Professional Documents
Culture Documents
YAYINA HAZIRLAYAN
GÖKHAN GENÇAY
KİTAP TASARIMI
YETKİN BAŞARIR
TASARIM DANIŞMANLl�I
BEK
KAPAK
DİLEK ÇETİNKAYA
1. BASIM
MART 2011, İSTANBUL
978-605-105-066-9
YAYIN YÖNETMENİ
ÇAlATAY ANADOL
KARTAL
HALK KÜTÜPHANESi
Kayıt No:
,
Tasnif No: ..
<
Sicil �:: ; '> l l, "l
- -�- .. _,.,�J
KitapvAYINEVi
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ 7
ı- BİLİŞSEL BİR SisTEM OIARAK MODERN BiLİM n
SONSÖZ 179
KAYNAKÇA 187
DİZİN 191
GiRİŞ
osyal bilimler felsefe ilişkisi çoklarınca bitmiş bir ilişki gibi görülür.
SOSYAL B İ Lİ M LE R VE F E L S E F E 7
ziğinin de kaynağı olmuşlardır. Doğayı maddi cisimlerin hacim ve kütle
gibi hesaplanabilir niteliklerine indirgeyerek fiziksel yasalarla hareket
eden mekanik süreçlere dönüştüren Kartezyen Felsefe; gözlem ve deney
konusu yapılamayan her şeyi metafizik sayarak reddeden Empirizm, 19.
yüzyılda ortaya çıkan pozitivist sosyal bilim disiplinlerinin teorik kaynak
ları oldular.
Bu iddiamızı çalışmamızın ikinci bölümünde, doğa bilimleri mode
linde ilk bağımsız sosyal bilim disiplini olarak kurulan ekonomi politiğin
temel kuramları temelinde açıklamaya çalıştık. Birinci bölümde değindiği
miz felsefi kavramların kurucu rolünü göstererek, felsefe- bilim ayrımının
özsel bir ayrım olmadığını ve felsefenin bilimlerin gelişiminde engelleyici
bir rol oynamadığını; tam tersine felsefeden bağımsızlık iddiasının mutlak
laştırılmış felsefi kavramlara bir tutsaklığa dönüştüğünü öne sürdük. Ayrı
ca, etik değerlerden ve normatif yargılardan bağımsız nesnel bilgi iddiasına
karşın, klasik ekonomi politiğin temel teoremleri üzerinde bunun gerçek
dışılığını göstermeye çalıştık. Dahası, 'olması gerek' ile değil 'olan' ile ilgi
lendiği iddiasındaki iktisadın, bizzat kendisinin 'olması gerekeni' belirle
meye kalkıştığını; bir başka deyişle, normatif yargılardan bağımsızlık iddi
asının sonuçta normatif yargılar kurmaya dönüştüğünü vurguladık.
Aydınlanma felsefesinin amacı olan insanın, iktisat teorisinin soyut
bilimsel modellerinde şeyleşerek, yalnızca sistemin içinde ve sistem için bir
unsur haline gelmesinin ortaya çıkardığı sorunlara bu bağlamda değindik.
Çalışmamızın ilk iki bölümünde, böylelikle, felsefenin sosyal bilimler üze
rindeki belirleyiciliğini ve vazgeçilmezliğini ortaya koyarken, klasik iktisat
örneğinde sosyal bilimlerin felsefeden bağımsızlık iddiasına rağmen özün
de bir felsefe yorumundan ibaret olduğunu gösterdik.
Sosyal bilimlerin pozitivist bilim yöntemi ve toplum kavrayışının
taşıdığı sorunlar; üçüncü bölümde pozitivist bilim anlayışının eleştirisi
olarak gelişen Marksizm'in bilim yöntemi ve dördüncü bölümde toplu
mun tümüyle kendine özgü yöntemlerle incelenmesi gerektiğini öne sü
ren Hermeneutik gelenek bağlamında tartışılarak farklı felsefe anlayışla
rıyla farklı 'bilim'lerin mümkün olduğu iddiamızın dayanakları gösteril
meye çalışıldı.
8 GiRİŞ
Marksizm; bilimi diğer kültürel ve siyasal kurumlar gibi toplumun
yapısal bir parçası olarak gördüğü için, etik değerlerden ve normatif yargı
lardan bağımsız bir bilim olabileceğini kabul etmez. Sosyal bilimler değer
lerden bağımsız olduklarını öne sürseler de o toplumun maddi yaşamını
üretim tarzınca tarihsel olarak belirlenirler. Toplumsal yasalar zaman ve
toplumüstü kesinlikler değil; her toplumsal aşamada yeniden oluşan göre
liliklerdir. Bu nedenle evrensellik iddiası ancak bir ideal olabilir.
Doğayı 'şey'leştiren pozitivizmin aksine Marksizm'de doğa toplum
tarafından hükmedilmeyi bekleyen dışsal bir nesne değil; toplumun içinde
yaşadığı ve kendisi de yaşayan bir varlık alanıdır. Doğaya, ancak onu tanıdı
ğımız ölçüde ve onun izin verdiği şekilde yaklaşabiliriz. İnsan toplumsal bir
doğa varlığıdır. Toplumsallığıyla doğanın bir parçasıdır.
Klasik iktisat üzerine incelememizde gösterdiğimiz gibi, sosyal bi
limlerin doğa bilimleri modelinde kuruluşundan kaynaklanan problemler
toplumsal gerçekliğin "bilimsel" araştırmanın konusu olup olamayacağı
tartışmasını ortaya çıkarmıştır. Eleştirilerine rağmen Marksizm de poziti
vizm gibi bir bilim idealine sahiptir ve toplumun bilimsel olarak incelene
bileceğini kabul eder. Toplumu ve toplumsal etkinliği konu edinen sosyal
bilim disiplinlerinin doğa bilimlerinin yöntemleriyle incelenemeyeceği;
toplumun özsel olarak farklı bir yapısı olduğu ve kendine özgü yöntemlere
sahip disiplinlerce araştırılması gerektiğini savunan Hermeneutik geleneği
bu bağlamda dördüncü bölümde ele aldık.
Toplumsal fenomenlerin özgün bir yöntemle araştırılması gerekti
ğini öne süren Yeni Kantçı okul, pozitivist bilim felsefesinin tek bilim an
layışını eleştirerek doğa ve toplum için iki ayrı yöntemin gerekliliğini savu
nur. Yeni Kantçı okula göre, toplumsal fenomenler, insana özgü, amaç-ey
lem bağlantısı içinde kavranabilecek, doğal yasalara tabi olmayan tinsel bir
dünya oluştururlar ve bu fenomenlerin incelenmesinde nedensellik türün
deki doğa yasaları, yerini bireyin amaçlı eylemini dikkate alan anlama yön
temine bırakmalıdır.
Güncel bir sorundan çıkış bulan çalışmamız, felsefi içeriğine ve kav
ramsal bir çalışma olmasına rağmen, bu sorunlar karşısında bir çözüm de
ğeri de taşımaktadır. Öncelikle felsefenin gerekliliğini göstererek, felsefi
SOSYAL B İ Lİ M LE R VE F E LSEFE 9
kavramların tarihselliğini vurgulamakta, böylelikle felsefeden koparılan,
mutlaklaşhnlmış kavramlarla yapılan felsefe eleştirilerini yanıtlamaktadır.
Felsefi sorgulamadan yoksunluğun, bilimler için kaçınılmaz olarak episte
molojik ve metodolojik sorunlara yol açtığını klasik iktisat örneğinde göste
rerek; bu problemin, aynı yöntemi kullanan bütün sosyal bilim disiplinleri
için geçerli olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Ayrıca ele alınan tüm okul
ların ve bilim yöntemlerinin felsefe tarihi içerisine yerleştirilmesi ve doğru
dan felsefe bağlantılarının gösterilmesiyle, felsefeyle sosyal bilimlerin bü
tünlüğünü de ortaya koymayı amaçlamaktadır.
10 GiRİŞ
BİRİNCİ BÖLÜM
SOSYAL B İ Lİ M LE R VE F E LSEFE 13
dirmekte yetersiz kalışı Leontiefin iktisat eleştirisinin sosyal bilim disiplin
leri için genel olarak geçerli olduğu düşüncesini doğurmaktadır.
Sosyal bilimler yöntemsel ve kavramsal bir gelişme gösteremedikle
ri için etkileşimleri ve gelişimiyle devasa bir organik bütün görünümünde
ki dünyanın toplumsal süreçlerini halen 17. ve 18. yüzyıl Avrupa' sına ait ka
tegorilere sığdırmaya çalışmaktadırlar. Üstelik söz konusu kategorilerin o
toplumu o tarihsel dönemde dahi bütünüyle içermediği bugün artık yaygın
biçimde kabul edilmektedir.
Kadını, sınıfları, Batı dışı toplumları ve doğayı tahlillerine dahil et
meyen sosyal bilimlerin dünyası dar ve yüzeyseldir. Söz konusu bilimlerin
tahlillerine dahil etmedikleri bu kategorilere ilişkin yaklaşımlarının ideolo
jik olduğu eleştirisi günümüzde oldukça yaygındır. Kadının dışlanmasına
karşı tepki olarak gelişen feminist hareketin karşı çıkışını ve kadını toplum
sal olarak 'görünür' kılma çabasını Berktay şöyle aktarmaktadır:
16 B i L İ ŞS E L Bi• S İ ST E M ÜLARAK M O D E R N B i L M
Aynı gerçekliği değişik görünümleriyle ele almaktan dolayı tüm çe
şitliliğine karşın sosyal bilimlerin farklı disiplinleri arasındaki organik bağ
lantıyı tespit etmek hem bu disiplinlerin her birine katılan hem de tümünü
birleştiren felsefeyle mümkündür.
Felsefenin katkısıyla evrensellik ve akıl gibi sosyal bilimlerin üzerin
de yükseldiği temelleri muhafaza etmeye devam ederken, bu kavranılan şu
anda içermedikleri kategorilerle zenginleştirerek çoğulcu, evrensel ve eleş
tirel bir bilim idealine doğru ilerleyebiliriz. Çoğulcu ve evrensel bir bilim
idealine yapılan gönderme, bilimsel bir kaygı olmanın ötesinde, içinde ya
şadığımız dünyanın ihtiyaçlarından kaynaklanan bir gerekliliktir.
SOSYAL B İ L İ M L E R VE F E LS E F E
Oysa, belirttiğimiz gibi, felsefe, sosyal bilim disiplinleri için bir zo
nmluluktur ve sosyal bilim disiplinleri ile gerçeklik arasında kopan bağın
nedeni felsefe ile bu disiplinler arasındaki kopukluktur. Felsefe-bilim ayrı
mının mutlaklaştırılması bilimin kendini algılayışında bir yanılgıya yol
açar. Bu yanılgı, sosyal bilimlerin zaten bir felsefe üzerine kurulu olduğu
gerçeğini görmez. Akıl, yasa, ilerleme, denge, nedensellik vb. kavramlar
üzerinde kurulan sosyal bilimler, bu kavramların felsefi içeriğini değerlen
direbilmekten uzaktır. Söz konusu yanılgı nedeniyle günümüzde tümüyle
yeni anlamlar kazanmış bu kavramlar, felsefi bir sorgulamanın konusu ya
pılmadan, eski felsefe geleneklerinin yorumları değil de hakikati ifade eden
mutlak kavramlarmış gibi kalmaya devam etmektedirler.
Değişen toplumsal hayatımız bir yana, doğa bilimlerinde meydana
gelen gelişmeler bu bilimlerden mekanik bir şekilde aktarılan kavramların
eski biçimleriyle kullanılmasını imkansız kılmaktadır. Zaman ve mekanı
çözümlemesine dahil etmeyen Newtoncu mekaniğin sosyal bilimlere taşın
ması çabasıyla şekillenen nomotetik epistemolojiler, doğa bilimlerinde 20.
yüzyılda gerçekleşen gelişmelerden dolayı ayaklarını bastıkları zemini yitir
mişlerdir. Statik doğa anlayışının yerini bıraktığı dinamik sistemlerle bir
likte çok yönlü içsel ve dışsal etkilerin etkileşiminde ortaya çıkan süreçler
zaman-mekan bağlantısıyla birlikte incelenmektedir.
Başlangıçta bir sistemin yapısı dendiğinde onun mekan içindeki dü
zenlenişi ve organizasyon biçimi anlaşılmaktaydı. Dinamik sistemlerle bir
likte zaman-mekan yapısı, yani süreçlerin zaman-mekan içindeki düzeni
öne çıktı. Öyleyse, zaman-mekan açısından yapı, sistemin hem işlevini
hem organizasyonunu içerir; sistemin iç durumu ve çevre ilişkileri de bu
na dahildir. (Cramer, 1998:180)
Yeni bilim anlayışında doğa artık işlenmeyi bekleyen edilgin ve me
kanik yasaların hakim olduğu bir nesne olarak değil, toplumu yaratma po
tansiyelini içinde taşıyan etkin bir yapı olarak kabul edilmektedir. Aynı şe
kilde toplumsal eylemler ya da toplumsal yaşam tek bir ilke ya da yasaya da
yanılarak açıklanamayacak kadar karmaşıktır. Ceteris Paribus· kabullerle
* Bütün diğer değişkenler sabitken. Sosyal bilimlerde kullanılan bir analiz yöntemi. incelenen değiş
18 B i L İ Ş S E L BiR S İ ST E M OLARAK M O D E R N B i L M
şekillenen kapalı, statik sistemler öğretici varsayımlar olmanın ötesinde bir
değer taşımazlar. Bilimsel yasalar kesinlikler değil, belirli bir yer ve zaman
diliminde sadece burada ve bu zamanda geçerli olan olasılıklardır. "Denge
sizliğin gelmesiyle doğa yasaları yeni bir anlam kazanır. Bundan böyle ola
sılıkları ifade eder." (Prigogine, 1 999:12)
Sosyal bilim disiplinleri arasındaki ayrımlar belirsizleşip bazen ge
çiş noktalarında yeni disiplinlerle yeni bağlantılar oluşurken, bir yandan da
doğa bilimleriyle sosyal bilimler arasındaki sınırlar bulanıklaşmakta, biyo
ekonomi gibi yeni disiplinler ortaya çıkmaktadır. Sosyal bilimler, insan bi
limleri ve doğa bilimleri şeklindeki ayrımlaşmanın sürdürülmesinin güçlü
ğü bütüncül bir bakışa doğru kendiliğinden bir evrimleşmeye yol açmakta
dır. "Doğa bilimcilerin yeni iddiaları, doğa ve sosyal bilimleri iki ayrı alan
olarak bölen derin örgütsel ayrımı yerle bir ettiyse, kültürel araştırmaları sa
vunanların iddiaları da, sosyal bilimlerle insan bilimlerini iki ayrı alan şek
linde bölen örgütsel ayrımı yıktı." (Gulbenkian Komisyonu, 1996:66)
Eğitim sisteminin, özellikle sosyal bilimler alanındaki eğitim siste
minin felsefeyle şekillendirilmemiş olması nedeniyle felsefi temellerinin
belirleyiciliğini gözden kaçıran sosyal bilimler teorik temellendirmelerden
ve bağlantılardan yoksun kalmıştır. Felsefi sorgulamanın eksikliği bir yan
dan dogmatizmin yolunu açmış diğer yandan bir bütün olarak bilim ve ev
rensellik ideallerinin de modası geçmiş kavramlar olarak damgalanmasına
giden süreci başlatmıştır.
Sosyal bilimlerin güncel problemleri, bilimin olanağını ve gereklili
ğini ortadan kaldıran türde değildir. Çok sık kullandığımız bilimsel analo
jilere bir yenisini eklersek, klasik fizik ve kuantum fiziğini karşılaştırabili
riz. Kuantum fiziğinde, fiziksel ölçümlerin gözlemciye göre değişebileceği
ni ya da şöyle söyleyelim farklı noktalardaki iki kişinin aynı olayı ölçümleri
nin sonuçlarının farklı olabileceği kabul edilir. Klasik fizikte ise iki farklı
noktadaki iki farklı kişi, uzay ve zaman değişkenlerinden bağımsız olarak
hep aynı sonuçları elde eder.
Gözlemcinin hareketinin ve bulunduğu noktanın ölçüm sonuçları
nı etkileyebileceğini söyleyen kuantum fiziği, klasik fiziğin yanlışlığını de
ğil, sınırlılığını gösterir. Kütlenin uzay zamanı eğip bükebildiği kuramı,
SOSYAL B İ L İ M LE R VE F E LSEFE
kütlenin ihmal edilebilir büyüklükte olduğu durumlarda klasik fiziğin ge
çerliliğini kabul eder. Görelilik kuramı, klasik fiziğe rağmen değil, onun
üzerinde kurulmuştur. Onu reddetmez, içerir.
Sınırlı bir coğrafyada belirli tarihsel koşullarda gelişen sosyal bilim
lerin problemi de bu tarihselliğin bilincinde olunmamasıdır. Felsefenin
sosyal bilim disiplinleri karşısındaki sorumluluğu bu disiplinlere sınırları
nı ve sorunlarını gösterirken, kazanımlarını da korumaktır. Aydınlanma ça
ğında akıl "insanın ergin olmama durumuna" son vermişti; ondan yoksun
kalmak, insanı yine eski durumuna düşürür.
Felsefe ve sosyal bilimler ilişkisinden bahsetmek; felsefe, bilim ve
sosyal bilim kavramları üzerinde durmayı zorunlu kılmaktadır. Bu kavram
lar üzerinden geçerek sosyal bilimlerin "bilimsellik" iddiasını tartışabiliriz.
Sosyal bilimler- felsefe ilişkisi günümüzde belirttiğimiz nedenlerden dola
yı ilk anda çelişkili görünür, çünkü sosyal bilimler, felsefeden koparak ge
lişmiş ve felsefeden bağımsızlaştıkları ölçüde kurumsallaşmışlardır. Günü
müz sosyal bilim disiplinlerinin büyük oranda belirginleşip seçilmeye baş
landığı 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyılın ilk yıllarında felsefenin bittiği ve bi
limle birlikte artık felsefeye gerek kalmadığı çokça dile getirilmiştir.
Bu yaklaşımlar, bilimin gelişimiyle birlikte farklı bilimsel disiplinle
rin gerçekliği çeşitli görünümleri içinde zaten incelemekte olduğunu öne
sürerler. İktisat ekonomik yasalarını araştırırken, coğrafya yerkürenin yapı
sını, antropoloji farklı toplumların kültürlerini incelemekte ve sosyal bilim
ler her biri kendi açısından topluma hareket veren yasaları anlama yolunda
önemli adımlar atmaktadır. Duverger "felsefi tutumun" ağır bastığını söy
lediği dönemde toplumu olduğu biçimde değil, nasıl olması gerektiğine da
ir ilke ve kurallar belirlemeye çalışarak ele alan araştırmayı bilimsel olarak
görmez. Ona göre bilimsel tutum ancak 18. yüzyıldan itibaren egemen ola
bilmiştir (Duverger, 2002:9). Felsefe üzerine tartışmanın faydasız bir za
man kaybı olduğunu öne süren Gerring ise bilim felsefesinin sosyal bilim
lere somut katkılarının olmadığını iddia etmektedir:
20 B i L İ ŞS E L B İ R S İ ST E M OLARAK M O D E R N B i L M
seçkin zihinsel çalışmaların örnekleri olarak ele alınabilir. Yine de
varacağımız sonuç değişmeden kalır. Birkaç istisna dışında (örne
ğin, Popper ve Lakatos'un ve onların takipçilerinin çalışmaları) bi
lim felsefesi bize sosyal bilimlerdeki çalışmamızı nasıl geliştireceği
mizi, ya da iyi çalışmayı kötüsünden ayırmayı öğretmek konusunda
pek yardımcı olmaz; çünkü bunlar genellikle azametli ("felsefi") dü
zeydedirler. (Gerring,2001:17)
Bilişsel bir sistem olarak sosyal bilimlerin felsefe ile ilişkisi ve böy
le bir ilişkinin gerekliliği bu bağlamda tartışılmaya muhtaçtır. Felsefe ve
bilimi birbirini dışlayan iki farklı bilgi türü olarak kabul eden yaklaşımlar,
felsefenin "boyunduruğundan" kurtuldukları andan itibaren bilimlerin
gelişmeye başladığını savunur. Doğrusu o ki, doğa bilimlerinin felsefeden
kaynaklanması gibi sosyal bilimler de doğa bilimleri modeli üzerinde şe
killenmişlerdir ve bugünkü yapıları çerçevesinde bu yargı büyük oranda
geçerlidir.
