You are on page 1of 424

Kitabın Orijinal Adı - La TurQuie en 1864

1864 'te TÜRKİYE


Tanzimat Sonrası Düzenlemeler ve Kapitülasyonların Tam Metni

Yazar: Bernard Camille Collas


Ç evi ren : Teoman Tunçdoğan

Bileşim Yayuıluı: 244


Düşünce Dizisi: 9
Tarih: 9
Kod: 3,1,09

Yayın Yönetmeni
Levent Gönül

Tasarım
SenaAltun

ISBN
975-271-150-2

copyrighı@ Ağustos 2004


Baskı Tarihi: Ekim 2005

Bu kitabın, yayın hakkı Bileşim Yayıncılık A.Ş. 'ye aittir.

Yayıncı
Bileşim Yayıncılık, Fuarcılık ve Tanıtun Hizmetleri A.Ş.
Barbaras Caddesi No: 11 4. Levent 34396 İstanbul
Tel: (212) 324 44 43 (pbx) Faks: (212) 324 32 12
yayinevi@bilesim.com.ır

www.bilesiın.coın.tr

Ankara: Mahatma Gandi Caddesi No:90/8


Gaziosmanpaşa -Anlwa
Tel: (312) 447 53 21 Faks: (312) 437 20 96
e-mail: aııkara@bilesim.c11111.ır

Baskı
Bileşim Matbaası
Barbaros Caddesi No: 11 4. Levent 34396 lstanbul
Tel: (212) 324 44 43 ( pbx ) Faks: (212) 284 30 67

llilLIEISli�
YAYINEVI
Collas, uzun yıllar Osmanlı topraklarında yaşamış, Fenerler İdaresinde
görev yapmış bir Fransız. Yazarın yaşamıyla ilgili fazla bilgi yok. Takvim-i Ve­
kayi'nin 17 Muharrem 1278 sayısında belirtildiğine göre, yazdığı kitabın başarı­
sından ötürü 4. dereceden Mecidiye nişanıyla ödüllendirilmiş. Ayrıca, Kızılde­
niz fenerlerinin imtiyazını başka bir Fransızla ortaklaşa aldığı, ölümünden sonra
da imtiyazın oğluna geçtiği biliniyor.
Collas, devletin üst kademeleriyle kurduğu yakın ilişkiler sayesinde Os­
manlı arşivlerini dilediği gibi kullanarak bilgi ve belge bakımından çok sağlam
nitelikli bir kitap yazabilmiş: 186 J' de Türkiye. Ne var ki, bu kitabın yayınlama­
sından soma yeni belgeiere ve bilgilere ulaşınca, kitabını eksik ve yetersiz bul­
maya başlamış ve hemen yeni eklemelerle kitabına son halini vermiş: 1864'teki
Türkiye. Elinizde tuttuğunuz bu kitap içerdiği zengin istatistik bilgileri vermesiy­
le, yeni harflerle basılmamış birçok belgenin ve özellikle de kapitülasyonların
tam metnini kapsamasıyla hemen temel kaynaklar arasına girmiştir.
Collas'ın yapıtının bir başka önemi de, hem Tanzimat sonrası yeniden ya­
pılanmayı yansız bir gözle anlatması, hem de Osmanlı Devleti'nin içinde bulun­
duğu durumdan kurtulabilmesi için son derece gerçekçi öneriler getirmesidir.
.
Collas'ın bize sunduğu bilgiler ve çözüm önerileri, İmparatorluğun daha sonra­
ki dönemlerine ilişkin benzer yapıtları araştırmaya itti bizi. Sonuçta iki başka ya­
pıta ulaştık: Hafiyeler Ülkesi Türkiye ve Uçurumun Kenarındaki Türkiye.
Yayınevimiz, elinizdeki bu kitap ve onu izleyen 'Hafiyeler Ü /kesi Türkiye'
ve 'Uçurumun Kenarındaki Türkiye' kitaplarıyla Tanzimat sonrasından 1914'e
kadar yaşanan olayların bir panoramasını okuyucularına sunmak istiyor.
Her üç kitabın yazarının da yaşadıkları dönemi yazmış olmaları, belgele­
re dayanmaları ve dönemin günümüze kadar gün yüzüne çıkmamış kimi gerçek­
lerini gözler önüne sermeleri bu diziye ayrı bir önem kazandırmakta.

Editörün Notu
İÇİNDEKİLER

BÖLÜM!
GENEL GÖZLEMLER• 15

BÖLÜM il
OSMANLI TARİHİ ÖZETİ•27

BÖLÜM III
.COÖRAFYA, NÜFUS,DİNLER•42

BÖLÜM iV
YÖNETİM•63

BÖLÜMV
YARGIVE İSLAMi ÖRGÜTLENME• 69

BÖLÜMVI
KARA VEDENİZKUVVETLERİ•77

BÖLÜMVII
MALİYE•82

BÖLÜMVIII
TOPRAK MÜLKİYETİ•99

BÖLÜM IX
KAPİTÜLASYONLARVE ANTLAŞMALAR• 113

BÖLÜMX
AÖIRLIKVE UZUNLUK ÖLÇÜLERİ, PARALAR•130

BÖLÜMXI
DIŞ TİCARET•138

BÖLÜMXII
1 863 OSMANLI ÜRÜNLERİ ULUSAL SERGİSİ•151

BÖLÜMXIII
TARIM ÜRÜNLERİ• 157

BÖLÜM iV
SANAYİ ÜRÜNLERİ •189

BÖLÜMXV
İÇ TİCARET• 196

BÖLÜMXVI
TARIM•259
BÖLÜM XVII
SANAYİ• 272

BÖLÜM XVIII
KARAYOLLARI, ULAŞIM ARAÇLARI, DEMİRYOLLARI
DENİZ FENERLERİ, ELEKTRİ KLİ TELGRAF, POSTA•2111

BÖLÜMXIX
KARA YOLLARI, ULAŞIM ARAÇLARI,
DEMİRYOLLARI, DENİZ FENERLERİ ,
ELEKTRİKLİ TELGRAF, POSTA

SONUÇ•292

KANIT BELGELER
Eyaletlerin Adlan/ Avrupa Türkiyesi•300

EK 2.
HALİFE ÖMER'İ N H İCRİ 15 TARİHLİ FERMANI (İ.S. 6 36)•304

EK 3.
ATAK PHİLİPPE İLE TUNUS KRALI ARASINDA
İMZALANAN BARIŞ ANTLAŞMASI • 306

EK 4.
KANUNI SULTAN SÜLEYMAN'IN
FRANÇOİS I'E MEKTUPLARI•311

EK 5.
FRANSA SARAY1 İLE OSMANLI BAB-1.\Lİ 'Sİ ARASINDAKİ ESKİ VE YENİ
KAPİTÜLASYONLAR YA DA ANTLAŞMALAR•314

EK 6
26 ŞABAN 1255 (3 KASIM 18 39) HATTI ŞERİFİ .•340

EK 7
I8 ŞUBAT 1K56 HATTI H ÜMAYUNU • 347

EK 8
FRANSIZ CUMHURİYETİ İLE DEVLET-İ AL İYE
ARASINDA 6 MESSİDOR X'DA (25 HAZİRAN I802) İ MZALANAN BARIŞ ANTLAŞMASI •353

EK 9.
LONDRA'DA İMZALANMIŞ S ÖZLEŞME, 13TEMMUZ 1 84 1•356

EK 10.
30 MART 1856'DA FRANSA, AVUSTURYA, B ÜYÜK BRİTANYA B İRLEŞİK KRALLIÜI,
PRUSYA, RUSYA, SARDİNY A VE TÜRKİYE ARASINDA İMZALANAN BARIŞ VE
DOSTLUK ANTLAŞMASI•359
EK il.
1 0 HAZİRAN IX57'DE PARİS'TE İMZALANAN, BESARABYA, TUNA DELTASI VE
YILANLAR ADASINDA RUSYA İLE OSMANLI DEVLETİ ARASINDAKİ SiNiRi
BELİRLEYEN VE 3 1 ARALIK 1 857 'DE ONAYLARI KARŞILIKLI OLARAK
PARİS'TE SUNULAN ANTLAŞMA• 376

EKl2
EFLAK VE BOÖDAN BEYLİKLER İYLE İLGİLİ
SÖZLEŞME. • 378

EK 1 3 .
MÜShÜMANLARIN V E HIRİSTİ YANLARIN
ADALET ÖNÜNDEKİ EŞİTLİG İNİ
SAÖ LAYAN PADİSAH FERMANI.
(ŞUBAT 1 854)•392

EK 14.
YABANCI ÜLKELERDEN GELİP OSMANLI
UYRUÖUNA GİREREK OSMANLI DEVLETİ
TOPRAKLARINDA YAŞAMAK İ STEYEN
AİLELER İN YERLEŞTİRİLMESİ KONUSUNDA
BAB-I ALİ 'NİN BELİRLEDİÖ İ KOŞULLAR•395

EK 1 5.
29 NİSAN 1 86 1 'DE
FRAN SA İLE TÜRKİYE ARASINDA İMZALANAN
TİCARET ANTLAŞMASI.• 398

EK 16.
OSMANLI DEVLETİ MADENLERİ Ü STÜNE
YENİ YÖNETMELİK
( 1 7 TEMMUZ 1 86 1 )•404

EK 17.
TÜRKİYE'DEKİ DEMİRYOLLARI İMTİYAZLARI
İÇİN İMTİYAZ YÜK Ü MLÜLÜKLERİ
NİZAMNAME DEFfERİ •415

EK 18 (N° 1 )•420
YERLERİN Tİ CARET ETKİNLİGİNİ
GÖSTEREN TABLO (YALNIZCA KESİN B İLGİ EDİNİLEN YERLER)

EK 1 8 (N° 2) • 421
YERLERİN DENİZCİLİK ETKİNL İKLERİNİ
BELİRTEN TABLO (YALNIZCA BİLGİ ELDE EDİLEBİLEN YERLER)

EK 19 • 422
İSTANBUL LİMANININ IX61'TEKİ DENİZCİLİK ETKİNLİ G İ
Bu kitabın çevirisi sırasında değerli yardımlarını esirgemeyen
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Sayın
Prof Ali İhsan GENCER'e, Sayın Prof Feridun EMECAN'a, Sayın
Yar.d. Doç. Arzu TERZİ'ye, Sayın Yard. Doç. Gülden SAR!YILDIZ'a,
Sayın Dr. Fatmagül DEMİREL'e, Sayın İbrahim Y AKUPOGLU' na
ve Sayın İlhan EKSEN'e.sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Teoman TUNÇDOGAN
ÖN SÖZ

1 86 1 'de Osmanlı Devleti üstüne i lk çalışmalarımı yayım ladığımda


şöyle diyordum:
Dünyada iki kent ulusların dikkatini sürekli üzerine çekme ayrıcalı­
ğını yaşadı : Roma ve İstanbul her dönemde olduğu gibi bugün de Avrupa
siyasetinin -Avrupalılar bilgi eksikliği içindedir- çevresinde dönüp durdu­
ğu iki merkezdir. İtalya Sorunu ve Şark Meselesi, hariciyecileri umutsuz­
luğa sürükleyen ve ancak kılıçl a çözülebilecek bu iki büyük Gordion 1 dü­
ğümü herkesi mutlu edecek biçimde nasıl çözüme kavuşturulabilir?
İstanbul 'un ne tuhaf kaderi var! Üç farklı adıyla (Byzantion, Kons­
tantinopolis , İstanbul) üç büyük siyasal ve dinsel tarih dönemini, bu sur­
lar içinde parlamış ve sönmüş üç uygarlığı özetler.
Osmanlı İmparatorluğu topraklarının hayranlık verici coğrafi konu­
mu, Eskiçağ ' ın eski dönemlerinden bu yana, Avrupalı ve Asyalı ırkl arın
bu topraklara sahip olmak için mücadele etmesine yol açtı. Troya'nın
alınmasından Salamis, Sıvastopol, Acrium ve Lepanto2 'nun alınmasına
kadar dünyanın kaderi doğuda belirlendi. Taçlar devrildi, yüzyıllar akıp
gitti ama sorun hep aynı kaldı.
Nasıl Fransa ve İngiltere Tuna, Karadeniz ve Küçük Asya kıyıların­
dan gelen tahılları bekliyorsa, Demosthenes3 de Atina halkının Bosporos,
Euxinus, Propontis limanlarından yüklenen tahılları beklediğini söyl üyor.
Eskiden Pers ülkesi, Lakedaimon (Sparta) ve Atina Bizans etkisiyle mü­
cadele ediyordu, bugünse Rusya, İngiltere ve Fransa aynı mücadeleyi yü­
rütüyor.
Bununla birlikte, otuz yüzyıldır siyasal rekabetler ve dinsel tutku­
larla çalkalanan, en korkunç ve kanlı savaşlara sahne olan bu yöreleri, tut­
kunun, hunharlığın, uygarlığın zaman zaman yok edildiği, her kuşağın

1 İ .Ö.IV.yy'da Phrygia devletinin merkezi (Bug. Yassıhöyük). O dönemde Gordion'da bir kördüğüm var­
dı ve bu düğümü çözenin biltün dünyaya egemen olacağı söyleniyordu. Büyük İ skender kılıcı yla d!iğüıııii
keserek çözdü. (Ç.N.)
2 Türkç. İncbahıı. (Ç.N.)
3 Pros Leoıineıı (Lepıines Yasasına Karşı).
kendi insanlarını kurban ederek kefaret ödediği bu sunağı, bugün hala
Amerika'dan, Hindistan 'dan ve Avustralya 'dan daha az tanımaya devam
ediyoruz.
Yeni Paris Kongresi4'nde bağımsızlığı görkemli biçimde ilan edi­
len devletler arasında yer alan Osmanlı Devleti, siyasal açıdan, her olay­
da tartışma yaratan, sorunlarla dolu bir varlığa sahip gibi görünmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa devletleri arasındaki dengenin (bu den­
genin sürmesi, dengeyi bozmaya niyetli devletlerin her birinin bu konuda
sergilediği güçsüzlüğe ve bu önemli kalıtın başkalarınca tartışıldığını gör­
me korkusuna bağlıdır) yapay bir bireşimi gibidir.
İktisadi ve ticari açıdan Osmanlı Devleti hiç bilinmemektedir.
Yasalar, gelenekler, tarımsal zenginlikler, maden ve orman kaynak­
ları, imparatorluğun hayatiyeti, genellikle pek güvenilir olmayan, abartı­
lar ve yanlı görüşlerle dolu, daha çok doğruları çarpıtmaya uğraşan kay­
naklara dayanan seyahat anlatılarında üstünkörü özetlenmektedir. Gaze­
telerde anlatılanlar daha da beterdir! Avnıpa yayın organlarının çoğu, Os­
manlı Devleti 'ni tanımaya çalışan kişileri sadece yanlışlara götürecek al­
datıcı yazılar yayımlamaktadır. Her posta hizmeti servisinin Avrupa'ya
ve dünyaya dağıttığı bu haftalık iftiralar, karışıklığı artırıyor, güvensizlik
tohumlan ekiyor, tedirginlikleri besliyor ve kamuoyu bu yanlış verilere
dayanarak, dünya barışının sıkı sıkıya bağlı olduğu Şark Meselesi 'ni tar­
tışıyor.
Doğuyu ziyaret ettiğimde (1841 ve 1 842 'de) insanları ve olayları
eksiksiz inceleyemeyecek kadar gençtim; gene de bu ziyaret, öncelikle
bilgisizliğe dayanan ya da yanlı düşüncelerden esinlenen bu değerlendir­
meleri elimin tersiyle itmeye yöneltti beni. Ülkenin en saygın kişileriyle
kurduğum yakın ilişkiler işiıni çok kolaylaştırdı. Denizci olarak bütün
dünyayı dolaştım ve on beş yılımı seyahat ederek geçirdim; halk temsil-

4 Kırını savaşından sonra bu savaşa katılan devletler (İngiltere, Osmanlı Devleti, Rusya, Sarclinya) ve ara­
bulııcu Avusturya'nın katıluruyla 25 Şubat 1856'da toplanan, ı 6 Nisan 1 856'da sona eren bu kongrede
Osmanlı Devleıi'ni ilgilendiren kararların başında şun! :r sayılabilir: Osmanlı İ nıparatorluğu'ııun bütiinlü­
ğii güvence altına alınmıştır; Tuna beyli kl eri özerk hale getirilmiştir; Karadeniz tarafsızlaştırılmışıır; ulus­
lararası deniz hukukunun temelleri atıl m ıştır. (Ç.N.)

10
cisi olarak ülkemin siyasal sorunlarında etkin bir görev üstlendim : Sanı­
rım bana karşılaştırma ve yargılama olanağı veren koşullan elde ettim .
Osmanlı Devleti üstüne yazılan hemen her şeyi okudum v e okuduk­
larım bana hiçbir şey öğretmedi : Çoğunlukla birbirlerinden aldıkl arını an­
latan yazarlarla karşılaştım; zaman zaman bu yazarların, betimleme iddi­
asında oldukları bu ülkenin tek bir yerini görme zahmetine katlanı p kat­
lanmadıklarını kendime sorup durdum. Kuşkulu tarih, hayali seriivenler,
destansı anlatılar, okuyucuyu eğlendirecek biçimde düzenlemiş acıklı
sahneler yapıtlarının büyük bölümünü kaplıyordu. Ama, Osmanlı İmpa­
ratorluğu 'nun siyaseti, ekonomisi, iç ticareti, üretimi , uluslararası ticareti
üstüne ve özellikle de ülkenin zenginliği ve hayatiyeti üstüne, sağladığı
gelişmeler üstüne, yapılacak ıslahatlar üstüne, Müslüman bir hükümetin
(merkezi İstanbul'da bulunan ve Avrupa ile sürekli ilişki içinde bulunan
bu hükümetten, ya kökeni kendisine dayanan ya da dinsel düşünceler ne­
deniyle kendisine bağlanan Asya ve Afrika ırklarını denetlemesi isteni­
yordu) uygarlık yayıcı etkisi üstüne yapılan ciddi incelemeler ne kadar
az! Ne var ki çağımızın sorguladığı, büyük bir açlıkla araştırdığı işte bu­
dur: Çünkü tek iyi, tek doğru, tek ilerici siyaset, halkların maddi çıkarla­
rını birleştirerek, karşılıklı ticaretlerini artırarak (bu ticaret artışı -emek
sayesinde- içerde huzur, anında gönenç sağlar ve geleceğe güvenle bak­
ma olanağı verir) ulusları kaynaştırmayı amaçlayan siyasettir.
Yaşadığı çağa uymak, geçmişte iyi olan her şeyi korumak, uygarlı­
ğın ilerleyişini köstekleyici önyargılardan ya da uygarlığı tehlikeye atan
ütopyalardan onu uzak tutarak geleceği hazırlamak, işte çocuklarımıza
sakin ve gönenç dolu bir yaşam bırakmanın yolu5 .
Osmanlı Devleti , -Fransa'da uluslar arasındaki nıtkulu rekabetlerin
yerini almaya yönelik olan ve emek siyaseti adı verilebilecek- bu siyaseti
geliştirmeye durumu en elverişli ülke gibi geliyordu bana. İ şte beni, Os­
manlı İ mparatorluğu 'nu çok iyi tanımayı denemeye iten de bu oldu. Kita­
bım çok eksik, biliyorum bunu; bu konuda hiçbir değerlendirme benimki
kadar katı olamaz. Bu konuda bir mazeretim var: Başvurulması gereken
belgeleri toplamakta karşılaşılan güçlükler ve çoğunlukla bu belgelerin

5 Napoıeoo III'ün Moniteur'de 24 Mart 1 86 1 tarihinde yayımlanan yazıya cevap olarak Yasama Mecli­
si 'nde yaptığı konuşmadan.

11
hiç bulunmaması. Bütün bunlara karşın, Osmanlı Devleti 'ni destekleme­
nin, karşılaştığı engelleri aşmasına yardım etmenin, uygarlık ve gelişme
yolundaki ilerleyişini hızlandıracak gücü ve gönenci ona sağlamanın
Fransa'nın çıkarına olduğunu umut etmek cesaretini gösteriyorum.
Kitabımı iyi niyetle yazdığımı söylemekten çekinmiyorum ; doğru­
ları hiçbir etki altında kalmadan araştırdıktan sonra, etki altında kal madan
ve inançla yazdım onu. Ben hiçbir hükümetin adamı değilim, hiç kimse­
nin yaranı arasında yer almıyorum, hiçbir okula bağlı değilim; hiç çekin­
meden, hiçbir art düşünceye kapılmadan düşündüklerimi açıklama hakkı­
na ve özgürlüğüne sahibim.
Öne sürdüğüm savlar, değerlendinneler -biliyorum- önyargıya da­
yanan sistemlere ters düşecek; onlar sabırla hazırlanmış taktikler uygula­
yacaklar, çıkarcı kıskançlıklarla saldıracaklar. Karşıtlarıma (eğer karşıtlar
edinmek onuruna erişmişsem) peşin peşin yanıt veriyorum : Yalnızca ba­
na doğru gibi görünen olayları birer birer sıraladım ve bu olayları eldeki
kanıtlar olarak değerlendirdim. Kuramsal tartışmaların somut olaylar kar­
şısında hiçbir etkisi olamaz ve onlar hiçbir şey kanıtlayamaz. Varsayım­
lara dayanarak akıl yürütmeyiniz; öne sürdüğüm savları inceleyiniz, de­
netleyiniz, kontrol ediniz, tersine kanıtlar getiriniz; eğer getirdiğiniz ka­
nıtlar kesinse, eğer yanıldığımı kanıtlarsanız, yanlışımı kabul eden ilk ki­
şi ben olacağım ve bunu ortaya çıkardığınız için size teşekkür edeceğim.
Daha önceki kitabımdan hiçbir şey çıka:mıadım ve şu anda okurun
onayına sunduğum çalışmaya giriş bölümü olarak gene aynı kitabın içe­
riğini koyuyorum.
1 86 1 'de Osmanlı devletinin durumunu ortaya koymayı denediğim­
de, Osmanlı Devleti en tehlikeli siyasal ve iktisadi bunalımla boğuşuyor­
du; bu durumda hiç kimse, ne işin sonunun nereye varacağını, ne de ola­
yın nasıl noktalanacağını görebilirdi. Bugün olayların genel durumu çok
değişmiştir: İnanılması güç çabalar sonucu Avrupa'nın venneyi kabul et­
tiği borçlar sayesinde halkın duyduğu güven yeniden arttı; kaime6 dola-

6 Mahmut il döneminde devletin anan giderlerini (yeniçeri ocağını kaldınnak için gereken para; Yunan
ayaklanması; Osmanlı-Rus savaşı, vb.) karşılamak için çıkarılan bir ıür borç senedi: Kaime hazineye gö­
türüldüğünde karşılığı altın sikke nlarak ödeniyordu ve -yapılan yasal bir düzenleme sayesinde- para gi bi
kullanılabiliyordu. Çıkanlan bu ilk kaimeler Abdülaziz döneminde, 1 862'de dolaşımdan çekileli ve 4 Şu­
batl863'te Bankl-ı Osmani'ye banknot çıkarma yetkisi veri ldi. (Ç.N.)

12
şımdan çekildi; devlet yönetimi bir ölçüde yeniden düzenlendi ; bütün ti­
caret antlaşmaları yeniden gözden geçirildi ; devlet bütçeleri düzenlendi
ve yayımlandı; kamu ihaleleri sistemi yerini karşılıklı pazarlık yöntemine
bıraktı; önemli ıslahatlar incelemeye alındı ; daha liberal yönetmeliklerle
desteklenen tarım ve uluslararası ticaret hızla genişledi ; din ayırımı yapıl­
maksızın bütün yurttaşların eşit sayılması yeniden görkemli biçimde ka­
bul ve i lan edildi; son olarak, herkesin kafasına çöreklenmiş kaygıl arın
yerini, geleceğe güven duyma duygusu aldı.
Bütün bu dönüşümle r gerçekleşirken ben hep Doğu ' da kaldım İ m­
_
paratorluğun çeşitli eyaletlerini gördüm, daha önce betimlediğim ülkenin
değişik yüzlerini inceledim, daha önce derlediğim bilgileri tamamladım
ve Osmanlı İ mparatorluğu 'nun dirilişi adını verebileceğimiz olaya .tanık
oldum. Bu ikinci kitapta okur işte bu değişiklikleri, bu araştırmaları, bu
gözlemleri bulacak.
186J'de Türkiye? ve J864' te Türkiye adını verdiğim, üç yıl arayla
yayımlanan ve her biri yazıldıkları dönemin tam durumunu anlatan bu iki
inceleme, karşılaştırma yapıldığında, sağlanan gelişmeleri ve Abdüla­
ziz'in tahta çıkışından sonra gerçekleştirilen dönüşümleri bulup çıkarma
olanağı verecektir.
Yapılan işler çok büyüktür; ne var ki Osmanlı Devleti 'ni Avru­
pa'nın güçlü devletleri düzeyine çıkarmak için, ş imdiye kadar elde edi len
başarıların yapılacak işlerin gölgesinde kalmaması ve bütün bu işlerin
kontrol dışı art arda sıralanmış izlenimi vermemesi için daha aşılmas ı ge­
reken çok yol var.
Islahatçı padişah başladığı görkemli işi var gücüyle sürdürüyor; ya­
pılacak işler hem çetin, hem de dev boyutlu; ama Osmanlı Devleti 'ni yö­
neten devlet adamları bu işlerin altından kalkmayı bileceklerdir.

B.C.Collas
Paris, 31 Mart 1 864.

7 Yazar yapıunın birçok yerinde "Osmanlı Devleti" kaqılığı olarak ''Tilrkiye• deıııekt�dir. Barılı yazarlar

XIL yy'dan başlayarak ''Tilrklerin yaşadığı ıopraklar''ı belirtmek için bu adı kullanmışlardır. (ÇN.)

13
1864'TE
.

OSMANLI DEVLETi

BÖLÜM I

GENEL GÖZLEMLER

Napoleon ms Avrupa'nın hastalıklı ve güvenilmez duru m u n u n ne­


denlerini belirttikten sonra, durumu düzeltmek için yüce hakemlik kuru­
mu önünde özsaygıların ve direnişlerin ortadan kalkmasını sağlayacak
bir kongrenin toplanmasını önerdi . Böylece kuralsız ödevlerin yerine, her
yanı çatırdayan Avrupa siyaset yapısının dayandığı temel antlaşmal arın
artlarda yıkılması sonucu ortaya çıkan genel hakların ve gemlenemeyen
isteklerin geçirilmesi noktasına gelinecektir.Herkese sevimli gelen bu yü­
ce düşünce gerçekleşecek mi? Hala umutlar bütünüyle yok olmamıştır;
zira ortaya çıkan yeni olaylar durumu güçleştirmiş ve kabinelerde hesap­
ta olmayan güçlükler yaratmıştır (kabinelerde doğan kuşkular ya da dire­
nişler söz konusu kongrenin oluşumunu durdurmuştur). Ne var ki, Fran­
sızların imparatorunun önderlik ettiği bu soylu girişim , ortaya çıkışından
bugüne kadar hep kabul gördü ve yeni bir çağ başlattı. İmparatorun 4 Ka­
sım 1863 'te verdiği söylev ve hükümdarlara yazdığı mektuplar, insanlığı
anlatan yıllıklarda, uygarlığa savaşın dehşetini ensesinde hissetmeden ge-

8 Özel adların ve terimlerin yazımında "Gelişim Büyük Larousse" temel kaynak olarak alınmışur. (Ç.N.)

15
lişme olanağı verecek bir siyasal yenilenmenin başlangıç tarihi olarak ge­
çecek. Çıkarların aynı doğrultuda olması, halklar arasında dayanışma sağ­
lamıştır: Çok yakın bir gelecekte haktan başka kural olmayacak ve bu
hakkın karşısında da k\lba kuvvet etkisiz kaİ acak. Bütün dünyanın yön­
lendirici halk olarak kabul ettiği Fransızlar, bir zamanlar na<;ıl devlete
karşı insan haklarının varlığını öne sürmüşlerse, şimdi de halkların diinya
üstündeki haklarını savunarak yeni bir ilke ortaya atmaktadır.
Avrupa kongrelerinde ele alınacak davalar arasında Şark meselesi
ilk sırayı alacak. Viyana kongresinde Avrupa bütünü içinde yer aldığı ka­
bul ve· ilan edilen Osmanlı İmparatorluğu, 1 8 1 5 'ten bu yana ve hatta bu­
gün bile varlığı tartışılan bir devlettir. Belirli bir halkı bulunmayan sade­
ce adı olan eyaletler oluşturmak için ya da bağımsız bir krallık yaratmak
amacıyla çok büyük topr8k parçalan Osmanlı İmparatorluğu 'ndan kopa­
rıldı; ya da büyük toprakların ayrılması sağlandı. Bunlar, üstünde bir de­
fa daha durmaya gerek olmayan oldubittilerdir. Kanımıza göre, bugün,
Osmanlı Devleti yakınmalardan çok kutlamaları hak ediyor. Ne var ki bu
noktada bir zorunluluk ortaya çıkıyor: Olayın ne olduğunu bilmek ya da
-olay olması gerektiği gibi değilse- tam nasıl olması gerektiğini araştır­
mak ve doğru yolu benimsemek.
Osmanlı Devleti 'nin Viyana kongresince büyük bir maymun iştah­
lılıkla kurulan bazı devletlerden çok daha uzun süre yaşayacağını söyle­
me cesaretini gösterenler, sağduyudan yoksun insanlar olarak göriildiiler.
Ama bu devletler ortadan kalktı ve Osmanlı Devleti ilerliyor uygarlaşıyor
ve gönence kavuşuyor. Osmanlı Devleti 'nin yanında, sınır komşusu ve
ezeli rakibi Rusy a, Lehistan (Polonya) ve Kuzey Kafkasya' da uğraşıp du- /
ruyor; eski eyaleti Yunanistan, anarşi yüzünden harabeye dönmüş halde,
genç bir kralın yönetiminde -belki de boş yere- yeniden huzur arıyor;
Avusturya, doyumsuz Macaristan 'ı ve heyecanlı Veneto 'yu yönetiminde
tutmaya çalışıyor. İtalya ve Almanya kendi birliklerini sağlama peşinde
koşarken, donatım açısından tükenirken, iç işleri nedeniyle sıkıntıya diiş­
müş komşularından çekinmesine gerek kalmayan Osmanlı Devleti, tarı­
mını geliştiriyor, topraklarında pamuk işletmeleri kuruyor ve ABD'deki
m ücadelelerden yararlanarak Avrupa pazarında A BD'nin yerini almaya
çalışıyor.

16
Bugünkü haliyle Osmanlı Devleti yeterince tanınmıyor: Dahas ı çok
kötü değerlendiriliyor. Bugün çok görkemli bir an ! Osmanlı Devleti 'ni iyi
tanımaya çaba harcayalım ve bugünkü durumu doğru değerlendirerek Os­
manlı Devleti üstüne yargıya varalım.
Yunanistan Mahmut II 'ye karşı ayaklandığında, bağımsız bir dev­
letin kurulma-;ıyla sonuçlanan bir mücadele başladı ve Hıristiyan A vru­
pa 'nın sempatisi hep yanında oldu. Bu dönemde, sözleri asla yankısız kal­
mayan ve düşünceleri saygın bir kabul gören Chateaubriand, Yunanistan
üstüne bir Not yayımladı. Söz konusu Not büyük yankı uyandırdı. İkinci
baskıya konan önsözden anlaşıldığına göre, yazar, bakan olduğu sırada
yaptığı bu yayının, Avrupa'nın büyük devletlerinin Osmanlı İmparatorlu­
ğu 'na karşı izleyecekleri tutumu belirlemelerinde etkili olduğunu gözle­
miştir.
Chateaubriand, bakanlığı bıraktıktan sonra da Yunanlıların davası­
nı savunmaya devam etti: Fransız Akademisi 'nde, Meclis ' te verdiği söy­
levlerle Fransız hükümetini silahlı müdahaleye özendirirken, bir yandan
da yazdığı yazılarla bu eğilimi genelleştirmeye çalıştı.
İngiltere 'de, Lord Byron da aynı haçlı seferini öğütlüyordu.
Bu çağrılar meyvesini-.verdi: Hayal güçleri coşkuya kapıldı ve siya­
sal sağduyular bu coşku karşısında yok olup gitti. Hüküm etler ve uluslar
aynı düşünceyi, aynı arzuyu paylaştılar: Yunanistan ' ı bağımsız hale getir­
mek. Bu sonuca ulaşıldı; Yunanistan Alman bir kralın yönetiminde ana­ ,

yasas ı olan bir krallık oldu. Daha sonra neler olduğunu herkes biliyor:
Kral Otto9 ' nun devrilmesi, yeni kralın iş başına geçmesine kadar geçen
sürede yaşanan karışıklıklar ve Danimarka krallık sülalesinden bir pren­
sin tacı kabul etmesinden sonra yaşanan güçlükler.
Chateaubriand ' ın (aslında Fransa 'nın demeliyiz) o dönemde Os­
manlı Devleti 'ni nasıl değerlendirdiğini anımsatalım.
"Osmanlı Devleti 'ne göre, yabancı hükümetler gerçek hükümetler­
dir ve kendi hükümeti de aynı çerçevede yer almaktadır.

9 İngiltere, Fransa ve Rusya'nın 7 Mayıs UB2'de imzaladıklan Loıı dra Antlaşması, B avye ra Prensi Ot­
to'yu Yunanistan tahuna çıkardı ve bu iiç devlet Yunanistan'ın bağımsızlığını güvence alıma aldılar. Os­
manlı Devleti 21 Temmuz 1832'de antlaşmayı onayladı. (Ç.N.)

17
Avrupa'nın siyasal hukukunu asla bilmiyor ve ülkesini Asya'nın
yasalarına göre yönetiyor; örneğin, savaşa tutuştuğu ulusların büyükelçi­
lerini kolayca hapse atıyor.
İ nsan haklarımızı bilmiyor. Eğer Osmanlı İmparatorluğu'nu dola­
şan gezgin korunuyorsa, yasalarla değil, geleneklerce (genellikle Osman­
lı gelenekleri çok konukseverdir), Kur'an ' ın merhametli kurallarıyla ko­
runuyor.
Ticaret işlemlerinde, Müslüman kişi açık yüreklidir, kendi dininin
kurallarına titizlikle uyar; vergi dairelerinde keyfilik ve temelsizlik vardır.
Türklerdeki savaş hukuku asla Hıristiyan halkların savaş hukukuy­
la ayni değildir; savunmada ölümü, fetihte tutsaklığı öngörür.
Bab-ı Ali'nin hükümranlık hakk ı , Müslüman eyaletler için de res­
men ilan edilmiştir.
Hıristiyan eyaletlerde, devletin gücünü yitirdiği yerlerde, artık Os­
manlı yönetimi yoktur: Çünkü Hıristiyanlar arasında Türklerin bulunma­
sı bir toplumun oluştuğu anlamına gelmez, sadece askeri bir işgali belir­
tir'°. "
İşte Cbateaubriand ' a göre Osmanlı İ mparatorluğu 'nun ahlaksal de­
ğeri buydu. Bugün Cbateaubriand gibi düşünen kaç kişi var!
1 833 'de, Fransa'nın edebiyat alanındaki yüz aklarından biri, daha
sonra ülkemizi devrim döneminde yöneten bir yazar Doğuyu ziyaret etti;
o dönemde, bir Rus filosu İ stanbul Boğazı 'nda demirlemişti ve M. De La­
martine şöyle yazdı:
"Asya'ya yerleşmiş ve penceremizin altına demir atmış Ruslar bu­
radan çekilecekler mi? Bana göre, bundan hiç kuşkum yok. Bizden kaça­
mayacak bir avi yakalamak için acele edilmez ... İstanbul kaçamayacak ve
zorunluluk Rusları buraya getirecek ı ı .
Padişah buharlı hafif brik l 2 'ine binerek yola çıktı; geminin duman

1 0 Chateaubriand, Noıe Sur la Grece, İıineraire de Paris a Jerusalem (Yunanistan üstüne, Paris-Kudüs
Seyahati Ü stüne Not), say. 40, Paris, Firmin Didot, 1 844.
1 1 Lamarti ne, Voyage en Orienı (Doğu'ya Seyahat), c. il, say. 256, Gosselin yayın., Fume et Ce, Paris,
Pagnerre, 1 845.
1 2 Bir tür iki direkli gemi. (Ç.N.)

18
sütunu deniz üstünde sürüklendi ve bir imparatorluğun yıkılışına tanıklık
eden bir gölge gibi sessizce kayboldu . . .
Tanrı 'ya inanan v e insanları seven filozofun düşüncesi için çok
avundurucu bir şeyler de vardı: Uçsuz bucaksız bir imparatorluğu bir kı­
rıntı haline getiren, Doğu ülkelerinin yarısında uygarlığı engelleyen ve bu
güzel ülkelere adım adım daha az yıpranmış insan ırklarını, daha ins ancıl
yönetiml�ri ve daha ilerici dinleri getiren bu akan zaman ve gelişen olay­
lar l 3.
Rus adı altında ve giysileri içinde Yunanlılar geri döndüler ve Al­
lah bilir hangi gün İ stanbul (bugün bütün imparatorluk demektir) surları
dibinde başlatacakları bir son saldırıyla gözlerimizin önünde son uykusu­
nu uyuyan bu göz kamaştırıcı kenti harabeye çevireceklerl 4. "
İ şte M. de Lamartine için Osmanlı Devleti 'nin siyasal değeri buy­
du. M. de Lamartine ' in o dönemdeki düşüncelerini bugün de paylaşan,
Rusya'nın ona hükmetmeye çalıştığını ve onun Doğu ülkelerinin yarısı­
nın uygarlaşmasını engellediğini düşünen ne çok insan var!
Chateaubraind ' ın değerlendirmesiyle karşılaştırıldığında, tarihçi
bir bilgininkini önemseyelim ve M. de Lamartine' inkini (yanlışını dürüst­
çe kabul etmiştir) kendi kendini çürütmesi için bir kenara bırakalım .
" Bugün size, eski Yunanistan topraklan üstünde bir ulusun bulun­
duğu, bu ulusta hiçbir bireyin ne iradesinin ne de kişisel mülkünün bulun­
duğu, burada tek bir kişinin bütün öbür insanlara sahip olduğu, bütün in­
sanların onun önünde eğildikleri söylenir durur; bunu söyleyene, böyle
yönetildiğini öne sürdüğü halkın fethedilmiş toprakların halkı olup olma­
dığını, sözünü ettiği adamın kendi savaşçılarının eski komutanı, fethin
yüce temsilcisi olup olmadığını sormak gerekir. Ve eğer rastlantısal ola­
rak bu halkın, fethedilmiş toprakların halkı değil, zorla ele geçirdikleri
topraklarda, kendi anayurdundan (burası da daha önce başkalarınındı)
uzakta yaşayan fatih bir halk olduğu; köle olarak önünde eğildikleri kişi­
nin asla kendi ırklarının yabancısı olmadığı; tersine atalarını fethe taşıyan
komutanların soyundan geldiği; dahası, fetihten beri bu liderin kendi ulu-

13 Ay. Ya[Jll, say. 286


14 Ay. Yzpıt, say. 218.

19
suna karşı silah çekmediği tek bir an hulunmadığı ve başkalarının yardı­
mı ve gücüyle kendi ulusuna boyun eğdirdiği yanıtı alınırsa o zaman
. . .

esaret olgusunu yadsımanız ve anlatılan ulusun, Türk ulusunun asla öz­


gürlükten yoksun olmadığını savunmanız ve kabul etmeniz gerekir.
"Türk toplumunun sorununda olağanüstü bir şey yok; Galya' yı fet­
heden Frank, Britanya'yı fetheden Sakson, İtalya'yı, İspanya'yı ve Roma
Afrikası 'nı fetheden bütün küçük Alman toplumlarınınkinden farklı de­
ğil. Her iki yanda da koşullar aynı olunca, her şey benzer olmalı ve her
şey gerçekten de öyle olmuştur. Franklar Galya'da neyse, Türkler de Yu­
nanistan 'da -fatih olarak- öyledir ve her ikisi de egemenlikleri altına al­
dıkları halka eşittirler. Kılıcın asla onlara efendi yaratmadığı halklardır
onlar; ve ırkları için benimsedikleri şeyler onları özgür kıldı, tıpkı Frank­
lar döneminde Frank olanlar gibi. Yeniklerden sağ kalanların (hiçbir ırk
ayrımı yapılmaksızın reaya adıyla anılıyorlardı) durumu, Avrupa'nın gü­
neyini fetheden barbarların serf (en ağır işleri gören kişiler, güçlü kişi ler,
özgür çiftçiler, soylu olmayan kişiler ya da burjuvalar) adını verdikleri
kimliksiz kalabalıkla aynıydı. Reayanın hepsi, her yıl kişi başına belli bir
vergi ödüyordu: Haraç. Kölelik tekbiçimli değildi ve Ortaçağ 'daki yenik­
lerin köleliğinden farklıydı : Bir bölümü ev kölesiydi; bazıları efendiler
için ekip biçerdi; bazılarıysa kimi vergiler ödemekle yükümlüydü; iltimas
gören bazıları , kendi ulusundan yöneticilerle yönetiliyor (toplum olarak
fetih vergileri öderlerdi) ve dinlerini koruyorlardı.
Bu kişilerin üstünde, kendilerine Osmanlı ya da Osmanoğullan adı­
nı veren kişiler bulunuyordu: Onların üstünde asla kimse bulunmazdı; on­
lar üst sınıftılar ve aralarında başka sınıflara ayrılmazlardı; herkes toplu­
mun yargıçlarına başvurma hakkına eşit olarak sahipti. Bu kurallara uy­
mayan tek bir ayrıcalıklı aile vardı : Yönetimin üst düzey yöneticilerinin
seçildiği aile (çünkü ilk yasa koyucunun bu aileden geldiğine inanılıyor­
du). Ne var ki bu ayrıcalık, kaderin ya da kamunun yaptığı seçimle iş ba­
şına gelen söz konusu aile karşısında Osmanlıların haklarını hiçbir şekil­
de yitirdikleri anlamına gelmiyordu. Yasayı (ulusun haklan da bu yasa
içinde kayıtlıdır) çiğnemeyi deneyen birçok şef, tutkulu girişimlerinin
kurbanı oldular; ve hak yerini bulduğunda gene egemenliği ele geçiren
gelenek, soğukkanlı bir biçimde, Osmanlı soyundan gelen ve halefinin

20
kaderine bakarak gelecekteki görevleri konusunda dikkati çok iyi çekil­
miş olan bir başka kişiyi halkın isteği doğrultusunda boşaltılan yüce ma­
kama geçirdi t 5.
Fatih ırkla, fethedilmiş ırk arasındaki ilişkileri gösteren bu tablo bu­
gün artık doğru değil. Daha sonraki bölümlerde, yapılan düzenlemeler sa­
yesinde Osmanlı toplumunun, özellikle kişi özgürlüğü açısından, kendisi­
ne Avrupa 'nın birçok başka ülkesinden çok daha fazla haklar tanıyan bir
yönetime sahip olduğunu göreceğiz.
Şimdi sözü, Osmank Devleti üstüne getirdiği yargıyı yirmi yıl son­
ra gene kendisi düzelten M. de Lamartine 'e bırakalım.
"Hayır, Avrupa, Rusya'nın sınırsız gücünden kaderin bir afetinden
korkar gibi korkacak duruma düşmemelidir. Kuzey, s ınırlan dışına taşma
zamanını doğru seçemedi. Osmanlı Devleti ölmedi ve ileriyi gören, karar­
lı Batı, doğudaki bu toprak dağılımlarını ve ırkların (söz konusu ırklar
eğer bir tek halkın egemenliğine terk edilirse, bizdeki ırklar da kısa süre­
de yok olur) bağımsızlıklarını savunacaktır.
Batı her zaman çok ileri görüşlü ve çok makul olmadı. . . Biz de o
dönemde gençtik ve doğu konusunda deneyimsizdik; ne o ülkeleri, ne de
o ülkelerin insanlarını tanıyorduk; bu yüzden, Yunanlıların cesaretine
duyduğumuz hayranlıkla Osmanlılara haksızlık ettik. Dünyayla birlikte
kendimizi de aldattık. Doğuyu ve Batıyı Rus istilasına karşı ko ruy an Os­
manlı İmparatorluğu' nu parçalamadan ve Yunanistan'ı , Osmanlı merke­
zinden bütünüyle koparmadan korumak ve federasyon haline getirmek
gerekiyordu belki de. Haksız ve acımasız Navarin yangını Rusya'nm se­
vinç ateşi oldu. Bu yangın Sinop yangınının da habercisiydi .
O sırada tahtta olan, hoşgörü ve Avrupa uygarlığı sayesinde impa­
ratorluğunda köklü ıslahatlar yapmaya çalışan Mahmut il, büyük devlet­
lerin bu yanlış yorumunu ve bu intiharını öğrenince gözyaşı döktü . Nava­
rin 'deki bu büyük günaha istemeye istemeye katılan ülkesi adına özür di­
leyen bir diplomata, "Görüyor musunuz, " dedi; "Görüyor musunuz! Bu
Rusların sınırlarını genişletme çabalarına karşı tek başıma savunduğum

15 A. Thierry, Dix AILI' d'Etuıies Historiquel' (On Yıllık Tarih İncelemesi). ikinci bölüm, § iV. Sur la VP­
ritable ColLl'tiıuıion de I' Empire Oııoman.

21
Avrupa, beni yok etmek için Ruslarla birlik oluyor! Avrupa benden son­
ra boğulmak ve boyunduruk altına girmek mi istiyor?"
- H aklısınız, ama Avrupa'dan umudunuzu kesmeyiniz, diye yanıt
verdi diplomat padişaha; ,:aman gelecek Avrupa, geç de olsa çabalarınızı
anlayacak; o zaman, Navarin 'de gemilerinizi yakan Rusların (bu olayda
Ruslarla iş birliği yapmış olmasına karşın) denizlerinizde bulunan gemi­
lerini yakacak .
- Lai lfille illallah, Allahın dediği olur, dedi Mahmut 11 16.
Yirmi sekiz yıl sonra, Sıvastopol l 7 önünde All ah ' ın dediği oldu !
"Osmanlı Devleti Avrupa özgürlüğünün koruyucusudur. Öldüğü
sanılan bir halkın canlı bir halk olduğunu gördüğümüz için kendimizi kut­
layahm 18."
Bazı gazeteler, birçok broşür, Türklerin Avrupa'daki egemenliği­
nin H ıristiyan uygarlığının ayıbı olduğunu; onları Asya' ya kovmak ge­
rektiğini; çürük yapılı Osmanlı İmparatorluğu 'nun her yandan çatırdadı­
ğını; son olarak da, Avrupa'yı fethetmek isteyen çarların İ stanbul 'u ele
geçirme düşüyle, Yunanistan lehine yeni bir Bizans İmparatorluğu 'nun
kurulmasını öngören-Helenlerin düşü arasında bir seçim yapılması gerek­
tiğini her gün yineleyip duruyorlar.
Eğer bir gün biri, alışılmamış bir uygulamayla bu kuramları buyu­
rurcasına dile getirenlere sorunu ciddi kanıtlar getirerek derinlemesine ir­
deleyip irdelemediklerini soracak olursa, yanlış kanıtların belli kişilikteki
yazarların oluşturmaya çalıştıkları ısrarlı tavır yüzünden hemen hemen tar­
tışılmaz doğrular olarak ortaya konduğunu görecektir. Osmanlı Devleti, bu
yayıncıların -kibarca bir tavırla- sefil portresini çizdiği bir halk değildir.
Biz, Avrupa'daki Müslüman egemenliğini Hıristiyan uygarlığının

1 6 Lamaıtine, Osmanlı Devleti Tarihi (Histoire de la Türquie), önsö z, say. 5.


17 Kınm savaşının başlannda, Osmanlı Devleti, ikmal yollannı korumak amacıyla, 12 gemilik bir filoyu
İnceburun-Aınasya arasının güvenliğini sağlamakla görevlendirdi. Şiddetli bir fınma patlak verince, filo
komutanı Osman Paşa gemilerini Sinop'a getirerek demir attırdı. Rus amiral Nakimov bunu öğreni nce, 30
Kasım 1853 'te düzenlediği bir baskınla Türk filosunu yok etti. İ şte bu olay İngiltere ile Fransa 'nın Rus
tehlikesini iyi ce kavramalanna ve Rusya'ya karşı Osmanlı Devleti 'nin yanında savaşa girmelerine yol aç­
ıı. (Ç.N.)
18 Ay. yapıt.

22
ayıbı saymak noktasından çok uzağız. Güçlü ve kahraman bir ırk olan,
Asya ve Afrika'daki bütün dindaşlarının öncü birliğini oluşturan ve dört
yüzyıllık işgal dönemi nedeniyle toprağa sıkı sıkıya bağlı bir ulus haline
gelen Türkleri kovmanın güçlüğü göz ardı edilse bile, bunun ne sık sık
öne sürülen İncil 'in ahlakıyla, ne modem toplumlarda bulunması gereken
dinsel hoşgörü ilkeleriyle bağdaştığı hemen söylenebilir; kaldı ki Türkle­
ri kovmak kolay olsa bile, bunu yapmanın yanlış olacağını açıklamakta
çekince görmüyoruz. Türklerin Avnıpa'daki egemenliği bize göre Tan­
rı 'nın bir lütfudur. Tanrı, başka bir çağda kazandıkları zaferler sonucu,
Avrupa'nın ve Asya'nın sınırlarını Türklere emanet ederek onları geniş
bir imparatorluğun sahipleri kılmış ve bu imparatorluğu ışığın yayıcısı
olarak seçmiş gibidir. Osmanlı Devleti, ne reformlara, ne uygarlığa, ne
gelişmeye düşmandır; dini de bunlara karşı çıkmamaktadır, tam ters ine
bunlara elverişlidir. "Otuz yıldır Doğu değişmektedir, Batı 'ya yaklaşmak­
tadır ve İ slam dini yararlı öncülerden başka bir şey olmayan bu reformla­
rı kabul ederek Doğu i le Batı 'nın yakınlaşmasına destek vermektedir 1 9."
İ slam dininin gelişmeyi yadsıdığı öne sürüldüğünde, bu dine bağlı Arap
uygarlığının -Avnıpa'nın hemen hemen barbar bir duruma düştüğü sıra­
da- çok yüksek bir dereceye ulaştığı unutuluyor. Zırhlar giymiş haçlılar,
rakiplerinden daha bilgisiz ve daha az uygardılar ve onlarla ilişki kurarak
çok şey kazandılar. Mutlakiyetçiliği, yenilenlerin ezilmesini , bağnazl ığı
doğuran savaşlar bu uygarlığı bir ölçüde ortadan kaldırdıysa da, Hıristi­
yanlığı kabul eden barbarların istilalarından sonra, Avrupa'da aynı olgu
aynı sonuçlan doğurdu. Uzaktaki eyaletlerine ve Asya'nın göçebe halkla­
rına yeni düşünceleri ancak Osmanlı İ mparatorluğu sokabilir. Osmanlı
İmparatorluğu, Avrupa'daki varlığını güven altında gördüğü ölçüde güç­
lü olacak, İmparatorluğu 'nun yasalarını tanıyan ve benimseyen bu cahil
halklara isteklerini daha kolay kabul ettirebilecek. Ama Osmanlı İmpara­
torluğu 'nun tek görevi bu değildir: Tanrı onu kokuşmuş Bas -Empire20' in
yerini doldurmakla, Tatarların Batı 'ya yaptıkları geleneksel göçü durdu-

1 9 De Valmy, R�formes de l'Empire Otoman; Leur İnjluence sur /es Progrb, la Civilisaıioıı eı le Maiıı­
ıieıı de I' Equi/ibre Europün (Osmanlı İmparatorluğu'nun ıslahatlan; Gelişmelere, Uygarlığa, Avrupa
Dengesinin Korunmasına Etkisi), say. 13.
20 Bablılann, Roma İmparatorluğu'nun 235-476 yıllan arasında kalan dönemine verdikleri ad. (Ç.N.)

23
ran bir set çekmekle görevlendirdi. Fransa, İngiltere ve Avusturya 'n ı n ko­
ruma altına aldıkları Rumeli , Tuna, İstanbul Boğazı, Rus akınının çarpa­
rak kırıldığı setlerdir. Bu setlerle durdurulan. Rus akını, ilerleyişini As­
ya' da sürdürüyor ve -tıpkı Osmanlı Devleti gibi- Rusya da burada yerine
getirmesi gereken bir uygarlığı yayma görevi üstleniyor. Kırım savaşın­
dan bu yana gerçekleşen olaylar bu yaklaşımın doğruluğunu sürekli ka­
nıtlamaktadır: Rusya'nın bugün askeri devletler olan Çin 'de, Japonya 'da,
Mançurya ' da kurduğu kolonilerde, Ohotsk denizinde, Kuril adlarında,
Kamçatka ' da izlediği siyaset çizgisi bunun açık kanıtıdır. Hayır, Ruslar
İstanbul ' a yerleşemeyecek! Sıvastopo l ' un düşmesi, serfleri özgürlüğe ka­
vuşturma konusunda gerçekleştiri len insancıl işler ve bunun içerde yarat­
tığı güçlükler, Avrupa'nın başka bir ana sorunu olan Polonya 'daki ayak­
lanmanın yarattığı sıkıntılara eklenince, Rusya 'yı dikkatlerini bu bölgeye
yöneltme zorunda bıraktı: Çünkü bu bölgeye egemen olmak ona dünya
imparatorluğunun kapılarını açacaktı .
Yun�istan lehine Bizans İmparatorluğu 'nu yeniden kurmak dü­
şüncesi tartışmaya değmez: Bu krallığın bağımsız bir devlet olarak kurul­
mas ından beri sergilediği işleyiş ve Avrupa'nın on sekiz aydır tanık oldu­
ğu olaylar, bu sorunun ciddi bir yanı olmadığını kanıtlamaya yetmiştir.
Şunu iyi bilmek gerekir: Hiçbir Avrupa devleti İstanbul' da Osman­
lı egemenliğinin yerine kendi egemenliğini kuramaz. Koşulların öldürücü
bağlantıları İstanbu l ' daki Osmanlı egemenliğini yıkarsa, uygarl ığın Do­
ğu ' ya ilerleyişi durur; Avrupa ve bütün dünya, sonuçları bugünden kesti­
rilemeyecek bir savaş dönemine girer.
"Türklerin imparatorluğu , bugün, bir zamanlar Yunanlıların impa­
ratorluğunun sergilediği güçsüzlüğü aynı derecede sergilemektedir; ama
Türklerin imparatorluğu uzun süre varlığını sürdürecektir: Zira, her ne ka­
dar bazı prensler fetihlerini sürdürerek bu imparatorluğu tehlike içine iti­
yorsa da, Avrupa'nın üç tüccar devleti hemen onu savunmaya geçmeye­
cek kadar işlerini bilmekteler2 1."

2 1 Montesquieu, Grandeur et Düadence des Romains (Romalılann Yükseliş ve Çöküş Nedeııl�ri), bi>­
Iüm XXXIII.
Montesquieu Avrupa'nın üç tüccar devleti derken Fransa, İngiltere ve İtalya'yı ka<tecliyorclu. Fransa, İn­
gi l tere ve Piemonte bağlaşması yapıldı ve yüzyılı aşkın bir süre sonra, Kınm savaşı sırasında, Mnııtesqu·
ieu'ııün bu öngöıüleri doğrulandı.

24
Eğer Türkler İstanbul ' dan kovulmuş olsaydı, uygarlığın yay ı l m as ı ,
dünya barışının sürdürülmesi için belki d e onl arı İstanbul ' a çağırmak ge­
rekecekti.
Özellikle üç yıldır Osmanlı Devleti büyük bir gelişme içinde; kök­
lü ıslahatlar yapıldı; yapılacak birçok ıslahat daha var: Bunu bi l i yoruz ve
onları belirtmeyi başka bir zamana bırakıyoruz. Şunu çekinmeden söyle­
yebiliriz: Hiçbir devlet bu kadar kısa süre içinde bu kadar iş başarama­
mıştır. Bunu görmezden gelir gibi davranan Avrupa, Osmanlı Devleti da­
ha da hızlı gelişmezse, bunuri sorumluluğunun farklı siyasetlerle Osman ­
l ı Devleti 'nin gelişmesini durduran devletlerden ç o k kendisinde (iyi n iye­
ti konusunda kuşku yoktur) olduğunu iyice unutuyor.
Eğer büyük hükümetler yalnızca gelişmeye önem verirlerse; eğer
her geçen gün gerçekleştiri lmesi daha olanaksız hale gelen sabırsız ve te­
dirgin edici malik olma ya da etkileme arzusunun yerini bazı devletlerde
ilgisizlik alırsa; eğer Osmanlı Devleti 'nin bağımsızlığı, varlığı en bas it
nedenlerden ötüıü ve bu nedenler adına sorun olmaktan çıkarılırsa; son
olarak, eğer kendi topraklarında egemen olan Osmanlı Devlet i ' nin bir ve­
sayet kurulunun (bu kurulun çıkarları birbiriyle çelişen her üyes i , Osman ­
l ı Devleti ' ne yardım etmeyi düşünmek, akıllı öğütler vermek, kendi ç ıkar­
larını korumak yerine komşusunu yok etme peşinde koşmaktadır) ves aye­
tine bırakılan ergin olmayan bir kişi gibi görülmediği açıkça kabul edi l ir­
se, kendi haline bırakılan ve Avrupa'nın desteğinden güç alan bu devlet
dev adımlarla ilerleyecektir.
İşte biz bunu kanıtlamaya çalışacağız. Önyargılardan uzak , özenli
incelemelerin ve çeşitli dönemlerde Osmanlı Devleti 'nde gerçekleştiril­
miş akılcı karşılaştırmaların ürünü olan , içten, ç ıkarcı lıktan arınmış, ba­
ğımsız biçimde ayıklanmış ve belirtilmiş bu kanıları okuyucul arımızla
paylaş acağız! İftiraya uğrayan, iyi tanınmayan, yanlış yargılanan ve ço­
ğunlukla kurban seçilen Osmanlı Devleti 'ne ilişkin haksız önyargıları or­
tadan kaldırmaya katkıda bulunabilirsek büyük bir mutluluk duyacağız.
Ticaret -özellikle de günümüzde- uygarlığın yorulmak bilmez ön­
cüsüdür: Ulusları birbirleriyle ilişkiye sokan, aralarındaki ilişkileri artı­
ran, birbirlerine kopamayacak kadar yaklaştıran ticarettir. Mal bal yas ı ,
gereksinimler yaratarak, zevkleri geliştirerek yeni düşünceleri d e yurt içi-

25
ne sokar. Biz, Osmanlı Devleti ' yle, özellikle ticaret açısından ilgilenece­
ğiz, bu devletin varlığının gelecekte Fransa'ya sağlayacağı yararı kanıtla­
maya çalışacağız. Ama, bu yararın ve öneminiıliyice anlaşılmas ını sağla­
mak için, öncelikle bugünkü Osmanlı Devleti 'nin durumunu açıkl amak
gerekir. Tarihi ve bugünkü örgütlenişi, geçmişiyle bugününün karşılaştır­
ması, hem gerçekleştirilen ilerlemeleri, hem de yapılması gereken ıslahat­
ları ortaya koyacaktır. Geleceğe ilişkin düşüncelerimiz işte bu karşılaştır­
manın sonuçlarına dayanacaktır.
BOLUM il

OSMANLI TARİHİ ÖZETİ

Türkler, anayurdu Tataristan ' ı oluşturan ve Çin sınırından Tibet 'e


ve Hazar denizine kadar uzanan havzada, hayvancılıkla geçinen , göçebe
halkların torunlarıdır. Türk adı ilk kez VI. yüzyılın ortalarına doğru tarih
sahnesinde duyuldu. O dönemde Avarlar bütün Orta Asya halkl arını ege­
menlikleri altına almışlardı ; A varlara bağımlı yaşayan Türkler ayak l andı­
lar ve bu toprakları ele geçirdiler. Türklerin şefi, "Büyük Kağan unvan ı­
nı aldı, yedi ulusun kralı ve dünyadaki yedi iklimin hükümdarı oldu "22 ;
hükümetinin merkezini Altay dağlarına yerleştirdikten sonra Konstanti­
nopolis 'e elçiler gönderdi ve İmparator İustinianos Perslere karş ı Türkler­
le bir antlaşma yaptı (562).
Daha sonra, çeşitli zamanlarda, yirmi dört Türk boyu topraklarini
terk etti; farklı yollar izleyerek karşılaştıkları halkları önlerine kattı ; çün­
kü, o dönemlerde, her göç, söz konusu toprakları elinde bulunduranl arı
yerlerinden koparıyor ve komşularının topraklarına itiyordu.
Türk boylarından bazıları Türkistan ' a yayıldı ve buraya kendi adl a­
rını verdi; başka boylar Hazar denizi kıyılarına ve Ermenistan vadisine
kadar ilerledi ; son olarak, bazı başka boylar -İslamlığı kabul ettikten son-

22 Chaganus nıagnus, despota septenı genıiunı et donıinus septem nıundi climaıum.

27
ra- Suriye 'yi aştı ve S üleyman Şah yönetiminde Küçük Asya ' yı istila et­
ti ( 1 21 4).
Süleyman Şah ölünce, yönetimine bulu';lan boylar bölündüler: Bü­
yük bölümü Türkistan ' a geri dönerken, Ertuğrul komutasındaki bazı boy­
l ar Ankara yakınlarına, Torosların kolu olan Karacadağ ' a yerleştiler. He­
men hemen eski Frigya'yı karşılayan bu topraklar, Moğol Tatarlara karş ı
S elçuklu beylerine verdikleri hizmetlere ödül olarak Ertuğrul ' a veri ldi ve
burası Osmanlı İmparatorluğu 'nun beşiği oldu ( 1 283).
Ertuğrul 'un oğlu ve ardılı Osman burada doğdu ve hayvancılıkla
geçinen bu fatih halka adını verdi.
Daha önce gerçekleşmiş istilalar ve saray entrikaları yüzünden güç­
süz düşen Bizans İmparatorluğu her yani çatırdadığı sırada, sınır komşu­
su topraklardaki otlaklardan yararlanma konusunda patlak veren çatışma­
l ar Türklerle Bizanslılar arasında ilk savaşları başlattı. Osman, bu savaş­
lardan yararlanarak batıya doğru i lerledi. Devlet merkezini Bursa (Prusi­
um) yakınlarındakı Yenişehir' e taşıdı. Yaşlandığı için güçsüz düşen Os­
man, Bursa'ya saldırmak üzere oğlu Orhan ' ı gönderdi; Orhan ' ın zaferi
kazanması ve kentin teslim olmasından sonra İmparator Andronikos,
Konstantinopolis 'e ilişmemeleri koşuluyla Osmanlılara 30 000 duka altı­
nı haraç vermeyi kabul etti . Andronikos 'un ardılları Bizans İmparatorlu­
ğu yıkılıncaya kadar bu haracı ödediler. Bursa'nın fethedildiğini öğrendi­
ği s ırada Osman ölüm döşeğindeydi; ömrü boyunca Bursa'yı ele geç irme
tutkusuyla yanıp tutuşan Osman, bu kente gömülmesi ve kentin geçici
başkent yapılması (çünkü. Osman 'a göre Bursa, Allah ' ın ulusuna çizdiği
yoldaki evrelerden biriydi) konusunda oğlundan söz aldı .
Osm an ' ın iki oğlu vardı: Orhan ve Alaettin. Orhan kardeşini impa­
ratorluğa ortak etmek istedi: Alaettin kabul etmedi; ama, vezir olarak23,
doğmakta olan yeni devletin yasalarını koyan ve devleti örgütleyen kişi
oldu ve daha sonra bu devlet, Bizans 'ın bütün kentlerini ve Konstantino­
polis surlarını oluşturan bütün hisarları ele geçirdi. Türk ırkının aralıksız

23 Osmanlı Dev leti kunılduğu sırada, «hükümet başkanı» görevini yapan kişiye «Vezir>> denmekteydi . Da­
ha sonra vezirlerin sayısı çoğalınca büyük olasılıkla Kanuni döne mind e- önce «Veziriazam» daha sonra­
larıysa «sadrazam» terimleri kullanılmaya başlandı. Başka bir deyişle Alaettin Bey Osmanlı Devleti'ııin
i lk veziriazamıdır. (Ç.N .)

28
sürdürdüğü savaşlar halkın gücünü tükettiğinden (çünkü her Osmanlı bu
savaş larda asker olarak görev alıyordu) , yeni askerlerle savaşçıların sayı­
sını artırma yollarını araştırma zorunluluğu doğdu. Eski Mısır ' ı n ve Pers­
lerin kullandığı yöntem ömeksendi : Yenilgiye uğratıl an Rum kentlerinde­
ki genç kızlar, zaferi kazananların karısı ya da nıtsaklan oldu; delikanlı­
larsa yeniçeri (yeni asker) ocağını oluşturdu. Müslümanlığı kabul eden hu
askerler, eski dindaşlarıyla (onlarla karşı tiksinti, aynı zamanda da kin du­
yuyorlardı) bağnazca s avaştılar.
Orhan ' ın kazandığı zaferler, kendi emirlerinin buyruğunda Küçük
Asya'ya yayılan diğer bağımsız Türk boylarının Osmanlılara katılmasını
sağladı.
Tahtı zorla elde etmesi Bizans 'ta kabul görmeyen Kantakuzenos,
tahta çıkmak için Türklerin yardımını istediğinde Osmanlılar güçlü bir
ulus oluşturmuşlardı bile. Kantakuzenos, bu bağlaşmanın güvencesi ola­
rak, yaşı altmışın üzerinde olan Orhan ' a kızı Theodora 'yı eş olarak verd i .
B u Hıristiyan prenses , Bizans sarayının haremağalannın eşliğinde Bur­
s a ' ya götürüldü. Haremağalarının Türk gelenek ve göreneklerine girmes i
de işte bu tarihe rastlar.
Bağlaşıklanndan destek gören Kantakuzenos İstanbul'da taç giydi.
Prenses Theodora hareme daha yeni girmişti ki, Orhan ' ın oğullarından bi­
ri , Süleyman, Çanakkale boğazını aştı , Trakya'ya çıktı ve h ilalli zafer
bayrağını Avrupa'ya dikti ( 1 360) ve bu bayrak bir d aha asla indirilemedi .
Orhan kırk yıl hüküm sürdü. Onun padişahlık döneminde Türkler, i l ahi­
yat alanında, hukukta, belagatta, tarihte, şiirde, sanatta, mim arlıkta çok
i lerlediler. Göçebe kavimler, oluşumunu tamamlamış, örgütlü ve uygar
bir ulusa dönüştüler.
Orhan ' ın oğlu ve ardılı olan Murat 1, Karam anoğullarına (bir Türk­
men boyu olan Karamanoğullannın beyi Osmanlıları tehdit ediyordu) bo­
yun eğdirdikten sonra, Müslüman dalgasının Avrupa'daki ilerleyiş ini ye­
niden başlattı . Dimetoka'nın, Edime 'nin, Filibe ' nin alınması, Konstanti ­
nopolis ' i Avrupa 'nın geri kalan bölümünden soyutladı, Bizans İm parator­
luğu'nu yalnızca imparatorluk merkezine sahip olan bir devlet haline ge­
tirdi, -bir yandan Epir'de ve Arnavutluk 'ta kazandıkları zaferler Adriya

29
denizi havzas ını Türk istilalarına açık hale getirirken, öte yandan da- Os­
manlıla,ra Balkanların ye Tuna vadisinin kapılarını açtı.
Papa Urbanus V, Hıristiyanları , Eflaklıların, S ırpların , Bosnal ı l arın
ve Macarların yardımına çağırd ı ; çünkü aralarında bir savunma ant laşma­
sı imzalay an bu halkların gücü, galipleri (Türkler) durduramazdı.
Murat I devlet merkezi olarak Edime ' yi seçti. "O, burada, orduları­
nın örgütlenişini, disiplinini, üniformasını , bayraklarını tamam ladı. Os­
manlı sancağının rengini Müslüman Arapların s ancaklarından ( Hz. Mu­
hammed sancak rengi olarak güneşin rengi olan sarıyı; Fatimiler toprak
rengi ya da Abdullah'ın giysisinin rengi olan yeşili; Emeviler, gündüzün
rengi olan beyazı; Abbasiler gecenin rengi siyahı seçmişlerdi) ve Bizans­
lıların s ancağından (göğün rengi olan mavi) ayırt etmek için, Murat, ate­
şin ve kanın rengi olan ve fatihlik görevini simgeleyen kırmızıyı seçti ."
Sırbistan Kralı Lazar ' ın damadı Milo_, Murat I'i çadırında hançer­
ledi24. Osmanlılar Sırplara karşı Kosova zaferini ( 1 389) kazandıkları gün,
Milo_ bağlılığını belirtmek bahanesiyle Murat I ' in yanına alınmayı başar­
m ıştı .
Murat ' ın iki oğlu vardı : Bayezit ile Yakup; ve padişah ardılını seç­
memişti . Toplanan Divan , imparatorluğun parçalanmaması amacıyla ve
taht kavgasının doğuracağı karışıklıkları önlemek için Yakup ' un öldürül­
mesine karar verdi. Bu şehzade hemen öldürüldü ve Bayezit I tahta çıktı25.
Bayezit I Sırbistan ' a boyun eğdirdi ve S ırp kralı ona bağ lılık yemi­
ni etti; Tesalya'nın, Makedonya ' nın, Bulgaristan 'ın fethini tamamladı.
Bizans tahtına -vasallarını yeniden tanımaları koşuluyla- İoannes ve Ma­
nuel Palaiologos'u geçirdi ( 1 390). İoannes ve Manuel , 40 000 Venedik
altını vergi ödemeyi ve her yıl Osmanlılara -Asya ve Avrupa'daki fetih-

24 Osmanlı tarihleri, Murat l'in çadırında değil, I.Kosova zaferinden sonra savaş alanını gezerken hanç.,r­
lenerek öldürüldüğünü yazar. (Ç.N .)
25 Taht üstüne hak iddi a edebilecek şehzadelein doğar doğmaz sarayda öldürülmesini öngören barbarca
uygulama işte bu tarihte ortaya çıktı. Söz konusu uygulama Mehmet U döneminde, İstanbul'un foıhinden
sonra, bir devlet yasası haline getirildi: Hukukçulann çoğu, tahta çıkan padişahın alemiıı ııizanutu koru­
mak içiıı erkek kardeşlerini öldürebileceğini ve bu yasaya uymak zorunda olduğunu belinirler.
Bu vahşi geleneği Sultan Abdülmecit kaldırdı ve bu padişahın babacan yönetimi Osmanlı sülalasine vera­
set düzenini ve insanlık yasalarını getirdi.

30
lerini sürdürmelerine yardım etmek için- on iki bin Hıristiyan askeri sağ­
lamayı kabul ettiler. Bayezit elde ettiği hakları kullanmakta gecikmedi ve
bağımsızlığını koruyan tek Bizans eyaletinin merkezi olan Philadelp­
hia'ya (Alaşehir) saldırırken bu haklardan yararlandı: İmparator Manuel
ve Sırbistan kralı s aldın sırasında Rumlara bizzat komuta etti.
Bayezit 'e karşı birlik oluşturan Avrupa, Macar Kralı S igismond ' a
yardım gönderdi, ama başarılı olamadı: B u parlak ordu, Niğbolu 'da bir
günde yok oldu ( 1 396). Osmanlılar Avrupa'da ve Küçük Asya' da zafer­
ler kazanırken, bütün Tataristan ' ın Hanı ilan edilen ve yüz elli m ilyonu
aşkın insanın hükümdarı olan Timurleng, Hindistan ' a, İran ' a, Gürcistan ' a
zorla boyun eğdirdi, fetihlerini Bayezit' in sınırlarına dayandırdı. Osman­
lıların topraklarım ellerinden aldığı birçok beyin yanına sığınmasına izin
veren Timur, bu beylerin yeniden bey olmal arım istemek için Osmanlıla­
ra elçiler gönderdi ; ama bu isteği kabul edilmeyince Bayezit'e savaş açtı
( 1 402). Bayezit istilacıların üstüne yürüdü; ne var ki , eskiden Pompe­
ius 'un Mithridates ' i yendiği yerde yapılan tek bir muharebede bütün Türk
kuvvetleri yok edildi. Tutsak düşen Bayezit, Timur 'un ardı sıra sürüklen­
di . Fetihlerini sürdüren Timur İzmir'e kadar ilerledi. Tutsaklığı sırasında
Bayezit ' in ölmesi, üç oğlu (Süleyman, Musa, Mehmet) arasında bir iç sa­
vaşa neden oldu. Üç şehzade, fethetmek amacıyla Çin ' e doğru ilerleyen
Timur' un ölümüne kadar taht kavgası yaptı; Timur'un ölümü, Osmanlıla­
rı bu tehlikeli rakipten kurtardı ve Timur'un kurduğu uçsuz bucaksız im­
paratorluk yıkıldı.
Süleyman J26 Avrupa illerinde tutunmayı başardığı sırada kardeş i
Musa tarafından tahttan indirildi. Kısa süre sonra, Musa da kardeş i Meh­
met I 'e yenildi ve Osmanlı i lleri bu şehzadenin sancağı altında toplandı
( 1 4 1 3).
Methmet 1 Osmanlı Devleti 'ni yeniden kurmaya koyuldu. Hıristi­
yan prenslerinden, vasallarından ve bağlaşıklarından, özellikle de Rodos
şövalyelerinden yardım görerek, Timur 'un ölümünden sonra bağımsızlı­
ğını ilan eden İzmir'i yeniden ele geçirdi. Mehmet, dikkatini denizcil iğe

26 Her ne kadar sayın Collas bu şehzadeyi Silleyman 1 olarak adlandınyorsa da Osmanlı ıari hçil eri geııd­
likle onu padişah saymamakta ve Kanuni'ye Süleyman 1 adım vermektedir. (Ç.N.)

31
ciddi biçimde yönelten ilk padişah oldu. Siyasetini Doğu Akdeniz'e kes in
biçimde egemen olmaya dayandıran Venedik Cumhuriyeti 'nin amirali
Loredano, savaş ilan etmeden , Mehmet I ' in Osmanlılara kazandırdığı
güçlü donanmayı Gelibolu 'da yakarak yok etti. Mehmet 1 dönemine din­
sel karışıklıkl ar damgasını vurdu. Koyduğu ilkeler modem komünizmin
i lkelerine çok benzeyen, müritlerinin Dede Sultan adını verdikleri bir
mezhep şeyhi, iki kez imparatorluk ordularını yenilgiye uğrattı . Bu mez­
hep, liderinin ölümüyle birlikte ( Efes 'te öldürüldü) ortadan kalktı . Meh­
met I, Bizans sarayıyla hep barışçı ilişkiler kurdu, dışarıda hiçbir fet ih h a­
reketine girişmedi, özellikle s arsılan imparatorlukta barışı yerleştirmeye
çalıştı ve imparatorluğun birliğini sağlam temellere oturttu.
Oğlu Murat il, Osmanlıların savaşçı siyasetine döndü ( 1 42 1 ), Hun­
yadi Janos komutasında Osmanlıları yenilgiye uğratan Hıristiyan halklar­
la bir ateşkes imzaladıktan sonra Mehmet il lehine tahttan çeki ldi. Ateş­
kes antlaşmasının bozulması nedeniyle Murat il, MHi çocuk olan oğlunu
savunm ak için yeniden tahta döndü. Varna 'da W_adislav VI 'yı yendi
( 1 444 ) , bir yeniçeri ayaklanmasını bastırdı, Mora 'yı, Korinthos 'u, Sela­
nik ' i aldı , İstanbul ' u kuşattıysa da başarılı olamadı ve Hunyadi Janos ' un
ilerleyişini Kosova zaferini kazanarak ( 1 448) durdurdu. İskender Bey Ar­
navutluk 'ta bağımsızlığını korudu ve Murat ll ' ye karşı tek başına koyma­
yı başardı. Murat 11, padişahların bir çeşit alter ego ' su (vekili) olan sad­
razamlık kurumunun eksiklerini giderdi ve kurumu sürekli hale geti rd i .
Mehmet il, Murat II 'nin tahttan feragat etmesine karş ın, gelişen
olaylar sonucu uzak kaldığı imparatorluk yönetimini babası ölünce ( 1 45 1 )
kesin biçimde eline aldı. Osman ' ın kılıcını kuşanır kuşanmaz, Allah ' ın
Avrupa ve Asya devletlerinin başkenti yapmak için İstanbul 'u almasını
buyuran sesini duyduğunu sandı; atalarının ele geçirdiği kentlerin hiçbiri ,
coğrafi konumu bakımından başkent olabilecek özellikleri taşımıyordu.
Önce, İstanbul Boğazı 'nın Avrupa kıyısındaki eski Hermaion toprakların­
da (bugün Rumelihisarı}, boğazın en dar yerinde, eski çağlarda Darius 'un
ordusunun boğazı geçtiği yerde, bugün bile ayakta olan bir hisar yaptırdı.
Konstantinopolis ' e yedi kilometre uzaklıkta, Doğu İmparatorluğu 'nun as­
keri sınırındaki bu hisarın yapımı biter bitmez hisara yerleştirilen garni­
zon, kentin kapılarına kadar uzanan kırsal kesimi yakıp yıkmaya baş ladı;

32
bu sırada padişah ise, uzun süredir arzulanmakta olan bu avı kendisine su­
nacak orduyu toplamaktaydı! 6 Nisan 1 453 'te, 400 000 Osman lı askeri
Bizans İmparatorluğu 'nun başkentini bütünüyle kuş attı . Ertesi gün , müt­
hiş bir topçu ateşi surları dövmeye başladı. Konstantinopolis ' in kurulu­
şundan beri yirmi dokuz kez kuşatılan bu surlar, yirmi bir kez düşm anı ge­
ri püskürtmüştü. Rodos, Ceneviz, Venedik bayraklarını taşıyan on dört ge­
mi, Haliç ' in ağzını kapatan 1 50 Osmanlı galerisini yok ederek ancak im­
paratorluğun yıkılışın ı biraz geciktirebildi. Latin ve Rum kiliselerinin din­
sel kavgaları içine yuvarlanmış .kuşatıl anlar, Avrupalı gönüllülerin onlara
getirmeyi başardığı bir parça enerjiyi de tüketen bir dizi muharebeden
sonra, Doğu İmparatorluğu'nun da son saatleri gelip ç attı. "İmparatorların
kentine karşı girişilen saldırıda, yüzyıllardan beri ağırlığını duyuran bu
Latin adına karşı silahlanmış, ellerinde kılıçları, başlarında türbanlarıyla
savaşan Rum lejyonları görüldü. Konstantinopolis yağmalandı; son impa­
rator Konstantinos Dragases surların dibinde öldü. Büyükler, yürekli kişi ­
ler, sarayın güçlü kişileri olarak bilinenler galiplerin iktidarını kabul etti­
ler; başka unvanlar altında görevlerinde kaldılar ve bayağılıklarını sürdür­
düler. Halkın geri kalan bölümü haraca bağlandı ve tıpkı istilacıların ya­
şadığı bütün toprak parçaları gibi Yunanistan da eski adını yitirdi .27"
29 Mayıs 1 453, Rum imparatorluğu, Roma'nın son yücelikleri ni de
ardından sürükleyerek ortadan kalktı. Bu yücelikten, bu uçsuz bucaksız
devden yalnızca sakat parçalar kalmıştı geriye; bu döküntüler yıkıl ırken
dünyayı titretti . Bu bitip tükenmeyen istila karşısında ş aşkına dönen Av­
rupa'da yurtseverlik duygularının, yüce varlıklara karşı duyulan sevginin
yeniden yeşerdiği görüldü; bunun üzerine uygarlığın o güne kadar hiç
durmamış olan ilerleyişi yeniden hız kazandı. Türklerin son Latin İmpa­
ratorluğu 'nu yıkmaları ve Amerika ' nın keşfi, hemen hemen aynı dönem­
de meydana gelen bu iki olay bugün de varlığını sürdüren ulusları yarat­
tı. Avrupa direnme gücünü, yayılma gücünü (Asya'ya yayılma durakla­
mıştı), Amerika ' yı fethetme ve buraya yerleşme gücünü kendinde buldu.
İstanbu l 'un fethi , tarihçilere göre ORTAÇAÖ ' ı sona erdirdi ve RÖNE�
SANS adı verilen dönemi başlattı.

27 A.Thierry, Dix Ans d' Eıudes Hisıoriques ( On Yıllık Tarih İncelemesi), il. B i\lüm, § i l .

33
Mehmet il döneminde bir dizi fetih yapıldı . İç çekişmeler içine yu­
varlanmış Yunaniswı adeta fethedilmedi, kendiliğinden teslim oldu;
Trabzon krallığı, Trakya, Boğdan (Moldavya), Arnavutluk, Friuli, Ege
adaları, Otranto, Midilli İ mparatorluğa katıldi; Sırbistan, Bosna, Eflak,
Karaman bölgesi, Eğriboz Adası, Gürcistan, Çerkezistan vergiye bağlan­
dı, Mehmet II'nin gerçekleştirdiği işler işte bunlar oldu. Osmanlıların
Belgrad 'da Hunyadi Jıinos 'a yenilmeleri, Amavutluk'un İskender Bey 'in
ölümüne kadar direnmesi ve sonuçsuz kalan Rodos kuşatması2x, Mehmet
il dönemi tablosunun tek gölgeleridir; oysa askerlik (bu alanda Türkler
ilk sırayı almaktaydı), edebiyat, hukuk incelemeleri alanındaki gelişmeler
ayni tablonun dünyanın en ilginç tablolarından biri haline gelmesine kat­
kıda bulunmuştur.
"Müslümanların fetihleri sırasında yaşadıkları sıradışı kolaylığı
sağlayan, topladıkları aşın vergiler oldu. Uluslar, imparatorların kafasın­
daki anlaşılmaz pintiliğin yarattığı bu kesintisiz kıncı dizi yerine, öden­
mesi kolay., toplanması kolay basit bir vergiye bağlanmış halde buldular
kendilerini; kokuşmuş bir yönetime (bu yönetim altında, artık varolma­
yan bir özgürlüğün bütün sakıncalarına katlanıyor, varolan bir köleliğin
bütün kötülüklerini yaşıyorlardı) boyun eğmektense barbar bir ulusa bo­
yun eğmekten daha mutlu oldular. 29"
Bayezit il ( 1 48 1 ) kardeşi Cem 'in taht üzerindeki iddiasıyla baş et­
mek zorunda kaldı; Bayezit, Mehmet il döneminde bir devlet yasası hali­
ne gelen taht veraseti yasasının uygulanmasıyla kardeşinin öldürülmesini
düşlüyordu. Yenilen Cem Rodos şövalyelerinin yanına kaçtı; Avrupa'ya
götürüldü. Bayezit, yeniçerilerin gemlenemeyen isteklerinden kurtulmak
için, onları, o dönemde Memlukların yönetiminde bulunan Suriye ve Mı­
sır'ın üstüne gönderdi. Bu s avaş kanlı bir bozgun ve küçük düşürücü bir
barışla sonuçlandı. Adriya denizinin Yunan kıyılarına düzenlenen seferde
daha iyi sonuçlar alındı: Bayezit' in donanmaları Venedik Cumhuriyeti fi-

28 Türk ordusuna bir Palaiologos (son Bizans imparatorunun kuzeni) komuta ediyordu. Üç mühendis (iki­
si Rum, öbürü Alınan) kuşatma çalışmalanıu yönetiyordu.
29 Montesquieu, Kanunların Ruhu Üzerine (De l'Esprit des Lois), kitap XIII, böl. XVI, lJe.• Cnııqueıes

des Musulmans (Müslümanlann Fetihleri).

34
!olarını yendi , çevrilen dolaplar halk ayaklanmalarını kışkırttı. Eyaletlerin
yönetimini oğullarına bırakan Beyazıt, tahta çıkmayı güvence altına al­
mak isteyen oğullarının itaatsizlikleriyle karşılaştı; yeniçerilerin desteği­
ni yitirince, Selim l ' e tahtı bıraktı ve birkaç gün sonra zehirlenerek öldü
( 1 5 1 2).
Tahta çıkan Selim 1, erkek kardeşlerini ve yeğenlerini öldürttü .
İranlılardan birçok eyaleti aldı, Kuzeydoğu Anadolu 'yu, Mezopotam­
ya'yı, Suriye ' y i ve Mısır ' ı ele geçirdi. Galata ; da tersaneyi kurdu, Osman­
l ı deniz kuvvetlerini oluşturd.u ve saltanatının acımasızlığı ve kan l ı ey­
lemleri nedeniyle tarih biliminin de benimsediği Acımasız30 Selim lakabı­
nı hak ederek öldü ( 1 520)3 1 .
S üleyman il, Belgrad ' ı ve Rodos adasını alarak saltanat dönem ini
açtı . İmparatorluğunu örgütlemeye koyuldu ve yeniçerileri meşgul etme
gereği ortaya çıkınca (yeniçeriler hareketsiz kaldıklarında ayaklanma çı­
karıyorlardı), onları Macaristan 'ı istilaya götürdü. Mohaç savaşını kazan­
dı ( 1 526), Petervaradin ' i , Budin ' i aldı, Macaristan tahtına Janos Zapol­
ya'yı geçirdi ( 1 528), Viyana'yı kuşattıysa da alamadı ( 1 529); bu arada
komutanları, Asya 'da, İran 'dan Tebriz ' i , Bağdat ' ı , Ege 'deyse Venedikli­
ler ve Cenevizlilerden bazı adaları aldılar. Barbaros Hayrettin, Cezayir ' i
Süleym an ' ın egemenliği altına soktu; Osmanlı Devleti 'nin kaptan-ı der­
yalığına atanan Barbaros Hayrettin, Tunus ' a boyun eğdirdi , Malta 'ya sal­
dırdı , Venedikli Amiral Doria'yı yendi , Kandiye'yi (Girit) yakıp yıktı,
Kari V'i Cezayir kuşatmasını kaldırmak zorunda bıraktı ve bir biçimde
Akdeniz 'e egemen oldu; aynı dönemde, bir başka Osmanlı amirali Kızıl­
deniz'i aşıyor, Aden ' i alıyor ve Portekiz'in Hindistan kıyılarındaki top­
raklarını yakıp yıkıyordu. Süleyman il, Fransa Kralı François 1 ile bir
bağlaşma imzaladı ve bundan sonra Osmanlı donarıması Nice ' i topa tut-

30 Avrupalı tarihçiler Yavuz Sultan Selim için «AcımasıZ» ya da «Kan Dökücü» anlamına gelen sıfatlar
kullanmışl ardı r. (Ç.N.)
3 1 S elim 1 , imparaıorluğun çeşi tli yerlerine dağılmış Ali'nin mezhebinden 40 000 müslümanı dinsel ayu­
hğı kanla boğmak amacıyla din adına öldünıü. Selim 'in casusları, gi zlice Şiilerin lis ıeleri ııi çıkardıl ar; kı­
yım, kararlaşhnlan bir anda yapıld ı. Yanm y üzyı l dan kısa bir süre sonra, 24 Ağusıos 1 57 2 ' de , Fransa da
o sıralarda Türk.iye ile çok i yi ilişkiler i çi nd e olan Florıuı•a ' nın siyasetinden esinlenerek- y ı ll ı k l a rı n a ben­

zeri bir dramı ekledi.

35
tu; Süleyman, Osmanlı topraklarında yaşayan ya da Doğu 'daki limanlar­
dan geçen Hıristiyan}ara kapitülasyon adı altında ayrıcalıklar tanıdı; Flo­
ransalıl arla bir antlaşma imzalayarak Venediklileri sindirdi. Sonuçta, sa­
natların, bilimlerin, edebiyatın geliştiği Süleyriıan 'ın saltanat döneminde,
Osmanlı topraklarında, yönetim ve askerlik alanlarında gerçekleştiri len
örgütlenme, halklarının padişaha Kanuni unvanını, Osmanlı İmparatorlu­
ğu 'nu artık Hıristiyan uluslar kategorisinde saymayan Avrupa'nınsa
Muhteşem unvanını vermesine yol açtı.
Süleyman il öldüğü sırada ( 1 566) Osmanlı egemenliği Adriya de­
nizinden ve Tuna' dan Dicle 'ye, Fırat ' a ve Nil 'e kadar uzanıyor ve farklı
ırklardan, farklı dinlerden yüz yirmi milyon insanı (kimileri doğrudan
doğruya Osmanlı uyruğundaydı, kimileriyse vergiye bağlanmıştı) kapsı­
yordu.
Oğlu Selim il, yeniçerilerin bağış elde etmek için her fırsatta tahtın
başına açtıkları dertlerden başka bir güçlükle karşılaşmadan tahta oturdu.
Venediklilerden Kıbrıs 'ı aldı ( 1 570), Yemen' in fethini tamamladı. Kıb­
rıs ' ın düşmesi, İspanya, Venedik ve Papa'mn Selim'e karşı birleşmeleri­
ne yol açtı ve Fransa'nın bu işbirliğini önleme çabalan sonuçsuz kaldı. Bu
üç gücün birleşik deniz kuvvetleri , Juan ' ın komutasında, İnebahtı 'da (Le­
panto) Türk donanmasını yok etti ( 1 57 1 ). Fransa'nın aracılığıyla Bab-ı
A li ile Venedik arasında barış yapıldı. Venedik Cumhuriyeti Kıbrıs 'tan
vazgeçmek, Zakynthos32 adası ve Arnavutluk 'ta elinde tuttuğu yerler için
vergi ödemeyi kabul etmek zorunda kaldı.
Murat III, Süleyman ll'nin Hıristiyanlara verdiği kapitülasyonları
yeniledi ve genişletti. Fransa ve İngiltere, İspanya Kralı Felipe I I ' ye kar­
şı Murat III ile işbirliği yapmaya çalıştılarsa da başaramadılar. Saray ent­
rikaları, yeniçeri ayaklanmaları , para ayarlarının bozulması imparatorlu­
ğun gerilemeye başlama tarihinin bu padişah dönemine rastladığını gös­
terir. Söz konusu gerileme Mehmet III, Ahmet I, Mustafa 1 ve Osman II
dönemlerinde ( 1 574-1 623) de sürdü. Askeri ayaklanmalar padi şahları
tahttan indiriyor, saray entrikaları ölümlerine neden oluyor, imparatorlu-

3 2 Bug. Zanta. (Ç.N.)

36
ğu dış düşmanlara karşı savunmasız bırakıyor, İranlılar yedi ili ve Bağ­
dat ' ı alıyorlardı.
Murat iV Bağdat 'ı geri aldı; paşaları, Fahrettin komutasındaki Dür­
zilere boyun eğdirdi. İbrahim 1 Kandiye 'yi aldıysa da bu eylemler bu iki
padişahın ( 1 623-1648) acımasızlığının yarattığı kanlı sorunlardan impa­
ratorluğu kurtaramadı.
Mehmet iV döneminde, Osmanlılar, Montecuculli ' ye karşı S ankt
Gotthard muharebesini ( 1 663), Sobieski 'ye karşi Hotin muharebesini
1 673) kaybettiler, daha sonra gene Sobieski yüzünden Viyana kuşatması­
nı kaldırmak zorunda kaldılar ( 1 683); Venedikliler Mora'yı ve adaları ye­
niden ele geçirdiler; son olarak, Mohaç 'ta Prens Charles de Lorraine ' e ye­
nilen ( 1 687) Mehmet iV tahttan indirildi ve hapsedildiği yerde acı iç inde
öldü. Eğer Fransa, Avusturya İmparatorluğu 'nu baskı altında tutmakla
görevlendirdiği Ren kıyısındaki orduları aracılığıyla savaşı kazananan
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu 'nun tüm gücüyle Osmanlı devleti­
ne yüklenmesini engellememiş olsaydı, Osmanlı Devleti belki de bu dö­
nemde parçalanacaktı. Fransa'nın takındığı tavır, Osmanlı Devleti ' nin
Süleyman III ve Ahmet il döneminde soluk almasına olanak verdi. Bu iki
padişah, bununla birlikte yeni yenilgiler yaşadılar ve Rusların Kının 'ı ele
geçirmesine tanık oldular ( 1 687-1 695).
Mustafa il, Venediklilerin boyunduruğundan bitap düşen Sakız hal­
kıyla anlaşarak bu adayı Osmanlı topraklarına kattı ( 1 695). İmparatorluk
kuvvetlerine karşı birkaç başarı kazandıktan sonra, Zenta'da Prens Euge­
ne 'e yenilen Osmanlılar Karlofça barış antlaşmasını imzalamak zorunda
kaldılar ( 1 699). Bu antlaşma Rusya'ya Azak ilini; Avusturya'ya bütün
Macaristan 'ı, Erdel 'i, Slovenya'yı (Belgrad, Temeşvar ve Banat dışında);
Lehistan'a Podolya ve Ukrayna; Venediklilere -daha önce ele geçirdikle­
ri adalar karşılığında- Mora ve Dalmaçya verildi . Osmanlı Devlet i ' nin
içinde bulunduğu koşullarda bu toprak kayıpları , akıllıca ve ileriyi gören
bir siyaset akdinin sonucuydu. Bununla birlikte kimi kışkırtıcılarca küçük
düşme olarak gösterildi: Askeri birlikler ay�andı, Mustafa II 'yi tahttan
indirdi, yerine Ahmet Ill'ü geçirdi ( 1 703). İsveç Kralı Kari XII ile bağ­
laşma yapan yeni padişah, Büyük Petro komutasında Prut ırmağını aşan

37
Rusları geri çekilmek zorunda bıraktı; Ruslardan Azak geri alındı , Mora
yeniden ele geçirildi ve Venedikliler Dalmaçya kıyılarının ucuna kadar
geri püskürtüldü. Venediklilerle yapılan savaş .sırasında, Osmanlı l ar
Avusturya' nın (bu devlet Karlofça antlaşmasının maddelerini zorla uy­
gulatabileceğini sanıyordu) arabuluculuk önerisini kabul etmeyince savaş
yeniden başladı. Osmanlılar Petervaradin 'de Prens Eugene 'e yeni ldi ler;
Prens Eugene Belgrad'ı aldı ( 1 7 1 7) ve bu iki bozgundan sonra Pasarofça
barış antlaşması imzalandı . Bir askeri ayaklanma Ahmet Ill 'ü tahta çıkar­
mıştı, başka bir ayaklanmaysa onu tahttan indirdi; yeniçeriler onu tahttan
indirdi l er ( 1 730), yerine yeğeni Mahmut I ' i (Mustafa II 'nin oğlu) geçir­
diler. İran tahtına çıkan Nadir Şah, Timurleng ' in zaferlerini anımsayarak,
Gürcistan 'ı ve Ermenistan'ı Osmanlılardan aldı. Mustafa, Fransa ile Rus­
ya'nın isteklerine karşı koymayı bildi; Avusturya veraset savaşlarına se­
yirci kalmayı başardı ve yaptığı işlerin doğruluğundan çok silahının gü­
cüyle ölümüne kadar ( 1 754) saygı görmeyi başardı.
Kardeşi Osman III, büyük aptallığının dışında hiçbir iz bırakmadı.
Onun döneminde ( 1 754-1 757) müthiş bir yangın İstanbul'u hemen he­
men tümüyle yok etti.
Rusya Çariçesi Yekaterina II'nin tutkulu tasarıları dışişlerinde en
ciddi gailelerin ortaya çıkmasına yol açtığı sırada, Mustafa III devlette ve
maliyede düzeni sağlamaya çalışıyordu. Mustafa III Boğdan 'ı, Eflak'ı ve
Kırım 'ı yitirdi; Rusya'dan destek gören Yunanistan ayaklandı, Rus do­
nanması Osmanlı donanmasını Çeşme 'de bütünüyle yok etti. Epeiros, Fi­
listin, Mısır hemen hemen bütünüyle Osmanlı Devleti 'nden bağımsız ha­
le geldi : Osmanlı deniz ve kara kuvvetleri Ege adalarında ve Tuna kıyıla­
rında yok edildi ( 1 757- 1 774).
Abdülhamit I, daha çok Osmanlı Devleti 'nin teslim antlaşması ni­
teliğinde olan Kaynarca antlaşmasına boyun eğmek zorunda kaldı ( 1 77 4 ) .
"Kınm 'ın , Kuban' ın, Besarabya'nın bağımsızlığını; Karadeniz'de ve Ak­
deniz'de gemilerin serbestçe dolaşabilmesini; Rusya'nın manevi deneti­
mi altında bulunan Eflak ve Boğdan konusunda Bab-ı Ali ' ye ağır koşul­
lar kabul ettirilmesini; son olarak da Hıristiyanların koruma hakkını çar­
lara bırakmayı öngören açık maddeler vardı." Bu barış antlaşması uzun
ömürlü olmadı: Karada ve denizde uğranılan yeni bozgunlar Osmanlı

38
Devleti 'ni kedere boğdu. Abdülhamit 1 dönemi , İmparatorluğun sürekli
çöküntüye sürüklendiği bir dönem oldu; Abdülhamit I, tahtı Selim III 'e
bırakarak öldü ( 1 786).
Osmanlıların Rimnik 'te bozguna uğraması, İsmai l ' in düşmesi , Su­
varof'un zaferleri Osmanlı Devleti 'nin çöküşünü hızlandırdığı sırada pat­
lak veren Fransız Devrimi , birbirinin bağlaşığı olan Avusturya ve Rus­
ya 'yı kaygılandırarak Avusturya'nın Ziştovi antlaşmasını imzalam as ına
yol açtı ( 1 79 1 ). Bağlaşıklarının birbirlerinden kopmasından hoşnut olma­
yan Yekaterina il, sonunda kenaisi de bağlaşıklarının izinde yürüdü. Os­
manlı Devleti 'ne barıştan başka bir şey vermeyen felaket niteliğindeki
Yaş antlaşması ( 1 792), Dniestr ' in ötesindeki bütün toprakları Ruslara ka­
zandırdı.
Osmanlı İmparatorluğu zar zor soluk almaya başladığı sırada yüz­
yıllık bağlaşığı Fransa, Suriye ile Mısır'ı istila edince, Osmanlı İmpara­
torluğu İngiltere'nin kollarına atılmak ve ezeli düşmanı Rusya ile bir sa­
vunma ve saldırmazlık antlaşması imzalamak zorunda kaldı ( 1 798). Fran­
sa ve Osmanlı Devleti siyasal olmayan bu savaşa bir son verdilerse de Se­
lim III 1 798 'de imzalanan bağlaşmadan yakasını bütünüyle sıyıramadı.
Selim Ill 'ün orduda yapmak i stediği ıslahatlar ayaklanmalara neden oldu:
Selim III tahttan indirildi ( 1 807) ve yerine Mustafa iV geçirildi. Selim
III 'ü yeniden tahta çıkarmak için gerçekleştirilen yeni bir ayaklanm ada
eski padişah Mustafa IV'ün buyruğuyla boğulduysa da bu cinayet Musta­
fa IV'ün iktidarı elinde tutmasını sağlamadı. Ayaklanmacılar Mahmut
Il ' yi tahta çıkardılar ( 1 808); Mahmut II'nin enerjisi ve üstün yetenekleri,
şiddeti, hayranlığı ve saygıyı çağrıştıran kaygı verici bir ışık saçar tarihe.
Selim II 'nin giriştiği ıslahatları sürdürürken bastırmak zorunda kaldığı
ayaklanmaları ve askeri karışıklıkları; İngiltere ile ve Bükreş Antlaşması­
na ( 1 8 1 2) kadar Rusya ile yaptığı savaşları; İon Adalarının İngilizlerin
koruyuculuğuna bırakılmasına yol açan olayları; Yanya'da, Tepedelenli
Ali Paşa ayaklanmasını; Yunanistan ayaklanmasını; yeniçeri ocağının (bu
kalabalık milis kuvveti, İm.paratorluğun gücünü kesin biçimde aşmıştı ve
-tıpkı eski Roma lejyonları gibi- üç yüzyıldan beri padişahları tahttan in­
diriyordu) kaldırılmasını ( 1 826); İngiltere, Fr�sa ve Rusya donanmal arı­
na karşı yapılan Navarin savaşını ( 1 827); Fransızların Mora seferini

39
( 1 828); Mısırlı Mehmet Ali Paşa isyanını; Cezayir'in Fransızların eline
geçmesini anlatmayacağız: Birbiri ardınca patlW<: veren bütün bu sorunlar
karşısında Mahmut il savunmaya geçerek dirend� ve başarısızlıkl arından
güç aldı.
Edirne Antlaşmasıyla ( 1 829) Prut ırmağı Osmanlı Devleti ile Rus­
ya arasındaki sının belirliyor, Rusya 'ya Eflak ile Boğdan 'ı koruma hak­
kını tanıyor, ama bu iki eyalet Bab-i A li 'nin egemenliğinde kalmaya de­
vam ediyordu. Boğazlar bütün uluslara açılıyor, Yunanistan 'ın bağımsız­
lığı tanınıyordu.
Mahmut il ıslahatlanm sürdürerek Trablusgarp Dayısına ( 1 835) ve
Kürtlere ( 1 837) boyun eğdirdiği sırada Mehmet Ali 'nin yeni bir ayaklan­
ması ve Nizip bozgunu, imparatorluğu yeniden sarsmaya başladı. Mah­
mut Il 'den sonra tahta çıkan Abdülmecit ' in ( 1 839) ilk işi, Osmanlı Dev­
leti 'ndeki toplumsal yenilikleri başlatan Gülhane Hattı Hümayunu 'nu ilan
etmek oldu. 1 5 Temmuz 1 840 ve 1 3 Temmuz 1 84 1 'de imzalanan antlaş­
malar, Mısır'ı· bir çeşit bağımsız tımara dönüştürerek (padişah artık Mı­
sır'ın hükümdarı değildi) ve mülkiyetini Mehmet Ali ile ardıllarına vere­
rek Osmanlı topraklarından kopardı, bağımsızlığını elde eden yeni yerle­
ri belirledi; Avrupa olayları izleyip dururken, gelişen olaylar gelenekleri­
ne bağlı Rusya 'mn karşısına başarı olanağı yüksek bir istila fırsatı çıka­
rıncaya kadar, Abdülmecit yönetimsel ıslahatlannı sürdürme olanağı bul­
du; ne var ki , söz konusu fırsat 1 853 'te ortaya çıktı ve Rusya Osmanlı
Devleti 'ne saldırarak onun varlığını tehlikeye düşürdü.
Fransa silaha sarıldı; ama, eski bağlaşığını savunma işinde tek ba­
şına kalmadı: İngiltere ve Piemeonte de Fransa'nın yanında yer aldı. Bu­
nun üzerine Kının ' da eşi benzeri olmayan bir savaş. Antikçağ ozanlarının
düş gücünün sunduğu olaylan ya da tarihin daha gerçekçi anlatılarım göl­
gede bırakan bir kuşatma başladı. Bir dizi devler savaşından sonra Rusya
yenildi . Osmanlı Devleti 'nin varlığı korundu: 30 Mart 1 856 'da toplanan
Paris Kongresi, Fransa'nın akıttığı kandan güç alan yeni bir yaşam ı Os­
manlı Devleti 'ne görkemli biçimde sundu.
25 Haziran 1 86 1 'de Abdülmecit öldü. Üç yıldan beri vezirleriyle
birlikte Osmanlı Devleti 'ndeki yenileşme çalışmalarım izleyen kardeşi

40
Abdülaziz aynı gün tahta çıktı. Enerjik girişimleriyle, hemen birçok ısla­
hat yapıldı ve Osmanlı Devleti bütünüyle değişti.
Fransa açısından, hazinesini ve daha da önemlisi çocuklarının ya­
şamını harcamaya iten siyas al nedenler hfila ortadan kalkmamıştı . Fransa,
İstanbu l ' un Avrupa dengesi'ni (kullanılan deyim buydu) tehlikeye düşür­
meyecek bir hükümetin elinin altında bulunmasını istiyordu. Osmanlı
Devleti 'nin bağımsızlığı yeniden tehlikeye düşecek olursa, Fransa -tek
başına kalsa bile- büyük olasılıkla aynı güç gösterisini, aynı övünii lecek
tavn ve ilgiyi gösterecekti .
Bu siyaset Fransa'nın uyguladığı tek doğru, tek iyi siyasettir. Kari
V ' in istilalarını durdurmak için Muhteşem Süleyman ile bağlaşma yapan
François I ' in siyaseti de buydu, Nikola I ' in tecavüzlerini durdurm ak için
Abdülmecit 'i savunan Napoleon IIl 'ün siyaseti de. Umalım bu si yaset ge­
leceğin de siyaseti olsun, çünkü hem Fransa'nın, hem de dünyanın çıkar­
ları bu siyasete dayanmaktadır.
Fransa ile yaptığı bağlaşma, Osmanlı Devleti 'ni parçalanmaktan üç
kez kurtardı: Mehmet iV döneminde, Louis XIV'ün ordularını Ren kıyı­
larına göndermesiyle; Selim III döneminde Fransa'daki Cumhuriyet dö­
nemi ordularının kazandığı zaferlerle; Napoleon III döneminde gerçekleş­
tirilen Kının seferiyle ve Sıvastopol 'un düşmesiyle. Ne var ki, birçok sığ
düşünceli insanın yinelediği gibi, eğer Müslüman egemenliği Hıristiyan
uygarlığının ayıbıysa, XIX. yy'da bu egemenliği savunmak için k anını ve
parasını harcayan Fransa'ya ne ad vermek gerekir? Çünkü, eğer bu des­
tek olmasaydı Müslüman egemenliği çoktan yok olurdu.
BOLUM ili

COGRAFY A, NÜFUS, DİNLER

Osmanlı İmparatorluğu Avrupa, Asya ve Afrika'da bulunan toprak­


ları içerir; t.oplam yüzölçümü yaklaşık 1 1 ,000 mil karedir; Adriya denizi ,
Akdeniz, Kızıldeniz, Basta körfezi, Karadeniz, İstanbul boğazı, Marmara
denizi kıyısında uzanan 1 ,300 deniz mili uzunluğundaki kıyıları deniz ula­
şımına elverişlidir ve elinde bulunan adalar elverişli sığınaklar, önem li li­
manlar, gelişen kentler, son derece etkin ticaret merkezleri sunmaktadır.
Osmanlı Devleti 'nin Avrupa'daki topraklarının kara sınırları Rus­
ya, Avusturya ve Yunanistan ile komşudur. Osmanlı toprakları on iki eya­
lete ayrılır; özel bir yönetim bölümü oluşturan İstanbul ve dış mahallele­
ri, vergiye bağlanmış eyaletler olan ve Tuna Eyaletleri adı verilen Sırbis­
tan, Eflak ve Bağdan bu on iki eyaletin dışındadır.
Osmanlı Devleti 'nin Asya topraklarının sının Rusya'nın ve İran 'ın
Kafkaslardaki topraklarına, Arabistan çölüne ve Mısır'a dayanır. Asya
toprakları on sekiz eyalete ayrılır33.

33 Avrupalılar Türkiye'ııin Avrupa illerini eyalet topraklan bölümlemesiyle uyuşmayan bir biçimde sınıf­
landınrlar. Bu iller şunlardır: Bosna, Hersek, Karadağ, Hırvatistan, Arnavutluk, Makedonya, Tesalya, Ru­
meli ve Bulgaristan (bunlar İllyıi a, Daçya, Epir, Trdkya, Tesalya ve eskilerin Makedonya' sıııı kapsar).
Adaların tümü Avrupa eyaletlerinden birini oluşturur.
Asya Türkiyesi Antik çağda adlandırılmış illeri ve krallıklan kapsar: Mysia, Bithynia, Paphlag<mia, Pon­
ıus, Ermenistan, Kappadokia, Gordyene, Kommagene, Galatia, Phrygia, Lydia, lonia, Carla, Pisidia, IJo­
ris, Likia, Pamphylia, İsauria, Lykaoııia, Kilikia, Mezopotamya, Asur ülkesi, Suri ye, Yahudi ye.
Bakınız kamı belgeler, ek 1.

42
Osmanlı Devleti 'nin Afrika 'daki topraklan, eski Trablusgarp Bey­
liği topraklarını ( Berberistan) kapsar; Mısır hidivliği ve padişahın metbu­
luğundaki Tunus Beyliği , vergi ödeyen ve savaş sırasında asker veren, he­
men hemen bağımsız devletlerdi.
Osmanlı Devleti 'nin nüfusunu doğru olarak tahmin etmek çok güç­
tür. Yöresel belgelerin bulunmamasına bir de Asya topraklarında yaşayan
bazı göçebe toplulukların gelenek görenekleri de eklenir. Boşinançlar da
başka bir engel oluşturur: Halkın düşüncesine göre, kıta topraklarında ya­
şayan nüfusun kesin sayısını araştırmak nerdeyse günah sayılıyordu; çün­
kü bu, All ah ' ın amellerini denetlemek istemek demekti.
Kamu kesimin doğumlar, ölümler ve evlenmelerle ilgili kayıtları dü­
zenli biçimde tutulmadığından, çoğunlukla aileler içinde karışıklığa yol aç­
maktadır ve bu durum, bugüne kadar gerçek istatistiklerin yapılmasında kar­
şımız çıkan başlıca engeldir. Bu boşluk, yakın geçmişte, imparatorluğun her
yanında bu kayıtların tutulmaya başlanmasıyla giderildi; doğumlar, ölümler
ve evlenmeler düzenli biçimde yazılmaya başlandı; ne var ki, gerçek sayıla­
rın ortaya çıkmasına kadar tahminlerde bulunmak zorunda kalınacaktır.
Bay Ubicini , imparatorluğun toplam nüfusunu dinlere göre sınıf­
landırarak şöyle değerlendirmiştir.

DİNLER AVRUPA ASYA AFRİKA TOPLAM

Müslümanlar 4550000 1 2650000 3800000 2 1 000CXJO


Ortadoks 1 0000000 30000000 1 3 CXJO
Gregoryen,
Protestanlar

Katolikler 640000 2600000 900CXJO

Museviler 70000 800000 1 50CXJO

Çeşitli Dinler 300CXlO

3 5 3 50(Xl0

Bu sayılar başka yerlerde şöyledir:


Sırbistan ve Efllak-Boğdan . . . . . .............. ... ....... . 5 000 000
Mısır ve Tunus . . . . .. . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3 200 000
Toplam . . . . . . . . 8 200 000

43
Bütün bu sayılar Osmanlı uyruğu olarak yalnızca 27 1 50 ()()() kişi
vermektedir ve elbette çok düşük bir sayıdır. Bu sayının yanlış lığını ka­
nıtlamak için, yalnızca Mısır' ın nüfusunun 4 500 000 olduğuna (yani Mı­
sır ile Tunus toplamı olarak verilenden 1 300 000 fazla) dikkati çekmek
yeter.
Topladığımız bilgiler, asıl Osmanlı uyruklarının -hiç abartmadan­
en az 30 milyon olduğunu söyleme olanağı veriyor bize.
İmparatorlukta on dört ayrı ırk sayılmaktadır: Osmanlılar, Rumlar,
Ermeni ler, Museviler, İslavlar, Romenler, Arnavutlar, Tatarlar, Türkmen­
ler, Kürtler, Süryaniler, Keldaniler (Kaideliler), Dürz1ler, Çingeneler.
Osmanlılar, Orta Asya'dan Osman'ı izleyerek gelen ve ardılları dö­
neminde A vrupa'ya yayılan Tataristan kökenli boylardan gelirler. Fethedi­
len her ülkede, savunma amacıyla, bir miktar fatih ırktan insan kalmıştır.
Rumlar eski Doğu İmparatorluğu halkının soyundan gelir.
Ermeniler eskiden Ermenistan Krallığı 'nda ve Trabzon Krallı­
ğı 'nda yaŞ ayan halklardan gelir. Tarih boyunca en çok göç eden işte bu
halktır. Hindistan 'da ve XVII. Yüzyılda göç ettikleri Asya adalarında bi­
le kalabalık Ermeni kolonilerine rastlanır. Osmanlı topraklarında (Tuna
eyaletlerinde ve Mısır' da) yaşayan Ermenilerin sayısı iki milyon dolayın­
da tahmin edilmektedir. Hemen hemen aynı sayıda Ermeni de başka yö­
relere, özellikle de Rusya ve İran ' a yayılmıştır. Önce Osmanlı Devleti ile
İran arasında paylaşılan eski Ermenistan topraklarının bir bölümü
1 829 'da Rusya egemenliğine girmiştir.
Museviler, Kudüs'ün düşmesinden sonra Mezopotamya 'ya, Antak­
ya 'ya, Efes 'e sığınan Musevilerin kalıntılarıdır; bunlara bir de Engizisyo­
nun sert uygulamaları nedeniyle (özellikle de 1 492 fermanından sonra)
İspanya ve Portekiz 'den kovulan dindaşları eklendi. Bilindiği gibi, Fer­
nando ve İsabel, 1 492 fermanıyla, bütün Musevilerin onlara tanınan dört
aylık süre içinde İspanya'dan çıkıp gitmesini buyurmuşlardı. Akdeniz
havzasında kendilerine bir sığınak arayan zavallı sürgünlerin sayısının bir
milyon olduğu tahmin edilmektedir.
İslavlar Karpatların kuzeyinde, Baltık denizi ile Karadeniz arasın­
da uzanan geniş alanlara yayılan bu büyük ırkın oğullarıdır; bunlar Tuna
eyaletlerinde, Karadağ 'da, Arnavutluk 'ta ve Bulgaristan 'da yaş ıyorlar.

44
Bulgaristan hiilii istilacılarının adlarını korumaktadır; Hun-Fin ailesinin
üyeleri olan ve Atilla'nın Hunlarından çok daha ürkütücü ve tehlikeli olan
Bulgarlar, Sibirya'nın derinliklerinden gelerek acımasızlıkları ve erdem­
siz gelenek-görenekleriyle Avrupa 'ya korku ve tiksinti uyandıran bir ege­
menlik kurdul ar.
Tuna eyaletlerinde de yerleşmiş olan Romenler Trajanus ' un kurdu­
ğu kolonilerin torunlarıdır; o dönemde, Roma İmparatorluğu 'nun dört bir
yanından bir koloni ordusu koşup gelmişti; ellerinde kılıç ve kazma, Daç­
ya 'ya boyun eğdirdiler ve .topraklarını tarıma açtılar.
Arnavutlar Hellen kökenlidirler: Eski Epeiros ' lular. Bunlar arasın­
da başlıca iki topluluğa ayrılırlar: Gegler ve Tosklar. Gegler Müsl üman
ya da Katoliktir; Tosklarsa Rum Ortodoksturlar.
Tatarlar ve Türkmenler, aynı Osmanlılar gibi Asya yaylalarından
göç etmişlerdir. Kökenleri Kalmuklara ya da Moğollara dayanır.
Kürtler, Hint göçlerinin kalıntılarıdır.
Türkmenler ve Kürtler çoban ve göçebedirler; ilden ile dolaşarak,
hoşlarına giden otlaklar bulduklarında orada kalırlar ve burayı malları
olarak kabul ederler.
Süryaniler, Keldaniler, Dürziler, Araplarla birlikte, İsmaililerin to­
runlarıdır.
Çingeneler, kökenleri belli olmayan melez bir ırktır. Avru pa ' y a ,
Asya'ya, Afrika'ya yayılmış bu tip, aynı fiziksel yapı ve ahlak anlayışını
sergiler ve hala yeterince bilinmez.
Halkların bu çeşitl iliği elbette dil çeşitliliğine de yol açmaktadır:
Türkçe 'nin çok sayıda lehçesi konuşulur; bunların en önemli ikisi
şudur: Doğu Türki stan 'da konuşulan, yazıya geçirilen i lk Tatar dili olan
Uygurca; bütün Osmanlı İmparatorluğu 'nda konuşulan Osmanlıca ya da
asıl Türkçe. Türkçe'ye çok sayıda Arapça, Farsça sözcük ve birkaç Rum­
ca ve İtalyanca sözcük girmiştir. Alfabesi otuz dört harften oluşur: bunla­
rın 28 'i Arap alfabesinden, 3 'ü Fars alfabesinden alınmıştır; 3 harfse Türk
alfabesine özgüdür. Üstüne ya da altına konulan bir, iki ya da üç n9ktay­
la yazılan on yedi gelişmemiş karakter bu harfleri oluşturur. Osmanlı­
ca'nın birçok lehçesi vardır; bunların en önemlileri Çağatayca, Türkmen­
ce ve Kırgızca' dır.

45
Modern Rumca daha çok Ege adalarında, Küçük Asya' da ve deniz
lima.nlarında konuşulur; bu, Osmanlı uyruğundaki Rumların dilidir.
Arumence, Osmanlı Devleti 'nin Avrupa topraklarında, Tuna'nın
güneyinde konuşulur.
Kürtçe, Kürdistan 'da ve Huristan 'da konuşulan birçok lehçes i var­
dır ve Farsça'dan çok az farklıdır.
Kur' an ' ın dili olan Edebiyat Arapçası , eski bir lehçe olan Kureyş
lehçesinden türemiş ve Müslüman devletlerin çoğunda dinsel ve edebi bir
dil olarak varlığını sürdürmüştür.
Halk Arapçası Arabistan 'da, Mezopotamya'da, Suriye 'de, Mı­
sır'da ve Afrika kıyılarında yaşayan halklar arasında konuşulur. Lehçeler
arasında az fark vardır. Başlıcaları Yemen, Theama34, Bedevi, Suriye, Ma­
runi, Dürzi, Mağrip lehçeleridir.
Edebiyat Ermenicesi ya da Eski Ermenice yalnızca dinsel alanda
kullanılmaktadır.
Halk Ermenicesi ya da Modern Ermenice , çeşitli ülkelere dağılmış
bu dinsel cemaat üyelerinin dilidir. Lehçeler farklılıklar gösterir: Doğu
Ermenistan, Küçük Ermenistan, Kilikia ve İstanbul lehçeleri birbirlerin­
den farklıdır.
Süryanice, Fırat ve Dicle ırmaklarının Ermenistan'dan denize kadar
uzanan kıyılarında oturanların eskiden konuştukları dildir. Edebiyatı, V.
ve VI. yüzyıllarda çok parlaktı. Bu dil hala Yakubilerin, Nesturilerin ve
Marunilerin kilise dilidir. Lehçeleri, yalnızca birkaç yazıtta rastlanılan
Palmira lehçesi, Bağdat ve Basra çevresinde konuşulan Nabati lehçesi,
Sabiilerce konuşulan Sabii lehçesi.
Konuşulmakta olan sıraladığımız bu diller (bazılarının gazeteleri ve
süreli y � ınları da vardır) dışında, yerel ağızlar da bulunmaktadır: bunlar
Avrupa ya da Asya'nın bazı yörelerine özgü bir çeşit taşra ağızlarıdır.
Osmanlı İmparatorluğu 'nu oluşturan çeşitli ırklar, en koyu feti­
şizmden ve puta taparlıktan tutun da en an ahlaka kadar bütün dinlerin ör­
neklerini sergiler. Dinlerin tümünü sıralama olanağı yoktur. Halkın ço-

34 Sözcüğün başındaki 'Th"yi peltek "s" biçiminde telaffuz etmek gerekmektedir. (Ç.N.)

46
ğunluğu başlıca beş öbekte toplanabil ir: Müslümanlar, Rumlar, Enneni­
ler, Katolikler, ve Museviler.
Bu dinlerin tarihini yeniden ele alma girişiminde bulunmamakla
birlikte, onları açıklamak gerekir; çünkü dinsel koruma adı verilen uzlaş­
ma, Osmanlı Devleti 'nin Avrupa devletleriyle ilişkilerinde karşılaştığı
güçlüklerin kaynağıdır.
Müslümanlar Muhammed ' in müritleridir; dinsel ku ral ları
Kur'an'dır. Osmanlılar, Türkmenler, Araplar, Arnavutların bir bölümü bu
dine bağlıdır. Kürtler de Miis lüman olarak görülürlerse de aslında dinleri
bilinmemektedir. Her ne kadar kentlerde bazen camiye giderlerse de, ça­
dırlarında olduklarında İslam ' ın hiçbir buyruğunu yerine getirmemekte­
dirler. Osmanlı uyruğundaki Müslümanların sayısı yaklaşık olarak on se­
kiz milyon olarak tahmin edilmektedir ve bunların altı milyonu Avru­
pa'da yaşamaktadır. Osmanlılar, Hicri otuz altı yılına doğru ortaya çıkan
Ömer'in mezhebindendirler. Eyaletlerde Ali 'nin mezhebinden olanlara
da rastlanır (İran'da çoğunluktadırlar). Ali 'nin mezhebinden olanlar,
Ömer' in halifeliği zorbalıkla ele geçirdiğine inanmaktadırlar.
Arap Müslümanlar Türk Müslümanlardan temelde farklıdır. Arap
Müslümanlar, Kur'an dışında Muhammet ' in ardıllarınca derlenen kural­
lara uydukları için kendilerinin gelenekçi olduklarını öne sürerler ve ken­
dilerini katışıksız Müslüman olarak niteleyen (çünkü yalnızca Kur ' an ' ın
buyruklarını izlerler) Türk dindaşlarını küçümserler. Türkler de Araplara
karşı büyük bir tiksinti duyarlar ve her fırsatta Muhammed 'in şu sözleri­
ni söylerler: "Ben Araplardanım, ama Araplar benden değil."
"Müslüman dini dikkat çekecek kadar sadedir. Tek bir Allah oldu­
ğunu, beş vakit namazın kaçırılmadan kılınmasını, sadaka verilmesini,
oruç tutulmasını ve -eğer olanaklıysa- Mekke ' ye hacca gidilmesini açık­
ça ister."
Kur'an ne gelişmeye, ne ıslahatlara, ne de başka dinlerin paralel
varlığına karşıdır. Şöyle yazar:
"Doğruya yalan giysisini giydirmeyiniz; doğruyu biliyorsanız onu
asla gizlemeyiniz.
Namazı kaçırmadan kılınız, sadaka veriniz ve benim önümde eği­
len birçok başka kimse ile birlikte önümde eğiliniz. "

47
"Erdem asla yüzlerinizi doğuya ya da batıya çevirmeniz değildir:
Erdemli olanlar All&h ' a inananlardır ve kıyamet gününde, meleklere ve
Kitap' a, ve peygamberlere inananlardır; yakınlarına ve öksüzlere, yoksul­
lara ve seyyahlara ve isteyenlete Allah aşkına yardım edenlerdir; esirleri
azat edenler, namazlarını kılanlar, zekat verenler, anlaştıkları ahitlerini
yerine getirenler, sıkıntılı zamanlarda ve savaş zamanlarında sabırlı olan­
lardır. Onlar adildirler ve Allah 'tan korkarlar. "
Kur'an'ın meti�leri özdeyişler içerir ve dogmayı zedelemeden -hat­
ta dinsel yasanın sonuçlarıymışçasına- bütün ıslahatları tamamlamak için
bu özdeyişlere dayanılabilir.
Tarih ve olaylar bunu bol bol kanıtlamaktadır. Yalnızca Abdüla­
ziz ' in tahta çıkışı sırasında, 1 86 1 'de yayımlanan Hattı Hümayun 'dan bir
bölüm verelim.
"-aynı zamanda, uyruklarımın gönenci için hiçbir ayrım yapıl­
mamasını arzuladığımı ve farklı dinlerden ve ırklardan halkların, mutlu­
luklarını .<ı.ağlamak için ben de aynı adaleti, aynı ilgiyi ve aynı sebatı bu­
lacaklarını ilan etmek isterim. Allah ' ın imparatorluğumuzun kullanımına
verdiği zengin kaynakların giderek artması, bundan doğacak gerçek gö­
nenç artışları herkes için olacaktır. İmparatorluk gücümün gölgesi ve bü­
yük imparatorluğumun bağımsızlığı her an düşüncelerimin konusu ola­
cak . "
Rum adlandırması, yalnızca Osmanlı İmparatorluğu uyruğundaki
asıl Rum ırkına uygulanmazdı. Bu addan, İstanbul patrikliğine bağlı , pat­
riğin lideri olduğu ayinlere katılan ve bu nedenlerden ötürü bu patriğin
hukuksal ve dinsel yargı yetkisi altına girmiş olan -köken ayırımı yapıl­
maksızın- bütün Hıristiyanlar anlaşılırdı. Rumların sayıları , yaklaş ık on
üç milyona yükselir. İmparatorluğun hemen her yerine dağılmışlardır; da­
ha çok ticaret kentlerinde otururl �r. Ege' deki adalar hemen hemen yalnız­
ca Rumlarla doludur.
Rumlar zeki, kurnaz, korkusuzca işlere girişen, kendini beğenmiş �
savurgan, lüksü seven, kazanç ateşiyle yanan kimselerdir; isteklerini elde
ederken seçtikleri yöntemler konusunda pek titiz değildirler; tek amaçla­
rı çıkar olduğundan dürüstlükleri kuşku l udur İ s t an bu l 'un fethinden beri ,
.

ticaretin büyük bölümünü ellerinde tutmayı bilmişlerdir.

48
Rum kilisesi üç tarikata ya da ayrı kiliseye bölünmüştür:
Ortodoks ya da Rum-Rus Kilisesi,
Keldani ya da Nesturi Kilisesi ,
Eutykhes Kilisesi ya da Monofizit Kilise. Bu kilise ise Suri ye- Y a­
kubi Kilisesi, Kıpti Kilisesi ve Etyopya Kilisesi 'ne ayrılır.
Rum Kilisesi, Roma Kili.sesi 'nden onuncu yüzyılda ayrıldı.
Hıristiyanlığın ilk çağlarında, Rum Kilisesi ve Latin Kilisesi terim­
leri, Hıristiyan ailesinin belli başlı iki dilini belirtiyordu. İlk Papa Aziz
Petrus, yetkeyi Kilise 'nin bütününe verdi; ama, özellikl e Batılı Hıristi­
yanların yönelimini benimseyerek Doğu 'da iki patriklik kurdu: Biri İs­
kenderiye ' de, öbürü Antakya' da. Hıristiyanlık Avrupa'ya ve Asya'ya ya­
yılınca, imparatorlar ve krallar Hıristiyanlığı kabul edince, uluslar Ro­
ma' da oturan papanın ruhani egemenliğine girince, Aziz Petrus 'un kurdu­
ğu üç bölüm daha da genişledi ve bunlarını sayısını artırmak gerekti . Do­
ğu ve Batı, eksarhlıklara, başpiskoposluklara ve piskoposluklara bölündü.
Bu dönemde Bizans, Herakleia eksarhlığına bağlı küçük bir piskopos luk
merkeziydi. Konstantinopolis büyük bir imparatorluğun başkenti olunca,
kentin piskoposluğu çok büyük önem kazandı ve Bizans imparatorlarının
yanında yaşayan Konstantinopolis piskoposu büyük bir etkileme gücüne
kavuştu. Konstantinopolis piskoposlarının Roma Kilisesi 'nin yüce yetke­
sine karşı bitip tükenmek bilmeyen saldırılarına karşın Papa üstünlüğünü
korudu ve IX. yüzyıla kadar Hıristiyan aleminin liderliğini sürdürdü.
857 ' de Konstantinopolis Piskoposu Photios, Nicolaus l ' in papalık
yetkesini sarstı. Hiyerarşideki üstünlük hakkı tartışmasına, Photios bir de
dogma sorunu ekledi: Latin Kilisesi 'ni sapkınlıkla suçladı. Papa ve topla­
dığı konsillerce mahkum edilen Photios Ennenistan 'daki bir manastıra
kapatıldı ve burada öldü (896). Photios 'un tohumlarını ektiği anlaşmazlık
nedenleri, o ölünce de ortadan kalkmadı. Piskoposlar, Konstantinopolis
patrikleri Roma'nın yetkesini aşma çabalarını sürdürdüler ve 1093 'te iki
Kilisenin ayrılması kesinleşti .
957 'de Hıristiyanlığı kabul eden Rusların Kiev 'de yaşayan pisko­
pos ları, Konstantinopolis patriğinin yargı alanı içindeydi . Rus Kilisesi
Konstantinopolis 'i örnek aldı ve dinsel ayrılık yarattı. Rus din adamları
iki defa Roma'ya bağlanmak için başvuruda bulundu; ne var ki bu boyun

49
eğme eylemleri kısa ömürlü oldu: Yeniden Konstantinopolis patrikl iğine
döndüler. XVI. yüzyılda, Rus patrikliği de bağımsızlığını ilan etti: K iev
Patrikliği kuruldu ve 1 72 1 'e kadar varlığını sürdürdü; 1 72 1 'de, Büyük
Petro Kiev Patrikliğini lağvetti ve yerine cismani işleri yönetmekle görev­
li bir s inod kurdu ve ruhani yetkeyi çarların eline bıraktı: Bu tarihten be­
ri çarlar, Rus dininin liderleri, papalandır.
Rusya'nın İstanbul 'u ele geçirme eğilimleri bu ruhani egemen lik­
ten büyük güç aldı; çarlar, dinsel ayrılık yaratan Rumların doğal koruyu­
cuları oldular ve onların -pek doğru olmamakla birlikte- Osmanlı uyru­
ğundaki dindaşları olduğunu öne sürdüler. Avrupa devletleri, çoğunlukla
İstanbul patriklerinin ve bütün imparatorluğa yayılmış İstanbul Kilisesi
üyelerinin hemen hemen Rusya'nın yaratıcıları, körü körüne bağlılık ser­
gileyen görevlileri, hatta çoğunlukla ücretli siyasal misyonerleri olduğu­
nu unutuyorlar.
Yunanistan'ın bağımsız bir krallık olarak kurulması Doğu Kilise­
s i ' nde yen� bir parçalanmaya yol açtı. Hellen Kilisesi bağımsızlığını ilan
etti ve -Rusya'da da olduğu gibi- kral kilisenin ruhani lideri oldu.
Ortodoks Kilisesi ya da Rum-Rus Kilisesi, bugün hemen hemen ay­
nı dinsel inancı paylaşan, üç ayn ulusa ait (Osmanlı uyruğundaki Rumlar
[ruhani liderleri İstanbul patriğidir] ; Ruslar [ruhani liderleri çardırl ; Hel­
lenler [ruhani liderleri Yunanistan kralıdır] ) bir öbekten oluşurlar.
Keldani ya da Nesturi Kilisesi Nestorius 'un öğretisini izler; 428 'de
ortaya çıkmış, İskenderiye konsili ( 430) ve Efes genel konsi lince ( 43 1 )
mahkum edilmiş bu dinsel ayrılık, İsa'nın iki doğası ve iki kişiliği oldu­
ğunu kabul eder.
Eutykhes Kilisesini ya da Monofizit Kilisesini, manastır başrahibi
Eutykhes Nesturi dinsel ayrılığı doğduğu dönemde kurdu. Eutykhes,
İ sa' da insan kişiliğini özümlemiş bir tanrısal kişilik bulunduğunu yaydı.
Khalkedon konsilince mahkum edilen bu öğreti özellikle Mısır'da ve
Abisinya'da ve Kıptiler arasında yayıldı.
Dinsel ayrılık yaratan Ermeni Kilisesi, Eutykhes ' in ayrılıkçı hare­
keti ortaya çıktığında oluştu : Artık bir yurdu olmayan bir halkın adı bir
inancın adına dönüştü. Ermeniler Eutykhes ' in öğretisini kabul etmed i l er;
ama, Khalkedon konsilinin de bu öğretiyi mahkum ederken Nestorius ile

50
aynı yanlışlara düştüğünü düşündüler. 596 'da Roma'dan bütünüyle ayrıl­
dılar. Ermeni Kilisesinin Katolik Roma dogmasıyla uyuşmayan birçok
başka inancı ve kendi patriği vardır.
Katolikler, Roma'nın yetkesini tanıyan dinsel inançları kabul eden
Hıristiyanlardır; bazıları kendi piskoposlarını atarlar, din adamlarının ev­
lenmemesini kabul etmezler; ne var ki , bu başkaldınlara karşın, Papa­
lık 'ın kabul ettiği ayin usullerine bağlıdırlar. Bu usuller ara<ıında, Birleşik
Ermeniler, Birleşik Rumlar, Melkiler, Keldaniler ve Birleşik Süryani ler
ve Maruniler sayılabilir.
Maruniler, VI. yüzyılın sonlarına doğru Suriye patriği Marun 'un
kurduğu bir çeşit mezhep oluşturur. Ruhani açıdan Roma'ya bağlıdırlar;
Papa'nın yetkesini tanırlar, .ama patriklerini seçim yoluyla atarlar. Rahip­
ler evlenirler; bir kızla evlenmelerine izin verilir, ama bir dulla evlenme­
leri, dul kaldıktan sonra evlenmeleri yasaktır. Marunilerin çok sayıda er­
kek ve kadın manastırı vardır. Maruniler Avrupa'da özellikle Dürzilerle
aralarında ortaya çıkan uyuşmazlıklar nedeniyle tanındılar. Kasravan 'ı
oluşturan topraklara yerleşmişlerdir; ülkenin güney kesiminde Dürzilerle
ve başka mezhepten Hıristiyanlarla karışmışlardır ve nüfusun hemen he­
men yarısını oluştururlar. Yaklaşık sayıları 1 80 OOO'dir ve bunların 96
OOO ' i Lübnan dağlarında yaşar.
Dürziler Müslümandır; Marunilerse Katoliktir. Büyük bir kin le bir­
birlerinden ayrıl an, bununl a birlikte aralarında çok büyük benzerlikler bu­
lunan bu iki halk softa insanlardır. Dürzilerin dini, Müslümanlıkla yerel
önyargıların bir karışımıdır. Kurucusu, Fatimi soyundan gelen üçüncü ha­
life olan , Hicri 386'da Mısır' da tahta çıkan Hiikim ' dir.
XVII. yüzyılın başlarında, Dürzilerin şefi Fahrettin Suriye 'nin bir
bölümünü ele geçirdiğinde, Osmanlı Devleti Dürzilerin gücünden kuşku­
landı, Dürzilerin Dreux Kontuyla birlikte gelmiş haçlıların kurduğu bir
Frank kolonisinin torunları oldukları, Dürzilerin adlarının Dreux 'den gel­
diği öne sürüldü. Medici ' lerin desteğini istemek için Floransa'ya gitmiş
olan Fahrettin bu yanlışı düzeltmemeye büyük özen gösterdi. A vrupalı la­
rın yanılgıları uzun sürmedi. Suriye'ye dönen Dürzi lideri ihanete uğraya­
rak yenildi , İstanbul 'a getirildi , 1 63 5 ' te Murat IV'ün buyruğuyla boğu l­
du. Fahrettin ' in ölümüyle birlikte Dürzilerin gücü azaldı. Dürziler artık,

51
Beka vadisiyle deniz arasında Sur ' a kadar uzanan alanda yerleşmiş , dağ­
larda nüfusları yaklaşık 36 OOO 'i bulan, disiplinsjz çetelerden başka bir
şey deği ldi. Suriye 'deki karışıklıkl ar ve bu olaylar sonucunda eyaletin
_
Fransız ordusunca işgal edilmesi , yakın geçmişte Avrupa'nın dikkatini
Dürzilerin ve Marunilerin üstünde topladı: Lübnan ' ın bu kabına sığmaz
iki ırkındaki inanç farklılığı, yüzyıllardır süren kavgaların gerçek nedeni
olmaktan çok bir bahaneydi.
Dürziler ne sünnet olurlar, ne de namaz kılarlar; domuz yerler; er­
kek ve kız kardeşler birbirleriyle evlenirler; babalar i le kızlarının evlen­
mesi -eskiden yasaldı- bugün artık uygulanmamaktadır.
Dürziler iki s ınıfa ayrılır: Okka/' /ar (müptediler) ve cahe/' /er (din­
dar olmayanlar). Din adamlığına giriş (kadınlar da kabul edilir) birçok de­
rece içerir: Bunun en yükseği için bekar olmak gerekir. Dürziler, saflık­
larının s imgesi olarak beyaz bir türban takarlar. İbadetleri bütünüyle giz­
lidir; peygamberlerinin ilki olan (İsa da onun çömezlerinden biriydi)
Hamza'nın yazdığına inandıkları Kutsal Kitap 'a iman ederler.
Ham za Halife Hakim zamanında yaşadığından, Dürziler, ortaya çı­
kan kronoloji yanlışını açıklayabi lmek için ruhgöçüne dayanırlar.
Lübnan, 1 862 'den beri , Bab-ı A li 'nin atadığı Hıristiyan bir muta­
sarrıf tarafından yönetilmektedir ve doğrudan Bab-ı A li ' ye bağlıdır. Bu
Görevli (Osmanlılar onu görevden uzaklaştırılabilirler), yürütme gücünün
bütün yetkileriyle donanmıştır; Lübnan ' ın her yanında düzeni ve halkın
güvenliğinin sağlamakla, vergileri toplamakla, yönetim görevl i lerini
(ama bu görevlilerden sorumlu değildi) ve yargıçları atamakla, vb. görev­
l idir.
Bütün Lübnan için on iki üyeden ( 2 ' si Maruni, 2 ' si Dürzi , 2 ' si Rum
Katolik, 2 'si Rum Ortodoks , 2 ' si Mutualis35 , 2 ' si Müsltiman) oluşan bir
merkezi yönetim meclisi (kurulu) vardı. Bu meclis vergiyi bölüştürmek­
le, gelirleri ve kurumları denetlern:ekle ve mutasarrıfın yöneltebileceği
bütün sorular üstüne kanısını belirtmekle yükümlüdür.
Lübnan, altı yönetim birimine ayrılıyordu; her birimde halkın çeşit-

3 5 "süryanicesi "motuali" olan bu sözcük "bir topluluktan koparak ayrılmış insan öbeği" anlamına gdm�k­
tedir. Mutuatis, Fatimilerin fethinden sonra Suriye'ye gelen bir Arap kabilesidir . (Ç.N.)

