You are on page 1of 88

T.C.

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ


VETERİNER FAKÜLTESİ
FARMAKOLOJİ VE TOKSİKOLOJİ ANABİLİM DALI

Bitkisel Zehirler
• Bitkisel zehirler başta adli tıp olmak üzere beşeri
hekimlik, klinik toksikoloji, eczacılık, farmakoloji ve
veteriner hekimliğinde önemli rol oynamaktadır.

2-
• Bitkisel zehirler, bitkinin kendisi için zehirli olmayıp, diğer
organizmalarda zararlı etkiler meydana getirirler.
• Bitkinin bakteri, mantar, böcek ve zararlı canlılardan
kendisini korumasına aracılık ederler.

3-
• Bitkilerden süt, yumurta, bal gibi çeşitli hayvansal
ürünlerle insanlara geçerler.
• Bitkinin kök, yaprak, meyve, tohum gibi çeşitli
kısımlarında ya da tamamında yer alabilirler.
• Isıtma işlemi sonucu çoğu bitkisel zehir etkisini
kaybederken, kurutma ve çay benzeri demleme işlemleri
ile daha yoğun hale gelebilirler.

4-
• Hayvanların kendilerine ya da yavrularına zarar
verebilecek zehirli bitkileri neden tükettiği sorusu akla
gelebilir. Dünya coğrafyasında çeşitli bölgelerde kurak
geçen mevsimler, hayvanların gıda kaynağı olan bitkilerin
yetişmesini olumsuz etkilemektedir. Bu bölgelerdeki
hayvanlar, hayatta kalma amacı ile zehirli ya da zehirsiz
ayırt etmeksizin bulabildikleri bitkileri tüketmeleri
sonucu zehirlenebilirler.
5-
• Hayvan beslemede kullanılan bitkilerin yetiştiği
bölgelerde zehirli bitkiler de yetişir.
• İşte hayvan besleme amacıyla zehirli bitkilerle beraber
hasat edilen bitkilerin kurutulup, saman haline
getirilmesi ve bunların hayvanın tüketimine sunulması da
önemli bir zehirlenme nedeni olmaktadır

6-
• Hayvanların beslendikleri mera ve otlaklarda severek
tükettikleri bitkiler yetişme döneminin sonuna doğru
yaşlanıp, lezzet ve besin değerlerini kaybederler.
• Buna karşın zehirli özellikte olan acı bakla (Lupinus spp.),
geven (Astragalus membranaceus ) ve hezaren
(Delphinium staphisagria) gibi çeşitli bitkiler hayvanların
açık alanlarda otladıkları mevsim boyunca daha uzun
süre yeşil kalıp, ilerleyen süreçte daha fazla tüketilmekte
ve zehirlenmeye sebep olmaktadırlar.
7-
• Bitkisel maddelerle zehirlenmeler için az sayıda antidot
bulunmaktadır.
• Sağaltım genellikle destekleyici ve semptomatik olarak
yapılmaktadır. Kontrendike olmadığı sürece kusturucu
ilaç kullanma veya mide yıkamasını takiben, tıbbi
kömürle birlikte sürgüt etkili ilaçlar uygulanır.

8-
• Tedavinin planlaması açısından zehirlenmeye sebep olan
bitkinin türü ve maruz kalınan kısmı, miktar ve
zehirlenme zamanı, hayvanın yaşı ve fizyolojik durumu
önemlidir.
• Ağız yolu ile zehirlenmelerde mide içeriğinde bitki
tohumları, yumru ve çiçeklerinin incelenmesi, bitkinin
tanımlanması ve tedavinin düzenlenmesine yardımcı
olur.
9-
Bitkisel zehirlerin sınıflandırılması
• Alkaloitler
• Glikozitler
• Tanenler
• Zehirli proteinler
• Okzalik asit ve tuzları
• Vitaminlerin kullanımını bozan maddeler
• Minerallerin kullanımını bozan maddeler
• Uçucu yağlar
10-
Alkaloitler
• MÖ. 3000 yıllarına ait Sümer tabletlerinde alkaloit
özellikte maddeler içeren afyon bitkisi (Papaver
somniferum), mutluluğun çiçeği olarak resmedilmiş

11-
• Bitkilerin aminoasit sentezlemeleri sırasında yan ürün
olarak meydana gelen alkaloitler, sahip oldukları zehirli
özellikleri ve acı lezzetleri dolayısı ile bitkilerin savunma
mekanizmasında görev alırlar.

