You are on page 1of 246

Atatürk’ten

az
U _l

Düşünceler
---1
LXJ
C_3
*r5
co
=m
en

Derleyip Yayına Hazırlayan:


ENVER ZİYA KARA E

Çağdaş Yayınları
Torih A n ı- G e z i- O b y

dizisi 53

Şubat 1991

Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal tarafından, UNESCO Türki­


ye Milli Komisyonu için Atatürk'ün çeşitli konulardaki düşün­
celerinden yapılan bu seçki'ler kitabı, ilk kez 1956 yılında Iş
Bankası tarafından basılmıştır. Sonraki yıllarda iki kez daha
yayımlandıktan sonra rahmetli E. Z. Karal tarafından genişle­
tilerek Milli Eğilim Bakanlığınca da 1981 ve 1986'da basıl­
mıştır. Şimdi yeniden gözden geçirilerek şubat 1991'de yayıne-
vimizce (ÇAĞDAŞ Yayınlan) yapılmıştır.

Dizgi - Baskı - Cilt


Erdini Basım ve Yayınevi
T iirk o c a ğ ı C a d . G ü r s o y H a n N o :3 1 -3 2
K at.3 N o :2 8 T e lf: 5 2 2 63 13
İ S T A N B U L - 1991
ATATÜRK'TEN
DÜŞÜNCELER

Bu k ita p , A ta tü rk'ü n ölü m ü n ü n 5 0 . y ıld ö n ü m ü n ü a n m a et­


k in lik le ri ç e rç e v e s in d e U N E S C O T ürkiye M illi K om isyo-
n u 'n c a h a z ırla n m ış tır.

ÇAĞDAŞ YAYINLARI
ÇAĞDAŞ GAZETE, D ERG İ, K lT A P BASIM VE
YAYIN A N ON lM ŞİRKETİ

Türkocağı Caddesi No: 39-41 Cağaloğlu - İstanbul


KISALTMALAR ÜZERİNDE BİR AÇIKLAMA
Derlenen m etinlerin anlaşılm asını kolaylaştırm ak am acıyla aşağıdaki notların ek­
lenm esi gerekli görülmüştür. f
1. D üşüncelerin söylendiği tarih ile kaynağın bilinm esi halinde bunlar m et­
nin altına işaret edilm iştir. Atatürk'ün yayım lanm ış söylev ve dem eçlerinden alına/i m e­
tinlerin tarihi işaret edilirken yalnız ay ve yıl alınmıştır.
2. Gazetelerden alınm ış olan m etinlerin kaynağı olarak gazetenin yayın ta-
rihim etnin altına işaret edilm iştir.
3. A nılar türünden olan eserlerden alınan m etinlerin tarihi belli olm ayanla­
rın tarihleri yaklaşık olarak konulm uş veya hiç konulm am ıştır.
4. Tarih ve kaynakların saptanm asında hiç olanak bulunm ayan birkaç m e­
tin önem leri nedeniyle kitaba alınm ıştır.
5. K ısaltm a işaretleri şöylece sıralanmıştır:
A.Y. Atatürk'ün İzm it Basın Toplantısı; Arar, İsm ail; (A .l.B.T.)
A.M .M . Atatürk'ten 20 Anı; Agakay, M. Ali; (A. 20. A.)
B. G. Angora, C onstantinople, Londres; Berth, Gaulis; (A.C.L.)
B. Belleten, Türk Tarih Kurumu (B)
C. Cum huriyet G azetesi. (C)
D. Dünya Gazetesi. (D)
H .M . Hakim iyeti M illiye Gazetesi. (H.M .)
t. A. Atatürk hakkında hatıralar ve belgeler. İnan, Afet. (A.H. ve B.)
I. A. M edenî Bilgiler. İnan, Afet; (M .B.)
K. Ku,.rel Gazetesi. (K)
K. K onferanslar : Türk Tarih Kurum u; (K .T.T.K .)
M .E.S.D.I. M illî Eğitim ile ilgili söylev ve dem eçler; (M .E.S.D.I.)
M .M .H . M illî M ücadele H atıraları; Cebesoy, Ali Fuat (M .M .H.)
N. Nutuk, Kemal Atatürk; (N)
S .D .I. Atatürk'ün söylev ve dem eçleri; (I)
S .D .II. Atatürk’ün söylev ve dem eçleri; (II)
S .D .III. Atatürk'ün söylev ve demeçleri; (III)
S .H .R . Atatürk’ten Hatıralar, Soyak, Haşan Rıza. (A.H.)
T. Tanın Gazetesi. (T)
T .H . Tercüm anı Hakikat Gazetesi. (T-H )
T.T.K.M . Türk Tarih Kuruntunda m ektuplar, (T.T.K.M .)
T .V . ( Tarih Vesikaları Dergisi; (T. V.)
U .A . G ördüklerim , D uyduklarım , Duygularım : 1930 - 1950 US, Asım
(G.D.D. 1930 - 1950)
V. V akitG azetesi;(V )
Y .A .E. Gördüklerim ve Çektiklerim; Yalm an, Ahm et Emin; (G v eÇ .)
Y .N . Ankara'nın ilk günleri, Yunus Nadi; (A.I.G.)
ÖNSÖZ

B eni görm ek dem ek, ille de, yüziim ü görm ek


değildir. Benim düşüncelerim i ve duygularım ı
anlıyorsanız ve duyuyorsanız bu yeler.

K. Atatürk

Atatürk hakkında, ülke içinde ve dışında, pek çok yayın yapılm ıştır. Bu yayın­
lar, m onografi, anılar, söylev ve dem eçlerle belge derlem elerinden oluşur.
M onografilerde, A tatürk'ün yaşam ı, savaşlarıyla başarıları, genellikle kronolojik
olarak anlatılm akta ve yazarların kişisel görüşleriyle değerlendirilm ektedir. A nılar türün­
den eserlerde ise, yazarlar O'nun yanında bulunduktan sıralarda tanık olduklan olayları
anlatm aktadırlar. Bu eserlerden b azılannda, Atatürk'ün m etin halinde verilmiş düşüncele­
ri de yer alm ıştır. Belge derlem elerine gelince, bunlar daha çok, Atatürk'ün kanşm ış o l­
duğu olaylan belirtm ektedir.
Hiç kuşku yok ki. bütün bu. yayınlar A tatürk'ü ve yaptıklannı çeşitli yönleriyle
tanıtm a bakım ından yararlıdır, ancak O 'nun düşüncelerini tam m etin halinde yansıtm a­
dıktan da bir gerçektir.
Atatürk'ün düşünceleri için başlıca kaynaklar kendi söylev ve demeçleridir. O, b ü ­
yük söylevinde, bağım sızlık savaşının nasıl başladığını, T ürkiye Cum huriyeti'nin hangi
koşullar içinde kurulduğunu ve geliştiğini anlatır. T.B.M .M .'nin açık ve kapalı toplantı-
lanndaki söylevlerinde de aynı konunun ay n n tılan üzerinde durarak devlet yapısının g e ­
liştirilm esi yolunda yapılm ış olan çetin savaşları ve elde edilen sonuçlan belirtir. Yurt
içinde yapm ış olduğu incelem e ve aydınlatıcı gezilerinde, halka verdiği dem eçlerde Türk
Devrim inin çeşitli aşam alannın çeşitli karakterini açıklar ve yönünü gösterir. Yerli ve y a ­
bancı gazete m uhabirleriyle yaptığı görüşm elerde de özellikle, Yeni Türkiye'nin yeni nite­
liğini ve dünya devletleri arasındaki yerini önem le belirtir.
Atatürk bütün bu söylevlerinde, çeşitli konular üzerinde sıraladığı düşüncelerinin
kam uoyu tarafından bilinm esine büyük önem verirdi.
Nitekim bir gün : «Beni görm ek dem ek, ille de, yüzüm ü görm ek demek değildir.
Benim düşüncelerim i ve duygularım ı anlıyorsanız ve duyuyorsanız bu yeter » dem işti.
Atatürk'ün bu sözleri, yirmi bir yüzyıl önce, Plotinus'un m im arlığı tanım lam ak
için söylemiş olduğu sözü hatırlatm aktadır. Plotinus : "M im arlık, yapıdan taş çıkarıldık­
tan sonra geri kalan şeydir" dem işti. Böylece de yapıda görünen m addî öğenin düşünce
ve duygu öğelerine dayandığı ve bunların m im arlığın özünü oluşturduğunu belirtmiştir.
Atatürk'ün düşünceleri ve duyguları da, m im arı bulunduğu Türk Devriminin baş­
lıca öğeleridir. Bu nedenle, D evrim 'in bilinip kavranm ası için, onların bilinm esi gerekir.
Oysa, bu düşünceler ve duygular, yukarıda belirtilen kaynaklarda, olayların açıklanm ası
nedeniyle, serpiştirilm iş bir halde bulunmaktadır. O kuyucunun onları elde etmesi için bü­
tün söylevleri baştan sona kadar gözden geçirm esi gerekir. Bu ise herkes için kolay olm a­
dığı gibi, bazılarım ız için de olanaksızdır.
İşte biz, bu yönü gözönünde bulundurarak, Atatürk'ün çeşitli konulara ilişkin çe ­
şitli kaynaklarda rastladığım ız soyut düşüncelerini, dokunduktan konulara göre ve ola­
bildiğince kronlojik bir biçim de, sıralam ayı yararlı bulduk. O kuyucu, böylece, Atatürk
için olduğu gibi. Türkiye Cum huriyeti için ve onu m eydana getiren Türk Devrim i için de
herhangi bir aracıya gerek duym adan hüküm verebilecektir.
Yapılan sıralamada, bazı önemli düşüncelerin gözden kaçm ış olabileceğini peşin
olarak kabul ediyoruz. Eksikler gelecekte tam am lanabilir. Biz, şim dilik, bir boşluğu ola­
bildiği ölçüde doldurm ak düşüncesiyle bu kitabr yayım lıyoruz.

E N V E R ZİY A K A R A L

N o t : Bu kitap İş Bankası tarafından ilk kez 1956 yılında basılm ıştır.


Sonraki yıllarda iki kez daha yayım lanm ıştır. Bu baskısı genişletilerek M illî
Eğitim Bakanlığınca basılm aktadır.
I. OSMANLI İMPARATORLUĞU'NUN DAĞILMASI

1. Wilson’un on dört m addesi.


Hepiniz bilirsiniz ki, savaşın sonuna doğru Amerika Cum ­
hurbaşkanı Wilson, on dört m addeden oluşan bir program la or­
taya çıktı. Bu program her ulusun kendi yazgısına egemenliğini
güven altına alıyordu. Program ın on ikinci m addesi ise , yalnız
Türkiye ile, devletim iz ve ulusum uzla ilgilidir.
Wilson bu m adde ile Türkiye'nin, ulusum uzun tam ege­
m en olması gerektiğini belirttikten sonra bir iki koşul da ekle­
miştir. O koşullar şunlardır:
Aramızda yaşayan Hıristiyan azınlıkların güvenliklerinin
ve özgürce gelişmelerinin sağlanması; bir de, Boğazların açık
bulundurulm ası. Bütün İtilâf Devletleri (I) W ilson'un ilkelerini
kendi çıkarlarına uygun buldukları gibi, bizim devletimiz de,
bu on ikinci maddeyi kabulde bir sakınca görmedi ve kabul etti.
Bu gerçekten kabul edilebilecek bir ilkedir. Çünkü Wilson'un is­
tediği gibi Hıristiyan azınlıklarının güvenliği, can ve malları, her
türlü hakları ve özgürce gelişmeleri ile ilgili gereken her şey dev­
letimiz ve ulusum uzca zaten öteden beri gözetilmişti. Gerçekte,
Hıristiyan azınlıkların Osmanlı Devleti ve ulusunun bağrında
eriştikleri ayrıcalıklar üç yüz yılı aşkın bir süredir fazlasıyla var­
dır. Onun için bu koşul bizim için yeni bir şey değildir.
( O cak 1920, S. D. I I .)

(I) itilaf D e v le tle r i: İn g ilte re , F ra n sa, İtalya


2. M undros Ateşkes Anlaşması.
"Mundros Ateşkes Anlaşmasının koşullarını baştan sona
kadar inceledikten sonra bende oluşan kanı şu idi Osmanlı
Devleti bu anlaşma ile kendisini düşm anlara tamamiyle teslim
etmeye razı olmakla kalmamış, düşm anın bu ülkeyi ele geçir­
mesine yardım etmeye de söz vermiştir."
"Bu anlaşma olduğu gibi uygulandığı takdirde ülkenin tü­
m üyle işgal ve istilâ tehlikesi karşısında bulunduğu kanaatini
hüküm ete bildirdim. Düşmanların her dediğine Sema'nâ ve
ata'nâ (kabul) demenin, bir gün bütün Türkiye'de, istilâcıların
egemen olması sonucunu doğuracağını ve bir gün Osmanlı hü­
kümetini düşm anların kuracağını anlattım. Bunun için kâhin
olmak gerekmezdi. Kendilerini zayıf ve güçsüz gören insanlar,
kendilerine göre daha güçlü ve kesin kararlı insanlardan mer­
hamet diledikleri zaman m uhakkak kendilerine açındıracakla­
rına inanmaları için bilmem nasıl bir duygu içinde ve tabiatta
olmalıdırlar?

(6 N is a n 1926, H . M .)

3. 19 Mayıs 1919'da Osmanlı Devleti'nin görünüm ü.


1919 Mayıs'mın 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Genel d u ­
rum ve görünüm:
Osmanlı Devletinin de içinde bulunduğu grup (I) Dünya
Savaşında yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş,
koşullan ağır bir ateşkes anlaşması imzalamış, büyük savaşın
uzun yılları boyunca ulus yoksul ve yorgun bir halde, ulus ve
ülkeyi bu savaşa sürükleyenler kendi canları kaygısına düşerek
ülkeden kaçmışlar. Padişahlık ve halifelik m evkiinde bulunan
Vahdettin soysuzlaşmış, yalnız kendisini ve tahtını emniyete
alabilme hayali içinde alçakça önlemler araştırmakta. Damat
Ferit Paşanın başkanlığındaki hüküm et güçsüz, onursuz, kor­
kak yalnız padişahın isteklerine uym uş ve onunla birlikte ken-
dilerini koruyabilecek herhangi bir durum a razı.
O rdunun elinden silah ve cephanesi alınmış ve alınmakta.
İtilâf Devletleri (2) Ateşkes Anlaşması hüküm lerine uym ayı ge­
rekli görmüyorlar. Bir uydurm a nedenle donanm aları ve asker­
leri İstanbul'da. Adana ilini Fransızlar, Urfa, Maraş, Antep'i İn-
gilizler işgal etmiş; Antalya ile Konya'da İtalyan birlikleri,
Merzifon ve Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyor. Her yanda
yabancı devletlerin subay ve m em urları ve ajanları faaliyette.
En sonunda, konuşmam ıza başlangıç olarak aldığımız tarihten
dört gün önce itilâf Devletlerinin onamasıyla, 15 Mayıs 1919'da,
Yunan ordusu İzmir'e çıkıyor.
Bundan başka, ülkenin her yanında, Hıristiyan azınlıklar,
özel istek ve amaçlarının gerçekleşmesi, devletin bir an önce
çökmesi için gizli, açık çaba göstermekte.

(E kim 1927, N .)

(1) A lm a n y a , A v u s tu r y a , M a c a ris ta n , B u lg a rista n .

(2) İn g ilte re , F ra n sa , İtaly a


10
II. KUVAYI MİLLİYE (Ulusal Güçler)
Birinci Bölüm

HAK VE KUVVET

1. Tarih ve ulus hakları.


Tarih, olgular, olaylar ve gözlemler, insanlar ve uluslar
arasında hep ulusallığın egemen olduğunu göstermiştir. Ve
ulusallık ilkesine karşı girişilen büyük çapta eylemlere karşın,
ulusallık duygusunun öldürülem ediği, gene de bütün gücü ile
yaşadığı görülmektedir.
Tarih, bir ulusun kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman
tanımazlık etmez. Bu nedenle sakat bir düşünce perdesi arka­
sından yurdum uza ve ulusum uza karşı varılan hüküm ler, ileri
sürülen düşünceler kesinlikle iflas edecektir.

(T e m m u z 1919, N .)

2. Hak kuvvetin üstündedir.


H erhalde dünyada hak denen bir şey vardır ve hak kuv­
vetin üstündedir. Ulusun, haklarının bilincine varmış olup on­
ların savunm a ve korunması için her türlü özveriye hazır oldu­
ğuna dünyanın inanması- gerekir. İşte düşmanlarımızın
davranışı, ulusum uzu bu bilinçten ve bu özveri duygusundan
yoksun sanm alarından ileri gelmiştir.
(A ralık 1920, S. D. II.)
Bir ulus, varlığı ve hakları için bütün gücü ile, bütün d ü ­
şünce ve m addî güçleriyle ilgisiz kalırsa, bir ulus kendi gücüne
dayanarak varlık ve bağımsızlığını güven altına almazsa, onun
bunun oyuncağı olmaktan kurtulam az.

(A ralık 1920, S. D. II.)

Bugünkü uygarlığın devletlerarası ilişkilerde ortaya attığı,


ve en yüce, en soylu istekler ve düşüncelerin bir özü olan (her
ulusun kendi yazgısına kendisinin egemen olması) hakkını biz
yeryüzünde yaşayan bütün uluslara tanıyoruz.

(M art 1922, S. D. I.)

Varlığının bilincine varmış olan, özgürlükle esirlik arasın­


daki ayrımı iyi değerlendiren, ölümü esirliğe yeğleyen ve bunu
her gün eylemleri ile kanıtlayan bir ulusu ne yapıp yapıp yok
etme yolunda zalim bir isteğe kapılmak kadar bir vahşilik d ü n ­
yada düşünülebilir mi?

(H a z ira n 1922, S. D. II)

3. Türk U lusunun Hakları.


"Artık ulusun bundan böyle kendi haklarını kendisinin
araması ve savunması, bizlerin de olabildiğince bu yolu göster­
memiz ve bütün ordu ile beraber yardım etmemiz gerekir.

(1918, A .F .C eb eso y ; M illi M ü c a d e le H a k k ın d a )


Bizim istediğimiz şey bu güne kadar her şeyden yoksun
bırakılmış, varlığına önem verilmeyen ulusun, refaha hak ka­
zanmış bir güç olduğunu hüküm etim ize ve hüküm etlere anlat­
maktır.

(E k im 1919, S.D. III.)

Biz haklarımızı ve bağımsızlığımızı savunm ak için girişti­


ğimiz savaşın kutsallığına inandığımız gibi, hiçbir gücün ulusu
yaşam ak hakkından yoksun bırakamayacağı kanısındayız.

(M a rt 1920, N .)

Bize ulussever derler. Fakat öyle ulusseverleriz ki, bizimle


işbirliği eden bütün ulusları sayarız. Onların ulusallığının bü­
tün gereklerini tanırız. Bizim ulusallığım ızda bencillik ve gurur
yoktur.

(A ğ u sto s 1920, S.D. I.)

Biz ulusal sınırlarımız içinde özgür ve bağımsız yaşamak­


tan başka bir şey istemiyoruz. Biz A vrupa'nın başka ulusların­
dan esirgenmeyen haklarımıza saldırılmamasını istiyoruz.

(E ylül 1921, S.D. I.)


Bütün dünya bilmelidir ki, Türkiye halkı, Türkiye Büyük
Millet Meclisi ve onun hüküm eti kendilerine uşakmış gibi dav-
ranılmasına katlanamaz. Her uygar ulus ve hüküm et gibi varlı­
ğının tanınması isteğinde kesinlikle direnir. Bütün davası da
budur. Biz savaşçı değiliz. Barışseveriz. Ve barışın bir an önce
kökleştiğini görmek ve buna yardım etmek isteriz.

(E ylül 1921, S.D.I.)

Baylar, hiç kimseden fazla bir şey istemiyoruz. Dünyanın


her uygar ulusunun doğal olarak sahip olduğu şeylerden bizi
yoksun bırakm am alıdırlar ve haklarımızı kabul etmelidirler.
Çünkü haklarımız doğaldır, yasaldır, akla uygundur ve bizim
için gereklidir. Biz bu haklardan vazgeçmeyeceğiz ve ne denli
haklı isek, bu hakkımızı savunm a ve korum a için de ülkemizin,
ulusum uzun yetenek ve gücü o denli etkin olacaktır.

(Ş u b at 1925, S.D.1I.)

Müttefiklerin, Türkiye'nin, halkımızın varlığı ve gelişmesi


için kesinlikle zorunlu olan koşulları kabul ve onaylayacak an­
layışa daha varmadıkları görülüyor. Uygar uluslar ve ülkeler
için sözü bile edilmeyecek birtakım bağımsızlığı yok edici ko­
şul ve istekleri Türkiye için uygun görmekte olan müttefiklerin
inat ve direnişi, bütün dünyanın hayretle, şaşkınlıkla karşıla­
ması gereken bir olaydır. Biz bağımsızlığımızı sağlayan bir ba­
rış istiyoruz. Bunun sağlanmasını görmedikçe yaşayabilmemiz
için m uhtaç olduğum uz yaşam koşullarını sağlamak üzere tam
bağımsızlığa ulaşıncaya kadar başladığımız işi sürdüreceğiz.
Ulusun ciddî kararı budur. U lusum uzun bu kararını, ne olursa
olsun, uygulam ak için her türlü önlem zaten alınmıştır.
4. Ulusal savaşın amacı.
Ulusal savaşın erek ve amacı, ulusun tam bağımsızlığını
ve egemenliğini sağlamak ve sürdürm ektir. Ulus, dışa karşı ba­
ğımsızlığını kazanm ak için gereken hareket hattını Misak-ı Mil-
lî'de (Ulusal And'da) belirtmiştir. Ulusal egemenliği elde edebil­
mek için izlenmesi gereken hareket hattını da anayasa ile
saptamıştır.

(O cak 1923, A.T.B.T.) S.29


İkinci Bölüm
TÜRK ULUSU VE BAĞIMSIZLIK

1. Türk ulusunun bağımsızlık düşüncesine bağlılığı.


Türkün onuru, öz saygısı ve yetenekleri çok yüksek ve bü­
yüktür. Böyle bir ulus esir yaşam aktansa yok olsun, daha iyidir.
Öyleyse ya bağımsızlık, ya ölüm!
(M ay ıs 1919, N .)

Ne kadar zengin ve refah içinde olursa olsun, bağımsızlık­


tan yoksun bir ulus uygar insanlık karşısında uşak durum unda
kalm aktan öteye gidemez.
(M ay ıs 1919, N .)

Ulusun bağımsızlığını gene ulusun kesin ve dirençli kararı


kurtaracaktır.
(H a z ira n 1919, N .)

Ulusun bağımsızlığı tehlikeye girdiği vakit, ulus orduları­


nı kendi toplar ve yalnız bir hareket yolu kabul eder. O da kur­
tuluş uğruna sonuna kadar kanını dökmektir.
(1919, S.D . III.)
Türkiye halkı, yüzyıllardır özgür ve bağımsız yaşamış, ve
bağımsızlığı bir yaşam gereği saymış bir topluluğun yiğit evlat­
larıdır. Bu ulus bağımsızlık olmadan yaşamamıştır. Yaşayamaz
ve yaşamayacaktır.
(H a z ira n 1922, S.D.II.)

Türkiye devletinin bağımsızlığı kutsaldır; sonsuza dek gü­


ven altına alınmalı ve korunmalıdır.
(A ğ u sto s 1923, S.D.I.)

Bağımsızlık ve özgürlüklerinin her ne pahasına ve her ne


karşılığında olursa olsun kısıtlanmasına göz yum mamak; ba­
ğımsızlık ve özgürlüklerini tam anlamıyla korumak; ve bunun
için gerekirse son bireyinin son damla kanını akıtarak, insanlık
tarihini şanlı örneklerle süslemek; işte bağımsızlık ve özgürlü­
ğün gerçek niteliğinin, geniş anlamının, yüksek değerinin bilin­
cine varmış uluslar için yaşamsal ilke... Ancak bu ilke uğrunda
her an her türlü özveride bulunm aya hazır olan ve gücü yeten
uluslardır ki sürekli olarak insanlığın saygısına lâyık bir top­
lum sayılabilir.
(M ay ıs 1928, S.D.II.)

2. Tam bağımsızlığın tanımlanması.


Bağımsızlıktan ne demek istediğimizi anlatayım: "Ulusu­
muz insanca ve çağcıl amaçlan yüceltir; ve teknik, endüstri ve
ekonomi alanlarındaki durum ve ihtiyacımızın önemini anlar.
Bu nedenle, devlet ve ulusum uzun iç ve dış bağımsızlığı ve
yurdum uzun bütünlüğü korunup gözetilmek suretiyle ulusal
sınırlar içinde, ulusallık ilkelerine saygılı olan, ülkemizi ele ge­
çirmek isteğinde olmayan herhangi bir devletin teknik, ekono­
mi ve endüstri alanlarında yardımını m em nunlukla karşılarız.
Hakka uygun ve insanca koşullar içeren bir barışın da ivedilik­
le kararlaştırılması, insanlığın güvenliği ve dünyanın rahatı
adına gerçekleştirilmesi ulusal, isteklerimizdendir.
(E kim 1919, S.D .III.)
Tam bağımsızlık, bizim bugün üstlendiğim iz görevin özü­
dür. Bu görevi bütün ulusa ve tarihe karşı üstlendik. Bu görevi
üstlenirken uygulam a olanağı olup olmadığı üzerinde, kuşku­
suz, çok düşündük. Fakat sonunda bunda başarılı olabileceği­
miz inanç ve kanısına vardık. Biz, işe böyle başlamış adamlarız.
Bizden öncekilerin yaptığı hatalar yüzünden, sözde bağımsız­
dık, ama gerçekte bağımlı bulunuyorduk. Şimdiye kadar Türki­
ye'yi uygarlık dünyasında kötü gösterm ek için neler düşünül­
m üşse hep bu hatadan, hep bu hataya düşmekten
kaynaklanmaktadır. Bu hatayı sürdürm ek, kesinlikle, ülke ve
ulusun bütün onurundan, bütün yaşama yeteneğinden ayrılma­
sı ve uzaklaşması sonucunu doğurabilir. Biz, yaşamak isteyen,
onuruyla, şerefiyle yaşam ak isteyen bir ulusuz. Bu hataya sap­
lanm ak yüzünden bu niteliklerden yoksun kalmaya katlananla­
yız. Bilgili, bilgisiz, ulusum uzun, ayrıksız, bütün bireyleri belki
işin içindeki güçlüklerin tamamiyle bilincinde olm adan bugün
yalnız bir nokta etrafında toplanmış ve sonuna dek kanını akıt­
m aya karar vermiştir. Bu nokta da, tüm bağımsızlığımızı sağla­
m ak ve sürdürm ektir.
Tam bağımsızlık, elbette, siyaset, maliye, ekonomi, adalet,
askerlik, kültür., gibi her alanda tam bağımsızlık, tam özgürlük
demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsız olma­
mak, ulus ve ülkenin gerçek anlam ıyla bütün bağımsızlığından
yoksun olması demektir.

3. Türkiye'nin bağımsızlığı ve dünya.


Dünya, ulusum uzun yaşam ına ya saygı gösterip onun bir­
lik ve bağımsızlığını onaylayacaktır, ya da son topraklarımızı,
son insanlarımızın kanlarıyla suladıktan sonra bütün bir ulu­
sun ölüsü üstünde tiksindirici, sonu gelmeyen istila tutküsunu
doyurm ak zorunda kalacaktır. Bu tür bir vahşiliğe ise, bugünkü
insanların sinirleri artık dayanam az. Ulusun isteğini anlayan
hüküm et büyüklerinin ödevi gayet açıktır: bu, ulusun güvenini
kazanmak, hiç duraksam adan çalışmak, bizi masa başında he­
saplaşmaya çağıracak yabancı ülkelerin ileri gelenleriyle ulu­
sun isteğini bütün açıklığıyla tartışmaktır.
(E kim 1 9 1 9 ,5 .0 . III.)

Şimdiye kadar bu yöreye gerek bir rastlantı olarak, gerek­


se A nadolu'nun durum unu incelemek için görevlendirilmiş
olarak çeşitli uluslardan gelen yabancıların çoğu ile ilişki kurul­
du. Onların açıkladığı ilk duygulan, uzaktan korkunç bir d ü ­
zensizlik ve kanşıklık içinde tasavvur ettikleri Anadolu'yu, ter­
sine dikkat çekici bir rahatlık, düzen ve güven içinde
görmekten doğan hayretleri olmuştur. Özellikle, ulusal örgüt­
lenmemizin genişlik ve önemi ve ulusun kararlılıkta birliğini
gözleriyle görüp genel isteklerimizi aynntılarıyla inceledikle­
rinde, ulusal isteklerimizin haklılığı ile örgütüm üzün ruhsal
arılığı hakkında ülkelerinin kam uoyuna yönelik tekrar tekrar
raporlar yazm aktan geri kalmadılar. Böylece, bugün Avrupa ve
Am erika'da gerçeğin su yüzüne çıkmaya başladığını görmekle
m em nun oluyoruz.
(E kim 1919, S.D. III.)
Üçüncü Bölüm

ULUSAL ÖRGÜTLENME

1. Ulusal örgütlenm enin başlangıcı hakkında.


Ulusun Batıdan ve Doğudan yükselen sesi Anadolu'nun
en uzak (ıssız) köşesinde yankısını buldu. Bu nedenle ulusal
dem ekler, düşm am n esirlik boyunduruğuna girmemek amacıy­
la ulusal vicdanın kararlılık ve iradesinden doğm uş tek bir ör­
g üt haline geldi.
(E y lü l 1919, S.D.I.)

Şükretmeliyiz ki, bazı durum lar değerli ulusum uzun gö­


zünü açmasına, uyanm asına yol açtı. Yer yer ulusum uzun bi­
reyleri, birbirini aram aya, bulm aya başladı. Bunun sonucu ola­
rak örgütlenm e oluştu.
(A ra lık 1919, S.D.1I.)

İzmir faciasından sonra idi ki, ulusum uzun duygulan ve


düşüncesinden yana bir uyanm a oldu; ve derin bir uçurum a sü­
rüklendiğini anladı. Ve bunun ardından haklarını kendisi sa­
vunm aya karar verdi. Bunu yapabilmek için, işin gereği, bir bi­
çim bulmak, organik bir bütün sağlamak gerekirdi. Zaten her
yanda örgütlenm e başlamıştı. Fakat önce Erzurum ve sonra Si­
vas kongrelerinde genel birliğimiz m eydana geldi.
(A ralık 1920, S.D.I I.)
Ulusumuz daha örgütlenme düşüncesini kafasına soka-
mamışhr. Çok kez bunu hüküm ete bırakır. Bu, ulusum uzun
öteden beri edinmiş olduğu bir huydur. Büyüklere saygı iyi bir
huydur. Fakat, zaman, olaylar ve deneyler göstermiştir ki, duy­
gu ve düşünce bakım ından ulusun kendisi etkin olmalıdır. Bu­
nu, her ne biçimde ve nitelikte olursa olsun, başkalarına bırak­
m amak gerekir.
(A ralık 1919, S.D.II.)

Bu örgüt henüz bir biçimden başka bir şey değildir. Bu­


gün, yarın buna bir geometri şekli gibi bakamayız. Buna bir ruh
vermek gerekir; bunun için de ulusum uzun her bireyinin d ü ­
şünme yeteneklerini geliştirmek, toplum un yazgısına yönelik
saldırılardan korunm ak için hep birlikte örgütlenmeye gitmek
gerekir.
(A ralık 1919, S.D.II.)

2. Kuvve-i milliye (ulusal güç).


Hüküm et merkezi İstanbul'da bulunuyordu ve bütün güç
oraya bağlı idi. Bu hüküm et düşm anların sıkı çemberi içindey­
di. Siyasal, sıkı bir çemberdi bu. İşte böyle bir çember içinde
yurdu savunacak, ulusun ve devletin bağımsızlığım koruyacak
genel güce, ulusa emrediyorlardı. Böyle verilen emirlerle, ulu­
sun araçları kullanılamıyor ve devlet görevlerini yerine getire­
miyordu. Bu savunma araçlarının birincisi olan ordu, ordu adı­
nı korumakla birlikte, doğal olarak temel görevini yapmak
olanağından yoksundu. İşte bunun içindir ki, yurdu savunma
ve korumayı kapsayan temel görev, doğrudan doğruya ulusun
kendisine yönelmiş bulunuyordu. Ulus orduya kendi bağrın­
dan çıkarıp teslim ettiği evlâtlarını, düşm an saldırılarına uğra­
yan bölgelerin ve bu düşm an saldırılarına uğrayan kardeşleri­
nin yaşamlarının savunulmasıyla görevlendirmek zorunda
kalmıştır. İşte biz buna kuvve-i milliye (ulusal güç) diyoruz. Ve
bütün dünya da böyle diyor.
3. Müdafa-i H ukuk (H aklann savunulması).
Ulusun birliğini m eydana getiren ve İstanbul'un içinde bu­
lunduğu koşullara karşın, bu birliği içerde ve dışarda gösterm e­
ye yönelik bir amaç için kurulan örgüt ise yalnız kuvve-i milli­
ye (ulusal güç) bireylerinden oluşm uş değildi. Tersine, bütün
ülkede ve ülkenin uzak köşelerinde bile ortaya çıkmış doğru­
dan doğruya yasal ve uygar bir örgüt vardı ki, ona Müdafa-i
H ukuk (Hakların savunulması) örgütü diyoruz.
Bu örgütte silah söz konusu değildir. Belki, uygar, toplum ­
sal ve genel bakım dan siyasal bir dernek demektir. Ve bildiği­
niz gibi, her il bağımsız sancak'ta (I) m erkez kurulları vardı. İşte
bu kurullarda baş vurulacak bir yer bulam ayan ordu da, doğal
olarak bir yerden yönetilmek gereğini duyuyordu; ve böylece
"Müdafa-i Hukuk" örgütü silahlı kuvvetleri içine almış oluyor­
du.
(M ay ıs 1920, S.D.I.)

4. Erzurum Kongresi.
Erzurum Kongresi bütün dünyaya karşı ulusum uzun var­
lığını ve birliğini gösterdi. Bu kongremiz, kuşkusuz, benzeri az
bulunur bir eser olarak tarihe geçecektir.
(A ğ u sto s 1919, S.D.I.)

Birinci Dünya Savaşından sonra, genel durum um uz gere­


ği, uğradığımız yenilgiden ötürü, yurdum uzun birçok önemli
parçası düşm anlarım ızın eline geçmişti. Ulusumuz, bütün
amaçlarında m addî ve gerçekçi davranıp ancak güç ve erkiyle
sağlayabileceği şeylere dayanarak yeni bir yurt sınırı çizmek
üzereydi, işte bu sının çizmiştir. Bir ulusal sınır çizmiştir.
(N isa n 1920, S.D.I.)

(I) E sk id e n , ü lk e m iz d e il v e ilçe a r a s ın d a b ir y ö n e tim b ö lü m ü .


Erzurum Kongresinin ulusallık ilkelerinden biri de, bu sı­
nır içinde yönetimin ulusal egemenlik temeline dayanmasıdır.
(A y n ı E ser)

5. Sivas Kongresi.
Erzurum kongresi yalnız Doğu Anadolu'yu temsil etmiş
oluyordu. Sivas'ta, Batı Anadolu'dan ve Rumeli'den de delege­
ler gelmiş olduğundan artık bütün yurdun, Anadolu ve Rume­
li'nde yaşayan yurttaşlarımızın görüşleri sağlanmış ve doğru­
lanmış oluyordu. Sivas Kongresi, Erzurum Kongresinde
saptanan ilkeleri olduğu gibi kabul etmiş; yalnız kapsamlarını
genişletmekle kalmamıştır; bütün Anadolu ve Rumeli'yi içine
almak üzere ulusal birlik ve dayanışmayı sağlamıştır.
(N isa n 1920, S.D.I.)

6. Misak-ı Millî (Ulusal And).


"Bilirsiniz, Ulusal A nd’ı sonunda Ankara'da saptamıştım."
Açıkça söyleyeyim ki; ben ulusal sının biraz Wilson ilkele­
rinin insanca ereklerine göre belirtmeye çalıştım. Hemen açıkla­
yayım: O insanca ilkelere dayanarak Türk süngülerinin savu­
nup sağlamlaştırdığı sınırlan savunm uşum dur. Zavallı Wilson
anlam adı ki, süngü, güç, şeref ve onurun savunam adığı sınır­
lar, başka hiçbir ilkeyle savunulamaz.
(4 N isa n 1926, H .M .)

7. Ulusal örgütün ruhu ve ilkeleri.


"Bağımsızlığa ulaşıncaya kadar bütün ulusla birlikte özve­
riyle çalışacağıma, bütün kutsal inançlanm üzerine yemin et­
tim. Artık Anadolu'dan başka bir yere gitmemek kesin karanın­
dır.
Ulusal amaçlarla ortaya atılacakların yok edilmesini d ü ­
şünen bugün yalnız saray, İstanbul hüküm eti ve yabancılardır.
Ama bütün ülkenin aldatılabileceği ve bize karşı çevrilebileceği
olasılığını da düşünm ek gerektir. Ö nder olacakların, her ne
olursa olsun, am açtan dönm em eleri, ülkede barınabilecekleri
son noktada, son nefeslerini verinceye kadar amaç uğrunda öz­
veriyi sürdüreceklerine işin başında karar vermeleri gerekir.
Yüreklerinde bu gücü duym ayanların işe girişmemeleri çok d a­
ha iyi olur. Çünkü böyle bir durum da hem kendilerini, hem de
ulusu aldatm ış olurlar.
(E y lü l 1919; N .)

Bir ulus, varlığını ve bağımsızlığını korum ak için d ü şünü­


lebilecek olan girişimleri ve özveriyi yaptıktan sonra başarı elde
edebilir. Ya başaram azsa demek, o ulusun ölmüş olduğuna ka­
rar vermek demektir. Bu nedenle ulus yaşadıkça ve girişimleri­
ni özveriyle sürdürdükçe başarısızlık sözkonusu olamaz.
(E y lü l 1919; N .)

Ateşkes anlaşm asından sonra, üzülerek söyleyeyim, ulu­


sum uz yazgısına göz yum an bir halde bulunuyor; varlığımızı
yok etmek isteyen düşm anlar ülkemizi parçalamaya hazırlanı­
yorlardı. Çok şükür ki, bazı durum lar, değerli ulusum uzu uya­
rıp uyandırdı. Halkım ız yer yer birbirini aramaya, bulm aya
başladı. Bunun sonucu olarak örgüt m eydana geldi. Devletimi­
zin bağımsızlığını yok etmeye çalışan yabancılar, ulusum uzda
böyle bir ruhun belireceğini beklemiyorlardı. Burada yaşayan
insanların duygusuz yaratıklardan oluştuğunu sanıyorlardı.
"Böyle bir ulusun yaşam a hakkı olamaz" kararını vererek bir
ulusun varlığını dikkate almadılar. U lusum uzun olaylar ve ye­
nilgiler sonucu yer yer örgütlenmesine önem vermemişlerdi.
Bu önem verilmeyen parçalarını savunmak istedikleri ve ver­
dikleri karar ve bütün ulusun kabul ettiği esas (temel) nokta
Kuva-yı Milliye'nin (ulusal güçlerin) etken, ulusun iradesinin
egemen olmasıdır.
Ve bu örgütün ruhudur.
(A ralık 1919; T.V. I.)

Bağımsız yaşamak için verimli bir y urdun sağlanması ge­


rekir; çizdiğimiz bir sınır vardır ki; bu sınırı yabancıların elinde
bırakamayız
(A ra lık 1919; T.V.)

Bütün ulus bir tek vücut haline getirilmelidir. Her ulusta


olduğu gibi bizde de girişkenler bir işe başlar; girişimin en son
bireye ve yukarıya doğru yayılması sağlanır, istendiği gibi ger­
çek doğrultuya az zamanda götürebilmek için aydınlara daha
çok ödev düşer. Aydınların ödevleri çok önemlidir.
Hiçbir ulus yoktur ki ahlâk ilkelerine dayanm adan yükse­
lebilsin. Aydınlarımız yurt ve ulusla ilgili düşüncelerini belirt­
mekle birlikte rakip uluslara karşı varlıklarını korumak için ge­
rekenleri sağlarlarsa, ödevlerini daha kapsamlı bir biçimde
yerine getirmiş olurlar.
(A ra lık 1919; T.V.)

Bu çölden bir hayat çıkarmak, bu çözüntüden bir kuruluş


yaratm ak gerekir. Boş görünen alan doludur; çöl sanılan bu
dünyada saklı ve güçlü bir yaşam vardır. O ulustur. Eksik olan
şey örgütlenmedir; işte şimdi onun üzerindeyiz.
(M art 1920; Y.N.)
Öyle bir dönem e ulaştık ki onda her iş yasalara uygun ol­
malıdır. Ulusun işleri de, ancak ulusal kararlara dayanmakla,
ulusun ortak duygularını yansıtmakla görülebilir. Ulusum uz
çok büyüktür. Hiç korkmayalım, o esirliği ve aşağı görülmeyi
kabul etmez. Fakat onu bir araya getirm ek ve kendisine: "Ey
ulus, sen kölelik ve aşağılık kabul eder m isin” diye sormak ge­
rekir. Ben, ulusun vereceği cevabı biliyorum. Ben ulusun bü­
yüklüğünü (biliyor) ve bu sorun karşısında o soruyu soran ev­
lâtlarını canı gibi seveceğini ve alınlanndan öpeceğini
biliyorum. Ben gene biliyorum ki, bu ulus, bu soruyu soran ev­
lâtlarının hep o temele dayanan önlem ve düzenlemelerini can­
la başla benimseyecektir (kabul edecektir). O nun için ben de o
yoldayım.
Bizim bildiğimiz gerçekler ulusça da bütünüyle bilinince
onun, alınan kararlar konusunda da bizim gibi düşüneceği ne­
den kabul edilmemelidir? Ben tersine, ulusun bu konuda daha
sağlam, daha kesin kararlar vereceğine inanıyorum. Kısacası,
ulus bu kurtuluş savaşında bütün durum u bütün açıklığıyla
gördükten sonra, aşama aşama en sağlam, en akla yakın ve en
yüksek kararları verecek ve hiç kuşkum yoktur ki, o
konulardaki kararlarında hatta seni ve beni geçecektir. Ben bun­
dan emin olarak işlerimize bakalım derim.
(M art 1921; Y.N.)

"Zavallı ulusum uzu esir etm ek isteyen düşmanları, ne


olursa olsun, yeneceğimize olan güven ve inancım bir dakika
olsun sarsılmamıştır. Şu dakikada bu tam inancımı yüce kuru­
lunuza karşı, bütün ulusa karşı ve bütün dünyaya karşı ilân
ederim.
Türkiye ve Türkiye halkı, bağımsızlığını ve varlığını yok
etmeye yönelik acı felâketler karşısında kaldığı gün, insanlık
dünyasında hiçbir dayanağı yoktu. Yalnız ve ancak yürek ve
vicdanındaki kesin inanca güvenerek ya bağımsız ve egemen
olarak yaşamaya ya da ölmeye karar verirdi. Bu kararın doğal
gereği olarak şimdi sürmekte olan ulusal savaşına başladı.
(A ra lık 1921; S.D .II.)

Kurtuluş için, bağımsızlık için, eninde sonunda, düşm anla


bütün varlığımızla vuruşarak onu yenm ekten başka karar ve
çare yoktur ve olamaz.
(M art 1922; N .)

Bizim önemli olan ödevimiz siyaset yapm ak değildir. Bi­


zim ve bütün ülke ve ulusun bugün; biricik ödevi toprakları­
m ızda bulunan düşm anı süngülerimizle kovmaktır. Bu yapıl­
madıkça siyaset anlamsız bir sözden başka bir şey değildir.
(M ay ıs 1921; N .)

Ankara'da, kutsal topraklarımızı her yandan sarmış ve ele


geçirmiş düşm an ordularını bu kutsal topraklardan atm ak ola­
nağından söz ettiğimiz zaman, bana en anlayışlı, en uzak gö­
rüşlü oldukları ileri sürülen kimseler, bütün bu girişimlerin pa­
raya bağlı olduğunu söylediler. N e kadar paran var, ya da,
nereden, nasıl para bulabilirsin gibi sorular yöneltiyorlardı. Be­
nim verdiğim cevap şu idi: Türk ulusunun kendi yaşam ve
esenliğine yönelik olduğuna inandığı girişimleri başarıya ulaş­
tıracak kadar gücü vardır; ve girişimlerin ciddiliğine inanırsa,
onun gerektirdiği kadar varlık kaynaklarım bu girişimde bulu­
nanların emrine hazır eder.
(E ylül 1926; S.D. II.)
Adalet dilenmekle ve kendini başkalarına acındırmakla
ulus işleri, devlet işleri görülemez. Ulusun ve devletin onur ve
bağımsızlığı sağlanamaz.
Adalet dilenm ek ve kendine acındırm ak gibi bir ilke yok­
tur. Türk ulusu, Türkiye'nin yarınki evlâtları bunu bir an akılla­
rından çıkarmamalıdırlar.
(E kim 1927; N .)

8. Düşm anların başlıca (esas) gürü.


Varlığımızı korumak, geleceğimizi, bağımsızlığımızı gü­
ven altına alm ak için karşımızdaki düşm anları görüyoruz. Ve
bu düşm anların ne istediklerini yakından biliyoruz; isteklerini
elde etmek için kullanacakları güçleri de biliyoruz. Fakat düş­
m anlarım ız tutkularını bizi yok etme, yok ederek karşılamak
için ellerindeki güçlerden hiçbirini kullanmıyorlar. Tersine
amaçlarına ulaşm ak için buldukları en güçlü araç gene birbiri­
mizi çatıştırmak olmuştur.
(N isa n 1920)

9. Dış yardım ve Bolşeviklik.


Yalnız her olasılığa karşı yaşam ve varlığımızın korunm a­
sı için dışardan bir güç, bir güç kaynağı aram ak gerekirse, gene
daim a kendi görüşlerimiz değişmemek koşuluyla her kaynak­
tan yararlanm ayı da uygun gördük.
(N isa n 1920)

Biz ülkem iz ve ulusum uzun varlığını ve bağımsızlığını


kurtarm aya karar verdiğimiz zam an kendi görüşlerimize bağlı
bulunuyor, kendi gücüm üze dayanıyorduk.. Hiç kimseden ders
alm adık; hiç kimsenin aldatıcı vaitlerine inanarak işe girişme­
dik. Bizim görüşlerim iz, bizim ilkelerimiz, herkes bilir ki, bol-
şovik ilkeleri değildir ve bolşevik ilkelerini ulusum uza kabul et­
tirmeyi de şimdiye kadar hiç düşünm edik, bu yolda hiçbir giri­
şim de bulunm adık.
(A ğ u sto s 1921; S.D.I.)

" Bizim için, ulusum uz için bolşevik olalım, olmayalım di­


ye bir sorun yoktur. İlle bolşevik olalım diye bir sorun yoktur.
Ama gene bu konuda kraldan çok kral yanlıları da yok değil."
"Biz bir ulusuz. Kendimize özgü törelerimiz var. İlkeleri­
miz var ve bunlara içten bağlıyız. Biz bolşeviklikten sözettiği-
miz zaman, bolşevik Rusya, Sovyet Cum huriyeti var; onların
da araçlan, kaynakları var ve bizim düşm anlarım ızın da düş­
m anıdırlar. Biz kendi amacımızı bırakıp onlara köle olmak söz-
konusu olamaz.
(E kim 1920)

Komünizme karşı çare vardır. Bu kom ünizm ilkelerinin,


kurallarının ülkemizde ve halkımız arasında uygulanıp uygula­
namayacağını anlayanlar aracılığıyla bütün ülkeye ve bütün
ulusa anlatmaktır. Eğer bu gerçekler ulusum uzun çoğunluğu
tarafından tamamiyle anlaşılmış olursa, ya yeteneğimiz vardır,
yaparız, veya uygulanamayacağını anlarız, ürkeriz, yapamayız.
Bu gerçeğe karşı da uygulanam ayacağına görür, uygulam ak
için ayaklananlara karşı hüküm et her türlü çareye başvurm ada
kendisini haklı görür.
(O cak 1921; S.D.I.)
10. Ulusal savaş ve Doğu ülkeleri,
Anadolu bu savunmasıyla yalnız kendi yaşamını ilgilendi­
ren görevi yerine getirmekle kalmıyor, belki bütün Doğu'ya yö­
nelik saldırılara engel oluyor. Baylar, bu saldırılar kesinlikle kı­
rılacaktır. Bütün bu saldırılar, ne olursa olsun, son bulacaktır.
İşte ancak o zaman Batı'da, bütün dünyada, gerçek rahatlık,
gerçek refah ve insanlık egemen olabilecektir.
(E kim 1921; S.D. 11)

Türkiye'nin bugünkü savaşının yalnız Türkiye'nin savaşı


olmadığını bütün arkadaşlarım ız belirtmişseler de, bunu bir
kez daha vurgulam ak gereğini duyuyorum . Türkiye'nin bugün
kü savaşı yalnız kendi ad ve hesabına olsaydı, belki daha kısa,
daha az kanlı olur, daha çabuk bitebilirdi. Türkiye kesin kararlı­
lık içinde önemli bir çaba sarfediyor. Çünkü savunduğu, bütün
zulüm gören ulusların, bütün D oğu'nun dâvasıdır ve bunu so­
na erdirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olar olan Do­
ğu uluslarının kendisiyle beraber yürüyeceğinden emindir.
Türkiye bugüne kadar çıkmış tarih kitaplarının gerektirdikleri­
ni değil, tarihin gerçek gereklerini izleyecektir. Gerçekte, eldeki
tarih kitaplarındaki olaylar, ulusların düşüncelerindeki, davra­
nış ve isteklerindeki gerçeği yansıtam am aktadır.
(T e m m u z 1922; S.D. II.)

"Doğu'dan şimdi doğacak olan güneşe bakınız."


"Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bü­
tün Doğu uluslarının da uyanışlarını öyle görüyorum. Bağım­
sızlık ve özgürlüğüne kavuşacak olan çok kardeş ulus vardır.
Onların yeniden doğuşu, kesinlikle, ilerlemeye ve refaha yöne­
lik olarak gerçekleşecektir. Bu uluslar bütün güçlüklere, bütün
engellere karşın zafer kazanacaklar ve kendilerini bekleyen ge­
leceğe kavuşacaklardır.
Sömürgecilik ve em peryalizm yeryüzünden yok olacak ve
yerlerine uluslar arasında hiçbir renk, din ve ırk ayrımı gözet­
meyen bir uyum ve işbirliği çağı egemen olacaktır.
Şimdi bu sözleri söyleyen Cum hurbaşkanı değil, sadece
Türk ulusunun bir bireyi olarak, Mustafa Kemal'dir. Buna özel­
likle dikkatinizi çekerim.
M a rt 1933 ( 2 0 A ra lık 1954; D.)

II. A tatürk ve Hatay.


Hatay benim kişisel sorum undur. D urum u Fransız büyük
elçisine tâ başlangıçta açıkça anlattım. Dünyanın bugünkü d u ­
rum unda böyle bir sorunun Türkiye ile Fransa arasında silahlı
bir anlaşmazlığa varması kesin olarak düşünülem ez. Fakat ben
bunu da hesaba kattım ve kararımı verdim. Eğer ufukta bu yol­
da binde bir olasılık belirirse, Türkiye Cum hurbaşkanlığından,
hatta Büyük Millet Meclisi üyeliğinden çekileceğim. Ve bir bi­
rey olarak bana katılacak birkaç arkadaşım la beraber Hatay'a
gireceğim. Oradakilerle elele verip savaşmayı sürdüreceğim.
1937 (10 K asım 1949; C.)

Ben toprak büyütm e meraklısı değilim. Barış bozma alış­


kanlığım yoktur. Ancak antlaşmaya dayanan hakkımızı istiyo­
rum; onu alm adan edemem. Büyük Meclis'in kürsüsünden ulu­
suma söz verdim: Hatay'ı alacağım. Ulusum benim dediğime
inanır. Sözümü yerine getirmezsem, onun karşısına çıkamam;
yerim de kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim; yenilmem;
yenilirsem bir dakika yaşayamam.
(1937, R u şe n E şref, A ta tü rk .)
III. YENİ TÜRK DEVLETİNİN KURULUŞU

B ir in c i B ö l ü m

ULUSAL EGEMENLİK

1. Karar ve uygulama.
Osmanlı Devletinin temelleri çökmüş, öm rü tükenmişti.
Osmanlı ülkeleri bütün bütüne parçalanmıştı. Ortada bir avuç
Türkün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son olarak bunun da
paylaşılmasını gerçekleştirmek için uğraşılmaktaydı. Osmanlı
Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hüküm et, bunların
hepsi içeriğini yitirmiş anlam sız sözlerdi. Neyin ve kimin doku­
nulmazlığı için kim den ve ne gibi bir yardım istemek d ü şünü­
lüyordu? O halde sağlam ve gerçek karar ne olabilirdi?
Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da, ulusal ege­
menliğe dayalı tam bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmaktı.
işte daha İstanbul’dan çıkm adan önce düşündüğüm üz ve
Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygula­
maya başladığımız karar, bu karar olmuştur.
(1919; N .)
Yurdun bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir. İstan­
bul'daki hüküm et, üstlendiği sorumluluğun gereklerini yerine
getirememektedir. Bu hal ulusum uz hiç yokmuş gibi gösteriyor.
Ulusun bağımsızlığını gene ulusun yılmayan kararlılığı
kurtaracaktır.
Ulusun bugününü ve geleceğini gözönünde tutm ak ve
haklarını dile getirip bütün dünyaya duyurm ak için etkiden ve
denetim den uzak ulusal bir kurulun bulunması zorunludur.
A nadolu'nun her yönden en güvenli yeri olan Sivas'ta ulu­
sal bir kongrenin tez elden toplanması kararlaştırılmıştır.
(H a z ira n 1919; N .)

2. Ulusal irade hakkında.


Her durum da egemen bir ulusal iradenin, karışanı olmak­
sızın ortaya çıkması Anadolu'dan beklenir.
(23 T e m m u z 1919; S.D.I.)

Artık İstanbul Anadolu'ya egemen değil bağımlı olmak


zorundadır.
(H a z ira n 1919; N .)

Devlet ve ulusun yazgısında ulusal irade etken ve ege­


mendir. O rdu bu ulusal iradeye bağlıdır ve ona hizm et eder.
Ulusal isteğe bağlı ve uygun olm ayan kararlar hiçbir za­
m an ulusça tanınmayacağına göre, ulusun ve yurdum uzun
yazgısında ulusal vicdanı yansıtm aktan başka bir şey olmayan
ödevimizi iyi yapabilmek için ulusal isteğin ve ona bağlı Şeyle­
rin belirlenmesini beklemeden hiçbir işte yetkili görünm em iz
doğru değildir.
(A ğ u sto s 1919; N .)

Ulus, iradesini her yönde yerine getirecek güçtedir. Giri­


şimlerimizin önüne geçebilecek hiçbir güç yoktur.
(A ğ u sto s 1919; N .)

3. Erzurum ve Sivas Kongreleri ve ulusal egemenlik.


Erzurum Kongresinin ulusallık ilkelerinden birisi, baylar,
işte bu ulusal sınır içindeki yönetimin ulusal egemenlik temeli­
ne dayanm asıdır.
Erzurum Kongresi yalnız doğu A nadolu'yu temsil etmiş
oluyordu. Sivas’ta Batı Anadolu'dan ve Rumeli'den de delege­
ler gelmiş olduğundan, artık bütün yurdun, Anadolu ve Rume­
li'de yaşayan yurttaşlarım ızın görüşleri sağlanmış ve pekiştiril­
miş oluyordu. Sivas kongresi, Erzurum Kongresi'nde saptanan
ilkeleri olduğu gibi kabul etmiş, yalnız kapsam larını genişlet­
mekle kalmamıştır; bütün Anadolu ve Rumeli'yi içine almak
üzere birlik ve dayanışm ayı sağlamıştır.
(N isa n 1920; S.D.I.)
ikinci Bölüm

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN AÇILMASI

1. İstanbul'un işgaline karşı tepki.


