You are on page 1of 230

BALIKLI RUM HASTANESİ KAYITLARINA GÖRE

İSTANBUL1UN ORTODOKS ESNAFI


1833-1860
KiTAP YAYINEVi - 303
İNSAN VE TOPLUM DİZİSİ - 73

BALIKLI RUM HASTANESİ KAYITLARINA GÖRE; İSTANBUL1UN ORTODOKS ESNAFI 1833-1860 /


ALEKSANDROS PASPATİS

© 2014, KİTAP YAYINEVİ LTD.


TANITIM İÇİN YAPILACAK KISA ALINTILAR DIŞINOA HİÇBİR YÖNTEMLE çoeALTILAMAZ
KİTABIN ÖZGÜN ADI
Yrr.6µVT)µa J1EQ( rnu fQCİLXlXOU Noooxoµdou tWV Em<'ı nu11ywv
(IPOMNİMA PERİ ru GAEKİKU NosoKoMiu TON EPTA PiRcoN / YeoiKULE RuM HASTANESİ HAKKINDA l.AHiı<A)

ÇEVİRİ VE NOTLAR
MARİANNA YERASİMOS

YAYINA HAZIRLAYAN
ALİ ÖZDAMAR

KİTAP TASARIMI
YETKİN BAŞARIR

KAPAK
DİLEK ÇETİNKAYA

TASARIM DANIŞMANLl�I
BEK

GRAFİK UYGULAMA VE BASKI


MAS MATBAACILIK A.Ş.
KAtıTHANE BİNASI
HAMİ DİYE M AHALLESİ, SO�UKSU CADDESİ NO.
34408 KAC::ITHANE·İSTANBUL
SERTİFİKA NO: 12055
T: (0212) 294 10 10.: (0212) 294 90 80
E: INFO@MASMAT.COM.TR

1. BASIM
ARALIK 2014, İSTANBUL

ISBN 978-605-105-138-3

YAYIN YÖNETMENİ
ÇAtATAY ANADOL

KİTAP YAYINEVİ LTD.


J<.AtlT HANE BİNASI
HAMİDİYE MAHALLESİ, sotUKSU CADDESİ NO. 3/1-A
34408 KA�ITHANE İSTANBUL
SERTİFİKA NO. 12348
T: 212 294 65 55 F: 212 294 65 56
E: kitap@kitapyayinevi.com
w: www.kitapyayinevi.com
Balıklı Rum Hastanesi Kayıtlanna Göre

İstanbul ·un
Ortodoks Esnafı
1833-1860

ALEKSANDROS PASPATİS

ÇEVİRİ VE NoTIAR
MARİANNA YERASİMOS

KitapvAYINEVi
İÇİNDEKİLER
SUNUŞ 7

BİRİNCİ KISIM

I. İSTANBUL'DAKİ HASTANELER 13

2. HASTANELERİN KAYIT DEFTERLERİ 19

3· İSTANBUL 23

iKİNCİ KISIM

I. YILLARA GÖRE HASTANEYE YATAN HASTALAR 49

2. HASTANEDEKİ ÖLÜM ORANLARI 53

3· ESNAF 57

4. KARMA ESNAF 63

5. RUMELİLİ ESNAF 83

6. ANADOLULU ESNAF 141

7. BİLUMUM ESNAFIN KARŞILAŞTIRMALI ÖLÜM ORANLARI 163

8. GENEL OLARAK ESNAFIN ÖLÜM ORANLARI 175

ÜÇÜNCÜ KISIM

HASTALIKLAR 179

I. ÇİÇEK HASTALitI 181

2. KANLI İSHAL 187

3· Götüs HASTALIKLARI 195

4. HUMMA 198

5. İSTİSKA 202

6. DALAK BÜYÜMESİ 205

7. KOLERA 206

8. TETANOS 209

EKLER

EK l: ESNAFIN HASTANE iNŞAATI İÇİN YAPTitı BAtIŞLAR

(NİSAN 1837'DEN 31ARALIK 1838'E KADAR) 2II

EK 2: İSTANBUL'UN ORTODOKS ESNAFI 215

DİZİN 220
SUNUŞ
ksandros Paspatis geniş Türk okur �tlesi için yabancı bir isimdir. Adını

M uymuş olanların çoğu da, l877'de Istanbul'da basılan ve Bizans döne­


i İstanbul'unun tarihi ve topografyası hakkındaki Bizantine Melete;
Topografike ke İstorike adlı kitabından dolayı onu "bizantinolog" ve tarihçi olarak
bilir. Oysa o Osmarılı dünyasının önemli hekimlerinden biridir ve İstanbul' da
kırk yıl boyunca (1840-1882) hekim olarak hizmet etmesinin yanı sıra tıp, tar­
ih, arkeoloji, dilbilim gibi birçok alanda eser vermiş çok yörılü ve araştırmacı
bir kişiliğe sahip bir yazardır. Salgın hastalıklar, özellikle kolera üzerine öncü
araştırmaları, Bizans hakkında iki kitabı ve hatırı sayılır sayıdaki makalesi, Çin­
geneler üzerine çalışmaları ( Etudes sur les Tchinghianes: ou, Bohemiens de l 'Empire
Ottoman, İstanbul, 1870), Sakız diyalekti sözlüğü (To Xıax6v I'J...waadQwv/To
Hiakon Glossarion, Atina, 1888) ve Yedikule Rum Hastanesi Hakkında Layiha
(Y1rOµv1'/µa lTEQi rov TQai'xıxov Noaoxoµdov rwv Emd llv(}ywv/İpomnima
peri tu Grekiku Nosokomiu ton Epta Pirgon, Ati.na, 1862) yazarın zengin ve ilginç
ilgi alanını yansıtır. Paspatis'in yaşam öyküsü de çalışmaları kadar ilginçtir.
Aleksandros Paspatis l814'te Sakız'da doğdu (Sakız, ıı Kasım
l912'ye dek Osmanlı toprağıydı). l822'de Sakız ayaklanmasının bastırılma­
sı sırasında Osmanlılar tarafından esir alındı ve İzmir esir pazarında satışa
çıkarıldı. Annesi tarafından satın alınarak kurtarıldı. Daha sonra bir yetim­
öksüz kafilesiyle Amerika'ya gönderildi ve Amerikalı bir aile tarafından
evlat edinildi. Yükseköğrenimini Massachusetts'teki Amherst College'de
yaptı. l831'de kolejden mezun olunca Piza ve Paris üniversitelerinde tıp
okudu ve l84o'ta İstanbul'a yerleşti.
İstanbul'daki ilk görevi, bugün Balıklı Rum Hastanesi olarak bili­
nen, dönemin Yedikule Rum Hastanesi'nde cerrahi ve patoloji klinik şef­
liğiydi. Ardından l851'den l856'ya kadar hastanenin yöneticilik görevini
üstlendi. Bu dönemde hastaneyle ilgili olarak, biriktirdiği kişisel deneyim­
lerine, keskin gözlemlerine ve Hastanenin kayıt defterlerinin verilerine da­
yanan layihayı kaleme aldı.
Paspatis l882'de Atina'ya yerleşti, 1891 yılında vefat edinceye kadar
Yunan sağlık kurumlarında çeşitli görevlerde bulundu.

lsTAN BUL'UN ORTODOKS ESNAFI 7


Yedikule Rum Hastanesi Hakkında Layiha üç kısımdan oluşuyor.
Birinci kısım Rum cemaat hastanelerinin kısa tarihçesini, yazarın çalışma­
sında temel aldığı hastane kayıtlarının "tenkide şayan intizamsızlığı"nı ve
İstanbul'un arka sokaklarının hastalık üreten akla ziyan "tahammülfersa"
kirliliğinin tasvirini kapsıyor. İkinci kısım hastaneye yıllara, aylara, mevsim­
lere göre yatan, taburcu olan ve ölen hastaların tablolarını ve tablodaki veri­
lerin yorumlarını kapsıyor. Bu kısımda ayrıca, hastanedeki "tüyler ürperti­
ci" ölüm oranlarının anlaşılabilmesi için İstanbul'daki tüm Ortodoks esnaf
kollarının hayat şartlarının, mesleğe bağlı hastalıkların ve ölüm oranlarının
" Esnaf' başlığı altında ayrıntılı tasviri yer alıyor. Üçüncü kısım hastanede
en sık rastlanan sekiz hastalığın yıllara, aylara, mevsimlere, hastanın yaşı­
na, mesleğine ve ikametgahına göre incelenmesini içeriyor.
Paspatis, kitabın destekçisi olan akrabası, ayrıca iş ve siyaset adamı
Skiliçis'e ithafında, "[ . . ] yayınlamakta olduğum layiha sadece hastaneyle
.

değil, İstanbul' da yaşayan dindaşlarımızın hayat şartları ve uzun ömürlü­


lükleriyle de alakalıdır [ ... ] o nedenle hastaların hastane dışındaki hayat­
larını incelemem, mesleki zorluklarını gözlerimle görmem ve onlardan
dinlemem gerekirdi. Bütün bunları esnaf tasvirlerinde kaydettim. Abart­
madığımı ve hiçbir şeyi örtbas etmediğimi açıkça ilan ediyorum" der ve
gerçekten büyük bir dürüstlükle, güzellemelere ve gereksiz övgülere yer
vermeden 1830-1860 arasında hastanenin, Rum cemaatinin, İstanbul'un
ve de Ortodoks esnafın durumunu sergiler. Cemaatin ve işverenlerin acı­
masızlığına, ilgisizliğine karşı eleştirel bir dil kullanır. Ne var ki toplumsal
bir eleştiri içeren ve belki de tıp alanında istatistiklere yer veren ilk bilim­
sel çalışma olan bu incelemenin günümüz okurunu en fazla ilgilendire­
cek olan bölümü İstanbul'daki Ortodoks esnafla ilgili olanıdır. O nedenle
metnin bütünlüğünü bozmamak, öte yandan cemaatin sorunlarıyla, sık­
ça tekrarlanan "mülevves" ve "müteaffin" sokak tasvirleriyle ya da artık
hükmü kalmamış tıbbi tartışmalarla okuru yormamak için esnaf tasvirleri
dışındaki bölümler kısaltılarak çevrildi. Kısaltılan bölümler dipnotlarda
belirtildi, çıkartılan kısımlar ise özetlenerek italikle verildi. Bu kesintiler,
l86o'larda yazılmış ve Rum cemaat önderlerine hitap eden bir kitabın
esnafla ilgili bölümlerini günümüz okurlarına sunabilmek için gerekliydi.

8 SUNUŞ
Ayrıca okumayı kolaylaştırmak için yazarın verdiği dipnotlara yenileri ek­
lendi. Fakat eklenenler sayıca fazla olduğundan, bu kez alışılmışın aksine
notlarda sadece "yazarın notu" olanlar belirtildi, çevirmenin notları için
bir belirteç kullanılmadı.
Son olarak "Ortodoks" sözcüğüne açıklık getirmek istiyorum. Pas­
patis metni kaleme aldığı tarihte Balkanlar ve Makedonya'daki Ortodoks
Hıristiyanlar İstanbul'daki Patrikhanenin yetkisi altındaydı ve Osmanlı ida­
resinin dine dayalı millet sistemi uyarınca Bulgar, Arnavut, Hırvat, Kara­
dağlı, tüm diğer Slavlar ve de Makedonlar Rum Ortodoks milletine mensup
sayılırlardı. İş bulmak için akın akın İstanbul'a gelen bütün bu insanlar
şehrin Ortodoks esnafını oluşturur ve hastalandığında Rum milletinin has­
tanesinde tedavi görürlerdi.'
Paspatis bu kitapta, Avrupalılaşmayla değişen zevk ve adetlerle eski
mesleklerin birçoğunun yok olduğu, Avrupa'dan ithal edilen malların re­
kabetine dayanamayan esnafın iflas ettiği ya da meslek değiştirdiği bir dö­
nemde, imparatorluğun dört bir yanından, hatta bağımsızlığını kazanmış
olan Yunanistan'dan İstanbul'a gelen çeşitli etnik gruplardan "yoksulluk
mağduru" göçmen Ortodoks işçi ve zanaatkarın hayatını anlatıyor. Peki,
toplumun ve ekonominin bu dönüm noktasında Müslüman zanaatkarla­
rın durumu farklı mıydı? Paspatis bu konuya değinmiyor; değinmesi de
mümkün değildi, zira kullandığı kaynaklar Rum cemaat hastanesinin kayıt
defterleridir ve "hastaların tümü Doğu Ortodoks Kilisesi'nin evladı" dır. Ne
var ki İstanbul'daki Müslüman küçük esnafın, işçilerin -hele göçmenlerin­
daha iyi durumda olduğunu düşündürecek en ufak bir neden olmadığına
göre, yazarın gözlemlerinin her dinden esnaf için geçerli olduğunu düşü­
nebiliriz. Hıristiyan ya da Müslüman Arnavut simitçinin farklı hayatlar sür­
düklerini kim söyleyebilir ki? Hapishanede yatan bir çoban Bulgar, Türk ya
da Rum olsa ne fark edecekti? Bu insanların bulaşıcı bir hastalığa yakalan­
ma ihtimali artacak ya da azalacak mıydı? Paspatis'in metni aslında 1830-
1860 arasında İstanbul'un, her dinden ve milletten esnafının sefaletini ve
yoksulluğun kasvetli yüzünü sergiliyor. Tablolarla ve ölüm yüzdeleriyle

Bulgar Kilisesi, üzün süren siyasi ve dini tartışmalardan sonra 1872'de patrikhaneden bağımsızlığını
ilan etti.

İSTANBUL0UN ORTODOKS ESNAFI 9


dolu bu metin, yazarın olanca çıplaklığıyla tasvir ettiği hayatlar, kimi zaman
Charles Dickens'in romanlarını hahrlahyor!
Kitabın, anlatımdaki tekrarlara ve zorunlu kısaltmalara rağmen
Rum milletinin ve Osmanlı esnafının tarihine yeni boyutlar kazandıracağı­
nı ve belki de en önemlisi hala sıkça tekrarlanan ve azınlıkları yermeye, tek
tipleştirmeye, bazen de müsadere politikalarına mazeret oluşturmaya yara­
yan "Rumlar zengindi" ya da "gayrimüslim azınlıklar zengindi" söylemini
çürüteceğini umuyorum. Evet, Rumlar, Ermeniler ya da Yahudiler arasında
birkaç kişinin göz kamaştıran servetleri vardı, ama çoğunluğun vasat bir ha­
yat sürdürdüğü ve birçoğunun da yoksulluk içinde yaşadığı yadsınamayacak
bir gerçekti.
MARİANNA YERASİMOS

10 S U N UŞ
BİRİNCİ KISIM1

ı lstanbul'daki Ortodoks esnafla doğrudan ilgili olmayan, ancak okurun, Rum cemaatının
hastanelerini, yazann kullandığı kaynaklan ve yaşadığı çevreyi -dönemin lstanbul'unu- tanıyabilmesi
için gerekli görülen Birinci Kısmın üç bölümü kısaltılarak çevrildi. Çıkartılan bölümler özetlenerek ve
italik harflerle verildi.
BİRİNCİ BÖLÜM

İSTANBUL'DAKİ HASTANELER'
Yazar, Rum hayırsever kurumlannın tarihine ilişkin belge eksikliğinden
ve korunabilmiş az sayıdaki kayıt defterinin düzensizliğinden yakındık­
tan sonra eldeki kısıtlı kaynaklara dayanarak Yedikule Hastanesi'nin,
yani günümüzde Balıklı Rum Hastanesi olarak bilinen kurumun tarih­
çesini özetliyor. 2

l� [ ]
...

ra surlarının Yedikule Kapısı'nın batı tarafında, kapıya takriben


dört yüz adım mesafede, 185o'ye kadar harap durumda, metruk
hşap bir bina görünürdü. Bina vaktiyle (Rum cemaatinin] veba
hastanesiydi ve buraya asıl İstanbulı ve çevresinde yaşayan hastalar nak­
ledilirdi, çünkü cemaatin Beyoğlu'nun nihayetinde, mezarlığa yakın,4 o
havalideki hastaların tedavisine yetecek küçük bir veba hastanesi mevcut­
tu. Sözünü ettiğim ahşap bina 1837'den, yani salgının sona ermesinden
sonra, inşa edilen yeni hastanenin ardiyesi, daha ziyade ahırı ve samanlığı
olarak kullanıldı. Mütevelli heyetinin toplantılarında binanın tamir edi­
lerek yeni hastanenin devamlı artan hastalarına tahsis edilmesi meselesi
müteaddit kereler konuşuldu. Bu tamirat hastanenin avlusundaki sarnı­
cın duvarına yerleştirilen ve bugün [1862] hala okunabilen iki mermer ki­
tabeyi gün ışığına çıkarttı.

Söz konusu hastaneler Rum Ortodoks cemaatine ait olanlardır.


2 Osmanlı kaynaklannda "Yedikule Rum lspitalyası" "Rum Cemaatı lspitalyası" ya da " Balıklı"daki
Rum lspitalyası" olarak geçer. Hastanenin aynntılı tarihçesi için bkz. Nurdan Yıldınm, " Panoliko'dan
Balıklı Rum Hastanesi'ne" Toplumsal Tarih, sayı 153, Eylül 2006, s. 50-57; aynca http://www.balikli­
rum.com/VakifTarihce.aspx. Osmanlıda veba salgınlan için bkz. Daniel Panzac, Osmanlı İmparatorlu­
ğu'nda Veba 1700-1850, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, lstanbul, 1997.
3 Yazar "asıl lstanbul" ifadesini suriçi lstanbul anlamında kullanıyor. Suriçi kuzeyde Haliç, doğuda
Boğaz, güneyde Marmara Denizi ile sınırlanmış ve çoğu harap Bizans surlarıyla çevrilmiş bölgeydi.
4 Söz konusu olan "Beyoğlu nihayetindeki mezarlık," Taksim'de Ayia Triada (Aya Triyada) Kilise­
si'nin ve Zapyon Rum Kız Lisesi'nin bulunduğu bölgede yer alan ve artık yok olmuş Rum mezarlığıdır.
Nitekim bu iki Rum vakfının yer aldığı Meşelik Sokağı'nın adının maşatlık'tan (gayrimüslim mezarlığı)
türetilmiş olması kuwetle muhtemeldir.

lsTAN BUL'uN ORTODOKS EsNAFı 13


Birinci kitabe:
İş bu hastahaneyi
bilumum Ortodoks bakkallar hirfetiı
etti bina
ebedi hatıra 1753

İkinci kitabe:
Kostantiniye patriklik makamına nezaret eden
Hıristiyanlığa layık icraatta bulunan
Maronia'lı6 Neofıtos'un7 maddi imkanları
Devlet-i aliye baş dragomanı beyzade Yorgi Muruzi8 himayesi
Menafı-umı1miyyeye hadim9
Muhterem Yordan ve Mihail'in müttehiden nezareti ile10
Umuma müfid" iş bu hastahane
Ulvi gayret ile ahiren temelinden bina edildi
Kasım ı79f2

Bu iki kitabenin varlığı, yukarıda hayırsever kurumlarımızın hercü­


merç olmuş kayıt defterleri hakkında anlattıklarımı doğruluyor. Daha yeni
kayıt defterlerinde (eskiler zaten kayıptı) hastanenin [Patrik] Neofıtos ve o
vakitler nüfuzlu M uruzis ailesi tarafından yeniden inşasına dair en ufak bir
şerhe rastlayamadım.
5 Yunancada 19. yüzyıl ortalarına kadar esnaf ve esnaf loncaları, "sanat," "meslek" anlamındaki Arapça
hiıfet sözcüğünden türemiş rufeti ya da urfeti adıyla anılırdı. Esnafla ilgili tüm Yunanca resmi kayıtlarda
ya da loncaların kamu yararına bağışlarını bildiren kitabelerde bu sözcük yer alır. "Esnaf' sözcüğüne ise
19. yüzyıl ortalarından sonra genellikle Yunanca çoğul takısıyla "esnafia" biçiminde rastlanır.
6 Yunanistan'da, Batı Trakya'da Gümülcine'nin 45 km. güney doğusunda, aynı adı taşıyan ve iö. 7.
yüzyılda Sakızlılann kurduğu antik liman kentinin kuzeyinde kurulmuş bir kent.
7 Patrik 7. Neofitos iki kez, 1789-1794 ve 1798-1801 yılları arasında patriklik makamına seçildi.
8 18. yüzyılda Osmanlı sarayında baş dragomanlık görevine Fenerli Rum Muruzi ailesinden dört kişi
atandı. Ailenin reisi Konstantinos Muruzis (Kostaki Muruzi) dört yıl (1774-1777) bu görevi yürüttükten
sonra Eflak beyliğine atandı. Kitabede adı geçen, oğlu Yeorgios Muruzis 1792-1794 yılları arasında bu
görevde bulundu. "Beyzade" unvanı kitabede Türkçe yer alıyor.
9 Kamu menfaatine hizmet eden.
10 Ortak nezaretiyle.
II Halka yararlı. Kitabelerin dili dikkate alınarak çeviride Osmanlıca sözcükler tercih edildi.
12 Bugün birinci kitabe kayıptır, ikincisi henüz kaybolmadı, fakat hastanenin özel bir okula kiralamış
olduğu arazinin içinde kaldığından gözlerden ıraktır.

lsTANBU L00AKİ HASTAN ELER


Birinci kitabeden ilk veba hastanesinin hangi tarihte inşa edildiğini
ve banilerinin kimler olduğunu öğreniyoruz. İkinci kitabede yer alan "te­
melinden bina edildi" ifadesi ise inşaatın muhtemelen İstanbul'un mutat
yangınlarından birinden sonra tekrar inşa edildiğini akla getiriyor, zira ge­
çen yüzyılın sonuna kadar Hıristiyanlar ve Müslümanlara1ı ait kamu bina­
larının cümlesi ahşaptı.
1850 yılına kadar ayakta kalan binanın yetersiz ve tamamlanmaya
muhtaç tarihi bundan ibarettir.
Bu binanın batısında Ermenilerin, farklı tarihlerde inşa edilmiş,
bizimkinden daha ferah, yer yer taş, yer yer ahşap, dolayısıyla ahenksiz
hastanesi bulunuyor.'4 Kurum inşa edildiğinde bina ihtiyarhane ve tımar­
hane olarak kullanılmaktaydı. Binada, yetimlerin ve ıslah için sevk edilen
çocukların eğitim gördüğü geniş mekanlar vardı. Hasta sayısı azdı. Çoğu
zaman düzenli çalışan görevli hekim dahi yoktu. Günümüzde [1862] bina­
nın bir kısmı İstanbul ve taşradaki Ermeni kiliselerinin mumlarını üreten
bir mumhaneye dönüştüıüldü. Mum imalathanesinin zengin hasılatı, teda­
vi görenlerin masrafları ve çocukların eğitimi için sarf edilmektedir. Erme­
nilerin bu hastaneden başka, sahildeki salhanenin güneyinde, vebalıların
tedavisi için ayrıca bir binaları daha vardı. Bu bina yıktırıldı ve keşişler tara­
fından yerine küçük bir kilise inşa edildi.
Yedikule kapısından Ermeni hastanesine giden geniş cadde, Rum
cemaatine ait veba hastanesinin önünden geçerdi. dolayısıyla tedavi için
hastanelerine nakledilen Ermeniler ya da bahçelerine gitmek için o yol­
dan geçen rençperler hastalığa yakalanma tehlikesiyle karşı karşıyaydılar.

13 Metinde "Osmanlı." Yazar "Osmanlı" sözcüğünü, birkaç istisna dışında, "Müslüman" anlamında
kullanıyor. 19. yüzyılın Yunanca metinlerinde çok sık karşılaştığımız bu Osmanlı/Müslüman eşanlam·
!ılığı, çoğu Rum aydınının Tanzimat'a rağmen kendilerini "Osmanlı" kabul etmediğinin, "Osmanlıcı­
lık" ideolojisini benimsemediğinin bir ifadesidir. Bu eşanlamlılığı kullanan Müslüman-Türk yazarlann
da (örneğin Ahmet Mithat Efendi) Osmanlı nitelemesiyle kendilerini özdeşlediklerini, gayrimüslimleri
Osmanlı'nın " temel" unsurlarından saymadıklarını söyleyebiliriz. Metindeki "Osmanlı"lar bağlama
uygun olduğu sürece " Müslüman" olarak çevrildi. Paspatis "Türk" sözcüğünü de Müslüman anlamında
kullanır, " Müslüman" sözcüğü ise metinde sadece birkaç kez geçiyor.
14 1834'te açılan ve halen faaliyette olan Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi. Hastane hakkında bkz.
Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı/Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı,
İstanbul, 1994, c. 7, s. 460 ; Arsen Yarman, Osmanlı Sağlık Hizmetlerinde Ermeniler ve Surp Pırgiç Ermeni
Hastanesi Tarihi, Surp Pırgiç Ermeni Hastahanesi Vakfı, İstanbul, 2002.

İsTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFı 15


Bu haklı korkudan dolayı, bilhassa 1834 ve 183 6 yıllarında büyük tahribata
sebep olan, insanları kırıp geçiren veba salgınından sonra Ermeniler bir di­
lekçeyle Osmanlı idaresinden meseleyi halletmesini rica ve istirham ettiler.
Talebi uygun bulan Sultan M ahmud, Rumlara, caddeden ve Er­
meni hastanesinden uzak yeni bir bina inşa etmelerini emretti. Yardım
olarak da hastanenin arazisini bağışladı. Çok şükür ki, bina inşa edilirken
Sultan Mahmud karantina uygulamasını başlattı. H ükümdarın azmi ve
şeyhülislamın her şeye kadir desteği sayesinde veba peyderpey bertaraf
edildi. Bina tamamlandığında veba salgını bitmişti. Elçilik temsilcileriyle
bazı Osmanlıların oluşturduğu ve deneyimli hekimlerin idare ettiği hıf­
zısıhha kurulu sadece İstanbul'u değil, bütün imparatorluğu harap eden
bu illetin sona ermek üzere olduğu umudunu veriyordu. Buna dayana­
rak hastane mütevelli heyeti üyeleri ve cemaat ileri gelenlerinin müşterek
kararıyla Galata Hastanesi'nde1s yatan hastalar buraya (Yedikule'deki yeni
hastaneye] nakledildi.

Yazar metnin devamında İstanbul başlıklı üçüncü bölümde aynntılı


tarif edeceği Galata sokaklannın sağlıksız havasından, pisliğinden, kahvehane,
meyhane, batakhane bolluğundan, Hıristiyan ve Müslümanlann sapık arzula­
nnın kurbanı olan semtin uzun saçlı, kadın kılıklı gençlerinden'6 ve bu semtte
yaşayan Polonya Yahudisi eskicilerden söz ediyor.

[ ...]
Yedikule'deki Rum Hastanesi'nin inşaatı 24 Temmuz 1836'da baş­
ladı ve 1838'in sonlarına doğru bitti. Hastalar 14 Şubat 1839 'da Galata Has­
tanesi'nden nakledildi.
15 Galata Şehir Hastanesi'nin diğer adı "Gemiciler Hastanesi" (To spitalio ton Gemicidon) idi. Söz
konusu hastane, günümüzde Karaköy'de Kemeraltı caddesinde, bugün hala hastanenin vakfı olan
Büyük Balıklı Han'ın olduğu yerdeydi. Karantina uygulaması l837'de başladı.
16 Paspatis dipnotta Ubicini'nin La Turquie actuelle (Paris, 1855, s� 310-3ıı) adlı kitabından konuya
ilişkin "kısaltılmış" bir alıntı veriyor. Eksik olan bölümlerin italikle belirtildiği alıntının tamamı şöyle:
"Şarkı söyleyerek şehvetle kıvnlan, başları altın tepelikli kırmızı bir fesle süslü, parfUmlü saçları omuzlarında
dalgalanan, kaşları ve kirpikleri sürmeli dansçılar genç Rumlardır. Birkaç yıldan beri bu yozlaşmış yaratık­
ların sayısı lstanbul'da çok azaldı ve artık sadece çoğunlukla Rumlar tarafından işletilen Galata mey­
hanelerinde görülüyorlar. Kadın kıyafetleri, tamamen tüysüz yüzleri ve yanaklarındaki allık, gelen geçene
mesleklerini belirtiyor."

16 İSTA N BUL' DAKİ HASTAN ELER


Paspatis, ı 84 o tan ı85o'ye kadar Hastane binasında yapılan çok önemli
'

tadilat ve eklemeleri ve gerek idari gerek tıbbi düzenlemeleri aynntılanyla anlatı­


yor. Bu dönemde ihtiyarhane ile yetimhane17 bölümleri aynldı, bulaşıcı hastalık­
lann hızla yayılmasına, ölüm vakalannın artmasına neden olan tahammülfersa
pislik ve sıkışıklık giderildi; her alanda temizlik sağlandı, yatak sayısı artınldı.
Kınm Savaşı sona erdiğinde Üsküdar İngiliz askeri hastanesinden özellikle di­
zanteri hastalan için önemli ve kullanışlı olan çok sayıda demir karyola satın
alındı. Savaş esnasında baş gösteren kolera salgınına ve yiyecek sıkıntısına rağ­
men Hastane sayısız hastanın tedavisini üstlendi. Bu zor dönemde, mesleklerini
özgürce icra edebilen doktorlann ve daha iyi hizmet için çaba sarfeden mütevelli
heyeti üyelerinin18 katkılan sayesinde gerçekleşen bu reformlardan sonra, Paspa­
tis'in tek eleştirisi ve şikayeti akıl hastalanna reva görülen muameledir.19 Para­
sızlığı bahane ederek durumu izah etmeye çalışanlann yanılgısını vurgulayan
yazar kurumun gelir kaynaklan hakkında da şu bilgileri veriyor.

[ ...]
Kurumun sabit ve arızi gelirleri vardır.
Sabit gelirler: Zood6hos Pigi Kilisesi'nden20 toplanan ve kilisenin
masrafları düşüldükten sonra kalan miktar, gayrimenkullerden ve bahçe­
lerden alınan kiralar; hastanede vefat eden hastaların satılan eşyalarından
elde edilen meblağlar; yatırılan hastalardan alınan yirmi kuruş duhuliye;
hastane kasasında muhafaza edilen ve hastanın vefatı durumunda kuruma
17 ilk kuruluş yıllarında hastalar. yaşlılar ve çocuklar aynı koğuşları paylaşırlarken. yeni düzenleme·
!erle çocuklar için özel bölümler ve derslikler oluşturuldu. 1850°de hizmete giren yetimhanede 1862°de
bütün masrafları kurum tarafından karşılanan yaklaşık yüz çocuk barınıyordu. Yetimhane r902'de
Büyükada"daki Hristos ( İsa) tepesindeki binaya nakledildi ve r964°te "Kıbrıs olayları" başladığında
devlet tarafından kapatılıncaya kadar o mekanda işlevini sürdürdü. Ahşap bina günümüzde metruk
haldedir.
18 Hastanenin mütevelli heyeti, cemaat tarafından seçilen ve Patrik"in onayladığı on beş kişiden olu­
şuyordu. bunların bir kısmı rahip. bir kısmı da din dışı kesimdendi.
19 "Alenen ilan ediyorum ki. ruh hastalarının Yedikule Hastanesi'ndeki tedavileri milletimiz için yüz
karasıdır. Tenkide şayan bir kayıtsızlık ve ihmaldir. Parasızlığı bahane edenler yanılıyor. Cemaatin para­
sı vardır ve akıl hastalarının uygun tedavisi için memnuniyetle nakdi yardımda bulunacaktır" -Yazarın
Notu (bundan böyle Y.N.) [Akıl ve ruh hastalıkları bölümü ancak r882'de hizmete girdi].
20 Türkçede Balıklı Kilisesi olarak bilinen, "yaşam veren kaynak" anlamındaki Zoodohos Pigi, Meryem
Ana'ya i thaf edilmiş bir kilise ve ayazmadır. Eskiden Zoodohos Pigi yortusunda (her yıl Paskalya' dan
sonra ilk cuma günü kutlanır) Balıklı Kilisesi'nde lstanbul'un her semtinden insanların katıldığı büyük
bir panayır düzenlenirdi.

İSTANBUL'UN ORTODOKS ESNAF!


miras kalan akçeler; İyonya Adaları21 veznesinden, yoksul tebaanın tedavisi
için verilen cüzi yıllık tahsisatla, Rus ve Yunan elçiliklerinden aynı maksatla
ayrılan tahsisatlar. Osmanlı idaresince verilen yardımı da bu gelirler sını­
fına kaydediyorum. Söz konusu yardım, kurum için büyük çaba sarf eden
müteveffa İoannis Psiharis'in ricası üzerine hayırsever ve alicenap Sultan
Abdülmecid tarafından tahsis edilmiş olup günlük on beş okka koyun etiyle
yüz adet askeri ekmekten ibarettir.22 Hastanenin ete ihtiyacı olmadığı dö­
nemlerde -örneğin dini perhiz günlerinde- etin bedeli nakit olarak tahsil
edilmektedir. 2ı
Arızi iratlar ise: Zood6hos Pigi yortusunda İstanbul'un içinden ve
dışından hamiyetperver24 kişilerin kuruma yaptığı her nevi bağış ve adaklar
ile bazı meczup ya da akıl hastasının tedavisi için ailenin maddi durumuna
göre ödediği aylık tahsisattan ibarettir. Bu ödemeler mecburi değildir ve
mütevellilerle aile arasındaki anlaşmaya bağlıdır.

21 Günümüzde Eptanisa (Yediadalar) olarak bilinen Yunan adaları; Bu adalar hakkında bkz. ikinci
Kısım, dipnot 6.
22 Muhtemelen fodula ekmeği. Fodula yeniçerilere, saray çevresine ve bazı zengin imaretlerde dağı­
hlan bir çeşit pideydi. Fodula tayınına hak kazanmak bir imtiyazdı ve bu imtiyaz V. Murad dönemine
dek (1876-1904) sürmüştür. Sözcük Yunanca pidecik anlamındaki pitula'dan türetilmiştir.
23 Ortodoks Kilise kuralları dini perhizlerde hayvansal gıda tüketimini yasaklar; bkz. Üçüncü bölüm,
dipnot ıı.
24 Milli onur ve haysiyet sahibi. Yazarın kullandığı dil o günkü ölçüler içinde oldukça yalın olmasına
rağmen yine de 150 yıl öncesinin Yunancasıdır, yani "eskimiş" bir dildir ve bazı sözcük ve kavramların
birebir karşılığı ancak Osmanlıcada mevcuttur. Ne yazık ki Osmanlıca sözcükleri asgari düzeyde kulla­
nabildim.

18 I STANBUL'DAKİ HASTANELER
İKİNCİ BÖLÜM

HASTANELERİN KAYIT DEFTERLERİ1


Yazar bu bölümde çalışmasının kaynağını oluşturan hasta kayıt
defterleri hakkında okura aynntılı bilgi veriyor ve 1 85o 'ye kadar eği­
timsiz ve ehliyetsiz katipler tara.findan tutulan defterlerin düzensizli­
ğinden, yetersizliğinden yakınıyor. Bazen Yunanca-Türkçe kanşımı
bir dille, bazen de imla hatalanndan anlaşılamayan bir Yunanca ile
yazılmış, genellikle en gerekli b ilgilerin eksik olduğu b u kayıtlardan
çok sayıda örnek veriyor. Bu trajikomik metinlerin çoğunun başka
bir dile aktanlması neredeyse imkansız; yine de Paspatis'in değer­
lendirdiği veriler hakkında günümüz okuruna bir fikir vermek için
1820-1857 arasını kapsayan toplam kırk üç örnekten yedisinin çevi­
risi yapıldı.

[. . ]
.

astanenin Fener'de, Petri Kapısı'ndaki2 merkezinde muhafaza

H edilen evraklarını dikkatle incelememe rağmen, Galata' daki has­


taneyeı ait ı833'ten daha eski bir deftere rastlayamadım. Ayrıca
1836 senesine ait defter fazlasıyla noksan olduğundan kayıtlarıma dahil
etmedim. Defterlerde, yatan hastanın adı, baba adı, memleketi, mesleği
ve İstanbul'daki ikametgahı kaydedilmiş. Hastalar Galata'dan Yedikule'ye
nakledilmeden önce4 meslek tezkeresi ve Babıali'nin emri üzerine haraç
tezkeresis de kaydedilirdi. Katipler, söz konusu evrakları topyekun "kağıt"
tabir ederlerdi. Bu bilgilerden sonra hastanın varsa parası ve çoğu zaman
esvaplarının tafsilatlı bir listesi yer alırdı. Bu tür kayıtlardan bihaber olanla-

Giriş"te anlatılan sebeplerden dolayı bu bölüm kısaltılarak çevrildi.


2 Petri Kapısı, Haliç deniz surlarında, Fener semtinin yakınlarında, günümüzde izi bile kalmamış
kapının adıydı.
3 Gemiciler Hastanesi.
4 Şubat 1839"dan önce.
5 Haraç. devlete ait tarım arazilerinden alınan vergiydi (harac-ı arz), zamanla gayrımüslimlerden alı­
nan "kafa"' vergisi (harac-ı baş) anlamında da kullanıldı. Burada söz konusu olan cizye olarak da bilinen
"kafa"" vprgisidir. 1839'da Tanzimatla birlikte haraç, cizye uygulamasına son verildi.

lsTANBU L'uN ORTODOKS EsNAFı


nn fikir edinmesi için defterlerin bazı bölümlerini nakletmenin doğru ola­
cağı kanısındayım.

1833 Kas. 2 Nikos Adami kasap rumelili üsküdarda Hızır ilyasta işa­
retli, pecte [cepte] kağıtlar var.
[ ...)
1835 Şub. 22. kostandi penzo berber bukresli burada unkapanda
panayiada işaretli mendilinde l0,8 kuruş ve bir yüzük ve bir parça
gümüş zincir ve iki zembil esvap ve bir çuval yorgan ve bir çubuk.

Yazar, rastlantı sonucu bulduğu, Yedikule'deki eski veba hastanesine ait


182o'den başlayan bazı kayıt defterlerinden örnekler veriyor,fakat önce bu "cahi­
lane" örnekler için okurdan özür diliyor.
[ . . .)
O devirde [182o'lerde] hastanenin adını bile telaffuz etmenin korku
telkin ettiğini, müstahdemlerin çoğunun daha önce vebaya yakalanmış ve
şifa bulmuş hoyrat kişiler olduğunu ve bulaşıcı hastalıktan korkan mütevel­
liler tarafından nadiren denetlendiklerini unutmamalıyız.[ ...)
Söz konusu defter 1820 Ağustosundan itibaren pek çok noksanlık­
larla 1836 Ekimine kadar devam ediyor ve hasta kayıtlan haricinde hastane­
nin ekonomik durumuna dair bilgiler içeriyor.

Eyl[ül] 6 1821 Piskopos kethüdası tezkeresiyle, tezkereyle hasta bir


keşiş getirdiler adı İakovos üzerinde [para?] 450
l lime lime entari
2 eski keçe
2 eski yorgan
l küfe çaput
l eski papaz cüppesi kefen yaptım u'inde Hakkın rahmetine kavuştu.

[ ...)

Affolunmaz bir dikkatsizlik misali:


Eyl[ül] 17 1821 Valide hanından bir derzi [terzi] civanı adı İo[akim?]

20 HASTANELERİN KAYIT DEFTERLERİ


5 Yı kuruş aldım, o saat vefat etti, esvaplar ile gömdüm -sıhhatli
azimet etti.

Ve bir teşhis misali:


Oc[ak] 1 9 1822 Yedi kula çorbacısı6 bir ekmekçi getirdi, adı Stefanis,
dalağa müteallik maraza çingene, ı Şubatta sıhhatli azimet etti.
1835 ı Aralık uskudardahalaçyanivepanayottıra pizoniöldü aralık 5
pirsembe7
1835 14 Aralık kalatada pirper Vasil ve pordrumus sinapunu öldü 1 5
vennariyus eçomagaertesi8
[. . ]
.

İncelediğim, kusurlarını ve affolunmaz düzensizliğini izah ettiğim


bu defterler İstanbul'un Türk halkı hakkında da önemli bilgiler içeriyor.
Her seferinde kayıtların eksikliği bahsine dönmemek için, okurların layi­
hayı hangi temellere dayanarak yazdığımı ve kayıtlar konusunda anlattıkla­
rımın doğru olduğunu bilmeleri için defterlerin kusurlarını kısaca sergile­
meye gayret ettim.
Maksadım katiplerin cahilliğini hicvetmek değildir. Pederlerimiz ve
ecdatlarımız koyu cehalet içindeydi. Yoksul ve baskı altında olmalarına rağ­
men mücadele ederek daha mutlu ve talihli olan bizlere, ebedi hatıra olarak
kalacak mektepleri ve hastaneleri bahşettiklerini hatırlayalım.
Örnekleri, hastanenin eski durumunu bugün ile karşılaştırmak ve
günden güne kaydedilen ilerlemeyi açıklamak maksadıyla naklettim. Söz ko­
nusu defterler müteakip incelemenin temelini oluşturmaktadır. Eğer kayıtlar
muntazam olsaydı elde edilen sonuçların çok daha isabetli olacağı aşikardır.
İstanbul' da yaşayan ya da iş bulmak veya ticaret için taşradan şehre
akın eden Ortodoks ahali hakkında bu kadar bilgiyi başka hiçbir kurum

6 Çorbacı, Rum cemaatinin ileri gelenlerine verilen unvandı.


7 Çevirisi: " Üsküdar'dan hallaç Yani Panayot [oğlu[ Trabzonlu, 5 Aralık Perşembe öldü." ôldü ve
aralık sözcükleri haricinde metin Yunan harfleriyle Türkçe yazılmış.
8 Çevirisi: "Galata'dan berber Vasi! ve Prodromos [oğlu] Sinoplu, 15 Ocak [Yunanca lanuarios] cumar­
tesi öldü.· Yukarıdaki alıntı gibi bu da Türkçe-Yunanca karışımı yazılmış.

JsTANBUL' U N ÜRTODOKS ESNAFI 21


temin edemez. Dolayısıyla hastaneye yatanların, taburcu olanların ya da
vefat edenlerin hayat şartlarına ve ölüm oranlarına geçmeden evvel kayıtla­
rı tetkik etmenin ve okura bu konuda bilgi vermenin daha doğru olacağını
düşündüm.

22 HASTAN ELERİN KAYIT DEFTERLERİ


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

İSTANBUL1

B
u muhteşem ve kalabalık şehir hakkında, yabancıların ve bizimkile­
rin kaleme aldığı pek çok ayrıntılı tasvir var. Bilhassa İ stanbul'u ya­
kından tanıyan biri olan Skarlatos Bizantios'un2 şehrin eski ve yeni
abidelerini, tabiat güzelliklerini övdüğü eseri dikkate şayandır. Şehri ilk kez
ziyaret eden herkes büyüleniyor, üzün süre burada yaşayanlar bile şehrin
bunca güzelliğine tekrar tekrar hayran kalıyor.
Maksadım bir seyyah ya da bir yabancı gibi İstanbul'un latif iklimini,
sakinlerinin serin Boğaziçi kıyılarındaki yalılarını tasvir etmek değil. Prens
Adaları'nın letafetini ve hastalara şifa veren deniz abuhavasını methetmeye­
ceğim.3 Bizans harabelerini, Osmanlı padişahlarının muhteşem camilerini
ya da cansız, lakin evvel zaman hükümdarlarının ıstıraplarına ağıt yakan
viran surlarını da methetmeyeceğim. Büyük ve emniyetli limanını, sayısız
vapurlarını ve uluslararası ticaretini de anlatmayacağım. Bunları benden
evvel başkaları yeterince anlattı. Benin maksadım İstanbul'u olduğu gibi
tasvir etmektir. Çamurla sıvanmış sokaklarını; kötü kokan suyollarını; her
taraftan yayılan sağlıksız havasını; taşradan ve yabancı memleketlerden şeh­
re ticaret ve ekmek parası için gelenlerin yaşadığı, hastalanıp sefalet içinde
vefat ettiği boğucu ve loş hanlarını tasvir edeceğim.4

ı Bölüm kısaltılarak çevrilmiştir. Yazann ikinci Kısım'daki Esnaf bölümünde yeniden değindiği
konular, çok sık tekrar ettiği "mülevves" mekan ve semt tasvirleri, konumuzla ilgisi olmayan dönemin
tıbbi görüşleri çeviriye dahil edilmedi.
2 Skarlatos Bizantios (1798 Yaş,Romanya-1878 Atina), Yunanlı eğitimci ve yazar. Uzun yıllar lstan­
bul'da yaşamış olan yazann He Konstantinoupolis adlı üç ciltlik eseri (Atina, 1851-1869), "megapol"un
ve Boğaziçi'nin, Asya ve Avrupa yakası köylerinin topografık, arkeolojik, mimari ve tarihi araştırması
niteliğindedir. Kitapta ayrıca Is tanbul sakinlerinin örf ve adetlerinin -hatta yemek alışkanlıklarının­
kapsamlı tasvirleri yer alır. Bizantios, derin bilgisi ve nüktedan tarzıyla dönemin düşünürleri arasında
özel bir yere sahiptir. Kitabın biraz uzun olan başlığı şöyle: He Konstantinoupolis: he perigrafe topograjike,
archaiologike kai historike tes perionymou ıauıes megalopokos kai ton ekaterothen tou kolpou kai tou Bospo­
rou proasteion autes.
3 " Kırım Savaşı esnasında, müttefik ordularda stomatit'den [ağız etrafında, içinde ve dilde görülen
ciddi yara] muzdarip olanlar Adalar'a naklediliyor ve süratle iyileşiyordu," Peter Pincoffs, Experiences of
a Civilian [in Easten Military Hospitals: With Observations On The English, French And Other Medical...J
Londra, 1857, s. 25, dipnot -Y.N.
4 "lstanbul'da bekarların yetmiş beş veya yetmiş altı bin olduğu tahmin ediliyor, bunların beşte ikisi

İSTANBUL'UN ORTODOKS ESNAFI 23


Eğer bu işe girişiyorsam, İstanbul' dan bihaber olanların, halkın bu
konudaki kayıtsızlığını bilmeden, bu devasa şehrin akıl almaz pisliği ve
kötü kokusu hakkında yazdıklarımı okumadan hastaneye dair gözlemleri­
me asla akıl erdiremeyeceği içindir. Bu durum hakkında genellikle hiçbir
fikrimiz olmadan konuşuruz. Bu ilahi şehrin letafeti ve güzellikleri gönlü­
müzü şad eder. Boğazın hoşluğunu, sularının berraklığını överken, Kasım­
paşa'nın dereleri, Balat'ın kokuşmuş lağımları hakkında konuşmayı unu­
turuz. İ stanbul'un ikliminden sitayişle bahsederken bu büyük şehirde her
yıl rutubetten,> güneş görmeyen loş sokakların pisliğinden, sokaklara atılan
hastalık kaynağı süprüntülerden kaç kişinin, arkasından bir dua okunma­
dan, bir ağıt yakılmadan göçüp gittiğini de unutuyoruz.
Eğer şehrin nüfusunu bilseydik,6 ayrıca çeşitli dönemlere ait hasta­
lanan ve vefat edenlerin, yerel hastalık ve salgınların karşılaştırmalı tablola­
rına sahip olsaydık, bu konuda daha sarih konuşabilirdik.

Yazar metnin devamında, salgınlara ilk önce temizlikten nasibini alma­


mış, sağlıksız mekıinlarda yaşayanlann ve bunlann arasında en zayıfolanlann
yakalandığını, dolayısıyla "hijyen " ile sağlığın vazgeçilmez ilişkisini vurguluyor.
Aynca İstanbul sakinlerinin -bilhassa üst sınıflann- bu konuya genellikle kayıt­
sız kaldığını vurguluyor. Sağlık için alınan önlemler konusunda Avrupa şehirle­
riyle İstanbul'u karşılaştınyor. Temiz, havadar ortamlann bulaşıcı hastalıklann
gerilemesindeki etkisini belirttikten sonra şehrin Müslüman mahalleleriyle gayri­
müslim mahallelerini mukayese ediyor: Hıristiyanlar Müslümanlara ait arazile­
ri satın alamadıklanndan, Hıristiyan mahallelerinin çoğunlukla sıkışık, boğucu,
Türk, geri kalanlar Rum ve Ermenidir," A. Ubicini, age, s. 331 -Y.N. [Yazarın notuna ek: ı842'de Eylül
ayında İstanbul'da yaşayan toplam 64.376 bekardan 26.8ı4'ü Müslüman, ı7.783'ü Rum Ortodoks, ı8.928'i
Ermeni, 838'i Katolik ve ıJ'ü Yahudi idi, aynı dönemde şehrin yetişkin erkek nüfusu 195. 374 olarak belir·
tiliyor. Bkz. Meropi Anastassiadou, Les Grecs d'Istanbul au X/Xe siecle, Brill, 2oı2, s. 72, tablo lj.
5 lstanbul'un soğuk ve rutubetli havası, 1842'de şehri ziyaret eden hekim Davy'nin de dikkatini
çekmişti: John Davy, Notes and Obsevations on the lonian Islands and Malta, Londra, 1842, c. l-II -Y.N.
6 Paspatis verdiği dipnotta, kitap adı belirtmeden, sadece "Viquesnel'in eserinden, Paris, 1856" ibare­
siyle İ stanbul'daki M üslüman ve gayrimüslim nüfusunun bölgelere göre dağılımını içeren bir tabloyu
aktarıyor. Çeviriye dahil edilmeyen bu uzunca tabloya göre lstanbul'un -muhtemelen erkek- nüfusu
toplam 376.000 Türk ve 267.800 gayrimüslimden oluşuyordu. Ayrıca, Riger'den (Die Türkei und deren
Bewohner, Viyana, ı852, s. 141) şu bilgileri aktarıyor: "İstanbul'un toplam 813,467 bin kişilik nüfusunun
400.ooo'i Müslüman, 250.ooo'i Ermeni, 130.ooo'i Rum, 20.ooo'i Yahudi ve 13 46isi ecnebidir."
'
Şehrin 1842 yılı nüfusu için bkz. dipnot 4.

İ STANBUL
güneşsiz, pis ve rutubetli, dolayısıyla sağlıksız, oysa daha ferah ve aydınlık olan
Müslüman mahallelerinin daha sağlıklı olduğunu açıklıyor. Bu nedenle, dini
gerekçelerle mahalleler genellikle ayn olduğu halde, tertipli Müslüman mahalle­
lerinde çalışan ve yaşayan bakkal, sütçü-muhallebici, bahçıvan, finncı gibi kimi
Hıristiyan esnafın diğer bölgelerde yaşayan meslektaş ya da dindaşlanna göre
daha sağlıklı olduklannı belirtiyor.

[ ... )
[Müslüman mahallelerinde çalışan ve yaşayan Ortodoks] esnaf bekar­
dır. Evli olanların aileleri ise ekseriyetle ya memlekettedir ya da Hıristiyan
mahallelerinden birinde otururlar. Dükkanlarının üst katında yaşayan bu
zanaatkarlar sakin ve sesiz bir hayat süren Müslümanlar gibi hareket etmek
zorundadırlar, aksi halde mahalleden kovulurlar. Aileleriyle birlikte oturma
izni sadece bahçıvanlara verilir. Bunların yaşadığı kulübeler, bahçenin, Müs­
lüman aileyi göremeyecek kadar kuytu bir köşesinde ve hemzemindir. Bu tür
müştemilatlarda, zengin Müslümanların geniş bahçelerinde yevmiyeli çalışan
Arnavutlar ile Sakızlılar ve ahırlarında çalışan Rumelili seyisler oturur. Bu iş­
çiler hastalandıklarında Yedikule Hastanesine sevk edilirler. Müslüman ma­
hallesinde yaşayan hizmetkarlar, pazar ve tatil günlerinde en yakın Hıristiyan
mahallesine gider, haftalık perhiz ve sükfıneti, dindaşları ve meslektaşlarıyla
birlikte neşe içinde ve çoğunun pek sevdiği şarap ve sefahatle bozarlar.

Bütün bu tespitlerden sonra yazar, "İstanbul'dan bihaber okurlara" şeh­


rin dar, karanlık ve çamurlu yollannı, açıkta akan ve her çeşit pisliği tepelerdeki
mahallelerden vadideki yerleşimlere taşıyan suyollannın, derelerinin, limanla­
nnın, iskelelerinin "müteaffin pisliğini" uzun uzun -belki de biraz abartarak­
tasvir eder ve okura şehrin bir nevi "kirlilik raporu"nu sunar.

[ ...)
İstanbul'un Marmara'ya bakan surlarını dalgalar döver. Sürekli ha­
reket halindeki denizin çalkantısı bazı yerlerde surların temellerini oydu.
Bazı kısımlarda surlara çarpan dalgaların şiddetini azaltmak için sahile de­
vasa kayalar yerleştirildi. Şehrin iç kısmı ile dış kısmı denize açılan kapılar

İSTANBUL0UN ORTO DOKS ESNAFI


sayesinde irtibat kurar. Denize açılan bu sur kapılarından en önemlileri ve
aynı zamanda en ticari olanlar Samatya, Vlanga ve Kondoskali kapılarıdır.7
Marmara'nın kıyı bölgelerinden yiyecek ve yakacak taşıyan küçük gemiler
bu kapıların önündeki rıhhmlara yanaşırlar. Etraftaki imalathane ve mes­
kenlerin süprüntüleri de bu rıhtımların önünde öbek öbek birikir; aç ve
uyuz köpekler çöplerin üzerinde didişirler, denizin içinde boğazlanmış hay­
van artıklarını, kokuşmuş hayvan leşlerini ararlar.

Metin, "Sütçüler, Kaymakçılar, Yoğurtçular" esnafinda tekrarlanacak


olan çöp yığınlannda gezinen ve bu artıklarla beslenen ineklerinin tasviriyle de­
vam ediyor.

[. . .]
Kışın bu üç rıhtım çamur, dışkı, pislik, çürüyen bitki artıkları ve hay­
van leşlerinden geçilmez olur. Biriken durgun sulardan yerler kapkaradır.
Pislikle gübreden mürekkep toprak o derece nemlidir ki burada çalışan­
ların ayakları sürekli soğuk ve ıslaktır. Ticaretin canlılığından dolayı kala­
balık ve hareketli olan bu rıhtımlara çevre halkı yazın akın eder, bilhassa
akşamüstleri, mahalleliler hiçbir rahatsızlık duymadan gübre yığınlarının,
açıkta akan lağımların yanı başındaki kahvehanelerde oturur ve bu sağlıksız
havayı saatlerce teneffüs ederler. Surların rıhtımlar arasındaki bölümlerin­
de hane süprüntülerinin denize döküldüğü delikler ya da daha doğrusu çat­
laklar var. Köpekler sayesinde denize dağılan bu çöpler ilk lodos esintisiyle
tekrar karaya vurur. Sadece bu üç rıhtım değil, diğerleri de, en küçükleri
dahi, bunlar gibi yanına yaklaşılmayacak kadar pistir. Halbuki muntazam
bir kaldırımla bu durumun bir ölçüde düzeltilmesi mümkündür.
İstanbul sakinlerinin çok iyi bildiği bu pisliğin, bilhassa Marma­
ra'dan esen şiddetli lodos bu muzır havayı tüm civar mahallelere dağıttığı
vakit, habis hastalıklara yol açmaması mümkün değildir.
Bu rıhtımların etrafında, boğucu, kapkaranlık mahallelerde şehrin
güney kıyılarının Hıristiyanları yaşar. Çoğu suriçinde ve hepsi surlara ya­
kındır. Tepelerden gelen ve şehri kat eden derelerin, daha doğrusu sellerin,
7 Sırasıyla Kocamustafapaşa, Langa ve Kumkapı.

26 İSTANBUL
bir kısmı yetersiz suyollarına akar, oradan da sur kapılarından ve çatlakla­
rından denize dökülür, geri kalan sular ise önüne çıkan her şeyi alıp götü­
rerek, arkasında hayvan ve bitki artıklarını bırakarak sokakları, yoksulların
alçak, derme çatma evlerini basar. Sağanak yağdığında, mahallelilerin çoğu
sokakta biriken çöpleri yağmur sularının oluşturduğu derelere döker, böy­
lece sular çekilince daha alçak mahallelerdeki çöp birikintilerini ve kokuş­
muşluğu artırırlar.
Ağustos ve eylülde yağan şiddetli yağmurlardan sonra bu duruma
çok kez şahit oldum. Şiddetli yağmur bazen hayvanları ve insanları Aksa­
ray'a ve Laleli Camii'ne doğru sürükler. Hiçbir tedbir alınmaz; halk biriken
yeşil durgun suların bir an evvel tamamen kurumasını ve leşlerin kendili­
ğinden dağılıp yok olmasını alabildiğine kayıtsız ve suskun bekler. Hıristi­
yanlar ticaret konusunda Müslümanlara göre daha serbest davrandıkların­
dan, her namuslu zanaatkar, hiçbir engelle karşılaşmadan mahalle içinde
mesleğini icra edebilir.8 Bundan dolayı Hıristiyan mahallelerinde envai çe­
şit imalathane mevcuttur, bunlardan çıkan pislik ve çöp mebzul miktarda­
dır. Dükkanlarının kirli sularını suyollarına döken balıkçılar, kahveciler ve
berberler gibi, imalathane sahipleri de çöplerini sokağa dökerler. Özel ya da
kamuya ait ahırlardan rüzgar ve yağmurla birlikte her tarafa yayılan gübre,
sokak köşelerinde tepeleme yığılır. Bu mezbeleye, sıkça yapılan ev temiz­
liklerden sonra sokağa dökülen ve kuruyuncaya kadar çukurlarda gölcükler
oluşturan kirli suları da eklemek gerekir.

Suriçi Rum mahallelerinde oturanlann kirlilik ve havasızlıktan kaynak­


lanan perişan durumu anlatıldıktan sonra "Kirlilik raporu" Sarayburnu-Haliç
güzergahında devam eder:

[ ... )
Türk mahallelerinden geçerek başka bir kıyıya varırız. Saraybur­
nu'ndan Unkapanı meydanına kadar uzanan bu kıyı çoğu hastaneye yatmış
8 Yazar, gedik hakkından, yani herhangi bir iş yeri açma imtiyazından ve dolayısıyla ancak belli mik­
tarda esnafın belli sanatları icra edebilme usulünden söz ediyor. Gerçi Hıristiyan mahallelerinde gedik
usulünün geçerli olmadığı konusunda hiçbir bilgiye rastlanmadı, fakat Paspatis aynen böyle yazıyor.
Osmanlı imparatorluğunda gedik usulü, loncalarla birlikte 1913 yılında kaldırıldı.

JsTANBUL0UN ÜRTODOKS ESNAFI


çok sayıda zanaatkarın ve küçük esnafın uğradığı ya da yaşadığı kalabalık bir
çarşıdır. İki ahşap köprünün inşasından beri9 bu sahile yerleşenlerin sayısı
ve sahildeki ticaretin hacmi o derece arttı ki insanlar sokaklara sığmıyor,
dirsek dirseğe, birbirlerini iterek koşuşturuyorlar. Bu sahil yukarıda anlatı­
lan Marmara sahilinden farklıdır, çünkü burada sur ile deniz arasında han­
ların, sayısız imalathanenin, her tür ve ebatta barakanın istila ettiği geniş
bir alan mevcuttur. Gümrük Teşkilatı'na ve bazı Osmanlı Nezaretlerine10
ait rıhtımların da yer aldığı bu bölgede Avrupa'dan ve Karadeniz'den İs­
tanbul'un ahşap binaları için gereken keresteyi getiren büyük ve çok sayıda
küçük geminin yanaştığı iskeleler vardır. Dünyada bundan daha canlı daha
hareketli ve de daha pis kokan bir sahil yoktur.
Yukarıda Saraybumu'ndan Unkapanı'na kadar olan bölgenin, çarşı­
pazar ve genellikle [bekar] pazarcı kalabalığının yaşadığı bir semt olduğunu
söyledim. Unkapanı'ndan deniz surlarının sonuna kadar olan kıyıda ise Hı­
ristiyan ve Yahudi aileler yaşar. Evlerin arasında kahvehaneler ve meyhane­
ler çoktur.
Bu uzun sahil, tıpkı karşı taraftaki Galata sahili gibi surla deniz ara­
sındaki mevcut geniş bölgeden dolayı Marmara sahilinden farklıdır. Bu böl­
gede ticaretle uğraşan insanların haddi hesabı yoktur. Yaş ve kuru meyve,
tütün ve kereste ticareti, Rumların, Ermenilerin bolca tükettikleri bakliyatla­
rın ticareti burada yapılır." Galata'dan ve Boğaziçi'nin köylerinden İstanbul'a
gelen işçilerin karaya ayak bastığı bu rıhtımlar her zaman sayısız kayıkla do­
ludur. Çok sayıda yelkenli ve buharlı gemi, mal indirmek için bu kıyıdaki
iskelelere yanaşır. Gürültü patırtı, şamata, her bir ağızdan birbirlerine, her
biri kendi dilinde küfreden yerli ve yabancıların kavgaları bölgedeki dar, eğri
büğrü sokakların ve çirkefli rıhtımların alışılagelmiş manzaralarıdır. Çoğu
taşradan gelip İstanbul'da bekar hayatı yaşayan sayısız küçük perakendeci
tüccar burada çalışır ve çevredeki basık, loş, pis han odalarında yaşar. Tica-

9 Unkapanı ile Azapkapı arasındaki birinci köprü 1836'da, Galata ( Karaköy) ile Eminönü arasındaki
ikinci köprü 1845'te yapıldı.
ro Bakanlık.
rr Dini bütün Ortodokslar (Rum, Bulgar, Sırp ve diğer) ve Apostolik Ermeniler, hayvansal gıda tüketi­
minin yasaklandığı uzun dini perhiz dönemlerinde bol miktarda bakliyat tüketirler. Paspatis hiç tasvip
etmediği. sağlığa zararlı bulduğu bu beslenme kültürüne sıkça değinir ve eleştirir.

28 lsTANBUL
retin hengamesi içinde sağlıklarına dikkat etmeyen bu adamların tek gailesi
kar etmektir. Bin bir zahmet çekerek mümkün olduğu kadar büyük bir servet
biriktirmek ve İstanbul'dan uzak olan ailelerine göndermek için durmadan
çalışırlar. Çoğu hoyrat olan bütün bu insanlar genellikle mallarını da muha­
faza ettikleri tek bir han odasında üst üste yaşarlar.
Osmanlı idaresi meskun mahallelerin suyollarına ve çeşmelerine
özen gösterir. Fakat bu kıyıdaki hanlar ve imalathaneler mahallerden uzak
olduğundan, hem suyollarından hem de çeşmelerden mahrumdur, üstelik
semt sakinleri bu ihtiyaçları temin etmekten de acizdir. O yüzden Unkapa­
nı'nda her nevi süprüntünün atıldığı, denize usulca akan üstü açık lağımlar
var. Yolcuların geçebilmesi için bunlar yer yer tahtalarla örtülmüştür. Fakat
genellikle dar sokakların orta yerinden açıkta akarlar. Suyun akışını engel­
leyen şiddetli poyraz estiğinde, pis kokular ve hastalıklar saçan çirkefli sular
sokakları, çoğu zaman da alçak imalathaneleri basar. Bu sahilin pek çok kıs­
mında vaziyet genellikle bundan ibarettir. Yolcu burnunu tıkayarak mahalle
sakinlerinin kayıtsızlığına şaşırır.
Hastalıkların apaçık diğer bir sebebi ise devamlı biriken ve Marmara
sahilinde anlattığımdan daha da iğrenç bir koku yayan gübre yığınlarıdır.

Yazar, pislik yığınlannın, köpek sürülerinin ve kaldınm döşeli Gümrük


nhtımının haricinde lebalep çamurla kaplı nhtımlann ve burada çalışıp didi­
nen/erin sefaletinin tasvirinden sonra Unkapanı-Ayvansaray bölgesine geçer.

[ ...]
Unkapanı'ndan Ayvansaray'a kadar uzanan sahilin devamı çarşı-pa­
zar bölgesi değil, meskıln mahalledir. Bu kısımda, surlardan denize kadar
uzanan geniş yollarla ayrılan ve çoğunun deniz kıyısında yazlık müştemi­
latları olan büyük, zarif ikametgahlar vardır. Vaktiyle evler surlara o kadar
yakın inşa edilirdi ki sokak nemli ve günün büyük bölümünde güneşsizdi.
Yangınlardan sonra, yönetim sokakları genişletti ve halihazırda haneler te­
miz hava ve güneşten daha fazla yararlanıyor. Buna rağmen Fener, şeh­
rin diğer semtlerine göre ha.Ja rutubetlidir, çünkü Petri Kapısı'nın" yüksek

12 Bkz. İkinci Bölüm, dipnot 2.

l sTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFı


surları rüzgarın dolaşımını engelliyor. Dolayısıyla çoğu zaman, yazın dahi
İstanbul'un sair mahalleleri kupkuruyken Fener'in birçok sokağı çamurlu
ve ıslaktır. Evlerin çoğu, özellikle sur dibindekiler, nahoş bir rutubet kokusu
yayar. [Rum Ortodoks] ruhani reislere ve vaktiyle mümtaz Fenerli beylere
ait lebiderya meskenler haricinde evlerin çoğu küçük ve karanlıktır.
Bu mahallenin meyhaneleri hem çok, hem büyüktür. Günümüzde
artık her mahallede görülen küçük şarapçı, daha doğrusu rakıcı dükkanla­
rına ruhsat verilmeden önce bütün bu meyhaneler fevkalade zengin tica­
rethanelerdi. 'J Her ne kadar Bizanslıların şarapseverliği hakkında yerli ve
yabancı yazarların söylediklerini inkar edenler varsa da, çoklukla Anadolulu
Rumlarının işlettiği İstanbul'un en büyük meyhanelerinin Rum mahallele­
rinde bulunduğunu ve şarapçılarımızın sayesinde beslenip palazlandığını
söylemeliyim. '4 Paskalya yortusunda halk, kadim adet üzere, sefahate ve bol
şaraplı ziyafetlere teslim olduğunda, bu devasa meyhaneler aşırı kalabalığa
ancak yetiyor.
Fener'in üst tarafında, Hıristiyan ile Müslüman mahalleler arasın­
daki farkın apaçık belli olduğu birkaç Hıristiyan mahalle bulunur. Eğimli
arazide bina edilmiş birbirlerine yaslanmış küçük, dar evler yıkıldı yıkılacak
gibidir. Sokaklar yılankavi ve kapkaranlıktır. Sokak aralarında pis meyhane­
lerle izbe kahvehaneler vardır.'5
Feneri geçince Rumlardan ve Ermenilerden başka çok sayıda Yahu­
di'nin de yaşadığı Balat'a geliriz. Bu semtin pisliği İ stanbul' da meşhurdur.
Burada yaşayan çoğu Yahudi'nin hayat şartları inanılmaz olup tasviri im­
kansızdır.

Paspatis her ne kadar "tasviri imkansızdır" dese de, Balat Yahudilerinin


yoksulluk ve perişanlığını uzun uzun anlatıyor. Daracık mekanlarda üst üste ya­
şayan, yoksulluktan bir deri bir kemik kalmış, hayalet gibi dolaşan bu insanlara
kimsenin el uzatmadığını, ıstıraplannı hafifletecek hiçbir tedbir alınmadığını,

13 ikinci kısmın 6. bölümünde Meyhaneciler esnafında, meyhanelerin değişim süreci etraflıca anlatılıyor.
14 Anadolulu Rum meyhanecilerin arasında en meşhur ve kalabalık kesim Kapadokyalı Ferteklilerdi;
bkz. İkinci kısım 6. bölüm, Meyhaneciler esnafı, dipnot 18.
15 Bu mahalleler ı86ı'in Mart ayında çıkan yangında kül oldu -Y.N.

30 İ STAN B U L
aksine Müslüman ve Hıristiyanlann "takbih'�6 ettiğini anlatıyor. Aynca, Char­
les Rolland (La Turquie Contemporaine, Paris, 1854, s. 286), Theophile Gau­
tier (Constantinople, Paris, 1857, 2. b., s.231), Louis Enaul (Constantinople et
la Turquie, tableau historique, pittoresque, statistique et moral de l'empire
Ottomans, Paris, 1860, s. 374) ve Henri Mathieu'dan (La Turquie et ses dif­
ferents peuples, Paris, 1857, s. 328) Balat'taki "Yahudi gettosu"nun kirliliği ve
sefaleti hakkında bölümler alıntılıyor.