52
li kesimlerini temsil eden ve 3-6 üyeden oluşan bir yerel meclis vard ı ; ya­
sal ar önünde herkesin eşit olduğu ve feodal ayrıcalıkların kaldırı ldığı ilan
edilmişti; her nahiyedeki her cemaatin kendi özel sulh hukuk yargıcı ve
her livanın da bir as liye hukuk kurulu vardı. Ceza hukuku alanında üç
yargı � aması bulunuyordu ; ticaret alanında, davalar Beyrut ticaret mah­
kemesinde görülüyordu.
Lübnan ' ın Bab-ı A l i ' ye ödeyeceği vergi 3 500 kese (400 000 Fran­
sız frankı36) olarak s aptanmıştı ve 7 000 keseye yükseltilebiliyord u . Bu
vergiden öncelikle yönetim giderleri ayrılıyor ve toplanan vergi yeters iz
kalırsa eksiği Bab-ı A li tamamlıyordu.
Y akl�ık olarak 1 300 000 Fr. 'na yükselen Lübnan bütçes i, bugüne
kadar, hep Bab-i Al i tarafından kapatılan bir açık vermektedir.
Fransız ordusunun Suriye 'yi işgalinden sonra, beş büyük devlet i le
Osmanlı Devleti arasında 9 Haziran 1 86 1 'de saptanan yönetim yönetme­
liği özetle böyledir.
Museviler için hiçbir açıklamaya gerek yoktur. Dinleri ve i badetle­
ri burada da dünyanın öbür yerlerinde olduğu gibidir.
Görüldüğü gibi Osmanlılar, fethettikleri yerlerde ırkları kendi bün­
yelerinde eritmemişlerdir; söz konusu ırklar özel karakterlerini ve fetih
günündeki halleriyle farklı dinlerden kaynaklanan bölünmeleri korumuş­
l ardır.
Osmanlıların Asya'da altı yüzyıl ve Avrupa'da dört yüzyıl süren
egemenliği boyunca, bunca dinle paralel biçimde varlığını sürdüren ırklar
ortada dururken, sürekli Türklerin bağnazlıklarını umacı gibi göstermeyi
kışkırtma cesareti sergilenebilir mi? Olaylar ve tarih, Türklerin hoşgörü­
sünün, tam tersine, nüfuzlarını pekiştirmeye en çok katkıda bulunan bir
öğe olduğunu gösterir; ta ki Rusya'nın dinsel bahanelere ustaca sarıl arak
Türklerin gücünü tehlikeye düşürdüğü güne kadar.
Osmanlı Devleti 'nin dinsel örgütünü ve hükümete, sivil kurumlara
yaptığı etkiyi daha ilerde inceleyeceğiz. Önce Kur' an 'ın ne dediğini akta­
ralım:

36 Bundan böyle "Fransız frankı" ka�ılığı olarak "Fr." Kısaltmasım kullanacağız. (Ç.N.)

53
"Kuşkusuz Musevi dinine inanan ve bu dini izleyenler, ve Hıristi­
yanlar . ve Sab_iler; tek· kelimeyle , Allah ' a inanan herhangi bir kimse ve kı­
yamet gününde ve iyi ameller yapmış olanlar, �ütün bunlar Al lah ' tan bir
mükafat alacaklar; korku onların üstüne asla inmeyecek, ve onlar asla
azap çekmeyecekler. "
"Size şöyle deniyor: Musevi ya da Hıristiyan olun ve böylece doğ­
ru yolda olacaksınız. Onlara cevap veriniz: Biz daha çok İbrahim ' in di­
nindeniz, gerçek inananlanz, ve bu dinden olanlar hiçbir zaman putperest
olmadı . "
"Şöyle deyiniz: Allah ' a ve yukarıdan bize gönderilen her şeye, İb­
rahim 'e ve İsmai l 'e, Yakup'a on iki kabileye inanıyoruz. Mus a ' ya ve
İsa 'ya verilmiş kitaplara, Allah ' ın peygamberlerine gönderilen kitaplara
inanıyoruz; onların arasında hiçbir ayının yapmıyoruz ve biz Allah ' a tes­
lim oluyoruz. "
"Dinde zorlama h i ç yoktur. Doğru y o l yanılmada oldukça farkl ıdır.
Tagut ' a inanmayanlar ve Allah ' a inananlar sağlam bir kulp yakalamış
olacaklar ve her türlü kopmadan korunurlar. Allah her şeyi duyar ve bi­
lir. "
"Eğer bazı putperestler senden sığınma isterse, Allah ' ın kelamını
duyabilmesi için onu ona ver; sonra onu güvenli bir yere götür. Bu sana
buyurulmuştur, çünkü onlar hiçbir şey bilmeyen kimselerdir. "
"Şöyle de: Herkes kendine göre davranıyor; ama Allah en doğru
yolu izleyenin kim olduğunu biliyor. "
Bu bilgece öğütlere Osmanlı Devleti 'nin kurucuları dindarca uydu­
lar; daha sonra, bilgisizlik, tutkular, Avrupa ile yapılan mücadelelerin yol
açtığı hınçlar, Hıristiyan ulusların aşağılamaları bu öğütlerde sapm alar
oluşturdu. Tarih bunu kanıtlamaktadır.
"Osman, Karacahisar kentinde, Pazar meydanında, her Cuma biz­
zat kendisi adalet dağıtıyor ve yalnızca yansız olarak değil, kararlarında
siyasal açıdan da Hıristiyanlardan yana davranıyordu. Hıristiyanların Os­
man ' dan gördükleri bu kayırıcılık ve bu adalet, Rum halkın ve Rum tica­
retinin Karacahisar ' a yönelmesini sağladı.
Orhan Bursa'yı aldığında, bu büyük kentte yaşayan ve evlerini terk
etmektense Türklerin boyunduruğunda yaşamayı yeğleyen halkın canına,

54
mallarına ve dinine s aygı gösterdi. İznik alındığında, Hıristiyanlar Mu­
hammet 'in askerlerinin egemenliğini tanımak ve vergi ödemek zorunda
kaldılar. Onlara dinlerini serbestçe uygulama hakkı tanındı. Yalnız, Türk­
ler, en güzel dinsel yapıları kendi dinlerine ayırdıl ar."
Orhan 'dan sonra tahta çıkanların dönemlerinde, Türkler hem dinle­
rinde, hem de izledikleri siyasette sergiledikleri bir hoşgörüyle -ki tarih
buna her yerde tanıklık etmektedir- İran 'daki , Sırbistan ' daki , L übnan da­
'

ki , Aynaroz dağındaki, Bulgaristan 'daki, Ege adalarındaki , Küçük As­


ya'daki , Trakya'daki Hıristiyan halkların dinlerine, papazlarına, manas­
tırlarına, tapınaklarına -kendi dinlerini yüceltmek için camiye çevirdikle­
ri birkaç kilise dışında- ilişmediler.
Akılcı bir siyaset ve dinsel hoşgörü Müslüman egemenliğini kesin
biçimde pekiştirirken, Hıristiyan dünyası Papalık bulla 'ları (mek t u pl arı)
ve İsa 'nın adına din sapkınlarını öldürmeyi buyuran konsillerin kararları­
nı kaleme alıp duruyordu.
Mehmet il İstanbu l ' u aldı : Fatihin ilk icraatları dinsel hoşgörüsünü
ortaya koyar. Fatih, Hıristiyanlara, Bizans imparatorları döneminde el le­
rinde bulundurdukları hakları ve özgürlükleri güvence altına alarak , din­
sel özgürlük tanıdı; kiliseleri bu iki din arasında eşit sayıda bölüşti.irdi.i;
kuş atma sırasında harap olan mabetleri yeniden yaptırdı; bir patri k atadı,
Rum imparatorlar döneminde yapılan törenin aynını düzenleterek, kend i
huzurunda onu patrik ilan etti; padişah , ona, gücünün simgesi olan p a trik ­

lik asasını verdi; tam güvenlik vaadiyle Hıristiyanları ç ağırarak İ stan bu l 'u
yeniden kalabalıklaştırdı; hükümdar olarak Hıristiyan ayinlerine ve tören­
lerine katıldı; ve, boşlukları doldurmak için, Trabzon ' a, S ino p ' a ve başka
Karadeniz ve Marmara denizi illerine yerleşmiş Rum ailelerini kente ge­
tirtti. Bursa Osmanlıların ilk döneminden beri Müslümanların egemenli­
ği altındaydı ve Ermeniler burada saygı görerek yaş ıyorlardı. Mehmet il,
Başpiskopos Ovagim37 'i çağırdı; Ovagim, çoğu dindaşlarından oluşan ka­
labalık bir maiyetle İstanbu l ' a geldi. Ovagiın patrikliğe yükseltildi , doku­
nulmazlıklar ve Rum patriğininkine eşit ayrıcalıklar elde etti (Ermen·ileri
yargılama yetkisi); Galata, Müslüman imparatorun kurduğu Hıri stiyan

37 Ya da Hovagim. (Ç.N.)

55
kolonisinin merkezi oldu. Birbirlerine bile göstermedikleri böylesi bir
hoşgörüden ş aşkına dönen Rumların Mehmet II'ye yaptıkları hayır dual a­
rı göklere yükseldi. Bugünkü Osmanlı Devl�ti'ne karşı fetihten s onra k at­
liamlar yapıldığı ya da fetihten bu yana korkunç dramlar yaşandığı suçla­
maları ileri sürülüyorsa da, biz bu kanıtlan değersiz bulmaktayız; bi z, on­
lara, kendi Ortaçağ tarihimizi, hazin din savaşlarımızı ve devrimimiz sı­
rasında gerçekleşen acıklı olaylan anımsatarak yanıt vereceğiz.
Mehmet II 'den sonra tahta çıkanların döneminde, Fener 'e yerleş­
miş Rumlar, devlet içinde bir çeşit erk, ticaret ustalığı ve hileyle bir çeşit
soylular sınıfı oluşturdular. Bu soylular sınıfı (Fenerliler adı altında) dış
s iyasete yön verdi ; Hıristiyanlar her göreve atanmayı başardılar, hatta
eyaletleri bile yönettiler.
Ermenilere gelince, onlar daha çok bankacılık işlemlerini yerine
getirdiler; Ermeniler, Fenerlilerin yanında, varlıklılar sınıfını oluşturdu­
l ar.
İspanya ve Portekiz'deki Engizisyon 'un sert uygulamalarıyla kovu­
lan ve ezilen Musevilerin bir bölümü, Türklerin yurdunda konukseverce
karşılandılar ve Katolik devletlerin vermeyi kabul etmedikleri güvenceye
burada kavuştu . Para kazanma ve maliye konusunda çok becerikli olan
Museviyi Ermeni gölgede bıraktı; Musevi ancak ikinci planda kalabildi.
Tüccar olmaktan çok s avaşçı olan Müslümanlar, ülkenin bu zengin­
liklerinin yavaş yavaş bu ırkların eline geçmesine izin verdiler; hiçbirine
Kur' an ' ın medeni yasalarını zorla kabul ettirmediler. Dinsel yasalarına
i lişmedikleri gibi, medeni yasalarına da ilişmediler.
Dinsel cemaatlerin liderleri , her zaman, dindaşları arasındaki dava­
larda yargıçlık yaptı ve verginin dağıtımını gerçekleştiren tam yetki li ki­
şi oldu.
Son olarak, kapitülasyonlar ve konsoloslukların kurulması, yaban­
cılara gereksinim duydukları özgürlüğü, güvenceyi verdi.
Hıristiyanların haklarını güvence altına alan ilk kapitülasyonu, hic­
retin 1 5 . yılında (M.S. 636) Halife Ömer verdi.
Müslümanlığın doğduğu tarihte alınan bu karar şöyledir:
" Biz, gerçek inananlar ve bizden sonra gelecek olanlar, uyruk ola-

56
rak görevini yerine getiren Hıristiyan kişilerin güvenliğini sağlamak zo­
rundadır.
Bu anlaşma, yalnızca onların yüzünden ve itaatten ve boyun eğme­
den vazgeçmeye yeltenirlerse bozulacaktır.
Güvenlik, aynı zamanda, kiliseleri için de sağlanacaktır.
Eskiden peygamber kendi avuç içiyle imzaladığı bir belgeyi onla­
ra verdiğinden (bu belgeyle onları kollamamızı ve güvenliklerini sağla­
mamızı istiyordu) her türlü büyük ilgiyi hak ediyorlardı.''
Bu anlaşma, Müslümanların fethettikleri ülkelerin başka Hıristiyan
halklarıyla yaptıkları anlaşmalara temel oldu. Osman, Orhan ve Mehmet
II 'nin daha önce yapılan bu uygulamalara (ister gerçekten uygulanmış ol­
sunlar, isterse uygulandıkları söylenmiş olsunlar) sadık kaldıklarını gör­
dük.
Osmanlı uyruğunda olmayan Hıristiyanlan koruyan kapitülasyon­
ların bir başka kökeni daha vardır; k.apitülasyonlar hükümdarın incel iğin­
den doğdu. François 1 ile bağlaşma yapan Süleyman il, ona dostluğunun
kanıtım sunmak için -Fransa kralı ondan hiçbir şey istememesine karş ın­
yabancı uyruklu Hıristiyanlara uygulanan kapitülasyonları bahşetti . Bun­
lar daha önce Bayezit II 'nin verdiklerinden çok daha genişti. Başlıca dü­
zenlemeler şunlardı: Fransızlar arasındaki sorunlar. ve ortaya ç ıkarabi le­
ceği güçlükleri gene Fransızlar kendi yasalarına ve geleneklerine göre ele
alacak ve yargılayacaktı. Bu ayrıcalıkların çok büyük bir önemi vardı:
Bunlar ticarete gerekli korumayı, başka bir dönemde bulabildiği gü veni
(Charles VII dönemi, Jacques Coeur'ün donanmaları Akdeniz!de güven­
liği sağladığı yıllardı; Georges Chastellain söz konusu dönem için şöyle
diyor: "Doğu denizinde yelkenleri zambak çiçekleriyle donanmam ış di­
rek yoktu") sağladı. O dönemde Doğu (Levant) İskelelerine çok sayıda
Fransız yerleşti ve Henri iV döneminde Fransız ticareti bu bölgeler saye­
sinde çok büyük bir gelişme gösterdi.
Uzun süre bu bağışıklıklardan yalnızca Fransa yararlandıysa da, ya­
vaş yavaş, Fransız bandırası taşıyarak bu bağışıklıklardan yararlanma yo­
luna giren başka uluslar da aynı güvenceleri elde etmeye başardılar. Fran­
sa bir gelişme gösterdiğinde, bu hep insanlığın yararına oldu: Napo leon

57
II1 -abartına yapmakla suçlanma korkusuna kapılmadan- " Bir düşünce
uğruna savaşmayı göze alan tek ulus Fransa oldu" diyebildi .
Görüldüğü gibi, Osmanlı İmparatorluğu -günümüze kadar- bölün­
müş ve birbirlerine düşman dinlerin hukuksal ve hatta yönetimsel açıdan
ruhani liderlerini kendileri seçen ve yabancıların kendi ülkelerinin yasa­
larına göre yaşadığı eşi benzeri görülmeyen bir ülke olarak ortaya çık­
m aktadır. Osmanlı Devleti'nde bütün dinler serbestçe ibadetlerini uygu­
lamaktadır ve bütün yas alar aynı anda işlemektedir. İmparatorluğu oluş­
turan halklar arasında farklılıklar yaratmak isteyen Sultan Mahmut i l şöy­
le diyor: "Bütün kullarım benim önümde eşittir; ben onları yalnızca ki li­
se ya da camide olduklarında birbirlerinden ayırt ederim . " Eğer bu hoş­
görü değilse -hem de hoşgörülerin en genişi- biz ne hoşgörü sözcüğiinün
anl amını, ne de bunun nerede bulunabi leceğini biliyoruz demektir.
Mahmut il, yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla, padiş ahları hemen
hemen tümüyle egemen hale getirdi; ne var ki, Mahmut il yeniçeri ocağı­
nı kaldırarak padişahları askerlerin etkisinden kurtardıysa da, gelişmele­
rin hızını yavaşlatabilen din adamlarının etkisinden kurtaramadı. Bunun­
la birlikte, oğlu Abdülmecit 1 ( 1 Temmuz 1 839 'da babasının yerine tahta
çıktı ) tahta çıkar çıkmaz Gülhane Hattı Hümayunu 'nu ilan etti (3 Kasım
1 839).
Bu ferman bütün ıslahatların özünü kapsamaktaydı; Türkiye ' deki
toplumsal yenilenmenin başlangıç tarihi işte bu fermandır.
1 8 Şubat 1 856 Hattı Hümayunu, Gülhane Hattı Hüm ayunu 'nun ve
Tanzimat ' ın ilanının onayından ve yarattığı bir sonuçtan başka bir şey de­
ğildir.
Paris Kongresi ' ndeki , konferansların 28 Şubat 1 856 günü tutanak­
larında şöyle denmektedir: " A li Paşa, yeni Hattı Şerif'in, Bab-ı A li 'nin
Müslüman olmayan uyruğuna verdiği dinsel ayrıcalıkları yenilediğini ve
padiş ahın bütün kullarına hiçbir ayırım yapmaksızın aynı ilgiyi gösterdi­
ğini vurgulayan yeni ıslahatlar yapılmasını buyurduğunu belirtti . "
Halkların çıkarlarının tartışıldığı b u gösterişli görüşmelerin kesin
kanıtları olan bu tutanaklarda, Paris Kongresi ' nde yer alan devletlerden
kaynaklanan (uyruklarının hiçbir ayırım gözetilmeksizin dinsel özgürlük­
lerini kullanabilmeleri ve eşit haklara sahip olabilmeleri için, bu devlet-

58
lerde de yapılmas ı gereken çok iş vardır) açıklam aları boş yere arayıp
durduk . Rusya, Lehistan, Macaristan, İtalya, İ rlanda, İngiliz Hin d i stan ı ,
v b . bi ldiğimiz kadarıyla b u bağl amda kusursuz örnekler değildir.
Türkiye ile ilgi li aleyhte sözler işitildiğinde , bir ulustaki değişme­
nin bir günde tamamlan abileceği ve tamamlanmak zorunda olduğu i z l_e­
nimi uyanabilir. 1 789 ilkelerini biç imlendirebilmek için Fransa ' ya ne ka­
dar zaman gerekmişti r ! Acılarl a dolu ne kadar zaman geçirmek gerekmiş­
tir! Yurt içinde iç savaşa karşı . yurt dışında bütün Avrupa 'ya karş ı ne bü­
yük mücadeleler sergilemek.gerekmiştir! Art arda kaç devrim yapılm ıştır.
Gelişme ! Olaylar yüzünden sık sık yavaşlayan gelişme, yolun a devam et­
miş ve diğer uluslara s ızmıştır, ama 75 yıl geçmi ş olmas ına karş ın. i lke­
lerinden kaynaklanan sonuçların tümü ortaya çıkmış mıdır?
Daha sonra birçok kez yeniden ele almak zorunda kalacağım ız bu
konuyu burada noktalıyoruz. Bununla birl ikte, iki şeyi kanıtladığımızı sa­
nıyorum : Dinsel hoşgörü, Türkiye'nin örgütlenişinde hem temel, hem de
söz konusu örgütlenişi bütünleyen bir öğe olmuştur; Osman l ı egemen l iğ i ,
Hıristiyanlığın varlığını paralel biç imde sürdürmesini v e uygarlık al an ı n ­
da atılan adımlan, gelişmeleri engellememi ştir.
Bu, Hıristiyanlar huzurlu ve mutlu bir yaş am sürüyorl ar an l am ın a
mı gelmektedir? Elbette hayır! A s l a böyle bir ş e y yoktur ! A m a bu d u ru m ­
dan yalnızca Müslüman l ar sorumlu tutulamaz.
Şunu söylemek hemen hemen olanaklıdır: Doğu 'da, Hıristiyan l arın
en büyük dilşmanı gene Hıristiyanlardır; bu yargının dışında kalan tek yer,
Avrupa'nın çekiştirip durduğu Osmanlı yönetiminin , bu çekiştirmeler yii­
zünden, bağnaz halka isteklerini yaptıramayacak ve ıslahatları kabul etti­
remeyecek (oysa Osmanl ı yönetimi , bu ıslahatları kabul ettirebi lmek için
güç kullanmaya bile hazırdır) kadar güçsüz düştüğü bazı topraklard ır.
Konstantinopolis ' in Haçlı egemenliğine girmesinden hemen önce
Rom a'nın ona verdiği destek s ırasında kokuşmuş Aşağı İmparatorlu k dö­
nemi Rumları şöyle haykırıyordu : "Papalık egemenliğindense h i l alin ege­
menliğini yeğleriz ! "
Doğu 'daki Hıristiyan mezheplerin hep bir ağızdan yanıtıysa şöy­
l eydi: "İçimizden birinin Kilisesinin egemenliğindense Muhammet d inini
yeğleriz ! "

59
Devletin yüksek görevlerine Hıristiyanların getirilmediği yakınma­
sını sık sık işitiriz. Dinsel garezlerin bu atamaları çoğunlukla o l an aksız
hale getirdiğini unutuyoruz. H,ıristiyan görev\i hemen her zaman mezhep­
lerin evrenselliğine (kendi iftiralarının, entrikaların ı n tetikç i s i o l arak kar­
şısına çıkan kendi mezhebi hariç) ve güçsüzlüğe itildiğine tanık oluyor.
Bu mezhepler bir Hıristiyanın adi l , tarafs ız, dürüst bir yönetici olac ağına
inanmıyorl ar; onlara göre o ancak amansız bir düşman olabi lir. Örnekler
vererek bunu kanıtlamaya ç alışacağız : Bu konuda birçok örnek v ar. Acı­
l ara katlanan muhafızlar olan Türkler burada olmasaydı, Kuts al Toprak­
lar kim bilir ne utanç verici s ahnelerle kirlenirdi; bugün , İ s a ' nın çok sev­
diği bir havarinin sürekli olarak " Birbirinizi seviniz" diye yineleyerek
özetlediği rakip cemaatler aras ındaki iyi düzen, bir dinin beşiğine s aygı
gösterilmesini sağladı. Ne yazık ki, yozlaşmış, kin ve öç alma duygula­
rıyla dolu, Aşağı İmparatorluk dönemi Yunalılarının değişmez örneği ni­
teliğini sürdüren bir ırk olan Doğu Hıristiyanları aras ında kardeş lik hiç
varolmadı , varolmuyor, varolmayacak.
İ şte Doğu 'daki Hıristiyanlığın gerçekçi betimlemesi . Bu tablo Müs­
l ümanların bac;kısı altında inlediği öne sürülen bu halkların resmedi len
m anzarasına pek az benzemektedir: Benzememektedir çünkü doğrudur.
Onlar hiçbir dönemde korumasız kalmamış lardır. Avrupa devletleri bu
korum ayı o denli abartmıştır ki, karına meclislerin oluşturulmasından ön­
ceki dönemde, Hıristiyanların işledikleri suçların cezalandırı lması Os­
m anlı yönetimi için olanaksız hale gelmiştir. Kapitülasyonlar ve koruma
hakkı, Osmanlı yönetiminin önünde aşılmaz bir engel olarak dikilmekte­
dir. İstanbul 'un ve İmparatorluğun büyük kentlerindeki Frankların yaşa­
dığı semtlerde, Avrupa 'nın ve Akdeniz bölgesi ülkelerinin toprakl arından
çıkardığı, geçmişleri korkunç karanlık kaç suçlunun siyasal sığınmacı adı
altında saklandığını, Hıristiyan ve yabancı etiketleri altında hiçbir devle­
tin onlara asla vermeyeceği cezasız kalma hakkını elde ettiğini yalnızca
Tanrı bilir. Uyruğu ne olursa olsun, herhangi bir konsolosun imzaladığı
bir pasaportla, söz konusu ulusa tanınan hak ve eylemlere s ahip olurlar.
Bab-ı A li işlerine s abırsızc a karışma arzusu, bazı devletleri, niyetlerinin
s aflığını çok yüksek sesle haykırmaya ve uluslararası hakların basit kav­
ramlarını unutmaya iti yor. Frans a ' ya gelince, Fransa bu tür eylemlere ya-

60
banc ı olduğunu i l an edebilir. Bu konuda Fransa ' nın kınanm as ını gerekti­
ren hiçbir olgu da yoktur.
Hıri stiyanların işkence gördüğü, soyulduğu söyleniyor. Doğrudur.
Bütün bunl ar bir zamanlar olmuştur ve bazı uzak eyaletlerde bugün de o l ­
maktadır; n e v ar ki b u durum b i r istisna yaratmam aktadır: Çünkü M ü s l ü ­
m anlara karşı da aynı biçimde d avranılmıştır. Ama, Müs lüman l arın kat­
lanmadığı, buna karşılık Hıristi yanların asla kurtulamadığı bir çeş it h ak­
sızlık vardır: Hıristiyan din adamları sınıfının açgözlülüğünden ve kokuş­
muşluğundan kaynaklanan· haksızlıklar.
Dinsel cemaatlerin liderleri, bir yandan uygar yaşamdan kaynakla­
nan bütün olaylar üstüne karar verip uygulamalar yaparken ve cem aat le­
rini yönetirken, öte yandan her lider, gerek dinini ayakta tutm ak, gerekse
başka amaçlarla vergi toplamak hakkına sahiptir. Hatta bütün bunl arı ya­
parken, para bile basabilirier. Bu dinsel liderler, ıslah atlara en çok k arş ı
çıkanlar ve -aynı zamanda- sızlanmalarıyla Avrupa 'yı inletenlerdir. On­
lar, Müslümanları, İsrail 'in lanet/eriyle dolu günah ke çilerine dönüştür­
mektedirler.
" Doğu ' yu tanıyanlar i ç in bu bir giz değildir: Dinsel cemaatlerin li­
derleri , dindaşlarını ezici bir boyunduruk altında inletmektedir. Hep yeni
vergiler, yeni aidatlar, katılım ödentileri , yapılması gereken bağışlar, öde­
me gerektiren dinsel eylemler, bağış dağıtmalar, dinin gerektirdiği mas­
raflar, hac masrafları ve başka dinden halklara zorla yaptırılan ibadet ler.
Dahas ı , Osmanlı yönetimi nin karş ılaştığı, kınadığı ve sürmesi için kendi­
si açısından hiçbir yarar görmediği bu eylemleri suçlamaları için bi r de bu
halklar teşvik edilmektedir. "
Kral iyet gelirleri olan İ stanbul patrikliğinden tutun da en küçük
dinsel göreve kadar her şey s atılıktır ve her şey s atın alınabilir; hatta çok
yüksek fiyatlara, ahlaksızca açık artırmalarla, din sömürücülüğüyle bile
s atın alınabilir. Aşın istedikleri işin sahibi haline gelen s atın al ıc ı l ar, işi
elde ettikten sonra, koşulları tartışmaksızın, dindaşlarının iliğini kem iğini
sömürürler. Harcadıkları miktarı yeniden kazanmaları gerektiğinden� yet­
kileri altına aldıkları yükümlülükleri yerine getirirler ve -ayrıca- altın
ödeyerek bin bir güçlükle elde ettikleri konuml ardan üst kesim gösteri ş l i
biçimde, alt kesimse yoksunluk çekmeden yararlanır!

61
İ nsanların durumunu anlattık; şimdi de, işte din adamlarının duru­
mu . : . Osm anlı yönetiminin u yguladığı baskının sonucu gibi sunulan bu
kurnazca manevralar s ayes inde akıllıca tezgahlanan iş birlikler, A vru ­
pa 'da duyulari kaygıyı canlı tuttu; As ya'da kargaşa yarattı; Suriye ' d e kan
aktı; Fransa ordul arını Doğu ' d aki bu savaş alanına ( ağaçlar, on yüzyıldır,
uygarlık adına burada şehit o lan askerlerimizin mezarlarını bel irlemeye
yetmemektedir) sürmek zorunda kaldı !
İ s l iim ' ın yas alarıyla modem yasaları uyumlu hale getirecek ve kar­
m a malıkemelerce hiçbir din ayınını yapılmaksızın bütün Osman l ı uyruk­
larına uygulanacak bir hukuk ve düzenli biçimde oturtulmuş , tahsilatı yal­
nızca devlete bırakan bir gümrük sistemi ; bütün cemaatlerin liderlerinden
alınarak laiklere bırakılan bir kamus al ve tüzel yönetim , Hıristiyanlık açı­
sından, Hıristiyan dini için, gelişmeler için, imparatorluğun gücü için, pa­
dişahların iyi niyetine esin kaynağı olan hattı hümayunlardan (mezhepler
arasındaki kinler, bu hattı hümayunların uygulanmas ını olanaksızlaştır­
m aktadır) çok daha yararlı olacaktır.

62
BOLUM iV

YÖNETİM

Osmanlı Devleti 'nin yönetim kurumları aslında demokratik temel­


l ere dayanmaktadır. Soylu s ınıfı yoktur; bütün yurttaşlar görevlere getiril­
mede eşit haklara sahiptir; unvanlar, iktidar, girişimler insana değil göre­
ve bağlanmıştır; görevli , görevinden ayrıldığında yeniden basit bir yurt­
taş haline gelir; kalıtım kuralı, yalnızca, Osmanlı sülalesinin erkekler so­
yuna bırakılan tahtın elden ele geçmesi sırasında işlerlik kazanır.
Bu demokratik temeller, kurumların yumuşattığı bir monarş ik biçi­
min iktidara gelmesini destekler.
İmparator ya da sultan padiş ah unvanını taşır, koruyucudur ve kral­
dır: Müminlerin en büyük lideridir, koruyucudur (pad); insandır ve kral­
dır (şah).
Bazı kökenbilimci ler Bab sözcüğünün kökenini fetih dönemi gele­
nek-göreneklerine bağlamak isterler. Onlara göre, sürekli s avaşan Müslü­
m anlar, ordug§hlarda, ç adırların altında yaşıyorlardı. Sultanın fethedile­
cek toprağın tam karşısına, kapısı düşmanın bulunduğu yöne dönük ola­
rak kurulan ç adırı, ordug§hın ana çıkış yoluna (Bab-ı A li)
bakardı. Bab-ı
A li adı günümüze kadar korunmuştur: Sadrazamın, Hariciye Nezaret i ' n i n ,
Divan-ı Hümayun 'nun v e başka bazı dairelerin bulunduğu yere Bab-ı A li
denmektedir.

63
Osmanlı bayrağı Murat I ' den bu yana kırm ızıdır, bir hilal ve bir yıl­
dızla süslüdür.
Osmanlı Devleti ' nin armal arı tuğradır (padişahın imzas ı ) . Tuifra­
nın ortaya çıkışı da Murat I ' e mal edilir. Tarihçiler, bu hüküm darın Ra­
gusa Cumhuriyeti ile yaptığı bir antlaşma sıras ında (bu antl aşm ay a göre
Ragusa Cumhuri yeti , Türk denizlerinde dolaşma ve ticaret yapma özgür­
lüğü karşıl ığında bel li bir vergi ödemeyi kabul etti) avucunun içini mü­
rekkebe batırdıktan sonra parşömene bastırdığını ve parşömen in üstüne
beş parmağının izini bıraktı ğını ileri sürerler. Söylediklerine göre, rast­
lantı sonucu sultanın ortadaki üç parmağı birbirine yapış ık ve düzdü,
baş parmağıyla serçe parmağıysa yelpaze gibi açılm ıştı. Gene söyledikle­
rine göre, bu imzayı daha sonra padişah olanlar da kullandılar. Daha son­
ra, imparatorluk katipleri , aralıklı yazılm ı ş majiskül harfler ve elin beş
parm ağ ının içerdiği özellikleri sergileyecek biçimde oluşturulan desen­
ler kullanarak bu armayı ömeksediler: Tahtta bulunan sultanın adı ve s a­
yısı ile bunu izleyen ve tuğranın ortasında yer alan daima muzaffer söz­
cüklerini .
Tuğranın bu açıklanma biçimi , tarihin benimsemeyeceği halk
inançl arı arasında yer almal ıdır. S anatların ve edebiyatın koruyucusu o l an
Murat ' ın kendisi de aydın biriydi ; her ne kadar Ragusa Cumhuri yeti i le
söz konusu antlaşmayı imzaladıysa da bunu küçümseyerek, gücün ü gös­
termek için mi yaptığı kanıtlanamamıştır. Zaten bazı Arap tarihçi ler pey­
gamber Muhammet ' in elinin ayasıyla imzaladığı belgelerden söz etmek­
te ve bu uygulamanın çok daha eski dönemlere dayandığım belirtmek is­
temektedirler. Son olarak, İstanbul ' da, Ayasofya c amisinin iç inde, Meh­
met I l ' nin bu bazilikayı ele geçirdiği sırada kana ve toza bulanmış halde­
ki eline ait olduğu söylenen bir iz gösterilmektedir. Boşinançları okşamak
için uydurulmuş bir yutturmaca olan bu dev boyutlu iz de -İstanbu l ' un
fethi Murat ' ın sözde imzasından yaklaşık bir yüzyıl sonra gerçekleş m i ş
o l s a da- tuğranın biçimini yansıtmaktadır.
Tuğranın kökeni nereye dayanırsa dayansın , o, Fransa' daki karta­
lın, G al ya horozunun, zambak çiçeklerinin ve çeşitli ülkelerde ku l lanılan
başka amblemlerin işlevini Türki ye ' de her zaman üstlenmiştir.
Padi şahın tahta çıkış ı , dervişlerin şeyhinin İstanbul ' daki Eyüps u l -

64
tan camis inde yeni padişaha Osm an ' ın kılıcını kuş atmasıyla noktal anır.
Mehmet i l , bu kutsal ibadethaneyi, Müslümanların bu kente yaptığı ilk
s aldın sırasında öldüriil en (668) peygamberin bayraktan ve arkadaş ı
Eyüp 'ün mezarı üstüne yaptırmıştır. Burası, Romalılar dönem inde l ejyon­
ların imparatorları alkışl adığı ordugfilıtır ve Aşağı İmparatorluk dönemin­
de de bu am aca hizmet etmiştir.
Padişah yasayı tems il eder; yasayı uygulatmak, gerektiğinde değiş­
tirmek onun görevidir.
Veziriazam, padiş ahın alter ego ' sudur (vekil-i mutl ak). Vezirin
sözcük anlamı yük taşıyandır. Gerçekten de imparatorluğun iş yükünü çe­
ken veziriazamdır. Her şey onun elinden geçer; bakanlıkları ve daireleri
yönetir. Padiş ahın temsilcisi olarak (padişahın gücü veziriazamda ki şile­
şir) , görevden alınamayan padişah tarafından seçilen ve görevden alına­
bilen bir çeşit ikinci padiş ahtır.
On bir bakanlık38 vardır:
Hariciye Nezareti ;
Seraskerlik 39;
Bahriye Nezareti ;
Maliye Nezareti (paranın yönetimi bu bakanlığa bağlıdır);
Ticaret ve Ziraat Nezareti;
Maarif ve Nafıa Nezareti (devletin köprii ve yollarının , madenleri -
nin v e ormanlarının yönetimi b u bakanlığa bağlıdır);
Adliye Nezareti;
Dahi liye Nezareti;
Tophane-i Amire Nezareti;
Evkaf Nezareti;
Zaptiye Nezareti.
Aynca, padişahın bazı görevler verdiği s andalyesiz bakanlar da
vardır.
Bakanlıklara bağlı bir ya da birçok sürekli danışma kurulu, kendi
bakanlıklarında doğan sorunları özümlenir hale getirir.

3S Osmanlı döneminde "vekalet" ya da "nezaret" adıyla anılırdı. (Ç.N.)


39 Daha sonra Harbiye Nezareti'ne dönüştürüldü. (Ç.N.)

65
Bu danışma kurullarının dışında ayrıca mühürdarlar4° da v ardır.
· Meclis-i Vfil.ly-ı Ahkfu:n-ı Adliye, 1 8 39 ' da ilan edi l en G ü l hane
Hattı Hümayunu sonrasında ortaya çıkan bir meclistir. Ü ç dai re ye ayrıl ır:
Bunlardan biri' iç yönetimin gerektirdiği işleri yapar; ikincisi, yasaları ve
yönetmelikleri hazırlar; üçüncüsü, ceza mahkemelerinin kendisine gön­
derdiği adli işlerle ilgi lenir. Divanın başkanı, devletin üst düzey görevli­
lerinden biridir; Divan üyeleri , yüksek görevliler arasından seçilir.
Padişahın içinde yer almadığı , Divan adı verilen bu kurul ş.u ü yeler­
den oluşur:
Veziriazam;
Şeyhülislam (din adamlarının başı ; dini yorumlamakla görevlidir;
yetkileri nedeniyle hemen hemen veziriazam kadar güçlü bir görev lidir);
Nazırlar;
Adalet Divanı Reisi (başkanı);
Son olarak, Meclis-i A li-i Umumi , padişahın Meclis-i Hass-ı Vüke­
la' sının , Meclis-i Valay-ı Ahkam-ı Adliye 'nin üyelerinden, çeşitli d aire
reislerinden ve devletin yüksek görevlilerinden oluşur.
İmparatorluk (bağımlı eyaletler ve Afrika' daki bağımlı devletler dı­
ş ında) otuz eyalete ayrılır: bunlardan on ikisi Avrupa' da, on sekizi As­
ya'dadır4 1 . Her eyaletin baş ında en geniş yetkileri elinde bulunduran bir
beylerbeyi (genel vali) bulunur. Beylerbeyine bir danışma kurulu yardım­
cı olur; danışma kurulu, bir . başkan ve Bab-ı Aı i 'nin seçtiği iki katip, def­
terdar, belediyenin Müslüman ve Hıristiyan delegeleri, Rum ya da Erme­
ni metropolti ya da hahambaşından oluşur.
Eyaletler vilayetlere, Vilayetler kazalara, kazalar nahiyelere ayrı l ır.
Köyler ya da mahallelerden oluşan topluluk nahiyeyi42, birçok nahiye de
kazayı oluşturur.
Vilayetler (eyalet valilerinin oturdukları kentin dışında kal an l ar)
doğrudan doğruya valiye bağlı kaymakamlarca yönetilir. Kaymakamın

40 Mühürdar, yüksek düzeydeki devlet görevlilerinin mühürlerini muhafazaya ve onun em ri yl e gereken


belgeleri mühürlemeyle görevli memurlara verilen ad. (Ç.N. )
4 1 Kamı belgeler, ek n• .
1
42 Bug. Bucak. (Ç.N.)

66
doğrudan doğruya emrinde bulunan, iç güvenlik h izmetlerini yerine getir­
mekle görevli bir miktar asker v ardır. Başka birliklerin komutanı o l an bir
askeri komutan kaymakam a yardım eder. Kaymakam askeri kuv vete em­
retme hakkına s ahiptir; komutanla birlikte sayım ve askere alma iş lem le­
rini denetler; adil m ahkeme ve vilayet meclisi üyeleriyle birlikte kendisi­
ne bağlı yönetim ç evresinin ceza mahkemesini oluşturur; son o l arak , ver­
gi dağıl ımını belirlemek için belediyelerin her yıl atadığı komis yona baş­
kanlık eder.
Kazaların idari ve parasal yönetimi , bir kaza meclisiyle birlikte ça­
lışan görevlilere bırakılır. Kazaların yöneticilerini valiler atar.
Kazada yaşayanlar bazı yöneticilerini kendileri atarlar. Bu atama
seçimle yapılır. Halkın s eçtiği yöneticilerin başlıcası hem belediyebaşka­
nı, hem de tahsildardır.
Mali işler, her eyalette, hem tahs ildarlık, hem de ödeme memurlu­
ğu görevini yüklenen bir görevliye bırakılır. Her vilayetin de hem ödeme
memurluğu , hem de tahsildarlık görevini üslenen bir görevlisi vard ır: Söz
konusu görevl i , tahsildar olarak bazı vergi girişlerini denetlemekle görev­
lidir. Her yıl kapanan kayıtlar, vilayet meclislerince denetlenir ve imzala­
nır; daha sonra, vali , kayıtları imzalayarak defterdara, o da eyalet mec l i ­
s ine43 teslim eder. Eyalet m eclisi hes aplan inceler, b ir rapor hazırlar, eya­
let valis ine iletir; eyalet val i s iyse raporu başdefterdara gönderir.
" Osmanlı Devleti 'ndeki paşal ar rejimi Fransa 'd aki valiler rejimin­
den daha liberaldir; Frans a' daki . kent belediye başkanlarının , departe­
ment meclislerinin, arrondissement meclislerinin (valiler ya da bakanlar­
ca atanır) çıkardığı rezaletlerin benzerini, Yunanlıları yenen Tatar ulusun­
da bile bul amazsınız; son olarak, özerk bir eyalette yaşayan ve kendisini
koruyan bir lonc anın üyesi olan bir Osmanlının, -eğer devlet çarkında gö­
rev almak istemiyors a- yönetimle hiçbir ilişkisi olmaz ve günün her s a­
atinde yönetimden ve her çeşit yönetim görevlilerinden ( askerler, vergi
memurları, gümrükçüler, koJluk güçleri, küçük memurlar, casus lar, ken­
disine kötülük yaptığı için yargı önüne çıkaramayacağı kişi ler, onları . ş i -

43 A. Thierry, Dix A ns d'Etudes Historiques (On Yıllık Tarihsel lnceleme), 11. Bölüm,§ i V , Sıır i P Veri­
table Consıituıion de l'Empire Otoman (Osmanlı İmparaıorluğu'nun Gerçek Yapısı Üstüne).

67
kayet için üsleri önüne ç ıkmayı başaramadığı kişiler) bir Frans ıza oranla
çok daha insan onuruna yakış ır bir tavırla karşı laş ır44. "
Bu örgütlenmenin Fransa'daki il ör�ütüyle benzerlikleri vard ır.
Enerji, düzen, namus sayesinde ciddi güvenceler verebilir; ne yazık ki ,
kurams al tüzüklerle uygulam adaki işleyiş birbirine uymamaktadır.
Padişahın yetki vererek gönderdiği yüksek görevliler şu s ırada san­
c akları yönetmektedir; bunların yaptığı denetimler, daha şimdiden , hem
yanlışların düzeltilmesi aç ısından, hem de yönetimin yeniden örgütlen­
mesi açısından olumlu sonuçlar vermektedir.

44 A. Thi erry, Dix ans d'Eıudes Hisıoriques (On Yıllık Tarihsel İnceleme), Il. Bölüm,§ iV, Sıır /P Veri­
ıable Consıiıuıion de /'Empire Otoman (Osmanlı İmparatorluğu'nun Gerçek Yapısı Üstüne).

68
BOLUM V

YARGI VE İSLAMİ ÖRGÜTLENME

Yargı örgütü şöyledir45 :


1 9 Meclis-i Vala-i Ahkiim-ı Adliye. Devlet memurlarının devlete
karşı iş leyebileceği suçları, yolsuzlukları, rüşvetç iliği , vb. kovuştunnakla
görevlidir. Mahkemelerin verdiği ölüm cezalan bu mahkemenin onayına
bırakılırsa da, cezanın uygul anması ancak padişahın izniyle gerçek leşebi­
l ir. Sultan Abdülmecit 1 8404 6 'ta bu mahkemeyi kurarken bağ ı ş l ama h ak­
kını padişaha verdi ve bu uygul am a da Osmanlı tahtının en güze l g i r i ş i m ­
l erinden biri oldu.
2Q Kazaskerlik. Bu m ahkeme iki başkanlık hal inde ç al ı ş t ı : B i rine
Rumeli (Avrupa) kazaskerliği, öbürüne Anadolu (Asya) kazaskerl i ğ i den­
d i . Bu iki mahkemenin başkanı yargının da başıydı ; bunlar, din ad am l arı­
nın başı ve dini yorumlam akla görevli olan ve hem yargının, hem de u l u ­
s al eğitimin başı olan şeyhül is lamın (başka bir görev düzeyinde o lmakla
birlikte, hiyerarşide hemen hemen veziriazamla aynı düzeydedir) da ona­
yıyla yargıdaki boş görevlere atamalar yaparlar.
Bu iki başkanlığın altında, mollaların ya da büyük yargıç l arın baş­
kanlığındaki yirmi dört yüksek mahkeme adalet dağıtır; daha sonra, bir

45 Burada yalnızca asıl Osmanlı İmparatorluğu'ndaıı s ö z ediyoruz.

46 Meclis-i Vala'nın kurul u ş tarihiyle ilgli farklı tarihler verilmektedir. ( Ç. N. )

69
yargıç, bir müfti47 bir vekil yargıç , bir mahkeme azası ve bir zabıt kati­
binden oluşan alt mahkemeler ya da kaza . mahkemeleri gelir; m ahkeme­
deki üyelerin sayısı ne olurs a olsun, kararı y � ızca yargıç verir. Kaza ( s a­
yıları yüz yirmi altı tanedir) mahkemeleri asliye davalarına bakarl ar. Bun­
lar vilayetlerdeki ve vilayet meclisi üyelerinin de katılımıyla, ölüm ceza­
sı verilmemiş bütün durumlarda bağımsızca karar veren ceza m ahkeme­
lerini oluştururlar. Ölüm cezası verilen davalar, gözden geçirilmek üzere
Mec lis-i VaJa-i Ahkiim-ı Adliye ' ye gönderilir.
Kaza mahkemelerinden sonra, daha az yüksek bir mahkeme çeşidi
gelir. Bunlar kazalarda ya da nahiyelerde adalet dağıtırlar ve sulh mahke­
melerinin görevini üslenirler.
Osmanlı hukukunun temeli Kur' an ' a dayanır, bir dizi dinsel, siya­
sal ve kamusal düzenleme içerir. Bu ilişkiler içinde Kur' an, daha önce
Musevi halkına ait olan İsrailoğullarının Çıkış 'ını, Levili ler'ini, Sayı­
lar ' ını ve Tesniye'sini İslam ' a sokmuştur.
Kur'an ' ın tefsiri ve sünnet, yasalar bütününü oluşturur. Söz konu­
su bütün, Süleyman il döneminde Mülteka yasası içinde toplandı ve o ta­
rihten bu yana önemli değişikliklere uğradı :
Ceza yasası 1 840 'ta ıslah edilmişti.
İdari teşkilatta 1 846 da yapılan düzenlemeler, görevlilerin yetki le­
rini ve görevlerini (hem devletle hem de yönetilenlerle ilişki leri açısın­
dan) belirledi.
1 850'de çıkarılan ticaret yasası Fransız hukukundan ömeksenmiştir.
Şeyhülislamın yetkilerini açıklamanın en uygun yeri burasıdır.
Daha önce de söylediğimiz gibi Kur' an yalnızca İslam dininin nas-
larını içeren bir kutsal kitap değildir: Kur'an, aynı zamanda, bir kamu ya­
sası hem de bir yurttaşlık yasasıdır; çok kapsamlı olması nedeni yle,
Kur'an ' ın metninden kaynaklanan çelişkili tefsirler ortaya çıkabilir; ama
Kur ' an gelişmeye ve ıslahatlara asla karşı çıkmaz. Gerçekleştiri len geliş-

47 Müfti, vilayetlerin seçerek atadığı b i r çeşit yüksek dereceli avukattır. Ulema armndan ser,,i lir; görevi n­
den alınamaz. Görevleri, taraflara yasanın bi r yorumunu vermektir ve bu olmadan taraflar yargıç önüne
çıkamazlar. Eğer taraflardan birine çıkar sağlamak için yasanın anlamım bozduğu kanısı devlet yöneti min­
de uyamrsa, mllfti i ş i ni yitiıir ve sürgün cezasına çaıı1tmlır. Davacılar haklarım avukaılan ol madan- k "n­
dileri savunurlar, belgelerle ve tamklarla kamtlarlar; mahkeme azası duruşmaları özetler ve yargıç karan­
nı bildirir.

70
me ve ıslahatlar bunu bol bol kanıtlam aktadır. Mahmut il Kur ' an ' ın bir
ıslahata izin vermesine gereksinim duyduğunda, ulema bu ıslahatı dinsel
yasalarla destekleme olanağı veren ayeti hızla bulmayı bilir; kutsal s an­
cak çevresinde toplanan şeyhülislam ve ulema, bütün gelişmelere düş m an
ve (çoğunlukla din adamlarının yeniçerilerin bağnazlığını körükleyen kış­
kırtmaları nedeniyle) bütün ayaklanmaların öncüsü olan yeniçeri ocağının
kaldırılmasına bizzat karar vermiştir.
Peygamber şöyle diyor: "Bir meclis halinde toplanan Müslüman lar
kötü seçim yapamaz. Dinin kurallarına saldırılmasına karşı ç ıkınız. "
_
Bu iki öğütten yola çıkarak (bunlara başkaları da eklenebilir), Müs­
lümanların seçim yapabilecekleri sonucu çıkmaktadır. Seçme işlemi ince­
lemeyi, daha iyiyi aramayı gerektirir; oysa ıslahatlar en iyidir; yapılan se­
çim kötü olamaz; dolayısıyla, alınan karar ıslahatları onayladığına göre,
ıslahatlar kötü olamaz. Böylece ıslahatlar dinin bir yasası haline gelir ve
her mümin ıslahatlara yapılan s aldırılara karşı çıkmak zorundadır. Elbet­
te yapılan ıslahatların nasların temel ilkelerine saygı göstermesi gerek­
mektedir; ne var ki, Muhammet ' in nası hiçbir gelişmeye karşı deği ldir.
Müslümanlar, geçmişte, fetihte olduğu kadar edebiyatta, bilimlerde, sa­
natlarda da parlak bir dönem yaşadılar. İspanya'daki anıtlar, Ortaçağ 'da­
ki Müslüman dehasının ve uygarlığının kanıtıdır.
Ruhani ve cismani yetki leri birbirinden ayırmak kolaydır, bunlar
arasındaki ayının ne nasları, ne de inançları incitmeden düz�nlenebi lir.
Islahatlar ya da adalete ve insanlık sevgisine day anan yasalar Musevi di­
ninden türemiş hiçbir dine ters düşmemektedir; günahtan en çok korkan
vicdanlar bile bunlarda çekinecek hiçbir şey bulamazlar.
Müslüman egemenliğinin ilk dönemlerinde, tıpkı İnc i l ' deki pey­
gamberler gibi , halife hem şefin hem de yargıcın yetkilerini elinde toplu­
yordu. Eğer sultan Tanrı 'nın yeryüzündeki temsilcisi olarak kabul edi lir­
se, sultanın kendi istekleri doğrultusunda hareket ettiği söylenemez; hat­
ta tam tersi doğrudur: Dilediği camide cuma namazım kıldırm ak dış ında,
sultanın hiçbir dinsel görevi yok demektir. Kur' an ' a göre her Müsl üman
dininin elçisidir: Bir imamın, bir liderin olması, ulusal ve dinsel bir soy­
lu sınıfının bulunmaması, işte Kur ' an ' ı n açık ve kesin anlamı budur.
İmparatorluk genişlediği oranda sultanların yükü ağırlaştı. Bu neden­
le yavaş yavaş yargı görevlerini bıraktılar: Bu görevleri ulemaya devrettiler.

71
Ulema İsliim ' ın dünyevi din adamları s ınıfını temsil eder. Bu sını­
fın görevleri vekaleten yürüten üyeleri , bu görevleri s ahiplenmeyi başar­
dılar, bunl arı hak haline getirdi ler ve bu haklara eskiden hükümdarların
buyruklarına karşı çıkacak, hükümdarları titretecek, tahttan indirebi lecek,
yeniçeri palal arının hedefi haline getirebilecek kadar büyük bir güç ka­
zandırdılar. Yeniçerilerin ortadan kaldırılmasından bu yana ulem anın gü­
cü azaldı . Gürültü patırtı çıkaran bir ordu ortadan kaldırıldı, yerine düzen­
li bir ordu kuruldu; ne var ki az bilgili sınıfl ar, başka bir deyişle halkın bü­
yük bölümü, ulemanın destekçi leri olarak kaldı .
Ulema genellikle yoksul ailelerden gelir; Uzun, çileli , yoksunluk­
larla dolu bir öğrenim dönemi ulema sınıfına girişin baş langıç evres idir.
Ulema bilgiliydi48• Ayrıcalıkları olan ulema, ulema sınıfının görevini
oluşturan avantajları elinde tutan insanlar olarak kabul edilir. Bunlar, et­
kilerini ve gelirlerini korumak için mücadele ederler, ama gelişmenin kar­
şısındaki bir engel değildirler: Olsa olsa gelişmeyi geciktirebilirler.
Yönetimin bugün vakıf malları (dinsel mülkler) konusunda yapmak
istediği ıs lahat konusunda olup bitenler bunun kanıtıdır.
Başlangıçta yargı ve dinle ilgili erki elinde tutan (aynı alim , hem
yargıç hem de dinin elçisiydi) ulema sınıfı , ikiye bölünmüştür: Sınıflar­
dan biri müfessir49 ' lerden, diğeri dinin elçilerinden oluşur.
Her ne kadar Kur ' an müminlere dinlerinin elçi leri olmalarını buyu­
ruyor, dinsel törenleri yönetme hakkı nı veriyorsa da, sünnetin gücü, yaş a­
mın gerekleri ulemanın yalnızca dinsel alana sıkışıp kalmasına yol açtı.
Yalnızca müfessirler, yönetimi hemen hemen hiç etkileyemediler; onlar,
sonsuz erki elinde tutan yargı adamlarının bir çeşit yardımcısıydılar.
Yargı adamları iki sınıfa ayrıldılar:
Yargı yöneticileri ,
Müfessirler.
Birinciler yargılarlar: Bunlar mollalardır, kadılardır, vb. ; ikinciler
yalnızca görüş bildirirler: Bunlar müftilerdir.
Dinin elçileri imamlar, müezzinler, kayyumlarso, vb' leridir.

48 Ulema aydın anlamına gelir.


-"Ulema", aydın söı.diğünün çoğuludur ve aydınlar demektir. (Ç.N. )
49 Tefsir, yani Kur'an'ın yorumu konusunda uzmanlaşmış kişi. ( Ç.N.)
50 Kayyum ya da kayyım, camilerde ve mescitlerde ıeoıizlikle görevli kişilere veri len addır. (Ç.N . )

72
Sivil yargıç görevi yapan ulema, -tıpkı Katolik Kilisesi ' nde pisko­
posun kendi bölgesindeki rahibi işten alabilmesi gibi- dinin elçisi o l an
ulemayı görevden alabilir. Korumayı bildikleri dinsel karaktere karş ı n ,
ulema, yargı adamları sınıfı içinde yer alır; aslında, Müs lüman l arda din­
sel yetke sivil yetkeye bağlıdır.
Çok büyük gelirleri nedeniyle çok varlıklı hale gelen ulema s ı n ı fı­
nın başının, başka bir deyişle şeyhülislamın hem kamusal, hem de dinsel
alanda çok büyük etkisi vardır.
Bu yüksek memurun görevleri dinsel olmaktan çok hukuksaldır.
Yargı ya da din alanındaki görevlere atam alar yapar. Her ne kadar veziri­
azam padişahın vekili olarak sonsuz erki elinde tutuyorsa da, şeyhü l i s l am
çifte özellikli görevi nedeniyle güç bakımından hemen hemen veziriaza­
mın eşitidir. Zayıf, pısırık bir sultanın tahtta bulunmas ı durumunda, şey­
hülislam devletin gerçek bakimi olabilir.
Dinsel mülklerin yeniden düzenlenmesine kaşı çıkması nedeniyle
bu yüksek görevliyi yakın geçmişte görevden alarak yerine başkas ı n ı ge­
tirmesiyle babası Mahmut il 'nin izinde yürüyen S ultan Abdülaziz, din
adamlarının direnişi ortaya çıktığında, bu direnişi kırmayı baş arabi leceği­
ni kanıtladı.
Bununla birlikte, bu çok etkili sınıf, padişahın en büyük düşmanı de­
ğildir ve -bu sınıfın lehine olarak- ulemanın ısl ahatlara ve gelişmeye sis­
temli bir biçimde düşman olm adığını bilmeliyiz. Ne var ki , uleman ın ya­
nında ve dışında çok daha kuşku verici, çok daha tehlikeli bir dinsel güç
vardır: Dervişler. Ulema ilahiyatçıdır, hukukçudur; dervişler, h alka bağ­
nazlık yayan, tuhaf davranışlar sergileyen, düzenledikleri gülünç ya da ür­
kütücü dinsel törenlerle halkın tutkularını coşturan velilerdir, hocalardır5 1 .
Mahmut il, ulemanın desteğiyle yeniçerileri ortadan kaldırdı ktan
hemen sonra, dervişlere sert bir darbe indirdi. Korkunç orduya karşı ger­
çekleştirilen katliamdan on altı gün sonra, kendisine karşı komploya ka­
tıldıklarına inandığı üç dervişin kafasını kestirdi. Bu olaydan sonra öç al­
ma duygusu dindi. Mücadeleden ürkmüş müydü? Bu düşünce kabu l edi-

51 Di nsel liderler ı 860'ta Suriye'de patlakveren olaylar sırasında yapılan katliamın büyük iilçiidc dc lıaş­
larydı ve S.A.Fuat Paşa onlara çok sert davraıuııak zorunda kaldı.

73
lemez: O, geri adım atacak bir adam değildi. Verilen örneğin yeterl i oldu­
ğuna inandı. Korkan dervişler bir süre etliye sütlüye karışmadı l ar, daha
sonra yeniden etkili olmaya baş ladılar.
Özet olarak, Osmanlı Devleti 'ndeki d insel toplumu oluşturan iki
topluluk -ulema ve dervişler- ıslahatın doğuştan düşmanıdır. Bu topl uluk­
lar, başarı ş anslarını artırmak için güçlerini birleştirebilirler; ne var ki,
halk kitlelerine hükmetmeyi uman bu iki topluluk, çıkarlar açıs ından bir­
birinden derinlemesine ayrılır. Dahası, öğreti farklılığı iki topluluk aras ın­
da aşılmaz uçurumlar oluşturur. Ulema, yalandan savunuculuğunu üslen­
diği ve temsilciliğine soyunduğu din adına konuşur: " Kök salmış hiçbir
şeye dokunma; kafirlerden hiçbir şey alma, çünkü din bunu yasakl ar" der.
Dervişse şöyle der: "Asla dinsel kural yoktur" ya da: "Kural benim. Bu­
yurduğum her şey iyidir; yasakladığım her şeyi kötüdür. Eğer size buyu­
rursam annenizi , hükümdarınızı " öldürmelisiniz, çünkü kararım Allah ' ın
kararıdır. " Görüldüğü gibi birbirinden çok farklı olan bu iki öğreti , ne yö­
netim, ne, de toplum açısından eşdeğer bir tehlike sergilemektedir.
"Devletle dervişlerin )carşılıklı etkileşimi söz konusu değildir; ısla­
hat planlarının başarıya ulaşmas ı için bu bağnaz toplulukların hemen zor­
la ortadan kaldırılması gerekiyordu.
"Bab-ı A li'nin ulema topluluğuyla aynı sonuca ulaşmak zorunda
kalmayacağı ve kaçınılmaz hale gelen bir yeniden örgütlenmeyi ulemaya
kahul ettirmeyi becereceği umut edilebilir. Düzeltilmesi en ivedi yanlış­
lar aras ında şunlar sayılabi lir: Kadı efendinin değişmez bir aylığının ol­
m aması (Bu yüzden kadının, zenginliğini halkın sefaletine dayandırarak,
davaların s ayısını ve süresini artıran bir uygulamaya yönelmesi olasılığı
ortaya çıkıyordu); bir yıllık bir hizmet süresinden sonra yerine başka bi­
rinin getirileceğinden emin olması ( bu durum , geleceğini güvenceye al­
m ak zorunluluğu nedeniyle, kadı 'nın açgözlülüğünü kamçılı yordu); dev­
letin sürekli ve yasal bir denetiminin bulunmaması (böylece ceza görme­
me güvencesi doğuyordu) . Bütün bu nedenler, başka nedenlerle de birle­
şince yargıçlar sınıfının yavaş yavaş kokuşmasını yol açtı ve her gün ye­
ni yeni rezaletlerin ortaya çıkmasına neden oldu52. "

5 2 Visquesnel, Voyage D ans la Turquie d ' Europe (Avrupa Türkiyesi 'nde Gezi), say. 181.

74
Padişahın yetkesiyle dinsel yetke arasındaki mücadele er geç orta­
ya çıkacaktır. Gelişmelerin ardına takılan Türki ye, ilerlemeye devam ede­
cek, dinsel direnişleri kırmayı başaracaktır.
Yukarıda söz ettiğimiz Müslüman mahkemeler, kamusal hayatta
yalnızca Müslümanlarla reaya53 arasındaki davalara bakarlar; cinayet söz
konusu olduğunda, Müs lümanların ( ırkları ya da mezhepleri ne olursa ol­
sun) başka bir kişiye karşı işlediği cinayetlere ya da suçlara bakarlar . .
Aynı dinden, ama Müslüman olmayan Osmanlı uyrukları aras ında­
ki davalar, eğer Ortodoks Hıiistiyansalar patrik tarafından, Musevi yseler
hahambaşı tarafından görülür. Devlet yönetimi dinsel liderleri aynı za­
manda söz konusu dinden olanların sivil lideri olarak kabul ettiğinden, İs­
tanbul 'un fethinden bu yana davaları doğrudan çözme yetkesini bu lider­
lere bıraktı. Bununla birlikte, davanın tarafları davanın kararını Türk
mahkemelerine götürme hakkını ellerinde bulundururlar. Peşin peş in şu
söylenebilir: İslam yasasının uygulanmasını isteyen taraf, parayla satın
alınan bir mahkeme yüzünden hakkı nı alamamış taraftır. Aslında böyle
bir temyiz hakkı yoktur. Kendi ayrıcalıklarını kıskançlıkla korumaya ça­
balayan dinsel liderler, ettirdikleri yeminle ve tarafların elinden aldıkları
yazıyla verilen kararın bozulm az olduğunu taraflara zorla kabul ettirirler.
eğer dava farklı dinden insanlar arasındaysa, dava Türk mahkemelerinin
yargı alanına girer.
Türkiye 'ye yerleşmiş yabancı tüccarlar ya da yerleşmemiş diğerle­
ri bu yargı alanlarının dışındadır. Kapitülasyonlar, Osmanlı uyrukları y l a
olan anlaşmazlıklarında onlara bağışıklıklar ve ayrıcalıklar verir.
Yabancılar arasındaki anlaşmazlıklar kendi konsoloslarınca görü ­
len davalarda sonuca bağlanır. Böylece, Türkiye 'de, hukuk bilgileri ada­
leti dağıtma konusunda yeterli güvenceyi vermekten uzak kimselerce uy­
gulanan ve yorumlanan, bilinen mevzuatların işletildiği görülür.
Yabancılarla Osmanlı uyrukları arasında ortaya çıkan anlaşm azlık­
ları çözmek için üç çeşit karma mahkeme oluşturulmuştur.
1 847 'de kurulan karma ticaret mahkemesi bütün kamusal ve ticari
anlaşmazlıklara bakar.

53 Reaya, Osmanlı uyruğundaki Hırisıiyanlarn verilen addır.

75
Karına deniz mahkemes i , denizci likle ve seyrüseferle i lgili bütün
davalara çözüm getirir ( 1 850'de kurulmuştur).
1 847 ' de kurulan karın a ceza mahkemesi , yabancıların yerl iler aley­
,
hine ya da yerlilerin yabancılar aleyhine işledikleri suçları yargılar ve ara­
larında çıkan anlaşmazlıkl arı çözmeye çalışır.
Ticaret mahkemesi ve deniz mahkemesi yirmişer üyeden ol uşur.
Bunl ardan onunu yabancı devletlerin konsolosları ortaklaşa olarak atar­
lar; geri kalan on üyeyi devlet yönetimi Müslümanlar ya da reaya arasın­
dan belirler. Böylece bu mahkemeler, hep eşit sayıda Avrupalı ve Osman­
lı yargıcından oluşmuştur. Bu örgütlenmenin yararları hemen görülmüş­
tür. Önemli kentlerde karma mahkemeler vardır ve Mısır 1 850'den bu ya­
na bu reformu benimsemiştir.
Ceza mahkemelerinin görevlileri de aynı biçimde oluşturulmuştur.
Osmanlı yargıçları değişmeden görev yaparlar; yabancı yargıçlarsa, dava
taraflarının milliyetine bağlı olarak görev alırlar. Ölüm cezasıyla noktala­
nan kararlarda, mahkeme kesin karar vermez. 1 840 yasası uyarınca, dos­
ya Yüksek Mahkemeye gönderilir ve eğer suçlu bir Osmanlı uyruğuysa
karan bu mahkeme verir; Eğer suçlu yabancıysa, Meclis-i Vala-i Ahkiim­
ı Adliye, suçlunun ülkesini temsil eden konsolostan (konsolosun h uzu­
runda karar vermek için) yardım ister, onun onayını alır; böylece konso­
losun verilen kararın uygulanmasını kabul etmesi sağlanır: verilen karar
padişahın izni alınmadan uygulanamaz.
BOLUM VI

KARA ve DENİZ KUVVETLERİ

Osmanlı kara ordusu, 1 842 'de, kesin biçimde Avrupa orduları tar­
zında örgütlendi. Çeşitli dönemlerde Selim III ve Mahmut II'nin yapt ı ğ ı
girişimler bu örgütlenişin yollarını açmıştı.
Kara ordusu, muvazzaf birliklerine ve ihtiyat birliklerine ayrı lır.
Muvazzafların hizmet süresi beş yıldır; Bayrak altında geçirilen bu süre­
den sonra, erler ihtiyat ordusuna alınırlar ve yedi yıl süreyle bu ordu için­
de kalırlar (evlerinde kalma olanakları vardır). Muvazzaf orduya nizam,
ihtiyat ordusuna redif adı verilir.
Kara kuvvetleri altı orduya ayrılır. Her orduda altı kıta54 oluşturan
iki fırka55 vardır; fırkalarda altı piyade alayı, dört süvari alayı ve bir top­
çu alayı bulunur.
Nizam askerleri, bataryaları, müstahkem mevkileri ve kaleleri ko­
rumakla görevli değildir. Bu hizmeti özel topçu birlikleri ve topçu başko­
mutanının, kale komutanının emrine verilmiş istihkam birlikleri görür.
Söz konusu birlikler dört topçu alayı ve iki istihkam alayından o luş ur .

Muvazzaf ordunun dışında olan, ama bu ordunun içindeymiş gibi


kabul edilebilecek özellikler taşıyan düzensiz birlikler de vardır: Kavas-

54 Buna liva adı da verilir. (Ç.N.)


55 Bugünkü tümenin karşılığı. (Ç.N.)

77
/ar (piyade jandann a lar56), seymenler (süvari jandannalar) , tatarlar ve
gönüllüler.
Düzenli ordunun normal mevcudu: Ül��nin çeşitli yerlerine dağıl­
mış piyadeler, süvariler ve topçular yalnızca iç güvenliği sağlamak için ye­
terliyse de gerektiğinde en az 300 000 kişiye çıkarılabilir. Bu sistem , barış
zamanında aşırı harcamalardan kaçınılmasına ve olağanüstü koşullarda
göreve çağırılacak ordu kadrosunun hazır halde tutulmasına olan ak verir.
Bağımlı devletler, savaş halinde, toplamda yaklaşık 1 20 000 kişilik
bir orduyu Türkiye 'ye sağlam ak zorundadır.
Muvazzafları, ihtiyatları ya da askere alınacak kuraları kapsayan bu
örgütlenme biçimi, Türkiye' ye 500 000 askeri bayrak altında toplama ola­
nağı verir.
1 863- 1 864 'te ordunun savaş bütçesi 95 milyon franktı ; Tophane-i
Amire'nin bütçesiyse yaklaşık 4 500 000 fraı:ıktır.
Kara ordusunun yiyecek ve gereksinim lerinin giderleri devletçe
karşılanıt".
Yirmi yaşındaki gençler arasından kurayla belirlenenler ve gönüllü
yazılanlar askere alınırdı. Türkiye Müslüman olmayanların ödediği kelle
vergisini kaldırarak bunun yerine askerlik hizmetinin getirmek ve böylece
bütün uyrukları arasında eşitliği sağlamak istediğinde, Hıristiyanlar kara
kuvvetlerinde hizmet yapma konusunda çok büyük bir isteksizlik göster­
diler; oysa, 1 847 ' den beri Ortodoks Rum denizciler donanma mürettebatı
arasında yer alıyordu. Askere alma işlemi sırasında din ayırımı yapılma­
ması, imparatorluğun asker sayısını hemen hemen iki katına çıkaracaktır.
1 8 Şubat 1 856 Hattı Hümayunu şöyle der:
"Madde 1 4. Tıpkı ödevlerin hakları da getirmesi gibi , vergilerdeki
eşitlik de görevlerdeki eşitliği getirdiğinden Hıristiyan uyruklar ve d aha
önce kabul edilmiş Müslümanlık dışındaki dinlere inanan uyruklar ve ay­
nı zamanda da Müslümanlar, askere alma yasasıyla getirilen yükümlülük­
lere uymak zorundadır. Kendisinin yerine başkasını askere gönderme ve
bedel ödeme ilkesi geçerli sayılacaktır. "

56 İç güvenliği sağlamakla görevli zaptiyeler. (Ç.N.)

78
"Madde 1 5 . Hıristiyan uyrukların ve Müslümanlık dışındaki diğer
dinlere bağlı uyrukların askere alınmalarına ve bu hizmeti yerine getirme­
lerine ilişkin eksiksiz bir yasa, olanaklı olan en kısa sürede ç ıkarı l acak­
tır. "
Hakkaniyeti konusunda hiç eleştiri almayan bu düzenlemeler hala
uygulamaya konmamıştır. Reayanın az savaşçı zevkleri vardır; onlar hem
artık kelle vergisi ödemek istemiyorlar, hem de devlete hizmet verme kten
kaçıyorlar. Vergiyi para olarak ya da kanla ödemek söz konusu olduğun­
da, parayla ödemeyi yeğliyorlar; fetih dönemine dayanan küçük düşürü­
cü ayının umurlarında değil. Türkiye Hıristiyanlarla Müslümanları aynı
düzeye getirmek istiyor; Hıristiyanlar, düzeylerindeki bu yükselmeyi ka­
bul etmiyorlar. Ortaya çıkan bu durum, bazı devletlerin, Hattı Hümayu­
nun uygulanm amasını Hıristiyanlar adına protesto etmesini engellem edi .
Bununla birlikte Türkiye ' yi anlamak ve kendi içinde bağımsızca, biraz di­
lediği gibi davranmasına izin vermek yerinde olacak.
Şöyle demeyeceğiz:
" Hayır, reaya henüz kusurlarından kurtulmuş değil; hayır, fatihin
kolu henüz görevini tamamlamış değil: reaya bunca iyiliği, bunca özgür­
lüğü bu denli ç abuk hak etmek için gerekli ahlak düzeyine ulaşma yolun­
da yeterince çaba harcamadı. Hattı Hümayunun içeriğinin dozu , bize gö­
re çok yüksektir: Reaya henüz bunları hak etmiyor ve bunlardan kötü ni­
yetle yararlanacaklardır57."
Bu söylem bize çok sert geliyor; devlet için yararlı olduğuna inan­
dığı ve Osmanlı uyruğundaki Hıristiyanlar açısından en az hoş olan şey­
leri yapması konusunda B ab-ı Afi 'nin özgür bırakılmasını istemek le yeti­
neceğiz yalnızca. Eğer bu Hıristiyanlar asker olmak istemiyorlarsa, o za­
man savunma hakları için ödeme yapmaları ve onlar adına istekte bulu­
nulmasından vazgeçilmesi gerekif58.

57 Hatl-l Hünıayoun, M.L.Courcy'nin açunlaması, Paris 1 857.


58 Şu sırada, imparatorluğun ileri gelen ailelerinden seçilmiş i ki yüz gençten oluşan (yansı Hıristi yan, ya­
nsı Müslüman) padişahın muhafız alayını (silahşöran) örgütleme çalışmalan sürüyor. Si yasal değeri hiç
kimsenin gözünden kaçmayacak bu oluşum, imparatorluk i çindeki bütün uyrukların pad i şa h ı ıı giizünde
eşit olduğunu gösteren yeni bir gözlemdir. Hıristiyanlann askeri okullara alınacağı da yakın geçmişte ka­
rarnameyle i lan edilmiştir.

79
1 854 'te Sinop'ta bir bölümü Rus donanmasınca yok edilen Osman­
lı donanması, Padişah Abdülaziz ' in tahta çıkışından bu yana belirgin bir
güç kazandı. Türkiye 'de ve İngiltere 'de yapılan ya da yapılmakta o l an ge­
reçler, gelişme raporu açısından hiçbir açık kapı bırakmamaktad ır. Os­
manlı deniz kuvvetlerinin yabancılardan istediği tekne ve m akine yapımı­
na katkı konusunda Fransa'dan haia yardım istenmemiş olması üzücüdür.
Osmanlı donanmasında daha şimdiden belli bir miktarda zırhlı firkateyn
vardır ( bunlar gelecekte silahlandınlacaktır). Haliç ve İzmit tersaneleri
geçmişteki özell iklerini yansıtan etkinliklere yeniden kavuşmuştur ve ül­
kede bulunan kaynaklar tekne yapımına kolaylıkla olanak vermektedir;
ne var ki, ülkenin gücü bu noktada tükenmektedir. Bu konuda hazırlanan
diğer raporlarda doldurulması gereken çok büyük boşluklar vardır. Atöl­
yelerin araç gereçleri, buharlı gemilerin onarımı açısından İstanbul 'da bi­
le yetersizdir; onarım dışındaki diğer konulardaysa hemen hemen sıfır
mertebesindedir; askeri tersaneler ve donanma için yerli makine uzman­
larının yetiştirilmesi gerekmektedir; bu durumun en ciddi yanı, hemen bir
ıslahatın yapılması zorunluluğudur. Buysa, ancak birkaç yılda çözülebile­
cek bir para ve istek sorunudur. Türkiye, kendi atölyelerinde teknelerini ,
makinelerini , araç gerecini yapabilmelidir; kendi uyrukları arasından, he­
nüz elinde bulunmayan mühendisler, makine uzmanları, işçiler yetiştir­
melidir: Bütün bu sonuçlara ulaş ılmazsa, ülke kendi kendine yetecek dü­
zeye gelmezse, en üzücü olaylara gebe kalacaktır.
Osmanlı İmparatorluğu, Sultan Abdülaziz ile, örgütleyici ve ilerici
düşünceye kavuştu ve üç yıl içinde büyük işler başardı: Sultan Abdü laziz
deniz kuvvetlerini seviyor, onunla yakından ilgileniyor; padişah, tersane­
lere yeniden canlılık kazandırmıştır, bu tersanelerden güçlü bir donanma
çıkarmaya çalışmaktadır ve bu amaca elden geldiğince çabuk ulaşabi lmek
için kendisine ayrılan tahsisatın (tahta çıkışından bu yana bu tahsisattan
cömertçe fedakarlıklar yaptı) yansını deniz kuvvetlerinin tahsisatına ek­
lemektedir: Hiç kuşkumuz yok ülkesine Osmanlı makine uzmanları da
kazandıracaktır (çünkü bu personel olmadan Osmanlı deniz kuvvetleri
ruhsuz bir bedenden öteye geçemeyecektir).
Deniz kuvvetlerinin 1 863-1 864 bütçesi 24 milyon Fr. 'a yükselmiş-
tir.

80
Tersane adı verilen ve Haliç ' te bulunan ' İstanbul Askeri Ters ane­
s i ' tek başına Osmanlı donanmasına yetebilir. Deniz kıyısındaki kon umu
açısından burası dünyanın en güzel tersanesidir. Şu sırada üretim gücü
çok sınırlıdır. Yalnızc a iki tekne onarım havuzu vardır ve bir üçüncüsü
yapım halindedir. Bu havuzlar donanmanın tek büyük kalafat havuzları­
dır. Ayrıca, İzmit 'te, S inop'ta, Karadeniz Ereğli ' sinde ( Heraklei a) , Midil­
l i ' de ve Rodos 'ta da gemi yapım tersaneleri vardır; ne var ki bunl ar, Ha­
liç tersanesinden de daha az üretkendir.
Türkiye 'de, tekneleri ye en güçlü makineleri yapmak için gerekli
her şey vardır.
Küçük Asya'nın, Teselya'nın, Epir' in, Boğc!an ' ın, Eflak ' ın orman­
larında bol miktarda üstün nitelikli , çok büyük boyutlu meşe ağacı vardır;
Bulgaristan ve Eflak direk için kullanılan ağaçlan sağlar. Tersaneleri bes­
leyen de işte bu yerlerdir. Küçük Asya'nın keresteleri yük gemilerine yük­
lenir; Tuna eyaletlerinin keresteleri Tuna'da sallar oluşturur; bu direkli ve
yelkenli sallar, yaz mevsiminde Karadeniz yoluyla İstanbul ' a getirilir.
Demirler, imparatorluğun Karadeniz ' in Avrupa yakasında bulunan
Samakovcuk59 ' un ve Ege Adalarındaki Praviçe 'nin dökümevlerinden ge­
lir. İngiltere ve Rusya da bol bol demir sağlar.
Bakır, Tokat ve Tranzon ' dan ç ıkarılır.
Yelkenbezleri, kenevir ve halatlar Karadeniz limanlarından çıkar.
Taşkömürü, Karadeniz kıyısındaki (Anadolu) Ereğli ' den (Herakle-
ia) çıkarılır.
Donanmann temel gereçlerini oluşturan bu öğeleri kullanm ak için
ne gerekir? Osmanlı işçilerinin bu öğleri deniz filosuna dönüştürmelerini
yönlendirecek güçlü iradeli bir lider.
Tayfalara gelince, bunlar hiç eksik değildir: askerlik yoklamal arıy­
la 30 000 Müslüman tayfa sağlanabilir; 1 847 ' den beri gemilerde çalışan
Rum Ortodoks dininden denizciler, dindaşlarının kara ordusunda hizmet
görmeye karşı gösterdikleri isteksizliği sergilememektedir. Bütün ulus l ar­
da, daha çocukluk yaşlarından başlayarak disipline alışan denizciler yasa­
lara boyun eğerler ve bunu karşı çıkmadan, homurdanmadan yaparlar.

59 Bug. Demirköy (Ç.N.)

81
BOLUM VII

MALİYE

Osmanlı İmparatorluğu 'nun eski maliye rejimi , yeni benimsenen


rejimden çok farklıydı : Başdefterdann6o ve diğer dairelerin uyguladığı
defter tutma tarzı, bütçeler sisteminin gerektirdiği biçimde hesaplar yap­
ma konusunda yetersiz kalıyordu. Bu yetersizlik, hükümeti , 1 862- 1 863
genel bütçesinin basit bir özetini yayımlama zorunluluğuna itti ve bu ya­
rım yamalak yayım bile bir yenilikti .
Benimsenen yeni defter tutma sistemi, her nezarete kendi bütçesini
eksiksiz yayıml ama olanağını verdi: Böylece ilk kez 1 86 3 - 1 864 yılı büt­
çes inde gelirlerin ve giderlerin genel bütçesini hazırlama ve yayımlama
olanağı doğdu.
Bizim inceleyeceğimiz de işte bu bütçedir. Ama daha önce, iki yıl
içinde gerçekleştirilen gelişmeyi anlayabilmek için geçmişe bir göz at­
mak gerekir.
Sultan Abdülmecit 'in son saltanat yıllannda ülkenin m ali durum
çok ciddi biçimde bozulmuştu : Hükümet, kaime adı verilen 230 milyon
Fr. tutarındaki kağıt paranın ve çok büyük bir dalgalı borcun ağırlığı al­
tında bunalmıştı . Bu koşullarda bütçeyi denkleştirmenin hiçbir yolu yok­
tu; hatta gerçek gelirlerin ve harcamaların tam tutarını bilmek de olanak-

6 0 Bugün: Maliye bakam. (Ç.N.)

82
sızdı. Kaimenin değerinin düşmesi, kambiyo işlemlerinde bu d eğe r düş­
mesinden ve sürekli dalgalanmalardan doğan farklar, Hazinenin merkezi
yönetimce elde edilen ya da harcanan paraların tam tutarını bilmesini ola­
naksız kılıyordu. Gerek mal alımlarında, gerekse yurtdışında yapı lan öde­
melerde uğranılan gerçek kayıpların yarattığı fedakarlıklar, yılda yaklaşık
olarak 1 1 5 milyon Fr. ' ı buluyordu ve gelirler bu harcama fazlasını karş ı ­
lamaya yetmediğinden dalgalı borçlar -yeni borçlanmalar yüzünden- çok
büyük boyutlara ulaşıyordu; bu borçl arın faizleri (ara değerlerle birli kte)
yılda %50 ' ye geliyordu. Mal� bunalım kaçınılmaz hale gelmişti : Ülkede
yeni bir gönenç dönemi başlatan Abdülaziz'in tahta çıkışıyla birlikte bu­
nalım patlak verdi. Bu sırada devlet bütçesi yılda 37 500 000 Fr. normal
açık vermekteydi (kaimenin değer yitirmesinden doğan ve 75 milyon Fr'ı
bulduğu söylenen kayıplar dışında) ve dalgalı borç 450 milyon Fr. ' d ı .
Kaimenin piyasadan çekilmesi ve dalgalı borçların eritilmesi için
Avrupa'da 200 milyon Fr' hk bir borç anlaşmasının sonuçlandırılması,
öncelikle yarattığı bazı sonuçlarla kendini gösterdi: Borç miktarı dört ka­
tına çıktı, devletin borcu arttı.
1 862 'de gerçekleştirilen bu borçlanmanın getirisi, yeni dol aşıma çı­
karılan es lı am ı cedide 6 ı ve selıimlere (ömür boyu gelir) kağıt paranın iki
-

aylık bir süre içinde bütünüyle piyasadan çekilmesine ve aynı zam anda
dalgalı borçların büyük bölümünün ödenmesine yetti. Kaimenin piyasa­
dan çekilmesi mali ıslahatın temeliydi ve bu eylem -aynı zamanda- dev­
leti çok yakında doğacak bir tehlikeden kurtardı.
Durumda hissedilir bir düzelme ve bütün hizmet dallarında gerçek
i lerlemeler gerçekleşmesine karşın, dalgalı borçlar bütünüyle ödenemedi
ve yaşanan deneyimler bu borç bakiyesinin -ne kadar küçük olursa olsun­
maliyenin genel yönetiminde karışıklıklara yol açacağını gösteriyordu.
Dolayısıyla, önce çift işlevli (hem ticaret işlemlerini kolaylaştıracak, hem
de Hazineye belli bir ölçüde destek verecek) bir banka kurmak, daha son­
ra da dalgalı borçların kalıntılarını ödemeye yönelik yeni bir borçlanma­
nın gerçekleştirilmesi için önlemler almak gerekiyordu.

6 1 Arapça esham sözcüğü pay, hisse anlamına gelen sehm sözcüğünün çoğuludur. Esham sözciiğü önce
Mustafa iV döneminde çıkanlan borçlanma kuponları için, daha sonra iç borçlanma tahvi lleri için kulla­
nılmıştır. (Ç.N.)

83
Bank-ı Osmani-i Şahane, en büyük Fransız ve İngiliz sermayedar­
ların katılimıyla 67 500 000 Fr. sermayeyle kuruldu.
Bankanın kurulmasından sonra, blınka. kurucuları aracılığıyla 200
milyon Fr. 'lık bir ikinci borçlanma gerçekleştirildi. Bu borçlanma tutarı­
nın 1 50 mi lyonluk bölümü dalgalı borçların ödenmesine ayrıldı.
Bir zamanlar Galata borçları adıyla bilinen ve Hazineyi büyük ka­
yıplara uğratan borçlardan geriye, bugün, temizlenecek h içbir hesap kal­
madı ve dalgalı borçların geri kalan bölümü Galata borçlarınm eriti lme­
siyle sağlanan özel girdilerle ödendi .
İkinci borçlanmayla sağlanan 5 0 milyonluk kullanılabilir miktar,
iyi paralarla birlikte dolaşımda kalan küçük değerli paraların (beşlik ve
altılık) kolayca ve yavaş yavaş dolaşımdan çekilmesi için kullanıldı (bun­
ların dolaşımdan çekilmesi akıllıca bir uygulamaydı). Devlet, bankayı,
söz konusu paraların dolaşımdan çekilmekle görevlendirdi.
1 /1 3 Mart 1 863-28 Şubat/ 1 2 Mart 1 864 bütçesi şöyledir:

Gelirler ....... . . .. ....


.... .. ... .... 346 2 1 2 062 Fr62.
Giderler .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3 4 1 435 573

Gelir fazlası 4 776 489 Fr.

Gelirler iki kaynaktan sağlanmaktadır:


Osmanlı İmparatorluğu 'na özgü her çeşit vergi ve bağımlı eyaletle­
rin ödedikleri vergiler.

Asıl vergilerden sağlanan gelir arttı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3 3 5 45 1 052

Vergiler şöyledir:
Mısır'ın gönderdiği . . . .. . . . . . .... .. .... . . . . . . 9 200 000
. .. ..

Eflak ' ın gönderdiği . .. . . . . .... . . . .. .. . . .


.. .. . ... . . .. . 575 000

Boğdan'ın gönderdiği . . . . . ... . . . . . . . . . 345


. . . . . ... .. . .. 000 1 0 76 1 0 1 0

Sırbistan ' ın gönderdiği . . . . . . . . . . . .. ... . . . . . 529


. ... .. .. 000

62 Mahmut il döneminde Türkiye'nin geliri 75 milyon Fr. idi; 1 850'de gelirler 175 milyona, 1 HliO'ıa 278
milyona yükseldi.

84
Sisam' ın gönderdiği . . . .. . . . . ... . . . ... .. . . . . . . . . . . . . . . . 92 000

Aynaroz 'un gönderdiği . .. . .. . . . .. .. .. .. .......... .. . 20 0 1 0

Gelirlerin toplamı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 346 2 1 2 062 Fr.

İ mparatorluğun toprak yüzeyiyle, ticaretiyle ve nüfusuyla karşılaş­


tırıldığında, gelir rakamlarının bu kadar düşük olmas ı şaş ırtıcıdır.
Avrupa, Asya ve Afrika' da yaşayan doğrudan Osmanlı uyruğunda­
ki nüfus 30 milyon olduğuna göre kişi başına ödenen vergi 1 1 , 1 8 Fr. 'dır.
Bağımlı eyaletlerin ödediği kişi başına vergi ortalaması, Mısır için
1 ,92 Fr. , Eflak-Boğdan ve Sırbistan için 0,29 Fr. 'dır.
Fransa nüfusunun 40 milyon olduğu tahmin edildiğine göre, 1 864
bütçe harcamaları (yetersiz kalacaktır), -y�rel giriş vergileri, komün lerin
ek yüzdeleri, vb. dışında- kişi başına 44,55 Fr. vergi ödenmesini gerektir­
mektedir.
Açıkça görüldüğü gibi , padişahın uyruklarının ağır vergi yükü al­
tında ezildiği söylenemez; ne var ki, vergi dağılımının yanlış olması, he­
men hemen tüm yükün tarıma yüklenmesi , çoğunlukla tarım kesiminin
vergi yükünü ağırlaştırmaktadır.
Vergiler, dolaysız vergiler ve dolaylı vergiler olmak üzere i kiye ay-
rılır.

Dolaysız vergiler şunlardır:

Vergi (kişisel) . ........ .. . . . . . . .. . . . . . . ...... 70 1 73 8 1 2 Fr.


Bedeli askeri. . . . . . . ..... . ... ..
... . . .. . .. . . . . . . l 3 934 739

Toplam . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8 1 1 08 5 5 1 Fr.

Dolaylı vergiler şunladır.

Aşar ............................................ 94 89 1 3 47 Fr.


Hayvan vergisi... . .. ... .......... . ..
. .... 20 640 794

Gümrük vergileri . . . ...... . . . . .. .


.. .. .. . . 57 500 000

Tütün ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . ! 3 800 000

85
Balık avlama .... . . .. . .
. . .. .. ..... . . . . .. . . . . . .. ....... 1 3 1 5 387
Mukaveleler ve pullu kağıtl ar . . . .. . . . . . . . . . . 3 8 1 I 285
_
İspirto . . . . . . .... .
. . . . . . . . . . . . 2 875 000
. .... . ........ ... . ... .... ... .

Çeşitli rüsumlar ... . . .,. . . . . • . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 28 1 75 000


Posta ...... ........................ .......... .............. 2 3 1 7 50 1
Devlet matbaası . . . ..... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25 1 793
Devletin taşınmaz mallan . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . 442 292
Balıklavalar . . . ..................... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 526 772
Ormanlar .. . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 365 762
Devlet çiftlikleri .. . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . .. . . 2 000 772
Tuzlalar . .... . . . ...
. .. .... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . 14 375 000
Madenler .... .. . . . .
. . .... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . .. 2 1 36 728
Devlet taşınmazlarının satışı . ....... . . . . . . . . . 1 295 64 1
Bahriye ve ticaret nazırlıklannın
Gelirleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 7 46 427
Tapu -······················· ········ · · · · · · · · · · ··········· 2 875 000

Toplam . . . . 25 1 342 50 1 Fr.

Harcamal ar şu kalemlere ayrılir:

KAMU BORÇLARJ 6 3.

Dış borç : faizler ve geri ödeme . . .. . . . . . .. ... .... . ...... . .. . .


.. . .... . ...
. ..... O 430 6 1 9
İ ç borç: Esham-ı Cedide ve tahvilat-ı
Mümtaze ' nin faizleri ve geri ödemesi ...... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 32 775 000
Esham-ı Mümtaze'nin ve 10 yıllık bono-lann faizleri . . . . . 5 266 425 ... .. .

63 Türkiye yalruı.ca birkaç yıldır borçlanma yoluna girmiştir. 1 854'te, Kırım savaşının gereksinimleri için
%6 faizle 75 milyon Fr'lık ilk borçlanmayı yapn. Enesi yıl, aynı nedenden ötürü, Fransa ve İnb'İ lıere'nin
verdiğ i güvence sayesinde, %4 faizle 1 25 milyon Fr. daha borçlanmak zorunda kaldı. 1 8 5 8 'd e , 1 25 mil­
yon Fr. tutarındaki üçüncü borçlanma i çin Londra'da görüşmeler yapıldı. J860'ıa, M.Mires ile varılan uz­
l aşma (bütünüyle yerine getirilmedi) borçlanmayı yaklaşık 50 milyon Fr. anırdı; son olarak, 1 X62 ve
J 863'teki iki borçlaruna (Her biri 200'er milyonluktu), kaime adı verilen kağıt paralan dolaşımdan çek­
mek, Galata ' ya olan dalgalı borçlan ödemek ve kötü paralan yavaş yavaş dolaşımdan kaldımıak i ç i n ya­
pıldı .
Sehimlerin, Mukataa-tımarların faizleri. . . .... . ...... . . . . . . . ....... . .. . l 4 232 540
Vergilerden alınması öngöıii len dörtte
bir avansın iadesi . . . . . .. . .. . . .. . . .. . . . . . . . ..... . . .. . .. .. . . ... . . . .............. . . . 7 1 79 580
. ..

Yetimler fonuna borçlanılmış miktarın faizi . . ..... . .. . ........ ....... . .. 668 955
Hicaz ve Yemen eyaletlerinin ödenekleri;
Mekke' ye ve diğer yerlere gönderilen
sürre . . . . .
. .. ... .... . . . ..... .. . .. . . . . .. . . .. . .... . ...... . '. . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . 8 523 432
.

Padişahın tahsisat-ı mahsusası ve


bununla ilgili ödenekler . . .. . . . ... . .... .. ..... . ...... . . .. . ....... . ..... .. .... . 27 7 1 2 977
. .

Maaş lar ve yardımlar (vezaif) . . . . . . .... ... . . . .. . . . ... . . . ... . ........ .. . .. . .... 7 845 335
Sandalyesiz bakantar64 , Meclis-i Valay-ı
Ahkam-ı Adliye, hazine dairesi üyeleri .; . .. . . . . ... . . . . . . . . .. .. . . . .. . . . .. 1 579 l 40

NEZARETLERİN TAHSİSATI

Seraskerlik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 95 1 98 528
Tophane-i Amire Nezareti . .. . ....... . . ..... . . . ........... . . . . . . ............... .4 370 000
Bahriye nezareti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......... ............... . . . . . . . . . . 24 1 9 1 096
_
Adliye nezareti . .. . . . . . . . . . . . . .
... . . .. .. . .
. . . . . . 2 402 895
. .. . . . . .... . . .... . . ... . . . . . .. . ....... . .

Evkaf nezaret ...... . ....... ......... ............... . ........ . .. ........ . ... . .. . ... . . . .4 627 709
.

Dahiliye nezareti ........ . . .. .. ..


. . ... .. .......... . . .. ...... .. ..... . . . . .. . . . . . . . .4 1 082 544
.. .

Hariciye nezareti .. . . . . . ... . . . .... . . . ... . . . ... . ...... . . . . .. ..... ... .. ....... . ..... . . . . 3 0 1 6 274
Ticaret nezareti . .. . . .. ..... . . .
. .. .. . . . . .. . . .. ..
. ......... . ...... . ...... . . .... . .... . .. . ... .458 903
Maarif ve Nafıa nezareti . .. ......... . ........ ... . . . . . ....... . . . ...... ....... . .... 1 084 458
Zaptiye nezareti .. . . . ... . ........ . ... . ........ . . . . . . . . .. . .. . ... . . . . . . . . . . . . .. . ...... . ... 3 789 220
Maliye nezaretinin genel giderleri ........ ..... . . ..... . .. . ...... .. : . . . . . , . 1 4 999 943

Toplam . . . ... . . . ... . ... 3 1 1 435. 573 Fr.

Bu gelir-gider irdelemesi sayesinde, içinde bqlunulan bütçe döne­


minde durumun yeterlinin de ötesinde güvenceler sunduğu görülür. Gele-

6 4 Nazır olmadıkları halde nazırlar gibi görev yapan kimseler. ()Ç.N.)

87
cek yıl, son 200 milyonluk borçlanmanın gerçekleşen bölümünün geri
ödemesini temsil eden -daha sonra borçlanmanın tamamlanmasıyla 1 6
1 00 000 Fr. 'a çıkacaktır- 1 1 500 000 Fr. ' lık bir tutarı harcamalara ekle­
mek gerekecektir; dahası, hükümetin Edime demiryoluyla ilgili tasarıyı
başlatmak ya da yapımını güvence altına almak ve Rumeli ' deki demiryo­
lu ağının başka hatlarını (ulaşım yollarının yetkinleştirilmesi çabasına
bağlı bir tasarıdır) yapabilmek için en azından her yıl 1 1 500 000 Fr. 'a ge­
reksinimi vardır.
Dört yıl önce eyaletlerde yapılan 27 600 000 Fr. ' lık borçlanmanın
dörtte biri vergi yoluyla ödendiğinden, her yıl bu amaçla borç ödemesin­
den indirilecek miktar olan 6 900 000 Fr. , gelecek yılın bitiminden sonra
yeniden bütçeye eklenecektir. Bu tutar giderlere (aynı miktarda tutulacak­
tır) göre var olan gelir fazlasına eklendiğinde, gelir fazlası 1 1 500 000
Fr. 'a ulaşmaktadır ve yukarıda belirtilen giderleri karşılayacaktır.
Bir yandan yönetimsel ıslahatlar sonucu harcamalarda ortaya çıkan
.
azalma, öte yandan imparatorluğun gelirlerindeki sürekli artış göz önün­
de tutulduğunda, gelecek yılın bütçesinde çok daha büyük bir gelir fazla­
sı olacağından kuşku duyulamaz.
Bununla birlikte, bu durumu daha da iyileştirmek için, hükümet,
bugüne dek tasarı aşamasında kalan ve hazine girdilerini artırmayı amaç­
layan bazı önlemleri uygulamaya koyacaktır.
Şunlar yapılacaktır:
1 ° İ stanbul'daki taşınmaz mallara yalnızca varlıklı sınıfı etkileye­
cek biçimde bir vergi konacaktır; mal sahiplerinin oturdukları evler dışın­
da kalan, kira ve gelir getiren konutlar ve eğlence ya da dinlenme yerleri
için küçük bir vergi ödenmesi kararlaştırılmıştır; başka bir deyişle, yapı­
l an uygulama sayesinde bugün yitirilmiş en yasal kaynaklardan biri -gü­
nümüzün gelir vergisi sistemine bu yeni vergiyi sokularak ve kiralama
kontratlarından alınan vergi kaldırılarak- gerçekleştirilecektir;
2° Sağlanan gelir narhını başlangıçta benimsenen temele dayandı­
rarak, vakiftaşınmazlarından alınan vergileri, vakfın bağlı bulunduğu din­
sel kurumların harcamalarıyla orantıl ı kılınacaktır; oysa, bu narh üç akçe
olarak belirlenmişti ve bu tutar bir okka ( 1 285 gram) zeytinyağının o za-

88
manki fiyatıydı65. Bu çözüm sayesinde Hazine, en azından her yıl vakıf­
lara verdiği 4 628 000 Fr. ' ı , en yararlı kurumların (nafıa ve milli eğitim )
gelişmesine yönlendirme olanağı bulacaktır;
3° Halkı karşılaştığı yolsuzluklardan kurtarmak ve böylece aynı za­
manda devletin gelirlerini artırmak amacıyla iç gümrükler ve dolaylı ver­
giler sisteminde gerekli iyileştirmeler yapılacaktır;
4° Başlatılmış çalışmaları (yadsınmaz yararları daha şimdiden his­
sedilmektedir) elden geldiğince hızlandırarak, kadastro bütün imparator­
luğa yayılacaktır. (Bu çalışmalar, vergi paylaşımında ortaya çıkan kaçak­
ların ve yasa dışı uygulamaların gün ışığına çıkarılmasına katkıda bulu­
nacaktır; halkın yoksul kesiminin yükünün hafifletilmesine ve varl ıklı la­
rın servetleri oranında kamu harcamalarına katılmalarına olanak verecek,
devlet gelirlerinin tam tahsil edilmesini sağlayacaktır. )
Başvurulan bu yeni kaynakların dışında, kanımızca, mali durumu
iyileştirebilecek başka kaynaklar da vardır. Türkiye'nin demiryollarıyla
ve eksik olan ulaşım yollarıyla donatılmasına rahat rahat katkıda buluna­
cak çok daha dolaysız, daha güvenilir, çok daha güçlü kaynaklar bulun­
duğunu sanıyoruz. Toplanmakta olan çeşitli vergileri ve konacak vergi le­
ri irdelerken bunları da belirteceğiz.
Kişisel vergi, tahmin edilen servetten (taşınmaz mal, ticari varlık)
elde edilen gelirden alınan vergidir. Liva meclisi , devlete ödenecek top­
lam tutarı belirler ve belediyeler bu tutan vergi yükümlüleri arasında pay­
laştırır. Tahmini gayri s afi gelirlerine göre vergilendirilen kırsal kes im
toprak sahipleri , aynı zamanda elde ettikleri ürünlerden aşar66 da ödemek
zorundadırlar; Bundan yola çıkılarak, gelirleri daha değişmez, ürüne
oranla daha az rastlantısal olan ve vergi uygulamas ına sokulan evler, ta­
nın işletmelerine oranla daha az vergilendirilmiştir.
İ stanbul ve banliyösü, kentin fetih dönemlerine dayanan ayrıcalık­
lar sayesinde, vergiden bağışık tutulmuştur.
Bu verginin İ stanbul'da yürürlüğe konacağını söyledik; ne var ki,

65 Türk kuruşu bugün 0,23 Fr. 'dır; 3 akçe, 1 para ya da 0,00575 Fr. 'dır. Kuruşun sürekli değer kayhcıme­
si ve aradan geçen zaman hesaba karılırsa, gelir narhııun bugün 20 kat azaldığı sonucu oıtuyu �ıkur.
66 "Ondalık" adıyla da bilini r. Toprak ürünlerinden onda bir oranında alınan bir vergidir; ne var k i , daha
sonralan bu verginin oranı beşte bire kadar yükseltilmiştir. (Ç.N.)

89
devlet, mal sahiplerinin oturdukları evleri vergiden bağış 1 k tutarak, hazi­
neye zarar veren , ·mantık d ışı bir istisna yarattı. Vergi konusunda eşitlik
temel alınma,Jıdır ve burada eşitlik bozulmuştur. Bir ev ister üçiincü bir
kişiye kiralanmış olsun, )ster söz konusu evi mal sahibi konut olarak kul­
l ansın, kamu hizmetlerinden yararlanmaktadır ve mal sah i bin i n ortak yü­
kümlülilklere katkıda bulunması gerekir. Dolayısıyla burada, bu kalem­
den beklenen g eliri büyük ölçüde artıracak, doldurulması gereken bir hoş­
luk vardır; aynı zamanda kadastronun geçirilmesi sayesinde istisnasız bü­
tün konutların değerleriyle orantılı bir sınıflandırması elde edil ecektir. is­
tisnasız dediğimizde, Müslüman din adamlarının Allah ' a ait oldukları
için vergiden bağışık tutmayı başardıklar vakıf mallarına da kamu yasa­
larının uygulanmasından söz ediyoruz. Günümüzde devlet, Türkiye deki '

taşınmaz malların dörtte üçünü temsil eden bu dinsel taşınmazlar bütü­


nünden yalnızca hiçbir şey almamakla kalmıyor, hatta bu kurumların har­
camalarına katkıda bulunmak zorunda da kalıyor: 1 863-64 bütçesinde bu
kaleme 4 628 000 Fr. ödenek konmuştur. Hükümetin, uygulayacağı ısla­
hatlar sırasında girdilerin yüzdelerinde değişiklikler yaparak, hu yükü
azaltmayı umduğunu gördük. Kuşkusuz bu bir gelişmedir, ama yete rsiz
bir gelişmedir. Bu taşınm azl ar kamu taşınmazları arasına sokulmadığı,
vakıfların genel vergileri ödemekle yükümlü kılınması sağlanmadığı sü­
rece yapılan iş eksik olacak ve yerine getirilmesi gereken büyük bir ada­
leti sağlama eylemi askıda kalacaktır.
Bedelli as keri işlemine kelle vergisi ya da baş vergisi de denir. Bu,
din ayırımı gözetilmeksizin Müslüman olmayan bütün erkek Osman lı uy­
ruklarına uygulanan bir vergidir. Bu verginin tutarı, yükümlünün varl ığı­
na bağlı olarak 1 5, 30 ya da 60 kuruştur. Papazlardan, kadınlardan, ço­
c uklardan, yoksullardan, vb. bu vergi alınmaz.
1 850'den beri, dinseHiderler dindaşlarının ödemekle yükümlü ol­
dukları kelle vergisini toplamakla görevlendirilmişlerdir; dinsel liderler,
topladıkları parayı, devlet hazinelerine teslim ederler
1 8 Şubat 1 856 Hattı Hümayunu 'nun 1 4. maddesi, y alnızca Müslü­
man olmayan Osmanlı uyruklarının ödediği kelle vergisini kesinlikle kal­
dırdı. "Yükümlülüklerde eşitlik" mantıksal gerekçesini öne sürerek vergi

90
eşitliğini sağladı. Hıristiyan halkın askere alınma işlemine karşı isteks iz
kalmasının, devleti vergi eşitliği sistemini bugüne kadar uygulam aktan
nasıl alıkoyduğunu ordudan söz ederken açıklamıştık. İlke olarak kal d ırı­
lan kelle vergisi, uygulamada hfil a varlığını sürdürmektedir.
Aşar vergi leri genellikle mal olarak ödenir. Aşar, bitkisel ve hay­
vansal ürünlerden alınır (atlar ve boynuzlu hayvanlar dışında).
Gümrükler -vergiler ve aşarlardan sonra- hazinenin en büyük kayna­
ğıdır. 1 862 'den bu yana yönetimde gerçekleştirilen köklü ıslahatlar, gelir­
leri büyük ölçüde artırdı. 1 863 yılı boyunca toplanan vergideki artışın -dış­
satım resimlerinin düşürülmesine karşın- %75 'ten az olabileceği düşünü­
lemez. Bu sonuç yalnızca yolsuzlukların ortadan kaldırılmasının üıiinüdür.
Bütçede, tütünden 1 3 800 000 Fr. gelir beklenmektedir. Bu gelir
kalemi , bize göre, hükümetin en çok dikkat etmesi gereken kalemdir: Zi­
ra yapabileceği katkının çok uzağında görünmektedir.
Türkiye bazı devletleri örnek alarak tekel uygulamasından yeni bir
gelir kaynağı yaratmayı düşündü. Tütün vergisi, 1 862 ' de İngiltere ' den
alınan borca karşılık özellikle güvence olarak gösterilen kaynaklard an bi­
riydi . Kanımızca Türkiye'nin kullandığı olanaklar yetersizdir ve ü l ken i n
çıkarları seçtiği sistemi değiştirmesini buyurmaktadır.
Önce günümüzdeki yönetmeliği açıklayalım:
Yaprak sigaras ına ve çiğneme tütününe ya da ülke dışından gelen
enfıyeye ad valorem61 olarak % 75 giriş rilsumu uygulanır;
Yaprak tütün ya da tütün yaprağı tomarcığı dışalımı yasaktır;
Yerli tütün üretimine müruriye adı verilen bir geçiş rüsumu uygu­
lanır (1 Haziran 1 862 'den beri); söz konusu rüsum , tütün üretim yerinden
çıktıktan . sonra malın ulaştığı ilk yerde alınır;
İstanbul ' a gelen tütünün vergisi kente girişte ödenebi lir; İ zm ir, İs­
kenderun, Beyrut, Lazkiye, Selanik, Kavala, Trabzon ve S amsun ' a gelen
tütün için de aynı şey geçerlidir. Üretim yerlerinden tütün gönderen ler,
tütünün yola çıkmasından önce, rüsum tutarını yatırmak ya da sağlam bir
güvence vermek zorundadır. Malın varış yerinde giriş rüsumunun öden-

67 "Değer üzerinden" anlamında Latince deyim. ( Ç.N.)

91
diğini gösteren irsaliye alındığında güvence sona erer ya da resimleri ge­
ri alma işlemi tamamlanır.
Tütün üç sınıfa ayrılır:
Birinci sınıfın, okkasının68 toptan fiyatı 1 5-30 kuruş ve yukarısı
olan kalitedeki tütünleri kapsar;
İ kincisinin okka fiyatı 7,5 - 1 5 kuruştur;
Üçüncü sınıftakilerin okkası 7,5 kuruşun altındadır.
Okka başına giriş resmi şöyledir:
Birinci sınıf için 24 kuruş;
İ kinci sınıf için 12 kuruş;
Üçüncü sınıf için 6 kuruş.
Hep malın varış yerinde istenen giriş rüsumu, dışsatım doğrudan
yapıldığında, malın çıkış yerinde alınır. Bir tüccar tütünün girişini yaptık­
tan sonra satarsa rüsumlar bütünüyle alınmış olur ve malın yeni sahibi söz
,
konusu malı dışarıya satması durumunda rüsumu geri alma hakkı nı yitirir.
Bunun dışında, gene aynı tarihte ( 1 Haziran 1 862), tütün satışından
beyie adı verilen bir imtiyaz rüsumu alınmaya başladı. Bu rüsum , tütün ti­
caretiyle uğraşan Osmanlı ya da yabancı uyruklu tüccarlara -ister seyyar,
ister yerleşik olsunlar- uygulandı.
Beyie, dükkanın yıllık kiralama değerinin % 30 oranında alınr.
Yıllık kirası 1 00 kuruşun altında olan tüccarlar ve seyyar satıcılar
sabit bir yıllık vergi öderler: 1 00 kuruş.
1 863- 1 864 bütçesinde, tütünden alınacak vergilerin yılda 60 mil­
yon kuruşu ( 1 3 800 000 Fr. ) bulması öngörülüyor.
Açıkladığımız yönetmelikten önce İngiliz hükümetinin Türkiye'nin
durumuyla ilgili bir soruşturma yapmakla görevlendirdiği Bay Poster ve
Hubart Paşanın, 7 Aralık 1 86 1 'de Lord John Russel 'a sundukları raporda
tütünle ilgili vergileri şöyle sıralıyorlar69:

68 Bir okka 1285 gramdır; kuruşun değeri 0,23 Fr. 'dır.


69 Report on ıhe Financial Condiıion of Turkey, by M. Fosıer and lord Hobart, presenıed ıo Boıh f/ouses
of Parliamefll by Command of Her Majesıy (Bay Poster ve Hubart Paşanın Hazırladığı. Majesıderinin
Buyruğuyla Parlamentonun Her İki Kamarasına Sunulan Türkiye'ııin Mali Durumuna İlişkin Rapor),
1 862, say. 10, 1 1 ve 12.

92
Üretilen tütünden alınan rüsum 25 727 7 1 8 kuruş ya da yaklaş ı k
205 000 İngiliz lirasıdır:
Bu rüsum ad valorem i lkesi uyarınca şöyle kiraya veri lir71 1 ya da
doğrudan tahsil edilir:

OKKA EDER İ RÜSUMLAR


7- 1 2 kr. 'un altında 1 . 5 kr.
7.5- 1 5 kr. arası 3 kr.
1 5 kr. 'un üstü 6 kr.

Rüsumu çiftçi, tütünü mağazalarda ya da depolarda satmak için sa­


tın alan dışsatımcı ya da tüccarlardan tahsil eder (hükümetin yönetmel iği­
ne uygun olarak).
Bu vergiye gelince, nüfusu en az 25 milyon olan ve hemen hemen
erkeklerinin tümünün ve kadınlarının çoğunun sürekli sigara içtiğ i bir ül­
kede, bu maldan kesilen verginin yalnızca 205 000 İngiliz lirası olması,
alınan verginin çok az olduğunu göstermektedir; oysa, söz konusu mal,
bütün dünyada en iyi vergilendirilen ülkeler olarak kabul edilen İng i ltere,
Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinde hazineye milyonlar getirmektedir.
Bununla birlikte, bu malın yerel tüketimiyle Türkiye 'de büyük bir ge­
lirin sağlanamayacağını unutmamak gerekir; ne var ki, bu gelir yalnızca bir
tekelden ya da uluslararası bir rüsumdan elde edilmektedir: Çünkü Türki­
ye ' de tüketilen tütün bir toprak ürünüdür. Çok pahalı olarak bilinen ve kurul­
ması bazı Avrupa ülkelerinde çok güç olan tekel, yeterli uygulama yöntem­
leri bulunmaması nedeniyle, büyük olasılıkla Türkiye 'de başarısız olacaktır;
öte yandan, doğrudan üreticiye uygulanan ve dışsatımcının satın alım ına sı­
nır getirilmemiş (tıpkı bugün olduğu gibi) bir mala uygulanan bu rüsum , yal­
nız rüsumun toplanması konusunda ortaya çıkaracağı güçlükler açısından de­
ğil, üretimde yaratacağı engel bakımından da itirazlara yol açacaktır.
Rüsumları diğer ülkelerin (bu ülkelerde, tütün, devlet hazinesinin
başlıca kaynaklarından biridir ve tütünden alınan rüsum, ürün değerinin
yüzde birkaç yüz puan üstüne çıkabilir) çok altında kalacak biçimde be-

7 0 Mukataa yöntemi. (Ç.N.)

93
lirlenen (bunu unutmamak gerekir) tütünün sağladığı gelir, belki de artı­
rılabilecektir; Ne var -ki, şu anda uygulanmakta olan vergi toplama s i ste­
m inden daha etkili bir sisteme geçilmediği sü�ece, değeri çok küçük de
.
olsa, Türkiye 'de bir rüsumun kaçakçılığa karşı başarılı olacağı kanıtlan­
mamıştır. İmparatorluktaki tütün üretimi genellikle 30 mi lyon okka ola­
rak değerlendirilmektedir; bunun sağladığı gelir 26 milyon kuruşun altın­
dadır (rüsum ortalaması okka başına bir kuruştan azdır). Günümüzde uy­
gulanan tarifeye göre okka başına 1 ,5-6 kuruş rüsum alınmaktaysa da ge­
ne de çok büyük bir miktarın vergiden kaçırıldığı kesindir.
Bu durum, vergi toplama yöntemini daha etkili kılmayı ve vergiyi
gelirleri büyük ölçüde yükseltecek biçimde artırmayı engelleme nedeni
olamaz; ne var ki, vergi gelirlerini artırabilmek için, vergiyi üretim yerin­
de alma sistemini kesinlikle yürürlükten kaldırmak. verginin doğrudan
devlet tarafından toplanmasını öngören sistemi getirmek gerekir.
Bütün bunlara karşın, hatta var olan yanlış vergi toplama tarzının
sürdürülmesi durumunda bile, hem tüketime zarar vermeden, hem de ka­
çakçı lık eylemlerinin yaratacağı yeni tehlikeleri yaşamadan vergi oranla­
rının yükseltilebilmesini olanaklı görüyoruz. Özellikle, vergi oranının bir­
den bire düşük bir oran olan okka başına 1 5 kr. düzeyinde tutarken, aynı
rüsumun uygulandığı yüksek değerli tütünlerin rüsumunun 1 00 kunışa
kadar çıkarılmasını gerektiren nedeni anlamıyoruz
Tütünlerin sınıflandırılması kadar, vergi tarifesinin de gözden geçi­
rilmesi zorunludur; örneğin, tayrek adı verilen ve üretim yerinde 60 ku­
ruş eden tütün. kalitesi en düşük sınıftır ve en düşük rüsum bu tütüne uy­
gulanır.
Biz, şu anda uygulanan rüsumların yerine şu bölümlemenin uygu­
lanmasını öneriyoruz.

OKKA EDERİRÜSUMLAR
7,5 kr ' un altında ..... . ................. . .
... .... . .......... 2 kr.
7,5- 1 5 kr ............ . . .. ...... . ............................. . 4 kr.
.

1 5-25 kr ........... .......... .................................. 1 0 kr.


25-40 kr ............ . . .
.. .. .................................... 15 kr.
40 kr ve üstü ................ ............ . . . . . ............... 25 kr.

94
Vergi toplama mekanizması yeniden düzenlendiğinde ve güçlendi­
rildiğinde yeni bir rüsum artış ı denenebilir. Bu ölçüye yapılabi lecek tek
itiraz, kılı kırk yaran bir derecelendirme sistemini zorunlu kılacak ciddi
bir halk hoşnutsuzluğunun ortaya çıkması olasılığıdır."
Bay Foster ile Hubart Paşanın raporu, o günden bu yana yapı lan de­
ğişikl iklerle karşıl aştırıldığında, gerçekleştirilen ıslahatın genişliğini kav­
rama olanağı vermektedir.
İ ngiliz raportörlere göre, tütün 5 1 25 000 Fr. (205 000 İ ngiliz l i ra­
sı) sağlamaktadır; bugün bu gelirin 1 3 800 000 Fr. olması öngörülmekte­
dir ve bunun gerçekleşeceğinden kuşkumuz yoktur. Görüldüğü g ib i, bu­
gün uygulanan sistemle, o günden bu yana devletin gelirlerinde yıl lık 8
675 000 Fr. 'lık bir artış vardır. Bu da belki bir şeydir, hatta çok şeydir;
çünkü verim bir kattan fazla artmıştır ve bu durum Türkiye'nin sağl aya­
bileceği tek artış değildir.
Vergiyi kent girişinde kesme sistemi etkisizdir. Vergi sistemleri
arasında kaçakçılığa meydanı en çok boş bırakan sistem budur: Ciddi bir
denetimin çok güç olmas ı nedeniyle kentlerin çoğu kaçakçılığa açıktır;
kentlerin giriş bölgesine oranla denetimleri daha az kolay olan ken a r ke­
simler tenhadır; son olarak, mal üretim yerinden ayrılmadan önce rüsu­
munu alma önlemi, gizli mal gönderimleri için köklü bir çözüm deği ldir.
Öte yandan, devlet hazinesinin uyguladığı bu sistemde, tütün yetiştiri len
yerlerdeki tüketimin hemen hemen tamamı vergilendirilememektedir ve
her zaman da vergilendirilemeyecektir. Özet olarak, 1 Haziran 1 862 'den
bu yana uygulanan sistem , hazinenin hesapladığı 60 milyon kuruşu Tür­
kiye'ye sağlayacaktır; ne var ki devlet, rahatça bütçe gelirleri arasına ka­
tabileceği bu tutarın on katını kaybetmeye devam edecektir.
Her ne kadar mantık, bizi , insan yaşamı için gerekli ya da insan gü­
cüyle dönüştürülen, vazgeçi lmez ham maddeler için dünyanın her yanın­
da elden geldiğince vergi indirimi istemeye yöneltiyorsa da, öte yandan
da, bu kalemler dışında kalan her şeyden vergi alma arayışı içine de so­
kuyor. Tütün kul lanma, alışkanlığın yarattığı bir gereksinimdir, ama vaz­
geçilmez bir gereksinim değildir: Dolayısıyla tütün korkusuzca vergi len­
dirilebilir ve h azinenin istekleri nedeniyle bir uç noktaya varılıncaya -tü-

95
tün üretiminin ve tüketiminin durma noktası- kadar ondan sağlanabilecek
her şey sağlanmalıdır.
Sayın İngiliz komiserlerinin raporu Türkiye' deki yıllık tütün üreti­
mini, bize göre, eksik tahmin ederek gerçeğin altında bir rakam vermiştir.
En yeni bilgiler, asıl Osmanlı İmparatorluğu nüfusunun, bağımlı ülkeler­
le birlikte, yaklaşık 30 milyon olduğunu söyleyebilme olanağı veriyor.
Ahmet 1 döneminde ( 1603- 1 6 1 7) artan tütün kullanımı artık genelleşmiş­
tir: Erkekler, kadınlar, çocuklar sürekli sigara içmektedir. Nüfusun yal­
nızca üçte birini sigara içicisi sınıfında kabul edersek ve kişi başına yılda
ortalama 6 okka tüketildiğini var sayarsak, -dışsatımlan hesaba katma­
dan- devletin rüsum uygulayabileceği 60 milyon okkalık bir üretime ula­
şılır. Bu 60 000 000 okkanın dökümü ürtin kalitesi ortalamasına göre şöy­
le yapılabilir:

1 2 milyon, okkası 24 kr. olan l . sınıf .. . . . . 288 000 000 kr. ..... ... . .

1 2 . .. .. 1 2 .. . . 2. " . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 44 000 000 kr.

36 . . '
.
6 . . . 3 . " . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 2 1 6 00 0 00 0 kr .

Yani toplam rüsum . . . . ........ . . . . . . . ............ .............. 648 00 0 000 kr.

( 1 49 040 000 Fr.), başka bir deyişle vergi dairesinin toplamayı um­
duğundan (60 milyon kr. = 1 3 800 000 Fr.) çok fazla. Hemen hemen İn­
giltere üretimine eşit, Fransa üretiminin altında olan bu üretim, tütün tü­
ketimi çok daha büyük olan Türkiye söz konusu olduğunda kesinlikle
abartılı değildir.
Gözler önüne serdiğimiz bu büyük kayıp, rüsum ödenmeden üretim
yerlerinde yapılan tüketimden, yeterli denetim bulunmaması nedeniyle
her yerde çok kolayca yapılan kaçakçılıktan kaynaklanmaktadır. Eğer hü­
kümet tam bir denetim örgütlemek isterse, bu denetimin yol açacağı gi­
derler gelirleri yutacaktır. Girişte vergilendirme sistemi (bu sistemde ver­
gi, ancak, vergiden kaçırılması olanaksız olan tütünden alınmaktadır) uy­
gulamada kaldığı sürece durum değişmeyecektir.
Bugün uygulanan rüsum rakamını değiştirmeden, doğrudan doğru-

96
ya üretimden vergi alınarak ürünün tamamı vergilendirilebilir ve toplanan
verginin tamamı ekonomik biçimde devlete ulaştırılabilir.
Bir dönüm7 ı toprakta ortalama 40-50 okka tütün üretilir; bunun
1 15 'i birinci sınıf, 1 /5 'i ikinci ve 3/5 ' i üçüncü sınıftır. En düşük üretim ra­
_
kamını alalım: 40 okka. Girişte vergilendirme sistemi ve bugünkü tarifey­
le rüsum:

8 okka, 24 kuruştan . . . . . . . . . . . . .
. .. . . . ....... ...
. . ......... . . ............ . 1 92 kr.
.

8 12 .. . . . . . . . . . : . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 96 kr .
.. ..

24 6 1 44 kr.
'
.. .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Dönüm başına toplam .... .. . ... ......... . . . . . . . . ..... . ....... .. .


. ... ........ 432 kr.

Dönüm başına 40 ,okka ortalama üretim gerçekleştirildiği kabul


edilirse, 1 500 000 dönümün yalnızca tüketim için kullanıldığı ortaya çı­
kar; eğer dönüm başına 400 kuruş sabit rüsum alınması kararlaştırı lırsa,
devlet (vergi oranını %8 düşürmesine karşın) bu yolla kesin olarak 600
milyon kuruş ( 1 30 milyon Fr. ) vergi toplar. Bu sistemin uygulanması ma­
l ın bütün imparatorluktaki dolaşımını serbest bırakacak ve kaçakçılığı
olanaksız kılacaktır: Bir balya tütün kaybolabilir, ekili bir tarla kaybol­
maz ve söz konusu tarlanın yüzölçümünün belirlenmesi her zaman ola­
naklıdır. Ayrıca, rüsum depolarındaki karışıklıklardan doğan güçlükler ve
varış yerindeki gümrük muayenesinden sonra çıkan karışıklıkların gide­
rilmesi sırasında çekilen sıkıntılar da ortadan kalkacaktır. Geriye. yalnız­
ca alınması kesin olan imtiyaz rüsumu (beyie) kalacaktır.
Son olarak, eğer yurtdışına satılan tütün (malın sahibi kim olursa
olsun), tütünün sınıfıyla orantılı bir rüsum girdisi (malın yollandığı li­
manda, değişmeyen bir tarifeye göre alınır) sağlarsa, dışsatım büyük ko­
laylıklara kavuşacaktır.
Belirttiğimiz sistem kabul edilirse, bu sistem, devletin tüm vergile­
ri toplamasını, kaçakçılığın ortadan kalkmasını ve bir vergi yasas ının · te­
meli olan eşitlik ilkesi doğrultusunda -ister kentli, ister köylü olsun- tüke-

1 ı Bir dönüm yaklaşık olarak 1 000 metrekaredir.

97
ticilerin tamamının aynı vergiyi ödemesini sağlayacaktır. Rüsum oranı
gerçekte düşmüş olacağından, bugün vergilendirilen tüketim bu yen i uy­
gulamadan olumsuz etkilenmeyecektir: Tersine, imparatorluğun tamamı
içinde ürünlerin kolayca dolaşımının sağlanması ve rüsumların d ı şsatım
sırasında alınması , üretimde artış sağlayan bir neden olarak ortaya çıka­
caktır.
Daha sonra ele alacağımız ormanlar ve madenler de, tıpkı tütün gi­
bi, bütçe gelirlerinin büyük ölçüde artmasına katkıda bulunacaktır; şunu
hiç duraksamadan açıkça söyleyebiliriz: Devlet gelirlerini birkaç yıl için­
de iki katına çıkarmak işten değildir.
Bütçe gelirlerinin büyük bölümü, devletin mültezimler aracılığıyla
topladığı kesintilerden sağlanmaktadır.
Çok iyi biliyoruz, çoğunlukla verginin mal olarak ödenmesini ön­
gören bu icar sistemi ciddi sakıncalar doğurmaktadır. İcarın açık artır­
mayla verildiğini varsayalım: Bu durumda devlet, artırmaya katılanların
aralarında.. anlaşmalarını önleyemez; teklif verenler arasında önceden ya­
pılan bir anlaşma, artırmaya az sayıda kişinin katılmasına, katılımcının az
olması da malların ticari değerinin ancak küçük bir bölümünün vergilen­
dirilerek düşük bir vergi miktarının devlet kasasına girmesine yol açar.
Bununla birlikte, bu sözünü ettiğimiz en iyi olasılıktır. Çoğunlukla açık
artırma ilanı yapılmaz, rekabet ortadan kaldırılır ya da artırma gösterme­
lik yapılır; devlet görevlilerinin parayla satın alınabilir olması, artırmaya
katılmaya niyetli olanların doğrudan çiftçilerle anlaşmalarına, bu anlaş­
maların da devlet gelirlerinin çok büyük bir bölümünü ortadan kaldırma­
sına neden olur; bu arada, katılımcılar da gene aynı çiftçilerin insafına ka­
lırlar ve çiftçiler de onları acımasızca sömürürler.
Hükümet artırma sistemine doğrudan ağırlığını koymaya çalışmak­
tadır. Bu ıslahatın yol açtığı uygulama güçlüklerine karşın, hükümetin ça­
balarının aynen sürmesini dileriz.
Borçlarını hep tam zamanında ödeyen Türkiye (yeni gerçekleştirdi­
ği ıslahatlar ve elinde bulundurduğu uçsuz bucaksız kaynaklar sayesinde
kredisi bugün güçlü biçimde artmıştır), maliyesi birdenbire her bakımdan
en tatminkar duruma gelebilecek bir ülke olarak kabul edilebi lir.
BOLUM VIII

TOPRAK MÜLKİYETİ

Kur'an'a dayanan Türk yasaları toprağın mutlak mülkiyetini Al­


l ah ' a vermiş gibidir: İnsanlar yalnızca toprakların patronlarıdır, el koyan­
larıdır, yararlananlarıdır. Devlet Allah ' ın yeryüzündeki temsilcisi olarak
kabul edildiğinden, bu niteliğinden ötürü toprağın sahibidir; bazı koşul­
larda, yüce bir ilkeden kaynaklanan mülkiyet hakkı nı devretmeden top­
raktan yararlanma hakkını birine verir.
"Hem göklerde, yerde ne varsa O 'nun! Din de daima O'nundur!
Öyle iken siz Allah ' ın gayrisinden mi korkuyorsunuz?"
"Hem sizde nimet namına her ne varsa hep Allah 'tandır! Sonra si­
ze keder dokunduğu zaman da hep O 'na feryad edersiniz12 ."
"Hakikat, Allah bütün göklerin, yerin mülkü O 'nun ! Diriltir de, öl­
dürür de ve size O'ndan başka ne bir veli vardır, ne bir nasir!73."
Bizim mülkiyet hakkı anlayışımızla bağdaşmaz görünen bu ilke ka­
tı bir ilke değildir: İslfun 'ın kutsal yasasına, dinsel bağıta ters düşmeyen
yorumlara açıktır.
17 Şubat 1 856 Hattı Hümayunu "NEXT" bunu kanıtlamaktadır.

72 Kur'an, Elmalılı Hamdi Yazır meali , Nahl suresi , 5 2 , 53., 54. fi.yeder
. .

73 Kur'an, Elmalılı Hamdi Yazır meili, Tevbe suresi , 1 1 6. iyeı. 1 6 Metinde "K eçecizede" sözcüğü yok;
diğer Fuat Paşalarla karışmaması için bi z ekledik. (Ç.N.)

99
Madde 1 7 şöyle diyor:
"Taşınmaz malların alınması, satılması ve kullanımıyla ilgili yasa­
lar imparatorluğumdaki bütün kullanma uyg� landığına göre, yasalara ve
inzibat yönetmeliklerine .uymaları, yerlilerle aynı yükümlülükleri yerine
getirmeleri koşuluyla ve yabancı devletlerle yapılacak düzenlemelerden
sonra, yabancıların da eyaletlerimde toprak sahibi olmasına izin verilebi­
l ir."
Bu madde çok açık ve kesindir: 1 7. madde mülkiyet hakkını tanım­
lamaktadır; başka bir kanıta gerek bırakmaksızın, -yasalara uymak ve
. devlete karşı olan yükümlülüklerini yerine getirmek koşuluyla- yerlilerin
ve yabancıların mal edinebileceklerini ortaya koymaktadır. Dinsel varsa­
yım ortadan kalkmaktadır: Sahip olma ve mülkiyet eşanlamlı hale gel­
mektedir.
Mülk (özel mülkiyet) kavramı, Türkiye'de, gerçekte diğer ülkelerle
aynı niteliği taşımaktadır.
İşte bugün geçerli olan i lke ve tek kural: Irk, din, milliyet ayrılıkla­
rı ortadan kaldırılıyor ve yerine hakların ve yükümlülüklerin eşitliği ku­
ralı getiriliyor.
Şimdi Müslüman egemenliğinin yerleşmesinden bu yana mülkiyet
neydi, bugün nedir ve 1 856 Hattı Hümayununun 1 7 . maddesinin uygulan­
masına kim karşı çıkıyor bunu görelim.
Fetih döneminde topraklar üç bölüme ayrıldı.
Birinci bölüm camilere verildi .
" Bir de mfilumunuz olsun ki ganimet aldığınız herhangi birşey;
Mutlaka onun beşte biri Allah içindir ki Peygamber'e ve ona karabeti [ya­
kınlığı] olanlar, yetimler ve miskinler [yoksullar] ve yolda kalmışlara­
dır74. "
Devlet dinsel giderleri üstlenmediğinden, ganimetten yapılan bu
bağış, okulların, hastanelerin, vb. Kurumların gelirlerini oluşturur ve bu­
raların giderlerini karşılar.
İkinci bölüm, galipler arasında paylaştırılır ya da daha önce bu ma­
lın sahibi olan mağluplara bırakılır.

74 Kur'an, Elmalılı Hamdi Yazır meali , Enfal suresi, 4 1 . ayet.

1 00
Camilere bırakılmayan, galipler arasında paylaş ılmayan ya da mağ­
l uplara bırakılmayan üçüncü bölüm devletin malı olur.
Müslüman egemenliğinin başlangıcından bu yana birbirinden ayrı
üç mülkiyet c insi ortaya çıkmıştır:
Dinsel kurumların malları,
Özel mülkler
Devlet toprakları
Dinsel kurumların mallarına Türkiye'de vakıf adı verilir. İki çeşidi
vardır: devlet vakıfları75 ve özel vakıflar76.
Devlet vakıfları, paylaşma sırasında camilere bırakılan toprak par­
çasını temsil eder. Ne var ki, dinin ileri gelenleri ibadethanenin alanlarını
genişletmekten geri kalmadılar. Dinsel bağışlar bu vakıf topraklarını ge­
nişletti ; her kuşak, kimi zaman kendi isteğiyle, kimi zaman da dinsel bas­
kı nedeniyle vergisini ödedi: Padişahlar ve devlet ileri gelenleri de kamu­
oyunun etkisinde kaldı.
Camiler (ister zengin, ister yoksul olsun), istisnasız, kişisel di ndar­
lıklar sayesinde yapılmıştır. Herkes şu koşulları yerine getirmes i duru­
munda bir ibadethane yaptırabilir: Sıradan bir cami, ancak daha önce bir
ilkokul yaptırmış kişi tarafından yaptırılabil ir; büyük bir camiyiyse daha
önce bir okul, bir kütüphane ve yoksullar için aşacakları yaptırmış bir ki­
şi yaptırabilir. Bir caminin kurucusu yalnızca onu yaptırmakla kalmaz, da­
ha sonra caminin ayakta kalabilmesi ve dinsel görevlerini yerine geti rebi l ­
mesi için gerekli masrafları da karşılamak zorundadır. Dolayısı yla, mal
varlığını oluşturan taşınmazlardan bir bölümünü -gelirleri söz konusu gi­
derleri karşılasın diye- bu camiye devretmek zorundadır. Kurucunun ca­
miyi yaptırması yetmez: Caminin ayakta kalmasını da sağlaması gerekir.
Bu düzenleme, devleti, dinle, milli eğitimle ve yapıl arın bakımıyla
ilgili giderlerden kurtarmıştır.
Eğer vakıfların temelleri bu saygın kaynaklara dayansaydı, eğer ge-

75 Osmanlı tarihinde "evkafı mazbuta" adıyla bilinen bu vakıflar, doğrudan doğruya Evkaf ııezarnıincc
yönetilirdi. (Ç.N.)
76 Osmanlı tarihinde "evkafı gayri mazbuta" adıyla bilinen bu vakıflar Evkaf nezaretinin bilgisi a l ı m d a ,

ama müıevelli heyetlerce yönetilirdi . (Ç.N.)

