri kendi partisinin çocuklarını teşvik eder, olduğunu iddia etmek ve o iddianın gerekçeleri-
düşman tarafa küfürü basar dururdu. Herkes ni öne sürebilmek, Türkiye’deki alışılmış yakla-
istediğini söylüyor. Herkes dilediği gibi bağırıp şımlara ve deneyimlere göre kolaydır. Ama diğer
çağırıyor. Ortalıkta bir söz, bir düşünce hürriyeti yandan, Batı futbolundaki duygusal kolektifliği
alabildiğine... Bu işin birçok tarafı hoşuma gitme- bozan kimi verileri de göz önünde tutmamız ge-
di, desem yalan söylemiş olurum. Muayyen bir rekir. Batı sanayi toplumlarının futbolu, mahalle,
manada demokrasiyi anlamak isteyenler Taksim cemaat ya da ulusal aidiyetlerden çok sınıfsal
Stadyumu’na gitsinler. Ben kendi payıma güzel aidiyetler çerçevesinde gelişmişti. Sanayileşme
ve berrak bir iki saat geçirdim orada.” sürecini gecikmeli ve önemli ölçülerde sapma-
larla yaşamış olan Türkiye’de ise, kulüp kimliği
Taksim Stadyumu 1940 yılında yıkıldı ve doğal olarak sınıfsal aidiyetlerin dışında, daha
o alan bir park haline getirildi. O sırada İnönü geleneksel bir kimlikleşme, hatta bir cemaatleşme
Stadyumu’nun proje çalışmaları tamamlanmış yönünde algılandı. 1980’li yılların sonuna doğru

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-334
İSTANBULLAŞMAK

“Batı Akdeniz kültüründe futbolun yeri” üzerine deyişle, kişilerin kendi takımları hakkında “neyi
çalışmalar yapan etnolog Christian Bromberger, anlatmayı sevdiklerinin” oluşturduğu bir ayrım-
Olympique Marseille taraftarlarının tribünlere dır bu... Aynı takımın taraftarları arasındaki bir
yerleşimini incelemiş ve Batı sanayi toplumların- üslup farkı... İşte, aynı kulübün kimliği altında
daki stadyumu bir kent maketi olarak görmüştü. toplanan taraftarlar, bu kimliği kamusal alanda
Sözkonusu araştırmadan, kentte yer alan sosyal (stadyumda) farklılıklar ile dışavurmaktadırlar.
kesimlerin, mesleklerin, yaş gruplarının, cinsiyet
oranlarının, stadyum ile semtler arasındaki ula- Bromberger’in Marsilya örneğinden yola çı-
şım olanaklarının ve kimi futbolculara duyulan karak, özellikle 80’li yıllardaki stadyumlara genel
özel ilginin bu yerleşme biçiminde etkili olduğunu bir bakış atacak olursak, bu yapıların birer kamu-
öğreniyoruz. Tribünlerin her bölümü bir toplum- sal alan olarak son derece ideolojik bir planlama
sal kesimin somut alanıdır. O halde Bromberger’in yansıttığını görürüz. Batı sanayi toplumlarının
araştırması, kolektif kulüp kimliği ile tribünde modernist kent ve mimari mantığı ile stadyum-
yer alan sosyal kimlikler arasında değişken bir lar arasındaki bağlam çakışması, hayli belirgin
ilişki olduğunu ortaya koymaktadır. Yani, her ne olarak gözler önüne serilmiştir. Modernist kent
kadar atılan bir gol tribünde yer alanlar arasında ve mimari anlayışının ve bu anlayışa bağlı olarak
sıkı duygu bağları oluşturuyorsa da, o gol anında kamusal alanların yaratmaya çalıştığı bir prensip-
yaşanan coşku ya da hüzün duygusal bir homo- ten söz edelim: Farklı sosyal kesimlerden gelen
jenlik yaratıyorsa da, bu bütünlük tam anlamıyla kişilerin karşılaşmasıyla, elbette kendi kimlikle-
kulüp kimliği ile ilgili bir durum değildir. Açıkçası, rinin, sınıfsal aidiyet göstergelerinin korunacağı
tribündeki anlık duygu bağları ile kulüp kimliği bir alan oluşacaktı. Örneğin kentin karşılaşma
arasında mutlak bir ilişkiden söz etmek çok da alanları olarak düşünülmüş meydanlar, parklar
doğru sayılmaz. Çünkü kulüp kimliği, kolektif vs. farklı kimliklerin kendilerini özgürce ifade
duyguların doğurduğu bir homojenlik ile açık- edebilecekleri yerlerdi; ama bu alanlar herhangi
lanamaz; bu kimlik, farklı sosyal kesimlerden bir kesimin kalıcı simgelerini asla benimseme-
kişilerin kendi takımlarını nasıl ifade etmeyi ter- yecek, hiçbir kesim o alanı kendi aidiyet göster-
cih ettiklerine bağlı olarak biçimlenir. Başka bir geleriyle tanımlayamayacaktı. Kamusal alanın

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-335
İSTANBULLAŞMAK

dili, çoğulluğu uzlaştıran bir karakter taşıyordu. malıyız: Çoğu stadyumda kale arkalarıyla orta-
Modernist kent ve mimari kabaca şunu demek açık tribün birleştirilmişti ve fiyatları aynıydı.
istiyordu: Kamusal prensip, sermayenin ya da her- Bu yüzden taraftarların tribünlere “kimlik” ve
hangi bir sosyal kesimin olası keyfi hareketlerini “üslup” farklılıklarına göre dağılımı, bilet ücretle-
engelleyecek, onun kendi simgelerini kamusal rinden bağımsız biçimde, son derece özgürce idi.
alana rahatça yerleştirmesine karşı duracak ve
mutlak bir güç olarak yaşama egemen olma çaba- İşte bu anlamda, İstanbul’un modernist ka-
sını törpüleyecekti. Bu projenin kent pratiğinde musal alan prensibine uygun olarak tasarlanmış
ne kadar başarılı olduğu bir tartışma konusudur; ilk büyük stadyumu, İnönü Stadyumu’dur.
oysa şu vardır ki, belki de böyle bir prensibin Batı
sanayi toplumlarında en fazla pratikleştiği yer, Tüm Türkiye’nin Stadyumu, İnönü: Mimari
stadyumlar olmuştur. planları İtalyan mimar Vietti Violi tarafından çizi-
len, uygulama aşamasında da Türk mimarlar Şinasi
Bu açıklamalar çerçevesinde 80’li yılların Şahingiray ve Fazıl Aysu’nun devreye girdiği İnönü
stadyum planlarına baktığımızda, karşımıza ge- Stadyumu inşaatına 1939 yılının Mayıs ayında baş-
nellikle üç ana kütle çıkmaktaydı: 1- Kapalı tri- lanmıştı. Fakat inşaat II. Dünya Savaşı’nın yarattığı
bün, 2- Orta-açık tribün, 3- Kale arkaları... Kimi olumsuz ekonomik koşullar yüzünden durma nok-
stadyumlarda ise, orta-açık tribünler de üzerleri tasına geldi. Diğer yandan yapının tamamlanması
kapatılıp, kapalı tribün haline getirilebilirdi. Bu için gerekli olan alan açma çalışmalarının da ak-
durumda, karşılıklı kapalı tribünler “numaralı saması, projenin sürekli değişmesine neden oldu.
koltuklu tribün” ve “numarasız koltuklu tribün” Temelinin atılışından ancak sekiz yıl sonra açılışı
olarak ayrılırdı. Bu kütleler her şeyden önce maç yapılabilen stadyum, uzun süre eksik donanımıyla
izleme konforu bakımından bir hiyerarşi oluştu- hizmet vermek zorunda kaldı. Portatif tribünlerle
rurlardı. En rahat oturma yerleri, sahaya en açık desteklenen, geçici uygulamalar ile işlevselleş-
görüş açısı, yağmur, güneş ve rüzgardan korunma tirilmeye çalışılan İnönü Stadyumu, ancak 1960
olanağı vs... Burada hemen, bu kütleler arasındaki yılında ilk projedekine yakın bir görüntüye kavu-
fiyat farkının bir uçurum yaratmadığını vurgula- şabilmiştir. Fakat yine de bu stadyum modernist

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-336
İSTANBULLAŞMAK

kamusal prensiplere bağlı tasarımıyla, İstanbul için Avazım çıktığı kadar,


önemli bir yapıdır. Her ne kadar projedeki ve uy- Göğsümü gere gere:
gulamalardaki zorunlu değişiklikler ideal mimari Ver Lefter’e yaz deftere”
ölçülerin tutturulmasını engellemişse de, bu stad-
yumun yalnızca bir semt ve onun takımı için değil, Şairin anlatmak istediği açıktı: İstanbul’un
tüm İstanbullular için tasarlanmış olduğu gerçeği çeşitli semtlerinden kendi takımlarını destekle-
asla değişmemiştir. İnönü Stadyumu, merkezi bir mek için stadyuma gelmiş olan insanlar, farklı
stadyumdu. Yani İstanbul’un tüm takımlarının ve karakterleriyle orada bir kent profili ortaya koy-
o takımların taraftarlarının buluşmasını sağlayan maktaydılar. İstanbul’un çoğul yapısı o stadyuma
bir kamusal alandı. Öyle ki, 1980’lerin başına kadar aynen yansımaktaydı. Üstelik İstanbul takımla-
her haftasonu, her kategoriden on civarı maç bu rıyla maçı olan İstanbul-dışı takımların taraftar-
stadyumda arka arkaya oynanır ve o takımların larını da düşünecek olursak, stadyumun, kent
taraftarları sabahın erken saatlerinden son maçın profilinden öte bir Türkiye profili yansıttığını
tamamlandığı akşam saatlerine kadar, tribünlerde söyleyebilirdik. Şair, şiirinde açıkça belirtmese
yer alırdı. Türkiye’nin en ünlü ressam ve şairlerin- de, söz ettiği bu stadyumun İnönü Stadyumu ol-
den biri olan Bedri Rahmi Eyüboğlu, bir şiirinde duğu bellidir. Çünkü şiirin son dizesinde geçen
İstanbul’un insanları ile stadyum arasında bir bağ “Lefter” adının, Türk futbolu için ayrıcalıklı bir
olduğundan söz etmişti. Eyüboğlu’nun İstanbul’u yeri vardır. O, Türk futbol tarihinin en büyük fut-
yaşarken kapıldığı büyük coşku, onu o kentin in- bolcularından biriydi ve Fenerbahçe’de oynardı.
sanlarına yaklaştırıyor ve ayaklarını kendiliğinden Fenerbahçe de, ülkenin bütün üst düzey takımları
stadyuma yönlendiriyordu: gibi maçlarını İnönü Stadyumu’nda yapardı. Ve
yine İnönü Stadyumu’nda söylenen o tümce: “Ver
“İstanbul deyince aklıma stadyum gelir. Lefter’e yaz deftere”... Yani topu Lefter’e ver, o da
Kanımın kaynaştığını duyarım ılık ılık “gelir defteri”ne bir gol daha eklesin...
Memleketimin insanlarına.
Daha fazla sokulmak isterim yanlarına Taksim Meydanı’ndan Dolmabahçe Sarayı’na
Ben de onlara bağırırım birlkte doğru inen yol, İnönü Stadyumu’nu önce tepe-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-337
İSTANBULLAŞMAK

den görür, sonra ona teğet geçerek denize kadar tüsü değişmeye başladı ve giderek “kitsch”leşti.
uzanır. Bundan birkaç yıl öncesine kadar, bu yol Önce hemen yanı başında, hangi izinle inşa edil-
boyunca İstanbul perspektifini bozacak bir engele diği konusunda hala belirsizlikler taşıyan ber-
rastlanmazdı. Dolmabahçe Saat Kulesi, sarayın bat bir gökdelen yükseldi ve stadyumun kentle
giriş kapısı, Boğaz’ın karşı sahilindeki Üsküdar uyumlu perspektifi ortadan kalktı. Ardından ka-
semti ve denizin içindeki Kız Kulesi cazip bir ti- palı tribünlerinden birinin üzerine, 1998 yılından
yatro dekoru gibi, stadyumun karşısında ışıldardı. bu yana İnönü Stadyumu’nu resmen kiralayarak
Böyle bir perspektif içinde yer aldığı içindir ki, kullanan Beşiktaş Kulübü’nün son derece özen-
İnönü Stadyumu pek çok zaman dünyanın en sizce yapılmış “çift kartal” simgesi yerleştirildi, o
güzel stadyumlarından biri olarak gösterilmiştir. simgenin çevresi de birbirleriyle oransız reklam
Sözgelimi Guardian gazetesinin spor yazarların- panolarıyla dolduruldu. Kartal figürleri derme
dan biri, 1994 yılında, kendi sütununda Ali Sami çatma bir konstrüksiyon ile ayakta duruyordu.
Yen Stadyumu’nda oynanmış Galatasaray - Manc- Hatta o dönemde Beşiktaş’ın teknik direktörlüğü-
hester United maçını yorumlarken (1994), bir an o nü yapmakta olan ünlü John Benjamin Toshack,
maçı unutmuş ve içinde bulunduğu stadyum ile figürleri görüp, “burayı lunaparka benzettiniz”
İnönü Stadyumu arasındaki kalite farkından bah- diye şiddetli bir tepki göstermişti. Nihayet 2003-
setmeye koyulmuştu. Bu spor yazarı, maçtan çok 2004 sezonunun tamamlanmasından sonra, kale
Ali Sami Yen Stadyumu’nun kentteki elverişsiz ko- arkası tribünlerinin üzerine monte edilen germe
numunu, estetikten uzak biçimini ve kötü izleme sistemli bir örtü ve tribünleri genişletme çalış-
koşullarını gündeme getirmiş, buna karşın İstan- maları sırasındaki uygulamalar, bu stadyumun
bul turu sırasında gördüğü İnönü Stadyumu’nun mimari niteliğini tümüyle yok etti. Stadyumu
bu harika kent ile nasıl uyum sağladığını ve ona genişletme uygulamaları, “anıtsal ve tarihi de-
ne kadar çok yakıştığını uzun uzun anlatmıştı. ğerlerin yer aldığı bir alanda böyle bir inşaatın
yapılamayacağı” gerekçesiyle Kültür Bakanlığı
Fakat yakın zamanlardaki kentsel bozulmaya tarafından durdurulmuş ve konu Kültür ve Ta-
ve futbol endüstrisinin dayattığı finansal gerekli- biat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun değerlen-
liklere koşut olarak, bu stadyumun güzel görün- dirmesine bırakılmıştı. Bu müdahalelerden bir

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-338
İSTANBULLAŞMAK

sonuç alınamadı ve İnönü Stadyumu bir yandan sahipti. Tribünlerdeki taraftar gruplaşmaları, aynı
İstanbul’un denetimsiz yapılaşmasının bir sonucu kentin ya da aynı kulübün üslup farklılıklarına
olarak kentle arasındaki uyumu elden kaçırırken, göre gerçekleşmiyordu. Yani bu stadyumda kulüp
diğer yandan, futbol endüstrisinin hızlı para akı- kimliğini oluşturan farklı kesimleri belirgin biçim-
şı karşısında mimari inceliklerden de uzaklaş- de saptayabilme olanağı yoktu. Aynı gün maçı olan
tı. Bugün ise, bu yapının tümüyle yıkılıp yerine birçok takımın, yalnızca fanatik taraftarlarının bir
bambaşka bir stadyum projesinin uygulanması grup olduğu sezilir ve onların sesleri duyulurdu.
gündemde... Bu stadyumun tarihi, kendisine yö- Bu fanatik gruba dahil olmayan diğer taraftarlar
nelik “bozucu taarruzların ve şanssızlıkların tari- ise, tribünlerde karışık gruplar oluştururlar ve
hi” olarak tanımlanabilir; ne var ki bu bağlamda farklı kulüpleri destekleyenler genellikle yan yana
kendisi de pek masum değildi (bak. Yıkım ya da otururlardı. O halde İnönü Stadyumu’ndaki üslup
Çarpık Kent). O da Dolmabahçe Sarayı’nın tarihi farklılığı, kulüp taraftarlığına ve kimliğine göre
ahırlarının ve saray müştemilatının üzerine inşa değil, kentin ya da ülkenin genel sosyal statülerine
edilmişti. göre izlenebilirdi. Fakat daha da ilginç bir durum
vardı: Bu sosyal statülerin üslupları bağlamında
Tüm bu yazılanlardan sonra, İnönü Stad- oluşan gruplar, birbirlerinden kesin çizgilerle ay-
yumu’nun bir kamusal alan olarak, Bromberger’in rılmazlardı. O gruplar elli ya da yüz kişilik, hemen
Batı stadyumlarında saptadıklarından daha farklı orada ve o anda oluşmuş küçük topluluklardı ve
ve daha karmaşık bir nitelik taşıdığını iddia ede- “aykırı üsluplar”a sahip birçok grubun plansızca
biliriz. İnönü Stadyumu bir futbol alanı olmaktan dar bir alana sıkışması da söz konusu olabilirdi.
çok, Batılı anlamda kamusal bir projeydi aslında... Bu demektir ki, tribünlerdeki statü üslupları ve
Oysa bu stadyum hakkında tam olarak modernist aidiyet simgeleri, İnönü Stadyumu’nda oluşmuş
bir stadyum karakterine, ne de Türk futbolunun kamusal alanı bir “geçicilik mekanı”na dönüştür-
kolektif duygular geleneğine uygun bir yorum müşlerdi. Bu gruplar yalnızca maç günü rastlantı-
yapma olanağımız vardır. Herşeyden önce burası sal olarak karşılaşan kişilerden ibaret; rastlantısal
bir kent değil, bir ülke profili yarattığı ölçüde, ku- yerlere dağılan, “rastlantısal kamular”dı. Bu stad-
lüp kimliklerinin ötesinde bir üslup çoğulluğuna yum, hiçbir toplumsal kesimin, hiçbir kimliğin,

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-339
İSTANBULLAŞMAK

hiçbir aidiyet simgesinin egemen olamadığı, tam duygulardan, homojen kitlelerden ve dayanış-
bir geçiş alanıydı. madan söz açmak her ne kadar günümüz futbol
anlayışının bir göstergesi ise de, bu durum aslında
Şimdi yazının başındaki o örneğe dönelim: (daha önce belirttiğimiz üzere) Türk futbolunun
Örnekteki futbolcu işaret parmağı ile tribünle- geleneksel tavrıdır. Ulus kimliği, mahalle daya-
ri gösterip, “şu muhteşem taraftarımıza teşek- nışması ve cemaat rekabeti üzerine kurulmuş
kür ediyoruz” diyordu. Eğer bu futbolcu, İnönü Türk futbolunda, tribünleri homojen bir “biz”
Stadyumu’nun o rastlantısallık ve geçiş ortamında olarak ilan etme alışkanlığı her zaman vardır.
aynı şeyi söylese gerçekten gülünç olurdu ve bu İstanbul’un futbol oynanan yerleri, İnönü Stad-
tümceyi anlayabilecek hiç kimse çıkmazdı. Fut- yumu yapılıncaya kadar, genellikle semtlerin ya
bolcunun tümcesi, Türkiye’deki stadyumların da mahallelerin sahiplendiği sahalardı. Sonra-
kulüplere kiralanması süreci ile birlikte, İnönü dan bu sahalardan bazıları gelişerek stadyumlara
Stadyumu’nun merkezi konumunu yitirmesi- dönüşmüşlerdir. Bu yüzden buradaki maçlar da,
nin ardından anlam kazanmıştır ancak... Çünkü bir ulus, bir mahalle, bir cemaat kimliğinin ve
stadyumların kulüplere devredilmesi sürecinde dayanışmasının açığa vurulduğu mücadeleler
(özellikle 1990’ların sonundan itibaren), bu ku- halinde geçmiştir. Örneğin, İstanbul’daki Vefa
lüpler ele geçirdikleri stadyumlara yalnızca kendi Stadyumu’nun, Eyüp Stadyumu’nun ve bugün
taraftarlarını kabul etmeye başladılar. Rakip ta- Türkiye’nin en görkemli stadyumu olan Fenerbah-
kım taraftarlarının maçlara gelebilme şansı en aza çe Şükrü Saracoğlu Stadyumu’nun temellerinde,
indirgenince, tüm tribünler “biz”leşti. “Ötekiler” hep eski semt sahalarının geniş düzlükleri uzanır.
stadyumun duvarlarının dışına sürüldü ve tri- Ve buraların tarihleri de mahalleler, cemaatler
bünleri işaret parmağı ile gösteren futbolcunun ya da ulusal rekabetler üzerine gelişmiş olaylar
tümcesi de, günümüz futbol anlayışının bir par- ile doludur.
çası oldu.
Karagümrük semtindeki Vefa Stadyumu,
Açık Futbol Sahalarından Stadyumlara, Vefa Bizans İmparatoru II. Theodosius döneminden
ve Eyüp: Tribündeki “biz”i işaret etmek, kolektif kalan Aetius sarnıcının içinde yer alır. 5. yüzyıl-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-340
İSTANBULLAŞMAK

da yapılan bu sarnıcın zemini, oraya su taşıyan alır. Buranın gençleri de henüz 1919 yılında futbol
derelerin yığdığı alüvyonlarla yükselmiş ve Os- takımlarını kurmuş ve denizin hemen yakınında
manlı döneminde sebze yetiştirilen bir alan olarak sahalarını açmışlardı. Ancak Eyüp’ün sahası bir
kullanılmıştı. 1926 yılında Karagümrüklü gençler, stadyum haline gelebilmek için, 1976 yılına kadar
kendi futbol takımlarını kurunca bu alanı futbol beklemek zorunda kalmıştır. Bugün 3000 kişilik
sahası olarak kullanmaya başladılar. 1940 yılın- güzel bir stadyum, o eski futbol sahasının zemi-
da bu saha Vefa Spor Kulübü tarafından alınarak ninde yükselir ve Karagümrük – Eyüp rekabeti de
stadyum haline getirildi ve adı da Vefa Stadyumu günümüzde bu iki tarihi semt arasında, gergin bir
olarak değiştirildi. Vefa Spor Kulübü, Vefa Lisesi’ne çelik tel gibi parıldar. Bu anlamda, kendi sahala-
ait bir kulüptü ve bu sahanın alınıp adının değiş- rında oynayan Karagümrüklü ve Eyüplü gençler,
tirilmesinde, bu liseden mezun olmuş, dönemin gözlerini sahadan tribünlere doğru her kaydırışta,
Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in büyük rolü elbette “biz” olanı görürler.
vardı. Vefa uzun yıllar İstanbul’un güçlü kulüpleri
arasında yer almasına rağmen, futboldaki vahşi Sarayda Futbol Oynamak, Şeref Stadyumu: 1903
profesyonel değişime ayak uyduramadı ve ama- yılında kurulan Beşiktaş takımı, Türkiye’nin en eski
törlüğe geri dönmek zorunda kaldı. Karagümrük kulüplerinden biri olmasına rağmen sürekli maç
ise profesyonel yaşamını alt kümelerde sürdürü- yapabileceği ve “biz” duygusunu yaşayabileceği bir
yor. Şu anda, bu iki takımın ve İstanbul’un birçok stadyumdan mahrumdu. Kendi yerinde bu duygu-
amatör kulübünün yararlandığı küçük fakat kon- yu yaşayamadan Türkiye’de futbol oynayabilmek
forlu stadyumun çevresindeki sarnıç duvarları neredeyse olanaksızdır. 1929’dan 1933 yılına kadar
hala korunmaktadır. Taksim Stadyumu’ndan aldığı 5000 Türk Liralık bir
hisse ile bir ara kendisini buraya atabilmişti. Ama
Karagümrüklüler, sert mizaçlı gençlerdi. On- onların istediği, Beşiktaş semtinde bir yer edinmek-
ların rekabet ve mahalle dayanışması duyguları en ti. O yıllarda Futbol Şubesi Sorumlusu olan Şeref
fazla, yakın bir semt olan Eyüp’e yönelikti. Eyüp Bey, Beşiktaş takımına bir stadyum arazisi bulabil-
de aynen Karagümrük gibi İstanbul’un eski yerle- mek için son derece sıkı bir çalışmaya girişmişti. Bu
şim alanlarından biridir ve Haliç’in kıyısında yer çabaların sonucunda, 1932 yılında Beşiktaş semtin-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-341
İSTANBULLAŞMAK

de bir arazi bulmayı ve Maliye Bakanlığı’ndan bir oynanan futbol kadar ilgisini çeker, gerilimlerini
stadyum için inşaat izni alabilmeyi başardı. alırdı. Hemen bitişikteki devasa yanık saray ka-
lıntısı ise, buraya irkiltici bir hava verirdi. Yine de
Beşiktaş semti, İstanbul’un saraylarının yo- güneşli günlerde bu stadyumda maç seyretmenin
ğun olduğu bir bölgedir. Beşiktaş’ın deniz şeri- tadına doyulmazdı. Fakat İnönü Stadyumu ya-
dinde Dolmabahçe Sarayı kompleksi ve Çırağan pılıp maçlar oraya alındıktan sonra bu stadyu-
Sarayı, daha iç kesimde de Yıldız Sarayı ile birçok mun önemi ortadan kalktı. Yalnızca Beşiktaş’ın
kasır yer alır. Şeref Bey’in bulduğu arazi de Çıra- antrenmanları, hazırlık maçları ve amatör karşı-
ğan Sarayı’nın bahçesiydi. Bu sarayı 1871 yılında laşmalar için hizmet verdi. Bu süreçte stadyum
Dolmabahçe Sarayı’nın da mimarı olan Sarkis giderek bakımsızlaştı, soyunma odaları kullanı-
Balyan yapmış, fakat 1910 yılında saray yanıp tü- lamaz duruma geldi, tribünler köhneleşti. Ama
müyle bir harabe haline gelmişti. Böylece Şeref yaz mevsimlerinde yüzme havuzu İstanbullular
Bey bir stadyum için son derece elverişli bir ara- için uzun süre vazgeçilmezliğini korudu. Ne var
ziyi, 10 Türk Lirası gibi sembolik bir aylık ile 99 ki stadyum köhneleştikçe, sempatikliği daha da
yıllığına kiralama olanağı bulmuştu. Stadyumun artıyordu. İnsanlar yüzme havuzu ile, bir piknik
inşaatı 1940 yılında tamamlandı; bir kapalı ve bir alanına benzemeye yüz tutan stadyum arasında
açık tribünden oluşan, modern soyunma odaları- gidip geliyor, bir yandan serinleyip bir yandan sa-
na ve yüzme havuzuna sahip yapı, tam Boğaz’ın hadaki maçları izliyor, deniz manzarası karşısında
kıyısında yükseldi. Adı da Şeref Stadyumu oldu. sohbetlere dalıyordu. Ayrıca soyunma odalarının
Artık Beşiktaş takımının hem maçlarını hem de kullanılamaz halde oluşu, futbolcuları saray ka-
antrenmanlarını yapabileceği bir stadyumu var- lıntısının içine yönlendiriyor, burada soyunup
dı; üstelik burası diğer kulüplerin maçları için giyinen futbolcular o kalıntının içinde çamurlu
kiraya veriliyor ve Beşiktaş’a büyük ekonomik formalarıyla, tozlu bedenleri ve saçlarıyla, yıkık
kar sağlıyordu. duvarların arasından “zombi” gibi görünüyor-
lardu. Diğer yandan, gücünü denetleyemeyen
Şeref Stadyumu sempatik bir stadyumdu. kimi oyuncuların denize kadar gönderdiği toplar
Deniz manzarası, taraftarların neredeyse sahada dakikalarca bekleniyor, tribündekiler transistörlü

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-342
İSTANBULLAŞMAK

radyolarından müzik dinlemeye koyuluyorlardı. Kulübü’nün maddi olanaksızlıkları yüzünden,


Çünkü o zamanlar bir maç, yalnızca başlanan top yavaşlayan çalışmaları yeniden hızlandırmak için
ile bitebilirdi; topun maç sırasında değiştirilmesi Genel Müdürlük devreye girdi. Stadyumun hiz-
(eğer top patlamamışsa) kurallara göre yasaktı. mete sokulma tarihi 20 Aralık 1964’tür.

İstanbul’un bir süredir maruz kaldığı, nere- Galatasaray Kulübü’nün kurucusu ve “1” nu-
deyse tüm eski kamu binalarının turizme açılma maralı üyesi Ali Sami Yen’in adını taşıyan ve kar-
atakları sırasında, bu harabe durumundaki saray şılıklı iki “kapalı”, iki de “kale arkası” tribün-
restore edilip beş yıldızlı bir otele dönüştürülünce, den oluşmuş bu stadyumun açılış maçı, Türki-
Şeref Stadyumu da havuzu ile birlikte 1991 yılında ye – Bulgaristan arasında oynandı. Bu maç için
tarihe karışmış oldu. Bulgaristan’ın seçilmesinin bir anlamı vardı. Türk
Ulusal Takımı ilk resmi galibiyetini uzun yıllar
“Biz” Kavramının En Sert Karşılığı, Ali Sami önce yine Bulgaristan karşısında yaşamıştı ve
Yen Stadyumu: Taksim Stadyumu’nun yıkılması büyük bir olasılıkla böyle bir açılış maçı, bu stad-
ve İnönü Stadyumu’nun inşaatında gecikmeler ol- yumu Türk takımları için “uğurlu” kılacaktı. Fakat
ması, birçok takımı sahasız bırakmıştı. Beşiktaş’ın “uğur” beklentisi daha ilk günden yerini hüsrana
Şeref Stadyumu’na geçişi, Fenerbahçe’nin Kadı- bıraktı. Hüsran yaratan şey, maçın golsüz bitmesi
köy’deki Fenerbahçe Stadyumu’nu kullanmaya değildi; berbat bir organizasyonun neden olduğu
başlaması, bu takımlar için sorunları ortadan izdiham, birçok seyircinin tribün balkonlarından
kaldırmıştı. Fakat aralarında Galatasaray’ın da bu- aşağı düşerek yaralanmasına yol açtı ve bu olay o
lunduğu Beyoğlu semti takımları için bir stadyum gün, Ali Sami Yen Stadyumu’nu bir cehenneme
gerekiyordu. Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü, çevirdi. Stadyumun daha açılışında cehenneme
Mecidiyeköy semtinde bir arazi satın aldı ve bir dönmesi, sonraki yıllarda bir “uğur” beklentisi
stadyum yapması için Galatasaray kulübüne ki- oluşmasına sebep oldu. Galatasaray takımı bu
raladı. Bu stadyumun tamamlanması da, aynen stadyumda Avrupa’nın en güçlü takımlarını ye-
İnönü Stadyumu gibi gecikmeli olmuştur. Önce- nerek, Türk futbol tarihinin en parlak başarısı-
likle inşaata hayli geç başlanabildi ve Galatasaray nı yakaladı. Bugün Türkiye’ye gelmiş en önemli

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-343
İSTANBULLAŞMAK

uluslararası kupa; UEFA Kupası, Galatasaray’ın Bu anlamda stadyumların görüntüleri de de-


bu stadyumda aldığı maçlar ile kazanılmıştır. ğişiyor elbette... Bu yapıların artık 1980 öncesi
Ali Sami Yen Stadyumu’na asılan pankartların planlara sahip olmadığını; örneğin Bromberger’in
çoğunda, “Cehenneme Hoşgeldiniz” ibaresi göz “kent-stadyum ilişkisi” üzerine yaptığı sapta-
çarpar ve taraftarlar da bu cehennemi, “ötekiler” maların hayli gerilerde kaldığını söyleyebilmek
için daha sıcak bir cehenneme dönüştürmenin mümkün. Bugün stadyumlarda karşımıza sıkça
yollarını arar. çıkmaya başlayan özel localar (bunları lüks devre-
mülk konutlarına benzetmek yanlış olmaz) ve ge-
Hipermarket Stadyumlarına Doğru, Fener- niş yayın odaları, modern planlara zorunlu olarak
bahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu: Futbolu vahşi giren birimlerdir. Ayrıca büyük lokantalar, konfor-
kapitalizmin elinden kurtarma olanağı yok. Bu lu kafeler, kulüp ürünlerini (bu ürünler tüketimin
sistemin küreselleşme boyutundaki örgütlenmesi en önemli kısmını oluşturmaktadır) pazarlayan
futbola tüm araçlarını öyle seferber etmiş ki, söz ışıklı mağazalar da, stadyumlarda yer bulan gö-
konusu durum, sanki güçlü ve saldırgan ulusla- rüntüler olarak karşımıza çıkıyor. Stadyumların
rın, yeni silahlarını denemek için başlattıkları giderek değişmesi, mimarların parlak buluşlarına
savaşlara benziyor. Medya en büyük girişimlerini ya da engin mesleki yaratıcılıklarına bağlı bir şey
futbol üzerine kuruyor, borsalar futbol takımları- değil tabii... Değişiklik daha çok, ilk kez ve çar-
nın hisse senetlerine yol veriyor, tüketim malları pıcı bir biçimde, Fransız sosyolog Baudrillard’ın
kulüplerin karakterlerini yansıtır biçimde tasar- açıkladığı “hipermarket” mantığında yatıyor.
lanıyor, futbolcu transferlerinde dönen paralar Baudrillard’ın güncel toplumsal sistem ve onun
bu işlemler paralelinde birçok sektörler yaratıyor, direttiği yaşam hakkında yaptığı tüm saptama-
pratik yaşamın ve kültürel alanların “görüntüler lar fazla abartılı ve alternatif yoksunu olmakla
dünyası”na dönüşmesinde futbol en uygun etken birlikte, öne sürdüğü “hipermarket dünyası”nı
olarak görülüyor. Tüketim ile “görüntüler dünya- görmezden gelmek de olanaksızdır. Şöyle bir şey
sı” örtüşmesi tüketime doğrudan yarar sağladığı diyordu Baudrillard: “Hipermarketler, kapitalin
gibi, mevcut ekonomik sistemin güvenli geleceği geleneksel kurumlarının ve fabrikanın ötesinde
için de önemli... bir yerlerde bulunur. Gelecekte karşımıza çıkacak

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-344
İSTANBULLAŞMAK

her tür denetim biçimini, toplumsal yaşama ve ğünde ise, karşımıza başka bir problematik çıkar:
birlikteliğin dağınık işlevlerini, tek bir çatı altında Yani stadyumlar, Bromberger’in de kendi dönemi
birleştiren modeldir.” Baudrillard’ın yazdıkları- için belirttiği gibi, “kentin bir maketi olma” haline
nın açık anlamı şudur: Kentteki iş, boş zamanları geri mi dönüyorlar? Olabilir... Ortak kimliklerden
değerlendirme, sağlık, ulaşım, medya, kültür gibi ya da şablonlaştırılmış eylemlerden kurtulmuş tü-
her tür yaşamsal faaliyetin yeniden ve tek merkez- ketici kent kesimleri, belki de ileriki tarihlerde ken-
den yönlendirilmesi... Burası bir merkezdir, ama dilerini en iyi ifade edebilecekleri mekanlar olarak
hiçbir zaman kentteki yaşamsal faaliyetlere kendi stadyumları seçecekler. Fakat artık o stadyumlar,
yöntemlerini empoze etmeye kalkışmaz. O, her tür daha önce tanımlanmış ya da üzerinde tartışma-
kent kesiminin ilgi duyabileceği faaliyetleri, yine lar yapılmış bir kulüp kimliği ile yükselmeyecek;
onların istek ve eğilimlerine göre düzenler. Kısa- tüketici kimliğinin önemsiz bir yanı olarak, kendi-
cası, “faydalı” olduğunu anlatmaya ve onları ikna lerine eklemlenmiş kulüp kimliğini yansıtacaklar
etmeye çalışır. Buradaki “fayda” kelimesi önemli- yalnızca... Bu arada reklamın gücünü de gözden
dir. Yeni “reklam mantığı”na uygun bir şeydir bu... kaçırmayalım: Tüketici kimliğine eklemlenmiş o
Dikkat edilirse, izlediğimiz hiçbir reklam, aslında önemsiz kulüp kimliği, öylesine şaşırtıcı manev-
tüketim malının maddi özellikleriyle ilgilenmez. ralarla yine “önemli” gösterilebilir ki, hiç kimse
O malın işlevinin, sağlamlığının, güzelliğinin, bunun nasıl başarılabildiğini anlayamaz. Stad-
ucuzluğunun vs. fazla önemi yoktur. O mal, bizi yumların değişen yüzü henüz tüketim hızını tam
yaşama hangi “imaj” ile yeniden dahil ediyor; olarak yansıtmıyor, ama o yöne doğru bir yol alış
onu kullandığımızda toplumsal statümüz nasıl da seziliyor. Gelecekte, bugünkü stadyumlar ile es-
değişiyor ve bize ne tür bir “atmosfer” yaşatıyor? kinin stadyumlarını (belki bir fotoğrafta ya da bel-
Konu budur... İkinci elden ve iyice gizlenmiş bir leğimizde) karşılaştırıp hayretler içinde kalacağız.
dayatma vardır burada: Tüketimin dayatması... Çünkü geleceğin stadyumları, devasa bir mekanın
içinde, futbol oyununa küçük bir yer veren alanlara
Futbolun ve stadyumların değişen görüntüleri ve her tür yaşamsal görüntünün büyük cennetle-
de, bu stadyumların birer hipermarket binasına rine dönüşmüş olacak. Fakat bir olasılıkla yine de
dönüşme süreci ile açıklanabilir. Böyle düşünüldü- oraya kendi kulübümüze duyduğumuz bir aşk ve