12-
• Alkaloitler bitkilerin çeşitli kısımlarında yer alırlar.
Örneğin rezerpin bitkinin çoğunlukla köklerinde, nikotin
çoğunlukla yapraklarda, kinin çoğunlukla kabukta,
striknin çoğunlukla meyvede yer almaktadır.

13-
14-
15-
16-
17-
Afyon alkaloitleri
• Tıbbi amaçla kullanılan ve opioitler olarak da adlandırılan
afyon alkaloitleri olgunlaşmamış bitki kapsüllerinin
çizilmesi ile elde edilir.
• Başlangıçta beyaz renkli ve sıvı kıvamda olan süt, daha
sonra katılaşarak (afyon sakızı) kahverengi ya da siyah
renk alır.

18-
• Opioitler başlıca doğal afyon alkaloitleri, bunların yarı
sentetik türevleri ve sentetik bileşikler olarak üç gruba
ayrılabilir.
• Doğal alkaloitler morfin, kodein, tebain ve papaverin gibi
maddelerdir.
• Yarı-sentetik alkaloitler arasında diamorfin olarak da
bilinen heroin, dihidromorfon, buprenorfin ve oksikodon
gibi maddeler bulunur.
• Senetik türevler ise petidin, fentanil, remifentanil,
alfentanil, metadon ve tapentadol gibi maddelerdir.
19-
Etki mekanizmaları
• Opioitler etkilerini vücutta kendilerine özel reseptörler
aracılığı ile gösterirler. Başlıca opioit reseptörleri mü (μ),
kappa (k) ve delta (d) reseptörleridir.
• μ-reseptörleri aracılığı ile omurilik ya da daha yukarı
merkezlerden ağrı kesilmesi, solunumun baskılanması,
sindirim hareketleri ve salgılarının azaltılması, iştahın
artması

20-
• k-reseptörleri aracılığı ile μ-reseptörlere benzer şekilde
ağrı kesilmesi, sindirim hareketleri ve salgılarının
azalması, iştah artışı, yatışma, antidiüretik hormon
(ADH)’un azalmasına bağlı olarak idrar yapma, türe bağlı
olarak gözbebeğinde küçülme ya da büyüme, mide
bulantısı, kusma ya da maddeye bağlı olarak kusmanın
kesilmesi gibi etkiler görülür.

21-
• d-reseptörler aracılığı ile omurilik ya da daha yüksek
merkezlerden ağrının kesilmesi, iştahın artması ve
bağışıklık sistemi üzerine düzenleyici etkiler gerçekleşir.

22-
Zehirlenme belirtileri
• Hayvan türlerine göre opioitlerin zehirlilikleri oldukça
değişiklik göstermektedir. Başlıca merkezi sinir sistemi,
solunum, kalp damar ve sindirim sistemini etkilerler.
• Hayvanlarda görülen belirtiler arasında MSS ve
solunumun baskılanması, kaslarda koordinasyonun
bozulması sonucu görülen hareket bozukluğu, kusma,
nöbetler, göz bebeğinin küçülmesi, kan basıncının
düşmesi, kabızlık ve ölüm sayılabilir.
23-
Tedavi
• Opioitler ağız yolu ile alınmışlarsa öncelikle sindirim
sisteminde etkisiz kılınıp, vücuttan uzaklaştırılmaya
çalışılır.
• Bu amaçla kusabilen hayvanlar opioitler dışında bir
kusturucu ile kusturulur.
• Potasyum permanganatın %0.1-0.2’lik çözeltisi ile mide
yıkanabilir. Tıbbi kömür verilerek sindirim sisteminde
maddeler bağlanıp, ardından tuzlu sürgütlerle
uzaklaştırılmaya çalışılır.
24-
• Emilip, kana geçen opioitlerin meydana getirdiği klinik
belirtiler Dİ yolla 0.02-0.04 mg/kg dozda opioit
antagonisti nalokson ile tersine çevrilebilir.
• Nalokson uygulaması gerekli olduğu takdirde saatlik
uygulamalar ile tekrar edilir.
• Hayvanın solunumu takip edilmeli ve gerekli durumlarda
solunum cihazı ile takviye edilmelidir.

