You are on page 1of 226

YAZAR HAKKINDA

Ejderhanı Nasıl Eğitirsin, Korkunç


Gıcık Üçüncü Hıçkıdık’ın anılarının ilk
cildidir. Yazar daha çok, bilinen tüm
ejderhaları listelediği Viking Ejderhaları
ve Yumurtaları adlı kapsamlı doğa
tarihi çalışmasıyla tanınır ve aylık
Büyük Ejderha dergisinin de devamlı
yazarlarındandır.

ÇEVİRMEN HAKKIM I
Cressida Cowell, eşi, kızları ve iki
kedisiyle birlikte Londra’da yaşıyor.
Hıçkıdık’ın anılarını çevirmenin yanı
sıra D eniz Tutan Viking Hıçkıdık,
Claydon Yapışkan B ir Çocuktu, Küçük
Bo Peep ’in Kütüphane Kitabı ve Yapma
Dedim Sana Kedi Kilroy! adlı kitapları ve
da yazıp resimledi. kedlkfi

KORKUNÇ GICIK III. HIÇKIDIK'm k itap ları


1 EJDERHANI NASIL EĞİTİRSİN
2 NASIL KORSAN OLURSUN
3 EJDERHACA NASIL KONUŞURSUN
4 EJDERHA LANETİ NASIL BOZULUR
5 EJDERHA TEHLİKESİ NASIL SAVUŞTURULUR

w w . f a c e t o o b .c o /v ı/h tc k t’dık.«!!7.»
İ E L ^

K o rk u n ç G ıcık O l. H ıçk ıd ık Dizisi 1


EJDERHANI NASIL EĞİTİRSİN
Yazan ve resimleyen: Cressida Cowell

Türkçe yayın editörü: Müren Beykan


İngilizce aslından Türkçeleştiren: Mine Kazmaoğlu
Son okuma: Hande Demirtaş

H iccup Series
Özgün adı: H ow to Train Your Dragon
© Cressida Cowell, 2003

Türkçe yayın hakları: Günışığı Kitaplığı, 2006


Yayın haklan, Akçalı Telif Haklan Ajansı aracılığıyla Hodder
Headline Ltd’den satın alınmıştır. Tüm yayın haklan saklıdır.
Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında, yayıncının yazılı
izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

1. baskı: Mayıs 2007


9- baskı: Ekim 2016 Lü+ferN d ik ta "K ..
Her baskı 2000’er adet yapılmıştır. f(£
ı j e ORl F
JAIAM N/ 6^ II lû
lo«V Tar.hsel
lV ^ A C th s c l

ISBN 978-975-6227-52-7 loertzeflik


loü+ür\üyle ras+tar\tısaldı^
gunisiglkitapUgi.com

Sayfa tasarımı: Cressida Cowell ve David Mackintosh


Kapak deseni: Jimmy Pickering
Daskı öncesi hazırlık: Neslihan Özceylan
Baskı: Yazın Basın Yayın Matbaacılık Tur. Tic. Ltd. Şti.
(Çevre Saruyi S im i 8. Blok No 38-40-42-44 IkiıcIM Uaşakfchir 34306
İstanbul (0212) S65 02 35 Sertifika: 12028]

Günışığı Kitaplığı
bir Mia Organizasyon Restorasyon Yayıncılık Ltd. Şti. kuruluşudur.
Sertifika: 12439
Profilo Plaza, Cemal Sahir Sok. 26/2S B3 Mccidiyeköy 34307 İstanbul
Telefon: (0212) 212 99 73
Faks: (0212) 217 91 74
E-posta: info@gunisigikitapligi.com
Bjderjiätu
nasıl eğilirsin

yazan
K o r k u n ç G ıc ık
U l. H ıç k ıd ık
eski dilden çeviren
CRSSS1PJ COVBU

0Ü «,O P lal, „JKJ H i[)Jo im


-K ıllı Holiganlar Kabilesi'ne yeni katılacaklar-
~ İÇİNDEKİLER ~ ^

Yazarın önsözü................................................ 9
1. Önce çjderhanı yakala................................. ıo
2 . Ejderha Yavruları Yatakhanesinde............... 22
3. Ya kahraman ya sürgün.............................. 39
4. Ejderhanı nasıl eğitirsin.............................. s 4
5. Buruşuk Moruk'la sohhet............................ 69
6. 0 sırada okyanusun derinliklerinde.............. ıs
7. Dişsiz uyanıyor......................................... 77
8. Ejderha eğitmenin zor yolu.......................... 0 9
9. Korku, gösteriç, intikam ve salakça fıkralar.. 97
10. Thor Perşembesi Kutlamaları..................... ı ı o
İL Thor öfkeli.............................................. 13S
1 2 . Yeşil Ölüm............................................... 153
13. Bağırmak işe yaramayınca........................ 164
14. Şeytanca kurnaz bir plan.......................... 174
15. Kafatası Burnunda savaş.......................... 105
16. Şeytanca kurnaz plan ters tepiyor.............. 190
17. Ejderhanın ağzında.................................. 194
18. Dişsizin sıra dışı cesareti........................... 190
19. Becerikli Hıçkıdık.................................... 200
Yazarın sonsözü.......................................... 219
YAZARIN ÖNSÖZÜ

Ben küçük bir oğlanken ejderhalar vardı.


Tüyler ürpertici devasa kuşlar gibi kayaların
tepesinde yuva kuran, kocaman, korkunç, uçan
ejderhalar. İyi örgütlenmiş sürüler halinde seri
hareket ederek, fare ve sıçanları avlayan, küçük,
boz renkli kara ejderhaları. Büyük Mavi Balina’nın
yirmi katı kadar iri, akıl almaz büyüklükte, sırf
zevk için önüne geleni öldüren Denizejderleri.
Bana inanmaktan başka çareniz yok, çünkü
ejderhalar öylesine hızla yok oluyorlar ki, yakında
nesilleri tükenebilir.
Ne olup bittiğini bilen yok. Yeryüzünde
gelecek kuşaklara kendilerini anımsatacak hiçbir
iz -n e bir kemik ne bir diş- bırakmadan, bir
zamanlar geldikleri denizlere sürüne sürüne geri
dönüyorlar.
Ben de, bu ilginç yaratıkların unutulmaması
için size çocukluğuma ait bu gerçek öyküyü
anlatmaya karar verdim.
Şöyle tek kaşını kaldırıp ejderha eğitecek
türden bir oğlan değildim ne yazık ki. Doğuştan
gelen bir Kahramanlık yeteneğim yoktu. Bunun
için ciddi çaba sarf etmem gerekti. Bu, bir Zor
Yoldan Kahraman Olma öyküsüdür.

9
'O

Yıllar önce bir gün, vahşi ve rüzgârlı Avanak^


Adası’ncla, uzunca bir adı olan, ufak tefek bir
Viking bileklerine kadar kara gömülmüş
duruyordu.
Kıllı Holiganlar Kabilesi’nin umudu ve veliahtı
Korkunç Gıcık Üçüncü Hıçkıdık o sabah gözünü
açalı beri huzursuzluk içindeydi.
Hıçkıdık’ın da aralarında olduğu on oğlan,
Ejderha Hazırlık Programı’nı başarıyla tamamlayıp
kabileye tam üye olma hakkını elde etme umudu
içindeydiler. Issız adanın en ıssız ucundaki ıpıssız,
küçük bir koyda dikilmiş bekliyorlardı. Lapa lapa
kar yağmaktaydı.
Temel Bilgiler eğitiminden soaımlu Geğiren
Kabadayı adıyla ünlü asker, “DİKKAT!” diye bağırdı.
“Bu sizin ilk askeri tatbikatınız ve takıma Hıçkıdık
kumanda edecek.”
Başta Îtkokan Otkafa olmak üzere oğlanların
çoğu, “Of, Hıçkıdık olmasın,” diye inledi.
“Komutayı Hıçk-ıdık’a vermeyin, efendim,
o BECERİKSİZİN TEKİDİR. ” .A

j 10
i

t
Kıllı Holiganlar Kabilesi’nin
umudu ve veliahtı Korkunç Gıcık
Üçüncü Hıçkıdık utanç içinde
tuniğinin koluyla burnunu sildi.
Kara biraz daha gömüldü.
“KİM OLSA Hıçkıdık’tan iyidir,”
diye alay etti Sümüklüküstah.
“Balıkayak bile ondan iyidir.”
Balıkayak şaşıydı ve denizanası
kadar kör olması yetmiyormuş gibi, sürüngenlere
karşı da alerjisi vardı.
“SUSUN!” diye kükredi Geğiren Kabadayı.
“Bir daha ağzını açacak olan, bundan sonraki
ÜÇ HAFTA öğle yemeğinde sümüklüböcek yer!”
Anında suspus oluverdi herkes. Sümüklübö­
ceklerin tadı biraz solucana, biraz sümüğe benzer,
ama ikisinden de lezzetsizdir.
Bas bas bağırmadan konuşamayan Kabadayı,
“Hıçkıdık kumanda edecek ve bu bir emirdir!”
diye haykırdı. İki metre boyundaki bu devin hain
pırıltılar saçan tek bir sağlam gözü ve patlatılmış
havai fişek gibi sakalları vardı. Buz gibi soğuğa
karşın, üstünde kıldan bir şortla ıstakoz
kırmızısı tenini ve şişkin kaslarını gösteren,
geyik derisinden ufacık bir yelek dışında
başka şey yoktu. Kocaman ellerinin

12
birinde meşale tutuyordu.
“Hıçkıdık’ın beceriksizliği gün gibi açık olsa
da, REİS’in oğlu olduğu için size o kumanda
edecek, çünkü biz Vikingler’de âdet böyledir. Siz
kendinizi nerde sandınız, ROMA CUMHURİYETİ mi
burası? Her neyse, bugün sizi bekleyen sorunlar
yanında bu hiç kalır. Kahraman bir Viking
olduğunuzu kanıtlamak üzere buradasınız
Ve Kıllı Holiganlar Kabilesi’nin en eski
geleneklerinden birine g ö re -” Kabadayı
“ÖNCE
etkileyici bir ara verdi.
EJDERHANIZI YAKALAYACAKSINIZ!”
Hiii, hapı yuttuk, diye için için
sızlandı Hıçkıdık.
haP‘
“Bizi farklı kılan ejderhalarımızdır!”
diye böğürdü Kabadayı. “Sıradan insanlar k!
avlanmak için şahinleri, binek hayvanı olarak
atları eğitirler. Bir tek KAHRAMAN VİKÎNGLER
yeryüzünün en vahşi, en yırtıcı yaratıklarını
ehlileştirmeye cüret eder.”
Kabadayı büyük bir ciddiyetle karlara tükürdü
“Temel Ejderha Bilgisi Smavı’nın üç aşaması vardır
İlk ve en tehlikeli kısmı cesaretinizi ve hırsızlık,
yeteneğinizi ölçer. Kıllı Holiganlar Kabilesi’ne
kabul edilmek istiyorsanız, önce ejderhanızı
yakalamanız gerekir. İşte bu NEDENLE,” diye