[. . .]
Deniz yoluyla limanın karşı kıyısına, Tersane-i Amire ile Galata
semtine ve varoşlarına geliriz. Eskiden Tersane-i Amire'den Galata'daki
hastaneye çok sayıda hasta başvururdu. Bunlar [Yunan] kraliyet donanma­
sından gemiciler; tersanede çalışan Tatavlalı17 marangozlar ve tersanenin
hapishanesinde yatan mahkumlardı. Günümüzde Osmanlı tersanesinde
sadece Müslüman gemiciler ve marangozlar çalıştığı için bölgedeki Rum
marangozların sayısı azaldı, ayrıca hastalananların çoğu evlerinde teda­
vi görüyor. Hastaneye artık sadece tersanede çalıştırılan Zaptiye Nezare­
ti'ndeki Rum ve Arnavut 18 mahkum haydutlarla Yunan tebası mahkumlar
naklediliyor. Hastane defterinde kayıtlı Yunan askerlerinin hemen hepsi
Serasker Kapısı'ndan, yani H arbiye Nezareti'nin hapishanesinden sevk
edilmiştir.
İstanbul'un en kalabalık ve en ticari semti olan Galata'da nüfusun
büyük bölümünü Rumlar oluşturuyor; bunların pek çoğu hastanede tedavi
görmüştür. Fetihten evvel Galata' da Frenk İtalyanlar yaşardı. Günümüzde
payitahtta ticaretle iştigal eden çoğu Avrupalının ticarethane ve yazıhaneleri
hala bu semttedir. Büyük yabancı gemiler Galata rıhtımına yanaşır. Dolayı­
sıyla hem sahilde dolaşan gemicilerin sayısı, hem de gemicilerle alış veriş­
ten geçinen zanaatkarların sayısı büyüktür.

16 Takbih, çirkin görme, beğenmeme, ayıplama.


ı7 Günümüzde Kurtuluş. Ağırlıklı olarak Rumların yaşadığı Tatavla 1929'ta semti kül eden yangından
sonra Kurtuluş adını almıştır. Semtin yeni adının Rumlardan "kurtuluşu" simgelediği söylenebilir,
Tatavla ise Türkçe "at ahırı" anlamındaki tavla' dan türemiştir. Bölgede Galata'daki Cenevizlerin ahırları
vardı.
ı8 Söz konusu olan Hıristiyan Arnavutlardır.

l sTANBUL'UN ÜRTODOKS ESNAF! 31


Karaköy'de ahşap köprü inşa edilip ticaret erbabının limanı geçmesi
kolaylaşınca, köprübaşındaki küçük meydan ve meydana açılan daracık so­
kaklar günün her saatinde insanı boğacak kadar kalabalıktır. Galata sokakla­
rında zenginlerle pejmürde kılıklılar, çalışanlarla işsizler, muteber kişilerle
hırsızlar dirsek dirseğe, itiş kakış dolaşırlar. Böyle bir manzara Avrupa şe­
hirlerinde nadiren görülür. Haddi hesabı olmayan evsiz ve vatansız insan,
güneş görmeyen deliklerde, boğucu, havası insanın midesini bulandıran
odalarda yaşar.
Galata'da, tıpkı karşı sahilde olduğu gibi surla deniz arasında geniş
bir alan vardır, burada hanlar, imalathaneler ve rıhtıma yanaşmış gemilerin
tayfalarından beslenen meyhanelerle kahvehaneler inşa edildi.
Galata ile Tersane-i Amire'yi ayıran ve Azapkapı denen kapıdan ge­
lirken Kalafatyeı:i'ne rastlarız. Deniz kıyısındaki bu semtte dar, eğri büğrü
sokaklar, küçük imalathaneler, izbe şaraphaneler, iğrenç kokulu aşhaneler
ve yer yer üstü kalaslarla örtülmüş lağımlar vardır. İmalathane ve hanla­
rın zemin katlarından sokağa, bazen de suyollarına dökülen pis sular akar.
Kaynayan katranın is kokusu ve küçük demirci dükkanlarının dumanı her
yere nüfuz eder. Üstü açık, boş bir mekan bulan aşçı hemen ufak tezgahını
kurup gelen geçene ciğer ve balık pişirir.'9 Ve bütün bu aşçılık faaliyetleri
gübre yığınlarının ve daha pek çok süprüntünün yanı başında cereyan eder.
Rıhtıma yanaşan ve burada kışlayan gemilerden karaya çıkan işsiz güçsüz
tayfalar meyhanelerde sarhoş olup arbede çıkarırlar. Geceleri burada pek
çok kişi pusu kuran hasımları tarafından bıçaklanır; korkunç düellolar bu­
rada yapılır; gece soygunları Galata'yı ve sakinlerini tanıyan eşkıyalar tara­
fından burada tasarlanır. Galata'nın hırsızları umumiyetle Kalafatyeri'nin
havasız, karanlık şaraphanelerinde ve bazı bakkal dükkanlarının üst katla­
rındaki odalarda buluşurlar. Semtteki tüm şirret adamların koruduğu bu
musibetlerin sayısı öyle kalabalıktır ki jandarma tevkif etmeye cesaret ede­
mez. Galata, her ne kadar karşı sahilden daha pis değilse de, kavgacı Müslü­
man ve Hıristiyan zanaatkarların fesadından, ahlaksız ve sefih gemicilerin
bolluğundan dolayı hastalıkların ve ölüm vakalarının çok olduğu bir semttir.

19 "insanı boğan yağ kokularının yayıldığı kebapçı ve börekçi tezgahları" A. Ubicini, age, s. 77 -Y.N.

32 İSTANBUL
Galata' da yaşayan farklı dinlerden bunca rakip milletin birbirlerine
sürekli husumetle davranması ve kanlı bıçaklı kavgalara girişmesi semtin
batakhanelerinde ve kötü üne sahip mahallelerinde meydana gelen ölümle­
rin baş müsebbibidir.20
Karaköy'e kadar bu kıyı karşı taraftakine benzer, aradaki tek fark Os­
manlı ve Yunan ticaret gemilerinin kalabalık tayfaları için çalışan abacılann
daha fazla yer işgal etmesidir. Her ne kadar burada karşı kıyıdaki tepeleme
dolu gübre çukurları yoksa da tasvir ettiğim diğer her şey burada da mevcut.
İki köprü arasındaki Yağ Kapanı İ skelesi ve çevresindeki imalathanelerin
geniş saçaklarının gölgelediği güneş görmeyen muzır daracık sokaklar ve
havasız aba terzihaneleri bu gerçeğin kanıhdır.
Karaköy Meydanı'na yakın, "havyarcılar" denen o uçsuz bucaksız
imalathaneleri herkes hahrlar. Burada sadece iç tüketim için değil, Yuna­
nistan, Rumeli ve Anadolu'ya ihraç etmek üzere envai çeşit balık tuzlanır­
dı. Hıristiyanların dini perhizlerde yedikleri gıdaların çoğu burada sahlırdı.
İmalathaneler rutubetli, pis ve berbat kokan yerlerdi. Rum ve Ermenilerin
bir sonraki perhiz günlerinde sahlmak üzere istiflenen malların çoğu dük­
kanların depolarında çürürdü. Kıyıdaki bu imalathaneler aynı zamanda her­
kesin serbestçe kullandığı denize açılan geçitlerdi.
Havyarcılar sadece balık tuzlama yeri değildi, imalathanelerin oda
oda bölünmüş üst katları işsiz güçsüz gemicilere, fukara yolculara ve şüp­
heli, karanlık işler çevirenlere kiralanırdı. Bu odalara talep o kadar çok,
imalathane sahiplerinin tamahkarlığı da o kadar büyüktü ki, bazen tek bir
penceresi olan, o da camın kirinden görünmeyen küçücük bir odada beş altı
kişi üst üste yaşardı.

Yazar, kendi gözlem ve deneyimlerine dayanarak çoklukla Yunan gemi­


cilerin banndığı Galata'daki han odalannın pisliğine, denizcilerin sefil yaşam

20 "Limana paralel uzun bir yol gemiciler semtine ve İyonyalı. Maltalı. Yunan, Hırvat. Dalmaçyalı,
Egeli gemicilerin buluşma yeri olan semtin meyhanelerine uzanır. Bu kirli tavernalarda, sefil baraka­
larda. duvarları dökülen. delinmiş çatıları tahtalarla ve bezlerle tamir edilmiş çökmüş evlerde ancak
hısızlık. dolandırıcılık. aşağılık meslekler. kötü işler ve kötü planlarla yaşayan ahlaksız insanlar ikamet
eder." Charles Rolland. La Turquir Contemporaine, Paris. 1854. s. ı92 -Y.N.

İ sTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFı 33


koşullanna, hastalann perişanlığına dair bilgileri aktanyor. Bu bilgiler Esnaf
bölümünde, gemicilerle ilgili metinde tekrarlanıyor.
[ ... ]
Çok şükür bu havyar imalathaneleri alh yıl evvel çıkan yangında kül
oldu. 21 Sokaklar nispeten genişledi ve eskilerin yerine zarif ve havadar ima­
lathaneler inşa edildi. Galata'nın eski durumundan söz ederken, bu berbat
odalardan ve boğucu mahallelerden pek çok gemicinin ve kalabalık Galata
sokaklarında başıboş gezen bir o kadar sefil insanın hastanede tedavi gör­
düğünü de unutmamalıyız.
Yangından önce semtin tümü tiksinti verecek kadar pisti. Balıkpaza­
rı iskelesi gübreyle sıvanmış ve içinde sayısız hayvan leşinin çürüdüğü açık
lağımlarla sulanırdı. Karaköy köprüsü inşa edilmeden evvel insanlar kar­
şı kıyıya rıhtımdaki bu iskeleden geçerlerdi. Meydanın etrafında gün boyu
tayfalar, kaptanlar ve imalathane ustalarının toplandığı pek çok kahvehane
vardı. Şehrin merkez balıkpazarı da bu meydanın yanı başındadır. Bazen
bu pazarda balık da tuzlanır ve kafaları ile bağırsakları meydanın ortasına
ahlırdı. Rıhhma açılan sokaklar daracık ve rutubetliydi; etraftaki imalatha­
neler küçük, çalışanların sayısı kalabalıktı. Bu sokaklarda, ancak yatılabile­
cek kadar küçük odalarda, aba terzileri ve bu gibi diğer gemici esvaplarını
diken terziler yaşardı. Genellikle işçilerle hemşehri olan iş sahipleri de aynı
mekanları paylaşırlardı. Günümüzde yolların epeyce genişlemesiyle imalat­
haneler biraz daha küçülmüş olabilir, fakat artık daha havadar ve aydınlık­
tır; yollar kurudu, atık ve pis sular kanallarla toplanıp atılıyor.
Karaköy ile Tophane arasında eskiden, iç yağından mum imal edilen
Mumhane semti vardı. Bu bölge pislik ve iğrenç koku bakımından Kala­
fatyeri'nin ve karşı kıyıdaki Yemiş İskelesi'nin muadilidir. Semtin sokak­
larından bilhassa kışın geçen yolcular mahalledeki zanaatkarların ve iş sa­
hiplerinin bu iğrenç kokuya ve balçığa nasıl tahammül ettiklerine şaşarlar.
Sokaklar daracık olup Galata'nın yüksek surlarından dolayı bazı kısımları
iyice boğucudur.

21 İ malathaneler muhtemelen 185ide Galata'nın Mumhane semtinde çıkan ve 76 binanın kül oldu�u
yangında yanmıştır. 19. yüzyılın ortalarından 1923'e kadar Rum havyarcıların ekserisi Kapadokya'nın
Sina sos (günümüzde M ustafapaşa) köyündendi.

34 İSTAN B U L
Türkiye ile Yunanistan'ın kıyı kesimlerinden şarap ve rakı taşıyan kü­
çük gemiler bu rıhtıma yanaşır. Söz konusu gemiler meyhanecilere ve şarap
satan esnafa mal temin ettiği gibi, meraklılara gemiye girip hiç rahatsız edil­
meden ve az bir masrafla sarhoş oluncaya dek içmelerine de imkan tanır. Bu
yüzden rıhtımda toplanan kalabalık büyüktür. Mumhane'nin her köşesinde
pislik, gübre istifleri, meydanlarda kokuşmuş su gölcükleri göze batar. Yana­
şan gemilerin tayfalarından geçinen bizimkilerden çok sayıda insan bu sem­
tin basık, karanlık, rutubetli imalathanelerinde çalışıyor ve yaşıyor.
Tophane'ye doğru gittikçe vaziyet daha da vahim hale geliyor. Sur dibin­
deki yolu takip ederek, uzaktan dahi yolcunun midesini bulandıracak kertede
pis ve tahammülfersa bir koku yayan tabakhaneye varırız. Yolcu kokudan bo­
ğulur, burnunu kapar ve hızla uzaklaşır. Buna rağmen bu muzır semtte sayısız
ev, gün boyu hareketli sokaklar, iş yerleri ve envai çeşit imalathane mevcuttur.
Tabakhaneleri geçince Tophane iskelesine varılır ve diğer iskeleler­
de anlattıklarımla yeniden karşılaşırız. [ . .] .

Boğaz seferi yapan kayıklar buraya yanaştığından Tophane iskele­


sinde kalabalık hiçbir zaman eksik olmaz. Burası ayrıca İstanbul'un odun
ve kömür iskelesidir.
Mumhane ve Tophane'den çok sayıda insan hastaneye müracaat
eder. Okur Galata'dan gelen hasta sayısının büyüklüğünü Üçüncü Kı­
sım'da görecektir.
Galata'daki dört Rum kilisesi ile bir Ermeni kilisesi Mumhane'nin
arka tarafındadır.22 Galata'da yaşayan Rum ailelerin sayısı günden güne
azalıyor; çoğu Beyoğlu'na taşınıyor. Evler yabancılara, bilhassa Polonya Ya­
hudilerine kiralanıyor. Yangından sonra ardiyeler, ticarethaneler ve imalat­
haneler inşa edildi. Galata'da sayıları her zaman kalabalık olan yabancı ve
bekar işçiler, Arap Camii ve Azapkapı civarında, Müslüman mahallelerinin
haricinde her yere dağılmış durumdadırlar.
22 Paspa tis'in sözünü ettiği dört kilise: Meryem Ana Kilisesi, Aziz İoannis Kilisesi, Aziz Nikolaos Kilisesi
ve Kurtarıcı lsa Kiliseleridir. Bu dört kilise, mülkleriyle birlikte, 1924 tarihinde Devlet tarafından Türk
Ortodoks Patriği Papa Eftim'e ihsan edildi. Kurtarıcı lsa kilisesi günümüzde tümüyle yok oldu, İstanbul' da
çalışan Sakızlıların maddi desteğiyle inşa edilmiş Aziz loannis kilisesi hala ayakta, Kalafatçı esnafının inşa
ettiği Meryem Ana Kilisesi (Kalafatyani) ise bugün cemaatsiz Türk Ortodoks Kilisesinin merkezi olarak
kullanılıyor. Yazar tek Ermeni kilisesinden söz etmesine rağmen Galata'da iki Ermeni Kilisesi vardı, hala
da var: Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Ortodoks Kilisesi ve Surp Pırgiç Ermeni Katolik Kilisesi.

İsTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFı 35


Galata'da hastalıklara yol açan diğer bir sebep semtin topografyası­
dır; şehrin birçok semtinde olduğu gibi, etraftaki tepelerin pis suları Gala­
ta'ya akarak kıyıdaki sur diplerindeki dar sokaklarda gölcükler oluşturur ve
yüksekteki semtlerin tüm pisliğini buraya taşır.

Paspatis semtin coğrafi konumundan ve surlann varlığından kaynak­


lanan kirliliği anlattıktan sonra veba salgınının bitmesiyle canlanan ticaretin
ve artan nü.füsun yarattığı ticarethane ve ikametgah talebinin semtteki kiralan
aşın derecede yükselttiğini belirtiyor. Ev bulamayan ve Müslüman mahalleleriy­
le Galata surlan arasında sıkışıp kalan Hıristiyan nü.füsun giderek daha kötü
şartlarda yaşamak zorunda kaldığını, insanlann alabildiğine küçük, havasız ve
loş evlere sığındıklannı anlatıyor ve bu durumdan dolayı Galata'daki ölümcül
hastalık vakalannın artacağına dair endişelerini dile getiriyor.

[ ... ]
Beyoğlu'na ve varoşlarına çıkmadan evvel, limanı sonuna kadar ta­
kip etmekte fayda var, çünkü diğer kıyı köylerinden de hastaneye yatanlar
çoktur.
Azapkapı'dan on beş dakikalık bir deniz yolculuğuyla Tersane-i Ami­
re'nin bitişiğindeki geniş ve maruf Kasımpaşa rıhtımına gelinir.2ı Hemen
karşıda mızıkacılar kışlası24 ve etrafında geniş bir meydan var. Kasımpaşa,
genellikle Müslüman memurların, bahriye zabitlerinin ve liman işçilerinin
yaşadığı büyük ve kalabalık bir semttir. Bu insanların çoğu aileleriyle birlik­
te, derenin karşı tarafında, Kulaksız denen semtte oturur.
Mahalleden ziyade çarşı olan semtin geri kalan bölümünde değir­
menler, bizimkilerin ve Ermenilerin çalıştırdığı fırınlar, abacı ve kürkçü
imalathaneleri aynca Arnavut ve Bulgar bahçıvanların çalıştığı bereketli
meyve ve çiçek bahçeleri yer alır. Kasımpaşa'nın iç taraflarında ve Tatav-

23 " Kasımpaşa yoksul insanların yaşadığı oldukça sefil bir semttir. Ortasından çamurlu, bulanık bir
derenin, menfezlerle geçilen bir nevi açık hava lağımının aktığı, tezgahlar ve barakalarla müzeyyen ana
caddesinde yürüdüm." Theophile Gautier, Constantinople, Paris, 1857. s. 260 -Y. N.
24 "O crtpatciıv nııv µoucrıKciıv " (O starton ton musikon=mızıkacılar kışlası) Bu kışla hakkında bi l g i bulu­
namamıştır. ayrıca yazarın Kasımpaşa'da hakim bir konuma sahip 1782 tarihli Kalyoncu Kışlası'ndan
söz etmemesi de gariptir.

i sTAN B U L
la'nın eteklerinde aileleriyle birlikte yaşayan az sayıda Sakızlı bahçıvan
dışında buraya yerleşmiş Hıristiyan aile fazla değildir. Hareketli iskele
Meydanı'ndan semtin sonuna kadar her yer kahvehane ve imalathane ile
doludur. Cuma günleri kurulan pazarda satılan envai çeşit mal ve gıdanın
miktarından semtin ne kadar kalabalık olduğu anlaşılır.
Semtin tümü, başka hiçbir şehirde benzeri olmayan bir derenin su­
ladığı geniş bir vadidir. Taksim eteklerindeki Dolapdere'ye akan, oradan da
Yenişehir Caddesi'nin geniş ve açık mecrasına dökülen bu dere mahallenin
bütün lağımlarını taşır. Boğazlanan hayvanların artıkları, hayvan leşleri, hane
çöpleri, hepsi, kapkara ve kokuşmuş sularıyla evlerin önünden akan bu de­
reye atılır. Kasımpaşa Deresi Yenişehir'i geçince Beyoğlu'nun yamacındaki
kalabalık Tarlabaşı mahallesinden gelen Bülbül Deresi vadisinden ve Karpuz
ile Kasap sokaklarından geçen başka bir dere ile birleşir. 25 Tepedeki semtlerin
lağımlarını taşıyan Bülbül Deresi Kasımpaşa Deresi'nden beter kokar. Kayna­
yan kapkara sularından kötü kokan buharlar yayılır. Leşler tamamen çürüyüp
yok oluncaya kadar derin ve eğri büğrü yatağında durur. Etraftaki bütün ev ve
küçük imalathaneler son derece fakirdir. Her evin kapısının yanında pis sula­
rı bu ortak lağıma boşaltan üstü açık yalaklar vardır. İmalathane sahipleri de­
renin bazı kısımlarını tahtalarla örttü, pek çoğu da tatil günlerinde bunların
üstüne oturup altta kaynayan dereden buharlar tüterken rakı ve tütün içer.26
Bu iki dere, ahırların pisliğini taşıyan ve Tatavla eteklerine akan di­
ğer açık lağımların kara sularını toplayarak ve çevredeki evlerin atık sularıy­
la genişleyerek Papaz Köprüsü'nden geçerek Kasımpaşa denen geniş vadiye
doğru akar. İskele mevkiinden Haliç'e dökülünceye kadar bahçelerden ge­
çen dere taştığı zaman cümle bitki ve çiçekleri mahveder. Bazı kısımlarda
Türk evlerinin yakınından geçer ve zaten çürük olan temellerine zarar verir,
geçtiği her yerde kötü kokan bir balçık bırakır.

Metin, derenin kirliliği konusunda tekrarlanan bilgilerle devam eder. Ya­


zar mahalle sakinlerinin bu duruma ilgisizliğini; dükkıinlann, imalathanelerin,

25 Karpuz Sokağı yerli yerinde duruyor; Bülbüldere mahallesi muhtarlığının bulunduğu sokaktır.
Kasap Sokağı günümüz haritalarında bulunamadı.
26 Bu sokaktan müteaddit defalar geçtim ve tasvir ettiklerimi bugün [1862] hala herkes görebilir -Y. N.

lsTAN BUL'UN ÜRTODOKS ESNAFI 37


hamallarla, gündelikçi Ermenilerin ve umursamaz Rumelili inşaat işçilerinin
kaldığı hanlann, keza dere kenannda dizilmiş kahvehanelerin 'Jevkalade" pisli­
ğini bir kaç kez anlatır.

[.]
. .

Kasımpaşa rıhtımından kıyı kıyı gidip günümüzde hastaneye artık


pek az kişinin nakledildiği Tersane-i Amire'yi geçince çok sayıda Hıristiyan
ve Yahudi'nin yaşadığı kalabalık Hasköy kasabasına varırız. Bu semtin bazı
mahalleleri havadar, sokakları geniş ve Haliç'e doğru meyillidir. Hasköy
karşı sahildeki Balat gibi pis değildir. Boğazın Ortaköy ve Kuzguncuk köyle­
rinde yaşayan Yahudiler de nezihtir. Bu temizlik, sıhhatlerine gösterdikleri
ihtimamdan değil, sadece ve sadece sellerin ve imalathane ile evlerin sokağa
döktüğü mide bulandırıcı suların deniz surunun kalıntılarından ya da taş
binalardan engellenmeden denize dökülebilmesinden kaynaklanır. Zengin
Ermenilerin çoğu, bilhassa bankerler, Hasköy'un tepelerinde ve yamaçla­
rında oturur.
Bu sahilin büyük bölümünde senelerden beri bizimkilerin işletti­
ği tuğla imalathaneleri vardır ve burada çalışanların çoğu hastanede tedavi
görmüştür.
Karşı sahil Eyüp'tür. Eyüp'ün arka cihetinde ise Bayrampaşa'nın
geniş bahçeleri yer alır. Her iki yerde bizimkilerden çok sayıda bahçıvan
ve amele yaşar. Devletin ip ve halat fabrikası İplikhane-i Amire de Eyüp'te­
dir. "7 Bu fabrikaya çalışmak ve ıslah olmak üzere hem Zaptiyeden hem de
Patrikhaneden sefil adamlar ve erkek çocuklar gönderilir. Fabrikada çalışan
nöbetli humma"8 marazından muzdarip çok sayıda işçi hastaneye yattı. Bu
hastalığa o kadar sık rastlanır oldu ki işten bıkıp usananlar sıkça hummayı
bahane ederek kuruma başvururlar.
Eyüp, Kidaros ve Barbisos"9 dereciklerinin birleştiği ve uzun Kağıt­
hane Deresi'nin meydana çıktığı yerdir. Dere, tuğla imalathanelerinden çı­
kan dumanın ve tabakhane kokusunun kirlettiği geniş bir vadi içinde akar.

27 iplikhane 1828'de kuruldu.


28 Ateşli sıtma nöbeti. Humma/sıtma vakaları için bkz. Üçüncü Kısım.
29 Alibeyköy ve Kağıthane dereleri.

İSTA N B U L
Derenin sağ kıyısında, sakinlerinin sıkça humma nöbetlerine yakalandığı
birkaç Türk mahallesi yer alır.
Derenin her iki kolunun gerisinde, tarım ve hayvancılıkla uğraşan
fukara Müslümanların yaşadığı iki küçük köy var.3° Bu bereketli ovalarda,
yer yer kahvehaneler, yolcu hanları ve mahsuldar bahçelerde rençperlik ya­
pan Bulgarlarla Arnavutlar için yapılmış derme çatma kulübeler görülür.
Kağıthane Köyü'nün ilerisinde derenin suladığı Cendere ve yanı ba­
şında PerivoliçaJI bataklığı bulunur. Alibeyköy'un arka tarafı ise yazın terte­
miz derelerin ve ırmakların suladığı geniş, bahçelik bir alandır. Cendere ile
Kağıthane Köyü arası, kışın yol vermeyen geniş bir bataklıktır. Alibeköy ile
Kağıthane haricinde başka köyün bulunmadığı bu geniş düzlüklerde küçük
kulübelerde çok sayıda Bulgar ve Arnavut bahçıvan yaşar. Kulübelerin ara­
sında ise köylüler için gerekli gıda maddelerini ve yolcular için şarapla rakı
satan bakkal dükkanları vardır.
Bahçıvan ve avcılar dışında nadiren insanın geçtiği bu ıssız mekan­
larda ateşli humma yaygın bir hastalıktır. İlaç yokluğundan ve hastaların
kayıtsızlığından hastalık her geçen gün çalışanların sıhhatini mahvediyor.
Hummadan muzdarip olmayan Kağıthane sakini azdır. Halkın sararmış
benzi bunun en açık göstergesidir. Alibeyköy Vadisi daha sağlıklıdır, çünkü
burada bataklık ve dereler daha azdır. İlkbahar aylarında halkın akın ettiği
bu güzelim ovalarda, o kadar çok insanın hastalanması ve sonunda hum­
madan ölmesi esef vericidir.

Yazar, Kağıthane gibi ve tüm komşu yerleşimlerin de sıtmadan muzda­


rip olduğunu; arkadaki yüksek tepelerden dolayı Topharıe'derı Kağıtharıe'ye kadar
bütün sahilin poyrazdan yeterince yararlanamadığını, dolayısıyla yazın sıcağın
kavurucu, kışın çamurun dayanılmaz olduğunu ve durgun sulanrı uzurı süre ku­
rumadığını arılatıyor. Oysa "Beyoğlu'rıda her yer kurudur. " Paspatis bu cümleyle
Beyoğlu faslına giriş yaparak semtin ve semt sakirılerirıirı fetihten 19. yüzyıla dek
herkesçe malum tarihçesini özetledikten sonra 18oo'lere geri dönüyor.

30 Muhtemelen Alibeyköy ile Küçükköy.


31 Kağıthane'nin kuzeyindeki Cendere Vadisi; Perivoliça'nın günümüzdeki adı bulunamadı. Yunanca
kelimenin sözlük karşılığı "bahçecik" ya da "bostancık"dır.

lsTANBUL' u N ORTODOKS EsNAFI 39


[.]
. .

Yunan ihtilalindenı2 evvel Beyoğlu'nun Stavrodr6miıı denen mevki­


inde oturan Rumların sayısı pek azdı. Semtin varoşlarındaki yılankavi, adı
kötüye çıkmış sokaklarda Katolik Ermenilerle birlikte sadece birkaç yoksul
Rum aile yaşardı. Zamanla Rumlar yavaş yavaş Beyoğlu'na yerleşmeye baş­
ladı. Önce, Yunan ihtilalinin başlamasıyla Avrupa'ya dağılan aileler memle­
kete dönünce buraya yerleşti, sonra da Avrupalılaşan Beyoğlu'nun hareket
serbestisi ve temiz havası uğruna karşı kıyıyı terk eden zenginler yerleştiler.
Günümüzde Beyoğlu İstanbul'un en zengin semtidir. 1848 senesin­
de birbiri peşi sıra çıkan yangınlardan sonra semt kagir binalar, geniş yollar,
yüksek ve havadar binalarla adeta yeniden inşa edildi. Eskiden beri buraya
yerleşmiş Katoliklerin arasında bugün şehrin en zengin Rumları yaşıyor ve
yabancı ülkelerden gelip burada ticaretle uğraşan Rumlar sayesinde sayıları
günden güne artıyor.
Kısa bir süre önce teşkil olunan Belediye sayesindeı4 semt bugün çok
daha temizdir. Temiz hava sokaklar arasında serbestçe dolaşıyor, pis sular
inşa edilen kanalizasyon sayesinde evlerden uzaklaştırılıyor. Buna rağmen
hala eskisi kadar berbat olan yerler var. Örnek olarak semtin kaldırımsız, dar
ve dolambaçlı sokakları, harabeye dönmüş ahşap evleri ve açıkta akan suyol­
larıyla hiç de temiz olmayan Tatavla'ya bakan kuzey yamacını gösterebilirim.
Halkın yazın akın ettiği Mnimatakiaı5 denen bölgeye umumi mez­
belelikmiş gibi etraftaki evlerin çöpleri atılıyor. Beyoğlu'nun merkezindeki
bu manzara şehrin zenginleri için utanç verici bir rezalettir. Lodos estiği
zaman biriken gübre ve iğrenç pisliklerden yayılan koku insanın midesini
bulandırıyor. Mahalle sakinlerinin bu kayıtsızlığı eleştiriyi hak ediyor. Keza
Taksim'de biriken Beyoğlu'nun çöpleri, leşleri ve süvari kışlasının gübreleri
de berbat bir manzara arz ediyor. Yazın kuvvetli rüzgar estiğinde bu geniş

32 182r.
33 istiklal Caddesi'nin Tünel meydanından Galatasaray'a kadar olan ve Yeniçarşı Caddesi'yle kesiştiği
bölüme, kavşaktan dolayı Rumcada, yaklaşık 195o'lere kadar, "dörtyol" anlamında Stavrodr6mi denirdi.
Çok doğru olmamakla birlikte mekanın anlaşılması için bundan böyle " Beyoğlu" olarak çevrilecek.
34 İstanbul ve Galata'nm ilk belediyesi kabul edilen Altıncı Daire Belediye'si 28 Aralık 185ide kuruldu.
35 Tepebaşı'nın Haliç'e bakan yamacındaki, genellikle Fransızca Pelit Champs des Mort adıyla anılan
mezarlık bölgesi. Mnimatakia Fransızca terimin Yunanca karşılığıdır.

İSTA N B U L
meydanın tozu bütün semte yayılıyor ve yağmur sularını sarnıçlara topla­
yan kiremitlerin üstünü örtüyor. Bu pislik ve biriken çöplerin kokusu birçok
evin önünü kaplıyor, semtin sakinleri de pazar ve tatil günlerinde bu berbat
ortamda ferahlamaya çalışıyor.
Beyoğlu'nu baştanbaşa kat eden cadde-i kebir Belediyenin ve zengin
semt sakinlerinin ihtimamı sayesinde temizdir. Fakat çoğu döşemesiz olan
yan sokaklar hala pistir ve evlerin kirli sularıyla çöpleri hala. sokağa atılıyor.

Metin Beyoğlu yan sokaklanndan ve yamaÇlanndan, Bülbüldere'ye akan


ve daha önce çokça sözü edilen 'Jevkalade kirliliğin" tasviriyle devam ediyor.

[ . . .]
Çok sayıda yoksul halkın ve de Sakızlı dilencilerin yaşadığı Beyoğ­
lu'nun diğer bir mahallesi, İngiliz bahçesi'ninl6 arka tarafındaki "skordalia
mahallesi"dir.37 Burası İstanbul'un en berbat mahallelerinden biridir. Fa­
kirlerin ve iffetsiz kadınların yaşadığı bu mahallenin yamaçlarından, umu­
mi bir çukura akar gibi yüksekteki cümle yerleşimin pisliği akar. Alçak,
karanlık ve rutubetli evlerin önünde buharlaşıncaya kadar duran gölcükler
oluşur. İstanbul'un başka hiçbir yerinde bu kadar güneşsiz, karanlık ve pis
kokan ev yoktur. Başka hiçbir yerde, çoğu zaman ortasından açık lağımın
aktığı evin tek bir odasında bu kadar çok insanın yaşadığını görmedim. Sa­
kız Adası'nın Volisso köyünden gelen kadın ya da erkek körler ve meslekten
dilenciler bu iğrenç izbe yerlerde yaşarlar.ı8

Yazann metnin devamında Sakızlı dilencilerin sefil yaşam koşullanna


ve hastalıklanna dair anlattıklan, Esnaf bölümünde, dilencilerle ilgili metinde
tekrarlanıyor.
[ .]
..

36 Tepebaşındaki İngiliz konsolosluğunun bahçesi.


37 Yunanca sarımsak anlamındaki skordo sözcüğünden türeyen skordalia'nın anlamı "tarator"dur.
"Skordalia mahallesi" (metinde Türkçe), muhtemelen Tarlabaşı'nın arka tarafında, günümüzde Çukur
Mahalle olarak bilinen. Kalyoncu Kulluğu ile Ömer Hayyam arasındaki. "müteaffin" ve "mülevves"
bölgenin adıydı. Yazar, i kinci Kısım'daki Esnajbölümünün Dilenciler Esnafı 'nda bu mahalleye ve Sakızlı
dilencilere yeniden değiniyor.
38 Bkz. ikinci Kısım, Fukara Erkekler/Dilenciler ve Fııkara Kllrlınlllr/ nilrnciler esnafı.

İSTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFI


Beyoğlu ile Tatavla arasında, ancak otuz seneden beri meskı1n olan
geniş Yenişehir vadisi yer alır. Kasımpaşa'yı anlatırken bahsettiğim dere
bu vadide akar. Semt kalabalık bir çarşıdır ve buradan hastaneye çok sayıda
insan başvurur, çünkü nüfusun büyük bölümü Rum ve Bulgarlardan oluşu­
yor; mahallenin şaraphane ve batakhaneleri de ibadullahtır. Bundan başka
burası, Galata'daki Kalafatyeri gibi Beyoğlu'nun cümle hırsız ve serseri tai­
fesinin toplandığı yerdir. Bu hırsız yatağında tutuklananlar önce zaptiyeye,
sonra da hastaneye sevk edilirler.
Evlerin tümü ahşap, fakirane ve alçaktır. Sokaklar dapdaracık ve kal­
dırımsızdır; çoğunda leşler, gübreler ve üstü açık lağımlar görülür. Çoğu
zaman, sağanak yağmurdan sonra dere taşar ve kokuşmuş pislikleri bulaş­
tırarak evleri basar, bazen de mal, hayvan ve insanları sürükler. Bu mahalle
tam bir hastalık ve ölüm kaynağıdır. Hal böyleyken, sokakların ve evlerin
çirkin manzarasına rağmen, günden güne yeni binalar inşa ediliyor ve fahiş
kiraların Beyoğlu'ndan kovaladığı halk bu sağlıksız vadide toplanarak böl­
genin pisliğini artırıyor.

Paspatis daha önce diğer semtler için sıraladığı ve Yenişehir'in kirliliği


için de geçerli olan nedenleri tekrarlıyor.

[ ... ]
Yenişehir'den, sadece Rumların yaşadığı ve tahminen binden faz­
la hanenin bulunduğu Tatavla'ya çıkılır. İstanbul'da, bazı Türk mahalleleri
dışında, başka hiçbir semt Hıristiyan nüfusun yaşadığı Tatavla kadar temiz
değildir. Mahallenin büyük bölümü yüksek bir tepenin üzerinde inşa edil­
miştir. Dolayısıyla diğer semtler gibi tepelerden akan kirli sulardan etkilen­
mez. Sokakların çoğu geniş, evler de pek yüksek olmadığından güneş ve
rüzgar sokakları çarçabuk kurutur. Kışın mahalle sakinleri, İstanbulluların
müşterek derdi olan çamurlu sokakların eziyetine nadiren maruz kalırlar.
Sadece fakir halkın oturduğu, Yenişehir'e bakan doğudaki mahallenin yolla­
rı dardır. İnsan burada yürürken yarı açık suyollarına, evlerden çıkan ve Ye­
nişehir deresine akan kapkara suların açtığı hendeklere düşme tehlikesiyle
karşılaşır.

42 ISTAN B U L
Tatavla'nın doğusundaki Akarca denen geniş yol, semt sakinlerinin
ı l lo(isizliğinin açık işaretidir. Açık ve yarı açık akan lağımlar bilhassa yağmur­
l ı ı havalarda sokağın tamamını feci şekilde kirletir.
Semt, kuvvetli kuzey rüzgarlarına açıktır ve sıkça baş gösteren zatül­
n·rı p, zatürree ve veremin de sebebi muhtemelen budur.
Asıl İstanbul'a nazaran çok daha fazla insanın hastaneye başvurdu­
�u bu kalabalık semtten, her iki yakasında çok sayıda Rum, Bulgar ve Kara­
dağlıların yaşadığı Boğaziçi'ne çıkalım. Ayrıca hastane defterlerinde kayıtlı
olup bahçıvanlık, bağcılık ve taş yontmacılığı yapan çok sayıda Hırvat da
Boğazda yaşar.

Boğaziçi köylerinin anlatımından önce, Esnafbölümünde tekrarlanacak


olan, yazann Hırvatlann "doğuştan dağlı" karakterleri hakkındaki görüşleri yer
ulıyor.

[ ... )
Boğaz'ın Rumeli [Avrupa] yakasındaki köyleri sahil şeridindedir. Le­
bideryada genellikle Osmanlı ileri gelenleri oturur. Hıristiyan mahalleleri iç
taraflardadır. Bazı köylerde, mesela Ortaköy, Arnavutköy ve Bebek'te kışın
vadilerden akan sel suları köylerin orta yerinden akar. MeskUn olmayan,
ağaçsız tepelerden akan bu sular temizdir. Fakat vadi yamaçlarına evler
inşa edildi ve nüfusun günden güne artmasıyla binalar tepelere kadar çıktı.
Köylerin, özellikle en tepedeki köylerin, arka tarafları bağ, bahçe ve meyve
ağaçlarıyla doludur. Bu toprakların çoğunda Ortodoks Karadağlılar, Arna­
vutlar ve yerli rençperler çalışır. İstanbul'a getirilen taşların çıkarıldığı taş
ocakları Boğaz'ın bu yakasındadır. İstanbullular birbirinin peşi sıra yaşanan
yangınların verdiği hasarı anlayıp kagir evler inşa etmeğe başlayınca taşçılık
mesleği de giderek önem kazandı. Okur, hastane kayıtlarında sırf bu işle
uğraşan çok sayıda Hırvat taşçı görecektir.39
Emirgan sırtlarında, birkaç derenin suladığı, kışın da sular altında
kalan Ayia Triada denen geniş bir vadi bulunur. Emirgan'da ve etraftaki
köylerde çok sık rastlanan humma nöbetlerinin sebebi muhtemelen bu va-
39 Bkz. ikinci Kısım, Taşçılar Esnafı.

İsTAN B U L' u N ÜRTODOKS EsNAFı 43


diden yayılan sağlıksız havadır. Köye adını veren Büyükdere vadisi ile Bah­
çeköy ve Belgrat bataklıkları, çevrede yaşayan halkın ve bahçelerde çalışan
işçilerin muzdarip olduğu hummanın kaynağıdır. 4°

Paspatis, humma/sıtma ile bataklık ilişkisini vurguladıktan sonra Bo­


ğaziçi köylerini sağlığa uygunluk açısından değerlendiriyor. Rumeli (Avrupa)
yakasının, Asya (Anadolu) yakasına nazaran daha sağlıklı olduğunu, yine de
dere ve çayırlann bol olduğu yörelerde -özellikle Çengelköy'de ve Kınm Savaşı
sırasında İngilizlerin bataklıklan kurutmasından evvel Haydarpaşa'da- sıtma­
nın yaygın olduğunu, en sağlıklı semtlerin ise Müslümanlann yaşadığı Üsküdar
ile yanı başındaki çoklukla Ermenilerin yaşadığı Bağlarbaşı olduğunu bildiriyor.
Yine de Üsküdar'ın bağlannda ve Kadıköy sırtlanndaki "dulun bağı"nda ça­
lışan Bulgar, Karadağlı ve Hırvat bağcılann sıtmadan dolayı sıkça hastaneye
yattıklannı ekliyor ve bu durumun bağlardaki durgun sulardan kaynaklanıyor
olabileceğini söylüyor. Eskiden makbul olmayan Kadıköy'ün, 1826'den, yani
"Vaka-i Hayriye"den sonra yeniçerilerden anndınlınca geliştiğini, Hıristiyan
ailelerin yazın deniz sefası için oraya taşındığını ve giderek pek çok arazinin Hı­
ristiyanlara satıldığını anlatıyor. Metin İstanbul'un diğer "muzır" bölgelerinin
sıralanmasıyla devam ediyor. Bunlar sıtma yüzünden ahalinin terk ettiği Küçük
Çekmece; Aya Mama bataklıklan ve Bakırköy'ün arkasında Arnavutlann renç­
perlik yaptığı bahçelerin bulunduğu Veli Efendi bataklığıdır. Bütün bu sağlıksız
bölgelerin ciddi hastalıklara sebebiyet verdiğini, buna ek olarak Ortodokslann
kilise avlulannda gömdükleri ölülerin de salgın tehlikesi yarattığını ve cemaatin
acilen bu adetten vazgeçmesi gerektiğini hatırlatıyor.

[ ...)
Yukarıdaki tasvirlerin bazı bölümleri İstanbul'dan bihaber olanla­
ra mübalağalı görünebilir. Bu konuda, uzun süre İstanbul'da yaşayanları
ve özellikle daha temiz ülkelerden gelip şehrin dar sokaklarından geçerken
kamuya ait mekanlarda yığılmış bunca pislik ve süprüntüye hayret eden
40 Bataklık bölgelerde, tekrarlayan ateş nöbetleri ve dalak büyümesiyle seyreden hummanın, günü·
müz terminolojisiyle sıtma hastalığının sivrisi nekle rle bulaştığı . 1894'te, yani Paspatis kitabını yazdık·
tan yaklaşık 30 yıl sonra. Sir Ronald Ross'un ve tropikal tıbbın "babası" sayılan Sir Patrick Manson'un
işbirliğiyle bulundu .

44 ISTAN B U L
yabancıları tanıklığa davet ediyorum. Bu tür iğrenç manzaralardan duyulan
giderek körleşen bizimkilerden bazılarına, yazdıklarım saçma bir gayretkeş­
liğin ürünü görünebilir.
Anlattıklarımın tümü şüphesiz İstanbul halkının hastalanmasına ve
ölmesine sebep oluyor, hatta havadar, temiz mahallelerde yaşayan Müslü­
manlardan ziyade Hıristiyanları etkiliyor.
Ortodoks Hıristiyanların sağlığını ve ölümlerini ilgilendiren her şe­
yin doğru anlaşılabilmesi için yaptığım İstanbul tasvirinden sonra, bu bahsi
kapatmadan şehirde yaşayan ve sıkça hastaneye başvuran Hıristiyanlann
beslenme alışkanlıkları hakkında bir iki noktaya değinmeliyim.
Biz Anadolulular uzun süreli dini perhiz konusunda Batı Hıristi­
yanlarından,4' hatta bizden feyiz alan Ruslardan bile daha muhafazakarız.
Biz, öldürücü veba ve kolera salgınları esnasında bile kilisemizin emrettiği
beslenmeyi değiştirme cesaretini gösteremedik. Halbuki medeni insanlar
tecrübe ve uzun araştırmalar neticesinde temiz ve hazmı kolay gıdanın sağ­
lığa ve uzun ömre faydasını öğrendiler. Ölümcül hastalıklar herkesten daha
fazla yoksulları, hastaları, sakatları, ayyaşları ve genel olarak her açıdan kötü
koşullarda yaşayanları etkilerken, hazmı zor, ağır gıdaların hastalıklara yol
açtığını görmezden gelmek mümkün müdür?
Yabancılar, zenginleştiğimiz halde eski yoksulluk günlerimizin za­
rarlı gıdalarından vazgeçmediğimizden bahsederler. Bunları söyleyenlere,
maddi zenginliğin akıl ve ruh eğitimi sağlamadığını hatırlatırım. Her ne
kadar zaman içinde eğitimin pek çok alanında büyük adımlarla ilerleme
kaydettiysek de hazmı kolay gıdanın faydalarını henüz öğrenemedik. Bir
süre sonra birilerinin ağır gıdanın zararlarını itiraz kabul etmez bir biçimde
anlatacağından şüphem yoktur.

Yazar bu girişten sonra kötü beslenmenin yoksulluğun yanı sıra bilgi­


sizlikten de kaynaklandığını belirtiyor ve her iki durumu açıklıyor. Önce aman­
sız yoksulluktan çürük ve sağlıksız gıdalan tüketen Yahudilerin durumunu,
ardından dini perhiz dönemlerinde Ortodokslann tükettiği hazmı zor tuzlan­
mış balık, turşu, bakliyat türü gıdalann zararlannı anlatıyor ve dini inancı
41 Kalolikln.

İ STAN B U L 0 U N ORTODOKS ESNAF! 45


katı perhize indirgeyenleri, perhizi bozmayı cinayetten beter bir suç sayanlan
eleştiriyor.

[ ]
...

Bu inceleme, şehir ve kasabalarda yaşayan, hayat şartlarını ve tüyler


ürpertici ölüm oranlarını açıkladığım yoksulluk mağduru zanaatkarlar hak­
kındadır. Söz konusu insanlara ilgi ve yardım için millete42 çağrıda bulunu­
yorum. Yukarıda yazdıklarımın tümü bu zanaatkarlar ve onlarla aynı du­
rumda olan işçiler içindir, çünkü hemşehrilerimin ve tüm dindaşlarımın,
milletin ve bunca cefakeş Ortodoks Hıristiyanın menfaati için yapılan bu
tanıklıklara ilgisiz kalmayacaklarına inancım tamdır.

42 Rum milletine.

lsTAN B U L
İKİNCİ KısıM'

ı Bu kısmın Birinci ve ikinci bölümleri kısaltılarak çevrildi. Çevride yazarın ileriki bölümlerde atıfta
bulunacağı verileri içeren tablolar yer alıyor. Yazarın savunduğu -ve dönemin koşulları göz önüne
alındığında haklı olduğu- merkezi olmayan hastanelere ulaşmanın zorluğunun tedaviyi engelleyen
sebeplerden biri olduğu görüşünü desteklemek için sunduğu, merkezi Galata ile uzaktaki Yedikule
hastanelerinin karşılaştırmalı hasta tablolarına ve yorumlarına yer verilmedi.
BİRİNCİ BÖLÜM

Yıllara Göre Hastaneye Yatan Hastalar•


Sene Ocak Şubat Mart Nisan Mayıs Haz. Tem. Ağus. Eylül Ekim Kasım Ara. Yekılıı
a

1833 184 168 142 96 90 57 77 77 59 57 79 101 1.184 (ı.074)


1834 72 72 58 65 90 83 79 76 89 76 65 82 907 (863)
1835 54 56 75 64 64 86 81 85 97 81 97 85 922 (916 )
1837 100 72 96 68 48 58 40 75 59 81 65 83 845 (842)
1838 121 106 125 116 81 65 93 125 136 109 104 97 1.278 (1.266)
1839 96 70 79 83 75 77 60 113 106 78 63 48 948 (952)
1840 55 54 74 74 106 84 97 123 127 98 124 119 1.132 (ı.153)
1841 149 154 163 168 150 146 160 144 59 59 72 76 1.500 (ı.580)
1842 94 85 60 100 89 49 91 103 77 61 78 95 982 (983)
1843 118 86 62 79 76 85 73 62 45 62 39 69 856 (853)
1844 70 52 73 88 68 64 44 62 68 72 86 91 838 (847)
1845 87 53 73 69 63 63 59 70 71 53 42 52 755 (754)
1846 50 47 57 58 76 76 109 121 67 89 84 65 899 (818)
1847 72 84 74 85 63 82 108 96 75 80 57 97 970 (967)
1848 114 108 138 135 104 199 274 205 75 78 79 76 1.585 (ı.555)
1849 94 82 105 94 97 98 114 156 108 85 122 126 1.278 (1.265)
1850 151 131 173 146 153 187 194 182 207 174 150 153 1.998 (ı.987)
153 159 146 134 161 165 171 127 140 143 157 1.802 (ı.686)
141 130 132 141 139 153 146 144 174 149 161 1.772 (ı.808)
192 231 212 120 131 174 108 110 116 104 134 1.780 (ı.776)
151 160 157 120 91 83 100 75 104 225 197 1.584 (ı.711)
198 199 190 173 170 176 154 145 195 251 270 2.383 (2.375)
294 276 313 253 243 272 195 182 204 198 247 2.987 (2.982)
188 159 162 187 179 191 159 159 146 151 173 2.017 (ı.985)
153 132 163 160 151 142 135 110 112 117 120 1.696 (ı.691)
127 124 121 147 115 147 175 160 166 153 144 1.748 (ı.740)
3-275 J.044 J.223

2 Hastane defterlerinde 1836 yılının Nisan, Haziran ve Temmuz aylan eksik olduğundan o yıl tabloya
dahil edilmedi -Y.N.
a Yazar, yaptığı sayım sonucunda elde ettiği toplam hasta sayısıyla defterdeki sayı arasında 217 kişilik
bir fark tespit etti. Kayıtlara göre 183ften 1859'a kadar 36,646 olan hasta sayısı yazara göre 36,429'dur.
Yazann elde ettiği sayı aYTaç içinde gösterilmiştir

lsTANBUL'U N ORTODOKS EsNAFı 49


Yatan Hastalann Yılın Dört Mevsimine Göre Dağılımı


Aralık 3.12 7
Ocak J . 27 5
Şubat 3 .o44
YEKUN �H16 % 25,z8

ilkbahar
Mart 3.223
Nisan p 63
Ma}'.!S 2 .�p5
YEKUN �.2-111 % 25,61

Yaz
Haziran 2.939
Temmuz p56
Ağustos }218
YEKUN �Hl3 % 25,61

Sonbahar
Eylül 2 . 7 35
Ekim 2 . 744
Kasım 2.89z
YEK ÜN B.3z6 % 22 ,90

Yazar tablodaki değerleri yorumlayarak, eskiden beri İstanbul doktor­


larının savunduğu, "en sağlıklı aylar başta yaz, ardından sonbahar aylarıdır"
tezinin kısmen doğrulandığını, 26 yıl boyunca kış, bahar ve yaz aylarında has­
taneye yatan hasta sayısının eşit olduğunu ve sadece sonbaharda % 1 0 oranında
düşme olduğunu belirtiyor. Ardından "meskun mahallerden uzak hastanelere
ulaşmanın zorlukları "na değiniyor ve nakliye masraflarının tedaviyi engelleyen
bir etken olduğunu tekrarlıyor.

[ . . ] İstanbul'un sağlığa en zararlı mevsimi kıştır. Daha evvel de bah­


.

settiğim gibi eğer nakliye masrafları olmasaydı kışın yatanların sayısı daha
da yüksek olacaktı. Ayrıca, şehre aşina olmayanların bilgisi için, pek çok za­
naatkarın ve şehirde ya da varoşlarında yevmiyeli çalışan tarım ve bağ-bahçe
50 HASTAN EYE YATAN HASTALAR
işçisinin Ayios Dimitrios yortusundanı sonra memleketlerine döndüğünü
ve baharın ilk günlerinde tekrar İstanbul'a geldiğini belirtmeliyim. Bunla­
rın çoğu inşaatlarda amelelik yapan ya da çiftliklerde çalışan Bulgarlardır.
Diğer önemli bir konu, bu araştırma sayesinde 26 yıl boyunca her
ay hastaneye yatanların ve vefat edenlerin sayılarına vakıf olabilmemizdir.
Aşağıdaki tabloyu bu sebeple kaydettim:

Yatan Ölen %
Ocak 3 - 27 5 908 27,75
Şubat 3.044 809 26,56
Mart 3.223 927 28-43
Nisan p63 909 27 ,56
Mayıs 2.925 75° 25,61
Haziran 2. 939 694 23,61
Temmuz p56 741 22, 75
Ağustos 3.218 815 25,31
Eylül 2. 735 7 24 26,40
Ekim 2. 744 7 63 27 ,77
Kasım 2 .89 7 847 29,21
Aralık 3 - 12 7 830 26,51
3 6 .646

Tablodan da anlaşıldığı gibi yaz aylarında vefat edenlerin sayısı dü­


şüktür, buna karşılık sonbaharda yükselir. Sonbahar aylarında artan ölüm
oranını hummadan kaynaklanan istiska'ya4 ve İstanbul'un işçilerini mah­
veden dizanteriyes atfediyorum. Bu hastalıkların verdiği zararı Hastalıklar
bölümünde izah edeceğim. Yedikule hastanesinde tedavi görenlerin çoğu
çiftliklerde, tarlalarda ve bataklık alanlarda yaşıyor, dolayısıyla şehirde çal-

3 Ekim ayının 26'sında kutlanan ve kışın başlangıcı sayılan Aziz Dimitrios yortusu. Eski takvime
göre 8 Kasım gününe denk gelen bu yortu Anadoluda bilinen ve yüzyıllardan beri kış aylan olarak
kabul edilen "Kasım Günleri"nin başlangıcıydı. Öte yandan hem Aziz Yeorgios yortusu (23 Nisan), hem
"Hızır Günleri" ilkbahann başlangıcı sayılırdı.
4 Karın boşluğunun sıvı ile dolması; bahn ödemi; Hydrops ascites.
5 Kanlı ishal.

İSTANBUL'UN ORTODOKS ESNAFI )1


şanlara kıyasla hummaya ve öldürücü ishallere daha sık maruz kalıyor.
Yazar, görüşlerini teyit eden, Galata ve Yedikule hastanelerindeki aylara
göre ölüm vakalannın sayı ve yüzdelerini içeren tablolan ayn ayn sunduktan
sonra her iki kurumdaki durumu özetleyen bir tablo verir.
[.]. .

Galata hastanesinde Yedikule hastanesinde Her iki hastanede


ölen % ölen % ölen %
Kış 23,17 27,71 27,00
tikbahar 23,06 28,03 27,33
Yaz 17, 91 24,75 24,00
Sonbahar 2 1 ,00 29,07 27,87

Tablodan da anlaşıldığı gibi hastaların çoğu yazın iyileşiyor. Ayrıca


daha evvel görüldüğü gibi yaz, kış ve baharda yatan hasta sayısı aşağı yukarı
eşittir. Yedikule hastanesinde sonbaharda vefat vakaları yüksektir. Galata
hastanesinde sayı hem sonbaharda, hem de ilkbaharda daha düşüktür.

52 HASTANEYE YATAN HASTALAR


İKİNCİ BÖLÜM

HASTANEDEKİ ÖLÜM ORANLARt

ı� [ ... )
numuz "ölüler" olduğundan, esefle söylemeliyim ki bazıları hasta
akraba ya da arkadaşlarının tedavilerini ihmal ettikleri için, bazıları
a cenaze masraflarından kaçınmak için, hastalan ancak can çe-
kişirken hastaneye yatırırlar. Artık nefes almayan hastanın soğumaya yüz
tutmuş bedeni kurumun özel sundurmalı bölümüne yatırılınca sıkça hay­
ret ederler. Kocaman küfeler içinde getirilen hastalar gördüm; at sırtında
getirilen hasta attan düşünce küfeye konuluyor ve iki büklüm, rastgele bir
hamalın sırtında son nefesini veriyor.
Eğer bu şekilde davranan esnaf kaba ve hoyrat, akrabalar da merha­
metsiz ve katı yürekli ise, Zaptiye Nezareti'nde Ortodoks mahkfımlara neza­
ret edenler de bir o kadar suçludur. M ahkfımların çoğu kış günü pabuçsuz
ve pejmürde kılıklarla nakledilir; at sırtında zor duran, tifüsten muzdarip ve
can çekişenler bu eziyetli hastane yolculuğunda vefat ederler. Hastaneye ölü
getirilenlerin sayısının toplam hasta sayısına göre yüksek olduğu aşağıdaki
tabloda görülmektedir:

Hastaneye Ölü Nakledilenlerin Tablosu


Yatan hasta Ölü nakledilen
1848 1585 17
1849 1278 6
18 5 0 1998 5
18 5 1 1802 6
1852 1772 7
1853 1780 3
1 854 1584 3
1855 2383
l 857a 2017 2
1858 1696 5
18 1 8

Metinde çok sık tekrarlanan "ölüm oranı" morialiti/mortality teriminin karşılığı olarak kullanıldı.
Kayıtlardaki eksikliklerden dolayı Paspatis 1856 yılının verilerini tabloya dahil etmiyor.

İsTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFı 53


1848'deki yüksek sayının sebebi kolera salgınıdır. Ölü getirilenler­
in kayıtları 1848'den evvel fevkalade düzensiz olduğundan tabloya dahil
etmedim.

Ölü nakledilenlerden sonra ikinci önemli bir kategori, son anda nakl­
edilen ve tedavi uygulamaya vakit kalmadan vefat eden hastalardı. Paspatis "zi­
yaretsiz ölenler" olarak tanımladığı bu hastalara değiniyor. 2

Ziyaretsiz Ölenlerin Tablosu


Yıl Yatan toplam hasta Ziyaretsiz ölenler %
1833 r.074 19 l,80
1834 863 18 2,08
1835 916 40 4,33
1837 842 II l,25
1838 I.266 17 l,33
1839 952 36 J. 77
1840 ı . ı 53 59 5,o9
1841 r.580 63 4,00
1842 983 59 6,oo
1843 853 22 2,62
1844 847 32 J.75
1845 754 31 4,n
1846 818 41 5,00
1847 967 34 J.44
1848 r.555 85 5-46
1849 ı.265 32 2,50
1850 r.987 37 l,90
1851 ı.686 48 2,87
1852 r.808 35 l,90
1853 r.776 41 2,29
1854 r.7n 57 J.29
1855 2.375 68 2,87
1856 2.982 45 l,50
1857 r.985 41 2,00
1858 r.691 37 2,18
1859 ı . 740 41 2,35

2 Tabloların "ziyaretsiz ölenler" hanesinde, hastaneye yattıktan hemen sonra (genellikle 24 saat
içinde) vefat eden hastalar kaydediliyor. Paspatis, hastaların ihmalkarlığının, hasta yakınlarının ya da
işverenlerin kayıtsızlığının, aynca hastanenin güvenirliliğinin göstergesi olarak değerlendirdiği bu veri­
leri önemsiyor.

54 HASTANEDEKİ ÖLÜM ÜRANLARI


Bu tablo fevkalade öğreticidir. Galata Hastanesi'nde ziyaretsiz ölenle­
rin sayısı düşük iken hastalar Yedikule'ye nakledilince sayı yükseliyor. Eğer bu
sayının son on yıl içinde giderek azaldığını görmeseydik, temel sebebin has­
taneye ulaşmanın zorluğu olduğunu; mesafeden dolayı hastanenin ölümlere
yol açtığını rahatlıkla söyleyebilirdik. Fakat okur, aşağıda yer alan Yıllara Göre
ölen Hasta Tablosu'ndan anlayacağı gibi, hastane hiçbir zaman Yedikule'deki
ilk kuruluş yıllarında olduğu kadar pis ve muzır olmamıştır. Sayısız hasta, gün­
lerce çekilen ızdırabtan sonra sıhhat ve selamet bulunca, bet beniz solmuş, sen­
deleyerek hastanenin kapısından çıkarken kurumu lanetleyip düşmanına "bu
hastanede yatasın" diye beddua etmiştir. Vaziyet bu iken bu hastaların tekrar
kuruma gelmeleri ya da dost ve akrabalarını boğucu koğuşlarında tedavi gör­
meleri için ikna etmeleri mümkün müdür? O ilk on yıl [1839-1848] ölüm ora­
nını artıran, halkı idareci ve hekimlere karşı galeyana getiren esas sebep buydu.

Yazar o dönemden sonra Yedikule Hastanesi'nin sağlık koşulannın


düzeltildiğini, bunun da tablodan da anlaşıldığı gibi ziyaretsiz ölenlerin sayısını
azaltan önemli bir etken olduğunu belirtiyor ve iki hastaneyi bu açıdan karşılaş­
tıran bir tablo sunuyor,J ardından yirmi altı yıl boyunca ölen hastalann genel
tablosunu veriyor (bkz. s. 56).
Yazar, cemaat hastanelerinin yaklaşık 1850 yılına kadar devam eden
"sefil" durumuna ve özellikle Türkiye gibi ulaşımın pahalı, hastalann da çok
yoksul olduğu ülkelerde sağlık kurumlannın şehir içinde kurulmasının gereklili­
ğine dair görüşünü tekrarlıyor.
1845, 1846 ve 1850 yılında görülen tüyler ürpertici ölüm oranlanndan4 ve
halkın şiddetli tepkisinden sonra idarecilerin durumu düzeltmek gerektiğini idrak
ettiğini ve iyileştirme faaliyetleri sonucunda Yedikule Hastanesi'nin koşullannın
düzeldiğini anlatan Paspatis, dokuz yılda vanlan % 21,25 ölüm oranının memnu­
niyet verici olduğunu belirttikten sonra bölümü şu cümleyle bitiriyor:

3 Tablodaki oranlar şöyle: 1833-38 arası Galata Hastanesi'ndeki ziyaretsiz ölenler % 2,ıo; 1839-48
arası Yedikule'de (hastanenin en bakımsız ve hastalık kaynağı olduğu dönemde) % 4.40; durumun
düzeltildiği, temizliğin temel ilke edildiği 1849-1859 arası % 2,28.
4 1850 yılında ölümler malum sebepler dışında 8, 9 ve 10 Ocak tarihlerinde yaşanan şiddetli soğuktan
da kaynaklanmıştı. Ölümcül zatürree, zatülcenp. akciğer hastalıkları ve donmaktan kaynaklanan kangren
vakaları olağanüstü artmıştı.

lsTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFı 55


Yıllara Göre Ölen Hasta Tablosu
Yatan toE. Zipretsiz ölen Tedavi gören Ölen %
1833 ı.074 - 19= ı.o55 252 23,90
1834 863 - 18= 845 147 17,62
1835 916 - 40= 875 192 22,00
1837 842 - II= 831 154 18,50
1838 ı.266 - 17= ı.249 234 18,75
1839 952 - 36= 916 232 25,33
1840 ı.ı53 - 59= ı.094 228 20,90
1841 ı.580 - 63= ı. 517 408 26,86
1842 983 - 59= 924 233 25,22
1843 853 - 22= 831 216 26,00
1844 847 - 32= 815 238 29,12
1845 754 - 31= 723 234 32,28
1846 818 - 41= 777 258 3J.14
1847 967 - 34= 933 247 26.{4
1848 ı.555 - 85= ı.470 369 25,07
1849 ı . 26 5 - 32= ı . 233 342 27,75
1850 ı . 987 - 37= ı . 950 641 32,94
1851 ı .686 - 48= ı.638 484 29,50
1852 ı .808 - 35= ı .773 428 24,n
1853 ı .776 - 41= ı.735 357 20,58
1854 ı.7n - 57= ı.654 383 23,12
1855 2.375 - 68= 2.307 590 25,50
1856 2.982 - 45= 2. 937 588 20,00
1857 ı.985 - 41= ı . 944 390 20,05
1858 ı.691 - 37= 1.654 372 22,50

1859 ı.740 - 41= ı.699 361 21,25


1860 2424- 36= 2)88 517 21,ıza

[. . . )

Her toplum, tedavi için hastaneye başvuran yoksullara her türlü ihti-
marn ve tıbbi yardımı sunmak için refah seviyesi ve imkanları dahilinde
hastanelerinin eksikliklerini telafi etmekle mükelleftir.

1860 yılının rakamlannı hastane katibi Bay Razi'den aldım -Y.N.

HASTAN EDEKİ ÖLÜM ÜRAN LARI


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM'
ESNAF
astaneye yatanların hayat şartlarının ve ölüm oranlarının2 daha

H yararlı bir incelemesi için, onları memleketlerine göre beş büyük


sınıfa ayırmanın doğru olacağını düşündüm. Dini inanç konusu­
na gelince, Zaptiye Nezareti'ndenı sevk edilen farklı din ve milletten bazı
tutuklular ile Yunanistan ve Rusya sefaretlerinden gönderilen Katolik mez­
hebine bağlı az sayıdaki tebaa haricinde, diğer hastaların tümünün Doğu
Ortodoks Kilisesi'nin evladı4 olduğunu belirtmeliyim. Hastane kayıtlarında
başka dinlere mensup olanlar azdır, dolayısıyla onlardan aynca bahsetmem
gereksizdir. İnceleme bu tasnife göre yapılmışhr.
Hastanede tedavi görenlerin çoğu Türkiye,s Yunanistan ve İyonya
Adaları Birleşik Devletleri'nin6 tebaasıdır. Türkiye tebaasını üç sınıfa ayırı­
yorum: Rumelililer, Asyalılar, yani Anadolulular ve Adalılar, yani Marmara
adaları, Ege adalan, Kıbrıs ve Girit'te ikamet edenler. Bu tasnif gayet doğal­
dır, çünkü belli yörelerden gelenlerin hayat şartları benzerdir ve kadim adet
üzere İstanbul'da çoklukla aynı mesleği icra ederler.
Eğer mümkün olsaydı Rumeli'de yaşayan üç milleti, Yunan, Bulgar
ve Arnavutları ayrı ayrı tasnif etmek isterdim. Fakat kayıtlarda bu fark dik­
kate alınmadı. H albuki Rumeli'nin, Balkan Dağları ile Tuna Nehri arasında

Konumuzu doğrudan ilgilendiren bu bölüm eksiksiz çevrilmiştir.


2 Bkz. ikinci Kısım, ikinci Bölüm dipnot ı.
3 Yazar, Zaptiye Nezareti hapishanesi ile Liman Müdürlüğü'nden, Ortodoks mezhebine bağlı çoğu
haydut, hırsız, kalpazan ve az sayıda borçlunun jandarma nezaretinde ve suçlarını belgeleyen evrakla
birlikte tedavi için hastaneye gönderildiğini, tedavi ve ölüm halinde cenaze ve gömme masraflarının
kurum tarafından karşılandığını çeşitli vesilelerle tekrarlıyor. Aynca özetlenerek çevrilen "lstanbul'daki
Hastanelere" başlıklı bölümde, Yedikule Rum Hastanesi'nin Patrikhane hapishanesi olarak hizmet
verdiğini, sevk edilen sanıkların, suçlulann, "ahlak-ı reddiye sahibi" kadın ve erkeklerin, aynca idari
makamların özellikle 184}'ten sonra Patrikhane'ye bildirdiği ihtida niyetli kişilerin sıkı güvenlik önlem­
leri altında tutulduğunu anlatıyor.
4 Hıristiyan Ortodoks.
5 Yazar Osmanlı i mparatorluğu teriminden çok Türkiye terimini kullanıyor.
6 lyonya Adalan, diğer adıyla Eptanisa (Yediadalar). 1797'da Venedik egemenliğinin sona ermesiyle
kurulan lyonya Adaları Birleşik Devletleri ( United States ofthe Ionian Islands) 1864 yılında Yunanistan
ile birleşinceye kadar İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından yönetiliyordu. Bundan böyle çeviride Yedia­
dalar, halkı da Yediadalılar olarak geçecek.

