Professional Documents
Culture Documents
2 Uluslararasi Sempozyum Kitap20190417-37945-3vl2gu
2 Uluslararasi Sempozyum Kitap20190417-37945-3vl2gu
ÖNSÖZ .............................................................................................................. 21
TAKDİM ............................................................................................................ 25
SEMPOZYUM AÇILIŞ KONUŞMALARI / Faruk Ali YILDIRIM ....................... 27
SEMPOZYUM AÇILIŞ KONUŞMALARI / İzzettin DOĞAN ............................. 29
MÜŞTAK TANBUR TOPLULUĞU / Yaşar BEHNOUD ..................................... 34
1. OTURUM
ALEVÎLİĞİN TARİHSEL KÖKENLERİ
İSLAMİYET’İN KURULUŞ DÖNEMİ VE ALEVÎLİK / Mehmet YAMAN .......... 39
EHLİBEYT AŞIKI İMAMI ÂZAM / Yaşar Nuri ÖZTÜRK.................................. 54
TÜRKİYE ALEVÎLİĞİNİN KÖKENLERİ / Namık Kemal ZEYBEK .................. 57
2. OTURUM
TÜRKİYE’DE ALEVÎLİK
ALEVÎLİK AHİLİK İLİŞKİSİ / Mehmet Saffet SARIKAYA ................................. 67
ŞEYH BEDREDDİN’İN ALEVÎ-BEKTÂŞÎ TOPLULUKLARI ÜZERİNDEKİ
ETKİLERİ / Refik ENGİN ................................................................................. 76
KIZILBAŞLARIN (ALEVÎLERİN) GÖZÜNDE
ŞAH İSMAİL KİMDİ? / Rıza YILDIRIM ............................................................ 85
3. OTURUM
TARİHSEL SÜREÇTE TÜRKİYE ALEVÎLİĞİ
OSMANLI VE BEKTÂŞÎLİK / Levent KAYAPINAR .......................................... 99
OSMANLILAR VE KIZILBAŞLAR / Tufan GÜNDÜZ ..................................... 110
TANZİMATTAN SONRA
ALEVÎLİK VE BEKTÂŞÎLİK / A. Yılmaz SOYYER .......................................... 118
4. OTURUM
DÜNYADA ALEVÎLİK 1
AFGANİSTAN VE TACİKİSTAN’DA İSMAİLÎLER / Zahide AY ...................... 129
THE ALEVI CULTURAL CENTRE IN HORN-ST GALLEN, SWITZERLAND:
AN EXPLORATORY STUDY / Marcello MOLLICA ........................................ 133
IRAK ŞEBEK ALEVÎLERİ SEMAH VE DEYİŞLERİ / Nihat YALÇIN .............. 151
ALEVÎ SÜNNÎ BÜTÜNLEŞMESİ ÖNÜNDEKİ ENGELLER:
TARİHSEL YANLIŞ ALGILAMALAR / Eşref DOĞAN .................................... 155
5. OTURUM
ALEVÎLİKTE TEMEL KURUMLAR
ALEVÎLİKTE İBADET VE MÜSAHİPLİK / İsmail EKER................................ 169
ÖNSÖZ
ÇUBUK HAVZASI ALEVÎ OCAKLARI BAĞLAMINDA
ALEVÎ İNANÇ-DEDE OCAKLARININ TEŞKİLATLANMASI ÜZERİNE BİR
DEĞERLENDİRME / Mehmet ERSAL ............................................................ 178
DEDELİK KURUMU VE SÜREK ANLAYIŞI / H. DEDEKARGINOĞLU ........ 193
BİR ALEVÎ TOPLULUĞU ÖRNEĞİ: ACISU SIRAÇLARI / Ali SELÇUK ....... 207
Bu Kitap, 23-24 Ekim 2010 tarihleri arasında Ankara Dedeman Otel’de
SOSYOKÜLTÜREL HAYATTAKİ DEĞİŞİMLERİNALEVÎ CEMLERİNE ETKİSİ:
ALEVÎ KÜLTÜR DERNEKLERİ yapılan “II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu”nun bildirilerini
MERSİN ŞUBESİ ÖRNEĞİ / Nilgün ÇIBLAK COŞKUN................................. 222 içermektedir. Bilimsel toplantılar uzun emek ve maddi imkanlar gerektiren
çalışmalardır. Sempozyum öncesi, sempozyum tarihleri ve sonrasında uygulanması
6. OTURUM gereken bir süreç vardır. Cem Vakfı Ankara Şubesi tarafından birincisi 18-19 Nisan
GÜNÜMÜZ TÜRKİYESİNDE ALEVÎLİK 2009 tarihlerinde yapılan “Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu” akademik
ALEVÎ METİNLERİN ANLAŞILMASINDAKARŞILAŞILAN SORUNLAR:
ve toplumsal boyutta çok güzel tepkiler alınca Cem Vakfı Ankara Şubesi olarak
ALEVÎLİĞİN YENİDEN ZUHURU / Ahmet TAŞĞIN ..................................... 237
bir gelenek halinde sempozyum çalışmalarını devam ettirme kararı alınmıştır.
CUMHURİYET DÖNEMİNDE DEVLET VE ALEVÎLER İLİŞKİSİ:
Karar doğrultusunda sempozyumdan altı ay önce bizlerin de içinde bulunduğu
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’NDA “MEZHEPLER ÜSTÜLÜK”
bir düzenleme kurulu oluşturulmuştur.
VE “ŞEFFAFLIK” BAĞLAMINDA / Ali YAMAN............................................. 254
ALEVÎLER VE TÜRKİYE’DE AYRIMCILIK Düzenleme kurulu sempozyumdan altı ay önce toplantılara başlayarak çağrılı
Aykan ERDEMİR, Muharrem ERDEM, Halil KARAÇALI............................... 265 bir sempozyum yapılmasına karar vermiştir. Sempozyumun içerik olarak da Alevî
THE TURKISH ALEVI:ISSUES IN THE STUDY OF AN ORAL TRADITION inanç sistemi üzerine ileride yapılacak çalışmalara yön verecek bir yapı arz etmesi
Thomas McElwain........................................................................................... 282 düşünülmüştür. Çok geniş ve coğrafyaya yayılmış olan inanç zümresi üzerine
yapılacak bir sempozyumda disiplinler arası bir bakış açısıyla yeni bir pencere
7. OTURUM
açma düşüncesi hakim olmuştur. Alevîlik, Tarih, Sosyoloji, Etnoloji, Halkbilim,
DÜNYADA ALEVÎLİK 2
Teoloji, Etnomüzikoloji, Siyaset Bilimi vb. birçok bilimsel disiplinin çalışma
EHL-İ HAK KAKAİ YARSAN İRAN ALEVÎLERİ
sahasına girmekteydi. Sempozyum adıyla da uyumlu bir şekilde Alevîliğin arka
Dr. Muhammed Ali SULTANİ ......................................................................... 299
EHL-İ HAKLARDA KADININ YERİ VE planından günümüze gelen süreçte inanç sistemi üzerinde etkin rol oynayan
BABA YADİGAR’DA RİYAZETTE BULUNAN KADINLAR / Esra DOĞAN.... 314 şahsiyet ve olayların bir kısmının bu çalışma ile biraz olsun açıklığa kavuşması
ARAP ALEVÎLİĞİ İLE ANADOLU ALEVÎLİĞİNİN hedeflendi. Sempozyumun konu bütünlüğü arz eden yedi oturuma ayrılmasına
BENZER VE FARKLI YÖNLERİ / Hüseyin TÜRK .......................................... 336 ve seçilen konuların uzmanlarına ulaşılmasına karar verildi. Bu çerçevede
BABA MANSUR OCAĞI: sempozyumda bildiri sunması düşünülen uzmanlara teklifte bulunuldu. Çoğu
YAŞAYAN TÜRK-TASAVVUF GELENEĞİ / Hiroki WAKAMATSU ............... 368 zaman nedenleri tartışılan bir konu olan inanç önderlerine ilmi toplantılarda yer
SEMPOZYUM KAPANIŞ KONUŞMASI / İzzettin DOĞAN ............................ 374 verilmeyişi de dikkate alınarak hem sempozyum düzenleme kurulunda hem de
DİZİN .............................................................................................................. 379 bildirilerde inanç önderlerine yer verilmeye çalışıldı.
Dilden dile dolaşan her çalışmada atıfta bulunulan “Alevîlik Anadolu’dan
Balkanlara, Orta Asya’ya yayılan bir inanç sistemidir” söylemini de özelde
22 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu \ 23
değerlendiren düzenleme kurulu farklı coğrafyalarda yaşayan Alevî zümreleri veya günümüzdeki durumları merkezli analiz edilmiştir. Oturumdaki bütün bildiriler
Alevî adlandırması içinde değerlendirilen inanç toplulukları üzerine bildirilerle sunulmuş metinleri bildiri kitabında yer almıştır.
sempozyumun bakış açısı güçlendirmeyi amaçlamıştır. Sempozyumu sadece 6. Oturum: “Günümüz Türkiyesinde Alevîlik” Alevîliğin tarihsel süreçten
bir bilimsel toplantı olarak sunup dinleyicileri bilgi yığınları ile karşı karşıya günümüze gelinceye kadar yaşadığı sıkıntılardan küçük bir kısmı dillendirilmeye
bırakmamak için İran Tebriz’den Kırklar Grubu’nun dinî musikilerini sunmak çalışılmıştır. Temel olarak Alevî algısındaki sıkıntılar, Alevîlerin dinî inançları
üzere Müştak Grubu ve Anadolu Alevîliğinin ezgilerini aralarda sunmak için sebebiyle yaşadıkları sıkıntılar, Türkiye’de Alevî bir birey olarak yaşamanın
ozanlarla program renklendirilmiştir. zorlukları gibi konular ele alınarak öneriler sunulmuştur. Bu oturumda da bütün
Sempozyum yedi oturumdan oluşmaktadır. Kısaca oturumlar ve içerikleri bildiriler sunulmuş ve bildiri kitabında yer almıştır.
şöyledir: 1. Oturum: “Alevîliğin Tarihsel Kökenleri.” Bu oturumda Alevîliğin 7. Oturum: “Dünyada Alevîlik 2” Dünyada Alevîlik adlı birinci oturumda olduğu
tarihsel arka planı ele alınmıştır. Bir İslâmiyet merkezli inanç olarak Alevîliğin gibi bu oturumda da İran ve Irak’ta yaşayan Alevî toplumu kendi içlerinden yetişen
başlangıcı, Hallâcı Mansur ve Ahmet Yesevî’nin Alevî inancının temellerindeki uzmanlar tarafından anlatılmıştır. Irak’ta Alevîlik adlı bildirisi ile sempozyuma
etkileri, Ebu Hanife’nin Ehl-i Beyte yaklaşımı ele alınmıştır. Kazakistanlı bilim katılmak isteyen Seyyid Felekeddin Kakai, vize sorunları nedeniyle toplantıya
adamı Prof. Dr. Dosay Kencetay, bildirisi ile sempozyuma katılamamıştır. katılmamıştır. Bildiri metni de bize ulaşmadığı için kitapta yer almamıştır. Onun
2. Oturum: “Türkiye’de Alevîlik” adını taşımaktadır. Türkiye ile kast edilen yerine Japonya’dan gelen Dr. Hiroki Wakamatsu, Doğu Anadolu’da yaşayan Alevîlerin
Anadolu ve Balkanları içine alan Alevî-Bektaşî toplumdur. Söz konusu coğrafyada pir ocaklarından olan Baba Mansur Ocağı üzerine bir bildiri sunmuştur. Metni
inanç sistemin oluşumunda Hacı Bektaş Velî, Şeyh Bedrettin, Şah İsmail Hatâyî bildiri kitabına eklenmiştir. İran’dan toplantıya katılması gereken Esra Doğan da
ve Safevî Devleti’nin etkileri analiz edilmiştir. Yine Alevîlik ile Ahiliğin ilişkisi özel nedenlerle bildirisini sunamamıştır. Fakat bildiri metnini bize ulaştırdığı için
incelenmiştir. Bu oturumda bütün bildiri sahipleri bildirilerini sunmuştur. Fakat bildiri kitabında yer almıştır. Yine Türkiye ve Suriye’de yaşayan Arap Alevîleri
Prof. Dr. Osman Eğri, bildiri kitabında basılması için bildiri metnini göndermediği olarak bilinen Nusayri toplumu ile Anadolu Alevîliğinin mukayesesini içeren bir
için kitaba eklenememiştir. bildiri de bu oturumda sunularak metni bildiri kitabında yer almıştır.
3. Oturum: “Tarihsel Süreçte Türkiye Alevîliği” başlıklıdır. Bu oturumda da Sempozyum programında bulunan yirmi dokuz bildiriden üçü haricinde hepsi
Osmanlı öncesi Türklerin Anadolu’ya iskânında dervişlerin rolleri, Osmanlı- sunulmuştur. Programa sonradan ilave olan Dr. Hiroki Wakamatsu’nun bildirisi
Bektâşîlik, Osmanlı-Safevî ilişkilerinin Alevî zümrelerdeki tesiri ve Tanzimat’tan ile birlikte toplamda yirmi yedi bildiri metni sunulmuştur. Sempozyumda sunum
Cumhuriyet’e Bektaşîliğin geçirdiği evreler ele alınmıştır. Bu oturumda da bütün yapılmasına rağmen tarafımıza ulaştırılmadığı için iki bildiri metni bildiri kitabında
bildiriler sunulmuştur. Fakat Yrd. Doç. Dr. Haşim Şahin, basılmak üzere bildirisini yer almamıştır. Sunum yapılmamasına rağmen Esra Doğan’a ait bildiri metni
göndermediği için kitaba konulamamıştır. gönderildiği için kitaba eklenmiştir. İran Tebriz’den katılan Kırklar Grubunun
4. Oturum: “Dünyada Alevîlik 1” Bu oturumda dünyanın farklı yerlerinde yaşayan musikisinden örnekler sunan Müştak Grubu ve icra ettikleri müzik hakkında
Alevîler ve Alevîlikle ilişkilendirilen topluluklar üzerine bildiriler sunulmuştur. grup üyelerinden Yaşar Behnoud tarafından hazırlanan bir tanıtım yazısı da kitaba
Afganistan ve Tacikistan’da yaşayan İsmailîler, İsviçre Horn kentinde yaşayan eklenmiştir. Sempozyumda Türkçe, İngilizce ve Farsça olmak üzere üç dilde
Alevîler, Irak Şebek Alevîlerin musikisi ve son olarak Alevî-Sünnî bütünleşmesinin sunum yapılmıştır. Sunumlar esnasında tercüme yapıldığından bildiri kitabında
önündeki tarihsel yanlış algılamalar ele alınmıştır. Oturumda bütün bildiriler orijinal metin ve Türkçe özetleri konulmuştur.
sunulmuş ve metinleri bildiri kitabında yer almıştır. Bu yayının ortaya çıkmasında birçok kurum ve kişinin emeği vardır. Öncelikli
5. Oturum: “Alevîlikte Temel Kurumlar” başlıklı oturumda Alevî ocakları olarak sempozyumu düzenleyen Cem Vakfı Ankara Şubesi’ne özellikle şube
ve ritüelleri üzerine bildiriler sunulmuştur. Bildirilerde Alevî zümrenin temel çalışanlarından sempozyumun her aşamasında büyü emek sarf eden Neslihan
örgütlenme kurumu olan ocaklar ve farklılıklar içeren cem ritüelleri tarihsel ve Varış’a ve tüm çalışanlarına, ilmî birikimlerini bizimle paylaşan bilim insanları
24 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu
ve inanç önderlerine, fikri ve manevi desteklerini esirgemeyen bilim ve danışma
kurulu üyelerine, sempozyumun başından sonuna kadar çalışmalarda önemli
görevler alan düzenleme kurulu ve sekretaryaya teşekkür eder, elinizdeki yayının
TAKDİM
yeni çalışmalara yol açmasını dileriz.
EDİTÖRLER
Doç. Dr. Aykan ERDEMİR
Bir çocuk birçok şeyden habersiz gelir dünyaya. Bırakın dünyayı tanımayı
Arş. Gör. Mehmet ERSAL annesini bile teninden, sıcaklığından tanıması bile belirli bir zaman alır. Kimsenin
Prof. Dr. Ahmet TAŞĞIN anne ve babasını seçme gibi bir şansı da olmaz. Çocuk büyür zamanla annesini
Doç. Dr. Ali YAMAN babasını tanır. Daha sonra halası teyzesi amcası olur. Kulağında ise annesinin
uyuturken okuduğu ninninin ezgisi olur. Anlamaya başlayınca insanlar ve ailesi
için nelerin önemli olduğunu anlar. Sonra okula başlar, kimim sorgusunu da
beraberinde bulur. O zamana kadar sormadığı soruları sorur olur ailesine, tabii
ona da sorulan sorular vardır. Ailesi ve kimliği ile ilgili.
Yozgat-Sorgun Yukarı Emirler köyünde dünyaya geldim. Annem ve babam,
Alevî inançtaki bireylerdi. Hak-Muhammed-Ali’yi dillerinde düşürmez Kerbela ve
İmam Hüseyin için gözyaşı dökerlerdi. Onların yolundan gitmeye çalışırlardı. İlk
zamanlar ne olduğunu tam anlayamasam da zamanla Alevî olduğumu anladım.
Mensup olduğum inanç sistemi, çoğu zaman hor görülse de ben hep gurur
duydum. Çocuk yaşımda kulağıma ve anlam dünyama çakılı Alevî düsturları
üzerine yaşamaya çalıştım. Hayat köyümdeki kadar doğal ve samimi değildi.
Çünkü artık şehirlere yerleşmiştik. Annemizden, babamızdan, Dedemizden
ayrıydık. Ekmeğimizin mücadelesindeydik. Elimden geldiğince Alevî inanç sistemi
üzerine hizmet etmeye çalıştım. Gün geldi ekmeğimi kazanmak için uzun yıllar
yurt dışında çalışmak zorunda kaldım. Ama aklımda hep Alevîlik yolunda bir
hizmet eri olmak geçiyordu.
Gurbetteki ömür geçip Ankara’ya yerleşince şehir ortamında Alevîliğin yeniden
yaşanabilir hale getirmek, genç nesle bu inancı aşılamak için neler yapılabilir
soruları ile kafam meşgul olmaya başlamıştı. Ülkemizde birçok Alevî vakıf ve
derneği vardı. Herkes kendi dünyasından inancına bir şeyler katmak, sesini
duyurmak için uğraşıyordu. Benim istediğim ise memleketten gelen annemin
babamın çocukken kulağıma fısıldadığı sesleri ve düsturları savunan bir menzilde
mücadele etmekti. Geleneğinden kopmuş bir inanç sisteminin modern hayatta
yer bulması mümkün değildi. İlim ve gelenek temel düstur olmalıydı. Yurt
dışındayken de güçlü sesini ve mücadelesini bildiğim Prof. Dr. İzzettin Doğan
Dede’nin yıllardır verdiği mücadeleyi takdirle takip ediyordum. Onun kurucusu
26 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu
olduğu Cem Vakfı’nın Ankara Şubesinde bize de kutlu yolda bir vazife düşünce
büyük bir sevinç ve gururla kabul ettim. Göreve başladığım 2009 yılından
itibaren önüme iki hedef koydum: Genç nesil ve akademik çalışmalar. Aslında
SEMPOZYUM AÇILIŞ KONUŞMALARI
genç nesil üzerine yapılacak her şey ilim için yapılmış sayılmaktaydı. Genç nesil
günümüz şartlarında kendi anlam dünyalarına hitap eden bir Alevîlik istiyorlardı. Faruk Ali YILDIRIM1
Hacı Bektaş Veli’nin asırlar önce gördüğü gibi “İlimden gidilmeyen yolun sonu
karanlıktır.” sözüyle bu günü değerlendiriyorlardı. Bu menzilde hareket eden Cem
Vakfı’nın Genel Merkez ve Ankara Şubesi olarak çalışmalarımıza bize her yönden
destek veren yönetim kuruluyla başladık. Öncelikli olarak bizden önceki yönetim
tarafından yapılmış olan “I. Dünden Bugüne Alevîlik Sempozyumu” kitabını Saygıdeğer Bakanlar, Saygıdeğer Valiler, Saygıdeğer Milletvekilleri, Saygıdeğer
bastırdık. Hemen ikinci sempozyum için çalışmalara başladık. Alevî inanç sistemine Belediye Başkanları, Saygıdeğer Rektörler, Sivil Toplum Kuruluşlarının Genel Baş-
yeni pencereler açabilmek adına “II. Uluslararası Tarihten Günümüze Alevîlik kanları ve güzide temsilcileri, Bizimle ilmi birikimlerini paylaşan, sempozyumda
Sempozyumu”nu 23-24 Ekim 2010 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirdik. Canlı tebliğ sunan bilim insanları, Alevî-Bektaşî inanç sisteminin rehberleri olan de-
yayınlarla uydudan bütün dünyaya ve sempozyum salonunda binlerle ifade edilen deler, babalar ve siz değerli canlar, Burada bizimle bu anı paylaşan hâzirûn, te-
dinleyicilere ulaştık. Tabii en önemlisi bilginin yazıya aktarılmasıydı. Bu süreçte levizyonları başında bizi canlı olarak izleyen seyirciler, size ulaşmamızı sağla-
editörlerimiz önemli bir mesai sarf ederek elinizdeki eseri ortaya çıkardılar. yan basın mensupları “II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu”na
Sempozyumdan sonra bir yıla yakın bir süre özel işlerim nedeniyle Cem hoş geldiniz.
Vakfı Ankara Şubesi Başkanlığı görevimden ayrıldım. Bu süre zarfında bir görev Cem Vakfı Ankara Şubesi olarak Alevî inanç sistemi üzerine akademik an-
değişikliği gerçekleşti. Başkanlığım dönemimde hem Yönetim Kurulu hem de Şube lamda yeni bir şeyler eklemek için sizlerle birlikteyiz. Birincisi 18-19 Nisan 2009
Başkan Yardımcılığı görevini üstlenen Ali Haydar Sır görevi devraldı. Ali Haydar tarihleri arasında yapılan “Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu” çok güzel ilti-
Sır Dede, Sempozyumun gerçekleştiği zaman diliminde sempozyumla ilgili her fatlara mazhar oldu. Sempozyum bildirilerini basmak da bize nasip oldu. Girişte
türlü çalışmada gösterdiği özeni başkanlığı devraldığı dönemde de sempozyum hepinize ulaştırmaya çalıştığımız bildiriler kitabı birinci sempozyumda yapılan
kitabının baskıya hazırlanmasında da düşünmeden göstermiştir. Bu sebeple ona sunumlardan oluşmaktadır. Alevî inanç sistemi Anadolu’dan Balkanlara, İran’a,
teşekkür borçluyuz. Irak’a, Suriye’ye, Orta Asya’nın vadilerine kadar yayılmış yüzyılların birikimini
Bir kitap ortaya çıkarmak birçok emek ve külfet gerektiriyor. Kitabın dizgi, tashih, içinde barındıran bir gerçeğimizdir. Cem Vakfı Ankara Şubesine başkan olduk-
mizanpaj, kapak tasarımı ve baskı işlerini Horasan Yayınları tarafından yapılmıştır. tan sonra yönetim kurulumuz ile birlikte çok değerli genel başkanımız Prof. Dr.
Bildirilerin toplanması ve baskıya hazır hale getirilmesinde Editörlerimiz zaman ve İzzettin Doğan’ın da hep işaret buyurduğu gibi ilmi çalışmalara yöneldik.
emek harcamışlardır. Bu sebeple; bildirileri ile sempozyumumuza katılan değerli Hacı Bektaş Velî’nin “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” sözünü
akademisyen ve inanç önderlerimize, Bildiri Kitabının hazırlanmasında büyük kendimize düstur edinmeye çalıştık. Önümüzde güzel örnekler vardı. Bizden
emek ve zaman ayıran editörlerimize, kitabın ve sempozyumun gerçekleşmesinde önce yapılan sempozyum çalışması bizim için güzel bir örnek oldu. Bu çalış-
maddi desteklerini esirgemeyen Başbakanlık Tanıtma Fonu ve Kültür Bakanlığı manın üzerine neler ekleyebileceğimiz konusunda yönetim olarak tartıştık, işi
Eğitim Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü’ne teşekkürü bir borç biliriz. ehline vermeye karar verdik. Konunun uzmanı bilim insanları ve inanç önder-
Aşk ü Niyazlarımla… lerinden oluşan bir sempozyum düzenleme kurulu oluşturduk. Sempozyum ta-
rihinden altı ay önce çalışmalara başlandı. Sempozyum düzenleme kurulu ilk
zamanlar ayda bir olmak üzere bir araya gelip çalışmalarına başladı. Sempoz-
Faruk Ali YILDIRIM yumun çağrılı bir sempozyum olmasına ve konu bütünlüğü arz etmesine karar
Cem Vakfı Ankara Şubesi Başkanı
1 Cem Vakfı Ankara Şubesi Başkanı.
28 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu
alındı. Sempozyumun, adı ile içeriğinin uyumlu olması bağlamında, Alevî inanç
sisteminin tarihsel temellerinden başlayarak günümüzdeki durumu ve problem-
lerini ortaya çıkaracak bir tablo arz etmeyi hedefledik. Sempozyum sonunda bil-
SEMPOZYUM AÇILIŞ KONUŞMALARI
diri metinleri kitaplaştığında konu üzerine ilgi duyan herkesin elinde temel bir
kaynak olmasını istedik. Prof. Dr. İzzettin DOĞAN1
Alevî inanç sistemi bir sempozyum ile aktarılmayacak kadar geniş bir ilmî sa-
hayı içine alıyordu. Bu sebeple temel meselelere inmeyi ve bu meseleleri de ko-
nunun uzmanlarına tevdi etmeyi uygun gördük. Sempozyum konularına göre
yedi oturuma ayrıldı. Bu oturumlarda Alevîlik farklı yönleri ile ele alındı. Bizi te-
Sayın Bakanlar, Sayın Milletvekilleri, Sayın Belediye Başkanlarımız, Değerli
levizyonları başında izleyen seyircilerin ve hâzirûnun bilgi yoğunluğundan nefes
Rektörler, Sivil Toplum Kuruşlarının çok değerli Genel Başkanları, çok değerli
alması için Alevî inanç sisteminin bülbülü olan âşıklarımızdan deyişlerle prog-
Beyefendiler, çok değerli Hanımefendiler, değerli Basın Mensupları hepinizi en
ramımızı şekillendirdik. Sadece Anadolu’dan âşıklarımızı değil İran’da yaşayan
içten sevgilerle selamlıyorum. Hoş geldiniz efendim.
Alevî toplumunun dinî musikilerini bize aktarmaları için Müştak Grubunu da
sizlerle tanıştırma şansına sahip olduk. “Tarihten Bugüne Alevîlik” ismini taşıyan bir sempozyum, ister istemez sizi
bu işin doğuşuna kadar götürmek zorunda. Ama böyle bir yolculuğa çıktığınız
İki gün sürecek olan sempozyumda bize destek olan herkese teşekkürlerimi
zaman da zamanın yetmeyeceği, bir konu huzurunuza sunulmuş demektir. Oysa
sunmak istiyorum. Öncelikli olarak uzun mesai harcayıp aylar süren bir çalışma
biz bu iki gün süresince tarihten bugüne kadar özet biçimde de olsa Alevî İslâm
temposu ile sempozyumun ortaya çıkmasını sağlayan düzenleme, bilim ve da- anlayışının geçirmiş olduğu merhaleleri çık kısa başlıklar halinde incelemeye
nışma kurulu üyelerine ne kadar teşekkür etsem azdır. Bizi burada ve televiz- gayret edeceğiz. Tahmin ediyorum inanan inanmayan ama konuya ilgi duyan
yonları başında yalnız bırakmayan sizlere, Cem Vakfı Genel Merkez ve Ankara herkesin önünde belirli çizgileri ve esasları içeren bir Alevîlîk anlayışı ortaya
Şubesi’nde görev alıp emek veren bütün kardeşlerime ve bu yola emek veren çıkmış olacaktır. İnsanlar da bunun üzerinde en azından tartışma zeminine
herkese şükranlarımı sunarım. kavuşmuş olacaklardır. Ben bana ayrılan takdim konuşmasında tarihten bugüne
Saygı ve muhabbetlerimle… Alevîlîk derken bizde genelde hiç konuşulmayan -belki yeterli belgeye sahip
olunmadığı için-, bir konuya değinmek istiyorum ve çok kısa başlıklarla, Alevîliği,
bilgilerinize sunmak istiyorum.
Anadolu’nun Hıristiyan olduğu dönemde Alevîliğin Hıristiyanlıkla buluşması ve
onu yüksek değerleriyle alt ederek bugüne kadar gelmesinin başlangıç nedenlerini
sizlere sunmak istiyorum. Gerçekten de Alevîler kimlerdir? Bir tek Müslüman’ın
bulunmadığı Anadolu’ ya acaba İslâm ne şekilde geldi, hangi isim altında geldi
de İslâm dediğimiz anlayış bir sürü iftiranın altında kaldı ve adeta halının altına
süpürüldü. Bu ülkede hiç yokmuşçasına, milyonlarca insan yaşamıyormuşçasına
bugünlere kadar gelindi.
Maveraünnehir’de hayvancılıkla ve tarımla geçinen kavimlerin sularının kuruması,
büyük bir kıtlığın baş göstermesi; bir taraftan da Cengiz ordularının fevkalade
hunharca, şiddet ve cebir kullanarak bu kavimleri göçe zorlaması tarihin önemli
bir evresini teşkil ediyor, Mustafa Kemal’in dediği gibi. İşte bu evrede Hazar’ın
1 Müştak Grubu ve Sempozyumdaki sunumları ile ilgili tanıtım yazısı Yaşar Behnoud
tarafından hazırlanmıştır.
36 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Yaşar BEHNOUD \ 37
AÇILIŞ DEYİŞLERİ: Çünkü aşkın meskenidir könlümün viranesi
Herne’ye anı mekan etmek dilersen etmegil
1-Sorude Cemhane, Düzenleme: Üstat Deşti, Şiir: Üstat Deşti, Süre: 7’
Çün yakin bildi Nesimi ağzının dar olduğun
Başdan geçiben tüşdüm meyhane için rahe Ol yakini sen güman etmek dilersen etmegil
Cam-i mey ilen bade yâr ile bu didare
Aklın feline uydum efsus hata ettim 3-Benim kapında geda, Düzenleme: Yaşar Behnoud, Şiir: Mehmud Hakiki,
Bundan bele ben âşık olaram o güzel şahe Süre: 7’
Sakia getir badeyi ezel motreba ney ile oku gazel
Mey sefasile ney nevasile halkeyi bezm-i cani cane gel Benim kapında geda Ali Ali Ya Ali
Sakia şerabi beli senden motreba şehenşeh neyi elde Kıl kereminden ata Ali Ali Ya Ali
Pirimin nurun gör haktan şah Ey yüzü şemsüzzüha Ali Ali Ya Ali
Od veren meyden naleli neyden şuru başıma suzu canıma vurdu yarın Ey sana canlar fida Ali Ali Ya Ali
Ya hu ya men hu Ne cüratile şeha medhivi inşa edim
Ya hu ya hu ya men hu Katre benim ben nasıl söhbeti derya edim
Ya men leyse illa hu Deyipdi medhin huda Ali Ali Ya Ali
Evvel hu ahir hu batın hu zahir hu Kim seni hak bilmezse din ile yoldan azı
Hak yadi ile dünyade fena beh beh ne sefa gördüm ben Şan ü celalın senin yeksere kuran yazıp
Her yerde olam yarimle gezem aşk ile payım aldım ben Ne tek gelip hel ata Ali Ali Ya Ali
Lengeri arz ü sema Ali Ali Ya Ali
2-Bi nişan, Düzenleme: Yaşar Behnoud, Şiir: Nesimi, Süre: 7’ Ayineyi hak nima Ali Ali Ya Ali
Zerre ye lütf ü nazar salsa eğer bu turab
Yüzünü benden nihan etmek dilersen etmegil Kalkar hevaye olar noh feleke aftab
Gözlerim yaşın revan etmek dilersen etmegil Cahid e eyle ata Ali Ali Ya Ali
Özet
Bugün Türkiye’de yerleşmiş mezhepçi anlayışın ileri sürdüğü dört mezhebin
“hak” sayılması iddiası, İslâm tarihinin de çarpıtılması ve topluma bu şekilde
sunulması ile birlikte yürütülmüştür. Alevîlerin İslâm tarihinde dayandıkları
gelişmeler Türkiye’de Diyanet çevreleri ve ilahiyatçılar arasında görmezden
gelinmekte, gerçekleri bilenler de bu camianın kendi içindeki deyim yerindeyse
yaygın “mahalle baskısı” nedeniyle ses çıkaramamaktadır. Osmanlı’dan bugüne
resmiyetin de desteğiyle bu yanlış bakış açısı literatüre hakim olmuş, tarihi olayları
Sünnî anlayış çerçevesinde toplumumuza sunmuştur. Halbuki Hz. Peygamber
sonrası gelişmeler incelendiğinde görülecektir ki, siyasete hakim olmak uğruna
her türlü haksızlık yapılmıştır. Bu haksızlıkları mezhepçi bakış açılarıyla gizlemek
dinin özüne de aykırı değil midir? Halifelik uğruna, peygamberin soyuna her
türlü kötülükleri yapabilen bir anlayışın tek derdi siyasî güçtür, bunu dinî
birtakım gerekçelerle örtbas etmeye çalışmak mümkün değildir. İslâm tarihi
bu tür ibretlik olaylarla doludur. Bu gerçekleri mezhepçi kaygılarla gizlemeye
çalışmak ne kadar hazindir. Burada Türkiye’de din hizmetleri ve eğitimi ile İslâm’da
Alevîlik-Sünnîlik meselesinin temelini oluşturan bazı gelişmelerin hep gizlenmeye
çalışıldığı gerçeğinden hareketle, o dönem gelişmeleri ana hatlarıyla sunulmaya
çalışılacaktır. Alevîlerin neden Hz. Ali ve soyunun misyonuna kendilerini bağlı
saydıkları da ancak bu şekilde anlaşılabilir.
Anahtar Kelimeler: Alevîlik, Sünnî anlayış, halifelik.
23 Bu bilginlerin birçoğu Arap olmayan uluslardandır. Özellikle de Acem ve Türklerden. İbni 25 Bkz. Erdoğan Merçil, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, TTK Yay, Ankara, 1991, s. 2-3.
Haldun, agy, cilt: 3, s. 167-173. 26 Bkz. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara, 1966, s. 16. Horasan,
24 Çünkü bu tarihe kadar Türk-Arap ilişkileri pek dostane bir mahiyette seyretmiyordu. Özellikle tüm ortaçağ boyunca milletlerin karıştığı bir kavşak noktası ve tarikatların, sufiliğin odak
Emevîler döneminde Türk topluluklara oldukça kanlı hareketlerde bulunulmuştu. noktası olmuştur.
52 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Mehmet YAMAN \ 53
muhalefet hareketi olmaktan çıkarıp iktidara taşıdığı söylenebilir. Özellikle Şah ettirdikleri fetvalar incelendiğinde görülecektir ki, hiçbir suçları olmaksızın29
İsmail döneminde Safevîler, Anadolu’ya yönelik yoğun bir propaganda faaliyetine bazen yurtlarından sürülmüşler, bazen iftiralara uğramışlar, bazen de Osmanlı
girişmişler,27 Anadolu’daki toplulukları yanlarına çekmeye çalışmışlardır. padişahlarının ve komutanlarının “İslâm”ı adına öldürülmüşlerdir. Anadolu’da
Selçuklu ve Osmanlı Devleti’nin, kuruluş yıllarından daha sonraları halktan Alevîlik her zaman hakkın yanında yer almış, Muaviye’nin, Yezid’in değil, İmam
kopuk bir idare sergilemeleri, resmen Sünnîliği benimsemeleri ve bazen ekonomik, Hüseyin’in ve onun temsil ettiği doğruluk, dürüstlük, kul hakkını en yüce değer
bazen sosyal karakterli sorunları olan Anadolu’daki kitleleri baskı yoluyla sindirmeye olarak gören bir anlayışın yanında olmuştur.
çalışmaları, onların egemen devlete ve onun resmi mezhebi Sünnîliğe cephe almaları
sonucunu doğurmuştur.28 Burada, şehirde ve köyde yaşayan Anadolu halkını da
ayrı olarak incelemek gerekir. Şehirde devlet örgütlenmesi olduğundan, medreseler
vb. eğitim kurumları ve resmi devlet temsilcilerinin varlığından dolayı, kendi
resmî mezhebini yani Sünnîliği egemen kılabilmiştir. Ancak kırsal bölgelerde,
köylerde yaşayan çiftçi kitleler, İslâm’ı benimsemekle birlikte, oruç, namaz gibi
bazı şer’i hükümlere uymamışlar, eski inanç ve geleneklerini de sürdürmüşlerdir.
Anadolu’nun büyük bir bölümü, işte bu sözünü ettiğimiz görüşlere sahip, Alevî
Türkmen babalarının, Horasan abdallarının manevi nüfuzu altında idiler.
Anadolu insanını, Hz. Ali ve onun soyuna yapılan, yüzyıllarca süren haksızlıklar
ve kıyımlar çok derinden etkilemiştir. Anadolu insanının günlük yaşantısının her
alanında bu izleri görmek mümkündür. Onların gözünde Emevîler ve Abbasîler
ne ise, Selçuklular ve Osmanlılar da odur. Hz. Ali’ye de soyuna da haksızlık eden
mezhepçi zihniyet bu siyasî iktidarlarca temsil edilmektedir.
Görüldüğü gibi Anadolu insanının, Ali ve Ehl-i Beyt sevgisi en üst düzeydedir.
Anadolu insanı, beş vakit namaz kılmıyor, Ramazan orucu tutmuyor, camiye
gitmiyordu; eski inanç ve geleneklerini de muhafaza ediyor, kadın erkek bir
arada tarlada, evde, cemevinde omuz omuza onurlu ve koşulları zor bir yaşam
sürüyordu. Öyle ki onların bu yaşam tarzları, inanca sadece biçimsel önem
veren Osmanlı idarecilerini bazı utanmazca fikirlere sevk ediyordu. Temiz
Anadolu insanı hakkında zalim Osmanlı padişahlarının Şeyhülislâmlarına dikte
27 Daha ayrıntılı bilgi için bkz: Bekir Kütükoğlu, Osmanlı-İran Siyasî Münasebetleri, İ. Ü. Ed.
Fak. Yay. İstanbul. 1962, s. 1-29. ; Hüseyin Mircaferi, Şiîlik ve Safevî Şiîliği, İ. Ü. Ed. Fak.
Yay. , İstanbul, 1972, s. 1-14. Şunu da belirtmeliyiz ki günümüzde, Anadolu’da Alevîlik ile
İran Şiîliği arasında Hz. Ali ve Ehl-i Beyt sevgisi dışında ortak nokta bulunmamaktadır. Aynı
şekilde bugün kimi siyasîlerce bilinçli bir şekilde çarpıtılarak Suriye’deki Nusayri Alevîler 29 Örneğin; “Rum Beylerbeyi’ne gönderilen bir hükümde, Amasya’da Kızılbaşlar’a meyl-ü
ile Türkiye’deki Alevîleri aynı gösterme çalışmaları da maksatlı bir çabadır. İslâm tarihini muhabbeti tespit edilenlerden 37’sinin Kızılbaşlığı tahakkuk ettiği, fakat 27’si hakkında
kendi kitabına uydurmakta mahir Sünnî mezhepçilik, Alevîlerin aleyhine kullanabileceği fena şahadet arz edildikte; layıkıyla teftiş edilip, Kızılbaşlığı tahakkuk edenlerin hakkından
her konuyu gerçekleri ters yüz ederek nasıl da kullanmaktadır. gelinmesi, başka sebepten sû-i hali görülenlerin ise küreğe konulmak üzere İstanbul’a
28 Anadolu’da halkın içinde bulunduğu koşullar ve Osmanlı idaresinin halka karşı izlediği gönderilmesi hakkında” emir veriliyor. İşte Anadolu’da resmi mezhep dışındaki (Hıristiyan,
yöntem konusunda, özellikle Ahmet Refik’in “On altıncı Asırda Rafızîlik ve Bektâşîlik” adlı Musevi ve Yahudiler hariç) hiçbir eğilime yaşama olanağı sağlanmayışı, devletin bizzat
yapıtı çok önemli bilgiler sunmaktadır. Bu eser tarafımızdan yayınlanmıştır (M. Y.). kendi belgelerinde de görülmektedir. Kütükoğlu, agy, s. 9.
54 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Yaşar Nuri ÖZTÜRK \ 55
itham ettiler. (bk. Hatîb el-Bağdadî, Tarihu Bağdad, 384-386) Saltanat dincisi
sözde ulema da, tarih boyunca olduğu gibi, bu tezgâha destek verdi.
EHLİBEYT AŞIKI İMAMI ÂZAM Bir yandan Ehlisünnet mezhebinin en büyük imamı olmak, bir yandan da
Yaşar Nuri ÖZTÜRK1 Ehlibeyt için canını verebilmek, tarihin sadece İmamı Âzam’la tanıdığı bir
anlayıştır.
İmamı Âzam, Peygamber Ehlibeyti’ne sadece vicdanı ve aklıyla değil, ilmî
kişiliği ile de bağlıydı. Şiî mezhebine mensup değildi; ama onun en büyük ilim,
ilham ve idrak kaynağı Ehlibeyt imamları idi. En büyük hocaları o imamlardı.
İmamı Âzam, Ehlibeyt imamlarını şaşmaz ve taviz vermez bir sadakatle sevdi,
ZULÜM VE ENGİZİSYON YILLARI onlar için en sonunda canını da verdi.
“Emevîlerin Peygamber Ehlibeyti’ne yaptıklarını gözüyle gördü. Hatta Emevîlerin
zulmüne kendisi de uğradı. Ona baskı yaptılar, hapse attılar, onların elinden DEĞİŞTİRİLEN ORTAK PAYDA
Mekke’ye kaçarak Beytullah’a sığınmak suretiyle kurtulabildi.” Gerçek şu ki, tıpkı Emevîler gibi, Abbasîler de, İslâm-Peygamber-Ehlibeyt
“Emevî devletinin sonlarına doğru bile Hz. Ali ile Hz. Fâtıma’nın çocuklarının sacayağını ortak payda olmaktan çıkardılar. Bunların ikisi için de ortak payda
ve soylarının katledilmesi sürdürüldü. Zeyd bin Ali öldürüldü. Oğlu Yahya ve Araplık ve Arapçılık oldu.
Yahya’nın oğlu Abdullah da öldürüldü. Bu da yetmedi; sanki bir Peygamber Bağlı olduğu Mürcie anlayışının da icabı olarak İmamı Âzam, hilafete en
sünnetiymiş gibi, Hz. Ali’ye cami minberlerinden lanet okutuldu. Bu melun töreyi dürüst kişinin geçmesini esas alıyordu. Ve ona göre, Ehlibeyt önderlerinden daha
Yezid’in babası Muaviye başlattı.” (Muhammed Ebu Zehre, Ebu Hanîfe, 73-74) dürüstünü bulmak söz konusu değildi. İşte İmamı Âzam’ın tarihe bıraktığı uyarı
ve mesajların en büyüklerinden biri budur.
EHLİBEYT SEVGİSİNDE ÖZGÜN TAVIR O, Hz. Ali’nin sahabenin en üstünü olduğu inancını da taşımaktadır. İmamı
İmamı Âzam, Ehlibeyt haklarını, onların halifeliğe layık olduklarını savunurken Âzam’a nisbet edilen el-Fıkhu’l- Ekber adlı eserdeki, üstünlüğü hilafetteki sıraya
mezhep kabullerinden asla hareket etmemiştir. Bu savunma, Ehlibeyt’in bu makama bağlayan ifadelerin İmamı Âzam’a nispetini mümkün görmüyoruz. Bu yoldaki
herkesten önce layık oldukları gerçeğine dayandırılmıştır. Ebu Hanîfe’ye göre, ifadelerin, daha bazıları gibi, el-Fıkhu’l Ekber’e sonradan sokulduğu açıktır.
hilafet, Şîa’nın iddia ettiği gibi, ezelden takdir edilmiş bir hak değil, Ehlibeyt’in
sahip olduğu bir ehliyettir. İmamı Âzam, Hz. Ali hakkındaki bu görüşüyle EMEVÎ KARŞITI İSYANLARA DESTEK
Ehlisünnet geleneğinin de Şîa geleneğinin de dışına çıkmaktadır. Bu bakımdan İmamı Âzam, Emevî karşıtı bütün isyanlara destek vermiştir. Bu desteği,
İmamı Âzam’ı ne birincisi tasvip ediyor ne de ikincisi. daha sonra, Emevî Arapçılığını bir başka kisve altında yürüttüklerini gördüğü
İmamı Âzam, zalim yönetime kılıçla karşı çıkmayı gerekli görerek önderi Abbasîlere karşı başlayan isyanlara da verdi. Çünkü onun desteği, filan veya falan
gösterildiği Ehlisünnet’ten ayrılmaktadır. İmamı Âzam, yaşadığı devrin bütün hanedana değildi, aklı ve adaleti çiğneyerek Arapçılığı egemen kılmak isteyen
hilafet yönetimlerini, özellikle Emevî yönetimini bir zulüm ve İslâmdışılık icraatı azgın yönetimlere karşıydı.
olarak görmüştür. Büyük İmam, yönetimin zulümlerine, özellikle Ehlibeyt’e
yapılan kötülüklere gerekirse kılıçla karşı çıkılmasını savunmuştur. Esasen, o, Zeyd bin Ali Zeynelâbidîn İsyanı:
yaradılışı itibariyle cerbezeli, tartışmayı, kavgayı seven biriydi. Emevîler bunu
Hişam bin Abdülmelik yönetimine başkaldırdığında İmamı Âzam onu hem
biliyordu. Büyük İmam’ı, müslümanları birbirine kılıç çekmeye teşvik etmekle
fetvalarıyla hem de parasıyla destekledi. İmam Zeyd bin Ali’nin Emevîlere karşı
verdiği savaşı, Hz. Peygamber’in Bedir’de Mekkeli müşriklere karşı verdiği
1 Prof. Dr. , İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fak. Kurucu Dekanı.
56 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Namık Kemal ZEYBEK \ 57
savaşa benzeten İmamı Âzam, o savaşta bizzat yer alamadığına çok üzüldüğünü
bildirmiştir. (Belâzürî, el-Ensâb, 3/435; Kerderî, Menâkıbu Ebî Hanîfe, 267-268;
Muhammed Ebu Zehre, İmama Zeyd, 74)
TÜRKİYE ALEVÎLİĞİNİN KÖKENLERİ
Bir hemşehrisi İmamı Âzam’a sordu: “Hacca mı gideyim, Abbasî halifesi Namık Kemal ZEYBEK1
Mansûr’a karşı ayaklanan İbrahim’e destek mi vereyim; hangisi daha hayırlıdır?”
İmam Cevap verdi:
“Bir gaza elli hacdan daha kıymetlidir.”
İmamı Âzam’ın, Emevîlere karşı çıkarılan isyanların tümüne fikir ve para
desteği verdiğinde hiçbir tartışma yoktur. Hocası Abdullah bin Hasan’ın oğulları Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Muhammed Nefsü’z-Zekiyye ve İbrahim, halife Mansûr’a karşı ayaklandığında Benim konum “Türkiye Alevîliğinin Kökenleri”
ikisine de açıkça destek verdi. Başlangıcından bugüne kadar Türkiye Alevîliğinin yol haritasını ortaya koymak
İmamı Âzam’ın bu iki önemli isyana böylesine açık biçimde destek vermesi, isterim.
özellikle öğrencilerini ciddî biçimde tedirgin ediyordu. Ünlü öğrencisi Züfer, Bilgiyi boşlayarak görüş ortaya koymak isteyen heveslilerin savlarına karşılık,
onun bu tutumundan çok rahatsız olduklarını ve kendisini uyardıklarını şöyle kim ne derse desin Alevîlik, İslâm içinde bir akımdır. Sünnîlik ve Şiîlik gibi…
dile getiriyor:
İslâm Peygamberi’nin ötelere gitmesinden sonra sorulan soru ile Alevîlik
“İbrahim Basra’da başkaldırdığında Ebu Hanîfe ona açık biçimde destek başladı. Bakın, daha Türkiye Alevîliği demiyorum. Çünkü o zaman Türkiye,
veriyordu. Hocamıza şöyle dedim: ‘Vallahi, sen böyle devam edersen bizim Türkiye değil, Roma Diyarı… Türkler ise müslüman değil Orta Asya’da büyük
boynumuza da ip geçirecekler.” çoğunluğuyla…
Ebul-Ferec el-Isfahanî’nin beyanına göre, İmamı Âzam, İbrahim’in isyanını Peygamberden sonra sorulan temel soru şuydu: “İslâm devletini kim yönetecek
açıkça desteklemiş, hatta ona bir mektup yazarak, halife Mansûr’u bir gece ve İslâm’la ilgili konularda kim yetkili olacak?”
baskınıyla öldürebileceğini bildirmiştir. (Ebul-Ferec el-Isfahanî, Makaatilu’t-
Bu soruya delillerini ortaya koyarak “ALİ…” ve sonra “EHL-İ BEYT” diye
Tâlibiyyîn, 31-36)
karşılık verenlerle Alevîlik başladı… Bu Alevîliğe, Şîa-yı Ali (Ali taraftarı)
Mansûr, Ebu Hanîfe’nin bu tutumunu elbette ki not etti. İsyanlar bastırılıp anlamında zamanla “Şiîlik” de denildi.
Nefsü’z-Zekiyye ve kardeşi İbrahim öldürülünce Ebu Hanîfe’nin defterini dürme
Bu temel soruya “PEYGAMBERİN SAHABESİ…” karşılığını verenlere ise
işine el attı. Ve onu saraya çağırıp zehirleyerek öldürdü. (İmamı Âzam’ın Ehlibeyt
zamanla SÜNNÎ denildi.
sevgisiyle ilgili ayrıntılar için bizim İmamı Âzam adlı eserimize bakılabilir)
“SAHABE” kavramının içine başlangıçtan beri “ALİ” de girdiğinden, “Ali
Dahil Sahabe” diyenlerin ve sonraki olan biten işleri kavramlaştırıp “DÖRT
*** RAŞİT HALİFE” yi esas alanların zamanla dallanıp budaklanması SÜNNÎliği
oluşturdu. Sünnîliğin gelişmesi, değişimin çeşitlenmesi ayrı bir konudur. Bizim
konumuz bugün ALEVÎLİK ve de TÜRKİYE ALEVÎLİĞİ…
Hemen belirtelim ki SIFFİN SAVAŞI’NIN ve ALİ-MUAVİYE karşıtlığının Alevî
SÜNNÎ ayrışmasıyla ilgisi yoktur. O savaşta ve çatışmalarda ALİ, İslâm’ı; Muaviye
ve takipçileri ise saltanatın kavgasını temsil ediyorlardı. Altmış yıl camilerde
Yani Alevîlik İslâm’ın özüne özgü bir yorumu ile başlayan ve tarih süreci
içinde gelişen bir yoldur…
Özet
Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. Alevîlik-Ahilik ilişkisi XIII. yüzyıla kadar dayanır. Bu ilişkide Ahi Evren-Hacı
Bektaş arasındaki dostluğun rolü vardır. Aynı kültür çevresine mensup Alevîlik
ve Ahilik Osmanlı devletinin kuruluşunda ortak kaderi paylaşmışlardır.
Alevîlik, Ahiliğin XIII. yüzyıl zaviye geleneğinden âdâp ve erkân olarak pek
çok unsur ve inanç motifi almıştır. Özellikle kırklar cemiyle ilgili rivayetler, yol
atası ve yol kardeşi/musahiplik merasimi; şedd (kuşak) kuşanma, hırka, tac gibi
unsurlarla ilgili kabuller; merasimlerde okunan duâ ve gülbanklar, taliplerin
bilmesi gereken sual ve cevaplar, Hz. Ali, On İki İmam ve On Dört Masumla
ilgili kabuller bunlar arasındadır.
Anahtar Kelimeler: Ahilik, Alevîlik, Ahi Evren, Hacı Bektaş,
Fütüvvetnameler.
Alevîlikle ilgili bir sempozyum söz konusu olduğu için bildiri başlığında her
ne kadar Alevîlik terimi Ahilikten önce gelmişse ve Alevî geleneğin bağlıları
hemen pek çok dinî grup gibi kendini ilk kaynağa dayandırma gayretiyle, “Biz
elest bezminde ‘kâlû bela’ dediğimizde Ali’ye de ikrarımızı vermişiz” deseler bile
tarihsel oluşum süreci bakımından Ahilik, Alevîlikten çok öncedir. Kaldı ki XIX.
yüzyılın ikinci yarısında kullanılmaya başlayan “Alevî” kelimesinin terimleşme
1 Prof. Dr. , SDÜ İlahiyat Fakültesi İslâm Mezhepleri Tarihi Öğretim Üyesi.
68 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Mehmet Saffet SARIKAYA \ 69
süreci henüz çok yenidir. C. Cahen’in ifadesiyle ilk olarak Hazar’ın güneyinde almışlardır. Abdalân-ı Rûm’un en önemli temsilcileri olan Bektâşîliğin gelişimine
karşımıza çıkan “ahi” ünvanına XIII. yüzyılın başlarında Anadolu’da da rastlarız. paralel olarak yeniçeriler, geleneğe uygun bir şekilde “pîr” olarak Hacı Bektaş Velî’yi
İ. Keykavus’un 1207 Antalya fethine katılanlar arasında “ahi” ünvanlı kimseler ve “yol” olarak Bektâşîliği benimsemişlerdir. Bu çocuklar gençlik çağında askerlik
vardır. eğitimi gördükleri için, askerlik vasfıyla Ahiliğin tabiî üyesi sayılmışlar ve Ahilerin
Bu durum Ahi Evren’in de Ahilik için ilklerden, kuruculardan olmadığının libasını giymişlerdir. Öte yandan Hacı Bektaş zaviyesinin tamir kitabesinde (H.
göstergesidir. Çünkü bugün tespit edilen şekliyle Ahi Nasıruddin Mahmud b. 769, M. 20 Nisan 1368) Sultan I. Murad’ın “Ahi” ünvanıyla yer alması; XV. yüzyıla
Ahmed el-Hoyi (659/1261)’nin Anadolu’ya gelişi halife Nasır li-Dinillah’ın elçisi ait Defter-i Hakân’da Kızıl Deli zaviyesiyle ilgili bir kayıtta “Ahi” ünvanlı kişilere
Mecdüddin İshak ile beraberdir. Ancak o ilerleyen hayatında Denizli, Kayseri, rastlanılması; XVI. yüzyılda yazıldığı anlaşılan Hacı Bektaş tekkesinde bulunan
Konya Kırşehir gibi şehirlerde bulunup Ahi teşkilatını örgütlemiş ve Türkmen ve içinde Fütüvvetname ile birlikte Buyruk’tan parçaların yer aldığı bir mecmuada
gruplarının azımsanmayacak bir kısmını bu teşkilata dâhil ederek haklı olarak tekke ile ilgili cezalar arasında “gazilere de pay ayrılması”nın dile getirilmesi bu
Anadolu Ahiliğinin kurucusu ünvanını almıştır. Ahi Evren’in Bağdat’tan gelişi ilişkinin uzun süre canlı bir şekilde sürdürüldüğünü göstermektedir.
ve yaptıkları daha sonra Türk millî muhayyilesinde onu, Hz. Peygamberimiz’in Osmanlı devletinin gelişim sürecinde Ahiliğin loncalar şeklinde sadece esnafı
amcası Abbas’ın oğluna dönüştürerek, deri terbiye edip, kılıç kuşanan Peygamberle temsil eden bir yapıya bürünmesine paralel olarak taşrada, esnafın dışında kalan
birlikte savaşan ve yararlılıklar gösteren menkıbevî bir kimliğe büründürmüştür. yarı göçebe zümreler Ahilik geleneğini çoğu kere “ocak” formunda çeşitli yerel
Bu menkıbevî kimlik daha sonra Alevî kültürü içinde kabul edilerek Alevîliği değerlerle birleştirerek devam ettirmişlerdir. Özellikle Ahi zaviyelerindeki hayatın
İsnâaşeriyye ve İsmailîyye gibi Şiî fırkalardan farklılaştıran bir özellik olarak devamlılığı bağlamında bugün Çankırı, Kütahya, Afyon, Isparta ve civarında
karşımıza çıkar. Alevî kültürünün Abbasî kabulünü kolaylaştıran diğer bir arka görülen “yâren” geleneği, Ankara civarındaki “seymen” geleneği, Elazığ, Şanlıurfa,
plan olgusu ise Ahmet Yesevî’nin Hz. Ali’nin oğlu Muhammed b. el-Hanefiyye’ye Gaziantep civarlarındaki sıra gecesi eğlenceleri ve diğer şehirlerimizde gezek,
nispet edilen nesebi ve İbnu’l-Hanefiyye’yi imam kabul eden Keysani geleneğidir. ferfene vb. adlarla devam eden yöresel toplantı ve eğlenceleri bu cümleden
Bu gelenek Türkiye Alevîliğinde Muhammed b. el-Hanefiyye ve Ebu Müslim sayabiliriz.
Horasani Cenknameleri eşliğinde Abbasî taraftarı bir karakterle tezahür etmiştir. Esasen Ahi geleneklerinin Alevî kültüründe benimsenip devam ettiğini gösteren
Ancak bu karakterin Safevî Şiî liğinin tesirinde kısmen değişime uğradığını en önemli kaynaklar Ahiliğin el kitabı hüviyetindeki fütüvvetnamelerdir. Ahiliğin
belirtmek gerekir. teşkilatlanması bakımından farklı tarikat gruplarını bünyesinde barınmasına
Ahi Evren’in yaşadığı dönemin özellikle Kırşehir’deki evresinde Hacı Bektaş imkân vermesi, bu tarikat müntesiplerinin fütüvvetname geleneğine sahip
Velî’yle olan dostluğu bilinmektedir. Bu dostluk Ahi Evren’in bir sohbet çıkarak kendi tarikatlarına dair fütüvvetnameler yazmalarına yol açmıştır. Bu
esnasında “Kim bizi şeyh edinirse onun şeyhi Hacı Bektaş Hünkar’dır” diyecek bağlamda biz münhasıran Bektaşîliğe ait farklı Fütüvvetname nüshalarıyla
kadar samimidir. Vilayetname’de yer alan ilgili menkıbelerden iki şeyhin benzer karşılaşmaktayız. Bunların yazım tarihlerinin geçtiğimiz yüzyıla kadar uzanması
inançlara sahip olarak karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı, dengeli bir ilişki içinde ise fütüvvet geleneğinin Bektaşî tarikatı içindeki devamlılığının ifadesidir. Alevî
hareket ettiklerinden söz edebiliriz. Eğer tarihçi M. Bayram’ın Bacıyân-ı Rûm zümreler arasında fütüvvet geleneği Bektâşîlikle sınırlı değildir. Elimizde Kızılbaş
ile ilgili tezlerini kabul edersek, Fatma Bacı’nın Ahi Evren’in eşi olduğunu; Ahi ocaklarında da aynı geleneğin devam ettiğini gösteren Mecmualar bulunmaktadır.
Evren’in de Abdal Musa ve Geyikli Baba ile hemşeri ve muhtemel bir akrabalık İncelediğimiz bir Kızılbaş mecmuasında Burgazi Fütüvvetnamesi’nin kaynak olarak
bağlarının bulunduğunu söyleyebiliriz. kullanılması, geleneğin oluşmasında zümrelerin mezhep taassubundan uzak
Osmanlı askerinin yaya ordusuna üniforma olarak ahi elbisesinin seçilişi ve kendilerine özgü bir yola sahip olduklarını göstermektedir.
bu ordunun “pîr” olarak Hacı Bektaş’ı kabul edişi de devletin kuruluş aşamasında Bu yolda Hz. Ali’yle ilgili kabuller Ahilikle Alevîlik arasındaki ilişkinin ya da
iki zümre arasındaki ilişkilere işaret etmektedir. Muhtemelen esir edilen gayr-i benzerliğin açıkça tezahür ettiği önemli inanç motifleridir. Türkçe fütüvvetnamelerde
müslimlerin çocukları taşra kesimindeki Türkmenler içinde ailevî terbiye alırken, Hz. Ali’yle ilgili kabullerdeki değişimi de rahatlıkla takip edebiliyoruz. XIII.
dinî terbiyelerini de Türkmenler arasında yaygın Abdalân-ı Rum dervişlerinden yüzyılla tarihlenebilecek ilk fütüvvetnamelerde “fetâ” kelimesinin anlamına uygun
70 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Mehmet Saffet SARIKAYA \ 71
yiğitlik timsali olan ve hakkında “Lâ fetâ illâ Ali” sözünün varid olduğu Hz. Ali, tarihî vakıalara da uygundur. Tarihî kayıtlar Türklerin VI. yüzyılda Anadolu’da
XV. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış muhtemelen bir Safevî taraftarı olan Seyyid göründüklerini ve daha sonra gelen Hazar Türklerinin bölgedeki hâkimiyetini
Hüseyin’in fütüvvetnamesinde bariz Şiî kabullerle karşımıza çıkar. Müellif Hz. haber vermektedir. Diğer taraftan İbnü’l-Esîr’in bildirdiğine göre, Bâbu’l-Ebvâb’ı feth
Ali’nin şedd/kuşak kuşanma olayını, Gadîr Hum vakası çerçevesinde Şiî rivayetler eden Abdurrahman b. Rabîa bölgede yapılan bir çarpışmada şehit olmuş sancağı
ışığında anlatır. Aynı müellifin Hutbetü’l-Beyân Şerhi’’nin de bulunması onun kardeşi Selmân b. Rabîa almış, bir müddet daha cihad ve fetih hareketlerine devam
yaşadığı dönemde Alevî zümreleriyle yakın ilişki içinde olduğunu göstermektedir. ettikten sonra ordusuyla geri dönmüştür. Rivayete göre Müslümanların Demir Kapı
Eserini XVI. yüzyılda kaleme alan Razavî ise Hz. Ali’nin şedd/kuşak kuşanmasıyla geçidini korkusuzca geçip topraklarına saldırmaları Türkler tarafından hayret ve
ilgili anlatısını yine Gadîr Hum’a dayandırarak ancak Müslim’den gelen Sünnî şaşkınlıkla izlenmişti. Nitekim Abdurrahman’ın mezarı sonraları yağmur duası için
versiyonu kullanarak nakletmiş, Şiî rivayetlere kısmen yer vermiştir. Seyyid kullanılır olmuştur. Kanaatimize göre Selman adının Türkler arasındaki şöhreti de
Hüseyin’in nakillerinde yer alan Şiî rivayetlere dayalı inanç motiflerinin Alevî bu olaylarla ilgilidir. Ancak zaman bu adı daha meşhur olan diğer bir sahabiyle,
zümreleri tarafından içselleştirilerek benimsendiği görülmektedir. “Lahmike lahmi” Selman-ı Fârisî’yle özdeşleştirmiştir. Böylece Selman, Hz. Ali’ye yakınlığının da
sırrı, Ali ve Muhammed’in ilk yaratılan nurun birer parçası olduğu, yaratılışlarıyla etkisiyle fütüvvet ehlince meslek pîri sayılmış ve Alevî ananesindeki “Kırklar
ilgili mitolojik unsurlar, Hak-Muhammed-Ali üçlemesi, Hz. Ali’nin miraçdaki meclisinde” kendisine nakîb rolü verilerek takdis edilmiştir.
yeri, Hz. Ali’nin toplum içindeki rolü ve bu rolün abartılmasıyla ilgili hususlar Alevî gelenekte “Kırklar meclisi” diye anılan, miraç dönüşü Hz. Peygamber’in
büyük ölçüde Seyyid Hüseyin kaynaklıdır. Bu inanç motiflerinin aynı dönemde uğradığı, kırklarla birlikte semah dönüp cem yapışının anlatıldığı rivayet büyük
yaşayan Şah İsmail tarafından da dile getirilmesi inançların kaynağını göstermesi önem taşımaktadır. Bu olayın anısına dergâhın büyük cem odasına “Kırklar
bakımından dikkate değerdir. meydanı” da denilmiş ve yapılan cemlerde bu olay yeniden canlandırılmıştır.
Hz. Ali’nin fütüvvetnamelerde dillendirilen biçiminde “feta”lığı kadar bu Bektaşîler ve Alevîler tarafından yapılan cem törenlerinin farklı biçimleri, bu
yolun piri olarak kabulüne de vurgu vardır. Hz. Ali’nin pirliği Gadîr Hum’da Hz. rivayette anlatılan “Kırklar cemi”ne dayandırılmıştır. Pek çok Alevî ve Bektâşî
Peygamber tarafından belinin bağlanmasıyla sübut bulmuştur. Böylece fütüvvetle şairi de olayı manzum olarak dile getirerek adeta hafızalara nakşetmişlerdir.
ilgili nebevî gelenek Hz. Ali’ye ondan evlatlarına geçmiş, Ali Zeynelabidin’in adı Muhtemelen Hz. Peygamber’in tarikat hayatı içindeki yerini belirlemek, onu kendi
özellikle öne çıkmıştır. Bu kabulün devamında Hz. Ali’nin Rasulüllah’ın izniyle sofiyane yaşayışlarıyla içselleştirmek için üretilen bu olgunun Fütüvvetnamelerdeki
on yedi kişinin belini bağladığı nakledilir. Buradaki kişiler Alevî zümrelerde on biçimi daha gerçekçidir. Burgâzî sema hakkında çeşitli bilgiler verdikten sonra,
yedi kemerbeste diye kendilerine saygı duyulan kişilerle büyük ölçüde örtüşür. semanın delili olarak şu kıssayı nakleder: “Ashab-ı Suffa’nın bir üzüm tanesi vardı.
Yine Hz. Ali’nin izniyle Selman-ı Fârisî de elliden fazla kişinin belini bağlamıştır Rasulullah’ın önüne koyup paylaştırmasını istediler. Rasulüllah da onu ezerek
ki, burada beli bağlananların her biri birer meslek piridir ve bunları “pir” olarak suyunu kırk kişiye paylaştırdı ve “Kavmin efendisi onlara hizmet edendir” buyurdu.
bilmek gereklidir. Selman-ı Fârisî’nin özellikle Ehl-i Beyt’ten sayılmasına ve onun Ashab-ı Suffe nağme kılıp semaya kalktılar. -Bazı rivayetlerde Rasulullah’ın kalkıp
Ehl-i Beyt’in hizmetinde oluşuna vurgu yapılarak öne çıkarıldığı görülmektedir. üç defa sema ettiği mübarek ridasının omuzlarından düştüğü haber verilir-”
Benzer şekilde aynı vurgunun Alevî zümreler arasında da yapılması dikkat (Burgâzî: 136). Aynı anekdot biraz daha farklı bir şekilde XVI. yüzyılda yazılan
çekicidir. Biz daha önce yaptığımız bir araştırmada Tahtacılar arasındaki Selman Razavî Fütüvvetnamesi’nde şöyle yer alır: “Yemekten sonra fütüvvetdârların gülbank
kültünün coğrafi yakınlıktan dolayı Nusayrîlerle etkileşimin eseri mi olduğunu çekmeleri iki sebebe istinadendir: Hz. Rasûl kırklara yetiştiği vakit bir tane üzümü
araştırırken daha ilginç bir sonuca ulaştık. Bir Osmanlı tarih kaynağında özetle, ezip, şerbet edip kırklar onu nûş ettikten sonra bülend avaz ile gülbank çekmişlerdir.
Selman’ın, İslâm’ı kabul eden Bayındır Han’ın elçileriyle birlikte Türklere dinlerini Ashab-ı Suffe her ne zaman yemek yerlerdi sofra duasından sonra gülbank çekerlerdi”
öğretmek üzere gönderilen Hoca olduğu ve onun dinî talimden sonra Dede (Razavî: 62 b).
Korkut’u şeyh olarak belirlediği nakledilmiştir. İlk bakışta mitolojik bir veri gibi Kırklar cemiyle ilgili bu temellendirmenin yanında esasen ahilerin pîr tutunma,
görünen, Selman’ın Türklere İslâm’ı öğreten kişi olarak gösterilişi rivayeti Şeref yol atası ve yol kardeşi edinme törenleri, Alevî ve Bektâşîlerin “ikrar ayini” ve
Han’ın Kürtlerin menşei ile ilgili naklettiği menkıbeyle benzerlik gösterdiği gibi musahiplik erkânıyla büyük ölçüde örtüşmektedir. “Yol atası ve yol kardeşi seçme”
72 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Mehmet Saffet SARIKAYA \ 73
geleneği cemaat yapısına sahip topluluklarda sosyal dayanışmayı, yardımlaşmayı günümüz Alevî ve Bektâşîliğinin bir kısmında “dem” veya “dolu” adıyla alkollü
ve sosyal güvenliği sağlayan bir olgu olarak ön plana çıkmaktadır. Bu bağlamda H. içki içildiği bilinmektedir. Fütüvvet ehlinin töreninde nakip ve talip saff-ı niâlde
İnalcık ve İ. Mélikof’a katılarak Ahi törenlerinin Alevî cem ayinleri için bir proto- durup niyaz ederken, Bektâşîlerin ikrar ayininde talib “dâr”a durmaktadır. Her
tip olarak kabul edilebileceğini söyleyebiliriz. “Pir tutunma” ve “ikrar ayinleri” iki zümrede de şeyhten/dededen niyazı/isteği olanlar veya hata edip tövbe edenler
arasındaki benzerlikler genel tasavvuf ve tarikat geleneği içinde belki pek çarpıcı veya bir davanın hallini isteyenler bu mekânda durmaktadır. Fütüvvetnamelerde
gelmeyebilir; ancak “yol kardeşi edinme” ve “musahiplik” geleneği ve bunun için su verme adabı açıklanırken su veren kişinin uyguladığı belirtilen niyaz duruşu,
yapılan tören esas itibariyle Ahiler, Bektâşîler ve Alevîler arasında aynı şekilde muhtemelen sonraki dönemlerde bütün törenlerde uygulanmaya başlamıştır.
uygulanmaktadır. Ahiliğe katılmak isteyen çırağın kendisine “yol atası” seçmesi Törenlerdeki erkân ve adabın bir kısmını da tören esnasında okunan tercümanlar,
Bektâşîlik ve Alevîlikteki “rehber”e; “yol kardeşleri” ise “musahib”e karşılıktır. gülbanklar, dualar ve yapılan nasihatler oluşturmaktadır. Bunlarla ilgili Ahiler
Genellikle aileler arasında yapılan musahiplik töreni Alevîler için daha mühimdir ve Alevîler arasında birbirleriyle örtüşen benzerlikler söz konusudur. Sözü daha
ve musahipliğin erkânı, “Buyruk”larda etraflıca açıklanmıştır. fazla uzatmamak için birkaç örnekle yetinelim:
Ahiler çeşitli vesilelerle yapılan ziyafetli toplantılarda yemekten önce mensuplar Mürşid huzuruna varınca;
arasında dargınlık, kırgınlık vb. durumların bulunmamasına dikkat edilmiştir.
Şem’i tevfike hidayettir yüzün/Suret-i Hak’tan işarettir yüzün
Herhangi birinin şikâyeti veya isteği varsa bunu bildirmiş; buna göre yemekten
önce bu şikâyet, istek veya dargınlıkların giderildiği mahfiller düzenlenmiştir. Ehl-i tevhide beşarettir yüzün/ Hacc-ı ihrama ziyarettir yüzün
Burada duruma göre istek sahibine veya suçluya çeşitli cezalar verilmiş, yaptırımlar
uygulanmış, daha sonra ziyafet faslına geçilerek erkâna uygun olarak lokma Müşterek bir tıraş tercümanı şöyledir:
mensuplara ikram edilmiştir. Aynı gelenek benzer şekilde Alevî ve Bektâşîlerde Tıraş olduk bugün minnet Hüdâya/Tevellâmız Muhammed Mustafâya
“Düşkünlük cem”leri, “Tarikleme” veya “Alaca Değnek Altından Geçme” şeklinde
Teberrâ kılmışız biz hâriciye/Esîr olduk Aliyyü’l-Murtazâya
uygulanmış, böylece hem zümre içindeki sosyal dayanışma pekiştirilmiş hem de
iç disiplin ve huzur sağlanmıştır.
Ahi gelenekten gelen bu törenler hiç şüphesiz ilgili erkân ve adabla birlikte Müride şedd/kuşak bağlandıktan sonra şu düvazdeh okunur:
Alevî zümrelerine taşınmış ve benimsenmiştir. Ahilerin şedd/kuşağı Bektaşîlerde Sen mübarek kıl ilâhi ol Peygaber hakkıçün
“tığ bend”e dönüşmüş ama kuşağın bağlanma şekilleri, atılan düğümler, bunlarla Seyidî ve mevlâyî Âdem ü Haydar hakkıçün
ilgili yorumlar benzer şekilde tekrarlanmıştır. Bunun yanında özellikle tarikat Dört Kitab hakkı, dört Muhammed hürmeti dört Ali izzeti
geleneğinin vazgeçilmezleri arasında olan hırka ve tac da manevi fakrın sembolleri
Hem Haseneynü Hüseyin, Kâzım-ı Ca’fer hakkıçün
olarak çeşitli yorumlarla dillendirilmişlerdir. Bu kıyafetlerin yanında Ahilerde
nakiblerin ifa ettiği tören hizmetleri, Alevî zümrelerde on iki hizmet altında hemen
aynen devam ettirilmiştir. Törende kullanılan malzemelerle ilgili benzer sembolik Bir hata tercümanı da şöyledir:
yorumlar yapılmıştır. Örneğin çarûb/süpürge çekmek, iki zümrenin törenlerinde Hata ettim suçumu affeyle ey şâh/Bi-hakkı Murtazâ ve âli dergâh
görülen ortak unsurlardan birisidir. Ahilikte süpürge, nakîb’in mahfil işareti, maddî Hüseyn-i Kerbelâ sırrı Hakk için/Rabbenâ zalemnâ estağfirullah
ve manevî temizlik sembolü olarak belli kaideler içinde kullanılırken, Bektâşîlerde
ayinin bitişine, Alevîlerde Meydancı tarafından yeni taliplerin tarikata giriş töreni
tamamlandıktan sonra ayinin ikinci safhasına işaret olarak kullanılmıştır. Yine Ahilerde “Gelenin malı, gidenin başı gider”; Bektaşîlerde “Gelme, gelme; dönme
ikrar törenlerinde talibe nasibin verilmesini müteakip şerbet sunulmaktadır. Bu dönme; gelenin malı, dönenin canı”
sunum, Arap fütüvvet geleneğinden mülhem olarak Ahilerde tuzlu su, Alevîlerde “Şeriatte üstüvâr ol, tarikatta payidar ol, hakikatte haberdar ol” ;
duru su, Bektâşîlerde ise tatlı şerbet ikram edilerek gerçekleştirilmektedir. Ancak
74 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Mehmet Saffet SARIKAYA \ 75
“Ey oğul, eline beline diline sahip ol; ey bacım evine, eşine işine sahip ol” müşterek İ. Zeki Eyüboğlu, Bütün Yönleriyle Bektâşîlik, İstanbul 1990.
nasihatler arasındadır. İrène Mélikoff, Uyur İdik Uyardılar, Alevîlik-Bektâşîlik Araştırmaları, çev. , T.
Fütüvvetnamelerde, Buyruklarda ve Bektaşî Erkannamelerinde yer alan dört Alptekin, İstanbul 1993.
kapı kırk makamla ilgili sıralamanın yanında, bu eserlerin sual-cevap faslındaki İsmail Özmen, Alevî-Bektaşî Şiî rleri Antolojisi, I-VI, Ankara 1998.
açıklamalar büyük ölçüde zümreler arasında müşterek olarak dillendirilen sembolik
M. Fatih Köksal, Ahi Evran ve Ahilik, Kırşehir 2006.
yorumlardan oluşmuştur.
M. Saffet Sarıkaya, XIII-XVI. Asır Anadolu’sunda Fütüvvetnâmelere Göre Dinî
Bütün bu açıklamalardan sonra Türkmen kültür çevresinden beslenen, benzer
İnanç Motifleri, Ankara 2002.
ideal ve ülküleri benimseyen iki zümrenin birbirlerini tamamlayan benzer
dinî-ahlakî yapıya sahip olarak birbirleriyle her zaman dostane ilişkiler içinde _____, “Alevîlik ve Bektaşîliğin Ahilikle İlişkisi”, İslâmiyât Alevîliğin Teolojisi,
olduklarını söyleyebiliriz. c. VI, S. 3, Ankara, 2003.
______ “Bektaşî ve Alevîlerde Hz. Ali’nin Tanrılaştırılma İddialarına Dair
Bir Değerlendirme”, Hz. Ali Sempozyumu, DEÜ İlahiyat Fak-DİB İzmir İl
Müftülüğü 24-25 Ekim 2007, İzmir.
Kaynakça
_____”Bektaşî ve Alevî Kültürünün Yazılı Kaynağı Olarak Fütüvvetnameler”,
Abdulbaki Gölpınarlı, “İslâm ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilatı,” İstanbul Uluslararası Doğumunun 800 yılında Hacı Bektaş Velî ve Bektâşîlik Sempozyumu,
Üni. İktisat Fakültesi Mecmuası, XI, Nu:1-4, İstanbul 1949-50. Fatih Üniversitesi, 9-10 Ekim 2009 İstanbul.
_____“Burgâzî ve Fütüvvetnâmesi”, İÜİFM, c. XV, Nu, 1-4, 1953-1954 Mikail Bayram, Bacıyân-ı Rûm, Konya 1987, 25-27.
_____ “Şeyh Seyyid Gaybî oğlu Şeyh Seyyid Hüseyin’in Fütüvvetnâmesi”, Razavî, Millet Ktb. , Şeriyye 902, vr. 62 b.
İÜİFM, c. XVII, Nu, 1-4, 1955-1956,
Razavî, Muhammed b. Seyyid Alauddin Hüseyin, Fütüvvetnâme-i Kebîr, Millet
_____, Menâkıb-ı Hacı Bektaş-ı Velî, Vilâyetnâme, İstanbul 1958, Ktb. Şer‘iyye 902.
Aşıkpaşaoğlu Tarihi, Haz. H. N. Atsız, Ankara 1985, 45, 196 Refik Soykut, Orta Yol Ahilik, Ankara 1971, 81.
Baha Said, “Sofiyân Süreği II”, Türk Yurdu, IV, Nu: 23, Teşrîn-i Sânî 1926 Seyid Hüseyin b. Seyid Gaybî, Şerhu Hutbeti’l-Beyân, (İnceleme-Metin), haz.
Bedri Noyan, Bektâşîlik Alevîlik Nedir, 3. baskı, İstanbul 1995 M.S. Sarıkaya, Isparta, 2004.
Buyruk, haz. S. Aytekin, Ankara 1957. Seyyid Derviş Tur, Erkânname, Alevîliğin İslâm’da Yeri ve Alevî Erkânları,
Buyruk: İmam Cafer-i Sadık Buyruğu, haz. Fuat Bozkurt, 2. Baskı İstanbul, İstanbul, 2002.
2005.
Claude Cahen, “İlk Ahiler Hakkında”, çev. , M. Öztürk, Belleten, c. L, S. 197,
1986.
E. Ruhi Fığlalı, Türkiye’de Alevîlik ve Bektâşîlik, Ankara (1990).
Fütüvvetname-i Ca’fer Sâdık, (İnceleme-Metin), haz. , M. S. Sarıkaya, İstanbul
2008,
H. Baki Kunter, “Kitabelerimiz”, Vakıflar Dergisi, II, Ankara 1942.
Hacı Bektaş Velî, Makâlât, haz. E. Coşan, İstanbul trz. .
Halil İnalcık, “Osmanlı Devletinin Kuruluşu Problemi”, Doğu Batı, sayı 7,
Ankara 1999.
76 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Refik ENGİN \ 77
hallerinden dolayı buraya “eskikalvirankal” diyor. Bu olay sonrası bugünkü Yeni
Zağra kasabası kuruluyor. Oradan göç edenler Yeni Zağra’nın Eski Zağra’dan daha
gelişmiş olduğunu söylüyorlar. Yaşar Yaşa2 Dede ile söyleyişimizde Bedreddin’in
ŞEYH BEDREDDİN’İN
Gaybılar köyünde Gaybı Baba ile görüştüğünü söylemişti. Elimizdeki kayıtlar ne
ALEVÎ-BEKTAŞİ TOPLULUKLARI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ yazık ki bu görüşmeyi doğrulamamaktadır. Yine sohbetimiz sırasında Karaabalar
Refik ENGİN1 köyüne Tatar Baba çırağını uyardığını söylemişti. Şeyh Bedreddin Balkanların
içine Şıpka’dan girdiği, Nevrekop’ta Nevrokop Alçağı denilen Zırnova mevkiinde
tutuklandığı söylenir. Tutuklanmasının ardından Serez’e kadar insan seli akıyor.