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-345
İSTANBULLAŞMAK

aidiyet duygusuyla gideceğiz: Maçı tribünden mi, modern kenti tanımlarken, zenginlerin tüketime
yoksa hemen yanıbaşındaki büyük ekranlı televiz- ayırdığı dolarların peşine düşüldüğünü ve böylece
yon salonlarından mı izlemeyi tercih edersiniz? kent tasarımındaki kamusal alan prensipleri yeri-
Yoksa futbol dediğimiz şey, sonucu stadyumun ne, müşterinin tikel zevklerinin ve karmaşık este-
iç duvarlarına yerleştirilmiş dijital göstergelerden tik tercihlerinin öne çıktığını yazıyor. Harvey’nin
alınan bir şeye mi dönüşecek? Aynen bugünkü bu savı, Bourdieu’nün “simgesel sermaye” kavramı
bilgisayar oyunlarında olduğu gibi... ile çakışmaktadır: Bourdieu’ye göre bu kavram,
sahibinin zevkinin ve toplumda ne derece sivril-
Modernizm sonrası durumun kaynaklarını miş olduğunun kanıtı olabilecek bir lüks mallar
özellikle “sermayenin özgürleşmesi” sürecinde bu- koleksiyonudur. Toplumda statü simgeleri önem
luyoruz. Dizginlerinden kurtulmuş ve modernist kazanmaya ve “sermayenin gücü” ile “saygınlık”
kamusal prensiplerden sıyrılmış sermaye hareketi, arasında bir bağ kurulmaya başlanmışsa, kamusal
kamusal alanlara hiçbir planlamaya uymaksızın alanların da bu eğilime göre yeniden düzenlenme
kendi simgelerini yerleştirmektedir. Postmodern işlemi gecikmeyecektir. Şimdi bu veriler ışığında
olarak adlandırılan dönemin, kendisini ilk kez ve yeni koşulların biçimlendirdiği dönemin kamusal
belirgin bir biçimde mimaride, giderek de kent alanları olarak stadyumların gösterdiği tasarım
planlamalarındaki değişikliklerde göstermesi değişikliklerini daha kolay anlamlandırabiliriz.
rastlantı değildir. Küreselleşme aşaması ise, kent Bugün saptanan, bilet fiyatları arasındaki farkın
planlamasının unutulması, planlamanın yerini yarattığı bir taraftar dağılımıdır. Üstelik kimi
tümüyle “sermaye simgeleri”nin alması ve bu sim- grupların tribünlerden silindiği ya da çok küçük
gelerin düpedüz kent yapısındaki egemenliğini bir alana sıkıştığı da sezilebilir. Sermayenin öz-
ilan etmesi demektir. Artık, çoğul kimlikleri ortak gürleşmesi aşamasında ortaya çıkan bir tasniftir
noktalarda buluşturacak bir dil ya da o dilin eski bu... Bilet fiyatlarının tribün bölümleri arasında
simgeleri yok olup gitmiştir. Dahası, kimlik özel- büyük farklar oluşturacak biçimde ayarlanması,
liklerinin net olarak algılanamaması, onların birer kulüplerin statü simgelerini nasıl kullanacaklarını
“yer-olmayan”a dönüşmesi de “kitle kültürü” dö- ve nasıl gelire dönüştüreceklerini öğrendiklerini
neminin bir başka sonucudur. David Harvey post- gösterir. Tribünlerdeki lüks locaların anlamını da

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-346
İSTANBULLAŞMAK

“simgesel sermaye” mantığının içinde bulabiliriz. söylemektedirler: “Şu muhteşem taraftarımıza


Stadyum artık kentin toplumsal yapısının bir ma- teşekkür ediyoruz.” Futbolcunun kastettiği “biz”,
ketinden çok ayrı bir içerik taşımaya başlamıştır. hangi “biz”dir acaba? 20. yüzyılın başında yaşanan
Modernist toplumun hiyerarşik yapısı, kendisi- geleneksel mahalle, cemaat ya da ulus dayanış-
ni tribünlerde rahatça temsil edebilme yetisini masının, eski Fenerbahçe futbol çayırlarındaki
elinden kaçırmıştır. Gerek lüks locaların, gerekse “biz” mi, yoksa güncel ekonomik sistemin “biz”i
onun çevresindeki alanın sahipleri, modernizm mi? Burası belli değildir.
sonrası sermaye paylaşımının “geçici” üyeleridir.
Tribünlerin bu alanları genellikle yıllık ve büyük Ölü Doğmuş Bir Stadyum, Atatürk Olimpiyat
“peşin para”lar karşılığı kiralanmakta, müşterileri Stadyumu: Bu stadyum, İstanbul kentinin bir
de sermayenin dalgalanmasına koşut biçimde olimpiyat organize etme isteğinin gereği olarak,
sürekli değişim gösterebilmektedirler. Dahası, 1999-2002 yılları arasında yapıldı. Kentin merkez-
bu alanların bir “ticari girişim” riski olarak boş lerine son derece uzak, ay yüzeyini andıran geniş
kalma tehlikesi bile bulunmaktadır. Ayrıca tribün- bir boşluğun tam ortasında, 80 bin seyirci kapasi-
lerdeki statü simgesi haline gelmiş bölümlerin, tesiyle yer alıyor. Modern teknolojiyle donatılmış
şimdi stadyumlarda çok geniş bir yer tuttuğunu bu stadyum, bir yandan İstanbul’un olimpiyat dü-
da unutmamalıyız. şünün gerçekleşmesini beklerken, diğer yandan
da arasıra Türkiye Süper Ligi’nin kimi orta sıra
Dolayısıyla, yukarıda yazılanlar bağlamında takımlarının maçlarına ev sahipliği yapıyor. Çok
Türkiye’de inşa edilmiş olan tek stadyum, Fe- gösterişli bir stadyum olmakla birlikte, planlama-
nerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu’dur. Orası, sı genel olarak modernist kamusal prensiplere
hem güvenlik sistemlerinin, hem konfor sağlayıcı yakındır. Açıldığı günden bu yana yalnızca iki
sistemlerin, hem de futbolun bugün gereksinim ya da üç önemli maçın oynandığı stadyumun en
duyduğu para akış sistemlerinin “akıllı bina”sıdır. parlak günü, Avrupa Şampiyonlar Ligi Finali’nde-
Ama burada çok ilginç bir durum vardır: Maçtan ki Milano–Liverpool maçında yaşandı; ama aynı
sonra sahanın içinden yapılan TV yayınlarında zamanda o gün bir “ulaşım rezaleti” de yaşandı.
futbolcular o tribünleri işaret edip yine aynı şeyi Stadyumdaki tüm İtalyan ve İngiliz taraftarlar ile

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-347
İSTANBULLAŞMAK

Türk seyirciler maçtan sonra, gecenin karanlı- bilme isteği”, bu kentin her yanını stadyumlarla
ğında merkezlere ulaşmak için ya kilometrelerce kaplamıştır. Bugün neredeyse her semtin bir ya
yürümek zorunda kaldılar ya da otomobilleriyle da birkaç, nizami ölçülerde stadyumu vardır. Bu
otobanlarda sıkışıp sabahladılar. Burası yalnız- stadyumlar her ne kadar haftasonları semt kulüp-
ca bir “bina”dır; yani ne ulaşım yollarına ne de lerinin maçlarıyla dolup taşsa da, öyküleri burada
oraya aidiyet duyan bir kitleye sahiptir. Şiddetli yazılan stadyumlar kadar eskiye dayanmaz, ya-
rüzgarın uğultuları arasında, gece-gündüz öy- şama tanıklıkları onlar kadar derin değildir ya da
lece bekler ve o final maçında yaşadığı müthiş güncel ekonomik sistemin gereklerini onlar kadar
günün bir kez daha tekrarlanıp tekrarlanamaya- yerine getiremezler. İlginç değildirler kısacası...
cağı üzerine düşüncelere dalar. Gelecekten pek Bu stadyumlar olsa olsa kentin stadyum niceli-
umudu olmadığı tahmin edilmektedir; çünkü tek ğini ve devletin “futbol sevgisini” yansıtmaları
bir kentlinin bile, orayla ilgili hiçbir anısı yoktur. açısından önemli bulunabilirler.
Atatürk Olimpiyat Stadı tam anlamıyla “boş” bir
—Emre Zeytinoğlu
stadyumdur. İnsanlara ne mahalle, cemaat, ne de
ulusal birliktelik duygusu, ne de güncel ekonomik >Azınlık, Yıkım ya da Çarpık Kent
sistem bağlamında bir yaşam sunar. Buranın son
derece hazin bir görüntüsü vardır; ünlü Uruguaylı
gazeteci Eduardo Galeano’nun yazdıklarının tam SU
karşılığıdır:
Bir İstanbul hali.

“Siz hiç boş bir stadyuma girdiniz mi? Dene-


yin bir kez. Sahanın ortasında durun ve dinleyin. İstanbul’u İstanbul yapan, değişmeyen tek şey
Boş bir staddan daha hüzünlü, kimsesiz tribün- “su”dur. Burada kuşkusuz Boğaziçi’nin, Haliç’in,
lerden daha dilsiz bir şey yoktur.” Göksu’nun, Marmara’nın kente kazandırdığı eş-
siz görünümler, İstanbul siluetinin suyla yoğ-
İstanbul’un stadyumları bu yazıda yer alan- rulmuşluğu, kentin çeşitli ölçeklerde olanaklı
lardan ibaret değildir elbette. Devletin “futbola kıldığı su kültürü sıradışı bir önemdedir. Ancak
olan ilgisi” ve kitlelere “bir futbol dünyası yarata- su, kent yaşamında karşılığını, gündelik olarak

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-348
İSTANBULLAŞMAK

deneyimlediğimiz başka kavramlar yoluyla da ŞİRKET-İ HAYRİYE


buluyor. Örneğin Orhan Pamuk’un Kara Kitap
adlı romanında Boğaz’ın sularının çekilmesiyle İstanbul’da 1851’den başlayarak motorlu
taşıtlarla toplu taşımacılık yapan
ortaya çıkacak “durum”a karşı geliştirdiği mera- ilk şirket. [Ed.]
kın izinden giderek suyun kent içindeki izlekleri,
sızıntıları aktarılabilir. Bu nedenle İstanbul’un Bir deniz kenti olan İstanbul’da 19. yüzyıl ortala-
değişimi/dönüşümü yağmur, birikinti, trafik, sel, rına kadar denizyolu ulaşımının yegane araçları
tsunami, süs havuzları, kuyu, rögar, su havzaları, kayıklardı. Yasal düzenlemelerle belirli kurallar
su sıkıntısı gibi çeşitli su halleri üzerinden de çerçevesinde gerçekleştirilen kayıkçılık, örgütlü
okunabilir. Yokluğunda su sıkıntısının baş gös- bir iş koluydu. 19. yüzyılda Osmanlı toplumsal ve
terdiği, eser miktarda bile olsa yağmurun trafik ekonomik yapısındaki değişime paralel olarak say-
akışlarını kesintiye uğrattığı, biraz ısrarlı yağdı- fiye alışkanlığının gelişmesi ve yaygınlaşması (bak.
ğı anda vadi tabanındaki yerleşimleri sel aldığı, Sayfiye), Boğaziçi kıyıları arasındaki ulaşım gerek-
yerinden oynamış kaldırımların altına saklanan,
sinimini artırdı. Diğer yandan hem seyir güvenliği
bir türlü gerçekleşmeyen depremin (bak. Deprem)
bulunmayan, hem de toplu ulaşım aracı niteliği
ardından oluşacağı iddia edilen tsunami senaryo-
olmayan kayıklar, giderek artan kent içi ulaşım
larının kahramanı; süs havuzlarında kentin öteki-
talebini karşılayamaz oldu. Bu ortamda sistemli
leştirilen çocuklarının serinlediği, açık kapakları
bir vapur işletmesine gerek duyuldu. Vakanüvis
nedeniyle çocukların düştüğü kuyulardaki, rögar-
Ahmet Lütfi Efendi tarafından bir “vapur kumpan-
lardaki ve son olarak tüm kenti bir baştan bir başa
yası” olarak tarif edilen Şirket-i Hayriye’nin kuru-
kateden altyapı ağlarının içindeki su aynı sudur.
luşu ulaşım alanında girişilen önemli bir iş olarak
Oysa İstanbul’da bir türlü içselleştirilemeyen de-
anılır. Şirket-i Hayriye’nin kuruluşu yönünde ilk
ğişim karşısında, hep “eskiden böyle değildi” diye
adımı atan Cevdet ve Fuad Paşalar, 1850 yılında
nostaljiye (bak. Nostalji) kapılınır.
Boğaziçi’nde artan ulaşım talebine bağlı olarak ku-
rulacak bir vapur işletmesinin önemini ve böyle bir
—Ayşen Ciravoğlu
kuruluşa duyulan gereksinimi dile getiren layihayı
>Deprem, Nostalji kaleme alırlar. Konu incelenir ve yayınlanan bir

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-349
İSTANBULLAŞMAK

mazbata ile İstanbul, Adalar (bak. Ada) ve Boğaziçi Şirket-i Hayriye’nin hız verdiği ve bu sürece yeni
arasındaki ulaşım için Tersane-i Âmire (bak. Haliç bir boyut kazandırdığı söylenebilir.
Tersaneleri) tarafından işletilen vapurların gerek
sayılarının, gerekse hareket saatlerinin gereksinimi İskeleler: Şirket-i Hayriye’nin faaliyete geçme-
gidermekten uzak bulunduğu belirtilir. Şirket-i sine değin Boğaziçi’nde gemilerin yanaşmasına,
Hayriye’nin kuruluşuna ilişkin mazbatanın ardın- yolcu ve yük indirip bindirmesine uygun iske-
dan şirketin yasal kuruluşu padişahın iradesi ile leler yoktu. Şirket-i Hayriye’nin ilk döneminde
tamamlanır. Bu irade ile 1851’de İstanbul halkının de gemiler kıyıya yanaşmaz, yolcular kayıklar
Boğaziçi’ne rahat ve güvenli bir biçimde ulaşımını aracılığıyla gemi ile kara arasında gidip gelirlerdi.
sağlamak için yirmi beş yıl süreyle işletme ayrıca- Bu durum karşısında Şirket-i Hayriye idaresin-
lığına sahip bir şirketin kurulmasına izin verilir. deki gemilerin yanaşmasına uygun iskeleler ve
bu iskeleler üzerinde yolcuların özellikle kötü
Boğaz’da yolcu taşımacılığı yapacak bir buhar- havalarda beklemelerini kolaylaştıracak yapıların
lı gemi işletmesi olan kuruluşun ilk işi, İngiltere’ye inşasına ilişkin bir proje hazırlandı. Bu bağlamda,
altı adet vapur sipariş etmek oldu. Gelen vapurlar, Boğaziçi’nin Rumeli kıyısında Beşiktaş, Ortaköy,
ileride bir gelenek haline gelen numaralandır- Kuruçeşme, Arnavutköy, Bebek, Rumelihisarı,
ma sistemiyle birlikte, Rumeli, Tarabya, Göksu, Baltalimanı, Emirgan, İstinye, Yeniköy, Tarabya,
Beylerbeyi, Tophane, Beşiktaş isimleriyle kulla- Büyükdere ve Sarıyer’de; Anadolu kıyısında ise
nılmaya başlandı. Osmanlı Devleti’nde kurulan Üsküdar, Kuzguncuk, Beylerbeyi, Çengelköy, Kan-
ilk anonim şirket olan Şirket-i Hayriye, 1945’te dilli, Anadoluhisarı, Kanlıca ve Beykoz’da iskele
hükümet tarafından satın alınıp Şehir Hatları’na ve bekleme yerlerinin inşası kararı alındı. Baş-
devredilinceye kadar İstanbul ve Boğaziçi arasın- langıçta iskelelerde yolculara ait kapalı bekleme
da vapurlarla yolcu taşımacılığı yaptı. Bu taşıma- alanı yoktu. 1914 yılına gelindiğinde ise hemen her
cılık sistemi, bundan önce daha çok sayfiye olarak iskelede kapalı bekleme salonu bulunmaktaydı.
nitelendirilen Boğaziçi’nde daimi ikametin ve
imarın yaygınlaşmasına neden oldu. Dolayısıyla Şirket-i Hayriye Tersanesi: 1861’de Hasköy’de
Boğaziçi’nin İstanbul ile bütünleşmesi sürecine şehir hattı vapurlarının bakım-onarımı ve kü-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-350
İSTANBULLAŞMAK

çük teknelerin yapımı amacıyla Şirket-i Hayriye Damarlar: Sıraselviler Caddesi, güneyde Firuzağa
tarafından bir tersane kuruldu. Şirket-i Hayri- Camisi’nden başlar. Caddenin Cihangir’e ve gü-
ye Tersanesi, 20. yüzyıl ortalarına dek, kızak ve neydeki mahallelere bağlandığı bu kesiminin
tezgahlar gibi çeşitli eklerle geliştirildi. Tersane, adı, 1900’lerde Firuzağa Caddesi’dir; devamı, dik
1945’te Devlet Denizyolları ve Limanları Umum Tozkoparan (ya da diğer adıyla İtalyan) Yokuşu ile
Müdürlüğü’ne, 1952’de de Denizcilik Bankası’na Tophane’ye ve limana bağlanır. Sıraselviler adı,
devredildi. 1984’teyse Türkiye Gemi A.Ş.’ye bağ- kuzeye, eski mezarlık alanlarına doğru seyrekleşen
landı. Koruma Kurulu tarafından (bak. Koruma bir yerleşmenin bağlık-ağaçlık geçmişine işaret
Kurulu) 1995’de tescil edilen Tersane’nin, 1996 eder. 19. yüzyıl haritalarında yer alan, caddenin
ve 2001’de sırasıyla üretim yerleri ve batısındaki bu kuzey kesimidir, cadde bütün olarak ancak 20.
arsası, Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı yüzyıl başı haritalarında görünür. Tophane’den
tarafından satın alındı. Restore edilen tersane ve başlayarak kuzeye yönelen bu iz üzerinde önce-
alanı, 10 Temmuz 2001’de Rahmi M. Koç Sanayi likle hastane yapıları dikkati çeker: İtalyan, sonra
Müzesi’nin bir bölümü olarak hizmete açıldı. Mü- Alman hastaneleri, karşısında Belediye (bugünkü
zede genel olarak endüstriyel üretim teknikleri ve İlkyardım) Hastanesi. 20. yüzyıl başında caddenin
ürünleri sergilenmektedir. Tersanenin batısındaki kuzey ucunda Rum vakıf yapıları, Konstantinos
arazi ise, otopark ve açık hava sergi alanı olarak Zappas’ın 1885’te yaptırdığı Zapyon Okulu ve biti-
düzenlenmiştir. şiğindeki Aya Triada Kilisesi ile varsıl Osmanlı eli-
tinin mülkleri yer alır: 50’lerde yıkılarak bugünün
—Gül Köksal önce Dilson ve ardından Keban oteline dönüşecek
olan, vüzeradan Necip ve Selim Melhame kardeş-
>Ada, Haliç Tersaneleri, Koruma Kurulu, Sayfiye lerin konakları, yine Osmanlı hariciyesinin önemli
isimlerinden Noradunkyan Efendi’nin konağı.
Cadde, 30’lardan bugüne, üzerinde çok katlı apart-
TAKSİM MEYDANI man, işyeri ve otellerin yoğunlaştığı dar bir kent
koridoruna dönüşür ve Aya Triada ile eski Melhame
Kentin kalbindeki boşluk. konaklarının bulunduğu noktada meydana açılır.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-351
İSTANBULLAŞMAK

Kazancı Yokuşu’nun (bak. Yokuş) meydana semtlerin bağlantısı; dik topoğrafyayı, Kazancı
açılan ucunun eski adı Ahır Sokağı’dır; bu ad muh- Yokuşu gibi mahalle aralarında dallanarak değil,
temelen eski Topçu Kışlası’nın bu noktada bulu- boş bir alanda, arazinin doğasına uygun yumuşak
nan ahırlarından gelmektedir. Yokuşun bir yol bir eğimle tırmanan eski Ayaspaşa Yolu, daha da
olarak sürekliliği yoktur, küçük semt camisinin eski adıyla Ağaç Dibi yolu. Boğaz’a bakan arazi
yanından kıvrılarak aşağılara, Fındıklı sahiline önceleri koruluk, 17. yüzyıldan itibaren mezar-
doğru eski dere yatağını izleyerek iner, adı da lıktır, 19. yüzyılda yol güzergahının kuzeyinde
Fındıklı Dere Sokağı olur. Deniz kıyısıyla meydan ve batısında kışlalar, güneyde Ayaspaşa semtinin
arasındaki bu kestirme bağlantı, yapı ve mekan ev ve konakları, 1930’lardan sonra Gümüşsuyu
bütünlüğü olan bir akstan çok, mahalle içlerinde kesiminde yolun her iki yanında gelişen apart-
yokuşlar boyunca dallanan bir ara sokaklar top- manlar... 19. yüzyıldan itibaren Taksim’e doğru
lamıdır, tıpkı yanıbaşındaki Mezarlık Sokağı gibi. önemli yapılar: bugün Teknik Üniversite olarak
Bu ad da, kuzeydeki eski geniş mezarlık alanlarını kullanılan Gümüşsuyu Kışlası, Askeri Hastane, 20.
hatırlatır. Her iki sokağın meydanla buluştuğu yüzyıl başında bir başka Osmanlı Bankası müdü-
noktalar arasındaki eski ve görkemli konak, Os- rünün, Pangiris Bey’in konağı olarak yapılan Ja-
manlı Bankası’nın İngiliz müdürü Pears’ın eviydi, pon Sefareti (sonra Konsolosluğu), Alman Sefareti,
yerinde bugünkü The Marmara Oteli bulunur. eski İtalyan Sefareti’nin yerine yapılan Hariciye
Pears’ın konağı eski Topçu Kışlası’na ve önündeki Konağı. Bu yapı, yangın sonrasında önce Miramar
yapılara bakarken, yerine yapılan otelin ufkunu, Oteli, sonra Park Otel (bak. Park Otel) olmuştur,
yıkılan kışlanın boşluğunda yer alan Taksim Ge- daha sonra yıkılarak yerine dev ve hoyrat bir otel
zisi Parkı (bak. Park ve Bahçeler) ve onun ötesinde binası planlanmıştır; inşaat bugün son katları bu-
çoğalan oteller oluşturur. danmış bir yapı leşi olarak durur. Cadde, meydana
açıldığı noktada Atatürk Kültür Merkezi (AKM)
Denizden, bu kez Dolmabahçe’den, başlayıp ile son bulur -bu binanın yerinde 1940’lara kadar
meydana ulaşan bir başka iz, İnönü Caddesi’dir, Elektrik Şirketi’nin Fransız müdürünün lojmanı
bir önceki adıyla Gümüşsuyu Caddesi; kıyıdaki dururdu- sonra Mete Caddesi başlar.
saraylar ile tepedeki kışlaların ve arada oluşan

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-352
İSTANBULLAŞMAK

Bugünkü Mete Caddesi, üzerinde önündeki ve Pangaltı semtlerinin gelişmesiyle olmuştur.


park alanına bakan bir apartman dizisi bulunan 1930’lardaki adı da Pangaltı Caddesi’dir. Da-
kısa bir yoldur; Taksim Gezisi’nin yerindeki eski ha önce Kışla Caddesi olarak adlandırılan yol,
kışla yıkılmadan önce onun arkasındaki düzlük, 1869’dan itibaren artık ortası ağaçlı bir bulvardır,
sonradan bir toprak yol. O güne dek adı da yoktur; üzerinde 1860’lardan itibaren tramvay çalışır. 19.
Prost Planı’nda ismi 5 numaralı yol olarak geçer. yüzyıl ortalarında Harbiye Mektebi’nin açılışı ve
Vali Lütfi Kırdar döneminde Taksim Gezisi dü- Tanzimat Fermanı ile gayrimüslim nüfusa tanı-
zenlenirken yol asfaltlanır, kuzeyde Taşkışla’ya nan mülkiyet hakları nedeniyle cadde hareket
kadar uzatılır ve Taşkışla çevresindeki yollarla kazanır; Hıristiyan okulları, vakıf kuruluşları,
bağlanarak akışkanlığı artar. Bir yanı apartman hastaneler ve köşkler yapılır. Prost Planı ve vali
dizisi, diğer yanı park olan kısa caddeyi park ala- Lütfi Kırdar’ın imar operasyonları sonrasındaysa
nından birkaç basmaklık bir yükselti ayırır ama hareketlenme ivme hızlanır. Surp Agop Ermeni
yayalar genellikle parktan geçmez, kaldırımları mezarlığının yerine apartmanlar, Radyoevi, Spor
kullanırlar. ve Sergi Sarayı, daha sonra ise, Hilton ile başla-
yarak yeşil alanlar üzerinde inşa edilen büyük
İkinci bir bağlantı olan ve trafiği hiç tıkan- otel yapıları yükselir. Topçu Kışlası’nın talim
mayan Mete Caddesi’nin, parkın batı yönündeki yeri ise, bu yıllardan itibaren Talimhane semti-
paraleli, yani Cumhuriyet Caddesi ise çok farklı dir; burası, o günlerin mutena apartman bölgesi,
bir tarihe ve kimliğe sahiptir. Sıraselviler Caddesi bugünün kısmen yayalaştırılmış (bak. Yayalaş-
eksenini sürdürür ama daha çok İstiklal Caddesi tırma) oteller alanıdır. Pangaltı Caddesi’nin adı
ve Tarihi Yarımada’dan gelen akımı kentin ku- Cumhuriyet Caddesi olur, Elmadağ kavşağından
zeyindeki gelişme alanlarına bağlayan omurga itibaren Talimhane apartmanları ile Taksim Ge-
işlevini üstlenmiştir. Mezarlıklar, bağlar ve seyrek zisi dükkanları arasından ilerleyerek meydanla
yerleşmeler arasından geçen, kuzey köylerine ve buluşur; diğer yöndeki uzantısı, farklı adlar, ge-
av alanlarına uzanan bir yol olarak tarihi eskidir. nişlikler ve biçimler kazanarak kentin kuzeye
Öneminin artması, 19. yüzyılda Şişli, Nişantaşı, doğru olan sürekli gelişmesinin ana arteri olmayı
Teşvikiye, Maçka, Tatavla (bugünkü Kurtuluş) sürdürecektir.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-353
İSTANBULLAŞMAK

Cumhuriyet Caddesi’nin meydanla buluştuğu Küçük bir refüjle ayrılan iki yol izinin arasında
nokta, Tarlabaşı Bulvarı’yla da kesişme noktasıdır. yer yer bir metrelik seviye farkı vardır, yayalar
Galatasaray’a doğru İstiklal Caddesi’ne paralel buradaki bozuk basamaklarda akrobasi yaparlar,
bir doğrultu izleyen cadde, Şişhane Meydanı’nda kaldırım genişlikleri sürekli değişir. Yarısı yıkılan
kollara ayrılır ve Galata’yı, Kasımpaşa’yı, Haliç’i ve yenisi bir türlü inşa edilemeyen yapılar ya yı-
ve Atatürk Köprüsü üzerinden sur içini kuzeye kık halleriyle dururlar, ya da kimilerinin cadde
bağlar. 19. yüzyılda, Pera yangını sonrasındaki cephelerine sakil makyajlar yapılagelir. Caddenin
planlarda açılması düşünülmüş, Prost Planı’nda adına “bulvar” dedirten doğu ucu bu pejmürde
yeniden önerilmiş, 1986-88 arasında, belediye baş- haliyle meydanla buluşur. Talimhane semtinin
kanı Bedrettin Dalan’ın imar etkinlikleri kapsa- iki küçük caddesi, Şehit Muhtar ve Abdülhak Ha-
mında üzerindeki 350 eski bina yıkılarak bugünkü mit caddeleri de aynı noktada ve aynı mekansal
geniş cadde açılmıştır. Caddenin Galatasaray ve tanımsızlık içinde meydana açılırlar.
Şişhane kesiminde, kentteki varlığını 1596’dan
beri sürdüren eski İngiliz Sefareti, daha ileride Meydana açılan tüm yollar içinde İstiklal
yakın zaman önce kuzeydeki yeni ve korunaklı Caddesi’nin her zaman ayrıcalıklı bir yeri olur.
binasına taşınıncaya kadar ABD Başkonsolosluğu, Cadde, Galata surlarından ve kulesinden başla-
Pera Palas Oteli, The Marmara Oteli gibi prestijli yarak, onun da ötesinde Yüksekkaldırım üze-
yapılar ve donatılar ile bunların ardında sayıları rinden Karaköy’den başlayarak limanı, bunların
gün geçtikçe artan müze ve kültür merkezleri bu- da ötesinde Galata Köprüsü üzerinden Tarihi
lunurken, yıkım (bak. Yıkım ya da Çarpık Kent) Yarımada’yı ve eski yönetim ve ticaret alanlarını
ve genişletme işlemine tabi olan doğu kesiminin kuzeye bağlar. Galata Kulesi, Mevlevihane, sefa-
özellikle caddenin kuzeyinde kalan bölgesi son retler, Galatasaray Lisesi, kiliseler ve dini mis-
yıllarda marjinalitenin ve yoksulluğun egemen yonlar, 18. yüzyıl sonlarından itibaren caddenin
olduğu bir çöküntü alanıdır. İçeriğin yoksulluğu, önemini artırmış, bu önem 19. yüzyıl boyunca
mekanın yoksulluğu ile birlikte yaşar ve açıldığın- ve 20. yüzyılın kimi dönemlerinde yeni yapılar,
dan bu yana Tarlabaşı Bulvarı ne kentsel peyzaj, apartmanlar, pasajlar, ticaret ve eğlence mekan-
ne de mimari anlamda bir kimlik kazanabilir. ları, oteller, sinemalar, kültür tesisleriyle devam

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-354
İSTANBULLAŞMAK

etmiştir. Eski Pera bağları üzerinde gelişen bu dışında, ciddi bir yaya mekanı olduğu söylenemez
oluşum, Grande Rue de Péra (bak. İstiklal Caddesi ve bu meydan olma kimliği açısından bir çelişki-
ya da “Beyoğlu”) ya da Osmanlı deyişiyle Cadde-i dir. Ama buraya uzun mesafelerden gelinir: Oto-
Kebir üzerinden kuzeye doğru yürümüş, kalaba- büsler, dolmuşlar, özel araçlar, İstiklal Caddesi’nin
lıklar, etkinlikler, atlı ve elektrikli tramvaylar, oto- küçük tramvayı, Kabataş’ı ve buraya ulaşan deniz
mobiller bu ekseni izleyerek kentin bir kesimini ve tramvay hatlarını Taksim’e bağlayan fünikü-
besleyen suların dağıldığı deponun, Maksem’in ler, turist otobüsleri, okul, işyeri ve havaalanı
olduğu düzlüğe, Taksim Meydanı’na akmıştır. servisleri ile metro, yolcularını Taksim’e aktarır.
Birleşme noktasının bir yanında bugünkü Fransız Taksim, tepe üstündeki konumuyla iki yönden,
Konsolosluğu, karşısında 1887 yapımı Aya Triada doğuda Dolmabahçe ve Fındıklı üzerinden Boğaz,
Rum Kilisesi ve müştemilatı bulunur. güneydeyse Karaköy ve Kasımpaşa üzerinden li-
man ve Haliç bağlantılarının birleşme noktasıdır.
Kalp: Tüm bu ana ve kılcal damarlar aynı düz- Öte yandansa, bu birleşmeden hareketle, kentin
lüğe çıkar. Onlara, görünmeyen, yer altındaki deh- yüzyıllar boyu koruları, bağları, mezarlıkları,
lizlerden gelenler katılır. Metropolün yüz küsur seyrek yerleşmeleri yapılaştırıp yoğunlaştırarak
yıl önce düşleyip bir türlü tamamlayamadığı met- gittikçe kuzeye doğru büyümesinin en önemli
rosunun en hareketli istasyonlarından birisi de düğüm noktasıdır. Kentin, ülke ölçeğinde giderek
buradadır ve gelecekte bu yeraltı damarlarından “merkez” olarak algılanmasının meşru temeli de
yüzeye vuracak olan yoğunluk daha da artacaktır. burada yatar. Burası İstanbullular için, İstanbul’u
tanıyanlar için, kentin ziyaretçileri için şehrin
Taksim, kentin Beyoğlu yakasında bir tepe kalbidir. Ama bu kalp, meydan olmanın bilinen
noktasıdır. Sultan I. Mahmud’un 1731’de Belgrad standartlarına ve öğretilerine uymaz, burası aslın-
Ormanı’ndan getirdiği su, buradaki Maksem’den da mekan tanımları gevşek, mimari kimliği zayıf,
arazinin doğal eğimiyle Beşiktaş, Ortaköy, Beyoğ- rüzgarlı, korunaksız ve akışkan bir boşluktur.
lu ve Kasımpaşa’ya dağılır. Yollarsa, aynı eğimleri
tırmanarak meydana varırlar. Kentin en önemli Kentin uzun tarihi boyunca son yüzyıla ge-
meydanını besleyen bu yolların, İstiklal Caddesi linceye dek “dışarıda” kalan bir noktanın, üstelik