Haklarımızı ve bağımsızlığımızı savunm ak için giriştiği­
miz savaşımın (savaşın) kutsallığına ve hiçbir gücün J>ir ulusu
yaşam ak hakkından yoksun bırakamayacağına inanıyoruz. Ta­
rihin şimdiye kadar yazmadığı nitelikte bir kıyım olan ve YVil-
son ilkelerine göre düzenlenmiş bir ateşkes anlaşmasıyla ulusu
savunm a araçlarından yoksun bırakm ak gibi bir düzene daya­
nılarak yapıldığı için ilgili ulusların şeref ve onurlarıyla da bağ­
daşm ayan bu davram şın değerlendirilmesini resmî Avrupa ve
Amerika'nın değil, bilim, kültür ve uygarlık Avrupa ve Ameri­
ka'sının vicdanlarına bırakmakla yetinir ve bu olaydan doğa­
cak büyük tarihsel sorum luluğa son olarak bir daha dünyanın
dikkatini çekeriz. Davamızın adalete uygunluğu ve kutsallığı,
bu güç zam anlarda, Tanrı'dan sonra en büyük desteğimizdir.
(M a rt 1920; N .)

Bugün İstanbul zorla işgal edilerek Osmanlı Devleti'nin


yedi yüz yıllık varlık ve egemenliğine son verildi. Yani, Türk
ulusu uygarlık yeteneğini, yaşama ve bağımsızlık hakkını ve
bütün geleceğini savunmaya çağırıldı, insanlık dünyasının be­
ğenisi, İslâmlık dünyasının kurtuluş dileklerinin gerçekleşmesi,
yüksek halifeliğin yab an a etkilerden kurtarılm asına ve ulusal
bağımsızlığımızın geçmişteki ünüm üze yaraşır bir inançla sa­
vunulup sağlanm asına bağlıdır. Giriştiğimiz bağımsızlık ve
yurt savaşım ında (savaşında) ulu Tanrı'nın yardım ve k ay m alı­
ğı bizimledir.
(M a rt 1920; N .)

Devlet başkentinin İtilâf Devletlerince resm en işgali, yaşa­


ma, yargı ve yürütm e güçlerinden m eydana gelen ulusal devlet
gücünü işlemez bir durum a düşürm üştür ve M ebuslar Meclisi
bu durum karşısında görevini yapamayacağını resm en bildire­
rek dağılmıştır. Bu durum a göre, devletin başkentinin korun­
masını, ulusun bağımsızlığını ve kurtulm asını sağlayacak ön­
lemleri d ü şünüp uygulam ak üzere ulusça olağanüstü yetki
verilecek bir meclisin Ankara'da toplantıya çağırılması ve d a­
ğılmış olan m ebuslardan Ankara’ya gelebileceklerin de bu mec­
lise katılmaları zorunlu görülm üştür.
Karşımızdaki düşm anlık ve alçakça kötülük dünyasına
karşı ulusa seslenmeli ve ulus cevap verm elidir. U lusun en yet­
kili ağzı ancak meclis olabilir. Bir kere meclis açılsın ve olayla­
rın güdüsüyle, olması olanaksız ya, Ankara'yı bırakm ak zorun­
da bile kalsak gideceğimiz her yerden daha büyük bir güç ve
yetkiyle bağırabiliriz. Ulusum uzun kurtuluş ve bağımsızlığını,
yurdum uzun son kaya parçasının üzerinde bile savunacağız, ve
ne olursa olsun, başaracağız.
(M a rt 1920; Y.N .)
"Ben her şeyi meclisten bekleyenlerdenim. Öyle bir döne­
me geldik ki onda her şey yasal olmalıdır. Ulus işlerinde haklı­
lık, ancak ulusal kararlara dayanm akla, ulusun genel eğilimini
yansıtmakla sağlanır."
Bence meclis kuramsal bir kuruluş değil, gerçek bir kuru­
luştur ve gereçlerin en büyüğüdür. İlkin ordu ve sonra meclis
deniyor oysa, orduyu m eydana getirecek olan ulus ve onun
adına meclistir. Çünkü ordu dem ek yüz binlerce insan ve mil­
yonlar değerinde varlık demektir. Bunu ancak ulusun karar ve
kabulü m eydana getirebilir; bir kere de bu durum a geldi mi,
ulusun yaşam ve varlığına ters düşen zulümlerle baskıların tü­
m ünü kaldırmaya gücü olmak yetkisini yalnız kuramsal olarak
değil eylemsel olarak da kazanmış olur.
(M ayıs 1920; Y.N .)

2. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yetkisi.


Yüce meclisiniz, sadece denetleme, inceleme işlerini gören
bir mebuslar meclisi değildir. Bunun içindir ki, yalnız yasa yap­
makla görevli olarak sorum lu bir m evkiden ulusun yazgısını
kollamakla kalmayacak, onunla eylemli olarak ilgilenecektir.
Nitekim olağanüstü durum larda bütün uluslar bu her zamanki
ilkeleri bırakarak, ya yasam a gücünü işlerlikten alıkoyarak yü­
rütm e kurullarına fazla yetkiler verir, ya da kamuoyuna başvu­
rarak kararlar alırlar. Biz, halkın birlik olmasına her güçten çok
yetki sağlayan İslâmlık ilkelerini gözönünde tutarak yüce mec­
lisinize bütün ulus işlerine doğrudan doğruya el koyma hakkı­
nı tanımak istiyoruz.
( N i s a n l 920; S.D.I.)
3. Türkiye Büyük Millet Meclisinin sorum luluğu.
Efendiler, bütün m addî, m anevî sorum luluğu "Heyet-i
Temsiliye - Temsilciler Kurulu" adındaki kurul üzerine almış ve
16 Mart 1336 (1920) tarihinden bu dakikaya kadar bütün acı ev­
relere, görünüm lere karşın görevini yerine getirmeyi olağanüs­
tü bir ödev bilmiştir; bu sorum luluk çok ağırdır. O kurulu artık
bu ağır yükün altında bırakmayınız; bu dakikadan başlayarak
öneriyoruz: hemen ülkenin yazgısını üzerinize alınız.
Bundan kaçınmaya gerek yoktur. Bu ödev o kadar önemli,
içinde bulunduğum uz zam an o kadar tarihseldir ki, bu büyük
sorum luluğu içinizde üç, beş kişiye yüklemekle yetinemeyiz.
Bütün bu Meclis tam anlamıyla sorum lu olmak gerekir. Ulus bi­
zi ancak bunun için gönderdi; bizi buraya ulusu üç, beş kişinin
eline bırakalım diye gönderm edi.
(N isa n 1920; S.D.I.)

4. Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyeleri.


Yüce meclisimizi oluşturan kişiler yalnız Türk değildir,
yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Lâz değildir.
Fakat hepsinden oluşm uş M üslüm an topluluklarıdır, birbirine
içten bağlı bir topluluktur. Bu nedenle, yüce kurulun özüm sedi­
ği, haklarını, yaşamını, ün ve onurunu kurtarm ak için gerçek­
leşmelerine kararlı olduğum uz istekler yalnız tek bir Islâm öğe­
siyle sınırlanmış değildir. Islâm ülkelerinden oluşmuş bir
toplulukla ilgilidir. Bunun böyle olduğunu hepimiz biliriz.
(M ayıs 1920; S.D.I.)
5. Meclisin Niteliği.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hüküm eti ulusaldır; tama-
miyle gerçekçidir. Hayal ürünü ülküler ardında, o ülkülere
eriştirmek düşüyle ulusu kayalara çarparak, bataklıklara batıra­
rak, sonunda kurban ederek yok etmek gibi cinayetlerden sakı­
nan bir hüküm ettir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütün
program larının temeli şu iki ilkeye dayanır: tam bağımsızlık,
tam ulusal egemenlik.
(O cak 1921; S.D .II.)

Türkiye Büyük Millet Meclisi, yasama ve yürütm e güçleri­


ni kendinde toplamış ve ulus ve ülkenin yazgısını eylemli ola­
rak ele almıştır. Yani hüküm et kendisidir.
(O cak 1921; S.D.I.)

Dünya tarihinde bir Cengiz, bir Selçuk, bir Osmanlı Dev­


leti kuran ve bunların hepsini olup bitenlerle deneyen Türk
ulusu bu kez kendi adı ve sanını taşıyan bir devlet kurarak bü­
tün felâketler karşısında tüm yetenek ve gücüyle yer almıştır.
Ulus kendi yazgısını doğrudan doğruya eline almış ve ulusal
"saltanatını" ve egemenliğini bir kişiyle değil bütün halkın seç­
tiği vekillerden oluşan bir yüksek meclisle temsil ettirmiştir, iş­
te o meclis yüce meclisinizdir. Türkiye Büyük Millet Meclisidir.
Ulusun "saltanat" ve egemenlik makamı yalnız ve ancak Türki­
ye Büyük Millet Meclisidir; ve bu egemenlik m akam ının hükü­
metine Türkiye Büyük Millet Meclisi derler. Bundan başka bir
"saltanat" makamı, bundan başka bir hüküm et kurulu yoktur.
(K asım 1922; S.D.I.)
Üçüncü Bölüm

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ HÜKÜMETİ

1. H üküm et kurulm ası gereği.


H üküm et kurm ak zorunludur.
Geçici olduğu bildirilerek bir hüküm et başkam kabul et­
mek, ya da bir padişah vekili ortaya çıkarmak uygun değildir.
Mecliste yoğunlaşan ulusal iradenin y urdun yazgısına doğru­
dan doğruya el koymasını kabul etm ek temel ilkedir. Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nin üstünde bir güç yoktur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi yasam a ve yürütm e yetkile­
rini kendinde toplamıştır. Meclisten seçilecek ve vekil olarak
görevlendirilecek bir kurul hüküm et işlerine bakar. Meclis baş­
kanı bu kurulun da başkamdir.
(N isa n 1920; N .)

2. U lusun hüküm eti denetimi.


Her durum da ulusun hüküm etin gördüğü işleri dikkatle
izlemesi gerekir. Ç ünkü hüküm etin yaptıkları olum suz olur da
ulus karşı çıkmaz, onu düşürm ezse bütün kusur ve kabahatlere
katılmış demektir.
Ulus bizi buraya gönderdi. Ama yaşamımızın sonuna ka­
dar burada bu ulusun yönetimini ve egemenliğini, miras yoluy­
la kalmış bir mal gibi, temsil etmek için toplanmış değiliz.
(A ralık 1921; S.D.I.)

3. Hüküm etin niteliği.


Baylar! Bizim hüküm etim iz dem okratik bir hüküm et de­
ğildir, sosyalist bir hüküm et değildir ve gerçekten kitaplarda
bulunan hüküm etlerin, İslâmlık niteliği bakımından, hiçbirine
benzemeyen bir hüküm ettir. Ama ulusal egemenliği, ulusal ira­
deyi yansıtan bir hüküm ettir; bu nitelikte bir hükümettir. Bilim­
sel ve toplumsal bakım dan bizim hüküm etin adını koymak ge­
rekirse (Halk hükümeti) deriz. Anayasamızın birinciden
dördüncüye kadar olan m addeleri hüküm etin ne olduğunu, ki­
m in tarafından yönetildiğini, yöneten kurulun güç ve yetkisini
açıkça belirtmiştir. Biçim ve nasılı saptanmıştır. Ama toplumsal
öğreti bakım ından düşündüğüm üz zam an da biz hayatını, ege­
menliğini kurtarm aya çalışan emekçileriz. Zavallı bir halkız. Ne
olduğum uzu bilelim. Kurtulm ak için, yaşamak için çalışan ve
çalışmak zorunda olan bir halkız. Gerçi her birimizin hakkı var­
dır; yetkisi vardır ama hak ancak çalışma ile elde edilebilir.
Yoksa sırt üstü yatm ak ve hayatını hiç çalışmadan geçirmek is­
teyen insanların bizim toplum um uzda yeri yoktur. Öyleyse be­
lirtiniz baylar: halkçılık, toplum sal düzeni çalışma haklarına
dayandırm ak isteyen toplum sal bir öğretidir. Baylar: biz bu
halkımızı korumak, egemenliğimizi güvence altında bulundu­
rabilmek için, bizi yok etmek isteyen emperyalizme karşı, bizi
yutm ak isteyen kapitalizme karşı bütün ulusça savaşmayı uy­
gun gören bir ilkeyi izleyen insanlarız.
Bu nedenle bu ve bu gibi örgütler ve açıklamalarla hükü­
metimizin dayandığı temelin toplum bilime dayandığını açıkça
görürüz. Ama ne yapalım ki bu demokrasiye benzemiyormuş,
sosyalizme benzemiyormuş, hiçbir şeye benzemiyormuş: Bay­
lar, biz benzememekle ve benzetmemekle övünmeliyiz. Çünkü
biz bize benzeriz.
Yeni Türkiye'nin eski Türkiye ile hiçbir ilgisi yoktur. Os­
manlI hüküm eti tarihe göm ülm üştür. Şimdi yeni bir Türkiye
doğm uştur. Gerçi ulus değişmemiştir. Aynı Türk öğeleri bu
ulusu oluşturuyor. Ancak yönetim biçimi değişmiştir. Anka­
ra'da ulusal hüküm et kurulm adan önce İstanbul'da bir padişah
ve bunun hüküm eti vardı. Ulus, ülke işlerine, görevi sadece ya­
sa yapm ak olan meclis aracılığıyla katılabiliyordu. Bu hüküm et
biçimi ulusa, istediği bağımsızlık ve özgürlüğü vermede yeter­
siz kalıyordu.
Yeni hüküm et hem ulusça atanm ıştı, hem de yürütm e ve
yasam a gücü olan m ebuslardan oluşur. Bu m ebuslardan bazıla­
rı yönetim işlerinin ayrıntılarını düzenlem ek ve halk adına de­
netlem ede bulunm ak için görevlendirilmişlerdir. Gerçekte ege­
men olan, her şeyi yöneten yer Millet Meclisi'dir.
Şurası unutulm am alıdır ki, bu yönetim biçimi bolşevik sis­
temi değildir. Çünkü biz ne bolşevik, ne de komünist, ne biri,
ne öteki olamayız. Çünkü biz ulusseveriz, dinim ize saygılıyız.
Sözün kısası, bizim hüküm et biçimimiz tam bir demokrasidir.
Ve dilim izde bu hüküm ete "Halk Hükümeti" denir.
(A ra lık 1922; S.D.II.)

Doğrusu biz üç buçuk yıl öncesine kadar bir topluluk ha­


linde yaşıyorduk. Bizi istedikleri gibi yönetiyorlardı. Dünya bi­
zi temsil edenlere göre tanıyordu. Üç buçuk yıldır tam olarak
bir ulus olarak yaşıyoruz. Bunun nesnel ve belirgin tanığı hükü­
m etim izin biçimi, hüküm etim izin niteliğidir. Hüküm ete de ya­
sa, Büyük Millet Meclisi adını verdi.
Arkadaşlar, bir hüküm et iyi m idir, kötü m üdür? Hangi
hüküm etin iyi ya da kötü olduğunu anlam ak için, hüküm etten
ne beklenir, bunu düşünm ek gerekir. H üküm etin iki amacı var­
dır. Biri ulusun korunması, İkincisi ulusun refah içinde yaşama­
sını sağlamak. Bu iki şeyi sağlayan hüküm et iyidir, sağlayama­
yan kötüdür.
(Konya tüccarlarından Kaşıkçızade Tahir'in hüküm etin ti­
caretimizi geliştirmek için ne düşündüğünü sorması üzerine)
Mustafa Kemal Paşa tekrar ayağa kalkarak sözlerine devam etti:
Arkadaşlar, Kaşıkçızade Tahir Efendi kardeşimizin bu so­
rusunun açıklanması, aydınlatılması gerekir. Kendileri, hükü­
m et ticaret hakkında ne düşünüyor diye soruyor. Her şeyden
önce şunu söyleyeyim ki, bendeniz aranızda hüküm et adına
değil, meclis adına değil, ordu adına değil, sadece bir mebus
olarak, belki de yalnız bir arkadaşınız olarak bulunuyorum .
O nun için sorunuza hüküm et adına cevap vermeye yetkim
yoktur. Bildiğiniz gibi, hüküm etim iz Türkiye Büyük Millet
Meclisi hüküm etidir. Hüküm et meclisin kendisidir. Meclis ise
bana şu ya da bu konuda bizim görüşüm üzü açıkla diye bir ka­
rar ve o karar sonucu bir yetki vermiş değildir. Eğer hüküm et
sözüyle dem ek istediğiniz, meclis değil de devlet bölümlerinde
kendi adına işleri yürütm ek için vekil olarak atadığı kurul ise,
onların adına da söz söylemeye yetkili değilim. Çünkü gene bi­
lirsiniz ki, vekiller kurulu üyeleri, anayasa hüküm lerine göre
gerek birey olarak, gerekse toplu olarak meclise karşı sorum lu­
dur. Bu nedenle kendi sorum lulukları altında kendi görevlerini
yerine getirmesi gereken kimseler adına söz söylemeyi uygun
bulm uyorum . Eğer sorunuzu "sen ne diyorsun? Sen ticaretimiz
hakkında ne düşünüyorsun?" diye sorsaydınız, o zaman cevap
verm ede bir sakınca görm ezdim ve kabul ediyorum ki asıl iste­
diğiniz de budur. Ben de böylece ne düşündüğüm ü sunmuş
oluyorum.
(M art 1923; S.D.I1.)
Türkiye'nin Batı'daki cum huriyetlerden ayrılığı sadece bir
biçim sorunudur. Cum huriyetle yönetilen başka ülkelerde ol­
duğu gibi, bizim de egemenliği olan bir parlam entom uz var.
Ancak bizim Büyük Millet Meclisi'nin hem yasama, hem y ürüt­
me yetkisi vardır. Başka yerlerde olduğu gibi, bizde de (bakan­
lar) kendi (bakanlıklarıyla) ilgili işlerden sorum ludur. Başka
yerlerde yeni Türkiye devletinin işlerini yürütm eyle görevli ba­
kanların millet meclisi elinde bir oyuncak olduğu sanılıyor. Bu
yanlıştır. Bakanların sorum luluğu ve durum uyla ilgili sorun da,
anayasada yapılacak değişikliklerle saptanm ış olacaktır. Sonuç
olarak şunu söyleyeyim ki, cumhurbaşkanı, hüküm et başkanı
ve sorum lu bakanlardan oluşan bir hüküm et kuracağız.
(E ylül 1923; S.D .III.)
46
Dördüncü Bölüm

TEŞKİIAT-I ESASİYE - ( AN A YAS A )

1. Anayasanın yakın tarihçesi.


Anayasamızın ne olduğunu, m üsaade ederseniz anlata­
yım. Baylar, ulusal tarihimizde ilk kez görülen, ilk kez olan bu
yolda bir hareketi Erzurum Kongresini yapmakla göstermiş ol­
duk. Gerçekten, ülkemizin bazı insanları güvendikleri delegele­
rini orada topladı. O rada toplanan bu delegelerin ilk düşündü­
ğü şey şu oldu: "Her halde” dediler, "bizim ulusum uzun bir
gücü vardır. Bu işlemiyor, süredurum halinde. Bunu etkin bir
hale getirmek gerekir. Belki ancak böylece egemenliğimizi elde
edebiliriz." Erzurum Kongresi bildirisini inceleyecek olursanız,
orada ulusun ilke olarak bu dediklerim i saptayıp ilân ettiğini
görürsünüz. Sivas Kongresi, aynı ilkeye, aynı inana dayanarak
bütün halkın adına aynı biçimi kabul etmiş; o da, ulusal güçle­
rin etken olmasını ve ulusal iradenin egemenliğini istemiştir.
Fakat dem in açıkladığım gibi, bu kitap (Kanun-u Esasi'yi göste­
rerek) bu tutum un simgesi olamaz. Gerçekten, bu kitabın son
işlevi, halifelik ve padişahlık katma ulaşmış olan kişinin, en bü­
yük düşm anlarla elbirliği ederek, milletvekillerini dağıtmasıyla
son bulm uştur. Ve bunun üzerine ulusum uz, çocukcasına aldat­
m aktan başka bir şey olmayan bu hareketi artık yinelemeye
tövbe etmiştir. Ve bu kez gerçekten ulusal güçleri etkin bir d u ­
rum a getirmek ve ulusal iradeyi egemen kılmak üzere yüce ku­
rulunuzu buraya göndermiş, bugünkü hüküm et biçimini karar­
laştırarak saptamış ve bugünkü çalışma biçimini belirtmiştir.
(A ralık 1921; S.D.I.)
2. Anayasanın kaynağı.
Baylar, yüce Meclisinizin ilk açılış günlerinde temel ilke­
ler ve temel noktalar kabul etmiş olduğu konulan ve bunlara
dayanan anayasamızın m addelerini düşünecek olursak, bu
anayasanın doğrudan doğruya yalnız bizim kafalarımızın, bi­
zim bilgimizin ürünü olmadığını anlarız. Bu yasa doğrudan
doğruya ulusun her bireyinin kalbinde ve vicdanında kendili­
ğinden belirmiş, bundan ötürü de toplum um uzun yüce vicda­
nının derinliklerine yerleşmiş, ondan sonra yürürlüğe konm uş­
tur. Zaten bununla ilgili olarak dem in söylemiştim: yasa,
gerçek yasa böyle olur. Taklitle yasa olmaz.
Anayasamız böyle gerçek bir yasadır. Çünkü ulusum uzun
vicdanından, inanışından doğm uştur. Bu nedenle, baylar, top­
lum uzu oluşturan ve gerçek ilkelerde birleşen hiçbiriniz, (Ana-
yasa'yı göstererek) bu bilimsel yapının yıkılmasını ve (Kanun-u
Esasiye'yi göstererek) bu kara kitabın, bu yıkıntının baykuşla­
rın yuvası olan bu nesnenin yeniden yürürlüğe konmasını vic­
danıyla bağdaştıramaz.
(M a rt 1922; S.D .I.)

3. Kuvvetlerin bölünmesi.
Baylar, gerçekte, doğada, dünyada kuvvetlerin bölünmesi
yoktur. Yani ulusal irade olarak belirttiğimiz güçte bölünme
yoktur.
(M a rt 1923,; S.D.I.)

4. H üküm et kavramı ve yönetim.


H üküm et denen kavram, yönetilen şeyden daha az önem ­
li ve daha az bağımsızdır.
Ne kadar ihtilâl olmuşsa, ihtilâl sırasında hüküm et kavra­
mı işlemez hale gelmiştir (getirilmiştir). Ama yönetim devam
etmiştir; bir gün bile durmam ıştır. Ve hüküm et hep çeşitli bi­
çimler almıştır.
(A ynı eser)

Bildiğiniz gibi, yönetim, genel güçler ile genel hizmetleri


yürüten genel araçtır (alettir). Bunda üç öğe görürsünüz: Kuv­
vet, Örgüt, Ödev. İşte baylar, irade, egemenlik, vs. dediğimiz
güç bu güçtür. Ancak bu gücün bölünmeye elverişli olup olma­
dığını da açıklamak için m üsaade buyurursanız, bütünüyle su­
nabilmek için biraz daha geriye gideceğim.
(M a rt 1921; S.D .I.)

İnsanlar zorunlu olarak birlikte yaşam ak ihtiyacında ola­


rak var olmuş yaratıklardır. Bundan ötürü, birlikte yaşamakta
olan insanlar bir topluluk oluşturur ki bu topluluk kendisini
m eydana getiren bireylerin güçlerinin bir araya gelmesinden
ortaya çıkar. İşte irade, egemenlik denen güç bu güçtür. İşte bu
güç topluluğun gücüdür. Ve bu güç toplum u oluşturan her bi­
reyin ayrı ayrı gücüne üstündür. Belki bu sözlerimden bu gü­
cün m addî bir şey olacağı sanılir. Evet, isterseniz m addî sayın;
ancak bu m addîliğin içinde manevî bir güç bulunur. Baylar, bu­
nu da açıklayabilmek için m üsaadenizle şöyle diyeceğim: bir
toplum un içinde, beraber yaşam anın insan olmaktan, yaradılış­
tan gelen zorunluğundan ötürü ortak bir topluluk duygusu var­
dır. Manevî olan bu duygu toplumsal bir güç ve biraraya gelme
yolunda bir etki oluşturur.
(A y n ı eser)

Bir toplum un gücünün kaynağı kendisidir; bir toplum un


gücünün kullanılm a yeri de o toplum un kendisidir. İki nokta,
aradaki sınır eğribüğrü olmadıkça, kesinlikle birbirine uygun
düşer. Ulusal irade doğrudan şaşmaz.
5. Egemenliğin dayanağı ve belirmesi.
Dünyada hüküm et için geçerli yalnız bir tek ilke vardır, o
da danışmadır. Hüküm et için temel koşul, birinci koşul yalnız
ve yalnız danışmadır.
(M a rt 1921; S.D.I.)

Dünyada tarihsel bir gerçek, var oluş gerçeği olarak söylü­


yorum, bilimsel bir gerçek olarak söylüyorum: uygulayan, yü­
rüten, karar verenden her zam an daha güçlüdür.
(A ynı eser)

Gerçekte egemenlik yalnız bir biçimde belirir. O da, ege­


m en olan insanların bir araya gelerek yasama, yürütm e ve yar­
gı görevlerini kendilerinin yapmasıdır. Bu söylediğimiz şey,
baylar, tarihte eylemsel olarak görülm üş şeylerdendir. Elbette
araştırıcı arkadaşlarımız çok iyi bilirler ki, Roma'da, İsparta'da,
Atina'da ve Kartaca'daki genel meclisler, kurullar, gerçekte bi­
zim yaptığımız şeyleri yapıyorlardı. Baylar, yasa yaparlardı,
m em ur seçerlerdi, yargılarlardı, cezalandırırlardı. Her şey ya­
parlardı. Ve Roma'da dört milyon halk vardı baylar. Bu dört
milyon halk hayret verici bir biçimde toplanır ve beş, on kişilik
bir hüküm etten daha çabuk ve özellikle daha akla yakın ve
haklı bir biçimde yürütm e, yargılama ve yasama görevlerini ye­
rine getirirlerdi. Fakat baylar iki bin yıl önce var olan bu gerçek
isteği, insanlığı, uygarlığa ve din kurallarına uygun olan bu
yöntemi, bir takım zorbalar çıkmış, yıkma yoluna gitmişler ve
bin türlü dolap çevirerek bazı insanları aldatmışlar ve sonunda
Eski çağlarda var olan bu güzel şeyler, Orta Çağda zorba kral­
lıklara, ve imparatorluklara dönüşm üştür. Bundan ötürü, halk
hüküm eti denen bu açıkladığım nokta bugün için ancak ve yal­
nız bizdeki biçime göre belirebilir, uygulanabilir. Bundan baş­
kası doğru değildir.
Beşinci Bölüm

ULUSAL EGEMENLİĞİN GÜVENCESİ

1. Ulusal egemenliğin halifelik ve padişahlıkla ilişkisi.


Türk ulusunun ve onun biricik temsilcisi yüce meclisin,
yurt ve ulusun bağımsızlığını, yaşam ını güvence altında bulun­
durm aya çalışırkan, Halifelik ve Padişahlıkla, Halife ve Padi­
şahla bu kadar çok ilgilenilmesi sakıncalıdır. Şimdilik bunlar­
dan hiç söz etm emek yüksek çıkarlarımız gereğidir. Eğer amaç
bugünkü Halife ve Padişaha bağlı olan bağlılığı bir daha söyle­
yip belirtmekse, bu kişi haindir; düşm anların yurda ve ulusa
kötülük yapm ak için kullandıkları araçtır. Buna "Halife ve Padi­
şah" deyince, ulus, onun emirlerine uyarak düşm anların istekle­
rini yerine getirmek zorunda kalır. Hain, ya da makamın güç ve
yetkisini kullanması yasak edilmiş olan kişi zaten Padişah ve
Halife olamaz. "Öyleyse onu tahttan indirip yerine hemen baş­
kasını seçeriz" dem ek istiyorsanız, buna da bugünkü durum ve
koşullar elverişli değildir. Çünkü Padişahlıktan ve Halifelikten
çıkarılması gereken kişi ulusun içinde değil, düşm anın elinde­
dir. Onu yok sayarak başka birini halife ve padişah olarak tanı­
mak düşünülüyorsa, o zam an bugünkü Halife ve Padişah hak­
larından vazgeçmeyerek İstanbul'daki hükümetiyle, bugün
olduğu gibi, makamını koruyup çalışmalannı sürdürebileceği­
ne göre, ulus ve yüce meclis temel amacını unutup halifeler so­
runu ile mi uğraşacak? Ali ve M uaviye çağını mı yaşayacağız?
Kısacası, bu sorun geniş, ince ve önemlidir. Çözümü bugünün
işlerinden değildir.
Egemenliği ve saltanatı hiç kimse, hiç kimseye bilim gere­
ğidir diye, görüşmeyle, tartışmayla veremez. Egemenlik, salta­
nat güçle, erkle ve zorla alınır. Osm anoğullan zorla Türk ulu­
sunun egemenliğine ve saltanatına el koymuşlardı. Bu
zorbalıklarını altı yüz yıldan beri sürdürm üşlerdi. Şimdi de
Türk ulusu bu saldırganlara fazla ileri gittikleri uyarısında bu­
lunarak ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliği ve saltanatı
kendi eline almış bulunuyor. Bu bir olup bittidir. Söz konusu
olan, ulusa egemenliği bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız
sorunu değildir. Sorun, zaten olup bitti durum una gelmiş bir
gerçeği belirtmekten açıklamaktan başka bir şey değildir. Bu,
ne olursa olsun, yapılacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve
herkes sorunu doğal bulursa, sanırım ki uygun olur. Yoksa ger­
çek gene yöntem ine göre saptanacaktır. Ama belki bir takım ka­
falar kesilecektir.
(E k im 1927; N .)

Bu Meclis Türkiye halkının meclisi dir. Bu meclisin nitelik


ve yetkisi yalnız ve ancak Türkiye halkının ve Türk yurdunun
varlığı ve yazgısıyla ilgilidir ve ancak ona etki yapabilir. Meclisi­
miz kendi kendine bütün Müslümanlık dünyasını kapsayan bir
güç elde edemez. Baylar, Türk ulusu ve onun temsilcilerinden
kurulm uş olan meclisimiz, kendi varlığını halife sanını taşıyan
ya da taşıyacak olan bir kişinin eline veremez ve vermeyecektir!
Bundan ötürü M üslümanlık dünyasında kargaşa varmış, ya da
olacakmış; bunların hepsi anlamsız ve yalan sözlerdir; kim söy­
lemişse yalan söylemiştir, yalan söylüyor.
(K asım 1922, N .)
Türkiye Büyük Millet Meclisi halifenin değildir ve olamaz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi yalnız ve yalnız ulusundur. Ulu­
sun seçtiği vekillerden oluşm uştur. Bu meclis yalnız ve yalnız
ulusun emrine göre hareket etmek zorundadır. Ulus bu hakkını
ne olursa olsun bir kimseye bırakamaz, veremez.
(O c a k 1921; S.D.II.)

Olaylarla, bilimle, (teknikle), yasa ile sonsuzluğa kavuş­


muş olan bu egemenliği geçersiz kılacak, ona zarar verecek ne
bu ülkenin içinde, ne de dışında hiçbir güç yoktur ve olamaz.
Bütün M üslüm an dünyasının gerçekten kurtuluşuna kadar iyi­
ce korunm asını üzerimize aldığım ız halifelik m akam ının varlı­
ğı, Türkiye devletinin ne bağımsızlığı, ne yönetimi, ne de ege­
menliği ile çatışma durum unda değildir. Bu m akam ve bu
m akam da oturan yüksek kişinin varlığı, bir neden yaratılmazsa
sakıncalı sayılamaz. Ancak şurası kesin olarak bilinmelidir ki,
herhangi bir m akam ve kişi tarafından bu sakıncaya yol açıldığı
gün, işin kuram sal yönü biter, eylem ve uygulam a başlar.
(O cak 1923; N .)

Halifelik m akam ının böylece tanıdıktan sonra bu makamı


Türk ulusunun egemenliğini ortadan kaldıracak bir makam
saymak doğru değildir. Bugün halife olan yüksek kişinin bizim­
le aym gerçekleri kavradığını takdir (anladığını) sanırım. An­
cak bir aksaklık ortaya çıkarsa, bunu yalnız bu m akam a yönelt­
mek gerekmez. Böyle bir şeyi yapm ak için her şeyden önce
düşüncelerini şeriat kılığına sokan bazı cahiller, çıkarcılar ve
dalkavuklar ortaya çıkabilir. Bunların, onun bunun ona buna
aşılayacağı düşünceleri ve bu düşüncelerin niteliğini önceden
kestirip ona göre hazırlıklı olmak her bireyin ve ulusun ödevi­
dir. Şurasını açıkça söylemek gerekir ki, bu ulusun üç buçuk yı­
la sığdırdığı dâva çok büyüktür. Bunu sindirm ek bunun sindiri­
mi için güçlü beyinler gerekir. Fransızlar büyük ihtilâli yerine
oturtm ak için tam yüzyıl çalışmışlardır.
Halifelik ve Padişahlık birbirinden ayrıldıktan sonra bazı
hocalar bir karanlığa düştüler, duraksam aya kapıldılar. O ka­
dar ki kendi dinlerinden ve inançlarından kuşku duym akta ol­
duklarını söylemeye başladılar.
"Halife böyle olmaz; halifeye güç, erk ve yetki gerektir, de­
meye başladılar. Halifeyi Meclis başkanlığına getirmekten söz
eder oldular.
(O cak 1923; A .l.B.T.) S. 41

Halifelik başımıza belâdır. Osmanlı Devleti, Padişah Hali­


feliği üstlenmeden*önce çağının en parlak aşamasını yapmıştır.
Halifeliği aldıktan sonra çökmeye başlamıştır. En acı zamanla­
rımızda bize karşı savaşanlar arasında, halifelik nedeniyle bize
bağlı olanlar da vardı.
(O cak 1920; A .l.B.T.) S. 50

Bizim dünya karşısındaki en büyük gücüm üz ve erkimiz


yeni durum um uz ve niteliğimizdir. Halife esir olabilir; halife
adını taşıyanlar yabancılara sığınabilirler. Düşman ve halifeler
elele verebilirler ve her şeyi yapm aya girişebilirler. Fakat yeni
Türkiye’nin yönetim biçimini, siyasetini, gücünü kesinlikle sar-
samazlar.
(M art 1924; N .)
Sevgili kardeşlerim, düşünce ve anlayış yeteneğini önemli
olaylarla kanıtlamış olan bu ulus, Allah’ın gölgesi, Peygam-
ber'in vekili olduğunu ileri sürm ek küstahlığında bulunan hali­
fe sanındaki aymazlara, cahillere, iki yüzlülere yurdunda, vic­
danında yer verebilir miydi? Bunu sizden soruyorum: "Asla,
kesinlikle hayır" sesleri. Büyük ulus, dünyanın uygarlık ailesi
içinde saygın bir yeri olmaya lâyık Türk Ulusu, evlâtlanna ve­
receği eğitimi okul ve m edrese adında birbirinden tamamiyle
başka iki çeşit kurum arasında bölmeye bugünkü günde katla­
nabilir miydi? Eğitim ve öğretimi birleştirmedikçe, aynı düşün­
cede aynı kafada bireylerden oluşm uş bir ulus m eydana getir­
meye olanak aram ak anlamsız, saçma bir şeyle uğraşm ak olmaz
mıydı?
(A ğ u sto s 1925; S.D .II.)

Halka sordum: Bir M üslüm an devleti olan İran ya da Af­


ganistan, halifenin herhangi bir yetkisini tanır mı? Tanıyabilir
mi? Haklı olarak tanıyamaz. Çünkü böyle bir şey devletin ba­
ğımsızlığını, ulusun egemenliğini ortadan kaldırır.
Ulusun şuna da dikkatini çektim ki, kendimizi dünyanın
egemeni sanmak aymazlığı artık sürüp gitmemelidir. Dünyanın
durum unu, dünyadaki gerçek yerimizi tanımamak aymazlığıy­
la ve aymazlara uymakla ulusum uzu sürüklediğimiz felâketler
yetişir artık! Bu acıklı durum u bile bile sürdüremeyiz.
(E kim 1927; N .)

Herhangi bir M üslüman devletin, bir kimseye, bütün İs­


lâm dünyasının işlerini yönetmesi, yürütm esi yetkisini vermesi
akıl ve m antığın kabul edemeyeceği bir şeydir.
Baylar, yabancılar halifeliğe saldırıda bulunm uyorlardı.
Ama Türk ulusu saldırıdan kurtulm uyordu. Halifeliğe saldı­
ranlar, M üslüm an uluslardan Türkü çekemeyenler değildi.
Ama Çanakkale'de, Suriye'de, Irak'ta Ingiliz ve Fransız bayrak­
ları altında Türklerle vuruşan M üslüman uluslardı. Bunların,
Türk ulusuna kolaylıkla saldırmak için alıkonması yeğlenen ha­
lifeliğin ortadan kaldırılmasını: "Türklük için kendi kendine
kıymaktır" diye nitelemeleri ve cumhuriyetin amacım "Halifeli­
ği ortadan kaldırm ak için biz Türkler girişimlerde bulunuyo­
ruz" sözleriyle açıklayıp ilân etmeleri elbette etkisiz kalmadı.
(E kim 1927; N .)

Ç ürüm üş bir hanedanın halife sanıyla başından hiç mi hiç


uzaklaşmasına olanak kalmayacak biçimde korunmasını zo­
runlu kılan bir devlet biçiminde Cum huriyet (yönetimi) ilân
edilse bile onu yaşatm a olanağı yoktur.
(E kim 1927; N .)

Padişahlık dönem inden Cum huriyet dönemine geçebil­


mek için, hepinizin bildiği gibi, bir geçiş dönem i yaşadık. Bu
dönem de iki düşünce ve görüş birbiriyle sürekli olarak çatıştı.
Bu düşüncelerden biri, padişahlık döneminin sürdürülmesiydi;
bu düşüncenin yanlıları da belliydi. Öteki düşünce, padişahlık
dönemine son vererek Cum huriyet yönetimi kurmaktı. Bu bi­
zim düşüncem izdi. Biz düşüncemizi açıkça belirtmekte sakınca
görüyorduk. Ancak görüşüm üzü uygulam a olanağını koruyup
elverişli bir zam anda eyleme geçebilmek için padişahlık yanlı­
larının düşüncelerini uygulama alanından uzaklaştırm ak zo­
rundaydık. Yeni yasalar çıkarılırken, özellikle Anayasa yapılır-
kan, padişah yanlıları, padişah ve halifenin haklan ve
yetkisinin açıkça belirtilmesi üzerinde dururlardı. Biz de bunun
daha zamanı gelmediğini, ya da buna gerek olmadığını söyle­
yerek o yanı susarak geçiştirmekte yarar görüyorduk.
(E kim 1927; S.D.II.)
Büyük Millet Meclisi Halifeliği kaldırdığı sırada, Antalya
milletvekili din bilginlerinden Rasih Efendi, Kızılay adına Hin­
distan'da bulunan bir kurulun başkanlığını yapıyordu. Rasih
Efendi Mısır'a uğrayarak Ankara'ya döndü. Benimle görüşm ek
istedi ve şunları söyledi: Gezdiği ülkelerdeki M üslüm an halk
benim halife olmamı istiyormuş; M üslüm anların yetkili kurul­
ları bu dileği bana bildirm ek için Rasih Efendi'yi vekil etmişler.
Rasih Efendi’ye verdiğim cevapta M üslüm anların gösterdikleri
yakınlık ve sevgiye teşekkür ettikten sonra dedim ki: Siz din
bilginlerindensiniz; Halifenin devletin başı devlet' başkanı de­
mek olduğunu bilirsiniz. Başlarında kralları, imparatorları olan
halkın bana ulaştırdığınız dilek ve önerilerini ben nasıl kabul
edebilirim? Kabul ettim desem, o halkın başında olan kişiler bu­
nu ister mi? Halifenin buyruk ve yasaklarına uyulur. Beni halife
yapm ak isteyenler emirlerimi yerine getirebilecekler mi? Bu d u ­
rum a göre yapacak işi ve anlamı kalmamış, kuruntuya dayanan
bir adı takınmak gülünç olmaz mı?
Baylar, açıkça ve kesinlikle söylemeliyim ki, M üslüman
halkı hâlâ bir Halife korkuluğu ile uğraştırıp aldatm aya çalışan­
lar, yalnız ve ancak M üslüm anların ve özellikle Türkiye'nin
düşm anıdırlar. Böyle bir oyuna kapılm ak da ancak cahillik ve
aymazlık belirtisi olabilir.
(E kim 1927; N .)

2. Ulusal egemenliğin geleceği ve güvencesi.


Yarın bugünü sürdürecektir. Anayasa hüküm leri bütün
kapsamlarıyla uygulanacaktır. Türk ulusunun som ut simgesi
olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, ülkemizin clef da voûte'u"
anadireği olacaktır.
Ulusumuz hiç kimsenin onamasına gerek görmeden ve
onamayanlara karşı da ayaklanarak ulusal egemenliğini almış
ve böylece kullanagelmiştir.
(A ralık 1921; S.D.I.)

Ulus egemenliğini almıştır, ayaklanarak almıştır. Alınmış


olan egemenlik hiçbir neden ve yolla bırakılıp geri verilemez.
Bu egemenliği yeniden geri alabilmek için, almak için kullanıl­
mış olan araçları kullanmak gerekir.
Baylar, açık konuşacağım, beni bağışlayınız; her birinizin
olağanüstü bir yetkiyle seçilmesine ve olağanüstü yetkisi olan
bir meclisin kurulm asına ve bu meclisin ülkenin yazgısını elin­
de tutacak bir nitelik kazanmasına çalışan benim! Bunu başar­
mak için de en yakın arkadaşlarımla görüş ayrılığı yüzünden
sert tartışmalar yaptım. Bütün yaşamımı, varlığımı, bütün şeref
ve onurum u tehlikelere attım. Demek ki bu benim eserimdir.
Benim ödevim bu eserimi alçaltmak değil, yüceltmektir.
(M ay ıs 1922; N .)

Unutulmamalıdır ki, ulusun egemenliğini bir kişinin, ya


da bir kaç kişinin elinde bulundurm asından çıkar bekleyen ca­
hil ve aymaz insanlar vardır. H üküm darlar kendilerini, var san­
dıklan bir gücün temsilcisi sayarlar ve bundan zevk alırlar. Fa­
kat onlann çevresindeki çıkarcılar bu durum u din kılığına
büründürerek bütün ulusu aldatmaya çalışırlar; nitekim şimdi­
ye kadar çalışmışlardır da. Sonunda ulusun kulakları bu kişile­
rin şakımalarıyla dolar ve halk kendisine aşılanan düşünceleri
din gereği ve salt gerçek sayar. Bu kişilere mürteci (gerici), yap-
hklanna da irtica (gericilik) denir.
Haklanınız gayet yasal ve açıktır. Onları elde etmek için
gücüm üz de vardır, erkimiz de yeter. Ordularım ız ve orduları­
mızı oluşturan ulusum uz güçlüdür. Ve bu yurdun, bu ulusu
yaşatan zenginlik kaynaklan vardır. Bunların üstünde de bir
gücüm üz vardır ki, o da eriştiğimiz ve gerçek olarak elimizde
bulundurduğum uz ve bulunduracağım ızı eylemli olarak kanıt­
ladığımız ulusal egemenliğimizdir. Ulusal egemenliğimiz için
tehlike var m ıdır diye sordular. Buna cevap olarak dedim ki:
"Hayır, hayır! Ulusal egemenliğimiz için tehlike yoktur ve ola­
maz. Çünkü ulusum uz yüzyılların çok acı tokatlan ve felâketle­
ri sonucu uyanmıştır. Onu gericiliğin eski derinliklerine götür­
meye m addî olanak yoktur.
(O cak 1923; S.D.II.)

Annemin ruhuna, bütün atalarımın ruhuna edeceğime söz


verdiğim vicdanımdan kopan yemini yineleyim. Annemin me­
zarı önünde, yüce Tanrı'nın önünde, yemin ediyorum ki, ulusu­
m un bu kadar kan dökerek elde ettiği ve güçlendirdiği egemen­
liğin korunması ve savunulm ası için, gerekirse annem in yanına
gitm ekte asla duraksam ayacağım . U lusum un egemenliği uğ­
runda canımı vermek benim için vicdan ve nam us borcu olsun!
(O cak 1923; S.D.I.)

işte baylar, yeni Türkiye Devleti, dünyaya egemen olan o


yüce ve güçlü düşüncenin Türkiye'de belirmesidir, gerçekleş­
mesidir. Dünyanın toplum sal ve siyasal gereklerinden doğan,
binlerce yıllık Türk tarihinin evrimi sonucu olan devletimizde
süreklilik ve durulm anın bütün nitelik ve koşullan vardır.
Dünyanın belli başlı uluslarını kölelikten kurtarıp ege­
menliğe kavuşturan düşünce akımları, günü geçmiş kuruluşla­
ra üm it bağlayanların ve çürüm üş yönetim biçimlerinde kurtu­
luş gücü arayanların acımasız düşm anıdır.
(A ğ u sto s 1923; S.D.I.)

Ulusun egemenliği öyle bir ateştir ki, onun karşısında zin­


cirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Temeli ulusların köle­
liklerine dayanan kuruluşlar her yerde ergeç yıkılacaktır.
(A ğ u sto s 1924; S.D.II.)

3. Cum huriyet hakkında.


Her zaman için sayın arkadaşlarım ın ellerine çok içtenlik­
le ve sıkıca yapışarak onları kendim e hep gerekli bularak çalı­
şacağım. Ulusun gösterdiği yakınlık ve sevgiye dayanarak hep
birlikte ileri gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti m utlu, başarılı ve
muzaffer olacaktır.
(E kim 1923; S.D.I.)

Türkiye Cum huriyeti yalnız iki şeye güvenir: biri ulusun


kararı; diğeri, en acı ve güç koşullar altında dünyanın takdirle­
rine hakkıyla layık olan ordum uzun kahramanlığı; işte bu iki
şeye dayanır.
Türk ulusunun huyu ve ayırıcı niteliğine en uygun olan
yönetim biçimi cumhuriyettir.
(E kim 1924; N .)

Bugünkü hükümetimiz, devlet örgütüm üz doğrudan doğ­


ruya ulusun kendi kendine, kendiliğinden m eydana getirdiği
bir hüküm et ve devlet biçimidir ki onun adı cumhuriyettir. Ar­
tık hüküm etle ulus arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır.
H üküm et ulustur ve ulus hüküm ettir. Artık hüküm et ve hükü­
m et üyeleri (hükümette olanlar) kendilerinin ulustan ayrı ol­
m adıklarını ve ulusun efendi olduğunu tam olarak anlamışlar­
dır. Hepimizin efendisi olan olan ulusun ilerlemesi, yükselmesi
yolunda ve ona yardım eden devlet m em urlarına başarılar dile­
rim.
(E k im 1925; S.D.II.)

Devlet yönetimini, cum huriyetten söz etmeden, ulusal


egemenlik ilkeleri (esasları) içinde her an cumhuriyete doğru
yürüyen bir biçimde merkezleştirmeye çalışıyorduk.
(Ekim 1925; N .)

Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardır çekilen ulusal yı­


kımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini
sulayan kanların karşılığıdır.
Bu sonucu, Türk gençliğine em anet ediyorum. (Güvenle
bırakıyorum.)
Ey Türk gençliği! Birinci ödevin Türk bağımsızlığını, Türk
Cum huriyetini sonsuza dek korum ak ve savunmaktır.
Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel
senin en değerli hazinendir. Gelecekte de, yurt içinde ve dışın­
da seni bu hâzineden yoksun bırakm ak isteyen kötü yürekliler
bulunacaktır. Bir gün, bağımsızlığını ve Cumhuriyet'ini savun­
mak zorunda kalırsan, ödeve atılmak için, içinde bulunacağın
durum un olanak ve koşullarını düşünmeyeceksin! Bu olanak
ve koşullar çok elverişsiz bir nitelikte olabilir. Bağımsızlığına
ve Cum huriyet'ine kıymak isteyecek düşm anlar, bütün dünya­
da benzeri görülmemiş bir zafer kazanmış olabilirler. Zorla ve
aldatıcı düzenlerle yurdunun bütün kaleleri alınmış, tersanele­
ri (1) ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her
köşesine eylemli olarak girilmiş olabilir. Bütün bu koşullardan
daha acı, daha korkunç olmak üzere y urdun içinde yönetim ba­
şında olanlar, aymazlık ve sapkınlık ve hatta hainlik içinde bu­
lunabilirler. Hatta yönetim başında bulunan kişiler, kendi çı­
karlarını yurduna girmiş olan düşm anların siyasal erekleriyle
birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde yıkkın ve bit­
kin düşm üş olabilir.
Ey Türk geleceğinin evlâdı! işte bu ortam ve koşullar için­
de bile ödevin, Türk bağımsızlığını ve Cum huriyetini korum ak­
tır. Bunun için gereken güç, dam arlarındaki soylu kanda var­
dır.
(E kim 1927; N .)

4. Ankara Başkent.
Siyasal başkentimiz A nadolu'nun ortasında kalacaktır. Ba-
tı'nın ve Doğu'nun temsilcileri bizimle bu başkentte ilişki kura­
caklardır. Bu başkentte her türlü diplom atik sorunlar görüşüle­
cektir. Bu başkentte yurdun iç ve dış politikası yönetilecektir.
Bu başkentte ulusun bağrından doğan hüküm et çalışacakbr.

(1) G em i y a p ım y erleri
Başkent her türlü saldırıya karşı yerinden kıpırdamayacak
(oynamayacak), güç ve dinginliğini koruyabilecek bir yerde ol­
malı. Hüküm et merkezi öyle bir yerde olmalı ki, hüküm et gö­
zünü ülkenin bütün çevrelerine eşit biçimde çevirebilsin. Ülke­
nin bir kenarına (ucuna) çekildiğimiz zam an yurdun bizden
uzak kalan, bayındır olmayan yerlerini unutuyoruz. Biliyorsu­
nuz ki, Anadolu bugün baştan başa yıkıntı halindedir. Kasaba
ve kent denen yerler de öyledir. Niçin öyledir? Çünkü İstan­
bul'u hüküm et merkezi yapmışız ve kendimizi yalnız onun çe­
kiciliğine kaptırmışız.
Ankara pekâlâ m erkez olabilir. Zaten olaylar da orasını
merkez yapmıştır.
(O cak 1923, A.I.B.T.) S. 31-32

Ankara hüküm et merkezidir. Ve sonsuza dek hüküm et


merkezi olarak kalacaktır.
64
IV. TÜRK DEVRİMİ
Birinci Bölüm

DEVRİM ve DEVRİMCİLER

1. Türk Devrimi Nedir?


Türk devrim i nedir? Bu devrim, kelimenin ilk anda getir­
diği "ihtilâl" anlam ından başka, ondan daha geniş bir değişimi
dile getirir. Bugünkü devletim izin biçimi, yüzyıllardır süre sü­
regelen biçimleri ortadan kaldıran en olgun ve gelişmiş biçim
olmuştur.
Ulusun, varlığını sürdürebilm ek için bireyleri arasında d ü ­
şündüğü ortak bağ, yüzyıllardır süregelen biçim ve niteliğini
değiştirmiş, yani ulus, bireylerini, din ve m ezhep bağlantısı ye­
rine Türk ulusallığı bağı ile biraraya getirmiştir.
Ulus, uluslararası genel savaşma alanında kendisinin ya­
şam ve güç nedeni olan bilim ve araçların ancak çağdaş uygar­
lıkta bulunabileceğini değişmez bir gerçek olarak ilke edinm iş­
tir.
Kısacası, baylar, ulus, saydığım değişiklerle devrim lerin
doğal, zorunlu olarak, genel yönetiminin ve bütün yasalarının
ancak dünyalık ihtiyaçlarından esinleneceğini kavram ış ve ihti­
yaçların değişim ve gelişimi sonucu, durm adan değişip geliş­
mesi esas olan dünyalık bir yönetim anlayışını yaşam anın nede­
ni saymıştır.
Benim elime büyük yetki ve güç geçerse, toplumsal yaşa­
m ım ızda istenen devrimi bir anda bir "coup - darbe" ile yapaca­
ğımı sanırım. Zira ben, bazıları gibi, halkı ve bilginleri (ulema­
yı) yavaş yavaş benim görüşlerimin düzeyinde görmeye ve
düşündürm eye alıştırarak bir devrim yapılabileceğini kabul et­
m iyorum ve böyle bir davranışa ruhum karşı çıkıyor. Bunca yıl
yüksek öğretim gördükten, toplumsal ve uygar yaşamı incele­
dikten ve özgürlüğü tatmak için bir öm ür harcadıktan sonra
neden halkın düzeyine ineyim? Onları kendi düzeyim e çıkarı­
rım. Ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar. Ancak şu
da var ki bu konuda incelemeye değer bazı noktalar var. Bunla­
rı iyice kararlaştırm adan işe başlamak yanlış olur.
(T e m m u z 1918; T.T.K.K. K o n fe ra n sla rı, 1969)

"Biz bir devrim yaptık. Bunu sürdürüyoruz. Ülkenin bir­


çok yerinde, bilerek veya bilmeyerek, başkaldıranlar oldu. Bun­
ları cezalandırdık. Şimdiye kadar yaptıklarımız ondan sonra
yerine oturabilmiştir.
"Biliyorsunuz ki Fransız büyük ihtilâli hemen hemen yüz­
yıl sürm üştür. Köklü devrimin üç yılda bitebileceğim düşün­
mek hata olur.
Hocaları m em nun edelim, Islâm dünyasını m em nun ede­
lim, herkesi m em nun edelim dersek, amacımıza ulaşmış olama­
yız. Bir işi şöyle böyle yoluna koymaya çalışanlar temeli sağlam
bir devrim yapamazlar. Bugünkü yoksulluk, sıkıntılar ve utanç
verici hallerle zaten kimseyi m em nun etm ek olanağı yoktur.
Yurt bayındır bir durum a geldiği gün, ulus zengin olduğu za­
m an herkes m em nun olur.
Bu devrim ulusun esenliği uğruna, halk adına yapıldı.
U lusum uz dem okratik bir hüküm et kurm akla düşm an ordula­
rını yok etti. Yurdu düşm an eline geçmekten kurtardı.
(Ş u b a t 1924; S.D.II.)

Yaptığımız ve yapm akta olduğum uz devrim lerin amacı,


Türkiye Cum huriyeti halkını tam amiyle çağdaş ve bütün anlam
ve biçimleriyle uygar bir toplum haline getirmektir. Devrimleri-
m izin temel ilkesi budur. Bu gerçeği kabul edemeyen kafaları
değiştirmek zorunludur. Şimdiye kadar ulusun kafasını (beyni­
ni) paslandıran, uyuşturan bu düşüncede bulunanlar olmuştur.
N e olursa olsun kafalara yerleşmiş bu boş inanlar tüm üyle çıka­
rılacaktır. Onlar çıkarılmadıkça kafalara gerçeğin aydınlığını so­
kabilme olanağı yoktur.