101
lirlerinin bütünü kurucularının niyetlerine uygun biçimde kullanılsayd ı ,
bu durumu ancak övebilir, h atta devletin yerini alan kişisel i y i l i k se verl i ­
ğe, gelecek kaygısı taşıyan dinsel duyguya hayranlık duyabilirdik. Ne ya­
zık! Uygulamada işler bağışlayanların istekleriyle uyumlu biçi mde yürü­
tülmekten uzaktır!
V akıflaı: önceleri kurucuların seçtiği yönetim görevlilerince yöne­
tildi; bu görevlilerin ölmesi durumunda, Rumeli ve Anadolu kazaskerlik­
leri onların yerine yeni yöneticiler atadı. Bu atama tarzı hemen dalavere­
lerin çevrilmesine ve yolsuzlukların yapılmasına yol açtı. Yönetim görev­
lileri, yönetimin uygulamalarını her yıl denetleyen müfettişlerin gözetimi
altına sokuldu. İmparatorluğun yüksek görevlileri arasından seçilen bu
müfettişler, denetimi, bazı görevlerin ayrılmaz parçası haline getirdiler;
müfettiş unvanı kazandıran bu görevler söz konusu görevlilerin elindeydi
ve onlar kimi zaman çok büyük tutarlara ulaşan gelirlerin büyük bölümü­
nün önünü kesiyorlardı.
Gönüllü yapılan bağışlar, dinsel yapılar, din adamlarına yeterli gel­
medi; daha az yasal yollar düşündüler: Özel vakıflar kurdular.
İster Müslüman, ister reaya77 olsun, taşınmaz mal sahibinin (din, bu
konuda istisna getirmek istememiş olmalı) -gerçek değerinin yaklaş ık on­
da birine ulaşan bir ödeme yapılması karşılığında- mallarım bir camiye
bırakabileceği kabul edilir. Yapılan bu satış , camiyi malların sahibi hali­
ne getirir; ama, aynı zamanda da satıcıya, sınırsız süreli bir kira sözleşme­
siyl � işletme hakkı tanır ve sabit bir yıllık gelir elde etme olanağı sağlar.
Bu gelir, caminin ödediği aşın derecede düşük satış bedeliyle karşılaştı­
rıldığında, satıcı için çok yüksek faizli bir sermaye yatınını niteliği kaza­
nır. Böylece, eski mal sahibi kiracıya dönüşür. S ınırsız süreli kira sözleş­
mesiyle kiracı konumuna gelen satıcı, mallarını, hiç değişmeden aynı ka­
lan koşullarda caminin koruyuculuğuna bırakır; bö y lece mal sahibi, geç­
mişte birçok örneği görülen, göreceli soygundan, devlet müsaderesinden,
devlet görevlilerinin açgözlülüğünden kendini korur; yumuşak başlı mal
sah ibinin ne görevl ilerden, ne devletten, ne de hatta kişisel alacaklıların-

77 Osmanlı uyruğundaki Hıristiyanlara reaya denir.

1 02
dan korkması için bir neden kalır: Giderlerini karşıladığı minareni n koru­
yuculuğundaki mallarının keyfini huzur içinde sürer.
Müsadere, haraç dönemi sona ermiştir, ama özel vakıflar hala sür­
mektedir.
Özel vakfın kiracısı, kullamm hakkını çocuklarına devredebi lir, sağ­
lığında bir üçüncü kişiye bırakabilir. Doğrudan kalıtçısı78 bulunmamao;ı du­
rumunda, kiralama süresi sona erer ve kullanım hakkı camiye ait olur. Bir
kez dinsel alana bırakılan mallar bir daha bu alandan dışarı çıkamaz: Bun­
lar, artık, başkasına devredilemeyen mallardır. Kullanım hakk ı yaln ızca ev­
lada geçtiğinden, anamal sahibi olan cami birdenbire gelir sahibi haline ge­
lir. Fransa'da devlet, yalnızca vasiyet bulunmaması ve on ikinci dereceye
kadar kalıtçı bulunmaması durumunda kalıtçı olarak ortaya çıkar; Müslü­
man ülkelerde, özel vakıfların vasiyetle birine bırakılması yasaktır ve akra­
baların hakları ikinci derece akrabalarda son bulur. Kur' an şöyle diyor:
"Eğer (borçlu) darlık içinde ise, eli genişleyinceye kadar ona müh­
let vermek (gerekir). Eğer (gerçekleri) anlarsanız bunu sadakaya (veya
zekata) saymak sizin için daha hayırlıdır.79"
"Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet
nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların "alım-satım tıpkı faiz
gibidir" demeleri yüzündendir. Halbuki Allah alım-satımı helal, faizi ha­
ram kılmıştır. 80"
"Allah faizi tüketir (Faiz karışan malın bereketini giderir) sadaka­
ları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi
sevmez. 8 1 "
"İnsanların] mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir fa­
iz, Allah katında artmaz. Aİ lah ' ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekata ge­
lince, işte zekatı veren o kimseler, evet onlar (sevaplarını ve mallarını) kat
kat artıranlardır. 82"

78 Evladı. (Ç.N.)
19 Kur'dn-ı Kerim ve açıklamalı meôli, Türk Diyanet Vakfı Yayınlan, Bakara suresi, 280. ayet
8 0 Kur'dn-ı Kerim ve açıklamalı metili, Türk Diyanet Vakfı Ya yınlan, Bakara suresi , 275 . ayet.
8 1 Kur'an-• Kerim ve açıklamalı metili, Türk Diyanet Vakfı Yayınlan, Bakara suresi 276 . iiyeı .
82 Kur' iln-ı Kerim ve açıklamalı meôli, Türk Diyanet Vakfı Yayınlan, Rum suresi , 39. ayet.

ı o::ı
Bu öğütleri unutan din adamları Allah ' ı Shylock83 ' a dönüştürdüler.
Din adamları bu kadarla da yetinmediler! Allah ' a ait oldukları için
cami lerin mallarının vergiden de bağışık tutulmasını istediler. Dev l e t va­
kıfları ya da özel vakıflar Türkiye 'deki taşınmaz malların dörtte üçünü
oluşturmaktadır. Gördük ki devlet, yalnızca hazinenin etki alanından bü­
yük bir ustalıkla çıkarılan bu kamu varlığının büyük bölümünden kaynak­
lanan hiçbir vergiyi toplayamamakla kalmıyor, vakıf mallarının yöneti ­
mine yardımda bulunmak zorunda da kalıyor.
Denetimci yüksek devlet görevlilerinin denetimine bırakıl m ış vekil
yöneticiler sistemini Mahmut il kaldırdı. Mahmut il, bu sistemin yerine,
padişahın atadığı, bakan düzeyinde bir müdürün yönettiği bir vakıflar ge­
nel müdürlüğünü geçirdi. O dönemden bu yana devlet vekil yönetici lerin
denetçisi oldu ve yolsuzluklar bir ölçüde ortadan kalktı. Mahmut il bir an
vakıfları devletin alanı içine almayı da düşündü, ama bu önlemi al m aya
cesaret edemedi; vakıfların yönetimini yalnızc a devletin denetimine al­
makla yetindi ve bu yüzden de yapılan ıslahat devlet harcamalarına yeni
bir kalem eklemekten başka bir işe yaramadı. Durum ne olursa olsun, va­
kıflar yönetimi Osmanlı İmparatorluğu 'nun taşınmaz mallarının dörtte
üçünün saymaca sahibidir. Bununla birlikte, vakıflar yönetiminin yıl lık
gelirinin 20 milyon kuruştan fazla olmadığı tahmin edilmektedir ve mali­
ye nazırının 23 Eylül 1 863 'te verdiği rapora göre, camilerin ve hayır ku­
rumlarının gereksinimlerinin karşılanması için devlet 20 milyon kuruş
vermek zorundadır.
Bugün de aynı adı taşıyan , ama o günlerdeki değeri bugün olduğun­
dan çok daha fazla olan bir para birimiyle açıklanan gelirlerin azlığıyla84;
satış fiyatları bildirilerinde yapılan hilelerle; geçişliliği 85 engellemek için
alınan önlemlerle; söz konusu geçişlilik ortaya çıktığında taşınmazlar
üzerindeki hakların karşılığı olarak akrabalara verilen ödünlerle açıklan­
dı bu durum.

8 3 Shekespeare'in Venııdik Taciri adlı oyunundaki Yahudi tefeci karakteri. (Ç.N.)


1 285 kg) zeytinyağının ederi olan 3 metelik (0,00575
84 Vergi gelirleri belirlendiği sırada vergi , bir okka ( ,
fr.) olarak saptarunışb.

85 Gelir sahibinin ölümü sonrasında haklannın başkasına geçmesi. (Ç.N.)

1 04
" Özel mülkiye t" e mülk denir; bu adlandırma, başkasına devredi le­
bilen , , istendiğinde başkasının üstüne geçirilebilen serbest araziler için
kullanılır. Mülk, fetih sırasında galiplere dağıtılan ya d a mağluplara bıra­
kılan toprakları kapsar. G aliplere dağıtılan topraklardan, aşar vergisi (sağ­
lanan gelirin onda biri) alınır.
Mağluplara bırakılan topraklara iki vergi uygulanır: Haraç (ya ara­
ziden, ya da ürünlerden alınır) ve kelle vergisi.
Hattı Hümayunun 1 4. ve 1 7 . maddeleri, Osmanlı hükümetinin, Os­
manlı uyrukları arasındaki vergi eşitliğini sağlamaya, Müslüman egemen­
l iğinin kurulduğu günlerde yaratılan aşağılayıcı ayırımı ortadan kaldınna­
ya, haklarda ve yükümlülüklerde eşitliği kararnameyle buyunnaya, mül­
kiyet konusunda (Osmanlı uyrukları arasında hiçbir ayırım yapmadan) or­
tak yasalar yapmaya, yasalara ve yönetmeliklere uymak ve Osmanlı uy­
ruklarıyla aynı yükümlülükleri paylaşmak koşuluyla yabancılara mülk
edinme hakkını vermeye çalıştığını kanıtlar. Osmanlı uyrukları açıs ından
bakı ldığında herhangi bir kısıtlama yoktur; ama, yabancılara verilecek
mülkiyet hakkı konusunda hükümet şu eklemeyi yapmıştır: "Yabancı
devletlerle yapılacak düzenlemelerden sonra."
l<ara ordusundan söz ettiğimizde, Osmanlı uyruğundaki Hıristiyan­
ların kelle vergisinin kaldırılmasına, din ayırımı yapılmaksızın bütün
yurttaşlara tek bir verginin konmasına nasıl karşı çıktıklarını açıklam ıştık.
Yabancıların sergiledikleri direnişlerin, miilkiyet haklarının uygulamaya
konmasına bugüne kadar nasıl karşı çıktığını söyleyeceğiz şimdi de.
Yabancılar kendi adlarına taşınmaz mal sahibi olmak istemektedir­
ler. Buna razı olan Bab-ı A li, bu mülklerin kendi uyruklarına ait mül kler­
le aynı yükümlülüklere bağımlı olmaması durumunda yabancılara bu
hakkı vererneyeceği yanıtını verdi haklı olarak. Bu istek çok yerindedir.
Fransa'da mülk sahibi olan yabancı, Fransızların mülklerine uygulanan­
larla eşit yükümlülükleri paylaşır. Ama Fransa' da vergi eşitliği vardır ve
Osmanlı hükümetinin çabalarına karşın, Türkiye'de hala bu eşitlik yok­
tur. Bu eşitliğin sağlanabilmesi için, Osmanlı uyruğundaki Hıristiyanl arm
kelle vergisinin kaldırılmasına razı olmaları; bir tek uyruk sınıfının ve bir
tek vergi kategori sinin olmas ı ; bir yandan aşar vergisi yü rür l ü kt e kalır­
ken, öte yandan da arazi vergisi ve kelle vergisinin alınmaması gerekir.

105
Hepsi bu kadar da değil:
Yabancılar eğer bugüne dek kendi adlarına mülk satın al amadılar­
sa86 (yeri gelmişken söyleyelim , yapılan uygulama yabancıların mülk
edinmelerini engellememektedir), gerçekte eşlerinin, annelerinin, kız kar­
deşlerinin ya da Osmanlı uyruğundaki Müslüman üçüncü kişilerin ad ı al­
tında mal edinebilmektedirler. Kadınlar hep reaya gibi kabul edildiklerin­
den (başka bir deyişle, Osmanlı İmparatorluğu uyruğu sayıldıklarından),
kadınların taşınmaz mallar edinmesi ve kendi adlarına kaydettirmeleri ül­
ke yasalarına uygundur. Bir yabancıyla bir Osmanlı uyruğu arasında ger­
çekleştirilen özel düzenlemeler sonucunda, eğer Osmanlı uyruğundaki ki­
şi devlet kayıtlarında söz konusu malın sahibi olarak görünüyorsa, aynı
zamanda yabancı uyruklu gerçek mal sahibi karşısında taşınmazın değeri
kadar borçlu olmaktadır ve taşınmaz mal ülke yasalarına bağlı kalmaya
devam etmektedir; çünkü devlet, mal s ahibi olarak hayali mal sahibini ta­
nımaktadır. Bu düzenlemeler arzu edilen bağımsızlığı tümüyle sağlamak­
tan uzaktir. Hayali mal sahibinin ölmesi durumunda, eğer mülk bir artı
değer kazanmışsa, söz konusu değer artışı borçlunun tanıdığından daha
büyük bir değere ulaşmışsa, kalıtçılar bu borcu ödeyerek kağıt üzerinde
mal sahibi olmaktan çıkarak gerçek mal sahibine dönüşebilirler (böylece,
eski gerçek mal sahibi de artı değerden yoksun kalır).
Yabancılar, yalanı ortadan kaldırarak gerçeği yürürlüğe sokmak is­
temekteler; artık mallarını karılarının ya da üçüncü kişilerin adına almak
zorunda kalmak istemiyorlar; ya kötü niyet nedeniyle, ya da kalıtçıların
bulunmaması durumunda devletin haklarını kullanması nedeniyle, malla­
rının ellerinden alınmasıyla sonuçlanan uygulamalara karşı kendilerini
koruyan güvenceler istiyorlar, ama kapitülasyonların sağladığı yararlar­
dan da vazgeçmek istemiyorlar.
Her gün, her fırsatta kapitülasyonlar öne sürülüyor. Buna karşılık,
Avrupalılarla Osmanlı hükümeti arasındaki ilişkileri düzenleyecek ilkele­
rin hemen hemen tamamını gerek kapitülasyonların metninde gerekse ru­
hunda bulabilmek çok güçtür.

86 Bu hakkı yabancılara vermeyi bugün bile kabul etmeyen Avrupa'nın büyük d e vle tl e ri ni n , i�ıc� Türki­

ye'ye örnek olmaya başlamaları gerekir.

1 06
Bu özel koşullar, 1 5 . , 26. , 65 . , 70. maddeler dışında l 740 'ta karara
bağlanan kesin kapitülasyon metni ( 1 535 'ten bu yana yapılan değişiklik­
leri ve eklemeleri içerir), yalnızca eskimiş ya da yararsız düzenlemeleri
içeren seksen beş maddeyi kapsar.
Türkiye ile i lişkilerin bugünkü durumundan çok uzak olduğu ve gü­
venliğin bulunmadığı dönemlerde, Avrupa devletleri görevlilerinin art ar­
da gelen çabalan, kapitülasyonların metnini ve ruhunu, önceki metin leri
temel alan ve bir çeşit gelenek görenek hukuku haline dönüştürmeyi ba­
şardı. Günümüzde bu değişken mevzuat şöyle tanımlanabilir: "Her ulu­
sun üyesi, ülkenin yasaları dikkate alınmaksızın, kendi büyükelçiliği ya
da konsolosluğunca yönetilir. " Bu yorum yabancıları bütünüyle Osmanlı
hükümetinden bağımsız kılmaktadır. Her konsolosluk ya da konsolosluk
görevlisi, aslında, - 30 Mart 1 856 Paris antlaşmasının 9. maddesini çiğne­
yerek- devlet içinde bir devlet oluşturmuş bulunmaktadır.
Gelenek göreneğe dayanan bu hukukun yararı ve yabancı devlet
görevlilerinin yorumu, yalnızca Türkiye 'de yaşayan yurttaşlarına yarar
sağlamamaktadır: Yabancıların koruyuculuğundaki Türk uyrukları sınıfı,
bazı ulusların koruyuculuğunun para karşılığında kolayca elde edilmesi
sayesinde Osmanlı yetkesinin denetiminden çıkarak bir Avrupa devleti
mevzuatının koruyuculuğu altına girmekte, yabancılar için kabul edilmiş
ayrıcalıkları istemekte ve böylece Osmanlı uyruklarından alınan vergiler­
den ve Osmanlı uyruklarının yükümlülüklerinden bağışık tutulmaktadır.
Kapitülasyonlar, Fransa'yı, eskiden, ancak ciddi bir teminat akçesi­
nin peşin peşin yatırılması koşuluyla doğu için pasaportlar vermeye yö­
neltmişti. Bu önlem 1 833 'te kaldırıldı; günümüzde Avrupa ile ulaşım bi­
çimlerinin ve ziyaretçilerin, gezginlerin ya da tüccarlarının sayısının ço­
ğalmış olması bu uygulamayı olanaksız kılmaktadır. Ama bunun sonu­
cunda yeni bir durum ortaya çıkmaktadır: Eski düzenlemelerin kimi gelip
geçen gezginlere önsel olarak sağladığı varsayılan saygınlık ve ahlaklı ki­
şi kimliği yerine, herkesin dilediği gibi davrandığı, kendi çıkarlarından ve
tutkularından başka hiçbir rehberin tanınmadığı birçok durum sergilen­
mektedir. Uyruğunuz ne olursa olsun, bir İngiliz konsolosunun imzaladı­
ğı pasaporta sahip olmak, İngiliz koruyuculuğu hakkı ndan yararlanmaya
yetmektedir; iki yıl öncesine kadar, Rus koruyuculuğunu elde etmek için

1 0-i
Odesa'da üç gün geçirmek yetiyordu; imparatorluk başkentinden uzakta
kalan vilayetlerde, hiç yerinden kıpırdamadan, para karşılığında koruyu­
culuk vermeye hazır bazı konsolosluklar arac ılığıyla bir yabancı dev let
.
koruyuculuğu elde edilebiliyordu. Bütün devletlerin her yerde konsolos­
luk görevlileri bulundurdukları düşünülürse, kendinden başkasını düşün­
memenin, çıkarcılığın ya da satılmışlığın nasıl yolsuzluklar, sıkıntılar ve
güçlükler yaratabileceği açıkça anlaşılabilir. Bu görevliler sürüsünün,
yanlarında yargıçlar, kavaslar, katipler, vb. bulundurduklarını ve bunların
çoğunlukla söz konusu görevi parayla satın aldıktan sonra, bağlı bulun­
dukları devletin koruyuculuğunu satmaktan geri kalmadıklarını da ekle­
yelim. Doğu 'da hiçbir uyruğu, hiçbir çıkarı olmayan ikinci derecede
önemli devletler vardır ve bunlar yalnızca koruyuculuk verdikleri kişiler
için önemlidir. Kapitülasyonlar antlaşmaların tamamlayıcı bölümü olduk­
larından, kapitülasyonlardan kaynaklanan gelenek ve göreneklere daya­
nan hukuk, yukarıda da belirttiğimiz gibi, yabancılara uygulanabilecek
tek kural niteliği kazanıyor ve yabancı koruyuculuğundaki Osmanlı uy­
rukları imparatorluk yasalarının uygulama alanı dışına çıkıyordu.
Türkiye'nin Hariciye Nazırı A li Paşa, Süveyş kanalının açılmasına
ilişkin olarak Bab-ı A li 'nin Paris ve Londra temsilcilerine kısa süre önce
gönderdiği genelgede şöyle diyor:
"Yukarıda sözünü ettiğim olgunun ikincisi tatlısu kanallarıyla bun­
ları çevreleyen bütün toprakların Kumpanya'ya 87 bırakılmasıyla ilgilidir.
Anlaşma projesine göre, söz konusu kanalların yayıldığı her yerde, Kum­
panya bu toprakların kenarlarındaki arazilerin mülkiyetini isteme hakkı­
na sahiptir. Bu nedenle Süveyş, Timsah ve Port Said kentleri ve bütün Su­
riye sının, doğallıkla ve zorunlu olarak, büyük bölümü yabancılardan olu­
şan ve kendi ülkelerinin hukukuna ve yetkelilerine bağlı olan bu anonim
şirketin ellerine geçecektir. Dolayısıyla bu ülkeler ve yetkeliler, Kumpan­
ya 'nın, Osmanlı topraklarının önemli noktalarında bu imparatorluktan he­
men hemen bağımsız koloniler kurmasını isteyecektir.
"Bağımsızlığı ve ödevleri konusunda bazı duyguları olan bir hükü­
metin bu türden bir anlaşmaya imza atabileceğini düşünmüyoruz."

8 7 Burada sözü edilen Compagnie Financiere de Suez'dir (Süveyş Finans Kumpanyası). (Ç.N.)

1 08
"Buna göre , Bab-ı A li eğer bu hükmü asla onaylamadığını aç ı kla­
mazsa, hiçbir görevini yerine getiremeyecek, bütün dostlarının saygısını
yitirecek ve sürekli anlaşmazlıklar yaratacak bir yığın olayın ortaya çık­
masına çanak tutacaktır. "
Karşı çıkış açıklaması kesin biçimde yapılmıştır. Bu açıklama, söz
konusu hakkın -mülkiyet hakkı sorunu çözümlenmediği sürece- büyük
sanayi ve tarım girişimlerinin yapılmasına (bunları da Türkiye ' de yalnız­
ca Avrupa sermayeleri yapabilir) sürekli set çeken bir engel oluşturacağı­
nı kanıtlamaktadır.
Hiçbir devlet, ülke kamu haklarına ve yasalarına uymayan mülkle­
rin oluşmasına izin vermez ve Bab-ı A li de izin vermeyi kabul etmemek­
tedir. Eğer yabancıların istekleri kabul edilmiş olsaydı, -yabancı toprak
sahibinin bir ulusu olduğuna göre- Türkiye'de toprak sahibi ulusl arın sa­
yısı kadar devlet olacaktı . 1 856 Hattı Hümayununda, Osmanlı hükiimeti­
ni, yabancılarla ilgili mülkiyet hakkı sorununu diğer hükümetlerle yapı l­
ması zorunlu öncelikli düzenlemelerle çözmeye iten neden işte budur.
Bu düzenlemeler, kapitülasyonların gözden geçirilmesini ve bütün
hükümetlerin kabul edeceği , hiç değişmeden bütün yabancılara uygulana­
bilecek bir mevzuatın kapitülasyonların yerini almasını zorunlu kılmakta­
dır.
1 856 Hattı Hümayununda söz verilen ıslahatları yapmamakla suç­
lanan Osmanlı hükümetine saldırmak için sürekli silah gibi kullanılan bu
sorunun aslı işte budur.
Türkiye vergi ve yükümlülük eşitliğini getirmek istemektedir; Os­
manlı uyruğundaki Hıristiyanlar, ödevlerin eşitliği kavramının mantıksal
sonucu olan yükümlülüklerdeki eşitliği kabul etmemektedirler.
Türkiye, ülke yasalarına uymak ve ortak yükümlülükleri yerine ge­
tirmek koşuluyla, yabancılara mal edinme hakkını vermek istemektedir;
yabancılarsa, hak eşitliğinin zorunlu sonucu olan yükümlülük eşitliğini ve
Osmanlı yasalarına uymayı kabul etmemektedir.
Eğer Gülhane Hattı Hümayununda ve 1 856 Hattı Hümayununda
verilen sözler lafta kalmışsa, bu sözlerin yerine getirilememesinin fatura­
sı Osmanlı hükümetine kesilebilir mi? Kapitülasyonlar Osmanlı h tikiime­
tinin karşısında aşılmaz bir engel gibi durduğu sürece, elbette hayır.

1 09
Sorunu çözmenin bir tek yolu vardır; bu yol da çok basittir: Haklar
ve yükümlülüklerde .eşitlik i lkesini kabul eden büyük devletlerin , Bab-ı
A li 'yi bu i lkeyi uygulamakta özgür bırakması ve Türkiye' de yaşayan ya­
bancılara ve yabancı koruy,uculuğundaki Osmanlı uyruklu Hıristiyan lara
bu yasalara -yürürlükte olmaları nedeniyle- herkesin uymak zorunda ol­
duğunu, konsoloslukların da söz konusu yasaların düzenli uygulanmasına
hiçbir biçimde karışmayacaklarını açıklamaları gerekir.
Mülkiyet konusunda, 1 6 Şaban 1 279 (4 Şubat 1 863) fermanıyla
oluşturulan Bank-ı Osmani-i Şahane'nin kurulmasına temel olan düşün­
cenin esinlediği şu düzenleme kabul edilmelidir: «Hükümet ile Banka
arasındaki imtiyaz anlaşmasının bazı maddelerinin yorumu konusunda
görüş ayrılığı doğması durumunda, anlaşmazlık hükümetin ve imtiyazlı­
ların birlikte atadıkları hakemlere götürülecektir . . . .
"Banka ile üçüncü kişiler arasındaki her dava Osmanlı İmparator­
luğu mahkemelerinde görülecektir ve Bankanın yönetimi eyaletlerdeki
mahkemelerde verilen kararlan başkentteki ticaret mahkemesine ya da
Meclis-i Vala'ya götürme hakkına sahiptir." (Mad. 22.)
İşte, yabancı yasalardan vaz geçen, ticaret alanında Türk yasalarını
içtenlikle kabul eden, Avrupa sermayesiyle oluşturulmuş birinci sınıf bir
finans kurumu. İyi bilinsin, kurum bunu şunun için yapıyor: Eğer kurum,
anlaşmazlığa düştüğü farklı uyruklardaki kişilcırin uluslarına bağlı olarak
değişen bir hukuka dayandırılmış olsaydı, yerli ve yabancı bütün yasala­
rın birbirine koşut biçimde işletilmesi nedeniyle, içinden çıkılmaz güç­
lükler doğacaktı.
Hiç kuşkumuz yok verilen bu örnek çok önemli sonuçlar doğura­
cak. Yabancılara tanınan mal edinme hakkı sorunun çözümüne de aynı
olumlu katkıyı geniş biçimde yapacağına inanıyoruz.
Toprak mülkiyeti dokuz sınıfa ayrılır:
Geliri kamu hazinesine ait olan topraklar;
Boş ve kıraç topraklar;
Padişahın özel arazileri;
Gerek müsaderelerle, gerek ölen mal sahiplerinin kalıtçısı bulun­
maması nedeniyle devlete dönen mülklerden oluşan devlet arazileri ;
Valide sultanın ve imparatorluk ailesi sultanlarının hasları;

1 10
Vezirlik görevlerine bırakılan tımarlar;
İki tuğlu paşaların tımarları;
Nazırlara, saray subaylarına, vb. bırakılan tımarlar;
Sipahilere, sivil görevlilere ve hatta kişilere verilen tımarlar;
Bu sonuncu sınıf (çok sayıda tımar kapsar), tımarın gelirine bağlı
olarak devlete belli sayıda süvari sağlamak zorundadır. Tımar sahibi, ya­
rarlandığı toprak parçası üstünde yaşayanların ödediği vergileri kendine
alır ve bu kişiler üzerinde yargılama hakkı vardır. Tımar sahipleri , yavaş
yavaş kendilerini, tımarı kalıtım yoluyla evlatlarına aktaran mülk sahiple­
ri olarak kabul ettirdiler.
Bu düzenleme Mahmut il dönemine kadar sürdü. Mahmut ll 'nin,
devleti vakıfların denetçisi haline getirerek, camilerin devlet m allarına el
koyması olgusuna set çektiğini görmüştük; bu noktadaysa daha cesur
davrandı. Türkiye'nin askeri ve yönetimsel sistemini değiştirirken bu dü­
zenin sürmesine göz yumamazdı. Tımarlar ve haslar hazineye geri döndü;
hazine bunların yönetimini ele aldı, tahsisat-ı mahsusanın harcamalarının ,
ordunun aylıklarının ve gereksinimlerinin karşılanmasını üslendi .
Yapılan bu ıslahatla arazilerin durumu, hemen hemen fetihten son­
raki paylaşma dönemindeki durumuna döndü. Artık yalnızca üç büyük
arazi mülkiyeti bölümlemesi ortaya çıktı: Vakıf arazileri, özel arazi ler ve
devlet arazileri. Bunlardan yalnızca birincileri, eliaçık davranışlar, padi­
şahların ve kişilerin dindarlığı ya da camilerin özel kişilere verdiği koru­
ma hakkı nedeniyle genişlemiş, devlet vakıflarına ya da özel vakıflara dö­
nüşmüştür.
Bugün mülkiyet, Türkiye' de de başka yerlerde olduğu kadar kutsal­
dır. Her ne kadar toprağın m utlak mülkiyeti hala dinsel kurallar sayesin­
de devlete ait olmaya devam ediyorsa da, sivil yasalar, gelenek-görenek­
ler, Hattı Hümayunun ilanı, resmi işlemler, diplomatik notalar, padişahın
açık.lamaları, kişilerin mülkiyet hakkını ilke olarak tanımakta ve onayla­
maktadır. Yükümlülük ve vergi eşitliği uygulandığından, din ve uyruk
ayırımı yapılmaksızın, herkes mal sahibi olabilecektir ve ne haksız vergi­
lerden, ne keyfi uygulamalardan ya da açgözlülükten kaynaklanan müsa­
derelerden çekinmeye gerek vardır. Gözden geçirilen kapitülasyonlar ola­
nak verdiğinde, büyük tarım ve sanayi işletmeleri kurulacaktır. Bu du-

111
rumda, ülkede yatırım yapan yabancı sermaye, hükümetin kendilerine
vermek istediği güvenceye kavuşacaktır; ne var ki bu iyi niyet, ancak hu
güvenceleri isteyenlerin söz konusu güvenc�lerin zorunlu sonucu olan
yükümlülükleri yerine getirmeyi kabul etmemeleri yüzünden sonuca va­
ramayabilir.
BÖLÜM IX

KAPİTÜLASYONLAR VE ANTLAŞMALAR

Kapitülasyonlar, Türkiye ile ticaret ya da dostluk ilişkileri k u nn uş


yabancı uyruklu kişilere bazı haklar ve ayrıcalıklar veren özel uzlaşma­
lardır.
Kapitülasyonları barış ya da ticaret antlaşmaları ile karıştırm amak
gerekir. Antlaşma, konferansların, görüşmelerin sonucudur; bunlar, kar­
şıt görüşlerin tartışılmasından sonra yapılan düzenlemelerdir; kapitülas­
yonların temelinde, önceden hiçbir tartışma yapmadan, bütünüyle sul­
tanların kendi rızalarıyla verdikleri karşı lıksız ayrıcalıklar yatar. Antlaş­
mal ar, daha sonra, kapitülasyonların verdiği ayrıcalıkları anımsatm ak ve
bunları antlaşmaların metinleri içine sokmak için kapitülasyonlara da­
yandırılmıştır.
Kapitülasyonlar ve antlaşmalar, geçmişte birbirinden bütünüyle ay­
n iki şeydi (bunlar sık sık birbirine karıştırıldı ve aynı şey sanıldı).
Kapitülasyon, bir iradenin (ayrıcalıkları veren hükümetin irades i )
bulunduğu bir bağıttır. Temel özelliği, ayrıcalığı veren hükümetin i s teğ i ­
ne bağlı olarak ayrıcalığın ortadan kaldırılabilmesidir. Yabancı devletler,
Türkiye'nin geçici olarak kendilerine tanıdığı ayrıcalıkları sözleşmeye
dönüştürmüşlerdir.

113
Sözü edilen ilk kapitülasyon, Hicri 1 5 yılında (İ. S . 636) Hal ife
Ömer'in tanıdığı ayrı<:alıktırKx.
Kutsal Topraklardaki papazların sık sık söz ettikleri bu ferman (bu­
nun en değerli belgeleri olduğunu söylüyorlardı ) , papazlara göre, Müslü­
manlar kenti aldıkları sırada Kudüs patriği Zephirinus ya da Sophron i us ' a
verilmişti. Bu belgitin düzmece olduğu kabul edilmelidir. 1 63 0 ' da, B ab-ı
A li, Hasan Ağa 'yı bu belgiti incelemekle görevlendirdi; Hasan Ağa, bu
kapitülasyonun iğrenç bir taklit olduğunu keşfetti. Yapılan diğer ciddi in­
celemeler de aynı sonuca ulaştı.
28 Nisan I 690 'da, İmparatorluk Divan'ı da, yargı kararı olarak, bu
belgenin kesinlikle düzmece olduğunu ilan etti; bu durum , papazların bel­
geyi -en seçkin doğubilimcilerin tersini söyleyen savlarına karşın- gerçek
saymalarını engellemedi.
Gerçekten tarihsel bir nitelik taşıyan ilk belgit, 1 270'de Atak Phi­
lippe ile Tunus kralı arasında yapılan antlaşmadır. Aziz Louis 'nin öli.i­
münden sonra, oğlu Philippe, vebadan kırılan orduyu cesaretlendirmeyi
başardı; Philippe, bazı başarılar kazandı ve bunlardan ustaca yararlandı.
Onurlu bir barış antlaşması imzalayarak Hıristiyanlara ve tüccarl ara öz­
gürce ibadetlerini yapma ve ticaret işlemlerini güven içinde sürdürme ola­
nağı sağladı 89.
On beş yıl için Fransa Kralı Atak Philippe'i, Sicilya Kralı Carlo J 'i,
Navarra Kralı Tibaldo J ' i, Konstantinopolis Kralı Baudouin9° 'i ve Tunus
Kralını biraraya getiren bu antlaşma, Müslüman bir hükümetle Hıristiyan
devletler arasında kurallara uygu� biçimde imzalanmış ilk uluslararası
antlaşmadır. Söz konusu antlaşma haçlı seferlerini sona erdirdi ve Fran­
sa'nın o tarihten bu yana sürdürdüğü koruyuculuk rolünün ortaya çıkma­
sına neden oldu.
Daha sonra, 1 507 ' de, Bayezit il, Fransa ve Katalonya'nın İskende­
riye konsolosu Jean-Pierre Benette 'e Fransız ve Katan tüccarlar ya da
gezginler yararına bir ticaret kapitülasyonu bahşetti. Bu kapitülasyon 20

88 Kanıt belgeler, ek n• 2.

89 Kanıt belgeler, ek n• 3.
90 Latin imparatoru Baudouin il. (Ç.N . )

1 14
maddeden oluşuyordu; çıkış noktası, ticaret özgürlükleri ve güvenceleriy­
di; bunlar, daha sonra, Bab-ı A li i le Hıristiyan hükümetler arasında yapı­
lan antlaşmalarda özel koşullar olarak öne sürüldü.
François I 'e sevgisini kanıtlamak isteyen Süleyman 119 1 , 1 535 'te,
Fransa kralı istemeden, öncekilerden daha geniş kapitülasyonları Franço­
is I ' e verdi. Bu kapitülasyonlar hemen hemen yalnızca ticaretle ve Fran­
sızlarla Fransa konsolosu arasındaki cinayet, suç ya da anlaşmazlıklar ko­
nusundaki ilişki lerle ilgiliydi. Kapitülasyonlar, Türkiye 'de -tıpkı doğduk­
ları topraklarda olduğu gibi- Fransız uyruklarına ve dindaşlarrna, gemi le­
rine, ticaretine özgürlük, can ve mal güvenliği sağlıyordu. Avrupa'nın
tüccarları ve gemileri Fransız bayrağı koruyuculuğunda dolaşıyorl ardı.
Bu kapitülasyonların 85 maddesinden ancak bir tanesi (mad. 6 ) dinle il­
gilidir ve yalnızca Fransızların serbestçe ibadet yapabileceklerini belirt­
mektedir. Bu dinsel serbestlik, Kudüs 'teki Kutsal Kabir'in kilisesinin ge­
ri verilmesini padişahtan isteyen Fransa kralına yazdığı bir mektupta da­
ha açıkça belirtilmiştir: "Cami unvanını taşıyan bir yerin kullanılış amacı
değişikliğinden ötürü bozulması dinimize aykırıdır. Ne var ki, ibadete ay­
rılan yerlerin dışında, Hıristiyanların elinde olan yerlerde, adil saltanat
dönemim boyunca hiç kimse ne kaygı duyabilir, ne de burada yaşayanla­
rı huzursuz edebilir; Hükümdarlık koruyuculuğumun kanadı altında ku­
sursuz bir dinginlik içinde, dinlerinin törenlerini ve ayinlerini yapmaları­
na izin verilmiştir; ve şimdi, mahallelerine ve dinsel yapılarına tam gü­
venlik içinde yerleşmiş olarak, herhangi bir kimsenin en ufak bir şeyle
onlara eziyet etmesi ve onları rahatsız etmesi olanaksızdır9 2 . "
Charles IX v e Selim 1 b u düzenlemeleri yenilediler; düzenlemele­
rin ticaretle ilgili olan bazı bölümleri ( 1 597 'de Henri iV ve Mehmet III
bunlara değişiklik getirdi), Bab-ı Ali 'nin aynı ayrıcalıkları tanımayı dü­
şünmediği öbür ulusların gemilerinin güvenliğini s ağlama iznini Fransız
gemilerine verdi.
Henri N ile Mehmet III ara�ındaki ilişkiler, Süleyman il ile Franço­
is 1 arasındaki ilişkiler kadar dostçaydı. İran Şahı Büyük Abbas, Türklere

91 Burada Kanuni Süleymen'dan söz edi ldiğini bir kez daha anımsaıalım. (Ç.N.)
9 2 Kanıt belger, ek n• 4.

115
karşı bağlaşma kurmak için imparatora. papaya ve İspanya kralına elçi gön­
derince, Mehmet III ee Marsilya doğumlu hekimini değerli hediyelerle hir­
likte Henri IV'e gönderdi: Bab-ı Ali'nin elçisi, padişahın,-Fransızlann dost­
luğuna güvenebildiği sürece- İran ile öbür Hıri s tiyan prenslerinin bağlaşma
kurmasından daha az kaygılandığını Fransa kralına bildirdi9 3 : Fas kralı, İs­
panya ve Portekiz'in bu yaşlı düşmatı11 , da dostluğu konusunda güvence ver­
mek için Henri IV'e mektup yazdı94. Valencia ve Aragon'da yaşayan Ber­
beriler kendilerini Engizisyondan kurtarması için Henri IV'e yalvardılar.
Berberiler, Fransız ordusunu beslemek için bütün parayı sağladılar ve ken­
di aralarından topladıkları 80 000 askeri Henri IV'ün buyruğuna verdiler95.
1 604, 1 6 1 4, 1 6 1 8, 1 635, 1 640 ve 1 673 yıllarında, daha önce elde
edilmiş ayrıcalıklara resmi nitelik kazandırıldı ve dinsel sorunlarla kutsal
yerler konusunda bazı eklemeler yapıldı.
Louis XV ve Mahmut 1 ( 1 740) daha önceki düzenlemeleri gözden
geçirdiler, eksikleri tamamladılar. Bu kapitülasyonların 85 maddesi bu­
gün de yürtirlüktedir96.
1 - 16. maddeler 1 535 kapitülasyonlarını; 1 7-3 1 . maddeler 1 597 ve
1 604 'teki eklemeleri; 32-42. maddeler 1 604 ile 1 673 arasındaki ekleme­
leri; 43-85. maddeler 1 740 eklemelerini kapsar.
Metnin kaleme alınışı sırasında, birçok yerde, Fransa ile Türkiye
arasındaki dostça ilişkiler vurgulanmıştır.
Madde 55. Fransa sarayı çok eski bir zamandan beri Bab-ı Ali 'm ile
dostluk ve iyi uzlaşma içinde olduğundan ve çok görkemli Fransa İmpa­
ratoru, aynı zamanda da saray halkı kısa süre önce. yapılan barış antlaşma­
sına97 büyük özen gösterdiğinden, uzlaşılan bazı işlerde bazı lütufların

93 Dully, CEconomies Royales, c. ı, say. 3 2- 36 3 .


9
• Bu dipnotundaki sayfa sayılarında bir dizgi hatası olmalı. (Ç.N.)

94 Ponefeuille de Fontanieu, say. 452-453. L' toile, say. 420.


95 Memoires de La Force, c. 1, Correspondances, say. 339 ve devamı. · Henri Manin, Histoire de Fran­
ce, 4 . baskı, c. X, say. 522.
96 Kanıt belgeler, ek n• 5.
97 Llouis XV'in lstanbul büyükelçisi Marki Villeneuve, Belgrad'da yapılan ve bir banş antlaşmasının İm·
zalanmasıyla noktalanan görüşmeleri yönetmişti; söz konusu antlaşma Tüıtiye'nin Avusturya ve Rusya ile
yapıığı savaşı sona erdirdi. Bu antlaşma Mahmut l'in İ sveç ile bir savunma antlaşması yapmasına yol açtı.

1 16
verilmesinin dostluğu pekiştirmeye katkıda bulunacağını ve dostluk ka­
nıtlarını giderek artıracağını ortaya koydu . . . "

Madde 83. "Fransa sarayının Bab-ı A li'm ile dostluğu öbür s aray­
larla olandan daha eski olduğundan, vb . . . "

32. madde, "başka hiçbir bandıraya gidip gelme izni tanmmadığuı­


dan " , Fransız bandırası altında düşman uluslara tanınan ticaret yapma
hakkını düzenler.
Mısır seferi yüzünden bozulan bu iyi dostluk ilişkileri, X. Yılın 1 6
messidor'unda (24 Haziran -1 802) yeniden kuruldu. Fransa Cumhuriyeti
ile Türkiye arasında yapılan barış antlaşmasında şöyle denmektedir98;
Madde 2. « İki devlet arasında var olan her çeşit ilişkiyi bütünüyle
belirleyen antlaşmalar ya da kapitülasyonlar bütünüyle yenilendi. Bu ye­
nilenmenin sonucunda, vb . . . »
25 Aralık 1 838 'de yapılan ticaret antlaşması şöyle der99 :
Madde 1 . « Daha önceki kapitülasyonlar ve antlaşmalarla Fransız
uyruklulara ve Fransız gemilerine tanınan bütün haklar, ayrıcalıklar ve
bağışıklıklar -bu uzlaşmayla özellikle değiştirilecek maddeleri dışında­
bugün için ve her zaman için aynen kabul edilmiştir: Bundan başka, şu da
karara bağlanmıştır ki, Bab-ı A li 'nin bütün diğer yabancı devletlerin ge­
milerine ve uyruklarına bugün verdiği ya da gelecekte verebileceği bütün
haklar, ayrıcalıklar ve bağışıklıklar Fransız uyruklarına ya da gemilerine
de verilecektir, Fransız uyrukları ve gemileri aynı uygulama ve haklardan
yararlanacaklardır.»
Son olarak, 1 3 Temmuz 1 842 'de imzalanan Londra antlaşması ı ııo
ve 30 Mart 1 856'da imzalanan Paris antlaşması ı o ı (büyük devletler her
iki antlaşmada da imza sahibiydiler), Fransa'nın Müslüman imparatorlu­
ğu ile i lişkilerini düzenleyen akitler dizisini sona erdirir.

98 Kamı belgeler, ek n• 8.

99 29 Nisan 1 86 l 'de imzalanan ticaret antlaşmasının birinci maddesi şöyledir: "Daha önceki kapiı ülas­
yonlarla ve antlaşmalarla Fransız uyruklulara ve Fransız gemilerine tanınan bütün haklar, ayrıcalıklar ve
bağışıklıklar, aynı antlaşmalann değiştirilmek istenen maddeleri dışında aynen kabul edilmiştir." ·
Bkz. Kanıt belgeler, ek n• 15.
1 00 Kanıt belgeler, ek n• 9.
1 0 1 Kanıt belgeler, ek n• 1 0.

117
Fransa'ya verilen kapitülasyonlar, art arda ve hemen hemen aynı
içerikle diğer devl�tlere de verildi . Daha sonra antlaşmalara soku l an ka­
pitülasyonlar bundan böyle antlaşmalarla bir bütün oluşturur ve o n l arla
aynı güçtedir.
Avusturya, Karlofça antlaşmasından (1 699) sonra, Avusturyalı ,
Venedikli, Leh v e Macar uyrukları için, kutsal yerlerde Fransızlara veril­
miş olan kolaylıkları elde etti . Pasarofça antlaşması ( 1 7 1 8) ticaret i lişki­
lerini düzenledi.
Kaynarca ı oı antlaşmasına ( 1 774) kadar hemen hemen her an Bab-ı
Ali ile savaş halinde olan ve pek az başarı kazanan Rusya, kapitülasyon­
ları antlaşmalara sokan ilk devlet oldu. Kaynarca antlaşmasının 1 1 . mad­
desi kapitülasyonların Rus uyrukları yararına korunmasını karara bağladı.
Daha sonra ( 1 784) Rusya, büyükelçilerin ve konsolosların kendi uyrukla­
rını yargılama hakkını elde etmesini Osmanlı Devleti 'ne kabul ettirdi ve
en ayrıcalıklı ulusların yararlandığı haklardan Rusların da yararlanmasını
güvence altına aldı. Kapitülasyonları elde etmiş ve Türkiye'nin düşman
saydığı diğer ulusların kendi bandırasının koruyuculuğu altında uzun sü­
re kapitülasyonlardan yararlanmasını sağlamış Fransa, söz konusu ulusla­
rı uluslararası bir uzlaşmaya varmaya ancak 1 802 'de razı edebildi .
Antlaşmaların bir parçası haline gelen kapitülasyonlar, yabancıları
ve yabancı koruyuculuğundaki Osmanlı uyruklarını yöneten yasadır ve
yabancıları ve yabancı koruyuculuğundaki Osmanlı uyruklarını Osmanlı
İ mparatorluğu yasalarının etki alanı dışına çıkarır.
Şurası açık ve kesin bir biçimde gün ışığına çıkmış durumda: Tür­
kiye ' ye güçlükler çıkarmak isteyen hükümetlerin çok üzücü bu eğilimi
başarıya ulaşmaktadır. Bu hükümetler, önceden beri kendi topraklarında
oturma koşulunu aramadan, Osmanlı uyruklarına çok kolayca ve anında
yurttaşlık hakkı veriyorlar ya da koruyuculuk altındaki kişi unvanını ver­
me yetkisini konsoloslarına tanıyorlar. Avrupa'nın Türkiye ile ve Türki­
ye 'ye bağlı ülkelerle ticaretinin artmasına bağlı olarak, bu yurttaşların ya
da kapitülasyonların koruyuculuğu altına düzmece olarak giren kişi lerin
sayısı sürekli kabarmaktadır. Daha önce de söylediğimiz gibi , bu ticaret,

I 02 Osmanlı tarihinde daha çok "Küçük Kaynarca antlaşması" adıyla anılır. (Ç.N.)

1 18
doğuya yerleşmiş Avrupalı tüccarların ve Rumların ve Osmanlı uyruğu
altındaki Ermenilerin elindedir. Avrupalı tüccarlar, vatandaşlıklarını ko­
rudukları için, kapitül asyonlar sayesinde kendi konsoloslarını kalkındırı­
yorlar. Bu eski mevzuat nedeniyle, Levantenlerin 10 3 (özellikle de Osman­
lı uyruğundaki Hıristiyanlann) desiderata 1 04'sı haline gelen bir bağımsız­
lığı, bir güvenliği dün de buldular, bugün de buluyorlar. Bu Levantenler
söz konusu mevzuatın çerçevesi içine girmeye, kural olarak yalnızca ya­
bancılara tanınan bağışıklıklardan ve ayrıcalıklardan yararlanmaya çalışr­
yorlar. Çoğunlukla Osmanlı vatandaşlığını koruyarak kendine çıkar sağ­
layan bu Osmanlı Hıristiyanları , yabancı bir hükümetten koruyuculuk al­
tındaki kişi unvanını elde etmeye çabalıyorlar. Fransa bu koruyuculuğu
kolay vermiyor, ama diğer devletler aynı özeni göstermiyorlar; hatta, top­
raklan üstünde yaşama zorunluluğu koşulunu bile aramadan vatandaş lık
hakkı veren devletler var. Vatandaşlık ya da koruyuculuk bu devletler için
bir para sorunudur ve bu devletler Bab-ı Ali 'nin işlerine karışmak ve tem­
silcilerini (bu temsilcilerin etkisi yalnızca kendi uyruklarıyla sınırl ı olur­
sa elbette önemleri de sınırlı olacaktır) önemli kılmak için fırsat kolla­
maktadırlar. Her Osmanlı uyruğundaki Hıristiyan (hatta Müslüman ), kısa
bir süreden beri, -kendisine hemen vatandaşlık veren komşu bir devlete
bazı formaliteleri tamamlamak için birkaç günlük zorunlu bir seyahat
yapmak koşuluyla- gereksinim duyduğu vatandaşlığı elde edebilmekte­
dir; ya da, Türkiye'den dışarı bile çıkmadan, bir büyükelçilik, bir konso­
losluk, bir konsolosluk temsilciliği, onu bir miktar para karşılığında koru­
yuculuk altındaki kişi 105ilan etmeye hazırdır.
Başka dönemlerde yabancı varlığının mantıklı bir nedeni olabi le­
cek bu koruyuculuk, yolsuzluklar nedeniyle kötü niyetin bir silahı haline
geldi. Koruyuculuk sürekli anlaşmazlıklar yaratmaktadır; Osmanl ı hükü­
metiyle bu koruyuculuk altındaki kişiler (bunlar, devletin mal tekelini el­
lerinde tutmaktadırlar ve gümrük gelirlerini, aşarları, vb. satın alm ışlar­
dır) arasında çıkan anlaşmazlıklar, sonunda, konsolosluklara götürülmek-

103 Levanten, Yakındoğu kökenli Türk ya da Arap olmayan kimselere verilen genel addır. (Ç.N.)
1 04 "A
rw" aıılaıruııda Latince sözcük. (Ç.N.)
105 Eğer artık işler böyle yürümeseydi , bunu açıkça söylemekten çekinmezdik ..

119
tedir. Bu durumda, bir ticaret sorunu hemen hemen siyasal bir soruna dö­
nüşmektedir: koruyuculuk altındaki kişi paralarının geri dönmesini sabır­
la beklerken, bu işe bulaşan konsolosluk, olayı yargıçlarına iletir, güçlük­
leri aşmaya çalışır. Bu etki sayesinde paranın dönüşü sağlanır; büyük ka­
zançlar nedeniyle sermayesi büyür ve koruyuculuk altındaki kişi, Osman­
lı hükümetiyle, gene aynı yöntemle sona erdirilecek daha büyük bir işe
kalkışır. Türkiye'de çok yaygın olan yerel nitelikli bu oyunlar (bunlar
uluslararası ticaretin bütünüyle dışındadır), konsoloslukları bazı ticaret­
hanelerin işlerini ücretsiz kovuşturan bir ticaret acentesine dönüştürmüş­
tür.
Sonunda işleri öyle bir duruma geldi ki, Bab-ı A li, 1 862 yıl ı başla­
rında, İstanbul'daki bütün büyükelçiliklere şu memorandumu göndermek
zorunda kaldı :
«Başkentte ve imparatorluğun illerinde yaşayan ve Bab-ı A li 'nin
uyruğu olan bazı kişilerin ortaya attığı savlara göre, bir yabancı devletin
uyruğu ola�ların ya da bir yabancı devletin koruyuculuğundan yararla­
nanların hem kişisel yükümlülüklerden, hem de Osmanlı uyrukları olarak
sahibi bulundukları malların vergisini ödeme yükümlülüğünden kurtul­
ması olanaklı hale gelmiştir; söz konusu yetkililerin temsilcileri arasında
birbiri ardı sıra patlak veren anlaşmazlıklar göz önüne alındığında, bu ka­
tegoride yer alan kişilerin uyruk kimlikleri araştırılarak bu anormal olay­
lara son vermek gerektiği yargısına varıldı ve bu iş için bir karma komis­
yon kuruldu.
"Son olarak Galata'daki büyük gümrük binasında toplanan bu ko­
misyon, daha önce Osmanlı uyruğunda olduğu halde Doğu savaşından
sonra Rus uyruğuna girdiğini öne sürenleri araştırmakla işe başladı; açık­
ça anlaşılacağı gibi, komisyon, bu araştırmayı bitirdikten sonra, -çeşitli
uyruk kategorilerinin her biri için izlenecek düzenleme yöntemini belirle­
mek amacıyla, her elçilikle gerekli temelleri atarak ve uzlaşmaları sağla­
yarak- diğer devletlerin uyruklarıyla da ilgilenecektir.
Rus uyruğunda kalmak isteyen herkesin, mallarını s atabilmesi ve
ticaretle ilgili işlerini tamamlayabilmesi için kendisine tanınan üç aylık
hir sürenin sonunda Osmanlı topraklarını terk ederek Rusya'ya gitmesine
karar verildi. Bundan başka, Osmanlı hükümetinden kaynaklanan bazı

1 20
gecikmeler nedeniyle, belirlenen süre içinde işlerini bitiremeyecek olan­
l ar için -gerek olduğunda- verilen sürenin uzatılabileceği konusunda da
uzlaşma sağlandı.
Bu kararların sonucunda, Rus uyruğunu korumak isteyen herkes
Osmanlı topraklarını terk etmek, diğer devletlerin uyruklarıyla ve tüccar­
larıyla arasında olabilecek işleri ve ticaret ilişkilerini verilen süre içinde
yanlışsız düzene koymak zorunda kalacaktır: Dahası, iş nedeniyle ikamet
sürelerinin uzatılması asla kabul edilmeyeceğinden, Bab-ı Ali bu haberi -
alınan bu önlemleri devletini�in uyruklarına ve tüccarlarına bildirebi lme­
niz için-, tıpkı başka elçiliklere olduğu gibi , sayın elçiliğinize de iletti . "
Söz konusu komisyon, Haziran 1 863 'te çalışmalarını tam amladı.
Rus koruyuculuğu altına giren Osmanlı uyruklarının kimlikleri incelen­
dikten sonra, yalnızca 1 63 kişi Rus uyruğunda kalmak istediğini bi ldirdi
ve Rusya'ya taşındı.
İşte, özet olarak, bu kapitülasyonların söylediği (daha doğrusu zor­
la söyletildiği) ve Osmanlı uyruklarının çok kolayca uymak zorunda ol­
dukları karar:
" Yabancı uyruklu olan ya da yabancı bir devletin koruyuculuğu al­
tında olan herkes yalnızca kendi konsolosluğunda kayıtlı olacaktır. Her
uyrukluk, ayn, bağımsız, kendi özel yaşamı olan, kendini yöneten , kendi
hükümlerini yerine getiren, Osmanlı yasaları göz önüne alınmaksızın ül­
kesinin yasalarına göre kendi konsolos luğunca yargılanan bir ulus oluştu­
racaktır t06 .»
Her Avrupalı evinin, konsolosun özel izni olmadan ve konsolos bu­
lunmadan silahlı güçlerin içine giremediği, dokunulmazlığı olan bir konut
haline gelmesiyle birlikte, Osmanlı uyruklu her koruyuculuk altındaki ki­
şi, aynı dokunulmazlıklarla donanmış oluyor ve -kendisine bu koruyucu

1 06 Öl üm cezası gerektiren suçlan işlerken suçüstü yakalanmış kişileri bile, büyükelçiliklcrin işe kanş­
ması yüzünden, Bab-ı A li'nin serbest bırakmak zorunda kaldığını kanıtlayan birçok örnek snalamak ola­
naklıdır. Bazı devletlerin verdiği koruyuculuğun ya da yurttaşlık hakkının çoğunlukla cezalancl ın lmama
hakkıyla eşdeğer olduğu söylenebilir. Buıuın adı da etkisini kaıuılamak oluyor. Fransa hep hunun dışında
kalmıştır: Konıyuculuk hakkını hep saygın bir yarar karşılığı elde edilen bir hak olarak ka bul eımckten hi ç
vazgeçmemiştir; Fransız yurttaşlık hakkını elde etmek içinse, elbeııe Fransa'da uzun bi r süre oturmak ge­

rekmekt edi r.

121
kimliği veren kişiler dışında- çoğunlukla hiçbir ilişkisinin bulunm adığı
bir ülkenin yasalarına bağlanıyordu.
Kapitülasyonlar ve yabancı devletlerin �oruyuculuğu, Türkiye'de
kurulabilecek büyük ticaret ya da sanayi girişimlerinin karşılaşabi leceği
en büyük engeldir.
"Hükümranlığın en önde gelen niteliği olan adaletin hemen hemen
bütün doğu devletlerindeki var olma biçimleri ve bu varolmanın, hep yü­
rürlükte olan kapitülasyonlar sayesinde gerçekleştiği kavranacak olursa,
bu durumda bir yabancının ya da: yabancı bir devletin koruyuculuğu altın­
daki kişinin bir davayla ilgili olmas ının ulusal adaletin hemen gücünü yi­
tirmesi ve devletin elinde bulunan güçlerin konsolosluk mahkemesine
(başka bir deyişle yabancı bir devletin yargılama yetkesine) geçmesi için
yeterli olacağı kolayca anlaşılır; bu türden olayların neden olduğu bütün
sıkıntılar, bütün anlaşmazlıklar, bitip tükenmeyen sürtüşmeler ve bunla­
rın tetiklediği sayısız müdaheleyi düşünürsek, böylesi bir rejime boyun
eğen devletlerin, başka devletlerin yüreklendirdiği bu büyük kurum ların
ülkelerinde oluşmasından neden kaygı duyduklarına daha az şaşırırız; ter­
s ine, bu devletler söz konusu kurumların onların topraklarında kök salma­
sını destekliyorlar: Çünkü bu durumun yaratacağı sonuçlardan kaygılan­
maları için hiçbir neden bulunmamaktadır ve aynı kurumların hem perso­
neli, hem de araç gereçleri üstünde tam ve özgür yargılama yetkisini hep
ellerinde tutmaktadırlarıo7 . "
Son olarak, kapitülasyonların, konsolosları, dönemimizin gelenek
ve görenekleriyle, ahlakıyla uyuşmayan bir yetkeyle donattığını ve Fran­
sa açısından 1 68 1 ve 1 778 yönetmeliklerinin çıkarılmasına yol açtığını
ekleyelim.
Bu yönetmelikler şu kuralları getiriyordu:
1 9 Kendi konsoloslarının i zni olmadan Fransızların yerel yetkilileri
ziyarete gitmesini engelleyen bir yasak;
29 Ulus temsilcilerinin yalnızca tüccarlar arasından seçilmesini ön­
gören bir düzenleme;

107 B ay Odilon BBITot, Dufaure ve Jules Favre'ın (avukatular) Mısır valisi İ smail Paşa'yla, 30 Kasım
1 863'te, Süveyş kanalı konusunda yaptıkları gizli görüşmeler.

1 22
3Q Yargı kararı olmaksızın ve nedenleri belirtilmeksizin -özetle bu
önlemin uygul andığı bahts ız kişi hakkını arayamadan-, bir Frans ızı keyfi
biçimde Fransa'ya giden ilk gemiye bindirebilme hakkını konsolosl ara
veren bir yetki.
Bu konuda yapılabilecek en iyi iş, Pari s ' te çıkan Union gazetesinin
Temmuz 1 863 'te yayımladığı bir haberi aktarmaktır:
«Yerel yetkilileri ziyaret etme yasağının bugün uygulamada bulun­
madığını söyleyeceklerini biliyorum; bununla birlikte, bu yasağı kal d ı ran
hiçbir yasa yoktur ve herhan ğ i bir konsolos canı isterse bunu yeniden uy­
gulamaya sokabilir; oysa bu yasağın bazı yararları olabilir, ama aynı za­
m anda çok daha ciddi sakıncaları da vardır: Ne yani ! Bütün ticaretini ye­
rel yetkililerin temsilcileriyle yapan bir tüccar, işlerini yürütmek içi n , an­
c ak konsolosun iznini aldıktan sonra mı yerel yöneticileri ziyarete gidebi­
lecek! Günlük yaşamda, bir hekim, bir mühendis, hatta bir gezgin ne hiç­
bir daveti kabul edebilir, ne de sayın konsolosun izni olmadan bir Türk
görevliye nazik bir davranışta bulunabilir! Kanımca, aslında bu , devlet
adına ve hiçbir yararı olmaksızın , kişisel özgürlüğün aşın sınırlandırılma­
sıdır.
"Yalnızca birkaç konsolosluk görevlisinin bulunduğu, Hıristi yan ­
larla Müslümanlar arasında hiçbir ilişkinin bulunmadığı v e en küçük bir
ihtiyatsızlığın konsolosluk görevlilerini tehlikeye atacağı bir yerde ve i ş ­
lerin yalnızca Osmanlı uyruğundaki Hıristiyan ya da Musevi simsarlar
aracılığıyla yürütüldüğü bir dönemde, böylesi bir sınırlama yararl ı o l abi­
lir ve bu uygulamaya katlanılabilir; oysa şu anda sıradan konsolos l u k
merkezlerinde bile e n a z 4-5 000 Fransız bulunmaktadır; ticaret eskiden
var olan kösteklerden artık kurtulmuştur; yerlilerle yabancılar arasındaki
i lişkiler giderek yaygınlaşmaktadır ve Fransa'nın birçok şeyi kendi yasa­
larıyla çözmeye devam etmesi olanaksızdır.
Eğer bu s avunma önlemi olmazsa konsolosların bazı Fransızl arın
çevireceği dolaplar yüzünden sıkıntıya düşeceği eklenebilir; ya da, yeter­
li yaşama olanaklarından yoksun kişilerin sık ve ilginç ziyaretleri yüzün­
den ulusun saygınlığı tehlikeye girebilir: Birinci durumda, başa iş açacak
olguların bulunduğunu kesin biçimde anlayarak bu kararı alm ışsanız,
böylesi bir savunma elbette haklı görülebilir; ikinci durumda, konsolosla-

123
nn yapmas ı gereken bir iş v ar: Hastalıklar ya da kötü davranışlar yüzün­
den yaş amlarını sürdüremeyecek h ale düşen zavallıların -m asrafları dev­
let tarafından karşılanarak- ülkeye geri dönmelerini sağlayan, yukarıda
sözü edilen kararların ve fermanların maddelerini uygulamaya koymak.
Böylece, bir yolsuzluk ortaya çıktığında, -bütün -Fransızların tam amını
önyargıya dayanan bir kuşku altında bırakmadan- bu yolsuzluğu ön leme
olanağı bulunacaktır.
Aynı biçimde, ulusun temsilcilerini tüccarlar kendi aralarından seç­
tiklerine göre, İ skelelerde yalnızca (Fransızlar açısından) m adrabazl ar bu­
lunur; bu nedenle, sözü edilen temsilcilerin, meslek ayırımı yapılmaksı­
zın , bütün Fransız i leri gelenleri (çünkü bugün Doğu ' daki Fransız toplu­
luğu içinde seçkin hekimler ve mühendisler, sanayiciler, değerli çiftçi ler,
askerler, hatta toprak sahipleri, vb. vardır) arasından yapılması daha doğ­
ru olacaktır; bu rapor doğrultusunda eski yasalarda bir değişiklik yapıl­
ması zorunludur. Bugünkü durum birçok insanı yaralamakta ve öfkelen­
dirmektedir. Mısır' da olan son olaylar bunun kanıtıdır.
Konsolosların yetkisi konusunda ve geri çevrilen Fransızların baş­
kalarına (Fransız dışişleri görevlilerine karşı sergiledikleri tutumlar dışın­
da) yapıp ettikleri konusunda, Fransızlara biraz aş ırıya kaçmış gibi görü­
nen bu haklardan biri işte şudur: Ulusal duyguların etkisiyle kamu önün­
de yargılanmayı , hakkını aramayı ve kendini s avunmayı seviyoruz. Bu­
nunla birlikte, ben, söz konusu yetkinin bütünüyle kaldırılmasını istemek­
ten çok uzağım; ne yazık ki, bir Fransız olarak, benzeri bir hakkın uygu­
lamaya konmasını istememize yol açan durumlarla karşılaştık; ama, ya­
pılması gereken, konsoloslara -olanaklı olan her durumda- bir acil muha­
keme usulünü uygulamayı zorunlu kılarak bu hakkı sınırlandırmak ve dü­
zene koymaktır; söz konusu muhakeme, bu iş için Fransız kolonisi için­
den seçilmiş yargıçlar önünde görülecek, söz konusu yargıçlar konsolo­
sun başkanlığında karar vereceklerdir. Bu yöntemle alınan yargı kararı
çok daha güçlü olacak, konsolosun sorumluluğunu koruma altına alacak­
tır; üstelik bütün bunlar bir Fransızın yurtdışı edilmesi (geçici olarak bi le
olsa) gibi çok önemli bir karar söz konusu olduğunda hiç de azımsanma­
yacak bir şeydir.
Benzeri bir önlemin açıkça uygulamaya konmasının tehl ike yara-

1 24
tacağı durumlar, getirilen kurall arda kesin biçimde öngörülmelidir; bütün
durumlarda, yurtdışı etme cezası elden geldiğince kısa süreli olmal ı d ı r ve
yurtdışı edilen kişi konsolosluktaki m ahkemenin verdiği kararların sonuç­
larından bir üst mahkemede (örneğin Şurayı Devlet) aklanarak kurtulma
hakkını elinde bulundurmalıdır.
Yargıçl arın yardımı olmaksızın haksız yere yurtdış ı etme cezas ı
veren bir konsolos , bu yurtdışı etme olayından doğan bütün zararl ardan
kişisel olarak sorumlu tutulacaktır ve bu da adaletin yerine gelmes i ola­
caktır; bu uygulama sayesinde Fransızların Doğu ' daki özgürlükleri , bir
.konsolosun aşın gayretkeşliğinin kurbanı olma tehlikesiyle karşılaşm aya­
caktır.
Şimdi, daha özel olarak, 1 836 düzenlemesini ele alı yorum ; bu dü­
zenleme, şu ana kadar sıraladığım üç durumu göz önüne almadan, yargı­
lama usullerini (özellikle de suç ve ceza konularında} olumlu biçimde dü­
zenledi . Bu yasanın çok güzel nitelikleri var; sanıkları, Fransa'da yargı la­
nan sanıklarla hemen hemen aynı koşullara getiriyor; başka bir deyi ş le,
sanıkları, Fransa ' da aynı durumdaki sanıklara uygulanan aynı yasalara
bağımlı kılıyor; hatta yasa maddelerine, hapis cezasının isteğe bağlı ola­
rak para cezasına çevrilmesi gibi hoşgörülü değişiklikler getirmiş olsa da,
bazı konsolosluk personelinin bugünkü durumunda bunun uygulanması
olanaksızdır ve yalnızca temel değişikliklerin yapılması yararlı olacaktır.
Bütün konsoloslar hukuk doktoru değildir ve olmamaya de vam
edecektir; çünkü, önce eğitici yargıç görevini , daha sonra da hukuk mah­
kemesi , ticaret mahkemesi ve ceza mahkemesi başkanlığı görevini yerine
getirmek için gerekli olan deneyimden yoksundurlar. Aslında konsolosl a­
rın, bu sulh yargıçlığı görevi dışında, medeni hal görevlisi ve hatta kon­
solosluk noteri (asıl noter görevini yüklenen konsolos değildir; ama gö­
revlinin tatilde olduğu ya da yerinde bulunmadığı zamanlarda bu görevi
konsoloslar yerine getirir) gibi başka görevleri de vardır. Bütün bu görev­
lere ambar ve emanet muhafızlığı görevleri de eklenir; konsoloslar, kon­
solosluk hizmetlerini etkin biçimde denetlemek, dışişleri bakanlığıyla,
başkonsoloslukla ve bağlı bulundukları büyükelçilikle yazışm ak , yerel
yetkilileri ziyaret etmek ve onların ziyaretlerini kabul etmek, vb zorunda­
dırlar.

125
Düşünülebileceği gibi , bu kadar çok görevi -yetenekleri ne o l ursa
olsun-. tek bir kişi y.erine getiremez; bir konsoloslukta, ortalama olarak
haftada beş ya da altı yüz sivil ya da ticaretle ilgili dava; her üç ayl ı k sü­
'
rede bir ya da iki ceza davası; bazen her biri üç ya da dört celse süren beş
ya da altı ceza ya da kamu davası görülür; bütün bunlara bir de suç ve ce­
za konularında eğitim çalışmaları , iflaslar, ölüm sonrasındaki envanterler,
ödeme uyanları , vb eklenir.
Doğrudur, bu son işlerin bazıları konsolosların görevleri arasında
yer alır; ama, noter, kayıt memuru, kapıcı, resmi çevirmen , vb gibi üstlen­
dikleri bütün bu işlerle, bu görevliler ne yapabilirler ki? Mahkemenin bü­
tün celselerine zabıt katibi olarak katılmak; yalnızca gerekçeler ve yargı
bölümleriyle ilgili bölümleri değil, -tarafların unvanlarının belirlenmes i
bakımından- bütün kararların redaksiyonunu yapmak zorundadırlar
Böylesine bir gereksinimi yalnızca iki görevliyle yerine getirmek
olanaksızdır. Tüm zamanını -emrindeki yargı görevlileriyle birlikte- kon­
solosluk görevleri için az çok harcayan ve yönetimindeki kişilere ancak
haftada bir gün sabah saat ondan öğlene kadar ve s aat birden öğleden son­
ra saat dörde kadar yargıçlık yapabilen bir lideri olan 4 000 ya da 5 000
kişi lik bir topluluğun çıkarları konusunda ne düşünülebilir? . . . . İ şlerin ço­
ğu haftalarca ve hatta aylarca sürüncemede kalır. Böyle olunca da yakın­
malar ve homurdanmalar yükselir. Bütün bunlarda hatalı davranıldığını
düşünüyor musunuz?"
Karma mahkemelerin örgütlenmesiyle bu durumun son birkaç yıl­
dır değişmeye başladığını daha önce görmüştük; ama ilke hata gücünü
korumakta, Türkiye 'nin yapmak zorunda olduğu antlaşmalarla (ulus lara­
rası sözleşmeler) bütünleşmektedir.
Gülhane Hattı Hümayunu ve 1 856 Hattı Hümayunu, Osmanlı İm­
paratorluğu 'nun 1 839'dan bu yana kendiliğinden verdiği yeni güvence­
lerden önce bahşedilmiş bu kapitülasyonların korunmasına ilişkin karşı
çıkışlardır.
Gülhane Hattı Hümayunu şöyle derıos:

108 Kanıt belgeler, ek n• 6.

1 26
"( öneri len) bu kurumlar özellikle aşağıdaki şu üç noktayı içenne-
lidir:
1 Q Uyruklanmıza c an, mal ve namus bakımından tam güvenl i k sağ­
layan güvenceler verilmesi;
2Q Vergi matrahlarının belirlenmes i ve vergilerin toplanmas ı konu­
sunda düzenli bir yöntem getirilmesi;
3Q Asker toplama ve askerlik süresi konusunda da düzen l i bir yön­
· temin benimsenmesi . . .
İ şte bu nedenden ötürü her sanığın davası, soruşturma ve inceleme
yapıldıktan sonra, şeriat kurallarına uygun biçimde, kamuya aç ık olarak
görülecektir; ve, yasaya uygun bir yargılama yapılmadan, hiç kimse bir
başkasını herhangi bir işkenceyle gizlice ya da açıkça öldürtemez.
Hiç kimsenin bir başkasının namusuna zarar vermesine izin veri l­
meyecektir.
Herkes her türlü malını dilediği gibi adına kaydettirebilecek, malı­
nı dilediği gibi özgürce kull anacaktır ve bunu yapması herhangi biri tara­
fından engellenemeyecektir . . . .
Yüce devletimizin bu kararları, dini ve mezhebi ne olursa olsun, bü­
tün uyruklarımıza uygulanacaktır; bu konuda istisna yoktur. Dolay ı s ı yla,
imparatorlukta yaşayanlara, Kur ' an ' ın buyurduğu gibi can, mal ve n amus
bakımından tam güvenlik tarafımızdan bahşedilmiştir."
1 856 Hattı Hümayunu , daha birinci maddesinden başlayarak, G ü l ­
hane Hattı Hümayunu 'nu bütünüyle onayladı v e destekledj l09 :
1 856 Hattı Hümayunu, Hıristiyan topluluklarına ya da Müslüman
olmayan başka dinlerden topluluklara daha önce tanınmış d insel ayrıca­
lıkları ve bağışıklıkları aynen korudu;
Aynı Hattı Hümayun, kilise adamlarının ödediği vergilerin k aldırı­
lacağı ve bunların yerine kilisenin çeşitli üyelerine -rütbelerinin ve görev­
lerinin önemiyle orantılı- sabit bir gelir bağlanacağı sözünü verdi;
Eski kiliselerin onarılmasına ve yenilerinin yapılmasına izin çıktı;
Irklar arasındaki ayrımları ve köken farklarını ortadan kaldırdı; ·
Dinsel özgürlüğü ilan etti;

109 Kamı belgeler, ek n• 7.

1 27
İ stisnasız bütün uyrukların her göreve atanabileceğini aç ıklad ı ;
Ayırım yapılmaksızın herkesin sivil y a d a askeri oku l l ara girmes i­
ne , d insel cemaatlerin okul açm alarına izin ver�i;
Müs lümanlarla Hıristiyanlar arasındaki ticaret , ceza ve c i nayet da­
valarını karma m ahkemelere bıraktı ;
Cezaevi sistemini yen i den düzenledi;
Kentlerde ve kırsal kesimde polis örgütünün kuru lacağı sö zünü
verd i ;
Görevlilere haklar tanıyacağı ilkesinin yanı s ıra, vergi ve yükü m lü­
lük eşitliği ilkesini de getirdi;
Yabancılara kendi adlarına mülk edinme hakkını verdi;
Vergilerin doğrudan toplanması uygulamasının yerine iltizam siste­
m ine geçilmek istendi;
Kamu yararına yapılacak çalışmalar için büyük miktarda özel öde­
nekler ayrılacağını ilan etti;
Devlet bütçesinin her yıl belirlenmesini ve açıklanmasını düzene
koydu;
Mali sistemi ve para sistemini düzeltmek amacıyla bankaların ve
başka kredi veren kurumların oluşturulm as ını destekledi ;
Ulaşımı kolaylaştırmak ülkenin zenginliğini artırmak için karayol­
,

l arının yapılması, ırmakların ulaşıma elverişli kılınması için düzenleme


yaptı.
Uygar Avrupa'mn bu görkemli programının Türkiye'de de uygu­
lanmasının ötesinde başka ne istenebilir ki?
Ama, 1 839 ve 1 856 'da verilmiş bu sözlerin bir bölümünün boş çık­
tığı söylenecek. Bunu biliyor ve üzülüyoruz. Çünkü bu ıslahatların yapıl­
ma<;ı için nasıl yanıp tutuşuyorsak, kapitülasyonların, modası geçmiş , ya­
rarsız, yararsızın da ötesinde ölümcül özel maddelerinin kaldırılmasını,
ya da en azından gözden geçirilmesini ve yerlerine çağımızın gereks inim­
lerine uygun düşen akılcı maddelerin konmasını da en ateşli biçimde is ti­
yoruz; çünkü bunlar, Türkiye ' nin gerçekleştirmeye can attığı ıslahatl arı
engelleyen kösteklerdir.
Türkiye ile yabancı devletlerin iliş kilerini düzenleyen ticaret ve de­
nizcilik antlaşmalarının da içeriği hemen hemen aynıdır. Bunlar 1 86 1 'de

1 28
imzalanmış , 1 /1 3 Mart 1 862 'de uygulamaya konması öngörülen antlaş­
malardır. Süreleri 28 yıldır.
Fransızlarla yapılan antlaşma 27 Nisan 1 86 1 ' de imzalanm ıştır ' ıo .
Bu sözleşmeler, Türkiye ' ye yerleşmiş tüccarlara -ve ayni zam anda
da ticaret gem ilerine- Osmanlı uyruklarına tanınan hakları ve bağışı klık­
ları tanıdı. Böylece, Türklerle yabancılar arasındaki ayırımlar bütüniiyle
ortadan kalktı.
Dışarıya satılmak üzere s atın alınan toprak ürünleri ve Türk sanayi
ürünleri, malların yüklenme yerine kadar artık her türlü vergiden bağışık
tutulmaktadır. Yüklenme yerine geldiğinde, yalnızca % 8 çıkı ş harcı
ödenmektedir; bu harç , her yıl ( 1 /1 3 Mart 1 862 ' den başlayarak) % 1 dü­
şürülerek, genel yönetim ve denetim masraflarını karşılamak için al ına­
cak s abit ve kesin bir harç olan % 1 'e kadar indirilecektir ( 1 870'te).
Dışarıdan kara ya da deniz yoluyla Türkiye ' ye getirilen her tiirlii
maldan (bu mal listesi belli aralıklarla gözden geçirilir) ad valorem ' ı ı %
8 s abit harç alınmaktadır.
Deniz yoluyla transit geçen mallardan harç alınmaz; kara yoluyla
transit geçirilen mallar için % 2 harç ödenir (sekizinci yılın sonunda bu
harç % l 'e düşürülecektir. )
Tütün ve tuz (yasak olan barut ve savaş silahlan dışında) bu d iizen­
lemelerin dışında tutulan tek maldır; bunlar, devlet tekelindeki mallar s ı­
nıfına girmektedir.
Türkiye 'nin her zaman tanıdığı ticaret özgürlüğünün ve karşılıklı
ticaret uygulamasının karşılığını, bütün Avrupa devletlerinden görmesi
arzu edilmektedir: Türkiye kendi topraklarında kaynak ayırımı yapmaks ı­
zın bütün mallar için çok düşük ve tek tarifeli harçları kabul ederken ,
Türk m allarına -Fransa' da bile- ya aşın yüksek harçlar uygulanmakta ya
da kesin yasaklamalar getirilmektedir.

1 1 0 Kanıt belgeler, ek n• 1 5 .
1 1 1 "Değeri üzerinden" anlamında Latince ticaret deyi mi . (Ç.N.)

1 29
BÖLÜM X

AGIRLIK VE UZUNLUK ÖLÇÜLERİ, PARALAR

Os m anlı İmparatorluğu 'nun tarım, sanayi ve ticaret açısından duru­


_
munu incelemeden önce, ağırlık ve uzunluk ölçüleri sistemini ve kull anıl­
makta olan paralan elden geldiğince Fransız birimleriyle karşılaştırarak
açıklamak gerekir.
Ağırlık ve uzunluk ölçüleri devletin ne denetimi, ne de gözetimi al­
tındadır: Hemen hemen her ilde değişmektedir ' ı 2.

AÖ IRLIK ÖLÇÜLERİ. - Fransız ölçüleriyle karşılaştırıldığında şu


oranlar ortaya çıkmaktadır:

Kil. gram
Dirhem ( 1 6 kırata ayrılır) = 0,003 2 1 2
Okka "' 400 dirhem = 1 ,284 825
Kantar ya da kental 1 1 3 = 44 okka
Kile = 20 okka = O, 025 696 1 1 4

1 1 2 Ö zellikle, bütün imparatorlukta aynen kabul edilmiş olan İ stanbul'da kullanılan birimleri bt:li neceğiz,
ama bunun değişmez değerler olmadığına da dikkati çekiyoruz.
1 1 3 Suriye kantan ya da kentali 1 80 okka ya da 23 1 , 268 500 kg. değerindedir.
1 1 4 Bu sayıda bir yanlışlık olması gerekir, bize göre 25,696 yazılmak istenmiş olmalı. (Ç.N.}

1 30
Libre (yarım kilo) miskal = 1/ 1 00 kantar = 0,565 323
Odun ya da taş çekisi = 1 80 okka = 23 1 ,268 500
Çeki, adlandırılmamış (Ölçüler reh . ) = 0,32 1 1 73
Afyon çekisi = 250 dirhem = 0,803 0 1 5
Afyon çekisi (Anadolu 'da kullanılan) = 1 ,248 000
İpek tefesi -= 2 1 0 dirhem = 0,674 538
Tıp yarımlığı ' ı s ( 1 2 ons) = 96 dirhem = 0,308 358
Gülyağı miskali (tıp) = l .5 dirhem = 0,004 8 1

Bize en doğru gelen bu değerleri kabul ettik. Hiçbir yerde yönetme­


liğe uygun ölçüler bulunmadığından, matematik açısından doğru karş ı l aş­
tırmalar yapmak olanaksızıdır. Devlet daireleri ve tüccarlar da çoğunluk­
la ağırlık ölçüsü yerine taşları ya da demir parçalarını kullanırlar.
YOL ÖLÇÜLERİ.- Bu ölçü bir zaman değerlendirmesinden başka
bir şey değildir; buna saat denir. Osmanlı fersahı ya da saatinin saymaca
bir uzunluğu vardır: Yüklü bir atın bir saat içinde aşabileceği yoldur bu .
Fersahın uzunluğu arazi yapısına göre değişir; arazinin yokuş, engebeli ya
da düz olmasına bağlı olarak 4 ile 6 saat arasında değişir. Ölçüler rehbe­
ri, kara milini 1 476 metre olarak belirler.
UZUNLUK ÖLÇÜLERİ.- Uzur luk ölçülerinin sayısı çoktur ve de­
ğerleri değişkendir. Fransız ölçüleriyle yapılan değerlendirme bize en
doğru gelen değerlendirmedir.

· Arşın, büyük ölçü O, 669 1 m. (Prony 'e ve Ölçüler Rehberine göre)


Arşın, büyük ölçü O, 6690 m. (Hutton)
Arşın, büyük ölçü O, 7083 m. (Paucton)
Arşın, küçük ölçü ya da
arşın-ı beledi' 1 6 O, 6609 (Paucton)
Arşın, küçük ölçü O, 6499 (Prony)
Arşın, küçük ölçü O, 6479 (Ölçüler Rehberı)
Arşın, kumaş için O, 6832 (Ölçüler Rehberi)

1 1 5 "Tıp yanmlığı" ıerimini , metindeki '1i vre medicale" karşılığı kullandık. (Ç.N.)
1 1 6 Çarşı arşını. (Ç.N.)

131
Arşın. işlemeler için O, 8284 (Paucton)
Endaze, ipek için · O, 6525 (Ölçüler Rehberı)

Ayak O, 3 5 50 (Hutton)
Arşın. alan ölçüsü 00, 750

TARLA ÖLÇÜSÜ.- Buna dönüm denir. Dönüm, her kenarı kırk


adım ya da yaklaşık 40 arşın olan bir karedir. Adımın uzunluğu değişken­
dir ve tıpkı arşınınki gibi saymacadır; yerden yere farklılık göstennek üze­
re, 0,70 m ile 0,85 m arasında değişir. 1 0 dönümün ortalama olarak (çok
büyük yanlışlıklara yol açmaksızın) 1 hektara eşit olduğu kabul edilebilir.
HACİM ÖLÇÜLERİ.- İki çeşidi vardır: biri kuru mallar, diğeri sı­
vılar için kullanılır.
Kuru mallar kile ve okka ile ölçülür.
Kile, yerden yere değişmek üzere 20-24 okka çeker. M.Viquesnel,
Filibe'de ve Rodop dağlarının iç kesimlerinde 34, 3 8 ve 48 okkalık, Fili­
be 'de ve Drama'da pirinç ölçümünde kullanılan 10 okkalık kileler gördü­
ğünü söylüyor! 1 1.
En çok kullanılan kile, İstanbul kilesi adıyla bilinendir. 20 okka de­
ğerindedir. Bu ölçü genellikle yabancı ülkelerle yapılan ticaret işlemlerin­
de kullanılır. Kile ile Fransız birimleri arasındaki ilişki ler yazarlarca kimi
zaman kilogram , kimi zaman litre olarak belirtilir; çoğunlukla da hiçbir
açıklama verilmez. Bu iki farklı karşılaştırma tarzı, bazı yerlerde kuru
malların ağırlığa göre, bazı yerlerdeyse hacme göre değerlendirilmesinin
sonucudur. Kile, genellikle tahıllara uygulanır. Dolayısıyla, Fransız bi­
rimleriyle yalnızca ağırlık ya da ölçek ayarı açısından değil, aynı zaman­
da tahılların aynı türden ya da farklı türden olmaları (böylece özgül ağır­
lıkları da farklı olur) bakımından da değişiklikler gösterir.
Karşılaştırma öğesi olarak buğdayı ele aldığimızda, kile ortalama
olarak 33, 684 litreye ya da 25 ,696 kilograma eşittir. Ölçüler rehberi ki­
leyi 33 , 1 48 litre olarak belirler.
Tahıllar dışındaki mallara ve özellikle de İzmir'de uygulanan bir
ki! � çeşidi, yaklaşık olarak 50,526 litre değerindedir.

1 1 7 Voyage dans la Turquie d' Europe (Avrupa Türkiyesi 'nde Seyahat), c. ı, say. 259.

1 32
Yafa 'da Tahıllar için ardeb adı verilen bir ölçü kul l anılır; bi r ardeb
5 k i le değerindedir.
S ıvılara uygulanan ölçüler metro ve okkadır.
Bir metro 10 okkaya eşittir.
Hacim ölçülerinde olduğu gibi , bu ölçüler için de -Fransız birim le­
riyle karşılaştırmalar yapılarak- litre ile kilogram arasında orantı lar kurul­
muştur. S ıvıların ağırlık ve hacim farklılıkları hesaba katılmamıştır. Bir
ölçünün hem hacim, hem de ağırlık ölçüsü olarak doğru s ayılabilmesi için
benzer cisimlere uygulanması gerekir.
Bu gözlemi saklı tutmak koşuluyla, sıvılara uygulan an bir okkanın
ortalama olarak 1 ,284 kilo ya da 1 ,033 litre olduğunu söyleyel im .
Görüldüğü gibi , bütün Fransa İmparatorluğu 'nda genel biçimde
kullanılan birimlerle karşı l aştırıldığında, ancak yaklaş ık değerler veri le­
bilmektedir.
Farklı boyutlarda olmakla birlikte aynı adı taşıyan bu farklı ölçüle­
rin kullanımının zorunlu olarak doğurduğu güçlükleri anlamak kol aydır.
Türkiye'nin yabancı devletlerle geniş ticaret ilişkileri içinde olmas ı , im­
paratorluğun bu hatalı sistemde ivedilikle ve köklü reform yapmasını ve
bu sistemin yerine bütün vi layetlerde değişmeden aynı kalan birim leri,
başka bir deyişle metre sistemini kullanıma sokmas ı gerektirmekted ir.
Bununla birlikte, tekbiçimli ağırlık ve uzunluk ölçüleri benim seme
konusunda durmadan kendilerini çağa uyduran, uygarlıkta en ileri g i tmiş
uluslar göz önüne alındığında, Türkiye ' ye karşı çok katı davranmamak
gerekir.

PARALAR.- 1 844 yılına dek, ölçüler ne kadar doğruysa paralar da


ancak o kadar doğruydu. Paraların gerçek değerleri sık sık değişti ve Mu­
rat III döneminde ( 1 57 1 - 1 595) başl ayan değer kayıpları Mahmut ll döne­
mine ( 1 808- 1 839) kadar sürdü; Mahmut il, s altanat dönemi boyunca al ­
tın paraların ayarını ve biçimini otuz beş kez, gümüş paralarınınkiniyse
otuz yedi kez değiştirdi. İstanbul 'un fethinden sonra, Türk kuruşunun. de­
ğeri Venedik s ikkesine eşitti; XVI. yy ' ın başlarında, Türk kuruşu 8 Fr,
1 800 'de 35 Fr. ediyordu; 1 86 1 'de, saymaca değeri madeni parayla aynı
olması gereken kaime kuruşun değeri 0,09 Fr' a düşmüştü.

133
Abdülmecit döneminde, madeni paraların biçimi, ayarı ve değeri
kesin biçimde sabitlendi .
Türklerin altın, gümüş v e bakır paraları olması gerekenden çok faz-
ladır. Ayar olarak değerleri Fransız paralarına eş i ttir . .
Türk para birimi kuru�1ur. 1 kuruş 40 para, 1 para da 3 a kçed i r.
1 kuruş 0,23 Fr' tır.
1 kuruşluk, 20 paralık, 1 O paralık, 5 paralık ve 1 paralık bakır para­
lar vardır. Çok az bakır metelik bulunmaktadır.
Gümüş paralar şunlardır: 20 para, 1 kuruş, 2 kuruş , 5 kuruş, Hl ku­
ruş , 20 kuruş.
Altın paralarsa şöyle sıralanır: 25 kuruş, 50 kuruş, 1 00 kuruş . 1 00 ku­
ruşluk paraya Türk lirası adı verilir. Türk lirası, para sisteminde, Fransa ' da­
ki Napolyon ve İngiltere'deki İngiliz lirasıyla aynı düzeydedir. Ayrıca, ye­
ni çıkarılan 250 kuruşluk ve 500 kuruşluk birkaç madeni para da vardır.
Aynca dolaşımda, bakır ve gümüş alaşımından yapılmış bol mik­
tarda düşük ayarlı para da bulunmaktadır. Bunlara, altılık (6 kuruş; alt bi­
rimleriyse 3 kr ve 1 ,5 kr'tur) ve beşlik (5 kuruş; alt birimleri 2,5 kr, 1 kr,
20 para ve 10 paradır) denmektedir. Bu paraların dolaşımdan çeki lmesi­
ne karar verilmiştir ve bu işlem yavaş yavaş gerçekleştirilecek, birkaç yıl
içinde bunlar bütünüyle dolaşımdan kaldırılmış olacaktır. Bundan sonra,
artık dolaşımda yalnızca bakır, gümüş ve altın madeni paralar kalacaktır.
Hükümetin hesapları yapılırken kese adı verilen bir birim kullanıl­
maktadır. 1 kese 500 kuruş değerindedir. Bu, geleneksel olarak kabul
edilmiş bir adlandırmadır. Aynı birim, yeni 5 liralık altın paralarla günü­
müzde de temsil edilmektedir.
Ticarette hesaplar yalnızca kuruşla yapılmaktadır.
Eskiden kaime adıyla bilinen kağıt para 1 862 'te tedavülden kaldırıldı.
Hükümet, kaimenin �amamını piyasadan çekti. Art arda yapılan uygulama­
larla tedavüle sürülen para 1 000 907 720 kuruşa yükseldi. Kaimenin bütü­
nüyle geri çekilmesi üç ay sürdü. İ stanbul ve banliyölerinde tedavülde bulu­
nan bu yüksek miktardaki kağıt para 33 500 000 adetti ve ağırlığı 26 000 ok­
kaydı (33 358 kilogram). Değeri hızla düşen kaimenin tedavülden kaldırıl­
ması, devletin kredisini artırdı, devleti ve ticareti bir genel iflastlın kurtardı .
Yabancı altın v e gümüş paralar -özellikle d e Fransız paraları- çok

1 34
yaygındır ve ticarette hiçbir güçlük yaratmadan piyasada dolaşmaktadır;
ama, 20 Ekim 1 862 'de alınan bir karardan sonra, imparatorluk hazinesi
ve mal sandıklan yalnızca Türk parası kabul etmektedir. Hükümet , ya­
bancı paraların dolaşımını resmen kabul etmemekle birlikte, madeni para
darlığına düşmemek için, kişiler arasındaki uzlaşmalarda bu paral arın
(değerleri ve ağırlıklarına göre darphanenin belirlediği gerçek değeri üze­
rinden olmak koşuluyla ve elbette kimseyi bu paraları almaya zorlama­
dan) kullanılabileceğini kabul etti.
Aynı zamanda, 1 000/1 000 ayarındaki bir altın drahmi 48 kuruş ve
bir gümüş drahmi 3 kuruş ve 5 para olarak belirlendi.
Bu temele göre, darphane yabancı paralan şu değerlerle kabul et­
mektedir:

İngiliz lirası (9 1 6 ı ,2 ayar) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 44 kr ı,2 drahmi


20 Fr. ' lık madeni para (900 ayar) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 43 kr. -

Rus imparatorluğu pol'ü (9 1 6 ı,2 ayar) . . . . . . . . . . . .. . . . . 44 kr. -

Avusturya dukası (985 ayar) . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . 47 kr 1 0 para -

Ticarette, bu paraların tedavüldeki dolaşımı -talebin azlığına ya da


çokluğuna bağlı olarak- hafif dalgalanmalar geçirmektedir; ne var ki , 1 00
kr değerindeki Türk lirasını karşılaştırma birimi olarak aldığımızda, orta­
lama değerleri (dikkate değer bir yanlışlığa düşmeden) şöyledir:

İngiliz lirası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................... ............ . 1 09 kr 20 para


20 Fr'lık madeni para . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 86 kr 25 para
Rus imparatorluğu pol'ü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . 89 kr
Avusturya dukası .... . .
.. ..... . ............. .. ...... .. . . . .. . . . . . . . . . 5 1 kr 20 para

Bankaya getirildiğinde karşılığı tahsil edilebilen senetler (hüküme­


tin izni alınmadığı sürece, bunların kupürleri 200 kuruşun altında olama­
yacaktı) çıkarmaya özel bir ayrıcalıkla yetkili kılınan B ank-ı Oıoımani-i
Ş ahane emisyonlarına başlamıştır.
ZAMAN.- Türkiye 'de zaman, Dionysios takvimi denen Hıristiyan
takvimine (İsa'nın doğumunu Roma'nın 25 Aralık 753 yılına ya da _dün­
yanın 5503. yılına yerleştirir) ve hicri takvim adı verilen Müslüman takvi­
mine (Hz. Muhammet 'in Mekke'den Medine'ye kaçtığı gün, başka bir de­
yişle Hıristiyan takvimine göre 16 Temmuz 622 'de başlar) göre ölçülür.

135
Hıristiyan takvimine göre hesaplama iki biçimde yapılır: Birincisi,
İ znik konsilinde (325) yılı doğru gösterdiği kabul edilen .Tulianus refor­
muna dayanan yöntem; diğeri , bu doğru ol may an sistemi düzelten Grego­
rius reformuna ( 1 582) dayanan yöntem. Bu iki yön tem arasındaki fark bu­
gün 1 2 gündür. Türkiye ' d e birinciye eski ya da Rumi, ikinciye yen i tarz
denir. Hıristiyan cemaatleri arasındaki işlerde genellikle her iki tari h bir­
den verilir; örneğin: 1 / 1 3 Ocak, 3 1 Ocak/1 2 Şubat.
Müslümanların yılı, almaşık olarak 29 ve 30 çeken 1 2 kamer ayın­
dan oluşur:

Muharrem . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30 gün
Sefer . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29 gün
Rebiülevvel . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30 gün
Rebiülahir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29 gün
Cemaziülevvel . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30 gün
Cemaziülahir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29 gün
Recep . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30 gün
Şaban . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29 gün
Ramazan ı ıs ..... . .... .. .
.. .... .. .
. .... .. .. .... . ....
. ..... . . 30 gün
Şevval . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29 gün
Zilkade . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30 gün
Zilhicce . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29 gün

Toplam 354 gün

Böylece yıl, güneş yılına oranla 1 1 ,25 gün daha kısa sürüyordu.
Bununla birlikte Müslümanlar asla ek günlere başvurmadılar. Bunun so­
nucunda, yıllarının birinci ayı olan Muh arrem'in mevsimler düzeninde

1 1 8 Bu ay oruç ve i badeı ayıdır. Her gece camiler aydınlatılır.


"Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak
Kur'an'm indirildiği aydu. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun . . . . "
Türkiye DiyQ/ll!t vakfı yayınları, Kur'an'ı Kerim ve Açıklamalı Meilli, Bakara suresi, 1 85. ayeı.
Eskiden halli Hz Muhammeı'ıen önce bile- Araplarda, şevval, zilkade, zilhicce, ve muharrem aylan kut­
sal aylardı. Savaş zamanında, bu aylar gelince savaşa ara verilirdi. Kur'an ' ın anımsaııığı bu ateşkese ar­
lık uyulmamaktadır.

1 36
değişmez bir yeri yoktur; güneşin dolanımını tamamlamasından 1 1 gün­
den fazla bir süre önce gelir; her yıl geriler; sonunda, 34 yıllık bir zam an
dilimi boyunca, sırayla yılın bütün mevsimlerine rastlar.
Müslümanlar arasında yapılan işlerde yalnızca hicri tarih kullanıl ır;
Osmanlı hükümetiyle konsolosluklar arasında yapılan işlerde her üç he­
saplama biçimine birden yer verilir; örneğin : 20 Aralık 1 863/ 1 Ocak
1 864/20 Recep 1 280 (hicri).
Müslümanların günü, her biri 1 2 saat olan iki ayn bölüme ayrılmış bir
güneş günüdür. Akşam saatleyi güneşin batmasından sonra sayılmaya başlar.
Bu sayma biçimi, Kur'an ' ın da doğruladığı gibi, Musevi geleneğinin bir de­
vamıdırl l9. Bu nedenden ötürü günün başlaması, -tıpkı güneşin hareketi gi­
bi- günlerin uzaması ve kısalmasına bağlı olarak ileriye ya da geriye kayar.
Müezzinler, camilerin yüksek minarelerinde, akşam namazına çağırırken
güneş batımının tam zamanını haber verir. Saat, Türk ya da Avrupa zaman
bölümlemesini kullanmaya bağlı olarak, alaturka ya da alafranga adlandır­
ması eklenerek söylenir. Çoğunlukla iki saat arasında çok büyük bir fark
vardır, çünkü bu iki sistem yalnızca gün-tün eşitliği döneminde eşitlenir.
Müslümanların haftası perşembe gecesi başlar: perşembe günü gü­
neş batımından cuma günü güneş batımına kadar olan süre tatildir, dinsel
açıdan Musevilerin ' s abat ' ını ve Hıristiyanlann ' pazar'ını karşılar.
Her din kendi geleneklerini ve yasalarını titizlikle uyguladığından,
her hafta 3 gün nüfusun bir bölümü işlerini tatil eder. Bunun dışında, Hı­
ristiyan bayramları için, yeni sistemle eski sistem arasındaki 12 günlük
fark nedeniyle, Katolikler ve Rumlar aynı dinsel formaliteyi ya da aynı
azizin bayramını (tatil yapılan dinsel günler doğu dinlerinde de eksik de­
ğildir) 12 gün arayla kutlarlar.

1 1 9 «Ve Allah ışığa Gündüz, ve karanlığa Gece, dedi. Ve akşam oldu ve sabah oldu, bir gün . . . .»

«Ve Allah kubbeye Gök, dedi . Ve akşam ol d u ve sabah oldu, i lcinci gün.»
(Kitabı Mukaddes, Tekvin, bab 1, 5 . ve 8. ayet).
«Ondan önce de bir rahmet ve rehber olarak Musa'nın kitabı vardır. Bu (Kur' an) da, zulmedenleri . u yar­
mak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap Lisanıyla indirilmiş, doğrulayıcı bir k i ı aptı r. ( A yeı,
K ur'an'dan önce Tevrat'ın var olduğunu, Kur'an'ın kendinden öncelci lci taplan ve Tevrat'ı doğrul a yı p
ıasdik eniğini ifade eımektedir. ]
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Kur'an-ı Kerim ve Açıklamalı Medli, XLVı böl. Ahkqf suresi , 1 2. a yet.

137
BOLUM XI

DIŞ TİCARET

Birçok ateşli tartışmaya yol açan ticaret özgürlüğü (buna karşı çı­
kan hfila sayısız insan var) kaynağını doğudan almaktadır. Osmanlı İmpa­
ratorluğu bunu gürültüsüz patırtısız, pek umursamaz bir tutumla uygula­
mıştır, çünkü karşılıklılık düşüncesini hiçbir zaman aklına getirmemiştir.
Bu konuda, Osmanlı İmparatorluğu 'nun resmi gazetesinden bir bö­
lümü aktaralım. Yazı 1 832 'de çıkmıştır: Bu, ekonomi politikte daha şim­
diden eskimiş bir öyküdür.
"Osmanlı İmparatorluğu içinde sağduyu, hoşgörü, konukseverlik
köklü bir gelenek haline gelmiştir; oysa imparatorluğun uzak eyaletleri
buna az çok başarılı siyasal çözüm yollarıyl a ulaşmaya çalışıyorlar. Padi­
şahın taht merkezini İstanbul 'a taşıdığı tarihten bu yana, ticaret yasakla­
malarına rastlanmamaktadır; padişahlar, imparatorluklarının bütün kapı­
larını ticarete, imalathanelere, batının ürünlerine ya da -daha doğrusu- bü­
tün dünyaya açmışlardır. Ticaret özgürlüğü, sınırsız olarak, çok geniş
(hem de düşlenebilecek en geniş haliyle) biçimde imparatorluğa egemen
olmuştur. Divan, geniş Osmanlı İmparatorluğu 'ndaki tüketimin bir bölü­
münü karşılamak ve bu topraklarda gerçekleşen ürünlerden payını almak
isteyen bütün ulusların, en sınırsız anlamda sürmüş ve bugün de sürmek­
te olan bu özgürlüğünü -hiçbir ulusal çıkar bahanesiyle ya da hatta m isil-

1 38
leme yapma kaygısıyla- kısıtlamayı asla düşünmemiştir. Örneğin padi­
şahlar, dört yüz yıldır, cömertçe ve akılcı bir uygulamayla uygar A vru­
pa 'nın ateşli isteklerini aştılar ve sınırsız ticaret özgürlüğü ilan etti ler."
Resmi ağızdan söylenen bu sözler ağırbaşlılıktan yoksun değildir .
Avrupa'ya gelen birçok Osmanlı ürününe vergiler ve ek vergiler koyma­
ya devam eden ve bu mallara başka kesin yasaklamalar getiren devletleri
bu ilkeleri uygulamaya davet ediyoruz.
Türkiye' nin dış ticareti ülkede yaşayan yabancıların, ya da Osman ­
lı uyruğundaki Rumların ve Ermenilerin elindedir.
Türkiye'nin dış ticaret rakamını tam olarak vermek olanaksızdır,
çünkü resmi belge yoktur. Bu bilgi eksikliği, eski yönetim örgütünden ,
vergi toplama tarzından ve gemilerin limana gelişlerinde yüklerinin bildir­
gesini vermeme özgürlüğüne sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Ba­
zı vergiler mal olarak ödenebildiğinden, hükümet vergilerin iltizam yön­
temiyle toplanmasını bir ölçüde sürdürmek zorunda kalmıştır. Tahsilatlar
mültezimlere ayn ayn satılmıştır: Taraflar bir fiyat üstünde karşılıklı ola­
rak anlaşmışlardır ya da ihale yoluna gidilmiştir. İcar tutarı para olarak
ödenebildiğinden ve tahsilat açık artırma memurlarınca yapıldığından hü­
kümet gelişmeleri izlemeye ilgi göstermemiş ve mültezimler yalnızca ke­
senekleri yükseltecek nitelikteki bilgileri hükümete vermeye özen göster­
mişlerdir. Bununla birlikte bu konudaki boşluk, gelecekte ortadan kaldırı­
lacaktır. Günümüzde, yeni ticaret antlaşmalarının imzalanmasından bu
yana, gemilerin limana girişlerinde bildirgelerini vermeleri zorun lu hale
getirildi; bunun dışında, İstanbul gümrüğünde bir ticaret istatistiği dairesi
kuruldu; benzeri daireler başka büyük limanlarda da açıldı; bu daireler
ikinci derecede önemli yerlerle ilgili bilgileri toplayacaktır ve büyük ola­
sılıkla kısa süre içinde tahsilatlarla ilgili yeterli veri elde edilecektir.
Topladığımız bilgiler, Türkiye 'nin 1 863 'teki dış ticaretinin 1 mil­
yar 200 milyon Fr'tan, vilayetler arasındaki ticaretin 500 milyon Fr'tan az
olmadığını söyleme olanağı vermektedir; bu bilgiler, abartılı gibi görün­
meyen bir milyar yedi yüz milyon franklık bir toplamı vermektedir ..
Sonraki sayfalarda, öğrenmeyi başardığımız bazı yerlere özgü ve
doğruluğu tartışma götürmeyen rakamları vereceğiz.
Uluslararası ticaret çok artmıştır ve özellikle de pamuk ekimine ay-

1 39
rılan toprakların genişlemesi sayesinde büyümeğe devam etmektedir.
Uluslararası ticaretty\ci artışı, Fransa ve İngiltere'nin Türkiye ve Türki­
ye 'ye bağımlı ülkelerle yaptığı ticaretin resmi rakamlarını vererek değer­
lendireceğiz.

TÜRKİYE-FRANSA TİCARETİNİN TABLOSu ı ıo

RES Mİ DEÖ ERLER •2 1

DIŞALIM DIŞSA TiM ffiPLAM

1 83 1 - 1 836 16 62 1 333 Fr. 1 4 935 427 Fr. 3 1 546 760 Fr.

1 837- 1 846 40 494 1 36 1 7 569 725 58 063 8 5 1


1 847- 1 856 63 5 1 6 606 43 1 93 280 1 06 709 886

Ticaretin günümüzdeki durumunu çok daha iyi temsil eden


1 857-1 862" dönemini ele alırsak, şu değerlerle karşılaşırızl 22 :

FRANSA

DIŞALIMLAR DIŞSATIMLAR TOPLAM

1 857 l 10 422 893 Fr. 85 1 3 1 1 4 1 Fr. 1 95 554 034 Fr.

1 858 84 901 943 69 923 746 1 54 825 689


1 859 97 339 6 1 4 7 4 440 333 1 7 1 779 947
1 860 1 08 77 1 292 85 99 1 247 1 94 762 539
1 86 1 1 1 4 1 1 2 388 78 743 875 1 92 856 263

1 20 Bu rakamlar Tuna eyaletleri ve Mısır ile yapılan ticareti kapsamaktadır (Tunus 'un rakanılan bunun
içinde değildir).
1 2 1 Giiınriik dairesinin açıkladığı ticaret genel tablosunun özeti. Resmi denen rakamlar sabittir. Yıllar ara­
sında karşılaşurma yapabilmek için bunlar aynen korunmuştur. Otuz yıl önce sabi tleşıirildikleri dönemde,
resmi değerler uygun değerlerdi; bugün bunlar genellikle çok düşük kalmaktadır.
1 22 Doğru ticaret değerine ulaşmak istendiğinde, günümüzdeki değerleri temel almak gerekir. Ticaret de­
ğerleri değişkendir ve her geçen yıl giderek gerçek sayılara daha yakın değerlendirmeler vermekıedir.

1 40
1 862 1 37 86 1 7 1 0 1 1 4 3 1 6 1 42 252 1 77 852

653 409 840 508 546 484 1 1 6 1 956 324

Yıl .ort. 1 08 901 640 Fr. 84 757 747 Fr. 1 93 659 387 Fr.

İNGİLTERE t2 3.

DIŞALIMLAR DIŞSATIMLAR TOPLAM

1 857 76 1 90 400 Fr. 1 0 1 928 425 Fr. 1 8 1 1 1 8 825 Fr.


1 858 99 201 800 1 39 179 175 238 380 975
1 859 95 5 1 6 725 1 20 221 675 2 1 5 738 400
1 860 1 37 637 250 1 36 4 1 5 975 274 083 225
1 86 1 1 20 940 1 7 5 1 04 623 700 225 563 875
1 862 1 25 5 1 9 375 1 1 7 1 86 1 50 242 705 525

655 005 725 Fr. 722 585 1 00 Fr. 1 377 590 825 Fr.

Fransa'nın Türkiye ile yaptığı yıllık ticaret (Ege adaları dahil) orta­
lamasının 1 83 1 -1 836 yılları arasıyla 1 857- 1 862 yılları arasındaki karş ı ­
laştırması şöyledir:

Dış ticaret: Artış . ....... . . ... ... . . ..... 1 63 milyon


Büyüme: : 1 : 6,3

1 83 1 - 1 836 arasındaki ortalama, en azından günümüzdeki durumu


gösteren ve bilinen son sonuç olan 1 862 ortalamasıyla karşılaştırılırsa şu
tabloyla karşılaşılır:

Dış ticaret: Aruş . . .


. . .. . . . . . . . . . . .
... . .. .. 221 ,5 milyon Büyüme : : 1 : 8,2.

Dışalım: Artış ............. ................ 1 2 1 ,2 milyon Büyüme: : 1 : 8,3.

1 23 Annual Sıaıemeru of ıhe Trade atıd Navigaıion of ıhe Uniıed Kingdom wiıh Foreign Couıuries aııd
Briıish Possesions, JK75 ıo 1863 (Birleşik KıraUık'ın 1 85 7' den 1 86 3 'e kadar Yabancı Ü lkeler ve İngili z
Sömürgeleriyle Yapuğı Ticaretin ve Denizciliğin Yıllık Bilançosu).

141
Dışsatım : Artış . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 00,3 milyon Büyüme : : 1 : 8,2.

Uluslararası ticaret de hemen hemen aynı gelişme çizgisini izledi .


Fransa'mn sömürgeleri ve yabancı 'ülkelerle 1 8 3 1 - 1 836 ' dan
1 862 'ye kadarl 24 yaptığı dış ticaretin karşılaştırılması, 4 022 340 000
franklık bir artış, ya da : 1 : 3 ,7 ' lik bir büyüme gösterir; oysa, aynı dönem­
de Fransız-Osmanlı ticaretindeki artış şöyledir: : 1 : 8 ,2.
Son olarak, Türkiye ile yürütülen bu ticaret etkinliği Fransa'nın ya­
bancı ülkeler ve Fransız sömürgeleriyle yaptığı ticaretin % 4,59 'unu tem­
sil etmektedir.
Başlıca kalemler, dışalımlarda tahıllar, ham ipekler ve ipek kozala­
rı, ipekböceği yumurtaları, yünler, pamuklar, yağlı tohumlar; dışsatımlar­
daysa kumaşlar, şeritçilik ürünleri, rafine şekerler, hazırlanmış deriler ve
mamul eşyalardır.

1 864.'deki ticaret bütününün dağılımı şöyledir:

DIŞALIMLAR 1 25
Sanayi için gerekli mallar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 56,76

Doğal tüketim malları . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . .42,89


Mamul tüketim mallan . . . . .. .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 0, 35

1 00

DIŞSATIMLAR 1 26
Doğal ürünler ............. ... . . . . . . . .................................... 1 0,6 l

Mamul mallar . . .... . ...... .. . . . . . . . . . ............... .. . .. ............. 88,39

1 00

1 24 On yıllık ticaret tablolanna göre 1 8 3 1 - 1 836 arasındaki ortalama . . . . . . . . . . . . . . 1 472 66 milyon

1 862 yılı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5 495,00 milyon


1 25 Tableau General du Commerce de la France Avec ses Colonies et les Puissances Et rangılre eıı 1862

( 1 862'de Pransa'nın Sömürgeleri yle ve Yabancı Devletlerle Yapnğı Dış Ticaretin Tablosu), say. 4.
1 26 Ay.yap. , say. 6.

1 42
1 862 'de deniz yoluyla taşınan mallar şöyledirl 27 :

G İ Rİ Ş
Y Ü KLÜ GEM İ LERGEM İ SAYISI TONAJ
Fransız 347 1 1 5 058
Yabancılar 493 ili 436

Y Ü KSÜ Z GEMİLER
Fransız gemileri o o

Yabancı gemiler 4 739


Toplam 844 227 233

ÇIKIŞ
Y Ü KLÜ GEMİLERGEMİ SAYISI TONAJ
Fransız 290 90 788
Yabancı gemiler 260 57 1 88

Y Ü KSÜ Z GEMİLER
Fransız 58 1 0 76 1
Yabancı gemiler 494 1 40 036
TOPLAM ı 1 02 298 773

GİR İ Ş VE ÇIKIŞ B İRLİKTE


TOPLAM ı 946 526 006

Bu rakamlar arasında buharlı gemilerin tonilatosu 374,470'dir.


Bu taşımacılıkta Fransız gemilerinin payı % 4 1 , 1 8 'dir. Osmanlı ge­
milerinin payı (hemen hemen önemsizdir) 58 gemiyle gerçekleştirilir ve
tonilatosu 1 1 ,933 'tür.
Kullanılan gemilerin ortalama tonilatosu 270,30'dur. .
1 862 'de, Fransız-Osmanlı deniz taşımacılığı, Fransa'nın yabancı

1 27 Ay. yap. Say. 446-449.

143
devletler ve kendi sömürgeleriyle her tür bandıra altında gerçekleştirdiği
toplam denizcilik etkinliğinde % 6,96 'dır 1 2s .

1 862 'd'e İngiltere'nin denizcilik etkinliği şöyleydi l 29:

GİRİŞ
YÜ KLÜ GEMİLERGEM İ SAYISI TONAJ
İngiliz 453 1 52 237
Yabancılar 367 93 838
Toplam 820 246 075

ÇIKIŞ
YÜ KLÜ GEMİLER
İngiliz 317 1 24 497
Yabancılar 307 78 804

Y Ü KSÜZ GEMİLER
İngiliz 3 526
Yabancılar 1 44 181
Toplam 64 1 208 808

Fransa'nın denizcilik etkinliğinin 1 827-1 836 yıllan arasındaki or­


talamasıyla 1 862 sonuçlarını karşılaştıracak olursak, bir yandan genel et-

1 28 Fransa ile yabancı devletler ve Fransız sömürgeleri arasındaki yelkenli ve buharlı gemiler)� yapılan
deniz taşımacılığı toplamının özeti, 1 862'de 1 550 972 tondu (her türlll bandın albnda). Fransız bandıra­
lı gemi leri n payı yaklaşık % 44'tü.)
Bu taşımacılıkta 47 6 1 9 gemi kullanılmaktadır ve bunlann ortalama tonilatosu 1 5 8,5 7'tir; başka bir deyiş­
le, Fransız-Osmanlı deniz taşımacılığında kullanılan deni z araçl anrun altında bir rakam olan gemi başına
1 1 1 ,73 ıonun alundadır.
1 827' den 1 856'ya kadar, bütün bandıralann denizcilik etkinliğinin on yıllık ortalaması 1 930 579 tondur
ve bu toplamda Türkiye'nin payı 35 999 tondur.
Fransız-Osmanlı deniz ıaşımacılığırun on yıllık ortalaması yükselmiştir:
1 837- 1 846 arası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 26 1 6 1 tona
1 847- 1 856 arası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. 222 692 tona.
1 29 Annual statemenı, vb., 1 862, say. 358-359.

1 44
kinliğin oran olarak 1 'den 3 ,9 1 'e, Fransız-Osmanlı etkinliğinin de l 'den
1 4,6 1 'e yükseldiğini ve ortaya şu oranların çıktığını görürüz:

1 827- 1 836 : 1 837- 1 846 : : l : 3 ,50


1 837 1 846 : 1 847- 1 856 : : l : 1 ,76
1 847- 1 856 : 1 862 : : l : 2,36

Hiçbir başka ülke bize böyle sonuçlar sunamaz ve bu paralellikler


Fransa ile Türkiye arasında günümüzde var olan ticaret ilişkilerinin öne­
m ini kanıtlamaya yeter.
Osmanlı İmparatorluğu 'nun İngiltere ile ticaret etkinliği de aynı
yollardan geçmiştir. Tarih 29 Mayıs 1 863, devlet danışmanı M.Layard,
hükümet adına Avam kamarasında yaptığı konuşmada şöyle diyor:
" 1 83 1 'de, İngiltere 'nin Türkiye'den yaptığı dışalımlar 888 684 İn­
giliz lirasıydı l 3o (22 2 1 7 1 00 Fr.) ; 1 839 'da 1 430 224 St. 'e (35 755 600
Fr. ) ; 1 848 'de 3 1 1 6 365 St'e (77 909- 1 25 Fr. ) ve 1 860'ta 5 639 898 St'e
( 1 40 997 450 Fr. ) yükseldi.
Dışsatımdaki gelişme de daha az hızlı değildi: 1 840 'ta 1 387 4 1 6
St'yken (34 685 400 Fr. ), 1 856 'da 3 202 5 5 8 St 'e (80 063 950 Fr. ),
1 860'da 5 505 492 St 'e ( 1 37 637 300 Fr. ) yükseldi (Tuna eyaletleri da­
hil). Dolayısıyla, İngiltere ile ticaret yirmi dört yılda % 635 arttı . "
B u artış doruk noktasına ulaşmaktan henüz çok uzaktır: Yaptığımız
gözlemlerden sonra bile, hiç abartmadan Türkiye'nin ticaret yaşamının
henüz başladığı söylenebil ir. Bu imparatorluk, özellikle Fransız sanayisi­
ne, en avantajlı pazarları sunmaktadır. Türkiye ile aralıksız ve çok büyük
boyutlu bir ticaret etkinliğini sürdürmek çok kolaydır. Bu karşılıklı tica­
ret, ticaretle ilgilenen ve gerçek çıkarlarını en iyi kavrayan Avrupa hükü­
metlerinin, hüküm süren ve yabancı konsolosların işe karışmalarından
kaynaklanan hukuksal karışıklık yerine düzenin yerleştirilmesi konusun­
da Bab-ı Ali 'ye yardım etmelerinden sonra çok daha verimli ve daha uzun
ömürlü olarak kök salacaktır; bu, tek sözcükle, kapitülasyonların kaldırıl-

1 3 0 Bundan böyle '1 ngili z lirası" terimi karşılığı olarak "St." kısaltmasını kullanacağız. (Ç. N.}

1 45
ması ve onların yerine çağımızın gereksinimlerine akıllıca uyarl anmış uz­
laşmalann · yapılmasıyla olanaklı hale gelecektir. ·

Avrupa'nın Türkiye ve ona bağlı eyaletlerle ticaretinin ve harcama­


larının çoğalması, özellikle, Doğu 'nun posta ve ticaret ulaşımını sağlayan
buharlı gemi seferlerinin düzenli biçimde yapılmasının ve bu seferlerin
sıklığının, hızının artırılmasının sonucudur. Messageries İm periales
Kumpanyası 13 1 'nın gemileri, Fransız bandırası altında yapılan taş ımacı­
lıkta geniş bir yer tutmaktadır. Bu şirketten sonra, merkezi Marsilya'da
bulunan ve bütünüyle ticaret amaçlı çalışan kumpanyaların buharl ı gemi­
leri gelmektedir. Tıpkı Messageries İmperiales Kumpanyası gibi sübvan­
se edilen Avusturyalıların Trieste'deki Lloyd kumpanyasıyla Rusların
Odesa'daki denizcilik kumpanyası -gene tıpkı Messageries İmperiales
kum panyası gibi- Karadeniz'de, Küçük Asya'da, Karaman bölges inde,
Suriye kıyılarında ve belli başlı Ege adalarında yaygınlık kazanmakta,
Türk ve Mısır işletmeleriyle rekabet etmektedir; İstanbul, bu etkinl iğin
yöneldiği odak noktasıdır. Bunun dışında, Londra ve Liverpool 'dan yola
çıkan ve daha çok mal taşımacığı yapan büyük İngiliz buharlı gemi leri de
vardır: Bunlar, mallarını İstanbul ' a, Karadeniz'e İzmir'e, Beyrut'a, vb.
boşaltırlar. Bazı Yunan buharlı gemileriyse Türkiye ile Yunanistan ara­
sında çalışmaktadır.
Bu çok büyük buharlı gemi taşımacılığının yanı sıra, daha da büyük
bir yelkenli gemi taşımacılığı, bol miktardaki Avrupa mallarını ve tahıl­
ları, yağlı tohumlan, pamukları, Osmanlı eyaletlerinin dışarı sattığı yün­
leri taşıyarak sürekli iş bulur. Yelkenli taşımacılığı, istisnasız bütün ban­
dıralar altında yapılırsa da üçte ikisi -tonaj sırasına göre- Yunan, İtalyan ,
İngiliz ve Avusturya bandıraları altında gerçekleştirilir. Yunan, İtalyan ve
Avusturya gemilerinin büyük bölümü Marsilya'ya gider; geri kalanlar,
İngiliz gemileriyle birlikte, Birleşik Krallık'ın mallarını taşır.
Şimdi uluslararası ticaretin bugününden söz edelim.
Ortadoğu ile ticaret, kredilerin açılmasıyla başladı. Ortadoğulu tüc­
car, örneğin bir Marsilya şirketiyle ilişki kurdu; kendisine belli bir kredi
açılmasını istedi. Bu kredinin kullanılması iki biçimde oldu: Ya Ortado-

13 1 Şirketin tam adı "La Coınpagııie Française des Messageries İ mperiales"dir. (Ç.N.)

146
ğulu tüccarın Marsilya'da sağladığı kambiyo mektuplarıyla ya da mallar­
la; ya da -çoğunlukla- da her ikisi birlikte. Böylece, Marsilya şirketi, ya
kambiyo mektuplarının kabul edilmesiyle ya da malların gönderilmesiy­
le avans venniş oluyordu. Şirket, yapılan anlaşma gereğince, kabul ya da
fatura vadesi dolduğunda, emanet gönderilen mallarla ya da mal olmama­
sı durumunda kambiyo senetleriyle avansını tahsil ediyordu.
Bu mekanizma Fransız tüccarı hep alacaklı yapıyordu. Eğer ona
emanet olarak mallar yollanırsa, gerçekleştirilecek irsalatın yükleme ev­
rakının gönderilmesiyle kreai ödenmiş kabul ediliyordu; ticaret pol içele­
ri verilmişse, bu poliçelerin verilmesiyle birlikte tahsilat yapılmış sayı lı­
yordu. Bunun üzerine Ortadoğulu tüccar yeniden ticaret poliçelerini kul­
lanmaya başlıyordu. Çok iyi biliyoruz ki, Ortadoğu i le yapılması olanak­
lı tek işlem olan bu işlem türü, 1 857-1 858 ve 1 860-1 8 6 1 ticaret bunalım­
ları s ırasında, Fransa'nın özellikle Marsilya'da, Lyon'da ve Paris 'te bü­
yük kayıplara uğranmasına yol açmıştır.
Ortadoğu ticaretinin büyük bölümünün Yunanlı ş irketlerle yapıldı­
ğını söylemi ştik. Çoğu Osmanlı uyruklularca (Türkiye 'nin ticaret liman­
larına yerleşmiş yabancı koruyuculuğundaki kişiler) yönetilen bu şirket­
ler, para temin etmek için yapılmış hatır senetlerini piyasaya sürerek, Av­
rupa ticaretini istismar ettiler. Bunların Fransız ticaretine büyük zarar ve­
ren uygulamalarını birazdan açıklayacağız.
Rum tüccarlar ve Mars ilya'da bulunan ortakları, birkaç yıldır çok
büyük ölçekli dışalım ve dışsatım işlemleri gerçekleştiriyorlardı. Bey­
rut 'ta, Selanik'te, İzmir' de, Trieste 'de, Londra'da, Manchester'de, vb. şu­
beler açmışlardı. Bu şubelerin farklı farklı ticari unvanları vardı; Kendi
özel ilişkileri, bağımsız sennayeleri varmış gibi görünüyordu; oysa, aslın­
da küçük memurlarla yönetiliyorlardı ve hiçbir sermayeleri yoktu. Bu şir­
ketlerin işleyişi şöyleydi: İster dışalım, ister dışsatımla uğraşsınlar, uygu­
lanan yöntem hemen hemen aynıydı.
Ortadoğu şirketlerinden biri, sözgelimi Beyrut şirketi, Trieste şirke­
tinden ya da İngiltere 'deki şirketlerden birine ticaret senetleri temin ·edi­
yordu. Bu senetler Marsilya şirketinin emrine düzenleniyor, bu nedenle
de üzerlerinde üç imza bulunuyordu: Ortadoğu 'da senedi düzenleyen ki­
şi, Trieste ya da İngiltere ' de senedi kabul eden kişi, Mars il ya' da ciro eden

1 47
kişi. Ciro eden kişi bu değerleri bankada kırdırıyor ya da kendisine gön­
derilen mallarla karşılık olarak veriyordu. Vadede, poliçe borçlusu A vru­
pa şirketlerine yeni senetler düzenliyor, bunları kırdırıyor ya da başka bir
şube aracılığıyla kırdırtıyor ve bu ikinci devir sayesinde Ortadoğu köken­
li poliçelerin birinci dolaşımını ödemek için gerekli parayı elde edi yordu.
Bu zaman süreci içinde, mallar gönderilen yere ulaşmış ve satılmış olu­
yordu.
Burada bunları yapanların adlarını vermiyoruz; ama gerekirse, ay­
lık rakamları bir milyonu aşan vadelerle çalışan Rum şirketlerinin (şube­
lerinin taahhütleri hariç) uzun bir listesini veririz. Bu işletmelerin dolaşı­
ma sürdükleri kambiyo mektuplarının miktarı dev boyutlardadır.
Şubeleriyle her biri kendi hesabına olmak üzere, bu kağıdı giderek
daha güç kırdırarak bu biçimde çalışan şirketler, -üçüncü kişilerin gözün­
de daha güvenli bir ticari izlenim yaratmak, yapılan işleme görünüşte ye­
ni bir güvence kazandırmak amacıyla- bu kağıtları birbirlerine vermeye
başladılar�· Her iskonto işlemi , her el değiştirmede bir öncekinin iki katı
değerindeki ticaret poliçesini ortaya çıkardı; farklı şirketlerden kaynak­
landıkları izlenimi yaratmak için, bu ticaret poliçeleri birçok imza taşı yor­
du; ama aslında, özet olarak, hiçbir ciddi nitelikleri yoktu.
Bu işler böyle süremezdi; en küçük bir ticari karışıklık işleri altüst
edecekti. 1 857 ve 1 86 1 'deki mali bunalımlar, iskonto oranının artırı lma­
sı, durumun doğurduğu kaygılar, bu kağıtların kırdırılmasını olanaksız
hale getirdi ve bütün bu şirketler ödemelerini kestiler, vadesi gelen borç­
larının ağır yükü altında ezildiler, ana şirketler çalışmayı durdurdular; şu­
belere de onları ömeksemekten başka yapacak iş kalmadı; ama ödemele­
rini durdurmadan önce varlıklarını paraya çevirmeye çalıştılar: Gelmiş
olan ya da gelmesi beklenen mallar zaten satılmıştı; ardı arkası kesi lme­
yen mal arzları kurları alt üst etmiş ve ticaret genel bir çöküşe neden olan
kayıplara uğramıştı. Söz ettiğimiz şirketler iflas ettiler; ya da alacaklıları­
m -hem kendi adlarına, hem de şubeleri adına- alacaklarının yüzde on, on

beş ve yirmisini almaya razı ettiler. İşte bu yapay örgütlenme de bu nok­


tada ortaya çıktı.
Ödenmemiş ticaret poliçeleri, iade hesaplarıyla Ortadoğu 'ya gön­
derildi. O zaman, Ortadoğu 'daki borçluların, poliçe keşidecilerinin ya da

1 48
· ciro eden kişilerin (bütün taşınmaz malları üçüncü kişilerin adına geçiril­
mişti) iflas etmiş olduğu ya da görünüşte hemen hemen müflis oldukl arı,
yabancı bir devletin koruyuculuğu altında olan kişi unvanı ardına gizlen­
miş oldukları, geri ödemeden kaçınmak amacıyla -kötü niyetlerinden ötü­
rü- teslim alıcı durumunda oldukları görüldü. Sefaretler, konsolosluklar,
konsolosluk temsilcilikleri , aynı işin çözümü için mevzuatı ve çeşitli yön­
temleri birarada kullanan hakemlik merkezine dönüştü ve Avrupalı tüc­
carlar bu kargaşadan çıkan tavsiyeyi kabul etmek zorunda kaldılar.
Rakam olarak Ortado_ğu ile ticareti hemen hemen Fransa ile aynı
olan İngiltere, bundan daha az oranda etkilendi : Çünkü İngiltere, Ortado­
ğu 'da, öz sennayesiyle büyük bankalar kunnuştu. Bu bankalar yukarıda
anlatılan dolaşımın varlığından haberdardılar ve muhabirlerini kendileri­
nin de iskontoyu kabul etmediği bu poliçelere karşı dikkatli olmaları ko­
nusunda uyarmışlardı. Onl ar da iskonto etmeyi kabul etmediler. İngi lizle­
rin bu tavrı, kambiyo mektuplarının büyük bölümünün Fransız portföyle­
rine yönelmesine yol açtı. Mali kriz patlak verince, yalnız Fransa'nın Or­
tadoğu ile yaptığı işlemlerin zararlarına değil, bu şirketlerin İngiltere' de
yaptıkları işlemlerden doğan ve Fransa' da iskonto edilen değerlerin tica­
retinden doğan zararlara da katlanmak zorunda kaldık
Ticarette herkes bir noktaya kadar komşusuyla dayanışma içinde
olur: Parası olmadan, dolaşımda olan kambiyo mektuplarından sağladığı
parayla hesaplarını kapatarak gerçekleştirdiği serüvenci spekülasyonlar­
dan sonra ödemelerini askıya alan bir şirket, iskontosunu yapan şirketle­
rin ya da borçlarına karşılık poliçesini kabul eden şirketlerin batm as ına
neden oldu; iflaslar arttı ve özel bir neden genel bir çöküşe yol açtı . Mar­
silya ve İstanbul 'daki Rum şirketlerinin ve Londara'daki , Manchester'de­
ki, Trieste 'deki, İzmir'deki, Selanik 'teki , Beyrut'taki, vb. şubelerinin bat­
ması, l 857 - 1 858 'de ve 1 860- 1 86 1 'de Marsilya, Lyon ve Paris ' i vuran ti­
caret felaketlerinin belirtisiydi. Ödemelerdeki bu askıya alış, aslında bu
zararları karşılamak zorunda kalan Fransız tüccarların iflas etmesine ya
da yıkıma uğramasına neden oldu .
Merkezi İstanbul 'da, Paris 'te ve Londra'da bulunan ve Türkiye 'nin
bütün büyük ticaret merkezlerinde şubeler açan Bank-ı Osmani-i Şaha­
ne 'nin kurulmas ı, yeniden hortlama eğilimi gösteren bu kuşkulu değerle-

1 49
rin yaratılmasını güçleştirmektedir artık; ne var ki , kapitülasyonlardan ve
koruyuculuk/ardan kaynaklanan köstekler bütünüyle varlığını sürdür­
mektedir. Türkiye 'ye ilerleme yolunda yürümesi için baskı yapıyoruz,
Türkiye'yi telgraf, de111:iryolu hatları döşemeye, büyük kredi kuruml arı
kurmaya özendiriyoruz; her geçen gün çıkar birliği daha da yaygınlaşıyor,
daha içli dışlı oluyor ve biz Süleyman il ile François 1 arasında, Mahmut
1 ile Louis XV arasında varılan uzlaşmayla düzenlenen bu çıkarları terk
ediyoruz. Fransız tüccarların Ortadoğu ile yaptıkları işlemlerde kes inlik­
le güvenliğe kavuşmaları gerekir; bunun gerçekleşmesi için ısrarla istedi­
ğimiz tek bir şey var: Karşılıklı işlemlerin gelişmesini köstekleyen köklü
bir engel ve işlemler için sürekli bir tehlike oluşturan modası geçmiş
mevzuatın kaldırılması ya da en azından gözden geçirilmesi.
BOLUM XII

1863 OSMANLI ÜRÜNLERİ ULUSAL SERGİSim

Türkiye, İstanbul 'da, bu geniş imparatorluğun çeşitli ürünlerini bi­


raraya toplayan bir Tarım ve Sanayi Sergisi açtı. Çoğu birbirine benze­
yen, ama farklı kökenlerden gelen ya da farklı yerlerde üretilen bu nesne­
ler topluluğu, ilk kez Osmanlı vilayetlerinin üretim güçlerini ve onları
oluşturan sayısız öğeyi bir bütün halinde değerlendirme olanağı verdi.
Tüketicilerin ve rakip üreticilerin ilginç karşılaştırması, kesinlikle
rekabetlerini artıracaktır ve üretimi , yabancı ülkelerle yapılan ticareti ar­
tırabilecek iyileştirmelere, yetkinleşmelere, yeniliklere yol açacaktır.
Bu sergi ne kadar eksik olsa da, her ne kadar bazı ürünler sergilen­
memiş ya da en sıradan örnekleriyle sergilenmiş olsa da, ortaya çıkan bü­
tün, ilginç ve dikkate değer bir bütündü. Bazı kategorilerdeki birçok boş­
luğun iki nedeni olabilir: Birincisi , ürünlerinin satışı açısından Sergi ' nin
kendilerine sağlayacağı yararın bilincine yeterince varamamış (bu onl ara
anlatılmalıydı) üreticilerin umursamazlığı; bize göre daha gerçekçi olan
öbür nedense, devletin bir Ulusal Serginin açılma kararıyla (serginin açıl­
masına ilişkin yönetmelik 1 6 Ekim 1 862 'de ilan edildi) serginin açılması

1 32 XIII. ( Tarım ürünlerı), XIV. (Sanayi ürünleri), XV. (İç ticaret), XVI (Tarım), XVII. (Sana yi ) hi\lüm­
ıerde sergide yer alan ilrtlnleri aynnnlı biçimde inceleyeceğiz.
- B u sergi "Sergi-i Umumi-i Osmani" adıyla da bilinir. (Ç.N.)

151
(açılış günü Hicri 1 279 yılının Ramazan ayının birinci günü olarak [ 1 9
Şubat 1 863] belirlenmişti) arasındaki sürenin kısa tutulmasıdır (yaklaşık
dört ay). Özellikle kış aylarında İstanbul il e düzenli ve kolay iletişim ola­
naklarından yoksun olan iç vilayetlerdeki üreticilerin çoğu, ticari ve mali
bunalımın üretimi durma noktasına getirdiği son yıllarda yapılan satışlar
sonucu tükenen mal tiplerini yeniden üretebilme olanağından kesinlikle
yoksun kaldılar. Eğer devlet ilerideki tarihlerde yeni bir denemeye giriş­
mek isterse, Sergi 'nin gerçekten eksiksiz olabilmesi için sergi açma kara­
rının ve ilanının çok daha erken yapılması gerekir.
İmparatorluk livalannd a oluşturulan komiteler, bulundukları yerde,
sunulan nesnelerin (ulusal kökenli olup olmadıkları daha önce belirlenmiş
olacaktı) kabulüne ve reddine karar vermekle görevlendirilmişlerdi.
Tarımda ya da ev işlerinde kullanılan yabancı kökenli aygıtlar (ma­
kineler dışında) lehine bir istisna benimsendi : Sergi, yalnızca Osmanlı
İmparatorluğu ' nda yapılan ya da imal edilen sanayi ve tarım ürünlerini
kabul etti.
Her komite, kabul ettiği ürünlerle birlikte hazırladığı bir bülteni İs­
tanbul' a göndermekle yükümlüydü. Bültende, genel komisyonun hazırla­
dığı örneğe uygun olarak, sergiye katılanın adı, soyadı, adresi ; ürünlerin
fiyatı; üretici çiftliğin, fabrikanın ya da sanayi kuruluşunun büyüklüğü;
bunlarda kullanılan makineler, aygıtlar, yöntemler, kullanılan ham mad­
delerin yapısı, niceliği; son olarak da, buralarda her yıl üreti len nesnele­
rin niceliği ve niteliği belirtilecekti. Bu bilgiler Avrupa için çok fazla gö­
rülebilir; ne var ki, istatistik çalışmalarının hiçbir zaman yapılmadığı Tür­
kiye ' de, söz konusu bilgilerin yaran tartışılamaz. Komitelerin genel ko­
misyona aktardığı, özenle sınıflandırılan ve düzenlenen bilgiler, bilgi
yokluğunun çoğunlukla . olanaksız kıldığı incelemeleri ve araştırmaları
büyük ölçüde kolaylaştıracaktır.
Komisyon, jürinin incelemelerini ve satışları kolaylaştırmak için
ürünleri on üç sınıfa ı,yırdı:

1 . sınıf: Tarım ve ormanc ılık sanayisi ürünleri.

2 . s ınıf: Desin maddelerinin, damıtılmış ürünlerin ve şekercilik ürünlerinin,

vb. hazırlanması ve korunmasına ilişkin ürünler.

1 52
3 . sınıf: Madencilik ve metalürji ürünleri.
4.sınıf: Sanayide kullanılan makineler, madenlerin işlenmesi ve günlük işler-
de kullanılan madensel eşyalar.
5.sınıf: Madenlerin ve sanat yapıtlarının hazırlanması.
6.sınıf: İ pek, yün, keten ve kenevir sanayisi.
7 .sınıf: Kumaşlar ve mamul ürünler.
8 .sınıf: Kimya sanayileri, cam ve seramik sanayisi.
9.sınıf: Ham ve işlenmiş deri sanayisi.
1 0.sınıf: Giyim, moda eşyaları, çamaşırlar, lüks mallar.
1 1 .sınıf: Ev eşyaları ve dekorasyonla ilgili sanayi.
1 2.sınıf: Denizcilik, askeri sanayi, sivil mimari .
1 3 .sınıf: Güzel sanatlar.

Birçok farklı işlemden geçtikleri için birçok sınıfa girebilecek


ürünler daha özel biçimde bağlı olduğu sınıfa yerleştirilmiştir.
Malların taşınma masrafları hükümetin yükümlülüğü altındaydı;
Sergi süresi boyunca malların satışına izin verildi; devlet, daha işin başın­
da, satılmayan mallan sergiye katılanlarca saptanan fiyatlarla satın alaca­
ğını ilan etti; dahası, mallarıyla birlikte olmak ve Sergi 'de bulunmak iste­
yen kimselere seyahat için gerekli her türlü kolaylığı sağladı.
Ürünleri , göreceli yetkinlik derecelerini belirlemekle görevli bir jü­
ri değerlendirdi.
Her sınıfın incelenmesi, genel komisyonun oylamayla belirlediği
yeminli üyelerden oluşan bir komisyona bırakıldı. Jürinin kararları oyla­
mayla alındı.

1 . 'tik ödülü : Mecidiye nişanı.


2 . ' lik ödülü : Gümüş madalya.
3. ' itik ödülü : Bronz madalya.

Görüldüğü gibi hükümet, bu ilk Ulusal Sergi ' yi bir yarışm a alanı ve
sanayileri kurdurmaya, desteklemeye, gelişme düşüncelerini ve çal ışma
aşkını halk arasında güçlendirmeye yönelik bir inceleme alanı haline ge­
tirmek için hiçbir şeyi gözden kaçırmadı.