25-
• Diğer belirtiler semptomatik olarak sağaltılmalıdır.
• Bu amaçla diazepam yavaş Dİ yolla 0.25-1 mg/kg dozda
kullanılabilir.

26-
Glikozitler
• Bitkilerde bulunan ikincil bileşiklerden olan glikozitler
mono veya oligosakkaritlere ya da üronik aside
bağlanarak bileşik oluşturan maddelerdir.
• Glikozitlerdeki şeker ya da üronik asit glikon olarak
adlandırılırken, glikonun bağlandığı molekül aglikon
olarak isimlendirilir. Moleküldeki glikon ve aglikon
kısımları glikozidik bağla birbirlerine bağlanırlar.

27-
• Hayvanların karaciğerinde ve bağırsak mikroflorasında
bulunan beta-glukosidaz ve beta-galaktosidaz gibi çeşitli
enzimler, ısı, ultraviyole ışık ve yüksek pH bu bağı
parçalayabilmektedir.

28-
• Glikozitler aglikon kısımlarının kimyasal yapısına göre
aldehit, alkolik, antrakinon, fenolik, flavonoit,
kardiyotonik, lakton, siyanoforik (siyanogenetik ve
izotiyosiyanat), steroidal ve saponin glikozitler olarak
sınıflandırılabilirler.

29-
30-
31-
32-
33-
34-
35-
36-
37-
38-
Kalp glikozidleri
• KG’leri kalp kası ve diğer doku zarlarındaki Mg+2 bağımlı
Na+-K+-ATPaz pompasının etkinliğini engellerler.
• Na+-K+-ATPaz pompası enerji kullanarak Na+ iyonlarını
dışarı, K+ iyonlarını hücre içine taşır.
• Pompanın etkinliği engellendiğinde hücre içinde Na+
iyonları birikir.
• Hücre içinde Na+ iyon artışı Na+- Ca+2 pompasını
etkinleştirip, bu defa Ca+2 iyonlarının artışına neden olur.
39-
• Hücre içinde Ca+2 iyon yoğunluğunun artması kalp
kasının kasılma gücünü artırırken, hızının yavaşlamasına
neden olur.
• Hücre içi Na+ ve Ca+2 iyon yoğunluğunun artması ayrıca
hücre zarının kısmi depolarizasyonuna neden olur.
• Bu durum kalbin kendi sinir uyarılarını üretmesi olan
otomatisitesinin artmasına ve karıncık kaynaklı ekstra
atımlara ve ritim bozukluğuna neden olur.
40-
Tedavi
• KG’leri ile ağızdan zehirlenmelerde erken dönemde eğer
hayvanın fizyolojik durumu uygunsa kusturucu ilaçlarla
kusturulur.
• Eğer hayvanlar kusturulamıyorsa adsorban maddeler
olan kolestiramin reçine ya da tıbbi kömürle sindirim
kanalından emilmeleri engellenir.
• Adsorban maddelerin 4-6 saatte bir 2-3 kez tekrarlanarak
uygulanması glikozitlerin bağırsak-karaciğer dolanımını
engelleyerek atılmalarını teşvik eder.
41-
• Kan potasyum düzeyi yüksek değilse potasyum içeren
sıvı-elektrolit çözeltiler kullanılabilir.
• Kalsiyum içeren sıvı-elektrolit çözeltiler ise uygun
değildir.
• Genel olarak kalbin yükünü artıracağı için aşırı miktarda
sıvı-elektrolit çözeltiler verilmemelidir.