2. Türk devrim inde güdülen yöntem.


Türkün ata yurduna ve Türkün bağımsızlığına saldıranlar,
kimler olursa olsun, onlara bütün ulusça silahlı olarak karşı çık­
mak, onlarla savaşmak gerekiyordu. Ancak bu önemli kararın
bütün gereklerini ve zorunluluklarını ilk günde söyleyip belirt­
mek elbette uygun olmazdı. Uygulamayı birtakım evrelere ayır­
mak ve olaylardan yararlanarak ulusun duygu ve düşünceleri­
ni hazırlam ak ve adım adım ilerleyerek amaca ulaşmaya
çalışmak gerekiyordu.
Beliren ulusal savaş, dıştan saldırıya karşı yurdun kurtu­
luşunu tek amaç saydığı halde, bu savaşın, başarıya ulaşıldıkça,
ulusal iradeye dayanan yönetimin bütün ilkelerini ve biçimleri­
ni evre evre bugünkü dönem e kadar gerçekleştirmesi doğal ve
kaçınılmaz bir tarih akışı idi
Bu kaçınılmaz tarih akışını gelenekten gelen alışkanlığı ile
hem en sezinleyen padişah soyu ilk andan başlayarak ulusal sa­
vaşın acımasız bir düşm anı oldu. Bu kaçınılmaz tarih akışını
ben de gördüm ve sezinledim. Ama, baştan sona, bütün evrele­
ri kapsayan sezgilerimizi ilk anda bütünüyle açığa vurmadık ve
söylemedik. İleride olabilecekler üzerine çok konuşmak, girişti­
ğimiz gerçek ve m addî savaşa boş kuruntular niteliğini verebi­
lirdi ve dış tehlikenin yakın etkileri karşısında üzüntü duyan­
lar arasında da, geleneklerine, düşünm e yeteneklerine, ruhsal
durum larına uym ayan olası değişikliklerden ürkeceklerin ilk
anda direnm elerine yol açabilirdi. Başarı için pratik ve güveni­
lir yol, her evreyi zam an geldikçe uygulamaktı. Ulusun geliş­
mesi ve yükselmesi için esenlik yolu bu idi. Ben de böyle yap­
tım. Ancak bu pratik ve güvenilir yolu, yakın çalışma
arkadaşlarım olarak tanımış kişilerden bazılarıyla İram ızda,
zaman zaman, görüşlerde, davranışlarda, yapılan işlerde beli­
ren temelli ve ikinci derecede anlaşmazlıldann, kırgınlıkların
ve hatta ayrılıkların da nedeni ve açıklaması olmuştur. Ulusal
savaşa birlikte başladığımız yolculardan bazıları, ulusal yaşa­
mın bugünkü cum huriyete ve cum huriyet yasalarına kadar
uzanan gelişmelerinde, kendi düşünce ve ruh yeteneklerinin
kavrama sının bitince bana direnm eye ve karşı çıkmaya başla­
mışlardır.
"Bu son sözlerimi özetlemek gerekirse, diyebilirim ki, ben,
ulusun vicdanında ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme ye­
teneğini bir ulusal sır gibi vicdanımda taşıyarak yavaş yavaş
bütün toplum um uza uygulatm ak zorundaydım .
(1927; N .)

Birçok ulusun kurtuluş ve yükseliş savaşında kızgın, öfke­


li olduklan görülm üştür. Ama bu öfke Türk ulusunun bilinçli
öfkesine benzemez.
(K asım 1925; S.D .II.)
Bağımsızlık savaşı ve Türk devrim i, her atılım ında ulusu­
m uzun yüksek siyasal ve uygar karakteri ile ülkeyle ilgili d ü ­
şüncelerindeki bilinçli birliğe dayanarak başarı kazanmıştır.
"Cum huriyet hüküm etinin gördüğü işler, ancak ulusum u­
zun bu yüksek ahlâk ve huyunda dayanak bularak her gün ve­
rimli bir eserini ortaya koyabilmektedir. Dün ve bugün olduğu
gibi yarın da, ülke ve ulus için tek güç m utluluk ve refah kayna­
ğı olan devrim ilkelerinin ve cum huriyet rejiminin uygulanm a­
sında düşünce ve el birliğinin belirtileri görülecektir.
(A ra lık 1922; S.D.II.)

3. Türk devrim inin diğer devrim lerle karşılaştırılması.


10 Tem muz devrim i zorba bir hüküm darla ulus arasında,
ne de olsa sınırlama ve koşullar yoluyla denge arayan bir görüş
elde etmeye yönelikti. Oysa bizim devrim im iz m eşrutiyet yöne­
timini bile ulusun özgürlük ve bağımsızlığı için yeter saymaz.
Ve sınırsız, koşulsuz egemenliği ulusun sorum luluğunda tutan
köklü bir ilkeye dayanır. Bu ilkenin ilgili bulunduğu biçim hiç
bir zam an eski biçimlerle karşılaştırma kabul etmez.
Bu iki devrim arasındaki fark tanımlanamayacak kadar
büyüktür, sanırım. Birincisi, ulusun huyu gereği aradığı özgür­
lük havasını teneffüs ettirdiğini sandıran bir harekettir. Fakat
İkincisi ulusun özgürlük ve egemenliğini eylemli ve m addî ola­
rak birleştirip ilân eden m utlu bir devrim dir; ve kuşkusuz, yal­
nız Türkiye'de değil, bütün dünyada önemli sayılmaya değer
bir yeniliktir.
(A ra lık 1922; S.D.II.)
Fransız ihtilâli bütün dünyada özgürlük düşüncesini estir-
miştir ve bu düşüncenin günüm üzde ana kaynağıdır. Fakat o
tarihten beri insanlık ilerlemiştir. Türk demokrasisi Fransız ihti­
lâlinin açtığı yolu izlemiş, ancak kendisine özgü ayırt edici nite­
liğiyle gelişmiştir. Çünkü her ulus devrim ini toplumsal ortam ı­
nın baskıları ve ihtiyacına olan hal ve durum a ve bu ihtilâl ve
devrim in zamanına uygun olarak yapar.
(8 M a rt 1928; H .M .)

Gerçek devrimciler, ilerleme ve yenilik yolunda bir devri­


me yöneltmek istedikleri insanların ruh ve vicdanlanndaki ger­
çek eğilimi kavrayabilenlerdir. Bununla ilgili olarak şunu da
söyleyeyim ki, Türk ulusunun son yıllarda gösterdiği hayranlık
uyandıran başarılarının, yaptığı siyasal ve toplumsal devrimle-
rin gerçek sahibi kendisidir; sîzsiniz. Ulusumuzda bu yetenek
ve gelişme duygusu doğal olarak var olmasa idi, onu yaratm a­
ya hiçbir güç yetmezdi. Herhangi bir gelişme durum unda bulu­
nan bir topluluğu bu durum dan çıkarıp dam dan düşer gibi
herhangi bir gelişme aşamasına ulaştırm anın olanağı olmadığı­
nı açıklamaya elbette gerek yoktur.
(A ğ u sto s 1925; S.D.1I.)

"Devrimin amacım kavramış olanların onu her zaman ko­


rum aya güçleri yetecektir.
1925; (10 K asım 1949; C.)

"Devrimin yasası var olan yasaların üstündedir. Biz öldü­


rülmedikçe, bizim kafalarımızdaki akım durdurulm adıkça baş­
ladığımız devrim ve yenilik ve devrim yasası bir an bile durm a­
yacaktır.
(1923; A.I.B.T.) S 56

Ülkenin ve devrim lerin içerden ve dışardan gelebilecek


tehlikelere karşı bütün ulusçu ve cumhuriyetçi güçlerin bir ara­
ya gelmeleri gerekir.
tkinci Bölüm

DEVRİM ve UYGARLIK

1. Uygarlığı tanımlama.
Kültür dediğimiz zam an, bir insan topluluğunun devlet
yaşamında, düşünce ve ekonomi yaşam ında yapabilecekleri
şeylerden elde ettikleri sonuçtur, dem ek isteriz; uygarlık da
bundan başka bir şey değildir.
(10 Ş u b a t 1939; V.)

Zulüm uygarlıkla bağdaşam az. Yeteneksizlik de bağışla­


nabilecek bir şey olamaz. Çünkü uluslar bulundukları toprakla­
rın gerçek sahibi olmakla beraber, o topraklarda insanlığın ve­
killeri olarak da bulunurlar. O toprakların zengin kaynakların­
dan hem kendileri yararlanırlar, hem de bütün insanlığın yarar­
lanmasını sağlamakla yüküm lüdürler. Bu kurala göre bunu
yapm ayan ulusların var olma ve bağımsızlık hakkına layık ol­
mamaları gerekir.
(A ra lık 1920; S.D.II.)
2. Türk Bağımsızlık Savaşı ve Uygarlık.
Bağımsızlık ve saygınlığını dünyaya tanıtmak nitelik, de­
ğer ve gücünde olan ulusların uygarlık yolunda hızlı ve başarılı
adımlarla ilerlemek yetenekleri kabul edilmek gerekir. Gerçi bir
toplum un zamanla kökleşmiş töre ve görenekleri, duygulan ve
görüşleri önemlidir. Bu bakımdan, toplum lar girişken bireyler
üzerinde âdeta buyurucu ve egemen bir etki yaparlar. Fakat
doğuştan olan yetenek ve değeri gelişme ve yükselişe erişmiş
uluslar, uygarlığın bugünkü ilerlemelerinden esinlenip yarar­
lanmış olan aydın evlâdan yolu ile geçmişte yitirdikleri fırsatla­
rın yol açtığı gecikmeleri karşılama çaresini bulmakta gecik­
mezler. Bu konuda topluma iyi yürekle yol göstermenin etkili
ve verimli olduğunda kuşku yoktur.
Ulusul örgütüm üzün bugün güttüğü amaç, yurdun parça­
lanm asından ve ulusun esirlikten kurtanlm asına yöneliktir.
Tanrının izniyle yakın bir zamanda ulusal örgüt bu amaca eriş­
me yolunda üstlendiği yurt görevini yerine getirecektir.
Fakat görevini tamamlamış sayılacak mıdır? Bence, bun­
dan sonra da yurtla ilgili çok önemli görevlerimiz vardır. Özel­
likle içteki durum um uzu düzelterek uygar uluslar arasında et­
kin bir üye olabileceğimizi eylemli olarak kanıtlamak gerekir.
Bu amaç yolunda başarılı olmak için siyasal alanlarda ça­
lışm alardan çok toplumsal alanda çalışmalara ihtiyaç vardır.
Ulusal örgütüm üzün böyle bir amaç için nasıl bir biçim alması
gerekeceğini, kuşkusuz, ulusum uzun genel istekleri belirtip
sağlayacaktır. Şimdilik "Heyeti-Temsiliye" (Temsilciler Kurulu)
milletvekilleri güven içinde görevlerini yapacaklarının gerçek­
leşeceği güne kadar görevlerini eskisi gibi sürdürecektir.
Gözlerimizi kapayıp herkesten ayrı kendi başımıza yaşadı­
ğımızı düşünemeyiz. Ülkemizi bir çember içine alıp dünya ile
ilgimiz olm adan yaşayamayız. Tersine, ileri, uygar bir ulus ola­
rak uygarlık alanının içinde yaşayacağız. Bu, ancak bilim ve
teknikle olur. Bilim ve teknik neredeyse oradan alacağız ve ulu­
sun her bireyinin kafasına yerleştireceğiz. Bilim ve teknikte hiç­
bir sınırlama ve koşul yoktur.
Akla uygun hiçbir kanıta dayanm ayan birtakım gelenekle­
rin ve inanışların korunm asında direnip duran ulusların ilerle­
mesi çok güç olur; belki de hiç olmaz. İlerleme yolunda bağları
ve koşulları aşamayan uluslar yaşamın akla uygun olduğunu
ve eyleme dayandığını göremezler. Yaşamı geniş kapsamıyla
gören ulusların egemenliği altına girip onlara esir olmaktan
kurtulam azlar.
(E k im 1922; S.D .II.)

Tarihi yapan akıl, m antık, düşünüş, görüş değil, belki bun­


lardan çok duygulardır. Düşm anlarım ızın bizimle ilgili ve yüz­
yıllar boyunca yoğunlaşan duygularını yalnız bugünkü olaylar­
la silebileceğimizi sanm ak gerçekçi bir tutum olmaz. Biz bunu
zaferlerle değil, ancak bugünkü ilerlemeleri kabul etmek, bu­
günkü bilimin ve uygarlığın gerektirdiği şeylerin hepsine eriş­
m ek ve bütün uygar ulusların bilim ve kültür düzeyine eylemli
olarak varmakla yapacağız.
(M art 1923, S.D .II.)

Daha kurtulm uş değiliz: atılan adım lar bundan sonra atıl­


ması gereken adım ların başlangıcıdır, insan, daha başlangıçta
iken, sonuca vardığını ileri sürerse dünyanın en derin aymazlı­
ğı içine dalmış olur. Biz daha çok adım lar atm ak zorundayız.
Bu adım lar hem çok hızlı, hem uzun olmalıdır. Bu nedenle bu
adım ları doğru ve belirli bir doğrultuda atabilmek için kendi
yazgımıza kendim iz sahip olmalıyız.
3. Türk ulusu ve Batı uygarlığı.
Yüzyıllar boyunca, düşm anlarım ız Avrupa uluslarına
Türklere karşı kin ve düşm anlık düşünceleri aşılamışlardır. Ba­
tıdaki kafalara yerleşmiş olan bu düşünceler özel bir görüş
oluşturm uştur. Bu görüş her şeye ve bütün olaylara karşın hâlâ
sürm ektedir. Ve Avrupa'da hâlâ Türkün her türlü ilerlemeye
karşı bir insan, ruhça ve düşünce bakım ından gelişmeye yete­
neği olmayan bir insan olduğu sanılmaktadır. Bu büyük bir ya­
nılgıdır. Cevabımı sadeleştirmek için size şu örneği vereceğim:
Tutunuz ki, karşınızda iki adam var; bunlardan biri zengin ve
her türlü araç emrinde; ötekisi yoksul ve elinde hiçbir araç yok.
Bu araç yokluğundan başka İkincisi ötekinden ruhça hiç farklı
ve aşağı değildir, işte Avrupa ile Türkiye birbirine göre bu d ü ­
rümdalar. Bizi aşağı bir düzeyden hiçbir zaman kurtulam aya­
cak olan bir ulus olarak tanımakla yetinmemiş olan Batı, yıkıl­
mamızı hızlandırm ak için ne yapılmak gerekirse yapmıştır.
Batı ve Doğu görüşlerinde birbirinin karşıtı iki ilke söz konusu
olduğu vakit bunun en önemli kaynağını bulmak için A vru­
pa'ya bakmak gerekir, işte Avrupa'da sürekli olarak savaştığı­
mız bu görüş vardır.
İmparatorluk dönem inde padişahın hükümetleri Türk
ulusunun A vrupa ile ilişki kurmasını engellemek için ellerin­
den geleni yapmışlar, yönetimi ulusun istek ve iradesinden
uzak olarak yürütm üşler ve Türk ulusunun her türlü ilerleme­
nin dışında kalmasına neden olmuşlardır. Biz ulusseverler göz­
leri gören adamlarız. Gözlerimizi her gün daha da açmaktayız.
Ve gerek içerde, gerek dışarda olup bitenleri görüyoruz. Ulusu­
m uzun uygarlaşmış uluslarla ilişki kurmasını kolaylaştırmak
çıkarlarımız gereklerindendir.
Ülkemiz, ne olursa olsun, çağdaş, uygar ve sürekli yenile­
nen bir ülke olacaktır. Benim için bu, önemli bir yaşam sorunu­
dur. Bütün özverilerimizin verimli olması buna bağlıdır. Türki­
ye, ya yeni görüş ve düşüncelerle donanm ış olarak dürüst
biçimde yönetilecek, ya da böyle yönetilmeyecektir.
Göreceğimiz işlerde engeller hiç bir zam an halktan, bu yo­
ğun topluluktan gelmeyecektir. Halk, refah içinde, bağımsız ve
varlıklı olmak istiyor. Komşularının refah içinde olduğunu gö­
rerek yoksulluk içinde olmak çok ağırdır. Gerici düşüncelerle
beslenmiş olanlar belirli bir sınıfa dayanabileceklerini sanıyor­
lar. Bu, kesinlikle kuruntudur, bir sanıdır, ilerleme yolum uzun
önüne dikilmek isteyenleri ezip geçeceğiz. Yenileşme yolunda
duracak değiliz. Dünya şaşılacak hızda bir akımla ilerliyor. Biz,
bu düzenli gidişin dışında kalabilir miyiz?
(A ralık 1923; S.D.III.)

"Halkla sık sık ilişkim oldu. O temiz yürekli topluluk, bil­


mezsiniz, yenilikten ne denli yanadır."
(A ra lık 1922; T .H .)

Türklerin yüzyıllardır izlediği yol, hep aynı doğrultuda ol­


m uştur. Biz, hep Doğu'dan Batı'ya yürüdük.
(Ş u b a t 1924; S.D.III.)

Bugüne kadar elde ettiğimiz başarılar bize ancak ilerleme­


ye ve uygarlığa doğru bir yol açmıştır; yoksa daha tam anla­
mıyla ilerleyişe, uygarlığa ulaştırmış değildir. Bize ve torunları­
mıza düşen görev, bu yol üzerinde duraksam adan ilerlemektir.
(A ğ u sto s 1923; S.D.I.)
Uygarlık yolunda başarı yenileşmeye bağlıdır. Toplumsal
yaşamda, ekonomik yaşam da, bilim ve teknik alanında başarılı
olmak için, tek gelişme ve ilerleme yolu budur. Yaşam ve geçi­
me egemen olan kuralların zamanla değişmesi, gelişmesi.ve ye­
nilenmesi zorunludur. Uygarlığın yeni yeni buluşlarının, olağa­
nüstü teknik başarıların dünyayı değişm eden değişmeye
sürüklediği bir çağda, yüzyılların eskitip yıpratbğı görüşlerle,
geçmişe düşkünlükle varlığını korum a olanağı yoktur. Uygar­
lıktan söz ederken şunu da kesinlikle belirtmeliyim: Uygarlığın
temeli, ilerleme ve güçlülüğün temeli, aile yaşamındadır. Bu
yaşamda aksama, kesinlikle, toplumsal, ekonomik ve siyasal
güçsüzlüğe neden olur. Aileyi oluşturan kadın ve erkeklerin
doğal haklarına sahip çıkmaları, aile görevlerini yapmaya güç­
leri olması gereklidir.
(A ğ u sto s 1924; S.D.II.)

Ülkemizi çağa uygun bir durum a getirmek istiyoruz. Bü­


tün çabalarımız Türkiye'de çağdaş, yani batılı bir yöntem oluş­
turm ak içindir. Uygar olmak isteyip de Batı'ya yönelmemiş bir
ulus var mıdır?
(Ş u b a t 1924; S.D.III.)

Ülkeler çeşit çeşittir fakat uygarlık birdir. Ve bir ulus iler­


lemek için bu tek uygarlığa katılması gerekir. Osmanlı İm para­
torluğunun yıkılış süreci Batıya karşı elde ettiği zaferlerinden
aşırı gurur duyarak kendisini A vrupa uluslarına bağlayan iliş­
kileri kestiği gün başlamıştır. Bu bir hata idi. Biz bu hatayı yine­
lemeyeceğiz.
(Ş u b a t 1924; S.D .III.)

Medeni hukukta, yurttaşlık hukukunda, aile hukukunda


izleyeceğimiz yol ancak uygarlık yolu olacaktır.
Yüzyıllar boyunca sürekli olarak ilerleme yolunda yürü­
yen uygar uluslardan Türkiye'nin geri kalmasına neden olan
engellerin ortadan kalktığını görmekle Türk ulusu büyük bir iç
rahatlığı duym uştur.
(K asım 1924; S.D .l.)

U lusum uzun içinde bulunduğu uygar ulusların ekonomik


ve uygarlıktan yana ihtiyaçları birbirine o kadar yakındır ki,
bunu karşılaması gereken yasaların da aynı yakınlıkta olması
gereği apaçıktır. Yüzyılımızın ihtiyaçlarına uygun yasa yapmak
ve onu iyi uygulam ak bayındırlaşma ve ilerleme nedenlerinin
en önemlilerindendir.
(K asım 1925; S.D .l.)

U lusum uzun amacı, ulusum uzun ülküsü bütün dünyada


tam anlamıyla uygar bir toplum olmaktır. Bilirsiniz ki, dünyada
her ulusun varlığı, değeri, özgürlük ve bağımsızlık hakkı, sahip
olduğu ve ileride m eydana getireceği uygar eserlerle orantılı­
dır. Uygarca bir eser m eydana getirmek yeteneğinden yoksun
olan uluslar özgürlük ve bağımsızlıklarını kesinlikle yitirecek­
lerdir. insanlık tarihi baştan başa bu söylediklerimi doğrula­
m aktadır. Uygarlık yolunda yürüm ek ve başarıya ulaşmak ya­
şam anın ilk koşuludur. Bu yol üzerinde duraklayanlar, ya da
bu yol üzerinde ileri değil geriye bakm ak cahillik ve aymazlı­
ğında bulunanlar uygarlığın coşku ile akıp giden seli içinde ke­
sinlikle boğulacaklardır.
(A ğ u sto s 1924; S.D.1I.)
Dağları delen, göklerde uçuşan, göze görünmeyen küçü­
cük parçacıklardan yıldızlara kadar her şeyi gören, aydınlatan,
inceleyen uygarlığın güç ve yüceliği karşısında Ortaçağ kafa­
sıyla, ilkel ve boş inanlarla yürüm eye çalışan uluslar kesinlikle
yok olacak veya hiç değilse esir olup aşağılanacaktır. Halbuki
Türkiye Cum huriyeti halkı yepyeni ve olgunlaşmış bir toplu­
luk olarak sonsuza dek yaşamaya karar vermiş; esirlik zincirle­
rini ise, tarihte benzeri görülmemiş kahramanlıklarla parça par­
ça etmiştir.
(A ğ u sto s 1925; S.D.II.)

Biz her bakım dan insan olmalıyız. Acılar çektik; bunun


nedeni dünyanın durum unu kavrayamam ızdır. Düşünceleri­
miz, görüşlerimiz uygar olacaktır. Şunun bunun sözüne önem
vermeyeceğiz. Uygar olacağız; bununla övüneceğiz. Bütün
Türk ve İslâm dünyasına bakınız. Görüşleri uygarlığın gerekli
kıldığı kapsam ve yükselişe ayak uyduram adığından ne büyük
felâketler ve acılar içindeler. Bizim de şimdiye kadar geri kal­
mamız ve son felâket çam uruna batışımız bundandı. Beş, altı
yıl içinde kendimizi kurtarmışsak, bu, görüşlerimizdeki değiş­
meden ileri gelmiştir. Artık duram ayız. Ne olursa olsun ileri gi­
deceğiz. Geriye ise hiç gidemeyiz. Çünkü ileri gitmek zorunda­
yız. Ulusum uz bunu açıkça bilmelidir. Uygarlık öyle güçlü bir
ateştir ki, ona ilgisiz kalanları yakar, yok eder. İçinde bulundu­
ğum uz uygarlık ailesinde bize yaraşan yeri bulacak ve onu ko­
ruyup yüksek bir düzeye çıkaracağız. Refah, m utluluk ve in­
sanlık bundadır.
(A ğ u sto s 1925; S.D.II.)
4. Türk ulusunun uygarlık ülküsü.
Önemli sorunum uz, en uygar ve refah içinde bir ulus ola­
rak varlığımızı yüksek bir düzeye çıkarmaktır.
Bu, yalnız kurum larında değil, düşüncelerinde de köklü
devrim ler yapm ış olan Türk ulusunun dinam ik ülküsüdür. Bu
ülküyü en kısa bir zam anda gerçekleştirmek için düşünce ve
eylemi birlikte yürütm ek zorundayız. Bu girişim de başarı, an­
cak türeli bir planla ve en rasyonel bir çalışma ile elde edilebilir.
Bu nedenle okum a-yazm a bilmeyen tek bir yurttaş bırakm a­
mak, ülkenin büyük kalkınma savaşının ve yeni yapısının ge­
rektirdiği teknik elemanlar yetiştirmek, çözümlenmesi gereken
ülke sorunlarına yön veren ideolojiyi anlayacak, anlatacak, ku­
şaktan kuşağa yaşatacak birey ve kurum lan yaratm ak, işte bu
önemli ilkeleri gerçekleştirmek Eğitim Bakanlığının üstlendiği
önemli ve ağır yüküm lülüklerdir.
Belirttiğim ilkeleri Türk gençliğinin kafasında ve Türk ulu­
sunun bilincinde hep canlı bir halde tutm ak, üniversitelerimize
ve yüksek okullarım ıza düşen başlıca görevdir.
Bunun için ülkeyi şimdilik iki büyük kültür bölgesi halin­
de ele alarak, Batı bölgesi için İstanbul Üniversitesi'nce başla­
mış olan reform programını daha köklü biçimde uygulayarak
Cum huriyete gerçekten çağdaş bir üniversite kazandırmak;
merkez bölgesi için Ankara Üniversitesi'ni kısa bir sürede kur­
mak gerekir. Doğu bölgesi için de Van gölü kıyılarının en güzel
bir yerinde her daldan ilkokullarıyla ve nihayet m odern bir kül­
tür kenti yaratm ak yolunda şim diden eyleme geçilmelidir.
(K asım 1937; S.D.II.)
80
Üçüncü Bölüm

TÜRK DEVRİMİ ve KADIN

1. Türk Kadını ve Bağımsızlık Savaşı.


Bu son yılların devrim yaşam ında, bitip tükenme bilme­
yen özverilerle yüklü savaş yaşam ında, ulusu ölümden kurta­
rıp egemenliği götüren eylem kararlılığında ulusun her bireyi­
nin çalışması, çabası, emeği, özverisi geçmiştir. Bu arada en
ziyade yüceltilerek anm ak ve daim a gönül borcuyla tekrar tek­
rar belirtilmek gereken bir emek vardır ki, o da, Anadolu kadı­
nının göstermiş olduğu çok yüce, çok yüksek, çok değerli özve­
ridir. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir ulusunda Anadolu köylü
kadınından daha fazla çalışmış kadınlardan söz etmek olanak­
sızdır. Hiç bir ulusun kadını: "Ben Anadolu kadınından fazla
çalıştım. Ulusum u kurtuluşa ve zafere götürm ede Anadolu ka­
dını kadar çaba gösterdim" diyemez.
(M art 1923; S.D .II.)

Belki erkeklerimiz yurdum uzu zorla ele geçiren düşm an­


larla süngüleriyle, düşm an süngülerine göğüs gererek varlıkla­
rını gösterdiler. Fakat erkeklerimizin oluşturduğu ordunun ya­
şam kaynaklarını kadınlarım ız işletmiştir. Yurdum uzun
varoluş araçlarını hazırlayan kadınlarım ız olmuş ve olmakta­
dır. Kimse yadsıyam az ki bu savaşta ve bundan önceki savaş­
larda ulusun yaşama yeteneğini canlı tutan hep kadınlanm ız-
dır. Çift süren, tarlayı eken, orm andan odun kesip getiren,
ürünleri pazara götürüp paraya çeviren, aile ocaklarının dum a­
nını tüttüren ve bütün bunlarla beraber sırtlarıyla, kağnısıyla,
kucağındaki yavrusuyla, yağm ur demeyip, kış demeyip, sıcak
demeyip cephelerin cephanesini taşıyan hep onlar, hep o yüce,
o özverili, o tanrısal Anadolu kadınları olmuştur. Bu nedenle
bu büyük ruhlu, yüce duygulu kadınlarımızı sonsuza dek sev­
giyle analım, kutsayalım.
(M art 1923; S.D.1I.)

2. Türk Kadını ve Kıyafeti.


Kasaba ve kentlerde yabancıların en çok dikkatini çeken
şey kadınların giyim biçimidir. Buna bakanlar kadınlarımızın
hiçbir şey bilmediklerini sanıyor. Bununla birlikte dinin gereği
olan örtünme, kısaca söylemek gerekirse, denebilir ki, kadınla­
rın zahmet ve sıkıntısına yol açmayacak, törelere ters düşm eye­
cek sade bir biçimde olmalıdır. Ö rtünm e biçimi kadını yaşa­
mından, varlığından soyutlamamalıdır. Bu konuda son söz
olarak diyorum ki, bizi analarımızın adam etmesi gerekirdi.
Onlar edebildikleri kadar etmişlerdir. Fakat bugün b ulunduğu­
m uz düzey bugünün temel gerek ve ihtiyaçlarını karşılamaya
yetmiyor. Başka kafada, başka yetkinlikte adam lara ihtiyacımız
var. Bunları yetiştirecek olanlar da gelecekteki analardır. Bu
sözlerim, bağımsızlığını, şerefini, yaşam ve varlığını sağlayıp
sürdürm eyi ilke edinen yeni Türkiye devletinin temellerinden
birini oluşturması gerekir ve inşallah oluşturacaktır.
(O cak 1925; S.D .II.)

Dinimizin öğütlediği örtünm e, giyim biçimi hem yaşama,


hem erdem e uygundur. Kadınlarımız, şeriat tavsiyesi ve dinin
buyruğu gereğince giyinseydi, ne o kadar kapanacaklar, ne o
kadar açılacaklardı. Şeriata göre, giyim biçimi kadınlar için bir
güçlük oluşturmayacak, kadınların toplumsal yaşamında, eko­
nomik, geçim, bilim alanında erkeklerle işbirliği etmelerine en­
gel olmayacak sade bir biçimdir. Bu sade biçim, toplum um u-
zun ahlakına ve benimsediği davranış kurallarına aykırı değil­
dir.
(M a rt 1923; S.D .II.)

Türk kadınının ruhuna inmeyen yüzeysel bakışlar, kadın­


larımıza bazı asılsız suçlar yüklenm esine yol açmaktadır. Ka­
dınlarım ızın, bir iş görm eden tembel tembel yaşadıklarını, bi­
lim ve kültürle ilişkileri olmadığını, uygar yaşam ve toplumsal
yaşamla ilgilenmediklerini, her şeyden yoksun kaldıklarını,
Türk erkekleri tarafından yaşam dan, dünyadan, insanlıktan,
her türlü kazanç sağlayan işten uzak tutulduklarını söyleyenler
vardır. Ancak gerçek durum böyle m idir? Kuşkusuz, Türk kadı­
nını böyle görmek, Türk kadınını görmem ektir. Yabancıların ve
bize düşm an gözüyle bakanların tanım layıp tasvir ettikleri ka­
dınlar, bu yurdun soylu kadınlan, A nadolu'nun soylu Türk ka­
dını değildir. Öyle kadınlar bizim öz yaşam ım ızda, öz y urdu­
m uzda yoktur. Türk kadınını yanlış görüp yanlış anlatanlar,
özellikle büyük kentlerimizde, ileri, uygar sanılan yerlerde, ba­
zı Türk bayanlarının dış görünüşlerine bakarak aldanıyorlar. O
kadınların dış görünüşlerini bize karşı kötü yorum lara elverişli
bir temel olarak alıyorlar. Ulusun genel yaşam ında çok küçük
bir oranda olan o kadınlan, onlann dış görünüşlerinden çıkar­
dıktan anlam ı bütün Türk kadınlannı yönelik olarak genelleşti­
riyorlar. İşte ilk düzeltilecek yanılgı, ilk ilân edilecek gerçek bu-
dur. Dış görünüşleriyle düşm anlanm ıza ve özellikle içimizdeki
zavallılara, bilerek, daha çok bilmeyerek, haklı bir yalan dolan
sermayesi sağlayan görünüşlere, hepiniz biliyorsunuz ve her­
kes biliyor ki, en ziyade ülkemizin en büyük kenti, yüzyıllarca
devletin başkenti ve halifeliğin merkezi olan İstanbul'da rastla­
nıyor. Düşm anlarım ız bu görünüşteki kadınlara bakarak edin­
dikleri izlenimle acı hüküm ler veriyor ve diyorlar ki: Türkiye
uygarlaşmış bir ulus olamaz; çünkü Türkiye halkı iki parçadan
oluşm uştur; kadın ve erkek diye iki parçaya ayrılmıştır. Oysa
ki, bir toplum aynı amaca doğru bütün kadınlan ve erkekleriyle
beraber yürüm ezse, ilerlemesine teknik bakım dan olanak , bi­
lim bakım ından da olasılık yoktur.
(M a rt 1923; S.D .II.)

Kadınlarımızın yaşam ında giyim biçiminde bir yenilik


yapma söz konusu değildir. Ulusumuza bu konuda yeni şeyler
belletmek zorunluğu ile karşı karşıya değiliz. Belki ancak dini­
mizde, ulusum uzda, tarihim izde zaten var olan beğeni kazan­
mış âdetlere bir uygulam a düzeni vermek söz konusu olabilir.
Biz birey olarak başlı başımıza her türlü biçimleri uygulayabi­
lir; kendi zevkimize, kendi isteğimize, kendi terbiye ve düzeyi­
mize göre beğendiğim iz kıyafeti seçebiliriz. Ancak bütün ulu­
sun kabul edebileceği biçimleri, bütün ulusun yaşam ında
uygulanabilecek kıyafetleri her halde genel eğilimlerde aram ak
ve o biçimlerin başarısını genel eğilime uym asında görmek ge­
rekir.
(M a rt 1923; S.D .II.)

Bazı yerlerde kadınlar görüyorum , başlarına bir bez veya


bir peştemal veya buna benzer bir şeyler atarak yüzünü gözü­
nü örter ve yanından geçen erkeklere ya arkasını çevirir, ya da
yere oturarak yum ulur. Bu halin anlamı nedir? Neyi gösteri­
yor? Baylar, uygar bir ulus anası, uygar bir millet kızı bu garip
biçime, bu yabanıl hale girer«mi? Bu hal ulusu gülünç gösteren
bir görünüştür. Hem en düzeltilmesi gerekir.
(A ğ u sto s 1925; S.D.II.)
3. Türk kadınının kültür haklan.
Tanrı'ıjın yaratm a gücü insanlan iki cins olarak yaratm ış­
tır. Bunların biri olursa ötekinin de olması şarttır. Hazret-i
Adem ile Hazret-i Havva'nın nasıl yaratıldıklan ile ilgili kuram ­
lar birbirine uym az. Bunlardan söz etmeyeceğim; onlardan son­
raki çağlardan başlayacağım. Şuna inanm ak gerekir ki, yeryü­
zünde gördüğüm üz her şey kadının eseridir. Nitekim, hepimiz
padişahlar hakkında kuruntuya dayanan görüşler besliyorduk.
Bunlar analarım ızın kafalarımıza soktuğu yanlış düşüncelerin
sonucu idi. Bir toplum , iki cinsten yalnız birinin çağın gerekleri­
ni elde etmesiyle yetinirse, o toplum yandan fazlasıyla zayıf ka­
lır. Bir ulus ilerlemek ve uygarlaşmak isterse özellikle bu nokta­
yı temel olarak kabul etm ek zorundadır. Bizim toplum uzun
başansızlığı kadınlanm ıza ilgisizliğimizden kaynaklanm akta­
dır. İnsanlar dünyaya yazgılanndaki süre kadar yaşam ak üzere
gelmişlerdir. Yaşamak dem ek etkinlik demektir. Bu nedenle, bir
toplum un bir üyesi etkin iken öteki üyesi boş durursa, o toplum
felç olmuş demektir. Bir toplum un yaşam ında çalışması ve ba-
şan kazanm ası için, çalışmanın ve başarılı olabilmenin bağlı bu­
lunduğu b ütün gerek ve koşullan kabul etmesi zorunludur.
Bundan ötürü, bizim toplum um uz için bilim ve teknik gereki­
yorsa, bunları aynı derecede hem erkeklerimizin, hem kadınla­
rımızın edinm eleri gerekir. Bilirsiniz ki, her alanda olduğu gibi,
toplum sal yaşam da da görev bölünmesi vardır. Bu genel görev
bölünmesinde, kadınlar kendilerine düşen görevleri yapacakla­
rı gibi, aynı zam anda toplum un refahı, m utluluğu için çok ge­
rekli olan genel işlere de katılacaklardır. Kadının ev içi görevleri
eri küçük ve önemsiz görevleridir.
(O c a k 1923; S.D .II.)
Kadının en büyük görevi analıktır. İlk eğitim gördüğü­
m üz yerin ana kucağı olduğu düşünülürse, bu görevin önemi
gereğince anlaşılır. Ulusum uz güçlü bir ulus olmaya kesin ola­
rak kararlıdır. Bugünün gereklerinden biri de, kadınlarımızın
her alanda yükselmelerini sağlamaktır. Bu nedenle, kadınları­
mız da, genel bilim ve teknikle donatılmış olacaklar ve erkekle­
rin geçtikleri bütün öğrenim derecelerinden geçeceklerdir. Ve
sonra toplum sal yaşam da erkeklerle birlikte yürüyerek birbirle­
rine yardım edecek, birbirlerini destekleyeceklerdir.
Baylar, bağışlayın, bir noktayı açıklamak için bir an dura­
cağım. Baylar dediğim zaman bu, bayanlar ve baylar demektir.
Kolaylık olsun diye ve bayanlarla bayların tam birliğini belirt­
mek için böyle söylemeyi uygun buldum .
Düşm anlarım ız bizi dinin etkisi albnda kalmakla suçlarlar
ve d u ru p ilerleyemememizi, gerileyişimizi buna bağlarlar. Bu
yanlıştır. Bizim dinimiz hiçbir zam an kadınların erkeklerden
geri kalmasını istememiştir. Tanrı'nın buyurduğu şey, müslü-
m an erkek ve kadınların birlikte bilgi edinmesidir. Kadınlar ve
erkekler bu bilgiyi aram ak ve nerede bulurlarsa oraya gitmek
ve kendilerini onunla donatm ak zorundadırlar. Islâm tarihi in­
celenirse görülür ki, bugün kendimizi bin türlü sınırlamalara
bağlı sandığımız şeyler yoktur. Türk toplum yaşam ında kadın­
lar bilim, kültür bakım ından ve başka alanlarda erkeklerden
kesinlikle geri kalmamışlardır. Belki ileri gitmişlerdir. Bugün
ülkemize bir bakalım. Göreceğimiz iki evre vardır. Birisi tarla­
larda erkeklerle birlikte çalışan, eşeklerine binerek öteberi sat­
m ak için kasabalardaki pazar yerine giden, oralarda kendisi yu­
m urta ve tavuğunu satan ve ondan sonra evi için gereken
şeyleri kendisi satın alarak köyüne dönen, ve genel işlerde ko­
casına, kardeşlerine yardım eden kadınlar. Ben bu kadınlar ara­
sında kocalarından daha iyi işten anlayanlara ve hesap yapan­
lara rastladım.
Bir gün Akşehir dolaylarında bir köye gittim. Çok yağm ur
yağıyordu ve soğuk vardı. Kendimi belli etmeyerek bir evin
önünde duran bir kadına:
"— Hemşire yağm ur var, soğuk var, beni misafir eder mi­
siniz?" dedim . Hiç d u rak sam ad an :
"— Buyurun" dedi ve beni bir odaya aldı. O dada ateş ol­
madığı ve yeni bir ateşin yakılması uzun süreceğinden:
"— İsterseniz bizim odaya gidelim. O rada ateş var" dedi.
Gittik, sonra kom şulardan birkaç kadın ve erkek geldi. Beraber
konuşm aya başladık. Konuşurken bana en önemli sorulan so­
ran kadınlar oldu. Askerin, düşm anın durum unu, en tehlikeli
düşm anın hangisi olduğunu sordular. Ve bunları sorarken hiç
.bir sıkıntı ve çekingenlik göstermediler. İnsanca konuştular.
Fakat sonra benim kim olduğum u anlayınca kaygılandılar.
Kendilerine bir zarar geleceğini sanarak korktular. Çünkü şim­
diye kadar resmî bir adamla konuşmayı büyük bir kabahat say­
mışlardı.
Baylar, ülkem izde cahillik varsa geneldir; yalnız kadınları­
mızı değil, erkeklerimizi de kapsar. Başka bir görünüm e kasa­
balarda, kentlerde rastlıyoruz. Bu da çok kez yabancı romanlar­
da okunan kafes efsaneleridir. Kuşkusuz, bu kötü âdetleri
yayan saraylar olmuştur.
Bu nedenle kadınlarımız hatta erkeklerden daha aydın,
daha verimli, daha bilgili olmak zorundadırlar. Eğer gerçekten
ulusun anası olmak istiyorlarsa böyle olmalıdırlar.
(M art 1923; S.D.II.)

4. Türk kadınının toplumsal ve ekonomik haklan.


Daha esenlikle, daha sağlam olarak yürüyeceğimiz yol
vardır. Bu, büyük Türk kadınını çalışmalarımıza ortak kılmak,
yaşamamızı onunla birlikte yürütm ek, Türk kadınını bilimde,
törede, toplumsal ve ekonomik hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı,
yardımcısı, destekleyicisi yapm ak yoludur. Eğer kadınlarımız,
şeriatın öğütlediği bir kıyafetle, erdem in gerektirdiği davranışla
aram ızda bulunursa, ulusun bilim ve sanat etkinliklerine katı­
lırsa, bu hali emin olunuz, ulusun en bağnazları bile takdir e t­
m ekten kendilerini alamazlar.
Türk ulusu çok büyük olaylarla kanıtlamıştır ki, yenilikse-
ver, devrimci bir ulustur. Son yıllardan önce de ulusum uz yeni­
leşme yolları üzerinde yürüm eyi denememiş, toplumsal dev­
rim yolunda girişimlerde bulunmamış değildir. Ancak bir
sonuç elde edilememiştir. Bunun nedenini araştırdınız mı? Ben­
ce neden, işe temelinden başlanmamış olmasıdır. Bu konuda
açık konuşalım. Bir toplum, bir ulus erkek ve kadın denen iki
cins insandan oluşur. Olanağı var m ıdır ki, bir topluluğun bir
bölümü ilerletelim, ötekini önemsemeyelim de, topluluğun tü­
mü ilerleyebilsin? Olanağı var m ıdır ki, bir topluluğun yansı
topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça öteki yansı göklere yükse­
lebilsin? Kuşku yok ki, ilerleme yolunda adımlar dediğim gibi
iki cins tarafından birlikte, arkadaşça atılmak ve ilerleme ve ye­
nileşme alanında aşam alan birlikte geçmek gerekir. Böyle olur­
sa devrim başanlı olur. M emnuniyetle görmekteyiz ki, bugün
kü gidişimiz gerçekten gerekli olana yaklaşmaktadır. Her halde
daha yürekli olmak gerektiği açıktır.
(A ğ u sto s 1925; S.D .II.)

Türk kadını dünyanın en aydın, en erdemli, en ağırlıklı


kadını olmalıdır. Gövdece ağırlıklı değil, ahlâkta, erdem de
ağırlıklı ve ağır başlı bir kadın olmalıdır. Türk kadınının göre­
vi, Türk'ü, kafasıyla, kol gücüyle ve kesin kararlılığıyle koruma
ve savunmaya gücü yeten kuşaklar yetiştirmektir. Ulusun kay­
nağı, toplum un temeli olan kadın ancak erdemli olursa, görevi­
ni yerine getirebilir. Herhalde kadın çok yüksek olmalıdır. Bu­
rada Tevfik Fikret m erhum unun herkesçe bilinen bir sözünü
hatırlatırım:
"Elbet sefil olursa (aşağı görülürse) kadın alçalır insan.
(E kim 1925; S.D. 1925)
5. Türk kadınının siyasal hakları.
Türk kadınları ülkenin yazgısını ulus adına yöneten siya­
sal topluluğa katılma isteğini göstermekle, ülkenin, ulusun
yurttaşlara yüklediği görevlerin hiçbirinin dışında bırakılacak­
larını düşünm ezler. Çünkü, bir görev karşılığı olmayan hak
söz konusu olamaz.
(Ş u b a t 1931; S.D.II.)

Kadın denen varlık zaten özü bakım ından yüksek bir var­
lıktır. O nun erdem ve görenekten yana yoksulluğu olamaz. Ka­
dına bu bakım dan yoksul dem ek onun bağrından kopup gelen
bütün insanlığın yoksulluğu demektir. Eğer insanlık böyleyse,
kadına yoksul dem ek uygun düşebilir. Gerçek bu m udur? Eğer
kadın, dünyada çalışan, başarı kazanan, zengin olan m addî m a­
nevî zengin insanlar yetiştirmiş ise ona yoksul sıfatı verilebilir
mi. Verenler varsa onlara nankör dense doğru olmaz mı? Tür­
kiye açısından kadın bütün Türk tarihinde olduğu gibi bugün
de en saygın mevkide, her şeyin üstünde, yüce ve şerefli bir
varlıktır.
(3 M a y ıs 1925; K.)

Dünya hakemlerinin, bir Türk çocuğu hakkında, Türk so­


yunun soydan gelme güzelliğini hep koruduğunu gösteren ka­
rarlarından m em nunuz. Fakat Keriman (1) hepim izin de duy­
duğu gibi, bütün Türk kızlarının en güzeli olduğu savında
olmadığını söylemiştir. Bu güzel Türk kızımız, soyunun kendi
varlığında doğal olarak beliren güzelliğini dünyanın, dünya ha­
kemlerinin onaylaması ile tanımasını sağlamakla kendisini
m em nun ve m utlu saymakta elbette haklıdır.

(1) 1 9 3 2 'd e B e lç ik a 'd a y a p ıla n b ir y a n ş m a d a d ü n y a g ü z e li seçilen Bn.


K e rim a n H alis.
Şunu da ekleyeyim ki, Türk soyunun dünyanın en güzel
soyu olduğunu tarihten bildiğim için, Türk kızlarından birinin
dünya güzeli seçilmiş olmasını çok doğal buldum . Fakat Türk
gençlerine, sırası gelmişken şunu hatırlatm ayı gerekli bulurum .
Ö vündüğünüz doğal güzelliğinizi bilimsel korumayı biliniz.;
ve bu yolda bir gelişmenin sürekli olarak gerçekleşmesini ih­
mal etmeyiniz.Bununla beraber, aşıl uğraşm ak zorunda oldu­
ğunuz şey, analarımızın ve atalarımızın başardıkları gibi yük­
sek kültürde, yüksek erdem de birinciliğini kazanmaktır.
(A ğ u sto s 1932; S.D.II.)
Dördüncü Bölüm

TÜRK DEVRİMİ VE KIYAFET

Bizim kıyafetimiz uygar mıdır? Uluslararası geçerli bir kı­


yafet midir? (Hayır, hayır sesleri.)
Size katılıyorum. Kullanacağım deyimi bağışlayın: altı ka­
val, üstü şişhane diye nitelendirilebilecek bir kıyafet ne ulusal­
dır, ne de uluslararası. O halde, kıyafetsiz bir ulus olur mu? Kı­
yafetsiz bir ulus olarak nitelendirilmeye razı mısınız,
arkadaşlar? (Hayır, hayır hiç bir zaman, sesleri). Çok değerli bir
m ücevheri çam urla sıvıyarak bütün dünyanın bakışları önüne
sermenin bir anlam ı var mıdır? Bu çam urun altında bir mücev­
her gizlidir, fakat siz bunu anlayam ıyorsunuz demek doğru
olabilir mi? Mücevheri göstermek için çam uru atm ak zorunlu­
dur. Mücevheri korum ak için bir kutu yapm ak gerekiyorsa onu
altından veya plâtinden yapm ak gerekmez mi? Bu kadar açık
bir gerçek karşısında kararsızlık yerinde sayılabilir mi? Bizi ka­
rarsızlığa götürenler varsa bunu onların aptallık ve kalın kafalı­
lığına verm ede hâlâ mı kararsızlık göstereceğiz? Arkadaşlar,
Turan kıyafetini araştırıp diriltmeye gerek yoktur. Uygar ve
uluslararası bir kıyafet bizim için özü çok değerli ulusum uz
için uygun bir kıyafettir. Giyimimiz ona göre olacaktır. Ayak­
larda iskarpin veya bot, bacaklarda pantolon, sonra yelek, göm ­
lek, kravat, ceket; ve tabiî bunları tamamlayan güneşlikli bir baş
giysisi. Bunu açık söylemek isterim. Bu giysinin adı şapkadır.
Redingot gibi bonjur gibi (1) smokin gibi, frak gibi... İşte bizim
şapkamız bu diyenler vardır. Onlara derim ki, çok aymazsınız
ve çok cahilsiniz ve onlara sorm ak isterim:
Yunan başlığı fesi giymek yerinde olur da, şapka giymek
neden olmaz ve yine onlara, bütün Türk ulusuna hatırlatm ak
isterim ki, Bizans papazlarına ve Yahudi hahamlarına özgü bir
giysi olan cüppeyi ne zaman, niçin ve nasıl giydiler? Bu görüşle
ilgili sözlerimi bitirm eden önce birkaç kelime daha söylemek is­
terim.
Baylar, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkı uygar­
dır. Tarihte uygardır, gerçekte uygardır. Fakat ben sizin öz k ar­
deşiniz, arkadaşınız, babanız gibi söylüyorum, uygarım diyen
Türkiye Cum huriyeti halkı, düşünceleriyle, görüşleriyle uygar
olduğunu göstermek zorundadır. Uygarım diyen Türkiye
Cum-huriyeti halkı, aile yaşamıyla, yaşayışıyla uygar olduğu­
nu göstermek zorundadır. Kısacası, uyganm diyen Türkiye'nin
gerçekten uygar olan halkı, baştan aşağı dış görünüşüyle de,
uygar ve olgunlaşmış insanlar olduğunu som ut olarak göster­
mek zorundadır. Ben son sözlerimi anlaşılır biçimde söylemeli­
yim ki, bütün ülke ve dünya ne dem ek istediğimi kolaylıkla an­
lasın. Bu açıklamalarımı yüksek topluluğunuza, genel olarak
toplum a bir soru ile anlatm ak istiyorum ve soruyorum:
"— Bizim kıyafetimiz ulusal mıdır? (Hayır, hayır sesleri.)
Her ulusun olduğu kadar bizim de ulusal bir kıyafetimiz
varmış, fakat şimdiki kıyafetimiz kesinlikle o değildir. Hatta
ulusal kıyafetimizin ne olduğunu bilenlerimiz azdır. Örneğin,
karşımda, kalabalığın içinde birini görüyorum: (Eliyle işaret
ederek) Başında fes, fesin üstünde yeşil bir sarık, sırtında bir
mintan, onun üstünde benim sırtımdaki gibi bir ceket; daha al­
tını görem iyorum , bu kıyafet nedir? Uygar bir insan bu yaban­
sı kıyafete girip dünyaya kendini güldürm ez mi?
(A ğ u sto s 1925; S.D .II.)

(1) R e d in g o t: A rk a sı y ırtm aç lı, e te k le n u z u n , çift sıra d ü ğ m e li re sm i ce k e t

B o n ju r : U z u n cek et, çizg ili p a n to lo n .


Devlet m em urları bütün ulusun kıyafetini düzeltecektir.
Teknik, sağlık bakımından, pratik olm ak yönünden, her bakım­
dan denenmiş bir uygar kıyafet edineceklerdir. Bunda kararsız­
lığa yer yoktur. Yüzyıllardır süregelen aymazlığın acı dertleri­
ni yineleyecek gücüm üz kalmamıştır. A dam olduğum uzu,
uygar insan olduğum uzu gösterip kanıtlam ak için gerekeni
yapm ada direniş insanlıkla bağdaşam az.
(A ğ u sto s 1925; S.D.II.)

Ulusum uzun giymekte olduğu ve cahilliğin, aymazlığın,


ve ilerleme ve uygarlaşma düşm anlığının simgesi gibi görülen
fesi atarak onun yerine bütün uygar dünyanın kullandığı şap­
kayı giymek ve böylece Türk ulusunun uygar toplum yaşamın­
d an anlayış ve görüş bakım ından da hiçbir ayrılığı olmadığını
gösterm ek gerekiyordu.
(A ğ u sto s 1927; N .)
94
Beşinci Bölüm

TÜRK DEVRİMİ ve HUKUK

1. Eski hukuk ve eski hukukçular.


Türk ulusunun, çağdaş uygarlığın niteliklerinden ve ve­
rim lerinden yararlanabilmesi için en az üç yüz yıldır harcadığı­
mız çabaların ne kadar acı ve kaygı verici engeller karşısında
boşa gittiğini göz önüne alarak, bütün üzüntüm ve uyanıklı­
ğımla söylüyorum .
Ulusum uzu çöküntüye sürükleyen, ulusum uzun verimli
bağrından zam an zam an kopup bazı girişim lerde bulunan, ça­
ba ve emek harcayan kişileri, sonunda bezdirip alteden olum ­
suz ve yıkıcı güçler bugüne kadar elinizde bulunan hukuk ku­
rallarıyla onları içtenlikle izleyenler olmuştur.
Uluslararası genel tarih içinde, Türklerin 1453 zaferini, ya­
ni İstanbul’ un fethini bir düşünün; bütün bir dünyaya karşı İs­
tanbul1u jn su za dek Türk toplum una mal eden güç, aşağı yu­
karı o yıllarda bulunan matbaayı ülkeye mal etm ek için o
zamanki hukukçuların uğursuz direnişini göğüsleyememiştir.
Eskimiş, zamanı geçmiş hukukun ve buna bağlanmış h u ­
kukçuların m atbaanın ülkemize girmesine izin vermeleri için
gözlem ve kararsızlıklarının, lehte ve aleyhte harcadıkları çaba­
ların sonuçlarını beklemek gerekmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi' nin kuruluş günlerinde
onun bugünkü nitelik ve durum unu hukuk ilkelerine ve bilim­
sel temellerine aykırı bulanların başında ünlü hukukçular var­
dı. Büyük Meclis' te egemenliğin hiçbir koşul ve sınırlamaya
bağlı olm adan ulusta olduğunu yasa önerildiği zaman bu ilke­
nin Osmanlı Kanun-u Esasi' sine aykırılığından ötürü karşı çı­
kanların başında gene eski ve bilimsel erdemi ile, ün salan ulu­
su aldatıp durm uş olan belli hukukçular bulunuyordu.
(E kim 1925; S.D.II.)

2. Yeni hukuk ve adaletin temelleri.


Devlet halinde oluşm uş bir toplum un anayasasında adalet
örgütünün öneminin açıklanması gereklidir. Ulusların yargı
hakkı bağımsızlıklarının birinci koşuludur. Adalet örgütü ba­
ğımsız olmayan bir ulusun, devlet halinde varlığı kabul oluna­
maz.
(N isan 1920; S.D.I.)

Çağdaş anlam da ilerleme, ulusların ulusların uygarlıkla il­


gili ihtiyaçlarının genişletilmesini, çoğaltılma .ve aydınlatılması­
nı ve bu ihtiyaçlara uygun yurttaşlık haklarının var olmasını
gerektirir. Her devletin bağlı bulunduğu toplum un uygarlık
derecesiyle orantılı, yasaları vardır. Dünyada bulunan bütün
uygar devletlerin "medenî kanunları" (yurttaşlık yasaları) birbi­
rine pek yakındır. Bizim ulusum uz ve hüküm etim iz adalet gö­
rüşü ve anlayışı bakım ından hiçbir uygar ulustan aşâğı değil­
dir. Belki tarih bu konuda ileri olduğum uza tanıklık eder.
Bundan ötürü, bizim de yasalarımız bütün uygar devletlerin
bütün yasalarına uygun olmaz. Uğraşmalarımızın yönelik ol­
duğu tam bağımsızlık kavramı içinde adaletin bağımsızlığının
da bulunm ası doğaldır. Bundan ötürü, her bağımsız devletin
elinden alınamaz hakkı olan adalet dağıtım ına kimsenin karış­
masına m üsaade edemeyiz.
3. Adalete ilişkin siyaset.
Adaletle ilgili siyasetimizin ana temeli, zamanın değişme­
siyle yargıların da değişmesi gerekeceğinin yadsınam az kuralı­
dır.
( M a r t i 922,; S.D.I.)

Yasalarımız ulusal ihtiyaçlara, hukuk bilgimizin gösterdi­


ği yolda yeniden düzeltilecek ve eksiklikleri tamamlanacaktır.
Bütün yasalarımızın düzenlenm esi işinde her türlü örgü­
tün ulusal egemenlik ilkelerine göre hareket edilecektir.
(N isan 1923; S.D.I.)

M edenî hukukta (yurttaşlık yasasında), aile hukukunda


izleyeceğimiz yol ancak uygarlık yolu olacaktır. Bir işi günlü­
ğüne, şöyle böyle yoluna koymak ve boş inanlara bağlı kalmak,
ulusları uyandırm aya engel olan en ağır karabasandır. Türk
ulusu, üzerine kâbus çökmesine artık m üsaade edemez.
(M a rt 1924; S.D,I.)