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-355
İSTANBULLAŞMAK

hiçbir mimari özene ve kişiliğe sahip olmaksızın dern kurumları olan kışla, okul ve hastanelerinin
bugün hem işlevsel hem de simgesel olarak mer- de bu bölgeye yerleşmesi... Maksem’in yer aldığı
kez kimliği kazanması, tarihsel bir kent için sık düzlük ve çevresi artık, askeri tesisler alanıdır: III.
rastlanan bir olgu değildir. Taksim, 15. yüzyılda Selim döneminde (1789-1807), bugünkü Taksim
örneğin, kentin kalbi suriçi İstanbul’unda atar- Gezisi alanına mezarlıktan bir bölüm kaldırılarak
ken, Galata surlarından çıkan bir kır yolunun, inşa edilen Topçu Kışlası 1806’da tamamlanır. 19.
ağaçlar ve bağlarla kaplı bir düzlüğe vardığı nok- yüzyıl ortalarında, bugünkü Harbiye semtinde
tadır. Pera’nın ve Boğaz yamaçlarının, kuzeydeki bulunan yapılar, günümüzde Askeri Müze olan
yerleşme bölgelerinin gelişmesi, burasını geniş Mekteb-i Umum-u Harbiye, Kırım Savaşı (1853-
bir mezarlık alanına dönüştürdü: Ayaspaşa, Tarla- 1856) sırasında Fransız askerlerine hastane olarak
başı, Elmadağ, Harbiye, Müslüman, Ermeni, Rum, tahsis edilen Taşkışla, Gümüşsuyu’nda Mızıka-i
Protestan ve Frank mezarlarıyla kaplı alanlar ol- Hümayun Kışlası, karşı tepede Maçka Silahhanesi
dular. 19. yüzyıl ortalarında bu büyük mezarlığın, ve bugün yıkılmış olan kimi ek yapılardı. Topçu
Grand Champs des Morts’un bir bölümü, özellikle Kışlası’nın karşısındaki eski mezarlık alanı asker-
Latin Mezarlığı, aşama aşama kaldırılarak kuzeye, lerin talim sahası olur: Bugünün Talimhane semti.
Feriköy bölgesine taşınmaya başladı; kurumsal Kışla, yapımının tamamlandığı 1807’den başla-
yapılar ve daha sonra mahalleler ve meydan, eski yarak geç Osmanlı tarihinin kimi önemli olayla-
ölüler kentinin üstüne inşa edildi. rının da şahididir; 1807’deki Kabakçı İsyanı’nın,
1909’daki 31 Mart Ayaklanması sonrasındaysa
İlk önemli yapı, meydana adını veren Mak- Hareket Ordusu ile isyancıların çatışmalarının
sem’di. Bu su mühendisliği yapısı, inşa edildiği sahnesidir; topa tutulur, yıpranır, işgal yıllarında
1731’den bu yana, 44 metrelik cephesiyle boşlu- Fransız Senegali askerlerinin barınma mekanı
ğun, bugünkü meydanın ilk sınırını oluşturur. 18. olur, sonra işlevsizleşir ve terk edilir. 1921’den
yüzyılda, Osmanlı sarayı Topkapı’dan Boğaz’a ta- itibaren bir süre İstanbul’un ilk stadyumu olarak,
şınmaya başlar. Sarayın Boğaz’a yerleşmesi, Boğaz avlusu futbol sahası olarak kullanılır ve Taksim
köylerinin ve yamaçlarının kentleşmesi demekti; Stadı olarak anılır; Türk milli futbol takımının ilk
aynı zamanda da, sarayı koruyan askeriyenin mo- maçı burada yapılır. Mekanlarının bir bölümün-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-356
İSTANBULLAŞMAK

de, müştemilatında ve kimisi gecekondu niteliği lardan oluşur. Mekanın temel direği ve merkezi
taşıyan ek yapılarında acentalar, dükkanlar, kah- heykel, en önemli yapıları ise Aya Triada Kilise-
vehaneler, kumar salonu, meyhane, garaj, hatta si ve Kristal Gazinosu’dur. Kışlanın ahırları ve
konutlar yer alır. Maksem duvarı mekanı tamamlar. Kışla, ahırları
ve müştemilatı, bugün yıkılmış olan Karakol Bi-
Kışlanın işlevini yitirmesinin bir sonucu, nası, gelişen Talimhane, Gümüşsuyu-Ayaspaşa
talim alanının imara açılmasıdır. 1920’lerin so- apartmanları ve bunların bugünkü meydanın
nundan başlayarak burası apartmanlaşır. 1928’de doğu ve güney cephelerindeki uzantıları, bu yapı
Taksim’de, Maksem’in yanı başında yeni rejimin dizileriyle sınırlı yol mekanlarını tanımlar. An-
bu eski başkentteki simgesi olarak heykeltraş Ca- cak bu noktada geniş bir kent mekanı oluşturma
nonica yapıtı Cumhuriyet Anıtı inşa edilir; ardın- yönündeki modernist tasavvur bu sıkışık dokuya
dan çevresi, anıtın merkezi kimliğini vurgulayan razı olmayacaktır. 1939 onaylı Prost Planı’nda kış-
dairesel bir tasarımla düzenlenir. Meydanın adı lanın yerini, apartmanların ve kamusal yapıların
da artık “Taksim Cumhuriyet Meydanı”dır. Yeni çevrelediği bir park almıştır. Kırdar döneminde
Talimhane semtinin bitiminde, Şehit Muhtar ve bu şema, değiştirilerek uygulanır: Önce ahırlar
Abdülhak Hamit caddeleri arasında, anıta, ar- ve müştemilatı, sonra kışla yıkılır, İnönü Gezisi
kadlı, eğrisel bir cepheyle bakan üç katlı Kristal Prost’un öngördüğü çevre blokları olmaksızın,
Gazinosu inşa edilir; 1970’lerin başlarında yıkı- yükseltilmiş ve eksenel bir yeşil alan olarak dü-
lır. Karşısında, Sıraselviler Caddesi’nin meydana zenlenir. Gezi’nin meydan ucunda Belling tasa-
açıldığı noktada 1920’lerde Majik Sineması yer rımı bir İsmet Paşa heykelinin ve geçit törenleri
alır; adı sonra Venüs’e dönüşecek, daha sonra ise için tribün dizisinin yer alması öngörülmüştür:
eğlence hayatının yeni eğilimleri içinde Maksim Her siyasal dönem Taksim’de kendi simgeleri-
Gazinosu olacaktır. ni görmek ister, heykelin kaidesi dikilir, iktidar
değişikliği heykelin dikimine izin vermez, kaide
1930’ların Taksim’i, anıt ve çevresindeki dai- yıllar boyu ortada kalır, sonra kaldırılır. 1950’deki
resel mekanı çevreleyen yapıların meydana ge- iktidar değişikliği “İnönü Gezisi” adını da “Taksim
tirdiği küçük bir meydan ve oradan dağılan yol- Gezisi”ne dönüştürür.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-357
İSTANBULLAŞMAK

Taksim geçmiş dönemlerde de bir mesire yeri binası projesi için çalışır, savaş yıllarının ardından
olmuştur. Gümüşsuyu’ndaki mezarlıkların içinde projeyi Bayındırlık ve İskan Bakanlığı devralır.
eski gravürlerde görülen bir bahçe, 19. yüzyılday- Hayati Tabanlıoğlu tasarımı olan yapı, önce İstan-
sa kışlanın kuzeyinde, Surp Agop mezarlığının bul Kültür Sarayı olarak 1969’da açılır. Kısa süre
başında, Müslüman nüfusun kullanımına kapa- sonra geçirdiği yangının ardından bugünkü AKM
lı bir başka bahçe vardır. Prost Planı ve Kırdar olarak 1978’de yeniden hizmete girer. Meydanın
düzenlemesi, “thé dansant”ların, baloların ya- ikinci önemli yapısı, Gezi’nin tam karşısında, Os-
pıldığı bu İngiliz stili bahçeyi Taksim Belediye manlı Bankası müdürünün konutu olan ve daha
Gazinosu’na dönüştürür ve yeni modern bina sonra İstanbul Kulübü olarak kullanılan yapının
1939’da açılır: Cumhuriyet balolarının, milli burju- yerinde, 1940’larda Gezi’nin devamı olacak bir
vazinin ve İstanbul’un yeni elitinin düğünlerinin, manzara terası yaratılması düşünülen noktada,
yılbaşı kutlamalarının, resmi toplantıların me- 1975’te Intercontinental Oteli olarak açılan bu-
kanı; üst salonda ise “nezih” bir satranç kulübü. günkü The Marmara Oteli’dir.
Bu yapının karşısında Tenis, Eskrim ve Dağcılık
Kulübü’nün (TED) binası yer almaktadır. Prost Kozmetik ve sembolik: Taksim, çok kısa bir
Planı’nın Taksim’den Maçka’ya uzanmasını ön- tarihsel dönem içinde yer alan bütün bu değişik-
gördüğü yeşil alan içinde yer alan bu yapılar da likler içinde çeperleri, boyutları, geometrisi ve
zamana dayanamaz. 1955’lerde park alanı içinde ölçeği sabit olmayan, sürekli biçim değiştiren bir
Hilton Oteli yükselir. Gazino yıkılır, yerine 1965’te mekan olur; genişler, daralır, yeniden genişler...
Sheraton Oteli, yıkılan TED Kulübü binasının ye- Bağlar ve mezarlıklar boşluğunun ortasına Kışla
rine de 1990’larda Hyatt Regency Oteli açılacaktır. inşa edilir, Kışla müştemilatı yıkılınca meydan
genişler, Kışla’nın karşısındaki talim alanı yapı-
Yeni ve genişletilmiş meydan mekanını ta- laşınca boşluğun ölçeği yeniden küçülür, daha
nımlayan en önemli yapı, Maksem’in 140 metre sonra Tarlabaşı yönündeki yıkımlar boşluğu bir
karşısında yer alan AKM’dir. Prost Planı hazır- kez daha büyütür. Kışla yıkıldığında, meydan Gezi
landığı yıllarda, bir başka önemli Fransız mimar, alanıyla bütünleşir, sonra bu alanın ucunda bir
Auguste Perret de burada yer alacak olan Opera otel bloğu yükselir. Gezi de asla adının çağrıştırdı-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-358
İSTANBULLAŞMAK

ğı esplanade olamaz. Meydana açılan caddelerin, kurulduğu görülür. 27 Mayıs sonrası meydanın
tam meydanla buluştukları noktada çeperler çö- ortasına dikilen ve “kitap-süngü-defne dalı” bileşi-
zülür, perspektif genişler, belirsizleşir, doğrultular minden oluşan “devrim” simgesi, uzun yıllar yerini
eriyerek kaybolur. korur, kaldırılmasını belki de metro istasyonunun
yapım çalışmalarına borçludur. Kentin en önemli
Bu kısa tarih sadece inşa edilen ve yıkılan ya- meydanındaki gecekonduları, çirkin telefon, Akbil
pıların tarihi değil, simgelerin, gerçekleştirileme- gişelerini (bak. Akbil), durak yerlerini, plantonluk
yen düşlerin, yetinme ve uzlaşmaların tarihidir. kulübelerini ve düzensiz otobüs yığılmalarını kim-
Cumhuriyet, Osmanlı kışlasını yıkarak kendi anı- se yadırgamaz görünür; bunların çoğu yıkılan ahır
tını inşa eder. Tasarladığı modernite, yeni rejimin, binalarının ve o zamanlar da bir bölümü kaçak olan
onun törenselliğinin, politik kimliğinin ve yaşam müştemilat yapılarının yerlerini işgal eder. Mekanı
biçiminin mekanını üretmek ister: Tribünlü, ge- mimari değil, her gün değişen çizgiler ve kullanım-
çit törenli bir meydan tasarımı, yanıbaşındaysa lar belirler. Geçicilik ve eğreti olma bu meydanın
Cumhuriyet balolarının mekanı olacak modern ruhunda vardır; aslında, kentin ruhunda...
bir gazino... Müslüman muhafazakarlar, ibadet-
hanesiz bir meydan istemezler. Aya Triada, ce- Onun için reklam panoları, geceleri yanıp
maatini yitirmiş olsa da iri bir Hıristiyan yapısı sönen ışıklı haber levhaları Taksim’in boşluğuna
olarak meydanda hakimiyetini sürdürmektedir. yakışır ve meydana, çevreleyen üslüpsuz ve ni-
Maksem’in arkasında (veya üstünde) yapılması teliksiz yapıların mimarisinden daha çok anlam
istenen cami, bu kez laik Cumhuriyet çocuklarının katar. Taksim ve çevresi için yapılan bütüncül ta-
tepkisini çekecektir: AKM’ye kafa tutan gericiliğin sarımların hiçbir zaman tutmamasını da bununla
simgesi! İnönü Heykeli’nin traji-komik öyküsü de ilişkilendirmek olasıdır. Ekonomik kaynakları sı-
benzer bir simgesellik merakının değişen iktidarlar nırlı ve 19. yüzyıldan beri öykünülen modern kent
arasındaki savaşım alanı olur. Daha sonraları kaldı- ve kent tasarımı kültürü o denli az donanımlı olan
rılan kaidenin yerine, “tuhaf” pavyonlar, “sanatsal bir toplumsal ortamda, bunu anlamak çok da zor
iş”ler dikilse de hiçbiri mekanda tutunamaz ve değildir. Kent metrosunun kavram olarak bugün-
hepsi yok olur, yerlerine bazen ramazan çadırları kü güzergahtan geçerek Kilyos’a kadar uzanması,

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-359
İSTANBULLAŞMAK

Tünel’in mühendisi Eugène Henri Gavand tarafın- liyor ve bu, toplumsal onay görüyorsa, boşluğu
dan 19. yüzyılda önerilmişti. Tarlabaşı Bulvarı’nın, neyin doldurduğunu anlamak gerekir. Taksim
üstelik modern bir kentsel tasarım formatı içinde Meydanı’nın kent coğrafyası ve kentsel gelişme
açılması, aynı yüzyılda Pera yangını sonrasındaki rasyoneli içindeki konumunun, bu onanmışlığı
planlara yansır. Prost’un tasarladığı klasik-Moder- anlamanın ilk verisi olduğundan bahsedilmişti.
nist ve aksiyal Taksim Gezisi, çevresindeki yapıları Bu, ikinci veri olan kullanım değerini de açıklar:
ve törenselliğiyle, devir ideolojisiyle örtüşen di- burada yer alan yapıları, kurumları ve işlevleri.
siplinli bir kentsellik öngörüyordu. Yerine uygula-
nan ise, tasarımın dış boyutlarını ve geometrisini Bu mekan bir ağırlık ve enerji merkezidir,
koruyan yeşil bir boşluk olmuştur. 1987’de açılan sadece üzerinde bulunanın değil, yakın çevre-
Uluslararası Kentsel Tasarım Yarışması, katılan sinde ve kendisini besleyen damarlar üzerinde
saygın isimler ve önerileriyle birlikte mimarlık bulunanların da: AKM, semtteki diğer kültür mer-
arşivinin neredeyse unutulmuş bir belgesi olarak kezleri, oteller, üniversite, sinema ve tiyatrolar,
kalır. Tarlabaşı yıkımının neden olduğu “kentsel Asmalımescit ve Nevizade sokakları ve çevresin-
yara”yı (bak. Yara) onarmak amacıyla 1989’da deki meyhaneler, lokantalar, café’ler ve kahveler,
açılan kentsel rehabilitasyon yarışmasının sonu Tarlabaşı’nın kuytularındaki yoksul batakhaneler,
da aynıdır. Bugün, 2008’de, aynı çöküntü alanını 90’lar sonrası alternatif kültürlerin mekanları,
sosyal ve işlevsel olarak değiştirmeyi, yapı adala- meydana ulaşan tüm ulaşım sistemlerinin du-
rını yeniden biçimlendirmeyi amaçlayan kentsel rakları ve uzandıkları güzergahlar, varış noktaları
dönüşüm projeleri üretiliyor ve içeriğinden çok ve bunların kullanıcıları... Sonra, hem konumu,
yarattığı polemiklerle biliniyor. Kentsel cerrahi ve hem boşluğun boyutları, hem de bu donatılar ve
kozmetik arasındaki kararsızlık devam etmekte. ulaşım olanaklarıyla desteklenerek, Taksim’in
üstlendiği tüm işlevler: devletin törenleri, askeri
Beden ve anlam: Damarların beslediği kalp, geçit resimleri, Cumhuriyet Bayramı kutlamaları,
mekan olarak tanımlanması zor bir boşluksa, sı- anıta çelenk koyma ritüelleri, saygı duruşları;
nırları, donanımı, mimarisi ve estetiği yetersiz yani bugün Sultanahmet ve Beyazıt’da yapıla-
kalıyorsa, ama yine de burası kentin kalbi olabi- mayanlar... Sonra, karşı sesler, karşı gösteriler,

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-360
İSTANBULLAŞMAK

protestolar: 31 Mart olayından beri kalkışımlar; birbirinin varlığını yadırgamaz; Maksem ve anıt
Wagon-Lits gösterisi, 6-7 Eylül olaylarının baş- önünde sentetik ve saydam kalkanlarıyla barikat
langıç mitingi, 60’lı-70’li yılların kanlı eylemleri yapan polisleri de, onların ardında kaçak CD ve
olan 6. Filo’yu protestonun Kanlı Pazar’ı, kanlı 1 kitap satanları ve daha gerideki Roman çiçek satıcı-
Mayıs mitingleri... Sonra sivil toplantılar: yılbaşı larını da... Taksim çok aktörlü bir paylaşım alanıdır.
kutlamaları, halk konserleri; coşku, merak, sıra-
danlık ve cinsel tacize varan taşkın dışavurumlar... Burada vasıtadan inilir, bir başka vasıtaya
Taksim bunların da mekanıdır. Adına “Gateway binilir. Burada AKM’nin ya da “Fransız Kültür”ün
City” denen tüm büyük liman kentlerinde olduğu önünde buluşulur ve bir başka, daha özel yere
gibi merkez/meydan’ın (bak. Merkez) limandan gidilir, daha geç bir saatte yine burada ayrılınır.
ve limanla olan coğrafi bağıntısından ayrılmayan Buraya gelinir, buradan dağılınır, buradan mut-
kimliği, enerji ve farklı tezahürleri, bu coğrafi laka geçilir -yer altından bile olsa... Burası akılda
konumdan ve onun dinamiklerinden beslenir. bir isim ve dönülüp gelinen bir yer olarak daima
vardır.
Anıtın açıldığı yılları belgeleyen Nazmi Zi-
ya’nın tablosundaki monden imge burada, tene- Sosyal ve politik hijyen, Taksim’in –aslında
keden bir minareciği olan sefil gecekondu caminin Taksim hep bir simge, burası Pera-Beyoğlu ve
önünde, umumi hela süprüntüleri üzerine seccade- İstanbul- bu derbeder, savruk, özensiz ve aykırı
ler atarak Cuma namazı kılan müminlerin görün- kimliğini temizlemeye çalışmıştır ve bunu hiçbir
tüsüne, cumartesi sabahları AKM’ye, onaylanmış zaman başaramaz. Bu büyük alanın, asla bir mey-
sanatı izlemeye gelen yaşlı ve vefalı izleyicilerin dan ve mekan olamadan yer olmayı başarmasının
mütevekkil ve yorgun bakışlarına karışır. Punk’lar, sırrı da büyük ölçüde bu denetimsizlikte yatar.
travestiler, Kalyoncu Kulluğu’nun derinlerinden Taksim, tanımsızlığı, muğlaklığı, özensizliği, sav-
gelen yoksul Afrikalılar, Café Opera’nın ve bir üst rukluğu içinde bir özgürlük durağıdır -kimsenin
katta otelin lobby-barının iyi giyimli müdavimleri, olmayan, dolayısıyla koca metropolde yaşayan
bar orkestrasının yaşlı müzisyen beyefendileri ve tüm bireylerin rahatsızlık duymadan kısa bir süre
otellerinden çıkıp otobüslerine doluşan turistler, için de olsa kullandıkları bir boşluk. Çevresindeki

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-361
İSTANBULLAŞMAK

sokak ve yer adlarının değiştirildiği, Pürtelaş’ın ticilerinin tüm ideoloji ve projelerine rağmen
Yılmaztürk, Abanoz’un Halas olduğu, üzerinde kentin rakipsiz odağı olarak kendi başına vardır.
simgelerin yarıştığı Taksim, herkesindir. Onun
içindir ki, mezarlık, kışla, anıt, Kanlı Pazar ve —Atilla Yücel ve Hülya Hatipoğlu
aktörlerinin, Eftalapos Kahvesi’nin muhabbet
tellallarının, dinci ve laik ritüellerin ve başka >Akbil, İstiklal Caddesi ya da “Beyoğlu”,
çelişkili varoluşların koalisyon mekanı burası Merkez, Park Otel, Park ve Bahçeler, Yara,
olmuştur. Yayalaştırma, Yıkım ya da Çarpık Kent, Yokuş

Zaman içindeki farklılaşması, sınırlarının be- TEMİZLEME


lirsizliği, mimarisinin sıradanlığı, kış günlerinde
ikliminin elverişsizliği, bu “demokratik” varlığın İstanbul’da temizleme, belli bir bölgenin be-
bileşenleridir. Burası ne görkemli bulvarların lirli görüntülerden ve insanlardan arındı-
rılması anlamına gelmektedir.
buluştuğu bir Etoile Meydanı, ne insan ve araç
selinin dar cadde mekanları boyunca akıp kesişti-
ği bir Times Square, ne modern öncesi dünyanın Temizleme işlemleri çoğunlukla kentsel dönü-
tüm izlerini ve zenginliğini süzerek aktaran San şüm (bak. Kentsel Dönüşüm), iyileştirme, sıhhileş-
Marco Meydanı, ne de ihtişamın, ideolojinin, gös- tirme, kentsel yenileme adı altında yapılmaktadır.
terişli ve ürkütücü geçit törenlerinin aktığı Kızıl Tipik bir temizleme faaliyeti, söz konusu ma-
Meydan’dır. Ama burası her gün ve özellikle her halle, semt veya bölgedeki insanların sağlıksız
gece biraz fiktif bir kavram-mekan olarak, daha koşullarda yaşamakta oldukları ve bu koşulların
çok bir kullanımlar ve anlamlar ve ruhsal-beden- iyileştirilmesi gerektiği önermesinden yola çı-
sel devinimler mekanı olarak kendini yeniden kar. Bu alan çoğunlukla şehir merkezine yakın,
üretmeyi başarır. ağırlıklı olarak göçmenlerin yaşadığı, turistik
potansiyeli olan (bak. Turizm), genellikle tarihi
Taksim kendine ve tüm zaaf ve çelişkilerine bir yerleşim yeridir. Yerel yönetim, bu bölgede
rağmen, mimarların, şehircilerin ve kent yöne- yaşayan insanların hayat şartlarını iyileştirmek

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-362
İSTANBULLAŞMAK

amacıyla evlerini yıkarak onlara genellikle şehrin “sinyal çekmek” denilen bir hareketle dilenmek
çeperlerindeki bir yerleşim alanında, inşaatı ta- üzere size doğru uzanacaktır; medya da yoldan ge-
mamlanmak üzere olan evler satın alma imkanı çenlere uyguladıkları şiddeti sık sık konu ediyor.
sunar. Temizleme süreci, yerleşim alanında daha Tinercileri “sokak çocukları” olarak niteleyip ko-
önce yaşamakta olan İstanbulluların başka bir ye- rumak ve savunmak kentliler için alternatif cema-
re zorunlu olarak taşınmalarından sonra, yıkılan atlerin varlığına yönelik bir arzuyu ifade etmenin
alanda yeni binalar inşa edilmesiyle tamamlanır. bir biçimi haline geldi. Tinerciler “yanlış yerdeki
Böylelikle, yabancıların bakışına açılan bu mekan, madde türü” olarak görülüyor; onların yaşındaki
sokakta halı yıkayan kadınlar, oynayan çocuklar, insanlara uygun görülen rollere oturmayan şeyler
başörtülü kadınlar, travestiler, asılı çamaşırlar, ve insanlar kategorisindeler: öğrenci, arkadaş,
kapı önlerindeki ayakkabılar, kahvede oturan sevgili, palyaço, aile erkeği, kasap çırağı, kuaför.
kılıksız erkekler gibi görüntülerden arındırılmış
ve temizlenmiş olur. Kimse şehre tinerci olmak için göçmez, bu
ancak taşradan ve iç bölgelerden daha iyi bir ha-
—İlkay Baliç yata kavuşmak için yapılan yolculuğun bir yan
etkisidir. Bir yanda sokak çocuğu tiplemesine
>Kentsel Dönüşüm, Turizm daha yakın romantik bir tinerci, diğer yanda ise
toplumun tüm yanlışlarının simgesi olan ve kont-
rolsüz nüfus artışı, çözülen toplumsal bağlar, kötü
TİNERCİ siyasi partiler, daha da kötü eğitim, başarısız yet-
kililer gibi iddiaları besleyen saldırgan tinerci...
Bir İstanbullu tipi. [Ed.]
Tinerci çocukların “bally”ci çocuklardan farkı
Taksim’deki meydanı veya şehrin deveran ettiği anlaşılmalıdır, plastik torbalara doldurdukları
diğer yerleri gezin, burnunuza tiner kokusu geldi- yapıştırıcının verdiği keyfi tercih eden ballyci-
ğinde dönüp bakın, ürkek, beklenti dolu, sersem- ler, daha uyanık olduklarını iddia eden ama bu
lemiş bir erkek çocuk göreceksiniz. Genellikle eli uyanıklıkları ne para ve yemek için dilenmenin

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-363
İSTANBULLAŞMAK

utancını ne de şehir kışının iliklere işleyen soğu- TRAMVAY


ğunu hissetmeye yetmeyen tinercilere göre daha
ağırbaşlı bir gruptur. Tinerciler ayrıca ballyciler- 19. yüzyılda kentin artan ulaşım gereksinimle-
rini karşılamak üzere kullanılmaya başlanan
den daha iyi dövüşçü olduklarını iddia ederler. ulaşım aracı. Bugün, kısmen nostaljik bir gö-
rüntü (Beyoğlu’nda). Kentin kalan kesiminde
Tinercinin kentsel alanda dolaşımı kentsel de, tramvay adının meşruiyetine sığınan tren-
den az küçük raylı taşıt.
ahlaki çöküşün ve kontrolsüz nüfusun bir ölçü-
tüdür. “Henüz çocuklar,” der insanlar, ama büyü-
yünce sadece tiner koklamakla kalmayıp başka İstanbul’da 19. yüzyılın ikinci yarısında hız kaza-
tehlikeli şeyler de yapan adamlar olacaklar. Ti- nan kentin Avrupai standartlara kavuşturulma-
nerciler toplumun ufuktaki sorunlarının tiner sı çalışmalarında, ulaşım ağının düzenlenmesi
damlayan bir mendile sarılmış halidir. Yoldan önemli bir yer tutar. Yangın (bak. Yangın) sonrasın-
geçenlere uyguladıkları şiddet bazı kentsel gü- da yapılan planlama çalışmaları ile birlikte toplu
zergahları keser, birçok diğer tinerci ise yoldan ulaşımın kent hayatına katılmasındaki ilk adım
geçenlerin arasına katılmaya çalışır. olarak, İstanbul’un 19. yüzyılın ikinci yarısında ya-
şadığı kentsel dönüşümün (bak. Kentsel Dönüşüm)
Boya çözücü tiner, engelleri incelterek, hatları en önemli bileşenlerinden biri olarak yer alır. Gerek
belirsizleştirerek, lokantaların ve otellerin girişin- Tarihi Yarımada’nın iç kesimleri ve Marmara kıyıla-
den onları kışkışlayanların yüzlerini bulandırarak rı, gerekse Galata sırtlarından Şişli’ye doğru gelişen
dünyayı “çözer” onlar için. Çözücü soğuğu ve kiri yeni mahalleler ile nüfusu artan Boğaz mahalle-
eritir, hafızayı ve sınırları siler. Kentsel tuvalde lerine ulaşımı kolaylaştırmak amacıyla 1870’lerde
onlar başka bir fırçayla boyanmıştır. atlı tramvay kentin ulaşım sistemine katılır. Bu
ilk toplu taşıma hizmeti, öncelikle kentte yaşayan
—Meltem Türköz yoksul kesimin ulaşımını kolaylaştırıyor, bunun
yanında belirlenen güzergahlar üzerindeki semt-
lerin gelişmesini de destekliyordu. Bu çerçevede
ilk planda, Azapkapı-Ortaköy, Eminönü-Aksaray,

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-364
İSTANBULLAŞMAK

Aksaray-Yedikule, Aksaray-Topkapı ve Taksim- çekilir. Tramvayın geri dönüşü ise otuz yıl sonra,
Şişli hatlarının hizmete açılması planlanmıştır. 1990’ların başında ulaşım aracı olmanın uzağın-
Tramvayın gelişi, ulaşımı kolaylaştırmanın yanın- da nostaljik bir öğe olarak (bak. Nostalji) Tünel-
da, hatların döşenebilmesi için sokak döşemeleri- Taksim hattıyla başlar. Sonrasında kentin ulaşım
nin yenilenmesi ve bu güzergahlar üzerinde kentin sorununa çözüm olarak yeniden gündeme gelir.
su ve kanalizasyon sisteminin de yenilenmesine
de olanak sağlar. —Yıldız Salman

Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde çı- >Haliç, Kentsel Dönüşüm, Nostalji, Yangın
kan Balkan Savaşı nedeniyle ulaşımda kullanılan
atların orduya satılması, kentin bir yıldan uzun
bir süre tramvaysız kalmasına yol açmış, bu arada TURİZM
Amerika’da ve Avrupa’da çoktan çalışmaya baş-
lamış olan elektrikli tramvayın, İstanbul için de Burada “turizm” iki farklı anlam ya da çerçevede
kullanılacak. Geniş anlamı ile turizmden (nor-
artık kaçınılmaz olduğu fikri iyice yaygınlaşmış-
mal karakterlerle yazılacak) kentin düzenli
tır. 1914 yılında yapımı tamamlanan Silahtarağa sakini olmayanların her biçim ve bağlamda ancak
Elektrik Santrali aracılığı ile ilk önce Tünel-Şişli geçici bir süre için burada bulunmalarını kaste-
deceğim. İkincil ya da dar anlamı ile turizmi ise
hattına ve sonrasında İstanbul tramvaylarının
(italik yazılacak) ilkinin özel bir biçimini kas-
tümüne elektrik verilmesi işlemi tamamlanmış- tettiğim zaman kullanacağım: Bu, dar manada
tır. Karaköy’den Eminönü’ne geçmek için ha- turizm bu iş için oluşmuş “sektör”den hazır ürün
paketleri (ulaşım / konaklama / tur-rehberlik
reket eden ilk tramvay, aynı zamanda Haliç’in
hizmetleri) satın alan kesimin yarattığı etkinlik-
(bak. Haliç) iki kıyısını da ilk kez bağlar. 1914’ten tir. Turizmi geniş anlamda kullandığımda genel-
1950’lere gelene kadar oldukça gelişen ve artan likle ikinciyi de kastediyor, içeriyor olacağım.
tramvay hatları, 1950’lerin ortalarında başlayan
imar hareketleri çerçevesinde gözden düşmeye 1. İstanbul’da turizm / Self servis restoranda iki
ve yerlerini otobüslere bırakmaya başlar. 1960’la- seçenek: Bir kısa giriş tespiti: İstanbul’da turizm
rın ilk yıllarında tramvay İstanbul ulaşımından dendiği zaman turizmin anlaşılması, profesyonel

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-365
İSTANBULLAŞMAK

manada turizme ilişkin meselelerin gündeme katkı”da bulundu: Kongre Vadisi adını verdiği
gelmesi beklenir, genel eğilim böyledir. Diyelim mekanı ve bunun içinde yapılan işleri ekledi.
“turizm” ile “sorun” sözcükleri bir araya gelmişse,
konu turizmcilerin sorunları alanına daralıverir. Self servis menü 1 / Temel kültür varlıkları
İstanbul’da turizm, işi turizm olanların işidir, paketi: Paketlerin ilki Topkapı / Ayasofya / Sulta-
onlardan sorulur. Totoloji gibi duran bu cümle, nahmet / Kapalıçarşı / Boğaziçi ve bunlar artı taş
durumu kabaca özetler. Oysa sorunun bir parçası çatlasa beş kalemden oluşan “tarihi / kültürel /
da budur. doğal turizm” paketidir. Bu pakette, kentin gerçek-
te çok daha kapsamlı olan “kalıcı varlıklar stoğu”
İstanbul’da şimdiye dek “tasarlanmış, kurgu- içinden hasbelkader kendini sıyırabilmiş olan bu
lanmış, politikası üretilmiş ve yürürlüğe konmuş” birkaç kalem “varlık” yer alır. Öyle ki, bunların bir
bir aktivite olarak turizm veya turizm çok sınırlı tür doğal seleksiyon ve mutasyon yoluyla buraya
şekilde olabildi. Sektör bunu bir sorun olarak gör- vardıkları düşünülebilir. Bu “selektif kültür var-
se de, böyle olması belki de pek fena değil. İyi ki lıkları temel kit”i, yüzyıllardır bir şekilde kendi
tasarlan(a)mamış dedirtecek nedenler var. mitini yaratmış, tabir caizse kendi kendini pazar-
lamıştır. Başlarına gelmiş bu durumun (temel kit’e
Planlanmış politikalar yerine, şu ana dek şeh- dahil olma) bu kültür varlıkları açısından bir şans
re ait iki olgu, “kültür” ve “bavul” turizmleri bir- mı, yoksa ciddi bir bahtsızlık mı olduğu sorusunu
birinden görece bağımsız şekilde, “kendi kendini öyle kolayca kimse yanıtlayamaz.
varetti” ve “pazarladı”. İstanbul usulü self-servis
turizm, birbiri ile görünürde hayli ilintisiz bu iki Bu temel paket, İstanbul’un genelgeçer tu-
paketten oluşur: Bunların belli bir “doğal” alıcı ristik algısının sınırlarını da çizer. Bu kit’i geniş-
potansiyeli zaten vardır, özel bir çaba harcanmasa letmek amacı ile bugünkü kuşakların göstereceği
da bu potansiyeli şehre çekecek, çekiyor. bir çabanın kayda değer bir etki yaratması bek-
lenmemelidir: Stoku genişletmek, her şeyden
Kentin aktörleri bilinçli çaba ve planlama ile önce kentin Bizans, çoketnili klasik Osmanlı ve
bunların üstüne son on yılda bir de “kastedilmiş Erken Modern geçmişleri ile sorunsuz bir ilişki

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-366
İSTANBULLAŞMAK

kurabilmeyi gerektirecektir: Mevcut sosyopolitik mallarının, özellikle tekstil ürünlerinin pazar-


konjonktürde bunun olanaksızlığı, dolayısıyla landığı coğrafya tarafından belirlenir. Bu paket,
inandırıcı olma şansının düşüklüğü aşikardır. kentin emek-yoğun, enformel bir sanayi merkezi
olma özelliği ile soğuk savaş sonrası Doğu Avru-
Selektif paketin tüketim süresi kabaca bir ila pa coğrafyasının gösterdikleri mükemmel uyum
üç gündür; kentteki ortalama turistik konaklama sonucu kendiliğinden türemiştir. İlk bakışta ilki-
süresi de zaten bu kadar bir şeydir. İstanbul’da ne göre daha konjonktürel görünmekle birlikte
turizm temel olarak bu paket sayesinde yaşar; kendini sürekli yenileyerek yeniden vareden ve
aynı zamanda paketin sınırlılığının bilincinde giderek kalıcılaştıran, kurumsallaştıran bir kent-
ve bu durumdan had safhada şikayetçidir. Mev- sel alan üretmeyi kısa sürede başarmıştır. Yeni
cut paketi kullanarak turizm rantını yükseltmek global Güney, Afrika / Asya / Ortadoğu coğrafyası
mümkün değildir. da bu oluşumda kendi yerini bulmuştur.