42-
• Hayvanlar EKG cihazına bağlanarak en az bir gün süre ile
izlenmelidir.
• Maruz kalma sonrası 24 saat içinde kalpte yavaşlama ile
birlikte ritim bozukluğu meydana gelmişse atropin ve
glikopirolat gibi parasempatolitik ilaçlar yararlı olabilir.
• Atropin 0.02-0.04 mg/kg, glikopirolat 0.01-0.02 mg/kg
parenteral yollarla uygulanabilir.

43-
• Atlarda atropin ölümcül olabilen bağırsak hareketlerinin
durmasına neden olabileceğinden dikkatli kullanılmalıdır.
• Bu amaçla atropin kalp hızı ve bağırsak hareketleri
kontrol edilerek yavaş Dİ yolla uygulanmalı, istenilen
etkiye ulaşıldığında ya da yan etki meydana geldiğinde
hemen kesilmelidir.

44-
Siyanogenik glikozitler
• Hayvanlarda görülen siyanür zehirlenmelerinin büyük
çoğunluğu siyanogenetik glikozit (SG) içeren bitkilerin
tüketiminden kaynaklanmaktadır.

45-
• SG’ler glikozit formunda iken hayvanlar için göreceli
olarak zehirli değillerdir.
• İki aşamalı enzimatik işlem sonucu glikozit içeriğindeki
HCN açığa çıkınca zehirlenme meydana gelir.
• Bitkide zehirli etkiden korumak için SG’ler ve enzimler
hücre içerisinde iki farklı bölmede bulunurlar.

46-
• SG’ler genellikle vakuoller içerisinde, enzimler ise
sitoplazmada yer alır.
• Bitki hasar gördüğünde veya kırılma, çiğnenme, don ya
da kuraklığa maruz kaldığında glikozit enzimle temas
edip, HCN açığa çıkar.
• Bitkinin yenilmesi sonucu da zehirlenme meydana gelir.

47-
Etki mekanizmaları
• SG’lerin hidrolizi ile açığa çıkan HCN (siyanhidrik asit,
hidrojen siyanür) mitokondrial sitokrom oksidaz
enziminde bulunan üç değerli demir iyonu (Fe+3) ile
birleşir.
• Bu birleşme sitokrom enzim sisteminde elektron
taşınmasını engeller, oksidatif fosforilasyon tepkimesi ve
sonuçta ATP üretimi durur.
• Bu etki hücre solunumunun durması olarak
nitelenebilecek hücresel hipoksi ya da histotoksik anoksi
olarak isimlendirilir.
48-
Tedavi
• Sığırlara kanda HCN’yi zararsız hale getirmek için
öncelikle içerisinde 5 g sodyum nitrit ve 15 g sodyum
tiyosülfatın 200 mL sulu çözeltisi Dİ yolla uygulanmalıdır.
• Bu amaçla koyunlara 1 g sodyum nitrit ve 3 g sodyum
tiyosülfatın 50 mL sulu çözeltisi Dİ verilir.

49-
• Atlara sodyum nitrit 10-20 mg/kg dozda % 20’lik çözelti
içerisinde Dİ verildikten sonra, sodyum tiyosülfat 30-40
mg/kg dozda yine % 20’lik çözelti olarak Dİ uygulanır.

50-
• Sığırlarda tedaviden daha iyi sonuç almak için sırası ile
sodyum tiyosülfat 660 mg/kg (yüksek doz) % 30 çözelti
halinde; yüksek doz sodyum tiyosülfat, 22 mg/kg sodyum
nitrit ile kombine halinde; yüksek doz sodyum tiyosülfat
1-1.5 mg/kg p-aminofenol ile birlikte ya da yüksek doz
sodyum sülfat 10.6 mg/kg kobalt diklorür ile birlikte
uygulanabilir.