153
Daha ileride toprak ve sanayi üıünlerinden söz ederken, elden gel­
diğince komisyonun benimsediği sınıflamalara uymaya çalışacağız; ne
var ki, bu yöntemli sıralamanın uygulamay a, konduğunu sanan l ar çok ya­
nılırlar. Tahıllar, ipekler, pamuklar, tütünler, orman bitkileri. halılar, de­
ğişik, çok sayıda, eksiksiz koleksiyonlar oluşturuyordu; ama, diğer ürün­
ler arasında, bazı sınıflar -doğruyu söylemek gerekirse- bulunmuyordu
ya da hiçbir değeri olmayan örneklerle temsil ediliyordu.
Ziyaretçileri yönlendirebilecek bir katalog yoktu. Bu üzücü eksik­
liğe bir de komisyonun kullandığı okunması olanaksız e tiketlerden kay­
naklanan güçlükler eklendi. Nenelerin doğasını, geldiği yeri, mali yet fi­
yatını belirten bu etiketler elle ve çoğunlukla çok kötü yazılmıştı , okuna­
maz durumdaydı , Türkçe, Rumca ve Ermenice'ydi (imparatorlukta kulla­
nılan belli başlı üç dil). Yabancı ziyaretçiler -yanlarında tercümanları
olanlar bile- anlaşılmaz ve çözümlenemez bilgilerle karşı karşıya kalıyor­
du. Bir bölümü Avrupalılardan oluşan komisyonun nasıl olup da Fransız­
ca ya dır İ talyanca (bunlar -özellikle de birincisi- Ortadoğu 'da yaygın bi­
çimde konuşulan dillerdir) yazmayı unuttuğu açıklanamamaktadır.
Sergilenecek mallar iki ayrı binaya kondu: Sanayi sarayı ve müşte­
milatı. Toplamda yaklaşık 5 000 metre kare yer kaplayan bu iki yeri , mas­
raflarını karşılamak için tarifede yazılı giriş ücretlerini alan bir şirket 65
günde yaptı.
Biçimi doğu mimarisinin modem tarzından ömeksenen s aray, daha
çok tarım, ormancılık ya da sanayi üıünlerine ayrılmıştı; üıünler vitrinle­
re konmuş ya da yan duvarlar boyunca -elbette ziyaretçilerin dolaşması­
nı engellemeyecek biçimde- yerleştirilmişti. En uçta, giriş kapısının kar­
şısında, iç kesimi kolayca görebilecek konumda, padişah için yapı lmış bir
bölme göıülmekteydi; padişah, canlı, güçlü, üretici gençlerle dolu Türki­
ye 'nin hayatiyetinin kanıtlarım içeren bu sergiyi varlığıyla sık sık onur­
landırdı. Değerlendirme yanlışlıkları yapan Avrupa, ilerleme ve ticaret
yaşamına girmeye başlamış Türk ulusunun büyüme döneminde yaşadığı
güçsüzlüğü, çöküşün ve köhneliğin güçsüzlüğü sanmıştır.
Sarayın kapladığı yerin ortasında, fıskiyeli, beyaz mermerden bir
havuzla süslü, çiçekler ve ağaçlarla çevrili uzun bir kare düzenlemişti. Ga­
lerilerin tabanından daha az yüksek olan bu karenin toprak düzeyi , tarım

1 54
ve ormancılık ürünlerinin, besin maddeleri örneklerinin, tahılların, pamuk­
ların , ipeklerin, ketenlerin, kenevirlerin, tütünlerin, ormancılık ürünlerinin,
vb. sergilendiği basamakları ve vitrinleri yapma olanağı verdi. Havuzun
her yanında, Zeytinburnu imparatorluk dökümevlerinden getirilmiş, kun­
dakları üzerinde duran yivli toplar görülmekteydi. Daha ileride, özel bir
bölmede, en zengin koleksiyonlarla yarışabilecek düzeydeki hazine mü­
cevherleri dikkati çekiyordu. Türkiye, bilinen en güzel zümrütlere sahi p­
tir; bunlardan ikisi şunlardır: 1 490 dirhem (4,786 kg) ağırlığındaki , kare
biçimli, kenarları yuvarlak -zümrüt; diğeri 490 dirhem ( 1 ,574 kg) ağırlığın­
daki zümrüt. Aynca burada, eski padişahların silahları da bulunuyordu. El­
maslar, yakutlar, zümrütler, safirlerle pırıl pırıl ışıldayan her dönemden
kalma hançerlerin arasında, S ultan Murat' ın bir incelik ve sağlamlık baş­
yapıtı olan tam zırhı ve hayranlık verici bir ustalıkla işlenmiş , nereden gel­
diği bilinmeyen, ama üslubuna bakıldığından ilk padişahlardan birine ait
olduğu izlenimini veren firuzelerle bezeli bir mihver bulunmaktaydı.
Karenin bir köşesine yerleşmiş bir askeri bando, her gün, bu yarı
Asya yapısına (burada, Doğu 'nun üriin çeşitliliği ve ziyaretçilerin giysi­
lerinin çeşitliliği göz alıcı ve tuhaf çelişkiler oluşturuyordu) bir bayram
havası getiren senfoniler çalıyordu.
Müştemilat, makineleri, değirmen örneklerini , sabanları , işlenmiş
derileri , kaba giysileri, vb. kapsıyordu. İngiltere ve Amerika harman ma­
kineleri , sabanlar, oraklar, el ve araba ile tohum eken makineler; Fransa
sabanlar, harman makineleri, çokgen biçimli yayıklar, vb. göndermişti ;
Saray ve müştemilatı, geniş bir dikdörtgen ( 1 6 1 0 'da Ahmet I ' in
yaptırdığı Sultanahmet camisi güneydoğu cephesini oluşturur) olan At
Meydanı ' nda yapılmıştı. Sultanahmet camisi ve At Meydanı Bizan s 'tan
kalma eski hipodromun (Septimus Severus döneminde yapımına başlan­
dı; Büyük Constantinus tamamladı; Roma'daki büyük cambazhane örnek
alınarak yapıldı) bir bölümünün kaplar. Roma imparatorlarının İ stan­
bul 'un parlak döneminde kenti bezemek için yaptırdıkları bu hipodrom, o
dönemde dünyanın en güzel anıtlarından biriydi. Roma, parlaklığını yitir­
miş Atina, Delphoi , Efes ve Heliopolis 'in üstün yapıtları, imparatorluğun
yeni başkentindeki görkemli arenasını bezedi. Halka açık oyunlar, araba
yarışları, zafer törenleri burada düzenleniyordu. Geniş revaklara oturan

1 55
halk, bu görkeme tanık oluyordu; İstanbul 'da çok sık yinelenen halk
ayaklanmaları da. burada . patlak veriyordu. Sütunlardan , heykel lerden ,
Roma zaferlerinin imparatorlara sunduğu, bu dev cambazhaneyi süs leyen
en ilgi çekici sanat yapıtlarından bugüne yalnızca üç harabe kalm ı ştır:
Heliopo lis ' in dikilitaşı; Delphoi 'nin yılanl ı t 33 sütunu; örme sütun . A vru­
pa' ya dağılmış bazı ender üstün yapıtlar yıkımdan kurtulmuştur; bunlar
aras ında, Lysi ppos ' a mal edi len atlar (önce Paris ' teki C arrousel meydanı­
nı süs ledikten sonra, XIII. yy ' ın baş ında [bu tarihte Venedikliler, h i pod­
romun giriş kapısını süsleyen bu ünlü savaş arabasını Konstantinopo­
lis ' ten kapıp getirdiler] Venedik 'te S an Marco kilisesindeki yerini ald ı )
s ayılabilir.Geri kalanlar kayboldu y a d a zamanın etkisinden ç o k insanla­
rın eliyle tahrip oldu.
At Meydanı 'nın, Sultan Ahmet Camisinin ve komşu sokakların ze­
mini, bugün, eski hipodrom arenasının düzeyinden en az beş metre daha
yüksektir. Kim bilir, belki de bu kalın kefenin altında gizlenen nice s anat­
sal zenginlik, kolay, az m asraflı ve akıllıca yapılacak kazılarla mezardan
gün ışığına çıkarılmayı ve seyredenlerin hayranlığına sunulmayı bekle­
mektedir. Doğu İmparatorluğu 'nun ve Aş ağı İmparatorluk döneminin l 34
(büyük olasılıkla sanatçıların, kaybolmas ından ötürü büyük acı duydukla­
rı birçok üstün yapıt vardı burada) en önemli olaylarına tanık o l an bu ye­
re derin bir hüzün duymadan bakamıyoruz.
İşte, anılarla dolu olan bu yerde sanat ve heykelcilik harikaları top�
l anmış, Konstantinopolis 'i ele geçiren her ırk da kalıtlarını burada birik­
tinniştir; Bizans 'ın kuruluşundan (İ.Ö. 667) başlayarak Mahmut II ' nin
yeniçeri ocağını kaldırmasına ( 1 826) kadar, İstanbul tarihinin büyük
olaylarının çoğu burada geçmiştir; göçebe Türk boylarının beyi olan Os­
man ' ın soyundan gelen Abdülaziz ' in örgütlediği barışçı sanayi mücade­
lesi sayesinde, Aşağı İmparatorluk dönemi hatiplerinin sık s ık söylev ler
vermelerine yol açan karışık halk ayaklanmalarının ve padişahları tahttan
indiren gürültücü milislerin kanlı ayaklanmalarının yerini , xıx. yy ' da,
imparatorları alkışlayan askeri birliklerin gösterileri aldı .

1 3 3 «Burmalı süıun» adıyla da bilinir. (Ç.N.)


l 34 Roma İ mparaıorluğu'nun 2 3 5-4 7 6 yıllan arasında kalan dönemi. (Ç.N.)

1 56
BÖLÜM XIII

TARIM ÜRÜNLERİ

TAHILLAR.- Osmanlı tarımının başlıca ürünü tahıldır: Dışsatım­


l arda birinci sırayı alır. Osmanlı sergisinde bütün eyaletler temsil edilmiş
ve 700'den fazla örnek sergilenmiştir: Bunların 2 1 2 'si has buğday, 247 'si
çavdar, 101 'i mısır, 44'ü yulaf, 4 1 'i pirinç ve diğerleri de arpa, darı, ku­
ru sebzeler, vb'leriydi. Birbirine çok yakın yerlerden gelen benzer ürün­
ler arasında gözlenen fiyat farklılıkları elbette şaşırtıcıydı. Bu farklılıkla­
rın, malların gemiye yüklendiği limana kadar yapılan taşıma masrafları­
nın kimilerince fiyatlara eklenip kimilerince eklenmemesinin sonucu mu,
yoksa üretim yerlerinde var olan mal iyet farklılıklarından mı kaynaklan­
dığını öğrenme olanağı bulamadık.
Has buğday, her yerde, çok elverişli koşullarda yetişmektedir. Tu­
na eyaletleri , Bulgaristan, Trakya, Makedonya, Küçük Asya sürekli ola­
rak Avrupa'ya has buğday yollamaktadır. Kalitesi çok iyi olan bu buğ­
dayların ticareti çok karlıdır. Türkiye ve Tuna buğdaylarının ağırlığı
Fransa buğdaylarından düşüktür; Hektolitre başına ağırlık farkı 4-5 ki­
logramdır. Sergilenen buğday örneklerinin ortalama hektolitre fiyatı
1 2 ,50 Fr. ile 1 3 Fr. arasında değişmektedir.
Kılçıksız buğday, Epir' in başlıca ürünlerinden biridir.
Çavdarda yukarıda sözünü ettiğimiz fiyat farklılıklarına çok rastla-

1 57
nır. Ü lkenin birbirine yakın olan ve dışsatımı besleyen yerlerindeki hek­
tolitre fiyatları 7 ,50 Fr. ile 8 Fr. arasında değişir. Çavdar ekimi Türki­
ye ' de Fransa' dan daha yaygınsa da dışarıya � ok daha az satış ya pı l ı r ve
çavdarın büyük bölümü ülke içinde tüketilir.
Hemen hemen her yerde üretilen ve çok güzel örnekleri sergi len en
mısırın hektolitre fiyatı 8 ,50-9 Fr'tır. Mısır dışsatımı çok etkindir (özel­
likle de İngiltere'ye yönelik olarak). Rumeli mısın, genellikle, Tu n a eya­
letleri mısırından daha hafiftir.
Ü retimi , özellikle dışsatım açısından çok büyük gelişme gösterebi­
lecek olan yulafın hektolitre fiyatı yaklaşık 6,50 Fr. olarak belirlenmiştir.
Yulaf ekimi Türkiye'de az yaygındır: Çünkü, hayvanların beslenmesinde
daha çok arpa kullanılmaktadır. Hayvanların beslenmesini daha pahal ıya
getiren bu alışkanlığın gözleme dayandığı sanılır; ne var ki, yulafını iyi fi­
yatlarla Avrupa ' ya satacak Osmanlı tarımının , bu savsaklama ya da alış­
kanlık yüzünden önemli bir gelirden yoksun kaldığı da bir gerçektir.
Tüketimi Türkiye ' de çok fazla olan pirinç, yalnızca bazı yerlerde
ekilir. Ü retim yetersizdir; Açığı Mısır ve Avrupa'dan gerçekleştirilen dı­
şalımlar kapatmaktadır. Bununla birlikte, büyük çabalar harcam adan Tür­
kiye 'nin pirinç bakımından kendine yetmesi kolay olacaktır. Sergilenen
pirinç örnekleri çok güzeldi; ne var ki pirinç fiyatları arasındaki farkları
açıklamak olanaksızdır: Belirlenmiş hektolitre fiyatları 1 9 Fr. , 38 Fr. ,
47 ,50 Fr. , 50,50 Fr. , 5 7 Fr'tır pirinçlerin kalitesine bakarak b u fiyat fark­
lılıklarını haklı gösterecek nedenleri kavramak olanaksızdır.
Hektolitresi 8 ,50-9 Fr' a çok güzel arpa örnekleri vardı. Avrupa'ya
yapılan dışsatım oldukça büyüktür. Kalite çok iyidir, ama ayıklaması iyi
yapılmamıştır.
Tıpkı mısır gibi, halkın beslenmesinde kullanılan darı, bazı eyalet­
lerde mayalı içki yapımında da kullanılmaktadır. Örneklerin hektolitresi
1 3 ,50- l 4 Fr. Arasında değişmektedir.
Hintdarısı, Hersek'in, Bosna'nın, Arnavutluk'un, ve Trakya'nın sı­
cak vadilerinde üretilir. Bursa yakınlarında da şekerli hintdarısı ekimine
başlanmış ve çok başarılı olunmuştur.
Pancar ekimi ve şeker imalatı konusunda, bildiğimiz kadarıyla, bu­
güne kadar hiçbir girişimde bulunulmamıştır. Bununla birlikte pancar

1 58
ekimi Türkiye'de çok başarılı olacaktır ve şeker üretimi hem yerel tüke­
tim gereksinimleri , hem de İran'a yapılacak dışsatımlar sayesinde büyük
bir sürüme ulaşacaktır.
Özellikle Avnıpa'daki kötü yıllarda dışsatımı besleyen tahıl üreti­
mi, henüz ulaşabileceği noktadan çok uzaktadır. Nadasa bırakılan toprak­
ların bir bölümünün gübrelenmesiyle, ülkenin iç kesimiyle limanlar ara­
sında karayollarının ve ulaşım yollarının yapılmasıyla üretimin iki katına
çıkarılması çok kolay olacaktır.
Tahıl dışsatımlarının ·yapıldığı başlıca yerler: Tuna eyaletlerinde,
Brahilov, Kalas ' ve Sünne2; Bulgaristan ve Rumeli'de, Yama, Köstence3,
Burgaz, Tekirdağ, Gelibolu; Trakya'da, Enez, Makedonya 'da, Selanik;
Tesalya'da, Volos; Karadeniz'in Asya kıyılarında, Trabzon, Samsun , İ ne­
bolu, Sinop; Küçük Asya kıyılarında, İzmir ve Kuşadası; Ege adalarında­
ki limanlar; Karaman bölgesi ve Suriye kıyılarında, Beyrut, Mersin , İs­
kenderun, Lazkiye, Trablusşam , AkU ve Yafa.
Her ne kadar tahıllar Türkiye 'nin Avrupa'ya sattığı mallar arasında
birinci sıradaysa da, asıl Türkiye 'nin bu satıştaki payını tam olarak belir­
ten hiçbir belge yoktur. Osmanlı hükümetinin ne tahıl, ne de diğer ürün­
lerin satışlarına ilişkin sayıları sağlayabilecek bir verisi vardır; kendi üre­
timleri yetmediğinde Doğu 'dan besin maddesi alan Avrupa devletlerinin
çoğuna, Türkiye başlığı altında Eflak-Bağdan kökenli girişler yapı lır.
Biz, bu konuda, Türkiye 'nin dışarıya sattığı tahılların hemen hemen ta­
mamını satın alan Fransa ve İngiltere 'nin gümrük girişinde verilen ra­
kamlardan yararlanarak yaklaşık değerlere ulaşmaya çalışacağız. Türkiye
ile Suriye ve Eflak-Bağdan kökenli ürünler arasında bir ayırım yapan İ n­
giltere ' nin verilerinden yola çıkarak gerçeklerden pek sapmayan sonuçlar
elde edeceğiz.
Fransa'da, 1 862 ' de, Türkiye başlığı altındaki ülkelerden şu alımlar
yapıldı:

1 B ugün Galati. (Ç.N . )

2 Bugün Sulina. (Ç.N.)


3 4 Eki m 1 860'ta ulaşıma açılan Cemavoda (Tuna) demiryolu, son noktasına Karadeniz kı yısındaki Kös­
tence'de ulaşır.

1 59
kental günümüzdeki değeri
Tahıllar4 1 645 059 49 041 229 Fr.
Kuru sebzeler 22 640 935 6 1 ı
Kuşyemi . 6 495 1 8 1 859
Darı 2 925 93 6 1 3
Toplam 1 677 1 1 9 50 222 3 1 2 Fr.

Hektolitrenin ortalama ağırlığı 75 kg olarak kabul edersek, 2 236


1 58 hektolitrenin ortalama değeri hektolitre başına 22,46 Fr. olur.
Deniz taşımacılığında kullanılan ton, tahıllar için 900 kilogram ya
da 12 hektolitre olduğuna göre, Fransa'nın dışalımları 1 86 346 tondur.
Denizcilik bilançoları 1 862 'de Fransa limanlarına Eflak-Boğdan'
dan gelen 239 gemi girdiğini, bunun toplam tonilatosunun 48 522 oldu­
ğunu belirtiyor.
Gemiler (özellikle bu ulaşımda kullanılanlar) genellikle toplam to­
nilatolanndan yaklaşık olarak % 30 daha fazla ( 1 4 557 ton) yük taşırlar.
Bu miktarı da yasal tonilatoya eklediğimizde şu rakam elde edilir:

48 522
14 557
Toplam tonilato . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 63 079 ton

Tuna eyaletlerinden gelen malların gerçek tonajını veren bu top­


lamdan Türkiye'den Fransa'ya getirilen 1 86 346 ton çıkarıldığında geri­
ye Osmanlı eyaletlerinden satın alınan 1 23 267 ton ya da 1 479 204 hek-

4 1. Bu dışalıın şu kalemlerden oluşur: kental


Has buğday, kılçıksız buğday, buğday-çavdar karışımı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 49 1 824
Çavdar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4 227
Mısır . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 42 679
Arpa . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8 1 084
Yulaf . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25 245
Bunun dışında, 37 763 Fr değerinde 878 kental has buğday unu daha giriş yapmı ş tır; ne var ki , hesaplan
güçleşıimıemek için bunu hesaba katmadık.
(Tableau General du Cotnnll!rce de la France [Fransa Ticaretinin Genel Tablosu), vb. 1 862, say. 34 ve
1 30.)

1 60
tolitre kalır; bunun toplam değeri, ortalama hektolitre başına 22,46 Fr' ın­
dan 33 222 92 1 Fr. eder.
Böylece, Osmanlı eyaletleri kökenli tahıllar, Tableau General du
Co m me rc e ' te (Genel Ticaret Tablosu) Türkiye tahılları genel adı altında
Fransa'ya giriş yaptığı belirtilen rakamın % 66, 1 5 'ini oluşturur.
Şimdi İngiltere ile olan ticarete bakalım.
İngiltere Türkiye 'den 1 603 327 İng ili z lirası değerinde 1 025 953
quarter (başka bir deyişle 40 083 1 75 Fr. değerinde 2 982 958 hektolitre)
tahıl aldı; bu sırada, Tuna eyaletleri İngiltere 'ye 567 935 İng i l i z lirası de­
ğerinde 358 469 quarter (ya da 1 4 1 98 375 Fr. değerinde 1 042 248 hek­
tolitre) tahıl göndermişti5 .
Bu belgelere göre Türkiye 'nin % 73,84, Eflak-Boğdan 'ın % 26, 1 6
oranında mal sağladığı görülmektedir; başka bir deyişle, İngiltere, Fransa
ile karşılaştırıldığında, Türkiye 'den daha çok, Eflak-Boğdan 'dan daha az
mal almıştır. Bu farkın açıklaması basittir. Fransa'nın dışalımlan hemen
hemen yalnızca Yunan, İtalyan ve Avusturya yelkenlileriyle gerçekleş­
miştir; bu gemiler, yük bulacaklarından emin oldukları büyük limanlara
gitmeyi yeğlemektedirler; bu nedenden ötürü, Sünne, Kalas ve Brahilov 'u
yeğlemişlerdir. İngiltere 'nin dışalımları yalnızca yelkenli gemilerle taş ın ­
mamıştır; İstanbul ' a düzenli seferler başlatan İngiliz şirketlerine ait yük­
sek tonajlı gemiler sayesinde buharlı gemilerin rekabeti bu taşımac ılı kt an
büyük pay almıştır. İ ngiltere'ye gitmek için yük alan yelkenli gemi ler -

5 İngiltere'nin yapıı ğı bu dışalımın kalemleri şöyledir:

T ÜRKİYEEFLAK-BOÖ DAN
Quaıter İng. Lirası quarter İng. Lirası
Has buğday 296 409 622 356 1 09 609 235 148
Aıpa 326 424 403 538 1 23 6 1 4 153 013
Mısır 397 737 570 1 5 1 1 25 242 1 79 768
Diğerleri 5 383 7 282 4 6
Toplam 1 025 953 1 603 327 358 469 567 935

Avrupa Türkiye'si 1 425 177 lng. Lirası değerinde 898 682 quater tahıl sağlamışur.
(Annual StaJemenl of ıhL Trade and NavigaJion o/ the Uniıed Kingdom wlıiı Foreign Counıries aııd Bri­
ıish Possessions in ıhL Year/862 ], say. 264, 266, 268, 269.)
Bir quarter 290,75 litre, bir İngiliz li rası 25 Fr. olarak hesaplanmışur.

161
tıpkı Fransa'ya gidenler gibi - Tuna limanlarına yönelirler; am a buharlı
gemiler, Karadeniz ve Marmara deni zi limanlarından mavnalar ve tekne­
lerle getirilen tahılları İstanbul'dan yüklerler:
Vereceğimiz rakamlar Fransa ve İngiltere 'nin 1 862 'deki dışalımla­
nnı göstermektedir:

TÜRKİYE. EFLAK-BOGDAN.
Hektol . Frank Hektol. Frank

Fransa . . . . . . . . . . . . . . . . 1 479 204 33 222 921 756 954 16 999 3 9 1

İngikere . . . . . . . . . . . . .. 2 982 958 40 083 1 75 1 042 248 1 4 178 375

4 462 1 62 73 306 096 1 799 202 3 1 1 97 766

Bu rakamlar hektolitre cinsinden şu oranlan ortaya çıkarır:

Türkiye'nin Eflak.-Boğdan' a oranla dışsatımı: : 1/ 0,40.


Tütkiye ve Eflak.-Boğdan'ın İngiltere 'ye dışsatımlan, Fransa'ya
olan dışsatımlanyla aynıdır: : 1 /055.
Yalnızca Türkiye'nin İngi ltere'ye dışsatımı, Fransa'ya olanla aynı­
dır: : 1 /0,49.
Yalnızca Eflak.-Boğdan ' ın İngiltere 'ye dışsatımı, Fransa ' ya olanla
aynıdır: : 1 /0,72.

İngiltere'ye satılan ortalama hektolitre fiyatı:

HAS BUGDAY ARPA MISIR

Türkiye . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 8 ,03 Fr. 1 0,62 Fr. 1 2,32 Fr.

Eflak-Boğdan . . . . . . . . . . . . . . . 1 8,45 Fr. 1 0,64 Fr. 1 2,34 Fr.

Fransa ticaretinin genel tablosu, 1 862 yılı boyunca, aynı üıiinler


için kental başına şu değerleri verir:

Has buğday. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30,80 Fr.

Arpa . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 20,21 Fr.


Mısır . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 2 1 ,2 1 Fr.

1 62
Kentali hektolitreye çevirirsek, Fransız fiyatlarıyla Annual State­
ment of the Trade and Navigation ' ın belirtti ği İngiliz fiyatları aras ında
büyük farklar olduğu görülür. Örneğin Türkiye ya da Tuna has buğdayı
Fransa'ya 23,7 1 Fr' a, İngiltere 'ye (hektolitre fiyatı olarak) 1 8 ,25 Fr' a mal
olmaktadır. Bu fark, Fransız tablolarının Fransız pazarında tahı lların yıl­
lık ortalama fiyatını vermelerinden, İngiliz tablolarınınsa malın satın alın­
dığı yerdeki değerlerini vermelerinden kaynaklanmaktadır. Her iki ülke
de aynı kaynaklardan beslenmekte, aynı kaliteleri aynı fiyata, aynı koşul­
larda satın almaktadır. İngilizlerin değerlerine yükleme, taşıma, sigorta,
boşaltma, vb masraflarını eklerseniz eşitlik sağlanmış olur.
Yaptığımız inceleme şunları kanıtlamaktadır:
* Türkiye'nin tahıl dışsatımının büyük bölümü Avrupa Türki­

ye 'sinden gelmektedir;
* Kalitesi Tuna kökenli tahıll arla aynıdır;

* İ çinde bulunduğu olumsuz koşullara karşın, Osmanlı dışsatımı6

hep artmaktadır.
Ü lkenin iç kesimiyle ulaşımını gerçekleştiren yolların iyileştirilme­
si, taşımacılığı kolaylaştıracak ve ucuzlatacaktır; koşullar yüzünden eki­
lemeyen uçsuz bucaksız topraklar verimli hale getirilecek, Osmanlı eya­
letleri hemen hemen bütün Avrupa'yı besleyecektir.
Fransız hükümetince düzene konulan (bu düzenlemeden sonra oy­
nak ölçü sistemi kaldırıldı) tahıllar mevzuatının gözden geçirilmesine
i lişkin olarak yapılan anket, 1 827 'den beri tahıl üretiminin yarı yarıya ye­
tersiz olduğunu, Fransa'nın 1 827 'den 1 858'e kadar her yıl ortalama
1 1 50 9 1 5 hektolitre tahılı dışarıdan almak zorunda kaldığını orta­
ya koydu. Bu nedenle, Fransız üretiminin yetersiz olması doğal bir olgu­
dur.
Fransa'nın günlük tüketimi yaklaşık 12 milyon kilogramdır; bir
hektolitre buğday yaklaşık olarak 50 kg ticari un verdiğine göre, günlük
buğday açığı 240 000 hektolitredir. Yalnızca Tütkiye'nin, 1 862 'de 1 279
1 52 hektolitre buğday sağlamış olduğu göz önüne alındığında, Türkiye

6 1 862'ye kadar, Türk limanlanndan çıkışta % 12 vergi alınırdı. 1 862'den bu yana, vergi % H'e indirildi
ve bu oran 1 869'a kadar her yıl % ı düşürülecek ve 1 869'da kesin oran olan % 1 'e inecektir.

163
Fransa 'yı beş gün boyunca, Tuna eyaletlerinden yapılan dışsatımlar da he­
saba katıldığında dokuz gün boyunca beslemiştir. 1 862 yılı bir kıtlık yılı
olmadığına göre (çünkü 1 hektolitre buğdayın ortalama fiyatı 28 ,34 Fr. ' m ı
aşmadı), bundan çıkan gerçek şudur: Osmanlı İmparatorluğu 'nun güven­
liği ve tarımsal zenginliğinin artması, Türkiye 'nin tahıl ambarı görevini
yaptığı Fransa ve İngiltere için (yabancı devletlerden satın aldıkları tahıl­
ların yaklaşık % 25'ini Türkiye ' den sağlarlar) çok temel bir sorundur.
PAMUK. - Fransız ticaretinin Osmanlı ürünleri arasında en çok dik­
kat etmesi gereken ürün -hem üretimindeki artış, hem de kalite çeşitliliği
bakımından- pamuktur. Bazıları Avrupa düzeyinde ya da bu düzeye ya­
kın olan bu gereçleri öncelikle satın alabilmek için, imalatçılarımız bu
sorunla etkin ve kararlı biçimde ilgilenmelidir.
Pamuk üretimi konusnda, yakın gelecekte eski sanayi ve imalatın
gidişatını temelden değiştirme çağrısı Türkiye 'ye yapılmıştır. Hemen he­
men bütün A vrupa'nın için sürekli stokların yapıldığı dönemde, Ameri­
kan pamuğunun büyük bölümü Liverpool' a geliyordu: Burası bir çeşit
genel depo ve düzenleyici pazardı. Rouen ' a ve Kuzey Fransa'daki diğer
imalatçı kentlere yakın olmasına ve Alsace'a, İsviçre 'ye, vb 'ine demiryo­
luyla bağlı olmasına karşın Le Havre, Liverpool ile aynı önem düzeyin­
de olmaktan çok uzaktı ve Liverpool 'daki değişimleri zorunlu biçimde
izliyordu . Le Havre için rekabeti hep güçleştiren başka nedenler de var­
dı: Le Havre, gelgitlere açık, su derinliği sınırlı (dolayısıyla, Liverpool ' a
girebilen çok büyük tonajlı gemiler buraya giremiyordu) bir limandı . Ge­
milerin harcamalarındaki farklılıklar tonaj farklılıklarıyla orantılı olma­
dığından, hamuleler Le Havre için Liverpool 'dan hep biraz daha pahalı
oluyordu.
Cherbourg mendireğinin tamamlanması ve Brest'in ticaret alanın­
daki çabaları (en büyük gemilerin bile her an girebileceği bu iki limanın
bağlantıları demiryollarıyla sağlanmıştır), büyük olasılıkla bu iki kentin
mücadelede avantaj sağlamasına ve Fransız pamuk pazarının gereksinim­
lerini karşılamak için rekabete girebilmesine olanak verecektir. Öte yan­
dan, büyük olasılıkla iki bağımsız eyaletler öbeğinin ortaya çıkması yla
sonuçlanacak olan Birleşik Devletler 'deki savaş, yeni bir değişikliğe yol
açacaktır. Fransa'nın güneyi ve Doğu Fransa'nın bir bölümü Bordeaux li-

1 64
manı aracılığıyla Güney Eyaletleri 'nin pamuğunu alacaktır; Bordeaux li­
manı, gelen pamuğu, Garonne 'un yan kanalı, Midi, Grand-Central , Medi­
terrannee, vb demiryolları aracılığıyla imalat merkezlerine ulaştıracaktır.
Birleşik Devletler pamuğunun Avrupa ' ya giriş noktaları olarak le Havre,
Cherbourg, Brest, Bordeaux kullanıldığında, pamuğun Doğu Fransa'ya
karayoluyla taşımasından doğan giderler önemli farklılıklar yaratm aya­
caktır.
Marsilya ' ya getirilen Türk pamuğu, tüketici merkezlere en azından
Okyanus limanlarıyla eşit koşullarda pamuk sağlayacaktır ve ABD ' yi en
tehlikeli rakibiyle karşı karşıya getirecektir: Liverpool Okyanus 'ta ABD
için neyse, Marsilya da Akdeniz 'de Türkiye ile Mısır için aynı şey ola­
caktır.
Pamuğun anayurdu Doğu 'dur. Eskiden, Osmanlı eyaletleri bol
miktarda pamuk satıyordu. Ama daha sonra pamuk dışsatımı ve ekimi bü­
tünüyle ortadan kalktı: Vergi dairesinin tarıma getirdiği yüklerde aşırıya
kaçması bu acıklı sonu hazırlarken ABD üretimi durmaksızın arttı .
ABD iç savaşı patlak verdiği sırada bu sorunu ele almıştık. A vru­
pa 'nın mal sağlama kaynakları yok olmaya ve aynı dönemde yeni kaynak­
lar aranmaya başlandığı ve imalatçı bölgeleri acımasızca vuran s anayi bu­
nalımının ortaya çıkmaya başladığı sıı ada, Türkiye 'nin içine düştüğü aşa­
ğılık duygusundan kurtulabileceğini anlatmaya çalıştık ve bu sonucu çok
kısa sürede kaçınılmaz biçimde sağlayabilecek şu önlemleri belirttik7 :
"Daha sonra nereye gönderilirse gönderilsin , Türkiye 'de üreti len
pamuktan alınan ürün vergisinin kaldırılması;
Avrupa ve Asya eyaletlerinde üretilen pamuğun, ister eyaletten
eyalete, ister yabancı ülkelere serbestçe satılması;
Pamuk üretimine başlayan daha önce ekilmeyen ya da bakımsız
toprakların, on yıl süreyle her türlü vergiden bağışık tutulması;
Hükümetin parasız toprak dağıttığı Tatarlara ya da başka göçmen­
lere, toprağın pamuk ekimine elverişli olmas ı durumunda, aldıkları topra­
ğın en azından dörtte birine pamuk ekme zorunluluğunun getirilmesi;

1 B.C.Collas. La Turquie e n 1861 ( 1 86 1 ' d e Türkiye), �ayfa 1 6 1 v e devamı. Paris, 1 86 1 , editöıii A.Franck.

165
Devlete ait toprakların -taşıma giderlerini azaltmak için, özellikle
de Küçük Asya'da ve adalarda yükleme limanları yakınında bu lunan top­
rakların- dağıtılmaya çalışılması;
Topraklan üstünde pamuk ekimini geliştirmek için, büyük toprak
sahiplerini yüreklendirecek yolların araştırılması . "
Sözümüzü şöyle bitiriyorduk:
" Bu önlemler alınırsa pamuk ekimi birdenbire gelişecek, Türkiye
Avrupa 'nın pamuk tüketiminin büyük bölümünü karşılayacak ve -eğer
vergi anlayışında ve matrahında ıslahat yaparsa- tahıllannın, tütünlerinin,
ipeklerinin ve kurutulmuş kökkırmızılannıns büyük bölümünü de A vru­
pa ' ya satacaktır. "
Bu düşünceleri 1 860'ta, o sırada ticaret ve tanın nazın olan Ethem
Paşa'ya sunduğumuz bir bildiride açıklama iznini almıştık ve paşa bunla­
rı olumlu karşılamışh. Önce paşanın akıllı yönetiminde, daha sonra da ye­
rine geçen Saffet Paşa'nın hiç de daha az aydın olmayan yönetiminde, pa­
muk ekiminin yeniden canlandırılması hükümetin değişmez ilgi odağı ha­
line geldi.
Üç yıl geçti geçmedi, ortaya çıkan gelişmeler yaklaşımımızın doğ­
ruluğunu bol bol kanıtladı : Türkiye, bu kısa süre içinde, daha şimdiden
pamuk üreticisi devletler arasındaki yerini aldı ve 1 863 'te Avrupa'nın ge­
reksinimlerinin karşılanmasına büyük katkılarda bulundu.
Elde edilen sonuçlan hemen ortaya koyacağız. Şunu söyleyebiliriz,
bunu yaparken biraz gurur da duyacağız; çünkü, öncelikle, bu tarımsal ve
ticari yeniden oluşum yapılanmasından Türkiye ve Avrupa'nın sağlaya­
cağı yararlar sıralanmıştır.
Benimsenen önlemleri açıklayalım:
Aşar vergileri anlayışının yerine, on yıl süreyle değişmez oranlara
bağlanmış (söz konusu oranlar, son alh yılın ortalama verimine göre be­
lirlenmiştir) bir dönüm başına vergi uygulama..o;.mın getirilmesi.

11 Kızılköklerin köklerinden elde edilen bir boya. Halk arasında birçok adla anılır. Ticaret alanında "a l i ­
zarin" adıyla bilinir. XVIII . yüzyılda ve XIX. yüzyılın ortalanna kadar Türkiye dünya gereksiniminin 'si­
ni karşılıyordu. Ne var ki, 1 869'da sentetik ali zari n üretilmeye başlanınca Türkiye önemli hir dışsatım ola­
nağını (Türkiye'nin dışsatım kalemleri arasmda, tahıl ve ipekten sonra üçüncü sırayı alıyordu) yiti rdi ; çün­
kü sentetik alizarinin boyama gücü , kökten yapılandan yüz kat fazlaydı . (Ç.N.)

1 66
Daha önce ekilmeyen ya da pamuk üretimine yeni ayrılan toprakla­
rın, beş yıl süreyle, kesinlikle toprak vergisinden bağışık tutulmas ı .
Kaliteleri n e olursa olsun (kalite d e elbette yükseltilecektir) dışsatı­
mı yapılan pamuklar için, on yıl süreyle, hiçbir değişiklik olmaksızın, da­
ha önce yerli pamuklar için ödenen vergilerin aynının ödenmesi.
Tarımda ya da pamuk ayıklanmasında kullanılan makineleri n vergi
ödenmeden dışalımının yapılması kabul edildi.
Devlet tarımda ve imalatta örnek oluşturacak geliştiri lmiş makine­
ler ve aygıtlar getirtildi;
Devlet çok büyük miktarda pamuk tohumu satın aldı ve bunl arı, pa­
muk üretimi artırılabilecek ya da pamuk üretimi başlatılabilecek illere be­
dava dağıttı;
Devlet, ekim yapılacak toprağın seçilmesi, toprağın hazırlanması,
tohumun ekilme tarzı, bitkinin bakımı, hasat tarzı ve m akinelerin kullanı­
mı konusunda bilgi veren broşürler bastırdı ve dağıttı. Bu bilgiler her yö­
reye özgü dillere çevrildi.
Devlet, pamuğun taşınmasını kolaylaştırmak amacıyla karayolları­
nı iyileştirme ve yeni karayollan yapma konusunda söz verdi9;
Her yönetim merkezinde, pamuk ekimini kolaylaştırıcı en etki li ön­
lemleri almakla görevli, yerli ve yabancılardan oluşan komisyonlar kurul­
du.
Son olarak, devlet kendine ait topraklan beş yıllığına bedava verdi.
İzmir, Aydın, Selanik, Serez ve Drama'da Amerikan ve Mısır to­
humları ekildi; pamuk ekimini eskiden başarılı olunan her yere yaymak
ve daha önce ekimi yapılmamış yerleri de denemek için Edime, Fili be lli,
Tolcu l l (deneme için Dobruca'da), Amasya, Kastamonu, Sinop, Trabzon,
Silivri, Karahisar ı 2, Bursa, Çanakkale, Şam, Sofya, Ege adalan ve Kan­
diye'de Mısır' dan getirilen tohumlar dağıtıldı.

9 Efes ile İ7J11i r arasındaki demiryolunun açılması, İ7J11İ r limaruyla Aydın, Nazilli, Tire, ve Bayındır ara­
sındaki bağlantıyı sağlach. Buralarda üretilen pamuğun dışsaıımında artık güçlükler yaşanmamaktadır.
1 0 Bugün Plovdiv. (Ç . N . )
1 1 Bugün Tulcea. (Ç.N.)
1 2 Bugün Afycıııkaralıisar. (Ç.N . )

1 67
Bu çok sayıdaki deneme, Türkiye 'nin toprak ve ikliminin pamuk
ekimine en uygun toprak ve iklim olduğunu kanıtladı; hem kalite açıs ın­
dan, hem de maliyet (bütün giderlerle birlikte) açısından en doyurucu so­
nuçlar alındı. Amerikan tohumlarından elde edilen ürünler, daha önce
kul lanılan tohumlardan çok daha üstündü; ama bazı yerlerde, Amerikan
tohumunun iklime uymadığı, her yıl yeni tohum getirilmesi gerektiği göz­
lendi : Yeni fidelerle yapılan ekimde, yalnızca ağaççıklar oluştu ve bunlar
da çok sayıda tohum ama az pamuk içeren meyveler verdi. Mısır köken­
li tohumlar aynı sakıncaları doğurmadı: Fideler, aynı koşullarda, aynı ka­
lite ve miktarda pamuk kozası verdi ; bu nedenle Mısır kökenli tohumlar
genellikle yeğlenmekte ve kullanılmaktadır.
Osmanlı Ulusal Sergisi ' nde 1 04 tüylü pamuk örneği, bir miktar pa­
muk ipliği ve 3 1 pamuk kozası örneği vardı. Hepsi de çok güzel, kaliteli
ve bembeyaz olan bu örnekler, Türkiye 'nin 1 862 'deki Londra Dünya Ser­
gisi ' ne gönderdiğinden çok daha ilgi çekici bir koleksiyon oluşturuyordu.
Bunlar, ekim denemelerinden söz ederken belirttiğimiz yerlerden ve, bun­
l ara ek ol arak, Musul, Halep, Kudüs, ve Tekfurdağı 'ndan geli yordu.
1 862 'den sonra, pamuk ekimi, Rumeli ' de Manastır livasına girdi ve bu­
rada yaygınlık kazandı.
Sergilenen örneklerin üstüne konan fiyatlar ya yanlış ya da abartı­
lıydı : Bunlar ne karşılaştırma yapma olanağı veriyor, ne de yararlı bilgi­
ler sağlıyordu. Bu fiyatların, üretim yerlerinde yapılan ticarette geçerli
olan satış fiyatlarından iki-üç kat yüksek olduğunu gözlemledik; oysa, ge­
çerli fiyatların yalnızca kar getirmekle kalmadığı, hatta bu fiyatların çok
yüksek olduğu ve tarım açısından bir zenginlik kaynağı oluşturduğu tar­
tışılmaz bir gerçektir.
İngiltere, Türkiye 'nin gerçekleştirdiği pamuk devrimine umursa­
maz kalamaz ve ilgisiz bir seyirci gibi davranamaz: İngiltere, şu anda ço­
ğunlukla Fransa'ya yönelmekte olan pamuk rekoltesini İngiliz pazarları­
na vermeyi taahhüt etmeleri koşuluyla, önemli sermayeler oluşturarak, iş­
letmecilere yardımla görevli şirketler kurarak, ekimi geliştirici olanakları
ve ürünleri ayıklamaya yarayan makineleri işletmecilere s ağlayarak Tür­
kiye 'nin pamuk üretimini kendine çekmeye çabalamaktadır.
Türkiye 'nin 1 86 1 'deki pamuk üretimi 9 600 000 kg olarak hesap-

1 68
Ianabilir; 1 863 'te üretim 50 mi lyon kg 'ı aşmıştırl 3 . Dolayıs ıyla deneme
döneminde üretim beş kat artmıştır. Pamuk ekimi hızla gelişmeye başla­
mıştır ve bu gelişme durmayacaktır. 1 864 'te pamuk rekoltesinin 90- 100
milyon kg olacağı tahmin edilmektedir.
1 86 1 'den önce, Türkiye her yıl Fransa'ya çok düşük kaliteli 600
000 kg pamuk satıyordu.

Fransa'nın Türkiye 'den aldığı pamuk:


1 86 1 'de . . . . . . . . 3 403 662 Fr değerinde . . . . . . 1 547 1 1 9 kg.
. . . .

1 862'de . . . . . . . . . . 1 6 0 1 2 286 Fr değerinde . . . . . . 4 327 645 kg.


.

Daha önce alım yapmayan İngiltere'nin aldığı miktarsa:


1 86 1 'de. . . . . . . . . . 75 400 Fr. değerinde. . . . . . . 32 1 54 kg.
1 862'de . . . .
. . . . . . 5 93 1 575 Fr. değerinde . . . . . . 2 093 445 kg.

Bunun sonucunda ortaya çıkan sonuç şudur:


* Hükümetin ç abaları çok başarılı olmuştur;

* Türkiye 'nin toprağı ve iklimi pamuk ekimine aşın derecede elve­

rişlidir;
* Türkiye üç yıl içinde pamuk üreticisi ülkeler arasındaki yerini al­

mıştır;
* Türkiye'nin çok yakın bir gelecekte Avrupa 'nın pamuk gereks i­

niminin büyük bir bölümünü karşılayacağı tartışılamaz.


"Türkiye, norm al havalarda bile, Amerikan pamuğu kadar ucuz,
kaliteli pamuk üretebilir. Aynı şeyi öbür rakip üretici devletler için söyle­
me olanağı kesinlikle yoktur. öte yandan, Türkiye' de pamuk ekimini des­
teklemek isteyecek olanlar, İngiliz Hindistan 'ında olduğu gibi hoşgörü­
süz ve uzlaşmaz bir hükümetle uğraşmak zorunda kalmayacaktır l4."
TÜTÜN - Bu bitki, hava sıcaklığının izin verdiği her yerde ekil­
mektedir.

1 3 Pamuk balyalanıun ağırlığı, gemiye yükleme yerine taşıma sırasında karşılaşılan güçlükler ned.,ni yle.
balyalamanuı yapıldığı yere bağlı olarak 50 ile 1 50 kg arasuıda değişmektedir.
1 4 MM.Neil kardeşler ve Ce'nin ticaret genelgesi, Manchester, 1 Mayıs 1 86 3 .

169
Tütün türlerinin çeşitliliği Osmanlı nüfusunun büyük boyutlu tüke­
timini karşılamakta ve birçok yıldır artmak.ta olan bir dışsatımı beslemek­
tedir. Türkiye, eğer tütün ekimi genişletilir . ve özellikle de ekim daha
özenli yapılırs a, istediği her kalitede tütünü Avrupa 'ya satacaktır.
Tütün üretimine büyük boyutlar kazandırmak. kolaydır. Yumuşak,
hoş , kokulu olan ve Amerika ve Fransız sigara tütünlerinin acı tadın ı , sert
kokusunu taşımayan Türk tütünlerinin Avrupa tüketim pazarında daha
gen iş bir pay almaması şaşırtıcıdır.
Osmanlı Sergisi 'nde, özel bir vitrinde, illerin gönderdikleri örnek­
ler bulunuyordu. Elli kadar örnek vardı.
Avrupa illerinden gelen başlıca örnekler Selanik, Yenice, S arı Şa­
ban , Drama, Praviçe, Kavala, Edime, Filibe, Köstence, Tulca, Yanya kö­
kenliydi ;
Adalardan gelenlerse Midilli , Kıbrıs ve Girit kökenliydi;
Tütün örneği gönderen Asya i lleriyse şunlardı: Trabzon, Bafra,
S am sun, Sıvas , Karahisar, Amasya, Hüdavendigar, İzmit, İzmir, Sayda,
Halep ve Suriye'nin diğer çeşitli yerleri;
Afrika'dakiler. Trablusgarp.
Avrupa illerinde tütün , Meriç, Morava, Vardar, İnce Karasu, vb. gi­
bi ırmakların alüvyonlanyla kaplı topraklarda ekilir. Makedonya'nın eki­
lebilir toprakl arının sekizde biri , yirmi bin aileyi besleyen bu tarıma ay­
rılmıştır.
Avrupa'da, Yenice ve Sarı Şaban en kaliteli tütünleri üretir. Her
ayak 20-25 yaprak verir. Tütün tohumu mart ayında ekilir ve fideler ha­
zırlanmış topraklara haziran ayında dikilir; daha sonra, olgunlaşan yap­
raklar ayn ayrı kesilir, yeterince kuruyunca demetlenir. Bu yapraklardan
üç ayn kalitede tütün elde edilir: Birincisi, kg ' ı 4,50-7 Fr. eden çeşitler;
ikincisi, 3 ,50-4 Fr. eden çeşitler; üçüncüsü, 2-3,25 Fr. eden çeşitler. Elde
edilen ürünün ortalama olarak % 1 5 'i birinci kalite, %30'ı ikinci kalitede,
%55 'i üçüncü kalite tütündür. Önce en iyi yaprakların seçilmesiyle, 20-
30 Fr. değerinde lüks kalitede bir çeşit tütün de elde edilir.
Ticaret açısından sınıflandırıldığında, San Şaban tütünleri Yenice
tütünlerinin hemen ardından gelir.
Drama, Praviçe ve Kavala'da bitkiler çok gürdür; yaprakların ni-

1 70
celiği kaliteyi düşürür: üretimin _'ünün kg ' ı 1 ,50-2 Fr. , geri kal anıysa
0,50- 1 ,50 Fr. eder
Yanya ve Yukarı Arnavutluk yabancı Avrupa pazarının kabul et­
mediği çok düşük kalitelerde tütün üretir; bunlar üretim yerinde tüketi lir.
Edirne, Filibe, Köstence, Tulca ve Avrupa'nın Osm anlı Sergisinde
temsil edilmeyen öbür yöreleri, Drama'nın üçüncü kalitesiyle hemen he­
men aynı kalitede, yerel halkın gereksinimlerini karşılamaya bile yetme­
yen miktarda tütün üretirler.
Adaların üretimi de dUşük kalitelidir ve dışarıya hemen hemen hiç
satılmaz.
Trabzon, Bafra ve Samsun Anadolu 'nun gerçekten önemli nicelik­
te tütün üreten yerleridir. Buralar, genellikle Avrupa illerinden çok daha
bol miktarda tütün satarlar; en kaliteli tütünlerinin ortalama fiyatı 2-2 ,50
Fr'dır.
Küçük Asya'nın iç kesimindeki illerin ve Trablusgarp 'ın üretimi
kendisi için yeterlidir, ama dışarıya tütün satılmaz.
İzmir çevresi, üretebileceğinden ve dışarı satabileceğinden çok da­
ha az üretim yapmaktadır.
Filistin düşük kaliteli üretim yapmaktadır. Üretimin bir bölümü Mı­
sır ' a satılmakta, geri kalanı Filistin 'de tüketilmektedir.
Suriye, çok kaliteli çeşitleri satışa sunmaktadır; Sayda ve Gubl a l 5
tütünleri ünlüdür. B u yerlerde birinci kalite tütün çok az üretilir v e hep
çok pahalıdır. Aynca, 2-2,25 Fr. değerinde, biraz daha düşük kaliteli bir
tütün ve 1 ,25 Fr. değerinde sıradan bir tütün de üretilmektedir. Tütünün
kalitesi özellikle kullanılan gübreye bağlıdır. En iyi tütün, sürülerin ko­
nakladıkları topraklarda yetişir. Sulama yapılması üretilen miktarı artırır,
ama kaliteye zarar verir. Tütünlerinin üstün kalitesiyle ünlü Lazki ye'de
yaklaş ık olarak yılda 1 00 000 kg üretilen ve Abu-Riha (güzel kokunun ba­
bası) adı verilen bir tütün vardır.
Türk tütünlerinin Fransa'ya satışında 1 859 ' a kadar artış oldu
( 1 859'da 1 1 65 1 53 kg ' a ulaştı); bu tarihten sonraysa bütünüyle kesi ldi.

1 5 Bugün Cebail adıyla bilinen kentin Fenike dilindeki adı. Bu eski kent daha çok Byblns ya da Bihlııs
adıyla bilinir. (Ç.N.)

171
Gönül ister ki Fransız hükümeti Türk tütünlerine ilgi gösters in ; Fransız
hükümeti, Osmanlının Avnıpa' daki ve Asya' daki eyaletlerinde en mak­
bul cinslerden bol miktarda tütün bulacaktır; oysa Fransız hükümeti, bu­
.
güne kadar, Fransız tüketicilere doğu tütünü adı altında çok yüksek bir fi­
yatla çok düşük kaliteli tütünler (kanımca, Doğu 'nun en zavallı dükkan ın­
da bile bunların bir benzerini bulmak olanaksızdır) sunmuştur.
Türk tütünlerinin satışı açısından, İngiltere ve Avusturya için du­
rum aynı değildir, bu ülkelere satışlar sürmektedir.
1 857 yılında 927 200 Fr. değerinde 438 846 kg tütün s atın alan İn­
giltere 'nin tütün alımlan şöyledir:

1 8 6 1 'de . . . . . . . . . .1 1 89 325 Fr değerinde . . . . . . . . . . 890 251 kg, tütün.


1 862'de. . . . . . . . . . 646 100 Fr. değerinde . . . . . . . . . . 426 3 1 8 kg. tütün.

KIZILKÖK 1 6, KÖKKIRMIZISI.- Kökkırmızısı dışsatımı Asya


Türkiye 'si ticaretini besleyen en etkin kalemlerden biridir.
En önemli pazar İzmir kentidir. Beyrut'ta da bazı anlaşmalar yapıl­
mıştır; ama Karaman bölgesi, Suriye ve Kıbrıs rekoltesinin büyük bölü­
mü İzmir'e gönderilir; İzmir 'deyse Avrupa'ya gönderilmek üzere yükle­
me yapılır.
Kızılkök İzmir, Manisa ve Kırkağaç çevresinde bulunur. En mak­
bulü Diyarbakır'da üretilir.
Kızılkök ekimi birkaç yıldır hissedilir bir gelişme içindedir.
Çeşitli kaliteleri şöyle sınıflandırılır.

1. SINIF . . . . . . . .
. . . . .. .. . . . . ...
. . Bakır 1 7.

2. SINIF . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Cuggek.

3. SINIF . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ( Yordes. Demisgek.)

1 6 K ökkınnızısırun elde edildiği, yüksekçe boylu otsu bitki. Sarı çiçekleri vardır. Ormanlarda ve çalılık­
larda yetişir. "Kökhoyası" adıyla da bilinir. (Ç.N.)
1 7 Çeşitli kalitedeki bakırların adlan Sayın Collas'ın verdiği biçimiyle, hiç değiştirilmeden akıanlıruştır.
(Ç.N.)

1 72
Karaman bölgesinde, Suriye 'de ve Kıbns 'ta yetişen kızılkökler dü­
şük kalitelidir.
Şam yöresi üretimi Beyrut'tan dışarı satılır; Kıbns 'ın üretimi de bu­
raya gelir.
Kızılkök, ılıman iklimde ve nemsiz toprakta yetişir.
Yavaş yetişir ve masraflıdır; bu bitkinin yalnızca kökü kullanılır;
Kök, hasattan önce dört ya da beş yıl toprakta kalmalıdır. Fide ya da çe­
lik aracılığıyla yetiştirilir; daha çok çelikle yetiştirme yeğlenir, ç ün kü fi­
deleri çekirgeler yok edebilmektedir. Köklerini güçlendirmek amacı yla,
kızılkökler çiçek açma döneminde budanır; gelişmeleri tamamlandığında
bitki sökülür, yıkanır, ya açık havada ya da sıcak yerlerde kurutulur.
Osmanlı fabrikaları kızılkökleri çok kullanır.
Dışsatım daha çok İngiltere ve Avusturya'ya yapılmaktadır.
Osmanlı eyaletleri 1 862 'de şu dışsatımlan yapmıştır:

Fransa. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 252 643 Fr. değerinde 3 1 5 804 kg .

İngiltere . . . . . . . . . . . . 8 939 525 Fr. değerinde 8 040 530 kg.


. . . . . .

DEMİRHAŞEP, CEHRi ı s, ROKU I9. - Cehri boyamaya yarar; güzel


bir san renk verir. Cehriyi taşıyan ağaççık çorak topraklarda biter. Cehri
Fransa'ya, ABD 'ye, İngiltere' ye ve Avusturya'ya satılır. Fransa demirha­
şep ve cehriyi hemen hemen yalnızca Türkiye'den alır. 1 862 'de Fran­
sa'nın yaptığı 1 9 1 477 kg 'lık toplam dışalımın 1 88 325 kg ' ı (282 488 Fr.
değerinde) Osmanlı eyaletlerinden sağlanmıştır.
İngiltere, aynı yıl, Türkiye' den 293 334 kg ' lık (396 625 Fr. değe­
rinde) dışalım yapmıştır.
MAZI VE MEŞE PALAMUDU KABUÖ U - Burada sözü edi len
bir tür meşenin (Quercus aegylops) palamudunu kaplayan kabuktur; mey-

1 8 Daha çok Kuzey yankürede yetişen bir ağaççık ve bu biıkinin san içli meyvesi. Meyveleri ni n için d t:­
ki san boya, eskiden ipekli, yünlü pamuklu kumaşlann boyanmasında kullanılırdı. Bugün tanını y.apılma­
makıadır, ama tarla kenarlannda bu bitkiye sıkça rastlanmaktadır. (Ç.N.)
1 9 Roku ağacı, daha çok Ona Amerika ve Hindisıan'da yetişen ve tohuınlanndan "roku" adı veri len bo­
yarmadde elde edilen bir ağaççıktır. Roku, bazı peynirlerin ve tereyağların boyanmasında kullam lmakıa­
dır. (Ç.N.)

1 73
vesi Avrupa meşelerinin meyvesi büyüklüğündedir ve siyahımsı bir toz
kapı;ar. Meşe palamudu kabuğu, kapsadığı tanen nedeniyle -tıpkı meşe
kabuğu gibi- derilerin hazırlanmas ında ve tabaklanmasında ku llanı lır.
Küçük Asya'nın her yerinde bulunur. Dışarı gönderilmek üzere gemi lere
yüklendiği yerin yakınlarında olanlar toplanır; satış fiyatı , uzak yerlerde­
kilerin taşıma giderlerini karşılamamaktadır. Kamatirıa adı verilen pala­
mut kabuklan siyah boya olarak kullanılır. İngiltere, Avusturya ve Fran­
sa'ya satılır.
Fransa'nın gereksinimlerinin büyük bölümünü Osmanlı eyaletleri
s ağlar. 1 862 'de, Fransa'nın yaptığı dışalım 428 698 kg 'dı ve bunun 307
34 1 kg 'ı (değeri 676 1 50 Fr. idi) Türkiye kökenliydi.
İngiltere'nin dışalımları :

Mazı . . . . . . . . . . . . 497 225 Fr ' ı değerinde . . . . . . . 207 8 1 0 kg.


Palamut kab . . . . 10 1 34 325 Fr' ı değerinde . . . . . . 25 729 699 kg.
To[!lam 10 631 550 Fr. 25 937 509 kg.

AFYON.- Afyon elde edilen haşhaş ekim ayında ekilir; daha kası­
mın sonunda yanın ayak boyuna ulaşan bitki , kış soğuklarına kolaylıkla
dayanır; ilkbahar güneşi hızla büyümesini sağlar ve temmuz ayında tam
olgun hale gelir. Çiçek açmasından sonra kapsüle bir çizik atılır ve otuz
altı saat süreyle sızıntı yapmaya bırakılır. Kapsülden akan sütsü madde
geniş bir bitki yaprağı üstünde birikir, koyulaşır, sonra küçük topaklara
dönüşür: Pazarlarda görülen biçimi işte budur. Kapsül yabanıl olarak ye­
tişir, ama düzenli ekimi de yapılabilir; haşhaş ekimi çok pahalıdır. Bitki­
nin toprağı çoraklaştırdığı öne sürülür. Kapsül başlan kuruduğunda, to­
humlarını almak için kapsüller kırılır, tohumların bir bölümü yeniden
ekim için saklanır; bir bölümü ülkede tüketilen bir yağın yapımında kul­
lanılır; artansa dışarıya s atılır.
Afyon alımı İzmir piyasasından yapılır. Rekoltenin dörtte üçünü
oluşturan birinci kalite afyonu İzmir ve Uşak, ikinci kaliteyi Kütahya, Ka­
rahisar kentleri sağlar. Hindistan ayaklanmasından sonra ortaya çıkan
olağanüstü afyon talebi (Çin için) haşhaş ekimini destekledi ve o t ar ih ten
bu yana haşhaş ekimi sürekli arttı.

1 74
İzmir afyonu topak halindedir; ticaret piyasasında çok beğeni lir,
çünkü % 1 0- 1 2 morfin içerir.
İran afyonu Trabzon aracılığıyla (buradan transit geçiri lir) A vnı ­
pa'ya gelir. Bu afyonlar çubuk biçimindedir ve kalitesi düşüktür.
İzmir'den özellikle İngiltere ve Hollanda'ya afyon satılır. A B D ' n in
çok yüksek olan talepleri, iç savaştan bu yana bütünüyle kesilmiştir.
Fransa hemen hemen yalnızca İzmir afyonu tüketir. Fransa' nın
1 862 'de dışardan aldığı 8 38 1 kg afyonun 8 037 kg ' ını (36 1 665 Fr' ı de­
ğerindedir) Türkiye sağlamıştır.
İngiltere ise Türkiye' den 96 587 kg (4 568 425 Fr'ı değerindedir)
afyon almıştır.
GÜL Y AG I VE E S ANSI.- Bu kokuların yapımı için aranan çiçek­
leri taşıyan gül ağaçları, Avnıpa'da, Balkanların eteklerindeki köy lerin
çevresinde yetiştirilir.
Fransa gereksinimini bütünüyle Türkiye ' den karşılar. 1 862 'de Os­
manlı dışsatımı şöyleydi :

Fransa . . . . . . . . . . . 754 800 Fr ' ı değerinde


... . . . . . . . . . . . . . 888 kg.

İngiltere . . . . . . . . . . . 473 800 Fr ' ı değerinde


. . . . . . . . . . .
. . . 709 kg.

YEŞİL ANASON, KİMYON, SAFRAN, MEY ANKÖK Ü birkaç


yıldır dışarıya satılmaya başlanmıştır; başlangıçta Fransa'ya dönük olan
bu dışsatım, günümüzde İngiltere' ye yönelmiştir. Fransa, 1 862 ' de, ancak
75 430 kg (30 1 72 Fr' ı değerinde) meyankökü almıştır.
Eskiden Fransa' dan daha az alım yapan İngiltere, 593 207 kg (53 1
575 Fr' ı değerindedir) satın aldı.
KETEN, KENEVİR, SUSAM, KOLZA, SÜTLEG EN .- Keten, ke­
nevir, susam, kolza ekimi Avrupa ve Asya eyaletlerinde yaygındır ve bu
eyaletlerin çoğu çok kaliteli ürünlerle Osmanlı Sergisi 'ne katılmıştır. Ke­
ten üstüpillerin ortalama kilogram fiyatı 2,40 Fr'ı, kenevirinki 1 - 1 ,25
Fr' ıydı. Keten ve kenevir ipler ülkede tüketilir. Askeri tersaneler, ticaret­
te alıcı bulamayan kenevir üstüpülerin tamamını alır. Devlet fabrikaların­
dan gelenler, sergide yer alan halatlar arasında tek iyi imal edilmiş örnek­
lerdi; Özel sanayinin sergiledikleri kabaydı, halatların kolları birbirine

175
eşit değildi, iyi örülmemişti, iyi işlenmemişti , her bakımdan hatal ıydı.
Avrupa 'nın ve özellikle de İngiltere 'nin dışalımları, sanayinin ve deniz li­
manlarının yerel atölyelerinde büyük çaba harcanmadan üretilebilen ha­
latl arın yapımında kullanılır.
Üstüpü dışsatımı yoktur; Türkiye dışarıya yalnızca yağlı tohumları
gönderir (bunların da çoğu Fransa'ya gider).
Yağlı tohumların bu dışsatımı önemli biçimde artmaktadır; ne var
ki , bu ekim tarzı her yerde başarılı olduğundan, üretim hala göreceli ola­
rak sınırlıdır. Osmanlı çiftçileri, sürekli artan gereksinimlerini gidermek
için Zanzibar'dan ve İngiliz Hindistan 'ından bile mal alan Avrupa'yı göz
önüne alarak, bu türden ürünlere daha ciddi biçimde yönelmelidir.
Fransa 1 862 ' de 1 1 090 792 Fr' ı değerinde 21 1 36 929 kg yağlı to­
hum aldı.
Dışalımları hep çok küçük olan İngiltere, 1 862 'de Türkiye 'den
yağlı tohumlar almadı.
Buna karşılık Fransa ' ya yapılan dışsatım çok arttı : 1 859'dan bu ya­
na iki katına çıktı. Günümüzde, Fransa'nın gereksiniminin hemen hemen
% 50'si İngiliz Hindistan' ından, % 37'si Türkiye 'den ve geri kalan bölü­
müyse Avrupa, Asya ve Afrika'nın üretici ülkelerinden karşılanmaktadır.
MEYVE A Ö AÇLARI, ORMAN AÖ AÇLARI, BOYA AÖ AÇLA­
RI VE MARANGOZLUK TAHTALARI.- Sergide, imparatorluğun bü­
tün eyaletlerinden gelmiş , çeşitli türlerden yaklaşık 270 ağaç örneği var­
dı. En iyi temsil edilen yerler şunlardı:

AVRUPA 'DAN.
EDİRNE VE FİLİBE: Çam, meşe, karaağaç, ıhlamur, kayın, fındık.

RUSÇUK : Defne, Akçakesme20


VARNA : Meşe, dişbudak, kayın.

MARMARA ADASI : Ceviz, şimşir, meşe, çam, servi, sandal, söğüt, kavak.

EGE ADALARI : Armut, ehna.


(Tesalya, Bosna ve Hersek ormanlarından gelen tipleri aradık ama bulamadık.)

20 Her mevsim yeşil yaprakh süs ağacı. (Ç.N.)

1 76
ASYA 'DAN.
TRABZON : Karaağaç, kızılcık, ardıç, kayın, zeytin.
SAMSUN : Ardıç, ıhlamur, meşe, ceviz, karaağaç.

SiVAS : Kayın.
MARAŞ : Çam, ceviz, meşe, gürgen.

İZMİT : Karaağaç, kayın, kocayemiş, meşe.


BURSA : Defne, meşe.

AMASYA : Karaağaç, ardıç, sedir, meşe, bodunneşe, çam, kayın, kızılağaç, Çınar.
ŞAM : Zeytin, dut, sedi1.

KUDÜS : Zeytin.

TRABLUSŞAM : Akağaç.

Bir kütüphanedeki kitaplar gibi bakışımlı olarak sıralanan bu ör­


nekler, çoğunlukla yalnızca ağaçların kabuklarını görebilme olanağı ver­
mektedir; ağaçların üstünde çoğu okunamayan etiketler vardır; farklı kö­
kenlerden gelmiş, ama benzer türlerle yapılabilecek her tür karşılaştırma­
yı engelleyen bir çeşit karmaşa yaratılmıştır. Başlıca parçalarını sıraladı­
ğımız koleksiyon, Türkiye' de çok yaygın olan meyve ağaçlan açısından
bize çok eksik göründü : Meyveleri büyük bir iç ticaret ve dışsatım ola­
nakları sağlayan kiraz, erik, badem, portakal, limon, nar, vb ağaçlar ince­
lemelerimize sunulmamıştır.
Meyve ve orman ağaçlarının, boya elde edilen ağaçların ve ma­
rangozlukta kullanılanların 1 862 'deki dışsatımlan şöyledir:

FRANSA.
Saf zamk.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 121 351 kg. . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 133 486 Fr.

Kurutulmuş meyveler2 1 •.... 2 048 3 1 5 kg . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 2 697 5 5 1 Fr.


Zeytinyağı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7 345 093 kg. . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . 1 0 430 032 Fr.

Reçineliler.. ..... . . . . . . . . . . . . . . . 8 578 kg. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 63 026 Fr.

Ecz. kullanılan kökler. . . . . 1!6 258 kg. . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . 52 3 7 0 Fr.

Ceviz ağacı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 2 030 m\. . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . 1 52 2 5 0 Fr.


:Şoya ağacı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 1 8 7 1 0 kg. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 1 871 Fr.

21 Daha ileride söz edeceğimiz kuru üzümde, 2 270 390 Fr'ı değerinde 1 89 1 992 kg'lık dışsaıım yapıl­
maktadır. Dışsatımın geri kalan kalemlerini incir ve badem oluşturmaktadır.

1 77
Mobilya ağacı . . . . . . . . . . . . . . 1 44 0 06 4 kg. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .360 0 1 6 Fr.

Tııplam . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . 1 3 900 602 Fr.

İNG!LTERE.
Zamk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . 1 3 5 526 kg. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 689 900 Fr.

Kurutulmuş meyve22 . . . 7 1 5 3 900 kg. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5 547 1 75 Fr.

Zeytinyağı . . . . . . . . . . .. . . . . . . 90 1 1 03 kg. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 2 1 l 6 5 0 Fr.

Şimşir ağacı . . . . . . . . . . . . . . 3 253 927 kg. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8 1 0 900 Fr.


------

Toplam . . . . . . . . . 8 289 625 Fr.

Yukarıda sayılan ürünlerin Fransa'ya dışsatımı (zeytinyağı dışın­


da), her ne kadar 1 857 'den beri artmaktaysa da, 1 862 'de ancak 3 470 570
Fr' ına ulaşabilmiştir.
Fransa'ya gönderilen zeytinyağı 1 837- 1 846 arasında ortalama 5
6 1 9 694 kg 'ken, 1 847- 1 856 arasında 4 008 790 kg ' a düşmüştür; gerileme
sürmektedir Fransa'ya zeytinyağı dışsatımı 1 86 1 'de 523 978 kg olmuştur.
Olaylardaki bu gelişmeler tarımı kemiren aşın yüklerden ve ürünleri
avantajlı bir satış şansı bulamayan çiftçilerin (yok olan zeytin ağaçl arının
yerine yenilerini dikmiyorlar) aldırmazlığından kaynaklanıyordu. Ürün
çıkış rüsumlarının düşmesi bu koşullan değiştirdi ve zeytincil ik hemen
büyük bir gelişme gösterdi . Zeytincilik, yerel tüketimin ve üretimi çok ar­
tan yerli sabun fabrikalarının taleplerini karşıladı, daha birinci yıldan baş­
layarak dışsatımda geniş bir yer edindi .
Meyve ve orman ağaçları, boya ağaçları (boyarmadde elde edi len
ağaçlar) ve eczacılıkta kullanılan bitkiler, sağlayabilecekleri yaran sağla­
m aktan çok uzaktır. Verdiğimiz rakamlar boyarmadde, ecza ve bol mik­
tarda bulunan mobilya kerestesi elde edilen ağaçların sayısının hala artı­
rılması gerekmektedir. Yeni ağaçların yetiştirilmesi çiftçiler için yeni bir
zenginlik kaynağı ve çok büyük gereksinimleri sürekli artan Avrupa için
_
yakın bir gereç sağlama merkezi oluşturacaktır.
İşletmeye açılmış yerler, kıyı ya da deniz limanları yakınındaki yer-

22 Daha ileride söz edeceğimiz kuru üzüm, 2 897 075 Fr'ı değerinde 4 387 ı 84 kg'lık bir kalemdir. Geri
kalan hölilmilyse incir , fındık ve badem oluşıuıur.

1 78
)erdir. Buraların ormanları, askeri gemilerin ve ticaret gemilerinin yapımı
için gerekli keresteyi sağlar; ama bu ormanlar, bir yandan da, kentlere ya­
kacak odun, odun kömürü ve çoğu ahşap olan evlerin yapımında ku llanı­
lan tahtaları sağlamak uğruna, yasa dışı biçimde ve akılsızca talan edil­
mektedir. Çobanların ya da kömürcülerin dikkatsizliğinden çıkan yangın­
lar, rüzgarın değişmesine ya da yağmurun yangını söndürmes ine kadar,
aylar boyunca, bu ıssız geniş alanlarda sürüp gider ve doğanın yüzyıl lar
içinde yetiştirdiği orman zenginliklerini yok eder. Buna benzeyen çeşitli
nedenlerden ötürü, bazı yönetim çevrelerinin, özellikle de yoğun nüfuslu
yerlerin yakınında bulunan ormanlar bugüne kadar zaten yok olmuştur.
Bugün Avrupa ve Asya topraklarının denize uzak olmayan yerlerinde ha­
la uçsuz bucaksız ormanlar bulunmaktadır; buralarda en yaygın rastl anan
ağaçlar, bu yok etme olayından kurtulmayı başaran meşe, çam , karaağaç,
akağaç, vb 'dir.
Hükümet bu durumu düzeltmek için cid di bir çalışma içindedir:
Önceki yönetimlerin savsaklaması yüzünden yok olmaya terk edi len top­
rakların yeniden ağaçlandırılmasına çalışmakta ve orman işletmeciliğini
kurallara bağlayan düzenlemeler hazırlamaktadır: Devlet mal ı ormanlar
dağıtılmaktadır ya da özel mülkiyete ait olanların işletme hakkını -mülk
sahibine çok küçük bir aidat ödemek koşuluyla herkese- vermektedir.
Ama, öte yandan da, denizcilikte kullanılan ürünlerin büyük miktarda dı­
şarıya satılmasını da yas aklamaktadır: Bunlar ya Türk.iye ' ye ya da Mı­
sır ' a satılabilmektedir ama bu ülkelerin de gereksinimleri çok sın ırl ıdır.
Ürünlerin en avantajlı, spekülasyona açık nitelikteki tek bölümii, tic ari
değerini artıran dönüşümleri gerçekleştirilmedikçe dış piyas aya sürülme­
leri elbette olanaksız olan bölümdür. Bunlara bir de girişimcilerin kara­
yolları yapma, ulaşım olanakları yaratma, vb 'i zorunluluklarını eklersek,
Fransa ve İngiltere 'nin gemilerinin yapımında kullanılmak üzere Hindis­
tan 'da tek ağacı, Honduras 'tan maun ağacı, İtalya'dan meşe ağacı, vb. al­
malarına karşın, Türk ormanlarının işletilmesinin neden Avrupa sermaye­
sinin canlandırıcı etkisi dışında kaldığı anlaşılabilir.
Başka bir ciddi engel de (belki de en ciddisi), Avrupalıların mal
edinmelerini engelleyen yasadır. Bu konuyu, toprak mülkiyetinden söz
ederken ele almıştık.

1 79
BAÖ .- Şimdiden oldukça yaygın olan bağcılık hissedilir bir gelişme
içindedir; ama bağ dikimi özensiz yapılmaktadır, hatta akılsızca yapıldığı
bile söylenebilir: Ne toprağın yapısı, ne kütüklerin nitelikleri hes aba katıl­
maktadır; bağ bozwnlan ·da aynı savrukluk içinde gerçekleştirilmektedir.
Avrupa Türkiye'sinin en iyi şarapları Makedonya' da üretilen lerdir.
Küçük Asya, Ege adalan, Lübnan dağı baş döndürücü ya da çoğu likörsü
olan şaraplar verir; bunlar arasında, Kıbrıs şarapları Antikçağ 'dan bu ya­
na çok ünlüdür.
Tarımla uğraşanlar bağlara daha iyi baksalar, üzümleri özenli ve se­
çici biçimde sıksalar, ürünlerin, şarapların (benimsenen uygulamalar yü­
zünden tatlan genellikle kötüdür) saklanmasına özen gösterseler, bütün
bunlar çok daha lezzetli olacak. bu durumda da tarımla uğraşanlar A vnı­
pa pazarlarından daha yüksek fiyatlar bulabileceklerdir.
Külleme mantarının verdiği zararlar ve art arda gelen kötü hasatlar
(özellikle Fransa'da}, Türkiye 'ye yeni dışsatım ürünleri kazandırdı: Şarap
ve kuru üzüm (bunlardan mayalı bir içki yapılmaktadır). Sofra şaraplarının
fiyatlarındaki artış, Türk şaraplarının belli bir önem kazanmasına yol açtı.
Osmanlı eyaletlerinin 1 862 'de yaptıkları dışsatımlar:

FRA N SA 23

Sıradan şaraplar. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25 792 litre. . . . . . . 26 575 Fr.


Kuru üzüm ya da diğerleri . . . 1 89 1 992 kg . . .. . 2 270 390 Fr.
. ... .

Toplam . . . . . . . . . . . 2 296 %5 Fr.

İNGİLTERE
Kuru Uzüm . . . . ..... . . . . . . . . . 4 3117 1 84 kg.
.. . . . . 2 897 075 Fr.

İPEK.- Türkiye'nin ipeklerini imalatçılar çok beğenmekte ve Çin


ipeklerine tercih etmektedir ; bu nedenle Türk ipeklerinin Avrupa 'ya gi­
rişi çok büyük boyutlara ulaşmıştır24. Türkiye ipeğinin büyük bölümü
Fransa' da tüketilmektedir.

23 1 857'den önce Fraııs a 'ya şarap ve kuru üzüm satışı yokıu; ilk yıl bu satışlar 7 254 807 Fr' ına ulaştı.
1 859' dan bu yana yıllık saıışlar hemen h e m en aynı kalmakıadır.

24 İ malatla kullanılmak üzere Çin'den alınan miktar 1 84S 'ten bu yana artmamakıadır. Fransa, Çin ipek­
leri n i ancak 1 852'den beri kullanmaktadır. ( 1 852'de deneme için 85 balya gönderilmişti . )

1 80
Çin ipeklerinin piyasaya girişinden önce, Türkiye bu ticaret dalın­
da, ABD'nin pamuk alanındaki konumuna benzer bir konumdaydı . Bu­
gün, Çin 'den alınan ipeklerin rakamsal değeri, Osmanlı eyaletlerinden
gönderilenlerin çok üstündedir. Bununla birlikte, birkaç yıldır Osmanlı
eyaletlerindeki ipek üretimi çok belirgin biçimde artmaya devam ettiğin­
den ve kalitesi de çok yüksek olduğ undan, Türkiye, Avrupa'ya yakın ol­
m anın sağladığı avantajlı yeri -çok geçmeden- elde edecektir.
İpekböceği yetiştiriciliği Arnavutluk, Selanik, Makedonya, Rume­
li, Bulgaristan , Küçük Asya'nın bütün eyaletleri ve Ege adalarında görül­
mektedir. Karadeniz kıyılarında tamamı dut ağaçlarından oluşan orman­
lar vardır. Birçok yerde, uzun bir yol boyunca ancak yük hayvanları yla ta­
şınabilen ürünler, yetiştiricilere büyük güçlükler çıkarmakta ve üretimin
artmasını kösteklemektedir.
Genellikle, bir kilogram ipekböceği yumurtasından ortalama 1 350
kg koza ve bundan da 75 kg ipek üretildiği kabul edilir. Birçok yıldır,
ipekböceği hastalıkları, özellikle Avrupa Türkiye ' sinde büyük zararlara
yol açmaktadır. Uzmanlar, bu hastalığın, böceklerin beslendikleri yaprak
kalitesinden kaynaklandığını öne sürmektedir. Uzmanlar, hastalığın yal­
nızca aşılanmış dut ağacı yapraklarının kullanıldığı yerlerde ortaya çıktı­
ğını ve her yıl budanan yabanıl dut ağaçlarının kullanıldığı yerlerde has­
talığın görülmediğini söylemektedir.
Osmanlı sergisinde, ki logram değeri 1 4,75 Fr. ile 1 7,25 Fr'ı arasın­
da değişen 54 koza çeşidi örneği vardı. Eğrilmiş ipek örnekleri (sayıları
350-400 kadardı), kozalarl a aynı yerlerden gelmiş çok güzel koleksiyon­
lar oluşturuyordu; bunların ortalama kg fiyatları 69 Fr'ıydı. Avrupa eya­
letlerinden gelenlerin kalitesi, genellikle, Küçük Asya ve Ege adala � ndan
gelenlere oranla daha düşüktü.
Büyük i pek pazarları şunlardır:

AVRUPA ' DA
Edirne ve Volos.

KÜÇÜK ASYA 'DA


KARADENİZ KIYILARINDA: Samsun, Trabzon;

181
İÇ KESİMDE: Erzurum;

MARMARA VE A KDENİZ KI YILARINDA:

Bursa , İzmir, Trablusşam . Beyrut;

ADALARDA: Girit, Sakız, Kıbrıs .

Birkaç yıldır, özellikle Bursa çevresinde ve Suriye 'de, Avru pa ' da


kullanılan eğirme yöntemleriyle kazalardaki ipeğin çilelendiği birçok i plik
fabrikası kuruldu. Türkiye 'de çilelenen ipeğin büyük bölümü , halk için do­
kunan kumaşlarda kullanıldı; öte yandan, Avrupa'ya koza dışsatımı sür­
mektedir ve bunların ç ilelenmesi Güney Fransa'da gerçekleştirilmektedir.
Türkiye ile Fransa arasındaki ipek ticareti incelendiğinde, dışsatı­
mın kg olarak arttığı, değer olarak azaldığı görülür; bunun anlamı şudur:
Koza, hurda ipek ya da topak halindeki ipek dışsatımları artış hareketini
sürdürmektedir; buna karşılık, üretim yerindeki fiyatları çok daha yüksek
olan h am ya da çilelenmiş i pek satışları her yıl düşmektedir.
Frı�nsa'nın Türkiye ' den aldığı :
1 8 57 1 862
kg. Fr. kg. Fr.
Ham ipek . . . . . . . . . . . 5 9 5 094 39 242 004 486 096 26 735 280

Hurda ipek. . . . . . . . 59 802 568 1 1 9 227 038 2 088 750


İ pek kozası . . . . . . . 554 8 1 3 1 2 760 699 871 366 1 6 555 934
l 209 709 52 570 822 l 584 500 45 379 984
İp.böc. yumurtası 21 954 4 06 1 490 26 393 5 278 600
1 23 1 663 56 632 3 1 2 l 6 1 0 893 50 658 584
Belirtilmemiş diğer mal. "
338 1 17 437
Toplam . . . . . 1 6 1 1 23 1 50 116 02 1

İngiltere 'nin Türki ye ' den aldığı:

1 8 57 1 862
kg. Fr. kg. Fr.
Ham ipek . . . . . 9 9 088 4 827 1 50 93 498 3 495 000
Hurda ip. ve koza 1 8 845 172 050 1 79 720 l 337 275
1 1 7 933 4 999 200 273 2 1 8 4 832 275

1 82
İngiltere 'nin zaten pek büyük olmayan dışalımı, Fransa'nın dışa­
lımıyla aynı kuralları izledi : Koza alımları artarken h am ipeği n ki azal ­
dı.

İpek üretimi bakımından Osmanlı İmparatorluğu 'nun, ABD 'nin pa­


muk üretim ine benzeyen bir durum sergilediğini söylemiştik. En ço k ipek
tüketen ülke Fransa olduğuna göre, ülkedeki birçok fabrikayı besleyen bu
ürünün doğrudan alımında Fransa'nın piyasadaki yerini araştı rm ak hiç de
yararsız olmaz.
Fransa ' nın dış ticaret tablosuna göre, imalata yönelik ipeklerin 1 862
yılındaki hareketi -hem aynı yıl yapılan dışalımlar açısından, hem de daha
önceki yıldan kalan stokların tüketime sunulması açısından- şöyledir:

DIŞ Tİ CARET İ Ç TİCARET


Dışalım 329,2 milyon 236,0 milyon
Dışsatım 1 49,4 49,8

Fark 1 79,8 milyon 1 86,2 milyon


Bundan, dışarıdan
alınan ipekböceği
tohumlarını düşmek gerek 5,6 5 ,4
Kalan 1 74,2 milyon 1 80,8 milyon

Bu rakamlardan şu sonuç çıkıyor: Fransız üretiminin dışında, ya ­

bancı kaynaklı 1 8 1 milyon frank değerindeki bir mal imalata girmiş ve bu


uygulama ABD iç savaşının bizim ipek fabrikalarımızın çalışmalarını çok
yavaşlattığı bir dönemde gerçekleşmiştir25 .
Aynı yıl içinde, Fransa, imalatta kullanılmak üzere, her tür ipeği İn­
giltere 'den aldı:

25 1 860'da Fransa'nuı ABD'ye saıuğı ipekli kumaş 1 57 603 7 1 3 Fr'ına yükseldi.


1 116 1 'de 35 047 O l 6 Fr'ına;
I R62'de 25 1 1 9 890 Fr'ına düştü.
[MAO]

1 83
Değeri . . . . . . . . . . . . ........ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................... 1 7 5 446 877 Fr.

Buna karşılık dışsatımı şöyleydi ...................................... 29 454 2 1 4 Fr.

Dışalım fazlası . ...... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . :. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 45 992 663 Fr.

Bu rakamlar 1 862 'de Fransız fabrikalarında işlenen İngiliz kökenli


ipeklerin değeıj ni de verir.
İngiltere 'den aldığımız ipekler, İngiltere 'nin Fransa'ya gönderdiği
ürünlerin önem sıralamasında birinci sırayı alır ve dışarıdan alınan ipeğin
% 8 1 ' ini oluşturur. Bununla birlikte, İngiltere ipek üreten bir ülke değil­
dir: Dışarıdan aldığı ipeği bize satmaktadır; İngiltere, Fransa'ya, bizim
doğrudan doğruya üretim yerinden satın alabileceğimiz ipekleri gönder­
mektedir.
1 862 'ye kadar Fransa Çin ipeğini doğrudan almadı ya da eğer al­
dıysa, alınan miktar ticaret tablolarında özel biçimde belirtilmeyecek ka­
dar küçüktü.
B Öylece, Fransız fabrikalarının tükettiği yabancı kökenli ipeğin bü­
yük bölümünü İngiltere Fransa'ya satmak için Avrupa'ya getirtiyordu.
Bu durum elbette yanlıştı: Fransa gibi imalatçı bir ülke, gereksinim duy­
duğu ham maddeleri, bütün yabancı pazarlarda kendisiyle rekabet içinde
olan bir aracıdan alamaz, almamalıdır.
Bize öyle geliyor ki , Fransız ticareti, Türkiye'nin ipek üretimini ge­
liştirmeye çalışmalıdır: Çünkü Türkiye Fransa'ya en kaliteli ham madde­
leri sunabilir; Fransa'ya yakın olması ham maddenin taşınmasını kolay­
laştıracak ve aynı merkezlerle daha sık ticaret işlemlerinde bulunulması­
nı sağlayacaktır; bizim onlardan ham madde almamıza karşılık, bu mer­
kezler de bizden m amul mallar alacaktır ve üretimlerini fabrikalarımız
için gerekli miktarlara kolayca yükseltebileceklerdir.
SÜRÜ HAYVANLARI.- Sürü hayvanı besiciliği , aynı zamanda
arıcılıktan da belli bir kazanç sağlayan kırsal kesim halkının başlıca ge­
çim kaynağıdır.
At, eşek, katır, deve, öküz, inek, manda, keçi, koyun, domuz, vb.
üretimi halkın gereksinimlerini karşılamakta ve -aynca da- bu çeşitli tür­
lerden çok büyük sayıda hayvanı Ege adalarına, ya da komşu ülkelere sat­
ma olanağı vermektedir.

1 84
Yün , keçi kıh, büyükbaş hayvan kemikleri ve toynakları , ham deri ,
bal, balmumu ülkenin bütün vilayetlerinden Avrupa'ya gönderi lmektedir.
YÜN.- Yün bu dışsatımlarda birinci sırayı almaktadır.
En iyileri olan Rumeli (Avrupa Türkiye 'si) yünleri, genellikle be­
ğenilen niteliktedir. Üç çeşidi vardır: Bunların % 60' ı beyaz, % 20 'si si­
yah renkli, ince telli ve birinci kalite yünlerdir; % 20'si gri renkl i ikinci
kalite yünlerdir. Bunların hemen hemen tamamı yıkanmadan Fransa'ya
satılır ve buradaki taraklı fabrikalar gelen yünleri kullanır.
Küçük Asya'nın err büyük pazarı İzmir'dir.
Burada bulunan başlıca kaliteler şunladır:

Kayseri yünü . . . . . . . . . . . . . . . % 15 ince yün verir.


.

Afyonkarahisar yünü . . . . . . . .. % 30 "


.

Yerli yün (İzmir dolayı) .. . . . . . % 40 "


.

Ankara yünü . . . . . . . . . . . . . . . % 40
. .

Ankara yünleri, İzmir halısı adı verilen Uşak halılarının imalatında


kullanılır.
Küçük Asya'dan dışarı satılan yün, genellikle, yapağı halindedir;
bazen soğuk suyla yıkanır (% 30 fireye yol açar).
Ankara vilayeti, maryalarının ve keçilerinin çok kaliteli postlarıyla
ünlüdür. Marya yünü, Doğu 'nun güzel halılarının dokunmasında kullanı­
lır; keçi kılı özellikle İngiltere'ye satılır.
Kıyı k�iminde Antalya körfezinden İskenderun körfezine, iç ke­
simde Ankara ve Sıvas dolaylarına kadar uzanan Karaman bölgesi, dört­
te üç oranında siyah ve gri, dörtte bir oranında beyaz yün üretir. Dışsatım­
lar Mersin limanı aracılığıyla Marsilya, Livorno ve İzmir'e yapılır.
Şam vilayeti yünlerini Beyrut' a gönderir; gelen yünler, burada, so­
ğuk suyla yıkanır ( % 60' hk bir fireyle). Bu işlemlerden sonra Fransa' ya,
İngiltere 'ye ve ABD' ye satılır.
Suriye vilayeti çok yün üretir. İç kesimdeki vilayetlerde Arap kabi­
lelerinin tek geçim kaynağı olan sürülerin çok büyük miktarını da, sürü­
lerdeki hayvanların sayısını da belirtmek çok güçtür.
Mezopotamya ovalarında otlayan sürülerin verdiği yünler, ince ol-

18 5
malan nedeniyle, Suriye 'den gelen yünlerin içinde en çok beğenilen ler­
dir. Aynca, Suriye 'nin uzaklığından kaynaklanan olumsuzlukl ara ( büyük
taşıma masrafı gerektirmektedir) karşın, bu y�nler sürekli talep görmek­
tedir.
Bu yünler başlıca üç kaliteye ayrılır:
Şefal'ler, siyah, esmer, kızıl ve beyaz yünlerdir. Çok incedirler; ül­
ke içinde, paltoların ve Arapların giydiği doğal renkli diğer giysilerin do­
kunmasında kullanılır. Bu yünler Bağdat 'tan, 45 fersah güneydeki Kut el­
Amare 'ye kadar her yerde elde edilir.
Bezvin 'ler, siyah, öncekiler kadar ince yünlerdir; bunlar da ülke
içinde kullanılırlar. Bağdat 'ın güneyindeki Şatra'da üretilirler.
Avusi'ler, beyaz rengin ağır bastığı, öncekilerden daha az ince, ama
daha uzun yünlerdir; dışsatım açısından makbuldür. Bağdat 'tan 70 fersah
kuzeyde olan Kerkük'e kadar uzanan alanda bulunur.
Kelase 'ler, her renkte olabilen, kasaplardan ve sepicilerden satın
alınan, düşük kaliteli, diğer kalitelerin fiyatlarından üçte bir daha ucuza
satılan ve toplam dışsatım rakamının ancak sekizde birini sağlayan yün­
lerdir.
Bu yünlerin fiyatı, çok az farkla, ilk üç kalitenin fiyatıyla aynıdır;
fiyat farkı, Arapların sürülerin yıkanması (kırkımdan üç ya da dört gün
önce bunu yapmak zorundadırlar) sırasında az ya da çok özen gösterme­
sinden kaynaklanır.
Bağdat çevresinden gelen yünler (yarısı beyazdır) ve Musul çevre­
sinden gelenlerin onda dokuzu makbul sayılır.
Yukarı Asya yünleri, Doğu Anadolu 'dan, Gürcistan 'dan ve Kara­
deniz kıyılarındaki vilayetlerden gelen yünleri kapsar.
Gürcistan yünü beyazlığı ve inceliği nedeniyle makbuldür; ama kı­
sadır ve çoğunlukla ölü kıllarla karışıktır.
Doğu Anadolu yünleri gri ya da kızıldır; düşük kalitelidir, kumaş
imalatına elverişli değildir; üretildiği yerlerde keçe kilimlerin yapımında
kullanılır.
Yukarı Asya'nın üretimini değerlendirmek olanaksızdır.
Osmanlı Sergisi 'nde 444 yün ve kıl örneği vardı; bunların çoğu
-Türkiye'nin dışarı sattığı bütün kalitelerde olduğu gibi- iyi yıkan-

1 86
mamıştı. Söz konusu ürünler, bu nedenle, dışsatımda, ticari değerlerinin
bir bölümünü yitirirler. Bu örneklerin ortalama kilogram fiyatı 2,25 Fr. ile
2,50 Fr. arasında değişir.
Kalitesi düşük yünler ülke içinde tüketilir.
Bulgaristan ve Tuna vilayetleri ürünlerini Tuna aracılığıyla Transil­
vanya'ya, Galiçya' ya, Moravya'ya ve Silezya'ya gönderirler; Viyana'da­
ki fabrikalar da kullandıkları yünün büyük bölümüne bu yoldan kavuşur­
lar.
Dışsatımlar deniz yoluyla da yapılır: Trakya için Tekfurdağı ve
Enos limanlarından; Makedonya ve Tesalya için Selanik ve Volos 'tan;
Gürcistan ve Doğu Anadolu için Trabzon ve Samsun 'dan; Küçük Asya
için İskenderun, Mersin, ve Beyrut'tan.
İç kesimden deniz limanlarına yönelen yünler daha çok Fransa'ya
satılır; İngiltere Fransa'dan çok daha az alım yapar; buna karşılık, keçi
kıllarının büyük bölümünü İngiltere alır.
1 862 'de, Osmanlı vilayetleri sürü hayvanları kökenli şu ürünleri dı­
şarı satmıştır:

FRANSA
Yapağı 6 698 528 kg. 24 784 554 Fr.
Keçi kılı 20 1 487 685 055
Ham deri 765 74 1 2 548 778
Ham kürk 27 863 1 6 1 49 1
Tuzlanmış et 737 1 39 589 797
İşlenmemiş boynuz 325 253 243 940
Toplam 29 0 1 3 6 1 5 Fr.

1 859'dan bu yana yün dışsatımı üç kattan fazla artmıştır; diğer


ürünlerinkiyse hemen hemen aynı kalmıştır.

İNGİLTERE
Yapağı 1 509 378 kg. 1 3 8 1 6 200 Fr.
Keçi kılı 1 853 940 4 5 1 4 250

1 87
Ham deri 204 802 deri 308 250

Toplam l 8 638 700 Fr.

Saydığımız tanın ürünleri, Osmanlı İriıparatorluğu 'nun Avrupa ve


Asya vilayetlerinin tek tarım ürünleri değildir; iklime alıştırılmas ı ya da
geliştirilmesi kolay başka ürünler de vardır: Örneğin, dışsatımı artan to­
humluk tahıllar; ekilmeye başlanan kolza; hintdarısı; pirinç; yalnızca şe­
ker iç tüketimini karşılamakla kalmayarak İran 'a ve bu ülkeden transit ge­
çirerek daha doğudaki ülkelere şeker dışsatımı sağlayacak pancar, vb.
BÖLÜM XIV

SANAYİ ÜRÜNLERİ

DOKUMALAR, İMALATHANELER, HALILAR.- Avrupa ve


Asya vilayetlerinin çoğu, yapımları, ıenginlikleri ve düşük maliyetleriy­
le dikkati çeken çeşitli mamul eşyalarla Osmanlı Sergisi'nde temsil edil­
di. Bu tarz sanayinin Avrupa mallarının rekabeti karşısında ezileceği sa­
nılıyordu; ama Osmanlı s anayisi, sergide çok güçlü ve sanıldığından da­
ha yaygın olduğunu ortaya koydu. Osmanlı kumaşlarıyla Avrupa kumaş­
larını karşılaştırmayı denemeyeceğiz; bu ikisi arasında, çoğunlukla çok az
benzerlik vardır. Bununla birlikte, Avrupa'nın gümrük tarifeleri aşılmaz
bir engel olarak karşılarına çıkmadığında Osmanlı dışsatımının büyük
önem kazanacağını söyleyeceğiz. Yalnızca Fransa'dan söz edersek, Tür­
kiye'de üretilmiş kumaşların ve dokumaların hepsinin parasal düzenle­
melerimizin ülkeye girişini yasakladığı bir kategori içinde yer aldığını ve
biçimsel olarak bu uygulamanın dışında kalan tek tük örneklerin de "ke­
sin yasaklama"ya eşdeğer bir vergilendirmeyle karşılaştığını görürüz.
Türkiye, ılımlı biçimde vergilendirilen (değeri üzerinden % 7) tütün ve
tuz dışındaki bütün ürünlerin ülkeye girişini hiçbir ayırım yapmadan ka­
bul etmektedir; her yıl Osmanlı vilayetlerine yüz milyonlarca frank · değe­
rinde mamul eşya sokan ve otuz milyon tüketicinin bulunduğu bir pazar­
da yerli imalatla bu koşullarda mücadele eden Avrupa, bugüne kadar ya-
sakl ama dışında bir karşılık vermeye cesaret edemedi. Avrupa, mütekabi­
liyeti işte böyle anlamaktadır.
Bu düzenleme sonucunda, 1 862 'de, Türkiye Fransa 'dan yaln ızca
66 09 1 Fr' lık dokuma aldı; başka bir deyişle, turistlerin yaptığı alış veriş­
ler ya da merak sonucu getirilen birkaç halının değeri kadar.
Bursa vilayeti saf ipek kumaşlar, ipek ve pamuk karışımı kumaşlar,
ipekli ve sırmalı kumaşlar sergiledi; Halep, Şam, Amasya, Konya aynı
türden mallar gönderdi; ama, Şam fabrikaları özellikle şallarıyla (renkle­
rinin canlılığı eşsizdi) gözleri kamaştırdı. Aynca, zengin dokumalar, Bağ­
dat imalathanelerinde (güzel bir yünlü kumaş koleksiyonları da vardı) do­
kunmuş Arap desenli ipekli ve s ırmalı kumaşlar da göze çarpıyordu. İ z­
mir, Selanik, Filibe mendiller, peşkirler, sofra örtüleri, vb. , Edime yün
kumaşlar sergilediler; İstanbul 'un işlemeleri ve göz kamaştırıcı ipekl i dö­
şemeleri vardı.
Özel sanayinin ürettiği örnekler dışında (sergide en geniş yeri tutan
ve ziyaretçilerin en çok ilgisini çeken örnekler bunlardı), Basmahane ve
Feshane'deki devlet fabrikalarından çıkan mallar da sergilenmekteydi.
Basmahane, basmalar, peşkirler, yünlü ve pamuk çoraplar, askeri kumaş­
lar; Feshane ise yünlü kumaşl ar, ordu için kumaşlar, çadırlar, Fesler (do­
ğuluların şapkası) üretmektedir.
En kusursuz koleksiyon, hiç kuşku yok, halı koleksiyonuydu. Yet­
kinlik, yapım, renklerin canlılığı , sağlamlık ve ucuz maliyet açısından,
bunl ar, Avrupa'nın en iyi kuruluşlarının mallarıyla boy ölçüşebilir ve üs­
tünlük sağlayabilirler. Bu halılar Avrupa ve Asya vilayetlerinde dokun­
muştur; ama İzmir halısı adıyla tanınan Küçük Asya halıları tartışmasız
en güzelleridir. Türkmen halısı adı verilen halılar da canlı renkleri , desen­
lerinin ilginçliği ve ucuzluğuyla çok dikkat çekicidir.
Avrupa dışalıml !1f111 ın sürekli artmasına karşın, yerli fabrikalar, ku­
maşlarının büyük bölümünü yerli halk için üretmektedir. Fabrikaların sa­
yısı artmaktadır; Bursa, Şam, Halep ve Beyrut, Mısır'a zengin örtüler, ha­
fif dokumalar göndermeye devam etmektedir; dahası, kervanlar bu mal­
l arı Afrika 'nın iç kesimlerine taşımaktadır.
Özet olarak, Osmanlı Sergisi, bir zamanlar Türkiye'nin en ileri s a­
nayisi olan dokuma sanayisinin sanıldığı gibi yok olmadığını kanıtladı.

1 90
Ayrıca, Avrupa ürünleriyle mücadele etmesine olanak veren (çünkü so­
nuçta, aynı tüketici sınıfına yönelik çalışmamaktadır) derin köklerinin ve
canlılığının sürdüğünü de gösterdi.
İ ŞLENM İ Ş POSTLAR. - Türkiye 'de deri işleme sanayisi vardır.
Osmanlıların işlediği derinlerin Avrupa' ya girişi yasaklanmamıştır; ama
vergilerin yükseltilmesi yasaklamayla aynı sonucu doğurmaktadır ve Os­
manlı derilerinin alımını olanaksızlaştırmaktadır. Sergide birçok işlenmiş
deri ve deri eşya örneği bulunmaktaydı . Türkiye 'nin sıradan derileri , Av­
rupa' da işlenmiş derilerin esnekliğinden yoksundur; bununla birlikte ma­
roken adı verilen deriler, bizim tabakhanelerin ürettiklerinden çok daha
üstündür.
MADENLER. - BAKIR, GÜMÜŞ- KURŞUN, DEMİR, TAŞ K Ö ­
MÜRÜ, MERMER, TUZ.- Avrupa vilayetlerinde kurşun, gümüş, bakır,
demir, cıva, çinko, ve arsenik bulunur; Eflak'ın ırmakları altınlı kumlar
taşır; Büyük Timok ve Pek kıyısında ve diğer akarsuların kıyılarında yı­
kama işlemleri yapılır. Tesalya ve Epir dağlarında, özellikle de Tebe­
len ' in güneyindeki Ergenik dağında ve Pelion 'un Volos ' a bakan yama­
cında (burada gümüşlü galen madenleri bulunmuştur) gümüşlü kurşun fi­
lizleri vardır.
Bosna ve Hersek'te, Vişgrad 'da, Foiniçe"de, Busovatz 'da ve Vi­
sok 'ta demir madenleri işletilmektedir. Bu madenin yatakları Meydan,
Yeni Meydan ve Eski Meydan 'da bulünur. Karbonlu piritli ve gümüşlü
gri bakır, oksitlenmiş demir, Sırbistan'ın kuzeydoğusunda, özellikle de
Meydanpek ve Boca'da çok boldur; Budna'daki Çernaika'da bakırlı ok­
sitlenmiş demir madenleri , Tanda'da galen ve piritli bakır madenleri var­
dır.
Foiniçe, Surtika ve Kreşovo yakınlarında bulunan cıva madenleri
işletilmemiştir.
İstanbul boğazı kıyısında, Sarıyer'de bulunan madenler, belli bir
miktar bakır içeren damarlar oluşturan piritli alümin alkalen silikat yatak­
ları içerir.
Asya vilayetleri maden yatakları bakımından Avrupa vilayetlerin­
den daha yoksul değildir. Bu madenlerin onunu devlet işletir. Sayın Çiha­
çef bu madenlerin adlarını ve yıllık üretimlerini şöyle veriyor:

191
GÜMÜŞ MADENLER İ

Denek madeni ........ . ........... 1 55 436 okka


Gümüşhane . . ........ . . . . . . . . . . . . . . . . 1 7 . 520
Hacıköy .............................. 1 34 976
Akdağ madeni... ................. 1 1 9 520
Keban madeni . . . ...... . ..... .... . 1 42 350

Toplam .. .
... .. ..... . ................. 569 802 okka

KURŞUN MADENLERİ

Toplam . . . . .
.. . ... ..... ... . . .... . ..... 1 75 000 okka

BAKIR MADENLERİ

Ergani madeni. . . .... . ..... . ...... 720 000 okka


İseli madeni ... . ....... . ........... 1 56 888
Küre madeni ....... . ........ . ....... 27 6 1 2
Helvalı ........................ ......... 6 1 020

Toplam ........ . ..
... . .... . ........... 965 520 okka

Trabzon yakındaki Eynesil bakır madeninin yıllık üretimi yaklaşık


350 000 okka, Tokat madenlerininki 300 000 okka olarak tahmin edilebilir.
Türkiye birkaç yıldır bakır dışsatımı yapmaya başladı. 1 862 'de
Fransa'ya 1 063 634 Fr' ı değerinde 443 1 8 1 kg saf bakır (birinci ergime)
sattı. Geçmişi ancak son birkaç yıla dayanan bu dışsatımlar gelişme ha­
lindedir.
TAŞKÖMÜRÜ.- Ülkede taşkömürü yatakları vardır. Taşkömürü ,
Osmanlı Sergisi 'nde İzmir, Aydın, Menteşe, Karahisar, Trablusgarp do­
laylarından getirilmiş 14 örnekle temsil edildi. Türkiye 'de işletilmekte
olan tek yatak Ereğli 'dedir (Karadeniz). İşletmeyi devlet gerçekleştir­
mektedir; ne var ki, iş o kadar savruk ve vurdumduymaz biçimde yapıl­
maktadır ki yılda ancak 6 000 ton üretim yapılabilmektedir; oysa üretim
tüketimin büyük bölümünü rahatlıkla karşılayabilir.

1 97
Doktor Verollot 'nun incelemelerine göre Ereğli taşkömürüniin İ n­
giliz taşkömürüyle karşılaştırılması şöyledir:

EREÖL İ TAŞ KÖ M. İNGİLİZ TAŞKÖ M.


Kok 6 026 5 813
Uçucu maddeler 3 090 4 093
Kül 0,694 0,094
Pirit 0, 1 90 Eser.

ISITMA GÜ C Ü ORANLAR!
1 gram saf karbon 7 ,8 1 5 gram suyun
sıcaklığını 1 celsius derecesi yükseltir 7,8 1 5 gr. l ,(JO = l 0/ 1 0
1 gram İngiliz taşkömürü 6, 1 87 0,79 = 8/1 0
1 gram Ereğli taşkömürü 5,4 1 7 0,69 = 7/ 1 0

Özet olarak, oran sütununda yer alan rakamlar, bir gram Ereğli taş­
köm ürünün, İngiliz taşkömürüne oranla, 3/4 kg daha az suyun sıcaklığını
O' dan 1 dereceye yükselttiğini kanıtlar.
MERMERLER.- Asya'da çok güzel mermerlerin çıkarıldığı yatak­
lar vardır. Bandırma körfezi kıyısındaki Bandırma taşocaklarından, kınnı­
zı ve birçok başka renkte mermer çıkarılır. Bandırma taşocakları sergide 1 4
örnekle, Marmara adası 2 örnekle temsil edildi. Kuşkusuz yapılacak araş­
tırmalar Avrupa ve Asya'da yeni yatakların bulunmasına yol açacaktır.
Afrika vilayetlerinin maden zenginlikleri daha çok zümrüt, ve yapı
gereçlerinden oluşur; yapı gereçleri arasında, doğal köşeli çakıltaşları,
serpantin ve su mermeri sayılabilir.
TUZLAR.- Türkiye'deki tuzlaların sayısı çok fazladır: Sergi 'ye
ürün örneği gönderen başlıca tuzlalar Trablus, Halep, Kıbrıs, Konya, Fo­
ça ve Bozok'tur. Türkiye 'de üç kalite tuz vardır: Kayatuzu , göl tuzu ve
deniz tuzu.
Trablus birbirinden iyice farklı 3 örnek göndermişti. Birincisi,
Trablusgarp'a otuz beş fersah uzaklıkta bulunan ve aynı adı taşıyan tuz­
lalardan gelen Brika tuzudur. Bu tuz beyazdır, ama billurlaşmanın ger­
çekleştiği toprağın yapısına bağlı olarak bazen açık turuncu da olabilir.

193
Diğer örnekler, Miskata 'ya yaklaşık olarak dokuz fersah uzak l ı kta
bulunan Ümmet Nebiye adı verilen madenden çıkarılmıştır. Toprak 40
santimetre kadar kazılarak önce yumuşak, çamurlu bir tabakaya u l aş ı l ır
ve bu tabaka kaldırılır. Tabakanın altından fışkıran kara bir s u akmaya bı­
rakılır; dipte, billur halinde ve üst üste katmanlar oluşturan tuzl a karşı la­
şılır.
Halep vilayetinin örnekleri, Halep kentine yedi fersah uzaklıktaki
CebbUI köyünden gelmekteydi . Suriye 'nin en zengin tuzlaları olan Ceb­
bOI tuzlaları Sebha adıyla bilinen iki gölden26 oluşur.
Kıbrıs adası çok tuz üretir: Bunlar Tuzla, Limasol ve Koruçam bur­
nundan çıkarılır.
Konya yönetimi, Sergi 'ye, Koçhisar gölünden ve bu göle yakın yer­
lerdeki madenlerden çıkarılmış 4 örnek göndermişti. Koçhisar gölünün
çevresi yüz fersahtan fazladır: Suları -özellikle de kıyıya yakın yerlere
doğru- çok tuzludur.
İzmir körfezinin girişindeki Foça tuzlaları, imparatorluğun en üret­
ken tuzlalarıdır. buradan yalnızca deniz tuzu elde edilir ve Foça limanın­
dan Türkiye 'nin her yanına gönderilir. Tuz üretimi açık havada buharlaş­
tırmayla yapılır. Bu tuzlalar her yıl 45 milyon okkadan çok tuz üretir (on
beş yıl önce bu tuzlalar ancak 5 milyon okka üretmekteydi). Üretimleri
çok daha fazla artırılabilir.
Bozok, Çankırı ve Sikelu kayalarından çıkarılmış 4 örneği gönder-
mişti.
Sıraladığımız tuzlaların dışında, Türkiye'nin Avrupa ve Asya top­
raklarında başka tuzlalar da vardır; ürünleri Sergi'de yer alan bu tuzlala­
rın adlarının sayılmas ı uzun sürer. Üretimin çok az olduğu ve bir ayrıca­
lık tanınması sayesinde Avusturya tuzunu % 20 rüsum la kabul eden Bos­
na 'nın dışında, vilayetler kendi gereksinimlerini karşılarlar. Tuz dışalımı
yasaktır; tuz satışı devlet tekelindedir. Bütçe tasarılarında tuz tüketimi
1 50 milyon okka olarak gösterilmektedir.
Resmi istatistikler, tarım alanındaki pek sık kullanım nedeni yle
(toprağın verimini artırmak, hayvanları beslemek, vb.) belli başlı Avrupa

26 Bug. Sebh'I Cebbıil. (Ç.N.)

1 94
eyaletlerinde tuz tüketiminin çok artmış olduğunu gösterir. Türkiye ' de
tuz kullanımı daha sınırl ıdır: Tarım kesimi, yalnızca bazı vilayetlerde
(özellikle Rumeli 'dekiler) tuz kullanır. Bununla birlikte, bu malın tüketi­
mi -halkın tuzlanan balık ve hazırlanan yağ, zeytin, peynir, vb (bunlar
halkın [özellikle de Hıristiyanlann] sofrasında sık yer alan yiyeceklerdir)
miktarının çok fazla olması nedeniyle- çok yaygındır. Sofra tuzunun (de­
niz ya da göl tuzu) fiyatı, okkası ( 1 285 gram) 20 para, kaya tuzununki 30
para olarak belirlenmiştir. Devletin gelirlerini artırmak amacıyla bu fi yat­
ların 10 para artırılması olasıdır.
BÖLÜM XV

İÇ TİCARET

B � bölümde, doğru bilgiler edinebildiğimiz yerlerin ticaretini ince­


leyeceğiz.
İ STANBUL.- İstanbul limanı imparatorluğun en önemli limanıdır.
Asıl liman, Altın Boynuz27 adı verilen göz kamaştırıcı gemi sığınağından
oluşur; ne var ki gemiler, Büyükdere' ye kadar İstanbul boğazı boyunca
demirlerler; bazı gemiler, yüklerini , İ stanbul'un dış mahallerine (bunlar,
bir yerde, kentin devamıdır) bağlı köylere boşaltırlar.
Bugün, bu ticaret etkinliği bütününü kesin biçimde belirtmek ola­
naksızdır; Gümrük İdaresinin kısa süre önce kurduğu istatistik daireleri
1 864 yılı için kesin rakamlar verecektir.
1 857 ' de, giriş ve çıkış yapan her ulustan geminin sayısı 7 342 'ydi
(tonaj bilinmiyor); bu rakam 1 863 'te şöyle oldu:

gemi sayısı ton


Yelkenli gemi 14 303 2 843 9 1 9
Buharlı gemi l 1 62 570 854
Toplam 15 465 3 4 1 9 773

27 Banlılann 'Haliç!e yaygın biçimde verdikleri ad. (Ç.N.)

1 96
Kabotaj 1 9 1 24 255 713
Toplam 3 4 589 3 6 7 5 48628

Avrupa'da tahıl rekoltesi kötü olduğunda, yabancı devletlerle ger­


çekleştirilen deniz taşımacılığı, Karadeniz 'de, buğday, arpa, mıs ır, vb.
alımları nedeniyle yaklaşık üçte iki artar.
İstanbul bağlantı ya da yükleme noktasıdır.

Darphane gemileri; -
.
Lloyd Autrichien ' in ( Avusturya şirketi) gemileri;
Service Maritimes des Messageries İmperiales ' in (Fransız şirketi )
gemileri;
Odesa'daki Compagnie Russe de Commerce et de Navigation 'nun
(Rus şirketi) gemileri;
Anvers 'teki Compagnie Belge ' in ( Belçika ş irketi) gemileri ;
Compagnie Grecque ' in (Yunan şirketi) gemileri ;
Services Egyptiens 'in (Mısır işletmeleri) gemileri;
Vb.

Belirli günlerde düzenli seferlerin yapıldığı bu hatlara, paraca des­


teklenmeyen ve daha çok mal taşımacılığı yapan ya da karşılıklı anlaşma­
lardan yararlanan şirketlere ait İngiliz, Fransız, İtalyan buharlı ticaret ge­
milerini, İstanbul boğazında ve Marmara'da yolcu taşıyan gemileri ve rö­
morkörleri de eklemek gerekir.
Karadeniz ve Tuna limanlarına işleyen gemiler İstanbul 'da durur.
Bu limanların seyrüsefer,i -özellikle de Avrupa'da tahıl kıtlığı çekildiğin­
de- çok yoğundur. Karadeniz, Azak denizi , Tuna ticareti doğrudan ya da
dolaylı olarak İstanbu l ' a aittir ve bu kentin yöresel ticaretiyle karışmak­
tadır.
Tek bir noktada yoğunlaşan bu çok büyük etkinliğe karşın, bu et­
kinliğin gereği olan gemicilik alt yapılan hiç yoktur. Bütün öbür Osman­
lı limanları gibi İstanbul limanı da gemi yapım tersanelerinden, onarım

28
Uzak yola çalışan Osmanlı gemilerinin sayısı 4 450'ydi (ıoplaın 422 999 tonluk). İ stanbul kabotajı bü­
tünüyle Osmanlı gemileriyle yapılmaktadır.

197
tezgahlarından , onarım havuzlarından, demir atölyelerinden ( bu yüzen
gereçler uğradıkları büyük hasarları burada onartabilirlerdi) yoksundur.
İstanbul, hiçbir gemi yapım tersanesine ya da onarım ters anes i adı­
nı hak eden sanayiye ait bir onarım tersanesine sahip değildir; yelkenli
gemiler için yetersiz ve buharlı gemiler içinse bütünüyle etkisiz birkaç kı­
rık dökük kuruluş bulunmaktadır yalnızca.
Her geçen gün daha da yaygınlık kazanan buharlı gemiler, donanma­
nın tersanelerine başvurmak zorunda kalmaktalar. Sınırlı hizmet gücü do­
nanmanın gereksinimlerine ayrılan bu askeri tersane, hemen hemen her za­
man, ya savaş gemileriyle ya da devletin destek vermek adına giderlerini
karşıladığı Türk şirketlerinin buharlı gemileriyle uğraşır. Askeri tersanenin
yabancı şirketlerin gemilerini (özellikle de posta hizmetleri yapmayanları)
onarması çok güç, çoğunlukla da olanaksızdır. Askeri tersanede yalnızca
iki onanın havuzu bulunduğundan (üçüncüsü yapım halindedir, ama ta­
mamlanması uzunca bir süre alacaktır), uğradıkları hasarlar nedeniyle ha­
vuza girmeden yolculuklarına devam edemeyen gemiler, onarılmayı bek­
lerken belirsiz bir süre İstanbul 'da kalmak zorundadırlar: Altı ay beklemek
zorunda kalan gemiler bile vardır. Uğradıkları hasarlardan doğan güçlükle­
re ve tehlikelere karşın yolculuklarına devam edebilen gemiler bekleme
yapmazlar: Zar zor Odesa'ya ya da büyük Akdeniz limanlarına giderler.
Tekne onarım olanaklarındaki bu eksiklik gecikmelere neden ol­
makta, gemilerin ve yüklerin temsil ettiği sermayeleri hareketsiz bırak­
m aktadır; onarımları geç olduğu kadar pahalı hale de getirmektedir; gi­
derlerin ve seferden alıkonma olasılığının artması, sigorta primlerinin
yükselmesine yol açar29. Harcamaların artmasıyla hamulenin fiyatı da
yükselir ve sonunda bütün bunların malın fiyatına yansır.
Bu durumu düzeltmek isteyen Osmanlı hükümeti , kendisine öneri­
leni hemen kabul etti. 24 Nisan 1 860 tarihli İrade-i Şahane' yle padişahın
verdiği bir imtiyaza dayanılarak yirmi beş yıllık bir süre için Compagnie
Ottomane des Slips et Floating Docks (Kızaklar ve Yüzer Havuzlar Os­
manlı Kumpanyası) oluşturuldu.

29 Yapılacak onanmın tutan sigorta değerinin ' üne ulaştığında, gemi seferden alıkonma cezasına çarp­
tınlır ve gemi sigorta yapan· şirkete devredilir.

1 98
Bu imtiyaz, Çanakkale boğazının, Mann ara denizinin, İstanbul bo­
ğazının ve Karadeniz 'in her iki yakası boyunca, Çanakkale boğazın ın gi­
rişinden Sinop ' a (Anadol u kıyısı) ve Köstence'ye (Rumeli kıyıs ı ) kadar
her tür kızak ve havuz yapma ve işletme hakkını yalnızca bu şirkete ver­
di . Şirket, 24 Nisan tarihli İrade'nin belirttiği Avrupa ve Asya kıyıs ında
kızaklar yapmak hakkından hemen yararlanmaktan kaçındı. Başlangıçta,
İstanbul boğazında, biri 1 000 tonilato ve üstü kapasitedeki gemi l e ri , diğe­
ri 800 tonilato ve üstü kapasiteli gemileri yedeğe çekebilecek iki tesisi
yapmakla yetindi.
İlk kızakların hizmete sokulması için gerekli harcama miktarı (top­
rakların satın alınması, yapım giderleri, araç gereç maliyeti , vb. ) 50-60
bin İngiliz lirası olarak tahmin edilmişti. Şirketin sermayesi 70 000 İngi­
liz lirası olarak belirlenmişti ; bu sermaye, her biri 20 İngiliz lirası değe­
rinde, hamiline yazılmış üç bin beş yüz hisseye bölünmüştü. Hisseler,
her hisse için 7 İngiliz lirası ödenerek hemen sabrı alındı; geri kalan ser­
maye, gereksinim doğduğunda yapılacak sermaye artırımlarıyla ödene­
cekti.
Bu hisselerin 700'ü girişim imtiyazını elinde bulunduranlara beda­
va verildi; elde edilecek net kazancın % 5 ' i denetleyici kurula ve müdüre
bırakıldı.
Şirket, 2 200 hisse satıldıktan sonra kurulacaktı. Bedava veri len
700 hisse de bu rakamın içindeydi30 .
Böylece, 1 750 000 Fr. sermayeli Kızaklar ve Havuzlar kum p an­
yası, sermayesinin 750 000 Fr' lık bölümünü topladıktan sonra kesin bi­
çimde kurulmuş olacaktı. Bu ödeme miktarına hiçbir zaman ulaşılamadı.
Bu şirketin (korkarız tasan aşamasından öteye gidemeyecektir) tüzüğünü
eleştirmek istememekle birlikte, -sermayesinin toplandığı varsayılsa bile­
kavuşacağı olanakların yetersiz kalacağı söylenebilir. Şirketin sunacağı
yararlar, ticareti destekleme arzusuyla Osmanlı hükümetinin acele acele
verdiği dev imtiyazın karşılığı olmaktan uzakhr.
Denizciliğin yaran açısından, hükümetiri. taahhütlerini yerine getir-

30 Bundan önce söylenenlerin hepsi, Kızaklar ve Havuzlar kwnpanyasının ıanııma yazılarından ve ıiizii­
ğünden aynen alınmışıır. Pera Levanı matbaası, Herald, 1 860.

199
mesi için kumpanyayı zorlaması gerekir; zira işlerin böylece sürüp gitme­
si büyük zararlara . yol açabilir.
1 863 'te kurulan Bank-ı Osmani-i Şahane'nin merkezi İstanbu l ' da­
dır. Sermayesi 67 5 00 000 Fr'ıdır; sermaye, her biri nominal 500 Fr .. de­
ğerinde 1 35 000 paya ayrılmıştır. Bankanın art arda yapacağı artırımlarla
serm ayesini yükseltme hakkı vardır. Bir yönetim komitesi ve Londra ile
Paris 'taki kurucuların seçtiği bir yönetim kurulu bankayı yönetmektedir.
Tüzük, yönetim komitesi ve kurulunun görevlerini şöyle tanımlar:
" Madde 2. Bank-ı Osmani-i Şahane'nin yapacağı işlemler şunlar-
dır:
1 Q Bankaya getirildiğinde karşılığı altın para olarak tahsil edilebilen
kağıt para çıkarmak; Bank-ı Osmani-i Şahane'nin imtiyaz belgesinden
kaynaklanan özel ayrıcalık sayesinde, bu kağıt paraların Osmanlı İmpara­
torluğu 'nda piyasaya sürüldüğü bölgelerde yasal geçerliği vardır; yalnız,
kağıt paraların piyasaya sürüldüğü ilk iki yıl içinde, piyasada dolaşan ka­
ğıt paraların değerinin kasadaki karşılıklarının31 iki ve daha sonra da üç
katını aşmaması gerekir;
22 Osmanlı İmparatörluğu 'nda ödenebilir ve karşılıklı ticaret işlem­
lerinden kaynaklanan her çeşit ticari değerler, kağıt paralar, kambiyo se­
netleri ve vadesi belli ödeme emirlerini Bank-ı Osmani-i Şahane iskonto
edecektir;
Bank-ı Osmani-i Şahane ' ye iskonto edilen tahhütlerde ve menkul
değerlerde en az üç imza bulunması ve bunların vadelerinin doksan günü
aşmaması gerekir.
Önceki paragrafta zorunlu kılınan imzalardan birinin eksikliği, bü­
tün navluna, taşıma senedine, banka pay senetlerine, kamu borçlanma se­
netlerine, koruyum belgelerine, yönetim kurulunca kabul edilen mallara
ve başka değerlere rehin konularak giderilebilir. Senedi düzenleyen, ciro
eden ya da kabul edenlerden birinin bulunmaması durumunda, senedi is­
konto eden kişi borcu hemen ödemelidir ya da ödeme güçsüzlüğü içine
düşen imza sahibinin yerini tutmak üzere teminat vermelidir;

3 ı .Kasadaki karşılıklar, Osmanlı Bankası'nın çıkardığı kağıt paraların karşılığı olarak kasada ıuıulan de­
ğerli madenlerdir. (Ç.N.)

200
3Q İ stanbul 'da ve şubeler ya da acenteler açabildiği yerlerde-ne tür­
den olursa olsun ve imtiyaz bağıtına uygun olarak hangi başlık altında
tahsil edilirse edilsin- imparatorluk gelirlerini toplamak;
411 Osmanlı hükümetinin kendisinde tesis edeceği karşılıklarla, im­
paratorluğun içinde ya da dışında, Osmanlı iç ve dış borçlarının tahvil ku­
ponlarını, hazine bonolarını, niteliği ne olursa olsun yönetimin verdiği
ödeme emirleri ödemek; iç ve dış borçların faizlerinin ve para taks itleri­
nin ödenmesi, beşliklerin piyasadan çekilmesiyle ilgili bütün işlemler ve
devlet hazinesi hizmetlerinin tamamını ya da bir bölümünü yerine getir­
mek için fonların aktarılmasını üstlenmek;
5Q Kendi adına ya da üçüncü kişi adına borçlanma teklifleri getir­
mek; bu işlemlerin görüşmelerini üstlenmek ve -imtiyaz bağıtındaki
maddelere uygun olarak- imparatorluk hükürnetine gelirleri karş ılığında
kredi açmak;
6Q Madeni paranın ve değerli madenlerin ticaretini yapmak ve bun­
lar üzerine avanslar vermek;
71l Borç senetleri, değerler, koruyum belgeleri , navlun belgeleri ve
Bankanın denetim ve gözetiminde depodaki mallar karşılığında avanslar
vermek (ne var ki, söz konusu avans, avansın verildiği günkü piyasa de­
ğerlerinin üçte ikisini ve bu avansların süresi doksan günü hiçbir zaman
aşamaz);
8Q Kendi adına ya da üçüncü kişiler adına, üzerinde anlaşmaya va­
rılmış bir komisyon karşılığında, bütün kambiyo işlemlerini yapmak, ve
üçüncü kişi adına zamanında tahsil edilememiş her tür kuponu, faizleri ya
da kar paylarını tahsil etmek, kamu fonlarının, s anayi ve ticaret menkul
değerlerinin alım ve satımını yapmak;
9Q Kendisine aktarılan fonları, komitenin belirlediği oranlar ve fa­
izlerle cari hesabına geçirmek;
Bunun dışında, bu mali kuruluş yararlı göreceği her yerde şubeler
ya da acenteler açabilecektir. Elindeki imtiyazın süresi otuz yıldır.
Bank-ı Osmani-i Ş ahane, ticarete ve devlete en büyük hizmetleri
yapmak için kurulmuştur.
EDİRNE, FİLİBE, ENEZ.- Edirne ve çevresi tüketimi için gerekli
ürünleri, kara yoluyla, İstanbul, Tekfurdağı, Gelibolu, Enez limanl arın-


dan ve Avusturya'dan ( Belgrat aracılığıyla) sağlar. Dışsatıml ar da ayn ı
biçimde yapılır.
Ticaret etkinliği çok sınırlıdır, ilerlemekten çok gerileme eğilimi
sergilemektedir. Yıllık ticaret 45 milyon kuru Ş u ( 1 0 350 000 Fr. ) bu lmak­
tadır; dışsatımlar dışalımlardan yaklaşık dörtte bir oranında fazladır.
Önem sırasına göre başlıca kalemler şunladır:
Dışalımda: Şeker, kahve, kalay, İngiliz pamuk ipliği , teneke, de­
mirler ve çivit; dışsatımda: buğdaylar, kozalar, ipek ve ipekböceği yu­
murtası, yünler, ham derileri, gül esansları ve san mum.
Taşıma güçlükleri Edirne'nin ürünlerini elverişli koşullarla dışarı­
ya satmasını engellemektedir. Meriç ırmağı Enez'e yönlendirilmiş olsay­
dı , Filibe ve Edirne'nin ticareti daha iyi koşullara kavuşturulmuş olurdu.
Enez bir dışsatım iskelesidir; buradan hemen hemen hiç dışalım ya­
pılmaz ve bütün dışalım İzmir ve Syra32 depolarından gelen çok gerekli
birkaç nesneyle özetlenebilir. Avrupa Türkiye 'sindeki hiçbir başka yer,
tarım bakımından bu kadar geri kalmış ve ihmal edilmiş değildir. Toprak
verimlidir, ekim yapılabilecek tarlalar çok fazladır; ne var ki, çiftçilerin
bilgisizliği bu tarlalardan hiçbir yarar sağlayamamalanna yol açmaktadır.
Tahıllar, yağlı tohumlar, biraz da pamuk yetiştirilmektedir; bağlar çok iyi
yetişmektedir; Eğer bağların bakımı daha iyi yapılsa, şarap kalitesi yük­
selecektir. Hemen hemen tamamı Rum kökenli olan nüfus uyuşuktur,
tembeldir, girişim yeteneğinden yoksundur; çalışma pahasına elde edile­
cek gönençtense sefaleti yeğler gibidirler. Ulaşım açısından Enos en na­
sipsiz limandır: Kara yoluyla, 20 fersah uzaklıktaki Edirne i le bağlantı lar,
imparatorluğun diğer bölgelerinde olduğu kadar güç sağlanmaktadır; de­
nizde, hiçbir buharlı gemi seferi yapılmamaktadır; son olarak, telgraf ağı
da buraya ulaşmamıştır. Enez gemi sığınağında, Rumeli ürünlerini A vru­
pa 'ya taşımak için gelen yabancı gemiler barınır. Sığınağın yanında, ge­
niş bir liman (Eskiçağ 'ın Ainos limanı) vardır; limanın ağzı kapalıdır ve
içeri girmek olanaksızdır. Eğer giriş açık olsaydı, eğer bu liman onarı lmış
olsaydı, Enez, en yüksek tonajlı çok sayıdaki gemiyi her mevsimde ve en
iyi güvenlik koşullarında barındırabilirdi. Bu nokta tartışmasız öncelikli

32 Bugün Yunanistan'a bağlı olan ve "Syros" adıyla da bilinen bir ada (Kyklades takımadalan). (Ç.N . )

202
bir konudur, çünkü yelkenli gemiler, Çanak.kale boğazından geçmeden
(boğazın girişinde esen kuzey rüzgarları, yılın birçok ayında bu gemilerin
işlemesini engel lemektedir) Rumeli 'nin ürünlerini buradan yükleyecektir.
Edime karayolunun iyileştirilmesi, Meriç ırmağı kanalının açılması ve es­
ki limanın ağzının açılması, kısa süre içinde Edime vilayetinin ve Rume­
li 'nin bir bölümünün zenginliğini -dışsatımlar aracılığıyla- çok büyük bo­
yutlarda artırma kesin sonucunu doğuracaktır.
Enez ' in ticaret etkinliği son on yılda iki katına çıktı; dışalım , yak­
laşık olarak dışsatımın yirmide biri kadardır. Kumaşların ve sömürgeler­
den gelen yiyecek maddelerinin dışalımı yapılır; Marsilya, Trieste ve İ n­
giltere 'ye giden ham derilerin ve meşe palamudunun, tahılların dışsatımı
gerçekleştirilir.
1 863 'teki ticaret etkinliği :

Dışalım ..................................................... 1 46 3 50 Fr.


Dışsatım ........ . .......................... . .
... ........ 3 225 000

Toplam ........... . .............................. . ...... .3 3 7 1 3 50

Denizcilik etkinliği şöyle oldu:

Gemi say. Tonilato


Toplam giriş ve çıkış l 76 21 763 yabancı bandıralı
bilinmiyor 4 987 Osmanlı bandıralı

Toplam 2 6 750

GELİBOLU.- Edime vilayetinin mallarını boşaltan limanlardan bi­


ri olan !}elibolu limanının, kendine özgü ticaret işlemleri de vardır.
1 863 'te, limanın toplam giriş ve çıkışı şöyle oldu:

Osmanlı gemiler 566 6 972 tolinato


Yabancı gemiler 15 l 585

Toplam 58 1 8 557 tolinato

203
SEMADİREK33 ADASI.- 2 400 Rum ve 40 Türkten oluşan nüfus
adayla aynı adı taşıyan kasabada yaşar. Halk tarım ve odun kömürü üre­
timiyle uğraşır. Adada yaşayanların yabancılarla ticaret ilişkileri azdır.
Ticareti Kavala (Aşağı. Arnavutluk) tüccarlan yürütür. Ada ormanlıktır,
ama odun kömürü imalatı ormanlardaki ağaçları yok etmektedir. Adanın
üretimi şöyledir:

Has buğday . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10 000 kile


Arpa . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 20 000
Yün . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . 4 000 okka
Tütün .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . 30 000
Bal . . .
. .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... 1 0 000
Peynir . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 000
ipek . . . . . ·. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . 1 50
. . . . . . ..

Yaklaşık olarak 500 000 kuruşluk dışsatım yapar.

TAŞOZ34 ADASI.- Nüfusu 7 000 kişidir; halk dokuz kasabaya da­


ğılır ve tamamı Rumlardan oluşur. Adada yalnızca yerel tüketim için ge­
rekli tahıllar üretilir; Yaklaşık dışsatımlar şöyledir:

Zeytinyağı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 200 000 okka


Bal .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 40 000
Reçineli maddeler . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . .. . . . 1 0 000

Özel mülkiyet bağlamında bu ada Mısırlı Mehmet Ali Paşa 'nın to­
runlarına aittir: Türle devleti, doğum yeri olan Kavala yakınındaki Taşoz
adasını ona armağan vermişti.
Tarihin Eskiçağ 'da çok etkin olduğunu kaydettiği altın madenlerin­
den bugün hiçbir ize rastlanmamaktadır.
SELANİK, SEREZ, ORFANO, KAVALA.- Selanik limanı, Make­
donya 'nın, Epir'in ve Tesalya'nın bir bölümünün, Bulgaristan 'ın, ve Aşa-

33 "Semendirek" adıyla da bilinir. Yunancası Samoıhraki. (Ç.N.)


34 Yunancası Thasos. (Ç.N.)

204
ğı Arnavutluk'un ticaret etkinliğini gerçekleştirir. Dışalımlarda ve dışsa­
tımlarda ilk sıralarda yer alır ve pamuk yetiştiriciliği sayesinde birkaç yıl ­
dır önemi giderek artmaktadır.
Makendonya'nın pamuk üretimi ( 1 86 1 'de burada hiç pamuk üretil­
miyordu), 1 862 'de 70 000 balya oldu; 1 863 üretimi, 50 okkalık 1 10 000
balyayı aştı: ülke tohumlarından üretilenin ortalama okka fiyatı 5 ,76 Fr. ,
ABD tohumlarıyla üretileninki 6,77 Fr. oldu. Toplam dışsatım 7 056 500
kg 'a, bunun toplam değeri 44 1 7 3 690 Fr' ına yükseltdi . Bu pamuğun ya­
rısı Marsilya'ya, geri kalanı -hemen hemen eşit miktarlarda olmak üzere­
Türkiye'ye, İngiltere' ye ve İtalya 'ya gönderilir. 1 Ağustos 1 86 0 tan 3 1
'

Temmuz 1 86 1 ' e kadar geçen sürede Selanik limanına 67 1 gem i (toni la­
toları bilinmiyor) girdi. O tarihten bu yana, pamuk dışsatımı sayesinde li­
manın denizcilik etkinliği çok arttı.
Amerikan tohumlarının ekimi çok iyi sonuçlar veriyor ve bütün yö­
reye yayılıyor. Bu ekim dev boyutlara erişme eğilimi sergiliyor ve özel­
likle Praviçe, Drama, Zihna ve Serez 'de gerçekleştiriliyor.
Makedonya'nın en önemli yıllık panayırı, Takinos yakınında, Sela­
nik'e 70 km uzaklıkta bulunan Serez kentinde kurulur. Alman ve İ ngiliz
kökenli mallar, bugüne kadar bu panayırda baş köşede yer alı yordu. Al­
manya kumaşlar, sırma iplikleri, hırdavatlar, çelik eşyal ar ve incik bon­
cuklar; İngiltere'yse, kumaşlar, sömürgelerden gelen yiyecekler, pamuk
iplikleri, çubuk ve levha halinde demirler, kalay ve teneke g ö n der i r Se­
.

rez ile Selanik arasındaki kara ulaşımı, karayollarının çok kötü durumda
olması nedeniyle çok güçtür ve dolayısıyla da çok pahalıdır. Hükümetin
dikkatini ivedilikle bu sakıncalara yöneltmesi ve bunları ortadan kaldır­
ması gerekir; sakıncaları yalnızca demiryollarını iyileştirerek değil, Stru­
ma ırmağı kanalını da açarak ortadan kaldırmalıdır. Böylece, pamuk ikli­
mine en elverişli kaza olan Serez' in kırsal kesimini çevreden koparan taş­
kınlar önlenecek ve pamuğun Orfano körfezinde _bulunan Orfano l iman ı­
na taşınması -çok ucuza- sağlanacaktır. Günümüzde, Makedonya 'daki
pamuk ekiminin gelişmesi karşısındaki en ciddi engel taşıma güçlükleri­
dir.
Makedonya ipek, yün, tütün, yağlı tohumlar, tahıllar, ham deri ler,
sarı mum, vb. de üretir; dışsatım Selanik limanı ve daha seyrek olarak Ka-

205
vala limanı (çevrede bol miktarda üretilen tütünler buradan gönderi lir)
aracılığıyla gerçekleştirilir.
KAVALA 'nın nüfusu 5 OOO 'dir; bunların dörtte üçü Osmanlı uyru­
ğu, dörtte biri ticaretle uğraşan yabancılardır. Kenti yirmi mil çapında bir
daire gibi çevreleyen köylerin limanıdır Kavala. Bu liman aracı lığı yla sö­
mürgelerden gelen yiyecek maddeleri ve kumaşların dışalımı yapı lır; tü­
tünler, ekimi 1 863 ' te dev bir artış gösteren pamuk, bazı tahıllar ve ham
deri dışarı satılır. Dışsatımlar dışalımlardan her zaman çok daha fazladır;
1 863'te, dışalımlar 1 500 000 Fr' a yükseldiğinde dışsatımlar 25 000 000
Fr' ını geçiyordu. Dışsatımlar hemen hemen şöyleydi :

Tütün 17
. . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 000 000 Fr.
Pamuk . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. 5
. . . . . . . . . . . . . . . . . 000 000
Tahıllar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 500 000
Ham deri . . . . . . . . . . ..
. . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . 600 000

Toplam . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25 000 000 Fr.