Fakat, bundan daha önemli olan nokta: adalet anlayışımı­


zı, yasalarımızı ve örgütüm üzü, bizi bugüne kadar, bilinçli ve­
ya bilinçsiz olarak etkisi altında tutan ve çağın gereklerine uy­
m ayan bağlardan bir an önce kurtarm aktır.
(M a rt 1924; S.D .II.)
Büsbütün yeni yasalar düzenleyerek eski hukuk ilkelerini
temelinden sökme işine girişiyorum. Yeni hukuk ilkeleriyle al­
fabesinden öğrenime başlayarak yeni bir hukukçu kuşağı yetiş­
tirmek için bu okulu açıyoruz. G ördüğüm üz bütün bu işlerde
dayanağımız ulusum uzun yeteneği ve kesin isteğidir. Bu giri­
şimlerde arkadaşlarımız, yeni hukuku, bizimle birlikte, sözünü
ettiğim nitelikte anlamış olan seçkin hukuk bilginlerimizdir.
Genel yaşamımızın yeni hukuk ilkeleri kuramsal ve uygu­
lamalı alanda etkili oluncaya kadar geçecek zamana güvenlik
sağlayan ulusun kendisi ve onun devrim lerdeki yorulm az ve
yıpranm az gücü olacaktır.
(M art 1925; S.D.II.)
Altıncı Bölüm

TÜRK DEVRİMİ ve DİN

1. Din ve gerçek.
Tanrı birdir, büyüktür. Tanrısal tutum un belirişlerine ba­
karak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıf olarak iki dönem de ele alı­
nabilir. İlk dönem insanlığın çocukluk ve gençlik dönemidir,
ikinci dönem insanlığın erginlik ve olgunluk dönem idir. İnsan­
lığın birinci dönem inde tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi
kendisiyle, yakından ve m addî araçlarla ilgilenilmesini gerekti­
rir. Tanrı, kullarının gerekli gelişim noktasına ulaşıncaya kadar
içlerinden seçtiği aracılarla da kullarıyla ilgilenmeyi tanrısal ge­
rekliliklerden saymıştır. Onlara Hazret-i Adem ’den başlayarak,
bilinen, bilinmeyen, sayısız denecek kadar çok haberciler, pey­
gamberler ve elçiler gönderm iştir. Ancak Peygamber Efendimiz
aracılığı ile en son din ve uygarlık gerçeklerini verdikten sonra
artık insanlıkla aracı yoluyla ilişkiye gerek görmemiştir, insanlı­
ğın anlayış, aydınlanm a ve olgunlaşma derecesi, her kulun doğ­
rudan doğruya Tann'nın esinleriyle ilişki kurm a yeteneğine
ulaştığını kabul buyurm uştur. Bu nedenledir ki, Peygamber
Efendimiz son peygam ber olm uştur ve kitabı en mükem mel ki­
taptır.
(K asım 1922; S.D .l.)
Bizim dinim iz akla en uygun ve en doğal bir dindir. Ve
ancak bundan ötürü son din olmuştur. Bir dinin doğal olması
için akla, tekniğe, bilime ve mantığa uygun düşm esi gerekir. Bi­
zim dinim iz bunlarla tam bir uyum halindedir.
(O cak 1923; S.D .II.)

Değerli halkımız, Tanrı birdir, ünü büyüktür. Tanrı'nın


esenliği, sevgisi ve iyiliği üzerinizde olsun. Peygamber Efendi­
miz yüce Tanrı tarafından insanlara dinsel gerçekleri bildir­
mekle görevlendirilmiş ve elçi olmuştur. Bunların temel yasası,
hepimizce bilindiği gibi, yüce Kuran'daki değişm ez kurallardır.
İnsanlara büyüklük ve m utluluk ruhu verm iş olan dinim iz son
dindir. M ükemmel dindir. Çünkü dinim iz, akla, mantığa, ger­
çeğe tam amiyle uym aktadır. Eğer akla, m antığa ve gerçeğe uy­
mamış olsaydı, bununla doğa yasaları arasında çelişki olması
gerekirdi. Ç ünkü varlıklara ilişkin bütün yasaları yapan Tan-
n'dır.
(Ş u b a t 1923; S.D .II.)

Yüce dinim iz çalışmayan kişinin insanlıkla ilgisi kalm aya­


cağını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı Tanrı'nın varlığı­
nı yadsım ak olduğunu sanıyorlar. Asıl yadsım a onların bu sa­
nısıdır. Bu yanlış yorum u yapanların amacı, M üslümanların,
Tanrı'nın varlığım yadsıyanlara köle olmalarını istemek değil
de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın. Hoca olmak sankla de­
ğil kafayladır.
(Ş u b a t 1923; S.D .II.)

Bizim dinim iz halkımıza uyuntu, hor görülen, aşağılanan


bir topluluk olmayı tavsiye etmez. Tersine, Tanrı da Peygambe­
rimiz de insanların ve ulusların saygınlık ve onurlarım koru­
malarım buyuruyor.
Bizim dinim iz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu öl­
çüyle neyin dine uygun, neyin aykırı olduğunu kolayca değer­
lendirebilirsiniz. Ne ki akla, m anbğı kam unun yararına uygun­
d u r biliniz ki, o bizim dinim ize uygundur. Bir şey akla ve
m antığa, ulusun, Islâmın yaranna uygun düşerse, kimseye sor­
m ayın, o şey dinseldir. Eğer bizim dinim iz akıl ve mantıkla
uyum halinde bir din olmasaydı, dinlerin en sonuncusu ve m ü­
kemmeli olamazdı.
(M a rt 1923; S.D .II.)

Türk ulusu dinin tüm sadeliğine daha sıkıca bağlı olmalı­


dır. Dinime, gerçeğin kendisine nasıl inanıyorsam , buna da öyle
inanıyorum. Dinimiz akla aykırı düşen, ilerlemeye engel olan
hiçbir şey içermiyor. Oysa, Türkiye'ye bağımsızlığım sağlayan
Türk ulusu içinde daha karışık, daha yapay, çürük ve temelsiz
inançlardan oluşan bir din daha vardır.Am a bunu benimsemiş
olan cahiller, zavallılar, sırası gelince aydınlığa kavuşacaklar­
dır. Onların aydınlığa yaklaşmazlarsa, kesinlikle yok olacaklar­
dır. Onları kurtaracağız.
(M a rt 1930; S.D .II.)

Son günlerde Kuran'ın Türkçe'ye çevrilmesini emrettim.


Bu da ilk kez olarak Türkçeye çevriliyor. M uham m ed'in haya­
tıyla ilgili bir kitabın çevrilmesi için de em ir verdim. Halk, yapı­
la gelmiş olan bir şeyin var olduğunu ve yüksek din adam ları­
nın derdinin ancak kendi karınlarını doyurm ak olduğunu,
başka bir işleri olmadığını bilsin.
(M a rt 1930; S.D.III.)
2. Camiler ve Hutbe
Baylar, camilerin kutsal minberleri halkın ruh ve ahlakını
besleyen en yüce, en verimli kaynaklardır. Bu nedenle, camile­
rin, mescitlerin m inberlerinden aydınlatıcı, doğru yol gösterici
değerli hutbelerin içeriğini halkın anlaması olanağını sağlamak
Şer'iye Vekâleti'nin din işleriyle ilgili kuruluş önemli bir görev­
dir.
M inberlerden halkın anlayabileceği bir dille ruh ve kafalı-
nna yöneltilen sözlerle Islâm topluluğunun vücudu canlanır,
kafası arılaşır, inancı güçlenir, yüreği cesaret bulur. Fakat bu
bakım dan yüce hatiplerde bulunması gereken bilimsel nitelik­
ler, özel bir değer ve dünyanın çeşitli hallerini bilmek önem ta­
şır.
(M a rt 1922; S.D.I.)

Hutbe dem ek insanlara seslenmek, yani söz söylemek de­


mektir. H utbenin anlamı budur. Hutbe dendiği zaman bundan
birtakım kavram ve anlamlar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi oku­
yan hatiptir. Yeni söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki Peygam­
berimiz Hazret-i M uhamm ed'in zam anında hutbeyi kendisi
okurdu. Gerek Peygamber Efendimizin gerek ilk dört halifenin
hutbelerini inceleyecek olursanız görürsünüz ki, gerek Pey­
gamberimizin, gerek ilk dört halifenin söylediği şeyler o günün
sorunlarıyla, o günün askerlik, yönetim, mâliye, siyaset ve top­
lum ile ilgili konularıdır. M üslümanlar çoğaldıkça, Islâm ülke­
leri genişlemeye başlayınca, Peygamber Efendimiz ve ilk dört
halifenin hutbeyi her yerde kendilerinin okum asına olanak kal­
m adığından, halka söylemek istedikleri şeyleri ulaştırmaya ba­
zı kimseleri görevlendirmişlerdir. Bunlar her halde önde gelen
kişilerdi. Bunlar camilerde ve m eydanlarda ortaya çıkar, halkı
aydınlatmak, halka doğru yolu göstermek için ne söylemek ge­
rekirse söylerlerdi. Bu tarzın süregitmesi bir koşula bağlıydı. O
da ulusun başı olan kişinin doğruyu söylemesi, halkı dinlem e­
si, halkı aldatmaması! Halka genel durum la ilgili bilgi vermek
son derece önemlidir.
Baylar, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp
kalkmak için yapılmamıştır. Camiler Tanrı buyruklarını yerine
getirmek ve ona ibadet etmekle birlikte din ve dünya için neler
yapılmak gerektiğini düşünm ek, yani birbirimize danışm ak için
yapılmıştır. Ulus işlerinde bireyin kafasını kendi başına işletme­
si zorunludur, işte biz de burada din ve dünya için, geleceğimiz
ve bağımsızlığımız için, özellikle egemenliğimiz için neler d ü ­
şündüğüm üzü ortaya koyalım.
Ben yalnız kendi düşüncelerimi söylemek istemiyorum.
Hepinizin düşündüklerinizi anlam ak istiyorum. Ulusal istekler,
ulusal irade yalnız bir kişinin düşüncesinden değil, bütün ulus
bireylerinin isteklerinin birleşiminden oluşur. Bu nedenle ben­
den ne öğrenmek, bana ne sormak istiyorsanız, serbestçe sor­
manızı rica ederim.
(Ş u b a t 1923; S.D .II.)

Her şey açıkça söylendiği zaman halkın kafası işleyecek,


iyi şeyleri yapacak, halkın zararına olan şeyleri kabul etm eye­
rek şunun bunun arkasından gitmeyeceklerdir. Ancak ulusun
işlerini gizli olarak yaptılar. Hutbelerin halkın anlayamayacağı
bir dilden olması bugünkü gereklere ve ihtiyaçlara değinm eme­
si, halkı Halife ve Padişah adını taşıyan zorbaların arkasından
köle gibi gitmeye zorlam ak içindir. H utbenin amacı halkı ay­
dınlatm ak, ona doğru yol göstermektir, başka bir şey değildir.
Yüz, iki yüz, hatta bin yıl önceki hutbeleri okumak, insanları
bilgisizlik ve aymazlık içinde bırakm ak demektir. Hutbelerin
bütün durum larda insanlarımızın kullandığı dilde okunması
zorunludur. Geçen yıl Millet Meclisinde bir söylevimde dem iş­
tim ki: "Minberler halkın kafaları ve vicdanları için verimli bir
kaynak, bir ışık , aydınlık kaynağı olmalıdır." Öyle olabilmek
için m inberlerden duyurulacak sözlerin anlaşılması, tekniğin ve
bilimin verilerine uygun olması gerekir. Hatiplerin siyaset, top­
lumsal ve uygarlığa ilişkin hal ve durum ları her gün izlemeleri
zorunludur. Bunlar bilinmezse halka yanlış görüşler aşılanmış
olur. Bu nedenle hutbeler bütünüyle Türkçe ve zam anın gerek­
lerine uygun olmalıdır, olacaktır da.
(Ş u b a t 1923; S.D.II.)

3. M üslümanlıkta rahip sınıfı yoktur.


İslâm toplum sal yaşamında hiç kimsenin özel bir sınıf ha­
linde varlığını sürdürm eye hakkı yoktur. Kendilerinde böyle
bir hak görenler, dinin buyruklarına uygun olarak hareket et­
miş olmazlar. Bizde rahiplik yoktur; hepim iz eşitiz ve dinim i­
zin buyruklarını hepimiz eşit olarak öğrenm ek zorunayız. Her
birey dinini, inancını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası
da okuldur.
(O cak 1923; S.D.II.)

Ölüleri yardım a çağırmak uygar bir topluluk için utanç


vericidir. Y urdum uzda bulunun tarikatların amacı kendilerine
bağlı olan kimseleri dünyada ve m anevî hayatta m utluluğa ka­
vuşturm aktan başka ne olabilir? Bugün bilimin, tekniğin, bütün
kapsamıyla uygarlığın saçtığı ışıklar karşısında filân yada falan
şeyin yol göstericiliğiyle m addî ve m anevî m utluluğu arayacak
kadar ilkel insanların Türkiye'nin uygar topluluğunda buluna­
bileceğini hiçbir zam an kabul etmiyorum.
Baylar, ey ulus, iyi biliniz ki. Türkiye Cum huriyeti şeyh­
ler, dervişler, m üritler, m ensuplar ülkesi olamaz. En doğru, en
gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır (sürekli alkışlar). Uygarlığın
buyurduğunu ve istediğini yapm ak insan olmak için yeterlidir.
Tarikatların başında bulunanlar bu sözünü ettiğim gerçeği bü­
tün açıklığıyla kavrayacak ve tekkelerini hem en kendiliklerin­
den kapayacak ve kendilerine bağlı olanların erginliğe ulaşmış
olduklarını elbette kabul edeceklerdir.
(A ğ u sto s 1925; S.D.II.)
Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyyitlerin, çelebilerin, ba­
baların, emirlerin arkasından sürüklenen ve yazgılarını ve can­
larını falcıların, büyücülerin, üfürükçülerin, muskacıların elleri­
ne bırakan insanlardan oluşan bir topluluğa uygar bir ulus
denebilir mi? Ulusum uzun gerçek niteliğini yanlış olarak göste­
rebilen ve yüzyıllarca göstermiş olan bu gibi insanların ve ku-
rum lann Yeni Türkiye Devleti'nde, Türkiye Cum huriyeti'nde
varlıklarını daha da sürdürm eleri doğru olur m uydu?
(E kim 1927; N .)

Baylar, tekke ve zaviyelerle türbelerin kapatılması ve bü­


tün tarikatlarla, şeyhlik, dervişlik, m üritlik, çelebilik, falcılık,
büyücülük ve türbe bekçiliği vs. gibi bir takım sanların kaldırı­
lıp yasak edilmesi de Takrir-i Sükûn yasası yürürlükte iken ya­
pılmış işlerdir. Bu konuda yapılan işler (bu işler) ve uygulam a­
ların toplum um uzun boş inanlara bağlı ilkel bir topluluk
olmadığını göstermesi bakım ından ne denli gerekli olduğu çok
iyi anlaşılır.
(E kim 1927; N .)

4. Dini siyasete alet edenler.


Bütün zorba hüküm darlar hep dini alet olarak kullandılar;
tutku ve zorbalıklarını desteklem ek için hep ulemaya (din bil­
ginlerine) başvurdular. Gerçek din bilginleri, dini bütün bilgin­
ler hiçbir vakit bu zorba hüküm darlara boyun eğmediler; onla­
rın emirlerini dinlemediler; korkutm a girişimlerinden yılm adı­
lar. Bu bilginler kamçılarla dövüldü, ülkelerinden sürüldü, zin­
danlarda çürütüldü, darağaçlarında asıldı. Fakat onlar gene de
dini o hüküm darların keyfine alet etmediler. Ancak gerçekten
bilgin olmamalarına k,arşın sadece o kılığa girdikleri için bilgin
sanılan, çıkarlarına düşkün, açgözlü ve insaf yoksunu birtakım
hocalar da vardır. H üküm darlar işte bunları kullandılar ve işte
bunlar dine uygundur diye fetvalar verdiler. Gerektikçe hadis­
ler bile uydurm aktan çekinmediler. İşte o tarihten beri saltanat
tahtında oturan ve saraylarda yaşayan, kendilerine halife adını
veren zorba hüküm darlar, bu hoca kılıklı dilencileri tuttular,
kayırdılar. Gerçek ve dini bütün bilginler her vakit ve her çağda
nefretlerini çekti.
Bağlanmış olmakla yüreğim izin rahatladığı ve m utlu ol­
duğum uz İslâm dinini, yüzyıllardan beri süregelmiş bir eğilim
olan bir siyaset aracı olmaktan çıkarıp yüceltmenin son derece
gerekli olduğunu görüyoruz. Kutsal ve Tanrısal olan inanç ve
vicdanımızı, karmaşık ve değişken nitelikleriyle ve her türlü çı­
kar ve tutkunun belirdiği yer olan siyasetten ve siyasetin bütün
örgütlerinden bir an önce kesin olarak kurtarm ak, ulusun, bu
dünyada olduğu gibi öteki dünyada da m utluluğun gerektirdi­
ği bir zorunluktur. Ancak böylece Islâm dininin ululuğu belir­
miş olur.
(M art 1924; S.D.II.)

Artık Türkiye din ve şeriat oyunlarına sahne olmayacak


kadar ileridir. Bu gibi oyuncular varsa kendilerine başka yerler­
de sahne arasınlar.
(E kim 1924; S.D.III.)

Cum huriyet hüküm etim izin bir Din İşleri Bakanlığı var­
dır. Bu yere bağlı m üftü, hatip, im am gibi görevli birçok me­
m ur bulunm aktadır. Bu görevli kişilerin bilgi ve erdem derece­
leri bellidir. Ancak burada görevli olmayan birçok kimsede
görüyorum ki aynı kılığa girmeyi sürdürüyorlar. Böyleleri için­
de çok cahillerle karşılaştım, hatta okum a yazma bilmeyenlerle
karşılaştım.
Özellikle bu cahiller bazı yerlerde halkın temsilcileriymiş
gibi onların önüne düşüyorlar. Halkla doğrudan doğruya iliş­
ki kurmaya adeta bir engel oluşturm ak istiyorlar. Böyle kimse­
lere sormak istiyorum: Bu görev ve yetkiyi kimden, nereden
almışlardır? Bilindiği gibi, ulusun temsilcileri ulusun seçtiği
milletvekilleri ve onlardan oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi
ve ulusun güvenini kazanmış cum huriyet hüküm etidir. Bir de
seçilerek gelen yerel belediye başkanları ve kurulları vardır.
Ulusa hatırlatm ak isterim ki, bu saygısızlığa m üsaade etmek
hiç bir zaman doğru değildir. Her halde yetkisi olmayan bu gi­
bi kimselerin görevli kimselerle aynı kılıkta olmalarının sakın­
calarına hüküm etin dikkatini çekeceğim.
5. Dini sömürenlerle savaş.
Sayın sanatkârlar, sevgili arkadaşlar; bizi yanlış yola sü­
rükleyen kötü insanlar bilirsiniz ki, çok kez din perdesine bü­
rünm üşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata-
gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz; görürsünüz ki,
ulusu yok eden, köle eden, çökerten kötülükleri hep din kılığı
altında inançsızlıktan ilinçli davranışlardan gelmiştir. Onlar her
türlü hareketi dinle karıştırırlar. Oysa, Tann'ya şükür, hepimiz
m üslüm anız; hepim iz dindarız. Bizim artık dinin gereklerini
öğrenm ek için şundan bundan ders ve akıl alm aya ihtiyacımız
yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri-
dersler bile bize dinimizin temel ilkelerini anlatm aya yeterlidir.
Buna karşın hafta tatilleri dine aykırıdır gibi yararlı ve akla, di­
ne uygun sorunlar hakkında sizi aldatm aya, doğru yoldan sap­
tırmaya çalışan kötü kişilere yüz vermeyin. U lusum uzun içinde
gerçek ve ciddî din bilginleri vardır. U lusum uz böyle din bil­
ginleriyle övünür. Onlar ulusum uzun, toplum um uzun güveni­
ni kazanm ışlardır. Böyle bilginlere gidin. "Bu bay bize böyle
söylüyor, siz ne diyorsunuz" diye sorun. Ancak genelde buna
ihtiyaç yoktur.
(Ş u b a t 1923; S.D.II.)

Eğer onlar hakkında benim kişisel tutum um u öğrenmek


isterseniz derim ki, ben onların düşm anıyım . Onların olum suz
yönde atacakları bir adım, yalnız benim kendi inancıma değil,
yalnızca benim amacıma değil, o adım ulusum la ilgili, o adım
benim ulusum un yaşamına karşı kötü niyetli bir davranıştır. O
adım ulusum un yüreğine yöneltilmiş zehirli bir hançerdir.
Benim ve benim le aynı düşüncede olan arkadaşlarım ın ya­
pacağımız şey, ne olursa olsun, o adım ı atanı tepelemektir. Sîz­
lere bundan da öte bir şey söyleyeyim. Olacak şey değil ya, bu­
nu sağlayacak yasalar olmasa, bunu sağlayacak meclis olmasa,
öyle olum suz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben
kendi başıma kalsam gene tepeler, gene öldürürüm .
Gerçeği açıklamak zorundayız: bütün Islâm toplumların-
da yanlış düşünce ve görüşler yaygın olduğu içindir ki Do-
ğu'dan Batı'ya kadar Islâm ülkeleri düşm anların ayakları altın­
da çiğnenmiş, düşm anların kölelik zirncirlerine vurulm uştur.
(M art 1923; S.D.II.)

Bunca yüzyıllarda olduğu gibi bugün de ulusların bilgi­


sizliğinden ve bağnazlığından yararlanarak bin bir türlü siyasal
ve kişisel amaç ve çıkar sağlamak için dini bir alet, bir araç ola­
rak kullanma girişiminde bulunanların yurt içinde ve dışında
bulunuşu bizi bu konuda söz söylemekten, ne yazık ki, henüz
alıkoyamıyor, insanlıkta din duygu ve bilgisi her türlü boş
inançlardan sıyrılarak, gerçek bilim ve tekniğin parlak ışıklarıy­
la yıkanıp yetkin bir hale gelinceye kadar din oyunu aktörleri­
ne her yerde rastlanacaktır.
(E kim 1927; N .)

U lusum uz yüzyıllar boyunca bu boş görüşlere dayanıla­


rak yönlendirildi. Ama ne oldu? Her gittiği yerde milyonlarca
insan bıraktı. Yemen çöllerinde kavrulup yok olan Anadolu ço­
cuklarının sayısını biliyor m usunuz dedim . Suriye'yi korumak
için, Mısır'da barınabilmek için, Afrika'da tutunabilm ek için ne
kadar insan şehit oldu, bunu biliyor m usunuz? Ve sonuç ne ol­
du, görüyor m usunuz dedim.
Halifeyi dünyaya m eydan okum ak ve onu bütün M üslü­
m anların işlerinde yetkili kılmak düşüncesinde olanlar, bu gö­
revi yalnız Anadolu halkından değil, onun sekiz on katı insan­
dan oluşan büyük İslâm topluluklarından istemelidir. Yeni
Türkiye halkının artık kendi varlık ve m utluluğundan başka
düşünecek bir şeyi yoktur. Başkalarına verilecek en küçük bir
şeyi kalmamıştır.
Kerbela (1), hafid-i Peygamberi (Peygamber'in torunu),
seyf-i m übarek (kutsal kılıç), m üşerref (onura erişmiş).. Bunlar
gibi halkça beğenilebilecek sözlerle ulusu aldatm aya kalkışan­
lar artık insaf etsinler! Halk da gözünü açsın, sağgörüsünü art­
tırsın!
(E kim 1927; N .)

M asum halka beş vakit nam azdan başka geceleri de fazla


nam az kılmayı öğütleyen kişi öm ründe hiç namaz kılmamış bir
politikacı olursa, bunun amacı anlaşılm az olur mu?
(E kim 1927; N .)

M üslüm an topluluklar içinde bizim ulusum uz olan Türk-


lerin geleneklerinde ve süregelmiş davranışlarında öyle yanlış,
bozuk şeyler pek yoktu. Türk toplum unun gelenekleri, Islâmm
gerçeklerine yakın ve uygundu. Ancak Türklerin bulundukları
yerler, yaşadıkları bölgeler nedeniyle, bir yandan İran, öte yan­
dan A rap ve Bizans ulusları ile komşu durum unda idiler. Kuş­
ku yok ki, böyle durum ların ulusların üzerinde etkileri görülür.
Türkler, temas ettikleri bu ulusların sağlıklı olmayan törelerinin
kötü yönlerinin etkisi altında kalm aktan kendilerini alıkoyama-
mışlardır. Bu hal, kendilerine düzensiz, bilim ve insanlığa aykı­
rı görüş ve düşünceler aşılamaktan geri kalmamıştır. İşte düşü­
şüm üzün bellibaşlı nedenlerinden biri budur.
(M a rt 1923; S.D .II.)

(1) P e y g a m b e r E fe n d im iz in to r u n u H ü s e y in 'in ş e h it e d ild iğ i y e r


Hepiniz bilirsiniz ki, Peygamber Efendimiz, Tanrı hüküm ­
lerini iletmekle görevli kılındığı tarihte çevre ülkelerde türlü
uluslar vardı. M üslümanlığı bütün insanlığa kabul ettirmek
için Tanrı uğruna kılıç çeken A rap savaşçılar, yüzyıllarca yük­
sek bir uygarlığa olan, ulusal geçmiş ve töre ve geleneklerine
bağlı bir çok ulusu, Türkler, tranlılar, Mısırlılar, Bizanslılar gibi
ulusları az zam anda Islâmiyetin sınırlan içine aldılar. Gene tek­
nik açıdan, bilimsel açıdan ve m addî açıdan görüyorsunuz ki,
herhangi bir ulus yeni bir biçim alınca, devleti bütün ilkeleriyle
benimsemekte, sindirmekte güçlüklere uğruyor. Hep uzun bir
geçmişin kendi varlığında yaşadığını görüyor. Hep yüzlerce
yıllık uygarlığın, kendi toplumsal yapısına sağlamca yerleştir­
diği alışkanlıklara bağlı kalıyor; ve böylece her yeni bir şey alan
uluslarda yeni ile eskinin birbirine karışbğını, yeni bir şeyin il­
keleriyle kendinde var olan eski ilkelerin karıştırıldığım görü­
yoruz. Bu doğal kural Islâmiyeti kabul eden uluslarda söyledi­
ğimiz gibi ortaya çıktı. Yüce İslâm dininin çok yüksek, çok
değerli gerçeklerini bu uluslar olduğu gibi almamakta direndi­
ler. İslâmlığın ilk parlak dönemlerinde, geçmişin ürünü olan sa­
kat törelerin bir süre için kendini göstermeye ve etkide bulun­
maya güçleri yetmemişse de, biraz sonra İslâm gerçeklerine
sarılmaktan, İslâmiyet ilkelerine uygun davranm aktan çok, geç­
mişten kalma töre ve inançları dine karıştırmaya başladılar.
(M art 1923; S.D .II.)

6. Islâm ve Hıristiyan dünyaları.


Gene biliyorsunuz ki, İslâm dünyası içindeki toplum lar ile
Hıristiyan dünyası toplulukları (yığınları) arasında birbirini ba­
ğışlama olanağını görmeyen bir düşm anlık vardır. Islâmlar H ı­
ristiyanların, Hıristiyanlar Islâmların hep (sonuna dek) düş­
m anlan oldular. Birbirlerine Tannsız ve bağnaz gözüyle
baktılar. Bu düşm anlık sonucudur ki, Islâm dünyası, Batı'nın
her yüzyıl yeni bir biçim ve renk alan ilerlemelerinden uzak
kalmıştı. Çünkü M üslüm anlar ilerlemeleri bir alçalma sayıp tik­
sintiyle karşılıyorlardı. Aynı zam anda iki topluluk arasında
yüzyıllar boyunca süregelen düşm anlığın zorunluluğu ile Is­
lâm dünyası silâhını bir an elinden bırakm am ak zorunluluğun­
da bulunuyordu, işte sürekli olarak elde silâh bulunm asından
ve düşm anlık duygusundan ötürü Batı'daki yeniliklere yüz çe­
virme, çöküşüm üzün neden ve etkilerinin en önemlilerinden bi­
rini oluşturur.
(M a rt 1923; S.D .II.)

Ulusum uz, ulusallığının bilincine varm amasının çok acı


cezalarını gördü. Osmanlı im paratorluğundaki çeşitli uluslar
hep ulusallık inancına sarılarak ulusallık ülküsünün gücüyle
kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğum uzu, sopa ile araların­
dan kovulunca anladık. G ücüm üz zayıfladığı anda bize hiç de­
ğer vermediler, bizi aşağıladılar. Anladık ki suçum uz kendim i­
zi unutmazlığımızmış. Dünyanın bize saygı göstermesini
istiyorsak, önce bizim kendi benliğimize ve ulusallığımıza bu
saygıyı duygu, düşünce ve eylem yoluyla bütün davranışları­
m ızda gösterelim. Bilelim ki, ulusal benliğini bulam ayan ulus­
lar başka ulusların avı olur.
Ulusal varlığımıza düşm an olanlarla dost olmayalım. Böy-
lelerine karşı bir Türk şairinin dediği gibi (karşı duvardaki lev­
haya işaret ederek): "Türküm ve düşm anım sana kalsam da bir
k iş i" diyelim. Düşmanlarımıza bu gerçeği belirttiğimiz gün,
düşüncelerimize, ülkülerimize, geleceğimize yan bakan her ki­
şiyi bir düşm an saydığımız gün, ulusal benliğimize uzanacak
her eli kırdığımız, ulusun önüne dikilecek her engeli hemen de­
virdiğimiz gün gerçek kurtuluşa erişmiş olacağız.
(M a rt 1923; S.D .II)
112
Yedinci Bölüm

TÜRK DEVRİMİ ve MlLLt EĞlTlM

1. Eski eğitim sistemi hakkında.


Akla uygun hiçbir kanıta dayanm ayan birtakım gelenekle­
rin, korunm asında direnen ulusların ilerlemesi çok güç olur,
belki de hiç olmaz, ilerleme yolunda sınırlama ve koşulları aşa­
mayan uluslar yaşamı akla uygun ve pratik olarak göremezler.
Yaşam felsefelerini geniş çapta olan ulusların egemenliği altına
girm ekten, onlara köle olmaktan kurtulam azlar.
(E kim 1922; S.D.I.)

Uzun yılların uyuşturucu yönetim ve eğitiminden, bir top­


lum un bir günde, bir yılda kurtulabileceğini düşünm ek ve ka­
bul etm ek doğru değildir.
(E kim 1927; N .)

2. Milli eğitimin tanımı.


Şimdiye kadar izlenen öğrenim ve eğitim yöntemlerinin,
ulusun gerileme sürecinde en önemli etkenlerden biri olduğu
kanısındayım. O nun için ulusal eğitim program ından söz eder­
ken, eski dönem lerin boş inanışlarından, doğuştan olan nitelik­
lerimize aykırı düşen yabancı düşüncelerden, Doğu'dan, Ba-
tı'dan gelebilecek bütün etkilerden tamamiyle uzak, ulusal
karakter ve tarihimize uygun bir kültür dem ek istiyorum. Ç ün­
kü, ulusum uzun üstün zekâsının bütünüyle gelişmesi ancak
böyle bir kültürle sağlanabilir. Gelişigüzel bir yabancı kültürü
kabullenmek, şim diye kadar izlenmiş olan yabancı kültürlerin
yıkıcı sonuçlarını yineleyebilir. Kültür (düşünce ekinin verimi)
ekildiği yerin niteliğiyle orantılıdır. Bu yer de ulusun karakteri­
dir.
Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken varlıkları ile,
haklan ile birlikleri ile çatışan bütün yabancı öğelerle savaşma-
lan gerekliliği ve ulusal düşünceleri bütün çoşkulan ile her tür­
lü zıt düşünm eye karşı şiddetle ve özveriyle savunmak zorun­
luluğu benimsetilmelidir. Yeni kuşağın bütün ruhsal güçlerine
bu niteliklerin ve yeteneğinin aşılanması büyük önem taşır.
Ulusların bitip tükenm eyen korkunç bir savaş halinde beliren
yaşam felsefesi, bağımsız ve m utlu kalmak isteyen her ulusun
bu niteliklerini benimsemesini bütün şiddetiyle zorunlu kıl­
maktadır.
(E kim 1927; N .)

Ayrıntılarını bütünüyle uzmanlara bırakm ak istediğim bu


sorun hakkındaki genel düşüncelerimi tamamlamak için yeni
kuşakların donatılması için gereken m anevî nitelikler arasında
güçlü bir erdem sevgisi ve güçlü bir düzen ve disiplin anlayı­
şından da söz etmek zorunluluğunu duyuyorum .
(T e m m u z 1921; S.D .II.)

Eğitim, eğitim ilkeleri erek ve niteliği kadar önemlidir. Bu


konuda tutulan yön yanlışsa, koskoca bir ulus güvenip inandı­
ğı kitapları, kutsal kitapları tanık göstererek yol gösterici ol­
duklarını ileri sürenlerin sözlerine inanıp yürürlerse ve bu yü­
rüyüş yönü kendisini yok olmaya sürüklerse, suç, bu yoldan
gitmiş olan temiz, iyi huylu, özverili, önderlerine güvenen za­
vallı halktan ziyade o önderlerin değil midir?
(E y lü l 1924; S.D.II.)

Eğilimdir ki, bir ulusu ya özgür, bağımsız, şanlı ve yüce


bir toplum halinde yaşatır, ya da onu esirliğe, yoksulluğa sü­
rükler.
Baylar, eğitim kelimesi yalnız olarak kullanıldığında ona
herkes kendi istek ve amacına göre bir anlayışa gider. Ayrıntıla­
ra girilince eğitimin amaç ve erekleri çeşitlenir. Örneğin dinsel
eğitim, ulusal eğitim, uluslararası eğitim gibi... Bütün bu eği­
timlerin amaç ve erekleri başka başkadır. Ben burada yalnız
Türkiye Cum huriyetinin yeni kuşaklara vereceği eğitimin ulu­
sal eğitim olduğunu kesinlikle belirttikten sonra öbürleri üze­
rinde durmayacağım. Yalnız ulusal eğitimle ne dem ek istediği­
mi kısa bir örnekle açıklayacağım.
Baylar, yeryüzünde üç yüz m ilyonu aşkın m üslüm an var­
dır. Bunlar, ana, baba ve öğretm enlerin verdiği eğitimle yetiş­
mekte, bir ahlak edinmektedir. Ancak ne yazık ki gerçek şudur:
Bütün bu milyonlarca insan yığınları şunun bunun esirlik ve
aşağılayıcı zincirleri altındadır. Aldıkları m anevî eğitim ve
edindikleri ahlâk onlara bu esirlik zincirlerini kırabilecek üstün
insanlık niteliğini verememiştir; veremiyor. Çünkü eğitimleri­
nin amacı ulusal değildir.
Baylar, ulusal eğitimin ne dem ek olduğunu kavram akta
artık hiçbir karanlık yön kalmamalıdır. Bir kere ulusal eğitim il­
ke olarak alındıktan sonra onun dilini, yöntem ini, araçlarını da
ulusal hale getirmenin zorunluluğu tartışma götürmez. Ulusal
eğitimle geliştirilmek ve olgunlaştırılmak istenen genç kafaları
bir yandan da paslandırıcı, uyuşturucu, düşsel fazlalıklarla dol­
durm aktan özenle kaçınmak gerekir.
(E ylül 1924; S.D .II.)

3. Milli eğitimin amacı.


Yüzyıllarca süren bir dönem de yönetim savsaklamasının
devlet yapısında açtığı yaraları iyileştirmek için harcanacak ça­
baların en büyüğünü, hiç kuşku yok ki, bilim ve kültür yolunda
gösterm em iz gerekecektir.
Baylar, yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecek­
leri öğrenim in sının ne olursa olsun, en önce, her şeyden önce,
Türkiye'nin bağımsızlığına, kendi benliğine ve ulusal gelenek­
lerine düşm an bütün öğelerle savaşmak gereği öğretilmelidir.
Bunun için, dünyam n uluslararası durum una göre, böyle bir
savaşın gerektirdiği öğeleriyle donatılmış olmayan bireylere ve
bu bireylerden oluşm uş toplum lara yaşam ve bağımsızlık hak­
kı yoktur.
(M a rt 1922; S.D.I.)

Gözlerimizi kapayıp dünyadan soyutlanmış olarak yaşa­


dığımızı düşünem eyiz. Ülkemizi bir çember içine alıp dünyaya
ilgi duym adan yaşayamayız. Tersine, ileri ve uygar bir ulus
olarak uygarlık alanı içinde yaşayacağız; bu da ancak bilimle,
teknikle olur. Bilim ve teknik neredeyse oradan alacağız ve ulu­
sun her bireyinin kafasına koyacağız. Bilim ve teknik edinm ek
hiçbir sınırlama ve koşula bağlı değildir.
(E k im 1922; M .E.S.D .I.)

Hiçbir zam an aklım ızdan çıkmasın ki, Cum huriyet sizden


"fikri hür, vicdam hür, irfanı hür" kuşaklar bekliyor.
(25 A ğ u s to s 1924; M .E.S.D .I.)

Ulusal kültürün her yönde gelişerek yükselmesini Türkiye


Cum huriyetinin temel direği olarak sağlayacağız.
(K asım 1932; S.D.I.)

Öğrenci, hangi yaşta olursa olsun onlara geleceğin büyük­


leri gözüyle bakmalı, onlara öyle davranılm alıdır.
4. Ulusal eğitim in niteliği.
İnsanlar yalnız m addî değil, özellikle m addi güçlerde ya­
tan manevî güçlerin etkisiyle hareket ederler. Uluslar da böyle-
dir. Manevî güç ise özellikle bilim ve inanç ile yüksek biçimde
gelişir. Öyleyse hüküm etin en verimli ve en önemli görevi eği­
tim ve öğretim işleridir. Bu işlerde başarılı olmak için öyle bir
program izlemek zorundayız ki, bu program ulusum uzun bu­
günkü durum u ile, toplum sal ve yaşamsal ihtiyaçları ile çevre­
nin koşullan ile çağın gerekleri ile tam amiyle orantılı ve uyum ­
lu olsun. Bunun için büyük büyük fakat hayal ürünü, çapraşık
düşüncelerden tam amiyle sıyrılarak gerçeğe, ta içine işleyen bir
gözle bakmak, el ile dokunm ak gerektir. Girişilecek şeyin ne ol­
duğu ancak bu yolda kendiliğinden ortaya çıkar.
(M a rt 1922; M .E.S.D .I.)

Bu ülkenin gerçek sahibi ve toplum un temel öğesi köylü­


dür. İşte bu köylüdür ki bugüne dek eğitim ve öğretim ışığın­
dan yoksun bırakılmıştır. Bunun için izleyeceğimiz eğitim ve
öğretim siyasetinin temeli ilk önce var olan cahilliği ortadan
kaldırmaktır. Ayrıntılara girm ekten sakınarak bu düşüncem i
birkaç kelime ile açıklamak için diyebilirim ki, genel olarak bü­
tün köylülere okum a, yazma ve yurdunu, ulusunu, dinini, d ü n ­
yasını tanıtacak kadar coğrafya, tarih ve âhlak'bilgileri vermek
ve dört işlemi öğretm ek eğitim ve öğretim program ım ızın ilk
amacıdır.
(M art 1922; M .E.S.D .I.)

Eğitim ve öğretim de uygulanacak yöntem, bilgiyi insan


için fazla bir süs, bir zorbalık aracı yahut uygar bir zevk olm ak­
tan ziyade m addî yaşam da başarılı olmayı sağlayan işe yarar ve
kullanılabilir bir araç haline getirmektir.
Erkek ve kız çocuklarımızın aynı yolda (yolla) bütün öğre­
nim derecelerindeki öğretim ve eğitimlerinin uygulamalı ola­
rak yürütülm esi önemlidir. Ülke çocukları her öğrenim derece­
sinde ekonomik yaşam da yapıcı, etkili ve başarılı olacak
biçimde donatılm alıdır. Ulusal ahlâkımız uygar ilkeler ve d ü ­
şüncelerle beslenip güçlendirilmelidir. Bu çok önemlidir; özel­
likle dikkatinizi çekerim. Korkutma temeline dayanan ahlâk bir
erdem olmadıktan başka güvenilebilir değildir.
(A ğ u sto s 1924; M .E.S.D .I.)

Kurtuluş, toplum sal yapıdaki hastalığı bulm ak ve iyileş­


tirmeye çalışmakla elde edilir; ve bu, ancak bilimsel yolla olur­
sa, iyileşme olabilir, yoksa hastalık yerleşir, iyi edilemez bir ha­
le gelir. Bir toplum un hastalığı ne olabilir? Ulusu ulus yapan,
ilerleten ve yükselten güçler vardır: düşünce güçleri, toplumsal
güçler.
Düşünceler, anlamsız, temelsiz, uydurm alarla dolu olursa,
o düşünceler hastalıklıdır. Bunun gibi, toplum sal yaşam, akıl
ve m antıktan yoksun, yararsız, zararlı birtakım inançlar ve ge­
leneklerle dopdolu olursa kötürüm olur.
Önce düşünce ve toplum güçlerinin kaynaklarını temizle­
mekle işe başlamak gerekir. Ülkeyi, ulusu kurtarm ak isteyenler
için coşkulu bir yurt sevgisi, iyi niyet ve özveri en gerekli nite­
liklerdendir... Ama bir toplum daki hastalığı görmek, onu iyileş­
tirmek ve toplum u çağımızın gereklerine göre ilerletebilmek
için bu nitelikler yeterli değildir. Bunlann yanında bilim ve tek­
nik gereklidir. Bilim ve teknik, fen yolundaki girişimlerin etkin­
liği de okuldur. Onun için okul gereklidir. Okul adını hep bera­
ber saygıyla, yücelterek analım. Okul gençlere, insanlara
saygıyı, ulus ve ülkeyi sevmeyi, bağımsızlık onurunu öğretir.
Bağımsızlık tehlikeye düştüğü zam an onu kurtarm ak için izlen­
mesi uygun olan en sağlam yolu belletir... Ülke ve ulusu kurtar­
maya çalışanların, aynı zam anda mesleklerinde birer nam uslu
uzman ve birer bilgin olmaları da gerekir. Bunu sağlayan okul-
iu r. Ancak böylelikle her türlü girişimin akla uygun sonuçlara
ulaşması olanağı vardır.
(E kim 1922; S.D.II.)

Dünyada her şey için, uygarlık için, yaşam için, başarı için
en doğru yol gösterici bilimdir, tekniktir. Bilim ve teknik dışın­
da bir yol gösterici aram ak aymazlıktır, cahilliktir, sapkınlıktır.
Yalnız bilimin ve tekniğin yaşadığımız her dakikadaki aşamala­
rının evrimini kavram ak ve ilerlemelerini zamanla izlemek ge­
rekir. Bin, iki bin, binlerce yıl önce bilim ve tekniğin koyduğu
kuralları şu kadar bin yıl sonra bugün olduğu gibi uygulamaya
kalkışmak, kuşkusuz bilim ve teknik alanına girmiş olmak de­
ğildir.
(E y lü l 1924; S.D.II.)

Gelecek için hazırlanan yurt çocuklarına hiçbir zorluk kar­


şısında baş eğmeyerek sabırla, dirençle çalışmalarını ve öğre­
nim gören çocukların ana babalarına da yavrularının öğrenim ­
lerini bitirmeleri için her türlü özveriyi göstermekten
çekinmemelerini öğütlerim.
(T e m m u z 1921; M .E.S.D .I.)

5. Ulusal eğitimin araçları.


Silahıyla olduğu gibi kafasıyla da savaşmak zorunda olan
ulusum uzun birincisinde gösterdiği gibi gücü İkincisinde de
göstereceğinden hiçbir zam an kuşkum olmamıştır. Ulusum u­
zun temiz karakteri yeteneklerle doludur. Ancak yurda bu do­
ğuştan gelen yeteneği geliştirebilecek yöntemlerle donatılmış
yurttaşlar gereklidir.
Şu dakikada karşınızda içime dolan en içten duyguyu iz­
ninizle açıklayayım; İsterdim ki çocuk olayım da sizin ışıklar
saçan çevrenizde bulunayım. Sizden bilgisiz küçük olayım ve
siz beni yetiştiresiniz. O zaman ulusum için daha yararlı olur­
dum . Fakat ne çare ki elde edilmesi olanağı olmayan bir istek
karşısında bulunuyoruz. Bunun yerine başka bir dilekte bulu­
nacağım: Bugünün çocuklarını yetiştiriniz; onları ülkeye, ulusa
yararlı insanlar yapınız. Bunu sizden istiyor, rica ediyorum.
(E kim 1922; S.D .II.)

Okulun sağlayacağı bilim ve teknikle Türk ulusu, Türk sa­


natı, Türk ekonomisi, Türk şiir ve edebiyatı bütün güzellikleriy­
le belirip gelişecektir.
(E kim 1922; S.D .II.)

Ulusları kurtaran yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğret­


m enden, eğiticiden yoksun bir ulus daha ulus adını alma yete­
neğini elde etmemiştir. Ona sıradan bir yığın denir; ulus dene­
mez. Bir yığının ulus olabilmesi için, ne olursa olsun, eğiticilere
öğretmenlere ihtiyacı vardır. Bir toplum u gerçek ulus yapan
onlardır.
(E kim 1925; S.D.II.)

"Devlet Kitabı" adı ile parasız yayımlanacak pratik ve ba­


sit anlatımlı eserlerle halkımıza yaşamın gereklerini öğretm ek
çok yararlı bir yöntem olarak tavsiyeye değer.
(M art 1923; M .E.S.D .I.)

6. Spor.
Düşüncenin gelişmesine olduğu gibi vücudun gelişmesine
önem vermek ve özellikle ulusal karekteri, derin tarihim izden
esinlenerek yüksek düzeylere çıkarmak gereklidir.
(Y ücel 1945; S.98)
Her yarışm ada, arkalarında Türk ulusunun bulunduğunu
ve ulusun onurunu düşünm elerini Türk sporcuları için bir mes­
lek kuralı sayıyorum.
(Y ücel 45; S.98.)

Her çeşit spor etkinliklerini Türk gençliğinin ulusal eğiti­


m inde başlıca öğelerden saymak gerekir.
(K asım 1937;S .D .I.)

7. Türk harfleri.
Bizim uyum lu, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendi­
ni gösterecektir. Yüzyıllardır kafalarımızı dem ir çerçeve içinde
bulundurarak, anlaşılmayan ve anlam adığım ız işaretlerden
kendim izi kurtarm ak, bu gerekliliği anlam ak zorundayız. Bunu
anladığım ızın belirtilerini yakın zam anda bütün dünya görmüş
olacaktır. Buna kesinlikle inanıyorum.
(A ğ u sto s 1928; S.D.II.)

Yeni Türk harfleri çabuk öğrenilmelidir. Her yurttaşa, ka­


dına, erkeğe, hammala, sandalcıya öğretiniz. Bunu yurtseverlik
görevi biliniz. Bu görevi yerine getirirken düşününüz ki, bir
ulusun, bir toplum un yüzde onu okum a yazma bilirse, yüzde
sekseni, doksanı bilmez ise bundan insan olanlar utanmalıdır.
En çok bir yıl, iki yıl içinde bütün Türk toplum u yeni harfleri
öğrenecektir. U lusum uz yazısıyla, kafasıyla bütün uygar dün­
yanın yanında olduğunu gösterecektir.
(A ğ u sto s 1928; S.D.II.)
Her şeyden önce her gelişmenin ilk yapı taşı olan soruna
değinm ek isterim. Her araçtan önce büyük Türk ulusuna, onun
bütün emeklerini kısırlaştıran çorak yol dışında kolay bir oku-
m u-yazma anahtarı vermek gerekir. Büyük Türk ulusu cahillik­
ten az emekle, kısa yoldan, ancak kendi güzel ve soylu diline
uyan bir araçla sıyrılabilir. Bu okum a-yazm a anahtarı ancak Lâ­
tin kökünden alınan Türk alfabesidir. Basit bir deneme, Lâtin
kökünden gelen Türk harflerinin Türk diline ne kadar uygun
olduğunu kentte, köyde yaşı ilerlemiş Türk yurttaşlarının ne
denli okuyup yazdıklarını güneş gibi ortaya çıkarmıştır.
Büyük Millet Meclisi'nin kararıyla Türk harflerinin kesin­
lik ve yasal nitelik kazanması yurdum uzun yükselme savaşın­
da başlı başına bir aşama olacaktır.
(K asım 1928; S.D.I.)

Hepimiz özel ve genel yaşam ım ızda rastladığımız oku-


ma-yazma bilmeyen erkek, kadın her yurttaşa yeni harfleri öğ­
retm eye can atmalıyız. Bu ulusun yüzyıllarca karşılanamayan
bir ihtiyacını bir kaç yıl içinde tam amiyle sağlamak yakın ufuk­
ta gözleri kamaştıran bir başarı güneşi olacaktır. Hiçbir zaferin
sevinciyle karşılaştırılamayacak başarımızın coşkusu içindeyiz.
Yurttaşlarımızı cahillikten kurtarm aya yönelik sade bir öğret­
menliğin vicdanımıza vereceği sevinç bütün varlığımızı doldu­
racaktır.
Sevgili arkadaşlarım, sonsuza dek değerini koruyacak bu
büyük armağanımızla yüce Türk ulusu yeni bir ışık dünyasına
girecektir.
(K asım 1928; S.D.I.)
Kültürel ve toplum sal alanda başardığım ız işler Türkiye
Cum huriyetinin ulusal görünüşünü kesin çizgilerle ortaya çı­
karmıştır. Yeni harfleri, ulusal tarihi, öz dili, sanat, bilimsel m ü­
zik ve teknik kurum larıyla kadını, erkeği her hakta eşit çağdaş
Türk toplum u bu son yılların eseridir.
(M a y ıs 1925; S.D.I.)

8. Türk dili.
Türk dilinin kendi benliğine, özündeki güzellik ve zengin­
liğe kavuşması için bütün devlet örgütlerim izin dikkatli olması­
nı, ilgi göstermesini isteriz.
(K asım 1932; S.D.I.)

Kültür işlerimiz üzerine ulusça gönüllerim izin titrediğini


bilirsiniz. Bu işlerin başında da, Türk tarihini doğru temelleri
üzerine oturtmak; öz Türkçeye değeri olan genişliği verm ek
için candan çalışılmakta olduğunu söylemeliyim. Bu çalışmala­
rımızın göz kamaştırıcı verimlere ulaşacağına şim diden inana­
bilirsiniz.
(K asım 1932; S.D.I.)

Dil kurum u en güzel ve verimli bir iş olarak türlü bilimler­


le ilgili Türkçe terimleri saptam ış ve böylece dilimiz yabancı
dillerin etkisinden kurtulm a yolunda sağlam adımını atmıştır.
Bu yıl okullarım ızda öğrenim in Türkçe terimlerle yazılmış
kitaplarla başlatılmış olmasını kültür yaşamımız için önemli bir
olay olarak belirtmek isterim.
Türk Dil Kurum unun çalışmalarına sonuna kadar katıla­
cak değilim. Tarih kurum unun kuruluşunu izleyen yıllarda, ta­
rih üzerinde, arkadaşları özendirmek için birlikte çalıştım. So­
nunda bu kurum örgütlendikten ve çalışmalara hız verdikten
sonra Tarih K urum u'nun çalışmalarına karışmıyorum. Kurum
üyeleri bildikleri gibi akademik çalışmalarını sürdürüyorlar.
Dil kurum unun çalışmalarıyla da ilişkim böyle olacaktır. Dil
bilginlerinin, uzm anlarının akadem ik çalışmalarına karışmaya­
cağım. Sizin de (sofrada hazır bulunan Dil Kurum u m erkez ku­
rulu üyelerine) çalışmalarınızı bilimin son verilerine uydurarak
sürdürm eniz gerekir.

9. Türk Tarihi.
a) Tarihte yöntem.
Tarih yazm ak, tarih yapm ak kadar önemlidir. Yazan ya­
pana sadık kalm azsa değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtacak bir
nitelik alır.
(A ğ u sto s 1931; T.T.K.M .)

"Dermeçatma bir eser m eydana getirerek ertesi gün piş­


man olm aktansa hiç eser vermemek ve yetersizliğini açığa vur­
mak daha iyidir."
"Biz tarih yazarken eylemler ve olaylar yaratmış olanları
arayan adamlarız. Eğer bunları bulam azsak bilinmeyeni ve bu
noktada bilgisizliğimizi açığa vurm aktan çekinmeyelim.
Apotre (Havari) (l) yaratmaya kalkışmayalım. Bizim uğraşımız
bu değildir. Biz hep gerçeği arayan ve onu buldukça ve buldu­
ğum uza inandıkça onu açıklamak için hiçbir şeyden çekinme­
yen kimseler olmalıyız.
(A ğ u s to s 1931; T .T.K .M .)

(1) H a v a r i : İsa p e y g a m b e rin d in in i y a y m a k la g ö re v li y a rd ım c ıla rı


Artık bir hırka ve bir hurm a hikâyesini, bir insanlık erde­
mi olarak gösterilme felsefesi temel olarak alınıp tarih yazılma-
malıdır.
(A ğ u s to s 1931; T .T.K .M .)

b) Tarih anlayışı.
Tarihte, ünler, şanlar kazanmış birçok insan ulusal bakım ­
dan erdemli olmayabilir. Örneğin, askerlik bakım ından büyük
gücü olan, M oskova'ya kadar giden, yangınlar, yıkıklar arasın­
dan Fransız ordusunu sürükleyip eriten Napolyon'u d ü şünü­
nüz. O nun yaptıkları Fransız ulusunun gerçek ve ulusal çıkarla­
rı uğruna değil, kendisinin dünyayı ele geçirme isteğini
doyurm ak içindir. Bu amaçla Fransa'nın milyonlarca seçkin ev­
lâdını eritti; ve sonunda hepim izin bildiğimiz o acıklı durum a
düştü. Bizim Osmanlı tarihimizdeki en büyük ve şanlı görülen
eylemlerin de aynı bakım dan incelenmesi, aynı biçimde karşı­
laştırılması olanağı vardır.
(M a rt 1923; S.D .II.)

"Türkler göçebe olarak Anadolu'da bir im paratorluk kura­


maz. Bunun başka türlü açıklaması olmak gerekir. Tarih bilimi
bunu açığa çıkarmalıdır."
(1928; A .H .)

c) Osm anlı tarihi hakkında.