Paketi genişletme, büyütme, ona nicelik ve ni- Bu ikinci paket ilkinden temelde ayrılır. İlkine
telikçe aşama kaydettirme arzusu sektör içinde bir göre kentsel/coğrafi hacmi ve katılan toplam kişi
tür sabit fikirdir; öte yandan bu işin mevcut şehir sayısı, boynuzun kulağı geçmesi misali, haylice
ile birlikte gerçekleştirilmesi imkansıza yakındır: daha geniştir. Küçük istisnalar ve elbette konakla-
Bunun karşısında çaresizlik, giderek öfke gibi ma hizmetleri dışında, turizm sektörüne pek konu
olumsuz duyguları gizlemek turizmciyi zorlar. olmaz, giderek buna karşı ciddi direnç gösterdiği
Bu nedenle turizmin ana stratejisi giderek mev- söylenmelidir. Kent hakkındaki bilgisini kent ile
cut kente karşı ya da ona rağmen bir pozisyona etkileşimi üzerinden doğrudan doğruya kendisi
konuşlanmıştır; kenti düzeltme, geri-fethetme, türetir, aracı kullanmaz, sektörün katma değerli
kendine uygun şekilde yeniden biçimlendirme ilave hizmet sunma teklifini nazik sayılmayacak
arayışlarının sonu gelmez. bir dille geri çevirir; şehir içinde kendi yolunu
bulmayı öğrenmiştir. Burada sözü geçen faaliye-
Self servis menü 2 / Bavul turizmi: Paketlerin tin turizmden, coğrafyasının turistik mekandan
ikincisi ise, İstanbul’da ucuza üretilen tüketim sayılması çoklarınca meşru bile addedilmez, ba-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-367
İSTANBULLAŞMAK

şına ekleniveren pejoratif bir “bavul” ibaresi ile Ayasofya/ Sultanahmet/ Kapalıçarşı’dan ibaret ise,
farklılığı, ikinci sınıflığı sürekli başına kakılır; çeşitlenmeyecekse, kimsenin deli ya da takıntılı
turizmi konu edinmiş bu yazıya sızması, muh- olmadıktan sonra yalnızca turistlere hizmet veren
temelen azımsanmayacak bir okuyucu kitlesince oteller, lokantalar, barlar ve alışveriş merkezle-
kabul edilemez bulunacaktır. rinin yoğunlaştığı bu gettoya ikinci, üçüncü kez
talep göstermesi için pek de bir neden yoktur.
Bu iki turizm (“selektif kültür” ve bavul) “koca
İstanbul”un (1000 kilometrekareye yakın yapı- İstanbul’da turizm, sektörün vur-kaç taktiği
laşmış alan) hayli küçük bir bölümüne, Tarihi ile yürüttüğü bir gerilla savaşıdır. Kendi kentsel
Yarımada’nın bir kısmı ile Galata limanı coğraf- gerçekliğine bakışı estetikçi ve dışlayıcı, mevcut
yasına (on, hadi yirmi kilometrekarelik cüzi bir kenti çarpık olarak nitelemekten başka bir söylemi
alan) birlikte sığışmaya çalışır, bu alan üzerinde sahiplenememiş bir orta sınıfın egemenliğindeki
birbirleri ile rekabet halindedirler. sektörün İstanbul’u “pazarlama”sı, kendi kale-
sine gol atmakla maç kazanacağını sanmaktan
2. İstanbul’da Turizm: Bir gerginlik strateji- farksızdır. İstanbul için “hoşgörünün başşeh-
si: İstanbul’da turizm öncelikle bir kuzey-güney ri” türünden nitelemeleri uygun bulan turistik
sorunsalıdır (bak. Kuzey İstanbulluluk). söylem, burasının ahenkli bir kültürler mozaiği
olduğu mitini bıkıp usanmadan yeniden üretir.
İstanbul’da turizm, muhtemelen kentin kuzey Oysa Osmanlı mirası paralel-kültürlü toplum ve
ve çeper bölgelerinde yaşayan, Taksim-Levent mekan, (turizmin “sermaye”si) “vatandaş Türkçe
hattı üzerindeki bir kısım ofislerde çalışan bir ke- konuş”lardan, “ya sev ya terket”lere uzanan ve
simin, kentin ağırlıkla güney bölümünde yer alan halen tüm şiddeti ile devam eden süreçte hoyratça
ve ortalama İstanbullu hayatların geçtiği mekan- tırpanlanırken, sektör ya bunlar hala mevcutmuş
lardan tümüyle ayrışmış bir bölgeyi pazarlamaya gibi davranır ya da patolojik nostalji nöbetleri ile
çalıştığı bir etkinliktir; turistin yolunun buraya sarsılır durur. Kentin yeni sakinleri, yeni ulusal ve
hayatta bir kez düşeceği varsayımı üzerine kurgu- küresel şiddet ve yoksulluk dalgalarının İstanbul
lanmış gibi durur. Gerçekten de, “mal” Topkapı/ kıyılarına vurduğu Güneydoğulu, Doğu Avrupalı,

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-368
İSTANBULLAŞMAK

Asyalı ve Afrikalı göçmen nüfus ise, çokkültür- İstanbul’da turistik varoluş, sonuçta mekanın
lülü “mozayiğe” layık görülmek bir yana, en iyi pratik bilgisine sahip olanlarla bağımlılık ilişkisi
ihtimalle görmezden gelinir. ya da “sürüden ayrılanı kurt kapar” korkusu üze-
rine kurgulanmıştır. Kente gelen turist, turizmden
İstanbul’da turizm, Türkçe dilbilgisinin haki- “ekmek yiyen”lerin dışında mümkün mertebe pek
miyet alanıdır. Global mekan olma iddiasındaki bir kontakt kurma şansına sahip olmamalıdır.
İstanbul’un kent bilgisi Türkçeye vakıf olmayanlar Sistem, turistin güvenilir profesyoneller tarafın-
için erişilmezdir. (Türkçeye vakıf olanlar için, dan “tam zamanlı kuşatılması”, ancak yorulduğu
durum sadece çok az daha iyidir.) Örneğin, piya- zaman odasına çekilerek kendi kendisi ile başbaşa
sada işe yarar, kullanışlı bir tek adet şehir haritası kalması üzerine kurgulanmıştır.
bulunmaz. Bu iddiadaki kalın kitapların her say-
fası düzinelerce “yoldan çıkarıcı” maddi hata ile Havaalanına indiği andan itibaren kamusal
doludur. Varolan haritalar ulaşım sistemleri ile alanda normal varoluş biçimlerine erişimi kısıt-
bağ kurmaz. İstanbullunun kent kullanım haritası lanmıştır; bunların bilgisini elde etmek için özel
ile turistin kent kullanım haritası, eğer İstanbullu çabalar göstermek zorundadır.
turizm profesyoneli değil ise, çakışmaz. Turiste
dağıtılan İstanbul haritası, Suriçi’nden ibaret- Müşteri profili: Sektörün, müşteri profili ko-
tir. Paftanın ebadı gereği, biraz Beyoğlu, biraz nusunda da gayet net tercihleri vardır. İç konuş-
Üsküdar ucundan kadraja girer. Bazen turistin, malarda dobra dobra dile getirilmesi adettendir.
haritasını terk etmesi, örneğin bir Boğaz turu için Tercih edilen müşteri profili Global Kuzey kökenli,
tekneye bineceği Sarıyer’e ulaşmak için TEM bo- beyaz tenli ve yüksek gelirlidir. İyi eğitimlidir,
yunca “varoş manzaralı” bir yolculuk yapması ancak eğitimin de belirli bir boyutu makbuldür:
zorunlu hale gelir. Kentiçi turistik güzergahlar, Misafirlik adabından haberdar olmalıdır. Açılı-
“gereksiz manzaralardan maksimum kaçınma” mı şudur: Mekanla ilişkilerini kuran sektörün
prensibine uygun olarak kurgulanır. Sektörün toy ve onun etkinlik ve temsilcilerinin liderliğini,
rehbere verdiği ilk “brief”, “bu sakillikleri müm- yetkinliğini sorgulamamak, gereksiz sorular sor-
kün mertebe göstermeme” konuludur. mamak, eleştirel pozisyonlar almamak, güncel

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-369
İSTANBULLAŞMAK

politikanın netameli konularında görüş beyan Bu dosyalardan anlıyoruz ki, mesleği gereği
etmemek, kurumsal bağımlılık oyununu sonuna Haliç’in ötesine, “turistik bölge”ye geçme pratiği
dek kibarca oynamak. Müşteri bu profile uyduğu olan turizmcilerin, bu pratiği, böyle bir alışkanlı-
ölçüde makbuldür; ideal tanımdan uzaklığı nispe- ğı, ihtiyacı olmayan diğer “kuzey İstanbullu”lara
tinde sürprizlere de hazır olması kendi hayrınadır. da benimsetmesi, onlara önderlik etmesi arzu-
lanıyor; bu alandaki eksikliklerden ve bu eksiği
Turizmcinin şehrin bugününe ilişkin söy- giderme hazırlıklarından haberdar oluyoruz.
lemlerinde ciddi bir inandırıcılık sorunu vardır, Mevcut durumda Kuzey İstanbullu için Tarihi
burayı gittiği yere kadar pazarlayıp “yükünü tut- Yarımada Menderes ya da Dalan bulvarları mari-
tuktan” sonra, ilk fırsatta da kaçacakmış gibi du- feti ile içinden ya da çevresinden transit geçilip bir
rur. kertede katediliveren bir alandır, yer-olmayandır.
Haliç’i geçmek, ama ana transit arterlerden ay-
Bu gözlemler kuşkusuz salt turizm sektörüne rılıp “içerilere” girmek Kuzeyli için turist olmak
özgü değil, bu sektörün de bir parçasını teşkil et- anlamına gelecektir, kendisi orada her zaman
tiği, kentin kültürel ve finansal elitlerinin tarihsel biraz “Fransız” kalacaktır.
sorunu.
Ankara “faktör”ü: Turizmin bir gerginlik ala-
İç turizm: Çok satan günlük gazetelerin haf- nı olması kent içi faktörlerle sınırlı değildir. Mer-
talık seyahat ekleri olur; bunlarda zaman zaman kezi-üniter devlet yapısından kaynaklanan ek
İstanbul konuları işlenir, dosyalar hazırlanır. sorunlar mevcutların üstüne tüy diker. Tüm tu-
Şehrin bu yayınlarda ele alınış biçimi, egzotik ristik varlıkların böyle oldukları, ilgili kanun ve
“destinasyon”lardan, diyelim Tayland’ın ele alı- yönetmeliklere uygunlukları tescil edilmeli, kayıt
nışından farklı değildir. Aynı oryantalist dil, aynı altına alınmalıdır. Sözkonusu tescili ve bunun ge-
format, aynı görsel malzeme ya da resimaltı kul- rektirdiği denetimi yapan merci ise, dışarlıklı bir
lanımı... Hedef kitle için, “destinasyon” ile ilişki aktör, merkezi devletin başkenti Ankara’da mu-
aynı mesafeden, aynı zihinsel şablonlar üzerinden kim “kültür ve turizm bakanlığı”dır. Bu iki işlevin
kurgulanır. bir dizi gelgitten sonra aynı bakanlık bünyesinde

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-370
İSTANBULLAŞMAK

evli bırakılmış olması, merkezin bakışı açısından dilerde artan ölçüde gündeme getiriliyor; ancak
açıklayıcıdır: Kültür, turistik bağlamda pazarlan- aktörlerin mevcut bilinçlilik halleri ile yapacak-
dığı ölçüde anlamını bulur, kültürümüz öncelikle ları daha yoğun, daha derin müdahalelerin daha
gelire tahvil edilebildiği ölçüde işe yarar. Kendi makul sonuçlar doğuracağına dair görünürde pek
kendimize kaldığımız durumda, muhtemelen bir emare yok. Projeden başlıca iki şey anlaşılıyor:
olmasa da olurdur, lüks addedilebilir. Birincisi İstanbul’un bir destinasyon olarak daha
etkin, daha çarpıcı şekillerde pazarlanması, ikincisi
Ankara, şu temel varsayım üzerinden mantık ise kentsel mekanın turizme uygun şekilde yeni-
yürütür: İstanbul’un turizmi, bunun etrafında den-üretimi ya da yeniden yapılandırılması. Bu
gelişen ilişki ve etkinlikler sorun üretmeye aday- durum, yukarıda söz edilen ve tarihsel nedenlerden
dır. Ancak bu sorunları üreten ortam, İstanbul, kaynaklanan gerilimli hallere yol açıyor. Turizm,
bu sorunları kendi başına çözme kapasitesine ve kentin “maalesef” bir türlü mutenalaşamayan gü-
yeteneğine sahip değildir. Dolayısıyla potansiyel neyinin geri-fethine (“re-conquista”) ya da “kuzeyli
hata alanlarının üst özne tarafından düzenli ola- alan”ın genişletilmesine payanda oluyor.
rak denetlenmesi gerekir.
Bir örnek üzerinden gidersek: “İstanbullu tu-
Yapılması kaçınılmaz hataların en önemlisi, ristler” Balat-Fener turu yapmaktadır. Grup virane
üretilen gelirden yeterli bir payın Ankara’da duran halindeki –diyelim ki- Kantakuzenos Evi’nin önü-
merkezi kasaya aktarılamamasıdır. İstanbul’un ne geldiğinde sesler yükselir: “Ah, burası şimdi ne
turizmi Ankara bürokratlarının iştahını kabartır. güzel bir ‘küçük otel’ olurdu… Hayır, hayır, buraya
İstanbul ise merkezi kasanın sağmal ineği olarak bir ‘gourmet restaurant’ çok daha iyi giderdi...”
görülmekten pek hoşnut sayılmaz.
Kuzey-İstanbullular, 1850’lerden itibaren terk
3. İstanbul’da turizmi gündeme getirmek: Tu- ettikleri Tarihi Yarımada’yı ve 1950’lerden itibaren
rizm, aktörlerinin bilinçli bir projesi anlamında terk ettikleri Pera’yı kurtarılmış adacıklar bazında
pek fazla etkili olamadı da fena mı oldu? Hayır, geri-fethetmeye, kendi davranış, tüketim ve este-
muhtemelen böylesi daha sevimli. Turizm şim- tik kalıpları içinde anlamlandırabilecekleri, için-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-371
İSTANBULLAŞMAK

de kendileri gibi olanlarla birlikte varolabilecek- tik tanıtım projeleri ya da turistik yatırım alanları,
leri “enklav”lar yaratmaya soyundular (bak. Ka- özelleşmiş mekan kurguları üretmek değil.
palı-Site). Bu adacıklar tarihi kültür varlıklarının
etrafında, yakınında oluştu. Ancak Kuzeyliler, Yapılacak iş kentin misafiri ile ev sahibi-
bu alanlara yeniden tam anlamı ile yerleşmeye, ni aynı paydada buluşturmak; hayli benzersiz
buralarda bizzat ikamet etmeye de bir türlü gönül bir metropolün zengin potansiyelini herkesin
indiremediler, nedenleri çeşitli. kendince değerlendirebileceği kapıları açmak-
tan ibaret. Özelde turist için değil kalıcı ya da ge-
“Turistik proje”nin anlamı bu noktada be- çici her türlü kentli için proje üretmek, kent bil-
lirginleşiyor: Turist, (mümkün mertebe yukarda gisini herkes için erişilebilir kılmak, yerel dile
belirtilen ideal profile uygun olmak kaydı ile) ge- hakim olmayanlar için bilgiyi tercüme etmek.
çici kullanımı ile, mekanı kuzey adına, kuzeylileri
temsilen tutması gerekendir. İstanbul’da turist, Bu perspektifte turizm, zorunlu olarak dö-
kendi için varol(a)maz, buna elvermeyecek kadar nüşmek zorunda: Babadan kalma usullerle yola
çetin bir mücadelenin orta yerine düşmüştür. devam etmesi mümkün değil. Turizmin alanı-
Turist, kendisi bunun hiç farkında olmasa da, nın genişlediği ve gündelik olanın içinde görün-
İstanbul’da “görevli” bulunmaktadır: Misyonu, mezleştiği bir kentte, eski usullerle katma değer
varlığı ile, yarattığı talep ile, kullandığı mekan, oluşturmak ve kendini meşrulaştırmak imkan
tüketim ve varoluş kalıpları ile Öteki’ni ötelemek, dahilinde değil. Yaratıcı olmak, mevcut metropo-
geri-fethin önünü açmaktır. lü bir gerçek olarak kabullenmek, onu iyi gözlem-
lemek ve katma değer oranı yüksek, özgün, yara-
Turizmi ortadan kaldırmak: İstanbul’da turis- tıcı ürünlerle ayakta kalmayı öğrenmesi gerek.
tik sorunun olası makul çözümü, turizmi ayrışmış
bir alan olarak ortadan kaldırmak, turizmi kentin İstanbul’un turizmi bir gerginlik stratejisi ol-
gündelik hayatının içinde, özelde de turizmi tu- maktan çıkarıp normalleşme mecrasına akıtmak
rizmin içinde eritmek olarak görünüyor. İhtiyaç için yeterli özdeneyimi var, oluştu: Bavul turizmi
duyulan şey, bir normalleşme stratejisi. Yeni turis- olarak damgalanıp hor görülen alan, kentin gün-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-372
İSTANBULLAŞMAK

delik hayatı ile, sıradanlığı ile normal, sıradan bir Tam olarak Florida olduğu söylenemez ama ol-
ilişki kurmanın pratiğine işaret ediyor: Akıllı bir mak ister. Villaların genellikle birbirinin aynı
turizm politikasının, varolan kentle aracısız ilişki görünmesi ve yüksek binaların da bir temanın
kurmak konusunda ısrarcı olmuş bu deneyimden çeşitlemeleri olması, yatırımcılardan mimarlara,
öğreneceği şeyler var. belediye yetkililerinden alıcılara uzanan bir ak-
törler zincirinin hayalgücü yoksunluğuna işaret
—Orhan Esen eder. Duvarların ötesinde genellikle başka kapalı
siteler vardır, ama eninde sonunda, başka bir şeye
>Kapalı-Site, Kuzey İstanbulluluk varılır.

Bu “başka şey”i kentsel çorak arazi sanmak


VAROŞ (I) mümkün: Otobanlar, sanayi bölgeleri, araba ga-
lerileri, toptan satış merkezleri. Ancak trafik alt-
Sınıfsal terimlerle tanımlanmış dış mahalle.
[Ed.] yapısı ve üretim ve tüketim yerlerinin arasında
yoğun nüfus taşıyan büyük kentsel mekan parça-
Slavca Var (Kale) kelimesinin Macarca, aynı za- ları var: Dar sokaklar, birbirlerinin ışık ve havaya
manda şehir anlamına gelen Varos kelimesine erişimini kesen yüksek apartmanlar, seyrek yeşil
türemesi sonucu oluşan kelime Türkiye’de eski- alanlar ve yetersiz sayıda çocuk oyun alanları.
den extra-muros, yani duvarlar ötesi bir kentsel Orantı ve boyut açısından tüm itidali kaybetmiş
yerleşimi ifade etmek için kullanılırmış ve birçok büyük camiler ve hatta Cemevleri, İstanbul’un
açıdan bu hala böyle. Tek fark bahsi geçen duvar- büyük ve giderek daha fazla kendine güven sahibi,
ların tarihi kalelere değil orta üst sınıfın kapalı ama hala görece fakir Alevi cemaatlerinin yeni
sitelerine (bak. Kapalı-Site) ait olması. Banliyöler- dini binaları. İşte burası varoş, ve muhtemelen
de, bu tür kapalı siteler, yüksek bina grupları ol- İstanbulluların çoğunluğu burada yaşıyor. Bu böl-
sun villalar olsun, peyzajlandırılmış bahçelere, geler şehrin resmi yapılarına tam entegrasyonun
suni göllere ve bakımlı kamusal alanlara sahiptir. farklı aşamalarında olabilirler ama hepsi orta sı-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-373
İSTANBULLAŞMAK

nıf hayatın konforunu paylaşmak üzere eninde lemsel duvarlar da kendilerini abartılı bir düzeyde
sonunda İstanbul’un bir parçası olmak yolunda. önemsemelerini kültürel üstünlükle karıştıran
kanaat önderleri tarafından denetleniyor. Bu ça-
Üst orta sınıf site ile göçmen varoş arasında- tallaşma üzerine kurulu dünyada varoş halkı es-
ki toplumsal-mekansal düşmanlığın gelişimini mer saçlı, esmer tenli ve dünyadan haberi olmayan
tamamlaması ve kentsel üst orta sınıf gözündeki insanlardan oluşuyor. Hizmet işlerinde çalışır,
yakın tehdit konumuna varması için onsuz olmaz ancak bütçeleri yettiğinde et yerler, kıllıdırlar ve
bir bileşen daha gereklidir: Şiddet, hem yapısal ter kokarlar. Şehrin son dönemde yeniden açılan
hem de gerçek. İkisinin de en alt noktasını belirle- ve belediye tarafından işletilen plajlarına gittikle-
yen ve varoşu kentsel kaosun ve kontrolsüz göçün rinde beyaz iç çamaşırlarıyla yüzerler, başörtülü
tehlikelerinin simgesi tayin eden kırılma 1995’de karıları ise onları izleyip mangalı hazırlarlar. Ka-
polisin Gazi Mahallesi’nde 17 Alevi göstericiyi dınlarını döverler, genellikle doğru düzgün Türkçe
öldürmesiyle gerçekleşti. Çoğu gençti ve belediye bile konuşamazlar –özellikle Kürt iseler- ve çoğu
hizmetlerine sınırlı erişimden devlet dairelerinde baş belasıdır. Bir de yanlış partiye oy verirler, ken-
ırkçı ön yargılara ve güvenlik kuvvetleri tarafın- dileri için iyi olanı bilmezler çünkü.
dan sebepsiz gözaltına alınmaya uzanan bir dizi
ayrımcı politikaya karşı gösteri yapıyorlardı. “Işık şehri”nin ileri karakollarında yaşayan
“beyaz” şehirliler düzenli ve temizdir, parfüm
Terimin olumsuz çağrışımlarının Gazi olay- kokarlar ve iyi eğitim görmüşlerdir. Deniz ürünleri
larıyla belirlenmesinin ardından son dönemde ve sebzelerden oluşan incelikli yemekleri tercih
orta üst sınıfın bazı üyelerinin esmer ve kirli “öte- ederler, bunları da yerel şaraplardan bir seçki eşli-
kiler”inden kendilerini ayırt etmelerine yardımcı ğinde tüketirler. Laik, kozmopolittirler ve yüksek
olan ek bir takım simgesel ağırlıklar da yüklendi İstanbul Türkçeleriyle gururlanırlar. Kadınlar
terime. Varoş ve site arasındaki sınırın güvenliğini özgürleşmiştir, kendilerine güvenirler. Meclise
sağlayan beton duvarlar ve güvenlik görevlileriyse, girmek için gerekli yüzde on barajını geçmeye
“beyaz” ve “esmer” İstanbullular arasındaki söy- çabalayan partilere oy verirler.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-374
İSTANBULLAŞMAK

“Işık şehri”nde yaşayanlar, birçok Alman’ın ekonomik olarak alt sınıfın yaşadığı semtler değil,
Türkleri, kendilerinin yandaki varoşta oturan aynı zamanda elitist modern kent kültüründen
münasebetsiz komşularını nitelerken kullandığı dışlanmış kentli tabakanın yaşadığı semtlerdir.
terimlerle nitelendirdiğini öğrenince sinirlenirler. Bu semtler aynı zamanda belirgin bir din, mez-
hep veya etnik cemaate, ilişkiler ağına ve siyasi
—Kerem Öktem kimliğe de tekabül edebilir. “Varoş”un uluslara-
rası kullanımı -anlamsal olarak birebir karşılığı
>Kapalı-Site olmasa da- “ghetto”dur. Genel olarak, modern
kent tanımında, kentin çeperlerinde ya da kent
çeperi ve merkezinin birbirine karıştığı İstanbul
VAROŞ (II) gibi günümüz mega-kentlerinde göç (bak. Göç) ve
sosyal kimlik ayrımcılığı gibi etkiler ile oluşmuş
16. yüzyıldan itibaren Macarcadan alınarak bölgeler, semtlerdir. Kent yoksulluğu ve toplumsal
kentlerin dış mahalleleri anlamında kulla-
düzeyde verilen siyasi-kültürel kimliğin görünür
nılan terim; 1990’lardan sonra kentlerin eski-
den imarsız ama artık çoğunlukla yasallaşmış bir şekilde ortak kent kültürü ve yaşamına eklem-
kesimini niteler. [Ed.] lenme mücadelesi, varoşun kente ait fiziksel bir
alandan çok sosyal bir olgu olarak tanımlanmasını
İstanbul’da bir dolmuşa (bak. Dolmuş) atlayıp gerektirir. Birçok varoş, gecekondulaşma (bak.
Ümraniye, Dudullu ve Sarıgazi’ye veya Esenler Gecekondu; Post-gecekondu) dönemi ile birlikte
Otobüs Garı ile Merter arasındaki semtlere gittiği- rant mafyası ve devlet güvenlik güçlerinin baskısı
nizde, Levent’deki iş kulelerinin hemen arkasına altındadır. Kent çeperlerinde 1950’ler sonrasında
geçtiğinizde ya da kozmopolit İstiklal Caddesi’nden Anadolu’dan gelen göç dalgası ve gecekondulaşma
(bak. İstiklal Caddesi ya da “Beyoğlu”) birkaç so- ile oluşan yerleşim alanlarının “apart-kondulaşa-
kak aşağıya, Tophane’ye indiğinizde, ilk adımda rak” 1990’larda ekonomik anlamda kentin servis
belki mekansal olarak değil fakat sosyokültürel sektörüne tamamen eklemlenmesi, çeşitli kültü-
anlamda belirgin biçimde sınırlanmış, ayrılmış rel kimliklerin sosyal anlamda kutuplaşmaları
semtlere varırsınız. Varoş, genel anlamda sadece ve “zorunlu göç” ile dönüşerek kentin içinde ve

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-375
İSTANBULLAŞMAK

çeperlerinde adacıklara dönüşmüştür. Varoşlar, ilişkileri ile sağlanır ve tüketim ucuzdur; kentin
ucuz emek ve kentin kayıtdışı ekonomisi ile kent tam merkezinde yer alır; parası olmayan ve üstten
ekonomisine eklemlenmektedirler ve çoğu gele- empoze edilen kent kültürüne kendini ait his-
neksel muhafazakar toplumsal özellikler ve cema- setmeyen kentli için yaşaması rahat bir semttir.
atleşme özelliklerini korumaktadır. Hısım-akraba Diğer yandan Tophane, elitist kentlinin yaşamaya
ağının Anadolu’daki memleketleriyle ilişkilerini cesaret edemediği, uyuşturucu, hırsızlık ve fu-
kentsel-toplumsal örgü içinde sürdürmüşlerdir ve huş dolayısıyla yaşanamayacağını düşündüğü bir
hala sürdürmektedirler. 1970’lerin Arabesk müziği yerdir. Mekansal olarak İstanbul’da varoşlar, seç-
(bak. Arabesk), köyden kente göçün sosyal prob- kin modernist kentli elit tarafından hala tekinsiz
lemlerini yansıtmakta, kent içinde ekonomik ve ve kente dair korkuları meşrulaştıran yerlerdir.
toplumsal şartlar altında ezilen, kentli olmayan Hırsızlık, cinayet, fuhuş, uyuşturucu, radikal sol
mazlumları anlatmaktaydı. 2000’lerde ise popülist eğilimler ya da terör, elitist kentlinin, devletin ve
ve gösteri kültürlerinin özneleri olan büyük alış- medyanın varoşları suçlulaştırmada kullandıkları
veriş merkezlerinin neredeyse hakimiyetindeki söylem kodlarıdır. Dolayısıyla kentsel dönüşüm
kentin tüketim kültürü ile birebir gelişen bir tür ve iyileştirme projeleri adı altında (bak. Güzel-
Hip-Hop, Kral TV Pop müziğinin, bir kısım varoş leştirme; Kentsel Dönüşüm; Temizleme), sadece
gencinin kente bakışlarını, kente nasıl eklemlen- özel girişimciler değil devletin kurumu TOKİ bile
diğini yansıtmaktadır. bu söylemleri kullanarak rant pazarını destek-
lemekte ve dönüşümleri meşrulaştırmaktadır.
Benim yaşadığım semt olan Tophane’de (Kum- Bu nedenle, hem siyasi-kültürel kimlik ayrım-
baracı Yokuşu ve Boğazkesen Caddesi arasındaki cılığını meşrulaştırma ve kontrol edilebilirliğini
yerleşim alanında) Çingeneler, Siirtli Araplar ve kolaylaştırmada, hem de ekonomik bağlamda
az da olsa Kürtler yaşamaktadır. Kent merkezin- kısa dönemli kazançlar elde etmede “varoşlar”
de bir küçük varoş alanı olarak adlandırabilece- araçsallaştırılmaktadır. Gelecekte varoşlar mı?
ğim bu semt, Merter’in arkasındaki varoşlara ve Toplu konutların, kentsel dönüşüm projeleri ile
diğerlerine göre sokak kültürünü zengin tutma birlikte ne yazık ki varoşların merkezleri olacak-
anlamında daha romantiktir. Güvenlik cemaat larına inanmaktayım. Böylece kent merkezleri,

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-376
İSTANBULLAŞMAK

bir anlamda özelleştirilmiş, sterilleştirilmiş ve gerçekleşmesini sağlar. Viyadüğü köprülerden


tamamen tüketim nesnelerine dönüştürülmüş, farklı kılan, geniş bir açıklığı dev taşıyıcı ayaklar
varoştan ve sorunlarından kurtulmuş olacaktır. aracılığıyla daha küçük açıklıklara bölmesidir.
Böyle bakılınca, viyadük ardı ardına gelen bir dizi
—Pelin Tan nispeten mütevazı köprüden ibarettir.

>Arabesk, Dolmuş, Gecekondu, Göç, Viyadükler, Boğaz’ın her iki yakasında doğu-
Güzelleştirme, İstiklal Caddesi ya da batı doğrultusunda gelişen İstanbul gibi lineer bir
“Beyoğlu”, Kentsel Dönüşüm, Post gecekondu, kentte, kentin uzak uçlarının hızla gidilen otoyol-
Temizleme lar aracılığıyla yakınlaşmasına yardım ederler.
Özellikle boğaz köprülerinin yaklaşım yolları üze-
rinde sıkça kullanılmışlardır. Boğaz köprüsü ve
VİYADÜK viyadükler arasındaki ilişki, dönemin yöneticileri
tarafından boğaz geçişini sağlayan ikinci köprü-
Vadileri aşmak için ayaklar üzerinde yapılan
köprü yol. ye kenti fetheden Osmanlı padişahı Fatih Sultan
Mehmet’in (bak. Fatih Sultan Mehmet) ve ona
Özellikle otoyol gibi araçların hızlı seyrettikleri erişimi sağlayan en uzun viyadüğe Fatih’in hocası
yollarda inşa edilirler. Araçların rampa inip çıkar- Akşemseddin’in isimleri verilirken de sezinlenmiş
ken yokuşlarda ve virajlarda yavaşlamadan belli olsa gerek. Şehrin iki uzak ucunu Boğaz köprü-
bir hız seviyesinin üstünde seyredebilmeleri için leriyle birleştiren, zamanı hızlandırarak mekanı
rampa eğimini ve virajların keskinliğini azaltmak yakınlaştıran otoyolların İstanbul’un tepeleri ve
için yolu vadiye indirmeden trafiği tepeden te- vadileri üzerine uyarlanmalarına aracılık ederler.
peye aktarmak için düşünülmüşlerdir. Viyadük
öncelikle, su kemerinin suyu şehre getirmesi gibi, Viyadük dünyayı ikiye böler; üzerinde seyre-
araç akışının enerji açısından en ekonomik –bu denler ve altından geçenler. Otoyolun dev ayaklar
durumda en az eğim farkı olan- rota üzerinde üzerinde adeta uçarak tepeden tepeye sıçradığı,

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-377
İSTANBULLAŞMAK

gövdesinin gölgesini düşürdüğü vadilerdeki ya- Otoyolda hızla ilerlerken bir viyadük üzerin-
şantıyla, otoyolun üzerinde saatte ortalama yüz den geçilen kısa zaman dilimi, belki de herhangi
otuz kilometre hızla yaşanan deneyim arasında, bir insanın başka bir gezegende başka bir uygarlı-
viyadüğün aşmaya çalıştığı açıklık kadar geniş ğın üzerinden geçerken hissedilebileceği merak,
bir kopukluk, karşıtlık vardır. Sadabad ya da Or- yabancılık, dokunulmazlık, aşkınlık, gözetleme,
taköy viyadüğünün ayakları arasında, bir kent öğrenme, belgeleme arzularının karışımını gü-
parçasındaki gündelik koşuşturmaca görece daha nümüzde deneyimleyebileceği ender anlardan
sakin ve uzun süre giderken, viyadük üzerinde biridir. Kentin kullanıcısı kendi yaşam örgüsünün
uzun mesafeleri kısa sürede bir an önce aşmayı kent üzerine yansımış izleri üzerinde yol alırken,
hedefleyen bir telaş yaşanmaktadır. Viyadüğün viyadüğün yarattığı panoramik açıklıktan (bak.
dev ayakları, bir zamanlar padişahların sayfiye Panorama) belki de hiç temas etmeyeceği, hiçbir
yöresi Sadabad’ın (bak. Sayfiye) yavaş zamanının zaman kendi yaşantısının bir parçası olamaya-
üzerinde dikilerek, kentin ne kadar büyük, ne cak kent parçalarından fragmanlar, görüntüler,
kadar çok, ne kadar hızlı olduğuna işaret ederler. uzak yaşantılardan olası izler derler. Kentin hayali
Viyadüğün gövdesinin altı, kentin zamanlarına gövdesi zihninde şekillenir, kafasındaki genişle-
ve boyutlarına ilişkin büyük çelişkilerin içten içe tilmiş kent imgesiyle bütünleşik bir ilişki başlar.
hissedildiği eşsiz bir yerdir. Özellikle tasarlanma- Kişi kentin tepeli vadili topoğrafyasının yarattığı
mış, ulaşımın ve topoğrafyanın dinamikleri etki- imkan aralığından, geniş kent parçalarını bir ba-
sinde şekillendirilmiş viyadüklerin İstanbul’un kımlık ana sığdırabilir. Viyadük üstünde zaman
kıyılarından uzak vadilerindeki yaşamlar üzerine hızlanıp daralırken mekan genişler, bir anlık de-
yansıttığı görüntüler, yarattığı siluet (bak. Siluet), neyime sığacak uzayın hacmi çoğalır.
ayaklarının arasında gölgesinin düştüğü yerlerde
oluşturduğu mekan, bir bakıma kendi haline bı- —Saitali Köknar
rakılmışlığına ve kendiliğinden oluşmuşluğuna
karşın son derece özel ve ayrıksı, kent ile doğru- >Fatih Sultan Mehmet, Panorama, Sayfiye, Siluet
dan ilişkili, kent olmasa oluşmayacak bir deneyim
tarif eder.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-378
İSTANBULLAŞMAK

YABANCI İstanbul nüfusunun büyük çoğunluğunun


birinci, ikinci veya üçüncü kuşak göçmen olduğu
Sürekli olarak artık gerçek İstanbullunun bilinmektedir. Taksiye bindiğinizde, bir kahve-
kalmadığından söz edilen bir kentte herke-
sin ortak sıfatı olması gerekirken, sadece haneye girip çay söylediğinizde, bir devlet dai-
Türkiye dışından gelenleri niteler (neden- resinde bir türlü bitmeyen işinizi bir memurdan
se). [Ed.] ötekine giderek takip ederken veya -konuşkan
biriyseniz- toplu taşıma araçlarında yaptığınız iki
Başka bir milletten olan kişi, ecnebi. İstanbul’da saatlik yolculuklardan birinde yanınızda oturanla
yabancıların 19. yüzyıl başından itibaren Pera muhabbet ettiğinizde, aynı sorunun sahibi veya
(bugünkü Beyoğlu) bölgesinde yoğun olarak ya- muhatabı olursunuz: “Nerelisin Hemşehrim?” Bu
şadığı bilinmektedir. Günümüzde İstanbul’a ça- sorunun muhtemel cevaplarından biri, “Doğma
lışmaya veya yaşamaya gelen yabancılar yine yo- büyüme İstanbulluyum, ama aslen…” diye baş-
ğun olarak Beyoğlu bölgesinin Cihangir, Galata, layanı, bir diğeri ise “Biz aileden İstanbulluyuz”
Asmalımescit ve Tünel semtlerinde yaşamaktadır. olabilir. (Bu cevap karşıdakini çoğunlukla tat-
/ Tanınmayan, bilinmeyen. İstanbulluların her min etmeyecek, kökenlere ilişkin sorular devam
gün karşılaştıkları yenilikleri tanımlamak için edecektir). Kimin bizden, kimin yabancı olduğu
kullanabilecekleri sıfat. Bu her gün değişen şehir- İstanbul’da karmaşık bir sorundur. Birkaç sene
de, dışarı çıktığınızda bir sokağın adı değişmiş, önce billboardlarda görülen dev Sakıp Sabancı,
tabelalar kalkmış, yerlerine yenileri gelmiş, her Rahmi Koç, Tan Sağtürk, Hülya Koçyiğit ve İbra-
zaman alışveriş ettiğiniz bakkal iflas etmiş, bir him Tatlıses resimlerinin yanındaki “Ben İstan-
bina veya bir semt bir gecede yerle bir edilmiş, bulluyum” (bak. İstanbullu) konuşma balonunun
başka bir yerde bir gökdelen dikilmiş, otobüs sa- tesiriyle ilgili geniş çaplı bir araştırma ise henüz
atleri değişmiş veya her zaman geçtiğiniz bir yol yürütülmemiştir.
kapanmış olabilir. Bu nedenle, İstanbulluların
her gün yabancı bir şehre uyandıkları söylenir. / —İlkay Baliç

