Professional Documents
Culture Documents
LEM
KÜRESELLEŞME, KİMLİK, TEKNOLOJİ
KiTAP YAYINEVi - ]]6
İNSAN VE TOPLUM DİZİSİ - 84
DÜZELTİ
FEVZİ GÖLOeLu
KİTAP TASARIMI
YETKİN BAŞARIR1 BEK
KAPAK TASARIMI
DİLEK ÇETİNKAYA
TASARIM OANIŞMANLlel
BEK
1. BASIM
EYLÜL 2017, İSTANBUL
ISBN 978-605-105-177-2
YAYIN YÖNETMENİ
ÇAtATAY ANADOL
N. DEFNE l<ARAOSMANOGLU
KitapYAYINEVi
İÇİ N D E KİLER
ı. PORTEKİZLİ DENİZCİLER 21
2. MiniLEŞEN HiNT MuTFAeı INGİLTERE'DE 27
3· Suşi VE TİCARET YOLIARI 31
4· BAGELİN MÜTEVAZI HİKAYESİ 37
5. AVRUPA0DA TÜRKİYE 45
6. MACERA NİYETİNE: "HEYECAN YAPAN" YEMEKLER 49
KAYNAKÇA 180
DİZİN I88
GiRİŞ
Y E M EKLE DEVAİALEM 7
betimlemeci çalışmalar olarak karşımıza çıkar. 2 Fakat Boas'ın somon balığı
tarifi üzerine çalışması Helen Codere'nin ı 957'de yazdığı makaleı ile tekrar
antropolojinin gündemine gelmiş ve bu makalede Codere, Boas'ın çalışma
sına iyi bir okuma yapıldığı taktirde somonun nasıl yapıldığına bakılarak, o
toplumdaki sosyal örgütler ve hiyerarşiler hakkında bilgi edinilebileceğini
iddia etmiştir.4 Kültürel görecelik kavramını ortaya atan ve kültür merkezli
bir antropolojinin öncülüğünü yapan Boas'ın amacı elbette sadece somon
balığı tarifi çalışmak değil, bu tariflere bakarak toplumu anlamaktır.
ı95o'lerden önce çoğunlukla betimleyici yemek çalışmaları yapılır
ken, daha sonra yemeğin toplumsal süreçleri açıklamak için bir araç olarak
kullanıldığına tanık oluyoruz. Başka bir deyişle yemek, politik, ekonomik
ve sembolik değerlerin yaratılması ve belleğin sosyal inşaası gibi konuları
açıklamak için kullanılır.5
ı96o'larda antropolojik yemek çalışmalarında yapısalcı bakış kendini
gösterir. Özellikle Claude Levi-Strauss'un çalışmaları başka birçok çalışmaya
öncülük ettiği için önemli bir yere sahiptir. Daha önceki betimlemeci çalışma
ların tersine yapısalcıların çalışmalarında yeme içmeye dair az şey bulunduğu
söylenebilir. Yapısalcılar daha çok kültür ve dil kategorileri içinde "yapılar"ı
anlamayı, bu yapıların kültürün diğer alanlarıyla benzerliklerini görmeyi ve
belki biraz da insan aklının yapısını açıklamayı amaçlar. Yani yemeğin ken
disini inceleyip anlamaya çalışmaktan çok, onu kültürel yapılan anlamak için
kullanırlar. Mary Douglas yemeğin bir araç olarak ele alınmasını ve yemeğin
yapısalcı düşüncede dilin gördüğüne benzer işlevler gördüğünü "yemekle
ilgili araç" (culinary medium) tabirini kullanarak anlatmaya çalışır.6
Başka bir deyişle, yapısalcı antropologlar yemeği kültürel bir sistem
olarak görürler. Bu durumda tadın kültürel olarak oluştuğu, şekillendiği ve
kontrol edildiği var sayılır. Levi-Strauss dilin kodlarının olduğu gibi, yemek
2 Cushing, F. H. (1920) "Zuni Breadstuffs." Indian Notes and Monographs, 8. New York: Heye Found;
Boas, F. (1921) Ethnology ofthe Kwakiutl. Washington DC: US GPO.
3 Codere, H. (1957) " Kwakiutl Society: Rank and Class." Anthropol. c. 59:3, 473-486.
4 Mintz, S. W. ve DuBois, C. M. (2002) "The Anthropology of Food and Eating" Annual Review of
Anthropology 31, 99-rr9, s. lOO.
5 A.g.e.
6 Douglas, M. (1972) [1999] "Deciphering a Meal." Implicit Meanings: Essays in Anthropology içinde.
Londra: Routledge.
7 Levi-Strauss, C. (1968) [1983] The Raw and the Cooked: Mythologiques. Chicago: University of Chica
go Press.
8 A . g. e.
9 Douglas, M. (2007) Saflık ve Tehlike (çev. Emine Ayhan). İstanbul: Metis.
Y E M E K L E DEVRİALEM 9
ayırdığı ve anladığıyla ilgili olduğunu söyler.'0 Her kültür, canlıları farklı
şekillerde tasnif eder ve bunun neticesinde yenilebilen ve yenilemeyen
kategorileri oluşur. Örneğin, Douglas'ın değindiği gibi diğer kültürlerin
aksine modem Batı toplumlarında köpek eti yenmez. Bunun nedeni köpe
ğin Batıda evcil hayvan kategorisine konması ve dolayısıyla yenemez olma
sıdır. Fakat köpek, bazı coğrafyalarda (örneğin Kore) yenilebilir hayvan eti
kategorisindedir.
ı96o'lar ve ı 97o'lerdeki yapısalcı çalışmalar ı98o'lerde birçok
eleştiriye maruz kalmıştır. Bu eleştirilerden en önemlisi, bu çalışmaların
yemek alışkanlıklarının değişmesini sağlayan toplum içindeki güç ilişkile
rine odaklanmamasıdır. Cooking, Cuisine and Class ( Yemek, Mutfak, Sınıfı
kitabının yazarı Jack Goody yapısalcıları toplum ilişkilerini, bireysel deği
şimleri, dışardan gelen sosyokültürel etkileri ve tarihsel faktörleri ele alma
dıkları için eleştirir. Ayrıca Goody, Levi-Strauss'un çalışmalarında sınıfsal
ve tarihsel farklılıkların hiç üzerinde durulmadığını, yani bu çalışmaların
tüm sınıfları veya zamanları içine aldığı izlenimi verdiğini söyler.11 Zira
Levi-Strauss Brezilya'da yaptığı araştırmada hangi sınıftan veya tarihten
bahsettiğini belirtme gereği bile duymaz. 12
Goody'e göre klasik antropolojinin "Avrupalı ve öteki," "medeni ve
ilkel" gibi zıtlıklardan kurtulabilmesi için sosyolojik bir bakışa ihtiyacı var
dır. Goody tek bir toplumu veya kültürü incelemek yerine karşılaştırmalı bir
bakışa geçilmesi gerektiğini savunur çünkü toplumlar birbirleriyle sürekli
etkileşim içindedirler ve dünya politik ve ekonomik sisteminden bağımsız
yaşayamazlar. Goody kitabında Avrupa ve Asya ekonomik ve sosyal yapıları
ile Afrika'nınkileri karşılaştırır. Geleneksel Afrika toplumlarında "yüksek
mutfak" ile "alt mutfak" ayrımı yoktur ve Goody yeme içme alışkanlıkları
nın değişmesinin nedenlerini Avrupa, Asya ve Afrika'daki üretim ve sosyal
hiyerarşinin farklı özelliklerinde arar. Böylece karşılaştırmalı sosyoloji kav
ramını getirerek sosyoloji ile antropolojiyi birleştirme çabası içine girer.'ı
ıo A.g.e.
ıı Goody, ) . (2013) Yemek, Mutfak, Sınif(çev. Müge Günay Günran). İstanbul: Pinhan Yayınları.
12 Caplan, P. (1997) "Approaches to the study of food, health and identity." P. Caplan (der.) Food, He
alıh and Identity içinde. Londra: Routledge. s. 3-
13 Goody, s. 1-4.
14 Mennell, S. (1985) [1996] Ali Manners of Food. Illinois: University of lllinois Press.
15 Belasco, W. (2002) "Food Matters: Perspectives on an Emerging Field." W. Belasco ve P. Scranton
(der) Food Nations: Selling Taste in Consumer Societies içinde. New York: Routledge, s. 5.
16 Kahn, M. (1986) Always Hungry, Never Greedy: Food and the Expression of Gender in a Melanesian
Society. Cambridge: Cambridge University Press.
17 Mintz ve DuBois, s. 102.
r8 Salaman, R. N. (1949) History arıd Social lrıfl uence of Potato. Cambridge: Cambridge Univcrsity l'rcss.
YEMEKLE DEVRİALEM 13
müller tarafından belirlendiğini iddia eder ve üst sınıfların yemeği kendi
statülerini belirlemek ve kendilerini diğerlerinden ayırmak için kullandık
larını söyler.24 Bunun yanında birçok sosyolojik, antropolojik, etnografı ve
cinsiyet çalışmalarında yemek ve kimlik arasında güçlü bir ilişki olduğu
vurgulanır. Bu çalışmalar yemeğin sosyal sınırları belirleyen önemli bir
unsur olduğunu gösterir.
Tatların ve kokunun sınıfsal konum veya cinsiyetle ilgili birtakım
sınırlar çizdiği veya belirlediği söylenebilir. Kokular ve tatlar sınıfsal ayrılma
yı, bölünmeyi veya hiyerarşiyi pekiştirmek için kullanılabilir. Bu aynı zaman
da etnik kimlikleri ayırmak için de etkili bir yöntemdir. Fransa' da milliyetçi
partinin propaganda filmlerinde Arap komşusunun pişirdiği yemekten ve
kokusundan rahatsız olan beyaz bir Fransız gösterilir. Filmde, beyaz Fransız,
komşusuyla bir sorunu olmadığını fakat kültürlerinin çok farklı olduğunu
ve pişirdiği yemeklerin kokusuna katlanamadığını söyler. Burada kokular
üzerinden kültürel ırkçılık yapılarak kokunun insanları ve kültürleri ayırıcı
özelliği vurgulanır. Böylelikle kimlik ve yemek ilişkisi kokular ve tatlar üze
rinden insanları birleştirici ve ayırıcı olarak karşımıza çıkar.
Fakat bazı sosyal bilimciler yemekle kimlik arasındaki ilişkiye
kuşkuyla bakar.25 Alan Warde, Lydia Martens ve Wendy Olsen'in yaptığı
çalışma insanların bütçeleri dahilinde aşina yemekler seçtiklerini gös
terir. 26 Yani birçok insanın yemeğin işaret ve temsil ettiğine bakmadan
ve fazla düşünmeden en pratik yemeği seçtikleri gözlenir.27 Yemek ve
kimlik arasındaki ilişkiyi zayıflatan bu çalışmanın dışında "bana ne
yediğini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim" önermesi küreselleşen
dünyada modası geçmiş bir önerme olarak karşımıza çıkar. Dünyada
ki yemek hareketlerini düşündüğümüzde yemek ve kimlik arasındaki
ilişki çok karmaşık bir hal alır. Örneğin istanbul'da Karadeniz mutfağı
ucuz büfelerden şık lokantalara kadar şehrin birçok yerine yayılmış,
24 Bourdieu, P. (2015) Aynm: Beğeni Yargmnın Toplumsal Eleştirisi (çev. Derya Fırat Şannan ve Ayşe
Günce Berkkurt). Ankara: Heretik.
25 Scholliers, P. (2001) "Meals, Food Narratives and Sentiments of Belonging in Past and Present." P.
Scholliers (der.) Food, Drink and Identity içinde. New York: Berg Publisher, s. 9.
26 Warde, A . . L. Martens ve W. Olsen (1999) "Consumption and the Problem of Variety: Cultural
Omnivorousness, Social Distinction and Dining Out." Sociology, c. 3p, 105·ı27.
27 Scholliers, s. 9·10.
YEMEKLE DEVRİALEM 15
arabesk kültürü hikayeleri de ayrıca kitapta işlenmiştir. Bu kitapta son ola
rak yemek, mutfak ve teknoloji ilişkisi irdelenir. Taylorizmin Türkiye'deki
esintilerinden, Amerikanlaşan mutfağa ve en son akıllı evlere kadar deği
şen ve dönüşen mutfak mekanları incelenir.
Kitaptaki yazıların büyük bir kısmı Metro Gastro dergisindeki yazı
larımın revize edilmiş halleridir. Türkiye'deki yemek kültürleri için çok
değerli bulduğum Metro Gastro dergisi editörü Nilhan Aras'a teşekkürü
borç bilirim. Kitaptaki yazılar farklı coğrafyalardan, farklı tarihlerden
yemek hikayeleri anlatır ve bu coğrafyaların ve tarihlerin konularına sade
ce bir giriş niteliğindedir. Yani bu kitap daha ziyade konuların derinleme
sine çalışılması ve akademik araştırmalara dönüştürülebilmesi için vesile
olma umudunu taşır.
4 Cook. I. ve P. Crang (2001) "Concluding Comments: Culinary Globalization and Japan" Kikkoman
Food Forum için hazırlanan tebliğ, University of Leiden.
20
PORTE KİZLİ DEN İZCİLER
Collingham, Lizzie (2006) Curry: A Tale ofCooks and Conquaors. Oxford: Oxford University Press,
s. 52• 53.
2 A.g.e.
3 Hamilton, Cheria Y. (2008) Cuisines of Portuguese Encounters. Hippocrene Books: New York. s. ı. 2.
YEMEKLE DEVRİALEM 21
Portekiz eli değmiş, Portekiz'e maruz kalmış, yani bir süre Portekiz
sömürgesi olmuş bölgelerin mutfakları ilginç özellikler gösterir. Portekiz'in
dünya mutfaklarına etkisini anlamamız için Gine Bissau, Yeşilburun Adala
rı, Angola ve Mozambik'ten Goa ve Malakka'ya, Doğu Timor ve Macau'dan
Brezilya'ya kadar uzanan Portekiz İmparatorluğu'nun tatlarına, karışımları
na ve dönüşümlerine bakmak gerekir. Birbirinden uzak, ayrı kıtalardaki bu
bölgeleri ve kültürleri birleştiren tek ortak nokta Portekiz'dir. Fakat Portekiz
liler kendi mutfak kültürleriyle gittikleri yerlerin yemeklerini şekillendirir
ken tam tersi yönde bir etkinin de gerçekleştiğini tahmin etmek zor değildir.
Sömürge mutfakları Portekiz mutfağından nasıl etkilenmişse, şimdiki
Portekiz mutfağı sömürgeler sayesinde şekillenmiş ve oluşmuştur. Sömür
geciler Portekiz'e dönerken kaldıkları yerlerin tarım ürünlerini, yemeklerini
ve pişirme tekniklerini de getirmiş ve hatta sadece Portekiz'e değil, tüm
Avrupa'ya yaymışlardır. Örneğin, İngilizlere çayı Portekizlilerin tanıştırdığı
söylenir.4 Rivayete göre, Portekiz sömürgesi Macao'da tanıştığı çaya aşırı
düşkün Portekiz Prensesi Catherine of Braganza, ı66o'ta Kral İkinci Char
les ile evlenince, kendisiyle birlikte çayı da İngiltere'ye getirir ve çay İngiliz
kraliyet ailesi başta olmak üzere, yavaş yavaş İngiltere'ye yayılmaya başlar.5
Bu sırada Portekiz sömürgeleri arasındaki yoğun alışveriş ve dola
şımı da Portekizliler sağlamıştır. Portekizliler tatlı patatesi Güney Ameri
ka'dan Afrika'ya, oradan Avrupa'ya, sonra Kuzey Amerika'ya ve Asya'ya
taşımıştır. Yerfıstığı ise Portekizli tüccarlarca Güney Amerika'dan Afri
ka'ya götürülmüştür. Yerfıstığı daha sonra ilginç bir dolaşım neticesinde,
Afrikalı kölelerle birlikte tekrar okyanus geçip şimdilerde oldukça fazla
tüketilen Kuzey Amerika'ya gitmiştir. 6 Pirinci ise Çin' den ve Hindistan' dan
Portekizlilerin dünyaya yaydığı söylenir.7 Japon tatlısı wagashi'nin (şeker ve
yumurta sarısından yapılır) ilk kez ı6oo'lerde Japonlara Portekizliler tara-
4 Hali, C. Michael ve Sharples. Liz (2003) "The consumption of experience or the experience of con·
sumption? An introduction to the tourism of taste" C. Michael Hali, Liz Sharples, Richard Mitchell, Niki
Macionis, Brock Cambourne (der.) Food Tourism Around the World içinde. Oxford: Butteıworth-Heine
mann. s. 17.
5 Portuguese Cuisine, Wikipedia, http://en.wikipedia.org/wiki/ Portuguese_cuisine
6 Hamilton, s. 2.
7 A.g.e .. s. 3 .
22 PORTEKİZLİ DENİZCİLER
fından öğretildiği ileri sürülür.8 Yağda kızartılmış deniz ürünü ve sebzeler
den oluşan Japonların meşhur yemeği tempurayı Portekizli misyonerlerin
Japonya'ya getirdiği iddiası da ilgi çekicidir.9
Daha önce de belirttiğimiz gibi sömürgeciliğin getirdiği değişimler
hiçbir zaman tek yönlü olmamıştır. Portekizliler her ne kadar gittikleri yer
lerin tatlarını değiştirdilerse, aynı şekilde sömürgecilikle birlikte Portekiz
tatlarının da değişime uğradığı ve şekillendiği bir gerçektir. Avrupa, Afrika
ve Müslüman dünyasının tatlarını birleştiren Portekiz mutfağı epey karma
şık bir yapıya sahiptir. '0 Portekiz mutfağında Kuzey Afrikalı Arapların ve
Sefarad Yahudilerinin etkisinin fazlaca görüldüğü bilinir. Yemeklerde bal
kullanımının yanı sıra, bademli kekler, tatlı pirinç ve ekmek pudingi gibi
tariflerin Arap etkisinin bir parçası olduğu söylenir. Portekiz'de beş yüz sene
kalan Araplar bu topraklara badem, incir, kayısı, limon ve portakal ağacı
dikmişlerdi. Portekiz'in alheira de mirandela adlı sosis yemeğinin aslında bir
Yahudi yemeğinden uyarlandığı da bilinir." Portekiz yumurtalı tatlılarında
kullanılan tarçını Vasco da Gama Asya' dan getirmiş, ananas, domates, pata
tes, mısır ve daha pek çok meyve ve sebze Güney Amerika' dan gelmiştir.
Portekiz'in tuzlu morina balığından yapılan geleneksel yemeği bacal
hau, 15. yüzyılın sonu ve 16. yüzyılda sömürgecilikle birlikte ortaya çıkmıştır.
15. yüzyılın sonunda Kanada'nın doğusundaki Newfoundland Adası'nda
morina balığına rastlanmasıyla birlikte Basklar ve Portekizliler morina balığı
ticaretine başlar. Aylarca karaya çıkmadan yaşayan sömürgeci Portekizliler ve
kaşifler için tuzlu morina pratik bir öneme sahiptir. Morina balığı tuzlanıp
stoklanır ve çok uzun süre denizde dayanabilme özelliği kazanır. Bun
dan dolayı denizciler için çok önemli bir besin maddesi haline gelmiştir.
Yani bacalhau Portekizli denizcilerce pratik amaçla yapılmış, şimdi ise
Portekiz'in en popüler geleneksel yemeği haline gelmiştir. Portekizlilerin
bacalhau'ya "sadık arkadaş" demeleri tesadüf değildir çünkü aidiyet ve milli
değerler söz konusu olduğunda bacalhau milli bir yemek olarak ön plana
8 Wagashi: Angel Hair Keiran Somen (Fios de Ovos), http://kyotofoodie.com/wagashi-angel-hair-kei·
ran-somen-fios-de-ovos (sayfa aktif değil)
9 Lacerda, 1. (2009) The Secrets of Portuguese Cookery. Almanya: Herstellung and Verlag, s. ıo.
ıo Robertson, Carol (1993) Portuguese Cooking: The Authentic and Robusı Cuisine of Portugal. North
Atlantic Books, s. xii.
ıı Laccrda, s. ıo.
12 Costa, Ana Pessoa e (2005) "Portugal: A Dialogue of Cultures." Dara Goldstein (der.) Culinary Cul·
tures of Europe: Identity, Diversity and Dialogue içinde. Avrupa Konseyi Yayını, s. 347.
13 Baptista, Lori Danielle Barcliff (2009) "Peixe, Patri e Possibilidades Portuguesas: 'Fish, Homeland,
and Portuguese Possibilities."' Text and Performance Quarterly, c. 29:1, 60-76, s. 66.
14 Gomes, Tania (2006) Flavors of Portugal. Thunder Bay Press, s. 21 ve Costa, s . 347.
YEMEKLE DEVRİALEM
M İ LLİ LEŞ E N H İ NT MuTFAGI İNGİ LTERE'DE
ı Wilk, R. (2002) " Food and Nationalism: The Origins of Belizian Food." Warren Belasco ve Philip
Scranton (der). Food Nations: Selling Taste in Consumer Societies içinde, New York: Routled�e.
2 Appadurai, A. (1988) " How to make a National Cuisine: Cookbooks in Comtemporary 1 ndia" Com
parative Studies in Society and History, c. 30:1, 3-24.
Y E M E K L E DEVRİALEM
gelmiştir. Idli ise Çin pirinç toplan ile benzerlik gösterir. Hindistan' da yüz
lerce olmasa da düzinelerce pulao, dosai ve kebap çeşidi vardır.ı
Hindistan'daki İngiliz hakimiyeti de (diğer tabiriyle Raj, 1858-1 947)
yemeklerde kendini fazlasıyla hissettirir. Örneğin, köri tozunun hikayesi
İngilizlerin Hint tatlarıyla tanışmaları sırasında başlamıştır. İngilizler
Hintlilerin yemeklerde kullandıkları baharat karışımlarını öğrenmek ve tek
bir karışım üzerinden kolay Hint yemeği yapmak isterler. Hint yemeklerin
de kullanılan köri tozu yirmi kadar baharatın bir araya gelmesinden oluşur.
Bu baharatlar arasında kakule, çili, tarçın, karanfil, kişniş, kimyon, çemen,
rezene, kırmızı ve kara biber, safran, susam, muskat (nutmeg) , demirhindi
ve hintsafranı bulunur. İngilizler Hint yemeklerinde kullanılan bir karışımı
standartlaştırıp köri tozu denilen, bugün Hint mutfağının en tipik ve en
bilinen karışımını icat etmiş olurlar.
Bir nevi İngiliz icadı olan köri tozu 197o'lerin İngiltere'sinde Hindis
tan bağlantısından tam olarak kopamasa bile, İngiliz işçi sınıfına hitap eder
hale gelmiştir. İngilizler birahanelerden çıktıktan sonra ucuz köri yemeği
yemeğe giderler ve bunun için özel bir tabir kullanılır: "Köriye gidelim"
(going for a curry). 195o'lerde açılmaya ve yaygınlaşmaya başlayan İngilte
re'deki Hint lokantaları, 197o'lerde iyice popüler olmuştur. Köri ise hem
İngilizliği hem de H int mutfağını karakterize eder hale gelmiştir. Daha son
ra sarhoş yemeği olarak bilinen ve Hint mutfağını İngiliz işçi sınıfı ile kısıtla
yan köri, Hint lokantaları işletmecileri için iyi bir reklam ve tanıtım değildir.
İşletmeciler Hint mutfağını körinin hakimiyetinden kurtarmak için Tandoor
yemeklerini pazarlamaya başlarlar. Tandoor Hindistan'da yemeğin pişirildi
ği geniş ocak (tandır) anlamındadır. Daha sonra 198o'lerde Karahi modası
başlar. Wok stili geniş tavaya adını veren Karahi'nin popülerleşmesinden
sonra bir yenilik daha ortaya çıkar: Balti. İngiltere' de çok popüler olan Balti
yemeği, Hintlilerin restoran piyasasında yerlerini güçlendirme maksadıyla
icat ettikleri bir şeydir. Balti Hindistan'da kova anlamında kullanılır (hatta
bu kovanın tuvaletlerde kullanıldığı da söylenmiştir). 199o'larda yaratılan
Balti yemeği Hint yemeğine daha fazla " Hintlilik" ve "bilinmeyen" katmak
3 Nandy, A. (2004) "The Changing Popular Culture of Indian Food: Preliminary Notes" South Asian
Research, c. 24:1, 9-19, s. ıo-ıı
Y E M E K L E DEVRİALEM 29
daha fazlasını Karayipler'de ve Afrika'da yaratmışhr. Karayipler'de köleliğin
bittiği dönemde (1834-1838) işgücü boşluğu oluşur. Karayipler bunu kapat
mak için göç almaya başlar ve Hindistan'dan gelen göçmen çoğunluk Kara
yip yemeklerini kendi tatlarıyla harmanlar. Mesela Karayip mutfağındaki
köri etkisi göz ardı edilemez. Ayrıca Hintlilerin göçüyle Afrika'daki mutfak
ların (en çok Hint göçü alan Güney Afrika, Uganda, Kenya, Tanzanya başta
olmak üzere) nasıl değişime uğradığı da ilginç bir araşhrma konusu olabilir.
ı Shinoda, Toru (2002) [1970] Sushi no Hon (The Book of Sushi). Tokyo: lwanami-shoten (Japonca
kaynağından yararlanan) Tachibana, Rumiko (2008) " Processing Sushi/Cooked )apan: Why Sushi
Became Canadian." Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, University of Victoria, s. 44.
2 A.g.e .. s . 44. 45.
3 A.g.e .. s. 46.
Y E M E KLE DEVRİALEM 31
bir patlama yaşanır. 182o'lerde Hanaya Yohei isimli bir restoran işletmeci
sinin, bugün hala yaygın olan nigiri-zushi veya "Tokyo usulü suşi" adındaki
suşiyi icat ettiği söylenir.4 Fermente edilmeyen ve böylece çabuk ve kolay
hazırlanan nigiri-zushi, iki parmak büyüklüğünde sirkeli pişmiş pirincin
üzerine bir dilim balık veya pişmiş yumurta konularak yapılır. Nigiri-zushi
yavaş yavaş Tokyo restoran piyasasına egemen olmaya başlar.
Bugün yaygın olan diğer suşi türü maki-zushinin tarihi ise yine 19.
yüzyıldır. Bir görüşe göre maki-zushi Budist seremonilerinden sonra yeni
lebilsin diye suşi sevenlerin vejetaryen olarak hazırladıkları suşi rollarıdır.
Milli kültür ve kimlik kavramlarının önem kazandığı 19. yüzyılın
son yarısı ve 20. yüzyıl Japonya'sında kültür politikaları yemekte de ken
dini gösterir ve suşi milli bir yemek olma hedefiyle standartlaştırılmaya
başlanır. Tokyo kültürünün esas alındığı veya merkez olarak kabul edildiği
bu politikalarla, Tokyo usulü olarak bilinen nigiri-zushi, "milli yemek" sıfa
tıyla benimsenir. Özellikle 1923 Tokyo depreminden sonra Tokyo'yu terk
edip J aponya'nın diğer şehirlerine ve köylerine yerleşen suşi şefleri, nigi
ri-zushi'yi gittikleri yerlerde popüler hale getirmeyi başarırlar. Böylece çok
geçmeden nigiri-zushi Japonya genelinde sevilen ve tutulan bir yemek olur.
İkinci Dünya Savaşından sonra hız kazanan yemek politikaları, Tokyo usu
lü suşinin standartlaşmasında büyük rol oynar. Yemek kıtlığının had saf
hada olduğu savaş sonrası Japonya'sında tüm restoran işletmeleri devlet
tarafından kapatılır. Bu durumdan zarar göreceklerine inanan suşi üretici
leri, sözleşmeli imalat fikriyle devleti ikna edip restoranlarını kapatmazlar.
Örneğin, devletten aldıkları 180 gram pirincin karşılığında ıo parça nigiri
roll suşi yaparlar. Böylece suşi restoranlarının devam etmesi için son çare,
maliyeti ucuz, yapımı kolay nigiri rolları üretmek olur. Bu yüzden Tokyo
dışındaki bölgelerdeki işletmeciler de bir anda nigiri-zushi'ye yönelirler.5
Savaş zamanı ve sonrası doğmuş olan kuşak, milli yemeğe dönüşmüş
Tokyo usulü suşi veya nigiri-zushi'ye, kendi köylerinde veya şehirlerinde
yapılan yerel suşiden daha fazla aşinadır. Yani 19. ve 20. yüzyılın siyasi
ortamı nigiri-zushi'yi Japonya'nın milli yemeği haline dönüştürmüştür
4 .
A.g.e . s. 47.