Nevrekop şu an Bulgaristan‘ın Makedonya sınırına yakın, Blagoevgrad’a bağlı
bir ilçe, şu anki adı GotseDelchev’dir. Nevrokop Alçağı’nın Zırnova bölgesinde
Özet bir yer olduğu anlatılmaktadır. Nevrokop yakınında bulunan köyler, Kuruşuva,
Bu çalışmada Şeyh Bedrettin’in Alevî-Bektaşî topluluklar üzerindeki etkisi Zapnistsa, Şalşte imiş.3
incelenecektir. Şeyh Bedreddin’in hayatı, düşünceleri paralelinde ortaya çıkan Nevrokop kazası şu an Yunanistan’da, Drama eyaletinde imiş. Zırnovo’nun
“Bedreddinilik” ekolü de analiz edilecektir. Bedreddinî Alevî toplukların yaşadığı Yunanca adı: Kato Nevrokopi4
yerleşim birimlerinde yapılan araştırmaları da bildiride paylaşılacaktır. Şeyh Bedreddin inancı sadece Türkmenler arasında değil, diğer milletler arasında
Anahtar Kelimeler: Şeyh Bedrettin, Bedreddinilik, Alevîlik, Bektâşîlik da kabul görmüştür. Onun kadın erkek eşitliği için başkaldırması, insanları
millet inanç gözetmeksizin bir kabul etme günümüzde pek bilinmemekte hatta
Konuşmamı Şeyh Bedreddin’in bir vecizesi ile başlıyorum: “İbadetin koşulu unutturulmak için başka yönlerde anlatılmaktadır. Şeyh Bedreddin hiçbir zaman
ve kuralı yoktur, Tanrı her tür ibadeti kabul eder.” Osmanlı Devleti’ne saltanat iddiasında bulunmamıştır. Bunu bazı çıkar çevreleri
uydurmuştur. Osmanlı arşivinde bunu kanıtlayan bir belge bulunamamıştır. O
Geçmişten günümüze kadar Şeyh Bedreddin yolu erkânına hizmet eden baba,
zamanın töresine göre hüküm sürenler halkın kendisini yönetmesini, demokrasiyi
dede, rehber, saki, zakir, muhiplerden ve günümüzde hizmet eden ile ilerde hizmet
algılayamamışlar. Çıkarları olanlar bunu yanlış anlatmışlardır. 1420’den 1923’e
edeceklerden Hak razı olsun.
kadar 503 yıl laik yönetimin halka gelmesi engellenmiştir. Onu bu tür bir
Bedreddinilik, Şeyh Bedreddin’in düşünce ve hukuksal sisteminin insanoğlunun düşünceden dolayı idam edenler unutulmuş; ama günümüzde bile halen onu
yaşantısına uyarlanmasıdır. Bedreddinilik günümüzde halen süren onun ilke ve sadece Türkler değil, diğer milletler dahi anmaktadır.
kurallılarının uygulanmasıdır. Din sömürüsüne karşı düşünce, insanların eşit
Siyasal alana çekilmesi bir yanlıştır. Hatadır. Çünkü tasavvufta çıkar yoktur. O
şartlarda yaşama isteğinin yansımasıdır. Kişinin dinî ve siyasî inancını hür ve eşit
devrin yanlışlarına yüksek sesle karşı durması, çıkarcıların onu menfaatleri uğruna
şartlarda uygulamasıdır. Hak tarafından meleklerden bile üstün yaratılan, secde
yalnız bırakması sonucu kadın erkek eşitliği tam manasıyla uygulanamamıştır.
kılınan insanoğlunun insanca yaşama mücadelesidir. Günümüzde uygulanan
Bedreddinîlik, Serez çarşısında son bulan yaşamı sonrası Mehmet Mümin Baba 24 sene içinde günümüzde halen Trakya’da devam eden 8 Ehl-i Beyt inancından
tarafından derlenip toparlanması ve günümüze aynen gelmesidir. Bir bakıma 7 tanesinin gezdim ve tüm ibadet ve muhabbetlerine eşimle beraber girdim. Bu
Mehmet Mümin Baba, Bedreddin inancını yaşama yeniden geçirendir. Laikliğin yıllar içinde bu inanç guruplarında ne yazık ki Şeyh Bedreddin’i ve gerçeğini tam
günümüze kadar gelmesinde Hacı Bektaş fikrini atmış, Şeyh Bedreddin bunu manasıyla bilen bir lider veya muhip göremedim. Halkın tamamına yakın bırakın
yüksek sesle kitlelere söylemiş, Mustafa Kemal Atatürk de uygulamıştır. eski geçmiş tarihi bir olayı 50 yılı geçmiş bazı önemli olayları dahi bilmediklerini
Sözlü anlatımlara göre, Şeyh Bedreddin Deliorman’a gelince ilk önce bugünkü 2 Yaşar Yaşa. 1917. 2003. Devletliağaç. Kofcağız /Kırklareli.
Eski Zağra’ya uğruyor. Eski Zağra halkı Bedreddin’e pek itibar etmiyor. Bu 3 Kısmet Aktaş. 1929-2002 Turgutbey/ Lüleburgaz.
4 http//bg. vikpedia. org/wiki sitesinden tercüme edilmiştir. Veysel bayram Razgrad/kazcılar.
1 Araştırmacı, Yazar. 1956. Y. okul
78 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Refik ENGİN \ 79
gördüm. Günümüzde halen devam eden inançların muhipleri ve liderleri dâhil sahiplenirlerdi. “O başka biri, bizim aramız açılmayacak, daha çok birleşecek.
geçmişe ait tarihsellerden ne yazık ki haberdar değiller. Müslüman, Hıristiyan, Musevi ayrımı yoktur.” derdi5
Geçmişte inanç guruplarının dağınık ve birbirinden uzak olması, günümüzde Osmanlı, Şeyh Bedreddin ardından bu inanca gönül verenleri aslında diğerlerinden
de iç içe olması dahi bu bilinmezliği değiştirememiştir. ayırt etmiyordu. Aziz Mahmut Hüdai, onlar hakkında kendisine bilgi verenleri
Trakya ve Balkanlar’da Ehli Beyt inancına bağlı Bektaşî ve Bektaşî sürekleri ve dinlemiş, adam gönderip yerinde araştırma yapacağı yerde eline kalemi almış ve
devrin padişahına “Şeyhin yolunda gidenler kızıl başlar ile birdir.” demişti.6
Şeyh Bedreddinîler’in yapılanmaları, büyük toplum yapılanmaları ve törelere göre
oluşmuştur. Buna etki edecek kan bağı ve inanç bağlılıkları bile ikinci planda Balkanlara Börklüce ve Torlak Kemal olayları sonrası Bedreddin’in gelmesi
kalmıştır. Bu oluşum da Şeyh Bedreddin hareketinin yörede etkilerini olumlu rastlantı değil. Aslında Bedreddin olayı öyle sıradan bir hareket değildir. Bunu
olarak gelişmemesinde etken olmuştur. Yakın zaman kadar toplumlar sadece kendi şu satırlarda daha net görmekteyiz.
toplumlarından 7 nesil sayarak evlenmeleri, daha sonraları kendilerine yakın Vaktiyle Baba İshak taraftarlarının Dobruca’ya geldikleri göz önüne tutulursa
inançlar ile kan bağı kurmasına rağmen inanç bazında bir dayanışma olmamıştır. Şeyh Bedreddin’in Deliorman’ı niçin intisap ettiği ve az zamanda etrafında binlerce
İnanç bazında hâlâ Trakya ve Balkanlarda aynı inanca gönül vermelerine rağmen kişiyi toplayabilmekteki muvaffakiyetin sırrı anlaşılır.7
her toplum ve inanç kendini daha üstün görmektedir. Trakya ve Balkanlar’da Şeyh Bedreddin kendisine o günün şartlarında ve gelecekte yandaş bulacağı bazı
Bedreddin’in hareketi ardından pek çok hareketlenme ve gelişmeler olmuştur. merkezleri ziyaret eder. Bunu da aşağıdaki kayıttan anlamaktayız.
Bu gelişmenin devam eden Ehlibeyt inançlarına etkileri olumlu olmakla beraber Dobruca’da bulunan Şeyh’in doğruca Sarı Saltuk zaviyesine gitmesinin tesadüf
Şeyh Bedreddin’in idam edilişi ardından bir korku ve sinme dönemi olduğuna eseri olarak görülmeyeceğini belirtmektedir. Zira zaviye uzun zamandan beri
şüphe yoktur. Eğer Musa Çelebi kazanmış olsaydı sadece kendi kaderini değil, Dobruca’daki Kalendirîlerin merkezi idi.8
tüm Osmanlı’nın kaderini de değiştirecek, belki Osmanlı daha çağdaş bir Esasında töre ve toplum yapılanmasında tutuculuğu bir yana bırakırsak kısa
imparatorluk olacaktı. zamanda bu oluşum başarılı olsaydı Trakya ve Balkanlar’daki yapılanmalarında
Şeyh Bedreddin hareketinin sonrası Balkanlar’da ve buna bağlı olarak büyük değişiklere gider ve daha iyi organize olurlardı.
Bulgaristan’da etkin olmamasının en büyük nedeni de sürek Bektaşîleri olarak Günümüzde töre ve toplum yapılanmasına örnek olarak halen Şeyh Bedreddin’in
adlandırdığımız Ehl-i Beyt inanışlıların çok büyük bir şekilde etkili olmalarındandır. inancına devam eden Amuca toplumunu örnek gösterebiliriz. 1868 yılında
Bulgaristan’da, Balım sultan erkânı uygulayan Babagân kolu Bektaşîleri bile diğer Babagân Bektaşîliğine geçmelerine rağmen hâlâ Şeyh Bedreddin erkânının bazı
Balkan ülkelerinde etkin olamamışlardır. 1868’de Şeyh Bedreddin inancına devam uygulamalarına devam etmektedir. Bu uygulamaların hiçbiri Babagân Bektaşî
eden Amucaların büyük bir bölümün Babagân koluna girmesi Şeyh Bedreddin erkânında yoktur. Bazı yazarlar Bedreddinîlerin bazı uygulama ve inançlarını
inancının gücünü azaltmıştır. Ardından yaşanan büyük 93 Harbi ve göç ile Şeyh Bektaşîler ile aynı diye yazmaları aslında Bektaşîliğe geçen aynı toplumun aslında
töre ve erkânca eski inancından kopmadıklarıdır.
Bedreddinî inancını daha da zayıflatmıştır. 1826 yılı olaylarında pek etkilenmeyen
Şeyh Bedreddin inancı 1877 yılı savaşı ardından göç ile eski gücüne bir türlü Şeyh Bedreddin ardından ona inanları yeniden bir araya toplayan Mümin
ulaşamamıştır. Mehmet Baba9 adlı bir kişidir. Bu kişinin 3 tuğlu bir paşa olduğu muhipleri
tarafından söylenmektedir.
Günümüzde halen Bulgaristan’da kasım ayı başlarında Şeyh Bedreddin’in
gezdiği topraklara gezi düzenleyerek anma günleri ve etkinlikleri düzenlemekte,
biz de ise adına bir bilgi şöleni yapılması için bazı çalışmalardan hâlâ bir sonuç 5 Ayhan AYDIN Deliorman’ın Koca çınarı Ahmet Hazarfen’in ardından hbektasveli. gazi.
alınamamıştır. Şeyh Bedrettin’in gelmesi, on binlerce insanın oraya toplanmasına edu. tr/dergi_ dosyalar /34-355-382
neden oluyor. Çevrede Hıristiyanlar da var. Ben genç iken yakın köylerden bir 6 Fahrettin Öztoprak. Babailer, Balkan Türkleri ve Şeyh Bedreddin. İstanbul 2010. S. 260.
7 Fahrettin Öztoprak. Babailer, Balkan Türkleri ve Şeyh Bedreddin. İstanbul 2010. S. 261
papazla tanışmıştım. O: “Bizim Şeyh Bedrettin geldi.” derdi. Bizim diyerek onu 8 Mevlüt Uyanık. Yard. Doç. Dr. Osmanlı Düşünce Tarihinde Karşı Fikir Kavramı Şeyh
Bedreddini Örneği. Şeyh Bedreddin Kongresi bildirileri. 1996 Kayseri.
9 Kaynak kişi. Kısmet Aktaş. 1929-2002 Turgutbey/ Lüleburgaz. İlkokul.
80 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Refik ENGİN \ 81
Balkanlarda Sarı Saltuk’tan sonra en büyük değişim ve etkileşim yapan kişilerin Saruhanlıların ve Deliormanlıların sürgünlerine gelince, ayrı bir araştırma yapılmalı,
başında Şeyh Bedreddin gelir. Şeyh Bedreddin muhipleri arasında Sarı Saltık’a kesin belgelenmeden bu bilgi kullanılmamalıdır. Çünkü sürgün edilen yerler ve
gönül vermiş pek çok kişilerin torunlarının yer aldığını görüyoruz. toplumlar hakkında bir çalışmayı belge olarak göstermelidirler. Trakya’ya gelen
Pek çok araştırmacı tarafından hâlâ tartışılan Şeyh Bedreddin’in doğum yeri Amucalar’ın ilk önce Kırklareli’nin Kofçaz ilçesinin Ahmetler köyüne Karaoğlu
hakkında aşağıdaki kayıt çok açık delildir. Abdal Ahmet Baba önderliğinde yerleşmişlerdir. Halen bu kişinin adını taşıyan
bir çerağ Bulgaristan’ın Yenişar köyünde uyarılmaktadır. Kısa zaman içinde
Samaona ya da Samona, Türk ağzında Samavna Dimetoka’ya altı km uzaklıkta
10 köy kurmuşlar. Bu 10 köyün 3 tanesi günümüzde Bulgaristan’da kalmıştır.
Meriç Nehri’nden 4 km içerdedir. Sonraları Samavna, Simav’dan esinlenerek
1777 yılında bu köyden göç olduğuna dair belgenin verilerinden edindiğimiz
Simavna şeklinde söylenegelmiştir. Kırkpınar Güreşleri’nin asıl yapıldığı yer de
bilgiye göre Bulgaristan içlerine doğru yayılmışlardır. Günümüzde 39 yerleşim
buranın çayırları içerisindedir.10
yeri tespit edilmiştir. 1877 yılında Osmanlı-Rus Savaşı sonrası çizilen sınır hem
1400’lü yılların başında Şeyh Bedreddin tarafından zamanın yönetimi Türkiye Cumhuriyeti sınırını hem de Amucaların arasında bir sınırı çizmiştir.
tarafından bir başkaldırı olarak algılayıp süreci isyan olarak nitelendirmesi sonucu Burada sınırın hemen iç tarafında köylere ve boş alan arazilere yerleşmişlerdir.
Şeyh Bedreddin düşüncesi kanlı bir şekilde bastırmıştır. Onan inanan ve onu Günümüzde 27 adet Trakya’da, Anadolu’da 66 toplam 93 yerde yerleşimleri
kendine yakın gören her düşünce ve düşünenler uzun yıllar fetvalar çıkarılarak tespit edilmiştir.
susturulmaya çalışılmıştır.
Trakya’da günümüzde halen devam eden bir gelenek vardır. Her toplumun
Bu bildiride biz genelde Trakya ve Balkanlar’da Şeyh Bedreddin’in etkilerini kendine has bir inancı ve geleneğe bağlı törelerinden vazgeçemezler. Bulgaristan’da
anlatmaya çalışacağız. Anadolu’da etkilerine gelince ona inanların, yani onun geçmişte ve günümüzde var olan inançlar genelde sürek Bektaşîliğinin etkisinde
bıraktığı inancı devam ettirenlerin kısa zamanda Anadolu’da Alevîler arasında olduğundan Bedreddin’in inancının genişlemesi pek olmamıştır. Bunu Otman Baba
inanç değiştirerek kaybolmuşlar. Hâlâ günümüzde bu inanç, Amucalar adlı toplum Velayetnamesi’nde Mümin Baba ve dervişleri ile Otman Baba’nın çekişmelerinde
tarafından devam ettirilmektedir. Şeyh Bedreddin’in idam edilişinden 50-60 yıl görmekteyiz. Günümüzde tespit ettiğimiz 2 adet Mümin Baba vardır. Biri
sonra Kayseri Emmiler yerleşim yerinden bir kısmı Balkanlar’a göç eden toplumun Tekke köydeki Mümin Mehmet Baba diğeri ise Beyazıt Baba’nın dervişi Mümin
bir kısmı Sivas, ardından Kars yöresine göç etmişlerdir. Günümüzde Amucaların Baba’dır.
Kars yöresindekiler Amuca Oğulları adıyla anılmakta ve zaman içinde Şiîleşmişler
Bedreddin’in Alevî ve Bektaşîlere bir çığır açtığı düşünülse de Trakya ve
ve hâlâ bu inanca devam etmektedirler. Sivas yöresinden Kars’a giderken bir kolun
Balkanlar’da var olan bir tutucu inanç etkileri ters olmuştur. Bunu 1987 yılından
da Gümüşhane ilinin Şiran ilçesinin Pelitli (Gal)köyünün Amcaoğulları soyundan
bu yana Trakya’da yaptığım araştırmalarda gördüm. Her toplumun bir inancı,
olanların büyük çoğunluğu (nerdeyse tamamı) İstanbul- Kartal ve Osmangazi
töresi olması Bedreddin’in inancı ve toplumsal gelişmelere katkısı ters yönde
ilçeleri civarında bir de Gebze’de yerleşmişler.11 Bu kol zaman içinde o yörenin
gelişmiştir. Her toplum dar bir bölgesel yaşam savaşı yaparken sadece kendi töre
inancı Alevîliğe geçmişlerdir.
ve inancının doğru olduğunu düşünmüşler ve uygulamışlar.
ErnstWernel,12 Hale Soysü13 yazdıkları kitaplarında sürgünler içinde Amucalar’ı
Yazılı bazı kitaplarda Şeyh Bedreddin’in halifelerinden Torlak Kemal hakkında
göstermişlerdir. Bu yanlıştır. Arnavutluk tarafında Amucalar’dan kimse tespit
bazı yanlış bilgiler verilmektedir. Bu adı taşıyan toplum olan Torlaklar,
edilmemiştir. Ayrıca Alevî ve Bektaşî göçmenlere Amuca diye kayıt verilmesi
Torlak(Turlak)14Hezargrad kazası Niğbolu sancağı Yörükan taifesinden yazılması
de yanlıştır. Şeyh Bedreddinîler hiçbir zaman Alevî olarak gösterilmemelidir.
aşağıda yazılanları doğrulamaktadır.
10 M. Cumhur Çağlarer Töre Dergisi. Edirne Komünü, Zilotes ve Şeyh Bedreddin. Sayı. 50. Bugün Bulgaristan’da Razgrad’a bağlı (Eski adı Hezargrat) Doca kasabası halen
S. 42. 2004. Edirne. vardır. Bulgarlar bu kasabaya Dokça demektedirler. Bugün Bulgaristan’da Doca
11 Derya Koca mektup ve e posta ile verilen bilgi.
12 ErnstVernel. Türkçesi; Yılmaz öner. Büyük Bir Devletin Doğuşu Osmanlılar. 1300-1481.
S. 25. İstanbul. 1988 14 Cevdet Türkay. Başbakanlık arşiv belgelerine göre Osmanlı İmparatorluğunda Oymak ve
13 Hale Soysü. Kavimler Kapısı. S. 146. Bölüm. Amucalar aşiret ve cemaatler. Tercüman kaynak eserler dizisi. S. 732. İstanbul. 1975.
82 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Refik ENGİN \ 83
kasabası, Bulgaristan tarihini yazan Payisevo’nın adı ile anılmakta imiş. Adı 1936 Bu yerleşimlerden 1934 yılında toplu halde göç edenler Tekirdağ, Kırklareli
yılında Bulgarca’ya çevrilmiş. ve Yalova’ya yerleşmişlerdir.
Bu halkın hâlâ etraf köylerden farklı olarak giyindiklerini, kendi içkilerini 1. Kırklareli Merkez Torlak
imal ettiklerini 1989 yılı muhacirlerinden Yusuf Çınar’dan öğreniyoruz. Bu halkın
2. Kırklareli Lüleburgaz Torlak
yukarıdaki kayıtta olduğu gibi halk arasında Kızılbaş olarak anıldığı söylemişti.
Tarikatlarının devam edip etmediklerini bilmediğini söylemişti. Etraftaki halklardan 3. Tekirdağ Banarlı Osmanlı Torlak
farklı bir ferace giydikleri, hatta feracelerinin yakalarına diğer halklardan farklı 4. Tekirdağ Banarlı Kara bezirgân Torlak
olarak mavi kurdele diktiklerini (Sutaşı), toplum olarak ta belirli köylerde 5. Tekirdağ Banarlı Ortaca Torlak
bulunduklarını söylemişti.
6. Tekirdağ Banarlı Torlak
Amucalar’ın giyimlerinde anlattığımız feracelerin yakalarına mavi kurdele
7. Tekirdağ Çerkez köy Torlak
dikmeleri ile benzerlik göstermesi hayli ilginçtir. Haritada bu iki toplumun
aralarındaki mesafe göz önüne alınırsa o zamanın şartlarında bu toplumların 8. Tekirdağ Çorlu Torlak
arasında bir bağlantı olması imkânsızdır. Bu toplumlar ancak Bedreddin’in kabrini 9. Tekirdağ Hayrabolu/Dambaslar Yörükler Torlak
ziyaretlerinde tanışmış olabilirler. 10. Tekirdağ Hayrabolu/Dambaslar Kandamış Torlak
Hâlâ lakapları “Torlak” olan toplumların Kırklareli’nde varlığını tahsil 11. Tekirdağ Hayrabolu/Dambaslar Fahri oğlu Torlak
yıllarında tanıdığım arkadaşlarını, bu lakabı taşıdıklarını Kırklareli’nin Erikler
köyünde Süleyman Viraca söylemişti. Yine kaynak kişinin verdiği bilgiye göre, 12. Tekirdağ Malkara/Yörük Karaca Murat Torlak
Kırklareli yöresine gelip dağılan Torlak hakkında babasının anlattıklarını şu 13. Tekirdağ Merkez Torlak
şekilde anlatmıştı. Torlaklar Deliorman yöresinde yaşarken padişaha vergi vermeyi 14. Tekirdağ Saray Torlak
ve savaş zamanında asker vermeyi reddetmişler, onun için kabileleri Osmanlı 15. Yalova Merkez Torlak
tarafından pek sevilmezmiş. Belge 115’te anlatılmak istenilen grubun Torlaklar
olduğunu anlamaktayız.15
Nazım Hikmet’in Benerci Kendini Niçin Öldürdü adlı kitabının 263. sayfasında Yakın tarihimizde Şeyh Bedreddin’in yaptıkları ve yapmak istedikleri değil
“Vergi vermeyen diğer toplumlarda ayrı görülen bu toplumu Balkan Harbi öncesi SOSYALİST düşüncenin öncüsü gördüklerinden onun halk kitleleri üzerinde
dedesi ile misafir olduğu, adını hatırlayamadığı Rumeli’deki köyde Bedreddin‘e etkileri ve düşüncelerini ve bıraktığı inancı hiç gündeme gelmemiştir. Amucalar’ın
tâbi olan bir toplumların olması ve bu inanca mensup kişilerin Amuca kabilesi bir kısmının Bektaşîliğe geçtiğinden habersiz bazı yazar çizerler onları Bektaşîlere
haricinde olması ihtimali de vardır. benziyor diyerek yanlış bilgi vermektedirler. Şeyh Bedreddin inancını görmüş
Yine de bazı ortak noktaları olmasına rağmen kesin bir sonuca varamıyoruz. olan birisi olarak Trakya’da Bektaşî ve Bektaşî süreklerinin inanç uygulamalarına
Docalar olarak bilinen veya bu toplumdan insanların bulunduğu söylendiği benzetmeleri yanlıştır. Babalık sistemi manevi seyitliktir. Sadece Şeyh Bedreddin’in
köyler şunlardır: yolunu devam ettiren Amucalar’da soy sistemin nasıl yürüdüğüne gelince?
Emirler, Hüyükler, Hıdır Köy, Saltuklar, Kemaller, (Bu köy Demir Baba’nın Bedreddin’in Şeyh Ahlati’den el alarak manevi bir şekilde onurlanmasından dolayı
Türbesi’nin olduğu köydür.) Mumcular, Kara Kuzu, Karayağmurlar köyleri imiş. yolunu icra eden babaların da bir nevi bu durumda oldukları, yani manevi seyit
Bedreddin’e bağlı olan torlakların adı, kabile ile veya yerleşimi sorduğumuzda oldukları söylenmektedir. Bedreddinî babaları burada Şeyh Bedreddin gibi manen
yine Razgrat kasabasına 15-20 km. uzaklıkta Bulgarca adı (TsarKaloyan)olan, seyit olmaktadır. Şeyh Bedreddin, seyit değildi, onun için Şeyh Bedreddinîlerin
Torlak bir kasabanın olduğunu söylemişti.16 de Alevî olarak adlandırılması da yanlış bir düşüncedir.
Nitekim Şeyh Bedreddin’in bir Alevî ve isyanın da bir Alevî isyanı olduğunu,
15 Kaynak kişi. Süleyman Viraca. Erikler. Kırklareli. 1947, Öğretmen. bugün hemen bütün Alevî yazarlarca iyi düşünülmeden, kolayca iddia edilmekte
16 Kaynak kişi. Yusuf Çınar. Bulgaristan. 1925. Kılıçköy, Razgrat.
84 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Rıza YILDIRIM \ 85
ve bu konuda geniş düşüntü yapılmaktadır. Oysa Şeyh Bedreddin bugünkü
anlamıyla Alevîlik ile en ufak bir ilgisi olmadığı, aksi iddianın tarih yanılgısı bir
yaklaşım yansıttığı açıktır.17
KIZILBAŞLARIN (ALEVÎLERİN) GÖZÜNDE
Balkanlar’daki Bektaşîler ve Bektaşî sürekleri her ne kadar töre ve toplum
yapılanmalarında içe dönük olsalar da Bedreddin’i inancı için canını vermesi
ŞAH İSMAİL KİMDİ?
Rıza YILDIRIM1
ve maddi çıkar yerine inancı için ölmesinden dolayı onu her zaman sevmiş ve
ziyaret etmişlerdir.
Sözümüzü Yunus’un bir beyti ile tamamlıyorum.
Ne bilsin bilmeyen bizi Özet
Bilenlere selam olsun Kızılbaşların (Alevîlerin) Şah İsmail’le ilgili inançları öteden beri tartışma
konusu olmuştur. Konuyla ilgilenen araştırmacıların büyük çoğunluğu, Şah
İsmail’in takipçileri tarafından ilah mertebesinde görüldüğü görüşünü kabul
etmektedirler. Ancak bu görüşün dayandığı tarihsel kaynaklar Kızılbaşlara
düşman çevrelerce üretilmiş olup onların sapkınlıklarını ortaya koymak amacıyla
kaleme alınmış eserlerdir. Bu makale, Kızılbaşların kendi duygu ve düşüncelerini
yansıttığı düşünülen bir esere ve Şah İsmail’in şiirlerine dayanarak Kızılbaşların
Şah İsmail’le ilgili inançlarını anlamaya çalışmakta ve yukarıdaki görüşü kısmen
eleştirmektedir. Söz konusu kaynak, Türk araştırmacıları tarafından pek fazla
bilinmediğinden eserin ilgili bölümlerinin Türkçe tercümesi de verilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Şah İsmail, Kızılbaş, Alevî, Mehdi, Ross Anonimi
Allah allah din [gaziler], gaziler din şah menem / Karşu gelün, secde kılun,
gaziler din şah menem
Uçmağda tuti kuşıyam, ağır leşker er başıyam / Men sofiler yoldaşıyam, gaziler
din şah menem
Ne yirde ekersen biterem, hande çağırsan yiterem / Sofiler elin dutaram, gaziler
din şah menem
Mansur ile dârda idim, Halil ile nârda idim / Musa ile Tur’da idim, gaziler din
şan menem
İsradan beriye gelün, nevruz idin şaha yetün / Hey gaziler secde kılun, gaziler
din Şah menem
Kırmızu taçlu, boz atlu, ağır leşkeri heybetlü / Yusuf peygamber sıfatlu, gaziler
din şah menem
Hatâyîyem al atluyam, sözü şekerden tatluyam / Murtaza Ali zatluyam, gaziler
din şah menem2
1 Yrd. Doç., TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Tarih Bölümü, Öğretim Üyesi.
2 Tourkhan Gandjei, Il Canzoniere di Şāh Ismā’īl Hatā’ī (Napoli: Istituto Universitario Orientale,
17 A. Yaşar Ocak. Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhitler. S. 196, 197 1959): 22.
86 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Rıza YILDIRIM \ 87
Safevî tarikatının XV. yüzyıl ortalarında Şeyh Cüneyt’le beraber Şiî-Mehdici kendi gözünde gerekse Kızılbaşlar gözünde insanüstü bir statüsünün bulunduğu
bir karakter kazanarak siyasî-dinî bir harekete dönüştüğü bilinmektedir. Şeyh görüşünü kabul etmektedirler. Ancak bu insanüstülüğün mahiyeti hususunda bir
Haydar döneminde bu hareket daha da gelişerek nihayet Şah İsmail’le beraber fikir birliğinden bahsetmek mümkün değildir. Ön plana çıkan iki ana görüş şöyle
bir devlet halini almıştır. Şah İsmail’in oğlu ve halefi Şah Tahmasb’ın uzun süren özetlenebilir: Birinci görüşe göre Şah İsmail kendisini tanrı olarak görmekteydi
iktidarı döneminde Safevî devlet ideolojisinin fıkıh temelli On İki İmam Şîası ve Kızılbaşlar da buna böyle inanıyorlardı. İkincisine göre ise o, kıyamete yakın
(Şiîlik-Caferîlik Mezhebi) ile kaynaştığı muhtelif araştırmacılar tarafından ortaya zuhur edip yeryüzünü zulümden temizleyerek hakiki İslâmı hâkim kılacak
konulmuştur. Devletin resmi anlayışının On İki İmam Şîası temellerine oturması Mehdi’den başkası değildi. Elinizdeki çalışma bu iki görüşü eleştirel bir tarzda
süreci, kurucu ruhun coşkunluk ve - yeni düzene göre – “taşkınlıklarını” törpüleme gözden geçirmeyi ve bir üçüncü yol aramayı hedeflemektedir. Esasen böylesine
gayretini de beraberinde getirmiştir. Gerçekten de Şeyh Cüneyt, Şeyh Haydar ve bir deneme daha önce Erika Glassen tarafından yapılmıştır. Biz burada onun
Şah İsmail’in peşinde bir tarikattan İslâm tarihinin akışını değiştirecek bir devlet değerlendirmelerini biraz daha genişletmeyi amaçlıyoruz.6 Bu amaçla, Hatâyî’nin
yaratan Kızılbaşlar, Şah Tahmasb döneminden itibaren Şiî fakihler tarafından kendi nefeslerinin yanı sıra, esas olarak, bu bağlamda pek kullanılmayan (ve
“sapkın” olarak görülmeye başlanmıştır. İşte bu sebeptendir ki, hemen hemen Türkiye’de pek bilinmeyen) anonim bir Kızılbaş kaynağını yukarıdaki soru
tamamı İranlı bürokratlar tarafından yazılan3 Safevî tarihlerinde, devletin esas çerçevesinde tekrar gündeme getirip analiz edeceğiz.
çekirdeğini oluşturan Şeyh Cüneyt ve Şeyh Haydar dönemleri şaşırtıcı derecede Abdülbaki Gölpınarlı’nın - ve onu takiben özellikle Türkçe yazan araştırmacıların
kısa geçilmektedir. Şah İsmail döneminden uzun uzun bahsedilmekle beraber - Kızılbaşların gözünde “Şeyh/Şah”ın yeri hususunda Hıncî’nin verdiği bilgiyi
buralarda da “kurucu ruhun” izlerini görmek oldukça güçtür. Öte yandan, olduğu gibi almayı tercih ettiği görülmektedir. Gölpınarlı, Kızılbaşların şeyhlerini
Şeyh Cüneyt, Şeyh Haydar ve müritleri hakkında en geniş bilgiyi bir Kızılbaş (Şeyh Cüneyt ve Şeyh Haydar) tanrı olarak görüp onlara taptıkları görüşünü
düşmanı olan Fazlullah b. Ruzbihan Huncî4 vermektedir. Akkoyunlu hükümdarı savunmaktadır.7 Ne var ki bu görüşe ihtiyatla yaklaşılması gerektiği açıktır. Zira
Yakup Bey’in saray tarihçisi ve koyu bir Sünnî din adamı olan Huncî, Kızılbaş yukarıda ifade edildiği gibi, Gölpınarlı’nın bir eleştiri süzgecinden geçirmeden
hareketini İslâm’ın kalbinde ortaya çıkan bir yangın gibi görmüş, eserini de bu kullandığı Ruzbihan el-Huncî’nin amacı Kızılbaşların ne kadar sapkın olduklarını
anlayışla kaleme almıştır. Bu yüzden onun kitabı Kızılbaşları “sapkın” gösterme ortaya koymaktır. Bu bağlamda onun en hafif ifadeyle abarttığını görmek zor
gayretiyle malul, oldukça garazlı ifadelerle doludur. Şeyh Cüneyt hakkında bize değildir. Ahmet Yaşar Ocak da Şah İsmail’in kendisinde bir tanrısallık gördüğünü
Safevî kaynaklarından çok daha fazla bilgi veren Aşıkpaşazade’nin durumu da ve bu inancı müritlerinin de paylaştığı görüşündedir. Ona göre Şah İsmail kendisini
Huncî’ye benzemektedir.5 Hz. Ali’nin tekrar zuhuru, dolaylı olarak da Tanrı’nın tecellisi, olarak görmektedir.
Safevî hareketinin çekirdeğini oluşturan bu döneme dair kaynakların Bununla beraber, Ocak daha çok Kızılbaş hareketinin Mehdici karakterini ön
yetersizliği, bu dönemde Kızılbaş zihniyeti ve din anlayışı üzerinde görüşlerin plana çıkarmakta ve bu bağlamda Şah İsmail’in kendisini Mehdi olarak gördüğü
netlik kazanmasına imkân vermemektedir. Bu bağlamda özellikle hareketin her ve Kızılbaşlar tarafından da böyle kabul edildiği sonucuna varmaktadır.8
bakımından merkezinde yer alan Şeyh/Şah kavramının kapsamı ve niteliği tartışma Öte yandan, Şah İsmail’in kendi şiirlerinden hareketle bu konuyu irdeleyen
konusu olmuştur. Konuyla ilgilenen hemen her araştırmacı, Şah İsmail’in gerek Viladimir Minorsky de benzer bir sonuca varmaktadır. Minorsky bu çalışmasında
3 Safevî devletinin başından sonuna kadar iki ana iktidar grubunun etkisi altında kaldığı 6 Erika Glassen, “Shah Ismā’īl, ein Mahdī der anatolischen Turkmenen?”, Zeitschrift der
bilinmektedir. Bunlardan birincisi devleti kuran ve güvenliğinden sorumlu bulunan askeri Deutschen Morgenländischen Gesellschaft 121 (1971).
aristokrasidir ki Kızılbaşlardan oluşmaktadır. Diğer grup ise bürokrasiyi yürüten eğitimli 7 Huncî’nin tarihi Şeyh Cüneyt ve Şeyh Haydar dönemleri ile sınırlı olmakla beraber bu
kitledir ki bunlar da İranlı unsurlardan oluşmaktadır. anlayışın Şah İsmail döneminde de devam ettiği söylenebilir. Gölpınarlı, “Kızıl-Baş”, İslâm
4 Fadlullāh b. Rūzbihân Khunjī-Isfahānī, Tārikh-i ‘Ālam-ārā-yi Amīnī, Persian Text Edited by Ansiklopedisi, cilt 6, s. 789-95.
John E. Woods with the Abridged English Translation by Vladimir Minorsky Persia in A. D. 8 Ahmet Yaşar Ocak, “Islam’s Second Aspect in Turkey’s History: Rethinking the Shî’a
1478-1490 (Turcmenica 12), London: Royal Asiatic Society, 1992. Element in Anatolia, or Some Comments on the Isma’îlî Influences”, Hoca, ‘Allame, Puits
5 Aşıkpaşazâde, Tevârih-i Âl-i Osman, ed. Nihal Atsız, in Osmanlı Tarihleri, İstanbul: Türkiye de Science: Essyas in Honor of Kemal H. Karpat, ed. Kaan Durukan, Robert W. Zens, Akile
Yayınevi, 1947. Zorlu-Durukan (İstanbul: ISIS Press, 2010): 24-25.
88 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Rıza YILDIRIM \ 89
şiirleri dil, üslup, gramer, sözdizimi (sentax) ve içerik bakımından incelemiştir. çerçevesinde sağlıklı anlaşılabileceği açıktır. Dolayısıyla Minorsky ve onu takip
Şah İsmail’in şiirlerinde biyografisine ve inancına dair hayli bilgi verdiğini eden birçok araştırmacının Hatâyî’nin kendisinin tanrı olarak gördüğü görüşü
fark eden Minorsky, makalesinin bir bölümünü bu hususa ayırmıştır. Divanda gözden geçirilmeye muhtaçtır.
Hz. Ali’nin Hz. Muhammed’den daha fazla bahsedildiğini ve hatta daha fazla Esasen bu görüş Erika Glassen tarafından eleştirilmiştir. Glassen, esas olarak
övüldüğüne işaret eden Minorsky, öncelikle Hatâyî’nin Hz. Ali’ye nasıl baktığını Anonim Şah İsmail Tarihi’ni kullanarak -ki bu eser bizim çalışmamızın da ana
anlamaya çalışmıştır. Muhtelif şiirlerde Hz. Ali’nin Hak olduğu ve onu Hak olarak kaynağıdır- Şah İsmail’in konumunu belirlemeye çalışmıştır. Ona göre Şah İsmail
bilmeyenlerin kâfir olacağı söylendiğinden hareketle, onun Ali’ye Hak (God) ne tanrı, ne peygamber, ne de Mehdi’dir. O sadece 12. İmam Mehdi’nin gelişine
olarak inandığı sonucuna varmaktadır.9 Ancak bir başka yerde Hatâyî’nin Ali’yi kadar zaman zaman ortaya çıkan ve haksızlığa uğrayan Müslümanların haklarını
“Muhammed güneşinin parlayan ayı” olarak ifade etmesine de dikkat çekmektedir.10 koruyan kahramanlar zincirinin bir halkasıdır. Glassen, Şah İsmail’in Mehdi
Öte yandan, Minorsky’ye göre Hatâyî kendisini de Mutlak Hakikat veya Tanrı ile aynileştirilmediğini aksine onun 12. İmam Mehdi adına harekete geçtiğini
(God) olarak görmekteydi. Benzer bir şekilde, Hatâyî’nin kendisini ilahi cevherin ve gücünü de bu bağlantıdan aldığını vurgulamaktadır. Ona göre bir kurtarıcı
bir parçası olarak gördüğünü, velâyet ve nübüvvetin kendisinde bulunduğunu, bekleyen halk, Şah İsmail’i İmam Mehdi’nin kılıcı olarak görmekte ve bu yüzden
ezelde Tanrı ile beraber olduğunu, bu âleme Ali’nin emri ile geldiğini, Ali ile destek vermektedirler. Ancak nihai kurtuluş en sonunda İmam Mehdi’nin bizzat
aynı mahiyette hatta onun sırrı olduğunu, yeni bir libasla gelmiş Adem olduğunu zuhuru ile gerçekleşecektir.12
ifade ettiğine dikkat çekmektedir.11 Bunun yanında o, Hatâyî’nin birçok şiirinde
Bizim çalışmamızın da odağı Kızılbaşların gözünde Şah İsmail’in yerinin ne
Ali ve Fatıma soyundan olmakla gurur duyduğunu ve kendisini mürşid-i kâmil
olduğu sorusudur. Bu sorunun cevabının Kızılbaş muhitlerinde üretilen eserlerde
olarak ifade ettiğini de belirtmektedir.
aranması gerektiği açıktır. Ne var ki yukarıda ifade edildiği üzere bu muhitte
Minorsky’nin koyduğu çerçeve Şah İsmail’lin kendisini nasıl gördüğü üretilen yazılı eserlerden çok azı günümüze kadar ulaşmayı başarabilmiştir.
hususunda özellikle batı dillerinde yapılan araştırmalarda esas kabul edilmiştir. Anonim Şah İsmail Tarihi adıyla kütüphanelerde kayıtlı olan tarih mecmualarının
Gerçekten de Minorsky bu çalışmasında önemli hususlara dikkat çekmektedir. bazılarının kısmen Kızılbaş zihniyetini yansıttığı söylenilebilir. Bu eserlerden
Ancak onun Hatâyî’nin gerek kendisi gerekse Hz. Ali ile ilgili nefeslerini analiz Farsça yazılmış birisinde konumuzla ilgili çok önemli bir bölüm vardır. İlk defa E.
ederken çok önemli bir hususu göz ardı ettiği görülmektedir. Hatâyî dönemin Denison Ross tarafından kısmen İngilizce’ye tercüme edilerek yayınlandığından13
tasavvuf anlayışına hâkim olan vahdet-i vücut geleneğine mensuptur. O, özellikle “Ross anonimi” olarak meşhur olan bu eserin bir kopyası British Museum’da (B.
coşkunluk ve sembolizmin yoğunlaştığı nefeslerde vahdet-i vücutçu görüşün M. Oriental 3248) ve bir diğer kopyası Cambridge Üniversitesi Kütüphanesi’nde
en derin sırlarını bir çırpıda fâş etmektedir. İşte böyle nefeslerde bazen Ali’nin (Add. 200) bulunmaktadır.14 Eserin ne zaman yazıldığı kaydedilmemiştir. Ancak
sırrı olduğunu, bazen Ali’nin kendisi olduğunu, hatta bazen de Hakk’ın aynı metni inceleyen Ross, Tahmasb’ın tahta çıkışından kısa bir süre sonra yazılmış
olduğunu haykırmaktadır. Ne var ki bu ifadeler şiirin karakteri, vahdet-i vücut olması gerektiğini düşünmektedir.15 Öte yandan aynı metni inceleyen Morton
anlayışı ve sembolizmin sağladığı ifade rahatlığı çerçevesinde değerlendirilmelidir. eserin XVII. yüzyılda yazılmış olduğu sonucuna varmıştır.16 Her ne zaman
Yoksa ifadeler lafız manalarıyla alınırsa isabetli sonuçlara varılması güç olacaktır. yazılmış olursa olsun, bu çalışma bakımından önemli olan nokta şudurki; eserin
Nitekim, Hatâyî’nin yukarıdaki ifadelerin hemen yanında kendisini zayıf aciz olayları anlatım tarzı ve üslubu incelendiğinde klasik Safevî tarih yazımından
bir kul, Ali’nin çâkeri vs. gibi sıfatlarla anlattığı da sık görülmektedir. İlk farklı olarak önemli ölçüde Kızılbaş mantalitesini yansıttığı görülmektedir. Bu
bakışta çelişkili görünen bu ifadelerin ancak vahdet-i vücutçu tasavvuf anlayışı
12 Glassen, s. 69.
9 Esasen Minorsky “Hak” ifadesini “God” olarak tercüme etmektedir ki bu çevirinin 13 E. Denison Ross, “The Early Years of Shāh Isma’īl, Founder of the Safavī Dynasty”, Journal
tam doğru olduğu söylenemez. Zira İslâm tasavvufunda Hak kavramı oldukça geniş of The Royal Asiatic Society (1896): 249-340.
anlaşılmakta olup ne mücerret olarak “Tanrı” kavramıyla ne de “Allah” kavramıyla birebir 14 Aşağıda tercümesini vereceğimiz bölüm ayrıca India Office Library’de (pers 1877) bulunun
örtüşmemektedir. Farsça bir el yazmasında da kayıtlıdır. Bkz. Glassen, “Shah Ismā’īl”, s. 65.
10 Vladimir Minorsky, “The Poetry of Shāh Ismā’īl I”, Bulletin of the School of Eriental and 15 Ross, s. 250.
African Studies 10/4 (1942): 1025a. 16 Alexander H. Morton, “The Date and Attribution of the Ross Anonymous. Notes on a Persian
11 Minorsky, s. 1026a. History of Shāh Ismā’īl I”, Pembroke Papers 1 (1990): 179-212.
90 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Rıza YILDIRIM \ 91
bakımdan Kızılbaşların Şah İsmail’le ilgili inançları hakkında güvenilir bilgi çilehaneye göndermişti. Süre (40 gün) dolup çilelerini tamamladıklarında diğer
sunacağı kabul edilebilir. dervişlerin hepsinin erzaklarını bitirdiği görüldü. Ancak Hasan Halife kendisine
Bu eserde, Şah İsmail’in Gilan’da bir süre saklandıktan sonra harekete geçmeye verilen erzaka hiç dokunmadan getirip Hazret’e (Haydar) teslim etti. Bunun
karar verdiği bölümde anlatılan efsanevi bir olay, Kızılbaşların genelde Kızılbaş üzerine Sultan Haydar onu Teke iline geri gönderdi. Bu arda İsmail’in yakında
hareketini ve özelde Şah İsmail’i nasıl algıladıklarına dair çok değerli veriler ortaya çıkacağı ile ilgili müjdeyi de verdi. Hasan Halife Teke iline döndüğünde
içermektedir. Aşağıda analiz edeceğimiz bu bölümün tam metni şöyledir:17 birçok keramet gösterdi ve Sufilere devamlı İsmail’in huruc edeceğini müjdeledi.
Hasan Halife bu dünyayı terk ederken tahtını kendisi gibi ilahi sırlara vakıf ve
İsmail İran devletindeki [Akkoyunlu] kargaşayı ve Türkmen şeflerinin
harikulade hallere haiz oğlu Baba Şahkulu’na bıraktı. Ona bir “ablak” vererek
başkaldırdığını duyunca Lahican’dan Erdebil’e hareket etmeye karar verdi. Böylece
şöyle dedi: “907 yılında Mürşidimiz Tebriz’de İran tahtına çıkacak. Bu (ablak)
atalarının ruhani yardımlarıyla dinin gül bahçesini itaatsizlik çöpü ve pisliğinden
bana O’na ulaştırmak üzere verilmiş bir emanettir, kendisine benim selamlarımla
temizleyecekti. Bu düşüncesini müritlerine ve sufilere açtığı zaman, onlar huruç
ver!” Bundan sonra Şahkulu belirlenen zamanı beklemeye koyuldu.
zamanının yakın olduğunu bildiklerinden, itaat ve fedakarlık kemerini ruhlarına
sarıp beklemeye koyuldular. İsmail bundan sonra müritlerinden birisini Kargiya 905 (1499-1500) yılında Dede Muhammed, Baba Şahkulu’ndan hac için
Mirza Ali’ye planını iletip ayrılmak için izin almak üzere gönderdi. Ancak Kargiya izin istedi. Şahkulu kendisine şöyle dedi: “İzin veriyorum, git. Fakat Mekke’de
Mirza Ali henüz çok genç olduğunu (12 yaşındaydı), müttefiklerinin eksikliğini haccını tamamladıktan sonra kutsal âstâneleri (imamların mezarlarını) de ziyaret
ve düşmanlarının çokluğunu düşünerek ayrılmasına izin vermek istemeyerek şöyle edecek ve sonra da Tebriz’e gideceksin. Senin oraya varışının ilk gününde saflık
dedi: “Henüz huruç etme zamanı değildir, biraz daha beklemek daha akıllıca olur”. ve güzelliğin çocuklarından birisinin zamanı gelmiş olacak. O, para bastırıp
Elçi bu mesajı getirince İsmail yerinde birkaç gün daha bekledi. Sonra kendisi adına hutbe okutarak padişah olacak. Sen onu Tebriz meydanında cirit oynarken
bizzat Kargiya Mirza Ali’yi ziyaret edip niyetini açıkladı. Mirza Ali’nin ricalarına bulacaksın. Ona yaklaş, selamımı söyle ve tacına iliştirmek üzere bu “ablak”ı ona
rağmen ısrar etti. Vazgeçmeyeceğini anlayınca Mirza Ali de hazırlıklara başladı. ver!” Dede Muhammed emaneti aldı ve Mekke’ye doğru yola çıktı. Mekke’de
Ertesi gün İsmail bazı müritleriyle beraber ava çıktı. Laşta Naşa yakınlarında tavafını tamamlayıp Medine’yi ziyaret ettikten sonra Bağdat’a doğru yola çıktı.
koyu bir ormanın kıyısına geldiler. İsmail ormanın hemen yanındaki ırmağı geçti Medine ve Bağdat arasında kervandan ayrı düşüp uyuyakaldı. Uyandığında
ve geri dönüp müritlerine şöyle dedi: “Hiç biriniz bu ırmağı geçip beni takip kervandan hiçbir iz yoktu. Üç gün boyunca açlık ve susuzluktan bitkin düşene
etmeyesiniz, öte yanda benim dönmemi bekleyesiniz!”. Sonra İsmail ormana girdi kadar çölde dolaşıp durdu. Öğle güneşinin tam tepede olduğu bir anda bir Arap
ve dönene kadar neler olduğunu kimse bilemedi. İsmail’in nasıl kuşak kuşandığı, gencinin kendisine doğru yaklaştığını gördü. Genç ona şöyle seslendi: “Ey derviş
ormandan bir kuşağa asılı kılıçla nasıl çıkıp geldiği ve sufilerin tanıklık ettiği öteki kalk, zira sen güzel işlenmiş topraklardan çok uzak değilsin.” Derviş elleriyle
işaretler ancak aşağıda anlatılacak Dede Muhammed Rumlu’nun hikâyesinden hareket edecek dermanının olmadığını işaret etti. Bunun üzerine genç elinden
anlaşılacaktı. Bu adam Rumili’nden sahib-i hal bir derviş ve sufi idi. Ve 907 tuttu. Gencin elinden tutmasıyla beraber dervişin gücü yerine geldi. Derviş kalktı
(1501-2) yılında Tebriz’in Sahib-âbâd pazarında Mürşid-i Kamil’in ayağını öpme
ve gençle beraber bir tepeye doğru yöneldiler. Tepeye çıkıp etrafa baktıklarında
onuruna nail olmuştu. O (Dede Muhammed Rumlu) Mekke çöllerinde Sahib-i
gözlerinin görebildiği yere kadar bitkiler, çiçekler, güller, laleler, altın süslemeli
Zaman (12. İmam Muhammed Mehdi) huzurunda İsmail’i nasıl gördüğünü şöyle
çadırlar ve ipek sayvanlarla dolu bir ova gördüler. Derviş arkadaşına dönerek
anlatmaktadır.
şöyle dedi: “Ey Arap delikanlı, Mekke ile Necef arasında bir çölde bulunduğumuz
Dede Muhammed ve Onun Hac Sırasında Neler Gördüğünün Hikâyesi: halde kimse böyle bir yer görmemiştir. Burası neresidir? Ve bu çadır ve sarayların
efendisi kimdir?” Arap “yakında öğreneceksin” dedi. Bunun üzerine derviş Arap
Dede Muhammed Teke ili ile Rum ili arasında yaşamış olan Hasan Halife’nin
gencin yanında yürümeye devam etti. Kubbesinin parlaklığı güneşi ve ayı gölgede
müritlerinden temiz hayatlı bir derviş idi. Kendisi de bir derviş olan Hasan Halife
Safevîlerin müridi idi. O bir defa Sultan Cüneyd iki defa da Sultan Haydar’a hizmet bırakan bir saraya geldiler. İçeri girdiler. Dervişin hiç görmediği güzellikte bir
etmişti. Sultan Haydar onu kırk dervişle beraber bir kap su ve bir dilim ekmekle mekândı burası. Altın tahtlar yan yana dizilmişti. Bunların birisinde yüzü pir
peçe ile örtülmüş bir genç oturuyordu. Dede Muhammed elini göğsünün üzerine
17 Bu bölüm Ross’un İngilizce tercümesinden Türkçeye çevrilmiştir. Bkz. Ross, s. 326-33. koyarak onu selamladı. O da selamını alıp oturmasını işaret etti ve dervişe yemek
92 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Rıza YILDIRIM \ 93
getirilmesini emretti. Bunlar dervişin daha önce yediği yemeklerin hiç birisine gelmekte olduğunu gördüler. Bu durumu gören sufiler İsmail’in önünde secdeye
benzemiyordu. Ayrıca soğuk su getirdiler ki Dede Muhammed daha önce hiç böyle kapandılar. Kalpleri huşu ve korku ile o kadar dolmuştu ki hiçbiri bu işaretleri
taze ve rahatlatıcı bir su içmemişti. Yemeğini bitirir bitirmez bir grup adamın yakından incelemeye cesaret edemedi. İsmail’in etrafında toplanıp Mürşid-i Kamil’in
içeri girdiğini gördü. On dört yaşlarında, kızıl saçlı, beyaz yüzlü, siyah-gri gözlü, hangi yoldan ilerlemesinin en doğru olacağını tartışmaya başladılar. En sonunda
kafasında kızıl bir taç olan bir genç oğlan getirdiler. (Oğlan) içeri girince selam Erdebil’e Tarim yolundan gitmenin uygun olacağına karar verdiler.
verdi ve huzurda durdu. Yüzü örtülü genç “Ey İsmail, senin hurucunun zamanı O zaman Kargiya Mirza Ali yolculuk için gerekli malzemeleri hazırlamış halde
geldi” dedi. Oğlan cevap verdi: “Emir ve hüküm hazret-i Zatınıza aittir”. O zaman oraya ulaştı. Bir defa daha İsmail’i kendisi ile beraber kalmaya ikna etmeye çalıştı,
Hazret “ileri gel” dedi. Oğlan ilerledi. Hazret kemerini tutup üç defa havaya kaldırdı ama sonuç alamadı. Bunun üzerine onun isteklerine uymak zorunda kaldı. Başarı
ve yere bıraktı. Sonra kendi mübarek elleriyle kemerini sıkılaştırdı ve tacını alıp ayaklarını talih üzengisine koyan İsmail Lahican’dan Arcuvan’a doğru yola çıktı.
havaya kaldırdı ve geri kafasına koydu. O (İsmail) bir Kürt hançeri kuşanmış Kargiya Ali Mirza ve bir grup sufi kendisine bir süre eşlik etti. O (Mirza Ali) sonra
vaziyetteydi. Hazret onu çıkardı ve dervişe atarak “bunu muhafaza et, zira bu sana Cömertlik Şahı’nın korumasında yoluna devam etmek üzere İsmail’den ayrıldı
daha çok yakışır” dedi. Sonra hizmetçilerine kendi kılıcını getirmelerini söyledi ve Lahican kalesine döndü. İsmail Yedi Sufi’nin eşliğinde Daylam istikametine
ve bu kılıcı kendi elleriyle çocuğa kuşattı. Sonra çocuğa “artık ayrılabilirsin” yöneldi. Bu Yedi sufi şunlardı: Hüseyin Bey Lala, Abdal Ali Bey Dede, Hadim Bey
dedi. Fatiha suresini okuduktan sonra çocuğu onu buraya getiren iki ya da üç Halife, Rüztem Bey Karamanlu, Bayram Bey Karamanlu, İlyas Bey Aygutoğlu ve
adama emanet etti. Onlar çocuğu alıp çıktıklarında, dervişi getiren Arap’a onu Kara Piri Bey Kaçar. Daylam’da biraz kaldıktan sonra Tarim’a doğru yola çıktılar.
kervanına geri götürmesi için işaret etti. Arap dervişi kervana yetirip “İşte bu Yollarının her menzilinde Rum’dan ve Şam’dan gelen sufiler onlara katılıyorlardı.
senin ayrıldığın kervandır dedi”. Kervanı görünce Dede Muhammed Arap’a Öyle ki Tarim’a konduğunda İsmail’in 1500 adanmış Sufiden oluşan bir ordusu
“Ey genç, Allah aşkına bana söyle o sultan ve o çocuk kimdi?” O cevap verdi: olmuştu. İsmail, Emir Hüsameddin’e güvenmediğinden -bu adamın bu mübarek
“Bilemedin mi? Gördüğün sultan Sahib-i Zaman’dan başkası değildi!”. Dede aileye karşı daima şeytanca tutum içinde olduğu söyleniyordu- İsmail Halhal’a
Muhammed bu ismi duyunca ayağa sıçradı ve “Ey genç, Allah aşkına beni geri gitmek üzere Tarim’dan ayrıldı. İlk molayı Baradak köyünde verdiler. Ertesi
götür de bir kere daha Hazretin ayaklarını öpeyim ve himmetini dileyeyim, belki sabah erkenden Şamlu’ya ait olan ve Şam Kızıl Üzün diye bilinen bağa doğru
hizmetinde kalmama izin çıkar!” dedi. Fakat genç şöyle cevap verdi: “Bu mümkün yola çıktılar. Burası çok lezzetli karpuzlarıyla meşhurdu ve İsmail karpuza çok
değil, ricanı ilkinde yapacaktın, geri dönemezsin. Fakat dileğini istediğin yerde düşkündü. Burada kaldıkları birkaç gün boyunca Şeyh Kasım onları en güzel
dileyebilirsin, zira o hazret her yerdedir ve seni duyar.” Bunun üzerine derviş geri biçimde ağırladı. Hatta onlar için 40 tane koyun kızarttırdı. Birkaç gün sonra
dönmek istedi, fakat baktığında Arap genci göremedi. Tepeye çıkıp etrafa baktı, İsmail Halhal’da bulunan Nasaz köyüne ve oradan da Kuyi köyüne vardı. Burada
o çiçeklerden ve saraylardan en ufak bir iz göremedi. Bir ah çekti ve kervanın “Halife” olarak bilinen ve kutlu şehit Sultan Ali Padişah’ın oğlu Melik Muzaffer
epeyce ilerlemiş olduğunu fark etti. Kervana geri katılmak mecburiyetindeydi. Tukacı Sultan ile beraber kaldı. Kısa süre sonra Erdebil yakınlarındaki Hafzabad
Dede Muhammed Rumlu’nun hikâyesinin geri kalanı ve İsmail’e hizmet etmeye köyüne, oradan Alaruk köyüne hareket etti. Nihayet Erdebil’e ulaştı. Burada
nasıl gittiği 907 yılının olayları arasında anlatılacak. atalarının kabirlerini ziyaret edip din düşmanlarına karşı galip gelmesi için dua
ettikten sonra kendi ikametgâhına çekildi. Bu arada Emir Elved adına Erdebil ve
İsmail’in Ormandan Çıkıp Gelişi ve Yedi Sufi ile Beraber Yola Çıkışı: Maganat’ı yöneten Sultan Ali Bey Hakirlü Türkmen’den bir mektup aldı. Mektupta
İsmail’in emri üzerine ırmağın kenarında bekleyen sufiler iki saati aşkın bir ya başka bir diyara gitmesi veya savaşa hazır olması gerektiği yazıyordu. Henüz
süre geçmesine rağmen henüz İsmail’den bir işaret bulunmamasından dolayı [orada hazır bulunan] takipçilerinin sayısı çok az ve düşmanlarının sayısı çok
huzursuz olmaya başlamışlardı. İsmail’in güvenliği hususunda endişe ediyorlardı. fazla olduğundan İsmail bir savaşa tutuşmayı akıllıca bulmadı ve Mirmi köyüne
Fakat ırmağı geçmeleri yasaklandığından Mürşid’e bir şey olup olmadığını görmek gitmek üzere Erdebil’den ayrıldı.
üzere ormana giremiyorlardı. Bu şekilde endişe içinde beklerken İsmail’in saadetle Yukarıda alıntılanan bölüm Şah İsmail’in kariyerinin Kızılbaşlar bakımından
ormanın içinde belirdiğini ve beline kendi hançeri yerine bir kılıç kuşanmış olarak en önemli kısmını oluşturmaktadır. Zira burada Şah İsmail’in başını çektiği
94 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Rıza YILDIRIM \ 95
Kızılbaş hareketinin manevi arka-planı açıklanmaktadır. Buna göre manevi âlemde anlatılan hadisenin tarihsel bir vaka olup olmamasının hiçbir önemi yoktur.
hareketin başında esas 12. İmam Muhammed Mehdi vardır. Görünen âlemde ise Bizim konumuz açısından önemli olan bu hikâyenin, kendisini kurgulayan
onu temsilen henüz 12 yaşında bir çocuk olan Şah İsmail görevlendirilmiştir. zihinlerin bir aynası olarak işlev görmesidir. Esasen tam da bu noktada hikâyenin
Muhammed Mehdi adına gerçekleştirilen hurucun ana misyonu yeryüzünden uydurma olması tarihsel değerini daha da artırmaktadır. Zira anlatımın kurgusu,
zulmü temizlemek ve Müslümanların adalet ve huzur içinde yaşamalarını temin kahramanlara verilen statüler ve roller, kahramanlar arsındaki hiyerarşi, anlatım
etmektir. içine yerleştirilen inanç motifleri, tasvirlerde kullanılan imgeler vs. gibi hususlar
Esasen yukarıda Dede Muhammed’in müşahedesi olarak anlatılan olayın incelendiğinde belli ölçüde bu hikayeyi uyduran kolektif hafızanın haritasını
tarihselliği tartışmaya açıktır. Ancak tamamen uydurma olsa bile, hikâyenin çıkarmak mümkün olacaktır.
kurgusu ve içerdiği motifler Kızılbaşların düşünce ve değerler dünyası ile inançları Rumlu Dede Muhammed’in müşahedesinde yer alan gizli âlem her şeyden
hakkında değerli tarihsel veriler barındırmaktadır. Ayrıca bu hikâyenin metnin akışı önce cenneti andıracak derecede kusursuzdur. Bu âlemde en yüksek otorite,
içinde enjekte edildiği kısım da oldukça manidardır. Bilindiği üzere abisi Sultan gaybet-i kübrada (büyük gizleniş) bulunan on ikinci İmam Muhammed Mehdi’dir.
Ali’nin Akkoyunlu güçleri tarafından katledilmesinden sonra henüz yedi-sekiz Hikayede Muhammed Mehdi zamanın sahibi ve bu gizli alemin sultanı olarak
yaşlarında çocuk olan İsmail, Gilan bölgesine kaçırılmış ve burada bir taraftan ifade edilmektedir. Ayrıca gözleri kamaştıran altın bir tahta oturan, yüzü peçeli
saklanırken diğer taraftan ilmî ve askerî eğitim almıştır. İsmail, 1499 yılında genç bir Arap olarak tasvir edilmektedir. Hikâyenin ikinci kahramanı İsmail’dir.
Akkoyunlu prensleri arasında çıkan iç savaşı fırsat bilerek harekete geçmeye karar İsmail kızıl saçlı, beyaz yüzlü, siyah-gri gözlü, kafasında kızıl bir taç olan 14
vermiştir. Önce Erdebil’e gelen İsmail burada tutunamayacağını anlayınca Hazar yaşlarında bir oğlan olarak tasvir edilmektedir. Onu Mehdi’nin huzuruna bir grup
kıyılarında bir köye çekilmiştir. Bir yandan da Anadaolu, Suriye ve Azerbaycan’daki adam getirip takdim etmektedir. Hikâyenin bir sonraki aşaması bütün kurgunun
müritlerine haber göndererek bir sonraki baharda Erzincan’da toplanmalarını kalbini oluşturmaktadır. Burada Muhammed Mehdi İsmail’e seslenerek artık huruç
istemiştir. Nitekim 1501 baharında Erzincan’da toplanan 7000 kişilik Kızılbaş zamanının geldiğini beyan etmektedir. İsmail’in tepkisi ise bu emre itaat etmekten
ordusu önce Şirvanşah’ı sonra da Akkoyunlu hükümdarı Elved Mirza’yı yenerek ibarettir. Burada açıkça görüldüğü gibi Şah İsmail’in hareketinin asıl patronu ve
Tebriz’i ele geçirmiştir. Böylece Şah İsmail İran tahtına oturmuş ve iki buçuk asra kararı veren zamanın sahibi (sahib-i zaman) Muhammed Mehdi’nin ta kendisidir.
yakın bir ömrü olacak olan Savefî devletini kurmuştur. İşte bizim hikâyemiz Şah İsmail’in konumu ise manevi âlemde verilen bu kararın uygulayıcısı olmaktan
İsmail’in sonunda büyük bir devlete dönüşecek olan hurûcunun başlangıç noktasına ibarettir. Biraz daha ileri gidersek, görünen şu maddi âlemin üstünde, onu kapsayan
enjekte edilmiştir. Şüphesiz burada temel amaç, söz konusu hareketin manevi ve yönlendiren bir başka âlem daha vardır. Burada olup biten her şeyin esası
konumunu yüceltmektir. Bir başka deyişle hareketin mensuplarına yaptıkları işin oradadır ve asıl kararlar o âlemde verilmektedir. İşte Kızılbaş hareketinin kararı
hakikatte ne olduğunu ve ne kadar ulvî olduğunu anlatmaktır. da o âlemde verilmiştir. Ve o âlemde hareketin başında Muhammed Mehdi vardır.
Hikayemize dönecek olursak, dünyayı zulümden temizlemek ve atalarının Madde âleminde onu temsilen görevlendirilen ve onun tarafından yetkilendirilen
intikamını almak üzere harekete geçmeye karar veren İsmail işin en başında gaybî kişi ise genç İsmail olmuştur.18
bir aleme uğramakta ve oradan hem icazet hem de inayet (destek) almaktadır.
Yanında sufilerle (Kızılbaşlarla) beraber avlanırken İsmail yaklaşık iki saatlik bir 18 Şah İsmail başta Hz. Muhammed ve Hz. Ali olmak üzere, On İki İmamların ve özellikle
de Sahib-zaman Muhammed Mehdi’nin yoluna tabi olduğunu bir nefesinde şöyle ifade
süre için ortadan kaybolmaktadır. Bu süre zarfında nereye gittiği ve ne yaptığını
etmektedir:
yanında bulunanlardan hiç birisi bilmemektedir. İşte İsmail’in hurûcunun manevi
mayası bu esrarengiz zaman diliminde atılmakta, gizli âlemlerle bu sırada temasa Yakın bilin kim Hüdaîdür Hatâyî
geçmektedir. Muhammed Mustafaîdür Hatâyî
Kızılbaşların gözünde Şah İsmail’in hurûcunun manevi âlemde karşılığının ne Safi nesli Cüneyd Haydar oğlu
Aliyyel-Murtazaîdür Hatâyî
olduğu ve hakikatte ne anlama geldiği Rumlu Dede Muhammed’in harikulade
Hasan aşkına meydana girübdür
müşahedesinde çok net ortaya konulmaktadır. Yukarıda işaret edildiği gibi burada Hüseyn-i Kerbelaîdür Hatâyî
96 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Rıza YILDIRIM \ 97
Hikayenin bir sonraki aşamasında Muhammed Mehdi’nin yetkilendirmesinin Yezidin leşkeri yüz min olursa
işaretleri anlatılmaktadır. Bu işaretlerin başında kuşak kuşatmak gelmektedir. İsmail Vilayet leşkerinden bir yeterdür
huzura geldiğinde belinde zaten kuşağı vardır. Mehdi bu kuşaktan tutarak İsmail’i
İşaret kılduğçün bir nazar Şah
havaya kaldırıp bırakır ve sonra da kuşağı sıkılaştırır. Kutsal görevlendirmenin
ikinci işareti taçtır. İsmail huzura başında “Kızıl Tacı”19 ile girmiştir aslında. Önünde kibr ve Mervan derbederdür
Ancak Muhammed Mehdi bu tacı kafasından çıkarıp havaya kaldırır ve sonra Nişanı şol kamer tal’atlu (?) Şahın
geri kafasına koyar. Böylece taç kutsanmış olur ve kutsal bir misyonun ifadesi Başında taç ve belinde kemerdür
haline gelir. İsmail’in kutsal misyonunun belki de en önemli işareti Mehdi’nin Vilayet sırrına yol bulmıyanlar
beline kuşattığı kılıçtır. İsmail huzura girdiğinde belinde bir hançer vardır. Mehdi
Gözü a’ma ve ahmak bî-haberdür
bu hançeri çıkarıp Dede Muhammed’e verir. Sonra kendi kılıcını bizzat İsmail’in
beline kuşatır. Mehdi’nin kılıcını kuşanan İsmail, böylece yeryüzünü zulümden Cihanda gaziler meydana girse
temizlemek için hazır hale gelmiştir. Hatâyî mahlası ile yazdığı şiirlerde Zülfikar Havaricler ayağda pâ vü serdür
dediği bu kılıç, Şah İsmail’in kariyerinin en önemli sembolü haline gelecektir. Ali bahr-i hakikatdür yakin bil
Örneğin şu nefes yukarıdaki hikâyeye göre Şah İsmail’in Muhammed Mehdi’den Hayat-ı câvidan-ı mu’teberdür
aldığı emanetleri ve misyonunu çok güzel özetlemektedir:
Kızıl a’lem, kızıl börk, kızıl taç
O sultan-ı kerim sâhib-i hünerdür
Giyinse gaziler ol gün hazırdur
Vilâyetdür yakin nur-ı basardur
Mua’viye leşkeri bir gazi görse
Kuşansa gaziler seyf ü silahı
Koyun kim kurt tohur andan beterdür
Münafık canına havf u hatardur
Nefes güherdür ahi bir bilenler
Ali Zeynü’l-‘abâd Bakır ve Cafer Sözü bir söyleyenler gerçek erdür
Kazım Musa Rızaîdür Hatâyî Hatâyî Şah yolunda can fedadur.20
Muhemmed Taki’dür Ali Naki hem
Hasan Asker likaîdür Hatâyî
Muhammed Mehdi Sahib-zaman’un Hikâyemiz Şah İsmail’in huzurdan ayrılması ile tamamlanmaktadır. Muhammed
Kapusunda gedaîdür Hatâyî Mehdi’den kutsal görevi ve bu görevin sembolleri olan işaretleri alan İsmail,
Menin adım velî Şah İsmail’dür kendisini getiren bir grup adam tarafından huzurdan çıkarılır.
Hatâyîdür Hatâyîdür Hatâyî.
Bkz. Minorsky, s. 1032a; Gandjei, s. 24-25. Yukarıda ifade edildiği gibi, bu bölüm Şah İsmail’in Gilan’dan nasıl ayrıldığına
19 Buradaki üç işaretten birisi olarak anlatılan “Kızıl Taç” esasen harekete adını vermiştir. dair tarihsel olaylar anlatılırken araya sokuşturulmuş hayali bir hikâye gibi
“Kızılbaş” ismi bu taçtan gelmektedir. Şeyh Haydar zamanında sufilerin nasıl bu adı aldığı durmaktadır. Beraberindeki sufileri arkasında bırakarak tek başına ormana dalan
yine aynı kaynakta şöyle anlatılmaktadır: “Bir gece Sultan Haydar rüyasında Emirü’l-müminin İsmail bütün bu harikulade olayları yaşarken sufiler onu endişe ile beklemektedirler.
Ali’yi (salavatullahi aleyh) gördü. Ali ona şöyle dedi: “Ey oğlum, senin soyundan evladımın Yaklaşık iki saat sonra İsmail ormandan çıkıp gelir. Ancak ondaki değişiklikler
ortaya çıkıp küfrü yeryüzünden silme zamanı yaklaştı. Şimdi sana yakışır ki sufiler ve
müritlerin için bir taç belirleyesin ve bu tacı kırmızı kumaştan diktiresin.” Hazret bunu
hemen fark edilmektedir. Her şeyden önce İsmail’e büyük bir heybet gelmiştir.
dedikten sonra elinde bir makas ve 12 terekeli bir tac belirdi. Uyandığında Sultan Haydar Yine Mehdi tarafından kendisine verilen işaretler hemen dikkat çekmektedir.
bu tacın şeklini hatırladı ve aynı şekil üzere kendisine bir tac yaptırttı. Sonra müritlerine Sufiler İsmail’in kutsal bir görevle görevlendirildiğini fark etmiş olmalı ki onu
aynısından kendilerine tac hazırlamalarını ve başlarına giymelerini emretti. Bu taca Tac-ı görür görmez önünde secdeye kapanırlar. Hatta İsmail’in heybeti o derecedir ki
Hayderi dediler. Türk dilinde “kızıl” kırmızı demek olduğundan buna (bunlara) “Kızılbaş”
dendi.” Bkz. Ross, 253-5. 20 Minorsky, s. 1030a; Gandjei, s. 10.
98 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu
sufilerin hiçbiri ondaki işaretleri yakından incelemeye cesaret edemezler. Görüldüğü
üzere, anonim tarihçimizin anlatımına göre, ormanda kaybolup gayb aleminde
yaşadığı bu tecrübe, İsmail’de temel bir dönüşüme sebep olmuştur. Bundan sonra 3. OTURUM
o artık Kızılbaş sufilerin Mürşid-i Kâmil’i olmasının yanı sıra, Mehdi-i Sahib-
Zaman’ın yeryüzündeki temsilcisidir. Mehdi’nin kılıcı ile Yezit’le özdeşleştirdiği TARİHSEL SÜREÇTE TÜRKİYE ALEVÎLİĞİ
zalimlerin kökünü kazıyacak ve Hanedan’ın hesabını soracaktır. Gerçekten de
Hatâyî’nin nefeslerinde bu temaların çokça işlendiği görülmektedir. Divanı’nda
yer alan enfes bir nefesinde Şah İsmail kendisini şöyle anlatır:
OSMANLI VE BEKTÂŞÎLİK
Menem ki bu zamâne şimdi geldüm Levent KAYAPINAR1
Revân oldum revâne şimdi geldüm
Aşıkım mest ü hayran Şah’a çün men
Muhibbim Hanedân’a şimdi geldüm
Özet
Şah’a müştak idim gayet de (?) billah
Osmanlı – Bektâşîlik ilişkileri kronolojik olarak yaklaşık altı asırlık bir süreci
Şükür kim âstâne şimdi geldüm
kapsar. Bu süreç 1302 yılından başlar ve 1925 senesine kadar gelir. Bu makalede
Yezit ve müşrikin kökün keserem Osmanlı-Bektâşîlik ilişkileri dört ana döneme ayrılarak inceleme girişiminde
Çerağa yana yana şimdi geldüm bulunulmuştur. Bu dönemler Osmanlı ile özdeşleşen Bektâşîlik (1302-1453);
Ezelden gelmişim Şah emri ile Osmanlı merkezileşmesi içinde görülmek istenen Bektâşîlik (1454-1516); Osmanlı’ya
itaat eden Bektâşîlik, isyan eden Kızılbaşlık (1517-1826); Osmanlı’dan dışlanan
Sanmağıl cihâne şimdi geldüm Bektâşîlik (1827-1925) olarak belirlenmiş ve temel özellikleri anlatılmıştır.
Muhibbim On İki Şah’a ezelden Anahtar Kelimeler: Bektâşîlik, Kızılbaşlık, Osmanlı
Velikin bu dükkâne şimdi geldüm
Süleyman hâtemi Musa asası “Osmanlı ve Bektâşîlik” dediğimiz zaman yaklaşık altı asrı aşan bir zaman dilimini
Âleme Nuh tufanı şimdi geldüm kastediyoruz demektir. Bu zaman dilimi 1302’den başlar ve 1925 yılına kadar
gelir. Elbette bu süreci ayrıntıları ile bir bildiri süresinde anlatmak imkânsızdır.
Muhammed mu’cizi Şah Zülfikarı
Benim burada temel amacım Bektaşîliğin Osmanlı Devleti dönemindeki tarihinin
Elimdedür nişane şimdi geldüm temel evrelerini saptama teşebbüsünde bulunmak ve bu evrelerde Bektaşî olarak
Havaric aslını koman cihâne adlandırılan Osmanlı reayasının devlet ile olan ilişkilerini düzenleyen temel
Hatâyî’yem bu hâne şimdi geldüm.21 kriterlerin neler olduğunu belirleme girişiminde bulunmaktır.
Bu süreci Bektâşîlik açısından incelediğimizde bize göre dört temel aşamayla
karşılaşırız. Bu evreler elbette değişik bakış açılarına göre artırılabilir ya da
azaltılabilir. Bu aşamalar şunlardır:
1 Doç. Dr., Gazi Ünv. Fen-Edebiyat Fak. Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.
2 Donald Edgar Pitcher, Osmanlı İmparatorluğu’nun Tarihsel Coğrafyası, İstanbul 1999, s. 3 Varsaklar üzerine şu ana kadar yapılan en geniş araştırma için bkz. Ali Sinan Bilgili, Tarsus
118-125. Kazası ve Tarsus Türkmenleri, Ankara 2001.
112 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Tufan GÜNDÜZ \ 113
Rum diye anmıştır4. Bununla birlikte Sivas, Tokat, Amasya gibi sınıra yakın 1507 yılında Şah İsmail Dulkadir topraklarına girince ana vatanlarına ve kan
bölgelerden toplandıklarını savunabiliriz5. Ayrıca, Bayburtlu aşiretinden Karaca akrabalarına karşı savaşmışlardır.
İlyas’ın Rumluların reisi olduğu yolundaki kayıda nazaran bunların Karaman Benzer bir durum Osmanlı hâkimiyetindeki bölgelerde konar-göçerlik eden
bölgesindeki konar-göçer gruplardan olabileceği kuvvetli ihtimaldir. Çünkü Türkmenler için de varittir. Evvel emirde konar-göçer zümrelerin bütünüyle
Anadolu’da Karaman bölgesi Turgut, Bayburt ve Eski il diye ayrılıyordu6. Sünnîlik dışı inanışlara mütemayil olduğu kanaati kabul edilebilir bir husus
Kaçar, Karacadağlu, Karamanlu, Çepni, Alpavut vd. aşiretlerin ise Azerbaycan değildir. Gerek arşiv kaynaklarında gerekse, sözlü edebiyatta bunu doğrulayacak
bölgesinde konar-göçerlik eden aşiretler olduğunu ilave etmek gerekir. Bundan delillere sahip değiliz. Buna mukabil Anadolu’nun her yerinde Selçukluların ilk
dolayı vaktiyle Faruk Sümer tarafından ileri sürülen Safevî Devleti’ni kuran ve devirlerinden itibaren Sünnî akideye uygun medreseler açıldığını, buralarda tahsil
onu ayakta tutan unsurun Anadolu Türklerinden meydana geldiği, Akkoyunlu gören talebelerin ülkenin her tarafına dağıldığını biliyoruz. Keza Anadolu’da
ulusundan olmadığı gibi Karakoyunlularla da hiçbir münasebetlerinin bulunmadığı, sadece Sünnîlik dışı tarikatlar veya tasavvuf zümreleri değil, Nakşibendiye başta
bunların hepsinin Orta ve Güney Anadolu’ya mensup “yeni” bir Türk topluluğu olmak üzere kaynağını Sünnî akideden alan pek çok tarikat faaliyet göstermiştir.
oldukları yolundaki görüşlerin7 kabul edilebilir bir yanı bulunmamaktadır8. Yukarıda Osmanlıların kuruluş ve gelişme dönemlerinde de aynı hususun varlığından söz
açıkça belirtildiği üzere Safevî Devleti’ni kuran Türkmenlerin ezici çoğunluğu edilebilir10. Bundan dolayı Safevîyye tarikatının etki sahalarını diğer tarikatları
Akkoyunlu ve Karakoyunlu sahasında Safevî tarikatına bağlananlardır. da göz önüne alarak tespit etmek doğru bir hareket tarzı olacaktır.
Öte yandan, hemen belirtmek gerekir ki bölgedeki konar-göçer aşiretler İkinci olarak, Şah İsmail’in hizmetine giden Türkmenlerin Osmanlı yönetiminden
Horasan’dan Anadolu’nun en uç kesimlerine kadar yayılmış olmalarından dolayı
rahatsız oldukları, devlet idaresinin merkezîleşmesiyle birlikte geri plana atıldıkları
anılan coğrafyada aynı aşiretin birden fazla koluna tesadüf etmek mümkün olup,
ve yerleşik hayata geçmeye zorlandıkları; buna bütün güçleriyle direndikleri
bunların hepsinin Kızılbaş kabul edilmesi imkân dâhilinde değildir. Örneğin
için baskı ve zulme uğradıkları, bu yüzden mehdici propagandadan kolayca
Akkoyunlu Türkmenlerinin bir bölümü Kızılbaş olup Safevî Devleti’nin kuruluşuna
etkilendikleri, kendilerine makam, mansıp vaat eden Şah İsmail’i tercih ettikleri
ve gelişmesine iştirak ederken, Osmanlı hâkimiyetine giren kolları ise Sünnî
yolundaki yaygın görüşün de cidden gözden geçirilmesi gerekmektedir11. Yukarıda
kalmışlardır9. Keza Musullu aşiretinin bir bölümü Emir Han’ın reisliğinde Şah
da belirtildiği üzere Safevî Devleti’nin kuruluşuna iştirak eden ve bu devletin askerî
İsmail’in hizmetine girerken, diğer bir bölümü Kızılbaşlardan kaçıp Firuzkuh
gücünün tamamını oluşturan Türkmenler daha çok Azerbaycan, İran (Akkoyunlu
bölgesine gitmişler, ancak bölgenin Safevîlerin eline geçmesi üzerine katliama
sahası) ve Suriye bölgesinden toplananlardan teşekkül etmekteydi ve buna karşın
uğramışlardı. Hatta Emir Han’ın kardeşi Kayıtmış Bey, Diyarbekir’de kalarak
Kızılbaşlara katılmamış, şehrin teslimi hususunda da direniş göstermişti. Aynı Osmanlı coğrafyasından gidenler genel nüfusa göre ciddî bir yekûn tutmamaktaydı.
şekilde Dulkadirli Türkmenlerinin bir bölümü Şah İsmail’in hizmetine girmiş, Buna bağlı olarak, Osmanlı merkezîleşmesine direnen Türkmenlerin varlığı da
göreceli bir yaklaşımın sonucudur. Çünkü konar-göçer Türkmenlerin (ya da
Yörüklerin) devletin merkezileşmesi sonucu uğrayacakları bir kayıp söz konusu
4 “Memleket-i Rum’da olan sufilerin hulefasını ve Erdebil’e varan sufileri Sultan Bayezid değildi. Konar-göçerler bir boy beyi veya kethüdanın reisliğinde yaylak-kışlak
tahkir edip Rumeli’ne sürdü.” Aşıkpaşazâde, (Ali Bey neşri), İstanbul 1332, s. 264.