2500 yıllık Batı düşünce tarihinde .. .felsefe-bilim ayrımına ancak
son 300 yıl içerisinde rastlıyoruz. Oysa bilimi var kılan ilkeler, dün olduğu
gibi bugün de felsefi karakterli ilkelerdir. Bilim, kendisini var kılan ilkeler
"üstüne" düşünmez; düşündüğü anda felsefeye eklemlenmiş olur. Ve bi
lim... başı her sıkıştığında, kendisi "üstüne" düşünmeye, yani felsefeye ek
lemlenmeye başlar ve felsefeden kopamayacağını anlar... Bu ayrım sahte bir
ayrımdır. (Özlem, 2002:297-98)
Felsefe-bilim ilişkisini anlayabilmek ve bağlantılarını gösterebilmek
için sosyal bilimlerin tarihine göz atmak daha sağlıklı değerlendirmeler
yapmamızı sağlayacaktır. Böyle bir tarih incelemesi, insanların içinde yaşa
dıkları toplumu bilimsel araştırmanın konusu yapabilecekleri düşüncesi
nin kökeninin İlkçağ Yunan felsefesine kadar uzandığını, başka bir deyiş
le, bilim tarihinin aynı anda bir felsefe tarihi olduğunu gösterir. Bu bütün
selliği göstermesinin yanı sıra felsefe-bilim ayrımının, bilimin normatif te
melleri sorununa yol açtığını da belirteceğiz. Felsefeden ayrılarak kendi ba
şına bir değer haline gelmek isteyen bilimciliğin karşılaştığı sorunlara bu
bağlamda değinmek gerekir.
SOSYAL B İ L İ M LE R VE FELSEFE 21
Öyleyse, felsefe ve bilim kavramlarından hareketle felsefe- bilim iliş
kisini tarhşarak başlayabilir ve bu temellerde sosyal bilimler felsefesinin
olanağını ele alabiliriz. Bu tanışmanın ışığında sosyal bilimler tarihi ince
lemesi, görüşlerimizin dayanaklarını ortaya koymamızı sağlayacaktır. Böy
lelikle sosyal bilimlerin felsefe olmadan anlaşılamayacağı iddiamızı geniş
bir tarih döneminden örneklerle göstermiş olacağız.
22 B i L İ Ş S E L B i R SiSTEM OLARAK M O D E R N B i L M
Mitolojide toplum ve doğa olayları tanrılar arasındaki ilişkilerle açıklanıyor
du. Doğal afetlerin nedeni tanrıların öfkeleri ya da kavgalarıydı. İnsanın sa
dece bir figüran olduğu mitolojik kurguda evren bir defada kuşahcı olarak
açıklanmış olmakla tüketilmişti ve aynca bir araştırmanın konusu olması
na gerek yoktu.
Fenomenlerin altında yatan nedenleri sistematik bir açıklama için
de birleştirmek çabası daha önceleri yalnızca pratik bir değeri olan bilgilere
teorik bir nitelik kazandırmış; felsefenin akılsal temellendirmesi bilimi
mümkün kılmıştır. Bu anlamda felsefe bilimin yolunu açmış, onu müm
kün kılmıştır. Eski Mısır'da Nil'in yükselmelerini ölçmek için yapılan he
saplamalar, ilkçağ Yunanistan'ında pratik ihtiyaçların ötesinde kavramsal
laştırılarak geometri seviyesine yükselmiştir.
Felsefe, bilimin yolunu açmakla kalmamış onu belirlemiştir de. Fel
sefe, görünür olanın altındaki özün akılla aranması çabasıdır. Felsefe ken
diliğindenliğe izin vermez, varoluşa dahil olur ve onu sorgular. Felsefe, far
kına varmak, farkında olmaktır. Felsefeyi farkındalık olarak tanımlamakla
onun bir zorunluluğuna daha işaret ediyoruz. Farkındalık belirli düzeyde
zihinsel bir olgunluk gerektirir. Felsefe ancak belirli bir entelektüel olgun
luk düzeyinde ve bu inceleme için gerekli kavramlara sahip olunduğu ko
şullarda ortaya çıkar.
Sosyal bilimlerin problemlerinin özsel olmadığı düşüncesinden ha
reketle, bu problemleri bizzat sosyal bilim disiplinlerinin kendilerinin ele
alabileceği ve bunun için özel olarak felsefeye ve felsefecilere ihtiyaç olma
dığı düşüncesi, bu bilimlerin kendilerini incelemeye başladıkları anda fel
sefeye dönüştükleri gerçeğini görmez. Felsefe bir farkındalıkhr ve bu an
lamda kendi farkına varmış olan bilim de felsefeye dönüşür: Sosyal bilim
ler toplumu inceler; sosyal bilimler felsefesi sosyal bilimleri.
Her bilim disiplininin özgül sorunlarıyla içeriği zenginleşecek olan
felsefe bilgi süreçlerinin genel bilimi olma sıfahyla varlığın (oluşun) farklı
yönlerini inceleyen tek tek bilimlerin de aynı öze yönelmiş olmalarından
dolayı birleştirici bir öğedir. Aynı öze yönelmiş olmalarından dolayı bilim
lerin sürekli birbirlerine yaklaşmaları ve aralarındaki ayrımlar bulanıklaşır
ken, bağlantıların kuvvetlenmesi olgusu da bu duruma işaret eder.
SOSYAL B İ Lİ M LE R VE FELSEFE 23
Evrenselliğe yönelen felsefe, oluş halindeki varlığın bütününe yöne
lir ve konusu tarafından belirlenir, bütüncül bir sistem kurma çabası, par
çanın anlaşılması zorunluluğuyla; mutlaklığın reddi, gerçeğe yaklaşma ül
küsüyle, çelişkili ve güdüleyici bir birlik oluşturur.
Eleştirellikle yönelen ve tartışmayla gelişen felsefe, oluşu konu edi
nir ve yenilik peşindedir; çünkü gerçekliğin ve insanın tüketilemeyeceğinin
bilincindedir. Felsefenin koşulsuzluğu ve konusuna eleştiriyle yönelmesi
bilim çevrelerinde felsefeye karşı duyulan rahatsızlığın kökeninde statüko
nun korunması isteğinin rol oynadığını da düşündürmektedir. "Olağan bi
lim, ne olgu ne de kuram düzeyinde yenilik bulma peşinde değildir ve za
ten başarılı olması da yenilik bulmamasına bağlıdır." (Kuhn, 1991:75)
Felsefe açısından bilim, toplumsal veya doğaüstü herhangi bir oto
riteye dayanmadan konusunun düzenini zihinsel olarak kavramaya çalışan
bir etkinliktir. Bilim kavramı üzerine yapılacak tartışma, özellikle ele aldı
ğımız konunun niteliği açısından önemlidir. Burada esas olarak, modern
bilim kavramı tarafından belirlenmiş sosyal bilimler üzerinde durduğumu
za göre, modern bilimin asıl çözümleme konusu olması gerekmektedir.
Sosyal bilimlere çağdaş kimliğini veren modern bilim anlayışının tarihsel
gelişimini izlemek ve bu tarihe felsefi eleştiriyle eşlik etmek, bilim kavra
mın daha verimli tartışılmasını sağlayacaktır.
Modern bilimin amacı, yasalı bilgiye ulaşmaktır. Teorik içeriğine
karşın, empirik temellidir. Gözlem ve deney aracılığıyla evrenin yasalı bil
gisine ulaşarak elde ettiği teorik açıklama gücünü, tekrar olgusallığı açıkla
mak için kullanır. Nesnelliğinin kaynağı, empirik olarak sınanabilmesidir.
Bir önermenin bilimsel olması deney ve gözleme konu olabilmesi demek
tir. Örneğin cisimlerin boşlukta sabit bir hızla düşecekleri önermesi, yanlış
bile olsa, bilimsel bir önermedir. Öte yandan bir insanın bu dünyadaki gü
nahları için öbür dünyada cezalandırılacağı, doğru bile olsa, bilimsel değil
dir; çünkü empirik olarak test edilemez.
Genel geçer, evrensel, zorunlu ve objektif olmak, bilimsel bilginin
temel amacıdır. Bilim, gücünü olguların empirik incelenmesinden ve elde
ettiği sonuçlarla henüz meydana gelmemiş olguları öngörebilme yetene
ğinden alır. Bilim, olgusal düzeyde araştırdığı evrensel süreçleri kavramsal
SOSYAL B İ L İ M L E R VE FELSEFE
gi elde etmektir ve kaos koşullarında dahi olgusallığın yasalarından söz edil
diğine göre, olgusallığı anlamaya yönelen bilim için yöntem zorunludur.
Buna göre bilimin amacı evreni ve evrende meydana gelen süreçle
ri anlamaktır. Başlıca özgünlüğü ise sınama-yanılma-sınama sürecinde ge
lişen bir problem çözme etkinliği olmasıdır. Bilim empirik yöntemlerden
hareketle ulaştığı açıklama gücünü, gerektiğinde tekrar olgusallıkla sınar.
SOSYAL B İ L İ M LE R VE F E LSEFE
Neredeyse bütünüyle bizim dönemimizde yarahlan ve hedefi bizzat
insan olan ve doğrudan insanının mutluluğunu amaçlayan bu bi
limler, kesinlikle fiziksel bilimlerden aşağı kalmayan bir ilerleme
yaşayacaklardır. Bizden sonra gelenlerin bilgi ve aydınlanmada bizi
aşmaları düşüncesinin bir yanılsama olmaması fikri o kadar güzel
ki. Moral bilimlerin doğası üzerine düşünürken insan onların da fi.
zik bilimler gibi olguların gözlemlenmesiyle temellendirildiklerine
göre aynı yöntemi izlemesi gerektiğini görmeden edemiyor. Aynı
şekilde kesin ve hassas bir dil bulmalı ve aynı kesinlik derecesine
ulaşmalılar (Condorcet, aktaran Gerring, 2ooı:xi).
SOSYAL B İ L İ M L E R VE F E LSEFE 33
Rönesans doğa bilginleri, bilimsel etkinlikleriyle devlet ve dinin ay
rılmasına giden sosyal içerikli daha büyük bir hareketi de başlatmış oldular.
Dini otoritenin doğrularının yerini, deneyle elde edilen bilimsel bilginin
doğrularının alması, sonraki dönemlerde sosyal bilimlerin oluşumunda da
oldukça belirleyici bir rol oynadı.
Doğa bilimleri Ortaçağ'ın eski tek biçimli hiyerarşik evreninin yeri
ni çoğulculuğa bırakhğı bir dönemde, insanın özgüvenini kazandığı, kendi
ayaklan üzerinde durduğu bir süreçte gelişti. Tüm sorulara insanın aklıyla
yanıt bulmak istediği bu dönem, dini de kişisellik zemininde kurmak isti
yordu ve bu alanda da kilisenin boyunduruğuna karşı bir başkaldınydı. Bu
anlamda söylendiğinde bizzat dinin kiliseye isyanı, dinin kilisenin boyun
duruğundan kurtarılması çabasıydı aslında. Din de dahil olmak üzere Rö
nesans ile birlikte ortaya çıkan bütün düşünce biçimlerinde "bu dünyalılık"
ile karşılaşırız. (Gökberk, 1996, 203)
Bilimsel devrimin kavramsal gelişimi, doğa bilimlerinin sektiler,
ilerici ve eşitlikçi niteliğini çok açık bir şekilde ortaya koyar. Bu kavramla
rın, çağdaş sosyal bilimler açısından kurucu anlamını Gordon şöyle yorum
lamaktadır:
SOSYAL B İ L İ M L E R VE FELSEFE 35
Başarılı bir gözlemin yüzeyin altında yatanı araştırmayı gerektirdiği
ni. ..Korkan veya kızan ya da huzurlu bir yüzü çizebilmek için, deri
nin altındaki yüz kaslarının bilinmesi gerekir. Leonardo sanatına yar
dımcı olması için anotomik araştırmalara yöneldi; ama yaptığı şey
özünde doğanın gizli mekaniğini araştırmaktı (Gordon, r99r:r7).
Rönesans'ın diğer bir ilginç kişiliği ise bir doktor olan Andreas Ve
selius'tu (r514-r564). Tıbbi araştırmaları için insan anatomisiyle ilgileniyor
du. Bugün bize anlamlı ve doğal görünse de bir doktorun anatomi merakı
o gün için pek olağan sayılmıyordu. Ortaçağ'da tıp eğitimi için anatomi zo
runlu bir ders değildi; tıp eğitimi Galen'in kitaplarının okunmasından ve
kuşaklar arasında aktarılmasından ibaretti. Anatomiye derslerinde yer ve
ren hocalar ise bunu yalnızca Galen'in teorisini asistanlarına yaptırdıkları
diseksiyonla açıklamak için kullanıyorlardı.
Vesalius, diseksiyonu bizzat yaparak elde ettiği bulgular üzerinde
gözlemlerde bulundu. Çalışmaları, deneysel araştırma ve gözlemin yeni bi
lim anlayışı içerisinde yer etmesine önemli katkı sağladı. Galen'in belki de
hiç insan bedeni üzerinde inceleme yapmadığı ve anatomik tanımlarının
büyük ölçüde çeşitli hayvanlardan alındığı sonucuna ulaştı. 1543 yılında ya
yınladığı De Humani Corporis Fabrica adlı eserinde anatominin sadece doğ
rudan gözlemle öğrenilebileceğini savundu.
SOSYAL B İ L İ M LE R VE F E LSEFE 37
formuyla başı ağrımış kilisenin tepkisini çekmek istemediği için Papa'ya
özel olarak gönderdiği mektupta kendi sisteminin daha basit bir açıklama
modeli getiren varsayımlardan ibaret olduğunu yazmıştı.
Filozofların elime geçirdiğim bütün kitaplarını okudum ve öğren
dim ki Ciceron, H icetas ve Plutarkhos ve başka bazıları dünyanın hareket
ettiğini düşündüklerini söylüyorlar. Onun için ben de bunun olanağını an
ladım ve dünyanın hareketi hakkında düşünmeye başladım. Sonunda
uzun, çok uzun gözlemler sonunda keşfettim ki. .. eğer öteki gezegenlerin
hareketleri dünyanın ekseni etrafındaki hareketiyle birlikte alınarak bu ha
rekete göre hesap edilirse, yalnız öteki gezegenlere ait olayları bu hesaptan
çıkarmak değil, belki göğün düzenini ve bütün gezegenlerin hacim ve bü
yüklüklerinin birbirine sıkı bir surette bağlı olduğunu anlamak da olasıdır.
(Aktaran: Adıvar, 1 994:124)
Copernicus sisteminde dünya evrenin merkezi değil, sıradan bir ge
zegendir. Copernicus "Yerküreyi temellerinden söküp göklere savurmuş
hı" (Koyre, 2oop6) James T. Cushing, Pythagoras'çılardan etkilendiğini
her zaman belirten Copernicus'un güneş merkezli evren kuramını Aris
tarchus'tan aldığını söylemektedir. "Aristarchus'un evrenin güneş merkez
li kuramının farkına vardı ve hayatının geri kalan kısmında gökbilimine ak
tif ilgi duydu." (Cushing, 2003:91) Bütün gök cisimlerinin ateşten bir to
pun etrafında döndüğünü söyleyen Pythagoras'çılara, Copernicus dünya
nın bir de kendi ekseni etrafında döndüğünü eklemişti yalnızca.
Copernicus sisteminin iddiasını destekleyecek maddi kanıtlar henüz
yoktu. Temel önermeleri Ortaçağ fiziğiyle çelişkiliydi. Eylemsizlik ilkesi he
nüz kabul edilmemişti ve bir cismin harekete geçirilmesi için dışarıdan bir
itkiye ihtiyaç olduğu düşünülüyordu. Hareketin koşulu itmeydi ve dünya ha
reket ediyor olsaydı, insanlar bunu hissedebilirlerdi. Copernicus'un sistemi
sağduyuya her bakımdan ters düşüyordu ve aslında yeni bilimin ilerleyebil
mesi için gerekli olan da buydu. Yeni bilim sağduyuya dayanarak değil, göz
lem ve deneyden elde edilecek sonuçlara göre kurulmalıydı.
Göksel Kürelerin Dönmeleri Hakkında, 1543 yılında yayımlandı ve bu
gün pek çok kaynakta bilimsel devrimin başlangıcı olarak bu tarih kabul edi
lir. Aslında, kitap yayımlandıktan sonra gerçekten bir devrim meydana gele-
Mağara idolleri; her biri bireysel olan idollerdir. Çünkü, herkes (in
san ırkında ortak olan hatalara ek olarak) ya kendine özgü ve tek
olan yaratılışından dolayı, ya eğitimi ve diğer kişilerle olan ilişkile
rinden dolayı, ya okuduklarından dolayı ve bireyin hayranlık ve say
gı duyduğu kişilerin otoritelerinden dolayı, ya zihinde meydana ge
tirilen farklı etkilerden dolayı önceden işgal edilmiş ve önceden yer
leştirilmiş ya da düzenli ve sakin bir şekilde vb. olduğu için, tabiahn
ışığını durduran ve bozan kendi bireysel mağarasına sahiptir.
(Ibid.,s. 16)
B i L İ Ş S E L B i R S İ ST E M OLARAK M O D E RN BiLM
serilerine ve sıralarına yöneltmeliyiz; ve insanlar sahip oldukları kavramla
rı bütünüyle bırakıp 'şeyleri' tanımaya başlamalıdırlar." (Ibid., s. r4)
Gözlem, Bacon için ilk adımdır, ama yasalarla uyumlaştırılması ge
rekir. Duyu verilerinden doğru ve sağlam bilgiye ulaşabilmek için bunların
bir biçimde düzenlenmesi gerektiği açıktır. İnsan verili bir nesneyi genel
bir tabiat içine yerleştirmek ister, yani onu bir form içinde anlar; ancak bu
form farklı bir gerçeklik alanına ait değildir. Sadece araştırılan fenomene
ilişkin soyut bir kavram, bir matematikselleştirmedir ve bu anlamıyla form,
fiziki bir özellik, bir anlamıyla bütünselliği içinde doğanın yasalılığıdır. " Isı
formu, veya ışık formu, ısı kanunu veya ışık kanunundan daha fazla bir şey
demek değildir." (Ibid., s. 138)
Bacon; felsefenin bilime, felsefecilerin bilim insanlarına dönüşme
sini sağlayan kişidir. (Stephen, 2oor:22r) Ancak, doğa biliminde gözlem ve
deneyin önemini vurgulayarak modern deneyci bilimin temellerini atan ve
tümevarım yöntemini bilimin merkezine yerleştiren Bacon bile, Skolastik
felsefenin en temel kavramı olan tözü felsefesinden çıkaramamıştır. Bacon
evrenin oluşturucu unsurunun bireysel tözler olduğunu kabul eder. Ba
con'cu bir bilim insanı eğer insanı araştırıyorsa, tek tek insanlardan gide
rek insanları insan yapan tözü arar. Halbuki uyguladığı yeni yöntemi, yeni
bir gerçeklik anlayışı gerektirmektedir. Epistemolojisi ve metodolojisiyle
ontolojisi arasındaki kopukluğa ilişkin W.T. Jones'un eleştirisini Ahmet
Cevizci aktarmaktadır:
SOSYAL B İ L İ M LE R VE FELSEFE 47
tün Yeniçağ boyunca Ortaçağ'ın izlerine rastlarız, tarihi kesin çizgilerle bö
lümlere ayıramayız. Töz kavramı yalnız Bacon'da değil, Descartes'da da
karşımıza çıkar. Yeniçağ'ın ve özel olarak Bacon'ın devrimciliği yeni yön
tem anlayışındadır. Bu yeni yöntem anlayışının başlattığı dönüşüm, niha
yetinde bu felsefenin kendisini de aşmasının yolunu açmıştır.
genişliği ve derinliği olan yayılımlı bir şeydir, belirsiz sayıda geometrik şek
le sahip olabilir... gerçekte, balmumunun açık seçik algıladığımız özellikle
ri matematikseldir ve daha özelde geometrik özelliklerdir; balmumu özsel
olarak üç boyutlu yayılıma sahip bir şeydir. (Cottingham, 1995:46)
Cottingham'ın belirttiği gibi Descartes; nesneyi, kavranılmaya bü
tün yönleriyle ve bütün nitelikleriyle açık bir şey olarak görmez. Nesnenin
özü, onda kavranabilir olandır. Duyular nesnelerin özünü veremezler. Çün
kü nesnenin özü sertlik, ağırlık, renk vs. gibi ikincil nitelikler değil, uzam
dır. Nesne var olmak için ne sertliğe ne de ağırlığa ihtiyaç duymaz, o, özü
uzam olan bir tözden başka bir şey değildir.