5 A.g.e., s. 48-51.
YEMEKLE DEVRİALEM 33
yılın başlarında Los Angeles'ta kırk kadar Japon restoranı açılmıştır. Japon
mutfağı ilk defa 1929'da Amerikalı kadınlara hitap eden Ladies' Home
]ournal'da tanıtılır. Fakat çiğ balık kısmı rahatsız edici olduğu için dergide
suşiden bahsedilmez. 196o'larda ise Holiday ve Sunset dergilerinde Japon
yemeği yazılarına rastlanır fakat hala suşi ve çiğ balıktan söz edilmez.8 Suşi
dışındaki Japon yemeği 1 97o'lere gelmeden Japon nüfusunun çok olduğu
Amerika Birleşik Devletleri ve Brezilya'nın şehirlerinde Japon olmayan
müşterilere de hizmet etmeye başlamıştır. Özellikle 1960 sonlarında ortaya
çıkan ekolojik hareketler sonucunda, organik yemekler ve alternatif diyetler
keşfedilmiş ve bu yüzden Asya mutfağına ilgi artmıştır. Amerikan diyetis
yenleri düşük kalorili ve az yağlı olduğu için Japon yemeklerinden oluşan
diyetler önermeye başlamışlardır.
1972'de ise suşinin New York'un elit çevrelerine girdiğinin kanıtını
görebiliriz. O sene New York Times, New York'taki Harvard Kulübü içinde
bir suşi bar açıldığını yazar. Manhattan'da suşi barların çoğalmasıyla bu
mekanlar hakkında yorum yazıları çıkmaya başlamıştır. Hatta bu yorum
lardan anlaşıldığı üzere Manhattan'da "Şalom Suşi" adlı koşer, yani Musevi
inancına göre helal bir suşi barı bile açılmıştır.9
Tüm bu değişimler içinde, Amerikan suşisinin, özellikle J<aliforni
ya'da ortaya çıkan biçimlerinin, kattığı yenilik kayda değerdir. ı96o'ta Los
Angeles'ta çalışan Japon bir şefin suşiyi Amerikan tatlarına uydurma çaba
ları sonucunda, yengeç ve avokadolu Kaliforniya suşisi yaratılır. Daha sonra
suşi Kaliforniya'daki şeflerin katkıları ile bambaşka şekillerde -mayonezli,
krem peynirli ve vejetaryen ... vb.- yapılmaya başlanmış, Amerika Birleşik
Devletleri'nin batı yakasında yaygınlaşmış ve daha sonra doğu yakası ve baş
ta Londra olmak üzere Avrupa şehirlerine sıçramıştır. Egzotik ve etnik bir
spesiyalite olan suşi, bu şehirlerde bir anda hem yüksek mutfak (haute-cui
sine), hem de genel kabul gören bir hızlı-yemek oluverir. Şurası ilginçtir ki
suşi, Londra'da ilk defa Japonya'dan değil, Amerika Birleşik Devletleri'n
den gittiği şekliyle popüler olur. Daha da ilginci Amerika Birleşik Devlet
leri'nde icat edilen suşi çeşitleri Japonya'ya Batı modası olarak geri döner.
8 Bestor, Theodore C. (2005) "How sushi went global." James Watson ve Melissa Caldwell (der.) The
14, ı 5.
Cultural Politics of Food and Eating içinde. Maiden: Blackwell, s.
9 A.g.e., s. 14.
Y E M EKLE DEVRİALEM 35
dünya yemek sektöründe fark yaratacak suşi şefi belgesi verir. Japonya'daki
Amerikan konsolosluğu yılda ıooo adet vizeyi suşi şeflerine ve suşi sektörü
çalışanlarına vermektedir. Bazı gezi rehberi kitapları, genç Japonlara uzak
ülkelerde çalışma yöntemi olarak suşi şefliğini tavsiye eder.12 Böylelikle, her
ne kadar suşi Japonlar ve Japonya dışında pek çok biçime uğradıysa da ve
Japon mutfağının dışında popülerlik kazandıysa da en iyi suşiyi Japonların
yaptığı önyargısı devam etmektedir. Suşi Japonya'nın iç ve dış piyasasında
önemli bir yere sahip olduğu ve "milli"den tam olarak kopamadığı için
hala Japonya ile özdeşleşir. Sonuçta, suşi doğulu ve batılı, otantik ve melez,
popüler ve elit, küresel ve yerel arasında sürekli gidip gelen, bu gidip gel
meler sayesinde kendini değiştiren ve yenileyen çok hareketli bir yemektir.
12 Bestor, s. 18
B
agelin, suşi kadar yoğun dolaşımlı olmasa da ilginç bir var oluş hika
4
yesi vardır. Bagel Orta Avrupa' da, özellikle Polonya'da, ortaya çıktığı
söylenen simit şeklinde bir ekmektir. Bagelin en önemli özellikle
rinden biri hamurun fırına verilmeden önce haşlanmasıdır. Maria Balins
ka'nın, The Bagel: The Surprising History ofa Modest Bread (Bagel: Mütevazı
Ekmeğin Şaşırtıcı Tarihi) adlı kitabında anlattığına göre, bagel 17. yüzyılda
Polonya'nın Krakow Şehri'nde Yahudilerin fırınından çıkmıştır. Yaygın
olan görüşe göre, Viyana Kuşatmasında Osmanlıları başarısızlığa uğratan
Polonya Kralı Jan Sobieski onuruna bir fırıncı tarafından yapılmıştır. Bu
fırıncı üzengi şekli verdiği hamura, yine üzengi anlamına gelen beugel
ismini koymuştur.' Fakat bagel kelimesinin Yidiş dilinde veya Almancada
yuvarlak ekmek anlamına gelen bugel'den gelebileceği de söylenir. Bagel
Krakow' da çok satmaya başlayınca Yahudiler kendi fırınlarını açmaya
başlarlar. Fakat Balinska'ya göre Viyana Kuşatmasından yetmiş üç sene
önce ve hatta Polonya kralının doğum gününden on dokuz sene önce bile
bagelin var olduğuna dair bulgular mevcuttur.2 Balinska'nın da yazdığı gibi
bagelin içi delik yuvarlak şekli yüzyıllar öncesine dayanır. Batı Roma'da,
İtalya'nın Puglia bölgesinde, Çin ve hatta eski Mısır'da bile benzer ekmek
şekillerine rastlanmıştır.
The Bagel: The Surprising History of a Modest Bread kitabındaki bir
iddiaya göre bagelin Yahudiler için sembolik değeri hem pişirilişinde hem
de şeklinde aranmalıdır. Hamurun haşlanmasının sebebi fırında pişirme
nin H ıristiyanlığa ait olduğu inancıdır. Bagelin ortasındaki deliğin ise açlığı
simgelediği, bagel yemenin ise o boşluğu yok etmek yani açlığı gidermek
anlamına geldiği söylenir.
Bagelin Orta ve Doğu Avrupa'dan çıkarak Amerika'ya doğru yol
alması 1 9 . yüzyılın sonlarına rastlar. l89o'larda Yahudi göçmenler saye
sinde New York'a gelen bagel o seneler şehrin marjinal bir kesimine, yani
sadece Doğu Avrupa Yahudilerine hitap eder. Fakat bu mütevazı ekme-
ı Balinska, M. (2008) The Bagel: The Surprising History ofa Modest Bread. New Haven: Yale University
,
Press s. 20.
2 A.g.e., s. 21.
otuz ikisi kurumlar arasında çıkan bir anlaşmazlık sonucu greve gider.
Haber bu durumu "bagel kıtlığı şehri tehdit ediyor" başlığıyla anlatır. Şehir
de açık kalan iki fırın ise tüm taleplere yetişemez.4 Yine r95r'de Bagels arıd
Yox adlı Broadway müzikalinin başlamasıyla Amerika'nın en gözde dergile
rinden Time bagelden sıklıkla bahsetmeye başlar. Oyun arasında seyircilere
taze bagel dağıtıldığı haberi verilmiştir.5
New York'un popüler kültürüne yavaş yavaş sızmaya başlayan
bagel, enteresan şekilde savaş söylemi içinde de kullanılmışhr. r97o'lerde
bagel kelimesi Amerika'da askeri dile yansımış ve Pentagon'da askeri stra
tejileri anlatmak için kullanılmıştır. Örneğin, Amerikan subaylarının Viet
nam Savaşında bombalama şekillerine "bagel stratejisi" dedikleri söylenir.
" Bagel stratejisi" belli bir bölgenin çevresini orayı izole etmek için çember
şeklinde bombalama stratejisidir. 6
Ayrıca r974'te Bronx Bagel Fırını'nın sahibinin torunu olan Judith
Hope Blau (aynı zamanda bir oyuncudur) genç kızına bagel şeklinde bir
kolye yapar. Kısa süre sonra kolyenin ünü genç kızın okulundan şehre
3 Gabaccia, D. (2002) "What do we eat?" Carole Counihan (der.) Food in the USA: A Reader içinde.
New York: Routledge, s. 36.
4 New York Times, "Bagel Famine Threatens city; labor dispute puts hole in supply." 17 Aralık 1951.
http://graphics8.nytimes.com/packages/pdf/topics/bagel-1951.pdf
5 Balinska, s. 171.
6 A.g.e., s. 169.
7 A.g.e., s. 169-171.
8 Slate Magazine. "A Short History of the Bagel" (Joan Nathan). 12 Kasım 2008. http://www.slatc.
com/id/2204140/pagenum/all
9 A.g.e.
Y E M E K L E ÜEVRİALEM 39
daha da artar. 1983 ve 1 984'te bagel satışlarında muazzam bir artış olur
ve Philadelphia Cream Cheese'in sahipleriyle birleşen Lenders bagelleri
1 9 85'te satış rekorları kırar. 10
Bundan sonra bagel değişik bir Amerikan hikayesi anlatmaya baş
lar. Çok kültürlü mahallelerdeki Yahudi fırınlarında satılıp Yahudi yemeği
olarak algılanırken, daha sonra krem peynir ile "New York Deli" kavramına
dahil olmuştur.ıı 199o'lara gelindiğinde bagel New York'un da dışına çıka
rak Amerika Birleşik Devletleri genelinde kabul gören bir ekmek haline gel
miştir. Örneğin, 1999'da McDonald's'ların bagel satmaya başladığı haberi
verilir. New York ve New Jersey dahil olmak üzere Orta Batı ve Kuzeydoğu
Amerika'nın çeşitli yerlerinde altı bin kadar McDonald's'ın üç çeşit bagel
kahvaltı sandviçi satmaya başladığı söylenir. Bagelin seri üretime geçmesi
ile McBagel'lerin ortaya çıkması elbette şaşırtıcı değildir. New York Times'ta
ki habere konu olan Ed Levine adlı yazar, McDonald's bagellerini bagelin
metalaştırılmasının bir uzantısı olarak algılar ve bu gelişmeyi korkutucu
bulur. Yazar, New York'a gelen birinin bageli McDonald's'da deneyip ger
çek bagel deneme gereği duymayabileceğini ve bu yüzden de New York
bagelinin New York'un ikonu olmaktan çıkabileceğini ve böylelikle unu
tulabileceğini söyler. 12 Ed Levine'ın zikrettiği bu tehdit karşısında tabii ki
bagel McDonald's'larda yasaklanacak veya sansüre uğrayacak değildir.
Peki neler olur? Bagel merkeze doğru kaydıkça ve hem Yahudilikten
hem de New Yorkluluktan yavaş yavaş uzaklaştıkça nasıl bir değişime uğrar?
Artık daha yumuşak, daha az katır kutur, daha süngerimsi bir kıvamdadır
ve sandviç şeklinde yenmeye başlanmıştır. Özellikle yabanmersini gibi
meyveler içeren bagellerle tatlı, yumuşak ve renkli bir hal almıştır. Bagelin
bu değişimi, gazetelere çeşitli vesilelerle konu olur. Şekilleri birbirine ben
zediği için midir bilinmez, bagel ve donat karşılaştırması sıklıkla yapılır.
Örneğin, New York Times'ta 1999'da çıkmış bir habere göre 198o'lerde ve
9o'ların başında Amerika Birleşik Devletleri'nde müthiş bir çıkış yapan
ıo Balinska, s. 173.
ıı Gabaccia, D. (2002) "What do we eat?" Food in the USA: A Reader içinde. Carole Counihan der.) New
York: Routledge, s. 38.
12 New York Times, "Um, Did Somebody Say McBagels?" (David Barstow); Dough With a Hole in the
Middle, but Will New Yorkers Bite?" 24 Nisan 1999. http://www.nytimes.com/1999/04/24/nyregion/
um-did-somebody-say-mcbagels-dough-with-hole-middle-but-will-new-yorkers-bite.html
Y E M E K LE DEV R İALEM 41
bagele rastlaması onu hem şaşırtmış hem de mutlu etmiştir. Fakat Uygur
Türklerinin fırında pişirdiği girda nan isimli ekmek sadece şekil itibariyle
bagele benzemektedir. Yapılış şeklinden, dokusundan ve tadından çok gir
da nan'ın şekli, onu bagel yapacak, bageli da evrensel göstermeye yetecektir
neredeyse. Dünyanın, kendi tabiriyle "ücra" bir yerinde, bagele rastlamak
yazarı rahatlatmıştır ama ziyaret ettiği bu kasabada buzdolabı olmadığını
söyler ve bununla birlikte Amerika'da bagel ile yenen krem peynir ve lox'm
(füme balık) bulunmadığının ve girda nan'ın -yazarın tabiriyle bagelin
fırından çıkar çıkmaz sade olarak yendiğinin alhnı çizer.'7 Yazar burada
dalga mı geçmektedir, yoksa Amerika merkezciliğin bir tezahürü olarak
mı bu sözleri söylemiştir bilemeyiz ama her halükarda fazlasıyla etnomer
kezci bu hikayeyi bırakıp bagellerin Pekin'e entegrasyonuna bakmak daha
verimli olacaktır.
Amerikan bagelinin Çin'e gelmesi 199o'ları bulur. Özellikle 2008
Yaz Olimpiyatları için Çin'e gelecek olan Batılı turistlerin bagel ihtiyacı bir
anda medyada konu olmaya başlar.'8 Amerika' da uzun süre kalmış ve Çin'e
dönünce bagel özlemi çeken Bayan Chen, 1996'da bir arkadaşının evinde
bagel pişirmeye başlar. Pişirdiği bagelleri de konsoloslukların çevresindeki
dükkanlara satar. 19 Chen bagel yapımı için özel kaynatıcı ve fırın getirtmek
tense, noodle yapımında kullanılan aletleri kullanır. Malzemeleri ise sadece
Amerika'dan değil Asya'nın çeşitli yerlerinden temin eder. Örneğin, bage
lin sadece New York suyuyla yapılabildiği iddia edilse de Chen bu iddiaya
karşı çıkar ve Kuzey Amerika'dan sadece buğday unu getirtir. Maya Fran
sa'dan, krem peynir Avustralya'dan, somon Norveç'ten gelir. Kullanılan su
ise Çin'in kendi suyudur. Fakat Chen'lerin yerinde yirmi altı çeşit bagel
yapılırken, Amerika'da çok yaygın olan ve rağbet gören haşhaş tohumlu
bagel. haşhaşın Çin' de yasak olması nedeniyle bu çeşitlerin arasına gire
mez. Hatta Taipei Times gazetesinin Ocak 2ooı 'de çıkan haberine göre
17 Los Angeles Times, "Bagels, OK, girda nan, are a hot commodity in China too." (James Michael Dorsey).
12 Kasım 2008. http://www.latimes.com/style/la-fo-bagelschinaı2·2008nov12-story.html
18 New York Times, "Satisfying a Bagel Craving in Beijing." 18 Ağustos 2008. http://cityroom.blogs.
nytimes.com/2008/08/18/satisfying-a-bagel-craving·in-beijing/
19 New York Times, "in the lndustrial Back Alleys of Beijing, a Little Bit of Gotham." 18 Nisan 1999 ·
http://www.nytimes.com/1999/04/18/business/business-in-the-industrial-back-alleys-of-beijing-a-litt
le-bit-of-gotham.html
Y E M E K L E DEVRİALEM 43
AVRU PA1 DA TÜRKİYE
S
5
arası dolaşımına ve dönüşümlerine baktık. Yemeklerin mikro ta
rihi ve küreselleşme konusuna meraklı olanlar için yakın tarihten
bir not düşmek gerekirse, döner kebabın Almanya'daki oluşumu da ol
dukça ilginçtir. 16 yaşında Türkiye' den ayrılarak Berlin'e giden ve 1 97ı 'de
Berlin'de açtığı kebap dükkanında müşterilerine ekmek arası döner kebap
sunmaya başlayan M ahmut Aygün adındaki işletmeci, böylece dönerin
hızlı, kolay ve elde yenebilir halini icat eder. Başka bir deyişle, döner keba
bın ekmek arası sunuluşu ilk defa Almanya' da bir Türk göçmeni tarafın
dan icat edilmiş ve Almanya' da 1 97o'lerin ortalarına gelindiğinde popüler
olmaya başlamıştır.' Mahmut Aygün'ün bu buluşu Almanya'dan son ra
Avrupa'nın pek çok şehrinde hızlı yemek kültürünün en gözde parçala
rından biri haline gelir. Böylece daha önce Türkiye sınırları içinde pilav
la birlikte tabakta servis edilen döner, ilk kez Almanya'da pidenin veya
pita ekmeğinin içinde marul, domates, soğan ve sarmısaklı yoğurt sosla
sunulur. İnsan hareketlerinin; yani Türkiye' den Almanya'ya göçün sonu
cunda ortaya çıkan ekmek arası döner kebap, Almanya' da dönüştüğü hali
ve sonradan aldığı değişik biçimleriyle Türkiye' de pek çok şehirde en çok
tüketilen hızlı yemeklerden biri oluvermiştir. Böylece insan hareketlerini
ve değişimi tek taraflı ve tek yönlü düşünmek yerine dolaşıma açık, geri
dönüşlü veya pek çok yönlü olarak tasavvur etmek yararlı olacaktır. B u
yüzden tarihi mikro çalışmak ve ayrıca bireylerin yarattığı değişimleri an
lamak çok önemlidir.
Almanya'da döner kebabın popülerleşmesi ilginç bir hikayedir.
198o'lerde Almanya'da yapılan anketlere göre döner kebap doyurucu olma
sı itibariyle Almanya'daki en popüler hızlı yemekleri bile (Curry Wurst ve
Buckwurst ve hatta hamburger) geçmiş görünmektedir. Gittikçe çoğalan
çeşitleriyle döner kebap hızlı yemek piyasasına hakim olmuşhır. Büfelerde
ı Çağlar, Ayşe (1999) "Mc Kebap: Döner Kebap and the Social Positioning Struggle of German
Turks." C. Lentz (der.) Changing Food Habits: Case Studiesfrom Africa. South America and Europe içinde.
Amsterdam: Harwood Academic Publishers. s. 268.
Y E M E K L E DEVRİALEM 45
ekmek arasına konulan beyaz peynir, kızarmış patlıcan veya patates kızart
masıyla döner kebap değişik şekillerde sunulmaya başlanır. 2
Almanya'daki kebap büfeleri (Alman dilinde büfe Imbiss olarak geçer)
ticari veya belki de milliyetçi nedenlerle, etnik ve folklorik dekor kullanmayı
ve büfelere Türklüklerini öyle ya da böyle yansıtmayı tercih ederler. Yani
9o'lara kadar döner kebap Türklerle, Türklükle ve bu iki kavramın Batıda
yarattığı bir tür egzotiklikle ilişkilendirilmiştir. Fakat 9o'lardan sonra keba
bın etnik bağlan yavaş yavaş çözülmeye başlar. Artık sadece Türkiye ile ilişki
lendirilemeyecek modem dekorlar, önceki folklorik dekorların yerini almaya
başlar. İşletmeciler bu değişimin kebap işletmelerini ticari açıdan daha da
ileriye götüreceği görüşündedir. Kebabın coğrafi, kültürel ve etnik "öz"ünden
yavaş yavaş kopmasıyla döner kebabın Berlin'de değişik uyarlamalarına rast
lanır. Örneğin, Korelilerin yaptığı Kore döneri Bedin' de popüler olmaya baş
lar. Kore dönerinin içinde döner etiyle ilgisi olmayan bir çeşit et, soya filizi ve
Kore'ye özgü acı sos vardır. Berlin'de dönerin modernleşmesiyle büfelerin
isimleri de değişmeye başlar. Önceleri Türkiye'ye özgü isimler kullanılır
ken, 9o'lardan sonra "Mckebap," " Keb'up," "Mac's döner," "Mister kebap"
gibi isimler kullanılır.
Kebap Avrupa' da bazı zamanlarda ve yerlerde yerel kültürü unuttu
ran bir yabancı olarak, yüksek kalorisiyle tehlike teşkil etse de dönüşerek
ve çeşitlenerek yayılır. İ ngiltere'de aşağı yukarı son on beş sene içinde
ciddi rağbet görmeye başlayan döner, Türkiyeli ve Kıbrıslı göçmenlerin
geçim kaynağı olmuştur. Döner kebapla ilgili olarak İ ngiltere'de vuku
bulan son buluş ise melezleşme ( İngilizce tabiriyle hybridity) ve çok kül
türlülük kavramları açısından kayda değer bir gelişmedir. Marketlerde
satılan ve sadece kaynar su ile çözülmesi sağlanan hazır yemek pot noodle,
yeni tadını 2009'un Mart ayında heyecanla sunar: Pot noodle doner kebab.
İ ngiltere'nin en büyük firmalarından birinin piyasaya sürdüğü pot noodle
doner kebab, Güneydoğu Asya mutfağının şehriyesi noodle ile döner kebap
tadını birleştirerek oldukça tuhaf bir melezleşmeye imza atmıştır. Kebap
aromalı noodle, döner kebabın, kalorisi göz önünde bulundurulduğunda,
kadınlardan çok, erkeklerin gözdesi olduğu düşünüldüğü için olsa gerek,
2 A.g.e., s . 268-272.
AVRUPA'DA TÜRKİYE
"münferit erkek yemeği" (ultimate man food) olarak tanıtılır ve reklamı
böyle yapılır.ı Kebabın bundan sonra da tuhaf melezleşmelere vesile ola
cağına hiç şüphe yoktur.
Avrupa'daki Türk mutfağı serüvenimize Londra'dan devam etmek
gerekirse, Londra'daki Türkiyeli restoranların küresel akımlar ve dolaşımlar
sayesinde Türk mutfağını daha sağlıklı, daha modem ve daha standart bir
mutfak yapma adına tekrar nasıl kurguladıklarına bakabiliriz.4 Londra'daki
"kaliteli" (üst sınıf denilen veya İngilizce tabiriylefine-dining) Türk mutfağı
nın hali hazırda başarılı olduğu bilinen Lübnan ve Yunan mutfaklarının bir
benzeri olduğu sadece müşteriler tarafından değil, restorancılar tarafından
da söylenir. Örneğin, menülerde genellikle falafel, humus, tabule (tabouleh),
musakka ve Londra'da meşhur olan Kıbrıslıların hellim peyniri göze çarpar.
Besin değerlerine dikkat ederek yarattıkları sağlıklı ve hafif yemekler, iyi
ve hızlı servis, basit dekor ve tabak tasarımı restorancıların işletmelerinde
en çok önem verdikleri özellikler olarak dikkat çeker. Hatta restorancıların
büyük bir kısmı Türkiye'deki Türk mutfağını çok yağlı ve ağır bulduklarını
ve o restoranlarda yediklerinde sağlık açısından kendilerini iyi hissetmedik
lerini, mide ağrısı çektiklerini söylerler. Restorancılara göre, Londra'daki
Türk mutfağı daha modem, gelişmiş ve günümüz sağlık kriterlerine uygun
bir mutfakken, Türkiye' deki Türk mutfağı sağlıksız ve gelişimlere ayak uy
duramamış bir mutfaktır. Hatta bir restoran müdürü Türkiye'de bir yer aç
mayı düşünür müsünüz sorusuna, "düşünemem çünkü Türkiye'de yenen
Türk yemeklerine aşina değilim" diye cevap verir. Türkiye' deki Türk lokan
talarını tabak tasarımı, nitelik ve tat açısından beğenmediğini de dile getirir.
Sonuçta Londra'daki restorancılar sağlıklı ve hafif yemeklerin, mini
mal dekorun ve tabak tasarımının benimsendiği küresel değerleri ön plana
çıkartırlar. Bu yüzden mozarella ve domates, makarna çeşitleri, kuşkonmaz
3 Daily Record. "Pot Noodle launch new flavour .. doner kebab.'" 23 Mart 2009, Brand Republic. "Pot
Noodle launches doner kebab flavour 'ultimate man food'." 24 Mart 2009.
4 Yazının bu kısmı 2010-2011 senelerinde Londra"da yirmiden fazla "kaliteli" (üst sınıf) restoranı
dahil ettiğim araştırmamın bir parçası olan Londra'daki restoran sahipleriyle yaptığım mülakatlardan
yola çıkar. Araştırma Tübitak Yurt Dışı Doktora Sonrası Burs Programı dahilinde SOAS, Londra Üniver
sitesinde yapıldı. Araştırmadan çıkan bir çalışma için bkz. Karaosmanoğlu. Defne (2013) "Globalized cu
isine, non-national identities and the individual: Staging Turkishness in Turkish-speaking restaurants
in London," ]ournal of Intercultural Studies, c. 34+ s. 371-}86.
AVRUPA' DA T Ü R K İ Y E
MACERA N İYETİ NE: "H EYECAN YAPAN" YEMEKLER
M
6 acera turizmi, turizm endüstrisinin bir niş ayağı olarak tanım
lanmış, getirdiği farklı deneyimlerle, turistin heyecanını bir hayli
artırmayı başarmışhr. M acera turizminin 1 99o'ların sonundan
itibaren Kuzey Amerika'da en hızlı büyüyen turizm türü olduğu söylenir.'
Her ne kadar tam bir tanımı kolaylıkla yapılamasa da (çünkü pek çok
turistik aktivite macera içerebilir ve sınırın nerede çizileceği belirsizdir) ,
macera turizmi fiziksel olarak risk içeren, örneğin, dağcılık, dağ bisikleti
sporu, trekking, bungee jumping, rafting, paragliding gibi tehlikeli sporları
(extreme sports) ve vahşi doğada yapılan her türlü fiziksel faaliyetleri içine
aldığı gibi, fiziksel tehlike içermeyen ama psikolojik veya zihinsel anlamda
tiksinme, korku ve gerilim gibi duygular uyandıran deneyimleri de (örne
ğin, ücra, tuhaf ve egzotik yerlerde "çok farklı" kültürlerle etkileşimler)
kapsamaktadır. Bunun yanında, macera kelimesi pek çok şey çağrışhrabilir.
Macera turizmi Kuzey Amerika'nın belli başlı gezi dergilerinde ve turistik
broşürlerinde adrenalin, heyecan, gerilim, korku, terör, risk, keşif, haz,
cesaret ve gözü peklik gibi tabirlerle beraber geçmektedir.2 Böylece turistik
bir deneyimde yenilik, tehlike, risk, bilinmezlik, keşfetme, zorluk, heye
can, zevk ve bunun gibi duygular iç içe geçerek macera hissini yaratrnışhr.
Burada özellikle birbirine zıt duyguların aynı anda var olması çok önemli
dir. Örneğin, endişe ve zevk, korku ve haz, umutsuzluk ve neşe aynı anda
yaşandığı zaman macera turizminden söz edilebilir. Bunun yanında mace
ra pasif bir deneyimden çok, fiziksel, zihinsel. duygusal ve entelektüel ola
rak kişinin sınırlarını zorlayan aktif bir deneyimdir. Sadece görme üzerine
değil, aynı zamanda yapma, dokunma ve tatma üzerine de kurulmuştur.ı
Başka bir deyişle, geleneksel turizmden bir hayli farklı olan macera
turizmi, turistlere konforlu, rahat ve risksiz bir gezi sunmaktan ziyade,
tehlikeli, korkutucu, adrenalin yükseltici, endişe verici, anksiyete artırıcı
deneyimler sunmayı amaçlar. Geleneksel turizm daha çok tabiahn veya kül-
ı Swarbrooke, John, Beard, Colin, Leckie, Suzanne ve Pomfret, Gill (2003) Adventure Tourism: Tm
New Frontier. Oxford: Butterworth-Heinemann, s. 36.
2 Age., s. 7.
3 Age., s. 14-15.
Y E M E K LE DEVRİALEM 49
türün yarattığı ürünlerle ve doğayla ilgilenirken, macera turizmi tamamen
deneyimle ilgilidir. Geleneksel turistin aksine, görmek üzerine değil, yap
mak üzerine kendini tanımlayan maceracı turist, geleneksel turistin aradığı
rahatlığı ve emniyeti bilinçli şekilde reddeder ve riskli, tehlikeli alanlarda
macera deneyimlemeye koyulur. Hatta turist kendisini ne kadar heyecanlı,
meraklı ve her türlü olağanüstü ve alışılagelmemiş duruma adapte olabilen
biri olarak tanımlarsa, o kadar gezmeye ve görmeye dayalı geleneksel turist
imgesinin dışına çıkmış olur.