5 Anonim, Tarih-i Kızılbaşan, (neşr. Mir Haşim Muhaddis), Tahran 1361/1983, s. 11. 10 Bu husustaki son değerlendirmeler için bkz. Haşim Şahin, Osmanlı Devleti’nin Kuruluş
6 Hasan Basri Karadeniz, Atçekenlik ve Atçeken Oymakları (1476-1716), Erciyes Üniversitesi Döneminde Dinî Zümreler (1299-1402), Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Sosyal Bilimler Enstitüsü (Doktora Tezi), Kayseri 1995. Enstitüsü (Doktora Tezi), İstanbul 2007; Ayrıca bkz. Taşköprülüzâde, Osmanlı Bilginleri,
7 Faruk Sümer, Safevî Devleti’nin Kuruluşunda ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, Şakaik-i Numaniyye Fî Ulemai’d-Devleti’l-Osmaniyye, (trc. Muharrem Tan), İstanbul 2007
Ankara, 1976, s. 3. adlı eser Osmanlıların kuruluş devrinden Kanunî Sultan Süleyman’ın ilk yıllarına kadar
8 Faruk Sümer’in görüşlerinin tenkidi için ayrıca bkz. Mansour Sefatgol, Sakhtar-i Nehad Osmanlı din bilginlerinin biyografilerine yer vermektedir.
ve Endişe-i Dinî Der Asr-ı Safevî, Tahran 1381/2003, s. 72 vd. 11 Bu tartışmalar için bkz. Ahmet Yaşar Ocak, Türk Sufiliğine Bakışlar, İstanbul 2004, s. 220;
9 Bkz. Tufan Gündüz, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri, İstanbul 2008; Ayrıca bkz. “Bozulus Osmanlı Devleti’nin Türkmenlere karşı tutumunun geniş bir değerlendirmesi için bkz.
Ne İdi?” Bozkırın Efendileri, İstanbul 2009. Tufan Gündüz, Bozkırın Efendileri, İstanbul 2009.
114 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Tufan GÜNDÜZ \ 115
hayatı yaşıyorlar ürettikleri malları en yakın şehirlerde pazarlıyorlardı. Onların dış veya ekonomik saiklerle Şah İsmail’in hizmetine giren Türkmenlerin (=veya
saldırılara karşı korunaksız durumda olmaları, ekonomik güçlerinin kısa zaman Türklerin) varlığına şahit olamıyoruz16. Kaldı ki Şeyh Cüneyd’in Konya’dan
içinde değerlenmesi veya kayba uğraması gibi değişken iktisadî yapıya sahip ve daha sonra Toroslarda Varsakların içinden çıkarılmasının Karamanoğulları
bulunmaları yüzünden temel ihtiyaçları güvenlikti ve buna da ancak güçlü bir tarafından yapıldığı yukarıda dile getirilmişti.
otorite sayesinde kavuşabilirlerdi. Mesela, Akkoyunlu Devleti’nin yıkılmasından Tarihçi Celalzâde Mustafa, I. Selim döneminde kaleme aldığı eserinde
sonra bu devletin hâkim olduğu topraklarda bir müddet otorite boşluğu meydana Türkmenlerin Osmanlı topraklarından ayrılmalarıyla ilgili olarak başka bir meseleyi
çıkınca Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da konar-göçerlik yapan Türkmenler, yaylak naklediyor: Eskiden dirliklerin yararlı kişilere verildiğini, tımara liyakatın kılıca
kışlak güzergâhları boyunca topraklarından geçtikleri her kazanın idarecisine liyakat anlamına geldiğini, oysa son zamanlarda (II. Bayezid’in son dönemleri) bu
vergi ödemek zorunda kalmışlar ve adeta onların insafına terk edilmişlerken;12 hususa riayet gösterilmeyip rüşvet ve iltimasla dirlikler dağıtıldığını anlattıktan
bölgenin Osmanlı idaresine girmesinden sonra hukukî haklarını koruyabilecek sonra, yiğit, işe yarar ve hak sahiplerinin ise adlarının bile anılmaz olduğundan
duruma gelmişlerdi13. bahisle bunların küstürüldüğünü; bu sıralarda İran’da Kızılbaşların hâkimiyeti ele
Osmanlı Devleti’nin ilk kuruluş yıllarından itibaren özerk veya yarı özerk geçirip dirliklerin hak ve adaletle dağıtıldığı ve işe yarar kişilere verildiği yolunda
yönetilen bir Türkmen teşekkülü bulunmuyordu. Türkmenler veya Yörükler haberler geldiğini; Anadolu halkının çoğunun da o tarafa meylettiğini ve oralara
topraklarında konar-göçerlik ettikleri kazanın veya sancağın reayası sayılırlardı. mektuplar göndererek bozgunculuk yaptıklarını bildiriyor. Celalzâde’ye bakılırsa
Konfedere bir yapıya sahiplerse boy beyi, değilse kethüda veya oymakbaşı halkın İran’a yönelmesinin temel nedeni kötü idareydi. Eğer yönetim düzelirse
tarafından idare edilirlerdi ve bu idarecilerin tayini merkezi yönetimin onayından -yani I. Selim tahta geçerse- bu problemler de ortadan kalkacaktı17.
geçerdi14. Üstelik hukukî problemlerini kendi töre veya iç yasaları ile değil merkezî Celalzâde’nin naklettiklerinden çıkan sonuca göre İran’a yönelenler askerî
hükümetin ikame eylediği kanunlar ve tayin ettiği kadılar vasıtasıyla çözüyorlardı. sınıftan kimselerdir ve öncelikli kaygıları geçimlerini temin edebilecekleri ve
Her Türkmen teşekkülünün kendine mahsus kanunnâmesi bulunuyordu. Eğer itibar görebilecekleri başka bir coğrafyaya gitmek, daha doğrusu kaderlerini başka
iktisadî faaliyetlerini tehdit eden bir durum ortaya çıkarsa haksızlığı kendi topraklarda yeniden sınamaktır. O, herhangi bir dinî etkiden bahsetmemekte
inisiyatifleri ile çözmek yerine merkezî otoriteden yardım talep ediyorlar ve konuyu bütünüyle politik ve ekonomik sebeplere dayandırmaktadır. Ona göre
ellerindeki kanunnâmeye aykırı davranıldığını bildiriyorlardı. Dahası onların kötü idare ortadan kalkar ve istikrarlı bir yönetim temin edilirse -ki bunu I. Selim
vergi düzeni hakkında ciddî şikâyetleri de vâki değildir15. yapabilir- problemler ortadan kalkacak, göç meselesi de hallolacaktır. Güya I.
Osmanlıların hâkimiyetine giren beylikler için de durum aynıydı. Dahası Selim de Anadolu halkına haberler göndererek İran’a meyletmemelerini tembih
Osmanlılar, yönetim anlayışları gereği ele geçirdikleri bölgelerde reayanın edip kendisinin saltanatını beklemelerini istemiştir.
lehine iyileştirmeler yaptıkları için Osmanlı yönetimi pek çok yönüyle cazip Oysa Şeyh İsmail’in hurûc ettiği yolundaki haberlerin yayılması sırasında
bile sayılabilirdi. Bu cümleden olarak Osmanlı Devleti’ne siyasal muhalefeti ile onun etrafında toplanan Türkmenlerin birinci düşüncesi makam ve mansıp elde
meşhur olan Karaman topraklarından çok az bir Varsak grubundan başka siyasî etmekten çok şeyhlerinin yani İsmail’in başarmasını sağlamak, en azından bu yolda
ölmekti. Tamamen dinî fanatizmle yola çıkılıyor ve onunla beraber savaşmaktan
12 Türkmenler yaylaya çıkarken veya kışlağa dönerken “selamlık” “resm-i göde” vs. adlarla
başka bir şey düşünülmüyordu. Venedikli bir tüccarın anlattığına göre Kızılbaşlar
yerel idarecilere vergiler öderlerdi. Bkz. Anadolu’da Türkmen Aşiretleri, s, 79 vd.
13 Osmanlıların yaptığı ilk iş vergi nizamını yeniden düzenlemek, yaylak kışlak güzergâhlarını şahlarının yanında savaşmaktan ve ölmekten büyük haz duyuyorlardı. Öylesine
belirlemek ve yaylalarına ve kışlaklarına dokunulmaması yolunda kanunnâmeler düzenlemekti. büyük bir sevgi ile bağlanmışlardı ki, birinin başına bir bela gelse Allah yerine
Bu husus onların aynı zamanda kanun bilincini de geliştirmekteydi. Bkz. Tufan Gündüz,
XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda Danişmendli Türkmenleri, İstanbul 2005, s. 57 vd. 16 Eğer Rumluların Karaman topraklarından gittiklerini varsayarsak, bu defa onların Osmanlıların
14 Bu hususta Anadolu’da Türkmen Aşiretleri, s. 43-54 ve Tufan Gündüz, XVII. ve XVIII. Karaman bölgesine hâkim olmasından çok önceleri İran’a gidip yerleştiklerini göz önüne
Yüzyıllarda Danişmendli Türkmenleri, 58-66 adlı çalışmalara öncelikle bakılabilir. almamız gerekir.
15 Geniş bir değerlendirme için bkz. Bozkırın Efendileri, s. 121-135. 17 Celazâde Mustafa, Selimnâme, (neşr. Ahmet Uğur-Mustafa Çuhadar), Ankara 1990, s. 61.
116 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Tufan GÜNDÜZ \ 117
Şah’a dua ediyor, savaşta zırhsız ve belden yukarısı çıplak olarak savaşıyor ve alarak ya da mallarına el koyarak onları serbest bıraktığı anlaşılmaktadır23. II.
“Şah! Şah!” diye bağırıyor, canlarını onun yolunda vermeyi kendileri için şans Bayezid emrinin yerine getirilip getirilmediğini denetleyebilmek için her ay idam
addediyorlardı. Hattâ bazıları onu Tanrı gibi görüyor ve asla ölmeyeceğini edilenlere veya yakalananlara dair kayıtların gönderilmesini bile talep etmiştir.
düşünüyordu18. Bu durum Şah’ın varlığında yücelen bir bağlılıktı ve Şah’ın Anadolu’daki Kızılbaşların İran’a yönelmelerinin kısmen de olsa önüne
emrinin dışına asla çıkılmıyordu. Savaşlarda galip gelinmesi veya bir şehrin ele geçilmesi İsmail’in faaliyetleri için ciddî bir engel sayılmazdı. Onlar Erzincan’da
geçirilmesinden sonra elde edilen ganimetlerin Türkmenlerin nazarında gerçekte yeni katılanlarla birlikte harekete geçecek kadar askere sahip olmuşlardı. Öte
hiç bir değeri yoktu19. Anadolu’dan giden Türkmenlerin de bunlardan farklı yandan bu göçlerin tek yönlü olmadığı ve bazı Türkmen topluluklarının Osmanlı
olduğunu savunamayız. Çünkü “Mürşid-i Kâmil” olarak gördükleri şeyhlerinin topraklarına sığındığı da vakidir24.
hurûc hareketine katılmaları çağrısı yapılmıştı ve onun sözünü ihmal etmenin
hayırlı olmayacağı kanaatine sahiptiler.
Osmanlı merkezî yönetiminin İran’a göç edenler konusunda teyakkuz halinde
olduğu görülmektedir. II. Bayezid’in sancaklara gönderdiği fermanlarda meselenin
özüne dair herhangi bir değerlendirme yapılmayıp sadece İran’a giden Erdebil
sufilerinin yakalandıkları yerlerde idam edilmeleri ve mallarının müsaderesi
emredilmiştir20. Ayrıca, Anadolu’daki bir kısım Kızılbaşlar, Rumeli’ye ve adalara
sürgün edildi21. II. Bayezid’in İran’daki Kızılbaş hareketini Şeyh Haydar’dan
itibaren takip etmeye başladığı, Akkoyunlu Sultanlarının Safevîlere karşı elde
ettiği başarılardan dolayı memnunluk duyduğu tespit olunmaktadır22.
II. Bayezid’in böylesine katı bir tutum sergilemesinin nedeni halk arasındaki
İran’a göç etme eğilimlerini sert bir şekilde bastırmak olduğu açıkça bellidir.
Bununla birlikte fermanların sık sık yenilendiğine bakılırsa bu hususta da tam
bir başarı elde edilemediği, bazı idarecilerin sufileri yakaladıktan sonra ya rüşvet
18 Seyyahların Gözüyle Sultanlar ve Savaşlar, (trc. Tufan Gündüz) İstanbul 2006, s. 214.
19 Bu hususta Cevâhirü’l-Ahbâr’ın yazarı Budak Münşî-i Kazvinî’nin Celudar Muhammed-i
Rumlu’dan bizzat dinlediği şu hikâye cidden önemlidir: “Şirvan feth edilince Şah, Şirvanlıların
kötü dinli (yani Sünnî, T. G.) olduğunu onların mallarının pis olduğunu suya atılmasını
emretti. Herkes at ve deve yüklerini suya attılar. Bende de padişaha ait kıymetli bir kese
dolusu mücevher vardı. Mücevheri suya atmak uçarılıktır diye düşündüm. Sonra Mürşid-i
Kamil’in sözünü ihmal etmenin sonu hayır değildir deyip suya attım”. Cevâhirü’l-Ahbâr,
(neşr. Muhsin Behram Nejad), Tahran 1378/2000, s. 115.
20 Sivas Sancağı’na gönderilen bir hükümde özetle “Bundan evvel Erdebil sufilerinden olup
Erdebil oğluna giderken tutulan sufilerin soyguları tutan kimselere verilip kendileri siyaseten
idam edilsin diye buyrulmuştu. Bu konuda ihtimam üzere olup adamlarına ve sipahilerine 23 “…Şimdilerde şöyle duyuldu ki, o şer taifesi hususunda gönderdiğim fermanlara uyulmayıp
tenbih ve tekid eyleyesin. Erdebil oğluna giden sufileri yolda varışta ve gelişte her kim ele sufilerin siyasetleri karşılığında malları alınmakta ve kendilerine yol verilmekteymiş.
geçirilirse mecal vermeyip idam ettiresiniz. Soygunu da tutan kişinin ola.” denilmektedir. Onlar da cerime verip varıp dönmekteymişler… Emrim bu hususta eskiden olduğu gibi
Feridun Emecen-İlhan Şahin, II. Bayezid Dönemine Ait 906/1501 Tarihli Ahkâm Defteri, mukarrerdir. Yolları görüp gözeteler. Emrime muhalif her kim Yukarı Taraf’a (İran’a) giderse
İstanbul 1994. s. 27. tutup muhkem bağlayalar. Hemen idam eyleyeler.” Ahkâm Defteri, s, 71, 111, 281, 330,
21 Aşıkpaşazâde, s. 264. 454.
22 Doğan Kaplan, Buyruklara Göre Kızılbaşlık, Doktora Tezi, Konya 2008, s. 11 vd. 24 İdris-i Bitlisî, Selimşahnâme, (çev. Hicabi Kırlangıç), Ankara, 2001, s. 121.
118 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu A. Yılmaz SOYYER \ 119
Efendi, Üsküdar’da Nasuhizade Şeyhi Şemseddin Efendi, Celvetîye tarîkatinden
Hüdaî şeyhi Şehabefendizade Seyyid Efendi, Bandırmalızade Galib Efendi2, Sadî
tarîkatinden Şeyh Emin Efendi tertiplenen bu toplantıya katılmışlardır. Cevdet
TANZİMATTAN SONRA ALEVÎLİK VE BEKTÂŞÎLİK
Paşa bu toplantının sonucunda Bektaşî tarîkatinin kapatılması yolunda karar
A. Yılmaz SOYYER1
verildiğini ifade etmektedir.3Cevdet Paşa, 4 zilhicce 1241/ 10 temmuz 1826’da
Kıncı Baba4, Salih Baba ve İstanbulağasızade’nin idam edildiğini, 20 Zilhicce
1241 / 26 Temmuz 1826 yılında devletin Anadolu ve Rumeli bölgelerindeki
2 Gâlib Efendi ünlü Celvetî-Bektaşî şeyhi Üsküdarlı Hâşim Baba’nın soyundan gelmektedir.
Özet 3 Cevdet Paşa’nın bahsettiği hâdise II. Mahmud’un bizzat kendi el yazısıyla not düştüğü ‘telhis
üzerine Hatt-ı Hümayun’ da yer almaktadır. Belgede İstanbul’da, Üsküdar, Eyüp, Boğaziçi
Bektâşîlik, Osmanlı dünyasının en önemli iki tasavvufî ekolünden biridir.
taraflarındaki Bektaşî tekkeleriyle Anadolu ve Rumeli’de bulunan Bektaşî tekkelerinin mimar
Mevlevîlikle birlikte Osmanlı Devleti’nin güzel olarak ortaya koyduğu bütün ağa tarafından denetimden geçirilmesi ve altmış yıldan yeni olanların yıktırılması, eski
sanat eserlerinin altında bu iki tarîkatin dervişlerinin imzası bulunmaktadır. olanların medrese ve camiye çevrilmesi istenmektedir. Hatt-ı Hümayunda kaydedildiğine
Bu kurumlar dinî kültürü meydana getirirken, aynı zamanda meydana gelen göre Şeyhülislâm başkanlığında toplanan meşihat heyeti Bektâşîlik konusunu müzakere
kültür de, ferdi toplumsallaşmaya tâbi tutmuş ve toplumun bir üyesi haline etmiş ve bir kısım şeyhler Bektaşîlerle ünsiyetleri bulunmadığını ileri sürerek, haklarında
getirmiştir. Bu bakımdan Osmanlı insanının toplumsallaşmasında Bektaşîliğin rolü bilgi sahibi de olmadıklarını, böylelikle âkibetleri konusunda görüş bildiremeyeceklerini
beyan etmişler; bir kısmı ise tekkelerinin kapatılmasını onaylamışlardır. Ayrıca Kıncı Baba,
küçümsenemeyecek boyuttadır. Bektâşîlik II. Mahmud döneminde kapatılmış,
İstanbulağasızade ve Salih Efendilerin idam edildikleri de aynı belgede belirtilmektedir.
Mevlevilik ise diğer tarikatlerle birlikte çok sıkı bir denetim altına alınmıştır. İdam gerekçesi olarak da rıfz ve ilhadın yanı sıra “oruç tutmamak”, “namaz kılmamak” ve
Bektâşîlik gibi köklü bir müessesenin yok edilme süreci birkaç yıl, hatta birkaç “hulefa-i raşidine küfretmek” gösterilmektedir. Belgenin muhtelif yerlerinde, birkaç defa,
yüz yıl bile sürebilir. Nitekim hadise aynen ifade ettiğimiz gibi gerçekleşmiş ehl-i sünnet akidesine bağlı kalmış Bektaşîlerle devletin bir işinin olmadığı ve Hacı Bektaş
ve kağıt üzerinde kapatıldığı varsayılan bu tarîkat varlığını günümüze kadar Velî’ye hürmetkar olunduğunun belirtilmesi dikkat çekicidir. B. O. A, Hatt-ı Hümayun,
nr. 17351; 9771 numaralı Malîyeden Müdevver defterde ise Timur Hisar kazasındaki bir
koruyabilmiştir. Bektaşî tekkesinin (ismi okunamadı) medreseye çevrildiğinden, bundan böyle burada
Anahtar Kelimeler: Bektâşîlik, Alevîlik, Tanzimat medrese talebelerinin (talebe-i ulûmun) bulunacağından ve başlarına bir müderrisin
görevlendirileceğinden (nasbından) söz edilmektedir (9 şevval 1249) B. O. A, Malîyeden
Müdevver Muhallefat Defteri, nr. 9771, s. 6.
Bektaşî tekkeleri, yeniçeri ocağıyla birlikte kapatıldığı zaman, merkez âsitanenin, 4 Kıncı Baba’nın kabri, Karacaahmet Kabristanı yakınlarında, Zeynep Kamil Hastanesinin
yani Hacı Bektaş Velî Tekkesi’nin dışında kalan bütün tekkelere el konulmuş ve yanındaki Cevrî Usta Camii veya Nuh Kuyusu Camii adı verilen camiin avlusunda
pek çoğu da devlet tarafından yıktırılmıştır. bulunmaktadır. Kabir h. 1328 yılında Bektaşî babalarından Feyzullah Baba tarafından
yaptırılmıştır. Bu kabrin varlığını bize merhum Turgut Koca Halifebaba’dan naklen, Bektaşî
Cevdet Paşa 2 Zilhicce 1241/8 Temmuz 1826’da saray-ı hümayundaki canlarından Dursun Fütuhî bildirmiş ve bulmamıza yardım etmiştir. Mezar taşı kitabesi
camide sadrazam ve şeyhler (meşayıh) in katıldığı bir toplantı düzenlendiğini şöyledir:
belirtmektedir. Nakşibendî tarîkatinden Beşiktaş’taki Yahya Efendi türbedarı “Bir çerağ dahî uyardı âleme virdi ziyâ
Hafız Efendi, Balmumcu Mustafa Efendi, Galata Mevlevihanesi şeyhi Kudretullah Gel mezarın bunda bul bu menzil-i âl-i abâ
Bir eser koydu cihanda pir Feyzullah Baba
Dede, Beşiktaş şeyhi Abdulkadir Efendi, Halvetî tarîkatinden Kocamustafapaşa
Seyf-i Haydar derniyamdan çıkdı er Kıncı Baba (1328)” Kıncı Baba’nın kabrinin yanında
şeyhi ile Zâkirbaşı Şikarizade Şeyh Ahmed Efendi, Merkez Efendi Şeyhi Ahmed müridlerinden Züleyha Hanım’ın kabri bulunmaktadır. Züleyha Hanımın mezar taşında
kayıtlı olan vefat tarihi 1234’tür. Son mısradaki “Seyf-i Hayder derniyamdan çıktı” (Haydarın
1 Yard. Doç. Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Ana Bilim kılıcı kından çıktı) demektir ama aynı kelime “Seyf-i Haydardır niyamdan çıktı” (Haydarın
Dalı Öğretim Üyesi. kılıcıdır uykudan çıktı) şeklinde de okunabilir.
120 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu A. Yılmaz SOYYER \ 121
Bektaşî tekkelerinin yıkımı hakkındaki kararın alındığını kaydetmektedir.5 Hisar cemiyetin tarîkatle organik ilişkisinin bulunması gösterilmiştir.9 Şânizade Ataullah
Dergâhı postnişini Mehmed Baba Kayseri’ye, Öküzlimanı Dergâhı postnişini Efendi, Batı bilimini ülkeye getirenlerin ve bu alanda kamusal bir örgütlenmeye
Ahmed Baba Hadim’e, Teber Baba Dergâhı postnişini Hüseyin Baba ve Kazlıçeşme gitmek isteyenlerin başında gelmektedir.10
(Eryek Baba) Dergâhı Postnişini Mustafa Babalar Birgi’ye, Merdivenköy Dergâhı M. Esad Efendi, Üss-i Zafer adlı eserinde Bektaşîliğin kapatılma hadisesine
postnişini Mehmed Baba6 ve Üsküdar Dergâhı postnişini Mustafa Babalar Tire’ye tamamen devletin tarafından bakmaktadır. Esad Efendi, kapatılma kararından sonra
sürgün edilmiştir.7 Bu karışık siyasî ortamda özellikle bürokrasi içinde Bektâşîlik yakalanan Bektaşî babalarının durumları tahkik edilip tekkeleri aranınca kapatılma
suçlaması yaygınlaşmış, rakipleri tarafından sindirilmek istenilen bazı Osmanlı kararının haklılığının ortaya çıktığını söylemektedir. M. Esad Efendi, sürgüne
aydınları da tarîkatle ilişkileri oldukları gerekçesiyle sürgüne gönderilmişlerdir. gönderilen Bektaşîlerin küfür ve sapıklık, hatta devlet aleyhinde casusluk içerisinde
Bu aydınlar arasında hekim ve tarihçi Şanizade Mehmed Ataullah Efendi (v:1826), olduğunu belirtmektedir. O, Bektaşî tekkelerinde bol miktarda içki bulunduğunu
Melekpaşazade Abdulkadir Bey ve İsmail Ferruh Efendi de vardır. Şanizade’ nin hatta içki şişelerine tıkaç olarak Kur’an-ı Kerim sayfalarının konulduğunu da
sürülmesine gerekçe olarak, kurucuları arasında bulunduğu “Beşiktaş Cemiyet-i ifade etmektedir.11 Ama, onun bu iddialarını doğrulayacak tek bir Osmanlı arşiv
İlmiyesi”8 nin gizli toplantılarına Bektaşî şeyhi Mahmud Baba’ nın da katılması ve vesikası bile bulunamamıştır. 1826 tarihinde Bektaşî tekkelerinin el konulan
eşya ve malzemeleri arasında şarap ve benzeri içecekler bulunmamaktadır. Bu
5 Ahmed Cevdet (Paşa) Tarih-i Cevdet, Dersaadet 1309, s. 180, 181; Hicri 1241 tarihli bir tür malzemenin mevcut bulunması halinde Osmanlı Arşivi’ndeki 9771 numaralı
Hatt-ı Hümayunda gerek İstanbul ve gerek Üsküdar’da olan Bektaşîlerin, tarîkat şeyhleri
ve ders hocaları, mahalle imamları ve diğer bî-garaz ehl-i vukuf tarafından araştırılıp
Maliyeden Müdevver Muhallefat Defteri’nde kaydedilmiş olması gerekirdi. Fakat,
soruşturularak tek tek ahval ve keyfiyetlerinin tarafsız olarak (gadr u himayeden ârî olarak) tütünden başka hiçbir içecek türü bu defterde kayıtlı değildir. Casusluk ithamı
ele alınıp şu Bektaşî fesade maddesinin ehl-i sünnet arasından külliyen temizlenmesine...” da hiçbir belgede kayıtlı olmayan bir diğer husustur.
mealinde bir ifade yer almaktadır. B. O. A, Hatt-ı Hümayun, nr. 17322; !241 tarihli başka Bektaşîliğin kapatılma kararını yukarıda bahsi geçen toplantıda bulunan
bir Hatt-ı Hümayunda ise Bektaşî tekkelerinin yıktırılmayanlarının, ya cami veya medrese
bütün tarîkat şeyhleri onaylamışlardır. Fakat bu onaylayış, daha çok devletin
yapılması ya da diğer büyük tarîkat şeyhlerine tekke olarak verilmesi emredilmektedir. B.
O. A, Hatt-ı Hümayun, nr. 17386; el konulan ve yıktırılan bu tekkelerden toplanılan bu baskısıyla meydana gelmiş gibi görünmektedir. Bu toplantıda başta Şeyhülislâm
Bektaşî dervişlerinin ise acele olarak cebehaneye getirilmesi ve burada sorguya çekilmeleri Kadızade Tahir Efendi olmak üzere, yukarıda ismi geçen tekke şeyhlerinin
istenmektedir. B. O. A, Hatt-ı Hümayun, nr. 24493. Bektaşîliğin kapatılmasından yana bir tutum sergilemedikleri, ancak medrese
6 “Mehmet Ahir Baba: 1804 yılında nasbedildiği Şahkulu Postnişinliğinden 1826 yılında (II. uleması ve sadrazamın baskısıyla çıkan karara uydukları tarihçi Lutfî tarafından
Mahmud dönemi) Bektaşîliğin yasaklanmasıyla İzmir’in Tire ilçesine sürgün edilmiştir. 1839 belirtilmektedir.12 Yukarıda alınan kararı gönülden tasdik eden ve Bektaşîliğin
yılında Hakka yürümüş olup, muhiplerince, Tire’nin bilinen iki Bektaşî dergâhından birisi olan
hakikaten rıfz ve ilhad içinde olduğunu beyan eden tarîkat şeyhlerinin yanı sıra,
ve Erbain dağı eteklerinde, Bozdağ yaylası kurbindeki Baba Sultan ismiyle maruf tekyenin
haziresine defnolmuştur. Bugün yıkıntı halindeki dergâhın harap kabristanındaki kitabesiz ve hadiseyi onaylamayan şeyh ve tasavvufî topluluklar da bulunmaktadır. Kuşadalı
elifi taçlı kabir kendisinindir. Baba Sultan Dergâhının bir diğer ismi de ‘Arap Pınarı’ tekyesidir” İbrahim Halvetî, Bektaşîliğin kapatılması kararını doğru bulup, onları rıfz ve
Şevki Koca, “Şahkulu Bektaşî Dergâhının Son Babagân Postnişinleri ve Bektaşîlerin Zor Yılları ilhad içerisinde değerlendirenlerdendir. Yaşar Nuri Öztürk, Kuşadalı’ yı konu
(1826-1953) (I)” Cem, Ağustos 2002, yıl:36, S:124, s. 20. alan kitabında Üss-i Zafer müellifi Esad Efendi’nin, Kuşadalı’ nın mürîdi olması
7 Murat Sertoğlu, Bektâşîlik, İstanbul 1969, s. 326.
8 XIX. yüzyılın ilk yarısında İstanbul’da Beşiktaş semtinde bir araya gelen bir takım ulemanın
oluşturduğu entelektüel çevredir. 1815 sonlarında Beşiktaş ve Ortaköy semtleri arasında günümüze kadar mevcudiyetlerini muhafaza eden, ilmî cemiyet ve akademilere benzeterek,
oturan bir grup ulema tarafından talebe yetiştirmek ve ilmî, edebî sohbetlerde bulunmak buna Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi demişlerdir. Geniş bilgi için bkz. Ekmeleddin İhsanoğlu,
gayesiyle kurulmuştur. Grubun nüvesini, aslen Kırımlı olan, 1797’de İngiltere sefirliği “Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi” maddesi, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul
yapmış, Avrupalılar hakkında malûmat sahibi ve Tefsir-i Mevakıf adlı Türkçe tefsirin müellifi 1994.
İsmail Ferruh Efendi (v: 1826); vakanüvis, tabip Şanizade Ataullah Efendi (v: 1826); 9 Ekrem Işın, “Bektâşîlik”maddesi, D. B. İ. A, İstanbul 1994.
Melekpaşazade Abdulkadir Bey (v:1846) ve ulemadan Kethüdazade Arif Efendi meydana 10 İlber Ortaylı, a. g. e. , s. 119.
getirmiştir. Grup, toplantıların çoğunlukla Ferruh Efendi’nin Ortaköy’deki sahilhanesinde 11 Mehmed Esad, Üss-i Zafer, Dersaadet: 1293, s. 210.
yapmaktadır. Bazı tarihçiler bu grubun toplantılarını Avrupa’da XVII. yüzyılda kurulan ve 12 Işın, “Bektâşîlik”maddesi, D. B. İ. A
122 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu A. Yılmaz SOYYER \ 123
ihtimalinden bahsetmekte ve her iki şahsın da görüş birliği içerisinde olduklarını belirtildiğine göre, devletin yapılması gereken en iyi iş olarak düşündüğü icraat
belirtmektedir. Kuşadalı İbrahim Halvetî, Bektaşîleri rıfz ve ilhadın yanı sıra ise, tekkeye gidilerek bir sayımın ve tahliyenin gerçekleştirilmesidir.16
laubali ve lâkayt olarak da değerlendirmektedir.13 Osmanlı Devleti, Bektaşî tekkelerinin meydan odalarının câmiye dönüştürülmesini,
Bektaşîleri bir problem olarak gören Osmanlı Devleti’dir. Osmanlı arşiv belgelerine diğer kısımlarının yıkılmasını, ancak türbelerinin birer türbedar tâyin edilmek
bakıldığı zaman devletin niyetinin bütün Bektaşî tekkelerine el koyarak, Bektaşî suretiyle ayakta kalmasını istemektedir. Bunun fetvasını ise Şeyhülislâmın yanı
tarîkatini tarihe gömmek olduğu anlaşılmaktadır. Kapatılış kararından yaklaşık sıra İstanbul’da bulunan Nakşibendî, Kadirî, Sadî, Halvetî ve benzeri büyük
beş ay sonra devlet, bütün Anadolu ve Rumeli’de kararı yürürlüğe koymak için tarîkatlerin şeyhleri (turuk-ı aliyye meşayıhı) imzalamıştır.17 Ancak 1247/1831
harekete geçmiş bulunmaktadır. Aşağıdaki vesikada da görüleceği üzere, Bektâşîlik yılında bu türbelerin de çoğu yıktırılmıştır.18
meselesine son derecede kararlı bir tavırla yaklaşmaktadır. Bu konuya örnek teşkil Bektaşî tekkelerinin kapatılma kararı alındıktan sonra bütün Bektaşîler çok
edebilecek bir biçimde mesela, hicri 17 Cemaziyülevvel 1241/28 Aralık 182514* sıkı bir takibat altına alınmıştır. Devlet, yalnız Bektaşîleri değil, Bektâşîlikle
yılında Çirmen Sancağı Mutasarrıfı Esad Paşa’ya bir Hatt-ı Hümayun gönderilmiştir. şöyle veya böyle ilişkisi olan herkesi rıfz, ilhad ve zındıklıkla suçlamaktadır.
Bu Hatt-ı Hümayunda, Bektaşî Rafızîlerinin kötülüklerinin artık belli olduğu, Aşağıdaki hadise Bektaşîlerin ve onlara yardım edenlerin nasıl bir muameleye
İstanbul’da bunlara uygulanan muamelenin taşrada da icra olunması gerektiğinin tabi tutulduklarını göstermesi bakımından çok önemlidir.
devlet (idare-i seniyye) tarafından istendiği belirtilmektedir. Hatt-ı Hümayuna
Bektâşîlik 1826’dan 1925’e kadar 99 yıllık, yasaklı olduğu bir dönem geçirmiştir.
konu teşkil eden Çirmen sancağındaki Kızıl Deli Sultan Bektaşî Tekkesiyle beraber
Bu dönem sosyolojik açıdan bu tarîkatin en önemli dönemidir. Çünkü II.
diğer Bektaşî tekkelerinin de yıktırılarak yok edilmesi istenmektedir. Bektaşîlerden
inancı bozuk olanların, Rafızîlik ve sapıklıkla tanınanların (sû-i îtikad ve âyin-i çobanlar, hergeleciler, bağcılar bulunmaktadır. Derviş olarak da 50 kişi tekkede mevcuttur.
rıfz ve ilhad ile şöhretgir olanların) şehir ve kasabalara sevk edilip toplanarak, 24 köy (kura) içinde 7-800 kişi “erzâdeler” ismiyle Kızıl Deli Sultana nisbetle nüzul ve
müfti efendiler marifetiyle dine davet olunmaları (telkin-i din olunmaları) ve avarızdan başka diğer tekaliflerini eda etmektedirler. Mübaşirin ifadesine göre ise tekkelerde
inançlarının düzeltilmesi (tashih-i itikad ettirilmeleri) emredilmektedir. Belgede, 150 kadar bekar Bektaşî bulunup civar köylerde de ‘erzâde’ ve ‘bende’ denilen adamların
varlığı bilinmektedir.
Kızıl Deli Tekkesi’nde bulunan Bektaşîlerin çok miktarda olduğunun bilindiği;
16 9771 numaralı Malîyeden Müdevver Muhalefat Defterinde şu kayıt mevcuttur: “Canib-i
ama yine de tekkelerine devlet tarafından el konulup çıkarılırken muhalefet şeriat-i garradan verilen fetva-i şerife ve ol babda şeref-sünuh buyurulan Hatt-ı Hümayun-ı şevket-
etmeyeceklerinin öğrenildiğinden söz edilmektedir. Devlet, bu tekke gibi diğer makrun-ı şahane mantûkunca lağv olunmuş zevayanın zaviyedarlığı tevcihi istida olundukda
Bektaşî tekkelerinin Rafızîlikten arındırılması için ne gibi tedbirleri gerektiriyorsa irade-i şahane kaydına müracaat olunmaksızın askerî ruznamçesinden ve aklâm-ı saireden
alınarak ona göre hareket edilmesini emretmektedir. Bu arada tekkenin emlak, berat îtası aklâm-ı kuyuta mûcib ve mukataat hazinesine irsal buyrulan iradın kesreti müstecvib
eşya, para (nukud), hayvanat ve gelirlerinin keyfiyet ve kemiyetinin uzmanlar idüğü zahir ve a’yan olmağla ol vechle irade-i şahane kaydına müracaat olunmaksızın askeri
ruznamçesi ve aklam-ı saireden ne mıkdar berat verilmiş ise cümlesinin hükmü lağv ve imha
(erbab-ı vukuf) dan birileri tarafından belirlenmesi istenmektedir. Fakat Edirne
olunmak üzere kayıtları terkin olunarak fî-ma-ba’d ol makûle zaviye tevcih buyurulması istida
ve civarında erbab-ı vukuf olabilecek nitelikte insanlar olmadığından Kızıl Deli vukuunda irade-i şahane kaydına müracaat olunmaksızın ve mukataat hazinesi tarafından
Sultan tekkelerinin Bektaşîlerinin durumu, malları ile diğer Bektaşî tekkelerinin îlam kılınmaksızın beratı ita olunması hususunda irade-i aliyye taalluk ederk ol vechle icab
gelirleri bilinememektedir.15 Eldeki bilgiler ise duyumlara dayanmaktadır. Belgede eden mahallere ve mukataat hazinesine başka başka ilm ü haberleri verilmiştir. fî 9 Muharrem
1247” B. O. A, Malîyeden Müdevver Muhallefat Defteri, nr. 9771, haşiye:1; “Tahrir ve zapt
13 Yaşar Nuri Öztürk, Kutsal Gönüllü Velî Kuşadalı İbrahim Halvetî, İstanbul 1982, s. 3. olunan zevayadan başka zaviyedarları ehl-i sünnet ve’l-cemaatten olanların ve hasılatı cüzî
14* Bu belge 1826 sonrasına aittir, çünkü 1825 yılında Bektaşî tekkelerine yıkım kararı çıkmış bulunanların ve tevcih ve ibkaları lazım gelenler tevcih ve ibkasıyla iktiza eden berat ve ilm
olamaz. Ancak muhtemelen, bu belge “Osmanlı Devleti tarafından arşivde saklamak için ü haberleri îlâ ve inha ve mütevakkıf olanlar dahi kayıtları bâ irade-i seniyye şerh virilerek
hazırlanan bir kopya”dır ve kopyayı yazan kâtip tarihi yanlış kaydetmiş olmalıdır. icab eden mahallere mukataat hazinesine başka başka ilm ü haberleri verilmiştir. fî 8 Şaban
15 B. O. A, Hatt-ı Hümayun, nr. 17411; Bu belgeye göre, Kızıl Deli Tekkesi denilen tekkeler sene 1244” B. O. A, a. g. v. , haşiye:2.
iki adet tekkedir ve şeyhlerinden adı geçen yerlerin gelirleri sorulduğu zaman nakid 17 B. O. A, a. g. v. , haşiye:1.
mevcudun olmadığı, Dimetoka kazasına bağlı köyler (kura), yedi adet değirmen, 2500 18 B. O. A, Cevdet Malîye, nr. 133; Bu belgeyle devlet, Abdal Musa Tekkesi’ndeki türbeleri
baş koyun ve keçi, 200 baş sığır, 30 çift kara sığır, 40-50 hergele vardır. Hizmetkâr olarak yıktırarak kubbe kurşunlarının satılmasını istemektedir.
124 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu A. Yılmaz SOYYER \ 125
Mahmud’un padişah olduğu (1808-1839) dönem dışında hem kanunen yasak zorlamasıyla mecbûrî bir gizlilik dönemine girmişken, diğer yandan meşrulaşma
ve kapalıdır; hem de bütün âyin ve erkânıyla faaliyetlerine devam etmektedir. mücadelesini sürdürmeyi hiç ihmal etmemiştir.
Padişah annelerinden (Pertevniyal Vâlide Sultan) devlet adamlarına kadar pek İşte bütün bu gerçeklikler çerçevesinde Bektâşîlik, dâima var olmuş ve
çok kişi tarafından desteklenmiş, tekkeleri tamir ve ihya edilmiştir. Hatta ilerideki meşruiyet sahasına çıkabileceği uygun bir ortam kollamıştır. Bektaşîler, Vaka-i
bölümlerde görüleceği üzere devlet, kapalı saydığı bu tarîkatın şeyhleriyle resmi Hayriye’den, yani tekkelerinin kapatılışından on beş yıl sonra devlet nezdinde
yazışmalar dahî yapmıştır. Bektaşîler de bu kapalılık döneminde İttihat ve Terakkî ilk kez teşebbüse geçmiş bulunmaktadır. Bu teşebbüs 29 Ramazan 1256/ 25
Partisi’nden Masonlara kadar pek çok kurum ve şahısla zorunlu yakın ilişkiler Kasım 1840 tarihli olup Amasya’da sürgünde bulunan Şeyh Hamdullah Efendi’
içerisinde olmuşlardır.19 Bazı yazarlara göre ise 1839 yılında Bektaşîliğin yarı resmi nin affedilerek memleketine dönme ricasıyla ilgilidir.
rönesansı başlamıştır. Thierry Zarcone, Padişah Abdülmecid’in tahta geçişiyle,
Hamdullah Efendi, 1826 yılında Bektaşî tekkelerinin kapatıldığı dönemin Hacı
Halil Revnaki Baba’nın ve Merdivenköy Şahkulu Sultan Tekkesi şeyhi Ahmed
Bektaş Hankâhı şeyhidir. 1241/1825-1826 yılında babası Feyzullah Efendi’ nin
Baba sayesinde Bektaşîliğin faaliyete geçtiğini belirtmektedir.20 Şevki Koca ise
-âdi bir şekavet hadisesi sonucu- bir eşkıya tarafından öldürülmesi üzerine posta
Şahkulu Sultan Tekkesi’nın 1840 yılında Bezmialem Valide Sultan’ın koruması
geçmiştir. Devlet, Bektaşî tekkelerinin kapatılmasından bir yıldan bile daha az
altında Santuri Hacı Ahmed Nur Baba’nın postnişinliğinde ve zamanında açıldığını
süre önce gerçekleşen bu posta oturma hadisesini bir Hatt-ı Hümayunla tasdik
belirtmektedir.21 Bu yaklaşım kabul edildiği taktirde bu dönemin de (1826-1839)
etmekte; ilhad, rıfz ve dine karşı laubalilikten hiç söz etmemektedir. Hatta, katilin
ve (1839/1840-1848) şeklinde iki bölüme ayrılması mümkündür.
yakalanarak idam edilmiş olduğu da Hatt-ı Hümayunda kayıtlıdır.24
Bu dönemde Bektâşîlik ‘Gizli Cemiyet’22 olarak adlandırılan toplumsal yapının
Hamdullah Efendi 29 Ramazan 1256/ 1840 tarihli arzuhalinde mealen şunları
bir kısım özelliklerini göstermeye başlamıştır. Özellikle ‘Bektaşî sırrı’23 denilen
söylemektedir:
kavram, bu dönemin, İslâm literatürüne armağanıdır. Ancak burada pek çok
diğer sır cemiyetlerinde gözlemlenen ‘eski îmandan sapma’ ya da ‘yeni bir Hacı Bektaş Velî Hazretleri’nin Hankâhı’nda post-nişin iken Vaka-i Hayriye
inanç etrafında kümelenme’ söz konusu değildir. Bektâşîlik bir yandan şartların esnasında, şeyhlik vazifesinden (meşihatten) azl edilerek Amasya’ya sürülmüş
bulunmaktayım. Sürgünlüğüm on üç yılı aşmış bulunmaktadır. İçinde bulunduğum
perişan durum Halep Valisi Esad Paşa tarafından da padişaha bildirilmiştir. Vatan-ı
asliyem tarafına dönmem için izin çıkarılması... İmza: Mehmed Hamdullah25
19 Bu konuda bkz. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, İkinci Meşrutiyet Dönemi,
C: I, İstanbul, 1988, s. 384, 525. Aynı belgenin iki de eki bulunmaktadır. Bunlardan birisi Kırşehir meclisinde
20 Thierry Zarcone, “Bektaşîliğin Rönesansı: Batı Karşısında Bir Mistik İdeoloji” çev: Hakan alınan bir karardır. Bu kararda Hamdullah Efendi’nin tamamen ıslah-ı nefs
Yücel, Nefes, Yıl: 3, S: 33, s. 27. eyleyerek düzelmiş olduğu belirtilmekte ve memleketine dönmesinde hiçbir
21 Şevki Koca, a. g. m. , s. 20. sakınca kalmadığı yazılmaktadır. Asıl İrade-i Dahiliye metninde ise izin talebi
22 “Gizli Cemiyet olarak teşkilatlanmış bütün zümrelerde üyelik, tabiî zümrelerdeki gibi
tekrarlanmakta ancak “meşihat-ı mezkûre uhdesine tevcih olunmamak şartıyla” ibaresi
olağan bir şey olmayıp ancak bir ayırma ve seçme sonucudur. Onların geleneği âyin
ve merasimi, cemiyete girenlerin kendilerine özgü haklarıdır. Gizlilik ekseriya öyle sıkı eklenmektedir. Devlet, Hacı Bektaş Velî Hankâhı’na tâyin ettiği Nakşibendî şeyhinin26
muhafaza edilmiştir ki, dışarıdakiler, içlerine giren bilginler, bu zümrelerin gerçek yapısı,
maksat ve karakteriyle ilgili olarak tamamıyla yanlış yola saptırılmışlardır. Ancak seçilmiş 24 B. O. A, Hatt-ı Hümayun, nr. 25037.
üyeler, ekseriya bir sınama döneminden sonra, yavaş yavaş kavramların hakîki mânâsına ve 25 B. O. A, İrade, Dahiliye, nr. 1518.
cemiyetin âdetlerine vukuf kazanırlar.”Joachim Wach, Toplumun Sırf Dinî Teşkilatlanması, 26 B. O. A, A. MKT. MHM, D. nr. 18, V. nr. 48; Devletin, Hacı Bektaş Velî Hankâhına şeyh
çev. M. Rami Ayas, A. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, C:XIX, (ayrıbasım) s. 182. tâyin ettiği müderrislerden Mehmed Nuri Efendi 1256 (1840) tarihinde istifa etmiş
23 Bektaşî sırrı konusunda yapmış bulunduğumuz araştırmaların sonucunda, kavramın vahdet-i bulunmaktadır. Ama Niğde Kaymakamına devletin gönderdiği bir yazıda bu zatın istifasının
vücut anlayışının değişik yansımalarını ifade ettiği kanaatine varmış bulunmaktayız. A. kabul edildiği; ama yerine yine bir Nakşibendî şeyhinin tâyininin istendiği belirtilmektedir.
Rıfkı’nın Bektaşî Sırrı isimli eseri incelendiğinde de, kitapta vahdet-i vücutçu tasavvuf Aynı belgenin devamında ise Nakşibendî şeyhi Nevşehirli Yusuf Ziya Efendi isimli bir zatın,
anlayışının anlatıldığı gözlenmektedir. Geniş bilgi için bkz. A. Rıfkı, Bektaşî Sırrı, C. I-II, 300 kuruş maaşla Hacı Bektaş Velî Hankâhı postnişinliği vekilliğine tâyin edilmiş olduğu
Karabet Matbaası, Dersaadet 1328. görülmektedir.
126 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu A. Yılmaz SOYYER \ 127
vazifesine devam etmesini istemektedir. Hamdullah Efendi’nin arzuhaline cevap hissesi ise dervişlere taamiye olarak taksim edilmektedir.28 Ebubekir Efendi’nin
olarak düzenlenen bir Hatt-ı Hümayunda da bu düşünce açıkça görülmektedir. tahminleri yanlış çıkmış, devlet yukarıda belirttiği geliri, dağılımını aynen
Devlet, Hamdullah Efendi’yi, şeyhlik uhdesinde bulunmamak şartıyla affetmiş muhafaza ederek şeyhliği yine Nakşibendî tarîkatinden Ispartalı Mehmed Efendi’
bulunduğunu belirtmektedir.27 Sırf bu tavır bile otorite paylaşımında devletin ne ye (tevcih eylemiş) vermiştir.29
kadar üstün olduğunu göstermek için yeterlidir. Yüzlerce yıllık bir karizmatik
otoritenin temsilcisi, varlığının devamını temin edebilmek için, affı, dolayısıyla Sonuç
da geleneksel otoritenin kendisine yönelttiği suçlamaları kabullenmek zorunda
Bektâşîlik XIX. yüzyılda geçirdiği yasaklılık sürecinde “Çelebiler” ve “Babagân”
kalmış görünmektedir. 1840 tarihi İstanbul’daki Bektaşî dergâhlarının gerek
isimli iki kola ayrılmıştır. “Çelebiler” ve “Babagân” isimli iki kola ayrılışın ilk
Bezmialem Vâlide Sultan’ın gerekse Osmanlı bürokrasisinin desteğiyle gayrı resmi
oluşumu “mücerret-dervişler” ve “Çelebiler” arasında yaşanan ve XIX. yüzyıldan
olarak faaliyet göstermeye başladığı dönemdir. Devlet, özellikle de Şeyhülislamlık
çok önceleri başlayan problemlere dayanmaktadır. Ama XIX. yüzyıl öncesinde
ise bu vakıayı kabullenmek istememektedir. 20 Recep 1258/27 Ağustos 1842
Osmanlı Devleti böyle bir ayırımın ortaya çıkmasına izin vermemiştir. Bu durum
tarihli bir iradede Hacı Bektaş Velî Hankâhı postnişini (Nakşibendî) Mehmed
ancak Bektâşîlik yasaklanıp devletin kontrolünden çıkınca ortaya çıkmıştır. Bu
Said Efendi’nin vefatından bahsedilmektedir. Yerine ise yine aynı tarîkatten ve
ayırım XXI. yüzyılda da devam etmektedir. XX. ve XXI. yüzyıllar Bektâşîlikte yeni
müderrislerden Şeyh Ebubekir Efendi taliptir ve tâyin olunmak istemektedir.
ayrılma ve bölünmeleri de beraberinde getirmiştir. Ancak bütün bu ayrılma ve
Hankâh postnişinliğine talip olan Şeyh Efendi, Hacı Bektaş Velî Hankâhı gelirlerine
bölünmelere uğrayan grupların tamamı kendilerini Hacı Bektaş Velî’nin takipçisi
dair bir meseleyi devlete bildirmiş bulunmaktadır. Şeyh olabileceği hesabıyla
Bektaşîler olarak nitelendirmektedirler. Ayrılan bütün unsurlardaki hâkim özellik
önceden, vakfın gelirlerinin miktarını ve kendi elde edeceği geliri öğrenmek istemiş
“Bektaşî” oluştur.
olabileceği düşünülebilir. Vakfın gelirleri 27833 kuruş 9 akçeden ibarettir. Devlet,
vakfın gelirlerinden hiçbir vergi almamaktadır. Vefat eden şeyhin oğlu ehliyetli Son söz olarak şu söylenebilir: Bektâşîlik, ancak ve ancak kendisidir. İlk ortaya
olmadığından yerine başka birinin geçirilmesinin gerekliliği belirtilmektedir. çıkışından, bütün tarikatlerin kapatıldığı 1925 yılına kadar kendi dinamikleri
Gelirlerin on beş hisseye taksim edilerek bunun dört hissesi kendisine şeyhlik doğrultusunda varolmuştur. Hiç şüphesiz bu tarihî süreçteki sosyo-kültürel yapı,
ve mütevellilik verilecek (uhdesine meşihat ve tevliyet olunacak) efendiye, üç bugünün Bektaşîliğinin de temellerini oluşturmuştur. Bektâşîlik dün olduğu gibi
hissesi daha önce vaka-i hayriyeyle meşihatten uzaklaştırılan Hamdullah Efendi’ bugün de yaşamaktadır. Günümüz Bektaşîliği, bu çalışmayla ele alınan tarihî
ye, bir hissesi maaşa ait olarak dört hissesi hankâhın tamirine, geriye kalan dört arkaplanıyla birlikte değerlendirildiğinde anlamlı olacaktır.
27 B. O. A, Hatt-ı Hümayun, nr. 24588; Bu konuyla ilgili bir başka belgede Kırşehir Livası
müsellemi Abdurrahman Efendi, kendisinden sürgünden dönen Bektaşî şeyhi Hamdullah
Efendi hakkında görüş sorulunca mealen şunları beyan etmektedir:
Vak’a-i Hayriye’den sonra Hacı Bektaş Hankâhı’ nda Nakşî âyininin yapılması istenmişti. Bu 28 B. O. A, İrade Dahiliye, nr. 2856; hadise aynı şekilde başka bir vesikada da anlatılmaktadır.
sırada dergâhta 25 derviş bulunmaktaydı. Bunlardan 8 tanesi ortadan kaldırıldı (ref olundu), bkz. B. A. O, Cevdet Evkaf, nr. 1294; Hamdullah Efendi Amasya’da 9 yıl süren sürgün
geri kalanlar ise tashih-i itikad ettiler ve başlarından taçları çıkartılarak, kendilerinden hayatından sonra vefat etmiştir. 1263 hicri yılında mezarının üzerine türbe yaptırılmıştır.
Nakşibendî olacaklarına dair söz alındı. 1243/1827 senesinde ise, Hamdullah Efendi sürgün Türbenin kitabesi şöyledir: “Post-nişin-i âsitan-ı Hacı Bektaş Velî// Dahi evlad-ı Hünkâr
olduğundan vakfın gelirinin tevliyet ciheti Velîyüddin Efendi’ ye berat ettirildi. Bu güne nesl-i Şah-ı Evliya// Şübhesiz Seyyid Hüseyn en-Neseb-i âlî haseb// Çâker-i İsnâ aşer hem
kadar bu zat tekkenin malî işlerini, kendisi tashih-i itikad edip Nakşibendî tarîkati üzere hâdim –i fakr ü fenâ// Mahzar-ı feyz-i hidâyet mürşid-i kâmil idi// Oldu mirat-i kemali
olmayı kabul ederek yürüttü. Her ne kadar Hamdullah Efendi de affedilmiş ve tashih-i salikana hak-nümâ// Zahiren etsin ziyâret kabrini hep zâirân// Esna-i ruhu (?) olsunbatınen
itikad etmişse de, şehir halkıyla münasebeti fazla bulunmadığından vazifenin Velîyüddin âl-i abâ// Çıkdı hafız çârdeh ma’sûm tarih-i gûyân// Etdi Hamdullah Efendi Hak deyu azm-ı
Efendi’de kalması uygundur. B. O. A, Cevdet Evkaf, nr. 23489; Ancak önceki sayfalarda Hüdâ//1263 Bkz. Muzaffer Doğanbaş, “Hamdullah Çelebi Türbesi”, Cem Dergisi, Yıl: 30, S:
kaydettiğimiz pek çok belgeden anlaşılacağı üzere devlet, tevliyeti -meşihat uhdesinde 77, Nisan 1998, s. 46, 47.
olmamak şartıyla- Hamdullah Efendi’ye berat etmiştir. 29 B. O. A, İrade Dahiliye, nr. 3399.
4. OTURUM
DÜNYADA ALEVÎLİK 1
Özet
Türkiye’de İsmailî olmadığı için ülkemizde tanınmayan Şiîliğin üç büyük
kolundan biri olan İsmailîlik (diğer ikisi Caferîlik-On İki İmamcılık ve Zeydîlik),
Orta Asya’nın İslâmlaşma süreci sırasında, bugün Afganistan, Tacikistan ve onlara
komşu Çin ve Pakistan sınırları içinde yer alan dağlık Bedehşan bölgesinde XI.
yüzyılda yöre halkının İslâm’a geçişinde önemli bir rol oynamıştır. Bu bildiri,
konu hakkında çok kısa bir tanıtım amacıyla hazırlanmıştır. Daha geniş kapsamlı
bir çalışma doktora tezimiz çerçevesinde halen çalışılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: İsmailî, Nizari, Afganistan, Tacikistan, Bedehşan.
Giriş
Beşinci İmam Cafer el-Sadık’ın 765’te ölümü üzerine, yeni imamın, Cafer’in
hangi oğlu olacağı üzerine ortaya çıkan görüş farklılıkları sonucu, bir grup İsmail’i,
bir grup da Musa’yı seçmişti. Bu durum, Şiîliğin, İsmailîlik ve On İki İmamcılık
olmak üzere iki büyük kola ayrılmasına yol açmıştır. IX. yüzyıla gelindiğinde
On İki İmamcılık, Bağdat’ta Sünnî otoriteyle barışık, daha kentli ve şerî-ilmî bir
örgütlenme olarak varlığını devam ettirirken, İsmailîlik daha çok kırsalda ya da
kentli hoşnutsuzlar arasında kendine bir yer edinmiş ve gittikçe devrimci bir
karakter kazanmaya başlamıştı.
1 Öğr. Gör. , Selçuk Üniversitesi, Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi, Tarih Bölümü.
130 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Zahide AY \ 131
İsmailîliğin Tarihsel Gelişimi dağlık bölgeleri içermektedir. “Dünyanın çatısı” olarak da adlandırılan bu bölgenin
İsmailîliğin tarih sahnesine en somut biçimde çıkışı, Karmati hareketiyle insanları (Nizârî İsmailîleri), IV. Kerim Ağa Han’ı kendilerinin kırk dokuzuncu
olmuştur. IX. yüzyıl İsmailîlerin son imamı Muhammed b. İsmail’in yeniden imamı olarak kabul etmektedirler. Yani onların deyişiyle “Hazır İmam”.
ortaya çıkmasını bekleyen İsmailîler, “Karmati” adı altındaki isyancı hareketlerle Bedehşan İsmailîleri hakkında kısaca şöyle diyebiliriz: “Orta Asya’nın yegane
Abbasîlerin dikkatini çekmiştir Karmatilerin tarih sahnesindeki izleri çok kalıcı Şiîleri”. Bugün hâlâ sırf Farsça konuşmaları dolayısıyla Tacikistan’ın da İran
olmamıştır. Asıl kalıcı tesiri, Karmati hareketinden yararlanarak kuzey Afrika’da gibi Şiî olduğunu zanneden tarihçilerimiz vardır. Oysa Tacikler tıpkı Özbekler
kurulmuş olan Fatimîler gösterecektir. gibi Sünnîdirler. Dağ Tacikleri olarak da bilinen Pamirîler, yani Bedehşanlılar,
Fatimîlerin en parlak çağı halife el-Mustansır zamanında (1036-1094) yaşanmıştır. bugünkü Orta Asya’nın tek Şiîleridirler ve XVI. yüzyılın sonunda Şiîleşen İran’ın
El-Mustansır’ın 1094’teki ölümü üzerine İsmailîlik, tarihindeki en büyük bölünmeyi aksine ta XI. yüzyılda Nasır-ı Hüsrev’in bölgedeki faaliyetleri neticesinde İsmailî
yaşayarak, Musta’li ve Nizârî olmak üzere iki ayrı kola ayrılmıştır. İran İsmailîleri, olmuşlardır.
bu ayrılık üzerine el-Nizar’ın imamlığının meşruluğunu savundukları için Mısır İsmailî propagandası (da’ve) Horasan ve Maveraünnehir’e IX. yüzyılın ilk yarısında
ile siyasî ilişkilerini tümüyle kesmişlerdir. yayılmaya başlamıştır. Samani emiri II. Nasır-ı (öl. 943) döneminde İsmailî hareketi
Halife İmam el-Amir’in 1130 yılında ölümü üzerine, Musta’lîlik yeni bir bölgede büyük bir başarı elde etmiştir. Samani emirliğinin sınırındaki Bedehşan’a
bölünme daha yaşadı. Yine, yeni imamın kim olacağı tartışması yüzünden yaşanan İsmailîliğin girişi de büyük ihtimalle bu dönem olmuştur. Buhara’daki bu dönem
bu bölünmenin sonucunda Musta’lî İsmailîliği, Hâfızîlik (diğer adıyla Mecidîlik) fazla sürmemiş, İsmailî karşıtları II. Nasır’ı devirmiş, İsmailî taraftarlarına bütün
ve Tayyibîlik olmak üzere iki kola ayrıldı. Mustansır’ın ölümüne kadar bir bütün Horasan ve Maveraünnehir’de kötü muamale göstermişlerdir. Bu trajediye rağmen,
olarak kalan Fatimî İsmailîliği, 1132 yılına doğru Hâfızî, Tayyibî ve Nizârî olmak İsmailî hareketi hızlı bir şekilde toparlanmıştır. Dâî Ebu-Yaqub el-Sijistani’nin
üzere üç rakip hizbe bölünmüştü. Buhara yönetimi tarafından öldürülmesinden sonra bölgedeki İsmailî hareketi
bazı geri adımlar atmış olsa da tamamıyla yok olmamıştır.
Hâfızî kolu, 1171 yılında Fatimî devletinin Eyyübiler tarafından yıkılmasından
sonra devamllılık gösterememiştir. Tayyibî kolu ise, gelecek birkaç yüzyıl Bedehşan bölgesinde İsmailîliğin yayılmasındaki en önemli hareket, Fatimî
boyunca Tayyibî İsmailîliğinin en önemli kalesi olacak Yemen’de varlığını devam halife-imamı Mustansır Billah tarafından Horasan’a gönderilen Nasır-ı Hüsrev’in
ettirecektir. Tayyibîler, Yemen’de bir “dâi mutlak” başkanlığında bağımsız bir dâilik (misyonerlik) sürecidir. O da sonunda Horasan’ı terketmek zorunda
da’va örgütlenmesi kurarlar. Tayyibî dâileri zaman içinde başta Gucerat Bohraları kalmıştır. Bizim için asıl mesele buradan sonra başlıyor aslında. Nasır-ı Hüsrev’in
olmak üzere Hindistan Müslümanları arasında birçok yandaş kazanmıştır. Belh’i terkettikten sonra kendisine sığınak olarak bulduğu yer Bedehşan’da yer
alan Yumgan’dır.
Nizârî kolu ise, İran’da Hasan Sabbah’tan itibaren Moğolların gelişine kadar
Alamut liderliğinde, sonrasında da iki yüzyıllık bir yeraltı döneminin ardından, Yumgan’ın yötecisi olan Ali b. Esed bir İsmailîdir. Ali b. Esed’in nasıl İsmailî
XIX. yüzyılın ortalarına kadar Nizari imamlarının liderliğinde yönetilecektir. XIX. olduğuna dair kaynaklar hiçbir bilgi vermemektedir. Büyük ihtimalle Samani
yüzyıldan itibaren ise, artık “Ağa Han” ünvanlı imamları tarafından Hindistan’dan döneminde II. Nasır’ın devrilmesinden sonra Buhara’da kaçmak zorunda kalan
yönetileceklerdir. Nizârî toplumunun inancına göre bu dünyada her zaman kimi İsmailî otoriteleri Bedehşan’a gelmiş ve İsmailî inancının yayılmasında
hazır olan bir imam bulunmalıdır. Nizârî İsmailîlerinin bugünkü imamı, İslâm Bedehşan yönetici sınıfı üzerinde etkili olmuştur. Ali b. Esed, burada Nasır-ı
dünyasının, özellikle de İsmailî nüfusun yoğun olduğu, geri kalmış bölgelerinde Hüsrev’i, eserlerini yazması konusunda sonuna kadar desteklemiştir. Nasır-ı
yaptığı sağlık ve eğitim faaliyetlerinden tanıdığımız IV. Kerim Ağa Han’dır. Hüsrev’in Yumgan’dan Bedehşan ve çevresinde İsmailî da’vasını organize ettiğine
ve propagandasını buradan yaydığına inanılmaktadır.
Afganistan ve Tacikistan’da İsmailîler: Nasır-ı Hüsrev’den sonra İsmailîliğin bölgede nasıl bu derece yayıldığı konusu
hala çok açık değildir. Ancak öyle görünüyor ki, Ali b. Esed gibi (ki bu kişiler
Bölgeyi tanımayan bizler için Afganistan ve Tacikistan bölgesi diye genellediğimiz
hep yönetici sınıftandı) Nasır-ı Hüsrev’den önce de bölgede İsmailîler olmasına
yörenin aslında coğrafi bir adı vardır: Bedehşan. Günümüzde Bedehşan bölgesi,
rağmen, Nasır-ı Hüsrev, Orta Asya’daki İsmailî geleneğinin kurucusu olarak kabul
coğrafi olarak Afganistan, Tacikistan, Pakistan ve az da olsa Çin sınırları içerisindeki
132 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Marcello MOLLICA \ 133
edilmektedir. Belki de ilk defa Nasır-ı Hüsrev’le birlikte İsmailîlik bölgede halk
tarafından kabul görmeye başlamış olmalıdır.
Orta Asya İsmailî toplumu Nasır-ı Hüsrev’i Pir, Şah, Hazret, Seyyid, Huccet THE ALEVI CULTURAL CENTRE IN HORN-ST GALLEN,
gibi ünvanlarla anmaktadır. Nasır-ı Hüsrev Bedehşan’da zaman içinde tarihsel bir
SWITZERLAND: AN EXPLORATORY STUDY
kişilikten mitolojik bir kişiliğe dönüşmüştür. 2007 ve 2008 yaz aylarında bölgede
Marcello Mollica1
yaptığımız alan araştırmaları sırasında da gördüğümüz kadarıyla, bugün bölgede
birçok geleneksel ritüelin adı Nasır-ı Hüsrev’in adını taşımaktadır.
Sonuç
Abstract
Kendi özgün geleneğini oluşturmuş toplumlar içinde bugün hâlâ o özgünlüğü
Based on participant observation and multi-sited field research carried out
koruyabilmiş bir toplum olarak Bedehşan İsmailîleri, hem Orta Asya çalışmaları hem
in north eastern Switzerland, this chapter describes the ways an Anatolian
İsmailî çalışmaları için, henüz el değmemiş zengin bir antropolojik, mitolojik ve
Alevî migrant recent life experience has intersected with his religious
arkelojik ortam sunması sebebiyle, her ne kadar araştırmacılar açısından heyecan
group associational trends and activities in the host country. It argues that
yaratacak bir bölge olma özelliğine sahipse de, henüz bölge üzerine yapılan
without his home country, religion became a point of juncture, regardless
çalışmalar çok kısıtlıdır. Yapılan bu çalışmalar da, bölgenin kültürel mirasının
major structural changes that had taken place, following diasporic necessity,
izlerini sürmek yerine, XIX. yüzyıl Orta Asya’sındaki Rusya ve Britanya rekabetinin
within the Alevî religious organization. Furthermore, the transformation of
tarihsel gelişiminin uluslararası ilişkiler disiplini çerçevesindeki örnekleridir.
the earlier Alevî ‘personal’ structure into an Alevî ‘organizational’ structure
Bölge, farklı displinlerden araştırmacıların ilgisini beklemektedir.
has subsequently strengthened the role of the Alevî laymen.
Önerilen Kaynakça: Key words: Alevî migration, Switzerland, Erzincan, Alevî religious
1. Bartold, W. , Moğol İstilasına Kadar Türkistan, TTK, Ankara, 1990. structure, Alevî associational trends in diaspora.
2. Daftary, Farhad, Muhalif İslâm’ın 1400 Yılı-İsmailîler: Tarih ve Kuram, Rastlantı
Yayınları, Ankara, 2001. Prologue
3. ........................., Ismailies in Medieval Muslim Societies, I. B. Tairus ve The Institute I met Zeki Mert2 for the first time on a frigid evening in front of an Alevî
of Ismaili Studies, London, 2005. cultural centre in Horn 3, a small Swiss village on the western shore of the
4. Hodgson, Marshall G. S. , İslâm’ın Serüveni, c:1, İz Yayıncılık, İstanbul, 1993. Lake of Konstanz. He was helping to distribute kebabs at a gathering of
5. Hunsberger, Alice C. , Nasir Khusraw the Ruby of Badakhshan, I. B. Tairus ve
Alevîs arriving from all over Switzerland. I was never sure whether he and
The Insitute of Ismaili Studies, London, 2003. his friends were sceptical of me. However, few informants I have met in the
course of my field-work were as willing to help4 and share the chronology
6. Ivanow, W. , Nasır-i Khusreaw and Ismailism, Bombay, 1948; Andrei E. Bertels,
of their lives as Zeki. This is what is known as participant observation in my
Nasır-ı Khosrov i Ismailizm(rusça), Moskov, 1959
fields of academics. Although I had longstanding friendships and collegial
7. Ivanow, W. , Studies in Early Persian Ismailism, Bombay 1955
8. Lewis, Bernard, Tarihte Araplar, çev: Hakkı Dursun Yıldız, Anka Yayınları, 1 Dr., University of Fribourg, Switzerland.
İstanbul, 2001. 2 I interviewed Zeki Mert several times, from October 2008 to January 2011, at the Alevî
cultural centres in Horn and St Gallen.
9. ........................., “The Ismailites and the Assasins”, A History of the Crusades, 3 Horn is a municipality with some 2,500 inhabitants, part of the District of Arbon, in
University of Pennsylvanis Pres, Philadelphia, 1955. Canton Thurgau, bordering Canton St Gallen.
10. ………………. , Haşhaşiler, çev: Ali Aktan, Sebil Yayınevi, İstanbul. 4 For instance, that very first evening he asked one of his relatives to take care of me. She
was a kind young lady who passed away unexpectedly a few months later.
134 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Marcello MOLLICA \ 135
relationships in the Alevî community, I knew little about Alevîs and Alevîsm, never questioned ‘who he was’. He knew that he was ‘different’ but could
and felt as if I was entering a new world. I still claim to know very little. not explain why.
On the one hand, my theoretical knowledge comes from taking ‘intensive In 1988 Zeki’s parents returned to Turkey. He also married that same year.
courses’ with my friend and colleague, Ahmet Taşğın, while I was a visiting Until then, he had no real interest in Alevîsm. He knew that he was Alevî
member of staff at Dicle University in Diyarbakır in eastern Turkey. On the simply because he had been told. It was only after he married that he grew
other hand, my experience comes from what I learned as a field-researcher ‘closer’ to Alevîsm. He also began to visit his village more frequently (even
in both Canton Thurgau and Canton St Gallen in eastern Switzerland. It if only for a week, but in a week – as he points out – ‘you can learn much’).
was through Ahmet and Zeki that I was initiated into the socio-religious The first thing he learned about in the village was the Alevî social aspects of
practices and dynamics of this “new world”. In addition, these personal and music. He learned about other Alevî practices during subsequent summer
academic trajectories overlapped in Switzerland, since the research subject visits.
(Zeki) was always trying to explain to the researcher (myself) how he came ‘I learned that I could put something below a tree and make a wish’
to discover ‘who he was’ in his diasporic journey. The present exploratory (Z. Mert).
study is a narrative of this encounter, it describes how Zeki’s recent life
experience intersects with Alevî associational trends and activities in Then, on July 2, 1993, more than thirty people (including Alevî
Switzerland, including the April 2010 relocation of (his) Alevî centre from intellectuals and artists) were burned alive in the Madımak Oteli in Sivas,
(the village of) Horn to (the city of) St Gallen5. while celebrating Pir Sultan6. This was a turning point for Zeki. Meetings
were convened all over Europe, first with people from Sivas, then with Alevîs
From Erzincan to another country coming from everywhere. The meetings continued for one year. Zeki took
Many of the Alevîs I met in the Alevî Cultural Centre in Horn, Canton St part in all of them.
Gallen, Switzerland, belong to what they consider to be a ‘second migrant In 1994, the first Alevî association was created in Switzerland. It was
generation’. The first migrants came in the 1960s, from the eastern Anatolian called ‘Solidarity Arbon7 Cultural Association Pir Sultan’. Zeki joined the
region of Erzincan, part of a larger migratory wave mostly directed toward Alevî association and soon became a member of the Executive Committee.
(then West) Germany. It was a ‘generation’ made up of Turkish migrants. Only a few members of the committee had any real knowledge of Alevîsm.
The ‘second generation’, very often, came without a certain identity, The Alevî association’s main activities were folk dance and music. In 1995,
but became ‘spiritual’ later, influenced by various factors. Zeki Mert, the they formed an Alevî Swiss Secretariat. In 1996, the first Cem [the most
current President of the Alevî Cultural Centre at Horn, joined his parents important Alevî ceremony] took place, and was attended by many Alevîs.
in 1975. His parents had come to Switzerland in the early 1970s. Zeki had The Dede, the religious specialist who leads the Cem, was expected to come
previously moved to Istanbul from Erzincan, together with his aunt. Later, from Germany, but unfortunately developed a sudden illness and was unable
he went to Izmir where he attended school. Nevertheless, religion was not to come. He was replaced by a young Dede who arrived about two hours
a major concern in Istanbul or Izmir; people did not speak of Alevîsm or its later. His name was Zeynel Arslan8.
traditions. Apparently, they only spoke of Alevîsm in their native villages.
When Zeki arrived in St Gallen, he made more friends among the Swiss
than the Turks. He made links with contacts of his then elderly parents, as 6 Pir Sultan Abdal is a famous Alevî poet of the XVI century. Since then he has been
well as local networks. There were two ‘Anatolian’ cultural centres in the symbolically perceived as a resistance fighter against authority. This is a reason why many
associations, including those opposing the Turkish government and its politics, use his
city: one was oriented politically towards the left, the other towards the
name.
right. Zeki and his friends joined the former. Throughout his life, he had 7 Arbon is a town with some 13,500 inhabitants, in Canton Thurgau.
8 Zeynel Arslan is one of the dedes introduced in Sökefeld’s article on the Dedelik institution in
5 St Gallen is a city with some 160,000 inhabitants, the capital of Canton St Gallen, in Germany (Sökefeld, Martin (2002). Alevî Dedes in the German Diaspora: The Transformation
German-speaking eastern Switzerland. of a Religious Institution. Zeitschrift für Ethnologie, 127, 163-186).
136 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Marcello MOLLICA \ 137
Following that event, the Alevî association became a meeting point have a clue about Alevîsm. The reality is that many think Alevîsm
even for women, since prior meetings were opened only to men. Alevîs in is either a branch of Islam or of Christianity’ (Z. Mert)
eastern Switzerland began to hold many kinds of cultural events (not simply
religious ones). In 1999, the centre changed its name to ‘Horn Alevî Cultural For those of Zeki’s ‘generation’, the story was different of course:
Centre’.
The new centre was facing several challenges at the time. Perhaps the ‘It was via the centre that I re-discovered the contacts with my
most serious was that Turkish and Kurdish migrant political activists were own people. Today everything I do is through the centre. At the
coming to the centre to recruit expatriates for membership in their parties beginning it was just folk-dance and playing the saz [long-necked
lute, central in Alevî tradition]. Parents sent their children to
or organizations. However, the Alevîs were able to meet and survive this
learn to play the instrument. Then we started with meetings and
challenge. Another problem was how to increase public awareness. Various conferences. Now we even receive a religious magazine, The Voice of
methods were used to make the Alevî centre more ‘visible’. For instance, the Alevîs [Alevîlerin Sesi]9; we organize Cem periodically and invite
Zeki himself was a motivating factor, as he was well-known in the city for his different Dedes. We explain our children who was Prophet Elias
activities as coach of a local football team. However, what truly motivated [here meant to be al-Khidr, known to many Alevîs as Hıdır İlyas/
people to join the Alevî centre were issues of identity and religion: Hıdırellez or simply Hızır]’ (Z. Mert).
‘Alevîs were made [italics mine] in the centre, because for those who Zeki’s discourse was self-reassuring with respect to (socio-religious)
joined the centre activities the priority was Alevîsm! Alevîs whose identity concerns. He placed emphasis on (religious) differences with Sunni
priority was being Kurdish or Marxist came to the centre just for
Islam:
funerals … their being Alevî was re-activated just when someone
died. Then these people simply disappeared!’ (Z. Mert).
‘Our Ramadan [the Islamic month of fasting] is not the Sunni
Ramadan! Our Ramadan lasts 12 days and we run activities other
Settling in Horn than those that we run during the rest of the year. We have families
Zeki was precise and honest in his storytelling. He followed a clear cooking and voluntary works. Children take part in the activities
chronological order, as I had requested at our first meeting. He spoke in because we believe it is not enough to simply give [theoretical]
a very understandable way, from the perspective of a participant observer, lessons. The tradition to give the Aşure [a certain dessert] to the
which enabled me to discern the outlines of the religious community. He neighbours [at the end of these 12 days] is also continued here. Our
proudly described the remarkable role played by the Alevî centre in the local children have the addresses [of the Alevî neighbours] and bring it
community. It had become a reference point for many Anatolian migrants, home to those who have no time to come to the centre or who are
even beyond Alevîsm, and was playing a respectable role in education and sick. Most Alevîs come to the centre, however our idea is to offer
the Aşure outside of our centre, not just to Alevî people, in order to
inter-religious relations.
make the event visible and known’ (Z. Mert).
Thus, the Alevî centre made its first visible impact on the younger
generations:
The question of Who am I? came up frequently:
‘Now girls and boys at local schools can freely say I am Alevî. If this
is possible, it is because of the centre. Recently, one of our girls ‘At the beginning it was very important to meet and stay together.
was given [at school] an official form that included a mention to Then we started inviting people from outside. We tried to make our
her religious affiliation. Beside her name it was written Muslim. She children active. Now I can say that youngsters and women are very
deleted the word Muslim and replaced that with the word Alevî. So, active. Our philosophy is to teach people and get them involved.
the teacher had to learn about the girl’s religion since he did not
9 The monthly magazine of the German Confederation of Alevî Associations [AABF, Almanya
Alevî Birlikleri Federasyonu].
138 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Marcello MOLLICA \ 139
Before people met because all of them were Alevî. Now they meet to Upon entering the praying room, a person must bend to pass through a
make a step forward: they ask themselves Who are we? or Where do very low door. Paintings of the sun and twelve cranes 12 adorn the ceiling,
we stand in Islam? or Is our place within Islam? Previously, people while the Forty Rules [Kırk Makam] of the Alevî tradition are inscribed on
just met and did not talk. Now they talk ... our problem was that four columns. Appearing on a fireplace13 are a man and a woman14 with four
every former meeting was about politics! Then it was decided to
lions at their sides, two representing Imam Hasan ibn Ali (625-669) and
talk just about religion. We’ve understood that if we keep talking
about politics we would finish soon! So, now there is discussion; Imam Hüseyin ibn Ali (626-680), and two representing either Hacı Bektaş
some say that Alevîsm is part of Islam and others disagree. However, Veli15 and his wife Kadıncık Ana, or Ali ibn Abi Talib and his wife Fatima
everything is just restricted to religious issues!’ (Z. Mert). (daughter of the Prophet Muhammad).
The Alevî centre also acts as an integration centre to assist people in
Religion became a point of juncture, despite its potential to create Switzerland, for example, by organizing integration meetings with other
controversy due to long-standing ethno-religious conflicts. The Alevîs in cultural groups, or organizing a Cem in the German language (as was arranged
diaspora realized that the only way to overcome political divisions or ethnic by the Alevî Youth Federation and held in St Gallen in December 2009 with
boundaries was to narrow the scope of discussion to religion, which gave a the participation of nearly 300 people). The Alevî centre organizes other
strictly religious direction to the Alevî centre. In other words, within the joint events as well, and has even set up a volleyball club. It presently offers
framework of religion, any discussion was permitted. It would have not a number of cultural courses: saz courses (4 groups, 38 children), a guitar
been the case with politics. course (one group, 6 children) and traditional dance courses (3 groups, 19
The centre began by offering saz lessons, then expanded its program to teenagers).
traditional dance, small theatre plays, periodical computer courses, cooking Despite all efforts, however, the Alevîs continue to struggle for proper
classes for women, after-school classes and Turkish lessons for children, acknowledgement of their status in Switzerland. For instance, they claim
German lessons and reading courses for elders. Today, some meetings are that they were treated unfairly at a match of the European Championship
religious or religiously-driven (e.g., the Day of Aşure); others commemorate Volleyball tournament held at St Gallen on November, 16 2008, in the
massacres of Alevî in Turkey, such as Sivas (1993, often organized jointly presence of the Turkish Consul General in Switzerland. St Gallen team’s
with the Alevî Swiss Federation), Dersim (1937-1938), Maraş (1978) and opponent was a team from Ankara. During the break of the match, the Alevîs
Corum (1980). Some events are strictly informative. For instance, experts from Horn performed a traditional dance on the playing field. They had
were invited to speak about timely health issues (such as drug abuse or HIV been promised to be introduced as ‘Folkloristic Group of the Alevî Centre
prevention). Activities are organized for Mother’s Day, Woman’s Day, a Slow in Horn’, but the announcer addressed them as ‘Horn Turkish Folkloristic
Up (bicycle-tour) Day, a New Year’s Eve Party, an Educational Day, a Cultural Group’. To make things worse, a photographer of the Turkish newspaper
Meeting Day10 and an Integration Day. Post published pictures of boys and girls supporting the Turkish team16, but
In 2010, however, the Alevî Centre had to cut back many of its activities made no mention of the Alevî centre in Horn.
because preparations were underway to move the Centre from Horn to St Things went better five years earlier, when the Alevî centre participated at
Gallen11. The opening of the new Alevî centre was preceded by an Open- the 200th Jubilee Year of Canton St Gallen. On that occasion, the city council
Door Day and followed by a great celebration. The new building has a made a CD and a book that included contributions from 16 countries and
praying room, a cultural room, a class-room, a large-events room, a cafeteria,
a library, a huge kitchen and a smoking-room. 12 They symbolize high communal solidarity and cohesion.
13 It symbolizes the hearthstone.
14 They symbolize equality between sexes.
10 This event does not take place in Horn or St Gallen, but in Wittenbach, a municipality 15 Hacı Bektaş Veli is a XIII century philosopher, and regarded as one of the most important
in Canton St Gallen. teacher of Alevîsm.
11 The work on the new Alevî centre in St Gallen began in October 2009 and was completed 16 Apparently, only the members of the Horn Cultural Alevî Centre supported the Turkish
in April 2010. teams playing in St Gallen, not other Turkish groups or movements.
140 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Marcello MOLLICA \ 141
27 cultures (with the Horn Alevî Cultural Centre representing the Turkish ‘During funerals often someone comes with a cap turned the way
language). The Alevî centre was given a place at the City Library (the old round, but in the cities they come with a turban, and dress differently.
Benedictine Abbey), where they read books in Turkish (provided by the In the villages these special dresses are not used. In the villages it
Turkish Consulate). is possible to keep going with traditions without big changes, but
the more Alevîs moved to the cities the more they changed and the
Every year the Alevîs from Horn voluntarily attend cultural meetings
more they took from Islam. As a consequence, given this pressure,
organized by the United Nations Educational Scientific and Cultural Alevîs were literally forced to hide from Islam’ (informant, Horn,
Organization (UNESCO). Every two years, the Alevî centre presents its January 2009).
activities to future graduates of the St Gallen School of Teaching.