Descartes felsefesi için önemli olan tözdür. Descartes dış dünyayı,
uzama sahip olmakla geometrik olarak kavranan, bir boyuta, bir biçime sa
hip olmakla, bir yerde olmakla anlaşılan ölçülebilir bir nesne olarak anlar.
Aristoteles için bir cismin rengi onun doğasıydı. Bir şeyin kırmızı olmasının
nedeni onun doğasında kırmızılık olmasıydı. Descartes için ise nitelikler bir
varlığa sahip değildir. Cisimlerin bütün görünür özellikleri, bunların du
yumlarımız üzerinde oluşturduğu etkilerden ibaret, değişken yanılsamalar
dır. Nesneler dünyası tek özelliği uzam olan ve ilk itkiyi aldıktan sonra hare
ket halindeki maddenin etkileşimlerinden ibaret mekanik bir dünyadır.
Böylece, alışık olduğumuz duyusal deneyimler dünyası, tıpkı Röne
sans naturalizminin esrarlı güçleri gibi, bir hayal oluyordu. Dünya fiziksel
zorunluluklar sonucu hareket eden, eylemsiz cisimlerden oluşmuş bir ma
kineydi ve düşünen nesnelerin varlığından etkilenmezdi. Mekanikçi doğa
felsefesinin temel önermesi işte böyleydi. (Westfall, 1987=36)
Descartes felsefesinin, doğayı cisimlerin mekanik etkileşimlerine
indirgediği eleştirisini yapan Kuhn, bu yeni sistemin evrene varlığın ilkesi
ni dikte etmek anlamında metafizik olduğunu söylerken; yöntem açısından
ise mutlak yasalarıyla maddenin hareketinin bu yasalara uydurulması şek
linde geliştiğini söylemektedir:
SOSYAL B İ L İ M L E R VE FELSEFE
Descartes'ın muazzam etkileyici bilimsel yazılarının çıkmasından
sonra, fizikçilerin çoğu evrenin mikroskopik cisimciklerden oluştu
ğunu ve tüm doğal görüngülerin bu cisimciklere ilişkin şekil, boyut,
hareket ve etkileşim kavramlarıyla açıklanabileceğini varsaymaya
başladı. Bu ilkelerin kaynağı da göründüğü kadarıyla hem metafizik
hem de yöntemseldi. Metafizik açısından, ilkeler bilim adamına ev
renin hangi tür nesneleri içerip, hangilerini içermediğini 'dikte' edi
yordu: Kısacası var olan sadece hareket halindeki madde idi. Yön
tem açısından ise . . .yasalar cisimciklerin hareketlerini ve etkileşim
lerini belirlemeli, açıklama ise 'verilmiş' herhangi bir doğal görün
güyü maddenin bu yasalara uyan hareketlerine indirgemeliydi.
(Kuhn, 1991:67)
SOSYAL B İ L İ M L E R VE FELSEFE 55
türü kabul edilen algılardır. Bilginin temelinde bunlar yer alır, diğer kav
ramlarımızı da bu algılara dayanarak oluştururuz.
Empirizm ve modern bilim tanımları birbirine oldukça yaklaşır.
Empirizm için yeni doğan bir bebeğin zihni boş bir sayfa gibidir ve ancak
yaşamı boyunca dış dünyadan edindiği algılarla doldurulabilir. Zihnin sa
hip olduğu tüm bilginin kaynağında gözlem ve deney vardır. Deney ve
gözlem yoluyla tikel olaylar hakkında genellemelere giderek bilimsel yasa
lara ulaşırız. Bir fenomenin bilimselliği onun yasalılığıdır. Bilimsellik ve
dolayısıyla yasallık mümkünse bundan gelecekte fenomenlerin nasıl ger
çekleşeceğine dair öngörüde bulunabileceğimiz sonucu çıkar. Öngörü test
edilebilir, olgusal önermelere dayanıyor olmasıyla kehanetten farklı bir
şeydir ve nesnel yargılarla öznel değer yargılarının birbirleriyle karıştırıl
maması gerekir.
Bu kabullerden de görüleceği üzere, modern bilimin epistemolojik
temelleri, Francis Bacon'a çok şey borçludur. Bacon'ın, bilimin olgulardan
hareketle tümevarım yöntemiyle genel yasalara ulaştığını kabul ettiğini gör
müştük. Ancak, hipotez ve teori onun için ikinci planda kalıyordu. Bu ise,
modern bilimin önemli bir aracıdır. Bacon'un tümevarım yöntemi olgula
ra dayanarak bazı sonuçlar elde edebilme yeteneğine sahip olmasına kar
şın, bu sonuçlar hiçbir zaman kesin bir mutlaklık taşımazlar. Halbuki mo
dern bilimin ideal amacı kesin bilgidir.
Rasyonalizm bu kesinliği matematikte bulur. Doğanın formunun
matematiksel olarak ifade edilebilir olduğunu kabul eden rasyonalizm, ma
tematiksel ilk ilkelerden giderek fiziksel fenomenleri açıklamayı benimser.
Modern bilim böylece bu iki akımın üzerinde ve birlikteliğinde gelişir.
Yeniçağ fiziği dendiğinde aklımıza hemen gelen Newton fiziği, bu
yüzyıllar için "bilim"den anlaşılan şeyin somut örneği sayılmışhr. Öyle ki,
bu yüzyıllar için "bilim" demek "Newton fiziği" demektir. Newton fiziğini
biraz analiz ettiğimizde, burada F. Bacon'ın öncülüğünü yaptığı tümeva
rımcı/deneyci yöntem ile Descartes'ın temsilciliğini yaptığı analitik/mate
matiksel yöntemin birleştirildiğini görürüz. (Özlem, 2002:272-273)
Modern bilim tarihi, bilgi teorisi tarihiyle iç içe geçmiştir. Bu neden
le uzunca bir tarih dönemi boyunca felsefe tarihiyle birlikte, ya da daha doğ-
SOSYAL B İ Lİ M LE R VE F E LSEFE
gi edinmede önemli bir araçtı. Astronomi gibi deney yapılması mümkün ol
mayan bilirrılerde bunun önemi oldukça büyüktür. Sonuçta bütünlüğü içinde
balaldığında Newton'un kurduğu bilim, doğayı yöneten genel yasaların bu
lunması ve gerçekliğin bu yasalara göre anlaşılmasıdır. Bugün adeta bilim ke
limesiyle eşanlarrılı kullanılan Newtoncu fizik, Bacon felsefesinin tümevarım
cı yöntemiyle, Descartes'ın matematiksel analiz yönteminin birleşimidir.
Newton'un çekim yasası ile doğa bütünlüğü içinde açıklanabilir bir
sisteme dönüşmüştür. Böylece doğada rastlantı ve belirsizlik yerini düzen
ve uyuma bırakmıştır. Newton fiziğinde tüm doğal fenomenler doğa yasa
larına göre kusursuz bir düzen içinde meydana gelir.
Doğanın düzenini öğrenerek, sahip olduğu yasaları tanıyan ve bunu
kendi amaçları için kullanan insan aynı şeyi toplum için de yapıp yapama
yacağını merak etti. Toplumsal düzenin keşfedilip, bu düzeni yöneten yasa
ları bularak, toplumsal yaşamdaki görünürde hüküm süren keyfiliğe, akıl
ve bilgiyle müdahale edilebileceği fikri filozofların eserlerinde bu dönem
sık karşılaşılan bir olgudur. Doğa bilimlerinin sahip olduğu saygınlığın
kaynağı, doğal fenomenleri yönlendiren yasaların temel bir ilkeye bağlana
bilmesi ve bu temel ilkeden hareketle evrenin bütünsel bir açıklama içinde
birleştirilebilmesiydi.
Aynı yöntemle insan doğası çözümlendiğinde bireyleri harekete ge
çiren ve toplum içindeki etkileşimlerini yönlendiren yasaların bulunacağı
fikri ve bu yasaların bulunmasıyla toplumsal hareketi açıklamanın da ola
naklı hale geleceği düşüncesi kendiliğinden yerleşti. Temel araç doğal ola
rak, gözlem ve deneydi. Bu tutumun sorunlarını ve sosyal bilimler üzerin
deki etkisini tartışan Koyre, insan faktörünü dikkate almayan ve insanlar
arası ilişkiyi mekanik ilkelerle etkileşen cisimlere indirgeyen bir eğilime yol
açtığını ileri sürer .
... toplumu her biri kendi içinde tam ve bağımsız ve yalnızca karşı
lıklı olarak birbirlerini çeken ve iten bir insan atomları kümesine in
dirgeyen atomik toplumbilimimiz de oldu... bunu nitelik ve duyu al
gısı dünyamızın, içinde yaşadığımız, sevdiğimiz ve öldüğümüz bir
dünyanın yerine bir başkasını, yani niceliğin, somutlaştırılmış ge-
SOSYAL B İ L İ M L E R VE F E LS E F E
sı, yani üretilmemiş olması gerekirdi. Locke, zihnin duyu verilerini alma
aşamasında pasif olsa da basit idelerden karmaşık ideleri oluştururken ak
tif hale geçtiğini söyler:
(1) Birçok basit ideyi bir birleşik idede birleştirmek, bütün karmaşık
ideler böyle yapılmıştır. (2) İkincisi, basit ya da karmaşık iki ideyi
alıp, onları bir tek idede birleştirmeksizin, ikisinin birlikte bir görü
nüşünü elde edecek biçimde yan yana getirmektir; zihin bütün ba
ğıntı idelerini bu yoldan edinir. (3) Üçüncüsü, ideleri kendi gerçek
varoluşlarında onlara eşlik eden bütün öteki idelerden ayırmaktır;
buna soyutlama denir. Zihnin bütün genel ideleri böyle yapılmıştır.
(Ibid., s.129)
SOSYAL B İ L İ M L E R VE FELSEFE 73
hale gelir. Hume için özgürlük iradenin belirlenimlerine karşı koyabilme
yetisidir. İradeyi belirleyen dışsal nedenlerin ve psikolojik süreçlerin oldu
ğu da göz önüne alındığında, özgürlük olasılığı determinizm koşullarında
sağlanmış olur.
Hume'un kullandığı insan doğası terimi, insanın da araştırılabilecek
bir nesne olduğu düşüncesini akla getirmektedir. Bu anlamda insanı kut
sallıkla, ilahi terimlerle anlamlandırmak yerine seküler bir yöntemin be
nimsenmesidir. İnsan da diğer hayvanlar gibi sıradan bir canlıdır ve dinle
rin iddia ettiği gibi diğer canlıların üzerinde ayrıcalıklı bir konumu yoktur.
Doğa kelimesi, belirli yasaları olan davranış biçimlerine sahip, bir araştır
ma alanını akla getirmektedir. Böylece insanı bilimsel araştırmanın konu
su haline getirdiğimize göre, tıpkı doğayı incelediğimiz gibi toplumu da in
celeyebiliriz. Gözlem ve deney bunun başlıca araçlarıdır ve dinsel temellen
dirmeye ihtiyaç duymaz. "Hume'un toplumbilime gerçek katkısı gözden
kaçırılmıştır: Empirik, sektiler ve yasal ve tüm ahlaki yükümlülüklerin, top
lumsal bağ ve kuralların merkezi olarak tek boyutlu bir toplum fikri. Hume
açısından Tanrı'nın yönettiği bir toplum fikri anlamsızdı."5 Bu anlamda ah
lak felsefesi doğa bilimlerinin içinde insanı inceleyen bir disipline dönüşür.
İnsanın bilimsel bir araştırmanın konusu haline getirilebilmesi için
her insan bireyinde ortak olan yan gösterilmelidir. Bilim, çünkü tikelde tü
mel olanı arar. İnsan bilimde farklılığıyla değil bir biçimli oluşuyla, benzer
liğiyle ele alınabilir. İnsanların böyle bir ortak doğaya sahip olduğunun ve
bilimsel araştırmanın konusu haline gelebileceğinin ispatını Hume tarih
aracılığıyla göstermek ister. Tarih bu yönüyle Hume açısından empirik
malzeme sağlayan bir bilimdir. Kendi sözleriyle:
SOSYAL B İ L İ M L E R VE FELSEFE 79
İ KİNCİ BÖLÜM
SOSYAL BİLİMLERİN
DOGA BİLİMLERİ MODELİNDE
KURULUŞUNUN İLK ÖRNEGİ OLARAK
KLASİK İKTİSAT
uraya kadar daha çok bir felsefe tarihi görünümündeki çalışmamı
SOSYAL B İ L İ M L E R VE F E LS E F E
!erine ve hayatını kazanma mücadelesine kadar her şey bu dersin konusu
içindeydi.
Gerçekten Uluslann Zenginliği ve Theory of Moral Sentiments,
Smith'in bir iktisatçıdan çok daha öte birisi olduğunu gösterir. O, insani
güdüler, tarihsel "aşamalar" ve ekonomik mekanizmaların dahil olduğu,
kendi adlandırmasıyla Doğanın Büyük Mimarı'nın planını anlatan bir ön
görü tasarlamış bir filozof-psikolog-tarihçi-sosyologdur. (Heilbroner,
2003 :66)
İskoç Aydınlanması içinde değerlendirebileceğimiz Smith'in teori
sinde tüm bunların izleri belirgin biçimde görülür. Kendisinden önce Loc
ke, Quesnay, Hume tarafından formüle edilen düşünceler üzerinde ve on
ların düşünceleriyle tartışma içinde kendi görüşlerini olgunlaştırmıştır. Ki
lise tarafından yasaklanan ve kitapları yakılan David Hume'un kitabını üni
versitedeki odasında bulundurduğu için üniversiteden atılma tehlikesi da
hi yaşamıştır.
Adam Smith bir Newtoncudur. Newton'a olan hayranlığını gerek
onun doğa bilimi modelinde kurduğu ekonomi- politik sisteminde, gerek
yazılarında açıkça görürüz. Newton'un çekim kanunun, insan tarafından
yapılmış en büyük buluş. günlük yaşantının bütün deneyimini tek bir harf
le birbirine bağlayan, en yüce gerçeklerin muazzam zincirinin keşfi oldu
ğunu kabul eder. Gerçek bir felsefe incelemesinin amacı, Newton'un yaptı
ğı gibi, görünürdeki fenomenlerin arkasında yatan işleyişi belirleyen genel
yasaları bulmaktır.
Smith'in ideali ise toplumsal olguları düzenleyen yasaları ortaya çı
karmaktır. Bunun için Hobbes felsefesinde gördüğümüz, bireysel psikolo
jiler üzerine kurulu sistem fikrinden yararlanır. Hobbes tüm farklılıklarına
rağmen bütün insanların, ortak saydığı tek bir doğaları olduğu kabulü üze
rine siyaset felsefesini kurmuştu. Bilimde Galileo ve Newton'u kendine ör
nek alan Adam Smith, teorik modellerin gözlemle test edildiği sistem dü
şüncesini benimser. Gordon, Adam Smith'in sistem anlayışı üzerine şun
ları söyler:
Sistemler pek çok bakımdan makinelere benzer. Bir makine, zana
atkarın yönlendirdiği küçük hareketleri ve eylemleri yapan ve bunları birbi-
84 SOSYAL B İ L İ M LE R İ N Do�A B İ L İ M LERİ MOD E L İ N D E İLK Ô RNE�İ OLARAK KLASİ K İ KTİ SAT
rine bağlayan küçük bir sistemdir. Bir sistem, gerçeklikte meydana gelen
farklı hareket ve etkileri hayalimizde birbirine bağlamak için icat edilmiş
hayali bir makinedir. (Gordon, 1 991:132)
SOSYAL B İ Lİ M LE R V E F E L S E F E 85
İktisat teorisinde, bencil insanın, bu doğrultudaki hareketlerinin di
ğer insanların ihtiyaçlarını karşılamasını; ve bu davranış biçiminin toplu
mun işleyişini düzenleyen bir mekanizma gibi çalışmasını anlahr. Bu saye
de insanın toplumsallığı da açıklanmış olmaktadır. Buğra'nın sözleriyle:
Akıllı bir işadamı, eğer tercih imkanı varsa, ucuz kol saatleri yerine,
aristokratlar için çok pahalı mücevher saatler üretecek, ve piyasada
devrim yapan ucuz malların üretimine geçmenin maliyeti ne kadar
yüksekse, parasını bu ürüne yatırarak riske atmakta ölçüde tered
dütlü davranacaktır. 19.yüzyılda, modern endüstriyelizm için çok el
verişli olmayan bir ülkede faaliyet gösteren bir işadamı bunu çok
güzel bir biçimde ifade etmiştir. Büyük Rothschild " Paranızı kaybet
menin üç yolu vardır"der, " Kadınlar, kumar ve mühendisler. Bunla
rın ilk ikisi hoş, üçüncüsü ise en kesin yoldur." Hiç kimse bir
Rothschild'i en yüksek karı elde etmenin yolunu bilmemekle suçla
yamaz. ( Hobsbawn, 2oon9)
SOSYAL B İ L İ M LE R VE FELSEFE 91
lar ve değerler çerçevesinde, nasıl kurduklarına bakmadan, basit bir neden
sellik ilişkisi temelinde evrensel bir ekonomi kuramı" oluşturmaları gere
kir. Bu nedensellik ilişkisi insanların iradeleri dışında oluşmalı, yani top
lum doğal toplumsal kanunlann belirlediği nesnel nedensellik ilişkisinin
ürünü olarak ortaya çıkmalıdır. İşte siyasal iktisada bir asır boyunca şevki
ni vermiş olan, bu bilimsel kurallara uygun şekilde tanımlanmış bir kura
mın oluşturulabileceğine olan inançtır. (İnsel. 2003:56-57)
Toplum için iyi olanın, sistemin doğal işleyişinden zorunlulukla tü
reyeceğini düşünen Adam Smith'e göre toplumsal doğru. sözleşmeyle ya
da siyasi iradeyle yaratılacak bir şey değildir; toplumsal işleyişin mekaniz
masında gizlidir. İnsanın müdahalesine açık değildir. Halbuki, Hobbes'un
mutlak otoriteye sahip hükümdarını bile insanlar kendileri seçerler ve mut
lak otoritenin amacı insandır. Adam Smith'e geldiğimizde, insan iradesi
toplum üzerinde belirleyici irade olmaktan çıkar ve doğa kanunlarına ben
zeyen toplum kanunlarına tabi olur. Toplum yasalarının mantığını açıkla
mak ise bu yasaları araştıran ekonomi politiğin görevidir.
Newton'un statik evreninde değişimin olmaması gibi, Adam
Smith'in toplum sistemi de r8. yüzyılın kapitalist toplumunun başka bir
sisteme doğru evrimleşebileceğini öngörmez. Gelişme niceliksel olarak
hangi boyutlara ulaşırsa ulaşsın, niteliksel bir dönüşüm meydana getirmez.