Macera deneyiminin en alışılagelmiş örnekleri arasında sayılmasa
da yemek, macera duygusunu hakkıyla veren önemli bir turistik öğedir.
Turistler deneyimleri sırasında zaman zaman "tuhaf' yemekler yerken, bu
yemeklerin "korkutucu" olması onlar için heyecanlı bir maceraya dönüşür.
Bu korkutucu ve tuhaf yemekler hem "farklı" ve "bilinmez"dir hem de bir
o kadar heyecan veren ve "anksiyeteyi ateşleyen" yemeklerdir. Turistler
"korkutucu yemekler" yiyerek, fiziksel (zehirlenme veya mideyi bozma) ve
de zihinsel (kültürel esnekliğin zorlandığı anlar) olarak kendilerini isteye
rek riske sokarlar ve böylece cesaretlerini kanıtlamış olurlar.4 Bu durumda
yemek tanımlayan, ayıran, sınır koyan ve kültürel esnekliği ölçen bir araç
olarak kabul edilebilir. Örneğin, turizm alanında "korkutucu" yemeğin gro
tesk ve barbar tarafı sıklıkla vurgulanırken, yiyebilen (cesur) ve yiyemeyen
(konformist veya korkak) ayrımından dolayı sınır koyucu bir niteliği olduğu
söylenebilir.
Turistlerin "öteki" ile ilişkilerini ve deneyimlerini düşündüğümüz
de, yemek önemli bir role sahiptir. "Bilinmeyen," "farklı," "tuhaf," "sıra
dışı," "garip," "korkutucu" ve "riskli" yemeklerin turistik tüketim alanın
daki potansiyeli oldukça fazladır ve bu yemeklerden tatmak turist deneyi
minin bir parçası olmaya başlamıştır. Bu "korkutucu" ve hatta "korkunç"
yemeklerin ötekiliği zihinsel olduğu kadar duyusal olarak da kendini yarat
mıştır. Koku, tat ve doku bakımından neyle karşılaşacağını bilmeyen kişi
kendisini heyecanlı bir deneyimin içinde bulur.s Ağıza atılan bilinmez bir
4 Molz, Jennie Germann (2007) "Eating Difference: The Cosmopolitan Mobilities of Culinary Tou
rism" Space and Culture, c. ıo:ı, 77-93-
5 Gyim6thy, Szilvia ve Mykletun, Reidar Johan (2009) "Scary food: Commodifying cultural heritage
as meal adventures in tourism" Journal of Vacation Marketing, c. ıs:3. s. 261.
Y E M E K LE DEVRİALEM 51
.bungeejumping yapmak arasındaki benzerlik iki aktivitenin de heyecan veren
ve adrenalin yükselten aktiviteler olmaları, daha doğrusu "kafa yapmaları
dır." " Korkutucu" yemek yemek bir nevi yüksek riski olan tehlikeli sporlarla
özdeşleştirilir. Bunlara aşırı (extreme) turist etkinlikleri olarak bakılır.9
"Yeni"nin bir hayli göreceli bir kavram olduğunu düşündüğümüz
de, "korkutucu yemek" kavramının benmerkezci düşünceden nasibini
aldığını görebiliriz. "Yeni" ve "farklı" yemekler, hep " Biz"im gözümüzde
yeni ve farklıdır, yani basitçe aşina olmadıklarımızdır. Fakat her ne kadar
"korkutucu" yemekler kültürel olarak tanımlanmış ve öğrenilmiş bile olsa,
örneğin, bir hayvanın başını yemek ve yerken onunla göz teması içine
girmek, pek çok kültürde oldukça rahatsız edici bir duruma işaret eder.
Szilvia Gyim6thy ve Reidar Johan Mykletun'un araştırmasından öğrendi
ğimiz kadarıyla Norveç yemeği Smalahove (tuzlanmış, tütsülenmiş ve pişi
rilmiş koyun başı) Batı Norveç'teki Voss Kasabası'nın adeta markası haline
gelmiştir ve sadece otantik ve nostaljik bir kır yemeği olarak değil, aynı
zamanda heyecan ve gerilim yaşamak isteyen tüketiciler için "korkunç"
ve bir o kadar da ilgi çekici bir yemek olarak pazarlanmaktadır. Smalahove
yemeği, Voss Kasabası'na özgüdür ve bugün Norveç'te en fazla yetiştirilen
koyun türünden yapılmaktadır. Yapılış teknikleri ülkenin pek çok yerinde
değişiklik gösterir. Voss Kasabası'nda diğer yerlerdekinin aksine koyunun
başı tıraşlanmaz, onun yerine tüyleri demirden kızgın bir çubukla alınır,
böylece koyunun başı açık kahverengi bir renk alır.'0 Daha sonra baş bal
tayla ikiye bölünür ve gözler ve dil dışında iç organları çıkartılır. İtinalı
şekilde temizlendikten sonra tuzlanarak, birkaç gün kurutulmaya bırakılır.
Son olarak da meşe, ardıç veya akçaağacın dumanında tütsülenmek üzere
bırakıldıktan sonra, tuzlanmış ve tütsülenmiş koyun başı havadar bir yerde
birkaç ay bekletilir. Bundan sonra yemeğin hazırlanışı kolaydır. Koyun başı
iki parça olarak suda ve buharda üç saat pişirilir, haşlanmış patates ve İsveç
turpu ile servis edilir.ıı Geleneksel olarak bu yemeği yerken çatal-bıçak kul
lanılmaz. Sadece koyunun başını kesmek için keskin bir kaplama bıçağı
kullanılır. Burada bıçağın yanında parmaklar iş görür. ilkönce yanaklarda-
9 Age., s. 259.
ıo Gyim6thy ve Mykletun, s. 263-
ıı Age., s. 264.
12 Age., s. 264.
13 Age., s. 264.
14 Age. . s. 265.
15 Age., s. 265.
16 Age. . s. 268.
17 Age . . s. 269.
M
.
ki "otantik yemek" kavramına şüpheyle yaklaşırız. Orneğin, otan
tik kabul edilen Tayland mutfağının vazgeçilmezi balık sosunun
(fish sauce) aslında Çin icadı olduğu bilinir. Aynı şekilde çili biberi Tayland'a
16. yüzyılda Portekizliler tarafından getirilmiştir. Hatta 17. yüzyılda Güney
doğu Asya' da sömürgeci olarak etkisini sürdüren Portekizliler ve Fransızla
rın kendi topraklarından getirdikleri lezzetlerin karışımı olarak Tayland'ın
meşhur Kanom Thong tatlısı ortaya çıkmıştır.' Bir yemeğin otantik olup
olmadığını tartışmak, aslında yemek antropolojisi ve tarihi okuyanlar ve
çalışanlar için çok da manidar değildir. Neyin otantik olduğundan çok,
belki de sorulması gereken soru otantik kavramının nasıl oluşturulduğu ve
tanımlandığıdır. Böylece otantik kavramının olgusal değil de yaratılmış ve
kurgulanmış olduğunu kabul ederek başka bir düzeyde tartışmaya devam
edebiliriz. Ayrıca yemek kültürlerine yukarıdan yapılan müdahaleler yine
"otantik," "köken" ve "öz" kavramlarının kurgulanmışlığını bize hatırlatır.
Tay mutfağı tepeden inmeci resmi kültür söylemlerinin yarattığı bir mut
fak olarak, Batı insanına ve hatta çoğu zaman kendi insanına takdim edilir.
Antropoloji, sosyoloji, coğrafya ve kültürel çalışmalar gibi sosyal
bilimler alanlarında yapılmış yemekle ilgili araştırmalar, yemeği kültürleri,
coğrafyaları ve tarihi anlamak için bir araç olarak düşünmenin dışında,
kimlikleri belirleyen, yaratan ve bozan; milletleri, dinleri, toplumları ve
insanları birleştiren veya ayıran; sınırlar koyan veya sınırları tekrar ve tekrar
yaratan veya yıkan bir siyasi olgu olarak düşünmüş ve çalışmıştır. Yemek
hem üretimi hem de tüketimi düşünüldüğünde oldukça siyasidir. Ne yiyip
ne yemediğimiz ne pişirip ne pişirmediğimiz siyasi imalar taşıyabilir. Veje
taryenlik siyasi bir duruştur. Organik meyve ve sebze tüketmek Türkiye' de
her ne kadar sağlık ile ilişkilendirilse de çevrecilik ve endüstriyel ürünlere
karşı olmak anlamında gayet siyasi bir var oluş mücadelesi olarak kendini
göstermiştir. Yemek bizi ve başkalarını tanımlayan, ayıran, benzerlikleri-
ı Sunanta, Sirijit (2005) The Globalization ofThai Cuisine. Güneydoğu Asya Çalışmaları Kanada Kon
seyi Konferansına sunulan bildiri, York University, Toronto, 14-16 Ekim, s. 2.
Y E M E K L E DEVRİALEM S7
mizi ve farklılıklarımızı ortaya koyan bir mücadele alanıdır. Ortadoğu' da
falafel ve humus üzerinden yürütülen kimlik mücadelesi gibi pek çok
örnek yemek ve siyaset arasındaki ilişkinin çok güçlü olduğunu göstermeye
yetecektir. Bu bölümde devlet katkılarıyla yaratılan Tayland mutfağından
başlayıp diplomatik davetlerde kurgulanan mutfaklara, kimçiye ve falafele
siyasi mücadeleler bağlamında bakacağız.
Y E M E K SAVAŞLAR!
DEVLET E LİYLE TAYLAN D M uTFAGI
arımsak, çili biberi, köri, limon otu (lemongrass) gibi pek çok tadın bir
S
1
araya geldiği acı, ekşi ve tatlıyı aynı yemekte sunan Tayland mutfağı
kısa sürede dünyanın gözdesi oluvermiştir. 2ooo'lerde "sağlıklı," "az
kalorili" ve "egzotik" olarak pazarlanan Tay mutfağı, Batıda en çok tercih
edilen altıncı etnik mutfaktır.' Peki Tay mutfağı, dünya çapındaki bu başa
rısını neye borçludur?
Tayland, Asya'da özellikle 1 9 . yüzyılda hakim olan sömürgecilerin
doğrudan işgaline maruz kalmamayı başarmış tek ülke olmasına rağmen,
sömürgeci güçlerin etkisinden tamamen de sıyrılmış sayılmaz. Sömürge
döneminden sonra Asya'da pek çok bölge ulus-devlet modeline geçtikten
sonra tepeden inme bir kültür politikası yaratma çabasına girmiştir. Millet
fikir ve anlayışının güçlendirilmesinde kültür kavramı büyük rol oynar. Bu
yüzden bu bölgedeki devletler "milli kültür" yaratma işini resmi kurumlara
ve bakanlıklara bırakırlar. Devlet kontrolündeki eğitim sistemi ve medya
aracılığı ile insanlara millet ve kültüre dair fikirler aşılanır. Pek çok Asya
ülkesinde olduğu gibi, Tayland'da da milli kültür, devlet eliyle yaratılmak
istenir. Örneğin, bu işten, Tayland Cumhurbaşkanlığı'na bağlı "Milli Kim
lik Komisyonu" sorumludur. 2
Mutfak, kimliğin önemli bir parçası olduğu için olsa gerek Tay
land Devleti, Tay yemeklerini belli bir kalite ve standarda sokarak dünyaya
tanıtma çabasına r99o'ların sonunda başlar. Özellikle seks turizmi yüzden
Batılıların gözünde negatif (seks ve uyuşturucu cenneti) bir imaja sahip
olan Tayland, bu imajını dönüştürmek için devletin öncülüğünde çeşitli
projelere imza atar.ı Ayrıca dünya ticaretinde önemli bir yere sahip olmak
için teşvik edilecek belki de en verimli alan yeme içme sektörüdür. Tay
land Ticaret Bakanlığı r999'dan itibaren bu konuda çalışmalara başlar.
Tayland'ın dünya ticaretindeki kapasitesini artırmak için pozitif bir imaj
ı Sunanta, Sirijit (2005) The Globalization of Thai Cuisine. Güneydoğu Asya Çalışmaları Kanada
Konseyi Konferansına sunulan bildiri, York University, Toronto, 14-16 Ekim, s. 4.
2 Jory, Patrick (1999) "Thai I denti ty. Globalization and Advertising Culture." Asian Studies Review,
c. 23'4· s. 461.
3 Nuttavuthisit, Krittinee (2007) "Branding Thailand: Correcting the negative image of sex tourism."
Place Branding and Public Diplomacy. c. p. s. 2 J .
Y E M E K L E DEVRİALEM 59
geliştirmeyi ve yabancılardan gelen pozitif algıyı sağlamlaştırmayı amaç
edinir. Örneğin, halkla ilişkiler kampanyaları "Çeşitlilik ve Zarafetin Yeri
Tayland" sloganıyla Tayland'ın uluslararası imajını güçlendirmeye çalışır.4
Gastrodiplomasi kavramı yemeğin ve yemek kültürlerinin ulusları
tanıtmak için kullanılması durumunu anlatır. Hatta yemeğin ulusların mar
kalaşması ve tanıtımı anlamında bir iletişim aracı olduğu söylenebilir.5 Başka
bir deyişle, gastrodiplomasi tatların ve kokuların çok çeşitli topluluklara ve
insanlara iletildiği kamu diplomasisi altında yeni ve dinamik bir tanıtım ve
iletişim stratejisidir. Tayland Devleti'nin Tay mutfağını dünyaya tanıtmak
için ı998'de yürütmeye başladığı "Dünyanın Mutfağı" projesi (Kitchen of the
World) ise oldukça iddialı bir gastrodiplomasi projesidir. Bu proje 2ooı'de
yemek, sağlık, moda gibi konulan destekleyen daha kapsamlı bir projenin
(Branding Thailand [Tayland'ı Markalaştırma]) yan kolu olarak devam eder.6
"Dünyanın Mutfağı" projesi Tayland Devleti'nin yemekleri ulusla
rarası arenada tanıtma amacıyla başlar. Devlet devamlılığı ve düzeni sağla
mak için standart menü ve yemekleri teşvik etmeye başlar. Projenin nihai
amacı Batıda Tayland restoranlarının sayısını artırmaktır. Bunun bir yolu
da standardı ve kaliteyi denetlemektir. Tayland Ticaret Bakanlığı Tayland
dışındaki kalifiye restoranlara "Seçilmiş Tay Mutfağı" ( Thai Select) damgası
vurarak standardı kontrol altına alınır. "Otantik" Tayland mutfağını taklit
lerinden ayırmak için vurulan bu damga Tay yemeklerinin ününün zede
lenmesini önleme amacındadır. Özellikle Taylandlı olmayan işletmecilerin,
Tayland yemeklerinin taklitlerini yaratarak (burada fazlaca değişime uğra
tılmış veya Batılı tatlara fazla adapte edilmiş anlamı olsa gerek) Tayland
mutfağının itibarını zedeledikleri düşünülür.
"Dünyanın Mutfağı" projesinin en önemli amaçları şöyle sırala
nabilir: Tayland'ın güvenlik, sağlık ve sağlık önlemleri kriterlerine göre
iki-üç sene içinde dünyanın en büyük beş ihracatçısı arasına girmesi; Tay
yemek yapımı için uluslararası düzeyde yöresel malzeme ihraç edilmesini
sağlayacak promosyonun yapılması; Tayland dışındaki Tay restoranlarının
Y E M EKLE ÜEVRİALEM 61
Bir ankete göre Tay mutfağı ve Tay restoranları dünyanın en popü
ler altıncı mutfağı olarak seçilir. Dünyada yaklaşık 15 bin Tay restoranı
vardır. Bu durumun ı998'den sonra Tayland Devleti'nin turizm ve yemek
sektörüne verdiği destekle oluştuğu şüphe götürmez. Örneğin, Kanada'nın
Vancouver Şehri'nde yapılan bir araştırmaya göre Tay restoranlarına giden
lerin yaklaşık yüzde 9o'ı Kanadalı, Amerikalı ve Avrupalı iken, yüzde ıo'u
Asyalı ve sadece yüzde ı'i Taylandlıdır.10 Aslında burada Tay yemeklerinin
Batı tatlarına uyarlandığı sonucunu çıkartmak da mümkün olabilir. Bu
restoranlarda Batı sunuş biçimlerine ve tatlarına uyarlanmış Tay mutfa
ğı sunulur. Mesela Tayland'da tatlılar hariç bütün yemekler sofraya aynı
zamanda gelirken, Kanada ve Amerika'daki Tay restoranlarında ayrı bir
kategori olarak sunulan başlangıç yemekleri ve çorba, sofraya önce gelir.
Tayland'da çorbanın pirinçle aynı anda sofrada olduğu ve beraber yendiği
bilinmektedir. Ama Vancouver'daki Taylandlı restoran işletmecisi müş
terilerinin çorbayla pirinci beraber yiyemediklerini, çünkü pirincin ıslak
lığından hoşlanmadıklarını söyler. Nihayetinde yemekleri müşterilerinin
damak tadına uygun hale getirmelidirler." Aynı zamanda et yemeyen müş
terileri memnun etmek için yemeklerdeki eti, tavuğu ve balığı, tofu veya
sebze ile değiştirerek vejetaryen hale getirirler.
Görüldüğü gibi, Tayland mutfağının uluslararası başarısında devle
tin rolü göz ardı edilemez. Fakat " Dünyanın Mutfağı" projesine övgülerin
yanında, eleştiriler de gelir. Akademik alanda Tay mutfağının küreselleş
mesi konusunu çalışan Sirijit Sunanta, bu projenin yabancı gözünü temel
kabul ettiğini ve dolayısıyla standartlaştırmayı yabancı gözüyle gerçekleş
tirdiğini söyler. Örneğin, yabancılar arasında en popüler olan on üç Tay
yemeği Tayland mutfağını oluşturmaya yetecektir. Tayland'ın bu listeye
girmemiş yöresel yemekleri ise kolaylıkla dışarıda bırakılır. Diğer bir deyiş
le, yabancı ülkelere pazarlanan Tayland yemekleri, Tayland mutfağının ta
kendisi olur.12 Bu durumun en kritik tarafı, yabancılar için yaratılmış ve
yabancıların gözündeki Tayland'ın, Taylandlının gözünde de "gerçek" Tay
land olma riski taşıyor olmasıdır. Devlet tarafından uluslararası pazarlama
ıo Sunanta, s. 4.
ıı A.g.e. s. 5.
12 A.g.e, s. 9.
13 Disyabut, Ta nida (2008), "Hala! Food: Kitchen ofthe World Goes Hala!." Asian Food Journal, ı May.
http://www.asiafoodjournal.com/2008/05/halal-food-kitchen-of-the-world-goes-halal
14 Hobsbawm, Eric ve Ranger, Terence (1983) (der.) The lnvention ofTradition. Cambridge: Cambridge
University Press.
YEMEK LE DEVRİALEM
S İYAS ETÇ İ N İ N YE M E KLE İMTİ HANI
B
2 ir gastrodiplomasi örneğine de, 2004'te İstanbul'da yapılan NATO
zirvesinde rastlayabiliriz. Zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet
Sezer'in Dolmabahçe Sarayı'nda, yine zamanın Başbakanı Recep
Tayyip Erdoğan'ın Topkapı Sarayı'nda verdiği akşam yemekleri ve Lütfi
Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'ndaki Borsa Lokantası'nda hazırlanan öğle
yemeği Bahnın gözünde, daha doğrusu hayal edilen Bahnın gözünde "deği
şen" Türkiye'yi veya "değişen" Türk mutfağını anlamamıza yardımcı olacak
niteliktedir. Dakika dakika dünya medyasında izlenen bu organizasyonun,
İstanbul'un küresel bir şehir olarak pazarlanmasından, Türk-Osmanlı kül
türünün tanıhlmasına kadar pek çok misyonunun olduğu aşikardır. Bu iki
davet farklı şefler tarafından hazırlanan yemeklerle Türk mutfağını hem
Osmanlı hem de "modern," "trendi" ve medeniyete (bu anlamda küresel
leşmeye) doğru giden yolda treni yakalamış bir dünya mutfağı olarak gös
terme amacındadır. Polis eskortuyla saraylara getirilen yemek malzemeleri
ilkönce laboratuvar analizine tabi tutulur. Menü, sofra düzeni, servis, tabak
tasarımı gibi işler Dışişleri Bakanlığı yetkililerince denetlenir ve karara bağ
lanır. Yemek bu anlamda siyasetçinin doğrudan denetimi alhna girmiştir.
Dolmabahçe Sarayı'ndaki davetin şefi Vedat Başaran Dışişleri
Bakanlığı'nın onayıyla geleneksel Türk-Osmanlı mutfağı sunmak yerine
hem malzemeleriyle hem de yapılış biçimleri ve sunumlarıyla modernize
edilmiş bir mutfak sunmayı amaçlamışhr. Malzemelerde yerellik, yemeğin
pişiriliş biçiminde sağlık ve yemeği servis etme biçiminde minimalizm dik
kat çeker. Böylelikle küresel dil ile "yazılmış," başka bir deyişle sağlık, mini
malizm ve yerellik gibi küresel eğilimleri öne çıkaran modem bir mutfakla
küreselleşme yolundaki treni yakalamak hiç de zor olmayacaktır. Sonuçta
Türk-Osmanlı mutfağı Batı mutfağından ve damak tadından farklıdır ama
aynı dili konuşabilmektedir.
Dolmabahçe Sarayı'nda verilen davetteki malzemelerden zeytinyağı
ve kelle peyniri Ayvalık'tan, nar ekşisi Antalya' dan, yabani sebzeler Burha
niye' den, enginar Cunda Adası'ndan gelir, kuzu ise Susurluk kuzusudur.
Vedat Başaran, birçok farklı ülkeden siyasetçilerin damak zevkine hitap
YEMEKLE DEVRİALEM
yaphrmışhr. Aynı değişikliği Bod Ney'in emrinden bir ay önce Kuzey Caro
lina'nın Beaufort Şehri'nde bulunan Cubbie's isimli restoran uygulamaya
başlar. Bu restoran vitrinine şöyle bir yazı asmayı da ihmal etmez: "Cub
bie's bizim ordumuzu desteklemektedir. İşte bu yüzden French fries servis
etmiyoruz. Biz Freedom fries servis ediyoruz." Cubbie's'in sahibi Birinci
Dünya Savaşı sırasında Almanya'ya yapılan protestolardan ilham aldığını
söyler. Bu protestolardan biri Amerika'da pek çok restoranda sosisi ifade
eden frankfurter yerine hot dog kelimesinin kullanılmaya başlanmasıdır.
Cubbie's'in sahibine göre bu eylem o kadar başarılı olmuştur ki o zaman
dan beri Amerika'da sosise frankfurter değil. hot dog denmektedir. Tabii ki
New York'lu demokratlardan Jose Serrano bu tür protestoları çok manasız
ve hatta aptalca bulduğunu söylemekten çekinmez. Mesela şimdi Fransız
şaraplarını da yasaklamak gerekecek midir?2
Sadece siyasetçilerin değil, hükümetlerin yemek üzerinden yürüt
tükleri denetim ve kontrol da söz edilmeye değer. Örneğin, Batının gözün
de Güney Kore' deki köpek eti yeme kültürü Güney Kore hükümetini köpek
etini restoranlarda yasaklamaya kadar götürmüştür. Poshintang ismindeki
köpek eti çorbası köpek etinin Güney Kore' de en yaygın şekilde yenen hali
dir. Fransız oyuncu ve aynı zamanda hayvan hakları savunucusu Brigitte
Bardot'un da dahil olduğu bir tartışma, ı988'de Seul'de yapılan Olimpiyat
lar için Kore hükümetinin poshintang'i Seul'deki restoranlarda yasaklama
kararı almasına neden olmuştur. Brigitte Bardot "medeni bir ülke kendi
insanlarının köpek eti yemesine izin vermez" diyerek, Güney Kore'yi "gayri
medeni," "sadist," "vahşi" ve "acımasız" olarak tanımlamış, Olimpiyatlar
için Güney Kore'ye gidecek Bahlıları bu anlamda uyarmıştır. Bardot'un bu
sözlerinin ne kadar etnosentrik ve ayrımcı olduğu da hem Avrupa'da hem
de Güney Kore' de tartışıla gelmiştir elbette. Güney Kore hükümeti ise böyle
düşünen Batılıları üzmemek ve kendi imajı üzerinden daha fazla tepki top
lamamak için köpek etini turistik restoranlarda yasaklayarak geleneklerin
den taviz veren ama yasağı sadece bazı restoranlarda uygulayarak bir orta
yol bulma çabasına giren çözüm bulmuştur. Köpek etinin Seul'deki turistik
2 BBC News. "US Congress opts for 'freedom fries'," 12 Mart 2003.
http://news.bbc. co.uk/2/hi/americas/2842493.stm
YEMEKLE DEVRİALEM
M i ııi GURUR Ki MÇİ UZAYDA
Y E M E K LE DEVRİALEM
Kimçi Güney Kore'de kültürel ve milli bir sembol olagelmiştir. Kon
fiçyüs değerleri ile örtüştüğü düşünülen kimçiye, sebzeleri muhafaza etme
yöntemi olduğu için, zamana karşı gelme, gelenekleri devam ettirme ve
bunlarla birlikte aile ve toplumu koruma gibi değerler atfedilir. Bu yüzden
Kore'nin milli gururu ve buna bağlı olarak da ülkenin siyasal simgesi ola
rak işlev görmektedir. Hatta kimilerine göre milli sembol olarak neredeyse
Güney Kore bayrağı kadar önemlidir. Güney Kore' de kimçiye atfedilen mil
li ve sembolik değeri anlamak güç değildir. ülke içinde ve dışında kimçinin
siyasal simge olarak kullanıldığı pek çok örneğe rastlanmaktadır. 196o'ta
Vietnam Savaşı'na asker gönderen Güney Kore'de, kimçi hikayeleri dil
den dile dolaşır. Anneler oğullarını Vietnam'a çanak kaplarda ev yapımı
kimçi ile yolcu ederler. Fakat maalesef askeri gemiler kimçideki biber ve
sarımsağın dayanılmaz kokusu ile hatırlanır. 14 Mart 1967'de Güney Kore
Cumhurbaşkanı Kwon Chung, zamanın Amerika Birleşik Devletleri Başka
nı Lyndon B. Johnson ile siyaset, milli güvenlik ve kimçi konuşmak üzere
buluşur. Kimçinin askerleri için hayati bir moral kaynağı olduğunu söyler.
Chung, Johnson'a Güney Kore askerlerinin kimçi özleminden dolayı Viet
nam'da ne kadar aciz durumda kaldıklarını anlatır ve Johnson'dan üç-dört
milyon dolarlık bir bütçe ile Vietnam' da savaşan Koreli askerlere her sene
kimçi gönderilmesini talep eder. Kendisi de yaptığı Beyaz Saray ziyareti
boyunca karısından çok, kimçiyi özlediğini söylemiştir.'
Sadece halkın değil, politikacıların da milli sembol olarak kabul etti
ği kimçi, 1986 'da Seul'de açılan Kimçi Müzesi ( The Kimchi Field Museum)
sayesinde somut, standart ve düzenli hale sokulur. Bu müzede kimçinin
tarihinden yapılış şekillerine, çeşitlerinden baharatlarına, besin değerinden
saklama yöntemlerine kadar bilinmesi istenilen her şey sergilenir. Kimçi
yapılışını öğreten videolar gösterilirken, ziyaretçiler farklı kimçi çeşitleri
tatma olanağı da bulurlar. Kadınlara ve gençlere kimçi konusunda dersler
verilir. Müzenin bir görevi de Batı medyası aracılığıyla kimçi hakkında
dünyaya bilgi vermektir. Kütüphanesinde kimçi üzerine yapılmış bilimsel
araştırmalar, kitaplar ve tezler vardır.
2 BBC News. "Korean dish 'may cure bird flu'." 14 Mart 2005. http://news.bbc. co.uk/2/hi/asia-paci
fic/4347443.stm
3 San Francisco Chronicle. " Korea, everybody loves kimchi -especially researchers Government-backed
studies tout health benefits of dish." 21 Mayıs 2006.
h ttp: //www .sfgate.com/cgi-bin/article.cgi )f=/c/a/ 2006 / 05/ 2 ı /M NG52 JVL.7 Pı. DTL
5 The New York Times. "Culinary Diplomacy With a Side of Kimchi." 22 Eylül 2009. http://www .
nytimes.com/2009/09/23/dining/23kore.html?scp�3&sq�kimchi&st�cse
6 A.g.e.
7 San Francisco Chronicle. "Cooking in Common: Korea's kimchi addiction catches on in the West."
30 Ocak 2008. http://www . sfgate.com/cgi-bin/article.cgi�f�/c/a/2008/oı /30/ FDMG U H401. DTL
YEMEK LE ÜEVRİALEM 75
Dikkat çekici bir haber de yakın tarihlerde Los Angeles'tan çıkar.