1 862 'de 6 1 5 8 tonilato olan denizyolu taşımacılığı, 1 863 'te 10 000


tonilatodan fazla arbnıştır . .
Yirmi mil doğuda, tahılların, özellikle de arpanın gemilere yüklen­
diği küçük Kiremitli koyu vardır; biraz ileride Lagos limanı bulunur; tü­
tün üretiminin merkezi olan Yenice (Türkiye 'nin en büyük üretim merke­
zidir) tütünleri buradan gemiye yüklenir.
Kavala ile ticaret açısından kendisine bağlı olan bu yerler ara<; ında­
ki ulaşım at ya da katır sırtında yapılır; yollar araba kullanımına elverişli
değildir ve yolların çoğundan arabayla geçmek hemen hemen olanaksız­
dır.
VOLOS.- Volos kazasının toplam nüfusu 75 OOO'dir; halkın büyük
bölümü Pelion dağının 24 köyünde yaşar.
Tarım çok geridir; çiftçilerin umursamazlığı gelişmeleri engelle­
mekte, verimini artırabilecekleri verimli topraklan kıraç biçimde bırak­
maktadır.

206
Pelion dağının doruğu meşe ve kayın ağaçlarıyla kaplıdır; doğu ya­
macında bol miktarda kestane ağacı vardır.
Dut ağacı çoktur, ipekböceği yetiştinne (pek önemsenmemektedir)
olanağı vennektedir.
Toprağın elverişli olmasına karşın, pamuk az ekilmektedir; hal k pa­
muk yetiştinneye yatkın görünmemektedir.
Dağlarda otlayan çok sayıdaki sürüden koyun yünü ve keçi k ı h el­
de edilmekte, deriler genellikle Almanya 'ya satılmaktadır.
Pelion dağında gümüşlü kurşun, bakır, demir, manganez ve arsenik
madenleri vardır. Büyük bir işletme kunnak için bir İngiliz şirketinin ser­
maye topladığı söylenmektedir.
Tesalya'nın tek limanı olan Volos, vilayetin ticaret deposudur. Gü­
venli ve çok geniş gemi barınağı birinci sıraya yerleştirilebilir. Deniz ta­
·
şımacılığı hemen hemen bütünüyle Messageries İmperiales Kumpanya­
sı 'nın buharlı gemileriyle ve Lloyd Autrichien' in gemileriyle yapılır.
Volos 'un ticareti, yaklaşık olarak, dışalımlar bakımından dört mil­
yon franka, ve dışsatımlarda on iki milyon franka ulaştı. Çeşitli malların
dışalımı, tahılların, pamukların, ipeklerin, zeytinyağlarının, tütünün ve
yağlı tohumların dışsatımı yapılır. Bu limanın mallan Fransız, Avusturya,
Rus ve Rum gemileriyle taşınır. Denizcilik etkinliği (yelkenli ve buharlı),
giriş ve çıkış toplamı olarak, 32 000 tonilatoluk 1 300 gemiyle gerçek­
leştirilir.
ARNAVUTLUK.- Yukarı ve Aşağı Arnavutluk ' a ayrılır.
YUKARI ARNAVUTLUK: İŞKODRA, Bar, DRAÇ.- Vilayet
merkezi olan ve aynı adı taşıyan gölün kıyısında bulunan İşkodra denize
3 fersah uzaklıktadır ve Bojana ınnağıyla denize bağlanır. İç kesimle çok
yoğun bir ticareti vardır. Yıllık dışalım 4 milyon Fr'ına, dışsatım 3 mil­
yon Fr'ına yükselir. Pamuk ipliği, yünlü ve pamuklu kumaş, demirler, ka­
difeler, sömürgelerden gelen tahıllar, ham ya da işlenmiş madenler, vb dı­
şalımı yapılır; dışarıya yün, ipek, ham deri, zeytinyağı, mum , yağlı to­
humlar satılır. Fransa ile ticaret yapılmaz; dışalımlar Avusturya, İon ada­
ları ve Türkiye 'den yapılır; dışsatımların tamamı Avusturya'ya yönelik­
tir. Denizcilik etkinliği, giriş ve çıkışlar birlikte, 8 1 6 gemiyi (toplam to-

207
nilato 62 477) bulur. Avusturya ile iç sularda yapılan etkinlik 756 gemiy­
le (toplam tonilato 58 983) gerçekleştirilir; bunun 6 1 2 'si (toplam toni la­
tosu 49 045) Avusturya bandıralı dır.
DRAÇ ve BAR, Bu kentler, Trieste 'deki Compagnie des Bateaux a
Vapeur Llyod Autrichien ' in iskeleleridir. İ ç kesimle çok yaygın ticaret
ilişkileri vardır ve Avrupa tahıl sıkıntısı çektiğinde yabancı ülkelerle iliş­
kileri artmaktadır. Zeytinyağı, tahıllar ve yün dışsatımı yapmaktadırlar.
AŞAÖ I ARNAVUTL UK : YANYA, ARTA35, AVLONYA36,
PREVEZE.- Bir göl kıyısında bulunan Yanya vilayet merkezidir; Arta­
kentiyse, Arta ırmağıyla denize bağlanır; Lloyd Autrichienne' in iskelele­
ri olan Avlonya ve Preveze baş lıca limanlardır. Fransa'nın bu topraklarla
doğrudan bağlantısı yoktur; Yukarı Arnavutluk ile aynı olan ticaretleri
hemen hemen yalnızca Avusturya'ya yöneliktir ve Trieste li�anı aracılı­
ğıyla gerçekleşir.
KARADAG 37.- Karadağ, güneyde, İşkodra gölünün bir böliimüne
sahi ptir;· ama denizle bağlantısı yoktur. Bağımlı bulunduğu Türkiye ile
yaptığı bitip tükenmeyen mücadelelerin nedenlerinden biri de budur. Ye­
ni varılan bir uzlaşmayla Osmanlı hükümeti, Karadağ 'a, batı sınırlarında
komşu oldukları Kotor körfezi aracılığıyla deniz ulaşımını sağlama hak­
kını verdi. Karadağ iki bölüme ayrılır: Biri asıl Karadağ, diğeri yakında­
ki dağlar (bu yörenin Karadağlılarla bağlaşma yapmış halkı, Karadağlı­
l arla bir çeşit konfederasyon oluştururlar ve onlarla birlikte nüfusları 1 25
000 olarak tahmin edilebilir). Karadağlıları vladika adı verilen bir şef ya
da prens yönetir. Başkentleri Çetine3 s , küçük bir kasabadan başka bir şey
değildir. Kent adı verilebilecek bir tek yerleri bile yoktur; herkes, kendi
toprakları üstüne çevresinden kopuk olarak yaşar. Karadağ 'ın toprakları
verimlidir. Limon, portakal, zeytin, tütün ve tahıllar yetiştirilir; otl aklar
boldur ve birçok sürüyü besler. Canlı hayvan ve yün dışsatımı, Karadağ­
lıların (bize göre, Avrupalıların kendilerine gösterdiği yakınlığı hak et-

35 Bugün Yunanistan sınırlan içindedir. (Ç.N.)


36 Bugün vıone. (Ç.N.)
37 Bölge bugün "Cma Gora" adıyla bilinir ve Yugoslavya'daki cumhuriyetlerden birini �lıışturur. (Ç. N . )
3 8 Bug. Ceıinje. (Ç.N.)

208
mek için çok şey yapmaları gerekmektedir) başlıca geçim kaynağıdı r . Ka­
radağlılar Ortodoksturlar.
BOSNA.- Bosna vilayetini birçok dağ sırası keser; iklim yağışlıdır,
sıcaklık değişiklikleri tarım açısından pek elverişli değildir.
Ormanlar ve madenler, spekülatörlerin dikkatini çekecek kadar
önemlidir. Birçok ormanı, daha şimdiden, Avusturyalılar ve Fr an s ızlar
yararlı biçimde işletmektedir. Osmanlı hükümeti, odunlardan bir çıkış rü­
sumu almaktadır (bu rüsum m al olarak da ödenebilmektedir). Özensiz bi­
çimde, denetimsiz olarak yapılan günümüzün orman işletmeciliği, -eğer
hükümet korumaya çalışmak zorunda olduğu bu değerli kaynağı koruya­
cak önlemler almazsa- birdenbire ormanları bütünüyle yok edecektir.
Bosna kerestelerinin ticareti Sava aracılığıyla yapılır. Çamlar, yalancıçı­
narlar, kayınlar ülkede hfila çok geniş bir yer kaplamaktadır.
Madenler çoktur, ama az işletilmektedir; iç kesimdeki taşıma güç­
lükleri maden işletmelerinin kurulmasını engellemektedir.
Madenler şuralarda yer alır:

DEMİR: Kreşovo, O soji, Babgaravan, Foiniçe, Busevatz, Vareş, Slari, Ma-


den, Borrovitzo ' da.
Bosna demiri çok kalitelidir: İ sveç ' in en kaliteli demirlerine benzer.
KURŞUN: Olovo, Kladem, Şedni, Kreşovo'da.
Bir bölümü Avusturya' ya satrlır.
BAKIR: Kreşovo, Foiniçe'de.
Maden filizi çok zengindir; %35 saf bakır içerir; çok daha gelişmiş yöntem-
lerle verim kolayca % 8- 1 0 artırılabilir. Avusturya ve Rumeli'ye satılır.
CIVA: İnact, Kreşovo'da.
Ç İNKO: Kreşovo' dabol miktarda bulunmaktadır.
ARSENİK: Kreşovo, İvitza 'da.
Çok boldur, ama taşıma giderleri yüzünden fiyatı çok yüksektir.

Sava ırmağı, su kesimi 1 ,80 m. olan gemiler için S irzek'e kadar


ulaşıma elverişlidir. Buharlı Avusturya gemileri haftada iki kez Semlin­
Sirzek arasında sefer yapmaktadır. Bosna 'nın diğer ırmakları seyrüsefere
elverişli sayılamaz.

209
Bosna'nın yabancı ülkelerle yıllık ticareti yaklaşık 25 m i lyon
Fr' ına yükselmiştir; dışalımlar ve dışsatımlar dengededir.
HERSEK.- Hersek' in Bosna'nınkine benzeyen ve ıl ıman bir i k l i m i
vardır; Adriya denizinden esen rüzgar yaz sıcaklığını hafifletir. Mısır,
çiftçilerin başlıca geçim kaynağıdır. Kurutulmuş erik kuzey kesiminin ge­
lir kaynaklarından biridir. Bu eriklerle, bir bölümü dışarı satılan bir rakı
yapılır. Hemen hemen bütün meyveler Trieste 'ye ve buradan da ABD'ye
ve Brezilya'ya gönderilir.
Bosna ve Hersek yünleri de Tı;ieste' ye gider.
KANDİYE ADASI.- Bu ada, Jupiter'in mezarı olan eski Girit ada­
sıdır (Jupiter'in mezarı); Triptolemos39 Yunanlılara tahıl tarımını öğret­
mesinden önce burada buğday ekiliyor, insan ilk kez madenleri işliyor,
Yunanistan ' ı ve Asya'yı yönetmek için ilk yasalar kaleme alınıyordu.
Ada zaman zaman Romalıların, Bizanslıların, Arapların, Cenevizli lerin,
Venediklilerin eline geçti; sonunda, İ brahim 1 döneminde Türklerce fet­
hedildi:
Konumu, büyüklüğü ve verimliliği açısından Doğu Akdeniz adala­
rının en önemlisidir. Uzunluğu 1 43 mildir; genişliği 33 mil ile 7 mil ara­
sında değişir. Nüfusu, yaklaşık olarak 2 1 0 OOO'dir ve bunun dörtte üçü
Rum kökenlidir.
İklim ılımandır; yüksek dağlarda ovalar vardır ve hem A vupa, hem
de Afrika meyveleri yetiştirme olanağı verir.
Adanın ticareti Hanya, Kandiye ve Resmo limanlarıyla yapılır. Ti­
carette Osmanlı vilayetleri birinci sırayı alır; daha sonra, önem sırasına
göre Yunanistan, Avusturya, Fransa ve İngiltere gelir. Yunanistan ile ya­
pılan ticaret, bir ambar görevi yapan Syra aracılığıyla gerçekleştirilir;
Syra ile yapılan işlemler, aslında, başka ülkelerle yapılan işlemlerdir;
Syra ile yapılan ticareti öbür ülkelerle yapılan ticaretin önüne geçiren ne­
den de işte budur.
Kandiye'den, çelik, demir, çivi, pamuk ipliği, kahve, şeker, tabak­
lanmış deri, kumaş, porselen, az işlenmiş madenler, vb. dışalımı; badem,

39 Eleusis'in efsanevi kralı. Tann Deıneter'i çok iyi ağırladığı için Deıneter ona tahıl ekmeyi i;ğreıti ve
bu bilgiyi yaymasını buyurdu. (Ç. N .)

210
mum, sünger, keten tohumu, zeytinyağı, yün, portakal, limon, üzüm , ku­
zu derisi, s abun, ve ipek dışsatımı yapılır.
Ticaret büyük bir gelişme içindedir; aşağıdaki rakamların da kanıt­
ladığı gibi, dışalımlar ve dışsatımlar her yıl artmaktadır:

DIŞALIMLARDIŞSATIMLAR
1 852 3 750 000 Fr. 5 000 000 Fr.
1 853 5 606 575 10 6 1 3 475
1 854 5 129 775 5 793 800
1 855 9 604 550 9 875 000
1 8 56 10 1 70 800 10 8 3 1 ()()()
1 8 57 10 890 700 1 0 063 900

1 86 1 2 1 437 000 1 6 738 000

1 86 1 'den bu yana ticaretteki artışlar hissedilir biçimde sürmektedir.


Denizcilik etkinliği de aynı çizgiyi sürdürmektedir; daha 1 860 'da
durum şöyleydi:

GemilerTonilato
Bütün bandıralar için giriş ve çıkış 822 46 036
Büyük bölümü Osmanlı bandırasını taşıyan,
kervan adı verilen deniz taşımacılığ ı l 243 68 645

Toplam 2 065 1 1 4 68 1

Zeytinyağı Kandiye'nin en önemli üretimidir. Zeytinyağının büyük


miktarı, kentte açılmış sabun fabrikalarında kullanılır, geri kalan bölümü
Fransa'ya satılır. Kandiye, şu anda, bütün Doğu Akdeniz'e sabun sağla­
maktadır. İ pekböceği yetiştiriciliği de ilgi çekici bir yayılım kazanmakta­
dır. Pamuk yetiştiriciliği , büyük bir olasılıkla, doğanın büyük nimetlerle
donattığı , ama Eskiçağ ozanlarının betimlediği verimlilik görüntüsünü
hala aşamamış bu adanın tarımsal zenginliklerinin artmasına yakın bir ge­
lecekte katkıda bulunacaktır.

21 1
BULGARİSTAN: BURGAZ, Y ARNA, KÖSTENCE, S Ü NNE.­
Bulgaristan 3 600 fersah karelik bir alan kaplar; Karadeniz ve Tuna ile s ı ­
nırlanmıştır. Nüfusu yaklaşık 2 milyondur; b.unun üçte ikisi Ortodoks. üç­
te biri Müslümandır. Tôprak çok verimlidir; toprakların büyük bölümü
hala ekilmemektedir; boynuzlu hayvan sürülerinin, koyunların yetiştiril­
diği bitek otlakları vardır. Osmanlı hükümeti, Rus egemenliğine girmeyi
kabul etmeyerek Türkiye 'den sığınma hakkı isteyen Çerkez ve Tatar göç­
menleri Dobraca ovalarına, özellikle de Bulgaristan ' a doğru yönlendir­
mektedir. Son üç yıl içinde, devletin para almadan verdiği topraklara yer­
leşen göçmenlerin sayısının 250 000 olduğu tahmin edilmektedir. Hemen
_
hemen hepsi de çiftçi olan göçmenler, tarımla uğraşmaktadır ve o tarih­
lerden bu yana Bulgaristan 'ın tahıl üretimini büyük ölçüde artırmışlardır.
BURGAZ ' ın, Karadeniz kıyısında güzel bir limanı vardır; bol mik­
tarda tahıl dışsatımı yapar. Lloyd Autrichien' in iskelelerinden biridir.
1 863 'te, 1 5 Ağustos ile 3 1 Aralık arasında, bu limandaki denizcilik etkin­
liğini , giriş ve çıkış toplamı olarak (Lloyd Autrichien dışında), toplam 9
1 40 tonilatoluk 70 gemi gerçekleştirdi. Burgaz 'ın ticareti gelişmektedir.
YARNA, Lloyd Autrichien ve Service des Compagnie des Messa­
geries İmperiales ' in iskeleleridir ve Bulgaristan 'ın en işlek limanıdır. Yıl­
lık dışalımları yaklaşık 14 milyona, dışsatımları da hemen hemen aynı ra­
kama ulaşmaktadır. Ticaret etkinliği , hem dışalım, hem de dışsatım bakı­
mından büyük ölçüde artmaktadır: Bu sonuç Dobruca'ya yerleşen Çer­
kezler ve Tatarlar sayesinde elde edilmiştir. Yama'yı Tuna kıyısındaki
Rusçuk 'a bağlayacak bir demiryolunun yapılmasına, açık ve pek güvenli
olmayan Yama gemi sığınağını Dvina gölünden (su derinliği 25-30 met­
redir) ayıran küçük kara dilini kesen bir kanalın açılmasına çalışılmakta­
dır. Hem kolay, hem az masraflı olan bu çalışma, Yama kentini dünyanın
en güzel limanlarından biriyle donatacak ve kenti yörenin denizcilik mer­
kezi haline getirecektir.
1 5 Ağustos-3 1 Aralık 1 863 arasında, Yama'nın denizcilik etkinliği
(Lloyd'un ve Messageries 'nin buharlı gemileri dışında), giriş ve çıkış bir­
likte, toplam 14 743 tonilatoluk 1 89 gemiyle gerçekleştirildi.
KÖSTENCE, Karadeniz 'i Çemavoda'da Tuna ırmağına bağlayan

212
demiryolunun başlangıç noktasıdır. Bu ayrıcalık 99 yıllığına bir İ n g i l i z
şirketine verilmişti ; şirket, aynı zamanda, Köstence limanının iyi leştiril­
mesi ve ayrıcalığı süresi boyunca limanın iyi halde tutulması taahhüdün­
de de bulunmuştu. Şirket, limana uğrayan gemilerden çeşitli rüsumlar al­
ma yetkisine sahiptir.
Demiryolu 4 Ekim 1 860 'tan beri çalışmaktadır. Limana geli nce,
burada mendirekler yapılmaktadır: Rıhtımlar, daha şimdiden yükleme
için beş-altı gemi alabilmektedir. Taraklama çalışmaları sayesinde, yirmi
kadar geminin limanda demir atabilmesi olanağı doğmuştur; ne var ki , fır­
tına sırasında bu gemiler güvende olmamaktadır. Köstence ve Çemavoda,
yaz aylarında İstanbul ' a giden yolcuların önemli geçit yeri haline gelmiş­
tir; bu sayede yolcular çok kısa bir deniz yolunu aşmak zorunda kalıyor­
lar; ne var ki bu ulaşım yolu, Çemavoda ile Baziach (Avusturya demir­
yollarının Avrupa ile bağlantısı olan en uç noktadaki kent) arasındaki bu­
harlı gemi ulaşımını engelleyen Tuna'nın buzları yüzünden kışın işlemez
hale gelmektedir.
SÜNNE.- 30 Mart 1 856 'da imzalanan Paris antlaşmasının 1 6 . mad­
desi, Tuna boğazlarının bir Avrupa komisyonunun yönetimi altında yapı­
lacak çalışmalarla iyileştirilmesi gerektiğini söyler. Sulina (Sünne) adı
verilen kolun girişinde yapılan çalışmalar tamamlanmıştır; söz konusu ça­
lışmalar Sulina ırmağı yatağının su derinliğini artırmıştır. Bu kolun Kara­
deniz'e döküldüğü yerde Sünne kenti bulunur. Kentin ticareti (hemen he­
men tamamı transit ticarettir) yaz mevsiminde çok etkindir. Galati ve Bra­
ila'ya kadar çıkmayan gemiler yüklerini buradan alır. Tahıl hamulesi
mavnalarla taşınır.
1 862 ' de, gerek Tuna'ya girmek ya da Tuna' dan çıkmak için Sün­
ne 'den geçen yelkenli gemiler şöyleydi:

gemiler tonilato
Giriş 2 748 597 3 1 4
Çıkış 2 822 1 03 309

Toplam 5 570 800 623

213
Bunun dışında, 1 99 buharlı Fransız, Avusturya, Rus ve Osmanlı ge­
misi çeşitli Tuna limanlarına girdi.
Tahıl dışsatımlan 8 500 000 hektolitreye yükseldi; Bu tahılın üçte
ikisi Eflak-Bağdan vilayetlerinden, geri kalanı Bulgaristan 'dan gelir.
Aşağı Tuna kesiminin diğer ürünleri anlamlı rakamlara ulaşamamaktadır.
Tuna, Orta Avrupa'nın ana ulaşım yoludur; ırmak taşımacıl ığı
Ulm 'da başlar, Karadeniz' a kadar sürer; ırmak, bu 1 747 millik yolu bo­
yunca giderek daha derinleşir ve daha hızlı akar. Tuna, Galati 'den sonra,
denize dökülmeden önce beş kola ya da Tuna ağzı40 adı verilen kanala ay­
rılır: Sünne, Chilia, Sf. Gheorgh, Jalova, Portitsa. Sünne, ulaşımı kolay­
laştıran çalışmaların yapıldığı tek koldur; güçlükler özellikle � irişte olu­
şan alüvyon setlerinden kaynaklanmaktadır. Tuna ile ilgili Avrupa komis­
yonunun, özellikle Chilia ve Sf. Gheorgh gibi diğer kolların iyileştiri lme­
si için çalıştığı söylenir. Kasımdan marta kadar, buzlar ırmak ulaşımını
durdurmaktadır.
ANADOLU (KARADENİZ'İN) YAKASI.- Avusturya, Fransız,
Rus ve Osmanlı buharlı gemileri , Karadeniz'in bu yakasındaki limanları
her hafta, düzenli olarak düzenli olarak ziyaret ederler. Bu limanların sık­
lığı, yöre ticaretinin gelişmesine katkıda bulunmaktadır (gerçi kimi li­
manların ticareti hala çok zayıftır).
EREÖLİ (HERAKLEİA). - Taşkömürü yatakları işte bu kentin ya­
kınındadır; eğer akıllıca işletilse, bu yataklar Avrupa Türkiye'sinin bütün
gereksinimlerini karşılamaya yetecektir. Taşkömürü, bu kentin tek dışsa­
tım ürünüdür. Her yıl İstanbul 'a taşınan taşkömürünün 6 000 ton olduğu
tahmin edilmektedir; Ereğli taşkömürü yataklarının çok yakın olmasına
karşın, İstanbul' da, gene de İngiliz kömürü denizciliğin ve fabrikaların
gereksinimlerini bütünüyle karşılamaya devam etmektedir.
İNEBOLU.- Nüfusu, yaklaşık olarak, 5 000 kişidir. Yerel sanayi
yoktur; tarım ürünleri ve meyve yerel ticaret ürünlerini oluşturur. Bunun­
la birlikte, iç kesimle, özel likle de Ankara, Kastamonu, vb. ile ulaşımı
sağlayacak yollar yapılmış olsaydı, bu kentin geleceği parlak olurdu. Ka-

40 Ya da "boğazı". (Ç.N.)

214
ra taşımacılığı 1 75- 1 80 kg yük taşıyan atlarla yapılır; ne var ki , yol ların
çok kötü durumda olmas ı kar yağınca ulaşımı durdurur. Hükümet, Kasta­
monu' dan geçerek bu kente 36 saat uzaklıkta olan tuz yataklarına giden
bir karayolunun yapımına başladı. Ne var ki, başlatılan çalışmalar durdu­
rulmuştur. Bu yolun tamamlanması, iç kesimle ticaretin gelişmesine etki­
li biçimde katkı yapacaktır.
İnebolu 'nun limanı yoktur. Kötü gemi sığınma yeri , gemi lere hiç­
bir koruma sağlamamaktadır.
İskeleye gelen buhıırlı gemiler dışında denizcilik etkinliği yoktur.
Kentte yirmi-yirmi beş tonluk yirmi kadar tekne vardır; bu tekneler, her
yıl, havaların güzel olduğu mevsimde beş-altı sefer yaparak. İstanbul'a
tahtalar ve yapı keresteleri taşırlar.
SİNOP.- Kentin nüfusu 5 OOO'dir. Hemen hemen yalnızca İstanbul
i le ticaret yapar. Gemi sığınma yeri çok iyidir. Karadeniz'in fırtınaları ge­
mileri sığınak aramak zorunda bırakmazsa (liman girişine fenerlerin yer­
leştirilmesinden bu yana bu sığınağa ulaşılması çok kolaylaşmıştır), Si­
nop limanına -Karadeniz buharlı gemi kumpanyasının gemileri dışında­
pek az yabancı gemi yanaşır. Kent çevresinde tarım ihmal edilm işse de
tütün işletmeleri yaygınlaşmaya başlamıştır. Toprak çok verimlidir ama
kol gücü sıkıntısı çekilmektedir; ormanlar boldur ve çeşitli ağaç türlerini
kapsar; Osmanlı hükilmeti donanma için gerekli kerestenin bir bölümünü
buradan sağlamakradır.
Sinop'un etkinliklerinin bir bölümü İnebolu'ya (iç kesimle ticareti­
ni artırmaktadır) yönelmiş gibidir.
Sinop'un 1 863 'teki ticareti şöyleydi:

Dışalıın . . . . . . ................................... .493 500 Fr.


Dışsatıın ... . . .. .
... .... ... . . . . . . . . . ....
. . ..... . 726 700
.

Toplam . . . .
.. . ... .. ..... .. ...... .. . . .
. . . ..... .l 220 200 Fr.

21 5
Denizcilik etkinliği (yelkenli ve buharlı) şöyleydi:

Giriş 3 1 5 gemi 207 667 tonilato


Çıkış 313 208 035

Toplam 628 gemi 4 1 5 702 tonilato

SAMSUN.- Samsun ' a indirilen mallar Amasya'ya, Sıvas ' a, To­


kat' a, Diyarbakır'a, Kayseri 'ye , " Karahisar'a, Musul'a ve Gürür'e gön­
derilir. Dışalımlar da aynı noktalardan gerçekleşir.
Daha çok mamul mallar alınır. Bunların _'ünü- İngiltere, _'ünü
Fransa ve İsviçre sağlar. Mamul mallardan sonra, ham ya da işlenmiş de­
mir, tuz, kahve, şeker, vb. gelir; buna karşılık S amsun, buğday, arpa, tü­
tün, ham bakır, ipek kozası, ipek, un ve graines jaunes4 t sağlar.
Ticaret, Trabzon-İstanbul hattının buharlı gemileriyle ve birkaç
yelkenli. gemiyle gerçekleştirilir.
Dışalımlar yaklaşık 1 5 milyon Fr' a ulaşır; dışalımlar da hemen he­
men aynı rakamı bulmaktadır.
1 863 'te, limana giriş yapan denizcilik etkinliği:

Buharlı gemi 181 8 6 937 tonilato


Yetkenli gemi 33 4 744
İç hana çalışanlar 454 1 1 794

Toplam 668 1 03 475 tonilato

1 857 'de Osmanlı hükümeti S amsun-Sıvas demiryolu imtiyazını bir


İngiliz şirketine verdi (% 7 kar güvencesi vererek). İmtiyazı alanlar İ ngil­
tere'de bir şirket kurmaya çalıştılar , ama görünüşe göre başaramadılar.
Demiryolu hfila tasarı aşamasındadır ve yapımı pek olası görülmemekte­
dir.

4 1 Gralnes jaunes san tohum, san tane: ya da san tahıl anlamına gelir; ne var ki Sayın Collas' ın Sam­
sun 'un hangi ürününden söz etti ği anlaşılamamıştır. (Ç.N.)

216
GİRESUN Trabzon eyaletine bağlıdır. Messageries İmperiales 'in,
Lloyd Autrichien 'in ve Osmanlı işletmeleri olan Darphane ve Tersane"in
Trabzon 'a giderken Giresun ' a uğrayan buharlı gemileri, Giresun limanın­
daki ticaretin artmasına yardımcı olur. Dışarıdan buraya mamul mal lar,
buğday, arpa, demir, kahve, şeker, ve sabun gelir; dışarıya fındık, ceviz,
sebzeler, pirinç ve keçi derisi gönderilir. Bazı Avrupalı gezginl er Giresun
yakınlarında taşkömürü yataklarının izlerine rastladıklarını belirtmiş ler­
dir; ne var ki, bu savları doğrulamak için hiçbir araştırma yapılmamıştır.
Bununla birlikte, iyi yöneıilen çalışmalarla doyurucu sonuçl ara ulaşılaca­
ğı izlenimi uyanmaktadır.
TRABZON, BATUM.- Osmanlı İmparatorluğu 'nun ticaretle en
çok uğraşan kentlerinden biri Trabzon 'dur; iç ticaret etkinliklerinden ba­
ğımsız olarak, Avrupa ile İran arasındaki ticarette (transit olarak Trab­
zon'dan geçer) de büyük bir rol oynar. Gemi barınağı kötüdür, kuzeybatı
rüzgarlarına açıktır, sık sık patlak veren fırtınalar denizi kabartır; karayo­
luyla ulaşım çoğunlukla güçtür, hatta bazı yollar geçilmez haldedir. En iyi
gemi demirleme yeri, Trabzon 'a üç fersah uzaklıkta bulunan, yerli gemi­
lerin kışı geçirdikleri küçük Akçaabat kentidir. Bazı çalışmaların yapıl­
masıyla Trabzon gemi barınağı iyileştiril�bilir.
Trabzon vilayeti 1 3 kazaya ayrılır; nüfusu 390 OOO'dir; bunların
3 1 5 OOO'i Müslüman, 55 OOO 'i Rum ve 15 OOO 'i Ermenidir. Rusya-Çer­
kezistan sınırı yakınında güzel bir limanı vardır: Batum . Batum 'da çok
küçük bir kabotaj etkinliği görülür: Rus şirketinin buharlı gemileri bu li­
mana uğrar.
Trabzon vilayeti, meşe, karaağaç, kestane, ceviz, kızıl ve ak çam,
şimşir, akağaç ve zeytin ağaçlarının bol bulunduğu çok geniş ormanlar
kapsar. Meşe ve kestane ağacı gemi yapımı için çok elverişlidir. Eğer kı­
yıya yakın ormanların yolları olsaydı ve taşıma olanakları sağlansaydı, bu
çok çeşitli ağaç türleri büyük bir kereste dışsatımına olanak verebil irdi .
B u ormanların bir bölümü devletin, bir bölümü de kişilerin elindedir ve
işletilmeden durmaktadır.
Trabzon, İngiliz pamukluları (Amerikan kumaşı adı verilir), şeker,
ipekli kumaş lar, basma, yün l ü kumaşlar, denizaşırı ülkelerden gelen
ürünler, Paris malları, vb. dışalımı yapar. İngiliz pamukluları birinci sıra-

217
yı alır; bu dışalımın yıllık değeri en az 50 milyon franktır. Hemen sonra
rafine şeker gelir; 1 859' a kadar hemen hemen bütünüyle İngi ltere, Belçi­
ka ve Hollanda'dan sağlanan rafine şeker, Fransız rafinerilerinin İran ' ın
istediği biçimleri, şeker kelleri ağırlıklarını ve ambalaj biçimin i kabul et­
mesi sayesinde bugün bütünüyle Fransa'dan alınmaktadır. İstenen koşul­
lar şunlardır;
1 9 Beyaz, saf ve temiz kristalli şeker olması;
2!1 3-5 kg ağırlığında kelleler halinde, uzunlamasına biçimli olması;
32 Açık mavi , çok temiz ve ince kağıtlı ve uygun sicimli olması;
42 Olanaklar elverdiğince tek bir kağıt tabakasıyla paketlenmiş ol-
ması;
59 Yerel tüketime yönelik olan bölümün 300-350 kg 'lık fıçılara,
İran 'a ve Gürcistan'a gidecek olanların -karayoluyla kolay taşındığı için­
brüt 1 00 kg 'lık (bir ata iki sandık yüklenir ve at böylece iki sandıkta top­
lam 200 kg taşır), çok temiz ve iyice çemberlenmiş fıçılara konmuş olma­
sı. 1 860 'ta, Fransız rafinericileri ülkenin zevklerine yanıt verdiklerinde,
buraya şeker gönderilmeye başlandı; 1 86 1 'de Marsilya Trabzon 'a 1 36
459 kg; 1 862 'de 1 487 693 kg şeker gönderdi; o tarihten bu yana gönde�
rilen şeker miktarı artmaya devam etmektedir.
Basmalar sıradan kalitededir; İngiltere ve İsviçre 'den getirtilmekte­
dir; eğer imalatçılarımız ülke zevklerine uygun üretim yaparlarsa Fransız
basmaları bu pazardan büyük pay alacaktır.
Öbür dışalım malları İstanbul ambarlarından sağlanır.
Bütün olarak ele alındığında çok büyük rakamlara ulaşan bu dışalı­
mın büyük bölümü İran ve Gürcistan 'a transit giden mallardır; buna kar­
şılık İran ve Gürcistan, Trabzon dışsatımlarının hemen hemen tamamını
oluşturan tahılları gönderir.
Transit olarak ipek, ipek kozası, yünlü kumaş , yün, ham deri , töm­
beki, kuru üzüm, mazı, şal, halı dışsatımı yapılır. Yerel ticaret mallan ba­
kır, kuru sebzeler, fındık, meyve, mum, içyağı ve şimşir tahtasıdır. İpekler,
ipek kozaları, yünlü kumaşlar, yünler, bakır Marsilya'ya; üzümler ve şim­
şir İngiltere'ye; fındıklar Tuna'ya, Rusya'ya, İngiltere'ye ve Mısır' a; ma­
zılar İzmir'e ve Trieste'ye; ham deri ve mum Cenova ve Marsilya' ya; şal­
lar, halılar, tömbeki, kuru sebzeler, meyveler, içyağı İstanbul 'a gönderilir.

218
Ticaret şu yollarla yapılır: Gürcistan ile olan, Rus şirketinin buhar­
lı gemileri ve Trabzon-Poti42 arasında çalışan yelkenli teknelerle; İ ran i le
olan , Erzurum üzerinden Tebriz'e giden kervanlarla. Taşıma ücretleri ve
süreleri malların bolluğuna ve mevsimlere göre değişir.
Rusya, İ ran transit ticaretini -Poti yoluyla- kendine çekmek iste­
mektedir; Türkiye 'nin bu kesiminde var olan yolların bazı bölümlerinin
kötü durumda olması ve Trabzon, Erzurum ve daha ilerideki yerler ara­
sında ulaşım yollarının hiç bulunmaması Rusların işini kolaylaştırmakta­
dır. Bazı değerli mallar :riflis yoluyla taşınmaya başlanmıştır bile. Po­
ti 'nin birkaç yol öncesine kadar birkaç yüzü geçmeyen nüfusu daha şim­
diden birkaç bine ulaşmıştır. Rus şirketinin buharlı gemi seferleriyle Ba­
turn ' a ve İstanbul ' a bağlanan bu kent, Gürcistan ve İran 'ın Türkiye ve
Avrupa ile olan ticaretinin merkez noktası olma yolundadır. Rus hüküme­
ti, kısa süre önce, Poti 'de bir liman yapılması için incelemeler yaptırdı:
Ne var ki siyasal olaylar, ilke olarak kabul edilmiş bu tasarının hayata ge­
çirilmesini engellemektedir.
Poti 'den başlayıp Marani, Tiflis ve Nahçıvan'dan geçerek Tebriz'e
giden karayolunda önemli iyileştirmeler yapıldı. Rion43 aracılığıyla Ma­
rani ' ye kadar kolayca yapılabilen taşımacılık, bugün yük arabaları saye­
s inde Marani 'den Tiflis ' e ve Tiflis'ten de İran sınırındaki Nahçıvan ' a ka­
dar gerçekleştirilebilmektedir; Nahçıvan 'a ulaşan mallar kervanlar aracı­
lığıyla Tebriz'e taşınır. Yolun Marani-Tiflis arasında kalan bölümü ta­
mamlanmış ve daha şimdiden Tiflis-Nahçıvan arasında araba ulaşımına
izin verecek biçimde tasarlanmıştır. Tiflis yoluyla yapılan taşımacılığın
Erzurum yoluyla yapılandan çok daha uzun olması ve bunun sonucunda
giderlerin artması, ticaretin Rusya yoluyla yapılamasını engelleyen tek
nedendir; tek nedendir, çünkü Türk hükümeti Trabzon'un yok olması an­
lamına gelen ticaret yolunun değiştirilmesini engellemek için parmağını
kıpırdatmadı44 . Bir şirket, taşımacılığın kendi araçlarıyla yapılması teke-

42 Karadeniz'in doğu kıyısında liman kenti. Bugün Gürcistan sııurlan içindedi r. (Ç.N.)
43 Batı Gürcistan'ın sulanın boşaltan ve Poıi 'de Karadeniz'e dökülen ınnak. (Ç.N.)
44
oünümüzde, en kısa yol olan Trabzon'dan başlayıp Erzurum'dan geçerek Tebri z'e gi d e n y o l u aşmak
i çin yaz mevsiminde 30·35 gün, kışınsa 50-60 gün gerekir.

219
linin imtiyazı karşılığında, Trabzon ' dan başlayıp Erzurum ' dan geçerek
İran ' a kadar uzanan bir yolu yapma önerisini Bab-ı A li ' ye iletti. Türkiye,
kendisine hiçbir harcama getirmeyen, transit geçişi sağlayacak ve aynı za­
m anda sağlanacak yeni .kolaylıklarla yerel Üretimin artmasına da katkıda
bulunacak bu öneriyi ivedilikle kabul etmelidir.
Türkiye'nin sığınma hakkı tanıdığı ve Rumeli'de ya da Küçük As­
ya'da tarım toprakları verdiği Çerkez göçmenler Trabzon 'dan gemilere
binmektedir.
Vilayette bakır madenleri vardır. Doğrudan devlet yönetimine bağ­
lı olan bu madenler ya terkedilmiştir ya da o kadar kötü işletilmektedir ki
hiçbir dişe dokunur üretim yapılmamaktadır. Bakır madenleri Trabzon 'un
1 50 ve 200 km güneybatısında, denize 25-30 km uzaklıktadır ve oldukça
iyi gemi barınakları olan Eynesil ve Tirebolu 'ya yakındır.
İşletildiği kabul edi lebilecek tek maden, vali paşaların işlettiği sıra­
daki İseli madenidir: Vali paşaların devlete sabit bir ücret ödemek karşı­
lığında vergilerini topladıkları İseli-Maden'de, her yıl, % 60-80 saf bakır
içeren 200 000 okka bakır üretiliyordu (2. işlemde). Madenin gelirlerinin
doğrudan Bab-ı A li ' ye bağlandığı dönemden bu yana, üretilen miktar ve
maden filizi verimi her yıl azalmaktadır. Bugün % 40-50 zenginlikte 60
000 okka bakır çıkarılmaktadır. İşletme akılsızca yönetilmektedir ve iyi
bir gelir getirebilecek bu işletmede yapılan her şey devletin yükünün art­
masına yol açmaktadır.
Diğer madenler şunlardır:

Karaerik iş letilmiyor;
Agalek, 20 000 okka üretiliyor;
Lahana, 40 000-50 000 okka üretiliyor;
iki Kırlık madeni ve Keser Kaya madeni; her üçü de işletilmiyor;
Karakaya burada 50 000 okka üretilecek; şimdiye kadar işletilmemiş.

Eğer maden filizi gereği gibi işlense ve işletme pratik bir tarzda yö­
netilse bu madenlerden çok miktarda bakır çıkarılabilir. Şu anda hemen
hemen hiç üretim yapılmamaktadır ve birçok yerde çal ışma yerleri sula­
rın istilasına uğramıştır.

220
Aşağıdaki rakamlar Trabzon 'un dışarıyla ticaretini belirtmektedir:

DIŞ ALIMLAR DIŞSATIMLAR


1 857 82 335 550 Fr. 37 083 350 Fr.
1 858 93 763 225 30 7 1 9 850
1 859 83 799 1 42 2 1 574 352
1 860 85 4 1 3 250 39 752 575
l 8 6 1 45 55 332 575 3 1 644 525

Görüldüğü gibi dışalımlar dışsatımlardan hep daha yüksektir. Bu


farkın bir açıklaması olması gerekir. Kürdistan eyaleti gereksinimlerini
Trabzon ve Erzurum yoluyla sağlar; ne var ki, ödemelerini kara yoluyla
İstanbul 'a gönderilen sürü hayvanlarıyla yapar. Kürdistan eyaleti bu yol­
la her yıl 400 000 koyun, 6 000 öküz ve 3 000 at gönderdiği hesaplanmak­
tadır.
Trabzon limanındaki denizcilik etkinliği (yelkenli ve buharlı gemi­
ler birlikte):

1 860 Giriş ..... . . . 275 gemi.


. .. l 15 23 5 tonilato
Çıkış . .... . . . 268
. . 1 1 4 587

Toplam 543 gemi 229 822 tonilato

1 86 1 Giriş........ 252 gemi 1 03 50 l tonilato


Çıkış ... . . . 237
. 1 0 1 246

Toplam 489 gemi 204 747 tonilato

ERZURUM.- İç kesimde bulunan bu kentin ticareti, gerçek liman


olan Trabzon' un geçirdiği çalkantıları izler. Trabzon ile yapılan ticarette­
ki payı çok azdır; Trabzon ticaretinin hemen hemen tamamını İran ve
Kafkasötesi vilayetlerle yapmaktadır.

45 Bu tarihte Türkiye'de bulunan iktisadi bunalım, bu yılda, Türltiye'nin Asya vilayetleri ve İran ile olan
ticaretini geriletti .

22 1
Erzurum, transit olarak, İran 'ın ürünlerini , kendi topraklarında üre­
tilen yünleri ve derileri , Rus Ermenistan ' ından gelen ham deri leri , Kür­
distan eyaletinin mumlarını, kitresini ve mazısını dışarıya gönderir. Sana­
yi yoktur; dışarıya ham.maddeler satar, dışardan gereksinimi o l an mamul
mallan alır.
BURSA, BANDIRMA, GEMLİK. - Bursa kenti Olympos46 dağının
eteğindedir. Vilayetin ticareti, Mannara denizindeki Gemlik ve Bandırma
limanlarıyla yapılır; ticaret her geçen yıl daha da önem kazanmaktadır.
Avrupa Bursa'ya pamuklular, şeker, kahve, demir, kalay, incik boncuk;
Türk vilayetleri sabun, Girit ve Ayvalık zeytinyağları, İzmir üzümü, vb.
gönderir. Dışalımlar, Marsilya'ya gönderilen ipek ve ipek koza.;; ı , keten
tohumu ve susamdan; İngiltere 'ye gönderilen yulaf, kuru sebze, afyon;
Rusya'ya gönderilen tuzlu zeytinden oluşur.
BANDIRMA'nın nüfusu 7 OOO'dir; Türkler, Rumlar ve Ermeniler
nerdeyse eşit sayıdadır. Rüzgar güneyden estiğinde gemi sığınağı çok gü­
venlidir; batı ve kuzeybatı rüzgarları çok ender eser; ama, kuzeydoğu ka­
sırgaları tehlikelidir.
GEMLİK ' in nüfusu (hemen hemen tamamı Rumdur) 5 000 kişidir.
Bursa'nın ticareti daha çok burada gerçekleşir. Gemiler burada oldukça
iyi bir demirleme derinliği bulurlar ve yeni yapılan bir rıhtıma yüklerini
kolayca indirirler.
1 861 'de ticaret ekinliği şöyle oldu:

DIŞ ALIM DIŞSATIM


Bandırma ' dan.... 2 917 500 Fr. 3 050 000 Fr.
Gemlik'ten. . . . . . . . . 1 6 1 0 000 8 226 250

Toplam . . . . . . . . 4 527 5 00 Fr. 1 1 276 250 Fr.

1 863'te:
DIŞ ALIM DIŞSA.TIM
Her iki limandan 8 809 000 Fr. 24 879 000 Fr.

222
İpek Bursa vilayetinin en önemli ürünüdür; üretimin büyük bölümü
vilayet içinde ipek tüllerin ve Bursa kumaşı adı verilen i pek kum aşların
üretiminde kullanılır.
1 863 'te Bursa vilayetinin dışsatımı şöyle oldu:

İpek . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 87 ooo kg.


Delik koza . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 5 000
Sağlam koza . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3 1 000
Yünlü kumaşlar . . . . . .• . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 20 000

Buharlı iplik fabrikaları, son on altı yıldır dikkat çekici bir gelişme
göstermektedir ve sayıları her yıl artmaktadır. Bugün Bursa kentinde ve
vilayetin çeşitli yerlerinde toplam olarak 5 400 çıkrık içeren 90 fabrika
vardır. Bu sanayi devriminin sonucu olarak, eski imalat sistemleriyle üre­
tilen ipekler giderek azalmaktadır ve s anırız birkaç yıl içinde yerlerini bu­
harlı iplik fabrikalarına bırakacaklardır. Dut ağacı yetiştirilen yerlerin
toplam yüzeyinin 100 000 dönüm aştığı hesaplanmaktadır. Bir dönümlük
alan 20 dirhem ipekböceği tohumu yetiştirmeye yetmektedir. Bu koşul­
larda, Bursa vilayetinin yıllık ipek üretimi 300 000 okkadır.
Bağcılık oldukça yaygındır; şarabı, sofra şarabıdır; ayrıca, çok mik­
tarda zeytin elde edilir ve bunun bir bölümü tuzlanarak İstanbul ' a gönde­
rilir.
Şekerli hintdarısını Bursa çevresi iklimine alıştırma ç alışmaları ya­
pılmaktadır; birkaç yıldır yapılan denemeler umut vericidir. Aynı dunım
pamuk ekimi için de geçerlidir.
ÇANAKKALE.- Burası, boğazlardan geçmek isteyen gem il erin
izin fermanını vermek zorunda oldukları limandır. Buharlı gemilerin uğ­
rak yeri olmasına karşın, kentin Avrupa ile doğrudan ticareti çok azdır .
Limanın 1 863 'teki etkinliği (giriş ve çıkış birlikte) şöyledir:

Yabancı gemiler 84 gemi 4 1 98 tonilato


Osmanlı gemileri 585 7 547

Toplam 669 gemi 1 2 045 tonilato

223
İ MROZ ADASI.- Nüfusu 6 OOO 'dir; halk altı köye dağılmıştır. Ta­
rım oldukça özenle yapılır; otlaklarda 30 000 koyun ve keçi beslenir. İk­

lim sağlıksızdır. Hiç gemisi yoktur; Deniz �afiği oldukça yüksek tonajlı
gemilerle yapılır.
Ortalama üretim şöyledir:

Has buğday . .............. . .... . .


.. ...... . .................. 50 000 kile
Arpa ......... .. .
. ... ....... . .......... ... . . .............. . . 90 000
.. ...

Kara buğday ........... . ....... .. .. . ............... .. ........ 1 500


Susam . .. ..... . ............... . ..... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 600

Kuru sebze .... . ....... . .... . . . . . . . . . . : . . : . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3 300

Yün .......... .. ..... . ........................................... 30 000 okka


ipek .................................................................. 8 00
Tereyağı ve peynir ....... . .... . .............. . ........... 8 000
Tütün ... . . . ..... ..
. .......... .. ........... . .. . ..... .. ... .... ... .. 1 000
Bal .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. .. . . . . . . . . . . . . . . . 1 0 000
Mum . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . ......... . . . . . . . . . . . . 3 000

Bu ürünlerden yaklaşık 300 000 Fr'lık dışsatım yapılır. Dışalım


şöyledir:

Mamul mallar ............. ............. ................... 1 1 250 Fr.


Tarımda kullanılan demir ........ .. . . .. . ....... . ...... 5 000
Deri . . .......... .... ....... . ..... . ..... . ...... . ........... . ... .. ... 7 500
Kahve, şeker, vb . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . 1 2 500

Toplam . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 36 250 Fr.

LİMNİ47 ADASI.- Nüfusu 24 OOO 'dir; bunun 21 OOO'i Rum, 3


OOO ' i Müslümandır; otuz altı köye dağılan halk tarımla uğraşır.

4 7 Yunancası Liınn os. (Ç.N.)

224
Adanın yıllık yaklaşık üretimi şöyledir:

Arpa . .... . . . .. . ................... . ....... . . .. . ... . .... . . . .... 200 000 kile
Has buğday . ... .. . . . . . ............ . ........ . ....... .. ....... 50 000
Has buğday ve arpa karışık .. . . . . .. . . .... . .. . .. .... 40 000
Susam . . . . . . . . .. . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...... 10 000
Kuru sebze . . .. . . . ...... . . . . . . . .. .. .. . .. . . . .. . .. . ..... . . ... . . . . 7 000
Peynir .. . ... . .... . ............ . . . . . . . . .... . . ...... . ....... . . . l 00 000 okka
Yün . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .• . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 40 600
Şarap .. . . .. . .... . ... . ... .... . ... . ... . . . . . ........ .. . . .. .. . .... 550 000

Sünger kıyılarda çok bol olmasına karşın, halk sünger avlamamak­


tadır.
Ada yaklaşık 375 000 Fr' lık tarım ürünü dışsatımı yapmaktadır.
Avrupa'dan 225 000 Fr'hk kahve, şeker ve mamul mal alınmaktadır.
1 00-300 tonilatoluk 30 gemisi , 1 00 tonilatoluk 20 ıskunas ı ve kü­
çük tonaJ1ı birkaç gemisi vardır. Limni 'ye hiçbir buharlı gemi seferi ya­
pılmamakla birlikte ticaret gelişmektedir.
BOZCAADA.- Çanakkale boğazı girişine 1 2 mil uzaklıkta bulunan
bu adanın nüfusu 4 500 'dür; bunun 3 OOO ' i Rumdur.
Adanın başlıca ürünü şaraptır; üzüm ada halkına yetmemektedir.
Adanın 1 50 tonilatoluk 1 00 gemisi ve daha az tonajlı 36 teknesi
vardır.
Yıllık dışalımlar:
Kahve .. . . . .. . . . . . . ... . . . .. . . . ... .. ..... .. .. . .. . ... . ...... . . . . . 1 7 500 Fr.
Şeker . . ... . . ......... . .... ................... ............ . .. . 22 500
. . .

Rom . ..
..... ....... . . ........ . . .................. . . � .. . .. . .. ..... . 6 250
Demir . . ..
. .... ....... . ........ . .. . . . . ........ . ..... . .... ......... 2 500
Tütün . . . .. . . .
. . . .. . .. . . .. .......... .... . ... . ..... . . . . . . . . . 50 000
. . . . .

Has buğday ve arpa .......... . . . ..... . ....... . . .... . ... 75 000


Mamul mallar (çoğu İngiliz) . .. . . ....... . ..... . 37 500
...

Çeşitli mallar ... . ....... . . .. .. ....... . ....... . . . . . ..... . ... 63 750

Toplam . . ........ .... . . . . ..... . .... . .. .. . .................. . 275 000 Fr.

225
Dışsatunlar:
Şaraplar . . . ... ... .. ......... ......... .. .... .... . .... . ...... . 625 000 Fr.
Rakı ;.37 500
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Toplam . . . . . . . . . . ................ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 662 500 Fr.

MİDİLLİ ADASI.- Eski adı Lesbos olan bu ada, genişliğiyle, ve­


rimliliğiyle, ürünlerinin çeşitliliğiyle ve maden zenginlikleriyle Osmanlı
İmparatorluğu 'na bağlı adaların en ilgi çekicilerinden biridir. Az masraf­
l ı birkaç onarım isteyen limanı iyileştirilseydi, arabayla seyahate elveriş­
li karayolları iç kesimle bağlantıyı sağlasaydı adanın çok daha etkin bir ti­
careti olurdu. Büyük ormanlar güney kesiminin bir bölümünü kaplar;
bunlardan denize bir fersah uzaklıkta olan birinin (Tohiamlek ormanları)
çevresi otuz fersahtan fazladır. Bu orman zenginlikleri ya hiç işletilmez,
ya da hiç denecek kadar az işletilir. Madenler için de durum aynıdır; Ada­
da demir, taşkömürü, zımpara ve antimon bulunur.
Tarım terkedilmiştir; toprak verimli olmakla birlikte, ada halkı için
gerekli tahıllar üretilmez: Yakın yörelerden buğday ve mısır dışalım ı ya­
pılır. Adanın başlıca ürünü zeytinyağıdır; Yılda ortalama 5 000 000 kg
zeytinyağı üretilir; bunun bir bölümü adada sabun yapımında kullanılır.
Adanın tahıl, meyve, ipek kozası ve yünden oluşan geri kalan üretimi 2
500 000 Fr' ını aşmaz.
Düzenli olarak Midilli 'ye uğrayan Avusturya ve Rus buharlı gemi­
leri dışında, bu limana çok az yabancı gemi girer ve limanın hemen he­
men bütün etkinliği kabotaj çerçevesi dışına çıkamaz.
SAKIZ48 ADASI.- Ada, Sakız boğazı adı verilen bir kanalla Küçük
Asya' dan ayrılır. Çoğu Protestan olan nüfus 60 000 kişi kadardır. Adada
2 000 Müslüman, 400 Katolik vardır; Katolikler, adanın fethinden önce
buraya yerleşen Cenevizli ailelerin torunlarıdır. Halk çalışkan', zeki, tu­
tumlu ve namusludur; sanayi, tarım, ticaret ve denizcilikle uğraşır. Türk
limanlarındaki en büyük tüccarlar genellikle S akız'lıdır; Avrupa'ya yer­
leşmiş en varlıklı Rumlar Sakız kökenlidir.

48 Yunancası Kbios. (Ç.N.)

226
Adanın topraklan çok verimlidir ve hemen hemen her çeşit ekime
elverişlidir.
Başlıca ürünler: Sakız49, portakal, limon, badem, ipek, tahıllar, ku­
ru sebzeler, zeytinyağı, ş arap, pamuk ve meyveler. 1 853 'te adaya getiri­
len kökboyaso adı verilen bitkinin ekimi başarılı olmuştur; bu bitkinin
kökleri birkaç yıl içinde yerel ticaret kaynaklarından biri olacaktır.
Adada orman yoktur, ağaç toplulukları pek enderdir.
Karayollannın hiç olmaması nedeniyle kıyının iç kesimle bağlantı­
sı yoktur; mallar, üretim yerlerinden yükleme limanlarına büyük güçlük­
lerle ve çoğunlukla katır sırtlarında taşınmaktadır. Her ne kadar ada ve­
rimli topraklarından beklenen üretimi yapamıyorsa da, bunun nedeni, hü­
kümetin düzeltmek zorunda olduğu acınacak koşullardır; söz konusu çö­
züm, hem devlet maliyesine hem de ada halkına yarar sağlayacaktır.
S akız adasında hiçbir akarsu yoktur; yılın sekiz ayında kırsal kesim
kuraklıkla karşı karşıyadır. Toprak sahipleri derin kuyular kazdırarak su
eksikliğini gidermektedir; kış mevsiminde kuyularda toplanan su, porta­
kal ve limon bahçelerinin sulanmasına yetmektedir; portakal ve limon,
sakızla birlikte ülkenin tarımsal zenginliğini oluşturur.
Ada halkı, ürünlerini İstanbul ' a, Tuna boylarına ve Rusya'ya gön­
derir, gereksinimlerini İstanbul ve İzmir'den karşılar. İngiltere doğrudan
doğruya adaya mamul mallar, hırdavat, demir zincir, çıpa ve dem ir satar;
Fransa, Sakız adası ve küçük komşu adalar için gerekli şekerin ve kahve­
nin hemen hemen tamamını gönderir; Rusya' ysa tereyağı ve içyağı sağlar.
Sakız'da tabakhaneler vardır ve bunlar gelişmektedir; elde edilen
ürünler Fransa'ya, İtalya'ya ve Mısır'a satılmaktadır. Deri imalatı
1 862 'de 1 1 96 000 Fr'ına ulaştı. Bu imalat çok büyük bir yaygınlık ka­
zanma yolunda ilerlemektedir. Aynca, rakı damıtımevleri ve yelken bezi
imalathaneleri de vardır. İstanbul bu iki sanayinin baş müşterisidir.
Yıllar birbiriyle karşılaştırıldığında açıkça görüleceği gibi, ticaret
hissedilir biçimde gelişmektedir:

49 Sakız, ayıu adı taşıyan ağaçtan elde edilen bir çeşit zamktır. Sakız ağaçlan adanın güneyinde bulunur.
Bu ağacı diğer yerlerde yetiştirmek için yapılan tüm çabalar sonuçsuz kalmıştır.
50 Alizarin adı verilen kökboyasının yapımında kullanılan bitki. (Ç.N.)

'l.21
DIŞ ALIM DIŞSATIM
1 8 54- 1 858 ortalaması 3 8 9 1 950 Fr. 3 3 1 1 225 Fr.

1 860 yılı 5 077 275 4 4 1 6 3CNJ


1861 5 1 73 325 4 2 1 2 3 50
1 862 6 1 69 950 4 67 1 500

Sakız adasının tüccarları yalnızca dışsatım ve dışalımla uğraşmaz­


lar; yabancı limanlar arasında çalışan gemileri (adalıların malı olanları ve
kiralanmış olanları) de donatırlar.
Sakız'da iki deniz sigorta şirketi vardır. Şirketlerin sermayeleri,
tüccarların adlarına yazılmış hisselerden oluşur. Üstlendikleri yıllık riskin
50 milyon kuruş olduğu hesaplanmaktadır.
Sakız adasında, Avrupa, Karadeniz ve Tuna için önemli gemi kira­
lama işleri yapılmaktadır. Her çeşit tonajlı 600 gemiden oluşan Sakız fi­
losunun katkıda bulunduğu bu işlemler, Sakız adası güvenli ve geniş bir
limana kavuştuğunda on kat artacaktır.
Osmanlı hükümeti şu anda bu önemli sorunu ele almış durumdadır.
Tasan, takımadanın en geniş limanlarından biri olan günümüzdeki lima­
nın temizlenmesini öngörmektedir (ihmal sonucu Sakız limanı bugün an­
cak küçük tonajlı gemilerin girişine izin verecek hale gelmiştir). Sakız
adasının mallarını taşıyan üç şirketin buharlı gemileri, aktarmalı olarak
yükleme boşaltma yapabilmektedir. Kış mevsiminde buharlı gemilerin
seferleri çok düzensiz hale gelmektedir: Çünkü bu mevsimde buharlı ge­
miler Sakız'a uğramadan geçip gitmektedir. Limana girişin güç olması
nedeniyle (geçit yerleri tıkanmıştır) birçok yelkenli gemi kışı Syra'da ge­
çirmektedir. Eğer Sakız' ın limanı iyileştirilirse, Türkiye'nin en önde ge­
len ambarlarından biri olacaktır.
Bütün bu sakıncalara karşın Sakız' ın denizcilik etkinliğine sürekli­
lik kazandırılması kolay olacaktır.

228
1 862 ' de limana yapılan toplam giriş ve çıkışlar:

Buharlı gemiler . . . . . . . . . . . . 256 gemi250 000 tonilato


Yelkenli gemi . . . . . . . . . . . . . . 1 844-� ı 102 580
limanlar arası çalışan. . . l 252 5 290

Toplam . . . . . . . . . . . 3 352 357 870

Bir deniz dibi telgraf hattı İzmir aracılığıyla Sakız'ı kıtaya bağla­
maktadır: Bu hat, resmi yazıları Gelibolu 'ya aktarmakta ve burada Avru­
pa telgraf ağıyla buluşturmaktadır.
Sakız, Midilli valisine bağlı bir kaymakam ve Osmanlılardan ve
Rumlardan oluşan bir meclis aracılığıyla yönetilir. Her ne kadar yerel yö­
netim işleri konusunda kendisine büyük bir özgürlük kazandıran ayrıca­
lıklardan yararlanıyorsa da, meclisin elindeki özgürlükleri kullanm asını
bildiğini kanıtlayan hiçbir iyileştirme uzun süredir yapılmamıştır.
İPSARA52 ADASI. - Nüfusu 2 OOO'dir. Adanın yalnızca Türk ban­
dırasını taşıyan 60 teknesi (toplam 1 500 tonilatoluk) vardır; ne var ki ,
Syra'da yapılmış, İpsaralıların donattığı 40 büyük gemi Yunan bandırası
altında çalışmaktadır. İpsara ' nın yöresel ticareti hemen hemen hiç yoktur.
İZMİR. - İzmir, Küçük Asya'nın Akdeniz 'deki büyük limanıdır ve
imparatorluğun en önemli ticaret limanlarından biridir.
İzmir körfezi geniş bir gemi barınağıdır ve kent körfez boyunca ya­
rım daire biçiminde yayılır; körfezin kıyısında gemilerin uğradığı birkaç
l iman vardır: Özellikler de tuz yüklenen Foça limanı. İstanbul gibi İzmir
de yabancı ülkelerle doğrudan ilişki kurar; Doğu Akdeniz' in mallarını ta­
şıyan çeşitli buharlı gemi seferlerinin ana noktalarından biridir. İç kesim­
deki vilayetlerin malları, günümüzde, bazıları İzmir'de başlayıp Efes ve
Aydın ' a giden demiryolu aracılığıyla, diğerleri kötü durumdaki karayol-

5 1 Bu sayı i çindeki gemilerden 624 'ü (toplam toııilatolan 58 504) ya geçerken uğramış, ya da kiralama
işi aramak i çi n limana giriş yapınışur.
52 Psara adasının Türkçe adı. (Ç.N} 6 Meıinde "Keçecizede" sözcüğü yok; di ğer Fuat Paşalarla karış­
maması i çi n bi z ekledik. (Ç.N.)

229
lan (eğer varsa) aracılığıyla ve yakın adalarınki kayıklarla taşınır. Demir­
yolu, günümüzde, . Aydın vadisinin başına kadar işletilmektedir. Toplam
uzunluğu 1 1 5 km olacaktır.
1 860'ta, İzmir'in .t icaret etkinliği şöyleydi5 3 :

Dışalım ......... .......... . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . 68 6 1 3 363 Fr.


Dışsatım ... . . . .. . . . . . . . ... . . .. . . . . . . . . . . . . . . . 53 083 599
. . . . . . . . .

Toplam . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . .. . . . ... . .. . .. . . . . . 1 2 1 696 962 Fr.


.

Dl ŞALIM
Amerika ....................... ............................. 1 5 8 1 0 460 kuruş
İ ngiltere ............ ............ ............................. 96 705 000
Awsıurya ............... ................................... 35 140 800
Belçika ....... ...... .................. ......................... 4 032 620
Fransa ......... ......... ...... ........................ ........ 46 534 270
Ywıanisıan . ........................ ................ ......... 4 026 500
Hollanda . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... . . . . .. . 3 288 000
Malta . .........'. ................................... ......... . . . . 1 5 1 2 830
Rusya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5 834 600
Sardinya . . . . . . . . . ... . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . 4 350 400
Toscana . . . . . . ..... . . . ............... ......................... 3 746 940
Çeşitli ülkeler: İki Sicilya, Roma devletileri,
İoo adalan, Brezilya, vb ............................. 2 339 920
Türkiye ....... .................. .................. ........... 74 996 620

T cıplam ................... ..................... ............ 298 3 1 8 970 kuruş

DIŞSATIM
Amerika ... , . ............................................... 24 5 1 8 740 kuruş
İ ngiltere ..................................................... 92 295 970
A wsıurya ...... ........................ .................... 33 229 590
Fransa ............... ... ... ................................... 34 292 430
Cenova, Livomo ve Mess.ina ............ .......... 9 775 1 40
Ywıanisıan . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . I 243 200
Hollanda ...................................................... 1 462 000
Doğu Hindistan (esrar) ..... ............ ............. 4 37 1 000
Rusya ..................... ........................ ............. 5 373 350
Çeşitli ...... ......... .................. ......................... 1 847 520
Türki ye . ........................ ...... ....................... 22 389 320

Toplam . ............... . .. . .. ... ... . . . . . . .. .. . .. .. . 230 798 260 kuruş


... .. . . .

1 859'da dışalımlar 278 450 000 kuruşa yükseldi ; dışabmlardaki anış 1 860'ıa 19 868 970 kıınış antı.
Dışsaıımlar 1 859'da 265 5 88 270 kuruşken, 1 860'ıa 34 790 0 1 0 kuruşluk bir düşüş yaşandı .

230
Hemen hemen hiç değişmeden süren bu durum pamuk dışsatımının
başlamasıyla çok değişti . O dönemde İzmir her yıl kötü kaliteli 2 400 000
kg pamuk dışsatımı yapıyordu; 1 86 1 'de dışsatım 4 500 000 kg ' a yüksel­
di; 1 862 'de 6 400 000 kg ' a ulaştı; 1 863 'te 12 000 000 kg 'ı aşacağı sanıl­
maktadır. Bu pamuklar Liverpool ' a ve Marsilya'ya s atıldı; ve o güne ka­
dar hiç olmayan bir şey gerçekleşti: Belli bir miktar pamuk da New
York'a gönderildi ve burada hemen iyi fiyatlarla satıldı. İngiltere 'de ku­
rulmuş şirketler, İzmir çevresindeki pamuk üretimini artırmaya çalışmak­
tadırlar.
Çevredeki yerler, içerdiği morfin oranı bakımından (yaklaşık ola­
rak % 1 0- 1 2) çok aranan kalitede afyon üretirler; üretilen afyonun büyük
bölümünü İngiltere alır. Amerika iç savaşından önce, Birleşik Amerika
her yıl bol miktarda afyon, 20 milyon kg incir ve meyveler alıyordu: Şim­
di Amerika'nın istekleri hemen hemen hiç yoktur.

1 862 'de, İzmir limanına yapılan girişler:

Buharlı gemi 5 14 gemi 302 77 1 tonilato


Y etkenli gemi 586 100 906
Kabotajcılar 2 838 56 8 1 4

Toplam 3 938 tekne 460 49 1 tonilato

KUŞADASI.- Bu limandan gönderilen mallar iç kesimin ürünleri­


dir ve buraya deve sırtında taşınarak getirilmişlerdir. Şarap en önemli ye­
rel kaynaktır. Kazanın tarımı çok geridir. Ticaret işlemleri, üç fersah
uzaklıktaki Efes istasyonu aracılığıyla Kuşadası 'na demiryoluyla bağla­
nan İzmir' in tüccarları hesabına yapılır. İç kesimdeki karayolları, atlarla
ve develerle dolaşmaya zar zor izin verir. Yakında bulunan küçük Söke
kentinde, İngiliz fabrikatörler meyankökünden şeker üreten iki fabrikayı
kısa süre önce kurdular.

23 1
1 862 'deki ticaret etkinliği :

Dışalım . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 535 000

Dışsatım . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6 498 000

Toplam . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8 033 000 Fr.

1 863 'te bu rakamlar, Anadolu 'nun bu bölümündeki kötü hasat ne­


deniyle hemen hemen üçte bir azaldı.
Kuşadası dışarıdan kahve, şeker, kumaş ve çeşitli malları alır. Os­
manlı ambarlarından sonra buraya en çok mal gönderen ülke Fransa'dır.
Limandan buğday, arpa, zımpara, yağlı tohumlar, şarap, meyankö­
kü şekeri, ve incir dışsatımı yapılır. Dışsatımın yarısı (değer olarak me­
yankökü şekerinden oluşur) İngiltere' ye, dörtte biri (arpa ve yağlı tohum­
lar) Frans.a'ya yapılır.
1 862 'deki denizcilik etkinliği:

Giriş 1 48 gemi 19 3 14 toni lato


Çıkış 14 19 314

Toplam 29 6 gemi 38 628 toni lato

1 5 tonilatodan küçük teknelerle yapılan iskeleler arası denizcilik et­


kinliği, bu rakamlar içinde yer almamaktadır.
SİSAM54 ADASI.- Sisam, Türkiye'ye bağlı olarak (her yıl Türki­
ye 'ye 92 000 Fr' ı vergi öder) kendi kendini yöneten bir beyliktir. Uzun­
luğu 56 km., genişliği 20 km 'dir. Arazi dağlık, ama verimlidir. Dağlar
ağaçlarla kaplıdır: Çam, servi, tuya ve meşe en yaygın ağaçlardır. Adada
zeytin, dut, incir ve özellikle de bağ yetiştirilir.
Adanın kuzey bölümünde, ağız kesiminde 2 kilometre genişliğinde
ve 5 kilometre uzunluğunda olan koyda yer alan Vathi limanı en işlek li-

54 Yunanca adı Samos. (Ç.N.)

232
mandır; yapılacak bir dalgakıranla kuzeybatı rüzgarlarına karşı daha iyi
korunmuş olsaydı, bu liman çok daha güvenli ve kullanışlı bir liman ha­
line gelirdi.
Sisam adasının güney kıyısındaki Tigani limanında kısa süre önce
iyileştirme çalışmaları yapıldı.
BATNOS55 ADASI.- Nüfusu 3 500'dür; bunlar arasında, komşu
ada ya da ülkelerin gemilerinde çalışan 500 iyi denizci de bul unur. Ada­
nın 250 tonilatoluk ve daha küçük kırk gemisi vardır. Bunların bazıları
Batnos 'ta yapılmıştır.
Ülke kendi tüketimini zar zor karşılayan bir üretim gerçekleştirir;
dışarıdan yaklaşık 3 1 0 000 Fr' lık çeşitli ürün alır.
Batnos kıyılan, hep takımadada yapılan korsanlık etkinliklerine sah­
ne oldu. Birçok koy, güvenli demirleme yerleri, küçük koylar, deniz kor­
sanlarının kullanmayı çok iyi bildikleri sığınak ve pusu noktalan oluşturur.
Batnos adasında ve komşu adalarda yaşayanlar (hemen hemen hepsi ço­
banlıkla uğraşır), korsanların dostu ve işbirlikçisidir; korsanlar kovalandı­
ğında onların silahlarını ve araç gereçlerini saklarlar; korsanların karadaki
yardımcılarıdırlar, yüksek yerlere gözcü yerleştirirler ve savaş kruvazörle­
rinin gelişini haber verirler. Korsanlar, Leryos, Kelemez ve Yamurgi56
adalarında yaptıkları vurgunlardan elde ettikleri ganimetleri, yiyeceklerini
ve gereksinimlerini sağladıkları Batnos 'ta satarlar. Fransız donanması, ti­
caret gemilerinin soyulmasını bütünüyle ortadan kaldıramadıysa da en
azından çok ender rastlanan bir olay haline getirdi; ne var ki, gözetime bir
an ara verilecek olsa korsanlık yeniden başlayacaktır. Batnos, Domitianus
döneminde sürgüne gönderilen Aziz Yuhann a 'nın kaldığı adadır.
LERYOS57 ADASI.- Bu ada verimlidir ve tarım açısından iyi de­
ğerlendirilmektedir. Tamamı Rumlardan oluşan nüfusu 5 OClO kiş idir.
Ürünlerinin ortalama üretimi şöyledir:
kile
Has buğday . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25 000 okka

55 Türkçe'de Baınaz adıyla da biline bu adanın Yunanca adı Patmos'tur. (Ç.N.)


56 Amorgos ya da Amorghos adıyla da taıuıur. (Ç.N.)
57 İleryos adıyla da bilinen bu adanın Yunanca adı Leros'tur. (Ç.N.)

23 3
Şarap . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 5 000 kantar
İncir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4 000 kantar
Üzüm . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5 000 okka
Zeytinyağı . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . .. ..
. . . . . 20 000

Bu ürünlerin toplam değeri 287 500 Fr'ıdır ve bunun 37 500 Fr' lık
bölümü dışarı satılmaktadır. Dışardan, yaklaşık bir milyon franklık ma­
mul mal, şeker, kahve, vb satın alınmaktadır.
Kıyı kesiminde yapılan sünger avcılığı bir miktar dışsatım olanağı
hazırlamaktadır.
KELEMEzss ADASI .- Nüfusu 5 500 dür Sünger avcılığının en ' .

büyük ölçekte yapıldığı yerdir; Sünger dışsatım miktarının 625 000 fran­
kı bulduğu hesaplanmaktadır. Adada halkın gereksinim duyduğu şeyler
üretilmektedir. XIX. yy'ın başında Kelemez'de çok sayıda gemi yapıl­
maktaydı; Anadolu kerestelerine konan dışsatım yasağı bu sanayinin yok
olmasına neden oldu. Kelemez 'e bağlı sünger avı teknelerinin sayısı 260
kadardır. Ada halkından bazı kimseler, avlanmak için, büyük teknelerle
Girit, Suriye ve Kuzey Afrika kıyılarına giderler. Avda elde edilenler şöy­
le paylaşılır: Sünger çıkarmak için dalanlar tam pay, kürek çekenler üçte
iki pay alırlar. Sünger avcıları önce başlar suya girecek biçimde dalarlar;
yanlarında, köşelerinden birine oldukça sağlam bir ip bağlanmış, üçgen
biçimli bir taş vardır; bu taş dibe inmelerini hızlandırır; dibe vardıkların­
da, süngerleri yapıştıkları kayalardan koparırlar, sonra ipi çekerler ve kü­
rekçiler onları topladıkları süngerlerle birlikte suyun dışına çekerler. İyi
bir dalgıç günde sekiz-on kez dibe dalar. Sünger (canlı bir varlıktır) siyah,
hafif, esnek bir örtüyle kaplıdır; örtü, süte oldukça benzeyen ve süt kıva­
mında bir sıvı içerir. Bu durumdaki süngerin görünümü, sözü edilen ya­
bancı maddelerin ayıklanmasından sonraki halinden çok farklıdır.
İ STANKÖY59 ADASI.- Adada 8 000 kişi yaşamaktadır; bunların
üçte ikisi Rum, üçte biri Türk ve Musevidir. Toprak çok verim lidir. Halk
tarımla uğraşır; tarım özenle yapılır ve aşağıdaki dışsatımlara olanak verir:

58 Bu ada için Kilimli adı da kullanılır. Yunancasıysa Kalimnos'ıur. (Ç.N.)


59 Yunancası Kos. (Ç.N.)

234
ÜZÜM . . . . . . . .. .. .... . ....... . . . . . . . . . . 7 000 KANTAR
. . .. . . .

LiMON . . . . . . . . . . . . . . . ... . . ... . . .. .............. . . . . . . 6 000 000


. . .

ŞARAP . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . HEMEN HEMEN HiÇ


YÜN . ... . ... .. . . ... .
. . ...... .. .
. ..... ... . . . . . . 1 50 KANTAR
. .. .

SOğAN . .... ...... . .......... . . ..


.. . .. .. .. . . .. .
.. .. . ..... . . . . . 2 000
. .

SUSAM . . . . . . . . . . . . .. .. ... ... .


. . . . . .. . . . . . . . .4 000 KiLE
... ... . .

BADEM . . ..... . . . . . . . . . ..
. . .. .... .. . . ... . ... ....... ... . ....... l 000
TUZ . . . . . . . . .
... . . . ...... . .... . .. . . . . . . . . . 30 000 - 40 000
.. . . . ..

ARPA .. . .... . . ..
.. . .... . .. . . :. . . . . . . . . . . . 90 000
... . - 1 00 000
HAS BUğDAY . .. ...... . . . .. . . . .
... ... . ... ... . . .. . . ..... 40 000

Bu malların yıllık dışsatım değeri yaklaşık 750 000 Fr'ıdır.


İngiltere ve Fransa'dan mamul mallar, şeker, kahve, demir, vb a l ı ­
nır; adaya sokulan malların miktarı bilinmemektedir.
Hippokrates ve Appelles İstanköy'de doğmuştur.

İNCİRLİADA6o.- Nüfusu 3 500'dür ve hepsi de Rumdur; çoğu ta­


rımla uğraşır; bazıları, sünger avcılığı yapmadan ada gemilerinde çalışır­
lar. İlk kez 1 858 yılında 1 00 ve 1 50 tonilatoluk iki uskuna6 t yaptıl ar.
Adanın ürünleri:

Şarap ..... . . ..
. . .. .. . . .. .
.. ... ... .... . . .
.. .. ..... . ...... . .. .. . 200 000 okka
Meşe palamudu ....... .. .. .. . ........... . ........ . . .. ...... 2 000 kantar
Arpa ......................................... ..................... 5 600 ki le
Badem . . . . . . .......... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . 2 000
Rakı ................. ... . ...... ....... . .... . .. .
. ... ..... . .... . 1 00 000 okka

İki yıldır, doğrudan doğruya İngiltere'ye meşe palamudu satışı ya­


pılmaktadır.
Arpa dışındaki ürünler (yaklaşık değerleri 250 000 Fr' ı) İstanbul 'a
gönderilir.

60 Yunanca adı Nisyros. (Ç.N.)


6 1 İki direkli, yelkenli küçük tekne. (Ç.N.)

23 5
İSTANBULYA62 ADASI.- Tanın terkedilmiştir; verimli olmakla
birlikte toprak ada halkını beslemeye yetmemektedir; halk yalnızca sün­
ger avcılığıyla uğraşır ve süngerler dı�arıya satılır.
KERPE63 ADASI.- Nüfusu 7 OOO'dir ve hepsi Rumdur. Ü rünler
adada üretildikleri yerlerde tüketilir; adanın iç ticareti yoktur: Yalnızca
Rodos 'tan birkaç şey satın alınır.
ÇOBAN64 ADASI.- Adada, tamamı Rum 5 000 kişi yaşar. Burada
birçok tekne yapılır; gemi yapımı için bazı İngiliz ürünleri Syra'dan satın
alınır: Halatlar, çıpalar, zincirler, vb. Dışalımlar bugün 3 370 000 kuruş­
tur. Ada ürünlerinden pek azı dışarı satılır.
HERKE65 ADASI.- Nüfusu 2 OOO 'dir; yalnızca sünger avcılığıyla
uğraşırlar (avlanan miktar son on yılda iki katına çıkmıştır). Sünger avcı­
lığı sonucu yapılan dışsatımlardan elde edilen gelir bugün 200 000
Fr ıdır; dışalımların yaklaş ık tutarıysa 260 000 kuruştur; mallar Ro­
'

dos 'tan gelir.


SÖMBEKİ66 ADASI.- Sömbeki adasının halkı girişken ve usta de­
nizcidir; ticarete çok yatkındırlar. Mayıs ayından eylül ayına kadar, eli
ayağı tutan bütün erkekler 160 tekneyle sünger avlarlar. Bu adamlar, kış
boyunca, ticaret gemilerinde tayfa olarak çalışırlar. Sömbekili tüccarlar,
işlerini yürütmek ve sünger satmak için kendi tekneleriyle Marsilya' ya ve
Trieste 'ye giderler; 1 00-300 tonilatoluk 1 8 gemileri vardır. Sünger dışsa­
tımı yılda yaklaşık olarak 375 000 Fr' ı gelir getirir.
Dışahmlar 725 000 Fr' ına kadar yükselir.
RODOS ADASI.- Rumların Güller adası ya da Adaların Gülü adı­
nı verdikleri, Cicero 'nun belagat ve şiir öğrenmeye gittiği, Büyük Cons­
tantinus 'un Bizans ' ı süslemek için sanat yapıtlarını tapınaklardan çaldığı,
Kudüs Saint-Jean şövalyelerinin kahramanlıklarıyla ün kazandırdıkları bu

62 Bu ada bau diUerinde "Astropalia" ya da "Stampalia" adlarıyla tanınmaktadır. (Ç.N.)


63 Batı dillerindeki adı "Scarpanto" ya da "Karpathos"tur. (Ç.N.)
64 Türkçe'de "Kaşoı" adıyla da bilinen bu ada bau dillerinde "Casos" ya da "Kasos" adlanyla bilinir.
(Ç.N.)
fi5 Ada.Yunanca yazılış ve okunuşlann etkis i yle Halici, Kalki, Khalkia adlanyla da bilinir. (Ç. N . )
-

66 Yunanca adı Symi a (Ç.N.)


.

236
ada, şu anda, insanların ve çok yakın aralıklarla çeyrek yüzyıldır adayı yer­
le bir eden depremlerin etkileri yüzünden harabeler ve kalıntılarla doludur.
Nüfusu 30 OOO'dir; bunun 20 600 'ü Rum, 7 OOO'i Türk, 2 OOO ' i Musevi ,
400'ü Avrupalıdır. Rodoslular, diğer takımadalarda yaşayanların giriş imci
karakterinden uzaktır; denizcilik ada halkının hoşlanmadığı bir meslektir.
Bununla birlikte ülkeyi alt üst eden felaketlerin (özellikle de 1 8 56 v e
1 863 'te olanlar) yarattığı moral bozukluğu hfila ortadan kalkmamıştır.
Toprak verimlidir, ekip biçme kolay yapılır, ürünler çok çeşitlidir;
ama, işçi yokluğu nedeniyle toprakların yansından çoğu ekilememekte­
dir. Çok geniş yer kaplayan ormanlar yavaş yavaş yok olmaktadır. Hala
varlığını sürdüren ormanlarda çam, keçiboynuzu, palamut meşesi ağaçla­
n bulunur; dut ağaçları hayranlık verici biçimde gelişmektedir; yabanıl

zeytin ağaçları çok geniş bir alan kaplamaktadır; aşılanacak olsalar en iyi
kalitede meyve vereceklerdir.
İngiliz şirketi The Manchester Cotton Supply Association, 1 858 ba­
şında, New Orleans 'ın en makbul pamuk cinsinin tohumlarını Rodos ' a
gönderdi; adanın çeşitli yerlerine ekilen b u tohum çok başarılı oldu; ne
var ki girişlerin arc;h getirilemedi; nüfusun azlığı pamuk ekiminin büyük
boyutlara ulaşmasını engelledi.
Gri mermer adada çok yaygındır; taşocakları işletilmemektedir.
Dağlarda sık sık bakır damarlarına rastlanmaktadır; demirin izineyse rast­
lanmamıştır.
İç kesimle ulaşım ancak hayvan sırtında sağlanabilmektedir; hiçbir
yerde karayolu yoktur.
Rodos ' un dış ticaret etkinliği 1 862 'de şöyleydi:

Dl ŞALIM DIŞSATIM67
Fransa 1 59 500 Fr. 73 1 000 Fr.
İngiltere. 44 500 1 000 000
Avusturya 8 000 1 96 ()()()

67 Dışsabm rakamlannda Sporadlardan çeşitli yerlere gönderilen süngerlerin değerleri de vardır. Bu de­
ğerler 1 668 000 Fr'ma ulaşır. - Ç.N.: Sporadlar, Ege denizinde bugün Yunanistan'a bağlı olan hir ıakı­
madadır.

237
Yunanistan 32 000 1 8 000
İta lya 16 000 1 4 000
Rusya 21 000
Türkiye 2 794 1 00 l 1 93 000

Toplam 3 075 1 00 Fr. 3 1 55 000 Fr.


Dışalım ve dışsatım toplamı: 6 230 1 00 Fr.

Ticaretin genel toplamı on yıldır hemen hemen değişmemektedir;


dışalımlar hemen hemen üçte bir azalmış, bunun yerini dışsatımlardaki
artış doldurmuştur. Fransa açısından dışalıın yarı yarıya azalmış, buna
karşılık dışsatımlar iki katına çıkmıştır.
Sünger, dışsatım değerlerinin % 50'sinden fazlasını temsil etmek­
tedir.
Sünger avcılığı yakındaki küçük adaların sandallarıyla yapılmakta-
dır.
Y Ö netimin bu sanayiye yüklediği aşırı vergiler, sünger avcılığını
Rodos kıyılarından uzaklaştırma eğilimi göstermektedir. 1 858 mevsimin­
de, Rodos valisi deniz avcılığı ürünlerine % 20 vergi koymak istedi; ba­
l ıkçılar bunu kabul etmediler, avcılıktan vazgeçme tehdidini savurdular
ve çok uzun tartışmalardan sonra, tekne başına 75 Fr' lık bir sabit vergi
ödenmesi konusunda anlaşmaya varıldı.
Girit'te (% 20'lik vergi matrahı bu adada korunmuştu), tekneler
vergi bağışıklığının olduğu Kuzey Afrika kıyılarına yöneldi.
Üç kalite sünger vardır: İnce süngerler, adi süngerler ve basit sün­
gerler.
İnce süngerler, onda bir oranında üst kalitede sünger verir. Geri ka­
lan bölüm ikinci kalitedir.
Adi süngerler, dörtte bir oranında birinci kalite sünger, dörtte üç
oranında ikinci kalite sünger verir.
Basit süngerlerden yarı yarıya birinci kalite ve ikinci kalite sünger
elde edilir.
İnce süngerlerin üçte ikisi, adi süngerlerin dörtte biri, basit süngerle­
rin dörtte biri (hepsi de birinci kalite olmak üzere) İngiltere'ye gönderilir.

238
Fransa, basit kalite süngerlerden elde edilen birinci kalite süngerle­
rin hemen hemen yarısını alır.
Çeşitli türlerden oluşan bir miktar sünger Trieste ' ye gönderi lir; ge­
ri aklan ürünler İstanbu l ' a ve diğer büyük Osmanlı limanlarına s at ı l ır.
1 862'de, Fransa 327 860 Fr' ı değerinde 32 352 kg. , İngiltere 1 386 275
Fr' ı değerinde 1 1 7 645 kg. sünger aldı.
Mercan avcılığı çok para getiriyordu ve eskiden çok y apı l ı yordu.
Bugün artık mercan avlanmamaktadır; bunun nedeni, s ö ylend i ği n e göre,
vergi toplamakla görevli memurların öne sürdükleri isteklerdir
Lloyd Autrichien'in ve Messageries İmperiales ' in gemileri Ro­
dos ' a uğrar; Osmanlı gemileri de buraya gelirler.
Gemi yapımı bir zam anlar adanın büyük sanayilerinden biriy d i : Ti­
caret ve savaş gemileri yapılıyordu. Bu sanayi yavaş yavaş geriledi; dül­
gerler, hfila iş bulabildikleri diğer adalara yerleştiler. Birkaç yıldır Ro­
dos 'ta yeniden başlayan gemi yapımının gelişme göstereceği sanılmakta­
dır.
Adanın yalnızca ticaretini yürütme işlevini yerine getiren birkaç
küçük tonajlı gemisi vardır.
Rodos 'taki denizcilik etkinliği (yelkenli ve buharlı) 1 863 'te şöyley-
di:

Giriş 2 53 1 tekne l 72 639 tonilato


Çı kış 2 578 1 73 760

Toplam 5 1 09 tekne 346 399 tonilato

5 1 09 teknelik bu rakam küçük tekneleri de içerir; küçük teknelerin


giriş sayısı 2 1 3 1 , çıkış sayısı 2 1 79 ' dur.
MEİS68 ADASI.- Nüfusu 4 OOO ' dir; bunun en çok 1 50'si Türktür.
Bu ada yalnızca sünger satar. Rodos aracılığıyla yapılan ve tamamı
İngiliz mallarından oluşan dışalımların (mamul mallar, çıpa, meşe,_ vb. )

68 Baıı dillerinde "Castel-Rcsso" ya da "Megiste" adlanyla da bilinen bu ada Türkçe Misne adıyla da ta­
nınır. (Ç.N.)
.

239
tutarı 837 500 Fr'ıdır. Başlıca ticaret kalemi , ülkede yapı lan gemi lerdir.
Bu gemiler hiçbir ayının gözetilmeksizin Osmanlı ya da Avrupa limanla­
rına satılır. 1 00 tonilato kapasiteli bir gemi 1 0 000 Fr' ıdır; 300 tonilato­
luk olansa yaklaşık 25 000 Fr' ı etmektedir. Son birkaç yıl içinde çok da­
ha ucuz gemiler yapıldı. Pek sağlam olmayan bu gemiler uzun ömürlü ol­
mamaktadır; ne var ki, maliyetin çok düşük olması, armatörlere, çok dü­
şük fiyatla gemi kiralamayı kabul etme ve Akdeniz limanlarındaki diğer
gemilerle acımasız bir rekabete girişme olanağı vermektedir.
KIBRIS ADASI.- LARNAKA, LİMASOL, LEFKOŞA, MAÖU­
SA69, BAF.- Fenikelilerin ve Musevilerin eski Şetim toprağı olan bu ada
(mitolojiye göre Aşk ve Güzellik tanrıçaları burada yaşardı. Eski Yunan­
lılar adaya Aphrodite70'nin adlarından birini verdiler ve en ünlü Aphrodi­
te tapınaklarını Paphos7 ı ve Amathus 'ta yaptılar) Karaman bölgesinden
yirmi beş fersah genişliğinde bir boğazla ayrılır. Venedikliler döneminde
adanın iki milyona yükselen nüfusu, bugün 1 60 000 kişi kadardır; nüfu­
sun üçt� ikisi Rum, üçte biri Türktür. Fetih sırasında oluşan yıkımlardan
bu yana Kıbrıs asla kalkınamadı. Toprak son derece verimlidir. Eskiden
pek bol olan ormanlar yavaş yavaş yok olmaktadır; ormanlarda reçineli
ağaçlar, en güzel türden yalı çamları, mantar meşeleri ve sakızağaçları
bulunur; adada tahıllar, pamuk, yün, kökkırmızıları, ipek, yağlı tohumlar,
tütün, zeytinyağı, meyveler, vb. üretilir ve bu ürünler Fransa'ya, İngilte­
re ' ye, Trieste'ye, Malta'ya, İon adalarına, Mısır'a Türk limanlarına ve
Ege adalarına satılır. Fransa adada üretilen ipeğin tamamını, yün ve yağ­
lı tohumların büyük bölümünü; İngiltere tahılları ve kökkırmızılarını; Mı­
sır ve Türk limanları sofra şaraplarını, rakıyı, şarap ispirtosunu ve besin
maddelerini alır.
Adanın yalnızca beşte biri ekilir ve tarım hala çok kötü koşullarda
yapılır. Romalıların ve Venediklilerin yaptırdığı karayolları bugün yok­
tur, köprüler yıkılmıştır; taşımacılık kırık dökük arabalarla ve hemen he­
men geçilmesi olanaksız çökmüş patikalardan geçilerek yapılır.

69 Bug. Gazi Mağusa. (Ç.N.)


7 0 Latin kaynakıannda "Venüs" adıyla aıulır. (Ç.N. )
1 1 Bug. Kuklia. (Ç.N . )

240
Ada dört sancağa ayrılır: Lamaka, Mağusa, Baf ve Gime.
LARNAKA (eski Cettium) Stoacı Zenon 'un doğduğu ve Atinalı
Kimon 'un öldüğü kenttir; gemilerin en sık uğradığı liman Lamaka 'dır;
gemiler hemen her zaman buraya yanaşır ve etkinlik gösterirler: Buharlı
gemilerin uğradığı liman da burasıdır.
Lam aka' nın 1 863 'teki denizcilik etkinliği :

Giriş 324 gemi 54 340 tonilato


Çı kış 321 -gemi 53 458

Toplam 645 gemi 1 07 798 tonilato

LİMASOL önem bakımından Lamaka'dan sonra gelir. Yirmi beş


yıl önce nüfusu 2 OOO'i bile bulmayan bu kentte bugün 7 OOO 'i aşkın in­
san yaşamaktadır. Kent bol miktarda keçiboynuzu ve şarap dışsatımı ya­
par. 1 863 'te 26 000 büyük fıçı şarap üretildi ve bunun 9 000 fıçısı Mısır
ve Suriye 'ye gönderildi. Geri kalan üretim, üretildikleri yerlerde tüketilir
ya da damıtılır. Arpalık şarabı adıyla tanınan Kıbrıs şarabı Limasol do­
laylarında üretilen üzümlerden yapılır; eskiden Avrupa' da çok makbuldü;
ama şimdi bu şarabı yalnızca Rusya ve Avusturya istemektedir. Şarabın
dışsatımı 600 büyük fıçıyı aşmamaktadır (yaklaşık olarak üretimin dörtte
üçü).
1 863 'te Limasol'un ticareti dışalımlarda 298 200 Fr' ına, dışsatım­
larda 1 997 000 Fr' ına yükseldi. Burada, Avrupa devletlerinin yaptığı dı­
şalımlann Lamaka'da gerçekleştiğini belirtmek gerekir. Gene aynı yılda
Limasol limanına toplam 32 980 tonilatoluk 493 gemi girmiştir.
LEFKOŞA, Kıbrıs adasının yönetim merkezidir; deniz kıyısında
değildir ve bir tane bile tüccarı yoktur. Burada yalnızca dükkanlar ve dük­
kancılar vardır. Bütün ticaretini Lamaka ile yapar. Venedik egemenliği
döneminde, Lefkoşa çok kalabalıktı. Kiliselerinin ve manastırlarının sayı­
sı yılın günleri kadar çoktu.
MAÖUSA 'nın kumlanmış ve bakımsız haldeki harap limanını Ak­
deniz' in en güzel limanlarından birine dönüştürmek kolaydır. Türklerin

24 1
bu kenti aldıkları ( 1 570) dönemden bu yana, Mağusa limanı Osmanlı ge­
·
mileri dışındaki bütün gemilere kapalı kaldı. Bu durumun kent halkının
gösterdiği büyük direnişe karşı alınan bir önlemin devamından başka bir
şey olmadığı kesindir. Bilindiği gibi, Kıbrıs adasının zenginliklerinin
yüklendiği Osmanlı donanması Mağusa'daki demirleme alnında yakıl­
mıştır: Bir kadın, tutsak olduğu gemiyi ateşe vermiş , yangın öbür gemi le­
re sıçramış, bu gemilerin batmasına ve galiplerin, mağlupların ve Vene­
dikliler döneminde oluşturulmuş dev hazinelerin birlikte yok olmasına
yol açmıştır. Bu ganimetler halii demirleme alanında, denizin dibinde, çı­
karılmaları olanaklı bir derinl ikte yatmaktadır. Günümüzdeki haliyle li­
manın yüzölçümü 32 hektardır ve deniz derinliğinin 10 metreye çıkarıl­
ması çok kolaydır. Oysa bugün yalnızca 2 hektarlık bölüme gemiler gire­
bilmektedir.
Liman iki adadan oluşur. Birincisi, 42 1 metre uzunluğunda, bugün
kullanılmayan bir dalgakıranla karaya bağlanmıştır; ayrıca, her iki ada
ikinci bir dalgakıranla birbirlerine bağlıdır; ne var ki, bu dalgakıran harap
haldedir, ama onarılması kolaydır; söz konusu dalgakıranlar sayesinde,
denizin limanı dolduran kumu ve çamuru getirmesi önleniyordu. İkinci
dalgakıran da küçük bir dalgakırana bağlanmıştı. Yapılacak bazı çalışma­
larla 60 hektar genişliğinde bir liman yaratılabilecektir.
Mağusa ve Mesaniye kentlerinin ovalan, Lamaka'nmkilerle birlik­
te, pamuk ekimine en elverişli yerlerdir. Mesaniye'nin yüzölçümü yakla­
şık 200 000 hektardır ve bunun beşte biri ekilmektedir. Batı bölümü bü­
tün yaz mevsimi boyunca pamuk ekimi için gerekli yağışı almamaktadır;
ne var ki bu sakınca artezyen kuyuları açılarak (söz konusu kuyuların
açılmasını güçleştiren hiçbir şey yoktur) giderilebilir. Mağusa ovasında
yeterli su vardır.
Venedik egemenliği döneminde Kıbrıs, 30 000 balya ya da 3 500
000 kg pamuk dışsatımı yapıyordu; o dönemde bu maddenin kullanımı
bugüne oranla çok daha az yaygındı; son iki yılda pamuk ekiminin daha
yaygın hale gelmesine karşın, ada, 1 862 'de ancak 450 000 Fr'lık pamuk
dışsatımı yapabildi. Ada 25-30 milyon kilogram pamuk üretebilecek ha-

242
le gelebilir; ama bu artışın ilk koşulu Mağusa limanının dış ticarete açıl­
ması ve limanın (Lamaka ile ulaşımı hemen hemen olanaksızdır) iyileşti­
rilmesidir; çünkü, karayollarının iyileştirildiği varsayılsa bile, Lamaka ile
Mağusa arasında karadan taşınacak mallar giderleri artıracaktır. Bugün
sürdürülmesi için hiçbir neden olmayan ve Kıbrıs 'ın (en güzel, en verim­
li ve Akdeniz havzasında konumu en elverişli adalardan biridir) tarımsal
zenginliğinin gelişmesine sürekli set çeken bir yasağı kaldırması için Os­
manlı yönetimini engelleyen hiçbir neden yoktur.
BAF (eski Paphos) ipekböcekçiliğinin en gelişmiş olduğu yerdir;
adanın ipek (çok m akbul sayılır) üretiminin üçte ikisini Baf sağlar. Beyaz
i pek ülke tüketimine ayrılır; Fransa'nın satın almadığı ipeklerin büyük
bölümünü Osmanlı İmparatorluğu tüketir.
Kıbrıs'ın ipek üretimi birkaç yıldır çok azaldı. Ada, 1 862'de, ipek
ve koza olarak, ancak 390 000 Fr'lık dışsatım yapabildi. Bugün üretim ,
1 850 öncesinin yaklaşık olarak üçte biri kadardır. B u sonucu doğuran ne­
denleri bilmiyoruz; zira Kıbrıs ipeği en makbul sayılan kalitededir ve sa­
tışı her zaman kolaydır.
Adada zeytinyağı presleri, sabun fabrikaları ve tabakhaneler vardır.
Kıbrıs adasının dış ticareti 1 862 'de şöyleydi:

Dışalım .............................................. .... 2 500 000 Fr.


Dışsatım ............. . ................................. .4 608 500

Toplam ... . . .......... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .... . ? 1 08 500 Fr.


....

Bu rakamlar önceki yıllara oranla belirgin bir gelişmeyi vurgula­


maktadır; dışsatımda, özellikle yağlı tohumlar, şaraplar ve rakı kalemle­
rinde bir artış oldu; diğer kalemlerin dışarıya satışı hemen hemen aynıdır
ya da gerilemektedir.
KARAMAN BÖLGESİ, SURİYE, FİLİSTİN.- Fransa bu yörele­
rin ürünlerini en çok tüketen ülkedir; İngiltere ise bu yöre ürünlerinin sü-

243
rüldüğü en büyük pazardır72 ; Avusturya'nın da ada ile ticareti artm akta­
dır.
Başlıca ticaret kentleri şunlardır:
MERSİN.- Bu liman, Fransız ve Rus şirketlerinin buharl ı gemile­
rinin uğramaya başlamasından bu yana gelişmektedir. 1 863'te 20 000
balyadan fazla pamuk dışsatımı yapmıştır; bu dışsatımın dağı l ım ı şöyle­
dir:

Fransa 'ya .... . . . . ...


. .. .. .... . ..... .. ... . . . .
. . . . . ..... ..... .... 8 500 balya
İngiltere' ye ..... . ...... .. . ..
.. . ... . .... .
. .. ... ... ....... . .... .3 1 00
İzmir'e .......... ............ . . . . . . . . . . . . . . . . . ................... 8 400

Ayrıca başka ürünlerin, özellikle de susamın dışsatımı da yapıl­


maktadır. Her yerde olduğu gibi burada da iç kesimle ulaşım hemen he­
men olanaksız gibidir.
İSKENDERUN, Halep ilinin bütün ticaretinin transit limanıdır ve
limandan satılan mallar Messageries İmperiales ve Lloyd'un gemileriyle
taşınır. İskenderun ile Halep arasında malların taşınması ton başına 75-80
Fr' a mal olmaktadır. Araba taşımacılığına elverişli karayolu bulunma­
maktadır.
İskenderun gemi demirleme alanı, bugün Suriye kıyılarında tam
güvenlik sağlayan tek limandır.

72 İngilıere'nin Suriye ve Filistin ile ticareti şöyleydi:


Dl ŞALIM DIŞSATIM
İngiltere Suriye TOPLAMLAR
1 854 2 724 275 Fr. 9 5 8 1 325 Fr. 12 305 600 Fr.
1 855 2 595 415 24 403 425 26 998 900
1 856 3 368 675 19 335 500 22 704 1 75
1 857 3 263 150 1 7 788 975 2 1 052 1 25
1 858 3 753 750 19 360 400 23 1 1 4 150
1 859 2 1 1 9 475 15 960 925 18 080 400
1 860 1 822 000 16 7 1 1 450 18 533 450
1 86 1 1 935 625 22 2 1 3 600 24 1 49 225
1 862 3 l 'i fl 0.'iO 15 087 825 18 243 875
(Atuıual staıemenı of the trade and navigaıion, vb.)

244
Burası 24 mi l genişliğinde, en büyük filoları bile her mevsimde hiç­
bir tehlike söz konusu olmadan alabilecek büyüklükte bir körfezdir. Ku­
zey Suriye, Mezopotamya, Güneydoğu Anadolu ürünlerinin gemilere
yüklendiği , gemilere sığınak sağlayan tek yer olan bu liman, belki de im­
paratorluğun en çok ihmal edilmiş l imanlarından biridir. Limanda, gemi­
lerin yükleme ve boşaltmalarında kullanılan yalnızca iki kötü dalgakıran
vardır. Dalgakıranları Avusturyalılar yapmıştır. Dalgakıranların yapım ına
katkıda bulunmayan yönetim, onları korumak için de hiçbir şey yapma­
mıştır: Bugün dalgakıranlar acınacak haldedir.
Kentte 200 ev ve çeşitli uluslardan 1 000 kişi (çoğu Rum ve Erme­
ni) vardır.
İskenderun çevresinin toprakları çok verimlidir, pamuk, has buğ­
day, pirinç, mısır, susam, ve çivit üretimine çok elverişlidir; burada tarım
ihmal edilmiştir. Çevrede, meşe palamudu doğal olarak bol bol yetişmek­
tedir, ama bu ürünlerin dışsatımı bile yapılmamaktadır.
İskenderun limanının ticaret etkinliği:

Dışalım ............... ................................... 8 000 000 Fr.


Dışsatım ... . ........... . .
.. .......... ..... ........ . 1 3 000 000
...

Toplam ............................. . .................. 21 000 000 Fr.

HALEP. - Fırat, Halep ilinin en büyük ırmağıdır. Tıpkı Nil gibi Fırat
da, doğduğu Doğu Anadolu dağlarındaki karların erimesi nedeniyle, zaman
zaman taşar. Kasım ve aralık aylarında Fırat'ın suları en çekik haldedir, ır­
mağın debisi marta kadar yavaş yavaş artar ve mayısın sonunda su derinli­
ği üç metreye ulaşır; daha sonra su düzeyi düşmeye başlar. Kış aylarında ır­
mak ulaşımı, su altı kesimi 0,60m.-0,70 m. olan tekneler için Birecik'ten
başlayarak olanaklıdır. Fırat, el-Kurna'da Dicle ile birleşir ve Şattülarap
adını alarak yoluna devam eder, Basra körfezinde denize dökülür.
Asi ırmağı Lübnan dağlarında doğar. Bu dağ zincirinin doğusunda­
ki toprakları suladıktan sonra batiya, sonra Antakya'dan geçerek güney-

245
batıya döner. Antalya'dan başlayarak denize döküldüğü Seleukei a73 'ya
kactar saı:ıdallar için ulaşıma elverişlidir.
Kydnos74 ve Pyramos75 ırmakları Toroslardan doğarlar ve Akde­
niz 'e kadar ulaşıma izin vermezler.
Halep ilinin iklimi yerden yere değişir. Akdeniz kıyılan boyunca
sıcaklar yaza ve sonbahara egemendir. İskenderun ve Mersin 'de sıcaklık­
lar sakıncalı bir niteliğe bürünür.
Halep kenti (İncil 'deki Beroia) çok parlak dönemler yaşadı; nüfusu
XVIII. yy 'da 300 OOO'den fazlaydı. Bundan sonra çok geriledi: Osmanlı
yönetiminin istekleri ve H ind i stan ' a yapılan deniz seferlerinin Ümit bur­
nuna yönelmesindeki artış , kentini önemini ve ticaretini azalttı. Halep es­
kiden çok zengin bir imalat kentiydi; bugün de bol miktarda kumaş ve do­
ğuda çok makbul sayılan dokumalar üretmektedir.
Halep paşalığının başlıca kentleri : Ayıntab, Kilis, Antakya, İdlib,
Cisrüşşugur ve Halep'in limanı olan İskenderun.
İlip yıllık tarım üretimi ortalama olarak şöyledir:

Has buğday . . .......... . ..... . . . . . 5 8 1 500 hektolitre


.. .... .

Arpa . .
... ....... . . ... .. .......... . 203 525 hektolitre
...........

Darı ....................................... ... 1 1 6 �00 hektolitre


Susam .. . ......... .... . . .... ............. . . 290 750 hektolitre
..

Kuru sebze . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 23 260 hektolitre


Yün . . . . . . . . .. . . .
.. . . . ... . ... ..... . .
... ..... 2 03 1 880 kilogram
Pamuk . .. . . . . .. . . . . . 406 376 kilogram
.. ..... .. . . .... ..... ... ..

Zeytinyağı . . .. . . . . 253 985 kilogram


...... .... .. ............ .

Tütün .... . . . . .
....... . 1 52 39 1 kilogram
......... .. ..... ........

Antepfıstığı . .. .... . . . . 507 970 kilogram


... .. . ....... .. .... .

Has buğday dışsatımı Avrupa'nın gereksinimlerine bağlıdır; susam

73 Yazar eski Pieria Seleukeia 'sından söz etmektedir. Antakya 'ıun liman kenti olan bu kooı Asi ırmağı­
nın biraz kuzeyindeydi. (Ç.N.)
74 Bug. Tarsus ırmağı. (Ç.N.)
15 Bug. Ceyhan ırmağı. (Ç.N.)

246
dışsatımıysa düzenlidir. 1 845 'te başlatılan susam ekimi , ekimin yapıldığı
Fırat kıyıları İskenderun 'dan (Avrupa'ya gönderilen susam buradan ge­
milere yüklenir) uzak olmasına ve taşıma işlemi fiyatları yükselmesine
karşın yaygınlaşmaktadır.
Pamuk İ dlib ve Kilis 'te üretilir. Kalite düşüktür; biraz özen göste­
rilirse kalite yükseltilebilir. Yinni yıl önce üretim üç kat fazlaydı. Yerel
imalatın kullandığı pamuk dokuma ipliğinin İngiltere'den alınması pa­
muk ekimini azalttı. İmalatçıların İngiltere'den gelen pamuk ipliklerinin
satın almaları, ülkede üretilen pamuktan iplik yaptırmalarına oranla daha
karlıydı. Üç yıldır Avrupa pazarlarındaki pamuk satışlarında büyük deği­
şiklikler oldu ve pamuk ekimi yeniden başladı.
Tarım genellikle çok geridir, ama toprakların verimli olması bilgi
eksikliğinden kaynaklanan zararları karşılamaktadır.
Halep, eskiden, imparatorluğun İstanbul'dan sonra gelen birinci
kentiydi; Hindistan ticaretinin ambarlarından biriydi. Hindistan ile ticaret
artık yapılmamaktadır; hatta Halep İran ile yapılan transit ticaretin bir bö­
lümünü de yitirmiştir: İran ile yapılan transit ticaret artık Trabzon ve Er­
zurum üzerinden gerçekleştirilmektedir.
Halep' in konumu eski dönemlerde İngiliz vurguncuların dikkatini
çekmişti; hep yeni yeni yollar arayan İngiliz vurguncular, bu kenti eski et­
kinliğine kavuşturabileceklerini sandılar. Osmanlı hükümetine, Fırat va­
disi boyunca ilerleyecek bir demiryolunu yapmayı önerdiler. Osmanlı hü­
kümeti tasarı aşamasında kalan bu öneriyi Avrupa şirketlerinin Bab-ı
A li' den elde ettiği birçok imtiyaz gibi (bu tür ayrıcalıkları vermek çok ko­
laydı) olumlu karşıladı. Fırat demiryolu hattı tasarısının mimarları, Akde­
niz ve Karadeniz limanlarının Hindistan ile yaptığı ticaretin üçte birini
Halep'e döndüreceğini düşündüler. Kahve, çivit, karabiber, şeker, çay ta­
şımacılığı 1 23 000 tonla yıllık değerlendirmeye girdi. Bugün Trab­
zon'dan geçen İran ticareti onlara 1 07 000 tonluk bir payın geleceğini dü­
şündürdü: Bağdat ve Basra'nın trafiğinden (40 000 tondu) 30 000 tonluk
bölümün su yolunu değil demiryolunu seçeceğini hesapladılar; sevkiyat
limanlarına gönderilecek Bağdat tahıllarını 1 70 000 ton olarak tahmin et­
tiler; son olarak 300 000 yolcu hesapladılar.

247
Bu umutlar bütününe dayanarak, her yıl, art arda 3 084 000 İngiliz
lirası gelir sağlanabileceği ve bu gelirin birden bire iki katına çıkma ola­
sılığının da bulunduğu hesaplandı. Yatırılan sermayenin % 20 'den az bir
kar elde edebileceğini akıllarından geçirmediler.
Bab-ı Aıı 1 857 'de fermanı çıkardı.
Bu tasarı bir düşten başka bir şey değildi; tarım ürünleri (örneğin
tahıl lar), denize kadar demiryoluyla taşınmasından doğacak giderleri güç
kaldırabilir ve kayıplara uğramadan Avrupa'ya ulaşamaz; Araplar kon­
voyları soyacaklardır; uzun süredir ne yolcular, ne de değerli mallar için
güvenlik vardır. Hindistan ticaretini bu yoldan geçirmeyi istemek, boş
düşlerin ardında koşmaktan başka bir şey değildir: Malların Süveyş 'ten
geçirilmesi her zaman yararlıdır ve gene gezginler de uzun süre kavurucu
güneş altında uzun bir kara yolculuğu yapmaktan kendilerini kurtaran bu
yolu seçeceklerdir.
En basiti, en mantıklısı, üretim merkezlerini, Fırat' ın ulaşıma izin
verdiği yerlere arabayla kolay taşımacılık yapma olanağı veren karayol­
l arıyla bağlamak olacaktı.
Bugün Halep'ten gönderilen yabancı malların ortalama olarak yıl­
da 30 milyon franka ulaşacağı tahmin ediliyor; İngiltere'nin pamuklu ve
mamul mallan bunun yansını sağlıyor. Fransa ikinci sırada geliyor: şeker,
kahve, kumaş , demir ve ipekli olarak söz konusu değerin altıda ikisini sa­
tıyor. Marsilya, Halep ile bağlantıda bulunan tek Fransız kentidir. İtalya,
İ sviçre ve Almanya, belirtilen miktarın altıda birini sağlıyorlar.
Halep, Avrupa'ya, Mezopotamya'nın mazısını, susamını, pamuğu­
nu, yünlerini, mumlarını ve tahıllarını gönderir. Tahıllar çok boldur, ama
ancak Batı 'da kıtlık olduğunda dışarı satılarak kar getirebilmektedir. Ha­
lep' in hemen hemen bütün üretimi Marsilya'ya gönderilir.
LAZKİYE.- Lazkiye kazası bütünüyle tarımla uğraşır; çok verimli
olan toprakta dışsatıma yönelik birçok tahıl üretilir.
Dağlık kesimin temel ürünü tütündür; dışarıya bol miktarda tütün
satılır (özellikle de İskenderiye 'den)
Ova kesimi has buğday, yulaf, dan, mısır, susam, ipek, zeytinyağı,
incir, vb. üretir.
Zeytinyağının bir bölümü, günümüzde, üretim yerinde sabun ima-

248
latında kullanılır. Kısa süre önce iki sabun fabrikası kurulmuştur; söz ko­
nusu fabrikalar düşük kalitede sabun üretmektedir.
Kıyı halkı sünger avcılığıyla uğraşır; 1 5-20 tonilatoluk küçük bir fi­
lo sürekli bu meşakkatli , ama karlı iş için kullanılır.
Dışalım ve dışsatım , doğrudan doğruya buharlı gemilerle (kıyı ke­
siminin mallarını bunlar taşır) yapılır: Çünkü büyük yelkenli gemi ler,
açık ve korunaksız bir demirleme yerinde kalmak istemektedirler. Eski li­
man kapalıdır ve döküntülerle dolmuştur. Eski liman iyileştiri lirse, dışsa­
tım ve daha sonra da yerehanm yaygınlık kazanacaktır. Lazkiye ' ye ülke­
nin yalnızca 50- 1 00 tonilatoluk gemileri uğrar.
TRABLUSŞAM76.- Bu kazanın topraklan Lübnan sıradağları yla
Akdeniz arasında uzanmaktadır; arazi düz, az engebeli, çok verimli ve
çok sulaktır; bütün imparatorluğunun en iyi işlenen toprakları buras ıdır.
Kent Kadişa ırmağının kıyısındadır; liman üç kilometre uzaklıkta­
dır; demirleme yeri -ters yönden gelen kuzeybatı rüzgarının estiği dö­
nemler dışında- korunaklıdır. Toplam maliyeti 500 000 Fr' mı aşmayacak
bir çalışmayla, Trablusşam ' a çok güzel, çok güvenli bir demirleme yeri
yapmak pek kolay olacaktır. Suriye 'ye demiryolu döşendiğinde, Trablus­
ş am limanı Küçük Asya'nm iç kesiminin bir bölümü için büyük ticaret
kolaylıkları sağlayacaktır. Günümüzde, Fransız şirketi Messageries İmpe­
riales ' m , Rus şirketinin buharlı gemileri ve Arap gemileri bu limana s ık
s ık uğramaktadır. Bu gemiler, her zaman, yabancı ülkelere gidecek ipek,
sabun, un, zeytinyağı, meyve, sünger, yün, tütün, kökkırmızısı, vb. nav­
lunu bulmaktadır. İngiltere mamul m allar, Fransa soda, şeker, kahve, kır­
mızböceği, vb almaktadır. Buharlı gemilerin hızı ve bu gemilerin limana
sık sık uğraması nedeniyle, Arap gemilerinin işi giderek güçleşmektedir.
Trablusşam ilci kentin iskelesidir: Biri, 1 8 fersah uzaklıktaki, 20
000 nüfuslu Humus; diğeri, 28 fersah uzaklıktaki, 60 000 nüfuslu Hama.
Bu iki kentle ilişkiler kesintisiz sürmektedir; öbür illere oranla daha az

76 Bugün Lübnan sınırlan içinde bulunan bu kentin Bau dillerindeki adı 'Tripoli 'dir. Ne var ki B atı dil­
lerinde Li bya'nın başkenıi !>lan Trablusgaıp'a da 'Tripoli' denmektedir Ne yazık ki, belki de havayol­
..

lannın etkisiyle, illkemizde her iki kent için de 'Tripoli' adını kullanan insanlar onaya çıkmışıır. Dilimi z
bu iki kenti ayn adlarla birlıirinden ayınrten, Bah dillerindeki karışıklığı sürdünnek ne kadar yazık!
(Ç.N.)

249
kötü durumda olan karayolları deve sırtında ulaşıma kolayca izin vermek­
tedir.
Trablusşam limanının 1 863 'teki etkinli� i :

Dışalıma yönelik . . . . ... .. . ...... . ....... . .... . .... . 1 404 500 Fr.
Dış satıma " ....... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . 7 228 800

Toplam ..................... . . . . . .. . . . . . ................. 8 633 300 Fr.

Denizcilik etkinliğini -giriş ve çıkış olarak- toplam 1 89 400 toni la­


toluk 1 559 gemi gerçekleştirmektedir.
BEYRUT. - Suriye kıyılarının en önemli limanıdır. Ticaret alanın­
daki geçmişi otuz yıldan fazla değildir; merkezi bir konumda ve Şam ' a
yakın olması sayesinde ticaret alanında önem kazanan kentin ulaşımı , ya­
pımı bir Fransız şirketine verilen karayolunun tamamlanmasından sonra
iyice kolaylaşacaktır. Bu yolun açılmasıyla elbette ticaret de gelişecektir:
Zira Şam bütün ticaretini Beyrut üzerinden (özellikle de Marsilya ile ola­
nı) yapmaktadır.
Beyrut yöresinde ipek, zeytinyağı, tütün, kuru yemiş, kereste, tahıl­
lar, vb üretilmektedir. İpek en önemli dışsatım malıdır.
Fransa'nın eski Beyrut konsolosu M. Guys 'ün yaptığı istatistiklere
göre77, Suriye ' nin ipek üretim ve tüketimi şöyledir:

kental kental
Şam . . . . . . .
.. ... .. .. .......... . . ..... .. ... 450 Şam . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 500
Deyr üt-Kamer . . . . .. .... .......... 200 Halep . . . . .
. . . . . . . . . . . . 320
. . . . .

Zuk . .. ........ .... . . . ..


.. . .. .... . .. ... . . 200
. Trablusşam . . . . . . . . . . . . . . . 50
Trablusşam . ......................... 1 50 Deyr üt-Kamer . . . . . . 80 . . . . .

Sayda . .... . .... . .. .


. . .... . .......... . 1 00
. . Zuk . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . 30
.

Lazkiye . .. . ... ...... . . . .. .


. . . . .... . . . . 30. Beyrut ve dağlık kesim . 200 .

Antakya ve bütün kuzey . . 500 . . .. Sayda . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . 1 00


İç kes., Hamar v e Humus . 1 00 . Hamar ve Humus . . . . . . . . . 20

77 Moniıeur, 18 Eylül 1 860.

250
Şam, bağımlı güney topr . . . . . 70 Dışsatım . . . . . . . . . . . . . . . . . 5CXl
.

Toplam .... . ..
.. ........ . ....... . ...... 1 800 Toplam . . . .. . . . . . . . . . . .. 1 800

Beyrut dolaylarının beyaz ipeği çok makbuldür; buna beledi ( kent­


li) adı veril ir; bu ipeğin hemen hemen tamamı dışarıya satılır.
Seçkin Suriye kumaşlarının dokunduğu birinci kalite s arı ipek Kes­
revan ve Damur'da üretil ir.
Beyrut 'ta çok sayıda ipek kuşak (ya gövdeye sarılır, ya da s arık ola­
rak kullanılır) dokumacısı vardır.
Dokumacılardan sonra sandıkçı loncası gelir; bunlar yaptıkları san­
dıklarla bütün Suriye ve Mısır ' da ün salmışlardır. Üstlerine yaldızlı baş lı
çivilerle süslemeler yapılmış kırmızı ve yeşil renkli bu sandıklar, Arap
kadınlarının beğendiği çeyiz sandıklarıdır ve Suriyeli işçilerin en iyi be­
cerdikleri iş sandık yapmaktır.
Beyrut . fabrikasının beğenilen bir başka malı da, gemiyle dışarı
gönderilen kalemler arasında yer alan kaloa dır. Kaloa, kavla ve keçiboy­ '

nuzu kökü sularının susamyağıyla ezilmesi sonucu elde edilen bir macun­
dur. Suyu soğutan gözenekli toprak kaplar ünlüdür, ama biçim bakımın­
dan Mısır kaplarından daha az zariftir.
İngiltere ' den getirilen bazı muslinlerin üstüne yapılan baskıl ar da
yerli sanayi çerçevesine girerse de sanat değeri açısından pek değer taş ı­
maz. Son olarak, ipek sağma Beyrut halkının uğraşlarının sıralandığı lis­
teyi tamamlar.
Beyrut limanına Avusturya, Fransız ve Rus şirketlerinin gem ileri ,
özel şirketlerin buharlı gemileri ve çok sayıda yelkenli gemi düzenli ola­
rak uğrar.
Dış ticaret etkinliği yaklaşık olarak şöyledir:

Dışalım ...................... . . . . . . . ................... 27 500 000 Fr.


Dışalım ....... . .... . ...... . .
... ............... . ..
.. . . .. 32 500 000

Toplam ... . ..
. .... ... . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . 60 000 000 Fr.
1 863 'te limana giren gemiler:

25 1
Gemi sayısı Tonilato
Yabancı buharlı gemiler 21 1 1 57 200

Osmanlı gemileri 5 3 800

Yabancı yelkenli gemiler 70 36 1 64

Osmanlı gemileri 337 27 224

Kabotaj yapanlar 2 742 32 1 40

Toplam 3 465 256 528

Geçen yılın toplamına bakıldığında gemi girişi sayısında 4 4 1 3 to­


nilatoluk bir artış görülür. Gene aynı yılda, gemi girişi bakımından buhar­
lı gemilerde 27 956 tonluk bir artış, yelkenli gemilerde 1 7 643 tonluk bir
azalma gözlenir. Yelkenli gemilerin taşımacılıktaki payında görülen azal­
ma -Suriye ve Karaman bölgesi kıyılarının taşımacılığını gerçekleştiren
buharlı gemi şirketlerinin çok etkin rekabeti nedeniyle- kabotajı da etki­
lemiştir . ..
Beyrut demirleme alanı açık ve az güvenlidir; ticaretin büyük bo­
yutlarda olması , dalgakıranlar biçiminde oluşturulabilecek bir limanın ya­
pımını ivedi hale getirmektedir. Kamu yararına yapılacak bu harcama ge­
ciktirilemez ve eğer hükümet bu harcamayı üstlenmek istemiyorsa, gemi­
lerden alınacak ayakbastı rüsumu karşılığında çalışmaların yapılmasını
kendi hesaplarına üslenmeye hazır şirketler bulacaktır.
ŞAM, yeni yapılmış bir karayolu aracılığıyla bir yıldır Beyrut 'a
doğrudan ve hızlı biçimde bağlanmıştır. Bir yolcu arabası işletmesi yol­
cuları, bir yük arabaları işletmesi malları taşımaktadır. Şam, dış ülkelerle
bütün ilişkilerini Beyrut aracılığıyla gerçekleştirmektedir; ülke içiyle tica­
reti çok etkindir, yılda 2000 deve kullanan kervanlar Bağdat ile yapılan
ticaretin mallarını taşır. Şam, basmalar, kumaşlar, fesler, kağıtlar ve deni­
zaşırı ülkelerden gelen ürünleri satar; Bağdat'tan çivit, şallar, inci ler,
tömbeki , mazı, vb. alır.
Şam 'daki tek sanayi Doğu 'da çok makbul sayılan ipekli kumaş do­
kumacılığıdır. Aynca burada deri de işlenir, ama gerek sepicilikte, gerek­
se beyaz sepiciliğinde günümüze dek hep en geri yöntemler kullanılmış­
tır.

252
Tarım, bu ilde üretebileceği şeyleri üretmekten çok uzaktır. Ürün­
lerin Beyrut ' a taşınmasındaki kolaylığın (kısa süre öncesine kadar ürün­
ler çok güç taşınabiliyordu) çiftçileri kamçılayacağı umulmaktadır.
Eskiden, her yıl Bağdat ' a gitmek iç.in Şam 'dan iki kervan yola çı­
kardı; bunlar, gidiş ve geliş yolculuklarını çölü aşarak tam amlarlardı. Av­
rupa ürünlerini ve Şam ürünlerini taşıyan bu kervanlar, Hindistan ve Ara­
bistan ' ın tahıllarını getirirlerdi . 1 857 yılındaki soygundan bu yana ker­
vanlar artık gidip gelmemektedir; kervanlardaki kaybın bir mi lyon frank
olduğu hesaplanmaktadır. ·

Mekke kervanının geçişi de Şam ' a belli bir ticari hareket getirmek­
tedir; ne var ki , Mısır ve Kızıldeniz yolunu kullanan buharlı gemilerin
yolculara daha çok güven ve hız sağlamasından bu yana kervanların sayı­
sı azalmaktadır.
S AYDA (eski Sidon), Beyrut 'un on fersah güneyindedir ve geliş­
mektedir. 1 86 1 ' de Sayda' da görülen ticaret etkinliği:

Dışalım .................................................. 2 1 98 000 Fr.


Dışsatım ................................................ 1 356 000

Toplam ......... . .. . .................. .. .


. ... ..... . ...... 3 554 000 Fr.

Denizcilik etkinliğiyse:

Giriş 726 gemi l 3 470 tonilato


Çıkış 68 1 1 2 678

Toplam l 407 gemi 26 1 40 tonilato

Malları Beyrut' a küçük kıyı tekneleri taşır, zira S ayda'dan çok az


gemi yük alır.
SUR (eski Tir), Sayda ile aynı durumdadır, ama etkinliği daha az-
dır.
A KKA , HAYFA.- Akk a 'nın (eski Ptolemais) ticareti oldukça geliş­
miştir; ne var ki, demirleme yerinin az güvenli olmas ı nedeniyle buraya

253
gemiler ancak yazın gelebilmektedir. Hemen hemen harap durumda bir
kasaba olan, körfezin öbür ucundaki Hayfa, buharlı gemilerin uğradığı ve
gemilerin kış boyunca yattıkları limandır. Bu iki liman Avrupa ' ya tahıl
gönderir; gönderilen tahılların değerinin 3 500 000 Fr' ı olduğu hesaplan­
m aktadır. Zaten çok düşük olan dışalımlann miktarı bilinmemektedir.
Denizci lik etkinliği (giriş ve çıkışlar bir arada):

Akka 728 gemi 1 3 768 tonilato


Hayfa 442 ıo 1 34

Toplam l - 1 70 gemi 23 902 tonilato

YAFA, açık ve az güvenli bir demirleme yeridir. Kudüs ' e giden ha­
cılar bu limanda gemiden inerler. Malların gemilere yüklenmesi ve ge­
milerden boşaltılması çok güçtür; bazı gemiler burada yaz mevsiminde
yükleme v.e boşaltma yapabilirler.
BERBERİSTAN (AFRİKA) TRA BLUSGARP VİLAYETİ. - Trab­
lusgarp vilayetinin ürünleri sürü hayvanları, has buğday, arpa, zeytinya­
ğı, hurmalar ve kökboyasıdır. Çiftçiler yoksuldur; tefeciler, mücevherle­
rin , değerli nesneleri rehin bırakılmas ı karşılığında ya da toprakların ta­
pul arını güvence gibi alıp peşin ödeme yaparak çiftçileri sömürür. Peşin
ödemelerin normal faizi ayda % 5-6 'dır. Bu faizle borç verme işlemi di­
nin kurallarına ters düşer ve yasa dışıdır; borcu alan kişi bir beyanname
imzalayarak ana para ve faizlerin toplamının karşılığı olan parayı üç, dört
ya da altı ay sonra ödemek üzere üslenir. Bu sömürü hastalığı yalnızca
Trablusgarp vilayetine özgü bir hastalık da değildir: bu uygulamayı geniş
bir ölçekte ve aynı koşullarla (yalnızca faiz oranlan değişir) Suriye, Ka­
raman bölgesi, Küçük Asya ve Avrupa eyaletlerinde de görürüz.
Esir ticaretinin yapıldığı dönemde çok büyük boyutlara ulaş an Af­
rika'nın iç kesimiyle yapılan ticaret bugün çok gerilemiştir. Günümüzün
ticaret mal lan fildişi, sinameki , mum, altın tozu ve devekuşu telekleridir.
Devekuşu telekleri, yaz aylarında devekuşu avlanan dağlardan gelir.

254
Kumaş, denizaşırı ülkelerden gelen ürünler, köknar kerestes i, ma­
den dışalımı yapılır; dışarıya sürü hayvanları, zeytinyağı, tereyağı, hurma,
mazı, portakal , yün, ham deri , hasır ve Orta Afrika' dan gelen mal lar satı­
lır. Trablusgarp 'ı Tunus ve Mısır ' a bir telgraf hattıyla bağlama tasarısı
gündemdedir.
Doğu Akdeniz ' deki öbür vilayetlerle karşılaştırıldığında Trablus­
garp vilayetinin ticareti çok zayıftır. Baş lıca kentleri Trablusgarp, Binga­
zi ve Deme 'dir.
TRABLUSGARP KENTİ. - Demirleme yeri orta tonajlı gemi ler
için çok elverişlidir; yalnızca kuzey ve kuzeydoğu rüzgarlarına açıktır.
1 8 5 1 'de başlatılan çalışmalar sürdürülmüş ve liman tamamlanmış olsay­
dı, demirleme yeri tam güvenli olacak ve sualtı kesimi altı metre olan ge­
miler buraya girebilecekti .
Halkının çoğu göçebe Arap olan bu kazanın nüfusunu değerlendir­
mek çok güçtür. Nüfusun 300 000 kişi olduğu tahmin edilebilir.
1 86 1 'de dış ticaret etkinliği şöyleydi:

Dışalım ..... ............ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... . . .1 356 250 Fr.


...

Dışsatım ... ........................... . ...... . . . .1 377 500


... .. . .

Toplam .......... ........................................ 2 733 750 Fr.

Denizcilik etkinliği verileri:

Giriş 97 gemi 10 464 tonilato


Ç ıkış 97 1 0 464

Toplam 1 94 gemi 20 928 tonilato

Malta'daki İngiliz garnizonunun beslenmesi için gerekli hayvanla­


rın büyük bölümü buradan gönderilir.

BİNGAZİ. - 1 86 1 'deki ticaret etkinliği:

255
Dışalım . . . ... ..... . . . . ..
. . . .. . . ...... . . . . . . . . ... . . 453 250
.. . ... . . .. Fr.
Dışsatım . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 825 000

Toplam . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 278 250 Fr.

1 86 1 'deki denizcilik etkinliği :

Giriş . . . ... . . . .... . ...... . . 1 59 gemi tonilato bilinmiyor


. .

Ç ıkış . . ....... . ........ . . . 1 50 gemi tonilato bilinmiyor


...

Toplam . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .309 gemi

DERNE.- 1 861 'deki ticaret etkinliği:

Dışalım ................ ........ .......................... ..... 50 000 Fr.


Dışsatım . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 178 000

Toplam . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 223 000 Fr.

1 86 1 'deki denizcilik etkinliği :

Giriş 50 gemi 2 755 tonilato


Çıkış 50 2 755

Toplam 1 00 gemi 5 5 1 0 tonilato

Bunun dışında, yıl içinde 8 İngiliz buharlı savaş gemisi de geldi.


Trablusgarp vilayetinin ticareti, 1 86 1 'de, sürü hayvanlarının bir bö­
lümünü yok eden salgın hastalık, Sudan kervanlarının daha az gelmesi ve
tahıl rekoltesinin az olması nedeniyle üçte birin üstünde azaldı.
KIZILDENİZ LİMANLARI. - Osmanlı İmparatorluğu 'nun Kızıl­
deniz 'de ticareti oldukça gelişmiş limanları vardır; ne var ki bunlara iliş-

256
kin sağlıklı bi lgiler almak olanaksızdır. Yalnızca bir gözlemde bu lunmak
olanaklı : İmparatorluğun bu kesimindeki ticaret etkinliğinde gümrük ge­
lirleri çok dengeli biçimde artmaktadır.
Kızıldeniz limanlarının en önemlileri, ambar görevi yapan Cidde ve
Massaua limanlarıdır.
CİDDE, Basra körfezi , Hindistan ve Çin ile sürekli ilişki içindedir
(özellikle de transit olarak).
1 859'da dış ticaret şöyleydi :

Dışalım .� ................................................ 4 8 1 0 03 1 Fr.


Dışsatım . . . . . ... ..... ................................ . 1 4 0 1 5 99 1

Toplam . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 38 826 022 Fr.

1 855-1 859 döneminde, dışalımla dışsatım arasında orantılı bir fark


sürekli var olmakla birlikte, yavaş yavaş 1 8 milyon franklık bir artış ger­
çekleşti . Dışalımlann sürekli artı vermesi ambarlardaki stokların kanıtı­
dır.
MASAUA.- 1 859 'da, bu limandan yapılan dışalımlar 14 milyon
Fr' ına ulaştı; bunun 1 2 milyon Fr' ı Hindistan ve Basra körfezi köken li
malları, 2 milyonu dışsatıma yönelik yerli malları temsil eder; Massaua
Habeşistan7s ile yapılan ticaretin merkezidir; Habeşistan ' ın kuzeydeki
başlıca pazarlarından biri , Massau 'ya 80 fersah uzaklıktaki Gondar'dır.
Habeşistan, fildişleri, kahve, mum, misk, kürk, kakule, öküz ve gergedan
boynuzları, günlük, demirhindi , sinameki de içyağları gönderir; karşılı­
ğında silahlar, cıva, çinko, bıçak, hırdavat ve Avrupa yapımı tuhafiye
ürünleri alır
Massaua ile Habeşistan arasındaki mal taşımacılığı katır, inek ya da
insan sırtında yapılır. Her yıl dört-beş büyük kervan Gondar'dan gelir ve
Massaua'dan Gondar ' a gitmek için yola açar; bu kervanlar yolda karş ılaş­
tıkları aracı küçük kervanları da al arak yollarına devam ederler.

78 Bug. Eıyopya. (Ç.N. )

257
Kızıldeniz'de kısa süre önce Mısır buharlı gemi işletmesinin kuru l ­
ması, Avrupa limanlarıyla Habeşistan ' ın iç kesimi ve Doğu Afrika aras ın­
da Massaua, Suakin ve Kuseyr limanları aracılığıyla kurulan bağ l antı l arı
artıracaktır.
BOLUM XVI

TARIM

Osmanlı vilayetlerinin üretiminin ve ticaretinin incelenmesi, ima­


latçı ülkelerin, yaygınlık kazanan uluslararası mal değişiminin kendileri­
ne sağlaması olası çıkarları elde ettiklerini ortaya koyar. Mal değiş im inin
gelişmekte olduğunu gözlemledik; ama, ortamın gönenç içinde olduğu
sonucuna varmaktan uzak durmanızı yineliyoruz.
Çiftçiler genellikle kendi başlarına bırakılmış ya da ihmal edilmiş­
tir. Her ne kadar çiftçilerin ürettikleri ürünlerin dışsatımı çok yüksek bir
rakama ulaşmışsa da, bu durum imparatorluk topraklarının çok geniş ve
verimli olmasının sonucudur. Dünya yüzünde tarımın Osmanlı İmpara­
torluğu 'ndaki kad� geri, işletme olanaklarından, kol güçleri, sermayeler,
karayolları , ulaşıma elverişli su yolları, elverişli limanlar, ambar dükkan­
lar ve kredi kurumlarından yoksun bir başka yöre güç bulunur. Bununla
birlikte, bütün bu güçlüklere karşın, gelirleri baltalayan onda bir vergisi­
ne karşın, hiila dışsatımı kemiren çıkış rüsumlarına karş ın, yabancı kö­
kenli mamul mallar karşılığında ham madde verilmesi her yıl artmaktadır.
Osmanlı üretiminin gelişmesiyle çelişen engeller ortadan kaldırılırsa, im­
paratorluğu eski parlak günlerine kavuşturacak üretim oranlarına kısa sü­
rede ulaşılır.
Bazı iktisatçılar t arı m ı n terk edilmesini halkın özel bir uyuşukluğu-

259
na bağlıyor: "Türk köylüsü, diyorlar, parasızdır, ama gereksinim leri çok
azdır; yaşamak için gerekli şeylere bol bol sahiptir; tarlas ı, hayvan sürü­
leri onu besler ve giydirir; istekleri daha öteye gitmez; ger kalan için, her
şeyi Allah ' a havale eder."
Bu görüş tarzım v·e olaylan yargı lama biçimini benimsemiyoruz.
Birkaç yıl önce aynı değerlendirmeyi bazı Fransa illeri için de yapabi lir
ve topografya koşullarının sonucu olan şeyleri uyuşukluğa ya da um ursa­
mazlığa bağlayabil irdik. Karayollarının, demiryollarının, ırmak kanalları­
nın yapımı, taşıma olanaklarının yetkinleştirilmesi bu yörelerde hızl ı bir
değişim yarattı ; söz konusu yöreler büyük pazarlarla ulaşımlarını kol ayca
sağlayacak yollara sahip olur olmaz, ürünlerini pazarlara akıtır akıtmaz,
gönencin ortaya çıktığı görüldü. Karlı bir olanağa kavuşan sermayeler
çiftçilerin hizmetine sunuldu; üretim arttı, gönenç kırsal kesime girdi : Ye­
ni yeni gereksinimler ortaya çıktı, daha az kaba, daha konforlu alışkanlık­
lar küçük köylerin ücra köşelerine sı1dı . Bu yeni gereksinimleri karşıla­
ma zorug.luluğu üreticileri kamçıladı; zaten rekabet nedeniyle etkinlikleri
artan üreticiler, gelişmeleri kovalamaya ve bunl arı uygulamaya çalıştılar.
Kendi deneyimimize dayanan bu düşünme biçimi, kullandığı tarım
yöntemleri ve iç kesimle bağlantıyı sağlayan ulaşım yolları bugün Orta­
çağ Avrupa'sı düzeyinde olan Türkiye 'ye mantıklı biçimde uygulanabile­
cek tek düşünce biçimidir.
Müslümanlık tarla çalışmalarına karşı değildir; böyle olduğunu
söyleyenler Müslümanlığı bilmiyorlar; tam tersine Müslümanlık, tıpkı
her çeşit insan çalışmasını yücelttiği gibi, tarımsal çal �şmaları da yüceltir:
"(Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizden gelecek bir lütfu
(kazancı) aramanızda size herhangi bir günah yoktur79."
Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki , ona yüklerle mal emanet bıraksan,
onu sana noksansız iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir
dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iade etmez.
Bu da onların, 'Ümmilere (=Ehl-i kitaptan olmayan Araplar) karşı yaptık­
larımızdan dolayı bize vebal yoktur' demelerindendir. Allah adına bile bi­
le yalan söylüyorlar.