Toplumsal dinamikler, toplumsal yapıyı başka bir aşamaya dönüştürecek
kadar güçlü değildir. Klasik iktisadın diğer teorisyenleri tarafından da de
vam ettirilen bu yaklaşım, toplumu soyut modellerle açıklamayı dener. Mo
delin işleyişini sağlayacak ilkeler bulma çabası, zamanla modelin asıl amaç
haline dönüşmesine dönüşür. Aşağıda inceleyeceğimiz temel kuramlarda
da görüleceği üzere felsefenin insana duyduğu açık ilgi, iktisat teorilerinde
ortadan kaybolarak, yerini modelin işleyişini sağlayan ilkelerin hesaplana
bilir ölçütlerini bulmaya bırakır.
SOSYAL B İ L İ M LE R VE F E LS E F E 93
rı "doğal olarak" belirli bir noktaya doğru taşıma eğilimindedir. Eğilim, en
gellenmediği ya da kontrol edilmediğinde zorunlulukla bir sonuca doğru
ilerleyen süreçtir. Eğilim kavramının klasiklerdeki anlamını tartışan Mani
cas, bir merkez etrafında dönen bir cismin merkezkaç kuvvetiyle uzaklaş
ma eğiliminde olmasına rağmen çekim kuvvetiyle yörüngede tutulması ör
neğini vererek, eğilim kavramının nedenselliği barındırdığını söyler.
Bu engellenmediği sürece belirli bir sonucu üretecek bir şeyin şim
diki mevcut durumudur. Şöyle diyelim, bir sistemin nedensel gücüdür. Bu
anlamda bir eğilim asla gerçekleşmeyebilir; çünkü her zaman onun gerçek
leşmesini önleyebilecek başka nedenlerin olması mümkündür. Bu durum
da sonuç başka bir şey olur. Eğilim gerçektir; ama sonuç, engellenebilir.
(Manicas, 1 987:41)
Nedensel açıklama, Newtoncu açıklamadır ve ekonomik süreçlerin
işleyişinin nedensel açıklamalarla doğal eğilimler üzerine kurulması, bun
lara bir tür mutlaklık statüsü kazandırır. Ricardo'nun sözleriyle; "malların
değişim değerinden ya da başkasının sahibi olduğu bir malı satın alma gü
cünden bahsederken daima geçici veya arızi bir nedenle saptırılmadığı ko
şullarda doğal olarak sahip olacağı satın alma gücünden, doğal fiyatından
bahsediyorum." (ibid: s.41)
İktisadi ilişkiyi toplumsal ilişki olarak kavrayan klasik iktisat, ticare
ti yani nesnelerin değişimini, toplumsallık olarak görür. İnsel'in deyişiyle
"İktisat alanından hareket edilerek tanımlanan toplumsallık meta değişimi
dışında ıssız bir çöldür." (İnsel, 2oop22)
Adam Smith, üretim maliyetini, kapitalist birikim öncesi ve sonrası
olarak ikiye ayırdığı iki farklı dönemde farklı şekillerde inceler ve sermaye
birikiminin olmadığı, toprakların üzerinde özel mülkiyetin bulunmadığı
ilk dönemde malların mübadelesinin üretimlerinde harcanan emekle öl
çüldüğünü söyler. Bu aşamada üretimleri için harcanan emek miktarı, mal
ların değişim değerlerini de belirlemektedir.
Örneğin bir avcılar ulusunda, bir kunduzu öldürmek bir geyiği öl
dürmenin iki katına mal oluyorsa bir kunduzun iki geyik değerinde olma
sı bir başka deyişle iki geyik karşılığında değiştirilmesi doğaldır. İki gün ya
da iki saatte üretilen bir şeyin bir günde ya da bir saatte üretilene göre de-
96 SOSYAL BiLİ M LE R İ N Do�A BİLİ M LERİ MODELİ N D E İ LK Ô RNE�İ OLARAK KLASİ K i KTİSAT
2.4 TOPRAK RANTI
Adam Smith'in teorisinde toplum uyumlu bir bütündür ve sınıfsal
aynın gözetmeden ekonomi geliştikçe herkesin bundan yararlanacağını ön
görür. Üretim fonksiyonu artan getiriye tabi olduğu için gelişen ekonomiy
le birlikte üretimin maliyetinin düşeceğini kabul eder. Bunun nedeni işbö
lümüyle birlikte makineleşmenin artışı ve teknolojinin gelişimidir. İşbölü
münün artışıyla birlikte daha az insan daha kısa sürede üretim yapar; ma
liyetler düşer ve toplumsal refah herkes için artar.
Ricardo'nun üretim fonksiyonu teorisi, iktisat tarihinde Adam
Smith'in teorisinin aksine çok daha etkili olmuştur. Ricardo, tarımda ve sa
nayide üretim fonksiyonunun getirisinin farklı kanunlara bağlı olduğunu,
ekonominin bütününde geçerli üretim kanununun uzun dönemde tarımın
üretim kanunu olduğunu ileri sürer.
Toprağın her yerinde verimlilik aynı olmadığı ve arzı da değiştirile
meyebileceği için tarımda üretim fonksiyonu azalan getiriye sahiptir. Ta
rımsal ürünlerin üretiminde azalan getiri geçerlidir. Üretim teknolojisinde
ki değişikliklerle bu süreç yavaşlatılabilirse de değiştirilemez; tarımda üre
tim maliyeti gittikçe yükselir. Sermaye ve nüfus artışı devam ederken sana
yi ürünlerinde, tarımsal ürünlerin aksine fiyatlar düşme eğilimi gösterir.
Bunların imalatlarında kullanılan tarımsal hammaddelerin fiyatının yük
selmesine rağmen makineleşme ve işbölümü nedeniyle meydana gelen fi
yat düşmeleri bunu fazlasıyla telafi eder.
Klasik rant teorisi dendiğinde Ricardo'nun rant teorisi anlaşılır. Ri
cardo, rant teorisini, tarımdaki azalan getiri yasası, büyüme teorisi ve ikti
sat politikası önerileriyle tutarlı bir şekilde birleştirmeyi başarmıştır. Toplu
mu bu teorilerle kavrayan Ricardo, bundan kapitalizmin işleyişine ilişkin
soyut bir model oluşturmuş ve kullandığı yöntemle sosyal bilimler üzerin
de bugün bile devam eden bir etki bırakmıştır.
Kapitalizmin nasıl işlediğine ilişkin soyut bir model kurma ve son
ra bütün mantıksal yansımalarını tanımlamadaki yeteneği kendi zamanın
da rakipsizdi. Üstelik, onun iktisadi kuram oluşturması günümüze kadar
iktisat kuramına hakim olan iktisadi modeller tarzını yerleştirdi. (Hunt,
2oo p 30)
SOSYAL B İ L İ M LER VE FELSEFE 97
Ricardo'nun modelinde toprak, kıt bir üretim girdisi olarak kabul
edilir. Ricardo, aynca toprağı tüketilmez bir üretim unsuru olarak kabul et
mektedir. Nüfus ve talep artışı ise sürekli devam eder. Bu da üretimin daha
verimli topraklardan daha az verimli topraklara doğru kaymasına ve verim
düşüklüğünden dolayı bu topraklarda maliyetin artmasına yol açar. Ürün fı
yah da verimliliği en düşük topraktaki üreticinin, emek ve sermayeden olu
şan maliyetlerini karşılayacak miktarda oluşur. Yani, ürünün fıyah verimli
topraklarda üretim yapan üreticilerin birim maliyetinden daha yüksektir. İş
te bu fiyatla verimli topraklarda yapılan üretim maliyeti arasındaki fark Ri
cardocu ranttır. Bu durumda verimi düşük topraklarda rant elde edilmez.
"Örneğin, 1.2.3 No'lu topraklar aynı miktar emek ve kapital kullanı
mıyla ıoo, 90, 80 karter hububatı safı hasıla olarak versin. Nüfusa nazaran
verimli toprakların çok bol olduğu yeni bir ülkede, sadece ı. No'lu toprakla
rı işlemek gerekecektir; bütün safı hasıla üreticiye ait ve onun avans verdi
ği kapitalin karı olacaktır. Nüfus, 2.No'lu toprakların işlenmesini gerektire
cek kadar arttığı zaman, ı No'lu toprakta artan rant başlayacaktır." (aktaran:
kazgan, 2002:83)
Bu nedenle nüfus yoğunluğu ve artan talep önce verimli alanlardan
daha fazla emek ve sermaye çekmesine neden olur. ı No'lu toprakta kulla
nılan sermayeyi iki katına çıkardığımızda verim artışı da iki kat olmayabi
lir. Ama 2 No'lu toprağın üretime açılmasıyla elde edilecek verimden faz
laysa, önce bunun denenmesi gerekir. 2 No'lu toprak ancak ı No'lu toprak
üzerinde elde edilecek verim artışından daha fazla getiri getirdiği koşullar
da üretime açılır.
Bu teori, nüfus artışıyla verimsiz topraklara doğru kayma yükseldik
çe mutlak rantın da artacağını öngörür. ı No'lu toprakta ıoo lira elde edili
yorsa, ikinci de 90, üçüncüde 80 ve azalan şekilde devam eder. İkinci dere
cede verimli toprakların üretime açıldığı durumda rant ı o , üçüncü derece
de verimli toprakların üretime açıldığı durumda 20 olur.
Teorik olarak bakıldığında çok yalın gelen bu olgulardan Ricardo,
toplumsal bir felaket tablosu çıkarır. Ona göre ekonomi gelişme eğilimin
dedir ve gelişen ekonomiyle birlikte artan sermaye birikimi yeni iş alanları
açar. Artan işgücü talebiyle ücretler yükselir ve tüketim artar. Ricardo'nun
SOSYAL B İ L İ M LE R VE F E LS E F E
Bu alıntıdan hareketle ve Klasik İktisat Okulu'nun ele aldığımız ku
ramları doğrultusunda felsefe açısından ilk eleştirimiz; iktisatçıların iktisat
teorisinin etik değerlerle ilgilenmeden, yalnızca ekonominin işleyiş kanun
larını bilimsel yöntemlerle araştırdığını iddia etmeleridir. Aslında piyasa
mekanizması insanların bireysel yaşantıları üzerinde belirleyici bir rol oy
narken; iktisatçılar, yalnızca 'Nedir' sorusu ile ilgilendiklerini söyleseler de
özgürlük, adalet, toplumsal refah gibi pek çok problemde aslında 'Ne olma
lı" sorusuna ilişkin yargılarda bulunurlar. Doğrusu odur ki piyasanın işle
yişi sürecinde pek çok etik sorun ortaya çıkar ve bunlar 'bilimsel' olarak de
ğerlendirilmek üzere iktisatçıların eline bırakılamazlar.
Klasik İktisat Okulu'ndan günümüze kadar gelen çağdaş bir kabul de
rasyonel seçim teorisidir. İnsana karını maksimize etmesi gerektiğini ve bu
nun da akılsal olan olduğunu vaaz eden iktisat; belirli bir insan psikolojisi
ni, insanın değişmez doğası olarak kabul etmekle kalmaz; akılsal olduğunu
öne sürdüğü insanın elinden karar verme yetkisini çekip alır. Akıl sahibi in
sana nasıl davranması gerektiğini göstermeye girişir. Bu da 'Ne olmalı' so
rusu ile ilgilidir ve iktisadın iddia ettiği nesnelliğe gölge düşürmektedir.
Son olarak, bilim felsefesi anlamında ortaya çıkan metodolojik so
runlara değinmemiz gerekmektedir. Her bilişsel etkinlik gibi, bir sosyal bi
lim disiplini olan iktisat da epistemolojik sorunlara yol açmaktadır. Doğa
bilimleri metodolojisinin, olduğu gibi aktarılmasından kaynaklanan bu so
runların en başında nedensellik sorunu gelmektedir. İktisadi etkinlik için
deki insanın akılsal davrandığının kabul edildiğini biliyoruz. Ama bu akıl
sallığı belirleyen nedenler ve bu akılsallığın ortaya çıkardığı sonuçların ge
nel tablosunun nedensel kavranışı, doğa bilimleri yöntemlerinin tıkanma
sına yol açar.
Pek çok iktisadi genelleme, nedensellik kabulü üzerinde kurulur;
ancak pek çok değişkenin söz konusu olduğu toplumsal alanda, bu tür be
lirlenimler oldukça kuşkuludur. İktisat, bu nedenle Ceteris Paribus varsa
yımlarda bulunur. Yani, iktisadi kabullerin, bozucu şartlar olmadığında ge
çerli olduğu varsayılır. Bunun için katı soyutlamalar ve idealleştirmeler kul
lanır. İktisadi modeller insanların akılsal davrandığı ve etkinlikte bulunur
ken piyasa koşullarının eksiksiz bilgisine sahip olduğu varsayımı üzerine
108 SOSYAL B İ L İ M LE R İ N DocA BİLİ M LERİ MODELİ N DE İLK Ô R N E G İ ÜLARAK KLASİ K İ KTİSAT
kuruludur. Bu tür kabullerin ve varsayımların yanlış olduğu çok açıktır. Son
olarak, iktisatta yapı kavramının ortaya çıkardığı sorunlara değinebiliriz.
Son derece sistematik bir yapısı olan klasik iktisadın atomistik yöntemi, di
ğer yandan bir sistem düşüncesini varsayar. Yukarıda temel kabullerinin
sorunlu yapısını verdiğimiz bu okulun, bu kabuller üzerine kurulu yapısı
nın da sorunlu olduğu ve iktisadi dünyaya hükmeden teorik yapıların tü
müyle metafizik kabullere dayandığını söyleyebiliriz.
Sonuç olarak klasik iktisadın, akıl çağında bilim idealinin yükselişi
nin kurumlaşma aşamasına vardığı 19. yüzyılda tamamlanmasının, teorik
kavrayışının biçimlenmesinde önemli bir rolü olduğunu belirtmek gerekir.
19. yüzyılda, tüm sosyal fenomenleri, ahlakı ve toplumsal kurumlan, doğa
bilimlerinin yöntemiyle incelemek düşüncesi, bu anlamda son derece belir
leyici olmuştur. 19. yüzyıldan önce, bilim ve felsefe arasında ayrım yapmak
pek mümkün değildi; iktisatla birlikte bu konuda kesin bir ayrımın yerleş
tiğini söyleyebiliriz.
NOTLAR
The Theory of Moral Sentiments. Library of Economics and Liberty. Çevrimiçi: http://www.econ
lib.org/LI BRARY/Smith/smM Sı.htınl
2 An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations. Library of Economics and Liberty,
çevrimiçi: http://www.econlib.org/library/Smith/smWN4.html
An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations. Library of Economics and Liberty,
çevrim içi: http://www .econlib.org/library/Smith/smWN4.html
4 An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations. Library of Economics and Liberty.
çevrim içi, http://www .econlib.org/library/Smith/smWN 2.htınl
An Essay on the Principle of Population. Library of Economics and Liberty. çevrimiçi,
h ttp://www.econlib.org/LIB RARY/ Malthus/mal Popı .html
6 A Treatise on Political Economy. Library of Economics and Liberty, çevrimiçi: http://www.econ
lib.org/library/Say/sayT15.htınl
SOSYAL B İ L İ M L E R VE F E LS E F E 109
Ü ÇÜNCÜ BÖLÜM
SOSYAL B İ L İ M LER VE F E LS E F E
Hegel bir fenomene, bir süreç olarak, sürekli değişen, sürekli gelişen
bir şey olarak bakıyordu. Her fenomen yalnız önce değişmelerin ürünü ol
makla kalmaz, aynı zamanda kendi içinde gelecekteki değişmelerin tohumu
nu da taşır. Herhangi bir evrede durup kalmaz. Varılan denge, daha ileri bir
uzlaşmaya, daha ileri bir senteze, ve çok daha yüksek bir düzeyde daha ileri
bir bölünmeye yol açan yeni bir çatışma tarafından bozulur. Hasılı, tüm ge
lişmenin kaynağı zıtlar arasındaki bu mücadeledir. (Riazanov, 1990:53)
Marx ve Engels'in bütün yazılarında Hegel felsefesinin izlerini gör
mek mümkündür. Hegel gibi toplumu bitmiş şeylerin bir aradalığı olarak
değil, kesintisiz geçişlerden oluşan bir süreçler toplamı olarak görürler. He
gelci diyalektiğin devrimci içeriğinin farkına varan Marx, bunu ekonomi
politik eleştirisinde kullanır. Hegel felsefesinde var olan her şeyin iki nite
liği vardır: akılsallık ve tarihsellik. Dolayısıyla, diyalektik yöntemde eleştiri
iki farklı biçimde yürütülebilir: tarihsel ve mantıksal (akılsal) ; birincisi ko
nusunun gelişimini izleyerek aşamalı bir biçimde gelişir; zincirleme bir
bağlantı olduğu için hareketinin bağlantısı içinde kolay takip edilebilir. An
cak, tarih zikzaklarla ve kopmalarla, bazen durarak bazen sıçrayarak ilerler
ve onu tüm biçimleri içinde izlemeye kalkışmak ve altında duran zincirle
me geçişlerin akılsal bağlantısını göstermek, sonu gelmez yorucu bir çaba
ya dönüşme tehlikesini de içinde taşır.
Marx bu nedenle, ekonomik sorunların incelenmesinde mantıksal
yöntemi kullanmayı tercih eder. Çünkü, mantıksal olan, tarihsel olanın so
yut ve teorik olarak tutarlı bir biçiminden başka bir şey değildir. Tarihsel
olanın bir aşaması olmakla, mantıksal olan, tarihsel olanı içerir. Fikirlerin
tarihine, bu fikirlerin incelediği şeyle başlamak, tarihsel gelişim sürecinin
soyut ve tutarlı bir teorik bütünlük olarak kurulabilmesini sağlar.
Demek ki, ekonominin eleştirisini incelemede biricik elverişli tarz,
mantıki tarzdır. Ama bu tarz, gerçekte, yalnızca tarihsel seyrin soyut ve te
orik bakımdan tutarlı bir biçimden ve tersi raslantılardan arındırılmış tarih
sel tarzdan başka bir şey değildir. (Marx, 1 99J:J5)
Mantıksal soyutlama, somut bir ilişkiden hareket eder ve somut iliş
kileri tahlil eder. Ekonomi politik örneğinde bu soyutlama meta tahliliyle yü
rütülür. Meta, toplumsal bir ilişki biçimini varsayar. Çünkü bir ürüne meta
MARKSİZM VE SOSYAL B İ Lİ M LE R
niteliğini kazandıran şey, onun tüketilmesinin dışında, diğer insanların
emek ürünleri için evrensel bir eşdeğer niteliği de taşımasından kaynaklanan
değişim değeridir. İnsanlararası bir ilişkinin tarihsel bir anı olmakla manbk
sal olarak kavranabilen meta, bu nedenle yalnız bu ilişkilerin değil; bu ilişki
biçimini koşullandıran tarihselliğin de somut bir biçimi olarak düşünülür.
Somut meta kavramının tahliliyle ulaşılan çelişkili içeriği, bu nedenle soyut
bir nitelik de taşır ve o toplum biçiminin tarihselliğini ortaya koyar.
Meta, değişime sokulmuş kullanım değerine sahip bir üründür.
Meta niteliğini insanlar arasındaki değişim ilişkisi içinde kazanır. Tek bir
şahısta, ürüne eklenemeyen meta özelliği, ancak üretici ve tüketici arasın
daki ilişkide ortaya çıkar. Ekonomi incelemesine meta tahliliyle başlayan
Marksist iktisat, bu anlamda meta tahlilinde aslında şeyleri değil; insanlar
arasındaki ilişkileri ve son tahlilde sınıflar arası ilişkileri konu edinir. B u
ilişkilerin her zaman nesnelere bağlı olması, Engels'e göre, önceki iktisat
çıların göremediği bir şeydir. Çünkü, "bu ilişkiler her zaman, nesneye bağlı
dırlar ve nesne gibi gözükürler" (Ibid .. s.35). Sınıfsal ilişkilerin somutlaştığı
ekonominin en küçük birimi olarak meta soyutlaması, Marksizm için bu
ilişkilerin anahtarı olmak gibi bir nitelik taşır.