Zeki embodies a growing sense of communal (socio-religious) self- Alevî Activities in Horn
esteem, which is a spectacular change in the attitudes of Alevî laymen. He
The Alevî centre in St Gallen has 110 members today. Usually more than
was a personal witness to that change. One of the things that needed to
200 people attend contemporary gatherings, while the new conference room
be changed concerned the Dedes. Many Dedes were inexperienced. Even if
can hold 500 people. What follows are the lists of the most important
they knew who they were, they did not know much about what they were
Alevî celebrations in Horn – St Gallen, and specifically, the 12 ‘compulsory’
supposed to do, and had to be trained in the proper way to perform their
components of the Cem ceremony. Two caveats must be mentioned, however.
duties. However, Dedes are not supposed to make mistakes, which is why
First, the lists are not meant to be exhaustive. Second, the lists enumerate
previously, feeling unsure, they did not expose themselves. In other words, it
events and participant roles as described to me by my informants.
was not sufficient to be ‘part’ of the Family of the Prophet; they had to know
as well. But the problem was not simply that Dedes did not know how to
a) The most important Alevî celebrations are:
celebrate, but also that Alevî congregations did not have the courage to act.
They knew what to do, but felt that they were only members. They knew 1) Hızır (February, 13-15) - Alevîs perform a partial fast. They do not
who they were, but knew little about their beliefs. They just participated in eat until the evening when it is dark, and never in the morning. Afterwards
activities organized by the Alevî centre. they collect presents and food [lokma, called offerings from Alevîs] and
It is likely that nothing would have happened without the Sivas killings. bring them to the Alevî centre, where they lay everything on a table and
This event changed everything. Prior to the massacres, there were no centres; divide it. Whatever is left over is placed into bags and distributed during
but afterwards, the Alevîs reached the conclusion that they must organize the celebration on the last day of Hızır. On that day, one person puts on
themselves. It is also worth mentioning that the Sivas event is often a costume with a long beard. Even the Dede may dress as Hızır and then
represented in theatre play form at the Alevî centre in Horn-St Gallen. recount stories about Hızır17. On the third day, after the fasting has ended,
Most Alevîs in diaspora believe that outside Turkey they can say almost they cook a form of Helva [sweet]18, give the Lokma to neighbours, and
anything they want, without fear of retribution from counterparts in the return to the Alevî Centre to pray.
community. On the contrary, inside Turkey they do not feel free to say who 2) The 12-Days of Fasting for the 12 Imams – This period of 12 days
they are or speak their minds, even though manifestations of their religious begins – according to the Islamic calendar – on the first of the month of
practices are not against the law. The perception of most of the Alevîs I Muharrem, and thus moves in the Gregorian calendar. During this celebration,
interviewed in Switzerland is that abroad they can reveal their religious three or four families assemble at the Alevî centre to cook. They avoid meat,
affiliations, while in Turkey they are considered to be, sic et simpliciter, part and prepare simple food, usually salad. They converse with each other and
of Islam. perform a ritual dance [Semah]. Those who can play musical instruments
When Sunni Muslims take part at Alevî funerals, for instance, the Alevîs
must act in ways that respect and placate the Sunnis. The situation is different
in the villages, however, where people may act according to their tradition, 17 One informant explained that the rationale behind this was to ‘re-activate memories’, since
and celebrate festivities freely. As one informant made explicit to me: the practice was traditionally performed in Alevî Anatolian villages.
18 Alevîs cook something similar when someone dies.
142 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Marcello MOLLICA \ 143
[saz] accompany the singing of songs in memory of the 12 Imams. No one 7 The Saka [Cup bearer]21 - The Dede blesses the water; then places it
should marry or take part in parties. into a container. Participants are allowed to bring it home for sick people;
3) Kurban Day – This celebration recalls a blood sacrifice ceremony. 8 The İbrikçi [Water-carrier; a couple] - They carry fresh water to first
The blood must come from animals and not human beings19. The day is not wash one another’s hands and then the Dede’s hands, which then must be
fixed20. Fasting is not compulsory, but depends on regional customs. dried with a new towel.
4) Nevruz (March 21) – This day commemorates Ali ibn Abi Talib’s 9 The Süpürgeci [three Sweepers] (at least one of whom must be a
birthday. For Alevîs it is the most important event. Everything that happens woman) - At the conclusion they announce that the room is clean.
on the 21st is, in itself, good. 10 The Çerağcı [Lighter] - He/she lights two or twelve candles.
5) Aşura – The timing of this celebration is fixed – according to Islamic 11 The Semah [Ritual 22] – Everyone must move in a given way, always
calendar – on the 10th day of Muharrem, but the Aşure [the dish] itself is facing the sun.
distributed on the 12th day. The ingredients to make the dish vary according 12 A Kurbancı [Collector 23] of presents – He announces the start of the
to regional and family customs. The dish is not distributed to everyone but collection and takes responsibility for its equitable distribution.
only to known Alevî people. Some Alevîs go to the Alevî centre on this day
only. After the Dede’s blessing, everyone eats and enjoys the same rights. The
Dede can give the blessing after he has asked three times whether everyone
Many Alevîs I have met argue that their centres in Western Europe are is happy with his/her dish. Occasionally someone might begin to eat before
more authentic than in Turkey, even though they were founded about 15 the blessing; in which case he/she must do penance. However, this is often
years ago. Most Alevîs believe that their religious practices are regarded as done intentionally to show the children how to donate (for instance, to give
heretical by the Sunni Muslims, and, by implication, regarded as inferior. money or to donate one’s time to clean the windows at the Alevî centre).
The Dede’s role is important even before the Cem, because he is the one
b) The compulsory Twelve Services of the Cem: who assigns duties to everyone else. He also celebrates weddings. However,
1 The Dede - He is ‘indispensable’ to run the Cem. The Dede of the every member of the Executive Committee has a religious duty. For example,
centres of Horn-St Gallen Centre, Bayran Hasan, resides in Canton St all members of the Committee must eat together when a member of Alevî
Gallen. centre dies.
2 The Rehber - He ‘shows’ the way to the Dede.
3 The Zakir - He ‘helps’ the Dede by accompanying him on the saz The Swiss Alevî Federation
(even the Dede plays the saz); The first associations for Swiss Alevî were created in 1994. In 1997 a
All three ( Dede, Rehber and Zakir) may even be women. Everything Swiss Secretariat was founded to coordinate the work of these associations,
begins when the Dede asks three times whether he can be Dede. He must with its first headquarters in Basel and later in Winterthur. That same year, a
receive a positive reply. Swiss Central Association was organized and joined with the Alevî European
4 The Gözcü [Guard] - He maintains silence. Federation to form a central body with ties to Alevî associations from other
5 The Kapıcı [Door-keeper] - He is responsible for the door. He permits European countries. The Alevî European Federation was headquartered
no one to enter once the Cem has started; in Cologne, Germany. In 2001 the Alevî European Federation became
6 The Peyik [Messenger] - He makes a house-by-house announcement the Alevî European Confederation. To accomplish this, its organizational
of the Cem. structure in each country had to be changed (the Swiss Alevî Federation was
19 An informant emphasized the link with Abraham’s attempted sacrifice of his son Isaac, 21 An informant emphasized the connection to Imam Husayn ibn Ali’s suffering during the
who was then saved when God sent a sacrificial lamb [Gen 22]. Battle of Kerbala in A.D. 680.
20 Normally, it is the same day that Sunni celebrate (that is, the Islamic Id al-adha, the Day 22 As translated by my St Gallen informants.
of Sacrifice, fixed according to the Islamic calendar). 23 As translated by my St Gallen informants.
144 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Marcello MOLLICA \ 145
created in 1999). Today the Alevî European Confederation meets at least It was a mixture of memories and experiences, identity concerns and self-
every three months. Alevî Swiss centres which are members of the Alevî representation of their own religious affiliation. But today, great changes can
Swiss Federation are currently located in Aargau, Basel, Bern, Fribourg, St be seen, even among youth and women. Alevîs have gone through difficult
Gallen (ex Horn), Geneva, Lausanne, Solothurn, Zurich (Schlieren) and times, especially before the creation of the Alevî Swiss Federation. When the
Winterthur. Alevî centres were set up, they were viewed with interest and suspicion by
The Alevî Swiss Federation organizes events on its own and jointly with Turkish and Kurdish political groups. In fact, some members of the Alevî
the local Alevî centres. Among the secular events are Woman’s Day and cultural centres had been involved previously in political movements (most of
Workers’ Day. Special attention is given to commemorate tragic Alevî events, them acting at the left end of the Turkish political spectrum). Consequently,
such as what took place in Malatya (1978), the Gazi district in Istanbul they were the first to feel the pressure from the political activists, and many
(1995), and Maraş (1978) – the latter with theatrical plays in Winterthur and ended up leaving the Alevî centres.
Solothurn. The Alevî Federation organizes periodic meetings with the local
At the beginning, many Anatolian migrants viewed the Alevî groups as a
Alevî centres as well as trips to Turkey (e.g., to Hacı Bektaş Veli’s Mausoleum
kind of ‘emanation’ from Turkey, much like Kurdish or Marxist organizations.
in Nevşehir, or to Sivas). It organizes events associated with fasting for Hızır
Many feared that Kurdish extremists were rejoining in the Alevî centres.
Orucu, holidays celebrations (for Hacı Bektaş Veli and Ali ibn Abi Talib
Others feared that this organizational trend was a consequence of (real
/ Newruz), and so-called ‘information/education weeks’ (for instance, on
Alevîs in Europe or on Alevîsm and its History). The Alevî Swiss Federation or perceived) resistance to growing Turkish ethno-nationalism. On the
recently set its priorities for the future as following: to increase support for contrary, the dominant Turkish Government’s point of view was that Alevîs
local Alevî centres and plan for the construction of a large building to host were Kurds or Socialists, now simply called Alevîs. For the organizers of the
Alevî celebrations. The 30,000–40,000 Alevîs living in Switzerland today are new Alevî centres it was very time consuming. As Bülent argues, at the same
represented by the President of the Swiss Alevî Federation, Bülent Ant24. time they were fighting to overcome the aforementioned challenges, they
The same historical dynamics spoken about with reference to Horn – St also had to fill an almost 30-year ‘religious gap’, since most of their members
Gallen went on all over Switzerland: had arrived in the early 1970s and were now acting in the late 1990s.
Alevî communities in diaspora were witnesses to huge structural
‘At the beginning, the Alevîs were hiding even in Switzerland, not transformations, first in Anatolia (where they encountered dramatic urban
just in Turkey. But through the associations they got to know other changes), and second outside Anatolia (after they moved to Western
Alevîs. The fear was not of being discovered and attacked, but of
Europe). They maintained their rituals, however, and their rituals kept them
being asked what it meant to be an Alevî. Alevîs would not know
how to reply. Secondly, their fear was that people knew that they together, at least to a minimum level of cohesion, despite different degrees of
were Alevî, but they did not know how to practice their rituals. assimilation and diverse diasporic trajectories. Once in Europe, they defined
There were many reasons for this, for instance, they did not have a their (communal) way of being through their cultural associations. Once
place or there were no Dedes and they were forced to do everything integrated with a foreign land, they defined their (religious) codex.
at home’ (B. Ant). To sum up, the tasks of the Dede remained substantially the same,
although subject to socio-cultural and topographical influences. The Dede
had to preserve the ‘rituals’, teach Alevîsm, and finally, where permitted,
act as a kind of ‘judge’. Although the title remained ‘hereditary’, the Dede
24 I interviewed Bülent Ant in the Alevî Cultural Centre of Winthertur on May, 24 2009,
participated in the celebrations not only as a ‘Dede’, but also as a ‘member’. A
and on February, 4 2011. Bülent was Vice-Present of the Alevî Winterthur Centre from
1997 to 1999; Vice-President of the Swiss Federation from 1999 to 2001; a Member of fundamental change had taken place, following diasporic necessity: the earlier
the Executive Commission of the Swiss Federation from 2001 to 2007; and finally elected Alevî ‘personal’ structure was transformed into the Alevî ‘organizational’
President of the Swiss Federation in 2007 (first mandate 2007-2009, second mandate structure, which strengthened the role of the Alevî layman.
2009-2011).
146 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Marcello MOLLICA \ 147
Conclusions houses. Secondly, they want to achieve political goals in both their host
Zeki Mert is not acquainted with many Anatolian Sunni Muslims living country and motherland. In Switzerland, they want to be acknowledged as a
in Canton St Gallen. After all, he is a heretic in the eyes of many of them. religious group. Regarding Turkey, they want acknowledgement of Alevîsm,
However, his Dede attends a periodic meeting for inter-religious dialogue acceptance of Cem houses as places of worship, the cessation of mosque-
in St Gallen. Alevîs in St Gallen maintain good relations with the local building in small Alevî Anatolian villages, and the transformation of the
authorities, who regard them not as a religious group, but simply as one Madımak Oteli in Sivas into a museum. Once they are acknowledged for
migrant organization among many. Thus Alevîs struggle for acknowledgement ‘who they are’, they can take the next step and show what they do and why
as a religious organization. This struggle is a relatively recent development, they do it, making these things known to everyone within and without their
however. The truth is that for decades, Zeki (like many others belonging to congregations, and to other religious denominations near and far.
his ‘migrant generation’) was not interested in religion. As he emphasises,
he did not know what it meant to be an Alevî and, by implication, he did not Acknowledgement
know ‘who he was’; furthermore, the first Cem in which he took part was I am grateful to Janina Karolewski for her critical comments, and to
not in his home town Erzincan (in Turkey), but at the Alevî centre in Horn Rossella Scirocco for translating some interviews.
(in Switzerland).
This personal ‘re-discovery’ converged with major structural variations.
The greatest change for the Alevî community in Turkey occurred when
people moved from villages to cities. When they moved to Western Europe,
and reunited under the name ‘Alevîsm’, they encountered new problems,
starting with the very role of their religious authorities. In their own villages
they had their own Dedes, but in diaspora they accepted any available
Dede. Even in their native Alevî villages, however, there was usually no
opposition to Dedes coming from other villages, since an aura of ‘respect’
always surrounded Dedes. A different necessity arose in Europe, however.
The search for Dedes became more desperate, since they were few in number
and knew little about their tasks. Hence, the people were literally forced to
invest in the ‘formation’ of Dedes.
Clearly in Europe and the large Turkish cities, some of the tasks of Dedes
assumed a different meaning or became almost irrelevant (such as acting as
a ‘judge’). Negotiations were now held in the Swiss Cems, which became
places to address socio-personal problems, but where the Dede did not act
as an arbiter. The Dede’s primary role was to run the Cem. The main
principle remained unchanged, as did the complex rules that governed the
ceremony. As a consequence, a different structural organization developed
in diaspora, affecting the pyramidal hierarchy: the tribal structures of the
motherland were replaced by vertical associational structures (Confederation
> Federation > Centre) in diaspora.
Alevî Centres in Switzerland set their own priorities in accordance with Sun and 12 cranes adorning the ceiling of Alevî Centre in St Gallen
their beliefs and politics. First, they want to know Alevîsm themselves
and make it known to others, in order to form Dedes and build new Cem
148 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Marcello MOLLICA \ 149
Özet
Çalışmada Musul ve çevresinde yaşayan Şebek topluluğunun inançsal müzikleri
ezgisel ve ritimsel açıdan değerlendirildi. Tarafımızdan derlenen bir semah ve
bir deyişin notalarına yer verildi.
Anahtar Kelimeler: Şebek, Musul, Alevî, Bektaşî, Semah, Deyiş
Sonuç
Sonuç olarak bu bildiri, Şebeklerin inançsal müziklerini akademik yönden
inceleyen ilk çalışma özelliğini taşımaktadır. Türkiye dışında yaşayan Alevî Bektaşî
topluluklarının inançsal müziklerini anlayabilme ve değerlendirme açısından
önem arz etmektedir.
154 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Eşref DOĞAN \ 155
Yöresi: Musul Derleyen: Nihat YALÇIN
Kimden Alındığı: Adil TOPÇU Notaya Alan: Nihat YALÇIN
ALEVÎ SÜNNÎ BÜTÜNLEŞMESİ ÖNÜNDEKİ ENGELLER:
TARİHSEL YANLIŞ ALGILAMALAR
Eşref DOĞAN1
Özet
Bu bildirimizde Alevî-Sünnî ayrımının temelleri özet halinde verilecektir. Daha sonra
ayrışmanın nedenleri ortaya konularak Alevî-Sünnî bütünleşmesinin sağlanabilmesi
için devlet ve halk tarafından atılması gereken adımlar açıklanacaktır.
Anahtar Kelimeler: Alevî, Bektaşî, Sünnî
Giriş
İslâm’ın 1400 senelik tarihini mercek altına almadan ülkemizdeki Alevî-Sünnî
bütünleşmesi önündeki engelleri analiz etmek kolay olmayacaktır. Yanlışlarla
ve yanlış yönlendirmelerle dolu İslâm tarihinde kısa da olsa dört halife devri
olaylarının, Muaviye ve Yezit’le doruğa çıkan Emevî’lerin Ehlibeyt düşmanlığına
değinmek gerekir. Keza Ehlibeyt’e zulümde Emevî’lerden geri kalmayan Abbasîler
dönemini ve dönemin büyük Sünnî müçtehitlerinin Ehlibeyt sevgisi vurgulamak
o büyük müçtehitlerin takipçileri konumundaki bugün ülkemiz Sünnîlerinin
en azından büyük bölümünün neden Alevîlere ve dolayısıyla Alevîliğe sıcak
bakmadıklarını incelemek de en azından Alevî-Sünnî bütünleşmesi önündeki
KAYNAKÇA suni engelleri kaldırmada yardımcı olacaktır.
İsmail Hakkı Özkan, Türk Mûsıkisi Nazariyatı Ve Usulleri Kudüm Velveleleri, Ötüken Emevî ve Abbasî zulmünden Horasan’a ve Maveraünnehir bölgesine sığınan
Yay. , 1984 İstanbul seyyid ailelerinin kendilerini bağırlarına basan aşiretlerle Anadolu’ya ve devamla
Okan Murat Öztürk, Anadolu Semah Müziklerinin Başlıca Özellikleri Üzerine Balkanlara kadar gitmeleri gerek Selçuklu ve gerekse Osmanlı sultanlarına manevi
Gözlemler, Alevî Bektaşî Müzik Kültürü Sempozyum Bildirisi, 2005 Ankara. destek ve irşat kapıları olmuştur. Ta ki Yavuz Sultan Selim Han’ın Safevî Hükümdarı
Hüseyin Yaltırık, Trakya’da Bektâşîlik ve Müziği, Alevî Bektaşî Müzik Kültürü Şah İsmail’le paylaşılamayan bir dünyadan dolayı savaşmalarına kadar. İşte 1514’te
Sempozyum Bildirisi 2005 Ankara tohumları özellikle Yavuz Sultan Selim’in şeyhülislamları tarafından atılan Alevî
Ahmet Taşğın, Irak’ta Bektaşî Topluluğu Şebekler, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Kızılbaş düşmanlığı maalesef günümüzdeki, daha doğrusu çağımızdaki Alevî-
Araştırma Dergisi, 2009 Ankara.
1 Alevî Dedesi, Cem Vakfı Malatya Şubesi Başkanı.
156 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Eşref DOĞAN \ 157
Sünnî mezhep çatışmalarının ve çekişmelerinin asıl sebebini oluşturmaktadır. ahvalde bütünleşme sürecine sıcak bakmamaları ya da bu konuda tamamen bilgi
Dolayısıyla Yavuz Sultan Selim dönemi bugünkü mezhepsel olayların en büyük cahili olarak kendilerini bu tür çabaların dışında tutmalarıdır. Bu vesile ile İslâm
kırılma noktasıdır. tarihinde geçmişteki bazı olaylara kısa da olsa değinerek hem hafızalarımızın
Bu sunumumuzda 1514’te kırılma noktasından hareketle tarihsel yanılgıları, tazelenmesine yardımcı olmak hem de çeşitli nedenlerle ki mezhepsel veya
yanlışları ve böylece Alevî-Sünnî bütünleşmesi önündeki engelleri tartışacağız. siyasî nedenlerle olabilir, örtbas edilen veya gözardı edilen bazı gerçekleri tekrar
Yavuz Sultan Selim ile başlayan kırılmanın çağımız Türkiye’sindeki etkileri, sosyal gündeme getirerek problemin çözümüne yardımcı olabilmek gibi bir görevi yerine
ve siyasî huzursuzluklarla dolu son kırk yılı ve bugünü mercek altına alıp kısmen getirmek zorundayız.
de olsa çözüm önerileri üzerinde duracağız, becerebilirsek Yavuz Sultan Selim Bugün Alevî-Bektaşî toplumunun yaşadığı sorunları doğru analiz etmek için
ile Şah İsmail’i barıştırmaya çalışacağız. geçmiş tarihe kısa da olsa bir göz atmakta fayda vardır. Aslında şu anda yaşanan
sıkıntılar geçmiş sıkıntıların bugün yüze çıkmasından başka bir şey değildir. Yaşanan
Bazı Tanımlar: sıkıntılar doğal olayların getirdiği, sebep olduğu sıkıntılar değil, eskiden gelen
yanlış ve taraflı bir zihniyetin bugün halen toplum ve siyaset üzerinde egemen
Alevî-Bektaşî tanımları:
olduğu gerçeğidir. Hz. Peygamber’in vefatından hemen sonra ortaya çıkan halifelik
Alevî: Hz. Ali’nin yolunda olanlar veya Hz. Ali’nin soyundan olanlar, geniş seçiminde Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in tutumları, Hz. Ali cenaze ile meşgûlken
anlamda Hz. Ali’nin yolunda olanlar. halifelik seçimi gerçekleştirmeleri, birinci halife Hz. Ebubekir’in peygamberimizin
Bektaşî: Tarikat piri ve kurucusu olarak Hacı Bektaş Velî’yi kabul eden bir sağlığında Hz. Fatma’ya hediye edilen Fedek Hurmalığı peygamberlerin mirası
Alevî tarikatı olan Bektaşîliğe intisap edenler. olmaz gerekçesi ile Hz. Fatma’dan geri alınması, Hz. Fatma’nın (Hz. Ali’nin) evine
Sünnî: Hz Muhammed’in sünneti üzerine inancını yaşayanlar. saldırı2, Hz. Ebubekir’in vefatından sonra Hz. Ömer’in normal bir seçim ile değil
de Hz. Ebubekir’in vasiyeti ile halife seçilmesi, Hz. Osman döneminde yeni İslâm
Alevî-Sünnî Anlaşmazlığının Tarih Perspektifi İçindeki Kısa Bir devletinin neredeyse tümüyle Ümmiye oğulları tarafından yönetilmesi, hısım-
Analizi akrabaya verilen usulsüz imtiyazlar vs. İslâm da ilk hoşnutsuzluk kıvılcımlarını
ateşlemiştir. Bütün bu tarihi gerçeklere, Kur’an’ın Ehli-Beyt ile ilgili ayetleri ve
Türkiye’de gerek Alevî örgütlerinin, gerek akademik çevrelerin ve gerekse
Hz. Muhammed’in VEDA HACCI’ndaki vasiyetine rağmen Ehli Beyt’in maddi
siyasî otoritenin müşterek bir çaba ile halletmek istedikleri ülkemizin kanayan
ve manevi mirası yağmalanmıştır. Dördüncü halife Hz. Ali’ye Şam valisi iken
ve kan kaybettiren iki büyük probleminden biri olan Alevî-Sünnî meselesi tarihi
başkaldıran Muaviye bin Ebu Süfyan’ın Hz. Ali’ye karşı kılıç çekmesi ve camilerde
nedenlere inilmeden doğru bir analizle çözüme götürülmesi imkânsız olmazsa
Ehli-Beyt’e (Hz. Ali’ye) küfür ve hakaretler yağdırması, başvurduğu entrikalar
dahi özde çok zordur.
neticede İslâm’ın Şiî (Ali Şîası), Muaviye taraftarı ve Haricîler olarak üçe bölmüştür.
Temel inanç prensipleri açısından ciddi bir fark olmaksızın Alevîliğin soydan, Hz. Ali’nin şehadetinden sonra yerine halife seçilen Hz. Hasan, dedesi âlemlere
belden geldiği, Bektaşîliğin ise birtakım eğitim aşamalarından geçerek kazanıldığını rahmet Hz. Peygamber’in İslâm dininin daha fazla zarar görmemesi için Muaviye
biliyoruz. Ancak her ahvalde hem Alevîlikte hem Bektâşîlikte hakim olan inanç ile beş maddelik bir anlaşma ile halifeliği Muaviye’ye bırakır. Bu yıla CEMAAT
kavramı Hak-Muhammet-Ali üçlüsünü, Ehli-Beyt ve On İki İmamlar sevgisi ve YILI denir. Sonraları Ehl-i Sünnet ve’l cemaat olarak isimlendirilen bu akım
elbette ki Hz. Hünkar Pir Hacı Bektaş-ı Veli sevgi ve saygısıdır. Bu vesileyle hem ŞİİLİĞE karşı bir mezhep olarak ve Sünnîlik adıyla tarihteki mezhep ihtilafları
Alevîlikte hem Bektâşîlikte aynı sorunların yaşandığını söylemek yanlış olmaz. yolculuğunu başlatmış olur. Kerbela’da Hz. Hüseyin ve aile efradı ve yakınlarından
Çözümdeki zorlukların başında sokaktaki mütevazi adamdan entelektüel oluşan yetmişten fazla kişinin katledilmesi İslâm tarihindeki en büyük kırılma
çevrelere, eğitim kadrolarından bürokrat kesimine kadar ve devleti yönetme noktasını oluşturmuştur. İslâm dünyasında da Yezit’e lanet edilmesine rağmen
gücünü elinde bulunduran siyasî otoriteye kadar neredeyse tüm kesimlerin bazı zihniyetlere Kerbela katliamını Allah’ın takdiri ve Hz. Hüseyin’in Yezid’e
yüzlerce sene yanlış bilgilendirilmesi neticesi dogmatik bir zihniyetle hiçbir
2 Ali AKIN, Hurafeler ve Gerçekler, Bayrak Yayınları İstanbul, 2010, s. 67-74.
158 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Eşref DOĞAN \ 159
biat etmediği için Hz. Hüseyin’in suçlu olduğunu ve cezayı hak ettiği istikamette Yavuz Sultan Selim İslâm’da kardeş kanını akıtmanın günah olduğu gerekçesiyle
görüş belirtirler. Çünkü bu Yezidî zihniyete göre “Yezid İslâm’ın halifesidir ve müslüman Türk Safevî Devleti yani Şah İsmail’in üzerine yürümeyi şeriat
ona mutlak itaat gerekir.” düşüncesi hâkimdir. Bu Yezid hayranlarına acımaktan hükümlerine göre meşru kılmak için öne Müftü Sarı Görez Hamza Efendi’den
başka fazla söylenecek söz bulmakta ciddi sıkıntı çekiyoruz. sonra da Şeyhülislam İbni Kemal’den (Kemalapaşazade) fetvalar alır.
“Yezid’in yetiştiği bataklığın mimarı olan Muaviye’nin suçluluğu ise bazı Yavuz Sultan Selim’in Alevî katliamlarını meşrulaştırmak için Müftü Hamza
mercilerce gözardı edilmiş. ’’ “Hz. Muaviye’’ veya “Hz. Muaviye R. A” diye Efendi’den (Sarı Görez) den aldığı Fetva:(2)
bugün dahi anılmaya devam edilmektedir. Ne var ki Emevî saltanatının 750. “Ey müslümanlar! Bilin ve haberdar olun ki, reisler Erdebil oğlu İsmail olan
yılında sonra erdirilmesinden sonra halifelik gücünü elinde tutan Abbasîler Ali Kızılbaş topluluğu, peygamberimizin şeriatını, sünnetini, İslâm dinini, din ilmini,
evladına, hanedan-ı Muhammed’e eza ve cefada Emevîlerden geri kalmamış, İmam iyiyi ve doğruyu açıklayan Kur’an’ı küçük gördüler. Yüce Tanrı’nın yasakladığı
Azam Ebu Hanife, İmamı Malik, İmamı Şafii gibi büyük müçtehitlerin engin ve günahlara helal göz ile baktılar. Kutsal Kur’an’ı öteki din kitaplarını aşağıladılar ve
candan Ehlibeyt sevgilerine rağmen İslâm Şiî-Ehli Sünnet ve’l cemaat yani Sünnî onları ateşe atarak yaktılar. Hatta kendi melun reislerini Tanrı yerine koyup ona secde
tanımlarıyla iki başlı, iki kutuplu; fakat rakip ve tarihin seyri içinde düşman ettiler ve sövdüler. Peygamberimizin karısı Ayşe anamıza iftira ettiler ve sövdüler.
olarak yol almışlardır. Asıl büyük felaket bir kutbun başında Hz. Ali çünkü Peygamberimizin şeriatını ve İslâm dinini ortadan kaldırmayı düşündüler. Onların
Alevî demek “Ali’nin yolundan veya Ali’nin soyundan” demektir, diğer kutbun burada sözü edilen ve bunlara benzeyen öteki kötü sözleri ve hakaretleri benim
ve öteki İslâm dininin âlimleri tarafından açıkça bilinmektedir. Bu nedenlerden
başına “Sünnî” tanımından kaynaklanan bir tarifle Hz Peygamber getirilmiştir.
ötürü şeriat hükmünün ve kitaplarımızın verdiği haklarla, bu topluluğun kâfirler
Unutmamak gerekir ki Sünnî veya Ehl-i Sünnet ve’l cemaat Hz. Peygamber’in
ve dinsizler topluluğu olduğuna dair fetva verdik. Onlara sempati gösteren, batıl
sünneti üzerine itikadını icra eden, dinini yaşayan demektir.”3
dinlerini kabul eden ve yardımcı olanlar da kâfir ve dinsizdirler. Bu kimselerin
O zaman sormazlar mı? Acaba Hz. Peygamber’in sünneti mi Hz. Ali’nin topluluğunu dağıtmak bütün müslümanların görevidir. Bu arada müslümanlardan
yolundan farklıydı, yoksa Hz. Ali’nin yolu mu Hz. Peygamber’in sünnetinden farklı ölen kutsal şehitlerin yeri yüce Cennet’tir. O kâfirlerden ölenler ise, hakir olup
idi? Böylece İslâm’a yapılacak en büyük kötülük bu şekilde yeşermeye başladı. Cehennem’in dibinde yer tutacaklardır. Bu topluluğun durumu kâfirlerin halinde
Kötü tohumlar saçarak başka bir kırılma noktasına zemin hazırladı, ev sahipliği daha kötüdür. Bu topluluğun kestiği veya gerek şahinle, gerek ok ile gerekse köpek
yaptı. Bu büyük kırılma noktası Yavuz Sultan Selim’in Safevî Hükümdarı Şah ile avladığı hayvanlar murdardır. Onların gerek kendi aralarında, gerekse başka
İsmail’e karşı açacağı savaşı meşrulaştırmak için Müftü Hamza Efendi (Hamza topluluklarla yaptıkları evlenmeleri geçerli değildir. Bunlara miras bırakılmaz.
Sarı Görez) ve Şeyhülislam İbni Kemal (Kemalapaşazade 1468-1534)’ye verdiği Sadece İslâm’ın Sultanı’nın, onlara ait kasaba varsa, o kasabanın bütün insanlarını
katliam fetvaları idi. öldürüp, mallarını miraslarını, evlatlarını alma hakkı vardır. Ancak bu mallar
Emevîlerden Abbasîlere miras olarak devreden Ehlibeyt ve Hz. Ali düşmanlığı İslâm gazileri arasında paylaşılmalıdır. Bu toplanmadan sonra onların tövbe ve
Orta Asya (Maveraünnehir) ve Horasan coğrafyasında bir Ali-Ehlibeyt sevgisine pişmanlıklarına inanmamalı ve hepsini öldürmelidir. Hatta bu şehirlerde onlardan
olduğu bilinen veya onlarla birlik olduğu tespit edilen kimseler öldürülmelidir.
dönüşmüştür. Göçlerle Anadolu’ya, Balkanlara taşınan bu engin Ehlibeyt ve
Bu tür topluluk hep kâfir ve imansız hem de kötülük yapan kimselerdir. Bu iki
Hz. Ali sevgisi Yavuz Sultan Selim’e kadar Osmanlı’nın da yönetiminde egemen
sebepten onların öldürülmesi vaciptir. Dine yardım edenlere Allah yardım eder.
olan inanç biçimini oluşturmuştur. Ne var ki Şah İsmail’le Yavuz Sultan Selim
Müslümana kötülük yapanlara Allah da kötülük eder.”4
arasındaki siyasî mücadele, İran’dan getirilen Sünnî kökenli din adamlarının ve
Mısır El Ezher Medresesi’nden getirilen Arap kökenli Sünnî din adamlarının
varlığı ile Alevî-Bektaşî dünyasının bugün de çektiği sıkıntıların problemlerin 4 Baki Öz, Alevîlikle İlgili Osmanlı Belgeleri, Can Yayınları, İstanbul 1995, s. 103. Müftü
temelleri atılmış oldu. Sarı Görez Nurettin Hamza Efendi (Müftü Hamza Efendi) Balıkesirlidir. 1521 yılında
ölmüştür. I. Selim tarafından Kazaskerliğe getirilmiştir. Döneminin büyük fıkıh ve hadis
bilgini olarak bilinir. Tarihe böyle yalnızca yüzkarası bir fetva ile değil, rüşvet almak gibi yüz
3 Bkz. Şıkşıkiye Hutbesi, Hazırlayan Abdulbaki Gölpınarlı, Nehc’ül Belaga, Der Yayınları, s. kızartıcı bir suçla da geçer. Kur’an üzerine yemin etmesine karşın 50 bin akçe karşılığında
168. Semendire Valisi Yusuf Bali’nin yolsuzluklarını ve haksızlıklarını kapatır. Müftü Hamza,
160 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Eşref DOĞAN \ 161
Fetvada “Bu topluluğun kestiği veya gerek şahin ile gerek ok ile gerekse köpek hükümlerdir. Harp diyarı olan ülkelerin de yenilgiye uğramaları halinde malları,
ile avladığı hayvanlar murdar” ibaresi bugün halen bazı cahil ve yobaz kişilerce kadınları ve çocukları müslümanlara helaldir. Erkeklerinin katli vaciptir. Ancak
“Alevînin kestiği yenmez” yanlış düşüncesinin temel sebeplerinden belki de eğer müslüman olurlarsa, tüm diğer müslümanlar gibi özgür olurlar. Aksi halde
ilkini teşkil etmektedir. zındıklığını açıkça ortaya koyan kişinin derhal öldürülmesi vaciptir. Şayet bir kişi
Şeyhülislam İbni Kemal’in, Yavuz Sultan Selim’in Alevî kıyımına izin veren İslâm diyarını tek ederek onların batıl dinini seçer ve onların yanına yerleşirse,
fetvası Şiî-Alevî Safevî Devleti’ne karşı yapılacak savaşı cihad olarak değerlendirilen kadı onun ölümüne hükmeder ve malını varisleri arasında paylaştırarak, karısını
(Kemalapaşazade’nin) fetvası da şöyledir:5 başka bir erkekle evlendirir. Ayni şekilde onlara karşı cihat, onlarla savaşmaya
gücü yeten tüm ehli İslâm üzerine farz-ı ayn’dır.” diye devam eder6
“Esirgeyen, bağışlayan ve kendisinin zikri; tüm kıtaları ve denizleri kuşatarak
kıyamete kadar tüm zamanlara yayıldığından dolayı açıklanma ihtiyacı dahi olmayan Fetvanın son bölümünde mürtedlerin mallarının müslümanlar arasında pay
Allah’ın adıyla. Yüce, büyük, güçlü ve kerim olan Allah’a hamd, dosdoğru dine tâbi edilmesine yönelik hüküm belirtikten sonra kadınlarının ve zürriyetlerinin de
olanlara o doğru yolu gösteren Muhammed’e salat-ı selam olsun. Şah İsmail’in, rezil pay edilmesi gerektiğine hükmederek fetvayı Kur’an’ın Tövbe suresinin 73. ayeti
ordusunun, Alevî ve Şiî taraftarlarının kafirliği her tarafa yayılmıştır. Müslüman ile noktalar: “Ey Peygamber! Kâfirler ve münafıklara karşı cihat et. Onlara karşı
beldelerde ve müminlerin diyarında, bir Şîa taifesinin Sünnî beldelerin çoğunu sert ol. Onların varacağı yer Cehennem’dir. Orası ne kötü bir sondur. Tüm işler
yenerek, batıl mezheplerini izhar ettikleri ve Ebu Bekir, Ömer ve Osman’a (Allah Allah’a döndürülecektir. (4)”
hepsinden razı olsun) açıkça sövdükleri yolundaki haberler ve bu yönde işaretler Fetvada görüleceği üzere Alevî-Kızılbaş evlilikleri geçersiz sayıldığı gibi bu
gelmektedir. Bu grup, doğru yolu gösteren Hulefa-i Raşidin imamların halifeliğini inkar evliliklerden doğanlar zina çocuğu olarak adlandırılmaktadır. Müftü Sarı Görez’in
ettiği gibi şeriatı ve ona inanları küçük görmekte ve müçtehid mezhep imamlarının fetvasında olduğu gibi onlardan birinin kestiği hayvan “mundar” olur. Hükmü
yolunun, kendi reislerinin ve Şah İsmail olarak isimlendirdikleri kişinin yoluna bu fetvada da mevcuttur. Alevî-Kızılbaş taifesinin olduğu coğrafyada dar’ül-harp-
göre zorluklarla dolu olduğunu vehmetmektedirler. Yine o grup, Şah şarabı helal savaş bölgesi ilan edilmiştir ki burada resmen müslümanlığı kabul etmediği Şiî-
saymışsa o helaldir. Kısacası onların işledikleri küfür işlerden bizlere tevatürlerle Alevî İran’ı (Safevî coğrafyasını) cihad bölgesi ilan etmiştir.
nakledilenler saymakla bitmez. Onların kâfirlikleri, irtidatları konusunda hiçbir Özellikle Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da yaşayan vatandaşlarımızın nefrete
şüphemiz yoktur. Onların ülkesi dar’ül-harp’tir. Gerek erkekleri gerekse kadınları varan Alevî-Kızılbaş kininin ve bu istikametteki öğretilerinin yedi Kızılbaş
ile evlenmek ittifakla batıldır. Onlardan doğan çocuklardan her biri veled-i zina’dır. Alevî öldüren sorgusuz Cennet’e gider gibi temelleri Yavuz Sultan Selim’in
Onlardan birinin kestiği şey yenmez. Onlara özgü olan kızıl takkeleri herhangi şeyhülislamları Kemalpaşazade (İbni Kemal) ve Hamza Efendi’ye ve daha sonraki
bir zaruret olmadan giyenin küfründen korkulur. Bunlar çoğunlukla küfür ve katliam fermanlarını gerçekleştiren Kuyucu Murat Paşa gibi devşirmelere ve
inkarın açık alametlerindendir. Onlar hakkındaki hüküm, mürtedlere uygulanan paye verilen Kürt beyleri ve emirlerine kadar gider. Bu arada Kanuni Sultan
Süleyman’ın 1545’de şeyhülislamlığa getirdiği Kürt kökenli Ebussuud’un bazı
rüşvet aldığını öğrenen Yavuz Sultan Selim’ce sıkıştırılmış, canın bağışlanması karşılığında Alevî- Bektaşî katliamlarına cevaz veren bazı fetvaları başlık olarak vermekte
bu fetvayı vermiştir. fayda görüyoruz.7
5 İbni Kemal (Kemalapaşazade) (1468-1534) Osmanlı ulemasıdır. Tokat da doğmuş, Edirne’de
yetişmiştir. Tefsir, fıkıh ve İslâmi bilimlerle ilgili birçok kitabı vardır. Osmanlı toplumunu Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin verdiği fetvalar arasında Hallac-ı Mansur’un
İran’a ve Şiîliğe karşı hazırlar. Verdiği fetvalar ve hazırladığı risaleleriyle Alevî Şiîlerini katline yönelik fetvası, Şeyh Bedrettin ve Bedrettinîlerle ilgili katliam fetvası,
öldürmelerini gerekli, mallarına el konmasını helal görür. Şiî İran’a karşı yapılacak savaşı Yunus Emre ve beyitlerine ilişkin fetvası, ramazan orucunu tutmayanların
cihad olarak değerlendirir. En büyük yetiştirmesi Alevî kırımıyla ilgili verdiği fetvalarıyla
yücelen Ebussuud olacaktır. İbni Kemal’in, Yavuz’un Alevî kırımını kolaylaştırmak için 6 Baki Öz, Alevîlikle İlgili Osmanlı Belgeleri, Can Yayınları, İstanbul 1995, s. 104.
kaleme aldığı “Fitekfirir - revafiz” adlı risalesi şu cümlelerle biter. “Kızılbaş topluluğunun 7 Ebu Suud Efendi 1490-1573 Kürt kökenlidir, Osmanlı tarihinde İbni Kemal’den sonra
şerri yasalar gereği öldürülmeleri helaldir. İslâm askerlerinden onları öldürenler gazi, ikinci önemli bilgin sayılır. Kanun Sultan Süleyman ve II. Selim döneminin önemli
ellerinde ölenlerse şehittirler.” (Kaynak: Baki Öz, Alevîlikle İlgili Osmanlı Belgeleri, Can kişisidir. Alevîleri suçlayıcı ve ölümle cezalandırıcı fetvalarıyla ünlüdür. (Kaynak: Baki
Yayınları, İstanbul, 1995, s. 104) Öz, s. 106)
162 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Eşref DOĞAN \ 163
öldürmesini gerekli gören fetvası, şeriata uymayan Hz. Hüseyin soyundan gelen Osmanlı’nın bu katliam ve başkalaştırma politikası son olarak 1826’da Sultan
bazı seyitlerin öldürülmesini gerekli gören fetvası, Kızılbaş Alevî topluluklarının II. Mahmud’un Alevî-Bektaşî Yeniçeri kışlalarını topa tutup kitlesel bir katliam
ölümle cezalandırılmasını isteyen fetvası üzerinde ciddi şekilde düşünülmesi uygulaması, kütüphaneleri yağmalatıp yakması ve Bektaşî dergahlarına Nakşibendi
gereken, toplumsal ayrışmayı körükleyen tarihin kırılma noktaları olduğunu şeyhleri ataması ile zirveye çıkmıştır. Son olarak Osmanlı’nın, son dönemler
görmek ve kabullenmek gerektiğini düşünüyoruz.8 ağırlıklı olarak Kürt aşiretlerinden oluşturduğu Hamidiye alayları da katliam
Gerek Yavuz Sultan Selim ve gerekse sonradan gelen Osmanlı padişahları ve konvoyuna katılan son Osmanlı unsurlarını oluşturmuştur.
onların Şeyhülislamları sırf hükümdarlıklarını pekiştirmek üzere Alevî-Kızılbaşlara Yavuz Sultan Selim’le başlatılan Alevî-Bektaşî Türkmen kıyımları ve özellikle
yönelik katliam fetvaları neşretmekte adeta yarışmışlardır. Kanunu Sultan Süleyman’ın Alevî düşmanlığı artan bir tempo ile günümüze kadar gelmiştir. Ne acıdır ki
Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin bazı fetvaları için Baki Öz’ün ‘‘Alevîlikle İlgili geçmişi Alevî olan Türkmenlere ve Alevî Kürt aşiretlerine11 yönelik klasik Sünnî
Osmanlı Belgeleri” adlı kitabının ilgili kısımlarından detaylı bilgi alabilirsiniz. düşmanlığı daha da ileri saflara taşınarak özellikle 1980 senesi öncesi siyasî
Yavuz Sultan Selim döneminde listelenen kırk bin kişinin katledildiğine dair ciddi görünümlü çatışmalarda özellikle Malatya, Çorum, Sivas, Maraş’ta Alevî kıyımı
kanıtlar vardır.9 Keza Kuyucu Murat Paşa ve Köprülü Mehmet Paşa gibi devşirme ve işyeri tahribatlarında başrol üstlenmiştir.
Osmanlı vezirlerinin Alevî-Türkmen katliamlarının da bugünkü olumsuz mezhep Kısaca verdiğimiz tarihi özetten hareketle görmemiz gereken gerçek Alevî
anlaşmazlıkları sürecine katkılarını da unutmamak gerekir. asimilasyonunu tetikleyen bütün bu gelişmeler sağ kalmayı becerebilenlerin de
dağlara, kırsala, orman içlerine çekildiğinin ve kaçtığının en belirgin delilini
Devşirme Vezirler Devri/ Anadolu Türkmen Kıyımı: teşkil etmektedir.
Kuyucu Murat Paşa (90 yaşlarında bir Hırvat devşirmesi) 15 Haziran 1606’da Yukarıda vurguladığımız tarihi gerçeklerin ışığında Alevî-Bektaşî camiasının
büyük bir kuvvetle Üsküdar’a geçip üç sene boyunca Anadolu’yu kana bular. problemlerini daha da sağlıklı analiz edebiliriz:
Katledilenlerin sayısı yüz bin olarak kabul edilmektedir. İ. H. Uzunçarşılı bu
rakamı altmış beş bin olarak verir.10 1) Alevî tanımıyla ilgili sorunlar:
1658’de Kuyucu Murat Paşa gibi yine bir devşirme olan Köprülü Mehmet Paşa Halen devlet bürokrasisinin en üst makamları da dahil olmak üzere Osmanlı
(Boşnak devşirmesi). Aynı sert tedbirleri almaya başladı. Üsküdar’ı insan cesetleri şeyhülislamlarının fetvalarının etkili olduğunu Alevîliğin bir sapkınlık olduğu
ile donattılar. Evliye Çelebi (Üsküdar-İzmit arasındaki katliamları anlatırken) ki sayın Recai Kutan Nusayriliği tanımlarken “bir nevi sapık Alevîlik” diye
Köprülü Mehmet Paşa’yı “kan içen yüzlü” diye vasıflandırır. vasıflandırmıştı, kestiklerinin yenmeyeceği, cenaze namazlarının kılınmayacağı
Osmanlı tarihinin Alevî-Bektaşî katliamları konusundaki son büyük katliamı vs. birçok yanlış fikirler halen ülkemizde egemendir.
ve kırılma noktası Sultan II. Mahmud’un 1826 yılındaki yeniçeri ocağını imhası Sayın Şevket Kazan protesto amaçlı bir ışık söndürme eylemini “Mum
ve Alevî-Bektaşî dergâhlarını tahrip etmeleri ve yağmalamaları, kütüphanelerinin söndürüyorlar.” diye nitelendirmiştir. Bugün ülkemizde Alevî-Sünnî çekişmesinin
yakılması, yazılı kayıtların imhasıdır. varlığı inkar edilmeyecek kadar bariz, net bir gerçektir. Alevîlik ilgili sorunları
tartışırken ve tanımlarken sorulması gereken ve cevap aranması gereken hususlardan
biri de şudur:
8 Nihat Çetinkaya, Kızılbaş Türkler, Kum Saati Yayınları, İstanbul, Ekim 2004, s. 480-
484. 1-Türkiye’de Sünnî müslümanların büyük bir yüzdesi Hanefidir. Hanifiliğin
9 Baki Öz, Alevîlikle İlgili Osmanlı Belgeleri, Can Yayınları, İstanbul 1995, S. 110-117; mezhep müçtehidi İmam Azam Ebu Hanife Hazretleri büyük bir Ehlibeyt dostu
Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, Cilt:3, s, 418/419 ve aynı sayfadaki not16, s. 583. Burada ve bendesi idi. Abbasî halifelerinin zulüm ve haksızlıklarına karşı Hazreti Hasan
yediden yetmişe kadar katledilenlerinin sayısı 40 bini geçtiğine dair kayıtlar vardır. Bu soyundan Ehlibeyt mensuplarını desteklemiş, onlar lehine fetva vermiş, bunun
konuda daha fazla bilgi için bkz. Cemal Şener Osmanlı’da Toplumsal Düzen, Etik Yayınları,
İstanbul 2006. 11 Bugün Kürtçe konuşan bazı Alevî aşiretleri özde Kürt olmadıkları halde zaman içinde
10 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi C. III. I Kısım s. 117 1988. Kürtleşen Türk aşiretleridir.
164 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Eşref DOĞAN \ 165
neticesi zindana atılmış ve Ehlibeyt’e olan sevgi ve dostluğunun bedelini hayatı aydınlığa dönecektir. Kaldı ki Cemevlerinin devrim kanunlarına aykırılığı tezini
ile ödemiştir. Yani Ehlibeyt sevgisi uğruna şehit olmuştur. de kabullenmek mümkün değildir. 1997 senesi Hacı Bektaş şenliklerinde dönemin
Türkiye’deki ikinci büyük Sünnî mezhep Şafiliktir. İmam Şafi “Ey Rasullülah başbakanı Sayın Bülent Ecevit’in, Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve
sallalahü aleyhi ve sellemin Ehlibeyti, sizi sevmek, Allah Teala’nın inzal buyurduğu diğer bakanların huzurunda “Cami de bizim Cemevi de bizim.” beyanatı zaten
Kur’an-ı Kerimde bize farz kılınmıştır. Size şu büyük şeref yeter ki, size salavat-ı Cemevlerine yasal kazandırılmış bir yasal statüdür. Ancak bu statünün kâğıt
şerife getirmeyen kimse namaz kılmamış sayılır.”diyerek Hanedan-ı Ehlibeyt’e üzerinde de resmiyet kazanması Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu birlik beraberlik
olan sevgisini dile getirir. Ne yazık ki bugün halen Doğu ve Güneydoğu Şafi Kürt sürecini hem hızlandıracak hem de pekiştirecektir.
yurttaşlarımız arasında Yavuz Sultan Selim döneminin Kürt beylerinden Molla 2) Cemevleri yöneticileri, yetkili dedeler, babalar, zakirler, hülasa tüm
İdris-i Bitlisi’nin Alevî-Kızılbaş düşmanlığı maalesef bugünlere kadar taşınmış hizmet erbabı kendilerini o makamları işgal etmeye yetkili bir şekilde eğitmek
olup 1980 öncesi olaylarda Alevî katliamlarında ve Alevî işyerlerinin tahribinde mecburiyetinde kalacaktır. Böylece esasen inanç önderlerimizde aranan sırası ile
etkili faktörlerden biri olmuştur. iyi ahlak sahibi olmak, halk tarafında sevilmek gibi üstün dedelik meziyetleri,
Bu sorunda temelde cehaletin yattığı, bilgi eksikliği ve eğitim programlarındaki bilge kişi meziyetiyle de takviye ve tamamlanmış olacaktır.
hatalar ve kısmen de olsa art niyetten kaynaklandığını belirtmekte fayda vardır. Eğitim aşamasında çok özel eğitim kurumlarına görev düştüğü kadar Milli
Bu vesileyle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da en az Milli Eğitim Bakanlığı kadar Eğitim Tedrisatındaki Seçimlik Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri tüm
suçlu ve vebal altında olduğunu belirtmek gerekir. Bugün yüz bini aşkın personeli inançların yanı sıra Alevî-Bektaşîliğe de yeteri kadar yer verilmelidir. Bu aşamada
ile sözde anayasal din hizmeti gören Diyanet İşleri Başkanlığı kendi teşkilatında böyle bir dersi verecek öğretmenlerin ve hocaların tamamen mezhepler üstü bir
kaç kişinin Alevî-Bektâşîlik konularında uzman olduğunu, kaç cuma hutbesiyle tutumla mezhep taassubundan arınmış olarak özel bir eğitimden geçtikten sonra
camilerde mezhepçiliği kaldırma konusunda fetva talimatı verdiklerini sormak görevlendirmeleri gerekir diye düşünüyoruz.
gerek. Sayın Cemal Şener’in HBB’de bir programda diyanet kökenli muhatabı Bu eksiklerin giderilmesin de genel bütçeden din hizmetlerine ayrılan
“Önce abdest al. Müslüman ol, sonra konuşalım.” türünde büyük bir saçmalık bütçeden belli bir payın Alevî-Bektaşî inancını taşıyan yurttaşların ibadet ve
örneği göstermişti.” inanç hizmetlerine ayrılması anayasal bir zorunluluk olduğu kadar bir vicdani
ve insani sorumluluktur. Böyle bir kaynağın kullanılır hale gelebilmesi için siyasî
2) Alevî-Bektaşî inancının ibadet pratikleri ile ilgili sorunlar: otorite zaman kaybetmeden gerekli düzeltmeleri yapmalıdır.
İbadethane tanımındaki anlaşmazlıkları gidermek için ansiklopedik bilgi olarak Cemevlerinin siyasal bir statüye kavuşmasıyla problemlerin doğal bir çözülme
ibadet ve ibadethane kavramlarına bakmak gerekir: sürecine gireceğini görmek kehanet olmaz. Cemevlerinin çözümü zincirleme
İbadet: Tanrıya ulaşmak için yapılan dinsel tören. olarak dedelik kurumunun yasallaştırılmasını, cem ibadetinin kabul görmesini,
ehil kadrolarının yetişmesini, milli çalgımız olan sazın itibar görmesini, okullarda
İbadethane: Tanrıya ulaşmak için yapılan dinsel törenlerin icra edildiği
müzik aleti olarak tavsiye edilmesini beraberinde getireceği gibi paralelinde
mekan
Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın alacağı ve atacağı olumlu
Maalesef çağımızda cemevleri ibadethane midir, değil midir tartışmaları adımlarla Alevî-Bektaşî dünyası için tanınma probleminin ortadan kalkacağı gibi
sürerken Türkiye kan kaybetmektedir. Şehirleşmenin getirmiş olduğu yasal, projeli Türkiye’nin milli birlik ve beraberlik yolundaki en sağlam ve en kalıcı adımlar,
ve fonksiyonel cemevlerinin eksikliği Alevî Bektaşî camiasının tanım hataları temellerde atılmış olur.
ve eksiklikleri dışında en büyük problemidir. Kaldı ki Cemevlerinin varlığı ile
Sivas’ta 2 Temmuz 1993’te provokasyonlar sonucu yakılan 37 vatandaşımızın
aşağıda belirtilen problemler doğal bir çözüme kavuşma sürecine girecektir.
anısına hürmeten Madımak Oteli’nin anıt park, müze, kütüphane gibi Sivaslı
1- Cemler geçmişte Alevî-Bektaşî inancının okulları gibiydi. Artık çağımızda yurttaşlarımızın da kabul edeceği yeni bir statüye kavuşturulması hem Madımak
cemlerin katılımcıları yalnız Alevîler olmayacak, ilgi duyan, öğrenmek isteyen,
gönül bağı ile bağlanmak isteyen her kesim orada buluşacaktır. Karanlıklar
166 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Eşref DOĞAN \ 167
Oteli üzerindeki spekülasyonları kaldıracak hem de özellikle Alevîsi ile Sünnîsi Kaynakça
ile Sivas halkının daha da kucaklamasına bir vesile teşkil edecektir. AKIN, Ali: Hurafeler ve Gerçekler, Bayrak Yayınları İstanbul, 2010, s. 67-74
ÇETİNKAYA, Nihat: Kızılbaş Türkler, Kum Saati Yayınları, İstanbul, Ekim
Sonuç 2004
Böylece görülmektedir ki bilgi eksikliği ve bilgi kirliliği günlük hayatımızın HAMMER, Büyük Osmanlı Tarihi, Cilt:3.
ve yaşantımızın ta alt kademelerden devletin en üst kademelerine tırmanıncaya
ŞENER, Cemal: Osmanlı da Toplumsal Düzen, Etik Yayınları, İstanbul, 2006
kadar bir eksiklik, bir hastalık çok daha tehlikelisi bir peşin fikir olarak zihinlerde
yer bulmuş olmasıdır. Kötünün en kötüsü, tehlikelinin en tehlikelisi de siyasî ÖZ, Baki: Alevîlikle İlgili Osmanlı Belgeleri, Can Yayınları, İstanbul, 1995.
otoritenin yani, hükümet edenlerin Sünnî oylarını kaybetmemeleri ve iktidarlarını UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi C. III. I Kısım
pekiştirmeleri uğruna Türkiye’nin bu kanayan yarasını ya görmemezlikten
gelmeleri ya da problemi halının altına süpürerek çözümü sürekli erteleme
politikalarıdır.
Siyasî otorite, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı birimleri
odacısından bakanına kadar, kapıcısından müftüsüne kadar, hademesinden
öğretmenine kadar özetle tüm kamu kurumları çalışanlarını ve sokaktaki sade
vatandaşın yalnız Alevîleri ve Alevîliği tanımakla kalmamalı, en az bunun
kadar önemli olan Sünnî ve Alevî mezhep müçtehitlerinin de doğru bir şekilde,
mezhepler üstü bir anlayışla hem kendileri hem de hitap ettikleri geniş toplum
katmanları tarafından tanınmalarını sağlamalıdırlar. Toplumlar birbirlerini doğru
bir şekilde tanımadıkları sürece ve Osmanlı şeyhülislamlarının haksız, vicdansız,
mesnetsiz Kur’an, sünnet ve tarihi gerçeklerle bağdaşmayan fetvaları geçersiz
kılınmadığı sürece son dönemler de gündeme gelen Alevî açılımının istenilen
başarıya ulaşılmasında ciddi zorluklar ve sıkıntılar yaşanacağını üzülerek belirtmek
mecburiyetindeyiz.
Bu vesileyle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ilk kez bastırmayı planladığı ve kısmen
bastırdığı Alevî–Bektaşî inanç ve kültürünü tanıtan klasiklerin basılmasında
büyük emeği geçen Sayın Prof. Dr. Osman Eğri hocamıza tüm Alevî–Bektaşî
camiası ve gönül dostları adına teşekkür ederim. Dileğimiz odur ki Diyanet İşleri
Başkanlığı bu değerli eserleri yalnız basmakla kalmaz, bu eserlerin özellikle Diyanet
camiasındaki cami imamlarına kadar dağıtımını da sağlamış olur. Böylece Alevî–
Bektaşî inancına yönelik bilgi kirliliği ve yanlış düşünceler en yetkili anayasal
inanç kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından bertaraf edileceği gibi
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın gecikmeli de olsa tüm insanları kucaklaması gereği
ve gerçeği yolunda olumlu bir adım atılmış olur.
5. OTURUM
Özet
Bu bildiride Alevî inanç sisteminde önemli bir kavram olan “musahiplik” farklı
yönleri ile ele alınacaktır. Açıklamalar Kur’an ve yaşayan Alevîlik esas alınarak
verilecektir. Musahip kavramı açıklanırken cemde icra edilen diğer hizmetler de
özet şeklinde izah edilmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Alevî, Cem, Musahiplik
İbadet
1. Tanrı buyruklarını yerine getirmek, tanrıya yönelen saygı davranışlarında
bulunmak, tapınmak
2. Kesretten (karanlıktan), vahdete (aydınlığa) ulaşılması için her türlü
şekil ve yalvarış biçimi olarak tanımlanır.
İbadet de gizli, kabahat de gizli: Yapılan iyiliklerin göstermelik olmaması,
işlenen suçların ve ayıpların açığa vurulmaması için kullanılan bir sözdür.
İbadet günün her saati içinde uygun mekânlarda yapılır.
• Kulun Rabb’ine en yakın olduğu zaman, secde ettiği zamandır. Öğle ise
çok dua ediniz
• Kulun Rabb’ine en yakın olduğu zaman gece yarısıdır. Eğer sen de o
saatte Allah’ı ananlardan olabilirsen ol.
1 Cem Vakfı Ankara Şubesi Dedeler Kurulu Başkanı, Garip Musa Sultan Ocağı Dedesi.
170 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu İsmail EKER \ 171
• Rabbi’niz her gece; gecenin üçte biri kalınca dünya semasına iner. Rahmet j) Perşembe günleri de kişisel olarak ibadet edilmektedir. Perşembe gecesi
kapıları açılır. Rahmet meleği de yeryüzüne iner ve der ki: “Kim bana dua ediyor, Rıza Gecesi’dir. O gece rızalık alınmak suretiyle herkesin birbirinden razı olması
onun duasını kabul edeyim. Kim benden ne istiyor, onu vereyim. Kim bana sağlanır.
istiğfar ederse onu bağışlayım.” k) Oruç: Nefse zulmetmeden nefsi ıslah etmektir. Alevîler Muharrem
Alevîler ibadetlerini iki şekilde gerçekleştirirler: ayında Bakara suresinin 183-184-185 ayetleri ve Fecir suresi 1. âyeti hükümleri
1. Kişisel olarak yapılan ibadetler : gereğince on gün oruç tutarlar. Hz. Muhammed’e “Ya Muhammed! Oruçta bir
artırma yaptınız.” diye sorulduğunda “Hayır o iki orucu Hüseyin’im için tuttum.”
a) La ilahe illallah: Allah’ın ismi azamını okumak. (Birliğini dile
buyurmuşlardır. Böylece 2 oruç daha ilave edilerek 12 oruç tutulmuştur. 3 gün
getirmek)
de Muharrem ayı başlamadan Müslüm Akıyl ve çocukları için oruç tutularak
b) Besmele (Bismişah): Bismillahirrahmanirrahim (Esirgeyen bağışlayan, toplamda on beş gün oruç tutulur. Yası matem ise bir aydır. İnsan suresi ayet
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla) 7-8 gereğince üç gün Hızır orucu tutulur. (Herkesten çok ledün ilmine sahip
c) Kelime-i Şahadet: Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden olan Hızır AS. ’dır.) Ramazan ayının son üç gününde Kur’an-ı Kerim inmeye
abdühu ve resulühu (Allahım! Şahadet ederim ki, sen birsin, Hz. Muhammed başladığı için oruç tutulur. Hacc’a gidenlerden ailesi Mescid-i Haram civarında
de senin resulün ve elçindir). oturmayanlar eğer kurban kesmezlerse hac sırasında üç gün oruç tutarlar. Hac
d) Kelime-i Tevhid: La ilahe illallah, Muhammedden resullullah, Aliyyin dönüşünde eve geldiklerinde yedi gün daha oruç tutarak oruçlarını on güne
veliyullah, veliyyin Aliyullah, vasi Resullulah, mürşidi kamilullah, kâmili tamamlarlar. (Dünyanın kuruluşu ve Hz. İmam Hüseyin ‘in mücadelesiyle
mürşidullah, binbir adlı bir Allah, la ilahe illallah İslâmiyet’in kurtuluşu için oruç tutulmuştur.)
e) La Fetâ İllâ Ali La Seyfe İllâ Zülfikâr: Ali’den üstün yiğit, Zülfikar’dan 2. Toplum Olarak Yapılan İbadetler:
üstün kılıç yoktur. Cem: Toplama, biriktirme/topluluk. Alevîlerin kadın erkek hep birlikte yaptıkları
f) Hz. Muhammed Mustafa İçin Salâvat Duası: Allahümme salli ve Allahümme ibadet olan kutsal tören Cem Erkanı, Cem Töreni, Cem Kurbanı gibi.).
barik duaları okunacaktır(Hz. Muhammed Mustafa herkesin şefaatkanesidir, Cemevi: Cem ibadeti yapılması için özel olarak yapılmış olan yapı. Alevîlerin
herkes okuyacaktır). topluca ibadet ettikleri yerdir. (NUR-36): Adının yüceltilmesine ve anılmasına
Alevîler ibadet ederken, BARİK dualarını kısaltarak okurlar. “Allahümme salli izin verdiği o evlerde akşam-sabah Allah’ı tesbih edin, anın.) Yasama, yürütme
ala seyyidina Muhammed’in ve ala al-i Muhammed” diyerek salavat getirirler. ve yargılama erkini kendi bünyesinde oluşturmuş bulunan Alevîlikte cem -evinin
g) Hz. Fatma Anamız İçin Okunacak Salavat Duası: Ve gevneynel nigar, meydanı; Hak Muhammed Ali Meydanı, Dar Meydanı, Er Meydanı, Kırklar
Haticeyi Kübra, Fatımatı Zehra, Ümmü Gülsüm, Sıddı Zeynep ve Cealna Nur-u Meydanı, Mahkeme-i Kübra (Büyük Mahmeke) olarak adlandırılır ve “Orta Salat”
Hüda, hayrel nisa, binti Nebiye salavat: Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin yapılan yer olarak kutsaldır. Bakara-238: a) Salavata dikkat et, hele “Orta Salat’a”
ve ala al-i Muhammed (Kadınlar okuyacaktır, onların şefaatkanisidir). bu işte dikkat edin hakkiyle ibadete. b) İbadetinizi özellikle fazileti en yüce olan
“Orta” halka şeklindeki (cem) ibadetinizi huşu içerisinde salavat getirerek yapın
h) Besmele ile başlayarak üçleri, beşleri, yedileri, On İki İmamları, On Dört
ve onu koruyun. (Vessalatil Vusta: En faziletli ibadet, cem ibadeti.)Bakara-58:
Masum Pakları, On Yedi Kemerbestleri, Kırkları, yetmiş üç Kerbela şehitlerini,
Hani biz onlara şu kente giresiniz, dilediğiniz şeylerden bol bol yiyesiniz, kapıdan
seksen bin Urum erenlerini, doksan bin Horasan pirlerini, yüz bin gayip
da eğilerek secde ile giresiniz. Dileğimiz bağışlanmak deyiniz ki kusurlarınızı
erenlerini, yüz on üç mürselleri, peygamberleri, nebileri, velileri de anmak da
bağışlayalım, iyi davrananlara karşılığını fazlasıyla vereceğiz demiştik. Araf- 55:
kişisel ibadetlerden sayılır.
Allah ibadet ederken duada aşırı gidenleri sevmez. İsra-110: Allah’ı öz dilinle an,
i) Tevella Ve Teberra Okumak: Ehlibeyt-i seveni sevmek, sevmeyeni de ibadet et, sesini ayarla. Bakara-115-116: (Kıble) Doğu batı Allah’ındır, ne yana
sevmemektir. Tevella ve Teberra okuyan kişi üzerindeki farz ibadetini eda etmiş dönerseniz orada Hakk’ı bulursunuz. Allah geniş, Allah bilgin. Müzemmil- 1-20
sayılır. Ayetleri de gece ibadeti ile ilgilidir.
172 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu İsmail EKER \ 173
Alevîler cem ibadetlerini; mürşid, pir, rehber eşliğinde cemevinde hazır hatırlatılması içindir. Ayrıca Alevîlikte yıl abdesti vardır. İkrar verip müsahip
bulunan canlarla birlikte yaparlar. Bir cemin başlamasından bitimine kadar kavline girerek alınır. Allah’ın ikametgahı olan kalbimizi devamlı temiz tutmamız
ON İKİ ayrı hizmet gerçekleştirilir. Bazı Lokma ve Perşembelik Cemlerde bu gerekmektedir. Piri, Selman-ı Pak’tır. (Şems-9)
hizmetler kısaltılır. Saki-Sakkacı: Cem sırasında hazır bulunan canların su ihtiyaçlarını karşılamak
Peyk : Haberci demektir. Her haberin ve habercinin birinci kaynağı Allah’tır. ve Hz. İmam Hüseyin aşkına saka suyu dağılırken bu hizmeti ahkamına uygun
Peyk, pirin emrindedir. Tüm habirleşmelerde peyk görevlendirilir. Piri, Cebrail olarak yapan kişidir. Kabeye gelen hacılara nasıl ki üzüm ve hurma şırası ikram
A. S. dır. (Fussilet-33) edilirse cemevinde de verilen ve dağıtılan sular, bütün sevgilerin kaynağı olan
Kapıcı : Evvelin ve ahirin olarak bakıldığında her şeyin kapısını açan da örten ALLAH aşkı içindir. Piri, Selman-ı Pak’tır. (İnsan-5/6)
de Allah’tır. Ancak zahiri olarak bakıldığında her mekanın bir kapıcısı olduğu İznikçi: Cemevinin giriş bölümünde görev yapar, içeri giren canlar temizliğe
gibi cemevinin de bir kapıcısı vardır. Cemevinin kapıcısının gönül gözü açıktır. riayet edilmesi için ayakkabılarını çıkararak iznikçi’ye teslim ederler. Piri Abdal
Gönül gözü açık olan kapıcı görevini icra ederken, o kapıdan içeri girenin Hak Musa Sultan Hz. leridir. (Taha-11/12)
dostu olup olmadığını bilir. Piri, İmam Hasan’dır. (Zümer-73) Mihmindar: Ceme gelen misafir (mihman) canlarla ilgilenir. Misafir, Alevî
Gözcü: Alevî inancında cemevi bir bakıma Allah’ın, Cennet’in, Cehennem’in inancında Hızır Aleyhisselam anlamındadır. Gelen misafirler usulüne uygun
gök kapılarının açıldığı yer olduğuna göre, cemevi çok düzenli olması gerekir. olarak ağırlanır. Kendilerini yalnız hissetmemeleri sağlanır. Piri, Hızır A. S. dır.
Bu düzeni cemevinde gözcü sağlar. Piri, Gözcü Karaca Ahmet’tir. (Araf-204) (Meryem-85)
Çerağcı – Delilci :Cem ibadetinin yapılmasında Delili Şahı Merdan’dan Semahçı: Semah sözcüğünün, işitmek, uçmak, gökyüzü gibi anlamları vardır.
sorumludur. Allah’ın nuru, Muhammed Ali’nin ışığı, Kırklar Meydanı’nın çerağı Ayrıca kişinin kendinden geçercesine dönmesi ve vecd hali ile Hakk’a ulaşmasıdır.
olan delilimiz, o günkü kesilen kurbanın yağı ile uyarılır. Kainatta ilk çerağı uyarıp Alevîlikte semah; Hz. Ali önderliğinde toplanan Kırklar Meclisi’nde dönülen
bütün kainatı nura gark eden Allah’tır. Piri, Cabürül Ensar’dır. (Nur 35-36) semahı anmak için vecd haline gelerek Allah’a ulaşmak yolunda gerçekleştirilen
Zakir :Zikreden demektir. Zakir zikrettiğinde kendini yok etmemişse o zikir bir dinsel ibadettir. Pir Hünkar Hacı Bektaş Velî Hz. leri bu konuda: Semah
sayılmaz. Zakir aynı zamanda ilmin temsilcisidir. Piri, İmam Cafer Sadık Hz. ariflerin aleti (marifet), muhiplerin ibadeti (sırr-ı hakikat), taliplerin maksududur
leridir. (İsra-110) (istek ve arzu duyulan) buyurmuşlardır. Yine Hz. Hünkar: Semah, hakikat ehline
müstehak (hak etmek), ilim ehline mübah, fısk (fesat), ve fücur (fitne) ehline
Kurbancı :Cemde tercüman ve diğer kurbanların tığlanmasını müteakip kesim
haramdır buyurmuşlardır. Maide 57: İbadetinizi eğlence ve oyun gibi görenler
işlemlerini yapar. Kesip parçaladıktan sonra aşçıya teslim eder. Piri, Hz. İbrahim
kafirlerdir, onları dost edinmeyin. (Semah ibadettir) Semah, Hz. Muhammed’in
A. S. ve Comardı Kasap’tır. (Hac-33/37 ve Saffat-103/108)
Mirac’a gidişini sembolize eder. Semah 3 aşamadan oluşur: Birinci aşama;
Aşçı- Lokmacı : Kesilerek hazırlanıp kendisine teslim edilen kurban etlerini Mekke ile Kudüs arasındaki yolculuğu, ikinci aşama Mescid-i Aksa’dan göklere
usulüne uygun olarak pişirip lokma edilmesini sağlar. Piri, Seyyid Ali Sultandır. yükselmeyi, üçüncü aşama; Sidretül Münteha’ya (Allah’ın huzuruna) varışın
Bilindiği gibi Seyyid Ali Sultan pişmesi gereken lokmanın zamanında yetiştirilebilmesi anlatılması açısından çok önemlidir. Birinci aşama, Bekabillah (Dünya yaşamını)
için lokma kazanının altına iki ayağını sokarak pişirmiştir. (İnsan-Dehr-7/8/9) ikinci aşama Seyrifillah (Allah’a yolculuğu) üçüncü aşamada Fenafillah (Allaha’a
Farraş-Süpürgeci-Cari: Cemevinin temizliğinden sorumludur. Cem ibadeti kavuşmayı) anlatır.
yaparken manevi temizliği, iç temizliği hatırlatması için sembolik olarak sırası Emreyledi öyle içten Şah’ımız, Madde için yok ahımız, vahımız, İlahi bir sevgi(aşk)
geldikçe Kırklar Meydanı’na süpürge çalar. Cemevi Alevî inancında Kabe mesabesinde dir semahımız. Haşa ki bizim semahımız oyuncak değildir. İlahi bir aşktır, salıncak
olduğundan faraşlık hizmetini yürüten; Hz. İbrahim A. S. ’dır. Kırkların ceminde değildir. Cümle dostlar tarafından biline, kim ki semahı bir oyun sayar. Mümin diye
faraşlık yapan ise Seyyid Muhammed El Farraş’tır. (Maide-100) namazı kılınacak değildir.
Tazekkar- İbrikdar: Cem sırasında tüm canlara tarikat abdestini aldıran kişidir.
Tarikat abdestinin alınması semboliktir. Hem bedeni hem de ruhi temizliğin
174 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu İsmail EKER \ 175
Cem ibadetini olmazsa olmazlarından biri de sazımızdır. Saz, Alevîlikte çivide Müsahip davasın kılan Gönül aynasın açana Şah Hatâyî’nin bendine
asılı kutsal bir kitap olarak algılanır. “Müzikle inancın birlikteliği yalnızca Alevî Evvel baştan hali gerek Hakkı batıldan seçene Şah gerek şah menendine
inancında görülür.” Alevîlikte saz olmazsa, söz olmazsa “nefes”, nefes olmazsa
Ruhu hem ruha ulaşık On iki derbent geçene Lahmike lahmi yurduna
“deyiş”, deyiş olmazsa “düvaz imam”, düvaz imam olamazsa “semah”, semah
olmazsa inanç olmaz. Üç can bir cemi oluşturur. Cem de sohbet, muhabbet, söz Ceset dahi ölü gerek Hakk’a gider yolu gerek Şah Murtaza Ali gerek
ve saz insanı yaratır. Alevîlikte saz kavgadır, silahtır. Alevîlikte saz aşk-ı niyazdır. Musahiplik; ilk defa Mekke’de Kur’an-ı Kerim’in Sebe suresinin 46. ayetinin
Alevîlikte saz düşüncenin madde ile musahipleşip üretime dönüşmesidir. Saz, emriyle kurulmuştur. (Birinci Akabe Biatı, miladi 62l yılında hac mevsiminde
Alevî toplumunun sigortasıdır. Sazdaki bir telin kopması düşünceyi hızlandırır, yapılmıştır). Hicretten sonra 7. ayda Enfal suresinin 71. ayeti emriyle tekrar
insan haklarının zedelenmesinin gündemde olduğunu kavrar. Sazdaki her telin kurulur. (İkinci Akebe Biatı miladi 622 yılında yapılmıştır.) Bu kez bir muhacir, bir
bir anlamı ve karşıtı vardır. Birinci tel sevgiyi, ikinci tel kardeşliği, üçüncü tel ensarla musahip yapılır. Ensar ve Muhacirin kardeş olmalarını Allah Kur’an’daki
barışı, dördüncü tel ırkçılığın reddini, beşinci tel kula kulluğun reddini, altıncı bazı ayetlerde över ve ödüllendirir. Sebe 46: (İnkarcılara) De ki ; size tek bir
tel hoşgörüyü, yedinci tel hakla bir olmayı, birlik alemini simgeler. Bütün bu öğüt vereceğim. Allah için ikişer ikişer ve teker teker kalkın, sonra düşünün!
tellerin birleşiminde ise birlik alemi oluşmuştur ve haksızlığa karşı durmayı (Göreceksiniz ki) arkadaşınızda delilikte hiçbir eser yoktur. O ancak şiddetli bir
terennüm eder. Saz Alevîlikte zehrin panzehiridir, diyebiliriz. azap gelmeden önce sizi uyaran bir peygamberdir. Fetih 10: Şüphesiz sana biat
Alevîlikte cenaze defin işlemleri de topluca yapılan ibadetler arasındadır. edenler gerçekte Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerini üzerindedir.
Bir Alevî canın Hakk’a yürümesi, Alevîlikte yeni bir yaşamın başlangıcı kabul Kim ahdini bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Ve kim Allah’ a vermiş
edilir. olduğu sözü tutarsa, Allah ona büyük bir mükafat verecektir. Fetih 18: And olsun
ki, o ağacın altında sana biat ettiklerinde Allah o müminlerden razı olmuştur.
Musahip: Alevî inancında terim olarak, ikrar vermiş evli erkek ve kadının
Kalplerinde olanı bildiği için Allah onların üzerine güven duygusu indirmiş ve
(karı-koca) seçtiği kefil anlamında “Yol Kardeşi” “Tarikat Kardeşi” demektir.
onları pek yakın bir fetihle mükâfatlandırmıştır.
Musahiplik: İkrar vermiş evli iki kişinin eşleri ile birlikte Hakk’a yürüyünceye
Enfal 71-75, Nisa-30, Bakara 156 ve Mümtahine suresinin 12. âyetleri de
değin kardeş kalacaklarına, birlik ve beraberlik içinde yaşayacaklarına, birbirlerini
musahiplikle ilgilidir.
koruyup kollayacaklarına, mürşid veya pirin önderliğinde, cem erenlerinin
huzurunda Allah’a söz vermeleri biçiminde gerçekleştirilen bir törenle kurulan ve Alevîlikteki iki doğuş vardır. Birinci doğuş anne ve babadan, ikinci doğuş ise
insan haklarını esas alan “toplumsal bir akrabalık” olarak tanımlanır. Müsahiplik, Mürşid (Pir)’den. Birinci doğuş bir Alevî için zülüm, ikinci doğuş ise hidayet
Allah’ın farzlarındandır. olarak algılanır. Alevî olarak yaşamak için ikinci doğuşun gerçekleştirilmesi
gerekir. Musahipliğin birinci aşaması ikrar vermek, ikincisi de musahip kavline
Musahip Tutmak: İyi huylu, temiz, birbirlerini sevip sayan, kötü suç işlemeyen,
girmektir. Musahip kavline girildiğinde otokontrol sistemi kurulmuştur. Her
iki ailenin kadını bacı, erkeği kardeş görmesiyle, aklî melekeleri yerinde olan
iki musahip suç işlememe yönünde birbirlerini kontrol ederler. Kur’an ile
inanmış, itikat sahibi ve Hz. Muhammed, Hz. Ali soyuna ikrarı benimseyen, reşit
emrolunan ve İslâm dininin yayılmasında en önemli faktör olan musahiplik ile
olan (20 yaşından küçük olmamak), ruhen anlaşabilecek durumda olan, dört
kardeş olan ensar ile muhacirler maddi güçlerini birleştirerek, ortaya güçlü bir
gönlü birleştirecek nitelikleri taşıyan kişilerce gerçekleştirilir. Öz kardeşten ileri,
üretim potansiyeli koyarak, tüketim toplumu olmaktan çıkıp üretim toplumuna
birbirlerine yakın, çok dürüst olarak, birbirlerine teslim-i rıza olmaları “Ehl-i Beyt
dönüşerek güçlenip kısa zamanda bir devlet bütçesi oluşturmuş, bir ordu kurmuş
Yolu’nun” gereğidir. İki musahip birbirlerine teslim-i rıza kapısında gönülden,
ve sosyal dayanışmayı da geliştirerek, İslâm dinini yok olmaktan kurtarıp hızla
candan olmalıdırlar. Ne maldan, ne candan, ne halden birbirlerine karşı gizlilik
yaymaya başlamışlardır.
içerisinde olmamalıdırlar ki, iki cihanda yüzleri ak, sözleri saf ve temiz olsun.
Zira iki müsahip birbirlerinin her haline haldaş, her yoluna yoldaş olmaları için
sürekli temiz ve kul hakkında azami önemi göstererek yaşamalıdırlar. Her kişinin
kendi emsal ve akranı ile müsahip olması erkandır.
176 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu İsmail EKER \ 177
Musahip Olma ya da Musahiplik Kurumu: Düşkünlük
Alevîlikte ilk toplumsal dayanışma biçimidir. Bir taraftan Alevî toplumu Tarikatta itikadını birlemeyen ve kalbine fesat salan mürşidin, pirin buyruğundan
davranışı uzantısında halkın toplu eylemini besleyen bir halka olarak yaşama çıkan talip, düşkün sayılır. Tevella, Teberra etmeyen talip de düşkündür.
geçerken, diğer taraftan Alevî topluluk örgütlenmesinin uygulaması, halkın Dünyadaki tüm canlı ve cansız varlıkları incitenler de düşkündürler. Geçici ve
toplumsal örgütlülüğünü yaratan ilk basamak olur. Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin sürekli olmak üzere iki grup düşkünlük vardır. (Şaşkın düşkün, perişan düşkün,
musahip olma kutsal söylencesi, Hz. Muhammed’in zahir/şeriatçı kimliğinin sehven düşkün, bilerek düşkün ve bilmeyerek düşkün…) Alevîlikte on iki bab
yadsınması, buna karşın batini kimliğinin olumlanması öyküsüdür. İnanç (düşkünlük kapısı) vardır. Geçici düşkünlükten düşkün olan talipler bekleme
Tanrısının dilinden insan tanrı belirleyiciliğinde yaratılan gayb aleminin öncelikli sürelerini doldurduktan sonra sitemlerini çekerek yola girerler. Sürekli düşkün
durumunun bildirilmesidir. Hz. Muhammed özlenen bir kimliğe büründürülerek olan talipler ise, asla yola alınmaz ve toplum dışına çıkartılır.
şeriatçı inanç dünyası kaynakta çökertilir. Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin musahip Musahiplikte sadakat gerekir. Bir talip suç işleyerek yol düşkünü olduğunda,
olmasını anlatan kutsal söylence, Kırklar Meclisi’nin bir devamı niteliğindedir. yola alınabilecek durumda olursa, onun düşkünlüğünü musahip kardeşi kaldırır.