Biz, bugüne kadar gerçek, bilimsel ve olum lu anlamıyla
ulusal bir dönem yaşayamadık; bundan ötürü de, ulusal bir ta­
rihimiz olmadı. Bunun daha iyi açıklanabilmesi için Osmanlı ta­
rihini hatırlayalım: Osmanlı tarihinde görülen bütün çabalar,
bütün çalışmalar, ulusun gerçek istek, dilek ve ihtiyaçları bakı­
m ından değil, belki şunun bunun özel isteklerini, aşırı istekleri­
ni karşılam ak için yapılmıştır. Nitekim Fatih İstanbul'u aldık­
tan, ve Selçuk Sultanlığı ile Doğu Roma İm paratorluğunun
topraklarını ele geçirdikten sonra, Batı Roma İm paratorluğunu
da elde ederek koskoca bir saltanat kurm ak istedi. Böyle bir is­
teği gerçekleştirmek için de, bütün ulusu, bütün o büyük gücü,
arkasından o ereğe doğru sürükledi. Yavuz Sultan Selim, Fa­
tih'in açtığı batı cephesini koruyup sağlam laştırm akla birlikte,
Asya'yı yönetimi altında birleştirerek büyük bir İslâm im para­
torluğu kurm aya girişti. Bütün ulusu, bütün o büyük gücü, bu­
nun ardında dolaştırdı. Kanunî Sultan Süleyman ise, bu iki
cepheyi olanca büyüklüğü ile genişletmek, bütün Akdeniz'i bir
Osmanlı havuzu haline getirmek, Hindistan'ı bile elinin altında
bulundurm ak gibi çok ulu bir siyaset izledi. Bu siyaseti uygula­
mak için de o büyük gücü kullandı.
Arkadaşlar, bütün bu davranışlar gözden geçirilirse görü­
lür ki, bu büyük, güçlü padişahlar, izledikleri dış siyasette ken­
di arzu ve sonu gelmeyen isteklerine uyarak davranm ışlardır.
Iç örgütlerini, iç işleriyle ilgili siyasetlerini bu aşın isteklerden
doğm a dış siyasetlerine göre düzenlem ek zorunda kalmışlar­
dır. Oysa içe dönük siyasete dayandırılm ası zorunludur; yani
dış siyasetin iç örgütün kaldıramayacağı geniş boyutlarda ol­
maması gerekir. Yoksa, hayal ürünü dış siyasetler arasında ko­
şanlar, dayanak noktalannı kendiliklerinden yitirirler. Gerçek­
ten Osmanlı padişahlan asıl olan noktayı unuttular.
Duygularını ve isteklerini dış siyasetlerine uydurm ak zorunda
kalınca, ele geçirdikleri ülkelerdeki ulusları, dilleri, dinleri, ge­
lenekleri, her şeyleri birbirinden ayrı olan ulusları, olduğu gibi
korum aya kalkıştılar; ve onlara bütün özelliklerini koruyabil­
meleri için ayrıcalıklar bağışladılar. Buna karşılık asıl Türk ulu­
su uzun seferlere çıkmakla, savaş m eydanlarında ölmekle, alı­
nan ülkelerin halkını beslemekle, onlara bekçilik etmekle
kendini tüketiyordu. Bu yüzden temel öğe olan ulusun kendi
evinde, kendi yurdunda, kendi yaşamı için gereken şeyleri sağ­
lamak için çalışması engellenmiş oluyordu. Bu padişahlar, böy­
le ülke ülke dolaştırmakla ulusu kendi y urdunu düşünm ekten
alıkoymakla da kalmıyorlardı; gerek ele geçirdikleri yerlerin
halkını, gerek yabancıları m em nun edebilmek için doğrudan
doğruya Türk ulusunun haklarından, yaşam kaynaklarından,
ekonomik olanaklarından birçok şeyi onlara bağış olarak, arm a­
ğan olarak veriyorlardı. Örneğin: Fatih zam anında Cenevizlile­
re ve patriğe tanınan ayrıcalıklarla açılan yol, kendisinden son­
ra hep genişlemiş ve sağlamlaştırılmıştır. Bu ayrıcalıklar
hüküm etin en güçlü ve en görkemli zam anında bağışlanıyordu:
sadece sadece bir hüküm dara yakışan bir bağış olarak. Hepiniz
hatırlarsınız; Kanun! Sultan Süleyman zam anında Venedikli­
lerle bir ticaret anlaşması yapılmıştı. Ama padişah Venedikliler­
le ticaret anlaşm a yapmayı kendi şeref ve onuruna uygun gör­
medi. Çünkü onun anlayışına göre anlaşm a ancak birbirine eşit
uluslar arasında yapılabilirdi. Oysa Venedik o günlerde, Os-
manlı Devleti ile eşit olmak şöyle dursun, onun doğrudan doğ­
ruya koruyuculuğuna sığınmıştı. Bu yüzden böyle ulu bir sul­
tan böyle bir hüküm etle anlaşma yapam azdı. Öna ancak bazı
"izinler", olanaklar bağışlayabilirdi; ve bunu yaptı. İşte bu "izin­
ler" kelimesi sonunda, "kapitülasyonlar" olarak çevrildi. Oysa,
biliyorsunuz, kapitülasyon kelimesi, bir kale içine kuşatılıp da,
savunm a olanaklarını kullanıp yitirdikten sonra teslim olmak
zorunda olanlar için kullanılan bir kelimedir, işte böyle bir keli­
meyi , Padişahların "iznini", "kapitülasyon" diye çevirerek kul­
landılar. Bu küçük ayrıntıyı iki noktadan tekrar ele alacağım:
Ulus, rahat yaşam a nedenleriyle uğraşm aktan alıkonuyor; ülke
ülke dolaştırılıyor ve bu yeni ülkeler hakkı birçok ayrıcalığa ve
ayrıklığa sahip olarak çalışıyor. Yani fatihler Türk ulusunu peş­
lerine takarak kılıçla ülke alırken, kılıç sallayıp dururken, ele
geçirilen ülkelerin halkı kazandıkları ayrıcalıklardan yararlana­
rak sabana yapışıyorlar, toprağı işliyorlardı. Arkadaşlar, kılıçla
toprak elde edenler, sabanla toprak işleyenlere yenilmek ve so­
nunda yerlerini onlara bırakm ak zorunda kalırlar. Nitekim, Os­
manlIların saltanatı da böyle bir durum a düşm üştür. Bulgarlar,
Sırplar, Rom enler şabanlarına yapışm ışlar, varlıklarını koru­
m uşlar, güçlenm işlerdir; bizim ulusum uz ise, fatihlerin arkasın­
da serseri serseri dolaşmış ve kendi anayurdunda çalışmamış
olduğu için bir gün onlara yenik düşm üştür. Bu tarihin her dö­
neminde, ve dünyanın her yerinde, belirttiğim gibi olagelmiş
bir gerçektir. Örneğin, Fransızlar Kanada'da kılıç sallarken, ora­
ya Ingiliz çiftçisi girmiştir. Uygar sabanla kılıç savaşında so­
nunda kazanan saban olm uştur ve Kanada’yı eline geçirmiştir.
Baylar, kılıç kullanan kol yorulur, am a saban kullanan kol gün
geçtikçe daha da güçlenir, güçlendikçe de daha çok toprağı
olur.
Baylar, Osmanlı fatihleri, padişahları, istilâcıları ulusla bir­
likte sabanın önünde yenilip gerilemeye başladıktan sonra asıl
felâketlerin büyüğü başgösterdi. Sadece padişahlara yakışır bir
bağış olarak yabancılara bahşedilmiş olan ve özel bir armağan
olarak ülke içindeki Hıristiyan uyruklara verilmiş bulunan her
şey, kazanılmış haklar sayıldı.
Yabancılar yalnız bu haklan korum akla yetinmediler. On­
ları her gün biraz daha arttırm ak için yollar aradılar ve buldu­
lar. Uyruklarını bulundurm ayı başardıklan iç örgütlere daya­
narak, dışardakilerin de yardım ve kışkırtm alan ile devleti ve
öz Türkleri yok edecek bir siyasal varlık elde etmek için çalış­
m aktan geri kalmadılar. Yabancılar hem bunları kışkırtıyor,
hem işlerimize kendileri kanşıyor; ve her karışm ada devlet ve
ulusun zararına olmak üzere yeni yeni birtakım ayncalıklar,
haklar koparıyorlardı. Bunlar olup dururken, zaten yoksul düş­
m üş anayurtta, ulus devlete verebileceği vergiyi güçlükle sağla­
yabiliyordu. Oysa; padişahlar, taçlılar, saraylar, Babıâliler ne
yapıp yapıp gösterişlerini, ululuk gösterilerini sürdürebilmek,
zevk ve aşırı isteklerini karşılamak için gereken parayı bulma
çareleri arıyorlardı. O çareler borçlanm alar oldu. O kadar çok
borç aldılar, o kadar elverişsiz koşullar içinde borçlanıyorlardı
ki, bunların faizlerini bile ödeyemez oldular. Sonunda, bir gün
Osmanlı devletinin iflas ettiği hükm üne varıldı. Maliye ile il­
gili işler hemen denetime alınmış, başımıza "Düyun-u Umumi­
ye" belâsı çökmüştü.
Baylar, ulusun başına gelen bu acıklı halin, bu yoksullu­
ğun nedenlerini arayacak olursak, bunları doğrudan doğruya
devlet kavram ında buluruz.
Biliyorsunuz ki, Osmanlı devleti önceleri bir hüküm darın
kişisel egemenliği altında, on beş yıldır da "meşrutiyet" ilkeleri­
ne göre yönetiliyordu.
Arkadaşlar, salt kişisel yönetimde, her alanda, padişahın
isteği, iradesi, egemendi. Söz konusu olan yalnız bunlardı. Ulu­
sun dilekleri, istekleri, ihtiyaçları söz konusu olmaktan çok
uzaktı. Bütün ulus bunlardan soyutlanmış bulunuyordu. Çün­
kü taçlılar (padişahlar) kendilerini Tanrı'nın gönderdiği bir var­
lık sayarlardı. Bir de onların çevresini saran çıkarcılar vardı.
Onlar da padişahın düşündüğü gibi düşünürler ve padişahın
her düşüncesini, her isteğini gökten inme bir buyruk, bir Kuran
buyruğu imiş gibi herkese yayarlardı. Bu yolda yoğun ve sürek­
li çabalar sonunda gerçekten bir gün bütün halk, o isteklerin, o
buyrukların gökten inmiş buyruklar gibi, hiçbir sınırlama ve
koşul olmadan, yerine getirilmesi gerektiğine inandı. Böylece
egemenliğinden, yönetime katılma hakkından vazgeçmeye razı
olmuş bir ulusun sonu elbette yıkımdır, elbette felâkettir.
Arkadaşlar, üzerinde son durduğum uz noktaya dönelim:
Artık Osmanlı devleti gerçekte ve eylemli olarak bağımsızlıktan
yoksun bir durum a düşürülm üştü. Bir devlet ki uyruklarına
koyduğu vergiyi, yurttaki yabancılara koyamaz; güm rük işleri­
ni, vergilerini ülkenin ve ulusun ihtiyaçlarına göre düzenlemesi
yasaktır; bir devlet ki, üstelik yabancıları yargılayamaz, böyle
bir devlete elbette bağımsız denemez. Devletin ve ulusun işleri­
ne karışma bu kadarla kalmıyor, daha büyük boyutlar alıyordu.
Doğrudan doğruya bir ulusun yaşam ihtiyaçları olan, örneğin,
demiryolu yapmak, fabrika kurmak, herhangi bir şey yapmak
için devlet özgür değildi; yabancılar hem en işe karışırlardı. Ya­
şamını sağlaması yasaklanan bir devlet bağımsız olabilir mi?
Belirttiğim gibi, gerçekte devlet bağımsızlığını çoktan yitirmiş,
Osmanlı devleti artık yabancıların sömürgesi olmuş ve Osmanlı
halkı içindeki Türk ulusu tamamiyle esir durum una düşürül­
m üştü. Bu sonuç, belirttiğim gibi, ulusun kendi iradesi ve kendi
egemenliği elinde bulunm am asından ve bu irade ve egemenli­
ğin şunun bunun kullanm asından kaynaklanmıştı. Öyleyse ke­
sinlikle diyebiliriz ki, biz ulusal bir dönem yaşam ıyorduk ve
ulusal bir tarihimiz yoktu.
Osmanlı tarihi, baştan sona, hakanların, padişahların, kişi­
lerin ve bazı grupların hal ve davranışlarını sergileyen bir des­
tandan başka bir şey değildir. Geçmişin, yüzyılların elimize ta­
rih diye uzattığı kitabın niteliği işte budur. Arkadaşlar, ulusun
egemenliği elinde olmaması yüzünden katıldığımız dünya sa­
vaşında, değerli evlâtlarımızdan oluşan kahram an ordularım ı­
zın Galiçya'da, Roma'ya ve M akedonya'da, Kafkas dağlarında,
Sinâ çöllerinde çektikleri sıkıntı ve güçlükleri hatırlatmayı ge­
rektirecek kadar uzun zaman geçmemiştir; zaten bu dünya sa­
vaşının uğursuz sonucunu bilmeyen yoktur. Hele Mondros
ateşkes anlaşmasıyla açılan ateşkes dönem inin durum unu bir
an için gözden geçirirseniz, göreceğiniz baştan aşağı bir çökün­
tü görünüşünden başka bir şey değildir. Karşı devletler verilen
her türlü uygarca ve insanca sözleri ve haklan hiçe sayarak
yurdum uzun en değerli, en verimli yerlerini çiğnediler. İzmir'i,
Bursa'ya, ta Sakarya'ya kadar Eskişehir'i; sonra bütün Adana ve
dolaylarını, Trakya’yı, İstanbul'u, en sevgili yerlerimizi çiğnedi­
ler. Ancak, düşm anların bu davranışlanndan daha acıklı, daha
korkunç, daha üzücü olan şey, bu ülkenin yüzyıllarca başında
bulunan, bu ulusun irade ve egemenliğini kullanan kişilerin de
düşm an tarafına geçmesidir. Yurttaşlar biliyorsunuz, bu düş­
manlar, yani bu iç düşmanlar, dış düşm anların yapmadığı, ya­
pamayacağı iğrenç, korkunç eylemlere girişmekten çekinmedi­
ler. Dış düşmanlar, demin saydığım sevgili yurt topraklarında
bulunurken, Padişahın buyrultusuyla çıkardığı fetvalara ve ha­
lifelik ordulatıyla bu m asum ulus şurada burada kandırılıyor,
alçaltılıyordu. Yurdum uzun şurasında burasında ayaklanmalar
başlamıştı. Zaten çoktandır m addî ve manevî bakımdan ba­
ğımsızlığını yitirmiş olan Osmanlı devletinin çökmesi başarıl­
mıştı.
Osmanlı devleti tamamiyle çöküp gitmişti. Ancak düş­
manlarımız, Osmanlı devletini kuran Türk ulusunun da, bu
yurdun gerçek halkının da, aynı zam anda çöküp yok olduğunu
sandılar. İşte burada çok yanıldılar. Osmanlı devletini, Osmanlı
devleti gibi bir çok devlet kurm uş olan Türk ulusu yok olma­
mıştır. Tersine, yaşamına, iç ve dış düşmanlarınca yöneltilen
acı ve tiksindirici vuruşlarla birdenbire uyanmış ve yaşamını,
şerefini, nam usunu kurtarm ak için kesin bir kararlılıkla başını
kaldırmış, birleşip dayanışarak ortaya atılmıştır.
d) Arap tarihi hakkında.
Arap ordularının birçok esirden bir köle sınıfı oluşturdu­
ğundan söz edilirken bu kölelerin Türk çocukları olduğu söyle­
nerek hangi taraf için ve ne nitelikte bir övünç nedeni arandığı
incelenmeden bu durum tarih sayfalarına geçirilmemelidir.
Kuşku yok ki, Türklerden bir çok kahram an gençler şöyle
ya da böyle Arap halifelerin saraylarına girmiştir. A rap hükü­
metinin örgütlerinde ve Araplar hakkında ele geçirilen bir çok
vilayet ve eyalette zaferleri kazanan kuvvetlerin kalbinde yerini
almıştır. Bilimde, sanatta ve özellikle askerlik ve kom utanlıkta
yüksek mevkiler elde etmişlerdir. Ve sonuç olarak, A rap im pa­
ratorluğu sanını taşıyan büyük ülkelerde birinci derecede erk
ve üstünlük sağlamışlardır. En sonunda da, Hazret-i M uham-
m ed'in halifesi sanını taşımak m askaralığında bulunanları emir
ve iradeleri altına almışlardır.
Eğer bunu yapmış olan insanlara köle demek yerinde
olursa, herkes bu koşullarla köle olmayı övünçle kabul eder.
Efendiye, buyruğunu yürütene köle dem ek ve aşağılık, güçsüz
adam lara efendi dem ek tarihin gereklerinde midir?
Arap ve İslâm tarihinde Cum huriyet dönemi diye bir dö­
nem yoktur. Hazret-i M uhamm et'ten sonra gelen ve tarihin
kendilerine halife sanını verdiği Arap ve M üslüm an "emîr-
başkari'lar dönemini Emevîler ve onlardan sonra Abbasîler ve
Endülüslülerin soydan kalma saltanatlarından ayırt etmek için
bu dört halife dönem ine özgü bir ad vermek gerekiyorsa bence
bu uygundur. Bunlara "Halifey-i Raşidin", "güya yol gösterici
halifeler” dönem i dem ek yerine bu "dört halife" dem ek yerinde
olur.
(A ğ u sto s 1931; T.T.K .M .)
e) T anh tezi.
T arih tezi olgunlaştı. Onun üzerinde yürüm ek durm adan
çalışmak gerekir. Buna inanm ayan bazı kimseler olabilir. Bun­
lar yol kesenlere benzer; aldırmayınız.
(1938; A .H .)

10. Yabancı okullar.


Fransız okullarının çoğunu rahipler ve hemşireler yönet­
mektedir. O halde meslekleriyle ilgili bir yanları vardır. Bun­
dan ötürü din propagandası yaptıklarından kaygı duyulabilir.
Ancak istiyoruz ki bu okullar kalsın. Ama Türkiye'de bizim
okullara bile tanınmayan ayrıcalıklardan yabancı okulların ya­
rarlanması kabul edilemez. Yabancı okullar aynı türden Türk
kurum larına konm uş olan yasa ve kurallara uydukları sürece
ülkemizde kalabilirler.
(Ş ubat 1924; T.)

11. Türk gençliği.


Her şeye karşın kesinlikle bir aydınlığa doğru yürüm ekte­
yiz. Bende bu inancı yaşatan güç yalnız (sevgili) ülkem için
duyduğum sınırsız sevgi değil; bugünün karanlıkları, ahlâksız­
lıkları, şarlatanlıkları içinde, yalnız yurt ve gerçek aşkıyla ışık
serpmeye ve aram aya çalışan bir gençlik gördüğüm dendir.
(M ay ıs 1918; R u ş e n E şref, A T A T Ü R K )

Gençler, cesaretimizi pekiştiren ve sürdüren sîzsiniz. Siz,


gördüğünüz eğitimle ve kültürünüzle insanlığın üstün nitelik­
lerinin yurt sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli sim­
geleri olacaksınız.
Ey yüce yeni kuşak, gelecek sizsiniz. Cum huriyeti biz kur­
duk; onu yüceltecek, sürdürecek sizsiniz,
Ey Türk gençliği!
Birinci ödevin Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini
sonsuza dek korum ak ve savunmaktır.
Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel
senin en değerli hazinendir. Gelecekte de, yurt içinde ve dışın­
da seni bu hâzineden yoksun bırakm ak isteyen kötü yürekliler
bulunacaktır. Bir gün, bağımsızlığını ve Cum huriyet'ini savun-
mek zorunda kalırsan, ödeve atılm ak için, içinde bulunacağın
durum un olanak ve koşullarını düşünmeyeceksin! Bu olanak
ve koşullar çok elverişsiz bir nitelikte olabilir. Bağımsızlığına ve
Cum huriyet'ine kıymak isteyecek düşm anlar, bütün dünyada
benzeri görülmemiş bir zafer kazanm ış olabilirler. Zorla ve al­
datıcı düzenlerle yurdunun bütün kaleleri alınmış, tersaneleri
(1) ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış, ve yurdun her kö­
şesine eylemli olarak girilmiş olabilir. Bütün bu koşullardan d a ­
ha acı, daha korkunç olmak üzere y urdun içinde yönetim başın­
da olanlar, aymazlık ve sapkınlık ve hatta hainlik içinde
bulunabilirler. Hatta yönetim başında bulunan kişiler, kendi çı­
karlarını yurduna girmiş olan düşm anların siyasal erekleriyle
birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde yıkkın ve bit­
kin düşm üş olabilir.
Ey Türk geleceğinin evlâdı! işte bu ortam ve koşullar için­
de bile ödevin, Türk bağımsızlığını ve Cum huriyetini korum ak­
tır. Bunun için gereken güç, dam arlarındaki soylu kanda var­
dır.
(E kim 1927; N .)

(1) G e m i y a p ım y e rle ri
Siz genç arkadaşlar, yorulm adan beni izlemeye and içmiş­
siniz. işte ben bu sözden çok duygulandım.
Beni yorulm adan izleyeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat ar­
kadaşlar yorulm am ak ne demek? Elbette yorulacaksınız. Benim
sizden istediğim yorulm am ak değil, yorulduğunuz zam an bile
durm adan yürüm ek, yorulduğunuz anda bile dinlenm eden be­
ni izlemektir. Yorgunluk her insan için doğal bir haldir. Fakat
insanda yorgunluğu yenebilecek bir iç gücü vardır ki, işte bu
güç yorulanları dinlendirm eden yürütür.
Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç kuşaklan, yorulsanız bi­
le beni izleyeceksiniz. Ben bu akşam buraya sadece bunu size
anlatmak için geldim. Dinlenmek üzere yürüm eye karar veren­
ler hiç bir zaman yorulmazlar. Türk gençliği amaca, bizim yük­
sek ülküm üze doğru durm adan, yorulm adan yürüyecektir.
(M a rt 1927; S.D.1I.)
Sekizinci Bölüm

GÜZEL SANATLAR

1. Güzel sanatlar ve Türk ulusu.


Sanatsız kalan bir ulusun hayat dam arlarından biri kop­
muş demektir.
(Y ücel, 45, S.D.III.)

Yüksek bir insan toplumu olan Türk ulusunun tarihsel bir


niteliği de, güzel sanatları sevmek ve o alanda yükselmektir. Bu­
nun içindir ki, ulusum uzun yüksek karekterini, yorulmaz çalış­
kanlığını, doğuştan olan zekâsını, bilime bağlılığını, güzel sanat­
lar sevgisini ve ulusal birlik duygusunu sürekli olarak ve her
türlü incelemelerle besleyerek geliştirmek ulusal ülküm üzdür.
(E kim 1933; S.D.III.)

Baylar, siz yaşamınızda milletvekili olabilirsiniz, bakan ola­


bilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz; fakat hiç bir zaman
sanatkâr olamazsınız. Onun için bu çocukların değerini bilelim.
(Y ücel, 45, S.100)

Güzel sanatların her dalı için Millet Meclisi'nin göstereceği


ilgi ve emek, insanca ve uygar yaşam için ve çalışma veriminin
artm ası için etkili olacaktır.
(K asım 1936; S. D. II.)
2. Heykel hakkında.
Dünyada sürekli olarak ve olgunlaşmak isteyen herhangi
bir ulus, ne yapıp yapıp, heykel yapacak ve heykelci yetiştire­
cektir. Anıtların şuraya buraya tarihsel anılar olarak dikilmesi­
nin dine aykırı olduğunu ileri sürenler şeriat hükümlerini (yar­
gılarını) gerektirdiği gibi araştırıp incelememiş olanlardır.
Peygamber Efendimizin İslâm dinini kuruşundan bu ana kadar
bin üç yüz bu kadar yıl geçmiştir. Peygamber Efendimizin Tan­
rı buyruklarını bildirdiği sırada seslendiği kimselerin kalp ve
vicdanlarında putlar vardı. Bu insanları Tanrı yoluna çağn için
önce o taş parçalarını atmak ve bunları ceplerinden ve kalple­
rinden çıkarmak zorunda idi. Islâmın gerçekleri tam olarak an­
laşıldıktan ve oluşan vicdan kanılan güçlü olaylarla da doğru­
landıktan sonra birtakım aydın kişilerin böyle taş parçalarına
tapınacağını varsaymak ve sanmak İslâm dünyasını aşağıla­
mak demektir. Aydın ve dindar olan ulusum uz ilerlemenin ne­
denlerinden biri olan heykeltıraşlığı büyük ölçüde ilerletecek
ve ülkemizin her köşesini atalarımızın ve bundan sonra yetişe­
cek evlâtlarımızın anılarını güzel heykellerle bütün dünyanın
önüne serecektir. Bu iş çoktan başlamıştır. Örneğin Sivas'tan Er­
zurum 'a giderken yol üzerinde güzel bir heykele rastlarsınız.
Hem sonra Mısırlılar M üslüman değil midir? İslâmlık yalnız
Türkiye ve Anadolu halkını mı sınırlan içine almıştır? Seyahat
edenler çok iyi bilirler ki, Mısır'da bir çok büyük kişinin heykel­
leri bulunur. Ulusum uzun din ve dil gibi güçlü iki erdemi var­
dır. Bu erdemleri hiçbir güç ulusum uzun kalp ve vicdanından
çekip alamamıştır ve alamaz. İnsanların olgunlaşmak için bazı
şeylere ihtiyacı vardır. Bir ulus ki resim yapam az, bir ulus ki
heykel yapamaz, bir ulus ki tekniğin gerektirdiği şeyleri yapa­
maz, açıkça söyleyelim, o ulusun ilerleme yolunda yeri olamaz.
Oysa bizim ulusum uz, gerçek nitelikleriyle uygar ve ileri bir
ulus olmaya layıktır, olacaktır da.
2. Yaşam ve müzik.
Yaşamda m üzik gerekli midir?
Yaşamda m üzik gerekli değildir. Ç ünkü yaşamın kendi
m üziktir. Müzikle ilgisi olmayan yaratıklar insan değildir. Eğer
söz konusu olan yaşam insan yaşamı ise m üzik kesinlikle var­
dır. Müziksiz yaşam zaten olamaz. Müzik yaşamın neşesi, ru ­
hu, sevinci, her şeyidir. Yalnız müziğin türü üzerinde durulup
düşünm eye değer.
(E kim 1925; S.D .II.)

3. Türk müziği hakkında.


Benim Türk duygularım ı, Türkün bir hayli gelişmiş olan
ruh ve duygusunu artık bu müzik, bu yalın m üzik doyurm aya
yetmez. Şimdi karşıda uygar dünyanın müziği de duyuluyor.
Bu ana kadar müziki denen şakımalar karşısında cansız gibi gö­
rünen halk hem en harekete, eyleme geçti. Hepsi oynuyor, şen
ve neşeliler; doğanın gerektirdiğini yapıyorlar. Bu pek doğaldır.
Gerçekten Türk yaradılıştan şen ve neşelidir. Eğer onun bu gü­
zel ruhu bir süre sezilmemişse bu, kendi kusuru değildir. Ku­
surlu hareketlerin acı, felâketli sonuçlan vardır.
İşte Türk ulusu bu nedenle tasalandı. Fakat artık ulus yan-
lışlannı kanını akıtarak düzeltmiştir. Artık içi rahattır; artık
Türk şendir; Yaradılışında olduğu gibi şendir. Çünkü ona iliş­
menin tehlikeli olduğunu tekrar kanıtlamak istemez kanısında­
dır. Bu kanı aynı zam anda bir dilektir.
( A ğ u sto s 1928; S.D .II.)
Güzel sanatların hepsinde ulus gençliğinin nasıl ilerletil­
mesini istediğinizi bilirim. Bu yapılmaktadır. Ancak bunda en
çabuk olması, en önde gelmesi gerekli olan Türk müziğidir. Bir
ulusta bir değişme olup olmadığını gösteren ölçü m üzik deği­
şikliğini benimsemesidir. Kavrayıp benimseyebilmesidir.
Bugün dinletilmeye yeltenilen m üzik yüz ağartacak de­
ğerde olmaktan çok uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusun in­
ce duygularını, düşüncelerini anlatan yüksek deyişleri, söyle­
yişleri toplamak, onlan bir an önce genel ve son m üzik
kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak böyle seçkin ulusal
Türk müziği yükselebilir. Evrensel müzikte yerini alabilir.
(K asım 1934; S.D .II.)

Bir ulusun müzik zevki dikkate alınmadıkça onun yüksel­


tilmesine olanak olmadığını M ontesquieu'de okum uştum . Bu
çok doğrudur. İşte bundan ötürü bu sanatın geliştirilmesine
kendimi bağlı sayıyorum. Ülkemizde çalınan Türk müziği de­
ğildir. Bir Bizans etkinliğidir. Bizim ulusal müziğimizi ancak
köylerde çobanlar çalar. Ama onu da Batı müziğinin şimdiki
düzeyine yükseltmek için yaklaşık dört yüz yıl gerekir. Bu ka­
dar beklemek fazladır. O nun için Avrupa müziğini aktarmaya
çalışıyoruz.
(26 Ş u b a t 1938; V.)

Alaturka ulusal müzik değildir, olamaz. Bizler ölünceye


kadar alaturka m üzikten hoşlanacağız; fakat asıl m üzik Batı
müziğidir. Ulusumuz için bu müziği normal görmeliyiz.
(A n e k to d ; C.)
D okuzuncu Bölüm

ULUSAL E K O N O M İ

1. Ekonomik sıkıntı ve yoksulluk nedenleri.


Bizi bugünkü ekonomik yoksulluk ve sıkıntıya düşüren
şimdi artık kalkmış olan kapitülasyonların yol açtığı son derece
durum u hatırlatm adan geçemem. Bilirsiniz ki ülkemiz ekono­
mik örgütlenm e ve ortam bakım ından güçlü bir durum da de­
ğildi. Bireysel ekonomi değerleri de serbest rekabete dayanabi­
lecek dereceye ulaşmamıştı. Tanzim atın açtığı serbest ticaret
dönemi, A vrupa'nın rekabetine karşı kendisini savunamayan
ekonomimizi bir de kapitülasyon zincirleriyle bağladı. Ö rgüt ve
bireysel değer bakım ından ekonomi alanında çok güçlü olanlar
ülkem izde üstelik ayrıcalıklı durum larda bulunuyordu. Ka­
zançlarından vergi vermiyorlardı. Güm rüklerim izi ellerinde tu­
tuyorlardı. İstedikleri zaman, istedikleri eşyayı, istedikleri ko­
şullar altında ülkemize sokuyorlardı. Ekonomimizin bütün
kesimlerine, sınırlama ve koşul tanım adan egemen olmuşlardı.
Baylar, karşılaştığımız rekabet tamamiyle haksız, son de­
rece eziciydi. Rakiplerimiz böylece gelişmeye elverişli endüstri­
mizi de yok ettiler. Tarımımıza zarar verdiler. Ekonomi ve ma­
liye alanında gelişme ve ilerlememize engel oldular.
(M a rt 1922; S.D.I.)
2. Yeni bir ekonomi dönemi.
Ekonomi demek her şey demektir. Yaşamak için, mutlu ol­
mak için, insanın var olması için ne gerekse hepsi var demektir.
Tarım demektir, çalışmak demektir, her şey demektir.
Bence halk dönemi, ekonomi dönemi kavramıyla belirlenir.
Öyle bir ekonomi dönemi ki, onda ülkemiz bayındır olsun, ulu­
sumuz refah içinde olsun, zengin olsun. Burada size bir görüşü
hatırlatayım: "El kanaat-ü kenzi lâ yüfnâ - az şeyle yetinme tü­
kenmez bir hazinedir." Yoksulluğu erdem sayan bu görüşe de
ekonomi dönemi bir son versin artık.
Baylar, bu görüşü yanlış yorumlamak yüzünden bu ülkeye
büyük kötülük edilmiştir. Biliriz ki, Tanrı yeryüzünde yarattığı
bunca nimetleri, bunca güzellikleri insanlar refah ve varlık içinde
yaşasın diye yaratmıştır. Ve bunlardan büyük ölçüde yararlana­
bilmeleri için de başka varlıklardan esirgediği zekâyı, aklı, insan­
lara vermiştir. Eğer yurt denen şey kupkuru dağlardan, taşlar­
dan, bataklık alanlardan, çıplak ovalardan; eğer yurt sadece
kentlerden, köylerden oluşmuş olsaydı, zindandan hiçbir farkı
kalmazdı. Gerçekten bu sözünü ettiğimiz görüşe saplananlar bu
değerli yurdum uzu böyle zindan ve cehenneme çevirmekten
başka bir şey yapmamışlardır. Oysa bu yurt, çocuklarımız, evlât­
larımız ve torunlarımız için cennet yapılmaya layıkbr, hem de
çok layıktır. İşte bu ülkeyi böyle bayındır hale getirecek olan eko­
nomik neden ve etkenler, ekonomik etkinliklerdir. Bunun için
öyle bir ekonomik dönem gereklidir ki, artık ulusum uz insanca
yaşamasını bilsin, insanca yaşamın neye bağlı olduğunu öğren­
sin ve o yollara yönelsin. Hepimizin isteği şudur ki, bu ülkenin
halkı ellerindeki örnekleriyle tanm ın, sanatın, emeğin ve yaşa­
mın bir temsilcisi olsun. Ve artık bu ülke böyle yoksul görünen
bir ülke ve bu ulus hor görülen ulus olmaktan çıksın, ülkemize
varlıklılar ülkesi, bu yeni Türkiye'nin adına da çalışkanlar ülkesi
densin! İşte ulus böyle bir döneme girmiş bulunuyor; ve bu dö­
nemi geliştirip yüceltecektir. Öyle bir dönemin tarihini yazacak­
tır. Böyle bir dönemde, böyle bir tarihte en yüksek yer, en büyük
hak çalışkanların olacaktır. (Ş u­
b a t 1921; S.D .II.)
Arkadaşlar, bundan sonra çok önemli zaferlere kavuşaca­
ğız. Fakat bunlar süngü zaferleri değil, ekonomi ve bilim zafer­
leri olacaktır. O rdum uzun bu güne kadar elde ettiği zaferler
yurdum uzu gerçek kurtuluşa götürm üş sayılmaz Bunlar ancak
gelecek zaferler için bir temel hazırlamıştır. Askerlik alanındaki
zaferlerle gururlanm ayalım . Yeni bilim ve ekonoı.i zaferlerine
hazırlanalım.
(O cak 1923; S.D .II.)

Siyaset ve askerlik alanlarındaki zaferler, ne denli büyük


olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa, elde
edilen zaferler iyice yerleşmiş olamaz, az zam anda sönüp gider­
ler. Bunun içindir ki en büyük ve parlak zaferlerimizin de sağ­
layabildiği, daha da sağlayabileceği yararlı meyveleri toplayıp
onlardan yararlanm ak için ekonomimizin, ekonomik egemenli­
ğimizin sağlanması, pekiştirilip ve genişletilmesi gerekir.
(Ş u b a t 1923; S.D .II.)

Yeni Türkiye Devleti bir ekonomi devleti olacaktır.


(1923; İz m ir y o lla rın d a )

Bizim halkımız, çıkarları birbirinden ayrı sınıflar halinde


değil, tersine varlıkları ve emeklerinin ürünleri birbirine gerekli
olan sınıflardan oluşur. Şu anda beni dinleyen çiftçilerdir, sa­
natkârlardır, tüccarlardır, işçilerdir. Bunların hangileri birbirine
karşı olabilir? Çiftçinin sanatkâra, sanatkârın çiftçiye ve çiftçi­
nin tüccara ve bunların hepsine birbirlerine ve işçiye m uhtaç ol­
duğunu kim yadsıyabilir?
Bugünkü fabrikalarımızda, daha çok olmasını dilediğimiz
fabrikalarımızda, kendi işçilerimiz çalıştırılmalıdır; refah içinde
ve m em nun olarak çalışmalıdırlar; ve bütün bu saydığımız sı­
nıflar zengin olmalıdır, yaşam ın gerçek tadını çıkarabilmelidir-
ler ki, çalışmak için erk ve güç bulabilsinler. Bunun için, prog­
ram dan söz edilirken hem en hemen denebilir ki, bu, bütün halk
için "Çalışma Ulusal AndTdır. Böylece bir çalışma ulusal andı
niteliğinde olan program etrafında toplanmakla ortaya çıkacak
olan siyaset biçimi ise basbayağı bir fırka niteliğinde görülm e­
melidir.
( Ş u b a t l 923; S.D .II.)

C um huriyet hüküm etinin, nam uslu, yurtsever, cumhuri-


yetsever emekçilere her zaman yardımcı olacağından ve bu
kimseleri destekleyeceğinden kuşku duyulmamalıdır.
(M ayıs 1926; S.D .II.)

Ülkemizin bütün önemli merkezleri birbirine az zam anda


dem ir yollarıyla bağlanacaktır; ve önemli uygarlık kaynakları
ortaya çıkarılacaktır. Y urdum uzun her yanının yıkık görünü­
m ünü bayındır hale çevirmek olan amacımızın temel taşlan her
yerde gözleri büyüleyecektir. Çalışmak ve m utlu olmak ihtiya­
cında olan bütün halkımıza, işçilere geniş ve güvenli çalışma
alanlan, çağrılarını yapmakta gecikmeyecektir. Tüccarların
yüzlerinin güleceği günler de uzak değildir. Yurdum uzu bayın­
dır bir hale getirmek ve ulusu m utlu etmek için düşünülen ve
girişilen bu işlerde izlenecek program ın temel noktalan, ele
alınmış sayılabilir.
(1923; İz m ir Y o lların d a)

3. Devlet ekonomisi.
Bütün dünyada olduğu gibi yurdum uzda da en başta ge­
len önemli işimiz ekonomik işlerdir. Bu işlerde en yüksek başa-
nyı sağlamaya çalışmak son derece önemlidir, zorunludur.
O nun için bu işlerle bütün devlet örgütlerinin, bütün yurt­
taşların ve hepimizin gerçek duygularla ilgilenmemiz gereği
doğaldır. Yeni devletimizin, yeni hüküm etim izin bütün prog­
ramları ekonomi programına dayanmalıdır. O nun için çocukla­
rımızı buna göre eğitmeliyiz; onlara buna göre bilim ve kültür
vermeliyiz ki, ticaret, tarım ve sanat dünyasında ve bunların
bütün çalışma alanlarında verimli olsunlar, etkin olsunlar, pra­
tik olsunlar. Bu nedenle eğitim program ım ız, gerek ilköğretim­
de, gerek ortaöğretim de verilecek bütün dersler bu görüşe göre
olmalıdır. Eğitim program ım ız gibi devletin çeşitli bölümleri
için planlanacak program lar da ekonomik program a dayanm a
zorunluluğundan kendilerini kurtaram azlar. Temeli sağlam bir
program uygulam ak ve bu program üzerinde bütün ulusu
uyum içinde çalıştırmak gereklidir.
Ulus ekonomi yolunda güvenle ve güven vererek kesin ve
sağlam adım lar atarken ana program ım ızın esinlediği genel ön­
lemleri yeğlemek en doğru yoldur. Toplum um uzun bütün iş
bölümleri sahiplerini, yararlı bir ilişkiyle bu yolda elele vermiş,
om uz om uza dayanmış olarak amaca doğru yürüyen, birbirine
içtenlikle bağlı yolcular yapm ak, devletin ekonomi işlerinde
yorgunluğunu azaltmak ve başarı süresini kısaltmak tek çare­
dir.
(E ylül 1923; C.B.)

Türkiye'nin uyguladığı devletçilik sistemi 19. yüzyıldan


beri sosyalizm kuramcılarının ileri sürdükleri düşüncelerden
alınarak Türkçeye aktarılmış bir sistem değildir. Bu, Türki­
ye'nin ihtiyaçlarından doğm uş, Türkiye'ye özgü bir sistemdir.
Devletçiliğin bizce anlam ı şudur;
Bireylerin özel girişimlerini ve kişisel etkinliklerini esas
tutmak; fakat bir ulusun ve geniş bir ülkenin bütün ihtiyaçları­
nın karşılanmadığını ve birçok şeyin yapılm adığını gözönünde
tutarak ülke ekonomisini devletin eline almak.
Türkiye Cum huriyeti Devleti, yurdum uzda yüzyıllardır
bireysel ve özel girişimlerle yapılmış olan şeyleri bir an önce
yapm ak istedi ve görüldüğü gibi de kısa bir sürede yapmayı
başardı. Bizim istediğimiz bu yol, görüldüğü gibi liberalizmden
başka bir şey değildir.
"Devletçilik, özellikle toplumsal, ahlaksal ve ulusaldır."
Ulusal varlığın dağıtım ında, daha yetkin bir eşitlik ve emekçile­
rin daha yüksek bir refah içinde bulunm aları, ulusal birliğin ko­
runm asının koşuludur. Bunu hep gözönünde tutmak, ulusal
birliğin temsilcisi olan devletin önemli bir ödevidir.
Halkın yaranna hizm et eden genel kuruluşların çoğalması
devletin gaz önünde tutacağı bir sorundur. Böylece salt çıkarcı
etkinlikler sınırlandırılmış olur. Bu hal yurttaşlar arasında ah­
lâktan yana dayanışm anın gelişmesine yardım eden önemli bir
etkendir.
Yurtta her çeşit üretim in çoğalması için kişisel girişimin
devletçe çok gerekli olduğunu belirttikten sonra şunu söyleme­
liyiz ki; "devlet ve birey birbirinin karşıtı değil, birbirinin ta­
mamlayıcısıdır."
Bunun izlenmesini uygun gördüğüm üz ılımlı devletçilik
ilkesi, bütün üretim ve dağıtım araçlarını bireylerden alarak,
devleti başka ilkelere göre düzenlem ek amacım güden sosya­
lizm ilkesine dayanan kollektivizm ya da kom ünizmde görül­
düğü gibi özel ve bireysel girişim ve etkinliklere izin vermeyen
bir sistem değildir.
(M e d e n î B ilgiler S.444-449)

4. Tarım.
Türkiye'nin sahibi ve efendisi kimdir? Bunun cevabını he­
m en birlikte verelim: Türkiye'nin gerçek sahibi, gerçek üretici
olan köylüdür. O halde herkesten daha çok refah, m utluluk ve
zenginliği hak eden, bunlara en layık olan köylüdür. Bu neden­
le Türkiye Büyük Millet Meclisi H üküm etinin ekonomik siyase­
ti bu temel amacın elde edilmesine yöneliktir.
Baylar, diyebilirim ki, bugünkü acıklı ve yoksul halimizin
biricik nedeni bu gerçeği kavrayamamış olmamızdır. Gerçek­
ten, yedi yüz yıldır dünyanın dört bucağına sürükleyerek kan­
larını akıttığımız, kemiklerini bu yerlerin topraklarına bıraktığı­
mız, ve yedi yüz yıldır emeklerini ellerinden alıp saçıp
savurduğum uz ve buna karşılık hep değersiz sayıp aşağıladığı­
m ız ve bunca özverilerine ve verdiklerine karşılık nankörlük,
küstahlık ve zorbalıkla uşak düzeyine indirm ek istediğimiz bu
yurdum uzun asıl sahibi önünde utanç ve saygıyla gerçek yeri­
mizi alalım. Baylar, halkımız çiftçidir. Ulusun çiftçilikteki çalış­
malarını zamana uygun önlemlerle en yüksek dereceye ulaştır-
malıyız. Köylünün çalışmalarının (emeğinin) sonuç ve
meyvelerini kendi yararları yolunda en yüksek düzeye çıkar­
m ak ekonomik siyasetimizin temel ilkesidir. Bu nedenle bir
yandan çiftçinin çalışmasını geliştirecek ve verimli kılacak bilgi,
araç ve teknik aletler sağlanıp kullanmasına, öte yandan onun
emeğinin sonuçlarından en çok yararı sağlayacak ekonomik ön­
lemlerin alınmasına çalışmak gerekir. Bugüne kadar yol ve m o­
dem taşıma araçlarının bulunmayışı, alışveriş yöntem lerinin
çiftçinin zararına oluşu ve yasalarımızın çiftçiyi korum am ası gi­
bi engellerin kaldırılması gerekir.
(M a rt 1923; S.D .I.)

Arkadaşlar, dünyada zafer kazandıran iki araç vardır: biri


kılıç, ötekisi saban. Başka bir yerde de söyledim; burada bir da­
ha yinelemeyi yararlı buluyorum . Zaferin aracı yalnız kılıç olan
bir ulus bir gün girdiği yerden kovulabilir, aşağılanır, acınacak
bir durum a düşer. Böyle ulusların yoksulluğu, yokluk sıkıntıla­
rı öyle acıklı olur ki kendi ülkelerinde bile bir tutuklu, bir esir
durum unda kalabilir. O nun için gerçek zafer yalnız kılıçla de­
ğil, sabanla sağlanandır. Ulusların yurtlarında sağlamca yerleş­
miş durum a gelmelerinin, sürekli düzen içinde yaşam alarının
aracı sabandır. Saban kılıç gibi değildir. O kullanıldıkça güçle­
nir. Kılıç kullanan kol çok geçmeden yorulduğu halde saban
kullanan kol zaman geçtikçe toprağın daha temelli sahibi olur.
Kılıç ve saban, bu iki fatihten birincisi İkincisine hep yenildi.
Tarihin bütün olgu ve olayları yaşam ın bütün gözlemleri bunu
doğrular. Ulusum uz çok büyük acılar çekmiş, acıklı olaylar gör­
m üştür. Bütün bunlardan sonra hâlâ bu topraklarda bulunuyor­
sa, b unun asıl nedeni şudur: Türk çiftçisi bir eliyle kılıcını kulla­
nırken, öteki elinde sabanıyla toprağından ayrılamadı. Eğer
ulusum uzun büyük çoğunluğu çiftçi olmasaydı, biz bugün yer­
yüzünde bulunmayacaktık.
(M a rt 1928; S.D.II.)

Ben de çiftçi olduğum dan biliyorum. Makinesiz tarım ol­


maz. El emeği güçtür. Birleşiniz. Kuracağınız birliklerle makine
alırsınız. Yılda yüz dönüm ekeceğinize, on kat, yüz kat fazla
ekersiniz. Y urdum uz gerçek çiftçi ülkesidir. Ancak buna daha
hak kazanm ış değiliz. Fakat tarım ülkesi olacağız. Bu da maki­
ne ile olacaktır.
(A ğ u sto s 1925; S.D.II.)

5. Sanat ve küçük sanatlar.


Bir ulus sanat ve sanatkârdan yoksun ise tam bir yaşamı
olamaz. Böyle bir ulus bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve
hastalıklı bir kimse gibidir. Hatta ne dem ek istediğimi açıkla­
mak için bu söylediğim de yeterli değildir. Sanatsız kalan bir
ulusun hayat dam arlarından biri kopm uş demektir.
(M a rt 1923; S.D .II.)

Ülkemizin verimli topraklarından, sonsuz erdemlerinden,


çeşitli ve zengin kaynaklarından kimseye el açmaksızın gereği
gibi yararlanm ak için ve böylece ulusum uzu m utlu ve refah
içinde, ordum uzu ihtiyaçları tamamiyle karşılanmış ve güçlü
olarak yaşatabilmek için sanat son derece gereklidir.
Sanatın en basiti, en onur vericisidir (şereflisidir). Kundu­
racı, terzi, marangoz, saraç, nalbant toplum hayatımızda, asker­
lik hayatım ızda saygı ve onur mevkiine en layık sanatkârlardır.
(N isa n 1922; S.D.II.)
6. Bayındırlık.
Ulusum uz yoksullaşmıştır. Ülkemiz yıkıntı halindedir. Bu
yoksulluğun, bu yıkımın türlü nedenleri vardır. Bunların en
önemlisi, ekonomik alanda geriliğimizdir; bu geriliğe yol açan
tek neden de, yollarımızın olmayışıdır. Bugün dünya yollara
olağanüstü önem verm ektedir. Deniz yollan, kara yollan oluş­
turm uştur. Hatta Avrupalılar deniz yollarından gelerek bizimle
rekabet ediyorlar. Yollarımızı çağımızın bugünkü gelişmelerin
gerektirdiği bir durum a getirm ek zorunludur.
(O cak 1923; S.D .II.)

Türkiye'de ekonomi yaşam ının büyük ölçüde gelişmesi


ancak dem iryollanyla olacaktır. Ulusun m utluluğu, bağımsızlı­
ğı bu yollardan geçecektir. C um huriyet hüküm etinin bu alan­
daki çok verimli çabaları ve ülkücü etkinlikleri övgüye değer.
Burada önemli olan nokta, Türk ulusunun bu gerçeği, bütün
güçlüklerine karşın anlaması ve onu benimsemesidir. Demir sa­
natını dünyaya yayan Türk, yurdunda savsaklanmış olan bu
gerekli şeyi, kuşkusuz, çağdaş uygarlığın bütün dünyada yük­
selttiği düzeye ulaştıracaktır.
(Ş u b a t 1931; S.D .II.)

7. Ticaret.
Baylar, ticarete ilişkin düşüncelerim i iki biçimde saptıyo­
rum . Biri bugünle ilgili ve bugünün gerektirdiği düşünceler,
ötekisi ise gelecekle, yani barıştan sonra ulusun istek ve dilekle­
rine bağlı düşünceler. Eğer bugün ticaretimiz hakkında ne d ü ­
şünüyorsanız diye sorarsanız, bu soruya bir tek cevap veririm:
Bugün düşündüğüm tek şey kapitülasyonlardır. M addî bakım ­
dan, eylemle, kanla kaldırılmış olan kapitülasyonların bir daha
dirilm emek üzere yokluğa gömülm esini sağlamaktır. Ticareti­
mizin de, endüstrim izin de gelişme ve yükselmesi buna bağlı­
dır. Bugünle ilgili olan bu sorun çözüldükten sonra, yarınla ilgi­
li olanak Türkiye ticaretinin dünya ticaretiyle rekabet
edebilmesi yolunda (için) düşünülm esi gereken şeyleri, elbette
siz tüccarlar benden daha iyi bilirsiniz.
(M a rt 1923; S.D .II.)

Ticaret için iki şey gerekir. Bir kere dışarıya gönderilecek


ürünlerin gönderileceği yer sağlanmalıdır. Bu olmazsa ticaret
olmaz. Ürünleri dışarı gönderebilmek için süratli ve güvenli
araçlara ihtiyacımız vardır. Bu nedenle bütün gücüm üzle bir an
önce otomobiller, karayolları, demiryolları yapm ak zorunda­
yız. Sonra ticarette düşüneceğim iz ikinci iş, ticareti, dışsatım ve
dış alım lanm ıza aracılık eden yabancıların elinden kurtarm ak­
tır. Üzülerek söylüyorum ki, ticaret bizim elimizde değildi.
Ulusal ticaret kuruluştan birer birer elimizden alınmıştı. Artık
halkımızın tüccar sınıfını zengin edebilmek için ticaretin yaban­
cı ellerde bulunm asına engel olacak önlemleri alm ak zorunda­
yız. Arkadaşlar, ülkeyi zengin edecek dışalım dan ziyade dışsa­
tımdır. Oysa, dışsatım: m allarımız ancak sahillerimize kadar
gidiyor ve böylece oradan yab an a ülkelere gönderilirken ya­
bancıların eline geçiyor ve böylece kazancımızın önemli parça­
sını yitirmiş oluyoruz. O nun için dışsatım kaynaklarım ız biz­
den olan tüccarlarımızın elinde bulunmalıdır.
İşte ticaretimiz için düşünülecek başlıca şeyler bunlardır.
Bunların herbirini bugünkü uygarlığa göre, uygarlığın bugün­
kü gereklerine göre, dünya ticaretinin bugünkü kurallarına gö­
re kolaylıkla sağlayabileceğimizi sanmak aymazlığına düşül-
memelidir. Ancak güç de olsa, az da olsa, zorluklar da çeksek,
bu amaca doğru yürüyecek ve Tanrı'nm izniyle başarı kazana­
cağız.
(M a rt 1923; S.D .II.)

8. Yabancı sermaye.
Bizim ülkem iz büyüktür; çok büyük sermayeye ihtiyacı­
mız vardır. Bu nedenle yasalarım ıza uygun olmak (uymak) ko­
şuluyla yabancı sermayeye gereken güvenceyi vermeye her za­
m an hazırız. Ancak isteriz ki, y a b a n a serm aye bizim emekleri­
mize ve kaynaklarım ıza katılsın, bizim için de onlar için de ya­
rarlı sonuçlar versin! Fakat eskisi gibi olmasm gerçekten, geç­
mişte ve özellikle Tanzim at dönem inden sonra yabancı
sermaye ülkede ayrıcalıklı bir d u ru m elde etti; ve bilimsel anla­
mıyla denebilir ki, devlet ve hüküm et yabancı serm ayenin jan­
darm alığından başka bir şey yapam am ıştır. Artık her uygar
devlet gibi yeni Türkiyede bunu kabul edemez. Burası köleler
ülkesi durum una düşürülem ez.
(Ş u b a t 1923; S.D .II.)
150
O nuncu Bölüm

MİLlî SAVUNM A

1. Savaş ne zam an yerinde olur?


Ne olursa olsun, şu veya bu nedenle ulusu savaşa sürükle­
mek yanlısı değilim. Savaş zorunlu olmalı ve ulusun yaşamı
tehlikede ise yapılmalıdır. Gerçek düşüncem şudur: Ulusu sa­
vaşa götürünce vicdanım rahat olmalı. Öldüreceğiz diyenlere
karşı "ölmeyeceğiz" diye savaşa girebiliriz. Ancak ulusun yaşa­
mı tehlikeyle karşı karşıya kalmadıkça savaş cinayettir.
(M a rt 1923; S.D.H,)

Yurdun iç ve dış herhangi bir tehlikeden en az özveriyle


en kısa zam anda kurtulm ası için tek çare, herhangi bir seferber­
lik çağrısına her yurttaşın hemen, bir an yitirm eden koşmasıdır.
Türk yurtseverliğinin birinci ayırıcı niteliği yurt savunm a­
sı için her işi bırakarak silâh altına koşmaktır.
(M ay ıs 1925; B e y a n n a m e )

2. Askerlikle ilgili zorunluklar.


Askerlerimizin biraz çıplak oluşu; yırtık giysileri olması
bizim için hiçbir zaman utanılacak bir şey değildir. Bana Fran-
sızlar, üniformasız askerlerin çete olduklarından söz ettikleri
zaman, hayır onlar çete değildir, bizim erlerimizdir, dedim .
Üstlerinde üniforma yok dediler; üzerlerindeki elbise ünifor­
m adır, dedim . Ve bunu Fransızlar yetesiye bir cevap saydılar.
Bu nedenle, üniformasız olsunlar, yeter ki onları yerinde kulla­
nalım ve kutsal amacımıza ulaşalım.
(A ğ u sto s 1920; S.D.I.)

O rdum uzun varlığını ve gücünü paramızla orantılı bulun­


durm ak kuram ını kabul edenlerden değilim. "Para vardır, ordu
kurarız; param ız bitti, ordu dağılsın." Benim için öyle bir sorun
yoktur. Baylar, para vardır ya da yoktur, ister olsun, ister olma­
sın ordu vardır ve olacaktır.
(M ay ıs 1922; N .)

İhtiyaç, tehlike bize her şeyi yasal göstermektedir. O rdu­


nun ihtiyaçlan ulusa angarya yaptırm ayı gerektiriyorsa, bunu
yapıyoruz, en doğru yasa budur. Ulusun ve ordunun yenilme­
mesi için yasalar buna engeldir diye gerekli gördüğüm önlem­
leri almakta duraksayacak değilim.
(M ay ıs 1922; N .)

3. Asker eğitimi.
Subay, yalnız askere savaş araçlarını öğreten ve ona savaş­
taki görevini gösteren bir insan değildir. O insanca ve ulusal
duygulan da işler ve onları, gerektiğinde düşm an karşısında si­
lâh kadar tehlikeli hale getirir. Bizim askerimiz kışlaya işlene­
cek ham m adde halinde gelir. Kışladan aynldığı zam an da gel­
diğinden çok farklı bir halde aynlır. Beceriler kazanmış,
yükselmiş, güçlenmiş olarak evine döner. Kışla bizde sadece bir
savaş öğretimi yeri değil, aynı zam anda bir kültür ocağı, bir sa­
nat okuludur. Böyle olmakla da ülkeye yaptığı hizm et ölçüle­
meyecek kadar büyüktür.
(R ıd v an N a fiz E rg ü e r)
4. Komutan.
Komutanlar, emirlerine verilen ulus çocuklarını, ülke araç­
larını düşm ana yöneltirken düşünecekleri tek şey, ulusun ken­
dilerinden beklediği yurt ödevini ateşle, süngüyle ve ölümle ye­
rine getirmek ve sonuçlandırm aktır. Askerlik görevi ancak bu
anlayış ve inanışla yapılabilir. Lafla, siyasetle düşm anın aldatıcı
vaatlerine kulak vermekle askerlik görevi yapılamaz. Kom utan­
lık görev ve sorum luluğunu yüklenecek kadar om uzlarında ve
özellikle kafasında güç bulunm ayanların acıklı sonuçlarla karşı­
laşmamaları olanağı yoktur (karşılaşmalarından kaçınılamaz.)
(E kim 1927; N .)

Baylar, kom utanlar askerlik görev ve gereklerini düşü­


nürken ve uygularken siyasal düşüncelerin etkisi altında kal­
m aktan sakınmalıdırlar. Siyasal yönün gereklerini düşünen baş­
ka görevliler bulunduğunu unutm am alıdırlar.
(E kim 1927; N .)

Ben çok acemi kom utanlar gördüm . Örneğin, bir alay ko­
m utanı yeni tüm en komutanı olmuş; ya da bir tüm en komutanı
yeni kolordu kom utanı olmuş; biraz da tecrübesiz! Daha tecrü­
be edinm eye vakit bulam adan güç durum lar karşısında kalmış.
Yaşamı boyunca bir tümene alışmışken, düşm an karşısında iki
veya üç tüm ene birden kom uta etm ek zorunda kalınca durak­
saması ve güçlüklerle karşılaşması doğaldır. Bir tüm ene kom u­
ta ettiği zam an tüm enin bütün birliklerini, olabildiği kadar, gö­
zü altında birleştirip yönetebilen acemi bir kom utan iki üç
tüm enin gözden uzak yerlerde savaşmasını yönetm ek zorunda
kaldığı zaman kendi kendine: "Hangi tüm enin yanında bulu­
nayım, onun m u, bunun m u? orada mı, burada mı" diye sorar.
Hayır! Ne orada bulunacaksın ne de burada! Öyle bir yer­
de bulunacaksın ki, hepsini yöneteceksin. O zam an "ben hiç bi­
rini gereği gibi göremem" der. Elbet gözlerinle göremezsin! Ak­
lınla, anlayışınla görmen gerekir.
(M ay ıs 1922; N .)