Aileden, çevreden olmayan kimse veya şey. >İstanbullu

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-379
İSTANBULLAŞMAK

YABANCILAŞMA hızlanan yalı yapımı 19. yüzyıl boyunca da devam


ederek Boğaziçi’ne özgü bir yerleşme düzeni ve
Karl Marx’ın sanayi devrimi ve çalışma hayatıy-
yaşam biçimini oluşturmuştur. 19. yüzyılın ikinci
la ilgili bir durum olarak anlattığı bu kavram,
günümüzde modern şehir hayatıyla ilgili te- yarısına kadar yalı, mimari özellikleri açısından
mel kavramlardan biri olup, gündelik hayatın diğer geleneksel konutlardan servis mekanlarını
çeşitli veçhelerinde kapılınan bir duyguyu
içeren ve dışa kapalı biçimlenen zemin katların
ifade etmektedir.
bir yaşama mekanı olarak düzenlenmesi nokta-
sında farklılaşır.
Örneğin, toplu taşıma araçlarını kullanmak zo-
runda olmayan bir İstanbullu, Cevizlibağ-Tuzla
otobüsünde ayakta yolculuk ettiğinde, kendi- Boğaziçi kıyıları ve bu kıyılarda yer alan has-
ne, otobüstekilere, otobüse, yolculuğa ve şehre bahçeler içinde yapılan bir sultan konutu olarak
yabancılaşabilir. Veya, asgari ücretle dört kişi- ortaya çıkan yalı, her zaman zengin ve seçkin bir
lik bir ailenin geçimini sağlayan bir İstanbullu, kesime ait olmuştur. Deniz kıyısından tepelerin
Nişantaşı’nda dört kişilik bir ailenin kendi maaşı eteklerine kadar uzanan kullanım alanı, yalıla-
kadar hesap ödediği bir lokantada bulunduğun- rı bir yanda deniz, diğer yanda ormanla birleş-
da, yine kendine, çevreye, mekana ve her şeye tirmiştir. Ahşap konut mimarisinin orta mekan
yabancılaşabilir. çevresinde gelişen plan tipolojisi, çevreye, denize,
bitki örtüsüne ve güneşe en fazla açılım sağlayan
—İlkay Baliç esnekliğiyle yalı biçimlenişinin temelini oluştur-
muştur. Denizle arasında -kimi zaman dar ve ya-
YALI lıya özel bir rıhtım dışında- bir şey bulunmaması,
arkada yer alan büyük bahçeler, tepeler ve deniz
Su kıyısında yapılmış konut. arasında, su ile yeşilin bir araya geldiği bu kıyı
yerleşmesinin özgün biçimlenişini yaratmıştır.
İstanbul söz konusu olduğunda, geleneksel konut
mimarlığının Boğaziçi’ne özgü bir tipi olarak, 17. Boğaziçi’nin, kentten uzakta, doğayla beraber
yüzyılın sonunda ortaya çıkmıştır. 18. yüzyılda ve doğadan keyif alarak yaşamak için gidilen bir

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-380
İSTANBULLAŞMAK

yer olması yanında, yalıların kentin en prestijli 19. yüzyılın ikinci yarısında Boğaziçi’nin kent-
yerinde konumlanmış birer statü simgesi olmaları le bütünleştirilmesini hedefleyen kent içi deniz
da yerleşim düzeninin niteliğini belirlemiştir. Ru- ulaşımının düzenlenmesi çalışmaları, yalılarda
meli ve Anadolu yakalarının kıyılarında sıralanan oturanların kentle ilişkisini artırmışsa da yalıların
bu yapılar, yapıldıkları dönemin ekonomik ve mevsimlik kullanımı neredeyse 20. yüzyılın ilk
politik gücünü elinde bulunduran başta sultan ve çeyreğine kadar sürmüştür.
eşleri olmak üzere, vezirler, paşalar ve Hırıstiyan
azınlığın oluşturduğu ticaret burjuvazisinden Yalının sıradan bir konuttan öte bir statü
oluşan saray çevresi ve varlıklı esnaflar tarafından göstergesi olması, farklı dönemlerin mimari üs-
yaptırılmışlardır. Boğaziçi’nin “sayfiye” (bak. luplarının seçkin örneklerini bu suyolunun iki kı-
Sayfiye) niteliği ve yalı-deniz ilişkisi özgün bir yısında bir araya getirmiştir. 20. yüzyılın başında
yaşama biçimini de beraberinde getirmiştir. Yaz Art Nouveau’nun İstanbul’a özgü ahşap örnekleri
başlarında Boğaz’a taşınılması ve sonbaharda ile 1960’lardan sonra Sedad Hakkı Eldem’in yeni
İstanbul’a dönüş, uzun süren hazırlıklarla bir göç gelenekselci konut tipolojisinin örnekleri yalı
niteliğinde gerçekleşmekte ve mevsimlerin belir- dizileri içinde yeri almıştır.
leyici olduğu bir yaşamı tanımlamaktadır.
1980’lere gelindiğinde Boğaziçi kent içindeki
19. yüzyılın ikinci yarısına dek ulaşımın bü- prestijli konumuyla, bir yandan İstanbul’un kont-
yük ölçüde deniz yoluyla sınırlı olması, yalıların rolsüz yayılışı ve kentte yaşanan olağan “rant”
çoğunun altında birer kayıkhane bulunmasını kavgasının önde gelen çekim merkezlerinden biri
neredeyse zorunlu kılmıştır. Yalıların, bir taşlık ve olarak öne çıkarken, diğer yandan bu özel alanın
havuzlu mekanları içeren zemin katları, arkadaki tarihi ve mimari kimliğinin korunması günde-
geniş bahçeye açılır. Tepelerin eteklerine uzanan me gelecektir. Bu karşıtlıklar ortamında getiri-
koru ve diğer yapılarla olan bağlantı aradan ge- len yasaklar ve bu yasakları delmede yeni arayış
çen bir yol bulunması durumunda bir köprüyle çabalarının sonucunda yalıların, dolayısıyla da
sağlanmıştır. Boğaziçi’nin restorasyonu (bak. Restorasyon) ka-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-381
İSTANBULLAŞMAK

çınılmaz olacaktır. Ancak burada sözü edilen “res- amacı ön plana çıkarılarak yolların genişletilmesi
torasyon”, var olanın onarılmasından çok ötede bir ve yerleşik ahşap konut geleneğinin yerini kagir
yeniden inşa eylemini tanımlamaktadır. Apartman yapıların alması hedeflenmiştir.
yalılar, yalı apartmanlar, yeni tarihli 18. ve 19. yüz-
yıl yalıları, semirerek küllerinden doğan yalılar, bu Kentte bu dönemde ortaya çıkan çok sayıda
yolla kentin yeni yapı tipleri olarak sahne alırlar. yangından özellikle büyük alanların tahribine yol
açanlar, dönemin “yenileme alanları”nı oluştur-
—Yıldız Salman muş, Batılı düzende planlanan yeni kent dokuları
bu alanlarda oluşturulmuştur. 1856 tarihli Aksaray
>Restorasyon, Sayfiye yangını bu türden uygulamaların ilk örneğine
zemin hazırlamıştır. Yangın sonrasında yapılan
haritalandırma ve kent ölçeğinde planlama çalış-
YANGIN maları, İstanbul’un kentsel dönüşümü açısından
bir dönüm noktası oluşturur. Aksaray yangınını
Kent dokusunu değiştiren en önemli etken- izleyen 1865 Hocapaşa yangını, İstanbul tarihi-
lerden biri. İstanbul özelinde “eğri büğrü”
nin en büyük yangını olmanın ötesinde, yıllar
sokaklar etrafına dizilmiş ahşap evlerden,
“Avrupai” düzende planlanmış kent dokusuna sürecek bir kent planlama çalışmasının sebebi de
geçişin en önemli nedenidir. olmuştur. Sokakların genişletilerek yeniden dü-
zenlenmesi ve yeni inşa edilecek yapılarda kagir
İstanbul’un tarihi boyunca defalarca tekrar eden malzeme kullanımını destekleyen düzenleme-
yangınlar, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren lerin yanı sıra, Batılı anlamda bir kent yaratmak
yeni kurulan belediye teşkilatı ve bu teşkilatın üzere anıtların çevrelerinin de yapılardan arın-
görevleri arasında yer alan kentin planlanma- dırılması, anıtların kent içinde öne çıkmalarının
sı başlığı altındaki çalışmalara zemin hazırla- sağlanması, dolayısıyla tarihi eserlerin korun-
yarak kentin başına gelen bir felaketten, kentin ması fikrinin -sistematik olmasa da- planlama
planlanabilmesi için bir fırsata dönüşmüştür. Bu çalışmaları içinde yer alması gündeme getirilmiş
bağlamda, yangın güvenliğinin sağlanabilmesi oluyordu. Bununla birlikte özellikle Divanyolu

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-382
İSTANBULLAŞMAK

örneğindeki gibi anayol olarak planlanan ve ge- nak durumuna gelmiştir. Zararın göreceliği bu
nişletilmesi hedeflenen akslar üzerindeki anıtlar, olabilir mi?
çalışmaları zorlamaktaydı. Ayrıca, Konstantinos
Sütunu’nu çevreleyen meydanın düzenlenebil- —Yıldız Salman
mesi adına Çemberlitaş Hamamı’nın bir kısmı
yıkılmıştır. Tarihi Yarımada dışında yangınların
şekillendirdiği önemli alanlardan birisi de 19. yüz- YARA
yıl İstanbul’unun Avrupa’sı Pera idi. 1870 yangını
Taksim’den Galatasaray’a kadar olan alanı tümüy- İstanbul’a ve İstanbulluya ilişkin her toplum-
sal psikoz, her travma, her acı. [Ed.]
le yok edince yine bir plan hazırlatılmış, ancak
planın çok büyük yatırımlar gerektirmesi halkın
muhalefetiyle birleşince, sadece ana arterlerin İstanbul’un en eski yarası, İstanbulluların (bak.
düzenlenmesiyle yetinilmek zorunda kalınmıştır. İstanbullu) İstanbul’un sahibi olamama duygu-
larından kaynaklanıyor. Sakinlerinin içi rahat
Verdiği tüm zararların yanında, 19. yüzyılın olmayan bir şehir bu. Düşünsenize, işgalden 550
ikinci yarısındaki yangınlar yangın sigortacılı- yıl sonra İstanbul’un Fethi gösterileri tertipleyip
ğının özellikle 1880’lerden sonra yeni bir sektör kendi imgelerini kutluyorlar (bak. Fatih Sultan
olarak gelişmesine zemin hazırlamıştır. Modern- Mehmet). Belli ki hala İstanbul’un ele geçirildiği-
leşmenin kentsel alana yansıması olarak sunulan ne inanamıyorlar. Benim misin? Aklın hala eski
altyapı ve kentsel hizmetlerin sağlanmasında sevgilinde mi? Benimle sevişirken gözlerini ka-
karşılaşılan güçlükler nedeniyle yangınlar, 20. padığında onu mu düşünüyorsun? İstanbul’un
yüzyılın ilk çeyreğine kadar kent için bir tehdit bir türlü emin olamadığı bir acı, bir sıkıntı, bir
oluşturmaya devam etmiştir. Bununla birlikte, şüphe, bir yara bu.
günümüzden bakıldığında o dönemdeki yangın
tehditlerine karşı sigorta şirketleri tarafından Karısının sobanın üzerinden çayı alırken du-
hazırlanan haritalar, kentin 19. yüzyıla ilişkin raksamasına bakıp aklı hala eski sevgilisinde mi
birçok verisini barındıran çok önemli birer kay- anlamaya çalışan bir koca İstanbullu. 550 küsur

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-383
İSTANBULLAŞMAK

“şanlı” yıl geçmiş, ama hala İstanbul gözünü uza- İstanbullu olduğunu bir şekilde söylüyor. Bunun
ğa diktiğinde, İstanbullu işkilleniyor, bağırıp çağı- üzerine beyamca da ona “o zaman siz Rumsunuz!”
rıyor, üzerine yürüyor, rahatsız olup gösteri ya- demesin mi… Bütün otobüs donup kalıyoruz.
pıyor, bayrak çekiyor. Böyle anlarda, İstanbul’da
hiç İstanbullu olmadığını düşünmek mümkün. En eski “Türk Tangosu”ndan Seyyan Hanım
Uzağa dikilmiş gözler ve doğası gereği sonuçsuz cevap veriyor: “Mazi kalbimde bir yaradır / Bah-
kalmaya yazgılı bir hırs arasında bölüştürülmüş tım saçlarımdan karadır.”
manzaralarına bakarken (bak. Manzara) veya
içinden, sallana sallana, terleye terleye geçerken, Hatırlar mısınız, birkaç sene önce ilginç bir
aynı yaranın türlü türlü zonklamalarıyla karşı- olay olmuştu İstanbul’da. Zihinsel özürlü çocu-
laşmak mümkün. ğunu henüz beş yaşındayken kaybeden bir anne,
otuz yıl sonra oğlu bulunduğunda hemen yaraları-
İstanbul belediye otobüslerinden birinde ta- nı kontrol etmiş, yaralarından tanımıştı evladını.
nık olduğum eğlenceli bir tartışmayı anlatmam Gözyaşları içinde.
gerekecek bunu açmak için. Kalabalık bir İstanbul
otobüsü. Sallana sallana, terleye terleye şehrin İşte bunlar kalbindeki yaralar değil, bedenin-
içinden geçiyoruz. Ellili yaşlarında bir beyamca deki yaralardı. İstanbul’u çıplak görmüş olan, be-
ile bir hanımefendi tartışmaktalar. Hanımefendi, denindeki yaraları da bilir. Onu yıkayıp paklayan
beyamcanın şimdi hatırlamadığım bir sebeple ka- annesini yıllar önce kaybettiğine göre, İstanbulla
balık ettiğini düşünüyor ve beyamca da doğrusu sevişmiş olanlar bilebilir bugün ancak bedenin-
daha kaba sayılmayı kabul etmeye yanaşmıyor. deki yaraları.
Kim kabadır kim kibardır tartışması başlamış Ne geldi aklıma, Zapatistaların Subcomman-
durumda. Söz sözü iteklerken tartışma yavaşça dante’si Marcos, bir söyleşisinde, on çocuk sahibi
kim daha yeni İstanbulluysa o garanti daha kaba olmasına rağmen karısını hiç çıplak görmemiş
olandır gibi bir yerde düğümleniyor. Karşılıklı bir Meksika köylüsünden bahsediyordu. O Mek-
eski İstanbulluluk iddiasında bulunuyorlar. Sonra sikalının İstanbul’daki uzak akrabaları, vajinayı
hanımefendi kendisinin çok daha eski, en eski görseler belki de bir yara sanacaklar. Dahası vaji-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-384
İSTANBULLAŞMAK

na, görülmeye görülmeye, bakılmaya bakılmaya ları bir kağıdı okuyabilirler, neymiş diye merak
yaralaşmış da olabilir. edip. Kadıköy’ün tek yarası İstanbul olmamaktır.
İstanbul’un başka bir yer olması Kadıköy’ün içine
Ah şu cinsiyetleştirmeler, erkek egemen ta- oturan yegane şeydir şu hayatta. Eğer Kadıköy
hayyül, nereden de gelip buluyorsun beni… Gürdal İstanbul’da olsaydı hiçbir sorunu kalmayacaktı
Duyar’ın Güzel İstanbul anıtına çok işkence yap- diyebiliriz. Ama işte İstanbul’da olmadığını ak-
tılar ya, o yüzden mi İstanbul denince başka bir şam çökerken bir güzel anlar. Galiba bu yüzden
anıt düşünülemiyor hala? Bakanlar, her Karaköy balonu Kadıköy’e koydular. En azından Kadıköylü
Meydanı’na indiklerinde, o başını arkaya atmış, yükselsin ve İstanbul’u görebilsin bir tepeden di-
elleri zincirli, yerinden sökülmüş çıplak kadın ye. Ama bu bir İstanbul tepesi değil de balondan
figürünü görmeye devam ediyorlar bugün de... bir tepedir. Bu gerçek, bu balon, Kadıköy’ü rahat
bırakmaz.
Karaköy’den karşıya baktım da söylemem
gerektiğini farkettim: Şu bir gerçektir ki, Tarihi Halbuki Beyoğlu öyle mi? Beyoğlu İstanbul’un
Yarımada’nın yüzü gülmez. Sanki içi yaralıdır. Ve neresi olduğunu umursamaz bile. Sayısız gizli
de oraya hiç cumhuriyet gelmemiştir. Eminönü geçidi vardır istediği yere çıkan...
Meydanı’nda takılıp yere düşerseniz, yerde Os-
manlının kokusunu alırsınız. Bir Ortadoğululuk Fatih’te doğdum büyüdüm ben. Fatih’teki
da vardır Eminönü’nde. Arafat lahmacuncusu en büyük yaranın sebebi devasa bir cesetle uyu-
Filistin’in yaralarını ekler acısına mesela. Ve gü- maktır geceleri. Fevzi Paşa Caddesi dedikleri, ama
vercinlerin Ortadoğu’dan taşıyıp getirdikleri umu- bir ucundan açınca Macar Kardeşler Caddesi’ne
du Nimet Abla toza toprağa karıştırır. de dönüşen cadde boyunca giden dev duvarlara
yanaşırsanız korkmadan, cesedin horultuları da
Kadıköy ise cumhuriyettir. Eminönü Mey- gelir kulağınıza.
danı’ndan vapura binip Kadıköy Meydanı’na gel-
diğinizde katman değiştirirsiniz. Kadıköy’de in- İstanbul’un tarihsel siyasi haritası yapılmadı
sanların yüzünün güldüğü olur. Yerde bulduk- henüz. Apartman apartman, sokak sokak, gün

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-385
İSTANBULLAŞMAK

gün izleyemiyoruz İstanbul’un siyasi tarihini. Ritmi, eğlenceyi, espriyi. Ritüelleri, kayıp giden
Hangi ayaklanma nerede çıktı, hangi devrimci hikayeleri yakalamaya çalışır. Dillerini öğrenir,
nerede vuruldu, hangi suikast nerede yapıldı, şarkılarına eşlik eder. Başka bir yol da yaralara
hangi nümayiş nereden başladı? yaralı-gözle bakmaktır. Yaralı-göz yaraya baktı-
ğında ne görür?
Biliyorum, yaralar denince mutlaka sosyolo-
jik yara zonlarından söz etmek icap eder bir şehrin. Bazen bir yaranın istediği en son şey pansu-
Sosyal sorunlar, sürekli kanayan yerler. Gecekon- mandır.
dularıyla (bak. Gecekondu; Post-gecekondu), yok-
sullarıyla, periferik varlıklarıyla ekonomik ve kül- İstanbul’un dönüşümlerini gözönüne ala-
türel yara zonları. Hiçbir yere çıkmayan sokak- rak, İstanbul’un yaraları iyileşiyor mu, yoksa yeni
ların hakimiyetindeki mahalleler (bak. Mahal- yaralar mı açılıyor diye sormamız beklenebilir.
le), bir günde bir merkezde adı konmuş yüzlerce İstanbul kadim yaralarını iyileştirecek formülü
sokak ve caddenin adı ağza alınmayan tüm öz- biliyor da söylemiyor gibidir. Güzel ama yaralı.
neleri... Ölmeden önceki Annabel Lee. Ölü değil ama yaralı
güzel kadın. Yaralı güzellik. İstanbul’un sürekli
Şehrin yara zonlarına bakmanın üç yolu var. baştan çıkarması budur.
Biri uzman-gözle bakmaktır. Uzman-göz bazen
bilimseldir salt: yaraları kategorize eder, deney Boğaziçi her zaman bir seraptır. Boğaz’a doğ-
tüplerine koyar, acıları ölçer, sürekliliklerin altını ru koşup İstanbul’a düşersiniz. Ramazan çadır-
çizer, kanamaların miktarını saniye saniye takip ları da yaralar İstanbul’u. Hiçbir şey inandırıcı
eder. Bazen de idarecidir uzman-göz; yaraların olmaz olur. Hayatta bir sözcük dahi yazmamış
ekonomiye etkisini hesaplar, gerekli düzenleme- mahalleleri vardır İstanbul’un. Hikayeleri hep
leri yapar, planlamaları öne çıkarır, tedavilerin gürültüye gelir.
maliyetlerini karşılaştırır. Bir diğer ihtimal me-
raklı-gözle bakmaktır. Meraklı-göz sanatçının Usulsüz bir atölyede havaya uçan işçiler, bir
gözü olur çoğu kez. Buralardaki hayatı merak eder. tersanede parçalananlar; insanın değeri yoktur

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-386
İSTANBULLAŞMAK

İstanbul’un bu merdiven altlarında. Birilerini YAYALAŞTIRMA


çekip çekip merdiven altında vurarak beslenir
şehir. İstanbul’un gökyüzünü yaralayan upuzun Araç trafiğine kapama.

bayrak direkleri gölgesinde vampirliğin sosyolojik


okuması yapılır. En önemli kentsel dönüşüm tetikleyicilerden biri-
sidir (bak. Kentsel Dönüşüm). Yaya ile araç trafiğini
İstanbul’da bir bira içtiği için bile yaralanabilir ayırmanın daha işlevsel, hijyenik ve rasyonel bir
insan. İçki içmenin kendisi bozguncu bir eylem- kent yaratacağını, hem araçların hem yayaların
miş gibi kodlanır bir bakmışsınız. Hayır hayır, bir kendilerine uygun tasarlanmış yollarda daha ve-
sigara içtiği için bile yaralanabilir. Uygun Ramazan rimli ve sağlıklı bir şekilde dolaşabileceklerini
gününe ve sokağına denk getirdiyse dumanını... öngören Avrupa kaynaklı savaş öncesi moderniz-
minin evladı bir planlama aracıdır. Savaş sonra-
İstanbul tangolarının papatya gibi olanla- sında özellikle kuzey Avrupa ülkelerinde pek çok
rı meşhurdur. İstanbul’a bakıp da sofistike bir yayalaştırma uygulaması yapılmış, İstanbullular
hüzün ve yitip giden bir melankoli görerek içle- için Avrupa’daki yayalaştırılmış caddeler modern-
nenler bunları iyi bilir (bak. Nostalji). Tabii bir leşmenin ve medeniyetin bir sembolü haline gel-
de rembetikosu vardır İstanbul minibüslerinin, miş, örneğin İstiklal Caddesi’nin (bak. İstiklal
fadosu vardır gazete kağıdına sarılı bira içilen çay Caddesi ya da “Beyoğlu”) yayalaştırılması Vakko
bahçelerinin. Tangosunun da jiletle oynandığı gibi caddenin ileri gelen esnaflarınca istenmeme-
semtleri bulunur. sine rağmen basılı medya ve geniş kitleler tarafın-
Yaralarının heykelleri yoktur bugün. Yarala- dan büyük bir memnuniyetle karşılanmış, adeta
yanlarının heykelleri vardır meydanlarında. bir Avrupalılaşma nişanı olarak algılanmıştır.

—Süreyyya Evren Yayalaştırma bir modernleşme göstergesi


olmak dışında, yayalaştırılan bölgedeki esnafın
>Fatih Sultan Mehmet, Gecekondu, İstanbullu, ticari faaliyetini yakından etkileyen ekonomik
Mahalle, Manzara, Nostalji, Post-gecekondu bir enstrümandır. Yayalaştırmanın bir cadde ke-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-387
İSTANBULLAŞMAK

sitinden dakikada geçen insan sayısını artıraca- ruz kalıyor. Depolardan tramvaylar bulunup (bak.
ğı düşünüldüğünde, vitrine bakan, fiyat soran, Tramvay), bayram zamanları ışıklandırılıp, görsel
alışveriş eden insan sayısını da artıracağı öngö- uyumluluk ve görüntü kirliliği ile mücadele adına
rülebilir. Ancak araç trafiğinin belirli saatler ya iş yerlerinin tabela ve vitrinleri belirli standartlara
da servis yollarıyla kısıtlanması, ağır malların bağlanmaya çalışılıyor. Biraz alışveriş merkezle-
ya da araçla mağaza kapısına gelen müşterilerin rinde olduğu gibi (bak. Alışveriş Merkezi). Böyle-
akışını da kısıtlayacaktır. Bu nedenle yayalaştır- ce yayalaştırılarak kurumsallaşan Sultanahmet,
ma, mağazaların, dükkanların, binaların işlev- Talimhane gibi kent parçalarının, kent kimliği
lerini süzerek kentin programını yeniden yazar. tasarımı ve turistik destinasyon üretiminin önem-
İstanbul’un yayalaştırmalarına baktığımızda da li birer aracısı haline geldiğini görüyoruz.
bunu görüyoruz. Avrupa yakasında İstiklal Cad-
desi, Bakırköy İstasyon Caddesi, Sultanahmet, Yaya hareketlerini rahatlatıp özgürleştireceği
Talimhane, Anadolu yakasında Bahariye Caddesi düşüncesiyle başlayıp, yayanın tüketim ihtiyacı-
gibi yerler, yayalaştırmanın ticaretle, alışverişle, nı özgürleştiren bir boyut kazanmasıyla anlamı
perakendecilikle, kent içi ve global turizmle yan derinleşip amacı muğlaklaşan yayalaştırma, bu-
yana ilerlediğini, yayalaştırma sonrasında önce- günlerde dükkanını terk etmek istemeyen esnafı
sine göre kent programının yeniden yazıldığını yerinden edip yeni boş yerler yaratmak; azaltılmış
gösteriyor. araç ve artırılmış yaya trafiğiyle uyumsuz dük-
kan ve mağazaları uzaklaştırarak yeni işlevlere
İstanbul’un yayalaştırılmış bölgeleri, kent hızla yer açmak için de kullanılıyor. Örneğin Ta-
kimliğinin, kentlerin pazarlanmasının önde gelen limhane özelinde yayalaştırmanın sebep olduğu
mekanlarına dönüşmektedir. Çok sayıda farklı değişimin süratine baktığımızda, yayalaştırma-
kent kullanıcısının paylaştığı cadde ve sokaklar, nın diğer dinamiklere göre bir kent parçasını çok
yayalaştırılmalarını sağlayan siyasi irade, bele- daha hızlı dönüştürebildiğini gözleyebiliyoruz.
diyeler, güzelleştirme dernekleri (bak. Güzelleş- Talimhane’nin, seçkin apartmanların yer aldığı
tirme) aracılığıyla bir anlamda kurumsallaşıp, bir konut bölgesinden ofislerin, derneklerin, otel-
ardından bir çeşit kurum kimliği tasarımına ma- lerin ve özellikle oto yedek parçacıların yoğunlaş-

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-388
İSTANBULLAŞMAK

tığı bir iş merkezine dönüşümü, merkezi konumu Yayalaştırma da, diğer araçlar gibi, içinden
ve değişen ekonomik dinamiklerin zoruyla, yet- geçtiği politik söylemlerin değerlerini, ikna meka-
mişli yılların başından seksenli yılların sonlarına nizmalarını, çözüm önerilerini kendinde derleye-
uzanan on küsur yıllık bir süreçte gerçekleşmiş. rek, giderek karmaşıklaşan, heterojen, birbiriyle
Oysa bölgenin yayalaştırılmasıyla beraber yedek çelişen birden çok çözümü barındıran, her tür yak-
parçacıların bölgeyi terk etmesi, döviz büroları ve laşımı biraz memnun eden, böylelikle uygulanma
turistik eşya mağazalarının çoğalması, kullanıcı sebebi pek de kolaylıkla okunamayan popüler bir
profilinin değişimi sonucu Talimhane’nin tu- dönüşüm aracı olmayı sürdürüyor. Genellikle
rizm sektöründe uzmanlaşan bir kent parçasına bir yerin durumuna uygunluğu açık ve etraflıca
dönüşümü iki, belki üç yıl gibi kısa bir sürede tartışılmadan yerel yönetimlerce bir kentsel dö-
tamamlandı bile. nüşüm tetikleyicisi ve şüpheye yer bırakmayacak
derecede iyi, rasyonel, sağlıklı bir icraat olarak
Sokağın icat edilip insanların yapıların ara- İstanbul’da uygulanmaya devam ediyor.
sında dolaşmasının iyi bir fikir olduğunun kabul
edilişinden bu yana en ilginç gelişmelerden biri Son olarak, Beşiktaş Meydanı yayalaştırma-
olan “yayasızlaştırma” uygulamaları ise yayalaş- sından, izlenmesi gereken güncel bir örnek ola-
tırmayla kol kola, yayalaştırmanın doğal ya da rak söz etmek gerekir. Yayalaştırma adı altında,
zorlanmış bir uzantısı olarak karşımıza çıkar. Eğer yayalaştırılan alandan çok kavşaklaştırılan alanın
yayalaştırma çalışmalarını çok uzun süreye yaya- olduğu, bir kent parçasından çok bir taşıt trafiği
rak uygularsanız, yayalaştırılan caddeler uzun bir düğümü olarak düşünülmüş, yayalaştırmanın yıl-
süre yayasız kalacak, yayasızlaşacaktır. Örneğin lar boyunca biriktirdiği iyileştirici söylemlerin ar-
İstiklal Caddesi’nin zemin kaplamasını değiştir- kasına saklanmış bir kavşaklaştırma uygulaması.
mek için başlatılan çalışmalar yıllara yayılarak,
yayasızlaştırılmış caddenin ticaret yapamaz hale —Saitali Köknar
gelmiş esnafı bir anlamda yer değiştirmeye, yerini
terk etmeye zorlanmış, yeni yatırımcılar için yer >Alışveriş Merkezi, Güzelleştirme, Kentsel
açılmaya çalışılmıştır. Dönüşüm, İstiklal Caddesi ya da “Beyoğlu”, Tramvay

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-389
İSTANBULLAŞMAK

YER ADLARI Osmanlı döneminin başlangıcından 18. yüzyı-


la dek kentte uygulamada kalacak olan ad verme
İstanbul’un kentsel toponimisinden konuş- sistemi çok kararlı gözükür. En belirgin özelliği,
mak, kentin dönüşüm süreçlerini aydınlatan ulaştırma arterlerinin adlandırılmayışıdır. Cad-
verilerin derlenebileceği verimli bir alanı
araştırmak demektir.
de ve sokaklar ender istisnalar dışında adsızdır.
Kentsel toponimi mahallelerin, semtlerin ve sur
kapılarının adlandırılmasıyla sınırlıdır. Kara sur-
En çarpıcı tarihsel saptamalardan biri muhte- ları üzerindeki kapılar bazen oradan yola çıkılarak
melen şu: Bizans’tan Osmanlı’ya devredilen yer ulaşılan kente göre adlandırılmışlardır. Edirne-
adları şaşılacak derecede azdır. Dolayısıyla, kent kapısı, Silivrikapısı, Belgratkapısı gibi en önemli
1453 sonrasında çarpıcı bir değişim-dönüşüm kapılar böyledir. Ancak ilginç adlandırmalar da
süreci geçirmiş olmalıdır. Fatih Sultan Mehmet vardır. Örneğin, İstanbul’un kuşatılması sırasında
dönemi sonunda yazılmış vakfiyelerde geçen yer surda açılan büyük gediğin konumlandığı alan
adları arasında Yunanca kökenli olanlar, Tarihi 15. yüzyılda Top Yıkığı Mahallesi olarak anılmış,
Yarımada’da Langa (Yun.: Vlanga), Samatya (Yun.: sonra sadeleşen bu yer adı Topkapısı biçimindeki
Psammetia) ve Vlaherna (Yun.: Blakherna) (ve semt adını varetmiş, eski mahalle adıysa unu-
belki Altımermer) ile sınırlıdır. Bunlara bugün- tulmuştur. Çatladı Kapı adıysa Fatih döneminde
kü Büyükşehir Belediyesi sınırları esas alınırsa, kendisine yörede birkaç mülk bağışlanan Çatladı
İstanbul genelinde Üsküdar, Galata, Makriköy Kasım adlı biriyle ilişkilidir. Mahalle adları çoğun-
(bugün Bakırköy), Tarabya, Pendik ve Kartal ek- lukla o mahalleyi tanımlayan, ona merkez olan
lenebilir. Daha 15. yüzyıl sonunda bile bu denli mescidi inşa ettiren kişinin adıyla bağlantılıdır.
küçük olan bir toponimik birikim, kent ve yakın Avcı Bey Mescidi Mahallesi, Çakır Ağa Mescidi
çevresinde Geç Bizans döneminde nerelerin yo- Mahallesi, Defterdar Sinan Mahallesi, Hacı Halil
ğun denebilecek biçimde iskan edilmiş olduğunu Mescidi Mahallesi, Hacı Timurtaş Mescidi Ma-
da ortaya koyar. Çünkü, Fetih sonrasında yer ad- hallesi vb. gibi. Bir grup mahalleyse o bölgedeki
larını değiştirmeye yönelik bir ısrar ve zorlamaya ticari-üretimsel etkinliklere işaret eder. Örneğin,
ilişkin kanıt yoktur. Demirciler, Balık Pazarı, Debbagin Mahalleleri

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-390
İSTANBULLAŞMAK

böyledir. Orada konumlanan önemli yapılarla iliş- finanse ettiği yapılar ve külliyelerin adları. Bu so-
kili adlandırmalar da azımsanmayacak sayıdadır. nuncular daha çok mahalle değil, semt adı olarak
Sözgelimi, Ayasofya Camii, Can Alıcı Kenisası, kullanılırlar. Fatih semti I. Mehmet’in, Beyazıt II.
Bodrum Camii, Çatal Çeşme, Kırk Çeşme, Kum Beyazıd’ın, Süleymaniye I. Süleyman’ın, Sultan
Kapısı Mahalleleri. Selim I. Selim’in, Sultanahmet II. Ahmed’in adla-
rını taşır. Bu adlandırma sistemi, kent yüzeyinin
Mahallelere adlarını verenlerse ağırlıklı ola- neredeyse tümüyle merkezi yönetimin temsil-
rak Osmanlı bürokratik seçkinlerini oluşturan cilerine referansla, hatta doğrudan hiyerarşik
üç grupla, “ilmiye” (dinsel bürokrasi) ve “kılıç olarak tanımlanmış olduğu anlamına gelir. Kent
ve kalem erbabı” (askeri ve sivil bürokrasi) ile yüzeyinde adıyla ve o bölgedeki somut bir anım-
bağlantılıdır. Bunlar ya orada yaşamış ya da o satıcı inşai izle sultanı, hanedanı ve yönetici eliti
mahallede yaşayanların ibadet ettiği mescidi inşa çağrıştırmayan pek az yer vardır. Edirne ve Bursa
ettirmişlerdir. Sonraki yüzyıllarda da kullanımda gibi önceki iki Osmanlı başkentinde de aynı eğilim
kalmaları bağlamında en uzun ömürlü yer ad- gözlemlenirse de, İstanbul bu açıdan İslam dün-
larıysa, en üst kademe yöneticileri tarafından yası ve Türkiye açısından bir doruk oluşturur. Bu
yaptırılmış ve onların adını taşıyan yapılarla, ço- kentte toponimi bizatihi bir siyasal manipülasyon
ğunlukla da camilerle ilişkilidir. Hemen hepsi de aracı sayılmalıdır. Ya da başkent emperyal sistem
“paşa” unvanını içeren bu yer adlarının önemli bağlamında bir mikrokozmostur.
kısmı bugün de kullanımdadır. Mahmut Paşa,
Mesih Paşa, Koca Mustafa Paşa, Cerrah Paşa, He- 18. yüzyıl her alanda olduğu gibi radikal de-
kimoğlu Ali Paşa, Haydar Paşa, Sinan Paşa, Davut ğişimler getirir. Lale Devri’nin gündeme taşıdığı
Paşa gibi... Din ulularının (Eyüp Sultan gibi), din yeni adlar siyasal göndermeleri hemen hemen
adamlarının (Şeyh Vefa, Molla Gürani gibi) adını hiç bulunmayan Sadabad, Neşatabad, Mihrabad,
taşıyan semt ve mahalle adları da büyük bir top- Hümayunabad, Hüsrevabad, Çırağan gibi şiirsel
lam oluşturur. Bunlara onlar kadar dayanıklı, ama terim ve tamlamalar şeklindedir. Bunların önemli
kentsel yayılım bağlamında daha geniş bir grup kesimi sonraki yüzyıl içinde unutulup gidecektir.
yer adı daha eklenebilir: Sultanların ve hanedanın Bazılarının silinişini, çoğunlukla Arapça ve Farsça