13
devam etti Kabadayı avaz avaz, “sizleri bu
muhteşem yere getirdim. Şu Yabani Ejderha
Kayalığı’na bir göz atın bakalım."
Oğlanların onu birden kafalarını arkaya
yatırıp yukarıya baktılar.
Tepedeki karanlık ve ürkütücü uçurum
baş döndürücü bir yükseklikteydi. Yazın, dişlerinin
birbirine kapanma ve ısırma sesleri Avanak
Adası’nın her yanından duyulan çeşitli büyüklük
ve biçimlerde ejderha kaynayan kayalığı seçmek
neredeyse olanaksızlaşırdı.
Ama kışın, ejderhalar uykuya yattıkları için,
derinden gelen ilik dondurucu horlama sesleri
dışında uçurum sessizleşirdi. Ses titreşimini
sandaletlerinde hissedebiliyordu Hıçkıdık.
“Şimdi,” dedi Kabadayı, “kayalığın ortalarında,
sanki bir kafatasını andırır biçimde yan yana
gelmiş şu dört mağarayı görüyor musunuz?”
Oğlanlar başlarıyla onayladılar.
“İşte, kafatasının sağ gözüne denk gelen
mağara Ejderha Yavruları Yatakhanesidir.
ANDA orada, kış uykularının son
haftalarında olan üç bin yavru
ejderha var.”
|L “YAAAAAAA!” diye mırıldandı
(F oğlanlar heyecanla.

14
Hıçkıdık güçlükle yutkundu. Ejderhalar
üzerine oradakilerin hepsinden daha çok bilgi
sahibiydi ne de olsa. Küçüklüğünden beri bu
yaratıklara hayrandı. Saatlerce gizli gizli ejderha
gözlemciliği yapardı (Gizli, çünkü ejderha
dikizcilerinin aklından zoru olduğu düşünülürdü).
Ve Hıçkıdık’ın ejderhalar üzerine edindiği bilgiler,
üç bin ejderhanın bulunduğu bir mağaraya
girmenin resmen delilik olduğunu söylüyordu.
Ancak ötekiler hiç kaygılanmış görünmüyordu.
“Birkaç dakika sonra şu sepetlerden birer
tane alıp kayalığa tırmanacaksınız,” diye buyurdu
Geğiren Kabadayı. “Mağaranın ağzına vardığınızda
artık kendi başınızın çaresine bakacaksınız. Benim
cüssem Ejderha Yavruları Yatakhanesine giden
tünellerden sürünmeye uygun değil. Mağaraya
SESSİZCE gireceksiniz -S e n de Siğillidomuz; kış
uykusundan uyanan üç bin aç ejderhanın ilk
sabah kahvaltısı olmak istemiyorsan tabii. HAH
HAH HAH HA!”
Kabadayı küçük şakasına kahkahalarla gülüp
devam etti: "Bu boyuttaki ejderhalar normalde
insanlara pek zarar vermezler, ama bu kadar çok
sayıda olunca, hepsi de piranalar gibi üstünüze
saldıracaklardır. Senin gibi şişkodan bile geriye
hiçbir şey kalmaz, Siğillidomuz -b ir kemik

15
yığınıyla miğferinden başka. HAH HAH HAH HA!
Yani... mağarada SESSİZCE ilerleyecek ve her
birinizBİRER uyuyan ejderha çalacaksınız.
Ejderhayı yattığı yerden DİKKATLE alıp sepetinize
koyun. Pekâlâ, sorusu olan?”
Sorusu olan yoktu.
“Olur a hani, ejderhalarıUYANDIRACAK
olursanız - k i bunu yapmak için GERİ ZEKÂLI BİR
APTAL olmanız gerekir- şimşek hızıyla mağaranın
ağzına koşun. Ejderhalar soğuk havadan
hazzetmez; kar onları durduracaktır, herhalde.”
Herhalde, ha? Ah işte, bu pek güven verici
doğrusu, diye düşündü Hıçkıdık.

16
“Ejderhanızı seçerken acele etmemenizi
öneririm. Uygun boyda birini seçmeniz önemli.
Bu, size balık avlayacak, geyik haklayacak bir
ejderha olacak. İleride, çok daha büyüyüp, Kabile
Savaşçısı olduğunuzda sizinle savaşa gidecek
ejderhayı yakalayacaksınız. Hepiniz etkileyici bir
hayvanınız olmasını isteyeceğinize göre, sepetinize
sığacak en büyük yaratığı seçmeniz yararınıza
olur. Orada ÇOK fazla oyalanmayın-”
Hıçkıdık, “Ne oyalanması???” dedi içinden.
Üç bin EJDERHANIN horuldadığı bir m ağarada
oyalanılır mıydı!
Kabadayı sırıtarak, “Söylemem gereksiz
herhalde,” diye devam etti, “eğer buraya
ejd erh asız dönecek olursanız, hiç dönmeyin
daha iyi. Bu işte BAŞARISIZ olan, hemen sürgüne
gönderilecektir. Kıllı Holiganlar Kabilesi’nin
BAŞARISIZLARA ihtiyacı yok. Yalnızca güçliiler
kalabilir Kabile’de.”
Hıçkıdık kederle ufka baktı. Kar ve denizden
başka bir şey seçemedi. Sürgün de pek iç açıcı
gözükmüyordu.
“TAMAM,” dedi Kabadayı sertçe. “Herkes
ejderhası için bir sepet alsın ve harekât başlasın.”
Oğlanlar coşkulu bir heyecan içinde bıcır
bıcır konuşarak birer sepet kapmak üzere atıldılar.

17
Sümüklüküstah, “Ben o uzun pençeli Korkunç
Kâbuslar’dan birini alacağım, onlar cidden tüyler
ürpertici,” diye hava attı.
“Aman, kes sesini, Sümüklüküstah, olmaz
öyle şey,” dedi Hızlıyumruk. “Hıçkıdık’tan başkası
onlardan alamaz; kabile reisinin oğlu olman gerek.”
Hıçkıdık’ın babası, Kıllı Holiganlar Kabilesi’nin
dehşet saçan reisi Kayıtsız Zebella’ydı.
“HIÇK-IDIK mı?!” diye dudak büktü Sümüklü­
küstah. “Kırantop oynarkenki kadar beceriksizlik
gösterirse, Basit Bozlar’dan birini alması şans
sayılır.”
Basit Boz en sıradan ejderha türüydü;
kullanışlı bir hayvandı, ama hiç gösterişli değildi.
“ÇENENİZİ KAPAYIP SIRAYA GİRİN, SİZİ
SEFİL KURBAĞA LARVALARI!” diye kükredi
Geğiren Kabadayı.
Oğlanlar sepetler sırtlarında itişerek yerlerini
alıp, hazır ola geçtiler. Kabadayı tek tek oğlanların
yanına yaklaşıp her birinin elindeki meşaleyi
kendisininkinin kocaman aleviyle yaktı.
Ardından hainlik dolu bir taşkınlık içinde,
“YARIM SAAT SONRA YA YANINIZDA SADIK
SÜRÜNGENİNİZLE BİR VİKÎNG SAVAŞÇISI
OLURSUNUZ...

10
VİKİNG E J D E R HA L AR I ve Y U M U RT AL A RI -

SIRADAN ve
BASİT BOZ
Sıradanlar ve Basit Bozlar
büyük ölçüde benzerlik
gösterdiklerinden bir arada ele
alınabilir. “Ejderha'’ dendiğinde en
yaygın cins olarak, ilk akla gelenlerdir. Kötü
avcıdırlar, ama kolay eğitilirler. Ev hayvanı olarak
en uygun tür olsalar da, aslan ve kaplanlar gibi, çok
küçük çocuklarla asla yalmz bırakılmamahdırlar.

~ İSTATİSTİK ~
RENKLER: Yeşil, sarı ve kahverenginin bütün tonları.
SİLAHLAR: Yalnızca diş ve p e n ç e le r................... 3
KORUNMA: Tırtıkh om urgalar................ 2
RADAR: Y o k ........................................0
ZEHİR: Y o k ........................0
AVCILIK YETENEĞİ: Uyuşuk a vcı.........3
HIZ: Çabucak toz olur................ 8
D EH ŞET VE DÖVÜŞ KATSAYISI: Kızınca iyi 4
... YA DA KIÇINİZDA EJDERHA DİŞLERİ, ,,
VALHALLA’DA SAV AS TANRISI WODEN'LE SABAH
KAHVALTISI EDERSİNİZ!” diye kükredi.
“YA ZAFER YA ÖLÜM!” diye haykırdı
Kabadayı.
“YA ZAFER YA ÖLÜM!” diye yineledi gözü Vı
kara sekiz oğlan. u
Hıçkıdık’la Balıkayak’sa, Ölüm diye
düşündüler kederle. ^ ü
Kabadayı, av borusu
dudaklarında, gerilimi
artıracak biçimde durakladı.
Borunun ötmesini
bekleyen Hıçkıdık, bu
herhalde BUGÜNE KADAR
yaşadığım en korkunç an,
diye geçirdi aklından. Hem,
bunlar böyle yüksek sesle
bağırmayı sürdürürlerse, \
daha İSE GİRİSEMEDEN
uyandıracağız şu ejderhaları.
“DÜÜÜÜÜÜÜÜÜÜT!” diye *
boruyu öttürdü Kabadayı.
V
v
j

20
•J
0
21
2 . EJDERHA YAVRULARI
YATAKHANESİNDE

Hıçkıdık’m hayallerinizdeki Viking


Kahramanı olmadığını tahmin
etmişsinizdir herhalde artık.
Bir kere, GÖRÜNÜŞ olarak
Kahraman’a benzemiyordu.
Oysa, Sümüklüküstah gibi
uzun boylu, kaslı bedeni
iskelet dövmeleriyle kaplı,
hatta bıyıkları bile terlemiş
olanlar vardı. Gerçi bıyıkları
üst dudağına yapışmış tek
tük, çirkin sarı tüyden
ibaretse de, henüz on üçüne
basmamış oğlana yeterince
erkeksi bir hava veriyordu.
Hıçkıdık’sa ufak tefekti,
suratının da hiçbir akılda
kalıcı özelliği yoktu. Ama
SAÇLARI Kahraman
Saçları’ydi; bu parlak
kırmızı saçlar deniz
Sö/yto
22
I + f c o f c a l\ O + k a fa ^

suyuyla ne kadar ıslatılırsa ıslatılsın yine


dimdik dikilirdi. Tabii bunu kimsenin
gördüğü yoktu, çünkü genellikle
miğferinin altında kalıyorlardı.
O on oğlanın arasından bu
öykünün Kahramanı olmak üzere
ASLA Hıçkıdık’ı seçmezdiniz.
Sümüklüküstah her konuda
başarılı ve doğuştan liderdi.
Babasıyla aynı boydaki İtkokan,
Avanak Ulusal Marşı’yla aynı
ritimde gaz çıkarmak gibi
hoşluklar yapabiliyordu.
Hıçkıdık kesinlikle sıradan
biriydi; kalabalık içinde gözden
kaybolacak türden, özelliksiz,
sıska, çilli oğlanın tekiydi.
Dolayısıyla Kabadayı, borusunu öttürdükten
sonra, rahatça oturup midyeli-domatesli sandviçini
yemek için bir taş aramak üzere gözden kaybolur
kaybolmaz, Sümüklüküstah, Hıçkıdık’ı bir kenara
itip kumandayı ele aldı.
Tehditkâr bir havayla, “Şimdi beni dinleyin,,
çocuklar,” diye fısıldadı. “Komuta BENDE, Becerik-
siz’de değil. Karşı çıkan, İtkokan Otkafa’dan
yumruğu yer.”