İ sTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFı 57


kalan kuzey bölgelerini ziyaret edenler Bulgarlarla Yunanlıların iç içe yaşa­
dıklarını bilirler. Pek çoğunun da milliyeti meçhuldür. Hastanın memleke­
tini ekseri sadece Rumeli olarak belirten kayıtların muğlaklığından dolayı
bu tasniften sarfınazar ettim.
Rumeli'den gelen hastalara istisnasız Rumelili diyorum. Anadolulu
dediklerimin çoğu Küçük Asya'dan,7 Karadeniz'in sahil şeridiyle iç bölgele­
rinden ve de Suriye'nin kuzey eyaletlerinden gelenlerdir. Kayıtlarda Türki­
ye'nin Doğu eyaletlerinden ve Mısır'dan nadiren hasta görünür. Suriye'den
ise Kırım Savaşı esnasında [1853-1856 arası] müttefik ordularda işçi olarak
çalışmış az sayıda hasta yatmıştır. Anadolu'nun doğusunda, yöredeki itaatsız
göçebe topluluklarının zulmüne uğrayan Rum8 milleti tamamen yok olmuş­
tur. Söylediklerimin delili, halkının ecdatlarının dilini, o güzel Yunancayı
unutmuş olduğu Karaman bölgesidir. Bu vilayetten sayısız insan iş bulmak
için İstanbul'a gelir ve bir müddet çalıştıktan sonra memlekete döner. Bunla­
rın yaşadığı münzevi hayatı, esnafı incelerken ayrıntılı tasvir edeceğim.
Üçüncü sınıf, yani Adalılar, Kapıdağı Yarımadası'ndan, Marmara
Adaları'ndan ve Sultan'a tabi olan Ege ve Akdeniz Adaları'ndan gelenlerden
oluşuyor. Bu yörelerden İstanbul'a sadece gemiciler değil, muhtelif başka
meslekleri icra edenler mesela Sakızlı bahçıvanlar, M idillili zeytinyağcılar,
Nisiroslu9 kürekçiler ya da sayısız Hıristiyan, Yahudi ve Müslüman10 abide­
leri için Marmara Adası'ndan mermer nakliyatı yapanlar da geliyor.ıı Kayıt­
larda bu zanaatkarlara sıkça rastlarız.
Dördüncü sınıf, yani Yunanlılar, kara Yunanistan ile Yunan Ada­
ları'ndan gelenlerden oluşuyor. Bu sınıfa mensup olanların sayısı günden
güne artıyor. Eğer İstanbul'un ve varoşların yoksul kadınlarını saymazsak,
hastanede tedavi gören kadınların ekserisi Yunan Adaları'ndan gelen hiz-

7 Anadolu'dan.
8 Metinde "Grekos" yani Grek. Yazar sıkça Osmanlı tebaası Rumlan "Grekos" olarak tanımlıyor.
(çoğulu Grekoi) sözcük "Rum/Rumlar" olarak çevrildi.
9 Kos Adası (lstanköy) ile Rodos arasında kalan küçük volkanik ada. Türkçede incirli olarak bilinir.
10 Metinde Osmanlı. "Osmanlı" ile "Müslüman" sözcüklerini eşanlamlı kullanımı için bkz, Birinci
Kısım, Birinci Bölüm, dipnot 13.
ıı Gayrimüslimlerin Müslüman mezarlıklarında çalışması ve Marmara Adası'ndan kendi hesap­
larına mermer getirmeleriyle ilgili yasaklar konusunda (özellikle 18. yüzyılda) bkz. Suraiya Faroqhi,
Osmanlı'da Kentler ve Kentliler. Tarih Vakfı Yurt Yayınlan, İstanbul, 2000 (3.basım), s. 3oı.

ESNAF
metçilerdir.12 Bunların çoğu Galata ve Beyoğlu'nun1ı umumhanelerine sığı­
nır, bilahare tedavi için müesseseye nakledilir.
Beşinci sınıf, Adaların nüfus yoğunluğuna kıyasla sayıları bir hayli
yüksek olan Yediadalılar'ı kapsıyor. Zaptiye Nezareti ve Liman Müdürlüğü
bu sınıftan -ve Yunanlılardan- pek çok derbeder biçareyi tedavi için kuru­
ma sevk eder.
Okur, yukarıdaki tasnifin neden en münasip olduğunu görüyor.
Zanaatkarların hayat şartlarını ve mesleklerini aynnhlı anlatırken
her seferinde tekrarlamak mecburiyetinde kalmamak için tasnif konusuna
kısaca temas ettim.
İstanbul' da ve Memalik-i Osmaniye'nin diğer büyük şehirlerinde es­
naf kolları genellikle aynı yörelerin insanlarından oluşur, mesela kazancılar
ile hallaçlar Trabzon ve civarından, kasaplar ile inşaat işçileri Gjirokaster14
ve Yanya bölgesinden, bakkallar Nevşehir ve İncesu' dan gelir.15 Fakat günü­
müzde, veba salgınının sona ermesiyle Türkiye'ye korkusuzca gelenlerin,
sayısı o derece arttı ki, bu yeni gelenlerin ayrıca Avrupalılığa meyleden Müs­
lüman ve Hıristiyanlann ihtiyaçlarına cevap verecek olan yeni esnaf kolla­
rına ihtiyaç duyuldu. Yeni icatlara tepki duyanlar bile zamanla bu asri ihti­
yaçlara teslim oldular. Kadim Osmanlı kahvehanesi, Avrupalılığa özenen
içkiseverleri artık tatmin etmez olunca "punççu dükkanları"16 denen, süslü
kahvehaneler inşa edildi. Hanımlar eski tarz, ucuz Türk pabuçlarını beğen­
meyip kullanışsız kunduraları zarif Avrupai iskarpinlerle değiştirince yeni

12 Daha sonraki dönemde ve l96o'ların sonuna dek, lstanbullu Rum orta sınıf ailelerin yatılı hizmet­
çileri genellikle lmrozlu (Gökçeadalı) kızlardı.
13 Metinde Stavrodr6mi, bkz. Birinci Kısım, Üçüncü Bölüm, dipnot 33.
14 Gjirokaster günümüzde Arnavutluk toprağıdır. Türkçede Eğri olarak bilinir. Yazar, "inşaat işçisi"
tanımıyla muhtemelen yörenin nam salmış taş ustalarını kastediyor.
15 Paspatis'in çok sık tekrarladığı meslek seçiminde yöresel bağların, "hemşehriliğin" önemi için
ayrıca bkz. Suraiya Faroqhi, Osmanlı Zanaatkarlan, Kitap Yayınevi, l stanbul, 2orr, s. 174·
16 Kahvenin yanı sıra punç ve başka alkollü içkiler satan punççu dükkanlan' ndan söz eden -belki de
ilk- Osmanlı kaynağı, Mehmet Kamil'in kaleme aldığı 1844 tarihli Mdceü't-Tabbıihin adlı yemek kitabıdır.
"işbu [badem] şurubu punççu dükkanlarında somada tabir ederler" (s. 82). Rom ya da başka damıtılmış
bir içkiyle, limon ve tarçınla yapılan, "beş" anlamına gelen Hintçe panch sözcüğünden türemiş bu İngiliz
patentli içeceği satan dükkanlar anlaşılan l84o'lardan itibaren İstanbul'da moda olmuş. 1851'de İstan­
bul'da basılan, Ermeni alfabesiyle yazılmış Türkçe romanda lstanbullu Ermenilerin "ponccu tükyanına"
gittikleri anlatılıyor (Vartan Paşa, Akabit Hikayesi, Eren Yayıncılık, İstanbul, 2000, s. rr2); ayrıca punç
İstanbul dışındaki gayrimüslimler arasında da moda olmuştu. örneğin mübadeleden evvel Kapadokya'da­
ki Rumlar arasında yaygındı; bkz. Thanasis Kostakis. İ Anaku [ Kaymaklı]. Atina, 1963, s. 86.

lsTANBuL'UN ORTODOKS EsNAFı 59


bir ayakkabıcı esnafı oluştu. Ayrıca, çalışmak için şehre gelen ve suça bula­
şan yabancılar, işsizler, yersiz yurtsuzlar ve gemilerini terk eden tayfaların
büyük tartışmalardan sonra ve meyhanecilerin haklı itirazlarına rağmen,
kazanç temin edebilmeleri için şehirde küçük şarapçı dükkanları açmaları­
na müsaade edildi. Böylece evvelden beri ruhsat sahibi olan ve ağır vergiler
ödeyen büyük meyhanelerin çoğu iflas etti, bazıları satıldı ve yerlerine yeni
binalar inşa edildi. İ stanbul'da durumlar birkaç yıl içinde bu şekilde değişti.
Türkiye'nin ve de Avrupa'nın siyasileri. mutlak ticaret serbestisinin
her alanda ve kesimde şart olduğunu idrak ettiklerinde, o zaman herkes
başkasına zarar vermeden mesleğini hem kendi, hem de cemiyetin yararına
icra etmekte serbest kalacaktır.
Zanaatkarların hayat şartlarının ve ölüm sebeplerinin yararlı bir
incelemesi için sadece mesleği değil. meslek erbabının memleketini, bes­
lenmesini, hayatını, icra ettiği mesleğin fayda ve zararlarını dahi bilmemiz
gerekir. Aksi takdirde karşılaştırmalı tabloların hiçbir faydası olmaz.
Bazı meslekler Müslümanların tekelindedir. Mesela Türk mahalle­
lerinde rastladığımız poğaçacılar ve çamaşırcılar Türk'tür. Ayrıca Müslü­
man yorgancılann17 sayısı da bir hayli kalabalıktır, bizimkiler (Ortodokslar]
ise azdır. Fakat belirttiğim gibi farklı dini inanca sahip bu zanaatkarlar in­
celemeye dahil edilmemiştir.
Hastaneye yatan esnafı sayı bakımından ikiye ayırdım: Sayıları yüz­
den fazla olanlar ve yüzden az olanlar. Sayıları az olan esnafın incelenme­
sinden elde edilen sonuçlar muğlaktır. Buna rağmen, diğer esnaf kollarının
sonuçlarıyla mukayese edildiğinde hem bize, hem de ileride bu alanda yapı­
lacak çalışmalara faydalı olabileceği düşüncesiyle esnafın ölümlerini karşı­
laştırdığım Bilumum Esnafin Karşılaştırmalı Ölüm Oranlan tablosunda18 bu
sonuçları kaydetmeyi uygun gördüm. Sayıları yüzden az olan esnafın sayısı
kırk birdir.
Esnaf, ister az, ister çok nüfuslu olsun üç sınıfa ayrılır:
1- Karma esnaf, Türkiye, Yunanistan ve Yediadalar'dan gelenlerin

17 Yazar meslekleri Yunanca belirttikten sonra bazen ayraç içinde Türkçe karşılıklarını da veriyor.
"poğaçacı," "çamaşırcı" ve "yorgancı" yazara ait açıklamalardır.
18 Bkz. İkinci Kısım, Yedinci Bölüm.

60 ESNAF
oluşturduğu esnaf kollandır. Mesela gemiciler, ayakkabıcılar, seyyar satıcı­
lar, hizmetkarlar vb.
i l- Rumelili esnaf, ağırlıklı olarak Rumeli'den gelenlerin oluştur­
duğu esnaftır. Mesela ekmekçiler, inşaat işçileri ve seyisler gibi. Hatta bazı
mesleklerde, mesela helvacılıkta sadece Rumelililer çalışır. Keza hastaneye
yatan 1.096 seyisten ı .o8ı'i Rumelili, geri kalan ı5'i ise Türkiye'nin diğer
bölgelerindendir. Kasap esnafında da durum aynıdır. Ekmekçileri Rumelili
esnafa dahil ettim, zira Sakız Adası'ndan gelen ekmekçiler, Rumeli' den ge­
lenlere göre azdır. ·

III- Anadolulu esnaf, Anadolu'dan gelenlerin oluşturduğu esnaftır.


Mesela bakkallar, kazancılar ve hallaçlar.
Bu şekilde ele alındığında esnafın incelenmesi kolaylaşır.
İncelemede yer alan ve kayıtlarda sayıları yüzden fazla olan [Orto­
doks] esnaf kolları şunlardır:

Karma Esnaf
Sürücülera
Kahvecilerb
Değirmenciler
Gemiciler
Taşçılar
Çerçiler
Küfeciler
Demirciler, çilingirler
Sakalar, sucular
Kadın hizmetkarlar
Erkek hizmetkarlar
Ayakkabıcılar

Türkçesi yazara aittir.


b Kahvehane sahipleri.

lsTANeuL'uN ORToooKs EsNAFı 61


Rumelili Esnaf
Balıkçılar Bahçıvanlar
Arabacılar Kasaplar
Abacılar Duvarcılara
Ekmekçiler Zerzevatçılar, yemişçiler
Kireççiler ince doğramacılar
Fıçıcılar Aşçılar
Kumaş boyacıları Çobanlar
Sütçüler, kaymakçılar, yoğurtçular Fukara erkekler/dilenciler
Rençperler Fukara Kadınlar/ dilenciler
Kürkçüler Terziler
Rahipler Salepçiler
Seyisler Helvacılar
Tühincüler

Anadolulu Esnaf
Yağcılar
Doğramacılarb
Meyhaneciler
Badanacılar, sıvacılar
Kürekçiler
Eskiciler
Bakkallar
Hallaçlarc
Bakırcılar

a Türkçesi yazara aittir.


b Türkçesi yazara aittir.
c Türkçesi yazara aittir.

6z ESNAF
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
KARMA ESNAF
Sürücüler
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl · a %6
Rumelililer 63 47 15 24,18
Anadolulular 50 38 9 3 19,14
Adalılar
Yunanlılar
Yediadalılar
Yekun rr 5 87 24 4 21, 50

Ziyaretsiz ölenler % 3.45

Bu esnafa Türkler de,1 Hıristiyanlar da "sürücü" der.2


İstanbul'un pek çok meydanında ve kalabalık semtinde kiralık at du­
rakları vardır, zira şehrin dar ve yılankavi sokaklarında arabaların geçmesi
zor, hatta bazen imkansızdır. Atların bakımıyla ilgilenen seyis ile sürücü
ekseri farklı kişilerdir. Sürücü, nefes nefese koşarak saatlerce süvariyi iz­
ler; bazen kamçıyla, bazen de özel bir ıslıkla atı koşturur. Bu hareketli ve
şen şakrak sürücülerin bir günde kat ettiği yolun haddi hesabı yoktur. Ne
yağmur, ne çamur, ne de yakıcı yaz güneşi bu güneşten esmerleşmiş güçlü
kuvvetli sürücüyü bitap düşürür. Koşarken süvarinin torbasını, sopasını,
şemsiyesini şikayet etmeden taşır. Ekseri atın kuyruğunu tutarak onun peşi
sıra yürür. Daha dolgun bir bahşiş için her şeye katlanır. Sürücülerin çoğu
cüzi bir maaşla çalışan, kazançlarını daha ziyade bahşişlerden sağlayan genç
delikanlılardır. Atlar, yaz-kış açık mekanlarda beklerken, sürücüler de yanı
başlarında bekleşirler. Köprünün büyük meydanında (Unkapanı'nda) çok

a Hastaneye yattıktan hemen sonra (genellikle 24 saat içinde) vefat eden hastalar.
b Yeniden yapılan hesaplamaya göre yüzdelerde bazı küçük farklılıklar tespit edildi: Rumelililer
24,19; Anadolulular 19,15; toplam 21,62 ve ziyaretsiz ölenler 3A8'dir. Tablolardaki yüzdelerin sağlama·
sını yapan Ferdağ Akdağ Sonakın'a minnet borçluyum.
ı Metinde az rastlanan "Türk" sözcüğü de "Müslüman" anlamında kullanılıyor. Rumlar için Türk
sözcüğüyle Müslüman eşanlamlıydı, hatta etnik kimlikle dini kimlik o derece karışmıştı ki din değişti·
rip Müslüman olan biri için "Türk oldu" (turkepse) denirdi.
2 Metinde Türkçe. Bu esnaf Türkçe metinlerde, örneğin Refık Halid Karay' da, "beygir sürücüsü"
olarak geçer.

lsrA N B U L' U N 0RroooKs EsNAFI


sayıda kiralık at durağı var. Kışın, Kağıthane tarafından dondurucu kuzey
rüzgarı eserken ve iskele tam bir çamur deryasıyken bu yarı çıplak, cefakeş
sürücülerin sabır ve sebatlarına hayran kalmışımdır.
Sürücülerin çektiği sefalet, bilhassa karakışta, ayaklarının incecik
ayakkabılar içinde sürekli ıslak olduğunu ve gündüz koştukları onca yoldan
sonra geceyi ahırların bitişiğindeki izbe bodrumlarda geçirdiklerini hesaba
katarsak büyüktür.
Bir kaç İstanbullu sürücüyü saymazsak Hıristiyan sürücülerin
tümü taşradandır. Ama sürücü esnafı esas olarak evsiz barksız Müslüman
Çingenelerden meydana gelir. Mamafih ister Müslüman, ister Hıristiyan
olsun, istisnasız hepsi ahlaksız, kavgacı ve küfürbazdır.ı Şehirliler arasında
yaşamalarına rağmen nadiren ehlileşirler, bilakis kemale erdikçe dağlılar­
dan bile vahşi olurlar.
Hıristiyan sürücülerin sayısı azdır ve genellikle Hıristiyan efendi­
lere hizmet ederler. Fakat haraların ve at pazarlarının çoğu eskiden beri
Müslümanların elinde olduğundan at sahibi Hıristiyanlar da azdır.
Kayıtlarda yer alan sürücü sayısı maalesef çok azdır, dolayısıyla ince­
lemeye elverişli değildir. Yine de karşılaştırmalı esnaf incelemesinde faydah
olabileceği için bu ve buna benzer tabloları kaydettim.

Kahveciler
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %a
Rumelililer 290 216 69 24,20
Anadolulular 234 1 96 35 3 15-14
Adalılar 48 41 7 14,58
Yunanlılar 31 25 5
Yediadalılar 12 9
Yekıln 615 487 11 9 9 19,60

Ziyaretsiz ölenler % 1,50

3 Günün birinde Atpazan'ndan on iki yaşında Rumelili bir sürücü gönderdiler. iki gün sonra aklını
kaçırdı. Hayatımda bu kadar küfürbaz, ağzı bozuk birine rastlamamıştım. Tek kişilik bir odada tedavi
etmek zorunda kaldık. iyileşir iyileşmez gitti -Y.N.
a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 24,21; 15-15; toplam 19,61 ve ziyaretsiz ölenler ı,46'dır.

KARMA ESNAF
Bu kalabalık esnaftan hastaneye o kadar az kişinin yatmış olması
belki tuhaf karşılanacaktır. Sebebine gelince, çoğu kahvecinin İstanbullu
olması ve hastalanınca evlerinde tedavi görmesidir. Kahvecilik İstanbul'da
çok yaygın bir meslektir.
Kahvehaneler muhteliftir; Hıristiyan ve Müslümanlar için her büyük­
lükte ve her sınıftan kahvehaneler vardır. Ücra semtlerdeki bazı Müslüman
mahalleleri haricinde şehrin tüm semtlerinde bulunurlar.4 Eski tarz kahve­
hanelerde kahveden ve şerbetten başka şey sahlmaz. Kahveci ekseriyetle hem
berber,s hem hacamatçı, hem de dişçidir. Kocaman şırıngalar, sülük dolu şi­
şeler, kapısında asılı dişlerden mamul süsler kişinin maharetinin alametleri­
dir. Kahve sahşından daha karlı olan bu işin cazibesine kapılanlar kendilerini
cerrah, hekim ilan edip kahve müdavimlerini, ahbap ve komşularını tedavi
ederler. Alaylı hekimlerden bazıları zamanla işten el çektiler, dükkanlarını ka­
pattılar veya sathlar. Böylece herkese zarar veren suiistimaller de azalmış oldu.
Eskiden kahvehaneler kahveyi devlete ait tahmisten6 alırdı. Fakat
tahmis memurları kahveyi o kadar halt7 ederlerdi ki, kahvenin kendi değil
ancak adı ve rengi kalırdı. Bundan dolayı halk, kahveyi her yerden serbestçe
satın alabilen, ayrıca kahveden maada muhtelif meşrubat ve rahat oturak­
lar sunan Avrupai kahvehaneleri tercih etmeye başladı. Punççu dükkanı8
denen bu tarz kahvehanelerin çoğu günümüzde Galata ve Beyoğlu'ndadır.
İstanbul'da9 ise, devlet, kokulu içeceklerin10 aşırı sarfıyahnın yol açacağı
kavga ve gürültüden endişe ettiği için azdır.u
4 "lstanbul'da kahvehaneler birkaç bini bulur. Herhangi bir mahallede elli adım atmadan birine
rastlarsınız." A. Ubicini, age, s. 309 -Y.N.
5 "Türkiye'de tüm kahvehaneler aynı zamanda berber dükkanıdır." Theophile Gautier, age, s. ıoı;
" Kahveci aynı zamanda meslekten berberdir," Charles Enault, Constantinople et la Turquie, 1855, s. 402;
"Türkiye'de tüm kahveciler aynı zamanda berberdir," A. Ubicini, age, s. 306 -Y.N.
6 Kahve çekirdeğinin kavrulduğu ve kavrulmuş, öğütülmüş kahvenin satıldığı yer.
7 Bir şeyi başka bir şeyle kanştırrna.
8 Bkz. ikinci Kısım, Üçüncü Bölüm, dipnot 16.
9 Yazar, Galata ve Pera'yı Beyoğlu yakasını, lstanbul ya da esas İstanbul terimlerini ise şehrin suriçi
bölgesini tanımlamak için kullanıyor.
ıo M uhtemelen alkollü içkiler kastediliyor. Gerard de Nerval. Rumların işlettiği Fener'deki kahveha­
nelerde "aniset" (anason likörü) ve "rosolio" (gül likörü) satıldığını yazar; Voyage en Orient, Paris, 1651
(J. basım), s. 196
ıı Bu yasaklamalar konusunda yetkililere çoğu kez hak veriyorum. Bu rakip ve farklı dinden toplu­
lukların, her ne kadar genellikle iyi geçinseler de, bıçaklamalarla biten kavgalara sürüklendiklerini de
bazıları unutuyorlar -Y.N.

İ STA N B U L' U N ÜRToooKs EsNAFI


Punççu dükkanları günden güne artıyor, eski kahvehanelerin çoğu
da Avrupai tarzda yenileniyor. İstanbul'un, ister Hıristiyanlara, ister Müs­
lümanlara mahsus olsun tüm kahvehanelerinde her daim izdiham vardır.
Hıristiyan mahallelerinde halk yortularda, zenginiyle fakiriyle kahvehanele­
re doluşur; gün boyu nafile laflar ve muhtelif oyunlarla vakit öldürür. Mesai
günlerinde bile kahvehanede oturup tütün içenlerin kalabalığına insan hay­
ret eder. Henüz tembellikten imtina etmeyi ve çalışmanın kıymetini takdir
etmeyi öğrenemedik.
Kahveciler, müşteri çokluğundan mütemadiyen hareket halinde
olup nadiren dinlenirler. Kahir ekseriyeti sıhhatli, cilveli ve neşelidir. Yaşlı
Müslüman kahvecilere sadece kıyıda köşede kalmış M üslümanlara ait kah­
vehanelerde tesadüf edilir. Kahvehanelerin çoğunda, yazın etrafında otu­
rulacak fıskiyeli, rayihalı çiçeklerle bezenmiş arka bahçeler vardır. Ermeni
ve Müslüman hamalların, bir de bizim [Ortodoks] kirli, pasaklı inşaat iş­
çilerinin müdavimi olduğu birkaç pislik yuvası haricinde çoğu genellikle
temizdir.
Kahvehanelerin tamamı akşamüstüne doğru kapanır, tek istisna Ra­
mazan ayıdır. O zaman da Müslüman kahvehanelerin ekserisi gündüz ka­
palıdır. Kahveci eğer evli değilse dükkanda yatıp kalkar. Ayrıca birçok kah­
vehanede evsiz barksızlar, az bir para karşılığında sabahlarlar. Yunanlılar
ve Yediadalılar daha ziyade punççu dükkanlarında çalışırlar ve hastaneye
yatmaları sadece birkaç sene evveline rastlar.
Kahvecilerin ölüm oranının diğer esnafa kıyasla düşük olması tuhaf
değildir. Gençlik ve her şeyden ziyade mesleğin meşgalesi, onları tembelli­
ğin ve sefih yaşamın sebep olduğu mutat hastalıklardan uzak tutar. Ayrıca,
mesleklerinden dolayı tababet ve tabiplerle münasebette olduklarından has­
taneye vakitli müracaat ederler.
Yukarıdaki tabloda, Rumelili kahvecilerin ölüm yüzdelerinin diğer­
lerinkine kıyasla epeyi yüksek olduğu görülüyor; Rumelili kahvecilerinki %
24,20 iken, Anadolulularınki % ıs,r4'tür.

66 KARMA ESNAF
Değirmenciler
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %a
Rumelililer 392 262 n8 12 31,05
Anadolulular 253 154 86 13 35. 40
Adalılar 3 3
Yunanlılar 4
Yediadalılar
Yekun 652 �20 206 26 p. 83
Ziyaretsiz ölenler % �

Esnafın karşılaştırmalı ölüm oranlarının incelenmesinde, Anado­


luluların ölüm yüzdeleri nadiren Rumelilerinkinden yüksektir. Bu yüzden
yukarıdaki tablo çok öğreticidir. Okur, değirmencilerin feci hayat şartlarını
ve genellikle yaşadıkları mekanları bilmeden bu fevkalade yüksek ölüm ora­
nının sebebini anlayamayacaktır.
Değirmenci esnafının incelenmesinden, sağlığı korumak ve erken
ölümden kaçınmak konusunda faydalı bilgiler ediniriz. Eğer hayat şartlarını
bilmezsek esnafla ilgili tetkiklerimiz manasız ve faydasız olacaktır. Halbuki
bu çalışmalar sayesinde hem kendimizi aydınlatabilir, hem de biçareleri va­
kitsiz ölümden kurtarabiliriz; bu çalışmanın faydası budur.
İstanbul'un değirmenleri beygir gücüyle çalışır. Büyük ve geniş de­
ğirmenlerin çoğu şehrin varoşlanndadır. Değirmen taşlarını çeviren tertibat
hantal, ahşap ve kaba sabadır. Bu tertibahn daha rahat hareket edebilmesi için
bugüne kadar hiçbir çaba sarf edilmedi. Yıllardan, daha doğrusu yüzyıllar­
dan beri her gelen yeni nesil bunları bulur ve bunları kullanır. Bir değirmen
ikiden alhya kadar taşla çalışır. Değirmenin yanında, çoğu zaman da içinde
geniş buğday ve un ambarları vardır. Taşlan çevirmek için de çok sayıda at
beslenir. Bunlar yaşlılıktan veya müzmin hastalıktan dolayı başka bir işe yara­
mayan, mecali kalmamış hayvanlardır. Ahırlar ekseri değirmenin içindedir.
Gübre burada toplanır ve bunca pislikten kurtulmak için lağım kazımak gibi
bir çaba sarf edilmez. Dolayısıyla atların ayaklan alhndaki zemin daima kap­
kara, ıslak ve pis kokuludur. Kimi zaman atların ayaklan alhna iğrenç kokan,
rutubetten çarçabuk çürüyen kalın tahtalar döşenir. Değirmenlerdeki atların
• Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: Anadolulular 35,83; toplam 32,91 ve ziyaretsiz ölenler 3,99'dur.

lsTANBUL' U N ORTODOKS EsNAFı


çoğu öldürücü hastalıklardan muzdariptir buna rağmen işçiler aralannda
korkusuzca gezinirler. Zemin baştanbaşa bir gübre tabakasıyla kaplıdır.
Değirmenin tavan arası un çuvallarının deposu ve işçilerin yatakha­
nesi olarak kullanılır. İncecik un tozu her yere nüfuz eder ve örümceklerle
sair haşereler bu mekanda gıda ve huzur bulur.
Sağlık konusunda buna benzer bir kayıtsızlık ve ihmal başka esnafta
nadiren görülür. Ahırların üst tarafında, toz içinde, fevkalade pis ve muzır
odalarda yaşayanların zamanla hastalanmaması mümkün değildir.
Yukarıda büyük değirmenlerin şehir merkezinin dışında, varoşlarda
bulunduğunu söyledim, sebebi de oradaki arsaların ucuzluğudur. Yine de,
Bizans devrinde olduğu gibi, Unkapanı'nda hala eskiden kalma epeyi değir­
men mevcuttur. Burada yollar dar ve karanlıktır. Her yer, sokağa yahut çitle
çevrilmemiş boş arazilere atılan hayvan gübresiyle kaplıdır. Değirmenlerin
merkezden uzak, Kasımpaşa gibi çukur ve muzır semtlerde bulunması za­
rurettendir, zira değirmencilik geniş mekan gerektiren bir meslektir, uygun
fiyatta büyük arsalar ise ancak bu gibi semtlerde bulunabilir. Bu da değir­
mencilerin hastalıklannı artıran diğer bir sebeptir.
Değirmencilik mesleği Ermeniler arasında da yaygındır.
Bir süre önce buharla çalışan değirmenler inşa edildi. Fakat bunlann
sayısı az ve tesisi zordur. Arzu olunan, her yerde bu nevi değirmenlerin inşası­
dır, o zaman işçilerin sağlığını tahrip eden bunca sebep ve kanaatimce sağlıksız
mekanlarda yaşayanların sakınmalan imkansız olan erken ölümler azalabilir.

Gemiciler
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %a
Rumelililer 854 631 197 26 23,75
Anadolulular 427 330 89 8 21,25
Adalılar 819 645 1 55 19 ı9,37
Yunanlılar 1.359 1.029 299 38 21,07
Yediadalılar 639 489 135 15 21,50
Yekun 4.098 3 .124 868 106 21,75

Ziyaretsiz ölenler % 2,12

a Yeniden yapılan hesaplamaya göre yüzdeler: 23,79; 21, 24; 19,38; 22,10; 21,63; toplam 21,74 ve
ziyaretsiz ölenler 2,59'dur.

68 KARMA ESNAF
Hastaneye nakledildikten hemen sonra vefat eden [ziyaretsiz ölen]
Rumelililer % 3,04
Anadolulular % ı,75 [ı,87]a
Adalılar % 2,25 [2.32]
Yunanlılar % 2,84 [2,80]
Yediadalılar % 2,44 [2,35]

Galata Hastanesi'ne 1833-35, 1837-38 yılları arasında,12 yani ilk beş


yıllık dönem zarfında yatan 900 gemiciden 174'ü, yani % 19,3fü vefat etti.
Müteakip beş yıllık dönemde, 1855 ile 1859 arasında, yatan 1.241 gemiciden
225'i, yani % ı8,o8'i vefat etti. 1ı
Yukarıdaki tabloda görünen beş sınıfın ölüm yüzdeleri birbirlerine
yakındır. Kayıtlarda yer alan 4.098 kişi, gemicilerin hayat şartlarını ve ölüm
sebeplerini incelemek için yeterli bir sayıdır. Birbirinden uzak vilayetlerden
gelenlerin ölüm oranlarının neredeyse eşit seviyede olması, hayat şartları­
nın benzer olduğunu gösterir. Karadenizli, Rumelili ve Anadolulu gemici­
ler daima sahile yakın seyrederler, nadiren M armara'ya ve Ege'ye açılırlar,
halbuki Adriyatik Körfezi'nin çok daha maharetli gemicileri Akdeniz' de ve
Okyanusta seyrederler.
Türkiye'nin ve Yunanistan'ın sahil gemileri Avrupalılarınkinden fark­
lıdır, gemicilerimizin hayat şartları ise onlarınkinden tümden ayndır. Göre­
vini sürekli suiistimal eden kaptan ve gemicilere hükümetin ve elçilerin gös­
terdiği müsamahadan, tutuklamak ve cezalandırmak hususunda gösterdiği
ihmalden, ayrıca hepimizin kayıtsızlığı ve duyarsızlığından dolayı gemicili­
ğimiz berbat vaziyettedir. Hızlı gemilerimizi. aza kani ve çalışkan gemicileri­
mizi yabancılar dışlıyor, biz ise onlardan iğreniyoruz. Gemiciliğimizin seme­
resini yabancı gemiler topluyor, çünkü bizimkiler bir gemicinin her şeyden
evvel dürüst olması gerektiğini unutuyor. Tayfaların gemiye ya da yüke kasten
verdiği zarardan başka, maaşlı kaptanların ilgisizliği, rezilliği ve namussuzlu­
ğu yüzünden sürekli zarara uğrayan çok sayıda gemi sahibi gemisini sattı. Sa­
hlan gemilerin çoğu bugün o kaptanların veya akrabalarının mülkiyetindedir.

Köşeli ayraç içindeki değerler yeni hesaplamanın sonuçlandır.


12 Paspatis, kayıtlardaki eksikliklerden dolayı 1836 yılını incelemeye dahil etmiyor.
13 Doğrusu % 18,ıftür.

lsTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFI


Gemiciler parasızlıktan ve de Yunan hayat tarzının kanaatkarlığın­
dan dolayı dar, havasız ve sakil mekanlarda yaşarlar; genellikle hem yeter­
siz beslenir, hem de sağlığa zararlı gıdalar tüketirler. Gemilerin çoğunda
kaptan ve mürettebat aynı hayatı paylaşır. İstanbul limanında demirlemiş
büyük ve küçük gemilerde, habis humma illetine yakalanmış; vücutlarında
yaygın ekimozlardan,'4 tedavisi zor purpura hastalığından'5 ya da çok kötü
kokan stomatitten16 muzdarip gemiciler gördüm. Eğer Avrupa, gemilerinin
hıfzısıhha nizamnamesine uygun olarak inşa edilmesini münasip bulduy­
sa, gemicilerin boğucu mekanların zararlı havasından vakitsiz ölmelerini
engellemek maksadıyla devletimizin de bu tarz gemilerin inşasıyla ilgilen­
memesi için bir sebep görmüyorum.
Eskiden Avrupa gemilerinde yaygın görülen stomatit iyi gıda ve te­
mizlik sayesinde artık denizlerin çoğunda tümüyle yok oldu. Gemilerimize
giren kişi, kötü kokudan, pislikten ve bunlara eşlik eden börtü böcekten
dehşete kapılır. Bu mezbelelik içinde yaşayan gemicilerin ortalama ömür
süresinin daha da kısa olmaması kısmen temiz deniz havasına atfedilebilir.
Karadaki gemicilerin sağlığı, gemideki tayfalara yabancı birçok sebepten za­
rar görürken, gemidekiler de birçok tehlikeye, zor çalışma şartlarına, uyku­
suzluğa maruz kalıyor ve kötü besleniyorlar.
Gemicilerimizin sürdürdüğü hayat, özellikle Yunanlıların ve Yedi­
adalıların, Zaptiye Nezareti'nin zindanlarını her daim dolduracak cinsten­
dir. Çoğu, Zaptiye'nin ya da Liman Müdürlüğü'nün hapishanesinde ölür.
Gemisini terk eden ve sabahtan akşama kadar Karaköy meydanında ve Ga­
lata'nın bu kötü şöhretli kıyısının kahvehane ve umumhanelerinde vakit
geçirenlerden daha ne beklenebilir ki?
Anadolu'dan, Yunanistan'dan ve Yediadalar'dan gelen gemicilerin
ölüm oranlarının benzer olması dikkat çekicidir. Rumelili gemicilerin daha
yüksek ölüm oranını ise çok sayıda Rumelili gemicinin suç işlerken yaka­
lanmasına atfediyorum. Adalıların düşük ölüm oranını diğer esnaf tablola­
rında da göreceğiz.
14 İncinme sonucu meydana gelen morluklar.
15 Genellikle kılcal damarların bozukluğundan kaynaklanan ve deride kırmızı, mor döküntülere sebep
olan bir hastalık.
16 Ağız mukozasındaki iltihap.

KARMA ESNAF
Ta ılar
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %a
Rumelililer 224 3 22,50
Anadolulular 137 6 22,62
Adalılar 7
Yunanlılar 3
Yediadalılar
Yekun 10 5 II 22,06

Ziyaretsiz ölenler % 2,25

Bu zanaatçıları iki sınıfa ayırmak gerekir: Anadolu'dan gelen ve


umumiyetle taş yontan ustalar'? ile Rumeli'den gelen ve ocaklardan taş çı­
karan ya da satan Karadağlılar ve Hırvatlar.
1848 yılının yangınları Beyoğlu'nun büyük bölümünü harap etmek­
le kalmayıp İstanbul ve Boğaziçi'nin birçok Hıristiyan mahallesini de yakıp
kül etti. Peş peşe yaşanan yangın afetlerinden zarar gören bina sahiplerinin
ricası üzerine devlet Beyoğlu'nda ve ticari semtlerde kagir bina dışındaki
inşaatları yasakladı. O tarihten sonra, hastane kayıtlarından da anlaşıldığı
gibi, taş ustalarının sayısı arth. l833'ten l848'e kadar hastaneye 15.601 kişi
yattı. Bunların 22'si Rumelili, 71'i de Anadolulu taşçıydı (% 0,60); l849'dan
l859'a kadar yatan 2ı.045 hastadan 27o'i Rumelili, n 1'i de Anadolulu taş­
çıdır (% l,80) .18
Anadolulu taşçıların atölyeleri ekseri İ stanbul limanının ve Marma­
ra Denizi'nin rıhtımlarında bulunur. Zanaatkarların çoğu Marmara Ada­
sı'nın mermerlerini yontar, zira Yunanistan'ın ve Avrupa'nın mermerlerini
bilmezler. Günümüzde özel ev eşyası veya tezyinatı için kullanılan mermer­
ler hazır yontulmuş olarak dış memleketlerden ithal edilir ve yerlilerden çok
daha parlaktır.
Yontulmamış mermerin nakliyesi maliyetli olduğundan atölyeler
için mermerlerin gemilerden indirildiği iskeleler tercih edilir. Ayrıca bu
mekanlara sadece mermerler için değil devasa taş kütleleri için de ihtiyaç

a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 22,49; 22,60 ve ziyaretsiz ölenler 2,26'dır.


17 Osmanlıca metinlerde bu ustalar senktraş olarak geçer.
18 Metinde bu sayı yanlışlıkla, ııı2 olarak geçiyor.

İsTA N B U L' U N ORTODOKS Es NAFı


vardır. Bunların haricinde arsaların büyük, kiraların ucuz olduğu ücra semt­
lerde de mermer atölyelerine rastlanır.
Mezar taşlan için büyük miktarda mermer sarf eden Müslüman
taşçıların atölyeleri, Üsküdar'da olduğu gibi çoklukla mezarlıklara yakındır.
Bu Anadolulu Müslüman taşçılar, mezar taşlarında ve anıtlarda yer alan
uzun kitabeleri maharetle yontan becerikli ustalardır. Ayrıca Eminönü Ba­
lıkpazan'nın yakınlarında da çok sayıda Müslüman taşçı esnafı var.
Evvelden çeşme, sebil, hamam kurnası, hacethane taşı ve Hıristiyan
mezar taşlan yontan Anadolulu [Rum) taşçıların, Beyoğlu ve İstanbul'da her
gün inşa edilen kagir binalar sayesinde işleri ve karları bir hayli arttı . Aza
kanaat ettiklerinden diğer taşçılarla ve Yunanistan' dan gelenlerle mukayese
edilemeyecek kadar ucuza çalışırlar. 1848'in tahripkar yangınlarından son­
ra İstanbul'a akın eden pek çok Yunanlı taşçı, kanaatkar Anadolulularla re­
kabet edemeyip geri döndü.
Anadolulu taşçılar örf ve adetlerde bakkal hemşehrilerine benzerler.
Genellikle geniş ve havadar olan iş yerlerinde hısım akraba bir arada çalışır­
lar. Çoğu zaman, bilhassa büyük ebattaki mermer kütlelerini keserken açık
havada çalışırlar.
Taşçılar atölyelerin üst katında pis, havasız odalarda yaşar. Yemeği
bu odalarda yerler; akşamlan, cümbüşlerde sabahlayan şehirlilerden uzak,
bu odalarda toplanırlar. Umumiyetle böyle yaşarlar ve sadece taşçıların de­
ğil, İstanbul'daki çoğu Anadolulu esnafın ömrü böyle geçer. Kalabalık şeh­
rin göbeğinde, yerlilere ve yabancılara bigane, gerçek münzeviler gibi yaşar­
lar. Tek arzuladıkları memlekette rahat ve huzurlu bir istirahattır. Bu iffetli
yaşamın uzun ömürlülüğe faydasını bilahare inceleyeceğiz.
Rumelili taş kesici ya da satıcı ise örf, adet, ahlak ve yaşayış bakımın­
dan kendi halinde, sakin ve cefakeş Anadolulu taşçıdan tümüyle farklıdır.
Rumelili çoğu zaman hem taşçı, hem yapı ustası, hem de duvarcıdır. Ne
var ki bu iş için lazım gelen feraset ve çalışkanlık "dağlı" Karadağlının sa­
hip olmadığı vasıflardır. Rumelili taş kesiciler ayrıca kuyu kazar, inşaatlarda
hafriyat dahi yaparlar. Yerin dibini kazmak onların en sevdiği meşgaledir.
Karadağlı kazar ve türkü söyler; terleyince bağrını poyrazın esintisine açar
ve serinler, fakat geceleri havasız, sakil mekanlarda uyur. Kazmanın yanı

72 KARMA ESNAF
sıra keskin bıçak, çoğu zaman tabanca da taşır. Kolay kazanç sağlayacak
iş yokluğunda pusu kurar, gece soygunları planlar, para yüzünden hakaret
eder, öç almaya amadedir.
Bu nevi ademler her daim Zaptiye Nezareti'nin zindanlarını doldu­
rur. Kahir ekseriyeti kanlı ishalden, habis hummadan ve izbe tevkifhane­
lerde baş gösteren muhtelif marazlardan ölür. Çoğu, bilhassa kışın, deride
döküntüler, istiska19 nevinden marazlarla, bet beniz soluk ve iğrenilecek de­
recede kir, pas içinde hastaneye nakledilir. Eğer bu insanlar iri yapılı, güçlü
kuvvetli olmasalardı, çoğu tutuklanmadan evvel Boğaziçi tepelerinin temiz
havasını teneffüs etmeseydi ve Rumelilerin genellikle muzdarip oldukları
müzmin hummadan azade olmasalardı, ölüm oranları Anadolularınkiyle
mukayese edilemeyecek kadar yüksek olurdu. Bu zapt edilmez, serkeş işçi­
lerin çoğu sefahatin ve ahlaksızlığın kurbanı olur, hemşehrilerinin sefale­
tinden ve ölümünden zerre kadar akıllanmazlar.
İstanbul'un bunca binası için gereken taşların çıkarıldığı ocakların
çoğu Boğaziçi'nin ve Bakırköy'ün arka taraflarındadır. Buralara ve mermer
atölyelerinin bulunduğu Marmara sahillerine sürüyle Karadağlı taşçı akın
eder. Evsiz Çingeneler gibi bu zanaatkarlar da işler bitince memleketlerine
dönerler. İht�yaçlarının azlığından düşük ücretle daha fazla çalıştıkları için,
diğer yerli ve yabancı taş kesicilere tercih edilirler. Bu yüzden şehrin va­
roşlarında yaşayan İstanbullular ya başka bir meslek seçmek veyahut şehri
çevreleyen çok sayıda bahçe ve bostanlarda çalışmak zorunda kalırlar. Taş­
çılık, eskiden de bugün de İstanbullulara yabancı bir meslektir. Bu kadar
zahmetli bir işte Rumelililerle rekabet etmek zordur.
Tabloda yer alan az sayıdaki Adalı ve Yunanlıdan bahsetmeme gerek
yok. Bunların hepsi iş bulmak ümidiyle İstanbul'a gelen, fakat bir müddet
sonra memleketlerine dönmek zorunda kalan yahut da daha karlı bir mes­
leği seçen taşçılardır.

19 Karın boşluğunun sıvı ile dolması; batın ödemi; Hydrops ascites.

lsTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFı 73


Çerçiler
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %a
Rumelililer 391 306 76 9 19,88
Anadolulular 179 135 38 6 22,00
Adalılar 85 72 IO 12,12
Yunanlılar 152 120 32 21,00
Yediadalılar 86 70 15 17·37
Yekfın 8 93 703 171 19 1 9 ,50
Ziyaretsiz ölenler % 2,12

Sokaklarda dolaşarak yerli ve yabancı kumaş satanlara İstanbullular


çerçi der. Çerçiler genellikle mallarını sırtlarında taşır, bazıları eşek, at ve­
yahut hamala yüklerler. Bu ticaret gayet canlıdır, zira satın alan kadınların
ekserisi vakitsizlikten veya hareket serbestisine sahip olmadığından evden
dışarı çıkmaz. Buna ilaveten, büyük kumaş imalathanelerinin tümü, yangın
korkusundan, meskun mahallelerden uzak, kagir binalarda ya da han ve
bedestenlerde bulunur.
Çerçiler en büyük karı, bedelini daha sonra, anlaşmaya göre hafta
yahut ay sonunda tahsil etmek üzere sattıkları maldan elde ederler. Bu
ödeme kolaylığı yoksul kadınları ve süs meraklısı hizmetçileri, satın al­
dıklarını yüzde yirmi ya da otuz daha pahalı ödedikleri ·halde ziyadesiyle
cezbeder. Öte yandan malını çığırtarak devamlı sokaklarda gezen çerçi,
borçlu kadının kapısını sıkça çalar, sıkça kovulur ve sıkça geri döner. Bü­
yük hasarlara neden olan yangınlardan, özellikle aileler dağılıp sefalete
düştüklerinde çerçiler de zarar görür. Fakat çerçilerin karı o kadar yüksek­
tir ki, bazı alacakların tahsil edilmeyişini mızıldanmadan sineye çekerler.
Birçoğu meteliksiz başladığı bu zahmetli meslek sayesinde imalathaneler
kurup zenginleşti.
Çerçilerin çoğu gece ve tatil günlerinde mallarını yerleştirdikleri
emniyetli küçük ardiyelere sahiptir. Bazıları bir imalathanenin malını sahp
kardan pay alır; bazıları eski kumaş ve ufak tefek kadın mücevherleri alıp

a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 19,90; 21 ,97: 12,20; 21,05; 17,65; toplam 19,57 ve ziyaretsiz öl.
2,13'tür.

74 KARMA ESNAF
kenar mahallelerde satar; birçoğu da İstanbul dışına çıkıp Boğaziçi'nin köy­
lerini, Rumeli ve Anadolu kasabalarını dolaşır. Bu seyahatlerin meşakkati
elde edilen dolgun karlarla mükafatlandırılır.
Çerçilik daha ziyade Hıristiyanların ve Yahudilerin yaşadığı muhit­
lerde canlıdır. Müslüman kadınlar kapıya erkek satıcı çağırmaya pek cesaret
etmezler. Müslüman evlerine, halk arasında bohçacı kadın denen, her yere
girip çıkan, sıkça ahlaka mugayir işlerin habercisi olan yaşlı kadınlar girer.
Adalı ve Yunanlı çerçiler, memleketlerinden getirdikleri kumaşla­
rı, çorap, takke ve kundak bezlerini satarlar. Karşılığında memleketlerinde
satabilecekleri malları satın alırlar. Rumelililer, Anadolulular ve Adalılar
senelerden beri İ stanbul'da çerçilik yaparlar. Yunanlılar ise son on senedir
çoğaldı. r83J'ten r848'e kadar hastaneye sadece bir Yediadalı, diğer seksen
beşi ise o tarihten sonra yattı.
Çerçi, yüklü işyeri kirasından muaftır, mamafih yağmur veyahut
hastalık sebebiyle çalışamadığı günler de çoktur. Ayrıca bazen malları ta­
şıyacak hayvan veya hamal kiralamak zorunda da kalır. Çerçiler yağmurlu
kış günleri haricinde senenin her gün ve saatinde sokaklarda sürü halinde
dolaşırlar. Bunlara,2° çerçiliği seven ve bu ticaretten bir hayli kar eden gay­
retkeş Yahudileri de eklemek gerekir.
Bazıları, bilhassa Yediadalılar, şehrin yabancısı ya da mahalle ma­
halle dolaşıp mal taşımaktan aciz olduklarından, mallarını şehrin en işlek
yol kenarlarında sergilerler. Kozasına yer ayarlayan ipek böceği misali Ye­
diadalı üç-beş parça gömlek ve mendili düzenler, toparlar ve avazı çıktığı
kadar bağırarak gelip geçenlere malın faziletini, görülmemiş ucuzluğunu
metheder. Bunların hayat şartları, sabahtan akşama kadar sokaklarda dola­
şan meslektaşlarınkinden farklı değildir.
Defterlerde kayıtlı çercilerin sayısı ve ölüm oranı (% 19,50) açık ha­
vada gezen, dükkanların sağlıksız havasını solumayan esnafın daha uzun
ömürlü olduğunu ispat etmeye kafidir.

20 Hıristiyan Ortodoks çerçiler.

lsTA N BUL'uN ORTODOKS EsNAF ı 75


Küfeciler
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Rumelililer 23 13
Anadolulular 58 15 20,55
Adalılar
Yunanlılar
Yediadalılar
Yekun IIO 82 28

Ziyaretsiz ölenler % oo

Küfeciler,21 yani küfe taşıyıcıları, küfe ve sepet ören ve İstanbul'da


sayıları çok olan Müslüman ve Çingenelerden farklı bir esnaftır. Küfe­
cilerin çoğu belli bir mesleği olmayan insanlardır. Küçük dükkanlardan
ve mavnalardan satın aldıkları yaş ve kuru meyveleri sırtlarındaki yahut
hayvana yükledikleri küfelere doldurup bağıra çağıra sokaklarda gezerler.
Bu insanlar yaz ortasından sonuna kadar Marmara sahillerinden gelen
kavun-karpuztan iyi kar ederler. Küfeciler mevsimlik meyve sebze sattık­
larından, çerçi dediğimiz sadece kumaş satan diğer seyyar satıcılardan da
farklıdırlar.
İstanbul çevresinden pek çok insan sadece bu mesleği icra ederek
ailesini geçindirir. Bunlardan başka, haylazlıktan, boş gezmekten hazzet­
meyen gündelikçiler de işsiz kaldıklarında bu işe girişirler. Bunların çoğu
İstanbulluların hızlı koşma kabiliyetlerine aşına olduğu sağlam yapılı tu­
lumbacılardır.
Hastaneye yatan küfeci sayısı, İstanbul sokaklarında gün boyu do­
laşan kalabalık küfeci taifesine göre düşüktür. Fakat bu mesleği sadece Or­
todokslar değil, sayısız Müslüman, Yahudi ve Ermeni de icra ediyor. Başka
hiçbir şehirde bu kadar çok seyyar satıcıdan söz edilmez, bunun da sebebi
çarşıların mahallelerden uzak olması ve ulaşımın zorluğudur. Ayrıca kira­
dan muaf olan küfeci malını dükkancıdan daha ucuza satmaktadır.
Küfecilerin çoğu dükkan sahibi manavlarla veya sermaye koyanlarla
ortaktır. Kayıtlardaki küfeci sayısının düşük olmasının bir nedeni de budur.
Bu esnaf hakkında söyleyeceklerim bunlardan ibarettir. Sürekli ıslak ve ça-

21 Metinde Türkçe.

KARMA ESNAF
murlu yollarda dolaşmaları ve çoğunun çektiği yoksulluk birçok hastalığa
ve zafiyete neden oluyor. Kayıtlardaki sayının azlığı ve küfecilerin değişken
hayat şartları bu esnafın ölüm oranları hakkında daha kesin bir bilgi edin­
memize imkan vermiyor.

Demirciler, Çilingirler
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Rumelililer 54 42 11
Anadolulular 50 32 18
Adalılar
Yunanlılar 4 4
Yediadalılar 2 2
Yekun 110 80 26,60

Ziyaretsiz ölenler % 0,09

Kaba demircilik, işleri diğer zanaatkarlarınkinden ustalıklı olan Er­


menilerin elindedir. Birkaç sene evveline kadar demirciler mutfak eşyaları,
anahtar, kilit, mıh, çivi ve ahşap inşaatlarda kullanılan bazı alet edevatı imal
ederlerdi. Bugün bu hünersiz, kaba eşyaların üretimi giderek terk ediliyor.
Artık yerli demirci ustalarının rekabet edemeyeceği Avrupa malları ithal
olunmaya başladı. Dolayısıyla çoğu demirhane kapandı ve yerine kagir bi­
nalar için gerekli demir aksamları imal eden dökümhaneler kuruldu. Bu
imalathanelerde bizimkilerden birkaç kişi, daha fazla sayıda Ermeni ve çok
daha fazla sayıda Avrupalı usta çalışmaktadır.
Tablodaki demirciler, halk lisanında çilingir22 tabir edilen ve gayet
basit, alelade eşyalar, bilhassa kilit ve çivi imalatıyla uğraşan esnaftır. İma­
lathaneleri pek küçüktür; çoğu bacasız olup duman tavandaki deliklerden
çıkar. Hem üst başları hem de dükkanları fevkalade pistir. Günümüzde ma­
denkömürünün kullanımı arttıkça dükkanların kokusu ve pisliği de arttı.
Yoksul hanelerin çeşitli demir kaplarını ve mutfak takımlarını ise
hala seyyar Çingeneler imal eder, fakat bu insanlar hastaneye nadiren uğ­
rarlar.

22 Metinde Türkçe. Yazar dipnotta çilingiri "kilitçi, çivici" şeklinde açıklıyor.

lsTAN BUL'UN ÜRTODOKS ESNAFI 77


Sakalar, Sucular
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %a
Rumelililer 77 57 18 2 24,00
Anadolulular 45 34 IO 22,72
Adalılar lI 2 4
Yunanlılar 2 2
Yediadalılar
Yekun 135 98 30 7 2}.41

Ziyaretsiz ölenler % p5

İstanbul'da bu mesleği genellikle Türkler ve Ermeniler icra eder.


Fakat Tatavla, Mega Revma2ı gibi tümüyle Rumların yaşadığı mahallelerde
sakalar da Rum'dur. Meslek sahibi olmayan sayısız yoksul, yazın, bilhassa
kuraklıktan ya da harap olmuş borulardan dolayı Belgrat sularının Beyoğlu
ve Galata'nın ihtiyacını karşılamadığı zamanlar sokaklarda ve kalabalık çar­
şılarda dolaşarak su satar.
Hastaneye nakledildikten hemen sonra vefat edenlerin [ziyaretsiz
ölen] yüzdesi s,ı5'dir. Pejmürde kılıklarla, yalın ayak şehrin dört bir yanın­
da dolaşan sucuları gün boyu görenler bu merhametsizliğe şaşırmayacak­
lardır.

Erkek Hizmetkarlar
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %b
Rumelililer 598 486 104 8 17,40
Anadolulular 179 148 25 6 14 -41
Adalılar 140 127 lJ 9,28
Yunanlılar 287 227 56 4 19,78
Y ediadalılar 42 38 4 9,50
Yekun r.246 r.026 202 18 16,41

Ziyaretsiz ölenler % l,60

a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: Anadolulular 22,75; toplam 23-44; ziyaretsiz ölenler % p9.
23 Sırasıyla Kurtuluş, Amavutköy.
b Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 17,63; 14,45; 9,29; 19,79; 9,52; toplam 16-45 ve ziyaretsiz ölenler
l - 44 \ü r.
'

KARMA ESNAF
Kadın Hizmetkarlar
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %a
Rumelililer 121 90 25 6 21,72
Anadolulular 52 42 7 3 14,25
Adalılar 88 63 23 2 25.75
Yunanlılar 410 282 122 6 30,20
Yediadalılar 12 II

Yekun 683 488 178 17 26,50

Ziyaretsiz ölenler % 2,50

Tabloda görünen yüksek ölüm oranlarını izah etmek için, hastane


defterlerinde "hizmetçi" olarak kaydedilmiş kadınların kahir ekseriyetinin
Galata ve Beyoğlu umumhanelerinden gelen, doğru yoldan çıkmış kadın­
lar olduğunu belirtmeliyim. Bu kadınların çoğu, aşk tacirlerinin baştan
çıkarıcı vaatlerine kapılarak veyahut tembellikten bu yola sapmışlardır.
Bohçacı kadın denen kötü niyetli melun acuzeler evden eve dolaşarak genç
hizmetçi kızların tahayyüllerini tahrik ederler, teklif ettikleri altın ve ziynet
ile tuzağa düşürürler. Kızlar çalıştıkları evlerden ayrılmakla kalmayıp bu
kadınlara sığınırlar, bilahare onlar tarafından başka evlere tavsiye edilirler.
Genç hizmetçi kızlar bu kadınların hanelerinde ekseriya hem paralarını,
hem iffetlerini kaybederler. Bu tuzağa hepsinden çok Yunanlı kızlar dü­
şer, çünkü ebeveynin gözetiminden uzakta kolaylıkla kuşatılır ve sayısız
sözümona akrabayla serbestçe münasebete girerler. Sefil ve bedbaht bir
ömür, kısa bir ömürdür. Bu kadınların çoğu, yerel salgınların halkın sağlı­
ğını tehdit etmediği Kiklad Adaları'ndan geldiği halde ölüm oranları diğer
dört sınıfa göre yüksektir.
Burada itiraf etmeliyim ki ev sahiplerinin, hizmetkarların, bilhassa
hizmetçi kadınların sağlığı konusundaki kayıtsızlığından çok kez dehşete
düştüm. Hizmetçi kadının hastaneye yatırılması çoğu ev sahibi için hoş ol­
mayan, hatta çirkin ve münasebetsiz bir olaydır. Hastalığın ilk evresinde
hasta, ilaçsız, hekimsiz, dar ve havasız bir odaya yatırılır. Sağlıklı insanın

a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 21,74: 14,29; 26 ,74; toplam 26,73 ve ziyaretsiz ölenler 2>49'dur.

İSTANBUL0 U N ORTODOKS ESNAFI 79


hastaya verebileceği ve çoğu kez başka yardıma gerek kalmadan iyileştiren
hizmet ve ihtimamdan yoksun bırakılır. Diğer hizmetkarlar ondan uzak du­
rur; beyler durumdan rahatsız olur. En nihayet, beylerin tenkide müstahak
umursamazlıklarının kurbanı olarak birçoğunun hayata veda ettiği hastane­
ye nakledilir. Çoğunlukla hastalığın ilk safhasında hizmetçilere yol verilir;
en nihayet, peşlerini bırakmayan yoksulluktan perişan halde hastaneye ya­
tar ve halaskar ölümü dört gözle beklerler.
Bunları, herkesin olup bitenlerden haberdar olması için yazıyorum.
Eğer bilimsel araştırmalarla hemcinslerimize yardım edebilirsek, bu ince­
leme daha faydalı, hizmetkarlara karşı tavırlarımız da H ıristiyanlığa uygun
olacaktır. Din, evde bize hizmet edenlerin sağlığıyla ilgilenmemizi açıkça
emreder.
Tekrar konuya dönerek, erkek hizmetkarların tamamının tüccarlar
ile bankerlerin hanelerinde ve yazıhanelerinde çalışan genç delikanlılar ol­
duğunu belirteyim. Bunlar deftere genellikle hizmet verdikleri esnafın mes­
leğiyle kaydolurlar. Rumelili erkek hizmetkarların kahir ekseriyeti Make­
donya, Epir ve Tesalya bölgesinden, Anadolulular ise Marmara Denizi'nin
güney sahillerindendir _

Yediadalılar kayıtlarda hizmetkar olarak ancak ı856'dan sonra görü­


nür. Bu tarihten evvel sadece beş kişinin kaydı mevcuttur. Yediadalı kadın­
ların sayısı azdır, dolayısıyla bilgi de azdır.
Hizmetçi kadınlar hakkında anlattıklarım tabloda görünen yüksek
ölüm oranlarının nedenini açıklıyor. Kadınların ölüm yüzdeleri 26,50 iken,
erkeklerinki ı6>4ı'dir. Aradaki fark muazzamdır ve bu farkı ancak zaman,
hizmetkarların iffetli davranışı ve de vakit kaybetmeden hastaneye nakilleri
azaltabilir. Erkekler, kurumun havadar koğuşlarında şifa bulmak için, çalış­
hklan evlerden daha kolay ayrılırlar.
Hastaneye yattıktan hemen sonra vefat eden [ziyaretsiz ölen] kadın
hizmetçilerin yüzdesi, aynı durumdaki, yani çok geç yatan erkeklerin yüzde­
siyle karşılaşhrıldığında, kadınların tedavisi konusunda efendilerin tenkide
şayan ihmalkarlığı apaçık belli olur.

80 KARMA ESNAF
Ayakkabıcılar24
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %a
Rumelililer 417 316 91 10 22,JJ
Anadolulular 146 n3 29 4 20,42
Adalılar 90 76 13 14,62
Yunanlılar 463 381 77 20,50
Yediadalılar 64 52 12 18,75
Yekun ı.180 938 222 20 19,09

Ziyaretsiz ölenler % l,72

Tabloda da göründüğü gibi, bu kalabalık esnaf dörtte üç oranında


Rumelilerden ve Yunanlılardan oluşuyor. Yunanlıların ölüm oranı Rume­
lililerinkinden düşüktür. Yediadalıların ise sayısı azdır ve bu kadar az sayı­
dan çıkan sonuçlar kesin değildir. Yunanlı ayakkabıcıların neredeyse tümü
Yunan Adaları'ndandır.
Bu zanaatkarlara şehrin her mahalle ve çarşısında rastlanır. Rume­
lililer ve çoğu Anadolulu, yerli halkın giydiği, fazla işçilik ve sermaye ge­
rektirmeyen adi ve ucuz deriden alelade pabuçları imal ederler. Diğerleri
de imalatçılardan aldıkları mallan ufak bir karla çarşı-pazarlarda satarlar.
Bu ayakkabıların imalatında Rumların rakipleri, yeni bir sanah öğrenmekte
zorluk çeken kalabalık Müslüman esnaftır. Kanaatkar Müslümanlar azla ye­
tindiklerinden fiyatları Hıristiyan meslektaşlarınkinden ehvendir.
Hıristiyan ve Müslüman İstanbullular Avrupai ayakkabıları tercih
ediyor. Müslüman zanaatkarların imal ettiği eski tarz san yemenileri sadece
Müslüman kadınlar giyiyor. Ayakkabı imalatçısı Rumelili ustalar, genellikle
meydanlarda ya da geniş sokaklarda bulunan ferah dükkanlarda çalışırlar.
Hazır ayakkabı satanların dükkanları ise bedestenlerde ve işlek çarşılarda­
dır, bunlar temiz ve aydınlık dükkanlardır.
Yunanlıların çoğu ve az sayıda Yediadalı Galata ile Beyoğlu'nu mes­
ken tutmuştur. Çoğu diyorum, zira bazıları şehrin Hıristiyan mahallelerine
dağılmıştır. Dükkanları genellikle karanlık ve boğucudur. Sayısız işçi, geç
saatlere kadar bu küçücük mekanlarda çalışır. Dükkanın üstünde, derilerin

24 Osmanlı kaynaklannda haffafya da kavaf olarak geçen esnaf.


a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 22,36; 14, 61; 16,81; toplam 19,14 ve ziyaretsiz ölenler 1 ,69'dur.

İSTAN B U L ' u N ORTODOKS EsNAFı 81


kokusundan ve işçilerin soluğundan boğularak, küçük ve basık bir odada
genellikle ustanın ailesi yaşar. Kalabalık çarşılarda, işlek caddelerde dükkan
açmak küçük esnafı öyle büyük maddi sıkıntıya sokar ki sonunda kazanç
sağlamayan mesleği terk etmek zorunda kalırlar.
Avrupa' dan ithal edilen hazır ayakkabılar ve Amerika ile Fransa' dan
gelen lastik tabanlar esnafı zorluyor. Yine de bu ithalatın ayakkabıcılara ver­
diği zarar, hazır elbise ithalatının terzilere verdiği zarar kadar büyük de­
ğildir. Küçük esnaf, adi derileri kullanarak rekabet etmeye çalışıyor. Fakat
ne var ki adi ve pahalı mal çoğu kez alıcıyı caydırır. Neticede esnafın satışı
azalır, tahammülfersa kiralar, yüksek yevmiyeler ve yetersiz satış zanaatkarı
bitap düşürür. Yerli esnafın, ithal edilen daha sağlam ve makine mamulü
olduğundan daha ehven fiyattaki Avrupa mallarıyla rekabet etmesi zordur.
Rekabet etme zorluğuna bir de halkın cümbüşlerle heba ettiği, tembelliği
ve onun kardeşi olan ayyaşlığı körükleyen verimsiz yortu tatillerini de ilave
etmemiz gerekiyor.

82 KARMA ESNAF
BEŞİNCİ BÖLÜM

RUMELİLİ ESNAF
Balıkçılar
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %a
Rumelililer 258 172 72 14 29.50
Anadolulular 126 93 30 3 24,33
Adalılar 4 2
Yunanlılar 6
Yediadalılar
Yekun 395 273 ıo4 18 27,66
Ziyaretsiz ölenler % 4 ,50

Balık kaynayan İstanbul limanında insan çok daha büyük sayıda ba­
lıkçı bulmayı beklerdi. Balıkçılık, Boğazın kuzey girişinden Ayastefanos'a'
ve Prens Adaları'na; İzmit Körfezi2 çukurundan Kapıdağı Yarımadası'nın
kuzeyindeki adalara kadar en karlı meslektir.3 Ayrıca her milletten İ stanbul
halkının ortak mesleğidir. Devlet balıkçılardan % 20 vergi alır. Müslüman­
lar, Ermeniler, çok sayıda Yahudi ve zaman zaman, aynı vergiye tabi olan,
başka milletten yabancılar da balıkçılıkla iştigal eder.
Balıkçıları iki sınıfa ayırırım: balık avlayanlar ve şehrin çarşı ve so­
kaklarında balık satanlar. Satıcıların çoğu vaktiyle balık avlarken yaşlılıktan
ötürü bu zahmetli mesleği bırakmak zorunda kalan insanlardır. Galata ve
İstanbul'un kalabalık çarşı ve işlek ticaret caddelerindeki balıkçı dükkan­
ları her daim pis kokulu ve rutubetlidir. Ayrıca dini perhiz dönemlerinde
Hıristiyanların tükettiği kabuklu, kabuksuz deniz ürünleri bu dükkanlarda
temizlenir ve yerlere atılan kabuklarla envai artıklar balık pazarlarını ziya­
desiyle kirletir.

Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 29,51; 24,39, toplam 27,59 ve ziyaretsiz ölenler 4,56'dır.
Günümüzde Yeşilköy.
2 Yunanca Astakinos Kolpos, yani Istakoz Körfezi.
3 "Balık bolluğu açısından Marsilya ile Venedik meşhurdur, ancak İstanbul her ikisini de geçer. Bir
ağ ile yirmi tekne balıkla dolup taşar. Bazen ağ olmadan da insanlar karadan elleriyle balık avlarlar."
Petrus Gyllius, De Topographia Constant{inopoleos), Lugd. [Lugdunum f Lion], 1561, s. 6. İstanbul balık­
çılığı için ayrıca bkz. Skarlatos Bizandios, age, c. ı, s. 34; S trabon ise (Coğrafya, VI. kitap. § 2) "Palamut
Bizanslılara ve Roma halkına büyük karlar sağlamaktadır" der -Y. N.

lsTA N B U L' u N ORTODOKS EsNAFı


İstanbul balıkçılarının, başka memleketlerdeki meslektaşlarından
daha büyük zorluklara maruz kaldıklarını sanmıyorum. Bilakis, balıkçılık
hiçbir büyük şehirde İ stanbul'daki kadar bereketli ve verimkar olmadığı için
yerli balıkçılar, İzmit Körfezi'nde avlanan az sayıdaki balıkçı hariç, sahilden
nadiren uzaklaşırlar. Açık denize çıkma zorunda olmadıklarından yabancı
balıkçıların karşılaştığı tehlikelere ve çektikleri zahmete maruz kalmazlar;
zaten onlar kadar cesaretli ve maharetli değiller. Ne var ki, bizim balıkçı
teknelerimiz küçük ve çürüktür. Balıkçının sığınabileceği en ufak kuytu bir
bölmeleri bile yok ve bu tedbirsizlikten dolayı balıkçılarımız sert deniz hava­
sının, yağmur ve karın sebep olduğu hastalıklara sıkça yakalanırlar.
İstanbul balıkçılarının % 27,66'lık ölüm oranını büyük ölçüde balık
pazarlarının pisliğine ve İ stanbul' da yağmur ve karla birlikte Karadeniz'den
gelen soğuk poyrazın haftalarca estiği kış aylarının meşakkatine atfediyo­
rum. Mamafih her yerde olduğu gibi burada da balıkçılar beden sağlığını
ihmal eden, ölümle alay eden hoyrat insanlardır.
Defterlerde kayıtlı Rumelili balıkçıların ekseriyeti Boğaziçi'nin Ru­
meli sahillerinden, Samatya'dan ve Ayastefanos'tandır. Bazıları ara sıra ba­
lıkçılık, ara sıra kürekçilik yaparlar.
Sonbahar ve kış aylarında balıkçılık daha karlıdır. Fakat o mevsimde
deniz kuvvetli poyraz ve lodosla çalkalanır ve birçok balıkçı teknesi ve küçük
kayık tayfalarıyla beraber batar.
Kayıtlarda görünen az sayıdaki Yunanlı balıkçı 1848 senesinden
sonra hastaneye yatmıştır, o tarihten evvel yatan Yunanlı balıkçı yoktur.