Meta tahlili, o tarihsel süreçte metada somutlaşan ilişkiler ve bu iliş
kilerin o tarihsel anda kazandıkları görünümleri açısından bir anlam taşır.
Sosyal bilim açısından önemli olan maddi biçimler içinde kavranan bu sü
reçlerin tahlilidir. Meta tahlilinde bu süreçler, mantıksal olarak kavranır.
Maddi terimi, Marx ve Engels için insanların yaşamlarını sürdürmek için
gerçekleştirdikleri somut faaliyetlerine işaret eder. Meta tahlili, somut bir
şeyin incelenmesi anlamında maddi bir nitelik taşısa da, sosyal bilim açı
sından anlamı, soyut tarihsel süreçlerin somut bir biçimi olmasıdır. Maddi
terimi bu anlamda tarihin amacını, tarihin dışında, i.deada arayan Hegel fel
sefesine karşı bir vurgu gibi anlaşılır.
Kapital, M arksist yönteminin canlı bir örneği olarak oldukça ilgi çe
kici bir kitaptır. Kapitalizmin tahlili için önce bu üretim biçiminin bütün
görünümleriyle en iyi tahlil edilebileceği İngiltere model olarak alınır. Bu
nun nedeni İngiltere'nin küresel bir nitelik kazanmış bir üretim biçiminin
temsilcisi olmasıdır. Hobsbawn'ın sözleriyle "Britanya, her şeyden önce,
3-3 PARA
Kendi başlarına yalnızca kullanım değeri olan metalar birbirleriyle
değişim ilişkisine sokulduklarında her metanın kullanım değeri diğerleri için
bir eşdeğere dönüşür. Eşdeğer metanın maddi biçimi, birinci meta için soyut
değer biçimine dönüşür. Bir metanın maddi kullanım değeri, diğerinin soyut
değişim değerinin ölçüsü olur. Marx bunu şu örnekle açıklamaktadır:
Bir kesme şeker cisim olduğu için ağırdır, ve bu nedenle bir ağırlı
ğı vardır; ama biz bu ağırlığı ne görebiliriz, ne de ona dokunabili
riz ... Demir, demir olarak bir kesme şekerden daha fazla ağırlığın
görünüş biçimi değildir. Ne var ki, şekerin şu kadar ağırlığı olduğu
nu ifade etmek için, onunla demir arasında bir ağırlık ilişkisi kura-
1 30 MARKSİZM VE SOSYAL B İ L İ M L E R
şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, top
lumsal varlıklarıdır. (Marx, 1 993:23)
ları söylemektedir:
SOSYAL B İ L İ M L E R VE FELSEFE 1 33
vardır. ... Toplum belirli bir gelişme dönemini tamamlar tamamlamaz, be
lirli bir aşamadan bir ötekine geçerken, başka yasaların da etkisi altına gir
meye başlar." (Marx, 1986:27)
Toplumun sürekli bir gelişme ve evrim içinde olması nedeniyle ya
salar görelidirler. Bu nedenle, amaç, belirli bir döneme ait geçici yasaları
bulmak değil, tüm bu değişme ve gelişmelerin bir biçimden diğerine, bir
üretim biçiminden yeni bir üretim biçime geçişini belirleyen hareketin ya
sasını ortaya çıkarmak ve bunun toplumsal görünümlerini sergilemektir.
Mutlak olan tek şey, köklerini insanın toplumsal maddi yaşamının üreti
minde bulan değişimdir. Marx, bu olguyu, farklı organizma türlerinde bit
kilerde ve hayvanlarda yaşamın temelden farklı kurallara bağlı oluşuna rağ
men, tümünün canlılık da birleşmesine benzetir.
Olguların daha derinlemesine bir tahlili, toplumsal organizmaların
kendi aralarında, bitkiler ya da hayvanlar kadar, temelden farklı olduğunu
gösterir. Dahası var, bir tür olarak bu organizmaların yapılarının farklı ol
ması, tek tek organlarının gösterdiği değişiklikler, bu organların içinde iş
ledikleri koşulların farklı olması sonucu, bir ve aynı olgu, tamamıyla farklı
yasaların egemenliği altına girer. (Ibid, s.28)
Diyalektik yöntem, tüm farklı görünümleri içinde incelediği konu
nun içsel bağlantılarından, onun çevresiyle olan ilişkisi ve bütünlüğünü or
taya çıkarmayı amaçlar. Meta analizi olarak başlayan Marksist analiz, kapi
talizmin, sosyolojik ve iktisadi bir analizine ve bu analiz, tarih felsefesine
doğru gelişir.
MARKSİZM VE SOSYAL B İ L İ M L E R
ki, metalar aleminin bu sonal para biçimi, aslında, özel emeğin toplum
sal niteliğini ve tek tek üreticiler arasındaki toplumsal ilişkiyi aydınlatmak
ve açıklığa kavuşturmak yerine, örtbas eden öğe olmuştur." (Max,
1986:91) Sonuç olarak, Klasik İktisadın pozitivist yöntemi, yüzeydeki fe
nomenlere takılır kalır ve asıl belirleyici olan süreçleri anlamak yolunda
çaba harcamaz. Halbuki görünürdeki olgular, görünürü belirleyen süreç
lerin üstünü örterler. Bilimin yanılgısının nedeni, insanın toplumsal ya
şamına ilişkin bilimsel incelemenin, bu yaşamın pratik niteliğiyle ters bir
yolda gelişmesidir.
Bilimin mutlak hakikatin elde edilmesinde yansız ve nesnel bir yön
tem olduğu kabulünün Marksizm'de kendiliğinden bir kabul olmadığı ol
gusuyla burada karşılaşırız. Algılanabilen toplumsal fenomenler, yüzeyin
altında rol oynayan asıl belirleyici süreçleri gizleyici bir nitelik kazanabilir
ler. Marx, Klasik iktisadı tarihsel olarak belirlenmiş belirli bir üretim biçi
minin yüzeydeki fenomenlerine takılıp kalmakla ve yüzeyde hüküm süren
süreçleri belirleyen asıl süreçleri görmemekle eleştirir.
İktisat, ekonomik hareketin toplumsal bilinci olarak adlandırılabilir
se, Klasik iktisat yanlış bir bilinçtir. Üzeri örtülmüş, yani hangi gerçekler ta
rafından belirlendiğinin farkında olmayan bir bilinçtir. Marx ve Engels için
bu bilimin ideolojiye kaymasının nedeni budur. "İdeoloji, sözde düşünü
rün, herhalde bilinçli olarak, fakat yanlış bir bilinçle gerçekleştirdiği bir sü
reçtir. Onu harekete geçiren gerçek itici güçler kendisi için meçhuldür; öy
le olmasaydı zaten ideolojik bir süreç olmazdı. .. " (Marx&Engels, 1976:145)
Bilimsel etkinliği, toplumdan ve değerlerden bağımsız bir etkinlik
olarak görmeyen Marksizm için, sosyal bilimler söz konusu olduğunda,
toplumsal değer ve çıkarların, bilimsel etkinliğin nasıl bir nitelik kazanaca
ğı üzerinde çok daha belirleyici olması kaçınılmazdır. Bilim insanını 'hare
kete geçiren güçler', gerçekliğin algısını, kendi çıkarlarıyla uyum içinde
kurmak ister.
Ekonomi politik alanında özgür bilimsel araştırma, yalnızca öteki bü
tün alanlarda karşılaşılan düşmanlarla yüz yüze gelmekle kalmaz. Ele alınan
malzemenin kendine özgü niteliği, insan yüreğinin en azgın, en bayağı ve
en uğursuz tutkularını, özel çıkar çılgınlıklarını, düşman olarak savaş alanı-
SOSYAL B İ L İ M LE R VE FELSEFE 1 39
kesintisiz bir akımda, bitmek bilmez bir hareket ve değişim içinde varlığa
sahip olduğu görüşüne bir kez daha dönmüş oluyoruz. Yalnızca temel bir
fark var: Yunanlılarda parlak bir sezgi olan şey, bizim için deneyle pekişti
rilmiş kesin bir bilimsel araştırmanın sonucudur ve daha kesin, daha açık
bir biçimde ortaya çıkmaktadır. (Engels:r979, 48)
İnsanı, 'kum zerreciklerinden güneşlere kadar' uzayan zincirin bir
parçası olarak gören Engels, yeryüzünün hücrenin yaşamasına olanak tanı
yacak kadar soğumasıyla birlikte, diğer kimyasal koşulların da ortaya çık
masının ardından tekhücrelilerden başlayan canlılık zincirinin insana ka
dar gelişimini doğal bir süreç olarak kavrar.
İnsan, elini kullanmakla, en nihayetinde doğaya damgasını vurabi
leceği bir noktaya kadar uzanan süreci başlatır. El, hem emeği gerçekleşti
ren organdır hem emek tarafından yaratılır. Elin gelişimi, karmaşık bir or
ganizmanın parçası olarak bir anlam taşır. Eli geliştiren süreç, elin parçası
olduğu organizmayı da geliştirir. Elin gelişmesi, vücudun diğer kısımları
için de gözle görülebilir bir değişim ve gelişme anlamına gelir. Elin alet ya
pımında kullanımının insan açısından anlamı büyüktür.
Çağdaş bilim, alet yapımının insanın evrimindeki önemi konusunda
Engels'e katılmaktadır. Alet yapımı, öncelikle insanın iki ayak üzerinde yü
rümesini ve ellerinin serbest kalmasını gerektirir. Ancak, ellerin serbest kal
ması kendi başına yeterli değildir. Sinir sisteminin de gelişmiş olması ve el
ile göz arasında bir koordinasyon kuracak aşamaya kadar gelmesi gerekir.
Bunun için gözler öne gelmeli ve üç boyutla görme yetisine sahip olmalıdır.
Alet yapmak, hazır nesnelerin kullanımından başlayarak daha gelişmiş aşa
malara doğru geliştikçe insanın sinir sistemini ve beynini de geliştirir. "Alet
yapmak doğada bulunan bir nesneyi değiştirmek suretiyle ortaya yeni bir şey
çıkartmak, bir anlamda yeni yeni şeyler yaratmak olduğundan, bunun soyut
layabilmeye bağlı olduğu da unutulmamalıdır." (Arsebük, 1 990:37)
insanın doğa üzerindeki egemenliği, emekle başlar ve elin gelişmesi
ne paralel olarak gelişir. Emeğin süreç içerisinde zenginleşerek yoğunlaşması
ve bu becerilerin kalıtsal yoldan aktarılmasıyla insan eli gitgide daha ince bir
yetkinlik düzeyine ulaşır. Bu gelişme bütün vücudu etkiler. Sürüler halinde
yaşayan ilk insanlar elin kullanımının gelişmesi ve çeşitlenmesiyle doğal nes-
MARKSİZM VE SOSYAL B İ Lİ M LE R
nelerin yeni özelliklerini keşfettiler. Ortaklaşa çalışma ve işbölümünün artma
sı insanların iletişimini zorunlu kıldı, yani dili gereksindi. Böylece el ile başla
yan toplumsal emek süreci dili ortaya çıkardı. (Engels, 1979:220)
Emek ile başlayan dilin gelişmesi süreci, insan beyninin de büyü
mesini sağlamıştır. Dilin sürekli gelişmesinin kulağın hassasiyetini artır
masında olduğu gibi beynin gelişmesine paralel olarak bütün duyu organ
larında bir gelişme görülür.
Beyin ve duyuların gelişmesiyle durulaşan bilincin bu kez ters yön
de soyutlama ve çıkarım gibi özellikleriyle emek ve dil üzerinde etkide bu
lunması bunların daha da gelişmesi için sürekli bir itilim sağlar. Toplum
sal yaşam, zihinsel gelişme ve becerilerin gittikçe daha karmaşık işlerin üs
tesinden gelebilecek şekilde artması tüketilen yiyeceklerin de çeşitlenmesi
ni sağladı. Tüm bunlar evrimleşmenin kimyasal hammaddelerinin vücuda
girmesini sağlıyordu. Ama bu yapılan işler henüz gerçek anlamda emek de
ğildir, emek alet yapımıyla başlar. Bilinen ilk aletler avcılık ve balıkçılık
aletleridir. (Engels, 1979:222)
İnsan alet kullanarak, doğada değişikler yaratır ve onu kendi
amaçları için kullanır. İnsan, emeği yoluyla doğaya egemen olur. Ancak,
doğa karşısındaki egemenliğimiz, kesin değildir ve genellikle her zaferin
ardından doğa bunun öcünü almanın bir yolunu bulur. İnsanlar kısa va
deli eylemlerle doğadan yararlanma yoluna gittiklerinde, genellikle bu ey
lemlerinin yaratacağı uzun vadeli sonuçları düşünmezler. Mezopotamya
gibi yerlerde işlenecek toprak elde etmek amacıyla ormanları yakan insan
lar, geçici olarak amaçlarına ulaşsalar da bu ülkelerin çölleşmesine giden
yolu açarlar. Ya da ormanların kesilmesiyle, hayvancılığın da kökü kuru
tulmuş olur.
İ şte böylece her adımda anımsıyoruz ki, hiçbir zaman, başka toplu
luğa egemen olan bir fatih, doğa dışında bulunan bir kişi gibi, doğaya ege
men değiliz; tersine, etimiz, kanımız ve beynimizle ondan bir parçayız,
onun tam ortasındayız, onun üzerinde kurduğumuz bütün egemenlik,
başka bütün yaratıklardan önce onun yasalarını tanıma ve doğru olarak uy
gulayabilme üstünlüğüne sahip olmamızdan öteye geçmez. (Engels,
1 979:229)
SOSYAL B İ L İ M L E R VE F E LSEFE
Bilimsel gelişme, insanın bu yasaları her geçen gün daha doğru bir
şekilde öğrenmesini ve uygulanmasını sağlar. İnsan böylece doğaya müda
halelerinin yakın ve uzak etkilerini bilebilir noktaya gelir. Doğa biliminin
ilerlemeleri yalnızca doğa yasalarını daha iyi tanıyarak, doğayı denetleyebil
memizi sağlamakla kalmaz; bizim de bizzat bu doğanın bir parçası olduğu
muzu ortaya koyar.
Ama bu ilerlemeler ölçüsünde insanlar, doğa ile olan iç içe durum
larını yalnızca sezmekle kalmıyor, daha iyi de öğreniyorlar; Avrupa'da kla
sik çağın bitiminden bu yana ortaya çıkan ve Hıristiyanlıkta en yüce geliş
me noktasına varan, düşünce ile madde, insan ile doğa, ruh ile beden ara
sında bir karşıtlığın, bu anlamsız ve doğaya aykırı düşüncesi bu ölçüde ola
naksız duruma geliyor. (lbid.)
Engels'in düşünceleri, felsefenin taşıdığı olanağı ve zenginliği gös
termesi açısından çarpıcıdır. Günümüzde modern bilim ve felsefeye yönel
tilen, eleştirilerin vazgeçemedikleri doğa ve insan arasındaki mutlak ayrım
kavramı, doğa bilimlerin anlamını yorumlayan Engels tarafından 19. yüz
yılda dile getirilmiştir. Doğa egemenliği kavramını, insanın kendisinin de
bir doğa varlığı olmasıyla birlikte anlayan Engels, bu kavramın içeriğinin ol
dukça dikkatli bir şekilde doldurulması gereğine dikkat çeker. Bacon'da ol
duğu gibi doğa insan tarafından her türlü kullanıma açık ve kayıtsız bir şey
gibi değil; tepki veren o müdahaleyle şekillenen ve aslında hiçbir zaman fet
hedemeyeceğimiz, bağrında yaşamak için kendisini öğrenmek zorunda ol
duğumuz canlı bir organizma gibi düşünülür. İnsanın toplumsal bir doğa
varlığı olarak tanımlanması Marksizm'in ayırt edici bir özelliği olarak kar
şımıza çıkmaktadır.
MARKSİZM VE SOSYAL B İ L İ M LE R
lanhnın eleştiri üzerinde kurulduğunu vurguladık. Felsefi eleştiriyle Kant'a
bağlanan Marx ve Engels, ekonomi politik eleştirisiyle Klasik İktisat ekolü
ne bağlanırlar.
Marksizm, Aydınlanma felsefesinin ürünü olmasıyla, Aydınlanma
geleneğinin akıl ve insancıllık ideallerine bağlı kalmışhr. Aklı değil, akıl
idealinin gerçekleştirilememiş olmasını eleştirir ve bunun nedenini, bu
kavramın evrensel olarak değil, belirli bir tarihsel dönemde belirli bir bakış
açısıyla sınırlı burjuvazinin bakış açısının, mutlak akıl yerine ikame edilme
si olduğunu öne sürer.
Bugün, aklın bu egemenliğinin, burjuvazinin ülküselleştirilmiş
(idealize edilmiş) egemenliğinden başka bir şey olmadığını; ölümsüz ada
letin, gerçekleşmesini burjuva adeletinde bulduğunu; eşitliğin, yasa
önünde burjuva eşitliğine vardığını; insanın temel haklarından biri olarak
burjuva mülkiyetinin ilan edildiğini; ve akılsal devletin, Rousseau'nun
toplum sözleşmesinin, dünyaya ancak bir burjuva demokratik cumhuri
yeti biçimi altında geldiğini ve ancak o biçimde gelebilecek olduğunu bi
liyoruz. 18. yüzyılın büyük düşünürleri de, kendi çağlarının kendileri için
saptadığı engelleri, öncellerinin hiçbirinden çok aşamazlardı.(Engels,
1 977:67.)
Bilimin evrensellik ideali, insanın belirli bir çağın ve belirli koşulla
rın insanı olunduğunun bilinciyle bir anlam taşır. Bütün çağların ve çeliş
kilerin üzerinden atlamak isteyen düşünce, o çelişkilere takılıp kalır. "Bura
da da, ... insan düşüncesinin zorunlu bir biçimde mutlak olarak tasarlanan
niteliği ile, onun salt sınırlı düşünceli bireylerde güncelleşmesi arasındaki
aynı çelişkiyi" (Ibid, s.167) buluruz. Aydınlanma çağı filozoflarının hatala
rı, kendi sınırlılıklarının bilincinde olmadan, bütün insanlık için konuşma
ya çalışmalarındadır.
Pozitivizmin aksine doğayı bir egemenlik konusu olarak görmeyen
Marksizm için doğa ve toplum, insan etkinliği yoluyla kendini ortaya koyan
diyalektik bir hareketin parçalarıdır. Doğa ve toplumu aynı sürecin parçala
rı olarak gören diyalektik yöntem, insanın etkinliği yoluyla katıldığı bu sü
reci belirlediği ve onun tarafından belirlendiğini savunur. "Marksizm yo
rumlayan öznenin veya bilimin birliğini bir önkoşul olarak görmez. Bilim,
NOTLAR
ı "Social Science, " Encyclopaedia Britannica 2007 Ultimare Reference Suire
İnsan aklı bilgisinin belli bir türünde özel bir kadere mahklımdur:
Bu, bir yandan aklın kendi doğasından geldiği için bir tarafa bırakı
lamayan fakat diğer yandan aklın tüm yetilerini aşhkları için cevapla
namayan soruların aklı rahatsız etmesidir. Kendini bu karmaşanın
içinde bulması aklın suçu değildir.Deneyim sırasında kullanılması
kaçınılmaz olan ve aynı zamanda bunları doğrulayan ilk ilkelerden
başlar. Bunların yardımıyla (ve kendi doğası nedeniyle) gittikçe daha
yüksek ve uzak koşullara hrmanır ... Böylece kendi kendini karanlığa
ve çelişkiye yuvarlar; aslında bunlardan kaçınabilir ve bunların içsel
hatalardan kaynaklandığını anlayabilecek olduğu halde bunun farkı
na varacak bir durumda değildir. Çünkü tüm deneyimin sınırlarını
aşmasını sağlayan temel ilkeler artık deneyim tarafından denetlene
mezler. Bu sonsuz çekişmelerin alanına metafizik denir. (Kant,
r974:ıı)
Salt Aklın Eleştirisi'nin ele aldığı başlıca problem budur. İnsan aklı
gerçekte sınırları olduğu halde bunun farkında değildir. Doğa bilimleri iler
leyerek bilgilerini genişletirken, bilgiye açık olanın yalnızca duyu deneyimi
ne açık olan olduğunu unuturlar. Gerçekliğin sının algılanabilir olanın sınır
larından çok daha geniştir. İnsan aklının kaçınamadığı, gerçekliği olduğu gi
bi kavrama çabası ise metafizik bir çabadır. Metafizik bütün insaniliğine kar
şın bilimsel bir disiplin değildir; bilim bir sonuca ula ç · 'nde sü
rekli ilerlerken, metafizik sürekli olarak, aklın sını ��� · inde
antinomilere düşer. Dolayısıyla bilim ilerleyerek titılıüklü ve ıi';:u m bir
sisteme doğru geliştiği halde metafizikte yalnızca çahşmalar buluruz. Sorun,
salt aklın anlayış yeteneğinin, kendi başına var olan duyularüstü dünyaya uy
gulanmasından kaynaklanmaktadır. Bu problemi ve Kant'ın çözümünü gör
mek için filozofun bilgi teorisinin temel kavramlarını ele alalım.