23
Zevkle yumruklarını birbirine vuran İtkokan,
“Uhhç!” diye homurdandı. Sümüklüküstah’ın
başkankası ve goril gibi koca cüsseli bir oğlandı.
“İtkokan, şuna bir tane indir de, ne demek
istediğim anlaşılsın...”
İtkokan isteneni memnuniyetle yerine getirdi.
Hıçkıdık’a öyle bir yumruk attı ki, oğlan uçtuğu
gibi kafaüstü karlara yapışıp, yüzüstü gömüldü.
“Dikkat!” diye tısladı Sümüklüküstah.
Oğlanlar gözlerini İtkokan’la Hıçkıdık’tan ayırıp
dikkat kesildiler. “Birbirinize iple bağlanın. En iyi
tırmanan önden gidecek...”
“Eh, buSEN olacaksın elbette, Sümüklüküstah,"
dedi Balıkayak. “SEN her şeyi herkesten iyi
yaparsın, öyle değil mi?”
Sümüklüküstah kuşkuyla Balıkayak’a baktı.
Balıkayak şaşı olduğu için, dalga geçip geçmediğini
anlamak güçtü.
“Doğru, Balıkayak,” dedi Sümüklüküstah.
“Evet, ÖYLE.” Ardından, sırf alay ediyor olması
olasılığın a karşı da, “İndir bir tane, İtkokan!” diye
buyurdu.
İtkokan, Balıkayak'ı Hıçkıdık’ın yanına
karların içine gömerken, Sümüklüküstah herkesin
birbirine bağlanması için patron edasıyla emirler
yağdırmayı sürdürdü.

24

k Marifetinin sarhoşluğuyla suratı al al olmuş
İtkokan’ın ardından kafileye en son bağlananlar
Hıçkıdık’la Balıkayak oldular.
“Oh, harika,” diye homurdandı Balıkayak.
“Sekiz tane süzme manyağa bağlanmış olarak,
insan yiyen sürüngenlerle dolu bir mağaraya
girmek üzereyim.”
Başını kaldırmış, kapkara, sarp kayalığa
doğm umutsuzca bakan Hıçkıdık, “Tabii eğer
mağaraya ulaşabilirsek..." dedi.
Sonra da, ellerinin serbest kalması için yanan
meşaleyi dişlerinin arasına alıp, diğerlerinin
ardından tırmanmaya koyuldu.
* *
Çok tehlikeli bir tırmanıştı. Kar kayaları kayganlaş-
tırdığı gibi, kendilerini bir coşku seline kaptırmış
olan öteki oğlanlar da aşırı hızla ilerliyorlardı.
Bir noktada ayağını sağlam basamayan Bihaber
- şükürler olsun ki, İtkokan’ın üstüne düştü ve
İtkokan, hepsini çekip aşağıya düşürmeden onu
pantolonunun arkasından yakalayıp, kayanın
üstüne geri koydu.
En sonunda mağaranın ağzına vardıklarında,
Hıçkıdık aşağıda kayaların dibini döven denize
şöyle bir göz atıp dehşetle yutkundu...
“İpleri çözün!” diye buyurdu Sümüklüküstah.

25
I r"

v\ , ı f(
Onları bekleyen tehlikelerin heyecanıyla gözleri
parlıyordu. “Reis’in oğlu Hıçkıdık olduğuna göre,
mağaraya ilk O girecek...” Kıs kıs güldü. “Uyumayan
bir ejderha VARSA, bunu ilk o öğrenecek! Mağaraya
girdik mi, hepimiz kendi başımızayız. Yalnızca
güçlü olanlar kalabilir Kabile’de...”
Hıçkıdık, bildiğiniz o düşüncesiz cani
Holiganlar’dan biri olmasa da, ödleğin teki de
değildi. Korkmakla korkak olmak aynı şey değildir.
Hıçkıdık da, en az oradakilerin herhangi biri kadar
cesurdu-, çünkü ejderhaların ne menem şeyler
olduklarını bile bile, birini yakalamak üzere harekete
geçmişti. Ve tehlikeli bir tırmanışla mağaranın
ağzına gelip, uzun, dolambaçlı bir tünelle
karşılaştığında; ucunda ejderhaların beklediği
uzun, dolambaçlı tünellere girmeye hiç hevesli
olmamasına karşın y in e d e içeriye adımını attı.
Tavanından sular damlayan tünel nemli ve
yapış yapıştı. Yer yer oğlanların dik yürüyebile­
cekleri kadar ferahlarken, yer yer de, ancak
meşalelerini ağızlarına alıp, karınları üstünde
sürünerek geçebilecekleri kadar daracık,
klostrofobik deliklere dönüşüyordu.
On uzun dakika boyunca kayalığın
derinliklerine doğru sürünüp yürümüşlerdi ki,
ejderhaların mide bulandırıcı -uskumru kafası

26
leşleriyle deniz yosunu karışımı- tuzlu kokusu
arttı arttı ve sonunda dayanılmaz hale geldiğinde,
tünel devasa bir mağara boşluğuna açıldı.
İçerisi Hıçkıdık’ın asla hayal edemeyeceği
kadar çok sayıda ejderhayla doluydu.
Akla gelebilecek her renk ve boyuttaydılar.
Hıçkıdık’ın varlığını bildiği bütün türlerin yanı sıra
hiç bilmediği çeşit çeşit tür de vardı.
Hıçkıdık; çevreyi tıka basa dolduran,
hatta kocaman yarasalar gibi baş aşağı tavandan
sarkan yığınlarca hayvana bakarken soğuk
soğuk terlemeye başladı. Hepsi derin uykudaki
hayvanların çoğu aynı ritimle horlamaktaydı.
Öyle yüksek ve kalın bir ses çıkıyordu ki, sanki
Hıçkıdık’ın bedenine nüfuz ederek midesiyle
bağırsaklarını yerinden oynatacak denli yumuşak
dokularını titretip, kalbini ejderhaların düşük
ritmiyle uyum içinde atmaya zorluyordu.
Bu sayısız yaratıktan biri -yalnızca b ir teki
bile uyanırsa, ötekileri de uyarır ve oğlanlann sonu
korkunç olurdu. Hıçkıdık bir keresinde Yabani
Ejderha Kayalığı’na yaklaşan bir geyiğin birkaç
dakika içinde nasıl paramparça edildiğini
görmüştü...
DÜŞÜNMEYE­
Hıçkıdık gözlerini yumdu. “Bunu
CEĞİM,” dedi kendi kendine. “DÜŞÜNMEYECEĞİM.”

27
Öteki çocukların hiçbirinin aklında böyle
bir şey yoktu.
Cehalet böyle durumlarda çok işe yarar.
İğrenç kokuyu duymamak için elleri burunlarında,
sepetlerine sığacak en büyük ejderhayı aramak
için mağaranın içinde dolaşırlarken, heyecandan
gözleri parlıyordu onların.
Meşalelerini boşluğun girişine bırakmışlardı.
Her tarafa yayılmış, fersiz ampuller gibi kesintisiz
ama soluk bir ışıltıyla yanıp sönen, kocaman, ağır
aksak ateşböcekleri içerisini iyice aydınlatıyordu
zaten. Alevpüskürenler’in soluk alıp verdikçe
parlayıp sönen küçük ışık patlamaları da onlara
destek oluyordu.
Tahmin edilebileceği gibi, oğlanların çoğu
ejderha dünyasının en korkunç türlerine yöneldiler.
Sümüklükiistah, Hıçkıdık’a hain hain sırıtıp,
cani suratlı bir Korkunç Kâbus edineceğini
söyleyerek hava attı. Sümüklüküstah, Reis
Kayıtsız Zebella’nın kardeşi Torbagötlü Şişgöbek’in
oğluydu. İleride bir gün Hıçkıdık’ı bertaraf edip,
Kıllı Holiganlar Kabilesi’nin başına geçmeyi
planlıyordu. Sümüklüküstah’ın olmak istediği
türden, dehşet saçan, acımasız bir Reis’in buna
uygun ürkütücülükte bir ejderhaya gereksinimi
vardı elbette.

20
Siğillidomuz’la İtkokan bir Gargadon için
yüksek sesle fısıldaşarak kavgaya tutuştular. Güçlü
silahlarla donatılmış canavarlar olan Gargadonlar’ın
sebze bıçağı gibi dışarı fırlayan o kadar çok sayıda
dişi vardı ki, ağızlarını kapatamazlardı. İtkokan
kavgayı kazandı ve tam hayvanı sepetine tıkıştır­
maya çalışırken yere düşürdü. Yaratık mağaranın
zeminine çarptığı anda silah akşamı müthiş bir
tangırtı çıkardı.
Gargadon, kötücül timsah gözlerini açtı.
Herkes soluğunu tuttu.
Gargadon dümdüz ileriye bakıyor; ifadesiz
bakışından uyanık mı yoksa derin uykuda mı
olduğu anlaşılmıyordu. Hıçkıdık korkuyla tetikte
beklerken, hayvanın tül gibi ince üçüncü
gözkapağının hâlâ inik olduğunu fark etti.
Gargadon, nabız durdurucu birkaç dakika
boyunca öyle kaldı ve...
Üst gözkapaklarını yavaşça tekrar kapattı.
Nasıl olduysa, öteki ejderhaların bir teki bile
uyanmamıştı. Birkaçı uyku arasında homurdanıp
tekrar rahatını buldu. Ama çoğunluğu o kadar
derin uykudaydı ki, kıpırdamadılar bile.
Hıçkıdık azar azar soluğunu bıraktı. Belki
de, h erh an g i b ir şeyin bu yarı-ölü ejderhaların
uykusunu bölmesine olanak yoktu.