Kom utanların göstereceği en büyük yiğitlik sorum luluk­


tan korkmamaktır... Nam uslu ve onurlu bir kom utan için ölüm
hiçbir vakit akla gelmez; onu düşündüren hareketin yerinde
olup olmadığıdır. Geri çekilme manevrası için bir kom utanda
büyük ölçüde yerinde karar verme ve ileri görüş nitelikleri bu­
lunmalıdır. Bizim ordum uzu büyük felâketlere uğratan, çoğu
zaman geri çekilme manevrası için karar verme gücü olan ko­
m utanların bulunmayışıdır. Üstün düşm an saldırısı karşısında,
çok kez kom utanlar askerin kendi kendine yerlerini bıraktıkları
zamana kadar karar verm ekten ürkerler. Sonra da çekilmeyi bir
suç, askeri de suçlu sayarlar.
(T e m m u z 1918; T.T.K.K.)

Kolordu denen birlik güç ve erk bakım ından en büyük


birliktir. Bunun komutanı bir tek erini kurtarmaksızın, tersine,
bütün birliğini düşm an elinde bırakarak kendini kurtarırsa, bu­
nun nedenleri ve koşullan ne olursa olsun bu davranış kolordu
kom utanının aleyhindedir.
(2 N isa n 1926; H .M .)

Bundan ötürü, yöntem ve kural şudur ki, genel durum u


yönetmek sorum luluğunu yüklenm iş olanlar en önemli hedefe
ve yakın tehlikeye, olabildiğince yakın bulunur. Yeter ki bu ya­
kınlık (yaklaşma) genel durum u görmelerini sınırlayacak (kısıt­
layacak) derecede olmasın.
Komutanlar emir vermiş olmak için em ir vermezler. Ge­
rekli ve yapılması olanağı olan şeyleri em rederler ve emir verir­
ken kendilerini o emri uygulayacak olanın yerine koymak, em­
rin nasıl yerine getirileceğini ve uygulanacağını düşünm eleri ve
bilmeleri gerekir.
(E kim 1927; N .)

Bir kom utanın esir düşmesi de suç sayılmayabilir. Ancak


askerlik görev ve gereklerini yapıp uygulam akta elindeki kuv­
veti sonuna kadar kullandıktan sonra kanını akıtm ak fırsatını
bulam aksızın düşm an eline düşerse...
Baylar, bütün ordusu düşm an kuvvetlleri karşısında yeni­
lip kendiliğinden geri çekilirken, kılıcını çekip tek başına atını
düşm an başkom utanının çadırına sürerek ölüm arayan Türk
kom utanları görülm üştür.
Bir Türk kom utanının, ordusunu kullanmaksızın, herhan­
gi kötü bir rastlantı ve talihsizlik sonu da olsa düşm ana esir
düşmesini biz bağışlasak bile tarih hiç bağışlamaz ve bağışla-
m am alıdır. Türk Devrim Tarihinin gelecek kuşaklara ileteceği
söz ve uyarılar budur.
(E kim 1927; N .)

Ben askerliğin her şeyden ziyade sanat yönünü severim.


(10 Ş u b a t 1939; V.)

Ölmek ancak öldürm ek erek ve amacına yönelik olmak ge­


rekir. Ancak öldükten sonra hiçbir amaç sağlamayacaksa ölüm
neye yarar?
Savaş, vuruşm a, hele m eydan savaşı yalnız karşı karşıya
gelen iki ordunun çarpışması değildir. M eydan savaşı ulusların
bütün varlıklarıyla bilim ve teknik alanındaki vardıkları düzey­
le, ahlâklarıyla, kültürleriyle, kısacası bütün m addî ve m anevî
güçleri ve erdemleriyle ve her türlü araçlarıyla çarpıştıkları bir
sınav alanıdır. Bu alanda, çarpışan ulusların gerçek güç ve de­
ğerleri ölçülür. Sonuç yalnız m addî temellere dayanan gücün
değil, bütün güçlerin, özellikle ahlâksal ve kültürel gücün üs­
tünlüğünün m eydana çıkmasını sağlar. Bu nedenle m eydan sa­
vaşında yenilen taraf, ulusça, ülkece bütün m addî ve manevî
varlığıyla yenilmiş sayılır.
Böyle bir sonun ne denli acıklı olabileceğini tahmin edersi­
niz. Çöküş yalnız savaş alanında bulunan orduyla sınırlanmaz
asıl ordunun bağlı olduğu ulus acıklı yıkımlara uğrar. Tarih,
başlarındaki hüküm darlarla doym ak bilmez politikacıların
elinde, birtakım düşsel (hayal ürünü) isteklerinin aracı haline
gelen istilâcı ordulann, istilâcı ulusların uğradığı bu çeşit kor­
kunç sonuçlarla doludur.
( A ğ u sto s 1924; S.D.I1.)

Savaşta güçten çok, gücün amaca uygun bir biçimde kul­


lanılmasının önemli olduğu düşünülm elidir.
(1915; B elleten 28, s 3 7 )

Kesin bir sonuç her zam an saldırıyla alınır. Fakat savun­


mayla yapılan bir çok görev de vardır. Burada bütün arkadaşla­
rın dikkatini bir noktaya çekmek isterim. Kesin sonuca varıl­
mak istenen zamana gelm eden önce, gerçek ve ciddi saldırı
zam anından önce, birliklerin savaşm a gücünü azaltmaktan, sa­
yılarını düşürm ekten kaçınılmalıdır. Bunun için saldırı, savun­
ma, işgal savaşı ve kesin savaşın biçiminin, uygulanacağı za­
m an ve durum un seçilmesinde, arkadaşların zaten var olan
soğukkanlılıklarının korunması gerekir. Buna, kuramsal ve uy­
gulamalı uğraşlarımızda çok dikkat etmeliyiz. Bir de, üstleni­
len görevle askerlikten yana etkinlikler arasında ciddî bir ilişki
vardır.
(Ş u b a t 1922; S.D .II.)

Tarihte yarılmamış ve yarılm ayan cephe yoktur.


( T e m m u z 1920; S.D .II.)

Yarım hazırlıkla, yanm önlemlerle yapılacak saldırı çok


kez saldırm am aktan çok daha kötüdür.
Savunma hattı yoktur. Savunm a alanı vardır. O olan da
bütün yurttur. Y urdun her karış toprağı, yurttaşın kanıyla su­
lanmadıkça düşm ana bırakılamaz. O nun için, küçük b üyük her
birlik bulunduğu yerden atılabilir; ama küçük büyük her birlik
ilk durabildiği noktadan yeniden düşm ana karşı cephe kurup
savaşı sürdürür. Yanında birliğin çekilmek zorunda kaldığını
gören birlikler ona uyamaz. Bulundukları yerde sonuna kadar
dayanm ak ve direnm ekle yüküm lüdürler.
(A ğ u sto s 1921; N .)

Düşmana karşı kurulan cepheler iki nitelikte düşünülebi­


lir. Kolay anlaşılmak için şöyle diyelim: iç cephe, dış cephe. Te­
mel olan iç cephedir. Dış cephe, doğrudan doğruya ordunun
düşm an karşısındaki silâhlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir,
değişebilir, yenilgiye uğrayabilir. Fakat bu durum hiçbir zam an
ülkeyi, bir ulusu yok edemez. Önemli olan, ülkeyi temelinden
yıkan, ulusu esirlik durum una düşüren, iç cephenin çökmesi­
dir. Bu gerçeği bizden daha iyi bilen düşm anlar, bu cephemizi
yıkmak için yüzyıllarca çalışmış ve çalışmaktadırlar. Bugüne
kadar başarılı da olmuşlardır. Gerçekten "kaleyi içten almak"
dışından zorlamaktan çok daha kolaydır. Bu amaçla içimize ka­
d ar sokulabilen arabozucu m ikropların, ajanların bulunduğunu
ileri sürm ek yerinde olur.
Şimdi baylar, düşm ana saldırm ak için verilmiş olan kesin
kararımızı uygulam aya başlam adan önce, hazırlamak ve ta­
m am lam ak zorunda bulunduğum uz savaş araçlarının ne oldu­
ğunu söyleyeyim: Tam üç aracın hazırlığının yeter ölçüde oldu­
ğunu görm ek gereğini duyuyorum . Onlardan birincisi, en
önemlisi ve temel olanı doğrudan doğruya ulusun kendisidir;
varlığı ve bağımsızlığı için ulusun gönlünde ve vicdanında be­
liren ve gelişen istek ve dileklerin sağlamlığıdır. Ulus, bu içten
gelen isteğinin ne denli güçlü olduğunu gösterirse, düşm anlara
karşı başarı sağlamak için o denli güçlü bir aracımız olduğuna
inanırım, ikinci araç, ulusu temsil eden Meclisin ulusal isteği
belirtm ekte ve bunun gereklerini inanarak uygulam akta göste­
receği kararlılık ve yiğitliktir. Meclis, ulusal isteği ne denli çok
dayanışm a ve birlik içinde belirtirse, elimizde düşm ana karşı o
denli güçlü bir üstünlük aracı bulunur. Üçüncü araç, ulusun si­
lâhlı evlâtlarından m eydana gelip düşm anın karşısına çıkarıl­
mış bulunan ordum uzdur.
(O cak 1922; N .)

Bilirsiniz ki, savaş ve çarpışma dem ek iki ulusun yalnız


iki ordusuyla değil, bütün varlıklarıyla, bütün mallarıyla, bü­
tün m addî m anevî güçleriyle karşılaşması ve birbiriyle vuruş­
ması demektir. Bunun için Türk ulusunu cephedeki ordu ka­
dar, düşüncesi ve duygusuyla ve eylemli olarak savaşla
ilgilendirmeliydim. Ulus bireyleri, yalnız düşm an karşısında
olanlar değil, köyde, evinde, tarlasında bulunan herkes, silâhla
vuruşan savaşçı gibi kendisini görevli bilerek bütün varlığını
savaşa verecekti. Bütün m addî ve m anevî varlığını yurt savun­
masına bağlam akta ağır davranan ve titizlik göstermeyen ulus­
lar, savaşı ve çarpışmayı gerçekten göze almış ve başarabilecek­
lerine inanmış sayılamazlar.
Askerlikte bir kural vardır. Düşm anın savaş cephesi çok
güçlü olursa onu parçalara ayırm ak gerekir. Biz ulusal savaşa
başlarken karşımızda iki düşm an vardı. Biri iç düşm andı ve bu­
nu İstanbul hüküm eti temsil ediyordu.
Ötekisi dış düşm anlardı. Bunu yabancı işgal kuvvetleri
oluşturuyordu. Her iki düşm anla aynı zam anda savaşmak ola­
naksızdı. Ulusal savaş zafere ulaştıktan ve Lozan banşı im za­
landıktan sonra düşm anları parça parça halinde ayırmak, sıra­
ya koyarak en önemlilerini başlangıçta ortadan kaldırmak,
ondan sonra ötekilerini ele alm ak gerekirdi. Yaptığımız budur.
(G .D .D .)

Bir askerî harekete uzaktan bakm ak ve bakan kişinin ken­


disinin bulunduğu koşullan içinde onu irdelem ek o kişiyi hiç
bir zaman doğru bir sonuca götürm ez. İnsanları, harekâtı irde­
lerken, o harekâtı yürüten kom utanların, subayların bulunduk­
ları yeri, ellerindeki araçları, karşılaştıkları baskı ve güçlükleri o
anda incelemek gerekir.
5. Ulusun, devletin geleceğini korumak.
Ulusum uzun bağımsız olarak belirli sınırlar içindeki bü­
tünlüğünü korumaktır. Bunun için savaşıyoruz. Baylar, ülkem i­
zin ellide biri değil, bütünü yıkıntı halinde kalsa, tümü ateşler
içinde bırakılsa, biz bu toprakların üstünde bir tepeye çıkacağız
ve oradan savunmayı sürdüreceğiz. O nun için iki karış yer alın­
mış, üç beş köy yıkık hale gelmiş diye bağırıp durm ak gerek­
mez. Ben size açık söyleyeyim: Baylar, düşm an bazı yerleri ele
geçirmiştir; bunun üç katını daha ele geçirebilir. Ancak bu d u ­
rum bizim inancımızı hiçbir zam an sarsamayacaktır.
(T e m m u z 1920; S.D .l.)

Geçen gün bana zırhlı savunm a hatlarından söz ediliyor­


du; tutalım ki M aginot'dan. Benim düşüncem belki biraz aykırı
düşecek ama, üzerinde durarak belirtm ek isterim ki, ben bu
hatların yararına inanm ıyorum . Çünkü savaşı insanlar yapar;
bunun için insanların toprak üzerinde bulunm aları gerekir.
Köstebek gibi toprak altında, beton borularda veya zırhlı kule­
lerde oturtabilecek kuvvet, önceden savaş dışı edilmiş bir kuv­
vet sayılmalıdır. M anevra yeteneğini kendi kendine yok etmiş
olmakla bir savaşta yenilgiden başka ne beklenebilir, bilmem.
(M a rt 1938; S.D.1I.)

6. Zafer ve düşünce.
Bu m eydan savaşının evreleri öyle olayların ortaya çıkma­
sına yol açtı ki, bü gerçekleri kısaca belirtmek için diyeceğim ki,
zafer "zafer benimdir" diyebilenindir. Başarı "başaracağım" di­
ye başlayıp "başardım" diyebilenindir. Bilirsiniz ki, savaş sürek­
li olarak gözle görülm ez güçlerin göze görünür biçim ve görü­
nüş almasıdır.
(O cak 1925; S.D .II.)

"Hiçbir zafer kendi başına amaç değildir. Zafer ancak ken­


disinden daha büyük olan bir amaca ulaşmak için belli başlı bir
araçtır. Amaç düşüncedir. Zafer bir düşüncenin gerçekleşmesi­
ne yardımı oranında değer taşır. Bir düşüncenin gerçekleşmesi­
ne dayanm ayan zafer sağlam ve sürekli olamaz. O boş bir çaba­
dır. Her büyük m eydan savaşından, her büyük zaferin
kazanılm asından yeni bir dünya doğmalıdır. Yoksa zafer boşa
gitmiş bir çabadır.
(11 K asım 1933; D.)
7. Bağımsızlık savaşındaki zaferler hakkında.
Bir İnönü m eydan savaşı devrim tarihimizin çok önemli,
çok verimli bir sayfasıdır. Bizden sonra gelecek olanlar bu say­
fayı irdeleyip inceledikçe Türk devrim ini yapan bugünkü Türk
ordusunu ve bu orduyu bağrından çıkaran Türk topluluğunu
elbette saygıyla anacak ve değerini kabul edecektir.
(O cak 1925; S .D .Il.)

Baylar, Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunun Sakar­


ya'da kazanmış olduğu m eydan savaşı çok büyük bir m eydan
savaşıdır. Savaş tarihinde benzeri belki olmayan bir m eydan sa­
vaşıdır. Bilirsiniz ki, büyük m eydan savaşlarından biri olan
M ukden m eydan savaşı bile yirmi gün sürmemiştir. O nun için
ordum uzun savaş tarihine bir örnek arm ağan eden bu zaferi ka­
zanmış olm asından ötürü yüce kurulunuzu kutlarım.
(E ylül 1921; S.D .I.)

Bu ulusun gençlerinin özverileri, kahram anlıkları için bir


değer ölçüsü bulunam az. Erlerimiz hakkında yeni bir şey daha
söylemek isterim: Kahraman Türk eri Anadolu savaşlarının an­
lamını kavramış, yeni bir ülkü ile savaşmıştır.
(E ylül 1922; N .)

"Yurt toprağını kanını akıtarak ve yaşamını vererek karış


karış savunan M ehmetçiğin hakkını ben evliyalara kaptıra-
mam."
Bazı kimseler benim bu davranışım a kam unun inancını in­
citen yolsuz bir davranış gözüyle bakmış olabilirler. Ama hele
y urdun savunm asında (küçük) evliyaların, yatırların güvenile­
cek güçlerinin etkin olamayacağım hatırlatmayı artık zorunlu
buluyorum .
(A. 20. A .)
Arkadaşlar, bu Anadolu zaferi tarihte bir ulus tarafından
bütünüyle benim senen bir düşm anın ne denli güçlü ve canlan­
dırıcı olacağının en güzel bir örneği olarak kalacaktır. Ö nüm ü­
ze dikilen bütün engelleri birer birer yıkıp aştıktan sonra bugün
artık Ulusal A nd’ın (Misak-ı Millî'nin) çizdiği sınırlar içinde
m utlu, refah içinde ve özgür yaşamak için her ne gerekse hepsi­
ni sağlayacağız. Her köşesini kurtarm ak için seve seve canlar
verildiği ve çocuklarımızın kanıyla sulanmış yurdum uzun uf­
kunda artık barışın tatlı güneşi doğm akta gecikmeyecektir.
(N isa n 1922; S.D .II.)

Baylar, Afyonkarahisar-Dum lupınar m eydan savaşı ve


onun son evresi olan 30 Ağustos çarpışması Türk ulusunun en
önemli bir dönüm noktasıdır. Ulusal tarihimiz çok büyük, çok
parlak zaferlerle doludur. Türk ulusunun burada kazandığı za­
fer kesin sonuçlu, bütün tarihe, yalnız bizim tarihimize değil,
dünya tarihine yeni bir akım vermekte kesin olarak etkili olmuş
bir m eydan savaşı hatırlamıyorum.
Kuşku yok ki, yeni Türk devletinin, genç Türk C um huri­
yetinin temeli burada atıldı. Sonsuza dek varlığı burada taçlan­
dırıldı. Bu alanda akan Türk kanlan, bu göklerde uçuşan şehit
ruhları devletimizin, Cumhuriyetimizi sonsuza dek koruyacak­
lardır.
(A ğ u s to s 1924; S.D .II.)

Her evresiyle düşünülm üş, hazırlanmış, yönetilmiş ve za­


ferle sonuçlandınlm ış olan bu savaşlar, Türk ordusunun, Türk
subay ve kom utanlannın yüksek güçlerini ve kahram aniıklan-
nı tarihte bir kez daha saptayan yüce bir eserdir.
Baylar, ulusum uz tek bir insan gibi gösterdiği sarsılmaz
birlik ve çabayla bu başarıyı kazanm ışbr. U lusum uzun barış
içinde de, barıştan sonraki işlerde de aynı destek, çaba ve birliği
göstererek bu zaferi tamamlayacaktır. Bu zafer bize bir olanak
sağlıyor; biz bu olanağı ülkemizin, ulusum uzun aydın, mutlu
ve refah içinde geleceği için kullanacağız.
(E kim 1922; S.D.I.)

Ulus; ulusun sanat ruhu, sanatı, müziği, edebiyatı ve bü­


tün güzel sanatları bu kutsal savaşın tanrısal ezgilerinin (son­
suz) bir y urt aşkının kendinden geçirici, coşkunluğuyla her za­
m an şakımalıdır.
(A ğ u s to s 1923; S.D.I.)

8. A tatürk Başkomutan.
Tanrı bilir ya, yaşamımın bugününe dek vicdanımda or­
duya yararlı bir kişi olabilmekten başka bir istek olmadı. Çünkü
y u rd u n korunm ası, ulusun m utluluğu için her şeyden önce or­
dum uzun o eski Türk ordusu olduğunu dünyaya bir kez daha
kanıtlam a gereğine çoktandır inanmıştık. Bu inanca bağlı istek­
lerimin şiddeti beni belki fazlasıyla aşırılığa düşkün biri olarak
göstermişti. Ancak zaman, arı ve temiz kafalarda, açık olan ger­
çek düşüncelerim benim senmesinden çekinilse bile onları uy­
gulatır.
1921 (10 K asım 1954 D.)
Efendiler, zavallı ulusum uzu esir etm ek isteyen düşm an­
lan, T ann’nm yardım ıyla ne olursa olsun yeneceğimize güve­
nim bir dakika bile olsun sarsılmamıştır, Şu dakikada bu tam
güvenim i yüce kurulunuza, bütün ulusa ve dünyaya duyuru­
yorum . Bu güvenim in eyleme dönüşm esi için ihtiyacım olan ve
bana övünç verecek bir tek şey varsa o d a yüce kurulunuzun
beni koruması ve ulusum un bana her zam an yardımcı olması­
dır. Gerek yüce kurulunuzun, gerek büyük ve sevecen ulusu­
m un sevecenlik ve koruyuculuğuna erişeceğime güvenim bü­
yüktür. Bunun için yüce kurulunuzdan aldığım güçle bu
dakikadan başlayarak başkom utanlık görevine eylemli olarak
başlıyorum.
(A ğ u sto s 1921; S.D.I.)

Ben gereksiz bir görevin, bir m akam ın ille de sürüpj gitm e­


sinden yana değilim. H erhangi bir m akam a sorum luluğu olma­
yan yetkiler sağlayacak yasalardan da yana değilim. Ancak
başkomutanlık yasasının ve bu m akam a yetki veren yasanın
gereklilik veye gereksizliğine karar verebilmek için genel d u ru ­
m u, askerî durum u iyice incelemek ve üzerinde düşünülm ek
gerekir.
(M a y ıs 1922; N .)

Ulusun yazgısını doğrudan doğruya üzerim e alarak, ka­


ramsarlık yerine ümit, dağınıklık, karışıklık yerine düzen, d u ­
raksam a yerine kesin kararlılık ve inanç getiren ve yokluktan
koskaca bir varlık çıkaran Meclisimizin m ert ve kahram an or­
dularının başında, bir askerin içten gelen bağlılığı ve itaatiyle
emirlerinizi yerine getirmiş olduğum dan, bir insan kalbinin
seyrek duyabileceği bir kıvanç içindeyim. Kalbim bu sevinçle
dolu olarak pek sevgili ve sayın arkadaşlarımı bütün dünyaya
karşı simgesi oldukları özgürlük ve bağımsızlık düşüncesinin
zaferinden dolayı kutluyorum .
30 Ağustos'ta yönettiğim savaş, Türk ulusunun yanım da
bulunduğu ilk ve son savaştır. Bir insan kendisini ulusuyla be­
raber hissettiği zam an ne denli güçlü oluyor bilir misiniz? Bunu
anlatm ak çok güçtür. Bu hali açıklamaya gücüm yetm ezse beni
bağışlayınız.
(30 A ğ u s to s ; 1928)

Bu eser Türk ulusunun özgürlük ve bağımsızlık düşünce­


sinin ölüm süz anıtıdır. Bu eseri yaratan bir ulusun evlâdı, bir
ordunun başkom utanı olduğum dan sevinç ve m utluluğum son­
suzdur.
(E kim 1927; N .)

Benim için askerî deha diye bir şey yoktur. Ben herhangi
zor bir d u ru m karşısında kaldığım zam an yaptığım şudur: Du­
rum u iyice saptam ak, sonra bu durum karşısında alınacak ön­
lemlerin ne olduğuna karar vermek. Bu karan bir kere verdik­
ten sonra da artık acaba yapmalı mıyım, yapm am alı mıyım
diye kuşkuya düşm em ek ve bu karan yürütm ek, başaracağıma
inanarak yürütm ek.
(G . D. D. C . I.) S. 109

Savaşa "ya şehit, ya gazi olmak için" gidilir. Genel olarak


kahram anlık m eydanında ölenlerin hepsine şehit derlerse de,
sağ kalanlann hepsine gazi sanı verilmez. Bu sanı, ancak yasa­
lar verir. Uygar bir ulusun, yüksek çıkarları gereği yapm ak zo­
runda olduğu savaşlar A rap boylarının birbirleriyle yaptıkları
savaş değildir. Öyle olsa bile, bu savaşlarda sağ olarak çıkanla­
ra belki yalnız anaları, babaları takdir yollu benim gazi oğlum
diyerek övünürler. Fakat ulus ve tarih sanlar verm ede o kadar
cömert değildir.
9. Türk ordusunun görevi.
O rdum uz, yurdum uzun içinde tek bir düşm en eri bırak-
mayıncaya kadar düşm anı kovalayacak, baskı ve saldırısını
sürdürecektir.
(E y lü l 1921; S.D.I.)

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin orduları istilâlar yapmak,


veya saltanatlar yıkmak ya da saltanatlar kurm ak için şunun bu­
nun elinde birtakım tutkuların aleti olmaktan uzaktır. İnsanca
ve bağımsız olarak yaşamaktan başka amacı olmayan ulusun,
aynı ülkü doğrultusunda ve yalnız onun emrine bağlı ve sadık
öz evlâtlarından oluşan saygın ve değerli bir topluluktur.
(N isa n 1922; S.D.I.)

Türk, yurdun dağlarında, ormanlarında, ovalarında, deniz­


lerinde, her bucağında nasıl bilgi ve kendisine güvenle yürüyor,
dolaşıyorsa, yurdun göklerinde de öylece dolaşabilmektedir.
(M a y ıs 1925; S.D.II.)

10. Türk ordusunun değeri.


Biz de askeriz; biz de bu orduya kom uta etmiş adamız.
Türk eri kaçma; kaçma nedir bilmez; eğer Türk erinin kaçtığını
görmüşseniz, hem en kabul edilmelidir ki, erin başında bulunan
en büyük kom utan kaçmıştır. Eğer sizin kaçmanızın alçaklığını
Türk erine yüklem ek istiyorsanız, insafsızlık ediyorsunuz.(l)
1918 (1 N is a n 1925; H .N .)

(1) B ir g e n e ra lin , "b u T ü rk e rle rin d e n h a y ır g e lm e z . Y a ln ız k a ç m a s ın ı bi


lirle r. T a n rı k o r u s u n , b ö y le d u y g u s u z b ir s ü r ü y e k im s e y i k o m u ta n y a p
m a s ın ” s ö z ü n e ce v a p .
Ben Türk ordusunun yabancısı bir adam değilim. Ben or­
duyla çok küçük rütbeli subaylıktan beri sıkı bir ilişki kurm uş
bir askerim. Ben olayların güdüm üyle o rdunun içinde subay,
sonunda da kom utan olarak iş görm üş ve kanıma göre başarılı
olmuş bir komutanım. Türk ordusunu, onun değerini ve bu or­
duyla neler yapılabileceğini benim kadar bilen azdır.
(15 M a rt 1926; H .M .)

Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha te­


miz, daha sağlam bir askere rastlanm am ıştır. Azla yetinmenle,
inancınla, itaatinle, hiçbir korkunun yıldırm adığı temiz, demir
gibi kalbinle düşm anı sonunda alteden büyük çaban için gönül
borcum u belirtmeyi kendim e yüce bir ödev sayarım.
O r d u y a B e y a n n a m e (21 E ylül; 1921)

Türk ordusunun bir birliği eşdeğerde başka bir birliği, hiç


kuşkum yok, yener; iki katını d u rd u ru r ve yerinden oynaya­
m az hale getirir. Şimdilik bundan fazlasını istemiyorum. Ç ün­
kü fazlasını ulusum uzun yaradılıştan gelen savaşçılığı zaten
sağlam aktadır. Ancak bu değeri, ne olursa olsun, korumak ge­
rekir. Buna bir askerlik ilkesi, bir baş kural olarak dikkat edil­
melidir. Bunu özellikle bütün arkadaşlarım dan isterim. Türk or­
dusunun bir birliği eşdeğerde olan başka bir birliği, hiç kuşku
yok ki yener, iki katını da d u rd u ru r ve yerinden oynayamaz
hale getirir. Bu değer korundukça, örgütüm üzü, yönetimimizi
bu amaca doğru yürüttükçe, Türkiye'nin her türlü saldırıdan,
sataşm adan korunacağına kimsenin kuşkusu kalmaz.
(Ş u b a t 1924; S.D.II.)

Tarihte bütün bir yurdu çok üstün düşm an kuvvetleri kar­


şısında bir avuç toprağına kadar karış kanş kahramanca ve soy­
luca savunm uş ve varlığını koruyabilmiş ordular görülmüştür.
İşte Türk ordusu o değerde bir ordudur.
Ordum uz, Türk birliğinin, Türk güç ve yeteneğinin, Türk
yurtseverliğinin çelikleşmiş bir simgesidir.
Ordum uz; Türk topraklarının ve Türkiye ülküsünü ger­
çekleştirmek için yaptığım ız düzenli çalışmaların boşa çıkması­
nı olanaksız kılan sağlam güvencesidir.
(K asım 1927; S.D .I.)

11. Türk ordusuna mesaj.


Zaferleri ve geçmişi insanlık tarihiyle başlayan, her zaman za­
ferle beraber uygarlığın ışıklarını taşıyan kahraman Türk ordusu!
Ülkeni en bunalımlı ve zor anlarda zulüm den, felâket ve
belâlardan ve düşm an istilâsından nasıl korumuş ve kurtarm ış­
san, Cum huriyetin bugünkü verimli çağında da askerlik tekni­
ğinin bütün m odern silâh ve araçlarıyla donatılmış olarak öde­
vini aynı bağlılıkla yapacağına inancım tamdır.
Bugün Cum huriyetin on beşinci yılında sürekli olarak ar­
tan büyük bir refah ve güç içinde erişen yüce Türk ulusunun
sana içten gelen gönül borcunu belirtikken yüce ulusum uzun
övünç duygularını da bildirm iş oluyorum.
Türk yurdunun ve Türk toplum unun ününü ve onurunu
iç ve dış her türlü tehlikeye karşı korum ak olan ödevini her an
yerine getirmeye hazır olduğuna benim ve yüce ulusum un tam
bir inan ve güvenim iz vardır. Büyük ulusum uzun orduya ver­
diği en son model silâhlar ve fabrikalarla bir kat daha güçlene­
rek büyük bir özveri ile yaşam ını küçümseyerek her türlü göre­
vi yerine getirmeye hazır olduğunuza eminim. Bu inançla kara,
deniz, hava ordularım ızın ve kahram an tecrübeli kom utanla­
rıyla subay ve erlerini selâmlar, bütün ulusun önünde takdirle­
rimi bildiririm.
Cum huriyet Bayramı’nın on beşinci yıldönüm ü sizlere
kutlu olsun!
On Birinci Bölüm

TÜRKİYE DEVLETİNİN DIŞ SİYASETİ

1. Osm anlılann fetihleri (ele geçirdikleri yerler).


Osmanlılar göze aldıkları savaşın genişliği ölçüsünde ha­
zırlıklı ve önlemli davranm adıkları için, daha çok duygu ve tut­
kularının etkisi altında haraket ettiklerinden Viyana'ya kadar
gitm işken geri çekilmek zorunda kalmışlardır. O ndan sonra Bu­
dapeşte'de de duram adılar, geri çekildiler; Belgrat'ta yenilip ge­
ri çekilmek zorunda bırakıldılar. Balkanlar'dan ayrıldılar; Ru­
m eli'den çıkarıldılar. Bize içinde hâlâ düşm an bulunan bu
y urdu miras olarak bıraktılar. Bu son yurt parçasını kurtarırken
olsun tutkularım ızdan, duygularım ızdan sıyrılarak düşünceli
olalım. Kurtuluş için, bağımsızlık için eninde sonunda düşm an­
la bütün varlığımızla vuruşarak, onu yenm ekten başka karar ve
çare yoktur ve olamaz.
(M a rt 1922; N .)

2. Osmanlı tm paratorluğu'nun dış siyaseti.


Baylar, mirasçısı olduğum uz Osmanlı devletinin dünyaca
hiçbir değeri, erdemi ve saygınlığı kalmamıştır. Uluslararası
hukuk dışında tutulm uş korum a ve vasilik altına alınmış bir
d urum da sayılmaktaydı.
(E kim 1927; N .)
Baylar, bu ulusu bugün darağacı önünde bulunduran ey­
lem ve hareketlerin kaynağı düştür, duygudur. Uzağa gitmek
gerekmez. Bu ulusun genel seferberliğinin hangi gerçeğe, hangi
gerçek hesaba dayandığını bir düşünün. Bunun nedeni salt
duygudur. Dünya savaşına neden girdik? Bu savaşa ulusu vak­
tinden önce sürükleyen nedir? Hangi gerçektir? D uygudur. Da­
ha ilerisine gidelim, geçmişimize dönelim; tarihten küçük bir
olay: Kara Mustafa Paşa bu ulusu Viyana kapılarına götürür­
ken bütün Kuzey Almanya'yı ele geçirerek dünya çapında bir
Osmanlı im paratorluğu kurm ak düşüne kapılmıştı. Fakat za­
vallı babamız düşünm üyordu ki bu isteği gerçekleştirmek için
uğraşırken bu girişimleri, torunlara babadan kalan yerleri kay­
bettirmek için bir temel hazırlıyordu.
(A ralık 1921; S.D .I.)

Baylar, tslâmcılığı ben şöyle anlıyorum: Bizim ulusum uz


ve onu temsil eden hüküm etim iz dünyada yaşayan bütün din­
daşlarım ızın m utlu ve refah içinde olmasını elbette isteriz: din
kardeşlerimizin çeşitli bölgelerde kurdukları toplum ların ba­
ğımsız olarak yaşamalarını isteriz; bundan büyük bir sevinç ve
m utluluk duyarız. Bütün İslâm topluluklarının, İslâm dünyası­
nın refah ve m utlulukları kendi refah ve m utluluğum uz kadar
değerlidir; onların hepsinin de aynı biçimde bizim m utluluğu­
muzla ilgilendiklerine tanık oluyoruz. Ve bu her gün apaçık gö­
rülmektedir. Fakat baylar, bu toplum un bütün bir im paratorluk
halinde bir noktadan yönetilmesini düşünm ek istiyorsak bu bir
düştür. Bilime, mantığa, tekniğe aykırı bir şeydir. Baylar, dik­
kat buyurunuz ve tarihsel bir gerçek, bilimsel ve teknik bir ger­
çek, olarak hiç unutm ayınız ki, bir siyasal yapının, ölçüsünü
aşamayacağı bir hedef, bir güç vardır: bir insanın güzel yapılı
olması için bir takım akla yakın ve doğal ölçüler olduğu gibi.
Eğer bu ölçülerde doğal olana aykırılık olursa eğer insan yapı­
sında ölçüler aşılırsa, o zaman karşınızda sıfıra varmış bir cüce
ya da dev gibi bir şey görürsünüz. İnsan yapısı için böyle oldu­
ğu gibi, insanlardan oluşan toplum larda da bu kural aynı bi­
çimde vardır ve geçerlidir.
3. Türk dış siyasetinin temelleri (ulusal siyaset).
Ulusal siyaset demekle anlatm ak istediğim şudur: Ulusal
sınırlar içinde her şeyden önce kendi gücüm üze dayanarak var­
lığımızı koruyup ulus ve ülkenin gerçek m utluluk ve bayındır­
lığına çalışmak... Ulaşılamayacak gelişigüzel isteklerle ulusu
uğraştırm am ak ve zarara sokmamak; uygarlık dünyasından uy­
garca ve insanca bir davranış ve karşılıklı dostluk beklemek.
(N isa n 1920; N .)

Biz Türküz; tam anlamıyla Türküz; işte o kadar. Bize iyi


m üslüm an olmak yeter. Asya için de, A vrupa için de bizim izle­
diğimiz kural aynıdır. Dostlar edinmek; tam bağımsızlığımızı
korumak; her şeyi Türk çıkarları yönünden irdelemek. Bu ger­
çekçi bir görüştür. Osmanlı İm paratorluğu'nu yok eden ideolo­
jiye bir tepkidir.
(1921; B.G. 48)

Dış siyasetin en çok ilgili bulunduğu ve dayandığı temel


devletin iç örgütüdür. Dış siyasetin iç örgütle uyum içinde ol­
ması gerekir.
( N isa n 1920; N .)

Ulusun ve ülkenin çıkarları gerektirirse, insanlığı oluştu­


ran ulusların herbiriyle uygarlık gereklerinden olan dostluğa ve
siyaset alanındaki ilişkilere büyük bir titizlikle değer veririm.
Ancak benim ulusum u kul köle etm ek isteyen herhangi bir ulu­
sun bu isteğinden vazgeçinceye kadar acımasız bir düşm anı
olurum .
D ünyada denge diye bir şey vardır. Biz onun dışında deği­
liz. Doğu'da büyük bir devletle ya da Batı'da birkaç devletle
ilişki kurarak, anlaşm alar, bağlaşm alar yaparak denge alanında
yerimizi saptam ak düşüncesi akla gelebilir. N e Doğu'ya, ne Ba-
tı'ya önem vermeyerek yalnız kendi varlığımıza dayanm akla
yetinilebilir mi sorusu da akla gelmiyor değil.
Doğrusu, şu anda güvenilebilir siyaset yalnız kendi varlı­
ğımıza dayanmaktır. Başkalarına güvenle gönül bağlayamayız.
Ancak bu demek değildir ki yarın m eydana gelecek gelişmeler
karşısında herhangi bir tarafa daha çok yaklaşmak olanaksızdır
ve yerinde değildir.
(O cak 1923; A .t.B .T JS . 61

Dış siyaset bir topluluğun iç örgütüyle sıkı sıkıya ilgilidir.


Çünkü iç örgüte dayanm ayan dış siyasetler her zaman olumsuz
sonuçlarla karşılaşırlar. Bir toplum un iç örgütü ne denli güçlü
ve sağlam olursa dış siyeseti de o ölçüde güçlü ve sağlam olur.
(M a rt 1923; S.D.1I.)

Baylar, yurttaşlarım ızdan, dindaşlarım ızdan, hemşehrile­


rim izden herbirini kendi düşüncesinde yüksek bir ülkü besle­
yebilir; özgürdür, özerktir. Buna kimse karışmaz. Fakat Türki­
ye Büyük Millet Meclisi’nin hüküm etinin saptanm ış, olumlu,
belirgin bir siyaseti vardır. O da, Türkiye Büyük Millet Mecli-
si'nin, belirli ulusal sınırlar içinde varlığını ve bağımsızlığını
sağlamaya yöneliktir. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve H ükü­
meti temsil ettiği ulus adına çok alçak gönüllüdür; ve düşten ta-
mamiyle uzaktır, tamamiyle gerçekçidir. Bundan ötürü yasaları
yalnız bu bakım dan (açıdan) ve bu gerçek çerçevesi içinde kala­
rak saptar. Engin yüksek, fakat hayal ü rünü olan ve uygulama
değeri bulunm ayan birtakım duyguların ardından koşarak ya­
sa yapmaz. Böyle bir yasa varsa uygulayam az.
(A ra lık 1921; S.D .l.)
Baylar, bu noktada düşündüklerim i tam am lam ak için de­
rim ki: Büyük düşler ardında koşan, yapamayacağımız şeyleri
yapar görünen düzmeci insanlardan değiliz. Baylar, büyük ve
hayal ü rünü şeyleri yapm adan yapm ış gibi görünm ek yüzün­
den bütün dünyanın düşmanlığını, kin ve garezini bu ülkenin
ve bu ulusun üzerine çektik.
Biz Islâmcılık yapmadık. Belki (yapıyoruz, yapacağız) de­
dik. Düşm anlar da (yaptırmamak için bir an önce öldürelim)
dediler. Turancılık yapm adık (yaparız, yapıyoruz dedik, yapa­
cağız dedik) ve gene (öldürelim) dediler. Bütün sorun budur.
Baylar, bütün dünyaya korku ve kaygı veren kavram lar üzerin­
de durarak çlüşmanlanmızın sayısını ve üzerimizdeki baskıla­
rını artırm aktansa doğal sınıra, hakkım ız olan sınıra çekilelim.
Değer ve yeteneklerimizi olduğundan üstün görmeyelim. Bun­
dan ötürü, dem ek ki baylar, biz yaşam ak ve bağımsızlık isteyen
bir ulusuz, ve yalnız ve ancak b u n u n için yaşamımızı gözden
çıkarmakta çekinmeyiz.
(A ra lık 1921; S.D.I.)

4. Türk dış siyasetinin amacı.


Hiç kimsenin hakkına el uzatm ak istemediğimiz gibi baş­
kalarının da yaşam a ve bağımsızlık hakkımıza saygı gösteril­
m esinden başka bir isteğimiz yoktur. Ulusal sınırlarımız içinde
yabancıların işlerimize el sokm alarından (karışmasından) uzak
olarak her uygar ulus gibi özgür yaşam aktan başka bir amacı
olm ayan Türk ulusunun bu yasal hakkı sonunda insanlık ve
uygarlık dünyasınca kabul edilecektir.
Meclisimiz ve Meclisimizin hüküm eti savaş ve serüven
düşkünü olm aktan uzaktır. Tersine, banşı ve esenliği yeğler.
Özellikle insancıl ve uygar ülkülerinin gerçekleşmesinden ya-
nadırlar.
İşte bu ilkeler doğrultusunda gerek Doğu gerek Batı d ü n ­
yalarıyla iyi ilişkiler ve dostluk bağlan ararlar.
Baylar, dış siyasetimizde başka bir devletin haklarına el
uzatm a yoktur. Ancak hakkımızı, ülkemizi, nam usum uzu sa­
vunuyoruz ve savunacağız.
(A ra lık 1921; S.D.I.)

Türkler bütün uygar ulusların dostudur.


(Ş u b a t 1924; A y n ı eser)

Baylar, Cum huriyet'in dış siyasetinin yönü, dürüstlük ve


içtenlikle barışın ve antlaşmaların korunması doğrultusunda­
dır. İlişkileri genişletme, haklara karşılıklı olarak saygı göster­
me ve saygı biçiminde karşılıklı tuttuğum uz yoldur.
(M a rt 1924; S.D.I.)

öarış yolunda nereden bir çağrı geldiyse, Türkiye onu


candan karşıladı ve yardım larını esirgemedi.
(M a rt 1924; S.D.I.)

5. Bolşeviklerle ilişkilerin niteliği.


Komünizme karşı çare vardır: Komünizm ilkelerinin, ku­
rallarının ülkem izde ve ulusum uz arasında uygulanabilirliğine
aklı yatmak, ya da aklı yatanlar aracılığıyla uygulanabileceğini
ülkeye ve bütün ulusa anlatmak. Eğer bu gerçeklere ulusum u­
zun çoğunluğunun aklı yatıyorsa, ya yeteneğimiz vardır; yapa­
rız; ya da uygulanabilirliği yoktur, anlarız. Çekiniriz, yapam a­
yız. Ancak bu gerçeklere karşı da uygulanabilir niteliği
olmadığına göre, uygulam aya kalkışanlara hüküm et her türlü
yolu kullanm ada kendisini haklı sayar.
Ben toplumbilimle pek uğraşm adım . Fakat bilirim ki ko­
m ünizm doğal olarak sınır tanımaz. Oysa biz ulusal bir sınır
kabul ediyoruz. Sonra tam bağımsızlıktan söz ediyoruz. Belki
de kom ünizm tam serbestlikten yanadır. Biz de sınır tanıma
serbestliğini kabul etmiyoruz.
Bundan ötürü, hüküm etin siyaseti çok açık ve belirgin bir
siyasettir. Ve bu siyasetin de yalnız çoğunluğum uza veya kuru­
lum uza değil ulusun tüm üne dayanm akta olduğuna tamamiyle
inanıyorum.
Bizim Ruslarla olan ilişkilerimizde, temelde, kapitalizme
karşı, yani kom ünizm ilkelerine değinilmemiştir bile. Görüşebil­
mek için komünist olunuz, ya da olmak zorundasınız diye kim­
se bir şey demediği gibi, sizinle dost olabilmek için kom ünist ol­
maya karar verdik de dememişizdir. Böyle bir kural yoktur.
(O cak 1921; S.D.I.)

Komünizm sosyal bir sorundur. Ülkemizin durum u, ülke­


mizin toplumsal koşullan, dinsel ve ulusal geleneklerimizin gü­
cü, Rusya'daki kom ünizm in bizde uygulanm asının uygun ol­
m adığı kanısını destekler niteliktedir. Son zam anlarda
ülkem izde kom ünizm ilkeleri üzerinde kurulan partiler bu ger­
çekleri tecrübeleriyle anlayarak etkinliklerini durdurm a gereği­
ne inanmışlardır. Hatta Ruslann bağlaşıklarının, müttefikleri­
nin kendilerinin bile bizim için bu gerçeğin belirgin olduğuna
akılları yatmıştır. Bundan ötürü, bizim Ruslarla olan ilişki ve
barış durum um uz ancak iki bağımsız devletin uyuşm a ve bağ­
laşıklık (ittifak) ilkeleriyle ilgilidir.
(Ş u b a t 1921; S.D .I.)

Türkiye’de bolşeviklik olmayacaktır. Çünkü Türk hükü­


metinin ilk amacı halka özgürlük ve m utluluk vermektir (sağla­
maktır.)
(A yın T arih i; 21.VI. 1931)
6. Balkan Antantı (Anlaşması)
Balkan ulusları, bugün A rnavutluk, Bulgaristan, Roman­
ya, Yunanistan, Yugoslavya ve Türkiye gibi bağımsız siyasal
varlıklar halinde bulunuyorlar. Bütün bu devletlerden olan
uluslar yüzyıllarca beraber yaşamışlardır. Denebilir ki, son yüz­
yılda oluşan bugünkü Balkan devletleri, içlerinde Türkiye
Cum huriyeti de olmak üzere, Osmanlı İm paratorluğu'nun ya­
vaş yavaş parçalanm asının ve sonunda tarihe göm ülm üş olma­
sının tarihsel sonucudur.
(E kim 1931; S.D .II.)

Balkan ulusları, toplumsal, siyasal, ne görüşte olurlarsa ol­


sunlar, onların Orta Asya'dan gelmiş aynı kandan, yakın soy­
lardan ataları bulunduğunu unutm am ak gerekir.
Karadeniz'in kuzey ve güney yollarıyla binlerce yıl deniz
dalgaları gibi birbiri ardına gelip Balkanlar'a yerleşmiş olan in­
san toplulukları başka başka adlar taşımış olmalarına karşın,
gerçekte bir tek beşikten çıkan ve dam arlarında aym kan dola­
şan kardeş topluluklardan başka bir şey değillerdir.
Görüyorsunuz ki, Balkan ulusları yakın geçmişten ziyade
uzak ve derin geçmişin kırılmaz çelik halkalarıyla birbirine pe­
kâlâ bağlanabilir. Binbir türlü insanlara özgü tutkularla, din ay­
rılıklarıyla, bazı tarihsel olayların bıraktığı dargınlık izleriyle
geçmiş zam anlarda gevşetilmiş hatta unutturulm uş olan gerçek
bağların yeniden kurulm asının gerekli ve yararlı olduğu, insan­
lığa yakışır yeni bir döneme girdik.
Bir an için bütün bu geçmişe göm ülm üş anılan bir yana
bıraksak bile (hesaba katmasak bile) bugünün gerçek gereİderi,
Balkan uluslarının, çağın saymak ve uym ak zorunda kaldığı
yepyeni koşullar ve geniş bir görüş açısı altında birleşmelerin­
deki yararın büyük olduğunu göstermektedir. Balkan birliğinin
temel ve amacı, karşılıklı siyasal bağımsızlığa saygıyla gözete­
rek ekonomik alanda, kültür ve uygarlık alanlannda işbirliği-
yapmak olunca, böyle bir amaç bütün uygar insanlarca kuşku­
suz övgüyle karşılanacaktır.
Amacı Türkiye'nin güvenliği olan ve hiç bir ulusa karşı ol­
m ayan bir barış yolunu izlemek bizim her zam an ilkemiz ola­
caktır.
(K asım 1931; S.D.I.)

Dostlar arasında doğruluktan şaşm ayan bir durum un ko­


runm ası bizim her zaman önem verdiğim iz bir ilkedir.
(K asım 1932; S.D.I.)

Barışın bozulm uş olm asından acı duym ak olanaksızdır.


Bugün ciddî anlaşmazlıkların ortadan kalkması uygar insanlı­
ğın başlıca dileği olmalıdır.
(K asım 1935; S.D.I.)

7. Türk-Amerikan dostluğu. Amerika elçisi ile bir konuşma.


Siz yeni dünyanın en eski demokrasisiniz., biz eski dünya­
nın en genç bir demokrasisiyiz. Siz yeni dünyanın büyük De­
mokrasisi, bu eski dünyadaki yeni dem okrasi kardeşinizle ilgi­
leniniz, ona önem veriniz. Biz dostuz, çok daha dost olacağız.
(R u şe n E şref; A ta tü r k )

8. İkinci Dünya Savaşını hazırlayan nedenler (Versay Ant­


laşması).
Versay Antlaşması Birinci D ünya Savaşına yol açmış et­
kenlerin hiçbirini ortadan kaldırmadığı gibi, tersine birbiriyle
savaşm ış olan başlıca ulusların arasındaki uçurum u büsbütün
derinleştirm iştir. Zira, savaşı kazanan devletler, yenik düşm üş
ülkelere barış koşullarını kabul ettirirken bu ülkelerin etnik, jeo­
politik ve ekonomik özelliklerini hiç gözetmemişler, sadece
düşm anlık duygulanndan esinlenmişlerdir. Böylece bugün için­
de yaşadığım ız barış dönemi sadece bir ateşkes dönemi olmak­
tan ileri gidememiştir.
9A. Almanya'nın durum u.
Bence dün olduğu gibi yarın da, A vrupa'nın yazgısı Al­
m anya'nın tutum una bağlı bulunacaktır. Olağanüstü bir etkin
gücü olan bu yetmiş milyonluk çalışkan ve disiplinli ulus, ulu­
sal tutkularını kamçılayabilecek siyasal bir akıma kaptırdı mı,
ergeç Versay Antlaşmasını ortadan kaldırma girişiminde bulu­
nacaktır.
1935 (3 E y lü l 1951; U.)

9B. Yeni bir dünya savaşı ve Rusya.


Avrupa devlet adamları başlıca anlaşmazlık konusu olan
önemli siyasal sorunları, her türlü ulusal bencilliklerinden arın­
mış olarak ve yalnız herkesin yararına yönelik son bir çaba ve
tam bir iyi niyetle ele almazlarsa, korkarım ki, felâketin önü alı­
namayacaktır. Zira, Avrupa'nın sorunları Ingiltere, Fransa ve
Almanya arasındaki anlaşmazlıklar sorunu olmaktan çıkmıştır.
Bugün A vrupa'nın doğusunda, bütün uygarlık, hatta bütün in­
sanlık için bir tehlike oluşturan bir güç belirmiştir. Bütün m ad­
dî ve manevî olanakların dünya düzenini yıkma amacı uğruna
eyleme tümüyle hazırlamış bu korkunç güç, üstelik, AvrupalI­
lar ve Amerikanlarca henüz bilinmeyen, daha yepyeni, geniş
yöntemler uygulam akta ve rakiplerinin en küçük hatalarından
bile en iyi biçimde yararlanmayı bilmektedir. Avrupa'da çıka­
cak bir savaşı kazanacak olan ne Ingiltere, ne Fransa, ne de Al­
m anya'dır, sadece Bolşevizmdir. Rusya'nın yakın komşusu ve
bu ülkeyle en çok savaşmış bir ulus olarak biz Türkler olup bi­
tenleri yakından izliyoruz ve tehlikeyi bütün çıplaklığıyla görü­
yoruz. Uyanan Doğu uluslarının görüş ve düşünüşlerini çok iyi
sömüren onların ulusal tutkularını okşayan ve yığınları kışkırt­
masını bilen Bolşevikler yalnız Avrupa için değil, bütün Asya
için de bir tehlike oluşturan başlıca güç haline gelmiştir.
9 C. M ussolini ve İtalya.
İtalya M ussolini’nin yönetiminde, kuşkusuz, büyük bir
kalkınmaya ve gelişmeye kavuşm uştur. Eğer Mussolini çıkacak
bir savaşta İtalya'nın görünüşteki korku olan ululuğunu savaş
dışında kalarak gereğince sömürebilirse barış m asasında başlıca
rollerden birini oynayabilir. Fakat korkarım ki İtalya’nın bugün­
kü şefi, Sezar rolünü oynamak hevesinden kendisini kurtara­
mayacak ve İtalya'nın askerî bir güç oluşturm aktan henüz uzak
olduğunu hem en gösterecektir.
1935 (3 E kim 1951; U.)

9. Barışı korum ak için önlemler (Birleşmiş Milletler görüşü


ve İnsanlık Ülküsü.)
Baylar, siyaset dünyasında bir süredir karşılıklı güven ko­
nusu üzerinde girişilen etkinlikler dikkat çekicidir.
Karşılıklı güven bütün dünya uluslarının dilemesi gereken
bir m utluluk temelidir. Ancak güven bütün ulusları kapsamı
içine almadıkça, genel bir barış sağlamaya yönelik olmaktan
çok bir eylem alanı olarak tasarlanan bazı ülkelere karşı başka
bir kısım ülkelerin serbest davranm asını sağlayacak nitelikte sa­
yılması zorunludur.
(A ra lık 1921; S.D.I.)

Ulusların ilişkilerinde kuklalardan yararlanm a yöntemini


yeğleme dönem ine son vermek, uygar dünyanın içten dileği ol­
malıdır.
Savaşın ciddî bir olay olduğuna önem vermeyen, içtenlik­
le davranm ayan bazı önderler saldırının araçları, ajanları ol­
m uşlardır. Kontrolleri altındaki ulusların ulusallığı ve geleneği
yanlış bir biçimde göstererek ve kötüye kullanarak, aldatmış­
lardır. Bu bunalımlı anlarda karmakarışık bir durum a engel ol­
m ak için toplulukların kendileri karar vermeleri ve sorum luluk
katını yüksek karakterli, ruh ile gücü yüksek, vicdanlı insanla­
rın eline bırakmaları zamanı gelmiştir. Bu gecikmeden yapıl­
malıdır.
(21 H a z ir a n 1930: A .T.)

Ellerine bir ulusun yazgısı em anet edilen kimseler o ulu­


sun gücü ve erkini yalnız ve ancak gene o ulusun gerçek ve el­
de edilebilir çıkarları yolunda kullanmakla yüküm lü oldukları­
nı bir an olsun unutmamalıdırlar. Bu kimseler düşünm elidirler
ki, bir ülkeyi ele geçirmek o ülkenin yurttaşlarına egemen ol­
m aya yetmez. Bir ulusun ruhu ele geçirilmedikçe, bir ulusun
irade ve kararlılığı kırılmadıkça o ulusa egemen olmanın olana­
ğı yoktur. Yüzyılların oluşturduğu ulusal bir ruha hiç bir güç
karşı koyamaz.
(M a y ıs 1935; S.D .III.)

Eğer savaş bir bomba patlayışı gibi birdenbire çıkarsa,


uluslar savaşa engel olmak için silâhlı bir direniş ve ulusal erkle­
rini birleştirmekte duraksamamalıdırlar. En çabuk ve etkili ön­
lem, bir saldırgana saldırısının kendisine hiçbir yaran olmayaca­
ğını açıkça anlatacak uluslararası bir örgütün kurulmasıdır.
(M a y ıs 1938; T. A .)
Bütün insanlığın varlığını kendi benliklerinde gören insan­
lar um utsuzdurlar. Hiç kuşku yok ki, o adam bir birey olarak
yok olacakbr. Herhangi b ir kişinin yaşadığı sürece m em nun ve
m utlu olması için gereken şey, kendisi için değil, kendisinden
sonra gelecekler için çalışmaktır. Aklı başında bir adam ancak
böyle davranabilir. Yaşamda tam zevk ve m utluluk, ancak gele­
cek kuşakların varlığı, onuru ve m utluluğu için çalışmaktır. Bir
insan böyle davranırken b e n d e n sonra gelecekler acaba böyle
bir ruhla çalıştığımı sezebilirler mi diye düşünm em elidir. Hatta
en m utlu olanlar hizm etlerinin bütün kuşaklarca bilinmemesini
yeğleyecek karekterde olanlardır.
(M art 1937; S.D .II.)

Bugün bütün dünya ulusları aşağı yukarı akraba olm uş­


lardır ve olmaktadırlar. Bu nedenle insan bireyi olduğu ulusun
varlığını ve m utluluğunu düşündüğü kadar bütün dünya ulus­
larının rahatım ve refahını düşünm eli ve kendi ulusunun m ut­
luluğuma değer verdiği ölçüde, bütün ulusların m utluluğu için
hizm ette bulunm aya elinden geldiğince çalışmalıdır. Çünkü
dünya uluslarının m utluluğuna çalışmak başka bir yoldan ken­
di rahatını ve m utluluğunu sağlamaya çalışmak demektir. D ün­
yada ve dünya ulusları arasında dirlik, açıklık ve iyi geçim ol­
mazsa, bir ulus kendisi için ne yaparsa yapsın dirlikten yoksun
kalır.
İnsanlığın tüm ünü bir vücut ve bir ulusu bunun bir parça­
sı saymak gerekir. Bir vücudun parm ağındaki acıdan diğer bü­
tün parçalar etkilenir. D ünyanın herhangi bir yerinde bir rahat­
sızlık varsa bana ne dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa
kendi aram ızda olmuş gibi onunla ilgilenmeliyiz. Olay ne ka­
d ar uzak olursa olsun, bu ilkeden şaşm am ak gerekir, işte bu gö­
rüş insanları, ulusları ve hüküm etleri bencillikten kurtarır. Ben­
cillik de kişisel olsun, ulusal olsun her zam an kötü bir huy
sayılmalıdır.
(A y n ı K itap )
Yüzyıllardır zavallı insanlığı m utlu etmek için tutulan yol­
ların, kullanılan araçların verdikleri sonuçların ne ölçüde gü­
ven sağlayın oldukları incelenmeye değmez mi?
İnsanlık kavram ı artık vicdanlarımızı arıtmaya ve duygu­
larımızı yüceltmeye yardım edecek kadar ululaşmıştır.
Durumları ve gereklerini uygar bir insan görüşüyle ve
yüksek vicdan aydınlığıyla gözlemleyip irdelersek şu sonuçlara
varırız:
İnsanları m utlu edeceğim diye onları birbirine boğazlat­
mak insanlık dışı ve son derece üzücü bir yöntemdir.
İnsanları m utlu edecek biricik çare, onları birbirlerine yak­
laştırarak, onları birbirlerine sevdirerek, karşılıklı m addî ve m a­
nevî ihtiyaçlarını sağlamaya yarayan etkinlikler ve enerjidir.
Dünya barışı içinde insanlığın gerçek m utluluğu ancak bu
yüksek ülkü yolcularının çoğalması ve başarı kazanmasıyla
sağlanacaktır.
(E kiın 1931; S.D .II.)