Miraç yolculuğu sırasında ve dönüşte Kırkların Kapısı’nda kulak abdesti yoluyla Mürşid veya pir vasıtadır. Yine derman musahip kardeşlerin birbirlerinden olur.
akılla/sözle yıkanan Hz. Muhammed; Kırklar Meclisi’ne katıldıktan sonra inançta İki musahip kardeş yola girdikten sonra asla ayrılamazlar.
aklın nesnelleşmiş, yani sıvı biçimi olan dolu ya da şerbetle bir kez daha yıkanır,
Ehlibeyt gemisi öyle bir gemidir ki, Nuh’un gemisini de içerisine alır. Bu
bilgiyle iç yıkanmaya uğratılır. Bilgiyle yıkanmış olan Hz. Muhammed toplumsal
gemiye binenlerse kurtuluşa ereceklerdir.
aklın temsilcisi olan Kırklarla birleşir. İşte Hz. Muhammed ile Hz. Ali’nin musahip
olması bu noktadan sonra devreye girer ve batini kimlikli Hz. Muhammed’in ilk
eylemi olarak yaşama geçer. Kaynakça
Abdülbaki Gölpınarlı, Hz. Ali, Nehcül Belağa, Der Yayınları, İstanbul 1974.
1) Musahiplik: İkrar vermiş evli canların yaşam boyu dayanışması olarak
Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya, Bedir Yayınları, İstanbul.
algılanır, Hz. Muhammed ve Hz. Ali ile temsil edilir.
Aziz Yalçın, Makalat-ı Hacı Bektaş Velî, Ankara 1991.
2) Aşinalık: İki müsahipliğin yarattığı dayanışma kurumu olarak yaşama geçer. Celal Metin, Alevîlik Hukuku, Tasavvufu İlmihali, Cem Hizmetleri, Ankara 2007.
Hak’la dost olma olarak algılanır. Hz. Ali adına davranan, Peygamber olduğunu Enis Demir, Fazileti Ehli Beyt-i Rasulallah, Der Yayınları, İstanbul 1993.
söylediği için Kırklar Meclisi’ne alınmayan, Hz. Muhammed’e yol gösteren ve Haydar Teberoğlu, Evliya Yolunda Erkan, Dedeoğlu Matbaası, Ankara 2006.
onun Kırklar toplantısına katılmasını sağlayan Veysel Karani’nin anısına Hz. Ali İbrahim Arslanoğlu, Şah İsmail Hatâyî ve Anadolu Hatâyîleri, Der Yayınları, İstanbul
ve Veysel Karani ile temsil edilir. 1992.
3) Peşinelik: İki aşinanın yarattığı dayanışma kurumu; sürekli gerçeği M. Tevfik OYTAN, Bektaşîliğin İçyüzü, Maarif Matbaası, İstanbul.
arayan ve sonunda Boz atlı Hızır olarak algıladığı Hz. Ali’yi bulan Selman-ı Farisi Murat Sertoğlu, Hünkar Hacı Bektaş Velî-Sağlam Yayınları, İstanbul.
(Selman-ı Pak) anısına Hz. Ali ve Selman-ı Pak ile temsil edilir. Nizam Bozkurt, Alevîliğin Oluşumu Alevîlerde Cem İbadeti, Ceylan Yayınları,
Ankara.
4) Çiğindaşlık (Çiğildaşlık): İki musahipli peşinenin yarattığı dayanışma
Sadrettin Gümüş, Yakup Çiçek, Muhsin Demirci, Kur’an-ı Kerim Metinsiz Meali,
kurumu; Allah’ın müdahalesi dışında canlı cansız her oluşumu sağlayan, kurucu
İstanbul 2003.
nesnelerin en üst basamağında yer alan “toprak”la özdeşleşme olarak algılanır.
Sefer Aytekin, Buyruk, İmam Cafer Sadık Çeviri, Emek Basım Yayınları, Ankara.
Ulaşılması çok zor olan bir aşama olarak inanca taşınır. Bu nedenle yalnızca Hz. Ali
Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an-ı Kerim Meali, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul 1998.
tarafından yaşanıldığına inanılır. Toprak-Hz. Ali özdeşleşmesi nedeniyle “Toprakoğlu”
Yunus Koçak, Hasan Dede Hayatı ve Öğretisi, Hasan Dede Belediyesi Yayınları,
anlamında Ebu Turab adını alan Şahı Merdan Ali ile temsil edilir. Ankara.
178 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Mehmet ERSAL \ 179
girift yapısını görmüşken bilim ve toplumun kanaatleri her şeyin halledildiği
yönündedir. Alevîlik üzerine herkesin bir fikri vardır. Birbirine benzer on cümleyi
herkesten duyabiliriz. Alevî inanç sistemi üzerine genel yargıların yapılması
ÇUBUK HAVZASI ALEVÎ OCAKLARI BAĞLAMINDA
akademik anlamda mümkün görünmemektedir. Buna rağmen ilmi yayınlarda
ALEVÎ İNANÇ-DEDE OCAKLARININ olsun akademik çalışmalarda olsun bir genelleme yapma geleneği hakimdir.
TEŞKİLATLANMASI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME1
Mehmet ERSAL2
Özet
Bu tebliğde Alevî İnanç Dede Ocaklarının teşkilatlanması Çubuk Havzası
merkezli hiyerarşik olarak birbirine bağlı Şah Kalender Velî, Seyyid Cibali Sultan,
Seyyid Hacı Ali Turabî, Hacı Mehemmed Abdal ve Seyyid Hacı Muradı Velî
ocakları bağlamında değerlendirilecektir. Değerlendirme yapılırken Alevî inanç-
dede ocaklarının tarihsel yapılanmasına da değinilecektir. Beş ocağın talip ve
dede topluluklarının tarihsel süreçteki değişimi de yerleşim birimleri merkezli
değerlendirilecektir. Söz edilen analizler yerleşim birimlerinde yapılan alan
araştırmaları dayanaklı olacaktır.
Anahtar Kelimler: Çubuk Havzası, Alevî, Ocak
Alevîlik üzerine yapılan çalışmaların ocaklar merkezli çalışmalara kaydırılması Ali Ay, (1947), Kurşunlu, İnegöl, Bursa, İlkokul, Baba
gerekmektedir. İnancın temel dinamiği ve yaşatıcısı olan ocakların ritüel dünyalarının Ali Ay, (1960), Kurşunlu, İnegöl, Bursa, İlkokul, Rehber
bile tespit edilmemiş olması Türk kültürü adına büyük bir kayıptır. Hâlâ dedelerin Ali Berber, (1939), Uluğbey, Senirkent, Isparta, İlkokul, Aşık
ellerinde asırlık şecere, berât, icazetnâmeler vardır. Bu belgeler okunduğu zaman Ali Dedeoğlu, (1941), Mart, Şabanözü, Çankırı, İlkokul, Dede
ocakların bağlı bulunduğu tekkeler olan Hacı Bektaş, Kerbela, Erdebil’in Anadolu
Ali Haydar Sır, (1951), Muhundu, Mazgirt, Tunceli, Lise, Dede
Alevîliği üzerindeki nüfuzu daha rahat anlaşılacaktır. Yine Vefalîliğin, Ahiliğin
Alevî-Bektaşî inancı ile olan bağlantıları da bu belgelerde saklıdır. 1950’li yıllarda Ali Kök, (1933), Sarayköy, Karaşar, Beypazarı, Ankara, İlkokul, Talip
Çankırı Şabanözü Bulgurcu köyünde yaşayan Hacı Muradı Velî Ocağı dedelerinden Ali Rıza Yavuz, (1946), Üçsaray, Seyitgazi, Eskişehir, İlkokul, Rehber
Halil Bektaşoğlu dedenin Kerbela’ya gidişi ve şecere tasdiki yaptırışını anlamak Ali Tan, (1939), Sarayköy, Karaşar, Beypazarı, Ankara, İlkokul, Talip
içinde ocak çalışmalarına ihtiyacımız olduğu ortaya çıkmaktadır. Ali Türkân, (1938), Kurşunlu, İnegöl, Bursa, İlkokul, Rehber
Alan araştırmalarımızda ortak görüş diyebileceğimiz bir “Horasan” metaforu Arap Ali Gazioğlu, (1932), Büyük Camili, Alaca, Çorum, İlkokul, Dede
vardır. Horasan Ahmet Yesevî’nin yaşadığı coğrafya mıdır? Yoksa Şah İsmail’in
Arif Dalkılıç, (1937), Susuz, Çubuk, Ankara, İlkokul, Dede
devletini kurduğu İran coğrafyası mıdır? Bu soruların cevabı da ocaklar üzerine
yapılacak kapsamlı çalışmalarla ortaya çıkacaktır. Bu sorulara günümüz pencersinden Aslan Filiz, (1946), Hamzalı, Sulakyurt, Kırıkkale, İlkokul, Talip
bakınca verilebilecek bir cevap; “Bugün Horasan Anadolu coğrafyasıdır.” Atiye Bingöl, (1938), Kırıklı, Gölbaşı, Ankara, Okur Yazar, Talip
görüşümüzdür. İnanç sisteminin yaşadığı ve hiyerarşik olarak örgütlendiği bölge Baki Özdemiroğlu, (1963), Mart, Şabanözü, Çankırı, İlkokul, Dede
Anadolu ve bir uzantısı Balkan coğrafyasıdır. Elimizdeki Horasan’da kaybolmadan Battal Dalkılıç, (1948), Susuz, Çubuk, Ankara, İlkokul, Dede
alan araştırmaları ile ocaklar bütün yönleriyle tespit edilmelidir.
Battal Yıldız, (1948), Hamzalı, Sulakyurt, Kırıkkale, İlkokul, Talip
Ocaklar üzerine yapılan çalışmalar ocakların coğrafi ve ritüelik haritalarının
Bekir Kuran, (1941), Sarayköy, Karaşar, Beypazarı, Ankara, İlkokul, Dede(dikme)
ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Bu haritalar aynı zamanda Türkmenin düşün
190 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Mehmet ERSAL \ 191
Cafer Dedeoğlu, (1949), Göldağ, Şabanözü, Ankara, Lise, Talip İsmail Kaymak, (1939), Kurtsivrisi Mh. Özbek, Şabanözü, Çankırı, İlkokul, Talip
Cafer Ocak, (1940), Harhar, Alaca, Çorum, Öğretmen Okulu, Dede İzzet Çamur, (1940), Ömercik, Çubuk, Ankara, İlkokul, Talip
Dağıstan Demirhan, (1938), Hasan Dede, Kırıkkale, İlkokul, Dede Kadir Kaderoğlu, (1335), Meşeli, Çubuk, Ankara, Okur Yazar, Talip
Dede Karakaş, (1931), Sarayköy, Karaşar, Beypazarı, Ankara, İlkokul, Dede(dikme) Kaya Gökçe, (1958), Yellice, Kangal, Sivas, Üniversite, Talip
Elverdi Pak, (1968), Hamzalı, Sulakyurt, Kırıkkale, İlkokul, Talip Kazım Baytemir, (1950), Kırıklı, Gölbaşı, Ankara, İlkokul, Talip
Ercan Sargın, (1971), Kurşunlu, İnegöl, Bursa, Ortaokul, Talip Kerime Demirtaş, (1943), Arslanbeyli, Seyitgazi, Eskişehir, İlkokul, Anabacı
Fidan Özdemir, (1937), Kırıklı, Gölbaşı, Ankara, ilkokul, Talip Mehmet Akgül, (1939), Senirkent, Isparta, Üniversite, Talip
Gülsüm Sargın, (1969), Kurşunlu, İnegöl, Bursa, İlkokul, Talip Mehmet Demirtaş, (1958), Arslanbeyli, Seyitgazi, Eskişehir, Yüksek Okul, Dede
Hacer Dedeoğlu, (1956), Mahmutoğlan, Çubuk, Ankara, Okuryazar, Talip Mehmet Er, (1949), Uluğbey, Senirkent, Isparta, İlkokul, Dede
Halil Dedeoğlu, (1937), Mart, Şabanözü, Çankırı, İlkokul, Dede Muharrem Öcal, (1953), Hamzalı, Sulakyurt, Kırıkkale, İlkokul, Talip
Halil İbrahim Eroğlu, (1930), Senirkent Isparta, İlkokul, Dede Murat Üstün, (1928), Hamzalı, Sulakyurt, Kırıkkale, İlkokul, Âşık
Halil Özdamar, (1916), Uluğbey, Senirkent, Isparta, İlkokul, Mürşid Mustafa Sayılır, (1954), Sarızlı, Sulakyurt, Kırıkkale,
Halil Özdemiroğlu, (1931), Mart, Şabanözü, Çankırı, İlkokul, Dede Mustafa Karatürk, (1922), Uluğbey, Senirkent, Isparta, Eğitim Enstitüsü, Talip
Hamdi Şanlı, (1927), Sarıkoz, Çubuk, Ankara, İlkokul, Talip Mustafa Yanık, (1952), Mahmutoğlan, Çubuk, Ankara, İlkokul, Talip
Hanife Şenol, (1945), Şehitler, İnegöl, Bursa, İlkokul, Talip Mustafa Nuri Özden, (1952), Senirkent, Isparta, Üniversite, Dede
Hasan Ali Duran, (1943), Sarayköy, Karaşar, Beypazarı, Ankara, İlkokul, Dede Mustafa Tan, (1938), Sarayköy, Karaşar, Beypazarı, Ankara, İlkokul, Talip
Hasan Dedeoğlu, (1929), Mart, Şabanözü, Çankırı, İlkokul, Dede Mustafa Tuncel, Dereli, Karaşar, Beypazarı, Ankara, Okuryazar, Baba
Hasan Dedeoğlu, (1934), Göldağ, Şabanözü, Çankırı, İlkokul, Talip Muzaffer Çolakoğlu, (1942), Kutluşar, Şabanözü, Çankırı, İlkokul, Âşık
Hasan Öztürk, (1968), Hamzalı, Sulakyurt, Kırıkkale, Lise, Dede Nazik Hatice Koca, Şehitler, İnegöl, Bursa, Okuma yazma bilmiyor, Anabacı
Hatice Bircan, (1917), Sarayköy, Karaşar, Beypazarı, Ankara, Okuma yazma bilmiyor, Talip Necati Dedeoğlu, (1937), Göldağ, Şabanözü, Çankırı, İlkokul, Talip
Hatice Sargın, (1944), Kurşunlu, İnegöl, Bursa, Okuma yazma bilmiyor, Talip Neslihan Ergin, (1952), Şehitler, İnegöl, Bursa, İlkokul, Talip
Haydar Ali Keleşoğlu, (1947), Dalyasan, Çubuk, Ankara, Lise, talip Necibe Dilek, (1932), Şehitler, İnegöl, Bursa, Okuma yazma bilmiyor, Talip
Haydar Bakkal, (1950), Hamzalı, Sulakyurt, Kırıkkale, İlkokul, Talip Nezir Erdil, (1931), Şehitler, İnegöl, Bursa, İlkokul, Âşık
Haydar Filiz, (1974), Hamzalı, Sulakyurt, Kırıkkale, İlkokul, Talip Nilüfer Türkân, (1941), Kurşunlu, İnegöl, Bursa, Okuma yazma bilmiyor, Talip
Haydar Özkan, (1951), Kurtsivrisi Mh. Özbek, Şabanözü, Çankırı, İlkokul, Talip Niyazi Öcal, (1956), Hamzalı, Sulakyurt, Kırıkkale, İlkokul, Talip
Hayrettin Demirtaş, (1941), Arslanbeyli, Seyitgazi, Eskişehir, Ortaokul, Dede Pembe(Şerife) Hazer, (1944), Şehitler, İnegöl, Bursa, İlkokul, Talip
Hüseyin Engör, (1952), Mahmutoğlan, Çubuk, Ankara, Ortaokul, Dede Rıza Gülşen, (1950), Hamzalı, Sulakyurt, Kırıkkale, İlkokul, Talip
Hüseyin Özkan, (1960), Kurtsivrisi Mh. Özbek, Şabanözü, Çankırı, Lise, Talip Rıza Gültaş, (1971), Hamzalı, Sulakyurt, Kırıkkale, Lise, Talip
Hüseyin Sargın, (1964), Kurşunlu, İnegöl, Bursa, İlkokul, Zakir Satılmış Dedeoğlu, (1930), Göldağ, Şabanözü, Çankırı, İlkokul, Âşık
Hüseyin Yörük, (1934), Sarayköy, Karaşar, Beypazarı, Ankara, İlkokul, Baba Süleyman Ertuğrul, (1944), Uluğbey, Senirkent, Isparta, İlkokul, Dede
İbrahim Özdemir, (1934), Kırıklı, Gölbaşı, Ankara, İlkokul Talip Şemsi Ertuğrul, (1947), Uluğbey, Senirkent, Isparta, Okur yazar, Anabacı
192 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Hüseyin DEDEKARGINOĞLU \ 193
Şükrü Doğan, (1942), Yukarı Emirler, Çubuk, Ankara, İlkokul, Aşık
Turan Değirmenci, (1956), Kurtsivrisi Mh. Özbek, Şabanözü, Çankırı, Ortaokul, Talip
Ünal Şimşek, (1963), Sarıkoz, Çubuk, Ankara, İlkokul, Talip DEDELİK KURUMU VE SÜREK ANLAYIŞI
Velî Bektaşoğlu, (1949), Bulgurcu, Şabanözü, Çankırı, İlkokul, Dede Hüseyin DEDEKARGINOĞLU1
Velî Dedeoğlu, (1932), Göldağ, Şabanözü, Çankırı, İlkokul, Talip
Velî Yurdakadim, (1953), Sele, Çubuk, Ankara, İlkokul, Dede
Veysel Özden, (1926), Senirkent, Isparta, İlkokul, Dede
Zehra Demirtaş, (1964), Arslanbeyli, Seyitgazi, Eskişehir, Lise, Anabacı
Zeki Dedeoğlu, (1927), Göldağ, Şabanözü, Çankırı, Üniversite, Talip Özet
Alevîliğin toplumsal ve inançsal oluşumunda; biçimlenmesi ve sistemleşmesindeki
önemli öğelerden birisi olan dedelik kurumu ve bu kurumun başındaki ocak
dedeleri, yaklaşık bin yıldır uygulanan her türlü baskı ve zulümlere karşı koyarak
Alevî inancının günümüze taşınmasında önemli rol oynamıştır. Dedeler, Alevî
toplumundaki sosyal hiyerarşinin en üst noktasında bulunan kişilerdir. Dedeler
taliplerinin bulunduğu uzak yerlere herhangi bir sebepten gidemedikleri zaman
yerlerine “Dikme” adı verilen vekiller atayabilir. Dedeler, mensubu oldukları
ocağın adıyla anılırlar. Dedeler, cemleri yöneten ve toplum içinde saygınlığı olan
kişilerdir. Dedelik yapabilmek için bir ocak mensubu (ocakzade olmak) olmak
gerekir. Dede ocakları; mürşit ocakları ve pir ocakları olmak üzere iki gruba
ayrılır. Her pir ocağının da bağlı olduğu bir mürşit ocağı vardır.
Alevî toplumu tarafından “Yol bir, sürek bin bir” diye ifade edilen deyimle
anlatılmak istenen; Hak-Muhammed-Ali inancı, Ehlibeyt sevgisi, On İki İmam,
Kerbela olayı, Muharrem orucu, cem, musahiplik, vs. gibi Alevîliğin temel
anlayışlarının bütün Alevîler tarafından kabul gördüğü, yani yolun bir olduğudur.
Sürek ise cem ve erkân uygulamalarının sıralamalarında ve şeklinde ufak tefek
farklılıkları ifade etmektedir. Bir diğer konu ise dedeleri cami hocasıyla aynı
kapsamda ele almak, dedelik kurumunu önemsememektir. Cami hocalarının
vermiş olduğu cenaze hizmetinin, dedeler tarafından cemevinde yapılması
yaklaşımı da dedelik kurumunu asıl konumundan uzaklaştırarak cami hocaları
ile aynı seviyeye getirmektir.
3 Tufan Gündüz, Son Kızılbaş Şah İsmail, s. 144 4 Babek Cavanşir - Ekber N. Necef, Şah İsmail Hatâ’î Külliyatı, s. 483
198 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Hüseyin DEDEKARGINOĞLU \ 199
İşte kemend, işte boynum asarsa uygulanmasını sağlayan kişilere de “dede”, ya da “pir” denir. Ocakzade olanlar
İşte hançer, işte kellem keserse hangi aşiret ve boya mensup ise bunların talip toplulukları da aynı aşiret ve
boydan olur diye bir şart yoktur. Herhangi bir dede ocağındaki talipler, dedelerinin
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
bağlı olduğu aşiret veya boydan olabileceği gibi, başka aşiret ve boylardan da
olabilir. Örneğin Dede Garkın Ocağı’nın talip toplulukları; başta Kargınlar olmak
Pir Sultan’ım arşa çıkar ünümüz üzere, Çepni, Bayat, Salur, Demirci, Dedesli, Salmanlı, Geygel ve Avşarlardan
O da bizim ulumuzdur pirimiz oluşmaktadır. Oysa Avşarlar ve Çepnilerin bir kısmı aynı zamanda Hacı Bektaş
Hakk’a teslim olsun garip canımız Ocağı’nın da talipleridir.
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan5 Dede ocakları; mürşit ocakları ve pir ocakları olmak üzere iki gruba ayrılır. Bir
dede ocağı, ya pir ocağı ya da mürşit ocağıdır. Her pir ocağı bir mürşit ocağına
bağlıdır. Her dede ocağının bir talip topluluğu vardır. Mürşit ocağının talibi bir
pir ocağı olabileceği gibi, doğrudan mürşit ocağına bağlı talip de olabilir. Bu talip
DEDE NASIL OLUNUR, DEDELİĞİN OKULU VAR MIDIR? topluluğu kendisini tanımlarken hangi ocağın talibiyse, o şekilde “Falan ocağın
Dedeliğin bir okulu yoktur. Dedeler bağlı olduğu ocaklar vasıtasıyla atadan ve talibiyim.” veya “bizim pirimiz filanca ocağın mensupları” gibi ifadelerle tanımlar.
dedelerinden aldıkları bilgileri nesilden nesle aktarırlar. Alevî toplumu günümüze Bir ocağın dedesi talibinin piridir. Ocak mürşit ocağı değil, bir pir ocağıysa, bu
kadar kimliğini açık olarak ifade edemediği ve takiyye (yani gizlenme) yaptığı ocağın da bağlı olduğu bir piri (dedesi) vardır; bu durumda o pir ocağının bağlı
için resmi olarak bir eğitim kurumları olmamıştır. olduğu ocak, mürşit ocağıdır. Pir ocağı bağlı olduğu mürşit ocağının talibidir.
Dedeler yetkilerini bağlı oldukları dede ocaklarından alırlar. Alevî topluluklar Yani hem pirdir, hem taliptir; kendi talibinin piridir, kendi pirinin talibidir. Kendi
cemaat oluşumu bakımından dede ocaklarına bağlıdır. Her dede, mensubu olduğu piri ise talibinin mürşididir. Mürşit dahi taliptir. O da yolun talibidir.7
ocağın adıyla anılır. Örneğin Şeyh İbrahim Ocağı’nın veya Ali Seydi Ocağı’nın Günümüz araştırmacılarından bazıları Anadolu’daki Alevî dede ocakları
dedesi gibi. . sayısını günden güne artırmaktadır. Ocakları genel kabul görmüş sayıdan 8-10
Dede ocaklarının ne zaman kurulduğu konusunda çok farklı görüşler ortaya kat artırarak bir çeşit ocak enflasyonu yaratmaktadırlar. Anadolu’daki ocak sayısı
atılmaktadır. 1240 yılındaki Babailer hareketini başlatan Dede Garkın’ın her biri 40-50 arasındadır. Bu ocakların 5-6 tanesi mürşit ocağı, diğerleri ise bu mürşit
keramet sahibi 400 halifesini toplayarak Dede Garkın sahrasında kırk gün cem ocaklarına bağlı pir ocaklardır. Ocak sayısının çoğaltılması yanında, yapılan bir
yaptığını Elvan Çelebi Menâkıbu’l-Kudsiyye Fî Menâsıbi’l-Ünsiyye adlı eserinde diğer yanlışlık ise “El ele, el Hakk’a bağlı.” anlayışı çerçevesinde bütün ocakların
açıkça belirtmektedir6. Buradan da anlaşılacağı üzere Dede ocaklarının 13. birbirine bağlı olarak gösterilmesidir. Gerek Hacı Bektaş Velî, gerekse adıyla
yüzyıldan önce de var olduğunu görmekteyiz. anılan Hacı Bektaş Tekkesi, tarihimizde önemli roller üstlenmiştir. Bizlerin, yani
Son yıllarda dede ocakları ile ilgili yapılan yorumlarda ise aşiret ve boyların her Alevînin yüreğinde onlara karşı sevgi ve saygı ile gönül bağı olduğu bir
beyleri ya da çocuklarının Emevî ve Abbasî zulmünden kaçan, Ehlibeyt soyundan gerçektir. Fakat Anadolu’daki bütün ocakların bağlı olduğu tek merkez değildir.
olan seyyid ve seyyideler ile evlendiği görüşü dile getirilmektedir. Bu aşiret ve boy Bütün ocaklar adeta birer tespih şeklinde birleştirilmekte, bu ocakların başına
beyleriyle evlenen, Ehl-i Beyt soyundan gelen ailelerden oluşan çevresel inanç da sanki tespihin imamesi gibi Hacı Bektaş ocağı oturtulmaktadır. Bu görüş,
merkezine ve bu merkez etrafında oluşan ekole “ocak”, bu ocaklara mensup Alevîleri tek merkezden idare edebilmek için, Osmanlı’nın olmasını istediği;
olan kimselere de “ocakzade” diyoruz. İşte bu ocakzade olan ve cem erkânının ama hiçbir zaman gerçekleştiremediği bir görüştür. 1826 yılında II. Mahmut
zamanında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla birlikte devleti yönetenler tarafından
Anadolu’daki Alevîliğin ve ocakların köreltilmesi amacıyla tüm ocakların Hacı
5 Sabahattin Eyuboğlu, Pir Sultan Abdalarkın Süreğinde CEMG, s. 117
Bektaş tekkesine bağlanması için çaba harcandı. Kısmen de olsa başarılı oldular.
6 Elvan Çelebi, (Haz. : İsmail Erünsal – A. Yaşar Ocak.) Menâkıbü’l Kudsiyye Fî Menasıbi’l
Ünsiyye, s. 12-17 7 Hüseyin Dedekargınoğlu, Dede Garkın Süreğinde Cem, s. 110-120
200 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Hüseyin DEDEKARGINOĞLU \ 201
Ama bu uygulama talip toplulukları tarafından hiçbir zaman benimsenmedi. Örneğin bir talip, piri ya da mürşidi konumunda olan aileden birisiyle evlilik
Bir ocağın talibi iken bağlı bulunduğu ocağı bırakıp başka bir ocağa bağlanan, yapamaz, musahip olamaz. Ancak kendisi gibi talip olanlarla evlilik yapabilir
özellikle de Hacı Bektaş Ocağı’na bağlanan talip toplulukları halk arasında, biraz ve musahip olabilir. Ocakzade, yani pir ya da mürşit ocağı mensubu olanlar ise
da küçümser bir ifadeyle “dönük” diye tanımlanmaktadır. Mürşit ocağı olarak birbirleriyle evlilik yapabilir ve musahiplik olabilirler. Ocakzade olanların aynı
öne çıkan ocaklar: Hacı Bektaş, Dede Garkın, Baba Mansur, Ağuiçen ve bir de ocak mensubu olması şart değildir. Farklı ocaklara da mensup olabilirler. Çünkü
bugün İran coğrafyası içinde bulunan Sultan Sahak Ocağı’nı sayabiliriz.8 Bunların bunların hepsi seyyiddir.
dışında bir iki tane de konumları netlik kazanmamış ocaklar vardır. Bir ocakta dede, birden fazla olabilir. Ama bunların içinde cem yürütme
Anadolu’da Alevî ocakları birbirlerine “El ele, el Hakk’a!” bağlı anlayışı içerisinde konusunda birikimi olan, o makamın gerektirdiği bilgi birikime sahip olan ocak
belli bir hiyerarşi sıralaması ile bağlıdırlar. Bu sıralamada birbirlerine olan saygı oğulları dede olarak posta oturabilir. Dede köyde, mezrada, obada ya da herhangi
çizgisi özenle korunmuştur. Bu bağlılıkta hemen anlaşılacağı gibi herhangi bir bir yerleşim yerinde diğer talipler gibi ya çiftçidir, ya çerçidir, ya demircidir, ya
yetki tartışması ve sürtüşmesine yer vermeyecek bir uzlaşma söz konusudur. ustadır... vs. Çünkü dede de o toplumun bir parçasıdır. Yani normal zamanlarda
Mürşîd; irşad eden, kılavuz, uyarıcı, taliplere kurtuluş yolunu gösterici; halktan birisidir. Dedenin de talip gibi hataları ve eksikleri olabilir. Dede de yol
dervişleri yöneten ve yönlendiren; sözü yasa niteliği taşıyan kimsedir. Mürşid, düşkünü konumuna düşebilir. Eğer bir bölgede yapılacak olan bir cemin bütün
hem taliplerin hem de pirin üst makamıdır. Kendi sorumluluğunda olan piri, masraflarını bir talip karşılıyor (musahip olacak iki kişinin hazırladığı cem veya
rehberi ve talipleri dinsel eğitim ve öğretim, yargılama ve karar verme yönünden dardan indirme cemi gibi) ise ve bağlı oldukları ocaktan dede olarak da birden
denetler. Bu nedenle mürşidin dinsel, toplumsal ve ahlaksal yönden geniş bilgiye fazla kişi varsa, dedeyi seçmek talibin hakkıdır. Bu anlamda dedeyi talip seçer,
sahip olması gerekir. Tarikatin geleceğini mürşidin eğitimi belirleyeceği için önemi diyebiliriz.
çok büyüktür. Mürşid kavramı da âşıkların dilinde ve telinde alabildiğince yer Bir de “Dikme Dedelik” vardır. Dedelerin uzakta bulunan taliplerini sık
almış en önemli kavramlardandır. ziyaret edemediği durumlarda o bölgedeki talipler dede sıkıntısı çekmektedir.
Dedeler, Alevî toplumundaki sosyal hiyerarşinin en üst noktasında bulunan Dedeler ise yolun uzak, bu işlerle ilgilenen, yani dedelik yapacak yakınlarının
kişilerdir. İster mürşit olsun, ister pir olsun her ikisi de ocakzadedir. İkisi de olmadığı gibi mazeretler belirtmesinden dolayı cemler gerekli sıklıkta yapılamaz.
erdir, erendir. Aralarındaki ilişkiyi ast-üst olarak görmemek gerekir. Alevîler bu Dolayısıyla taliplerin görgü ve sorguları da gecikir. Böyle durumlarda o bölgedeki
görüşü en iyi “Eri erden seçen kördür.” ifadesiyle anlatmaktadır. Aynı zamanda taliplerin cem erkânı konusundaki hizmetlerini görecek, cem erkânı uygulamaları
Ehlibeyt soyundan (seyyid olan) olarak da tanımlanan dedeler, posta oturarak konusunda bilgi ve birikimi olan, pirin geldiği zaman, pire taliplerin dilek ve
cemleri yönetir. Taliplerin görgü-sorgu işlemlerini yapar, küskünleri barıştırır, isteklerini doğru bir şekilde aktaracak, olup biteni takip ederek pire bilgi verecek
musahip olacakların işlemlerini yol-erkan gereğince yerine getirir. bir kişiyi yerine vekil olarak atar. Bu kişiye “Dikme” ya da “Dikme Dede” denir.
Dikme dedeler, talipler tarafından kabul gören, saygınlığı yerinde olan, hal ve
Alevîlikte dedelik soy sürer. Dede olan birisinin oğlu da dede olacak diye bir
hatırı bilinen kişilerdir. Dikme dedelere de görev yaptığı süre içinde asıl dedeler
zorunluluk yoktur. Aynı ocak/soydan olan herkes dede olabilir. Yani bir kişinin
gibi hakkullah verilir. Dikme dede hak terazisini doğru tutmuyor ise ve adaletli
dedeyim diyebilmesi için ilk şart, ocakzade (seyyid) olması gerekir. Dede ocakları,
davranmıyorsa o zaman pir, taliplerin şikâyeti üzerine ya da herhangi bir sebepten
geleneksel olarak soy ağaçlarını İmam Musa-i Kâzım, İmam Cafer-i Sadık,
dolayı dikme dedeyi görevden alabilir. Görevden alınan dikme dedeye hakkullah
İmam Bâkır, Zeynel Abidin ve İmam Hüseyin yolu ile Hz. Ali’ye, yani Ehlibeyt’e
verilmez ve dedeliği de biter. Dikme dede vefat ettiği zaman, dikme dedenin
ulaştırırlar. Sonuç olarak seyyiddirler, bunu da ellerinde bulunan şecereler ile
görevi de biter. Ailesinden herhangi birinin bu görevi devam ettirmesi mümkün
belgelendirirler. Dede ocaklarındaki şecerelerin hemen hemen tümü Necef,
değildir. Çünkü bu hizmet sadece o kişiye verilmiştir. Dikme dedeler ocakzade
Kerbela ve geç dönemde Hacı Bektaş’tan alınmadır. Dedelerinin soylarına başka
(dedesoylu) değildir.
grupların (seyyid olmayanların) soyunun karışmaması için bazı kurallar konmuştur.
Rehber ise yol gösteren kişiye denir, talibe kılavuzluk edendir. Yolun kurallarını
8 Hamza Aksüt, Alevîler, s. 77 edep, erkânını talibe öğretendir. Pirin yardımcısı konumundadır. Musahiplik
202 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Hüseyin DEDEKARGINOĞLU \ 203
cemlerinde ikrar verecek olan musahiplerin hazırlanması ve ceme taşınması Teslim Abdal söyler bu hikâyeti
görevini yapar. Rehberlerin ocakzade olması şart değildir. Genelde talipler arasından Nefsini bilmektir gücün gayeti
ehli kamil olanları pir veya mürşit, rehber olarak tayin eder. Ancak ocakzade
Yirmi dokuz huruf yedi ayeti
olanların rehberleri talip değil, kendisi gibi ocakzade olmalıdır. Rehberin görevi
sadece talibe yol göstermektir. Rehber; talibi yola hazırlayan kişi, yolu erkanı Bilmeye insandan rehber isterler
talibe öğreten kişidir. Rehber olacak kişinin piri veya mürşidi tarafından görülüp
sorulması ve yaşadığı toplum içerisinde yargılanıp aklanmış olması zorunludur. Hakkullah: Adından da anlaşılacağı üzere dede hakkı değil, Allah hakkıdır.
Taliplere her türlü dinî bilgiyi verebilecek, inançsal bütün problemleri çözebilecek Dede, talibin müşküllerini halleder, küskünleri barıştırır, görgü-sorgu işlerini
bilgi ve birikime sahip olmalıdır. Rehber her sene görgü ceminde taliplerin hal ve tamamlarsa talip de dedeye nefes hakkı diye bir şeyler verir. İşte talibin dedeye
hareketlerini, gidişatlarını pire bildirmekle yükümlüdür. Rehberin gönül kapısı gönül rızalığı ile verdiği bu ayni ve nakdi değere “Hakkullah” denir. Toplanan
açık, dili tatlı olmalı, hareketleriyle kimseyi incitmemelidir. hakkullahın dağıtımı ise şöyleydir:%10 Mürşide (pirin pirine), %10 Hacı Bektaş’a
Teslim Abdal, mürşit ve rehber konusunu bir deyişinde şöyle dile getiriyor9: (Karakazan Hakkı)10, %10 Rehbere gönderilir.11 Hakkullahın bir tarifesi ve ölçüsü
Mürşide varmaya talip olursan yoktur. Gönülden ne koparsa o verilir. Verilen bu hakkullah zekât veya sadaka
değildir. Çünkü dedeye zekât-sadaka verilmez. Bu anlayış sadece Alevîlere has bir
İptida insandan rehber isterler
anlayış değildir. Peygamber zamanından beri gelen bir uygulamadır. “Kur’an’daki
Verdiğin ikrara doğru gelirsen Ahzab suresinin otuz üçüncü ayeti; Ehlibeyt’e sadakanın haram olması ile ilgilidir.
Ahd ile peymandan rehber isterler Çünkü, zekât, nezir ve kefaret insanların kiridir. Hz. Muhammet ve ehline
sadaka helal olmaz.” Zekâtın insanların kiri olması, onlara haram kılınmasının
Muhammed Ali’nin nurun görmeğe nedenidir. Peygamberimizin hediyelerden yiyip sadakadan yemeyişi de Ehlibeyt’e
sadakanın haram olduğunun bir göstergesi olduğuna işarettir. Aynı zamanda
On iki İmam’ın yolun sormağa
Ehlibeyt mevlalarına da sadaka haramdır. Çünkü bir kavmin azatlı (mevlâ)sı o
Erenlerin divanına durmağa kavimdendir. Mesela Selman-ı Farisî’nin azad edilmesine Peygamber’imiz sebep
On iki erkândan rehber isterler olduğu için Ehlibeyt’ten sayılırdı. Ehl-i Beyt’ten olanlara zekat yerine ganimetlerden
pay verilirdi.”12
Mürşidin nazarın müşkülü seçer Alevî toplumunda dinsel önderliği, dedeler yerine getirir. Halkı bilgilendiren,
Kamil olan rehber sıratı geçer aydınlatan; “Hak Adem’dedir!”, “Benim Kâbe’m insandır!”, “Çok kerâmet var
insanda.”, “İnsan olmaya geldim.” diyen, yeri gelince de Selçuklunun sultanına,
Can kuşu kafeste akıbet uçar
Osmanlının padişahına karşı halkı örgütleyip karşı koyan bu dede ocaklarıdır.
Tenden uçan candan rehber isterler
SONUÇ
Dedelik kurumu ve ocak sistemi son yarım yüzyılda epeyce erozyona uğramış
günümüzdeki talip toplulukları ise dede, ocak, müsahip, görgü, düşkünlük gibi
kavramları bilemez ve tanıyamaz duruma gelmiştir. Nüfusun büyük bölümünün
kırsalda yaşadığı dönemde kendi içinde sorunlarını çözebilen Alevî toplumu bugün
yukarıda bahsettiğimiz değerlerden uzaklaşmıştır. İnanç anlayışı ile ideolojik
anlayış birbirine karışmıştır. Bir ömür boyu camiden uzak duran (belki bayram
13 Baba Resul Olayı: Anadolu Selçuklu Devleti’nin tarihindeki en büyük ayaklanma. 1 Ağustos
1240’da Dede Garkın’ın halifesi olan Baba İlyas’ın öncülük ettiği ayaklanma, Malya Ovası’ndaki
yenilgiyle sonuçlandı. Ama Selçuklu’nun da sonunu hazırladı.
14 Kalender Çelebi İsyanı: Hacı Bektaş Velî Dergâhı’nın beşinci postnişini Kalender Çelebi,
1526’da Alevîlerden ve sipahilerden oluşan yaklaşık olarak 30 bin savaşçı ile Osmanlı’ya
karşı ayaklandı.
15 Hüseyin Dedekargınoğlu, Dede Garkın Süreğinde Cem, s. 294
206 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Ali SELÇUK \ 207
Özet
Bildiri, Türkiye’de Alevî metinlerinin anlaşılması, araştırılması ve değerlendirilmesindeki
yaklaşım ve yöntem üzerine bir deneme olacaktır. Ele alınan konu, yazıya aktarılan
metinler ve metinlerin kazandığı yeni anlamla sınırlı kaldı.
Bu çerçevede metinlerin değerlendirildiği nadir çalışmalardandır. Bu bakımdan
da bildirinin amacı, Alevî metinlerinin anlam kaymasına işaret etmekti. Bu
kaymanın yeni bir Alevî tarihi, düşünce ve erkanı talebiyle sonuçlandığını
ortaya koydu. Modern zamanlarda yeniden kurulan Alevîliğin tarih, düşünce
ve erkanının geleneksel anlam dünyasını kaçırması ve yeni dünyaya yeni bir
dille aktarılamamasıyla gerçekleşti. Bu çerçeveye göre yeni dünyanın sunduğu
imkanlar kendi doğasına uygun talepleriyle inşa etmiştir.
Bildiri, Alevîliğin kendi tarih kurgu ve kavram sürekliliği takibinin önemine
işaret etti. Böylece bu sürekliliğin takip edilmemesiyle Alevîlik, tarihi, düşüncesi
ve kavramları anlamını yitirmekte ve anlamsızlaştığı sonucuna vardı.
Giriş
Bildirinin amacı Alevî metinlerinin içerikleri ve kullandığı kavramların kendi
iç bütünlüğü içerisinde yeniden ele alınmasının önemine vurgu yapmaktadır;
bunun için yayınlanan metinler üzerinden konu aktarılarak, yeni Alevî hareketinin
1 Doç. Dr., Ardahan Üniversitesi İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
238 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Ahmet TAŞĞIN \ 239
geldiği ve kendisini tanımlamaya çalıştığı yere ilişkin örneklerle Alevî metin ve metnin bağlamından bağımsızlaşmışsa, görünmeyen göndermelerin kurduğu,
bu metinler içerisindeki kavramların günümüzde anlamını, önemini yitirmeye gerçek görünür dünyadan farklı, sınırsız bir dünyadan söz edebiliriz. Yazının
yaklaşmış olmasının sonuçlarıyla sınırlıdır. Bu haliyle bildiri, konuyu bu çerçeveden bu sınırsızlığı, sözlü söylemin görünürlüğünden kurtuluşu, yazılı metni anlama,
ele alan ve literatürde yeterli derecede karşılık bulmayan veya görülmeyen bir özellikle bir yazınsal metni okuma sırasında, oradaki görünmeyen göndermelerin
yerden dikkatlere sunmakla ilkler arasında yer almaktadır. manevi zenginliğinden kendimize yeni bir dünya kurmamızdan bellidir. Bir başka
deyişle söylersek, yazılı bir metni anlamak demek, aynı zamanda bu metnin
Alevîlik, tarihsel olarak değerlendirmeyle, sunduğu bilgiyle devam ettirilerek
sağladığı manevi zenginlikler sayesinde durumumuzun yüklemleri arasından
bütün ve tek yönlü biçimine bağlanmaktadır. Bu durum Alevîliğin bütününe ilişkin
kendi durumumuzu da aydınlatacak, bağlamımızı dünya yapan göstergeleri bulup
yaptığı açıklamalar ve geride kalan tek yönlü biçimine yöneliktir. Bu bakımdan
çıkartmaktır. Heidegger’in, bir söylemden ilk anladığımız bir başka kişi değil,
da tek yönlü bir dinî anlayışın genişletilerek yorumunu fazlalaştıracaktır.
kendini hem yazarından hem diyalog durumunun sınırlarından kurtarmış olan
Alevî metinler, sözün kullanıldığı bir zamanda yazıyla resmedilmiş bir döneme yeni bir dünyada varolmanın taslağıdır, demesinin nedeni budur.
aittir. Sözün gücü ve yazının kuşatılıcılığı ikileminden, yazının biçimlendirdiği bir Sözlü söylem, yalnızca söylem anındaki kişiyi ve kişileri muhatap kabul
akılla yeniden değerlendirmeyle, metinlerin önemi kaybolmaktadır. Bir süre sonra ederken yazılı söylemin muhatapları, diyalog durumunun eşit koşullarında
bu metinlerin yazılı aklın kurulduğu bir zamandan kaldığı vehmi, Alevîlik metinleri yer almayan okuyuculardır. Bu haliyle yazılı söylem, diyalog olayının anlık
üzerinde çalışma yapan araştırmaların bulundukları disiplinlerin imkanlarıyla sınırlarını, konuşmadaki yüz yüze olmanın kısıtlılıklarını aşarak evrensel bir
sözü bu dünyanın parçasına dönüştürmektedir. Böylece bu kavramlar üzerinden nitelik kazanmış; bilinmeyen, görünmeyen bir okuyucu, söylemin aralıksız
Alevî metinlerinin kendi kavram dünyası anlamsız yitip gidip, adeta donarak muhatabı haline gelmiştir.”2
zaman öncesine ait metinlere dönüşmektedir. Metinler üzerinden açıklama ve Yazı; bir nesne, imal edilmiş bir ürün, zihni zayıflatan, metne soru sorulunca
eylem hazırlığındaki özne için metinlerin anlamı, zenginliği ve batini manası cevap veremeyen, kendini savunamayan özellikleriyle insan bilincini değiştiren
bugüne dair olmayacaktı. en büyük buluştur.3 Çünkü sözlü kültürden sonra düşünceyi sürekli olarak
Buradan yola çıkarak yorumsama, sözün teknolojileşmesi ve sözün düşüşü biriktirmekte ve metin üzerinden daha da derinleştirmektedir. Bunun sonucu olarak
etrafında genişleterek devam edeceğiz. metin üzerinde sürekli sorgulamayı da sağlamaktadır. Matbaanın icadından bu yana
Sözlü söylem, söylemin sahibinin tam olarak neyi anlatmak arzusundaysa söylem yazının artan hakimiyeti, kendisine mecbur ettiği bir toplum oluştururken benliği
ve onun arzusu rahatlıkla anlaşılır ve hatta bu ikisini birbirinden ayırmak zordur. de keskinleştirmektedir.4 Yazı, sözü nesneleştirirken edilgen hale getirir.
Halbuki yazılı söylem, yazarın niyetini tam olarak yansıtmaz ve hatta bu durumu “Belirli sözlü metinlerin yazıya aktarılması, daha geniş bir din sahasında
bilmek oldukça zordur. Böylece metin, yazarın söylediklerinden bağımsız olarak ortaya çıkan yer değiştirmelerin sadece bir parçasıyken, dinin daha kapsamlı
değerlendirirken, kendisinden daha fazla önemli olmaya başlar. Yazar ile metin olan sözlü ifadesinin, pratiğinin ve kurumlarının yazıya geçirilmesi ise, hem
arasında ayrışma meydana geldiğinde, metnin anlattığı şey, yazarın niyetinden dindeki dönüşümün belirtisidir, hem de dinin dönüşmesini hızlandırır.”5
“Burada, matbu metinlerin kendine özgü gücü kendini gösterir; öyle ki sözün
daha fazla önemli hale geldi. Doğrusu söze bu önemi sağlayan birden fazla etken
matbu metin haline gelmesiyle, bir dinsel sözlü gelenek biçimi, ritüel yoluyla
arasında tonlama, konuşma tarzı, mimikler, jestler gibi unsurların yer almamış
aktarılan, hayatı yönlendiren bir model olmaktan çıkar, standartlaştırılmış bir
olmasıdır. Bu unsurlar doğrudan yazarın insani özelliklerini yansıttığına göre
doktrine dönüşür. Dini öğretilerin yazıya dökülmesi, yaşanan bir dini, sistematik
ve bunlar da metinde yer almadığına göre yazarı ayrı ve önemsiz kılmaktadır.
Metnin yazarı olarak yazarın niyeti önemsizleşerek metnin anlamı, anlamın
kendisini kurabilecektir. 2 Erol Göka vd. , Önce Söz Vardı: Yorumsamacılık Üzerine Bir Deneme, Ankara, Vadi
Yayınları, 1996, s. 74-79.
“Sözlü söylemde hep görünür bir dünyaya gönderme yapılır; yani betimlemek, 3 Walter J. Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür, 2. Baskı, İstanbul: Metis Yayınları, 1999, 97-98.
anlatılmak, temsil edilmek istenen, sınırları belirli bir dünya vardır. Bu, sözlü 4 Walter J. Ong, age. , s. 208-210.
söylemde diyaloga katılan muhatapların katıldığı ortak bir konumun bulunması 5 Tord Olsson, “Sonsöz: Ali Odaklı Mezheplerde Yazıya Geçirme”, Alevî Kimliği, İstanbul:
anlamına gelir. Yazılı metinde ise, nasıl metnin anlamı yazarın niyetinden ve Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s. 268.
240 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Ahmet TAŞĞIN \ 241
ve nesnelleştirilmiş basılı metinler topluluğuna dönüştürebilir. Artık bilgi, miras gerekir. Bu şekilde, fısıltıyla söylenen söz kavranabilir veya yeniden algılanabilir.
olarak kuşaktan kuşağa devredilmez, bu metinler kullanılarak edinilir, öğrenilir. Böylece dinleyici, hakikat arayışına sözden yola çıkarak yeniden başlar.”7
Dini bilgi aktarımı artık farklı bir araçla ve farklı bir konumu olan bir toplumsal
pratikle gerçekleşmektedir.”6 Metinlerin Sunduğu İmkan: Velilerin Zuhuru
“Söz, yazıldığında, soyut, güvenilir bir tartışma aracına dönüşür. Yazıya dayalı Sözlü kültür, kendi ifade biçimi ile ihtiyaç duyulduğu oranda kendini
bir üniversite, akademi salonlarıyla aynı kurum değildir. Yazı; işitmeyi, görmeyle yenilemektedir. Söz, sahibinden muhataplarına birebir ulaşmaktadır. Sorgulanabilen,
değiştirir ve sözlerinin esrarlı halesi ve yankılarıyla birlikte kişinin anlama tarzını değiştirilebilen ve hep aynı ifade biçimini koruyabilen bir seyir izlemektedir. Bu
bir metni anlamaya dönüştürür. (…. .) Dil, böylece kaydedilmiş olana indirgenir. haliyle sözün muhatapları edilgendir; ama bir o oranda da bütündürler. Alevî-
Çok merkezli, akış halinde, hatırlatıcı ve mitolojik olma özelliğini yitirir. (….) Bektaşîler tarafından yapılan çalışmalar ve çalışmaların isimlendirilmelerine
Yazılı söz konuşmanın yerini aldığında bütün bunlar kaybolur. Konuşulan söz varıncaya kadar yazılı (kültürün) tarzına uygun olarak ortaya çıkmıştır.
böylece, çokanlamlılığını tekrar elde etme yeteneğine kavuşur. Bunlar, insan Kayda geçen bu yapıtlar üzerinde araştırmacı ya da eseri hazırlayan istediği
ruhunun dinlerken içinde hareket edebileceği bir tema varyasyonlarındaki ve gibi söz söyleyebilmektedir. Artık yazılı metin, metnin sahibinden ayrı olarak
sayısız boyuttaki oyunu içerir. (….) Hepimiz yazının, dili kesinliğinden ve hatta değerlendirilmekte ve eleştirilmektedir. Bu durum Alevîlik kurumları üzerinde
belirli bir düşünme sürecinden sonra restore edilebilen anlamından kopardığını etki ederken aynı zamanda sosyal yapıyı da etkilemiştir. Böylece Alevîler, Alevîliği
biliyoruz. (…) Aynı süreç dinî yazıda da söz konusudur. Dini yazı yalnızca, yeniden kurarak yeniden ele almak zorunda kaldılar veya ele almak zorunda
konuşulan, bildirilen veya duyurulan söze destek ve başlangıç noktası olarak hissettiler. Bu yeni durum hem modernizmin itici bir güç olarak zorlaması hem
hizmet ettiğinde hayat doludur. Söz bu yolla, kitabın sayfalarından kopup de Alevîlerin Tanzimat sonrası oluşan ortama kendilerini uyarlama veya bu
dinleyiciye doğru akarak geçerli ve canlı hale gelir. İnsanların, “sözler uçup gider”i değişimi kendileri için bir imkan olarak algılamalarıyla sonuçlandı.
eleştirel, “yazı kalır”ı pozitif bir şey olarak gördüklerinde içine düştükleri hata
Alevî edebiyatının yazılı kültür ile tanışması son yarım yüzyılda gerçekleşmiştir.
ne müthiş bir hatadır. Tam da yazılı sözler varlıklarını sürdürdükleri ve ayakta
Buna karşın Alevî edebiyatının yazıya aktarımı çok daha önceki yüzyıllarda
kaldıkları içindir ki onlar bir anonim işaretten başka bir şey değildirler. Uçup
başlamıştır. Yazıya aktarılan bu eserler, sözlü kültür biçimini yansıtırlar. Sözlü
gitmelerinden dolayı, konuşulan sözler canlıdır ve anlamla doludur. Yukarıdaki
kültürün bütün özelliklerini taşıyan bu kaynaklar, yazılı kültür içerisinde
ifadeler, geçmiş olan ve geçip giden bir şeyin “bitmiş ve kapanmış bir meselenin”
eski ihtişamını kaybetmiştir. Bu eserler arasında: Cönk, Erkanname, Buyruk,
deliline ihtiyaç duyan yargıç için yararlı bir formül oluşturur. Fakat onlar, yaşayan
Menakıbname8 sayılabilir.
şey için öldürücü bir formüldür.
Sadece Alevî yazımının son on yıldaki bir değerlendirmesine dahi bakılsa yazılı
Yazılı söz, sadece, sargıları bir gün çıkarılıp atılacak “birkaç kemiği keşfetmek
kültürün sözlü kültüre karşı nasıl da bir parçalanma oluşturduğu görülebilir.
için değil, daha çok tekrar hayat verilmek için” mumyadır. Dini bir mesajın
hakikatini yalnızca söz aktarır. Yazılı sözün ihtiyaç duyduğu şey, bir kod, formül 7 Jacques Ellul, Sözün Düşüşü, Çeviren Hüsamettin Aslan, İstanbul: Paradigma Yayınları,
veya yasa ya da sürekli tekrarlanan bir duanın kaynağı olarak göz önünde 1998, s. 62-67.
bulundurulması değildir sadece. O, kaynağından alınmalı ve ona yeniden hayat 8 Menakıbnameler üzerine detaylı bir çalışma için bakınız: Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşî
verilmelidir; tekrarlama yoluyla değil, aksine, onu yeniden açan bir ilhamla. Yazılı Menakıbnamelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul: Enderun Yayınları, 1983; Ayrıca
Ahmet Yaşar Ocak; Bektaşî menakıbnamelerinin, vilayetname şeklinde isimlendirildiğini
dil, zihni kapatmıştır. Bir elması kavrayan sıkılmış bir el gibi o da, kuşatarak
ve bunun dikkate şayan olduğunu belirtir ve şu açıklamayı getirir: “Bektaşî ıstılahında
engelleme yoluyla tercüme etmeye çalıştığı fısıltıyla söylenen sözü, gramatik ve menakıbname (menkabeler kitabı) yerine genel olarak vilayetname (velilik kitabı) teriminin
yapısal tuzağına düşürür. Fakat yazı bunu yapmaktan çok onu öldürür ve bizim kullanılması ilgi çekicidir. Kanaatimizce bu terim, Bektâşîlik’teki velilik kavramıyla
yazının deli gömleğini, onu şimdi söylenen söz haline gelecek şekilde çıkamazı doğrudan alakalı olmalıdır. Velilik bir çok bakımdan adeta peygamberliğin devamı gibi
telakki olduğundan bu eserlere “veliliği ispat edici kerametleri toplayan kitap” manasında
vilayetname denilmiş olması akla yakın görünüyor.” Ahmet Yaşar Ocak, Kültür Tarihi
6 Tord Olsson, agm. , s. 265. Kaynağı Olarak Menakıbnameler, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1992, s. 52.
242 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Ahmet TAŞĞIN \ 243
Alevîlik tanımından yola çıkarak İslâm içi ve dışı, hümanist, milliyetçi ve sosyalist durum kendisini bir öncekine refere eden zuhurun da kendi zamanındaki inanç
bir içeriğe sahip olduğu tezi üzerinde odaklanmışlardır.9 Bu eserlerde, Alevî- ve erkan tertibine işaret etmektedir. Tarihsel sürekliliğin sağlandığı ve toplumsal
Bektaşîliğin kökeni ve doğuşu, inançlarının temelleri ve kökenleri, mahiyeti, anımsamanın devamlılığı cemaatin dağıldığı ve kendisini toparlayamadığı zamana
niteliği hakkında tezler ileri sürmüşlerdir. Bu çabalardan da görüleceği üzere, işaret etmektedir. Bu durum, zuhurun temel özelliklerinin bir diğeridir. Böylece
sözlü kültürün birleştirmesi ve bir cemaat olarak tanımlamasına karşın yazılı öğreti, hafıza, süreklilik, zaman, mekan ötesinde toplumsal kargaşa, düzensizlik
kültür parçalayıcı ve bireyseldir.10 zuhura ihtiyaç duymaktadır. Cemaatin birliğinin ve dirliğinin parçalandığı
Bunun için tarih, edebiyat ve tasavvuf veya mezhepler tarihi araştırmalarının dönemin toparlayıcısı olarak gelen pir, geleneksel ifade biçimine yönelerek kendini
olaylar arasındaki ilişkilere yüklediği anlam üzerinde durulmalıdır. İkili anlamına cemaatine takdim eder. Bu takdim de “zuhur” üzerinden bir önceki toparlayıcıya
yönelik yaklaşım görünen ve herkesin bildiği alana yaslanırsa bazı sakıncalar döner. Burada “zuhur” teriminin cemaatin içerisinde kazandığı anlamın toplumsal
ortaya çıkabilir. Bunun yanı sıra mecazi anlatıma yönelik anlama, açıklama hayata yansıyan kısmını dile getirdik.11
yöntemine ihtiyaç duyulmaktadır. Mecazi anlatımın ilgili topluluğun kendi Yukarıda dile getirilen hususun modern döneme yansımalarına gelince; Alevî
içerisinde değerlendirilmelidir ve eğer değerlendirilmezse ya o ifadeler, düşünceler metinleri ve bu metinlerin kullanım alanı; Alevî aktörler ve aktörlerin referansları
dikkatten düşer ilgi alanı bulmaz ya da genel alanın içerisinde değerlendirilir. üzerinden değerlendirilmelidir. Alevî hareketinin öğreti ve aktörleri arasındaki
Böylece ilgili alan içerisinde mecazların dikkatten düşmesi, konuların da dikkatten göndermelerin kendi referanslarından uzaklaşması, tarihte olduğu gibi dağılma
düşmesi anlamına gelir. sürecinde olduğunu göstermektedir. Böylece Alevî hareketi, inanç ve erkan olarak
yeni bir tertibe ihtiyaç duymaktadır. Bu tertibi de pirler ve pirlerin referanslarına
Bu terimler arasında, bildiriye konu olan “zuhur” da bulunmaktadır. Zuhur;
dönerek yapma ihtiyacı duymaktadır. Tertibin geleneksel referansı pirler ve
ortaya çıkmak, görülmek, devamlı, devamı olmak anlamında kullanılır.
zuhurdur. Sonuç olarak modern zamanlarda yaşanan yeni bir tertip ihtiyacı için
Alevî öğretisi, genel dış dünyanın ortak terimleri ve grubun içerisine yönelik pir ve zuhur ikilisinin olmadığı açıktır. Böyleyken Alevî hareketi kendi tarihsel
bu terimlerin kazandırıldığı anlamla, grup içerisinde devamlılığı sağlanır. Ruhların birikim ve hafızasından hareket etmeden nasıl bir tertibe yönelmektedir?
yaratıldığı, “bezm-i elest”ten Muhammed ve Ali’ye “beli” ikrarı sürdürülür.
Alevî metinlerinin tarihi olayların örgüsü ve mecazi ifadelerin bu çerçevede
Sürekliliğin devamlılığı, grubun kendi içerisinde cemlerle pratik hale getirilir. yeniden değerlendirilmesini gerektirmektedir. Hangi olay, zaman, mekan, siyasî,
Böylece kolektif hafıza sürekli hatırlayacağı şekilde kurulur. dinî olaylar etrafında yeniden şekillenmekte veya şekillendirmektedir? Bundan
Hak Muhammed Ali üçlüsü aynı zamanda bir nur ve nurun parçaları olarak dolayı “zuhur”un gerçekleştiği zaman, mekan üzerinden değerlendirilirken zuhurun
devam eder ve bu nur her birinin geldiği zamanda tecelli eder. Nurun tecelligahı gerçekleştiği tarihi olaylar ve mecazi ifadelere yeniden bakmak gerekmektedir.
Mekke ve Medine’dir. Muhammed ve Ali bu nurun parçaları olarak aynı zamanda Alevîlerin zihin dünyası, kurgusu, gelenek olarak okunan kitaplar üzerinden
geldi ve Mekke ile Medine’de karar kıldılar. Bu nurun devamlılığı “zuhur” ile yeniden yazılmaktadır. Bunun için bu kitaplardaki bahsi geçen bu konular
sürdürüldü. Muhammed Ali soyundan gelen seyitler, cemaatleri arasında her birer birer tespit edilip küçük hikayeleri ortaya konulup, bu başlıklar altındaki
zaman zuhur ettiler. Bu zuhur, cemaatin inanç, erkan tertibi için ihtiyaç oldukça konular Alevîlerin hangi ihtiyaçlarına cevap verdiği bir bütün olarak yeniden
gerçekleşmektedir. Zuhurun temel kuralı, kendinden önceki zuhura bağlı Alevî öğretisi ve erkanı içerisinde değerlendirilmelidir. Bunun gibi lokma, sofra,
olmasıdır. Kendisini bir önceki zuhura bağlayarak kendi zuhurunun gerekçesi ve kemer, külah vb. bütün işler yeniden ele alınıp bütüne yeniden bakılmalıdır.
izahı mümkün kılınmaktadır. Böylece bir önceki zuhur, cemaatin inanç ve erkan Bu kurgu tamamlandıktan sonra Alevî öğretisi ve erkanına ilişkin yazılanlar da
tertibinin sağlandığı bir pir’e işaret ederek kendisini de meşru kılmaktadır. Bu dahil Alevîliğe ilişkin yazılı metinlerin yapı sökümü yapılmalıdır. Böylece Alevî
9 Ahmet Yaşar Ocak, “Alevîlik ve Bektâşîlik Hakkındaki Son Yayınlar Üzerine (1990) Genel 11 Prof. Dr. Halil İnalcık’ın Fatih Sultan Mehmet ve Otman Baba ilişkisini tarihi vesikalar ve
Bir Bakış ve Bazı Gerçekler”, Türk Sufiliğine Bakışlar, İstanbul: İletişim Yayınları, 1996, Otman Baba Vilayetnamesinden yola çıkarak değerlendirdiği makalesine bakınız. Padişahın
ss. 191-223. şahsında devlet kurumları, sosyal değişim ile Otman Baba şahsında Alevî toplulukların
10 Ahmet Taşğın, “Ayetten Nefese: Alevî-Bektaşî Edebiyatında Dönüşüm”, Alevî-Bektaşî bu kurum ve ilişkilere bakışını görülebilir. Halil İnalcık, “Otman Baba ve Fatih Sultan
Edebiyatı Sempozyumu, Yol Dergisi Sayı 18, ss. 28-43. Mehmed” Osmanlılar, İstanbul: Timaş Yayınları, 2010, ss. 137-162.
244 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Ahmet TAŞĞIN \ 245
öğretisi ve erkanı kendi iç bütünlüğünde başka bir dünyanın istilasına uğramadan III- Seyyid Gazi’nin Şeyh Sücaeddin Sultan Olarak Zuhuru
kendisine yaklaştırılabilir. “Bir gün Sultan – varlığı çam bahçesinde oturuyordu. Eytdi: Köçeğim, pîrler
Şimdi sırasıyla geleneksel metinlerdeki zuhura ilişkin pasajları buraya alalım. Seyyid Gazi donunda iken bu ervâha beltek dillü kardaşlar ile konuşurken Pîrlerin
Öncelikle Otman Baba Vilayetnamesi’nde verilen bilgileri verelim. şunda bir altun sikkenin dibi geçüp dururdu. Hem bir altun maşrabaya üzengimiz
kalup durdu. Gelin, varalum, açalum dedi. Pes durup şimdi Balpınarı olan yerin
üzerine geldi. İşte pîrlerin didüği yer budur, kazın imdi. Gördiler kim bir taşlı
I- Sarı Saltuk’un Otman Baba Olarak Zuhuru
kır, kadılar, su çıkdı, dahi kazdılar, ol altun maşrabayı buldılar. Alup Sultânın
“Pes ol kân-ı velâyet bir gün ol aradan dahı gayb oldı. Ve kimse bilmedi kim nazarına geldiler. Sultan eytdi: Dahı kazın, didi. Köçeğüm, kazdılar. Mahmuz
kancaru (ne semte) gitdi. Nâ-gâh bir inçe günden sonra Babaeskisi’nde zâhir oldı ile üzengü çıktı, yine kazın, didi, kazdılar. Bir göz su çıktı. Pes, suyu bir tasa
kim ol yire Sarı Saltuk hazretleri gelmiş idi. Ve ol zât-ı muhteremün ol şehrde bir koyup sultânın nazarına getürdiler. Alup Sultan – varlığı açdı. Eytdi: Köçegüm,
çerâğı yanar imiş. Henüz fitili ol fitil idi kim kendü mübârek eliyle yakmış idi. bala bengzer. Bunun adı Balpınarı olsun, didi. Kim ki bu sudan yunmazsa pîrler
Pes çün ol kutb-ı ‘alem ol araya yitişdi. Dahı ol çerâga bir nazar saldı. Ol sâ’at ol yüzi suyuna dost divânına cehennem azâbından emin ola, ol, didi.”14
çerağ dinlendi. Çün üzerindeki hakimler bu sırrı gördiler, dem-beste kaldılar kim Bu alıntılardan sonra menakıb yayıncıları veya değerlendiricilerinin bu konuya
bu simse ‘aceb ne kişidür kim bu nev’e kerâmât-ı velâyet izhâr eyledi didiler. ilişkin yaklaşımlarını da verelim.
Pes ol arada ol kân-ı velâyet cevâba gelüp ayıtdı kim: Bu çerâğı yakan Sarı Abdal Musa Menakıbı’nı yayınlayan Prof. Dr. Abdurrahman Güzel: “Abdal
Saltuk ve server-i cihân benem didi. Ve tekrâr ol kân-ı velâyet ol çerâğa nazar Mûsâ Velâyetnâmesi’nde Hacı Bektaş kerâmet gösterip Abdal Mûsâ’nın Genceli’de
eyledi. Ve ol dinlenen fitil girü ziya virüp yandı. Çün bu ‘alâmet ü velâyeti ol doğacağına, düşüncelerinin onda yaşayacağına işâret ederek, kendisini sevenlerin
kân-ı velâyetden ol hâkimler gördiler. Nazarında yüz yire urup nâz u niyâzlar ona bağlanmasını istemektedir. Abdal Mûsâ, Hacı Bektaş Türbesi’ne bir zaman
itdiler. Ve bildiler kim ol kân-ı velâyet iki cihânun sırrı ve serveridür. Sâhib-i hizmet eder, adına türbe, tekke, fırın ve mutfakta yaptırır.” şeklinde bu hali
kudret ve sâhib-i tasarruf-ı eşyâdur.”12 açıklar.15
Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak, bu konuyu Tenâsüh İnancı başlığı altında
II. Hacı Bektaş Velî’nin Abdal Musa Olarak Zuhuru değerlendirir: “Menâkıbnâmelerde tenâsühle ilgili menkıbeler şüphesiz bu
“Ol esrâr sözlü ve kelecisi tuzlu ve latîf gözlü ve güler yüzlü Sultan Hâcı zikredilenlerden ibaret değildir. Bunlar, bizce en tipik olanlarından seçilmiştir.
Bektâş El-Horasânî (Kaddesa’llâhu Sirrahü’l-‘aziz) bir gün hayatında oturur iken Dikkat edilirse üç ana grupta toplanmaktadır:
mübârek nefesünden nutka gelüp eyitdi: a-Bir kısmında aynı ruhun Adem Peygamber’den Hz. Muhammed’e kadar,
sırayla bütün peygamberlerin, daha doğrusu büyük peygamberlerin bedeninde
“Yâ Erenler, Genceli’de genç ay gibi doğam, adum Abdâl Mûsâ çağırduram.”
şekillendiği, kalıp değişik olmakla beraber hepsinde tek ruhun yaşayıp geldiği
dedi.
anlatılmaktadır. Sultan Şucâuddin ve Otman Baba’nın bir kısım menkabeleri bu
“Beni isteyen anda gelsün bulsun.” didiydi. kabildendir.
Hünkâr Hâcı Bektâş vefât idicek Abdâl Mûsâ zuhûra geldi.”13 ….
b-Hacı Bektaş’a ait menkabede ise, Hz. Ali’nin Hacı Bektaş olarak yeniden
dünyaya geldiği belirtilmektedir. Bu inanca göre Hz. Ali’nin ruhu sırasıyla
14 Şükrü Elçin, “Bir Şeyh Şücâuddin Baba Velâyetnâmesi”, Türk Kültür Araştırmaları, Cilt 22,
Yıl, 1984, Sayı 1-2, s. 206; Aynı makale daha sonra yeniden yayınlandı: Şükrü Elçin, Halk
12 Aldülbaki Gölpınarlı, “Otman Baba Vilâyet-Nâmesi”, Journal of Turkich Sutudies (Türklük Edebiyatı Araştırmaları, Cilt 2, Ankara, Akçağ Yayınları, 1997, ss. 118- 139. Ayrıca bakınız;
Bilgisi Araştırmaları) Volume 19, (İn Memoriam Abdülbaki Gölpınarlı Hatıra Sayısı I), Ayşe Yıldız, “Şücaaddin Baba Velâyetnamesi”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Araştırma
1995, s. CIV; Filiz Kılıç vd. , Otman Baba Velayetnamesi, Ankara, 2007, s. 23. Dergisi, Yıl 2006, Sayı 37, ss. 49-97; Orhan Köyrülü, “Velâyetnâme-i Şeyh Şücâüddin”,
13 Abdurrahman Güzel, Abdal Mûsâ Velâyetnâmesi, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Türkiyat Mecmuası, Cilt 17, Yıl, 1972, ss. 177-184.
1999, s. 141. 15 Abdurrahman Güzel, Abdal Mûsâ Velâyetnâmesi, s. 86.
246 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Ahmet TAŞĞIN \ 247
Bektaşîlerce takdis olunan bütün büyük velîlerin bedeninde zuhur etmiştir görmektedir. Öyleyle yazılı metnin kuşattığı bu dünya sürekli cari olanı kurarken
ki bunların başında menkıbede görüldüğü üzere Hacı Bektaş’ın bizzat kendisi sözünün değerini de düşürmektedir.
gelmektedir. Kamusal alan metinlerinin kurulduğu Alevî anlam dünyası kendi iç kavram ve
… anlam alanını kurmakta zorlandı. Böylece tarihin başlangıcından itibaren var olan
c-Üçüncü grubu teşkil eden Âşık Paşa, Abdal Musa, Sultan Şucâuddîn ve ortak alan eklendi. Bu eklenme tek taraflı gerçekleşti. Oysa geleneksel anlam ve
Otman Baba’ya ait menkabelerde ise, büyük bir velînin ruhunun başka büyük kavram alanı iç ve dış ya da batın ve zahir olmak üzere ikili bir anlam dünyasına
bir velî olarak yeni bir beden içinde yaşamaya devam etmesi şeklinde bir tenasüh sahipti. Dış dünyanın ortak alanı şeriat olarak işaret edilir ve bu ortak alana
anlayışı ortaya konulmaktadır. Bu örneklerde Muhlis Paşa, Âşık Paşa olarak; eklenirlerdi. Bu ortak alan anlam ve kavram olarak grubun içerisinde, toplumsal
Hacı Bektaş, Abdal Musa olarak; Seyyid Battal Gazi, Sultan Şucâuddin olarak ve hafızaya dayalı olarak zamanı ve mekanı aşar şekilde, ritüellerle kurulmaktaydı.
nihayet Sarı Saltık, Otman Baba olarak yeniden dünyaya gelmişlerdir.16 Bu durum soyutlandığı ya da teorisinin üretildiği zaman ile bunun güncellendiği
veya somutlaştırıldığı mekan üzerinden görünürdü. İşte tam bu nokta, Alevîlik
kamusal alanının tek taraflı kuşatması altında kalarak tek taraflı bir anlam ve
Yazılı Metinlerin ve Yeni Metnin Oluşturduğu Alevîlik
kavram dünyasını, yani ortak alanı dış – şeriat anlam ve kavram dünyasına
Alevîlik metinlerinin zengin içeriğinin kendi anlam dünyası içerisinde eklenmektedir.
geliştiğine işaret ettik. Bu dünyadan kısmi veya tamamen uzaklaşarak geleneksel
Başka bir çalışmamızda işaret ettiğimiz örneği burada tekrar etmek istiyorum:
anlam dünyasını kurmak mümkün olmayacaktır. Çünkü bu dünyanın akışının
Ayet ve Nefes ikilisi ile Yeni Ocakların Piri Kim?
sağlandığı güzergah bütünüyle ne anlatmak istiyor ve nasıl bir dünya kuruyor,
bunu nasıl gerçekleştiriyor vb. sorulardan uzaklaşmaktadır. Bu soruların cevabını Ayet, geleneksel yapının bir kavramı olarak ortak alandan grubun kendi
aramadan kendisini başka bir yerde kurmaktadır. içerisindeki anlam dünyasının bir kavramı olarak kaldı. Fakat modern dönemde
kavramın anlamı kaybolurken beraberinde kavramın da kullanımını ortadan
İçerik ve söylem olarak Alevîliğe ait kavram veya hikayelerle, bu dünyanın
kaldırdı. Diğer örneğimiz ise kamusal alanda dernek ve vakıflarla kendilerini
parçası olarak veya bitişerek yeni bir dünya inşa etmekte oluşun farkına bile
kuran Alevîlik, dernekler içerisindeki cemevleriyle de kamusal alanda yeni bir
varılamamaktadır. Çünkü geleneksel anlam dünyasından kopup başka bir dünyada
talep oluşturdu. Bu alanın referans kaynağı modern zamanların aklıyla yapıldı.
kendisini kurduğunda Alevî kavram, düşün ve anlam dünyasının bütün bir dünya
Bunun için de sonuçları yeni dünyanın imkanlarıyla gerçekleşirken talepleri de
olduğunu da kaçırmış olmaktadır. Bu dünyanın bir parçasından yola çıkıp bu
yeni dünyanın aklı üzerinden gerçekleşti. Böylece dernek ve vakıf içerisinde
parçayı ele alıp bütünü kurmakta zorlanılabilir. Bunun nedeni bu parçanın bütün
cemevleri yeni tanımla ortaya çıktı: Dernek ve Vakıf Cemevi ve Dedesi. Bu durum
anlam dünyasındaki yerinden ötede bu parçasının bile kendi içerisinde anlamının
geleneksel cemevi ve dede kaynağını kurutmakla kalmadı ve aynı zamanda
kavranmasını da imkansız kılmaktadır. Çünkü bu parça bile bu dünyanın dışında
bunların bütün işlevlerini de anlamsız ve geçersiz kıldı.
başka bir yere kurulmaktadır.
Alevî önderlerin tamamı kendisini bir halkanın parçası olarak görüp kendisini
Yazılı metinlerle terbiye edilen ve yeniden biçimlendirilen aklın dünyasında
bir önceki halkaya bağladı. Bu bağlanma geleneği anlam ve kavram dünyasının
kavram çatısı, bu dünyanın parçalarıyla kurulmaktadır. Sözlü metinlerin aktarıldığı
parçası olmak anlamına gelmekte ve bunun yanı sıra sosyal yapısını da erkan
ve her zaman terbiye edilmeye, yeni dünyaya göre anlamlandırılmaya muhtaç
üzerinden devam ettirdi. Bunun işareti de Alevî tarihi içerisinde ön planda olan
ve istilayı hak eden bir çekingenlik, utangaçlık ve terbiyeyle gelir. Bu hali yazılı
veliler, kendilerini hareketin düşünce, anlam ve erkanını yeniden kuran velinin
metinlerin kuşattığı hegemonyanın dur durak bilmeyen hareket alanını teşvik
zuhuru olarak görmekte ve göstermektedir. Özellikle Alevî hareketinin yaşadığı
eder. Çünkü istila her zaman kendisini güçlü hissederken sözlü metnin bu
kriz ve çatışma zamanlarına denk düşen veliler, bu zuhur kavram alanının bir
haliyle kedisini güvende hissetmez ve aynı zamanda kendisi için bir tehdit olarak
parçası olmaktadır. Her yeni kriz zamanında yeniden bu alana yönelirken kendisini
bir önceki kriz zamanının önderlerine refere etmektedir.
16 Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşî Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul:
Enderun Kitabevi, 1983, s. 133-146.
248 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Ahmet TAŞĞIN \ 249
Bütün bunların üzerine bu konuyu değerlendiren araştırmacılar ele alınabilir. Burada daha farklı bir yöntem ve içerikle ele alındığında farklı sonuçlara varılabileceği
örnek olarak sadece Ocak’ın17 çalışmalarından yola çıkılarak değerlendirilecektir. üzerinde durdu.
Bildiride onun, değerlendirilen konuların yerleşik, merkezi, yazılı kültür ve metin Alevî metinleri, günümüz dünyası için yorumlanmakta ve açıklanmaktadır.
üzerinden Kültür Tarihi, Mezhepler Tarihi, Tasavvuf Tarihi terimleri üzerinden Alevî metinlerinin yanlış yorumlanması ve farklı bir yaklaşımla içerik analizi
konuyu değerlendirmesini yeniden değerlendirmemiz yeterli olacaktır. Çünkü yapılması Alevîlik dünyasının baştan aşağıya yeniden oluşturulmasıyla sonuçlandı.
zuhur konusunu “tenasüh” olarak değerlendirmekte, bu değerlendirmeyi de İslâm Bu metinlerin yanlış anlaşılması ve yorumlanması, asırlar içerisinden geçip gelen
öncesine göndermektedir. Bu işaret, Alevî metinlerinin kendi içerisindeki bütünlük, metinlerin dilini anlaşılmaz kıldı. Fakat bundan daha da etkili husus, metinleri
anlam ve pratiklerin kurgusu içerisinde toplumsal hafızayı korumayı göz ardı anlamsız ve değersiz kılmaktadır.
etti. Böylece İslâm önceci tanımının yetersiz ve zayıf kaldığı, bu tanımlamayla
Sözlü aktarımın kendi içerisindeki yapısı, yazılı metnin yapısı ve onun kurduğu
yetinmeyerek İslâm içerisinde de gayrı Sünnî işaretiyle de İslâm içerisinde ötekileştirdi.
akıl tarafından anlaşılıp biçimlendirilmeye çalışıldığında çatışmayla karşılaştı.
Halbuki temel öğretide Adem’den Muhammed’e kadar bütün peygamberler İslâm’ı
Doğrusu sözlü metinler, sözlü metnin kendi yapısı düşünülmeden, yazının
anlattılar ve İslâm yolunu sürdüler. İslâm sadece, Muhammed’in anlattığı değildir.
resmedilişi veya remziyle biçimsel olarak kaydedildi. Hâlbuki bu kayıt altına
Bu tarihi çizgiyi zamanın ve mekanın dışında başka bir yere taşımasının göz
alma eylemi, sözlü metnin sunumuna uygun değil ve sözlü metin kendi sunum
ardı edilmemesi gerekir. Diğer yandan geleneksel toplumlarda yazı üzerinden
biçimine sahipti. Bunun için de iki farklı sunum, karşı karşıya geldi.
sabitlenmiş, nesneleşmiş ve biçimlenmiş bir topluma dönüşmediği için de zuhur
konusu gayrı Sünnî olarak değerlendirmek, Sünnîliği arı, duru ve seçkin bir inanç Sözlü aktarımın, yazılı metin haline getirilmesi, yazılı metnin hakim unsur
olarak işaretin de Alevî metinleri üzerinden inançlarını küçük düşürmez. Bilakis olarak bütün alanlarda kendini var kılması, sözün yerini önemsizleştirdi. Hatta
yerleşik yazılı metinlerin aklıyla bu konuyu değerlendirmek, Sünnîliğin neye bu hakimiyet sözü, herkesin kullandığı sıradan, içi boş ve anlamsız ifade biçimine
dönüştüğünün işareti olabilir. Kaldı ki Alevî öğretisi de Sünnîliğin bu şekilde dönüştü. Modern zamanlarda sözün kendine öz yapısı, yazılı metinlerin yapısıyla
yabancılaştığını ve şeyleştiğini söylemektedir. Öyleyse İslâm dışı, Sünnîlik dışı karıştırıldı ve buna eklendi. Böylece sözün anlamı ve önemi kayboldu. Söze dayalı
ve ötekileştirmenin kurgusunun yapısını yeniden söküp kurmak gerekir. Bunun metinlerin anlamı yitti ve metinlerin dili kaçtı. Anlamsızlaşan ve yazılı metinlerin
için de “zuhur” terimi bunun en güzel örneklerindendir. hegemonyasıyla karşılaşan söz, yazılı metne dönüşü ve yazılı metinlerin kurgusu,
konuşan veya konuşulan sözü önemsiz kıldı.
Sonuç olarak Alevî kavram ve anlam dünyasının güzel örneklerinden birisi de
zuhur kavramı ve bu kavramın sözlü anlam dünyasının yazılı anlam dünyasına Bu önemsizleştirme veya anlaşılmama durumu Alevî metinler üzerinden aktarıldı.
dönüştüğünde anlamını yitirdiğidir. Böylece sosyal yapı veya hareketin kurgusunun Bu, aktarımın bu boyutuna dikkat çeken ilk çalışmalardandır. Bildirinin ilgili
oluşturulduğu erkan, sosyal yapı ve değişim gerçekleştiğinde yeniden düzenlenir. çevrelere sunduğu konu, Alevî metinlerinin sözlü bir yapının ürünü olduğu ve
Bu düzenlenme, zuhur kavramı ve onun taşıdığı anlamla sürdürülmektedir. bir süre sonra alfabeyle biçim kazandırılarak metinlere dönüştürülmesidir. Ayrıca
Modern zamanlarda bu kavram ve anlam dünyası ortadan kalktığında yerini bu bu metinlerin yazılı metnin yapısının özelliğine sahip olduğu vehmine ilgilileri
dünyanın (modern) kavramlarıyla doldurmaktadır. Bu yeni kurgu, Alevî tarihi, sürüklediğinde de üzerinde kafa yorulan metinleri önemsizleştirdiğidir. Böylece
düşünce ve anlam dünyasından ötede bir yere işaret etmektedir. daha kesin ve kökten yok edici: “Alevîlik sözlü bir geleneğe sahip ve yazılı metinleri
yoktur!” yargısına dönüşmektedir. Bu yargının kesin sonucu baştan kurulurken,
Alevî tarihi hafif, geçersiz ve yetersiz kılınmaktadır. Oysa Alevî metinlerinin
Sonuç sözlü yapısı, bu yapının kuralları üzerinden yakalanabilseydi, metinlerin önemi
Bildiri, Alevî metinlerinin anlaşılmasında yöntem ve içerik itibariyle yaşanan ve zenginliği anlaşılabilecekti. Fakat baştan yazılı metnin hegemonyasına maruz
sorunları ele aldı. Metinler üzerinden yazılan Alevî tarihi, düşüncesi ve erkanı kalan akıl, sözün değerini düşürmekte ve içeriğini geçersiz kılmaktadır.