29
VİKİNG E J D E R H A L A R I ve YUMURTALARI-
* tfcv'tv» KAFATASI
GARGADON
G argadonlar,
ejderha âleminin en
k o rk u n ç örnekleridir.
Güzellikten nasiplerini
almamışlardır, ama savaş
alanında b u açığı kapatırlar. Kim i zaman yavaş,
hatta aptal oldukları bile söylenebilir ve çok
şişmanladıkları için uçamadıkları da olur.
E jd erh a aknesine eğilimlidirler.

~ İSTATİSTİK ~
RENKLER: Sümük yeşili, gulyabani beji, bok sarısı.
SİLAHLAR: Ejderha silahlarının en esaslıları. Kama
gibi dişler, ensede fazladan sivri çıkıntılar, topuzlu
kuyruk u c u ............................. 8
KORUNMA: Ateşe ve sürtünmeye dayanıklı,
' çok kabn d e r i .................. 9
RADAR: Y o k ............... 0
ZEHİR: Y o k .................0
AVCILIK YETENEĞİ: Gargadonlar’m havada
manevra yeteneği düşüktür................0
HIZ: Yukarıya b a k ın ........................... 5
D EH ŞET VE DÖVÜŞ KATSAYISI: Harekete
geçtiğinde ü rkü tü cü................ 9
Güçlükle yutkundu ve sinsi eylemlerin
koruyucu azizi Loki’ye dua mırıldanarak, en
kendinden geçmiş görünen ejderhayı yakalayıp
bir an önce bu kâbustan kurtulmak için dikkatle
ilerledi.

Ejderhaların uykuları derinleştikçe soğudukları


pek bilinmez.
Hatta nabızlarının, soluklarının ya da kalp
atışlarının ayırt edilemez hale geldiği Uyku
Koması’na girerlerse, buz gibi soğuk olurlar.
Asırlarca bu durumda kalabilirler ve canlı mı
cansız mı olduklarını ancak çok deneyimli bir
uzman anlayabilir.
Ama uyanık ya da hafif uykudaki bir ejderha,
fırından yeni çıkmış ekmek gibi sıcacıktır.
Hıçkıdık, yeterli büyüklükte gibi duran ve
eline oldukça soğuk gelen bir tane buldu ve
çabucak özenle sepetine tıktı. Çok sıradan bir
Basit Boz’du, ama o anda Hıçkıdık’ın umurunda
bile değildi bu. Hayvan daha tam yetişkin
olmadığı halde şaşırtıcı biçimde ağırdı.
BASARDIM, BASARDIM, BASARDIM! Sevinçle
bir şarkı tutturdu içinden. En azından sınıfta
ejderhasız tek oğlan o olmayacaktı. Altık
oğlanların hepsi birer ejderha almış, sessizce

31
çıkışa yönelmişlerdi -B iri dışında hepsi...
...Balıkayak parmak uçlarına bastığı halde
sessiz olmayı başaramadan, birbirine düğüm
olmuş bir Naddar yığınına yaklaşmaktaydı.
Şimdiden her yanını parlak kırmızı, kaşıntılı
kabarcıklar kaplamıştı oğlanın.
Balıkayak hırsızlıkta îtkokan’dan bile
beceriksizdi.
Hıçkıdık olduğu yerde donup kaldı. “Sakın,
Balıkayak - LÜTFEN yapma!" diye fısıldadı.
Ama Sümüklüküstah’ın sataşmalarından,
herkesin ona gülüp alay etmesinden bıkıp
usanmış olan Balıkayak, bütün oğlanların
takdirini toplayacak, gerçekten etkileyici bir
ejderha almayı kafasına koymuştu.
Yaşaran gözlerini ejderha yığınını şöyle
böyle seçebilecek kadar kısmış, deli gibi
kaşınarak yavaşça uzandı, en alttaki ejderhanın
bir bacağını yakaladı ve dikkatle... çekti.
Koca ejderha yığını fena halde birbirine
dolanmış bacaklar, kanatlar ve kulaklar halinde
paldır küldür aşağıya yuvarlandı. Mağaradaki
oğlanların hepsi dehşetle soluğunu tuttu.
Naddarlar’ın çoğu yeniden yerleşip uykuya
dönmeden önce öfkeyle birbirlerini dişlediler.
Ötekilerden daha büyük bir canavarsa

32
gözlerini açtı ve birkaç kez kırptı.
Hıçkıdık üçüncü gözkapağının hâlâ kapalı
olduğunu fark etti; içi rahatladı.
Oğlanlar gözkapaklarının kapanmasını
bekliyorlardı.
Derken, Balıkayak hapşırdı.
Mağara duvarlarında yankılanarak büyüyen
dört KOCAMAN hapşırık.
İri Naddar, bir ejderha heykeli gibi kıpırtısız,
boş gözlerle ileriye doğru baktı.
Ancak boğazından ço-ok belli belirsiz,
tehditkâr bir hırıltı sesi gelmeye başladı.
Ve ya-vaş ya-vaş...
...üçüncü gözkapağı yukarıya
kalktı.
“Ey-vah!” diye fısıldadı Hıçkıdık.
Naddar aniden kafasını çevirip Balıkayak’a
doğru döndü ve sarı kedi gözleri oğlana
odaklandı. Kanatlarını iyice açıp, öne atılmaya
hazırlanan bir panter gibi sinsi adımlarla
ilerlemeye başladı. Ucu çatallı ejderha dilini
gösterecek biçimde ağzını açtı ve...
“K -K -K -0 -0 -0 -0 -0 -S -S -S !” diye bağıran
Hıçkıdık, Balıkayak’ı kolundan tuttuğu gibi çekip
uzaklaştırdı.
Oğlanlar çıkış tüneline doğru kaçıştılar. En
son varanlar Hıçkıdık’la Balıkayak’tı.
Meşaleleri alacak zaman olmadığı için zifiri
karanlıkta koşuyorlardı. Basit Boz ejderhanın
olduğu sepet Hıçkıdık’ın sırtında zıplayıp
duruyordu.
İlk ejderhanın bütün ötekileri uyandırması
biraz zaman aldığı için, oğlanlar ejderhalardan iki
dakika öndeydiler. Ancak Hıçkıdık oğlanların
peşinden tünele hücum etmeye başlayan
ejderhaların kızgın kükreyişleriyle kanat seslerini
duyabiliyordu.
Hızını biraz artırdı.
Ejderhalar, karanlıkta daha iyi görebildikleri
için, oğlanlardan daha hızlı ilerleseler de, tünelin
daraldığı yerlerde kanatlarını toplamaları gerektiği
için hızları kesiliyordu.
Hıçkıdık’ın birkaç adım gerisinden, “Ben...
ejderha... alamadım,” dedi Balıkayak soluk soluğa.
Hıçkıdık, dirseklerinin üstünde dar geçitte
can havliyle emeklerken, “Bunun,” dedi, “HİÇBİR...
off... önemi yok şu anda. Bize yetişmek üzereler!”
“Ejderham... yok,” diye ısrar etti Balıkayak.
“Öf, THOR ASKINA!” diye terslendi Hıçkıdık.
Sepetini Balıkayak’ın eline tutuşturup, onun
sırtındaki boş sepeti çekip aldı. “BENİMKİNİ al
öyleyse. Bekle burda.”

34
Sonra da dönüp, her saniye giderek yükselip
yaklaşan kükreme seslerine karşın, o dar geçitten
gerisingeriye gitti.
Balıkayak, olduğu yerde çılgınlar gibi
tepinerek, “NE - YAPIYORSUN - SEN???” diye
haykırdı.
Geçmek bilmeyen birkaç dakika sonra
Hıçkıdık geçidin ucunda belirince, Balıkayak
kollarından birini yakalayıp çekti onu.
Sanki deliğin öteki ucuna bir ejderha burnu
girmiş gibi korkunç bir soluk sesi duydular.

İ ' a + a b h < x r \ e s i /»N<ie'' k a ç ı *

35
Hıçkıdık geçidi bir taşla tıkayınca, hayvan hiddetle
cıyakladı.
İki oğlan bir köşeyi dönünce, birden son
tünelin ucundaki aydınlığı gördüler.
Balıkayak önden gitti, ama Hıçkıdık tam
eğilip onu izleyecekken, aniden bir kanat ve
çığlık sesiyle birlikte ejderhanın teki üstüne atıldı.
Hıçkıdık ona bir yumruk indirdi ve hayvan düşer
düşmez, ışığa doğru emeklemeye başladı. Ancak,
başka bir ejderha -y a da aynısı- dişlerini
Hıçkıdık’ın baldırına geçirdi. Oğlan umutsuzca
kendini dışarı atma çabasıyla hayvanı da ^
birlikte sürükledi.
Başı ve omuzlarıyla aydınlığa çıkar çıkmaz,
önünde beliren Kabadayı onu koltukaltlarından
tuttuğu gibi dışarı çekince, Hıçkıdık’ın ardından
ejderhalar peş peşe dökülmeye başladı.
Kabadayı güçlü yumruğunun tek bir
darbesiyle ejderhanın tekini nakavt ederken,
“ATLA!” diye haykırdı.
“Ne dem ek, ATLA???” Hıçkıdık baş döndürücü
uçurumun dibindeki denize bakarak durakladı.
İki ejderhanın kafalarını birbirine çarpıp, üç
tanesini de koca göbeğiyle itekleyen Kabadayı,
“Yamaçtan aşağıya inecek zaman yok,” diye
soludu. “ATLA!!!”

36
Hıçkıdık gözlerini yumup kendini kayadan
aşağıya bıraktı.
Boşlukta hızla düşerken, bacağına yapışmış
durumdaki ejderha korku çığlığı atarak uçup gitti.
Hıçkıdık suya çarptığında o kadar büyük
bir hız kazanmıştı ki, sanki suya değil de sert bir
yüzeye düşmüş gibi hissetti. Üstelik, su çok da
soğuktu -Neredeyse bayılacaktı.
Tekrar yüzeye çıkıp, ölmediğini şaşkınlıkla
fark ettiği anda da, birkaç adım ötesine düşen
Geğiren Kabadayı’nın fışkırttığı dağlarca suyun
altında kaldı.
Ciyak ciyak bağırarak öfkeyle mağaradan
fırlayan ejderha sürüsü suda yüzen Vikingler’in
tepesine inmeye başlamıştı.
Hıçkıdık, miğferini çekebildiği kadar aşağıya
çekti. Ejderhaların pençeleri metale sürttükçe tüyler
ürpertici sesler çıkıyordu. Bir tanesi tıslayarak, tam
Hıçkıdık’ın suratının önünde suya kondu. Ancak
suyun soğukluğunu hissedince çığlık atarak uçup
gitti. Hıçkıdık; karda uçmaktan hoşlanmayan
Ejderhalar’ın sıcak mağara ağzından aşağıya
Ejderhaca korkunç hakaretler yağdırmak üzere
tekrar yukarı uçtuklarını gördü, rahatladı.
Kabadayı, oğlanları sudan çekip %
kayalara çıkarmaya başladı. Aslında

37
Viking çocukları iyi yüzücüdürler; ama insanın
sırtında, korkudan deliye dönmüş bir ejderha
tıkılı sepetle batmadan suyun üstünde kalması
kolay değildir. En son kurtarılan Hıçkıdık oldu
-Tam zamanında, çünkü soğuktan uyuşmak
üzereydi.
Kabadayı onu kurtarmak için ensesinden
yakalamış, az kalsın boğarken, “Eh, sonuç OLUM
olmadı hiç değilse,” dedi Hıçkıdık kendi kendine
-Ama ZAFER olmadığı da kesindi.