51-
• Sığırlara, belirti göstermeseler de 30 g sodyum tiyosülfat
ağızdan saatlik aralıklarla verilir.

52-
Kumarin glikozidler
• Kumarin glikozitler pıhtılaşmayı önleyici etkilerini vitamin
K’nın etkinliğini engelleyerek meydana getirirler.
• Vitamin K’nın döngüsel dönüşümünü sağlayan vitamin K
epoksid redüktaz enzimini baskılarlar.

53-
• Kumarin içeren bitkiler arasında başta en yaygın tür olan
ak taşyoncası (Melilotus alba), Hint taşyoncası (M.indica),
sarı taşyoncası (M.officinalis) ve kokuotu (Anthoxanthum
odoratum) gibi türler sayılabilir.
• Ayrıca çakşır otu (Ferula communis)’nda 4-
hidroksikumarin yapısında olan ferulenol bulunmaktadır.

54-
Tedavi
• Öncelikle zehirlenmeye neden olan yemle beslenme
sonlandırılır.
• Zehirlenen hayvanlar strese sokulmamalı ve travmaya
maruz bırakılmamalıdır.
• Vitamin K1 0.5-1 mg/kg Kİ altı saatte bir uygulanmasını
takiben 24 saat içerisinde tedaviden sonuç alınabilir. Bazı
durumlarda 1-2 hafta süre ile tedaviye devam etmek
gerekebilir.
55-
• Atlarda pıhtılaşma önleyici amaçla varfarin kullanılırken
ya da kumarin türevi rodentisitlerle zehirlenmenin
tedavisinde vitamin K1 0.3-0.5 mg/kg DA uygulanır.
• Bu amaçla menadion sodyum bisülfit yapısındaki vitamin
K3 atlarda böbrekler üzerine zehirli etkisi dolayısı ile
kullanılmaz.

56-
Tanenler
• Bitkilerin kabuk, gövde, meyve, tohum, yaprak ve kök
gibi çeşitli kısımlarında bulunan, bitki gelişmesini
düzenleyen, polifenolik yapıda, 500-20.000 dalton
molekül ağırlığına sahip şekilsiz bileşiklerdir.

57-
• Bitki tomurcuklarının donmasını engelleyip, yaprakların
tadını bozarak ot yiyen hayvanlara karşı savunmada
görev alırlar. Köklerde zararlı mikroorganizmalara karşı
da bitkiyi korurlar.
• Kimyasal olarak hidrolize olanlar ve olamayanlar
(kondanse tanenler, proantosiyanidinler) olarak iki ana
gruba ayrılırlar.

58-
• Zayıf asit ve bazlar, tannaz gibi enzimler ve sıcak suya
hidrolize olabilirler ve böylece içermiş oldukları fenolik
bileşikler ve karbonhidratları açığa çıkarırlar.
• Geviş getiren hayvanların rumen mikroflorası tanenleri
ayrıştırarak sindirim kanalından emilmelerine ve
zehirlenmeye sebep olur.

59-
• Bu maddeler bitkiye çeşitli renkleri vermelerinin yanı sıra
buruk tat etkisine de sebep olurlar.
• Tanenlerin biyolojik etkileri arasında virüs, bakteri,
mantar ve maya gibi mikroorganizmalar ve parazitleri
öldürücü, antioksidan, yangı giderici ve mukozaları
büzüştürüp, sindirim sisteminden zehirli maddelerin
emilmesini engelleyici etkiler sayılabilir.

60-
• Bakteriler üzerine etkilerini hücre zarı geçirgenliğini
artırarak gerçekleştirirler. Gram pozitif bakteriler üzerine,
gram negatiflere kıyasla daha etkilidirler.
• Epigallokateşinler, hepatit C virüsünün hücreye girmesini
engellerler.