Eğer sürekli bir banş isteniyorsa, insan topluluklarının


durum larını iyileştirecek uluslararası önlemler alınmalıdır. Bü­
tün insanlığın refahı, açlık ve baskının yerine geçmelidir. D ün­
ya vatandaşları, kıskançlık, açgözlülük ve kinden uzaklaştırıla­
cak biçimde eğitilmelidir.
(1937; S.D .III.)
V ATATÜRK'ÜN DEVLET YÖNETİMİ
HAKKINDA DÜŞÜNCELERİ
Birinci Bölüm

SİYASET ÜLKÜSÜ

1. Önder.
Benim tutkularım var; hem de pek büyükleri; ama bu tut­
kuların yüksek mevkilere geçmek veya büyük paralar elde et­
mek gibi bayağı isteklerin karşılanmasıyla ilgisi yok.
Ben bu tutkuların gerçekleşmesini yurdum a büyük yarar­
ları dokunacak, bana da beceriyle yerine getirilmiş bir görevin
canlı iç rahatlığını verecek büyük bir düşüncenin başarısında
arıyorum. Bütün yaşam ımın ilkesi bu olmuştur. Bu büyük d ü ­
şünceyi çok genç yaşımda edindim ve son nefesime kadar onu
korum aktan geri kalmayacağım.
1914 (K asım 1954; M .)

Ulusun efendisi yoktur;


Ulusa hizmet vardır. Bu ulusa hizmet eden onun efendisi olur.
(A ra lık 1921; S.D.I.)

Benim (apotr) (1) lanm yoktur. Ülkeye ve ulusa kimler hiz­


met eder ve hizm et beceri ve gücünü gösterirse (Apotr) od ur.
(A ğ u sto s 1923; N .)

(1) H a v a r i : İsa 'n ın d in in i y a y m a k la g ö re v li y a rd ım c ıla r.


Uluslar kaygı ve keder bilmemelidirler. Şeflerin ödevi,
ulusların yaşamı neşe ve istekle karşılamaları için onlara yol
göstermektir.
(M a rt 1937; S .D .ll.)

Ülkemin ve ulusum un kurtuluşu ve m utluluğu için çalış­


m aktan başka bir amacım yoktur. Bu, insana yeter bir sevinç ve
zevk sağlar. Kişinin, ailenin rahatı ve m utluluğu ancak ulusun
rahat .ve m utluluğuyla sağlanabilir.
(O cak 1925; V.)

İnsan yaşadığı, bulunduğu ve çalıştığı çevre içinde o çağı


yönetenlerle kaynaşıp aynı kanıda (düşüncede) olursa, aym
çevre ve çağın adam ı olmaktan çıkamaz.
(7 N is a n 1926; H .M .)

Baylar, tarih su götürm ez bir biçimde kanıtlam ıştır ki, bü­


yük işlerde başarı için yeteneği ve gücü sarsılmaz bir başkanın
varlığı çok gereklidir.
(1927; N .)

Gerçekten, tutku olmadan büyük bir iş m eydana getirile­


mez. Ancak onun her durum unda ulus yolunda hizm et amacı­
na yönelik olması gerekir. Başkan olan kimsenin ulusun ülkü­
süne göre davranm ası ve ulusun ruhsal durum unu
kavradıktan sonra o ulusun eğilimine bağlı kalması gerekir
"Kapıda d uran nöbetçi bile benden korkmaz. İsterseniz
kendisinden sorunuz. Egemenlik korku üzerine kurulam az.
Toplara dayanan egemenlik kalıcı olmaz Böyle bir egemenlik
ve diktatörlük ancak bir ayaklanma olunca geçici bir zam an için
gerekli olur."
(M a rt 1930; A .T.)

Ben diktatör değilim. Benim büyük gücüm olduğunu söy­


lüyorlar. Evet, bu doğrudur. Benim isteyip de yapamayacağım
bir şey yoktur. Ancak ben zorbalıkla ve acımasızca davranm ası­
nı bilmem. Bence diktatörlük başkalarını buyruğu altına alan­
dır. Ben kalpleri kırarak değil, kazanarak baş olm ak isterim.
(N is a n 1935; A.T.)

Ben isteseydim hem en bir askerî diktatörlük kurardım ve


ülkeyi böyle yönetm eye kalkışırdım. Ancak ben istedim ki, ulu­
sum için çağdaş bir devlet kurayım.
(B elleten N o.10)

Ben düşündüklerim i sevdiklerime olduğu gibi söylerim.


Aynı zam anda, saklanması gerekli olm ayan bir sırrı kalbinde
taşıma gücü olm ayan bir adamım. Çünkü ben bir halk adam ı­
yım. Ben düşündüklerim i hep halkın önünde söylemeliyim.
Yanlışım varsa halk beni yalanlar. Ancak şim diye kadar bu açık
konuşm alarım da halkın beni yalanladığını görmedim.
Tutkudan vazgeçilemez. Fakat tutku kişisel olmamalıdır.
Tutku, ulusal çıkarları amaç edinen ereklere yöneltilmelidir.
Şef, önemli kararları son derece dikkatle izlemesi gereken ulu­
sal yaşam varlığından almalıdır.
M erhum Kemal demiştir ki:
Vatanın bağrına düşm an dayadı hançeri,
Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini.

işte ben bu kürsüden ve yüce meclisin başkanı olarak yük­


sek kurulunuzu oluşturan bütün üyelerin her biri adına, bütün
ulus adna diyorum ki:
Vatanın bağrına düşm an dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.

Yurdun korunması, ulusun m utluluğu için her şeyden ön­


ce ordum uzun eski Türk ordusu olduğunu dünyaya bir kez da­
ha kanıtlamak gereğine çoktandır inanırım. Bu inanca bağlı is­
teklerimin şiddeti ola ki beni fazlasıyla aşırılığa düşkün bir
kimse olarak göstermişti. Ancak zaman, a n ve temiz kafalardan
açık olan düşüncelerin benim senmesinden çekinilse bile onları
uygulatır.
1910 (K asım 1930; V.)

Yurt kesin olarak egemenliğine kavuşacaktır. Ulus, kesin


olarak m utluluğa erecektir. Çünkü kendi esenliğini, kendi m ut­
luluğunu ülkenin, ulusun esinliği ve m utluluğu uğruna gözden
çıkaracak çok vatan evlâdı vardır.
1910 (10 K asım 1929; V.)
2. Yurt.
Ülkeyi Doğu ve Batı diye ikiye ayırm ak doğru değildir.
Yurt bir bütün o b ra k ele alınmalı, kurtuluş için genel çareler
aranm alıdır.
(1918; M .M .H .)

"Anadolu insana, bir boşluk, bir çöl gibi görünüyor. Öyle


görünür Anadolu. Zaten yaptığım ız işin zevki de işte burada.
Bu çölden bir hayat çıkarmak bu çözülm eden bir örgüt ya­
ratm ak gerekiyor. Kaldı ki, görünürdeki boşluğa bakmayın; boş
görünen o alan doludur. Çöl sanılan alanda saklı ve güçlü bir
varlık bulunuyor. O, ulustur; O Türk ulusudur. Eksik olan şey
örgütlenmedir. İşte biz onun üzerindeyiz.
(A .l.G .) S. 97

Gerektiğinde yurt için bir birey gibi bir tek karar ve karar­
lılıkla çalışmasını bilen bir ulus, elbette, büyük bir geleceğe hak
kazanan ve aday olan bir ulustur.
(Y. 46)

Yüzyıllardır inleyip duran, fakat zorbaların, aldatıcıların,


cahillerin çıkardıktan engeller yüzünden yürekleri paralayan
sesini ulusun kulağına duyuram ayan zavallı yurt bugün diyor
ki: "Can kulağınızı, yanmış, yıkılmış bağnnda en derin acıları
duym uş olan ananızın içten gelen seslenişine artık hep açık bu­
lundurunuz. Baylar, Asya'da, Afrika'da, Avrupa'da hüküm sür­
mek gücünü ve yeteneğini göstermiş olan atalarımızın bu sesi
vaktinde duym alarına engel olunm asaydı, Türk toplum u, Türk
ülküsü, Türk çıkarları korunup verimli bir biçimde gelişeceği
yerde bize bugünkü yıkıntı mı miras kalırdı? Baylar, yurdum uz
artık bayındırlık istiyor, varlık ve refah istiyor. Bilim ve beceri,
yüksek düzeyde uygarlık, özgür düşünce ve özgür anlayış isti­
yor. Şeref, nam us, bağımsızlık, gerçek varlık, yurdun bu istekle­
rini tümüyle ve olanca hızıyla yerine getirmek için köklü ve cid­
dî bir çalışma istiyor.
Yurt toprağı! Sana her şey feda olsun. Kutlu olan sensin.
Hiç birimiz senin için canımızı esirgemeyiz. Fakat sen de Türk
ulusunu sonsuza dek yaşatmak için verimli kalacaksın. Türk
toprağı, sen, seni seven Türk ulusunun mezarı değilsin. Türk
ulusu için yaratıcılığını göster.
(1930; A .H .)

3. Birey ve ulus.
Yurdun savunulm asını, çok değerli olsa bile, bir tek kişiye
bağlı bulundurm ak doğru değildir.
(11 M a y ıs 1920; G.S.I.)

Bireyler düşünm eyi bilmezse, topluluklar istenen yöne,


herkesçe iyi veya kötü yönlere götürülebilirler. Kendini kurta­
rabilmek için her bireyin yazgısıyla kendisinin ilgilenmesi gere­
kir. Aşağıdan yukarıya, temelden çatıya doğru yükselen bir ku­
ruluş elbette sağlam olur. Ancak kuşku yok ki, her işin
başlangıcında, aşağıdan yukarı olmaktan ziyade yukarıdan aşa­
ğı olmak zorunluluğu vardır.
(A ra lık 1920; S.D.I.)

Asıl olan ulustur, toplum dur. Onu da genel olarak meclis


yönetir. Bu her yerde böyledir. Fakat bireyler de vardır. Meclis
ülke ve devlet işlerini bireylerle, kişilerle yürütm ektedir. Her
devletin işlerini çekip çeviren kişi ve kişiler bellidir. Gerçeği an­
lamsız kuram larla yadsım aya gerek yoktur.
Bugünkü yaşam koşulları altında, bir birey için olduğu gi­
bi bir ulus için de, güç ve yeteneği, eylemleriyle gösterip kanıt­
lamadıkça ona saygınlık gösterilmesini ve önem verilmesini
beklemek boşunadır. Güç ve yetenekten yoksun olanların kim­
se yüzüne bakmaz, insanlık, adalet, iyilikseverlik gereklerini
bütün bu yetenekleri olduğunu gösterenler isteyebilirler.
(A ğ u sto s 1921; N .)

Yazgısını, kendisini zincire vuran kişilere bırakan uluslar,


o kişilerin keyif ve isteklerinde oyuncak olmaya karar vermiş,
razı olmuş sayılırlar. Böyle uluslar yazgılarını ellerine bıraktığı
insanlar başarı kazandıkça onların daha da ağır koşullarda zor­
balığı altında kalırlar. Başarılı olam azlarsa, felâket, çöküş yalnız
o insanların değil onlara bağımlı olan topluluğu da etkiler. Ö y­
leyse her iki olasılıkta da böyle bir ulus kesin olarak felâketle
karşılaşacaklardır.
(O cak 1922; S.D .II.)

M addî ve m anevî çöküş korkuyla, güçsüzlükle başlar.


Güçsüz ve korkak insanlar herhangi bir felâket karşısında ulu­
sun da hareketsiz ve çekingen bir durum a düşmesine neden
olur. Güçsüzlük ve duraksam ada o denli ileri giderler ki adeta
kendi kendilerini aşağılarlar. Derler ki biz adam değiliz ve ola­
mayız! Kendi kendim ize adam olmamız olanağı yoktur. Hiçbir
sınırlama ve koşul ileri sürm eden varlığımızı bir yabancı eline
bırakalım.
(M a rt 1922; N .)
Baylar, bir ulus, bir ülke için kurtuluş, esenlik ve başarı is­
tiyorsak bunu hiçbir zaman sadece bir kişiye bağlamamalıyız.
Çünkü herhangi bir kişinin başarısı demek, o ulusun başarısı
demektir. Bir ulusun başarısı kesinlikle ulusun genel güçlerinin
bir doğrultuda olmasını gerektirir. Bu nedenle bilelim ki, ulaştı­
ğımız başarı ulusun gücünü birleştirmesinden, işbirliği yapm a­
sından ileri gelmiştir. Eğer aynı başarıyı, aynı zaferleri gelecek­
te de taçlandırmak istiyorsak, aynı temele dayanalım , aynı
biçimde yürüyelim; çünkü başarı ancak böyle elde edilebilir.
(O cak 1923; S.D .II.)

Bir ulusun soylu bir varlığı, saygıya değer bir mevkii ol­
ması için o ulusta sadece bilgin ve fen adamı bulunm ası yet­
mez. Her bilimin, her şeyden önce bir özelliği (özlülüğü) bulun­
ması gerekir ki, o da ulusun belli ve olumlu bir karakteri
olmasıdır. Böyle bir karakteri olmayan bireyler ve böyle birey­
lerden oluşan uluslar hiç bir zaman gerçek bir devlet m eydana
getiremezler. Böyle uluslar birer fesat yuvası olurlar.
(M a rt 1923; S.D .II.)

Şunu bir gerçek olarak biliniz ki, şeref hiç bir zam an belli
bir adam ın değil, bütün ulusundur. Eğer yapılan işler önemliy­
se, elde edilen başarılar belirginse, dikkat çekiciyse, her birey
kendisini kutlamalıdır. Çünkü böyle büyük şeyleri ancak çok
yetenekli büyük uluslar yapabilir ve bu ulusların her bireyi
böylesine yetenekli ve büyük bir ulustan olduğunu düşünerek
kendisini kutlasın!
(M a rt 1923; S.D .II.)

Baylar, ellerine bir ulusun yazgısı emanet edilen kimseler,


o ulusun güç ve erkini yalnız ancak gene o ulusun gerçek ve el­
de edilebilir çıkarları yolunda kullanmakla yüküm lü oldukları­
nı bir an olsun unutm am alıdırlar. Bu kimseler düşünm elidirler
ki, bir ülkeyi ele geçirmek, o ülkenin yurttaşlarına egemen ol­
maya yetmez. Bir ulusun ruhu ele geçirilmedikçe, bir ulusun
kararlılık ve iradesi kırılmadıkça, o ulusa egemen olmaya ola­
nak yoktur. Yüzyılların oluşturduğu ulusal bir ruha, sağlam,
şaşmayan bir ulusal iradeye hiçbir güç karşı koyamaz. Birinin
egemenliği altına girm ek istemeyen bir ulusu esir olarak tutabi­
lecek kadar'güçlü zorbalar artık dünyada kalmamıştır.
(A ğ u sto s 1924; S.D .II.)

Bir toplum un, kesinlikle, ortaklaşa bir düşüncesi vardır.


Eğer bu her zam an iyi dile getirilip belirtilmiyorsa, onun yok ol­
duğu sonucuna varılmamalıdır. O her zam an vardır. Varlığımı­
zı, bağımsızlığımızı kurtaran bütün davranışlar ulusun ortakla­
şa düşüncelerinin, isteklerinin, kararlılığının belirmesinden
başka bir şey değildir.
(E ylül 1924; S.D.II.)

Bir ulusun bireylerinde başta gelmesi, sayılması gereken


şey, ulusun ortak isteği, toplu düşüncesidir. Bir kimse ülkesine
ve ulusuna yararlı bir iş yaparken gözünden bir an olsun uzak
bulundurm am ak zorunda olduğu kural ulusun gerçek eğilimi­
dir.
(K asım 1924; S.D .I.)

Esin ve güç kaynağı ulusun kendisidir. Ulusun ortak eğili­


mi, genel düşüncesi olduğunu yadsıyanlar vardır. Böylelerini
hepiniz çok duym uşsunuzdur. Ülkemizin başına gelmiş olan
bunca felâketler, hiç kuşku edilmem elidir ki, bu aymaz insanla­
rın ülkenin yazgısı ve iradesini ellerinde tutm uş olm alarından
ileri gelmiştir.
Bir ulus, bir toplum, tek bir bireyin çaba ve çalışmalarıyla
bir adım bile atamaz.
(E kim 1925; S.D.II.)

Güç birdir, o da ulustur.


(K asım 1937; S.D.I.)

4. Türk ulusu.
Baylar, bende bazı arkadaşlarım gibi Batı uluslarını, bütün
dünya uluslarını tanırım. Fransızları tanırım , Almanları tanı­
rım, Rusları ve bütün dünya uluslarını kişisel olarak tanırım.
Ve bu tanışm am savaş m eydanlarında olm uştur, ateş altında
olm uştur, ölüm karşısında olmuştur. Yemin ederek inanmanızı
isterim ki, bizim ulusum uzun içgücü bütün ulusların içgücün-
den üstündür.
(T e m m u z 1920; S.D.I.)

Bayanlar, baylar, açıkça söyleyeyim ki, biz, üç buçuk yıl


öncesine kadar sadece bir topluluk halinde yaşıyorduk. Bizi is­
tedikleri gibi yönetiyorlardı. Dünya bizi temsilcilerimize göre
tanıyordu. Üç buçuk yıldır tam anlam ıyla ulus olarak yaşıyo­
ruz. Bunun m addî ve belirgin tanığı yönetimi, biçimi ve niteli­
ğidir ki, onu yasa (Büyük Millet Meclisi) diye adlandırm ıştır.
( E k i m i 922; S.D .II.)

Bizim ulusum uz, ulusallığını anlam azlıktan gelişinin çok


ağır cezalarını gördü. Osmanlı İm paratorluğu içindeki çeşitli
topluluklar hep ulusal inanlara sarılarak, ulusallık ülküsünün
gücüyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğum uzu, onlardan
ayrı ve onlara yabancı bir ulus olduğum uzu aralarından kovu­
lunca anlayabildik. Gücüm üz zayıflar zayıflamaz, onurum uzu
kırarak aşağıladılar. Anladık ki. kabahatim iz kendimizi unut-
malığımızmış (1).
(M a rt 1923; S.D.II.)

(1) A t a tü r k 'ü n A B D elçisi B ristol ile k o n u ş m a s ın d a n .


Bir ulus için m utluluk olan bir şey, başka bir ulus için felâ­
ket olabilir. Aynı neden ve koşullar birini m utlu ettiği halde
başka birini m utsuz edebilir. O nun için bu ulusa gideceği yolu
gösterirken dünyanın her türlü bilim inden, bulgularından ve
gelişmelerinden yararlanalım, ama asıl temeli içimizde atm ak
zorundayız.
U lusum uzun tarihini, ruhunu, geleneklerini gerçek, sağ­
lam ve doğru bir bakışla görmeliyiz. Açıkça söyleyelim ki, hâlâ
ve hâlâ genç aydınlarım ızın halkla uyum halinde olmaları kesin
gerçekleşmemiştir. Ülkeyi kurtarm ak için bu iki anlayış arasın­
daki ayrılığı giderm ek, yürüm eye başlam adan önce de bu iki
anlayış arasında uyum u sağlamak gerekir. Bunun için halkın
yürüm esini hızlandırması, aydınların da çok hızlı gitmesi ge­
rekm ektedir. Ancak halka yaklaşmak, halkla kaynaşmak daha
ziyade aydınlara düşen bir ödevdir.
Gençlerimiz ve aydınlarım ız niçin yürüdüklerini ve ne ya­
pacaklarını önce kendi kafalarında iyice kararlaştırmalıdırlar.
Yüzyıllardır düşm anlarım ız A vrupa topluluklarına Türk-
lere karşı kin ve düşm anlık düşüncesi aşılamışlardır. Batı kafa­
sına yerleşmiş olan bu düşünceler özel bir anlayış m eydana ge­
tirmiştir. Bu anlayış her şeye ve bütün olup bitenlere karşın
hâlâ sürm ektedir. Ve Avrupa'da hâlâ Türk'ün her türlü ilerleyi­
şe düşm an olan, ruh ve düşünce bakım ından gelişmeye elveriş­
li olm ayan bir adam olduğu sanılmaktadır. Bu büyük bir yanıl­
gıdır. Sorunu basitleştirmek için size şu örneği ileri süreceğim:
Tutunuz ki karşınızda iki adam var; bunlardan biri zengin ve
her türlü araç emrinde; ötekisiyse yoksul ve elinde hiç bir araç
yok. Bu araçlar konusunun dışında İkincisinin ruhsal bakım ın­
dan ötekisinden hiç farkı yok, ötekisinden aşağı da değil, işte
Avrupa ile Türkiye birbirine karşı bu durum dadır.
Türkiye halkı, soy, din ve kültür bakım ından birleşik, bir­
birine karşılıklı saygı ve özveri duyguları besleyen, yazgısı ve
çıkarları ortak olan bir toplum dur.
(K asım 1932; S.D .II.)

5. Türk Ulusu ve Demokrasi.


Biz Türkler ruhça dem okrat doğm uş bir ulusuz. Ancak
ulusum uzu yüzyıllarca yöneten Osmanoğullan, kendilerini ve
yaldızlı tahtlarını korum ak için atalarım ızdan miras olarak al­
dığımız bu yaradılıştan olan güzel huyu körletmeye, uyuştur­
maya çalışmışlardır. Her alanda geri kalmamızın etken ve ne­
deni bu olmuştur.
1937 (K asım 1947; V.)

Şuna emin olabilirsiniz ki, dünya üzerinde yaşamış ve ya­


şayan uluslar arasında ruhça dem okrat doğan biricik ulus
Türklerdir.
Eskiden beri topluluğum uzda birinden diğerine geçilmez
bir sınıf soyluluğu ve anlayışı hiç bir zaman söz konusu olma­
mıştır. Derebeyliğin egemen olduğu çağlarda bile soyluluk ba­
badan oğula geçmezdi. Tarihimize göz gezdirdiğimiz zam an
görürüz ki, bu ülkede sayılan ve saygı gören kimselerin çoğu
yoksul ailelerden doğm uş, insanlığı, ülkeye olan hizmeti, yü­
rekliliği, sevgisi, yiğitliliği ile tanınmış erdemli kimselerdir.
1937 (K asım 1947; V.)

6. Ulusal Ülkü.
Siyasal çekişmelerin çoğu basit şeylerdir. Fakat toplum un
yararına yapılan çalışmalar her zaman verimlidir. N eden Ana­
dolu'ya gelip çalışmazlar? N eden ulusla doğrudan doğruya iliş­
ki kurmazlar? Ülkeyi gezmeli, ulusu tanımalı, eksiği nedir gös­
termeli. Ulusu sevmek böyle olur. Yoksa lafla sevginin bir
yararı yoktur.
Bir toplum un yaşaması ve m utluluğu, ancak dilekte ve di­
leği gerçekleştirme yolunda tam bir birlik halinde olmasına
bağlıdır.
(M a rt 1920; N .)

Bizim açık ve uygulanabilir gördüğüm üz siyasal yöntem


(ulusal siyasettir). Dünyanın içinde bulunduğu genel koşullar
ve yüzyılların kafalara ve karakterlere yerleştirdiği gerçekler
karşısında düşe kapılmak kadar büyük yanılgı olamaz. Tarihin
dediği budur; bilimin, aklın m antığın dediği budur.
U lusum uzun güçlü, m utlu ve sağlam bir düzen içinde ya­
şayabilmesi için devletin bütünüyle ulusal bir siyaset gütmesi,
ve bu siyasetin iç örgütlerimize uyum lu olması ve onlara da­
yanm asıdır. (Ulusal siyaset) dediğim iz zam an anlatmak istedi­
ğim şudur: Ulusal sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi
gücüm üze dayanarak varlığımızı koruyup ulusun ve ülkenin
gerçek m utluluğuna, ülkenin bayındırlığına çalışmak, gelişigü­
zel, ulaşılmayacak istekler ardında ulusu koşturm am ak ve zara­
ra sokmamak; uygarlık dünyasının uygarca ve insanca davranı­
şını ve karşılıklı dostluğunu beklemektir.
(N isa n 1920; N .)

Ulusun bağrında özgür bir birey olmak kadar m utluluk


var m ıdır bu dünyada? Gerçekleri bilen, kalp ve vicdanında
m anevî ve kutsal zevklerden başka zevki olmayan insanlar için,
ne kadar yüksek olursa olsun, dünyalık makamların hiçbir de­
ğeri yoktur.
(M a y ıs 1922; N .)

Hizm et edenler, namuslarının gereği olan ödevlerini yeri­


ne getirmekten başka bir şey yapmam ışlardır.
Ü lküm üzü açıkça dile getirmeliyim. O nu inançla duymalı,
yılm adan izlemeliyiz. Kişisel çıkarlarım ızdan, insanı küçülten
isteklerim izden sıyrılmayı ancak böyle canlı ve ateşli bir ülkü­
nün yardım ıyla başaracağız. Gençlerin kardeşleriyle, babalarıy­
la, tecrübeli yaşlılarıyla, İslâmın özünü kavram ış gerçek din bil­
ginleriyle birlikte çalışmakla başarıya ulaşacakları olanağı
kesindir.
(M a rt 1923; S.D .II.)

Sayın gençler, yaşam savaşm adan başka bir şey ueğildir.


Bu nedenle yaşam da yalnız iki şey vardır: Yenmek ve yenil­
mek. Siz Türk gençlerinin benliklerine em anet ettiğimiz şey her
zaman yenm ektir ve eminim hiçbir zam an yenilmeyeceksiniz.
Ulusun yükselm e nedenleri ve koşulları yolunda yapılacak şey­
lerde, atılacak adım larda kesinlikle duraksam ayın. Ulusu o
yükselm e aşam asına çıkarmak için, dikilecek engelleri hep bir­
likte önleyeceğiz. Bunun için kafalarınıza, anlayışınıza, bilgini­
ze gerekirse bileklerinize, pazılarınıza, bacaklarınıza başvura­
rak, sonunda o amaca kesinlikle ulaşacağız.
(M a rt 1923; S.D.II.)

Bu ulus, bu ülke yeni yönetimiyle dünyanın en akla uy­


gun olarak yönetilen bir varlığı olacaktır. Ben bunu gözlerimle
görm eden ölmeyeceğim.
(A ğ u sto s 1923; S.D .II.)

Eğer bağlı olduğum ulusun ün ve onuru varsa, ben de ün­


lü ve onurluyum . Yoksa, içinizden herhangi bir adam çıkar da,
ün ve onur peşinden koşar ve herkesten ayrı olmak isterse bili­
niz ki o başınıza belâdır, belâdır, belâdır. Ülus böyle kimselerin
davranışına m üsaade etmemelidir.
Yeni Türkiye'nin dünya, ulusal ve ekonomik genel siyaseti
ile belirtilen ulusal etkenler hepim izin çalışma yönünü göster­
miş bulunm aktadır ki, bu yönün az zam anda ulusum uzun yük­
sek yeteneklerini belirtmesine fırsat vereceği kesindir.
Türk ulusu istek ve yeteneğinin yönelik olduğu yolları
görmeye çalışan ve görebilen evladına her zam an değer vermiş,
onu korum uştur.
(K asım 1925; S.D.I.)

Türk ulusu! Kurtuluş savaşına başladığımızın on beşinci


yılındayız. Bugün Cum huriyetim izin onuncu yılını doldurduğu
en büyük bayram dır.
Kutlu Olsun!
Bu anda büyük Türk ulusunun bir bireyi olarak bu kutla­
maya kavuşm anın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım!
Az zam anda çok ve büyük işler yaptık: Bu işlerin en bü­
yüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan
Türkiye Cum huriyeti'dir.
Bundaki başarıyı Türk ulusunun ve onun değerli ordusu­
nun birlikte olarak kararlılıkla yürüm esine borçluyuz. Fakat
yaptıklarımızı hiçbir zaman yeterli görm üyoruz. Çünkü daha
çok ve daha büyük işler yapm ak zorunda ve kararlılığındayız.
Y urdum uzu dünyanın en bayındır ve en uygar ülkesi düzeyine
çıkaracağız. Ulusum uza en geniş refah aracı kaynaklar sağlaya­
cağız. Ulusal kültürüm üzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne
çıkaracağız. Bunun için bizce zam an ölçüsü, geçmiş yüzyılların
gevşetici düşüncelerine göre değil, yüzyılımızın hız ve eylem
kavram ına göre düşünülm ektedir. Geçen zam ana oranla daha
çok çalışacağız. Bunda da başarılı olacağımıza kuşku yoktur.
Ç ünkü Türk ulusunun karakteri yüksektir. Türk ulusu çalışkan­
dır. Türk ulusu zekidir. Çünkü Türk ulusu ulusal birlik ve bera­
berlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk ulusu­
nun yürüm ekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda, elinde ve
kafasında tuttuğu meşale, m üspet bilimdir. Şunu da önemle be­
lirtmeliyim ki, yüksek bir toplum olan Türk ulusunun tarihsel
bir niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bu­
nun içindir ki, ulusum uzun yüksek karakterini, yorulmaz çalış­
kanlığını, yaradılıştan olan zekâsını, bilime bağlılığını, güzel sa­
natlara sevgisini, ulusal birlik duygusunu sürekli olarak ve her
türlü araç ve önlemlerle besleyerek geliştirmek ulusal ülkü­
m üzdür.
Türk ulusuna çok yaraşan bu ülkü, onu, insanlığa gerçek
rahatlığı sağlama yolunda , kendisine düşen uygarlık ödevini
yapmakta başarılı kılacaktır.
Büyük Türk ulusu! On beş yıldır giriştiğimiz işlerde başarı
sözü veren birçok konuşmamı işittin. M utluyum ki, bu yolda
sözlerimin hiçbirinde ulusum un bana güvenini sarsacak bir ya­
nılgıya düşmedim.
Bugün aynı inanç (inan) ve kesinlikle söylüyorum ki, ulu­
sal ülkü yolunda tam bir birlik içinde yürüm ekte olan Türk
ulusunun büyük bir ulus olduğunu bütün uygar dünya, az za­
m anda, bir kez daha anlayacaktır (tamk olacaktır).
Hiçbir kuşkum yoktur ki, Türklüğün unutulm uş büyük
uygarlık niteliği bundan sonraki gelişimiyle, geleceğin uygar­
lık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk ulusu,
Sonsuza doğru akıp giden her on yılda, bu büyük ulus,
bayramını daha büyük onurlarla, m utluluklarla dirlik ve refah
içinde kutlamam gönülden dilerim.
Ne Mutlu Türküm diyene!
(E kim 1933; S.D .II.)

Her Türkün son nefesi, Türk ulusunun nefesinin tükenme­


yeceğini, onun sonsuz olduğunu göstermelidir. Yüksel Türk!
Senin için yükselmenin sınırı yoktur.
7. İnsanlık ülküsü.
Baylar, artık bugün yaşam ve insanlığın gerekleri tüm ger­
çekliğiyle ortaya çıkmıştır. Bunlara ters düşen söylentiler ahlâk
ve inanca temel olamaz. Gerçek ortaya çıkınca yalan ortadan
kalkar. Temelsiz sözler, boş inanlar kafalardan çıkmalıdır. Her
türlü yükselme ve ilerlemeye yatkın olan ulusum uzun, düşün­
ce ve toplum devrimi yolunda adımlarını kısaltmak isteyen en­
geller ne olursa olsun ortadan kaldırılmalıdır.
(A ğ u sto s 1924; S.D.II.)

Durum u ve gerçeği bilenler, bağlı bulundukları ulusun in­


sanlarını ellerinden geldiği kadar uyarıp aydınlatarak onlara
kurtuluş hedefine doğru yürüm e yolunda kılavuzluk etmeyi en
büyük insanlık ödevi bilmelidirler.
(1927; N .)

Baylar; bütün insanlığın, tecrübe, bilgi ve düşüncede yük­


selip olgunlaşması, Hıristiyanlıktan, M üslümanlıktan, Budizm-
den vazgeçerek sadeleştirilmiş ve herkesçe anlaşılacak bir hale
getirilmiş evrensel, arı, lekesiz bir dinin kurulm ası ve insanların
şimdiye kadar, pislikler, kaba arzu ve istekler arasında bir sefa­
let ortam ında yaşam akta olduklarını kabul ederek bütün vücut­
ları ve zekâları zehirleyen çürüm üş, kokmuş tohum lan yok et­
meye karar vermesi gibi koşulların gerçekleşmesi için gerekli
olan bir "evrensel birliği" düşünün tatlı bir düş olduğunu yadsı­
yacak değiliz.
(1927; N .)
Uluslar tasa, keder nedir bilmemelidirler. Şeflerin ödevi
yaşamı neşe ve sevinçle karşılama konusunda ulusuna yol gös­
termektir.
Vaktiyle kitaplar karıştırdım. Yaşam hakkında filozofların
ne dediklerini anlam ak istedim. Bir kısmı her şeyi kara görü­
yordu. "Değil mi ki hiçiz ve sıfıra varacağız, dünyadaki geçici
yaşamımız süresinde neşe ve m utluluğun yeri yoktur" diyorlar­
dı. Başka kitaplar okudum ; bunları daha akıllı adam lar yazmış­
tı. Diyorlardı ki: "Değilmi ki sonu nasıl olsa sıfırdır bari yaşadı­
ğımız sürece neşe ve sevinç içinde olalım." Ben kendi
karakterim bakım ından ikinci yaşam görüşünü yeğliyorum,
ama şu sınırlamalar içinde: Bütün insanlığın varlığını kendi
benliklerinde gören insanlar m utsuzdurlar. Hiç kuşku yok ki, o
adam bir birey olarak yok olacaktır. Herhangi bir kişinin yaşa­
dığı sürece m em nun ve m utlu olması için gereken şey, kendisi
için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Aklı
başında bir adam ancak böyle davranabilir. Yaşamda tam zevk
ve m utluluk, ancak gelecek kuşakların varlığı, onuru ve m utlu­
luğu için çalışmaktır. Bir insan böyle davranırken "benden son­
ra gelecekler acaba böyle bir ruhla çalıştığımı sezebilirler m i”
diye düşünmem elidir. Hatta en m utlu olanlar hizmetlerinin bü­
tün kuşaklarca bilinmemesini yeğleyecek karakterde olanlardır.
Herkesin kendine göre bir zevki var. Kimi bahçeyle meş­
gul olmak, güzel çiçekler yetiştirm ek ister. Bazı insanlar da
adam yetiştirmekten hoşlanır. Bahçesinde çiçek yetiştiren adam
çiçekten bir şey bekler mi? insan yetiştiren adam da çiçek yetiş­
tirenin duygularıyla hareket edebilmelidir. Ancak böyle düşü­
nen ve çalışan adamlar, ülkelerine ve uluslarına ve bunların ge­
leceğine yararlı olabilirler. Bir adam ki ülkenin ve ulusun
m utluluğunu düşünm ekten çok kendini düşünür, o adam ın de­
ğeri ikinci derecededir. Zaten kendisine değer veren ve bağlı
bulunduğu ulus ve ülkeyi ancak kişiliğiyle var sanan adam lar
uluslarının m utluluğuna hizm et etmiş sayılmazlar. Ancak ken­
dilerinden sonrakileri düşünebilenler uluslarını yaşamak ve
ilerlemek olanaklarına ulaştırabilirler. Kendi gidince ilerleme
ve hareket durur sanmak aymazlıktır.
Şimdiye kadar üzerinde durd u ğ u m noktalar ayn ayn top-
lumlarla ilgilidir. Fakat bugün bütün dünya ulusları aşağı yu­
karı akraba olm uşlardır ve olm aktadırlar. Bu nedenle insan, bi­
reyi olduğu ulusun varlığını ve m utluluğunu düşündüğü kadar
bütün dünya uluslarının rahatını ve refahını düşünm eli ve ken­
di ulusunun m utluluğuna ne kadar değer veriyorsa, bütün
ulusların da m utluluğu için hizm ette bulunm aya elinden geldi­
ğince çalışmalıdır. Bütün akıllı insanlar bilirler ki, bu alanda ça­
lışmakla hiç bir şey yitirilmez. Çünkü, dünya uluslarının m utlu­
luğuna çalışmak başka bir yoldan kendi rahatını ve m utluluğu­
nu sağlamaya çalışmak demektir. D ünyada ve dünya ulusları
arasında dirlik, açıklık ve iyi geçim olmazsa, bir ulus kendisi
için ne yaparsa yapsın dirlikten yoksun kalır. Onun için sevdik­
lerime şunu öğütlerim;
Ulusları yöneten kimseler, elbette her şeyden önce kendi
ulusunun varlık ve m utluluğuna ön ayak olmak isterler. Fakat
aynı zam anda bütün uluslar için aynı şeyi istemek gerekir. Bü­
tün dünyada olup bitenler bize bunu açıkça kanıtlar. En uzakta
sandığımız bir olayın bizi bir gün etkilemeyeceğini bilemeyiz.
Bunun için insanlığın tüm ünü bir vücut ve bir ulusu bu­
nun bir parçası saymak gerekir. Bir vücudun parm ağındaki acı­
dan diğer bütün parçalar etkilenir. D ünyanın herhangi bir ye­
rinde bir rahatsızlık varsa "bana ne" dememeliyiz. Böyle bir
rahatsızlık varsa, aram ızda olmuş gibi onunla ilgilenmeliyiz.
Olay ne kadar uzak olursa olsun, bu ilkeden şaşm amak gerekir.
İşte bu görüş, insanları, ulusları ve hüküm etleri bencillikten
kurtarır. Bencillik de, kişisel olsun her zam an kötü bir huy sa­
yılm aktadır,
O halde konuştuklarım ızdan şu sonucu çıkaracağım: Do­
ğal olarak kendim iz için gereken bütün şeyleri düşüneceğiz ve
gereğini yapacağız. Bundan sonra da bütün dünya ile ilgilene­
ceğiz. Kısa bir örnek: Ben askerim. 1. Dünya Savaşı'nda bir or­
dunun başındaydım . Türkiye'de başka ordular ve onların ko­
m utanları vardı. Ben yalnız kendi ordum la değil, öteki
ordularla da ilgileniyordum. Bir gün Erzurum cephesindeki ha­
reketle ilgili bir sorun üzerinde durduğum sırada yaverim dedi ki:
— Niçin sizinle ilgisi olmayan bir sorunla uğraşıyorsunuz?
Cevap verdim.
— Ben bütün orduların durum unu iyice bilmezsem, kendi
ordum u nasıl yöneteceğimi kestiremem.
Bir devlet ve ulusu yönetme durum unda bulunanların her
zaman göz önünde tutmaları gereken sorun budur.
Sırası gelmişken sayın konuklarımıza şunu diyeceğim:
Ben düşündüklerim i sevdiklerime olduğu gibi söylerim.
Aynı zam anda saklanması gerekli olmayan bir sırrı kalbinde ta­
şıma gücü olmayan bir adamım. Çünkü ben bir halk adamıyım.
Ben düşündüklerim i hep halkın önünde söylemeliyim. Yanlı­
şım varsa, halk beni yalanlar. Ancak şimdiye kadar halkın beni
yalanladığını görmedim.
(M art 1937; S.D .II.)
ikinci Bölüm

SİYASAL AHLÂK

1. Tarihin verdiği ders.


Tarih ne güzel aynadır. Özellikle ahlâktan yana gelişmemiş
olan topluluklar en yüce kutsal kavram lar karşısında bile insanı
küçülten duygulara bağlı kalmaktan kendilerini alıkoyamıyor­
lar. Tarihe geçen bütün olaylarda, bu olaylara yol açanların tu­
tum, eylem ve davranışı onların ahlâk düzeyini açıkça gösterir.
(T e m m u z 1915; B elleten, C .V II. S.28)

Çağdaş demokraside, kişisel özgürlükler özel bir değer ve


önem kazanmıştır. Artık kişisel özgürlüklere devletin herhangi
bir kimsenin karışması sözkonusu olamaz. Ancak bu denli yük­
sek ve değerli olan kişi özgürlüğünün uygar ve dem okrat bir
ulusta ne dem ek olduğu, özgürlük kelimesinin kesin bir biçim­
de düşünülebilen anlamıyla anlaşılamaz. Sözü edilen özgürlük
toplumsal ve uygar insan özgürlüğüdür. Bu nedenle kişi özgür­
lüğü düşünülürken her bireyin ve bütün ulusun ortak çıkarları
ve devlet varlığı gözönünde bulundurulm ak gerekir. Başkası­
nın hak ve özgürlüğü ve ulusun ortak çıkarları kişi özgürlüğü­
nü sınırlandırır.
Kişi özgürlüğünü sınırlandırm ak devletin hemen hemen
temel ödevidir. Çünkü devlet kişi özgürlüğünü sağlayan bir
örgüt olmakla beraber, aynı zam anda bütün özel çalışmaları,
genel ve ulusal amaçlar için birleştirmekle görevlidir. "Özgür­
lük bankasına zararı olmayacak her türlü eylemde bulunm ak­
tır" denildiği zaman yurttaş özgürlüğünün amacı olduğu, devle­
tin bu amacı sağlamak için bir araç sayıldığı söylenmiş olur.
Ama ulusun genel çıkar ve amacını koruyacak olan da bu araçtır.
(A .H . v e B.) S. 281

Bir ülkenin, bir ülke haklarının düşm andan zarar görmesi


acıdır. Fakat kendi soyundan olan, büyük bildiği kimselerin ve­
fasızlığına uğraması, onlardan büyük zarar görmesi daha acı­
dır. Bu kalp ve vicdanlar için onulmaz bir yaradır. Kendimizi
için değil, ulusum uz için elbirliğiyle çalışalım, çalışmaların en
güzeli, en yücesi budur.
(Y. 46)

2. Özgürlük.
Ö zgürlük olmayan bir ülkede ölüm ve çöküş vardır. Her
ilerlemenin ve kurtuluşun temeli özgürlüktür.
(1906; S.D.I1.)

Ahlâkın bir ulusun oluşum unda yeri çok büyüktür, çok


önemlidir. Ahlâk dediğimiz zam an ahlâk kitaplarında yazılı
öğütleri anlatm ak istemiyorum. Çünkü ahlâka uygundur diye
yaptığımız işler, yapm aktan sakındığımız işler, kitaplarda yazı­
lı olan, ya da hocaların önerdiği şeylerden daha önemlidir.
Bir işin ahlâktan yana bir değerde olması, ayrı ayrı in­
sanlardan daha yüce bir kaynaktan çıkmasıdır. O kaynak top­
lum dur, ulustur. Bir gerçektir ki ahlâklılık özel bireylerden ayrı
ve bunların üstünde ancak toplumsal, ulusal olabilir.
(M .B ilgiler) S. 361

Bir ülkede hiçbir yurttaş yargılam adan öldürülemez. Yurt­


taş ancak mahkem e kararıyla cezalandırılır.
Toplum da en yüksek özgürlüğün, en yüce adalet ve eşitli­
ğin sürekli olarak yerleşmesi ve korunm ası, ancak ve ancak tam
ve kesin anlamıyla ulusal egemenliğin yerleşmiş bulunmasıyla
olabilir. Böylece özgürlüğün de, eşitliğin de, adaletin de daya­
nağı ulusal egemenliktir. Toplum um uzda, devletim izde özgür­
lük sonsuzdur. Ancak onun sınırı, onu sonsuz yapan ilkenin
korunm asıyla geçerli ve belirgin olur. (Ancak, onu sonsuz ya­
pan ilkenin korunm ası onun sınırını çizer.)
Bir insan belki kendi isteğiyle kişisel özgürlüğünden vaz­
geçmiştir; fakat bu yolda bir girişim koca bir ulusun yaşamına
ve kurtuluşuna zarar verecekse, ulusun değerli ve şerefli yaşa­
mı bu yüzden sönecekse, o ulusun torunları ve gelecek kuşakla­
rı bu yüzden yok olacaksa, böyle girişimler hiçbir zam an kabul
edilemez.
(M a rt 1923; S.D.I.)

Baylar, sonsuz bir özgürlük düşünülem ez; hakların en bü­


yüğü olan hayat hakkı bile sınırsız, koşulsuz değildir. Kendisini
öldürm eye karar veren bir kimsenin suçu yalnız kendisiyle sı­
nırlanm ış olmakla beraber güvenlik kuvvetleri ona engel ol­
makla yüküm lüdür. Aynı kişinin aynı hareketini biraz daha bü­
yük ölçüde olduğunu tasavvur eder ve düşündüğüm üz suçu o
kim senin bütün bir aileye karşı işlediğini varsayarsak, böyle bir
girişim de bulunan kişi, hemen kana susam ış bir cani görüntü­
sünü alır. Bundan ötürü, ulusal egemenlik düşmanlığı, benzeri
olm ayan bir mevkii bulunan ulu ve şerefli bir ulusun her bireyi­
ne bir kez daha zarar vermek istemekten başka bir şey değildir.
(M art 1923; S.D .II.)

Ulus, geniş bir dirlik ve güvenlik içinde rahatlamış bulun­


malıdır. Y urdum uzun herhangi bir köşesinde halkın güvenliği­
ni, devletin didik düzenliğini bozmaya yeltenenler devletin bü­
tün güçlerini karşılarında bulmalıdırlar.
Biz kendi isteğimize göre hareket etmeyiz. Hele zorba hiç
değiliz. Hayatımızda bütün eylemlerimiz, ülke işlerinde kendi
isteklerimize göre ve zorbalıkla hareket edenlere karşı savaş­
mayla (savaşımla) geçmiştir.
(5 O cak 1923; V.)

Biz olağanüstü olarak alınan, fakat yasal olan önlemleri


hiçbir zaman, hiçbir biçimde yasanın üstüne çıkmak için araç
olarak kullanmadık; tersine, bu önlemleri ülkede dirlik ve d ü ­
zenlik kurulm ası için aldık.; devletin yaşam ve egemenliğini
güvenceye almak için kullandık. Biz o önlemleri ulusun uygar
ve toplumsal gelişmesinde yararlı bir hale getirdik.
(1927; V.)

Bir ulusun nasıl huyu ve ne gibi yetenekleri olduğunu de­


ğerlendirip belirtebilmek için o ulusun yöntemiyle görevlendi­
rilmiş olan kimselerin insanlık tarihini ve özellikle ulusal tarihi­
ni çok okum uş ve sindirmiş olmaları zorunludur. Başarılı
olmanın birinci sırrı bundadır. Bu olmazsa, yöneticiler hüküm
ve kararlarında hep beklediklerini elde edememenin verdiği
acıyla karşı karşıya kalacaklardır.
Tarih, bir ulusun nelere yetenekli olduğunu, neler başar­
maya gücü yettiğini gösteren en doğru kılavuzdur.
1937 (K asım 1947; V.)

3. Siyasal Partiler.
Partiden maksat bir partinin amacı, ulus evlâtlarının bir
kısmına, halktan da bazılarının, başkalarına ve halk zararına çı­
kar sağlamak değildir. Belki bunlardan ayrı, bunların dışında
olmayıp halk adı altında bulunan (adım taşıyan) bütün ulusu
ortak ve birleşik olarak ortak ve genel gerçek refaha ulaştırmak
için harekete geçmektir.
Ulusal egemenlik ilkesiyle yönetilen uygar devletlerde ka­
bul edilmiş ve yürürlükte olan ilke, ulusun genel istekleri ve
ümitlerini en iyi biçimde temsil eden ve bu istek ve üm itlerle il­
gili çıkar ve gereklerinin en yüksek güç ve yetkiyle gerçekleşti­
rebilecek siyasal gurubun devlet işlerinin yönetimini üstlenm e­
si ve bunun en yüksek önderinin sorum luluğuna bırakılm asın­
dan b& ' a bir şey değildir.
(E k im 1927; S.D .N .)

Saygıdeğer baylar, pek iyi bilirsiniz ki, padişahlarla, hali­


felerle yönetilmiş ve yönetilen ülkelerde yurt için, ulus için en
büyük tehlike, padişahların ve halifelerin düşm anlarca satın
alınmasıdır. Bu çoğu zaman kolaylıkla sağlanmıştır. Meclislerle
yönetilen ülkelerde ise en yıkıcı durum bazı milletvekillerinin
yabancıların ad ve hesabına çalınmış ve bunlarca satın alınmış
olmalarıdır. Millet Meclislerine kadar girm e yolunu bulabilen
vatansızlara rastlanabileceğine, tarihin bu konudaki örneklerine
bakarak inanm ak zorunluğu vardır. Bunun için ulus, vekillerini
seçerken çok dikkatli ve titiz olmalıdır.
Ulusun yanılgıdan korunması için tek çıkar yol, düşünce­
leri ve davranışlarıyla ulusun güvenini kazanm ış bir partinin
seçimlerde ulusa yol göstermesidir. Genellikle ulus bireylerinin,
adaylıklarını koyan her kişi hakkında bir yargıya varılmasına
yardımcı olacak sağlam bilgisi ve gerçeğe uygun görüşleri oldu­
ğunu kabul etmek kuram sal olarak varsayılsa bile, bunun tü ­
m üyle doğru olmadığını tecrübelerin tecrübeleriyle yadsınm a­
yacak biçimde açıklığa kavuşm uştur.
(E kim 1927; N .)
Siyasal yaşamımızda karşılıklı etkinliğin verimli olarak ge­
lişmesi ancak yurttaşlar arasında düşmanlığa yol açılmamasıyla
sağlanabilir. Bunun çareleri, partilerin içine sızabilecek içtenlikle
davranm ayan ve gizli amaçlar güden kimselerden yasaların üs­
tünde bir sonuç elde etmek isteyen kişilerden bütün ulusça nef­
ret edilmesi, bir de Cum huriyet ilkesine göre çalışan partilerce
bu gibilerin etkinliklerinden daima uzak kalınmasıdır.
(K asım 1930; S.D.I.)

G üdülen amaçlar hiçbir zam an kişisel olmamalıdır. Geç­


miş sistemlere takılıp kalanlar ve geleneklerden sıynlamayan-
lar hiçbir zam an çağdaş bir devlet kuram azlar.
(26 K asım 1938 U.)

4. İktidar ve yönetimde ilkeler.


Ulusu yönetm ede kabul ettiğimiz baş kural, ulusun ortak
ve genel düşünce ve eğilimine bağlılıktır. Bu düşünce ve eği­
limlerin gerçek ve ciddi bir nitelikte olabilmesi ulusun m addî
m anevî ihtiyaç kaynaklarından gelmesine bağlıdır.
(4 O c a k 1925; V.)

Biz esinlerimizi gökten ve bilinmeyen, görülm eyen d ü n ­


yalardan değil, doğrudan doğruya yaşam dan alıyoruz. Bizim
yolum uz çizen, içinde yaşadığımız yurt, bağnndan çıktığımız
Türk ulusu, bir de, uluslar tarihinin binbir sıkıntı ve acı dolu
yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır.
(K asım 1927; S.D.I.)
Bizim akıl, m antık ve zekâ ile hareket etmek ayırıcı niiçli­
ğimizdir. Bütün yaşamımızı dolduran olaylar bu gcrçepin kanı­
tıdırlar. Ülke ve ulus işlerinde kişilerin, düşünceleriyle, eylem­
leriyle zararlı olmak durum una düşenlere karşı zaman zaman
direnişte bulunduğum uz olmuştur. Ulusun gerçek kurtuluş yo­
lunda yürüm esine engel olmak isteyenlere karşı sert ve acıma­
sız olmaya yatkınız. Toplumsal düzenim izi bilerek veya bilme­
yerek bozacak kimselerin istedikleri gibi davranm asına
m üsaade edemeyiz. Bunlar doğrudur. Bizden bu konularda ses­
siz kalmamızı ve yan tutm am ızı arzu edenlerin bu isteklerini
karşılamıyorsak bunun nedeni ülke ve ulus çıkarlarını her şeyin
üstünde tuttuğum uzdandır.
(5 O c a k 1925; V.)

Ulusu, aklımızın erm ediği veya yapm ak güç ve yeteneğini


kendim izde görmediğimiz konularda aldatarak geçici övgüler
isteyecek kadar alçalamayız. Ulusa adi politikacılar gibi yalan
vaatlarde bulunm aktan tiksiniriz. Yurt ve ulusla ilgili sorunlar­
da düşünce ve eylemlerimizde kusur ve eksikliklerimizi gören­
lerin bizi iyi niyetle uyarm alarından m em nun oluruz; onlara te­
şekkür ederiz. Fakat bizim amacımıza yanlış anlamlar veren ve
onu yanlış yorumlayanlara, ulus ve ülkeye ilişkin ülkülerimizin
gerçekleşmesine engel olrnaya çalışanlara iyi niyetlidir, diyem e­
yiz. Böyleleri gerçekten hain değilseler, kesin olarak aym azdır­
lar ve bu nedenle hainliğe, kötülük ve fesata alet olurlar.
Biz böyle aymazların, gerçeğin ortaya çıktığı gün yerlere
kadar kapandığını gördük. Ulusum uzu gerçek kurtuluşa, m ut­
luluğa kavuşturm ak için uygulanm asının zorunlu olduğuna
inandığımız ilkeleri eyleme geçirmede duraksam adık. Bu ilkele­
rin sürekliliğini ve yerleşmesini sağlama almak yolunda ise ya­
salarımız ortadadır.
Ben nam uslu bir adamım; benimle arkadaş olanların da
namuslu olması gerek.
(A .H . v e B.)

Ben ve benim le beraber olanlar amacımızın yüceliğin, yo­


lum uzun doğruluğundan eminiz. Bu konuda hiçbir kuşku ve
kararsızlığımız yoktur.
U lusum uzun, Türk ulusunun yakın ve uzak tarihini gere­
ği kadar biliriz. Geçmişin derslerini, bugünkü ve gelecekteki
yaşamımız için dikkatle göz önünde tutmaktayız. G ördüğü­
m üz hizmetlerle övünüyor değiliz. Yapacağımız hizmetlerin
övgüye değer olabileceği ümidiyle avunuyoruz.
(3 O c a k 1925; V.)

Bu işte uzm an olan kişiler bilir ki, yasa yapan insanların


bazı üstün nitelikleri olması zorunludur. Bu niteliklerin birincisi
şudur: Baylar, yasa öneren, yasa yapan, yasa koyan insanlığın
tüm duygularını, tüm tutkularını herkesten çok daha iyi bilir.
Fakat kendisini, herkesten çok (fazla) ve tamamiyle, tüm kapsa­
mıyla bunlardan soyutlamak güç ve yeteneğinde olmalıdır.
(A ra lık 1921; S.D.I.)

Bir ulusta, özellikle bir ulusun başında bulunan yöneciler-


de birtakım kişisel tutkular ve atışmalar, ulusa, yurda karşı
olan ödevin gerektirdiği yüce duygulara üstün geldiği ülkeler­
de çözülme ve çökme önlenemez
(A ra lık 1921; S.D.I.)
Bence m uhalefet saygıya değerdir. Ç ünkü o da bir incele­
me (araştırma) bir görüş sonucu ortaya çıkmıştır. Fakat bir gö­
rüşe karşı çıkanlar akla uygun ve ölçülü ve haklı nedenlere da­
yanmazlarsa, muhalefetin hiçbir değeri kalmaz.
(E kim 1919; S.D.III.)

Ülke olmazsa parti kaç para eder? Önce ülke esenliğe çıka­
bilsin ki, partiler de ondan sonra siyasal, toplumsal bir temele,
bir görüşe dayanarak kurulabilsin.
(E kim 1919; S.D.III.)