New York Times gazetesinin verdiği habere göre kimçi merakı Los Ange
les şehrini sarmıştır. Bir Korelinin açtığı Kogi Korean BBQ-To-Go adında
gezginci bir taco büfesi Los Angeles'ta özellikle üniversite civarında yoğun
ilgiyle karşılaşmıştır. Kore ve Meksika mutfağını birleştiren bu büfe, Kore
usulü acı soslarla pişirilmiş etli, tavuklu veya tofulu taco yapar.8 Tacoya lez
zet katan en önemli şey ise tabii ki kimçidir. Kamyonu nereye park edeceği
ni Twitter mesajları yoluyla insanlara ulaştıran gezici büfe, söz konusu yere
vardığında müşterilerini kuyrukta beklerken bulur. Los Angeles'ın hemen
hemen her sokak başında rastlanan taco, Kore tatları ve kimçi ile birleştiği
noktada özellikle üniversite öğrencilerinin saatlerce kuyrukta beklemelerini
bile gerektirecek en gözde yemeklerden biri olmuştur. Büfe sahibi gazeteye
verdiği röportajda basit ve lezzetli bir füzyon yaptıklarını ve en önemlisi
yaşadığı şehir olan Los Angeles ile kendi kültürünü kimçili taco sayesinde
birleştirdiğini ve kendine özgü bir Los Angeles yarattığını söyler.
8 The New York Times. "The tortilla takes a road trip to Korea" (John T. Edge). 27 Temmuz 2010.
http://www.nytimes.com/ıoı o/o 7/28/dini ng/ı8u nited.html
M İ LLİ G U R U R K i M Ç İ UZAYDA
FALAF E L: SAVAŞ M I , BARI Ş M I ?
illiyetçilik ve kültürel sahiplenme yemeğin hassasiyet yarattığı en
M
4
önemli konulardan biri. İnsanlık yemek savaşlarını tarih, toprak
ve köken üzerinden yapmaya başlamışhr. Hatta belli bir yemeği
sahiplenme dürtüsünün devletler arasında "yemek savaşlarına" yol açhğı
sıkça görülmektedir. Avrupa'da "coğrafi işaretler," "menşe" ve "mahreç"
kavramları bu tartışmaların ticari boyutunu düzene sokmak adına hukuki
terimler olarak karşımıza çıkar. Avrupa Birliği pek çok bölgeye, oraya özgü
yemeklerin patentini vermiştir. Falafel ve humus gibi Ortadoğu yemekleri
de bu hukuksal sürece girme yolundadır. Araplar ve Yahudiler arasında
geçen falafel savaşı sadece bir yemek kavgası değil, aynı zamanda kültürel,
milli ve ekonomik bir kavgadır.
Yael Raviv " Falafel: A National Icon" (Milli Bir ikon Olarak Falafel)
adlı makalesinde Yahudi milliyetçiliğinin millet, ortak toprak ve ortak tarih
arasındaki ilişkiyi suni şekilde kurduğunu söyler ve bu yapılanmada yeme
ğin öneminden bahseder. Raviv'e göre yemek İsrail'in ulus inşasındaki
rolü için benzersiz bir örnek teşkil eder.1 r948'de İsrail Devleti'nin kurul
masıyla falafel Avrupa'dan gelen Eşkenazi ve Sefarad Yahudilerinin doğal
yemeği ilan edilir. r97o'lerde falafel Arap bağlanhsı veya kökleri tamamıyla
yok sayılarak, Yahudi yemek kitaplarına Yahudi yemeği olarak geçmiştir.'
Fakat falafelin İsrail yemeği olarak tanınması yavaş, uzun ve doğal bir süre
cin sonunda değil, tam tersine planlı şekilde tasarlanarak büyük bir hızla
gerçekleşmiştir. Milliyetçi hareket, milli birlik ve beraberlik adına İsrail'in
gururunun bir işareti olarak falafeli seçmiştir.3
Falafel kavgasının Yahudiler ve Araplar arasında süregelen daha
geniş bir çahşmaya -ki bu da tarih ve toprak çahşmasıdır- işaret ettiği düşü
nülebilir. 2002'de The New York Times'ta çıkan bir haber, uzun zamandır
süren İsrail-Filistin falafel kavgasını anlatır. Bu kavganın her iki tarafında
da belirsizlikler ve farklı görüşler vardır. Örneğin, İsrail'in falafeli çaldığını
düşünen Filistinliler İsrail'de sahlan kartpostallarda falafelin "İsrail'in milli
ı Raviv, Yael (2003) "Falafel: A National kon." Gastronomica, c. 3'3· s. 20.
2 Pilcher, Jeffrey (2006) Food in World History. New York: Routledge, s.115
3 Raviv, s. 20.
YEMEKLE DEVRİALEM 77
atıştırmalığı" şeklinde yazılmasına tepki gösterirken, bazı İsrailliler de bu
görüşe kahlarak, aslında falafelin uluslararası bir yemek olduğunu ve dola
yısıyla arhk İsrail dahil birçok yere ait olduğunu söylerler. Tüm bu tepkiler
ve tarhşmalara karşı İsrail Turizm Bakanlığının Halkla İlişkiler Müdürü
Geoffrey Weill "İtalyanlardan makarnayı mı çaldık? Bu nasıl bir saçmalık?"
diyerek falafel mevzuunu iyice bulandınr.4 Yemek tarihçileri ve yazarları
da tartışmaya katılır elbette. Joan Nathan, falafelin Kitabı Mukaddes'e (yani
İncil'e) ait olduğunu söyler. Falafelin malzemeleri İncil kadar eskiye dayan
maktadır ve falafel o topraklarda yaşayanlara (yani Araplara ve Yahudilere)
aittir. Bu durumda Nathan'a göre, falafelin Yahudi yemeği olamaması müm
kün değildir. Peki ya falafelin Araplıkla ilişkisi ne olacakhr?
Fakat tarihin derinliklerinde aranılan falafelin Yahudilikle ilişkisi,
195o'den önce talep edilmez. Falafel, savaş sonrasında Avrupa'dan Orta
doğu'ya göç eden Yahudilerin ortaklıklarını pekiştirecek milli bir sembol
arayışıyla İsrail'in milli amblemi haline getirilir. ı95o'lerde meşhur olmuş
And we have falafel (Ve falafelimiz var) adlı İsrail şarkısı ve şarkıda geçen
" Sadece bizim falafelimiz var çünkü bu İsrail'in milli yemeğidir" sözleri
İsrail'in falafeli sahiplendiğine dair önemli bir göstergedir.'
Geçtiğimiz aylarda yapılan tarhşmalara bakacak olursak falafel,
humus ve tabule gibi Ortadoğu yemeklerinin önemli milli semboller olarak
tekrar yapılandırıldıklarını görürüz. Örneğin, İsrail-Filistin falafel çahşması
filmlere de konu olur. Yemek savaşını kısa film şeklinde hicveden West
Bank Story (Batı Şeria Öyküsü) 2006'da Oscar ödülü alır. Filmde, yan
yana dükkanları bulunan İsrailli ve Filistinli falafel işletmecilerinin kavgası
komedi şeklinde anlatılır. 2008'de ise İsrail'in Guinness Rekorlar Kitabı'na
girebilmek için yaphğı "en büyük humus tabağı" tüm bu tarhşmalan tek
rar alevlendirir. Bu sefer Filistinli değil Lübnanlı şefler, tarihçiler ve hatta
politikacılar harekete geçer. İsrail'in rekorundan yaklaşık bir sene sonra iki
tonluk en büyük humus tabağı atağını Lübnanlılar gerçekleştirir ve yeni
bir rekor kırarlar. Hemen arkasından 2.300 kg'lık en büyük tabule tabağı
4 The New York Times. "A History of the Mideast in the Humble Chickpea." ıo Temmuz 2002. http:I/
www.nytimes.com/ 2002 / 07 / ı o /dining/ a-history-of- the-m ideast-in-the-humble-chickpea.h tml?pa
gewanted=all&_r=o
5 A.g.e.
6 Benjamin Joffe-Walt. " Israel and Lebanon engage in a food fight." 26 Ekim 2009. h ttp://benjamin.
joffe-walt.com/hummus-wars/
YEMEKLE ÜEVRİ.i.LEM 79
humusun da İsrail yemeği olduğunun çok açık bir gerçek olduğunu iddia
eder. Muhalif İsrailli bir blog yazarı ise humusa telif hakkı koyulmasının
ekmeğe ve şaraba telifhakkı koyulması ile aynı şey olduğunu yazar.7 Filistin
mutfağı yemek kitabının yazarı Siham Baghdadi Zurub da milliyetçilik ve
kültürel sahiplenme konusunda benzer bir görüşe sahiptir. Yemeklere telif
hakkı koymanın güvensizlik ve sağduyu eksikliği belirtisi olduğunu söyler.8
Yemek kültürlerinin her tarihte ve her yerde karışımlardan ibaret
olduğu ve kökün takibinin neredeyse imkansız olduğu düşünülürse, bu
görüş çok mantıklıdır. Fakat kültürel sembollerin nasıl yaratıldığı ve kulla
nıldığı sorusu belki de göz ardı edilmemesi gereken bir sorudur. Örneğin,
"coğrafi işaretler" meselesi, kültürel bir çatışma mı, yoksa ekonomik bir
rekabet midir?
İsrail markalarının Avrupa pazarına hakim olması ve humus, fala
fel gibi yemeklerin bu markalarca üretilip Avrupa'daki büyük süpermar
ketlerde satılması Avrupalının gözünde bu yemeklerin İsrail yemekleri
olduğu algısını beraberinde getirir.9 İsrailli girişimciler Avrupa'ya "gele
neksel İsrail atıştırması" adı altında hazır falafel karışımı ihraç ederler.
Humus ve falafeli geleneksel İsrail yemeği olarak piyasaya süren İsrail'in
Avrupa pazarını ele geçirmesi yüzünden, Lübnanlı üreticiler onlarca mil
yon dolar kaybettiklerini söylerler. Filistinli bir restoran işletmecisi ise
durumun ciddiyetine daha fazla vurgu yaparak, İsraillilerin topraklarını
çalmakla yetinmediklerini, humus ve falafellerini de çaldıklarını söyler.
Yahudi bir müşteri ise "bırakın yemek üzerinden kavga etsinler, toprak
kavgasından iyidir" diyerek daha iyimser bir bakış sergiler.'0 Bu durum
da dünya piyasasında tutunmaya çalışan milli mutfaklar, milliyetçi bir
çatışmanın yanı sıra, ekonomik bir rekabete de işaret eder. Senin-benim
kavgası milliyetçiliğin duygusal boyutundan sıyrılıp, ekonomik bir boyut
ta tartışılır hale gelir.
7 A.g.e.
8 Tekgraph. "Humus food fight between Lebanon and Israel." ıı Ekim 2009. http://www.telegraph.
co.uk/news/worldnews/middleeast/3178040/Hummus·food-fight-between-Lebanon-and-Israel.html
9 A.g.e.
ıo The Independent. " Lebanon lays daim to favourite lsraeli dish" (Donald Macintyre). ıo Ekim
2009. http://www .independent.co.uk/news/world/middle-east/lebanon-lays-claim·to-favourite·israe
li-dish-95765J.html
ıı Gordon, joe (2003) "Singing the pulse of the Egyptian·Arab street: Shaaban Abd al-Rahim and the
geo-pop-politics of fast food." Popular Music, c. 22:1, s. 73-74.
12 The Star, "McFalafel owner to fıght for his prefıx."
ıo Eylül 2009. http://www.thestar.com/news/gta/article /693446
13 Ram, Uri (2004) "Glocommodifıcation: Global Consumes the Loca!- McDonald's in lsrael." Currenı
Sociology,c. 52:1, s. 14-15.
14 A.g.e, s. 26.
ı 5 A.g.e., s. ı+
L
ondralı ünlü restorancı Alan Yau'nun ısrarla söylediği gibi milli mut
fak olgusu aslında muhafazakar bir düşüncenin sonucunda ortaya
çıkmıştır. Hong Kong doğumlu, uzun süredir Londra'da yaşayan ve
uluslararası üne sahip restorancı Alan Yau'nun yemek, kültür, etnisite ve
milliyetçilik üzerine ilginç görüşleri vardır. Alan Yau yemeğin sembolik ola
rak bir kültürü veya etnisiteyi temsil etmesinin gereksiz ve hatta sakıncalı
olduğunu söyler. Yau'ya göre, yemek, etnik kimlikten ve ulusal bağların
dan zamanla koparılmalıdır ve böylece tüm yemekler evrensel olmalıdır.
Pizzanın yavaş yavaş İtalyan bağlarından koptuğunu ve evrensel bir yemek
olduğunu biliyoruz. Aynı şekilde şarap da bir ulusun sahiplenebileceği bir
içki olmaktan çoktan çıkmıştır. Alan Yau'ya göre, Japon içkisi sake'nin de
şarap gibi evrensel bir içkiye dönüşmesi, yani dünya içkisi olması gerekir.
Böylece Alan Yau yemek, kimlik, ulus ve etnisite arasındaki ilişkinin kırıl
ması gerektiğini savunur. Örneğin, rıoodle'ın bir dünya yemeği olması ve
ulusal bağlarından kopması gayet pozitif bir durumdur, ayrıca çok kültürlü
bir topluma dönüşmek için önemli bir adımdır. Ama Alan Yau'ya göre, bu
demek değildir ki yemek politik bir bağlamdan çıkartılmalıdır. Yemek po
litik olmalıdır ama milliyetçiliği cesaretlendirerek değil, tam tersine evren
selliği oluşturmak ve desteklemek için politik olmalıdır. Yemek, eşitlikçi ve
sağlıklı olmalıdır.' Her sınıfa ve her insana hitap etmelidir. Alan Yau'nun
dünya çapında meşhur olan rıoodle restoranı ( Wagamama) Yau'nun tabiriyle
milliyetçilik karşıtı manifestosu olan bir harekettir. Bu anlamda restoran
siyasi bir mekan olarak karşımıza çıkar. Böylece yemek hem ayrımcı, ırkçı
ve milliyetçi söylemlerin hem de birleştirici ve barışçıl söylemlerin bir aracı
ve hatta yaratıcısı olmuştur. Bu bölümde farklı coğrafyalara ve tarihlere ba
karak yemeğin ayırıcı ve birleştirici gücüne bakacağız. Dönerin Avrupa'da
maruz kaldığı durumlardan başlayarak, kadın aktivistlere, birayla gerçekleş
tirilmeye çalışılmış anti-kapitalist girişimlere ve filmlerde yemeğin etnik ve
ulusal kimliği belirleyici bir araç olarak kullanılması konularına geçeceğiz.
ı Polly Russell'ın Alan Yau ile yaptığı görüşme (2001) NLSC: Food: From Source to Salespoint, Bri
tish I.ibrary- Sound Archive: Oral History.
YEMEKLE DEVRİALEM
DÖN ER KE BAP AvRU PA' oA: I RKÇI LIGIN HALLE Rİ
F
1 alafel örneğinde gördüğümüz gibi yemek siyasidir, zaman zaman
siyasetin tam ortasındadır. Şimdi ise yemeğin fiziksel özelliklerin
den (yani bir yiyecek maddesi olmasından) çok, bir sembol olarak
kullanıldığı siyasi hareketlere bakalım. Örneğin, döner kebabın Alman
ya'da siyasileşme hikayesi ilginçtir. Döner hem ırkçılığa yol hazırlamış hem
de çok kültürlülüğü simgeler olmuştur. Örneğin, özellikle r987'de hem
Alman hem de Türkiyeli gençlerin popüler eğlence mekanının ismi "Disko
Döner" olarak geçer. "Disko Döner" Berlin'de çok kültürlülüğü simgeleyen
gözde bir yer olarak tarihe geçer.
Seksenli yıllarda döner kebabın Almanya'da yabancı sorunu olarak
bilinen Ausli:inderfrage söylemi içine girerek, yabancı düşmanlığına karşı bir
metafor olarak kullanıldığı görülür. Kebap sadece göçmen Türkiyelilerin
getirdiği basit bir hızlı yemek değil, aynı zamanda diğer göçmen toplulukla
rı da temsil eden sembolik bir değerdir. Yani döner kebap geniş bir toplum
sal söylemin içinde rol oynamaya başlar. Irkçılığa ve yabancı düşmanlığına
karşı yapılan gösterilerde "Yabancılar Olmadan Kebap da Olmaz," "Türkler
Olmadan Kebab Olmaz," "Biz Olmadan Kebab Olmaz" pankartları kulla
nılır. Böylelikle kebap sadece Almanya'daki Türkler arasında değil, aynı
zamanda diğer yabancılar arasında da dayanışma sağlar. Mesela genç bir
Alman'a r99r'de Neonazi saldırılan hakkındaki düşünceleri sorulduğunda
şöyle der: "Benim bu işlerle alakam yok, ben yabancı düşmanı değilim,
dönerimi yiyorum." Saldırı Türklere karşı olmasa bile, genç Alman, dönerle
ilişkisi bağlamında saldırıyı eleştirir. Böylece, döner kebap sadece Türkleri
değil, bütün yabancıları sembolize etme özelliğine sahip olmuştur.
Fakat döner kebabın, her ne kadar Almanya'da özellikle Berlin'de
popüler ve genel kabul gören hızlı bir yemek olsa da Türklükten ve yaban
cılıktan kurtulamadığı çok açıktır. Türklerle döner kebap arasındaki ilişki o
kadar kuvvetlidir ki, bu, Almanya'daki iş dünyasında bile kendini gösterir.
Die Zeit dergisi r992'de Almanya'daki en başarılı Türkiyeli iş insanlarından
bahsederken "kebap kapitalistleri" tabirini kullanmışhr. Yemek veya kebap
sektörüyle hiçbir alakalan olmamasına rağmen, bu iş insanları, Türklüklerine
YEM EK LE ÜEVRİALEM
vurgu yapılarak ironik şekilde kebapla özdeşleştirilmişlerdir. Kebap neredeyse
"Türk" teriminin yerine geçmiş, 'Türk" ile değişimli olarak kullanılmıştır.'
Almanya'da marjinal bir yemek olmaktan çoktan sıyrılmış olan döner
kebap eğitim alanında da kendini gösterir. Döner, gastronomi eğitimi veren
okullarda artık göz ardı edilmez. Bu okullardan birini anlatan Almanya'nın
ünlü dergisi Spiegel, " Döner Üniversitesi" tabirini kullanır. Hamburg Gast
ronomi ve Besin Meslek Okulu olarak anılan okulda, döner kebap yapımında
etin üretimi hem teorik hem de uygulamalı ders olarak verilir.•
Döner kebabın özellikle 20oo'lerde gündem yarattığı ülkelerden biri de
İtalya'dır. Avrupa'run yemek konusunda en iddialı ülkelerinden biri olan İtal
ya, kebap ve yabancı düşmanlığı konusunda ilginç tartışmalara öncülük eder.
2009'un Ocak ve Şubat aylarında çıkan haberlere göre İtalya'nın Lucca şehri
ilk olmak üzere, Lombardy ve Milan gibi şehir merkezlerinde kebap ve benzeri
etnik yemek satışlarının ve büfelerinin açılmasının yasaklandığı duyurulmuştur.
İtalya'nın aşın sağcı partisi olarak bilinen Lega Nord (Kuzey Birliği) yerel yemek
leri korumak adına etnik yemeklerin daha fazla yaygınlaşmasını önlemek için
böyle bir yasaklamaya ihtiyaç duyulduğunu ifade eder. Lega Nord partisinin üyesi
Ziraat Bakanı Luca Zaia "Biz geleneklerin yanındayız ve kültürümüzü koruyo
ruz" diyerek yasağı destekler.ı Luca Zaia hayatında hiç kebap yemediğini ve ana
nas dahil tüm yabancı yiyeceklere karşı olduğunu da ilave eder. Aynca Lucca'nın
temsilcisi bu yasakla şehrin imajının ve yerel yemeklerinin korunacağını belirtir
ve yasağın sadece kebap dükkanlarını değil, aynı zamanda McDonald's'ları da
hedef aldığını vurgular. Bu yasağın Avrupa'nın birtakım bölgelerinde gittikçe
büyüyen ırkçılığı ve yabancı düşmanlığını aksettirdiği ve teşvik ettiği açıktır.
Örneğin, Lucca'daki merkezi sol muhalefet bu durumu "yemek üzerinden yapı
lan etnik temizlik" (culinary ethnic cleansing) olarak tanımlar. Bu yasaklamada
neyin etnik sayıldığı sorusu ise tam olarak kesinlik kazanamazken, Sicilya mut
fağının Arap etkileri taşıdığı düşünülürse Sicilya'ya ne gibi bir uygulama veya
yasaklama geleceği alay ve biraz da merak konusu olur.
ı Çağlar, Ayşe (1999) "Mc Kebap: Döner Kebab and the Social Positioning Struggle of German
Turks." C. Lentz (der.) Changing Food Habits: Case Studies for Africa, South America and Europe içinde.
Amsterdam: Harwood Academic Publishers, s. 273-275.
2 Spiegel. "Doner University: Germany introduces kebab qualifıcation for students." 3 Ağustos 2007.
3 Times Online. " I taly bans kebabs and foreign food from cities." 31 Ocak 2009.
https://www.thetimes.eo.uk/article/italy-bans-kebabs-and-foreign-food-from-cities-5knbno5f9cn
4 The Guardian. "Anti·immigrant Italians find a new foe: food from abroad." 15 Kasım 2009.
h ttps://www.theguardian.com/world /2009/ nov/ ı 5 / i talys-kebab-war-hots-up;
The Guardian. " i n praise of... the kebab." 16 Kasım 2009.
https://www.theguardian.com/commentisfree/2009/nov/16/italy-foreign-food-shops-immigrant.
5 adnkronos international. ""Italy: New pizza and kebab shops banned in Yenice." 7 Aralık 2009.
http:wwwı.adnkronos.com/AKl/English/CultureAndMedia/?id=3.o.4078827418;
South-South l nformation Ga teway. ""Pizza, Kebab Outlets To Be Banned i n Yenice To Protect Heritage."
(Bernama) 8 Aralık 2009. http://www.ssig.gov.my/blog/ 2009 / ı2/08/pizza-kebab-outlets-to-be-ban
ned-i n-venice-to-protect-heri tage
E
2
kamusal alan ayrımının ortaya çıktığı ve bu ayrım bağlamında cinsi
yet rollerinin tekrar yapılandıkları sosyal bilimcilerce ısrarla vurgu
lanmıştır. Kamusal alan erkeklerin alanı iken, özel alandaki bazı mekanlar,
örneğin mutfak, kadının alanı olarak ifade edilmiştir.' Batı toplumları düşü
nüldüğünde toplumsal ilişkilerin ve cinsiyet rollerinin dönüşmeye başladı
ğı, kadınların evin dışında daha fazla çalışır olduğu 2 0 . yüzyılda da ev içi
rol dağılımlarının çok da değişmediğini söylemek yanlış olmaz. İngiltere'de
ı98o'lerde bu konu üzerine çalışan sosyologlar, kadının hala yemek işlerin
den ve alışverişten sorumlu, erkeğin ise evi geçindiren konumunu büyük
ölçüde koruduğunu belirtir.2 ı995'te yine İngiltere'de yapılan bir araştırma
yemek pişirme görevinin yüzde 75'inin, çalışıyor olsalar bile kadınlarca
yapıldığını ortaya koymuştur. Fakat Warde ve Hetherington'un yine İngil
tere'de yaptıkları araştırmalarına göre orta sınıf aileler düşünüldüğünde
erkeklerin ev işlerinde eskiye göre daha fazla sorumluluk aldığı da açıktır
(alt sınıf evlerde ise durum farklıdır ve yemek yapma işi çoğunlukla kadına
aittir) .3 Fakat yine de, İngiltere' de bir erkeğin ancak mutfak işlerine "yardım
cı" olması söz konusu olurken ve bu da onun tarafından yapılmış bir lütfa
işaret ederken, İsveç'te özel alanda rollerin eşit olarak dağıtıldığı ve ev işle
rinin karı koca arasında dönüşümlü olarak yapılabildiği de görülmüştür.4
Ev mekanının cinsiyet rollerine göre düzenlendiği söylenebileceği
gibi (örneğin mutfağın kadın ve feminenlikle ilişkilendirilmesi), pişirme
biçimlerinin de feminen ve maskülen ayrımından nasibini aldığı iddia edi
lebilir. Kaynatma ve ocakta pişirme feminen bir çağrışım yaparken, ızgara
Beli, D. ve Valenıine, G. (1997) Consuming Geographies: We are whaı we eaı. Londra: Routledge, s. 70.
2 Age., s. 70; Murcott, A. (1983) The Sociology ofFood and Eating. İngiltere, Gower; Murcott, A. (1982) "On
the significance of 'cooked dinner' in South Wales" Social Science Information, c. 21:4-5, 677-696.
3 Warde, A. ve Hetherington, K. (1994) "English households and routine food practices: a research
note." Sociological Review, c. 42, 758-778.
4 jansson, S. (1995) "Food practices and the division of domestic labour: A comparison between Bri
tish and Swedish households." Sociological Review, c. 43. 462-477: Beli ve Valentine. s. 72.
YEMEKLE DEVRİALEM 91
veya mangal yapma maskülen bir iş olarak görülür. Mangalın dışarıda,
pişirmenin ise mutfakta yapılması kamusal ve özel alan ayrımından yola
çıkarak, feminen/maskülen ayrımını güçlendirir elbette. Ayrıca, etin mas
külen ile, sebzenin ve salatanın feminen ile ilişkilendirilmesi konusunda
pek çok kaynak mevcuttur.5
Ev mekanının cinsiyet rollerine göre şekillendiği argümanından
yola çıkarak, mutfağın nasıl kadınlar için tasarlandığına ve kadınların
duygularının bazı alışkanlıkları ne ölçüde değiştirdiğine bakabiliriz. Adam
Curtis, The Century of the Self belgeselinde, halkla ilişkiler birimlerinin
ve politikacıların, Sigmund Freud'un teorisini kullanarak nasıl kalabalık
ları kontrol etmeyi amaçladıklarını ve bu esnada nasıl rıza mühendisliği
(engineering of consent) yaptıklarını anlatır. Freud'un etkisiyle tüketicilerin
irrasyonel kişiler oldukları düşünülür ve bu yüzden neyi, nasıl tükettikleri
nin bilinçaltlanndaki arzuda saklı olduğu görüşü hakimdir. Ernest Dichter
adlı psikanalist, hedef gruplarla çalışmalar yaparak, tüketicilerin bilinçaltını
anlamaya çalışır, yani tüketicilerin arzularını, isteklerini, suçluluk duygula
rını bu gruplara çeşitli testler uygulayarak anlamak ve ona göre tüketicileri
etkilemek ve kontrol etmek amacındadır. Örneğin, ABD'de r96o'larda yeni
yeni ortaya çıkan malzeme karışımları, ev kadınlarının işini sözde kolaylaş
tırmak ve çabuklaştırmak içindir. Fakat Betty Crocker markasının çıkarttığı
kek karışımı nedense tüketici tarafından pek rağbet görmez. Dichter bunun
nedenlerini araştırırken ilginç bir durumla karşılaşır. Dichter'in çıkarttığı
sonuca göre Betty Crocker'ın piyasadaki başarısızlığının nedeni kadınların
yaşadığı suçluluk duygusudur. Ev kadınları karışım sayesinde kekleri çaba
sız, kolay ve çabuk yapabildikleri için iş yapmadıkları duygusuna kapılırlar
ve kendilerini suçlu hissetmeye başlarlar. Dichter kadınların bilinçaltından
gelen bu suçluluk duygusunu ortadan kaldırmak için, kadınlara küçük de
olsa bir görev verilmesi gerektiğini düşünür. Kadınların kek yapma işinde
daha fazla katılımları olmalıdır. Bu durumda yumurtayı karışımdan çıkar
tır ve kadınların karışımı uygularken, hiç olmazsa yumurtayı kendilerinin
eklemesini sağlar. 6 Böylece ev kadınlan hem karışımın getirdiği kolaylıktan
7 Nauhaus, J. (1999) "The Way to a Man's Heart: Gender Roles, Domeshc Ideology, and Cookbooks
195os." ]ournal of Social History, c. p:3, s. 529.
in the
8 Zavin, T. ve Stuart, F. (1963) The Working Wives' Cookbook (Salaried or Otherwise). Crown Book Club.
9 Nauhaus, s. 544.
ıo Bracken, P. (1960) The 1 Hate to Cook Book. Fawcett Publishing.
ıı Nauhaus, s. 545.
12 Age. . s. 54 6 .
13 Belasco. W. (2002) " Food Matters: Perspectives on an Emerging Field." Berlasco, W. ve Scronton,
P. (der. ) Food Nations: Selling Taste in Consumer Societies içinde. New York: Routledge, s. 7·8.
14 Age., s. 8.
15 Avakian, A. V. (1997) (1998) Through the Kitchen Window: Women Writers Explore the lntimate Mea·
nings ofFood and Cooking Boston: Beacon.