Alevî inancı ve erkanı içerisinde tarihsel geleneği aktaran “zuhur” kavramı
üzerinden ele aldı. Alevî tarihi şahsiyetleri erkanın yeniden biçimlendirilmesinin
17 Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşî Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul,
Enderun Kitabevi, 1983; Ahmet Yaşar Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıbnameler, aktörüdür. Erkanın tertibinde isimleri geçen kişilerin, birinin zamanını tamamlayıp
Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1992. dünyadan göç etmesinin ardından yeni gelenlerin kendilerini bir öncekine
250 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Ahmet TAŞĞIN \ 251
bağlamaları, onun kendisi olarak yeniden geldiğini ifade etmeleri, güçlü bir GÜZEL Abdurrahman, Abdal Mûsâ Velâyetnâmesi, Ankara, Türk Tarih Kurumu
geleneğin ve ifadenin varlığına işaret eder. Aynı zamanda zor zamanların ve Yayınları, 1999.
cemaatin yeniden toparlanacağı yeni bir yapıya işaret etmektedir. İNALCIK Halil, “Otman Baba ve Fatih Sultan Mehmed” Osmanlılar, İstanbul, Timaş
Zuhur, Alevî sözlü geleneğin önemli bir kavramıdır. Bu ifade neye vurgu Yayınları, 2010, ss. 137-162.
yapıp neyi, nasıl ifade etmektedir? Bu ifade yerleşik ve yazılı kültürün ürününe İRAT, Ali Murat Devletin Bektaşî Hırkası Devlet Alevîler ve Ötekiler, İstanbul,
dönüşen tasavvuf ve tarikatların kurulduğu akılla açıklanamaz. Hatta bu aygıtlarla Çhiviyazıları Yayınları, 2006.
açıklama çabası, ilk bakışta işin kolaylıkla kurulduğu vehmine muhataplarını İRAT, Ali Murat, Modernizmin Erittikleri, Sünnîler, Şiîler ve Alevîler, İstanbul, Kırmızı
sürüklese de kendi içerisinde boşlukları, yetersizlikleri olan eksik, bağlantısız Yayınları, 2009.
ve geleneksel aktarımın dışında başka bir dünyaya kurulur.
KÖPRÜLÜ Orhan, “Velâyetnâme-i Şeyh Şücâüddin”, Türkiyat Mecmuası, Cilt 17,
Alevî metinlerinin anlaşılmadan ve hatta yanlış anlaşılarak günümüze aktarılması, Yıl, 1972, ss. 177-184.
modern zamanlarda Alevî hareketinin geleneksel kavram ve tarihlerinin dışında
MASSİCARD, Elise, Türkiye’den Avrupa’ya Alevî Hareketinin Siyasallaşması, Çeviren
yeniden üretilip kurulmasıyla sonuçlanmaktadır. Böylece yüzlerce yıllık tarihin
Ali Berktay, İstanbul, İletişim Yayınları, 2007.
ötesinde bu yeni ifadelerle, tarih, düşünce ve erkanın ötesinde, uzağında kurulup
yazılı akla hizmet ettirilecek hale gelmektedir. Sözlü metinlerin yapısı göz önünde OCAK Ahmet Yaşar, “Alevîlik ve Bektâşîlik Hakkındaki Son Yayınlar Üzerine (1990)
bulundurularak yeni bir yöntem ve açıklama ihtiyacı duyurmaktadır. Genel Bir Bakış ve Bazı Gerçekler”, Türk Sufiliğine Bakışlar, İstanbul, İletişim Yayınları,
1996, ss. 191-223.
Kaynakça OCAK Ahmet Yaşar, Bektaşî Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri,
İstanbul, Enderun Kitabevi, 1983.
AKTAY, Yasin, Türk Dininin Sosyolojik İmkanı, İstanbul, İletişim Yayınları, 1999.
OCAK Ahmet Yaşar, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıbnameler, Ankara, Türk
AYATA, Güneş Ayşe “Kentsel Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet ve Etnik Kimlik”,
Tarih Kurumu Yayınları, 1992.
Cumhuriyet, Demokrasi ve Kimlik, İstanbul, Bağlam Yayınları, ss. 197 – 205, 1997.
OCAK, Ahmet Yaşar, Türkler, Türkiye ve İslâm, İstanbul: İletişim Yayınları, 2000.
DUBEN, Alan, Kent, Aile, Tarih, Çeviren Leyla Şimşek, İstanbul, İletişim Yayınları,
2002. ONG Walter J. , Sözlü ve Yazılı Kültür, 2. Baskı, İstanbul: Metis Yayınları, 1999.
ELÇİN Şükrü, “Bir Şeyh Şücâuddin Baba Velâyetnâmesi”, Türk Kültür Araştırmaları, OLSSON Tord, “Sonsöz: Ali Odaklı Mezheplerde Yazıya Geçirme” Alevî Kimliği.
Cilt 22, Yıl, 1984, Sayı 1-2, s. 199-218. Editörler: T. Olsson, E. Özdalga, C. Raudvere, Çeviri: Bilge Kurt Torun-Hayati Torun,
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999, ss. 260-273.
ELÇİN Şükrü, Halk Edebiyatı Araştırmaları, Cilt 2, Ankara, Akçağ Yayınları, 1997,
ss. 118- 139. SHANKLAND David, “Antropoloji ve Etnisite: Yeni Alevî Hareketinde Etnografyanın
Yeri”, Alevî Kimliği, Editör: T. Olsson, E. Özdalga, C. Raudvere, Çeviren, Bilge Kurt
ELLUL Jacques, Sözün Düşüşü, Çeviren Hüsamettin Aslan, İstanbul, Paradigma
Torun-Hayati Torun, İstanbul, , Tarih Vakfı Yurt Yay. , 1999, ss. 20-31.
Yayınları, 1998.
SHANKLAND David, “Anadolu Kırsalında Alevîlik ve Sünnîlik”, G. Ü. Hacı Bektaş
GÖKA Erol vd. , Önce Söz Vardı: Yorumsamacılık Üzerine Bir Deneme, Ankara, Vadi
Araştırma Dergisi, S. 4, Çev. , Sinan Olgun - Zeynep Yedigün, 1997, ss. 23-32.
Yayınları, 1996.
SHANKLAND David, “Günümüz Türkiye’si Alevîlerinde “Dede” ve “Talip” Arasındaki
GÖLPINARLI Aldülbaki, “Otman Baba Vilâyet-Nâmesi”, Journal of Turkich Sutudies
Değişen Bağ”, Tarihi ve Kültürel Boyutlarıyla Türkiye’de Alevîler Bektaşîler Nusayriler,
(Türklük Bilgisi Araştırmaları) Volume 19, (İn Memoriam Abdülbaki Gölpınarlı
İstanbul, Ensar Neşriyat, 1999, ss. 319-327.
Hatıra Sayısı I), 1995, s. CIV; Filiz Kılıç vd. , Otman Baba Velayetnamesi, Ankara,
2007, ss. LVII-CV. SHANKLAND David, “The Emergence of the Alevîs”, Islam and Society in Turkey,
England: The Eothen Press, 1999, ss. 132-228.
GÜMÜŞ, Burak, “Alevî Hareketleri ve Değişen Alevîlik Üzerine”, Alevîlik, Hazırlayanlar:
İsmail Engin – Havva Engin, İstanbul, Kitapyayınevi Yayınları, ss. 507-529, 2004.
252 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Ahmet TAŞĞIN \ 253
SHANKLAND David, Alevî and Sünnî in Rural Turkey; Diverse Paths of Change, TAŞĞIN, Ahmet, “Hacı Bektaş’ın Rum’a Gelişi: Seyahati ve Rum Erenleriyle
Cambridge, Darwin College, 1993. Karşılaşması”, Doğumunun 800. Yılında Hacı Bektaş Velî Sempozyumu (Nevşehir,
SHANKLAND, David, “Social Change and Culture: Responses to Modernization in an 17-18 Ağustos 2009), Yayına Hazırlayan: Filiz Kılıç, Ankara, Atatürk Kültür Merkezi
Alevî Village in Anatolia”, Turkey’s Alevî Enigma, Ed, Paul J. White – Joost Jongerden, Yayınları, 2009, ss. 1-9.
Brill, pp. 33-50, 2003. TAŞĞIN, Ahmet, “Hatai’den Günümüze Anadolu Alevîlerinde Farklılaşma”, I.
STOKES, Martin, “Ritüel, Kimlik ve Devlek: Bir Alevî (Şiî) Cem Töreni”, Ortadoğu’da Uluslararası Şah Hatai Sempozyumu (9-11 Ekim 2003 Ankara), Hazırlayan Gülağ Öz,
Milliyetçilik, Azınlıklar ve Diasporalar, Çeviren Ahmet Fethi, İstanbul, Sarmal Yayınları, ss. 297-306, Ankara, Hüseyin Gazi Kültür ve Sanat Vakfı / Hüseyin Gazi Derneği Yol
ss. 253-271, 1999. Bilim Kültür Araştırma Yayınları, 2004.
TAŞĞIN Ahmet, “Ayetten Nefese: Alevî-Bektaşî Edebiyatında Dönüşüm”, Alevî-Bektaşî TAŞĞIN, Ahmet, “Mit ve Gerçeklik Arasında: Alevîlikte Ehlibeyt”, Marife Yıl: 4, Sayı:
Edebiyatı Sempozyumu, Yol Dergisi Sayı 18, ss. 28-43. 3 Kış, s. 287-296, 2004.
TAŞĞIN, Ahmet, “1980 Sonrası Alevîlerin Farklı Bir Görüntüsü: Alevî Caferiler ve TAŞĞIN, Ahmet, “Modernite İle Karşılaşma ve Alevî-Bektaşî Kavramlarının Yeni
Aşura Dergisi”, Dini Araştırmalar, Cilt 6, Sayı 18, ss. 141-148, 2004. Anlamları Üzerine”, Geçmişten Günümüze Alevî-Bektaşî Kültürü, ss. 25-35, Ankara,
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2009.
TAŞĞIN, Ahmet, “Alevî İnancı: Bir Alan Araştırmasının Sonuçları”, Folklor Edebiyat
Alevîlik Özel Sayısı II, Sayı 30, ss. 53-84, 2002. TAŞĞIN, Ahmet, “Yaygın Eğitimde Cemevlerinin Rolü”, Günümüz Alevîliğinde Eğitim
Çalıştayı (29-30 Mayıs 2009 Eğirdir Isparta), ss. 152-158, Isparta, S. D. Ü. İlahiyat
TAŞĞIN, Ahmet, “Alevîlik Bektâşîlik Konulu Yayınların Genel Çerçevesi: Süreklilik
Fakültesi Yayınları, 2009.
ve Zorunluluk”, Alevîlik ve Bektâşîlik Yayınlarının Temel Sorunları Çözüm Önerileri
(26-28 Şubat 2010 Ilgaz), Hazırlayan: Gıyasettin Aytaç – Derya Sümer, Ankara, G. Ü. YALÇINKAYA Ayhan, Alevîlikte Toplumsal Kurumlar ve İktidar, Ankara, Mülkiyeliler
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi Yayınları, 2010, ss. 23-33. Birliği Vakfı Yay. , 1996.
TAŞĞIN, Ahmet, “Ayetten Nefese: Alevî-Bektaşî Edebiyatında Dönüşüm”, Alevî- YALÇINKAYA, Ayhan, Küf, İstanbul, Alan Yayınları, 2003.
Bektaşî Edebiyatı Sempozyumu (7 Eylül 2002 Ankara), Yol Dergisi Sayı 18 (Temmuz- YALMAN Nur, “Islamic Reform and the Mystic Tradition in Eastern Turkey”, Archives
Ağustos, Ankara, 2003), ss. 28-43. Eurepeennes De Sociologie, Tome X, No 1, ss. 41-60.
TAŞĞIN, Ahmet, “Cem, Cemevi ve İşlevleri”, Geçmişten Günümüze Alevî-Bektaşî YAMAN, Ali, Alevîlikte Dedelik Kurumu Ve Ocaklar, İstanbul, Karaca Ahmet Sultan
Kültürü, ss. 211-225, Ankara, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2009. Derneği Yayınları, 2004.
TAŞĞIN, Ahmet, “Dersim / Tunceli Alevîliğinin Yeniden İnşası”, Bilgi Toplumunda YAMAN, Ali, Alevîlik&Kızılbaşlık Tarihi, İstanbul, Nokta Kitap, 2007.
Alevîlik (17-19 Mayıs Almanya / Bielefeld 2002), Hazırlayan: İbrahim Bahadır, ss. YAMAN, Ali, Kızılbaş Alevî Ocakları-Kizilbash Alevî Ojaks, Ankara, Elips Yayınları,
301-307, Bielefeld Alevî Kültür Merkezi Yayınları, 2003. 2006.
TAŞĞIN, Ahmet, “Göç ve Sonrası Kentlerde Alevîliğin Ortaya Çıkışı: İmkanlar ve YAMAN, Ali, Orta Asya’dan Anadolu’ya Yesevilik, Alevîlik, Bektâşîlik, Ankara, Elips
Sorunlar”, Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu (18-19 Nisan 2009 Ankara), Editör: Yayınları, 2006.
Ahmet Taşğın vd. , Ankara, Cem Vakfı Ankara Şubesi Yayınları, 2010, ss. 9-23.
YILDIZ Ayşe, “Şücaaddin Baba Velâyetnamesi”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Araştırma
TAŞĞIN, Ahmet, “Güncel Alevîlikte Kimlik Tartışmaları”, Çokkültürlülük Konferansı Dergisi, Yıl 2006, Sayı 37, ss. 49-97;
(27-28 Kasım 2005 Diyarbakır), ss. 117- 132, İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi
Yayınları, Diyarbakır, 2006.
TAŞĞIN, Ahmet, “Hacı Bektaş’ın Rum’a Gelişi ve Karaca Ahmed İle Karşılaşması”,
Uluslar arası Hacı Bektaş Velî Sempozyumu, Derleyenler Pınar Ecevitoğlu, Ali Murat
İrat, Ayhan Yalçınkaya, Ankara, Dipnot Yayınları, 2010, ss. 56-67.
254 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Ali YAMAN \ 255
Bir asıra yaklaşan Cumhuriyet tarihinde din-devlet ilişkilerinde yaşanan
sorunların çözümünde yol alınmak şöyle dursun daha da karmaşıklaşarak sürdüğü
görülmektedir. Bütün bu süreçte devletin kendi çerçevesini çizdiği “Sünnîlik”
CUMHURİYET DÖNEMİNDE DEVLET VE ALEVÎLER İLİŞKİSİ:
dışında kalan Alevî-Bektaşîler başta olmak üzere diğer bütün dinsel topluluklar
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’NDA
gözmezden gelinmiştir. Konunun Alevîler2 bakımından tartışılan üç önemli
“MEZHEPLER ÜSTÜLÜK” VE “ŞEFFAFLIK” BAĞLAMINDA
boyutu bulunmakta olup bunlar;
Ali YAMAN1
1. Cemevleri sorunu,
2. Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (DKAB) dersleri sorunu,
3. Diyanet İşleri Başkanlığı sorunu
Özet olmak üzere üç ana başlık altında sıralanabilir. Biz bu bildiride devletin din
Osmanlı’dan günümüze siyaset aygıtının dinsel alanın içerisinde bir taraf olarak hizmetlerinden sorumlu kurumu olması nedeniyle DİB konusunu esas alarak
yer alma geleneği ülkemiz tarihinde çok olumsuz bir miras ortaya çıkarmıştır. Devlet-Alevîler ilişkisini incelemeye çalışacağız.
Bu olumsuz mirastan en fazla etkilenen topluluk ise Alevî-Bektaşîler olmuştur.
Burada öncelikle ifade etmek gerekir ki, Osmanlı Devleti ile Türkiye Cumhuriyeti
Özellikle Anadolu ve doğusuna uzanan coğrafyada ortaya çıkan Osmanlı-Safevî
arasında din hizmetlerinin kontrolü bakımından bir süreklilik olduğu açıktır.
mücadelesi sonrasında, Osmanlı Devleti’nin Sünnî İslâm’ı bir devlet politikası
İki devlette de din hizmetleri kontrol altında bulundurulmaktadır. Bu anlamda
olarak koruyup, kolladığı ve hatta bütün tebaasına dayattığı görülmektedir. Bu
Şeyhülislamlık makamı yetkileri budanmış olmakla birlikte DİB ile devam
durum şeyhülislamların fetvaları, padişahların uygulamaları ve diğer tarihsel
belgelerde açıkça görülmektedir. etmektedir. Şöyle ki Şeyhülislamlık makamının gücü dinsel yetkilerine ek olarak
hukuk, eğitim ve vakıf hizmetlerine ilişkin görev alanlarını da kapsamaktaydı.
Osmanlı Devleti’nin Sünnî mezhepçi politikalarının farklı şekiller altında
Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte Şeyhülislamlık makamı sürmüş ancak yetkileri
da olsa Cumhuriyet döneminde de sürdürüldüğü bilinmektedir. Milli Eğitim
dinsel alanla sınırlandırılmıştır. Duman’ın da Türköne’den naklen aktardığına göre
Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü, İmam-Hatip Okulları/Liseleri, Yüksek
“…Türkiye’de resmen uygulanan “din-devlet ilişkisi modeli” laik bir model değildir.
İslâm Enstitüleri/İlahiyat Fakülteleri, Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) gibi devletin
din hizmetleri ile bağlantılı kurumları gerek fikriyat ve gerçekleştirilen basılı Bu model, tarihi açıdan kendi içinde tutarlıdır, ama laiklikle ilgisi yoktur. Cumhuriyet
yayınlar anlamında, gerekse uygulamada Sünnî İslâm anlayışını esas almaktadır. Türkiyesinin “din-devlet ilişkisi modeli” Emevîlerde, Abbasîlerde, Selçuklularda ve son
Bu taraflı ve toplumun bir kesimini görmezden gelen anlayış zaman zaman, belli olarak Osmanlılarda uygulanan modelin devamıdır. Din hizmetleri özerk kuruluşlara
mezhepleri/tarikatları esas almayan bir “doğru İslâm” anlayışı olarak ve “mezhepler bırakılmamış, devlet teşkilat bünyesine alınarak bir hiyerarşiye bağlanmıştır. Bu
üstülük” iddiasıyla da savunulmaya çalışılmaktadır. Yaklaşık seksen yıldır Alevî model 14 asırlık Sünnî geleneğini yansıtır…” (Duman, 2006: 554-555)
inanç ve kültürünü görmezden gelen resmi kurumlar, mezhepçi bir anlayışla Cumhuriyet döneminde DİB devletin din işlerinden sorumlu kurumu olmasının
kendi istedikleri din anlayışının yaşama geçirilmesi için her türlü devlet desteğini yanısıra, gerek din hizmetleri ve uygulamalarında görevleri, gerekse çeşitli dinsel
sunmuşlardır. Her yurttaş gibi devlete vergi ödeyen Alevîleri ise devlet kurumları, konularda istişarî nitelikli görevleriyle, kurumun dinsel eğitim kurumları ve
din eğitimi ve din hizmetleri alanında dikkate almamayı yeğlemişlerdir. Bu durum üniversitelerle de yakın ilişkisi bulunmaktadır. Örneğin mensupları eğitimleri
Alevîler-Devlet ilişkisine hakim olan büyük güvensizliğin temel nedenidir. Bu bakımından İmam-Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakülteleri mezunları olmakta ve
bildiride bu süreci ele almak üzere Cumhuriyet dönemi Türkiyesi’nde Devlet- eğitici/yönetici/memur vb. bu kurumlarla sürekli etkileşim içinde bulunurken,
Alevîler ilişkisi, DİB bağlamında incelenmeye çalışılacaktır. Kur’an kurslarını da yönetmektedir. Ayrıca DİB kamu kurumlarının danışma
Anahtar Kelimeler: Alevî, Bektaşî, Diyanet İşleri Başkanlığı, Zorunlu Din mercii olarak da hizmet görmektedir. Örneğin mülki idare amirleri cemevlerinin
Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersleri, Cemevleri, Mezhepçilik
2 Bundan sonra bildiri içinde “Alevî” sözcüğü, bütün Alevî-Bektaşî toplulukları içine alan
1 Doç.Dr., Abant İzzet Baysal Üniversitesi, İ. İ. B. F. , Siyasî Tarih Anabilim Dalı. bir şemsiye sözcük olarak kullanılacaktır.
256 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Ali YAMAN \ 257
ibadethane olup olmadığını veya zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri ile bunların sağlanmasında müzakere ve tartışmanın gereği yoktur.” diye yazıp çizen
ilgili sorunları DİB’e danışmakta ve buradan alınan yazı doğrultusunda hareket kesimler, konu Alevîlerin temel insan hakları olunca çeşitli manevralara başvurarak,
etmektedir. çeşitli gerekçeler ileri sürmekten geri durmamaktadırlar. Bu zihniyet Alevîlerin
Günümüz dünyasında izahı mümkün olmayacak şekilde, sadece Sünnî çevrelerden en temel insani taleplerinin karşılanmamasından rahatsızlık duymamakta, hatta
gelen, Sünnî İslâm eğitimi alan dinsel hizmet ve eğitim/öğretim personeline karşılanmaması için her yola başvurmaktadırlar. Bu durum tarihin önünde yaşanan
onlarca yıldır devletin dinsel alandaki bütün bütçesi tahsis edilmekte, bütün büyük bir insanlık ayıbıdır ve tarihin bunları bir bir kaydettiği unutulmamalıdır.
dinsel hizmetleri emanet edilmekte ve Sünnî olsun olmasın bütün vatandaşlara 2000’li yıllarda dahi Türkiye tarihine, siyasetine mezhepçilik ayıbını ve damgasını
zorunlu dinsel eğitim 1982 Anayasası sonrasında yine bu kadrolar tarafından vurmaya kimsenin hakkı yoktur. Ne yazık ki bugün dahi siyasîler, DİB’in devlet
verilmektedir. Ve işin daha da vahim olanı bu durum siyasîlerce, sivil-asker yapılanması içerisindeki yerini, toplum kesimleriyle olan sorunlu ilişkilerini gerçekçi
bir gözle görmemekte ısrar etmektedirler. Zaman zaman Anayasa Mahkemesi’nden
bürokrasi tarafından ve tabi ki din hizmet ve eğitiminden sorumlu kurumlarca,
diğer yüksek mahkemelere en ağır eleştirileri yöneltebilen siyasîler, konu DİB
bunda bir anormallik yokmuş gibi, bugün dahi savunulmaya çalışılmaktadır.
olunca, övgüler düzmekten öte bir şey yapamamaktadırlar. Bugün DİB konusunda
Cumhuriyetin başından bu yana uygulanan mezhepçi uygulamaların devamında özeleştiri yapılmaksızın, Türkiye’de dinsel alandaki sorunlara çözüm üretmek
bir sakınca görülmemektedir. Özellikle ilahiyatçı çevrelerle DİB arasında gerek mümkün görünmemektedir.
dinî anlayış, gerekse mesleki iş olanakları bağlantısı nedeniyle, gerçekleştirilen
Öte yandan DİB kurulduğundan günümüze Sünnî İslâm odaklı yapılandırılmasına
tez çalışmaları ve makalelerde kurum çoğunlukla olumlu yönleriyle ön plana
ve hizmetleri sadece Sünnîlere hitap etmesine rağmen Sünnî kesimlerce de
çıkartılmaktadır. Oysa eğer bir tez çalışmasında DİB ele alınıyorsa bilimsel bakış
eleştirilmektedir.3 Bunun nedenleri arasında Sünnî dindarlar arasında devletin
açısının olumlu olumsuz demeden ifade edilmesi gerekmez miydi? Tezlerde de,
temsilcisi olarak görünmesi, onbinlerce caminin ve yüzbini aşkın dinî alandaki
makalelerde de durum böyledir, yani tarafgirlik ve subjektiflik görülmektedir.
personelin de kontrolünü elinde bulundurması gibi pek çok neden sıralanabilir
Örneğin bir tezdeki “…Genel olarak, diyanetin varlığı değil de bütçeden pay alması ki biz burada konunun Alevîlik boyutunu ele aldığımız için diğer yönlerine
ve sadece Sünnîlere hitap etmesi üzerinde durulmaktadır. Diyanetin bir kesime girmeyeceğiz. Ancak şunu söylemek zorunludur. DİB tartışmalarında “Efendim
hizmet ettiği halde devlet bütçesinden para almasının yanlış olduğu bunun başka biz de memnun değiliz, bu kurum devletin dini kontrol etmek için oluşturduğu bir
şekilde finanse edilmesi gerektiği ya da bütün inançları kucaklamasının gerekliliği kurumdur.” diyen kimi çevreler, söz DİB’in kaldırılması ile ilgili tartışmalara
ifade edilmektedir. Bütçeden pay alınmamasını savunanların ağırlıklı olmalarına geldiğinde, ne kadar samimiyetsiz olduklarını da ortaya koymakta, can siperane
rağmen cemaatlerin oranına göre pay alınabileceğini savunanlar da vardır. Ancak DİB’in kalması için “kaos çıkar, ülke tarikatların eline geçer vb.” gerekçeleri
D. İ. Başkanlığının, bütün Müslümanlara hitap etmesi ve devlete bağlı bir kurum üretebilmektedirler. Çünkü bu kurumdan yurt içinde ve yurt dışında yararlananlar
olması hasebiyle diğer devlet kurumları gibi bütçeden pay alması doğaldır. Son olarak bizatihi kendileridir, Alevî-Bektaşîler değil.
belirtelim ki; Diyanet İşleri Başkanlığı bir takım tarikat veya mezheplerin temsil
edileceği bir müessese olarak kurulmamıştır. Kanunlarda belirttiği şekilde herkese
Diyanet İşleri Başkanlığı’na İlişkin Anayasal Çerçeve
hizmet vermekle yükümlüdür. Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda herhangi bir ayırım
yapmamaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda kanunlarla belirtilen şartları taşıyan Cumhuriyet döneminde DİB’in temelini oluşturan gelişme 3 Mart 1924’te
herkes görev alabilir…” (Yıldız, 2002: 89) şeklinde, bir makalede ise “…Bu örgüt çıkarılan Şeriye ve Evkaf ve Erkân-ı Harbiye Umumiye Vekaletlerinin ilgasına
yapılanması ve kökleşmiş bir kurumsallık ve toplumsal kabul görmüşlüğü ile Diyanet dair kanun ile Şeriye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılarak yerine Başbakanlığa bağlı
İşleri Başkanlığı’nın özgün bir Türk deneyimi olduğunu belirtmek gerekir…” (Akyüz Diyanet İşleri Reisliği ve Evkaf Umum Müdürlüğü’nün kuruluşu olmuştur. Daha
ve diğerleri, 2006: 35) şeklindeki ifadeler örnek olarak verilebilir. sonra Diyanet İşleri Reisliği, DİB’e ve Evkaf Umum Müdürlüğü de Vakıflar Genel
Müdürlüğü’ne dönüşerek günümüze kadar gelmiştir.
Uygulamada görülen başka bir çifte standart ise temel insan hakları ile ilgilidir.
Şöyle ki “başörtüsü meselesi, İmam Hatip Okullarına uygulanan kat sayı meselesi”
gibi konular gündeme geldiğinde “bunlar temel insan haklarıyla ilgili meselelerdir, 3 Ali Bulaç, “Sistemin Hiyerarşisi ve ‘Sünnî Diyanet’”, Zaman, 21 Ocak 2008.
258 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Ali YAMAN \ 259
1982 Anayasası’nın 136. maddesine göre “Genel idare içinde yer alan Diyanet ilgilenmez. Dahası “teşkilatta” bir tane bile Alevî Müslüman çalışmaz...” diyerek
İşleri Başkanlığı laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşüncelerin kurumun yapısına ışık tutmaktadır.5 Tarhanlı ise Diyanet İşleri Başkanlığı’nı ele
dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel kanunda alan çalışmasında: “…Sünnîliğin din ve mezhep bakımından çoğunluğu oluşturması
gösterilen görevleri yerine getirir…” denilmektedir. Böylece 12 Eylül askeri rejiminin devletin diğer mezheplerle ilgilenmemesi için yeter bir sebep değildir, zira ‘laik
ürünü olan bu anayasada, din işlerinin “laiklik” doğrultusunda gerçekleştirileceği bir devlette din ve mezhep çoğunluğu veya azınlığı olamaz. Devletin bütün din ve
ve aynı zamanda bu kuruma dayanışma ve bütünleşmeyi sağlama amacı da mezheplere karşı tarafsız olması gerekir. ’ Ancak eşitlik ilkesi çerçevesinde hukuken
yüklenmiştir. Sonuç olarak bu Türkiye tipi “laiklik” anlayışında DİB’in varlığı ile
sağlanması gereken tarafsızlık, özellikle de 1982 Anayasası düzeninde bir anayasal
din ve devlet işlerinin ayrılması şöyle dursun iyice içiçe geçmiş bulunmaktadır.
hükümle din eğitiminin zorunlu kılınmasıyla tamamen ihlal edilmiş bulunmakta;
Gerek 1961 gerekse 1982 Anayasası’nda din ve vicdan hürriyeti başlığı altında
zira bu yolla sünnilik egemen kılınmaya çalışılmıştı. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın
yer alan ilkelerle DİB’in faaliyet ve uygulamaları arasında açık çelişkiler dikkat
çekicidir. Ayrıca yine 1982 Anayasası’nda varolan kanun önünde eşitlik başlığı Alevî nüfusunun dinsel ve mezhepsel inancından habersiz görünerek Alevî köylerinde
altında verilen 10. md. ile “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, camiler yaptırmasının, devletin bu halk üzerindeki bir tür baskısı olduğu kuşkusuzdur;
felsefî inanç, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde amaç Sünnî inancın benimsetilmesidir. Oysa anayasal korunma altındaki inanç
eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır.” denilmekte iken DİB’in özgürlüğü, tüm bireylerin ibadette kendi adetlerini uygulayabilmelerine olanak
kuruluşundan günümüze faaliyetleri gözönüne alındığında 10. Madde ile 136. sağlar…” (Tarhanlı, 1993:181) demektedir.
Madde arasında bir uyumsuzluk olduğu açıktır. Bu uyumsuzluğun en açık kanıtı Görüldüğü üzere kurumun “mezheplerüstülük” iddiası pek inandırıcı
ise Türkiye’de Alevîlerin dinsel hizmetler ve din eğitiminde maruz bırakıldıkları bulunmamaktadır ve kurumun bu iddiasının nasıl sorunlu olduğu açıklama,
haksız durumdur. Fazla geçmişe gitmeden, son yıllarda Avrupa İnsan Hakları faaliyet, yayın ve kurum içi yazışmalarda da açıkça görülmekte, yer yer “biz ve
Mahkemesi’nin, Danıştay’ın kararları ve hükümetin Alevî çalıştayları sürecine
onlar” şeklinde bir dilin kullanıldığı dikkat çekmektedir. Burada bunu göstermek
başlaması ile yaşanan haksızlıklar kabul edilmiş olmaktadır.
bakımından Ahmet Hamdi Akseki’den, Ali Bardakoğlu’na ve daha başka en üst düzey
DİB yetkililerinin Alevîliğe ilişkin açıklama ve yazdıklarını belirtmek istemiyorum.
Diyanet İşleri Başkanlığı Ne Kadar “Mezhepler üstü”?
(Bu konuda bkz. Yaman, 2007: 39-43) Ancak DİB’nın iç yazışmalarından bir
DİB’den sorumlu bakanlara ve DİB bürokratlarına sorarsanız DİB son zamanlarda belgede bile bu mezhepler üstülük konusunun sadece bir iddiadan ibaret olduğu,
sıkça başvurulan bir kavram olan mezhepler üstülükle özdeşleşen bir kurumdur. uygulamada anlamsız olduğu görülmektedir. T.C. Diyanet İşleri Reisliği Yazıişleri
Mezhepler üstücülük deyimi, konu tartışmaya her açıldığında başvurulan bir ve Evrak Müdürlüğü’nce 13. 04. 1959 tarihinde müftülüklere yollanan “Hülasa:
savunma mekanizması olarak işlev gören, ancak pratik gerçekler karşısında Alevîlerin cenaze namazlarının kılınması hk.” konulu yazıdaki “…ehli sünnet
inandırıcılıktan uzak bir kavramdır. Zaten konuyla ilgili yazan çizen gazeteciler ve mezhebince kabul edilmiş olduğuna göre…” ifadesiyle esas alınan mezhebin açıkça
akademisyenler, kurumun “Sünnî” mezhepçi yapısını açıkça ifade etmektedirler. ifade edildiği görülmektedir. (Yaman, 2010: 32) Yine TESEV (Türkiye Ekonomik
Bu konuda verilebilecek farklı kesimlerden örnekler yeterli olacaktır sanırım. ve Sosyal Etüdler Vakfı) tarafından yapılan bir alan araştırmasında da devletin
Bu konuda Prof. Dr. Hayreddin Karaman, DİB’in “... uygulamada hem mabet hem ilgili bürokrasisinin, Alevîliği, Alevîlerin yaşadığı gibi değil kendilerinin görmek
aydınlatma hizmeti Hanefi mezhebi değil ama Sünnî İslâm’a yönelik olmuştur.”4 istediği gibi tanımlamakta ısrarlı olduğu belirtilmektedir.6
demekte, eski bakanlardan Namık Kemal Zeybek ise “... Türkiye’de “Diyanet İşleri Bütün bu gerçeklere rağmen DİB’in ilahiyatçı bürokratları ise geçmişten
Başkanlığı” vardır. Adı “İslâm İşleri Başkanlığı” bile değildir ama “Hanefi Müslüman bugüne belli görüşleri yinelemeye devam etmektedirler. Örneğin Diyanet İşleri
İşleri Başkanlığı”dır. Diyanet İşleri Başkanlığı, Alevî Müslümanlar’ın “din işleri” ile
5 Namık Kemal Zeybek, “Alevîlik Düğümü”, Tercüman, 24 Ekim 2003.
4 25 Şubat, 2005 tarihinde İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen “Türkiye’de Din-Devlet- 6 Ruşen Çakır – İrfan Bozan – Balkan Talu, İmam Hatip Liseleri: Efsaneler ve Gerçekler,
Toplum İlişkileri ve Diyanet İşleri Başkanlığı” konulu toplantı. İstanbul: TESEV Yayınları, 2004, 34-35.
260 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Ali YAMAN \ 261
eski Başkanı A. Bardakoğlu bir açıklamasında “…Diyanet İşleri Başkanlığı Sünnî olarak tanımlanan bugünkü cemevlerinin ısrarla cami, kilise ve sinagog gibi birer
bir kuruluş değildir. Vatandaşlık esasına göre hizmet üretiyoruz. Devlet memurları mabet olarak gösterilmeye çalışılması tarihi tecrübeye ve bilimsel kriterlere aykırıdır.
kanununa göre belli kişiler alınıyor. Ben arkadaşlarımın hiçbirinin dinî kanaatini, Daha da önemlisi böyle bir yaklaşım milli birlik ve bütünlüğümüzü tehdit eden bir
mesela namaz kılıp kılmadığını bilmem, takip de etmem. Benim için hizmet ve ayrıştırmaya da zemin hazırlayıcı mahiyette bir girişimdir…”9 Görüldüğü üzere,
bilgi birikimi önemlidir. İlâhiyat Fakülteleri Sünnî bir fakülte midir? Hayır…”7 Alevîlerin kutsal bir mekân olarak gördükleri cemevlerine yönelik bakış açısı, DİB’in
demektedir. O halde sormak gerekiyor, peki neden 1990’lardan itibaren İlahiyat en üst makamında bulunan İlahiyat profesörünün ifadesiyle budur. Bu dayatmacı
Fakülteleri Alevîlik-Bektâşîlikle ilgili çalışmalara yönelirken, daha önce bu bu anlayışın, Türkiye’deki bütün yurttaşlara din hizmeti sunamayacağının delili
konu görmezden gelinmiştir?8 Bugün üniversitelerde bu konuda gerçekleştirilen değil de nedir? Genel bütçeden bütün yurttaşların vergileriyle finanse edilen bir
yüksek lisans ve doktora tezlerinin önemli bir bölümü İlahiyat Fakülteleri kurumun yöneticisi, çoğulcu değil ancak çoğunlukçu demokratik bir ülkede bu
tarafından gerçekleştirilmektedir. Bunu olumlu bir gelişme olarak görebilmek ifadeleri kullanabilir. Bu ifadeler Alevîlerin inanç hassasiyetlerini dikkate almaktan
için, 1990’lara kadar neden İlahiyat Fakülteleri’nin bu konuyu bir tabu olarak uzak, Alevîlikle ilgili konulara ilişkin Sünnî bakış açısını yansıtmaktadır. Normalde
gördükleri konusunda da özeleştiri şarttır. 1994 tarihli bir tezle başlayan ve olması gereken Alevîlerin nasıl Sünnî inanç ve kültürüne yönelik konularda karar
“Alevî” ve “Alevîlik” sözcükleri ile YÖK Tez Kataloğu’nda yapılacak bir internet mercii olmadıkları gibi, Sünnîlerin de aynı şekilde Alevîlikle ilgili konularda bunu
sorgulamasında, İlahiyat Fakülteleri’nde konuya giderek artan oranda bir ilgi yapmamalarıdır. Ancak gelin görün ki bizim demokrasi anlayışımız bu. 2011 yılında
görülmektedir. Acaba daha önce DİB ve İlahiyatçılarca görmezden gelinen bu Türkiye’de inanç hizmetlerinin hangi noktada olduğunu göstermesi bakımından,
konuyla ilgili, 1990 sonrası gelişmeler, İlahiyatçıları birden bu alana yöneltmiş, DİB’in Alevîlikle ilgili konularda sergilediği tavır oldukça açıklayıcıdır. Daha da
“doğru Alevîlik” arayışında ve önerilmesinde görev bilincine sevketmiş midir? manidar olan ise bu tavrın Alevî Açılımı projesinin mimarı bugünkü hükümet
Ayrıca yukarıdaki sözlerin sahibi bürokrat, başkanlığı döneminde neden tarafından da muvafık görülmesidir.
bir cemevini ziyaret dahi edememiş, bir Alevî dedesi ile yan yana resimleri Sünnî İslâm inanç ve kültürü ile yetişen, böyle bir eğitim sürecinden geçen DİB
görülememiştir? Ancak cemevlerini neden ziyaret edemediğini sayın başkanın bürokratları ve çalışanlarının, “mezheplerüstü” bir din hizmet sundukları iddiaları
bir başka açıklamasından anlayabiliyoruz: “…Bu nedenle cemevleri, İslâm’ın ne kadar inandırıcı olabilir? Dünyanın hangi çoğulcu demokratik ülkesinde bir
on dört asırlık teori ve pratiğinde hiçbir zaman camilerin alternatifi ve muadili başka inancın, mezhebin inanç/kültür dersleri bir başka inanç/mezhep mensubunca
olmamıştır. Çünkü cami, belli bir mezhebin, namaz kılanların ve camiye gelenlerin verilebilir? Özellikle 1990’larla birlikte, bu konuda inandırıcılık sorunu yaşanması
değil, mezhebi, meşrebi, tarikat ve inanç grubu, dinî pratiği ne olursa olsun bütün nedeniyle de durumunu kurtarmaya yönelik bazı göstermelik çalışmalar yapılmaya
Müslümanların ortak mabedidir. Bu konuda bugüne kadar herhangi bir tereddüt çalışıldığı görülmektedir. 1990’lardan itibaren Alevî dedelerinin davet edilerek
ve şüphe ortaya çıkmamıştır. Bir dinin mabediyle o dine dair ilmi, ahlaki, kültürel görüşlerinin alınması, cami personelinin bilgilenmesi için Alevîlikle ilgili kitapların
ve benzeri faaliyetlerin gerçekleştirildiği mekanları birbirine karıştırmamak camilere verileceğinin açıklanması, talep halinde cemevlerinde Kur’an kursu
gerekir. Alevîlik, İslâm kültürünün bütününden ayrışan değil, onu tamamlayan bir verecek imamların görevlendirileceği, Alevî-Bektaşî klasikleri adı altında bazı
unsurudur. Alevî-Bektaşî kültür ve geleneğinde dergâh, tekke, zaviye ve niyaz evi geleneksel Alevî kitaplarının seçilerek yayınlanması, yılda bir defaya mahsus
olarak bazı Alevî kurumlarına mensup dedelerin Muharrem orucu nedeniyle
7 16. 10. 2003 tarihli DİB web sitesinde de yer alan Kahvaltılı Toplantı. (Diyanet İşleri Avrupa’ya gidişlerini kolaylaştırmak amacıyla hizmet pasaportu verilmesi gibi
Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun Gazetelerin Ankara temsilcileriyle 16. 10. 2003 gelişmeler DİB’nın sadece Sünnîlere hizmet ettiği şeklindeki olumsuz imajını
tarihinde yaptığı toplantının konuşma metni) http://www. diyanet. gov. tr/turkish/baciklama.
düzeltmeye yönelik çalışmalar olarak görülebilir.
asp?id=1065
8 Alevîlik konusundaki tezlerin 2010 yılı itibariyle üniversitelere göre dağılımı için bkz. Ali
Yaman, “Alevîlik Bektâşîlik Alanında Üniversitelerde Gerçekleştirilen Akademik Çalışmalara
İlişkin Genel Bir Değerlendirme”, içinde Alevî ve Bektaşî Yayınlarının Temel Sorunları, Çözüm
Önerileri, Ed. G. Aytaş, D. Sümer, Ankara, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş 9 03. 02. 2005 tarihli ve DİB resmi sitesinde de yer alan basın açıklaması, http://www.
Velî Araştırma Merkezi Yayınları, 2010, ss. 34-41. diyanet. gov. tr/turkish/baciklama. asp?id=1129
262 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Ali YAMAN \ 263
Diyanet İşleri Başkanlığı Ne Kadar Şeffaf durum biraz fikir verebilir kanaatindeyim. Ancak bu tür biçimsel çalışmalarla
Pek çok bakanlıktan da güçlü bir devlet kurumu olmanın, çok büyük bir da, bu gerçeklerin üstünün örtülmesi zor görünmektedir.
bütçe ve personele sahip olan ve bir takım yasal zırhlarla da korunan,10 kollanan Ayrıca eklemek isterim ki kurumun sorunlu yapısı yurt dışı teşkilatlanmasına da
bu kurumun yapısı ve faaliyetleri demokratik tartışma ve eleştiri durumundan aynen yansımaktadır. Şöyle ki yurtdışındaki alan çalışmalarım ve çeşitli nedenlerle
hep uzak tutulmaya çalışılmış, adeta dinî duyguların arkasında hep bir kapalı ziyaret ettiğim Alevî derneklerinde yurt dışındaki diplomatik temsilciliklerimizde
kutu olarak varlığını sürdürmesi sağlanmıştır. Bu durum tek parti CHP’sinden görev yapan din ataşelerinin veya yurt dışında görevlendirilen din görevlilerinin
çok partili dönemlere ve AKP’ye kadar hep böyle devam etmiştir ve bu yazının diğer Türkiye kökenli derneklerin çeşitli toplantılarına katılmalarına rağmen
kaleme alındığı bugün de böyle devam etmektedir. kendi etkinliklerine gelmediklerini ifade etmektedirler. Bu durum Türkiye’de
Uygulamaya bakıldığında hem çoğunlukçu bir anlayışla Sünnî İslâm’ın Alevîlikle ilgili konulara bakıştaki sorunlu durumun nedeni olan, DİB personeli
bütün Türkiye toplumuna dayatıldığı hem de bunun da yine devletin kontrolü veya İlahiyat Fakültesi mensuplarından oluşan bu kesimin Sünnî inanç ve
altında olması nedeniyle de Sünnîler tarafından da eleştirilebildiği bir durum söz gelenekle yetişmesi ve/veya bu tarzda bir eğitim almasından kaynaklandığı ve
konusudur. Sünnî inanca mensup yurttaşlar ne kadar şikayet ederlerse etsinler, Alevîlere karşı ön yargıların varolmasına bağlanmaktadır.
bütün bu süreçte ideal anlamda anayasal haklarından mahrum bırakılan ve en fazla Sonuç olarak Cumhuriyet tarihinin genel bir görünümü olarak dinsel alanın
haksızlığa uğrayan kesimin Alevîler olduğu da açıktır. Siyasîlerin de oy kaygısıyla İslâm’ın Sünnî-Hanefî yorumu doğrultusunda şekillendirilmesi konusunda devletin
sorgulanamayan DİB ve onunla bağlantılı kurumların şeffaf olmadığı yapılan alan “laik” kesimleri ve CHP ile Milli Görüş’ten AKP’ye uzanan gelenek arasında ilginç
araştırmalarında da ifade edilmektedir. Bozan’ın çalışmasında ifade edildiği üzere, bir ittifak söz konusudur. Şöyle ki DİB’in kontrolündeki din hizmetlerinin ve
“…Diyanet’in şeffaf bir kurum olduğu söylenemez…Tartışmalar, genel bütçeden Diyanet’e din eğitiminin Sünnî-Hanefî odaklı yapısına dokunulmasına her iki taraf da pek
ayrılan payın değil, “ek gelirler”in kullanımıyla ilgili çıkmaktadır. Cuma ve Bayram yanaşmamıştır. Ayrıntılardaki tüm farklı yaklaşımlara rağmen AKP politikaları
namazlarında toplanan paraların akıbetinden Diyanet Vakfı’nın hac gelirlerini nasıl ile “laik” rejimin savunucusu devletin sivil/asker belli kesimlerinin, Türkiye’de
değerlendirdiğine ilişkin birçok soru, kurumun yeterince şeffaf olmaması nedeniyle dinsel alanın Sünnî İslâm’a yönelik düzenlenmesi konusunda uzlaşma içerisinde
cevaplanmamıştır…” (Bozan, 2007: 83) Her konuda özelleştirmeciliği savunan oldukları görülmektedir. Bu nedenle bugün için, Türkiye’de devletin müdahil
kimi çevrelerin DİB’in Hac organizasyonları konusundaki tekel konumuna yönelik olduğu, din eğitimi, dinî mekan ve kurumların düzenlenmesi gibi alanlarda
sessizlikleri oldukça manidardır. Örneğin Hac’da görev alacak personel hangi statükonun sürdürülmesi olağan karşılanmaktadır. Her açıdan çoğulculuğun
kriterlere göre belirlenmektedir? Ayrıca Türkiye Diyanet Vakfı’nın devletin yani egemen olmaya başladığı modern dünyada, bu tarz tek bir mezhebi ön plana
DİB’in de olanaklarını kullanarak örgütlenerek, mal-mülk edinerek, yurtlar açarak, alan bir dinsel hizmet ve eğitim örgütlenmesi ile Türkiye’nin gerek ulusal gerekse
İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi adıyla bir üniversite kurarak vb. hangi kesimlere ve uluslararası platformlarda göreceği muamele bellidir. Oysa kişisel ve kurumsal
nasıl iş olanakları yaratmakta, hizmet sunmaktadır? Vakıf bülteni ve yayınlarında mezhepçi önyargıların terk edilerek, Türkiye’nin gerek iç barışını sağlayacağı
da aynen DİB’de olduğu gibi “mezheplerüstü” bir zihniyet mi egemendir?11 Böyle gerekse uluslararası alanda hak ettiği yeri alacağı muhakkaktır.
imkanlar bir Alevî derneği ya da vakfına sağlanabilir mi ve/veya bugüne kadar
neden sağlanamamıştır? Bu sorulara yanıt bulmak zor gibi gözüküyor ancak son
yıllarda alelacele Alevî-Bektaşî klasiklerinin neden yayınlandığına bakılırsa bu
10 DİB’nın kaldırılmasına yer vermek, Anayasa Mahkemesi tarafından parti kapatma sebebi
olarak görülmüş ve bu durum uygulanmıştır.
11 Kurumun web sitesi incelendiğinde bugün itibariyle il ve ilçelerde 973 şubesi bulunmaktadır.
http://www. diyanetvakfi. org. tr/hakkimizda/subelerimiz. htm (Erişim Tarihi: 26 Mart
2011)
264 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Aykan ERDEMİR, Muharrem ERDEM, Halil KARAÇALI \ 265
Soru 1: Sizin düşüncenize göre, Türkiye’de ayrımcılığın aşağıdaki ayrımcılık türleri Soru 2: 5 yıl önceki durumla bugünkü durumu karşılaştırırsanız, Türkiye’de, ayrımcılığın
açısından, çok yaygın, oldukça yaygın, nadir ya da çok nadir olup olmadığını aşağıdaki türlerinin çok daha yaygın, daha yaygın, daha nadir ya da çok daha nadir olup
söyleyebilir misiniz?
olmadığını söyleyebilir misiniz?
Alevî yurttaşların yarıdan fazlası inanç, etnik kimlik, cinsel yönelim ve Uyarı: “Çok daha yaygın” ve “daha yaygın” toplam olarak gösterilirken, “daha nadir”,
cinsiyet temelli ayrımcılığın son beş yıl içinde Türkiye’de daha da yaygınlaştığını “çok daha nadir” ve “yanıt yok” seçenekleri şekilde gösterilmemektedir.
düşünmekte.
Beş yıl önceki durumla bugünkü durumu karşılaştırdığımızda, her iki (AB09-a Her dört Alevî yurttaştan üçü, son 12 ay içerisinde ayrımcılığa maruz kaldığını
ve AB10-i) araştırmada ortaya çıkan sonuç Türkiye’de, din ya da inanç ve bildirmektedir.
etnik kökene dayalı ayrımcılık çok yüksek orandadır. Bu oranları EB09-TR ile
karşılaştırdığımızda grafiklerde de görüleceği gibi EB09-TR’de din ya da inanç Geçtiğimiz 12 ay dâhilinde değişik zeminlerde bir ya da birden fazla ayrımcılığa
ve etnik kökene dayalı ayrımcılık %40 oranındayken bu oran AB09-a ve AB10-i şahsen maruz kalanlar ya da rahatsız edildiklerini belirtenler AB10-i araştırmasında
araştırmalarında %90’dır. Dolayısıyla, her iki araştırma sonuçları karşılaştırıldığında %76, AB09-a araştırmasında %63’tür. Bu oranlar EB09-EU27’de %16 ve EB09-TR
neredeyse iki katından fazla bir oran çıkmasını Alevî yurttaşların din ya da inanç araştırma sonuçlarına göre %13 olduğu saptanmıştır. EB09-EU27 ve EB09-TR
ve etnik kökene dayalı ayrımcılık konularında çok daha karamsar oldukları gerek din ya da inanç yönünden ve gerekse etnik kökeninden dolayı değişik
söylenebilir. zeminlerde bir ya da birden fazla ayrımcılığa şahsen maruz kalanlar ya da rahatsız
edilenlerin oranı %10’nun altındadır.
272 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Aykan ERDEMİR, Muharrem ERDEM, Halil KARAÇALI \ 273
Soru 3: Geçtiğimiz 12 ay dâhilinde değişik zeminlerde bir ya da birden fazla etnik kökenlerinden dolayı, %13’ü cinsiyetlerinden dolayı, %8’i yaşlarından
ayrımcılığa şahsen maruz kaldınız ya da rahatsız edildiniz mi? dolayı, %4’ü cinsel yöneliminden dolayı, %2’si engelliliğinden ve %6’sı da diğer
(Şekilde sadece “Evet” cevapları kullanıldı) nedenlerden dolayı ayrımcılığa uğradıklarını belirtmişlerdir. AB09-a araştırmasına
göre, son 12 ay içerisinde ayrımcılığa maruz kaldıklarını söyleyenlerin %55’i
din ya da inançlarından, %28’i etnik kökenlerinden, %16’sı cinsiyetlerinden,
%8’i yaşından, %2’si engelliliğinden, %1’i cinsel yöneliminden ve %8’i de diğer
nedenlerden dolayı ayrımcılığa maruz kaldığı ortaya çıkmıştır.
• ARKADAŞLIK
Eşcinsel, Roman, engelli ya da farklı etnik kökenden arkadaş sahibi olan
Alevîlerin oranı Türkiye ortalamasının çok üzerindedir
276 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Aykan ERDEMİR, Muharrem ERDEM, Halil KARAÇALI \ 277
3.5- Mahalle Baskısı
Soru 11: Aşağıdaki aidiyetlere sahip arkadaşlarınız ya da tanıdıklarınız var mı?
• TOPLUMSAL STATÜ
Alevî yurttaşlar farklı inançtan, etnik kökenden, azınlık mensubu, engelli ve kadın
bir başbakan veya cumhurbaşkanı olmasından bir rahatsızlık duymamaktadır.
Soru 9: Aşağıdaki kategorilerden her birine dâhil herhangi bir kişinin ülkemizdeki en
yüksek seçilmiş siyasî konuma gelmesi halinde kendinizi nasıl hissedeceğinizi, 1’den
10’na kadar derecelendşrş msiniz? (Ortalama)
21%
Evet
79% Hayır
Reddettiler ol Yezid’in kızını Sen Fıratsın cümle suya uğrarsın Er odır ki daim hakka yalvara
Getirdi haizini indi dizini Bu dertli sineme dertler katarsın Vasil-i hak olur kul vara vara
Muhammet bakmaşdı döndü yüzünü Niçin yüzün doğa taşa tutarsın Her ne ki ararsan ademde ara
Muhammet ümmeti tavşan yemedi. Fırat suyu Kerbela’ya gidersin. Ellem-ül esma vücud-u insan.
Musa peygamberi elinde âsâ Sen Fırat’sın cümle sular başları Bu esrarı bilen gayrıyı neder
Yiyenler tarike uymazdır hâşâ Akıttın didemden kanlı yaşları Selahatta olur hak raha giden
Yahudi’ye bile haram eyledi Musa Söylesem başıma gelen işleri Şu miskin Dertliden kim mamül eden
Yahudiler bile tavşan yemedi Fırat suyu Kerbela’ya gidersin. Hakikat behsinde haylice arifen.
Sefil Ali’m hakka kıldı niyazı Fırat, Fırat derler geldik murada
Temenni eylerim sürerim yüzü Muradımız hasıl oldu burada The informant refers in the guidebook to dua, duaz, nefes, and gazel as poetical
Okuyun duadan unutman bizi Peykerimiz üryan kaldı orada or liturgical forms. He calls all of the alternative pieces gazels. Some of the other
Horosan pirleri tavşan yemedi. poems in the guidebook conform to the formal gazel poetic criteria better than
Fırat suyu Kerbela’ya gidersin.
some of these. In fact, only gazel 4 appears to conform to all or a majority of
gazel formal criteria. Gazel 3 departs from the form the most, being little more
Sefil Ali’m otur ağla bir zaman than a didactic poem. While gazel 4 has the typical love theme relating to
Çıkarma karayı bağla bir zaman Karbala, it also introduces the political undertone that is so exceptionally visible
Dolana dolana akar her zaman in gazels 1, 2, and 5. From the point of view of oral literature, it is significant
that two of the poems are unsigned folk poetry, whereas Sefil Ali is given as the
Fırat suyu Kerbela’ya gidersin.
author of two, and Sefil Ahmet as the author of one. The presence or absence
294 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Thomas McELWAIN \ 295
of a takhallus or signature, while indicating the important distinction between Secularism: The Literary Extension
folk and authored poetry generally, does not indicate any essential difference in Secularism in the Alevî context25 is defined in this study as the sharp decline
quality of the Turkish Alevî liturgical poems. of participation in village sacrificial events and dede-centred liturgy. This decline
The feature that all five share is the strongly anti-Sunnite, quasi-political is associated with, but not identical to urbanization and emigration, and may
character. It might be suggested that these poems form alternative liturgical also occur in the village context. In fact, it is well known, given the particular
pieces for occasions when a more strident tone was seen to be acceptable, circumstances of the Turkish population, that emigration is also associated with
and the guidebook itself is a more politically correct or acceptable version for the revival of dede-centred liturgy.
situations when greater care was maintained not to give offense to the Sunnite These areas of emphasis represent a typology of Alevî sectarianism.26 The
community. Ali Dönmez expressed the wish that the guidebook be published as earlier model of quasi-sectarianism focused on the differences and variants that
soon as possible, but expressed no such desire in regard to the gazels, which I might be perceived between different lines of dedes and the traditions they
have held until after his death. Furthermore, the Turkish government is now in represent. This aspect still needs a good deal of study and documentation.27 But
a better position for incorporating and recognizing religious minorities than it a new model of Alevî quasi-sectarianism ought to be seen as tri-part: 1) Alevîsm
was when these poems were collected.24 focused on village sacrifice and informal liturgical components without the
The research bias toward focusing on oral tradition is seen in the published guidance of a dede; 2) Formal traditional ritual under the guidance of a dede;
study of Sarılar. The study ends with an extensive review of oral material that and 3) secularized, literate Alevîsm mostly in the urban and emigrant context,
was essentially non-functional in the society of the time. Yet the functioning but also occasionally appearing in the village population. The first two of these
behaviour in the community was dealt with briefly and summarily, when more have already been examined above. It remains to focus attention on the last.
detailed work would have been possible. There were practicing singers and The evolutionary step that is supposed to follow a faith based on oral tradition
bağlama players in the village at the time. They played and sang to small, informal is the development of a written canon. Despite the recording and publication of
groups of young men daily, generally in the evening when people had the time Alevî materials, there was little sign of such a development in Alevîsm before
to gather. How many such singers there were in the village was not determined. 1993 when the fieldwork had come to an end. While secularism is an inaccurate
The repertoire was examined only to the extent to show that it was all drawn term for describing Alevîs who do not participate in dede-oriented practices, it
from, and learned from, commercial cassettes of popular Alevî singers. The extent does cover some of the more visible tendencies that can be observed.
of the repertoire was never defined, although there was enough repetition of the
The publication of Alevî materials falls into the secular domain also in being
same songs that the researcher soon became familiar with them. Which songs
associated with no established, practicing tradition in some cases. There are many
were sung more prevalently and which were less popular was never determined.
urban Alevîs who maintian their Alevî identity, a core of Alevî beliefs, a modern
The differences in the repertoires of various singers was not examined. The
social outlook that largely rejects traditional religion of all kinds, and a small
reason for all of this is obvious: the researcher perceived the living tradition as
library of Alevî-related publications on their bookshelf. In addition to this, they
being a departure from the official, dede-centred liturgical life, and thus not so
worthy of study. Another concern was with recording a disappearing tradition
25 David Shankland, The Alevîs in Turkey: The Emergence of a Secular Islamic Tradition, London,
while it was still possible. In this, the researcher followed the attitudes of his
2003.
old informants, as did the contemporary singers themselves. The result is an 26 Compare with the four-fold typology of F. Bilici, The Function of Alevî-Bektashi Theology
unnecessary gap in the record. in Modern Turkey, seminar. Swedish Research Institute, 1996. He sees 1) leftist secularism,
2) Bektashi-type mysticism, 3) Caferism favorable to the State, and 4) Iranian-influenced
24 Aykan Erdemir, Tradition and Modernity: Alevîs’ Ambiguous Terms and Turkey’s Ambivalent Twelverism.
Subjects, Middle Eastern Studies, 2005, vol. 41, no. 6, pp. 937–951. Gürcan Koçan and 27 Ali Yaman, Anadolu Alevîliği’nde Ocak systemi Ve Dedelik Kurumu, 2000, website: Alevî
Ahmet Öncü, Citizen Alevî in Turkey: Beyond Confirmation and Denial, Journal of Historical Bektaşî. Martin Sökefeld, Alevî Dedes in the German Diaspora: The Transformation of a
Sociology, 2004, 17/4, pp. 464–489. Religious Institution, Zeitschrift für Ethnologie, 127, 2002, pp. 163–189.
296 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Thomas McELWAIN \ 297
regularly listen to Alevî bağlama-accompanied singing. There is thus a subset Conclusions
of secularised population in both Turkey and in the emigrant communities who Several issues have become apparent in this study. The first of these is the fact
are secular Alevîs of a precise and predictable type. Interviews with Alevîs in that the Alevî situation requires the expansion of the concept of oral tradition
several major cities in Turkey as well as in Finland, Sweden, Germany, England to include foundational sacrificial events, even when no oral liturgical poetry is
and the United States consistently bear this out. present on one hand, and the means of transmitting Alevî identity and values in
This secular trend syphons off the factors that might otherwise lead to an the modern urban and emigrant situation on the other. The study is therefore
Alevî canon and the move from an oral to a centralized and standardized written structured around these three themes of Alevî oral tradition: the sacrificial event,
tradition. But it is not the only one. The influence of various printed editions dede-centred formal liturgy and the buyruk tradition, and thirdly, Alevî literate
of the Buyruk and Buyruk-like writings has been felt not only in Turkey but secularism. Focus on all three aspects is needed in order to understand and
abroad. Such writings may not be avidly read, but they document Alevî traditions present the contempary experience as well as recent history.
to the extent that knowledge of them is conveniently passed on to the younger Specific issues have been identified and isolated. These include: U1)
generation. Some dedes may extend their influence through such writings, gaining liturgical form; 2) poetic form; 3) issues in the transmission of oral history; 4)
adherents and visitors from abroad. One example of such is the influence of Koç changing function of oral literature and the need to identify and record it; 5)
Dede’s writings already in the 1990s, but since then cases have proliferated and changing roles of religious authorities and the new specialists serving a broader
multiplied. community under conditions of urbanization and emigration; 6) cross-fertilization
The secularized Alevî may have varying degrees of interest in the commercially between urban, village, and emigrant communities; 7) changes in function of
available folk music with Alevî liturgical lyrics. Some homes may play such a changing political climate; 8) the factors that may or may not contribute to a
recordings daily and for long periods. Others may use them sparingly. But standardization or canonization of Alevî sources; and 9) factors relating to Alevî
everyone seems recognize them when they hear them. identity and transmission of tradition under the new conditions of easier travel
Secularism is associated with the weakening of dede authority. Urbanization, and communication.
emigration and mobility are associated factors in this diminishment. At the same The central purpose of this study is to present five unpublished gazel recorded
time, the vacuum thus created has a tendency to be filled by charismatic figures. in 1988 in the village of Sarilar from Ali Dönmez, the former gözcü or watchman
In the 1980s most such charismatic Alevî figures were singers. But there has been of the local tekke or cemevi, Alevî place of worship. These are set within the
a proliferation of another type of authority figure, one who serves a different context of the oral liturgical tradition of the village, which was formerly a dede-
function, since that time. One of the more prominent of these is Zöhre Ana, whose led, functioning ritual community. They are further framed with the awareness
books are found on the shelves of emigrants in Germany and Sweden. Charismatic of the wider sacrificial events common to the village, and the secular forces
healing is not new to Alevîsm, but the wide-spread reputation of a single healer that impinged on the desire of the informant to record and thus preserve the
is the result of modern convenience of communication and transportation. traditions he remembered.
The purist form of Alevî secularism neglects both publications and reliance By contrast with theological, sociological, and political typologies of Alevî
on popular religious specialists. It is found both in Turkey and throughout the sectarianism, this study establishes a phenomenological classification of tri-part
Alevî diaspora. It is the maintaining of an Alevî identity along with some core religious experience: sacrificial cultism, liturgical dede-ism, and Alevî-identified
Alevî values, many of which overlap with Western, secular values, such as the secularism.
high status and unveiling of women, respect for learning outside the religious
realm, and a focus on ethics both personal and social.
7. OTURUM
DÜNYADA ALEVÎLİK 2
İran Alevîleri Yarsan İnancı İslâm dini öncesinde üç tarihi dönem; tarih öncesi,
Yunan hakimiyeti ve Benî İsrail peygamberleri öncesine gider. Yüz yirmi bin
peygamber dönemini içine alır. Hatta insanlığın ilk atası Hz. Adem öncesinden
neşet alır. Bugüne kadar gelen hiçbir inanışı ve dini inkar etmez. İslâmiyet’in
gelişi ile beraber Hazreti Muhammed’in peygamberliğini ve Hazreti Ali bin Ebu
Talib’in marifet ve şeriatını benimser.
İslâm döneminde ise dinî inanışlarındaki remz ve sırlarını Hz. Hasan ve Hz.
Hüseyin’e maleder. Serencam kelamlarında geçtiği gibi, İran Alevîleri, Allah’ın
tecellisinin Hz. Ali’de zahir olduğuna inanır. Bu ekolde şüphesiz İran’ın eski
dinî Zertüştlük, Maniheizm ve Mazdek düşünceleri etkili olmuş, Alevî efsane
ve inanışlarında yer almıştır.
Ehl-i Hak düşüncesi köklerini Behlül(Abbasî Hilafeti zamanı)Şah Hoşin, Baba
Navus, Baba Serheng’den alarak, Baba Celil ve son olarak da Şah-i Perdiver Sultan
Sahhak Berzenci’nin tarih sahnesine çıkması ile tamamlar. Bu zamana kadar
hakikat dönemi, zirvesine ulaşmıştır. Serencam Kelamlarının da ifade ettiği gibi;
İran’da Yarsanlar, Anadolu’da Bektaşîler, Azerbaycan’da Hurufiler, Huzistan’da
Muşaşailer, Horasan, Kürdistan ve Hindistan’da Nurbahşililer aynı dönemde
müttehit ve müttefik idiler.
Şeyh Cüneyd, irşad ve tebliğ zamanlarında Kürdistan sınırını aşmış, Anadolu’ya
gitmişti. 1450 yılında Anadolu’da bulunan Şeyh Cüneyd uzun yıllar Konya’da
1 Dr., Tahran Üniversitesi. Muhammet Ali Sultani’nin Farsça orijinal metnin özet tercümesi
Esra Doğan tarafından yapılmıştır.
300 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Muhammed Ali SULTANİ \ 301
kalmış ve buradan bazı siyasî problemler sebebi ile Suriye’ye gitmek zorunda Ehl-i Haklarda Tevhid, Nübüvvet ve Yeniden Dirilme
kalmıştır. Uzun yıllar da Suriye’de yaşayan Şeyh Cüneyd etrafında birçok kişinin Tevhid: Hazreti Ali, İran Ehl-i Hak inanışında Allah’ın cismi ve sembolüdür,
toplanması sebebi ile her daim takipte tutulmuştu. Ögrencisi Şeyh Bedreddin yani Allah maddi dünyada kendisini temsilen insanlar içinde Ali’yi seçmiştir. Ali
1416 yılında isyanı sebebi ile Osmanlı devletini zor durumda bırakmıştır. onun bir nüshasıdır. Yoksa Ali şüphesiz Allah’ın zatı değildir. Ehl-i Hak, Yarsan
Ehl-i Hak kelam ve defterlerinde Şeyh Safiyuddin Erdebili, Şeyh Cüneyd, Şah mezhebinde hiç bir önder Ali-Allah birlemesinde bulunmamıştır. Özellikle bu
İsmail bahsedilir. Mukaddes sayılan bu zatlardan başka Şah Abbas’ın Noktavileri konuda Sultan Sahhak Berzenci’nin Ehl-i Hak yaranlarına yönelik birçok kelamı
ortadan kaldırmak üzere Hindistan’a yollaması bir bakıma Alevîlerin parçalanmasına ve nasihatleri söz konusudur.
yol açmıştır. Ehl-i Hak-Yarsanlarda Nübüvvet: Çoğunluk Ehl-i Hakların nübüvveti kabul
Dikkat edilirse Yarsan-Ehl-i Hak Alevîleri İslâm öncesinde Hindistan’dan gelen etmediğini düşünmektedir. Sırf Hz. Ali’nin uluhiyetinin tanındığına dair bir
birçok düşünceyi de kendi içinde barındıran bir ekoldür. Perdiver de bu fikirlerin yanlış görüş mevcuttur. Oysa ki bunun aksine Ehl-i Hak inancı sadece Hz.
Muhammedin nübüvvetini kabulle kalmayıp, onun hakkaniyet ve hatemiyetini
merkezi olmuş ve burada zirveye ulaşarak Perdiver’den Anadolu’ya geçmiştir. Şah
de açıkça savunur. Ehl-i Hak kelam ve defterlerinde bu apaçık görülür. Hazreti
Abbas’ın eseri olarak Noktavilerin tardı ile bu defa yine Hindistan’a gönderilmiş
Peygamber’in hatimiyetinin yanı sıra gelmiş geçmiş bütün peygamberleri de
ve tarihi dairesel hareket devam etmiştir. kabul ederler.
Sultan Seyyid Sahhak Alevî Berzenci zamanı siyasî mezhebi dönemin oluşum Mead(Yeniden Diriliş): Bu İnanca bakacak olursak, Ehli Hak-Yarsan Alevîleri
kademelerine baktığımızda Sultanın yanında ilk olarak Heftven’in yer aldığını, bir İslâm fırkası olarak tekrar dirilişe bütün samimiyeti ile inanmaktadırlar. Bu
bundan sonra çehelten (kırklar) ve daha sonra da Doksandokuz Piri Şahu ve inanışta yer alan Hz. Ali’nin zatının tarih boyu çeşitli dönemlerde başka zatlarda
bunu takiben Atmış altı Gulam (halis muhlis kul) kemerbend-i zerrin (Altın tekrarı meselesi olan “Dondan dona geçiş” meselesinin çok iyi bir şekilde anlaşılması
kuşaklılar) denilen şahısların mezhebin oluşumunda yer aldıklarını görürüz. gerekmektedir. Bu inanışın tenasühten ayrı bir şey olduğu konusunda bütün
Bunların ardından Binbir Gulam Hace sıfat ve Bin Gulam’da sırsıyla bu fikrin Ehl-i Hak-Yarsan pir ve büyükleri hem fikirdirler. Bu ruhî bir harekettir ve tekrar
oluşumunda başrol oynamışlardır. edecektir. Ehl-i Haklara göre insanlık Allah’ın binbir ismi tamamlanıncaya dek
Sultan Sahhak nezdinde bu kişilerin özel bir yeri ve önemi vardır. Ama Ehl-i tekâmülünü gerçekleştirmeye devam edecektir. Sultan Sahhak’ın başlattığı bu ekol
Haklarda dört melek, dört cesed vardır ki bunlar mukarrebindir(yakınlaştırıla aşk ve irfan üzerine bina edilmiştir. Bu sebeple zaman içinde tekrar doğuş hem
nlar). Bunların her birini Sultan Sahhak özel olarak görevlendirmiş ve hepsine cisim ve hem ruhla olabilir. Bu ekol İslâmi görüşün bir parçası olması nedeni
ile tenasüh inanışı kendine yer bulamaz.
ayrı mevkiler vermiştir. Bunlar sırayla:
Tenasühün “dondan dona geçiş” inancı ile ayrıldığı ve zıt olduğu noktaları kısaca
1- Bünyanin: Bu zat Ehl-i Hak Yarsanlarının piri olarak seçilmiştir.
ifade edecek olursak: Tenasüh inanışında yeniden diriliş mevcut değildir. Ama Ehl-i
2- Davud: Ehli Hak-Yarsan Alevîlerinin delil-i umumisi(yol göstericisi) olarak Hak kelamlarında da görüleceği üzere, ruhi geçişlerin ve yükseliş seyirlerinin
seçilmiştir. yanı sıra yeniden dirilişe ve kıyamet gününe inanış vardır. Tenasüh düşüncesi
3-Pir Musa: Defterdar ve Sultan Sahhak’ın menş-i sultan (yöneticisi)olarak gibi ruhların tezahürlerinde gelişi güzel, başıboş ve meçhul bir kanun söz konusu
seçilmiştir. değildir. Bilakis “Evvel yâr ahir yâr” inancı vardır. Zaman mekan ve nakl-i mekan
sınırları ve zeminleri belirlenmiş mefhumlardır. Dondan dona geçişin, bitiş ve
4- Hatun Remzbar: Sultan’ın annesidir. Bunun yanında Ehl-i Hak kadınlarının
hedef zaman miktarı bellidir. Bu geçişlerin sayısı Allah’ın isimleri kadardır.
temsilcisi durumundadır. Ayrıca Sultan’ın nezir işlerinin mutfak sorumlusu olarak
Binbir tanedir. Tenasüh inancı Buda ile tamamlanmıştır. En son ulaşılan nokta
tamamını kendisi yürütür. ve tekamül Buda’dır. Dünyevi hazlardan arınmayı, dünyadan el etek çekmeyi
5- Mustafa: İntizam ve nizam işlerinden sorumludur. öğütleyen bir yapıdadır. Oysa ki “dondan donluk” inanışında yaşam esastır. Hz.
Sultan Sahhak bu kişilere, kendisine atfedilen “Şah” lakabını vermeyi uygun Sultan Sahhak ve onun taliplerinin değişmez itikatlarında her seyirin aslı esası
görmüştür. ve vesile-i ittisali vardır. Buna maneviyat denir. Tenasühün tabiatın sonsuzluğu
dair inancına karşın “dondan donluk” inancında tabiat tamamen fanidir.
302 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu ﻣﺤﻤﺪﻋﻠﻲ ﺳﻠﻄﺎﻧﻲ \ 303
ﺣﺪﻭﺩ ﻣﺬﻫﺐ ﺷﻴﻌﻪ ﻧﻴﺰ ﺗﺠﺎﻭﺯ ﻣﻲﻛﺮﺩﻩ ﺍﺳﺖ ﻭ ﭼﻨﻴﻦ ﻣﺬﻛﻮﺭ ﺍﺳﺖ ﻛﻪ ﺷﻴﺦ ﻋﺒﺪﺍﻟﻠﻄﻴﻒ ﻣﻴﻬﻤﺎﻥ ﺧﻮﺩ ﺭﺍ
ﺍﻫﻞ ﺣﻖ = ﻛﺎﻛﻪﺍﻱ = ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ﻋﻠﻮﻳﺎﻥ ﺍﻳﺮﺍﻥ ﺑﻪ ﺧﺎﻁﺮ ﻋﻘﺎﻳﺪ ﺧﺎﺹ ﻭ ﻋﺠﻴﺐ ﺍﻭ ﻣﻮﺭﺩ ﻁﻌﻦ ﻭ ﻣﻼﻣﺖ ﺷﺪﻳﺪ ﻗﺮﺍﺭ ﺩﺍﺩﻩ ﻭ ﺍﻭ ﺭﺍ ﻣﻠﺤﺪ ﻧﺎﻣﻴﺪﻩ ﺍﺳﺖ...۱
ﺩ .ﻣﺤﻤﺪﻋﻠﻲ ﺳﻠﻄﺎﻧﻲ .ﺍﻣﺎ ﺷﻴﺦ ﻋﺒﺪﺍﻟﻠﻄﻴﻒ ﻧﻴﺰ ﻧﻤﻲﺧﻮﺍﺳﺖ ﺑﻪ ﺍﻳﻦ ﺳﻬﻮﻟﺖ ﺩﺳﺖ ﺍﺯ ﺳﺮ ﺟُ ﻨﻴﺪ ﺑﺮﺩﺍﺭﺩ .ﺑﻪ ﻫﻤﻴﻦ ﺩﻟﻴﻞ ﺍﻭ
ﺑﺪﻭﻥ ﺗﺄﺧﻴﺮ ﺑﻪ ﺍﻣﻴﺮ ﺁﻥ ﻧﺎﺣﻴﻪ ﺍﺑﺮﺍﻫﻴﻢ ﺑﻴﮓ ﻗﺮﻩﻣﺎﻥ ﺍﻭﻏﻠﻮ ﺧﺒﺮ ﺩﺍﺩ ﻛﻪ ﭼﻮﻥ ﺷﻴﺦ ﺟﻨﻴﺪ ﺑﻪ ﺻﻮﻓﻴﮕﺮﻱ
ﭘﺎﻱﺑﻨﺪ ﻧﻴﺴﺖ ،ﺑﻠﻜﻪ ﺁﻳﻴﻦ ﺧﺪﺍ ﻭ ﺭﺳﻮﻝ ﺭﺍ ﺗﺨﻄﺌﻪ ﻣﻲﻛﻨﺪ ﻭ ﺗﻨﻬﺎ ﺩﺭ ﻁﻠﺐ ﺩﺳﺖ ﻳﺎﻓﺘﻦ ﺑﻪ ﻗﺪﺭﺕ ﻭ ﺭﻳﺎﺳﺖ
ﺩﺭ ﺩﻭﺭﻩﻫﺎﻱ ﭘﻴﺶ ﺍﺯ ﺍﺳﻼﻡ؛ ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ = ﻋﻠﻮﻳﺎﻥ ﺍﻳﺮﺍﻥ ﺳﻪ ﺩﻭﺭﻩﻱ ﺍﺳﺎﻁﻴﺮ ﺍﻳﺮﺍﻥ ،ﺣﻜﻤﺎﻱ ﻳﻮﻧﺎﻥ، ﺩﻧﻴﻮﻱ ﺍﺳﺖ ﺍﻭ ﺭﺍ ﺍﺯ ﺧﻮﺩ ﺭﺍﻧﺪﻩ ﺍﺳﺖ ،ﭘﺲ ﺍﺯ ﺭﺳﻴﺪﻥ ﺍﻳﻦ ﺍﺧﻄﺎﺭ ﺍﺑﺮﺍﻫﻴﻢ ﺑﻴﮓ ﺑﻼﻓﺎﺻﻠﻪ ﻓﺮﻣﺎﻧﻲ ﺑﺮﺍﻱ
ﺍﻧﺒﻴﺎﻱ ﺑﻨﻲﺍﺳﺮﺍﺋﻴﻞ ،ﺳﺎﻳﻪ ﺭﻭﺷﻨﻲ ﺗﻤﺎﻡ ﺩﺍﺭﻧﺪ ،ﻭ ﺩﺭ ﻭﺍﻗﻊ ﺑﺎ ﺍﻳﻦ ﺭﻭﻳﻜﺮﺩ ﻣﺴﺄﻟﻪﻱ ﻣﺮﺗﺒﻪﻱ ﺍﻧﺴﺎﻥ ﻭ ﻧﻴﺰ ﺳﺮﻛﺮﺩﻩﻱ ﺗﺮﻛﻤﻦﻫﺎﻱ ﻭﺭﺳﺎﻕ ﺻﺎﺩﺭ ﻛﺮﺩ ﻭ ﺩﺳﺘﻮﺭ ﺩﺍﺩ ﻛﻪ ﺍﻭ ﻣﻮﻅﻒ ﺍﺳﺖ ﺷﻴﺦ ﺟﻨﻴﺪ ﺭﺍ ﺩﺳﺘﮕﻴﺮ
َﻣ َﺜ ِﻞ ﺍﺭﺳﺎﻝ ﻳﻜﺼﺪﻭﺑﻴﺴﺖﻭﭼﻬﺎﺭ ﻫﺰﺍﺭ ﭘﻴﺎﻣﺒﺮ ﺭﺍ ﺭﻭﺷﻦ ﻣﻲﻛﻨﻨﺪ ،ﻭ ﺁﻏﺎﺯ ﻓﻜﺮﻱ ﻣﻜﺘﺐ ﺧﻮﺩ ﺭﺍ ﺑﻪ ﭘﻴﺶ ﻧﻤﺎﻳﺪ .ﺷﻴﺦ ﺟﻨﻴﺪ ﺑﻪ ﺳﻮﺭﻳﻪ ﮔﺮﻳﺨﺖ ...ﺷﻴﺦ ﺟﻨﻴﺪ ﺩﺭ ﺳﻮﺭﻳﻪ ﺑﺮﺍﻱ ﻣﺪﺗﻲ ﻁﻮﻻﻧﻲ ﺍﻗﺪﺍﻣﺎﺕ ﻭﺳﻴﻊ ﻣﺆﺛﺮﻱ
ﺍﺯ ﺁﻓﺮﻳﻨﺶ ﺁﺩﻡ ﺍﺑﻮﺍﻟﺒﺸﺮ ﻣﻲﺭﺳﺎﻧﻨﺪ ﻭ ﺑﺪﻳﻦ ﻭﺳﻴﻠﻪ ﺑﻪ ﻧﻮﻋﻲ ﺗﻤﺎﻣﻲ ﺍﺩﻳﺎﻥ ﺧﻄﻲ ﻭ ﺩﻭﺭﻱ ﺭﺍ ﺑﺨﺸﻲ ﺍﺯ ﺭﺍ ﺑﺮﺍﻱ ﺑﻪ ﺩﺳﺖ ﺁﻭﺭﺩﻥ ﭘﻴﺮﻭﺍﻥ ﺗﺎﺯﻩ ﺁﻏﺎﺯ ﻛﺮﺩ .ﺻﻮﻓﻲﻫﺎﻱ ﻣﺘﻌﺪﺩﻱ ﺍﺯ ﺳﻮﺭﻳﻪ ﻭ ﻫﻤﭽﻨﻴﻦ ﺭﻭﻡ ﻭ
ﻋﻘﺎﻳﺪ ﻭ ﺗﺎﺭﻳﺦ ﺧﻮﺩ ﺑﻪ ﺣﺴﺎﺏ ﻣﻲﺁﻭﺭﻧﺪ ﻭ ﺑﺮ ﻫﻤﻴﻦ ﻣﺒﻨﺎ ﻫﻴﭻ ﻋﻘﻴﺪﻩ ﻭ ﺍﻧﺪﻳﺸﻪﺍﻱ ﺭﺍ ﻧﻔﻲ ﻧﻤﻲﻛﻨﻨﺪ ﻭ ﻫﺮ ۲
ﺑﻴﻦﺍﻟﻨﻬﺮﻳﻦ ﺑﺮ ﺍﻭ ﮔﺮﺩ ﺁﻣﺪﻧﺪ.