61-
62-
63-
Etki mekanizmaları
• Tannik asit ve gallik asit, mukozaları büzücü etki
gösterirler. Yüksek dozda proteinleri çöktürüp, hücre
zehiri olarak etki gösterirler.
• Tannik asit özellikle bağırsak, karaciğer ve böbrekler
üzerinde etkili olur.
• Sindirim sistemi mukozasında erozyon ve yaralar
meydana getirip, mukoza bariyerini hasara uğratır.

64-
Tedavi
• Zehirlenen hayvanların tanen içeren yemlerle teması
kesilmelidir.
• Akut zehirlenme durumunda Dİ sıvı-elektrolit uygulaması
idrar çıkarılmasını sağlamak ve asit-baz dengesini
düzeltmek açısından hayat kurtarıcıdır.

65-
• Kalsiyum, sodyum ve klor eksikliği giderilmeli, metabolik
asidozu düzeltmek amacı ile sodyum bikarbonat
verilmelidir.
• Hayvanlar idrar yapamıyorlarsa Dİ 1 mg/kg furosemid
uygulanmalı; gerekli durumlarda yeterli sıvı uygulaması
ile beraber her 12 saatte bir tekrar edilmelidir.

66-
• İkincil ortaya çıkabilecek pnömoni ve sindirim kanalında
abse oluşumunu önlemek için antibiyotikler verilebilir.
• Atlarda kolik oluşumuna karşı Dİ sıvı-elektrolitler, ağrı
kesici ve ağız yolu ile sürgüt etkili ilaçlar verilir.
• Tedavinin başarısı için idrar yapma, asit-baz dengesi ve
kan kalsiyum seviyesine dikkat edilmesi gerekir.

67-
• Şayet hayvanlarda anemi meydana gelmişse tam kan
verilebilir.
• Sıvı-elektrolit takviyesi, gerekli durumlarda rumenin
açılarak boşaltılması, tıbbi kömürle sindirim kanalından
emilimin azaltılması, bol temiz su içirilmesi ve
hayvanların mümkün olduğunca stresten uzak tutulması
faydalıdır.

68-
Zehirli proteinler
• Bitkilerin bünyelerinde bakteri, mantar, virüs gibi patojen
mikoorganizmalar ile solucan ve böcekler de dahil olmak
üzere ot yiyen hayvanlara karşı kendilerini savunmak
amacıyla çeşitli zehirli proteinler bulunur.

69-
• Bunlar arasında bulunan lektinler, ribozomu inaktive
eden protein (RİP)’ler, proteaz ve α-amilaz enzim
inhibitörleri ile zehirli amino asitler, genellikle bitkilerin
tohum ve depolama alanları gibi savunmasız yerlerinde
birikirler.

70-
• Bu proteinlerin bir alt grubu olan lektinler kendilerine
özel, früktoz, galaktoz, glikoz ve mannoz gibi
monosakkaritler ile azot (-N) ya da oksijen (-O) bağı
içeren glikanlar gibi oligosakkaritleri geri dönüşümlü bir
şekilde bağlama özelliğine sahip maddelerdir.
• Lektinler çoğunlukla bitkilerde bulunsa da böcekler dahil
çeşitli hayvanlarda, virüs, bakteri ve mantarlar gibi çeşitli
mikroorganizmalarda da görülebilirler.
71-
• Zehirli proteinlerin diğer bir alt grubu olan RİP’ler,
rRNA’ya oldukça spesifik N-glukosidaz enzim etkinliğine
sahip olup, katalitik olarak prokaryot ve ökaryot hücre
ribozomlarının etkisini engelleyerek hücre zehiri etkisi
gösteren maddelerdir.