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-391
İSTANBULLAŞMAK

kökenlerinden ötürü, gündelik Türkçe’deki telaf- Grand rue du Pera’dır. Kişi adları bile yer adına
fuz zorluklarına bağlamak mümkündür. Bazıla- dönüşebilir. Orada dükkan sahibi olan bir İtalyan,
rıysa ait oldukları yapı ya da kompleks yıkıldıktan Pancaldi, Pangaltı semtine adını verecektir. Asıl
sonra unutulmuşlardır. Ama, en önemli unutuluş kapsamlı değişim Türkler tarafından iskan edilen
nedenleri, kentteki alışılmış toponimik eğilimlere yeni semtlerde gündeme gelir. Teşvikiye, İcadiye,
hiç uymayışları olmalıdır. Çünkü bunlar yönetici Suadiye, Harbiye gibi çok farklı adlandırma yakla-
elit tarafından daha kuruluş evresinde verilmiş şımlarıyla ilişkili “resmi” adlar belirir. Teşvikiye,
adlardır. Oysa, önceki yüzyıllarda adlar resmen yeni kurulan bu semte yerleşmenin teşvik edildi-
belirlenmemekte ve yukarıda tanımlanan eğilim- ğini haber verir. İcadiye, semtin “nev-icad” plan-
ler doğrultusunda gündelik pratik içinde kendi- lılığına işaret eder. Harbiye, oradaki askeri okulla
liğinden halk arasında oluşmaktadır. Ne var ki, bağlantılıdır. 1908 Meşrutiyeti kente Hürriyet-i
resmen adlandırmanın çoğu erken örneği unutul- Ebediye Tepesi adını armağan eder. Yani 20. yüz-
sa da, söz konusu adlandırma pratiğinin kendisi yıl başlarında, Tanzimat’la birlikte unutulmaya
sonraki yüzyıllarda kural haline gelecektir. başlanan doğrudan siyasal ideolojiye göndermeli
ad verme pratiği, yeni bir biçimde tekrar gündeme
Tanzimat, önemli siyasal ve toplumsal deği- dönmektedir. Cumhuriyet döneminde bu pratik
şimler getirmekle birlikte, başlangıçta İstanbul’un kentsel alanda tam bir egemenlik kuracaktır.
yer adlarına önemli bir katkı yapmaz. Ancak, 19.
yüzyıl ortalarında artık eski yer adı verme alış- Ancak, Cumhuriyet döneminde kentin Os-
kanlıkları yıkılmaktadır. Bir yandan kentin sa- manlı bürokratik seçkinleriyle bağlantılı eski yer
çaklarında eskiden mevcut olmayan Rumca yer adları değiştirilmeye kalkışılmaz. Sadece, 1934’te
adları ortaya çıkmaya başlar. Örneğin, Tatavla yapılan yeni bir düzenlemeyle kentteki mahalle
ve Ayastefanos böyledir. Bir yandan da Avrupa sayısı azaltılır. Eski mahalleler birleştirilir. Bu ne-
kökenli kent sakinleri (Levantenler) adlandır- denle onlarca eski mahalle adı hızla unutulacaktır.
ma pratiğine katılırlar. Sözgelimi, bugün (Türk- Yine II. Meşrutiyet (1908 sonrası) ve Cumhuriyet
ler arasında o dönemde de) Taksim diye bilinen döneminde (1923 sonrası) kapsamlı bir program
semt Champ de Mars, Beyoğlu’nun ana caddesi çerçevesinde, o güne dek adları bulunmayan ve/

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-392
İSTANBULLAŞMAK

veya resmen adlandırılmamış tüm meydan, sokak Tepe, Bahçelievler gibi semt adları belirir. Ancak,
ve caddelere ad verilmeye girişilir. Bu tür adların yeni kurulan en geniş uydu kente 1958’de Ataköy
bir kesimi eski semt ve mahalle adlarını yineler. adının verildiği de unutulmamalıdır.
Önemli kesimi yeni ulusalcı ideolojik yapılanma
çerçevesinde oluşturulan “Türk kahramanları 1923-1985 arasındaki İstanbul kentsel toponi-
ve ünlüleri panteonu”na referansla adlandırılır. misi genelde bazı dalgalanmalara rağmen karar-
Osmanlı ve Cumhuriyet tarihinin tüm ünlülerine lıdır. Olsa olsa, 1960 ve 1980 askeri darbelerinin
en az birer yer adı isabet eder. Bu ünlülerin çoğun- getirdiği bazı arızi değişimlerden söz edilebilir.
luğu, askeri ve idari kimliklidir. Farklı kimlikli Örneğin, Beyazıt Meydanı 1960 darbesi sonrasında
olanların da hepsi ideolojik bir seçme mekaniz- Hürriyet Meydanı olarak adlandırılır. 1985 sonra-
masının varlığına işaret eder. Bu sayede bugünkü sındaysa yer adları verme pratiğine, eski ideolojik
İstanbul’da Atatürk, Ata, Mustafa Kemal, Namık angajmanlar unutulmamakla birlikte, yeni bir
Kemal, Mimar Sinan, Barbaros gibi adları taşıyan eleman eklenir: Batı dillerinden alıntılar yapıl-
onlarca sokak ve cadde vardır. Ama, örneğin, tek maya başlanır. Yeni yapılan banliyö siteleri Kemer
bir Nazım Hikmet Caddesi bulunur. En önemli County adlı ilk uzak banliyö (exurbia) yerleşme-
caddelerse yakın tarihi çağrıştıracaktır. İstiklal sinden başlayarak böyle adlar edinecektir. Adı,
Caddesi, Cumhuriyet Caddesi gibi... Cadde ve so- “County”, “City”, “Residences” gibi terimlerle biten
kak adlarını genelde ideolojik olarak onaylamış onlarca yeni site vardır. Bu tür adlar hemen daima
tarihsel kişilik, olay ya da kavramlarla bağlantılı orada yaşanacak yaşamın yüksek standardına ve
kılmak için ne denli uğraşılırsa uğraşılsın, dev kent genelindeki eğilimlerden ve sınıfsal-kültü-
bir metropol için bu yeterli olamayacağından, rel tercihlerden kopukluğa referans verirler. Yeni
çoğu sokak Aslı, Ceylan, Aslan, Gül, Cennet, Çı- yerleşmeler, adlarıyla da kent genelinden ne denli
nar, Çelik, Çiğdem, Mutlu gibi “tarafsız” ya da farklı olduklarını ilan ederler. Aynı adlandırma
göndermesiz adlar taşır. Bunların seçiminde bile yaklaşımı, kentsel toponimide önemli merkezleri
bir rastlantısallık olduğu söylenemez. Yine de tanımlar hale gelen alışveriş merkezlerinin adla-
1950’lerde kentsel toponimideki ideolojik ağır- rında da görülür. Onlarda da adın yabancılaşması
lığın bir oranda azaldığı gözlemlenebilir. İdeal tesisin yüksek kalitesine işaret eder.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-393
İSTANBULLAŞMAK

Bu arada da kent içindeki eski yer adları hızla lerini bugün bile sokak adı ve kapı numarasının
erozyona uğramaktadır. Yüzyıllar boyunca kentin işaret ettiği bireyselci bir konum belirteciyle değil,
özellikle eski kesimlerinde neredeyse elli metre içinde konumlandıkları ve coğrafi bir mevkiye de
arayla semt adı değişirken, bu mesafe giderek işaret eden bir toplulukla (Gemeinschaft) tanım-
uzamaya başlar. Sözkonusu değişim belki de yüz- lamaktadır. İnsanlar (en azından İstanbullular’ın
yıllardır başat olan yaya ulaşımının yerini araç kaydadeğer bir kesimi) burada sadece kendileri-
trafiğinin almasıyla, ayrıca da sokak ve cadde ad- ne ait bir adreste değil, kentsel topoğrafya için-
larının semt adları yerine kullanılmaya başlanma- de başkalarıyla paylaştıkları bir topluluk içinde
sıyla ilişkilidir. Ne var ki, sokak ve cadde adlarının yaşarlar. Onun coğrafyadaki somutlaşması olan
kullanımı her gündelik pratiğe yaygınlaşmış de- semt ve mahalle adı hala olağan bir (cadde adı,
ğildir. Sözgelimi, bugün İstanbul’da çok az taksi kapı numarası, bölge kodu içeren) adresten daha
şöförü müşterisini verdiği sokak adı ve kapı nu- anlamlıdır.
marasıyla tanımlı adrese ulaştırabilir. Taksicilere
hala önce semt adı verilmeli, oraya ulaşılınca da —Uğur Tanyeli
sokak ve yapı konumu tarif edilmelidir. Dolayı-
sıyla, sokak ve caddelere ad verme konusunda
yaklaşık bir yüzyıldır yapılagelenler, örneğin, pos- YEŞİLÇAM
tacılar, kuryeler ve evlere servis veren tedarikçiler
için (genelde posta sistemi için) geçerlidir; ama, Eskiden tüm film yapım şirketlerinin üslendiği
oralarda yaşayanlar için büyük oranda geçersizdir. sokak. [Ed.]

Yaşadığı yakın çevredeki sokak adlarını –kendi


oturduğu sokak hariç- pek az kişi bilir. Anlaşı- İstiklal Caddesi’nin (bak. İstiklal Caddesi ya da
lan, gündelik kent gerçeği, son yüzyılda yapılan “Beyoğlu”) paralelindeki bu sokak bir zamanlar
ideolojik dayatmaları kısmen de olsa anlamsız- her şeyden de çok (orada biriken kapkaççı film
laştırıp aşındırmaktadır. Buradan yola çıkarak, o şirketlerinden, figüranlardan, derme çatma hayal-
ideolojik adlandırma ısrarıyla bağlantısız başka lerden) sinema dolayısıyla kendimizle ilgili olum-
bir saptama da yapılabilir: İstanbullular kendi- lamadığımız, lanetlemeye özen gösterdiğimiz

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-394
İSTANBULLAŞMAK

bir şeyin simgesi, bir günah keçisiydi. Yeşilçam ilişkileri hala bir zamanlar o sokaktaki işporta
doğrudan doğruya bir pespayelik, bir düşüklük sinemacılığın ilişkileri gibi olan bir sinemamız
ifadesiydi (daha sonra “arabesk”in yüklendiği var. Belki daha da önemlisi, Yeşilçam’a da gerçek
bir görev) (bak. Arabesk) ki o zamanlar isimleri bir sevgimiz yok.
sıfat olarak kullanmak ve bununla pop sosyoloji
yapmak bugünkü kadar moda olsa idi bir sürü —Fatih Özgüven

şeye “çok Yeşilçam!” diyerek burun kıvırabilirdik. >Arabesk, İstiklal Caddesi ya da “Beyoğlu”, Sinema
Oysa o ahlakçı zamanlarda Yeşilçam, o malum
“adını söyleyemeyen aşk” gibiydi, lanetliydi ve
onu zevkle tüketen gafil yığınların da üzerine bir YIKIM YA DA ÇARPIK KENT
bulut gibi çökerdi. Bu yüksek kültürlülük gay-
retinde bir tür seçkincilik, bir tür sınıfsallık, bir İstanbul’da yıkım, çok değişmenin ama az dö-
tür ilericilik garip biçimde el ele yol alırlardı. nüşmenin anahtarıdır, ya da kentin sakinleri-
nin çarpık kent dedikleri durumun bertaraf
Seksenlerden sonra, Yeşilçam bizim için o zama- edilmesi arzusunun ifadesidir.
na kadar kötü diye bellediğimiz bir sakızın ya da
çürük diye alay ettiğimiz bir otomobilin markası Kentler sürekli olarak değişirler. Ancak, kimi kent-
gibi kendi kendimiz için keşfettiğimiz bir şeyin ler sadece değişirken, kimileri dönüşür: Değişim
adı oldu. Bizim de geçmişimizde alay edilecek ya ile o ya da bu şekilde yüzleşen, giderek söz konusu
da hayret edilecek ya da sakat bir çocuğu sever olağan değişim ile bir tür olumlayıcı ilişki kurabi-
gibi sevecek bir “tuhaflık” vardı -o filmleri üre- lenler niceliksel olarak değişirken, aynı zamanda
ten yarı mit yarı gerçek sokak ve onun uzantıları. dönüşerek niteliksel farklılık da üretirler. İstanbul
Yeşilçam’a böyle bakarsak onun dışında bir şey da değişir, hem de çok hızlı değişir; ancak nite-
olduğunu sandığımız Türk Sineması daha gür- liksel farklılık çok zor üretir. Çarpık kent, bu çok
büzleşecekti sanki (bak. Sinema). Ama Yeşilçam’ı hızlı değişen, ama niteliksel farklılık üretemeyen
kültür meselelerinde hep yaptığımız gibi “bir fo- kentin adıdır. İstanbullular söz konusu niteliksel
toğrafın arabı” saymak bir işe yaramadı. Bugün farklılığı talep ettiklerinden değil kuşkusuz, tersi-
bütün eski Yeşilçam “farkındalığımıza” rağmen, ne bütünsellik, aynılık aradıkları ama bu mümkün

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-395
İSTANBULLAŞMAK

ol(a)madığı için kentlerine “çarpık” adını takmış- Şair ve yazar Sait Faik, Pera’yı Karaköy’e bağlayan
lardır. Bu nedenle, uygun iktidarı ya da konumu tünel hakkında “Tünelleri insanlar için yaptık.
bulan tüm İstanbullular, bu çarpık kenti o ya da bu Yokuşlardan lahzada insinler, yokuşları ani va-
şekilde düzeltmeye koyulur. Ancak bu işe kalkışan kitte çıksınlar diye” yazmış.
hiç kimsenin, kenti nasıl bütünselleştireceğine,
nasıl doğrultacağına ilişkin tutarlı ve kapsam- İstanbul’un sıfatlarından birinin “yedi tepeli”
lı bir önerisi de yoktur. Kaldı ki, böyle bir öneri olduğu düşünülürse, bu tepeler üzerine kurulu
daha başlangıçta olanaksızlığını da ilan etmek mahalleleri (bak. Mahalle) birbirine bağlayan
zorundadır, çünkü bir tür aşkınlık düzlemi olan yokuşların önemi de ortaya çıkar. Her biri başka
doğru kent dünyevi akılla üretilemez. Dolayısıyla, bir isimde ve farklı konumda olan bu yokuşlar,
olası tek seçenek doğru kentin doğru temsilinin esasında İstanbul’un pek çok farklı yerinde bir
kendini göstermesini, vahyi beklemektir. Vahiy mahalle işlevi de görürler. Yokuşları inenler ve
gerçekleşene kadar yapılabilecek tek şey ise, çar- çıkanlar zamanla birbirlerine aşinalık geliştirirler,
pık olan diğerlerini imha etmektir. Burada kentsel yokuş üzerindeki bakkal, manav, elektrikçi gibi
değişim, pratikte, yıkmak anlamına gelir. Tarihi esnaflar kendi müdavimlerini takip eder, tanırlar.
ile övünen bu kent, son derece yeni, neredeyse Kimileri mazbut orta sınıfın yaşadığı yokuşlardır.
dün inşa edilmiş bir kenttir aslında: Çarpık kent, Beşiktaş’ın Serencebey ve Asariye yokuşları Os-
niteliksel olarak dönüşmesin diye yıkılan kenttir. manlı döneminden bugüne kadar önce konakları,
sonra da apartmanları ve değişen aile hayatıyla
—Bülent Tanju tanımlanan yokuşlar olmuştur. Yokuşların coğ-
rafi konumları da kimliklerini belirler. Örneğin
Beşiktaş’ın sonu denize varan pek çok yokuşu
YOKUŞ sükunetleriyle bilinirler, ihtiyaç duyulduğunda
sahile kolayca inilebilecek meskun mahallerdir.
Düz alanı bulunmayan bu metropolün her ye- Aile hatıralarında, bu yokuşları katetmekten yoru-
rinin topografik tanımı. Ancak tuhaftır, bu
terim sadece birkaç sokağı adlandırmak için lan nişanlıların çabuk evlendiğine, kar yağdığında
kullanılır. [Ed.] nasıl mahsur kalındığına veya daha hüzünlü bir

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-396
İSTANBULLAŞMAK

şekilde, yokuşu çıkarken kalp yetmezliğinden bir Bazı yokuşlar tamamen belli bir işkoluyla
aile büyüğünün hayatını nasıl kaybettiğine dair ilişkilendirilirler. Örneğin, Mercan Yokuşu çan-
hikayeler yer alır. Bugün her biri bir mahalle do- tacılarıyla, Şişhane Yokuşu lambacılarıyla tanı-
kusunda olan bu yokuşlarda büyüyenlerin, yıllar nır. Karaköy’e inen yokuşlar “tekin” sayılmazlar,
sonra taşındıkları yerlerden bu yokuşları ziyarete Orhan Veli’nin şiirine de konu olan Yüksek Kal-
geldikleri, hatta son dönemde “facebook” gibi dırım önce sıra sıra dizilmiş elektrikçi ve elekt-
iletişim araçlarıyla sanal topluluklar oluşturduk- ronikçilerle başlasa da, yokuş inildikçe değişen
ları vakidir. ortamı ve seyyar satıcıların ziyaretçilerine ucuz
yemek sattıkları genelevleriyle bilinir. Bazı yeni
Kimi İstanbul yokuşlarıysa şehrin sınıfsal, yokuşlar ise nüfusu hızla artan İstanbul’un yeni
etnik, kültürel dokusunu içlerinde barındırmışlar- yerleşim mahallelerinin arasında kendiliğinden
dır. Yine Sait Faik, Taksim’den Dolapdere’ye inen oluşmuştur. Yeniköy’ü Ferahevler’e bağlayan Bağ-
yokuşlardan birini şöyle tasvir eder: “Bir tarafın- lar Yokuşu, Etiler’e bağlanan Bebek Yokuşu veya
da randevu evlerinin, öte tarafta umumi evlerin Nişantaşı’nı Beşiktaş’a bağlayan Fulya Yokuşu
kaynaştığı bölge... Karidesçiler, elektrik amelesi, gibi yokuşlar daha çok arabayla katedilirler. Yeni
ekmekçi, sirkeci, marangoz çırağı, garson, berber, açılan bu yokuşlu yollar, bir anlamda büyüyen,
akordeoncu, kitaracı, bar artisti, revü figüranı, farklılaşan yeni İstanbul’un yeni yeni anlam ka-
terzi çırağı gibi esnafın birbiri üzerine yığıldığı zanan mekanlarıdır.
yokuşta, birbirine karışmış her din ve mezhep,
Türk, Rus, Ermeni, Rum, Nasturi, Arap, Çingene, —Arzu Öztürkmen
Fransız, Katolik, Levanten, Hırvat, Sırp, Bulgar,
>Mahalle
Acem, Efganlı, Çinli, Tatar, Yahudi, İtalyan, Mal-
tız, daha her türlü milletin birbirine karıştığı bu
garip mahalleden sel yatağına her akşam küçük
YÜKSELME
figüran kızlar iner. Onların ve terzi kızların arka-
sından berber çırakları yürür; berber çıraklarının Doğudan ve batıdan uzanan iki ince yarımada
arkasına da burma bıyıklı bir Arnavut takılır.” üzerindeki dar alanda metropolleşen bu kentin

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-397
İSTANBULLAŞMAK

kaçınılmaz olarak kullanmak zorunda kaldığı kayda değer su kaynaklarını barındırmaktadır.


olağan bir izdiham olanağı. Geniş bir kentli grubu
bunu söylem bazında kabul edemez gözükürken, Bunun anlamı, kentin yayılma alanı olmak için
varettiği fırsatları aynı kararlılıkla sömürür. en avantajlı konumda olan bölgenin, paradoksal
olarak aynı zamanda yayılmanın denetlenmesinin
gerektiği bölge oluşudur. Sonuç, İstanbul met-
İstanbul üzerinde bir metropolün varlık kazana-
ropoliten alanının doğu-batı ekseninde bir şerit
bilmesi için hem çok uygun, hem de çok uygunsuz
halinde uzanması olur. Merkezleşme talepleriyse
bir coğrafyada konumlanır. Önemli deniz ve kara
yükselmeyle karşılanacaktır. Ancak, arazi kıtlığı
yollarının düğüm noktasındadır. Dolayısıyla, coğ-
yalnızca merkezlerin değil, konut yerleşim alanla-
rafi açıdan çok avantajlıdır. Öte yandan da iki dar
rının da yükselmesini zorunlu kılar. Öte yandan,
yarımadanın Boğaziçi’nde karşılaşan uçlarında
yine 1990’lara dek İstanbul’da arsa arzı da kısıtlı
yerleştiği için hinterlandı bakımından talihsizdir.
olmuş, yeni yerleşim alanları için arsa üretmek
Yakın çevresinde geniş tarım alanları yoktur. Su
yerine, kentin geç 19. yüzyıldaki imarlı yayılma
ihtiyacının karşılanması ise Geç Antik Çağ’dan
alanını neredeyse sabit tutmak yeğlenmiştir. Bu,
beri sorun olmuştur. Çünkü çevresinde yüksek
örneğin, Bağdat Caddesi eksenli bölgenin (bak.
ve düzenli debili akarsular bulunmaz. Bu iki yarı-
Bağdat Caddesi) erken 1960’larda ortalama iki
mada önemli akarsuları barındıramayacak kadar
katlıyken, 2000’lerde onlu katlarla ifade edilen
incedir. 20. yüzyıl biterken farkına varılacaktır ki,
bir yükselme yaşamasına yol açar. Beylikdüzü gibi
burada üzerinde spekülasyon yapılacak, kentin ya-
uzak banliyölerde arsalar tarla statüsünden sadece
yılma alanını oluşturacak toprak da yeterince yok-
on yıl içinde on-on beş katlı apartman bloklarına
tur. Dolayısıyla, özellikle 1990’lardan başlayarak
dönüşürler. Talebin yüksekliğinin yanı sıra, onun
İstanbul’da hızlı bir yayılma ve büyüme gündeme
ve bir dizi başka etmenin getirdiği spekülatif ka-
geldiğinde bunun ciddi engellerle yüzyüze olduğu
zanç olanağı kentsel alanda yükselme beklentisini
farkedilir. Örneğin, kentin yerleştiği batıda Trakya
sürekli tırmandırır. Kentin hemen her bölgesinde
ve doğuda Kocaeli yarımadalarının kuzey şeridi,
arsa ve mülk sahipleri o bölgedeki gabarinin veya
aynı zamanda da kentin orman alanını oluşturur.
yapılaşma katsayısının arttırılması için siyasal
O kesim üstelik de kentin yakın çevresindeki en
baskı yaparlar. Eski gecekondu alanlarında bile

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-398
İSTANBULLAŞMAK

yükselme talebi büyüktür (bak. Gecekondu; Post- gözükmez. Her bir yükselme durumunu kendi
gecekondu). Kent ekonomi ve nüfus açısından bü- kentsel ve mimari komplikasyonları açısından
yüdükçe yükselme daha da kaçınılmaz olacaktır. tartışmak da ender olarak mümkündür. Kentliler
yükselmenin maddi nimetlerinden yararlanır ve
Ne var ki, İstanbul bu yükselme gerçeğiyle en çok iki katlı bir kentte yaşamak istediklerini
epey sorunlu bir ilişki yaşar. Hemen herkesin ifade eder dururlar. Kendi kendisiyle bile sami-
kendi yerleşme alanında yükselme talep ettiği ve miyetle ve dürüstlükle konuşmayan, her gün aynı
bundan yararlanma beklentisine girdiği bu kentte çelişkiyi yeniden ürettiğini farketmeyen bu kentli
anketler çok büyük bir kentli kitlesinin az katlı tek grubun ise, kentin değişimi ve denetlenmesi ko-
aile evleri istediğini ortaya koyar. Oysa, bu nitelik- nusunda kamuoyu oluşturma şansı doğal olarak
te evlere sahip olabilen varlıklı gruplar bile, o az düşüktür. Bu kentte her yakınma gibi yükselmeye
katlı evlerini kaçak çatı altı katları ve zemin altı yönelik olan da daha ifade edildiğinde gündem-
inşaatıyla düşeyde sürekli büyütmektedir. Varlıklı den düşer ve kayda değer bir tepkiye dönüşmez.
çekirdek ailenin domestik alan talebi bile, düşey O yakınmanın varlık nedeni, belki de tepkilerin
sınırları zorlayarak artmaktadır. Ama, hemen her ifade edilmesi değil, henüz tepkiye dönüşmeden,
gelir grubunun kendi olanakları oranında katıldığı potansiyel olarak sahip olduğu basınç oluşturma
bu spekülatif kazanç pastası yine de meşruiyet ihtimalinin baştan bertaraf edilmesidir.
kazanmaz. Kendileri ondan yararlananlar, kentin
yükselmesini çok ciddi bir tehdit olarak değer- —Uğur Tanyeli
lendirirler. Basında en kolay tepki hedefi haline
gelen haberler yüksek yapı inşaatları olur. Hemen >Bağdat Caddesi, Gecekondu, Post-gecekondu,
her kentsel sorun yükselmenin bir fonksiyonu Siluet
olarak tahayyül edilir. Sözgelimi, trafik o yapılar
yüzünden tıkanmakta, kentsel donatılar yetme-
ZAMAN
mekte, siluet bozulmaktadır (bak. Siluet). Böyle
genel bir meşruiyet bunalımı yaşayışından ötürü, İstanbul’da, kentsel günlük yaşamda, yo-
kentin yükselmesini sükunetle tartışmak kolay ğun ve birbirine bağlanmış metrik mekanı

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-399
İSTANBULLAŞMAK

yeniden gözden geçirmek için bir düşünce neyimlemeyi sürdüren bireyde, İstanbul’a dair bir
aracı; bir boyut.
global amnezi oluşur. Oysa, zaman, ancak, birey
tarafından yavaşlatıldığında, tüketimi azaltıldı-
Kent, bu boyutu fizyonomisinde barındırır. Ancak,
ğında ve üretildiğinde görünmeyene ulaşmak ve
alışılagelmiş gerçek-zaman sistemleriyle ölçüldü-
onu anlamak için bir düşünce aracı olabilir; birey,
ğünde, İstanbul’da zaman diğer yerlerden farklı
amneziden kurtulabilir. Sadece gerçek-zaman-
değildir; bu zaman, İstanbul’un zamanı da değil-
ölçerin gösterdiği görüneni görmek, gösterileni
dir. Çünkü yerin bir boyutu olarak ölçülmemiştir. okumak ve dile getirmek, İstanbul’un zamanını
İstanbul, zamanı, inşa edilmiş mekan-zamanın ve İstanbul’da zamanı anlamak için yeterli bir
doğasının doğanın kendisiyle ilişkisinde, aura- yol olmaz. Tek başına anları yaşamayı sürdürdü-
sında gizler. ğümüz bu yolda zamanı yerin bir boyutu olarak
keşfedemeyiz. Bir an önce yoldan çıkmak gerekir.
Kentin aurası karadan çok denizden gelir.
Olaylar, insanlar ve mekanlar denizden uzaklaş- —Senem Deviren
tıkça zaman da İstanbul’un zamanı ve İstanbul’da
zaman olmaktan uzaklaşır. Gerçek-zaman-ölçer
sistemler, geçen son yüz elli yılda kentin nüfu- ZEPLİN
sunun artan bir ivmeyle yoğunlaştığını ve buna
paralel olarak denizden uzaklaştığını göstermek- “gitmekle kalmak arasında oldum olası kararsız
hiç ummadığın anda aydınlanarak apansız
tedir. Mekanda yoğunluk, doluluk arttıkça me-
sen de bir gün elbet ferâhfezâ’yı seveceksin”
kan-zaman tüketimi arttığı için zaman azalır. Attila İlhan
İnsanlar, daha çok, anları yaşamaya başlarlar.
Kentte işleyen gerçek-zaman sistemleri mekanın İstanbul’da zeplin ferâhfezâ makamından geçer.
sınırlarını her bireye göre yeniden oluşturmaya Tepeye, duvara, bahçeye, cumbaya, kubbeye -çı-
ve bireyle doğa arasında arayüzler tanımlamaya kar çıkmaz-, her sokağa uzaktır. Suya ve köprüye
da başladığından, yeri tanımlayan sınırlar ve bo- aşinadır, ama Haliç’i tanımaz. (bak. Haliç) Toprak
yutlar artık bireye görünmez olur. Arayüzleri de- ehli değildir, cemaate yabancıdır. Zeplin ufka

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-400
İSTANBULLAŞMAK

bakarak yürüyenlerin, tepelerin ardında güneş


batırıp doğuranların değildir. Berlin veya Paris
için bile fazla uçarıdır.

İstanbul’da göğe bakma durakları vardır. Oysa


zeplin yüksek ve sıkı New York gökyüzünde kendi
meşrebince duraklar arar. Katastrofik metropolün
bu apokaliptik nesnesi, gitmekle kalmak arasında,
seksen günde devr-i alem derdinden azade, gökte
mekan kurmak peşinde gibidir. İstanbul’da He-
zarfen Ahmet Çelebi ile karşılaşmak için dolanır
durur Galata üzerinde. İstikbalini gökte arayan
toplumların zeplini havada görmesi hayra alamet
değildir elbet. Cemaatin tezahüratı ile şişkin değil-
dir ki gavur icadı havalı zeplin. İstanbul’da güneş
doğudan yükselirken, zeplin batı yolundadır.
Birkaç cihannümaya selam eder, uzaklaşır.

—Hakan Tüzün Şengün

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-401
İSTANBULLAŞMAK

ÖZGEÇMİŞLER

AHENK DERELİ ALAN DUBEN


İzmir, 1982 New York, 1943

Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisat bölümü me- Antropolog, ve İstanbul Bilgi Üniversitesi
zunudur. Sosyoloji alanında yandal, Uluslararası Sosyoloji Bölümü’nde profesör. İstanbul’un bu-
İşletme ve Hukuk alanında ise yüksek lisans yap- günü ve geçmişi ve Türkiye’de kentleşme üzerine
mıştır. Çeşitli uluslararası öğrenci programlarına kapsamlı araştırmalar yaptı ve yazılar yazdı. En
ve araştırma projelerine katılmıştır. Belçika ve iyi bilinen çalışması, İstanbul Haneleri: Evlilik,
Danimarka’da devam ettiği yüksek lisans prog- Aile ve Doğurganlık, 1880-1940 (İletişim Yayınları)
ramı çerçevesinde Avrupa Birliği kurumları üze- şehirde ve genel anlamda Türk toplumunda de-
rine akademik olarak çalışmıştır. Reklamcılık ve mografik, sosyal ve kültürel bir olgu olarak haneyi
gazetecilik deneyimleri bulunmaktadır. Sosyal inceler. Çalışmalarında disiplinlerarası bir yakla-
ve ekonomik kalkınma, kentsel dönüşüm, kültü- şımı benimseyen Duben, ağırlıklı olarak toplum-
rel çalışmalar ve politik ekonomi alanlarına ilgi sal tarih, antropoloji ve demografinin yaklaşım
duymaktadır. Ayrıca metin yazarlığı yapmak- ve malzemelerinden faydalanır.
tadır. Koordinat kovalayıcısıdır; 2000 yılından
bu yana ABD, Danimarka ve Belçika’da yaşa- >Hane
mış; Türkiye, Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika
ile Kuzey Afrika’da seyahat etmiştir. Dışişleri
Bakanlığı’na bağlı olarak yürütülen bir tanıtım ALEXİS ŞANAL
projesinde görevlidir. Los Angeles, 1974

>2010, Reklam Mimar. SCIArc’tan mimarlık dalında mezun oldu,


yüksek lisansını şehir planlama alanında MIT’de

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-402
İSTANBULLAŞMAK

tamamladı. Akademik ve mesleki arayışlarındaki dersleri vermektedir. Ulusal ve yabancı dergilerde


vizyonu, insan ve çevre tasarımı arasındaki akış- Türkiye’de folklor araştırmaları, Halkevleri, milli
kan ilişkiye dayanır. Los Angeles’ta çeşitli yenilik- bayramlar ve dans tarihine ilişkin çeşitli maka-
çi mimarlık bürolarında çalıştı, 2002’de İstanbul’a leleri ve kitap kritikleri yayımlanmıştır. Kendisi
taşındı. Son zamanlarda dijital ortamları fiziksel ayrıca Suraiya Faroqhi ile birlikte Celebration,
ortamla harmanlamak amacıyla konuma duyarlı Entertainment and Theater in the Ottoman World
hesaplamanın gelecekteki potansiyellerini in- (2014) ve Evelyn Birge Vitz ile birlikte Medieval
celeyen bir dizi proje üzerinde çalışıyor. 2007’de and Early Modern Performance in the Eastern
Queensland Üniversitesi’nde konuk araştırmacı Mediterranean (2014) adlı kitapları yayına ha-
olarak tasarım atölyesi dersleri verdi. MIT’de diji- zırlamıştır. Raksdan Oyuna: Türkiye’de Dansın
tal şehirler üzerine araştırmalarına devam ediyor. Modern Halleri adlı kitabı da Boğaziçi Üniversitesi
Yayınları tarafından 2014 yılında yayımlanacaktır.
>Semt Pazarı (II), Murat Şanal ile birlikte
>Bakkal, Bayramlar, Dolmuş, Giysi,
Kent Folkloru, Plaj, Yokuş
ARZU ÖZTÜRKMEN
Beyrut, 1965
ATİLLA YÜCEL
Ortaöğrenimini İstanbul, Notre Dame de (İstanbul, 1942)
Sion’da, yüksek öğrenimini Boğaziçi Üniversitesi
İşletme Bölümü’nde tamamladı. University of Mimar. Lise ve Üniversite öğrenimini İstanbul’da
Pennsylvania’da yazmış olduğu doktora tezi 1998 tamamladı. Mimarlık uygulamalarını ve buna
yılında Türkiye’de Folklor ve Milliyetçilik adıy- paralel olarak yürüyen akademik etkinlikleri-
la yayımlandı. 1994 yılından bu yana Boğaziçi ni bu kentte sürdürüyor. 2003’e kadar İstanbul
Üniversitesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyesidir Teknik Üniversitesi’nde, öğretim üyesi olarak
ve bu bölümde “Gösteri Sanatları Tarihi”, “Sözlü görev yaptı. 1983’ten beri süren tasarım deneyi-
Tarih”, “Tarihte Araştırma Yöntemleri” başlıklı mi içinde İstanbul’daki kentsel ölçekli projeler

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-403
İSTANBULLAŞMAK

ve restorasyon projeleri ağırlıklı oldu. Kuramsal geleneği konusunda yayınları bulunmaktadır. Ege
çalışmaları kapsamında İstanbul’la ilgili olan- bölgesinin ayân mimarisi üzerindeki araştırması-
lar 1970’lerdeki 19. yüzyıl kent ve konut dokusu nın kitaplaşması nedense gecikmektedir. Görece
araştırmalarıyla başladı; IFA, Habitat II program eski bir İstanbullu sayılır ve bu şehrin bellek ve
ve yayınları ile bağımsız yayınlar çerçevesinde bilinç erozyonuna yenik düşmesine seyirci kal-
geliştirildi. MArS-Mimarlar'da devam ettiği ta- maktan hoşlanmamaktadır.
sarım etkinliklerinin yanı sıra akademik çalış-
malarını Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi'nde >Kanyon
sürdürmektedir.