"Bizimle beraber yürüm ek istemeyenlere bir şey diyemiye-


ceğiz; onlar da istedikleri gibi davranır. Şunun bunun m utsuz
olması bizi etkilemez, tersine bizi uyarır, daha dikkatli yapar.
Yalnız bizi geriye götürecek olanların izleyecekleri doğrultuya
hiçbir zam an göz yumamayız. Bu tutum um uza yasalarımız el­
verişli değilse o yasaları değiştiririz. En sonunda gerek ve zo­
runluluk görürsek, bu yolda her şeyin üstüne çıkarak, amacımı­
za yürüm ekte hiçbir zam an duraksam ayız.
(A .H .II.) S. 459

insanlar her zaman yüksek, tem iz ve kutsal amaçlara doğ­


ru yürüm elidir. Bu türlü davranıştır ki, insan olanın kafasını,
vicdanını doyurur ve bütün insanlık kavram larını karşılar. Böy­
le yürüyenler özverileri oranında yükselirler, ve bu çeşit davra­
nış hep açık olur.
Çünkü alnı açık, kafası açık, vicdanı açık insanlar tarafın­
dan yönetilebilen toplumlar ancak bir anlam da hareketleri izle­
yebilirler. Düşünce, duygu ve girişimlerini gizli tutanlar, gizli
araçlar kullanmaya kalkanlar kesin olarak utanç veren akıl ve
m antık dışı hareketlerde bulunanlar olabilir. Böyle girişimlerde
bulunanların elde edecekleri sonuç, eninde sonunda, acı bir düş
kırıklığından başka bir şey değildir.
Ulusa dost görünüp de, ilk fırsatta iktidara geçtikten sonra
onun gerçek ihtiyaçlarını düşünecek yerde, ülkeyi kendi istediği
yönde götüren laf anlamayan, yetkililerin uyanlarına kulak as­
mayan, ulusta var olan güçleri kendisine bağlamaya çalışan
kahram an görünüşlü insanlardan çok acı çekildi. Onun için ka-
rabasanlann yinelenip süregitmesi arzu edilir şey değildir.
(E kim 1919; S.D.III.)

Baylar, sırası gelmişken, saygıdeğer ulusum a öğüt olarak


şunu derim ki, bağnnda yetiştirerek başının üstüne kadar çıka­
racağı adamların kan ve vicdanlanndaki gerçek özü dikkatle
incelemeyi bir an olsun elden bırakmasınlar.
(1927; N .)

Sevgili arkadaşlarım, siyaset yaşamımızda partilerin yeni­


den ortaya çıkması, ülkede belediye seçimlerinden önce gelen
yakın günlerde oldu. Bu nedenle dikkate değer evrelerin tanığı
olduk. Bu gözlemlerin sağladığı tecrübelerden Türk ulusu, ya­
şaması ve gelişmesi için yararlanm alıdır. Siyasal yaşamımızda
karşılıklı etkinliğin verimli gelişmesi, ancak yurttaşlar arasında
düşmanlığa yol açılmamasıyla sağlanabilir. Bunun çareleri, par­
tilerin içine sızabilecek, içtenlikle davranm ayan ve gizli amaç­
lar güden kimselerden, yasaların üstünde bir sonuç elde etmek
isteyen kişilerden, bütün ulusça nefret edilmesi, bir de Cum hu­
riyet ilkesine göre çalışan partilerce bu gibilerin etkinliklerin­
den daim a uzak kalınmasıdır.
(K asım 1930; S.D.I.)

Ulusun irade ve isteklerine uym ayanların yazgısı acı bir


düşkınklığıdır, çöküştür.
Ancak suçunu saklamayıp açığa vuran kimseler bağışlana­
bilirler. Çünkü bunlar kusurlarım anlamış, pişman olmuş, bir
daha aynı yanılgıya düşm em eye karar vermiş kimselerdir. Fa­
kat suçunu başka türlü yorum layarak savunm aya kalkışanlar,
aynı yolda devam edecekler dem ektir ki, bunları hoşgörüp ba­
ğışlamak doğru değildir.
(A .H .C .)
214
Üçüncü Bölüm

KAMUOYU

1. Kam uoyunun tanımı.


Gerçek kam uoyu dışardan kimsenin etkisi olmaksızın do­
ğal olarak var olan düşünce ve duyguların gene doğal olarak
yarattığı bir havadır. Oysa, insan hep etki altında kalır. Yalnız
yeter ki bu etki toplum u oluşturan insanları gerçekten düşünen
ve bütün varlığını onlara adayan kimselerce olsun. Böyle yaratı­
lacak olan kam uoyu bu ülkenin geleceğini güven altına alabilir.
Yoksa esen herhangi bir havayla değişebilecek bir kamuoyu
içinde yaşarsak yarına güven olanaksızdır. Amaç, bir şeyin
m eydana gelmesine çalışırken, bütün uğraşların, bütün girişim­
lerin üstünde Türk kam uoyunu gerçek anlayış ve gerçek gerek­
liliklere alıştırmak, bunu ona doğal bir tutum olarak benimset­
mek, şuradan buradan gelecek günlük düşüncelere, düzmece
görüşlere hiçbir zam an önem vermeyecek bir olgunluk yarat­
maktır.
(O cak 1931; S.D.II.)

2. Halk ve aydınlar.
Şimdiye kadar ilerleyemeyişimizin, en alt basamakta kalı­
şımız -unutm ayalım - ülkemizin baştan başa bir yıkık halinde
oluşunun temel nedenidir. Ç öküşüm üzün bu ana nedeni şura­
dadır: İslâm dünyası iki ayrı sınıf topluluktan oluşmuştur. Biri,
çoğunluğu oluşturan halk, diğeri azınlığı oluşturan aydınlar.
Düşünce tarzları çarpık olan ülkelerde büyük çoğunluğun baş­
ka hedefi aydın sınıfın başka bir görüş tarzı olur. Bu iki sınıfın
arasında tam bir uymazlık, tam bir karşıtlık vardır. Aydınlar
halkı kendi amaçlarına yöneltmek ister, halk topluluğu da bu
aydınlar sınıfına bağımlı olmak istemez. O da başka bir yön
edinmeye çalışır. Aydınlar sınıfı düşüncelerini benimsetmeye
çalışmakla, uyarmalarıyla çoğunluğunu kendi amacına inandır­
mayı başaramayınca başka yollara başvurur. Halkı egemenliği
altına almaya, zorbalık etmeye başlar; halka baskı yapmaya kal­
kar. İşte burada asıl inceleyeceğimiz noktaya geldik. Halkı ne
birinci yöntemle ne de zorbalık ve emir altına almakla kendi
amacımıza sürüklemeyi başaramadığımızı görüyorz. Neden?
Bu konuda başarılı olmak için aydınlarla halkın görüş ve
amacı arasında doğal bir uyum olmak gerekir. Yani aydınların
halka aşılayacağı ülküler, halkın ruh ve vicdanından alınmış ol­
malı. Oysa bizde böyle mi olmuştur? O aydınların halkın be­
nimsemesini istedikleri düşünceler ulusum uzun vicdanının de­
liliklerinden alınmış ülküler midir?
Kuşkusuz hayır. Aydınlarımız arasında çok iyi düşünen­
ler vardır. Fakat şu yanılgımız vardır ki, inceleme ve araştırma­
larımızda temel olarak çok kez kendi ülkemizi, kendi tarihimi­
zi, kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve ihtiyaçlarımı­
zı temel olarak almayız. Aydınlarımız belki bütün dünyayı, bü­
tün başka ulusları tanır; fakat kendimizi bilmeyiz.
Aydınlarımız "ulusumu en m utlu ulus yapayım" der. Baş­
ka uluslar nasıl yaptıysa biz de öyle yapalım, der. Fakat düşün­
meyiz ki, böyle bir kuram hiçbir çağda başarıya ulaşmış değil­
dir. Bir ulus için m utluluk olan bir şey başka bir ulus için
felâket olabilir. Aynı neden ve koşullar birini m utlu ettiği halde
ötekisini m utsuz eder. M utluluğun gerçek temelini kendi içi­
mizde atm ak zorundayız.
Ulusumuzun yakın yıllarda gördüğü acı dersler, yakın yıl­
ların en yoğun olaylarla dolu oluşu, zamanımızın gençlerini es­
ki çağların yaşlıları kadar, belki de onlardan çok olayın tanığı
olarak, onlar kadar tecrübeli yaptı. Belki de, üç kat oranında
olaya tanık olduğu için her gencimizi üç kat daha yaşlı sayabili­
riz. Onları da yaşlılar gibi tecrübeli sayabiliriz. Gençlerimizin
gördükleri tecrübelerden yararlanarak etkin, ülkelerine hizm et
eden inanç ve kararlılıkla donatılm ış kişiler olarak görevlerini
gereği gibi yerine getireceklerinden eminim.
(M a rt 1923; S.D.II.)

3. Basının önemi ve güvencesi.


Baylar, bir toplum un ortak ve genel duygu ve düşünceleri
vardır. Toplumların değerleri, uygarlık düzeyleri, istek ve eği­
limleri ancak bu genel duygu ve düşüncelerin açığa çıkması, be-
linmesi derecesiyle anlaşılır. Bir toplum u yöneten insanlar için,
bir toplum un durum u üzerinde hüküm verebilecek dostlar ve
düşm anlar için ölçü, bu toplum un kam uoyundan anlaşılan ye­
tenek ve değerdedir. Bu nedenle uluslar kamuoylarını dünyaya
tanıtm ak zorundadır. Bütün dünyanın kam uoyunu öğrenmek
ise yaşam gereklerinin düzenlemesi için zorunludur. Bu konu­
da ise eldeki araçların birincisi ve en önemlisi basındır; ulusun
genel sesidir. Bir ulusu aydınlatm ada ona doğru yolu gösterm e­
de, bir ulusun ihtiyacı olduğu düşünce besinini sağlamakta, sö­
zün kısası, bir ulusu m utluluğa ulaştıracak olan ortak doğrultu­
da yürüm esini sağlam ada basın başlı başına bir güç, bir okul,
bir kılavuzdur. Önem ve yüceliği uygar dünyada tam bir açık­
lık kazanmış olan basına hüküm etim izin birinci derecede önem
vermesi, bu yolda yapacağı çalışmayı ulusa yapmakla yüküm lü
olduğu yararlı hizm etlerin başında geleni sayması, yüce Mecli­
sin kesinlikle isteyeceği şeylerdendir.
(M a rt 1922; S.D.I.)
insanların vicdanınla ilgili nitelikleri, basın özgürlüğü, si­
yasal özgürlük gibi daha ilk bakışta çok değerli olan etkenlerin,
toplum u acılara ve yozlaşmaya sürükleyecek yanlış bir anlayış­
la kullanılmasına toplum un kendi varlığı ve yaşama nedeni en­
gel olacaktır.
Sayın baylar; basın özgürlüğünün sakıncalarını giderm e­
nin gene basın özgürlüğüyle sağlanabileceği yolunda bu yüce
Meclis'in yol gösterici ilkeler, eğer Cum huriyetin ruhu olan er­
dem den yoksun atak kimselere basın alanında eşkiyalık fırsatı­
nı verirse, eğer okuyucu kandırıp aldatmayı iş edinenlerin d ü ­
şünce alanındaki uğursuz etkileri, tarlasında çalışan masum
yurttaşların kanlarının akmasına, yuvaların dağılmasına yol
açarsa ve eğer eşkıyalığın en zararlısını benimseyen bu gibi al­
datıcılar yasaların hoşgörülüğünden yararlanm a olanağını bu­
lurlarsa, Büyük Millet Meclisi'nin önlem alıcı, yok edici elinin
uzanması ve uyarm ası elbette bir ödev olur.
Besbellidir ki, Cum huriyet çağının kendi anlayışını ve ah-
lâksal değerleriyle donanm ış basını gene ancak Cum huriyet'in
kendisi yetiştirir. Bir yandan, geçmiş zam anların basılı kâğıtla­
rının ve bunlan çıkaranların düzelmelerine olanak olmayanlar
ulusun gözünde belirli bir görüş alırken, öte yandan, Cum huri­
yet basınının arı ve verimli alanı genişlemekte ve yükselmekte­
dir. Büyük ve soylu ulusum uzun yeni çalışma ve uygarlık yo­
lundaki yaşamını kolaylaştırıp isteklendirecek olan işte bu yeni
anlayıştaki basın olacaktır.
(K asım 1925;S.D .I.)

Gazeteler yürürlükte olan yasalar çerçevesi içinde özgür­


dür. Ancak bunlann dışına çıktıkları zaman kovuşturm aya uğ­
rarlar. Gazeteler, yasalara ve genel çıkarlara aykırı davranışları
bilir veya onlara tanık olursa, gerekli yayınlarda bulunm alıdır­
lar.
Kamuoyu gibi gösterilmek istenen yapay düşünceler, bir
bakıma özel düşünceler sayılabilir. Değerli ve yararlı oldukları
görülürse dikkate alınır. Fakat genel yönetim de uyulması gere­
ken kurallar niteliğinde sayılmazlar.
(5 O c a k 1925; V.)

Basının genel yaşayışımızda, siyaset yaşam ında ve Cum ­


huriyetin gelişip ilerlemesinde üzerine düşen görevleri anmak
isterim. Basının tam ve engin özgürlüğünü iyi kullanması ne
denli dikkat isteyen bir durum ortaya çıkardığını belirtmeyi de
gereksiz bulurum . Yasaların her türlü sınırlamalarından önce
bir yazarın bilime, ihtiyaca ve kendi siyasal görüşlerine olduğu
kadar, yurttaşların haklarına ve ülkesinin, her türlü özel görüş­
lerin üstünde olan yüksek çıkarlarına da dikkat etmek ve saygı­
lı olmak m anevî zorunluğu, asıl bu zorunluk, genel düzeni sağ­
layabilir; bununla beraber bu yolda bir kusur, bir sürçme olsa
bile, bu kusuru düzeltecek etken ve araç, geçmişte sanıldığı gibi
basın özgürlüğünü kısıtlayan bağlar değildir. Tersine, basının
neden olduğu zararları giderm enin aracının gene de basın öz­
gürlüğünün kendisi olduğu inancındayız.
(E kim 1923; S.D.I.)

Basın hiçbir biçimde kimsenin hükm ü ve etkisi altında tu­


tulamaz.
(E ylül 1919; S.D.III.)

Türk basını, ulusun gerçek sesi ve iradesinin belirtisi olan


Cum huriyetin çevresinde bir kale oluşturacaktır. Bir düşünce
kalesi, bir görüş kalesi. Basınla ilgili kişilerden bunu istemek
Cum huriyetin hakkıdır. Bugün ulusun içtenlikle bir birlik ve
dayanışm a halinde bulunm ası zorunludur. Bütün halkın esenli­
ği ve m utluluğu bundadır. Uğraş daha bitmemiştir. Bu gerçeği
ulusun kulağına, ulusun vicdanına gerektirdiği ulaştırmada ba­
sının görevi çok, çok önemlidir.
Ülkede kalem özgürlüğünün de, dem okrat bir yönetime
yakışır bir ağırbaşlılıkla kullanılm asında daha dikkatli davra-
nıldığını um m ak isterim.
Özgürlüğün kötüye kullanılışı sonucu bir çok felâkete uğ­
ramış olan bu ülkede, böyle bir dikkatin özellikle gerektiğine
inanıyorum.
(K asım 1930; S.D .l.)

Yaşam felsefesinin garip bir belirtisidir ki, her yararlı ve


yeni şeye karşı, ne olursa olsun, bir güç çıkar. Buna bizim dili­
mizde (irtica - gericilik) derler. İşte bu gericiliğin yok edilmesi
için gerekli önlemler önceden alınmış olmalıdır. Bütün ulus gü­
ven ve iç rahatlığı içinde olmalıdır; çünkü, devrimi yapanların
bu gibi olum suz güçleri çıktığı yerde yok edecek gücü, yetenek­
leri ve önlemleri vardır. Kesinlikle yinelerim ki, ulusun ege­
menliği sonsuzdur.
(O cak 1923; S.D .II.)

Ulusumuz, üç buçuk yıllık bir zamana sıkıştırılması olana­


ğı olmayan çok büyük bir devrim yapmıştır. Gerçekten, yüzyıl­
lardan beri uym aya çalıştığımız bir yönetim biçiminin dışına çı­
karak, dünyada benzeri bulunm ayan bir devlet kurduk. Bu
yenileşmenin kesinlikle karşıt bir eyleme yol açacağım hatırı­
m ızdan çıkarmamak gerekir.
Bu eylemlere özel deyimiyle "irtica gericilik" derler. Yaptı­
ğımız işler ve aldığımız sonuçlara göre böyle gericilik olaylarını
her zaman bekleyebiliriz. Kanla yapılan devrimler daha sağlam
olur; kansız devrim ler sonsuzlaşhrılamaz. Ancak biz bu devri­
me ulaşmak için gereği kadar kan döktük. Bu kanlar yalnız sa­
vaş m eydanlarında değil, ülke içinde de döküldü. Biliyorsu­
nuz, Hendek'te, Bolu'da, Konya'da ve başka yerlerde birçok
ayaklanmalar oldu ve bunların hepsi bastırılarak sorumluları
cezalandırıldı. Dilerim ki yeter kan dökülm üş olsun ve bundan
böyle kan dökülmesin! M utlu devrimimize karşı düşünce ve
duygu besleyenleri aydınlatm ak, onlara doğru yolu gösterme
aydınlara düşen ulusal ödevlerin birincisi ve en önemlisidir.
(O cak 1923; S.D.II.)

U lusum uz, bağımsızlık savaşında, ne şeyhülislâmların "di­


nin gereğidir" diye "irtica" çağrısı yapan fetvalarına, ne halife ve
padişahın camilerden çalınan ve ayetlerle, hadislerle süslenmiş
ve yaldızlanmış sancakları başlarında taşıyan halife ordularına,
ne ulusal savaşa devamın hiç bir yarar sağlam ayacağından baş­
ka büsbütün çöküşe ve yokolmaya neden olacağını ileri sürerek
ulusu bağımsızlık ve egemenliğine önem verm emeye zorlayan
Babıâli ileri gelenlerinin aymazca ve bilgisizce çabalarına ve ni­
hayet ne de uçaklarıyla halife padişahın bildirilerini savaşan or­
d um uzun saflarına atan ve halife adına haraket ettiğini söyle­
yen Yunan ordusunun aldatmacalarına hiç ilgi göstermedi,
gösterm ez ve göstermeyecektir. Özellikle bundan sonra kesin­
likle göstermeyecektir. Çünkü ulus yüzyıllardır bu gibi gericile­
rin, bilgisizlerin, ikiyüzlülerin, çıkarcıların serserilerin sözlerine
inanm ak saflığını gösterdiğindendir ki, bugün sazdan, çam ur­
dan ilkel kulübelerde (konutlarda) oturm ak zorunda kalmış;
çıplak ayaklarıyla, çıplak vücutlarıyla, çamurların, karların,
yağm urların acımasız şamarları altında yeniden aklını başına
toplam ak zorunda kalmıştır.
(1923; l.Y.)

U nutulm am alıdır ki, ulusun egemenliğin bir kişide, ya da


birkaç kişinin elinde bulunm asından çıkar bekleyen cahil ve ay­
maz insanlar vardır. H üküm darlar kendilerinde var olduğunu
sandıklan bir gücün temsilcisi sayarlar ve bundan zevk alırlar.
Fakat onlann çevresindeki çıkarcılar buna dinsel bir nitelik ve­
rerek (bunu din kılığına büründürerek, sokarak) bütün ulusu
aldatm aya, doğru yoldan saptırm aya çalışırlar. Nitekim şimdi­
ye kadar çalışmışlardır da. Sonunda ulusun kulağı bu seslerle
(şakımalarla) dolar ve ulus kulağını dolduran bu sözleri dinin
gerekleri ve katıksız (tam) gerçek sayar. Böylelerine "mürteci-
gerici), eylemlerine de "irtica denir.
"Fetva ile ya da şu veya bu görüşlerle ulusu irticaa sürük­
lemek isteyenlerin yeri zindan olacaktır. Kesinlikle ve çekinme­
den söylerim ki, ulusal egemenliğimizin en küçük bir yönünü
şu veya bu biçimde sınırlamak isteyenler en koyun "mürte-
ci"lerdir. Böylelerine karşı ulusun yapacağı şey onları parçala­
maktır.
(1923; t.Y.)

Aslında Türkiye'de "gerici mürteci yoktur. Kuruntu


vardı, işkillenme vardı. Cum huriyetin ilânı ve bunun zorunlu
gereklerinden olan gereksiz kuruluşların kaldırılması üzerine
herkesin açıkça gördüğü manzara, o kuruntulu ve işkilli kişiler
için de iç açıcı olmuştur. Bundan sonra yalnız bir şey akla gele­
bilir. O da bazı bayağı politikacıların, âdi çıkarcıların o kuruntu
ve hayali uyandırm aya çalışmaları. Bu da tutkularını ve çıkarla­
rını karşılama düşüncesinden baŞka bir şey değildir. Emin ol­
manızı isterim ki, bütün varlığımla güven vermek isterim ki,
böyleleri, her ne biçim ve yolla olursa olsun varlıkları sezinlen­
diği gün, Türk ulusu tarafından acımasızca ezilmeye hedef ol­
m aktan kurtulamayacaklardır.
Artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına sahne olmayacak
kadar yüksektir. Böyle oyuncular varsa kendilerine başka sahne
arasınlar.
Geçmişin aymazlıkları, pas tutm uş (paslanmış) araçları
(aletleri) Türkiye halkının kafasından silinmiştir, bunda kimse­
nin kuşkusu, kararsızlığı olamaz. Vardığımız m utlu durum dan
bir adım geri gitmek sözkonusu olamayacağı kesin bir gerçektir.
Türkiye'de Cum huriyet vardır ve Cumhuriyetseverler
vardır. Bu kutsal varlıkları yıkıcı kişiler artık Türkiye havasını
zehirlenmeden teneffüs edemezler.
VI. ATATÜRK'ÜN KİŞİLİĞİ
Birinci Bölüm

YAŞAM FELSEFESİ

1. Doğa ve insan.
Doğa insanları türetti, onları kendine taptırdı da. Ancak,
insanların dünyada yaşayabilmeleri için doğaya egemen olm a­
ları koşulunu da koydu. Doğaya egemen olmasını bilmeyen ya­
ratıklar, varlıklarını koruyam am ışlardır. Doğa onları, kendi
öğeleri içinde ezmekten boğm aktan, yok etmekten ve ettirm ek­
ten hiç çekinmemiştir.
(M ay ıs 1935; S.D .II.)

(insanlar sürfeler (kurtçuklar) gibi sulardan çıktığı için,


önce ilk atam ız balıktır.)
(İşler daha ilerledikçe (gelişmeler sonucu), o insanlar pri­
m atlar (maym un çeşitlerinden) grubundan türediler; biz m ay­
m unuz, düşüncelerimiz insandır.)
(insanlar büyük doğa olaylan önünde (karşısında) göç,
akın yollarıyla bu dünya dediğim iz yıldızın her parçasına dağıl­
mışlardır. Bu parçalardan kimine eski, kimine yeni denmiş;
am a bu, hem bilgiden, hem bilgisizliktendir. Amerika, Kristof
Kolomb keşfetti diye, yeni dünya sayılmıştır. Ama jeoloji olay­
ları, Asya'dan Alaska yoluyla veya daha başka yollarla, karan­
lık zam anlarda, adı bilinmeyen geçişler oldu. Maya uygarlığını
ve İnkaları öğrendikçe, stepler ve Alaska geçitleri düşünüldük­
çe, Eskimo yüzleri ve tipleri ile Kızılderili Hint insanlarının
yüzleri ve tipleri incelenip araştırıldıkça, bu eski ve yeni dünya
kavramları doğal olarak yavaş yavaş değişir. Kristof Kolomb'
un keşfi kuşkusuz, çok büyük ve önemli bir olaydır. Fakat daha
dünkü iş sayılır.)
1930 (R u şe n E şref, A ta tü rk )

Doğada bilirsiniz ki, hiç bir şey yok olmaz. Ne bir ses, ne
bir söz, ne bir hareket... Bugün dünyanın herhangi bir köşesinde
söylenen sözü veya yankı yapan hareketleri gene dünyanın her­
hangi bir köşesinde aynı anda işitmek, dinlemek, toplamak ola­
nağı olduğunu görüyoruz.
Yarın bizi saran doğa öğeleri içinde, binlerce binlerce yıl
önce söylenmiş sözleri olduğu gibi toplayıp saptam ak olanağı­
na elbette varılacaktır. Doğanın sırlarla dolu bağnna gireceği ke­
sin görünen insan zekâsı, beklenen gerçekleri ortaya koyacaktır.
(A .H . v e B.)

2. Yaşam ve savaşma.
Baylar, bilirsiniz ki yaşam demek savaşma ve çarpışma
demektir. Yaşamda başarı kesinlikle savaşm ada başan kazan­
makla elde edilebilir. Bu da m addî ve manevî bakım dan güce,
erke dayanan bir şeydir.
(N isa n 1920; N .)

Yaşam savaşm adan başka bir şey değildir. Bu nedenle ya­


şamda yalnız iki şey vardır. Yenmek ve yenilmek.
(M art 1923; S.D.II.)

Tarihsel olayların oluşu sırasında kimi zaman fizyolojik


aksamalar önemli rol oynarlar. Doğa ya engeller, ya da yardım
eder.
Neşeli olm ayan insanlar iki türlü kuşku uyandırır. Ya has­
tadırlar, ya da o insanların başkalarına bildirm ek istemedikleri
kuruntuları vardır.
(A ynı K itap )

3. istek ve zam an ilişkisi.


Her dileğin karşılanıp karşılanmayacağını düşünm enin
gerekli olduğu yurttaşlara anlatılmalıdır. Zam an anlayışı çok
önemli bir şeydir. Yollardan söz ediliyor. Örneğin, Ödemiş ilçe
m erkezinden kasaba ovasına yol gerekiyor. Bu, değeri büyük
bir yoldur. Küçük ve Büyük Menderes vadilerini birbirine bağ­
layan yol da çok değerlidir. Sonunda, bütün yurdu düşündüğü­
m üzde ne kadar çok yola ihtiyacımız vardır! Dünyanın düm ­
düz olduğu sanılan zaman, böyle düşünenler onun beş altı bin
yılda oluştuğunu sanmışlardır. Oysa, dünyanın ne olduğu m ey­
dana çıktıktan sonra anlaşıldı ki, dünya beş altı bin değil, ancak
milyonlarca yıl içinde meydana gelmiştir.
(Her yurttaşın istediğini yapmayı düşünm ek düş peşinde
koşmak demektir. Yapılabilecek şey, herkesin isteğinin toplamı­
nın ortalam ası olabilir.)
(O cak 1931; S.D .Il.)
226
ikinci Bölüm

ATATÜRK'ÜN KARAKTERİ

1. Ö zgürlük ve bağımsızlık aşkı.


Benim çocukluğum dan beri bir huyum vardır. O turdu­
ğum evde ne ana, ne kız kardeş, ne de ahbapla birlikte bulun­
m aktan hoşlanm am. Yalnız ve bağımsız bulunm ayı çocukluk­
tan çıktığım zam andan beri hep yeğlemiş ve sürekli olarak hep
öyle yaşam ışımdır. Tuhaf bir halim daha var. Ne anamın, (ba­
bam çok erken ölmüş), ne kardeş, ne de yakın akrabamın kendi
görüş ve anlayışlarına göre bana şu veya bu öğütte bulunm ala­
rına katlanam am. Aile içinde yaşayanlar pekâlâ bilirler ki, sağ­
dan soldan içtenlikle yapılan pek a n uyarılardan kendilerini sa-
kınam azlar. Bu durum karşısında iki türlü davranıştan birini
seçmek zorunluluğu vardır: ya söz dinlemek, ya da bu uyan ve
öğütleri hiçe saymak. Bence ikisi de doğru değildir. Söz dinle­
mek nasıl olur? Aramızda en azından yirmi, yirmibeş yaş bulu­
nan anam ızın uyarılanna göre davranm ak geçmişe dönüş ol­
m az mı? Baş kaldırmak, erdem ine, iyi niyetine, yüce
kadınlığına inandığım anamın kalbini kırm ak ve düşüncelerini
altüst etmektir. Bunu da doğru bulmam.
(21 M a rt 1936; H .M .)

2. Çalışma yöntemi.
Her gün, sabah, akşam, gece, uygun bir zaman buluduğu-
nuzda, bir çeyrek, yarım saat, ne kadar vakit ayırabilirseniz
kendi içinize çekilin, o gün yaptığınız işi gözönünden ve d ü ­
şüncelerinizin tartısından geçirin; ne ettiğinizi, ne işlediğinizi
her gün bir kez yoklayın. Bu yolla varcağınız sonucun ne denli
yararlı olacağını bilemezsiniz.
(16 H a z ira n 1955; U.)

Benim adım çok içer diye çıkmıştır. Gerçekten ben öteden


beri içerim. Fakat istediğim zaman içkiyi keserim; görevim sıra­
sında bir damla içmem. Yurt işlerine içki karıştırmam. İçki sa­
dece benim keyfim içindir. İçki yüzünden görevimi bir an ak­
sa ttığımı hatırlamıyorum. Daha gençken, manevralara
çıkılmadan önce, dostlarla sohbete dalarak, sabaha yakın za­
m anlara kadar içsek bile, ben bazen uyum adan, saatinde göre­
vim başına gider, görülecek işi bir dakika geri bırakmazdım. İç­
ki ve görev iki ayn şeydir. Birbirini etkileyebilecek durum larda
görevi elbette keyfe yeğ tutmalı, içkiyi ne yapıp yapıp kesmeli.
(26 H a z ira n 1955; U.)

Çok söz, uzun söz, bir şey için söylenir: Gerçeği anlama­
yanları, gerçeğe ulaştırmak için. Ben bu dönem lerden geçtim.
(A ğ u sto s 1928; S.D .ll.)

Bahtın ne olduğunu bana soruyorsunuz; bahtın temeli uy­


gulanması olanaklı olan işlerde düşünüp taşındıktan sonra işe
başlamaktır. Komutan olan bir kimsenin kesin bir kararlılıkla
fırsatlar kaçırmaması gerekir. Aynı zam anda akla uygun olan
şeyleri uygulaması gerekir. Değişimlerin yerleşmiş ve belirli
kuralları yoktur. Şu kadar var ki, etkinlik halinde bulunanlara
kolaylık .ağlar.
(23 M a rt 1930; A .T.)

Ben her türlü bağdan uzağım. Genel yaşam daki görevleri­


me gereken zaman ve enerjiyi ayırabiliyorum. Kendi özel yaşa­
mıma istediğim akışı verebiliyorum. Göreneğin ve protokolün
esiri değilim.
(G v e C; III) S. 220
Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben ulusu­
m un ve en büyük atalarımın en değerli m iraslarından olan ba­
ğımsızlık aşkıyla yaratılmış bir adam ım . Çocukluğum dan bu­
güne kadar aile, özel ve resm î yaşamımın her evresinde tanık
olanlar bu aşkımı bilirler. Bence, bir ulusta şerefin, saygınlık,
namus ve insanlığın var olabilmesinin ve süregitmesinin, o ulu­
sun kesinlikle özgürlük ve bağımsızlığını elinde bulundurm a­
sıyla gerçekleşme olanağı vardır. Ben kendim bu saydığım nite­
liklere çok önem veririm; ve bu niteliklerin kendim de
bulunduğunu ileri sürebilmek için, ulusum un da aynı nitelikle­
ri olmasını başlıca koşul sayarım. Ben yaşayabilmek için, kesin­
likle, bağımsız bir ulusun çocuğu kalmalıyım. Bu nedenle ulu­
sal bağımsızlık bence bir yaşam sorunudur. İnsanlığı oluşturan
ulusların her biriyle uygarlık gereğinden olan ve ulus ve ülke­
nin yararlarının gerektirdiği dostluk ve siyaset ilişkilerine titiz­
likle değer veririm. Ancak benim ulusum u köle etm ek isteyen
herhangi bir ulusun, bu isteğinden vazgeçinceye kadar acıma­
sız bir düşm anı kesilirim.
(N isa n 1921; A n k a ra G aze te si)

Yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi yetmez.


Ne olursa olsun, ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi gerekir.
(1930; Ö ğ re n c ile re b ir h ita b e )

Ben bir işte nasıl başarılı olacağım diye düşünm em . O işe


neler engel olur diye düşünürüm . Engelleri kaldırdın mı, iş
kendi kendine yürür.
(10 K asım 1949; G.)

Vereceğiniz em rin yerine getirilmesinden emin olmak isti­


yorsanız, tâ gerçekleşeceği ana kadar kendiniz onun başında
bulunmalısınız.
1918 (R u şe n E şref; A ta tü rk )
"En büyük eseriniz hangisidir" sorusuna cevap:
Benim yaptığım işler birbirine bağlı ve gerekli olan şeyler­
dir. Fakat bana yaptıklarım ı değil yapacaklarımı sorunuz.
(A .H .)

Düşündüklerim i uygulayabilmek için hazırlıkları sürdü­


rüyorum . Düşünceyle ilgili hazırlıklar, seferberlikte davul, zur­
nayla asker toplamaya benzemez. Bu işte, alçakgönüllü, uysal
olmak fakat karşındakine içtenlikle davrandığını hissettirmek,
sabırla çalışmak gerekir.
(10 A ra lık 1919; U.)

Şu anda düşünürsünüz ki, verilmiş bir kararım varken


onu neden hemen uygulam ıyorum . Verilen karann yerinde ol­
duğuna inanm ak için durum un bütün yönlerini incelemek ge­
rekir. Uygulamaya geçtikten sonra:
— Keşke sorunu başka bir yönden de incelemiş olsaydım,
belki başka bir çıkar yol bulurdum . Belki de kan dökmeye, can­
lar yakmaya yol açabilecek önlemlere gerek kalm azdı, gibi ka­
rarsızlıklara düşülm em elidir.
Çünkü böyle bir duraksam a, karar verenin vicdanında öy­
lesine kanayan bir nokta halinde kalır ki, düşüncesinin doğru­
luğundan kuşkulanır. Bu kuşkular, bu kalp işkenceleri karar
veren kişinin kendisinde olmasa bile, akıllı olanlarca öyle yo­
rumlanırsa, bu da bir güçsüzlük etkeni olur.
(10 A ra lık 1939; U .)

Adı geçen bazı gazetelerin hastalığımdan söz etmelerinin


anlamı açıktır. G örüyorsunuz ki sağlığım çok iyi. Ölüm e doğru
en çok atılanlardan biriyim. Kurşun ve gülle yağm uru altında
bir çok savaşa katıldım. Hatta ölüm bir keresinde kalbimin ya­
nından sıyırarak geçti. Kalbimin üzerinde bir saat vardı; ve bu
saat mermi parçasının şiddetini kesti. Sağlığım tamamiyle ye­
rinde, gücüm de gelişmekte. Ölmeye hiç niyetim yok.
(12 M a y ıs 1928; H .M .)

Bu ulus, bu ülke, yeni rejimiyle dünyanın en akla uygun bir


varlığı olacaktır. Ben bunu gözlerimle görmeden ölmeyeceğim.
(A ğ u sto s 1929; S.D.I.)

3. Ödev ve sorum luluk anlayışı.


Sorumluluk yükü her şeyden, hatta ölüm den de ağırdır.
(1919 B elleten; C. VII. S. 28)

Ulusun, kendi yaşamını kurtarm ak, kendi yasal haklarını


savunm ak için yaptığı çağrıya uym ak her kendini bilen yurtta­
şın görevidir. Eğer bu ulus, bu ülke parçalanacak olursa, şunun
bunun şerefi de genel şerefsizlik yıkıntısı altında param parça
olur. Biz o genel şerefi kurtarabilmek için harekete gelen ulusa
ruhum uzla katıldık. Buna engel olabilecek kişisel rütbelerimizi,
mevkilerimizi de genel şerefi kurtarm aya yönelik bir amaç uğ­
runa gözden çıkardık.
(E kim 1919; S.D.I.)

Benim eşsiz bir kişi olduğum a ilişkin bir yasa yoktur.


(A ra h k 1922; S.D.I.)

Yüklendiğim görevi tamamiyle yerine getirdikten sonra si­


yasetten çekileceğim. Önce de söylemiştim. Bu düşüncem de­
ğişmedi; verdiğim bu sözü yinelerim. Ancak barış daha yapıl­
mamış, geleceğimiz belli olmamış iken ulusu bir karışıklık, bir
belirsizlik içinde nasıl bırakabilirim? Başladığım işi bitirmeli­
yim. O ndan sonra siyasetten çekilme yolundaki isteğimi yerine
getireceğim.
Ben görevim in bitmediğinin, yüklendiğim sorum luluğun
büyük ve çetin olduğunun bilincindeyim. Bu görev bitmeye­
cektir. Ben toprak olduktan sonra da sürecektir. Ben ise bütün
varlığımı yalnız bu kutsal göreve (ödeve) vereceğim ve onun
büyük sorum luluğunu yüklenmekle m utlu olacağım. Çünkü
yüce ulusum uzun kalb ve vicdanından bana karşı sarsılmaz bir
güven ve inan taşmakta olduğunu görüyorum . Bu benim için
büyük güçtür, büyük yetkidir.
(A .H .C .I. S.38-39)

Her an, tarihe karşı, dünyaya karşı, davranışım ızın hesa­


bını verebilecek bir durum da olmamız gerekir.
(K asım 1930; S.D.II.)

Her ne biçimde olursa olsun, ulusa hizm et edenler ondan


büyük ödüller bekliyorlarsa, kesinlikle doğru davranm ış ol­
mazlar. Ulustan çok şey istememeliyiz. Hizmet edenler görev­
lerini yerine getirmiş olmaktan başka bir şey yapmamışlardır.
(1923; l.Y.)

M utluyum , çünkü başardım.


(21 H a z ir a n 1930; A.T.)

Beni görmek demek, ille de yüzüm ü görm ek demek değil­


dir. Benim düşüncelerimi anlıyor, benim duygularım ı siz de
duyuyorsanız, bu yeter.
( A ğ u sto s 1929; S.D .II.)

4. A tatürk'ün vasiyeti.
Bu söylediklerim gerçek olduğu günü sizden ve bütün uy­
gar insanlıktan dileğim şudur:
Beni hatırlayınız.
Üçüncü Bölüm

ATATÜRK'ÜN ULUSA İN A N I

Amasya panayırında, acınacak halde bulunan halkı görün­


ce, Atatürk arkadaşına:
— Bak kardeşim, böyle bir ulustan nasıl ayrılırsın? Bu eski
püskü giysiler içinde acınacak halde gördüğün şu insanlar yok
mu? Onlarda öyle yürek, öyle bir m aya vardır ki, olmaz şey!
Çanakkale'yi kurtaran bunlardır. Kafkasya'da, Galiçya’da, şura­
da burada arslanlar gibi çarpışan, bin türlü yokluğa aldırm ayan
bunlardır.
(E kim 1919; S.D.III.)

Ben 1919 yılı Mayıs'ı içinde Samsun'a çıktığım gün elimde


m addî hiçbir güç yoktu. Yalnız büyük Türk ulusunun soylulu­
ğundan doğan benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevî
bir güç vardı. İşte ben, bu ulusal güce , bu Türk ulusana güve­
nerek işe başladım.
(M art 1927; S .D .ll.)

Benim için en büyük koruma yeri ve yardım kaynağı ulu­


sun kucağıdır.
(A ğ u sto s 1919; N .)
Benim değersiz vücudum bir gün elbette toprak olacaktır;
fakat Türkiye Cum huriyeti sonsuza dek yaşayacaktır; ve Türk
ulusu güvenlik ve m utluluğunu güvence altına alan ilkelerle
uygarlık yolunda duraksam adan yürüm esini sürdürecektir.
(19 M a y ıs 1926; H .M .)

Ben gerektiği zaman en büyük arm ağanım olarak Türk


ulusuna canımı vereceğim.
(12 T e m m u z 1927; U .)

Cum hurbaşkanı olarak, Cum huriyetin yasalarına ve ulu­


sal egemenlik ilkelerine uyacağım ve bunları savunmaya ve
Türk ulusunun m utluluğuna içten bağlı olarak bütün gücümle
çalışacağıma, Türk devletine yönelecek her tehlikeye şiddetle
karşı koyacağıma, Türkiye'nin ün ve onurunu korumaya ve
yükseltmeye ve üstlendiğim görevin gereklerine kendimi ada­
yacağıma önünüzde nam usum üzerine söz vererek and içerim.
(M a rt 1931; S.D.I.)

İki Mustafa Kemal vardır. Biri ben, ölüm lü olan Mustafa


Kemal; ötekisi ulusun hep içinde yaşattığı M ustafa Kemal. Ben
onu temsil ediyorum. Herhangi bir tehlike anında ben ortaya
çıktımsa, beni bir Türk anası doğurm adı mı? Türk anaları başka
Mustafa Kemal'ler doğurmayacaklar mı? Verimlilik ulusundur,
benim değil.
1921 (Y. 46)

Baylar, giriştiğimiz büyük işlerde, ulusum uzun yüksek


yeteneği ve yüksek sağduyusu başlıca yol göstericimiz ve başa­
rımızın kaynağı olmuştur.
Ben ve benim gibi sevdiğinize kuşku olmayan arkadaşlar­
la beraber vicdanımıza düşrm görevi yerine getirdik. Bu konuda
bizi yüreklendiren siz ve sizi var eden büyük kalpli analar ve
babalarımız ve bu ulustur.
(M a rt 1923; S.D.I.)

Sizden olan bir kişiye kendinizden fazla önem vermeyiniz.


Her şeyi ulusun bir bireyinin onur ve değeri üzerinde topla­
mak, geçmişe, bugüne ve yarına ilişkin toplum sorunlarının ay­
dınlatılmasını bu yüksek sosyal toplum un alçak gönüllü bir ki­
şisinden beklemek elbette doğru değildir. İçinizden bir kişiyi
çok sevebilirsiniz. Ancak bu sevgi ulusal varlığınızı herhangi
bir kişiye bağlam aya sizi sürüklememelidir. Bunun tersine dav­
ranış kadar büyük bir yanılgı olmaz.
(G .Ç , C .III) S. 134

Ulusun bütün bireyleri gibi, ulusal davam ızda benim de


çalışmalarım olmuşsa da, görülen işlerde bir yürütüm gücü var­
sa ve başarı olmuşsa, bunu bana yöneltmeyiniz. Bunu ancak ve
ancak bütün ulusun manevî kişiliğine veriniz. Ben ulusun bu
yüce manevî benliği içinde önemsiz bir birey olmakla m utlu­
yum. Baylar, ulus bir bütün olarak, tek bir manevî kişi olarak
birleşmiş bir topluluk halinde ortaya çıktı ve bu yüce birliği ko­
ruyarak kendisine düşm an olanları ortadan kaldırdı.
(M a rt 1923; S.D.I.)

Benim kişisel olarak güç ve erkim, halkın bana gösterdiği


güven ve inançtan başka bir şey değildir. Bu güven sürdükçe
ben de bu güvene layık olmayı sürdürecek ve geleceğe bu kar­
şılıklı güvenle hep birlikte yürüyerek, Tanrı'nın izniyle, pek az
zam anda ulusa refah ve m utluluk sağlayacak büyük amacımıza
ulaşacağız.
Ben sanıyorum ki, ulus bireylerinin hiçbirinden üstün de­
ğilim. Ben çok girişimde bulunduysam bu, benden değil ulu­
sun özünden kaynaklanan girişimlerdir. Sizler olmasaydınız,
sizin vicdanlarınızın eğilimi bana bir dayanak noktası olmasay­
dı ben hiçbir girişimde bulunam azdım . Ulusun üstün nitelikle­
rini kişilere yönelten anlayış, eski yönetimlerin sistem ve yön­
tem biçiminden kaynaklanmaktaydı.
(M art 1923; S.D.1I.)

Her zaman yinelemek zorunda kalıyor ve yinelemede ya­


rar görüyorum! Eğer ben ulusa herhangi bir hizmette bulun­
muşsam, eğer ben herhangi bir girişime önayak olmuşsam, bu
hizm et ve girişimin temel kaynağı, saygılar ve sevgilerle bağlı
bulunduğum , bundan sonra da saygı ve sevgiyle bahtlılık ve
m utluluğuna varlığımı, yaşamımı vereceğim sevgili ulusum -
dur. Bir ulusta güzel şeyler düşünen insanlar, olağanüstü işler
yapmaya yetenekli kahram anlar bulunabilir. Ancak böyle kişi­
ler yalnız başlarına hiçbir şey yapamazlar; meğer ki, genel bir
duygunun etkeni, temsilcisi olsunlar. Ben ulusum un düşünce
ve duygularını yakından bilmek, sevgili ulusum da gördüğüm
yetenek ve ihtiyacı belirtm ekten başka bir şey yapmadım.
Onun bu yetenek ve duygularını bilmekle övünüyorum . Ulu­
sumdaki, bugününkü zaferleri elde edebilecek özelliği görmüş
olmak! İşte bütün m utluluğum budur.
(M a rt 1923; S.D .II.)

Önemli bir görevin yerine getirilmesinde benden önce gi­


rişime geçen ulus olmuştur. Benim şu, ya da bu nedenle ertele­
diğim önemli görev için ulus beni uyarmış ve o görevi yaptır­
mıştır. Bunu ulusun ortak ruhundaki yücelik ve olgunluğa
parlak bir örnekle belirtiyorum.
Ülke ve ulus hizm etlerinde önder olm ak isteyenlerin esin
kaynağı, ulusun gerçek duygulan ve istekleridir. Bizim sözü
edilmeye değer bir davranışım ız varsa o da ulusun duygu ve
eğilimleri ile ilişki kurmaya çalışmaktan bayka bir şey değildir.
Her türlü başarının sırrının, her türlü gücün, erkin gerçek kay­
nağının ulusun kendisi olduğuna inancım tamdır.
(E k im 1925; S.D.II.)

Ben ulusun vicdanında ve geleceğinde sezinlediğim doğuş­


tan büyük gelişim yeteneğini, ulusal bir sır gibi vicdanımda taşı­
yarak yavaş yavaş toplum um uza uygulatm ak zorundaydım.
(1927; N .)

Millî Mücadeleyi (Ulusal Savaşı) yapan doğrudan doğru­


ya ulustur. Ulus, savaşı analarıyla, babalarıyla, kızkardeşleriyle
kendisine ülkü edindi. Biliyorsunuz ki, yüzyıllarca olagelen sa­
vaşlar ve onların sonuçları olarak tarihe geçen büyük zaferler
vardır. Fakat o zaferleri elde edenler kendi ülküleri için d e ğ il,
şunun bunun suçuna kul köle olarak hareket etmiştir. Oysa,
millî mücadelede (ulusal savaşta) kişisel tutku değil, ulusal
onur gerçek güdü olmuştur.
(E kim 1925; S.D .II.)
238
Dördüncü Bölüm

BÜYÜK A D A M KİME DERLER ?

Bir adam ki büyük olmaktan söz eder, benim hoşuma git­


mez. Bir adam ki ulusu kurtarm ak için önce büyük adam olmak
gerekir, der, bunun için bir de örnek seçer ve onun gibi olma­
yınca ülkenin kurtulamayacağına inanır. Bu, adam değildir.
(Y. 46)

Bir insan yaşamında büyük bir başarı gösterebilir; ama


yalnız onunla övünerek kalmak isterse, o başarı unutulur gider.
Bunun için çalışmak, sürekli olarak başarı aram ak herkes için
temel ilke olmalıdır.
(A. H .)

Büyüklük odur ki kimseye yüzsuyu dökmeyeceksin, kim­


seyi üstün görmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın; ülke
için gerçek ülkü ne ise onu görecek, bu hedefe doğru yürüye­
ceksin. Herkes sana karşı çıkacaktır. Senin aleyhinde buluna­
cak, seni yolundan çevirmeye çalışacaklardır. İşte senin burada
dayanm an gerek. Ö nünde sayısız engeller yığılacaktır. Kendini
büyük değil, küçük, araçtan yoksun bir hiç sayarak, kimseden
yardım gelmeyeceğine inanarak bu engelleri aşacaksın. Ondan
sonra sana büyük derlerse, bunu diyenlere güleceksin.
(Y ücel, 46 ,1 8 1 )
Ulusum u şimdiye kadar söylediğim sözlerle ve eylemle­
rimle aldatmam ış olmakla övünüyorum . "Yapacağım. Yapaca­
ğız. Yapabiliriz" dediğim zaman, onların gerçekten yapılabile­
ceğine aklım yatmış, inanmıştım.
(O cak 1923; S.D.II.)
BAZI KİŞİLER ve OLAYLAR HAKKINDA

Timur.
O kesinlikle dünyanın en büyük askeridir.
(10 A ra lık 1939; U .)

Fatih Sultan Mehmet.


Çok kez Fatih'in karşılaştığı sorunları düşündüğüm za­
man, ben de aynı çözümlere varmışımdır. Ancak Fatih benim
karşılaştığım olayları nasıl çözerdi? Bunu m erak ederim. Fatih
M ehmet büyük adam dı, büyük! (1)

Napoleon kimdir? Taç ve serüven ardından koşan bir in­


san. Bismark ise hüküm darına hizmet eden bir adam: ben böyle
değilim.
(10 A ra lık 1939; U.)

<1) E ski b ir A ta tü rk ç ü , A ta tü r k te n b ilin m e y e n h a tır a la r S.58


Napoléon, Fouché'nin (2) geçmişini bildiği halde onu mev­
kiinde bırakmıştır. Bundan başka en büyük düşm anlarına gü­
venmesi delilikten başka bir şey değildir. Köklü bir düşünceye
dayanm adan işe başlamış ve kendisine bir fırsat sağlayacağını
sandığı olayların akışına bağlı kalmışbr. O nun bu biçimde dav­
ranışı demokrasinin altmış yıl gecikmesine neden olmuştur.
(M a rt 1930; S.D.III.)

Enver Paşa.
Enver Paşa her halde zamanın en güçlü bir adamı olması
gerekir. Elimizde bunun böyle olmadığını gösterecek hiçbir bel­
ge yoktur. Tersine, güçlü olduğunu gösterecek bir belge vardır
ki, o da, Enver Paşa mevkiindeyken ona kimsenin karşı gelme­
miş, ve artık o ülkeden ayrıldıktan sonra birtakım insanların
onun aleyhinde bulunm uş olmasıdır. Böyle bir adam ın güçlü
olmadığını söylemek gereksiz ve anlamsız bir sav olmaz mı?

Cemal Paşa.
Cemal Paşa değerli bir adamdı; buraya gelebilmiş olsaydı,
ona görev verirdim. A nadolu'nun bayındırlığında ondan yarar­
lanırdım; fazla jest ve gösteriş o zavallıyı bir hiç yüzünden kur­
ban etti.
(R u şa n E şref; A ta tü rk )

Askerlik ve siyaset.
O rdudan olanlar cemiyet (1) içinde kaldıkça hem parti ku­
ramayacağız, hem de ordum uz kalmayacaktır. Subayların çoğu
cemiyet üyesi olan Üçüncü Ordu bugünkü anlam da m odern
bir ordu sayılmaz. O rduya dayanan cemiyet de, ulusun yapı­
sında kök satamamaktadır. Bu nedenle bir an önce cemiyetin

(1) S ö z k o n u s u c e m iy e t ittih a t v e T e ra k k i'd ir

(2) F o u c h é : N a p o lé o n z a m a n ın d a e m n iy e t b a k a n lığ ı y a p m ış , so n ra ona


ih a n e t etm iştir.
ihtiyaç duyduğu subayları veye cemiyette kalm ak isteyenleri is­
tifa yoluyla ordudan çıkaralım. Bundan sonra subayların ve or­
dudan olanların herhangi bir siyasal dem eğe girm elerine engel
olmak için yasal hüküm ler koyalım.
(1909)

Askerlerin siyasetle uğraşmalarını yasaklam ak için bir ya­


sa m addesi koymuşlar. Ben, bir iki yıl önce, bir rastlantı sonucu
bulunduğum bir kongrede askerleri bırakınız dediğim için ida­
ma m ahkûm edildim (2)
(1911)

Yurt, silâhlı bir saldın karşısında bulunduğu için savaş­


makla yetiniyoruz. Fakat yurdun esenliği bir gün siyaset yap­
mamızı gerektirirse, bu savaşta olduğu gibi temiz bir gönül ve
içten bağlılıkla onu da yapmakta bir an duraksam ayacağız.
(T e m m u z 1910)

Osmanlı Im paratorluğu'nun Birinci Dünya Savaşına girişi.


Türkiye Dünya Savaşına girmek zorundaydı; ve o günkü
dünya dengesine göre bu giriş biçimi de olandan ve görülenden
başka türlü olamazdı. Belki savaşa giriş zamanı, belki kuvvetle­
rin kullanılışı, kısacası bir sürü ayrıntı eleştirilebilir. Fakat esasa
bir şey denem ez

(2) A ta tü r k 'ü n B ehiç E r k in e m e k tu b u n d a n .


244
İÇ İN D E K İL E R

ÖNSÖZ......................................................................................... 5
OSMANLI İMPARATORLUĞU'NUN DAĞILMASI 7
k u v a y - i m î l l î y e ................................................................... 11

TÜRK ULUSU ve BAĞIMSIZLIK......................................... 17


ULUSAL ÖRGÜTLENME........................................................ 21
ULUSAL EGEMENLİK............................................................ 33
T.B.M.M. AÇILMASI.................................................................36
T.B.M.M. HÜKÜMETİ............................................................. 41
TEŞKİLAT-I ESASlYE(ANAYASA)......................................47
ULUSAL EGEMENLİĞİN GÜVENCESİ.............................51
DEVRİM ve DEVRİMCİLER....................................................65
DEVRİM ve UYGARLIK......................................................... 71
TÜRK DEVRİMİ ve KADIN.....................................................81
TÜRK DEVRİMİ ve KIYAFET................................................ 91
TÜRK DEVRİMİ ve HUKUK....................................................95
TÜRK DEVRİMİ ve DİN.......................................................... 113
GÜZEL SANATLAR.................................................................135
ULUSAL EKONOMİ.................................................................139
MİLLÎ SA V UNM A.................................................................... 151
TÜRKİYE DEVLETİNİN DIŞ SİYASETİ........................... 169
SİYASET ÜLKÜSÜ................................................................... 183
SİYASAL ÂHLAK.....................................................................203
KAMUOYU................................................................................ 215
YAŞAM FELSEFESİ................................................................ 223
ATATÜRK'ÜN KARAKTERİ................................................. 227
ATATÜRK'ÜN ULUSA İNANI.............................................. 233
BÜYÜK ADAM KİME DERLER?........................................239
BAZI KİŞİLER v e OLAYLAR HAKKINDA.................... 241
"Atatürk’ün düşünceleri için b aşlıca kaynaklar kendi söylev ve de­
meçleridir. O, büyük söylevinde, Bağım sızlık Savaşı'nın nasıl b aşla­
dığını, Türkiye Cum huriyeti’nin hangi koşullar içinde kurulduğunu
ve geliştiğini anlatır. T B M M ’nin açık ve kapalı toplantılarındaki söy­
levlerinde ve aynı konunun ayrıntıları üzerinde durarak devlet yapı­
sının geliştirilmesi yolunda yapılm ış olan çetin savaşları ve elde edi­
len sonuçları belirtir. Yurt içinde yapm ış olduğu incelem e ve aydın­
latıcı gezilerinde, halka verdiği dem eçlerde Türk Devrim i’nin çeşitli
aşam alarının çeşitli karakterini açıklar ve yönünü gösterir. Yerli ve
yabancı gazete muhabirleriyle yaptığı görüşmelerde de özellikle, Yeni
Türkiye’nin yeni niteliğini ve dünya devletleri arasındaki yerini ve öne­
mini belirtir.

Atatürk bütün bu söylevlerinde, çeşitli konular üzerinde sıraladığı


düşüncelerinin kamuoyu tarafından bilinmesine büyük önem verir­
di.
Nitekim bir gün: 'Beni görm ek dem ek, ille de, yüzümü görm ek de­
m ek değildir. Benim düşüncelerim i ve duygularım ı anlıyorsanız ve
duyuyorsanız bu yeter’ demiştir.

91.34.Y.0074.C a (KDV içinde)

You might also like