SOSYAL B İ L İ M L E R VE FELSEFE 1 53
ramlar a prioridir; çünkü matematik deneyime başvurmaz. Doğa süreçleri
ni zihnimizde bir araya getirdiğimiz nedensellik ilkesi de a priori bir ilke
dir. Ama doğa bilimindeki yargılar bundan ibaret değildir; deneyler yaparak
yeni bilgilere erişiriz. Öyleyse doğa bilimin ve matematiğin alanında sente
tik a priori yargıların mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Asıl problem meta
fizik alanında ortaya çıkmaktadır ve bunun araştırılması gerekir. Bu araştır
ma, matematik ve doğa bilimden giderek yürütülür.
Saf akıldan gelen bilgilerin gerçek sayıldığı analitik metoda göre, bu
soruyu yanıtlamaya geçerken, teorik bilginin .. .iki bilimine dayanabiliriz:
Saf matematiğe ve saf doğa bilimine. Çünkü sadece bu ikisi bize görüdeki
nesneleri, dolayısıyla onların içinde a priori bir bilgi olduğu zaman, o bilgi
nin hakikatini ya da nesnesiyle çakışmasını, yani onun gerçekliğini somut
olarak gösterebilirler; daha sonra da bu gerçeklikten, analitik yolla onun
olanağının temeline gidilebilir. (Kant, 1995 :28)
SOSYAL B İ L İ M L E R VE F E LS E F E 161
4.3 MAX WEBER
Belirli bir felsefe akımı içerisinde sınıflandırılması güç olsa da, Max
Weber'in Kant idealizmi ve çağının Yeni Kantçı felsefesinden etkilendiğini
söylemek yanlış olmaz. Hermeneutiği bir yöntem olarak kullanan Weber'in
amacı metin çözümlemesi değil, anlama üzerine kurulu, amacı nedensel açık
lama olan bir toplumbilimdir. "Toplumbilim ... toplumsal etkinliği yorumla
ma yoluyla anlamak, (deutend verstehen) böylece akışını ve etkilerini nedensel
olarak açıklamak (ursachliche erkliiren) isteyen bir bilimdir." (Weber, l99po)
Yorumlama ve nedensel anlamaya dayalı bir toplumbilim tanımının
genel problemi, empirik niteliğini muhafaza ederken, toplumsallığın öz
günlüğünü de dikkate alarak, konusunu amaçları açısından nedensel ola
rak bilmek istemesidir. Heinrich Rickert (1863-1936) ,bu anlamda Weber'i
oldukça etkilemiştir.
Pozitivist doğa bilimi anlayışının, bilgi realizmi ve dogmatik natüra
lizmini eleştiren Rickert, Dilthey'den farklı olarak "tin bilimi" yerine "kül
tür bilimleri" adlandırmasını kullanmıştır. Doğa bilimleri ile kültür bilim
leri arasındaki yöntemsel farklılıkları mantıksal düzeyde gidermeyi amaçla
yan Rickert, kültür bilimlerine dayanak oluşhıracak mantıksal bir temel
kurmaya çalışır.
Bunun için öncelikle Francis Bacon'dan itibaren hakim olan ve in
san aklının gerçekliği mutlak olarak bilebileceği inancı üzerinde yükselen
Pozitivizmi eleştirir. Ona göre zihnimizin yapısı ve gerçekliğin yapısı birbi
rinden farklıdır ve bu temel ayrımın farkında olmayan Pozitivizm üzerinde
bilim yapılamaz. Kant'ın da gösterdiği gibi, biz şeylerin ne olduklarını, ya
ni onların özsel doğalarını asla bilemeyiz, biz ancak fenomenleri, görünür
de olup bitenleri bilebiliriz. Fenomenlere formlarını veren de anlama yeti
si olduğu için, biz aslında gerçekliğe değil, bu gerçekliğin kendi zihnimiz
de aldığı biçime yöneliriz. Rickert'in sözleriyle "Bilgi, empirik gerçekliğin
mantıksal formlar içerisinde ifade ettiği şeyden başka bir şey değildir" (Ak
taran Özlem, 2001:39) . Bilgi dış dünyanın insan zihninde yeniden oluşhı
rulmasıdır. Bu anlamda, bilgiyi inşa ederiz. Bilgiyi inşa etmemizi sağlayan
mantıksal formlarımız a priori ve deneyimüstü oldukları için, her türlü bil
ginin temeli de bunlardır.
162 SOSYAL B İ L İ M L E R D E AN LAM SORU N U VE H E R M E N E UTİ K G E L E N E K
Doğa gerçekliğinde ve tarihsel/toplumsal gerçeklikte ortak olan,
nesnenin kavramsal bir inşa olarak bilinmesini sağlayan manhğın formla
rıdır. Rickert, aynı kavramsal temelde yükselen bu iki bilim türünün fark
lı yöntemlere sahip olmasının nedenini şöyle açıklar: " Kendisine genellik
açısından baktığımızda, gerçeklik doğadır; ama bireysellik ve kendine öz
gülük açısından baktığımızda ise, gerçeklik tarihtir." (lbid, s.40) Genellik
içinde konusunu kavramaya yönelen doğa bilimleri, bu nedenle yasalar
oluşturmaya çalışırken, kültür bilimleri inceledikleri olguların tekilliği ve
tekrar edilemezliği gerekçesiyle bireyselleştirici bir yöntem benimserler.
Bilimler arasındaki ayrımın, Dilthey'de olduğu gibi bunların alanla
rının farklılığı gözetilerek değil, hedeflerine göre yapılması gerektiğini sa
vunur. Yalnızca doğa bilimlerine ya da yalnızca kültür bilimlerine ait yön
temler yoktur. Doğa bilimleri, tekrarlarla dolu olduğu için doğayı yasalar al
tında bilmeye yönelen genelleştirici bilimler olarak çalışırken; tarih bir de
falık olguların bilimi olarak bireyselleştirici bir yöntem izler ve sonuçta do
ğa bilimleri ve kültür bilimleri karşıt konumlara itilirler.
Doğada kendiliğindenlik hakim olduğu halde, toplumda değerleri
doğrultusunda amaçlar koyan insanın bilinçli yapıp etmeleri hüküm sürer.
Kültür gerçekliği bu anlamda değerler üzerinde yükselir. Eşitlik, özgürlük
gibi idelerin hiçbir empirik gerçekliği yoktur. Tarihsel/toplumsal olarak de
ğişir, yeni anlamlar kazanırlar. Bu nedenle değerlerden yoksun doğa dün
yasını inceleyen doğa bilimlerinin yöntemleriyle ele alınamazlar. Dilthey'in
üzerinde durduğu gibi ancak anlama (verstehen) konusu olabilirler.
Rickert, gerçekliğin yapısının özünde akılsal olmadığını söyler.
Doğa alanı da bireysel oluşlardan meydana gelen bir kaostur. Akılsal
olan, gerçeklik hakkında inşa ettiğimiz bilgimizdir. Doğa bir bireysellik
ler yığını olduğu ve mutlak özdeşlikler olmadığı halde biz onu benzerlik
leriyle düşünürüz. Başka bir deyişle, heterojen gerçekliği homojenleştire
rek kavrarız.
Bu yüzden Rickert, Yeniçağ'ın "bilim yoluyla doğaya egemen ol
ma" sloganı doğrultusunda sağlamış olduğu bilimsel başarıları, bizi aslın
da gerçekliğin ayrıtürdenliğinden, süreksizliğinden, tekilliğinden uzaklaş
tıran "pahalıya mal olmuş bir zafer" olarak niteler. Hatta bir adım daha
SOSYAL B İ Lİ M LE R VE F E LS E F E
atarak, doğa biliminin bize sunduğu gerçeklik tablosunun, kendi içinde
rasyonel, ama gerçeklik karşısında irreel, gerçekdışı olduğunu belirtir.
(Özlem, 2001:44)
Doğa bilimlerinde akılsallığın temelini bu yönüyle insan zihninde
bulan Rickert, insanın seçiciliğiyle de gerçekliğin ancak belli bir bölümüne
yöneldiğini belirtir. Ancak tekil olgulara yönelen bilim yine de genel kav
ramlara dayanır; çünkü kavramın mantıksal özü genel olmasıdır. Böylece
deneyimden hareketle oluşturulmuş olmalarına karşın, deneyimden kopuk
olması anlamında bilimsel kavramların genelliği, gerçeklikleri(reel) içinde
gerçekdışı ( irreel) olabilmektedir.
Bu gerekçelerle, özgünlüğün ve bireyselliğin hüküm sürdüğü kül
tür alanı, doğa bilimi yöntemi üzerinde kurulamaz. Bu bilimler bireyselleş
tirici olmak zorundadırlar. Ancak, bireyselin kavramından söz etmek, kav
ramın tanımıyla çelişir; çünkü özü genelliğindedir. Rickert bu çelişkiyi, ge
nel kavramları bireyselleştirici ilgi ve hedefler altında incelemek gerektiği
ni söyleyerek çözer.
Kültür bilimlerinde kavram kurmanın temeli, insan eylemlerinin
motifleri durumundaki değerlerdir. Kültür bilimcinin görevi de değerlerle
eylemler arasındaki ilişkiyi tarihselliği içinde ele almaktır. Bunu yaparken
kendi değer yargılarını bir yana bırakması gerekir. Yani eşitlik kavramı doğ
rultusunda tarihe yönelip, kendi eşitlik kavramının olmayışı bakımından
bir eleştiri yapamaz. Onun yapması gereken kültürel olgulardaki değer-ey
lem ilişkisinin saptanmasından ibarettir.
Weber bu kaygılarla, Hermeneutik geleneğin doğa bilimleri-tin bi
limleri ayrımını benimseyerek, kültür bilimlerinde araştırmacının inceledi
ği toplumun bir parçası olması ve bu açıdan da araştırma nesnesinin konu
su içinde yer alması problematiğini vurgular. Araştırmacı, seçiciliği ve algı
sıyla konusunu oluştururken, diğer yandan onun içinde yer almakla konu
su tarafından belirlenmektedir.
Weber'in Kantçı bilgi kuramını toplumun ve insan eyleminin ince
lenmesine uyarladığını belirten Holton, şunları söyler: "Bunun anlamı,
toplum kuramcılarının ve aslında tüm aktörlerin, içinde yaşadıkları top
lumsal dünyanın anlamını inşa ettikleridir. Bu anlam, toplumsal olgulara
SOSYAL B İ Lİ M LE R VE FELSEFE 1 65
Doğayı bu bakışa sığdırmak ve egemen olmak isteyen modem Avru
pa kültürü, kendi toplumsal ve siyasal örgütlenmesini, hiyerarşilerini ve in
sanların ilişkilerini de akılsallığın egemenliğinde şekillendirir. Bu nedenle
bilim eleştirisi yapabilmek için toplumsal varoluşun akılsallık üzerine inşa
edilişini görmek gerekir. Olgusal gerçekliğin empirik yöntemle akılsal kav
ranması çabası olarak bilim, bu bütünselliğin parçası olarak anlaşılabilir.
Temel kültür motifi olarak rasyonelleştirme, eylem düzleminde,
karşılıklı çıkar ve karşılıklı hak ve yükümlülükler anlayışının da temelinde
dir. Düşünce düzleminde ise, düşünceye akılcılığın sokulmuş olmasıyla,
Batılı artık, bu dünyaya, dinsel, ahlaksal veya politik değerler ve idelerden
kaynaklanmış "maksimler"le bakmayı da bırakacak ve bu dünyayı, yalnızca
bir empirik veri, yalnızca bir olgu olarak görmeyi deneyecektir. .. "bilim" , bu
eğilimin bir sonucu olarak Batı kültüründe ortaya çıkmıştır. (Özlem,
2001:67)
Bu dünya onun için en yüce değerlerin ve erdemlerin toplum haya
tından uzaklaştırıldığı ve ancak bireysel insan ilişkileri içerisinde varlık bu
labildiği, tümüyle akılsallaştırılmış, büyüsünü yitirmiş bir dünyadır. Akıl
sallaştırma kavramının buradaki kullanımı, Descartes'çı anlama yapılan bir
göndermedir. Hatırlanacağı gibi, Descartes, akıl kavramında duygu ve de
ğerleri dışta bırakarak, sadece bazı zihin yetilerimize işaret ediyordu.
Rasyonalist bilim, evrende bir düzen görür ve olgusal gerçeklikte,
empirik yöntemlerle bu düzenin yasalarını arar. Yasalar kozmosun düzeni
ni kavramamızı sağlar. Rasyonalist bilim kaotik bir akışı, akılla anlamaya
çalıştığı için akılsal olmayanı akılsal biçimler altında kavrar. Weber'in itira
zı, Rickert'de olduğu gibi akılsal olmayan gerçekliğin, akılsal bir biçim için
de kavranmasınadır. Değerlerden uzak olmak bilime bir soğukluk getirse
de olumlu bir anlam da taşır. Olgular kendi başlarına bir amaç ya da anlam
taşımazlar.
Toplumların bir değerler sistemi olmadan varlıklarını sürdüreme
yecekleri, belirli idelere ihtiyaç duydukları göz önüne alındığında bilimsel
etkinlik olumlu bir çabadır. Çünkü bilimsel etkinlik dünyayı değerlerden
uzak olduğu haliyle kavramayı amaçlar. Akılla temellenmeyen herhangi bir
ideoloji, bir din de mantıksal kuruluşu bakımından akılsaldır ve dünya bu
SOSYAL B İ L İ M L E R VE F E L S E F E
anlama yetisinin doğa dünyası üzerindeki belirleyiciliği düşüncesini hatırla
mak, Weber'in bilimsel etkinlik tanımını daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.
Öte yandan yine Kantçı bir anlamda sonsuz olgular içinden, bilgi
edinmek için izleyebileceğimiz başka bir yol da yoktur. Yanılma olasılığını
da içinde taşımasına karşın, evreni ancak zihnimizde mevcut bu çerçeveler
içinde kavrayabiliriz. Bu anlamda Pozitivizmin nesnellik tanımının da de
ğiştirilmesi gereklidir; çünkü bilgiyle nesnesinin örtüşmesi anlamında bir
nesnellik söz konusu olamaz. Bilgi her zaman öznel olmak zorundadır.
Weber için nesnellik ancak öznelerarası bir temelde ortaya çıkabilir. Aynı
olgular kümesi farklı açıklamalara konu olabileceğine göre, bilginin "nes
nelliğinden" bu farklı kuramların olguların öznelerarası denetlenmesi ölçü
sünde söz edilebilir.
Olgusal malzemenin öznelerarası bir etkinlikte kurulan mantıksal
biçimler altında kavranışı olarak tanımlanan bilim, insan algısının zaman ve
mekan olarak kısıtlanmış olması nedeniyle nesnel bilgiye hiçbir zaman ula
şamaz. Bilimsel bilginin nesnelliği bir ideal olarak kalmaya mahkumdur.
Weber, bu epistemoloji doğrultusunda pozitivist bilim anlayışını ve
bu bilim tarzının tin bilimlerini de kapsayacak şekilde genişletilmesini eleş
tirir. Yukarıda da Dilthey'in bu yöntemi tarihsel gerçekliğin tahrif edilmesi,
bozulması olarak değerlendirdiğini gördük. Eski Yunanistan'a uzanan ve ev
renin akılla kavranabilen yasalarca yönlendirildiği kabulünden hareket eden
pozitivist bilim, tarihsel/toplumsal olguların da bu aynı yöntemle incelene
bileceğini kabul eder. Halbuki, kendisi de insan kültürünün bir parçası olan
bilim, insan yaratısı olan bireyselliklerin ve değerlerin hakim olduğu toplum
dünyasını değer-eylem, anlam-eylem bağlamı içinde ele almalıdır. Weber'de
toplumbilimin konusunu bir alt başlıkta daha ayrıntılı olarak ele alacağız.
SOSYAL B İ L İ M L E R VE F E L S E F E
İnsan eylemleri, ancak bu eylemlere neden olan toplumsal değerler
aracılığıyla bilinebilir. Bireysel eylemler özünde bir gözlem nesnesi değil,
bir anlama nesnesidir. Dolayısıyla, toplumbilimin konusunu oluşturan ol
gular her türlü insan davranışı değil, diğer insanlara yönelmiş anlamlı top
lumsal etkinlikler olmalıdır. Toplumbilimsel inceleme, bu etkinliği belirle
yen değer ve motiflerle birlikte anlamayı amaçlar.
Bireyin anlamlı etkinliğinin, toplumbilimsel bir değer taşıması için
bu etkinliğin başka bir insana yöneltilmiş olması gerekir. "Öznel davranış
da, ancak başkasının davranışına yönelik olmak koşuluyla toplumsal nite
likte sayılabilir." (Weber, 1995:41) Bisiklet süren iki kişinin çarpışması her
hangi bir doğa olayı niteliğinde olduğu halde, böyle bir çarpışmadan ve bu
nun yaratacağı olumsuzluklardan kaçınma çabası toplumsal etkinlik sayılır.
Toplumsal etkinlik, birçok kişinin aynı anda yaptığı tekbiçimli bir ha
reket ya da bir hareketin topluca taklidi değildir. Yağmur yağmaya başladığın
da insanlar şemsiyelerini açarlar. Ancak bu bireysel etkinlik başkalarına yönel
mez, sadece kişinin ıslanmaktan kaçınmasıdır. Bu yığınca koşullandırılmış et
kinliktir. "Yalnızca bir 'yığın'ın varlığı sonucu ortaya çıktığı ya da onunla bir
likte koşullandığı için tepkisel biçimde beliren bu 'yığın' olgusuna anlamlı ola
rak bağlanmayan bir etkinlik. .. toplumsal etkinlik değildir." (Ibid s.42)
Benzer şekilde, başkasının etkinliği, o kişiye anlamlı bir şekilde yö
nelmeksizin ve yalnızca bir tepki olarak ortaya çıkmışsa, yani taklit edilmiş
se toplumsal etkinlik sayılmaz. Bir birey, başka birinde gördüğü bir davra
nışı kendisi için yararlı olacağı düşüncesiyle taklit ettiğinde, diğer kişinin
davranışı onu anlamlı bir şekilde etkilemiş olmaz. Burada sadece neden ol
ma söz konusudur.
Weber, toplumbilimin konusunu belirleyen anlamlı insan etkinliği
ni dört maddede inceler. Bunlar: a) Amaç bakımından akılsal, b) Değer ba
kımından akılsal, c) Duygusal olarak akılsal ve d) Geleneksel olarak akılsal
etkinlik olarak sıralanır.
Geleneksel etkinlik, alışılmış uyaranlar karşısında verilen alışkanlı
ğa dönüşmüş tepkilere verilen addır ve taklitle karıştırılması çok kolaydır.