~\
■\

30
3 . YA KAHRAMAN
YA SÜRGÜN

Oğlanlar kıyıdaki kaygan çakılları aşıp, yine


birkaç saat önce geçmiş oldukları Delinin
Dere Yatağı’ndan yukarıya tırmandılar. Burası,
kayalıkların arasında, kocaman taşlarla dolu, dar
bir yarıktı. Hızlı hızlı yürümeye çalışsalar da,
karla kaplı koca koca taşların üstünde ayakları
kayıp durduğu için çok yavaş ilerleyebiliyorlardı.
Kardan y ılm ay a n bir ejderha çığlıklar atarak
yarığın içine doğru daldı. Siğillidomuz’un sırtına
kondu ve dişlerini omuzuna geçirip, kollarına
kırmızı çizikler atarak ona saldırmaya başladı.
Kabadayı baltasının sapını ejderhanın burnuna
indirince, hayvan oğlanı bırakıp uçtu gitti.
Ancak bu kez de, kulak tırmalayan, tüyler
ürpertici çığlıklar atan bir ejderha sürüsü belirdi
ve burun deliklerinden alevler fışkırtarak
önlerindeki karı erite erite, saldırganca açılmış
pençelerle aşağıya inmeye koyuldular.
Kabadayı iki ayağını iyice açıp dimdik durdu
ve çift başlı, kocaman baltasını sallamaya başladı.
Uzun saçlı koca kafasını geriye verip, yarığın

39
y

yamaçları boyunca yankılanan öylesine korkunç,


vahşi bir nara attı ki, Hıçkıdık’ın ense tüyleri
denizkestanesi dikenleri gibi dikildi.
Tek başlarına olduklarında ejderhaların
sağlıklı bir korunma güdüsü vardır, ama sürü
halinde avlandıklarında fena halde gözü
karadırlar. Çok kalabalık olmalarının verdiği
güvenle, bir an için bile hızlarını kesmeyip
grubun üstüne doğru inmeyi sürdürdüler.
Kabadayı baltasını fırlattı.
Balta fırıl fırıl dönerek, lapa lapa düşen
kar tanelerinin arasından yukarıya uçtuğu gibi,
sürünün en iri ejderhasını hakladı ve yüzlerce
metre ilerideki bir kar yığınının içine gömülüp
kayboldu.
Bunu gören öteki ejderhalar azıcık duraladılar.
Bazıları geri kaçma telaşı içinde birbirlerine
dolanıp, köpekler gibi ciyak ciyak bağrışırken,
diğerleri kararsızlıkla havada asılı kalıp, meydan
okuyan çığlıklar atarak beklediler.

40
“İyi baltaydı, yazık,” diye homurdandı
Kabadayı. “Hadi, durmayın, gençler, tekrar
saldırıya geçebilir bunlar!"
Hıçkıdık’ın yoluna devam etmesi için
hadilenmesi gerekmiyordu; yarığın berisindeki
bataklık araziye çıkar çıkmaz, düşe kalka bir
koşu tutturdu. Arada bir burun üstü karlara
gömülüyordu.
Bir süre sonra, Yabani Ejderha Kayalığı’ndan
yeteri kadar uzaklaştıklarını düşünen Kabadayı
oğlanlara durmalarını haykırdı.
Kayıp var mı diye, kafaları dikkatle yeniden
saydı. Ejderha mağarasının ağzında; içeride niye
dehşetengiz bir gürültü koptuğunu merak edip,
eğer değerli oğlu ve tek varisine bir şey olursa
Kayıtsız Zebella’ya ne hesap vereceğinden
endişelenerek çok sıkıntılı bir on dakika
geçirmişti.
Düşünceli ve Duyarlı olması gerekecekti;
ama Kabadayı, Düşünceli ve Duyarlı olmaktan
payını almadığı için, ilk beş dakikanın sonunda,
“Hıçkıdık işi mahvetti. MAALESEF,” demeye karar
verip, ikinci beş dakikayı da sakalını yolmakla
geçirmişti.
Dolayısıyla, aslında her ne kadar büyük
ölçüde rahatlamış olsa da, fena halde keyfi

41
kaçıktı ve soluğu yatışır yatışmaz, karmakarışık
bir sıra halinde durmuş, tir tir titreşen oğlanları
yeri göğü inleterek azarlamaya girişti.
“ON DÖRT YIL boyunca... ASLA... sizin gibi
UMUTSUZ YAKALAR güruhuyla karşılaşmadım.
SEFİL YUMUŞAKÇALAR, HANGİNİZ BECERDİ
EJDERHALARI UYANDIRMAYI, HA????"
“Ben,” dedi Hıçkıdık. Gerçeği yansıtmıyordu
bu tabii.
“Yaa, bu HARİKA işte,” diye haykırdı
Kabadayı, “çok HARİKA. Müstakbel Liderimiz
muhteşem liderlik yeteneklerini sergilemekte.
Daha on buçuk gibi körpe bir yaşta BASİT BİR
ASKERİ EŞİTİM sırasında kendisiyle birlikte
hepinizi telef etmek için elinden geleni ardına
koymuyor!”
Sümiiklüküstah kıs kıs güldü.
“Sence bu çok mu komik, Sümüklüküstah?”
diye sordu Kabadayı ürkütücü bir yumuşaklıkla.
“ÜÇ HAFTA BOYUNCA DENİZMÎNARESİNDEN
BAŞKA SEY YOK SİZE.”
Oğlanlardan bir inilti koptu.
“Bravo, Hıçkıdık,” diye alay etti
Sümüklüküstah. “Seni savaş alanında görmek için
sabırsızlanıyorum.”
“SUSUN!” diye kükredi Kabadayı. “BU SİZİN

42
HAZIRLIK AŞAMANIZ, KIRDA PİKNİĞİNİZ DEĞİL!
SUSUN, YOKSA ÖMRÜNÜZÜN SONUNA KADAR
DENİZKURDUNA TALİM EDERSİNİZ!”
“Şimdi,” diye daha sakin bir sesle devam etti
Kabadayı, “bu büyük bir rezaletti, ama tam bir
felaket olmadı. Böyle bir fiyaskodan sonra
hepinizin birer ejderhaya SAHİP OLDUĞUNUZU
VARSAYIYORUM..?”
“Evet,” diye bir ağızdan bağırdı oğlanlar.
Balıkayak, bakışlarını dosdoğru ileride bir
noktaya sabitlemiş olan Hıçkıdık’a göz attı.
“Aferin size,” dedi Kabadayı umut
yansıtmayan bir tonda. “Hepiniz Ejderha Sınavı’nm
ilk bölümünü geçmiş oldunuz demektir. Ancak
Kabile’ye tam üye olmak için tamamlamanız
gereken iki bölüm daha var. Bundan sonraki
göreviniz bizzat bu ejderhaları eğitmek olacak.
Bunun amacı kişiliğinizin gücünü sınamaktır.
Bu yabani yaratıklara söz geçirecek, kimin Efendi
olduğunu göstereceksiniz. Ejderhanızın ‘gel’ ve
‘git’ gibi basit buyruklara itaat etmesi, ayrıca da
-ejderhaların ezelden beri Thor’un Oğulları için
yaptığı gibi- sizin için balık avlaması beklenecektir.
Bu eğitim süreci hakkında aklınızı kurcalayan
herhangi bir şey varsa, Profesör Boştagezen’in,
Büyük Salon’daki şöminenin üstünde duran

43
E jderhan ı N asıl Eğitirsin adlı kitabını mutlaka
okumalısınız.”
Birden kibirle gözleri parladı Kabadayı’nın.
Kapkara tırnaklarını süzerek, “O kitabı Etkafa
Halk Kütüphanesinden bizzat ben yürüttüm,”
dedi alçakgönüllü bir ifadeyle. “Hem de o Delibozuk
Kütüphaneci’nin burnunun dibinden... Ruhu bile
duymadı... İşte, hırsızlık dediğiniz BÖYLE olur...”
Siğillidomuz elini kaldırdı. “Okumayı
bilmiyorsak n’olcak, efendim?”
“Böbürlenmenin sırası değil, Siğillidomuz!”
diye gürledi Kabadayı. “Okutacak bir enayi bul
kendine... Kış uykularının süresi dolmadığı için
ejderhalarınız yine uykuya dalacaktır.” -Gerçekten
de sepetlerdeki ejderhaların bazılarından hiç ses
çıkmaz olmuştu- “Onları evlerinize götürüp, sıcak
bir yere koyun. Birkaç hafta içinde uyanırlar.
Ondan sonra Thor Perşembesi Kutlamaları’nda
yer alacak Kabileye Kabul Günü’ne ve Sınav’ınızın
son bölümüne hazırlanmak için DÖRT AYINIZ var.
Eğer o gün beni ve Kabile’nin diğer büyüklerini
ejderhanızı eğitmiş olduğunuza ikna edebilirseniz,
en sonunda kendinizi Avanaklı bir Holigan
sayabilirsiniz artık.”
Oğlanlar harbi Holiganlar gibi görünme
çabası içinde dimdik hazır ola geçtiler.