Arabacılar
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl.
Rumelililer 108 72 30 6
Anadolulular 3 3
Adalılar
Yunanlılar
Yediadalılar
Yekı1n rıı 75 30 6 28,60
Ziyaretsiz ölenler % 5,3 6

a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 28,41; toplam 28.57 ve ziyaretsiz ölenler 5,4r'dir.

R U M E L İ L İ ESNAF
Kayıtlarda sayıları az olan arabacıları, benzer hayat şartlarını payla­
şan seyislerle birlikte incelemek mümkün olduğu halde ayrı bir sınıf olarak
kaydediyorum. Birçoğu vaktiyle seyis iken, hastalık, yaşlılık, özellikle de ay­
yaşlık ve serkeşlik yüzünden bu mesleğe sığınmışhr.
Türkiye'de şehirlerin yolları arabalara müsait değildir. İnsanlar ve
mallar hayvanlarla taşınır. Yabancılar İstanbul' da daha ziyade Beyoğlu'nda,
özellikle apukurya4 günlerinde gördükleri tahhrevan bolluğuna şaşarlar.
Şehirdeki az sayıdaki araba ağır aksak hareket eden hantal ve masraflı vası­
talardır. Ayrıca dar yolların kaldırımlarında yol alırken çıkardıkları gürültü
insanı rahatsız eder. İ stanbul'un arabaları, Avrupa'nın büyük şehirlerde do­
laşan araba sayısına kıyasla çok azdır. Zengin Müslümanlar ve bazı Hıristi­
yanlar Avrupai arabalara sahiptir, halkın kullandığı ise umumiyetle durak­
larda bekleyen kiralık arabalardır. Arabacılar ahn dizginlerini tutarak ekseri
yayan giderler. Kadidi çıkmış atlar, dayanıksız arabalar ve kaba kaldırımlar
sürücülerin arabaya binmelerine izin vermez.
Şehrin nüfusuna kıyasla arabacıların sayısı o kadar düşük ki, bazı
seneler kayıtlarda tek bir arabacı bile görünmüyor. Mesela 1834, 1835, 1843,
1844 ve l859'da hastaneye hiç arabacı yatmadı, çoğu 1856 senesinde yath,5
onlar da müttefik ordularının maaşlı işçileriydi.6
ilerde seyisler için yazacaklarım bu esnaf için de geçerlidir. Dolayı­
sıyla iki esnafın benzer ölüm oranları (arabacıların % 28,6o'ı, seyislerin %
27,9o'ı vefat etmiştir) şaşırtıcı değildir.
Hastaneye nakledildikten hemen sonra vefat eden (ziyaretsiz ölen)
arabacıların yüzdesinin seyislerinkine göre biraz daha yüksek olması, muh­
temelen efendilerin hastalanan seyislere vaktinde bakım ve ihtimam göster­
melerinden kaynaklanıyor.

4 Yun. apokriıi, elli günlük Paskalya perhizinden evvel üç hafta süren karnaval döneminin adı. Türk­
çede özellikle apukurya maskarası deyiminde geçer.
5 16 kişi yatmış.
6 Kırım Harbi sırasında (1853-1856) Osmanlıların müttefikleri olan lngiliz, Fransız veya Sardunya
Krallığı ordularında çalışan Ortodoks arabacılar.

İ sTA N B U L' U N ORTODOKS EsNAFI


Abacılar7
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl.
Rumelililer 1.808 1.364 404 41 22,88
Anadolulular 180 143 28 9 16,35
Adalılar 33 23 9
Yunanlılar 6 4 2
Y ediadalılar
Yekıln 2.028 1 . 534 443 51
Ziyaretsiz ölenler % 2.45

Eskiden, kıyafetler değişmeden evvel,8 abacılar zengin ve kalabalık


bir esnaftı. Günümüzde bile bu meslekten bir hayli zanaatkar hastanede
yatmaktadır.
Aba, Rumeli'nin özellikle Bulgar eyaletlerinde9 üretilen yünlü bir
kumaştır; çeşitleri muhteliftir ve ekseriyetle işçilerin ve yoksul halkın es­
vapları için kullanılır. Dokumasının'0 sağlamlığından dolayı vaktiyle Os­
manlı erkanı ve zengin H ıristiyanlar yağmur ve kardan korunmak için
abadan üstlük giyerlerdi. Bu aba Rumeli'nin kuzey eyaletlerinde doku­
nurdu ve diğerlerinden daha beyaz ve kaliteliydi. Zagoria köylerinde" ise
rençperlerin, gemicilerin ve kışın açık mekanlarda çalışanların kullandığı
havlı, siyah aba üretilir. Bu zanaatkarlara, Türklerin kebe dedikleri kalın
üstlükleri de diktiklerinden kebeci denir.12 Kebecileri abacılarla birlikte

7 Dövülen yünden yapılan kaba kumaş, bu kumaştan yapılan giysi. Aba imal edenlere, satanlara ve
abadan giysi diken terzilere "abacı" denirdi.
a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 22,85; 16,37. toplam 22-41 ve ziyaretsiz ölenler 2.51"dir.
8 il Mahmud döneminde (1808-1839) önce asker, sonra memur kıyafetlerinde değişiklik yapıldı ve
giderek erkek giyiminde Avrupai tarz benimsendi. Kavuk yerine fes, cübbe yerine setre, şalvar yerine
pantolon giyme zorunluluğu getirildi. Abdülmecid döneminde (1839-1861) Avrupai giyim tarzı daha
da yaygınlaştı. Tanzimat'tan sonra "alafranga" giyim tarzını benimseyen erkekler, yakası kapalı ve önü
boydan boya ilikli bir ceket olan setre (diğer adıyla istanbulin) ve pantolon giyerlerdi. Kıyafet devrimi
kadınları kapsamıyordu.
9 19. yüzyıl ortalarına kadar Filibe ve havalisi çok önemli bir aba üretim merkeziydi; Eleni Burazeli­
Marinaku, E en Thraki Sintehnie ton Ellinon Kata tin Turkoktatia [Türk Egemenliği Döneminde Trak­
ya'da Yunanlıların Esnaf Loncaları], Selanik, 1950, s. 67-70.
10 Yukarıda da belirtildiği gibi, aba, dokuma olmayıp yünün dövülmesiyle yapılan bir kumaştır,
"dokuma· sözcüğünü yazar muhtemelen yanlışlıkla kullanmıştır.
rı Taş mimarisiyle ünlü Zagorohoria [Zagoria köyleri] Yanya'nın kuzeydoğusundaki dağlık yörede
yayılmış kırk altı köyden oluşuyor.
12 Siyah renkli abadan kısa bir kepenek türü olan kebeyi dikenlere ve ticaretini yapanlara İstanbul' da,

86 RUMELİ Lİ ESNAF
kaydettim , çünkü bu ustaların meslekleri ve hayat şartları benzerlik arz
ediyor.
Terzilerin diğer bir kolu, zengin sınıflar için ipek ve sırma işlemeli
esvaplar diken fermenecilerdir.1ı
Aba terzilerinin dükkanları limanın her iki yakasındadır, zira bu es­
vapların esas alıcısı gemiciler ve yabancılardır. Çarşılarda ve bedestenin için­
de de abacı dükkanlarına rastlanır, ama bunlar limandakilere kıyasla azdır.
Limandaki aba terzihaneleri küçük, umumiyetle de karanlıktır. Ar­
şının fiyatı yedi bin kuruşa çıktıktan sonra dükkan namına bundan fazla
ne beklenebilir ki? Dükkanların, abaların istiflendiği, usta ve çırakların ge­
ceyi geçirdikleri küçük, basık tavan arası odaları vardır. İ şçilerin yemeği bu
mekanlarda pişer. Dükkana giren, bu daracık yerde işçilerin nasıl çalışa­
bildiklerine, nasıl yatabildiklerine şaşar. Bir süre evvel Galata çarşısını kül
eden yangından sonra'4 dükkanlar daha da küçüldü. Fakat pencereler büyü­
tüldü ve dükkanlar artık daha aydınlıktır. Yollar genişletildi ve ustalıkla inşa
edilen kanalizasyon kalabalık çarşın�n pisliğini denize akıtıyor. Mamafih sa­
yısız abacı hala rutubetli sokaklarda, üç tarafı açık imalathanelerini yağmur
ve güneşten koruyan geniş sundurmaların altında çalışmaya devam ediyor.
Günümüzde esnafın büyük bir kısmı hanlara sığındı, bunlar ekseri­
yetle Rumeli'den aba getirip terzilere ve imparatorluk terzihanelerine satan
tüccarlardır. Bu tüccarlardan hastaneye yatanlar azdır. Çoğu zengin, çalış­
kan ve aklıselim sahibi kimselerdir.
Abacılar eskiden beri fakir fukaranın ve yerli gemicilerin esvapları­
nı dikmelerine rağmen yine de kıyafetlerin değişmesinden zarar gördüler.
Mallarının ihracı ve elde edilecek kar konusunda gayet uyanık olan Avrupa,
İstanbul'a sadece hali vakti yerinde olanlar için değil, yoksul halk için de
envai çeşit hazır esvap ihraç ediyor. Gemicilere ve buna benzer mesleklerde
çalışanlara gerekli olan muşamba ve yağmur geçirmeyen büyük miktarda
kumaşın ithali abaya olan talebi ve abacıların iş hacmini azalttı. Malzemesi

Filibe yöresinde, Trakya ve Selanik'te "karakebeci" denirdi; Burazeli-Maıinaku, age, s. 67. " Kebe" ve
"kebeci" sözcükleri metinde Türkçedir.
13 Fermene: nakışlarla işlemeli, önü kavuşmayan, yele�e benzeyen giysi.
14 Muhtemelen 1857'deki Mumhane yangını.

lsTA N B U L' u N ORTODOKS EsNAFı


ve sanatı yerli ustalara tamamen yabancı olan sayısız Avrupa malı ile abacı­
lar nasıl rekabet edebilir ki? Gümrük resmi ve kanunlar, Avrupa'da hünerle
ve çok ucuza imal edilen kumaşların ithalatını durduramadı, çünkü yoksul
halk ve işçi yerli ya da yabancı olmasını umursamadan ucuz malı kovalar.
Vaktiyle zengin olan bu zanaatkarların yoksullaşmasının esas sebe­
bi budur.
Aba terziliğinden yeterli kazanç elde edemeyen sayısız abacı meslek
değiştirip Frenk esvabı terzisi oldu. Bir kısmı da askeri kıyafetlerin dikildiği
imparatorluk terzihanelerinde iş buldu. Bu tarz değişiklikler takdire şayan­
dır ve bu işçiler sadaka istemek için kapıları çalmak zorunda kalmazlar.
Anadolulu abacıların çoğu Trabzon ve havalisinden, Giresun, Sam­
sun ve Sinop'tandır. Fakat günümüzde, Karadeniz'de gemiciliğin canlan­
masıyla ve Trabzon'un hem İ stanbul, hem İran ile olan ticaretinin karlı
hale gelmesiyle pek çoğu meslek değiştirdi. l833'ten l843'e kadar hastaneye
lo.554 hasta yattı, bunlardan lp'si (% l,22) Anadolulu abacıydı. l85o'den
l85 9'un sonuna kadar 19.777 yani neredeyse iki katı hasta yatarken bunla­
rın sadece 12'si (% 0,16) Anadolulu abacıdır.
Aba terzileri diğer terzilerle aşağı yukarı aynı sanatı icra ettiklerin­
den ölüm oranları da benzer seviyededir. Vefat eden terzilerin yüzdesi 22,37
iken, abacıların 22>42'dır.
Abacılar ve kürkçüler gibi bazı esnaf kollarının yoksullaştığı, .bazıla­
rının da tamamen yok olduğu günümüzde İstanbul esnafının ölüm oranla­
rının karşılaştırmalı incelenmesi çok faydalıdır. Başka bir şey söylemeden
aşağıdaki tabloları kaydediyorum, böylece aba terzilerinin ölüm oranındaki
artışın da doğruladığı bu gerçeği herkes görebilir. Sadece zanaatkarların işi,
dolayısıyla da kazancı ne kadar artarsa, hastalıklardan ve erken ölümden o
kadar uzaklaştıklarını eklemeliyim.

Abacılar, 183}'ten 1846'nın sonuna kadar; on üç yıl


Yatan Taburcu Ölen Zi}'aretsiz öl. %
Rumelililer 856 669 167 20 20,00
Anadolulular 138 n6 17 12,77
Yekun 994 785 184 25 1 9 ,00

88 RUM ELİ Lİ ESNAF


Abacılar, 184z'den 1859'un sonuna kadar; on üç yıl
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Rumelililer 953 695 237 21 25 ,44
Anadolulular 42 27 il 4 29,00
Yekıln 995 722 248 25 25,55

Bu tablolar, diğer bazı esnaf kollarının tabloları gibi son derece öğ­
reticidir, çünkü günümüzde abacılar gibi pek çok esnaf eski gücünü kay­
betmekte, gerilemekte veya daha doğrusu iş alanı değişikliğine gitmektedir.
Vaktiyle hali vakti yerinde olan şimdi ise yoksullaşmış biçare zanaatkarlar
sefaletin ölüme sebebiyet verdiğini elbette iyi bilirler. Çoğu meslek değiş­
tirir, artık kar sağlamayan meslekleri öğrenenler ise azalır. Zaman içinde
mesleklerde mükemmel bir denge oluşur ve her meslekte sadece toplumun
ihtiyaçlarını karşılayacak ve o sayede rahat geçinebilecek sayıda insan çalışır.

Ekmekçiler
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %a
Rumelililer 2.229 ı.538 578 68 26,80
Anadolulular 36 28 7
Adalılar 366 281 70 15 20,00
Yunanlılar 14 10 3
Yediadalılar 7 7
Yekıln 2.652 ı.909 658 85 25,66
Ziyaretsiz ölenler % 3 ,20

Adalı ve Rumelili ekmekçilerin haricinde, geri kalanların tümü bu


mesleğe tesadüfen girmiş işçilerdir. Bu sanatı ayrıca sayısız Ermeni'5 ve
Müslüman icra eder ve bizimkilerle birlikte hepsi bu kalabalık esnafa neza­
ret eden Müslüman ekmekçiye tabidir. 16

a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler şöyle: Rumelililer 26,75; Adalılar 19.94; toplam 25,63 ve ziyaretsiz
öl. pı'dir.
1 5 lstanbul'daki Ermeni ekmekçiler/fırıncılar için bkz. Hagop Mıntzuri lstanbul Anılan 1897-1940,
Tarih Vakfı Yurt Yayınlan, lstanbul. 1994 (2. baskı).
16 Muhtemelen yazar ekmekçiler kethüdasını kastediliyor. Kethüda, esnaf teşkilatının (loncanın)
başındaki idareci ve işleyişinden sorumlu kişiydi. Kethüda lonca mensupları tarafından seçilir ve kadı
tarafından tasdik edilirdi.

lsrANBUL'uN ORroooKs EsNAFı


Adalı ekmekçilerin tümü Sakız Adası'ndandır. Bunlar ekseriyetle
"francala" tabir edilen, Rumelililerin ezelden beri pişirdikleri ekmekten
daha has ve beyaz olan ekmeği pişirirler.
Eskiden, İstanbul'da hazmı zor esmer ekmekten başka ekmeğin bu­
lunmadığı devirde, Fransızların vasıtasıyla Katolik mezhebinden bazı Sakızlı
ekmekçiler, elçiliğin himayesindeki fırında, elçilik için beyaz ekmek pişirme
ruhsatı aldılar. Bu ekmeğe "françeli" yani Fransız ekmeği adı verildi. Günü­
müzün "francala" kelimesinin kaynağı da bu olsa gerek. '7 Sakızlı ekmekçiler
bu imtiyazdan dolayı Fransız elçiliğine her gün bedava ekmek tedarik eder­
lerdi. Fransızlara verilen bu imtiyaz zamanla başkalarına da verildi, böylece
her biri farklı bir elçiliğin himayesinde olan francala fırınları çoğaldı. Kısa
bir süre evveline kadar bu fırınlara "filanca elçiliğin fırını" denirdi. Şehrin
ahvalinden haberdar olanlar, söz konusu fırınların özel durumunu, kazanç­
larını ve imtiyazlı ekmekçilerin kibrini tahmin edebilirler. Sakızlı ekmekçi­
ler bu imtiyazı uzun yıllar tekellerinde tuttular. Fakat artık ekmekçilik Av­
rupalılar arasında da iyice yayıldı; bunlar yerli ekmekten daha beyaz, hazmı
daha kolay hatta bira ile yoğrulmuş ekmeği satışa arz ettiler. Bugün has,
beyaz ekmeği sadece Sakızlılar değil, eskiden " Ermeni ekmeği" tabir edilen
esmer somunu işleyen Ermeniler dahi pişiriyor.
Sakızlı ekmekçilerin fırınları eskiden özellikle Galata ve Beyoğlu'nda
bulunurdu. O zamanlar ister Hıristiyan olsun, ister Müslüman İstanbul aha­
lisi esmer ekmek yerdi; beyaz ekmeği ise yabancılar ve onlarla beraber Galata
ve Beyoğlu'nda yaşayan bizimkilerden bazıları yerdi. Bugün artık esas İstan­
bul' da bile çok sayıda Sakızlı ekmekçi var, Ermeni ekmekçilerin çoğu da eski
halk ekmeğine nazaran daha has ve beyaz olan ekmeği pişiriyorlar. Ekmek ne
kadar esmerse hazmı o derece zordur ve o nispette de zararlı bir gıdadır. Has
olmayan ekmeğin içerdiği çok miktarda kepek mideye ağırlık verir.

17 Pera'da ikamet eden Venedik Balyos'unun verdiği 12 Şubat 1596 tarihli bir izin belgesinden, o
tarihlerde Galata'da Venediklilere mahsus, Müslümanlara ve diğer Osmanlı tebaasına satılması yasak
olan özel beyaz ekmek üreten l talyan fırıncıların çalıştığı anlaşılmaktadır; Venedik Devlet Arşivi, Bailo
di Constantinopoli, Aiti e Sentenze X/I A' f 188r; zikreden Fani Mavroidi, O Ellinizmos sto Galata (1453·
1600), Yarıya, 1992, s. 43- Evliya Çelebi'ye göre de (17. yüzyıl), "Has ve beyaz [ . . . ] françile ekmeği" sadece
Galata'ya özgü bir ekmekti, Seyahatname, c. ı, YKY, İstanbul, 2006 (2. baskı), s. 2q; daha sonraki
dönemlere ait francala fırınları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Salih Aynural, İstanbul Değirmenleri ve
Fınnlan, Zahire Ticareti (1740-1840). Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İs tanbul, 2ooı, s. ı2o vd.

R U M ELİ Lİ ESNAF
Sakızlıların fırınları, Rumelililerinkinden pek farklı değildir. Bir
nebze daha dardır, zira Galata ve Beyoğlu'nda arsalar az ve pahalıdır. Fı­
rının yanındaki avluya ekseriyetle odunlar istiflenir. Bazı fırınların içinde
değirmen, bazılarının bitişiğinde un ve ekmekleri taşıyan hayvanların ahır­
ları bulunur. Fırının üst katında bermutat un deposu, bitişiğinde de fırın
sahibinin memleketlisi, çoğu zaman da akrabası olan işçilerin yatakhaneleri
vardır. Ara sıra müstakil odalara ve temiz döşeklere sahip fırınlara rastlanır.
Zira vaktiyle elçiliklerin himayesiyle edindikleri servet sayesinde bazı ek­
mekçiler ve işçileri daha rahat bir ömür sürmektedirler. Fırınların çoğu pis,
karanlık, işçilerin hayatı gayet meşakkatlidir. Fırın sahibi işçilerin yiyeceği­
ne, barınağına ihtimam göstermez, zaten çoğu zaman kendisi de onlardan
daha varlıklı olması haricinde işçiden farklı değildir.
Ekmek sadece fırında değil, sokaklarda, meydanlarda ve kalabalık
çarşılarda kurulmuş küçücük tezgahlarda da satılır. Ayrıca İstanbul'un so­
kaklarında, çarşı pazarlarında ve panayırlarda küfe ile dolaşan ekmekçilerin
sayısı da epey kalabalıktır. Bir kısmı maaşla çalışır, bir kısmi kardan pay
alır, bir kısmı da kendi hesabına fırınlardan ekmek alıp satar.
Satılmayan ekmek, umumiyetle küfecinin elinde kalır ve zarar eder;
ara sıra yangın sebebiyle ya da müşterinin ölümüyle alacakları tahsil ede­
meyince borçlar yine üstünde kalır. Pek çok çalışkan işçi bu şekilde borca,
hapse ve hastalığa mağlup olur.
Yukarıda anlattıklarım, Rumelili meslektaşlarına nazaran ölüm oranı
daha düşük olan İstanbul'daki Sakızlı fırıncı ve ekmek satıcılarıyla ilgiliydi.
Rumelili [Ortodoks] ekmekçilerin tümü Arnavut'hır.'8 Bunlar hiç
bir zaman Sakızlılarla işbirliği yapmazlar. Ezelden beri Hıristiyan ve Müs­
lümanların yediği esmer ekmekten başka ekmeği nadiren işlerler, ayrıca
İstanbul halkının pek sevdiği ve her fırsatta yediği simitleri pişirirler. Bu
fırınlarda imal edilen diğer bir çeşit, nohut suyuyla yoğrulan gevrektir. Gev­
rek, Adalıların "yedi tahıllı" dedikleri mamuldür.'9 Bazı fırınlarda ekmekle

18 " İstanbul'da ekmek fırını sahipleri çoğunlukla gayrimüslimdi. Özellikle gayrimüslim fırıncıların
büyük kısmını Ermeniler teşkil etmekteydi. Buna karşılık Müslüman fırıncıların ekserisi de
Arnavut'tu. 1781 senesinde İs tanbul ekmek fırınlarının 6o'dan fazlasının sahibi Arnavut'tu"; Salih
Aynural, age, s. 1 1 9 ;
ı 9 Yedi tahıllı (Yu n . eptazimo), hamurunda nohut suyu v e ezmesi olan ekmek y a d a peksimettir.

lsTANBuL'UN ORTODOKS EsNAFı 91


birlikte, bütün İstanbulluların yediği harcıalem poğaçalar ve onun gibi haz­
mı zor, sağlığa zararlı börekler pişirilir.
Rumelililere ait Eminönü tarafındaki ekmek fırınları, Sakızlıların
Beyoğlu'ndaki ve Galata'daki fırınlarından geniştir. Çoğu zaman fırının
arka tarafında, değirmenciler esnafında tasvir ettiğim türden berbat bir de­
ğirmen bulunur.
Bu fırınlar fevkalade pistir. H emşehri ve genellikle akraba olan iş­
çilerin yaşadığı üst taraftaki odaya giren, uzanılacak ne bir sedir, ne de bir
döşek görmeyince şaşırır. Pis, iğrenç kokulu kalın halılar yatak, yorgan va­
zifesi görür. Gündüzleri bunların üzerine oturulur, geceleri bunların üze­
rine yatılır. Daima aynı paçavraları giyerler. Unun her deliğe nüfuz ettiği
bu berbat odalarda bin bir türlü haşarat işçilerle birlikte yaşar. Her tarafta
yağ lekeleri, her tarafta duman, her tarafta yıkanmamış yemek çanakları.
Arnavutların sade akşam yemeği de bu odada pişer. Çoğu, meslektaşları
olan hemşehrileri dışında aylarca kimse ile görüşmeden bu mekanda yaşar.
İstanbul'daki uzun süreli bir ikamet bile bu yabani adamları münzevi ha­
yatlarını terk edip şehirlilerin daha sağlıklı alışkanlıklarına yöneltecek kadar
ehlileştirememiştir. Köylü gibi yaşarlar, memleketteki hareketli hayat ile ka­
palı mekanda çalışmanın farklı olduğunu hiç düşünmezler. Halbuki o ha­
yatın alışkanlıkları burada hastalıklara ve çok kez vakitsiz ölüme sebebiyet
verir. Toplum bu işçilerin çoğunu heba ediyor. Fakat bu insanların kayıtsız­
lığını kim tedavi edecek? İ şçilerin hastalıklarına biraz ilgi ve merhameti iş
sahiplerinin katı yüreklerine kim telkin edecek? Hastalık peyda olduğunda,
boşuna masraf olmasın diye, evvela hastanın ölüp ölmeyeceğini öğrenmek
isteyen herkesi merhametsiz ve acımasız addederim.
Rumelili ekmekçilerin tümü uzun boylu, zayıf ve soluk yüzlüdür.
Meslektaşları Sakızlılar gibi sokak sokak dolaşıp kendi fırınlarının ekme­
ğini satarlar. Nerede işçi dolu bina varsa Arnavut ekmekçi üçayaklı sehpası
ve tablasıyla oradadır. Nerede şenlik, panayır varsa, halkın neşesine bigane
Arnavut, ekmekleri ve simitleriyle oradadır. Sakızlıdan güçlü kuvvetli ve sa­
bırlı olan Arnavut ne yağmurdan, ne de kardan korkar. Bu insanların sebatı
övgüye değer. Yağmur ya da soğuk yüzünden Arnavut ekmekçinin ortalık­
tan yok olduğunu kim görmüş ki? Karakışın soğuk akşamında, bir sokağın

92 R U M ELİLİ ESNAF
köşesinde, bir sundurmanın veya saçağın altında, son kalan somunu, son
simidi satmak için beklerkenki sabrına kim hayran kalmamış ki?
1841 senesinde hastaneye yatan hasta sayısı 1.500 iken ekmekçile­
rin sayısı 264'dü. Bunların 238'i Rumelili, fü Anadolulu, 2fü de Adalıydı
[Sakızlı], yani hasta sayısının % 17.6o'ını ekmekçiler oluşturuyordu. Hasta
sayısının 2.987 olduğu 1856 yılında ise hastaneye 210 ekmekçi yath, bu da
toplamın % isine tekabül eder. Bazen bir hastalık tek bir meslek erbabını
perişan eder. 184ı'de tüm hastaların ölüm yüzdesi 26,86 iken ekmekçile­
rinki yüzde 3o'du. H astalık Sakızlı ekmekçilere de sirayet etmişti ve ancak
1855'de, 1841 yılından daha yüksek sayıda Sakızlı ekmekçi hastaneye yath.

Kireççiler
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Rumelililer 154 81 68 45,64
Anadolulular 6 2
Adalılar
Yunanlılar
Yediadalılar
Yekıln 160 84 zo 6 45.46

Ziyaretsiz ölenler % 3,75

Hastaneye yatan kireççileri sayıları az olmasına rağmen ölüm oranı


fevkalade yüksek olduğundan kaydediyorum.
Çok sayıda Ermeni ve Müslüman da bu zanaatla iştigal eder.
Kireç ocaklarının çoğu Boğaz'ın Rumeli ve Anadolu yakasının ku­
zey sahillerinde ve Ü sküdar'ın arka cihetindedir.20 Mesafenin uzaklığından
dolayı buralardan kuruma gelenlerin sayısı azdır. Yatan kireççilerin çoğu,
Bizanslılar zamanından beri kireç ocaklarının bulunduğu ve hastaneye tak­
riben bir saatlik uzaklıkta olan Makrohori'dendir.21

20 lstanbul'un dört büyük kadılığından biri olan Üsküdar, Şile'den Karamürsel'e kadar, bütün Ana­
dolu yakasını kapsayan bölgenin adıydı. Boğaziçi'nde, Çengelköy, Çubuklu, Beykoz köylerindeki kireç
fırını ve kireççileri için bkz. lstanbul Ahkam Defterleri, İstanbul Esnaf Tarihi c. l, lstanbul Büyükşehir
Belediyesi Yayınları, lstanbul, 1997, s. 320 (30 Haziran-9 Temmuz 1784 tarihli hüküm).
21 Günümüzde Bakırköy.

lsTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFı 93


Boğaziçi'nden çıkarılan kireç iskelelere büyük kayıklarla, Bakırköy'ün
kireci ise hayvanlarla taşınır. Nakliye sırasında teknede bulunan veyahut hay­
vanların peşinden giden işçiler, rüzgarla uçuşan ince kireç tozunu teneffüs
ederler. Kireç işi yazın yapılır. Ocağın etrafında sonbaharın ilk yağmurlarına
kadar işçilerin barındığı kulübeler kurulur. Kış geldi mi kireççilerin ekserisi
memlekete döner, bir kısmı da yazın bu kadar zahmetle kazandığını meyha­
ne ve kahvehanelerde harcayarak bahara kadar vakit geçirir.
Bu meslek pek az zanaatkarı zengin etmiştir. Kireç, nakliye sıra­
sında aniden bastıran bir sağanaktan büyük zarar görür. Kah koca kayıklar
denizin ortasında terk edilir, kah kötü hava şartları nakliyeye mani olur ve
satıcı her iki durumda da zarar eder. Odun kıtlığı kirecin fiyatını çoğu za­
man satın alınamayacak kadar pahalılaştırır. Yerli kireççiler hala odun ve
çalı çırpı, nadiren de maden kömürü kullanırlar.
Hastaneye nakledilen kireççilerin sayısı diğer hastalarınki gibi art­
madı. ilk on üç yıllık dönem zarfında 73, son yıllarda ise 81 kireççi yattı.
Kagir bina inşaatı artınca kireç ocaklarının sayısı da arttı. Fakat bu ocakla­
rın çoğu, çalı çırpının bol olduğu Asya tarafındadır. Bakırköy' deki ocaklar
ise havalideki birkaç ucuz ve ehemmiyetsiz inşaattan ancak geçiniyor. Has­
taneye bu kadar uzak bölgelerde çalışan işçilerin nadiren yol masraflarını
karşılayacak paraları vardır. Demek ki kayıtlardaki kireççilerin çoğu Bakır­
köy' dendir.
Bu az sayıdaki esnafın tablosundan daha fazla bilgi elde etmemiz
maalesef mümkün değildir. Buna rağmen esnafın durumu, kirecin uzun
ömürlülüğe vahim tesirini apaçık gösteriyor.

Fı ıcılar
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Rumelililer 46 36 9 19.56
Anadolulular il 8 3
Adalılar 25 19 6
Yunanlılar 34 25 7 2 20,60
Yediadalılar 4 4
Yekun 120 22 25 21,36

Ziyaretsiz ölenler % 2,50

94 R U M E L İ Lİ ESNAF
Düşük ölüm oranından dolayı bu esnaf incelenmeyi hak ediyor.
Kayıtlardaki sayıları az olsa bile esnafı sağlıklı kılan ve uzun yaşamalarına
katkıda bulunan tüm alışkanlıkları göz ardı etmeden incelemekte fayda
vardır.
Şehrin muhtelif millet, farklı din ve mezheplerden oluşan nüfusun
hayat şartlarına aşina olanların kolaylıkla anlayacağı sebeplerden dolayı İs­
tanbul'da fıçıcıların sayısı azdır.
Fıçı, şarap, ispirtolu içecekler, Hıristiyanların tükettiği tuzlanmış ba­
lık, yağ, meyve ve sair bazı malların muhafazası için kullanılır. Müslüman­
lar şarap içmez, eğer canları çekerse evde değil dışarıda içerler. Tütsülen­
miş, kurutulmuş ve tuzlanmış gıdaları nadiren yerler. Dolayısıyla fıçıcılar
tamamen Hıristiyanlara ve Yahudilere çalışırlar. Ayrıca Avrupalıların fıçı­
larda muhafaza ettikleri çeşitli yağları, mesela zeytinyağım, keten tohumu
yağını ve sadeyağı biz tulumlarda saklarız, o yüzden fıçıya talep düşüktür
ve bu sebeplerden dolayı da kalabalık payitahtta fıçıcı esnafı azdır. Fıçıcı­
lar, Müslümanların ev ihtiyaçları için ufak tefek, harcıalem eşyalar üretirler.
Bu ustaların küçük dükkanları çoğu zaman Müslüman mahallelerindedir.
Büyük imalathaneler ise umumiyetle Galata cihetinde ve karşı sahildedir.22
İstanbul meyhanelerinin ve Müslüman sirkehanelerinin o devasa fıçıları bu
imalathanelerde üretilir.
Fıçıcı imalathaneleri ekseriyetle havadar, işlenen malzeme temiz­
dir. Mahalle komşularının günlük ev ihtiyaçları için imalat yapan küçük ve
boğucu dükkanlar haricinde diğerleri geniş ve aydınlıktır. Temiz hava her
yerden rahatça nüfuz eder, dükkanda çürüyüp havayı kirletecek malzeme
yoktur. Fıçıcı esnafı doğramacı esnafına benzer, her ikisinin tezgahları ve
işledikleri malzeme aynıdır.
Fıçıcıların çoğu evlidir ve İstanbul' da maaile yaşarlar. Bu zanaatkar­
lar eldeki kısıtlı imkanları ilaçlara ve hekime harcayıp hayatta kalmak için
zorunlu ihtiyaçları bile temin edemeyecek hale gelince, yani sefalet onları
mecbur edince hastaneye başvururlar.

22 Eminönü.

İSTAN B U L' U N ORTODOKS ESNAFI 95


Kumaş Boyacılan
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %a
Rumelililer 117 89 28
Anadolulular 10 7 3
Adalılar 9 9
Yunanlılar 4 2 2
Yediadalılar
Yekıln 141 108 33 23,35

Ziyaretsiz ölenler % oo

Kumaş boyacıları, kayıtlarda ziyaretsiz ölüm vakasının görünmediği


tek esnaftır.2ı
Envai çeşit kumaşın ithalatı ve kıyafet değişikliği sebebiyle boyacıla­
rın karlan son yıllarda fevkalade azaldı. 24 Hastaneye yatanların sayısı daha
evvelki yılların yansı kadardır. Boyahanelerin çoğu kapandı, hala faaliyette
olanlar ise işçilerini ve ailelerini ancak geçindirecek kadar cüzi bir kazanç
sağlıyor. Alafranga kumaşlara ve renklere gösterilen rağbet Türkiye' deki bo­
yahanelerin parlak ve solmaz renklerine olan talebi azalttı. Birçok yerli ima­
lat haksız yere ihmal edildi ve meslek erbabı günbegün fakirleşip perişan
oldu. Bu büyük bir kadirbilmezliktir. Mamafih bu malların, ithalatı sürekli
artan ve sırf boyacıları değil Türkiye'deki pek çok esnafı mahveden Avrupa
mamullerinden daha pahalıya imal edildiğini de belirtmem gerekiyor.
İstanbul'un büyük boyahaneleri, özellikle talebi çok olan kırmızı ku­
maşın boyandığı Fazlı Paşa'daki25 boyahanelerin çoğu, şirkete ortak olan
zanaatkarlar tarafından münavebeli çalıştırılırdı. Ortaklık paylan nadiren
başkalarına satılırdı. Ortağın ölümüyle iştirak payı, belli süreler çalışacak
kişiyi temin etmek zorunda olan aileye miras kalırdı.

Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 23,93 ve toplam 23.4o'tır.


23 Yazar ufak bir hata yapıyor, çünkü daha önce anlattı�ı Küfeciler esnafının tablosunda da "ziyaretsiz
ölen• hasta görünmüyor.
24 Avrupa kumaşlannın Osmanlı pazarını istilası hakkında bkz. Halil inalcık, Türkiye Tekstil Tarihi
Üzerine Araştınnalar, iş Bankası Kültür Yayınları/Tarih Dizisi, İ stanbul, 2008, s. 136-145.
25 Boyacıların bulunduğu Binbirdirek'ten Sultanahmet Meydanı'na kadar olan bölgenin adı. Bölgeye
Köprülü Fazıl Muştafa Paşa'nın (1637-1691) ihtişamlı sarayından dolayı Fazlı Paşa Sarayı denirdi. Fazlı
Paşa'daki boyacılar, özellikle kırmızı Cezayir ihramlarını boyadıklarından 18. yüzyıl kaynaklarında adla­
rı "ihram boyacıları" olarak geçer.

R U M ELİ Lİ ESNAF
Boyacıların çoğu Silivri ile Edirne arasında bulunan ve Kırkkilise26
denen kasabadandı.
Ortak olan zanaatkarların boyahanedeki çalışma süreleri tamam­
lanınca ya başka bir işe girip çalışırlar yahut da köye dönüp tarlalarını sü­
rerlerdi. İstanbul sakinleri yerli ya da şehirde boyanmış ithal kumaşları
kullanırken, şehrin boyahaneleri meslek erbabını zengin ediyordu. Bugün
ise boyacı esnafı işsizlikle boğuşuyor; boyanan kumaşlar az, boyalar da
kalitesizdir.
Tablodaki sayı, esnafın hayatı ve ölüm oranı hakkında daha fazla
bilgiyi edinmemiz için yetersizdir. Bu esnafı gelecek nesillerin bilgisi olsun
diye kaydediyorum.
İ stanbul boyahaneleri kalabalık mahallelerin orta yerinde inşa edil­
miş, düzensiz, karanlık ve alabildiğine rutubetli büyük ahşap binalardır.
Günümüzde çoğu harap durumda ve yıkılmak üzeredir. Çürümekte olan
binalar ve boyacıların her konudaki kayıtsızlığı mesleğin artık kazanç temin
etmediğinin açık işaretidir.
Kumaşların boyandığı devasa fıçılar binanın ortasında durur. Yaz
kış boya sularıyla ıslanan toprak zeminden nahoş bir koku yayılır. Ayrıca
boyada kullanılan hayvan menşeli bazı maddeler de boyahanelerin içinde
çürür.
Boyacılar genellikle, diğer imalathanedekilere benzer tavan ara­
sı odalarda yaşarlar. Zaten çalışmak için İstanbul'a gelen ve kazançlarını
idareli kullanan işçilerin çoğu bu boğucu mekanlarda yaşıyor. Yemeklerini
burada pişiriyor. Sıhhatlisi, hastası, karmakarışık bir halde hepsi bir arada
burada yatıp kalkıyor. Bu tavan arası odalarını okura sıkça hatırlatıyorum.
Bunlar nadiren temizlenen, inanılmaz pislikte döşek ve örtülerle ve her tür­
lü böcekle dolu mekanlardır. Yabancılar bu sefalete nadiren şahit olurlar, o
yüzden tasvir ediyorum, zira meslektaşları ya da akrabaları tarafından bu
mekanlarda tedavi edilen hasta zanaatkarları sık sık ziyaret etmişimdir.

26 1805 yılında Kırkkilise'nin [günümüzde Kırklareli] Skopos [günümüzde Üsküp] ve Afkar [günü­
müzdeki adı bulunamadı] köyleri Gricanlı [Kırcaali'li] Müslümanlar tarafından yağmalanınca, eskiden
beri kumaş boyamaktaki ustalıklarıyla tanınan Hıristiyan halk Boğaziçi'ne yerleştirildi ve köye Boyacı­
köy adı v<"rildi -Y.N.

İSTANBUL' U N ORTODOKS ESNAFI 97


Sütçüler, Kaymakçılar, Yoğurtçular
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %a
Rumelililer 580 399 161 20 28,80
Anadolulular 7 4
Adalılar 2
Yunanlılar
Yediadalılar
Yekun 59 0 4 05 165 20 29 ,00

Ziyaretsiz ölenler % 3,40

Sütçülerin kahir ekseriyeti Arnavut soyundandır; hayat şartları, örf


ve adetleri diğer memleketlileriyle aynıdır. Sattıkları ürüne göre sınıflara
ayrılırlar. Kimileri süt, kimileri kaymak, kimileri de yoğurt satar; fakat sütçü
dükkanlarında genellikle her üçü de satılır. 27
Okurun bu esnafın hayat şartlarını tanıması ve yüksek ölüm oranı­
nın sebeplerini anlaması için süt hakkında bazı şeyleri bilmesi lazım.
İstanbul'un etrafındaki küçük çiftliklerin çoğunda, her gün sütleri
pazara taşınan çok sayıda manda ve bir miktar inek beslenir. 28
Manda sütünün ağır kokusundan hoşlanmayıp inek sütünü tercih
edenler için ayrıca bazı ahırlarda ve ücra Müslüman ve Hıristiyan mahalle­
lerinde inek beslenir. Bu zayıf ve çelimsiz hayvanlar gün boyu şehrin dar
sokaklarında otlanırken evlerden atılan bilumum çürük zerzevat ve sair ar­
tıkları da mideye indirirler. Çürümüş, kokmuş çöplerin yığıldığı iskelelerde
dolanırlar, çöplüğü mekan tutmuş aç köpeklerle sık sık didişirler. Pek çok
kişi bu iğrenç ve muzır gıdaları yiyen bu hayvanın sütünü tercih eder; Arna­
vut sütçülerininkinden daha temiz zannedip bolca satın alıp hastalara içirir.
Yoğurt ve kaymak imalatında kullanılan manda sütü, hayvanlar ot­
laktan döndükten sonra akşamüstü sağılır. Sütçüler sütü gece yarısına doğ­
ru -yahut çiftliğin merkezden uzaklığına göre biraz önce ya da sonra- deniz

6 Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 28,75; toplam 28,96 ve ziyaretsiz ölenler 3,39'dur.
27 Yazarın "sütçü dükkanı" (Yunanca galaktopolio) dediği, Türkçede eskiden "kaymakçı dükkanı,"
günümüzde de "muhallebici" denen mekandır.
28 Son zamanlarda, sokaklarda keçilerle birlikte dolaşan bazı Maltalı sütçüler keçi sütü satmaya baş­
lamışlardır. Ayrıca Yenibahçe'nin Müslüman Çingeneleri hastalar için ezelden beri eşek sütü satarlar
-Y.N.

R U M ELİLİ ESNAF
veya kara yoluyla İ stanbul'a getirip sayıları bir hayli kalabalık olan Galata ve
Beyoğlu cihetindeki sütçü dükkanlarına ve kahvehanelere dağıtırlar. Müs­
lümanlar sabah kahvesine süt katmazlar, o yüzden süt kahvehanelerden zi­
yade sütçü dükkanlarına satılır; süte meraklı olanlar bu dükkanların müda­
vimidir. Nisan, mayıs aylarında mandıralar İstanbul yakınlarına taşınır ve
İstanbullular adet olduğu üzere koyun sütü içmek için mandıralara uğrar­
lar. Bu mevsimde kalabalık sütçü taifesi sokaklarda dolaşıp Müslüman ve
Hıristiyan ahalinin özellikle mayıs ayında doyasıya içtiği sütü satarlar. Eğer
İstanbul halkı Avrupalılar kadar süt içiyor olsaydı, şehrin etrafında beslenen
hayvanların sütü elbette kafi gelmeyecekti. Fakat İstanbul' da bir yılda içilen
sütün miktarı yoğurt ve kaymak tüketimine kıyasla çok azdır.
Sütlü mamul imalathaneleri, orta yerinde avlusu olan geniş ahşap
binalardır. Avlu, her sabah erken saatte gelen sütçü beygirlerin rahatlıkla
girebileceği büyüklüktedir. Ocak yakmak için gerekli odunlar bu avluda
istiflenir; toprak yoğurt çanakları buraya yığılır; bakır kap kacak burada
yıkanır; tavuklarla diğer evcil hayvanlar burada beslenir, gübreleri bu­
rada birikir. Yağmur yağdığında avlunun toprak zemini yeşile döner ve
iğrenç kokar.
Külliyetli miktarda kaymakla yoğurdun üretildiği bu mekanların ön
tarafında küçük bir dükkan vardır. Ocak üstünde, küçük bakır bir kazanda
müşterilerin ihtiyacına göre ayarlanmış bir miktar süt sürekli kaynar. Yan­
daki tezgahta, ince bir toz tabakasıyla ve rüzgarın taşıdığı her türlü pislikle
kaplanmış kaymak lüleleri durur. Ekmek, biraz şeker, birkaç tahta kaşık ve
birkaç alçak iskemle sütçü dükkanının bütün malzemesidir. Müşteriler, ka­
fes biçiminde bir bölme ile ayrılan dükkanın arka tarafında otururlar.
Alafrangalığın ailevi yaşamlarını, örf ve adetlerini henüz pek etkile­
mediği Müslümanların rağbet ettiği, o yüzden de bugüne kadar değişme­
yen İstanbul'un pasaklı sütçü dükkanları bunlardır.
Sütçüler, Müslüman ve Hıristiyanların genellikle kahvaltılarda tü­
kettikleri kaymağı satmak için her sabah sokakları dolaşırlar. Öğle vaktine
yakın dükkana dönüp yayvan kazanlarda pişirdikleri kaymaktan arta kalmış
süt suyundan ürettikleri yoğurdu satmak için hazırlanırlar. Yoğurdu koyu­
laştırmak için süt suyuna bazı yabancı maddeler ilave ederler ve böylece

İSTAN BUL'UN ORTODOKS ESNAFI 99


sütün sadece rengine sahip herkesçe malum yoğurdu üretirler. Katışıksız,
halis yoğurdun fiyatı İ stanbul'un fakir halkını genellikle ürkütür.
Çoğu esnaf gibi sütçüler de bin bir çeşit hile yapar. Birincisi, malları­
nı dirhemlerle birlikte taşıdıkları bol miktarda çakıl taşıyla tartmaktan hoş­
lanırlar; kaynadıkça buharlaşıp eksilen süte sıcak su ilave ederek zararlarını
telafi ederler. Bu kadar sulandırılmış ve yağsız bir sütten yoğurt yapmayı
sadece onlar becerirler. Halis olan bir tek kaymaktır, ne var ki burada da
çakıl taşları imdada yetişir.
Yine de yerli sütçülerin, Avrupa'daki meslektaşlarının kurnazlık ve
fesatlarından bihaber olduklarını itiraf etmeliyim.
Bu imalathanelerde çalışanların tümü hemşehri, pek çoğu da akra­
badır. Şehirlilerden ve içkili eğlencelerinden uzak yaşarlar. Herkese yetecek
kadar geniş olan bu mekanlarda yatıp kalkarlar. Fakat hem imalathaneler,
hem yatakhaneler insanı iğrendirecek kadar pistir.
Sütçüler, imalathane sahibi haricinde, sabahtan akşama kadar so­
kaklarda dolaşırlar, akşam vakti geldiğinde de işten eve dönenlere yoğurt
satmak için kalabalık çarşı ve pazarlarda toplu halde arz-ı endam ederler.
Sıkça yağmura yakalanırlar, ayakları mütemadiyen ıslaktır. Bilhassa kışın.
çamura batmış ayaklarıyla sağanak yağmur altında titreyerek ve avuçlarının
içine üfleyerek son kalan yoğurt kasesinin satılmasını bekleyenlerin manza­
rası insanı hüzünlendiriyor.

Rençperler
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %a
Rumelililer 3.061 2.212 738 III 25,00
Anadolulular 202 154 40 8 20,63
Adalılar 67 45 22 32,83
Yunanlılar 42 34 8 19,05
Y ediadalılar 59 43 16 27,12
Yekun 3-431 2.488 824 II 9 24 , 9 0
Ziyaretsiz ölenler % 3,50

a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 25,02; 20,62; 32,84; toplam 24,88 ve ziyaretsiz öl. 3>47'dir.

100 R U M E L İ Lİ ESNAF
Bu başlık altında, İstanbul civarında, Rumeli ve Asya yakasında, top­
rağı işleyenleri kaydettim. Bahçelerde çalışanları ise bahçıvanlar tablosunda
anlahyorum. Bir gün bir bağda, ertesi gün başka bir bağda çalışan, bugün
bağcı, yarın uşak, çoğu zaman da seyyar sahcı olan az sayıdaki Rumelili
bağcıyı da bu sınıfa dahil ettim.
İstanbul'un bağlan umumiyetle küçüktür ve bakımları sahipleri
tarafından yapılır. En verimlileri, çoğu Müslümanlara ait olan Üsküdar'ın
doğusundaki bağlardır. Rumeli sahili de boydan boya bağlarla kaplıdır, fa­
kat mesafenin uzaklığı bağcıların hastaneye başvurmasını zorlaşhrıyor. Bu
yüzden bu sınıfa kayıtlı bağcıların sayısı çiftçilere göre azdır.
H astane defterlerinde kayıtlı olan bilumum çiftçilere İstanbullu­
lar "rençper" der.29 Bunlar ekseriyetle Rumeli'den gelen meslekten çiftçi
Bulgarlardır. Başka yörelerden gelenlerin çoğu ise bu mesleğe zaruretten
sığınmış kimselerdir. Bulgar rençperler genellikle nisandan ekime kadar
çalışırlar, ardından, birçok Rumelilinin yaphğı gibi, memleketlerine döner,
yıl boyu şehirde kalmazlar.
Bu rençperlerle aynı adetleri ve hayat tarzını paylaşan, "orakçı" de­
nenı0 Bulgarlar İstanbul'a yaz başında gelip tahıl hasadında çalışırlar. Hasat
bittince kuzeye doğru yola koyulurlar, böylece hasat mevsiminin takriben
iki ay sonra başladığı memleketlerine varıncaya kadar yol boyu iş bulup ça­
lışırlar. Orakçıların çok azı hastaneye yattı. Bunlar diğerlerine kıyasla daha
kanlı canlı, çiftliklerde çalışan hemşehrilerinin yaşadığı sağlıksız mekanlar­
dan uzak, açık havada uyuyan, zinde, neşeli ve çalışkan insanlardır.
İstanbul'un Rumeli ve Asya yakasındaki çiftliklerin çoğu, Hıristi­
yanların kiralayıp ekip biçtiği Müslümanlara ait mülklerdir. Bunların bü­
yüklüğü çiftliğin tamamına ekilen tohumun miktarıyla ölçülür. Bu mülk­
lerde ekilebilen topraktan maada hayvanlar için otlaklar, ormanlar ve ziraata
müsait olmayan çorak araziler vardır. Türkiye'de, pek çok konuda olduğu
gibi bu geniş çiftliklerin büyüklüğü konusunda da muğlaklık hakimdir.
Araziler çoğu zaman yekpare değildir, başkasına ait toprak parçalarıyla bö­
lünmüştür. Bu da mülk sahibinin arazi parçalarını farklı zamanlarda sahn

29 Türkçesi yazara aittir.


30 Türkçesi yazara aittir.

lsTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFI 101


almış olmasından yahut da ondan kudretli bir komşu tarafından, itirazlara
rağmen, toprağın bir kısmına el konulmuş olmasından kaynaklanıyor.
Türkiye'nin bu büyüklükte ve verimlilikte Avrupa'da az kişinin
sahip olduğu mahsuldar çiftliklerinde, hala Orta Çağ tımar sahiplerinin
mağrur, kibirli havası hüküm sürüyor. Uçsuz bucaksız çiftliğin orta ye­
rinde beyin oturduğu taştan inşa edilmiş yüksek kule-ev uzaktan görünür.
Yaklaşan kişi, demir kapıları, demir pencereleri, kulenin müstahkem ve
tehditkar yapısını görür. Çiftliğin akropolü sayılan bu kule-ev parayı, beyi
ve ailesini koruyor. Binanın çevresi, büyük baş ve diğer pek çok evcil hay­
vanı korumak için yüksek ve sağlam duvarlarla çevrilmiştir. Keza duvarlar
sayesinde, yiyecek bulmak için bu ıssız meskenlere saldıran haydutlardan
ve bilumum eşkıyadan işçiler de korunuyor. Eşkıyanın talep ettiği yiyecek
genellikle verilir, yatacak ve gizlenecek yer gösterilir, aksi takdirde zaptiye­
den uzak olan bu çiftlikler mahsullerini yangından kaybetme tehlikesiyle
sıkça karşılaşırlar. Bir gün haydutların, ertesi gün onları kovalayan jan­
darmaların konakladığı çiftliklerin vaziyeti budur. H al böyleyken ve ikti­
darın gücü çiftlikleri canilerin intikamlarından koruyamadığı müddetçe,
bu mekanlar envai çeşit hayduda sığınak oluyor diye şikayet edilmesin.
Yüksek duvarlar ve müstahkem bina bu tehlikelere karşı inşa edildi. Ay­
rıca kule-ev beyi ve servetini çoğu zaman kendi Bulgar işçilerinin pusu ve
saldırısından da koruyor.
İstanbul'un çevresinde ve Türkiye'nin diğer vilayetlerinde, bulundu­
ğu mevkiinin tenhalığına, eşkıyanın serkeşliğine ve cezasız kalmasına bağlı
olarak az ya da çok tehlikede olan çiftliklerin vaziyeti budur.
Okurun, çiftlik sahibi ve işçilerin akıl almaz kayıtsızlığını anlayabil­
mesi için yüksek duvarla çevrili avluya girmesi gerekir.
Avlunun ortasında genellikle hayvanların su yalağı ve çeşme vardır.
Çeşmenin çevresi daima ıslak, çamur ve gübreyle kaplıdır. Hemen yanında,
yaz kış kullanılan karanlık, genellikle lağımsız ve rutubetli geniş mandıralar
var. Hayvanlar ya ıslak toprak zemin üzerinde ya da idrar ve gübreyi emmiş
tahtalar üzerinde yatar. Mandıraların bitişiğinde tozu her yere nüfuz eden
ahır, avlunun karşı tarafında ise zahire ambarları, tarım aletlerinin ve bi­
lumum malzemenin yığıldığı ardiyeler bulunur. Bunlardan maada avluda,

102 R U M E L İ Lİ ESNAF
gübre miktarını ve mekanın kötü kokusunu ziyadesiyle artıran tavuklar, ör­
dekler, kazlar ve bol miktarda güvercin gezinir.
İşçilerin sağlığı konusuna gelince, mandıralarda gördüğümüz kayıt­
sızlığın benzeriyle karşılaşırız. Bulgar işçiler, büyük odalarda, kirli halılar
ya da kalın yerli kumaşlar üzerinde yatarlar, zira döşek ve çarşafı bilmez­
ler, hatta bazıları ömürlerinde görmüş değiller. Bu yatakhaneler ekseriyetle
hemzemindir ve işçi günlük kıyafetiyle tahtaların üzerinde yatar. Çiftlikteki
işçilerden biri olan berber, haftada bir, cumartesi akşamı çalışanların saç ve
sakallarına intizam verir.
Rençperlerin yaşadığı mekanların durumu budur, gıdaları ise daha
da kötüdür. Mülk sahibi yemekten yaptığı tasarrufla çiftliğin karını artır­
mak isterken, çalışanın gücünü ve çalışma arzusunu azaltan, hazmı zor ve
yetersiz gıdanın sebep olduğu zararı hiç düşünmez.
Çiftlik çalışanların yiyeceği mülk sahibi tarafından karşılanır, dola­
yısıyla kilerlerde her zaman buğday, baklagiller, zeytin, peynir, bir miktar
da tütsülenmiş ve tuzlanmış balık bulundurulur. Çiftliğin bitişiğinde, bü­
yüklüğü işçi sayısına göre ayarlanmış bostanda, genellikle işçilerin yediği
lahana, soğan, pırasa, sarımsak ekilir. Et nadiren yenir; ekmek, zeytin ve
soğan işçilerin mutat gıdasıdır. Çiftliğin katışık unundan yapılan ekmek
esmer renk, çoğu zaman nahoş kokulu, yassı ve hazmı zordur. Bu ekmek
tarladaki işçilerin hemen hemen tek gıdasıdır. İş saatlerinde bir iki zeytin,
soğan ya da sarımsağı ekmeğe katık yapıp yerler. Akşamları umumiyetle
kuru fasulye, pırasa, kırmızıbiber ve kimi zaman zeytinyağıyla yapılmış bir
çorbanın etrafında otururlar. Ara sıra işçilere en adisinden biraz peynir da­
ğıtılır. Eti ve yumurtayı ancak büyük yortu günlerinde tadarlar. Bazı çiftlik­
lerde bol olan besi hayvanları ise beye ya da İstanbul pazarına mahsustur.
Bulgar rençperlerin yediği gıdalar ve yaşadığı mekanlar bunlardır.
Bu feci hayat yine de neşeli akşam toplantılarına ve yortularda yapılan aca­
yip danslara engel değildir.
Ağır hareket eden, dermansız işçileri gören, onların kötü beslen­
mekten bitkin ve mecalsiz olduklarını anlar. Çiftlik yollarında öküzleri gü­
den işçiye rast gelen ve kadidi çıkmış güçsüz öküzlerin çektiği çürük araba­
nın gıcırtısını duyan, toprak sahibinin işçilerin ve hayvanların beslenmesi

lsTANBUL' u N ORTODOKS EsNAFI 103


konusundaki umursamazlığını anlar. Eğer beyler çalışkan işçilerin gıdasını,
sağlığını ihmal ederlerse, bu bereketli toprakların semeresi de elbette az ola­
caktır. Aç kalanlar, hemcinsinin istifade ettiği nimetlerden yoksun kalanlar,
elbette hırsızlığa ve suiistimallere yöneleceklerdir. Beyleri zarara sokan ne
işçilerin suiistimalleri, ne de Avrupa'dan ithal edilen ve verimi artırmaya ya­
rayan mükemmel aletlerdir. Ezelden beri bereketiyle ünlü Rumeli toprakla­
rının verimi de azalmadı. Zararın sebebi, ilk kazma vuruşunda bitap düşen,
soluk ve ifadesiz yüzleri cansızlıklarını alenen aksettiren mecalsiz işçilerdir.
Eğer toprak sahipleri. işçilerin gıdası hakkında doğru bilgiye sahip
olsalardı, eğer insanlar ve hayvanların iyi beslendiklerinde, rahat mekanlar­
da yaşadıklarında iki misli verimli olduklarını bilselerdi, kanaatimce, çiftlik­
ler daha mahsuldar, biçare işçilerin ömrü daha uzun olacaktı.
Bu çiftliklerde sayısız ateşli nöbetli hummaı1 ve onun neticesinde,
tedavisi mümkün olmayan istiska vakaları baş gösterir. Ateşi düşürmek için
alınan bazı ilaçlar mideyi mahveder ve tıbbi bir tedavinin kurtarabileceği
pek çok işçi hastanede hayatını kaybeder.

Kürkçüler
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %a
Rumelililer 229 154 71 4 31,50
Anadolulular 12 8 2 2
Adalılar
Yunanlılar
Yediadalılar
Yekun 242 162 74 6 3 1,33

Ziyaretsiz ölenler % 2,50

Vaktiyle bütün Türkiye'de kürkçülerden daha zengin, müreffeh ve


kalabalık esnaf yoktuY Sermayeleri sınırsız, işçileri sayısızdı. Esnafın ka­
hir ekseriyeti Rum'du; sadece imalathane sahipleri değil, Rusya'nın kuzey

31 Belli aralıklarla gelen ateş nöbetlerine sebep olan sıtma; Osmanlıca tıp literatüründe hummıi-ı mun­
kata 'a olarak bilinirdi.
a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 31,56; toplam 31,36 ve ziyaretsiz ölenler 2,48'dir.
32 "Kürk ticareti daima zenginlik kaynağıydı. Kürk tüccarları [ . . . ) ekseriyetle Rum, iktidar üzerinde
daima muazzam bir nüfuz sahibiydi"; Skarlatos Bizantios, age, c. ı, s. 539 -Y.N.

104 ????
eyaletlerinden baha biçilmez kürkleri ithal eden tüccarlar da Rum'du. İs­
tanbul'un ferveH terzileri, özellikle küçük kürk parçalarını birleştirmek ve
dikmek hususunda Türkiye'nin en maharetli ustaları sayılırdı. Bundan do­
layı Türkiye'nin zengin Müslüman ve Hıristiyan ahalisi kürklerini daima
payitahttan satın alır, tamire muhtaç olanları da yine buraya gönderirdi. Hal
böyleyken, imparatorluğun bilumum kürk ihtiyacını karşılayan İstanbul
pazarı, ne yabancıların rekabetinden, ne de başka memleketlerde dikilmiş
kürklerin ithalatından korkardı.
İstanbul'un büyük çarşılarında her zaman sanatkarane dikilmiş kıy­
metli kürkler bulunurdu. Ustalar da ani bir moda değişikliğinden korkmaz­
dı, zira Türkiye'de yaşayan halkların geleneksel adetleri kolay değişmezdi.
Türkiye'nin her dinden, meslekten ve gelir düzeyinden halkı, mad­
di durumuna ve rütbesine göre kürk giyerdi. Kürk, sultanın resmi serpu­
şundan, Bulgar çobanın kaba postuna kadar herkesin kıyafetinde mevcut­
tu. Üstelik İstanbulluların ekserisi sadece kışın değil, yaz vakti bile evde
ince bir kürk giyerdi.l4 Kürkçülerin yaz kış devam eden işleri gerçek bir
zenginlik kaynağıydı.
Bu insanların günümüzdeki dehşet verici ölüm oranları, işsizliğin
ve yoksulluğun neticesi olduğu apaçıktır. Giyim kuşamın alafrangalılaşma­
sı, büyük miktarda yabancı menşeli kışlık esvap ithalatı bu esnafı yoksullaş­
tırdı, mahvetti.ıs Günümüzde İstanbul'a işlenmek üzere az sayıda kıymetli
kürk ithal edildiği gibi, Avrupa'dan değersiz kürklü esvaplar getiriliyor, böy­
lece esnafın perişanlığı günden güne artıyor.
Bugün hastaneye yatan kürkçülerin çoğu daha iyi bir kazanç temini
için meslek değiştirmekten aciz, artık kar etmeyen mesleklerinin iflah ol­
maz durumuna gözyaşı döken yaşlılardır.

33 Kürk; içi değerli kürkle kaplı giysi.


34 "Dedelerimiz sıcakta serin tutan birtakım kürkler bulunduğunu bilirlerdi. [ ... ) eski zamanda kürkün
yüz tarafı şimdiki ve hayvanlardaki gibi dışarıya değil de içe getirildiği için vücut [ ... ) yumuşak tüylerin
serinletici dokunuşundan bir güz mevsimi keyfi çekerdi!" Refik Halid Karay, "Çocukluğumda Yaz Kıya­
fetleri", Makyajlı Kadın, lnkilap Kitabevi, lstanbul, 2009. yeniden basım, s. ı6J.
35 "Kürk ticareti daima zenginlik kaynağıydı. Kürk tacirleri [ ... ), çoklukla Rum, Devlet'in nezdinde
her vakit seslerini duyururlardı [ . . . ) Lakin Türkiye'de vuku bulan değişikliklerden, bilhassa kıyafetlerin
değişiminden sonra bu lonca da çöktü ve kürkçüler. yirmi beş yıl önce nail oldukları tercihten bugün
yoksun d urla r"; Skarlatos Bizantios, age, c. ı, s. 539-540 -Y.N.

lsTANBUL' U N ORTODOKS EsNAFı 10)


Sermaye sahibi kürkçülerin imalathaneleri ve ardiyeleri İstanbul'un
han ve bedestenlerindeydi. Müslümanlar ve seçkin Hıristiyanlar için baha
biçilmez ferveler buralarda dikilirdi.
Günümüzde, şehrin cümle Müslüman ve Hıristiyan mahallelerinde
daha ziyade çevredeki halkın kürklerini tamir ederek geçinen ustaların kü­
çük dükkanlarına rastlanır. Bunlar aydınlık, fakat çok küçük mekanlardır.
Dükkandaki mallar ise yangın korkusundan dolayı az ve değersizdir.
Çok sayıda zanaatkar hanlarda çalışıyor. Hastaneye yatanların çoğu
ise sıradan kürkleri diken maaşlı terzilerdir. Bunların ekserisi İstanbullu­
dur. Ne var ki günümüzde birkaç aileyi ancak geçindirecek kadar kar temin
eden bu mesleği öğrenenlerin sayısı azdır.
Kürkçüleri şereflendirmek için, bu esnafın eskiden Amasya'daki ve
Patmos Adası'ndaki ünlü mektebin tüm maddi ihtiyaçlarını karşıladıklarını
belirteyim.36 Bugün bu maddi destekler kesildi. Fakat Vlaherna Ayazma­
sı'nını7 gelirleri (senede takriben iki yüz bin kuruş) eskiden de olduğu gibi
hala kürkçü esnafına tahsis ediliyor ve söz konusu meblağla pek çok yoksul
kürkçü ailesi geçiniyor.
Her ne kadar İ stanbullular kürklü giysileri, diğer geleneksel kıyafet­
ler gibi tamamen terk etmemiş olsalar da, bundan böyle müreffeh bir ömür
süren kürkçü ustalarını görmemiz mümkün olmayacaktır.
Yüzde 31,33 seviyesindeki ölüm oranı, daha evvel abacılardan söz eder­
ken işsiz ve yoksul ustaların ölüm oranı hakkında söylediklerimi doğruluyor.

36 fstanbul'un nüfuzlu, itibarlı ve varlıklı Rum Ortodoks kürkçü esnafı imparatorluğun pek çok bölgesinde
okullannın kurulmasına büyük maddi katkı sağladığı gibi, eğitim masraflannı üstlenir ve çoğunlukla okul­
lann mütevelli heyetlerini de atardı. Kürkçü loncasının katkılarıyla Sifnos, Edirne, Yanya dışında 172o'de
Filistin' de ve 1799'da da pek çok kürkçünün doğum yeri olan Silivri'de birer okul açıldı. Esnaf kasasından
yapılan bağışlar haricinde, zengin kürkçüler kişisel servetleriyle de cemaatin dini ve her türlü hayırsever
kurumlannı desteklerlerdi. Örneğin ı66r'de, "kürkçübaşı" unvanını taşıyan Kesriyeli [Kastorya] Manolaki
Kastoryanos (1610-1699). Fener'de özel bina sann alarak ve üç eğitmenin masraflannı üstlenerek "Megali
tou Genous Sholi" (Türkçede "Kırmızı Mektep" olarak bilinen Fener Rum Erkek Lisesi) okulunun yeniden
inşasına katkıda bulundu. İstanbul Rum kürkçü esnafının itiban o kadar büyüktü ki, hayırseverlerin çoğu
kurumlara bağışladıklan servetlerini kürkçü loncasının kasasına emanet ederlerdi. Lonca 19. yüzyıl sorıların­
da dağıldığında, loncanın gayrimenkul serveti Fener'deki liseye bağışlandı, Burazeli-Marinaku, age, s. 181 vd.
37 İstanbul, Ayvansaray'daki Rum Ortodoks kilisesi ve ayazması. Uzun süre Müslüman Çingenelerin
tasarrufu altındaki Ayazma r75o'de Rum kürkçü esnafının çabalarıyla geri alındığı için kilise ve ayazma­
nın yönetimi ile geliri bu esnafa bırakıldı; Manuil Gedeon, Eortologion, İstanbul, 1904, s. 248, zikreden
Burazeli-Marinaku, age, s. ı4ı.

106 RUM ELİLİ ESNAF


Rahipler
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl.
Rumelililer 80 52 25
Anadolulular 46 39 7
Adalılar 18 9 6
Yunanlılar 10 9
Yediadalılar
Yekun 1 54 10 9 7
Ziyaretsiz ölenler % 4 ,50

Hastaneye yatan rahiplerin sayısı azdır. Bir kısmı, Patrikhane tara­


fından bazen tedavi, bazen de gözaltında tuhılmaları için gönderilen zan­
lılardır. Çoğu diyakos,ı8 bazıları semt papazı ya da çevredeki kasabaların
başpapazlarıdır.
Kasabalarda ve İstanbul'un ücra mahallelerinde vazifeli rahiplerin
hayat şartları merhamete şayandır. Rahipler, rahat ve huzurlu bir ömür
geçirmelerine yetecek tahsisatı tedarik etmek için çaba sarf etmediğimiz
sürece ne bize, ne de onlara layık olmayan bin bir çeşit tertip ve hileye baş­
vurmak zorunda kalacaklardır. Papaza verilmesi farz olan akçeyi çiftçilerin
sızlanarak ödediği İstanbul havalisindeki yarı metruk, az nüfuslu köyler­
de rahibin nasıl geçinebildiğine hayret ederim. Papazlar bahçeden bahçe­
ye, tarladan tarlaya, mandıradan otlağa dolaşıp kilise esvaplarıyla, ellerinde
kutsal kitapla bereketli mahsul için dua ederler ve karşılığında bir dilenciye
verilen miktardan az bir mahsulle gönderilirler. Pejmürde kılıklı rahipten
iğrenir, para toplamasını ayıplar, feryat ederiz. Acaba başka geçim yolu olup
olmadığını düşünür müyüz? Bir rahip kazancıyla ancak üst baş alıp gıdası­
nı temin edebiliyorsa, cemaatin selameti ve evlatlarının dini terbiyesi için
çalışmaya gücü yetebilir mi? Şanlı, şöhretli bir eseri zinhar aç bir insan ya­
ratmamıştır. Semadaki yırtıcı kuşlar misali her yerde gıda arayan bu perişan
rahipleri ayıplamayalım. H alk, eğer rahiplerinin layıkıyla tahsil görmelerine

a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 32,47; 15,22; toplam 25,85 ve ziyaretsiz ölenler 4.55'tir.
38 Ortodoks ruhban sınıfının en düşük rütbeli üyesi.