"Alışkanlığa dönüşen günlük etkinliklerimizin pek büyük bölümü, yalnız
pek az görülen örnekler olduğu için değil, ama aynı zamanda alışkanlıkla-
SOSYAL B İ L İ M L E R D E A N LAM S O R U N U VE H E R M E N E U T İ K G E L E N E K
ra bağlanma değişik ölçü ve yönlerde bilinçli olarak sürdürülebileceği için
de bu düzenli çözümlemede yer alan örneğe yaklaşmaktadır." (lbid, s.45)
Belirli bir duyguyu yatışhrrnak için duygusal olarak akılsal etkinlik
te bulunuruz. Bu etkinlik bazen amaç bakımından akılsal etkinliğe bazen
de değer bakımından etkinliğe yakın düşer:
SOSYAL B İ L İ M L E R VE F E LS E F E
ğin incelenmesinin yöntemi üzerinde durabiliriz. Weber'in "verstehen"
sözcüğüyle ifade ettiği yöntemi, açıklayıcı anlama yöntemidir. Bununla kast
edilen, etkinliği gerçekleştiren bireyin zihninde onu buna yönlendiren ne
denlerin bilinmesidir. Bireyin içinde eylemde bulunduğu tarihsel dönemi
ve mekanı, onu yönlendiren değerlerin ve zihinsel yapıların kavranmasıdır.
Anlama, her bilimsel gözlem gibi açıklığa ve kanıtlanabilir doğru
luğa ulaşmayı amaçlar. Anlamada açıklığı iki şekilde sağlayabiliriz: Birin
cisi, mantıksal ve matematiksel olmak üzere akıl yoluyla; ikincisi ise ken
di yaşıyormuş gibi duyumsama, yani empati yoluyla olur. Bir etkinliğin
hedeflenen amaçları doğrultusunda tam bir zihinsel açıklıkla kavranma
sı akılsal anlamadır. Empati yoluyla anlamada ise duyumsal katılım yo
luyla, o olayı kendimizin de yaşadığı düşünerek anlarız. Bir kişinin bizim
de bildiğimiz deneyim olgularından hareketle belli amaçlara ulaşmaya
çalıştığında ne yapmak istediğini anlarız. Bur tür akılsal amaçlı etkinliğin
bu şekilde duyumsanarak yorumlanması en yüksek kanıtlama derecesi
ne sahiptir.
Gerçek anlama için zihinsel kavramanın yanında, empati de gerek
lidir. İnsan etkinliklerinin nedeni olan amaçlar ve değerler, zihinsel olarak
kavranabilse bile, bunlarla gözlemcinin değerleri arasında farklılık olduğu
zaman, gözlemcinin bunu tasarımsal olarak yaşayıp anlaması güçleşir. Din
uğruna kendini adamak gibi bir eylem, gözlemci bu duyguyu yaşamıyorsa
söylediğimize bir örnek olarak verilebilir. Böyle durumlarla karşılaşıldığın
da yapılması gereken, her özel duruma ait değerleri zihinsel olarak anla
makla yetinip, bunları veri olarak değerlendirmektir.
Araştırmacı kızgınlık, tutku, kıskançlık, intikam gibi duygusallıkla
ra ne kadar açıksa, bunlarla yönlendirilen etkinliğe de o ölçüde katılabilir ve
bu tür davranışları açıklayabilir. Bu duygularla gösterilen tepkiler düşüne
meyeceği boyutlara ulaştığında bile, bunların ifade ettikleri anlamı duygu
yoluyla kavrayabilir ve o eylemin akışı ve seçimleri üzerinde zihinsel olarak
değerlendirmede bulunabilir.
Bilimsel çözümlemenin amaçları açısından, bir eylemi etkileyen bü
tün önemli akıldışı öğeleri çözümleyip ortaya koymanın yolu, bunları akılsal
biçimlerden sapmalar olarak görmek ve bu sapmaların olmadığı koşullarda
SOSYAL B İ L İ M L E R D E A N LAM S O R U N U VE H E R M E N E U T İ K G E L E N E K
ulaşılacak amaçlan araştırmak olmalıdır. Böyle durumlarda akılsal olarak
kurgulanan eylem bir ideal tip olarak işlev göıiir ve ideal tipi yaşanan örnek
le karşılaştırarak, akıldışı etkenlerin bunu nasıl etkilediğine bakılır. We
ber'in anlamacı toplumbilimi, yöntemsel anlamda akılsaldır. Weber bunu
şöyle açıklar:
SOSYAL B İ Lİ M LE R VE F E L S E F E 173
amaçlar. Onu, ekinsel açıdan önemli bireysel edimlerin, yapıların ve kişilik
lerin çözümlemesini yapıp nedenlerini ortaya koymayı amaçlayan tarihten
ayırt eden özellik budur. Toplumbilime özgü kavramların geliştirilmesin
de ...kullanılan gereçler, tarihin bakış açılan içinde önemli olan insan etkin
liklerinin gerçekleridir. (Weber, 199 s :J6)
Toplumbilim evrensel bir bilim olabilmek için, tıpkı evrensel bilim
olan doğa bilimleri gibi, toplumsal olguları da genel kavramlar altında an
lamaya yönelmelidir. Ancak insan tarafından oluşturulan bu kavramlar,
doğa bilimlerinin kavramlarından farklıdırlar. Böyle düşünüldüğünde We
ber için toplumbilimin inşa edilmiş kavramlarla çalışan konstrüktif bir bi
lim olduğu görülür.
Genelleştirmeyi arayan bir bilim olarak toplumbilimin konusu bi
reyselliklerin ve farklılıkların oluşturduğu bireylerin dünyasıdır. Düzensiz
likle karakterize olan bu dünyayı fizikte olduğu gibi kesinliklerle kavramak
mümkün değildir; toplum alanında ancak yaklaşıklıklardan söz edebiliriz.
Bu güçlüklere karşın, genelleştirmeler yapabilmenin yolu ideal tip kavram
larını kullanmaktır.
Toplumbilim, tip kavramlarıyla oluşun genel düzenliliklerini arar.
Amacı, bu düzenliliğin kurallarıyla toplumsal fenomenlerin tarihsel neden
sel açıklamasıdır. Her genelleştirici bilimin sorunu burada sosyolojinin de
karşısına çıkar ve tarihin somut gerçekliğini bu kavramların ideallerinden
kaynaklanan soyutluğu içinde kavramaya çalışır. Soyut kavramlar, somut
gerçekliğe yaklaşabildikleri oranda bilim idealine yaklaşılır.
Toplumbilimin bilimsellik ideali, kavram ve olgu arasındaki yakın
laşmayı mümkün olduğunca artıracak şekilde ideal tiplerin geliştirilmesini
gerektirir. Gerçi toplumbilim mistik, duygusal fenomenlerle de ilgilenir ve
bunlar özü itibariyle akıldışı fenomenlerdir; ama toplumbilim bunlara her
defasında belirli bir form içinde yönelir. Bu form, tarihsel fenomenlerin bir
yaklaşıklık derecesi içinde ele alınmasına ve bir düzen içinde kavranması
na olanak sağlar.
İdeal tip kavramının kullanılması zorunluluğu, anlamlarla yönetil
mesine karşın empirik olarak ele alındığında bireylerin fiziksel etkileşimle
rinin ötesine geçmeyen toplumsallık alanının bireylerin eylemlerini yön-
1 74 SOSYAL B İ L İ M LE R D E AN LAM S O R U N U VE H E R M E N E UT İ K G E L E N E K
lendiren motiflerle kavranması ihtiyacından doğar. insan eylemi, ancak bu
eylemlere neden olan motifler bilindiği sürece anlaşılabilir. Örneğin, nişan
almış ateş eden bir er, bir idam mangasında, aldığı emirler doğrultusuna
mahkılma ateş ediyor olabileceği gibi, düşmana karşı savaşıyor ya da inti
kam amacıyla birini öldürmeyi arzuluyor olabilir. İnsan eylemlerini basit fi
ziksel etkileşimler olarak değerlendiremeyiz ve bu anlamda, bunlar gözlem
nesnesi değil; ancak anlama nesnesi olabilirler.
Weber, ideal tip kavramını sosyal bilimlerde bir araç olarak kullanır.
ideal kelimesi Platoncu anlamda aşkın bir gerçekliği değil, toplum dünya
sının basitleştirilerek teoriler yoluyla yeniden kurulmasını ifade eder. We
ber toplumsal olguların kavranabilmesinde en iyi yöntemin, bu olgunun en
akılsal formu olan ideal tip altında düşünülmesi olduğunu öne sürer.
Weber'in ünlü bürokrasi tanımı, ne bürokrasi için bir model ne de
gerçek dünyada mevcut olan bir şeydir. Bu yalnızca akılsal bir inşa, akılsal
süreçler ve akılsal örgütlenmelerin birlikte düşünüldüğü bir formdur. İnce
lenen fenomenler gerçek olgusallık içinde, farklı tarih ve mekanlarda deği
şik biçimler almış olabilir. "Aynı tarihsel fenomen, örneğin kendi oluş sü
recinin bir bölümü içerisinde, 'feodal', öbüründe 'patrimonyal', bir başka
sında 'bürokratik', bir diğerinde 'karizmatik' olarak biçimlenmiş olabilir."
(Özlem, 2ooı:ı42) Toplumbilim, her türlü toplumsal olguyu ideal tipler
aracılığıyla kavrar. Olgusallık, bu soyut ve ideal formlar içinde, yaklaşık ola
rak temsil edilir. Weber bunu fiziksel bir tepkimenin soyut olarak düşünül
müş boş bir uzayda hesaplanmasına benzetir. ideal tipler, özünde inşa edil
miş akılsal çerçeveler olmalarına karşın, gerçekliğe yaklaşan kavramlar ol
dukları için bilimsel araçlar olarak kullanılırlar.
Toplumbilimin yapması gereken genel toplumsal ilişkileri ideal tip
kavramı altında kavramak ve bu kavramları kullanarak toplumsal eylemleri
nedenleriyle açıklamak olmalıdır. Bu anlamda akılsal olarak kurulan bu
kavramlar toplumbilim açısından sadece empirik gerçekliği incelemeyi sağ
layan yöntemsel araçlar olarak bir anlam taşırlar.
ideal tiplere bir diğer örnek de Weber'in Protestan Ahlakı ve Kapita
lizmin Ruhu'nda kullandığı "kapitalizmin ruhu" kavramıdır. Bu tanım, za
man ve mekandan bağımsız aşkın bir ruh kavramı değil, tarihsel bireye
SOSYAL B İ L İ M LE R VE F E L S E F E 1 75
bağlanan ve incelenen dönemin kültür anlamlarının kavramsal bir bütün
halinde birleştirildiği "tarihi gerçeklikte bulunan bağlantıların bir bileşimi"
(Weber, 1997:41) olarak işlev görür.
İçerik olarak tekil bir olguya işaret eden bu kavram, araştırmacının
bakış açısıyla oluşturulmaktadır. Başka bir deyişle, araştırılan dönemin ta
rihsel bireyini konu edinen kavram, araştırmacının kapitalizmin "ru
hu"ndan anladığını, ya da araştırmacının ilgilendiği şeyi belirtir. Araştırma
cının ilgileri doğrultusunda, kendi tekliği içinde belirli bir tarihi gerçekliğe
ait parçalar bir bütün içinde bir araya getirilmiştir. Bu kavramsal bütün,
geçmişe değil, şimdiye aittir.
Öyleyse, "kapitalizmin ruhu" tanımı, her araştırmacının bulunduğu
kültürel gerçekliğe ve ilgilerine göre farklı anlamlar taşıyabilir. "Bu durum,
yöntemsel amaçları için hakikati soyut kavramlar çeşidi içine sıkıştırmayıp,
kaçınılmaz bir biçimde özel, bireysel bir özellik taşımaya uğraşan, onu so
mut ortaya çıkış ilişkileri içinde ele alan 'tarihi kavram oluşumunun' yapı
sı gereğidir." (lbid, s:42)
İdeal tip kuramı, zengin potansiyeliyle Weber için toplumbilimin
çekirdeğini oluşturur. Weber'in amacı, anlamacı ve nedensel olarak açıkla
yıcı bir bilim oluşturmaktır. İdeal tipler bu anlamda genelleştirmeye olanak
tanımalarıyla toplumbilimin bir bilim olarak kuruluşunu sağlamak gibi bir
rol oynarlar.
SOSYAL B İ L İ M L E R VE F E LS E F E 177
rından bağışık değildir ve bu nedenle bilimin değerlerden uzak tutulması
amacı hiçbir zaman gerçekleştirilemeyecek bir ideal olarak kalır. "Bütün
teolojiler kutsal değerler birikiminin entelektüel rasyonalizasyonunu tem
sil eder. Hiçbir bilim değer yargılarından mutlak biçimde arınmış değildir
ve hiçbir bilim temel değerini, onu reddeden kişiye ispatlayamaz."
(Weber, 2005:233)
NOTIAR
r Science as a Vocation, (Çevıimiçi) http://WW\'\'.ne.jıımıllhiLnıoıjyu_kiL_abukuma/w�erLl�çh!ITLsci�!l:
ç�.Ji:'!me,hwıJ
SOSYAL B İ Lİ M LE R D E A N LA M S O R U N U VE H E R M E N E U T İ K G E L E N E K
S oNsöz
osyal bilimler 21. yüzyılda çağdaş toplumun içinde bulunduğu geçiş
SOSYAL B İ Lİ M L E R VE F E L S E F E 179
Toplumsal fenomenlerin, akılsal olarak ifade edilebilmesinin müm
kün olup olmadığı problemi dışında; toplumun oluşturucu unsuru olan in
sanın, eylemlerini basit nedensel etkileşimlere göre değil, iradi olarak ger
çekleştirmesi de doğa yasalarının toplum alanına taşınması konusunu tar
tışmalı kılar. Gözlem ve deney gibi bilimsel yöntemler, toplumsal araştır
mada genellikle uygulanamaz ve araştırmacı genellikle konusundan etkile
nir. Araştırmacının zihnindeki problemler ve bu problemlere getirdiği açık
lamalar, hep araştırma konusu tarafından belirlenir.
Sosyal bilimlerin niteliği üzerine yapılacak bir kavramsal sorgula
ma, söz konusu disiplinlerin kuruluş aşamalarından beri herhangi bir dö
nüşüme tabi tutulmadığı olgusuna işaret eder. Günümüzde sosyal bilimle
re yön veren belirleyici kavramlar olarak; gerçeklik, akıl, nesnellik, yasa, ne
densellik, ilerleme vb. kavramlar sosyal bilimlerin kuruluşlarından itibaren
devraldıkları modern bilimin sorgulanmamış ve neredeyse mutlaklık ka
zanmış kabulleridir. Başka bir deyişle sosyal bilimlerin güncel bunalımının
temel nedeni, bu disiplinlerin kavramsal çatısının her an sorgulanarak ye
niden kurulması gereğinin yerine getirilmemiş olmasıdır.
Kurulduğu çağın toplumsal sorunlarına modern bilimin kavramsal
çerçevesi içinde çözüm arama çabası içinde şekillenen sosyal bilimlerin te
orik yapısında, şimdiye dek belirli bir felsefe geleneğinin tek yönlü yorumu
egemen olmuştur. Klasik iktisat örneğinde sosyal bilimlerin temelinde em
pirist-rasyonalist felsefe geleneğinin bulunduğunu söylemekle, çağdaş bili
mi bir felsefi akıma bağlamış oluyoruz. Böylece çalışmamızın ilk adımında
felsefenin gerekliliğinin tartışılması bir yana, felsefenin zaten orada durdu
ğu ve üstelik felsefi sorgulamanın yokluğunda, tarihsel kavramların mut
laklaştırılarak; araştırmacıyı tutsak aldığı da gösterilmektedir. Çalışmamız
açısından önemli olan bir başka nokta, felsefenin modern bilim üzerindeki
etkisinin, yalnızca belirli bir felsefe geleneğiyle sınırlı olduğu; bilimin, fel
sefeyle ve felsefi tartışmanın zenginliği içinde gelişmediğidir.
Çalışmamızın birinci bölümünde, felsefe ve bilim ilişkisini bu iki
linin ortak tarihi kapsamında ele aldık. Kendiliğinden gelişimi içinde bilim
sel devrim, felsefi olarak sistematikleştirilmediği sürece gerçek anlamına
kavuşamazdı, Bacon ve Descartes felsefelerinin belirleyici etkisi bunu açık-
180 SoNsöz
ça göstermektedir. Pozitivizmin temellerini oluşturan empirist-rasyonalist
felsefe geleneğinin Klasik İktisata bağlanışı, bu okulun ele aldığımız temel
teorilerinden de açıkça izlenebilmektedir.
Klasik iktisat incelememiz, aynı zamanda bir Pozitivizm eleştirisi
görünümü kazandı. ilk bağımsız sosyal bilim disiplini olarak ortaya çıkan
Klasik İktisat, kendini etik değerlerden bağımsız, nesnel bilgiyi arayan bir
disiplin olarak kabul eder; bilimin amacı piyasanın işleyişine ilişkin top
lumsal yasaları bularak, bunları bilimsel yöntemlerle incelemektir. Çalış
mamızda, piyasanın toplumsal yapının bir parçası olarak insanlarla kur
duğu karmaşık ilişkiyi göstererek bu iddianın geçersiz olduğunu öne sür
dük. Malthus'un nüfus teorisi örneğinde gördüğümüz gibi iktisat, insan
ların günlük hayatını belirlemenin ötesine geçerek insan nüfusunu kont
rol altına almaya kalkışmakta; özgürlük, adalet, toplumsal refah gibi pek
çok konuda etik önermelerde bulunmaktadır. Kısacası sosyal bilim disip
lini olarak iktisadın etik değerlerden bağımsız olduğu iddiası, ortaya atıl
dığı andan itibaren yanlıştır ve diğer sosyal bilim disiplinleri için de aynı
şey geçerlidir.
Maksimum fayda elde etmeye çalışan insan doğası varsayımı, özün
de belirli bir çağa ait insan psikolojisi kabulünü, insanın değişmez doğası
olarak mutlaklaşhrmaktadır. Bu yöntemin metafizik özü bir yana, akılsal ol
duğu varsayılan bir insana, faydasını maksimize etmesi gerektiğini öğütle
mekle, iktisat normatif bir tavır takınmaktadır. Ücretleri düşürüldüğünde
daha çok çalışmayı değil, daha çok dinlenmeyi isteyen işçiler örneğimiz, bu
kabulün gözlemden kaynaklanmadığını gösterir. İktisadın soyut insan tanı
mı, insanı bilimsel modellerin işleyişi içinde ve bu işleyiş için kavrar, insa
nın kendisiyle ilgilenmez.
Klasik iktisat incelemesi, iktisadın bilişsel bir etkinlik olması nede
niyle, epistemolojik ve metodolojik sorunlara da yol açhğını göstermiştir.
Bu sorunlar; doğa bilimlerine öykünmekten kaynaklanan ve nedensellik,
nesnellik, mutlak bilgi iddiası, toplumsal yasa gibi kavramlardan kaynakla
nan sorunlardır. 19. yüzyılda ortaya çıkan iktisada yönelik bu değerlendir
melerimiz, çağdaş sosyal bilim disiplinleri için günümüzde de dile getiril
mekte ve bu anlamda bu sorunların kökenlerini göstermektedir.
SOSYAL B İ L İ M L E R VE F E L S E F E 181
Çalışmamız açısından felsefenin rolünü göstermek, felsefenin yal
nızca belirleyiciliğini değil, etkisinin sınırlarını göstermek anlamına da ge
lir. Şöyle söyleyelim; bilişsel bir sistem olarak bilimin doğasına ilişkin yuka
rıda belirttiğimiz problemler ilk ortaya çıktığı andan itibaren felsefi eleştiri
nin konusu olmuştur. İlk sosyal bilim disiplinlerinden biri olarak Klasik İk
tisadın ortaya çıkardığı; toplumsal olguların niteliği, bilimcilik ideali, sosyal
bilimlerde nedensellik ve anlam sorunu gibi problemler Aydınlanma felse
fesinden gelişen Marksist ve Hermeneutik gelenekler tarafından eleştirilmiş
ve tartışılmıştır. Bu eleştirilerin içeriği kadar yöntemi ve felsefi sorgulama
tarzları da sosyal bilimlerin güncel bunalımı açısından öğreticidir.