ﭘﺪﻳﺪﻩﻱ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩﻱ ﺭﺍ ﮔﺎﻣﻲ ﺩﺭ ﺳﻴﺮ ﺗﻜﺎﻣﻞ ﺁﻳﻴﻨﻲ ﺧﻮﺩ ﺑﻪ ﺣﺴﺎﺏ ﻣﻲﺁﻭﺭﻧﺪ.
ﺩﺭ ﺑﻴﻦ ﺍﻳﻦ ﺟﻤﺎﻋﺖ ﭘﻴﺮﻭﺍﻥ ﺳﺎﺑﻖ ﺷﻴﺦ ﺑﺪﺭﺍﻟﺪﻳﻦ ﻛﻪ ﺑﻪ ﺍﻟﺤﺎﺩ ﻣﺘﻬﻢ ﺑﻮﺩ ،ﺩﺭ ﺳﺎﻝ 818/9 = 1416
ﺑﻌﺪ ﺍﺯ ﻅﻬﻮﺭ ﺍﺳﻼﻡ ﺑﺎ ﻗﺒﻮﻝ ﻧﺒﻮﺕ ﻣﺤﻤﺪﻱ ﻛﻪ ﺍﺯ ﺁﻥ ﺳﺨﻦ ﺧﻮﺍﻫﻴﻢ ﮔﻔﺖ؛ ﻅﻬﻮﺭ ﺧﺪﺍﮔﻮﻧﻪﻱ ﻋﻠﻲ ﺑﻦ ﺍﺯ ﺭﻭﻡ ﺍﻳﻠﻲ ﺗﻮﺍﻧﺴﺖ ﻧﻬﻀﺘﻲ ﺑﺰﺭگ ﺍﺯ ﺩﺭﻭﻳﺸﺎﻥ ﺗﺮﺗﻴﺐ ﺩﻫﺪ ﻛﻪ ﺳﻠﻄﺎﻥ ﻣﺤﻤﺪ ﺍﻭﻝ ﭘﺎﺩﺷﺎﻩ ﻋﺜﻤﺎﻧﻲ ﺑﺎ
ﺍﺑﻲﻁﺎﻟﺐ)ﻉ( ﺭﺍ ﺑﻪ ﻋﻨﻮﺍﻥ ﻣﻌﺮﻓﺖ ﺑﻌﺪ ﺍﺯ ﺷﺮﻳﻌﺖ ﭘﺬﻳﺮﻓﺘﻪﺍﻧﺪ .ﺩﺭ ﺍﻳﻦ ﺩﻭﺭﻩ ﺗﻤﺎﻣﻲ ﺭﺍﺯ ﻭ ﺭﻣﺰ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩﻱ ۳
ﺟﻬﺪ ﺑﺴﻴﺎﺭ ﺗﻮﺍﻧﺴﺖ ﺑﺮ ﺁﻥ ﻏﻠﺒﻪ ﻛﻨﺪ ﻭ ﺁﻥ ﺭﺍ ﺍﺯ ﺑﻴﻦ ﺑﺒﺮﺩ.
ﺑﺮ ﺩﻭ ﺩﺍﻳﺮﻩﻱ ﺣﻀﺮﺕ ﺍﻣﺎﻡ ﺣﺴﻦ)ﻉ( ﻭ ﺣﻀﺮﺕ ﺍﻣﺎﻡ ﺣﺴﻴﻦ)ﻉ( ﺍﺗﻜﺎ ﺩﺍﺭﺩ .ﺑﺮ ﺍﺳﺎﺱ ﻧﺺ ﻛﻼﻡ ﺳﺮﺍﻧﺠﺎﻡ
ﺩﺭ ﺩﻓﺎﺗﺮ ﻭ ﻛﻼﻣﺎﺕ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ = ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ = ﻛﺎﻛﻪﺍﻱﻫﺎ ﺷﻴﺦ ﺻﻔﻲﺍﻟﺪﻳﻦ ﺍﺭﺩﺑﻴﻠﻲ ،ﺟُ ﻨﻴﺪ ،ﺣﻴﺪﺭ ﻭ ﺑﻮﻳﮋﻩ
ﺍﻓﻜﺎﺭ ﺁﻳﻴﻨﻲ ﻣﻜﺘﺐ ﻋﻠﻮﻳﺎﻥ ﺍﻳﺮﺍﻥ ﺍﺯ ﺣﻀﺮﺕ ﺍﻣﺎﻡ ﺟﻌﻔﺮ ﺻﺎﺩﻕ)ﻉ( ﺁﻏﺎﺯ ﻣﻲﺷﻮﺩ ﻭ ﺑﺎ ﺣﻜﺎﻳﺖ ﻧُﺼﻴﺮ ﻭ
ﺷﺎﻩ ﺍﺳﻤﺎﻋﻴﻞ ﺍﻭﻝ ﻭ ﺷﺎﻩ ﻋﺒﺎﺱ ﺍﻭﻝ ﺻﻔﻮﻱ ﺟﺎﻳﮕﺎﻩ ﻭﻳﮋﻩﺍﻱ ﺩﺍﺭﻧﺪ ﻭ ﺍﺯ ﻗﺪﻳﺴﻴﻦ ﺍﻋﻈﻢ ﺷﻤﺮﺩﻩ ﻣﻲﺷﻮﻧﺪ ﺍﻣﺎ
ﺍﻋﺘﻘﺎﺩ ﺍﻭ ﺑﻪ ﺗﺠﻠﻲ ﺧﺪﺍﻭﻧﺪﻱ ﺣﻀﺮﺕ ﻋﻠﻲ)ﻉ( ﺍﺩﺍﻣﻪ ﻣﻲﻳﺎﺑﺪ ﻭ ﺍﺯ ﺷﺮﻳﻌﺖ ﺍﻧﺸﻌﺎﺏ ﻣﻲﻛﻨﺪ .ﺩﺭ ﺍﻳﻦ ﺑُﺮﻫﻪ
ﭘﺲ ﺍﺯ ﺿﺮﺑﻪﺍﻱ ﻛﻪ ﺷﺎﻩ ﻋﺒﺎﺱ ﺑﻪ ﭘﻴﻜﺮ ﻧﻘﻄﻮﻳﺎﻥ ﻭﺍﺭﺩ ﺳﺎﺧﺖ ﻭ ﻣﻮﺟﺐ ﻣﻬﺎﺟﺮﺕ ﻛﻠﻲ ﺁﻧﻬﺎ ﺑﻪ ﺳﺮﺯﻣﻴﻦ
ﺗﺄﺛﻴﺮ ﻣﺴﺘﻘﻴﻢ ﺩﻳﻦ ﺯﺭﺩﺷﺖ ﻭ ﺍﻭﺳﺘﺎ ﺩﺭ ﺑﺎﻭﺭﻫﺎﻱ ﻋﻠﻮﻳﺎﻥ ﺍﻳﺮﺍﻧﻲ ﻛﻪ ﺩﺭ ﻭﺍﻗﻊ ﺍﺩﺍﻣﻪﻱ ﺯﺭﺩﺷﺖ ،ﻣﺎﻧﻮﻳﺎﻥ
ﻫﻨﺪ ﮔﺮﺩﻳﺪ ،ﻛﻪ ﭘﻴﻮﻧﺪ ﻭ ﺗﺠﺪﻳﺪ ﺁﻧﺎﻥ ﺑﺎ ﺧﺎﻛﺴﺎﺭﻳﻪ ﻭ ﺍﻳﺠﺎﺩ ﺩﻭﺩﻩﻱ ﻋﺠﻢ ﺩﺭ ﺍﻳﺮﺍﻥ ﺍﺯ ﻧﺘﺎﻳﺞ ﺍﻳﻦ ﺣﺬﻑ ﻭ
ﻭ ﻣﺰﺩﻛﻴﺎﻥ ﻫﺴﺘﻨﺪ ،ﺑﻪ ﺭﻭﺷﻨﻲ ﺁﺷﻜﺎﺭ ﺍﺳﺖ ﻭ ﮔﻨﺠﻴﻨﻪﺍﻱ ﺍﺭﺯﺷﻤﻨﺪ ﺍﺯ ﺁﺭﺍ ،ﻋﻘﺎﻳﺪ ﻭ ﺍﺳﺎﻁﻴﺮ ﻋﻠﻮﻱ ﺭﺍ
ﻁﺮﺩ ﻭ ﺟﺎﻳﮕﺰﻳﻨﻲﻫﺎ ﮔﺮﺩﻳﺪ ﻭ ﺍﮔﺮ ﺍﻧﺪﻛﻲ ﺑﻪ ﺩﻗﺖ ﻭ ﻅﺮﺍﻓﺖ ﻧﮕﺎﻩ ﻛﻨﻴﻢ ،ﺁﻳﻴﻦ ﭘﺮﺩﻳﻮﺭﻱ ﻋﻠﻮﻳﺎﻥ ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ
ﻓﺮﺍﻫﻢ ﻣﻲﺁﻭﺭﺩ.
ﻛﻪ ﺑﺴﻴﺎﺭﻱ ﺍﺯ ﺍﻧﺪﻳﺸﻪﻫﺎﻱ ﺍﺩﻳﺎﻥ ﻫﻨﺪ ﺑﺎﺳﺘﺎﻥ ﺭﺍ ﺩﺭ ﻗﺒﻞ ﺍﺯ ﺍﺳﻼﻡ ﺩﺭ ﺩﺭﻭﻥ ﺧﻮﺩ ﺩﺍﺷﺖ ،ﺩﺭ ﺩﻭﺭﺍﻥ ﺑﻌﺪ
ﺩﻭﺭﻩﻫﺎﻱ ﺑﻬﻠﻮﻝ )ﺩﺭ ﻋﺼﺮ ﺧﻠﻔﺎﻱ ﻋﺒﺎﺳﻲ( ﻭ ﺷﺎﻩ ﺧﻮﺷﻴﻦ ،ﺑﺎﺑﺎﻧﺎﻭﻭﺱ ،ﺑﺎﺑﺎ ﺳﺮﻫﻨﮓ ،ﺑﺎﺑﺎﺟﻠﻴﻞ ﺗﺎ ﺍﺯ ﺍﺳﻼﻡ ﻧﻴﺰ ﺍﺯ ﻟﺤﺎﻅ ﻗﻠﻤﺮﻭ ﺟﻐﺮﺍﻓﻴﺎﻳﻲ ،ﺍﺯ ﻫﻨﺪ ﺑﻪ ﺧﺮﺍﺳﺎﻥ ﻭ ﺍﺯ ﺧﺮﺍﺳﺎﻥ ﺑﻪ ﻛﻮﻫﭙﺎﻳﻪﻱ ﺯﺍﮔﺮﺱ ﻭ ﺍﺯ
ﺩﻭﺭﻩﻱ ﺑﺮﺯﻧﺠﻪ ،ﺩﻭﺭﻩﻱ ﺷﺎﻫﻮ ﻭ ﺩﺭ ﺩﻭﺭﻩﻱ ﭘﺮﺩﻳﻮﺭ ﻛﻪ ﻫﻤﺰﻣﺎﻥ ﺑﺎ ﻅﻬﻮﺭ ﺳﻠﻄﺎﻥ ﺳﻬﺎﻙ ﺑﺮﺯﻧﺠﻲ ﺍﺳﺖ، ﺁﺫﺭﺑﺎﻳﺠﺎﻥ ﺗﺎ ﺩﻫﺎﻧﻪﻱ ﺍﺭﻭﻧﺪﺭﻭﺩ ﺭﺳﻴﺪﻩ ﺩﺭ ﭘﺮﺩﻳﻮﺭ ﺍﻭﺝ ﮔﺮﻓﺖ ﻭ ﺭﻭﻡ ﻭ ﺁﻧﺎﺗﻮﻟﻲ ﺭﺍ ﺩﺭﺑﺮﮔﺮﻓﺖ ﻭ ﺳﭙﺲ
ﺩﻳﻦ ﺣﻘﻴﻘﺖ ﺁﺷﻜﺎﺭ ﻭ ﺑﻪ ﺍﻭﺝ ﺧﻮﺩ ﻣﻲﺭﺳﺪ .ﺑﺮ ﻁﺒﻖ ﻧﺺ ﻛﻼﻡ ﺳﺮﺍﻧﺠﺎﻡ ﺩﺭ ﺍﻳﻦ ﺩﻭﺭﻩ ﺩﻳﻦ ﺣﻘﻴﻘﺖ ﺩﺭ ﺍﺯ ﻫﻤﻴﻦ ﻣﺴﻴﺮ ﺁﻣﺪﻩ ،ﺑﻪ ﻫﻨﺪ ﺑﺎﺯﮔﺸﺖ ﻭ ﻣﺠﺪﺩﺍً ﺑﻪ ﻳﺎﺭﻱ ﺍﻳﺮﺍﻧﻴﺎﻥ ﻣﻬﺎﺟﺮ ﺩﺭ ﭼﻬﺮﻩﻫﺎﻱ ﮔﻮﻧﺎﮔﻮﻥ ﺭﺥ
ﺳﻴﻤﺎﻱ ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ﺩﺭ ﺍﻳﺮﺍﻥ ﺑﻜﺘﺎﺷﻴﻪ ﺩﺭ ﺭﻭﻡ ﻭ ﺣﺮﻭﻓﻴﻪ ﺩﺭ ﺁﺫﺭﺑﺎﻳﺠﺎﻥ ،ﻣﺸﻌﺸﻌﻲ ﺩﺭ ﺧﻮﺯﺳﺘﺎﻥ ،ﻧﻮﺭﺑﺨﺸﻲ ﻧﻤﻮﺩ ﻭ ﺍﻳﻦ ﻓﺮﻫﻨﮓ ﺩﻳﻨﻲ ﺳﻴﺎﻝ ﻭ ﭘﻮﻳﺎ ﻭ ﻣﺘﺤﺮﻙ ﺩﺭ ﭘﺎﻳﮕﺎﻩ ﻋﻠﻮﻳﺎﻥ ﺯﺍﮔﺮﺱ ﺩﺭﻁﻮﻝ ﻗﺮﻥﻫﺎ ﺣﺮﺍﺳﺖ ﻭ
ﺩﺭ ﻫﻨﺪ ﻭ ﺧﺮﺍﺳﺎﻥ ﻭ ﻛﺮﺩﺳﺘﺎﻥ ﻣﺘﺤﺪ ﻭ ﻣﺘﻔﻖ ﺑﻮﺩﻩ ﺍﺳﺖ ﻭ ﺻﻔﻮﻳﻪ ﺩﺭ ﺍﺭﺩﺑﻴﻞ ﻣﺮﻛﺰ ﻣﺸﺨﺺ ﺳﻴﺎﺳﻲ ۴
ﺻﻴﺎﻧﺖ ﻧﮕﻬﺪﺍﺭﻱ ﮔﺮﺩﻳﺪ.
ﻭ ﻧﻈﺎﻣﻲ ﻭ ﻁﺮﻳﻘﺘﻲ ﺑﻪ ﺷﻤﺎﺭ ﻣﻲﺭﻓﺘﻪ ﺍﺳﺖ ﻛﻪ ﺩﺭ ﺍﻳﺮﺍﻥ ﻭ ﺭﻭﻡ ﻭ ﻋﺮﺑﺴﺘﺎﻥ ﻭ ﺳﺮﺍﺳﺮ ﻛﻮﻫﭙﺎﻳﻪﻫﺎﻱ
ﺯﺍﮔﺮﺱ ﻓﻌﺎﻟﻴﺖ ﺗﺒﻠﻴﻐﻲ ﻭ ﺗﻌﻠﻴﻤﻲ ﺩﺍﺷﺘﻪﺍﻧﺪ ﻛﻪ ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ ﺩﺭ ﺍﻳﺮﺍﻥ ﻭ ﻛﺎﻛﻪﻳﻲ ﻭ ﺷﺒﻚ ﻭ ﺑﻜﺘﺎﺷﻲ
ﺩﺭ ﺗﺮﻛﻴﻪ ﻭ ﻋﺮﺍﻕ ﺑﺎﺯﻣﺎﻧﺪﻩﻱ ﺍﻳﻦ ﺍﺗﺤﺎﺩﻳﻪﻱ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩﻱ ﺍﺳﺖ ﻛﻪ ﺻﻔﻮﻳﻪﻫﺎﻱ ﺍﻭﻟﻴﻪ ﺩﺭ ﺍﻳﻦ ﺩﺍﻳﺮﻩ ﻧﻘﺶ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺗﺸﻜﻴﻼﺕ ﺳﻴﺎﺳﻲ ﻣﺬﻫﺒﻲ ﺩﻭﺭﻩﻱ ﺳﻠﻄﺎﻥ ﺳﻴﺪﺍﺳﺤﻖ ﻋﻠﻮﻱ ﺑﺮﺯﻧﺠﻲ
ﺍﺻﻠﻲ ﺩﺍﺷﺘﻪﺍﻧﺪ؛ 1ـ ﻫﻔﺘﻦ )ﻣﺤﻔﻒ ﻫﻔﺖ ﺗﻦ( = ﺫﺍﺕ ﻫﻔﺘﮕﺎﻧﻪ
ﺩﺭ ﺩﻭﺭﺍﻥ ﺍﺭﺷﺎﺩ ﻭ ﺗﺒﻠﻴﻎ ﺷﻴﺦ ﺟﻨﻴﺪ ﻛﻪ ﺍﺯ ﻣﺮﺯ ﻛﺮﺩﺳﺘﺎﻥ ﺗﺠﺎﻭﺯ ﻛﺮﺩ ﻭ ﺳﺮﺯﻣﻴﻦ ﺭﻭﻡ ﺭﺍ ﺩﺭﺑﺮﮔﺮﻓﺖ، 2ـ ﻫﻔﺘﻮﺍﻥ )ﻣﺤﻔﻒ ﻫﻔﺖ ﺗﻦ ﻭﺍﻥ( fﻟﻐﺖ ﻭﺍﻥ ﺑﻪ ﻓﺎﺭﺳﻲ ﺑﺮ ﻭﺯﻥ ﺟﺎﻥ ﺑﻪ ﻣﻌﺎﻧﻲ :ﺷﺒﻪ ﻭ ﻣﺎﻧﻨﺪ ﻭ
ﻓﻘﻬﺎ ﻭ ﻣﺘﺸﺮﻋﺎﻥ ﺁﻥ ﺳﻮ ﺍﺯ ﺑﻴﻢ ﺗﺮﻭﻳﺞ ﻧﻬﻀﺖ ﻋﻠﻮﻳﺎﻥ ،ﺑﻪ ﻣﻘﺎﺑﻠﻪ ﻭ ﺍﻓﺸﺎﮔﺮﻱ ﺩﺭﺑﺎﺭﻩﻱ ﺁﺩﺍﺏ ﻋﻠﻮﻳﺎﻥ ﻧﻈﻴﺮ ﻭ ﻧﮕﻬﺒﺎﻥ ﻭ ﻧﮕﻬﺪﺍﺭﻧﺪﻩ ﻭ ﺣﺎﻓﻆ ﻭ ﺣﺎﺭﺙ ﻭ ﭼﺸﻤﻪ ﻭ ﻣﺤﻞ ﺁﺏ ﻛﻪ ﻭﺟﻪ ﺗﺴﻤﻴﻪﻱ ﺗﺮﻛﻴﺒﻲ ﺁﻥ ﺩﺭ
ﺻﻔﻮﻱ ﭘﺮﺩﺍﺧﺘﻨﺪ .ﭼﻨﺎﻧﻜﻪ ﺩﺭ ﻛﻴﻔﻴﺖ ﻛﺮﺩﺍﺭ ﻭ ﺁﺭﺍﻱ ﺍﻭ ﺩﺭ ﺁﻥ ﺳﻮ ﺁﻣﺪﻩ ﺍﺳﺖ ﻛﻪ؛ »ﺑﺮ ﺣﺴﺐ ﺣﺪﺱ ﻭ
ﮔﻤﺎﻥ ﻣﻲﺗﻮﺍﻥ ﺗﺎﺭﻳﺦ ﻭﺭﻭﺩ ﺷﻴﺦ ﺭﺍ ﺑﻪ ﻗﺮﻩﻣﺎﻥ ﺗﻘﺮﻳﺒﺎً ﺳﺎﻝ 845 = 1450ﻫـ .ﻕ ﺩﺍﻧﺴﺖ .ﺍﻳﻦ ﻁﻮﺭ ﺗﻮﺍﺭﻳﺦ ﺁﻝﻋﺜﻤﺎﻥ ،ﺗﺄﻟﻴﻒ ﻋﺎﺷﻖ ﭘﺎﺷﺎﺯﺍﺩﻩ ،ﺻﻔﺤﻪ / 245ﺑﺪﺭﺍﻟﺪﻳﻦ ،ﺻﻔﺤﻪ 81؛ ﺗﺮﺟﻤﻪﻱ ﺑﺎﺑﻴﻨﮕﺮ ← ﺩﻭﻟﺖﻫﺎﻱ ﻣﻠﻲ ﺩﺭ 1
ﺁﺷﻜﺎﺭ ﺍﺳﺖ ﻛﻪ ﺍﻭ ﻣﺪﺕ ﺩﺭﺍﺯﻱ ﺩﺭ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﻧﻤﺎﻧﺪﻩ ﺍﺳﺖ؛ ﺯﻳﺮﺍ ﺩﺭ ﺍﺛﺮ ﺍﺟﺘﻤﺎﻋﺎﺕ ﻣﺬﻫﺒﻲ ﻛﻪ ﺑﻴﻦ ﺍﻭ ﻭ ﺍﻳﺮﺍﻥ ،ﻭﺍﻟﺘﺮ.
ﺗﻮﺍﺭﻳﺦ ﺁﻝﻋﺜﻤﺎﻥ ،ﺗﺄﻟﻴﻒ ﻋﺎﺷﻖ ﭘﺎﺷﺎﺯﺍﺩﻩ ،ﺻﻔﺤﻪ / 266ﺟﻬﺎﻥﺁﺭﺍ ﺗﺄﻟﻴﻒ ﻗﺎﺿﻲ ﻏﻔﺎﺭﻱ ،ﺻﻔﺤﻪ 47b 2
ﺭﺋﻴﺲ ﺳﻨﻲ ﻣﺬﻫﺐ ﺯﺍﻭﻳﻪﺍﻱ ﻛﻪ ﭘﻨﺎﻫﮕﺎﻩ ﺍﻭ ﺑﻮﺩ؛ ﻳﻌﻨﻲ ﻋﺒﺪﺍﻟﻠﻄﻴﻒ ﺭﻭﻱ ﺩﺍﺩ؛ ﺑﺰﻭﺩﻱ ﺧﺼﻮﺻﻴﺎﺕ ﻭ ﺑﺎﺑﻴﻨﮕﺮ ← ﺻﺺ / 65 - 55ﺩﻭﻟﺖﻫﺎﻱ ﻣﻠﻲ ﺩﺭ ﺍﻳﺮﺍﻥ ،ﻭﺍﻟﺘﺮ 3
ﺟﺰﺋﻴﺎﺕ ﻋﻘﺎﻳﺪ ﻭ ﺍﻓﻜﺎﺭ ﻣﺬﻫﺒﻲ ﺍﻭ ﺑﺮﻣﻼ ﮔﺮﺩﻳﺪ .ﺑﻪ ﻁﻮﺭ ﺁﺷﻜﺎﺭﺍ ﻋﻘﺎﻳﺪ ﺧﺎﺹ ﺟﻨﻴﺪ ﺩﺭ ﺁﻥ ﺭﻭﺯﮔﺎﺭ ﺍﺯ ﺭ.ﻙ ← ﻗﻴﺎﻡ ﻭ ﻧﻬﻀﺖ ﻋﻠﻮﻳﺎﻥ ﺯﺍﮔﺮﺱ ،ﻣﺤﻤﺪﻋﻠﻲ ﺳﻠﻄﺎﻧﻲ ،ﺹ . 87 4
304 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu ﻣﺤﻤﺪﻋﻠﻲ ﺳﻠﻄﺎﻧﻲ \ 305
ﺍﻳﻨﺠﺎ ﺍﻳﻦ ﺍﺳﺖ :ﻫﻔﺖ ﺗﻦ ﺩﻳﮕﺮ ﻣﺎﻧﻨﺪ )ﻳﺎ ﺷﺒﻪ ﻳﺎ ﻧﻈﻴﺮ(؛ ﻫﻔﺖ ﺗﻦ ﺍﻭﻝ ﻧﮕﻬﺒﺎﻥ ﻭ ﺣﺎﻓﻆ ﺣﻖﺟﻮﻳﺎﻥ ﻭ ﻧﺬﻭﺭﺍﺕ ﻣﻄﺒﻮﺧﻪﻱ ﻣﺴﺘﻘﻴﻤﺎً ﺗﺤﺖ ﻧﻈﺮ ﺩﺍﺷﺘﻪ 5 .ﻣﺼﻄﻔﻲ ،ﺭﻳﺎﺳﺖ ﺍﻣﻮﺭ ﺍﻧﺘﻈﺎﻣﺎﺕ ﺭﺍ ﺩﺍﺷﺘﻪ ،ﺑﻪ ﻫﻤﻴﻦ
ﻧﮕﻬﺪﺍﺭﻧﺪﻩ ﺳﺮ ﻫﺴﺘﻨﺪ ،ﺩﺭ ﻣﻨﺰﻟﻪﻱ ﻫﻔﺖ ﭼﺸﻤﻪ ﺁﺏ ﺭﺣﻤﺖ ﻣﻲﺑﺎﺷﻨﺪ ﺩﺭ ﻳﻚ ﺟﺎ ﺟﻤﻊ ﺷﺪﻩ ﺗﺎ ﺗﺸﻨﮕﺎﻥ ۵
ﻣﻨﺎﺳﺒﺖ ﺳﻠﻄﺎﻥ ﻛﻪ ﺧﻮﺩﺵ ﻟﻘﺐ ﺷﺎﻫﻲ ﻣﻌﻨﻮﻱ ﺩﺍﺭﺩ ،ﺁﻧﺎﻥ ﺭﺍ ﻫﻢ ﺷﺎﻩ ﺧﻄﺎﺏ ﻓﺮﻣﻮﺩﻩ ﺍﺳﺖ.
ﻭﺍﺩﻱ ﺣﻴﺮﺕ ﺭﺍ ﺳﻴﺮﺍﺏ ﻧﻤﺎﻳﻨﺪ.
3ـ ﻫﻔﺖ ﻧﻔﺮ ﺍﻫﻞ َﻗ ﱠﻮﻝ ﻁﺎﺱ ﺗﻮﺣﻴﺪ ،ﻧﺒﻮﺕ ،ﻣﻌﺎﺩ ﺩﺭ ﺍﻧﺪﻳﺸﻪﻱ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ:
4ـ ﻫﻔﺖ ﻫﻔﺘﻮﺍﻥ ﭼﻬﻞ ﻭ ﭼﻬﺎﺭ ﻧﻔﺮ ﺑﻮﺩﻩﺍﻧﺪ ﻭ ﻫﺮ ﻫﻔﺖ ﻧﻔﺮ ﺍﺯ ﺁﻧﺎﻥ ﻣﻨﺼﺐ ﺧﺎﺻﻲ ﺩﺭ ﻣﻮﻗﻊ ﺍﻧﻌﻘﺎﺩ ﺗﻮﺣﻴﺪ
ﺟﻤﻊ ﻧﻴﺎﺯ ﺩﺍﺷﺘﻪﺍﻧﺪ ،ﺑﻪ ﻫﻔﺖ ﻫﻔﺘﻮﺍﻧﻪ ﻣﻌﺮﻭﻑ ﺷﺪﻩﺍﻧﺪ. ﻋﻠﻲ ﺩﺭ ﺑﺎﻭﺭ ﻣﺮﺩﻡ ﻋﻠﻮﻱ ﺍﻳﺮﺍﻧﻲ ﻧﻤﺎﺩ ﻣﺠﺴﻢ ﺧﺪﺍﻭﻧﺪ ﺍﺳﺖ ﻳﻌﻨﻲ ﺍﮔﺮ ﺍﻧﺴﺎﻥ ﺑﻪ ﺩﻧﺒﺎﻝ ﺗﺼﻮﻳﺮﻱ ﺍﺯ )ﻉ(
5ﭼﻬﻞ ﺗﻦ ﺧﺪﺍﻭﻧﺪ ﺩﺭ ﻋﺎﻟﻢ ﺟﺴﻢ ﺑﺎﺷﺪ ﻋﻠﻲ)ﻉ( ﻧﺴﺨﻪﻱ ﺑﻲﺷﻚ ﻭ ﮔﻔﺘﮕﻮﻱ ﺍﻭﺳﺖ ،ﺍﻣﺎ ﺧﺪﺍ ﺩﺍﻧﺴﺘﻦ ﺣﻀﺮﺕ ﻋﻠﻲ
)ﻉ(
6ـ ﭼﻬﻞ ﭼﻬﻞﺗﻨﺎﻥ ﻣﺠﻤﻮﻋﺎً ﻫﺰﺍﺭ ﻭ ﺷﺸﺼﺪ ﻧﻔﺮ ﻛﻪ ﻫﺮ ﭼﻬﻞ ﻧﻔﺮﺷﺎﻥ ﺑﻪ ﻣﻨﺎﺳﺒﺘﻲ ﺳﭙﺮﺩﻩﻱ ﻳﻜﻲ ﺍﺯ ﻭ ﺣﻀﺮﺕ ﺳﻠﻄﺎﻥ ﺳﻬﺎﻙ)ﻕ( ...ﺩﺭ ﺁﻳﻴﻦ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩﻱ ﻋﻠﻮﻳﺎﻥ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ = ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ،ﻫﻴﭻ ﮔﺎﻩ ﺩﺭ ﻧﻔﻮﺫ ﻭ ﻧﻌﻮﺫ
ﭼﻬﻞ ﺗﻦ ﺭﺩﻳﻒ )ﭘﻨﺠﻢ (5ﻣﻲﺑﺎﺷﻨﺪ. ﺑﺎﻟﻠﻪ ﺗﺤﺪﻱ ﻓﻜﺮﻱ ﺑﻪ ﺣﺮﻳﻢ ﻧﺎﻣﺘﻨﺎﻫﻲ ﺫﺍﺕ ﺑﺎﺭﻳﺘﻌﺎﻟﻲ ﻧﺒﻮﺩﻩ ﺍﺳﺖ ﻳﺎ ﻣﻌﻴﺖ ﻭ ﻫﻤﺮﺍﻫﻲ ﺑﺎ ﺍﻧﺪﻳﺸﻪﻱ ﺍﻧﻜﺎﺭ
7ـ ﻫﻔﺘﺎﺩﻭﺩﻭ ﭘﻴﺮ fﭘﻴﺮ ﻣﻘﺎﻡ ﺍﺭﺷﺎﺩ ﺍﺳﺖ. ﺧﺪﺍﻭﻧﺪ ﻳﺎ ﺷﺮﻳﻚ ﻗﺮﺍﺭ ﺩﺍﺩﻥ ﺑﺮﺍﻱ ﺍﻭ ﺑﺎ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩ ﺑﻪ ﺍﻟﻮﻫﻴﺖ ﻋﻠﻲ)ﻉ( ﻳﻌﻨﻲ ﺫﺍﺗﻲ ﺭﺍ ﺑﺮﺍﺑﺮ ﺣﻀﺮﺕ ﺣﻖ
8ﻧﻮﺩ ﻭ ﻧﻪ ﭘﻴﺮ ﺷﺎﻫﻮ fﻧﻮﺩ ﻭ ﻧﻪ ﭘﻴﺮ ﻣﺒﻠﻎ ﻭ ﻣﺄﻣﻮﺭ ﺩﺭ ﻗﻠﻤﺮﻭ ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ﻭ ﻣﺤﻞ ﺭﺟﻮﻉ ﺍﻣﻮﺭ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩﻱ، ﻗﺮﺍﺭ ﻧﺪﺍﺩﻩ ﻭ ﻧﻤﻲﺩﻫﻨﺪ ﻭ ﭘﻴﺸﺮﻭﺍﻥ ﻣﻜﺘﺐ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ = ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ﺍﺯ ﺁﻏﺎﺯ ﻧﻴﺰ ﺑﺮ ﻫﻤﻴﻦ ﻋﻘﻴﺪﻩ ﺑﻮﺩﻩ ،ﺣﺘﻲ
ﺁﻳﻴﻨﻲ ،ﺍﺣﻜﺎﻣﻲ ،ﻗﻀﺎﻳﻲ ﻭ ﺍﺟﺮﺍﻳﻲ ﺩﺭ ﻧﻘﺎﻁ ﻣﺨﺘﻠﻒ ﺑﻮﺩﻩﺍﻧﺪ ﻭ ﻫﻤﺎﻧﻨﺪ ﻣﺄﻣﻮﺭﺍﻥ ﺩﻭﻟﺘﻲ ﺟﺎﻳﮕﺰﻳﻨﻲ ﻭ ﻧﻘﻞ ﻭ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩ ﺧﺪﺍﻳﻲ ﻋﻮﺍﻡ ﻭ ﺍﻫﻞ َﺷ َﻄﺢ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ = ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ﺭﺍ ﺑﺮ ﻁﺒﻖ ﻛﻼﻡ ﻭ ﺩﻓﺎﺗﺮ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩﻱ ﻧﺴﺒﺖ ﺑﻪ ﺧﻮﺩ
ﺍﻧﺘﻘﺎﻻﺕ ﺩﺍﺷﺘﻪﺍﻧﺪ ﻭ ﺑﺴﻴﺎﺭ ﻣﻮﺭﺩ ﺍﺣﺘﺮﺍﻡ ﻭ ﺗﻘﺪﻳﺲ ﭘﻴﺮﻭﺍﻥ ﻣﺤﻞ ﻣﺄﻣﻮﺭﻳﺖ ﺧﻮﺩ ﺑﻮﺩﻩﺍﻧﺪ ﻭ ﺁﺭﺍ ﻭ ﺍﺷﺎﺭﻩ ﻭ ﻧﻔﻲ ﻛﺮﺩﻩ ﻧﭙﺬﻳﺮﻓﺘﻪﺍﻧﺪ ،ﺍﺯ ﺟﻤﻠﻪ ﺣﻀﺮﺕ ﺳﻠﻄﺎﻥ ﺳﻴﺪﺻﺤﺎﻙ ﻭ ﺣﻀﺮﺕ ﻋﻠﻲ)ﻉ( ﺑﻪ ﻁﺮﻳﻖ ﺍﻭﻟﻲ...
ﺗﺼﻤﻴﻢ ﻭ ﺗﺄﻳﻴﺪﻳﻪ ﺁﻧﻬﺎ ﻻﺯﻡﺍﻻﺟﺮﺍ ﺑﻮﺩﻩ ﺍﺳﺖ ﻭ ﺩﺭ ﺭﺃﺱ ﺷﺨﺼﻴﺖ ﺁﻧﻬﺎ ﺑﻴﺶ ﺍﺯ ﻫﺮ ﭼﻴﺰ ﻗﺪﺍﺳﺖ ﻣﻌﻨﻮﻱ ﺣﻀﺮﺕ ﺳﻠﻄﺎﻥ ﺳﻴﺪ ﺍﺳﺤﺎﻕ )ﺻﺤﺎﻙ( ﺑﺮﺯﻧﺠﻲ ﺑﻪ ﻋﺎﺑﺪﻳﻦ ﻣﻲﻓﺮﻣﺎﻳﺪ:
ﻭ ﺭﻳﺎﺿﺖ ﺫﺍﺗﻲ ﺑﻪ ﺍﺷﺎﺭﻩﻱ ﺳﻠﻄﺎﻥ ﻭ ﺳﭙﺲ ﻫﻔﺘﻮﺍﻥ ﻣﻮﺟﺐ ﺭﻳﺎﺳﺖ ﺻﻮﺭﻱ ﺁﻧﺎﻥ ﻣﻲﺷﺪﻩ ﺍﺳﺖ. ﻋﺎﺑﺪﻳﻦ؛ ﻟﻪ ﺩﺍﻳﻪ ﻭ ﻟﻪ ﺑﺎﺑﻴﻼﻱ ﻻﻳــﻪﻱ ﺑـﻮﻛﺮﺍﺑﻲ
9ـ ﺷﺼﺖ ﻭ ﺷﺶ ﻏﻼﻡ ﻛﻤﺮﺑﻨﺪ ﺯﺭﻳﻦ ﻏﻼﻡ ﺩﺭ ﺍﻳﻨﺠﺎ ﻛﺴﻲ ﺭﺍ ﮔﻮﻳﻨﺪ ﺧﺎﻟﺼﺎً ﻣﺨﻠﺼﺎً ﻣﻄﻴﻊ ﺍﻣﺮ ﺣﻖ ﻟــﻪ ﺑـﻲﺷﻜﻪﻱ ﻧــﺮﺍ ﺑﻴﺌﻪﻭ ﺧﺪﺍ ﭼﻠﻮﻥ ﺧﺪﺍ ﺑﻲ؟
ﺑﺎﺷﺪ ،ﻧﻪ ﻗﻀﻴﻪﻱ ﺭﻗﻴّﺖ ﻭ ﺑﺮﺩﮔﻲ ،ﻛﻤﺮﺑﻨﺪ ﺯﺭﻳﻦ ﻫﻢ ﻳﻌﻨﻲ ﻛﻤﺮ ﻫﻤﺖ ﺑﺴﺘﻦ ﺑﺮﺍﻱ ﺍﺯ ﺧﻮﺩ ﮔﺬﺷﺘﻦ ﻭ ﺑﻪ ﺗﺮﺟﻤﻪ :ﺍﻱ ﻋﺎﺑﺪﻳﻦ )ﺍﻧﺴﺎﻧﻲ ﻣﺨﻠﻮﻕ( ﺍﺯ ﭘﺪﺭ ﻭ ﻣﺎﺩﺭﻱ
ﺣﻖ ﺭﺳﻴﺪﻥ ﺍﺳﺖ ﻛﻪ ﺁﻥ ﻗﺼﺪ ﻭ ﻧﻴﺖ ﻣﺎﻧﻨﺪ ﺯﺭ ﺧﺎﻟﺺ ﺑﻲﻏﺶ ﺑﺎﺷﺪ ﻭ ﺍﻻ ﺗﺠﻤﻞ ﻭ ﺯﻳﻨﺖ ﺩﻧﻴﻮﻱ ﺑﻪ ﻫﻴﭻ ﻛﻪ ﺑﺮﺍﻱ ﺍﻭ ﻻﻻﻳﻲ ﮔﻔﺘﻪ ﺷﺪﻩ ﺑﺎﺷﺪ
ﻭﺟﻪ ﺩﺭ ﺁﻥ ﺩﺳﺘﮕﺎﻩ ﻭﺟﻮﺩ ﻧﺪﺍﺷﺘﻪ ﺍﺳﺖ.
ﺩﺭ ﮔﻬﻮﺍﺭﻩ )ﮔﺬﺍﺷﺘﻪ( ﻭ ﭘﺮﻭﺭﺵ ﻳﺎﻓﺘﻪ ﺑﺎﺷﺪ
10ـ ﻫﺰﺍﺭ ﻭ ﻳﻚ ﻏﻼﻡ ﺧﻮﺍﺟﻪ ﺻﻔﺖ ﻣﻌﻨﻲ ﻏﻼﻡ ﺗﻮﺿﻴﺢ ﺩﺍﺩﻩ ﺷﺪ ﺧﻮﺍﺟﻪ ﺻﻔﺖ ﻫﻢ ﻳﻌﻨﻲ ﺩﺭ ﻣﻘﺎﻡ
ﺁﻥ ﺧﺪﺍ ،ﭼﮕﻮﻧﻪ ﻣﻲﺗﻮﺍﻧﺪ ﺧﺪﺍ ﺑﺎﺷﺪ؟
ﺍﺭﺍﺩﻩﻱ ﺣﻖ ﻛﻪ ﺧﻮﺍﺟﻪﻱ ﻣﻌﻨﻮﻱ ﻣﺤﺴﻮﺏ ﺍﺳﺖ ،ﻧﻴﺴﺖ ﻣﺤﺾ ﮔﺮﺩﺩ ،ﭼﻨﺎﻥ ﺗﺴﻠﻴﻢ ﺷﺪﻩ ﺑﺎﺷﺪ ،ﻣﻦ ﺟﻤﻴﻊ
ﺍﻟﺠﻬﺎﺕ ﻣﻮﺻﻮﻑ ﺑﻪ ﺻﻔﺎﺗﻲ ﺷﻮﺩ ﻛﻪ ﺍﺭﺍﺩﻩﻱ ﺣﻖ ﺩﺭ ﺍﻭ ﺍﺳﺖ. ﺣﺘﻲ ﺧﺪﺍ ﺍﻧﮕﺎﺭﻱ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ = ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ﺩﺭ ﻫﺮ ﺩﻭ ﺫﺍﺕ ﻧﻴﺰ ﺑﻪ ﻁﻮﺭ ﺟﺪﺍﮔﺎﻧﻪ ﻧﻤﻲﺑﺎﺷﺪ ﻭ ﺑﺴﻴﺎﺭ ﺍﺯ
ﺍﻧﺪﻳﺸﻪﻱ ﺗﻨﺪﺭﻭﺍﻥ ﺍﻫﻞ ﻛﺘﺎﺏ ﻟﻄﻴﻒﺗﺮ ﻭ ﺑﻠﻜﻪ ﺍﮔﺮ ﻣﻔﺴﺮﻱ ﭼﻮﻥ ﺟﻼﻝ ﺳﻴﻮﻁﻲ ﺩﺭ ﺗﻔﺴﻴﺮ ﺁﻳﻪﻱ »ﻻﺗﻐﻠﻮﺍ،
11ـ ﺑﻴﻮﺭ ﻫﺰﺍﺭ ﻏﻼﻡ fﺑﻪ ﻓﺎﺭﺳﻲ ﺩﻩ ﻫﺰﺍﺭ ﻏﻼﻡ
ﻻﺗﺒﺘﺪﻋﻮﺍ« ۶ﺭﺍ ﺟﺎﻳﺰ ﺷﻤﺮﺩ ،ﺍﮔﺮ ﺑﺎ ﺍﻧﺪﻳﺸﻪﻱ ﺍﻧﺴﺎﻥ ﺧﺪﺍﻳﻲ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ = ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ﺁﺷﻨﺎ ﺑﺎﺷﺪ ،ﺑﻪ ﻣﺮﺣﻠﻪ ﺑﺪَﻉ
12ـ ﺑﻲﻭﻥ ﻏﻼﻡ )ﺑﻲﻭﻥ ،ﻫﺰﺍﺭ ﻏﻼﻡ ﻫﻢ ﮔﻮﻳﻨﺪ( :ﻳﻌﻨﻲ ﻫﺰﺍﺭﻫﺎ ،ﺑﻲﺷﻤﺎﺭ )ﻛﻪ ﻛﻞ ﺟﺎﻣﻌﻪ ﺭﺍ ﻫﻢ ﻧﻤﻲﺭﺳﺪ ،ﻭ ﺩﺭ ﻧﻬﺎﻳﺖ ،ﺧﺪﺍﻭﻧﺪ ﺩﺭ ﺍﻧﺪﻳﺸﻪﻱ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ = ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ﻭﺍﺟﺐﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﺑﻲﻣﻨﺘﻬﻴﻲ ﺍﺳﺖ ﻛﻪ
ﺩﺭﺑﺮﻣﻲﮔﺮﻓﺘﻪ ﺍﺳﺖ( ﺟﻠﻮﻩﻱ ﺫﺍﺕ ﺻﺎﺣﺐ ﺻﻔﺎﺕ ﻋﺎﺭﻱ ﺍﺯ ﻋﻴﺐ ﻭ ﻧﻘﺺ ﻭ ﻣﺎﻟﻚ ﻭ ﭘﺎﺩﺷﺎﻩ ﻫﺮ ﺩﻭ ﺟﻬﺎﻥ ﺩﺭ ﺟﺴﻢ ﻋﺰﻳﺰﺍﻟﻮﺟﻮﺩ
ﭘﻴﺮ ﺑﻨﻴﺎﻣﻴﻦ ﻭ ﻳﺎﺭ ﺩﺍﻭﺩ ﻭ ﭘﻴﺮ ﻣﻮﺳﻲ ﻭ ﻣﺼﻄﻔﻲ
ﺩﺭ ﺗﻮﺿﻴﺢ ﺳﻤﺖ ﺻﻮﺭﻱ ﻭ ﻅﺎﻫﺮﻱ ﺁﻧﺎﻥ ﺍﻳﻨﻜﻪ؛ ِ ... ﺣﻀﺮﺕ ﻋﻠﻲ)ﻉ( ﺟﻠﻮﻩﮔﺮ ﮔﺮﺩﻳﺪ ﺑﻪ ﻋﻈﻤﺖ ﻭ ﻗﺪﺭﺕ ﻭ ﻋﺼﻤﺖ ،ﻭﻻﻳﺖ ﻭ ...ﻧﺘﻴﺠﻪ ﻋﻘﻴﺪﻩ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ =
= )ﭼﻬﺎﺭ ﻣﻠﻚ( ﻳﺎ )ﭼﻬﺎﺭ ﺟﺴﺪ( fﻛﻪ ﻫﺮ ﻛﺪﺍﻡ ﻣﻨﺼﺐ ﻭﻳﮋﻩﺍﻱ ﺍﺯ ﺳﻮﻱ ﺣﻀﺮﺕ ﺳﻠﻄﺎﻥ ﺳﻬﺎﻙ ﺩﺍﺷﺘﻪﺍﻧﺪ؛ ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ﺩﺭﺑﺎﺭﻩ ﺧﺪﺍﻭﻧﺪ ﻋﻠﻲ)ﻉ( ﺍﻳﻦ ﻛﻪ:
ﺑﺪﻳﻦ ﺗﺮﺗﻴﺐ1 :ـ ﺑﻨﻴﺎﻣﻴﻦ؛ ﺑﻪ ﺳﻤﺖ ﭘﻴﺮﻱ ﺑﺮ ﻋﻤﻮﻡ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ = ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ،ﻋﻠﻮﻱ 2ـ ﺩﺍﻭﺩ؛ ﺑﻪ ﺳﻤﺖ ﺩﻟﻴﻠﻲ ﺧﻮﺭﺷﻴﺪ ﭼﻮ ﺩﺭ ﺁﻳﻨﻪ ﺗﺎﺑﺎﻥ ﮔﺮﺩﻳﺪﺁﻳﻴﻨﻪ ﺍﻧﺎ ﺍﻟﻤﺸﺲ ﻧﮕﻮﻳﺪ ﭼﻪ ﻛﻨﺪ
ﺑﺮ ﻋﻤﻮﻡ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ :ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ 3ـ ﭘﻴﺮ ﻣﻮﺳﻲ ،ﺑﻪ ﺳﻤﺖ ﺩﻓﺘﺮﺩﺍﺭﻱ ﻭ ﻣﻨﺶ ﺳﻠﻄﺎﻥ 4ـ ﺧﺎﺗﻮﻥ ﺭﻣﺰﺑﺎﺭ ،ﻋﻼﻭﻩ
ﻋﻤﺎﻥ ﺳﺎﻣﺎﻧﻲ ﺷﺎﻋﺮ ﻋﻠﻮﻱ ﺷﻴﻌﻲ ﻣﻲﮔﻮﻳﺪ:
ﺑﺮ ﺍﻳﻦ ﻛﻪ ﻣﺎﺩﺭ ﺳﻠﻄﺎﻥ ﻭ ﺷﻔﻴﻊ ﻳﺎﺭﺍﻥ ﻭ ﺭﺋﻴﺲ ﺟﺎﻣﻌﻪﻱ ﻧﺴﻮﺍﻥ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ ﺑﻮﺩﻩ ﺍﺳﺖ ،ﺍﺩﺍﺭﻩ ﻛﺮﺩﻥ ﺍﻣﻮﺭ
ﺑـﻪ ﭘـﺮﺩﻩ ﺑﻮﺩ ﺟﻤـﺎﻝ ﺟﻤﻴـﻞ ﻋـﺰﻭﺟﻠﺒﻪﺧﻮﻳﺶ ﺧﻮﺍﺳﺖ ﻛﻨﺪ ﺟﻠﻮﻩﺍﻱ ﺑﻪﺻﺒﺢ ﺍﺯﻝ
ﺑﺮﻫﺎﻥ ﺍﻟﺤﻖ ،ﻧﻮﺭ ﻋﻠﻲﺍﻟﻬﻲ ،ﺑﻪ ﻛﻮﺷﺶ ﺩﻛﺘﺮ ﺗﻘﻲ ﺗﻔﻀﻠﻲ ،ﺻﺺ 39/34 5
ﺟﻼﻝ ﺳﻴﻮﻁﻲ ،ﺍﻟ ّﺪﺭﺭ ﺍﻟﻤﻨﺜﻮﺭ ،ﺝ ،2ﺹ .751 6
306 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu ﻣﺤﻤﺪﻋﻠﻲ ﺳﻠﻄﺎﻧﻲ \ 307
۷ ﭼﻮ ﺧﻮﺍﺳﺖ ﺁﻥ ﻛﻪ ﺟﻤﺎﻝ ﺟﻤﻴﻞ ﺑﻨﻤﺎﻳﺪﻋﻠــﻲ ﺷﺪ ﺁﻳﻨـﻪ ﺧﻴــﺮٌ ﻛـﻼﻡ ّ
ﻗــﻞ ﻭ ﺩﻝ ﻏﻔﻮﺭ ﺍﺳﺖ ﻭ ﺭﺣﻤﺎﻥ ﻭ ﺻﺎﺣﺐﮔﺬﺷﺘﺤـﻜﻴﻢ ﻭ ﻋﺪﻳﻞ ﺍﺳﺖ ﺩﺭ ﻫﺮ ﻧﻮﺷﺖ
ﺗﻴﻤﻮﺭ ﻓﺮﻣﺎﻳﺪ: ﺑــﻪ ﻛـﻞ ﺧـﻼﻳﻖ ،ﺑـﻪ ﺟــﻦ ﻭ ﺑﺸﺮﺑـﻪ ﺍﺭﺽ ﻭ ﺳﻤـﺎ ﺟﻤـﻠﮕﻲ ﻣـﺎﺻﻮﺭ
ﺗــﺎﻙ ﺗﻨﻴــﺎ ﻓـــﺮﺩﻭﺍﺣــﺪ ،ﺍﺣــﺪ ﺗﺎﻙ ﺗﻨﻴﺎ ﻓﺮﺩ ﺑﻪ ﻣــﺎﻩ ﻭ ﺑـﻪ ﺧﻮﺭﺷﻴﺪ ﻭ ﻫﻢ ﺍﺧﺘﺮﺍﻧﺒﻪ ﺑــﺮﺝ ﻭ ﻛﻮﺍﻛﺐ ،ﺑﻪ ﻧﺎﺭ ﻭ ﺟﻨـﺎﻥ
۸
ﻓﺮﺩ ﺑﻲﻫﻤﺘﺎ ،ﻧﺰﺍﺩ ﻧﻤﺮﺩ ﻛﻨﻨﺪﻩﻱ ﻧﻘﺎﺵ ،ﭼﺮﺥ ﻻﺟﻮﺭﺩ ﺑﻪ ﺑــﻮﺩ ﻭ ﻧﺒـﻮﺩ ﺁﻧﭽـﻪ ﺣـﻖﺍﻧﺪ ﻭ ﺁﻧﺨــﺪﺍﻭﻧﺪ ﺑـﺎﺷﺪ ﺑﻪ ﻫﺮ ﺩﻭ ﺟﻬـﺎﻥ
ﺗﺮﺟﻤﻪ :ﺧﺪﺍﻭﻧﺪ ﻳﮕﺎﻧﻪﻱ ﺑﻲﻫﻤﺘﺎ ،ﻭﺍﺣﺪ ﻭ ﺍﺣﺪ ﺍﺳﺖ ﻧﻪ ﺯﺍﻳﻴﺪﻩ ﺷﺪﻩ ﻭ ﻧﻪ ﻣﻲﻣﻴﺮﺩ ،ﻛﺎﺋﻨﺎﺕ ﺭﺍ ﺍﻭ 11
ﻗﻴـﻮﻡ ﻭ ﻗـﺪﻭﺱ ﺍﺳﺖ ﺣـﻲ ﻭﺩﻭﺩﺑﺮ ﺍﻭ ﺑﺎﺷﺪﻡ ﺷﻜﺮ ﻭ ﺫﻛﺮ ﻭ ﺩﺭﻭﺩ...
ﺳﺎﺧﺘﻪ ﻭ ﻧﻘﺎﺷﻲ ﻛﺮﺩﻩ ﺍﺳﺖ. ﺧﺎﻥ ﺍﻟﻤﺎﺱ ﻓﺮﻣﺎﻳﺪ:
ﻧﻮﺭﻭﺯ ﺳﻮﺭﺍﻧﻲ ﻓﺮﻣﺎﻳﺪ: ﺍﻭﻝ ﺳﻮﮔﻨﺪﻡ ﻭ ﻳﻜﺘﺎﻳﻲ ﻭﻳﺖ ﺩﻭﻡ ﺑﺒﺨﺸﻢ ﻭﻭ ﻛﺲ ﺳﺮﻣﺪﺍﻭﺭﻳﺖ
ﺧﺪﺍ ﺧﺒﺮﻳﺨــﺪﺍ ﺗــﻮ ﺁﮔــﺎﻫﻲ ﺑﻴﻨـﺎﻱ ﺧﺒﺮﻱ 12
ﺩﺍﻳﻢ ﺛﻨﺎﺧﻮﺍﻥ ﺭﺣﻤـﻦ ﺭﺣﻴﻢ ﻻﻗﻴﺪ ﺍﺯ ﻁﻠﺴﻢ ﺷﻴﻄــﺎﻥ ﺭﺟﻴـﻢ
ﺍﻣﺮ ﺑﻲﺷﺮﻳﻚ ﺗﺎﺝ ﺳﺮﻭﺭﻳﻴﻜﺘــﺎﻱ ﺑﻲﻫﻤﺘــﺎ ﺭﻭژ ﻣﺤﺸـﺮﻱ ﺗﺮﺟﻤﻪ :ﺍﻭﻝ ﺑﻪ ﻳﻜﺘﺎﻳﻲ ﺗﻮ )ﺍﻱ ﺧﺪﺍﻭﻧﺪ( ﺳﻮﮔﻨﺪ ﻣﻲﺧﻮﺭﻡ ،ﺩﻭﻡ ﻣﺮﺍ ﺑﺒﺨﺶ ﺑﻪ ﺁﻥ ﻛﺲ ﻛﻪ ﺑﻪ ﺭﺍﻩ ﺗﻮ ﺳﺮ
ﻋـﺎﺩﻝ ﺍﺯﻝ ﺍﻋﻈـﻢ ﻋﻈﻴـﻤﺨــﺎﻟﻖ ﻣﺨﻠــﻮﻕ ﻧﻤﻴــﺮ ﻧــﺪﻳﻢ ... ﺩﺍﺩﻩ ﺍﺳﺖ ﻭ ﻣﺪﺍﻡ ﺛﻨﺎﺧﻮﺍﻥ ﺑﺨﺸﻨﺪﮔﻲ ﻭ ﻣﻬﺮﺑﺎﻧﻲ ﺗﻮﺳﺖ ﻭ ﺍﺯ ﺑﻨﺪ ﻁﻠﺴﻢ ﺷﻴﻄﺎﻥ ﺭﺍﻧﺪﻩ ﺷﺪﻩ ﺁﺯﺍﺩ ﺍﺳﺖ.
۹
ﻗـﺎﺩﺭ ﻗـﺪﺭﺕ ﺩﺍﻳﻢ ﻓﺮﺩﻳﻬﻴﭻ ﻛﺲ ﺑﺎﻻﺩﺳﺖ ،ﻧﺰﺍ ﻭﻧﻤﺮﺩﻱ ...
ﻛﻪ ﺑﺪﻭﻥ ﺗﺮﺟﻤﻪ ﺻﻔﺎﺕ ﻣﻄﻠﻖ ﺫﺍﺕ ﺧﺪﺍﻭﻧﺪﻱ ﺭﺍ ﺍﺯ ﺩﻳﺪﮔﺎﻩ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ = ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ﺑﻴﺎﻥ ﻛﺮﺩﻩ ﺍﺳﺖ، ﻧﺒﻮﺕ ﺩﺭ ﺑﻴﻨﺶ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ ﻋﻠﻮﻱ = ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ
ﻗﻮﺷﭽﻲ ﺍُﻏﻠﻲ ﻣﻲﻓﺮﻣﺎﻳﺪ: ﺍﻛﺜﺮﻳﺘﻲ ﺑﻲﺍﻁﻼﻉ ﺗﺼﻮﺭ ﻣﻲﻛﻨﻨﺪ ﻛﻪ ﻣﻜﺘﺐ ﻋﻠﻮﻳﺎﻥ ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ﺍﺯ ﻧﺒﻮﺕ ﺣﻀﺮﺕ ﻣﺤﻤﺪ ﭼﺸﻢ ﭘﻮﺷﻴﺪﻩ
)ﺹ(
ﭘﺮﺳﺘﺶ ﺍﻳﺘﺪﻳﮕﻴﻢ ﺫﺍﺕ ﻣﻌﻈﻢ ﻧﻪ ﺩﻭﻏﺎﺭ ﻧﻪ ﺍﻭﻟﻮﺭ ﺩﻭﺭﺍﻥ ﺍﻭﻟﻮﻳﺪﻭﺭ ﺑﻪ ﺍﻟﻮﻫﻴﺖ ﻋﻠﻲ)ﻉ( ﭘﺮﺩﺍﺧﺘﻪ ﺍﺳﺖ ﻭ ﺍﺗﻬﺎﻡ ﺑﻪ ﻋﺪﻡ ﭘﺬﻳﺮﺵ ﻧﺒﻮﺕ ﺭﺍ ﺑﺮ ﺍﻳﻦ ﻧﺤﻠﻪ ﺭﻭﺍ ﻣﻲﺩﺍﺭﻧﺪ؛ ﺍﻣﺎ ﺑﺮﺧﻼﻑ
ﺗﺮﺟﻤﻪ :ﺧﺪﺍﻳﺎ ﺫﺍﺕ ﻣﻌﻈﻢ ﺗﻮ ﺭﺍ ﭘﺮﺳﺘﺶ ﻣﻲﻛﻨﻴﻢ ﻛﻪ ﻧﻪ ﺯﺍﻳﻴﺪﻩ ﻣﻲﺷﻮﺩ ﻭ ﻧﻪ ﻣﻲﻣﻴﺮﺩ ،ﻫﻤﻴﺸﻪ ﺑﻮﺩﻩ ﺍﻳﻦ ﺑﺮﺩﺍﺷﺖ ﺳﻄﺤﻲ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ ﺑﺮ ﻁﺒﻖ ﻛﻼﻡ ﻭ ﻣﻜﺘﻮﺑﺎﺕ ﻣﺤﻔﻮﻅ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩﻱ ﻧﻪ ﺗﻨﻬﺎ ﻧﺒﻮﺕ ﺣﻀﺮﺕ ﺭﺳﻮﻝ
ﻭ ﺧﻮﺍﻫﺪ ﺑﻮﺩ. ﺍﻛﺮﻡ)ﺹ( ﻭ ﺣﻘﺎﻧﻴﺖ ﻭ ﺧﺎﺗﻤﻴﺖ ﺁﻥ ﺣﻀﺮﺕ ﺭﺍ ﭘﺬﻳﺮﻓﺘﻪ ﺍﺳﺖ ،ﺑﻠﻜﻪ ﺩﻭﺭﻩﻱ ﻧﺒﻮﺕ ﻣﺤﻤﺪﻱ ﻳﻜﻲ ﺍﺯ ﺍﺩﻭﺍﺭ
13
ﺍﺣﻖ ﻭ ﺍﺻﻞ ﺩﺭ ﻛﻼﻣﺎﺕ ﻭ ﺩﻓﺎﺗﺮ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ ﺍﺳﺖ؛ ﭼﻨﺎﻧﻜﻪ ﺣﻀﺮﺕ ﺷﺎﻩ ﺧﻮﺷﻴﻦ ﻓﺮﻣﺎﻳﺪ:
ﻗﻮﻝﻭﻟﻲ ﻣﻲﻓﺮﻣﺎﻳﺪ:
ﻗﻞ ﻫﻮ ﺍﻟﻠﻪ ﺍﺣﺪ ﺩﻭﺭ ،ﺗﺎ ﻧﻮﺭﺍﻡ ﺍﻭﻧﻴﺒﻴﺮﺩﻭﺭ ﺍﻳﻜﻲ ﺩﻳﻮﺭ ﻋﺎﻟﻢ ﺳﺒﺤﺎﻧﻲ ﻧﻪ ﺻﻮﺗﺎ ﺍﻳﻮﺍﺭ ﻣﻜﺮﺩ ﺍﻳﻮﺍﻟﻠﻬﺒﺰﺍﻧﺎﻥ ﻭ ﻋﻴﻦ ﻣﺤﻤﺪ)ﺹ( ﻧﻪ ﻟﻄﻒ ﺣﻖ ﻣﻜﺮﺩﺵ ﺭﺍﻫﺪﻳﻦ
ﺍﻟﻠﻪ ﺍﻟﺼﻤــﺪ ﺩﻭﺭﺍﻳـﻠﺮ ﺩﻳــﻮﺍﻧﻴﺒﻮﮔﻮﻥ ﺍﻧﻜﺎﺭ ﺍﻭﻻﻥ ﺩﺍﻧﻼ ﺷﺮﻣﺴﺎﺭ ﺍﻗﺮﺍﺭ ﻭ ﺷﺮﻁﻨﺮﺍﻫﻲ ﺑﻲﻧﻪ ﺭﺍﻩ ﻭﺭﺟﻪ ﺷﺮﻳﻌﺖ ﺍﻭ ﺭﻭﺍﺝ ﻛﺮﺩﻧﺮﻭژﻱ ﻧﻪ ﻭﻋﺪﻩ
ﻧﺎﺭﺳﺎﺟﻘﺪﺭﺕ ﻭ ﻗﺎﻟﺐ ﺑﺸﺮ ﺁﻭﺭﺩﻧﻮ ﺟﺎﻣﻪﻱ ﻣﺤﻤﺪ)ﺹ( ﻧﻪ ﻣﻌﺮﺍﺟﻨﻪ ﮔﻨﺒﺪ ﺧﻀﺮﺍء ﮔﺬﺭﺵ
ﺗﺮﺟﻤﻪ :ﻗﻞ ﻫﻮ ﺍﻟﻠﻪ ﺍﺣﺪ )ﺑﮕﻮ ﺍﻭ ﺧﺪﺍﻱ ﻳﻜﺘﺎﺳﺖ( ﻛﻪ ﻣﻲﺷﻨﺎﺳﻴﻢ ﻭ ﻣﻲﺩﺍﻧﻴﻢ ﻛﻪ ﺍﻭ ﻳﻜﻲ ﺍﺳﺖ ﻭ ﺩﻭ
ﻳﺎﺭﻱ ﺍﻭ ﺭﻭژ ﺑﻲﺩﺍﺧﻠﻨﻪ ﻭﻋﺪﻩﻱ ﺍﻟﻘﺮﺍﺭ ﺍﻭ ﻛﺮﺩﻧﭽﻮﻥ ﺭﻳﺎﺿﺘﺶ ﻭ ﺣﻖ ﺑﻲﻭﺍﺻﻠﻤﻌﺠﺰ
ﻧﻴﺴﺖ ﻭ ﺍﻭ ﺣﻀﺮﺕ ﺣﻖ ﺍﺳﺖ ﻛﻪ ﭘﺎﻙ ﻭ ﻣﻨﺰﻩ ﺍﺳﺖ ﻭ ﺍﻭ ﻫﻤﺎﻥ ﺧﺪﺍﻱ ﺑﻲﻧﻴﺎﺯ ﺍﺳﺖ ﻛﻪ ﺣﻜﻢ ﻣﻲﻛﻨﺪ ،ﻫﺮ 13
ﻛﺮﺩﺵ ﺑﻴﻌﺘﺴﺮﻭ ﺁﺳﺘﺎﻧﻪﻱ ﻳﺎﺭﻱ ﺳﭙﺮﺩﺵ ﻧﻤﺎﻧﺎ ﻭﺭﺍﻱ ﺷﺮﻳﻌﺘﻨﻪ ﻫﺮ ﻁﺮﻑ ﺩﺍ ﻧﮕﺎﻩ
۱۰
ﻛﺲ ﺍﺻﻞ ﻭ ﻋﻈﻤﺖ ﺍﺣﺪﻳﺖ ﺭﺍ ﺍﻧﻜﺎﺭ ﻛﻨﺪ ﻓﺮﺩﺍ ﺭﻭﺯ ﺣﺴﺎﺏ ﺷﺮﻣﺴﺎﺭ ﺧﻮﺍﻫﺪ ﺷﺪ.
ﻣﻜﺮﺩﺵ
ﻭ ﺣﺎﺝ ﻧﻌﻤﺖﺍﻟﻠﻪ ﺟﻴﺤﻮﻥﺁﺑﺎﺩﻱ )ﻣﺠﺮﻡ( ﻓﺮﻣﺎﻳﺪ:
14
ﻭ ﺩﺭ ﻛﻼﻡ ﺧﺰﺍﻧﻪ ﺁﻣﺪﻩ ﺍﺳﺖ:
...ﺩ ﮔـﺮ ﺣﻤـﺪ ﻭ ﺗﻬﻠﻴﻞ ﺑـﻲﺣـﺪ ﻭ ﻣـﺮﺑـﻪ ﺁﻥ ﭘــﺎﺩﺷﺎﻩ ﺟﻬــﺎﻥ ﺩﺍﺩﮔــﺮ
ﺑﺎﺭﮔﻪﻱ ﺷﺎﻡ ﻭﺳﺘﻦ ﻏﺎﺭ ﻣﺪﻳﻨﻬﺒﻴﻮﺭ ﻏﺎﺭ ﻣﺪﻳﻨﻪ ،ﻏﺎﺭ ﻣﺪﻳﻨﻬﭙﺴﭙﺴﻪ
ﻛﻪ ﻫﻢ ﺧــﺎﻟﻖ ﻭ ﺭﺍﺯﻕ ﺍﺳﺖ ﻭ ﻛــﺮﻳﻤﻜﻪ ﻫﻢ ﻻﻳـﺰﺍﻝ ﺍﺳﺖ ﻭ ﺭﺏ ﺭﺣﻴـﻢ 14
ﺑﻴﻮﺭﺍﻥ ﻭ ﺧﺰﻣﺖ ﺷﻴﻨﻪ ﻛﻮﻟﻲ ﺗﺎﺭﺵ ﺗﻨﻴﻨﻪ
ﺑـﻮﺩ ﻗـﺎﺩﺭ ﻭ ﻭﺍﺣـﺪ ﻭ ﺍﺣـﺪ ﻭ ﺑﻲﻣﺜـﺎﻟﺒﻮﺩ ﺻــﺎﻧﻊ ﻭ ﺳـﺎﺗﺮ ﻭ ﺫﻭﺍﻟﺠــﻼﻝ
ﺗﺮﺟﻤﻪ :ﻏﺎﺭ ﻣﺪﻳﻨﻪ /ﺑﺎﺭﮔﺎﻩ ﺷﺎﻫﻢ ﺭﺍ ﺑﻪ ﻏﺎﺭ ﻣﺪﻳﻨﻪ ﺍﻧﺪﺍﺧﺘﻪﺍﻡ
ﺑـﻮﺩ ﻋــﺎﻟﻢ ﻭ ﻋــﺎﺭﻑ ﺍﺯ ﻛــﻞ ﺣـﺎﻟﺒﻮﺩ ﺣـﺎﺿﺮ ﺍﻟﺠـﻮﺩ ﺩﺭ ﻫﺮ ﻣﺤــﺎﻝ
7ﺩﻳﻮﺍﻥ ﻋﻤﺎﻥ ﺳﺎﻟﻲ ،ﮔﻨﺠﻴﻨـﺔ ﺍﻻﺳﺮﺍﺭ ،ﺹ 66 11ﺷﺎﻫﻨﺎﻣﻪ ﺣﻘﻴﻘﺖ ،ﺣﺎﺝ ﻧﻌﻤﺖﺍﻟﻠﻪ ﺟﻴﺤﻮﻥﺁﺑﺎﺩﻱ ،ﺹ 4
8ﺩﻓﺘﺮ ﻛﻼﻡ ﺗﻴﻤﻮﺭ ،ﻧﺴﺨﻪ ﺧﻄﻲ ،ﺹ 70 12ﮔﻔﺘﺎﺭ ﺧﺎﻥ ﺍﻟﻤﺎﺱ ،ﺹ 1
9ﺩﻓﺘﺮ ﻛﻼﻡ ﻧﻮﺭﻭﺯ ،ﻧﺴﺨﻪ ﺧﻄﻲ ،ﺹ 139 13ﺩﻓﺘﺮ ﺷﺎﻩ ﺧﻮﺷﻴﻦ ،ﺹ ) 19 / 20ﺭﻣﻮﺯ(
10ﺑﺮﻫﺎﻥ ﺍﻟﺤﻘﻴﻘﻪ ،ﺟﻤﻴﻞ ﺍﻓﺸﺎﺭ ،ﺹ 37 14ﻛﻼﻡ ﺧﺰﺍﻧﻪ ،ﺹ 62
308 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu ﻣﺤﻤﺪﻋﻠﻲ ﺳﻠﻄﺎﻧﻲ \ 309
ﻋﻨﻜﺒﻮﺕ ﺑﻪ ﺩﺭﻭﺵ ﺗﺎﺭ ﺗﻨﻴﺪ ،ﺩﻩ ﻫﺰﺍﺭ ،ﺩﻩ ﻫﺰﺍﺭﺍﻥ ﺑﻪ ﺣﻀﻮﺭ ﺁﻣﺪﻩ )ﺍﻳﻤﺎﻥ ﺁﻭﺭﺩﻧﺪ( ﺳﻔﺮ ﻣﻦ ﺍﻟﺨﻠﻖ ﺍﻟﻲ ﺍﻟﺤﻖ ﺩﺍﺷﺘﻪ ﺑﺎﺷﻨﺪ ﻭ ﺑﺪﻭﻥ ﺗﻮﻗﻒ ﺑﺘﻮﺍﻧﻨﺪ ﺩﺭ ﺩﺍﻳﺮﻩ »ﺍﻧﺎ ﻟﻠﻪ ﻭ ﺍﻧﺎ ﺍﻟﻴﻪ
ﺍﺻﻞ ﺧﻮﺩ ﺩﺭ ِ
ﻗﻮﺵﭼﻲ ﺍُﻏﻠﻲ ﻓﺮﻣﺎﻳﺪ: ﺭﺍﺟﻌﻮﻥ« ﺻﻔﺎﺕ ﺳﺒﺤﺎﻧﻲ ﺑﻴﺎﺑﺪ ﻭ ﺩﺭ ﻓﺮﺍﻕ ﻭ ﻫﺠﺮﺍﻥ ﻧﻤﺎﻧﺪ .ﺍﻛﺜﺮﻳﺖ ﻗﺮﻳﺐ ﺑﻪ ﺍﺗﻔﺎﻕ ﺭﻭﺍﻳﺎﺕ ﻭ ﻋﺒﺎﺭﺍﺕ
ﻗﺮﺁﻥ ﻳﺎﻻﻥ ﺩﻳـﻮﺍﺭ ﺑﺎﻟﻠﻪ ﺑﺤـﻖ ﺁﻥ ﻛـﻼﻡ ﺍﻟﻠﻪ ﻣﻘﺪﺱ ﻛﻼﻡﻫﺎ ﺣﻜﺎﻳﺖ ﺍﺯ ﺳﻴﺮ ﺻﻌﻮﺩﻱ ﺭﻭﺡ ﺩﺍﺭﺩ ﺑﻪ ﻋﻼﻭﻩ ﺑﺮ ﺍﺳﺎﺱ ﺁﻧﭽﻪ ﺩﺭ ﭘﻲ ﺧﻮﺍﻫﺪ ﺁﻣﺪ ،ﭘﻴﺮﻭﺍﻥ
ﺍﻫﻞ ﺣﻖ ﻋﻠﻮﻱ = ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ،ﺑﻪ ﺭﻭﺯ ﻗﻴﺎﻣﺖ ﻭ ﺣﺸﺮ ﻭ ﻧﺸﺮ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩ ﺭﺍﺳﺦ ﺩﺍﺭﻧﺪ .ﺷﻴﺦ ﺍﻣﻴﺮ ﻣﻲﻓﺮﻣﺎﻳﺪ:
15
ﻣﺤﻤﺪ ﺩﻭﺭ ﺭﺳﻮﻝ ﺍﻟﻠﻪ ﻋﺎﻟﻤﺪﻩ ﻣﻌﺠﺰﺍﺕ ﺍﻳﻠﺮ
ﻧﻴﻜـﺎﻥ ﻭ ﺑﺪﺍﻥ ﺍﻭ ﺭﻭ ﻋﻴـﺎﻥ ﻣﻮﻫﻢ ﺧﻴﺮ ﻭ ﻫﻢ ﺷﺮ ﻫﺮ ﺩﻭﺵ ﻣﻴﺰﺍﻥ ﻣﻮ
ﭘﻴﺎﻣﺒﺮ ﺧﺪﺍﻭﻧﺪ ﺍﺳﺖ ﻛﻪ ﺩﺭ ﻋﺎﻟﻢ ﺍﻋﺠﺎﺯ )ﺹ(
ﺗﺮﺟﻤﻪ :ﻗﺮﺁﻥ ﺩﺭﻭﻍ ﻧﻴﺴﺖ ،ﺑﺤﻖ ﻛﻼﻡ ﺍﻟﻠﻪ ﻭ ﻣﺤﻤﺪ
ﺍﺳﺖ. ﻧﻪ ﺫﺭﻩﻱ ﺯﻳﺎﻱ ﻧﻪ ﺫﺭﻩﻱ ﻛﻢ ﻣﻮﻭ ﺫﺭﻩ ﻭ ﻣﺜﻘـﺎﻝ ﻣﻴـﻞ ﻣﻴـﺰﺍﻥ ﺧـﻢ ﻣﻮ
ﻭ ﺩﺭ ﺷﺎﻫﻨﺎﻣﻪﻱ ﺣﻘﻴﻘﺖ ﻛﻪ ﺑﻪ ﺯﺑﺎﻥ ﻓﺎﺭﺳﻲ ﺍﺳﺖ ،ﺟﺰﻭﻩﻱ ﺩﻭﻡ ﺍﺯ ﺟﻠﺪ ﺍﻭﻝ ﻣﺴﻤﻲ ﺑﻪ ﺭﺿﻮﺍﻥ ﺗﺮﺟﻤﻪ :ﺁﻥ ﺭﻭﺯ )ﺭﻭﺯ ﻣﺤﺸﺮ( ﻧﻴﻚ ﻭ ﺑﺪ ﺁﺷﻜﺎﺭ ﻣﻲﺷﻮﺩ ﻭ ﺧﻴﺮ ﻭ ﺷﺮ ﺑﻪ ﺩﻗﺖ ﺑﺮﺭﺳﻲ ﻭ ﺭﻭﺷﻦ ﻣﻲﺷﻮﺩ
ﺩﺭﺑﺎﺭﻩﻱ ﭘﻴﻐﻤﺒﺮ ﺁﺧﺮ ﺯﻣﺎﻥ )ﺹ ﻉ( ﺍﺳﺖ ﺍﺯ ﺻﻔﺤﻪﻱ 177 102ﻛﻪ ﺩﺭ ﺫﻛﺮ ﻭﻻﺩﺕ ﺣﻀﺮﺕ ﺧﺎﺗﻢ ﻧﻪ ﺫﺭﻩﺍﻱ ﺯﻳﺎﺩ ﻭ ﻧﻪ ﺫﺭﻩﺍﻱ ﻛﻢ ﺑﻪ ﺣﺴﺎﺏ ﻣﻲﺁﻳﺪ ﻭ ﺑﺎ ﺫﺭﻩ ﻣﺜﻘﺎﻝ ﺷﺎﻫﻴﻦ ﺗﺮﺍﺯﻭﻱ ﻋﺪﻝ ﺧﻢ ﻣﻲﺷﻮﺩ.
16
ﻧﺒﻮﺕ ﻓﺮﻣﺎﻳﺪ: ﻭ ﻧﻴﺰ ﺩﺭ ﻫﻤﻴﻦ ﻣﻮﺭﺩ ﺷﻴﺦ ﺍﻣﻴﺮ ﻣﻲﻓﺮﻣﺎﻳﺪ:
ّ
ﺩﮔﺮ ﻧﺎﻥ ﻭ ﺁﺏ ،ﺷﻴﺮ ﻣﺎﻣﺶ ...ﭼﻮ ﺗﻮﻟﻴﺪ ﺷﺪ ،ﻣﺎﻡ ﻭ ﺑﺎﺑﺶ ﺑﻤﺮﺩﺑﻪ ﻧﻴﻜﺎﻥ ﻭ ﺑﺪﺍﻥ ﮔﺸﺖ ﻫﺎﻡ ﺳﻔﺮﻧﺘﺎ ﻭ ﭘﺎﻱ ﻣﻴﺰﺍﻥ ﺭﻭﺯ ﻣﺤﺸﺮﻥ
ﻧﺨﻮﺭﺩﺍﺑﻮﻁﺎﻟﺐ ﺍﺯ ﺟﺎﻥ ﻭﺭﺍ ﭘﻴﺶ ﻧﻴﺎ ﺑﺲ ﮔﺮﺍﻧﻤﺎﻳﻪ ﺑﻮﺩﭘﺲ ﺍﺯ ﻣﻮﻟﺪ ﺁﻥ ﺗﺮﺟﻤﻪ :ﺗﻤﺎﻡ ﻧﻴﻜﻮﻛﺎﺭﺍﻥ ﻭ ﺑﺪﻛﺎﺭﺍﻥ ﺩﺭ ﺍﻳﻦ ﺩﻧﻴﺎ ﻫﻤﺴﻔﺮ ﻫﺴﺘﻨﺪ ﻭ ﺗﺎ ﺯﻣﺎﻧﻲ ﻛﻪ ﻣﻴﺰﺍﻥ ﻋﺪﻝ ﺍﻟﻬﻲ ﺩﺭ
ﺩﺍﻳﻪ ﺑﻮﺩﺑﺰﺭگ ﮔﺸﺖ ﻛﻢﻛﻢ ﺩﺭ ﺷﻬﺮﻳﺎﺭ ﺯﻣﺎﻧﺪﺭﺧﺸﻨﺪﻩ ﺑﻮﺩﻱ ﭼﻮ ﻣﻬﺘﺎﺏ ﺭﻭﺯ ﻣﺤﺸﺮ ﺑﺮﻗﺮﺍﺭ ﻧﺸﻮﺩ ،ﻣﺎﻫﻴﺖﻫﺎ ﺁﺷﻜﺎﺭ ﻧﻴﺴﺖ.