19 Kur'an, Bakara suresi, 1 98. iiyeı. Türkiye Diyanet Vakfı yayınlan.

260
Hayır! Her kim sözünü yerine getirir ve kötülükten s akınırsa, bil­
sin ki Allah sakınanları severxo.
Ey iman edenler! Kat kat artırılmış olarak faiz yemeyin. Allah 'tan
s akının ki kurtuluşa eresiniz8 t .
İnsanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam, onlara vermek için öl­
çüp tarttıklarında ise noksan yapan hilekarlara yazıklar olsun ! X2"
"Doğru ve dürüst tüccar dindarlık sayesinde en yüce ruhların dü­
zeyine ulaşır. Çiftçi Allah tarafından ödüllendirilir. İnsan yalnızca çalış­
masının meyvesini bekleml!lidir" diyor peygamber bir hadis-i şerifinde.
Doğu 'da çok güçlü olan dinsel buyruklar, ticareti ve tarımsal çalış­
mayı yüceltme eğilimindedir; bu nedenle, bunların terk edilme nedenleri­
ni başka yerlerde aramak gerekir. Bu nedenleri daha önce belirtmiştik:
Bunlar devletin günümüzdeki örgütleniş biçiminden, imparatorluğun ge­
nel yönetim sisteminden kaynaklanmaktadır.
Yalnızca satmak için üretim yııpılm;:tktadır: İkincil giderlerin biri­
kimi sonucunda karlı fiyatlarla satış yapma olanağı ortadan kalktığı nok­
tada üretim durmaktadır. Varsayımlar, kavramlar, usavurumlar bu olgu
karşısında etkisini yitirmektedir ve bu durum Türkiye 'deki birçok vil aye­
tin bugünkü durumunu özetlemektedir. Yükleme limanlarının yakın ında­
ki bazı kazalar tarımsal üretimlerini artırdılar ya da iyileştirdiler, çünkü
Avrupa' daki fiyat artışları sayesinde ürünlerini satabilme olanağına ka­
vuştular; ne var ki, taşıma giderleri yüzünden zararına vermek dışında sa­
tış olanağı bulunmayan yerlerde, topraktan halkın yaş aması için gerekli
olan yiyeceği üretecek kadar ürün elde etme çabasına girilmekted ir ve
hayvan sürüleri insan elinin işlemeden bıraktığı verimli tarlalarda otla­
maktadır. İmparatorluk topraklarının üçte ikisinden fazlas ı ekilmemekte­
dir; Asya'da, en verimli vadiler ve ovalar dışında tarımın izlerine pek en­
der rastlanmaktadır.
Vilayet valiliği yapan paşaların açgözlülüğü, eskiden de ve ne ya-

8 0 Ay. yap., Al-i İmran suresi, 75 ve 76. ayetler. (Kur'an'a göre, İmran, Meryem ananın �
ba ha ının adı­
dır), Ay. yap.
81 Ay. yap. Ay. sure, 1 30. ayet . .
82 Ay. yap. , Mutaffifin suresi, 1 .,2. ve 3 . ayetler.

26 1
zık ki bugün de, iç kesimde, -çiftlik sahiplerine uygulanan vergi lerin artı­
rılmasıyla birlikte- tarımdaki kötüye gidişin ve sıkıntının nedenlerinden
biridir. Mülkiyet yeterince korunmadığından, ekimin vereceği sonuçlar
bazı dış etkenlere bağlı kaldığından, çalışanlar tembel olm aktan çok hep
korku içinde ve kaygılı oluyorlar: Zenginliği arzuluyorlar, ama bunu giz­
lemeye çabalıyorlar; gerçek olmaktan çok görünüşte kalan bir sefalet ser­
giliyorlar. Çiftçiler ürünlerinin artan bölümünü satma olanağı buldukla­
rında, elde ettikleri parayı gizliyorlar; bu parayı ekilmeyen toprakların ta­
rıma açılması, ekilen toprakların iyileştirilmesi için kullanmaya cesaret
edemiyorlar: Kendilerini vergiler altında ezilme tehlikesiyle karşı karşıya
bırakabilecek bir gönenci sergilemeye korkuyorlar. Kırım savaşı sırasın­
da, müttefik orduların buğday, hayvanlar için ot, hayvan , yiyecek ücreti
olarak Türk vilayetlerine akıttıkları paralar, hemen hemen bütünüyle top­
rağa gömüldü; bu hazineleri saklayan gizemli ve kimsenin bilmediği yer­
ler, yalnızca, paçavralar giyen , kırık dökük kulübelerde yaşayan (yoksul­
luk görüntüsü onlara bir korunma yolu gibi görünüyordu) mal s ahi plerin­
ce biliniyordu.
İmparatorluk yönetimi, sonunda, açgözlü ve sadık olmayan me­
murlara karşı amansız bir savaş açtı. Yüksek devlet memurlarının Rume­
li ve Anadolu 'da yerine getirdikleri görevler bunun parlak kanıtlarıdır. Ne
var ki , bu geçici görevlilerin zimmetine para geçirdikleri için cezalandır­
dıklarına ilişkin raporlar ve, bazen de, haksız yere cezalandırılan ları gö­
revlerine iade eden raporlar incelemeleri yönlendiren haklı sertliği hoş
gösterse de, öte yandan kötülüklerin köklerinin ne kadar derinlere indiği­
ni de göstermektedir. İmparatorluğu kemiren gerçek bir veba olan ve yüz­
yıllardır süren bu yolsuzlukları kökünden kazımak için kararlı bir arzu,
sık sık yinelenen birçok örnek gerekir. Çiftçiler vilayetlerin yönetiminin,
vergi toplama işleminin, devlet yönetimin namuslu insanlara bırakı ldığı­
na inanırsa; devlet otoritesinin mallarını gerçekten koruyacağından kesin
biçimde emin olursa, parasını gizlemeyi bırakacak ve parasını arazisini
genişletmek ve ekip biçmesini geliştirmek için kullanacaktır.
Özellikle on yıldır Türkiye ile ilgilenen yazarlar, ağız birliği etmiş­
çesine tarımın terk edilişini şu dört nedene bağlamaktadır:
Ulaşım yollarının eksikliği ;

262
İş gücü eksikliği ;
Döner anamalın eksikliği;
Uygulama bilgilerinin yanlış olması.
Bunlar birer neden olmaktan çok birer sonuçtur. İçinde bulunu lan
durum mülkiyet konusunda güvensizliğin bulunmamasından ve devlet
hazinesinin toprak ürünleri üstüne yüklediği vergilerden kaynaklanmak­
tadır. Kötülüğün kaynağı daha çok yönetim mekanizmasının örgütlen işin­
dedir.
Avrupa açısından Türkiye geçmişte bir tarım ulusundan ve ham
maddeler üreten bir ulustan başka bir şey değildi; bu durum uzun süre de­
ğişmeyecek, hatta belki de hep böyle kalacak. Eğer Türkiye sanayide, ma­
kineleşmede Fransa'yla, İngiltere 'yle, hatta diğer ülkelerin çoğuyla reka­
bet içine giremezse, bu ülkelerin ham maddelerini karşılayan bir ülke ola­
rak kalacaktır.
Örnek olarak Fransa'yı ele alalım.
Türkiye 'nin gönderdiği mal 1 37 86 1 7 1 0 Fr' ına yükselmiştir ( 1 862;
resmi rakamlar)B3. Bu malların dökümü şöyledir:

DIŞ TİC.İÇ Tİ C.
Sanayi için gerekli mallar % 37 % 61
Doğal tüketim malları % 43 % 39
Mamul mallar % o % o

Toplam % 1 00 % 1 00

Avrupa pazarlarının, Türkiye 'nin doğal ham maddelerini sanayisi


için, ya da besin maddelerini halkı için (Osmanlı üretimi ne kadar büyük
olursa olsun) bütünüyle çekip alacağını nedenleriyle birlikte daha önce
anlatmıştık.
O andan bu yana, elbette Türkiye 'nin zenginliği, üretiminin dışsa­
tıına yönelmesine bağlı olacaktır. Dışsatım ancak karlı fiyatlarla satış ya­
pılabilirse olanaklıdır; Üretim giderlerinin (ikincil giderlerin de üretim gi-

83 Fransa'nın dış ıicareı ıablosu. Günümüzdeki rakam 1 77 226 684 Fr'hr.

263
derlerine eklenmesiyle) az ya da çok yüksek olmasına bağlı olarak -ve ya­
bancı pazarlarda son bulan ticaret sürecinin son noktası olan- satış fi yatı ­
nın az çok karlı olması gerekir; bu giderlerin bütünü, pazara sunulan ma-
·

lın maliyet fiyatını oluşnırur.


Maliyet fiyatı üç öğeye ayrılır:
Üretim giderleri ;
Ürünlerin üretim yerinden sevkıyat limanlarına taşınması s ıras ında
karşılanan giderler;
Sevkıyat limanından satışın yapıldığı pazarlara taşınmas ı sıras ında
gerçekleşen taşıma giderleri.
Elverişli bir ticaret rejimi altına sokulduğunda Türk tarımının diğer
ülkeler kadar ucuza üretim yapılabileceğini kanıtlamak gereksizdir; günü­
müzde gerçekleştirilen dışsatım bunun kanıtıdır.
Türkiye, benzerleri Tuna boylarından, Rus, Amerika ve Uzak Asya
limanlarından gelen zahirelerin dışsatımını yapmaktadır. Türkiye, daha
yakındır, . dolayısıyla Avrupa 'ya ulaşan malın taşıma giderleri hep çok
daha az olacaktır. Bu Türkiye için hep bir avantaj oluşturacaktır; üçüncü
sorunun çözümü Osmanlı üretimi için daha da kolaydır.
Dolayısıyla biz, mal ın ikincil giderleriyle (üretim yerlerinden sev­
kıyat limanlarına taşınırken fiyata yüklenen giderler) ilgileneceğiz.
Üretim arttıkça, buna paralel olarak iki iyileşme ortaya çıkm akta­
dır: Daha büyük miktardaki mala bölüştürülen üretim genel giderleri üre­
tim yerindeki maliyet fiyatını düşürmekte ve taşınacak mal miktarı arttı­
ğından, aynı zamanda taşıma fiyatı da düşmektedir. Rekabet yeni olanak­
lar doğurur, zorunluluklar karayollarının, kanalların, ırmakların iyi leşti­
ri lmesini, yeni demiryollarının yapılmasını vb. sağlar. Şöyle denmekte­
dir: "Üretimin gelişmesi isteniyorsa, imparatorluğun en uzak illerine ka­
dar uzanan ulaşım yollarının yapılması gerekir." Biz cümleyi ters çeviri­
yor, "Bu büyük ulaşım yolları, kendilerinin yapımını zorunlu kılacak" di­
yoruz.
Konu Türkiye olunca, düşüşe geçmemek için komşularının geliş­
mesini kabul etmek zorunda olan ve hemen hemen hepsi aynı düzeyde
bulunan Avrupa ülkeleri söz konusuymuş gibi düşünülüyor. Bu düşünce
biçimi Türkiye ' ye uygulandığında, -örneğin Trabzon 'da başlayı p Erzu-

264
rum 'dan geçerek İran ' a giden yol gibi bazı istisnalar dışında- Türkiye sa­
nayisinde düş kırıklığı yaratmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Büyük Avrupa devletlerinde, ticaret etkinliği merkezden çevreye
doğru genişler; bölge, çevreye doğru, başka bir deyişle dış satıma yönelik
ürün fazlasının taşındığı deniz limanlarına doğru yayılan tarım ve imalat
kümeleriyle doludur. Bu durum , -zaten merkezde ticaret, tarım, imalat et­
kinliği bulunduğundan- çevreye hızla ulaşmayı sağlayan yolların yapıl­
masının sonucudur; en azından başlangıç aşamasında bile olsa, bir ticaret
etkinliğinin bulunmadığı fıir yere karayolları ya da demiryolları yapmak
kimsenin aklına gelmemiştir.
Türkiye 'de durum tam tersidir: ticaret, tarım ve imalat etkin liği
-bazı istisnalar dışında- çevrede ve çevreye yakın yerlerdedir. Merkez ıs­
sızdır. Dol ayısıyla canlanma çevrede, deniz limanlarında başlamal ıdır.
Canl ılık, daha sonra, yavaş yavaş iç kesime yayılacaktır; taşım a araç ları,
tarım geliştikçe ve tarıma yeni açılan topraklara yayıldıkça, iç kes imde de
karayolları yapılacaktır.
İç kesimde, Edirne, Filibe, Erzurum, Ankara, Kastamonu , Bursa,
Halep, vb. gibi bazı önemli yerlerde gerçek biçimde kendini hissettiren
taşıma güçlükleri hemen iyileştirilmeler yapılmasını zorunlu kılmaktad ır;
ne var ki biz, sevkıyat limanları yakınında bulunan kıyı kesiminde uçsuz
bucaksız genişlikte ve verimliliği tartışma götürmeyen topraklar varken -
işin başında - Küçük Asya 'nın ücra yerlerine giden karayollarının, demir­
yollarının ivedilikle yapılmasını karşı çıkıyoruz. Hatta İstanbul kapıların­
da bile ekilmeyen kırsal kesimler yok mu? İstanbul boğazının Avrupa ve
Asya kıyılarında, kıyı boyunca tarım işletmeleri yerine villalar sıralanmı­
yor mu? İstanbul için söylediklerimi z diğer kıyı kentleri ve Ege adal arı
için de doğrudur. Bildiğimiz kadarıyla, iç kesimin uzak yörelerinde çeki­
ciliği olan birkaç yer vardır; ne var ki eğer yapılacak çok iş varsa, yapıl­
ması zorunlu işler için parasal kaynaklar yetersi z kalıyorsa, yapılacak ba­
yındırlık çalışmaları bütünü milyarlarca frank harcama gerektiri yorsa, so­
nuçları kuşkulu kuramları benimsememek ve hiçbir şeyi bilinmeze da­
yandırmadan adım adım uygulamayı yürütmek akıllıca olur.
U laşım yollarının iki biçimde yapılabileceğine inanıyoruz: Anayol­
ları doğrudan doğruya devlet ya da -tıpkı Beyrut-Şam karayolunda oldu-

265
ğu gibi- özel şirketler yapmalı; anayolların yakınlarındaki yollanysa, ta­
rım iç kesime doğru ilerledikçe, yolların geçtiği yerler gerçekleştirmeli.
Deniz limanlarının çevresinde, taşımacılığın olanaklı olduğu yerlerde, ço­
ğunlukla tarım ya hiç yapılmıyor ya da çok az yapılıyor: Ne var ki , bura­
larda tanının gelişmesini durduran ulaşım olanaklarının bulunmaması de­
ğildir.
Peki , kol gücü eksikliği midir? Hayır. Nüfus oldukça kalabalıktır,
gerekli işçiyi sağlayabilir; ne var ki işçiler, ücretler çok düşük olduğu için
kırsal kesimden kaçmaktadır; Köylüler, ürünlerini ucuz fiyatlara satan
kırsal kesim işletmelerinin kendilerine vereceğinden daha yüksek bir üc­
ret aramak için başka yerlere gitmektedir.
Şunu da söylemek gerekir, emekçilerin sömürüsü nüfustaki azal­
mayı desteklemektedir. Çok pahalıya mal olan, hiçbir işe yaramayan, bü­
tün ziyaretçilerden bahşiş koparmaya çalışan, her görevlinin mevkisi
yükseldikçe daha çok sayıda besleme zorunluluğu duyduğu bu asalakl arı
tarla çalışmalarından uzaklaştıracak sağlıklı bir ıslahat gereklidir. Gerek­
siz uşak ve hizmetçi sayısının 1 500 000 olduğu tahmin edilmektedir;
hepsi de genç ve sağlıklı olan bu insanlar hiçbir şey üretmezler ve yılda
-yiyecekleriyle birlikte- ortalama 2 000 kuruşa mal olurlar. Bu miskinler
ordusu birçok ildeki toprakların tarıma açılmasına yetecektir ve buradan
elde edilecek gelirler devlet hazinesini besleyecektir84.
Emekçilerin sömürüsünün sona ermesi , hizmetkar sayısının toprak
sahibinin mevkisinin gereği olmaktan çıkarılması ve bu üretken olmayan
iş gücünün tarım kesimine geri dönmesi gerekir. Buna karşın, eğer tarım
kesimi günümüzde yeterli sayıda işçi bulamıyorsa, bunun nedeni, mal sa­
hiplerinin çiftçilerin gelirini yükseltmelerini sağlayacak kadar yüksek sa­
tış fiyatları bulamamalarından kaynaklanmaktadır. Ürünlerin piyasaya
kolayca sürülmesi sayesinde bu koşullar değiştiğinde, asla işçi eksikliği
çekilmeyecektir.

!14 Tarla işlerinde çalışunlan bir adamın ücreti günde 5 kuruştur; yılda 250 iş günü olduğu varsayılırsa,
yıllık iicret 1 250 kuruş olur. Tanın kesiminde çalıştınlan her işçinin 2500 kuruş gelir getirdiği tahmin edil­
mekıedir; söz konusu gelir, ırgat aylıklannı, işleıme giderlerini, vergileri, vb. karşılamalı w toprak sahi­
hine kazanç getirmelidir. Oysa bu uşak takımının i yi yiyip, iyi giyinip, iyi ücret alıp hiçbir şq yapmama­
yı yeğlediklerini anlamak çok kolaydır.

266
Sermaye eksikl iği mi tarımı engellemektedir? Hayır.
Birçok köylünün paraların ı sakladığını ve sefalet görüntüsü altında
güvence aradığını söylemiştik; böyle davrananların sayısı çoktur; onl arda
eksik olan para değil korunmadır, güvenliktir, adil vergi dağılım ıdır, yö­
netici lerin dürüstlüğüne güvensizliktir. Büyük toprak sahipleri aras ında
sermaye darlığı vardır; bunun nedeni paranın olmaması değil, faiz oran­
larının yüksek olmasına karşın namuslu borç verenlerin kenara çek ilerek
meydanı tefecilere bırakm �s ıdır. Para genellikle Rum ve Ermeni reayada
bulunmaktadır; usta hesap adamları olan reaya, dışarı s atılan ürünlerin az
kar bıraktığını ya da hiç kar bırakmadığını; büyük toprak sahiplerinin gi­
derek artan borçların ağır yükü altında ezildiğini; bu tür borçlularla ipo­
tekli rehin işleminin gerçekleştirilmesinin kolay olmadığını biliyorlardı.
Sermaye eksikliği yoktur, yalnızca sermaye büyük toprak sahiplerinin
hizmetine verilmemektedir. Dünyanın her yerinde ürkek olan sermaye,
Türkiye 'de başka yerlerde olduğundan daha da ürkektir; sermaye, geç­
mişten aldığı dersleri aklından çıkarmamaktadır.
Geriye, uygulama konusundaki bilgi eksikliği kalıyor. Uygu lama
bilgileri eksiktir ve açıklam ası da basittir. Ürününü satamadığı için üret­
mekten hiçbir kazanç elde edemeyen kişinin yetkinleşmeler ardında koş­
ması için hiçbir neden yoktur. Etkinliği artan ve artık yalnızca dı şsatım
gereksinimleriyle sınırlanmaya başlayan bir pazar üretime sunulduğunda,
uygulama bilgileri, yetkinleştirmeler, iyileştirmeler, akılcı tarım birlikte
ortaya çıkacaktır: Malını satacağından kuşkusu olmayan mal sahi binin
kazancı bunun güvencesidir.
Son üç yıldır pamuk ekiminde yaşananlar bu yaklaş ımı doğrula­
maktadır. Yüksek piyasa fiyatları kesin bir karlılık sunduğundan, terke­
dilmiş pamuk ekimi yeniden başlatıldı ve boş bırakılan birçok alan yeni
tarım işletmeleriyle doldu.
Tarımın terk edilme nedeninin iktisatçıların belirttiği dört nedene
dayanmadığını sanıyoruz; Gerçek nedenler şunlardır: Çalışma sonuç_l arı­
nın elde edilmesinde, ipotek karşılığı borçlanmalarda avans sermaye gi­
rişlerinde, toprak ürünlerini karşılık göstererek girilen her çeşit ylikiimlü­
lükte (bu tür yükümlülükler ürünlerin satışını Çok güçleştirir, hatta -dış

267
pazarl arda zararına satış yapılmazs a- o lanaksız hale getirir) güvence bu­
lunmaması.
Mülkiyetten söz ettiğim.izde (bölüm VIII) bu sorunun çözüm ünün
(özellikle de Avrupalılarla verilecek mülk edinme hakkı açısından) sun­
duğu güçlükleri söylemiştik: Söz konusu güçlüklere çözüm getirilmedik­
çe, Avrupalılar kesin, tartışma götürmeyen, yasalarca kabul edilmiş ola­
rak mülk edinme iznine sahip olmadıkça, tarımın kesiminin durum u gü­
venilmezliğini sürdürecektir.
Mülk edinme hakkı hiçbir tartışmaya izin vermediğinde, yürürlük­
teki yasaca korunan ve tanınan bu hak kutsal hale geldiğinde, Avrupalılar
uygulama bilgilerini ve sermayelerini tarımın hizmetine verecektir; bu ör­
nekten cesaret alan, üstüne ipotek konmuş rehinli malların el değiştirme­
sini ya da satışını zorunlu kılacak aynı yasalarla korunan sermayedarlar,
tarımdan uzak durmaya son vereceklerdir; Tarım kesimine para akacak,
çok çeşitli ürünlerin çok verimli hasatları, terk edilmiş halde duran geniş
topraklari kaplayacaktır.
Tam güvenlik olmaksızın yaşayabilecek tarım işletmesi yoktur.
Yoksu! görünmeye, altınını bütün gözlerden gizlemeye, yanında taşımaya,
yabancı ülkelere göndermeye çaba harcanabilir; ama, verimli hale getirilen
toprak ne gizlenebilir, ne de yanında taşınabilir. Osmanlı yönetimi, toprak
mülkiyetiyle ilgili yasaların tepeden tırnağa değiştirilmesi gerektiğini anlı­
yor; 1 856 Hattı Hümayununun kapsadığı vaatleri tutmak istiyor, am a Av­
rupalılara uygulanabilecek yeni yasalar koyma konusunda karşılaştığı dire­
nişler nedeniyle ilerleme kaydedemiyor; bu direnişler aşılmaz direnişler
değildir; sorun çözümsüz değildir ve çözülmesinde çok büyük yarar vardır.
Öte yandan, bir devlet ancak güvenilir, giderleriyle dengeli gelirleriyle bü­
yük bayındırlık işleri gerçekleştirebilir: Oysa, Türkiye 'nin gerçek gelir
kaynağı -adeta tek gelir kaynağı- tarımdır; mülkiyet hakkı çağımızın ge­
reksinimlerine, uygar ulusl arın uygulamalarına bütünüyle ve kesinlikle
uyumlu hale getirilmedikçe tarım asla gönenç yüzü göremeyecektir.
Mülkiyet hakkı, sorunun ana öğelerinden yalnızca biridir; daha az
önemli olmayan bir başka öğe daha vardır: Vergi yasasındaki ıslahat. Bu
iki gelişme birbirine sıkı sıkıya bağlıdır, ayn ayn gerçekleştirilmeleri ola­
naksızdır.

268
Kesenek ve mall a ödeme sistemi, hem devletin, hem de çiftçilerin
çıkan açısından ülkenin her yerinde kaldırılmalıdır.
Aşar, her yıl 1 /1 3 martta, liva/arda ya da kazalarda topl anır ve top­
lanan para bir blok halinde devlet hazinesine aktarılır.
Önce, ihalenin değiş �enliklerine, bu ihalelerin yapılış biçimi ni et­
kileyen az çok zorlayıcı zorunluluklara, fiyatları belirlerken şu ya da bu
siyasal ya da iktisadi etkenleri ölçü alan mültezimlerin ustal ığına bağlı
olarak bu miktarın değiştiğine dikkati çekelim.
Dahası, toplanacak miktar ihalenin açılmasında yaşanan kolay lıkla­
rın az ya da çok olmasına bağlı olarak da değişir. Aslında, devletin fal an
gelir payının, toplanması daha güç ya da tahsilat merkezlerine uzak olan
devletin filan gelirine tercih edi ldiği ve bazı zorunluluklara (benzer du­
ruml arda bu zorunlulukların özellikle yaratıldığı görülür) her zaman bir
ölçüde feda edildikleri çok iyi bilinmektedir.
Ama bunlar ikincil sakıncalardır. Mültezim ne yapıyor? O, vergi
toplama ihalesini toptan alıyor ve bunları başka vergi tahsildarlarına kü­
çük parçalar halinde satıyor, onlar da çoğunlukla başkalarını taşeron ola­
rak kullanıyorlar; böylece, sözleşmeden sözleşmeye, elden ele dol aşa do­
laşa devlet vergi olarak dört toplayabiliyor ya da alabiliyorken mültezim­
ler ve mültezimlerden vergi toplama işinin belli bir bölümünü alanlar se­
kiz alıyorlardı.
Daha önce bazı yerlerde yapıldığı gibi , eğer devlet belli sayıda yıl
için belirli, değişmez, parayla ödenen bir rakam belirlerse, aşarların mül­
tezimlere geçici süre için sat!lmasıyla eline geçen gelire oranla çok daha
büyük bir gelir elde edecek, gelirlerinin tam miktarını önceden bilecek ve
hesaplarını buna göre yapabilecektir.
Tarıma sağlanan yararlar da daha az olmayacaktır.
Günümüzde toprak sahipleri, mültezimlerin vergileri toplamasın­
dan sonra ürünleri üstünde tasarrufta bulunabilmektedirler. Mültezim ler
çoğunlukla kendilerini bekletmektedir, yağmurlar bastırmaktadır, ürün
bozulmaktadır ve köylü ancak ürününü sevkıyat limanına taşımak için
geç kaldıktan sonra ürünü üstünde tasarruf hakkı na kavuşmaktadır. Mül­
tezim , çoğunlukla, ürünün onda birini ürün değerlerinin ortalamas ına gö­
re değil, yalnızca en iyi kaliteye göre hesaplayarak almaktadır ve çiftçi

269
tirlin bütünü üzerinden devlet adına istenen % l O 'u ödeyecek yerde, çok
daha yüksek oranda ödeme yapmak zorunda kalmaktadır. Devletin vergi­
yi doğrudan doğruya ve para olarak toplaması, çiftçileri ve özell ikle de ·

küçük toprak sahiplerini (bunların istekleriniiı pek ağırlığı yoktur) ezen


yüklerin en küçüklerinden biri olan bu sömürii yü ortadan kaldıracaktır.
Tarım tiri.inlerini vuran vergi sistemi daha uzun bir süre sürdürii le­
cek olursa üretim sınırlı kalacaktır; en geniş ve en liberal terim lerle söy­
lenecek olursa, ırk ve uyruk ayırımı yapılmaksızın yalnızca mal edinme
hakkının verilmesi yetersiz olacaktır.
Toprak sahiplerine uygulanan gelirin onda birinin vergi olarak alın­
ması uygulamasına (vilayetten vilayete ve yurt dışına yapılan dışsatımla­
ra da uygulanmaktadır), 1 869 ' a kadar, her yıl % 1 vergi indirimi de yapıl­
malıdır. Bu iki vergi, bütünüyle üreticinin sırtına binmektedir: Malı satın
alan kişi kendisine sunulan besin maddesi için ödenen vergileri hesaba
katmamaktadır; çeşitli üretim yerleri arasındaki rekabet, alıcının satın al­
ma fiyatını belirlemesine yardımcı olmaktadır; söz konusu fiyat, malın
teslim edildiği ana kadar yapılan bütün masraflar karşılığı olarak satıcıya
verilen miktardan oluşmaktadır. Sonuçta, bütün giderler üreticinin sırtına
yüklenmektedir: Üretim yerlerinde tiri.inlerin fiyatına eklenen ikincil gi­
derler yükseldikçe, üreticinin kazancı azalmaktadır.
Dolayısıyla, bugünden baş layarak dışsatım vergilerinin kaldırı lma­
sı ve vergi dairesinin bütün mülkler için değişmez biçimde uyguladığı tek
bir vergi sisteminin getirilmesi zorunludur
Vergilerden bağışık tutulan vakıf mallarıyla eşit koşullarda müca­
dele edebilecek durumda olm ayan özel mülkiyetin yanı sıra, İstanbul ve
kenar mahallelerindeki belirli miktarda ve değişmez bir geliri olan evler
(bunların geliri tarla gelirinden çok daha az rastlantısal olmasına karşın),
tasarlanan vergi uygulamaya konmadığı için, her türlü vergiden bağışık­
tır ve sermaye açısından tarımın sağlayacağı kazançtan çok daha fazla ka­
zanç sağlayan bir yatırım olanağı sunmaktadır.
Türkiye kendisini felç eden ve kemiren sıkıntılı durumdan kurtul­
mak konusunda kesin kararlı olduğuna göre, bunu ancak tarımıyla ve dış­
satımıyla gerçekleştirebileceğini unutmamalıdır.
Bunun için yapılması gereken şunlardır:

270
Irk ve uyruk ayırımı yapı lmaksızın, herkes için tartışmaya aç ık ol­
mayan ve yasal mülkiyet hakkı;
Haklarda eşitlik ve yükümlülüklerde eşitlik; malların cinsi ne olur­
sa olsun vergi eşitliği : Avrupa 'da ya da Asya'da, kent içinde ya da kırsal
kesimde bulunan, özel ya da dinsel mülkiyet, bunların tümü vergi daire­
sinin eşitlikçi uygulamasından geçmeli ve devlet gelirlerinin oluşturulma­
sına katkıda bulunmalıdır;
Vilayetten vilayete ve Türki ye 'den yabancı ülkelere vergisiz dı şsa­
tım yapılması; Osmanlı tarımının -hem imparatorluk içinde, hem de dı­
şında- kendisine rekabet olanağı (toprağın verimliliği rekabeti kolaylaştı­
racaktır) veren bir rejime kavuşturulması;
İpotekli borç vermeyle ilgili yasanın gözden geçirilmesi;
İster toprağı, ister ürünleri temel alarak çiftçilere avans verecek bü­
yük kurumların yaratılması;
Devlet ya da imtiyazlı şirketler tarafından, iç kesimdeki büyük mer­
kezleri deniz limanlarına bağlayan bazı karayollarının yapılması;
Halka, yakındaki yolları onarma ve iyi halde tutma yüküm lülüğü­
nün getirilmesi;
Ulaşıma elverişli suyollarının iyileştirilmesi;
İster devlet, ister imtiyazlı şirketler tarafından dalgakıranlar, rıh­
tımlar, ardiyeler, taraklama çalışmaları yapılarak limanların iyileştirilme­
si.
Tarım, yapılacak bu ıslahatlarla büyük bir gelişme sağlayacak, gö­
nenç yeniden ortaya çıkacak ve Osmanlı Devleti birden bire yeniden bü­
yük bir devlet olacaktırss.

85 Sadıu.anıın 6 Kasım ! 863'te padişaha sunduğu rapor, yukanda beliruiğimiz iyileştirmelerin bir bölii­

münün ivedilikle yerine getirilmesi gereğini vurgulamaktadır. (Bkz. 1 863- 1 864 yılı bütçesi, sayfa VI .)

27 1
BÖLÜM XVII

SANAYİ

Tarımın içler acısı durumunu gördük; sanayinin incelenmesi, daha


da acıklı bir durumu gözler önüne serecektir.
Bununla birlikte İslam dini, tarımı olduğu gibi sanayiyi de destek­
lemektedir; hatta insanı, sanayiyle uğraşmaya davet etmektedir.
Kur ' an şöyle diyor: "Çalışma, sanat, sanayi insan gereksiniminin
yerine getirilmesini güvence altına alır.- Ey kulum! elini uzat ve zengin­
likler bol bol onun içine inecek. 8 6"
Hz. Muhammet, "Bilimi öğretiniz, zira bilimi isteyen kişi A l/alı ' ı
sever; ondan söz eden Allah ' ı över; onun için kavga veren kutsal bir kav­
ga vermiş olur; onu yayan, cahillere sadaka dağıtmış olur ve ona sahip
olan kişi saygı ve teveccüh görür. Melekler bilginlerin dostluğunu arıtır
ve onları kanatlarıyla örter. Yalnızca bu insanların abideleri ayakta ka­
lır, zira onların yüce amelleri örnek oluşturur ve onları örnekseyen büyük
ruhlardan (insanlardan ?) saygı görür. " diyor.
Tarih, İncil geleneklerinin devam ettiren bu bilgece öğütlere ilk
Müslümanların uyduklarını kanıtlar. Eğer Eski Ahit (Tevrat) Adem ' in
çiftçi , Nuh 'un dülger, Süleyman 'ın sepetçi olduğunu söylüyorsa, genç

86 Bu ayeı ve hemen sonra gelen hadisler için Sayın Collas ne yazık ki kaynak lıelirtmemişıir. ((,'. N . )
İsliim dini de Hz. Muh ammet ' in deve çobanı, Yemen ' de tüccar, sonra
yirmi beş yaşındayken varlıkl ı dul Hatice 'nin ticaret işlerinin Suriye 'de­
ki yöneticisi olduğunu ( Hz. Muhammet, Suriye ' den dönüşünde, Hatice
ile evlendi ); Hz. Muhammet ' in kuzeni ve damadı Ali ' nin aylıklı hizmet­
kar; peygamberin kayınpederi , ilk halife Ebubekir'in dokumac ı olduğu­
nu; Ömer' in deri işlediğini, Osm an 'ın zahire satıcısı olduğunu bel irti­
yor.
Bu mesleklerin yapılmas ı, -hem liderler arasında, hem de halk ara­
s ında- çeşitli bilgilerin edinilmesini ve eğitimi engellemiyordu .
Pococke, Arapların, Avrupa'da, yunan harfleri bilgisini koruduğu­
nu öne sürüyor; Sprenger, Arapların adeta kimya ve eczacılığı yarattıkla­
rını söylüyor; Grüner, Arapların tıp alanındaki bilgilerini övüyor; Mon­
tucla, cebirin bulunmasını Araplara mal ediyor; Toderini Arapların optik,
dürbünler ve su saatleri konusunda ileri düşüncelere sahip olduklarını be­
lirtiyor; J. Burat sırlı porselenin bulunmasını Araplara bağlıyor; Bailly 'e
göre, Albategnus, Newton 'u ölümsüzleştiren buluşu gizleyen perdeyi ara­
l amıştır, vb.
Arap istilası batıya doğru hızlı ilerleyişini tamamladığında, edebi­
yat, bilimler, sanatlar ve Doğu 'nun askeri gücü üst düzeydeydi . Avrupa,
o dönemde, cehaletin ve barbarlığın karanlıklarına dalmıştı. Müslüman ır­
kı gençlik gücünü bu uçsuz bucak.sız atılım sırasında ( Müslüman ırk ger­
çekleştirdiği bu atılımla bütün dünyayı dize getireceği izlenimi veriyordu)
harcarken ve bir gerileme dönemine girerken, Doğu ile Batı arasında yüz­
yıllardır süre gelen bu düello, bu dev mücadele Avrupa'nın güçlerine can­
lılık kattı. Avrupa yeniden doğuşunu ve silahlı kitlelerin hep büyük göç­
lerine yol açan ticari girişim düşüncesini, Doğu ırklarıyla ilişkiye girme­
sine, haçlı seferlerine borçludur.
"Dinsel inançların adına ve bu inançların etkisiyle başlayan haçlı
seferleri, -insanların düşüncelerindeki haklı etki payını demeyeceğim
ama- insan ruhunda bulunun tekelci ve zorba mülkiyet kavramını dinsel
düşüncelerden çıkarıp attı . Büyük olasılıkla hesapta olmayan bu sonuç
birçok nedenin ürünüdür. Söz konusu nedenlerden birincisi, kuşkusuz
haçlıların gözleri önüne serilen manzaranın yeniliği, enginliği ve çeşitli­
liğidir. Gezginlerin başlarına gelen onların da başına gelmiştir. Dile geti-

273
rilen ortak düşünce, gezginlerin düşünce biçimi aydınlığa kavuşturuldu­
ğu; çeşitli halkları, gelenek görenekleri , farklı görüşleri gözlemlemek
alışkanlığının düşüncelerdeki sınırlamaları kaldırdığı, düş ünme yetisinin
eski önyargılardan kurtarıldığıdır. Aynı olgu, haçlılar adı verilen bu gez­
gin halklarda da ortaya çıktı: çok sayıda farklı şey gördükleri , kend ileri­
ninkinden farklı başka gelenek-görenekler öğrendikleri için, yalnızca bu
nedenlerden ötürü düşünceleri açık hale geldi ve yükseldi. Zaten iki uy­
garlıkla ilişkiye girdiler: bir yanda Yunan toplumu, öte yanda Müs liiman
toplumu. Bu iki toplum onlar için yalnızca farklı birer toplum değil, aynı
zamanda daha ileri toplumlardı. Her ne kadar Yunan uygarlığı gücünü yi­
tirmiş ve ölmüş olsa da, Yunan toplumunun, daha ileri, daha nazik, daha
aydın bir toplum olarak haçlıları etkilediğinden en küçük kuşku duyula­
maz. Müslüman toplumu da aynı türden bir etki göstermiştir. Kronikler­
deX7 haçlıların Müslümanlar üstüne yaptığı etkileri görmek çok tuhaf: İlk
yaklaşımda, Müslümanlar o güne kadar rastlamadıkları kadar barbar, en
kaba saba, en vahşi , en ahmak insanlar olarak baktılar haçlılara. Öte yan­
dan haçlılarsa Müslümanlardaki zenginliklere, gelenek-görenek zarafeti­
ne hayran kaldılar. Bu ilk izlenimin ardından iki halk arasından sık sık
ilişkiler gerçekleşti. İlişkiler yaygınlaştı ve yaygın olarak s anıldığından
çok daha önemli hale geldi. Yalnızca Doğu Hıristiyanlarının Müslüman­
l arla günlük ilişkiler içinde olduğunu görmekle kalmıyoruz, Batı ile Do­
ğu ' nun birbirlerini tanıdıklarını, birbirlerini ziyaret ettiklerini , birbirleriy­
le kaynaştıklarını da görüyoruz88.

"Büyük fieflerin yaygınlaşması ve bazı toplum merkezlerinin oluş­


ması (oysa daha önce toplum merkezleri yok olmaktaydı), işte haçlı se­
ferlerinin derebeyliğin bağrında yarattığı en büyük iki etki.
Burjuvalara gelince, aynı türden bir sonucu burjuvalar aras ında
görmek de kolay. Haçlı seferleri büyük komünler yarattı. İç ticaret, küçük
sanayi, İtalya ve Flandre'da bulunan büyük kentler düzeyinde komünler
yaratmaya yetmiyordu. Dış ticaret, deniz ticareti ve özellikle de Doğu ve

87 Osmanlı t ari hi nd eki kaqılığı "'vakayinaıne"'di r. (Ç.N. )


88 Guizot, Hisıoire de la Civilisaıion en Europe (Avnıpa'nın Uygarlık Tarihi), sekizinci ders.

274
Batı ile yapılan ticaret bu komünleri doğurdu; oysa, ticarette gerçekleşen
en büyük atılımı kazandıransa haçlı seferleriydi89. "

" Kanımca, haçlı seferlerinin büyük ve gerçek etkileri işte budur:


Bir yanda düşüncelerin enginlik kazanması, ruhların özgürleşmes i; öte
yanda, yaşama alanının büyümesi, her türlü etkinliğe açık geniş bir yer­
küre; haçlı seferleri, aynı zamanda, daha çok bireysel özgürlük ve siyasal
birlik de getirdi. İnsanın bağımsızlaşmasını ve toplumun merkezileşmes i­
ni destekledi . Doğrudan doğruya Doğu 'dan getirilen uygarlık olanakları
bol bol araştırıldı; XIV. ve XV. yüzyıllar boyunca Avrupa uygarlığının
gelişmesini sağlayan pusula, matbaa, top barutu gibi büyük buluşl arın
çoğunun Doğu 'da bilindiği ve haçlıların bunları Avrupa ' ya taşımayı ba­
şardıkları söylendi. Bu sözler bir noktaya kadar doğrudur. Bununla birlik­
te, öne sürülen savların bazıları tartışmalıdır. Tartışılmayacak kadar kes in
olansa, bir yandan haçlı seferlerinin ruhlar üzerine, öte yandan da toplum
üzerine yaptığı bu etki, ki bu genel izlenimdir; haçlı seferleri Avrupa top­
lumunu çok boğucu bir güç durumdan kurtararak yepyeni ve son derece
rahat yollara sokmuştur; haçlı seferleri bu dönüşümü, Avrupa toplumu­
nun çeşitli kurumlarında başlatmıştır: Örneğin modem uygarlığın temel
özelliği olan yönetim alanında ve halkta90 . "
Haçlı seferleri siyaset, ticaret v e sanayi alanlarında dinsel al andan
çok daha gerçek sonuçlar yarattı: Dinsel sonuçlarından geriye hiç bir şey
kalmazken, öbür alanlarda yarattığı sonuçlar sürekli meyve verip durdu.
İspanya'nın Mağripliler döneminde ulaştığı gönenç düzeyi , A vru­
pa 'nın o dönemde gerçekleştirdiği gelişmelerin yadsınmaz kanıtlarıdır.
"Tarım, sanayi, ticaret, edebiyat, bilim, güzel sanatlar, bunları n tü­
mü beklenmedik gelişmeler gösterdi ve Müslüman uygarlığının bu hay­
ranlık verici gelişmesi yüzyıllar boyunca aralıksız sürüp gitti.
Bundan kuşku duyulamaz, çünkü ortada anıtlar var: Düzene kon­
muş ırmak akışları , yüzyıllara meydan okuyacak biçimde yapılmış köprü-

89 Ay. yap. Sekizinci ders.


90 Gıi mı, Hisıoire de la Civilisaıion en Europe (Avrupa Uygarlığı Tarihi), sekizinci ders.

27 5
ler ve sukemerleri , genişletilmiş ve sağlamlaştırılmış limanlar, kazı lmış
kanallar, dağların doruklarına kadar ulaştırılan yollar, iletilen madenler,
huerta ' yı (Valencia'nın bahçeleri) yaratan sulama çalışmaları , saraylar,
camiler, kaleler, sanat yapıtları, bütün kentlerde çoğalan okullar ve üni­
versiteler, şenliklerin ve eğlencelerin varlığı, anlatım parlaklığının düşün­
ce güzelliğini yansıttığı ve ezgiyle kaynaştığı romanslarda halkın malı ha­
line gelen şiir; işte gelişme halindeki Müslüman uygarlığı çiçekleri nin İs­
panya topraklarında bıraktığı, gözle görülür anılarından, can l ı izlerden
birkaçı . 9 ı "
Bu uygarlığın anıtları Kahire 'de, Bağdat 'ta ve İstanbul ' da olduğu
gibi Cordoba92 'da, Sevilla'da ve Granada93'da da hali\ ayaktadır. Söz ko­
nusu anıtlar, başka başka dönemlerde yukarıda sıralanan yerlere egemen
olan Müslümanların gücünü ve dehasını ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla, İslam gelişmelere karşı değildir. Ama gelişmeler,
halkların yaşamsal etkinliğiyle doğrudan bağlantılıdır: Söz konusu ya­
şamsal etkinlik, başka bir deyi şle ticaret ve dışarıya açılma sona erdiğin­
de gelişmeler de sona erer, halk yeniden yoksullaşır, cehalet ve barbarlık
yeniden yaygınlaşır. Ticaret, namuslu çalışmadır, ahlaklı hale gelmedir,
uygarlıktır. Allah insana "Ekmeğini alın terinle kazanacaksın" dediğinde,
ona "Seni güçsüz ve çıplak yarattım; ama sana zeka verdim ; zeka seni za­
ferden zafere koşturacak, gereksinimlerini karşılamak zorunluluğu çerçe­
vesinde dünyayı kendine köle yapmanda sana yol gösterecektir" demek
istedi.
Her dönemde halklar güçlerini denizcilikten, başka bir deyişle dış
ticaretten aldılar; günümüzdeki ulusların gücünü de gene denizcilik oluş­
turmaktadır.
Kraliçe Elisabeth döneminde Sir Walter Raleigh şöyle yazdı: "De­
nizlere egemen olan ticarete de egemen olur; ticarete egemen olmak,
dünyanın zenginliklerine hükmetmek, dolayısıyla da dünyaya hükmet-

91 Bir Hıristiyanın ağzından La Civili.sation Musu/mane ( Müslüman Uygarlığı), Brüksel ve Leipzig, Au­
guste Schnee, editör.
92 Osmanlı tarihinde "Kıntuba" adıyla bilinir. (Ç.N. )
93 Osmanlı tarihinde "Gırnata" adıyla bilinir. (Ç.N.)

276
mek demektir. " Sir Walter Raleigh ' in değerlendirmesi İngiltere 'nin eği­
limlerini ve izlediği siyaseti özetler. İngiltere 'nin bütün dünyaya el atma­
s ını sağlayan yalnızca ticarettir. İngiltere eğer ticaretini yitirecek olsa, de­
niz kuvvetleri de yok olacaktır ve İngiltere artık büyük uluslar aras ında
yer alamayacaktır.
Amerika Birleşik Devletleri 'nin ticareti, bu devleti , iç savaşları bü­
tün dünyayı üzdüğü sırada, orduları olmadan, deniz kuvvetleri olmadan
dünyanın bir numaralı devletleri arasına sokmuştur.
Büyük bir ticaret ve denizcilik devleti olduğu sırada İspanya, Ame­
rika' yı ele geçirdikten sonra Bütün Avrupa'ya hükmetme düşleri kurabil­
miştir. İspanya'nın gücü, dış ilişkilerinin bitmesiyle birlikte sona erdi. Şu
sırada İspanya, denizaşırı ticaretini yeniden canlandırmaya çalışmaktadır;
aynca İspanya gücünü yeniden toplamaktadır; Küba ve Porto Riko ' yu ele
geçirme konusunda Amerikan birliğini destekleyen bir dil kullanmış (oy­
s a ayaklanan sömürgelerine otuz beş yıldır bunu anlatamamıştı) ve Fas 'ta
başarılı biçimde bayrağını dalgalandırmıştır.
Portekiz, dış ticaretini yitirince bir yerde İngiltere' ye bağım lı hale
gelmiştir.
Hollanda, siyaset dünyasında yalnızca ticaretiyle varlığını duyur­
maktadır.
Parlak ticaretleri sona erdiğinde Ceneviz, Floransa, Venedik cum­
huriyetlerine ne oldu? Tir ve Kartaca unutulup gitmedi mi?.
Osmanlı İmparatorluğu bu uğursuz yasadan yakasını sıyıramadı. İs­
tanbul'un fethinden sonra eski gelenekleri bırakarak tüccar olmaktan çok
savaşçı oldu; sanayideki gelişmeler diğer ulusları güçlendirirken, ulusları
birbirine yaklaştıran ve aralarında çıkar birliği oluşmasını sağlayan bu
coşkulu etkinliğe hemen hemen tümüyle yabancı ve tek başına kalan Os­
m anlı İmparatorluğu 'nun gerilediği görüldü.
VIIl. -XII. yüzyıllar arasında İspanya'yı ele geçiren Araplar için
barbar Avrupa neyse, bugün Avrupa için Müslümanlar da odur.
Padişahların ticaret konusundaki umursamazlıkları, bu düşüşün
aralıksız gerçekleşmesine çanak tutmuştur. Kapitülasyonlar aracılığıyla
bir lütuf olarak ayrıcalıklar vererek ve bağışıklıklar tanıyarak, karşıl ığın-

277
dan hiçbir koşul öne sürmeden yabancıların ülke insanlarıyla rekabetine .
izin vermişlerdir. Daha sonra antlaşmaların içine sokulan bu ayrıcal ıklar,
.
bugün kaldırılması olanaksız yükümlülükler haline gelmiştir. Artık Tür­
kiye açısından olumsuzluklar yaratmayan tek bir ticaret anlaşması bi l�
yapılm amaktadır.
Muhammet 'in izinde yürüyenlerin94 egemenliği doruğa çıktığında,
ticaret ve sanayi en parlak dönemini yaşadı. Halep, Bursa, Şam, vb. , en
gösterişli ve en güzel ipek kumaşları üretiyordu; madenler işleti liyordu;
madenler ender rastlanır bir ustalıkla işleniyordu; silah üretimi , bıçakçı­
lık, demir ve çelik üretimi en yetkin noktasına ulaşmıştı. Sanayideki bu
parlak durum ortadan kalktı: Türkiye 'nin gereksinim duyduğu mamul
malların büyük bölümünü Türkiye ' ye Avrupa sağlamaktadır ve Osmanlı
fabrikaları -Ulusal sergide umulm adık bir canlılık sergilemesine karşın­
Türkiye ' yi imalatçı ülkeler arasına sokabilecek bir gelişmeyi asla gerçek­
leştiremeyecektir.
Doğrudan ya da dolaylı olarak devletin malı olan birkaç sanayi ku­
ruluşu dışında, bildiğimiz kadarıyla, dikkati çekebilecek düzeyde hiçbir
imalathane ya da fabrika bulunmamaktadır. Yağ, sabun, ipek iplik imalat­
haneleri , kumaş dokuma imalathaneleri gerekli araç ve gereçlerden yok­
sundur, az ve çoğunlukla da kalitesiz uıal üretmektedir. Yalnızca yeni bir
kuruluş bu genel tablonun dışında kalmaktadır: İstinye (Boğaz kıyıs ında)
buharlı değirmenleri . Bu fabrika İstanbul ' a bol miktarda un sağlamakta­
dır ve İstanbul dışına da un satmaya başlamıştır. Fabrikayı bir Fransız
kurmuştur. Sanayimizin bu öncüsünün başarılı olmasını dileriz.
Eğer Türkiye 'nin ticaret yaptığı devletlerin ticaret yönetmeliği de­
ğişmiş olsaydı, eğer Türk sanayisi mallarının yabancı ülkelere sokulması
açısından daha elverişli bir yerde yeniden biçimlenmiş olsaydı , gösterişli
kumaşlar, ipek halılar, ipek kumaşlar üreten bazı imalat işletmeleri kuru­
lurdu, ama bunların sayısı çok az olurdu : Türkiye Avrupa'dan bol miktar­
da mamul mal almaya devam edecektir ve Avrupa bu malları Türk fabri­
kalarından çok daha ucuza sağlayacaktır. Şu halde Türkiye 'nin güçleri

94 Y a zar burada "halifeler" demek istiyor. (Ç.N.)

278
madensel, hayvansal ya da bitkisel ham madde ve besin m addeleri üreti­
minde yoğunlaşmalıdır. Bu açıdan doğa Türkiye 'den hiçbir şey esirgeme­
miştir ve bu bakımdan Türkiye ile rekabet edebilecek bir ülke yoktur.
Maden zenginlikleri çok fazladır: topraklarda yapılacak araştı rma­
lar sayesinde başka maddenler de bulunacaktır: Bazı kurşun, gümüş, ba­
kır ve demir madenleri işletilmektedir. Sayın Tchihatcheff, Küçük As­
ya 'nın günümüzdeki yıllık maden üretimini 1 5 959 846 kuruş (3 670 764
Fr 'ı) olarak değerlendiriyor. Bu rakamın dile getirilmesi, bizi, bu tür sa­
nayinin terkedilmişliği üstünde duramaya itiyor.
Demir, Samakov ( Bulgaristan), Kreşovo, Osoji, Babgaravan , Fo­
iniçe, Busovatz, Vareş , Slari, Maden ve Borrovitzo'da ( Bosna); kurşun ,
Olovo, Kladem, Şendi ve Kreşovo 'da (Avrupa) bulunur;
Bakır, Kreşovo, Foiniçe (Avrupa), İseli Maden, Karakaya, Kara­
erik, Agalek, Lahana, K ırlık, Keser Kaya, Tokat (Küçük Asya) ve Ro­
dos 'ta çıkarılır;
Cıva, İnact ve Kreşovo 'da;
Çinko, Kreşovo 'da;
Arsenik, Kreşovo ve Soçi ' de;
Maden kömürü, Ereğli 'de (Karadeniz); Anadolu kıyılarında ve Ru­
meli 'nin Karadeniz kıyılarında başka kömür yatakları da bulunmuştur.
Natron9 5 ve krom birçok yerde bulunmaktadır.
Adalarda olduğu gibi her iki kıtada da çok güzel mermerlerin çıka­
rıldığı taş ocakları vardır96.
Bütün bu zenginlik kaynaklan -tıpkı ormanların işletilmesi gibi­
yukarıda sıraladığımız nedenlerden ötürü terk edilmiştir. Eğer Türkiye
imtiyaz sahiplerine ve sermayelerine güvence verir ve kolaylıklar göste­
rirse (imtiyaz sahipleri bugüne dek bu güvence ve kolaylıkları elde etme­
ye çalışmış, ama başarılı olamamışlardır) madenlere ilişkin önemli çalış­
malar yapılacaktır.
Günümüzün koşullarında, her toprak sahibi topraklarında hiçbir
izin almadan ve maden aramayı başarabilen herkes önceden izin . almak

9 5 Hidratlı doğal sodywn karbonat. (Ç.N.)


96 Birkaç yıldır Bandırma. Marmara adası mermer ocakları işletilmektedir.

279
koşuluyla devlet topraklarında maden aramaları yapabilme hakkını elin­
de bulundurmaktadır. Her iki durumda da, şu koşullar vars a işletme h ak­
kı verilmektedir:
1 Q Madenin işletilebilir durumdaysa;
2Q Başka maden işletmelerine ya da yakında bulunan bazı fabrika-
lara zarar vermeyecekse;
3Q maden çıkarma işlemi en kolay yoldan yapılacaksa;
4Q İmtiyaz isteyenlerin yeterli sermayesi varsa.
İşletme hakkı devlete belli bir vergi ödenmek koşuluyla verilir: Söz
konusu vergiyi devlet ve imtiyazı alan, madenin zenginliğini göz önünde
bulundurarak birlikte belirler ve belirlenen miktar imtiyaz süresi boyunca
değişmez. Ödenecek miktar imtiyaz fermanında açıkça belirtilir.
Gene devlet ile imtiyazı alan arasında uzlaşma yoluyla belirlenen
imtiyaz süresinin sonunda ya da imtiyaz süresinin sona ermesinden önce
işletmenin terk edilmesi durumunda maden ve taşınmaz mallar devletin
m alı haline gelir.
Altın, gümüş , platin, bakır, kalay, demir, çinko, cıva, manganez , ar­
senik, san zırnık, krom, kobalt, nikel , kükürt, çeşitli maden kömürleri , ka­
ya tuzu , şap, zımpara ve toprağın altında ya da yüzeyinde bulunan aynı
türden başka maddeler maden olarak kabul edilmiştir ve yukarıda sırala­
nan yönetmeliğe göre yönetilmektedir.
Mermer, granit, kefeki, çakmaktaşları, alçıtaşları, kireçtaşlan , kal­
dırım taşları, kaolinler, kumlar, killer, çanak çömlek topraklan ve genel
olarak herhangi bir türden toprak ve taş maddeler, madenler arasında ka­
bul edilmemiştir.
Yerini aldığı maden yönetmeliğinden çok daha liberal olmakla bir­
likte, 1 86 1 yönetmeliği, yerli ya da yabancı yatırımcılara şu ana kadar çe­
kici gelmedi. İmparatorluğun bu zenginlik dalı terk edilmişliğini bugün
de sürdürmektedir.

280
BOLUM XVIII

KARAYOLLARI, ULAŞIM ARAÇLARI,


DEMİRYOLLARI, DENİZ FENERLERİ,
ELEKTRİKLİ TELGRAF, POSTA

Halen var olan bazı karayollannın bozuk halini ve istisnasız ülkenin


her yerinde ulaşıma elverişli kull anılabilir yolların bulunmadığını ne yazık
ki sık sık belirtmek zorunda kalmıştık; iç kesimdeki büyük merkezler ve
deniz limanları, birbirleriyle ya da yakınlarındaki tarım merkezleriyle ula­
şımlarını , ancak, erzakların fiyatını çok büyük ölçüde artıran büyük güç­
lükleri aşarak sağlamaktadırlar ve kış mevsiminde ulaşım olanaksız oldu­
ğundan merkezler arasındaki bağlantılar zorunlu olarak kesilmektedir.
Aldırmazlıkları ve savsaklamaları dillerde dolaşan geçmiş yöne­
timlerin kalıtı olan ve büyük bir devlete yakışmayan bu düzenleme, im­
paratorluğun kaynaklarını artırmak için sürekli ve kararlı bir çaba harca­
yan günümüz yönetiminin de dikkatini elbette çekmektedir.
Karayolları sınıflandırılmış ve dört sınıfa ayrılmıştır:
19 İmparatorluk karayolları : Bunlar, vilayet merkezlerinin kendi
aralarında ve başkentle, deniz limanl arı yla ya da demiryollarıyla en doğ­
rudan ulaşımını sağlayan yollardır;
29 Vilayet merkezlerini birbirine ya da sancaklara bağ l ayan vilayet
karayolları;

28 1
3.ı Kazal arı birbirine bağlayan ya da kazaları karayollan aracılığıy­
l a deniz limanlarına: ya da demiryollanna bağlayan kazalararası yollar;
49 Kazalararası yollarınkine benzer amaçlarla gerçekleşti ri lmiş,
ama çoğunlukla arabaların geçmesine olanak verecek biçimde yapı lma­
mış köy yollan;
Bu karayollannın, yolların ve patikaların normal genişl iği (bayırlar
ve hendekler dışında) şöyle saptanmıştır:

İmparatorluk karayollan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 5 arşın = 1 1 ,25 m.

Vilayet karayollan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............... . 12 " = 9 m.

Kazalararası yollar . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9 " 6,75 m.

Köy yollan . . . ............... ................ .......................... 6 " = 4,50 m.

Yeni karayollannın ve yolların yapılması, var olan yolların iyi leşti­


rilmesi, bu yolların güzergahında yapılacak köprüler ve var olanların ba­
kımı gerçekleştirilmelidir:
Karayollannda devletin -halkın da yol vergisi yükümlülüğünü ye­
rine getirmesiyle- yollan düzleştirmesi ve dolma yollar yapması.
Bayındırlık heyetinin onayladığı projelerle -herkese açık ihaleler
yoluyla- çalışmalar yapılması .
Bir yerde mal sahibi , yönetim vekili, çiftlik sahibi olarak oturan
herkes kişisel olarak; ailenin üyesi olan ya da ailede hizmetkar olarak ça­
lışan ve gene aynı yerde oturan en az 1 8 , en çok 60 yaşında, sağlıkl ı her
erkek yükümlülük altındadır; aynca ailenin atlarının, yük ve koşum hay­
vanlarının her biri için de yükümlülük vardır.
İnsanlar ya da hayvanlar için olan yükümlülükler değişmez bir ta­
rifeye göre belirlenen bir para karşılığı satın alınabilir; yükümlülüklerin
parayla ödenmesinden elde edilen miktar yol ç alışmalarında kullanılır.
Karayollan için yerine getirilecek yükümlülük, beş yıl boyunca yıl­
da art arda olmak koşuluyla on beş gün çalışmaktır; kazalararası yollar
için bu yükümlülük yılda 1 ,50 m, köy yollan için 3 m yol bakımına dö­
nüştürülmüştür.
İki yılı aşkın süre önce resmen ilan edilen yönetmelik eğer titi zlik­
le uygulanmış olsaydı, bugüne kadar çok büyük iyileştirmeler gerçekleş-

282
tirilmiş olurdu. Ama hiçbir şey yapılmadı, çünkü kendi payına düşen ça­
lışmaların büyük bölümünü yerine getirmek için gerekli paradan yoksun
olan devlet, yükümlüleri yükümlülüklerini yerine getirmeye davet ede­
medi .
1 863- 1 864 bütçesi , Maarif ve Nafıa Nezaretinin toplam ödenekleri
için 1 084 458 Fr. ayırdı. Elbette bu, ciddi işler yapmak için hiç de yeter­
li olmayan bir ödenektir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu işlerin yanı sıra, gene aynı de­
recede ivediliği olan başka işler de vardır: Irmakların ve iç su yollarının
rejimlerinin iyileştirilmesi ve bunların taraklanmaları, kanallarının yapıl­
ması; limanların temizlenmesi; dalgakıranların, mendireklerin, rıhtım la­
rın, vb. yapılması. Bütün bunlar büyük bir harcama kapısıdır ve ilk yatı­
rım olarak en azından üç yüz milyon frank gerekmektedir.
Bu işler iki biçimde yapılabilir ve bu iki biçim ayrı ayn ya da bir­
likte de uygulamaya konabilir: İşleri devletin yapması; işleri şirketlerin
yapmas ı. Her iki yol da Türkiye 'de denedi ve bu iki uygul amanın etkili­
liği önceki deneyimlerle kanıtlandı.
1 859 ' dan başlayarak 50 yıllık bir işletme imtiyazı karşılığı yaptırı­
lan Beyrut-Şam karayolu tamamlanmıştır ve 1 Ocak 1 863 'ten beri , yolcu
taşıyan araba seferleri ve mal taşımacılığı bu iki kent arasında en doyuru­
cu biçimde yürütülmektedir. 3 milyon frank sermayeli (her biri 500 frank­
lık 6 000 paya bölünmüştür) bir anonim şirket, kolaylıkla, Fransa'da ve
Türkiye'de katılımcılar bulmuştur. Yapılan işlerin tamamı şöyledir: 109
km ' lik Beyrut-Şam karayolu; yolun 47 . km 'sinde, Lübnan dağlarının ete­
ğindeki Zahle kasabasını anayola bağlayan 6 kilometrelik bir yan yol;
Beyrut kentini limana bağlayan çevre yolu. 1 1 6 kilometrelik bu bütün,
devlete hiçbir masraf yüklemeden bölgeye canlılık vermiştir.
Devletin 7 Temmuz 1 863 'te başlattığı Rusçuk-Şumnu karayolu ça­
lışmaları, yapılacak çalışmalarda halk desteğinin eksik olmayacağını ka­
nıtlamıştır: Çalışmaların başladığı gün, bu yeni yolun yararlı lığını kavra­
yan halk bir saatten kısa bir süre içinde 1 50 metre yol yapmıştır.
Devlet, bu yıl, Bağdat ' ı Halep 'e bağlayacak büyük karayolunun ya­
pımına başlayacak (en azından buna karar verilmiştir) ve kervanlarla
Bağdat ' a gelen Orta Asya, Irak, İran, ve Uzakdoğu ticaret mallarının Su-

283
riye kıyılarının konumu en iyi limanı olan İskenderiye limanına akmasını
kol aylaştırmak için bu karayolunu İskenderiye 'ye kadar uzatmak zorun­
da kalacaktır.
Köstence limanı, hem demiryolunun, hem de bu limanının imtiya­
zını alan bir İngiliz şirketi tarafından yapılmıştır ve Tuna 'yı bir demiryo­
luyla deniz kıyısındaki Cernavoda ' ya bağlamaktadır.
Deneyimlerin kanıtladığı, açıkça görülen bir şey var: Türki ye, ba­
yındırlık işleri için, halkından ve kurulan imtiyazlı şirketlerden etki li,
güçlü, eksiksiz bir yardı.m göreceğinden emindir. Zaten, daha önceleri ,
gerek ulaş ıma elverişli yeni karayollarının yapımı (örneğin Trabzon 'dan
başlayarak Erzurum 'dan geçen ve İran ' a giden karayolu; bu yol, Rusların
Tiflis üzerinden Poti ' ye çekmeye çalıştığı çok büyük transit ulaşımın Tür­
kiye 'de kalmas ını sağlayacaktır}, gerekse bazı deniz limanlarının iyi leşti­
rilmesi ve bazı ulaşıma elverişli ırmak yolları için kanai açılması sırasın­
da, şirketler ciddi bağışlar yapmışlardır.
Bize göre devlet, seçenek olarak önünde duran bu her iki yolu da
hiç duraksamadan denemelidir.
Bütçe kaynakları şu sırada yetersiz olduğundan, devlet bu kaynak­
l ara güvenemez. Dolayısıyla, yalnızca bayındırlık işleri için kullanılmak
ve beş yılda eşit taksitlerle ödenmek üzere 300 milyon franklık yeni bir
borçlanma gerçekleştirmelidir; gelecek bu para, imparatorluk ve vilayet
karayollarının yapımını, ırmaklardaki taraklama ve iyileştirme çalışmala­
·rını ve aynı zamanda da liman çalışmalarını (limanlar, doğal konumları ve
günümüzdeki koşullarıyla diğer ülkelerin limanlarıyla yarışabilecek du­
rumda değildir) gerçekleştirme olanağı verecektir; aynı zamanda devlet,
yapılacak karayollarının ve limanların imtiyazını (tıpkı daha önce Beyrut­
Şam karayolunda ve Köstence limanında yaptığı gibi) yeterli sermaye sa­
hibi olduğundan emin olduğu şirketlere vermelidir.
Türkiye, bu çözüm yollarını kullanarak, birkaç yıl içinde iktisadi
durumunu düzeltebilir ve tarım ve ticaret alanında halkın zenginliğini ve
devletin gelirlerini on kat artıracak iyileştirmeler sağlayabilir. ·
Her ne kadar Osmanlı Devleti 'nin Avrupa ve Asya'daki vilayetle­
rindeki limanlar ve iç kesimdeki kentler arasında ulaşım ve taşımacılık
güç ve pahalıysa da, yabancı ülkelerle ulaşım ve ticaret hiç de böyle de-

284
ği ldir. Yelkenl i ve buharlı gemilerle ulaşım canlı, hızlı, çok yaygın ve re­
kabet nedeniyle ucuzdur. Fransız, İngiliz, Avusturya, Rus , Belçika, Yu­
nan, Osmanlı , Mısır buharlı gemi hatları (ister devletten destek alsınlar,
ister kişilerin malı olsunlar) bu kıyılarda çok parlak hizmetler vermekte­
dir. Buralardaki deniz ulaşımı her yıl büyümektedir; dışalım ve dışsatım­
daki artışı yaratan da işte bu uluslararası bağlantılardır.
Kervan l ar, limanlarla iç kesimdeki kentler ya da uzak memleketler
arasındaki trafiği gerçekleştirir. Irmaklar terkedilmiştir; bakımsızlık yü­
zünden ırmakların rejimi bozulmuştur: Çamurla, kumla dolan ırmaklar su
ulaşımına ve kısa mesafeli olarak ve su derinliği çok az olan mavnalarla
yapılan taşımacılığa izin vermemektedir.
Avrupa Türkiye 'sinde taşımacılık atlar, katırlar, ve eşeklerle yapı­
l ır; Asya'da kervanlarla, deve sırtında gerçekleştirilir. Kervanlarda 1 50
000 devenin bulunduğu tahmin edilmektedir; bunların en azından onda
biri her yıl uzun yolculukların yorgunluğuna dayanamayarak ölmektedir.
Her yerde ve hemen hemen aynı ölçüde olan güçlükler malların taşınma
maliyetini artırmakta, yolculuk süresini çok uzatmaktadır; aynca, hırsız­
lık, malların bozulması , kayıplara uğrama olasılığını artırmakta ve bütün
bu nedenler bir araya geldiğinde maliyeti inanılmaz derecede artırmakta­
dır. Yük taşıma kapasiteleri yaklaşık ol arak şöyledir:

Tek hörgüçlü deve . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . 55 kilogram


. Yük atı .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 230
Hamal . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . .. . . . . . . . 1 90
Bazı hamallar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . .. . . . . 250

Kentlerin sokakları dardır, kaldırım taşları iyi döşenmemiştir, ba­


kımsızdır, genellikle çok dik yokuşludur; buralarda arabaların dolaşması
olanaksızdır; taşımacılık yük hayvanlarıyla ve hamallarla yapılır.
Konuyu kapatırken, karayollarının yapımı ve bakımının, kentlerde
kolay dolaşımın, ırmaklarda kanallar açılmasının, limanlarda bentler ya­
pılmasının ve bunların iyileştirilmesinin, Osmanlı yönetiminin sürekli
üzerinde durması gereken bir konu olduğunu (yönetim, bu birinci derece­
de önemli sorunları çok ihmal etmiştir) anımsatalım.

285
Demiryollarının yapımı konusunda yabancı girişimcilerin Bab-ı
A li ' ye verdiği umutlar -Bab-ı Ali 'nin önerilen hatlar için övgüye değer
bir ç abuklukla imtiyazları vermesine ve istenen kolaylıkları göstermes ine
karşın- henüz hayata geçmemiştir. Hemen hemen verilen bütün imti yaz
fermanlar uygulamaya konmamıştır. Birkaç örnek verelim:

Samsun (Karadeniz)-Sivas hattı;


İzmit (eski Nikomedia, Marmara Denizi)-Uşak hattı;
Akşehir-Sivas hattı (daha sonra Erzurum ' a ve Erzurum ' dan da İ ran sınırına
kadar uzatılacaktı);
İskenderun-Fırat hattı;
İ stanbul-Belgrad hattı;
İstanbul-Selanik hattı;
İstanbul-Edirne hattı (Tuna'ya kadar Bulgaristan topraklarından geçerek) .

Ver.ilen ve sonuca ulaşmayan bu demiryolu imtiyazları listes ine


(eksiktir) Saint-Georges-Tuna kanalı ve diğer birçok başka imtiyazı da
ekleyebiliriz.
Avrupalı girişimciler Kırım savaş ından bu yana uyuşukluklarını
üstlerinden atarak (açıkça görülüyor bu) Avrupa ve Asya ' yı aral arında
paylaştı lar. Girişimcilerin hararetle istedikleri imtiyazlar hemen verildi;
bu aceleciliğe bakıldığında, Türki ye bu yeni sihirbazların s ihirli yöneti­
m inde dönüşüm geçirecek gibiydi. Ne yazık ki olmadı! Düş uzun sürme­
di . Amaç , demiryollarını, ulaşımı, ticaret hacmi genişlemesini onlar ara­
cılığıyla yurda getirmekti ! Oysa girişimlerin düşledikleri şey , elde ettik­
leri imtiyaz hakkının parasal karşılığını tahsil etmekti , ama beklentileri
boş a çıktı. Osmanlı yönetimini bu ayrıcalıkları vermeye iten nedenler öv­
güye değer; Osmanlı yönetimi , Avrupa'nın iyileştirme ve yetkinleştirme­
lerini hızla ülkeye getirmek i stiyordu, ne var ki Osmanlı yönetiminin ge­
rekli güvenceleri almadan işe soyunmaması gerekirdi. Bu tasarıların ha­
yata geçirilememesi, ciddi girişimcileri uzaklaştırdı. Türkiye, imtiyazla­
rın kolayca verilmesinden doğan sonuçların acısını uzun bir süre çekecek­
tir. İmtiyazları elde edenler paralarını alamadıkları sürece, yeni öneri lerin
yapılmasını engelleyeceklerdir.

286
Bununla birlikte iki demiryolu yapıldı: Köstence- Cemovoda (Tu­
na kıyısında) ve İzmir-Aydın hatları.
Tuna-Karadeniz Demiryolu adı verilen Köstence-Cemavoda hattı 4
Ekim 1 860 'ta hizmete girdi . Köstence-Mecidiye arası bir saat otuz daki­
kada, Mecidiye-Cemavoda arası bir saatte, başka bir deyişle toplam ola­
rak iki saat otuz dakikada alınmaya başlandı.
Tamamlanabilen tek hat olan bu küçük hat, Türkiye ' nin ulaşım yol­
l arının açılması sayesinde elde edeceği yararları kanıtlamaktad ır.
Aynı zamanda K� stence limanının ve demiryolunun imtiyaz hak­
kını da alan bir özel İngiliz şirketince gerçekleştirilen hattın yapım ına
1 85 7 ' de başlandı. Şirket, ovadaki kasabalarda ve yükleme limanlarında
tahılları arabayla taş ıma işinden elde ettikleri geçim kaynaklarından de­
miryolu yüzünden yoksun kalacaklarına inanan yerli halkın kötü niyetiy­
le mücadele etmek zorunda k aldı. Oysa bugün, halk, demiryolunun ken­
dilerine sağlayacağı yararlan anlamıştır.
Tehlikeli Köstence koyu, gerçekleştirilen çalışmalar sayes inde, bel­
li sayıda gemiyi barındırabilecek düzeye geldi ve Köstence 'nin dışsatımı
giderek artan bir önem kazandı. Kentin nüfusu daha şimdiden 20 OOO 'i aş­
tı. Lloyd Autrichien ' in buharlı gemileri yaz aylarında Köstence ' yi düzen­
li olarak ziyaret etmekte ve Viyana-Galati arasında çalışan Tuna teknele­
riyle Cemavoda'da düzenli aktarma olanağı sağlamaktadır; son o l arak,
Messageries İmperiales ve Rus kumpanyası da, 1 864 'te, Köstence sefer­
lerine başlayacaktır. Çorak ve sağlıksız bir çöl olan Dobruca ovas ı , çev­
reden gelen büyükbaş hayvanlara otlak görevi yapmaktadır; eskiden bu­
rada saman sapından yapılmış birkaç kırık dökük kulübede ancak birkaç
yüz insan yaşamaktaydı; bugün ova, bütünüyle tanına açılmış, hayvan ot­
latma bütünüyle yasaklanmış ve toprağın değeri on kat artmıştır.
İzmir-Aydın demiryolu yapım halindedir. İmtiyaz sekiz yı l önce
verilmiş olmasına karşın, daha uzunca bir süre tamam lanamayacaktır.
Hat, Efes ' e kadar uzanan 76 km 'lik bölümünde (toplam uzunluğunun
yaklaş ık dörtte üçü) işletmeye açılmıştır. Yapımdaki gecikmeler, şirketin
çıkardığı hisse ya da borç senetlerine yapılması gereken ödemelerin giri­
şinde imtiyaz sahiplerinin yaşadığı yavaşlığın ve güçlüklerin sonucudur.
Başlanan çalışmalara el koyma ve işi yükümlülüklerini yerine getirmeyen

287
şirketin el inden alma hakkına sahip olan Osmanlı hükümeti, tam ters ine,
bu işi kesintiye uğratacak engelleri yok edecek bir hoşgörü anlayışı ve dü­
zenlemeyle şirkete yeni kol aylıklar sağlamıştır. Demiryolu hattının Ay­
dın 'a kadar tamamlanması, Küçük Asya'nın iç kesimiyle yapı l an ticare­
tin artmasına katkı sağlayac aktır; tartışmasız bu çok büyük hattaki çalış­
maların hızla tamamlanmasını diliyoruz. Hükümet hattı yapan şirkete, 1
784 000 sterlinglik (44 600 000 Fr. ) sermaye karşılığında % 6 kar garan­
ti si vermektedir.
Yama (Karadeniz)-Rusçuk (Tuna) hattının imtiyazı uzun süre önce
verildi ; Bulgaristan ' ın bir bölüm topraklarının verimlileştirilmesine bü­
yük katkıda bulunacak bu 225 kilometrelik hattın yapımına yakın zaman­
da başlanacağı sanılmaktadır. Hükümet, şirketin çıkarmayı önerdiği borç
senetleri "için % 7 ,5 kar garantisi vermektedir.
Son olarak, İstanbul-Edime hattının -biri Burgaz 'a (Karadeniz kıyı­
sında), diğeri Tekirdağ 'a (Marmara denizi kıyısında) olmak üzere iki yan
koluyla birlikte- yapımına kısa süre önce karar verildi. Yapım masrafları­
nı devlet karşılayacaktır; çalışmalar vakit geçirilmeden başlatı lmal ıdır.
1 864 'ten başlayarak, her yıl 1 1 500 000 Fr' lık bir kredi devlet bütçesine
konacaktır.
Avrupa ve Asya topraklarında, Köstence-Cemavoda ve İzm ir-Ay­
dın hatl arında yapılan ya da yapım aşamasında olan iki yüz kilometre, iş­
te Osmanlı hükümetinden koparılması başarılan birçok imtiyazın bugüne
kadar sağladıkları !
Demiryollarının yapımını geciktiren ya da durduran birçok neden­
den en önde gelenlerini irdelediğimizde, ilk sıraya, yabancılara uygulanan
mülk edinme yasağını yerleştirmek gerekir. Hemen hemen yalnızca ya­
bancı hissedarlardan oluşan, merkezleri Avnıpa'da bulunan şirketler, sa­
tın alabilecekleri birçok toprağa ve gereksinim duydukları konutlara ya­
sal olarak sahip olamamanın ve kendi adlarına kaydettirememenin bık­
kınlığını yaşamaktadır. Osmanlı hissedarları toprak sahibi yaparak ve Av­
nıpalı hissedarları borç veren haline getirerek güçlükler aşılmaya çalışıl­
m aktadır; ne var ki bunlar, büyük şirketlerin asla kabul etmeyeceği kaça­
m aklardan, kurnazlıklardan, çözümlerden başka bir şey değildir.
Nafıa Nezaretinin 1 860'da hazırladığı bir imtiyaz yükümlülükleri

288
nizamname defteri , imtiyazları istenebilecek demiryolu işletmelerinin uy­
m ak zorunda oldukları koşull arı düzenlemektedir. Gerçekleştiri lmemiş
tasarılar için, Fransız sanayisine veri lmiş olan farklı bir imtiyaz söz konu­
sudur97 .
Saydığımız gerçekleştirilmemiş tasarılar (bunların çoğu zaten ger­
çekleştirilemez) bakımından , daha önce Fransız sanayisine verildiği gibi
farklı türden bir imtiyaz vermek yerinde olur. 8-20 Ağustos 1 860 tarihli
iradeyle Padişah, imparatorluk kıyılarında yapılmış ya da yapılacak deniz
fenerlerinin işletme imtiyaz ını bir Fransız şirketine verdi. Birçok ye lken­
li ve buharlı geminin gelip geçtiği bu kıyılarda, 1 856"ya kadar. geçitleri ,
tehlikeleri ve liman girişlerini gösteren işaret ışıklan yoktu. Bu durumun
sakıncalarını çok belirgin biçimde ortaya koyan Kırım savaşl , Fransız hü­
kümetini Bab-ı Ali 'ye uyarılar yöneltmeye itti ; söz konusu uyarılar sonu­
cunda Bahriye idaresi Çanakkale boğazının girişinden Karadeniz'e kadar
on sekiz deniz feneri yaptırmak için ivedilikle harekete geçti. 1 856 'da
başlatılan çalışmal ar tamamlandı. Kıyılarda yanmaya başlayan yüz on
ışık, Türkiye'yi bu açıdan Fransa ve İngiltere düzeyine getirdi.
Deniz feneri imtiyazı Türkiye 'nin Fransız sanayisine verdiği ilk
önemli imtiyazdır ve sanırım bu konuda Osmanlı hükümetini kutlamak
gerekif98.
Osmanlı kıyılarındaki deniz fenerleri on üç hatta ayrılır:

Çanakkale Boğazı-Karadeniz hatt . . . . . . . . . .............. 8 fener


Kanal-Midili hattı . ... ........... .......... . ...... . ............... 6
İ zmir hattı ... ............ ............................................ .4
Sakız Adası hattı ............ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .4

Selanik-Volos hattı ................................ . .... ... ...... 5


Sisam-İstanköy hattı ........... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .6

Rodos hattı ...... . ............. . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .2

9 7Kanıı belgeler, ek n° 17.


9 Hos nıanlı devletinin Kızıldeniz'de bulunan deniz fenerlerinin imtiyazını, ı s60'da, ki tabın yazan Saym
Bemard Camille Collas ve M.Michel (Paşa) almıştır ve aynı imtiyazdan Collas'ın ölümünden sonra oğlu
Gabriel Collas yararlanmıştır. (Ç.N.)

289
Karaman bölgesi-Suriye hattı. ...... .. . . ... . . .. ... .. . .. .. l 6

Kandiye hattı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6
Trablusgarp hattı . .................... ······················ :· · · · · 3

Karadeniz (Anadolu) hattı . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .9

Karadeniz (Rumeli) hattı . . . ........ .. . .. .. ... .... ... .. .......3

Karadeniz (Tuna girişi) hattı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3


Adriya Denizi (Arnavutluk) hattı . .... ... .. ..... .. .......5

Toplam .... ........................................................ 1 1 0 fener99

Denizci devletlerin kabul ettiği uzlaşmalardan sonra, Osmanl ı li­


manlarına uğrayan gemiler tonaja bağlı bir geçiş parası ödemek zorunda
kaldılar.
Telgraf hatlarının döşenmesi hızla gerçekleştirildi. İlk telgraf hattı
1 854'te döşendi : 1 854 'ten bu yana Avrupa Türkiye'sinin vilayetleri , Ege
adalarının bazıları ve Bağdat ile Basra'ya kadar olan Küçük Asya vilayet­
leri Avrupa telgraf şebekesine bağlandı. Gelibolu ile Çanakkale arao; ında
yerleştirilen bir denizaltı kablosu Avrupa'yı Asya'ya bağlar. 1 500- 1 800
km uzunluğundaki bir başka hat, 1 864 'te, Basra körfezinde Belüc istan kı­
yılarındaki Basra ile Gowadel arasına yerleştirilecek ve böylece Avrupa -
İstanbul aracılığıyla- Hindistan ile iletişime geçebilecektir. Ayrıca, Bey­
rut-İskenderiye kara hattıyla ilgili çalışmalar da yapılmaktadır; bu hat sa­
yesinde Avrupa, İstanbul üzerinden Süveyş ile bağlantı kurabilecek ve
Malta-İskenderiye arasındaki denizaltı telgraf hattıyla gönderilen telgraf­
larda sık sık yaşanan kesintilerden yakasını kuracaktır; son olarak, kara
hatlarındaki çalışmalar, ilerideki tarihlerde Tahran ile bağlantı kurulabile­
cek biçimde sürdürülmektedir. Osmanlı telgraf hatları, günümüzde, Av­
rupa ve Asya'da yaklaşık 1 500 km 'ye varan bir gelişme göstenniştir.
Telgraf Türkçe ve Fransızca olarak alınmaktadır: Bunun dışında, önem li
merkezler belli başlı Avrupa dillerinde yazılmış telgrafları da almaktadır.
Posta hizmetleri eskiden iltizam sistemiyle verilmekteydi. Sakınca-

99 yapılan anlaşma, i mtiyazı alanlan, ancak 98 fener yapmakla yükümlü kılıyordu. Ne var ki, imti yazı
alanlar aydınlatma sistemi bütününü tamamlayabilmek için bu sayıyı l I O'a çıkardılar.

290
lan bilinen bu sistem, kısa süre önce, belli yönetmeliklere bağlı bir kamu
yönetimine dönüştürüldü : Tarifelerde indirim yapıldı , posta pulu kullanı­
mı uygulamaya kondu.
Türkiye ile Avrupa arasında, mektuplar Compagnie de Messageri­
es İmperiales 'in ve Lloyd Autrichien ' in Trieste ' ye ulaş an buharlı gemi le­
riyle ulaştırılıyor: Ayrıca, yaz mevsiminde, Köstence ve Tuna yoluyla da
mektup taşınıyor; Rusya ile mektuplaşma, Odesa'daki Rus şirketinin bu­
harlı gemileri yle sağlanıyor; Osmanlı devletinin deniz kıyısındaki kentle­
riyle mektuplaşma Avusturya, Mısır, Fransız, Osmanlı ve Rus buharlı ge­
mileriyle gerçekleştiriliyor. Ülkenin iç kesimlerinde, posta hizmetleri ,
Osmanlı posta idaresinin ulaklarıyla yürütülüyor. Posta hizmetlerindeki
bu örgütlenme, ulakların sıklığı açısında kusursuzdur, ama örgütteki ele­
manların çeşitliliği yüzünden sıkıntılar yaratmaktadır. Her hükümet pos­
ta masraflarına parasal destek vererek, birbirinden ayn posta dairelerinde
kendi memurlarını çalıştırmaktadır. Bu örgütleniş biçimi aralıks ız gidiş
gelişler gerektirmekte ve çok üzücü yanlışlar doğurmaktadır. Birbirinden
bağımsız bu daireler, bağlı bulundukları ulusların adını taşıyan birbirin­
den ayrı yönetimler oluşturmaktadır: Aralarında hiçbir bağ yoktur ve bir­
birleriyle telgraflaşmaları yasaklanmış olduğundan, mektuplar gönderil­
dikleri adrese her zaman en kısa sürede ulaşmamaktadır.
BÖLÜM XIX

SONUÇ

Günümüzdeki Türkiye 'nin durumunu gerçek yüzüyle yansıtmaya


çalıştık; imparatorluk örgütünü bütünü bakımdan ele alarak açıkladık;
maliye, ticaret, tarım , sanayi, ulaşım yolları , vb. ele alındı ve incelendi :
Benimsediğimiz sıra ve izlediğimiz anlatım düzeni sonuç çıkarmamıza da
yardımcı olacaktır. Çeşitli dönemlerde, çeşitli yerlerde gördüklerimizi ol­
duğu gibi söyledik; sıraladığımız olaylar, titizlikle araştırılarak ulaşılan
doğrulardır ve bunlar önyargısız, yansız biçimde dile getirilmişlerdir:
bunların karşılaştınlması, sanırız, herkese etken nedenleri bilerek söz et­
me; ıslahatlar, iyileştirmeler, yapılması yararlı değişiklikler üstüne karar
verebilme; Osmanlı İmparatorluğu 'nun varlığını sürdürmesi için ve tica­
ret açısından tarımını geliştirmesi için destek verme siyasetiyle Fran­
sa'nın ne kadar yakından ilgilendiğini değerlendirme olanağı verecektir.
Avrupa i le karşılaştırıldığında, Türkiye, sanayi alanında rakip sayı­
lan bir ülkeden çok, hep besin maddeleri ve bitkisel, madensel ya da hay­
vansal ham maddeler üreten bir ülke olarak kalacaktır.
Avrupa, bütün dünyadan, Türkiye 'nin kendisine daha ucuza sataca­
ğı (Osmanlı üretimini etkileyen koşullar iyileştirildiğinde, Türkiye'nin
malları aynı kalitede, hatta çoğunlukla daha da kaliteli olacaktır) malları
satın almaktadır. ·

292
Amerika Birleşik Devletleri, Hindistan, Mısır pamuk satmaktadır;
ham deri, kemikler, boynuzlar, büyükbaş hayvan toynakları Rio de la Pla­
ta'dan, yağlı tohumlar Hindistan 'dan ve Afrika'nın doğu kıyılarınd an ,
yünler Avustralya 'dan, ipekler Çin 'den, tahıllar, boya maddeleri , maden
filizleri . vb. bunları dışarı satabilecek bütün ülkelerden gelmekted ir. Çe­
şitliliği açısından Avrupa 'nın denizaşırı ülkelerle gerçekleştirdiği dış tica­
reti oluşturan bu malların tümü Türkiye ' de de vardır ve Türkiye 'nin üre­
timi dışarıdan gelen isteklere ve gereksinimlere bağlı olarak artırı labi lir.
Eğer bu mallar Osmanlı vilayetlerince sağlanırsa, Avrupa pazarlarına da­
ha küçük bir taşıma, sigorta, risk, yatırılmış sermaye faizi gideriyle ula­
şır. Malların yollandığı yerlerin yakınlığı, işlemleri daha az kuşkulu, da­
ha kolay, daha sık elde edilir hale getirecektir; böylece Fransız fabrikala­
rı ülkenin Akdeniz 'deki konumu sayesinde, İngiliz fabrikalarından çok
daha ucuza ham madde sağlayacaktır; zira, eşit koşullarda Türkiye, aynı
malları satan diğer ülkelerin hiçbirinden daha güvenilmez değildir.
Resmi, olumlu, tartışılmaz rakamlarla Türkiye ticaretinin yirmi yıl
içinde dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayacak oranlarda büyüdüğünü
gözlemledik; ne var ki, aynı zamanda da bu sonucun yalnızca Avrupa'nın
sürekli artan gereksinimlerinin ürünü olduğunu; Osmanlı dışsatımının ol­
ması gerekenden çok uzak bir noktada bulunduğunu; Türkiye'nin bi r bi­
ç imde dünya ticaret yaş amına girdiğini (attığı ilk adımlar, her bakımdan
acınacak halde olan bir iktisat ve maliye rejimince köstekleniyordu) gör­
dük. Karayolları olmadan , iç kesimde ulaşım yollan bulunmadan, ulaşı­
ma elverişsiz ırmaklarına, arabayla taşımacılık yapılamayan kentlerine,
kırık dökük limanlarına, ticaret ve rekabet açısından adeta ilkel sayılacak
bir durumda bulunmasına karşın, Türkiye mücadelesini başarıyla yürüttü :
Topraklarının zenginliği, ürünlerinin çeşitliliği ve kalitesi, ülkeyi başarı­
sızlığa sürükleyecek gibi görünen engellerin aşılmasını sağladı.
İmalatçı ülkeler, özellikle de sömürgesi az olanlar, s anayi alanında
rekabet içinde oldukları ülkelere ait pazarların dışında kalan pazarlardan
ham madde sağlamaya çalışmalıdır. Mamul malları için yeni pazarlar bu l­
mak çıkarlarına uygun düşüyorsa, bu malları ham maddelerle takas etme­
ye çalışmaları onlara çok daha fazla çıkar sağlayacaktır. Olaya bu aç ıdan
bakıldığında, otuz milyonluk (doğrudan doğruya Osmanlı uyruğunda

293
olanlann sayısıdır bu) tüketici nüfusuyla, İran ve Asya'nın kervan lar ara­
cılığıyla mal sağladığı diğer bölümüyle Türkiye 'nin Fransa'ya sunduğu
yararlara eşit yararlan hiçbir ülke sağlamamaktadır. Türkiye Avrupa tica­
retine yalnızca ham madde sağlamakta ve buna karşılık çok büyük bir tü­
ketici kitlesi için gerekli sanayi ya da imalat ürünlerini Avrupa' dan iste­
mektedir.
Daha önce de gördüğümüz gibi, Osmanlı dışsatımını artırmaya kat­
kıda bulunan her şeyin, bununla orantılı olarak yabancıl arın dışsatımını
da artırdığı deneyimlerle kanıtlanmıştır. Avrupa kökenli mamul mal ların
satın alınması, Osmanlı kökenli işlenmiş maddelerin satışını da artırmış­
tır.
Dışsatıma dayanması nedeniyle ticaret, ancak üretim artarsa ve üre­
timde avantajlı fiyatlarla satış olanağı bulunursa gelişecektir.
Türkiye mallanna avantajlı bir satış sağlayabilecek, ya da başka bir
deyişle, ürünlerinin maliyeti ve kalitesi Avrupa pazarlannda diğer ülkele­
rin benzer mallarıyla rekabeti sürdürebilecek düzeyde midir? Bu açıdan
hiçbir kuşkuya yer yoktur; olaylar bu sorunun yanıtını vermektedir:
1 836'dan 1 864'e kadar, Osmanlı dışsatımı l 'e 8 ,2 oranında artmıştır to0 .
Türkiye pazar eksikliği çekmekte midir? Hayır. Avrupa, Türki­
ye ' nin gereksiniminden fazla ürettiği her şeyi tüketmektedir; Avrupa hal­
kının ve fabrikalarının gereksinimleri sürekli artmaktadır; demiryolları­
nın döşenmesi , ırmaklann ulaşıma elverişli hale getirilmesi, buharlı ve
yelkenli ticaret gemilerinin çoğalması mal akışını sürekli artırmaktadır:
Avrupa her zaman Türkiye 'nin üreteceği her şeyi alacaktır.
Avrupa'nın dünyanın çeşitli ülkelerinden istediği çeşitli malları Os­
manlı Devleti 'nin Avrupa ve Asya vilayetlerinde bol miktarda ürettiğini
ve bunların en uzak yörelerden bile gemilerimize yüklenebileceğini, Ad­
riya denizi, Akdeniz, Marmara denizi , Karadeniz, Kızıldeniz kıyılarında
birçok liman bulunduğunu ve buralarda iç kesimden gelen malların yük­
lenerek Avrupa 'ya taşınabileceğini, Avrupa'nın bu mallan hem ucuza,
hem de daha çabuk elde edeceğini daha önce görmüştük.

l CKlakz. Bölüm xı.

294
Aynca, Türkiye'nin Avrupa ile ticaretinin -başka bir yöntemle ya­
pıldığında- Fransa'nın yabancı ülkelerle gerçekleştirdiği bağlantılar ara­
sında birden bire birinci sırayı alacağını kanıtladık ve birbirine paralel bi­
çimde büyüyen dışalım ile dışsatımın dengede kalacağını gördük .
Toprağın verimliliği, bitkisel, madensel, hayvansal ürünlerin çeşit­
liliği, en iyi ikl im ve topografya koşulları, bunların tümü Türkiye 'de top­
lanmıştır. Türkiye ' de her zaman eksik olan şey (hala da eksiktir), rekabe­
tin sonuçları olan ticaret zorunluluklarıyla uyumlu biçimde yönetimsel,
parasal ve iktisadi bir örgütlenmenin gerçekleştirilememesidir.
Diğer devletler geniş uluslararası ticaretin zorunlu kıldığı kolaylık­
ları üretimlerine kazandırmaya çalışırken, Osmanlı üretimi Hazinenin ge­
tirdiği yükümlülüklerle ve devlet savsaklamalanyla karşılaşmış, dar bir
çember içine sıkışıp kalmıştır (eğer doğal olarak elinde bulundurduğu
canlılık, insanların yanlışlarına üstünlük sağlamas aydı bu dar çember
içinde boğulup giderdi). Söylemek üzüntü veriyor, ama işin doğrusu bu .
Avrupa ve Amerika demiryollanyla örüldü, limanlar yapıldı ya da iyileş­
tirildi , ırmaklara büğetler yapıldı ve yatakları derinleştirildi, kanallar açıl­
dı, ulaşım olanakları yetkinleştirildi ; Türkiye ise yalnızca hiçbir şey yap­
mamakla kalmadı, varolanlann da harap olmasına göz yumdu ; kaderine
terk edilen karayollan, ancak yük hayvanlarının hafif yüklerle zar zor ge­
çebileceği , aşılması olanaksız yarıklara dönüştü; ırmak yatakları kumla
doldu , liman girişleri tıkandı, mendirekler, dalgakıranlar yıkıldı; hiçbir
şeyin bakımı yapılmadı, hiçbir şey iyileştirilmedi, dahası imparatorluğun
vilayetleri arasındaki mal göndermelerde bile ürünlerden % 12 çıkış rüsu­
mu alındı.
Avrupa ve Asya'da ekilmeden bırakılan uçsuz bucaksız verimli
topraklar, yerliler ve yabancılar, ayırım gözetilmeksizin şu kural lara uy­
madıkça tanına açılamayacak ve tarımsal üretim (Türkiye'nin verimli
zenginlik kaynaklarıdır) eksiksiz bir gelişme gösteremeyecektir: Birinci­
si, kabul edilmiş ve kabul edilebilecek sistemde toprak edinme hakkının,
hakların ve yükümlülüklerin eşit olması; ikincisi, çiftçilerin, rekabetle
karşılaştıkları pazarlarda tahıllarını kazanç elde ederek satacaklarından
emin olmaları.

295
Günümüzdeki örgütlenme biçimi , şu temel koşullara biçimsel ola­
rak karşıdır: Yabancıların toprak edinmelerini kabul etmemekte, üretimi
kösteklemekte, kamu zenginliğinin artmasını felce uğratmakta, kitlelerin
çalışarak moral bulmasına ve uygarlaşmasırta karşı çıkmaktadır. Bütün
bunl ar köklü ıslahatların yapılmasını zorunlu kılmaktadır.
Şunlar yapılmalıdır:
Irkı , uyruğu ya da dini ne olursa olsun, herkese, hiçbir istisna göze­
tilmeksizin gerçekten ve doğrudan doğruya kendi adına taşınmazlar (ev­
ler, tarlalar, imalathaneler, ormanlar, sanayi kuruluşları), kentlerde ve kır­
sal kesimlerde (sivil ya da dinsel) mülkler, edinme hakkı verilmelidir ve
-yükümlülüklerin yerine getirilmesi ve vergilerin ödenmesi koşuluyla­
bütün bunlar ipotek edilebilmeli, başkasına devredilebilmeli, mal sahiple­
ri istediğinde satılabilmelidir;
Yasada borç verenlerin tam güvenliğini sağlayan düzenlemeler ya­
parak, ya taşınmazların, ya da malların güvence olarak gösterilmesi kar­
şılığında, tarıma ve sanayiye gereksinim duyabilecekleri krediyi vermek
için büyük kredi kurumlarının oluşturulmasına izin verilmelidir.
Adaleti dinsel yetkeli lerin (ne olurlarsa olsunlar) elinden alınmalı
ve devletten maaş alan sivil yargıçlar oluşturulmalıdırto ı ;
Malla vergi ödeme yönteminin yerine parayla ödeme yöntemi geti­
rilmeli ve vergiyi bütün mükelleflere eşit olarak dağıtan bir temele otur­
tulmalıdır;
Devletin vergiyi doğrudan toplaması sistemi her yerde kurulmalı,
iltizam sistemi kaldırılmalıdır;
Her yıl % 1 düşürülen ve bugün uygulamada olan sistemle 1 869 'da
bütünüyle kaldırılacak olan dışsatım rüsumu kaldırılmalıdır. Devlet, üre­
timin artması sonucunda elde edeceği aşar geliri artışı sayesinde, dışsatım
rüsumunun kaldırılması nedeniyle azalacak girdinin çok üstüne bir para­
yı kesinlikle bütçesine katacaktır;
Hiçbir ayrıcalık tanımadan dinsel ve sivil mallara aynı vergiyi koy­
malıdır;

1 0 1 Cezayir Araplan, özellikle de Konstanıin vi layeti , kısa süre önce Senaıo'ya başvurarak, kadiik ve ye­
tersiz olduğunu söyledikleri si vil Müslüman hukukunun dinsel dogmasından kopmak istediklerini oolinen
bir di lekçeyi Fransız hükümeıine verdiler.

296
Yükleme limanları kolay ulaşılır hale getirilmeli, aynı zam anda, iç
kesimlerdeki büyük kentlerle ve tarımla uğraşan kazalarla bu limanlar
arasında araba ulaşımına elverişli yollar yapılmalıdır. Bu karayo l l arı ya
devletçe, ya da şirketlerce yapılabilir;
Varolan karayolları ve kazalararası yollar iyileştirilmelidir ( bir bö­
lümünün giderleri devletçe karşılanarak, bir bölümününse halkın deste­
ğiyle);
İyileştiri len ya da yeni yapılan yolların bakımı yapılmalıdır;
En kısa süre içinde· Türkiye demiryollarıyla (yapımları , dev letten
parasal destek alan şirketlere verilerek) örülmelidir;
Irmakların ulaşıma olanak verecek kesimlerinde temizleme, tarak­
lama ve kanal açma çalışmaları yapılmalıdır;
Deniz limanlarının girişi açılmalı ve eski inşaat kalıntılarının ya
da kumların doldurduğu demirleme alanları derinleştirilmelidir; kara­
yollarına bağlı ve araba ulaşımına elverişli yolların (malları hamallarla
taşımaktan kurtulmak için) ulaştığı rıhtımlar, iskeleler, depolar, am bar­
lar yapılmalıdır. Çok uzun, çok pahalı olan bu taşımacılık, dışarıdan alı­
nan ve dışarı satılan ürünlere çok büyük masraflar yüklemektedir. Be­
lirttiğimiz çalışmalar, hemen her yerde imtiyazlı şirketlerce yapı labilir
(söz konusu şirketlere mallardan ve gemilerden belli bir rüsum alma im­
tiyazı verilir; şirketin alacağı rüsum , yatırdığı sermayeyi çıkarabilme ve
bakım masraflarını karşılama olanak verecek biçimde hesaplanır). İmti­
yazın süresi dolduğunda her şey devlete döner ve devlet bu yolların sa­
hibi olur;
Son olarak, bu iyileştirilmelerin gerçekleştirilmesi için şirketlere
çağrıda bulunularak (elbette şirketler yol çalışmalarını kendilikleri nden
yapmayacaklardır), yüzde beş faizle gerçekleştirilebilecek üç yüz mil­
yon franklık bir borçlanma yapılabilir ve söz konusu borçl anmadan sağ­
lanacak paranın yalnızca kamu yararına yapılac ak çalışmalarda ku llanı­
lacağı açıklanır. Yapılan işleri tamamlayabilmek için devletin bunu yap­
ması gerekir; yoksa şirketlere verilen imtiyazlardan tam yarar sağlana­
maz.
Bu yönet im sel ve parasal yeniden örgütlenme elbette, gelir ve gi-

297
derlerin denetiminin yanı sıra, modem hükümetlerin gerçek temellerini
oluşturan kişisel sorumluluk ve şeffaflığı da gerektirir.
Fransa, bu toplumsal ve iktisadi yenilenmenin gerçekleşmesini en
büyük ilgiyle görmek isteyen devlettir. Sorunun siyasal yanını bir yana
bırakılarak yalnızca ticaret açısından ele alınması gerekir.
Türkiye 'nin fabrikalarımıza sağlayabileceği ham maddenin büyük
böl ümü (bunun parasını mamul malla ödeyeceğiz), zaten ya İngi liz lerin
Hindistan sömürgesinden ve Avustralya 'dan, ya da İngiltere ' den satın al­
dığımız mallardır.
İngiliz sömürgelerinden satın aldığımızda, buna karşılık ürünleri­
mizi satmıyoruz : Gemilerimiz yükleme yerlerine çoğunlukla boş gidiyor
ve burada navlunlarını para ödeyerek satın alıyorlar.
İngiltere 'den satın aldığımızda durum bütünüyle aynı değil : Bu ti­
carette bazı satışlar ; öz konusu olmaktadır; ne var ki, malların çıkış nok­
talarından başlayan taşımacılık İngiliz gemileriyle yapıldığından, ticaret
filomuz ve fabrikalarımız okyanusötesi hareketlere yabancı kalmaktadır.
Alınan mallar besin maddeleri ve tahıllarda da gene aynı sakınca­
larla karşılaşılmaktadır.
Türkiye 'nin hukuksal, parasal, yönetimsel ve ticari örgütünde ya­
pılması yararlı olan ıslahatların gerçekleştirilmesi, genellikle Avrupa'da
sanıldığından çok daha kolaydır. Osmanlı İmparatorluğu 'nu yöneten dev­
let adamları bu ıslahatları istemektedirler; ama istemek yetmiyor. Islahat­
lar için en elverişli zamandayız: Devlet adamlarının aydın yurtseverl ikle­
ri hiçbir ertelemeyi kabul etmemelidir; zekaları, enerjileri ıslahatları zor­
la kabul ettirmelidir, altlarında çalışanların uyuşukluğunu zorla kırmalı,
alışkanlıkların, kokuşmuşluğun, kötü niyetin çıkardığı engelleri yıkmalı
ve bazı kabinelerin karşılarına çıkarabileceği eski yanılgılardan kaynak­
lanan siyasal dirençleri yerle bir etmelidir. Devlet adanılan ıslahat arzu­
l arını kararlı biçimde ortaya koydukları gün, bütün ülkelerdeki yürekli ve
gelişme yandaşı kişileri yanlarında bulacaklardır ve böylece kurtuluş ol­
gusu tamamlanacaktır. O zaman mall kurumlar, kredi kuruluşları, banka­
lar.büyük tarım.orman, maden işletmeleri birdenbire aynı anda ortaya çı­
kacaktır. İmparatorluğun önemli kentleri bu iyileştirmelerden yararl ana­
caktır; çalışma, kitleleri uygarlaştıracak, dinsel kinleri, ırklara karşı duyu-

298
lan soğukluğu , toplumsal sınıflar arasındaki kıskançlıkları si lecektir. İşte
o zaman, Avrupa için sürekli bir tehlike konusu olmaktan çıkan Türkiye,
eski gönencine kavuşacak ve uygar uluslar arasındaki saygın yeri ni yeni­
den alarak Küçük Asya'nın ve Afrika'nın bağnaz ve barbar halklarına ge­
lişmeyi götürecektir.
KANIT BELGELER

EYALETLERİN ADLARI

AVRUPA TÜRKİYESİ

Edirne, aynca Çirmen adıyla da bilinir (Trakya).- İstanbul ve ban­


liyösü coğrafya açısından Edime Eyaleti içinde yer almakla birlikte, yö­
netim açısından ayrı bir liva s ayılır.
Bu eyalet eski Trakya'yı kapsar. Altı livaya ayrılır:
Nevahi-Erbaa ' , Tekfurdağı2 ve Vize, Gelibolu, Edime, Filibe, İsli-
miye.
Silistre. - Dört livaya ayrılır: Vama, Şumnu, Rusçuk, Tulça3.
Vidin. - İki livaya ayrılır: Tımova, Vidin.
Niş.- Dört livaya ayrılır: Niş, Sofya, Samakov, Köstendi l .
Belgrad4.- Bir tek livadan oluşur.
Bu dört eyalet, Bayezit I ' in 1 396'da aldığı eski Bulgar Krallığından
oluşur.

l Nevalıi-Erbaa dön kent (Çatalca, Büyükçekmece, Küçükçekmece, Terkos) anlamına gelir. (Ç.N.)
2 B ug. Tekirdağ. (Ç.N.)
3 Bug. Tulcea. (Ç.N.)
4 Osmanlı tarihinde "Semendire" adıyla da bi linir. (Ç.N.)

300
Bosna.- Yedi livaya ayrılır: İzvornik, Bosnasarayı5, B anya Luka,
Hırvatistan, Bibaş, Yeni Pazar6 , Hersek.
Bosna, Türk Hırvati stanı ve Hersek, İskender Bey ' in ölümünden
kısa süre sonra, XV. yy ' ın son yıllarında Osmanlı egemenliğine g i rd i .

Rumeli.- Dört livaya ayrılır: İşkodra, Ohri , Manas tır, Kastoria.


Üsküp.- İki livaya ayrılır: Üsküp, Prizren.
Bu iki eyalet, ancak Mehmet il döneminde kes in biçimde egemen­
lik altına alınan Kuzey Amavutluk 'u ve Orta Arnavutluk 'u kaps ar. Aynı
zamanda Makedonya 'nın bazı bölümlerini de içine alır.
Yanya.- Dört livaya ayrılır: Berat7 ve Avlonya, Ergiri ve Del vine,
Yan ya, Preveze.
Selanik.- Dört livaya ayrılır: Tırhala, Selanik, Serez, Drama.
Eski Epir ya da Güney Arnavutluk, Makedonya, ve Tesal ya 'dan
oluşan bu iki eyaleti 1 43 1 'de Murat il Osmanlı İmparatorluğu 'na kattı.
Girit (ya da Kandiye). - Bu ada Murat iV döneminde Venedikli ler­
den alındı. Bu eyalet üç livaya ayrılır: Hanya, Resmo, Kandiye ,
Cezair-i Bahr-i Sefid .- Semadirek ile Kıbrıs arasında sıralanan ada­
ları kapsar. Sekiz livaya ayrılır: Bozcaada, Liınn i , Midilli , S akız Sisam,
,

Kaşa ya da Kaşevars , Rodos, Kıbrıs.

TUNA EYALETLERİ

Boğdan (Moldavya). - Bir tek livad an oluşur.


Eflak.- İki livaya ayrılır: Büyük Eflak, Küçük Eflak

ASYA TÜRKİYESİ

Hüdavendigar.- Sekiz livaya ayrılır: Kocaeli , Hüdav end igar9 ,


Kütahya ve Sultanönü ı o , Karah i s ar-ı S ahib l l , Erdek , Biga, K ara-

6 Bug. Novi Pazar ya da Novi Bazar. (Ç.N.)


7 Osmanlı tarihinde "Arnavut Belgradı" adıyla da bilinir. (Ç.N.)
8 Bug. İ sıanköy. (Ç.N.)

9 Bııg. Bursa. (Ç.N.)


10 Bug. Eskişehir. (Ç.N.)
1 1 Bug. Afyonkarahisar. (Ç.N .)

3 01
s i 1 2, Ayvalık. Frigya'nın bir bölümüyle, Mys i a ' yı , Bithyni a ' y ı ve
1 3 26 ' da Osmanlıların Rum imparatorl ardan aldığı ve im paratorluk­
larının ilk başkenti yaptıkları Burs a ' yı (eski Prusium) kapsar.
Aydın.- Beş liv.aya ayrılır: Saruhan, Sığla, Aydın, Menteşe, Deniz­
li. İsauria'nın bir bölümünü, İzmir'i, Lydia'yı, İonia'yı, Karia'yı ve Mu­
rat II 'nin 1 426 'da aldığı Pisidia'yı içerir.
Karaman.- Yedi livaya ayrılır: Hamid 1 3 , Burdur, Teke , Alanya,
İçel , Konya, Niğde. Frigya'nın, İsauria'nın, Lykia'nın, Pamphi lia'nın,
Kilikia 'nın, Lykaonia'nın ve 1 475'te Mehmet II 'nin aldığı Kapadok­
ya'nın bir bölümünü kapsar.
Adana. - Beş livaya ayrılır: Tarsus, Adana, Uzeyr, Maraş, Belen ı 4.
Beyazıt II'nin Türkmenlerden aldığı Dağlık Kilikia'yı içerir.
Bozok. - Dört livaya ayrılır: Kayseri , Bozok, Ankara, Çankırı.
Sıvas. - Üç livaya ayrılır: Amasya ve Çorum, Sıvas, Divriği.
Bu livalar Burhanettin Beyliği 'nin eski topraklarından oluşur.
Kastamonu.- Dört livaya bölünür: Bolu, Viranşehir, Kastamonu,
Sinop (eski Paphlagonia). Bayezit I ' in 1 392 'de aldığı Kızıl Ahmetli Bey­
liği 'nin topraklarından oluşur.
Erzurum.- Beş livaya ayrılır: Çıldır, Kars , Bayezit, Erzurum, Muş.
Karberut.- Dört livaya ayrılır: Mardin, Karberut, Besni, Dersim.
Bu eyaletler, Trabzon ile birlikte Osmanlı egemenliğine giren Me-
zopotamya 'yı kapsar.
Trabzon .- Altı livaya ayrılır: Canik, Ordu, Karahisar-ı Ş arki 1 5 , Gü­
müşhane, Trabzon, Lazistan. Mehmet Il 'nin 1 470'te 16 David Komne­
nos 'tan aldığı eski Pontus ve Kolkhis eyaletlerinden oluşur.
Kürdistan. - Üç livaya ayrılır: Mardin, S ard, Diyarbekir. Hafiz Pa­
şa'nın 1 837'deki seferi Kürdistan ' a boyun eğdirme işlemini başlattı; iş-

1 2 Bug. Balıkesir. (Ç.N.)


1 3 Bug. lspana. (Ç.N.)
1 4 Beylan adıyla da bilinir. (Ç.N.)

15 Bug. Şebinkuahisar. (ÇN.)


1 6 Burada bir baskı yanlışı ya da yazarın bir yanılgısı var, çünkü söz konusu feıih 1 46 1 'de yapılmıştır.
( Ç.N.)

302
lem , Van Beyi Mahmut ' un ve Cezire Beyi Bedirhan 'ın ele geçirilmesiy­
le on yıl sonra tamamlandı.
Van. - Üç livaya ayrıl ır: Hakkari , Van, Musul (eski Asur).
Halep.- Beş livaya ayrılır: Rakka 1 7, Ayıntab l 8 , Kilis, Halep, Antak­
ya. Osroene ve eski Koile-Syria'dan oluşur.
Sayda.- Dokuz livaya ayrılır: Lazkiye, Trablusşam, Nasıra, Cebel-i
Dürzi, Sayda, Biladı-Beşare, Akka, Nablus, Kudüs. Bu eyalet Fenike ve
Filistin ' i içerir.
Şam (Suriye).- Beş livaya ayrılır: Şam, Humus, Hama, Havran , Ac­
lun. Bu eyalet asıl Suriye ' yi kapsar.
Bağdat ve Şehrizor19 On beş livaya ayrılır: Süleymaniye, Reven­
__

duz Kerkük, Kefri, Bağdat, Hanak.in, Bedre, Horasan, S amira, Del im,
Kerbela, Divaniye, Semavat, Nasıriye, Basra. Bu eyalet eski Babili ve
Türkmen ülkesini içerir.
Habeş.- Dört livaya ayrılır: Necid, Mekke, Cidde, Medine. Bu eya­
let Batı Arabistan ve Etyopya'yı kapsar.
Yemen(Saadetli Arabistan) - Beş livaya ayrılır: Muha, S ana, Ze­
.

bid, _Doha, Ebu Ariş.

AFRİKA TÜRKİYESİ

Mısır.- On iki l ivaya ayrılır: Delta, Menuf, Batı Garbiye,_Mansure,


Doğu Garbiye, Kalyub, Kahire, Fayum, Beni SOveyf, AsyOt, Kena, Su­
dan.
Mısır'ı 1 5 1 7 'de Selim 1 aldı.
Trablusgarp. - Beş livaya ayrılır: Bingazi, Trablusgarp, Hams, Ce­
bel-i Garbiye, Fizan. Bu vilayetler, Kanuni Süleyman dönem inde,
1 552 ' de, Osmanlı topraklarına katıldı.
Tunus.- Bir tek livadan oluşur. Bu eyalet, 1 574'te, Selim II döne­
minde Osmanlı topraklarına katıldı.

l7 B ug. Urfa. (Ç.N.)


l ll Bug. Oaziaııı.c:p . (Ç.N.)
1 9 Kerkilk vilayet ya da sancağının eski adı. (Ç.N.)

303
EK 2.

HALİFE ÖMER'İN HİCRİ 15 TARİHLİ FERMAN J 20


(İ.S. 636)

(Bu ferman bugün uydurma olarak kabul edilmektedir)

«Rahman ve Rahim olan Allah ' ın adıyla!


»Allah ' a şükür ki, bizi İslamın içinde yetiştirdi ve bizi im anla
onurlandırdı, peygamberi Muhammet 'i göndererek bize inayette bulundu.
Allah ' ın inayeti ve hayrı yüreklerimizi temizleyen, düşmanlarımıza karşı
zafer kazanmamızı sağlayan, bize kırlarda evler veren ve kardeşlerimizi
sevme esinini veren kişiyle birlikte olsun; sonsuz bir merhametin bu ba­
ğışlaması için müminleri Allah ' a şükretsin.
» Hattabın oğlu Ömer, bütün halkından saygı gören, Zeytinler da­
ğında, Kudüs 'te Ortodoks krallık mezhebinin patriği Zephirinus 'a bağıt
ve antlaşma olarak verdiği belgede şöyle yazıyor.
» Bu antlaşma uyrukları, din adamlarını, rahipleri ve rahibeleri kap­
sar ve onlara bulundukları herhangi bir yerde güvenlik bahşeder.
» Gerçek inananlar olan bizler ve ardıllanmız, bizler Hıristi yanla-

20 Kudüs Rum Patriği 1 455 'te İstanbul'a gelmiş ve Hz. Ömer'in verdiğini ileri sürdüğü bu fem1anla eld�
enikleri hakların Fatih Sultan Mehmet tarafından da tanınmasını sağlamışur. ( Ç.N.)

304
nn -eğer uyruk olarak görevlerini yerine getiriyorlarsa- güvenliğini gü­
vence altına almamız gerekir.
» Bu antlaşma yalnızca Hıristiyanları hatası yüzünden ve eğer ita­
atten ve boyun eğmeden kurtulma için girişimde bulunmaları durumunda
bozul acaktır.
» Güvence onların kiliselerine , kırsal kesimdeki yerlerine, hac yer­
lerine, buraların hem iç hem dış bölümlerine de verilmiştir; şöyle ki: Ka­
m ame Kilisesine (Kutsal Kabir), İsa'nın doğduğu Beytüllahim 'deki yere,
büyük kiliseye; Calvariuriı ' a, güneye, kuzeye ve batıya açılan üç kapı ya;
aynı biçimde, buralarda bulunan başka Hıristiyanlara; Gürcülere, H abeş­
lere ve Yakubilere, Nesturilere ve bu peygambere inanan herkese veril­
miştir.
» Onların hepsi büyük saygıyı hak ediyorlar, çünkü eskiden pey­
gamberin el ayasının izini taşıyan bir belgeyle onurlandınlmışlardır ve bu
belge bizi onları kollamaya ve onlara güvence vermeye çağırm aktadır. Bu
nedenle, gerçek inananlar olan bizler onlara teveccüh gösterm iş kişiyi yü­
celtmek için onlara teveccüh göstermek için hazırlanmışız.
» Onların kelle vergisinden ve her yerdeki ayak.bastı ve Müs limin
denizlerindeki geçiş vergisinden bağışık tutulmaları gerekir. Kamame'ye
(Kutsal Kabir) girişlerinde ve hac ziyaretlerinin geri kalan bölümünde on­
lardan hiçbir şey alınmamalıdır.
» Kutsal Kabri ziyaret eden Hıristiyanlar, patrik için bir buçuk be­
yaz gümüş drahmi vermek zorundadır.
» Erkek ve kadın gerçek inananlar, ister varlıklı, ister yoksul ol sun­
lar bu yasaya uymak (sultanlar ve şefler de dahil) ve boyun eğmek zorun­
dadırlar.
» Peygamberin bütün sahabesi önünde verilmiştir: Abdullah , Os­
m an B. Affan, Sad , Abdurrahman, İbni Auf . . . ., Hicretin XV. Yılının 20
Rebiülevveli.»

305
EK 3.

ATAK PHİLİPPE İLE TUNUS KRALI ARASINDA


İMZALANAN BARIŞ ANTLAŞMASI

1 270 YILI

« Esirgeyen ve bağışlayan Allah ' ın adıyla!


» Allah, peygamber efendimiz Muhammet 'e, ailesine, sahabelere
yardımcı olsun ve onlara cennetini versin !
» Abdülkavi 'nin oğlu, ünlü ve saygıdeğer Şeyh Ebu Zeyyan ' ın ve­

ziri Muhammet tarafından ünlü kral Aziz Louis 'nin oğlu, ünlü, yüce ve
seçkin Fransa Kralı Philippe; Allah ' ın inayetiyle Sicilya Kralı , ünlü ve
büyük Carlo (Harl); Navara Kralı ünlü ve büyük Teobaldo (Allah inaye­
tini ondan esirgemesin); ve (Allah ' ın) yardım ve inayetiyle, halife imam,
müminlerin emiri, doğruya yönelmiş emirlerin (Allah inayet ve yardımla­
rıyla onu güçlendirsin, hayırhahhğını onlardan esirgemesin, ve hayır du­
alarını uzun süre Müslümanlardan esirgemesin ! ) oğlu Abdullah Muham­
met arasında çok yüce Allah ' ın inayetiyle burada şu koşullar üzerinde an­
laş ıldı ve karara varıldı:
» Müminler emirinin bütün eyaletlerinde, kendisine boyun eğen

topraklarda, ve kendisine bağlı yerlerde yaşayan Müslümanlardan yuka­


rıda adları belirtilen krallardan, kontlardan ve baronlardan birinin devlet-

306
lerine, adlarını taşıyan adalardan birine, onlara boyun eğmiş topraklara ve
onlara bağımlı yerlere gidecek olanlar, çok yüce All ah ' ın koruyuculuğu
altında olacaklardır; bunlardan hiçbirinin şahsına ne bir hakaret yapı la­
cak, ne de malları -büyük ya da küçük- en ufak bir zarara uğratılacaktır;
yukarıda adları sıralanan prenslerin buyruğu altındaki topraklardan , ve
onlara bağlı yerlerden müminlerin emirinin eyaletlerinin bir bölümüne ve
kendisine bağlı topraklara, ya da yukarıda adı geçen prenslerin eyaletleri­
ni müminlerin emirininkilerden ayıran ülkelere, adalara, kıyılara ve li­
manlara ya da adı geçen yerlerin halklarına bazı zararlar vermek ve düş­
manca davranışlardan bulunmak için yola çıkan korsan gemilerinden (is­
ter güverteli, ister galeri ya da -büyük ya da küçük- başka bir gemi olsun)
gelecek düşm anlıktan bütünüyle korunmuş olacaklar. Sözü edilen
Müslümanlardan birinin kendisi ya da malları, küçük ya da büyük
bir zarara uğrarsa bunun onarımı adı geçen prenslerin yüküm lülüğünde
olacaktır; Bu prensler, bu Müs lümanların zararlarını -bu zarara ister yu­
karıda sözü edilen ülkelere gelirken ya da giderken uğramış olsunlar­
ödemek zorundadırlar.
» Sözü edilen prensler, müminlerin emirinin kentlerinden birine ya
da söz konusu bölgelerde yaşayanlara zarar vermek isteyenlere hiçbir yar­
dımda bulunmayacaktır.
» Eğer yukarıda sözü edilen Müslümanlardan birine ait bir gemi , ya
da bu Müslümanlardan birini taşıyan Hıristiyanlara ait bazı gemiler, söz
konusu prenslerin eyaletlerindeki ve onlara boyun eğmiş yerlerdeki de­
mirleme yerlerinde batarsa, söz konusu prenslerin her biri devletlerinin
kıyılarına vuran her şeyin -ister can, ister mal olsun- korunmao;ına özen
gösterecek ve hepsini Müslümanlara geri verdirecektir.
» Yukarıda adları geçen ülkelerin ve Müslümanların buyruğu altın­

da olan yerlerin yurttaşı olan Müslümanların ya da Hıristiyanların mü­


minlerin emirinin limanlarından birinde bulunan bütün gemileri , söz ko­
nusu limanlarda demirledikleri ya da bu limanlara girmek ya da çıkmak
için yelken açmış oldukları süre boyunca (ne kadar uzun olursa oi sun)
-tıpkı yukarıda sözü edilen bölgelerde oldukları gibi- her çeşit saldırıdan
korunmuş olacaklardır.
» Yukarıda sözü edi len kralların devletlerinde bulunan tüccarlar ve

307
onların bağlaş ığı olan ve (müminlerin emirinin devletlerine) gelen bütün
Hıristiyanlar, hem canları, hem mallan , hem gelenek-görenekleri , hem de
etkin ya da edilgen ticaret iş lem leri , satışları ve alışları bakım ından yüce
All ah ' ın koruması altında olacaklardır; ister giderken, ister gelirken ya da
ülkede kaldıkları süre boyunca olsun, ticaret işleriyle uğraştıkları v e gü­
nün koşullarına uydukları sürece tam güvenlik içinde olmalarına özen
gösterilecektir. Bu kişiler, hiç istisnasız, yukarıda adlan belirtilen kral lar
için açıkça belirtilmiş bütün haklardan yararlanacaklardır.
»Hıristiyan rahipler ve papazlar müminlerin emirinin eyaletlerinde
oturabilecekler, emir onlara manastırlar ve kiliseler yaptırabilecekleri ve
ölülerini gömebilecekleri bir yer verecektir; söz konusu rahipler ve pa­
pazlar kiliselerinde halka vaazlar verebilecek ve ibadet yapabileceklerdir
ve dinlerin kuralların uygun biçimde ve kendi ülkelerinde yaptıkları tarz­
da Tanrı 'ya hizmet edeceklerdir.
» Yukarıda adı geçen krallar, müminlerin emirinin düşmanlarını as­
la devletlerine sokmayacaklardır; kendi devletlerinin herhangi bir bölü­
müne karşı düşmanca bir girişimde bulunan herhangi bir kimseye hiçbir
yardımda bulunmayacaklardır.
» Her iki taraf da tutukladıkları ve hiila sağ olan ve Müslümanların
ya da adı geçen kralların elinde bulunan kişiler dindaşları olan tarafa tes­
lim edilecektir.
» Yukarıda belirtilen krallar ve onların uyruğu olan kişiler ve onl ar­
la işbirliği yapan ve onların yanında bulunan diğerleri, onların girişimle­
rinde görev yapan herkes ve onlara katkı yapmak ve yardım etmek için
gelmiş ya da daha sonra -tıpkı Kral Edward gibi- gelebilecek olanlar ya
da aynı durumda olabilecek olanlar, gemiyle yola çıkacak olanlar ve bun­
ların hiçbiri -burada hfila bazı yükleri ya da adamlarından biri kalmadığı
sürece- Müslümanların toprağında kalmayacaklar; müminlerin emirinin
belirleyeceği bir yere gidecekler; kalanlarınsa, gemileri gelinceye kadar
tam güvenlik içinde yaşamalarına özen gösterilecektir.
» Bu antlaşma bir yandan müminleri emiri ile öte yandan yukarıda
adları belirtilen krallar, aynı zamanda da kontlar ve baronlar arasında on
beş güneş yılı için yapıldı; antlaşma, söz konusu antlaşmada belirti ldiği

308
gibi , ekim ayından hemen sonra gelen kasım ayında yürürlüğe girecek­
tir.
» Dahası, onl ara iki yüz on bin ons altın verilecek ve bu altın ons­

larının her biri ağırlık ve ayar olarak kendi paralarının elli gümüş sikke­
s ine eşdeğer olacaktır. Bunun yarıs ı peşin, diğer yarısı antlaşmanın imza­
landığı tarihten başlayarak iki güneş yılı sür�sine yayılacaktır; belirlenen
sürenin sonunda eşit bölümler halinde ödenecektir.
» Daha önce de belirtildiği gibi, kralların ve askerlerinin gidişinden

sonra müminlerin emirirrin topraklarında kalacak olanlar müminlerin


emirinin özel koruması altında olacaklardır, ve onların ister canlarına, is­
ter mallarına bir zarar gelirse, müminlerin emiri bu zararı tazmin etmek
zorunda olacaktır.
» Ünlü Konstantinopolis İmparatoru Baudouin, ünlü Kont Al phon­

se (Toulouse kontu), ünlü Kont Gui (Flandre kontu), ünlü Kont Heinrich
(Lüksemburg kontu) ve antl aşmaya imza koyan bütün kontlar ve baron­
lar ve şövalyeler, iş bu antlaşmanın koşulları çerçevesi içindedir ve ant­
laşmaya uymakla yükümlüdür.
» İmzalanan bu antlaşma maddelerinin tanıkları, yukarıda yazı lan­
ların tümü kendilerine okunduktan ve kendileriyle i lgili her şeyi anladık­
tan sonra antlaşmayı imzaladılar.
» Müminlerin emiri, Hıristiyan tüccarlardan alınmış teminat akçe­
s inden adı geçen kralların payına düşen bölümü ödeyecektir.
»Yukarıda söz edilen kralların ve kontların düşmanı olan herkes
müminlerin emirinin topraklarından çıkmak zorunda kalacak ve yeniden
asl a bu topraklara kabul edilmeyeceklerdir.
» Antlaşmanın imzalanması sırasında hazır bulunan rahipler, pa­
pazlar ve piskoposlar, aynı zamanda maddelerin içeriğinin de tanıklarıdır.
» Müminlerin emiri -yüce Allah lütfunu ondan esirgemesin- kutlu
ve talihli oğlu, ve Abdülkavi 'nin oğlu ünlü şeyh Ebu Zeyyan, yukarıda
yazılanların tümünü yerine getirmeye dinleri ve imanları üzerine yemin
ederek 669 yılının 5 Rebiülsanisinde söz verdiler.
» Antlaşma maddelerine ek olarak müminlerin emiri, Tann 'nın iz­
niyle Sicilya Kralı da olan ünlü Kral Charles ' a (Carlo) anlaşmanın geç-

309
miş beş yıl için (antlaşmanın son beş yılı) imparatora ödemiş olduğu mik­
tarı ödemeyi kabul etti. Aynca, bu günden hesaplanmaya başlamak üze­
re, her yılın başlamasından önce, imparatora ödediği miktarın iki katını
ödeyecektir.
» Yüce Allah ' a şükürler olsun ! Aşağıda imzası bulunanlar bu barış
antlaşmasını imzaladılar, doğruluğunu ve resmiliğini beyan ettiler:
» Ebu İdunya bin İbrahim bin Ebu-Yberrecat bin Abdülhamit- Sa-
defi;
» Ömer bin İbrahim bin Ali Temini;
» Ebubekir bin Ebu İkram Necibi»
EK 4.

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN'IN


FRANÇOİS l'E MEKTUPLARI

BİRİNCİ MEKTUP 2t

« Rahman ve Rahim olan Allah ' ın adıyla!


» (gücü sonsuza dek saygıdeğer ve şükredilir olsun, ve Allah kela­
mı yüceltilsin) Pek Yüce olanın inayetiyle,
» Göklerin güneşinin, vahyin, yıldızın, peygamberler topluluğunun,
peygamberler ordusunun ileri geleninin, ermişler alayı önderinin hayrı
bol mucizeleriyle, pek saf Muhammet (Allah ' ın hayrı ve selamı onun üs­
tüne olsun ! . . ) ve dört aziz ruhun (bunlar, Allah 'ın hayrı onlarla birlikte
olsun, Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali 'dir) koruyuculuğunda Selim Han
oğlu, daima muzaffer Şah Sultan Süleyman Han,
» Ben ki, sultanların sultanı , kralların kralı, dünyadaki prenslere taç­
lar dağıtan, Allah ' ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz' in ve Karadeniz ' in,
Rumeli ve Anadolu 'nun, Karaman ülkesinin, Rum diyarının, Zi.ilkadir,
Diyarbekir, Kürdistan, Azerbaycan, Acem, Şam, Halep, Mısır, Mekke,
Medine, Kudüs ilerinin, Arap ve Yemen bölgesinin tamamının ve, bunun

2 1 Bu iki mektup Fransa Aışivlerinde ve Richelieu kütüphanesinde saklanmıştır.

31 1
dışında, benden önce gelen muzaffer padişahların ve yüce ecdadımın (Al­
lah imanlarının tezahürünü ı şığıyla kuşatsın) fethettiği nice başka i l lerin,
aynı zamanda muzaffer haşmetimin alev saçan kı lıcıma ve muzaffer kı­
lıcıma boyun eğdirdiği nice di yarların imparatoru ve hükümran efendisi,
Sultan Bayezit oğlu Sultan Selim oğlu Ş ah Sultan Süleyman Han;
» Sen ki França vilayetinin kralı Françesko 'sun !
» Kralların sığınağı olan sarayıma güveninizi hak eden bir adam
olan Frankipan ile gönderdiğin mektuptan ve ağızdan iletilmesini istedi­
ğiniz bazı haberlerden düşmanın krallığınıza egemen olduğunu, şimdi tut­
sak olduğunuzu ve ku�ulmak için benden yardım ve destek istediğinizi
öğrendim. Bütün söyledikleriniz, dünyanın sığınağı olan tahtımın ayakla­
rı dibinde açıklandı; açıklayıcı ayrıntılar eksiksiz anlaşıldı ve yüce bilgim
bütünüyle bunu kucakladı. Bu zamanda, imparatorlar bozguna uğratılmış
ve hapse atılmış olsun, bundan daha şaşırtıcı bir şey olamaz. Gönlünüz ra­
hat olsun ! Ruhunuz asla yıkılmas ın ! Böylesi durumlarda, bizden önce ge­
len şanlı padişahlar ve büyük ecdadımız (Allah son mekanlarını nurla dol­
dursun ! ) düşmanla savaşmayı ve fetihler yapmayı asla reddetmediler ve
ben de onların izinde yürüyerek, her mevsimde memleketlere ve güçlü
kalelere ve yaklaşılması güç yere boyun eğdirdim; ne gece, ne gündüz
uyuyorum ve kılıcım hep kuşanılmıştır. Allah 'ın (adı hayırlara yol açsın)
adaleti işimizi kolay getirsin ! Görüşleri ve arzusu her neyse meydana gel­
sin !
» Dahası, gönderdiğiniz kişiyi, her n e olursa olsun olaylarla ilgili ve
durumlarla ilgili sorguya çekiniz; söyleyeceklerine inanınız ve olayların
söylediği gibi olduğunu biliniz.
» Dokuz yüz otuz iki yılının (hicri) rebiülsani ayının ilk on günü
içinde (İ.S. 1 526 yılının şubat ayının ortalarına doğru) İstanbul 'daki ma­
sunu hümayun imparatorluk sarayında yazılmıştır. »

İKİNCİ MEKTUP
« Daima muzaffer Selim Han oğlu Şah Sultan Süleyman Han,

» Sen ki Fransa (França) memleketinin beyi Françesko 'sun !


» İyi yönetimin ve mutluluğun Doğu 'su ve hükümdarların haberle-

312
rinin toplandığı yer olan . . . . sarayıma bir mektup yazarak iyi s avunulan
eyaletlerimin içinde bulunan Kudüs kalesinde, eskiden İsa ' ya inanan lara
ait olan ve daha sonra camiye çevrilen bir kilise bulunduğunu bana beliıt­
tiniz; bu konuda söylediklerinizin tümünü ayrıntılı olarak biliyorum .
Böyle olunca, şanlı haşmetmeabımız ile sizin aranızdaki sevgi göz önüne
alındığında, istekleriniz ancak kabul edilebilir ve katımızda iyi karş ılana­
bilir ve mutluluk dağıtabilir. Ama bu özel sorun, taşınabi lir ve taşınam az
malların olağan durumuyla hiçbir benzerlik göstermemektedir; burada
söz konusu olan dinimizle İlgili bir konudur: Zira, evrenin yaratıcısı ve
Adem ' in velinimeti yüce Allah ' ın mübarek emirleri gereğince ve iki dün­
yanın güneşi peygamberlerimizin (Allah ' ın hayrı ve selamı üstüne olsun ! )
yasaları doğrultusunda bu kilise çok uzun zaman önce camiye çevrildi ve
Müslümanlar burada namaz ( Müslümanlık kurallarına göre yapılan dua)
kıldı. Oysa, cami adı taşıyan ve namaz kılınan bir yerin kullanılış amacı
değişikliği dolayısıyla bugün değişikliğe uğratılması dinimize aykırı ola­
caktır; hatta tek sözcükle (söylemek gerekirse), aziz dinimiz bu eyleme
izin verse bile, bu isteğinizi hiçbir biçimde kabul etmem ve yerine getir­
mem olanaksızdır. Ama, ibadete aynlan yerler dışında, Hıristiyanların el­
lerinde bulunan bütün yerlerde, benim adil dönemim boyunca, hiç kimse
ne burada oturanları kaygılandırabil ir, ne de huzurlarını kaçırabi lir; be­
nim egemen koruyuculuğumun kanatları altında, kusursuz bir huzur için­
de, dinlerinin törenlerini ve ayinlerini yapmalarına izin verilmiştir; ve
şimdi dinsel yapılarına ve mahallelerine büyük bir güvenlik içinde yerleş­
miş olarak, her kim olursa olsun onları en ufak bir şeyle rahats ız etmesi
ve onlara eziyet etmesi olanaksızdır. Bu böyle biline !
» Hicri dokuz yüz otuz beş yılının Muharrem-ül-haram ayının ilk
on gününde yazıldı. »

313
EK 5.

FRANSA SARAYI İLE OSMANLI BAB-I ALİ'Sİ


ARASINDAKİ ESKİ V E YENİ
KAPİTÜLASYONLAR YA DA ANTLAŞMALAR 22

MİLADI 1 740 VE HİCRI 1 1 5 3 YILINDA YENİLENMİŞ VE


GENİŞLETİLMİŞ.