)STANBUL'UN ÜRTODOKS ESNAFI 107


ve huzurlu yaşamalarına ihtimam göstermezse, bu fakir, aç ve biilaç insan­
lardan dini terbiye ve vaaz beklemesin.39
Rahiplerin, edepli, namuslu, ruh ve bedenen pir ü pak olmalarını,
bize ve evlatlarımıza rehberlik etmelerini arzu ederiz. Bizler, ebeveyne mu­
habbetli evlatlar olarak sıhhatli beslenmelerine itina gösterdiğimizde, onlar
da evlatlarına karşı hakiki birer peder olmayı arzulayacaklardır.
Hastanede yatan pek çok rahibin sefaletini gördüm ve kalben mütees­
sir oldum. Yabancı devletlerin çoğu rahiplerin iyi beslenmesine ihtimam gös­
terip papazların ve cümle ruhban sınıfının uzun ömürlülüğüne katkıda bulu­
nurken, bizim kayıtsızlığımız bu tablodaki yüksek ölüm oranından anlaşılıyor.

Se "sler
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %a
Rumelililer ı.081 761 297 23 28,06
Anadolulular !O 7 2
Adalılar 4 3
Yunanlılar
Yediadalılar
Yekıln ı.096 772 299 25 27, 9 0
Ziyaretsiz ölenler % 2,40

Tümüyle aynı milletin fertlerinden oluşmuş bu kadar kalabalık baş­


ka hiç bir esnaf kolu yoktur. [Ortodoks] seyislerin cümlesi Samakov ve hava­
lisinden gelen Bulgarlardır.
Müslümanların hizmetinde olan Hıristiyan seyisler çoktur. Fakat
Müslüman ileri gelenlerinin seyisleri genellikle Arap ve Yukarı Mısır'ın Eti­
yopya ahalisindendir. Bu seyislere Hıristiyanların ahırlarında da rastlanır.
Ne var ki, Hıristiyan meslektaşları kadar iyi maaş aldıkları halde, farklı dini
inanç ve hayat tarzı yüzünden Bulgarlarla geçinemezler.
Avrupa'nın hiçbir büyük şehrinde İstanbul'daki kadar seyis yoktur.
Yolların darlığı, eğriliği, inişli çıkışlı olması ve sokaklarla meydanların kaba

39 "Yunan ruhban sınıfı içler acısı bir cehalet içindedir; din eğitimi veren kurumlar nadirdir ve rahip­
lik sıfat ve rütbesini tevzi etmenin görülmemiş kolaylığı bu yoksul görevlilere duyulan saygının daha da
azalmasına katkıda bulunuyor." Charles Enault, age -Y.N. [Yazar sayfa numarası belirtmiyor].
a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 28,07; toplam 27,92 ve ziyaretsiz ölenler 2,28'dir.

10 8 R U M ELİ Lİ ESNAF
saba taş döşemeleri arabaların rahat geçişini engeller. Yükler hayvanlarla
taşınır, insanlar atla dolaşır. Şehirdeki at bolluğunun sebebi budur. Her ne
kadar limandaki ince ve zarif kayıklar eskiden beri İstanbul'un mutat nakil
vasıtaları ise de, ayrıca buharlı vapurlarla ucuza rahat seyahat etmek artık
mümkün ise de, bu muazzam büyüklükteki şehirde kara ulaşımının da can-
lı olduğunu unutmamalıyız. ·

Yukarıda, sürücüler kısmında, ahırların ve at pazarlarındaki karlı ti­


caretin Müslümanların elinde olduğunu söyledim. Bulgar seyisler, çoklukla
özel kişilerin ahırlarında çalışan maaşlı hizmetkarlarıdır. Çalışkan ve idareli
olanlar tasarruflarıyla, bilhassa Beyoğlu'nda ve diğer bazı Hıristiyan mahal­
lelerinde kiraya verdikleri atları satın aldılar.
Seyisler geceleri atlarla birlikte ahırın bir köşesinde ya da samanlık­
taki merdivenin altında yatarlar. Ahırların çoğu loş ve rutubetli mekanlardır,
zira yaşadıkları mekanları umursamayanlar hayvanlara da daha az ihtimam
gösterirler. Türkler daha geniş mekanlara sahip olduklarından ahırları da
ekseriyetle geniş ve havadardır, Hıristiyanlarınki ise kapkaranlık ve daracık­
tır. Atların mutat gıdası olan saman ile arpa bu ahırlarda muhafaza edilir.
Ahırlarda umumiyetle lağım olmadığından sıvı ve katı artıklar günlerce at­
ların ayakları altında kalır ya da ahırın bir köşesinde günlerce yığılı durur.
Bu kayıtsızlığı, seyislerin sağlığını tehdit ettiği için anlatıyorum.
Seyisler, sadece bizim buralarda değil, her yerde ayyaş, pürhiddet ve
berduş adamlardır. Bazı istisnalar dışında, çoğu ailesini memlekette bırakır
ve İstanbul'da bekar hayatı yaşar. İçki yüzünden sık sık işten kovulurlar,
yoksulluğa ve iflah olmaz sefalete düşerler. Meslekleri o kadar zahmetlidir
ki, sadece gençler ve güçlü kuvvetli olanlar hakkiyle icra edebilirler. Meslek­
te uzun süre kalabilenler bilahare arabacı ya da ahır sahibi olurlar.
İstanbullu seyis, efendisinin atını yayan izler. Halbuki Avrupa'daki
süvari, eğer ahır sahibiyse seyisini de ata bindirir. Burada ise atın örtüsünü
taşıyarak nefes nefese atın peşi sıra koşar. Bazen sağanak yağmur altında,
çamura bata çıka, eli atın kaba etinde gün boyu efendisinin yanından ayrıl­
maz. Efendi attan inince, seyis teri kurusun diye atı gezdirir. Çoğu zaman
saatlerce yağmur ve kar altında bekler, kış gecelerinin dondurucu poyrazın­
dan korunmak için bir saçak altı bulursa şanslı sayılır. Seyislerin ayakları

lsTANBUL'UN ORTODOKS EsNAFı 109


sürekli soğuk ve ıslaktır, zatürreeye, zatülcenbe ve vereme yakalanmaları da
bu yüzdendir. Ahırlara geri döndüklerinde ne üst baş değiştirmeleri, ne de
o pis yataklarında dinlenmeleri mümkündür.
Müslüman ileri gelenlerin ve onların alışkanlıklarını taklit etmek
için yarışan Hıristiyanların hizmetindeki seyisler bunlardır. Bu zahmetli
mesleği genç ve kuwetli olanlar haricinde kimse icra edemez. O nedenle en
ufak bir rahatsızlık dahi seyisin çalışmasını engeller. Bu yüzden ve yukarıda
sözünü ettiğim ayyaşlıklarından dolayı sayısız seyis boşta gezer; işsizlikten
eşkıyalığa sığınır, mahpushaneye düşer ve akciğer marazından ölür.
Seyislerin hayat şartları, son derece yüksek ölüm oranını açıklıyor.
Berbat, pis, rutubetli ahırlarda yatmak, gündüz çekilen meşakkat ve sefih
bekar hayatının malum düzensizliği son derece yüksek ölüm oranını açık­
lamaya yeterlidir.

Tütüncüler4°
Yatan Taburcu ölen Ziyaretsiz öl.
Rumelililer 240 174 54 !2
Anadolulular 105 84 20
Adalılar
Yunanlılar 3
Yediadalılar
Yekun 348 261 74 13 22, 5 0

Ziyaretsiz ölenler % 3 ,71

Bu kalabalık esnaftan hastaneye yatan azdır. Sebebi de tütüncülükle


iştigal eden sayısız İstanbullunun evinde tedavi görmesidir. Tütüncüler nadi­
ren ve genellikle maddi güçleri hastalık masraflarını karşılamaya yetmediğin­
de kuruma başvururlar. Tedavisi mümkün olmayan hastalıklardan muzdarip
olanlar ise son nefeslerini vermek üzere hastaneye sevk edilir. Zira aile, ileri­
de eş ve yetimlerin geçimini sağlayacak akçeyi heba etmek istemez. Tütüncü­
lerin hastaneye yatışının sebebi genellikle budur ve tablodaki ölüm oranları,
bilhassa Rumelililerinki, o yüzden yüksektir. Yatan 240 Rumelili tütüncüden

40 Osmanlıca kaynaklarda tütüncü esnafı duhane< ya da duhanforuş olarak geçer.


a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 23,68; toplam 22,09 ve ziyaretsiz ölenler 3,74'tür.

110 RUM ELİLİ ESNAF


ı2'si, yani % 5'i nakledildikten hemen sonra vefat ederken [ziyaretsiz ölen],
yatan 105 Anadoluludan sadece biri nakledildikten hemen sonra vefat etti.
İstanbul'da tütüncülerden daha kalabalık bir esnaf yoktur.4' Şehrin
her köşesinde tütüncüye rastlarız. Bütün haftalık pazarlarda tütün satılır.
Bu büyük şehrin nüfusu ve içilen tütün miktarı hesaplandığında durum hiç
de tuhaf değildir. Günümüzde aşırı tütün tüketimine sebep olan nargile pek
çok kişi tarafından terk edildiyse de sigara kağıdı tütün içimini kolaylaşhrdı.
Tütün, Kırım savaşından beri, hem tüketimi hem de yabancı memleketlere
ve Tuna boyu ülkelerine ihracah arttığından diğer Türk mallarına kıyasla
fiyatı en çok yükselen ürün oldu. Tütüncüler ziyadesiyle zenginleştiler, za­
ten hastaneye yatanların azlığı, yoksulluğun bu esnafa musallat olmadığını
açıkça gösteriyor.42
Tütüncüler iki sınıfa ayrılır: tüccarlar ve dükkancılar. Tütün tüccar­
larının ambarlan çoklukla Zindan Kapı'nın yakınındaki Tütün Gümrüğü
denen sahildedir. Ambarlar, malın muhafazasına uygun, taştan, loş ve ru­
tubetli binalardır. Bu sınıf hakkında yazmayacağım, çünkü hastane kayıtla­
rında nadiren görünürler.
Yukarıda bahsettiğim gibi, şehrin her tarafında mebzul miktarda
tütüncü dükkanı vardır. Kiraların ucuz olduğu Müslüman mahallelerinde­
ki birkaç büyük dükkan haricinde diğerleri genellikle küçüktür. Tütüncü,
müşterilerin günlük ihtiyacına göre kıyıp sattığı, her kaliteden tütün balya­
larını dükkanda bulundurur. Nadiren başka mal satar. Yine de bazı Müs­
lüman tütüncüler, tütünün yanı sıra ıtriyat, kahve, şeker ve buna benzer
öteberi satar. Gerçek tütüncü ise sadece tütün satışıyla iştigal eder.
Dükkanların üst kısmında, bekar ya da bekar hayatı yaşayan Anado­
luluların gece yattıkları, bazen oda oda bölünmüş küçük bir mekan var. Tü­
tünler kurusun diye bu odalara serilir, pek çok tütüncü serilmiş tütünlerin
üzerinde uyur.

4ı lstanbul'un cümle tütüncü esnafı takriben 13.000 kişidir -Y.N. [Yazar kaynak belirtmiyor].
42 Tütüncülerin ikbali uzun sürmedi, mali iflasın eşiğindeki Osmanlı Devleti'nin dış borçlarını denet­
leyen Duyün-u U mumiye kurumu ve üç yabancı bankanın ortaklığıyla ı88J'te kısa adıyla Reji olarak
bilinen Müşterek-ül Menfaa İ nhisan Duhanı Devlet-i Aliye-i Osmaniye kurulunca tütünün serbest ticareti
yasaklandı. Reji'nin tekeli tütüncü esnafının sonu oldu. ı873 yılında Rum Ortodoks Patriğin seçiminde
yer alıp ağırlığını koyabilecek kadar güçlü ve varlıklı olan tütüncüler loncası, ı9oı'deki seçime katılmak­
tan bile acizdi; bkz. Burazeli·Marinaku, age. s. 51.

İ STANBUL0UN ORTODOKS ESNAFI 111


Dükkanlar umumiyetle temizdir, çünkü müşterilerin çoğu tütün de­
nemek için dükkanlara girer. Bu yüzden zengin müşterilerin uzun saatler
geçirdikleri kimi Müslüman mahallesindeki ve işlek çarşılardaki dükkanlar
geniş, havadar ve tertiplidir. Dükkan temizliği konusunda hiçbir esnaf tü­
tüncülerden üstün değildir.
Boğaziçi'nin küçük köylerinde ve Rumeli kasabalarında tütüncüler Ka­
radeniz bölgesinin düşük kaliteli tütününü satarlar; bunlar Türklerin "aktar"
dediği esnafa benzer ve tütünün yanı sıra köylülerin ihtiyaç duyduğu diğer bazı
mallan da satarlar. Küçük kasabalarda bakkal aynı zamanda tütüncüdür.
Meyhanecilerin ayyaşlığı gibi, tütüncülerin de ifrat derecesinde tü­
tün içme alışkanlıkları vardır. Tütünün insan sağlığına tesiri henüz belli
değildir. Tütünün zararını ispat etmeye çalışanlar, içkinin zararları hakkın­
da söylenenleri tekrarlarlar. Birbirlerine zıt görüşleri savunan hekimler ve
ilim adamları şarabın ve tütünün üzün ömürlülüğe zararlarını ispat etmeğe
boşuna uğraşıyorlar.4ı
Bizim memleketlerde zararlı içki alışkanlığını azaltmaya, şarapçıla­
rı ve ayyaşları uslandırmaya yönelik tavsiyeler nadiren başarılı olmuştur.
Çocukların gözyaşları, eşlerin yalvarmaları ayyaş babayı içkiden ve hayvani
kayıtsızlıktan tövbe etmeye nadiren muvaffak olmuştur. ifrat derecesinde
içilen içkiden bahsederken, ihtiyatlı kullanımı yararlı, hatta birçok hastalığa
deva olan şarabı kötülemekten imtina edelim.
Tütün için de aynısını söylüyorum. İçki gibi tütünün de ifratı zarar­
lıdır. İştahı keserek, vücudu kurutarak çoğu vakit zafiyete ve hastalığa sebe­
biyet verir. Tütünden vazgeçmeyi başarmış azılı tütün tiryakilerinin iştahı
yeniden açıldı, rahatsız edici balgamlı öksürükleri geçti. Bu hastalan ben de
çok gördüm. Bunları söylerken tütünün makul kullanımını kötülemek ni­
yetinde değilim. Günümüzde Türkiye'de tütün kullanmayanlar azdır. Baş­
ka sebeplerden ortaya çıkan hastalıkları tütüne atfetmek yanlış olur. İtidalle
tüketilen tütün yararlı mıdır, zararlı mıdır? Bu konuda hiçbir malumahm
yoktur. Mamafih aşın kullanımının muhtelif hastalıkların müsebbibi olabi­
leceği kanaatimce itiraz kabul etmez bir gerçektir.

43 Yazarın, bazı yabancı bilim adamlarının bu konudaki görüşleri ve dönemin tartışmalarıyla ilgili
notları konumuzla ilgisi olmadığından özetlenerek çevrildi.

112 R U M ELİLİ ESNAF


Artık harcıalem olan ince sigara kağıdı, bilhassa yabancı tütünlere
kıyasla [yerli tütünün] daha hafif olduğu Türkiye' de sanırım tütün içmenin
en sağlıklı yoludur. Tütünün [dumanının], nargilenin kokuşmuş sularına
karışmadan doğrudan ağza ve ciğere gitmesini temin eden bu usulün de­
vam etmesini temenni ederim.
Büyük tütüncü dükkanlarında, tütünü kıyan "kıyıcılar"44 çalışır. Bu
son yirmi alh yılda hastaneye sadece 46 -Anadolulu ve Rumelili- kıyıcı
yath. Bu sayı inceleme için asla kafi değildir. Küçük dükkanlarda kıyım işini
dükkan sahibi yapar. Çoğu Ermeni olan kıyıcılar ise müdavimi çok olan
dükkanlarda çalışır.
Nargile ile içilen bir tütün çeşidi olan tömbeki, İran' dan getirilir ve
İstanbul'da hem Türkler, hem İranlılar tarafından sahlır.

Bahçıvanlar
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %a
Rumelililer ı.530 ı.006 444 80 30,64
Anadolulular 52 38 12 2 24,00
Adalılar 78 53 25 32,05
Yunanlılar 35 24 II
Yediadalılar
Yekun ı.695 I.121 492 82 30 .43
Ziyaretsiz ölenler % 4,87

Taşradan gelip de bahçıvanlıkla uğraşan Anadolulu pek azdır. Ka­


yıtlarda görünenler ya ekmek parası için bu mesleğe sığınan işsiz fukara
işçiler ya da bahçelerde yevmiye ile çalışan gündelikçilerdir. Anadolulu İ s­
tanbul'da toprakla uğraşmaktan genellikle hazzetmez, başka herhangi bir
mesleği tercih eder.
Adalı bahçıvanların tümü Sakızlıdır. Boğaziçi'nin köylerinden, Ye­
şilköy ve Adalara kadar her yerde çok sayıda Sakızlı bahçıvan çalışır. Bu
insanların yaşadığı hayah ve mutat beslenme alışkanlıklarını bilenler, kayıt­
lardaki sayı azlığının sebebini kolaylıkla anlarlar.

44 Türkçesi yazara aittir.


a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: Rumelililer 30,62; toplam 32,50 ve ziyaretsiz ölenler 4,84'tür.

lsTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFı 113


Sakızlı bahçıvanların hemen hemen tümü M üslümanlara ve
H ıristiyanlara ait bahçelerde aylıkla çalışır. Rumelililerden daha akıllı
olduklarından, çiçekçilikte ve Boğaziçi'nin sahil köylerindeki hırunçgil­
lerin yetiştirilmesi konusunda daha mahir oldukları kabul edilir. Müs­
lümanların çiçeklere düşkünlüğü malumdur; M üslümanların adetleri­
ni izleyen Ermeniler de onları taklit ederler. Dolayısıyla bu bahçelerde
çalışacak, genç yaştan itibaren bu işlerle meşgul olmuş Sakızlı bahçı­
vanlara talep büyüktür. Pek çoğu maaile çalıştıkları bahçelerin ufak
müştemilatlarında ya da efendinin meskeninde yaşar. Şehir içindeki
Müslümanlara ait büyük bahçelerde çalıştıklarında ise aileleriyle birlik­
te bahçedeki alçak kulübelerde yaşamalarına müsaade edilir, ne var ki
işçilerin iyi ahlak sahibi olması ve aileyi ziyarete gelen erkek akrabala­
rın az olması şarttır.
Bazıları bahçe satın aldılar ve satmak üzere ağaç, çiçek ve her nevi
nadide bitki yetiştirdiler. Hatırı sayılır servet kazananlar, seralarında, talebi
ve karı yüksek makbul çiçekler ve bitkiler biriktirdiler. Bu bahçelerin çoğu
Tatavla'nın eteklerinde ve Kasımpaşa'nın sağlıksız vadilerinde bulunuyor.
Bu vadilerde çalışan, ayrıca Sakız' dan gelen çok sayıda bahçıvan Müslüman
ve Hıristiyanların hizmetine girer.
H astalanan maaşlı bahçıvanların çoğu yaşadığı fakirane evinde,
bazen de efendilerinin hanesinde tedavi görür. H astaneye yatan sa­
kızlıların azlığı bu yüzdendir. Durum bu olmasaydı, yatanların sayısı
Rumelili bahçıvanlarınkinden daha yüksek olmasa bile ayni seviyede
olabilirdi; yine de tablodaki sayı İ stanbul'da çalışan S akızlı bahçıvan
sayısına göre düşüktür. Şunu da belirteyim ki, S akız'dan İ stanbul'a ge­
len bahçıvan, limon satıcısı ve ekmekçilerin çoğu lafazan ve derbeder
adamlardır.
Sakızlı bahçıvanların tasvir ettiğim rahat hayat şartlarına rağmen
ölüm oranlarının Rumelililerinkinden yüksek olduğu görülüyor.
Avrupa'nın hiçbir büyük şehrinde, pazarlara ve meskUn semtlere
yakın bu kadar çok bahçe ve bahçıvan yokhır. Suriçinde, özellikle Marmara
surları içinde, envai çeşit sebzenin yetiştirildiği bostanlar vardır. Bizanslıla-

R U M E L İ Lİ ESNAF
rın bütün limanları, Sofianon45 Bukoleondos46 ve Samatya ile Kondoskali­
on47 arasında yer alan diğerleri, zamanla toprakla doldu ve gayet mahsuldar
bahçeler hasıl oldu. Müslüman ve Hıristiyan ahalinin ticaretin canlı olduğu
semtlere taşınmasıyla nüfusun azaldığı Kara Surları'nın içinde küçüklü bü­
yüklü bahçeler peyda oldu. Bu bahçelerin çoğu evvelden Müslümanlara ait
kaşanelerdi. Saldırı, fakirlik, ölüm, çoğu kez de yangın sebebiyle bu muh­
teşem köşkler ihmal edildi, çiçek tarhları ve onca meyve ağacı kurudu. Ni­
hayetinde araziler Rumelili bahçıvanların eline, yetiştirdikleri mahsuller de
zerzevatçıların eline geçti. Müslüman mahallelerin içinde ve bazı Hıristiyan
mahallelerinin yanı başında bulunan bunca bahçenin hikayesi budur. Mes­
kun mahallerden uzak ve Kara Surları'nın yakınındaki bazı araziler ise ka­
dimden beri bahçeydi ve sahipleri Tersane-i Amire'ye senelik vergi öderler.
Bu arazilerde ev inşa etmek yahut yeni bir mahalle kurmak için devletten
ruhsat almak epeyi zordur.
İstanbul'dan bihaber olanlar için şunu da söylemeliyim ki, taham­
mülfersa kira bedelleri ve bugüne kadar duyulmamış arsa fiyatları, özel­
likle işlek çarşılar ve Galata ile Beyoğlu cihetindeki Hıristiyan mahalleleri
için geçerlidir. Bu fahiş fiyatların müsebbibi ise devlet nizamnameleriyle
Hıristiyan ve Müslümanların48 dini adetleridir. Kara Surları'nın kapılarına
giden ıssız yollarda gayet cüzi fiyata satılan, fakat alıcısı çıkmayan yüzler­
ce dönümlük bahçelere, harabeye dönmüş bahçeli ahşap köşklere rastlarız.
Bunları Müslüman'dan başka kimsenin satın almasına müsaade edilmez.
Halbuki onlar, şehrin herhangi bir Müslüman mahallesinde, her zaman
ehven fiyatta geniş ev ve bahçe bulabilirler.
Bütün bunlar esas İstanbul içinde bahçelerin çoğalmasına sebep
oldu. Bugün Müslümanlara ait merkezden uzak birçok ev yıkılıp arsaları
zerzevat bostanlarına dönüştürülüyor.

45 Kesin olmamakla birlikte günümüz Kumkapı sahilinde bulunan ve 6. yüzyılda i l . l ustinos


tarafından genişletilerek eşinin adını (Sofıa) verdiği liman. ır. yüzyılda söz konusu limana ek olarak
Kondoskalion adı verilmiş; bkz. Wolfgang Müller-Wiener, İstanbul'un Tarihsel Topogra.fiıası, Yapı Kredi
yayınları, İstanbul, 2002, s. 56-6J.
46 Cankurtaran ile Kumkapı arasındaki Bucoleon sahil sarayının önünde bulunan liman.
47 Kumkapı.
48 Yazar ikinci ve son kez "Müslüman" sözcüğünü kullanıyor (çeviride yer alan "Müslüman" sözcüğü
Yunanca metindeki "Osm;ınlı"nın karşılı�ıdır) ve iki farklı dini kimlikten söz ediyor.

İSTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFı IIS


Kara Surlan'nın dışında, Yedikule'den Eyüp'e kadar sur boyunca,
İstanbul'un tatlı ve leziz sebzelerinin yetiştiği sayısız bahçe vardır. Sur dip­
lerinde, Bizans imparatorlarının antik hendekleri içinde zerzevat ayrıca
incir, ceviz ve başka pek çok meyvedar ağaç yetişir. Kağıthane derelerinin
geniş ovalarında bahçeler bol ve verimlidir. Boğaziçi'nin Rumeli yakasında,
dağlardan inen derelerin oluşturduğu verimli ovalarda bolca sulanan bah­
çeler vardır. İstanbul' da yazlar kurak geçtiğinden bahçeler için alçak, nemli
ve sağlıksız mekanlar tercih edilir.
Prens Adaları'nın karşısındaki Asya sahillerinde kasabaların etrafı,
dağlardan inen derelerle sulanan bostan ve bahçelerle doludur; yüksek yer­
ler ise bağlar, vişne ve kiraz ağaçları için daha münasiptir.
Düzlük yerdeki bahçelerde, evvela gelen geçen cezasız meyve çalabil­
diği, ikincisi sebzeler meyveden daha karlı olduğu için meyve ağaçları azdır.
Bütün bunlar kayıtlarda görünen bahçıvan sayısının büyüklüğünü
açıklıyor.
Mülk sahibi bahçıvanların çoğu Arnavut'tur. Az sayıda Bulgar da
var, fakat onlar ekseriyetle çiftliklerdeki maaşlı işçiliği ve çobanlığı tercih
eder, ara sıra da gündelikçi olarak bahçelerde çalışırlar.49
Arnavut bahçıvanlar memleketten işçi, genellikle akraba getirip bah­
çelerde hep birlikte çalışırlar. Arnavutların -ve daha birçoklarının- kadim
adetleri üzere mülkler iki ortağa aittir ve sılaya münavebeli olarak giderler.
Bahçıvanlar, istisnasız, işçileriyle birlikte bahçede yaşarlar. Yatıp
kalktıkları kulübe tek katlı ve genellikle bahçenin orta yerindedir. Yatak­
hanelerin yanında ahır ve tohumlar ile ufak tefek alet edevatın konulduğu
ambar vardır. Kulübenin önünde, çoklukla güneye bakan tarafta, pazara gi­
decek sebzenin yığıldığı, küfelerin atıldığı ve kurutmak üzere tohumlukla­
rın asıldığı üstü kapalı bir avlu bulunur.
Yaz aylarında bahçıvanlar, odaların böceklerinden kurtulmak için
açıkta uyurlar. Kimi bahçelerde, bağ bozumunda bağlarda gördüğümüz
cinsten yüksek kazıklar üstünde, etrafı gözetleyebilecekleri kaba döşekler

49 18. yüzyılda lstanbul'un özel bahçe ve bostanlarında çalışanların milliyeti hakkında bkz. Arif Bilgin,
"Osmanlı Dönemi İstanbul Bostanları, Bir Giriş Denemesi" Yemek ve Kültür, sayı 20, Çiya Yayınları,
İ stanbul. ilkbahar 2010. s. 86-97.

116 R U M ELİLİ ESNAF


kurarlar. Yatakhaneleri toprakla hemzemin loş odalardır. Bir köşede pis
bir ocak, yanında da kirli mutfak kap-kacağı durur. Zemin döşemesizdir;
işçi, yatağı alçak iskemleler üzerinde kurup yükselterek yahut altına sa­
man ve kuru yapraklar sererek selameti bulur. Bu loş ve kuzey rüzgarın­
dan mahrum odalarda kışın bir sürü insan üst üste, hatta kimi zaman
atlarla birlikte uyur.
Bu kanaatkar ve sağlıksız hayat yoksulluktan kaynaklanmıyor. Aklı
başında ve işine düşkün olan bu insanların çoğu asgari düzeyde para har­
car. Kazançları çok az olan ihtiyaçlarını karşılamaya genellikle yeter, ayrıca
ektikleri zerzevatlar da her zaman alıcı bulur. [Rumelili] bahçıvanların -ve
duvarcı hemşehrilerinin- cimriliği, tasarruf etme azimleri o derecedir ki,
hem sağlıklı gıdadan, hem yeterli giyim kuşamdan mahrum kalırlar. Üst
başları ıslandığında nadiren değiştirirler; yerli ayakkabıcıların imal ettiği
ince ve adi pabuçlar içindeki ayakları kışın devamlı ıslaktır.
İşçilerin gün boyu durmadan bahçelerde çalıştıktan sonra, kokusu
ve akıl almaz pisliğiyle içeri adım atanı gerisin geriye iten bu tiksindirici
odalarda nasıl dinlenebildikleri hayrete şayandır. Yiyecekleri pek sade ve
umumiyetle bahçede yetişen zerzevattan ibarettir. Etin fiyatından korktuk­
ları için ekseri hazmı zor olan tuzlanmış balıkları yerler. Zeytin ve zeytinya­
ğı en sıradan gıdalarıdır.
Bahçıvanların yüksek ölüm oranlarını incelerken, bahçelerin bulun­
dukları mekanlar hakkında yukarıda yazdıklarımı okura hatırlatmak isterim.
Hastaneye yatan bahçıvanların çoğu ateşli nöbetli hummadan muz­
dariptir. Bazıları da hummanın mahvedici neticeleri olan dalak büyüme­
sinden, istiska ya da anazarkadan5° acı çeker. Bunların çoğu bataklıklara
yakın olan bahçelerden ve hummanın sık görüldüğü vadilerden gelir. Eğer
hastalığa yakalananların ekserisi ölüyorsa, humma ateşinin ilk emarelerini
umursamadıklarından ve mideyi mahveden akla mugayir ilaçlar kullandık­
larındandır. Hastalık ancak önemli bir iç uzva zarar verdiğinde, karınları
şiştiğinde, önemsemedikleri hummayı hesaba katmadan bu arazların teda­
visini talep ederek hastaneye başvururlar.

50 Hücre dokularının sıvı ile dolması. yaygın ödem.

İSTANBUL' U N ORTODOKS ESNAF!


Kasaplar
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Rumelililer 976 739 213 24 22,33
Anadolulular 2
Adalılar 2 2
Yunanlılar
Yediadalılar
Yekun 9 82 744 214 24 22,33

Ziyaretsiz ölenler % 2-44

Rumelililer haricinde tablodaki diğer kasapların tümü Kırım Savaşı


esnasında hastaneye yattı.
İ stanbul'da çalışan Rumelili kasapların ekserisi, kasabalarıyla birlik­
te takriben 150.000 nüfuslu Arnavutluğun Ergiri şehrindendir.
Bu meslek dindaşlarımızın [Ortodokslar] ve Müslümanların elin­
dedir. Müslüman kasaplar çoğunlukla Anadoluludur. Sığır eti satan kasap
dükkanlarının tümünü onlar çalıştırır. Sığırlar, hastalıktan ya da yaşlılıktan
dolayı çalışamaz hale geldiklerinde mezbahaya gönderilir. Bu yüzden İstan­
bul sakinleri sığır etini beğenmezY Sığır eti umumiyetle şehri ziyaret eden
yabancılara ve Galata'nın bir hayli kalabalık gemicilerine satılır.
Ekseri kasap dükkanı aynı zamanda mezbahadır. Dükkanın arka­
sındaki küçük avluda koyunlar beslenir. Genellikle üstü açık olan bu avluda
toplanan hayvanlar ve gübreleri berbat bir kokuya neden olur. Bu tür küçük
ve boğucu dükkanların çoğunda koyunlar kapı önünde boğazlanır, kan ve
gübre sokağa, kimi zaman da dükkanın önündeki çukura akar. Bazen, kom­
şuların müdahalesiyle artıklar büyük tahta kaplara konulup şehir kanali­
zasyonuna taşınır. Kurban bayramı arifesinde bütün yollar, camilerin geniş
avluları, Müslüman ve Hıristiyan kasap dükkanlarının önü boğazlanmış
hayvanlarla ve her yere lalettayin atılmış artıklarıyla doludur.
Şehrin bilumum mahalle ve çarşılarında bulunan küçük kasap
dükkanlarının haricinde askeriyenin ve çok sayıda devlet memurunun et
ihtiyacını temin eden büyük mezbahalar var. Burada çoğu sermaye sahibi

51 Seçkin Osmanlı mutfaklarında makbul olan et koyun ve kuzu etiydi. Sığır etinin sadece pastırması
makbuldü.

rı8 R U M ELİLİ ESNAF


Müslüman koyun celepleriyle Hıristiyan kasaplar ortak çalışır. Bu mezba­
halardan biri hastaneye yakın, Yedikule Kapısı'nın takriben bir mil ötesinde
sahildedir. Bu mezbahadan ağır hastalıklara yakalanmış sayısız kasap kuru­
ma müracaat eder.
Sözünü ettiğim mezbahayı görmeyen birinin, böyle bir kokuyu ta­
hayyül etmesi ve zengin, hatta çok zengin, hemcinslerinin bu mekanlarda
yaşadığına inanması mümkün değildir. Burada her gün yüzlerce koyun ve
keçi boğazlanıyor. Koyunlar genellikle üstü açık, çepeçevre sundurmalı bir
avluda tutuluyor. Köşelerde yığılmış sayısız boynuz ve toynaklardan dayanıl­
ması güç bir koku yayılır ve geniş avlunun zemini kalın bir tabaka koyun ve
at gübresiyle kaplıdır. Sahilin büyük bölümünde denizin üstünde yükselen
bir sıra ahşap oda var. Kasapların ve muhasebecilerinin yaşadığı, alışverişle­
rin yapıldığı bu odalar çok sayıda ahşap payandalarla destekleniyor. Odaların
altı, sahili döven dalgaların daimi uğultusunun yankılandığı büyük bir boş­
luktur. Boynuzlar, toynaklar, gübreler ve hayvan leşleri bu boşluğa atılıyor.
Bir sürü vahşi köpek kıyıda dolanıp iğrenç artıkları eşeliyor. Bu boşlukta bu
kadar çok süprüntünün yığılmasının bir sebebi de diğer sahillerden atılan
çöpleri buraya sürükleyen dalgalardır. Ayrıca sayısız ahşap payanda ve kazık,
çöplerin çürüyerek ya da aç köpeklerin izdihamı ile peyderpey yok oluncaya
kadar bu boşlukta kalmasını kolaylaştırıyor. Lodos estiğinde, özellikle ilkba­
har ve sonbaharda, mebzul miktarda yosunla karışan süprüntülerin yaydığı
koku geçen yolcuyu hızla uzaklaştırır. Bu çirkefi, bu murdar mezbeleyi gör­
meyenlerin, burada yaşayanların tenkide muhtaç kayıtsızlığını anlaması ve
bu kadar pisliğin vahim sonuçlarını düşünerek ürpermemesi mümkün de­
ğildir. Bunları söylediğim için, memleketten bihaber olanlar beni müştekis2
ya da mübalağa etmekten hoşlanan biri zannetmesinler.
Avrupa, mezbahaları, halkın sağlığıyla ilgili dirayetli nizamnameler­
le meskun mahallerden uzaklaştırdı. Kesilen hayvanların artıklarının ka­
nalizasyonlara atılmasını sağlayarak, sebebi kökten hal etmenin mümkün
olmadığı durumlarda yayılan sağlıksız havanın zararını azalttı.
Yukarıda da bahsettiğim gibi, bu mezbahalarda çalışan çok sayıda
kasap hastaneye yattı. Çoğu vefat etti. Eğer tabloya sadece özel kasap dük-

52 Halinden hoşnut olmayan, sızlanan.

lsTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFı


kanlarından gelen hastalar kaydedilmiş olsaydı, ölüm oranı kanaatimce o
kadar yüksek olmayacaktı.
Kasaplar asla sokakta et satmazlar. Kendileri gibi Arnavut olan or­
takları sabahları sokaklarda dolaşıp baş, karaciğer, akciğer ve dalak satarlar.
Bunlara "başçı" ve "ciğerci" denir. Bazıları paça, bağırsak ve işkembe satar,
onlara da "işkembeci" denir.
Bütün bu sakatatlar sadece sokaklarda satılır, zira bu mesleği icra
edenler baş, paça ve sair parçaların tümünü kasaplardan satın alırlar. Kayıt­
larda bunlar da kasap olarak geçer ve en kalabalık sınıfı teşkil ederler. Ke­
merlerinde kasapların aletlerini taşırlar. Kasaplıktan daha karlı olduğundan
bu mesleği tercih ederler. Kethüdaları kasap esnafının kethüdasıdır. Hayat
şartları ve beslenme alışkanlıkları bakımından da kasaplara benzerler. Ka­
sap yokluğunda görevi onlar üstlenirler. Çoğu zaman kasapların hem yar­
dımcıları hem de ortaklarıdır.
Kasaplar geceyi dükkanın, bilumum benzer esnafın meskenleri
gibi, küçük, pis ve karanlık tavan arası odalarında geçirirler.
Çoğu güçlü kuvvetli, kırmızı yanaklı, ağır külhanbeyi yürüyüşlü
adamlardır. Nadiren ve ancak meslekte uzun yıllar çalıştıktan sonra, Avru­
pa'daki çoğu meslektaşları gibi göbek bağlarlar.

Duvarcılar
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %a
Rumelililer 629 J5I 242 36 40,80
Anadolulular 13 II 2
Adalılar 8 7
Yunanlılar 4 4
Yediadalılar 3 3
Yekun 657 376 245 39 ,33
Ziyaretsiz ölenler % 5,50

Acaba bu zanaatkarların ölüm oranının bu kadar yüksek olmasının


sebebi nedir? Ölüm oranı daha yüksek olan tek esnaf kireççilerdir5J ve onlar
da tıpkı duvarcılar gibi gün boyu kireç kullanırlar.

a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 40,81; toplam 39,45 ve ziyaretsiz ölenler 5,48'dir.
53 Yüzde 45-46.

120 RUMELİLİ ESNAF


Rumelili duvarcıların tümü Makedonya'nın Anaselitsa>4 ve Epir'in
Yanya vilayetlerindendir. Daha çocuk yaşta, pederleri ya da bir akrabalarıyla
İstanbul'a gelip kireç ve kum taşıyarak inşaatlarda çalışmaya başlarlar. Taş
ve tuğlaları Ermeni ve Kürt işçiler taşır. Kemale erinceye kadar inşaatlarda
çalışarak kimileri kalfa, kimileri usta, pek azı da, kelimenin buradaki anla­
mıyla, mimar olur.»
Çoğu memlekette mektebe gidip adlarını ve meslekleri için gerekli sa­
yıları yazacak kadar okuma yazma öğrenir. Fakat elifbayı bilmeyenler çoktur.
Duvarcıların daha iyi eğitim görmeleri yahut harç teknesini omuzlayacak yaşa
gelince İstanbul'a getirdikleri çocuklarını daha fazla okutmaları beklenemez.
Duvarcıların cümlesi çalışkan, tasamıflu ve aza kanaat eden insan­
lardır. İş haricinde şehirlilerle ahbaplıkları ve alışverişleri yoktur. Genç yaş­
ta memlekette evlenir ve eşle çocukların rızkı için yorulmadan, usanmadan
çalışmak zorunda olduklarını erkenden idrak ederler. İstanbullu kadınlarla
evlenenler de olur, fakat bu hemşehrileri tarafından garipsenir. Bunlar ge­
nellikle aldıkları büyük işlerden dolayı İstanbul'da yaşamak zorunda olan
duvarcı kalfalarıdır.
Memleketlerinde evlenen duvarcılar, tıpkı çoğu Anadolulu gibi İs­
tanbul'da bekar hayatı yaşarlar. Fakat hiçbir esnaf duvarcılar kadar bedbaht
ve yoksul bir hayat sürmez. İddiasız ve hoyrat duvarcının yüreğinde, mem­
leketten gelirken, çalışarak ve tasarruf ederek ailesinin geçimini sağlamak­
tan ve yaşlılığında kendisine yetecek kadar parayı biriktirmekten başka bir
arzu yoktur. Mesleğe işçi olarak başlar ve işçi olarak yaşlanır; daha karlı bir
meslekte ilerlemek için hiçbir gayret sarf etmez.
Duvarcıların tutumluluğu ve kanaatkarlıkları o derecedir ki, berbat
bir han odasında üst üste yaşarlar ya da hemşehrileri bahçıvanların kulübe­
lerini paylaşırlar. Öte yandan öylesine faziletli ve iffetlidirler ki, Türk ma­
hallelerinde, köhne ve basık evlerde oturmalarına diğer Hıristiyan ustalara
göre çok daha sık müsaade edilir.

54 Osmanlı kaynaklarında Anasilican olarak geçer. Günümüzde Yunanistan'da Batı Makedonya böl­
gesinde, Kozani ilinin batısındaki dağlık bölgenin adıdır. Osmanlı döneminde Müslüman nüfus çiftçi,
Hıristiyan nüfus ise büyük ölçüde duvarcı ve inşaat işçisiydi.
55 Mimarlık eğitimi almadan çıraklıktan yetişen mimarlar anlamında.

lsTAN BUL'uN ORTODOKS EsNAFı 121


Masraflardan kaçınmak için, mevsim sebzeleriyle yapılmış bir çor­
badan ibaret akşam yemeğini odayı paylaşanlardan biri hazırlamayı üstle­
nir. Akşam sofrasından kimse eksik olmaz, kimse akşamları yemekten son­
ra dışarı çıkmaz, kimse de ziyaretlerine gelmez. Havasız odada, topraktan
bir ayak kadar56 yükseltilmiş tahta zeminde, kaputlara, pasaklı örtülere sa­
rınarak ecdat yadigarı döşeklerde yatarlar. Duvarcı sabah diğer Rumelili ve
Anadolulu zanaatkardan erken kalkar. İşe hep birlikte giderler. Öğle vakti
fırından esmer ekmek alıp -mümkünse bayahnı- biraz zeytinyağı, meyve,
soğan ya da pırasayı katık edip karınlarını doyururlar. Yemeği çocuklar ayrı,
erkekler ayrı yer. Rumelili duvarcıların hayah budur.
Sonbahara doğru, işler azalınca, kimileri memlekete gider ve ilkba­
harda geri döner; fakat çoğu burada kalır ve ailelerini üç senede bir ziyaret
ederler.
Bu işçilerin kanaatkarlığının ve tasarruf temayüllerinin para biriktir­
meye son derece elverişli olduğu bir gerçektir. Biriktirdikleri parayı, aileleri­
nin geçimini sağlamak ve memleketteki mülklerini süslemek için harcarlar.
Yukarıda duvarcıların çalışkanlığından bahsettim, bütün İstanbullu­
lar buna şahittir. Duvarcı iş yokluğunda parasını kahvehanelerde ve meyha­
nelerde zevk ü sefayla harcamaz, zaten sarhoş ve berduşlarla hiçbir müna­
sebeti olmadığından çirkefe sürüklenmesi de mümkün değildir. Serserilik
ve yabancılarla ahbaplık duvarcının felaketi olurdu. Bu ustaların, istisnasız
herkesin tasdik ettiği edep ve ahlaklarını methetmek için de Zaptiye Neza­
reti'nin mahpushanesinde az sayıda Rumelili duvarcının yattığını söyleme­
liyim, bunlar da ekseriyetle borçludur ve çok nadiren canidir.
Eğer kanaatkarlık, sebat ve metanetle geçen bir ömür insanı hasta­
lıklardan korumaya kafi gelseydi, elbette duvarcılar İstanbul'daki işçilerin
en uzun ömürlü sınıfı olacakh. Bu işçiler inşaatı saran söndürülmüş kire­
cin ince tozunu sürekli teneffüs ederler. Bundan başka, çoğu açıkta çalıştı­
ğından sıkça, özellikle kagir binalara pek faydalı olan ince ince yağan yağ­
murlarda ıslanırlar. Acaba duvarcıların bu öldürücü mesleğiyle, yukarıda
da bahsettiğim gibi ölüm oranı daha da feci olan biçare kireççilerin mesleği
arasında bir ilişki yok mudur?

56 Yaklaşık 30 cm.

122 R U M ELİLİ ESNAF


Duvarcı ustalarının hayat şartlarının tasvirinde gerçeğe sadık kaldı­
ğımı sanıyorum. Peki, masraflı ve besleyici gıdalardan uzak duran bu in­
sanların beslenmesi hakkında ne diyebilirim? Hepsi çok kötü besleniyor ve
bu konudaki ihmalkarlıkları had safhadadır. Arpa ile mısır karışımından
-çoğu zaman bozulmuş- esmer ekmek mutat gıdalarıdır. Zeytinyağlı, sirkeli
ve biberli sebzelerle baklagiller alışılagelmiş akşam yemekleridir. En ucuz
gıda en uygun olandır. Hatta işsizlik dönemlerinde gıdanın miktarını ve
maliyetini azaltmak için her yola başvururlar.
Bu feci ölüı:n oranını hak etmeyen çalışkan ve faziletli duvarcılar
bunlardır. İstanbul esnafının karşılıklı incelenmesinden elde edilenler,
hem bizi aydınlatan, hem de sağlığa zarar veren meslekten ve kötü gıdadan
ömürleri kısalanları eğiterek daha iyi bakım ve ihtimamla vakitsiz ölümden
kurtulmalarını sağlayan derslerdir.
Hastaneye yatan duvarcıların genellikle batın bölgesinin şiddetli ve
müzmin rahatsızlıklarından muzdarip olduklarını eklemem gerekiyor.

Zerzevatçılar, Yemişçiler
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %a
Rumelililer 453 318 122 13 25,90
Anadolulular 179 138 39 2 22,00
Adalılar 3 3
Yunanlılar 2 2
Yediadalılar 3 2 l

Yekun 640 46 3 161 16 25 ,83


Ziyaretsiz ölenler % 2.50

Bu esnaf tablosunda halkın zerzevatçı ve yemişçi57 dediği satıcıları


kaydettim. Zerzevatçılar sırf sebze, yemişçiler ise sebze ile birlikte mevsim­
lik meyve de satarlar.
Kurutulmuş yemiş satıcılarının çoğu Müslüman'dır. Bu çarşı Zin­
dan Kapı'sı yakınlarında Yemiş iskelesi'ndedir.

a Yeni hesaplamaya göre Rumelililerin ölüm yüzdeleri: 27,73; toplam 25,80°dir.


57 Türkçe esnaf adları yazara aittir.

İ sTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFı 123


Gerçek zerzevatçı sebzeden başka mal satmaz, fakat birçoğunun
dükkanında, bilhassa Tavuk Pazarı'na uzak olan semtlerde, sebze ve mey­
venin yanı sıra tavuk, kaz ve ördek de satılır. İstanbul'un bütün Hıristiyan
ve Müslüman mahallelerinde bu tür dükkanlar çoktur. Müslümanlar bes­
lenme konusunda Hıristiyanlara kıyasla daha kanaatkar olup sade gıdaları
tercih ettiklerinden, kuzu etiyle beraber bol miktarda sebze tüketirler. Do­
layısıyla zerzevatçı dükkanları çok ve zerzevat tüketimi büyüktür; buna bir
de uzun dini perhiz dönemlerinde çeşitli ve leziz sebzelere sığınan Rum ve
Ermenileri de ilave etmek gerekir. >8
Şehrin etrafındaki bostanlarda çalışan bahçıvanlar ve meslekten sey­
yarlar gün boyu sokaklarda dükkanlardan daha ehven fiyatta sebze satarak
pazara gidecek uşakları ya da erkekleri olmayan fakir ailelere büyük kolaylık
sağlarlar. Anlattıklarımdan, okur çevrede yetişen ve payitahtta tüketilen seb­
zenin bolluğunu tahmin edebilir.
Zerzevatçılar mallarını ya doğrudan şehrin çevresindeki bahçelerden
ya da Karadeniz ve Marmara kıyısındaki bostanlardan İstanbul'a mal getiren
mavnalardan alırlar. Çevredeki bahçeler yeterli olmadığından, karakışta, fırtı­
nalı ve yağmurlu havalarda bazen şehirde sebze kıtlığı baş gösterir.
Zerzevatçı dükkanları son derece rutubetlidir. M allar, yerden yük­
seltilmiş, katran sürülmüş tahtalar üzerinde teşhir edilir; zerzevatçı bunları
devamlı sular bu yüzden de dükkandan rutubet eksik olmaz. Bunun yanı
sıra sebzelerin kurumasını önlemek için yerleştirilen ahşap siperlikler gü­
neşi gölgeler. Dükkana giren güneşin nüfuz etmediği nemli mekanların
kendine has kokusunu hemen hisseder. Dükkanın arka tarafında kesilen ta­
vukların tüy ve kanları ortalığı berbat eder. Tavuklar büyük kafeslerde tutu­
lur ve çok kötü kokan dışkıları da çoğu zaman dükkanın içinde kalır. Diğer
bir koku kaynağı, çürüdükleri halde atılmayan ve özel pazarlarda satılmak
üzere dükkanda bekletilen sebzelerdir. En kötüleri ise, kokusu tahammül­
fersa ve mide bulandırıcı olan soğan, pırasa ve buna benzer sebzelerdir.
Rumelili zerzevatçıların ekserisi güçlü kuvvetli, kırmızı yanaklı Ar­
navut ve Bulgar'lardır. İstanbullulardan sadece az sayıda Ermeni bu mes-

58 Rum ve Ermeni Ortodoksların dini perhizlerinde her türlü hayvansal gıda yasaklandığı için
baklagillerin ve sebzelerin tüketimi haliyle artar. Dini perhizler için bkz. Altıncı Bölüm, dipnot 3-

124 R U M E Lİ Lİ ESNAF
lı·�i icra eder. Anadoluluların çoğu ise Küçük Asya'nın derinliklerindendir.
Pek çok esnaf kolunda olduğu gibi bu meslekte de Anadolulular, meslektaş­
ları Rumelililerden daha sağlıklıdır. Zerzevatçı Arnavutların hayat şartları
ve beslenme alışkanlıkları diğer Arnavutlarınkine benzer.

1 nce Doğramacılar>9
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %a
Kumelililer 476 348 II2 16 24 · 33
Anadolulular 175 131 37 7 22,00
Adalılar 62 43 17 2 28,00
Yunanlılar 167 134 31 2 18,75
Yediadalılar 17 12 5
Yeku n 897 668 202 27 23 ,22

Ziyaretsiz ölenler % 3,12

İ stanbul'un baştanbaşa ahşap olduğunu bilen herkes, yirmi yıl bo­


yunca60 h astaneye bu kadar az sayıda ince doğramacının yatmış olmasına
muhtemelen şaşıracaktır.
İ stanbul'daki ince doğramacıların çoğu Tatavla köyünden ve küçük
bir Rumeli kasabası olan Çanakkale'deki Maydos'tandır.61 Tatavlalı ustala­
rın çoğu evli olduğundan hastalanınca evlerinde tedavi görürler. Hastanın
tasarruflarını tüketen müzmin hastalıklar sonunda onları hastaneye baş­
vurmak zorunda bırakır. M aydosluların ekserisi İstanbul'da bekar hayatı
yaşar ve h astanenin koğuşlarında sıkça görülür. Aza kani olan bu zanaatçı­
ların çalışkanlığı ve mahareti herkesçe malumdur.

59 Yazar, ince ahşap işleriyle uğraşan esnafa Yunanca da lepturgos, Türkçede de silici denildiğini belir­
tiyor. Tdk'ya göre silici oymabaskı tekniğinde kullanılan bir alettir. Yunanca-Osmanlıca sözlükte (Yorgi­
adis-Panayotidis, l stanbul, 1896) lepturgos'un karşılığı "doğramacı"dır. Fakat metinde doğramacılar ayrı
bir esnaf olarak incelendiği için, bu zanaatkarlara "ince doğramacı" demeyi daha uygun gördük.
a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 24,35; 22,02; 28.33; 18,79; toplam 23,22 ve ziyaretsiz ölenler
3,oı'dir.
60 1839'dan 1859'a kadar.
61 Günümüzde Eceabat. ı88o'e kadar lstanbul'da çalışan Maydoslu ince doğramacıların dışında çok
sayıda dülger ve inşaat kalfası da vardı. Sultan Abdümecid döneminde (1839-1861) sarayda çalışan
Gaitanakis kardeşler, S tefani, Dimirti ve Savvas. Maydosluydular. Defalarca yanan ve yenilenen Bab-ı
ali kapısının son mimarları Hacı Stefani ve Hacı Dimitri kalfalardı; bkz. Burazeli-Marinaku, age. s. 74.

iSTA N B U L0 U N ORTODOKS ESNAFI 125


Kayıtlarda yer alan Yunanlı ince doğramacıların çoğu marangoz ta­
bir edilen ustalardır.62 İnşaat işçiliği yazın karlıdır. Kışın işsiz kalmamak
için bu ustalar marangozların yanında çalışırlar. Avnıpakari ahşap bina
tezyinatlarına rağbet arthğından, Yunanlı ince doğramacılar da bu sanatta
maharetli addedildiğinden, sayıları seneden seneye artıyor. Vaktiyle Galata
ve Beyoğlu'nda yaşayan bu ustalara artık bütün işlek çarşılarda rastlamak
mümkündür. Yerli doğramacıların pek çoğu da meslek değiştirip maran­
goz oldu, zira kagir binaların çoğalması bu ustaları kazançlı mesleklerinden
mahrum etti. Ayrıca, kagir ev ve ardiyelerin çoğalmasıyla seyrekleşen yan­
gınlar artık eskisi gibi bir kazanç kapısı olmaktan çıktı. Her şeye rağmen bu
esnaf hala kalabalıktır. Çalışkan ve basiretli zanaatkarlar hala hem ahşap,
hem kagir binalardan yeterli kazanç elde ediyorlar.
Yediadalı ince doğramacıların sayısı azdır ve hastane kayıtlarında
yeni yeni görünmeye başladılar. 1833'ten 1849'a kadar sadece bir.tek Yedia­
dalı ince doğramacı hastaneye yattı.
İstanbul'un ince doğramacıları, yaz güneşinin kavurucu sıcağında
çalışabilen, genellikle genç, güçlü kuvvetli adamlardır. Yevmiyeleri umumi­
yetle kendilerine ve ailelerine yetecek seviyededir. Kışın İstanbul'da ahşap
malzemenin nakliyesi zor ve maliyetli olduğundan, ayrıca yağmur ve kar
ahşap yapılara zarar verdiğinden, ahşap bina inşaatları durur ve pek çok usta
işsiz kalır. Bereket bekar olanlar çoktur. Kışın boşta kalanların çoğu kahve­
hane ve meyhanelerde içerek ve eğlenerek gelecek bahara kadar zaman ge­
çirir. O yüzden çoğu ayyaştır, çoğu yoksul ailelerini kilisenin ve komşuların
merhametine terk ederek içkinin sebep olduğu istiska illetinden vefat eder.
Şunu da belirtmeliyim ki, bazen ustalar iş esnasında aldıkları ya­
ralardan, yapı iskelesinden düşmekten ve bu tehlikeli mesleğin sebep ol­
duğu diğer kazalardan hayatlarını kaybederler. Bunların çoğu, yevmiyeden
mahrumken hekim ve şarlatanlara para harcamaktan sonunda mecalsiz
kalır, hastaneye yatar yatmaz da vefat eder. Halbuki erken tedaviyle şifa bu­
labilirlerdi. Eğer bahsettiğim sebepler yerli ustaların bir bölümünü helak
etmeseydi, ölüm oranları, kapalı mekanlarda çalıştıkları için bu tür sıkın-

62 M arangoz, yani ahşap ustası (İtalyancadan); dülger, yani ahşap bina ustası; silici, yani ahşap
binaların tezyinatlarını yapan ince ahşap işi ustası -Y.N.

12 6 RUMELİLİ ESNAF
tılara maruz kalmayan Yunanlı meslektaşlarınkinden muhtemelen yüksek
olmayacaktı.
Yunanlı ve Rumelili ince doğramacıların hayat şartları benzerdir.

A dar
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Rumelililer 346 242 96 8 28,33
Anadolulular 163 131 28 4 17,60
Adalılar 18 II 7
Yunanlılar 84 66 17
Yediadalılar 16 10 6
Yekfın 627 460 154 13 25,08

Ziyaretsiz ölenler % 2,07

Bu esnaf iki çeşittir: aşçı denen küçük dükkanlarda çalışanlar ile


meyhanelerde çalışanlar. Meyhane aşçılarıyla ilgili bilgileri okur bilahare
meyhaneci esnafında bulacaktır. Aşçı dükkanları, çok sayıda işçinin bulun­
duğu çarşı ve meydanlarda yer alan genellikle küçük mekanlardır. Bazıla­
rına paçacı6ı denir ve bunlarda, pek çok İstanbullu H ıristiyan'ın da afiyetle
yediği, sadece koyun paçası ve işkembesi pişer. Bu zanaat büyük ölçüde
Arnavutların elindedir. Aşçı dükkanın arka tarafında, iyice yağlanmış masa­
ların etrafında müşterilerin oturup küçük toprak çanaklardan yemek yedik­
leri alçak iskemleler var. Müşteri içeri girerken dükkan önündeki tezgahta
teşhir edilen muhtelif yemekleri görüp seçer.
Daha iyi bir kazanç için zengin Rum hanelerinde ya da başrahip
konaklarında aşçılık yapanların ekserisi sanatı bu dükkanlarda öğrenir.
Müslümanlar ve Ermeniler aşçılarını genellikle kendi dindaşları arasından
seçerler.
Yunanlı aşçılar genellikle Beyoğlu'nun özel ikametgahlarında, ba­
zen de Galata ve Beyoğlu cihetinde bulunan az sayıda otelde iş bulurlar;
İstanbul'un aşçı dükkanlarında ve meyhanelerinde nadiren çalışırlar. Yu-

63 Türkçesi yazara aittir. Yunanistan'da işkembe çorbası satan dükkanlara günümüzde de paçaçidika
denir.

lsTAN BUL'uN ORTODOKS EsNAFı 127


nanlılar maharetli aşçı olarak nam saldıklarından Beyoğlu camiasında ara­
nır oldular ve bu semtlerde sayıları günden güne artıyor.İstanbul'da çalışan
Yunanlı aşçı sayısına kıyasla hastaneye yatanlar azdır. Çoğunun aylıkları
dışında, yiyecek alışverişlerinden çeşitli meşru ya da gayrimeşru kazançları
vardır ve o kazançlar sayesinde çoğu evinde tedavi imkanını bulur. Çoğu
hizmet ettikleri evlerde yaşar.
Rumelili aşçıların yüksek ölüm oranı okurun dikkatini çekmiş olma­
lı, bu durum benzer bir esnaf olan meyhanecilerde de görülüyor. Meyhane­
ciler bölümünde aşçılardan daha ayrıntılı bahsedeceğim.

Çobanlar64
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Rumelililer 608 408 176
Anadolulular 22 20 2
Adalılar 15 13 2
Yunanlılar 8 4 4
Yediadalılar
Yekıln 653 445 184

Ziyaretsiz ölenler % 3 ,66

Rumelililer haricinde tablodaki diğer çobanların çoğu, ifadelerinin


alınması ve cezalandırılması için mahalli makamlarca İstanbul'a gönderi­
len suçlulardır.
İstanbul'u tanımayanlar, bu muazzam kalabalık ve ticari şehirde bu
kadar çok çobanı görünce muhtemelen hayret edeceklerdir. H astane defter­
lerinde kayıtlı olanların çoğu bereketli ve besicilikle ünlü Tesalya ile Rumeli
vilayetlerinden getirilip Zaptiye Nezareti'nin ve Liman Müdürlüğü'nün zin­
danlarında tutulan sanıklar ve canilerdir.
İstanbul'un çevresinde ve Boğaziçi'nin Rumeli ve Asya yakasındaki
köylerinde etleri Müslüman ve Hıristiyanların mutat gıdası olan çok sayıda
koyun beslenir. Özel kasaplar ile askeriye kasaplarının günlük ihtiyaçları­
nı karşılamak için uzak eyaletlerden getirilenler koyunlar şehrin çevresin-

64 Kelime Farsçadır; İstanbul Rumları da bu kelimeyi kullanırlar -Y.N.

128 R U M E Lİ L İ ESNAF
de, çiftlik sahiplerine ait olanlar ise çiftliklerin geniş meralarında otlahlır.
Koyunları güdenler, sığır ve manda çobanları gibi Bulgar'dır. Kurban Bay­
ramı'nın arifesinde İstanbul'a getirilen hayvanların bakımıyla Rumelili
Müslüman celepler ile serkeş Kürtler ortaklaşa meşgul olurlar. O dönemde
şehrin varoşlarında ve sokaklarında dolaşan koyunların ve çobanların haddi
hesabı yoktur. Bu günlerde hastaneye yatanlar da çoktur, çünkü çobanlar,
elde kalan koyunları kasaplara satmak için bayramdan sonra bir süre daha
şehirde kalırlar. Boğaziçi'nin Asya yakasındaki meralarda ve geniş otlaklar­
da bile koyunları Bulgar çobanlar güder. Bulgarlar tüm diğerlerinden daha
kanaatkar oldukları için tercih edilir. İstanbul' da yaşayan Rumların, bu ço­
banlara genellikle verilen cüzi senelik meblağ ile geçinmeleri imkansızdır.
Hakikaten bu insanların nasıl beslenebildikleri, nasıl üst baş alabildikleri
hayrete şayandır. Bu meşakkatli meslekle uğraşanlar ne daha mahareti ne
de daha güçlüdürler. Keza Bulgar' dan daha çalışkan ve sebatkar olan Rume�
lili Rumlar da çiftçilik ve kırsal alandaki diğer mesleklerde maharetlidirler.
Bulgar çobanın hayatı içler acısı, sabır ve metaneti ise takdire değer­
dir. Yazın, geceleri koyunları koruyacak çitlerlerle çevrili, çerden çöpten ku­
lübeler yaparlar. İri ve vahşi köpekler koyunları haydutlardan ve kışın şeh­
rin etrafında otlayan sürülere bile sıkça saldıran kurtlardan korur. Çobanlar
ancak yağmurlu gecelerde kulübelerde yatarlar; yazın koyunları ve onlara
bekçilik eden köpekleriyle açık havada uyurlar. M aaşlı çoban çalışhran ko­
yun süriisü sahiplerinin hayvanları için barınakları vardır. Büyük çiftliklere
ait mera denen ağaçsız ve barınaksız geniş arazilerin çoğu çobanlara kirala­
nır. Çobanlar koyunlarıyla beraber geceyi çoğunlukla açık havada geçirirler.
Yazın bu hayata tahammül edilir; yerli veya yabancı diğer birçok iş­
çinin hayatından zahmetli değildir. Fakat kışın, çiftliklerde yem olmayınca
koyunlar otlağa çıkarılır ve o zaman çobanlar ve koyunlar barınaksız, sıkça
da yiyeceksiz yağmur ve kar altında sefil olurlar. Sayısız çoban kışın yetersiz
üstlüklere sarınarak koyunları ve köpekleriyle birlikte geceyi yağmur ve kar
alhnda ıslanarak geçirmiştir.
Dağarcığında çoban İstanbul ekmeğinden daha esmer ve hazmı
daha zor çiftlik ekmeğini taşır. Ekmeğine zeytini, nadiren peyniri, soğanı,
turpu ve kırmızıbiberi katık eder. Günlerce bunları yer. Köpeklerini de bu

İSTANBU L0 U N ORTODOKS ESNAFI 129


ekmekle besler. Her gün yediği soğan ve sarımsaktan midesi o derece tahriş
olur ki, akşam çiftlikte sebze ve zeytinyağından ibaret çorbaya kara ve kırmı­
zıbiber katmak ihtiyacını duyar. Bu kadar acılı bir çorbanın tüketimi alışık
'
olmayanlar için kesinlikle tehlikeli olabilir.
Çoban acıkhğında ekmeğine katık edecek bir şeyler arar; eğer bu­
lamazsa yavan yer. Eğer ekmek de bulamazsa karnını her yerde bolca bu­
lunan zerzevatlarla doyurur. Bütün çiftliklerde, Bulgar işçiler ve çevredeki
çobanlar için görüntüsü ve tadı berbat bir ekmek pişiren fırınlar vardır. Kü­
çük kasabalarda çarşı ekmeği nadiren bulunur. Ekmek ya çiftliklerden ya da
daha kalabalık komşu kasabalardan alınır. Fırın, varsa eğer, ancak ahalinin
ihtiyacı kadar ekmek pişirir.
Hastaneye yatan hiç kimse bu hoyrat çobanların yaşadığı şaşkınlığı
yaşamaz, ne yapacağını, nasıl davranacağını kestiremeyecek duruma düş­
mez. Kimileri hiç yatak görmemiştir. Kimileri yatağa nasıl yatılacağını bil­
mez, ne yapması gerektiğini sorar. Bazıları yastığı alıp serpuş gibi başlarına
koyar ya da çarşafı alıp başlarına dolar. Yorganı kulübe ve çiftliklerde yatma­
nın kadim usulüne göre sarınırlar. Ağızları bir karış açık, anlamsız gözlerle
ne cevap vereceklerini bilmeden, uyuşuk uyuşuk hekimin sorularını dinler­
ler. Baş ağrısı veya dil kuruluğu olup olmadığı sorulduğunda, zar zor baş
sallarlar ve hekim görebilsin diye parmaklarıyla dillerini çekip çıkarırlar.
Nekahet döneminde, "tatsız pamuk" dedikleri beyaz ekmekten ve iğrenç
buldukları et suyundan şikayet edip esmer ekmek ile zeytin ve soğan arar­
lar. Herkesin malumatı için izah etmeliyim ki, ısrarla talep edilen bu gıdalar
çobanlar için, hekimlerin salık verdiği kuwetlendirici hastane yemeklerin­
den çok daha faydalı olmuştur. Nekahet döneminde gıdalar, sadece hasta­
nelerde değil her yerde, hastaların hayat şartları ve beslenme alışkanlıkları
göz önüne alınarak hazırlanmalıdır.
Bulgar çobanların beslenmesi hakkında söyleyeceklerim bundan
ibarettir. Tek bir kıyafete sahip olduklarını ve ancak eskidiği zaman değiş­
tirdiklerini ilave etmem gerekiyor. Kıyafetleri, havlı üstlük haricinde yaz-kış
aynıdır. Bizim giydiğimiz ve bu insanlara tamamıyla yabancı olan gömlek
ve diğer ince çamaşırlardan söz etmiyorum. Çobanın iç çamaşırı da dış ça­
maşırı da abadandır ve bu kıyafetini hiç değiştirmez. Pislik ve pisliğin mutat

130 R U M ELİLİ ESNAF


haşereleri baştan ayak uçlarına kadar bütün vücudunu kaplar. Pek çok pa­
saklı çobanın elbisesi ateşe atılıp yakıldı. Bütün gün bu tür işlerle uğraşan
hastane hizmetkarları dahi bu dehşetli pislikten iğrendiklerinden elbiseleri
maşalarla tutup ateşe attılar.
Yukarıda çoğu çobanın Zaptiye Nezareti'nden geldiğini söyledim.
Bu gezgin adamlar, evsiz barksız ve düzensiz hayatlarından dolayı her türlü
suça meyilli taşçı Karadağlılara benzerler. Çok sayıda çoban Rumeli dağla­
rında cirit atan haydutların suç ortağıdır. Haydutlar, çobanların gözden ırak
kulübelerinde toplanırlar, yolcuları orada tuzağa düşürürler, ganimetleri
orada saklarlar. Yakalanmamak için çiftlik ve kasabalardan uzaklaştıkların­
da yiyecek ihtiyaçlarını çobanlar temin ederler.
Sakin, sessiz insanlara eziyet eden, mallarını gasp eden haydutlara
en uygun destekçi ve yardımcı çobanlardır. Yörede yaşayan ve maddi açıdan
rahat bir hayat sürenleri başka kimler bilebilir ki? Yoksulluk, tahammülfersa
parasızlık çobanlardan ziyade kimleri soyguna ve hırsızlığa teşvik edebilir ki?
Her eşkıya saldırısından sonra jandarma çok sayıda çobanı derdest
eder. Suçsuz olanların çoğu sürülerini terk edip kaçar. Bazıları da aylar sü­
ren davaları bildiklerinden, mahpushaneden ve orada kol gezen feci ölüm­
den kurtulmak için dağlara kaçıp eşkıya olurlar. Fakirliğin musallat olduğu
pek çok çoban, meslektaşlarıyla birlikte haydut çeteleri kurdu. Çevredeki
kasabaları soyan bu çetelerin elebaşları genellikle Müslümanlar ve Rumeli­
li Rumlardır. Bu geniş ovalarda çalışan Bulgarların çoğu sakin, meşakkate
dayanıklı insanlardır. İşledikleri suçlar Türklerin, Rumların ve Arnavutla­
rınkine nazaran azdır.
Zaptiye Nezareti'nin zindanlarında yatanlar ekseriyetle suça ortak
olmakla ya da suçluları ele vermemekle itham ediliyor. Biçare insanlar bu
durumda ne yapabilirler? Hunhar haydutların gizlendikleri yeri mi ifşa et­
sinler, yoksa pis ve öldürücü hapishanede mahkemenin kararını mı bekle­
sinler? İster intikam peşindeki haydudun tüfeğinden, isterse zindanın tifü­
sünden olsun, ölüm kaçınılmazdır!
Daha önce görmemiş olanlar için bu insanlar Zaptiye Nezareti'nin
hapishanesinden hastaneye getirildiklerinde feci ve yürekler acısı bir man­
zara arz ederler. Çoğu orta yaşlı olmasına rağmen, çehrelerindeki ihtiyarlık

İsTAN BuL'uN ORTODOKS EsNAFI 131


yarlık nişaneleri ve kırışıklıklar aşikardır. Tiksinti verecek kadar pis, bitlen­
miş, bet beniz soluk, ayakları şiş, muzır hapishanenin sebep olduğu çıbanlı
habis humma ve istiska marazından muzdariptirler. Çektikleri açıların ve
ruh perişanlığının açık izleri yüzlerinde okunur. Ağrıyan vücutları yara ve
morluklarla kaplıdır. Bu "mega" şehrin köpekleri ve yük hayvanları bile on­
lardan daha iyi beslenir, daha iyi mekanlarda uyurlar.
Çilekeş çobanlardan daha sefil, daha fakir bir zümre tanımıyorum.
Kalabalık yatakhanelerin akıl almaz pisliğinden ve sağlıksız havasından
uzak kaldıkları için, bir de soludukları temiz hava sayesinde, ölüm oranları
diğer bazı esnaf kolları kadar yüksek değildir.