44
Kabadayı, “YA KAHRAMAN YA SÜRGÜN!” diye
haykırdı.
Sekiz oğlan, hiç düşünmeksizin, “YA KAH­
RAMAN YA SÜRGÜN!” diye aynı anda haykırarak
yanıt verdiler.
Sürgün, diye düşündüler Hıçkıdık’la Balıkayak
kederle.
%%%
“Viking - olmaktan - nefret - ediyorum,” diye
burnundan soludu Balıkayak. Hıçkıdık’la birlikte,
dev eğreltiotlarının arasından Holigan Köyü’ne
doğru düşe kalka ilerliyorlardı.
Avanak Adası’nda gerçek anlamda yürünm ez,
bacaklarınıza yapışıp onlaıı ağırlaştıran süpürgeotlan
ve büyük eğreltiotlan arasında ya da çamur ya da
kar içinde gü çlü kle ilerlenirdi. Denizle karanın
sürekli iç içe geçip birbirine karıştığı bir ülkeydi
burası. Adanın her yanı, kesişen yeraltı akıntıları
labirentinin açtığı oyuklarla delik deşikti. Kendinizi,
ayağınızı sağlam görünen bir çimen parçasına
bastığınız anda kalçalarınıza kadar yapış yapış kara
bir çamura batmış ya da eğreltiotlarının arasından
ilerlerken, birdenbire belinize kadar buz gibi
suyun içinde bir nehri geçerken bulabilirdiniz.
Oğlanların iliklerine kadar tuzlu suda ıslanmış
olmaları yetmiyormuş gibi, şimdi de yatay bir

45
yağmura dönüşen kar, Avanak Adası’nın tuzlu
çorak toprakları üstünde eksik olmayan uğultulu
fırtınaların gücüyle yüzlerine üfürüyordu.
“Bir perşembe sabahı ilk iş, feci bir ölümden
kıl payı kurtuluyorsun,” diye yakındı Balıkayak,
“ardından Kabile’nin yetişkin yarısı tarafından
tamamen reddediliyorsun... Bundan sonra hiç
kimse YILLARCA konuşmaz benimle artık -Senin
dışında, tabii, Hıçkıdık, ama sen de benim gibi
garibin tekisin zaten -”
“Sağ ol,” dedi Hıçkıdık.
“Bütün bunlar yetmezmiş gibi,” diye devam
etti Balıkayak acı acı, “sırtımda çılgına dönmüş
bir ejderhayla üç kilometre yol katetmem
gerekiyor,” -İçindeki ejderha deli gibi çırpındığı
için Balıkayak’ın sepeti bir o yana bir bu yana
savrulup duruyordu- “sonunda beni bekleyen de
berbat bir denizminaresi yemeği, o kadar.”
Hıçkıdık, bunun lezzet vaat etmediğinde
onunla aynı görüşteydi.
“İstersen bu ejderhayı geri alabilirsin, Hıçkıdık.
Yalnız şunu bil ki, ıslak ve kızgın olduklarında
acayip ağır oluyor bunlar,” dedi Balıkayak perişan
bir halde. “Senin ejderhan olmadığını anlayınca
Kabadayı tayfun gibi gürleyecek.”
“Ama benim ejderham VAR,” dedi Hıçkıdık.
Balıkayak durdu, sırtındaki sepeti indirmeye
koyuldu. “ASLINDA bunun senin OLDUĞUNU
biliyorum zaten,” diye bitkinlikle iç geçirdi. “Ben
köyün yanından dosdoğru devam eder, uygar bir
yere varana kadar koşarım. Roma’ya belki. Hep
Roma’ya gitmek istemişimdir. Hazırlık aşamasını
geçebileceğimi hiç sanmıyorum zaten, o yüzden-”
“Yok yok, b aşk a bir tane var sepetimde,”
diye ısrar etti Hıçkıdık.
Balıkayak’ın hayretten ağzı açık kaldı.
“Tünelin içine geri gittiğimde aldım onu,” diye
açıkladı Hıçkıdık.
"Vay, pes doğrusu,” dedi Balıkayak. “Onun
orda olduğunu nerden anladın, Thor aşkına? O
karanlıkta önündeki miğferlerin boynuzlarını bile
göremiyordu insan.”

47
“Tuhaftı,” dedi Hıçkıdık. “Tünelden dışarıya
doğru kaçarken onu hissettim sanki. Hiçbir şey
göremiyordum, ama geçerken orada bir ejderha
-hem de BENİM ejderham- olduğunu biliyordum .
Aslında o koşturmaca arasında onunla ilgilenecek
halim yoktu; ama sen bir ejderhan olmadığını
söyleyince geri döndüm ve... işte orada, tüneldeki
bir girintide yatıyordu -tam hissettiğim gibi.”
Balıkayak, “Vay denizanası!” dedi ve iki
oğlan yeniden koşmaya başladılar.
Hâlâ şok içinde titreyen Hıçkıdık’ın her yanı
yara bere içindeydi; tuzlu su baldırındaki derin
ejderha ısırığını deli gibi yakıyordu. Soğuktan
donmak üzereydi ve sandaletinin tekine girmiş
deniz yosunu parçasından da son derece
rahatsızdı.
Ayrıca, Balıkayak’a bir ejderha almak uğruna
hayatını riske atmasının doğru olmadığını bildiği
için de biraz sıkıntılıydı. Bir Viking Kahramanı
böyle davranamazdı. Bir Viking Kahramanı,
Balıkayak’la Kader’i arasına girilmeyeceğini
bilirdi.
Öte yandan, Hıçkıdık kendini bildi bileli
Ejderha Yakalama Günü’nden kaygı duymuştu.
Ejderha yakalayamayan tek kişinin kendisi
olacağından emindi; bunu da utanç, mahcubiyet

40
ve korkunç bir sürgün izleyecekti.
Oysa şimdi, ejderha SAHİBİ bir Viking
savaşçısı olarak buradaydı işte.
Dolayısıyla, sonuç olarak kendinden oldukça
hoşnuttu.
İşler iyiye gidiyor gibiydi.
* A%
Bir süre sonra köyün ahşap surları ufukta
göründüğünde, “Biliyor musun, Hıçkıdık,” dedi
Balıkayak, “bu Kader sanki -sen in şu ejderhanın
orada öyle durduğunu hissetmen yani. Belki
de Alın Yazısı’dır. Bir tür üstün-ejderha olabilir
sepetinde. Bir Korkunç Kâbus’u uçan bir kurbağa
gibi gösterebilen bir şey! Ne de olsa sen, Zebella
Reis’in oğlu ve varisisin; Kader’in ortaya çıkıp, Reis
oğlunun geleceğine ilişkin bir işaret vermesinin
zamanı gelmişti.”
İki oğlan soluklarını yatıştırmak için durdular.
Hıçkıdık kayıtsız görünmeye çalışarak, “Ah,
eminim ötekilerden ayrı düşmüş bir Sıradan’dır
yalnızca,” dedi, ama heyecandan sesinin titremesine
engel olamadı. Sepetinde olağanüstü b ir şey
olabilirdi!
Belki de Buruşuk Moruk haklıydı. Buruşuk
Moruk, Hıçkıdık’ın anne tarafından dedesi
oluyordu. Yaşlanınca kehanetlerde bulunmaya

49
başlamıştı ve Hıçkıdık’a, geleceğe baktığını, onu
büyük başarıların beklediğini söyleyip duruyordu.
B u t u h a f ejderha, herh an g i b ir ko n u d a
üstünlüğü olm ayan , h içb ir özellik taşım ayan
eski H ıçkıd ık ’tan G eleceğin K a h r a m a m ’n a
dön ü şü m ü n ü n başlan gıcı olabilirdi!
Hıçkıdık sepeti sırtından indirdi, açmadan
önce duraladı.
“Çok sakin, öyle değil mi?” dedi Balıkayak.
Kader kuramına inancı biraz sarsılmış gibiydi.
“Yani hiç kıpırdamıyor da. Canlı olduğundan
emin misin?”
“Çok derin uykuda ya, ondan,” dedi Hıçkıdık.
“Aldığımda buz gibi soğuktu.”
Birdenbire tanrıların kendisinden yana
olduğunu hissetti güçlü bir şekilde. Bu ejderhanın
canlı olduğunu BİLİYORDU.
Elleri titreyerek mandalı açtı, sepetin kapağını
kaldırdı ve içine göz attı. Balıkayak da başını uzattı.
Durum o kadar parlak görünmüyordu
şimdi.
Sepetin dibinde bir ejderha düğümü halinde
kıvrılmış derin derin uyuyan yaratık, herhalde
Hıçkıdık’ın hayatında gördüğü en sıradan
Sıradan Ejderha’ydı.

50

Bu ejderhanın kesinlikle tek dikkat çekici
özelliği, son derece KÜÇÜK olmasıydı. Bu açıdan
gerçekten olağandışıydı doğrusu.
Vikingler’in avlanma amacıyla kullandığı
ejderhaların çoğu bir la b r a d o r köpeği kadardır.
Oğlanların topladıkları genç ejderhalar o
büyüklükte olmasalar da, gerçek boyutlara
yakın d ılar. Oysa bu ejderha, daha çok bir
İskoç terrieri kadardı.
Hıçkıdık ejderhayı tünelden aldığı sırada
bunu nasıl fark etmediğini anlayamıyordu.
Herhalde peşinde onu parçalamak isteyen üç
bin ejderha varken korkudan gözünün hiçbir
şeyi göremediğini düşündü çaresizlikle. Zaten
derin Uyku Koması’ndaki ejderhalar, uyanıkken
olduklarından daha ağırdırlar.
“Eh,” dedi Hıçkıdık sonunda, “anlayana
bu da bir işaret işte. Sen bir Öldürücü Naddar’a
heveslenirken, eline geçen ne? Bir Basit Boz.
Ben karanlıkta bir ejderha kapıyorum ve ne
buluyorum? Bir Sıradan. Anlaşılan, tanrılar bize
Sıradan tipler olduğumuzu söylüyorlar, Balıkayak.
Şenle ben, Kahraman olmak için d oğ m am ışız
biz.”
“BENİM açımdan bunun önemi yok...” dedi
Balıkayak, “ama sen Kahraman olmak için

52
doğmuşsun. Unuttun mu? Reis’in oğlusun falan ya
hani? Zaten öyle olacaksın da, biliyorum bunu...”
Balıkayak sepeti Hıçkıdık’ın sırtına yükledi
ve iki arkadaş ayaklarını sürüye sürüye köyün
girişine doğru ilerlediler.
“...En azından, bütün içtenliğimle öyle
olacağını UMUYORUM. Savaşa Sümüklüktistah’ın
peşinden gitmek istemiyorum. Sen küçükparma-
ğınla bile, Sümüklüküstah’ın o koca kafasıyla
üretemeyeceği kadar çok askeri taktik
geliştirirsin...”
Bu doğru olsa bile, Hıçkıdık ileriki Ejderha
Eğitimi’nin yıldızı o la m ay a cağ ı gibi, hele şimdi
bu ejderhayla -genelde yaptığı üzere- kolay
kolay geri planda gözden kaybolm ayacaktı da.
Hayvan o kadar küçüktü ki, onunla gülünç
gözükecekti.
Hayvan o kadar küçüktü ki, Sümüklüküstah’ın
bir dolu münasebetsiz lafına hedef olacaktı.

53
4 . EJDERHANI
NASIL EĞİTİRSİN

“HAH HAH HAH HAAA!”