İstanbul 'da, kralın danışman-sekreteri Deval ile Osmanlı sarayındaki


drogman_tarafında çevrilmiştir ( 1 76 1 )23

Daima muzaffer Sultan Mustafa oğlu İmparator Sultan Malımut,


İşte bu dünya fatihinin, etkisi tanrının yardımından kaynaklanan bu
soylu ve yüce hükümdarın buyruğu:

22 " Antlaşma, iki ya da daha çok uluslararası hukuk kişisi arasında (devletler, uluslararası kuruluşlar)
uluslararası hukuk kurallarına göre düzenlenen yazılı anlaşma"dır (Gelişim Larousse, c.2, say. 693). Oy·
sa ilk kapitülasyon metinleri bir ahitname ya da ferman niteliğindedir, dolayısıyla uluslararası bir karşılık­
lı anlaşma sayılamaz: Olsa olsa Osmanlı Devleti 'nin en güçlü olduğu dönemlerde bir cemile olarak veril­
miş "ayrıcalıklar" sayılabilir. (Ç.N.)
23 KapitiUasyonlann Osmanlıca metni ne Mecmua-i Muahedat'ta ne de Başbakanlıktaki Muaheclat Def·
teri ' nde bulunmaktadır; aynca hiçbir Türkçe yapma 1 5 35 kapitülasyonlannın Türkçe aslına rastlanmamış·
ıır. Dahası, Fransızlar kendilerine verilen Türkçe metni kaybetmişlerdir ve Fransa İ mparatorluk Arş i vi 'nde
bulunan Fransızca metin asıl Türkçe nıeuıin çevirisinden başka bir şey değildir. Bugüne kadar Tiirkçe kay­
naklarda rastlanan kapitülasyon metinleriyse büyük olasılıkla- Baron de Testa'nın Recuei/ des 7hıiııfa' de
la Porıe Oııomane (Osmanlı Bab-ı A li'sinin Antlaşmalar Derlemesi) adlı yapıtından çevrilnıişıir. (Ç.N.)

314
Ben ki , özellikle Yüce Allah ' ın sonsuz lütuflarıyla, ve peygamber­
lerin liderinin (en bol selamlar onun, aynı zamanda ailesinin ve sahabesi­
nin üstüne olsun ! ) hayırlarla dolu mucizelerinin üstünltiğüyle, şanlı sultan­
ların sultanı, güçlU imparatorların imparatoru, tahtlara oturmuş olan Sezar­
lara taçlar dağıtan, Allah 'ın yeryüzündeki gölgesi; bütün Müs lüm anların
dileklerini yönelttiği yüce ve kutsal yerler olan ünlü ve soylu Mekke ve
Medine kentlerinin hizmetkarı ; kutsal Kudüs 'ün koruyucusu ve hakim i; üç
büyük kent İstanbul, Edirne ve Bursa'nın, aynı zamanda cennetin kokusu
Şam 'ın, Trablusşam 'ın, yüzyıllar boyunca kolay kolay ele geçmeyen ve
zevkleriyle ünlü Mısır'ın; bütün Arabistan'ın; Afrika'nın; Berka'nın; Kay­
revan 'ın, Halep' in, lrak'ların, Arap ve Acem ' in; Basra'nın, Lahsa'nın, De­
lern ' in; ve özellikle de halifelerin başkenti Bağdat' ın; Rakka'nın, Mu­
sul 'un, Şehrizor'un, Diyarbekir' in. Dulkadıroğulları topraklarının, çok gü­
zel Erzurum 'un; Sivas 'ın, Adana'nın, K aram an ' ın, Kars ' ın, Çıldır'ın ,
Van'ın; Mora, Kandiye, Kıbrıs, Sakız ve Rodos adalarının; Berberistan 'ın,
Habeşistan 'ın; Cezayir,, Trablusgarp, ve Tunus darb-ül h arplerinin24, Be­
yaz deniz ve Karadeniz adalarının ve kıyılarının; Anadolu ülkelerinin ve
Rumeli krallıklarının; bütün Kürdistan ' ın, Yunanistan 'nın, Türkmenis­
tan ' ın, Tataristan'ın, Çerkezistan 'ın, Kabartay' ın ve Gürcistan ' ın; soylu
Tatar kabilelerinin ve onlara boyun eğen bütün göçebelerin; Yafa ' nın ve
çevresindeki başka yerlerin; bütün }Josna'mn ve ona bağlı yerlerin; Belg­
rad kalesinin ve dar-ül harbini ; Sırbistan 'ın, aynı zamanda da burada bulu­
nan kale ve hisarların; Arnavutluk ülkelerinin, bütün Eflak'ın , Boğdan 'ın
ve bu bölgelerde bulunan bütün kale ve kalebentlerin hükümdarı; son ola­
rak, burada adlarının sıralanmasına ve övülmesine gerek olmayan birçok
kentin ve kalenin sahibi ; ben ki, imparator, adaletin ve kralların kralının
koruyucusu, zaferin merkezi, İmparator Fatih Sultan Mahmut bin , Sultan
Mustafa bin, Sultan Mehmet'im; ben ki, mutluluğun kökeni olan gücümle
iki kıtanın imparatoru unvanıyla ve üstelik halifeliğimin yüceliğiyle taç­
lanmışım, iki denizin imparatoru unvanıyla ün salmışım;

24 Sayın Collas'ın «place de guerre» (savaş alanı ya da yeri) sözcüklerinin kaışılığı olarak «ılar-ül harp»
sözcüklerini kullandık. Dar-iil harp, Müslüman olmayan hükümdarlann y önettiği ülke anlamına gelmek­
tedir. (Ç.N.)

315
İs a dininin büyük beylerinin övüncü, Mesih dininin ileri gelenlerinin
ve görkemli kişilerinin seçkini, Hıristiyan ulusları arasındaki o l ay l ardaki
hakem ve aracı, gerçek onur ve saygınlık nişanlarını almış , b üyü k l ü k zafer
,

ve haşmet dolu, Fransa'mn ve ona bağlı başka geniş krallıkların imparato­


ru, bizim çok görkemli, çok yüce, içten ve eski dostumuz LOUİS XV (Al­
lah ona bütün başarılan ve mutlulukları nasip etsin), halifeliğin merkezi
olan yüce sarayımıza, en kusursuz içtenlik ve en kusursuz sevgi, yürek te­
mizliği ve doğruluk kanıtlarını içeren bir mektup gönderdi ve bu mektup
görkq:ni tartışılmaz yüce Yaratan 'ın sonsuz iyiliği sayesinde en görkemli
sultanların ve en saygın imparatorların sığınağı olan saadetli Bab-ı Ali 'miz
için yazılmıştı ; Hıristiyan beylerinin simgesi, becerikli, ihtiyatlı , saygın ve
onurlu bakanı, Villeneuve Markisi, günümüzdeki devlet danışmanı ve sa­
adetli Bal1-ı A li 'mizde (sonu hayırlarla dolu olsun) büyükelçi olan Louis­
Sauveur, söz konusu mektubu sunmak ve vermek onuruna erişmek için sa­
rayımızın eski gelenek-göreneklerine uygun olarak izn-i şahanemizi istedi;
ve adı geçen büyükelçi, ışık ve zaferle kuşatılmış taht-ı şahanemizin önüne
kadar kabul edildiğinde adı geçen mektubu verdi ve ihsan ve lütfu şahane­
mize nail olarak görkemimize tanık oldu; daha sonra Osmanlıların eski ge­
,

lenek-göreneklerine uygun olarak, tahtımızın ayakları dibinde, başveziri­


miz, buyruklarımızın mutlak uygulayıcısı, dünyanın süsü, halkın düzeninin
direği, imparatorluğumuzun rütbelerinin düzenleyicisi, tahtımızın zafer ara­
cı, padişahın ihsanlarının kanalı, çok erdemli veziriazam,_saygıdeğer ve ta­
lihli yardımcım (Allah gücünü ve gönencini daim ve muzaffer kılsın) çok
saygıdeğer Hacı Mehmet Paşa tarafından mektubun sevgi dolu içeriğinin
çevrisi sunuldu ve okundu.
Ve bu dostça mektubun anlatımı, Majestelerinin, çok eski zamanlar­
dan beri şanlı atalarımızla (Allah ' ın ışığı üstlerine olsun) Fransa' nın çok
görkemli imparatorları arasında bugüne kadar sürdürülen eski dostluğu ve
bütün onurlan -önceden olduğu gibi- sürdürme arzu ve sabırsızlığını belir­
tir, ve bu mektupta, -Fransa'nın imparatorluk haned anımıza karşı her za­
man gösterdiği özel bağlılık ve içten dostluk göz önünde tutularak- daha
önce hicri 1 084 yılında, şanlı, soylu ve yaşamı boyunca hamiyetli ve mut­
lu ölen atamız, şanlı Sultan Mehmet döneminde yenilenmiş olan impara­
torluk kapitülasyonlarının (bu kapitülasyonların amacı, büyükelçilerin,

3 16
konsolosların, çevirmenlerin, tüccarların ve Fransa ' nın başka uyrukları­
nın korunmasını ve rahat ve huzur içinde olmalarını sağlamak idi) şanlı
s altanat dönemimizin saadetli yıllan sl{asında da yenilemesi ve güçlendi­
ri lmesi ve bazı maddelerin eklenmesiyle daha açık seçik kılınması söz ko­
nusuydu ve bu noktalar adı geçen büyükelçi ile Bab-ı Ali 'nin vezirleri
arasında görüşüldükten sonra yüksek görüşlerimize arzedildi: Fransa sa­
rayıyla Bab-ı Ali 'miz arasında çok eski zamanlarda atılmış dostluğun te­
melleri sağlam biçimde sürmektedir ve Majestelerinin inandırıcı kanıtla­
n özellikle şanlı saltanat dönemimizde sergilenmiştir, böylesi bir dostluk
bağlarının günden güne daha da sıkılaşacağı ve güçleneceği umudunu ya­
ratmış ve bütün bu nedenler bizde de onun arzularına benzer duygular ·

uyandırmıştır; ve ticarete bir etkinlik ve gidenlere ve gelenlere -dostluğun


meyveleri olınası gereken- güvenliği kazandırmak isteğiyle yalnızca eski
kapitülasyonları, hatta yukarıda belirtilen tarihte eklenen maddeleri baş­
tan sona kabul etmek ve yenilemekle yetinmedik, tüccarlara daha da hu­
zur ve ticarete canlılık vermek için, her zaman ödedikleri mezat h arc ından
onları bağışık tuttuk; aynı zamanda, ticaretle ve gidip gelenlerin güvenli­
ğiyle ilgili birçok başka noktada (bunlar, yukarıda adı geçen, yeterli yet­
kiyle donanmış büyükelçi ile Devleti A liye 'nin atadığı kişiler arasında
tartışılmış ve bu konuda düzenlenen çeşitli konferanslarda incelenerek iyi
biçimde düzenlenmiştir) bağışıklık getirdik: Her şeyin bütünüyle karara
bağlanmasından sonra, yüce ve mutlak veziriazamımız huzuru şah anemi­
ze bu konuda bilgi verdi ve bu durumla ilgili olarak ve yüreğindeki içten­
liğin özel belirtilerini bize sunmuş olan Fransa İmparatorunun eski ve de­
ğişmez dostluğuna duyduğumuz güveni ortaya koyma arzusunda olduğu­
muz için, yeni kararlaştırılan m addelerin uygulamaya konması için impa­
ratorluk tuğramızı ihsan eyledik; ve hemen ardından, eski ve yenilenmiş
kapitülasyonlar yazılınası ve -başlangıçta kelime kelime- doğru olarak
yenilenmesi ve bunları yeniden düzenlenen ve yeni verilen maddelerin iz­
lemesi üzerine, bu eldeki imparatorluk kapitülasyonları, adı geçen büyü­
kelçinin elleriyle yukarıda belirtilen düzene kavuşturulacak ve yazılacak­
tır: Ve bunların yapılabilmesi için şu sınırlar içinde bu padişah ferm an ı ç ı­
karıldı, bilginize:
1 . Kudüs 'ü ziyaret için giden ve gelen Fransızlar ve Kamama adı

317
verilen Kutsal Kabir kilisesine bağlı din adamları tedirgin edi lmeyecek­
lerdir.
2. Onları Bab-ı A li 'mize bağlayan �ski dostluğa zarar verebilecek
hiçbir davranışta bulunmayan Fransa imparatorları, Padişah Sultan Se­
lim ' in parlak s altanat döneminde (mutlu bir anıdır), Fransızlar için, pa­
muk, pamuk ipliği ve pamuklulara daha önce getirilmiş yasakların kaldı­
rılmasını öngören bir padişah fermanı çıkarıldı; şimdi, bu kusursuz dost­
luk ve hiç kimsenin Fransızları balmumu ve deri (ihtişamlı ataları mız dö­
neminde bu malların yurt dışına çıkışları yasaklanmıştı) satın alm aktan
alıkoyamayacağı hükmünün daha önce kapitülasyonlara sokulduğu ger­
çeği göz önünde tutulduğunda, bu ayrıcalık onlara geçmişte veri lmiştir.
3. Ve -daha önce- tüccarlar ve başka Fransızlar kendi ülkelerinden
devletimize getirdikleri kuruşlar üstünden hiç rüsum ödemedikleri için
şimdi de ödemek zorunda bırakılmayacaklar; ve haznedarlanmız ve ma­
liye memurlarımız, onların kuruşlarıyla ülke parası basmak bahanesiyle
onları asla kaygıya düşürmeyecekler.
4. Eğer Fransız tüccarları seyahat için bir düşman gemisine binmiş­
lerse (bir düşman gemisinde ele geçmiş oldukları için onları soymak ve
tutsak etmek istemek yasalara aykırı olacağından), bir korsan gemisinde
düşmanca bir eylem içinde olm adıkları sürece, bu bahaneyle ne malları­
na el konabilir, ne de tutsak alınabilirler ve onların tüccarlık durum ları de­
vam eder.
5. Düşman bir ülkeye taşımak için düşman bir ülkeden yi yecek
maddeleri yükleyen bir Fransız Müslüman gemilerce durdurulursa, düş­
mana yiyecek taşıdıkları bahanesiyle ne gemisi alınabilir, ne de kendileri
tutsak edilebilir.
6. Eğer uyruklanmızdan biri Müslüman bir devlette yüklenmiş yi­
yecekleri taşıyorsa ve yolda yakalanırsa, gemide görevli bulunan Fransız­
lar asla tutsak alınamazlar.
7. Fransızlar, kendi istekleriyle Türk gemilerinden yiyecek madde­
leri satın almışlarsa ve düşman ülkelere değil de kendi ülkelerine gider­
ken ele geçmişlerse, bu Fransız gemilerine el konamaz, gemidekiler tut­
s ak alınamaz; ve bazı Fransızlar bu biçimde tutsak edilmişse, serbest bı­
rakılırlar ve mallan geri verilir.

318
8 . Fransa imparatorunun arzusu doğrultusunda eyaletlerinden ken­
di eyaletlerimize tüccarlarımızca getirilecek mallardan ve aynı zam anda
da götürülen mallardan, eski gümrük rüsumları oranlarına göre verg i alı­
nacaktır ve söz konusu malların tahmini değerlerinde hiçbir artış yapılma­
yacaktır
9. Gümrük vergisi yalnızca mallar satılmak için gemiden boşaltıl­
dığında alınacaktır; Başka iskelelere götürülecek mallardan rüsum alın­
mayacak ve bu mallara hiçbir güçlük çıkarılmayacaktır.
1 0. Bunlara ne yeni bir kasabiye25 vergisi, ne reJt2f>, ne bac 21, ne ya­
sak28, ne kuJi29 uygulanmalı ne de selamlık resmi adı veri len üç yüz akçe
tutarındaki iyi yolculuklar vergisi alınmalıdır.
1 1 . Cezayir korsanları Fransa limanlarına yanaştıklarında (burada
onlara barut, kurşun, yelkenler ve diğer gemi donanım gereçleri veri liyor)
iyi karşı lanıyorlarsa da, onlar karşılaştıkları Fransızları tutsak etmekten
ve tüccarların mallarını talan etmekten (atalarımızın s altanat döneminde
-şanlı bir anıdır bu- birçok defa yasaklanmış olmasına karşın) geri kalmı­
yorlar; böylesi bir davranışa onay vermem olanaksız olmakla birlikte, on­
lar asla cezalandırılmayacaklardır; isteğimiz şudur ki, bu biçimde tuts ak
alınmış bazı Fransızlar varsa, onlar serbest bırakılacaklardır ve m alları
bütünüyle geri verilecektir: ve bu korsanlar daha sonra da söz dinlemez­
liklerini sürdürecek olurlarsa, Majestelerinin mektupla vereceği bi lgiler
doğrultusunda, bu korsanların yerine beylerbeyinin mallarına el konacak
ve Fransızların yağmalanmış donanımlarından kaynaklanan zararl arı kar­
şılanacaktır. Ve korsanlar bu konuda kendilerine gene gene uygul anan
koruyucu davranışların sona ereceğinden şimdiye kadar kaygı duymadı­
lar; bundan böyle, emirlerime uymamaları durumunda, Fransa İmparato-

25 İ skelelere gelen hayvanlardan alınan ve yeniçerilerin pahalanan et fiyatlanndan etkilenmemeleri için


"zarar-ı Jihim" adı verilen fona aktanlan vergi. (Ç.N.)
26 _Bir malın gümriikten çıkanlışı sırasında ödenen resim. (Ç.N.)
27 Alış veriş vergisi. (Ç.N.)
28 Sefaretlerin korunmasını üstlenen yeniçerilerin giderlerini karşılamak i çin alınan harç. (Ç.N.)
29 "Devşirme akçası". "hilatbaha" ya da "kul akçası" adıyla da bilinir. Devşirilen çocuklann eğitim yer­
lerine taşınınalan için ve kızıl aba ile sivri külahıan oluşan giysilerinin saun alınması için gereken para yı

karşılamak amacıyla devşi rme yapılan yeri n halkından alınan bir vergi. (Ç.N.)

319
ru onları kalelerine kabul etmeyecek, limanlarına ginnelerini reddedecek­
tir; soygunlarına son vennek için uygulayacağı yöntemleri , atalarımızın
döneminde çıkarılan buyruklara (bunların içeriğini onaylıyoruz; yakın­
maları dinlemeye ve hatta Majestelerinin bu konudaki tanıklıklarını dik­
kate almaya da söz veriyoruz) uygun olarak, antlaşmamıza hiçbir zarar
venneyecektir._
1 2 . Yüce atalarımız (şanlı anılan vardır), Fransızl ara, Cezayir ve
Tunus 'a bağlı Usturga körfezinde mercan ve balık avlayabilmelerine izin
veren bir buyruk verdiğinden, biz de �ski geleneklere uygun olarak (bu
konuda hiç kimsenin kaygılanmasına gerek yoktur)- aynı yerlerde mercan
ve balık avlamalarına izin verdik.
1 3 . Fransız büyükelçilerinin hizmetinde bulunan çevinnenler haraç
.

adı verilen vergiden tekalif- i örfiye adı verilen diğer saymaca vergilerden
bağışık tutulmuştur.
1 4. Gemilerine mal yüklemiş Fransız tüccarları ve düşman ülkeler­
de kefıdi gemileriyle yolculuk yapan uyruklarımız, büyükelçilere ve kon­
soloslara konsolosluk resmini ve diğer resimleri -herhangi bir itirazda ya
da karşı harekette bulunmaksızın- tam ödeyeceklerdir.
1 5 . Fransızlar arasında cinayet işlenir ya da başka karışıklıklar olur­
sa, Fransız büyükelçileri ve konsolosları -bu konuda bizim görevlilerimi­
zin onlara baskı yapması söz konusu olmaksızın- kendi gelenek ve göre­
neklerine göre karar verecektir.
1 6. Bir kimsenin, tüccarlarının işleri için görevlendirilmiş konso­
loslara karşı bir dava açması durumunda, konsoloslar hapse atılamaz, ev­
leri mühürlenemez ve davaları Dersaadet'te görülür; daha önce ya da da­
ha sonra bu maddelere ters düşen buyruklar verilirse, bunların hiçbir de­
ğeri olmayacaktır ve imparatorluk kapitülasyonlarına uygun davranıla­
caktır.
1 7) 30 Ve, yüce babalarımızın ve şanlı atalarımızın zamanından be­
ri Fransa imparatorları ailesinin Hıristiyan ulusların en ünlü krallarından
ve prenslerinden önce egemenlik yetkesinin dizginlerini ellerinde tutma­
larının yanı sıra, Fransa imparatorluk ailesi ve Bab-ı A li 'miz bütün diğer

30 1 604'ıe yapılan yenilem e ve ekleme.

320
kral lara göre daha içten ve daha sürekli bir dostluğu korumuş, o tarihler­
den bu yana aramızda antlaşmaların maddeleriyle çelişen hiçbir şey geç­
memiştir ve bu açıdan İmparatorluk ai lesi mümkün olan bütün sehat ve
kararlıl ığı sergi lemiştir; biz, Dersaadet 'te oturan Fransa büyükelçileri Yü­
ce Divanımıza geldiklerinde ve vezirlerimize ve çok saygın danışmanla­
rımıza gittiklerinde , eski gelenek-görenekler çerçevesinde, İspanya ve di­
ğer kralların büyükelçilerine göre öncelik hakkına sahip olsunlar ve on­
lardan önde olsunlar isteriz.
1 8) Fransa BüyüKelçilerinin kendi adlarına ann ağan vermek ya da
giyinmek için, gereksinimleri ve yiyecek içecekleri için getirttikleri her
şeyden ne gümrük, ne de bac hakkı alınacaktır; ticaret kentlerinde bulu­
nan Fransa konsolosları da İspanya ve diğer kralların konsoloslarına göre
-tıpkı Dersaadet 'te olduğu gibi- gene öncelikli olacaklardır.
1 9) Her zaman mallarıyla, nakit paralarıyla ve gemileriyle iskele­
lerde ve devletimizin limanlarında ticaret yapan Fransızlar buralara iyi ni­
yetle ve barışın güvencesi altında gelip gitsinler; gemileri kazaya uğradı­
ğında ve yardıma gerek duyduklarında, savaş gemilerimiz ve yakınl arda
bulunan diğer gemiler onl ara gerekli bütün yardımları yapacaklardır ve
komutanlar, reisler, kaptanlar ya da süvariler en küçük fırsatta bile yardı­
mı onlardan esirgemeyecekler, gerekli bütün özeni ve dikkati gösterecek­
ler, gereksinim duydukları bütün yiyeceği parası karşılığında sağlayacak­
lar, eğer rüzgarın şiddeti yüzünden gemileri karaya oturursa valiler, yar­
gıçlar ve diğer kişiler onlara yardım edecekler, kazadan kurtulan bütün
nakitleri ve malları güçlük çıkartılmadan onlara teslim edilecektir.
20) İster tüccar, yargıç, ister başka meslekten olsun bütün Frans ız­
lar, devletlerinin sınırlan içinden yola çıkmak koşuluyla, mal almak, mal
satmak ve devletimizde ticaret yapmak için serbestçe gidip gelebilirler;
ödemekle yükümlü oldukları vergileri ve konsolosluk resmini ödemek
koşuluyla, her zaman yaptıkları gibi gidip gelirken, ne amirallerimizce,
gemilerimizin kaptanlarınca ve başka kişilerce ne de askerlerim i zce ra­
_
hatsız edilecek ve hırpalanacaklardır.
2 1 ) Fransız tüccarları istemedikleri mallan almaya zorl anmayacak­
lar ve konuda asla baskı altına alınmayacaklardır.

321
22) Eğer bir Fransız borçlanmışsa, borçluya dava açılacak, kefi l ol­
madığı . sürece bir başkasına baskı yapılamayacak ya da bir başkası taki ­
bata uğratılmayacaktır.
Eğer bir Fransı z ölürse, mallarına ve nakitlerine hiç kimse karışa­
mayacak ve bunlar vasiyetnamesinde belirtilen varislerine teslim e � ile­
cektir; vasiyet bırakmadan ölmüşse, ölenin malları konsolos ları aracılı­
ğıyla yurttaşlarına teslim edilecek, hazine ve arızi kazanç görevli leri (bey­
tülmalcı 3 1 ve kassam32 gibi ) onlar baskı yapmayacaktır.
23) Fransız tüccarlar, çevirmenler ve konsoloslar, alışlarında, satış­
larında, ticaretlerinde, kefaletlerinde ve diğer adalet işlerinde kadıya gi­
decekler, anlaşmalarının bir belgitini düzenletecekler ve bunu kaydetti­
recekler; daha sonra bir anlaşmazlık çıktığında belgite ve kayıtlara başvu­
rul acak ve bunlara uygun düşen bir karar verilecektir; eğer bu formalite­
lerden biri ya da öbürü olmadan yargı kurallarına karşı, yalnızca yalancı
şahitler getirerek bir dava açmak istendiğinde, bu türden bir yutturmaca­
ya asla· izin verilm eyec ektir ve aykırı istekleri asla dinlenmeyecektir; eğer
bir kimse yalnızca açgözlülüğü yüzünden bir Fransızı kendisine küfür et­
mekle suçlarsa, Fransızın adalet yasalarınca cezalandırılmas ı engel lene­
cek ve eğer bir Fransız borç ya da başka bir suç nedeniyle kaçarsa, bu ko­
nuda suçsuz olan ve suçlunun kefili olmayan hiçbir başka Fransız ceza­
landırılamayacaktır.
24) Fransız uyruklu olan ve Fransa büyükelçisi ya da konsolosun­
ca Fransız olduğu ilan edilen bir köle memleketlerimizde bulunduğunda,
işin çözüme kavuşturulması için sahibi ya da sahibinin vekilince Dersa­
adet 'e getirilir. Memleketlerimizde oturan Fransızlardan haraç ya da ver­
gi alınmayacaktır.
25) İskenderiye, Trablusşam ve diğer iskelelerdeki Fransız konso­
loslarının yerini tutmak üzere yetenekli kişiler gönderildiğinde, buna hiç
kimse karşı çıkmayacak ve bu görevliler tekalif-i örfiye adı verilen vergi­
lerden bağışık tutulacaklardır.
26) Eğer bir kimse bir Fransız tüccarla anlaşmazlığa düşerse ve ta-

j1 Devlet hazinesine bakan memur. (ÇN.)


3 2 Mirasın bölüştürülmesiyle görevli memur. ( Ç.N.)

322
rafl ar kadıya giderlerse, eğer Fransız çevinnen yoksa kadı onların dava­
l arına asla bakmayacaktır; ve eğer bu çevirmen o sırada bazı ived i işlerle
uğraş ıyorsa, dava, çevinnenin gelişine kadar ertelenecektir; be var ki ,
Fransızlar da, çevinnenin bulunmaması bahanesini kötüye kullanm adan
çevinneni getinnek için çaba harcayacaktır. Fransızlar arasında an laş­
mazlıklar olursa, büyükelçiler ve konsoloslar bu davayla ilgi lenecek , baş­
kasının karışm asına izin venneden, kendi uygulamaları ve gelenek-göre­
neklerine göre karar vereceklerdir.
27) Denetimden geçtikten sonra İstanbul 'dan yola çıkan Fransız
gemilerinin Çanakkale boğazında yeniden denetlenmes i ve daha sonra
gitmesine izin verilmesi eski bir uygulamadır: Bu eski uygul aman ın ter­
sine, bir süredir bir de Gelibolu'da denetim yapılmaya başlanmıştır; bun­
dan böyle, eski uygulama uyarınca, Çanakkale boğazında denetlenmele­
rinden sonra yollarına devam edeceklerdir.
28) Osmanlı gemileri , kadırgaları ve deniz kuvvetleri açık denizde
Fransız gemileriyle karşılaşırsa, birbirlerine hiçbir kötülük yapmayacak,
hiçbir zarar venneyeceklerdir; tam tersine, birbirlerine karşılıkl ı ol arak
her çeşit dostluk gösterisinde bulunacaklardır; ve eğer bütünüyle kendi
arzularıyla birbirlerine bir annağan venniyorlarsa, onlar asla zorlanm aya­
c aklar, onlardan zorla ne gemi donanımı, ne giysiler, ne del ikanlılar, ne
de onlara ait herhangi başka birşey alınmayacaktır.
29) Venediklilere veri len kapitülasyonlarda bulunan her şeyin
Fransızlara da verileceğini kabul ediyoruz; ve adaletin yerine getirilmesi
ve imparatorluk kapitülas yonlarımın uygulanması sırasında herhangi bir
kişinin engel çıkarmasını, karşı çıkmasını ve de anlaşmazlık çıkannasını
yasaklıyoruz.
30) Memleketlerimize gelecek Fransız gemilerinin ve diğer tekne­
lerinin buralarda iyi korunmasını ve savunulmasını ve tam güvenlik için­
de geri dönmelerini istiyoruz; eğer eşyalarından bir şey ve nakitleri çalı­
nırsa, yalnızca insanlarına değil, mallarına da yeniden kavuşmaları için
her türlü çaba harcanmakla yetinilmeyecek, suçlular kim olursa olsım şid­
detle cezalandırılacaktır.
3 1 ) Vali lerimize, amirallerimize, sancak beylerimize, kadılarımıza,

323
gümrükçülerimize, gemi kaptanlarımıza ve genel olarak memleketlerimi­
zin bütün diğer insanlarına, adaletin simgesi olan bu imparatorluk kapitü­
las yonlarında bulunan her şeye -en küçük bir aykırı davranışta bulunmak­
sızın- harfiyen uymalarını buyuruyoruz; öyle ki , benim imparatorluk buy­
ruklarımın uygulanmasına karşı çıkmak ve ayak diremek cesaretini gös­
teren herkesin suçlu ve asi sayılmasını ve başkalarına örnek olma<:ı için
vakit geçirilmeksizin cezalandırılmas ını istiyoruz. Son olarak, arzumuz
şudur; İyi niyetin ve şanlı geçmiş leri zaferlerle dolu görkemli atalanmı­
zın ulu saltanat dönemlerinde kapitülasyonlarla tanınmış yazılı antlaşma­
ların tersine bir şey yapılmasına asla izin verilmemelidir.
32)33 Dersaadet 'imizde büyükelçileri bulunmayan düşman uluslar,
Fransa İmparatorunun bayrağı altında gerek ticaret için, gerek kutsal yer­
leri ziyaret için şanlı geçmişleri zaferlerle dolu atalanmızın saltanat döne­
minde verilmiş izin uyarınca -Fransızlara eskiden verilmiş kapitülasyon­
lar gereğince Fransız bayrağını taşımaları koşuluyla- memleketlerimize
gelip gideceklerdir; ve daha sonralan, bazı nedenlerden ötürü bu aynı
ulusların memleketlerimize girişleri kesinlikle yasaklanmıştır ve hatta on­
lar adı geçen kapitülasyonlardan m ahrum bırakılmışlardır; bununla birlik­
te, Fransa İmparatorunun Dersaadet ' imize gönderdiği bir mektupla,
memleketlerimizde ticaret yapmaları yasaklanmış düşman ulusların Ku­
düs 'e gidip gelmelerinin serbest bırakılmasını istemesi üzerine, bunlar es­
kiden olduğu gibi hiçbir güçlükle karşılaşmadan kutsal yerlere gidip ge­
lebileceklerdir; ve, daha sonra, atalarımızın dönemlerinden bu yana baba­
dan oğla geçerek Majesteleriyle Bab-ı Ali arasında varlığını sürdüren es­
ki dostluk göz önüne alınarak bu istek kabul edilmiş , daha önce olduğu
gibi gene Fransa bayrağı altında gidip gelmelerine izin verilmiş ve şu içe­
rikte bir padişah fermanı ç ıkmıştır: Fransa İmparatoru ile barış içinde olan
ve Kudüsü ziyaret etmek isteyen Hıristiyan ve düşman uluslar, eskiden
olduğu gibi hiç kimse onları rahatsız etmeden ve onlara güçlük çıkarma­
dan, özgürce ve güvenlik içinde Kudüs 'e gidip gelebileceklerdir; ve daha
sonra, adı geçen uluslara memleketlerimizde ticaret serbestisi veri lmesi
uygun görülürse, başka hiçbir bandıraya gidip gelme izni tanınmadığın-

33 1 673 'te yapılan yenileme ve eklemeler.

324
dan, eskiden oldu ğ u gibi Fransa İmparatorunun bayrağı altında gidip ge­
leceklerdir .
Görkemli atalarımın saltanat döneminden günümüze kadar Fransız­
ların ellerinde bulunan ve yukarıda ayrıntılı biçimde belirtilen eski impa­
ratorluk kapitülasyonları, Hattı şerifimde yayımlanan imparatorluk buy­
ruklarına uygun biçimde birkaç yeni madde eklenerek şimdi yenilenmiş­
tir; eklenen maddelerden birincisi, Fransa'ya bağlı piskoposlar ve Frank
dinini öğreten diğer din adamları (hangi ulustan ve türden olurlarsa olsun­
lar), en çok müsadeye mahzar milletin bayrağı altında olmaları koşuluy­
la, uzun süredir bulundukları imparatorluğumuz topraklarında görevleri­
ni yaparken hiç rahatsız edilmeyeceklerdir.
33) Eski kurallar gereğince Kudüs kentinin içinde ya da dışında,
Kutsal Kabir içindeki Kamame adı verilen kilisede görev yapan Fransız
din adamları içinde yaşadıkları ve ellerinde bulunan ziyaret yerleri konu­
sunda asla rahatsız edilmeyeceklerdir; ellerinde bulundurdukları yerler,
daha önce olduğu gibi gene ellerinde kalacak, bu konuda rahatsız ed ilme­
yecekler, ayrıca zorla kabul ettirilmek istenen isteklerle karşılaşmayacak­
l ardır; ve söz konusu yerlerde karara bağlanamayacak davalar açı l ı rsa,
bunların kararı Bab-ı Ali ' ye bırakılacaktır.
34) Kudüs 'e gidecek Fransızlar ya da -hangi ulustan ya da hangi ni­
telikte olurlarsa olsunlar- Fransızlara bağımlı olanlar, gidiş geli ş s ıras ı n­
da rahatsız edilmeyecekler.
35) Galata'da bulunan iki Fransız tarikatıyla (Cizvitler ve Kapüsen­
ler) ilgili olarak: ab antiquo34 ellerinde bulundurdukları iki kilise, gene el­
lerinde kalmaya devam edecek ve onların mülkiyetine ve yararl an m a hak­
kına sahip olacaklar; bu kiliselerden biri yanmış olduğundan, kilise adli
izin alınarak yeniden yapılacak ve gene eskiden olduğu gibi Kapüsenlerin
elinde kalacak ve bu konuda kendilerine güçlük çıkarılmayacaktır. Fran­
sız ulusunun İzmir, Sayda, İskenderiye ve diğer iskelelerde bulunan kili­
selerine de karışılmayacak, bu bahaneyle onlardan para istenmeyecektir.
36) Galata'daki evlerinde İncil okuyan Fransızlar, bulundukları ye­
rin sınırları içinde rahatsız edilmeyeceklerdir.

34 "Eskiden beri" anlamında Latince deyim. (Ç.N.)

325
37) Fransız tüccarlar memleketimize getirdikleri ve memleketimiz­
den götürdükleri mallar üzerinden her zaman yüzde beş gümrük resmi
ödemişlerdir; Bab-ı Al i 'mizle eski dostlukları göz önünde tutularak bu
resmin yüzde üçe indirilmesini ve bu kararların yeni kapitülasyon lara
konmasını rica etmeleri üstüne dileklerini kabul ettik ve buna uygun ola­
rak onl ardan yüzde üçten fazla gümrük resmi alınmamasını buyunı yoruz;
ve Fransız tüccarlar gümrük resimlerini ödemek istediklerinde bu res im
onlardan memleketlerimizde geçen paralarla ve bitmez tükenmez Hazi­
ne 'nin tahsil ettiği değerler üzerinden alınacak, değer düşmesinden ve
yükselmesinden zarar görmeyeceklerdir.
38) Bab-ı Ali 'de büyükelçileri , konsoloslar, kethüdaları bulunma­
yan ve eskiden olduğu gibi kendi istekleriyle Fransa İmparatorunun bay­
rağı altında memleketlerimizi ziyaret eden Portekizliler, Sici lyal ılar, Ka­
talanlar, Mesinalılar, Anconalılar ve antlaşma yapmamış başka uluslar, en
çok müsadeye mahzar millet bayrağı altıda kaldıkları ve barış ve dostluk
kurallarına ters düşen bir şey yapmadıkları sürece rahatsız edilmeksizin
Fransızlara uygulanan gümrük resmini ödeyeceklerdir.
39) Fransızlar, İngiliz tüccarların ödediği oranda masdariye resmi 35
ödeyeceklerdir; ve İstanbul ve Galata'da bu resmi tahsil edenler daha faz­
la resim almak için onları rahatsız etmeyecektir. Ve eğer gümrük tahsildar­
l arı (eminleri) gümrük resimlerini artırmak için malların değerini daha
yüksek biçiyorsa, gümrük resminin parayla değil malla ödenmesini redde­
demeyeceklerdir; ve tüccarların gümrük resmini ödedikleri ipekler ve çe­
tikler için ikinci bir ödemeye zorlanamayacaklardır: Ve gümrükçüler güm­
rük resimlerini tahsil ettiklerinde vergi alıntısını verecekler, Fransızların
mallarını başka bir iskeleye taşımalarına asla engel olmayacaklar ve Fran­
sızlar ikinci bir gümrük resmi iddiasıyla da rahatsız edilmeyeceklerdir.
40) Fransa konsolosları ve onlara bağlı din adamları, tüccarlar ve
çevirmenler kendi tüketimleri için evlerinde şarap yapabilecekler, dışarı­
dan şarap getirtebileceklerdir ve bu konuda rahatsız edilmeyeceklerdir;
4 1 ) Dört bin akçeyi aşan davalar, başka yerde değil, yalnızca Di­
van-ı Hümayun ' da görülecektir.

3.5 Masdariye resmi konusunda bkz. madde


55 .

326
42) Fransızların da bulunduğu bir yerde bir cinayet işlenirse, Fran­
sızları suçlayan bir kanıt olmadığı sürece, bundan böyle Fransızlar ne ra­
hatsız edilecekler, ne de cerime adı verilen cezayı ödemeye zorlanacak­
lardır.
43) Fransızlara tanınan ayrıcalıklar ve bağışıklıklar, büyükelçilerin
hizmetindeki çevirmenler için de geçerli olacaktır.
36 Bu kapitülasyonları (eski ve yenilenmiş olanlar) ve şanlı at aları­
mın zamanında yukarıda aktarıldıkları biçimleriyle verilmiş olanları yal­
nızca kabul etmek ve onaylamakla kalmıyor, istenilen ve yeni düzenlenen
ve de bu eski kapitülasyonlara eklenerek verilen maddeleri de aşağıda be­
lirtilen biçim ve içerikleriyle kabul ediyor ve onaylıyorum; şöyle ki:
44) Çok görkemli Frans a İmparatorunun büyükelçileri ve konsolos­
ları yararına daha önceki maddeler doğrultusunda atılan adımlar ve geti­
rilen öncelikler dışında, adı geçen Majesteye Bab-ı A li ab antiquo i m p a­
rator unvanını verdiği için, büyükelçileri ve konsolosları da B ab ı A li 'de -

bu unvana yakışacak davranışlarla karşılaş acak ve önemsenecektir.


45) Çok görkemli Fransa İmparatorunun büyükelçileri ve aynı za­
manda da konsolosları diledikleri çevirmenleri hizmetlerine alabilecekler
ve istedikleri yeniçerileri kullanabilecekler, hiç kimse yararl an m ak iste­
mediklerini zorla kabul etmeleri için onları zorlamayacaktır.
46) Gerçekten Fransız olan çevirmenler büyükelçilerin ve konso­
losların temsilcileri olarak komisyonlarında çevirmenlik y aptıkl arın d a ve
görevlerini yerine getirdiklerinde, asla ne azarlanacaklar, ne de hapse atı­
lacaklardır; ve, bir kusur işlerlerse büyükelçileri ve konsoloslarınca ceza­
landırılacaklardır, başka hiç kimse işe karışmayacaktır.
47) Büyükelçinin sarayında hizmet veren Bab-ı Ali 'min uyruğunda
olan kişilerin ya da reayanın, hizmetkarların yalnızca on beşi tekaliften37
bağışık tutulmuştur ve bunlar bu konuda rahatsız edilmeyeceklerdir.
48) İster Müslüman, ister reaya olsunlar, Bab-ı A li ' min egemenliği
altındaki herkes, çevirmenleri bulunduğunda, as len Fransız olan Fransa
konsoloslarını kişisel olarak mahkemeye veremeyecektir; gereksinim

36 l 740'ta yapılan yenileme ve ekleme.


3 7 "Tekalif' Arapça teklif sözcüğünün çoğuludur ve burada "vergiler" anlamına gelmektedir. ((,:. N . )

327
doğduğunda, bu Müslümanlar ya da reaya, konsolosların belirledikleri çe­
virmenlerle davalarını gördüreceklerdir.
49) Paşalar, kadılar ve diğer komutanlar, ne konsolosların, ne de
onların yerine komuta edenlerin uzun süredir yaşadıkları yerlerde, tören­
ler sırasında, kendi bayraklarını çekmelerine engel olabilirler.
50) Evlerinin güvenliği için, konsolosların istedikleri yeniçerileri
(yasakçıları) kullanmalarına izin verilecek ve bu tür yeniçeriler odabaşı ­
lar ve diğer subaylarca korunacaklardır ve adı geçen yeniçeri lerden ne
vergi, ne de müruriye alınacaktır.
5 1 ) Konsoloslar, çevirmenler ve Fransa'nın hizmetinde olan diğer
görevliler, oturdukları evlerde, tüketimleri için şarap yapmak amacıyla
üzüm getirtirlerse ya da tüketimleri için onlara şarap gelirse, bunların yur­
da girişinde ve taşınmaları sırasında, yeniçeriler, ağa, bostancıbaşı, topçu­
başı, voyvodalar ve diğer subaylar hiçbir vergi ne de resim isteyecekler­
dir ve bu konuda atalarımız olan imparatorların verdiği ve günümüze ka­
dar uygulamada kalan buyruklara uyulacaktır.
52) Fransız konsosloslar ve tüccarlar başka bir Hıristiyan ulusun
konsolosları ve tüccarlarıyla anlaşmazlığa düşerlerse, tarafların uzlaşma­
sı ve istemesi koşuluyla, davalarının Bab-ı A li'mdeki büyükelçileri önün­
de görülmesine izin veri lecektir; davacı ve davalı, bu çeşit davaları paşa­
ların, kadıların, subayların ve gümrük eminlerinin önüne götürme konu­
sunda anlaşmadıkları sürece, adı geçen görevliler ne onları zorlayabilecek
ne de davalarına bakabilecektir.
53) Bir Fransız tüccar ya da uyruğu doğru ve kesin biçimde iflas et­
mişse, alacaklıların paralan tüccarın kalan mallarından ödenecektir ve
alacaklıların ellerinde ya büyükelçi, ya konsoloslar, ya çevirmenler ya da
başka bir Fransız tarafından düzenlenmiş geçerli kefalet senetleri yoksa,
adı geçen büyükelçiler, konsoloslar, çevirmenler ne de başka Fransızlar
bu konuda rahatsız edilemez ve sorumlu tutularak tutuklanamazlar.
54) Korsanlar ve Bab-ı A li 'nin diğer düşmanları imparatorluğumu­
zun kıyılarında zarara yol açarlarsa, Fransız konsoloslar ve tüccarlar -ev­
velce verilmiş buyruklar uyarınca- asla rahatsız edilmeyecekler ve hırpa­
lanmayacaklar; her iki tarafın güvenliği için, ızbandut adı veri len eşkıya­
nın tanınması gerekiyorsa (bunların hepsi daha önceden bilindikleri için),

328
Kuzey Afrika gemileri ya da başka korsanlar imparatorluğumuzun iske­
lelerine geldiklerinde, komutanlarımız ve başka subaylar pasapoı1larını
dikkatle inceleyeceklerdir ve bu konuda daha önce verilmi ş buy ru klar es­
kiden olduğu gibi yerine getirilecektir; bununla birlikte, Fransız konso­
losların limanlarımıza gelecek Fransız bandıralı gemilerin gerçekten
Fransız olduklarını titizlikle inceleyip bildirmeleri koşuluyla ve yukarıda
belirtilen tarzda aramaların yapılmasından sonra, gerek subaylarım ız ge­
rekse Fransız konsolosları sözlü ve -eğer karşılıklı güvenlik gerektiri­
yorsa- hatta yazılı olara.R: düşüncelerini birbirlerine bildireceklerdir.
55) Fransa sarayı çok eski bir zamandan beri Bab-ı A li 'm ile dost­
luk ve iyi uzlaşma içinde olduğundan ve çok görkemli Fransa İ mparato­
ru, aynı zamanda da saray halkı kısa süre önce yapılan barış antlaşması­
na38 büyük özen gösterdiğinden, uzlaşılan bazı işlerde bazı lütu fl arın ve­
rilmesinin dostluğu pekiştirmeye katkıda bulunacağını ve dostluk kanıtla­
rını giderek artıracağını ortaya koydu ve bu konuda kanıtları artırmak ola­
naklıdır; işte bu nedenle, öncelikle, Fransız limanlarından yüklene re k ger­
çek Fransız gemileriyle (Fransa'nın bandırası ve manifestosuyla) başken­
timize gelecek gemilerden, aynı biçimde Fransa'ya götürmek üzere li­
manlarımızda yükleme yapan gerçekten Fransız gemi lerindeki Fransız
tüccarlar, gümrük resmini, Selamlık resmi adı verilen iyi yolculuklar ver­
gisini eski kapitülasyonl ara uygun biçimde ödemelerinden sonra bu mal­
ları herhangi birine satarsa, hiçbir bahaneyle Fransız tüccarlardan masda­
riye istenmeyecektir (bu konudaki bağışıklık yalnızca masdariye madde­
si için onlara bütünüyle verilmiştir. )
56) Fransız tüccarların ve Fransa uyruğundaki kişilerin kendi ülke­
lerinden egemenliğimiz altındaki vilayetlere getirdikleri mallar için yal­
nızca yüzde üç gümrük resmi ödeme hakkı verildiğinden, buradan da ken­
di ülkelerine götürdükleri mallar için de aynı oranda rilsum alınacaktır;
pamuk, pamuk ipliği, maroken, balmumu, deri ve ipekliler gibi önceki ka­
pitülasyonlarda ihracı yasaklanmış malları da, imparatorluk kapitülasyon-

3 8 Llouis XV'in İstanbul büyükelçisi Marki Villeneuve, Belgıad 'da yapılan ve bir banş antlaşmasının im­
zalanmasıyla noktalanan görüşmeleri yöncımişıi; söz kı.•ıusu anılaşma Türldye'nin Avusturya v� Rusya
ile yaptığı savaşı sona erdirdi. Bu antlaşma Mahmut l'in İ sveç ile bi r savunma antlaşması yapımısın• ynl
açu . (Ç.N. )

329
) arına göre gümrük resmini ödeyerek kendi ülkelerine götürmekte olduk­
ları bütün diğer mallar gibi hiçbir müdaheleyle karşılaşmadan gem ilerine
yükleyebilecekler ve bu işlem için gümrük .tarifesinde belirlenen vergiyi
ödeyeceklerdir.
57) Fransız tüccarlar kapitülasyonlara uygun olarak yüzde üç güm­
rük resmini gümrükçülere ödedikten ve uygulama gereği olan eda teske­
resi belges ini aldıktan sonra, bu belgeyi gösterdiklerinde onlardan ikinci
bir gümrük resmi istenmeyecektir. Açgözlülüğün esiri olan bazı gümrük­
çülerin yüzde üç oranında gümrük resmi alır görünürken aslında daha faz­
la aldıkları ve İstanbul gümrüğü tarifesinde, aynı biçimde bazı iskelelerin
tarifesinde, özellikle de Halep gümrüğü tarifesinde yer alan çeşitli kumaş
kalitelerinde malların değerinin belirlenm�sinde farklılık ortaya çıktığı ve
yüzde üçlük oranın aşıldığı bize iletildi ; bu konudaki her tür tartışmaya
son vermek için, imparatorluk kapitülasyonları uyarınca resim oranı yüz­
de üçü aşmayacak biçimde gümrük tarifelerinin yeniden düzenlenmesine
ve bu tarifenin gelecekte de uygulanmasına izin verilmiştir; ve Fransız
tüccarlar getirdikleri mal ları uyruklanmızdan ve imparatorluğumuzun
tüccarlarından herhangi birine satmak istediklerinde, hiç kimse öncelik­
le satın almak istediklerini öne sürerek onları rahatsız etmeyecek, on l arla
tartışmayacaktır.
58) Frans ı z tüccarların Fransa 'dan ya da Tunus 'tan getirdikleri /es
İzmir'e ulaştığında İzmir meyve gümrüğündeki gümrük emini feslere
gümrük uygulama yetkisinin kendisinde olduğunu öne sürerek bu konu­
da hep sorun yaratmaktadır. Bu maddenin iyi bir biçime sokulması zorun­
lu hale geldiğinden, gelecekte adı geçen gümrük emininin Fransız tüccar­
ların getireceği /eslerden bu /esleri İzmir'de satmadıkları sürece gümrük
resmi almamasını istiyoruz; İzmir' de satmaları durumunda. feslerin güm­
rük resmi, uygulama doğrultusunda, adı geçen gümrük eminince tahsiJ
edilecektir; Fransız tüccarl ar bunları İstanbul ' a getirirse, gümrük resmi -
uygulama doğrultusunda- büyük gümrük eminine ödenecektir.
59) Fransız tüccarlar yasak olmayan malları barış zamanında kara
ya da deniz yoluyla, hatta Tuna ve Don ırmaklarıyla Moskova, Rusya ve
diğer memleketlerin illerine götürüp, daha sonra benim memleketlerime
getirirlerse, gümrük resmini ve her ne ise diğer vergileri tıpkı diğer Frank

330
ulusları gibi ödediklerinde, bu ticaretleri sırasında onlara nedensiz olarak
hiçbir güçlük çıkarılmayacaktır.
60) Fransız tüccarları kapitülasyonlara karşı rahatsız etmek isteyen
bazı kıskançlar, kinciler ve amaçlarına ulaşamadıkları için zaman zaman
nedensiz saldırıp adı geçen tüccarların ticaretini bozmak için simsarl arı
rahatsız edenler ortaya çıktığından, adı geçen tüccarların işleri için tüccar­
lar arasında gidip gelen simsarların hiçbir biçimde rahatsız edi lmemesini
ve tüccarların kullandıkl arı simsarlar hangi ulustan olurlarsa olsunlar on­
lara ne şiddet uygulanmasını ne de görev yapmalarının engellenmesini is­
tiyoruz. Eğer bazı Musevi ya da başka ulustan simsarlar, simsarlık mes­
leğini babalarından devraldıklarını öne sürerlerse, Fransız tüccarlar iste­
dikleri simsarı kullanabileceklerdir; ve hizmetlerinde olan simsarları kov­
duklannda ya da simsarlar öldüklerinde, simsarların yerlerine geçenler
hiçbir şeye zorlanamayacak, onlardan gedik adı verilen elinde tutma hak­
kı ya da simsarlık hissesi bahanesiyle hiçbir şey istenemeyecek ve bu dü­
zenlemenin içeriğine ters düşen davranışta bulunanlar cezalandırılacaktır.
6 1 ) Fransız gemilerine yUklenmiş mallar üzerinden Fransa büyü­
kelçilerine ve konsoloslarına konsolosluk resmi ve kiralama resm i öde­
neceği daha önceki maddelerde açıkça belirtilmişse de, tüccarların ve
memleketimiz reayasının bu konuda güçlüklerle karşılaştıkları görüldü­
ğünden, eğer tüccarlar ve Bab-ı A li 'mizin reayası Fransız gem ilerine
gümrüklü mal yüklediklerinde, navlun ücreti içinde konsolosluk resmi
bulunmadığı için, konsolosluk resmi kapitülasyonlara uygun biçimde
ödenmediği sürece malların gümrükten çekilememesi konusunda sert
buyruklar verilmiştir.
62) Osmanlı İmparatorluğu meyve açısından bolluk içinde oldu­
ğundan, kurutulmuş meyvenin bol olduğu yıllarda yılda incir, kuru üzüm,
fındık ve benzeri diğer meyveleri satın alıp yüklemek için bir kez Fran­
sa' dan iki ya da üç gemi gelebilir; imparatorluk kapitülasyonlarına uygun
biçimde gümrük ödenmesi koşuluyla, bu malların ne yüklenmesinde ne
de dışsatımında hiçbir güçlük çıkarılmayacaktır.
Aynca, Fransız gemilerine Kıbrıs adasından ve imparatorluğumu­
zun diğer limanlarından Müslümanların yaptığı gibi tuz s atın alma ve ge­
milerine yükleme yapma izni de verilmiştir; komutanlarımız, valilerim iz, ·

33 1
kadılarımız ve diğer subaylarımız onlara engel olmayacaklardır ve onlar
şirndi yenilenen eski kapitülasyonlanma uygun ol arak korunacaklardır.
63) Fransız tüccarlar ve Fransa uyruğundaki diğer kişiler Fransa
büyükelçileri ve konsolosları tanıtma belgesi üstüne yazılmış pasaportlar­
la seyahat edebileceklerdir; ve, güvenlikleri ve rahat olmaları için ülkenin
kıyafetleriyle dolaşabilecekler ve bu türden seyyahlar görevlerinin dışına
çıkmadıkları sürece ne haraç adı verilen vergi için, ne de başka bir vergi
için rahatsız edilmeden mem leketimde işlerini yürüteceklerdir; ve güm­
rükler mallan olduğunda, imparatorluk kapitülasyonlarına uygun olarak,
eskiden olduğu gibi vergilerini ödediklerinde, paşalar, kadılar ve diğer su­
baylar onların geçi � lerini asla engellemeyecektir; ve yukarıda belirtildiği
biçimde, onlara ellerinde bulunan tanıtma belgelerine uygun pasaportlar
verilecek ve güvenlikleriyle ilgili olarak bütün yardımlar yapılacaktır.
64) Fransız tüccarlar ve Fransız himayesinde olanlar memleketimi­
ze getirdikleri ve aynı zamanda da memleketimizden götürdükleri altın ya
da gümilş paralar için ne vergi, ne gümrük resmi ödeyeceklerdir; ve onlar
paralarını memleketimin parasına çevirmeye asla zorlanmayacaklardır.
65) Eğer bir Fransız ya da Fransa himayesindeki kişi bir cinayet ya
da başka bir suç işlerse ve suçlu adalet önüne çıkarılmak istenirse, impa­
ratorluğumun yargıçları ve subaylar, davayı büyükelçinin ve konsolosla­
rın ya da vekillerinin önünde ve onların bulundukları yerde göreceklerdir;
ve soylu adalete ve ne de imparatorluk kapitülasyonlarına ters düşen bir
şey yapmamak için, her iki tarafı dik.katle dinleyecekler, araştıracaklar ve
gerekli incelemeleri yapacaklardır.
66) Mirimiz ya da Osmanlı uyruğundan bir kimse (tüccar ya da baş­
ka biri) Fransızlar adına yazılmış poliçelere sahipseler, bu poliçelerin
alındığı kimseler ya da onlara bağlı olan kimseler poliçeleri kabul etmez­
lerse, geçerli neden olmadan onlar ödeme yapmaya zorlanmayacaklar ve
poliçeyi verene karşı harekete geçmek için yalnızca bir ret mektubu iste­
necek ve büyükelçi, aynı zamanda da konsoloslar paranın ödenmesi için
gerekli bütün yardımları yapacaklardır.
67) Memleketime yerleşmiş Fransızlar, ister evli, ister evlenmemiş
olsunlar, kim olurlarsa olsunlar haraç adı veri len vergi istenerek rahatsız
edilmeyecekler.

332
68) Bir Fransız tüccar, esnaf, subay ya da gemici Müslüman dinini
kabul ederse ve kendi malları dışında, Fransızlara bağlı kişilere ait malla­
rın onlarda bulunduğu doğrulanır ve kanıtlanırsa, bu tür mallar daha son­
ra sahiplerine verilmek üzere büyükelçiye ya da konsoloslara bulunduk­
ları yerde emanet bırakılır; ne konsolos , ne de büyükelçinin bulunmadığı
yerlerde bu mallar, kanıt belgeleriyle birlikte konsolos ya da büyükelçi­
nin yerine malları gönderecek kişilere emanet edilir.
69) Başka bir memlekete gitmek isteyen bir Fransıza büyükelçi ya
da konsoloslar kefil olur�arsa, borçlarını ödetmek bahanesiyle bu kimse
yolundan ahkonamaz; ve bu kimselerle ilgili dört bin akçeyi aşan dava­
lar, imparatorluk kapitülas yonları uyarında Bab-ı A li 'ye havale edilir.
70) Bab-ı Ali 'nin subayları ve adalet dağıtan kişiler, hatta askerler,
bir Fransızın oturduğu eve gerek olmadan zorla giremezler; eve ginne ge­
reği ortaya çıktığında, bulundukları yerde büyükelçi ve konsolosa haber
verilecek ve onların belirleyeceği kişilerle söz konusu yere girilecektir;
bu düzenlemeye karşı gelen kişi cezalandırılacaktır.
7 1 ) Paşalar, kadılar ve başka yargıçlar daha önce yargılaması yapıl­
mış, karara bağlanmış ve hüccet39 verilmiş Fransız tüccarlarla başka kişi­
ler arasında ortaya çıkmış bir anlaşmazlığı yeniden gözden geçinnek ve
davalarını yeniden görmek isterlerse (bu, sık görülen bir olaydır ve hatta
daha önce karara bağlanmış bir davanın yeniden görülmesi durumunda
Fransız tüccarlar için hiç güvenliğin kalmaması bir yana, verilmiş karar­
lara karşı olan yargıçların davaya bakmakla görevlendirilmesi de söz ko­
nusu olmuştur), yukarıda belirtilen durumda Fransızlarla başka kişiler
arasında anlaşmazlıkla ilgili davalar bir kez görüldükten ve hukuksal açı­
dan karara bağlandıktan ve hüccet verildikten sonra söz konusu dava ar­
tık yeniden görülmemelidir; ve eğer bu davaların yasa adına yeniden gö­
rülmesi istenirse, Fransa büyükelçisine bilgi vermeden, konsolos ve dava­
lıdan cevap ve olayla ilgili doğru bilgiler alınmadan ve bu tür davalarda
bilgilerin getirtilmesi için yeterli zaman tanınmadan tarafların yasa karşı ­
sına çıkartılması için buyruk verilemez ve mübaşir y a da çavuş gönderi­
lemez; eğer bu türden bir davanın yeniden görülmesi için bir buyruk çı-

39 Şeriat mahkemesinde elde edilen bir hakkı kanıtlayan belge. (Ç.N.)

333
karsa, davanın Bab-ı A li ' de görülmesine, kararın burada verilmesine ve
davanın . burada sonl andırılmasına özen gösterilecektir; ve bu durumda
Fransız uyrukları davaya kişisel olarak gelmekte ya da yasal olarak yetki­
li bir veki l göndermekt� özgürdür; Osmanli uyrukları herhangi bir Fran­
sıza dava açmak isterse, eğer davacının yasal senetleri ya da borç senet­
leri yoksa dava dinlenmeyecektir.
72) Görülen davalarda tarafları mahkemeye getirmek ve mahkeme­
ye ödenen olağan paralar için yapılan harcamalar haklı kişiler tarafından
karşılandığından ve haksız yere dava açan, hakaret eden kişiler hiçbir
masrafa katılmadığından, bu hakaret eden kişiler hep yeni hakaretler yap­
maya teşvik edilmiş oluyorlar; bu nedenle, bundan böyle yukarıda belir­
tilen giderlerin ve masrafların hiçbir haklan olmadığı halde dava açma
cesaretini gösteren kişilerce karşılamasının sağlanmasını istiyoruz; ne var
ki, Fransız uyrukları ya da Fransa'ya bağımlı kişiler Bab-ı A li ' nin uyruk­
ları ya da bağımlıları için mahkemeye dava açtıklarında, onlardan mahke­
me harcı, mubaşiriye, ihzariye olarak, eski kapitülasyonlar uyarınca, ka­
rara bağlanan miktarın yüzde ikisi alınacak ve onlar daha yüksek paralar
istenerek rahatsız edilmeyeceklerdir.
73) Fransız gemileri her zaman olduğu gibi imparatorluğumun li­
manlarına yanaştıklarında kendilerine dostça davranılacaktır; limanlardan
kendi paralarıyla yiyecek, içecek gibi sıradan gereksinimlerini satın ala­
caklardır ve sözü edilen malların (ister çiğ, ister pişirilerek tüketi lecekler
olanların) alımı, satımı ve taşınmas ı engellenmeyecektir ve alım satım sı­
rasında ne rüsum ne de gümrük vergisi alınacaktır.
74) İmparatorluğumun bütün kıyılarında, limanlarında iskelelerin­
de, Fransız gemilerinin kaptanları ya da sahipleri gemilerini kalafatlamak,
yağlatmak ve onartmak gereksinimi duyduklarında, Türk komutanlar on­
ların paraları karşılığında kendilerine gerekli olan yağı, zifti, katranı ve iş­
çileri elde etmelerine yardım edeceklerdir; ve eğer bir Fransız gemisi bir
afet sonucu gemi donanımına gereksinim duyarsa, yalnızca. bu geminin
direkler, çapalar, yelkenler ve direkleri için gereçler satın almalarına izin
verilecektir ve bu mallar için hiçbir vergi ödemeyeceklerdir; ve Fransız
gemileri bazı iskelelere uğradıklarında, vergi kesenekçileri, müsellemler,

334
diğer yargıçlar ve haraççılar, onları, yolcularını haraç ödetmek isteğiyle
tutamayacaklar, bu gemidekiler gidecekleri yere gitmekte özgür olacaklar
ve eğer gemide haraç ödemekle yükümlü reaya varsa haracı sözü edi len
yerde ödeyeceklerdir ve bu konuda hazineyi zarara sokmamaları için bu­
na hak tanınmıştır.
75) Bab-ı Ali 'min uyruğu olan Müslümanlar ya da reaya, im para­
torluğumun bir iskelesinden diğerine taşıtmak için Fransız gemilerine mal
yüklerlerse, onlara hiçbir güçlük çıkarılmayacaktır; ve Bab-ı A li 'miz uy­
ruklarının çıkarılan engellerden rahatsız olarak yolculuk sırasında gem iyi
terk ettikleri ve anlaştıkları navlunu ödemekte güçlük çıkardıkları bi ze
anlatılmıştır; bu gemi kiralayanlar hiçbir haklı neden olmaksızın yolculuk
sırasında kiraladıkları gemiyi terk ederlerse, bütün navlun ücretinin te ­
messukta ya da sözleşmede kararlaştırılan biçimiyle adı geçen gemilere
biçimsel bir kira karşılığı olarak ödetilmesi kadılara ve diğer yargıçlara
buyrulmuş ve onlara tembih edilmiştir.
76) Valiler, yargıçlar, kadılar, gümrük eminleri, voyvodalar, müsel­
lemler40, subaylar, vilayetin ileri gelenleri , iş adamları ve diğer kişi ler
hiçbir biçimde imparatorluk kapitülasyonlarına karşı gelemeyeceklerdir;
ve eğer her iki taraftan biri sözle ya da davranışla birini rahatsız ederek
imparatorluk kapitülasyonuna karşı gelirse: Fransızlar da konsolosları ya
da subaylarınca kapitülasyonlara uygun olarak cezalandırılacaktır; söz
konusu konsoloslar ve subaylar, büyükelçi ve konsolosların verdikleri
temsil yetkisine dayanarak ve olay bütünüyle açık seçik ortaya çıktıktan
sonra, durum gerektirdiğinde, Bab-ı A li 'mizin uyruklarını işledikleri suç­
lardan ötürü cezalandırmak için buyruk verebilirler.
77) Eğer kaza sonucu bazı Fransız gemileri imparatorluğumuzun kı­
yılarında karaya oturursa, mallarının kurtarılması için onlara her tür yar­
dım yapılacaktır; ve eğer kazaya uğrayan geminin onarılması olanaklıysa
ya da kurtarılan mallar gideceği yere ulaştırılmak üzere başka bir gemiye
yüklenirse, söz konusu mallar kaza yerinde alınıp satılmadığı sürece, bu
mallara ne gümrük resmi ne de herhangi bir başka resim uygulanacaktır.

40 Söz kmıusu terim karşılığı olarak Reşat Ekrem 'in Osmanlı Muahedeleri yapıunda "müıesellimler" te­
rimi kullanılmışur. (Ç.N.)

335
78) Ayrıca, Kaptan paşa, savaş gemilerimizin kaptanları, çektiri
beyleri , Bab-ı A li'mizin firkete ve diğer gemilerinin kaptanları ve özellik­
le de İskenderiye ile ticaret yapanlar, imparatorluk kapitülasyonlarının
içeriğinin tersine bir hareketle Fransız gemilerini ne alıkoyabilirl er ne ra­
,

hatsız edebilirler ne de hangi bahaneyle olursa olsun armağan vermek zo­


runda bırakabilirler; denizde Fransız gemileriyle karşılaşırlarsa, bunlar is­
ter savaş gemileri, ister ticaret gemileri olsun, eskiden olduğu gibi karşı­
lıklı olarak dostça davranılacaktır.
79) Fransız ticaret gemileri bizim savaş gemilerimizi, çektirilerimi­
zi, kadırgalarımız ve padişahın diğer gemilerini gördüklerinde, uzun sü­
redir uygulanan nezaket gösterilerinde bulunma niyetinde olmakla birlik­
te, olanaksızlıklar sonucunda filikalarını hemen denize indirememeleri
söz konusu olmaktadır; bu durumda, uygulamadaki davranışları yerine
getirme çabasında oldukları görülmesi koşuluyla, Osmanlı gemisine gel­
mekte geciktikleri bahanesiyle rahatsız edilmeyeceklerdir.
Fransız gemileri nedensiz olarak limanlarımızda tutulmayacaktır ve
ne filikaları, ne de tayfaları zorla alınacaktır; ve özellikle mallarla dolu
gemilerin alıkonması çok büyük zararlara yol açtığından, gelecekte bu
türden olaylara izin verilmeyecektir. Yukarıda sözü edilen savaş gemile­
rinin kaptanları Fransızların yerleşmiş oldukları iskelelere gittiklerinde,
leventlerin ve neferlerin Fransızlara karşı hiçbir haksızlık yapmamaları ve
onları rahatsız etmemeleri için, leventler ve neferlerle birlikte yeterl i sa­
yıda subayı karaya çıkaracaklar, hem Fransızların hem de yaptıkları tica­
retin güvenliği için bir muhafız gücü oluşturacaklardır. ; Fransızlar kara­
ya çıktıklarında, kale, iskele subayları ve diğer kara subayları adalete, uy­
gulamalara ters düşen davranışlarla onları rahatsız etmeyecekler ve bu
konuda imparatorluk kapitülasyonlarına karşı gelen bir davranışta bulun­
duklarını öne süren bir şikayet söz konusu olduğunda, olayların doğrulu­
ğunun anlaşılması halinde suçlular sert biçimde cezalandırılacaklardır;
aynı biçimde, Fransızların da dostluğa ters düşecek en küçük bir davra­
nışta bulunmalarına izin verilmeyecektir.
80) Zorunluluklar sonucunda, miri ivedi işler nedeniyle bazı Fran­
sız gemilerini kiralarsa, bu işle görevlendirilen komutanlar ya da başka

3 36
subaylar, büyükelçilere ya da konsoloslara bulundukları yerde haber ve­
recekler ve bunlar uygun bulacakları gemileri tahsis edeceklerdir; ne bü­
yükelçinin, ne de konsolosun bulunmadığı yerlerde, gemi sahiplerinin rı­
za gösterdiği gemiler kiralanacaktır; ve, bu bahaneyle Fransız gemileri
alıkonamayacaktır; ve navlununu yüklemiş gemiler mallarını boşaltmala­
rı için rahatsız edilmeyecekler ve zorlanmayacaklardır.
8 1 ) Önceki kapitülas yonların maddelerine harfiyen uyulmas ı so­
nucu Fransızlara çoğunlukla yardım edilmesine karşın, denizde karş ılaş­
tıkları Fransız gemilerini "hırpalamaktan hoşlanmayan Mağrip korsanla­
rının, yanaştıkları iskelelerde bulunan Fransız konsoloslara ve tüccarlara
hakaret ettikleri onları incittikleri görülmüştür; gelecekte buna benzer
uygunsuz davranışların sergilenmesi durumunda imparatorluğumuzun
valileri , yargıçları ve diğer subayları Fransız konsolosları ve tüccarları
koruyacaktır; ve eyaletlerimizin kalelerine ve iskelelerine gelen gem ile­
rin gerçekten Fransız gemileri olduklarına büyükelçilerin ve konsolosla­
rın tanıklık etmesi durumunda, Mağrip korsanlarının bu gemileri ele ge­
çirmesi her türlü yol kullanılarak engellenecek ve hiçbir gemiye top ate­
şi açılmayacaktır; ve eğer imparatorluğumuzun valilerinin ve yargıçları­
nın bulunduğu yerlerinde korsanlar Fransızlara zarar verirlerse, Fransız­
ların uğradıkları kayıpları ve zararları söz konusu yerin valilerinin ve ko­
mutanlarının (gözlerini korkutmak amacıyla) karşılaması için sert buy­
ruklar verilecektir.
82) Fransa'ya bağımlı din adamlarının Kudüs'te s ahip oldukl arı ve
yararlandıkları yerler ve daha önce kabul edilmiş ve şu anda yenilenmiş
maddelerde adı geçen yerlerin zaman içinde harabeye dönerek yıkılması­
nı önlemek için onarılmas ı gerekirse, Dersaadet'te oturan Fransa büyü­
kelçisinin, istemesi durumunda, bu onarımların adaletin hoşgörülerine
uygun biçimde yapılması için buyruklar verilmesine izin verilecektir; ka­
dılar, komutanlar ve diğer subaylar buyrukla verilmiş şeylere hiçbir engel
çıkaramayacaklardır. Ve adı geçen yerlerde gizli onarımlar yapıldığı ba­
hanesiyle subaylarımızın söz konusu yerlere yıl içinde birçok defa gittik­
leri ve din adamlarından haraç aldıkları görüldilğilnden, burada bu l u n an

337
valilerin, kadıların, komutanların ve diğer subayların İsa Mezarı4 l denen
yerdeki kiliseye ve aynı zamanda da diğer kiliselere ve ziyaret yerlerine
yılda yalnızca bir tek ziyaret yapmalarını buyuruyoruz. İmparatorluğum­
da bulunan Fransa'ya bağımlı piskoposlar ve din adamları en çok müsa­
deye mahzar millet bayrağı altında kaldıkları sürece korunacaklar ve el­
lerinde bulunan kiliselerde ve yaşadıkları yerdeki diğer yerlerde ayinleri­
ni gereği gibi yapmalarını kimse engellemeyecektir; ve eğer haraç ödeyen
kullarımız ve Fransızlar, almak ve satmak için ve başka işler için başka
devletlere gidip gelirlerse, bu gidiş gelişler sırasında kutsal yasal ara kar­
şı gelinerek rahatsız edilmeyeceklerdir; daha önceki maddelerde açıkça
belirtildiği gibi, görevleri çerçevesi içinde, Galata'daki hastanelerinde İn­
cil okuyabileceklerdi; bununla birlikte, söz konusu hastane yapılmadığın­
dan, bu hastanenin gelecekte yasal bir biçimde bulunabileceği bu yerde,
eski kapitülasyonlara uygun olarak ve görevleri çerçevesi içinde, hiçbir
kaygı duymadan İncil okuyabilmelerini istiyoruz.
83) Fransa sarayının Bab-ı A li 'm ile dostluğu öbür saraylarla olan­
dan daha eski olduğundan, bunu en saygın biçimde değerlendirmek için,
diğer Frank uluslara verilen ayrıcalıklar ve izinler Fransa imparatorunun
uyruklarına da verilecektir.
84) Fransa büyükelçisi, konsolosları, çevirmenleri ve aynı zaman­
da da Fransa'ya bağımlı tüccarlar ve zanaatçılar; dahası, Fransız gemi le­
rinin kaptanları ve tayfaları, son olarak da din adamları ve piskoposları en
çok müsadeye mahzar millet bayrağı altından çıkmadıkları ve dostluk gö­
revlerini ve içtenlik haklarını zedeleyici bir davranışta bulunmadıkları sü­
rece, eski maddelerdeki ve yeni kabul edilen maddelerdeki (yukarıda ad­
ları belirtilen dört devletin yararına sunulmuşlardır) haklardan yararlanır­
lar; daha önce ve daha sonraki tarihlerde, bu maddelere ters düşen bazı
buyruklar verilirse, bu buyruklar uygulanmayacak ve imparatorluk kapi­
tülasyonları doğrultusunda yok ve geçersiz sayılacaktır.
85) Hamiyetli Bab-ı Ali 'm daha önce Fransızlarla yapılan barışı bu­
gün yenilediği için ve içten dostluk kanıtlarını giderek daha çok vermek
için anlaşmaya bazı uygun ve gerekli maddeler eklenmiş, bazı maddeler

41 "Kutsal Kabir" adıyla da bilinir. (Ç.N.)

338
güçlendirilmiştir; gerekli görülen başlıca iskelelerdeki ve diğer yerlerde­
ki komutanlara ve subaylara imparatorluk kapitülasyonlarım ın maddele­
rine gelecekte .uymaları ve kapitülasyonların içeriğine ters düşecek her
türlü davranıştan kaçınmaları ve bunları mahkemelerde kayıtlara geçir­
meleri için sert buyruklar gönderilecektir. Fransa imparatoru çok görkem­
li majesteleri ve ardılları şanlı imparatorluğumuza, halifeliğin merkezine,
aynı zamanda da Padişah-ı Hümayunumuza karşı sürekli içtenlik ve iyi
dostluk kanıtlan sunduklarından, hem hilafet penfilıi-i şahanemiz, hem
yüce ardıllarımız adına, ayni zamanda da büyük vezirlerimiz, saygıdeğer
paşalarımız, ve genellikle buyruğumuz altında bulunma onur ve mutlulu­
ğuna ermiş bütün ünlü hizmetkarlarımız adına, var olan maddelerin tersi­
ne davranılmayacağına en kutsal ve bozulmaz fermanımızla söz veriyo­
rum; her iki tarafın içten dostluk ve karşılıklı iyi ilişkilerin temellerini
güçlendirmeye ve sağlamlaştırmaya hep özen göstermesi için, bu karşı­
lıksız imparatorluk kapitülasyonlarının soylu içerikleri doğrultusunda uy­
gulanmasını istiyoruz.
Masunu Hümayun İstanbul imparatorluk sarayında, hicri bin yüz
elli üç yılı, rebiülevvel ayının dördünde yazıldı.
EK 6

26 ŞABAN 1255 (3 KASIM 1839) HATTI ŞERİFİ.

Herkes biliyor ki, Osmanlı Devleti 'nin ilk zamanlarında, şanlı im­
paratorluk yasalarını oluşturan ilkelere uyulması hep onurlu bir kural ol­
du. Bunun sonucunda imparatorluk güç ve büyüklük açısından gelişti ve
istisnasız bütün uyruklar rahatlığın ve gönencin en yüksek derecelerine
ulaştı. Yüz elli yıldır çeşitli kazaların ve nedenlerin art arda gelmesi yü­
zünden, Kur'an ' ın kutsal hükümlerine ve bundan kaynaklanan yasalara
tam uyulmamaya başlanınca, önceki dönemlerdeki güç ve gönenç güç­
süzlüğe ve yoksullaşmaya dönüştü: Bunun sonucunda, bir imparatorlu­
ğun yasalara göre yönetilmemesi durumunda bütün istikrarını yitireceği
ortaya çıktı.
Bu düşünceler hep kafamızda vardı ve tahta çıktığımız günden be­
ri halkın iyiliği, eyaletlerin iyileştirilmesi düşüncesi hiç aklımızdan çık­
madı. Oysa, Osmanlı eyaletlerinin coğrafi konumu, toprağın verimliliği,
halkının yetenek ve zekası dikkate alındığında, etkili yöntemlerin bulun­
ması koşuluyla, Allah ' ın yardımıyla birkaç yıl içinde ulaşmayı umduğu­
muz sonuçlar elde edi lebilecektir. Peygamberimizin şefaatiyle destekle­
nen Allah 'ın inayetine tam güvenerek, yeni kurumlar sayesinde Osmanlı
İm paratorluğu 'nu oluşturan illerde iyi bir yönetimin yararlarını ortaya çı­
karmayı uygun görüyoruz.

340
Bu kurumlar başlıca şu noktalara yönelik olmalıdır: 1 • uyruklarımı­
za hem tam can, mal, namus güvenliği sağlayan güvenceler verme; 2°
vergilerin matrahını ve toplanmasını düzenli bir yönteme oturtma; 3°as­
kere alma ve askerlik süresi konusunda da gene düzenli bir yöntem oluş­
turma.
Ve, aslında, dünyadaki en değerli şeyler can ve namus değil midir?
Kim -karakteri şiddete eğilimli olmaktan ne kadar uzak olursa olsun- ca­
nı ve namusu tehlikeye düştüğünde şiddete baş vurmaktan ve devleti ve
ülkeyi tahrip etmekten kendini alıkoyabilir. Tersine, eğer bu konuda tam
bir güvenlik içindeyse doğruluk yollarından ayrılmayacak ve bütün ey­
lemleriyle devletin ve kardeşlerinin iyiliğine katkıda bulunacaktır.
Eğer mal güvenliği olmazsa, hiçkimse ulusa ve devlete ısınamaz;
hiç kimse kamu malının artmasıyla ilgilenmez, kendi kaygılarıyla uğraşıp
durur. Tersine, eğer insanımız her tür malına güvenle s ahip olursa, işleri­
ne dört elle sarılır ve mutluluklarını artırmak için çemberini genişletme­
ye çabalar, her gün padişaha ve yurduna olan sevgisi, yurduna olan bağ­
lılığı artar. Bu duygular onda en övgüye değer eylemlerin kaynağı haline
gelir.
Vergilerin düzenli ve değişmez bir matrahının belirlenmesine ge­
lince, bu konunun düzene konması çok önemlidir; çünkü topraklarını sa­
vunmak için çeşitli harcamalar yapmak zorunda olan devlet, orduları için
ve diğer hizmetler için gerekli parayı ancak halkından aldığı katkılarla
sağlayabilir. Allah 'ın inayetiyle imparatorluğumuzun halkı, bir süredir,
evvelce yanlış olarak bir gelir kaynağı sanılan tekellerin salgınından kur­
tulmuşsa da, yalnızca felaket sonuçlar yaratabilen kötü bir uygulama ha­
la sürmektedir: İltizam adıyla bilinen parayla s atılan imtiyazların uygula­
ması. İltizam sisteminde bir yerin kamusal ve parasal yönetimi tek bir ki­
şinin keyfi yönetimine, başka bir deyişle en şiddetli ve en açgözlü tutku­
ların demir pençelerine bırakılır: Zira, eğer bu kişi iyi biri değilse kendi
çıkarından başka birşey düşünmeyecektir. Dolayısıyla, bundan böyle Os­
manlı toplumundaki her bireyin mal varlığı ve yetenekleriyle orantılı bel­
li bir vergi miktarıyla vergilendirilmesi ve bunun dışından ondan hiçbir
ödeme istenmemesi gerekir. Ayrıca kara ve deniz kuvvetlerimizin harca­
malarını belirleyen ve sınırlayan özel yasalar da gereklidir.

341
Ülke savunması çok önemli bir şeyse de ve bütün halk için bu ama­
ca yönelik askerler sağlamak bir görevse de, her yerin vermesi gereken
asker miktarının düzenlenmesi ve askerlik süresinin dört ya da beş yıla in­
dirilmesi için yasalar yapmak zorunlu hale gelmiştir: Zira, yerlerin nüfus­
larını dikkate almadan ve dolayısıyla da sağlayabilecekleri oranda kimi
yerden çok, kimi yerden az asker celbi yapmamak hem haksız bir iş yap­
mak, hem de tarım ve sanayiye öldürücü bir darbe indirmektir; bu uygu­
lama, aynı zamanda askerleri umutsuzluğa itmek ve söz konusu yerin nü­
fusunun azalmasına katkıda bulunmak ve askere alınanları ömür boyu as­
kerde tutmak demektir.
Özet olarak, çıkarılması gerekli görülen çeşitli yasalar olmadan im­
paratorluk için ne güç , ne zenginlik, ne mutluluk, ne huzur söz konusu
olabilir; tersine, imparatorluk bütün bunları bu yeni yasalardan bekleme­
lidir.
İşte bu nedenlerden ötürü bütün sanıkların davaları, soruşturma ve
incelemeden sonra dinsel yasalara uygun olarak açık celsede görülecek ve
yasal bir karar verilmedikçe hiç kimse başka birini açıkça ya da gizlice iş­
kenceyle öldürtemeyecektir; hiç kimse herhangi bir başka kimsenin na­
musuna sataşamayacaktır.
Herkes her tür malına sahip olacak ve bunları özgürce dilediği gibi
kul lanacak, hiç kimse buna engel olamayacaktır; örneğin, bir suçlunun
suçsuz kalıtçıları asla yasal haklarından yoksun bırakılamayacaklardır ve
suçlunun mallarına el konulamayacaktır.
Bu imparatorluk imtiyazlarından, hangi dinden ya da mezhepten
olurlarsa olsunlar bütün uyruklanmız yararlanacaktır; istisnasız bu hak­
lardan yararlanacaklardır. Dolayısıyla, dinimizin kutsal kitabının da bu­
yurduğu gibi, imparatorluğumuzda yaşayanların canları, namusları ve
malları tarafımızdan tam güvence altına alınmıştır.
Diğer noktalara gelince, bunların aydın kamuoyunca düzenlemele­
ri gerektiğinden Meclis-i Ahkam-ı Adliye'miz (gerek duyulduğu sayıda
yeni üyeyle desteklenmiş olarak}, bazı günlerde imparatorluk ayanı ve na­
zırlarının da katılımıyla, can ve mal güvenliği ve vergi matrahlanyla ilgi­
li düzenleyici yasaları hazırlamak amacıyla toplanacaktır. Bu kurulların
herbiri görüşlerini özgürce açıklayacak ve söyleyecektir.

342
Askerlik hizmetinin düzenlenmesine ilişkin yasalar Serasker Sara­
yında toplanan askeri şurada göıii ş ülecektir.
Tamamlanan yasa, geçerli olabilmesi ve yürürlüğe girebilmes i için
bize sunulacaktır; biz ona onayımızı verecek, bu onayı kendi elimizle ya­
sanın başına yazacağız.
Bu çıkarılan yasanın amacı dini, devleti, ulusu ve imparatorluğu
yeniden canlandırmak olduğundan, bunun tersine hiçbir şey yapmam aya
söz veriyoruz. Vaadimizin güvencesi olarak, Hırkai şerife odasında, bü­
tün ulemanın ve vükelanın önünde Allah adına yemin etmek ve daha son­
ra da ulemaya ve vükelaya yemin ettirmek istiyoruz.
Bundan böyle, ulema ya da vüzera ya da bu yasalara karşı hareket­
te bulunacak herhangi bir kimse, ıiitbelerine, hatır ve gönüle bakılmaksı­
zın saptanan kabahatlerinin karşılığı olan cezaya çarptırılacaklardır. Bu
konuyla ilgili bir ceza yasası hazırlanacaktır.
İmparatorluğun bütün memurları bugün uygun bir maaş almaktadır
ve emekleri karşılığı olan ücreti almayanlar varsa bunlar düzene konacak,
din kurallarının günah saydığı ve imparatorluğun gerilemesinin başlıca
nedenlerinden biri olan iltimas ve ıii şvete karşı güçlü bir yasa çıkartıla­
caktır.
Bu yeni yasa bütün paşalara gönderilmiştir; bu yasayla birlikte gön­
derilen fermanda padişah şöyle demektedir:
26 Şabanda çıkardığımız iradei şahane uyarınca bütün ulema, bü­
tün asker ve sivil memurlar, imparatorluğumuzun çeşitli dairelerinde ça­
lışan görevliler, İstanbul'da yaşayan bütün dost devletlerin büyükelçileri,
şeyhler ve her ıiitbeden imamlar ve bütün hiyerarşi, hükümdarl ığımız
içinde yaşayan üç ulusun patrikleri, Musevilerin hahamları, Dersa­
adet ' imizin bütün ayanı ve lonca başları imparatorluk sarayımdaki Gül­
hane 'nin geniş meydanına davet edilmiş ve toplanmıştır.
Huzurumda ve bütün bu büyük topluluğun gözleri önünde, arzuyu
şahanemiz doğrultusunda Hattı Şerifi yüksek ve anlaşılabilir bir sesle
okuttum ve bunun amacı beni aralıksız coşturan hayırlı duygulardan, ka­
famı sürekli meşgul eden yüce Rabbimizin bana emanet ettiği halkın iyi­
liğine yönelik arzulardan herkesi haberdar etmekti. Vezirim benden -bu
konuda- Hattı Şerifırnin tam uygulanmasına dikkat etmesi için özel emir

343
aldı ve dilerim Allahü Teala hazretlerinin laneti söz konusu özel koşul la­
ra aykırı davranmaya cesaret eden herkesin üzerine olsun.
Ulemayı, yüksek rütbeli vezirleri ve memurları Hırkai şerife daire­
sine çağırdım ve onların önünde Hattı Şerifimdeki düzenlemelere sadık
kalacağıma ve Haau Şerifimde yer alan başlıca maddelerle ilgili olarak
daha sonra karalaştınlacak bütün önlemlere, çoğunluğun kararlarına des­
tek vermeyi yemin ederek taahhüt ettim. Aynca, hazırlanmış yasalara
uyulmaksızın başkentimden ya da egemenliğim altındaki başka bir yer­
den bana gizlice ya da açık açık ulaştırılan herhangi bir rapordan yana ya
da bu rapora karşı çekimser kalacağım sözünü de verdim; aynı zamanda,
çıkarılan yasalara az uyumlu görülebilecek ya da daha sonra uyumsuz ha­
le gelecek en ufak şeyleri buyurmayacağım üstüne Allah adına söz ver­
dim.
Çevreme toplanan memurlar da aynı yeminleri etmeye çağrıldılar.
Hepsi hemen ve isteyerek yemin ettiler. İmparatorluğuma gayretle ve sa­
dakatle hizmet etmeye ve yasalarına karşı gelecekleri rütbelerine, suçlu­
nun hatır ve gönlüne bakmaksızın düşmanları ilan etmeyi taahhüt ettiler.
Yeminleri Allah adına yapıldı; tıpkı benim gibi, çıkarılan yasaların sözlü
ya da yazılı olarak, düşünceyle ya da eylemle, bugün ya da gelecekte çiğ­
nenmesine karşı çıkacaklarına yemin ettiler.
Söylenmiş şeyler uyarınca, bundan böyle bütün Müslüman uyruk­
l arıma ya da reayaya tam can, mal ve namus güvenliği verilmesi için buy­
ruk çıkardım.
Davası açıkça ve imparatorluğumun yasaları uyarınca karara bağ­
lanmamış hiç kimseyle ilgili karar vermemeye söz verdiğim için, başka
hiç kimsenin de uyruklarımın namusuna ve canına en küçük biçimde do­
kunmayı aklından geçirmemesini buyuruyorum. Dolayısıyla, birincisin­
den sonuncusuna kadar, sadrazamımdan basit çobana kadar, herkes malı­
nı dilediği gibi kullanabilir ve hiç kimse buna engel olamaz.
örneğin bir başkasına karşı hak iddiaları olan bir kişinin davası ka­
muya açık olarak görülecek ve eğer iddia yasalara uygunsa ve haklıysa
davalının lehine karara bağlanacaktır; aynı biçimde, suç işleyen kişi kim
olursa olsun kabahatiyle orantılı olarak aynı cezaya ç arptırılacak, çekme­
si gerekenden fazla ceza verilmeyecektir. Eğer şu koşullar yerine gelme-

344
mişse, ne kadar hak etmiş olursa olsun, hiç kimse öldürtülmeyecektir: Bir
hukukçu tarafından suçla ilgili doğru bir rapor hazırlanacaktır; söz konu­
su rapor başkente gönderi lecek, burada suçlunun davasıyla ilgili bir adli
soruşturma yapılacak ve dava yasalardaki talimatlara doğrultusunda gö­
rülecektir. Bu süreç sonucunda ortaya çıkan duruma göre ve gelecekte hiç
kimsenin hiçbir bahaneyle herhangi bir kimseyi açıkça ya da gizlice öl­
dürtmesine olanak vermeyecek biçimde ölüm cezasını açıklayacağım.
Bu yönetmeliğe aykırı davrandığına inanılan herkes , her kamu gö­
revlisi rütbesine, unvanın·a , hatır ve gönlüne bakılmaksızın ölüm cezasına
çarptırılacak, hiçbir istisna gözetilmeksizin herkes yasa karşısında eşit sa­
yılacaktır. Suçlunun mallarına bundan böyle artık el konmayacaktır; suç­
suz kahtçıları , hiçbir biçimde onun cezasını çekmeyeceklerdir ve bütün
yasal haklan saklı tutulacaktır. Bundan böyle bütün keyfi uygul amalar
yasaklanmıştır. Vergilerle ve askerlik hizmetiyle ilgili düzenleyici ya-ıa­
lar hazırlanmak üzeredir. Bu iki sorunun önemine bağlı olarak, yasaları
kesin bir hale getirebilmek için çok büyük inceleme ve zaman gerekmek­
tedir. Daha şimdiden Meclis-i Ahkam-ı Adliye'mde vergiler sorununu
düzene sokmak için aralıksız çalışılmaktadır. öte yandan, Serasker sara­
yında toplanan Askeri Şura, askerlik hizmetinin düzene konması için yo­
ğun biçimde çalışmaktadır. Bu çeşitli yasaların hazırlanması sırasında (bu
yasaların her biri tarafımdan onaylanacak ve vereceğim buyruklarla im­
paratorluğumun her yanına göndereceğim fermanlar aracılığıyla halka
duyurulacaktır), askerlik hizmetine, vergilerin toplanmasına ilişkin eski
yasalar geçmişte olduğu gibi yürürlükte kalmaya devam edecektir. Bu­
nunla birlikte, elbette her tür incitici hareket yasaklanmıştır ve şu andan
başlayarak ayırım yapılmaksızın bütün uyruklarıma her tür yardım ve ko­
ruma sağlanacaktır. Örneğin, askerlik hizmeti ve vergi konusundaki iki
sorunun dışında, yukarıda sayılan bütün diğer konular ilgili yasalar tam
olarak ve bütünüyle hemen uygulanacaktır.
Ve bu ferman ulaşır ulaşmaz, bütün şeyhleri, ulemayı, ayanı ve yö­
netim merkezinin, kasabaların ve köylerin diğer halkını bu fermanı oku­
ması ve arzuyu şahanemin istisnasız herkesçe bilinmesi için geniş bir me­
kanda toplayınız. Özellikle fermanımın belirttiği anlam ve kapsamı konu­
sunda hiç kimsenin asla yanılmamasını sağlayacak biçimde davranılma-

345
sını buyuruyorum. Hattı Şerifimde vergiler konusunda söylediklerim açı­
sından hiç kimse yanlışa düşmesin ve yanlışlıkla imparatorluğumdaki çe­
şitli kişilere rüsumlar ve vergiler açısından tam bağışıklık verdiğim i as la
düşünmesin. Hattı şerifte yazılanları tam yerine getirmeyenlerin ve bütün
uyruklarıma tam can, mal ve namus güvenliği veren madde konusunda
yetkisini doğru kullanmayanların, ülkenin yetkililerine ya da bağlı bulu­
nabilecekleri her türlü yetkiliye karşı gelen davranışta bulunulmasına izin
verenlerin herkese örnek olac ak cezalara çarptırılacaklarını onlara önce­
den bildireceksin.
Sana gönderdiğim bu fermanın yaz ılm as ına yön veren düşüncenin,
yalnızca imparatorluğumun gönencini ve gücünü artırmak ve Allah ' ın be­
nim hükümdarlığım altına soktuğu halkların kaderini en iyi hale getirmek
ve bugüne kadar süre gelen düzensiz yönetimin daha akılcı ve Müslüman
halkın gereksinimleriyle daha uyumlu hale getirilmesi, vb. amacıyla en
etkili önlemleri benimseme arzumdan kaynaklandığını herkesin anlama­
sı gerekir.
EK 7

18 ŞUBAT 1856 HATTI HÜMAYUNU

Sen ki Sadrazamım Mehmet Emin Ali Paşa; Allah s ana yücelik ver­
sin ve kudretini artırsın.
En büyük arzum uz Yüce Allah ' ın benim hükümdarlığıma soktuğu
bütün sınıfların mutluluğunu sağlamak olmuştur ve tahta çıkışımızdan bu
yana bütün gücümü bu yönde harcamaya devam ettim. Yüce Allah ' ın ina­
yetiyle ! Bu bitip tükenmeyen çabalar çok sayıda ve yararlı meyvelerini
verdi. Günden güne ulusun mutluluğu ve eyaletlerimin zenginliği arttı.
Birçok şeyin durumunu imparatorluğumun onuruna ve uygar devletler
arasındaki konumuna layık hale getirmek için hazırlanan birçok yeni yö­
netmeliği bugün yenilemek ve genişletmek isteğiyle ve bütün uyrukları­
mın sadakati ve övgüye değer çabalarıyla ve büyük devletlerin, benim
soylu bağlaşıklanmın iyilikister ve dostça yardımlarıyla yeni bir dönemin
başlangıcı olabilecek bir dış saygınlık kazanan imparatorluğumun huzu­
runu ve iç gönencini artırmak, gözümde hepsi eşit ve aynı derecede de­
ğerli olan ve yürekten yurtseverlik bağlarıyla birbirlerine bağlı olan bütün
uyruklarımı mutlu kılmak ve her geçen gün imparatorluğumun gönencini
artırmaya yönelik yöntemleri getirmek istiyorum.
Sonuç olarak şu kararlan aldım ve şu önlemlerin yürürlüğe konma­
sını buyuruyorum:

347
1 .Gülhane Hattı hümayunu ve Tanzimat yasalarıyla, sınıf ve din
ayınını yapılmaksızın, canlarının, mallarının ve namuslarının konınma<:ı
konusunda imparatorluğumun bütün uyruklarına tarafımızdan vaat edi len
güvenceler bugün resmi nitelik kazanmış ve kalıcı hale getirilm iştir ve
bunların etkilerini tam ve eksiksiz kılmak için ciddi önlemler alınacaktır.
2.Eskiden ve geçmiş tarihte imparatorluğumda bulunan bütün Hı­
ristiyan cemaatlere ya da Müslüman olmayan diğer dinlere verilmiş bü­
tün ayrıcalıklar ve bağışıklıklar benim koruyucu himayem altında resmi
nitelik kazanmış ve sürdürülmüştür.
3. Hıristiyan ya da Müslüman olmayan diğer dinlere bağlı her cema­
at, belirlenmiş bir süre içinde ve kendi bünyelerinde kendilerinin oluştu­
racağı bir komisyonun yardımıyla, benim yüce iznimle ve Devlet-i A li­
ye 'nin gözetimi altında kendilerine verilen bağışıklıkları ve ayrıcalıkları
incelemeye ve tartışmaya başlayacak ve Devlet-i Aliye 'ye ışıkların ve za­
manın gelişmesi sonucu zorunlu hale gelen ıslahatları önerecektir. Meh­
met il ve yerine geçenler tarafından Hıristiyan dininden patriklere ve pis­
koposlara bırakılan yetkiler, yüce ve iyilikbilir niyetlerimin bu cemaatle­
re sağladığı yeni konumla uyumlu hale getirilecektir. Bugün yürürlükte
olan seçim yönetmeliklerinin gözden geçirilmesinden sonra, patriklerin
ömür boyu atanması ilkesi ; atama fermanlarının içeriğine uygun olarak
eksiksiz biçimde uygulanacaktır. Patriklerin, metropolitlerin, başpisko­
posların, piskoposların ve hahamların, Devlet-i Aliye 'mle çeşitli cemaat­
lerin ruhani liderleri arasında ortaklaşa kararlaştırılacak bir yöntemle gö­
reve başlama andı içmeleri sağlanacaktır. Hangi biçim ve yapıda olursa
olsun, kilise vergileri kaldırılacak, yerine patriklerin ve cemaat liderleri­
nin gelirlerinin belirlenmesi ve çeşitli Hıristiyan din adamlarının önemle­
ri, rütbeleri ve onurlarıyla hakçasına orantılı davranış ve ücretler kona­
caktır. Çeşitli Hıristiyan din adamlarının taşınır ve taşınmaz mallarına
hiçbir zarar verilmeyecektir; bununla birlikte, Hıristiyan ya da Müslüman
olmayan diğer dinsel cemaatlerin dünyevi yönetimleri, din adamları ve la­
iklerce adı geçen cemaatlerin her birinin bünyesi içinden seçilmiş bir ku­
rulun gözetimine bırakılacaktır.
4. Bütün halkı aynı dinden olan kentlerde, kasabalarda ve köylerde,

348
dinsel yapıl arın, okulların, hastanelerin ve mezarlıkların yapının ilk biçi­
mine uygun olarak yapılan onanmı sırasında hiçbir güçlük çıkarılm aya­
caktır. Bu çeşitli yapıların planları , patriklerce ya da cemaat liderlerince
onaylanmış yeni bina yapımı halinde Devlet-i A liye 'ye gönderilecek ve
planlar benim buyruğumla ya onaylanacak ya da belli bir süre içinde göz­
lemler i letilecektir. Başka dinsel mezheplerin bulunmadığı yerlerde, her
din, dinsel . törenlerin yapılması konusunda hiçbir kısıtlamayla karşılaş­
mayacaktır. Dinlerin karışmış olduğu kentlerde, kasabalarda ve köylerde,
ayn bir mahallede oturan her cemaat de -yukarıda belirtilen buyruklara
uymak koşuluyla- kiliselerini, hastanelerini, okullarını ve mezarlıklarını
onartabilir. Yeni yapıların yapımı söz konusu olduğunda, gerekli izin pat­
riklik organlarınca ya da cemaat liderlerince Devlet-i A liye 'den istene­
cektir; Devlet-i Aliye, bu izni verirken -en az yönetimsel engeli çıkara­
rak- bağımsız bir karar alacaktır. Bu nitelikteki eylemlerde yönetimsel
yetkinin işe karışması nedeniyle hiçbir ücret ödenmeyecektir. Ü yelerinin
sayısı kaç olursa olsun, her dinin serbestçe ibadetini yapabilmesi için
Devlet-i A liye önlemler alacaktır.
5. Din, dil ya da ırk gerekçesiyle imparatorluğumun uyruklarından
herhangi bir sınıfı başka bir sınıftan aşağı kılacak her ayırım ya da adlan­
dırma sonsuza kadar yönetim protokolünden çıkarılacaktır. Yasalar kişi­
ler arasındaki ya da yetkililer arasındaki her türlü aşağılayıcı ya da kırıcı
nitelendirmenin kullanılmasını sert biçimde cezalandıracaktır.
6. Devlet-i Aliye'de bütün dinler özgürce ibadetlerini yapabi ldiği­
ne göre, imparatorluğumun hiçbir uyruğu kabul ettiği dinin ibadetini ya­
parken engellenmeyecek ve bu konuda hiçbir biçimde rahatsız edilmeye­
cektir. Hiç kimse din değiştirmeye zorlanmayacaktır.
7. Devlet-i Aliye 'nin bütün memurlarının ve başka görevlilerinin
atanması ve seçilmesi bütünüyle benim bağımsız arzuma bağlıdır; milli­
yet ayırımı yapılmaksızın imparatorluğumun bütün uyrukları kamu hiz­
metlerine kabul edilecekler ve genel uygulama kurallarına uygun olarak,
kapasiteleri ve yetenekleri çerçevesinde bu görevlere getirileceklerdir.
8. İmparatorluğumun bütün uyrukları devletin sivil askeri okulları­
na -adı geçen okulların kendi yönetmeliklerindeki özel sınav ve yaş ko-

349
şull arına uygun olmaları halinde- ayırım yapılmaksızın alınacaklardu.
Dahası , her cemaat kendi bilim, sanat ve sanayi okullarını kurma iznine
sahiptir. Yalnız bu kategorideki okulların eğitim tarzı ve öğretmen seçi­
mi. üyeleri tarafımdan fermanla atanacak bir karma milli eğitim kurulu­
nun denetiminde olacaktır.
9. Müslümanlarla Hıristiyanlar ya da Müslüman olmayan başka
dinden insanlar arasındaki ticaret, ceza ve cinayetle ilgili bütün işlemler
karma mahkemelere sevkedilecektir. Bu mahkemelerin oturumları ka­
muya açık olacaktır; taraflar mahkemede hazır bulunacaklar ve tanıkları­
nı dinleteceklerdir; her tanık, her dinin kendi kurallarına uygun bir yemi­
ni verdikten sonra hiçbir ayının yapılmaksızın ifadelerin� vereceklerdir.
Kamuyla ilgili davalar, vilayetlerin karma meclislerinde, valinin ve yerel
yargıcın önünde, yasalara ve yönetmeliklere uygun biçimde kamuya açık
olarak görülmeye devam edecektir.
1 O. Aynı Hıristiyan mezhebinden ya da Müslümanlık dışında baş­
ka bir dinden kişiler arasındaki miras ya da aynı türden başka yurttaş lara­
rası davalar, kişilerin istemeleri durumunda patrikler meclisine ya da ce­
maat meclisine gönderilebi lir._
1 1 . Ceza ve ticaret yasaları ve karma mahkemelerde uygulanan yar­
gı yöntemleri kuralları elden geldiğince çabuk tamamlanacak ve düzen­
lenecektir. Bunlar imparatorluğumda konuşulan bütün dillere çevri lerek
yayımlanacaktır.
1 2. İnsan haklarıyla adalet yasalarını bağdaştırmak için -o i anaklı en
kısa sürede- ceza, cezalandırma ya da infaz sisteminin tutukevlerine uy­
gulanmasına ve aynı yapıdaki diğer kurumların sistemlerine yönelik bir
ıslahat yapılacaktır. Bedensel cezalar hapishanelerde bile ancak Devlet-i
A liye'nin çıkardığı disiplin yönetmeliklerine uygun biçimde uygulanabi­
lecektir ve işkenceye benzeyen bütün uygulamalar kesin olarak yasaklan­
mıştır. Bu konuda yasaların çiğnenmesi sert biçimde cezalandırılacak ve
-ayrıca- bu suçu işleyen yetkililere verilecek cezanın da ceza yasasına
tam uygun olması sağlanacaktır.
1 3 . Başkentteki, eyaletlerdeki ve kırsal kesim kentlerindeki polis
örgütü, imparatorluğumda yaşayan kendi halindeki bütün uyruklara, hem

3 50
kendileri , hem de malları açısından arzulanan güvenliği sağlayacak bi­
çimde düzenlenecektir.
1 4. Ödevlerdeki eşitliğin haklardaki eşitliği getirmesi gibi , vergi
eşitliğinin de yükümlülük eşitliğini getirmesi nedeniyle Hıristi yanlar ve
diğer gayrimüslimler -daha önce verilmiş kararlara uygun olarak- ve ay­
nı zamanda da Müslümanlar askerlik görevlerini yapmak zorundadır. Ye­
rine vekil gönderme ya da bedelli askerlik kabul edilecektir.
1 5 . Hıristiyanların ve diğer gayrimüslimlerin askere alınmalarına
ve askerlik yapmalarına i lişkin eks iksiz bir yasa -olanaklı en kısa sürede­
çıkarılacaktır.
1 6. Müslüman, Hıristiyan ve diğer gayrimüslim cemaatlerin delege
seçimlerinin dürüstçe yapılmasını güvence altına almak ve vilayet ve na­
hiye meclislerinde oy özgürlüğünü sağlamak için söz konusu meclislerin
bileşimine ilişkin bir ıslahat yapılacaktır. Devlet-i Aliye, alınan kararların
ve yarattığı sonuçların tam uygulanması ve denetlenmesi için en etkili
yöntemlerin uygulanmas ını gözetecektir.
1 7. Taşınmaz malların alımı , satımı ve kullanımını düzenleyen ay­
nı yasalar imparatorluğumun bütün uyruklarına uygulandığına göre, yasa­
lara ve inzibat yönetmeliklerine uymak, yerlilerle aynı yükümlülükleri
yerine getirmek koşuluyla ve yabancı devletlerle daha sonra yapılacak
düzenlemelerden sonra, yabancılara Devlet-i Aıiye 'de taşınmaz mallar
edinmelerine izin verilebilecektir.
1 8 . Devlet-i Aliye'nin bütün uyruklarından sınıf ve din ayırımı ya­
pılmaksızın aynı oranda vergi alınır. Vergi toplamadaki, özellikle de aşa­
rın alınmasındaki yolsuzlukları düzeltmek için en hızlı ve etki li yöntem­
ler düşünülecektir. Doğrudan vergi tahsili, devletin bütün gelir kalem le­
rinde, elden geldiğince hızlı biçimde, giderek iltizam sistemine dönüştü­
rülecektir. Bu sistem yürürlükte olduğu sürece, devletin bütün yüksek gö­
revlilerinin ve meclislerin bütün üyelerinin, kamuya açıklanan ve ihalesi
açılan iltizam ihalelerine katılmaları ya da bu iltizamların işletme hakkın­
da herhangi bir pay sahibi olmaları yasak olacaktır ve bu suçu iş leyenler
en ağır cezalara çarptırılacaklardır. Yerel vergiler elden geldiğince üretim
kaynaklarını etkilemeyecek ve iç ticaret hareketlerini engellemeyecek bi­
çimde hesaplanacaktır.

35 1
1 9. Kamu yararına yapılan işler için uygun bir ödenek verilecek ve
kara ve deniz ulaşım yollarının yapılmasından yararlanacak eyaletler, bu
ödeneğe bölgesel ve özel vergilerle katkıda bulunacaklardır.
20 Devlet bütçesinin gelir ve giderlerini her yıl belirlenmesini ve
açıklanmasını buyuran özel bir yasa daha önce çıkarıldığından, bu yasa
büyük bir titizlikle uygulanacaktır. Her dairede yapılan işlemler yeniden
gözden geçirilecektf r .
2 1 . Cemaat liderleri ve Bab-ı A li 'nin cemaatin içinden seçeceği bir
delege, imparatorluğumun bütün uyruklarını ilgilendiren durumlarda
Meclis-i Valay-ı Ahkam-ı Adliye 'nin görüşmelerine katılmaya çağınla­
caklardır. Bu iş için özellikle sadrazamım aracılığıyla davet edilecekler­
dir.
22. Delegelerin vekalet süresi bir yıldır. Göreve başlarken yemin
edeceklerdir. Bütün meclis üyeleri olağan ve olağanilstü toplantılarda öz­
gürce görüşlerini bildirecekler ve oylarını kullanacaklardır ve bu konuda
onl ara hi'çbir baskı yapılmayacaktır.
23. Yolsuzluğa, rüşvete ya da ihtilasa karşı çıkarılan yasalar -sınıf­
ları ve görevlerinin niteliği ne olursa olsun- yasal biçimler çerçevesinde,
imparatorluğumun bütün uyruklarına uygulanır.
24. Para ve maliye sistemini ıslah etmek için bankaların ve diğer
benzeri kurumların oluşturulmasına, Devlet-i A liye 'nin kaynaklarını ye
maddi zenginliklerini artırmaya yönelik fonların kurulmasına çalışılacak­
tır.
25. Ulaşımı kolaylaştıracak, ülkenin zenginlik kaynaklarını artıra­
cak karayollarının ve kanalların yapımına da önem verilecektir. Ticarete
ve tarıma yönelik her tür engel ortadan kaldırılacaktır. Bu amaçlara ulaş­
mak için, Avrupa bilimlerinden, sanatlarından ve sermayelerinden yarar­
lanmak ve bunları art arda devreye sokmak için çaba harcanacakttr.
İsteklerimiz ve buyruklarımız bu yolda olduğuna göre, sadrazamı­
mız olan sen, eski uygulamalar doğrultusunda hem başkentimde, hem im­
paratorluğumun her yerinde bu imparatorluk fermanını yayımlatacak, fer­
manda bulunan bütün buyrukların bundan böyle harfi harfine uygulanma­
sı için gerekli bütün önlemlerin alacak ve buna büyük dikkat gösterecek­
sin.

3 52
EK 8

FRANSIZ CUMHURİYETİ İLE DEVLET-İ ALİYE


ARASINDA
6 MESSİDOR X 'DA (25 HAZİRAN 1182)
İMZALANAN B AR IŞ ANTLAŞMASI

Fransız halkı adına Fransız Cumhuriyeti başkonsolosu ve yüce Os­


manlı imparatoru -her zam� Fransa ile Bab-ı A li arasında varolan barı ş
ve dostluk temel bağlarını kurmak isteğiyle dolu olarak- bu amaçla tam
yetkili bakan olarak şunlar atamışlardır:
Başkonsolosluktan Fransız halkı adına Fransız Cumhuriyeti dışişle­
ri bakanı yurttaş Charles Maurice Talleyrand;
Ve Osmanlı Devlet-i Aliye 'si adına, şu andaki raportör, Di van-ı
Hümayun amedi ve dışişleri müdürü Esseyit Mehmet Galip Efendi.
Bunlar, ellerindeki yetki belgelerini birbirlerine sunduktan sonra,
şu maddeleri karara bağladılar:
MADDE 1 . Fransız Cumhuriyeti ile Devlet-i Aliye arasında gele­
cekte barış ve dostluk olacaktır. İki devlet arasındaki düşmanlıklar hemen
ve sonsuza kadar son bulacaktır.
2. İki devlet arasında var olan her çeşit ilişkiyi bütünüyle belirleyen
antlaşmalar ya da kapitülasyonlar tamamen yenilendi. Bu yenilenmenin
ve eski kapitülasyon maddelerinin uygulanması sonucunda (bunlara göre

353
Fransızlar, Devlet-i Aliye eyaletlerinde başka devletlere veri lmiş bütün
avantajlardan yararlanma hakkına sahipti), Devlet-i Aliye, Fransız bayra­
ğı taşıyan Fransız ticaret gemilerinin hiçbir itirazla karş ılaşmadan Kara­
deniz'e girme ve burada seyretme hakk ı na sahip olduğunu kabul eder.
Aynca, Devlet-i Aliye, söz konusu Fransız gemilerinin Karade­
niz ' e giriş ve çıkışlarında ve serbestçe seyretmelerini kolaylaştıracak her
şeyin, Karadeniz ' de sefer yapan ulusların tüccar gemileri için de bütünüy­
le uygulanmasını kabul etmektedir.
Devlet-i Aliye ve Fransız Cumhuriyeti hükümeti, her iki devletin ti­
caret gemilerinin seyrettiği denizleri her tür korsanlığı yok etmek için et­
kili önlemler alacaklardır. Devlet-i Ali ye, Karadeniz'deki Fransız ticaret
gemilerinin dolaşımını her tür korsanlığa karşı korumaya söz verir.
Bu maddeyle Osmanlı İmparatorluğu 'nda Fransızlara sağlanan
avantajların, Fransız Cumhuriyeti denizlerinde ve karalarında Devlet-i
Aliye'nin uyrukları ve bandırası için de sağlanacaktır.
3. Fransa'nın savaştan önce eski kapitülasyonlar uyarınca Devlet-i
Aliye eyaletlerinin diğer bölümlerinde kullandığı haklardan, ayrıcalıklar­
dan ve önceliklerden, Karadeniz kıyısındaki ve yakınındaki Osmanlı top­
raklarında, gerek ticaret için gelmiş kişilerin, gerekse ticaret ilişkilerini
sağlayan görevlilerin ve konsoloslarının yerleştikleri yerlerde (Fransız ti­
caretinin gereksinimleri bu yerleşmeleri zorunlu kılmıştır) de Fransız
Cumhuriyeti yararlanacaklardır.
4. Devlet-i Aliye, Fransa ile İngiltere arasında 4 Germinal X (22
Zilkade 1 2 1 54 2) tarihinde Amines 'de yapılan antlaşmanın içeriğini kabul
eder; bu antlaşmanın Devlet-i Aliye ile ilgili bütün m addeleri şu anda ya­
pılan antlaşma ile biçimsel olarak yenilenmiştir.
5. Fransız Cumhuriyeti ve Devlet-i Aliye, topraklarının bütünlükle­
ri konusunda karşılıklı olarak birbirlerine güvence verirler.
6. İki devletin görevlilerinin savaş sırasında el koydukları mal ların
ve uyrukların, yurttaşların el konulan mallarının geri verilmesi ve karşı-

42 Prof. Nihat Erim ! in hazırladığı Devleılerarası Hukuku v e Siyasi Tarih Metinleri kitabında h u tarih 1 2 1 fi

olarak verilnıekıedir. Bkz. ay.y.say 2 1 6 . (Ç.N . )

354
lıklarının ödenmesi, iki hükümet aras ında İstanbul'da yapılacak bir dü­
zenlemeyle adil bir biçimde gerçekleştirilecektir.
7. Gümrük rüsumlarıyla ilgili olarak çıkabilecek tartışmalar konu­
sundayapılacak yeni düzenleme üstünde anlaşılıncaya kadar, her iki ü lke­
de de eski kapitülasyonlar uygulanacaktır.
8. Savaş sonrasında her iki devletin hala elinde tuttuğu tutsaklar
varsa, fidye ödenmeksizin hemen serbest bırakılacaktır.
9. Devlet-i Aliye ve Fransız Cumhuriyeti imzalanan bu antl aşmay­
la birbirlerinin ülkelerinde en müsadeye mazhar devlet olmak istemeleri
nedeniyle, Devlet-i Aliye ve Fransız Cumhuriyeti diğer devletlere sağla­
nabilecek blitün avantajları sanki bu avantajlar bu antlaşmada yazılmışça­
s ına birbirlerine sağlayacaklardır.
1 0. Bu antlaşmanın onayları seksen gün içinde, ya da eğer olanak
bulunursa daha önce, Paris'te karşılıklı olarak teslim edilecektir.
Fransız Cumhuriyeti 'nin 64 3 Messidor X (25 Haziran 1 802 ) ve 24
Seferülhayr 1 2 1 7 tarihinde Paris 'te imzalanmıştır.

İmzalayan: Ch.-Maur. TALLEYRASD.


ESSEYİT MEHMET SAİT GALİP EFENDİ44

43 Osmanlıca metinde 6 değil 1 6 yazmaktadır. (Ç.N.)


44 Norakondiyan'ın yapıunda antlaşmanın 5 . maddesiyle ilgili bir de gizli maddesi bulunduğu siiyl.,nınck­
te ve maddenin metni verilmektedir. C. il say. 5 3 . (Ç.N.)

355
EK 9.

LONDRA'DA İMZALANMIŞ SÖZLEŞME,


13 TEMMUZ 1841

Zat-ı Hilafetsimat-ı Şahanenin karşılaştığı güçlükler ve destek ve­


receklerini kararlaştırarak açıklayan Avusturya, Büyük Britanya, Prusya
ve Rusya'nın destekleri ortadan kalktığından ve Mehmet Ali 1 5 Temmuz
uzlaşmas ının sağlamaya çalıştığı boyun eğme eylemini Padişah cenapla­
rına karşı gerçekleştirdiğinden , söz konusu uzlaşmayı imzalayan sarayla­
rın temsilci leri , bu uzlaşmadan doğan geçici sonuçların uygulamaya kon­
masından bağımsız olarak, Osmanlı İmparatorluğu 'nun eski kural larına
harfi harfine uyulması gerekmektedir; bu kurallar çerçevesinde, yabancı
devletlerin savaş gemilerinin Çanakkale Boğazı 'na ve İstanbul Boğazı 'na
girmesi her zaman yasaktır. Bu ilke -doğası gereği- herkese ve süresiz uy­
gulanacağından, saraylarının verdiği buyrukların uygulamasını yapm akla
görevli tam yetkili temsilciler, -Avrupa barışının sağlamlaştırılması ama­
cına yönelik olarak bütün sarayların niyetlerine yön veren anlaşma ve bir­
liği ortaya koymak için- yukarıda belirtilen ilkeye saygı göstermenin uy­
gun olacağı konusunda ve Padişah hazretlerinin daveti ve arzusuyla yapı­
lacak bir karşılıklı antlaşma aracılığıyla Fransa 'nın yardım etmesi konu­
sunda görüş birl iğine varmışlardır. Söz konusu karşılıklı antlaşmanın beş
devletin ortak güvencesini Avrupa'ya sunacak yapıda olması nedeni yle,

3 56
Britanya Kralı Hazretlerinin dışişleri bakanlığının başında bulunan tem­
silcisi diğer dört devletin tam yetkili temsilcileriyle anlaşarak bu konuyu
Fransız hükümetinin bilgisine sunmakla görevlendirildi; uygulama, bir
yandan Padişahın gelecekte yukarıda belirtilen ilkeye uymakta kesin ka­
rarl ı olduğunu açıklamaya davet edilmesiyle; öte yandansa, beş dev letin
bu ilkeye saygı gösterecekleri ve söz konusu ilkeye uyac akları ortak ka­
rarını açıklamaya davet edilmeleri yle sağlanacaktır.

İmzalayanlar:· ESTERHAZİ, NEUMANN, PALMERSTON,


BULOW , BRUNOW .

Madde l . Bir yandan Zat-ı Şevketsimat Hazreti Padişah} imparator­


luğunun eski değişmez kuralı halindeki ilkeyi gelecekte uygulamaya ke­
s in kararlı olduğunu açıklıyor; bu ilkeye göre yabancı devletlerin savaş
gemilerinin Çanakkale ve İstanbul boğazlarına girişi her zaman yasaktı;
ve Zat-ı Şevketsimat Hazreti Padişahı, Devlet-i Aliye barış içinde olduğu
sürece, adı geçen boğazlara hiçbir savaş gemisini kabul etmeyecekt ir.
Ve diğer yandan Majesteleri Fransızların Kralı, Avusturya İmpara­
toru, Lehistan45 ve Bohemya Kralı, Büyük Britanya Birleşik Krall ığı ve
İrlanda Kraliçesi, Prusya Kralı ve Rusya İmparatoru, Paidşahın bu kararı­
na saygı göstermeyi ve yukarıda belirtilen ilkeye uymayı taahhüt ederler.
Madde 2. Devlet-i Aliye'nin yukarıda belirtilen eski kuralının bo­
zulmazlığını belgeleyerek, Zat-ı Şevketsiınat Hazret-i Padişahı, tıpkı geç­
mişte de olduğu gibi , dost devletlerin sefaretlerinin hizmetinde olan hafif
savaş gemilerinin geçişine ferman vermeyi taahhüt buyurur.
Madde 3. Zat-ı Şevketsimat Hazreti Padişahl, Bab-ı Ali 'nin dostluk
ilişkisi kurduğu bütün devletleri bu uzlaşmaya uymaya davet ederek söz
konusu uzlaşmadan haberdar edecektir.
Madde 4. Bu uzlaşma onaylanacak ve onaylanan nüshalar iki ay
sonra ya da elden geldiğince daha kısa bir süre sonra, Londra'da karşılık­
lı olarak sunulacaktır.

45 Prof. Nihat Erim 'in Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri yapıtında 'Lehi stan' değil ' Ma­
car' kralı denmektedir. (Ç.N.)

357
Buna dayanarak tam yetkili ilgililer uzlaşmayı imzalamış lar ve
devletlerinin mühürlerini basmışlardır.
1 841 yılının 1 3 Temmuz ' unda Londra'·da yapılmıştır.

İmzalayanlar: BOURQUENEY, ESTERHAZİ, NEUMAN,


PALMERSTON, BULOW, BRUNOW , ŞEKİP.
EK 10.

30 MART 1856'DA FRANSA, AVUSTURYA,


BÜYÜK BRİTANY A BİRLEŞİK KRALLIGI,
PRUSYA, RUSYA, SARDİNYA VE TÜRKİYE
ARASINDA İMZALANAN BARIŞ VE DOSTLUK
ANTLAŞMASI

KADİRİ MUTLAK ALLAH 'IN ADIYLA

Haşmetli Fransa İmparatoru, Büyük Britanya Birleşik Kral lığı ve


İrlanda Kraliçesi, bütün Rusya 'Iarın İmparatoru, Sardinya Kral ı ve Os­
m anlıların İmparatoru, savaş ın büyük yıkımına son vermek arzusuyla ya­
narak ve savaşı doğuran sıkıntıl arın yeniden başlayacağını önceden haber
vermek isteyerek,
barışın yeniden sağlanması ve güçlendirilmesi , etkili ve karşılıklı
verilen güvencelerle Osmanlı İmparatorluğu 'nun bağımsızlığının ve bü­
tünlüğünün korunması konularında Majesteleri Avusturya İmparatoru ile
müzakereye karar vermişlerdir.
Bu amaçla, adı geçen majesteler tam yetkili başdelege olarak şu ki­
şileri atamışlardır:
Haşmetli Fransa İmparatoru :
Sayın Alexandre, Kont Colonna Walewski , İmparatorluk senatörü,

359
Legion d 'honneur nişanının grand officier'si, Equestre des Seraphins ni­
şanının Büyük Haç şövalyesi , Saints Maurice ve Lazare nişanının Büyük
Haç ' ı , 1 . dereceden Mecidiye nişanı, vb nişanların sahibi , Dışiş ler Baka­
nı ve senatör;
Sayın François-Adolphe, Bourquenay baronu, Legion d ' honne­
ur' ün İmparatorluk Büyük Haç nişanı ve Avusturya Leopold nişan ı , bir
kıt ' a murassa tasvir-i padişah!, vb. nişanların sahibi ve Papalığın Majes­
teleri nezdindeki tam yetkil i büyükelçisi;
Haşmetli Avusturya İmparatoru:
Sayın Karl-Ferdinand, Boul-Schauenstein kontu, A vurturya Le­
opold imparatorluk nişanı, birinci sınıf Demir Taç şövalyelik nişanı , Le­
gion d 'honneur' ün İmparatorluk Büyük Haç nişanı, Prusya Kara Kartal
ve Kızıl Kartal şövalyelik nişanı, Legion d 'honneur'ün Büyük Haç nişa­
nı, Prusya Kara Kartal ve Kızıl Kartal şövalyelik nişanı, Alexandre News­
ki im para.torluk murassa Büyük Haç nişanı, Kudüs S aint-Jean Büyük Haç
nişanı, Mecidiye nişanının birinci rütbesi , vb nişanların sahibi, şu anda
imparatorun mabeyincisi ve en yakın danışmanı, Dışişleri Bakan ı, ve
Meclis-i Vükela başkanı.
Sayın Joseph-Alexandre, Hübner baronu, İmpartorluk Büyük De­
mir Haç nişanı, Legion d 'honneur' ün İmparatorluk Grand-Officier nişanı
sahibi, şu anda imparatorun en yakın danışmanı ve Fransa sarayındaki
olağanüstü ve tam yetkili büyükelçisi;
Büyük Britanya Birleşik Krallığı ve İrlanda Kraliçesi :
Çok sayın Georges-William-Frederic, Clarendon kontu, Hyde of
Hindon baronu, Birleşik Krallık Lordlar kamarası üyesi, Majesteleri İn­
gi ltere Kraliçesinin özel meclisindeki danışmanı, çok soylu Jarretiere ni­
şanının şövalye derecesi, çok soylu Bain nişanının Büyük Haç şövalyesi
dereces i sahibi, Majestelerinin Dışişleri Bakanı.
Ve çok sayın Henry-Richard, Cowley baronu, Birleşik Kral lık
Lordlar kamarası üyesi, çok soylu Bain nişanının Büyük Haç şövalyesi
derecesi sahibi ,_Majestelerinin Fransa İmparatoru nezdindeki olağanüstü
ve tam yetkili büyükelçisi;

Bütün Rusya ' ların Haşmetli İmparatoru:


Sayın Aleksi, Orloff kontu, Majestelerinin asakir-i hassa kom utanı

360
ve süvari generali , İmparatorluk meclisi ve bakanlar komitesi üyes i . Ma­
jestelerinin genel karargah komutanı, Majestelerinin iki murassa tasvirle­
ri nişanının (İmparator Nikola ve Aleksandr Il'nin), elmas Sv. Andre ve
Rusya nişanının şövalye derecesinin, Avusturya birinci dereceden S . Ste­
fan nişanı Büyük Haç derecesinin, Prusya elmas S. Andre nişanının , S ar­
dinya Annonciade nişanının ve birçok başka yabancı devlet nişanının sa­
hibi;
Ve Sayın Filip Bn.ınov baronu, imparatorun danışmanı, im parato­
run Alman konfederasyonu ve Altesleri Hessen Grandükünün nezdindeki
olağanüstü başdelegesi ve tam yetkili bakanı, birinci sınıf S. Vladim ir ni­
şanının şövalyelik derecesi, elmasl ı Aleksandr Nevski nişanı , Beyaz Kar­
tal nişanı, birinci sınıf S. Anne nişanı, birinci sınıf Prusya Kızıl Kartal ni­
şanının Büyük Haç derecesi, Avusturya S. Stefan nişanının komandör de­
recesi ve birçok başka yabancı devlet nişanının sahibi;
Haşmetli Sardinya Kralı:
Sayın Camille Benso, Cavour kontu, Saint Maurice ve Lazare nişa­
nının Büyük Haç derecesi, Savoia Merite civil nişanının şövalyelik dere­
cesi, Legion d 'honneur İmparatorluk nişanının Büyük Haç derecesi , Me­
cidiye nişanının birinci rütbesi , birçok başka yabancı devletin Büyük Haç
nişanları sahibi, Bakanlar kurulu başkanı ve Maliye Bakanı.
Ve Sayın Salvador, Villamarina markisi, S aints Maurice ve Lazare
nişanlarının Büyük Haç derecesi, Legion d'honneur İmparatorluk nişanı­
nın grand-officier derecesi , vb. sahibi. Majestelerinin Fransızların Haş­
metli İmparatoru nezdindeki olağanüstü ve tam yetkili büyükelçis i ;
V e Haşmetli Osmanlıların İmparatoru;
Mehmet Emin A li Paşa, Osmanlı İmparatorluğu sadrazamı, Meci­
diye Liyakat nişanının birinci rütbesi, Fransa Legion d 'honneur nişanının
Büyük Haç derecesi, Avusturya S. Stefan nişanı, Prusya Kızıl Kartal ni­
şanı, Rusya S. Anne nişanı, Sardinya S aints Maurice ve Lazare niş anları,
İsveç Kutup Yıldızı nişanı, ve birçok başka yabancı devletin nişanlarının
sahibi .
Ve Mehmet Cemil Bey, Mecidiye imparatorluk nişanının ikinci rüt­
besi, Saints Maurice ve Lazare nişanlarının Büyük Haç derecesinin sahi­
bi , Majestelerinin Fransızların İmparatoru nezdindeki olağanüstü ve tam

36 1
yetkil i büyükelçisi , aynı görevi Majesteleri Sardinya Kralı nezdinde de
üstlenmi ştir.
Bu başdelegeler Paris kongresinde toplandılar.
Ne mutlu ki aralarında uzlaşma oldu , Haşmetli Fransa İmparatoru,
Avusturya İmparatoru , Büyük Britanya Birleşik Krallığı ve İrlanda Kra­
liçesi, bütün Rusya'lann İmparatoru , Sardinya Kral ı ve Osmanlıların
İmparatoru , Avrupa 'nın çıkarları açısından, On Üç Temmuz Bin Sekiz
Yüz Kırk Birde antlaşmayı imzalayan Haşmetli Prusya Kral ının yapıla­
cak yeni düzenlemelere katılması için çağmlmasına ve genel barışın
sağlanmasınd a adı geçen Majestelerinin yardımının istenmesine ve on­
dan Kongre 'ye tam yetkili bir başdelege göndermesinin istenmesine ka­
rar verdiler.
Bunun üzerine Haşmetli Prusya Kralı tam yetkili başdelegeleri ola­
rak şu kişileri atadılar:
Sayın Otto-Theodor, Manteuffel baronu, meclis başkanı ve Dışişle­
ri Bakanı, birinci sınıf Kızıl Kartal nişanının şövalyelik derecesi, meşe
yaprağı, tac ve asa dereceleri ; Hohenzollem nişanı komandörü, Prusya S .
Johan nişanı şövalyelik derecesi, Macaristan S. Stefan nişanının büyük
haç derecesi, S. Aleksandr Nevski nişanının şövalyelik derecesi, Saint­
Maurice ve Lazare nişanının Büyük Haç derecesi ve Türkiye İftihar Nişa­
nı, vb. sahibi .
Ve S ayın Maximilian-Friedrich:.Karl-Franz, Hatzfeldt-Wi lden­
burg-Schrenstein kontu, şu andaki özel danışmanı, Fransa sarayındaki
olağanüstü ve tam yetkili elçisi , ikinci sınıf Prusya Kızıl Kartal nişanının
şövalyelik derecesi , meşe ve maden yapraklan dereceleri , birinci sınıf
Hohensollem şeref nişanının şövalyelik derecesi, vb. sahibi .
Tam yetkili başdelegeler bunu kanıtlayan belgeleri karşıl ıklı olarak
sunduktan sonra ve bunların yeterli ve gereği gibi olduğunu kabul ettik­
ten sonra şu maddeler üstünde anlaştılar:
l . Madde. Bu antlaşmanın devletlerce onaylandığı tarihten baş laya­
rak Fransızların Haşmetli Kralı, Haşmetli Büyük Britanya Birleşik Kral­
lığı ve İrlanda Kraliçesi, Majesteleri Sardinya Kralı, Osmanlı İmparator­
luğu 'nun Haşmetli Padişahı bir yanda, bütün Rusya' lann Haşmetli İmpa-

362
ratoru öte yanda barış ve dostluk içinde olacaklardır; ve onl arın kalıtç ı l a­
rı ve yerlerine geçenler, devletleri ve uyrukları arasında da, sürekli barış
ve dostluk olacaktır.
2. Madde. Ne mutlu ki , adı geçen majesteler arasında barış sağlan­
dığından, savaş sırasında ordularca fethedilen ya da işgal edi len topraklar
karşılıklı olarak boşaltılacaktır.
Elden geldiğince çabuk biçimde yapılması gereken boşaltma işle­
minin nasıl olacağı özel dj.izenlemelerle kurallara bağlanacaktır.
3 . Madde. Bütün Rusya'ların Haşmetli İmparatoru, Haşmetli Padi­
şaha Kars kentini ve kalesini ve aynca Rus birliklerinin ellerinde tuttuk­
ları diğer Osmanlı topraklarını geri vermeyi taahhüt eder.
4. Madde. Fransızların Haşmetli Kralı, Majesteleri, Büyük Britan­
ya Birleşik Krallığı ve İrlanda Kraliçesi, Majesteleri Sardinya Kralı ve
Majesteleri Osmanlı İmparatorluğu 'nun Padişahı, Sıvastopol, Balaklava,
Kamış, Gözleve, Kere , Yenikale, Kılbumu kentleri ve limanları ve müt­
tefik birliklerinin işgal ettiği bütün diğer toprakları Majesteleri bütün
Rusya'ların İmparatoruna geri vermeyi taahhüt eder.
5 . M adde. Fransızların Haşmetli İmparatoru, Majesteleri , Büyük
_
Britanya Birleşik Krallığı ve İrlanda Kraliçesi , bütün Rusya 'ların İm para­
toru, Sardinya Kralı ve Zat-ı Hazret-i Padişahi, kendi uyrukl arından ol­
dukları halde savaş sırasında düşman lehine herhangi bir olaya adı karı­
şanlara tam ve eksiksiz af ç ıkarmayı kabul ederler.
Söz konusu affın, savaşan tarafların her birinin savaş sırasında sa­
vaşan devletlerden birinin hesabına çalışan uyruklarına da uygulanacağı
elbette açıkça ortadadır.
6. Madde. Savaş esirleri hemen karşılıklı olarak iade edilecektir.
7. Madde. Fransızların Haşmetli İmparatoru, Avusturya'nın Haş­
metli İmparatoru, Haşmetli Büyük Britanya Birleşik Krallığı ve İrlanda
Kraliçesi, Haşmetli Prusya Kralı, bütün Rusya'ların Haşmetli İmparatoru
ve Haşmetli Sardinya Kralı, Avrupa genel hukukunun ve birliğinin n.imet­
lerinden Osmanlı Devleti 'nin de yararlanacağını ilan ederler. Haşmetli le­
rin her biri kendisi açısından Osmanlı İmparatorluğu 'nun bağımsızlığına
ve bütünlüğüne saygı göstermeyi taahhüt ederler ve hep birl ikte bu taah-

363
hüde katı biçimde uyulmasını güvence altına alırlar ve, bunun sonucu ola­
rak, Osmanlı Devleti 'nin bağımsızlık ve bütünlüğüne yönelik her hareke­
te ortak çıkarlara yönelik bir sorun olarak bakacaklardır.
8. Madde. Devlet-i Aliye ile antlaşmaya imza koyan bir ya da bir­
çok devlet arasındaki ilişkilerin sürdürülmesini tehlikeye düşüren bir an­
laşmazlık ortaya çıktığında, Devlet-i Aliye ve bu devletlerin her biri kuv­
vete başvurmadan önce antlaşmaya imza koymuş diğer devletlerin aracı­
lık yapmasına meydan vereceklerdir.
9. Madde. Sürekli uyruklarının mutluluklarını düşünme kaygısı
içinde olan Zat-ı Hazret-i Padişahi, din, ırk ayırımı yapmaksızın uyrukla­
rının yazgısını iyileştirmek için bir ferman çıkararak imparatorluğundaki
Hıristiyan halklara yönelik inayet dolu niyetlerini ortaya koydu ve bu ko­
nudaki duygularına yeni bir kanıt olarak kendi iradelerinden doğan bu
fermanı antlaşmaya imza koyan devletlere bildirmeye karar verdi.
Antlaşmaya imza koyan devletler bu tebliğin yüksek değerinin bi­
lincindedirler. Elbette bu tebliğ, hiçbir durumda, adı geçen devletlere ge­
rek toplu olarak, gerekse ayn ayn olmak üzere Zat-ı Hazret-i Padişahi'nin
ne uyruklarıyla ilişkilerine ne de imparatorluğunun iç yönetimine karışma
hakkı verecektir.
1 O. Madde. Osmanlı Devleti 'nin İstanbul ve Çanakkale boğazları­
nın kapatılmasına i lişkin eski kuralları sürdüren On Üç Temmuz Bin Se­
kiz Yüz Kırk Bir antlaşması oy birliğiyle gözden geçirilmiştir.
Antlaşmaya imza koyan yüce taraflar arasında bu ilkeye uygun bi­
çimde yapılan akit bu antlaşmaya eklenmiştir ve antlaşmanın bir parça­
sıymış gibi kuvvetli ve değerli s ayılacaktır.
1 1 . Madde. Karadeniz tarafsızdır: Bütün ulusların ticaret gemi leri­
ne açıktır; bu antlaşmanın 1 4. ve 1 9. maddelerinde belirtilen istisnalar dı­
şında, suları ve limanları -kesinlikle ve sürekli olarak- gerek bu denize kı­
yısı olan devletlerin, gerekse diğer devletlerin savaş gemilerine ya<ıaklan­
mıştır.
1 2. Madde. Karadeniz ' in sularında ve limanlarında hiçbir köstekle
karşılaşmayacak olan ticaret, yalnızca, karşılıklı ticaret işlemlerini geliş­
tirmeyi amaçlayan bir anlayışla hazırlanmış sağlık, gümrük, polis yönet­
meliklerine bağlı kalacaktır.