Fukara Erkekler/Dilenciler6>
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %a
Rumelililer 307 198 88 21 30,75
Anadolulular 81 59 15 7 20,28
Adalılar 66 36 25 5 41,00
Yunanlılar 45 33 II 24,00
Yediadalılar 15 IO 4
Yeklın 514 336 143 35 29 ,88

Ziyaretsiz ölenler % 6,80

Fukara Kadınlar/Dilenciler
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %b
Rumelililer 214 127 76 II 37,40
Anadolulular 38 25 II 2 30,57
Adalılar 24 12 12
Yunanlılar 18 II 7
Yedi adalılar 4 2 2
Yeklın 29 8 177 108 13 37,90
Ziyaretsiz ölenler % 4,33

65 Osmanlı toplumunda dilenciler esnaf olarak kabul edilirdi ve bir loncaya bağlıydılar. Loncaya kayıtlı
olmadan dilenmek mümkün değildi, kayıtlı dilencilere cer kağıdı denen resmi dilenci teskeresi, ruhsatı
verilirdi. Paspatis hem meslekten dilenciler, hem de artık çalışmaya gücü yetmeyen yoksul ve yaşlılar
hakkında bilgi veriyor.
a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 30,77; 20,27; 40,98; 25,00; toplam 29,85 ve ziyaretsiz ölenler
6,6ı'dir.
b Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 37,44; 30,56; toplam 37,89 ve ziyaretsiz ölenler 4,36'dır.

132 R U M ELİLİ ESNAF


Hastanede kadınları sadece bu tabloda ve kadın hizmetçiler tablo­
sunda görürüz. Fukara kadınların ölüm oranının, kadın hizmetçiler sınıfın­
da olduğu gibi erkeklerinkinden yüksek olması, İstanbul'a ve Rum sakinle­
rine aşina olanlara hiç de şaşırtıcı gelmeyecektir.
Deftere "fakir" olarak kaydedilen bu insanların kahir ekseriyetinin,
kalabalık dilenci esnafına mensup olmadığını belirtmeliyim. [Ortodoks] di­
lenci esnafı, çoğu Sakız ve Midilli'den gelme körler ile topallardan mürek­
keptir. Bu esnaf, her yıl kendi mensuplarından bir yiğitbaşı66 seçer, fakat
dilenciler arası davalarda mutabakat sağlanmadığında yüce makam vazifesi
gören, Hıristiyan ve Müslüman bütün dilencilerin başı sayılan Müslüman
kethüdaya ve lonca nizamına riayet eder. Loncanın ayrıca üye aidatlarıyla do­
lan yardım sandığı vardır67 ve toplanan paralar her yıl Aziz İoannis yortusun­
da düzenlenen panayırın masraflarına,68 Müslümanlara ödenen vergilere ve
hastalanan meslektaşların tedavilerine harcanır. İstanbul'un [Ortodoks] kör
dilenci esnafı işte budur. Halk bu zavallılara o derece merhamet gösterir ki,
hastalanmadıkları müddetçe haftalık kazançlarıyla gayet rahat geçinirler.
Pazartesi kör dilencilerin istirahat günüdür. Salı gününden itibaren,
maharetlerine ve bu uçsuz bucaksız şehrin çarşı-pazarlarıyla ilgili bilgilerine
göre iki ya da daha fazla kuruş yevmiye ödedikleri çocukların, bazen de akraba
ya da meslektaşlarının rehberliğinde Boğaz'ın Rumeli ve Anadolu köylerini
dolaşmaya çıkarlar. Hafta boyunca geceyi ailelerinden uzak, kahvehanelerde,

66 Metindeki epistatis teriminin sözlük karşılıklan "nazır,• "müdür" ya da "'kethüda"dır. Ancak dilenciler
kethüdasının Müslüman olduğu belirtildiğine göre, Rum dilencilerin kendi aralarında seçtikleri görevliye
"yiğitbaşı" demek daha doğru olacaktır. Yiğitbaşı, lonca idaresinde kethüdadan sonra gelen görevliydi.
Mahkeme kayıtlardan, Hıristiyan zanaatkarların kalabalık olduğu loncaların yiğitbaşılannın çoğu zaman
H ıristiyanlar arasından seçildiği anlaşılıyor: "[sene 1661] mumcı ta'ifesinin kethüdaları olan Arslan bin
Abdullah ve yiğitbaşıları H risto veled-i Manto"; bkz. Timur Kuran (ed), Mahkeme Kayıtlan Jşığında 17.
Yüzyıl İstanbul'da Sosyal Yaşam, iş Bankası Kültür Yayınları/Tarih Dizisi, lstanbİ.ıl, 2010, c. 1, s. 203.
Kethüdalar genellikle Müslüman olmakla birlikte, H ıristiyanlann ağırlıkta olduğu loncalarda Hıristiyan
kethüdalara da rastlanıyor: "[sene 1661] mahmiyye-i mezburede (İstanbul'da] havyam taifesinin
kethüdaları Penapot [PanayotJ veled-i Todoraki ve ihtiyarlanndan Nikola veled-i lstirat ve Manol veled-i
Dimirti nam zimmiler," Kuran, age, s. 216. Kethüda için bkz. ikinci Kısım, Beşinci Bölüm, dipnot 16.
67 Lonca sandıklanna Türkçede "orta sandığı" ya da "teavün sandığı" denirdi.
68 Mesleki birlikler olmasına rağmen loncalann örgütlenmesinde dini öğeler önem taşırdı ve her lonca­
nın koruyucu (bazen de kurucusu sayılan) bir piri (Müslümanlarda) ya da bir azizi (Hıristiyanlarda) vardı.
Rum Ortodoks dilencilerinin koruyucusu Merhametli Aziz loannis'di (Ayıoç lwd.vvl'/ç o EArı/µwv).
Azizin yortusu her yıl 12 Kasım'da kutlanır. lstanbul Rum esnaf loncalannın koruyucu azizleri için bkz.
Manuil Gedeon, "Allilengii Sintehniton" [Esnaf Dayanışması], Neos Pimin, 1919, sayı 6, s. 369-384.

lsTANBuL' U N ORTODOKS EsNAFı 133


ahırlarda, yazın da çoğu zaman açıkta geçirirler. Cumartesi günü çarşıyı
ve tüccar yazıhanelerini dolaşırlar. Pazar günü kilise önlerinde toplanırlar,
akşama da pazartesi tatili için evlerine dönerler.
Küçük bir servet kazananların bir kısmı ev sahibi oldu, bir kısmı da
eldeki üç-beş kuruşu, kendilerinden daha kötü durumda olanlara, senelik %
25-30 hatta % 75 faizle borç verdi. Çoğu evlidir ve çoğunun evinde, hali vakti
yerinde ailelerde bile rastlamadığımız düzen, tasarruf ve temizlik hakimdir.
Kör dilenci sınıfından hastaneye yatanlar azdır. Evli olanlar aile için­
de tedavi görür. Bekar olanlar ise ancak iflah olmaz hastalıklara maruz kalıp
da sandık parası tedaviye yetmediğinde hastaneye sevk edilirler.
İstanbul'da, kör dilencilerden maada diğer dilencilerin de sayısı
kalabalıktır. Uygarlaşmış Hıristiyanlık, henüz yüreklerimizi hakikaten yar­
dıma muhtaç olanlarla ilgilenebilecek kadar yumuşatamadı. Noel ve Pas­
kalya'da verilen sadakalar yetersizdir; dağıtım esnasında yaşanan hengame
ve ihtiyaçlar hakkındaki cehaletimiz, yardımın gerçekten muhtaç olanlara
verilmesine sıkça engel olur. Kimi bitlenmiş, kimi fil hastalığından muzda­
rip, kimi sakat sayısız fakir dilenci, yolcuları etkileyebilmek için bu mekruh
marazları İstanbul sokaklarında teşhir eder. Vaktiyle meslek sahibi olan pek
çok çalışkan zanaatkar, yaşlılıktan ya da hastalıktan dolayı işsiz kalınca has­
tane defterine "fakir" olarak kaydedilir. Ekserisi tedavisi zor müzmin ayak
ağrılarından muzdarip olan bu yoksul ve biçare insanlar, şifa bulmak için
kuruma sığınır ve son nefeslerine kadar burada kalırlar.
Hizmetçi ve fakir kadınlar tablosunda görünen yüksek ölüm oranı­
nın sebebi nedir? Sebep kadınların eğitimi konusundaki ortak kayıtsızlığı­
mızdır. Hayatlarını kurtarabilecek hiçbir eğitim görmeyen, hiçbir sanata,
mesleğe sahip olmayan kadınların çoğu işsiz kalıyor, hastalanıyor ve erkek­
lerden çok daha kolay ölüme mağlup oluyor. Eğitimin sağlıklı bedene kat­
kısı büyüktür; insana boğucu fakirlikle ve hatta ölümle cesurca mücadele
etmeye yardım eder.
İstanbul'da yaşlı ve fakir kadınların hayatı bir fecaattir. Hıristiyan­
ların kapılarını nafile çalarlar. Çaresizlikten hastaneye sığınırlar. Kaskatı
vücutlarını, güçlükle hareket eden uzuvlarını yumuşak yataklarda dinlendi­
rirler ve ölünceye kadar kurumun himayesinde kalırlar.

RUM ELİ Lİ ESNAF


İstanbul'un diğer bir fukara kesimi, yaz aylarında Türkiye'nin büyük şe­
hirlerine çekirge sürüsü misali üşüşen Sakız Adası'ndan Volissos Köyü'nün69
kadınlarıdır. Çoğu İngiliz bahçesinin arka tarafında, Skordalia mahallesi7° ta­
bir edilen, Beyoğlu'nun en fakir ve muzır semtinde yaşar. Bu kadınlara daima,
sokakta insanları taciz eden, yalın ayak, kir pas içinde bir kız çocuğu sürüsü
refakat eder. Galata rıhtımında bıçkıcılık yapan kocaları çoğu zaman işsizdir,
erkek evlatları ise körlere seyahatlerinde rehberlik ederler. Bu serkeş kadınlan
çalışmaya, çocuklarını cemaat mektebine yollamaya ikna etmek mümkün de­
ğildir. Avuç açar, hırsızlık yapar, arsızca galiz küfürler ve edepsiz laflar ederler.
Çoğu tarifi kabil olmayan sefalet ve pislik içinde yaşar, hastalanır ve Beyoğ­
lu'nun sokaklarında hayvanlardan beter bir vaziyette ölür. Sürdürdükleri bu
hayata geleneksel sadakatleri o derecedir ki başka herhangi bir işe ya da kendi
tabirleriyle "başka bir idareye" girmeyi ayıp sayarlar. Hastalandıklarında nadi­
ren hekim çağırırlar ve çok azı hastaneye yatar. Sakız Adası'nın İhtiyarlar Mec­
lisi'nin akil üyeleri toplumumuzun bu hastalığını acaba tedavi edemezler mi?
Fakirler sınıfından hastaneye yatan 34 kişi nekahet döneminden
sonra ihtiyarhaneye sevk edildi; bunların 21'i erkek, lJ'ü de kadındı.

Terziler
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %a
Rumelililer 594 437 146 il 25,00
Anadolulular 121 99 20 2 16,81
Adalılar 84 68 r6 19,00
Yunanlılar 57 51 6 10,60
Yediadalılar 31 23 8 25,80
Yekun 887 678 196 13 22,37
Ziyaretsiz ölenler % ı ,50

Aba terzileriyle mukayese edebileceğimiz bu esnaf, yukarıdaki tablo­


ya göre ağırlıklı olarak Rumeli kökenli zanaatkardan oluşmaktadır; bunların
ekserisi İstanbulludur. Son dönemde bu meslekte Adalılar, Yunanlılar ve
Yediadalılar daha sık görünmeye başladılar. 183J'ten 1849 senesine kadar

69 Adanın kuzey batısında küçük bir tepe üzerinde kurulmuş bir köy.
70 Bkz. Birinci Kısım, Üçüncü Bölüm, dipnot 37.
a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 25,04; 19,05; ıo,53; 26,67; toplam 22-43· ziyaretsiz ölenler 1,58'dir.

İSTANBUL0UN ORTODOKS ESNAFI 13 5


hastaneye ıo Adalı, 16 Yunanlı ve 9 Yediadalı olmak üzere toplam 35 terzi
yattı. Halbuki son ıo yılda 74 Adalı, 41 Yunanlı ve 22 Yediadalı olmak üzere
137 terzi yattı. Evvelden bu zanaatkarların hemen hemen tümü Rumeli ve
Anadolu kökenliydi. Sözünü ettiğim bizim yerli terzilerdir, zira birkaç sene
öncesine kadar Beyoğlu ve Galata' da sayısız Avrupalı terzi, onların yanında
da çok sayıda Rum ve Yunanlı çalışırdı.7'
Yerli ustaların mekanları çarşı ve bedestenlerdir, ayrıca her mahal­
lede, özellikle Beyoğlu ve Galata'da küçük terzi dükkanları vardır. Pek çok
terzi. sermaye sahibi büyük terzilerin hesabına evinde çalışır. Bir kısmı elbi­
se başına ücret alır. Bazı kadınlar da bu şekilde iş alır, fakat terzilik mesleği
hala erkeklerin elindedir. Terzihaneler, küçük, çoğu zaman loş, kalabalık
çarşılarda bulunan, dolayısıyla da boğucu ve pis mekanlardır. Terziler ekse­
riyetle, Türkiye'de işçilerin çoğu gibi, yerde bağdaş kurarak çalışırlar.
Sayısız terzinin ölümüne yol açan iki önemli sebep vardır ve ölüm
oranının bir süre daha aynı kalması muhtemeldir. Sultan Mahmud'un teş­
vikiyle başlayan ve evvela askerlere, ardından Müslüman ve Hıristiyan sivil­
lere tatbik edilen kıyafet değişikliğinden sonra Avrupai esvaplar her yerde
aranır oldu. Az sayıda, çoğu Avrupalı, marifetli terzi kısa sürede büyük ser­
vetler kazandı. Bu beklenmedik karlar, pek çok abacıyı aba işini bırakıp alaf­
ranga kıyafet terziliğini öğrenmeye sevk etti. Böylece aba tüketimi de azaldı.
İstanbul'da dikilen Avrupakari kıyafetlerin, Avrupa'da dikilenlere
kıyasla daha pahalı olması, Polonya ve İtalya Yahudi' si tüccarları hazır kıya­
fet ithal etmeye sevk etti. Dikişin zarif, fiyatların ehven oluşu, İstanbul hal­
kını yerli terzileri terk etmeye teşvik etti. O zamandan beri terzilerin karlı
işleri kesildi. Pek çoğu, yerli ve yabancı terzihanelerdeki işinden atıldı, iflah
olmaz yoksulluğa sürüklendi. En maharetli terzi bile, bilhassa el emeğinin
pahalılaşhğı ve yerli paranın değerinin artmasıyla pahalılaşmaya devam et­
tiği bu devirde yabancı tüccarlarla rekabet edemez. Aşağıdaki tablolar işsiz­
liğin terzilerin ölümüne sebebiyet verdiğinin tartışılmaz kanıtlarıdır.

71 Metinde "yerli ve yabancı Grekoi'' ifadesi yer alıyor. Latince Graecus'tan türetilen Grek6s ·(ç. Grekoi)
sözcüğü 19. yy. ortalarına kadar "Rum" ya da "Yunan" anlamında kullanılırdı. Ancak Latince Romanus'tan
türeyen Romaios, ya da Romi6s yani Rum daha yaygındı.

R U M ELİLİ ESNAF
183ften 184}'ün sonuna kadar
Yatan Terzi Taburcu ölen Ziyaretsiz ÖL %
ısı ı2ı 26 4 rz. 2 2

ı8;o'den 1859'un sonuna kadar


Yatan Terzi Taburcu Ölen Ziyaretsiz ÖL %
35I 247 97 7 22.34

Bu on yıllık iki dönem zarfında hastaneye yatan terzilerin yüzdesi,


toplam hasta yüzdesine göre büyük fark arz etmez:
ilk on yıl: Toplam hasta sayısı ro,554 iken, terzi sayısı:ı5r, yani %
1 ,4o'dı.
İkinci on yıl: Toplam hasta sayısı 19,767 iken, terzi sayısı 351, yani
% ı,8o'di.
Bu iki döneme ait ölüm oranlarının mukayesesi, yukarıda kürkçüler
için söylediklerimi teyit ediyor, yani işsiz kalan, yoksullaşan zanaatkarlar
ölüme daha kolay mağlup oluyor. Bu sonuçları çok önemli buluyorum, zira
İstanbul'un sanayisi günden güne değiştiğinden gelecek nesiller bu gerçeğe
dair apaçık delillere sahip olmayacaklardır.

Salepçiler
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Rumelililer 88 67 20 23,00
Anadolulular 9 6 2
Adalılar
Yunanlılar
Yediadalılar
Yeklın 98 74 2ı 22,II
Ziyaretsiz ölenler % 3 08
,

İstanbul' da bu esnafın, sattığı içeceğe göre muhtelif adları vardır.


Kışın, daha güneş doğmadan, sokaklarda dolaşıp salep satarlar. Herkesin
bildiği ve sevdiği bu içecek daha ziyade bu saatlerde tüketilir; millet, işe gi­
denler, kahve yerine salep alıp içer. Gün ortasına doğru esnaf, bu kez başka

lsTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFı 1 37


bir içeceği, bozayı satmak için yollara düşer. Boza Mısır'daki esrara benze­
yen hintkenevirinden yapılır.72 İstanbul halkı yazın bu içeceklere nadiren
rağbet eder. Esnaf da kaynatılmış kuru incir ve üzümden yapılan, gül suyu
ile tatlandırılmış ve buzla soğutulmuş muhtelif içecekler [şerbetler] satar.
Bu satıcılara panayır ve halk şenliklerinde rastlamamak mümkün değildir.
Hatta pek çoğu yazın, geniş güğümlerin yanı sıra çocuklar için şerbet koy­
dukları uzun cam lüleler de taşır.
Bu içeceklerin en büyük tüketimi İstanbul sokaklarında ve meydan­
larında olur.
Tabloda görünen Rumelili ustaların tümü Arnavut'tur. Fakat bu
mesleği icra eden çok sayıda Ermeni ve Müslüman da var. Hatta birçok
Müslüman'ın, şerbetle birlikte pirinç, su ve sütten mamul bildik muhalle­
biyi sattıkları dükkanları da var.
Kayıtlarından anlaşıldığına göre pek kalabalık olmayan [Ortodoks]
salepçilerin de ufak dükkanları vardır ve ortaklardan biri sokaklarda dolaşır­
ken diğeri küçücük dükkanda satışla uğraşır. Salepçilerin hayat şartları ve
beslenmeleri diğer Arnavut hemşehrilerinkinden farklı değildir.
ilk beş yılda hastaneye 34 salepçi yattı, ikinci beş yılda ise sadece 7
kişi yattı. 34 kişiden dördü, 7 kişiden de ikisi vefat etti. Kuruma başvuran
hastaların bu kadar arttığı bir dönemde salepçilerin sayısında görülen
azalma şaşırtıcıdır. Sebebin, Avrupai kahvehanelerde ispirtolu içkilerin
serbestçe satılmasına atfediyorum. Bu mekanlarda geleneksel kahvenin
yanı sıra muhtelif kokulu, ispirtolu içecekler hatta son zamanlarda Ame­
rikan romu dahi satılmaktadır.7ı Bu Avrupakari kahvehaneler ve sıradan
şaraphaneler, kendi halinde, sakin Müslüman ahalinin evvelden ruhsat­
lı meyhanelere bile izin vermediği mahallelerde de görünmeye başladı.
Evvelden bu M üslümanlar, mahallelerinde kahve ve Arnavutların sattığı
sıcak salep ile zararsız şerbetten başka içeceğin satıldığını nadiren gö­
rürlerdi.

72 Bozanın hintkeneviriyle ilgisi yoktur; bozanın az miktarda alkol içermesi ve fazlaca tüketildiğinde
hafif keyif verici bir içki olması Sakız kökenli yazarı yanıltmış olmalı.
73 Rakı satma ruhsatı sadece (gedikli] meyha nelere ve şaraphanelere verilirdi -Y.N.

R U M E Lİ L İ ESNAF
Helvacılar
Yatan Taburcu ölen Ziyaretsiz öl. %
Rumelililer 229 181 44 44 19,50
Anadolulular
Adalılar
Yunanlılar
Yediadalılar
Yekun 22 9 181 44 44 19,50

Ziyaretsiz ölenler % 1,77

Tablodaki helvacıların tümü Arnavut'tur. Kılık kıyafetleri abadan be­


yaz bir libas, ayaklarda aynı renkten bir tozluk olmak üzere gayet sadedir.
Helvacılar salepçilerin hemşehrileri olur.
Sattıkları helva, bal, fındık, badem ve çam fıstığından mamuldür; ba­
zen de sadece şeker, bal ve susam karışımıdır. Helvacıların sattığı tatlı çeşitleri
aşağı yukarı bunlardır. Müslümanlara ait şekerci dükkanlarında ve sokaklarda
çoklukla güzel kokulu saf kristalize şekerden mamul şekerlemeler de satılır.
Diğer çeşitler, mesela harcıalem ve halkın sevdiği lokumlar, hazmı zor hamur
işleri, börekler, poğaçalar ve saire yiyecekler başka esnafın tekelindedir. Un
ve tereyağından ya da daha doğrusu kuyruk yağından mamul poğaçayı ekse­
riyetle Müslüman fırıncılar pişirir ve bu yiyecek hem Müslümanlar hem de
Hıristiyanlar tarafından ifrat derecede tüketilir. Hıristiyanlann dini perhizleri
için zeytinyağlı ve istisnasız herkes için peynirli ve otlu poğaçalar da yapılır.
Helvacılar mallarını sokaklarda, meydanlarda, panayırlarda ve Müs­
lümanların şenliklerinde satarlar; özellikle şenliklerde helva satışı pek can­
lıdır. Geniş tahta bir tablanın üstüne birkaç okka helva koyarlar ve yazın
tatlıyı örten sayısız sinek ve kalın bir toz tabakasına rağmen son zerresine
kadar satarlar. Halkın gece sokaklarda serbestçe dolaştığı Ramazan ayında,
helva tepsilerine yerleştirdikleri küçük bir fenerle dolaşan bu satıcılara her
yerde rastlanır.
Helva imalathaneleri küçük ve azdır. Çok sayıda helvacının sattığı
helvayı tek bir imalathane üretir. Buradan yapılan [perakende] satış sınırlı­
dır, esas kar sokak satışlarından elde edilir. Bu imalathanelerden Arnavutla­
rın haricinde başkaları da satmak üzere helva alır.

lsTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFı 1 39


Ortaklar imalathanenin üstündeki odada uyurlar. Helvacılar, yaşa­
dıkları mekan ve hayat tarzı bakımından, yukarıda anlattığım diğer Arnavut
zanaatçılardan farklı değiller. Bu imalathanelerin çoğu Müslüman mahallele­
rindedir. Buralarda çalışanlar sakin ve terbiyeli olmak zorundadır. Helvacılar,
Hıristiyan mahalle ve çarşılarında çalışan ustaların hayatını altüst eden bin­
lerce günahkar tahriklerden uzaktır. Genellikle çalışkan ve iyi ahlak sahibi
insanlardır; hiç durmadan mallarının satışıyla uğraşırlar. Helvacıların ölüm
oranının diğer Arnavut sanat erbabına nazaran düşük olmasının nedeni ka­
naatimce budur.
Gün geçtikçe, yabancı ustaların marifetiyle, İstanbul pazarına giren,
yerlilerden daha hafif, hazmı daha kolay envai çeşit tatlı, helvanın satışını,
dolayısıyla da satıcılarının sayısını azalttı. İlk on üç yıl boyunca74 hastaneye
yatan 13,016 hastadan rro'u, yani % o.8o'i helvacıydı. Son on yılda7s yatan
hasta sayısı 23,600 iken, helvacıların sayısı rr9, yani % o,5o'dir. Demek ki
esnafın sayısı çok azalmış. Salep satıcılarında da durumun benzer olduğu­
nu gördük.

74 1833-1846 arası.
75 1847-1859 arası.

R U M ELİLİ ESNAF
ALTINCI BÖLÜM

ANADOLULU ESNAF

Yağcılar
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Rumelililer 26 20 6
Anadolulular 224 183 38
Adalılar 10 9
Yunanlılar 9 5 4
Yediadalılar
Yektın 26 9 217 49 16,00

Ziyaretsiz ölenler % 1,12

Yağcılar esnafına, keten tohumu yağı,' susam yağı2 ve zeytinyağı sa­


hcılarını kaydediyorum. Bahsi geçen yağlan İ stanbullu Hıristiyan, Yahudi
ve Müslümanlar kullanır, fakat uzun süren dini perhiz dönemlerinden do­
layı Müslümanlardan ziyade Hıristiyanlar tüketirler} Yahudiler ise sebze
ve et yemeklerinde, Hıristiyanların tercih ettikleri sadeyağ yerine özellikle
zeytinin yağını bolca kullanırlar.4
Keten tohumunun yağı İstanbul haricinde çevredeki kasabalarda da
çıkarılır. Önceden kavrulan tohum büyük, kaba ve hantal ahşap makineler­
de sıkılarak yağı çıkarılır. İstanbul'daki beziryağı imalathanelerinin çoğu,

ı Keten tohumundan elde edilen sıvı yağa, Arapça tane, tohum anlamındaki badr sözcüğünden bezir
denirdi. 20. yüzyılın başlarına kadar, zeytin ve susamın yetişmediği bölgelerde, mutfakta ve aydınlat­
mada beziryağı kullanılırdı. Yemeklerde kullanılacak beziryağı, acımtırak tadını yok etmek için önce
kaynatılırdı. Mübadeleden önce Kapadokya'daki bezirhaneler ve beziryağı tüketimi için bkz. Thanasis
Kostakis, age, s. 86 ve 362-36.
ı. Osmanlı kaynaklarında Farsça susam anlamındaki şir ile yağ anlamındaki rugan'dan türetilmiş şir-i
revgan ya da değişime uğramış olarak şırluğan, şırlagan denirdi.
3 Yılın yaklaşık 180 günü perhiz tutan dini bütün Ortodokslar bu dönemlerde hiçbir hayvansal gıda
tüketmez, nebati yağlan da ancak belirli günlerde tüketirler. Perhizlerde pişirilen özellikle zeytinyağlı
sebze yemekleri dini bir yasağın mutfak kültürüne etkisi/katkısı sayılabilir. Perhiz günleri haricinde
Rum mutfağında çoklukla hayvansal yağlar kullanılırdı.
4 Yahudiler, dini kuralları et ile süt ürünlerini bir arada tüketmeyi yasakladığından, etli yemeklerde
(yazarın dediği gibi sebzelerde değil) tereyağı ya da sadeyağ yerine bitkisel yağları kullanırlar. Eskiden,
zeyti nin bulunmadığı yörelerde nebati yağlardan bilhassa susam yağını tercih ederlerdi.

lsTANeuL'uN ORTODOKS EsNAFı


bakkalların memleketlisi olan Anadolulu esnafın elindedir.s Çevre kasaba­
lardaki bezirhaneler ise yerli halkın mülküdür. Mutfakta, yemek pişirmek
ve halk lisanında lokma denen hamur işi kızartmalar için gerekli olan bezir­
yağı bu imalathanelerden tedarik edilir. lstanbul'un etrafında yaşayan köy­
lülerin yemekleri, genellikle, bayatlayınca ağır bir koku ve kötü bir tat alan
bu yağla pişirilir veya kızartılır. Bu çok yaygın kullanımı haricinde, yanınca
bol ve boğucu duman çıkaran bu yağ, köy hanelerinde ve çiftliklerde aydın­
latma için kandillerde de yakılır. Dolayısıyla köy ve kasabalardaki tüketimi
büyüktür. Ayrıca bal kıvamına gelinceye kadar kaynatılan bezir, sayısız ah­
şap binanın boyanmasında da kullanılır.
Defterlerde kayıtlı yağcıların çoğu bezirhane sahibi ya da beziryağı
satıcısıdır.
Genellikle şehrin varoşlarında bulunan bezirhanelerde, çoğu hem­
şehri ve akraba olan çok sayıda Anadolulu zanaatkar çalışır; imalathanenin
zemini genellikle yağ içindedir. Binanın ortasında sığırlar, daha sonra ağır
makinelerde ezilecek olan tohumu ufalayan yuvarlak taşları çevirirler. Ekse­
ri zanaatkar gibi bezirciler de imalathanenin içinde, hepsi bir arada küçük
odalarda yaşarlar.
Değirmencilerin ve ekmekçilerin odaları, döşekleri, elbiseleri undan
bembeyaz olduğu gibi bezircilerin odalarında bulunan her şey de beziryağı
kokar. Merdiven ve döşeme tahtaları kaygandır; insan, eşyalara dokunmaya,
bir iskemleye ilişmeye korkar. Oturacak temiz bir yer, yağın bulaşmadığı
yere serilecek bir halı, bir elbise bulmanın mümkün olmadığı bu odalara
sıkça gittiğim için bunları anlatıyorum. Anadolulu bezirciler, temizlik ve
beslenme konusunda memleketlileri bakkallardan pek farklı değiller.
Beziryağı satıcıları yağı genellikle bu yağhanelerden alırlar. Tohu­
mun yağı alındıktan sonra geri kalan ve köftün6 denilen küspe hayvan yemi
olarak satılır. Bundan başka eczacılar da yakı olarak kullanmak üzere az
miktarda bezir satın alırlar.

5 İstanbul'daki bezirhanelerin çoğunu Karamanlı Rumlar işletirdi.


6 Köftün, yani hayvanlara, özellikle sığırlara yedirilen susam veya keten tohumu küspesi; Farsça kır­
mak, dövmek, ezmek anlamındaki koftan sözcüğünden türetilmiştir. Makinelerin ilkelliğinden dolayı
tohumların yağı tümüyle çıkarılamıyor -Y. N.

ANADOLULU ESNAF
İstanbul'da sadece zeytinyağı satan dükkanlar azdır. Yağ iskelesin­
deki zeytinyağı ardiyeleri, yağ satıcılarının ve küçük esnafın günlük pazar
ihtiyacını karşılayacak kadar yağı sahn aldıkları büyük mahzenlerdir. Ana­
dolulu ve Rumelili bakkallar her çeşit yağı satarlar.
Defterlerde "yağ satıcısı" olarak kaydedilmiş hastaların çoğu so­
kak ve çarşılarda dolaşarak her derde deva zeytinyağım satanlardır. Bu
satıcıların çektiği zahmet çerçilerin çektiğinden farklı değildir ve çoğu da
Anadoluludur.
Anadolulular için her türlü sıvı ve katı yağın ticareti makbuldür.
Bakkal dükkanları, yağhaneler, mumhaneler ve sabunhaneler ekseriyetle
onların elindedir. Bu son zamanlarda İstanbullu Hıristiyan ve Müslüman
ahalinin bol miktarda tükettiği pastırma denen tuzlanmış sığır etini de sat­
maya başladılar.
İncelediğimiz esnaf kollarında, ölüm oranı yağ satıcılarınınki ka­
dar düşük olan esnaf azdır. Hastaneye sevk edilen yağcıların sayısı, hele
hemşehrileri bakkallarla karşılaştırıldığında çok düşüktür. Bu durum,
sıvı ya da katı yağ tüccarlarının -ve onların yanında çalışanların- uzun
ömürlü, sağlıklı olduklarına dair eski tevatürün doğruluğu konusunda
bizi ikna ediyor. Yağcılar, İstanbul'da bakkal ve diğer memleketlileriy­
le aynı münzevi ve kanaatkar hayatı sürdürmelerine rağmen, yukarıda­
ki tablolarda da göründüğü gibi, hepsinden daha üzün ömürlüdürler. O
halde, hekimlerin, bu tarz imalathanelerin tedavisi mümkün göğüs ve
bağırsak hastalarına ikametgah olması gerektiği görüşü hürmete şayan­
dır.7 Hekimlerin Amerika'daki balıkçılardan ilham aldığı morina balığı
yağının kullanımı da bu görüşten kaynaklanıyor. Balıkçılar, morina ba­
lığının karaciğerlerinden elde edilen yağla uzuvlarını ovarak romatizma
ağrılarını tedavi ederken aynı zamanda eski güç ve kuvvetlerine de yeni­
den kavuşuyorlar. Ne var ki bu konular mevcut incelemenin kapsamına
girmemektedir.

7 Bu garip cümle belki de doktorların beslenme önerileriyle ilgilidir.

İ sTP.NBUL'uN ORTODOKS EsNAFı 1 43


Doğramacılar8
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Rumelililer 3
Anadolulular 93 74 16 3 17,17
Adalılar
Yunanlılar
Yediadalılar
Yekiın 97 77 17 18,8

Ziyaretsiz ölenler % 3,09

Rum doğramacılar azdır, çünkü bu mesleği icra edenlerin çoğu Er­


meni'dir. Ahşap evlerin bolluğundan ve arkası kesilmeyen yangınlardan
dolayı doğramacılık canlı bir meslektir.
Bu kadar az üyesi olan bir esnafı, yeni bilgiler edinmekten ziyade
benzer mesleklerde çalışanlarla karşılaştırmak için kaydettim. Mamafih
ölüm oranının düşük olduğu mesleklerde hem hastalar az, hem de hasta­
neye yatan zanaatkar sayısı toplama göre düşüktür.
Doğramacılar, sert ya da yumuşak ağaçtan, özellikle köknar ve me­
şeden kapı ve pencere imal ederler. Bu tarz işleri Yunanlı ve bazı Avrupalı
doğramacılar da yapar, fakat yerli ustalar yabancılardan hala daha ehven
fiyata çalışırlar. Avrupalı zanaatkarlar, evlerinde köylü ustanın aşina ol­
madığı zarafet ve güzelliği arayan zenginlerce tercih edilir. Fakat bu pa­
halı işçiliğe talep o kadar azdır ki yerli doğramacılara henüz zarar vermiş
değildir.
Doğramacılann imalathaneleri havadar ve yüksek tavanlı, kerestele­
rin hacmi büyüktür. Burada genellikle bıçkıcılar çalışır ve ahşap kapılar için
kullanılan devasa köknarları biçerler. Aletler az ve basit, işçilik ise süratli ve
zariftir. Zemin talaşla kaplıdır. Kapı pencere yaz kış açık olduğundan hava
serbestçe dolaşır. Doğramacıların evleri, cümle Anadolulularınki gibi çalış­
ma mekanının tavan arasındadır. Bu esnaf pis kokulu ya da yağlı malzeme
kullanan diğer zanaatkarlara göre daha temizdir. Büyük imalathanelerin
çoğunda hemşehri olan çok sayıda usta çalışır. Bazı semtlerde daha küçük

8 Türkçesi yazara aittir.

144 ANADOLULU ESNAF


ve genellikle çevredeki sakinlerin günlük ihtiyaçlarını karşılayan doğramacı
dükkanları vardır.
Doğramacıların büyük bölümü halkın Yunancaya aşina olmadığı
Karaman vilayetindendir. 9

Meyhaneciler
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Rumelililer 229 166 57
Anadolulular 376 287 78
Adalılar 31 15 15
Yunanlılar 32 25 6
Yediadalılar 6 4 2
Yekun 674 497 15 8
Ziyaretsiz ölenler % 2,83

Meyhaneciler vaktiyle muazzam büyüklükte, zengin, kudretli ve nü­


fuz sahibi bir esnafh. ithal olunan Avrupalılaşmanın yok ettiği ve günden
güne yok etmeğe devam ettiği birçok esnafla birlikte yoksullaşıp düşüşe
geçtiler. ilk on yıllık dönemde hastaneye ıo,554 hasta yattı, bunlardan 243'ü
meyhaneciydi, yani toplam sayının % 2,3o'u. Son on yılda ise yatan hasta
sayısı ı9,767 iken, meyhanecilerin sayısı 326, yani toplamın % ı,63'üdür.
Bu çalışmada, İstanbul'daki sayısız meyhanenin gelişim ve yükseli­
şini anlatmam gereksizdir; sadece vaktiyle pek çok İstanbullunun icra etmiş
olduğu çok karlı bir ticaret olduğunu söylemem kafidir.
Büyük meyhanelere Hıristiyan ve Yahudi mahalleleri dışında asla
ruhsat verilmezdi. Devlet meyhaneci esnafının çalışmalarına nezaret eden
Müslüman bir kethüda tayin ederdi.'0 Meyhaneciler zaman zaman hazineye,
içki satma ruhsatından dolayı başka esnafın tabi olmadığı çok ağır vergiler
öderlerdi." Her ne zaman rical-i devletten biri meyhanenin önünden geçse,

9 Yazar Türkofon (Türkçe konuşan) Hıristiyan Karamanlılan kast ediyor.


ıo Mahkeme kayıtlanndan Hıristiyan meyhaneciler kethüdasının bazen Hıristiyanlar arasından seçil­
diği anlaşılıyor; ı604 tarihinde mahkemeye başvuran Galata'nın H ıristiyan meyhaneci esnafından bir
grup " Kostantin veled-i Aleksi nam zimmi"nin kethüda tayin edilmesini talep eder, mahkeme de bu
talebi onaylar; Kuran, age, s. 93. Belgelerde ayrıca "hamr emini" (içki emini) Yahudilerin adı geçiyor;
Kuran, age, s. 98, 125. Kethüda için bkz. ikinci Kısım, Beşinci Bölüm, dipnot 16.
ıı Müskirattan, yani alkollü içkilerden alınan vergiye zecriye denirdi. Sultan ili. Selim devrinde şara-

İsTANBUL' u N Ü•Tooo<s EsNAFı 145


meyhanenin kapıları kapatılır, içerde zevk ü sefa edenler susar, ses soluk ke­
silirdi. Bu adetin hilafına hareket edenler, geçen şahsın makamına ya da aza­
met ve kibrine göre değişen yüklü bir para cezasıyla cezalandırılırdı.
Bütün meyhanelerin kapıcıları vardı. Bunların görevi Müslüman
bir bey geçtiğinde kapıları kapatmak ve yoldan geçen Hıristiyanlara meyha­
nenin yıllanmış, tatlı şarabıyla aşçının çeşit çeşit yemeklerini bağıra çağıra
methederek onları içeriye davet etmekti. Bu meyhanelere domuz eti satma
müsaadesi sadece apokriya günlerinde12 verilirdi, o zaman da halk hasret
kaldığı bu kışa mahsus eti yemek için meyhanelere akın ederdi.
Meyhaneler sadece şarap ve rakı satan mekanlar değildi. Üstü ka­
palı avlu içinde ve devasa fıçıların yanında, umumiyetle başka bir kişi ta­
rafından kiralanan ve meyhanenin mevkiine, şöhretine göre cömertçe kira
bedeli ödenen bir mutfak bulunurdu. Rumelili ve Anadolulu bekar işçiler
akşamları gelip aşçının envai çeşit yemeklerinden seçerken, uyanık meyha­
neci müşterilerine bolca şarap ikram ederdi. Böylece aşçılar ile meyhane­
ciler müşterek menfaatleri için işbirliği yaparlardı. Müşterilerin daha fazla
keyiflenip neşelenmelerine kapıcılar da katkıda bulunurdu. Çoğu mizaç
bakımından neşeli, şakacı ayrıca şarapsever ve ayyaşlıkta müşterilerle re­
kabet eden kapıcılar bir yandan yoldan geçenleri kaba saba şakalarla içeriye
buyur ederken, öte yandan içerdekileri de edepsiz el kol hareketleri ve edebe
mugayir hikayelerle eğlendirirlerdi. Bu kapıcıların çoğu ayyaşlığın kurbanı
oldu ve göğüs ağrısından'l ya da istiska marazından hastanede vefat etti.
Yukarıda, meyhanelerin ekseriyetle büyük ve geniş binalar olduğu­
nu söyledim. Fener ve Samatya'daki bazı meyhanelerin kapalı alanı bin iki
yüz arşındı. '4
Devasa şarap fıçıları bu mekanlarda istif edilirdi. Bir köşede de ge­
nellikle rakı imalatı için imbikler ya da aşçının ocağı ve yanı başında envai
çeşit yemeğin teşhir edildiği masa dururdu. Açılır kapanır, alçak iskemle

bın okkasına 2 para, rakının okkasına da 4 para vergi ödenirdi; Bianchi, Türkçe-Fransızca Sözlük, Paris,
1850. Söz konusu vergiyi zecriye nazın [zecriye muhassılı] toplardı. Zecr Arapça bir kelimedir ve bir şeyi
menetmek anlamına gelir - Y. N.
12 Apokria / apukurya�karnaval, bkz. İkinci Kısım, Beşinci Bölüm, dipnot 4.
ıJ Metinde kardialji.
14 ı mimari arşın yaklaşık 75.77 sm'dir.

ANADOLULU ESNAF
üzerine yerleştirilmiş yuvarlak ahşap tablalar masa niyetine kullanılır, müş­
teriler bunların etrafında otururdu.
Bu büyük meyhanelere biniciler at sırtında girer şarap ve rakılarını
içerlerdi; bazen de bir sokaktan girip diğerinden çıkarlardı. ı s Böylece mey­
hanenin şarap ve rakı kokan döşemesiz zemini hayvanların pisliği ve sar­
hoşların yemek yahut istifra artıklarıyla iyice berbat olurdu. Pislik, dayanıl­
ması güç bir koku ve hiç bitmeyen şamata meyhanelerin alametifarikasıydı.
Paskalya yortusunda, kimi semtlerde hala var olan bu tarz meyha­
nelerin önünden geçenler, elli günlük dini perhizden sonra, sefahatle, ay­
yaşlıkla ve insanı sağır eden naralarla Kurtarıcımızın16 dirilişini kutlayan
bizimkilerin bazı meyhane adetlerini görebilirler.
İstanbul'da işçilerin rağbet ettiği küçük aşçı dükkanları vardı, hala
da var, fakat bu aşhanelerde şarap ve rakı satışına ruhsat verilmez. Dolayı­
sıyla bu aşçılarda bekar Müslümanlar ile ifrat derecesinde içki müptelası ol­
mayan bizimkiler yemek yerler. İstanbul'daki bütün meyhanelere şarapha­
ne demek doğru değildir, bu mekanları daha ziyade, şehrin yabancısı yoksul
ve zenginlerin bir arada yemek yediği Avrupa'daki sayısız "yemekhaneler"17
gibi düşünmek daha doğrudur.
İstanbul'un hakiki meyhanecileri Anadoluluydu; çoğu Fertek'ten;18
kimileri de Kizikos'tan19 gelirdi. Defterlerde Rumelili olarak kayıtlı olanla­
rın çoğu ise İstanbul ve çevresindendir. Pek çok mümtaz İstanbullunun
meyhanelerde, satın aldıkları yahut da veraset yoluyla intikal etmiş hisseleri

15 Bu durum herhalde iki kapılı meyhaneler için geçerlidir.


16 !sa Peygamber"in sıfatlarından biri.
17 Sözcük lokanta anlamında kullanılmıştır.
18 1924 mübadelesinden evvel. Fertek (Niğde) Rumlarının ürettiği şaraplar ve özellikle rakı ünlüydü.
Fertek rakısı lstanbul"dan Mersin"e kadar pek çok yere ihraç edilirdi. Bu konuda çok sayıda kaynak ve
tanıklık mevcuttur: " Fertek Rakısını lstanbut'da herkes bilirdi. Eskiden lstanbul"daki meyhanelerin
dörtte üçünü Fertekliler işletirdi. Bu iş onların tekelindeydi. Sonra, Hürriyet"ten sonra. Yunanlılar,
Çakanlar gelip meyhane işine el attılar. [ ... ) Fertek evleri büyük iki katlı evlerdi. Alt katlarda şırahaneler
ve rakı kazanları vardı.,"' CAMS (Centre for Asia Minor Studies) Sözlü Tarih Arşivi. zarf 299, Fertek);
" Fertekliler lstanbul'da inhisar tarzında meyhanecilik ederek hayli paralar kazanmış olduklarından,
karyenin eski haneleri Fertek'in zamanı kadimde ihraç eylediği ma'muriyyeti andırır bir halde oldukları
görülüyor ise de, meyhanecilik bozulup, o karlar elden gittikten sonra, karyenin umran hali harabe yüz
tutmuştur.,"' İoannis İoannidis, Kesaria Mitropolitleri ve Malumatı Mütenevvia, lstanbul. 1896, s. 119.
(Karamanlıca metinden alıntı.)
19 Kapıdağı Yarımadası.

İSTANBU L' U N ORTODOKS ESNAFI 147


vardı. Kendileri hiçbir zaman buralarda çalışmazlar, hisseler akçe olarak.
yani evvelce değerli olan akçenin kırınhsıyla, hesaplanıp ödenirdi. 20
Hakiki meyhanecilerin pek azı Rumeli' dendi. Bazen Rumelililer de
meyhane hissesi sahn alırdı. Bunların çoğu ya meyhane kapıcısı ya da mey­
hanenin maaşlı işçisiydi.
Ezcümle İstanbul ve Galata'nın büyük meyhaneleri Anadolululara
aitti ve çoğunu onlar çalıştırırdı. Boğaziçi'nin küçük köylerinde ve civardaki
kasabalarda bu karlı zanaat yerli halkın elindeydi. Yunan Adalan'ndan ve
Yediadalar'dan gelen meyhaneciler ancak son dönemde kayıtlarda görün­
meye başladı. Bunlar meyhaneciden ziyade İstanbulluların "şarapçı" dediği
esnafür ve rakıdan çok daha zararlı bir içki olan romu yavaş yavaş İstanbul'a
ithal eden de bunlardır.
Daha birkaç sene evveline kadar, şarap ve ispirtolu içki satma ruh­
sah sadece imtiyazlı ve ağır vergi mükellefi olan meyhanelere verilirdi. Bu
sebeptendir ki bu ticarete el atan Yediadalılar ve Yunanlılar binlerce zorluk­
la karşılaşhlar. Babıali, şarap sahcısı vatandaşları adına başvuruda bulunan
yabancı elçilerin ricalarına bazen teslim oluyordu. Fakat bir müddet sonra,
rekabetten dolayı vergilerini ödeyemeyen meyhanecilerin şikayetleri üzeri­
ne bu dükkanlar kapahlıyordu. En nihayetinde şarapçı dükkanları galip gel­
di; evvela Hıristiyan mahallelerinde birkaç dükkan açıldı, arkasından kendi
halinde, sakin Müslüman ahaliye büyük rahatsızlık vererek, Türk mahalle­
lerine de fütursuzca yayıldılar.
Bu şarapçı dükkanlarından maada, müşterilerin artan temizlik tale­
bi ve Avrupai yemeklerin giderek daha fazla rağbet görmesi büyük meyha­
nelerin tümüyle çökmesine sebep oldu. Yukarda da bahsettiğim gibi çoğu
kapandı ve yerlerinde yeni binalar inşa edildi. İstanbul artık başka zaman­
ların, başka insanların var ettiği ve yaşathğı büyük meyhanelerin yeniden
inşasını göremeyecektir.
Aşağıdaki rakamlar, işsizliğin ve vaktiyle karlı olan bu mesleğin ge­
rilemesinin, meyhanecilerin ölüm oranının artmasına ne derece etkili oldu­
ğunu açıkça gösteriyor.
20 Okura hatırlatmalıyım ki, 1553 senesinde, lspanya'nın gümüş parası [piastro] 16 akçeye, yani
günümüzün iki kağıt kuruşuna eşitti (Busbecq, Mektuplar, 1633) -Y.N. (Türk Mektuplan, Remzi
Kitapevi, İstanbul, 1939; yeni basımı, Doğan Kitap, İstanbul, 2005].

ANADOLU LU ESNAF
ilk on yıllık dönemde hastaneye 138 Anadolulu meyhaneci yattı,
lo8'i tedavi oldu, 28'i vefat etti, 2'si hastaneye nakledildikten hemen sonra
vefat etti [ziyaretsiz ölen], yani ölüm oranı % 20,61 seviyesindeydi. İkinci
on yılda 161 meyhaneci yattı, n9'u tedavi oldu, 38'i vefat etti, 4'ü nakledil­
dikten hemen sonra vefat etti, yani ölüm oranı % 24,20 seviyesine yükseldi.
Rumelili meyhanecilerden ise ilk on yılda 94 kişi yattı, 73'ü tedavi oldu,
l9'u vefat etti, 2'si nakledildikten hemen sonra vefat etti, yani ölüm oranı
% 20,66 seviyesindeydi. İkinci on yıllık dönemde n3 kişi yattı, 78'i tedavi
oldu, 3J'ü vefat etti, 2'si nakledildikten hemen sonra vefat etti, yani ölüm
oranı % 29,71'e yükseldi.
İstanbul esnafının çoğunda açıkça görülen bu gerçeğe daha evvel de
değindim. Esnafın, ister kalpakçılar gibi tümüyle yok olduğu, ister meslek
değiştirdiği bu devirde, İstanbul esnaf tarihinin incelenmesi bu tarz araşhr­
malar için çok yararlıdır.

Badanacılar, Sıvacılar
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Rumelililer 6 6
Anadolulular ı ı4 91 18
Adalılar 2
Yunanlılar 2
Yediadalılar
Yekun 1 27 102 20 16,33
Ziyaretsiz ölenler % 3,91 '

İstanbul' da sayıları epey kalabalık olan bu zanaatkarları başka nasıl


adlandıracağımı bilemiyorum.21 Bu meslekle iştigal eden bizimkilerin sayısı
azdır ve hastane kağıtlarında ancak bu son dönemde göründüler. Sayısız Er­
meni badanacı ve sıvacı bizimkilerden çok daha maharetlidir.22 Bu meslekte

a Yeni hesaplamaya göre ziyaretsiz ölenlerin yüzdesi 3,94'tür.


21 Yazar, "toz" anlamındaki konis sözcüğünden türetilen ve Yunanca-Osmanlıca sözlükte (Yorgiadis­
Panayotidis, age) "badanacı." "sıvacı" olarak açıklanan koniatis sözcüğünü kullanıyor.
22 Ermeniler 17. yüzyılda da mesleğin erbabıydılar. Müslüman Türklerin o dönemde badanacılıktan
uzak durmalarının nedeni, Evliya Çelebi'nin belirttiği "domuz fırçası" olabilir. " Badanacı Ermeniler
arkalarında destiler ile mermer kirecinden cüllab olmuş beyaz badana ile ellerinde uzun sırıklar ucunda
domuz fırçalarıyla . . . ,'' Seyahatname, c.ı, s. 340.

lsTANBUL' u N O RTODOKS EsNAFı 149


çalışan çok sayıda Müslüman da var, fakat onlar genellikle evleri boyamayı
tercih ederler.2ı Bizimkileri, sayıları az da olsa kaydediyorum çünkü yuka­
rıda doğramacılardan bahsederken söylediğim gibi ileride benzer meslek
kollarıyla karşılaştırmak için yararlı olabilir.
Bu esnaf da doğramacılar gibi Karaman'dandır. Aralarında dostane
münasebetler ve muhabbet vardır. Çoğu şehir içinde, Sultan Bayazıd civarın­
da oturur. Tasarruf etmek için küçük odalarda üst üste yaşarlar. Bazen de Er­
meni meslektaşlarıyla han odalarını paylaşırlar. Çalıştıkları yerler yaşadıkları
semtten uzak ise, geceyi, badananın rutubetine aldırmadan boyadıkları binada
geçirirler. 1848'den itibaren, peş peşe çıkan yangınlardan sonra badanacılara
olan ihtiyaç ve mesleğin kazancı artınca ustaların sayısı da çoğalmaya başladı.
Fakat ileride sayıları muhtemelen azalacaktır, çünkü yangından etkilenmeyen
kagir binaların inşaatı mesleğe talebi perdeypey azaltıyor. Büyük hasara sebep
olan 1848 yangınları, inşaat alanında çalışan tüm esnafı zengin etti.
Diğer birçok esnafa göre badanacıların ölüm oranı düşüktür. Fakat
bu kadar az sayıdan çıkan sonuçların hatalı olabileceği de malumdur.

Kürekçiler
Yatan Taburcu ölen Ziyaretsiz öl. %'
Rumelililer 88 65 22 25,25
Anadolulular lJZ 105 23 4 18,00
Adalılar 36 30 6
Yunanlılar il 8
Yediadalılar il 10
Yekun 278 218 55 20,1 4
Ziyaretsiz ölenler % l,75

Kürekçiler İstanbul' da kalabalık bir esnaftır. Vapurlardan önce daha


da kalabalıklardı ve kürekçilik de daha karlı bir meslekti.24 Avrupa şehirleri
kamu taşımacılığı yapan arabalara sahip olduğu gibi, bu deniz kıyısındaki

23 ifade açık değildir. Yazar belki de ahşap yapıların yağlı boya (bezir) ile boyanan dış cephelerini
kastediyor.
a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 25,29; 17,97; toplam 20,15 ve ziyaretsiz ölenler ı,8o'dir.
24 " Boğaziçi'nde dolaşmaya başlayan buharlı gemilerin rekabeti olmasaydı, kayıkçılar daha iyi durum­
da olurdu." Theophile Gautier, age, s. 2 ı ı -Y.N.

ANADOLULU ESNAF
"megapol"ün de25 halkın ulaşım ihtiyacını karşılayan zarif ve hızlı hareket
eden kayıkları vardır. İstanbul'un bütün sokakları hala o kadar dar, engebeli
ve kötü döşenmiştir ki arabalar hızla harap oluyor, dolayısıyla hem pahalı,
hem de sakil vasıtalardır.
Hastane kayıtlarında 1852 yılına kadar bizimkilerden yalnızca Rume­
lili, Anadolulu ve birkaç Adalı kürekçi görünüyor. O zamandan beri Galata
rıhtımlarına, özellikle Karaköy'e, Yunanlı ve Yediadalı kürekçilerle birlikte
Nisiros Adası'ndan da çok sayıda kürekçi geldi. Kayıtlarda görünen az sayıda
Adalı bunlardır. Bugün yolcuların çoğu, telaş ve gürültünün hakim olduğu ka­
labalık limanın çalkantılı denizine karşı, ince uzun yerli kayıklardan daha mu­
kavemetli, daha fazla yük taşıyabilen sağlam ve geniş tekneleri tercih ediyor.
Yabancı kürekçiler yerlilerden farklıdır, çünkü çoğu evvelden gemi­
ciydi. Fakat bunların sayıları az olduğundan ayrıca söz etmeyeceğim. Kayıt­
larda yer alanların çoğu26 Zaptiye Nezareti'nden gönderilen kürekçilerdir,
zaten Karaköy halkı ile bir arada yaşamak ve Galata'nın umumhanelerinde
yatıp kalkmak bu gençleri suça teşvik ediyor. Nisiros Adası'ndan gelenler
çalışkan ve tasarrufludur. Beş yıl evvel, abacıların yanında, dört küçücük
odada geceleyen kırk Nisiros'lu kürekçi görmüştüm.
Rumelili kürekçilerin hemen hepsi İstanbul'un kıyı semtlerinden ve
Boğaziçi'nin kasabalarındandır. Evli olanlar hastalanınca aile içinde tedavi
edilirler. Hastaneye yatanlar ise, daha çok yabancı kürekçilerin çalıştığı İs­
tanbul limanından ya da Langa, Samatya ve diğer iskelelerden gelirler.
Kürekçiler, mesleğin zorluğundan dolayı umumiyetle genç, güçlü
kuvvetli, rüzgara ve Boğaz'ın sert akıntısına karşı saatlerce kürek çekebilen
insanlardır. Hayat şartları gemicilerinkine benzer, fakat sefaleti daha az,
rahatı daha çoktur. Çoğu yazın rüzgarın kuvvetli estiği, kışın yağmurun sü­
rekli yağdığı Boğaz' da çalıştığı için kışın ağır göğüs hastalıklarına, yazın da
beyinle ilgili hastalıklara maruz kalırlar.27

25 Metinde "megalopolis."
26 Söz konusu olan ı ı Yunanlı ve I I Yediadalı kürekçinin çoğu.
27 Ubicini, kitabında (age. s. 340). Boğaziçi kürekçilefinin çalışkanlığını, azla yetinmelerini ve kuvvetli
yapılarını metheder. Skarlatos Bizandios (age, s. 82) bizimkiler için şöyle der: "Bizans'ın kürekçileri ne
yazık ki eski Bizanslıların bir kusurunu, ayyaşlığı miras aldılar." inşallah hepimiz, zengin ve yoksul,
okumuş ve okumamış. aşırı içkinin verdiği zararların farkına varırız -Y.N.

İSTANBUL'UN ORTODOKS ESNAF! 151


İstanbul limanından Boğaz'a buharlı gemi seferlerinin başlaması,
bu süratli, tehlikesiz ve az masraflı ulaşım, kürekçileri zarara soktu. Binlerce
Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi geçimini kürekçilikle temin ediyordu. Kimi­
leri meslek değiştirdi, kimileri de çok daha karlı olan balıkçılıkta karar kıldı.
Bu esnafın incelenmesinden çıkan sonuçlar diğer esnaf kolları hak­
kında söylediklerimi doğruluyor. Hayatları zahmetsiz ve kazançları yeterli
olduğu sürece zanaatkarların ömürleri daha uzun oluyor. 1833 yılından ilk
vapurların Karaköy'den Büyükdere'ye seyrüseferlere başladığı 1843 yılına
kadar hastaneye 76 kürekçi yattı. 62'si tedavi oldu, 13'ü vefat etti, ı'i hasta­
neye nakledildikten hemen sonra vefat etti yani ölüm oranı % 17,33 seviye­
sindeydi. 185o'den 1859'a kadar 154 kürekçi yattı,n7'si tedavi oldu, 36'sı ve­
fat etti, ı'i hastaneye nakledildikten hemen sonra vefat etti, yani ölüm oranı
% 23,5o'ye yükseldi. Demek ki işsizliğin sebep olduğu sefalet ve parasızlık
bugün kürekçileri % 23,50 oranında öldürüyor. Bu insanların çoğu, işleri
kesat olan diğer esnaf gibi daha karlı bir meslek için kürekçiliği yavaş yavaş
terk edecek ya da bu mesleği daha az sayıda genç öğrenecektir.
Eğer kayıt defterlerinde daha fazla kürekçi olsaydı, esnafın ölüm
oranını gemicilerinkiyle karşılaştırmak ilginç olabilirdi. Hastaneye yatan
az sayıda kürekçinin ölüm oranı % 20,14 iken, gemicilerin ölüm oranı %
21,75'dir. Gemiciler, yukarıda da söylediğim gibi daha büyük sefalete, me­
şakkate ve erken ölüme maruz kalıyorlar.

Eskiciler28
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. % ;ı
Rumelililer 68 42 22 4 34.33
Anadolulular 134 94 31 9 24,63
Adalılar 2
Yunanlılar
Yediadalılar
Yekun 204 137 54 13 28,2 5
Ziyaretsiz ölenler % 6,33

28 Türkçesi yazara aittir.


a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 34,38; 24,89; toplam 28,27 ve ziyaretsiz ölenler 6,3]'dir.

ANADOLULU ESNAF
Tabloda görünen yüksek ölüm oranı, İstanbul'un ister Müslüman,
ister Hıristiyan olsun her mahallesinde ve çarşısında çalışan bu insanları
tanıyanları şaşırtmayacaktır. Bunların çoğu eski ayakkabı ve kunduraların29
tamiriyle uğraşır, çünkü eski elbiseleri toplayıp yamalayan genellikle Müs­
lüman ve Yahudi eskicilerdir.
Üç ayrı sınıfa ayırabileceğimiz bütün eskicilerin hayatı yürekler acı-
sıdır.
Birinci sınıfta Serasker Kapısı yakınında, üstü kapalı büyük bir bina
olan Bit Pazarı'nda çalışanlar yer alır. Bunlar en zengin kesimdir, çünkü
hem eski ayakkabı ve elbiseleri satın alır, hem de tamir ve yama işleriyle
uğraşırlar.
İkinci sınıfta işlek çarşılarda rastlanan küçük ve boğucu tamirhane­
lerin sahipleri yer alır. Bu dükkanlarda Müslüman kadının yemenisinden,
hamal ve lağımcının kaba kunduralarına kadar halkın kullandığı her çeşit
ayakkabı bulunur. İğrenç ayakkabı yığınının yanı başında, soluk benizli,
pejmürde kılıklı, genellikle ihtiyar eskici oturur. Yapacak başka işi olma­
yınca, yığından en işe yarayacak ayakkabıyı seçer; temizler, çevirir, büker,
ıslatır, sıkıştırır ve lime lime olmuş bu ayakkabıya şekil ve zarafet vermeye
uğraşır. Ekserisi dükkanda, ayakkabıların üzerinde yatar. Zaten çoğunun,
özellikle Anadoluluların aileleri memlekettedir.
Üçüncü ve en kalabalık sınıfta, sokak köşelerinde ya da çarşıların
orta yerinde tezgah açanlar yer alır. Ufak bir iskemle birkaç alet, bir iki
deri parçası ve su dolu bir testi mesleği icra etmek için yeterlidir. Bu in­
sanlar yaz kış sokakta çalışarak ailelerini geçindirecek kadar para kazanır­
lar. Çoğu zaman, karakışta, az bir para ödeyerek gece bekçilerinin büyük
ahşap sandıklarına sığınırlar. Kış ayları boyunca sayısız eskici mebzul
miktarda çamur ve pisliğin biriktiği bu sığınaklarda çalışır. Bu meşakkatli
meslekle aile geçindirmiş, çocuk büyütmüş pek çok kişi tanıdım. Çoğu,
dükkan için yüksek kiralar ödeyecek durumda olmadığından, bu şartlarda
çalışmak zorunda kalır.
Eskici esnafının sefaletini düşündükçe, ölüm oranının % 28,25'ten
yüksek olmamasına hayret ediyorum. Eski ayakkabı yığınlarının kirlettiği

29 Bağcıksız, konçsuz kaba ayakkabı.

İsTANBU L'uN ORTODOKS EsNAFı 1 53


havayı soluyanların, kış aylarının sert hava değişikliklerine maruz kalan­
ların sıkça hastalanması ve hastalığın habis hummaya dönüşmesi hiç de
şaşırtıcı değil. M amafih parasızlık, onları temiz yatak ve tıbbi tedavi bul­
dukları hastaneye hemen sığınmak mecburiyetinde bırakır, dolayısıyla
diğer dertsiz ve kedersiz pek çok zanaatkardan çok daha çabuk iyileşirler.

Bakkallar
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %'
Rumelililer 398 308 77 13 20,00
Anadolulular i,729 1,392 305 31 17,87
Adalılar 9 5 4
Yunanlılar 11 3 82 31 27,36
Yediadalılar
Yekun 2,2 50 . ı,z88 417 45 18,90
Ziyaretsiz ölenler % 2,00

Hastane'ye nakledildikten hemen sonra vefat eden [ziyaretsiz ölen]


Rumelili bakkal 13, yani % 3,5o'dir.
Hastane'ye nakledildikten hemen sonra vefat eden (ziyaretsiz ölen)
Anadolulu bakkal 31, yani % 1 ,76'dır.
Bakkallar İstanbul'da öteden beri muazzam büyüklükte bir esnaf­
h, bugün de hala öyledir. Bu araştırmanın başında bahsi geçen kitabeden,
İstanbul'daki ilk veba hastanesinin bakkallar esnafı tarafından kurulduğu
bilinmektedir.3° Bakkallar, diğer kalabalık esnaf kolları gibi Avrupalılaşma­
dan etkilenmedi. Bu devasa şehirde eskiden bakkallar çok daha zengin bir
zümreydi, fakat günümüzde de sayıları kalabalıktır, çoğu kanaatkar ve tu­
tumlu olup rahat bir ömür sürmektedir.
Anadolulu bakkallar umumiyetle Nevşehir ve İncesu'dandır. Adı
geçen kasabalarda bu meslek gelenekseldir ve halk bu mesleği icra etmek
için eğitilir. Anadolu'nun bu havalisinden gelen İstanbul'un gerçek bak­
kalı Rumelili ve Yunanlı meslektaşlarına itibar etmez, hor görür, onlarla
hiçbir zaman teşrik-i mesaide bulunmaz. Ayrıca Yunancaya tam vakıf ol-

a Yeni hesaplamaya göre yüzdeler: 17,96; 27,68 ve toplam 18,9ı'dir.


30 Bkz. Birinci Kısım, Birinci Bölüm, lstanbul 'daki Hastaneler.

1 54 ANADOLULU ESNAF
madığından, Rumelili ve Yunanlı meslektaşlarıyla anlaşması da mümkün
değildirY
Anadolulu bakkal, sanatı öğrenmek için İstanbul'a gelmiş akraba­
sı yahut da hemşehrisi genç çıraklarla birlikte dükkanın üstündeki küçük.
pasaklı odada yaşar. Bozulup çürümeye yüz tutmuş, dolayısıyla satılama­
yacak ne kadar gıda maddesi varsa, dükkana fazla zarar vermeden, kendisi
ve çırakları tarafından tüketilir. Karamanlı bakkal, lisan, örf ve adet bakı­
mından Müslüman'a çok benzediğinden ve son derece aklıselim sahibi ve
kendi halinde olduğundan, Türk mahallesinde oturmasına diğer Hıristiyan
esnaftan daha çok müsaade edilir. Ev ekonomisine ilgisiz Müslümanlar,
alışveriş için mahalle bakkalına müracaat ederler, böylece bakkal mahalle
sakinlerinin tedarikçisi olur.
Yönetimin yiyecek fiyatlarını denetlemesine, çoğu Müslüman müş­
terinin borçlarını ifa etmeyi ihmal etmesine ve veresiye alışveriş edip öde­
meyi sürekli geciktirenlere yeniden veresiye vermesine rağmen, bakkal
zarar etmeden, ayrıca Müslüman komşularını hiddetlendirmeden vaziyeti
kurtaracak bin bir çeşit çare bulur. Bu insanlar o kadar iyi huyludurlar ki.
bütün Müslüman mahallelerinde, komşuları ve aileleriyle dostane geçinip
serbestçe ticaretle uğraşmalarına hiç kimse mani olmaz. Bakkal hakkında
şikayetler nadiren duyulur; hiçbir bakkal düzen ve asayişi bozan yahut da
Müslüman hanımların namusuna kast eden biri olarak semt sakinlerinin
talebi üzerine bir mahalleden kovulmamıştır.
Müslümanların tercih ettiği sade gıdalardan dolayı diğer semtlerde­
kilere kıyasla daha temiz olan Türk mahallesindeki bakkal dükkanı, çoğu
zaman semt sakinlerinin korkusuzca sohbet ettikleri bir toplantı yeridir ve
bakkal kollarını göğsünde çapraz kavuşturarak, ayakta, dikkat ve tevazu ile
dinler. Bazı Hıristiyan semtlerinde bakkal çırakları, dükkana gidecek bir
uşağı ya da erkeği olmayan ailelere hizmet için sabah ve ikindi vakti bağıra
çağıra mahalleyi dolaşırlar. İstanbul'un yoksul semtlerinde bakkal, dolam­
baçlı sokaklarda kaybolanlara aradığı kişiyi veya yolu gösterir. Mürekkep

31 Söz konusu olan, Türkçe konuşan ve Yunan alfabesiyle Türkçe yazan Türkofon Hıristiyan Kara­
manlılardır. Yazarın "Anadolulu bakkal" dediği, Türk edebiyatına girmiş olan " Karamanlı bakkal"dır.
Tekrardan kurtulmak için, "Karamanlı bakkal" deyimi, metinde yer almadığı halde, kullanıldı.