16 Avakian, A.V. (der.) (2005) "Shish kebab Armenians?: Food and the construction and maintenan
ce of ethnic and gender identities among Armenian American feminists." A. V. Avakian ve B. Haber
der., From Betty Crocker to feminist food studies: critical perspectives on women and food içinde. Boston:
University of Massachusetts Pr<"SS, 257-280.
20 Age., s. 368-369.
21 Age., s. 370.
22 Age., s. 372.
23 Age., s. 3 6 9.
YEMEKLE DEVRİALEM 97
ni mutfak ve kadın ilişkisinin özgürleştirici hallerine bırakmıştır. Yemek
pişirmek kadınlar için bir güç göstergesi olabildiği gibi, göçmen toplumları
birleştirici bir unsur da sayılır. Ayrıca yemek özgür alanlar yaratabildiği
ölçüde toplumsal cinsiyet rollerinin doğallaştırılmış konumlarını da dönüş
türmeyi başarabilir. Kadınlar ve anneler yemek kitaplarında aktivist bir
söylem benimser ve bu kitaplar, tarifler ve yemek yapma pratikleri yoluyla
savaş zamanlarında barış talep edebilir ve milliyetçiliğin ötesine geçerek
kozmopolit söylemlerini aktif bir şekilde duyurabilirler.
Y
emek ve özellikle ulusal veya etnik kimlik arasındaki güçlü ilişki inkar
3
edilemeyeceği gibi, bu ilişkinin bağlamına göre değiştiği, önemsizleş
tiği gerçeğini de unutmamak gerekir. Bira (ve belki de her yemek ve
içecek gibi) tarih boyunca hem kimliğe hem de kimliksizliğe işaret etmiştir.
İnsanların on bin ila on iki bin yıl öncesinden beri bira yaptıkları birçok kay
nak tarafından ileri sürülmüş, biracılığın en eski örnekleri Mezapotamya'da
yaşayan Sümerlerde görülmüştür. Hatta Sümerlerde sembolü arpa olan
Ninkasi adında bir bira tanrıçasının varlığından bahsedilir.'
Daha da önemlisi, biranın toplumların temel yapılarını dönüştürdü
ğü iddia edilmiştir. Örneğin, göçebe toplumdan tarım toplumuna geçişle
bira yapımının aynı zamanlara denk geldiğini iddia edenler vardır. Bununla
birlikte medeniyet ve biracılığın neden aynı zamanda ortaya çıktığı konu
sunda bazı ilginç görüşler ortaya atılmıştır. Bu bağlantının tesadüfi olma
dığı ve biranın medeniyetin çıkışında rol oynadığı birkaç bilim insanınca
iddia edilir. Örneğin, Kaliforniya Üniversitesinde biracılık bilimlerinde
( Brewery Sciences) Profesör Charlie Bamforth bu bağlantıyı şöyle açıklar:
"Bira modern medeniyetlerin temelini oluşturur. Bira keşfedilmeden önce
insanlar sürekli gezer ve keçilerin peşinden oradan oraya giderlerdi. Daha
sonra fark ettiler ki arpa ekilebiliyor ve filizleniyor, ekmek haline getirilip
yeniyor ve şirin, samimi ve sıcak bir duygu veren bir sıvı haline geliyor.
Böylelikle insanlar keçilerin peşinden koştukları günleri geride bırakıp
arpa ekmeye başladılar. Oldukları yerde arpanın büyümesini ve biranın
yapımını beklediler. Çadırlar köy oldu, sonra kasaba, daha sonra da şehirler
ortaya çıktı. İşte şimdi New York'tayız, bira sayesinde."2 Bamforth'un bira
ya cömertçe yüklediği bu belirleyici anlam her ne kadar kulağa biraz delice
gelse de bunu iddia eden tek bilim insanının Bamforth olmadığını da söy-
YEMEKLE DEVRİALEM 99
lemek gerekir. Biranın tarihine baktığımızda bu görüşe benzer görüşlerle
karşılaşınz.3 Genel olarak tarihi yemek üzerinden yeniden yazma ve yeme
ğe belirleyici rol yükleme eğilimi olan çalışmalara rastlarız son zamanlarda.
Örneğin, Tom Standage besinlerin değişiminden çok, besinlerin toplumda
neleri değiştirdiğini, toplumsal dönüşümleri nasıl gerçekleştirdiklerini
anlahr.4 Ama biz bu konuyu tarihçilere bırakıp biranın vesile olduğu muh
telif hikayelere geçelim.
19. yüzyılın ikinci yarısında Şikago'da yabancı düşmanı aşırı muha
fazakar bir partinin üyesi olan Levi Boone belediye başkanı olur. Boone'nin
özellikle Almanlara karşı antipatisi vardır. Almanların kendi mahallelerini,
kiliselerini ve sendikalarını kurmaları Boone'i rahatsız etmiş ve Alman olan
her şeyi reddetmeye başlamışhr. Bira da bunlardan biridir. Bira Boone için
"Amerika karşıtı, " "uğursuz" bir Alman içkisidir. İşte bu yüzden 1855 'te
birayı Almanlara karşı bir silah olarak kullanır. ilk iş olarak içki satışı ruh
satına yüzde 6oo'luk bir zam yapar. Sonra alkol ve dolayısıyla bira satışları
nın pazar günleri yasaklandığını açıklar. Bu uygulamayla hedef aldığı yerler
hiç şüphesiz şehrin kuzey kesiminde olan Alman tavernalarıdır. Fakat bu
uygulamadan haberi olmayan Alman işletmeciler her pazar olduğu gibi
yasağın geldiği ilk pazar günü de tavernalarını açarlar ve o gün o bölge
de bira içen iki yüz kadar Almanın tutuklanmasına sebep olurlar. Fakat
Alman işletmeciler bu durumu protesto etmek için eyleme başlar ve polisle
çatışmaya girerler. Olay beklenmedik şekilde büyümüştür ve neredeyse
bir fiyaskoya dönüşmüştür. İki tarafta da çok fazla yaralı vardır. Bu olay
dan sonra Boone yenilgiye uğradığını anlar ve Almanlara karşı uyguladığı
politikasını hafifletmek zorunda kalır. Şikago'daki etnik mahalleler tekrar
pazar günleri bira tüketmeye başlar.5 Böylece bira politikanın içine girmiş,
yabancılara uygulanan baskının aracı olmuş ve aynı zamanda yabancılara
bu baskıyı yendikleri bir alan sağlamıştır.
Çok geçmeden Şikago Amerika'da biranın çok üretildiği ve tüke
tildiği şehirlerden biri olacaktır. Fakat Alman antipatisi Birinci Dünya
Y E M E K L E DEVRİALEM 1 03
paylaşımın çoktan beri yapıldığını söylerler. Yani ev yapımı biracılar bira
tariflerinin gizli tutulmadığını ve özellikle İnternet üzerinden sürekli pay
laşım içinde olduğunu beyan ederler. Hatta bira tarifleri veren kitaplar da
çıkartmışlardır. Yani ev birası baştan beri "özgürdür," endüstriyelleşmeye,
seri üretime ve markalaşmaya karşıdır ve paylaşım içinde kendini tekrar ve
tekrar üretmektedir.'4 Ev biracılannın bu itirazı "özgür bira"nın yüzeysel
ve göstermelik olduğu fikrinden yola çıkar ve bu noktada ev biracılarına
katılmamak en azından bizim için zordur.
14 Wired. "Free Beer for Geeks." 18 Temmuz 2005. http://www. wired. com/2005/07 /free-beer-for-geeks/
B
ugün yemeği iletişim çalışmaları çerçevesinde düşündüğümüzde
4
kültürlerin, ideolojilerin ve kimliklerin, yani kısacası anlamların na
sıl yemek üzerinden yaratıldığına bakar, genellikle söylem analizi
ve göstergebilim yöntemleri kullanırız. Örneğin, yemeği sanki "dil" gibi,
bir iletişim aracı ve hatta bir iletişim sistemi olarak tartışır, kültürü, ideolo
jiyi ve kimliği yansıtan ve/veya yaratan bir unsur olarak inceleriz. Yemeği
dostluk, kardeşlik ve dayanışma üzerinden düşündüğümüz gibi, ayrımlar,
zıtlıklar ve düşmanlıklar üzerinden de düşünür, çalışırız. Ayrıca kitap, film
ve televizyon gibi mecralarda yemeğin nasıl temsil edildiği, neleri temsil
ettiği ve hikaye anlatımındaki rolü de incelenmiştir. Tüm bu bakışlarda ye
mek, metin, söylem ve semiyotik analizine tabi tutulmuş, nasıl anlamlar
yarattığı veya var olanları nasıl yansıttığı tartışılmıştır. Bu durumda çizgisel
modellerin tam olarak açıklayamadığı, yarım bıraktığı, değinmediği, dışarı
da tuttuğu yerleri açıklamış oluruz. Başka bir deyişle, yemek mecra olarak
anlamların, söylemlerin, kültürün ve tabii ki bağlamın dışında düşünüle
mez. Ayrıca yemek sadece basit bir iletişim aracı olarak değil, anlamları
bizzat yaratan ve ileten bir iletişim sistemi olarak ele alınmalıdır.
Sinema ise anlamların, değerlerin ve ideolojilerin üretilmesi ve
tekrar üretilmesine doğrudan dahil olmuştur. Bu durumda sinemayı an
lamanın bir yolu, onu, işaretler sistemi ve semiyotik üretim ilişkisi içinde
çalışmaktır. Sinema eleştirmenleri ve akademisyenleri bu semiyotik siste
min nasıl çalıştığına kıyafetler, dekor, ışık, müzik ve oyunculuk üzerinden
bakarlar. Yemeğin de bu semiyotik sistemin içindeki rolü kuşkusuz çok
önemlidir. Örneğin, yemek, sinema tarihinin ilk örneklerinden beri, hika
yenin parçası olmuştur. Anne Bower, Auguste Lumiere ve Louis Lumiere'in
(Lumiere kardeşler) 1895'te yaptıkları ilk filmlerinde bir bebeği mama yedi
rilirken görüntülediklerini hatırlatır. Bower'e göre, Lumiere kardeşler bel
ki de günlük hayatın sıradanlığını yansıtmak ve bu sıradanlık ve aşinalıkla
yeni teknoloji (film) arasında bir denge tutturmak istemiştir.' Film türlerine
ı Bower, Anne (2004) "Watching Food: The reproduction of food, film and values." Anne Bower (der.)
Reel Food: Essays on Food and Film içinde. New York: Routledge, s. 3-4.
2 Keller, james (2006) Food. Film and Culture: A Genre Study. North Carolina: McFarland and Corn·
pany Publishers; Shugart. Helene A. (2008) "Sumptuous Texts: Consurning 'Otherness" in the Food
Film Genre." Critical Studies in Media Communication. c. 25:1, 68-90.
3 Sinema ve yemek ilişkisi için İ lkay Kanık'ın Gastro Gösteri adlı kitabı önemli bir kaynaktır (Kanık, 1.
2oı6. Gastro Gösteri. İstanbul: Ayrıntı. )
4 Shugart, s. 68-90.
P
ek çeşitli coğrafyalardan anlattığımız yemek hikayelerine, bu
bölümde sınırlı bir coğrafyadan devam edeceğiz. Osmanlı ve
Türkiye hikayelerini anlatırken tarihin farklı noktalarına, fark
lı bakışlarla değineceğiz. Bu esnada Batılılaşma ve bununla birlikte
gelen doğu/batı, alaturka/alafranga, medeni/gayri medeni, geleneksel/
modern (veya ilkel/modern) gibi zıtlıklar da sıklıkla karşımıza çıkacak.
Arabesk tam bu zıtlıkların merkezinden doğar. Şehirli/kasabalı, kültür
lü/kültürsüz ve üst/alt sınıf ayrımlarını da içine alan arabesk kültürü
yemekte de kendini göstermiş, tüm bu zıtlıkların ve ayrımların tekrar
ve tekrar tartışılmasına vesile olmuştur. Özellikle r97o 'ler ve r 9 8o'lerde
arabesk ve yemek kültürü üzerinden yapılan ateşli ve zaman zaman iro
nik tartışmaları bu bölümde anlatacağız. Küreselleşme nasıl tek yönlü
bir süreç değilse ve tüm karmaşıklığıyla ele alınması gerekiyorsa, Batı
lılaşmanın da aynı şekilde çetrefil bir süreç olduğunu, sadece 7o'lerin
ve 8 o'lerin arabesk tartışmalarıyla değil, Osmanlının Batı ile ilişkilerine
baktığımızda da kolaylıkla anlayabiliriz. Özellikle Osmanlı ve Türkiye
hikayelerinde modernleşme ve medenileşme süreçleriyle eşanlamlı
tutulan Batılılaşma, Doğunun ve Batının birbirlerine bakışlarının izinde
aranmalıdır. Batının Doğuyu kurgulaması bir yana, Doğunun da Batı
kurgusu (veya hayal ettiği bir Batı kurgusu) içinde kendini bulması veya
kendi kimliğini yaratması belki de kaçınılmazdır. Bu noktada tek düze
bir Batılılaşmaktan bahsetmek yerine, bakışların rol aldığı, herkesin
kendini başkasına veya başkasının gözüne karşı tanımladığı ve kurduğu
bir süreçten bahsetmek doğru olacaktır. Bu kimlik oluşumlarında yeme
ğin elbette rolü vardır. Yemek tarih yazar. Yemek Osmanlıyı, Türkiye'yi
ve Batılılaşmayı farklı bir dille, tatlarla ve kokularla anlatır. Yemekle
tarih egzotikleşir ve bizim olan, bizim tarihimiz, "ötedeki coğrafya"
oluverir. B u noktada Osmanlı mutfağı "heyecan verici şekilde farklı ve
olağandışı" olanı temsil eder. r97o 'lerden geriye doğru gideceğimiz
bu serüvende 1 9 . yüzyıl Osmanlı saray mutfağındaki Batılılaşma eği-
B
1
ilanından beri hayatın pek çok alanında görünür olmuştur. Ala
turka/alafranga, geleneksel/modern, şehirli/kasabalı, kültürlü/
kültürsüz, elit/alt sınıf ve medeni/gayri medeni gibi pek çok zıtlık üze
rinden tanımlanan kültür, yeme içme alanında da kendini uzun süren
hissettirmiştir. Bu yazıda r 97o'ler ve 8o'lerde bu zıtlıkların yarattığı
yemek kültürüne bakacağız. r97o'lerde basılmış ve sonrasında ondan
fazla baskısıyla en az otuz seneye damgasını vurmuş, Gönül Candaş'ın
Bereketli Olsun kitabı, ev kadınlarına Alman keki, meyvalı tart, krep,
kiş, şinitzel ve krem karamel gibi modern ve Batılı yemeklerin kolay
tariflerini verir. Aynı şekilde ana akım medyada da modernleşmeye
"heveslendiren"' yemek tarifleri verilmiştir. r97o'lerin ikinci yarısında
Hayat dergisi alafranga mutfaklardan seçtiği yemek tariflerini okurlarına
özenle aktarır: " Şarapta pişirilmiş et," "Bira ve hardallı tavşan," "Fırında
midye ve karides," " Liege usulü krep süzet. "2 Şehirli orta sınıf ev kadın
ları evlerinde Batı yemekleri pişirirken, r 9 6 o'lardan başlayarak şehrin
"çevre" bölgelerinde, modernleşmeden bambaşka şekillerde nasibini
almış, başka hayatların insanları da vardır. Kırsal bölgelerden şehre göç
etmiş bu hayatlar, şehir kültürüne kendilerince adapte olmaya çalışırken,
yavaş yavaş "merkeze" doğru kayacak ve modernleşme sürecini değişik
bir boyuta taşıyacaklardır. Dışarıdaki gözün deyimiyle, kendilerini şehre
değil, şehri kendilerine adapte edeceklerdir. Şehrin "çevresinde" ortaya
çıkan arabesk kültürün uzun süre dışlanması, belki de modernleşmeyi
sekteye uğratacağı korkusundandır.
r96o'ların sonlarında kırsaldan gelen gecekondu nüfusunun popü
ler müziği olarak bilinen arabeskin, şehirli/kasabalı, kültürlü/kültürsüz,
elit/alt sınıf ve medeni/gayri medeni gibi zıtlıklar bağlamında ortaya çık
tığını söyleyebiliriz. Arabesk "geleneksel" ile "modern"in birleşimi, melez
ı Onaran, Burak (2015) Mutfaktarih: Yemeğin Politik Serüvenleri. İstanbul: t letişim, s. 46.
2 A. g. e .
YEMEKLE DEVRİALEM 11 3
bir kültür olarak tanımlanır. Şehirlerin "çevresinde" yaşayan göçmenlerin
Türk toplumundaki modernleşmeye ayak uydurma çabası sonucu oluştuğu
iddia edilmiştir.3 Arabesk, içeriden bakıldığında gecekonduları, yabancılığı,
fakirliği, aşkı ve acıyı, dışarıdan bakıldığında ise ilkelliği, kültürsüzlüğü ve
alt sınıfı temsil eder ve medeniyet ve modernleşme sürecine engel teşkil
ettiği düşünülür. Örneğin, Onat Kutlar ı98o'de yazdığı "Arabesk Olayı"
başlıklı yazısında arabeski "ilkel" bir müzik olarak tanımlamıştır.4 Emre
Kongar da daha sonra benzer şekillerde arabeski "gecekondu kültürü"ne
ait olduğu ve "toplumsal saygısızlık" potansiyeli taşıdığı için aşağılamıştır.5
"İlkelliğin," "saygısızlığın" ve dejenere kültürün yayılma korkusu yüzün
den olsa gerek, ı97o'lerde başlayan TRT'deki arabesk yasağı ı98o'lerin
sonuna dek sürmüştür. 6
Bir müzik türü olarak popülerleşen arabesk terimi, daha sonra
yemekle de ilişkilendirilir. Örneğin, lahmacun ve çiğköfte arabesk kültürü
nün sembolü olagelmiştir. Yılmaz Öztuna'nın arabeski Büyük Türk Musi
kisi Ansiklopedisi'nde milli kültür ve psikolojiyi olumsuz etkileyen, dejenere
"lahmacun musikisi" olarak tanımlaması ise lahmacun ve arabeskin eşan
lamlı kullanıldığının en iyi göstergesidir.7
Tüketimin mutlulukla özdeşleştirildiği, başarının çok para kazan
makla ölçüldüğü ı98o'lerin ve 9o'ların Türkiye'sinde8 "yeni zengin" imajı
ortaya çıkmış, "yeni zenginler," toplum ve medya tarafından "kültürsüz" ve
"gayri medeni," bir o kadar da "paralı" olarak tanımlanmışlardır. Bu sırada
3 Özbek, Meral (1998) "Arabesk Kültür: Bir Modernleşme ve Popüler Kimlik Örneği." Sibel Bozdo
ğan ve Reşat Kasaba (der.) Türkiye'de Modernleşme ve Ulusal Kimlik içinde. İstanbul: Tarih Vakfi Yurt
Yayınları, 168-187. s. 168, 169.
4 Alıntı: Pekşen, Ali (2004) "Bir Popüler Kültür Olarak Türkiye' deki Arabesk Kültürü Anlama Çabası:
Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski." İzinsiz Gösteri, sayı 7 (ı Mayıs 2004). Kutlar, Onat (1980)
"Arabesk Olayı," Milliyet Sanat Dergisi, no: 9, s. 18-ı9. (Alıntı: Pekşen, Ali (2004)).
http://www. izinsizgosteri. net/asalsayio7/Ali. Peksen_7. html)
5 Alıntı: Pekşen (Kongar, Emre (1994) "Özgürleşme mi? Arabeskleşme mi?" Hürriyet Gösteri, no: 46,
s. 80-81).
6 Özbek, s. 184.
7 Alıntı: Pekşen (Öztuna, Yılmaz (1990) Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi. Ankara: Kültür Bakanlığı
Kültür Eserleri Dizisi, s. 63).
8 Navaro-Yashin, Yael (2002) "The market far identities: secularism, Islamism, commodities." Deniz
Kandiyoti ve Ayşe Saktanber (der.) Fragments of Culture: The Everyday ofModern Turkey içinde.
New Brunswick ve New Jersey: Rutgers University Press, s. 223.
ARABESK K Ü LTÜR: LAH MACUN-Vİ SKİ B İ R L İ KTELİ�İ VE Çİ� KÖFTE PARTİ LERİ
davranış biçimleri, müzik ve diğer zevklerin yanında, belli başlı yemekler
de "yeni zenginliği" sembolize eder olmuştur. Claude Levi-Strauss'a göre
yemeğin sembolizmi bize kendisinden çok fazla şey söyler. Yemek bir gös
terge olarak kimlik inşa etmede ve kimlik belirlemede önemli rol oynar. Ve
hatta Levi-Strauss yemeğin düşünmek için iyi bir araç olduğunu iddia eder
(good to think with).9 Pierre Bourdieu da yeme tercihlerinin sınıfsal formül
ler tarafından belirlendiğini iddia etmektedir.10
Bu noktada ı98o'lerin ve 9o'ların Türkiye' sini, popüler kültürünü ve
sınıfsal formüllerini anlamak için belli başlı yemeklere bakmak faydalı olabi
lir. Örneğin, o zamanki görüşle, Doğulu yemeği olarak bilinen lahmacun ve
çiğköfte, sınıfsal ve etnik ayrımların sonucu (örneğin "Doğululuk" ve "Kürt
lük") gecekondu kültürü ve "ilkellikle" özdeşleştirilmiştir. Lahmacundaki
soğan, sarımsak ve baharatlar "geri kalmışlığı" çağrıştırır." Yani özellikle
kokular üzerinden yapılan ayrışmanın çok önemli olduğunu söyleyebiliriz.
Sınıf, ırk ve etnik farklılıkları vurgulayan ve güçlendiren koku neredeyse
modernliğin antitezidir.12 Örneğin, Marybeth McPhee Amerikan kültürünün
kokusuzluğunu tarif etmek için "deodorantlanmış kültür" (deodorized cultu
re) tabirini kullanır.1ı Koku Bahda, parfüm ve sabun dükkanlarının dışına çık
mazken, Doğu her türlü kokunun iç içe geçtiği bir yer olarak algılanır. Keskin
sarımsak, soğan ve çeşitli baharat kokuları Doğu ve dolayısıyla "modern
olmayana" aittir. Lahmacunun "geri kalmışlığı" da modernleşmeye çalışan
bir toplumda kokular üzerinden yapılan ayrımcılığın uzantısıdır.
"Yeni zenginleri" "kültürsüz" yapan sadece lahmacun ile ilişkileri
değil, Doğuyu çağrıştıran bir yemekle (lahmacun) birlikte, zıt algılanan ve
hiç yakışmayacağı düşünülen Batının viskisini içmeleridir. Lahmacun ile
viskinin birlikteliği "yeni zenginliği" ve "magandalığı" sembolize eden bir
9 Levi-Strauss, C. (1968) [1983] The Raw and the Cooked: Mythologiques. Chicago: University of Chica
go Press.
ıo Bourdieu, Pierre (1984) Distinctions: A Social Critique ofthe Judgment ofTaste. Boston: Harvard Uni
versity Press.
ı ı Ahıska, Meltem ve Yenal, Zafer (2006) Aradığınız Kişiye Şu an Ulaşılamıyor. lstanbul: Osmanlı
Bankası Yayınları, s. 137
12 Manalansan, Martin F. (2006) " Immigrant Lives and the Politics of Olfaction in the Global City."
)im Drobnick (der.) The Smdl Culture Reader içinde. Oxford ve New York: Berg. s. 44.
13 McPhee, M . (1992). " Deodorized Culture," Arizona Anthropologi.<t, c. 8 , 89-102.
YEMEKLE DEVRİALEM n5
birleşim olmuştur. "Yeni zenginler" için ne Batıdan ne de Doğudan vaz
geçmek mümkündür. Batılı viski ile Doğulu lahmacun bir araya gelmiş,
melez, yani arabesk kültürü tabir edilen bir kültür oluşmuştur. Tabii bu
birleşim aynı zamanda, Batının ucuz bir taklidi olarak da algılanır. Kötü
damak tadının ve dejenere kültürün simgesi arabesk ne tam Doğulu, ne de
Batılıdır. Popüler kültüre nüfuz eden arabesk "medeni" ve modern şehir
hayatını tehdit eder. Popüler kültürün bizzat içinde vuku bulan "ilerleme,"
"modernlik" ve "medeniyet" söylemleri, "modernlik öncesi" ve "Doğulu
luk" gibi zıt kavramları toplum nezdinde daha da güçlendirmiştir.
Lahmacun gibi 198o'lerde şehirlerde popülerleşmeye başlayan
çiğköfte de modernliğin zıttı, Güneydoğululuğun bir sembolü olarak kur
gulanır. Modernleşme ve elitleşme heveslisi şehirlinin gözünde çiğköftenin
her şeyi falsodur. Yapılışından sunumuna, ritüelinden yeme şekillerine
kadar bir "ilkellik" göstergesidir. Çiğköfte bol acılı ve baharatlıdır, dolayı
sıyla yabancıdır, Batının zıttıdır. Ayrıca çiğköfte ünlü antropolog Claude
Levi-Strauss'u utandırmayacak biçimde medeniyete ters düşmektedir çün
kü resmen çiğ ettir. Çiğ ve pişmiş zıtlıklarını toplumları, hatta modern top
lumu anlamak için kullanan Levi-Strauss, toplumlardaki pişirme teknikle
rine bakarak "kültürel" olana ne kadar yaklaşıldığını tahmin eder. Örneğin,
ateşte pişirmek etin bir kısmını çiğ bırakacağından "kültürel" olana daha
az yakınken, suda kaynatarak pişirmek "kültürel"e daha yakındır. Yani
Levi-Strauss'a göre çiğ ve pişmiş zıtlığı "doğal" ve "kültürel" ayrımına işaret
etrnektedir.'4 Ayrıca çiğköfte insan teriyle yoğrulur, tavanlara, duvarlara atı
larak, mekanı kirletir. Çatalsız-bıçaksız "medeniyet dışı" bir dünyaya aittir.
Medeniyet yolunda çiğköftenin sembolize ettiği tüm bu engellere bakarsak,
yarattığı korkuyu ve dışarda bırakılmışlığını da anlayabiliriz. Çiğköftenin
"geri kalmışlıktan" "medeni" olana geçiş yapması bir hayli zordur.
Jack Goody, toplum ilişkilerini, bireysel değişimleri, dışardan gelen
sosyokültürel etkileri ve tarihsel faktörleri ele almadığı ve önemsemediği
için Levi-Strauss'u eleştirmiştir. Goody, Levi-Strauss'un çalışmalarında
sınıfsal ve tarihsel farklılıkların hiç üzerinde durulmadığını, yani bu çalış
maların tüm sınıfları veya zamanları içine aldığı izlenimi verdiğini söyler.
14 Levi-Strauss.
15 Goody, John (19112) Cooking, Cuisine and Class. Cambridg<': Camhridg<' U nivf'rsity Press.
YEMEKLE DEVRİALEM
taşındı. Genel Kuruldan çıkan milletvekilleri çiğköfte ve lahmacuna
büyük bir iştahla saldırırken, grup toplantı salonu kebapçı dükkanı
nı andınyordu.16
16 Milliyet. "Bu kadan da fazla: Meclis'te çiğ köfte partisi," ıo Aralık 1992, s. ı .
17 Milliyet. "Meclis'ten Görüntüler" (Oktay Akbal). 1 5 Aralık 1992, s. 15.
18 Milliyet. "Çiğ köfte" (Altan Öymen) . ıı Aralık 1992, s. ı ; Milliyet. "Çiğ köfte ve Keşkem" (Doğan Heper).
27 Aralık 1992, s. 2; Milliyet. "Tanju. Çİ� köfte ve Entel Demokratlar" (Hasan Pulur). 28 Aralık 1992, s. 3.
118 ARABESK KÜLTÜR: LAH MACU N-Vİ SKİ Bİ RLİKTELİ�İ VE Çİ� KÖFTE PARTİLERİ
çiğköfte yoğurmanın yeri lokantadır, Meclis değildir. Sınıfsal ayrıma karşı
çıkarak, Meclisin kebapçı dükkanı olmadığı gibi, Fransız lokantası da ola
mayacağını vurgularlar.
Başka bir yorumda ise, meclisteki çiğköfte partisini organize eden
Doğru Yol Partisi Şanlıurfa Milletvekili Abdürrezzak Yavuz "çiğköfte ve
lahmacun kokularının mimarı" olarak hicvedilmiştir.'9 Yavuz çiğköfte
hadisesinden bir gün sonra gelenekselci bir yaklaşımla "ilkellik" söylemine
karşı çıkar ve tartışmaya başka bir boyut kazandırır:
28 Johnston, Josee & Baumann, Shyon (2007) "Democracy versus distinction: A study of omnivorous
ness in gourmet food writing." American joumal oJSociology c. 2, 1 6 5-204.