ﺁﻥ ﺧﺎﻧﺪﺍﻧﺨﺮﺩﻣﻨﺪ ،ﺧﻮﺵ ﺧﻠﻖ، ﺭﻭﭘﺲ ﺍﺯ ﻣﺪﺗﻲ ﺁﻥ ﺭﺳﻮﻝ ﻛﺒﺎﺭﺷﺪﻱ ﻣﺠﺪﺩﺍً ﺷﻴﺦ ﺍﻣﻴﺮ ﻣﻲﻓﺮﻣﺎﻳﺪ:
ﻣﺸﮕﻴﻦﻣﻮﺷﺪ ﺍﺯ ﺧﻮﺍﺏ ﺑﻴﺪﺍﺭ ﺍﺯ ﺍﻣﺮ ﻁﺎﻟﺐ ﺣﻖ ﻛﻪ ﺣﻖ ﺩﺭ ﺯﻣﺎﻥ ﺩﻧﻴﺎ ﻭ ﺑﺎﺯﻱ ﻁﻔﻼﻥ ﻣﻤﺎﻧﻮﻫﺮ ﻛﺲ ﻳﻪﻱ ﻫﺮ ﻛﺲ ﻧﺰﺍﻧﻮ ﺗﺎﻗﻲ ﺑﺰﺍﻧﻮﺗﻮ
16
ﻳﺎﺭﻭﺭﺍ ﻛﺮﺩ ﺧﺎﺗﻢ ﺑﻪ ﭘﻴﻐﻤﺒﺮﺍﻥ ﻳﺎﻧﻪ ﭘﻲﻭﻳﺸﺎﻥ ﻛﺮﺩﻧﭽﻴﻦ ﻭ ﻳﺎﻧﻪﺷﺎﻥ، ﺩﻳﺪ ﻣﻨﺎﻻﻥ ﺳﻨﮕﻲ ﺁﻭﺭﺩﻧﺴﺎﺗﻲ
ﺯﻳﺮﺍ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ ﻋﻠﻮﻱ = ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ،ﻣﻜﺘﺒﻲ ﺍﺳﺖ ﻛﻪ ﺍﺯ ﺯﻣﺎﻥ ﺁﺩﻡ ﺍﺑﻮﺍﻟﺒﺸﺮ ﺍﻟﻲ ﻳﻮﻣﻨﺎ ﻫﺬﺍ ﻣﺴﺘﻤﺮ ﺑﻮﺩﻩ ﺳﻨﮓ ﻣﻦ ﺑﻲﺻﺎﻳﻮﭼﻢ ﻧﻲ ﺩﻧﻴﺎ ﭘﻮﺵ ﺑﺬﺭﻱ ﻛﻪ ﻧﻴﺸﺘﻦ ﻧﻮ ﺳﻨﮓ ﻏﺎﻳﻮﺭﻧﺠﻪ
ﺍﺳﺖ ﻭ ﻧﻪ ﺗﻨﻬﺎ ﺩﻳﻦ ﺍﺳﻼﻡ ،ﺑﻠﻜﻪ ﺑﻪ ﺗﺄﻳﻴﺪ ﻭ ﭘﻴﺮﻭﻱ ﻗﺮﺁﻥ ﻛﺮﻳﻢ ،ﻫﺮ ﻛﺪﺍﻡ ﺍﺯ ﭘﻴﺎﻣﺒﺮﺍﻥ ﭘﻴﺸﻴﻦ ﺭﺍ ﻛﻪ ﻣﺆﻳﺪ ﭘﻲ ﻭﻳﺖ ﻛﺎﻝ ﺭﻭﻧﻴﺎﻥ ﮔﻨﺞ ﻁﻼ ﻭ ﻻﻝ
ﺑﻪ ﺗﺄﻳﻴﺪﺍﺕ ﭘﺮﻭﺭﺩﮔﺎﺭ ﺑﻮﺩﻩﺍﻧﺪ ﻭ ﻧﺎﻡ ﺗﻌﺪﺍﺩﻱ ﺍﺯ ﺁﻧﻬﺎ ﻧﻴﺰ ﺩﺭ ﻗﺮﺁﻥ ﻛﺮﻳﻢ ﺁﻣﺪﻩ ﺍﺳﺖ ،ﺑﺎ ﻁﻤﺄﻧﻴﻨﻪ ﺗﻤﺎﻡ ﭘﺬﻳﺮﻓﺘﻪ ﺗﺮﺟﻤﻪ :ﻫﺮ ﻛﺴﻲ ﺁﮔﺎﻩ ﻧﺒﺎﺷﺪ ﺍﻫﻞ ﺗﺠﺮﺑﻪ ﻭ ﺑﻴﻨﺶ ﺁﮔﺎﻩ ﺍﺳﺖ ﻛﻪ ﺩﻧﻴﺎ ﺑﻪ ﺑﺎﺯﻱ ﻛﻮﺩﻛﺎﻥ ﺷﺒﻴﻪ ﺍﺳﺖ،
ﺍﺳﺖ ﺯﻳﺮ ﻗﺮﺁﻥ ﻛﺮﻳﻢ ﻣﻲﻓﺮﻣﺎﻳﺪ: ﺗﻮ ﺩﻳﺪﻩﺍﻱ ﻛﻪ ﻛﻮﺩﻛﺎﻥ ﺧﺎﻙ ﻭ ﺳﻨﮓ ﻣﻲﺁﻭﺭﻧﺪ ﻭ ﺑﺎ ﭼﻪ ﻋﻼﻗﻪﺍﻱ ﺧﺎﻧﻪﻫﺎﻳﻲ ﻣﻲﺳﺎﺯﻧﺪ .ﻟﺤﻈﺎﺗﻲ ﺩﺭ ﺁﻥ
ﻗﻞ ﺁﻣﻨﺎ ﺑﺎﻟﻠﻪ ﻭ ﻣﺎ ﺍﻧﺰﻝ ﻋﻠﻴﻨﺎ ﻭ ﻣﺎ ﺍﻧﺰﻝ ﻋﻠﻲ ﺍﺑﺮﺍﻫﻴﻢ ﻭ ﺍﺳﻤﻌﻴﻞ ﻭ ﺍﺳﺤﺎﻕ ﻭ ﻳﻌﻘﻮﺏ ﻭ ﺍﻻﺳﺒﺎﻁ ﻭ ﺧﺎﻧﻪﻫﺎﻱ ﻣﻮﻗﺖ ﺳﻜﻮﻧﺖ ﻣﻲﻛﻨﻨﺪ ﻭ ﺳﭙﺲ ﺁﻥ ﺭﺍ ﺗﺮﻙ ﻛﺮﺩﻩ ﺑﻪ ﺧﺎﻧﻪ ﺧﻮﺩ ﺑﺎﺯﻣﻲﮔﺮﺩﻧﺪ ،ﺗﺼﻮﺭ ﻛﻦ ﺁﻥ
ﻣﺎ ﺍﻭﺗﻲ ﻣﻮﺳﻲ ﻭ ﻋﻴﺴﻲ ﻭ ﺍﻟﻨﺒﻴﻴﻦ ﻣﻦ ﺭﺑﻬﻢ ﻻﻧﻔﺮﻕ ﺑﻴﻦ ﺍﺣﺪ ﻣﻨﻬﻢ ﻭ ﻧﺤﻦ ﻟﻪ ﻣﺴﻠﻤﻮﻥ ) fﺁﻝ ﻋﻤﺮﺍﻥ، ﻛﻪ ﺩﺭ ﭘﻲ ﮔﻨﺞ ﻭ ﻁﻼ ﻭ ﺳﻨﮓﻫﺎﻱ ﮔﺮﺍﻧﺒﻬﺎ ﻋﻤﺮ ﺍﺭﺯﺷﻤﻨﺪ ﺭﺍ ﺑﺮ ﺑﺎﺩ ﻣﻲﺩﻫﺪ ﻛﻪ ﻋﻤﺮ ﮔﺮﺍﻧﺒﻬﺎﺗﺮ ﺍﺯ ﺁﻥ
/ 3ﺁﻳﻪ (84 ﺍﺳﺖ ،ﺍﺯ ﺩﻧﻴﺎﻱ ﻓﺎﻧﻲ ﭼﺸﻢ ﺑﭙﻮﺵ ﻭ ﺑﺬﺭﻱ ﺑﺮﺍﻱ ﻗﻴﺎﻣﺖ ﺧﻮﺩ ﺑﻜﺎﺭ.
ﻭ ﻧﻴﺰ ﺟﻨﺎﺏ ﺷﻴﺦ ﺍﻣﻴﺮ ﻣﻲﻓﺮﻣﺎﻳﺪ:
ﻣﻌﺎﺩ ﺩﺭ ﺑﻴﻨﺶ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ ﻋﻠﻮﻱ = ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ﺗﺮﺟﻤﻪ :ﻳﺎﺭﺍﻥ ﺍﺯ ﺳﻴﺎﺳﺖ ﻣﺮگ ﻧﺘﺮﺳﻨﺪ ﺯﻳﺮﺍ ﺗﺴﻠﻴﻢ ﺟﺎﻥ ﻭ ﮔﺬﺍﺷﺘﻦ ﻛﺎﻟﺒﺪ ﻣﺎﻧﻨﺪ ﻏﻮﻁﻪ ﺯﺩﻥ ﺍﺭﺩﻙ ﺩﺭ
ﺑﺰﺭﮔﺎﻥ ﻭ ﺫﻭﺍﺕ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ ﻋﻠﻮﻱ = ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ﻣﺘﻔﻖﺍﻟﺮﺃﻳﻨﺪ ﻛﻪ ﺩﻭﻧﺎﺩﻭﻧﻲ = ﺟﺎﻣﻪ ﺑﻪ ﺟﺎﻣﻪ ﺩﺭ ﻣﻜﺘﺐ ﺁﺏ ﺍﺳﺖ» .ﺩﺭ ﻣﺤﻠﻲ ﻓﺮﻭ ﻣﻲﺭﻭﺩ ﻭ ﺩﺭ ﻣﺤﻞ ﺩﻳﮕﺮ ﺧﺎﺭﺝ ﻣﻲﺷﻮﺩ ﻭ ﺑﻪ ﺭﺍﻩ ﺧﻮﺩ ﺍﺩﺍﻣﻪ ﻣﻲﺩﻫﺪ« ﺯﻳﺮﺍ
ﺍﻫﻞ ﺣﻖ ﺑﺎ ﺗﻨﺎﺳﺦ ﻣﺘﻔﺎﻭﺕ ﺑﻮﺩﻩ ﻭ ﺁﻧﺎﻥ ﻛﻪ ﺩﻭﻧﺎﺩﻭﻧﻲ ﺭﺍ ﺑﺎ ﺗﻨﺎﺳﺦ ﻳﻜﻲ ﺩﺍﻧﺴﺘﻪﺍﻧﺪ ،ﺑﻪ ﻭﻳﮋﮔﻲﻫﺎﻱ ﺍﻳﻦ ﺩﻭ ﻫﺮ ﻛﺲ ﺟﺎﻣﻪ ﺑﻌﺪﻱ ﺧﻮﺩ ﺭﺍ ﺑﺸﻨﺎﺳﺪ ﺍﺯ ﺍﻳﻦ ﺳﻔﺮﻫﺎﻱ ﭘﻲﺩﺭﭘﻲ ﻭﺍﻫﻤﻪﺍﻱ ﻧﺪﺍﺭﺩ.
= )ﺩﻭﻧﺎﺩﻭﻧﻲ ،ﺗﻨﺎﺳﺦ( ﺗﻮﺟﻪ ﻧﺪﺍﺷﺘﻪ ﻭ ﺑﺮﺍﻱ ﺭﺩ ﻧﻈﺮﻳﻪﻱ ﻁﺮﻑ ﻣﻘﺎﺑﻞ ﺑﺪﻭﻥ ﻋﻨﺎﻳﺖ ﺑﻪ ژﺭﻑ ﺳﺎﺧﺖ ﻛﻼﻡ ﺷﺎﻩ ﺗﻴﻤﻮﺭ ﻣﻲﻓﺮﻣﺎﻳﺪ:
ﺑﺰﺭﮔﺎﻥ ﺑﻪ ﺗﻨﺎﺳﺦ ﺭﺿﺎ ﺩﺍﺩﻩﺍﻧﺪ .ﭘﻴﺮﻭﺍﻥ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ = ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ﻣﻌﺘﻘﺪ ﺑﻪ ﺳﻴﺮ ﺻﻌﻮﺩﻱ ﻭ ﺳﻠﻮﻙ ﺭﻭﺣﻲ ﺩﺭ ﻗﺎﺿﻲ ﺣﻮﺍﻟﭙﺮﺱ ﺟﻮﻳﺎﻱ ﻛﺮﺩﺍﺭ ﺣﺴﺎﺏ ﺩﻓﺘﺮ ﮔﺸﺖ ﻧﻪ ﻁﻮﻣﺎﺭ
ﺍﻟﻬﻲ ﺧﺪﺍﻭﻧﺪ ﺳﺒﺤﺎﻥ ،ﺍﻳﻦ ﺣﺮﻛﺖ ﺭﻭﺣﻲِ ﺟﺴﻢﻫﺎﻱ ﻣﺘﻌﺪﺩ ﻣﻲﺑﺎﺷﻨﺪ ﻛﻪ ﺗﺎ ﻫﺰﺍﺭ ﻭ ﻳﻜﺒﺎﺭ ﺑﻪ ﻋﺪﺩ ﺍﺳﻤﺎء ﺑﻮﻧﺎﻣﻪﻱ ﺍﻋﻤﺎﻻﻥ ﻳﻜﺴﺮ ﻧﻪ ﻛﻒ ﺑﻮ ﺑﻮﺍﻧﺎﺱ ﻭ ﺫﻛﻮﺭ ﺧﻼﻳﻖ ﺻﻒ ﺑﻮ
ﺗﻜﺮﺍﺭ ﻣﻲﺷﻮﺩ ﻭ ﺗﺎ ﺍﻧﺴﺎﻥ ﺗﻤﺎﻣﻲ ﺍﺳﻤﺎء ﺍﻟﻬﻲ ﺭﺍ ﺩﺭﻙ ﻧﻜﻨﺪ ،ﺷﺎﻳﺴﺘﻪﻱ ﻭﺻﻮﻝ ﺑﻪ ﺍﺻﻞ ﻣﺒﺪﺃ ﺭﺍ ﻧﺨﻮﺍﻫﺪ
ﺗﺮﺟﻤﻪ :ﺗﻤﺎﻣﻲ ﻛﺮﺩﺍﺭ ﻭ ﭘﻨﺪﺍﺭ ﻭ ﮔﻔﺘﺎﺭ ﺍﻧﺴﺎﻥﻫﺎ ﺛﺒﺖ ﻣﻲﺷﻮﺩ ﻭ ﻗﺎﺿﻲ ﻗﻴﺎﻣﺖ ﺟﻮﻳﺎﻱ ﻛﺮﺩﺍﺭ ﺧﻮﺍﻫﺪ
ﺩﺍﺷﺖ ﻭ ﺍﻳﻦ ﺗﺮﺩﺩ ﺑﺮﺍﻱ ﺁﻥ ﺍﺳﺖ ﺗﺎ ﺍﻧﺴﺎﻥ ﺩﺭ ﻁﻲ ﺁﻥ ﻓﺮﺻﺖ ﻛﺎﻓﻲ ﺑﺮﺍﻱ ﭘﺎﻻﻳﺶ ﺑﺎﻁﻨﻲ ﻭ ﻭﺻﻮﻝ ﺑﻪ
ﺑﻮﺩ .ﺯﻥ ﻭ ﻣﺮﺩ ﺧﻼﻳﻖ ﺻﻒ ﻣﻲﺑﻨﺪﻧﺪ ﻭ ﻧﺎﻣﻪﻫﺎﻱ ﺍﻋﻤﺎﻝ ﺁﻧﺎﻥ ﺩﺭ ﺩﺳﺖ ﺁﻧﻬﺎﺳﺖ.
15ﻛﻼﻡ ﻗﻮﺷﭽﻲ ﺍﻏﻠﻲ ،ﺹ ) 30ﺧﻄﻲ(
ﻭ:
16ﺷﺎﻫﻨﺎﻣﻪﻱ ﺣﻘﻴﻘﺖ ،ﺹ 108
310 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu ﻣﺤﻤﺪﻋﻠﻲ ﺳﻠﻄﺎﻧﻲ \ 311
ﺩﻳﻮﺍﻥ ﻋﺎﺩﻝ ﺟﻪﺑﺮ ﺗﺎ ﺑﺎﺭ ﺑﻮﻥ ﻛﺮﺩﻩ ﻭ ﻧﻜﺮﺩﻩ ﺣﺴﺎﻭ ،ﺩﺭ ﻛﺎﺭ ﺑﻮﻥ ﺗﻔﺎﻭﺕﻫﺎﻱ ﻓﺎﺣﺸﻲ ﻛﻪ ﺩﺭ ﺯﻳﺮ ﺍﺷﺎﺭﻩ ﺧﻮﺍﻫﻴﻢ ﻛﺮﺩ ،ﻫﺮﮔﺎﻩ ﻛﻪ ﺍﻳﻦ ﺩﻋﺎﻱ »ﺍﻭﻝ ﻭ ﺁﺧﺮ ﻳﺎﺭ« ﺭﺍ ﺑﻪ ﻛﺎﺭ
ﺑﺒﺮﺩ ﺑﺎ ﺍﻧﺪﻳﺸﻪﻱ ﺗﻨﺎﺳﺦ ﺧﻮﺩ ﺭﺍ ﻧﻔﺮﻳﻦ ﻛﺮﺩﻩ ﻭ ﺗﻔﺴﻴﺮ ﺁﻥ ﻣﻌﻜﻮﺱ ﻭ ﺧﻼﻑ ﺧﻮﺍﺳﺘﻪﻱ ﺍﺻﻠﻲ ﺣﻀﺮﺕ
ﺗﺮﺟﻤﻪ :ﺁﻧﭽﻪ ﺍﻧﺠﺎﻡ ﺩﺍﺩﻩﺍﻳﻢ ﻭ ﺑﻪ ﺁﻧﭽﻪ ﺍﻧﺪﻳﺸﻴﺪﻩ ﻭ ﮔﻔﺘﻪﺍﻳﻢ ﺩﺭ ﺩﻓﺘﺮ ﻣﺎ ﺛﺒﺖ ﺷﺪﻩ ﺍﺳﺖ ﻭ ﺩﻳﻮﺍﻥ ﻋﺪﺍﻟﺖ
ﺳﻠﻄﺎﻥ ﺳﻬﺎﻙ ﺧﻮﺍﻫﺪ ﺑﻮﺩ.
ﺍﺯ ﺩﺭﻳﺎﻫﺎ ﺗﺎ ﻛﻮﻳﺮﻫﺎ ﺣﻜﻢ ﻣﻲﻛﻨﺪ.
ﻭ ﺧﺎﻥ ﺍﻟﻤﺎﺱ ﻣﻲﻓﺮﻣﺎﻳﺪ:
ﻛﺮﺩﻩﻱ ﻛﺮﺩﻩﺗﺎﻥ ﻣﻴﻮ ﻭﺭﻳﺘﺎﻧﺨﺎﺹ ﻣﻪ ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ﻫﺮ ﻛﺲ ﻭ ﺑﺨﺖ ﻭﻳﺘﺎﻧﻬﺮ ﻛﺲ ﺗﻔﺎﻭﺕ ﻭ ﺗﻀﺎﺩ ﺗﻨﺎﺳﺦ ﺑﺎ ﺩﻭﻧﺎﺩﻭﻧﻲ
ﻳﻦ ﻭ ﺧﺎﺱ ،ﮔﺲ ﻭﮔﺴﺘﺎﻥ ﻧﺎﻣﻪﻱ ﻭﻳﺶ ،ﻫﺎ ﻭﺩﺳﺘﺎﻥ 1ـ ﺗﻨﺎﺳﺦ ﻣﻮﺟﺐ ﺩﻭﺭ ﺍﺳﺖ ،ﻛﻪ ﺩﻭﺭ ﺑﺎﻁﻞ ﺍﺳﺖ ،ﺍﻣﺎ ﺩﻭﻧﺎﺩﻭﻧﻲ ﺑﻪ ﺳﺒﺐ ﻛﻴﻔﻴﺖ ﺧﺎﺹ ﺧﻮﺩ ﻫﻴﭽﮕﺎﻩ
ﺗﺮﺟﻤﻪ :ﺍﻱ ﺍﻫﻞ ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ﻫﺮ ﻛﺪﺍﻡ ﺑﺎ ﺑﺨﺖ ﻭ ﺳﺮﻧﻮﺷﺖ ﺧﻮﺩ ﺷﻤﺎ ،ﻛﺮﺩﺍﺭ ﺷﻤﺎ ﺩﺭ ﻣﺴﻴﺮ ﺣﻴﺎﺕﻫﺎﻱ ﺷﺎﻣﻞ ﺩﻭﺭ ﻧﻴﺴﺖ.
ﭘﻲ ﺩﺭ ﭘﻲ ﺩﭼﺎﺭ ﺷﻤﺎ ﺧﻮﺍﻫﺪ ﺷﺪ ،ﻫﺮ ﻛﺲ ﻧﺎﻣﻪﻱ ﺧﻮﺩﺵ ﺭﺍ ﺩﺭ ﺩﺳﺖ ﺩﺍﺭﺩ .ﻧﺎﻣﻪﻱ ﻧﻴﻚ ﺭﺍ ﺑﻪ ﻧﻴﻜﺎﻥ ﻭ 2ـ ﺗﻨﺎﺳﺦ ﺑﺮﺧﻼﻑ ﺩﻭﻧﺎﺩﻭﻧﻲ ﺳﻴﺮ ﺩﺭ ﺳﻄﺢ ﺑﺪﻭﻥ ﺗﻮﻗﻒ ﺍﺳﺖ ﻭ ﺗﻌﺎﻟﻲ ﺭﺍ ﺩﺭ ﺑﺮ ﻧﻤﻲﮔﻴﺮﺩ ﻛﻪ ﺳﻴﺮ
ﻧﺎﻣﻪﻱ ﺑﺪ ﺩﺭ ﺩﺳﺖ ﺑﺪﺍﻥ ﺍﺳﺖ. ﻣﺰﺑﻮﺭ ﻧﻴﺰ ﺑﺎﻁﻞ ﺍﺳﺖ.
ﺯﻳﺮﺍ ﺑﻴﻦ ﺗﺼﺎﻋﺪ ﺭﻭﺣﻲ ﻭ ﺻﻌﻮﺩﻱ ﻭ ﺗﻨﺎﺳﺦ ﻧﺰﻭﻟﻲ ،ﻓﺮﻕ ﺑﺴﻴﺎﺭ ﺍﺳﺖ .ﺑﺮﺍﻱ ﺩﺭﻙ ﺍﻳﻦ ﻣﻌﻨﻲ ﺑﻪ 3ـ ﺗﻨﺎﺳﺦ ﺑﻪ ﺻﻮﺭﺕ ﺟﺮﻳﺎﻧﻲ ﺩﻫﺮﻱ ﺩﺍﺭﺍﻱ ﻣﺒﺪﺃ ﻭ ﻣﻘﺼﺪ ﻧﻴﺴﺖ ﻛﻪ ﺍﻳﻦ ﺍﻣﺮ ﺣﺎﺷﺎ ﻭ ﻛﻼ ﺍﮔﺮ ﻣﻨﻈﻮﺭ
ﺗﻔﺎﻭﺕﻫﺎﻱ ﻓﺎﺣﺶ ﺍﻳﻦ ﺩﻭ ﻣﻮﺿﻮﻉ ﻛﻪ ﺩﺭ ﻧﮕﺮﺵ ﺑﻌﻀﻲﻫﺎ ﺧﻠﻂ ﻣﺒﺤﺚ ﻳﺎﻓﺘﻪﺍﻧﺪ ،ﻣﻲﭘﺮﺩﺍﺯﻳﻢ: ﻧﻈﺮ ﻭ ﺑﻴﻨﺶ ﺣﻀﺮﺕ ﺳﻠﻄﺎﻥ ﺳﻬﺎﻙ ﺑﻮﺩﻩ ﺑﺎﺷﺪ ﻭ ﺍِﻋﻤﺎﻝ ﺁﻥ ﺍﻫﺎﻧﺖ ﺑﻪ ﻣﻜﺘﺐ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ ﻣﻲﺑﺎﺷﺪ ﻛﻪ ﺳﺮﺍﺳﺮ
1ـ ﻣﻜﺘﺐ ﺳﻠﻄﺎﻥ ﺳﻬﺎﻛﻲ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ ﻋﻠﻮﻱ ﺑﺮ ﻣﺒﻨﺎﻱ ﻋﺸﻖ ﻭ ﻋﺮﻓﺎﻥ َﻭﻟَﻮﻱ ﻭ ﻋَ ﻠَﻮﻱ ﺑﻨﺎ ﻧﻬﺎﺩﻩ ﺷﺪﻩ ﻋﺸﻖ ﻭ ﻋﺮﻓﺎﻥ ﻭ ﻟﺒﺮﻳﺰ ﺍﺯ ﺍﻭﻝ ﻭ ﺁﺧﺮ ﺍﻧﺴﺎﻥ ﺍﺳﺖ.
ﺍﺳﺖ ﻭ ﺑﺮ ﻫﻤﻴﻦ ﺍﺳﺎﺱ ﺍﺯ ﺯﻣﺎﻥ ﺗﻮﻟﺪ ﺗﺎ ﻣﺮگ ﻭ ﺩﻭﺑﺎﺭﻩﺯﺍﻳﻲﻫﺎﻱ ﺟﺴﻤﻲ ،ﺭﻭﺡ ﻫﻤﻮﺍﺭﻩ ﺑﺎ ﺳﻴﺮ ﻭ 4ﺗﻨﺎﺳﺦ ﻣﻌﺘﻘﺪ ﺑﻪ ﺍﻣﺮ ﺑﻌﻴﺪ ﺗﺒﺪﻳﻞ ﻓﻌﻞ ﺑﻪ ﻗﻮﻩ ﺍﺳﺖ ﻛﻪ ﺍﻣﺮﻱ ﻣﻤﺘﻨﻊ ﻣﻲﺑﺎﺷﺪ ﻭ ﺑﻪ ﻫﻤﻴﻦ ﺟﻬﺖ ﻗﺎﺋﻞ
ﺳﻠﻮﻙ ﻭﺍﻗﻌﻲ ﺁﻣﻴﺨﺘﻪ ﺍﺳﺖ. ﺑﻪ ﺣﺸﺮ ﻭ ﻣﻌﺎﺩ ﻧﻴﺴﺖ ﺩﺭ ﺣﺎﻟﻲ ﻛﻪ ﺑﻪ ﺗﺼﺮﻳﺢ ﻧﺺ ﻛﻼﻣﺎﺕ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ ،ﺑﺰﺭﮔﺎﻥ ﺩﻳﺪﻩﺩﺍﺭ ﺍﻳﻦ ﻣﻜﺘﺐ
2ـ ﻣﻜﺘﺐ ﺳﻠﻄﺎﻥ ﺳﻬﺎﻛﻲ ﺑﺎ ﻗﺒﻮﻝ ﺗﻮﺣﻴﺪ ﻭ ﻧﺒﻮﺕ ﻭ ﻣﻌﺎﺩ ﺑﻪ ﻋﻨﻮﺍﻥ ﺟﺰﺋﻲ ﺍﺯ ﺍﻧﺪﻳﺸﻪﻱ ﺍﺳﻼﻣﻲ، ﭼﻨﺎﻥ ﻛﻪ ﻣﺴﺘﻨﺪﺍﺕ ﺁﻥ ﺭﺍ ﺁﻭﺭﺩﻳﻢ ،ﻋﻼﻭﻩ ﺑﺮ ﺗﺼﺎﻋﺪ ﺭﻭﺣﻲ ﻭ ﺳﻴﺮ ﺻﻌﻮﺩﻱ ﺑﻪ ﺣﺸﺮ ﻭ ﻧﺸﺮ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩ
ﻫﻤﺎﻥﻁﻮﺭ ﻛﻪ ﭘﻴﺶ ﺍﺯ ﺍﺳﻼﻡ ﺩﺭ ﻋﺮﺽ ﺳﺮﺍﺳﺮ ﺍﺩﻳﺎﻥ ﺁﺳﻤﺎﻧﻲ ﭘﻴﺸﻴﻦ ﺩﺭ ﺗﺎﺭﻳﺦ ﺳﺎﺑﻘﻪﻱ ﺧﻮﺩ ﺣﻀﻮﺭ ﺭﺍﺳﺦ ﺩﺍﺭﻧﺪ ﻭ ﭘﻴﺮﻭﺍﻥ ﺭﺍ ﻣﻠﺰﻡ ﺑﻪ ﺍﻧﺠﺎﻡ ﺭﺳﺎﻟﺖ ﺍﻧﺴﺎﻧﻲ ﻭ ﺻﻴﺎﻧﺖ ﺍﺯ ﺍﻣﺎﻧﺖ ﺍﻟﻬﻲ ﻛﻪ ﺟﻮﻫﺮﻩﻱ ﺭﻭﺣﻲ
ﺩﺍﺷﺘﻪ ،ﺑﺎ ﭘﺬﻳﺮﺵ ﻛﺘﺐ ﺁﺳﻤﺎﻧﻲ ،ﺑﻪ ﺗﺄﻛﻴﺪ ﻗﺮﺁﻥ ﻣﺠﻴﺪ ،ﺍﺻﻮﻝ ﻓﻜﺮﻱ ﻣﺮﺻﻮﺹ ﻭ ﻣﺪﻭﻧﻲ ﺩﺍﺭﺩ ﻛﻪ ﻗﺎﺑﻞ ﺍﺳﺖ ،ﻣﻲﻧﻤﺎﻳﻨﺪ.
ﺍﺿﻤﺤﻼﻝ ﻧﻴﺴﺖ. 5ﭼﻮﻥ ﺩﺭ ﺗﻨﺎﺳﺦ ﻣﺒﺪﺃ ﻭ ﻣﻘﺼﺪ ﻣﻄﺮﺡ ﻧﻴﺴﺖ ،ﺑﻨﺎﺑﺮﺍﻳﻦ ﻓﺎﻗﺪ ﻅﺮﻑ ﺑﻮﺩﻩ ﻭ ﺭﺳﺎﻟﺖ ﺍﻧﺴﺎﻧﻲ ﻭ ﻣﺎﻫﻴﺖ
3ﺑﺮ ﻫﻤﻴﻦ ﺍﺳﺎﺱ ﻋﻠﻲﺭﻏﻢ ﺗﻤﺎﻣﻲ ﻣﻜﺎﺗﺐ ﺗﻨﺎﺳﺨﻴﻮﻥ ،ﺍﻫﻞ ﺣﻖ ﺩﺍﺭﺍﻱ ﺑﻴﻨﺶ ﻣﻌﺘﻘﺪ ﺑﻪ ﻣﺒﺪﺃ ﺑﺎ ﺳﻴﺮ ﺁﻥ ﻣﺠﻬﻮﻝ ﻭ ﺳﺮﺩﺭﮔﻢ ﺍﺳﺖ ﻭ ﺫﺭﻩﻱ ﺫﺍﺕ ﻛﻪ ﺍﻣﺎﻧﺖ ﻭ ﺗﻔﺴﻴﺮ »ﺍﻭﻝ ﻳﺎﺭ ﻭ ﺁﺧﺮ ﻳﺎﺭ« ﺍﺳﺖ ﺩﺭ ﺗﻨﺎﺳﺦ
ﺗﺼﺎﻋﺪﻱ ﺻﻌﻮﺩﻱ ﺭﻭﺣﻲ ﻭ ﻁﻲ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺩﺭ ﺟﺴﻢ ﻋﺎﺭﻳﻪ ﻭ ﺍﺑﺰﺍﺭﻱ ﺍﺳﺖ ﻭ ﻳﮕﺎﻧﻪ ﻭﺳﻴﻠﻪ ﺑﺮﺍﻱ ﺍﻧﺠﺎﻡ ﻣﻔﻬﻮﻡ ﻧﺪﺍﺷﺘﻪ ﻭ ﻧﺪﺍﺭﺩ ،ﺯﻳﺮﺍ ﻫﻴﭻ ﻭﺩﻳﻌﻪﺍﻱ ﻧﻤﻲﺗﻮﺍﻧﺪ ﺍﺯ ﻣﺠﻬﻮﻝ ﺑﻪ ﻣﺠﻬﻮﻝ ﭘﻴﺎﻡ ﻳﺎ ﺭﺳﺎﻟﺘﻲ ﺩﺍﺷﺘﻪ ﺑﺎﺷﺪ
ﻣﺪﺍﺭﺝ ﺑﺎﻁﻨﻲ ﮔﺮﺩﺵ ﺭﻭﺡ ﺩﺭ ﺟﺴﻢﻫﺎﻱ ﻣﺘﻌﺪﺩ ﺍﺳﺖ ﻛﻪ ﺍﻛﺜﺮ ﻗﺮﻳﺐ ﺑﻪ ﺍﺗﻔﺎﻕ ﻋﺮﻓﺎ ﺑﺪﺍﻥ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩ ﺭﺍﺳﺦ ﻭ ﺭﺳﺎﻟﺖ ﻭ ﺍﻣﺎﻧﺖ ﺭﻭﺡ ﻭ ﺷﺮﻁ ﻭ ﺍﻗﺮﺍﺭ ﺍﺯﻟﻲ ﺩﺭ ﻣﻜﺘﺐ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ ،ﺍﺭﺗﻘﺎء ﺍﺳﺖ ﺍﺯ ﻣﺒﺪﺃ ﺍﻭﻟﻴﻪ ﻛﻪ ﺫﺍﺕ
ﺩﺍﺭﻧﺪ ﻭ ﻛﺮﺭﺍً ﺩﺭ ﺁﺛﺎﺭ ﺧﻮﺩ ﺑﺪﺍﻥ ﺍﻋﺘﺮﺍﻑ ﻛﺮﺩﻩﺍﻧﺪ. ﺑﺎﺭﻳﺘﻌﺎﻟﻲ ﺍﺳﺖ ﺑﻪ ﻣﻘﺼﺪ ﻧﻬﺎﻳﻲ ﻛﻪ ﺑﺎﺯ ﺫﺍﺕ ﺑﺎﺭﻳﺘﻌﺎﻟﻲ ﺍﺳﺖ ،ﺍﺯ ﺧﺪﺍ ﺑﻪ ﺧﺪﺍ ،ﺑﺎ ﺧﺪﺍ ﻭ ﺑﺮﺍﻱ ﺧﺪﺍ.
4ﺩﻭﻧﺎﺩﻭﻥ ﻛﻪ ﺑﻪ ﻧﻈﺮ ﺗﻌﺪﺍﺩﻱ ﺍﻣﺮﻱ ﻣﻬﺠﻮﺭ ﺗﺼﻮﺭ ﻣﻲﺷﻮﺩ؛ ﺩﺍﺭﺍﻱ ﻣﺒﻨﺎﻱ ﻭﺍژﮔﺎﻧﻲ ﻭ ﺑﻪ ﻣﻌﻨﻲ 6ـ ﺍﺯ ﺁﻧﺠﺎ ﻛﻪ ﺗﻨﺎﺳﺦ ﺑﺮ ﺍﺳﺎﺱ ﺳﻴﺮ ﺩﺭ ﺳﻄﺢ ﻭ ﺑﺪﻭﻥ ﻣﺒﺪﺃ ﻭ ﻣﻘﺼﺪ ﻣﺸﺨﺺ ﻣﻮﺭﺩ ﻧﻈﺮ ﭘﻴﺮﻭﺍﻥ ﺁﻥ
ﮔﺮﺩﺍﻥ ﮔﺮﺩ ﻭ ﮔﺸﺘﻦ َﺩ َﻭﺭﺍﻧﻲ ﺍﺳﺖ ﻧﻪ ﺣﺮﻛﺖ ﻣﺮﺩﻭﺩ ﻣﺴﻄﺢ ﻛﻪ ﻣﺸﻤﻮﻝ ﺗﻌﺎﻟﻲ ﻧﻤﻲﺷﻮﺩ ﻭ ﺍﻳﻦ ﮔﺮﺩﺍﻥ ﻣﻲﺑﺎﺷﺪ ،ﺑﻨﺎﺑﺮﺍﻳﻦ ﻣﺴﺄﻟﻪﻱ ﺯﻣﺎﻥ ﻭ ﻣﻴﺰﺍﻥ ﻭ ﺷﻤﺎﺭﻩﻱ ﻧﻘﻞ ﻣﻜﺎﻥ ﺑﺮﺍﻱ ﺁﻧﺎﻥ ﻣﺸﺨﺺ ﻭ ﻣﻌﺘﺒﺮ ﻧﺒﻮﺩﻩ ﻭ
ﮔﺮﺩ ﭘﺲ ﺍﺯ ﺍﻧﺘﻘﺎﻻﺕ ﻣﻦ ﺩﺍﺭ ﺍﻟﻲ ﺩﺍﺭ ...ﻗﺎﺑﻠﻴﺖ ﻓﻴﺾ ﻭ ﺍﺗﺼﺎﻝ ﺑﻪ ﻣﺒﺪﺃ ﻣﻲﻳﺎﺑﺪ. ﺗﺮﺩﺩ ﺟﺴﻢ ﻭ ﺭﻭﺡ ﺩﺭ ﺟﻬﺎﻥ ﻋﻠﻲﺍﻟﺪﻭﺍﻡ ﻣﻲﺑﺎﺷﺪ .ﺩﺭ ﺣﺎﻟﻲ ﻛﻪ ﺩﻭﻧﺎﺩﻭﻧﻲ ﺑﺎ ﻣﺒﺪﺃ ﻭ ﻣﻘﺼﺪ ﻭ ﻣﻘﺪﺍﺭ ﺯﻣﺎﻥ
5ﺗﻌﺒﻴﺮ ﺣﻀﺮﺕ ﺳﻠﻄﺎﻥ ﺳﻬﺎﻙ ﺍﺯ ﺭﻭﺡ ﺻﻮﺩ ﻧﻮﻋﻴﻪ ﺍﺳﺖ ﻛﻪ ﺩﺭ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﻣﻌﻨﻮﻱ ﻗﺎﺑﻞ ﻭ ﻓﺎﻋﻞ ﺍﺳﺖ ﻣﺸﺨﺺ )ﭘﻨﺠﺎﻩ ﻫﺰﺍﺭ ﺳﺎﻝ( ﻭ ﺗﻌﺪﺍﺩ ﺗﺮﺩﺩ ﻭ ﺗﻌﺎﻟﻲ ﺭﻭﺡ ) (1001ﻣﻄﺎﺑﻖ ﺍﺳﻤﺎء ﺍﻟﻬﻴﻪ ،ﺑﻪ ﻁﻮﺭ ﻛﻠﻲ ﻭ
ﻭ ﺩﺭ ﺗﻔﺴﻴﺮ ﺁﻥ ﺑﺮ ﻧﺺ ﺻﺮﻳﺢ ﻗﺮﺁﻥ ﻣﺠﻴﺪ: ﺍﺻﻮﻝ ﻣﻐﺎﻳﺮ ﺑﺎ ﺑﻴﻨﺶ ﻭ ﺳﺎﺧﺘﺎﺭ ﻭ ﻛﻴﻔﻴﺖ ﺗﻨﺎﺳﺦ ﻣﻲﺑﺎﺷﺪ ﻭ ﻳﻜﻲ ﺍﺯ ﺩﻻﻳﻞ ﺍﻭﻟﻴﻪﻱ ﺩﻭﻧﺎﺩﻭﻧﻲ ﺑﺮﺍﻱ ﺍﺛﺒﺎﺕ
ﺁﻥ ﺩﺭ ﺑﺤﺚ ﺧﺒﺮﮔﺎﻥ ﺩﻳﻨﻲ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ ﻋﻠﻮﻱ،ﻋﺪﻡ ﺯﻣﺎﻥ ﻛﺎﻓﻲ ﺩﺭ ﻁﻲ ﺳﺎﻝﻫﺎﻱ ﻣﺤﺪﻭﺩ ﺯﻧﺪﮔﻲ ﺟﺴﻤﺎﻧﻲ
ﻭ ﺑﻨﺎ ﺑﻪ ﻓﺮﻣﻮﺩﻩ ﺣﻀﺮﺕ ﺳﻠﻄﺎﻥ؛ ﺍﺯ ﺁﻧﺠﺎ ﻛﻪ ﻣﺠﺮﺩﺍﺕ ﺩﺍﺭﺍﻱ ﺣﺮﻛﺖ ﻧﻴﺴﺘﻨﺪ ﺑﻨﺎﺑﺮﺍﻳﻦ ﺭﻭﺡ ﺩﻭﺍﺭ
ﺍﻧﺴﺎﻥ ﺑﺮﺍﻱ ﺍﻧﺠﺎﻡ ﺭﺳﺎﻟﺖ ﻭ ﺍﺭﺗﻘﺎء ﻣﺮﺗﺒﻪﻱ ﺭﻭﺡ ﻣﻲﺑﺎﺷﺪ ﻭ ﺯﻣﺎﻥ ﻋﻼﻭﻩ ﺑﺮ ﺍﻫﻤﻴﺘﻲ ﻛﻪ ﺩﺭ ﻣﺴﺄﻟﻪﻱ
ﻛﻪ ُﻣ ْﻨ َﺰﻝ ﺍﺯ ﻣﺒﺪﺃ ﺫﺍﺕ ﺍﺳﺖ ،ﭘﺲ ﺍﺯ ﺩﺭﻙ ﻫﺰﺍﺭ ﻭ ﻳﻚ ﺻﻔﺖ ﺍﺯ ﺻﻔﺎﺕ ﻛﻪ ﺍﺳﻤﺎءﺍﻟﺤﺴﻨﻲ ﻫﺴﺘﻨﺪ ،ﻗﺎﺑﻠﻴﺖ
ﺩﻭﻧﺎﺩﻭﻧﻲ ﺩﺍﺭﺩ ،ﻋﻠﻲﺭﻏﻢ ﻣﺘﻨﺎﺳﺨﻪ ﺍﺯ ﺍﻫﻢ ﺍﻣﻮﺭ ﻓﻜﺮﻱ ﻣﻜﺘﺐ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ ﺍﺳﺖ.
ﺟﺬﺏ ﺑﻪ ﺍﺻﻞ ﺭﺍ ﻣﻲﻳﺎﺑﺪ ﻭ ﻫﻤﮕﺎﻡ ﺑﺎ ﻓﺮﺷﺘﮕﺎﻥ ﻛﻪ ﺩﺭ ﻣﺤﺪﻭﺩﻩﻱ ﺯﻣﺎﻥ ﻧﻴﺴﺘﻨﺪ ،ﭘﺲ ﺍﺯ ﻁﻲ ﺯﻣﺎﻥ
ﺳﺎﻝ ﻣﻮﺭﺩ ﺍﺳﺘﻨﺎﺩ ﻗﺮﺁﻥ ﻣﺠﻴﺪ ﻛﻪ ﻳﻚ ﺭﻭﺯ ﻋﺎﻟﻢ ﻣﺎﻭﺭﺍء ﺭﺍ ﺷﺎﻣﻞ ﻣﻲﺷﻮﺩ ،ﺑﻪ ﺍﺻﻞ ﺧﻮﺩ 7ـ ﻧﺸﺎﻧﻪﻫﺎﻱ ﻧﺎﺩﺭ ﺳﻴﺮ ﻧﺰﻭﻟﻲ ﺭﻭﺡ ﺩﺭ ﻛﻼﻣﺎﺕ ﻛﻪ ﻣﻮﺟﺐ ﺗﺸﺘﺖ ﻭ ﺑﺮﺩﺍﺷﺖ ﻧﺎﺻﻮﺍﺏ ﻭ ﺳﻮءﺗﻔﺎﻫﻢ
ﭘﻨﺠﺎﻩ ﻫﺰﺍﺭ ِ
ﺑﺎﺯﻣﻲﮔﺮﺩﺩ ﻭ ﺩﺭ ﻭﺍﻗﻊ »ﺍﻧﺎﻟﻠﻪ ﻭﺍﻧﺎ ﺍﻟﻴﻪ ﺭﺍﺟﻌﻮﻥ« ﻛﻪ ﺣﺮﻛﺘﻲ ﻣﺴﺘﺪﻳﺮ ﻭ ﻣﻄﺎﺑﻖ ﮔﺮﺩﺍﻥ ﮔﺮﺩ = ﺩﻭﻧﺎﺩﻭﻧﻲ ﺑﺮﺍﻱ ﺍﻓﺮﺍﺩ ﻣﻲﺷﺪﻩ ﻛﻪ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ ﺭﺍ ﺑﺪﻭﻥ ﻣﻄﺎﻟﻌﻪ ﻭ ﺩﻗﺖ ﻭ ﺑﺮﺭﺳﻲ ﻭ ژﺭﻑﺑﻴﻨﻲ ﻭ ﺷﻨﺎﺧﺖ ﺯﻳﺮﺑﻨﺎﻳﻲ
ﺍﺳﺖ ﺑﺎ ﺩﻋﺎﻱ »ﺍﻭﻝ ﻭ ﺁﺧﺮ ﻳﺎﺭ« ﻣﺘﺮﺍﺩﻑ ﻣﻲﺷﻮﺩ ،ﺯﻳﺮﺍ ﭼﻨﺎﻧﻜﻪ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ ﺩﺍﺭﺍﻱ ﺍﻧﺪﻳﺸﻪﻱ ﺗﻨﺎﺳﺦ ﺑﺎﺷﺪ ﺑﺎ ﻣﻨﺒﻌﺚ
ِ ﺩﻭﺳﻮﻳﻪ ﺑﻪ ﺗﻨﺎﺳﺦ ﻧﺴﺒﺖ ﺩﺍﺩﻩ ﻭ ﻣﺘﻬﻢ ﻧﻤﺎﻳﻨﺪ؛ ﺑﻴﺸﺘﺮ ﺗﻮﺍﺿﻊ ﻋﺮﻓﺎﻧﻲ ،ﺗﻤﺜﻴﻞ ،ﺧﻀﻮﻉ ﻭ َﺷ َﻄﺢ
312 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu ﻣﺤﻤﺪﻋﻠﻲ ﺳﻠﻄﺎﻧﻲ \ 313
ﺣﻴﺮﺕ ﺍﺳﺖ ﻭ ﻫﺮ ﻛﺪﺍﻡ ﺗﻔﺴﻴﺮ ﺧﺎﺹ ﺧﻮﺩ ﺭﺍ ﺩﺍﺭﺩ .ﺍﻛﺜﺮﻳﺖ ﻗﺮﻳﺐ ﺑﻪ ﺍﺗﻔﺎﻕ ﻛﻼﻣﺎﺕ ﺩﺭ ﺗﻤﺎﻣﻲ ﻛﻼﻡﻫﺎ ﻣﻨﺎﺑﻊ
ﻭ ﺩﻓﺎﺗﺮ ﺣﺎﻛﻲ ﺍﺯ ﺳﻴﺮ ﺻﻌﻮﺩﻱ ﺍﺳﺖ ﻭ ﺗﺤﻠﻴﻞﻫﺎﻱ ﻧﺎﺭﺳﺎﻱ ﺍﺯ ﺍﻳﻦ ﺩﺳﺖ ﺑﺪﻭﻥ ﺭﻋﺎﻳﺖ ﺍﺻﻮﻝ ﺻﺤﻴﺢ ﺁﺗﺶ ﺑﮕﻲ ،ﺧﺎﻥ ﺍﻟﻤﺎﺱ ،ﻛﻼﻡ ﺧﺎﻥ ﺍﻟﻤﺎﺱ ،ﻧﺴﺨﻪ ﺧﻄﻲ -۱
ﻭ ﺩﺭﻙ ﺍﺻﻄﻼﺣﺎﺕ ﻭ ﺗﻔﺴﻴﺮﻱ ﻣﻦ ﻋﻨﺪﻱ ﺍﺷﺘﺒﺎﻩ ﻭ ﻏﻠﻂ ﺑﻮﺩﻩ ﻭ ﺩﺭ ﺯﻣﺮﻩﻱ ﺗﺴﺮﻱ ﺟﺰء ﺑﺮ ﻛﻞ ﺍﺳﺖ، ﺍﻟﻬﻲ ،ﻧﻮﺭﻋﻠﻲ ،ﺑﺮﻫﺎﻥ ﺍﻟﺤﻖ ،ﺩﻛﺘﺮ ﺗﻘﻲ ﺗﻔﻀﻠﻲ ،ﺗﻬﺮﺍﻥ ،ﭼﺎپ ﺍﻭﻝ1342 ، -۲
ﺑﺪﻭﻥ ﺩﺭﻙ ﺩﺭﺳﺖ ﺟﺰء ﻣﺼﻄﻠﺢ ﻭ ﺷﺌﻮﻧﺎﺕ ﺁﻥ.
ﺍﻳﻮﺍﻧﻒ ،ﺭﺳﺎﺋﻞ ﻭ ﺍﺷﻌﺎﺭ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ ،ﺗﻬﺮﺍﻥ1338 ، -۳
8ﺍﻭﺝ ﺍﻧﺪﻳﺸﻪﻱ ﺗﻨﺎﺳﺦ ﻛﻪ ﺑﺎ »ﺑﻮﺩﺍ« ﺷﻨﺎﺧﺘﻪ ﻣﻲﺷﻮﺩ ،ﺑﻪ ﻋﻘﻴﺪﻩﻱ ﺍﻭ ﺑﻪ ﻣﻨﻈﻮﺭ ﺗﻜﺎﻣﻞ ﺍﺭﺍﺩﻩ ﺑﺸﺮﻱ
ﺍﻓﺸﺎﺭ ،ﺟﻤﻴﻞ ،ﺑﺮﻫﺎﻥ ﺍﻟﺤﻘﻴﻘﻪ ،ــــــ -۴
ﺍﺳﺖ ﻧﻪ ﺑﺮﺍﻱ ﺯﻧﺪﮔﻲ ﺑﻠﻜﻪ ﺑﺮﺍﻱ ﺍﻳﻦ ﻛﻪ ﺧﻮﺩ ﺭﺍ ﺍﺯ ﺗﻤﺎﻡ ﺗﻌﻠﻘﺎﺕ ﺩﻧﻴﻮﻱ ﺁﺯﺍﺩ ﺳﺎﺯﺩ ﻭ ﺗﻮﻟﺪ ﺩﻭﺑﺎﺭﻩ ﻳﺎﺑﺪ
ﺗﺎ ﺑﻪ ﻣﺮﺣﻠﻪﻱ )ﻧﻴﺮﻭﺍﻧﺎ( ﻭﺍﺻﻞ ﺷﻮﺩ؛ ﺭﻭﺡ ﺩﺭ ﻣﺮﺣﻠﻪﻱ ﻧﻴﺮﻭﺍﻧﺎ ﺩﻳﮕﺮ ﺗﻤﺎﻳﻠﻲ ﺑﻪ ﺣﻴﺎﺕ ﺩﻧﻴﻮﻱ ﻧﺪﺍﺭﺩ، ﺑﺎﻧﻴﺎﺭﺍﻧﻲ ،ﺗﻴﻤﻮﺭ ،ﻛﻼﻡ ﺗﻴﻤﻮﺭ ،ﻧﺴﺨﻪ ﺧﻄﻲ -۵
ﺟﺴﻤﺎﻧﻲ ﻧﻴﺴﺖ ،ﺑﻠﻜﻪ ﺁﺯﺍﺩ ﺑﺎﻗﻲ ﻣﻲﻣﺎﻧﺪ .ﺑﻌﺪ ﺍﺯ ﻧﻴﺮﻭﺍﻧﺎ ﺑﺮﺍﻱ ﺭﻭﺡ ﭼﻪ ﺍﺗﻔﺎﻗﻲ ﻣﻲﺍﻓﺘﺪ؟ ﺑﻮﺩﺍ ،ﺳﻜﻮﺕ ﺟﻴﺤﻮﻥﺁﺑﺎﺩﻱ ،ﺣﺎﺝ ﻧﻌﻤﺖﺍﻟﻠﻪ ،ﺷﺎﻫﻨﺎﻣﻪﻱ ﺣﻘﻴﻘﺖ ،ﺩﻛﺘﺮ ﺑﻬﺮﺍﻡ ﺍﻟﻬﻲ ،ﺍﻧﺘﺸﺎﺭﺍﺕ ﺟﻴﺤﻮﻥ ،ﺗﻬﺮﺍﻥ، -۶
ﻣﻲﻛﻨﺪ ﻭ ﺗﻌﻠﻴﻤﻲ ﻧﻤﻲﺩﻫﺪ ،ﺑﻮﺩﺍ ﺑﻪ ﺭﻭﺡ ﺑﺮﺗﺮ ﻳﺎ ﻧﻴﺮﻭﻱ ﻣﺘﻌﺎﻟﻲ ﺩﺭ ﺟﻬﺎﻥ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩ ﻧﺪﺍﺷﺖ ،ﺍﻭ ﺑﺎ ﻓﺮﺽ 1373
ﺍﺻﻞ ﺗﺠﺴﺪ ﺁﻏﺎﺯ ﻛﺮﺩ ،ﺍﺻﻠﻲ ﻛﻪ ﺩﺭ ﺑﻴﻦ ﺑﺮﻫﻤﻨﺎﻥ ﻣﺘﺪﺍﻭﻝ ﺑﻮﺩ ،ﻭﻟﻲ ﺑﻪ ﺭﻭﺡ ﺟﻬﺎﻧﻲ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩﻱ ﻧﺪﺍﺷﺖ ــــــــــــ ، ، ،ﺩﻛﺘﺮ ﻣﺤﻤﺪ ﻣﻜﺮﻱ ،ﻛﺘﺎﺑﺨﺎﻧﻪ ﻁﻬﻮﺭﻱ ،ﺗﻬﺮﺍﻥ1361 ، -۷
ﻭ ﺍﻳﻦ ﺳﺆﺍﻝ ﻭ ﺍﺷﻜﺎﻝ ﺑﻪ ﻋﻨﻮﺍﻥ ﺍﻫ ّﻢ ﺍﻳﺮﺍﺩﺍﺕ ﺑﺮ ﺍﻧﺪﻳﺸﻪﻱ ﺗﻨﺎﺳﺦ ﺑﻮﺩﺍ ﮔﺮﻓﺘﻪ ﺷﺪﻩ ﺍﺳﺖ .ﺍﻳﻦ ﻛﻪ ﺣﺘﻲ ﺳﻠﻄﺎﻧﻲ ،ﻣﺤﻤﺪﻋﻠﻲ ،ﺣﺮﻳﻢ ﺣﻖ )ﺍﺻﻮﻝ ﻋﻘﺎﻳﺪ ﺍﻫﻞ ﺣﻖ( ،ﺳﻬﺎ ،ﺗﻬﺮﺍﻥ1388 ، -۸
ﺩﺭ ﻧﻴﺮﻭﺍﻧﺎ ﻫﻢ ﺑﺎﻳﺪ ﻧﻴﺮﻭ ﻭ ﻣﺒﺪﺍﺋﻲ ﺑﺼﻴﺮ ﻭ ﺑﻴﻨﺎ ﻭ ﻋﺎﻗﻞ ﻭ ﻗﺎﺑﻞ ﺑﺎﺷﺪ ﺗﺎ ﺍﻧﺘﻘﺎﻝ ﺭﻭﺡ ﺭﺍ ﻛﻨﺘﺮﻝ ﻧﻤﺎﻳﺪ ﻭ
ـــــــ ، ،ﻗﻴﺎﻡ ﻭ ﻧﻬﻀﺖ ﻋﻠﻮﻳﺎﻥ ﺯﺍﮔﺮﺱ ) ،(1-2ﺳﻬﺎ ،ﺗﻬﺮﺍﻥ1376 ، -۹
ﺩﺭ ﻫﻤﻪ ﺟﺎ ﺳﺎﺭﻱ ﻭ ﺟﺎﺭﻱ ﺑﺎﺷﺪ ﻭ ﺩﺭ ﺍﻳﻦ ﺍﻧﺪﻳﺸﻪ ﻭ ﻣﻜﺎﺗﺐ ﻣﻨﺸﻌﺐ ،ﻁﺒﻴﻌﺖ ﺑﻪ ﻋﻨﻮﺍﻥ ﺍﺻﻠﻲ ﻣﺴﺘﻤﺮ
ﻭ ﻣﻜﺎﻧﻴﻜﻲ ﺩﺭ ﻣﻘﺎﺑﻞ ﺣﻘﻴﻘﺖ ﻭ ﻣﺒﺪﺃ ﻣﻄﺮﺡ ﺑﻮﺩﻩ ﻭ ﻫﺴﺖ؛ ﺩﺭ ﺣﺎﻟﻲ ﻛﻪ ﻣﻜﺘﺐ ﻣﺘﻌﺎﻟﻲ ﺣﻀﺮﺕ ﺳﻠﻄﺎﻥ ﺷﺎﻩ ﺧﻮﺷﻴﻦ ،ﻛﻼﻡ ﺷﺎﻩ ﺧﻮﺷﻴﻦ ،ﻧﺴﺨﻪ ﺧﻄﻲ -۱۰
ﺳﻬﺎﻙ ﻭ ﭘﻴﺸﺮﻭﺍﻥ ﺑﺮﺗﺮ ﺁﻥ ﺩﺭ ﺍﺻﻮﻝ ﻻﻳﺘﻐﻴﺮ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩﻱ ﺧﻮﺩ ﺑﺮﺍﻱ ﻫﺮ ﺍﺻﻠﻲ ﺍﺳﺎﻣﻲ ﻭ ﺑﻨﻴﺎﻧﻲ ﻗﺎﺋﻞ ﺷﺪﻩ ﺷﻴﺦ ﺍﻣﻴﺮ ،ﺩﻳﻮﺍﻥ ﺷﻴﺦ ﺍﻣﻴﺮ ،ﺗﺮﺟﻤﻪﻱ ﺳﻴﺪﺍﻣﺮﺍﻟﻪ ﺷﺎﻩﺍﺑﺮﺍﻫﻴﻤﻲ ،ﺑﺎﻫﺘﻤﺎﻡ ﺳﻴﺎﻭﺵ ﺗﻴﻤﻮﺭﻳﺎﻥ، -۱۱
ﻭ ﺁﻧﭽﻪ ﺭﺍ ﺑﺎﻗﻲ ﻣﻲﺩﺍﻧﻨﺪ ﺣﻘﻴﻘﺖ ﻭ ﻭﺳﻴﻠﻪﻱ ﺍﺗﺼﺎﻝ ﺑﻪ ﺁﻥ ﺭﺍ ﻣﻌﻨﻮﻳﺖ ﻭ ﺁﻧﭽﻪ ﻓﺎﻧﻲ ﺍﺳﺖ ﺩﺭ ﺑﻴﻨﺶ ﺍﻫﻞ 1364
ﺣﻖ ﻋﻠﻮﻱ = ﻳﺎﺭﺳﺎﻥ ﻁﺒﻴﻌﺖ ﺍﺳﺖ. ﻋﻤﺎﻥ ﺳﺎﻣﺎﻧﻲ ،ﮔﻨﺠﻴﻨﻪﺍﻻﺳﺮﺍﺭ ،ﻣﺠﺎﻫﺪﻱ ﭘﺮﻭﺍﻥ ،ﻗﻢ1345 ، -۱۲
ﺩ .ﻣﺤﻤﺪﻋﻠﻲ ﺳﻠﻄﺎﻧﻲ ﺍﻟﻌﺰﺍﻭﻱ ،ﻋﺒﺎﺱ ،ﺍﻟﻜﺎﻛﺎﺋﻴﻪ ﻓﻲ ﺍﻟﺘﺎﺭﻳﺦ ،ﺷﺮﻛﻪ ﺍﻟﻤﺤﺪﻭﺩ ،ﺑﻐﺪﺍﺩ .1949ﻡ -۱۳
ﺍﻳﺮﺍﻥ ﺗﻬﺮﺍﻥ ﻗﻮﺷﭽﻲ ﺍُﻏﻠﻲ ،ﻛﻼﻡ ﻗﻮﺷﭽﻲ ﺍُﻏﻠﻲ ،ﻧﺴﺨﻪ ﺧﻄﻲ -۱۴
ﻛﺴﺮﻭﻱ ،ﺍﺣﻤﺪ ،ﺷﻴﺦ ﺻﻔﻲ ﻭ ﺗﺒﺎﺭﺵ ،ﻛﺘﻴﺒﻪ ،ﺗﻬﺮﺍﻥ1355 ، -۱۵
ﻛﻼﻡ ﺳﺮﺍﻧﺠﺎﻡ ،ﻧﺴﺨﻪ ﺧﻄﻲ -۱۶
ﻛﻼﻡ ﺧﺰﺍﻧﻪ ،ﻧﺴﺨﻪ ﺧﻄﻲ -۱۷
ﻧﻮﺭﻭﺯ ﺳﻮﺭﺍﻧﻲ ،ﺩﻓﺘﺮ ﻧﻮﺭﻭﺯ ،ﻧﺴﺨﻪ ﺧﻄﻲ -۱۸
ﻫﻴﻨﺘﺴﻦ ﻭﺍﻟﺘﺮ ،ﺩﻭﻟﺖﻫﺎﻱ ﻣﻠﻲ ﺩﺭ ﺍﻳﺮﺍﻥ ،ﺗﺮﺟﻤﻪﻱ ﻛﻴﻜﺎﻭﻭﺱ ﺟﻬﺎﻧﺪﺍﺭﻱ ،ﺷﺮﻛﺖ ﺍﻧﺘﺸﺎﺭﺍﺕ -۱۹
ﻋﻠﻤﻲ ﻭ ﻓﺮﻫﻨﮕﻲ ،ﺗﻬﺮﺍﻥ ،ﭼﺎپ ﺍﻭﻝ1371 ،
314 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Esra DOĞAN \ 315
yansır. Dolayısı ile İmamlardan sonra Ehl-i Hak postunda oturan bütün pirler,
Hz. Fatıma’nın tecessüsü ile bu makamdadırlar. Tarih boyunca Ehl-i Haklarda
gerçekleşen bütün zuhurlar, yaradılışın temel unsuru kendisine verilen bu
EHL-İ HAKLARDA KADININ YERİ VE
mukadddes kadından neşet alır.
BABA YADİGAR’DA RİYAZETTE BULUNAN KADINLAR1
Kökenini eski İran dinlerinden alan Ehl-i Hak inanışında, Hüdavend’in
Esra DOĞAN2
(Tanrı’nın) müennes olduğu görülür. Tanrı Nur’dur. Bu düşüncenin başladığı
Hz. Ali’nin ilk zuhur dönemine bakıldığında, Zerdüştlük’te merd hudayi, yani
erkek tanrı fikrinin olmadığı, aksine zen hüdayi yani dişil tanrı inancının yaygın
olduğu görülür. Bu coğrafyadaki din inanışında yağmur yağdıran, yaratan, ürün
veren, deniz, dağ, rüzgar tanrılarının tamamı dişi tanrıdır. Dolayısı ile İslâmla
Özet
birlikte bu dinî inanışlar birbirine geçmiş, İslâma dahil olmuş farklı bir tanrı
Çalışmamızda İran coğrafyasında yaşayan Ehl-i Hakların inançları paralelinde tasavvuru oluşturmuştur.4
kadın algısı üzerinde durulacaktır. Örneklem olarak Baba Yadigar ziyaretgahında
İslâm sonrası bu inançlar Hz. Fatıma’ya aksettirilerek ona betül sıfatı verilmiştir.
hizmet eden kadınlar ele alınacaktır.
Anahita tanrıçasındaki nahid sıfatı ile Hz. Fatıma’nın betül sıfatı bir görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: İran, Ehl-i Hak, Baba Yadigar ziyaretgahı, kadınlar ve
Bu inanç ilk dönemlerde Maniheizm dininden bazı özellikleri alarak Mihr ve
riyazet
Mazdek düşünceleri ile karışmış ve bambaşka bir sistem ortaya koymuştur. Bu
şekilde açıkça görüldüğü üzere İran Alevî toplulukları eski inançlarının nüvelerini
Ehl-i Haklar günümüzde Batı İran’da Türkiye sınırına yakın Kürdistan ve yeni inançlarına taşımışlardır.
Loristan bölgelerinde, Kerend-Sahne-Kirmanşah başta olmak üzere, Pol-i Zihab, İslâm’dan önceki dönemde Arap yarımadasında kadının bulunduğu durum,
Horremabad, Güney Azerbaycan Ilıhçı şehri ve etrafında, Urumiye-Maku, Tebriz’de Kuran’da da ifade edildiği gibi toprağa diri diri gömülen ve hiç bir sosyal hakka
ve daha az olarak Hazar denizi kıyılarında, Gilan bölgesinde yaşamaktadırlar. sahip olmayan müzekker bir coğrafyanın parçası iken, İslâmla birlikte bundan
Aryan ırkından gelen ve Kürtçenin sorani lehçesini konuşan Kürt Ehl-i Hakların kurtularak konumu değişmiştir. Fakat bu durum İran Alevîlerinin yaşadığı
dışında, Azerî Türkçesi konuşan Türk Ateşbeyi Alevîleri (Bunlar Karakoyunlu coğrafyalara farklı bir şekilde yansımıştı. İslâm öncesi zaten kadına uluhiyet
Türklerinden gelir) de bulunmaktadır.3 atfeden bu coğrafyada İslâmın gelişi durumu pek fazla değiştirmemiş ve eski
Ehl-i Hak inancında kadın mefhumu Hz. Muhammed’in kızı Hz. Fatıma ile inanışlar yeni bir yüzle devam etmiştir.
şekillenmiştir. Hz. Fatıma ise Allah’ın tecellisini Hz. Muhammed ve Hz. Ali
İslâm tarihine bakıldığında bir kadını simgeleyen ilk devlet Alevîlerin kurmuş
aracılığı ile ebedi ve ezeli nur-i cismani sıfatı ile aleme yansıtan varlıktır. Bütün
olduğu Fatımî devletidir. Sadece Ehl-i Haklarda değil bütün Alevî-Bektâşî, İsmailî,
imamlar seyyid oldukları için Hz. Fatıma’dan tecessüs etmiş sayılırlar. Buna
Kızılbaş ve Nusayrîlerin tamamında kadına bakış her şeyden önce ilahi bir veche
göre Hz. Peygamber’e gelen silsile-nesep, Hz. Fatıma yolu ile ulaşmıştır. On İki
sahipir. Bu da Hz. Fatıma’da toplanmıştır. Yine Alevîlerin sözlü kültürlerine
İmam’dan on biri seyyiddir, sadece Hz. Ali seyyid değildir. Hazreti Fatıma’dan
bakıldığında onun ve iki oğlu Hz. Hüseyin ve Hz. Hasan hakkında gelen rivayetler
gelen bu siyadet (seyyid olma) üstünlüğü, Alevî inancına göre ebedi ve ezeli
de mukaddes sayılır. Teorik inançlarda böylesine yüceltilen kadın, günlük hayatta da
bir nur kaynağından sudûr eder. Ve bu nur, sadece bu yolla maddi dünyaya
saygıya mazhar olmuş, toplumsal kararlara katılmış, aralarından mukaddes olarak
1 Bu makale, Dr. Muhammed Ali Sultani ile yapılan uzun bir konuşma sonucu, bazı makale nitelenen kelam sahipleri varolagelmiş, dinî törenlere bizzat iştirak etmiştir.
ve kitaplara başvurularak hazırlanmıştır.
2 Tahran Üniversitesi Tarih Bölümü, Doktora öğrencisi.
3 “Tahgig Der mezhebi ve Tarige-i Aliullahi, Muhammed Hasan Han İtimadussaltana”, Haz. 4 Berresihay-i Tarih-i şomareyi 2 sal 12 yıl 2036 Sultan ishak ve Ayin-i Yarsan, Sıdki safizade
Hatice İtisami, Faslname-i Baharistan Dergisi, sayı 9, s. 543 borekei, s. 131 -146.
316 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Esra DOĞAN \ 317
Her ne kadar kadına karşı olan bu mukaddes hisler değişmemişse de tarih içinde Bektâşîlikte Fatıma Bacıya verilen değer ve onun bu gücü, İran coğrafyasında
bu topluluklara yapılan baskılarda en çok zarar gören kesim, yine kadınlar olmuştur. bazı meşhur Ehl-i Hak kadınlarında da görülür. Bunların en önemlilerinden biri
Alevî kadınları bu baskılar sonucu daha zayıf ve “sırrı saklayamayanlar” olarak Ateşbeglerin mukaddes saydıkları Perihan Hanım’dır ama ne yazık ki Perihan
nitelendirildiklerinden, özellikle Beni Umeyye ve Abbasîler zamanında kendilerini Hanım hakkında İran Alevîlerinin yazılı kaynakları oldukça sınırlıdır. Bu konuda
korumak ve sırlarını muhafaza etmek üzere cemlerden uzaklaştırılmışlardır. Bu kitabi ve şifahi pek az bilgi bulunmaktadır.
her coğrafyada aynı derecede olmamış, hilafet merkezine yakın yerlerde daha Bu mukaddes kadınlara “Ağazade” denilir. Mertebeleri diğer kadınlara göre
yoğun ve uzak bölgelerde daha az farklılık göstermiştir.5 daha yüksek olan bu Ağazadeler, zahirde müennes olsalar da, batında erkek
kardeşlerinden farklı değillerdir. Bunlar arasında Ehl-i Hak mezhebinin kurucusu
Bu bağlamda Ehl-i Hak Alevîlerine bakıldığında iki önemli dönemin ortaya
Sultan Sahhak’ın eşi Hatun Beşir’in annesi Hatun Dayirek’in yeri büyüktür.
çıktığını görürüz. Safevî öncesi ve sonrası dönem. Safevî öncesi Hamuşluk döneminde Heftvan(yedi ten) bu Ağazade Hatun Beşir vasıtasıyla herhangi bir cismani
kadınlar görevlerini daha gizli ama yoğun bir şekilde gerçekleştirmişlerdir. yakınlık olmadan8 vücuda gelmiştir. Bir diğer mukaddes şahsiyetse Dada Sarı’dır
Kızılbaşların hakim olduğu Safevî sonrasında ise sosyal hayatta bilfiil mevcut ki kendisi Baba Yadigar’ın annesidir.
olmuşlar, kendilerine karşı yapılan hücum hareketlerinde karşı koyan ve dinî
inançlarını yaymak ve korumakta bizzat rol oynayan konuma gelmişlerdir. Hem
tebliğici hem yardımcı hem mihman eden, hem yol belirleyen ve yol gösteren
rehber olmuşlardır.6
Safevîler zamanında artık sır dönemi kalkmış, bu gizliden yapılan eylemler
açıktan açığa yapılır olmuştu. Özellikle Kızılbaşlar döneminde tebliğ merhalesi
kadınlarca yürütülmüştür. Şah İsmail’in Kazvin’den ve İsfahan’dan Anadolu
içlerine kadar giden tebliğci atlılarını, bu coğrafyada kadınlar karşılayıp korumuş,
onlarla uhuvvet (kardeşlik) bağı kurmuşlardır. Ehl-i Hak inancında kadın ve
erkek başlangıçtan beri kardeştir ve bu düşünce ile birbirleri arasında yemin-söz
vermişlerdir. Bunun için birbirleri ile musafaha eder ve el öperler.7
Aynı şekilde Anadolu’dan İran’a göçen, Alevîleri karşılayan, mihman eden
de yine kadınlardır. Bu aynı hareketin mensupları birbirlerini iki ayrı devletin
sınırları dahilinde saklayıp korumuşlardır. Kadınların bir takım işlerde daha
rahat hareket edebilmeleri, örneğin sabah tarlaya gitmek zorunda olmamaları,
Resim1- Bu resimde Ehl-i Hak bağlılarının son Ağazadelerden biri olan ve sağdan
dışarıda erkekler kadar görünmek mecburiyetinde olmamaları gibi, tebliğcileri
ilk başta oturan Ağazade Huma Hanım Haydari Guraniyi, görmekteyiz. Kendisi
evlerinde saklama ve yedirip içirme görevini kolaylaştırmıştır. Bunun Anadolu
Ehl-i Haklar içinde önemli bir yere sahip olan Haydari silsilesinin mukaddes ve
Alevîlerindeki en güzel örneği Hacı Bektaş Velî’yi karşılayan, Bektâşîliğe nezaret
muteber hanımlarından Ağa Seyyid Rüstem’in kızıdır.9
eden Bâcıyan-i Rum’un Fatma Bacısı, Evhadeddin Kirmani’nin kızıdır.
8 Bektâşîlikteki Kadıncık Ana’nın Hacı Bektaş’ın abdest aldığı suyu içmesi ve bundan
5 Türkiye Alevîleri batıya daha yakın oldukları için, Osmanlı devleti çöküşü ile modern dönemlerde hamile kalması ve Habib ve Hızır Lale adında iki erkek çocuk dünyaya getirmesinde
sırlarını açabilmişlerdir. Ama İran ve Irak Ehli Hakları henüz açamamışlardır. olduğu gibi. Gırmız’ın annesi Hatun Remezbar o, yedi meleğin tecellisi olarak, Hazreti
6 Gıyam-i Nehzethayi Alevîyan-i Zagros, c 1 s 121 Tahran M. Ali Sultani, Süha yayınları Meryem’in bakireliğinde olduğu gibi tenasül yolu ile değil de rivayete göre ağzından çocuk
7 Yol kardeşliği anlamına gelen musahiplikle benzerlik gösteren bu hareket, bugün de Ehl-i Hak doğurmuştur.
Ateşbegi Türklerinde daha çok olmak üzere, tanış olan kadın ve erkekler karşılaştıklarında 9 Tarih-I Handanhay-i Hakikat, Meşairi Mutaahhiri Ehl-i Hak Der Kirmanşah, Muhammed
“Ali’nin eli” diyerek musafaha ederler. Ali Sultani, 1384 Tahran, Suha yayınları s. 59 ve s. 62.
318 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Esra DOĞAN \ 319
Sultan Sahhak dondan dona olan cismani varlığını annesi Hatun Remzbar’a12
borçludur. Bunun dışında Sultan Sahhak zamanında yaşamış olan diğer zevat-ı
mukaddes13 nazarkerdelerdir.14 Seyyid Hamuş’un annesi, Yarani Kudsi’nin eşi
ve daha sonraki dönemlerde Hiyal-u Visal’in annesi, Şah İbrahim’in annesi,
Muhammed Gavresar’ın annesi ve karısı bunların tamamı özel duaları olan
mukaddes nazarkerde kadınlardır.
Aşağıda verilen listede bu kadınların kim olduğu daha da açıklığa
kavuşacaktır.15
Havendgar Cebrail Mikail İsrafil Azrail ?
Mürteza Ali Selman Farisi Garber Hz Muhammed Nuseyr Fatıma
Şah Haşim Baba Bozorg Kaka Rıza Kor Fegi Baba Tahir Mama Celale
Sultan Sahhak16 Bünyamin Davud Pir Musa Mustafa Davdan Hatun Dayrak
Gırmız(Şahuveysgulu) Kamrica Yarican Yar Ali Şahsuvar Ağa Hatun Rezbar
Resim 2- Ehl-i Haklardaki Haydarilerin mukaddes ve önemli simalarından ve
Muhammed Beg Cemşid Beg Elmas Beg Abdul Beg(y) ? Perihan Sert
Ağa Seyyid Rüstem’in kızı, Ağazade Huma Hanım Haydari Gorani10
Han Ateş Han Cemşid Han Elmas Han Abdal ? Dusti Hanım
Mama Celale Şah Haşim’in annesidir. Hatun Dayrek Sultan Sahhak’ın annesi,
bir diğer adı Hatun Remezbar Gırmız’ın annesidir. Hüseyin Beg Celd’in kızıdır.
Perihan Sert, Muhammed Beğ’in annesi, Dusti Hanım ise Han Ateş’in annesidir.17
Bu hanımlara ait olan mukaddes virdler vardır ve bu virdler bağlıları tarafından
cemlerde her daim okunagelmiş, günümüze kadar sır içinde ulaşmıştır. Ehli
Hak Alevîlerinin cem ayinleri sır içindedir. Asla ifşa olmaz, bu cemlerde okunan
birçok dua yazılmaz ve bunlar esrardan sayılır.
ﺑﺸﻮی ﺍﻭﺭﺍﻕ ﺍﮔﺮ ﻫﻢ ﺩﺭ ﻣﯽ ﻣﺎﻧﺪ
18
ﮐﻪ ﻋﻠﻢ ﻋﺸﻖ ﺩﺭ ﺩﻓﺘﺮ ﻧﺒﺎﺷﺪ
12 1997’de Bonn’da kurulan, üyeleri Gilan bölgesi Heştgird şehrinden, ismini Sultan İshak’ın
annesi Remzbar(Razbar)’dan alan Razbar müzik grubu, Ehl-i Hakların müziğini icra eden
bir guruptur.
13 Mukaddes zatlar
14 Nazarkerdeler, Sultan Sahhak’ın kendilerine baktığı ve seçtiği kimselerdir.
Resim 3 -Ortada oturan hanım, Seyyid Şemseddin’in eşi Şahzenan Ağazade 15 Tahlil-i Heft Peyker Nizam, Dr. Muhammed Muin, s. 72, 1384, Tahran.
Hanım’dır.11 16 Ehl-i Hak mezhebinin kurucusudur. Rivayete göre miladi 1270’te Berzenc’de dünyaya
gelmiştir. 1300’lü yılların sonunda Horaman’da ölmüştür. Mezarı (o)Horaman’dadır.
17 Tahlil-i Heft Peyker Nizam, Dr. Muhammed Muin, s. 72, 1384, Tahran.
10 A. g. e, s. 59, 18 Kalmış olan sayfaları yıka gitsin...
11 A. g. e, s. 61 Çünkü aşk ilmi defterlerde kalmamalı.
320 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Esra DOĞAN \ 321
Bu kelamlar yine de kendilerine istinad edildiği, atıf yapıldığı için tarih boyunca 5- FatımeLore, beşinci asırda yaşamış, Baba Tahir Hemdani’nin hemdem ve hemrah
hadis rivayetleri gibi rivayet edilmiş, kaybolmamış, atasözü olmuştur. Değişlerde eşi olmuştur. Ehli Hakkın mukaddes saydığı hanımlar arasındadır. Duası :
tekrarlana gelmiştir. Sohbetlere konu olmuştur. Bu sebeple bu zamana kadar ﯾﺎﺭ ﺩﺍﺭﯾﻢ ﺭﺍﺯ، ﯾﺎﺭ ﺩﺍﺭﯾﻢ ﺭﺍﺯ
gelen bazılarını burada zikredeceğiz. Bunlar yerel dilde söylenen dualar olduğu ﯾﺎﺭﯾﻢ ﺩﺍﺭ ﺭﺍﺯ ﺷﺎﻩ ﻓﺮﻣﺎﻧﯽ ﻭ
için tercüme etmeden sunuyoruz :
ﺯﺍﺭﯾﻢ ﻭ ﺁﻣﺎ ﭘﯿﺶ ﺑﺰﻩ ﺷﺎﻫﻢ
1- Hatun Dayrak Sultanın annesi olmasının yanısıra, Ehli hak kadınları arasında
ﮐﺎﺭﯾﻢ ﮐﯽ ﺩﺭﺩ ﺩﺭﻣﺎﻥ ﻭ ﮐﻮ ﺭﺍﺯ
sayısız mürşid ve yaranı vardır. Zamanında kendi İmaretinde emri ile nezirler veren
ve bu işlerin tamamını yürüten kişi idi. Hatun Dayrak’in hicri dördüncü asra ait 6-Lezacaf Beşinci asırda yaşamış Ehl-i Hakk’ın mukaddes saydığı hanımlar
dua -sözleri:19 arasındadır. Duası:
ﺍﻭ ﺳﺎﯾﻪ ﺷﻤﯽ – ﺍﻭ ﺳﺎﯾﻪ ﺷﻤﯽ ﺻﺮﺍﻑ ﺣﯿﺪﺭ،ﺻﺮﺍﻑ ﺣﯿﺪﺭ
ﺑﺎﺭﮔﺎی ﺷﺎﻡ ﻭﺳﺘﻦ ﺍﻭ ﺳﺎﯾﻪ ﺷﻤﯽ ﻋﯿﻨﻪ ﻧﻪ ﭼﻨﺪی، ﺗﺎﻑ ﮔﻨﺞ ﻧﻪ ﺑﯿﻢ
ﭼﻨﯽ ﺳﻪ ﺗﻨﻢ ﺑﯿﺎﻡ ﺩﺭﺳﻤﯽ ﺟﺎﻑ ﮐﭽﻪ ﭘﻨﻢ ﺗﯿﺴﺎﻣﻮﺍﭼﺎﻥ
ﺳﯿﻤﺮﻍ ﺑﯿﺎﻧﯽ ﺟﻪ ﺭﺍی ﺭﺳﺘﻢ ﻣﺼﺎﻑ ﺗﺎﺵ ﻧﻪ ﻣﺎﺭی ﻗﺒﺎﻟﻪ
2- Daye Tebriz (H)orami, hicri dördüncü asırda yaşamıştır. Duası:20 7-Hatun Mizerd, beşinci asırda yaşamıştır. Duası :
ﭘﯿﺎﻟﻢ ﺭﺍﺯﻥ، ﭘﯿﺎﻟﻢ ﺭﺍﺯﻥ ﺟﺒﺎﺭ ﺧﻮﺷﯿﻦ،ﺟﺒﺎﺭ ﺧﻮﺷﯿﻦ
29 Bu konuşma Ehl-i Hakların İslâm İnkılâbı öncesinde düşüncelerini apaçık bir şekilde
ifade ettiklerini göstermesi açısından oldukça önemlidir. İnancın esaslarını anlatmış ve
bu dergide de basılmıştır. Zerduşt’ün Baba Yadigar’da hulul ettiğini onda cisminin peyda
olduğunu, Sultan Sahhak’ın Hazreti Ali’nin kendisi olduğunu ve 700 yıl önce geldiğini
ve Ehl-i Hakların dinî inanç esaslarını düzenlediğini anlatır. Bu gün Ehl-i Hak pir ve Resim 12- Muhammed Derviş ve Seyyid Feramerz Derviş
mürşidlerinin en önemli ibadet sayılan kırk günlük riyazetlerinin olduğunu ama asıl olanın
insanın ömür boyu bu riyazetini devam ettirmesi gerektiğini söyler. s. 22. 30 A. g. e, s. 24
332 / II. Uluslararası Tarihten Bugüne Alevîlik Sempozyumu Esra DOĞAN \ 333
Bir diğeri 20 yıldır buradan ayrılmayan Seyyid Feramerz derviştir. Derviş “Başlangıçta 300 kişi gelmişler burada çile çekmek üzere söz vermişlerdi.
Berat bunların üçüncüsüdür. Yalnızca şekerli su içerek ve dağ meyveleri yiyerek Ama bu zor ibadete dayanamayanlardan her ay bir ikisi eksilmiş sonunda bu altı
yaşamlarını sürdürmekte idiler. Burada 3 kadın derviş bulunmakta idi. Derviş kişi kalmıştı. Halife Yar Murad ve 6 kişi kış ayları boyunca da burada kalır ve
Hurşit, Derviş İsmet ve Derviş Gadem Tenha. çile çekerlerdi. Hz. Ali zikri ile meşgul olurlar, onu yanlarında hisseder kelam
ve şiir okur kendilerini Allah’a daha yakın hissederlerdi. Hazreti Ali yanlarına
gelir ve onlara kuvvet verirdi. Yüreklerini ısıtırdı. İstekleri sadece Hazreti Ali’nin
sevgisine mazhar olmaktı.”
2005 yılında buraya yaptığım ziyaret sırasında bu dergahın daha aşağı köyde
yaşayan ve gelenlere kapısını açan bekçisinden başka bir sakini bulunmuyordu.
Kaynakça
1- Dr. Muhammed Ali Sultani ile yapılan sohbet, Aralık 2009.
2- Tarih-i Handanhay-i Hakikat, Meşairi Mutaahhiri Ehli Hak Der Kirmanşah,
Muhammed Ali Sultani, 1384 Tahran, Suha yayınları, s. 138.
3- Kelam-i Serencam, Elyazması, M. Ali Sultani’nin şahsi kütüphanesi.
4- Sebuktegin Salur tarafından yapılan bu reportaj Cevanan dergisi, yıl 5. sayı
10’da bulunmaktadır.
5- Tahlil-i Heft Peyker Nizam, Dr. Muhammed Muin, s. 72, 1384, Tahran.
6- Gıyam-i Nehzethayi Alevîyan-i Zagros, c 1, s. 121 Tahran, M. Ali Sultani,
Süha yayınları.
7- Berresihay-i Tarih-i şomareyi, 2 sal 12 yil 2036 Sultan ishak ve Ayin-i
Yarsan, Sıdki safizade borekei, s. 131 -146.
8- Tahgig Der mezhebi ve Tarige-i Aliullahi, Muhammed Hasan Han
İtimadussaltana, Haz. Hatice İtisami, Faslname-i Baharistan dergisi, sayı 9,
s. 543.