AYDAN BALAMİR
>Ana Cadde, Bağdat Caddesi (I) Hülya
Denizli, 1953
Hatipoğlu’nun katkılarıyla; Erotizm; Taksim
Meydanı Hülya Hatipoğlu ile birlikte
Mimar, öğretim üyesi. Orta Doğu Teknik
Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde tasarım stüd-
AYDA AREL yosu, tarih ve kuram dersleri veriyor. Meslek ku-
(İstanbul, 1936) ruluşlarının yönetim, yayın ve seçici kurullarında
görev yaptı. Düzenlediği çeşitli sergilerden biri
İstanbul Üniversitesi ve Michigan Üniversitesi’nde olan Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri’nin 1988-
Sanat tarihi öğrenimini almış, İstanbul Teknik 2004 kataloğunu derledi. 1997’den bu yana Kültür
Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Ege Bakanlığı Koruma Kurulu üyeliği yapıyor. Konut
ve Dokuz Eylül üniversitelerinde mimarlık ve ve eğitim yapıları üzerine mimari proje ve uygula-
sanat tarihi alanlarında görev almıştır. Erken maları oldu. Modern mimarlık tarihi ve eleştirisi,
emekliliğinden sonra Yıldız Teknik Üniversitesi, mimarlık eğitimi ve kentler üzerine yoğunlaşan
IFEA (Istanbul Fransız Anadolu Araştırmaları) ve yayınları vardır.
kısa bir sure Kıbrıs Doğu Akdeniz Üniversitesinde
bulunmuştur. Batı Anadolu Beylikler dönemi, >Banliyö, Palimpsest (I)
18. yüzyıl İstanbul mimarisi ve Osmanlı konut

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-404
İSTANBULLAŞMAK

AYŞE AKALIN AYŞE EREK


İstanbul, 1975 İstanbul, 1973

Sosyolog. City University of New York, Graduate Sanat tarihçisi. Görsel kültür, kent kültürü ve gün-
Center’da sosyoloji doktorası yapmakta ve cel sanat üzerine yazıları yayımlanmış, Tarih Vakfı
İstanbul Teknik Üniversitesi’nde yarı-zamanlı İstanbul dergisinde yayın kurulu üyeliği yapmış-
öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır. Doktora tır. Berlin Humboldt Üniversitesinde “İstanbul ve
araştırması, Türkiye’de evlerde çalışan eski sos- Berlin’de Kent İmgesi ve Sanat” konulu araştır-
yalist blok ülkeleri vatandaşı kadınlar üzerinedir. ma projesini yürütmüştür. Yeditepe Üniversitesi
Tarih Bölümü’nde öğretim üyesidir.
>Sovyetler Birliği Sonrası Göçmen
>Ekran

AYŞE ÇAVDAR
Ankara, 1975 AYŞEN CİRAVOĞLU
İstanbul, 1977
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik
Bölümü’nden mezun oldu. Boğaziçi Üniversitesi Mimar. Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık
Tarih Bölümü’nde yüksek lisansını tamamla- Fakültesi’nde mimari tasarım alanında öğretim
dı. Yeni Şafak, Ülke, Yeni Yüzyıl, Nokta, Atlas, ve araştırma çalışmaları yapmaktadır. Mimarlar
Radyo 92.3 gibi yayın organlarında gazeteci, Tarih
Odası tarafından yayımlanan Mimarlık ve mi-
Vakfı’nda halkla ilişkiler sorumlusu olarak ça-
mar.ist dergilerinin yayın kurullarında görevlidir.
lıştı. 2003 yılından bu yana çeşitli belgesel film
Mimarlık Eğitimi Derneği yönetim kurulu üye-
projelerinde araştırmacı olarak çalışıyor. Çeşitli
sidir. Tasarım ve kent üzerine pek çok formel ve
dergilerde yazıları yayımlanıyor ve üniversiteler-
enformel etkinlikte yer almakta; yayınları temel-
de gazetecilik dersleri veriyor.
de mimarlık eğitimi, mimari tasarım, mimarlık
>McDonald’s eleştirisi ve çevresel konularda yoğunlaşmaktadır.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-405
İSTANBULLAŞMAK

Derinleştiği araştırma alanları ise mimarlık eğiti- Davet Mutfakları, Osmanlı Mutfağı ve Fransız
minin enformel yanının gelişimi, çevre tartışmala- Mutfağı üzerine eğitimler veren Başak Sanaç, 2013
rı üzerinden mimarlık ortamının eleştirisi, kentsel yılından beri Hotel Arcadia Blue'nun yöneticisidir.
aktivizmin “yer” ile ilişkisinin sorgulanmasıdır.
>Balık
>Gökdelen, Park Otel, Su

BENGİ GÜLDOĞAN
BAŞAK SANAÇ TANRIVERDİ Diyarbakır, 1985
Ankara, 1976
Mimar. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık
Aşçı. Mutfağa profesyonel olarak ilk girişi 1996 yı- Fakültesi Mimarlık Bölümü mezunu. “Difüzyon”
lında Swissotel’de oldu; Dünya Mutfakları, Ziyafet, adlı grubun kurucu üyelerinden. “Difüzyon”,
Soğuk Mutfak ve Uzakdoğu Mutfakları üzerine İstanbul tasarım çevresinin özgün değerlerinin
çalıştı. Sonrasında Dulcinea’da cafe mutfağı ve tanımlanması ve farklı tasarım alanlarının bir-
Armada Oteli’ne bağlı Alafranga Lokanta’da sous- birleriyle verimli ilişkilere geçmesine zemin oluş-
chef olarak Fransız-Osmanlı sentez mutfağı üzeri- turmak amaçlı tasarım etkinlikleri düzenleyen
ne çalışmalarını sürdürdü. Divan Oteli’ne bağlı Hai amatör bir oluşumdur.
Sushi!’nin açılış kadrosunda yer aldı. Bunun yanı
sıra Erenköy Divan Pub ve Divan Yiyecek İçecek >Park ve Bahçeler
Genel Müdürlük Kafeterya’da chef-de-partie po-
zisyonunda çalıştı. Gezi Oteli’nde Yiyecek-İçecek BEYHAN İSLAM
Müdürü ve Executive Chef olarak çalıştıktan sonra İstanbul, 1976
kendi işini kurdu. “Ume” isimli pop tarzı hızlı
Japon yemekleri servis edilen mekanında özel- Mimar. 2001-2003 yılları arasında Radyo 92.3’te
likle birbirinden lezzetli sushileriyle ün yaptı. İstanbul üzerine çalışmalar yapan farklı aktörlerin
2003 yılından beri Coccolat’ın eğitim kadrosunda (yazarlar, belediye temsilcileri, sivil toplum kuru-
Sushi, Çin Mutfağı, Meksika Yemekleri, Snack, luşları, sosyologlar, mimarlar, sanatçılar) konuk

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-406
İSTANBULLAŞMAK

olarak katıldığı “İstanbul İstanbul” isimli bir rad- tarihi ve sergileme üzerine yerli ve yabancı süreli
yo programı hazırladı ve sundu. İllüstrasyonlar yayınlarda makaleleri yayımlanmıştır.
yapıyor; çocuklar ve alternatif eğitim sistemleri
ile ilgili araştırmalar yürütüyor. >Müze

>Kapalı-Site
BURÇAK ÖZLÜDİL
Ağrı, 1975
BURÇAK MADRAN
Ankara, 1970 Mimar. Lisans öğrenimini Mimar Sinan
Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde, yüksek li-
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Endüstri sans öğrenimini ise Yıldız Teknik Üniversitesi’nde
Ürünleri Tasarımı mezunu. Fransa’da Provence Mimarlık Tarihi ve Kuramı Programı’nda tamam-
Üniversitesi’nde Arkeoloji ve Sanat Tarihi Lisansı ladı. 2002 yılından başlayarak Arredamento
ile Akdeniz Kültür Varlıkları Yüksek Lisansı yaptı. Mimarlık dergisinde dört yıl süreyle yazı işleri
Fransa’da EHESS’de Türkiye müzeciliği üzerine müdürü olarak görev yaptı. Halen ABD’de doktora
tarih doktorasına devam ediyor. 1997 yılından çalışmasını sürdürmektedir.
beri Yıldız Teknik Üniversitesi Müzecilik Yüksek
Lisans programında ders veriyor. 1999-2006 yıl- >Göç, Hibritleş-me/tirme
ları arasında aynı üniversitenin Sanat Yönetimi
Programı’nda yarı-zamanlı ve tam-zamanlı öğ- BÜLENT TANJU
retim görevlisi olarak çalıştı. 2000 yılından bu İstanbul, 1964
yana İstanbul Bilgi Üniversitesi Tasarım Kültürü
ve Yönetimi Sertifika programında “sergileme” Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden
üzerine seminerler veriyor. Müzeoloji çalışmaları- mezun oldu. 1999 yılında İstanbul Teknik
nın yanı sıra müze ve süreli sergilerinin kurgu ve Üniversitesi Mimarlık Tarihi ve Kuramı
tasarımlarını da yapmaktadır. Müzecilik, müzeler Programı’nda, “1908-1946 Türkiye Mimarlığının

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-407
İSTANBULLAŞMAK

Kavramsal Çerçevesi” başlıklı çalışmasıyla doktora- devam etmektedir. Halen, Birgün gazetesi kültür-
sını tamamladı. Ağa Han İslam Mimarlığı Programı sanat sayfalarında yer alan “Karşılaşmalar” adlı
bursu ile 2002 bahar yarıyılını MIT Mimarlık köşesinde, roman kahramanları ya da yazarlarla
Bölümü’nde konuk öğretim üyesi olarak geçirdi. hayali karşılaşmalar halinde kurguladığı, güncel
Başta Arredamento Mimarlık olmak üzere çeşitli olayları ve yeni çıkan kitapları değerlendiren ya-
dergi ve kitaplarda yazıları yer aldı. Çalışma alan- zılar yazmayı sürdürüyor. Yazarın, Ocak 2008’de
larını modern sanat ve mimarlık, 19. ve 20. yüzyıl Versus Kitap tarafından yayımlanmış Karınca
Türkiye mimarlığı ve modern kültür sorunsalları Hastanesi adlı bir romanı bulunmaktadır.
oluşturmaktadır. Hâlen Mardin Artuklu Üniversitesi
>Arabalı Vapur, Ayakkabı Boyacısı, Gecekondu
Mimarlık Fakültesi’nde öğretim üyesidir.

>Arabesk, Kamusal Alan (I), Kimlik, Oryantalizm, CAN ALTAY


Yıkım ya da Çarpık Kent Ankara, 1975

1997 yılında Bilkent Üniversitesi’nde İç Mimarlık


BÜLENT USTA ve Çevre Tasarımı üzerine öğrenimini tamamla-
İstanbul, 1973 dı. Lisansüstü çalışmaları sırasında bu bölümün
yanı sıra Çağdaş Sanat ve Sanat Felsefesi üzerine
Yazar. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrenim gördü. İsveç’te Malmö Sanat Akademisi
Antropoloji Bölümü’nü bitirerek, İstanbul ve Lund Üniversitesi’nde “Eleştirel Çalışmalar”
Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nde yüksek lisan- programını tamamladı. Bilkent Üniversitesi Sanat,
sını tamamladı. Siyahî dergisinin kurucuları ve Tasarım ve Mimarlık Enstitüsü’nden doktor unvanı
editörleri arasında yer almakta ve Yasakmeyve aldı. Ayrıca araştırmacı ve ziyaretçi akademisyen
şiir dergisiyle Eşik Cini öykü dergisinin editör- sıfatlarıyla İsveç’te, İngiltere’de ve Almanya’da
lüğünü yürütmektedir. Çoğunluğu şiir alanında bulundu. Günümüzde İstanbul Bilgi Üniversitesi
olmak üzere çok sayıda kitabın editörlüğünü yap- Mimarlık Fakültesi'nde yardımcı doçent doktor
tı. Çeşitli dergilere ve gazete eklerine yazmaya olarak görevlidir. Mimarlık, yapısal çevre, kentle

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-408
İSTANBULLAŞMAK

ilişkili sosyal, ekonomik ve siyasi olgular üzerine yayın danışmanlığı yaptı. Sabancı Üniversitesi’nde
çalışmaktadır. Metin, fotoğraf, ve video çalışma- yaratıcı yazarlık dersleri verdi. Serbest editörlük ve
ları içeren mekansal düzenlemeler yapmaktadır. çevirmenlik yaptı. 2005 yılında “g yayın grubu”nu
Yapıtları Uluslararası İstanbul Bienali, Havana kurdu. 1990 yılından bu yana çok sayıda kitabı
Bienali, Busan Bienali gibi büyük sergilerde ve yayımlandı.
Walker Art Center (Minneapolis), ZKM (Karlsruhe),
PS.1 MoMA (New York), Platform Garanti Güncel >Serçe
Sanat Merkezi (İstanbul) gibi müze ve galerilerde
sergilenmiştir. CEM YÜCEL
İstanbul, 1972
>Kağıtçılar

Mimar. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık


Fakültesi’ni bitirdi. Aynı yıl Mimarlık Atölyesi’ni
CEM AKAŞ kurdu. Bu dönemde Atölye, bir kısmı meslek med-
Mannheim, 1968 yasında yayımlanmış olan restorasyon, proje ve
uygulama çalışmalarını yürüttü. Yıldız Teknik
Boğaziçi Üniversitesi’nde kimya mühendisliği Üniversitesi’nde yüksek lisans öğrenimini tamam-
okudu. Aynı üniversitede siyaset bilimi üzerine ladı. 2000 yılından itibaren mimarlık, iç mekan
başladığı yüksek lisans çalışmalarını New York’ta, ve ürün tasarımı konulu proje ve uygulama çalış-
Columbia Üniversitesi’nde tamamladı; ardından malarını, ortağı olduğu MArS-Mimarlar’da devam
Boğaziçi Üniversitesi’ne dönerek Türk siyaset etmekte ve 2002 yılından beri öğretim faaliyetle-
tarihi üzerine doktora yaptı. Cenk Koyuncu’yla rini çeşitli üniversitelerde sürdürmektedir.
birlikte SonKişot dergisini kurdu. 1993-94 sezo-
nunda TRT-2’de Enis Batur’la birlikte hazırladığı >Mutenalaştırma (I), Palimpsest (II)
“Okudukça” programını sundu. 1992-2004 yılları
arasında Yapı Kredi Yayınları’nda yarı-zamanlı edi-
tör olarak çalıştı, yayın yönetmenliği ve son olarak

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-409
İSTANBULLAŞMAK

DENİZ AKTAN KÜÇÜK akışlar ve dini kurumlarla ulus-devlet ilişkisini


Zonguldak, 1980 incelemektedir. Ayrıca İstanbul’daki kentsel dö-
nüşüm ve toplumsal ayrışma konularında çalış-
Akademisyen. Boğaziçi Üniversitesi Felsefe malar yürütmektedir.
Bölümü’nden mezun olduktan sonra çalışma-
larına aynı üniversitenin Türk Dili ve Edebiyatı >Iraklı Göçmenler, Kırım Kilisesi
Bölümü’nde devam etti. Aynı zamanda asistan ola-
rak da görev yaptığı bu bölümde, edebiyat eleştiri-
si ve kent-edebiyat ilişkisi üzerine çalışmaktadır. EKİN SANAÇ
İstanbul, 1982
>Aylaklık, Edebiyat
Üsküdar Amerikan Lisesi’nden mezun olduk-
tan sonra, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık
Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde
DİDEM DANIŞ
öğrenimini sürdürdü. Üniversiteden sonra arka-
İstanbul, 1973
daşlarıyla birlikte aylık bağımsız müzik, sinema,
sanat ve kültür dergisi Bant’ı hazırlamaya başladı.
Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Sosyoloji
O gün bugündür Bant’ta editör olarak görevini
bölümlerinden mezun olduktan sonra, Orta
sürdürüyor. Aynı zamanda, 2006 yazında Berna
Doğu Teknik Üniversitesi’nde sosyoloji yüksek
Göl ile birlikte başlattığı “Kim Ki O” isimli grupla
lisans öğrenimini tamamladı. 1998-2002 yılla-
müzik faaliyetlerini yürütüyor. “Kendin Yap” fel-
rı arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji
sefesini benimsemiş synthesizer-bas gitar ikilisi
Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalış-
“Kim Ki O”, İstanbul, Ankara ve Eskişehir’in yanı
tı. 2005 yılından beri Galatasaray Üniversitesi
sıra bugüne kadar Amsterdam, Münih, Frankfurt,
Sosyoloji Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak
Nijmegen ve Stockholm’de de konser verme fır-
çalışmaktadır. Paris’te bulunan EHESS’te hazırla-
satını yakaladı.
makta olduğu doktora tezinde, Türkiye’deki Iraklı
transit göçmenlerin sosyal ilişki ağları, ulusötesi >Müzikte Korsan

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-410
İSTANBULLAŞMAK

ELA ÇİL EMRE ZEYTİNOĞLU


İzmir, 1971 İstanbul, 1955

Akademisyen, mimar. Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat üzerine makale ve kitap yayımlıyor, ser-
Mimarlık Fakültesi’nden lisans ve yüksek lisans gi açıyor. Yine sanat üzerine radyo programları
derecelerini, Michigan Üniversitesi’nden dokto- gerçekleştirdi; halen İstanbul’un ve çevre kentle-
ra derecesini aldı. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde rinin tarihi ve kültürel mekanları üzerine hafta-
araştırma görevlisi olarak çalıştı. Halen İzmir lık bir televizyon programı yapmakta. Futbolun
Yüksek Teknoloji Üniversitesi’nde öğretim üyesi- sosyolojik ve siyasi uzantıları hakkında çok sa-
dir. Çalışmaları, “mekanın farklı okuma yöntemle- yıda yazısı ve bir de kitabı vardır. Ayrıca, Mimar
rinin ilişkilendirilmesi” üzerine yoğunlaşmaktadır. Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve Yeditepe
Üniversitesi’nde, “Sanat Sosyolojisi”, “Sanat ve
>Kaldırım Hülya Hatipoğlu ile birlikte Eleştiri”, “Çağdaş Sanat”, “Düşünce Tarihi” ve
“Küreselleşme Sanatı” başlıklı dersleri veriyor.

EMRE AYVAZ >Stadyum


Bursa, 1980
ERSİN ALTIN
Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası Kırklareli, 1978
İlişkiler Bölümü’nü bitirdikten sonra aynı üniver-
Anadolu Üniversitesi, Mimarlık Bölümü’nü bi-
sitenin Sosyoloji Bölümü yüksek lisans progra-
tirdi. Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Tarihi
mına devam etti; Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul
ve Kuramı Programı’ndan yüksek lisansını aldı.
Ansiklopedisi hakkındaki tezini 2007 yılında ta-
2002-2006 yılları arasında Arredamento Mimarlık
mamladı. Kitap-lık, Kaşgar, Sanat Dünyamız, Kitap
dergisinde yazı işleri sorumlusu olarak çalıştı.
Zamanı, Toplumbilim gibi dergilere yazılar yazdı.
Doktora çalışmalarını ABD’de sürdürüyor.

>Fatih Sultan Mehmet >Anarşi (I), Azınlık (I), Mahalle

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-411
İSTANBULLAŞMAK

EVREN UZER şüm projeleri uygulamıştır. Kentsel gelişim ve


Ankara, 1977 dönüşüm konularında stratejiler, yenilikçi model
ve öneriler ortaya koymakta ve projeler gerçek-
Şehir plancısı, araştırmacı ve İstanbul Teknik leştirmektedir. Projeden etkilenen grupların bir
Üniversitesi (İTÜ) Şehir ve Bölge Planlaması araya gelmelerini sağlamak üzere “uzlaşma yö-
Bölümü’nde Doktora öğrencisi. 2001’den beri netimi” uygulamaktadır. Kentleşme ve kentsel
İTÜ Konut Araştırma ve Eğitim Merkezi ve İTÜ dönüşüm üzerine pek çok yazısı vardır. Mimar
Konut ve Deprem Yüksek Lisans Programı’nda Sinan Üniversitesi’nde yarı-zamanlı olarak kentsel
araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır. Doktora dönüşüm üzerine ders vermektedir.
çalışması kültürel miras ve risk üzerine yoğun-
laşmakta; diğer araştırma alanları afet sonrası >Acil Eylem Planı, Kentsel Dönüşüm
barınma, katılım ve kamusal alanda müdahaleler
konu başlıklarını kapsamaktadır. 2005’ten beri
Bergen Mimarlık Okulu’nda afet sonrası barınma FATİH ÖZGÜVEN
atölyeleri gerçekleştirmektedir. 2004 yılından İstanbul, 1957
beri tasarımcı Otto von Busch ile birlikte kentsel
araştırmalar, uygulamalı sosyo-coğrafya, tasarım Yazar, sinema eleştirmeni, çevirmen. Günlük
ve sosyal sanat çalışmaları gerçekleştirdikleri Radikal gazetesinde sinema yazıları yazmakta,
“roomservices” inisiyatifini yürütmektedirler. İstanbul Bilgi Üniversitesi Sinema Televizyon bölü-
münde ders vermektedir. Bir Şey Oldu/Something
>Deprem, Kapıcı, Seyyar Yemek Satıcısı Happens ve Hiç Niyetim Yoktu/I Never Meant To
adlı iki hikaye kitabı ve Yerüstünden Notlar/Notes
from Above the Ground adlı bir deneme kitabı var-
FARUK GÖKSU dır. Şehre ilişkin her şey ilgi alanı içine girmektedir.
Ankara, 1958
>Alışveriş Merkezi (I), Bankamatik,
Şehir Plancısı. Kamu, özel sektör ve yerel Güzelleştirme (I), İstiklal Caddesi ya da
örgütleri bir araya getiren pek çok kentsel dönü- “Beyoğlu”, Simit Sarayı (I), Yeşilçam

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-412
İSTANBULLAŞMAK

FUNDA UZ 1982 yılında Hürriyet gazetesinde çalışmaya baş-


Konya, 1974 ladı. 1990-1994 yılları arasında dış haber editör
yardımcısı; 1994-2000 yılları arasında dış haber
Mimar. “Seksenler İstanbul’u Kentsel Söylemini editörü olarak görev yaptı. 2000 yılından beri aynı
Popüler Yazılı Medya Üzerinden Okumak” başlıklı gazetede köşe yazarlığı yapmaktadır.
doktora çalışmasını tamamladığı İstanbul Teknik
Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde öğretim >Mavna
üyesidir. 2004-2005 öğretim yılında Cambridge
Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde davetli araştır-
macı olarak çalıştı. Uluslararası yayınlarda bildi- GÖKHAN ÖZGÜN
rileri ve makaleleri vardır; atölye yürütücülükleri Ardahan, 1962
yapmıştır. Mimarlık ve Felsefe Sempozyumu’nun
düzenleme ve yürütme kurulu üyesi, aynı zaman- Yazar. Ekonomi ve felsefe öğreniminin ardından
da da sempozyum sonrası basılan Etik-Estetik ve uzun bir süre reklam yazarlığı ve danışmanlığı
Zaman-Mekan kitaplarının editörlerindendir. yaptı. Bir dönem İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde
Çalışma alanları, popüler kültür, söylem, bellek, reklamcılık dersleri verdi. Bir yıl boyunca Radikal
modernizm ve mimarlık eğitimidir. gazetesinde siyaset üzerine köşe yazarlığı yaptı.

>Dil, Pastane >Demokrasi, Merkez

GİLA BENMAYOR GÜL KÖKSAL


İstanbul, 1960 İstanbul, 1972

İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Mimar, koruma uzmanı, Kocaeli Üniversitesi,
Bölümü’nden mezun oldu. Gazetecilik ve halkla Mimarlık ve Tasarım Fakültesi, Mimarlık Bölümü,
ilişkiler üzerine yüksek lisans öğrenimi gördü. Restorasyon Anabilim Dalı öğretim üyesidir.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-413
İSTANBULLAŞMAK

Yüksek lisans tezi Haliç Tersanesi, doktora tezi Türk Bilim Tarihi Kurumu projesi olan “Demirköy-
de, İstanbul’daki endüstri mirasının korunması ve Samakovcuk Osmanlı Demir Dökümhanesi
yeniden kullanımı üzerine olup, bu konuyla ilgili Araştırmaları” kazı ekibinin üyesidir.
gelişmeleri ve yürütülen çalışmaları yakından
takip etmektedir. Mesleki ve bilimsel faaliyetleri >Gazhane
ağırlıklı olarak mimari, restorasyon projeleri ve
mimarlık yayını üzerinedir.
HAKAN TÜZÜN ŞENGÜN
>Elektrik, Haliç, Haliç Tersaneleri, Ankara, 1971
Şirket-i Hayriye
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık
Fakültesi, Mimarlık Bölümü’nde lisans; “Çağdaş
GÜLSÜN TANYELİ Türkiye Mimarlığında Aidiyet Sorunu” isimli
Keşan, 1957 tezi ile aynı okulun Mimarlık Tarihi Ana Bilim
Dalı’nda yüksek lisans öğrenimini tamamladı.
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık ATK Lojmanları, Çatalhöyük Müze ve Ziyaretçi
Fakültesi’ndeki lisans eğitimini 1979’da bitirdi. Merkezi ve B2 Evi gibi bazı ödüllü projelerin ta-
Yüksek lisans ve doktora öğrenimini aynı kurum- sarım ekiplerinde yer aldı. Domus dergisinin
da gerçekleştirdi. 1984’ten bu yana İTÜ Mimarlık Ryugyong Oteli’nin işlevsel olarak yeniden ta-
Fakültesi’nde görev yapmaktadır. 1994-2002 yılları nımlanması için gerçekleştirdiği fikir konsültas-
arasında Adana Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma yonunda “Zeppelinized” önerisi Domus’un 893
Kurulu’nda görev yaptı, 2005 yılında Nevşehir no’lu kapağı olarak basıldı ve Milano Mimarlık
KTVK Bölge Kurulu üyeliğine atandı. ICOMOS Trienali’nde sergilendi. Çalışmalarıyla 1998
Türkiye Milli Komitesi ve DoCoMoMo_Tr üyesidir. Anytime Konferansı, 2004 Global Architect and
Özellikle teknoloji tarihi alanında çalışan Tanyeli, Media Event, 2005 Kassel-Kunsthalle Collective
son dönemde çalışmalarını, ağırlıklı olarak en- Creativity [Kolektif Yaratıcılık] sergisi, 10.
düstri arkeolojisi sitleri üzerinde yoğunlaştırdı. Uluslararası İstanbul Bienali gibi uluslararası

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-414
İSTANBULLAŞMAK

etkinliklerde yer aldı. Mimari yapının fenomeno- makaleler yazmış, editörlük yapmış, mimari pro-
lojisi, kent ve yapı arayüzü üzerine çalışmaktadır. jelerde çalışmış ve yarışmalara katılmıştır.
Halen İTÜ Mimarlık Fakültesi Mimari Tasarım
Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak doktora >Alışveriş Merkezi (II), Barajlarda Doluluk,
çalışmasını sürdürmektedir. Simit Sarayı (II)

>Zeplin
HÜLYA HATİPOĞLU
Osmaniye, 1966
HAKKI YIRTICI
Adana, 1969 Editör, kent tasarımcısı. İstanbul Teknik
Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden lisans ve
Mimar. İstanbul Kültür Üniversitesi Mimarlık yüksek lisans derecelerini aldı. Yıldız Teknik
Bölümü öğretim üyesi. Tasarım, tasarım kuramı, Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak ça-
modernlik ve sinema üzerine dersler vermektedir. lıştıktan sonra İstanbul Bilgi Üniversitesi, Tarih
Çalışmalarının merkezini modernleşme ve moder- Vakfı ve İş Kültür Yayınları’nda yayın koordina-
nizm, mekanın ekonomi politiği, gündelik hayat, törlüğü ve editörlük yaptı.
sinema ve mimarlık konuları oluşturmaktadır. Bu
konularla ilgili olarak İstanbul Bilgi Üniversitesi >Kaldırım Ela Çil ile birlikte; Taksim Meydanı
Yayınları’ndan Çağdaş Kapitalizmin Mekansal Atilla Yücel ile birlikte
Örgütlenmesi isimli kitabı ve Boyut Yayınları’nın
yayımladığı Mimarlık ve Tüketim adlı kitap içinde
“Tüketimin Mekansal Örgütlenmesinin İdeolojisi” İLKAY BALİÇ
isimli makalesi yayımlanmıştır. Rotterdam İstanbul, 1979
Mimarlık Bienali 2005 kapsamında Capitalist
Metastasis başlığı altında Türkiye grubunun sergi Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama
editörlüğünü yapmıştır. Bunların dışında çeşitli Bölümü’nü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-415
İSTANBULLAŞMAK

Bölümü’nde yüksek lisans yaptı. Serbest editör IŞIL BAYSAN SERİM


olarak çalışıyor. Ankara, 1967

>Bakkal Sandviçi, Manzara, Temizleme, Yabancı, Mimar, doktora adayı, Yeditepe Üniversitesi
Yabancılaşma Mimarlık Bölümü’nde öğretim görevlisi.
Çalışmaları, sinematografik teknolojilerin mimar-
lık epistemolojisini ve ontolojisini nasıl dönüş-
İPEK YADA AKPINAR türdüğü, biçimlendirdiği ve özellikle tasarım ve
İstanbul, 1973 mekan politikalarını nasıl belirlediği konusunda
yoğunlaşır. Bu doğrultuda, ulusal ve uluslararası
Mimar. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) düzeyde, farklı akademik kurumlar ile kültür-sa-
Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü öğre- nat ve mimarlık enstitülerinde “sinetopya” başlığı
tim üyesi. Doğu Akdeniz Üniversitesi Mimarlık altında çeşitli atölye çalışmaları düzenlemekte ve
Fakültesi ziyaretçi öğretim üyesi. The Journal seminerler vermektedir. Disiplinlerarası alanda
of Architecture bölge editörü. İTÜ Mimarlık faaliyet gösteren dergi ve gazetelerde yayımlan-
Fakültesi’ndeki lisans ve lisansüstü çalışmalarının mış yazı, makale ve röportajları bulunmaktadır.
ardından, doktora öğrenimini Londra Üniversitesi,
Bartlett School’da tamamladı. Mimarlık eğitimi, >Sinema
mimari ve kentsel tasarım, kent kültürü, mekan
politikaları, İstanbul, mimarlık-kent-politika iliş- İSMET ELİF KILIÇ
kileri üzerine çeşitli yazıları vardır; bu konular İstanbul, 1979
üzerine yüksek lisans, doktora tezleri ve dersler
yürütmekte; ulusal ve uluslararası atölye çalış- 2002 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi
maları ve konferanslar düzenlemektedir. Mimarlık Fakültesi’nden mezun oldu. 2003-2009
yıllarında MArS-Mimarlar'da çalıştıktan sonra
>Güzelleştirme (II), İstimlak, İdealimdeki Ev 2009-2010 süresince Garanti Galeri bünyesinde

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-416
İSTANBULLAŞMAK

mimari arşiv uygulamaları üzerine araştırmalar araştırmaları gerçekleştirdi. Araştırmalarında


yürüttü. Eczacıbaşı'nda mimar olarak çalışıyor. kamusal alanın yapısı, kentsel kimliklerin inşa-
sı ve kent araştırmalarında etnografik yöntem-
>Kulaklık bilim alanlarına odaklanmaktadır. Doktorasını
Hamburg Üniversitesi’nde Mexico City’nin
JAMES HAKAN DEDEOĞLU Zócalosu –şehrin tarihi ana meydanı ve çağdaş
İstanbul, 1980 metropolün simgesel merkezi– üzerine hazırladı-
ğı etnografik bir araştırma ile tamamladı. Serbest
İstanbul Üniversitesi İspanyol Dili ve Edebiyatı çalışan bir kent araştırmacısı olarak uluslarara-
Bölümü’nden mezun oldu. 2004 yılından bu yana sı bağlamlarda çalışmakta, ders vermekte, ya-
Bant dergisi yazı işleri müdürüdür. Amatör öykü ya- yınlar yapmakta ve sergilere katılmaktadır. Şu
zarlığıyla birlikte bugüne kadar Trendsetter, Rolling anda Almanya’da Frankfurt/Oder’deki Viadrina
Stone, Basatap, Aktüel, Blue Jean, İstanbul gibi Avrupa Üniversitesi’nde yardımcı doçent olarak
dergilerde yazıları yayımlanmıştır. Aylin Güngör çalışmaktadır.
ile birlikte Açık Radyo’da “Tırtıllar” adlı programı
yapmaktadır. Ricochet, Geist Im Glas ve Kaluza >Kamusal Alan (II)
gibi gruplarda gitar çalmanın yanı sıra Oak ve TSU!
isimli kendi müzik projeleriyle de ilgilenmektedir.
KEREM ÖKTEM
>Peyote Sahnesi Gelsenkirchen, 1969

Oxford Üniversitesi Avrupa Araştırmaları


KATHRIN WILDNER Merkezi ve Güney Doğu Avrupa Araştırmaları
Essen, 1965 Programı’nda araştırmacı. İstanbul’da ve TU
Hamburg-Harburg’da Şehir Planlama eğitimi
Şehir antropoloğu. New York, Mexico City, Havana, gördü. Berlin’de mimarlık bürolarında çalıştı,
İstanbul ve başka kentsel yığışmalarda alan daha sonra Oxford Üniversitesi’nde Modern Orta

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-417
İSTANBULLAŞMAK

Doğu Araştırmaları dalında eğitimine devam etti. LEVENT ŞENTÜRK


Doktorasını 2006’da Türk milliyetçiliğinin mekan- Eskişehir, 1974
sal boyutları üzerine hazırladığı tezle tamamladı.
Çağdaş Türkiye, azınlık politikaları ve tarihsel Mimar. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Mimarlık
hafıza gibi konularda çalışmakta ve Middle East Bölümü’nde görev yapmaktadır. “Modulor’un
Report Online [Çevrimiçi Orta Doğu Raporu]’nda Bedeni” başlıklı doktora tezini 2007’de Yıldız Teknik
düzenli olarak yazıları yayımlanmaktadır. Angry Üniversitesi Mimarlık Tarihi ve Kuramı Anabilim
Nation – Turkey since 1989 [Kızgın Ulus – 1989]’dan Dalı’nda tamamladı. 1997’den beri Mimarlık,
Bu Yana Türkiye adlı kitabı 2001 yılında Zed Arredamento Mimarlık, Sanat Dünyamız, Cogito,
Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Kitap-lık, RH+, Doxa gibi dergilerde yazıları yayım-
landı. Deneysel edebiyat, mimari tasarım, mimar-
>Azınlık (II), Etnisite, Minibüs, Sinagog, lık eleştirisi, sanat gibi ilgi alanlarının ürünü olan
Varoş (I) İşaretname ve İntermezzo (1998, YKY), Doxa Yazıları
(2003, YKY), Yerdeğiştirmeler Seçkisi (2004, YKY),
Lilliput Masallar (Sel, 2004) isimli kitapları var-
KEVIN ROBINS dır. 2002’den beri, Pomi adlı (Potansiyel Mimarlık
İşliği - Studio for Potential Architecture) mimarlık
Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde stüdyosunun yürütücülüğünü yapmaktadır.
görevlidir. Uluslaraşırı iletişim konusunda bir
yayın üzerine çalışmaktadır. Türkçe’de Ayrıntı >İskele(t)
yayınlarından çıkan İmaj ve (David Morley ile
birlikte) Kimlik Mekanları kitaplarının yazarıdır.
MELTEM AHISKA
>Bayrak Ankara, 1958

Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğ-


retim üyesi. Budapeşte Central European

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-418
İSTANBULLAŞMAK

Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak MELTEM TÜRKÖZ


dersler verdi. Garbiyatçılık, toplumsal bellek, top-
lumsal cinsiyet ve ilişkili konulardaki sunumla- Işık Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri
rıyla çok sayıda ulusal ve uluslararası konferansa Bölümü’nde öğretim üyesi. Lisans öğrenimini
katıldı; bu konulardaki yazıları South Atlantic görsel sanatlar ve yaratıcı yazarlık üzerine New
Quarterly, New Perspectives on Turkey, Toplum York’ta Sarah Lawrence College’da, yüksek li-
ve Bilim ve Defter gibi çeşitli dergilerde yayım- sans öğrenimini University of Houston’da yine
landı. Akıntıya Karşı, Zemin, Defter, Pazartesi Yaratıcı Yazarlık ve Edebiyat Programı’nda ta-
dergilerinin kurucu yayın kolektiflerinde yer aldı. mamladı. 1989-1993 tarihleri arasında Turkish
2006 yılında Osmanlı Bankası Müzesi bünyesinde Daily News’ta gazetecilik yapmıştır. Bu dönemde
Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor: Türkiye’de tanıştığı Sokak Çocukları Derneği mensupları ile
Hayat Tarzı Temsilleri, 1980-2005 adlı sergiyi ve ortak çalışmalarda bulunmuştur. Bu kapsamda,
aynı başlıklı kitabı Zafer Yenal ile birlikte hazırla- çocuklarla beraber Sefaköy’de bir yazı atölyesi dü-
dı. 2004 yılında yine Zafer Yenal ile birlikte Tarih zenleyerek, Bizim Sokak isimli bir fotokopi gazete
Vakfı tarafından düzenenlen Hikayemi Dinler çıkarmalarında öncü bir rol oynamıştır. 1995-2003
misin? Tanıklıklarla Türkiye’de İnsan Hakları yılları arasında University of Pennsylvania’da
ve Sivil Toplum adlı gezici sergiyi ve kitabını ha- Folklor alanında doktorasını tamamladı. Halen
zırladı. Radyonun Sihirli Kapısı: Garbiyatçılık Türkiye’nin Soyadı Kanunu hakkındaki anlatı, anı
ve Politik Öznellik isimli kitabı (Metis Yayınları, ve belgeler konulu doktora tezini kitaplaştırma
2005) İngilizce olarak IBTauris yayınevi tarafın- sürecindedir.
dan yayımlandı.
>Tinerci
>Bağdat Caddesi (II)

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-419
İSTANBULLAŞMAK

MERİÇ ÖNER projelerde çalıştı. 2000 yılında İstanbul’a dön-


Ankara, 1979 dü. Halen Yıldız Teknik Üniversitesi’nde konuk
eğitmen olarak atölye dersleri veriyor ve mimari
Mimar. Araştırma ve Programlar Yöneticisi olarak mükemmellik alanında tasarımın gücünü ortaya
görev yaptığı SALT’ta, sosyal araştırma ve tartış- koyan sağlıklı tasarım-süreçleri geliştirme konu-
malara başlıca vasıta olarak gördüğü, 20. yüzyılın sundaki kararlılığını sürdürüyor.
ikinci yarısına ait yapılı çevre, mimarlık ve tasarım
ürünlerine odaklanıyor. Araştırmalarını sergiler, >Semt Pazarı (II) Alexis Şanal ile birlikte
yayınlar ve konuşmalar aracılığıyla paylaşıyor.