122 ARABESK KÜLTÜR: LAH MACUN-Vİ SKİ Bi R L İ KTELİi:: İ VE Çİi:: KÖFTE PARTİ LERİ
OSMAN LI DA BATI LILAŞMA TEZAH ÜRLERİ:
TALAŞ KE BABI, H üNKARB E G E N D İ VE
CRousTAD E n 'ANANAS EN S u LTAN E
Potage Sevigrıi
Paupiette a la reine ve croustade de foie gras a la Lucullus
1
ciğerli çıtır turta
•
2 Ik başta bunun bir Fransız davetinden alınmış yemek listesi olduğu
düşünülebilir. Fakat bu yemek isimleri 1 9 . yüzyıl Osmanlı saray mut
fağında pişirilen ve ziyafetlerde sunulan yemeklerden bazılarıdır. Peki
neler olmuştur o dönemde Osmanlı saray mutfağında? Bu soruya genellikle
net ve basit bir cevap verilir: "Batılılaşma." Fakat gerçekte bu süreç basit,
homojen ve tek doğrultuda ilerleyen bir süreç değildir. Batılılaşma dediğimiz
sürecin karmaşıklığını anlamak için o dönemde Osmanlının Batı ile ilişki
sinde çeşitli kurguların ve bakışların oynayabileceği role bakmamız gerekir.
Osmanlının Batı ile ilişkisi basit bir hayranlık ilişkisinden ibaret
değildir. Meltem Ahıska'nın da belirttiği gibi Osmanlı ve Türk modernite
sinin yapılanması ve temsil edilmesinde Osmanlının hayalindeki Batı imajı
veya Batı hakkında kurulan fanteziler büyük önem taşır.' Peki Osmanlı
için Batı nedir, nasıl kurgulanmıştır veya hayal edilmiştir? Bu soru Batıyı
anlamaktan çok, Osmanlının kendi kimliğini nasıl yarattığını anlamak için
önemlidir. Kimlik oluşumlarında "ben" "öteki"ne karşı kurduğu zıtlık için
de var olur. Fakat "ben" ve "öteki" ilişkisi sabit duruşlardan ve değişmez
zıtlıklardan ibaret değildir elbette. " Ben"in oluşumunda "öteki"nin gözü/
bakışı çok önemlidir. "Ben" "öteki"ne karşı kendini tanımladığı gibi, "öte
ki" tarafından da tanımlanır. Bu durumda Osmanlı her ne kadar kendini
Avrupa'dan farklı olarak tanımlasa da Avrupa'nın kendisini nasıl gördüğüy-
ı Ahıska, Meltem (2003) "Occidentalism: The Historical Fantasy of the Modern." T1ıe South Atlantic
Quarterly c. 102: 2/3, 351-379 , s. 353·
YEMEKLE DEVRİALEM 12 3
le de ilgilenir. Bu, Ahıska'nın deyimiyle Osmanlının hayalindeki Batının
gözüyle açıklanabilir. Bu tezde hem Osmanlının Batıyı nasıl gördüğü ve
kurguladığı, hem de Osmanlının hayalindeki Batının gözünden Osmanlı
nın nasıl kurgulandığı belirtilir. Yani Osmanlı hem bir Batı hem de bir Batı
gözü/bakışı hayal eder. 2
Taner Akçam'a göre Osmanlının Batı veya Avrupa ile ilişkisi çok
karmaşıktır. Osmanlı Avrupa'ya hem hayranlıkla imrenerek bakar hem de
Avrupa'ya karşı bir tür nefret ve kıskançlık içindedir.J Akçam'a göre 19. ve
20. yüzyıllar Osmanlı için sadece askeri başarısızlıkların olduğu bir dönem
değil, hor görüldüğü, gururunun incindiği ve manevi bir çöküşün yaşandığı
bir dönemdir. İhtişamlı geçmişini unutamayan Osmanlı aşağılık kompleksi
ile Batıya karşı öfke ve nefret duyar.4 Fakat Osmanlının kafasındaki Batı ima
jı aynı zamanda medeniyeti ve moderniteyi simgeler. Bu yüzden Batının bazı
tarafları "ilerici," "evrensel" ve "medeni" olarak benimsenirken, bazı tarafları
da yozlaşmış olarak dışlanır.5 Osmanlının kafasındaki bu çift yönlü Batı ima
jının ve Batının gözünün yemek ve mutfak kültüründeki etkisine baktığımız
da Batılılaşmanın basit bir süreçten ibaret olmadığını anlayabiliriz.
Osmanlı mutfak tarihi çalışmalarında 19. yüzyıl önemli bir dönem
dir çünkü bu dönem modernleşme ve Batılılaşmayla ilişkilendirilir. Her
ne kadar Osmanlı ve Avrupa yemek kültürleri arasındaki etkileşim 19.
yüzyıldan çok daha eskilere dayansa da -örneğin Amerika kıtasından gelen
pek çok sebze ve meyve Avrupa yoluyla Osmanlı İmparatorluğu toprakları
na gelmiş ve Osmanlı mutfağını değiştirmiştir- 1 9 . yüzyıl Batılılaşmanın
bir akım olarak algılandığı dönemdir. Bu dönemde Batılı tatları, pişirme
yöntemleri ve sofra düzeni Osmanlıda özellikle seçkin kesimin yemek kül
türünü şekillendirmiştir. Batılılaşma süreci (veya Avrupalılaşma olarak da
geçer) alaturka/alafranga zıtlığıyla birlikte moda ve medeniyet söylemleri
üzerinden tartışılır. Deniz Kandiyoti, Avrupalılaşmayla beraber Osman
lının üst ve orta sınıflarında alaturka ve alafranga ayrımının başladığını
2 A. g. e.
3 Akçam. Taner (2004) From Empire to Republic: Turkish Nationalism and the Armenian Genocide.
Londra ve New York: Zed Books, s. 89, 90.
4 A. g. e., s. 91.
5 Mardin, Şerif (1991) Türk Modernleşmesi. lstanbul: iletişim Yayınları.
6 Kandiyoti, Deniz (1997) "Gendering the Modern: On Missing Dimension in the Study of Turkish
Modernity." Sibel Bozdoğan ve Reşat Kasaba (der.) Rethinking Modernity and National Identity in Turkey
içinde. Seattle: University of Washington Press. s. u9.
7 Samancı, Özge (2008) " imparatorluğun Son Döneminde İstanbul ve Osmanlı Saray Mutfak Kültürü."
Arif Bilgin ve Özge Samancı (der.) Türk Mutfağı içinde. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı, s. 199-219.
8 A. g. e.
9 Samancı, Özge (2003) "19. Yüzyıl İstanbul Elit Mutfağında Yeni Lezzetler." İstanbul47 (Ekim), s. 71-74;
Ünsal, Artun (2004) "Osmanlı Mutfağı." Sabri Koz (der. ) Yemek Kitabı içinde. İstanbul: Kitabevi.
YEMEK LE DEVRİALEM 1 25
lılaşma daha çok melezleşme olarak tezahür eder. Beşamel sos Fransızlı
ğını çoktan kaybetmiş , hünkarbeğendi ise Osmanlının geleneksel yemeği
olarak tarihe geçmiştir.
20. yüzyılın başlarında ise Avrupalı ve yerel tatların karışımı yemek
ler saray mutfağında oldukça görünür olmaya başlar. Bu melezleşmeyi yine
resmi davet menülerinden takip edebiliriz. 1909'da Sultan Abdülhamid'in
resmi saray davetinde meclis üyelerine sunduğu yemekleri sıralayacak olur
sak: Yumurtalı bouillon, mayonezli levrek, sebzeli sığır filesi, dana ciğeri
'mousse,' kızarmış hindi ve keklik, beyaz soslu pilavlı tavuk. krema ve don
durma. Burada Batılı yemek tarzlarını temsil eden bouillon, mayonez, file,
mousse, beyaz sos, krema ve dondurma, Osmanlı tatlarıyla birleşip bir tür
melezleşmeye vesile olmuşlardır. 20. yüzyıldaki bu tür resmi saray davet
lerinde özellikle mayonezli levreğe sıkça rastlanır. Ayrıca kremalı çorbalar
ve dondurma da çok sık sunulur. Fakat bunun yanında yerel olanı daha ön
plana çıkartan ziyafetler de olmuştur. Örneğin, Birinci Dünya Savaşından
birkaç ay önce yine meclis üyelerine verilen yemekte sigara böreği, testi
kebabı, türlü, güveç pilavı ve piliç kebabı dikkat çeker. ı o
Avrupa tatları, sentez veya melezleşme sadece resmi saray davet
lerinde değil, aynı zamanda İstanbul'un seçkin evlerinde de görülür. Sula
Bozıs 19. yüzyılın ortalarında ve sonlarında Pera'daki Rum evlerinde pişen
yemekleri anlatırken Doğu ve Batı sentezinden bahseder. Örneğin, Rum
evlerinde o devirde ilginç bir karışım hakimdir. Sarma ve cutlet pane, pilav
ve turta, tavuk göğsü ve pudding aynı masada yer alır." Bununla birlikte
Pera'da çok çeşitli Avrupa lokantaları açılmıştır. Bunların arasında Fransız,
Alman, İngiliz, İtalyan ve Rus lokantaları mevcuttur.1 2 Böylece Pera geç
Osmanlıda Avrupalılaşmayı simgeler ve hatta İstanbul'un Avrupa köşesi
olmuştur. Dönemin yemek kitapları1ı da Avrupalılaşmaya başlamıştır. Bu
kitaplarda cutlet pane, mayonezli balık, Macar çorbası, roz bif, ragout, pate
ro Ünsal (2004), s. 138.
ıı Bozıs, Sula (2000) İstanbul Lezzeti: İstanbullu Rumlann Mutfak Kültürü. (Çev. Foti Benlisoy ve Stefo
Benlisoy. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s. 32.
12 A. g. e., s. 76-79.
IJ Ayşe Fariye Hanım (1882) Ev Kadını; Mahmud Nedim bin Tosun (1900) [1998] Aşçıbaşı. Priscilla
Mary Işın (çeviren). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları; Hadiye Fahriye Hanım (1924) Yeni Ev Kadınının
Yemek Kitabı; Hadiye Fahriye Hanım (1924) [2002) Tatlıcıbaşı. Bateş Yayınları.
S
3
mutfağında yaklaşık altı yüzyıl geriye giderek hiç yaşamadıkları bir
tarihin keşfine çıkarlar. Tatların ve kokuların Osmanlısını ararken
karşılaştıkları, aşina oldukları tarihi bir miras değil, farklı ve egzotik bir coğ
rafyadır. 15. ve 16. yüzyıla ait kırk reçeteyi Paris pazarlarından aldıkları sebze,
meyve ve baharatlarla küçük mutfaklarında uygularken, tatlarda ve kokularda
aradıkları geçmişlerinin, kendilerine çok ötedeki coğrafyalar ve kültürler
kadar uzak olduğunu anlarlar. Eti erik ve üzüm suyunun içinde pişirmek,
elmanın içine kıyma doldurmak, pişmiş ete gülsuyu dökmek ve meyveleri
sebze gibi pişirmek pek de bildikleri yöntemler değildir elbette.
Türkiye ve Osmanlı İmparatorluğu üzerine yaptığı çalışmalarıyla
tanınan Stefanos Yerasimos, 15. yüzyılın ilk yarısında yaşamış ünlü hekim
Mehmed bin Mahmud Şirvani'nin kayıtlarından yola çıkarak, onun derlediği
reçetelerden oluşan yazmaları günümüze uyarlar. 2002'de bu uyarlamalar
dan oluşan Sultan Sofralan: 15. ve 1 6. Yüzyılda Osmanlı Saray Mutfağı kita
bını yayınlar.' Tek tek uyguladığı reçeteleri bir yandan günümüz tatlarına
uyarlarken, öte yandan heyecan ve şaşkınlıkla karşısına çıkan tatları okura
anlatır. Yerasimos bu yemekleri şüphe ve tereddütle pişirdiğini gizlemez.
Meyve, sebze, çeşitli baharatlar, çok miktarda şeker ve balın karışımından
oluşan bu "tuhaf" tarifler, Yerasimos ve okurlarını tarihin egzotik alanları
na götürecektir. Yemeklerin aşırı şekerli olması ise tüm bunların ötesinde,
yemekleri günümüz standartlarında "yenemez" hale getirir. Yerasimos her
ne kadar bu yola tüm kültürel esnekliğini katarak girmişse de, kuyrukyağı
söz konusu olduğunda bu esnekliğini devam ettiremeyeceğini samimiyetle
söyler. Sonuçta, orijinal Osmanlı yemekleri tariflerine, günümüzün damak
tadı "yemeye elverişli değil" damgasını vururken, Yerasimos bu tariflerden
yola çıkarak "yenilebilir" bir Osmanlı mutfağı inşasına başlar. Sultan Sofra
lan hem Şirvani'nin orijinal kayıtları, hem de uyarlanmış tariflerle okura
sunulur. Uyarlanmış kısımda "yemeğe elverişli olmayan" şeker ve bal en
ı Yerasimos, Stefanos (2002) Sultan Sofra/an: 15. ve 16. Yüzyılda Saray Mutfağı. lstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
6 Yerasimos, S., s. 9.
7 A. g. e . . s. 52.
8 Yerasimos, Marianna (2002). Osmanlı Mutfağı: 500 Yıllık Osmanlı Yemek Kültürü. İstanbul: Boyut
Yayın Grubu.
9 A. g. e., s. ıı.
1 0 M . Yerasimos'un alıntı yaptığı kitap Mahmud Nedim Bin Tosun (ı998) Aşçıbaşı. (Çev. Priscilla
Mary Işın). lstanbul: Yapı Kredi Yayınlan, s. 140.
ıı Yerasimos. Marianna, s. 142.
12 A. g. e., s. 189.
13 A. g. e., s. 136.
14 A. g. e., s. 146.
15 A. g. e., s. 131.
16 A. g. e., s. 27.
17 A. g. e., s. 61.
18 A. g. e ., s . 97.
19 Pekin, Ersu ve Ayşe Sümer (der. ) (1996) Eskimeyen Tatlar: Türk Mutfak Kültürü, lstanbul: Vehbi
Koc Vakfı. Şavkay, Tuğrul (2000). Osmanlı Mutfağı, lstanbul: Şekerbank Yayını. Çevik, Nihal Kadıoğlu
(2000). lmperial Taste: 700 years of Culinary Cultures, l stanbul: Ministry of Culture.
20 Karaosmanoglu. Defne (2007) "Aşinalık ve Egzotiklik Arasında Osmanlı M utfağı" Virgül Dergisi,
Kasım, Sayı 112, 28-32.
Y
emek çalışmalarında teknolojinin yeri ve rolü yemek endüstrisi ve
mutfak teknolojileri gibi konularda kendini fazlasıyla gösterir. 1 9 .
yüzyıldan itibaren endüstrileşme ve şehirleşmeyle birlikte üretimde
verimliliği artırdığı düşüncesiyle ortaya çıkmış olan seri üretim bantlarının
ve konservelemenin yemek endüstrisi içindeki yeri tartışılmaz. İşgücünün
disipline edilmesi sonucunda, ne yediğimiz ve bedenimizle ilişkimiz kont
rol edilmiş, sağlık, güzellik, zayıflık gibi kavramlarla denetlenir olmuştur.
Yemek bir nevi "sağlam," "zinde" ve "sağlıklı" bir aile oluşmasına katkıda
bulunan yönetim ve kontrol aracıdır. Böylece aileyi oluşturan bireyler ve
bedenler fark ettirilmeden denetlenir ve hizaya getirilir. İlk mutfak tekno
loj ileri de benzer şekilde hem mutfakta çalışanı denetlemek hem de işgü
cünü verimliliği artırmak üzere disipline etmek için kullanılmıştır. Daha da
önemlisi mutfak teknolojileri zamanı denetler ve düzenler. Böylece insan
teknolojiyle zamana hükmeder hale gelir. H ızlı pişirme tekniklerinden,
mevsimleri yok edebilen derin donduruculara kadar zaman istenilen şekil
de tekrar tasarlanır. Teknoloj i sayesinde günlük hayat ve gelecek tahayyülü
yapılır. Bu bölümde biyopolitika kavramından hareketle, insan bedeninin
nasıl devlet ve kurumları tarafından siyasi bir strateji haline getirilip denet
lendiğini çeşitli örneklerle tartışacağız. Ayrıca yine bu bölümde Amerika
Birleşik Devletleri ve Türkiye örnekleriyle mutfak mekanının bir üretim ala
nı olarak nasıl işlevsel ve teknolojik bir mekan haline geldiğine ve bununla
birlikte geleceğe ve günlük hayata dair ne tür tasavvurlar ve duygular oluş
tuğuna bakacağız. Taylorizmle başlayacak olan bu serüvenimiz, robotlu ve
elektrikli mutfaklarla ve akıllı evlerle devam edecek. Taylorizm, elektrikli
mutfak ve akıllı eve bakarken mutfak mekanının maruz kaldığı değişimleri
gelecek hayalleri ve tasavvurları üzerinden anlamaya çalışacağız.
YEMEKLE ÜEVRİALEM 1 37
MUTFAKTA TEKNO-B İLİ M S E L KO NTRO L:
DENETLE N E N B E DE N LER
ichel Foucault, 197o'lerde kavramlaştırdığı biyopolitika (biopolitics)
M
1
kavramıyla insanların en temel biyolojik özelliklerinin devlet ve
kurumlarınca siyasi bir strateji haline getirilerek, kontrol edilme
si halini anlatır. Foucault'ya göre iktidarın fiziksel güç ve "öldürme hakkı"
ile daha az, özellikle 18. yüzyıldan itibaren etkisi hissedilen, insan bedenini
ve nüfusu kontrol etme, gözetleme ve idare etme, başka bir deyişle, "yaşamı
yönetme" yetisiyle daha çok tanımlanır olması söz konusudur.' Güç tekno
lojisi "hayatını almak" (take life) ya da "yaşamasına izin vermek" (let live)
olarak değil, "hayatı yapmak" (make life) ve "ölüme izin vermek" (!et die)
olarak kurgulanır.2 Bir yandan "disipline etme" olarak tabir edilen ve insan
bedenini ve ruhunu hastane, hapishane, okul. fabrika gibi kurumlarda
kontrol altında tutan "disipliner teknoloji" (technologies of discipline), diğer
yandan da insan yaşamına hayatın her alanında ve anında müdahale eden
"düzenleme teknolojileri" (technologies of regulation), bireyleri ve toplumları
kontrol altında tutmakla yükümlüdür.ı Bu durumda iktidar gücünü sadece
bireyi kontrol altında tutmak üzerine değil, toplumları yönetmek üzerine
de kurar.4 " Düzenleme teknolojileri" sağlık. sağlığın korunması, doğum ve
ölüm oranları, yaşam süresi, ırk gibi pek çok konuda toplum üzerindeki
denetimi sağlar. Örneğin, hastalıklar toplumların gücünü azaltan, çalışma
performanslarını düşüren, enerji ve para israfına yol açan durumlardır ve
bu yüzden de kontrol edilmek zorundadırlar. iktidar ölümü kontrol edeme
se de, ölüm oranını kontrol edebilir.s Yeni güç teknolojisinde tıbbi bakım,
toplumun hijyeni ve toplumun genel rahatlığı (well-being) önemli denetim
ı Foucault, M ichel (1978) The History of Sexuality, Volume /: An Introduction. (İng. çev. Robert Hur
ley). New York: Pantheon Books, s. 141.
2 Foucault, Michel (2003) "Society Must Be Defended:" Lectures at the College de France, 1975-1976. (lng.
çev. D. Macey). New York: Picador, s. 240-241.
3 Age., s. 242, 249, 253.
4 Foucault, M ichel (1997a) " Security, Territory, and Population," P. Rabinow (der.) The Essential
Works of Foucault, 1954-1984: Ethics, Subjectivity and Truth içinde. (İ ng. çev. Robert Hurley) New York:
The New Press, 67-72, s. 71.
5 Foucault, 2003, s. 248.
YEMEKLE DEVRİALEM
diği gibi, "her gün pirinç yiyin!" sloganları atılır ve pirinç okul menülerinin
vazgeçilmezi olur. Pirinç kampanyası insanları sadece sağlıklı yemeğe
teşvik etmez, aynı zamanda "özgün" Japon yemeği yemeğe de teşvik eder.
Pirinç artık Japonlukla özdeşleştirilmiş ve Japonya'nın sembolü olmuştur.
Ayrıca okullarda, yemek seminerlerinde ve televizyon kanallarındaki yemek
programlarında "özgün" Japon yemekleri tanıtılır ve özendirilir.8
Amerika Birleşik Devletleri'nde beyaz ekmeğin ortaya çıkışı
da yemek ve biyopolitika ilişkisine güzel bir örnek teşkil eder. Aaron
Bobrow-Strain, çalışmasında 20. yüzyılın başında yoğunlaşan metalaş
ma ve endüstrileşme hareketleri sonucunda doğan endüstriyel yemek ve
besinlerin ABD'deki dönüşümlerini biyopolitika ve bunun getirdiği "hij
yen," "sağlık," "saflık" ve "gelişim" söylemleri içinde inceler. 189o'larda
AB D'de ekmek üretiminin yüzde 9o'ı evlerde kadınlar tarafından yapılır
ken, 193o'lara gelindiğinde ekmeğin yüzde 94'ünün evin dışında, çeşitli
ticari fırınlarda erkekler tarafından pişirildiği görülür. 20. yüzyılda ekmek,
tamamıyla beyaz, dilimlenmiş ve modern bir hale gelmiştir. Endüstriyel
beyaz ekmek daha sonra "saflık, "sağlık" ve "ilerleme"nin sembolü olur ve
n
ıo Age., s. 20-30.
11 Foucault, Michel (1997b) "Technologies ofthe Self." P. Rabinow (der.) The Essential Works ofFouca
ult, 1954-1984: Ethics, Subjectivity and Truth içinde (lng. çev. Robert Hurley). New York: The New Press,
223-252; ayrıca bkz. Zwart, Hub (2005) " Food Consumption in the Genomics Era: A Foucauldian Pers
pective.· Tailoring Biotechnologies, c. 1:2, 31-44, s. 31.
12 Zwart, 2005, s. 31.
13 Nally, David (2010) "The biopolitcs of food provisioning." Transactions ofthe Institute of British Geog
raphers, sayı: 36 , 37-53, s. 3 7 ·
M
2 utfak teknolojilerinin mutfak işlerini kolaylaştırmak, çabuklaştır
mak ve ekonomik hale getirmek amacıyla zamanı denetlemeye,
düzenlemeye ve yeniden tasarlamaya çalıştığı söylenebilir. Örne
ğin, mutfak mekanının verimlilik sağlamak adına yeniden düzenlenmesiyle
işlerin daha çabuk ve kolay yapılır olduğu iddiası ortaya atılmıştır.1 Ayrıca
teknolojinin ve endüstriyel malzemelerin sağladığı hızlı pişirme teknikleri
ve zamanı donduran yani zamanı kontrol etmeye yarayan saklama teknikleri
ile (örneğin derin dondurucular ve no-frost buzdolapları) meyveler ve sebzeler
mevsimsiz hale getirilmiştir (ayrıca tarımdaki yeniliklerin getirdiği değişim
ler de saymakla bitmez) . Başka bir deyişle, insan, teknolojiyle birlikte zamanı
yeniden tasarlar hale gelmiş, zamana böylelikle hükmeder olmuşhır.
Taylorizm ve bilimsel işlevsellik üzerinden kurulan modem mutfak,
mekanın, zamanı verimli kullanmak adına tekrar tasarlanmasıyla mümkün
olur. Başka bir deyişle, Taylorizm akımıyla tasarımda işlevsellik ve etkinlik
ön plana çıkmış ve Amerikan yaşamına verimlilik kavramı özel bir dam
ga vurmuşhır. Taylor'un mutfak alanındaki takipçileri Lillian Gilbreth ve
Christine Frederick, mutfak mekanında verimliliği ve işlevselliği artırmak
amacıyla mutfak raflarından, lavabonun boyuna kadar kullanım alanları
üzerinde düzenlemeler yapar. Yine o dönemlerde modem mimarinin slo
ganı haline gelmiş "biçim işlevi izler" (Form follows function) prensibinden
yola çıkan Taylorizm, mutfak mekanını teknoloji ve tasarım sayesinde daha
verimli, ekonomik ve emeği tasarruflu kullanabilen bir çalışma ve üretim
alanı haline dönüştürecektir. Modern mutfak kavramı, geleneksel mutfağın
zıttı olarak tam da burada kullanılmaya başlanmıştır. Christine Frederick'e
göre kadınlar geleneklere bağlı kalarak ev işlerini yaptıklarında, işleri rutin
bir hale sokarlar. Rutin sıkıcıdır ve sonunda da külfete dönüşür. Halbuki
kadınlar yeni bilimsel yöntemler öğrendiklerinde, belli bir düzen ve ilkeler
için çalıştıklarında, ev işleri zevkli hale gelecektir. İşlerin esiri değil, pat-
ı Fakat Ruth Schwartz Cowan mutfak teknolojilerinin kadına yeni işler yüklediğini ve böylelikle kadı
nın evdeki yükünü artırdığını söyler. Bkz. Cowan, R.S. (1976) "The 'industrial revolution' in the home:
Hosehold technology and social change in the 2o'" century" Technology and Culture, c.: 17(1), s. 1-23.
2 Frederick, C. (1912) "The New Housekeeping: Efficiency S tudies in the Home Management," Ladies
Home journal, q, (Eylül-Aralık), seçilmiş parçalar. http://nationalhumanitiescenter. org/pds/gilded/
progress/teJ<4/frederick. pdf; Karaosmanoğlu, D. (2012) "'Mutfak Alanında Teknobilimsel Kontrol, Tek
noloji ve "Özgürleşen" Kadınlar" Z.T.A. Süalp ve B. Çelik, (der. ) Devrim Yahut Vasat: Üretim, Deneyim
ve Teknoloji içinde. lstanbul: Bağlam Yayınları, 237-251, s. 240.
3 Akcan, E. (2009) "Civilizing Housewives versus Participatory Users: Margarete Schütte-Lihotzky in
the Employ of the Turkish Nation State" R. Oldenziel ve K. Zachmann (der.) Cold War Kitchen: Ameri
canization5, Technology, and European Users içinde. The M iT Press: Massachusetts, 185-208: 188; Nava
ro-Yaşın, Y. (2000) "Evde Taylorism:" Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında ev işinin rasyonelleşmesi
(1928-40)." Toplum ve Bilim, 84, 5ı-7J.
4 Akcan. s. 189.
Mutfakta her şeyi kullanılacağı yere yakın koyunuz ... uzmanlar bir
buzdolabının uygun yere konulmaması yüzünden ev hanımının
günde 2-3 kilometre yol yaptığını hesaplamışlar. Sık sık çektiği
bir göze her gün lazım olmayacak şeyleri dizdiği için bir başka ev
kadını günde ıo kilo ağırlığı bilmem ne kadar uzağa taşımış gibi
5 Akcan, s. 188.
6 Emgin, B. (2014) "Servant Princess" of the Modem Home: Domesticity and Femininity in Turkey
after Electrifıcation, 1923-1950." Yayınlanmamış doktora tezi, Ihsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi
Mimarlık Bölümü, Ankara, s. 154.
7 Schütte-Lihotzky, Frankfurt'taki son zamanlarında sadece mutfak tasanmcısı olarak tanınmaktan ra
hatsızlık duyar ve Türkiye'ye gitmeden önce yaşadığı Sovyetler Birliği'nde bundan sonra mutfak tasarla
mayacağını söyler. Ayrıca daha sonra yemek pişirmenin feminizmle maalesef bağdaşmadığını da belirtir
(Akcan. 2009, s. 194). Schütte-Lihotzky'in bu kararı feminist görüş temelinde gayet siyasi bir karardır.
8 Emgin, 2014, s. 156.
Y E M E K L E DEvRiALEM 149
yoruluyormuş. Kahve, çay, kibrit, tuz, biber, salça vs. hepsi el altında
duracak. Sebze ayıklama masanız, yeriniz musluğun yanı başında
bulunacak.9
Y E M E K L E DEVRİALEM
!andığı anlatılır. Önemli olan harmoni içinde düzenli bir işyeri tasavvuru
yapmaktır. Mutfak çeşitli bölümlere ayrılır. Yazı masasının, üstünde defter
ve kalemin, yanında telefonun durduğu bölümde kadın yapılacak işlerin lis
tesini yapar, ev işlerinin denetimini sağlar. Masaya "planlama yazı masası,"
bölüme ise planlama merkezi (planning centre) denir. Dolapların en verimli
ve işlevsel şekilde kullanılması için nasıl yerleştirildiği uzun uzun anlatılır.