Sümüklüküstah, katıla katıla gülmekten bir
türlü konuşamıyordu.
Oğlanlar köyün girişinde toplaşmış,
yakaladıkları ejderhaları göstererek fırsattan
istifade birbirlerine caka satıyorlardı. Hıçkıdık
dikkati çekmeden aralarından geçip gitmek
istemişse de, Sümüklüküstah önünü kesmişti.
“Bakalım, Hıçkıdık hangi zavallı yaratığı
getirmiş,” deyip, sepetin kapağını açıvermişti.
Sonunda kahkahaları dinip soluğu düzelince,
“Ay, bu İNANILMAZ -Şuna bakın!” dedi. “Bu NE,
Hıçkıdık? Kanatlı, boz bir tavşan yavrusu mu?
Çiçek perisi mi? Tüy sıklet bir uçan kurbağa mı?
Hepiniz gelin de, Müstakbel Liderimiz’in
kendine yakaladığı şu muhteşem
hayvanı görün!”
“Öff, Hıçkıdık, amma beceriksizsin,”
diye keyifle haykırdı Hızlıyumruk.
“Sen bir REİS oğlusun, Thor aşkına.
Niye şu iki metre kanat açıklıklı,
uzayan pençeli yeni tip Korkunç
Kâbuslar’dan birini almadın ki?
Acımasız birer katil onlar, gerçekten.”
Sümüklüküstah, sepetinde leş gibi
uyumakta olan, tehlikeli görünüşlü,
ateş kırmızısı hayvanı işaret ederek, "Ben
aldım birini,” diye sırıttı. “Adını ATEŞKURDU
koymayı düşünüyorum. Sen ne ad vereceksin
seninkine, Hıçkıdık? Şekerşey mi? Baldudak mı?
Bebeksurat mı?”
Hıçkıdık’ın ejderhası tam bu anı bulup,
küçücük ağzını sonuna kadar açarak çatallı,
titrek diliyle pespembe damağını göstere göstere
kocaman esneyince, TEK BİR DİŞİ BİLE OLMADIĞI
ortaya çıktı.
Sümüklüküstah az kaldı gülmekten yıkılıyordu;
İtkokan onu tutmak zorunda kaldı.

55
“DİgSlZ bu!” diye bağırdı
Sümüklüküstah. “Hıçkıdık
kendine vahşi dünyanın tek
DİSSİZ ejderhasını bulmuş!
Olmaz böyle şey. Hıçkıdık
BECERİKSİZ, ejderhası DİSSİZ!
Balıkayak, Hıçkıdık’ı
savunmak için öne atıldı.
“Ama, sen in de o Korkunç Kâbus’a sahip
olmaya hakkın yok, Sümüklüküstah. Yalnızca
Reis oğulları sahip olabilir onlara. Ateşkurdu
ejderha Hıçkıdık’ın demektir, ona göre.”
Sümüklüküstah’ın gözleri kısıldı. Balıkayak’ın
kolunu yakaladığı gibi acımasızca sırtına büktü.
“Seni kim takar, plankton-yürekli, balık-
ayaklı, sakar seni,” diye alay etti. “Senin ve şu
akıntılı, hapşırıklı sakarlığın yüzünden askeri
harekâtın tümü felakete dönüşecekti nerdeyse.
Ben bu Kabile’ye Reis olunca ilk iş, senin gibi
acınası alerjisi olan kim varsa hemen sürgüne
göndereceğim. Sen Holigan olmaya uygun
değilsin!”
Balıkayak’ın yüzü bembeyaz kesildiyse
de, soluk soluğa, “Ama bu Kabile’ye Reis
OLAMAYACAKSIN. Bu Kabile’nin Reisi HIÇKIDIK
olacak,” demeyi başardı.

56
Sümüklüküstah, Balıkayak’ın kolunu bırakıp
hışımla Hıçkıdık’ın üzerine yürüdü.
“Ya, o olacak, öyle mi?” diye alay etti. “Demek
benim o Korkunç Kâbus’a sahip olmaya hakkım
yok, öyle mi? Müstakbel Liderimiz hiç sesini
çıkarmıyor nedense! Hadi bakalım, Hıçkıdık, senin
mirasına konuyorum. Ne yapacaksın şimdi, ha?”
Oğlanların hepsi ciddileşti. Sümüklüküstah
gerçekten de, atadan kalma bir Viking kuralını
çiğnemişti.
Balıkayak yavaşça, “Hıçkıdık ejderha için seni
düelloya davet etmeli,” deyince, herkes dönüp
merakla Hıçkıdık’a baktı.
“Ah, harika,” diye mırıldandı Hıçkıdık kendi
kendine. “Sağ ol, Balıkayak. Her geçen dakika
daha da güzelleşiyor günüm.”
Sümüklüküstah iriyan, hayvan gibi bir oğlandı;
binlerini pataklama konusunda İtkokan’m yardımına
hiç ihtiyacı yoktu aslında. Tekme atarken daha
büyük zarara yol açabilmek için, özel üretilmiş,
tunç-burunlu sandaletler giyerdi. Olabildiğince
onun önüne çıkmamaya çalışırdı Hıçkıdık.
Ancak şimdi Balıkayak da elinden geleni
ardına koymayıp vurguladıktan sonra, öteki
oğlanların önünde korkak durumuna düşmeden,
toplumsal konumuna yapılmış bu hakareti

57
görmezden gelmesi olanaksızdı. Hem, Holigan
Kabilesi’nde adınız korkağa çıkmaya görsün, işi
sonuna kadar götürüp, üstünüzde pembe bir
yelekle arp çalmaya başlamanızın ve Hamsiye
adını almanızın yeridir.

Hıçkıdık, isteksizliğini örtmek için elinden


geldiğince yüksek ve ciddi bir sesle, “Seni, benim
hakkım olan Ateşkurdu adlı bu ejderha için
düelloya davet ediyorum, Sümüklüküstah,” dedi.
Sümüklüküstah kendini beğenmiş, çirkin
suratını kaplayan bir sırıtışla, hiç duraksamadan,
“Kabul,” diye atıldı. “Balta mı, yumruk mu?”
“Yumruk,” dedi Hıçkıdık. Ne de olsa, balta
CİDDEN kötü bir fikirdi.
Sümüklüküstah, “Sana gerçek bir Müstakbel
Kahraman’ın nasıl dövüştüğünü göstermek için

50
sabırsızlanıyorum," dedi ve sonra aklına bir şey
geldi. “Thor Perşembesi Kutlamalan’ndaki Kabul’den
SONRA ama. Seni tekmeleye tekmeleye köyde
dolaştırırken parmağımı incitmek falan istemem.”
“Hıçkıdık da kazanabilir pekâlâ,” diye araya
girdi Balıkayak.
“ELBETTE Kİ kazanamaz,” diye böbürlendi
Sümüklüküstah. “Benim spor yeteneğime, Viking
cesaretime, hiç duraksamadan şiddet kullanabilme
kapasiteme baksanıza siz hele. Bir gün bu Kabile’ye
Reis olacağım kadar garanti benim kazanmam. Yani,
bir benim ejderhama bakın, bir de ONUNKİNE.”
Alayla Dişsiz’i işaret etti. “Tanrılar söyleyeceğini
söyledi. Bu yalnızca zaman sorunu artık.”
“Bu arada,” diye devam etti Sümüklüküstah,
“ya Hıçkıdık’ın korkunç, dişsiz sukaplumbağası
beni gebertirse diye de korkuyla yaşayacağım.”
Ardından, azametle ağır ağır yürüyüp giderken,
Hıçkıdık’ın baldırına sıkı bir tekme geçirdi.
4 %4
Evlerine gidip, sepetlerini içindeki ejderhalarla
birlikte yataklarının altına koyduktan sonra, “Düello
için üzgünüm,” diye özür diledi Balıkayak.
“Ah, dert etme,” dedi Hıçkıdık. “Nasılsa biri
beni buna zorlayacaktı. Hepsi dövüşe bayılıyor,
biliyorsun.”

59
Balıkayak’la Hıçkıdık, Kabadayı’nın önerdiği
şu kitaba -Profesör Boştagezen’in E jderhan ı Nasıl
Eğitirsin adlı kitabına bakmak için Büyük Salon’a
gidiyorlardı.
“Bir şekilde,” diye itirafta bulundu Hıçkıdık,
“ejderhalar hakkında biraz bilgim var, ama nasıl
eğitildikleri konusunda hiçbir fikrim yok. Bana
kalsa eğitilmeleri olanaksız. Kitapta neler öneriliyor
çok merak ediyorum.”
Büyük Salon, güreşen, nara atan ya da popüler
Viking sporu Kırantop -ç o k temas ve az kurala
dayalı, çok vahşi bir temas sporu- oynayan genç
barbarların kopardığı yaygarayla inliyordu.
Hıçkıdık’la Balıkayak kitabı şöminenin dibinde
bir yerde, nerdeyse ateşin içine tıkıştırılmış bir
halde buldular.
Hıçkıdık onu daha önce hiç fark etmemişti.
Kitabı açtı.
(Buraya Profesör Boştagezen’in E jderhan ı
N asıl Eğitirsin!in basit bir kopyasını koydum
-Hıçkıdık’m umut, merak ve beklenti içinde
kitabı ilk kez açma deneyimini paylaşabilesiniz
diye. Gözünüzün önüne, kocaman altın spiralli
ve hattat elinden çıkma gösterişli yaldız harflerle
bezeli, alışılmadık ölçüde kalın bir kapak
getirmelisiniz. Gerçekten çok davetkâr görünüyor.)

60
h

PROFESÖR BOŞTAGBZEN
ORD. PROF. DR. vs.

f ■:# ÎBM LAR ‘fiN


f^ i0 É f0 ñ KİTAP
. J ALTIN . ÖDÜLÜ
f.-c, . SÀHtBt
(£U fotap anacWma lt^af bitm iştir
Sevgiit oğCun ‘B oşta

Telif hakkı © Profesör Boştagezen,


Ortaçağ.

Yayımcı Büyük Balta Kitapları Ltd.,

bu kitapta verilen tavsiyeleri uygulayan kişi


ya da kişilerin görebilecekleri zararlardan
ötürü hiçbir sorumluluk kabul etmeyeceğini
belirtmek ister. İlginize teşekkürler.
YAZAR HAKKINDA
Profesör Boştagezen (ORD PROF. DR. vs)
uzun yıllar vah» ortamlarda y ay arak ,
ejderhaları doğal yaşam alanlarında
gözlemiştir. İncelemelerinin sonuçlarım
İ ı T b u kitap, söz konusu büyüleyici
yaratıklar üzerine en kapsamlı ders k ıtab ıd ı.