>Akbil, Cami, Otopark NALÂN BAHÇEKAPILI


İçel, 1973

MURAT ŞANAL Mimarlık öğrenimini Mimar Sinan


İstanbul, 1969 Üniversitesi’nde tamamladı. Yazıları Arredamento
Mimarlık, Milliyet Sanat, XXI, Varlık gibi der-
Mimar. Yıldız Teknik Üniversitesi’nden mezun gilerde yayımlandı. Yeditepe Üniversitesi’nde
oldu, yüksek lisans eğitimini UCLA’de tamamladı. araştırma görevlisi olarak çalıştı. Yıldız Teknik
Çalışmaları inşa edildikleri şartlar içerisinde yapı- Üniversitesi Mimarlık Tarihi ve Kuramı Programı
ların kalitesini yükseltme alanına odaklanmıştır. doktora adayı.
Kariyerine Colorado ve Los Angeles’ın önemli
mimari tasarım şirketlerinde çalışarak başladı. Bu >Performatif Trafik, Sokak Hayvanları
dönemde bölgeselcilik ve sürdürülebilir sistem-
lerin anlamı üzerine araştırmalar gerçekleştirdi.
Moore Ruble Yudell tasarım şirketinde çalışırken
Sydney Pyrmont Konut Geliştirme Projesi ve UCSC
Fizik Laboratuvarı Binası gibi önemli uluslararası

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-420
İSTANBULLAŞMAK

NAMIK ERKAL bölümlerinde ders verdi, bu yıl Kültür Yönetimi


Ankara, 1969 Yüksek Lisans Programı'nda "Sanat ve
Muhalefet" başlıklı dersi veriyor.
Mimar, mimarlık tarihçisi. Orta Doğu Teknik
Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde öğretim gö- >İngilizceden Türkçe'ye çevirdiği maddeler: Kamusal
revlisi. Araştırmaları kent sınırının mekansal Alan (II), Küreselleşme, Serçe, Semt Pazarı (I)
tarihi, liman mimarisi ve özellikle İstanbul li-
man cephesinin tarihi gelişimi ile kapan yapıları
üzerinde yoğunlaşır. Mimari tasarım çalışmaları, NERMİN SAYBAŞILI
tarihi binaların müzeye dönüştürülmesi konu- Mersin, 1974
suna odaklanır (İstanbul Sakıp Sabancı Müzesi).
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat
>Dolgu Zemin, Kapan, Panorama
Tarihi Bölümü'nde öğretim üyesidir. Saybaşılı,
Londra Üniversitesi Goldsmiths College’ın
NAZIM HİKMET RICHARD DİKBAŞ Görsel Kültürler Bölümü’nden doktora derece-
Leeds, 1973 sini aldı. Aynı bölümde dersler verdi. Edinburgh
Üniversitesi’nin Mimarlık ve Peyzaj Mimarlığı
Çevirmen, sanatçı, öğretim görevlisi. İstanbul Bölümü’nde misafir öğretim üyesi olarak bu-
Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nden mezun lundu. Görünürlüğün rejiminde görünürlükler/
oldu, master eğitimini Warwick Üniversitesi'nde görünmezlikler sorunsalları, yerleştirme ve vi-
Kıta Felsefesi alanında tamamladı. Kültür, deo çalışmalarında sesin (insan sesi, dil olma-
sanat ve edebiyat alanında çeviriler yapıyor; yan diğer sesler ve müzik) kullanımı, mobilite ve
Vladimir Nabokov ve Flannery O'Connor'un karşı-coğrafyalar, kentsel mekan ve göç konula-
yapıtlarını Türkçe'ye, Orhan Pamuk ve Hrant rındaki sunumlarıyla ulusal ve uluslararası kon-
Dink'in yapıtlarını İngilizce'ye çevirdi. 2007'den feranslara katıldı. De- Regulation with the Work
bu yana İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin Görsel of Kutluğ Ataman, e-flux video rental (EVR) gibi
İletişim Tasarımı ve Sanat ve Kültür Yönetimi sanat projelerinde yer aldı. Çeşitli katalog yazıları

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-421
İSTANBULLAŞMAK

dışında, Third Text, n.paradoxa, Architecture &, Şehircilik Bölümü’nde öğretim üyesi oldu. 19.
Journal of Visual Art Practice, Toplum ve Bilim yüzyıl İstanbul, çağdaş kültür politikaları ve kent,
gibi dergilerde makaleleri yayımlandı. Art, City mesenlik, hayırseverlik, kar amacı gütmeyen kül-
and Politics In An Expanding World: Writings türel kuruluşlar ihtisas alanlarıdır. Bu konularda
From The 9TH International Istanbul Biennial çok sayıda makalesi yayımlandı. İstanbul tarihi
(IKSV, 2005); Voice: Vocal Aesthetics in Digital Arts hakkındaki yazılarının çevirisi Seni Unutursam
and Media (The MIT Press,2010); Globalization İstanbul adlı kitapta (Kitap Yayınevi, 2008) yayın-
and Contemporary Art (Wiley-Blackwell, 2011), landı. Marie ve Marie; Konstantiniye’de bir mev-
Mobility and Fantasy in Visual Culture (Routledge, sim, 1856-1858 (İletişim 1999; 2004), Kamondolar,
2014) ve Uncommon Grounds: New Media and bir hanedanın çöküşü (S.le Tarnec ile, İletişim,
Critical Practices in North Africa and the Middle 2001) adlı kitapları Türkçe'ye çevrilmiştir. Les
East (I.B.Tauris ve İbraaz Publishing, basılacak) Inventeurs de la Philanthropie Juive adlı kitabı-
başlıklı kitaplarda bölümleri yer aldı. Saybaşılı nın çevirisi Yapı Kredi Yayınları’ndan 2008 son-
Toplumbilim dergisinin “Görsel Kültür Özel baharında yayımlanacaktır. 2008 Ocak ayında
Sayısı”nın editörlüğünü yaptı. Yazarın Sınırlar İstanbul’da “Hayırseverler, Mesenler; Çağdaş bir
ve Hayaletler: Görsel Kültürde Göç Hareketleri Kent ve Kültür Politikası için” başlıklı uluslararası
(Metis, 2011) başlıklı bir kitabı bulunmaktadır. bir sempozyum düzenledi. Aynı zamanda belgesel
film yapımcısıdır.
>Düğün Topografyaları
>Osmanlı Mahallesi

NORA ŞENİ
İstanbul ORHAN ESEN
İstanbul
Tarihçi, iktisatçı, şehirci. Liseyi İstanbul, Notre
Dame de Sion’da okudu. Fransa’daki ekono- Bağımsız kent araştırmacısı, yazar, rehber. Yaşadığı
mi öğreniminden sonra Paris 8 Üniversitesi kentin barınma, ulaştırma, çevre, kimlik oluşturma

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-422
İSTANBULLAŞMAK

vb. alanlarındaki, kısaca, hemşehrilerini makul Derneği üyesi, Boğaziçi Üniversitesi Turizm
koşullarda yaşatma konusundaki performansı ile İşletmeciliği Bölümü öğretim görevlisidir.
ilgileniyor. İstanbul’da ve Viyana’da sosyal ve eko- Doktora eğitimini İstanbul Üniversitesi Coğrafya
nomik tarih, sanat ve mimarlık tarihi eğitimi aldı. Bölümü’nde tamamlamış, eğitim ve araştırma-
Rehber kimliğiyle, İstanbul’u anıtsal yapı stoğunun ları esnasında çeşitli burslar kapsamında beş yıl
ötesinde “sıradanlıkları” ile algılatmayı önemsiyor, süreyle İsveç, Norveç ve Slovakya’da bulunmuş-
ilgi alanı “tarihsel-olan”dan “var-olan”a uzanıyor. tur. Sürdürülebilirlik başta olmak üzere turiz-
Şehri gösterme ve paylaşma etkinliğinin iyi bir öğ- min çeşitli konu ve olaylarına yönelik yayınları
retmen olduğunu, kendi mekan duyarlılığını geliş- mevcuttur. Prinkipo Palace için kültürel miras
tirdiğini düşünüyor. Uyanık, etkin ve katılımcı bir ve sürdürülebilir turizm bağlamında önerdiği
hemşehri olabilmek için çaba sarfediyor: Bu amaçla proje ile Turizm Yatırımcıları Derneği’nin Barlas
çeşitli sivil, akademik, sanatsal ve siyasi platform- Küntay Turizm Araştırma Mansiyon Ödülü’nü
lara angaje oluyor, yazıyor, konuşuyor, projeler kazanmıştır.
üretiyor, yürütüyor. Kentsel değişim dinamiklerini
kavrayabilme ve bunlara müdahil olabilme kaygısı- >Ada
nı ön planda tutuyor. İkinci kenti saydığı Berlin’de
Stephan Lanz ile birlikte 2005 yılında yayınladığı ÖZGE AÇIKKOL
Istanbul: self service city adlı bir kitabı var. İstanbul, 1976

>Kuzey İstanbulluluk, Post-gecekondu, Simit, Turizm


2000 yılında işlemeye başlayan, “mekanların iş-
levleri” üzerine düşünen, İstanbul kökenli olmak-
la birlikte çeşitli uluslararası sergi ve projelere de
OSMAN CENK DEMİROĞLU
katılmış olan Oda Projesi’nin bir üyesidir. Bunun
İstanbul, 1980
yanı sıra çeşitli yayın projelerinde editörlük ve
çevirmenlik yapıyor.
Coğrafyacı ve turizmolog, Turizm Yazarları ve
Gazetecileri Derneği (TUYED) ve Adalar Kültür >Çarpık Kentleşme, Mutenalaştırma (II)

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-423
İSTANBULLAŞMAK

PELİN DERVİŞ Çağdaş Mimarlık Dizisi sergilerinin koordinas-


Ankara, 1967 yonu; İstanbul Modern (MoMA ve MoMA PS1 iş-
birliğiyle gerçekleştirilen YAP İstanbul Modern
Mimar. Bağımsız editör ve küratör olarak projesinin koordinasyonu) yer alıyor. Venedik
İstanbul’da yaşıyor ve çalışıyor. İTÜ Mimarlık Bienali 14. Uluslararası Mimarlık Sergisi’nde,
Bölümü’nden mezun oldu; yüksek lisans öğ- Türkiye Pavyonu’nda Murat Tabanlıoğlu küra-
renimini aynı üniversitenin Mimarlık Tarihi törlüğünde sergilenen Places of Memory (Hafıza
Bölümü’nde tamamladı. Kent morfolojisinden Mekanları) başlıklı projenin koordinatörü olarak
nesne tasarımına farklı içerik ve boyutlarda çalıştı. Türkiye’deki modern mimarlık üretiminin
projeler ürettiği ofisinde 14 yıl çalıştıktan sonra belgelenmesi ve İstanbul odaklı güncel kentsel
mesleğinin kültürel üretim boyutuna odaklandı. konular özel ilgi alanlarıdır.
2005-2010 yılları arasında yöneticiliğini üstlendiği
Garanti Galeri’de kimisi yurtdışında gerçekleşen
pek çok sergi projesinin koordinasyonunu ya da
küratörlüğünü yaptı. Katkıda bulunduğu yayınlar PELİN TAN
arasında İstanbullaşmak (eş editör), Mapping Hilden, 1974
Istanbul (eş editör), Tracing Istanbul [ from the
air], İstanbul para-doksa: Kent ve Mimarlık Sosyoloji ve sanat tarihi eğitimi aldı. Kentsel
Üzerine Konuşmalar (ed.), Made in Şişhane: mekanda sosyal angajmanlı sanat pratiklerin-
İstanbul, Küçük Üretim ve Tasarım Üzerine (ed.) de yerellik kavramı üzerine yaptığı doktora ça-
isimli kitaplar yer alıyor. 2010 yılından bu ya- lışmasını İTÜ Sanat Tarihi bölümünde, "artistic
na çalışmalarını bağımsız olarak sürdüren Pelin research" üzerine yürüttüğü post-doc araştır-
Derviş’in işbirliği yaptığı kurumlar arasında SALT masını MIT - Cambridge Mimarlık Fakültesi’nde
(Gökhan Karakuş ile birlikte Türkiye Mimarlık tamamladı. Doçentliğini çağdaş sanat alanında
ve Tasarım Arşivi’nin kurulması ve geliştiril- alan Tan, Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık
mesi, Modernin İcrası: Atatürk Kültür Merkezi Fakültesinde öğretim üyesidir. Müstesna Şehrin
1946-1977 sergisinin eş küratörlüğü); VitrA (VitrA İstisna Hali (SEL, 2013) kitabının eş editörüdür.

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-424
İSTANBULLAŞMAK

Unconditional Hospitality and Threshold Political Geography ve Review of International


Architecture, Ethics of Locality: Urban Commons Political Economy adlı iki uluslararası dergi-
(2014, dpr - barcelona), Arazi/Territory (Sternberg nin kurucusu. Birçok yayını vardır. Şehirlerde
Press, 2015) isimli kitapları yayımlanmıştır. 1. gezmeyi ve akademik fikirleri tersine çevirme-
İstanbul Tasarım Bienali’nde yer alan Adhocracy yi sever. Gulbenkian Sosyal Bilimlerin Geleceği
(2012) sergisinin yardımcı kuratörlüğünü üs- Komisyonu’nun üyesiydi, şu anda Birleşik Krallık
telenen Tan, Proje15 kentsel araştırma sergisi- Sosyal Bilimler Akademisi’nin bir akademisye-
nin Joseph Grima ile eş küratörüdür (Bordeaux ni; Amerikan Coğrafya Araştırmacıları Derneği
Mimarlık Merkezi, 2015). Tan’ın Anton Vidokle ile tarafından “Saygıdeğer Alimlik Onuru”na layık
birlikte sürdürdükleri gelecek ütopik sanatçı ku- görüldü; British Academy üyesi. Kendisine yakın
rumlarını konu eden 2084 isimli film çalışmaları tarihte Oulu ve Ghent Üniversiteleri tarafından
Bergen Assembly, Montreal Bienali, Ghoungzou fahri doktora verildi.
Time Müzesi’nde sergilenmektedir.
>Küreselleşme
>Bienal, Gözetleme, Semt Konakları, Varoş (II)

RINALDO MARMARA
PETER TAYLOR İstanbul, 1949
Tring, 1944
“ B i z a n s İ m p a r a to r l u ğ u’n d a n T ü r k iye
Loughborough Üniversitesi’nde coğrafya profesö- Cumhuriyeti’ne: İstanbul Levanten Cemaati’nin
rü ve dünyanın şehir ve küreselleşme alanında ön- oluşumu, yükselişi ve çöküşü. Kültürel bir miras
de gelen beyin takımlarından GaWC (Küreselleşme olarak modern Yunan lisanı üzerindeki etkisi”
ve Dünya Şehirleri) Araştırma Ağı’nın yöneticisi. başlıklı doktora tezi ile Fransa’da, Montpellier
Siyasal coğrafya ve kentsel araştırmalar alanında Paul Valery Üniversitesi’nden doktor unvanı al-
uygulamalar yapmış bir dünya sistemleri analisti. dı. Son Levanten mahallesi Pangaltı ve İstanbul

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-425
İSTANBULLAŞMAK

tarihi ile ilgili kitap ve makaleler yazdı, Türkçeden SAİTALİ KÖKNAR


ve Osmanlıcadan gelme Yunanca sözcüklerin İstanbul, 1973
etimolojisi üzerine Türkiye Cumhuriyeti Kültür
Bakanlığı tarafından yayımlanan bir sözlük ha- Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra 1992-1996
zırladı. İstanbul Latin Cemaati’nin tarihi hak- yılları arasında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde
kındaki araştırmalarını sürdürmektedir. Vatikan (İTÜ) aldığı mimarlık öğrenimini Archiprix ödülü
tarafından “Chevalier de l’ordre de Saint-Grégoire alan bitirme projesiyle tamamladı. Öğrenciliği
le Grand” nişanıyla ödüllendirildi. sırasında sonradan Ulusal Mimarlık Sergisi
Mesleğe Katkı Ödülü alan Türkiye Mimarlık
>Levantenler ve Neo-Levantenler Öğrencileri Buluşmaları’nda aktif görev aldı.
İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Mimarlık Programı
Yapı Bilgisi Anabilim Dalı’nda yüksek lisans öğ-
SAADET ÖZEN renimini tamamladı. 1996-2001 yılları arasında
İstanbul, 1972 çeşitli mimarlık ofislerinde çalıştı, ikisi ödülle
sonuçlanan çok sayıda yarışmaya katıldı. 2001-
Arkeolog, çevirmen, çeşitli dergi ve gazetelerde 2006 yılları arasında Ahmet Önder ve Hayriye
edebiyat ve tarih yazıları yazıyor, belgesel çalış- Sözen ile birlikte “Mono Mimari Tasarımlar”da
maları için araştırmalar yapıyor. 2006 yılında kurucu ortak olarak çalıştı. 2001 yılında araştırma
Notre Dame de Sion: 150 Yılın Tanığı adında bir görevlisi olarak girdiği İTÜ Mimarlık Fakültesi
kitabı yayımlandı. Şehir tarihi, şehir tarihi içinde Bina Bilgisi Programı’nda “Tasarım Araçları” et-
kurumlar, tarihsel süreçler ve nostalji, nostaljinin rafında şekillenen doktora çalışmalarını, çeşitli
şehir imgesini tahribi ve edebiyat üzerinden gün- mimarlık yayınlarında yazarak ve danışmanlık
delik tarihin okunması ilgi alanlarıdır. yaparak sürdürmektedir.

>Nostalji >Yayalaştırma, Viyadük

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-426
İSTANBULLAŞMAK

ŞEBNEM KÖŞER AKÇAPAR Tasarım Rehberi” başlıklı teziyle tamamladı.


Denizli, 1968 2007’de yayınlanan, Sadi Güran ve Deniz Cuylan
ile birlikte çalıştığı, Türkiye’nin ilk grafik ro-
Sosyal ve kültürel antropolog. Georgetown manı olan Netame’nin yazarıdır. Süleymaniye
Üniversitesi Alman ve Avrupa Araştırmaları Külliyesi Restorasyonu, Topkapı Saray Mutfakları
Merkezi’nde geçici eğitmen ve Uluslararası Göç Müzesi vb. mimari projelerinin yanı sıra “Şehir
Araştırmaları Enstitüsü’nde konuk öğretim üyesi. ve Kamusal Alanların Düzenlenmesi” amacı
Avrupa ve ABD’de Müslüman göçmenler üzerine ile hazırlanan, İzmir Kıyı Tasarım Rehberi gibi
yüksek lisans seviyesinde karşılaştırmalı bir ders farklı çalışmaları vardır. Mimari çalışmalarına
veriyor. İlgilendiği araştırma alanları arasında 2012’de kurduğu Tamirhane; Mimarlık’ta devam
tehcir, Türkiye’de düzensiz göç, göçün feminizas- etmektedir.
yonu, dinlerarası evlilikler, cinsiyet ve İslam, göç
örgütleri ve göçmenlerin siyasi temsili sayılabilir. >İkiyüzlülük (I), Kanalizasyon (II)

>İranlı Göçmenler
SENEM DEVİREN
Antakya, 1973
SENEM AKÇAY
Ankara, 1979
Mimar. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ)
Uluslararası Bakalorya “IB” diploması ile 1997’de Mimarlık Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nde
Koç Özel Lisesi’nden , mimarlık diploması ile yardımcı doçent olarak görevlidir. “Mimaride Yer:
2006’da Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Yapının Araziyle İlişkisinin Kavramsallaştırılması”
Fakültesi’nden mezun oldu. 2005 – 2011 yılları başlıklı teziyle İTÜ’de doktor unvanını aldı.
arası Teğet Mimarlık’ta Ertuğ Uçar ve Mehmet Teksas A&M Üniversitesi’nde misafir yardımcı
Kütükçüoğlu ile çalıştı. Lisansüstü çalışmalarını doçent olarak dört tasarım stüdyosu yürüttü, li-
YTÜ restorasyon bölümünde “Tarihi Yarımada sans ve yüksek lisans stüdyolarında davetli jüri

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-427
İSTANBULLAŞMAK

üyeliği yaptı. İTÜ Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nde STEFAN HİBBELER


ve Disiplinlerarası Kentsel Tasarım Yüksek Lisans Detmold, 1963
Programı’nda dersler vermektedir. Araştırmaları,
yer tasarımı ve kuramı, tasarımda kavramsallaş- Çevirmen ve gazeteci. Türkiye’den Almanca ha-
tırma, ölçeklerarası tasarım yaklaşımları, tasarım ber sunan haftalık İstanbul Post isimli internet
stratejileri geliştirme ve enerji-etkin tasarım üze- gazetesinin kurucusu ve yazı işleri müdürüdür.
rine yoğunlaşmaktadır. Sosyal psikoloji alanında doktor unvanına sa-
hiptir. Gazetecilik çalışmalarının yanı sıra çe-
>Sahilyolu, Siluet, Karşı Taraf, Zaman virmenlik yapmaktadır. Çevirileri günlük siyasi
ve ekonomik gelişmeleri kapsadığı kadar tarih,
şehircilik ve felsefi konuları da içermektedir.
SILA DURHAN
Balıkesir, 1974
ŞÜKRÜ ASLAN
Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Tunceli, 1959
Mimarlık Bölümü’nü bitirdi. Yıldız Teknik
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Mimarlık Doç. Dr. Şükrü ASLAN, Mimar Sinan Üniversitesi
Tarihi ve Kuramı Programı’nda “Erken Sosyoloji Bölümü mezunudur. Aynı üniversitede
Cumhuriyet Dönemi İstanbul’unda İmar (1928- Kentsel Enformel Sektörler konusunda yüksek
1950)” başlıklı doktora tezi ile ilgili çalışmaları- lisans, Toplumsal Mücadeleler ve Kent üzerine
na devam etmektedir. Çalışmaları, kent tarihi, doktora yaptı. Kent, göç ve toplumsal hareket-
modernleşme dönemi Türkiye mimarlığı, konut ler üzerine çalışan Aslan’ın Türkiye’de 1 Mayıs
araştırmaları, uluslararası dünya fuarları üzerinde Mahallesi, 1980’den Önce Toplumsal Mücadeleler
yoğunlaşmaktadır. ve Kent (İletişim Yayınları, 2004) Kent Üzerine
Sosyolojik Düşünceler (İnşaat Mühendisleri Odası,
>Mezarlık 2007), Herkesin Bildiği Sır: Dersim (İletişim
Yayınları, 2010) ve Dersim 38’i Hatırlamak (Bülent

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-428
İSTANBULLAŞMAK

Bilmez ve Gülay Kayacan’la birlikte, Tarih Vakfı, TANGÖR TAN


2011), Dersim’i Parantezden Çıkarmak (Zeliha Langenfeld, 1975
Hepkon ve Songül Aydın’la birlikte, İletişim
Yayınları, 2013) isimli kitapları, Fransa’da Mustafa Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden mezun
Poyraz ve Loic Gandais ile birlikte hazırladığı Les oldu. Profesyonel aşçılık yaptı. Aşçılık kariye-
Quartiers Populaires Et La Ville (L’Harmattan, rinden sonra İtalya’da üç yıl gastronomi eğitimi
2010) ismli kitabı yayımlanmıştır. Halen Mimar aldı. Birçok uluslararası konferans ve atölyeye
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyoloji katıldı. Çalışmalarına yeme-içme sektöründe da-
Bölümünde öğretim üyesi olan Aslan’ın kent, nışman ve Slow Food Türkiye koordinatörü olarak
göç, etnisite ve iskan sosyolojisine dair akademik İstanbul’da devam etmektedir. Yemek&Kültür
ve politik yazında yer almış çok sayıda makalesi Dergisi, Slow Food Dergisi gibi yayınlara katkıda
bulunmaktadır. bulunmuştur.

>Politik Mekan >Balık-Ekmek

SÜREYYYA EVREN TOLGA İSLAM


İstanbul, 1972 İstanbul, 1976

Yazar, Siyahî dergisi editörü. Çalışmaları ede- Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Plan-
biyat, güncel sanat ve siyaset teorisi alanlarında lama bölümünde öğretim üyesidir. İstanbul’da
yoğunlaşır. Yayımlanmış kitapları arasında ro- gerçekleşen soylulaşma ve dönüşüm süreçleri
manlar, öykü kitapları, derlemeler ve deneme üzerine çalışmalar yapmaktadır. İslam’ın çalış-
kitapları yer alır. malarına tolgaislam.com adresinden ulaşılabilir.

>Anarşi (II), Yara >Soylulaşma

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-429
İSTANBULLAŞMAK

UĞUR TANYELİ ve Doktora Programı”nın kuruluşunu gerçekleş-


Ankara, 1952 tirdi. Ağustos 2011’den itibaren Mardin Artuklu
Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nde dekan olarak
1970'te İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi görev yapmaktadır. Çok sayıda mimarlık sergisi
Yüksek Mimarlık Bölümü'ne (bugün Mimar Sinan hazırladı, bazıları ortak müellifli onbir kitap ve
Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi) çok sayıda makale yayımladı.
girdi. 1976 yılının sonunda adı geçen kurumun
Mimarlık Tarihi Kürsüsü'nde asistan oldu. Mayıs >Bizans, İstanbullaşmak, İstanbullu, Müteahhit,
1982'de bu görevinden ayrılarak, aynı yılın Kasım Pornografi, Yer Adları, Yükselme
ayında İTÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Tarihi
Anabilim Dalı'nda çalışmaya başladı ve söz ko-
nusu kurumda “Anadolu-Türk Kentinde Fiziksel
Yapının Evrim Süreci (11.-15.yy)" başlıklı teziy- ULUS ATAYURT
le doktor ünvanını aldı. 1990–1991 ders yılında İstanbul, 1973
Michigan Üniversitesi Orta Doğu ve Kuzey Afrika
Araştırmaları Merkezi'nde konuk öğretim üye- İstanbul, Express ve Bant dergilerinde editörlük
si olarak bulundu. Yurda dönüşünün ertesinde, yaptı. Çeşitli dergi ve gazetelerde, barınma, em-
Kasım 1991'de İTÜ'deki görevinden ayrıldı ve lak spekülasyonu, kentsel dönüşüm mağdurla-
1992 Ekim'inde doçent ünvanına hak kazandı. rı, alternatif inisiyatifler, azınlıklar ve çalışanlar
1991–92 yaz yarıyılından başlayarak Anadolu üzerine yazılar yazıyor. İstanbul’daki bağmsız
Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi inisiyatifler ile ortak çalışarak kentsel meseleleri
Mimarlık Bölümü'nde görev yaptı. 1994’te TMMOB çeşitli araçlarla (belgesel, haritalandırma, vb.)
Mimarlar Odası’nın “Mesleğe Katkı Ödülü”nü görünür hale getirmeye çabalıyor.
aldı. Haziran 1998’de Yıldız Teknik Üniversitesi
Mimarlık Fakültesi’ne profesör olarak atanan >Güvenlik, Sokak Köpekleri
Tanyeli, 1999–2000 dersyılında adıgeçen kurum-
da “Mimarlık Tarihi ve Kuramı Yüksek Lisans

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-430
İSTANBULLAŞMAK

YILDIZ SALMAN sürdürülebilirliğine katkıda bulunmak için tasa-


İstanbul, 1968 rımcılarla çeşitli projeler geliştirmektedir.

Mimar ve restoratör. İstanbul Teknik Üniversitesi >Semt Pazarı (I)


Mimarlık Fakültesi’nde öğretim üyesi. Kentsel
dönüşüm, kentsel koruma, modern mimarlık mi-
rasının korunması, koruma kuramı ve kavramları ZEYNEP KUBAN
konuları ile ilgileniyor. Koruma konusunda çeşitli İstanbul, 1964
uluslararası çalışma gruplarında yer almıştır.
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
>Koruma Kurulu, Otel, Restorasyon, Sayfiye, Mimarlık Tarihi anabilim dalında çalışan arke-
Tramvay, Yalı, Yangın oloji kökenli mimarlık tarihçisidir. Bir yandan
arkeolojik çalışmalarını sürdürürken, bir yandan
da İstanbul’un tarihsel katmanlarıyla ilgili araş-
tırmalar yapıyor ve ders veriyor. Mimarlık tari-
YOSHIKO TSURUTA hinin daha geniş çevrelere yayılmasını sağlamak
Tokyo, 1969 için öğrencileriyle birlikte İstanbul’da ilköğretim
çocuklarıyla birlikte çalışmalar yürütmektedir.
Tokyo’da Showa Kadın Üniversitesi’nde Mimari
ve Kentsel Planlama bölümünde öğretim görevlisi >Bisiklet, Denize Girmek, Hamam
olarak çalışmaktadır. 1995 yılından beri düzenli
olarak geldiği Türkiye’de çarşı ve pazarların kul-
lanımı ve kentsel etkileri üzerine akademik araş- ZEYNEP MENNAN
tırmalarını sürdürmektedir. İstanbul’un dışında Ankara, 1964
Mudurnu ve Göynük gibi küçük ölçekli yerlerde de
Türk üniversiteleri ile ortaklaşa yürüttüğü çalış- Mimar, kuramcı ve tasarım eleştirmeni. Avrupa,
maları bulunmaktadır. İstanbul semt pazarlarının ABD ve Avustralya’da konferanslar ve tarih-kuram

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-431
İSTANBULLAŞMAK

seminerleri verdi, araştırma ve yayınlar yaptı. hazırlanan proje çalışmaları ve etkinliklerde ak-
2002 yılında Fulbright bursu ile gittiği UCLA’de tif olarak çalışmaktadır. Performans sanatları ve
Antony Vidler ile doktora sonrası araştırma yap- mimarinin yakınlığı üzerinden, mimarlık kav-
tı. Paris, Centre Georges Pompidou’da açılan ramının yerel ilişkiler ve kolektif-katılımcı bir
Architectures Non Standard sergisinin eş küratörü yapı içinden yeniden üretimi üzerine çalışmalar
ve sergi kataloğunun eş derleyeni olarak çalıştı üretmektedir. Son çalışmaları, suya ilişkin farklı
(2003-2004). 2004 yılından beri ODTÜ, Mimarlık sorunlar yaşanan doğal/yapay göl çevreleri ve etki
Bölümü’nde tasarım, mimarlık kuramı, bilgi ku- alanları üzerinde, özellikle Bafa-Antep-İstanbul
ramı, mimarlık araştırması ve sayısal tasarım ko- üçgeninde ağırlık kazanmıştır.
nularında lisans, lisansüstü ve doktora düzeyinde
dersler vermekte ve sayısal tasarım araştırmasının >Han, Hendek/Çukur, İkiyüzlülük (II),
kuramsal, tarihsel ve bilgi-kuramsal haritalaması Kanalizasyon (II)
ile morfojenetik araştırmalarının form bilgisine
etkisi alanında araştırmalar yapmaktadır.

>Çöp Ekonomisi, Gestalt Çökmesi

ZÜHRE SÖZERİ
İstanbul, 1972

Mimar, araştırmacı. Çeşitli üniversitelerde misafir


öğretim görevlisi olarak dersler vermekte, mimar-
lık ve kentle ilgili yazılar yazmaktadır. Akademik
çalışmalarının yanı sıra kurucu üyelerinden ol-
duğu Avrasya Sanat Kolektifi-ASK tarafından

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-432
İSTANBULLAŞMAK

2014 SALT/Garanti Kültür AŞ (İstanbul)


ISBN: 978-9944-731-43-0

Bu yayın Creative Commons lisansı kapsamındadır.


Tüm kopyalarında yazar, editör ve yayıncılarının belirtilmesi,
hiçbir kopyasının ticari ortamda kullanılmaması ve özgünlüğünün
korunması şartıyla kullanılabilir.

2009’da Garanti Galeri, İstanbul tarafından basılı olarak yayımlanmıştır.

Editörler: Pelin Derviş, Bülent Tanju, Uğur Tanyeli


Proje koordinatörü: Meriç Öner
İngilizceden Türkçeye çeviri: Nazım Hikmet Richard Dikbaş [Bayrak, Bayramlar, Çöp
Ekonomisi, Etnisite, Gestalt Çökmesi, Hane, İranlı Göçmenler, Küreselleşme, Minibüs,
Semt Pazarı (II), Serçe, Sinagog, Sovyetler Birliği Sonrası Göçmen, Tinerci, Varoş (I)]
Almancadan Türkçeye çeviri: Stefan Hibbeler [Kamusal Alan (II)]
Düzelti: Emre Ayvaz, İlkay Baliç

SALT tarafından e-yayına dönüştürülmesi sürecinde yapılan çağrıya yanıt veren


yazarların biyografileri güncellenmiştir.

Yayıma hazırlayan: Meriç Öner (SALT Araştırma ve Programlar) ve Erman Ata Uncu
Tasarım: Project Projects
Uygulama: Özgür Şahin

Öneri/düzelti gönderimleri
ve iş birliği teklifleri için:
eyayin@saltonline.org

SALT
Bankalar Caddesi 11
Karaköy 34420 İstanbul
saltonline.org

SALT014-İSTANBULLAŞMAK-433

You might also like