Mikserin bulunduğu karıştırma merkezi (mixing centre) V şeklindeki mut
fağın sağ tarafındadır. Bu bölümde kullanılacak ağır kavanozlar tezgahın
üstünde, sol köşedeki yuvarlak dolaba konur, böylece lazım olduğunda
eğilmek veya uzanmak gereği kalmadan, ağır kavanoza kolayca ulaşılır.
ı92o'lerin Almanya'sında geliştirilmiş Frankfurt modeli dışında (bu
modelde, mutfak bir üretim alanı olarak tasarlanmıştır) , bir diğer model,
Münih mutfak modelidir. Frankfurt modeli, mutfak ile oturma odasını bir
duvarla ayırdığı için, aile içi sosyalleşmeyi sınırlarken, Münih modeli tek bir
duvarı kaldırarak, mutfak ile yaşam alanını birleştirmiş ve böylece mutfakta
çalışmayı evin genelinden soyutlamamış ve kadının mutfakta yemek pişi
rirken, aile içi sosyalleşmesini mümkün kılmıştır. Başka bir deyişle, Münih
modeli kadının iş ve sosyal hayatını birleştirmiş olur.'7 Mutfak Münih modeli
ile yemek ve oturma odasının bir uzantısı gibi tasarlanmıştır. Böylece aile
hayatıyla ev işleri arasındaki duvar ortadan kalkmıştır. 18 Tek bir duvarın kal
dırılması ile ev hayatında pratik ve ideolojik olarak pek çok şey değişmiştir.
Frankfurt modeli, ev işini diğer aile içi sosyal aktivitelerden ayırarak, işlevsel
ve fonksiyonel yapmıştır, ama Münih modelinde iş ve yaşam alanının birleş
mesi ve aile içi sosyalleşmeyle daha verimli bir çalışma alanı yaratma hedef
lenmiştir. Ayrıca 1950 ve ı96o'lardaki Amerikan mutfağının pek çok tanıtım
filmlerinde mutfak oturma odasıyla birleşik anlatılır. Birazdan göreceğimiz
gibi "Mucize Mutfak"ta bile mutfak alanı o kadar geniştir ki, adeta bir yaşam
alanı olarak tasarlanmıştır. Bu durum teknolojinin tüm işleri yaparken,
kadının çocuklarıyla ilgilenmesini ve oturma odasına rahat ve kolayca servis
yapabilmesini sağlayacaktır.
17 Jerram, Leif (2006) "Kitchen sink dramas: women. modernity and space in Weimar Germany"
Cultural Geographies c. 13, 538-556, s. 542.
18 Jerram, 2006. s. 549.
4 Reid, Susan E. (2009) '"Our kitchen is Just as Good': Soviet Responses to the American Kitchen."
Ruth Oldenziel ve Karin Zachmann (der.) Cold War Kitchen: Americanization, Technology, and European
Users içinde. Cambridge: The M iT Press, 83-112, s. 89.
5 Onaran, Burak (2015) Mutfaktarih: Yemeğin Politik Serüvenleri. iletişim yayınları: İstanbul, s. 225, 226.
6 "Mucize Mutfak"ın video linki: https://www . youtube. com/watch)v�Vui2CS EwOxQ
Her şeyin elektrikli olduğu model evi, Emre Gönlügür şöyle ifade eder:
1 1 Gönlügür. Emre (2015) " Soğuk Savaş'ın ideolojik fay hathnda bir modernlik sahnesi: 195o'lerde lzmir
Enternasyonal Fuan'nda Amerikan sergileri." Ahenk Yılmaz, Kıvanç Kılınç, Burkay Pasin (der.) İzmir Kül·
tüıpark'ın Anımsa(ma)dıklan: Temsiller, Mekanlar, Aktörler içinde. lstanbul: İletişim 99-136. s. 116.
12 Gönlügür, s. 124.
13 Ege Ekspres gazetesinden Atıf Gönlügür, 2015, s. 114-119.
14 Gönlügür. s. 134.
ı5 Gönlügür, s. 125.
16 Serginin bitiminde ise yine evin ve içindeki elektrikli aletlerin kime verileceği veya daha doğrusu
kime satılacağı tartışması başlar. Bu rüya evi halkın ve medyanın yolsuzluk yapılıyor tepkilerine rağmen
alan İzmir Belediye Başkanıdır. Bu tepkiler üzerine, Belediye Başkanı ve Amerikalı yetkililer Belediye
Başkanının model evi satın aldığını ve tüm gümrük masraflarını ödediğini söylerler. Türklerin iştahını
kabartan rüya ev, içindeki makinelerle birlikte lzmir'de kalmıştır (Gönlügür, s. 127-130 ) .
17 Milliyet. "Robot-Hizmetçi ev hayatında ... , " 3 Nisan 1961, s. 3 -
Y E M EKLE ÜEVRİALEM 1 59
Mutfağın evin en tehlikeli bölgesi olması, başka bir haberde de şöyle
geçer: " ... sizi bütün gün eğlendiren mutfak işleri acı bir cenaze törenine
bile yol açabilir. Ev kadını hem kendi hayatını, hem çocuklarının hayatını
korumak için ehemmiyetsiz gibi görünen bu tedbirleri almaya mecbur
dur." ı952'de çıkan "Her kadına evinde pusu kuran görünmez tehlike"
başlıklı bu habere göre, dünyada her yıl binlerce kadın ateş, havagazı veya
mutfak aletlerinin kurbanı olurlar. Örneğin, düdüklü tencere yemekleri
kısa zamanda pişirebilmektedir fakat aynı zamanda düdüklü tencereyle
gelen kazalar artrrıaktadır. 25 Yine teknolojinin kontrolden çıkıp tehlikeli
ve korkutucu bir hal alması söz konusudur. ı989'da çıkan " Evler de can
alıyor" başlıklı haberde şöyle yazılır:
ELEKTRİKLİ E�LENCE M E KA N I
de edemezler. Örneğin, makinalarda minare, lale ve yeni Osmanlı motif
lerinin sıklıkla kullanılması manidardır. Elektrikli kahve makinasının
cezvesinin yine geleneksel olarak bakır olması bile tartışılmıştır. Böyle
ce, diyebiliriz ki, teknoloji ile kolaylık ve rahatlık adına gelen yenilik ve
değişim, aslında eskiyi ve gelenekseli tekrar ve tekrar üretme ve sunma
peşindedir.J5 Örneğin, makinalarda cezvenin ağzının sol tarafta olması
(özellikle solaklar için iki tarafta da tasarlanmasına rağmen, bu çoğu kez
uygulanmamıştır, uygulansa bile rağbet görmemiştir) geleneğin maki
naya yansıtıldığının bir çeşit kanıtı olabilir. Gelenekselin zaten sürekli
üretildiğini, değişken ve dinamik olduğunu ve kendini yeniliklere adapte
ettiğini düşündüğümüz vakit, teknolojinin de buna hizmet etmesi çok da
şaşırtıcı değildir aslında.
Bazı kahve makinaları gelenekseli ve otantik olanı yakalamak adına
cezvede yapılan kahvenin pişirme tekniğini birebir kopyalamayı amaçlar.
Aslında bu makinalar insanı taklit etmeyi hedefler. Örneğin, kahveyi, aynı
cezvede pişermiş gibi, düşük ısıda yavaş yavaş pişirirler. Ayrıca bu kahve
makinaları termostatlı ve sensörlüdür. Köpük belli bir yüksekliğe geldiğin
de, makinanın sensörleri çalışır ve ısı aniden kapanır. Yani bu makinalar
kahveyi sadece kaynatmazlar, belli adetleri ve teknikleri de yerine getirir
ler.36 Böylelikle insan becerileri mekanik unsurlarca yerine getirilmiş ve
geleneksel veya otantik dediğimiz kahve yapım tekniği, makinalarca uygu
lanmış ve taklit edilmiş olur.J7 Burada teknolojinin yenilikçi olduğu kadar
gelenekselci bir anlayışla da üretildiğini ve kullanıldığını söyleyebiliriz. Bu
durumda yenilik ve geleneksellik birbirinin zıth olmaktan çıkar ve yeni bir
ürünün tasarımında birleşir.J8
Fakat teknolojinin aynı zamanda zamanın daha verimli kullanılma
sını ve pişirmenin kolaylaşmasını sağlaması gerekmektedir. Yoksa klasik
cezveden farkı kalmayacaktır. Bu yüzden otomatik Türk kahvesi makina
ları hızlı pişirme tekniğine geçer. Yani elektrikli makinalann uygulamaya
35 Kaygan, Harun (2012) "Material objects and everyday nationalism in design: The electric Turkish cof·
fee maker, its design and consumption." Yayınlanmamış doktora Tezi, Brighton Üniversitesi, s. 164-167.
36 Age., s. 17} -
37 Age., s. 178.
38 Age., s. 179·180.
Y E M E KLE DEVRİALEM
çalıştığı yavaş pişirme tekniği kahvenin tadında bir fark yaratmadığı düşü
nülerek, otomatik makinalarda hızlandırılır. Mühendisler nitelikten ödün
vermeden hızlı pişirme tekniğine geçtiklerinin müjdesini verir. Kahvenin
hızlı pişmesi ve köpüklü olması arasında bir çelişki sezilse de, mühendis
lere göre bu teknik olarak aşılmıştır. Ayrıca hız, zamanı denetler, kolaylığı
çağrıştırır ve aynı zamanda modern, ilerici ve yeni olanı sembolize eder
ken, köpük geleneği, yavaşlığı, değişmezliği, devamlılığı ve otantik olanı
sembolize eder. Bunların ikisi de otomatik Türk kahvesi makinalarında
mevcuttur.J9
Tüm bu teknolojilerin ve tasarımların yanında, zamanı yine ve bu
sefer uzun zaman dilimleri olarak kontrol etmeyi başarmış saklama teknik
leri, örneğin mevsimleri yok edebilen derin donduruculardan, gelenekleri
eve taşımaya çalışan elektrikli taş fırınlara ve kolaylık ve çabukluk üzerine,
bugün sağlık nedenlerinden dolayı eskisi kadar rağbet görmeyen mikrodal
ga fırınlara kadar pek çok teknoloji günlük hayatımızı şekillendirir.
39 Age., s. 180.
E LEKTRİ K Lİ E�LENCE M E KA N I
AKI LLI EVLER, DEGİ ŞEN TEMALAR
E
lektrikli aletlerin kendi başlarına ev işlerini yapabildikleri, kadı
4
nın yerine geçecek hayali robot kavramının ortaya atıldığı mut
faklar ("Mucize Mutfak" gibi) , teknolojinin eve, mutfa�a ve insan
hayatına hakim olduğu bir gelecek tasavvuru yaparlar. 1 9 67'de the Phil-
co-Ford Corporation'ın 1 999 A.D. isimli kısa filmi1 de günümüzün akıllı
evlerine ilham olmuş ama yine teknolojinin hakim olduğu geleceğin
evi hayaline çarpıcı bir örnektir. 1999 A. D., akıllı evleri o zamanın bakı
şıyla ütopik şekilde anlatır. Filmde kişiye göre hazırlanmış yemekler
tek kişilik paketlerde donmuş halde saklanır. İ stenildiğinde paketler
mikrodalga fırına atılır ve bir dakika gibi kısa bir sürede yemekler hazır
olur. Bilgisayar ayrıca aile fertlerinin her birine besin değerine göre
ayrı ayrı yemekler seçer veya önerilerde bulunur. Filmin bir bölümünde
kadın, öğle yemeği için bilgisayarın önerdiği menüyü kocasına, yine
bilgisayar monitörü aracılığıyla sunar. Kocası önerilen yemeği beğen
mez, hamburger ve patates kızartmasıyla soğuk bira ister. Kadın bunu
bilgisayara sorunca, bilgisayar istenilen yemeğin kalorisini fazla bulur
ve közlenmiş biftekle salata önerir. Kimin ne yiyeceğine karar veren
bilgisayar, adamın isteklerinin yakınını karşılayacak, besin değerlerine
uygun yemeği bulmuştur. Evde raflardan dolaplara kadar neredeyse
her şey elektroniktir. Evin tüm ısısı, nemi ve tozu merkezi bilgisayar
sistemiyle ayarlanır. Bilgisayar sisteminin gerçek hayata uyarlandığı ilk
örneklerden biri, 1 9 9 o 'larda Kuzey Amerika'da bir turist cazibesi olan
Xanadu2 evleridir. Bu evlerin mutfağında aynen 1999 A.D. filminde
olduğu gibi yemeklerin besin değerlerini ayarlayan "otoşef' (autochej}
vardır. Yemekler belirlenen zamanda "oto şef' tarafından pişirilir, yeni
yemek yapılacaksa tele-alışverişle yiyecekler ısmarlanır.
Mutfak işini evden soyutlamayan ve mutfağı yaşam alanı haline
getiren mutfak modelinin Münih modelinden sonraki yeni versiyonlarına
hakikaten 1 9 9 9 'da Philips Design'ın gezici sergisi La Casa Prossima Futu-
YEMEKLE DEVRİALEM 16 5
ra'da rastlanır.ı Bu evde insanın günlük yaşamına ayak uydurabilecek
akıllı aletler ve araçlar olacaktır. La Casa Prossima Futura'da elektronik
aletlerin insan hayatının niteliğini geliştirmesi beklenir. Tasarımcılar,
antropolojik bilgiyle (insanların günlük hayatları) teknolojiyi birleştirmeyi
amaçlar. Amaç, teknolojinin sadece işlevini yerine getirmesi ile değil, aynı
zamanda hafıza, ilgi, performans, ilişkiler, zevk ve memnuniyet gibi duy
gulara da hizmet etmesiyle şekillenmesidir. La Casa Prossima Futura'da
sergilenen elli elektronik aletten biri hafızayı ses, fotoğraf ve hatta koku
ile muhafaza eden "duygusal kaplar" (emotional containers) veya "interak
tif aile ağacı" dır (interactive family tree). "Yemek analizcisi" (food analyzer)
aleti ise üzerine konan yemeğin kalorisinden vitaminlerine kadar tüm
besin değerlerini dijital ekranında gösterir. " İnteraktif masa örtüsü"
(interactive tablecloth) masaya konan tüm objelere kablosuz elektrik verir
ve masadaki lambanın yanmasını, cep telefonunun veya bilgisayarın şarj
edilmesini sağlar.4 Bu durumda ev teknolojisi işlevinin dışında, ihtiyaca
göre tasarlanmıştır. Masa artık sadece bir masa değil, aynı zamanda şarj
makinasıdır.
La Casa Prossima Futura gibi ev tasarımlarında insanların araçlara
veya teknolojiye ayak uydurması beklenmeyeceği gibi, tam tersine teknolo
jinin insan hayatını değiştirmeden, bu hayata kendini entegre etmesi bekle
necektir. Teknoloji insanın ihtiyaçlarını, ilişkilerini ve adetlerini öğrenmeli
ve ona göre işlevsel olmalıdır. Böylece gösteri odaklı teknolojinin yerini
kullanıcı odaklı teknoloji alır.5 Kullanıcı, teknolojinin kölesi değil, hakimi
olur. Tüm bu projelerin, tam olarak günlük hayatın parçası olamasalar da
3 Beli, Genevieve ve Joseph Kaye (2002) " Designing Technology for Domestic Spaces: A Kitchen
Manifesto." Gastronomica: The ]ournal ofCritical Food Studies, c. 2:2, s. 48-52.
4 PR Newswire "Philips to Debut 'La Casa Prossima Futura: The Home of the Near Future' at Saks
Fifth Avenue in NYC," 21 Haziran 1999 http://www. prnewswire. com/news-releases/philips-to-debut
la-casa-prossima-futura-the-home-of-the-near-future-at-saks-fifth-avenue-in-nyc-74878592. html
5 Beli ve Kaye, 2002, s. 53. Söz konusu mutfak mekanı olduğunda izlenilen bir diğer tasarım da kul
lanıcı odaklı tasarıma yakın gözüken "biçim duyguları izler" (fonn follows feelings) prensibidir. Böylece
eğer geleceğin evi geçmişin evine benzetilecekse, geçmişin işlevsellik, verimlilik veya gösteri üzerinden
değil, duygular üzerinden tekrar yaratılması söz konusu olabilecektir. Ayrıca Streamline tasarım Avru
pa'da revaçta olan işlevselciliğe karşı olarak 193o'larda Amerika'da geliştirilmiştir. Daha çok tüketici
odaklı (yani kadın tüketiciler için) düşünülmüş ve tasarıma bu anlamda önem verilmiştir. Estetik açıdan
kadına daha çok uydurulmuştur. Streamline tasarımı teknolojik aletleri, teknoloji ve erkeksi hallerinden
kurtarıp evcilleştirme ve insanileştirme amacındadır (Emgin. 2014, s. 85-86).
6 Spigel, Lynn (2005) " Designing the Smart House: Posthuman domesticity and conspicuous produ
ction" European journal of Cultural Studies, c. 8:4, 403-426, s. 408.
7 A.g.e., s. 410-411.
8 A.g.e., s . 414.
Y E M E KLE DEVRİALEM
ve mutfak alanına hakim olan şefler akıllı mutfağın amacının hayatları
kolaylaşhrmak, artıkları ve çöpleri azaltmak ve insanların ne yiyecekleri
konusunda daha iyi seçim yapmalarını sağlamak olduğu fikrinde birle
şirler.9 Tıpkı akıllı evler gibi, mutfakları akıllı yapan, İnternet bağlantılı
oluşları, yani mutfaktaki aletlerin akıllı telefona bağlantılı olması, iletişim
teknolojilerinin ve sisteminin mutfakta kullanılır olması ve aletlerin birbir
leriyle konuşur olmasıdır. Böylece mutfakta yemek yapan, akıllı telefonuyla
tarifleri ve tüm pişirme detaylarını takip edebilir. Yapılan araştırmaya göre
(NextMarket Insights Ekim 20 14) ABD' de mutfakta yemek yapanların yüzde
24'ü akıllı telefonlarını daima kullanırlar.'0
Akıllı mutfak aletlerine bir örnek Anova Precision Cooker'dır. Anova
Precision Cooker, sous vide (bu Fransız tekniğinde malzemeler kapalı bir tor
ba içindeki suda düşük ısıda pişirilir) pişirme tekniğiyle suyun içinde ısıyı
kendi kendine ayarlayarak yemek pişirir. Anova tencereye takılan ince uzun
bir alettir. Tencerenin içindeki suyun ısısını ve dolaşımını en hassas şekilde
ayarlar. Bu alet, et pişirmek için idealdir. Et bir torbanın içine konur, ten
ceredeki suyun içine bırakılır, gerisini tencereye tutturulan Anova yapar.
Anova internete bağlanabilir, bluetooth ile de çalışır ve cep telefonlarıyla
komut alır. Başka bir deyişle, uzaktan kontrol edilebilir bir sistemdir." Rek
lam filmlerinde en sık yapılan vurgu sadece İnternet bağlantısıyla uzaktan
kontrol edilebilirlik değil, aynı zamanda Anova'nın yemeği mükemmel
derecede tutarlı ve kesin pişirme yeteneğidir. Etin her yeri aynı tutarlılıkta,
kesinlikte ve hassasiyette pişer. Bu alet çok pişirme ve az pişirme gibi sıkın
hları ortadan kaldırmış olur. Yani teknoloji insanın yerine geçmiş, hatta
insanın yapabileceğinin alasını yapar olmuştur. Bu durumu r98o'lerin
mikrodalga fırın tanıtımlarına benzetmek mümkündür. Mikrodalga fırını
9 Digital Trends. "Who's afraid of the smart kitchen?" (Jenny McGrath). ıı Kasım 2015.
http://www. digitaltrends. com/home/the-smart-kitchen-summit-2015/
ıo Forbes. "in The Smart Home, The 'Smart Kitchen' May Be Biggest Opportunity Of Ali" (Michael
Wolf). 19 Kasım 2014. http://www. forbes. com/sites/michaelwolf/2014/ıı/ı9/in-the-smart-home-the
smart-kitchen-may-be-biggest-opportunity-of-all/#5767cıı33dca
ıı Forbes. "Cook The Perfect Steak With Your ! Phone: Anova Sous-Vide" (Adam Morganstern).
30 Ocak 2015. http://www. forbes. com/sites/adammorganstern/2oı5/oı/30/cook-the-perfect-ste
ak-with-your-iphone-anova-sous-vide/#268b3396ıead; Anova http://anovaculinary. com/anova-precisi
on-cooker/
18 Milliyet. "Bu evler çok akıllı'" (Ceyhun Cambazoğlu). 29 Mayıs 1998, s. 13.
19 Milliyet. "Evdeki siber tehlike'" (Umut Eroğlu) 17 Ocak 2016. http://www . milliyet. com. tr/evdeki-si
ber-tehlike/pazar/haberdetay/17. o ı . 2016/217993 2/default. htm
22 Business Insider. "This robot will cook you dinner- and clean up after." 30 Aralık 2015. http://www.
businessinsider. com/robotic-chef-cooks-for-you-2015-12
23 Aynca, Moley Robotics için, herkesin bütçesinin yeteceği, herkesin sann alabileceği yani normal bir
mutfaktan pahalı olmadığı vurgusu yapılır. Bu bize yine 195o'lerin "Mucize Mutfak"ını hatırlatır. O za
man da özellikle lzmir'deki ve Moskova'daki sergide mutfağın standart Amerikan evlerinin bir parçası
olduğu söylenmiş, bu durum Kruşçev için alay konusu olmuştur. Kruşçev'e göre eğer sıradan Amerikalı
mucize evde oturuyorsa, sıradan Hintlilerin de Taç Mahal' de oturması beklenir.
24 Radikal. "Krizde sinek avlamadı, mucitlik yaptı!" 31 Mayıs 2009. http://www. radikal. com. tr/
ekonomi /krizde-si nek-avla madi-mucitlik-ya pti-9 3 84 3 9 /
YEMEKLE DEVRİALEM 1 73
çalışmak, internetten ve dünyadan kopmayı gerektirmeyecek, tam tersine
daima her şeyle ve her yerle iletişim halinde olmayı sağlayacaktır. Böylece,
mutfak, dünyayla iletişim halinde olacak açık bir mekan ve yaşam alanı hali
ne gelmiştir. Fakat tabii ki akıllı evler de korku ve paranoya duygularını tetik
ler. Küresel mekana açılan mutfak, siber saldırıların hedefindedir. Kişisel
bilginin ele geçirilmesi ve böylece özel hayata müdahale edilmesi, yanmalar,
haşlanmalar, kesikler veya radyasyon gibi fiziksel tehlikelerden farklı olsa da
korku, endişe, paranoya gibi duygular akıllı evlerde de tekrarlanır.
174 ,
AK i LLi EV L E R DE�İŞEN TEMALAR
SONUÇ
�ŞARI;TLERİN VE SÖYLEMLERİN
OTESINDE: KOKULAR, TATLAR VE
"BEDEN TEKNİKLERİ"
Y
emek çalışmaları farklı akademik disiplinleri bir araya getirmiş,
tam anlamıyla disiplinler arası bir yaklaşımı benimsemiş ve
cesaretlendirmiştir. Sosyal bilimlerde antropolojiden sosyolojiye,
psikolojiden iletişime, siyaset biliminden uluslararası ilişkiler ve ekono
miye kadar pek çok disiplinin illa ki de dokunduğu bir alan olagelmiştir.
Ayrıca yemek çalışmaları ziraat ve beslenmenin yanı sıra, beden, duyular
ve duygulanımların da (affect) araştırıldığı bir alandır. Örneğin, kimlik ve
yemek arasındaki ilişki sadece yemeğin temsil ettikleriyle değil, duyula
rın harekete geçirdiği iğrenme ve haz gibi duygulanımlar ve duygularla
da ilişkilidir. H afıza ve koku arasında güçlü bir ilişki olduğu aşikardır ve
bu konuda pek çok akademik çalışma mevcuttur. Aynı zamanda tatların
ve tat alma duyusunun kültürleri ve mekanları anlamamıza yardımcı
olacağı ve hatta belirleyici rol oynayabileceğini söylemek yanlış olmaz. Bu
düşüncenin temelinde nesnelerin sadece temsil ettikleri veya işaret ettik
leri söylemlerden ve sembollerden ibaret olmadıkları fikri yatar. Beşeri ve
sosyal bilimlerde nesnelerin sembolik ve temsili önemleri üzerinde çokça
durulsa da, maddesel özelliklerinin, yani duyular yoluyla anladığımız ve
anlamlandırdığımız özelliklerinin de zaman zaman önemi vurgulanmış
tır. Örneğin, medya çalışmalarında önemli bir isim olan M arshall McLu
han ı 9 6 o 'larda "araç mesajın kendisidir" (medium is the message) diyerek
içerikten veya metinden (text) ziyade, araca (yani maddeye ve nesneye)
vurgu yapmış ve içeriğin değil, içeriği bize ulaştıran aracın kendisinin
anlam ürettiğini anlatmaya çalışmıştır. M c Luhan'a göre söz, yazı, radyo,
telefon, televizyon gibi iletişim araçları farklı duyuları çalıştırır. Bura
da araca atfedilen önem, söylemlerin ve temsillerin ötesinde maddesel
bir ilişkiyi anlatır. Son zamanlarda ise sosyal bilimlerde bir alan haline
dönüşmek üzere olan "medya arkeolojisi" temsilleri, sembolleri ve söy-
Y E M EKLE DEVRİALEM 1 75
lemleri yok saymadan, medya araçlarının maddesel yönünü inceler. Bu
alan teknolojiyi duyuların ve duygulanımların izinden giderek incelemeyi
mümkün kılmıştır.
Yemek çalışmalarında ise bedenin ve duyuların önemi fazlasıyla
aşikardır. Yemek, kültürel anlamlarının, işaret ettiklerinin ve temsil ettikle
rinin ötesinde -ki elbette bu yönüyle sosyal bilimlerde geniş şekilde çalışıl
nuştır- bedensel ve duyusaldır. Başka bir deyişle, beşeri ve sosyal bilimler
yorumlama, kültürel anlamlar, işaretler veya semboller üzerine çok şey söyler,
söylemek ister ama nesneler sadece temsilden ibaret değildir. Nesneler aynca
bedenle de ilişkilidir, bedenin neyi nasıl deneyimlediğini belirler.' Örneğin,
yemek hakikaten açlığımızı giderir, kıyafetler ise üşümememizi sağlar. Elbet
te her ikisinin de temsili ve kültürel anlamları çok önemlidir fakat bedenle
ilişkileri gayet fizikseldir ve bu ilişki duygulanım üzerinden de incelenmelidir.
Ne tür yemekten iğrendiğimiz kültürel ve toplumsal (başka bir
deyişle öğrenilmiş) olsa da iğrenme duygusunun kendisi çabuk, hazırlık
sız, kendiliğinden, sosyal öncesi, yani büyük ölçüde içgüdüseldir. Ünlü
sosyolog Marcel Mauss "beden teknikleri" (techniques of the body) tabiriyle
bedeni hem biyolojik, hem sosyolojik, hem de psikolojik özellikleriyle
bitmemiş bir proje olarak tanımlar. Mauss'a göre beden insanın ilk ve en
doğal teknik nesnesidir ve bu nesne üçlü bakış açısıyla (biyoloji, sosyoloji
ve psikoloji) düşünülmezse tam anlamıyla anlaşılmaz. Beden biyolojik,
sosyolojik ve psikolojik yönleriyle sürekli öğrenir ve dolayısıyla sürekli
değişir. Örneğin, her daim yeni tatlar, yeni aromalar, yeni kokular ve yeni
iletişim şekilleri öğreniriz. Bu yüzden de Mauss'a göre bitmemiş bir pro
jeyiz ve en iyi hocamız çevremizdeki maddi ve bedensel dünya. Kısacası
Mauss'un "beden teknikleri" tabiri, bedeni üç farklı bakış açısından bir
leştirmiş, bedenin hem kültürel ve söylemsel, hem maddesel ve biyolojik,
hem de psikolojik özelliklerinin anlamlandırılması ve çalışılması gerektiği
fikrinden yola çıkmıştır. 2 Örneğin, tatlar, aromalar ve kokular biyolojik,
ı Thrift, Nigel (2009) " Understanding the Affective Spaces of Political Performance." Mick Smith,
Joyce Davidson, Laura Cameron ve Liz Bondi (der.) Emotion, Place and Culture içinde. Surrey ve Bur·
lington: Ashgate s. 90-91.
2 Mauss, Marcel (2005) Sosyoloji ve Antropoloji. (Çev. Özcan Doğan) Doğu Batı Yayınları: İstanbul.
Highmore, Ben (2008) "Alimentary Agents: Food, Cultural Theory and Multiculturalism." joumal of
Intercultural Studies. c. 29. no. 4. 381-398, s . 394·
İŞARETLERİN VE SÖYLEMLERİN ÖTES İ N OE: KOKU LAR, TATLAR VE "BEDEN TEK N İ KLERİ"
sosyolojik ve psikolojik bedene hitap eder. Tatlar ve kokular bedeni ve
duyuları eğitir, değiştirir ve geliştirir.