364
Bütün ulusların ticaret ve denizcilik çıkarlarına arzulanan güvenli­
ği sağlamak için, Rusya ve Devlet-i Aliye Karadeniz kıyılarındaki liman­
larında uluslararası hukukun ilkelerine uygun biçimde konsoloslar bulun­
durulmasını kabul edeceklerdir.
1 3 . Madde. 1 1 . maddenin içeriği nedeniyle Karadeniz tarafsız hale
getirildiğinden, Karadeniz kıyılarında askeri tersanelerin bulundurul ması
ya da yapılması hem gereksiz, hem de yararsız hale gelmiştir. Bu neden­
le, bütün Rusya' lann Haşmetlfi İmparatoru ve Zat-ı Hazret-i Padiş ahi Ka­
radeniz kıyısındaki askeri tersaneleri kaldırmayı ve yeni askeri ters ane
yapmamayı taahhüt ederler.
1 4. Madde. Bütün Rusya ' lann Haşmetlfi İmparatoru ve Zat-ı Haz­
ret-i Padişahi kıyılarının hizmeti için bulundurulacak gerekli gücü ve ha­
fif gemilerin sayısını belirleme konusunda bir uzlaşmaya varmış oldukla­
rından, söz konusu uzlaşma bu antlaşmaya eklenmiştir ve antlaşmanın bir
parçasıymış gibi kuvvetli ve değerli sayılacaktır. Söz konusu uzlaşma, bu
antlaşmaya imza koyan devletlerin onayı olmadıkça bozulamayacak ya
da değiştirilemeyecektir.
1 5. Madde. Viyana Kongresi 'nin kararlan birçok devletten geçen
ya da devletlerin sınırlarını çizen ırmaklar üzerindeki seyrüseferi düzen­
lediğinden, antlaşmayı yapan devletler aynı ilkelerin gelecekte Tuna'ya
ve boğazlarına da uygulanacağını açıkça belirtirler. Bu uygulamanın bun­
dan böyle Avrupa hukukun içinde yer alacağını ve bunun kendi güvence­
leri altında olduğunu açıklarlar.
Tuna üzerindeki seyrüsefer bundan sonraki maddelerde bulunan
özel koşullar arasında özellikle belirtilmedikleri sürece ne herhangi bir
kösteğe, ne de vergiyle bağımlı kılınacaktır. Bunun sonucunda, yalnızca
ırmak seyrüseferine dayalı olarak ne herlıangi bir ayakbastı parası, ne ge­
mide bulunan mallardan herhangi bir vergi alınacakhr. Irmağın birbirinden
ayırdığı ya da içinden geçtiği devletlerin güvenliğini sağlamak için yapıla­
cak karantina ve inzibat yönetmelikleri -elden geldiğince- gemilerin dola­
şımını kolaylaştıracak biçimde tasarlanacaktır. Bu yönetmelikler dışında,
serbest seyrüsefere -ne olursa olsun- hiçbir engel getirilmeyecektir.
1 6 . M a dd e Bir önceki maddedeki düzenlemeleri gerçekleştirmek
.

amacıyla, her biri birer delegeyle temsil edilen Fransa, Avusturya, İngil-

365
tere, Prusya, Rusya, Sardinya ve Türki ye 'nin katılacağı bir komisyon ku­
rulacak ve bu komisyon İsakçı 'dan başlayarak Tuna boğazlarında ve çev­
resindeki deniz bölümlerinde tıkamaya yol açan kumları ve di ğer engel­
leri ortadan kaldırarak, ırmağın bu bölümünde ve denizin adı geçen ke­
sim lerinde seyrüsefer için en elverişli koşulları sağlamak amacıyla gerek­
li ç alışmaları yapmakla görevli olacaktır.
Bu çalışmaların ve Tuna boğazlarında seyrüseferi sağlam ak ve ko­
lay Iaştırmakla görevli kurumların giderlerini karşılamak için, kom isyo­
nun oy çokluğuyla belirleyeceği uygun orandaki sabit rüsum lar -bütün
ulusl arın bandırası altındaki gemilere tam eşit biçimde davranılmas ı açık
koşuluyla- alınabilecektir.
1 7. Madde. Avusturya, Bavyera, Saltanat-ı Seniye46 ve Wurtem­
berg ' in birer delegesinden oluşan bir komisyon kurulacak, buna üç Tuna
beyliğinin atamaları Saltanat-ı Seniye onayından geçecek komiserleri de
katılacaktır. Sürekli görev yapacak bu komisyon 1 ° ırmak inzibatı ve sey­
rüsefer yönetmeliklerini hazırlayacak; 2° Viyana Antlaşması hüküm leri­
nin Tuna'da uygulanmasını bala olanaksızlaştıran engelleri -hangi yapı­
da olurlarsa olsunlar- ortadan kaldıracak; 3° ırmak çığırı boyunca gereken
çalışmaları düzenleyecek ve yaptıracak; ve 4° Avrupa komisyonunun da­
ğılmasından sonra Tuna boğazlarında ve çevresindeki deniz kesimlerinde
seyrüseferin sürekliliğini sağlayacaktır.
1 8 . Madde. Avrupa komisyonu ve Tuna'ya kıyıdaş devletlerin ko­
misyonu önceki maddenin 1 ° ve 2° no ' l arında belirtilen işleri iki yıl için­
de tamamlamış olacaklardır. Antlaşmaya imza koyan ve konferansa katı­
lan devletler işlerin bittiğini öğrenir öğrenmez, komisyonda karar aldık­
tan sonra Avrupa komisyonunun dağıldığını ilan edeceklerdir ve bu an­
dan başlayarak kıyıdaş devletlerin sürekli komisyonu Avrupa komisyonu­
nun o ana kadar üstlendiği yetkileri aynen üstlenecektir.
1 9. Madde. Ortak uzlaşmayla hazırlanan yönetmeliklerin yukarıda
belirtilen ilkeler doğrultusunda uygulanmasını sağlamak için, antlaşmaya
imza koyan devletlerin her biri, Tuna boğazlarında her an iki hafif gemi
bulundurma hakkına sahip olacaklardır.

46 Osmanlı Devleti . (Ç.N.)

3 66
20. Madde. Bu antlaşmanın dördüncü maddesinde sıralanan kent­
ler, limanlar ve topraklar karşı lığında ve Tuna 'daki serbest seyrüseferi da­
ha da güvence altına almak için, bütün Rusya' ların Haşmetli İm paratoru
Besarabya'daki sınırının düzelti lmesine razı olmaktadır.
Yeni sınır Karadeniz kıyısında, Bovnasola ırmağının bir ki lometre
doğusunda başlayacak, dikey olarak Akkerman yoluna ulaş acak, Trajan
deresine kadar bu yolu izleyecek, Belgrad ' ın güneyinden geçecek, Yal­
puk ırmağı boyunca Saratiska tepelerine kadar yukarı çıkacak ve Prut ır­
mağı kıyısındaki Katamori ' ye ulaş acaktır. Bu noktanın yukarısında, iki
imparatorluk arasındaki eski sınırda hiçbir değişiklik yapılmayacaktır.
Antlaşmaya imza koyan devletlerin delegeleri yeni sınır çizgis ini
aynntılanyla saptayacaklardır.
2 1 . Madde. Rusya'nın bıraktığı toprak, Devlet-i A liye'nin egemen­
liğindeki Buğdan Beyliği 'ne katılacaktır.
Bu topraklarda oturanlar Beyliklere tanınan hak ve ayrıcalıkl ardan
yararlanacaklardır ve üç yıllık zaman dilimi içinde mallarını serbestçe s a­
tarak evlerini istedikleri yere taşımalarına izin verilecektir.
22. Madde. Eflak ve Boğdan beylikleri , Devlet-i A liye 'nin egemen ­
liği ve antlaşmaya imza koyan devletlerin güvencesi altında s ahip olduk­
ları ayrıcalıklardan ve bağışıklıklardan yararlanmaya devam edeceklerdir.
Güvence veren devletlerin hiçbiri onlara özel bir koruma uygul amayacak­
tır. Bu beyliklerin iç işlerine karışmaları konusunda hiçbir özel hakları ol­
mayacaktır.
23. Madde. Saltanat-ı Seniye söz konusu beyliklere bağımsız ve
ulusal bir yönetim ve aynı zamanda da tam bir din, yasama, ticaret ve sey­
rüsefer özgürlüğü vermeyi taahhüt eder.
Bugün yürürlükte olan yasalar ve tüzükler gözden geçirilecektir.
Söz konusu gözden geçirmede tam bir uzlaşma sağlamak için, Bükreş 'te
aralıksız çalışacak bir özel komisyon kurulacak (bu komisyonun bileşimi
konusunda, antlaşmaya imza koymuş yüce devletler anlaşacaklard ır) ve
Devlet-i A liye'nin bir komiseri de komisyona katılacaktır.
Bu komisyonun görevi, beyliklerin bugünkü durumuna ilişkin bilgi
edinmek ve gelecekteki örgütlenmelerinin temellerini önermektir.

367
24. Madde. Zat-ı Hhazret-i padişahı, toplumdaki bütün s ı n ı fl ar ı n çı­
karlarını en doğru temsil edecek biçimde oluşturulmuş birer özel divanı
her iki vilayette hemen toplantıya çağırmaya söz verir. Bu divanlar Bey­
liklerin kesin örgütlenişiyle ilgili olarak halkın isteklerini dile getirmekle
görevli olacaklardır.
Kongrenin hazırlayacağı bir yönerge Komisyon ile divan l ar arasın­
daki ilişkileri düzenleyecektir.
25. Madde. Komisyon, her iki divanın ortaya koyduğu kanıları dik­
kate alarak, hiç vakit geçirmeden günümüzdeki konferans merkezine yap­
tığı çalışmanın sonucunu aktaracaktır.
Egemen devlet ile varılacak son uzlaşma, yüce katılımcı devletler
arasında Paris 'te sonuca bağlanacak bir sözleşmeyle onaylanacaktır; ve
sözleşmenin özel koşullarına uygun bir Hattı şerif, artık antlaşmayı imza­
layan devletlerin ortak güvencesi altında bulunan bu vilayetlerin örgütle­
nişini kesin biçimde oluşturacaktır.
26. Madde. Beyliklerde iç güvenliği ve sınırların güvenliğini sağla­
m ak amacıyla düzenlenmiş ulusal bir silahlı kuvvetin bulunmasına karar
verilmiştir. Her tür yabancı saldırıyı geri püskürtmek için Devlet-i Aliye
ile anlaşarak alınacak olağanüstü savunma önlemlerine hiçbir engel çıka­
rılamayacaktır.
27. Madde. Eğer Beyliklerin iç huzuru tehdit edilir ya da tehlikeye
düşerse, Devlet-i Aliye, yasal düzeni sürdürmek ya da yeniden sağlamak
için alınacak önlemler konusunda antlaşmaya imza koyan diğer devletler­
le anlaşacaktır. Bu devletler arasında önceden anlaşmaya varılmadan bir
silahlı müdahele yapılam ayacaktır.
28. Madde. Sırbistan Beyliği, artık antlaşmayı imzalayan devletle­
rin ortak güvencesi altında olan haklarını ve bağışıklıklarını saptayan ve
belirleyen Hattı hümayunlara uygun olarak Saltanat-ı Seniye 'nin egemen­
liği altında kalmaya devam edecektir
Bunun sonucunda, adı geçen beylik bağımsız ve ulusal yönetimini,
eksiksiz bir din, yasama, ticaret ve seyrüsefer özgürlüğünü koruyacaktır.
29. Madde. Saltanat-ı Seniye 'nin asker bulundurma hakkı daha ön­
ceki yönetmeliklerce tanınan biçimiyle korunmuştur. Antlaşmayı imzala-

368
yan yüce devletlerin önceden alınmış kararlan olmadan hiçbir askeri mü­
dahele yapılamaz.
30. Madde. Büt� Rusya ' ların Haşmetli İmparatoru ve Zat-ı Haz­
ret-i Padişah!, i lişkilerin kesi lmesinden önce Asya'da sahip oldukları top­
rakları aynen ve o zamanki bütünlüğü içinde ellerinde tutmaya devam
edeceklerdir.
Her türlü yerel anlaşmazlığı ortadan kaldırmak için, sınır çizgisi in­
celenecek ve gerekirse -her iki taraftan birinin toprak kaybına yol açma­
dan- düzeltilecektir.
Bu amaçla, iki Rus komiseri, iki Osmanlı komiseri , bir Fransız ko­
miseri ve bir İngiliz komiserinden oluşan bir karma komisyon, Rusya
Devleti ile Devlet-i Aliye arasındaki ilişkilerin kurulmasından hemen
sonra, söz konusu yerlere gönderilecektir. Söz konusu komisyonun göre­
vi, bu antlaşmanın onaylarının karşılıklı olarak teslim edilmesinden baş­
layarak sekiz ay içinde tamamlanmak zorundadır.
3 1 . Madde. On İki Mart Bin Sekiz Yüz Elli Dörtte Fransa, Büyük
Britanya ve Devlet-i A liye arasında İstanbul 'da imzalanan; aynı yılın On
Dört Temmuzunda Avusturya ile Devlet-i A liye ve On Beş M art Bin Se­
kiz Yüz Elli Beşte Sardinya ve Devlet-i Aliye arasında imzalanan antlaş­
m alar gereğince, bu antlaşma onaylarının karşılıklı olarak teslim edilme­
s inden sonra, elden geldiğince en erken tarihte, savaş sırasında Frans ızla­
rın Haşmetli İmparatorunun, Avusturya İmparatorunun, Büyük Britanya
Birleşik Krallığı ve İrlanda Kraliçesinin, Sardinya Kralının birliklerince
işgal edilen topraklar boşaltılacaktır. Boşaltma mühleti ve biçimleri Dev­
let-i Aliye ile Osmanlı topraklarını işgal eden devletler arasında yapılacak
bir düzenlemeye konu olacaktır.
32. Madde. Savaştan önce s avaşan devletler arasında varolan ant­
laşmalar ya da sözleşmeler yenileninceye ya da yerlerine yenileri imzala­
nıncaya kadar, dışalım ve dışsatım ticareti, karşılıklı olarak, savaş önce­
sinde yürürlükte olan yönetmelikler göre yapılacaktır; ve bu devletlerin
uyrukları, bütün başka konularda da, en ayrıcalıklı uluslarla aynı düzey­
de işlem göreceklerdir.
33. Madde. Bugün bir yanda Fransızların Haşmetli İmparatoru, Bü-

369
yük Britanya Birleşik Krallığı ve İrlanda Kraliçesi ve öte yanda bütün
Rusya'Iarın Haşmetli İmparatoru aras ında, Aland adalarıyla ilgi l i olarak
imzalanan sözleşme, bu antlaşmaya eklenecek ve bu antlaşman ın bir bö­
lümüymüş gibi aynı güç ve değere sahip olacaktır.
34. Madde. Bu antlaşma onaylan acak ve onaylar dört hafta sonra,
ya da eğer olan aklıys a daha önce, Paris 'te karşılıklı olarak tes lim edile­
cektir.
Buna dayanarak, her devletin tam yetkili başdelegeleri imzal arını
atmışlar ve armalarının mührünü basmışlardır.
Bin Sekiz Yüz Elli Altı yılının Otuz Mart günü Paris ' te düzenlen-
miştir.

İmzalayan : A. W ALEWSKİ, BOURQUENEY,


BOUL-SCHAUENSTEİN, HÜ BNER ,
CLARENDON, COWLEY,
MANTEUFFEL, HATZFELD, ORLOFF,
BRUNOV, CA VOUR, VİLLAMARİNA,
ALİ, MEHMET CEMİL.

EK VE GEÇİCİ MADDE

Bugün imzalanan Boğazlar sözleşmesi savaşan devletlerin işgal et­


tikleri topraklardaki ordularını boşaltmak için kullandıkları savaş gemile­
rine uygulanmayacaktır; ama, adı geçen maddeler boşaltma tamamlanır
tamamlanmaz tam yürürlüğe girecektir.
Bin Sekiz Yüz Elli Altı yılının Otuz Mart gilnil Paris 'te düzenlen-
miştir.

İmzalayan: A. W ALEWSKİ, BOURQUENEY,


BOUL-SCHAUENSTEİN, HÜ BNER,
CLARENDON, COWLEY,
MANTEUFFEL, HATZFELD, ORLOFF,
BRUNOV, CAVOUR, VİLLAMARİNA,
ALİ, ME HMET CEMİL.

370
BİRİNCİ EK.

HER ŞEYE KADİR ALLAH ' IN ADIYLA

On Ü ç Temmuz Bin Sekiz Yüz Kırk Bir sözleşmesini imzalayan


Fransızların Haşmetli İmparatoru, Avusturya İmparatoru, Büyük Britan­
ya Birleşik Krallığı ve İrlanda Kraliçesi, Prusya Kralı, bütün Rusya ' l arın
İmparatoru ve ayrıca Haşmetli Sardinya Kralı, Osmanlı İmparatorlu­
ğu 'nun Çanakkale ve İsranbul boğazlarının S altanat-ı Seniye barışta oldu­
ğu sürece yabancı savaş gemilerine kapalı olacağını söyleyen eski kural ı­
na uymaya kararlı olduklarını hep birlikte ortaya koymak isteyerek;
Bir yanda adı geçen Haşmetliler, öte yanda Zat-ı Şevketsimat Haz­
ret-i Padişahı, On Üç Temmuz Bin Sekiz Yüz Kırk Bir günü Londra'da
imzalanan sözleşmeyi, sözleşmenin temel aldığı ilkeyi zedelemeyen bir­
kaç ayrıntı niteliğindeki değişiklik yaparak yenilemeye karar verdi ler.
Bu amaçla, adı geçen Haşmetliler, belgenin altındaki tam yetki li
başdelegeleri atadılar:
Söz konusu başdelegeler tam yetkili olduklarını gösteren belgelerin
sunduktan ve bunların gereği gibi düzenlenmiş olduğu anlaşıldıktan son­
ra şu maddeler üzerinde uzlaşmaya vardılar:
1 . Madde. Bir yandan, Zat-ı Şevketsimat Hazret-i Padişahl, Dev let­
i A liye'nin, Saltanat-ı Seniye barışta olduğu sürece yabancı devletlerin
savaş gemilerinin Çanakka le ve İstanbul boğazlarına girmesini her zaman
yasaklamış olan eski kurala uymaya kararlı olduğunu ve Şevketsimat
Hazret-i Padişahl'nin hiçbir yabancı savaş gemisini adı geçen boğazlara
kabul etmeyeceğini açıklar.
Öte yandan, Fransızların Haşmetli İmparatoru, Avusturya İmpara­
toru, Büyük Britanya Birleşik Krallığı ve İrlanda Kraliçesi, Prusya Kralı ,
bütün Rusya'ların İmparatoru ve ayrıca Haşmetli Sardinya Kralı Zat-ı
Şevketsimat Hazret-i Padişahı'nin bu kararına saygı duymayı ve yukarı­
da belirtilen ilkeye uymayı taahhüt ederler.
2. Madde. Zat-ı Hazret-i Padişahı, eskiden olduğu gibi, iidet oldu­
ğu üzere dost devletlerin sefaretlerinin hizmetinde bulunan hafif savaş ge­
milerinin geçişi için fermanlar verme hakkını elinde bulundurur.

37 1
3 . Madde. Aynı ayrıcalık, antlaşmaya imza koyan devletlerin Tu­
na 'nın özgürlüğüyle ilgili yönetmeliklerin uygulanmasını sağlamak için
Tuna boğazlarında bulundurma hakkına sahip oldukları hafif savaş gemi­
leri (her devlet en çok iki gemi bulundurabilecektir) için de geçerlidir.
4. Madde. Bugün Paris 'te imzalanan genel antlaşmaya eklenen bu
sözleşme onaylanacak ve onaylar dört hafta sonra -ya da eğer olanaklıy­
sa daha önce- karşılıkl ı olarak teslim edilecektir.
Buna dayanarak, her devletin tam yetkili başdelegeler imzalarını at­
mışlar ve armalarının mührünü basmışlardır.
Bin Sekiz Yüz Elli Altı yılının Otuz Mart günü Paris te düzenlen-
'

miştir.

İmzalayan: A. W ALEWSKİ, BOURQUENEY,


BOUL-SCHAUENSTEİN, HÜ BNER,
CLARENDON, COWLEY,
MANTEUFFEL, HAT'ZFELD, ORLOFF,
BRUNOV, CAVOUR, VİLLAMARİNA,
ALİ, MEHMET CEMİL.

İKİNCİ EK.

HER ŞEYE KADİR ALLAH ' IN ADIYLA

Bütün Rusya'lann Haşmetli İmparatoru ve Zat-ı Şevketsimat Haz­


ret-i Padişahi, aynı yılın Yirmi Beş Şubat günü Paris 'te imzalanan 1 n ° lu
'

protokolün giriş bölümünde yazılı Karadeniz'i yansızlaştırmak ilkesini


göz önüne alarak ve bunun sonucunda Karadeniz kıyılarında hizmet için
bulundurma hakkı verilmiş hafif gemilerin sayısını ve güclinü ortak bir
uzlaşmayla düzenlemek isteyerek bu amaçla özel bir sözleşme imzala­
,

maya karar vermişler ve bu iş için belgenin altında imzaları olan kişileri


atamışlardır:
Bu kişiler tam yetkili olduklarını gösteren belgeleri sunduktan ve

372
bunların gereği gibi ve uygun biçimde düzenlenmiş oldukları anlaşı ldık­
tan sonra şu maddeler üstünde uzlaşmaya varılmıştır:
1 . Madde. Antlaşmaya imza koymuş yüce katılımcı taraflar, sayısı,
gücü ve boyutları hemen sonraki maddelerde açıklanacak savaş gemileri
dışında Karadeniz'de başka gemi bulundurmayacaklarını karşılıklı ol arak
taahhüt ederler.
2. Madde. Antlaşmaya imza koymuş yüce katılımcı tarafların her
biri , bu denizde, su kesimi uzunluğu elli metre, en yüksek tonajı sekiz yüz
tonilato olan en çok altı buharlı gemiyi ve her birinin tonajı iki yüz toni­
latoyu aşmayan buharlı ya da yelkenli dört hafif gemiyi bulunduracakla­
rını taahhüt ederler.
3. Madde. Bugün Paris 'te imzalanan genel antlaşmaya eklenen bu
sözleşme onaylanacak ve onaylar dört hafta sonra -ya da eğer olanaklıy­
sa daha önce- karşılıklı olarak teslim edilecektir.
Buna dayanarak, her devletin tam yetkili başdelegeleri imzalarını
atmışlar ve armalarının mührünü basmışlardır.
Bin Sekiz Yüz Elli Altı yılının Otuz Mart günü Paris'te düzenlen­
miştir.

İmzalayan: ORLOFF, BRUNOV, ALi, MEHMET


C EMİL .

ÜÇÜNCÜ EK.

HER ŞEYE KADİR ALLAH 'IN ADIYLA

Fransızların Haşmetli İmparatoru, Büyük Britanya Birleşik Krallı­


ğı ve İrlanda Kraliçesi, bütün Rusya'ların Haşmetli İmparatoru, Doğu ko­
nusunda aralarında varılan mutlu anlaşmayı Baltık denizine de yaymak ve
bu noktada genel barışın nimetlerini pekiştirmek isteyerek bir sözleşme
yapmaya karar vermişler ve bu amaçla belgenin altında imzaları olan ki­
şileri atamışlardır:

373
Bu kişiler tam yetkili olduklarını gösteren belgeleri sunduktan ve
bunların gereği gibi ve uygun biçimde .düzenlenmiş oldukları anlaş ıldık­
tan sonra şu maddeler üstünde uzlaşmaya yarılmıştır:
l . Madde. Fransızların Haşmetli İmparatoru, Büyük Britanya Birle­

şik Krallığı ve İrlanda Kraliçesinin kendisine ilettiği arzuya yanıt vermek


için.bütün Rusya'ların Haşmetli İmparatoru Aland adalarının tahkim edil­
meyeceğini ve burada ne ordu, ne de denizc ilikle ilgili hiçbir kurum bu­
lundurulmayacağını bildirir.
2. Madde. Bugün Paris 'te imzalanan genel antlaşmaya eklenen bu
sözleşme onaylanacak ve onaylar dört hafta sonra -ya da eğer olanaklıy­
sa daha önce- karşılıklı olarak teslim edilecektir.
Buna dayanarak, her devletin tam yetkili başdelegeleri imzal arı n ı
atmışlar ve armalarının mührünü b asmışlardır .

Bin Sekiz Yüz Elli Altı yılının Otu z Mart günü Paris 'te düzenlen-
miştir.

İmzalayan: A. W ALEWSKİ, BOURQUENEY,


CLARENDON, COWLEY, ORLOFF,
BR U N OV .

DEN İ ZC İL İ K HAKLARININ BAZI NOKTALARINI


DÜZENLEYEN 16 NİSAN 1 856 BİLDİRİSİ

30 Mart 1 856 Paris antlaşmasını imzalayan tam yetkili başdelege­


ler konferans halinde toplandılar,
Şu gözlemlerde bulundular:
* Deniz hukukunun, savaş zamanında, uzun süre üzücü itirazlara

konu oldu;
* Benzeri konularda hak ve ödevlerin belirsizliği, savaşan ülkeler

ve yansız ülkeler arasında ciddi güçlüklere ve hattli çatışmalara neden


olabilecek görü ş ayrılıklarına yol açmaktadır;
* Dolayısıyla, böylesine önemli bir n okta üstüne birbiçimli bir öğ­

reti hazırlamak yararlı olur;

374
* Paris kongresinde toplanan tam yetkili başdelegeler, uluslararası

ilişkilere değişmez ilkeler koymaya çalışarak hükümetlerinin bu konuda­


ki niyetlerine daha iyi hizmet edebileceklerdir;
Yukarıda adı geçen ve gerekli yetkilerle donanmış başdelegeler, bu
amaca ulaşmak için kullanılacak yöntemler üstünde düşündüler ve anlaş­
maya vararak şu görkemli bildiriyi kaleme aldılar:
1 ° Seyir yasaktır ve yasak kalacaktır;
2° Tarafsız bandıralı gemiler -savaş gereçleri dışında� düşman47
mallarını taşıyabilir;
3° Düşman devletin bandırası altında taşınan tarafsız devletlerin
mallarına savaş gereçleri dışında- el konamaz;
4° Ablukaların -zorunlu olabilmeleri için- etkili olması, başka bir
deyişle, düşman topraklarına girişi gerçekten yasaklayabilmeye yeterli bir
güçle yapılması gerekir.
Antlaşmaya imza koymuş başdelegelerin hükümetleri , bu bildiriyi
Paris Kongresi ' ne çağınlmamış devletlerin bilgisine sunmayı ve bu dev­
letleri de bildiriye katılmaya davet etmeyi taahhüt ederler.
Yeni ilan ettikleri kararların bütün dünyada minnetle kabul edi lece­
ğine inanan antlaşmaya imza koyan tam yetkili başdelegeler, alınan ka­
rarların genelleşmesi için hükümetlerinin sergileyeceği çabaların tam ha­
şarıya ulaşacağından kuşku duymuyorlar.
Bu bildiri, yalnızca bildiriyi kabul etmiş ya da edecek devletler ara­
sında zorunludur ve zorunlu olacaktır.
1 6 Nisan 1 856'da Paris 'te düzenlendi.

İmzalayan : A . WALEWSKİ, BOURQUENEY,


BOUL-SCHAUENSTE İN, HÜBNER,
CLARENDON, COWLEY,
MANTEUFFEL, HATZFELD, ORLOFF,
BRUNOV, CAVOUR, VİLLAMAR İ NA,
ALİ, MEHMET . CEMİL.

47 «Düşman» sözcüğüyle, antlaşmayı yapan devletler ıhşında kalan devletler anlatılmak ist�nmiş olmalı.
(Ç.N .)

375
EK 1 1 .

1 0 HAZİRAN 1857'DE PARİS 'TE İMZALANAN,


BESARABYA, TUNA DEL TASI VE YILANLAR
ADASINDA RUSYA İLE OSMANLI DEVLETİ
ARASINDAKİ SINIRI BELİRLEYEN VE 31 ARALIK
1857'DE ONAYLARI KARŞILIKLI OLARAK
PARİS 'TE SUNULAN ANTLAŞMA

Haşmetli Avusturya İ mparatoru, Fransızların İmparatoru, Büyük


Britanya Birleşik Krallığı ve İrlanda Kraliçesi, Prusya Kralı, bütün Rus­
ya ' ) arın İmparatoru, Sardinya Kralı ve Osmanlıların İmparatoru, 30 Mart
1 856 'da Paris 'te imzalanan antlaşmanın 2. maddesini hazırlamakla gö­
revli sınır komisyonunun çalışmalarını tamamladığını düşünerek ve ge­
çen 5 Ocakta yapılan protokolün düzenlemelerine uymak isteyerek, bir
antlaşma içinde bu maddeye ve aynca Yılanlar Adası ve Tuna deltası ko­
nusunda alınan kararlara ortak uzlaşmayla değişiklikler getirme ve aynı
protokolde bunlara yer verme çabası içine girerek bu amaca ulaşmak için
şu tam yetkili başdelegeleri atadılar:
(burada tam yetkili başde/egelerin adları bulunmaktadır.)
! . Madde.Rusya ile Türkiye arasında Besarabya'daki sınır çizgisi,
30 Mart 1 857 'de Kişenev'deki sınır belirleme komiserlerinin hazırladığı

376
ve paraflandıktan sonra bu antlaşmaya eklenen haritaya uygundur ve bu
harita tarafından belirlenmiştir.
2. Madde . Antlaşmaya katılan devletler, Tuna'nın ağzındaki çeş itli
kolları arasında kalan ve bu ırmağın deltasını oluşturan adal arın, Paris
Antlaşmas ının 2 1 . maddesinin üstü kapalı olarak belirttiği üzere Boğ dan
Beyliği 'ne bırakılacak yerde, -6 Ocak 1 857 protokolüne eklenen plan
uyarınca- tıpkı eskiden olduğu gibi gene Devlet-i A liye'nin doğrudan
egemenliğine bırakılmasını uygun bulmuşlardır.
3. Madde. Tıpkı �İah a önce Rusya ile Türkiye arasında imzalanmış
antlaşmalar gibi, 30 Mart 1 856 antlaşması da Yılanlar adasıyla ilgili ses­
s izliğini sürdürmüş ve Yüce Katılımcı Devletler bu adayı Tuna deltasının
bir parçası olarak kabul etmeyi uygun bulduklarından, bu adanın kaderi
önceki maddedeki düzenlemelerle belirlendiği gibi kalacaktır.
4. Madde. Uluslararası deniz ticaretinin çıkarları doğrultusunda,
Devlet-i A liye, Tuna' da dolaşan ve Odesa limanına giden gemilerin sey­
rüseferini sağlamaya yönelik olarak Yilanlar adasında bir deniz feneri
yapmayı taahhüt eder; 30 Mart 1 856 antlaşmas ının 1 7 maddesince Tuna
boğazlarında ve yakınındaki deniz kesimlerinde seyrüseferi sağlamak için
oluşturulan Tuna kıyısı devletleri komisyonu bu deniz fenerinin düzenli
hizmet vermesine dikkat edecektir.
5. Madde. Bu antlaşma onaylanacak ve onaylar dört hafta sonra -ya
da eğer olanaklıysa daha önce- karşılıklı olarak teslim edilecektir.
Buna dayanarak, her devletin tam yetkili baş delegeleri imzalarını
atmışlar ve armalarının mührünü basmışlardır.
1 857 yılının 10 Haziran günü Paris 'te düzenlenmiştir.

İmzalayan : HUBNER, W ALEWS Kİ, COWLEY,


HATZFELDT, KİSELYOV VİLLAMARİNİ,
,

MEHMET CEMİL.

377
EK 12

EFLAK VE BOGDAN BEYLİKLERİYLE48 İLGİLİ


SÖZLEŞME.

( 1 9 A Ö USTOS 1 858)

Fransızların HaşmetlO İmparatoru, Avusturya İmparatoru, Büyük


Britanya Birleşik Krallığı ve İ rlanda Kraliçesi, Prusya Kralı , bütün Rus­
ya '!arın İ mparatoru, Sardinya Kralı ve Osmanlıların İmparatoru, 30 Mart
1 856 'da Paris 'te imzalanan antlaşmanın kararlarına uygun olarak, Eflak
ve Boğdan Beyliklerinin kesin örgütlenmesiyle ilgili vardıkları son uzlaş­
mayı bir sözleşmeye dönüştürmek arzusuyla, söz konusu sözleşmeyi gö­
rüşmek ve imzalamak için şu tam yetkili başdelegeleri seçtiler:
Fransızların HaşmetlO İ mparatorunun seçtiği, Sör Alexandre, Kont
Colonna Walewski, İ mparatorluk senatörü, Legion d'honneur nişanının
grand-croix de l 'ordre İmperiale'inin, vb'nin sahibi. Dışişleri Bakanı ve
sekreteri;
Avusturya Haşmetlu İ mparatorunun seçtiği, Sör Joseph-Alexandre,
Hübner baronu, Leopold İmpartorluk büyük Haç nişanı ve Demir Taç ni­
şanı, vb'nin sahibi, şu anda imparatorun en yakın danışmanı ve Fransız-

48 Prenslikleri yle. (Ç.N.)

378
ların Haşmetli İmparatoru nezdinde olağanüstü ve tam yetkili büyükelçi­
si;
Büyük Britanya Birleşik Krallığı ve İrlanda HaşmetlO Kraliçes inin
seçtiği, çok sayın Henry-Richard-Charles , Cowley kontu , Dangan vikon­
tu, Cowley baronu, Birleşik Krallık Lordlar kamarası üyesi, Britanya Ma­
jestelerinin özel meclis üyesi, çok soylu Bain nişanının Büyük Haç şöval­
yesi derecesinin sahibi,_Majestelerinin Fransa İmparatoru nezdindeki ola­
ğanüstü ve tam yetkili büyükelçisi;
Prusya"nın Haşmetlu Kralının seçtiği, Sayın Maximilian-Friedrich­
Karl-Franz, Hatzfeldt-Wildenburg-Schrenstein kontu, birinci sınıf Prus­
ya Kızıl Kartal nişanının şövalyelik derecesi, meşe ve maden yaprakl arı
dereceleri, vb'nin sahibi , şu anda Kralın özel danışmanı, Fransızların
Haşmetli İmparatorunun nezdinde tam yetkili ve olağanüstü büyükelçisi;
Bütün Rusya'lann Haşmetlu İmparatorunun seçtiği, Kont Pavel Ki­
selyov, Rusya şövalyelik nişanı,İmparator Nikola ve Aleksandr' ın parlak
çift portreleri, vb'nin sahibi, imparatorun yaveri , piyade generali , İmpara­
torluk Meclisi üyesi, Fransızların HaşmetlO İmparatorunun nezdinde tam
yetkili ve olağanüstü büyükelçi;
Sardinya Haşmetlu Kralının seçtiği, Sayın Salvador, Vil lamarina
markisi, Saints Maurice ve Lazare nişanlarının Büyük Haç dereces i ,
vb'nin sahibi. Fransızların Haşmetli İmparatorunun nezdinde olağanüstü
ve tam yetkili büyükelçi;
Osmanlıların HaşmetlO İmparatorunun seçtiği, Mehmet Fuat Pa­
şa49, müşir ve vezir, Mecidiye nişanı ve birinci sınıf Liyakat nişanı, Ord­
re militaire nişanı, vb'nin sahibi , şu anda Hariciye Nazırı;
Bu tam yetkili başdelegeler (yetki belgeleri gerekli biçimde ve ge­
reği gibi düzenlenmişti) Paris 'te toplandılar ve şu düzenlemelere karar
verdiler:
1 . Madde. Eflak ve Boğdan Beylikleri bundan böyle Eflak ve Boğ­
dan Birleşmiş Beylikleri50i adıyla kurulmuştur ve Padişahın egemenliği
altına sokulmuştur.

49 Burada sözü edilen paşa, Keçeci zade Mehmet Fuat Paşadır. (Ç.N .)
50 «Beyli k» terimi yerine «emaret» terimi de kul lanılmaktadır. (Ç.N.)

379
2. Madde. Bayezit 1, Mehmet il, Selim 1 ve Süleyman 115 1 'nin çı­
kardığı kapitülasyonlar doğrultusunda (bunlar sayesinde bağımsızlıkl arı­
na kavuşmuşlardır), Bab-ı A li ile ilişkileri düzene konmuş ve birçok H at­
tı şerifle (özellikle de 1 834 yılındaki) şu kararlar alınmıştır; 30 Mart
1 856 'da Paris 'te imzalanan antlaşmanın 22. ve 23. maddelerine uygun
olarak, Beylikler, -antlaşmaya imza koyan devletlerin ortak güvencesi al­
tında- ellerinde bulundurdukları ayrıcalıklardan ve bağışıklıklardan yarar­
lanmaya devam edeceklerdir.
Bunun sonucunda, Beylikler Bab-ı A li 'nin her türlü müdahelesin­
den uzak olarak ve güvence veren devletlerle Osmanlı Devleti arasında
varılan anlaşma çerçevesi içinde iç yönetimlerinde serbest olacaklardır.
3. Madde. Her beylikte kamu erki bir voyvodayas2 ve etkin bir se­
çilmiş Meclise bırakılacak ve -bu sözleşmede öngörüldüğü koşullarda- iki
Beylikte ortak olarak görev yapan bir Merkezi komisyon onlara yardım
edecektir.
·4. Madde. Yürütme erki voyvodanın elindedir.
5. Madde. Yasama erkini voyvoda, Meclis ve Merkezi komisyon
ortaklaşa kullanacaktır.
6. Madde. Her beyliğin özel ç ıkarlarına ilişkin yasaları voyvoda ha­
zırlayacak ve Meclis onaylayacaktır.
İki beyliğin ortak ç ıkarlarıyla ilgili yasalar Merkezi komisyonca
hazırlanacak, voyvodalarca Meclise sunulacak ve Meclisin onayından ge­
çecektir.
7. Madde. Voyvoda adına kullanılan yargı erki, voyvodanın atadı­
ğı yargıçlara bırakılacak ve yargıçların verdikleri kararlan hiç kimse de­
ğiştiremeyecektir.
Yargıçlık mesleğine giriş ve meslekte ilerleme koşullarını, yargıç­
lık güvencesini görevden alınmazlık ilkesine dayandırarak hazırlanmış
bir yasa belirleyecektir.
8. Madde. Beylikler, Osmanlı Devleti 'ne, her yıl sabit miktarda

5 1 Sayın Collas Bayezit l'in oğlu Şahzade Siileyman 'ı "S üleyman 1" olarak kabul ettiğinden, burada adı
geçen Süleyman D "Kanuni Sultan Silleyman"dır. (Ç.N.)
52 Voyvoda yerine " gospodar' , 'bey' terimleri de kullanılmaktadır. (Ç.N.)

380
vergi ödeyeceklerdir; bu vergi Boğdan için bir milyon beş yüz bin kuruş
ve Eflak için iki milyon beş yüz bin kuruş olarak belirlenmiştir.
Voyvodaları, eskiden de olduğu gibi , gene Padişah göreve getire­
cektir.
Bir dış saldın olduğunda, Beylik topraklarının savunmasına yöne­
lik önlemler konusunda, Osmanlı Devleti ile Beylikler işbirliği yapacak­
tır; düzen tehlikeye girmişse, düzeni sağlamak için gerekli önlemleri -gü­
vence veren devletlerle varılacak bir uzlaşmadan sonra- Osmanlı Devleti
alacaktır.
Eskiden olduğu gibi Osmanlı Devleti 'nin yabancı devletlerle imza­
ladığı uluslararası antlaşmalar, -Beyliklerin bağışıklıklanyla ilgili olma- .

mak koşuluyla- Beyliklere uygulanabilecektir.


9. Madde. Beyliklerin bağışıklığına zarar verilmesi durumunda,
voyvodalar Osmanlı Devleti 'nden yardım isteyecekler ve istekleri sonu­
cunda haklan verilmezse, bu isteklerini İstanbul 'daki Kapı Kethüdalan53
aracılığıyla güvence veren devletlere iletebileceklerdir.
Voyvodalar, Boğdan ya da Eflak'ta doğmuş, hiçbir yabancı devle­
tin hizmetinde bulunmamış ve Bab-ı Ali tarafından onaylanmış görevli­
lerce (kapı kahyaları) Osmanlı Devleti nezdinde kendilerini temsil ettire­
ceklerdir.
1 0. Madde. Meclis voyvodayı ömür boyu görev yapmak üzere seçe­
cektir.
1 1 . Madde. Voyvodalık makamı boşaldığında, yeni voyvoda seçi­
linceye kadar, yönetim bakanlar kurulunun elinde olacaktır ve bu kuru l
t am yetkili olarak görev yapacaktır.
Bütünüyle yönetimle ilgili olan bakanlar kurulunun yetkileri resmi
belgelerin gönderilmesiyle sınırlı kalacak, yargının aldığı bir karar ol­
maksızın memurları görevden alamayacaktır. Memurun görevden alın­
ması durumunda, boşalan göreve ancak geçici olarak atama yapabilecek­
tir.

53 Osmanlı Devleıi 'ne bağlı beyliklerin, yabancı devletlerin, eyaletlerin, beylerbeylerin v� ve zi rl e rin Os­
manlı Devleıi nezdindeki resmi temsi lcilerine verilen ad. 'Kapı kethildası'na 'kapı kahyası' da denirdi.
(Ç .N .)

381
1 2. Madde. Makamın boşalması durumunda, eğer Meclis toplan­
mışsa, sekiz gün ·İçinde voyvoda seçimini yapmak zorundadır.
Eğer Meclis toplantı halinde değilse, hemen toplantıya çağrı lacak
ve on gün içinde toplanacaktır. Meclisin d ağıtılmış olması durumunda, on
beş gün içinde yeni seçimlere gidilecek ve yeni Meclis de on gün içinde
toplanacaktır. Toplanmasını izleyen sekiz gün içinde voyvoda seçim ini
gerçekleştirmek zorunda olacaktır.
Seçimin yapılabilesi için, yazılı üye sayısının üçte ikisinin toplantı­
da hazır bulunmas ı gerekir. Söz konusu sekiz gün içinde seçim yapıla­
m azsa, dokuzuncu gün, öğle vakti, Meclis hazır bulunan üye sayısına ba­
kılmaksızın seçimi yapar.
Atama beratı , tıpkı eskiden olduğu gibi istenecektir; atama beratı en
çok bir ay içinde verilecektir.
1 3. Madde. Voyvoda seçilebilmek için, otuz beş yaşında olmak,
Boğdan ya da Eflak'ta doğmuş bir babanın oğlu olmak, üç bin duka altı­
nı taşınmaz mal geliri olmak54, on yıl süreyle kamu hizmetinde ya da
Mecliste bulunmuş olmak.
1 4. Madde. Voyvoda, kendisinin atadığı bakanların yardımıyla ül­
keyi yönetir. Yasaları onaylar ve ilan eder; yasaları onaylamayı kabul et­
meme yetkisi vardır. Cinayetle ilgili suçlarda, adaletin işleyişine başka
hiçbir biçimde karışmadan, cezayı bağışlamak ya da düşürmek hakkına
sahiptir.
Beyliğin özel çıkarlarıyla ilgili yasaları, özellikle de bütçeleri hazır­
l ar ve görüşülmek üzere Meclise sunar.
Kamu hizmeti görevlerine atamalar yapar ve yasaların uygulanma­
s ına ilişkin gerekli yönetmelikleri hazırlar.
Her voyvodanın özel tahsisatı, göreve başladığı sırada ve bütün gö­
rev süresi boyunca geçerli olacak biçimde Mecliste oylanır.
1 5. Madde. Voyvodanın vereceği her kararın uzman bakanlarca im­
zalanması gerekir.

54 Sayın Reşat Ekrem 'in Osmanlı Mualıı!deleri ve Kapitülasyonlar adlı kitabında (sayfa 202), � 3000 Ma·
car altını kıymetinde bir mülk sahi bi olmak» denmektedir. (Ç.N.)

3 82
Bakanlar yasaların çiğnenmesinden, ve özellikle de devlet gel irle-
rinin har vurulup harman savrulmasından sorumlu olacaktır.
Bakanlar Yüce Divan'da ve Yargıtay 'da yargılanabilir.
Kovuşturmaları voyvoda ya da Meclis başlatabilir.
Bakanların suçlanması, hazır bulunan üyelerin üçte iki çoğunluğuy­
la yapılabilir.
1 6. Madde. Her Beyliğin Genel Meclisi, bu sözleşmeye eklenen se­
çim düzenlemelerine uygun biçimde ve yedi yıl için seçilir.
1 7. Madde. Meclisi toplantıya voyvoda çağırır ve Meclis her yıl
aralık ayının ilk Pazar günü toplanmak zorundadır.
Her olağan toplantı dönemi üç ay sürecektir.
Gerek olduğunda, voyvoda toplantı dönemini uzatabilir. Voyvoda
Meclisi olağanüstü toplantıya çağırabilir ya da Meclisi dağıtabilir. Mecli­
si dağıtması durumunda, yeni bir meclisin toplantıya çağırılması gerekir
ve yeni meclis üç ay içinde toplanmak zorundadır.
1 8. Madde. Metropolit ve piskoposlar Meclisin doğal üyeleridir.
Meclis başkanlığı metropolite ait olacaktır. Başka yardımcı ları ve
sekreterleri Meclis seçecektir.
1 9. Madde. Başkan -iç tüzüğün öngördüğü istisna durum ları dışın­
da-halkın oturumlara kabulü koşullarını belirler.
Başkanın gözetimi altında her oturumun bir yazılı tutanağı hazırla­
narak Resmi Gazete 'de yayımlanacaktır.
20. Madde. Meclis, voyvodanın kendisine sunduğu yasa tasarıları­
nı tartışacak ve oylayacaktır. Ortak ç ıkarlarla ilgili yasalar söz konusu ol­
duğunda, 36. maddenin verdiği yetkiyle bunları değiştirebilir.
2 1 . Madde. Eğer bakanlar Meclis üyesi değilse, bunlar Meclise gi­
rebilecekler ve yasaların görüşülmesine katılabilecekler, ama oylamaya
katılamayacaklardır.
22. Madde. İlgili voyvodanın gözetimi altında her yıl, her Beylik
için ayn ayn hazırlanan gelirler bütçesi ve harcamalar bütçesi Meclise su­
nulur; Meclis bunları değiştirebilir ve bu bütçeler Mecliste oylandıktan
sonra son halini alır.

31!3
Eğer bütçe uygun süre içinde oylanmazsa, yürütme erki kamu hiz­
metlerini önceki yılın bütçesine uygun biçimde yürütür.
23. Madde. Özel sandıklardan gelen ve hükümetin çeşitli adlar al­
tında kullandığı -bugüne kadar- kullandİğı fonlar genel gelir bütçesi içi­
ne katılacaktır.
24. Madde. Kesin hesapl ar, bütçe döneminin sona ermesinden son­
ra en geç iki yıl içinde Meclise sunulacaktır.
25. Madde. Meclisin izni olmadan hiçbir vergi konamayacak ve
toplanamayacaktır.
26. Madde. Ortak ya da özel çıkarlara yönelik bütün yasalar ve ka­
mu yönetimi yönetmelikleri, mali yasalar Resmi Gazete ' de yayım lana­
caktır.
27. Madde. Merkezi komisyon Fokşani 'de bulunacaktır.
Merkezi Komisyon, sekizi Boğdanlı, sekizi Eflaklı olmak üzere on
altı üyeden oluşacaktır; her voyvoda bu üyelerden dördünü Meclis üyele­
ri arasından ya da ülkenin yüksek görevlerinde bulunmuş kişileri arasın­
dan, diğer dört üyeyiyse her Meclis kendi içinden seçecektir.
28. Madde. Merkezi Komisyon 'un üyeleri, içinde yer aldıkları
Meclis 'te yapılan voyvoda seçimlerine katılma hakkına sahiptir.
29. Madde. Merkezi Komisyon aralıksız çalışır: Bununla birlikte,
çalışmaları izin verdiğinde ve hiçbir zaman dört ayı aşmamak koşuluyla
çalışmalarına ara verebilir.
İster voyvodanın atadığı, ister Meclisin seçtikleri olsun, üyelerinin
görev süresi, her Beylik için, Meclisin yasama süresiyle sınırlı olacaktır.
Bununla birlikte görev süresi sona eren üyeler, yeni üyelerin göre­
ve başlamasına kadar çalışmaya devam edeceklerdir.
Her iki Meclisin görev süresinin aynı anda sona ermesi durumun­
da, yeni Meclislerin açılmasıyla birlikte, her iki Beylikte de Merkezi Ko­
misyon bütünüyle yenilenecektir.
Meclislerden birinin dağıtılması durumunda, yalnızca yeni seçi len
Meclisin Merkezi Komisyona gönderdiği üyeler yenilenecektir.
Süreleri dolan üyeler yeniden seçilebilirler.
30. Madde. Merkezi Komisyon üyesi yaptığı görevler karşılığında
ücret alacaktır.

384
3 1 . Madde. Merkezi Komisyon başkanını şöyle seçer:
İki adayın seçim sonunda aynı oyu alması durumunda, başkan ku­
ra ile belirlenecektir.
Başkanın görevi Merkezi Komisyon üyeliği süresinin dolmasıyla
birlikte sona erecektir; daha sonra yeniden seçilebilir.
Görüşmeler sırasında eşit oy çıkarsa, başkanın oyu belirleyici ola­
caktır.
Merkezi Komisyon iç tüzüğünü kendi hazırlayacaktır. Yapacağı
her tür harcama her iki Beylik tarafından yarı yarıya karşı lanacaktır.
32. Madde. Beyliklerin yeni örgütlenişindeki kurucu düzenlemeler
Merkezi Komisyonun gözetimine bırakılmıştır.
Merkezi Komisyon düzeltilmesini ivedi gördüğü yolsuzlukları voy­
vodalara bildirebilir ve yönetimin çeşitli dallarında yapılması gereken iyi­
leştirmeleri onlara salık verebilir.
33. Madde. Voyvodalar her iki Beylikte birden yürürlüğe girecek
yasa tasarılarında yapılacak düzenlemelerde yararlı gördükleri bütün öne­
rileri Merkezi Komisyona bildirebileceklerdir.
Merkezi Komisyon her iki Beylikte birden yürürlüğe girecek yasa­
ları hazırlayacak ve bu yasaları voyvodalar aracılığıyl� görüşülmek üzere
Meclislere göndereceklerdir.
34. Madde. Mevzuat birfiğini, kurumlar oluşturmayı ve gümrük ,
posta, telgraf birliğini sürdürmeyi y a d a iyileştirmeyi, her iki Beylikte or­
tak olan kamu yararına yönelik çeşitli maddelerin ve para değerlerinin
saptanmasını konu alan bütün yasalar genel ç ıkarlara yönelik yasalar ola­
rak kabul edilecektir.
35. Merkezi Komisyon bir kez kurulduktan sonra, özellikle varolan
yasaları -bunları, yeni örgütlenmenin kurucu bağıtlanyla uyumlu hale ge­
tirerek- düzenlemekle uğraşacaktır.
Merkezi Komisyon, organik yönetmelikleri ve yurttaşlık, ceza, tica­
ret, yargılama yasalarını -bütünüyle yerel olgulara yönelik olanlar dışın­
daki yasaların artık bir tek ve aynı hukuk bütünü oluşturacak hale gelme­
sini, her iki Beylikte birden yürürlükte bulunmasını sağlayacak biçimde­
gözden geçirecektir; gözden geçirilen yönetmelikleri her Beyliğin Mecli­
sinde oylanacak, her voyvoda bunları onaylanacak ve ilan edilecektir.

385
36. Madde. Eğer Meclisler ortak uygulanacak yasa tasarılarında de­
ğişiklikler yaparlarsa, · değiştirilen tasan yeniden Merkezi Komisyona
gönderilecek ve MerkeZı Komisyon da bunu değerlendirecek ve kesin bir
tasarıyı karara bağlayacaktır; bundan sonra, Meclisler bu kesin tasarı yı ya
bütünüyle kabul edebilecek ya da bütünüyle reddedebileceklerdir.
Merkezi Komisyon, her iki Mecliste birden onaylanan kararları ka­
bul etmek zorunda olacaktır.
37. Madde. Beyliklerden her birine özgü olan özel yasaları önce
voyvoda Merkezi Komisyona iletecek, Merkezi Komisyon bunların yeni
örgütlenmenin kurucu düzenlemelerine uygun olup olmadığını değerlen­
direcek, sonra voyvoda onaylayacaktır.
38. Madde. Her iki Beylikte ortak bir Yüksek Mahkeme ve Ü st
Mahkeme kurulacaktır. Bunun merkezi Fokşani 'de olacaktır ve nasıl ku­
rulacağı bir yasayla belirlenecektir.
Üyelerinin dokunulmazlığı olacaktır.
··39. Madde. Beyliklerin birinde ya da ötekisinde Yüksek Mahkeme­
lerin verdiği yargı kararlan ve mahkemelerin açıkladığı yargılar, yalnız­
ca bu Üst Mahkemeye getirilecektir.
40. Madde. Üst Mahkemenin , İstinaf Mahkemeleri ve mahkemeler
üstünde sansür ve disiplin uygulama hakkı vardır.
Ü st Mahkeme üyelerine yönelik bir ceza davası söz konusu oldu­
ğunda, bu davaya yalnızca Ü st Mahkeme bakabilir.
4 1 . Madde. Üst Mahkeme, bir Yüksek Mahkeme olarak voyvoda­
nın ya da Meclisin bakanlara karşı başlattığı kovuşturmaları yürütecek ve
kesin karara bağlayacaktır.
42. Madde. Şu anda her iki Beylikte de bulunan düzenli milisler,
gerektiğinde tek bir ordu halinde birleşebilmek ve tek bir ordu oluştura­
bilmek için birbirine özdeş bir yapıya kavuşturulacaklardır.
Bu iş için ortak bir yasa hazırlanacaktır.
Ayrıca, voyvodaların sırayla her yıl atadığı genel müfettişler, her
iki Beyliğin milislerini her yıl teftiş edeceklerdir. Bu müfettişlerin göre­
vi, milislerin aynı ordunun iki fırkasının taşıyabileceği özellikleri taşıma­
larına yönelik düzenlemelerin tam gerçekleştirilmesine titizlikle özen
göstermektir.

386
Ortak yönetmeliklerle belirlenmiş olan düzenli milislerin sayıs ı,
Devlet-i A liye ile önceden anlaşmaya vannaksızın, üçte birden fazla artı­
rılamayacaktır.
43 . Madde. İç güvenlik ya da sınırların güvenliği her tehlikeye düş­
tüğünde milisler toplanacaktır. Toplanmayı voyvodalardan biri ya da
öbürü başlatabilir; ne var ki toplanma, ancak voyvodalann ortak uzlaşma­
sından ve Devlet-i A liye' ye görüşlerini bildirmelerinden sonra gerçekle­
şebilir.
Müfettişlerin öneiisi üzerine, voyvodalar, milislerin tamamını ya da
bir bölümünü manevra için ya da onları teftiş etmek için toplayabilirler.
44. Madde. Milislerin toplanması söz konusu olduğunda, başkomu­
tanı voyvodalar sırayla seçerler. Başkomutanın Boğdan ya da Eflak do­
ğumlu olması gerekir. Başkomutan, kendisini atayan voyvoda tarafından
görevden alınabilir. Bu durumda, yeni başkomutanı öbür voyvoda seçer.
45. Madde. Milisler şu andaki bayraklarını koruyacaklardır; ama bu
bayrağa, gelecekte, bu sözleşmeye eklenen modele uygun bir mavi şerit
eklenecektir.
46. Madde. Boğdanlıların ve Eflak:lıların hepsi yasalar önünde, ver­
gilendirmede ve aynca kamu hizmetlerine kabulde her iki Beylikte de
eşittir.
Bireysel özgürlükleri güvence altındadır. Hiç kimse yasalara uygun
olmayan biçimde tutulamaz, tutuklanamaz ve kovuşturulamaz.
Kamu yaran bahanesiyle kimsenin malı -tazminat ödenmeksizin­
elinden alınainaz.
Hangi Hıristiyan mezhebinden olurlarsa olsunlar, Boğdanlılar ve
Eflaklılar siyasal haklardan eşit olarak yararlanacaklardır; söz konusu
haklar, yasal düzenlemelerle diğer dinlere de yaygınlaştırılabilir.
Gene bu sınıfın yararlandığı bütün ayrıcalıklar, bağışıklıklar ya da
tekeller kaldırılacaktır; toprak sahiplerinin çiftçilerle ilişkilerini düzenle­
yen yasa, köylülerin durumunu iyileştirmek amacıyla vakit kaybedilme­
den gözden geçirilecektir.
Belediye kurumları -ister kentlerde, ister kırsal kesimde olsunlar­
bu sözleşmenin maddelerinde yer alan bütün gelişmelerden yararlanacak­
lardır.

387
47. Madde. 35. maddede öngörülen gözden geçirme yapılıncaya
kadar, şu anda Beyliklerde yürürlükte olan mevzuat -bu sözleşmenin
maddelerine ters düşmemesi koşuluyla- uygulanmaya devam edecektir.
48 . Madde. 30 Mart 1 856 'da imzalanan antlaşmanın 25. maddesi
uyarınca, metin olarak bu sözleşmenin maddelerine uygun olan bi r Hattı
şerif, onayların sunulmasından sonra en çok on beş gün içinde yukarıda­
ki düzenlemeleri ilan edecektir.
49. Madde. Söz konusu Hattı şerif yayımlandığı anda, her Beyli kte
bulunan kaymakamlar, yönetimi, ortak yönetmelikteki düzenlemelere uy­
gun biçimde kurulmuş bir Belediyelerarası Komisyona (kaymakamlık)
devredeceklerdir. Bundan sonra, bu komisyonlar, -geçici yönetimlerin
kurulmasından ( 1 856) önceki son voyvodalann döneminde görevde olan­
beylik divanı başkanı, bir maliye bakanı ve içişleri bakanından oluşacak­
tır.
� öz konusu komisyonlar hemen seçim listelerini hazırlamaya baş­
layacaklar ve bu listeler beş hafta içinde hazırlanarak ilan edilecektir. Se­
çimler, listelerin ilanından üç hafta sonra yapılacaktır. Seçimleri izleyen
onuncu gün, her beylikte milletvekilleri toptanacak ve yukarıda belirtilen
süre içinde voyvodalann seçimini yapacaklardır.
50. Madde. Bu sözleşme onaylanacak ve onaylar beş hafta sonra -
ya da eğer olanaklıysa daha önce- karşılıklı olarak teslim edilecektir.
Buna dayanarak, her devletin tam yetkili baş delegeleri imzalarını
atmışlar ve armalarının mührünü basmışlardır.
1 9 Ağustos 1 958 'de Paris 'te düzenlenmiştir.

İmzalayan : HUBNER, WALEWSKİ, COWLEY,


HATZFELDT, KİSELYOV, V İLLAMAR İN İ ,
FUAT.

388
EK.

AGUSTOS 1 858'DE PARİS'TE


19
FRANSIZLARIN HAŞMETLU İMPARATORU,
AVUSTURYA İMPARATORU, BÜYÜK BRİTANY A
KRALLIGI VE İRLANDA KRALİÇESİ, PRUSYA
KRALI, BÜTÜN RUSLARIN İMPARATORU, SARDİNYA
KRALI VE OSMANLILARIN İMPARATOR
ARASINDA İMZALANAN SÖZLEŞMEYE
EKLENEN SEÇİM KOŞULLARI

1 . Madde. Seçici Meclis, her beylikte, kazaların ve kentlerin seçti­


ği üyelerden oluşur. Metropolit ve piskoposlar meclisin doğal tam yetki­
li üyesidir.
2. Seçiciler dolaylı ya da doğrudan olmak üzere ikiye ayrılır.
3. Dolaylı seçiciler: Kazalarda, yıllık en az yüz duka altını taş ınm az
mal geliri olan kişilerden biridir.
4. Doğrudan seçici: Kazalarda, yıllık en az yüz duka altını taşınmaz
mal geliri olan kişilerden biridir; kentlerde, kendisine ait ya da babadan
kalma toprağa, sanayiye ya da ticarete bağlı en az altı bin duka altını ser­
mayeye sahip kişilerden biridir.
5. Yirmi beş yaşını doldurmamış ve Bağdan ya da Eflak doğumlu
ya da uyruklu olmayan hiç kimse seçici olamayacaktır.

389
6. Şunlar seçici olamazlar:
1 ° Yabancı bir yargılama alanından gelenler;
2° Yasaklılar;
3° Durumunu düzeltememiş müflisler;
4° Bedensel cezaya ve yüz kızartıcı suçtan cezaya çarptırılmış ya
da yalnızca yüz kızartıcı suçtan cezaya çarptırılmış kişiler.
7. Seçim listeleri, her kazada, her yıl yöneticilerin gayretiyle hazır­
lanır. Seçim listeleri , ocak ayının ilk pazar günü, gerek görülen her yerde
yayımlanır ve askıya çıkarılır.
İtirazlar, listelerin ilanını izleyen üç hafta içinde yönetime yapıla­
caktır. İtirazcılar, kaza mahkemesine gidebileceklerdir; kaza mahkemesi
ivedilikle ve nihai kararı verecektir.
8. Her seçici , kendisinin yer aldığı listede adı unutulmuş ya da lis­
teye yersiz olarak yazılmış herhangi bir kişinin adının yazılma-;ını ya da
silinmesini isteyebilir.
9 Boğdan ya da Eflak 'ta doğmuş ya da buraların uyruğuna geçmiş,
..

otuz yaşını bitirmiş ve en az dört yüz duka altını geliri olduğunu kanıtla­
yabilecek herkes hiçbir ayırım yapılmadan bütün kurullara seçilebilir.
1 0. Dolaylı seçiciler, kazalarda, kazanın bağlı bulunduğu sancakta
üç seçici atar; bu seçiciler kaza merkezinde her kaza için bir delege seçe­
ceklerdir.
l l . Doğrudan seçiciler, kazalarda, kaza başına bir delege seçecek-
!erdir.
1 2. Kentlerde, doğrudan seçicileri şunlar seçeceklerdir:
Bükreş'te ve Yaş 'ta, üç delege;
Craiova, Ploeşti, İbraiıss, Galati ve İsmail ' de, iki delege;
Diğer kentlerde, kaza merkezlerinde, bir delege.
1 3. Her kategorideki seçiciler, özel kurullar halinde üstlerine düşen
görevleri yapmak için ayrı ayrı toplanacaklardır.
1 4. Yürütme erki, seçim için saptanan tarihten en az üç hafta önce,
seçici kurulları toplantıya davet edecektir.
1 5. Delegelerin seçimi için gizli oylama yapılır.
1 6. Verilen oyların yarısından bir fazlasını (çoğunluğu) alan delege

55 Bug. Braila. (Ç.N.)

390
seçilir. Eğer adaylardan hiçbiri çoğunluğu alamazsa, ikinci bir oylama ya­
pılır ve en çok oy alan aday seçilir.
1 7 . Seçim işlemleri Meclisçe denetlenir ve Meclis tek geçerli yargı
merciidir.
1 8. Birçok seçim çevresince seçilmiş delegeler, seçimin geçerli ol­
duğunun ilan edilmesinden sonra on gün içinde Meclis başkanına seçildi­
ğini bildirmek zorundadır.
Bu süre içinde seçildiğini bildirmezse, seçim çevresinin delegesi
·

kura ile belirlenir.


1 9. Seçim sonucunun bildirilmesinde sonra, ölüm, istifa ya da baş­
ka bir nedenle delegeliğin boşalması durumunda, seçici kurul eğer tatil­
deyse üç ay içinde toplanmak zorundadır.
20. Toplantı dönemi süresince hiçbir Meclis üyesi adi suçlardan
ötürü -suçüstü durumu hariç- Meclisin kovuşturma izni olmaksızın tutuk­
lanamaz, kovuşturulamaz.
2 1 . Hileli beyanlarla ya da öngörülen yetersizliklerden birini gizleye­
rek ya da birçok listeye başvurup adını yazdırarak ya da listede yazılı olma­
masına ya da seçilme hakkı ndan yoksun olmasına karşın kendini herhangi
bir seçici listesine yazdıran kişi, en az yüz duka, en çok bin duka altını ce­
zaya çarptırılır ya da en az sekiz gün ve en çok üç ay hapis cezası alır.
22. Kamu bakanlığının girişimi olmaksızın, toplanmış bulunan on
seçici delege şu kişilere karşı bir suç davası açabilir: 1° Seçme işlemleri
sırasında bültenleri yok eden, bülten ekleyen ya da çıkaran her kişiye; 2°
Hile, şiddet ya da tehdit yoluyla seçme işlemlerinde karışıklık yaratan ve
seçme özgürlüğüne darbe indiren herkese.
23. Yukarıdaki yirmi iki maddeyi oluşturan ve 19 Ağustosta imza­
lanan sözleşmenin 1 6. maddesi uyarınca aynı sözleşmeye eklenen seçme
koşullan, ilgili tam yetkili baş delegelerce bu koşullan kapsayan söz ko­
nusu antlaşmayla birlikte imzalandı ve armalarıyla mühürlendi.
19 Ağustos 1 858.

İmzalayan : HUBNER, W ALEWSKİ, COWLEY,


HATZFELDT, Kİ SELYOV, VİLLAMARİN İ ,
FUAT.

39 1
. EK 13.

MÜSLÜMANLARIN V E HIRİSTİYANLARIN
ADALET ÖNÜNDEKİ EŞİTLİGİNİ
SAGLAYAN PADİŞAH FERMANI.
(ŞUBAT 1 854)

Herkesin bildiği ve çıkardığım ve yayımlattığım fermanların sık sık


kanıtladığı gibi, Allah ' ın bana bahşettiği halklarıma yönelik sevginin et­
kisiyle, imparatorluğumun huzurunu ve gönencini sağlama yolları üstüne
hakseverce düşünmeyi aralıksız sürdürmekteyim.
Bu soylu amaca yönelik çok değerli bir sonuç elde etmek için Tan­
zimat yapılmış ve ona bağlı olarak sağlıklı etkileri şimdiden hissedilme­
ye başlanan birçok yasa ve yönetmelik çıkarılmıştır.
Her yerde gereği gibi düzenlenmiş yargılama çevreleri üzerinde de
titizlikle durduğumdan, kullarımın artık hiçbir haksızlığa uğramamaları
ya da anlaşmazlık yaşamamaları için önce İstanbul 'da, daha sonra impa­
ratorluğumun diğer bazı büyük yerlerinde bir ticaret teşkilatı ve bir zapti­
ye teşkilatı kurulmuştur.
Bu düzenleme hem kul lanın, hem de yabancılar açısından her tür
yararları sağladığından, eyaletlerimin diğer uygun bulunacak kesim lerin­
de de benzeri teşkilatların kurulması sorunu Meclis-i Ahkaın-ı Adl iye
içinde kurulan bir özel komisyonda olgun tartışmalara konu oldu ve ko-

392
misyonun bu konuda hazırlayarak sunduğu rapor Meclis-i Has"ta okundu
ve incelendi.
Bu komisyonun yetkilerinin yalnızca uyruklarımın işledikleri suç­
larla ya da yabancı uyruklulara karşı işledikleri suçlarla ve yabancı uyruk­
luların hırsızlık, cinayet ya da diğer suçlarıyla ve Osmanlı uyruklarına
karşı işledikleri diğer suçlarla sınırlı olmasını; bu komisyonun kuru lma­
sında güdülen temel amacın her tür tahkikat ve ciddi kanıtlar aracılığıyla
zanlı kişilerin ya da sanı �ların suçluluğunu ya da suçsuzluğunu ortaya
koymasını; yapılan tahkikatların haklı olarak suçlanan kişileri adalet ve
yasalar doğrultusunda cezalandırmak sonucunu doğurması ve haklı bir
nedenle suçlananların yasaların verdiği cezalardan kurtulmalarının engel­
lenmesi gerçeklerini göz önünde tutan meclis üyeleri şu kuralların benim­
senmesini uygun buldular:
Şu anda yalnızca imparatorluğun belli başlı bazı yerlerinde kuru la­
cak 'daha önce kurulmuş olanların dışında) olan bir Tahkikat Komisyo­
nu, -tıpkı Zaptiye teşkilatı ve İstanbul zaptiyesi yaptığı gibi- özelli kle
Devleti A liye'nin Müslüman , Hıristiyan ve diğer dinlerden uyrukları ara­
sında ya. da Devleti Aliye 'nin uyruklarıyla yabancılar aras ında işlenen
suçlardan ve ağır suçlardan doğan davalara bakmakla görevli olacaktır.
Bu kurumun amacı kimilerinin suçluluğunu ortaya çıkarmak ve
suçsuz olan diğerlerini korumak olduğundan, valiler ve bütün diğer yerel
yetkililer büyük bir titizlikle benimsenen yönetmeliğe uygun biçimde
davranmaya ve yürürlükte olan ilkelere ters düşen hiçbir şey yapmam aya
özen göstereceklerdir.
Hazırlanan yönetmelikleri giderek yetkinleştirmek ve doğru biçim­
de uygulamak için sürekli çaba harcanacaktır.
Bu teşkilatların üyeleri, yönetmeliğin bir maddesinde belirtildiği
gibi, yetenekli, adalet duygularıyla ve dürüstlükleriyle tanınan kiş iler ol­
malıdır; bunlar yerel meclisin üyeleri arasından ve bu işe elverişli olduk­
ları bilinen diğer kişiler arasından seçilecektir. Aynca bu teşkilatlara ye­
rel gereksinimlere bağlı olarak, bir ya da iki zabıt katibi verilecektir; söz
konusu teşkilatlar mahallinde böylece oluşturulduktan sonra, bütün yapı­
lan işlemler Bab-ı A li'ye bildirilecektir.
Bu düzenlemeler benim yüce onayıma sunulduğundan , onların yu-

393
karıda belirtildiği biçimde uygulamaya konmasını ve adı geçen yönetme­
liğin onaylı ve mühürlü bir kopyas ının bu amaçla size gönderilmesini bu­
yurdum.
Bütün kararlarla ilgili bilgileri edinen sizler, -sizi diğer insanlardan
ayıran bir kavrayış yeteneği ve zeka sergileyerek ve yukarıda da belirtil­
diği gibi meclis üyeliğine seçilmiş ve meclisin kuruluşuna katılm ış bir
üye olarak- siz de daha sonra Bab-ı Ali 'ye bilgi vereceksiniz.
Yapılan işlerin incelenmesine ve kabul edilen yönetmeliğin düzen­
lemelerine uygun biçimde adaletle ve yansızlıkla düzene sokulmasına, iş­
lenen suçların ve cürümlerin ortaya çıkarılmasına ve suçsuzların hırpalan­
mamasına gönülden bağlanmak ve bütün özeninizi sergilemek ve belirle­
nen ilkelerin tersine hiçbir şeyin yapılmaması için büyük dikkat göster­
mek zorundasınız.
Bu böyle biline, vb.
1 270 yılı Cemaziülevvel ayının son günlerinde ( 1 854 yılı Şubat
ayının son günleri) yazıldı.
EK 14.

YABANCI ÜLKELERDEN GELİP OSMANLI


UYRUGUNA GİREREK OSMANLI DEVLETİ
TOPRAKLARINDA YAŞAMAK İSTEYEN
AİLELERİN YERLEŞTİRİLMESİ KONUSUNDA
BAB-I ALİ'NİN BELİRLEDİGİ KOŞULLAR

1 . Madde. Kolonlar, önce, padişaha her zaman sadık


kalacaklarına yemin edecekler ve en ufak bir ihtiyat kaydı ya da kı­
sıtlama olmaksızın Osmanlı uyruğu niteliğini kabul edeceklerdir.
2. Madde. İmparatorluğun şu andaki ve gelecekteki yasalarına bü­
tünüyle uyacaklardır.
3. Madde. Tıpkı İmparatorluğun bütün diğer uyrukları gibi kolon­
lar da inandıkları dinin ibadetlerini yerine getirmede hiçbir engelle karşı­
laşmayacaklar ve imparatorluğun diğer uyruk sınıflarıyla aynı dinsel ay­
rıcalıklardan hiçbir ayının gözetilmeksizin yararlanacaklardır. Eğer yer­
leşmeleri için hükümetin belirttiği yerlerde dinlerinin yeterli sayıda kili­
sesi varsa, buralarda ibadetlerini yapacaklardır; ama, eğer yeni köyler
kurmak zorunda kalırlarsa, gereksinim duydukları kiliseleri yapmak için
hükümete başvuracaklar ve yapım izni alacaklardır.
4. Madde. Yerleşmeleri için uygun bulunacak imparatorluk vi layet-

395
lerinde, devlete ait kullanılabilecek en verimli ve sağlık koşulları en elve­
rişli topraklar seçilecek ve herkese -olanakları ölçüsünde- tarım ya da
başka bir mesleği uygulamak i ç in gerekli büyüklükte bir toprak parças ı
ve r ilecektir.
5. Madde. Devlete ait kullanılabilir topraklara yerleşecek kolonlara
bu topraklar bedava verilecektir ve eğer Rumeli 'de yerleşmişlerse altı yıl
ve eğer Asya'da yerleşmişlerse on iki yıl süresince toprakla ilgili ve kişi­
s e l her türlü vergiden bağışık tutulacaklardır.
6. Madde. Aynı kolonlar askerlik hizmetinden ya da bunun karşılı­
ğı olan para ödentisinden Rumeli ' de olanlar altı yıl, Asya'da olanlar on
iki yıl bağışık tutulacaklardır.
7. Madde. Bağışıklık sürelerinin sona ermesinden sonra kolonlar,
bütün vergileri ve ödentileri imparatorluğun bütün diğer uyruklarıyla ay­
nı düzeyde ödeyeceklerdir.
8. Madde. Kolonlar devletin kendilerine bedava verdiği toprakları
en erken yirmi yıl sonra satabileceklerdir.
9. Madde. Bu sürenin dolmasından önce ülkeyi terk etmek ve im­
paratorluk uyruğundan çıkmak isteyecekler, topraklan devlete geri vere­
cek lerdir. Ayrıca, bu topraklarda yaptıkları bütün yapıları hiçbir karş ı lık
almadan devlete bırakmak zorunda olacaklardır ve bu yapılar artık onl arı
malı sayılmayacaktır.
1 0. Madde. Kolonlar yerleştikleri köylerin ve kasabaların bağlı bu­
lunduğu kaza ya da sancak yetkililerine boyun eğecekler ve imparatorlu­
ğun diğer uyrukları gibi yönetilecek ve korunacaklardır.
1 1 . Madde. Bağışıklık sürelerinin sona ermesinden önce bu kolon­
lar yer değiştirmek ve imparatorluğun başka bir yerine yerleşmek zorun­
da kalırlarsa, bunu yapmalarına izin verilecek, ama bütün verg ilerin ve
ödentilerin bağışıklık süresi hep onlara ilk toprağın verildiği tarihten baş­
latılacaktır.
1 2 . Madde. İlk ülkelerinde ne suç işlemiş, ne de kuşkulu tav ı rlar
sergilemiş olan bu kolonlar namuslu, çiftçi ve zanaatkarlar olmalıdır. Ve
imparatorluk yönetimi, daha sonra suç işleyenleri ya da kötü davranışlar­
da bulunanları imparatorluktan kovma hakkını saklı tutmaktadır.
1 3 . Madde. Türkiye'ye yerleşmek isteyen ailelerin her birine ola-

396
naklannın gerektirdiği kadar toprak vermek gerektiğinden, bu ai lelerin
Türkiye 'ye gelmek için yola ç ıkmasından önce, adlarını, niteliklerini, ola­
naklarını, sermaye miktarlarını ve mesleklerini içeren ayrıntılı kayıtların
hazırlanması ve bulundukları yerlerdeki imparatorluk delegelikleri ve
konsoloslukları aracılığıyla devlete teslim edilmesi gerekir. Ve her aile­
nin en az altmış mecidiyeye (yaklaşık 1 350 Fr. ) eşdeğer bir tutara sahip
olması kararlaştırılmıştır.
1 4. Madde. Yabancı ülkeden yola çıkarak Türkiye ' ye gelmelerine
kadar, Bab-ı Ali 'nin yabancı ülkelerdeki konsolosları ve ülke toprakların­
daki yetkilileri mallarının ve yüklerinin taşınması konusunda bu kolonla­
ra gerekli kolaylıkları göstereceklerdir. Pasaportları Osmanlı konsolosla­
rında ücretsiz olarak verilecektir. Bununla birlikte, Tanzimat Meclisi Tür­
kiye 'ye gelmek ve yerleşmek isteyen ailelerin her ortaya çıkışında, impa­
ratorluk yönetiminin en az iki ay önce bilgilendirilmesini gerekli görmek­
tedir; çünkü, böylece, alınan kararlar gereğince, göçmenlerin yerleştiril­
mesi için seçilecek imparatorluk vilayetlerinde kolonlara dağıtılmaya el­
verişli topraklan seçmek için gerekli zaman bulunabilecek ve kolonlar
Türkiye 'ye vardıklarında zaman yitirmeyecekler ve yorulmayacaklardır.
Bunun sonucu olarak, benzeri bilgiler yabancı imparatorlukların kon.s o­
loslarma ve temsilciliklerine de verilecektir.
5 Cemaziülahir 1 272 'de katara bağlandı.
Kararname. (burada sadrazamın imzası.)
İ mparatorluk fermanı bu yönetmeliği yürürlüğe sokmak için çıka­
rıldığından, Hariciye nazın bunu yürürlüğe sokmak, çevirisini yaptırmak
imparatorluk elçiliklerinin her birine bir nüshasını göndermek, elçiliklere
bağlı konsoloslara ulaşmasını sağlamak ve fermanı gazetelerde ilan ettir­
mekle görevlidir.
1 Recep 1 273.
Tanzimat Meclisinin mührü.

397
EK 15.

NİSAN 1861 'DE


29
FRANSA İLE TÜRKİYE ARASINDA İMZALANAN
TİCARET ANTLAŞMASI.

1 . Madde. Daha önceki kapitülasyonlar ve antlaşmalarla Fransız


uyruklulara ve Fransız gemilerine tanınan bütün haklar, ayrıcalıklar ve
bağışıklıklar -bu antlaşmayla özellikle değiştirilecek maddeler dışında­
onaylanmıştır. Ayrıca, Bab-ı Ali'nin herlıangi bir yabancı devletin uyruk­
larına ve gemilerine bugün verdiği ya da gelecekte verebileceği haklar,
ayrıcalıklar ve bağışıklıklar, bunları kullanma ve bunlardan yararlanma
hakkına sahip Fransız uyruklulara ve Fransız gemilerine de verilecektir.
2. Madde. Fransızların Haşmetli İmparatorunun uyrukları ya da hak
sahipleri, Osmanlı İmparatorluğu 'nun her yerinde, ister iç ticaret yapmak
için , ister dışarı satmak için olsun bu ülkenin bütün toprak ve sanayi ürün­
lerinden istediklerini hiç ayırım yapılmaksızın satın alabileceklerdir. Bab­
ı A li , 25 Kasım 1 838 'de imzalanan antlaşmanın 2. maddesi gereğince ta­
rım ürünlerine ve topraklarında üretilen herhangi bir başka ürüne uygula­
nan tekelleri kesin olarak kaldırdığından ve aynı mallan satın alabi lmek
ya da satın aldıklarında bu malları bir yerden başka bir yere taş ıyabi lmek
için yerel yetkililerden teskere isteme uygulamasından vazgeçtiğinden,
adı geçen antlaşmanın 2. maddesinde bulunan bütün taahhütlerin yürür­
lükte olacağı açıktır.

398
3 . Madde. Türkiye ' de üretilen toprak ya da s anayi ürünlerinden
herhangi bir şeyi Osmanlı İmparatorluğu 'nun içinde yeniden satmak için
satın alan Fransız tüccarlar ya da onların hak sahipleri , alım ya da satım
sırasında, iç ticarette en ayrıcalıklı Osmanlı uyruklarının ödedikleri rü­
sumları benzer koşullarda ödeyeceklerdir.
4. Madde. Dışarıya satmak için satın alınan Türkiye 'nin bütün top­
rak ya da sanayi ürünleri , Fransız tüccarlar ya da hak sahiplerince bütün
yükümlülük ve rüsumlardan bağışık olarak elverişli bir limana taşınacak­
tır. Limana gelince, cetvel .değerinin yüzde 8 ' ine eşit tek bir harç ödeye­
cektir; bu harç her yıl yüzde 1 düşürülerek sabit ve kesin harç oran ı olan
yüzde 1 'e inecektir; söz konusu yüzde l ' lik harcın alınmasındaki amaç
genel yönetim ve gözetim giderlerinin karşılanmasıdır.
Gemiye yüklendiği limanda satın alınan her mal için (dışsatım har­
cı daha önce ödenmiş olduğundan), el değiştirmiş bile olsa, doğallıkla
dışsatım harcı ödenmeyecektir.
5. Madde. Fransa' da ya da Fransa'ya bağlı topraklarda üreti len her
toprak ya da sanayi ürününe ve ne cinsten olursa olsun Fransız gemileri­
ne yüklenmiş bütün mallara ve Fransız uyruklunun malı olan ya da Fran­
sız uyruklularca kara ya da deniz yoluyla başka ülkelerden getirilen bü­
tün mallara, eskiden olduğu gibi, Osm anlı Devleti 'nin her yerinde, hiç is­
tisnasız, bu malların cetvel değeri üzerinden hesaplan arak tek ve değiş­
mez yüzde 8 ' lik bir harç deniz yoluyla geliyorsa gemiye yükleme s ı ras ın­
da, kara yoluyla geliyorsa ilk gümrük dairesinde ödenecektir.
Eğer mallar yüzde sekizlik harç ödendikten sonra, ister varış yerin­
de, ister ülkenin içinde satılırsa, satıcı da alıcı da hiçbir harç ödemeyecek­
tir. Ama, eğer Türkiye'nin tüketimi için satılmamışsa, bu durumda transit
mallar olarak kabul edilecek ve aşağıdaki 8 . maddede bel irtilen işlemleri
görecektir. Bu durumda yönetim, yüzde sekizlik harcın ödendiğini göste­
ren belgeyi sunan tüccara, bu dışalım harcıyla adı geçen m addede belirti­
len transit harcı arasındaki farkı hemen ödeyecektir.
6. Madde. Eflak-Boğdan Birleşmiş Beylikleri 'ne ve Sırbistan '.a yö­
nelik ve Osmanlı İmparatorluğu 'nun başka topraklarından geçen yaban­
c ı dışs atım mallan için gümrük resimleri söz konusu beyliklere varı ş l arın ­
da ödenecektir; öte yandan, Osmanlı İmparatorluğu 'nun diğer bölümleri-

399
ne gitmek için bu beyliklerden geçen yabancı dışahm mallarının gümrük
resimleri de doğrudan Bab-ı A li yönetiminde olan ilk gümrük dairesinde
ödenecektir.
Bu beyliklerin ve Osmanlı İmparatorluğu 'nun geri kalan böliimü­
nün dışsatıma yönelik toprak ve sanayi ürünleri için de aynı iş lem yapı la­
cak, gümrük resimlerinin ödemesini birinciler bu beyliklerin gümrük yö­
netimlerine, ikincilerse Osmanlı vergi dairesine yapacaklardır.
Böylece dışahm ve dışsatım resimleri , her durumda, bir tek defa
alınmış olacaktır.
7. Madde. Ne Fransa'nın ve Fransa'ya bağlı topraklarının toprak ve
sanayi ürünleri ve mallan üstünden, ne de Fransız uyruklulara ait Fransız
gemilerine yüklenmiş Çanakkale ve İstanbul boğazlarından ve Karade­
'
niz ' den geçecek diğer yabancı devletlerin toprak ve sanayi mallarından -
ister bu mallar kendilerini taşıyan gemilerle boğazlan geçsin, ister dışarı­
ya gönderilmek üzere satılmış ve diğer gemilere yükletilmek için karaya
indirilmiş ve daha sonra yollarına devam edecek mallar olsunlar- herhan­
gi bir vergi alınmayacaktır.
Bu sonuncu durumda, mallar, İstanbul 'da transit adı verilen güm­
rük deııoliı.nna ve depo buhınmayan her yerde gümrük idaresinin gözeti­
mine bnakılacaktır.
8, Madde. Derece derece tanıyaeağı imtiyazlarla karayoluyla tran­

sit geçişe kolaylıklar sağlamak arzusunda olan Bab-ı A li, başka ülkelere
gönderilmek üzere Türkiye'ye getirtilen mallardan bugüne kadar alınan
yüzde üçlük rüsumun, bugünden başlayarak yüzde ikiye indirilmesine ve
sekizinci yılın sonunda yüzde bir oranındaki tek ve değişmez bir tarifeye
bağlanmasına karar verdi.
Aynı zamanda Bab-ı A li, özel bir düzenlemeyle kaçakçılığı engel­
lemek için gerekli güvenceleri sağlama hakkı nı da elinde tutar.
9. Madde. Yabancı ülkelerin ürettiği toprak ya da sanayi ürünleri­
nin, mallarının ticaretini yapan Fransız uyruklular ya da onların hak sa­
hipleri , kendi ülkelerinden gelen malların ticaretini yapan yabancı uyruk­
lularla aynı rüsumları ödeyecek ve aynı haklardan yararlanacaklardır.
1 O. Madde. Madde 5 'teki koşullardan ayrık tutularak, tütün (hangi
biçimde olursa olsun) ve tuz Fransız uyrukluların Türkiye 'ye getirme

400
hakkına sahip oldukları mallar arasından çıkarılmıştır; bunun sonucunda,
Türkiye 'de tüketilmek üzere tuz ve tütün alıp satan Fransız uyruklular ve
onların hak sahipleri, bu iki malın ticaretini yapan en ayrıcalıklı Osmanlı
uyruklarıyla aynı yönetmeliklere uyacak ve aynı rüsumları ödeyecekler­
dir. Bu kısıtlamanın getirdiği kayıpları ödünlemek için, gelecekte, Fran­
sız uyrukluların Türkiye 'den dışarıya satacağı aynı mallardan hiçbir baş­
ka rüsum alınmayacaktır.
Fransız uyruklular ve onların hak sahiplerince dışarıya satı lacak
olan tütün ve tuz mikta.İ-larının gümrük idarelerine bildirilmesi gerekir;
Gümrük idareleri, eskiden de olduğu gibi, bu ürünlerin dışsatımının göze­
timini yapmak hakkına sahiptir; ne var ki, bu gözetim sırasında, ister ka­
yıt adı altında, ister her hangi bir başka ad altında olsun, hiçbir parasal
katkı isteyemez.
1 1 . Madde. Fransız uyruklular, bundan böyle artık ne top, ne barut,
ne silah, ne savaş teçhizatı getirebilirler. Bu çeşitli malların ticareti, bu ti­
careti düzenleme hakkını elinde bulunduran Osmanlı Devleti 'nin dolay­
sız ve özel gözetimi altındadır.
Yukarıdaki kısıtlamalara av tüfekleri, tabancalar ve lüks silahlar
dahil değildir.
1 2. Madde. Fransız ticaret gemilerinin Çanakkale ve İstanbul bo­
ğazlarından geçişleri sırasında almak zorunda oldukları fermanl ar, onl arı
en az gecikmeye uğratacak biçimde verilecektir.
1 3. Madde. Osmanlı İmparatorluğu 'na mal getiren Fransız ticaret
gemilerinin kaptanları, mal boşaltacakları limana gelir gelmez beyanna­
melerinin yasal bir kopyasını gümrüğe teslim etmek zorundadırlar.
1 4. Madde. Kaçak sokulan mallara, kaçakçılık kesin biçimde orta­
ya çıkarıldığında Osmanlı hazinesi adına el konacaktır: Kaçakçılık suçu­
nun tutanağı hazırlanacak ve el konulan malın sahibi olan yabancı uyruk­
lunun bağlı bulunduğu konsolosluk yetkilisine iletilecektir.
1 5 . Madde. Osmanlı İmparatorluğu 'nda üretilen Osmanlı gemi le­
riyle Fransa'ya getirilen bütün toprak ürünü mallar en ayrıcalıklı ülkele­
rin benzer ürünleri gibi kabul edilecektir.
1 6. Madde. Fransızların Haşmetli İmparatoru'nun yönetimi, elbet­
te, bu antlaşmanın hiçbir maddesiyle, ne kullanılmış terimlerin doğal ve

401
ke_s in anlamlan dışına çıkmak ne de hiçbir biçimde Hazreti Padişahl'nin
iç yönetim haklarım -bu haklar eski antlaşmaların koşullarına ve yapı lan
bu antlaşmanın Fransız uyruklulara ve bmıların taşınmaz mallarına açık
bir saldın gerçekleştirmedikçe- kullanmasına engel olmak iddi as ındadır.
1 7. Madde. Bu antlaşma yirmi sekiz yıl yürilrlükte kalacaktır . Bu­
nunla birlikte, yüce katılımcı taraflardan her biri on dördüncü ve yirmi bi­
rinci yılın sonunda deneyimlerin esinlediği değişiklikleri önermek h akkı­
na sahiptir. Yapılan bu antlaşma Osmanlı İmparatorluğu 'nun bütün vi la­
yetlerinde, başka bir deyişle Hazreti Padişahi 'nin Avnıpa'da ve Asya'da,
Mısır'da, ve Afrika'nın Bab-ı A li 'ye ait diğer yerlerinde, Sırbistan 'da, Ef­
lak ve Bağdan Birleşmiş Beylikleri 'nde uygulanacaktır.
Bab-ı Ali, diğer yabancı devletlerin bu antlaşmanın içerdiği koşul­
lardan kendi ticaretlerini yararlandırm ak için yapacakları girişimlere asla
karşı çıkmayacağım açıklar.
)'üce katılımcı taraflar, hem Fransa'nın ve kendisine bağımlı top­
rakların toprak, tarım ve sanayi mallan için ve Fransız uyrukluların Haz­
reti Padişahi'nin vilayetlerine getirdikleri mallar için, hem de Fransız
Tüccarların ve acentelerinin Osmanlı Devleti 'nin bütün bölümlerinden
satın alarak Fransa'ya ya da diğer ülkelere götürmek istedikleri toprak, ta­
rım ve sanayi ürilnleri için, yapılan bu antlaşmanın koşullarına uygun
gümrilk tarifeleri hazırlam ak amacıyla hep birlikte komiserler atamak ko­
nusunda uzlaşmışlardır.
Hazırlanan yeni tarife, 1 Ekim 1 86 1 'den başlayarak yedi yıl yürür­
lükte kalacaktır.
Yüce katılımcı tarafların her biri, bu sürenin dolmasından bir yıl
önce, tarifenin gözden geçirilmesini isteyebilecektir. Ne var ki, o dönem­
de, taraflardan ne biri, ne de öteki bu hakkı nı kullanmazsa, birinci yürilr­
lük süresinin sona erdiği günden başlayarak aynı tarife yedi yıl daha yü­
rilrlükte kalmaya devam edecektir ve bu durum her yedi yıllık sürenin so­
nunda aynı biçimde devam edip gidecektir.
1 8 . Madde. Bu antlaşma onaylanacak ve onaylar 1 Ekim 1 86 1 'den
başlayarak iki aylık süre içinde, ya da eğer olanaklıysa daha önce, İstan­
bul 'da karşılıklı olarak teslim edilecektir.

402
Buna dayanarak, her devletin tam yetkili baş delegeleri imzalarını
atmışlar ve armalarının mührünü basmışlardır.
Bin Sekiz Yüz Altmış Bir yılının Yirmi Dokuz Nisan günü İ stan­
bul 'da yapılmıştır.

İmzalayan: DE LAV ALLETTE.


İmzalayan : Ali
EK 16.

OSMANLI DEVLETİ MADENLERİ ÜSTÜNE


YENİ YÖNETMELİK
(17 TEMMUZ 1861)

Madensel madde olarak altın, gümüş, platin, kurşun, bakır, kalay,


demir, çinko, cıva, manganez, arsenik, san zırnık, krom, kobalt, nikel, kü­
kürt, çeşitli maden kömürleri, kaya tuzu, şap, zımpara ve Osmanlı toprak­
ları boyunca toprak altında ya toprak üstünde bulunan buna benzer bütün
diğer maddeler düşünülmüştür.
Şu maddeler madensel madde olarak kabul edilmemiştir: Yapılarda
ve diğer benzeri işlerde kullanılan mermer, granit, kufeki, çakmaktaşı, al­
çıtaşı, kireçtaşı, kaldırım taşları , kaolinler, kumlar, killer, çömlekçilikte
kullanılan topraklar ve genel olarak herhangi bir yapıdaki topraklı ve taş­
lı maddeler.
Madensel maddeler ancak padişah iradesiyle verilen bir izinden
sonra topraktan çıkarılabilir ve işlenebilir.
Yukarıda sıralanan madensel maddelerle ilgili bütün sorunlarla uğ­
raşmak üzere özel bir idare kurulmuştur.

404
FASIL I

MADENLERİN ARANMASI ÜSTÜNE

l . Madde. Her toprak sahibi, kendi topraklarında bulunabilecek ma­


densel maddeleri -Yalnızca aramak amacıyla- hiçbir izin almadan her tür
kazıyı yapabilir.
2. Hiç kimse, biraz sonra biçimleri belirtilecek izin belgesini Ma­
denler İdaresinden almadan, kendi toprakları üstünde arama yapmayan
bir üçüncü kişinin topraklarında maden araması yapamaz.
3. Madde. Boş devlet topraklarında (Miri arazilerde) maden arama­
sı yapmak isteyenler de Madenler İdaresinden izin almak zorundadır.
4. Madde. Üstünde maden araması yapılmak istenen toprakl ar bir
kasabanın, bir ya da birçok köyün sınırları içindeki otlaklar, ormanlar, pa­
zar yerleri, kamu alanları gibi kamu yararına ayrılmış yerlerdeyse, m aden
arama izni ancak adı geçen kasabaların ve köylerin halklarının gereksi­
nimlerinin madenlerin açılmasından zarar görmeyeceği mahallinde topla­
nan bilgiler sonucu anlaşıldıktan sonra verilecektir.
5. Madde. Her arama izni Madenler İdaresine verilecek bir di lek­
çeyle istenecektir. Bu dilekçede aramaların yapılacağı yer, bu yerin bu­
lunduğu il ve kaza, toprak sahiplerinin adları ve soyadları56, aranacak ma­
densel maddelerin cinsi, kazılardan doğacak bütün zararların karşılanaca­
ğı taahhüdü bulunacaktır.
Bu dilekçenin bir onaylı kopyası araştırma yerinin mühendisine ve­
rilecektir; mühendis, öncelikle, yapılacak araştırmaların başarı olasılığı ,
araştırma yerlerinin dilekçede belirtilen tanımlara uygunluğu, çalışma sı­
rasında benimsenen tarz, toprak sahiplerinin isteyebileceği ve uzmanların
yaklaşık olarak belirleyebilecekleri tazminat miktarı üstüne düşüncelerini
bildirmeye davet edilecektir.
Bu bilgilere mühendis , işle ilgili kendi görüşünü de ekleyecektir.
6. Madde. Arama süresi , izinin "erilme tarihinden başlayarak iki yı-

56 «Soyad» sözcilğü yerine Türkçe kaynaklarda "şöhret" sözcüğü kullanılmaktadır; «Şöhret» ya da «sn­
yad» sözcüklerinden sanırız «lakap» anlanu çıkarmak gerekir. (Ç.N.)

405
lı aşamaz. Süre sona erdiğinde araştırmayı yapanlar Madenler İdaresin­
den sürenin uzatılmasını isteme hakkına sahiptirler; aramayı yapanların,
geçmişte olduğu gibi -mal sahiplerine ta�minatları ödemeleri ve söz ko­
nusu yerin mühendisinin uygun bulması koşuluyla- Madenler İdares i sü­
reyi uzatabilir.
7. Madde. Arama izninin verildiği tarihten başlayarak üç ay içinde
arama çalışmaları başlamazsa ve arama çalışmaları düzenli bir biçimde
sürdürülmezse, eğer araştırmayı yapan Madenler İdaresi meclisine akla
yakın bir mazeret belirtemezse, verilen izin iptal edilir ve bir başkasına
izin verilebilir; bu durumda, ilk izni alan, iptal edilen izninin masraftan
karşılığı olarak izni veren dairenin reisinde tazminat isteme hakkına sahip
değildir57.
8. Madde. Hiç kimse, ne duvarla çevrili yerlerde, ne de evlere biti­
şik yerlerde, avlularda ve bahçelerde, evlere yüz elli arşından daha yakın
yerlerde, toprak sahibinin rızasını almadan maden araştırmaları yapamaz,
sondajlar ve kazılar gerçekleştiremez, kuyular kazamaz, dehlizler aça­
maz, araç gereç ve metalürji makineleri deposu yapamaz. Bu durumda,
adı geçen duvarla çevrili yerlerin, duvarların, bahçelerin ve evlerin mal
sahiplerinin rızası daima alınacaktır.
9. Madde. Kendi topraklarında izin almadan arama yapabilecek
toprak sahibi, burada düzenli bir işletme örgütlemek istemesi durumunda,
yönetmelikler gereğince bir imtiyaz belgesi almak zorundadır.
1 O. Madde. Yaptığı aramalar sonucunda bir maden bulan kişi eğer
bir imtiyaz belgesi isterse, daha sonraki 1 2. maddede belirtilecek işletme
kurallarına uygun davranmak koşuluyla imtiyaz belgesini alacaktır.
1 1 . Madde. Daha önce bir arama izni verilmiş bir toprağa başka
arama izni verilemez.

57 Türkçe metinde bu maddenin son bölümü şöyledir: · .: .. Kabul-i makruna mazeret-i sahihas ı nlmadığı
i dar.,-i ııı.,adiıı dahi linde bulunacak meclis nezdinde tebeyyiin eylediği halde ruhsatnamesi geri alımp zu­
hur edecek diğer talibine verilecektir. iş bu ruhsatnamenin istirdadından dolayı bir güna masraf iddiasına
salahiyeti olamayacaktır. (Ç.N.)
FAS IL Il.

1 2. Madde. Her maden işletme iznine şu bilgiler eklenecektir:


1 ° İşletmenin karlı olduğu;
2° Çevrede kurulmuş herhangi bir fabrikaya ya da herhangi bir ma­
den işletmesine zarar vermeyeceği;
3° Aramanın en kolay işletme olanağı sağlayacak tarzda yapılaca-
ğı;
4° İmtiyaz istey�nlerin yeterli sermayelerinin bulunması.
1 3. Madde. Başkasına ait bir madeni daha önceden belirlenmiş de­
ğişken bir zaman süresi boyunca ve belirlenmiş koşullarda işletme hakkı !
tek başına ya da şirket halinde davranan her imparatorluk uyruğuna veri­
lebilir. Aynı izin, adı geçen şirketlerde pay sahibi olan yabancı devletle­
rin uyruklarına da verilmiştir.
1 4. Madde. Bir maden araması yapacak kişi ya da şirket çalışmala­
rı yönetebilmek işletmenin sürekliliğini sağlayabilmek ve imtiyazın yük­
leyeceği aylık ödentileri ve tazminatları karşılayabilmek için yeterli ola­
nakları bulunduğunu kanıtlamak zorundadır.
1 5. Madde. İmtiyaz sahibi -kim olursa olsun- kaza durumunda ma­
denin üstünde ya da hemen yakınında bulunan evler, konutlar ve diğer
yerler için ödenecek bütün tazminata karşılık teminat göstermek zorunda­
dır. Tazminat konusunda çıkacak anlaşmazlıkların çözümü M aden-i Hü­
mayun Meclisi 'nin yetkisinde olacaktır.
1 6. Madde. Bu aynı Meclis, imtiyazın alındığı yerin toprak sahibi­
nin, izinli aramalardan sonra madeni bulan kişinin ya da üçüncü bir kişi­
nin yararına yapılacak yorumlarında hakemlik yapacaktır.
İzinli aramalardan sonra madeni bulan kişinin imtiyazı alamaması
durumunda, bu kişinin imtiyazı alandan bir tazminat alma hakkı vardır.
Söz konusu tazminat imtiyaz fermanında belirtilecektir.
1 7 . Madde. İmtiyaz isteme dilekçesi, ister bir tek kişi, ister bir şirket
tarafından verilmiş olsun, dilekçeyi veren kişinin ya da dilekçey� imza ko­
yan kişilerin adlarını, soyadlarını, mesleklerini ve ikametgahlarını, made­
nin bulunduğu yerin adını, istenen imtiyazın alanını ve sınırlarını , ç ıkarı ­
lacak maden filizinin türünü, piyasaya sürülecek ürünlerin durumunu, ge-

407
rekli olacak odunların, kömürlerin ve diğer yakacakların sağlanacağı yer­
leri. toprak sahibine ve -eğer gerekirse- madeni bulana verilecek tazmi nat­
ları, devletin belirlediği işletme tarzına uyma taahhüdünü ve son olarak da
i stenen imtiyazın süresini kapsamalıdır. Sınırlan belirleyen ve işletilecek
maden filizinin bulunduğu yeri tanıtan düzenli bir planın üç nüsha hal inde
ve belli bir ölçekte olmak koşuluyla verilen dilekçeye eklenmesi gerekir.
1 8. Madde. İmtiyaz isteği, dilekçenin Madenler İdaresine kabul
edildiği tarihte, bu amaçla tutulan deftere kaydedilecek ve dilekçeyi vere­
ne bir kabul belgesi verilecektir. İmtiyazı verilecek madenle ilgili dene­
timler, maden ocağının uzaklığı ne olursa olsun, dilekçenin alınma tari­
hinden başlayarak en geç altı ay içinde tamamlanacaktır. Denetimler ta­
mamlandığında, uygun bulunursa imtiyaz fermanı verilecektir.
1 9. Madde. Madenler İdaresi yukarıda belirtilen süre içinde aynı
yer için imtiyaz isteklerini kabul edecektir; bu istekler de özel deftere
kaydedilecek ve alındı belgesi verilecektir. Tercih edilecl?k imtiyaz sahi­
binin belirlenmesi, aynı altı aylık sürenin sonunda 16. maddeye uygun
olarak yapılacaktır.
20 Madde. Rakip istekliler, çıkarılacak madenle ilgili bilgileri Ma­
denler İdaresinden elde edebileceklerdir.
2 1 . Madde. İmparatorluk uyruklu bir kişi ya da bir şirket, imtiyazı
istenen madenlerin işletilmesini -sağlam güvenceler vererek- süreklilik
içinde sağlamaları koşuluyla, aynı anda birden çok maden için imtiyaz is­
teyebilir.
22. Madde. Kurallara uygun biçimde imtiyazı alınmış bir maden
ocağının sınırları içinde imtiyaz belgesinin içermediği bir madensel mad­
de ortaya çıkarılırsa, yeni maddenin işletilmesi ancak yeni bir imti yazın
alınmasından sonra gerçekleşebilir.
23. Madde. Eğer işletme çalışmaları geçici olmayan bir kazı alanın­
da yapılıyorsa ve eğer bir yıl içinde bu toprağı ilk haline döndürme ola­
nağı varsa, kazıyı yapan kişi zarar gören toprağın bir yıl içinde getireceği
paranın iki katını tazminat olarak toprak sahibine ödemek zorundadır.
Bu tazminat, toprağı ilk haline getirmek için yapılacak harcamala­
rı kapsamam aktadır ve bu harcamalar kazıları yapan kimsenin yükümlü­

lüğü olarak kalacaktır.


24. Madde. Yakınlık nedeniyle ya da başka bir nedenle, bir m ade­
nin açılması ya da işletilmesi, bir başka madenin içinde zararlara ya da
harcamamaların artmasına yol açarsa, imtiyaz sahipleri arasında tazminat
ödeme söz konusu olacaktır.
25. Madde. Maden mühendisleri , Madenler İdaresinin kendi lerine
vereceği eğitim doğrultusunda, yapıların korunması için ve tarlaları her
tür zarara karşı güvence altına almak için etkin bir denetim yapacaklardır.
İl valisiyle birlikte, maden mühendisleri, halk arasından s ağlanan ve ma­
denlerde çalıştırılan işçilerin bu işi haksever bir ücret karşılığında kendi
istekleriyle yapmalarına ve halksız olarak hiçbir şiddet hareketi ya da hır­
palamayla karşılaşmamalarına özen göstereceklerdir.
26. Madde. Maden mühendisleri, gerek imtiyaz sahiplerini gördük­
leri sakıncalar konusunda uyarmak amacıyla, gerekse burada bulunan
tehlikeler ya da yolsuzluklar konusunda il valisini ve Madenler İdaresini
elden geldiğince çabuk haberdar etmek amacıyla, kazıların ve işletmeme­
lerin nasıl yapıldığını gözleyeceklerdir.
27. Madde. Maden işletmeciliğine ara verildiğinde ya da iş letme
terk edildiğinde ve maden işçilerinin gereksinim duydukları gereçlerin
sağlanmasında gecikmeler olması durumunda, maden mühendisi ve vali
bu gözlemlerini hızla Madenler İ daresine bildireceklerdir.
28. Madde. Devlet ile imtiyaz sahibi arasında yararlanma haklarına
ve yönetmeliklere ya da imtiyaz sözleşmesine uyulmadığı iddialarıyla çı­
kabilecek anlaşmazlıklar Maden-i Hümayun Meclisi 'ne götürülecektir.
Yalnızca kişisel çıkarlarla ilgili olanlar ya da zabıtayla ilgili olanlar, mü­
hendisin de katılımıyla Mahalli Mahkemede yargılanacaktır.
29. Madde. Eğer işletme kamu güvenliğini, kuyuların korunmas ını,
çalışmaların sağlamlığını, işçilerin ya da evlerin güvenliğini tehlikeye
atarsa, ilin valisi, mühendisin görüşü alarak, işletmenin etkinliğini durdu­
rabilir ve bu durumu Madenler İdaresine bildirir.
30. Madde. Madenin imtiyazını alan kişi, belli bir ölçekte hazırlan­
mış iki planı her yıl madenin bulunduğu yerin mühendisine vermek zo­
rundadır; bu planlar üzerinde, iletilen dehlizlerin ve açmayı önerdikleri
dehlizlerin durumu, biçimi boyutları belirtilecektir.
3 1 . Madde. Madenin imtiyazını alan kişi zorlayıcı nedenlerden ötü-

409
rü imtiyaz sözleşmesinde belirlenmiş sürenin sonunda işletmeden vazgeç­
mek zorunda kalacaksa, bunu altı ay önce Madenler İdaresine bi ldirmek
zorundadır; maden mühendisleri , her yılın sonunda, planlara ve işlerin
yürüyüşüne, çıkarılan maddelerin kalitesine ve işletmenin son durumuna
ilişkin raporları adı geçen Maden-i Hümayun Meclisi 'ne vermek zorunda
olduklarından, eğer maden imtiyazı sahibi yıl içinde madeni bırakırsa,
madenin bulunduğu yerin mühendisine işletilen dehlizlerin bir planını ve
terk gününe kadar çıkarılan maddelerin bir listesini vermek zorundadır.

FASIL Ill.

DEVLETE ÖDENECEK ÖDENTİLER

32. Madde. İmtiyaz sahipleri işlettikleri madenlerin ürünleri üzerin­


den�. madenin zenginlik derecesine bağlı olarak devlet ile kendileri arasın­
da belirlenecek oranda ödenti yapacaktır.
Bu ödentiler imtiyaz sözleşmesinde belirlenecektir; Madenler İda­
resi bu ödentilerin mal olarak mı, yoksa tersine, para olarak mı yapılaca­
ğını pazardaki rayiç fiyatlara göre belirleyecektir.
33. Madde. Devlet arazilerinin s ınırlı bir bölümünde işletme izni
veren bir fermanın çıktığı madenler için, imtiyaz sahibi bin altı yüz arş ın
(mimarlık) karelik dönüm başına belirlenmiş sabit miktardaki kuruşu her
yıl devlete ödemek zorundadır.
34. Madde. İmtiy �z fermanının verildiği gün, ferman masraflarını
karşılamak için, bir defalık olmak üzere 1 000-1 500 kuruş ödenecektir.
35. Madde. Her imtiyaz sahibi , ferman tarihinden hesaplanmaya
başlanarak bir yıl içinde işletme çalışmalarına başlamayı taahhüt edecek­
tir. Bu hüküm imtiyaz sözleşmesine de eklenecektir.
36. Madde. Aynca imtiyaz sahibi, toprak sahiplerinin arazilerinde
açtıkları kuyular ve dehlizler için ve onların topraklan yüzeyinde yapabi­
leceği diğer uygulamalar için tazminat ödemek zorundadır.
3 7 . Madde. Önceki yönetmeliğe göre bir kişi ya da şirkete verilen
imtiyazin süresinin sona ermesiyle, imtiyaz bir başkasına kurallara uygun

410
biçimde verilebilir; birinci imtiyaz s ahibi istekte bulunursa, tekliflerin eşit
olması durumunda öncelik hakkına sahip olur. Bütün durumlarda yeni bir
imtiyaz fermanının alınması gerekir.
38. Madde. Bugünkü yönetmeliğe uygun olarak maden işletme im­
tiyazını alacak kişi ya da şirketin bunu bir üçüncü kişiye devretmesi , ye­
ni kaynaklar sağlamak amacıyla pay sahiplerinin ve ortaklarının sayısını
artırması ve imtiyazı bir tek kişiye verilen bir madeni daha önceden Ma­
denler İdaresine haber verip izin almadan bir şirket halinde işletmes i ya­
s aktır.
39. Madde. İşletme süresi dolunca, maden ve onunla ilgili taşın­
mazlar devlete kalacaktır; burada bulunabilecek taşınabilir mallarsa imti- ·

yaz sahibinin malvarhğıdır, onları satabilir. Bu durumda devlet, maden


mühendislerinin ve diğer uzmanların fiyatı belirlemelerinden sonra söz
konusu mallara alıcı olabilir.
40. Madde. Herhangi bir nedenden ötürü imtiyaz sahibi imtiyazda
belirlenmiş sürenin dolmasından önce madeni işletmekten vazgeçmek du­
rumunda kalırsa, maden, bütün taşınmaz mallarıyla birlikte, devletin hiç­
bir tazminat ödemesine gerek kalmadan devlete döner.
İmtiyazı verilmiş alanın tamamı içinde işletilebilecek maden filizi
kalmam ası sonucunda madenin terk edilmesi durumunda da, -eğer terk et­
me sırasında imtiyaz süresinin dörtte üçü geçmişse- gene bütün taşınm az
m allar devlete kalır.
Aynı varsayımda, terk etme anında eğer imtiyazda bel irtilen süre­
nin yalnızca yansı geçmişse, madene bağlı bütün taşınmaz malların tah­
mini değerleri mühendisler ve diğer uzmanlarca belirlenir; tahm ini top­
lam değer, imtiyaz süresi yıllarına eşit miktarlarda bölünür ve imtiyaz sa­
hibi imtiyaz süresinin dolmasına kadar geçecek yıllarla orantılı miktarda
parayı devlete ödemesi koşuluyla bu taşınmaz mallara sahip olacaktır.
Son olarak, aynı koşullarda, eğer imtiyaz sahibi imtiyazda belirtil­
miş sürenin yarısı dolmadan madeni terk ederse, devlete hiçbir ödeme
yapmadan bu aynı taşınmaz malların sahibi olarak kalır.
4 1 . Madde. Taşınmaz mallar adı altında, madende bulunun kuyular,
dehlizler ve diğer çukurlar dışında, binalar, buharlı ya da buharsız m aki­
neler ve demirbaşta yer alan eşyalar, maden çıkarmada, taşımada ve ma-

41 1
den filizlerinin temizlenmesinde kullanılan aletler ve dehlizlerde çalıştırı­
lan hayvanlar da belirtilmiştir.
Madenden çıkarılan ürünler, araç gereçler ve -genel ol arak- dehliz­
lerde bulunan taşınabilir bütün diğer nesneler taşınmazlar adı altında yer /
��
42. Madde. İmtiyaz belgesinde belirlenmiş sürenin sonunda, yuka-
rıda belirtilen taşınmazlar, karşılığı Hazineye ödenmek koşuluyla imtiya
s ahibinin ya da tercih edilmiş eski imtiyaz sahibinin payına düşer.
i
FASIL iV.

DÖKÜMEVLERİ VE FABRİKALAR

43. Madde. Maden filizlerinin işlenmesine yönelik fabrika, fırın,


baca ye diğer benzeri yapılar devletin özel izni olmadan yapılamaz; söz
konusu izin, madenlerin işletme imtiyazları biçiminde verilir.
44. Madde. Maden ya da bu türden yapılar içinde maden fi lizi er­

gitmeyi gerektiren bütün diğer imtiyazlardan birini alan kimse, vilayetin


valisine bir dilekçe vererek işlenecek maden filizinin yapısını, biçimini,
fabrikanın ve ek yapılarının boyutunu, maden filizinin çıkarılacağı yeri,
çıkarılacak miktarı , maden filizinin kalitesini ve yakıtların nereden gele­
ceğini ve eğer su kullanmak gerekiyorsa, suyu sağlayacakları akarsuyu
bildirecektir. Dilekçeye, yapmayı düşündüğü çalışmaları ve suyun getiril­
mesi işlemini gösteren belli bir ölçekteki planı da ekleyecektir.
45 . Madde. Bu dilekçeyi vali maden mühendisine iletecektir; ma­
den mühendisi, bu konuda, sularla, ormanlarla ve kömürlerle ilgi lenen
görevlilerin -her birinden kendi bölümüyle ilgili- düşüncelerini de ala­
caktır. Maden mühendisi özel bir rapor hazırlayarak kendi gözlemlerini
yazacak ve girişimin olası karları ya da zararları, benimsenecek s anayi
yöntemi, makinelerin kurulması için gerekli süre konusundaki görüşleri­
ni bildirecektir.
Aynı raporda, yapılmış planın doğruluğunu değerlendirecek ve izin

412
giderleri için ödenmesi gereken üç bin ile beş bin kuruş arasında değişe­
bilecek rüsumu belirleyecektir.
46. Madde. Vilayetin valisi bu belgeleri ve eklerini Madenler İda­
resine iletecek ve kendi gözlemlerini de bunlara ekleyecektir.

FASIL V.

VİLAYET MÜ HENDİSLERİNİN ATANMASI

47. Madde. Şu anda, Rurneli 'deki Selanik, Manastır, Yanya, Bos- .


na, Niş vilayetlerinin her biri için ve Anadolu'daki Kastamonu, Ankara,
İzmir, Konya, Sivas , Harput ve Trabzon vilayetlerin her biri için birer ma­
den başmühendisi atanacaktır.
48. Madde. Maden mühendislerinin sayısı arttı kça, adlan yukarıda
sıralanan maden başmühendislerine yardım edecek yeni mühendisler ata­
nacaktır. Bu yardımcı mühendisler belli bir süre hizmet verdikten sonra,
diğer illerin başmühendislik görevlerine atanabileceklerdir.
49. Madde. Maden-i Hümayun Meclisi, maden işleme ve diğer hiz­
met giderlerini belirleyerek bunun ödeneklerini maden başmühendisleri­
ne ve yardımcı mühendislere verecek ve bunların devlet hiyerarş isinde
alacakları yeri belirleyecektir.
50. Madde. Atanan maden mühendislerinin görevleri şunlardır: Şu
anda işletilen ya da gelecekte işletilecek madenlerdeki çalışmaların ma­
den yönetmeliğinde, imtiyaz sözleşmesinde yazılmış kurallara ve kamu
güvenliği koşullarına uygun olarak yapılıp yapılmadığını gözetmek; ko­
şulların gerektirdiği önlemleri gecikmeden almak ya da bunları Madenler
İdaresine bildirmek; vilayetlerinde bulunan madenleri denetlerken derle­
dikleri bilgileri aynı İdareye bildirmek, ve daha genel olarak, maden yö­
netmeliğinin, Maden-i Hümayun Meclisi 'nin yönergelerinin uygulanma­
sını sağlamak ve daha sonra ayrıntılı olarak belirtilecek görevl eri dikkat­
le yerine getirmek.
5 1 . Madde. Her yıl kasım ayından (Aziz Demetrius 'tan) bir sonra-

413
ki yılın nisan ayına kadar, Rumeli 'deki başmühendislerin yarısı ve Ana­
dolu 'da.ki mühendislerin yarıs ı merkezi İstanbul 'da bulunan Maden-i Hü­
mayun Meclisi 'nde üye olarak bulunaca�ardır. Meclis 'ten çıkışlarında,
onların yerini Rumeli ve Anadolu 'da mühendislerin geri kalan bölümü
alacak ve onlar da ekim ayından nisan ayına kadar Meclis'e katılarak Ru­
meli ve Anadolu maden başmühendislerinin yarısının belli dönem lerde
Meclis 'te bulunmasını sağlayac aklardır.
52. Madde. Vilayetlerin Meclis 'te bulunmak için giden başmühen­
disleri dönüş giderlerini Hazineden alacaklar ve İstanbul 'da bulundukları
zaman süresince maaşlarından dörtte bir oranında kesinti yapılacaktır.
53. Madde. İ çlerinden başkentte bulunması gerekli görülenler ve bu
nedenle yönetmelikteki sürenin dışında başkentte tutulanlar ya da olağan­
dışı olarak başkente çağrılanlar gidiş ve dönüş giderlerini ve maaşlarının
tamamını alacaklardır.
54. Madde. Bu yönetmeliğin ilan edildiği günden başlayarak, ma­
denlerle ilgili bütün eski yasalar yürtirlükten kalkmıştır.
1 278 yılının 9 Muharremi , 1 7 Temmuz 1 86 1 .
EK 17.

TÜRKİYE'DEKİ DEMİRYOLLARI İMTİYAZLARI


İÇİN İMTİYAZ YÜKÜMLÜLÜKLERİ
NİZAMNAME DEFTERİ58

Ticaret ve Nafıa Nezaretinde hazırlanan ve padişahın onayladığı bir


yükümlülükler nizamname defteri , Türkiye'deki bütün dem'iryolu imtiyaz
s ahiplerinin bundan böyle uyacakları koşulları düzenliyor. Nizamname
defteri altı bölüme ayrılıyor ve defterle ilgili birazdan yapılacak irdeleme,
bu ülkede demiryolu sanayisiyle uğraşacakları ilgilendirmektedir.
Bu başlık altında: Güzergah ve yapım ilk bölümü oluşturur ve de­
miryolu hattının güzergfilı çizgisinin, ölçeği 1/100 OOO 'den küçük olma­
.
mak üzere hazırlanmış bir genel topografya planının, gerekliyse bir boyu­
na profili, en çetin noktalar için birkaç enine profili ve Mecl is-i Devlet-i
Aliye 'nin çıkarları bakımından hattın geçtiği güzergahın doğruluğunu ka­
nıtlayan ve harcamaların yaklaşık miktarını içeren bir raporu daha önce
Meclis-i Devlet-i Aliye ' ye sunmak zorunluluğunu bildirir. Bu belgelerin
incelenmesinden sonra Meclis-i Devlet-i Aliye Kumpanyaya kararını bi l­
direcektir; bunun üzerine Kumpanya, güzergfilı bilgilerine uygun _olarak,
kesin demiryolu hattı çizgisini en az 30 bin arşınlık (22 500 metre) bö-

58 Journal de Consıanıinoplı, 27 Mart 1 860.

41 5
lüm ler halinde gösteren 1 /1 0 000 ölçekli bir planı her üç ayda bir devlete
teslim etmek zorunda olacaktır. Yapım sırasında, devletin onayı olmaksı­
zın onaylanan plandaki boyuna profilde hiçbir değişiklik yapılamayacak,
ama geri kalan noktalarda Kumpanya -elbette alınmış kararların ruhuna
ters düşmemek koşuluyla- uygun bulduğu ayrıntı niteliğindeki değişiklik­
leri yapabilecektir. Yolun genişliğini, demiryolunun iki yol aras ını, yol
yanlarım, çukurları ve banketleri, maksimum eğimleri ve hatlar aras ında­
ki bağlantıyı sağlamak için yapılması gereken düzenlemeleri belirleyen
bu bölüm, daha sonra yan makasların, yapılacak viyadüklerin ya da tünel­
lerin keşiflerinin yapılmasını da istemekte ve özel bir maddeyle çalışma­
l ar sırasında ya da işletme sırasında Kumpanyanın satın aldığı topraklar­
da bulunacak heykellerin, madalyaların, sanat eşyalarının, arkeoloji par­
çalarının yarısının devlete ve yarısının da Kumpanyaya ait olmasını -bu­
nunla birlikte devletin şufa hakkını s aklı tutarak- karara bağlamaktadır.
Bölüm il: Bakım ve işletme bölümü, bütün bakım, o lağan ve ola­
ğandışı onarım giderlerini Kumpanyanın yükümlülüğüne bırakır ve ta­
m amlanmış demiryolunun sürekli iyi durumda tutulmaması durumunda
bunun Nafıa Nezaretince sağlanmasını ve giderlerin Kumpanya tarafın­
dan karşılanmasını öngörür.
Bu bölümde Meclis-i Devlet-i Aliye -Kumpanyayla uzlaşarak- in­
zibatı, güvenliği , demiryolunun işletilmesini ve korunmasını ve buna bağ­
lı işlerin yapılmasını sağlamayı taahhüt eder. Onarımların yapılmas ı ko­
nusunda da Meclis-i Devlet-i Aliye denetim ve gözetim hakkını elinde
bulundurur.
Bölüm III : İmtiyazın süresi, satın alınması ve sona erdirilmesi, ke­
falet, güvence: İ mtiyaz, belirlenmiş dönemin sonunda ve yalnızca bu sü­
renin sona ermesiyle son bulur; imtiyazın sona ermesiyle Meclis-i Dev­
let-i Aliye, Kumpanyanın demiryolu ve ek yapılarıyla ilgili bütün hakla­
rını devralır ve bütün bu ürünlerden hemen yararlanmaya başlar. Kum­
panya demiryolunu ve ek yapılarını iyi durumda tutmak zorunda olduğu
için, Meclis-i Devlet-i Aliye, -eğer Kumpanya bu yükümlülüğünü tam
olarak ve bütünüyle yerine getirmiyorsa- bu yükümlülüğü yerine getir­
mek için, imtiyazın sona ermesinden önceki son beş yılda demiryolu ge­
l irlerine el koymak ve bunl arı onarım işlerinde kullanmak hakkına sahip-

416
tir. Taşınabilir eşyaları, makineleri, lokomotifleri, vagonları, yük arabala­
rını, arabaları ve diğer yapı avadanlıklarını, yakıtları ve her tür gereçleri
Mecl is-i Devlet-i Aliye bilirkişi raporundan sonra satın almak zorundadır
ve bu durum karşısında, eğer Mecl is-i Devlet-i Aliye istiyorsa Kumpan­
ya bunları yukarıda belirti len biçimde devlete bırakmak zorundadır. Bu
maddeye göre, imtiyaz yükümlülükleri defterindeki çeşitli yükümlül ükle­
ri yerine getirmeyen ya da çalışmaları belirlenmiş süre içinde yapı p ta­
mamlamamış Kumpanya iskat edilir. Bu duruma düşen Kumpanya, iş le­
re devam etmek ve işİeri tamamlamak için ihaleye girebilir; bertaraf edil­
me durumunda Kumpanya, satın alınan toprakların ve işletmeye açılmış
olan demiryolu bölümünün değerini yeni imtiyaz sahiplerinden alır; açik
artırmayla yapılacak bu ihaleden sonuç alınamazsa, altı ay içinde yeni bir
ihale yapılacak ve bunda da başarı kazanılmaması durumunda Kumpan­
ya haklarını yitirecek ve yapılmış olan demiryolu bölümleri ya da işlet­
meye açılmış bölümler devletin malı haline gelecektir. Henüz geri veril­
memiş teminat akçesi devlette kalacaktır. Eğer demiryolu çalışmas ı alışıl­
mış zorunlu nedenlerin dışında kalan başka nedenlerden ötürü yarıda ka­
lırsa, Meclis-i Devlet-i Aliye Kumpanyanın giderlerini, tüm sorum luluk­
larını geçici olarak bir daireye verir; söz konusu daire üç ay çalıştıktan
sonra, eğer Kumpanya çalışmalara devam edebilecek durumda görülmez­
se iskat edilir. İmtiyaz fermanının elde edilmesinden önce Kum panyanın
bir geçici teminat akçesi yatırması gerekir; faizi işleyen bu teminat akçe­
si, çalışmalar tamamlandıkça onda birlik bölümler halinde imtiyaz sahip­
lerine geri verilir. Kumpanyanın yıllık bakım ve işletme giderlerinin ve
her çeşit harcamalarının tutarının ve aynca da Kumpanyanın yönetimsel
işlemlerini denetlerken devlet komiserinin denetim tahsisatlarının nasıl
hesaplanacağını Meclis-i Devlet-i Aliye düzenleyecektir.
Bölüm iV: Tarifeler ve yolcu ve mal taşıma koşulları : Bu bölüm
Kumpanyayı, bütün imtiyaz süresi boyunca geçiş ıüsumunu toplamaya
yetkili kılıyor ve yolcular ve mallar için taşıma ücretini içeren bir tarife
belirliyor. Trenle taşıma, yük arabasıyla taşıma, yükleme ve depolam a gi­
bi ikincil giderler Kumpanya tarafından belirlenecek, ama tarifeler Mec­
Iis-i Devlet-i Aliye 'nin onayına bağlı olacaktır.

417
Bölüm V: Çeşitli hizme tlerle ilgili özel koşullar, taşıma rüsumları
tarifesinde indirim hakkına sahip görevlilerin adlarını özel olarak bel irt­
mektedir: Örneğin, tek başlarına ya da to pluca gönderilen subaylar ya da
denizciler, kendileri ve bagajları için, yasal ücretin yarısını ödeyecekler­
dir. Eğer Meclis-i Devlet-i Aliye demiryoluyla ulaşımı sağlanan bir nok­
taya birlikler ay da askeri araç gereçler ya da deniz araç gereçleri gönder­
me gereksinimi duyarsa, Kumpanya bütün taşıma araçlarını tarifenin ya­
rı fiyatına Meclis-i Devlet-i Aliye'nin emrine verecektir. Memurlar ya da
Meclis-i Devlet-i Aliye'nin teftiş , denetim ve gözetim için görevlendirdi­
ği kişiler ve gümrük resimlerini ya da di'ğer vergileri toplamak amacıyla
demiryolunda herhangi bir gözetim görevi yapan kişiler, Kumpanyanın
vagonlarında ücretsiz taşınacaktır. Bunun dışında Kumpanya, olağan yol­
cu trenlerinde, resmi evrakları ve bu hizmet için gerekli görevlileri ücret­
siz taşıyacak, bu iş için bir ya da birçok ikinci mevki vagon ayrılacaktır.
Bunun dışında, Meclis-i Devlet-i Aliye, resmi evrakların taşınması için
bir günlüğüne ve her yöne gitmek koşuluyla özel bir tren isteme hakkına
sahiptir. Bir postane açılması gerekli görülen bütün istasyonlarda, Kum­
panya kendi binalarındaki bir odayı ya da uygun bir yeri ücretsiz olarak
vermek zorundadır. Yalnızca demiryolunun hizmetinde olan direkler ve
telsiz telgraflar Kumpanya tarafından yerleştirilecek, ama Meclis-i Dev­
let-i Aliye kendi telgraf hatları için bu direkleri kullanabilecektir. Devle­
tin telgraf görevlileri iş için seyahat ettiklerinde ücretsiz taşınacaklardır.
Demiryolu ve telgraf hizmetlerinde kullanılan binalar dışında, Kumpanya
gümrük bürosu ve polis karakolu olarak kullanılmak üzere ve masrafları­
nı kendisi karşılayarak binalar yapmak ve bunları Meclis-i Devlet-i Ali­
ye 'nin hizmetine vermek zorundadır.
VI. ve sonuncu bölüm, çeşitli koşullar başlığı altında, Türkiye 'den
alınan taş, kereste, demir ve kömür gibi bina yapımı ya da işletme için ge­
rekli bütün gereçlerin imtiyaz süresi boyunca harç alınmadan taşınması­
na ve dışarıdan getirilen yapım için gerekli miktardaki bu türden gereçle­
rin ve başka nesnelerin serbestçe girişine izin verir. Bütün imtiyaz süresi
boyunca demiryolunun toprağı, varlıkları ya da gelirleri üstüne hiçbir ver­
gi konamaz; Kumpanya, imtiyazıyla ilgili ve örgütlenmesiyle ilgili işlem-

418
!erde her tür pul resminden ve diğer resimlerden bağışık tutulacaktır. Bu
bölümle Meclis-i Devlet-i Aliye, -daha önce imtiyazları verilmiş demir­
yoluna bağlanarak karşıtlık yaratacak kollar için olsa bile- uygun buldu­
ğu yeni imtiyazları verme hakkını elinde tutmayı amaçlıyor; ama, yen i
ayrıcalıklarda Kumpanyaya öncelik vermeyi taahhüt ediyor. Kum panya,
özel izin alarak, topraklar edinebilir ve bunları tarım, ekim ve yapı işlet­
meleri halinde çalıştırabilir, toprak yollar ya da başka servis yol ları yapa­
bilir, maden, orman ve taşacağı, vb. işletmeciliğine girişebi lir. Son ola­
rak, yükümlülük nizamname defterlerinden hiç de daha az önemli olma­
yan ve Türkiye'nin girdiği gerçek yolu açık seçik gösteren bir maddeyle,
Meclis-i Devlet-i Aliye, işlemleri gözetim altında tutmak ve Osman l ı çı�
karlarını temsil etmek üzere imtiyazı alan Kumpanyaya birçok görevli ve
komiser yerleştirir. İşletmeye yapılan ziyaret, gözetim ve denetimlerin gi­
derlerini Kumpanya karşılayacaktır; Kumpanya, Meclis-i Devlet-i Ali­
ye 'nin düzenlediği kimliği gösterenlere ödemeyi yapacaktır; Kum panya
ile devlet arasında çıkacak bütün anlaşmazlıklar, her iki tarafın eş it sayı­
da seçeceği hakemlerden oluşan bir karma komisyonda karara bağlana­
caktır. Bu hakemlerin vereceği karar kesin olacak ve uygulamaya kona­
c aktır.
Özü bakımından organik bir yasa olan böylesi bir belgenin açı kla­
maya gereksinimi yoktur.
EK 18 (N° 1).
YERLERİN TİCARET ETKİNLİGİNİ
GÖSTEREN TABLO
(YALNIZCA KESİN BİLGİ EDİNİLEN YERLER)

YERLER YILLAR DIŞALIMLAR DIŞSATIMLAI< TOPLAM


Fr. Fr. Fr.
İ stanbul )) )) » Bilinmi yor
Edirne yıllık )) » 10 350 000
Enez 1 863 1 46 350 3 225 000 3 37 1 350
Ka v ala 1 R63 1 500 000 25 000 000 26 500 000
Volo s yı l lık 4 000 000 12 000 000 16 OOO <KlO
İşkodra (Yuk. yıllık 4 000 000 3 000 000 7 000 000
Arnavutluk)
B osna yıllık 12 500 000 1 2 500 000 25 000 000
Kandiye 1 86 1 2 1 437 000 1 6 738 000 38 1 7 5 000
Vaffia 1 863 1 4 000 000 14 000 000 28 (){)() 000
Sinop 1 863 493 500 726 700 1 220 200
S a msun yıllık 15 000 000 1 5 000 000 30 000 000
Trabzon 1 860 85 4 1 3 250 39 752 575 1 25 1 6 5 825
Bursa 1 R63 R 809 000 24 879 000 33 688 000
B ozcaa da Yıllık 275 000 662 500 937 500
Sakız 1 862 6 1 69 950 4 67 1 500 I O R4 1 450

İ zmir 1 860 68 6 1 3 363 53 083 599 1 2 1 696 962

Kuşadası 1 862 1 5 35 000 6 498 000 8 033 000


Rodo s 1 862 3 075 1 00 3 1 5 5 000 6 250 1 0 0
Lamaka + 1 862 2 500 ()(X) 4 608 500 7 1 08 500
Linıasol (Kıbrıs)
İskenderun Yı ll ık 8 000 000 1 3 000 000 21 000 OC K l
Trab lusşanı 1 86 3 1 404 500 7 228 800 R 633 300
Beyrut 1 86 3 27 500 000 32 500 000 60 000 000

Sayda 1861 2 1 98 000 1 356 000 3 554 000

Akka+Hayfa Yıllık 3 500 000 3 500 000 3 500 000


Trablusgarp 1 86 1 1 3 56 250 1 377 500 2 733 750
B ingazi 1 86 1 433 250 825 000 1 27 8 250
Deme 1 86 1 50 000 1 7 8 000 228 000
Cidde (Kızıldeniz) 1 8 59 24 K J O 03 1 1 4 0 1 5 99 1 3 K 826 022
M a ssaua 1 8 59 14 000 000 bilinmiyor ))

420
EK 18 (N° 2).
YERLERİN DENİZC İLİK ETKİNLİKLERİNİ
BELİRTEN TABLO
(YALNIZCA BİLGİ ELDE EDİLEBİLEN YERLER)

YERLER YIL GİRİ Ş-ÇIKIŞ GÖZLEMLER


TOPLAMI

Gemi Tonilato
İstanbul 1 863 34 689 3 675 486

Enez 1 863 Bilinmiyor 26 750

Gelibolu 1 863 581 8 5 57

Kavala 1 863 Bilinmiyor 1 6 000

Volos yıllık 1 300 32 000

İşkodra (Yuk. yıllık R16 62 477

Arnavutluk)
Kandiye 1 860 2 065 1 44 6 8 1

Yama 1 863 1 89 1 4 743 14 Ağ.- 1 3 Ara.


1 86 .1 anı s ı

( buharlılar d ı � ında)
Sulina 1 862 5 570 800 623 Buharlı d ışında
Sinop 1 863 628 4 1 5 702

Samsun 1 863 668 103 475

Trabzon 1 860 543 229 822

Çanakkale 1 863 669 1 2 045

Sakız 1 862 3 352 357 870

İzmir 1 862 3 938 460 49 1

Kuşadası 1 862 296 28 628

Rodos 1 863 5 1 09 346 399

Lamaka (Kıb) 1 863 645 1 07 698

Limasol (Kıb) 1 863 493 32 980 Yalnızca giri�


Trablusşam 1 863 1 559 1 89 400

B ey nıı 1 863 3 465 256 528 Yalnızca giri�


Sayda 1 86 1 1 407 26 1 40

Akka+Hayfa 1 860 1 1 70 23 902

Trablusgarp 1 86 1 1 94 20 928

B ingazi 1 86 1 309 Biliıııııiyor


Deme 1 86 1 1 00 5 510

42 1
EK 19.
İST ANBUL LİMANININ 1 863'TEKİ DENİZCİLİK
ETKİNLİGİ

YELKENLİ GEMİLER

BANDIRALAR Gemiler Tonilatolar

Osmanlı 4550 422999


Rom en 1 48 1 64 1 1
Mu sev 1 24 l 1 420
S ırp 7 l 1 75
Amerikan 26 1 2930
İngiliz 1 654 4 1 5088
Brezilya l 318
Avusturya 1 1 13 363968
Fransız 1 75 35 1 4 1
Ho llanda 51 7993
Brem en 4 l 1 36
Dani m a rka 2 237
Peru l 408
Y u na n 3365 655094
Meck lemburg 1 72 57274
Prusya 93 35930
O ldenburg 9 1 329
Rus 507 1 3 1 732
H a n nover 46 6558
İta lya n 2079 624080
İ s veç+Norveç 1 72 46857
Romen (ek olarak) 5 841
TOPLAM 1 4304 28489 1 9

422
BUHARLI GEMİLER

BANDIRALAR Gemiler Tonilatolar

Osmanlı 36 5704
İ ngiliz 212 l l 820l
Yunan 42 1 6605
İtalyan 17 6799
Belçika 18 9707
Fransız 32 963 1
TOPLAM 357 1 66647

POSTA HİZMETİ DE VEREN BUHARLI GEMİLER

Lloy d Autrichien 273 1 3058 5


Messageries İmperiales 264 1 365 1 0
Rus 204 l 1 0452
Darphane 63 26660
TOPLAM 804 404 1 47

KABOTAJ (YELKENLİ GEMİLER)

BANDIRALAR Gemiler Tonilatolar

Osmanlı 5352 60 1 72
Romen 57 855
Musevi 48 737
TOPLAM 5457 6 1 764

423
KABOTAJ (BUHARLI GEMİLER)

BANDIRALAR Gemiler Tonilatolar

Darphane 407 47203

Osmanlı 1 32 5022

TOP L A M 539 52225

GENEL TOPLAM 2 1 46 1 3 5 3 3762

You might also like