İSTANBUL'UN ORTODOKS ESNAFI 155


hokkası ve kamış kalemi habire mektup ya da doktor reçetesi yazılacak ha­
nelere taşınır. Kara kaplı defterinde, habire fiyatların tahammülfersa pahalı­
lığından şikayet eden ve Allahtan korkmazlığını bağıra çağıra başına kakan
yoksul komşuların cümlesi kayıtlıdır. Büyük zarara uğramak pahasına -ki
bunu haç çıkarmalarla ve yeminlerle tasdik eder- şikayetçi müşterilerine
birçok kolaylık sağlayan soğukkanlı bakkal, hakkında söylenenleri sesiz ve
sakin dinler. Parayı pek seven bu insanların yaşadığı hayat budur.
Anadolulu bakkal münzevi bir ömür sürer. İstanbullularla ilişki kur­
maz ve nadiren kendi muhitinden dışarı çıkar. Dükkanlar iki, bazen de daha
fazla ortağa aittir ve ortaklar iki ya da üç yılda bir münavebeli memlekete
gider. Hemşehrilerinden uzaklaşıp İstanbullu kadınlarla evlenenler azdır.
İstanbul'da Karamanlı bakkallardan daha çalışkan ve kanaatkar in­
san ender bulunur. Rumelili ve Yunanlı meslektaşlarına nazaran düşük
seviyedeki ölüm oranları kanaatkarlıklarının alametidir. Memleketlerinde,
çocukların eğitimi ve onca arzu edilen ana dilinin yeniden kazanılması için
kız ve erkek mektepleri açıldı. Burada ise gurbette, yabancı ve yurtsuz, şe­
hirlilerden ve okullardan habersiz yaşarlar.
Bekar ve münzevi hayat bu adamların acilen hastaneye yatmalarını
teşvik etmez. Hastalandıklarında hekim çağırırlar ve birbirlerini şefkat ve
ihtimamla tedavi ederler. Sütçüler, duvarcılar ve daha başka zanaatkarlar
hastalarına buna benzer bir ihtimam gösterirler. Bakkallar, İstanbul'a gelen
pek çok meslek erbabı gibi hastaneden nefret etmez. Kayıtlarda çok sayıda
bakkalın hastaneye yattığını, ayrıca meslektaşlarının çoğu zaman akraba ya­
hut hemşehrileri olan hastayı diğer esnafa göre daha sık ziyaret ve teselli
ettiğini görürüz.
Anadolululardan sonra en kalabalık kesim Rumelili bakkallardır,
fakat bunlar ne büyük sermayeye, ne de bu mesleğin çeşitli inceliklerine sa­
hiptirler. Rumelili bakkallar, Mani ve Karpenisi'denı2 gelen az sayıdaki Yu­
nanlı gibi, yiyecekten çok daha karlı olan şarap satışından nasipleniyorlar.
Dükkanın en görünen yerinde istif edilen gıdalar çoğu zaman bakkallarda
satışı yasak olan şarap ve ispirtolu içecekleri gizlemeye yarayan bir tertiptir.

32 Mani, Peloponez'deki dağlık Manya bölgesi; Karpenisi, Kara Yunanistan'da dağlık Evritania ilinde
şehir ve il merkezi.

ANADOLULU ESNAF
Rumelili bakkallarda Anadoluluların fazileti yoktur. Yunanlılar ise,
yabancı ülke tebaalarının yarathğı ihtilaflardan zaten rahatsız olan mahalli
idarenin nizamnamelerini fütursuzca ihlal etmektedirler. Bu küçük ve bo­
ğucu mekanlarda, özellikle Galata sahilindeki dükkanlarda, hırsızlar, çalıntı
mal alıp satanlar ve megapolün bin bir çeşit hilebaz, nursuz serseri takımı
toplanır. Ara sıra müşteriler ve bakkallar jandarma tarafından tutuklanır,
dükkanlar kapanır, yiyecekler bozulur. Zaptiye Nezareti'nin karar ve emir­
lerine uzun süre cezasızca itibar etmeyen bu bakkallar iflas eder, hastalanır
ve hapishanede vefat ederler.
Eskiden Rumelili ve Yunanlı bakkal azdı. Galata ve İstanbul'da tuzlu
balık ve havyar ticaretiyle uğraşan bazı Lakonyalılarıı hatırı sayılır servetler
kazandılar. Sayıları pek fazla olmayan Yunanlı bakkallar da tuzlanmış balık
satarlar, fakat esas karları yukarıda da bahsettiğim gibi şarap ve ispirtolu
içeceklerdendir.
Rumelili ve Yunanlı bakkallar Anadolululardan daha sosyaldirler. Ço­
ğunun ailesi İstanbul' dadır, dolayısıyla aile hayatının bütün zorluk ve hasta­
lıklarına maruz kalırlar. Yunanlı bakkallarda görülen yüksek ölüm oranının
sattıkları malla ilgili olduğu kanaatindeyim. Dükkanları çoğu zaman dört
dörtlük bir şaraphaneden farksızdır ve şarap satanlar, zamanla müşterilerin­
den ziyade şarapsever olur, dolayısıyla içki ifratının sebep olduğu çeşit çeşit
hastalıklara ve ölümle sonuçlanma ihtimali yüksek marazlara yakalanırlar.

Hallaçlar
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Rumelililer 4
Anadolulular 266 215 41 10 16,08
Adalılar
Yunanlılar
Yediadalılar
Yekun 270 218 42 10 16,15

Ziyaretsiz ölenler % 3 ,66 a

33 Lakon=Lakedemonyalı; Lakedemonya ya da diğer adıyla Lakonya, Yunanistan'ın Peloponez Yanm­


ada'sında, merkezi S parti olan il.
a Yeni hesaplamaya göre ziyaretsiz ölenlerin yüzdeleri 3,7o'tir.

İsTAN BUL'uN ORTODOKS EsNAFı 1 57


Müslüman ve Hıristiyan ahalinin hallaçı4 dediği zanaatkarlar Müs­
lüman yorgancılardanıs ayrı bir esnaftır. Bizim [Ortodoks] hallaçların esas
işi, pamuklu yorganları ve cümle Müslüman ile Hıristiyanların kullandığı,
şilteı6 denen, pamukla doldurulmuş ince döşekleri imal etmektir. Kalabalık
bir esnaf kolu olan Müslüman yorgancılar ise yatak ve Osmanlı tarzı sedir­
ler için her nevi minder ve yastıkları işlerler. Bundan başka ustalıkla perde
dikerler, Müslüman ve Hıristiyan hanelerinin halı ve hasırlarını döşerler.
Eskiden beri, özellikle pamuk kullanan bizimkiler, Müslüman yorgancılara
gerekli olan saf pamuğu da tedarik ederler. Yukarıda bahsettiğim gibi işleri
pamuk temin etmek ve pamuklu şilteler üretmek olan bu sanatkarlar için
"hallaç"tan daha münasip bir ad bulamıyorum.
Hallaçların tümü, tıpkı bakırcılar gibi, Trabzon ve havalisindendir.
Örf ve adetleri, anlaşılması zor lehçeleri, çehreleri, terbiyeleri ve hareketleri
birbirine benzer. Bu zanaatkarların genellikle küçük olan dükkanları kul­
landıkları malzemeden dolayı pir ü paktır. İstanbul, Galata ve Beyoğlu'nun
her semt ve çarşısında hallaç dükkanları bulunur. Müslüman ve Hıristiyan
her mahallenin bir bakkalı ve bir hallacı vardır. Mahalledeki hallaç, satmak
üzere yeni şilte ve yorgan dikmekle yetinmez, Müslüman hanımlarının hiç­
bir zaman yamalamadıkları yıpranmış yorganlarını da tamir eder.
1834 ve 1835 yıllarında, hastane henüz Galata' dayken, hastaneye 49
hallaç yattı. Daha sonra, hastaların arttığı dönemlerde bile, iki yıl gibi kısa
bir süre zarfında bu kadar çok sayıda hallaç yatmadı. Hallaç sayısının azal­
masına sebep, Müslüman ve Hıristiyan ev düzeninin Avrupalılaşmasıdır.
İnce pamuklu döşeklerin, güzelim altın işlemeli yastıkların yerini, pek de
çevik olmayan Osmanlı'nını7 zar zor ve eğilerek, büzülerek oturabildiği Av­
rupakari sandalye ve kanepeler aldı. Bundan başka hastanenin Yedikule'ye
taşınmasının ve esnafın yaşadığı semtlerden uzaklaşmasının da yatan hasta
sayısının azalmasına yol açmış olması muhtemeldir.
34 Türkçesi yazara aittir.
35 Türkçesi yazara aittir.
36 Türkçesi yazara aittir.
37 Metindeki '"Osmanlı" sözcüğünden yazar muhtemelen Müslümanları kastediyor, fakat Avrupai ev
düzenine ve mobilyalarına sadece Müslümanların değil, Osmanlı dünyasının her dinden ve milleten
tebaasının da zor intibak ettiği bilindiği için, bu kez "Müslüman" olarak çevirmemenin daha doğru
olacağı kanısındayım.

ANADOLULU ESNAF
Hallaçların ölüm oranı ile memleketlileri bakırcıların ölüm oranının
mukayesesi dikkat çekicidir. Hallaçların ölüm yüzdesi 16,15 iken, bakırcıla­
nnki 20,58'dir. Her iki esnafın çoğu bekardır ya da İstanbul'da bekar hayah
yaşar. Bakırcıların yüksek ölüm oranını mesleğin sebep olduğu kirliliğe,
rutubetli bodrumlara ve muzır imalathanelere atfediyorum. Başka zanaatla­
rı, hallaçlar ile bakırcıları karşılaştırdığımız gibi karşılaşhrmamız mümkün
değildir. Mesleğin işçinin sağlık durumuna ve uzun ömürlülüğüne etkisi,
bakırcılardaki kadar apaçık bir şekilde hiçbir meslekte görülemez.

Bakırcılar
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Rumelililer 12 9 3
Anadolulular 477 373 96 8 20,50
Adalılar
Yunanlılar
Yediadalılar
Yekun 489 382 99 8 20,58

Ziyaretsiz ölenler % I,?5'

Bu esnaf, Bizans imparatorları devrinde olduğu gibi bugün de İs­


tanbul'da mevcuttur. Büyük ve zengin Bakırcılar Çarşısı hala asırlar evvelki
yerinde, Serasker Kapısı'nını8 yanındadır. BakırcılarJ9 ise Galata ve İstan­
bul'un her semtine dağılmış durumdadır. Bazı dükkanlarda çeşitli imalat­
hanelerde üretilen bakır eşyalar sahlır. Serasker Kapısı'ndaki çarşıda ise
Müslüman ve Hıristiyanların kullandığı ne kadar harcıalem ev ve mutfak
eşyası varsa hepsi teşhir edilir. Dükkanların altında, yeni bakır kap kacak
üretiminden ziyade eskilerin tamiriyle uğraşan işçilerin çalıştığı küçük ve
karanlık bodrumlar vardır.

a Yeni hesaplamaya göre ziyaretsiz ölenlerin yüzdesi 1,64'tür.


38 Bizans döneminde bakırcıların olduğu Region Khalkoprateia ve Khalkoprateia Kilisesi (bugün Acem
Ağa Mescidi) yazarın belirttiği noktadan biraz daha güneyde, Ayasofya'nın kuzeybatısındaydı.
39 Müslümanlar bu ustalara bazen "kazancı," bazen de "bakırcı" derler. [Bizanslı] imparatorlar dev­
ride khalkis [bakırcı] ve dükkanlarına khalkoprateia [bakırcılar] denildiğinden ben de bu esnafa khalkis
diyorum -Y.N.

lsTANBUL'UN ORTODOKS EsNAFı 1 59


Yukarıdaki tablodan, birkaç kişi haricinde tüm bakırcıların Anado­
lulu olduğunu öğreniyoruz� Cümlesi Trabzon'dan ve havalideki kasabalar­
dan, bilhassa büyük miktarda bakır madeninin çıkarıldığı yörelerdendir.
Trabzon'da çalışan bazı zanaatkarlar işledikleri bakır eşyaları daha karlı
bir sahş için, özellikle buharlı gemi sayesinde deniz nakliyatının süratli ve
tehlikesiz olduğu günümüzde, İstanbul'a gönderiyorlar. Fakat çoğu burada
çalışıyor ve iki ya da üç yıl çalışhktan sonra, diğer birçok ustanın geleneksel
alışkanlığı mucibince bir süreliğine memlekete gidiyor.
Yangın tehlikesinden dolayı bakırcıların büyük imalathaneleri çok­
lukla kubbeli taş binaların alt katlarındadır. Bunca imalathaneden yükselen
dövülen bakırın bitmez gürültüsü diğer zanaatkarları kaçırtmaya yeter. Ba­
kır işi gayet basittir. İstanbulluların takdir ettiği ve bütün vilayetlerden talep
edilen eşyalar, bakıra durmamacasına vurulan çekiç darbeleriyle yapılır. Bu
yüzden marifetli Avrupalıların kullandığı çeşitli aletler bu boğucu imalat­
hanelerde görülmez. Yerli bakırcıların imalatı bildik mutfak eşyaları, rakı
kazanları ve mangallarla sınırlıdır.
Anadolulu bakırcılar, hemşehrilerinin çoğu gibi Rumelililerden
daha kanaatkardır. Dükkanlarının dışında nadiren görünürler. İstanbullu­
larla ve başka meslekten ustalarla bir araya gelmekten diğer Anadolulular­
dan daha fazla kaçınırlar. Geceleri imalathanenin pis odalarında yatarlar.
Mahallenin bakırcı ustaları kışın bu odalarda, yazın da kapı önlerinde topla­
nıp Trabzon havalisinde ve Karadeniz'in güney kıyılarında konuşulan aca­
yip ve çoğu yabancı için anlaşılmaz o Yunancayı konuşurlar.4°
Bakırcıların tümü kaba, yabani ve çoğu elifbayı bilmez ümmilerdir.
Dindaşlarıyla kaynaşmalarını engelleyen, Rumelili ve hatta diğer Anadolulu
ustaların lisanından farklı olan dilleri ve adetleridir. Büyük şehirdeki uzun
süreli ikamet dahi bu yabanları çok az değiştirir. Anadoluluların dil bağın­
dan dolayı Müslümanlarla ilişkileri vardır, Rumelililerin de İstanbullularla.
Bunlar ise, mesleki faaliyet dışında yerlilerle bir araya gelmezler, yerliler
arasında yabancı ve garip yaşarlar.
Ne yazık ki bu zanaat Avrupalılaşmadan fevkalade etkilendi. Bü­
tün resmi dairelere ve çoğu zengin H ıristiyan ve M üslüman hanelerine,

40 Yazarın "anlaşılmaz Yunanca" dediği Pontus Yunancasıdır (Pontiaka).

160 ANADOLULU ESNAF


çok daha sağlıklı olan sobalar yerleştirildi. Her tarafı kapalı kagir yahut
taş binalarda, yaydıkları kömür buharıyla büyük zarara sebep olan man­
gallar terk edildi. Bundan başka Rusya ve Avrupa' dan, yerli bakırları taklit
eden, makine işi ev ve mutfak eşyası ithal ediliyor. Pek çok Avrupalı, top­
rak ve demir mutfak eşyası ithal ederek yerli bakır kapların karlı satışını
azalttı. Ayrıca hala rağbet gören bazı bakır eşyanın çok daha ucuza ima­
lini sağlayan bakır levhalar da ithal ediliyor. Bütün bunlar elbette ucuz
Avrupa mallarıyla zor rekabet eden bakırcıların işini sekteye uğrattı.
İş hacminin azalması, zaten diğer esnaf kollarında da müşahede et­
miş olduğum gibi, zor tahammül edilen işsizliğe ve dolayısıyla daha yüksek
ölüm oranına sebebiyet veriyor.
Aşağıdaki tablolar bu ustaların azalan sayılarını açıkça gösteriyor.
1833'ten 1843'ün sonuna kadar, on yıllık süre zarfında yatan 10.554
hastadan 238'i bakırcıydı, yani % 2,20.
185o'den 1859'un sonuna kadar, ikinci on yıllık süre zarfında yatan
19 .767 hastadan 17o'i bakırcıydı, yani % 0,90.
Kar temin etmeyen meslek, sanat erbabının azalmasına ve başka bir­
çok esnafkollannda gördüğümüz gibi ölüm oranının artmasına sebep oluyor.
Bu gerçek aşağıdaki tablolardan da açıkça görülüyor.

183}'ten 1843'ün sonuna kadar


Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Bakırcılar 238 1 89 45 4 19,00

185o'den 18s9'a kadar


Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Bakırcılar 17 0 1}2 35 3 21,68

Bakırcıların ölüm yüzdelerini incelerken, imalathanelerinin genel­


likle limana yakın yerlerde bulunduğunu da belirtmem gerekiyor. Yediku­
le'ye kadar uzun ve zahmetli yol, çoğu fakir çırak olan hastaların hastaneye
başvurmalarını büyük ölçüde engelliyor. İncelediğimiz dönemde en çok ba­
kırcı 1833 yılında, yani hastane henüz Galata'dayken, yatmıştır. O yıl yatan
hasta sayısı ı.184 iken, 47'si, yani yüzde 4'ü bakırcıydı.

lsTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFı 161


Hastanenin uzaklığının yoksul hastalara verdiği zarar hakkında bu
çalışmada birçok kez bahsettim, çünkü sırf bu sebepten dolayı her gün pek
çok insan hayatını kaybediyor. Anadolu şehirleri gibi kötü tanzim edilmiş
ve yolları kötü döşenmiş bütün şehirlerde, hastanelerin hastalara yakın mu­
hitlerde inşa edilmesi gerektiği konusunda hekimleri ve cemaat önderlerini
ikna etmek için bunları tekrarlıyorum.

ANADOLULU ESNAF
YEDİNCİ BÖLÜM

BİLUMUM ESNAFIN
KARŞILAŞTIRMALI ÖLÜM ORANLARI
ı(f rma Esnafın tablolarında Anadolulu esnafın düşük ölüm oranları
bellidir. Anadolulu Esnafın tablolarında ise bu durum daha da be­
irgindir. Sadece iki Karma Esnaf kolunda, değirmenciler (% 35-40)
ile çerçilerde (% 22.00) Anadoluluların ölüm oranları Rumelililerden yük­
sektir. Demircilerin kayıtlardaki sayıları incelemeye yeterli olmadığından
onlardan söz etmiyorum.
Aşağıdaki tablolar bu gerçeği apaçık gösteriyor.

Karma Esnafın Ölüm Oranları


Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl.
Sürücüler ıı5 87 24 4
Kahveciler 615 487 ıı9 9
Değirmenciler 652 420 206 26
Gemiciler 4.097 3 .122 869 106
Taşçılar 487 371 105 II

Çerçiler 893 7 °3 171 19


Küfeciler IIO 82 28
Demirciler, çilingirler ııo 80 29
Sakalar, sucular 135 98 30 7
Kadın hizmetkarlar 683 488 178 17
Erkek hizmetkarlar ı.246 ı.026 202 18
Ayakkabıcılar ı.180 938 222 20
YEK ÜN 10.323 7 . 9 02 2.183 238
Ölenler % 21,60'

Yeniden yapılan hesaplamaya göre ölenlerin yüzdesi 21,65'tir.

l sTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFt


Rumelili Esnafın Ölüm Oranlan
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl.
Balıkçılar 395 273 104 18
Arabacılar ili 75 30 6
Abacılar 2.028 ı.534 443 51
Ekmekçiler 2.652 ı.909 658 85
Kireççiler 160 84 70 6
Fıçıcılar 120 92 25 3
Kumaş Boyacıları 141 108 33
Sütçüler, Kaymakçılar, Yoğurtçular 590 405 165 20
Rençperler 3 - 431 2-488 824 n9
Kürkçüler 242 162 74 6
Rahipler 154 109 38 7
Seyisler ı.096 772 299 25
Tütüncüler 348 261 74 13
Bahçıvanlar ı.696 1 .122 492 82
Kasaplar 982 744 214 24
Duvarcılar 657 376 245 36
Zerzevatçılar, yemişçiler 640 463 161 16
ince doğramacılar 897 668 202 27
Aşçılar 627 460 154 13
Çobanlar 653 445 184 24
Fukara erkekler/dilenciler 514 336 143 35
Fukara kadınlar/dilenciler 298 177 108 13
Terziler 887 678 196 13
Salepçiler 98 74 21 3
Helvacılar 229 181 44 4
YEKÜN 1 9 .646 13 . 99 6 5.001 649

B İ L U M U M ESNAFIN KARŞI LAŞTI RMALI ÖLÜM ÜRANLARI


Anadolulu Esnafın Ölüm Oranlan
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl.
Yağcılar 269 217 49 3
Doğramacılar 97 77 17 3
Meyhaneciler 674 497 158 19
Badanacılar, Sıvacılar 1 27 102 20 5
Kürekçiler 278 218 55 5
Eskiciler 204 137 54 13
Bakkallar 2.250 ı.788 417 45
Hallaçlar 270 218 42 10
Bakırcılar 489 382 99 8
YEKÜN 4.658 3.636 9II lII
Ölenler % 20,00'

Yazar, ölüm oranlannın incelenmesinden önce, hastane defterlerinde yer


alan ve zanaatkar sayısı yüzden az olan esnafkollannı kaydediyor.

a Yeniden yapılan hesaplamaya göre ölenlerin yüzdesi 20,04'tür.

lsTANBUL'uN O RTODOKS EsNAFı 16 5


Az Nüfuslu Esnaf
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl.
Arayıcılar 31 23 7
Saman satıcıları 35 22 12
Kömürcülerh 124 99 21 4
Hamallar 47 39 7
Kitapçılar< 12 II

Dalgıçlard 10 9
iplik eğiricileri/bükücüler 7 6
Kalaycılar 28 26 2
Mektep hocaları 45 32 10 3
Ressamlar 9 9
Hekimler" 17 14 2
Kalafatçılar 24 17 6
Zangoçlar 24 19 4
Tütün kesicilerr 46 3ı 15
Mumcular 28 18 8 2
Lağımcılar 19 15 4
Limoncular 85 69 14 2
Kaldırımcılarg 17 II 4 2
Çıraklar 47 41 6
Ebeler 2 2
Tellallar 73 46 26
Çalgıcılarh 24 20 3
Değirmen taşı imalatçıları 36 23 12
Mezarcılar
Keresteciler 40 30 10
Oduncular 4 3
Eşekçiler II 7 3

a Denize atılan çöplerde, saray ve konak çöplüklerinde ve yangın enkazları içinde değerli eşyaları ara·
yan esnaf. Skarlatos Bizandios'a göre (age, c.ı, s.182), 1816 yılında Saray süpürhanesi arayıcılara 4.000
kuruşa iltizam edilmişti. Rum arayıcılar genellikle Kayseri'nin Erkilet ve Molu köylerindendi.
b Bu zanaatkarları kalabalık esnafa dahil etmedim, zira çoğu Karadeniz ve Marmara sahillerinden
kömür nakliyah yapan gemicilerdir -Y.N.
c Son dönemlerde kayıtlarda yer aldılar. Eski sahaflar sadece dini kitap satarlardı -Y.N.
d Cümlesi Egelidir -Y.N.
e Osmanlı ordusunda vazifeli olan hekimler -Y.N.
f Yağ mumu imalatçıları. Kilise mumlarını Müslümanlara satarlar -Y.N.
g Cümlesi Arnavut'tur -Y. N .
h Çalgıcılar, müzisyenler -Y.N.

166 BİLUMUM ESNAF I N KARŞI LAŞTI RMALI ÔLÜM ÜRANLARI


Tavukçular 30 25
Nalbantlar 16 12 4
Tuğlacılar' 69 49 17
Bıçkıcılar• 68 53 13 2
Tulumbacılar 30 25 5
Sabuncular 75 55 20
Askerierk 60 50 10
Mutaflar1 75 48 21 6
Matbaacılarm 18 15
Dokumacılar 2 2
Suyolcuları 26 21
Eczacılar 40 35
Kuyumcular 54 44 !O

Saatçiler 7 4
YEKÜN 1.416 ı.080 301 35

Az Nüfuslu Esnafın Memleketlerine Göre Dağılımı


Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Rumelililer 736 558 160 18 22,28
Anadolulular 412 3n 90 II 22,40
Adalılar 159 125 30 4 19·33
Yunanlılar 80 62 17 21,51
Y ediadahlar 29 24 4 14,77
YEKÜ N 1.416 r.080 3 01 35 . 21,ZZ
Ziyaretsiz ölenler % 2,42

Çoğu bu son senelerde Hastane'ye yath -Y.N.


j Sakızlı ve Amavut'turlar -Y.N.
k 1854'teki isyan ve asayişsizlikten sonra tevkif edilip Serasker Kapısı'nda hapsedilen Rumelili gayri
muntazam askerler [başıbozuklar) -Y.N.
1 Keçi kılından torba, çuval, şilte, yatak, yastık ve buna benzer sair eşyaları, bilhassa yangın esnasında
eşya taşımaya yarayan harar denen büyük çuvalları imal edenler -Y.N.
m Hastane kayıtlarında ancak bu son senelerde görülmeye başladılar -Y.N.

lsTAN BUL'UN ORTODOKS EsNAFı


Defterlerde yirmi altı sene boyunca yatan bunca Ortodoks esnaftan
maalesef sadece on iki kitapçı ve on sekiz matbaacının kaydı var. Sayısı yüz­
den az olan esnafı da kaydettikten sonra incelenen hasta toplamı şöyle:

Kalabalık esnaf
Az nüfuslu esnaf

Kayıtlarda yirmi altı sene boyunca yatan hasta sayısı 36,429 olarak
görünmektedir, bu sayıdan 36,013 hastayı çıkarınca geriye katiplerin ilgi­
sizliğinden veya konuşamayacak durumdaki hastaların mecalsizliğinden
mesleği belli olmayan 386 hasta kalıyor.

İncelenen Esnafın Memleketlerine Göre Dağılımı


Rumelililer 2ı.697
Anadolulular n 67
Adalılar 2.432
Yunanlılar 3 - 479
Yediadalılar ı.068
YEK ÜN 36.043

Yatan Taburcu Ölen Zi}'.aretsiz öl. %


Rumelililer 2ı.697 15.526 5-489 682 26,10
Zi}'.aretsiz ölenler % p�

Yatan Taburcu Ölen Zipretsiz öl. %


Anadolulular 7.367 5.707 ı.458 202 20,28
Zipretsiz ölenler % 2,zı

Yatan Taburcu Ölen Zi}'.aretsiz öl. %


Adalılar 2.432 ı.867 502 63 21,16
Ziyaretsiz ölenler % 2,58

Yatan Taburcu Ölen Zi}'.aretsiz öl. %


Yunanlılar 3-479 2.683 759 37 22,03
Zipretsiz ölenler % 1,06

Yatan Taburcu Ölen Zi}'.aretsiz öl. %


Yediadalılar ı.068 831 218 19 20,80
Zi}'.aretsiz ölenler % ı,80

168 B i L U M U M EsNAF I N KARŞI LAŞTIRMALI ÔLOM ÜRA N LARI


Tablolarda Rumelilerin ölüm oranlarının yüksek, Anadolularınki­
nin ise düşük olduğu apaçık görülmektedir. Eğer hastaneye yatanların beşte
üçünü oluşturan Rumelileri hesaba katmasaydık hastaların ölüm oranları
çok daha düşük olacaktı.
Yukarıdaki tüm tablolarda hastaneye nakledildikten hemen son­
ra vefat edenlerin [ziyaretsiz ölenler] sayısını titizlikle kaydettim. Eğer ölü
olarak nakledilenlerin düzenli kayıtlarını bulabilseydim onlara dair tablolar
da verecektim. Ziyaretsiz ölenlerin sayısı hastaların kayıtsızlığını ve akra­
balarının affolunmaz ilgisizliğini açıkça gösteriyor. Bu konuda Rumelililer
hepsinden üstündür. Zaten çok yüksek olan ölüm oranına fazladan bir yüz­
de 3,14 daha ilave etmek gerçekten üzücüdür. Yunanlılar ve Yediadalılann
ziyaretsiz ölen sayısı Rumelililerinkine nazaran düşüktür, bu da gösterilen
ihtimamın ve daha süratli tıbbi tedavinin belirgin işaretidir.
Aşağıdaki tabloda hayat şartlarını, örf ve adetlerini tasvir ettiğim (Or­
todoks] esnafın ölüm oranları, azdan çoğa doğru, yer alıyor.

Esnafın Karşılaşhrmalı Ölüm Orarılan


Esnaf Yatan Ölen %
Yağcılar 269 16,oo
Hallaçlar 270 16,15
Badanacılar, sıvacılar 127 16,33
Erkek hizmetkarlar r.246 16,41
Doğramacılar 97 18,08
Bakkallar 2.250 18,90
Ayakkabıcılar r.r8o 19,09
Çerçiler 893 19,50
Helvacılar 229 19 , 50
Kahveciler 615 19,60
Kürekçiler 278 20,14
Bakırcılar 489 20,58
Fıçıcılar 120 21,36
Sürücüler rr5 21,50
Gemiciler 4.098 21,75
Taşçılar 487 22,06
Salepçiler 98 22,II
Kasaplar 982 22,33

lsTANBuL' u N ÜRToooKs EsNAFı 169


Terziler 887 22,37
Abacılar 2.028 22,42
Tütüncüler 348 22,50
ince doğramacılar 897 23,22
Kumaş boyacıları 141 23,35
Sakalar, sucular 135 23,41
Meyhaneciler 674 24,12
Rençperler 3.431 24,90
Aşçılar 627 25,08
Zerzevatçılar, yemişçiler 640 25,83
Ekmekçiler 2.652 25,66
Küfeciler IIO 25,45
Rahipler 154 25,85
Demirciler, çilingirler IIO 26,60
Kadın hizmetkarlar 683 26,66
Balıkçılar 395 27,66
Seyisler ı.096 27,90
Eskiciler 204 28,25
Arabacılar lll 28,60
Sütçüler, kaymakçılar,
yoğurtçular 59 29,00
Çobanlar 653 29,25
Fukara erkekler/dilenciler 514 29,88
Bahçıvanlar ı .696 30,43
Kürkçüler 242 31 · 33
Değirmenciler 652 32,83
Fukara kadınlar /dilenciler 298 37,90
Duvarcılar 657 39,33
Kireççiler 160 45.46

Eğer elimizde diğer din ve mezhepten esnafa dair benzer tablolar


olsaydı, bu tür araştırmalar İstanbul sakinlerinin durumunu büyük ölçüde
aydınlatabilirdi ve o zaman belli bir mesleğin, farklı örf ve adetlerin, fark­
lı beslenmenin zanaatkarların sağlığına ve uzun ömürlülüğüne ne derece
tesir ettiği hakkında daha sahih malumatımız olurdu. Bu tür bilgilerin ek­
sikliğinden dolayı, bizim zanaatkarların İstanbul'daki hayatlarına ışık tuta­
bilecek her şeyi tasvir ettim.

B İ L U M U M EsNAFIN KARŞI LAŞTIRMALI ÔLüM ÜRANLARı


Esnafın ölüm oranlarıyla ilgili bu önemli meseleyi bitirmeden önce,
farklı meslekleri icra eden esnafı karşılaşhrmak gerekiyor. Çünkü bu tür
tablolar mesleğin çalışanların ömrüne etkisini bariz şekilde ortaya koyuyor.
Rumelililerin bilumum esnaftan daha kısa ömürlü olduğunu gör­
dük ve elimizdeki sayı (21,697 kişi) bu neticeye varmamız için kafidir. Bu
insanların ömrünü kısaltan sebeplere birazdan değineceğim. Sadece Ru­
melili esnaf tablosunda değil, karma esnaf tablosunda da Rumelililerin
ölüm oranları diğer dört sınıfa kıyasla yüksektir.
Meseleyi izah etmek için aşağıdaki tabloları kaydediyorum. Esnafın
tümünü sınıflandırmak elbette zordur. Yine de bu konuda benzer çalışma­
lar yapan ve medeni hayatlarının sayısız mesleklerinden şikayetçi olan Av­
rupalılardan daha şanslıyız. Kanaatkar toplumumuzda zanaatlar şimdilik
azdır, çünkü bizim hayatımız basittir.
Esnafımızı önce iki büyük sınıfa ayırıyorum: denizde çalışanlar ile
karada çalışanlar. Karada çalışanları tekrardan, İstanbul'da ve kırda, tarla­
da çalışanlara ayırabiliriz, İstanbul esnafını da ayriyeten imalathanelerde
çalışanlar ile sokaklarda çalışanlara, yani kapalı ve açık mekanda çalışanla­
ra ayırabiliriz. Kapalı mekanlarda çalışanlar ya zanaatçıdır ya da satıcı. De­
mircinin meşakkatli mesleği ile boş oturan bakkal, zerzevatçı ya da meyha­
necinin mesleğinin kıyas kabul etmeyeceği herkesçe malumdur. Bu genel
tasnifte pek çok meslek yer alır. Fakat hiçbiri benzeri olmadığından ayrıca
mütalaa edilmesi gereken meslekler de vardır. Avrupalıların bu tür çalış­
malarından haberdar olanlar, tüm meslek ve zanaatları münferit sınıflara
tasnif etmenin çoğu zaman imkansız olduğunu bilirler. Esnafımızın bu tas­
nifi, bazen muğlak olmakla beraber, pek çok mesleğin yüksek ölüm oranı
hakkında fikir vermekte, ayrıca zanaatkarların ölümlerine çare bulmak için
herkesi teşvik etmeye hizmet etmektedir.

İ STANBUL'UN ORTODOKS ESNAFI


Denizde Çalışanlar
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Gemiciler 4.097 3-122 106
Balıkçılar 395 273 18
Kürekçiler 278 218 5
Dalgıçlar 10 9
YEK ÜN 4 780
. 3 .622 ı .029 129 22,11
Ziyaretsiz ölenler % 2,75

Karada Çalışanlar
A- İmalathanelerde Çalışanlar1
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Terziler 887 678 196 13
Ayakkabıcılar ı.180 938 222 20
Fıçıcılar 120 92 25 3
Eskiciler 204 137 54 13
Kahveciler 615 487 119 9
Değirmenciler 625 420 206 26
Demirciler 110 80 29
Abacılar 2.028 ı.534 443 51
Kumaş boyacılan 141 108 33
Kürkçüler 162 74 6
Ekmekçiler ı.909 658 85
Bakırcılar 382 99 8
Hallaçlar 218 42 10
Doğramacılar 77 17
Dokumacılar 2
iplik eğiricileri/bükücüler 7 6
Kalaycılar 28 26 2
Kuyumcular 54 44 10
Mumcular 28 18 8 2
Mutaflar 75 48 21 6
Eczacılar 40 35
Ressamlar 9 9
Saatçiler 7 4
YEKÜN 9.937 7-413 2.268
Ziyaretsiz ölenler % 2,55

ı lngiltere hakkında (General Board of Health, Londra 1858, s. 23) şunlar kaydedildi: " Kapalı mekan·
!arda ne kadar fazla kadın ve erkek toplanırsa verem vakalan da o derece artmaktadır." Bizim ne Avru·
palılannkine benzer büyük fabrikalarımız var, ne de fabrikalarda çok sayıda insan toplanıyor -Y.N.

BİLUMUM ESNAF I N KARŞI LAŞTI RMALI ÖLÜM ÜRANLARI


B- Dükkancdar
Yatan Taburcu ölen Ziyaretsiz öl. %
M eyhaneciler 674 497 158 19
Keresteciler 40 30 10
Kitapçılar 12 il

Bakkallar 2.250 1.788 417 45


Yağcılar 269 217 49 3
Tütüncüler 348 261 74 13
Zerzevatçılar, yemişçiler 640 463 161 16
Tavukçular 30 25 5
YEK ÜN 4 .263 p9 2 875 96 21,00
Ziyaretsiz ölenler % 2,25

C- Sokak Sabcdan
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Çerçiler 893 703 171 19
Limoncular 85 69 14 2
Sabuncular 75 55 20
Helvacılar 229 181 44 4
Samancılar 35 22 12
Salepçiler 98 74 21 3
Sakalar, sucular 135 98 30 7
Küfeciler 110 82 28
YEKÜN 1.660 1.284 340 36 20,92
Ziyaretsiz ölenler % 2,12

D- Hayvanlarla Çalışanlar
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Sürücüler 115 87 24 4
Eşekçiler il 7 3
Arabacılar ili 75 30 6
Seyisler 1.096 772 2 99 25
YEK ÜN 1.333 94 1 356 36 27,4 1
Ziyaretsiz ölenler % 2,69

lsTANBUL'uN ORTODOKS ESNAF• 1 73


E- Açık Havada Çalışanlar
Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Tuğlacılar 69 49 17 3
Duvarcılar 657 376 245 36
Kireççiler 160 84 70 6
Arayıcılar 31 23 7
Badanacılar, sıvacılar 127 102 20
YEK Ü N 1.044 634 359 51 37·11
Ziyaretsiz ölenler % 4,90

F-Kırsal Alanda Çalışanlar


Yatan Taburcu Ölen Ziyaretsiz öl. %
Çobanlar 653 445 184 24
Rençperler 3-431 2.488 824 119
Bahçıvanlar 1.696 1.122 492 82
YEKÜN s.z8o 4.055 1.500 225 27,00
Ziyaretsiz ölenler % 3,90

Bazı zanaatkarları, mesela sakatat ve kelle satan seyyarları bu tab­


lolara kaydetmem mümkün değildir. ilaç hazırlayan az sayıdaki eczacıyı,
hekimleri, mektep hocalarını hangi sınıfa koyabilirim? Avrupa'da bu mes­
lek erbabı "alimler" sınıfına kaydedilir, fakat bizde bu meslek sahiplerinin
sayısı maalesef pek azdır.
Defterlerin bütün eksikliğine ve zanaatkarların azlığına rağmen tab­
lolardaki ölüm oranlarının karşılaştırılmasından çıkan sonuçlar ilginçtir.
İnceleme, İstanbul'da imalathanelerde çalışan zanaatkarların, açık mekan­
larda çalışan rençperlerden, kırlarda ve çiftliklerde hayvanların bakımıyla
uğraşanlardan daha sağlıklı olduğunu göstermektedir.
Şimdilik söyleyeceklerim bundan ibarettir ve tabloların itiraf ettiğim
muğlaklığına rağmen, ileride halkın muzdarip olduğu hastalıkları tasvir
edince ve İstanbul' da Ortodoks işçilerin hayahnı etkileyen bütün hususları
karşılaştırınca yüksek ölüm oranlarının sebebi açıkça belli olacaktır.

1 74 B i LU M U M EsNAFIN KARŞI LAŞTI RMALI ÖLÜM ÜRA N LARI


S EKİZİNCİ BÖLÜM

GENEL OLARAK ESNAFIN


ÖLÜM ORANLARP
vrupa' da uzun bir süre yaşadıktan sonra memlekete dönen herkes,

A İstanbul'un kötü koku ve pisliğine şaşar ve memleketlilerinin ka­


yıtsızlığından tüyleri ürperir. Eğer kişi gurbette olduğu müddetçe
Avrupalıların eserleriyle aydınlandıysa, o zaman Avrupa'daki tezyinatların
sadece gözü okşamakla kalmadığını, huzurlu bir hayata ve uzun ömürlülü­
ğe fazlasıyla katkıda bulunduğunu da anlar.
Oysa bütün bunlar bizim için tamamen yabancı şeylerdir, üstelik
ömrümüzü kısaltan sebeplerden de tamamen bihaberiz.

Yazar hastanede kaydedilen yüksek ölüm oranlarının aynı mesleği icra


eden yabancı esnaftan kat be kat yüksek olduğunu, ayrıca ölüm oranlarının İs­
tanbul'da, hastane dışında da yüksek olacağından kuşku duymadığını belirti­
yor. Durumun düzeltilmesi için, doktor ve ilaçtan önce mekanların temizliğine
ve sağlıklı gıdaların tüketimine önem verilmesi gerektiğini, böylece hastalığı baş
göstermeden önlemenin ve yayılmadan engellemenin mümkün olacağını vurgu­
luyor. Karantina uygulamasıyla vebaya, aşıyla da çiçek hastalığına karşı elde
edilen başarıları, salgınların bilimsel araştırmalarına borçlu olduğumuzu hatır­
latıp tekrardan temizlik ve "perhizkar hayat" konusuna değiniyor.
Avrupa 'nın, özellikle İngiltere'nin sağlık alanındaki kazanımlarını, bü­
yük hastanelerini, kanalizasyon sistemlerini, sıtmanın ve öldürücü kanlı ishal
vakalarının Londra sokaklarından silindiğini sitayişle anlatıyor. Akabinde Lond­
ra ile İstanbul'u karşılaştırmak amacında olmadığını, fakat yine de topografya­
sından ve akarsularından ötürü İstanbul'un atıkların temizlenmesi konusunda
"birinci" şehir olabilecekken, yöneticilerin ve halkın umursamazlığından dolayı
bu halde olduğunu tekrarlıyor. Temizlik konusundan sonra, insan sağlığını teh­
dit eden ikinci büyük tehlike olarak kabul ettiği "muzır gıda" konusuna geçiyor.

ı Bu bölümde anlatılanlar, yazarın da kabul ettiği gibi, Birinci Kısım'daki İstanbul bölümünde anla­
tılanların bir tekrarı olduğundan kısaltılarak çevrildi.

İSTANBUL'UN ORTODOKS ESNAFI 175


Halkımız ve halktan çok daha iyi eğitim görmüş olanlar, çoğu sağ­
lık sorunlarını ani hava değişikliklerine, soğuğa, terlemeye atfederler. Do­
layısıyla beslenmeyi göz ardı ederler. Dikkat etmeden, yemeklerin hazmı
zor, muzır ve ağır olabileceğini düşünmeden tıka basa yerler. Sarhoşluk ve
sefahat neticesinde baş gösteren dayanılmaz mide yanmalarını soğuk yele
atfederler. Bu hatalı inanışlar ve yersiz, mantıksız yöntemler tedaviyi gecik­
tirerek birçok insanı mahveder.

Yazar, kitabının "Esnaf "bölümünde çeşitli esnaf kollarının beslenme alış­


kanlıklarıyla ilgili anlattıklarını ve Rumelili esnafin yüksek ölüm oranlarının ne­
denlerini tekrarlıyor. Ayrıca daha önce sözünü ettiği kötü barınak, kötü gıda, sefil
ve avare yaşama ek olarak karakter tahlili yaparak, Rumelili işçinin -Anadolulu
işçinin aksine- mağrur ve dik kafalı olduğunu, bu nedenle başına pek çok felaketin
geldiğini savunuyor.

G E N E L OLARAK EsNAFIN ÖLÜM ÜRA N LA R ı


ÜÇÜNCÜ KISIM
HASTALIKLAR'
ğer baştan itibaren hastaneye yatanların hastalığı kaydedilmiş ol­

E saydı, hastane defterleri çok önemli bir kaynak oluşturacaktı. Okur,


daha evvel (Birinci Kısım, İkinci Bölüm) defterler hakkında anlathk-
larımdan, bu kayıtların incelenmesinden çıkacak sonuçların çoğu zaman
yanılhcı olabileceğini bilmektedir. Yöneticilerin ihmalinden dolayı, katip
tarafından hastalık bazen hasta girişinde, bazen taburcu olduğunda, bazen
de öldükten sonra kaydedilirdi. Defterlerde, fakir ve dilencilerin pejmürde
kıyafetleri ya da kuruma miras kalacak birkaç akçesi itina ile kaydedilirken,
teşhis ve tedavi hakkında çoğu zaman tek bir kelime bile yer almaz.
Yine de eldeki defterlerde bazı hastalıkların, özellikle vebanın dü­
zenli kayıtları mevcuttur. Aşağıdaki bölümlerde, muğlak kayıtları ve eksik
tanımları bir tarafa bırakarak, hekim ve katiplerin dikkatini diğer hastalık­
lardan daha fazla celbeden ve muntazam not edilmiş bazı hastalıkları kay­
dediyorum. Ayrıca her hastalık tablosunda, hastalığın defterdeki ilk kayıt
tarihini de belirtiyorum.

Kaydedilen Hastalıklar2
Çiçek hastalığı
Kanlı İshal, dizanteri
Göğüs hastalıkları
Nöbetli humma, sıtma
lstiskaı
Dalak büyümesi•
Kolera
Tetanos

ı Kitabın bu bölümünü hem konumuzla bağlantılı olduğundan, hem de ileride 19. yüzyılda esnafın
sağlık sorunları ve lstanbul'daki salgınların tarihçesiyle uğraşacak olanlara yararlı olur düşüncesiyle
özetleyerek çeviriye dahil ettim. Özet metinde esas olarak yazarın sekiz hastalıkla ilgili verdiği yıllara
göre hasta sayısını, hastalığın memlekete, mesleğe, yaşa, ikametgaha ve mevsimlere göre dağılımını
belirten tablolar yer alıyor. Tabloların bire bir yorumundan ibaret olan açıklamalara ve dönemin artık
geçerliliğini yitirmiş tıbbi anlayışını yansıtan açıklamalara yer verilmedi.
2 Yazar incelediği sekiz ölümcül hastalık haricinde tifüs, habis humma, zatürree, zatülcenp ve
diğer hastalıklar hakkında bilgi vermek istediğini, fakat defterlerin "ilmi ihtimam noksanlığı"nın buna
müsaade etmediğini yineliyor, ayrıca kısaca, tifüs ile tifüs ateşinin "hazmı zor" gıdadan kaynaklandığı
görüşünde olduğunu ekliyor.
3 Karın boşluğunun sıvı ile dolması; batın ödemi; Hydrops ascites.
4 Metinde Splinit.

İSTANBUL' U N ORTODOKS ESNAF! 1 79


BİRİNCİ BÖLÜM
• v

ÇiÇEK HASTALIGI

Hastalık kayıtlarda ı839'dan itibaren belirtiliyor.

Yatan Taburcu Ölen %


1839 5 2 3
1840 67 47 20 29,85
1841 69 37 23 38,33
1842 34 27 7 30,19
1843 53 37 16 30,20
1844 37 30 7 19,00
1845 39 25 14 35,90
1846 47 29 18 38,29
1847 62 36 26 41·93
1848 27 15 12 44,45
1849 25 II 56,00
1850 37 28 24,34
1851 131 91 30,53
1852 49 30 38,76
1853 47 37 10 21,27
1854 II 7 4
1855 7 4 3
1856 2�7 180 47
1857 86 63 23
1858 II

1859 34 7
Yekıln ı.106 781 325 29,3 6 •

a Hastane katibinden 1860 ve 61 senesinin rakamlannı aldım: l86o'da çiçekten muzdarip yatan 84
hastadan 2ı'i yani % 25,oo'i vefat etti; 1861 senesinde ise yatan 109 hastadan 31'i yani % 28,40'1 vefat
etti. IDipnot'un devamında yazar 1840 senesinde Londra'da ve Fransa genelindeki çiçek vakalannı ve
ölüm oranlannı bildiriyor.J -Y.N.

l sTANBUL' u N ÜRTODOKS EsNAFı 181


Tablodan da anlaşıldığı gibi, çiçek vakaları hastanemizden hiç eksik
olmamıştır. En büyük salgın 1856 yılında yaşandı ve ölüm oranı % 20,72
seviyesindeydi, hasta sayısı bakımından ikinci salgın ı85ı'deydi ve ölüm
oranı, toplam ölüm oranından çok az farkla % 30,53 seviyesindeydi. ilginç
bir nokta ise 1855'de, yani salgından bir yıl önce hastalığın hız kesmesidir.
Hastalık İstanbul'un H ıristiyanlarını, Müslümanlarını ve Rumeli ile Asya
yakasının sahil kasabalarının sakinlerini aynı şekilde etkiledi.

Aşağıdaki tablodan, 1839-1859 arasında 21 yıl boyunca, çiçek hasta­


lığından hastaneye yatanların ve vefat edenlerin aylara göre dağılımını öğ-
reniyoruz.

Çiçek Hastalığı Vakalannın Aylara Göre Dağılımı


Yatan Ölen %
Ocak 138 42 30,46
Şubat n8 36 30.54
Mart 84 27 32,14
Nisan 81 23 28,39
Mayıs 80 20 25,00
Haziran 70 16 22,85
Temmuz 74 17 22,97
Ağustos 48 13 27,08
Eylül 52 20 38,46
Ekim 95 32 33,68
Kasım 125 44 35,20
Aralık 14 1 35 24,78
YEK ÜN ı.ıo6

Kışın yatan hasta sayısının yazın yatanların iki katı olduğu açıktır.
Mevsimine göre hastaneye yatanların sayısı ise şöyledir:

Yatan Hastaların Yılın Dört Mevsimine Göre Dağılımı


Kışın yatanlar 397 kişi
Sonbaharda yatanlar 272 kişi
Baharda yatanlar 245 kişi
Yazın yatanlar 19 2 kişi

182 ÇiÇEK HASTALl� I


İstanbul'un altı soğuk ayını, altı sıcak ayı ile mukayese ettiğimizde
soğuğun çiçek hastalığının baş göstermesinde etkili olduğu apaçık anlaşıl­
maktadır.

Soğuk Aylar Sıcak Aylar


Ekim 95 Nisan 81
Kasım 125 Mayıs 80
Aralık 141 Haziran 70
Ocak 138 Temmuz 74
Şubat n8 Ağustos 48
Mart 84 Eylül 52
YEKÜN 701 405

Altı soğuk ay zarfında vefat edenlerin sayısı 216, % 30,7r.


Altı sıcak ay zarfında vefat edenler ro9, % 26,87.

Dört mevsimin ölüm yüzdelerine baktığımızda, en yüksek seviyenin


kış ve bahar aylarında (% 28>46, % 28,58) olduğunu, yazın seviyenin düş­
tüğünü (% 23,94) ve sonbaharda yeniden yükseldiğini (% 25,30) görürüz.
Sonbahar aylarında artan ölüm vakalarını başka hastalıklarda da görürüz.
İstanbulluların bu hastalığa yakalanma yaşı, hastalığın araştırılma­
sında büyük önem taşır. H astanede tedavi görenlerin çoğu taşradan İstan­
bul'a gelen yetişkin işçiler olduğundan, hasta çocuklar kurumda nadiren
tedavi görür. Onlar da ya yoksul İstanbulluların ya da şehirde yaşayan ya­
bancı zanaatkarların çocuklarıdır. Dolayısıyla çocuk ve gençlik hastalıkları
hastane koğuşlarında bilinmez. Bu eksikliği, İstanbul 'un hastane dışındaki
hekimlerinin hastaları evlerinde ziyaret ederek telafi etmeleri gerekir.

İ STANBUL'UN ORTODOKS ESNAFI


Çiçek Vakalannın Yaşlara Göre Dağılımı
Yatan Taburcu ölen %
l-10 yaş arası 14 10 4 28,57
u -2 o yaş arası 620 470 150 24,19
21-30 yaş arası 409 267 142 34,75
31-40 yaş arası 57 31 26 45,60
41-50 yaş arası 6 3 3 50,00
YEK ÜN ı.106 781 325 .

Çiçek Vakalannın Memleketlere Göre Dağılımı'


Yatan Taburcu Ölen %
Rumelililer 532 361 171 33,80
Anadolulular 85 57 28 32,82
Adalılar 147 Il3 34 23,07
Yunanlılar 288 223 65 28,50
Yediadalılar 37 26 II 29.75
YEK ÜN ı .089 780 309

Memleketlere Göre Çiçek Vakalan


Toplam yatan hasta Çiçek hastalığı vakaları %
Rumelililer 2ı.697 523 2.43
Anadolulular 7.367 85 l,14
Adalılar 2.432 147 6,08
Yunanlılar 3-479 288 8,24
Yediadalılar ı .068 37 }.40

Bu beş sınıf arasındaki farkın sebebi ne olabilir? Bu devasa şehirde


çalışan Yunanlılar neden Anadolulardan daha fazla çiçek hastalığına yaka­
lanırlar? Memleketler arasındaki farklar aşağıdaki tablolarda açıkça görül­
mektedir.

a 1857 tarihli Annuaire'e göre (sayfa 180) Paris'te 1855 senesinde 347 kişi vefat etmiş. 21-30 yaş arası
ise 129 (% 37,18) kişi vefat etmiş. Bu sayı bizim aynı yaştaki ölüm vakalanndan çok farklı değildir. -Y.N.
1 Hapishanelerden ya da yabancılar tarafından hastaneye nakledilen ve konuşamayacak kadar bitap
olan 17 hastanın memleketi belli olmadığından, tablodaki hasta sayısı ı.089'dur (uo6-17= 1.089 hasta).

ÇİÇEK HASTALl�I
Toplam Çiçek hastalığı
yatan hasta vakalan
Rumelililer
Anadolulular
608 % 2,07

Toplam Çiçek hastalığı


yatan hasta vakalan
Adalılar 2 · 432 147
Yunanlılar 3-479 288
Yediadalılar 1.068 472 % 6,66

Kanaatimce bu büyük farkın sebebi, Adalı, Yunanlı ve Yediadalılann


ikametgahlarıdır. Bu insanların çoğu hastalığın bulaşmasında etkili olan
pisliğin, kokuşmuşluğun had safhada olduğu Galata ve Beyoğlu mahallele­
rinde yaşayıp çalışır. Müslümanların arasında yaşayan Anadolulular ise ka­
labalık çarşılardan oldukça uzaktırlar. Rumelililerin çoğu ise kırsal alanda,
çiftliklerde ve bahçelerde çalışır.
[ . .]
.

Yediadalılara gelince, çoğunun memleketlerinde çiçeğe karşı aşılan­


maları, hastalanınca da İstanbullu Rumların çoğundan çok daha çabuk he­
kimlere başvurmaları övgüye değerdir. [ . . ] Eğer bazıları sürdürdükleri sefil
.

ve avare hayattan dolayı Zaptiye Nezareti'nin hapishanelerinin ciddi hasta­


lıklarına yakalanmasalardı, payitahtta ikamet eden ve çalışan cümle Rum
milletinden daha sağlıklı olacaklardı.

Metnin devamında yazar çiçek aşısının ve aşılanmanın önemine değini­


yor. İstanbul'da çiçek aşısının ilk kez 1803 yılında Petçoni ve Hes adlı iki doktor
tarafindan uygulandığını, fakat Hıfzısıhhanın ve bazı yerel idarecilerin gayret­
lerine rağmen Rumeli'den ve Anadolu 'dan gelen işçilerin neredeyse hiçbirinin
aşılı olmadığını açıklıyor. Osmanlı topraklannda uygulanan "eski usul" aşılann
{aşıcı denilen yaşlı kadınlar çiçek hastalanndan aldıklan irini sağlıklı kişinin ko­
lunda oluşturduklan çiziğe sürerlerdi] bağışıklık sağlamadığını ve sonuçta aşıla­
nan kişilerin ölüm oranlannın hiç aşılanmamış olanlar kadar yüksek olduğunu
belirtiyor. Aynca Yunan devletinde yoksul ve cahil halkın aşıdan bihaber olduğu-

İ STANBUL'UN ORTODOKS ESNAFI 185


nu ve her iki ülkedeki yüksek ölüm oranlannın yöneticilerin umursamazlığından
kaynaklandığını tekrarlayarak, bu alanda büyük başanlar kaydeden İngiltere
örneğinden bahsediyor. Bölüm, vakalann semtlere göre dağılımını belirten tablo
ile bitiyor. ı

Çiçek Hasralığı Vakalannın İkametgahlara Göre DağılımıJ


Yatan Taburcu Ölen %
Esas İstanbul'dan 417 282 135 32,12
Galata' dan 326 246 80 24,53
Beyoğlu'ndan 100 72 28 28,00
Kasımpaşa'dan 27 17 10
Tophane' den 19 13 6
Tatavla'dan [Kurtuluş] 24 18 6
Hasköy' den 17 il 6
Boğaziçi'nin Rumeli y. 56 43 13 23,21
Boğaziçi'nin Asya y. 12 10 2
Kadıköy'den 8
Prens Adaları'ndan 3 2
Rumeli kasabalanndan 32 21 il
Gemilerden 10 6 4
Üsküdar' dan 23 14 9
Zaptiye Nezareti'nden 13 il 2
YEK ÜN ı.087 770 3 17

Çiçek hastalığının Galata ve varoşlarını ne derece etkilediği bu tab­


lodan açıkça belli oluyor. Esas İstanbul'un nüfusu her ne kadar Müslüman­
lardan oluşuyorsa da, bu mahallelerde bizimkilerden çok sayıda zanaatkar
ve işçinin Müslümanlarla birlikte yaşadığını da unutmamalıyız.
Eğer Galata'dan gelen hasta sayısına Beyoğlu'ndan gelenleri de ilave
edersek, o zaman çok daha yüksek hasta sayısına ulaşırız. [... ) Bu durumu
daha önce tasvir ettiğim Galata'nın dehşetli kirliliğine atfediyorum.4

2 Modern çiçek aşısı kurumu Telkihhane-i Şahane ı892'de kuruldu.


3 Hastane defterlerinde çiçekten muzdarip ı.ıo6 hastadan 19'unun ikametgahı belli değildir,
dolayısıyla tabloda payitahtın çeşitli muhitlerinden nakledilen 1.087 hasta yer almaktadır -Y.N.
4 Paspatis, çiçek hastalığının, "avare berduşların ve iffetsiz kadınların ikamet ettiği güneş görmeyen
hanelerde ve karanlık, pis sokaklarda zuhur ve sirayet ettiği"ne dair teorisini tekrarlıyor.

186 ÇiÇEK HASTALl�I


İKİNCİ BÖLÜM
KANLI İSHAL
Kanlı ishal vakaları kayıtlarda 1847'den itibaren belirtiliyor.
Yatan Taburcu Ölen %
1847 12 7
1848 2 2
1849 II 10
1850 88 24 64 72,75
1851 36 10 26 72,22
1852 107 47 60 56,07
1853 130 61 69 52,30
1854 164 91 73 44,50
1855 320 181 139 43-43
1856 237 n5 122 5 IA7
1857 99 27 72 72,93
1858 51 22 29 56,86
1859 54 22 32 59,25
YEK ÜN ı.3 n 608 703 53 ,63"

Çiçek illetinden daha yüksek ve neredeyse vebaya eşit olan bu hastalığın


ölüm oranları ürkütücüdür.
İstanbullular, Üsküdar'daki İngiliz Hastanesi'nde kanlı ishalden
muzdarip hastaların dehşet verici ölüm oranını hatırlıyorlar. Üsküdar hasta­
nesinde tedavi gören İngilizlerin bir kısmı Sivastopol'ü kuşatan askeri birlik­
lerden, bir kısmı da İstanbul'un çevresinde mevzilenmiş yardımcı birlikler­
den nakledilmişti. Akıl almaz ölüm vakalarına şaşıran İngiliz hekimlerinin
denediği tedaviler neticesiz kalmıştı. 1855 senesinde hastanemizde tedavi
gören üç yüz yirmi Ortodoks hastanın çoğu Sivastopol'de Fransız ve İngiliz
ordugahlarında çalışan, hastalanınca da İstanbul'a gönderilen işçilerdi.
1855 senesinde Üsküdar'daki İngiliz Hastanesi'nde yaşanan kah­
redici tecrübeler sonuçsuz kalmadı. Ertesi yıl, temizlenen odalar, yataklar,
tamir edilen lağımlar sayesinde ve koğuşlardaki hasta sayısının azaltılması
a Hastane katibinden 1860 senesinin rakamlarını aldım: Yatan 94 hastadan 38'i tedavi oldu, 56'sı,
yani % 59,55'i vefat etti -Y.N.

l sTAN BUL'uN ORTODOKS EsNAFı


sonucunda ölüm vakaları büyük ölçüde azaldı, ağır durumdaki hastaların
çoğu hızla sıhhate kavuştu.
1856 barışından sonra bizim hastaneye nakledilen kanlı ishal
hastalarında da azalma kaydedildi, fakat 1857, 1858 ve l859'da yatanların
ölüm oranlan yükseldi. Bu üç yılın yüzdesi 65,2o'dir. Bunun sebeplerine,
hastalığın tarih ve seyrini daha açık izah eden tabloları kaydettikten sonra
değineceğim.

Kanlı İshal Vakalannın Arlara Göre Daw.Iımı (ı8iz'den ı822'un sonuna kadar}
Yatan Taburcu Ölen %
Ocak 122 62 60 49,83
Şubat 119 64 55 46,22
Mart 104 63 41 39.32
Nisan 105 47 58 55.24
Mayıs 42 22 20 47,62
Haziran 69 25 44 63,76
Temmuz 97 42 55 55,66
Ağustos 111 51 60 54,05
Eylül 133 55 78 58,61
Ekim 126 46 80 63,50
Kasım 168 76 92 54,75
Aralık 15 1 52 60 52,ız
YEK ÜN ı.3 11 608 zo3

Tabloda açıkça belli olan, mayısta hastaneye yatan kanlı ishal has-
talannın az, kasımda yatanların ise çok olduğudur. Durumun daha iyi
anlaşılması için hastalan yılın dört mevsimine göre kaydediyorum.

188 KAN LI i S H ALE


Yatan Hastaların Yılın Dört Mevsimine Göre Dağılımı
Kışın yatanlar
Yatan Ölen %
Aralık ır5 60
Ocak 122 60
Şubat ır9 55
YEK ÜN 356 175 49 ,14

Baharda yatanlar
Yatan Ölen %
Mart 104 41
Nisan 105 58
Ma s 2 20
YEKÜN 251 ır9 47.40

Yazın yatanlar
Yatan Ölen %
Haziran 69 44
Temmuz 97 55
Ağustos III 60
YEKÜN 277 159 57,40

Sonbaharda yatanlar
Yatan Ölen %
Eylül 133 78
Ekim 126 80
Kasım 168 92
YEK ÜN 427 250 58,50

Yazar hastalığın Ağustos ayından itibaren, yani İstanbul'da kavun,


üzüm gibi meyvelerin bol olduğu, buna ilaveten ani hava değişikliklerinin yaşan­
dığı dönemden itibaren artmaya başladığının altını çiziyor.

lsTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFı


Kanlı İshal Vakalannın Yaşlara Göre Dağılımı'
Yatan Taburcu Ölen Ölüm %
10-20 yaş arası 254 141 113 44,48
21-30 yaş arası 396 233 163 41,15
31-40 yaş arası 252 109 143 56,72
41-50 yaş arası 149 47 102 68,43
51-60 yaş arası 156 42 114 no6
61 yaş üzeri 66 14 52 78 ,54
YEK ÜN 1.273 586 687

Metin, tablodaki verilerin yorumuyla devam ediyor ve kayıtlardaki bazı


eksikliklere rağmen yazann özellikle önemsediği ve bu hastalığın incelenmesin­
de yararlı olacağını savunduğu vakalann memleketlerine, mesleklerine ve İstan­
bul'daki ikametgahlanna göre dağılımının tablolannı sunuyor.

Kanlı İshal Vakalannın Memleketlerine Göre Dağılımı


Toplam yatan hasta Kanlı ishal vakaları %
Rumelililer 21.697 783 3,62
Anadolulular 7.367 279 3,7ı
Adalılar 2.432 111 4,50
Yunanlılar 3-479 89 2,56
Yediadalılar 1.068 49 4,60

ı Defterde 38 hastanın yaşı belirtilmediğinden tablodaki toplam hasta sayısı ı.273'tür. (ı3ıı-
38=ı.273 hasta).

KANLI l s HALE
Kanlı İshal Vakalannın Mesleklerine Göre Dağılımı
Toplam yatan hasta Kanlı ishal vakaları %
Kürekçiler 278 2 0,74
Balıkçılar 395 10 2,50
Gemiciler 4.097 ı ı6 2,87
Ayakkabıcılar ı.180 38 3,18
Kahveciler 615 20 J.25
Seyisler ı.096 36 3,30
ince doğramacılar 897 30 3,37
Ekmekçiler 2.652 91 3,42
Kasaplar 982 35 3,55
Meyhaneciler 674 26 3,62
Rençperler 3-431 128 3,66
Zerzevatçılar, meyveciler 640 23 3,66
Keçeciler 2.028 80 3.95
Çobanlar 653 26 4,00
Terziler 887 35 4,00
Taşçılar 487 20 4,10
Çerçiler 893 38 4,25
Tütüncüler 348 15 4,33
Değirmenciler 652 28 4.33
Bakkallar 2.250 92 4-45
Hizmetkarlar ı.246 57 4,58
Sütçüler, kaymakçılar. .. 590 28 4,80
Yağcılar 269 13 4,84
Bakırcılar 489 24 4,9ı
Aşçılar 627 32 5,10
Bahçıvanlar ı.696 91 5,37
Duvarcılar 657 40 6,09
Hallaçlar 270 17 6,30
Eskiciler 204 13 6,33

Yukarıdaki tablodan hangi esnaf kolunun kanlı ishalden daha az ya


da çok etkilendiğini öğrenmekteyiz. Daha iyi anlaşılması için Rumeliler ile
Anadolular arasındaki farkı gösteren tabloları kaydediyorum.

l sTANBUL'UN ORTODOKS EsNAFı


Kanlı İshale Yakalanan Rumelili Esnaf
Toplam yatan hasta Kanlı ishal vakalan %
Kasaplar 35 35
Terziler 887 35
Keçeciler 2.028 80
Tütüncüler 348 15
ince doğramacılar 897 30
Rençperler J.431 128
Aşçılar 627 32
Zerzevatçılar, meyveciler 640 23
Ekmekçiler 2.652 91
Balıkçılar 395 10
Seyisler r.096 36
Sütçüler, kaymakçılar... 59° 28
Çobanlar 653 26
Bahçıvanlar r.696 91
Duvarcılar 657 40
YEK ÜN 17.579 700 4,00

Kanlı İshale Yakalanan Anadolulu Esnaf


Toplam yatan hasta Kanlı ishal vakalan %
Yağcılar 269 13
Hallaçlar 270 17
Bakkallar 2,250 92
Kürekçiler 278 2
Bakırcılar 489 24
Meyhaneciler 674 26
Eskiciler 204 I3
YEKÜN 4-434 187 4,20

Esnafın Karşılaşhrmalı Ölüm Oranı tablosunda en düşük oran bariz


bir şekilde Anadolularınkidir. Yukarıdaki tablolardan ise Anadoluluların ve
Rumelililerin bu hastalıktan aynı ölçüde muzdarip olduğu anlaşılıyor.

Paspatis, iki tablonun verilerini yorumladıktan sonra Anadolululann


kanlı ishale yakalanmalannın nedenini beslenmelerine, aşın yağlı yemeklerin
ve baklagillerin tüketimine bağlıyor. Aynca İstanbul'da kanlı ishale en az ya-

KAN LI iSHALE
kalanan meslek sahiplerinin başında kürekçilerin (% 50,74), balıkçı (%2,50)
ve gemicilerin (% 2,87) yer aldığını tekrarlayarak, bunu tablolardaki en dikkat
çekici veri olarak değerlendiriyor ve deniz havasının faydalanna atfediyor. Bu
hastalara temiz deniz havasını tavsiye ettikten sonra hastalıkla ikametgah ilişki­
sini gösteren tabloya geçiyor.