72-
• Diğer bir alt grup olan enzim inhibitörleri içinde yer alan
proteaz inhibitörleri zararlılara karşı bitki savunma
sisteminin önemli bir protein grubudur.
• Patojen mikroorganizmaların bulaşması ya da istilacı
böceklerin bitkiyi yaralamaları sonucu sentezleri
tetiklenir

73-
74-
75-
76-
Okzalik asit ve tuzları
• Okzalik asit bitkilerde yaygın olarak bulunan, amonyum
(NH4+), potasyum (K+), sodyum (Na+) gibi tek değerli
iyonlarla suda çözünebilir tuzları, kalsiyum (Ca+2),
magnezyum (Mg+2) ve demir (Fe+2) gibi iki değerli
iyonlarla çözünmeyen tuzları şekillendirebilen bir
maddedir.

77-
• Okzalik asit ışgın (Rheum ribes), ıspanak (Spinacia
oleracea), pancar (Beta vulgaris), semizotu (Portulaca
oleracea) gibi bitkilerin soğan, yaprak ve gövde gibi çeşitli
kısımlarında bulunur.
• Gıdalarla birlikte yüksek miktarlarda alınması, kan
dolaşımında kalsiyum okzalat tuzu şekillenmesine ve
bunların böbreklerde çökmesi sonucu yetmezliğe yol açar

78-
• Okzalik asit vücutta ayrıca bileşik oluşturduğu
minerallerin yetmezliğine de sebep olur.
• Kalsiyumun kemiklerde kullanımını olumsuz etkiler.
• Geviş getiren hayvanlar rumen mikroflorasıyla okzalik
asidi yıkılmadıklarından zehirlenmeye karşı diğer
hayvanlardan daha dayanıklıdır.
• Ancak rumen kapasitesi aşıldığında bu hayvanlarda da
zehirlenme meydana gelir.
79-
80-
Vitamin kullanımını olumsuz etkileyen
maddeler

81-
Uçucu yağlar
• Aromatik veya esansiyel yağlar olarak da bilinen uçucu
yağlar, büyük çoğunluğunu mono ve seskiterpenlerin
oluşturduğu, terpenler, alkoller, aromatik bileşikler,
aldehitler, ketonlar, fenoller, uçucu asitler, eterler ve
ester bileşikler gibi sayıları 5.000-7.000 arasında çeşitli
karmaşık yapılı bileşiğe verilen ortak isimdir.

82-
• Esansiyel terimi uçucu yağın kendine özgü kokuya sahip
olduğunu belirtmek için kullanılmıştır.
• Uçucu yağların kimyasal yapıları farklı olsa da ana
bileşikler başlıca alifatik, aromatik ve terpenik yapı
gösterirler.
• Bitkilerin tüm kısımları uçucu yağları içermekle birlikte,
en fazla yaprak ve çiçekte bulunurlar.

83-
• Hayvan yemlerinde bulunan uçucu yağlar antibiyotiklere
alternatif olarak da değerlendirilmektedir.
• Yapılan in vitro ve in vivo çalışmalarda biberiye (Salvia
rosmarinus), kekik (Thymus vulgaris), dereotu (Anethum
graveolens), tarçın (Cinnamomum verum), okaliptüs
(Eucalyptus globulus), sarımsak (Allium sativum) ve
karanfil (Syzygium aromaticum) bitkilerinin özütlerinin
geviş getiren hayvanların rumeninde metan üreten
mikrofloraya etki ederek, metan gazı oluşumu üzerine
düzenleyici etki yaptıklarını gösterilmiştir.
84-
• Bitki özlerinin mikroflora üzerinde oluşturdukları etkiye
aracılık eden mekanizmalar arasında bakteri hücre zarı
hasarı, metabolizmaya etki, reaktif oksijen türleri
(reactive oxygen species, ROS) oluşumu ve bakteri toksin
üretiminin engellenmesi sayılabilir.

85-
• Hayvanlar tatları dolayısı ile zehirli uçucu yağları içeren
bitkileri yemeyi reddederler, ancak kapsül içerisinde kötü
tatları maskelendiği için bitkisel ürünlerle tedavide doz
aşımı durumunda zehirlenme meydana gelebilir.

86-
87-
88-

You might also like