Bununla birlikte tatların ve kokuların toplumsal ve kültürel karşı
lığı vardır. Tatlar ve kokular farklılık ve eşitsizlik yarahr, milli kimlik ve
hatta ırk inşalarında önemli rol oynar. Tatların ve kokuların sınıfa, millete,
ırka, yaşa ve cinsiyete dayalı birtakım sınırlar çizdiği veya belirlediği söy
lenebilir. Örneğin, kokuların farklı sınıflara ait olduğunun iddia edilmesi
sınıfsal ayrılmayı, bölünmeyi veya hiyerarşiyi pekiştirir. Fakat önemli
olan, bu oluşumların hem söylemsel, hem duyusal (yani hem sosyolojik
hem de biyolojik) , hem de psikolojik olarak incelenmesidir. Kokuların ve
tatların toplumsal yapıları kurmada ve pekiştirmede ne kadar etkili oldu
ğu düşünüldüğünde, bu duyuların beşeri ve sosyal bilimlerde çalışılması
elzemdir. Sosyolog, antropolog ve coğrafyacılar zaman zaman koku ve tat
duyularını ön plana çıkarmış ve çok-duyulu araştırmalar yapmışlardır.3
Örneğin Paul Rodaway kokunun mekan ve zaman anlayışımızı değiştir
diğine işaret eder.4
Antropoloji Profesörü Martin F. Manalansan, kokunun farklılığı ve
eşitsizliği kültürel olarak yapılandırdığını iddia eder. Koku bir çeşit iletişim
aracıdır ve kimlikler, bedenler ve zamanlar üzerine pek çok şey söyler. Koku
sınıf, ırk ve etnik farklılıkların kodudur. Manalansan, Filipinler'de üst ve
orta sınıfın iki mutfağı olduğundan bahseder. Bir mutfak evin dışındadır ve
bu en kokulu ve baharatlı yemeklerin yapıldığı mutfaktır. Böylece koku evde
hissedilmez. Manalansan'ın anlathğı hikayede, Filipinli Gloria New York'ta
yaşamakta ve evin dışında bir mutfağı olmadığı için çok zorlanmaktadır,
çünkü örneğin patronu ziyarete geldiğinde utanç içinde kalır. Ev feci şekilde
kızarmış balık kokmaktadır. Gloria sonunda çareyi Filipin marketinden hazır
yemek almakta bulur. Manalansan bunun gibi pek çok örnek ile ABD'nin
3 Urry, John (2000) SOCİlılogy Beyond S�s: mobilities for the twenty:first century. Londra: Routledge;
Classen, C., Howes, D. ve Synnott, A. (1994) Aroma: The Cultural History of SmeU. Londra: Routledge;
S toller, Paul (ı 989) The Taste ofEthnographic Things: The Senses in Anthropology. U niversity of Pennsylvania
Press; Howes, David (1991) "Sensorial Anthropology.• D. Howes (der.) The Varieties ofSensory Experien
ce: A Sourcebook in the Anthropology ofthe Senses içinde. Toronto: University ofToronto Press; Law, Lisa
(2001) " Homecooking: Filipino Women and Geographies of the Senses in Hong Kong.· Ecumene: A
]oumal of Cultural Geographies. c. 8:3, 264-283.
4 Rodaway, Paul (1994) Sensuous Geographies. Londra: Routledge.
5 Manalansan, Martin F. (2006) " I mmigrant Lives and the Politics of Olfaction in the Global City."
Jim Drobnick (der.) The Smdl Culture Reaıkr içinde. Oxford ve New York: Berg. s. 42-50.
6 Bauman. Zygmund (1993) "The sweet smell of decomposition." C. Rojek ve B. Turnet (der.) Forget
Baudrillard? içinde, Londra: Routledge, s. 24.
7 H ighmore, Ben (2008) "Alimentary Agents: Food, Cultural Theory and Multiculturalism." journal
of Intercultural Studies, c. 29+ 381-398, s. 395-396.
8 A. g. e., s. 390-391.
9 A. g. e., s. 391-392.
ıo A. g. e. , s. 395.
BELGESEL
Curtis, Adam (2002) Im Century of the Self. "Engineering of Consent," Bölüm 2.
GAZETELER VE DERGİLER
7 Gan
adnkronos international
Assyrian lnternation News Agencies
BBC News
Bizarre Magazine
Business lnsider
Charleston Gazette-Mail
Cumhuriyet
Daily Record
Digiıal Trends
Forbes
Im Guardian
Hayat AnsikWpedisi
Hürriyet GDsteri
lndependent
izinsiz GDsteri
Los Angeles Times
Milliyet Gazetesi
Milliyet Sanat Dergisi
Im New York Times
PR Newswire
Radikal Gazetesi
Reuters
San Francisco Chronicle
Scientijic American Magazine
Slate Magazine
South-South lnformati-On Gateway
Spiegel
Im Star
Taipei Times
Telegraph
Times Online
Wired
180 KAYNAKÇA
I NTERN ET SİTELERİ
American Homebrewers Association: http://www.homebrewersassociation.org
Beer History: http://www.beerhistory.com
Benjamin Joffe-Walt: http://benjamin.joffe-walt.com
Campaignlive: http://www.campaignlive.co.uk
Kyoto Foodie: http://kyotofoodie.com
Thai Food to the World: http://www.thaifoodtoworld.com
Thailand: Kitchen of the World: http://thailand.prd.go.th
Youtube: https://www.youtube.com
Wikipedia: https://www.wikipedia.org
182 KAYNAKÇA
C. Lentz (der.) Changing Food Habits: Case Studiesfrom Africa, South America and Europe içinde.
Amsterdam: Harwood Academic Publishers.
Çevik, Nihal Kadıoğlu (2000) Imperial Taste: 700 years of Culinary Cultures. l stanbul: Ministry of Cul
ture.
Disyabut, Tanida (2008) "Hala) Food: Kitchen of the World Goes Halal." Asian Food journal, ı May.
http://www.asiafoodjoumal.com/article-5248-halalfoodkitchenoftheworldgoeshalal-Asia.html
Douglas, Mary (1972) [1999] " Deciphering a Meal." Implicit Meanings: Essays in Anthropology içinde.
Londra: Routledge.
--, (2007) Saflık ve Tehlike. Emine Ayhan (çev). İstanbul: Metis.
D'Sylva, Andrea ve Brenda L. Beagan (2oıı) "'Food is culture, but it's also power:' the role of food in
ethnic and gender identity construction among Goan Canadian women.· journal ofGender Studies.
c.20, no.3, s. 279-289.
Emgin, Bahar (2014) Servant Princess" of the Modern Home: Domesticity and Femininity in Turkey ajlrr
Electrijication, 1923-1950. Yayınlanmamış doktora tezi. Ihsan Doğramacı Bilkent Üniversit�si
Mimarlık Bölümü, Ankara.
Feffer, John (2002) "The Politics of Dog." The American Prospect, c. 13, no. ıo. http://prospect.org/
article/poli tics-dog
Foucault, M ichel (1997a) "Security, Territory, and Population." P. Rabinow (der.) The Essential Works o}
Foucault, 1954-1984: Ethics. Subjectivity and Truth içinde. Robert Hurley (İng. çev.) New York: The
New Press.
--, (1997b) "Technologies of the Self." P. Rabinow (der.) The Essential Works of Foucault, 1954-1984:
Ethics. Subjectivity and Truth içinde. Robert Hurley (lng. çev.) New York: The New Press.
--, (1978) The History of Sexuality, Volume /: An Introduction. Robert Hurley (lng. çev.) New York:
Pantheon Books.
--, (2003) "Society Must Be Defended": Lectures at the Col!ege de France, 1975-1976. D. Macey ( l ng. çev.)
New York: Picador.
Frederick, Christine (1912) "The New Housekeeping: Efficiency Studies in the Home Management,"
Ladies Home journal, 13 (Eylül-Aralık), seçilmiş parçalar. http://nationalhumanitiescenter.org/pds/
gilded/progress/ texLf/ frederick. pdf
Gabaccia, Donna (2002) "What do we eat?" Carole Counihan (der.) Food in the USA: A Reader içinde.
New York: Routledge.
Gomes, Tania (2006) Flavors of Portugal. Thunder Bay Press.
Goody, John (1982) Cooking, Cuisine and Class. Cambridge: Cambridge University Press.
--, (2013) Yemek, Mutfak, Sınıf. Müge Günay Günran (çev.) İstanbul: Pinhan Yayınlan.
Gordon, Joe (ı.003) "Singing the pulse of the Egyptian-Arab street: Shaaban Abd al-Rahim and the geo·
pop·politics of fast food." Popular Music, c. ı.ı., no. ı, s.73-88.
Gönlügür, Emre (2015) "Soğuk Savaş'ın ideolojik fay hattında bir modernlik sahnesi: 195o'lerde İzmir
Enternasyonal Fuan'nda Amerikan sergileri." Ahenk Yılmaz, Kıvanç Kılınç ve Burkay Pasin (der.)
lzmir Kültürpark 'ın Anımsa(ma)dıkları: Temsiller, Mekanlar, Aktörler içinde. İstanbul: iletişim.
Gyimöthy, Szilvia ve Reidar Johan Mykletun (2009) "Scary food: Commodifying cultural heritage as
meal adventures in tourism." journal of Vacation Marketing, c. 15, no. 3, s. ı.59-273.
Y E M E KLE DEVRİALEM
Hadiye Fahriye Hanım (1924) Yeni Ev Kadınının Yemek Kitabı.
-- , (1924) [2002] Tatlıcıbaşı. Bateş Yayınlan.
Hail, C. Michael ve Llz Sharples (2003) "The conswnption of experience or the experience of consumption?
An introduction to the tourism oftasıe• C. Michael Hali, Llz Sharples, Richard Mitchell, Niki Macionis
ve Brock Cambowne (der.) Food Tourism Around ıhe World içinde. Oxford: Butterworth·Heinemann.
Hamilton, Cheria Y. (2008) Cuisims of Portuguese Encı:ıunters. New York: Hippocrene Books.
Heldke, Llsa (2003) Exotic Appetites. New York: Routledge.
Highmore, Ben (2008) "Alimentary Agents: Food, Cultural Theory and Multiculturalism." ]ournal of
lntercultural Studies, c. 29, no. 4, s. 381-398.
Hiroko, Takeda (2008) "Delicious food in a Beautiful Country: Nationhood and Nationalism in Dis
courses on Food in Contemporary Japan." Studies in Ethnicity and Nationalism, c. 8, no. ı., s. 1-30.
Hobsbawm, Eric ve Terence Ranger (der.) (1983) The lnvention of Tradition. Cambridge: Cambridge
University Press.
Howes, David (1991) ·sensorial Anthropology.• David Howes (der.) The Varieties of Sensory Experience:
A Sourcebook in the Anthropology ofthe Senses içinde. Toronto: University of Toronto Press.
lssenberg, Sasha (2008) The Sushi Economy: Globalization and the Making of a Modern Delicacy. New
York: Gotham Books.
Jansson, Sören (1995) "Food practices and the division of domestic labour: A comparison between
British and Swedish households." Sociological Review, c.43, s. 462-477.
Jerram, Leif (2006) "Kitchen sink dramas: women, modemity and space in Weimar Gerrnany." Cultu
ral Geographies, c. 13, no. 4, s. 538-556.
Johnston, Josee ve Shyon Baumann (2007) "Democracy versus distinction: A study of omnivorousness
in gourrnet food writing." American ]ournal ofSociology, c. ıı3, no. ı, s. 165-204.
Jory, Patrick (1999) "Thai Identity, Globalization and Advertising Culture." Asian Studies Review, c. 23,
no. 4, s. 461-487.
Kalın, Miriam (1986) Always Hungry, Never Greedy: Food and the Expression of Gender in a Melanesian
Society. Cambridge: Cambridge University Press.
Kandiyoti, Deniz (1997) "Gendering the Modem: On Missing Dimension in the S tudy of Turkish
Modemity." Sibel Bozdo!ıan ve Reşat Kasaba (der.) Rethinking Modernity and National ldentity in
Turkey içinde. Seattle: University of Washington Press.
Kanık, llkay (2016) Gastro Gösteri: Popüler Kültür Ürünlerinde Yemeğin Kültürel Gösterisi. lstanbul: Ayrıntı.
Karaosmanoglu, Defne (2007) •Aşinalık ve Egzotiklik Arasında Osmanlı Mutfa!ıı." Virgül Dergisi,
Kasım, no.112, s. 28-32.
--, (2012) "Mutfak Alanında Teknobilimsel Kontrol, Teknoloji ve "Özgürleşen" Kadınlar." Zeynep
Tül A. Süalp ve Burçe Çelik (der.) Devrim Yahut Vasat: Üretim, Deneyim ve Teknoloji içinde. lstan
bul: Bağlam Yayınlan.
--, (2013) "Globalized cuisine, non-national identities and the individual: Staging Turkishness in
Turkish-speaking restaurants in Landon." ]ournal of lntercultural Studies, c. 34, no. 4, s. 371-386.
Kasaba, Reşat (1997) " Kemalist Certainties and Modem Ambiguities." Sibel Bozdoğan ve Reşat
Kasaba (der.) Rethinking Modernity and National ldentity in Turkey içinde. Seattle: University of
Washington Press.
KAYNAKÇA
Kaygan, Harun (2012) "Material objects and everyday nationalism in design: The electric Turkish coffee
maker, its design and consumption." Yayınlanmamış doktora tezi. Brighton Üniversitesi.
Keller, james (2006) Food, Film and Culture: A Genre Study. North Carolina: McFarland and Company
Publishers.
l.acerda, Ilidio (2009) The Secrets of Portugıase Cookery. Almanya: Herstellung ve Verlag.
Law, Lisa (2001) " Homecooking: Filipino Women and Geographies of the Senses in Hong Kong."
Ecumene: A ]ournal of Cultural Geographies, c. 8, no. 3, s. 264-283.
Levi-Strauss, Claude. (1968) [1983] The Raw and the Cooked: Mythologiques. Chicago: University of
Chicago Press.
MacClancy, Jeremy (1992) Consuming Culture: Why you eat what you eat. Londra: Chapman.
Mahmud Nedim bin Tosun (1900) [1998] Aşçıbaşı. Priscilla Mary Işın (çev.) İstanbul: Yapı Kredi
Yayınlan.
Mallery, Garrick (1888) "Manners and Meals." Anthropol, c. l, no.3, s. 193-207.
Manalansan, Martin F. (2006) "Immigrant Lives and the Politics of Olfaction in the Global City." Jim
Drobnick (der.) The Smell Culture Reader içinde. Oxford ve New York: Berg.
Mardin, Şerif (1991) Türk Modernleşmesi. İstanbul: iletişim Yayınlan.
Mauss, Marcel (2005) Sosyoloji ve Antropoloji. Özcan Doğan (çev.) İstanbul: Doğu Bah Yayınlan.
McPhee, Marybeth (1992) " Deodorized Culture: Anthropology of Smell in America." Arizona Anthro-
pologist, c. 8, s. 89-102.
Mennell, Stephen (1985) [1996] Ali Manners ofFood. Illinois: University oflllinois Press.
Mehmed bin Mahmud Şirvani (2005) 15. Yüzyıl Osmanlı Mutfağı. Mustafa Argunşah ve Müjgan Çak
(hazırlayanlar). İstanbul: Gökkubbe Yayınlan.
Mehmet Kamil (1844) [1997] Melceü't-Tabbahin (Aşçının Sığınağı). Cüneyt Kut (hazırlayan) İstanbul: Unipro.
M intz, Sidney W. (1997) Şeker ve Güç. Şükrü Alpagut (çev.) lstanbul: Kabala Yayınlan.
M intz, Sidney W. ve Christine M . DuBois (2002) "The Anthropology of Food and Eating." Annual
Review of Anthropology, c. 31, s. 99-ıı9.
M kono, Muchazondida (2oıı) "The Othering of Food in Touristic Eatertainment: A Netnography."
Tourist Studies, c. ıı, no. 3, s. 197-213.
Molz, Jennie Germann (2007) "Eating Difference: The Cosmopolitan Mobilities ofCulinary Tourism."
Space and Culture, c. ıo, no. ı, s. 77-93.
Muhammed B. El-Kerim (2009) Kitabü't-Tabih: Abbasi Bağdatından Yemekler Tatlılar Çeşniler. Nazlı
Pişkin (çev.) lstanbul: Kitap Yayınevi.
Murcott, Anne (1982) "On the significance of 'cooked dinner' in South Wales." Social Science Informa
tion, c. 21, no. 4-5, s. 677-696.
--, (1983) The Sociology of Food and Eating. İngiltere: Gower.
Nally, David (2010) "The biopolitcs offood provisioning." Transactions ofthe Institute of British Geograp
hers, c. 36, s. 37-53.
Nandy, Ashis (2004) "The Changing Popular Culture of Indian Food: Preliminary Notes.• South Asian
Reseach, c. 24, no. ı, s. 9-19.
Nauhaus, Jessamyn (1999) "The Way to a Man's Heart: Gender Roles, Domestic Ideology, and Cook
books in the l95os." joumal of Social History, c. 32, no. 3. s. 529-555.
186 KAYNAKÇA
Spigel, Lyn n (2005) "Designing the Smart House: Posthuman domesticity and conspicuous production."
European journal of Cultural Studies, c. 8, no. 4, s. 403-426.
Standage, Tom (2016) İnsanlığın Yeme Tarihi. Gencer Çakır (çev.). lstanbul: Maya Kitap.
Stoller, Paul (1989) The Taste of Ethnographic Things: The Senses in Anthropology. University of
Pennsylvania Press.
Sunanta, Sirijit (2005) The Globalization ofThai Cuisine. Canadian Council for Southeast Asian Studies
Konferansında bildiri olarak sunulmuştur. York University, Toronto, Ekim 14-16.
Swarbrooke, John, Colin Beard, Suzanne Leckie ve Gill Pomfret (2003) Adventure Tourism: The New
Frontier. Oxford: Butterworth-Heinemann.
Şavkay, Tuğrul (2000) Osmanlı Mutfağı. lstanbul: Şekerbank Yayını.
Tachibana, Rumiko (2008) Processing Sushi/Cooked Japan: Why Sushi Became Canadian. Yayınlanma
mış yüksek lisans tezi. University of Victoria.
Tarr, Joel A. ve Tebeau, M ark (1997) "Housewives as Home Safety Managers: The Changing Perception
of the Home as a Place of Hazard and Risk, 1870-1940." Roger Cooter ve Bili Luckin (der.) Accİ·
dents in History içinde. Amsterdam: Rodopi.
Thrift, Nigel (2009) " Understanding the Affective Spaces of Political Performance." Mick Smith,
joyce Davidson, Laura Cameron ve Liz Bondi (der.) Emotion, Place and Culture içinde. Surrry VP
Burlington: Ashgate.
Turner, Bryan (1994) Orientalism Postmodernism and Globalism. Londra: Routledge.
Urry, John (2000) Sociology Beyond Societies: mobilitiesfor the twenty:first century. Londra: Routledge.
Ünsal, Artun (2004) "Osmanlı Mutfağı." Sabri Koz (der.) Yemek Kitabı içinde. lstanbul: Kitabevi.
Warde, Alan ve Kevin Hetherington (1994) "English households and routine food practices: a research
note." Sociological Review, c. 42, s. 758-778.
Warde, Alan, Lydia Martens and Wendy Olsen (ı999) "Consumption and the Problem of Variety:
Cultural Omnivorousness, Social Distinction and Dining Out." Sociology, c. 33. no. 1 , s. 105-127.
Watanabe, Yonehide (2002) Kaitenzushi no Keizai-gaku ( Economics of Rotating Sushi Bar). Tokyo: KK
Best Sellers.
West, lsaac (2007) "Performing resistance in/from the kitchen: the practice of maternal pacofıst politics
and La W I S P's cookbooks." Women's Studies in Communication, c. 20, no. 3, s. 358-383.
Wilk, Richard (2002) " Food and Nationalism: The Origins of Belizian Food." Warren Belasco and Phi
lip Scranton (der.) Food Nations: Selling Taste in Consumer Societies içinde. New York: Routledge.
Yerasimos, Marianna (2002) Osmanlı Mutfağı: 500 Yıllık Osmanlı Yemek Kültürü. İstanbul: Boyut Yayın
Grubu.
Yerasimos, S tefanos (2002) Sultan So.fralan: 15. ve 16. Yüzyılda Saray Mutfağı. lstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
Mahmud Nedim Bin Tosun (1998) Aşçıbaşı. Priscilla Mary Işın (çev.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınlan.
Zavin, Theodora ve Freda Stuart (1963) The Working Wives' Cookbook (Salaried or Otherwise). Crown
Book Club.
Zwart, Hub (2005) "Food Consumption in the Genomics Era: A Foucauldian Perspective." Tailoring
Biotechnologies. c. 1, no. 2, s. 31·44.
YEMEKLE DEVRİALEM
çağdaş kadın 150
DİZİN çiğköfte 113-122
çili biberi 15, 21, 35, 57, 59. 71
Ac acı sos 46 . 76 çok kültürlülük 15, 29, 38, 40-41, 46, 85, 87, 107
Avrupa 10-11 , 15 , 21-24 , 30, 33-34· 37, 45"47· 61, 68, 145. 151
n 77-80, 82. 85, 87. 90. ıo8, ıı7. 123-124. Ermeni mutfağı 9 5
126-127, 148, 150, 157, 166, 172 etnisite 85, 107, 122
etnografi 7. ıı, 13-14
Bardot, Brigitte 68
halli 13, 28 ra1are1 47• 58. n-82. 87 Fa
feminen 91-92, 94, 96
hah !O, 12-1}, 19, 25, 27, 29, 33-34• 37, 4 2-43, 46,
57, 59-60, 62, 65, 68, 72, 78-79, 91, 108, Filistin 7n8. 80
ili,
113, 115-116, 118, 121, 1 23-127, 1 33, 140-141 film 14, 51, 78, 85, 105-ıo8, 151-154, 165, 167-168
Foucault, Michel 139, 144
Bahlılaşma ı5. ııı, 113, 123-1 25, 127, 141, 149
Bertin 45-46, 87 Frankfurt mutfak modeli 148-149, 152, 154
Birinci Dünya Savaşı 68, ıoo , 126 Frederick, Christine 147-148, 150
büfe 14, 33, 45-46, 76, 88- 90, 106, 122 geleneksel ıo, 23, 33, 35, 39, 49-50 , 52, 54, 65-67,
73, 80, 98, ııı, 113, 117, n9, 125-127, 133-134,
C ı' cinsiyet rolleri 91 -94, 98, 14 3, 171 141, ı47· 149. 162-163
coğrafi işaretler 77. 79-80 Goody, Jack ıo, 116-n7, 122
188 DİZİN
Ha Hawaii 35. 74 Mcluhan, Marshall 175, 179
hellim peyniri 47 meclis 67, ıı7-121, 126
Hint mutfağı 13, 15, 20, 27-30, 178 medeni 7, 9-10, 68, 111, 113-114, 116-118, 121, 124-
humus 47, 58, 75, 77-80 125, 127, 148-149
hünkarbeğendi 67, 123, 125-127 melezleşme 19, 46-47, 126-127, 171-172
Meksika 15, 20, 41, 76, 103, 107
im Imbiss 46 Mennell, Stephen 11
Indiana fones 51, 108 menşe 77
ırkçılık 14, 85. 87-88, 178 mikrodalga fınn 160-162, 164-165, 168
ikinci Dünya Savaşı 32-33. 35. 93. 101, 140-141 milli mutfak 27, 80, 84
ilkellik 9-10, ıo8, ııı, n4-121 millileşme 27
lngiltere ıı-ı3, 22, 24, 27-29, 46, 90-91 milliyetçilik 13, 15. 46, 77, 80, 85, 97-98. 141
lsrail 41. 77-81 Mintz, Sidney 12
ltalya 24-25, 37, 85, 88-90, 103 modem 9-10. 13, 46-48, 65-67, 71, 99. I I I , 1 1 3- 1 16.
İtalyan 24, 78, 85, 89, 106, 126-127 121, 123-124. 127, 133. 140, 142-143. 147- 1 � 1 .
lzmir Fuan 155 ı53-ı55. 158-162, 164. ı7ı-ın ı7s
morina 23-24
Ja Japonya 12, 21, 23, 31-36, 43. 71, 74 Mucize Mutfak 152-155, 165, 172
muhafazakar 41, 85, 96
Ka Kalifomiya 34-35, 99. 102-103
karahi 13, 28 neophilia 51 Ne
kimçi 58, 69, 71-76 neophobia 51
kişniş 28, ıo2, 133, 178-179 New York 12, 34-35, 37-42, 68, 75, 8 1 , 99, 177
kız enstitüleri 148-149 noodle 42-43 . 46, 85
koku 14. 50, 60, 72, 74. ııı. 115, 119, 129, 166, 175- Norveç 42, 52-53
178
köpek eti ıo, 68-69 olimpiyatlar 42, 68, 75 Ol
köri 13, 28-30, 35 . 59 Only Lovers Left Alive (Sadece Aşıklar Hayatta
kozmopolit 20, 96, 98, 178 Kalır) 108
küreselleşme 12, 14-15, 19-20, 29, 45, 62, 65, 75, m organik yemek 34. 144
Ortadoğı.ı 58
La lahmacun 48, ıı3-122 Osmanlı 15, 37, 65-67, m-112, 123-127, 129, 131-
Lega Nord 88-89 134, 163
I.evi-Strauss, Claude 8-ıo. 115-117, 120 otantik 12-13, 29, 31, 36, 39. 52, 57, 60, 81, 93-94.
lumiere kardeşler ıo5 101, 134, 141, 163-164
Lübnan 47, 78-80 özgür bira 103-104
özgürlük kızartması 67
Ma mahreç 77 özgürlük tostu 67
maskülen 91-92
Mauss, Marcel 176, 179 Peace de Resistance (direnişin barışı) 96 Pe
McDonald's 40-41, 81-82, 88, 108 Portekiz 20-25, 57. 71
YEMEKLE DEVRİALEM
Poshint;ıng (köpek eti çorbası) 68 vejetaryen 32. 34. 48. 57. 62, 82, 144 Ve
Pulp Fiction (Ucuz Roman) 107 verimlilik 42, 59, 137· 140, 143 · 147-155. 1 5 8-159.
163, 166, 173
Re restoran il, 13, 20, 28-29, 31-35, 47-48, 53. 60-63. Vietnam 38 72
:
68-69, 75, 80-82, 85, 106, 121-122 viski ll3, n 5-n6
Rum mutfağı 126 Vores 01 103
Sa sağlık 7, 13, 47-48. 57. 59-60, 65-66, 69. 71, n Wagamama 15, 20, 85 Wa
82, 85, 89-90, 122, 130, 137· 139-145. 161-162, What's Cooking (Ne pişiyor?) 106-107
164, 170 Women Strilce for Peace- WSP 96
samosa 29
sanat 103, 120-121, 161 yapısalcılık 8-ıo Ya
saray 6 5-67, 72, n1, 123, 12 5-127, 129, 131 Yau, Alan 85
Schütte-Lihotzk, Margarete 148-149 yemek kitabı 24, 27, 77, 80, 93-98, 126-127, 130-
seçkin sınıf 12, 125 131, 133
Seul 68-69, 72-73 yeni zenginler n4-n7
siyasetçi 6 5-69, 144-145 Yerasimos, Marianna 131-134
smalahove 52-54 Yerasimos, Stefanos 129-131, 133
sosyoloji 7, ıo, 13-14, 57. ll7, 175-178 yerel mutfak 24
sömürgecilik 20-23, 57, 59, 130 yerelleşme 19
SPAM 35
suşi 12, 20, 31-37, 41, 45, n 7 Zimbabve 51 Zi
şehirli 27, m, 113, n6
şeker 9. 12, 22, 66, 129, 133-134
şeyin takibi 12
Ta ıabu1q7. 78-79
taco 41, 76
tandoor 13, 28
tat 9. i l , 14, 22-24, 27-28, 30, 34. 39-41, 47 . 49-51,
54, 60, 62, 72, 75-76, 102-103, III, 124-127,
129-134, 175-179
Tayland 15, 20, 57-63
Taylorizm 16, 137, 147-1 50, 158, 173
teknoloji 16, 24, 31, 33. 105. 137, 139, 142-144, 147,
149-150 . 152-155. 157-ın 176
ticaret 21, 23. 31, 41, 59, 144
Tokyo 12, 31-32, 35
Topkapı Sarayı 6 5 -66
turizm 20, 25, 49-50, 54, 59, 62-63, 79
Türk kahvesi makinası 162-164
DiziN