Kanlı İshal Yakalarının İkametg3hlara Göre Dağılımı•


Kara Surları mahallelerinden 30
Marmara'nın sahil mahallelerinden 94
İstanbul limanından 176
Suriçi lstanbul'un diğer mahallelerinden 295
Zaptiye Nezareti'nden 97
Limanda demirlemiş gemilerden 4
Kağıthane ve civar köylerden 31
Hasköy'den 13
Kasımpaşa'dan 33
Galata'dan 223
Beyoğlu'ndan 56
Yenişehir' den 9
Tatavla'dan 13
Tophane' den 20
Boğaziçi'nin Rumeli yakası köylerinden 100
Boğaziçi'nin Anadolu yakası köylerinden 23
Üsküdar' dan 39
Kadıköy'den 13
Prens Adalan'ndan 2
Rumeli'nin köy ve çiftliklerinden 47
Sivastopol'den 27
YEK ÜN ı.

Eğer adı geçen semtlerin nüfusu bilinseydi, bu tablolar elbette daha


yararlı olacaktı. Yine de, bu eksikliğe ve Ortodoks esnafın toplam sayısı
hakkında bilgimiz olmamasına rağmen, bu tablolann tamamen yararsız
olduğu kanaatinde değilim. Şehrin her kesiminde görülen bu yıprahcı has-

2 Bu tablo yatan hasta bakımından hemen hemen eksiksizdir zira Osmanlı idaresinin emri üzerine
Rumların ikametgahı her zaman dikkatle kaydedilirdi -Y.N.
l s tanbul'daki

İ sTANBUL'uN ORTODOKS EsNAF ı 1 93


talığın, Galata gibi kalabalık semtlerde daha yaygın olduğunu bu tablolar
sayesinde öğreniyoruz.
Yukarıdaki tabloların karşılaşhnlmasından okur, tüyler ürpertici
ölüm oranının öldürücü koleranınkine eşit olan kanlı ishal hakkında bilgi
ediniyor.
Bu hastalık özellikle İstanbul'un kötü beslenen ve yaşayan işçi ve za­
naatkarını tahrip eder. Bu hastalığa yakalananların çoğu, derileri sertleşmiş,
sancıdan ve devamlı ishalden kadit olmuş vaziyette sonbaharın başlangıcın­
da, kışa kalmadan ölür. Ölümünden saatler sonra dahi, ölünün cansız yüzü
çektiği acıların izlerini korur.
Bu büyük şehrin yoksul halkı için gerekli ilaç ve hekimin bulunma­
yışı, hastalığın ilerlemesine fazlasıyla katkıda bulunuyor. Tedavi masrafları
yoksulun imkanlarını aşıyor. Hastalığa yakalananlar en başta kurtarıcı olabi­
lecek perhizi ve tedavi edebilecek bakımı ihmal ederler. Eğer ateş onları yata­
ğa bağlarnazsa dolanıp eskisi gibi beslenmeye devam ederler. Hastalığın ilk
şiddeti kesilince, bu kez kuvvetli karın ağrıları çekerek hastaneye sığınırlar.
Zengin İstanbullular için bu hastalık, işçiler için olduğu kadar mü­
him değildir. Tezahürü diğer hastalıklarda olduğundan çok daha farklıdır.
Zenginler sağlıklarını ilgilendiren her şeye yoksullardan çok daha fazla ihti­
mam gösterirler. Dolayısıyla emekçilerde görülen kronik ve tedavisi müm­
kün olmayan dizanteriler üst sınıflarda nadiren görülür.

Bölüm, yazann öldürücü kanlı ishalin tedavisinin, havadar bir ev ve


hazmı kolay gıdayla mümkün olacağı hakkındaki görüşleriyle bitiyor.

1 94 KAN L I İ S HALE
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
GÖGÜS HASTALIKLARI
ı� ydedilen göğüs hastalıklarının türü belirsiz olduğundan, bu bö­
lüm de büyük ölçüde eksiktir. Fakat bu eksik bilgilerden dahi soğu­
un İstanbul sakinlerinin sağlığına etkisi konusunda öğreneceği­
miz çok şey var. Bunun için eksik de olsa defterlerdeki bilgileri kaydetmeye
karar verdim.
Göğüs hastalıkları kayıtlarda ı839'dan itibaren belirtiliyor.

Göğüs Hastalıkları Yakalan


Yatan Toplam yatanlara göre
%
1839 16 1,37
1840 37 3,36
1841 88 5,86
1842 51 5,20
1843 57 6,62
1844 52 6,12
1845 47 6,14
1846 54 6,12
1847 28 2,88
1848 66 4,ı3
1849 91 7,08
1850 141 7,05
1851 91 5,5o
1852 47 2,64
1853 37 2,82
1854 44 2,80
1855 79 3,30
1856 65 2,16
1857 J.50
1858 9,68
18

İSTANBUL0UN ORTODOKS ESNAF! 1 95


Tablonun dahi iyi anlaşılabilmesi için, 1851 yılına kadar tabloda
her türlü müzmin göğüs hastalığı çeken hastalar kaydedilirken, o tarihten
l859'a kadar sadece verem hastalarının kaydedildiğini belirtmeliyim.
1849, 1850 ve 1858 yıllarında şiddetli göğüs hastalıklarına yakalanan­
ların sayısında görülen büyük arhş, olağanüstü soğuk havalara bağlıdır. 1850
yılının 8, 9 ve lO Ocak tarihlerinde İstanbul'a, en yaşlı sakinlerinin bile hatır­
lamadığı kadar kar yağdı. Isı -14 dereceye kadar düştü. Marmara kıyılarındaki
tüm zeytin ağaçlan ve Ege adalarının yaşlı portakal ağaçlan kökünden kurudu.
Bu soğuk uzun sürmedi. 1857 yılında ise kar yağışı Noel arifesinde başladı ve
soğuk kuzey rüzgarlan, fırhna ve kar yağışı şubat ayının sonuna kadar devam
etti. Bu dönemde hastaneye yatan veremlilerin sayısında büyük artış görülüyor.

Metin, hastaneye yatan göğüs hastalık/an vakalannın aylara ve mevsime


göre dağılımıyla devam ediyor, vereme yakalananlann yaşlanna göre dağılım
tablosuyla bitiyor.

Göğüs Hastalı.klan Vakalannın Aylara Göre Dağılımı


Ocak 134
Şubat 105
Mart 146
Nisan 146
Mayıs 144
Haziran 106
Temmuz n1
Ağustos 140
Eylül 101
Ekim !02
Kasım 95
Aralık 8
I. l

Yatan Hastaların Yılın Dört Mevsimine Göre Dağılımı


Kışın yatanlar 323 kişi
Baharda yatanlar 436 kişi
Yazın yatanlar 357 kişi
Sonbaharda yatanlar 29 8 kişi

Göi:üs HAsTALIKLARı
Göğüs Hastalıkları Vakalannın Yaşlara Göre Dağılımı
Yatan %
ı-10 yaş arası 2
rr-20 yaş arası 310 21,93
21-30 yaş arası 513 36,21
31-40 yaş arası 330 23,28
41-50 yaş arası 156 ll.00
51-60 yaş arası 74 5,21
61-70 yaş arası 25 l,71
l ve üstü
I. l

lsTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFı 1 97


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

HUMMA
1•
stanbul ve varoşlarında görülen humma vakalarının incelenmesi bü-
yük önem taşıyor. Humma, Osmanlı topraklarında bütün diğer Avrupa
memleketlerinden çok daha yaygın bir hastalıktır. [ ... ]
Humma vakaları kayıtlarda ı847'den itibaren belirtiliyor.

Humma Yakalan'
Humma vakaları Yatan toplam hasta Toplam yatanlara göre %
I847 20
I848 I2
I849 8
I850 63 1.998 3.I5
I85I 34 1.802 I,83
I852 I22 1.772 6,88
I853 220 1.780 I2,35
I854 I27 1 .584 8,oo
I855 208 2.383 8,74
I856 425 2.987 I4,20
I857 229 2.0I7 rr,35
I858 IOC 1.696 5.94
I859 202 • 1 .748 rr,53
!. o

Humma Vakalannın Aylara Göre Dağılımı2


Ocak I38
Şubat I68
Mart 87
Nisan 95
Mayıs IOC
Haziran

l 1847-1848-1849 yıllarına ait kayıtlar fazlasıyla eksik olduğundan tabloya dahil edilmedi. Bu
durumda bu ilk üç yılın 40 hastasını ı.770 hastadan çıkardığımızda r.730 humma vakası 1850-1859
arası dönemde yatan toplam 19.767 hastanın yüzde 8,74'ünü temsil eder -Y.N.
a 1860 yılında hastaneye 2-424 hasta yattı, bunların 23ı'i, yani % 9,5o'si hummadan muzdaripti -Y.N.
2 Tabloda 1847-1859 arasındaki '3 yılın verileri yer alıyor -Y.N.

H U M MA
Temmuz 157
Ağustos 148
Eylül 183
Ekim 203
Kasım 177
Aralık
I. o

Yatan Hastaların Yılın Dört Mevsimine Göre Dağılımı


Kışın yatanlar 503 kişi
Baharda yatanlar 282 kişi
Yazın yatanlar 422 kişi
Sonbaharda yatanlar 563 kişi

Humma Yakalarının Memleketlere Göre Dağılımıı


Toplam yatan hasta Humma vakaları %
Rumelililer 21,697 r.047 4,80
Anadolulular 7,367 326 4,42
Adalılar 2,432 II2 4,58
Yunanlılar J.479 177 p2
Yediadalılar l,068 80 7,50
I. 2

Humma Yakalarının Yaşlara Göre Dağılımı 4


Yatan %
l-10 yaş arası
rr-20 yaş arası 458 26,35
21-30 yaş arası 872 50,17
31-40 yaş arası 309 17,76
41-50 yaş arası 93 5.35
51-60 yaş arası
I. 8

Defterlerde 28 vakanın memleketi eksiktir, dolayısıyla tablodaki hasta sayısı r.770-28=r.742'dir, -Y.N.
4 Hastane defterlerinde hastanın yaşı genellikle titizlikle kaydedilirdi, fakat humma vakalarının
32'sinde bu bilgi eksiktir, dolayısıyla tablodaki hasta sayısı r.770-32=r.738'dir -Y.N.

İSTANBUL'UN ORTODOKS ESNAFI 199


Humma Vakalannın İkametg3hlara Göre Dağılımıs
Kara Surları mahallelerinden 70
Marmara'nın sahil mahallelerinden 64
lstanbul limanından 170
Suriçi lstanbul'un diğer mahallelerinden 256
Zaptiye Nezareti'nden 337
limandaki demirlemiş gemilerden 5
Kağıthane ve civar köylerinden 4
Hasköy'den 15
Kasımpaşa'dan 35
Galata'dan 288
Beyoğlu'ndan 53
Yenişehir'den lO
Tatavla'dan 16
Tophane' den 15
Boğaziçi'nin Rumeli yakası köylerinden ıı5
Boğaziçi'nin Anadolu yakası köylerinden 40
Üsküdar' dan 45
Kadıköy' den 13
Prens Adaları'ndan 6
Rumeli'nin köy ve çiftliklerinden 105
Anadolu'nun köy ve çiftliklerinden 15
Sivastopol'dan 28
I. o

Boğaziçi'nin Rumeli yakasından gelen 115 hastanın köyleri


Dolmabahçe 7
Beşiktaş 15
Ortaköy 23
Arnavutköy 12
Bebek 3
Rumeli Hisarı 2

Emirgan 19
lstinye 4
Yeniköy 3
Tarabya 4
Umuryeri'
Büyükdere 13
Yenimahalle 7
San er 2

il

Kayıtlarda 6 5 vakanın ikametgahı eksiktir, dolayısıyla tablodaki hasta sayısı r.770-65=r.705'dir -Y.N.
Umuryeri, Boğaz'ın Anadolu yakasında Sivri Burunla Anadolukavağı arasındadır.

200 H U M MA
Boğaziçi'nin Anadolu yakasından gelen 40 hastanın köyleri
Kuleli
Anadolu Hisan
Kandilli
Beylerbeyi 3
Çubuklu 5
Göksu 4
Kanlıca 3
Beykoz 14
Çengelköy 4
incirli
o

Rumeli'nin köy ve çiftliklerinden gelenler6


Küçükköy 13
Bakırköy 15
Bahçeköy 4
Ayastefanos 7
Büyük ve Küçük Çekmece 4
Litros [Esenler] 6
Zafra [Safra/Sefaköy-Küçükçekmece]]

Tablolann verilerini yorumlayan yazar, hummanın İstanbul'da batak­


lık bölgeleri dışında da yaygın görüldüğünü, bunun da hastalığı doğuran ikinci
önemli sebebin pislik olduğu görüşünü kanıtladığını yineliyor.

6 Rumeli'nin köy ve çiftliklerinden gelen hastalann köy adlan listesi maalesef eksiktir. Sadece bazı
köyleri ve hasta sayısının 105 olduğunu söyleyebilirim -Y.N.

lsTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFı 201


B EŞİNCİ BÖLÜM

İSTİSKA
Hastalığın hikayesi tümüyle belirsizdir. [ ... ) 1839'dan evvel defterler­
de hastalıkla ilgili hiçbir kayıt mevcut değildir.

İstiska Yakalan
Yatan hasta
1839 17
1840 16
1841 18
1842 19
1843 25
1844 36
1845 27
1846 20
1847 6
1848 16
1849 29
1850 16
1851 24
1852 32
1853 32
1854 36
1855 42
1856 22
1857 13
1858 6
18
61

Paspatis 1858 ve 1859 yıllannda hastaneye yatanlann sayısı oldukça yük­


sekken (1.691 ve ı.740 kişi) sadece 6 ve 9 ödemli hastanın kaydedilmiş olmasını,
hekimlerin eskiden yaptıklan gibi hastalığın neticelerini değil, başlangıç belirti­
lerini kaydetmelerine bağlıyor. "Günümüzde kalp hastalıklan, bağırsak tıkanık­
lıklan, humma, böbrek yetmezliği, aşın içki tüketimi ve daha başka hastalıklar
istiska sebebi olarak kaydediliyor. "

202 lsTİSKA
İstiska Yakalarının Aylara Göre Dağılımı
Ocak 34
Şubat 30
Mart 42
Nisan 41
Mayıs 37
Haziran 34
Temmuz 34
Ağustos 36
Eylül 32
Ekim 49
Kasım 47
Aralık
61

Yatan Hastaların Yılın Dört Mevsimine Göre Dağılımı


Kışın yatanlar 109 kişi % 23,66
Baharda yatanlar 120 kişi % 24,75
Yazın yatanlar 104 kişi % 22,54
Sonbaharda yatanlar 128 kişi % 27,50

İstiska Yakalarının Memleketlerine Göre Dağılımı1


Toplam yatan hasta lstiska vakaları %
Rumelililer 21.697 274 1,23
Anadolulular 7.367 120 ı,57
Adalılar 2.432 20 0,83
Yunanlılar 3-479 27 0,79
Yediadalılar ı.068 ıs ı,40
6

Kayıtlarda 5 hastanın memleketi eksiktir, dolayısıyla tablodaki hasta sayısı 461-5=456'dir -Y.N.

ISTANBUL'UN ÜRTODOKS ESNAFI 203


İstiska Yakalarının Yaşlara Göre Dağılımı
Yatan Ölen %
ı-ıo yaş arası 4 3
11-20 yaş arası 50 38 76,00
21-30 yaş arası 106 76 71,70
31-40 yaş arası 112 75 66, 9 0
41-50 yaş arası 89 70 77,37
51-60 yaş arası 59 50 84,80
61-70 yaş arası 32 28 87,50
71-80 yaş arası 7 7
81 ve üstü 2 2
61

204 lsTİSKA
ALTI NCI BÖLÜM

DALAK BÜYÜMESİ

D
aha önceki yıllara ait teşhislerde adı geçmeyen bu hastalık hakkın­
da 1847'den itibaren bazı notlara rastlıyorum. Hastane hekimleri,
ateşli hastalık sonucu görülen dalak büyümesine "splinit" diyorlar.
İstanbul'da, dalak büyümesini tedavi eden, yanılmıyorsam, ekserisi
Müslüman yerli doktorların mevcut olduğu biliniyor. Birçok hasta tedavi
için bunlara başvurur. Halk dilinde bunlara "dalakçı," uygulamaya da "da­
lak kesme" denir. Birkaç gün süren tedavi, Kuran'dan dualar eşliğinde şi­
facıların hazırladığı ilaçlarla yapılır.' Dalakçıların hastaların şiş karınlarını
ısrarla ovmaları sayesinde pek çok hastanın şifa bulduğunu gördüm. [ ...]
Dalak büyümesinden hastaneye yatanların sayısı 35'tir. Bunların
28'i Rumelili, 4'ü Anadolulu, 2'si Yunanlı ve l'i Yediadalıdır.
ıo-30 yaş arasında 23 hasta, 31-60 yaş arasında ise 12 hasta yattı.

ı Yazarın anlattıkları dışında "dalak kesme"de şöyle bir uygulama da vardı: hastanın şiş karnına bir
tahta yerleştirildikten sonra şifacı "kesiyorum" diyerek tahtaya küçük bir baltayı hafifçe indirirdi.

lsTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFı 205


YEDİNCİ BÖLÜM

KOLERAYA DAİR
astanemizdeki kolera vakalarının sayısı fazla değildir. ilk vakalar

H 1847 yılının Aralık ayında kaydedildi, 1856 yılının Eylül ayından


sonra da hastaneye kolera hastası yatmadı.

Kolera Yakalan
Yatan hasta
Aralık 1847 24
1848 268
1854 52
1855 218
18 6 18
8

Kolera Vakalannın Aylara Göre Dağılımı


Ocak 18
Şubat 17
Mart 41
Nisan 99
Mayıs 25
Haziran 69
Temmuz 88
Ağustos 61
Eylül 21
Ekim 40
Kasım 58
Aralık
8

Yatan Hastalann Yılın Dört Mevsimine Göre Dağılımı


Kışın Yatanlar 76 kişi % 13,14
Baharda yatanlar 165 kişi % 28,60
Yazın Yatanlar 218 kişi % 37,80
Sonbaharda Yatanlar n9 kişi % 20,80

206 KOLERA
l847-1848'de, birinci kolera salgınında yatan 292 hastadan 135 teda­
vi oldu, l57'si, yani % 53,76'sı vefat etti.
1854 yılından 56'ya kadar süren ikinci salgında ise yatan 286 has­
tadan 97'si tedavi oldu, l89'u, yani % 66,o?'si vefat etti. Bu ikinci salgın
döneminde l854'ün Temmuz ayından aynı yılın Aralık ayına kadar yatan
52 hastadan 47'si, yani % 90,38'i vefat etti. Toplam 578 kolera vakasından
254'ü tedavi olurken 324'ü, yani % 56,05'i vefat etti.

Kolera Vakalannın Yaşlara Göre Dağılımı


Yatan Ölen %
ı -ıo yaş arası
11-20 yaş arası 97 39 40,22
21-30 yaş arası 223 118 52,90
31-40 yaş arası 137 84 61,30
41-50 yaş arası 58 35 60-40
51-60 yaş arası 43 30 69,75
61-70 yaş arası 17 15 88,2 3
71 yaş ve üstü 2 2

Kolera Vakalannın İkametgahlara Göre Dağılımı


Kara Surları mahallelerinden 26
Marmara'nın sahil mahallelerinden 45
İstanbul limanından 67
Suriçi lstanbul'un diğer mahallelerinden 79
Zaptiye Nezareti'nden 5
Limandaki demirlemiş gemilerden 14
Kağıthane'den 5
Hasköy' den 9
Kasımpaşa'dan 8
Galata'dan 139
Beyoğlu'ndan 35
Tatavla'dan 9
Tophane' den 6
Boğaziçi'nin Rumeli yakası köylerinden 41
Boğaziçi'nin Anadolu yakası köylerinden 6
Üsküdar'dan 12
Kadıköy' den 2

lsTANBUL'UN ÜRToooKs EsNAFı


Prens Adalan'ndan
Rumeli'nin köy ve çiftliklerinden 18
Anadolu'nun köy ve çiftliklerinden 2

Sivastopol'dan 4

208 KOLERA
S EKİZİNCİ BÖLÜM

TETANOS
Az rastlanan bu hastalıkla ilgili kayıtlar 1839'un Eylül ayından iti­
baren başlıyor; bu yirmi bir yıl boyunca hastaneye 76 tetanos vakası yath.

Tetanos Yakalan
Yatan hasta
1839
1840 2
1841
1842 2
1843 2
1844
1845 4
1846 3
1847 2
1848
1849 2
1850 4
1851 3
1852 5
1853 4
1854 8
1855 8
1856
1857 4
1858 10
18
6

Yatan Hastaların Yılın Dört Mevsimine Göre Dağılımı


Kışın yatanlar 16 kişi % 21,04
Baharda yatanlar 21 kişi % 27,57
Yazın yatanlar 21 kişi % 27,57
Sonbaharda yatanla 18 kişi % 24,0 0

İSTANBUL'UN ORTODOKS ESNAFI 209


Tetanos Vakalannın Yaşlara Göre Dağılımı
Yatan Taburcu Ölen %
1-20 yaş arası 15 5 10 66,66
21-30 yaş arası 31 6 25 80,66
31-40 yaş arası 18 3 15 8J . 33
41-50 yaş arası 8 8
ı ve üstü

210 TETANOS
EKLER

EK ı: HASTANE İNŞAATI İÇİN ESNAFIN YAPTI<�! BAtIŞLAR


(NİSAN 183z'DEN }I ARALIK 1838'E KADAR)'
Sarraflar 13.500
Tütüncüler 10.700
Çuhacılar ve hatayiciler' 4.500
Abacılar, terziler 6. ooo
Abacılar, tüccarlar 6.695
Bakkallar 20.500
Fazlı Paşa kumaş boyacıları 2.617
Diğer kumaş boyacıları 3.771
Bahçıvanlar (talep edilenin haricinde)b ıı.627
Meyhaneciler 8.901
İstanbul ve Galata kasapları 7.150
Ameleler, ince doğramacılar ve duvarcılar 12.909
Kalfalar, Marki kalfa I.000
Kalfalar, H[acı] Nikoli kalfa 2.000
Kireççiler 5.000
Kürkçüler (büyük esnaf) 4.000
Kürkçüler (küçük esnaf) 725
İstanbul, Galata ve Boğaziçi simitçileri 5.050
İstanbul. Galata ve Boğaziçi uncuları 3.085
İstanbul. Galata ve Boğaziçi doğramacıları 2.051
Zerzevatçılar 3.200
Taşçılar p65
Tuhafiyeciler< 2.915
Balıkçılar 2.095
ı Paspatis kitabın ekler bölümünde (s. 411-419) Yedikule Hastanesi'nin inşası için gerekli meblağın
nasıl temin edildiğini gösteren belgeleri sunuyor. Paranın bir bölümü Patrikhane, Kudüs'teki Kamame
Kilisesi ve Aynaroz Manastırlan gibi dinsel kurumlardan, bir kısmı kişisel bağışlardan, bir kısmı da
Ortodoks esnaftan sağlanmıştır. Metinde Patriğin, Eflak ve Boğdan voyvodalannın, cemaat önderlerinin
ve büyük tüccarların yaptığı yüklü bağış dökümünden sonra esnaf bağışlannın listesi yer alıyor. Çevi·
ride bu dökümlerden, 1 9. yüzyılın ilk yansında Ortodoks esnafın çeşitliliğini ve ekonomik durumunu
yansıttığından sadece esnaf bağışlannın listesi yer alıyor. Bağışlann hangi para biriminden olduğu
belirtilmemiştir.
a Hatay'da üretildiğinden hatayi ya da hitayi denen değerli bir cins ipekli kumaşın ticaretini yapanlar.
b Başka esnaf kollarında da yer alan bu ibare, bağışın biraz da "mecburi" olduğunu düşündürüyor.
Metinde toafcı.

lsTANBuL'uN ORTODOKS EsNAFı 211


Hallaçlar 2.000
Cevahirciler 2.300
Dikici çuhacılart (talep edilenin haricinde] 2.762
Kayma.kçılar p83
Francalacılar 3.055
Terziler 4.281
lstanbul havyarcılan' ı.425
Galata havyacılan ı.405
Susamyağı esnafı 2.012
l stanbul berberleri ı.5n
Galata ve Boğaziçi berberleri ı .188
Sandalcılarr ı.500
Yemeniciler ı .600
Cilacılar?• ı.775
Suyolculanh (talep edilenin haricinde) I.000
Fıçıcılar (talep edilenin haricinde) ı.600
Kiremitçiler I.269
lspençiyarlar' ı.215
Keresteciler 2.591
Tellallar ı.250
Arayıcılar I.000
Mağazacılar I.000
Tuğlacılar ı.140
Sıvacılar ı.270
Kazancılar ı.950
İstanbul fermenecilerii 800
Galata fermenecileri ı.500
Limoncular ı.414
Manavlar ı.725
Zahireciler 1.120
Astarcılark I.285

d Çuha terzileri. "talep edilenin haricinde" notu var.


e Çoklukla tuzlanmış balıklann üretim ve ticaretiyle uğraşan esnaf.
f Pamuk ve ipekten dokunan, yollu bir kumaş olan sandal kumaşının ticaretiyle uğraşanlar.
g Metinde poliçacılar, muhtemelen Fransızca polissage'dan.
h lstanbul'un suyollannın bakım ve onanmıyla uğraşanlar.
Eczacılar.
j Fermene denilen, önü kavuşmayan, işlemeli yelekleri diken esnaf.
k Amerikan bezi türünden kalın bir kumaşın ticaretiyle uğraşanlar.

212 EKLER
Ekmekçiler ı.35o
Kunduracılar 1.583
Ciğerciler ı.59ı
Hekimler 850
Havlucular 600
Sabuncular 765
ipekçiler' 93°
Pamukçular 690
Bakırcılar 871
Del!irmen taşçılanm 800
Ressamlar 400
Ayakkabıcılar 750
Tespihçiler 100
Kebecilern 625
Sepetçiler?0 570
Çubukçular 300
Cambazlar 209
EksercilerP 765
Lağımcılar 50
Çankçılar 225
Mumcular 845
işkembeciler 650
Seyisler 801
Terlikçiler 70
Çizmeciler 180
Fes Boyacıları 100
Kababezazlar?' 312
Hamamcılar 200
Sakızlı bahçıvanlar 463
Eskiciler 747
Sucukçular 200
Aktarlar 185
Funda kömürü satıcıları 400
Muhtemelen ham ipek bükücüleri.
m Değirmen taşı üreticileri.
n Abadan üretilen ve genellikle yağmurluk olarak kullanılan giysileri dikenler.
o Metinde taliadur; muhtemelen sepet/küçük sepet anlamındalci Yunanca talaros/talariskos sözcü·
ği.inden.
p Çivi imalatçıları.
Sözcük silik olduğu için doğru okuduğumdan emin değilim.

l sTANBuL'UN ORTODOKS EsNAFı 213


Kaldırımcılar 250
Dökmeciler 400
Sandalyeciler 350
Mestçiler' 80
Çömlekçiler 300
Samancılar 569
Eşekçiler 175
At Hamalları 50
Oyuncakçılar 250
Mutaflar' 310
Koltukçular" 35
Sucular 507
Kalpakçılar 430
Basmacılar' 298
Bamyacılar 180
Hünnapçılar?' 300
Küfeciler 410
Bohçacılar 240
Kaytancılar2 200
Keseciler? 100
Tülbentçiler 450
Şekerciler 60
Hırvatlar 80
H üseyincilerw 667
Paçacılar 373

Kısa konçlu, hafif ve yumuşak bir tür ayakkabı olan mestin imalatçılan.
Keçi kılından çul, torba, çuval, harar dokuyan esnaf.
u Belli sayıdaki ·gedikli" esnaf dükkanının dışında açılan kaçak dükkanlara •koltuk", çalışanlanna da
•koltukçu" denirdi. Terim sıkça "koltuk meyhanesi" değiminde geçer.
v Kumaşlara kalıpla desen basan esnaf.
y Metinde, muhtemelen Yunanca hünnap anlamındaki tzitz ifo'dan (cicifo) türetilmiş tzitzidon olarak
geçiyor. Bamyacılar ayn esnaf olduğuna göre hünnapçılar neden olmasın?
z ip, sicim, halat üreticileri ve satıcılan.
w H ıristiyan ve de Ortodoks olmayan bir esnafın Rum cemaatinin hastanesi için bağışta bulunması
çok garip görünse de, metindeki Hüseyinciler (XouacivtÇiöwv) Şii esnaf anlamından başka bir anlama
gelmez.

214 EKLER
EK 2: RUM KAYNAKLARINA GÖRE İSTANBUL'UN ORTODOKS ESNAFI

Paspatis'in 1862 'de tasnif ettiği esnaf kollarını, 1838 tarihli bağış liste­
sinde yer alan esna.fi ve Manuil Gedeon'un 1919'da "Neos Pimin" dergisinde'
yayınladığı esnaflistesini birleştirdiğimizde -mükerrerleri, papaz, öğretmen gibi
memur statüsünde çalışanları ve dilencileri düştükten sonra -hizmet, ticaret,
tarım ve küçük zanaatlara dayalı imalat sektöründeki Ortodoks esna.fin sayısı
1 62 'yi buluyor.
Metindeki bilgileri toparlayan ve tamamlayan, esas olarak 19. yüzyılı
kapsayan bu listeyi, başka kaynaklarla genişletmenin ve en önemlisi Ermeni ve
Yahudi esnaf için benzerlerini oluşturmanın, bu dilleri bilmeyenlere bilgi akışı
sağlayacağını ve Osmanlı esna.finın tarih yazımına katkıda bulunacağına ina­
nıyorum.

Abacılar, terzi
Abacılar, tüccar
Ameleler
Araba imalatçıları
Arabacılar
Arayıcılar
Astarcılar
Aşçılar
Atarlar
Ayakkabıcılar
Badanacılar, sıvacılar
Bahçıvanlar
Bakırcılar
Bakkallar
Balıkçılar
Bamyacılar
Basmacılar
Berberler
Bezirciler
Bıçkıcılar
Bohçacılar

ı Manuil Gedeon, "Alileggii Syntehniton" [Esnaf Dayanışması], Neos Pimin, Patrikhane matbaası, lstan·
bul, ı9ı9, sayı 6, s. 369-384.

İSTAN BUL'UN ORTODOKS ESNAFI 215


Boyacılar. fes
Boyacılar, kumaş [Fazlı Paşa boyacıları]
Cambazlar
Cevahirciler
Ciğerciler
Cilacılar
Çalgıcılar
Çankçılar
Çerçiler
Çıraklar
Çobanlar
Çömlekçiler
Çubukçular
Çuhacılar, terzi
Çuhacılar, tüccar
Dalgıçlar
Dehbağlar
Değirmen taşı imalatçıları
Değirmenciler
Demirciler, Çilingirler
Dimitçiler"
Doğramacılar
Doğramacılar, ince marangozlar
Dokumacılar
Dökmeciler [dökümcüler]
Duvarcılar
Ebeler
Eczacılar/ispençiyarlar
Ekmek satıcıları
Ekmekçiler [fırıncılar]
Ekserciler
Eskiciler
Eşekçiler
Fermeneciler
Fesçiler
Fıçıcılar
F rancalacılar

Genellikle kadın elbiselerinde kullanılan çizgili, pamuklu dimit kumaşının ticaretiyle uğraşan esnaf.

216 EKLER
Hallaçlar
Hamallar
Hamamcılar
Hasırcılar
Hatayiciler, tüccar
Havlucular
Havyacılar
Hekimler
Helvacılar
Hizmetkarlar
Hünnapçılar?
ipekçiler
İplik eğiricileri
işkembeciler
Kababezazlar?
Kahveciler
Kalafatçılar
Kaldınmcılar
Kalfalar
Kalpakçılar
Kasaplar
Kavaflar
Kavukçular
Kaymakçılar
Kaytancılar
Kazancılar
Kebeciler
Keresteciler
Keseciler
Kireççiler
Kiremitçiler
Koltukçular
Kömürcüler
Kunduracılar
Kutucular
Kuyucular
Kuyumcular
Küfeciler
Kürekçiler

lsTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFı 217


Kürkçüler
Lağımcılar
Limoncular
Lokmacılar
Manavlar
Matbaacılar
Mestçiler
Meyhaneciler
Mezarcılar
Mumcular
Mutaflar
Nalbantlar
Oduncular
Oyuncakçılar
Örücüler
Paçacılar
Pamukçular, tüccar
Peynirciler
Pideciler
Pirinççiler
Rençperler
Ressamlar
Saatçiler
Sabuncular
Sakalar, sucular
Salepçiler
Saman sahcılan
Sandalcılar
Sandalyeciler
Saraçlar
Sarraflar
Sepetçiler
Seyisler
Sıvacılar
Simitçiler
Sucukçular
Sucular
Susamyağcılar
Suyolcuları

218 EKLER
Sütçüler, kaymakçılar, yoğurtçular
Şekerciler
Şerbetçiler
Tablakar ekmekçiler
Tarakçılar
Taşçılar
Tavukçular
Tellallar
Tenekeciler
Terlikçiler
Terziler
Tespihçiler
Tuğlacılar
Tuhafiyeciler
Tulumbacılar
Tuzcular
Tüfekçiler
Tülbentçiler
Tütün kesiciler
Tütüncüler
Uncular
Yağcılar
Yemeniciler
Yemişçiler, kurutulmuş meyve satıcılan
Zahireciler
Zerzevatçılar
Toplam 162 esnaf

lsTANBUL'uN ORTODOKS EsNAFI 219


DİZİN 166-167
Amavutköy/Mega Revma 43, 78, 200
Ab abacı(lar) 33, 36, 62, 85-89, 106, 109, 136, 151, 164, Arnavutluk 59, ıı8
170, 172, 2II, 215 Arslan bin Abdullah 133
Abdülmecid (Sultan) 18, 86, 125 asker(ler) 31, 136, 167
Acem Ağa Mescidi/Klıalkoprateia Kilisesi l 59 askeriye ı ı 8, l 28
Adalı(lar) 57-58, 63-64, 66-71, 73-79 · 81, 83-84, astırcı(lar) 212, 215
86, 89, 91, 93-94, 96, 98, 100, 104, 107-108, Asya yakası 23, 44, 94, 101, ıı6, 128-129, 182, 186
ııo, ıı3, ıı8, 120, 123, 125-128, 132, 135- 137, aşçı(lar) 32, 62, 127-128, 146-147, 164, 170, 191-
139 · 141, 144, 149-152, 154, 157· 159· 167-168, 192, 215
184-185, 190, 199· 203 atar(lar) 215
Adami, Nikos 20 Atina 7
Aflcar 97 Atpazan 64
Ahmet Mithat Efendi 1 5 Avrupa 9, 24, 28, 32, 40, 60, 70-71, 77, 82, 85,
akciğer hastalı.klan, marazı 55, ııo 87-88, 96, lOO, 102, 104-105, 108-109, ıı4,
akıl ve ruh hastalan 17-18 ıı9-120, 136, 138, 147· 150, 161, 174-175, 198
Aksaray 27 Avrupa yakası 23, 43-44
aktır(lar) ıı2, 213 Avrupalı(lar) 31, 69, 77, 90, 95, 99. 136, 144, 160-
Alibeyköy: deresi 38; vadisi 39 161, 171-172, 175
Albncı Daire Belediye'si 40 Avrupalılaşma 9, 40, 145, 154, 158, 160
Amasya 106 Avrupalılık 59
amele(ler), amelelik 38, 51, 2ıı, 215 Aya Mama bataklığı 44
Amerika 7, 82, 143 ayakkabıcı(lar)/kavaf(lar)/kunduracı(lar) 60-61,
Amherst College (Massachusetts) 7 81-82, ıı7, 163, 169, 172, 1 91, 213, 215, 217
Anadolu Hisan 201 Ayasofya 159
Anadolukavağı 200 Ayia Triada (Aya Triyada) Kilisesi 13
Anadolulu(lar) 30, 45, 5n8. 61-64, 66-69, 71-72, Aynaroz Manashrlan 2ıı
74-78, 80-81, 83-84, 86, 88-89, 93-94, 96, Ayvansaray 29, 106
98, loo, 104, 107-108, ııo-ııı, ıı3, ıı8, 120- Azapkapı 28, 32, 35-36
123, 125, 127-128, 132, 135, 137· 139· 141-157, Aziz loannis Kilisesi (Galata) 35
159-160, 163, 165, 167-168, 176, 184-185, 190, Aziz Nikolaos Kilisesi (Galata) 35
192, 199· 203, 208
Anaselitsa 121 Babıali 19, 148 Ba
anazarka ıı7 badanacı(lar), sıvacılar 62, 149-150, 165, 169, 174·
arabacı(lar), araba imalatçılan 62, 84-85, 109, 164, 212, 215, 218
170, 173· 215 bağırsak: hastalan 14 3; hastalı.klan 202
Arap Camii 35 Bağlarbaşı 44
Arap(lar) 108 Bahçeköy 44, 201
arayıcı(lar) 166, 174, 212, 215 bahçıvan(lar), bahçıvarılık 25, 36-39, 43, 58, 62,
Amavut(lar) 9, 25, 31, 36, 39, 43-44, 57, 91-92, 101, ıı3-ıı7, 121, 124, 164, 170, 174, 191-192,
98, ıı6, ıı8, 120, 124-125, 127, 131, 138-140, 2II, 213, 2ı5

220 DiziN
bakırcı(lar) 62, ı58-161, 165, 169, 172, 191-192, Boğaziçi 23, 43. 71, n 84, 93-94 . 97 . 116, 128-129,
213, 215 148, 150-151, 186, 193, 200; köyleri 28, 43-44,
Balarcılar Çarşısı 159 75. 112-114, 200-201, 207, 211-212
Bakırköy/Makrohori 44, 7J. 93-94, 201 Bağdan 211
bakkal(lar) 14, 25 , p, 39, 59 , 61-62, 72, 112, 142-143, bohçacı(lar) 75, 79, 215
154-ı58. ı65, 169. 171, 17J. 191-192, 211, 215 boyacı(lar): fes boyacılan 213, 216; Fazlı Paşa
Balat 24, 30-31, 38 Kumaş boyacılan 96, 211, 216; kumaş boyacı­
balıkçı(lar), balıkçılık 27, 62, 83-84, 143, 152, 164, lan 62, 97, 164, 170, 172, 216
170, 172, 191-193, 211 , 215 Boyacıköy 97
Balıklı Kilisesi/ Zoodohos Pigi Kilisesi 17 Bucoleon sahil sarayı 115
Balıkpazan 34. 72 Bulgar Kilisesi 9
Balkan Dağlan 57 Bulgar(lar) 9, 28, 36, 39, 42 -44, 51, 57-58 . 101 - 103,
Balkarılar 9 105, 108-109, 116, 124, 129-131; eyaletleri 86
bamyacı(lar) 214 - 215 Bükreşli 20
Barbisos [dereciği] 38 Bülbül Deresi 37, 41
basmacı(lar) 214-215 Büyük Balıklı Han 16
başıbozuk(lar) 167 Büyük Çekmece 201
Bayrampaşa 38 Büyükada 17
Bebek 43, 200 Büyükdere 44, 152, 200
bedesten 74, 81, 87, ıo6, 136
bek.ar(lar) 23-25, 28, 35, 109-m, 121, 125-126, 134, cambaz(lar) 213, 216 Ca
146-147. 156, 159 Cankurtaran 115
Belgrat: bataklıklan 44; sulan 78 Cendere 39
berber(ler) 20-21, 27, 65, 103 . 212, 215 Cenevizler 3 1
Beşiktaş 200 cer Ic.ağıdı 132
Beykoz 93, 201 cevahirci(ler) 212, 216
Beylerbeyi 201 ciğerci(let) 120, 213, 216
Beyoğlu 13, 35 - 37, 39 -42, 59 . 65, 71 -72, 78-79 . 81, cilacı(lar) 2 ı 2, 216
85, 90-92, 99. 109 . 115, 126-128, 135-136, 158, Çakon(lar) 147
185-186, 193, 200, 207 çalgıcı(lar) 166, 216
bezirci(ler) 142, 215 çamaşırcı(lar) 6 o
bezirci(ler) 142, 215 Çanakkale ı 2 5
bezirhane(ler) 141-142 çankçı(lar) 213, 216
bıçkıcı(lar) 135, 144, 167, 215 Çengelköy 44, 93, 201
Binbirdirek 96 çerçi(ler) 61, 74-76, 143, 163, 169, ın 191, 216
Bit Pazan ı 53 çırak(lar) 87, 121, 155, 161, 166, 216
Bizans 7, 13, 23, 68, 151; imparatorlan 116, 159 çiçek hastalığı 175, 179, 181-182, 184-187
Bizanslı(lar) 30, 83, 93, 114, 151 Çingene(ler) 7, 21, 64, 7J. 76-77, 98, 106
Bizantios, Skarlatos 23, 104-105 çizmeci(ler) 2 ı 3
Boğaz 13, 24, 38, 43, 83, 93 . 133, 151-152, 200 ; çoban(lar), çobanlık 9, 62, 105, 116, 128-132, 164,
seferi 35 170, 174, 191-192, 216

İSTAN BUL'UN ORTODOKS ESNAFI 221


Çorbacı 21 Egeli 33. 166
çömlekçi(ler) 214, 216 Eğri/Gjirokaster 59
çubukçu(lar) 213, 216 ekimoz 70
Çubuklu 93. 201 ekmek sabcılan 91, 216
çuhacı(lar): dikici çuhacılar 212; terzi 216; tüccar ekmekçi(ler)/fınncı(lar) 21, 25, 61-62, 89-91, 93,
216; ve hatayicı(lar) 211 114, 139. 142, 164, 170, 172, 191-192. 213, 216,
Çukur Mahalle/Skordalia mahallesi 41 219; tablakar ekmekçiler 92, 219
ekmekçiler kethüdası 89
Da dalak büyümesi 44, 117, 179. 205 ekserci(ler) 213, 216
dalgıç(lar) 166, 172, 216 Eminönü 28, 72, 92, 95
Dalmaçyalı 33 Emirgan 43, 200
Davy (Hekim) 24 Enaul, Louis 31
debbağ(lar) 216 Enault, Charles 65, 108
değirmen(ler) 36, 67-68, 90; taşçıları 213; taşı Epir 80, 121
imalatçıları 166, 216 Ergiri 118
değirmenci(ler) 61, 67-68, 92, 142, 163, 170, 172, Erkilet 166
191. 216, 191. 213 Ermeni(ler) ıo, 15-16, 24, 28, 30, 31 , 36, 38, 40, 44,
demirci(ler), çilingir(ler) 32, 61, 77, 163, 170-172, 216 59. 66, 68, 76-78, 83, 89-9 1 , 93. 113-114, 121,
Dickens, Charles ıo 124, 127, 138, 144, 149-150, 215; kilisesi 35
dilenci(ler) 41, 62, 107, 132-134. 164, 170, 179, 215 eskici(ler) 16, 62, 152-153, 165, 170, 172, 191-192,
dimitçi(ler) 216 213, 216
dizanteri 17, 51, 179. 194. aynca bkz. karılı ishal esnaf 9-11, 23, 25-28, 30, 34-35, 41, 43. 53, 57-58.
doğramacı(lar) 62, 95, 125-126, 144-145, 150, 165, 62 - 68, 70, 72, 75-77· 80-82, 85-87, 92.
169, 172, 211, 216 94-98. 100, 104-106. 110-112, 120-121, 123.
Doğu Ortodoks Kilisesi 9, 57 125-128, 133. 135. 137-142. 144-145, 148-150,
dokumacı(lar) 167, 172, 216 152-156. ı58-ı59. 164. 166-ın 175. 179. 192-
Dolapdere 37 193. 211-219; kollan 8, 14, 59-61, 88-89. ıo8,
Dolmabahçe 200 124, 132, 143. 161, 163. 165, 176, 191. 211, 215,
dökmeci(ler) [dökümcüler] 214, 216 aynca bkz. loncalar.
Dulun Bağı 44 eşekçi(ler) 166, 17J. 214, 216
duvarcı(lar) Gz, 72, 117, 120-123, 156, 164, 170, Etiyopya ıo8
174. 191-192. 211, 216 Evliya Çelebi 90 149
Duyıin-u Umumiye 1 1 1 Evritania 156
dülger(ler) 125-126 Eyüp 38, 116

Eb ebe(ler) 166, 216 Fazıl Mustafa Paşa (Köprülü) 96 Fa


eczacı(lar)/ispençiyar(lar) 142, 167, 172, 174, 212, Fazlı Paşa Sarayı 96
216 Fener 19. 29-30, 65, 106, 146
Edime 97, 106 Fener Rum Erkek Lisesi 106
Eflak 14, 211 Fenerli 14, 30
Eftim (Papa) 35 fermeneci(ler) 87, 212, 216

222 DiziN
Fertek 147 hallaç(lar) 21, 59, 61-62, 157-159, 165, 169, 172,
Fertekli(ler) 30, 147 191-192, 212, 217
fesçi(ler) 216 hamal(lar) 38, 53, 66 , 74-75, 153, 166, 217; at
fıçıcı(lar) 62, 94- 95, 164. 169, 172, 212, 216 hamalları 214
fınn(lar) 90-92, 122, 130, 139 hamamcı(lar) 213, 217
Filibe 86-87 hamr emini 145
fodula 18 Harbiye Nezareti 3 ı
francalacı(lar) 212, 216 hasırcı(lar) 217
Fransa 57. 82, 181 Hasköy 38, 186, 193. 200, 207
Fransız(lar) 85. 90, 187 Hatay 211
funda kömürü satıcıları 213 hatayicı(lar): tüccar 217; çuhacılar ve hatayicı(lar)
211
Ga Gaitanakis kardeşler 12 5 havlucu(lar) 213, 217
Gaitanakis, Dimirti 125 havyarcı(lar) 33-34. 133. 212
Gaitanakis, Savvas 125 Haydarpaşa 44
Gaitanakis, Stefani 125 hekim(ler) 7, 15-16, 24, 55. 65, 79. 95, 112, 126,
Galata 16, 19, 21, 28, 31-36, 40, 42, 47. 59. 65, 70, 130, 135 . 143 . 156, 162, 166, 174, 179, 183, 185,
78-79. 81, 83, 87, 90. 92, 95. 99. 115. 118, 187, 194. 202, 205. 213, 217
126-127, 135-136, 145 . 148. 151, 157-159. 185- helvacı(lar), helvacılık 61-62, 139, 140, 164, 169,
186, 193-194. 200, 207, 211·212 173 . 217
Galata Hastanesi/Galata Şehir Hastanesi/Gemici­ Hes (Doktor) 185
ler Hastanesi 16, 19, 31, 47. 52, 55 . 69, 158, Hıfzısıhha 16, 70
161 Hırvat(lar) 9 . 33, 43-44. 71, 214
Galatasaray 40 Hızır İlyas [Mahallesi] 20
Gautier, Theophile 31, 36, 150 hizmetkar(lar) 25, 61, 78-80, 109, 131, 163, 169-
gayrimüslüm(ler) ıo, l}. 15, 19, 24, 58-59, 91 170, 191, 217
gedik, gedikli 27, 138. 214 Hristo (veled-i Manto) 133
gemici(ler) 31-34, 58, 61, 68-70, 86-87, 118, 151· Hrisıos (İsa) tepesi (Büyükada)
152. 163. 166. 169. 172, 191, 193 humma/sıtma 38-39 . 43 "44 · 5 1 -52, 70, n 1 04, 1 1 7,
Giresun 88 132, 154, 175, 179, 198-202
Gjirokaster 59 hünnapçı(lar) 214, 217
göğüs hastalıkları 143. 146, 151, 179. ı95-ı97 Hüseyinci(ler) 214
Gökçeadalı/İmrozlu 59
Göksu 201 Istakoz Körfezi 83 1S
Gümrük rıhtımı 29 lakovos 20
Gümrük Teşkilatı 28 ihtiyarhane 15, 17, 135
Gümülcine 14 İhtiyarlar Meclisi 135
Gyllius. Petrus 83 ince doğramacılar 62, 125-127, 164, 170, 191-192,
211
Ha Halaçyani 21 İncesu 59 . 154
Haliç 13· 19, 27 . 3n8. 40 İncirli 58, 201

İSTANBUL' U N ORTODOKS ESNAFI 223


lngiliz [askeri] hastanesi 17, 187 Kalyoncu Kulluğu 41
İngiliz [konsolosluğu] bahçesi 41, 135 Kamame Kilisesi (Kudüs) 2n
İngiliz(ler) 44, 85, 187 Kandilli 201
lngiltere 57, 186 kangren 55
inşaat işçileri 38, 51, 59, 61, 66, 72, 121, 125-126 kanlı ishal 51-52, 7}. 175· 179, 187-188, 190-193,
inşaat(lar) 15-16, 71, 77, 94, 122, 126, 150, 2n aynca bkz. dizanteri
İoakim (ferzi) 20 Kanlıca 201
loannidis, loannis 147 Kapadokya 34, 59, 141
İoannis (Merhametli Aziz) 133 Kapadokyalı 30
ipekçi(ler) 213, 217 Kapıdağı Yanmadası/Kizikos 58, 83, 147
iplik eğiricileri/bükücüler 166, 172, 213, 217 Kara Surları ıı5-n6, 193, 200, 207
İ plikhane-i Amire 38 Karadağlı(lar) 9, 43-44, 71-n 1 31
İran 88, n3 Karadeniz 28, 58, 69, 84, 88, ıı2, 124, 160, 166
İskele Meydanı (Kasımpaşa) 37 Karaköy 28, 32-34, 70, 151-152
lstanbullu 42-43, 59, 64-65, 73-74 · 76, 81, 92, Karaman 58, 145, 150
99, 101, 105-106, 109-no, 121-122, 124, 127, Karamanlı(lar) 142, 145, 155-156
135, 141, 143 · 145 · 147-148 156, 160, 183, 185, Karamürsel 93
187, 194 karantina 16, 175
İstiklal Caddesi/cadde-i kebir 41 Karay, Refık Halid 63, 105
İstinye 200 Karpenisi ı 5 6
istiska 51, 73, 104, ıı7, 126, lJ2, 146, 179 · 202-204 Karpuz Sokak 37
işkembeci(ler) 120, 213, 217 Kasap sokak 37
İtalyan(lar) 31, 90, 136 kasap(lar) 20, 59, 61-62, ıı8-120, 128-129, 164,
İustinos il ıı 5 169, 191-192, 2II, 217
İyonya Adalan Birleşik Devletleri 57 Kasımpaşa 36, 1Ş, 68, ıı4, 186, 193, 200, 207;
İzmir 7 deresi, dereleri 24, 37,. 42
İzmit Körfezi 83-84 Kastoryanos, Manolaki ıo6
Katolik(ler) 24, 40, 45, 57, 90
Ka kababezaz(lar) 213, 217 kavukçu(lar) 217
Kadıköy 44, 186, 193, 200, 207 Kayseri 166
Kağıthane 38-39, 64, 193, 200, 207; deresi, dere­ kaytancı(lar) 214, 217
leri 38, ıı6 kazancı(lar) 59, 61, 88, 159, 212, 217
kahve(ler)/kahvehane(ler) 16, 26, 28, 30, 32, 34, kebeci(ler) 86-87, 213, 217
37-39, 59, 65-66, 70, 94, 99, 122, 126, 138 keçeci(ler) 191-192
kahveci(ler) 27, 61, 64-66, 163, 169, 172, 191, 217 Kemeraltı Caddesi 16
.
kalafatçı(lar) 35, 166, 217 keresteci(ler) 166, 173, 212, 217
Kalafatyeri (Galata) }2. 34 . .p keseci(ler) 214, 217
kaldınmcı(lar) 166, 214, 217 · Kesriyeli [Kastorya] 106
kalfa(lar) 121, 125·, 2ıı, 217 kethüda(lar) 20, 89, 120, 133, 145
kalpakçı(lar) 149, 214, 217 Kıbrıs 57
Kalyoncu Kışlası 3 6 Kıbrıs olaylan 17

224 DiziN
Kırcaali'li/Gricanlı 97 Lakonyalı(lar) 157
Kının Savaşı. Harbi 17, 23, 44. 58, 85, m. ıı8 Laleli Camii 27
Kırklareli/Kırkkilise 97 Langa (Vlanga) 151; kapısı 26
Kidaros [dereciği) 38 Liman Müdürlüğü 57. 59. 70, 128
Kiklad Adalan 79 limoncu(lar) 166, 173, 212, 218
kireççi(ler) 62, 93-94. 120, 122, 164, 170, 174 • Litros [Esenler) 201
2ll, 217 lokmacı(lar) 218
kiremitçi(ler) 212, 217 lonca sandığı/orta sandığı/teavün sandığı 133
kitapçı(lar)/sahaf(lar) 166. 168, 173 lonca(lar) 14, 27, 86, 89, 105-106, m, 132-133 . .
Kocamustafapaşa 26 aynca bkz. esnaf kollan.
kolera 7. 17, 45 . 54. 179, 194· 206-208 Londra 175, 181
koltukçu(lar) 214, 217 mağazacı(lar) 212
Kos Adası/ İstanköy 58
Kostantin (veled-i Aleksi) 145 Mahmud il 16, 86, 136 Ma
Kozani 121 Makedon(lar) 9
kömürcü(ler) 166, 217 Makedonya 9. 80, 121
köprü(ler) 28, 32-34. 63 Maltalı 33, 98
Kudüs 2ıı manav(lar) 76, 212, 218
Kuleli 201 Manol (veled-i Dimirti) 133
Kumkapı/Kondoskali kapısı 26, ı ı5 Manson, Sir Patrick 44
Kurtancı İsa Kilisesi (Galata) 35 Manya/Mani 156
Kurtuluş/Taıavla 31, 37. 40, 42-43. 78, ıı4, 125, marangoz(lar) 31, 126; ince marangoz(lar) 216
186, 193, 200, 207 Marki kalfa 2ıı
kurutulmuş meyve sahcılan 219 Marmara Adası 57·58, 71
kutucu(lar) 217 Marmara Denizi 13, 25. 26, 69, 71, 80; sahil(ler)i,
kuyucu(lar) 217 sahil mahalleleri 28·29, n 76, 124, 166, 193,
kuyumcu(lar) 167, 172, 217 196, 200, 207; surlan ıı4
Kuzguncuk 38 Marsilya 83
Küçük Asya 58, 125 matbaacı(lar) 167·168, 218
Küçük Çekmece 44, 201 Mathieu, Henri 31
Küçükköy 39, 201 Maydos 125
küfeci(ler) 61, 76. 91. 96, 163, 170, 173 . 214, 217 Mehmet Kamil 59
kürekçi(ler) 58, 62, 84, 150-152, 165, 169, 172, Memal, Gerard de 65
191-192-193. 217 Mersin 147
kürkçü(ler) 36, 62, 88, lo4-ıo6, 137, 164, 170, Meryem Ana (Hz.) 17
172, 2ll, 218 Meryem Ana Kilisesi (Kalafatyani) 35
kürkçübaşı 106 mestçi(ler) 214, 218
Kürt(ler) 121, 129 Meşelik Sokağı 13
meyhaneci(ler) 30, 35. 60, 62, ıı2, 127-128, 145-
La lağımcı(lar) 153· 166, 213, 218 149, 165. 170-171, 173, 191-192. 2Il, 218
Lakonya 157 meyveci(ler) 191-192

lsTANBUL'UN ORTO DOKS EsNAFI 225


mezarcı(lar) 166, 218 Ömer Hayyam 41
Mısır 108, 138 örücü(ler) 2ı8
mızıkacılar kışlası 36
Midilli 133 paçacı(lar) 127, 2ı4, 218 Pa
Midillili 58 pamukçu(lar) 2ı3; tüccar 218
Mihail 14 Panayiada 20
Mnimatakia/Peıiı Champs des Mort 40 Panayot (veled-i Todoraki) ı33
Molu köyü 166 Papaz Köprüsü 37
mumcu(lar) 166, 172, 213, 218 Paris ı84; üniversitesi 7
mumhane(ler) 143; semti 34-35; yangını ( 1857) 87 Pabnos Adası 106
Murad V 18 Patrikhane 9, 38, 107, 2rr; hapishanesi 57
Muruzi ailesi 14 Peloponez ı56-157
Muruzis, Konstantinos (Kostaki Muruzi) 14 Penzo, Kostandi 20
Muruzis, Yeorgios 14 Pera 65, 90
Mustafapaşa/Sinasos 34 perhiz 18, 25, 28, 33, 45-46, 83, 85, 124, 139· 141,
mutaf(lar) 167, 172, 214, 218 147, 194; perhizkar hayat 175
Müslüman(lar) 9. ı5-ı6, 24-25, 27, 30-3ı-32, 35-36, Perivoliça bataklığı 39
39, 44-45, 59-60, 63-66, 72, 7p6, 81, 83, 85, Petçoni (Doktor) ı85
89-91, 93. 95, 97-99. ıoı, ıo5-106, ıo8-ır2, Petri Kapı 19, 29
ıı4-ıı5, ıı8-ıı9, ı2ı, 123-124, 127-129, 131, 133· peynirci(ler) 218
136, 138-141, 143, 145-150, 152-153, 155· 158- pideci(ler) 218
160, 166, 182, l&ş-186, 205; mezarlıktan 58 pirinççi(ler) 218
Piza O niversitesi 7
Na nalbant(lar) 167, 218 Pizoni, Panayoıtıra 21
Neofıtos 7- (Patrik) 14 poğaçacı(lar) 60
Nevşehir 59, 154 Ponhıs 160
Nikola (veled-i lstirat) 133 Prens Adaları 23, 83, ır6, 186, 193· 200, 208
Nikoli kalfa (Hacı) 2II Prodromos [oğlu] (Sinoplu) 21
Nisiros Adası 151 Psiharis, loannis 18
Nisiroslu(lar) 58 purpura 70

Od oduncu(lar) 166, 218 rahip(ler) 17, 62, 107-108, 127, 164, 170 Ra
Ortaköy 38, 43, 200 Region Khalkoprateia 159
Osmanlı Nezaretleri 28 Reji/Müşterek-üt Menfaa İnhisan Duhanı Devlet-i
oyuncakçı(lar)214, 218 Aliye-i Osmaniye rr1
ölüm oran(lar)ı 8, 22, 46, 51, 53-55, 60, 66-67, rençper(ler) 15, 39, 43-44, 62, 86, 100-101, 103,
69-70, n 75. 77. 79-81. 84-85. 88, 91, 93 . 164, 170, 174· l9ı-192, 218
95, 97-98, 105-106, 108, ıro, rr4, n7, 120, ressam(lar) 166, 172, 213, 218
122-123, 126, 128, 132-134, 136-137, 140, 143- Rodos 58
144, 148-150, 152-153, ı57· 159· ı61, ı63-ı76, RoUand, Charles 31, 33
ı8ı-ı82, ı85, ı87-ı88, ı92. ı94 Ross, Sir Ronald 44

226 DİZİN
Rum cemaat hastaneleri 8-9, rı, 13, 15, 214 Sinop 88
Rum Ortodoks Patriği ııı Sinoplu 21
Rumeli Hisan 200 Sivastopol 187, 193, 200, 208
Rumelili(ler) 20, 25, 38, 57-58, 61-64, 66-81, Sivri Burun 200
83-84, 86, 88-94, 96, 98, 100-101, ro4, 107- Skiliçis 8
108, rro, rr3-rr5, rr7-rr8, 120-125, 127-132, Slav(lar) 9
134- 139, 141, 143-152, 154 · 156-157, 159-160 , Sofia Limanı/Sofianon rr5
163-164, 167-169, 171, 176, 184-185, 190, 192, sokak sahcılan/seyyar sahcı(lar) 61, 76, 101, 120,
199, 203, 205 139· 173-174
Rus(lar) 45 Sparti 157
Rusya 57, 104, 161; Rus elçiliği 18 Stefanis (Çorbacı) 21
stomatit 23, 70
Sa saatçi(ler) 167, 172, 218 Strabon 83
sabuncu(lar) 167, 173· 213 sucukçu(lar) 213, 218
sabuncu(lar) 167, 17J. 213, 218 Sııltan Bayazıd civan 150
Safra/Sefaköy-Küçükçekmece]]/Zafra 201 Sıılıanahmet Meydanı 96
saka(lar), sucu(lar) 61, 78, 163, 170, l7J. 218 suriçi 13, 26-27, 65, 114, 193, 200, 207
Sakızhpar) 14, 25, 35, 37, 41, 58, 90-93, l lJ· I I4, 213 Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Ortodoks Kilisesi 35
salepçi(ler) 62, 137-139. 164, 169, ın 218 Surp Pırgiç Ermeni Katolik Kilisesi 15, 35
saman sahcılan 166, 218 susamyağcıpar) 218
samancı(lar) 173, 214 suyolculan 167, 212, 218
Samatya 26, 84, 115, 146, 151 sürücü(ler) 61, 63-64, 85, 109, 163, 169, 173
Samsun 88 sütçü(ler), kaymakçı(lar), yoğurtçu(lar) 2s-z6, 62,
sandalcı(lar) 212, 218 98 - 100, 156, 164, 170, 191-192, 212, 217, 219
sandalyeci(ler) 214, 218 şekerci(ler) 139, 214, 219
saraç(lar) 218 şerbetçi(ler) 219
Saray süpürhanesi 166 Şile 93
Saraybumu 27-28
Sardunya Krallığı 85 tabakhane(ler) 35, 38 Ta
Sanyer 200 tablakar ekmekçiler 219
sarraf(lar) 2rr, 218 Taksim 13, 37, 40
Selim III 145 Tanzimat, Hürriyet 15, 19, 86, 147, 185
sepetçi(ler) 213, 218 Tarabya 200
Serasker Kapısı 31, 153· 159· 167 tarakçı(lar) 219
seyis(ler) 25, 61-63, 85, ro8-rro, 164, 170, 173· 191- Tarlabaşı mahallesi 37, 41
192, 213, 218 taş ustalan 59, 71
Sırp(lar) 208 taşçı(lar), taşçılık 43, 61, 71-n 131, 163, 169, 191,
Sifnos 106 211, 219; değirmen taşçıları 213
silici 125-126 Tatavlalı 31, 125
Silivri 97. 106 Tavuk Pazan 124
simitçi(ler) 9, 211, 218 tavukçu(lar) 167, 173· 219

İSTANBUL'UN ÜRTODOKS b N A f l
tellal(lar) 166, 212, 219 Üsküdar İngiliz [askeri] Hastanesi 17, 187
tenekeci(ler) 2 ı 9 Üsküp/Skopos 97
Tepebaşı 40-41
terlikçi(ler) 213, 219 Vaka-i Hayriye 44 Va
Tersane-i Amire 31-32, 36, 38, 115 Valide Hanı 20
terzi(ler), terzihaneler 33-34· 62, 82, 86-88, 106, Vasil (Berber) 21
135-137, 164, 170, 172, 191-192, 211-212, 215- veba 16, 36, 45, 59, 175, 179, 187; hastanesi 13,
216, 219; feve terzileri 105 15, 20, 154
Tesalya 80, 128 Veli Efendi bataklığı 44
tespihçi(ler) 213, 219 Venedik 57, 83, 90
tetanos 179, 209-210 verem 43, 110, 172, 196
hmarhane 15 Vlahema Ayazması 106
tifüs 53. 131, 179 VolissofVolissos köyü ( Sakız Adası) 41, 135
Tophane 34-35, 39, 186, 193, 200, 207
Trabzon 59, 88, 158, 160 Yal! Kapanı iskelesi 33 Ya
Trabzonlu 2 ı yal! sabcısı 143
Trakya 14, 86-87 yal!cı(lar) 58, 62, 141-143, 165, 169, ın 191-192,
tuğla imalathaneleri, tuğlalar 38, 121 219
tuğlacı(lar) 167, 174, 212, 219 Yahudi(ler) lO , 24, 28, 30-31, 38, 45, 58, 75-76, 83,
tuhafiyeci(ler) 211, 219 \ 95, 141, 145· 152-153, 215; Polonya Yahudileri
rulumbacı(lar) 76, 167, 219 \ı6 . 35, 136
Tuna: boyu m ; nehri 57 yangı� (lar) 15, 29, 43. 74, 91, 102, 106, 115, 126,
tuzcu(lar) 219 1 � 4· 160, 166-167; ( 1848) 40, 71-72, 150;
tüccar(lar) 28, 80, 87, 104-105, m , 134 , 136, 143, ( 85n 8) 40, 87 ; ( 1857) 34-35; (1861) 30;
j
211, 215-218 ( 929) 31
tüfekçi(ler) 219 Yani I!anayot ol!lu 21
tülbentçi(ler) 214, 219 Yanya 59, 86, 90, 106, 121
Tünel Meydanı 40 Yaş (Romanya) 23
Türk Ortodoks Kilisesi 35 Yedladalar/lyonya Adalan 18, 57, 60, 70, 148
Türkiye 35, 55-61, 65, 69, 85, 96, 101-102, 104-105, Yediadalı(lar)/İyonyalı (lar) 33, 57, 59, 63 - 64,
112-113, 135-136 66-71, 74-81, 83-84, 86, 89, 93-94 . 96 . 98,
Tütün Gümrüğü m 100, 104, 107-108, IIO, 113, 118, 120, 123, 125-
tütün kesici(ler)/kıyıcı(lar) 113, 166, 219 128, 1 } 2. 135-137, 139· 141, 144-145, 148-152,
tütün, tütüncü(ler) 28, 37, 62, 66, ı ı ı - 113, 164, 154, 157, 159, 167-169, 184-185, 190, 199,
170, 173, 191-192, 2ıı; duhancı ya da duhan­ 203, 205
furôş 110 Yedikule 16, 19-21, 55, 116, 158, 161; kapısı lJ,
15, 119
Um Umuryeri 200 Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi 15
uncu(lar) 211, 219 yemeni, yemenici(ler) 81, l5J, 212, 219
Unkapanı 27-29, 63, 68 Yemiş İskelesi 34, 123
Üsküdar 21, 44, 72, 93, ıoı, 186, 193· 200, 207 Yenibahçe 98

DİZİN
Yeniçarşı Caddesi 40
yeniçeri(ler) 18, 44
Yeniköy 200
Yenimahalle 200
Yenişehir 42, 193, 200; caddesi 37
Yeşilköy/Ayastefanos 83-84
yetimhane 17
yiğitbaşı 133
Yordan 14
yorgancı(lar) 60, 158
Yunan 7, 33, 70, 108, 136, 155, 185; adalan 18, 58,
81, 148; elçiliği 18, 57; ihtilali 40; kraliyet
donanması 31
Yunanistan 9, 14, 33, 35, 57-58, 60, 69-72, 121,
127, 156-157
Yunanlı(lar) 23, 31, 57-59, 63-64, 66-79, 81, 83-84,
86, 89, 93-94, 96, 98, 100, 104, 107-108,
110, 113, 118, 120, 123, 125-128, 132, 135-137,
139, 141, 144-145, 147-152, 154-157, 159, 167-
169, 184-185, 190, 199, 203, 205

Za Zagoria köyleri/Zagorohoria 86
zahireciper) 212, 219
zanaatçı(lar)/zanaatkarpar) 9, 25, 27-28, 31-32, 34,
46, 58-60, 71, 7J, 77, 81-82, 86, 88-89, 93-97,
106, 120, 122, 125-126, 133-137, 140, 142, 144,
149, 152, 154, 156, 158-160, 165-166, 170-171,
174, 183, 186, 194
zangoçpar) 166
Zaptiye Nezareti 31, 53, 57, 59, 70, 73, 122, 128, 131,
151, 157, 185-186, 193, 200, 207
Zapyon Rum Kız Lisesi 13
zatülcenp 43, 55, 110, 179
zatürree 43, 55, 110, 179
zecriye 145; nazın 146
zerzevatçıpar), yemişçiper) 62, 115, 123-125, 164,
170-171, 173, 191-192, 2II, 219
Zindan Kapı ııı, 123

lsTAN BUL'uN ORTODOKS EsNAFı

You might also like