Klasik iktisat incelemesi ardından Marksizm'in ele alınmasının ne
deni Marksizm'in, bu okulun ekonomi görüşlerinin felsefi eleştirisi üzeri
ne kurulmuş olmasıdır. Marksizm'e göre, insanın özü toplumsal varlığıdır;
bu nedenle Klasik İktisadın, soyut insan doğası üzerinden toplum teorisi
oluşturmasını Robinsonlaştırma olarak küçümser. Marksizm için toplum dı
şında bir birey düşünmek, bir arada yaşayan ve iletişim kuran insanlar ol
madan dilin olabileceğini düşünmek kadar anlamsızdır.
İnsanı tarihsellikle anlayan Marksizm, soyut insan doğası varsayımı
üzerinde kurulu, her zaman ve her yerde geçerli soyut toplumsal yasa dü
şüncesini kabul etmez. Sosyal bilimler açısından önemli olan, somut içeri
ği farklı toplumsal formasyonlarda farklı biçimler kazanan toplumsal yasa
ların insanın pratik etkinliği sürecinde toplumun maddi yaşamı tarafından
belirlendiğini göstermektir. Marksizm; dil, bilim ve gibi kültürel yapıları
toplumun bir parçası olarak görür. Toplumun siyasal ve entelektüel yaşamı
nın, maddi hayatın üretim tarzıyla belirlendiğini kabul eder. Artı değer te
orisinde ayrıntıyla açıkladığımız gibi insanın pratik etkinliği insanın üretti
ği üründen yabancılaşmasına ve nihayetinde kendi ürününün nesnesi du
rumuna dönüşmesine neden olur.
Marksist sosyal bilimdeki, insanın maddi yaşamının onun toplum
sal bilincini belirlediği önermesi ve materyalizm vurgusunu, Hegelci ide
alizme karşı bir itiraz olarak geliştiği için yapılmış bir vurgu olarak düşün
mek gerekir. Tarih, Hegel'de olduğu gibi ideanın bir serüveni değil, insa
nın yaratıcı etkinliği olarak görülür. Artı değer sömürüsü insanın ve doğa-
S O N SÖZ
lemleri açısından önemlidir. Böylece sosyal bilimler toplumu, soyut insan
tanımları ve sayısallaştırmalar olarak değil, yaşayan ve hisseden insanların
oluşturduğu bir bütünlük olarak ele almaya başlayabilirler.
Felsefe, soyut ve uzak bir disiplin değil, gündelik yaşama işlemiş bir
sorgulama yöntemi olarak kabul edildiğinde, dini/etnik bölünmelerle çatış
malara sürüklenen dünyamızda felsefe, doğası gereği güncel sorunlara ilgi
duyacaktır. Farklılıkların iç içe geçerek birlikte organik bir bütün oluşturdu
ğu dünyamızda, felsefenin çoğulculuğu içeren evrenselliği ve akıl ideali,
tüm bu farklı kimlikleri dünya yurttaşlığı paydasında birleştirebilir. Çeşitli
görünümleri içinde ele aldığımız Aydınlanma felsefesinin günümüz açı
sından sosyal bilimlere göstereceği normatif amaç budur.
Çalışmamızda Aydınlanma felsefesi içinde kalışımız, bu felsefenin
çeşitliliğinin bugün halen tüketilmemiş olduğunu ve bu zenginliğin güncel
sorunlar açısından taşıdığı potansiyeli göstermek amacını da taşımaktadır.
Günümüzün, etnik ve yerel kimliklerde silikleşen bireyi, bir dünya yurttaşı
seviyesine ancak felsefeyle yükseltilebilir. Amacımız, Aydınlanma'nın he
nüz gerçekleşmemiş ideallerinin önemine işaret etmektir. Sosyal bilimlere
düşen görev, felsefenin kaygılarına kulak vererek, bunları tahlillerine dahil
etmektir. İncelediğimiz pozitivist, Marksist ve Hermeneutik felsefelerin
bütünlükçü, sistematik tavrı, bilimsel disiplinlerin günümüzdeki parçalan
mışlığı karşısında yöntemsel bir çözüm değeri de taşımaktadır.
Çalışmamızın ortaya çıkardığı iki olguya da burada dikkat çekmek
istiyoruz. Bunlardan birincisi, sosyal bilim disiplinlerin aşırı parçalanmışlı
ğıdır. Bu konu, çalışmamızda ele aldığımız 2 0 . yüzyıla kadar olan döneme
ilişkin bir problem değildir. Felsefenin kuşatıcı bakışının sosyal bilimlere
katılmasıyla bu konuda önemli adımlar atılması mümkün olmasına karşın,
20. yüzyılda üniversite sistemiyle kurumlaşması hızlanan bu olgunun aşıl
masında üniversite sisteminin incelenmesi büyük önem taşımaktadır. Sos
yolojik bir incelemenin konusu olması gerektiğini düşündüğümüz bu
problemin ele alınmasının son derece yararlı olacağını düşünüyoruz.
Pratik sonuçlar ve somut başarılar peşinde koşan sosyal bilimlerin,
felsefenin özü olan "bilmek için bilmek" amacına yabancılaşması ve "ege
men olmak için bilmeyi" amaçlamış olmaları, bu disiplinlerin ideolojileş-
SOSYAL B İ L İ M L E R V E F E L S E F E 18 5
mesinde önemli rol oynamıştır. Felsefeyle belirlenmiş bir eğitim, felsefe
nin yalnızca sosyal bilimler tarafından değil, bizzat insan tarafından da
özümsenmesini sağlayabilir. Bu ise, ancak eğitim sürecinde kazandırılabi
lecek bir özelliktir. Sosyal bilimler eğitiminin felsefeyle nasıl biçimlendiri
leceğine ilişkin çalışmaların yapılması da bu anlamda önemli katkılar sağ
layacaktır.
SOSYAL B İ L İ M L E R V E F E L S E F E
D I LTHEY, Wilhelm Hermeneutik ve Tin Bilimleri, çev. Doğan Özlem, İstanbul, Paradigma, 1999.
DUVERGER, Maurice Sosyal Bilimlere Giriş, çev. Ünsal Oskay, İstanbul, Bilgi Yaymevi, 2002.
ENGELS, Friedrich Anti-Dühring, çev. Kenan Somer, Ankara, Sol Yayınlan, 1977.
ENGELS, Friedrich Doğanın Diyalektiği, çev.ArifGelen, Ankara, Sol Yayınlan, 1977.
ENGELS, Friedrich Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, çev. Sevim Belli, Ankara, Sol Ya
yınlan, 1992.
FRIEDMAN, Milton "The Methodology of Positive Economics" Readings in the Philosophy of Social Sci
ence Ed.: Michael Martin & Lee C. Mcintyre, Massachusetts, The MiT Press, 1994.
GERRING, John Social Science Methodology: A Criterial Framework, Cambridge, Cambridge University
Press, 2001.
GIDDENS, Anthony Sosyoloji, Yayına Hazırlayanlar: Hüseyin Özel-Cemal Güzel. Ankara, Ayraç Yayın-
ları, 2000.
GLEICK, James Kaos, çev. Fikret Üçcan, Ankara. TÜBİTAK, 2000.
GÖKBERK, Macit Felsefe Tarihi, İstanbul, Remzi Yayınlan, 1996.
GORDON, Scott The History and Philosophy of Social Science, Londra, Routledge, 1993.
G U LBENKIAN KOMİSYONU Sosyal Bilimleri Açın, çev. Şirin Tekeli, İstanbul, Metis Yayınları, 1996.
HABERMAS, Jürgen Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, çev.Tanıl Bora. Mithat Sancar, İstanbul, iletişim
Yayınları, 2003.
HAMPSHER-MONK, lan Modem Siyasal Düşünce Tarihi, Yayına Hazırlayan: Necla Arat, İstanbul, Say
Yayınları, 2004.
HEG EL, G.W.F Tarihte Us, çev.Önay Sözer, lstanbul, Ara Yayınlan, 1991.
H E I LBRONER, Robert L. iktisat Düşünürleri, çev.Ali Tartanoğlu, Ankara, Dost Kitabevi, 2003.
H E I MSOETH, Heinz lmmanuel Kant'ın Felsefesi: Kant'ı Anlamak için Anahtar Kitap, çev. Takiyettin
Mengüşoğlu, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1986.
H ERAKLEITOS Fragmanlar, çev. Cengiz Çakmak, lstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2005.
H I RSCHBERGER, Johannes Geshichte Der Philosophie, Freiburg, Kornet, 1980.
HOBBES, Thomas Leviathan, çev. Semih Lim, lstanbul. Yapı Kredi Yayınları, 2004.
HOBSBAWN, E.J. Sanayi ve imparatorluk, çev. Abdullah Ersoy, Ankara, Dost Kitapevi, 2005.
HOLLINGER, Robert Postmodemizm ve Sosyal Bilimler, çev. Ahmet Cevizci, lstanbul, Paradigma, 2005.
HOLLIS, Martin The Philosophy of Social Science: an lntroduction, Cambridge, Cambridge University
Press, 1994.
HOLTON, Robert J . "Classical Social Theory, " The Blackwell Companion to Social Theory, Ed. Bryan S.
Turner, Oxford, Blackwell Publishing, 1997.
D'HONDT, Jacques Hegel ve Hegelcilik, çev.Bayram Işık, lstanbul, iletişim Yayınları, 1994.
H U M E, David insan Doğası Üzerine Bir inceleme, çev. Aziz Yardımlı, İstanbul, idea Yayınları, 1997.
H U NT, E.K. iktisadi Düşünce Tarihi, çev.Müfit Günay, Dost Kitabevi, Ankara, 2005.
iNSEL. Ahmet iktisat ideolojisinin Eleştirisi, lstanbul, Birikim Yayınlan, 2003.
KANT, l mmanuel "'Aydınlanma Nedir?'Sorusuna Yanıt ",Çev. Nejat Bozkurt, Seçilmiş Yazılar, lstanbul,
Remzi Kitabevi, 1984.
KANT, l mmanuel Gelecekte Bir Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Metafiziğe Prologemena, çev. lonna
Kuçuradi & Yusuf Örnek, Ankara, Türkiye Felsefe Kurumu. 1995.
188 KAYNAKÇA
KANT, l mmanuel kritik der reinen Vernunft, Frankfurt, Suhrkamp Verlag, 1974·
KAZGAN, Gülten iktisadi Düşünce veya Politik iktisadın Evrimi, lstanbul, Remzi Kitabevi, 2002.
KEAT Russel ve URRY john Bilim Olarak Sosyal Teori, çev.Nilgün Çelebi, Ankara, imge Kitabevi, 1994·
KOYRE. Alexandere Bilim ve Devrim: Newton, çev. Nur Küçük, l stanbul, Salyangoz Yayınlan, 2006.
KRANZ, Walther Antik Felsefe: Metinler ve Açıklamalar, çev.Suad Y. Baydur, lstanbul, Sosyal Yayınlar,
1984.
KUHN, Thomas S. Bilimsel Devrimlerin Yapısı, çev: N ilüfer Kuyaş, Alan Yayıncılık, 1991.
KUPPER, Adam; KUPPER, jessica (ed)The Social Scitnce Encyclopedia, Londra, Routledge,2003.
LOCKE, john insan Anlığı Üzerine Bir Deneme, çev. Vehbi Hacıkadiroğlu, Ara Yayıncılık, 1992.
LOCKE, john Tabiat Kanunu Üzerine Denemeler, çev. lsmail Çetin, l stanbul, Paradigma, 1999·
LAWSON, Tony Economics 11( Reality, Routledge. Londra,1997.
MALTH US, Thomas Robert. An Essay on the Principle of Population. (Çevrimiçi) Library of Economics
and Liberty. (30 Kasım 2006) http://www.econlib.org/LIBRARY / Malthus/ma!Popı.html
MANICAS, Peter T. A History 11( Philosophy of the Social Scitnces, Oxford, Basil Blackwell, 1988.
MARX, Kari & ENGELS Friedrich Alman İdeolojisi, çev.Sevim Belli, Ankara, Sol Yayınları, 1987.
MARX, Kari & ENGELS Friedrich Kutsal Aile ya da Eleştirel Eleştiri'nin Eleştirisi, çev.Kenan Somer, An-
kara, Sol Yayınları, 1994·
MARX, Kari & ENGELS Friedrich Felsefe İncelemeleri, çev.Cem Eroğul, Ankara, Doğan Yayınevi, 1976.
MARX, Kari Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı. çev. Sevim Belli, Ankara, Sol Yayınlan, 1993-
MARX, Kari Louis Bonapartt 'ın 18. Brumaire'i, çev. Sevim Belli, Ankara, Sol Yayınlan, 1990.
MARX, Kari Kapital, Birinci Cilt. Çev. Alaattin Bilgi. Ankara, Sol Yayınlan, 1986.
MARX, Kari Toplumbilimsel Yazılar Sı:çme Metinler, çev. Özer Ozankaya, l stanbul, Cem Yayınevi, 2005.
OUTHWAITE, William "The Philosophy ofSocial Science, " The Blackwell Companion to Social Theory,
Tumer Bryan (ed), Oxford, Blackwell Publishing, 1997·
ÖZLEM, Doğan Max Weber'de Bilim ve Sosyoloji, lstanbul, inkılap Yayınlan, 2ooı.
ÖZLEM, Doğan Kavramlar ve Tarihleri I, lstanbul, inkılap Yayınlan, 2002.
ÖZLEM, Doğan Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi, lstanbul, inkılap Yayınlan, 2000.
ÖZLEM, Doğan Tarih Felsefesi, İstanbul, inkılap Yayınları, 2ooı.
PRIGOGINE, llya: Kesinliklerin Sonu, çev. Siheyla Sarı, lstanbul, Sarmal Yayınlan, 1999.
RONAN, Colin A. Bilim Tarihi, çev. Ekmeleddin lhsanoğlu, Günergun Feza, TÜBİTAK, 2003.
ROOT, Michael Philosophy of Social Science, Oxford, Blackwell, 1993.
ROY, Subroto Philosophy of Economics: On the Scope of Reason in Economic Enquiry, Londra, Routledge,
1991.
RUNDELL, john " Modemity, Enlightenment, Revolution and Romanticism: Creating Social Theory ",
Handbook of Social Theory, Ritzer George & Smart Barry,Londra, Sage Publications, 2ooı.
RUSSEL, Bertrand Batı Felsefesi Tarihi, çev. Muammer Sencer, lstanbul, Say Yayınlan, 1996.
S M ITH, Adam An Inquiry into the Nature and Causes ofıhe Wealth ofNations. (çevrimiçi) Library of Eco
nomics and Liberty. http://www.econlib.org/library/Smith/smWNı.html, 2 Kasım 2006.
S M ITH, Adam The Theory of Moral Sentiments. Library of Economics and Liberty. (çevrimiçi)
http://www.econlib.org/LIBRARY/Smith/smMSı.html. 30 Ekim 2006.
S M ITH, Mark J. Social Science in Question, Londra, Sage Publications, 1998.
SOSYAL B İ L İ M L E R V E F E L S E F E
SWINGEWOOD, Alan Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, çev. Osman Akınhay, Ankara, Bilim ve Sanat
Yayınlan, 1998.
Ş i M ŞEK, Lütfü "Descartes'tan Kant'a Modern Çağda özne Nesne Sorunu", Mersin Üniversitesi Sosyal Bi-
limler Enstitüsü.Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2ooı.
TiM UÇiN, Afşar Düşünce Tarihi 2, lstanbul, Bulut Yayınlan, 2000.
TiM UÇiN, Afşar Descartes'çı Bilgi Kuramının Temellendirilişi, lstanbul, Bulut Yayınlan, 2000.
TRIGG, Roger Sosyal Bilimleri Anlamak: Sosyal Bilimlere Felsefi Bir Bakış, çev.Beyza Sümer, Filiz ülgüt,
lstanbul, Babil Yayınlan, 2005.
SAY, jean-Baptiste A Treatise on Political Economy. (Çevrimiçi) Library of Economics and Li
berty,http://www.econlib.org/library/Say/sayTtoc.html, 2 Kasım 2006.
STEP HEN, Gaukroger Francis Bacon il[ the Traniformation of Early-Modern Philosophy. Port Chester, NY,
USA, Cambridge University Press, 2ooı.
TORMEY, Simon "Kari Marx, " From Kant to Levi Staruss: The Background to Contemporary Critical The
ory, Jon Simons (ed), Edingburgh University Press, Edinburg, 2002.
TURNER, Stephen P. "Cause, the Persistence of Teology, and the Origins of the Philosophy of Social
Science, " Blaclcwell Guide to the Social Sciences, Maiden, Blackwell Publishing, 200}
WEBER,Max Protestaıı Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, lstanbul, Hil Yayınlan, 1997·
WEBER. Max Science as a Vocation, (çevrimiçi) http://www.ne.jp/asahi/moriyuki/abukuma/weber/lec-
hıre/science_frame.html, 7 Eylül 2006
WEBER, Max Sosyoloji Yazılan, lstanbul, iletişim Yayınları, 2005.
WEBER, Max Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı, Ankara, imge Kitabevi, 1995·
WESTFALL, Richard S. Modern Bilimin Oluşumu, çev. lsmail Hakkı Duru, Ankara, V Yayınlan, 1987.
WOLPERT, Lewis Bilimin Doğal Olmayan Doğası, çev.Evcimen Perçin, lstanbul, Sarmal Yayınlan, 1994·
YILDIRIM, Cemal "Bilimsel Yönteme 'Hayır'mı?", Felsefe Tartışmalan, 7. Kitap. s. 71-79, 1990.
Routledge Encyclopedia of Philosophy, Version ı.o, Londra: Routledge
Encyclopaedia Britannica 2007, Ultimate Reference Suite. Chicago: Encyclopaedia Britannica
KAYNAKÇA
çekim kanunu 75, 84 Çe
DİZİN çekim kuvveti 82-83, 86
La laisser-faire 96 . 81 özne 55 Öz
Leibniz 41, 55, ııo
Leucippus 44 Pannenidas 44 Pa
Locke felsefesi 70, 147 Philoaus 44
DiZ İ R N
Philosophiae Naturalis Principia mathematica 64 Veselius, Andreas (1514-1564) 36-37 Ve
Pitagoras 44 Vinci, Leonardo da (1452-1519) 35 . 37
piyasa ücreti 100-101
Platon 43, 45, 62, 65 Weber, Max 82, 162, 164-1n 175-177 We
Platoncu 175 Xenophanes 44
Plutarkhos 38
Pozitivizm 143. 157, 159-160, 181 yabancılaşma 120 Ya
Protestan reformu 37 yasal 74
Ptolemaios 37. 39 yasallık 63
Pythagorasçılar 38 Yeni Kantçı gelenek 169
Yeniçağ felsefesi 5 5
Ra rasyonalizm 41, 48, 54. 56, 68, 70, 149-150, 156 Yoksul Kanurılan 101-102
rasyonelleşme 16 5 yöntemsel bireycilik 76
rasyonelleştirilme 165-167
Reformasyon 33. 157 zaman ve mekan 154. 155, 168 Za
Ricardo, David 93-95. 97 . 99-100. 103. 105, 1 17
Rickert 162-164. 166. 176
Rousseau 64
Rönesans 33-34. 42, 53. 55. 62; düşüncesi 36,
evreni 35
Sa sağduyu 38, 41
Sanayi Devrimi 83, ııı, 123
Say 103-104
Schleiermacher l 57
seküler 34, 63, 67, 74; kavramlar 33
sentetik yargılar 153
Skolastik felsefe 47
Smith, Adam 64, 75-76, 78, 83-89 . 91-97. 99-100,
102-103, 105, ıı6-ıı7, 135-136
sosyal fizik 60
Spinoza 41
Tı tıp eğitimi 36
tikel (ler) 46, 56; bilgisi 42
toplumsal fenemorıler 32
tümdengelim 44 . 49, 57; yöntemi 42
tümevanm 44, 57; yöntemi 47. 56, 66
üretim ilişkileri 128
SOSYAL B İ L İ M L E R V E F E L S E F E 1 93