Profesör Boştagezen, Kıyamet Adaları'ndan


birindeki mağarada tek başına yaşamaktadır,
*Katil Balinana Nasıl Bakarsın" ve "Köpekbalıkları
ve Öteki M ükem m el Evcil Hayvanlar"adlı iki
kitabı daha bulunan yazar, şu sıralarda
kelebekler üzerine bir kitap hazırlamakta.
BİRİNCİ V E D E SON
BÖLÜM

Ejderha eğitmenin altın


kuralı şudur:

(Avazın çıktığı kadar)


SEN OLSAN
bir ejderhayı nasıl eğitirdin?
BÜTÜN yanıtlan Profesör
Boştagezen'in bu müthiş eğlenceli
ve bilgilendirici kitabında bulacaksın.
Onun basit tavsiyesini uygularsan,
kısa sürede hayalindeki Kahraman
olmanın yolunu tutarsın...

Ejderham Nasıl Eğitirsin hakkında övgüler:


“Bu kitap hayatımı değiştirdi."
B erbat K alam arsurat

“Şahane bir kitap." E tkafa D ergisi

“Kimse Profesör Boştagezen’den daha iyi


bağıramaz. Bu; ejderhanızı kedi yavrusuna
dönüştürmek için gereken tüm bilgileri içeren,
iyi araştırılmış, duyarlı bir kitap.”
A y lık H oligan G özlem cisi

"Boştagezen bir dahi.” Viking G azetesi

Fiyatı.- 1 UFAK PİLİÇ


20 İSTİRİDYE
“HEPSİ BU MU??!” dedi Hıçkıdık öfkeyle. İçinde
tek bir sayfadan başka şey olup olmadığını anlamak
için kitabı ters çevirip salladı.
Sonra da kitabı yerine bıraktı. Alışılmadık
derecede ciddileşmişti.
“Pekâlâ, Balıkayak,” dedi, “bağırma konusunda
sen de benden iyi olmadığına göre, iş başa düştü
demektir. K en di ejderha eğitme yöntemimizi
geliştirmek zorundayız.”

67
BURUŞUK MORUKLA SOHBET

Ertesi sabah Hıçkıdık yatağının altındaki ejderhayı


kontrol etti. Hâlâ uyuyordu.
Annesi Valhallarama kahvaltıda, “Dünkü
Temel Bilgiler nasıl geçti, canım?” diye sorunca,
Hıçkıdık, “Alı, iyi geçti. Ejderhamı yakaladım," dedi.
“Çok iyi, canım,” diye mırıldandı Valhallarama.
Kayıtsız Zebella bir an için kafasını önündeki
yemek çanağından kaldırıp, “MÜKEMMEL,
MÜKEMMEL,” diye kükredi ve yine önemli işine
-n e var ne yok tıkınmaya devam etti.
Kahvaltıdan sonra Hıçkıdık, evin önündeki
basamakta piposunu içmekte olan dedesinin
yanına gidip oturdu. Tek bir yaprağın bile
kıpırdamadığı, adayı çevreleyen denizin cam gibi
dümdüz olduğu, bulutsuz, soğuk, güzel bir gündü.
Buruşuk Moruk, güneşin gökyüzünde
yükselişini seyrederken, bir yandan da keyif içinde
piposunun dumanıyla halkalar çıkanyordu. Hıçkıdık
şöyle bir titredi ve eğreltiotlarına taş atmaya
başladı. Uzunca bir süre ikisi de ağzını açmadı.
Sonunda Hıçkıdık, “Şu ejderhayı yakaladım,”
dedi.
Buruşuk Moruk kendinden memnun bir
ifadeyle, “Ben sana demiştim, öyle değil mi?”
dedi. Yaşı ilerleyince, çoğu zaman isabetsiz
kehanetlere sardırmıştı. Geleceği tahmin, karmaşık
bir iştir. O yüzden tahmininin bu kez doğru
çıkmış olmasına çok sevinmişti ihtiyar.
“Olağanüstü bir şey, demiştin,” diye yakındı
Hıçkıdık. “Gerçekten olağ an dışı bir ejderha,
demiştin. Beni herkesten farklı kılacak bir hayvan.”
“Kesinlikle,” diye onayladı Buruşuk Moaık.
“Kuşkuya yer vermeyecek bir kehanetti.”
Hıçkıdık, “Bu ejderhanın tek olağandışı
özelliği,” diye sürdürdü, “olağanüstü KÜÇÜK
olması. O açıdan gerçekten çok farklı. Eskisinden
de beter alay konusu oldum şimdi.”
Piposunun üstünden hırıltıyla kıkırdayarak,
“Vah, canım,” dedi Buruşuk Moruk.
Hıçkıdık ona sitemli bir bakış atınca da,
kahkahalarını öksürüğe çevirdi hemen.
“Boyut görecelidir, Hıçkıdık,” dedi
Buruşuk Moruk. “Gerçek bir
Denizejderi’nin yanında BÜTÜN o
ejderhalar ufacık kalır. GERÇEK bir
Denizejderi o küçük yaratığın elli
katı büyüklüktedir. Okyanusların
dibindeki gerçek Denizejderleri,

70
büyük Viking gemilerinden on tanesini bir
yudumda mideye indirir de, farkına bile varmazlar.
Gerçek bir Denizejderi kudretli okyanus kadar
zalim, kayıtsız bir gizdir -b ir an bir deniztarağı
kadar sakin, derken bir ahtapot kadar öfkeli.”
“İyi de, bu Avanak Adası’nda,” dedi Hıçkıdık,
“Denizejderleri’yle kıyaslama şansımız olmayınca,
benim ejderha herkesinkine göre çok küçük
kalıyor işte. Konuyu dağıtıyorsun.”
“Öyle mi?” diye sordu Buruşuk Moruk.
“Sorun şu ki, bu durumda ben nasıl Kahraman
olabilirim bilmiyorum,” dedi Hıçkıdık kaygıyla.
“Bütün Holigan Kabilesi’nin Kahramanlık’tan en
uzak oğlanı benim.”
Buruşuk Moruk, “Pöh, şu gülünç Kabile!”
diye öfkeyle soludu. “Tamam, sen o doğuştan
Kahraman dediklerimizden değilsin. Sümüklüküstah
gibi iriyarı, güçlü ve karizmatik olmadığın belli.
Bunun için uğraşmaktan başka şansın yok. Zor
yoldan Kahraman olmayı öğreneceksin çaresiz.”
“Her neyse,” dedi sonra, “belki bu Kabile’nin
gereksindiği şey de tam budur: Liderlik tarzında
değişiklik. Çünkü zaman değişiyor. Artık herkesten
daha yapılı ve sert olmakla işi götüremeyiz.
DİJSGÜCÜ. İşte buna ihtiyaçları var ve o da sende
var! Geleceğin Kahramanı kurnaz ve zeki olmak

71
zorunda, yalnızca gelişmiş kaslara sahip koca bir
et yığını değil. Onun, herkesi birbiriyle kavga
etmekten vazgeçirip, düşmana karşı birlikte
hareket etmeye yönlendirmesi gerekecek.”
“Ben insanları herhangi bir şey için nasıl
ikna edebilirim ki?” diye sordu Hıçkıdık. “Bana,
BECERİKSİZ HIÇKIDIK demeye başladılar. Bir
Askeri Lider için hiç parlak bir isim değil.”
Buruşuk Moruk ona aldırmadan, “Olayın
bütününü görmen lazım, Hıçkıdık,” diye devam
etti. “Sana bazı adlar takıyorlar, evet. Usta bir
Kırantopçu da değilsin. Ne önemi var? Olaylara
tepeden bakarsan bunlar çok küçük sorunlar."
“Senin için bunların küçük sorunlar
olduğunu söylemek kolay,” diye terslendi
Hıçkıdık, “ama benim BİR SURU küçük sorunum
var. Thor Perşembesine kadar bu minik-ötesi
ejderhayı eğitemezsem, Kıllı Holiganlar
Kabilesi’nden sonsuza kadar atılmış olacağım.”
“Ah, evet,” dedi Buruşuk Moruk düşünceli
düşünceli. “Bu konuda bir kitap yok muydu?
Etkafa Üniversitesi’nin büyük profesörü ejderha
nasıl eğitilir diyordu hani, hatırlasana?”
Hıçkıdık umutsuzca, “Ona göre, hayvana
bağırmak gerekiyormuş,” diyerek yine uzağa taş
fırlatmaya başladı. “Sırf kişisel karizmanın gücüyle

72
yaratığa kimin Efendi olduğunu göster, türünden
şeyler. Benim karaya vurmuş denizanasından
fazla karizmam yok ki; üstelik, bağırmak da hiç
beceremediğim şeylerden biri.”
“E-v-e-e-t,” dedi Buruşuk Moruk, “ama belki
de sen, Ejderhanı Zor Yoldan Eğitmelisin. Bak,
ejderhalar hakkında bir sürü şey biliyorsun, öyle
değil mi, Hıçkıdık? Yıllarca ejderha gözlemciliği
yapmadın mı?”
“Bu bir sır," dedi Hıçkıdık huzursuzlanarak.
“Onlarla konuştuğunu gördüm,” dedi
Buruşuk Moruk.
Yüzü kıpkırmızı kesilen Hıçkıdık, “Bu DOÖRU
DE5ÎL,” diye itiraz etti.
Buruşuk Moruk sakin sakin ü
piposunu tüttüren '
öyleyse, doğru de
diye onu yatıştırdı
Kısa bir
sessizlik oldu.


“Evet, doğru,’’ diye itiraf etti Hıçkıdık, “ama
Thor aşkına hiç kimseye söyleme, anlamazlar.”
“Ejderhalarla konuşmak çok olağanüstü bir
yetenek,” dedi Buruşuk Moruk.
“Belki de,” diye devam etti, “sen bağırarak
değil, konuşarak eğitebilirsin bir ejderhayı.”
“Aman ne hoş,” dedi Hıçkıdık, “ne dokunaklı
bir fikir. Ancak ejderha, kedi, köpek ya da tay gibi,
öyle yumuşak başlı bir yaratık değildir. Ejderha
sırf kibar kibar lütfen dediğin için senin lafını
dinlemez. Ejderhalar hakkında benim bildiğim
bir şey varsa,” dedi Hıçkıdık, “o da ejderhalara
bağırmanın gerçekten iyi bir yöntem olduğu.”
Buruşuk Moruk, “Ama belli sınırlamalar
içinde, öyle değil mi?” diye vurguladı. “Bence
bir denizaslanından küçük bütün ejderhalarda,
bağırmak çok etkilidir. Ancak bunu daha büyükleri
üzerinde denersen, kesin intihar olur. Niye kendine
değişik bir eğitim yöntemi geliştirmiyorsun? Profesör
Boştagezen’in kitabına bir şeyler eklersin belki.
O kitapta küçük bir şeyin eksik olduğunu
düşünmüşümdür hep... Tam bilemiyorum...”
“SÖZCÜKLER,” dedi Hıçkıdık. “O kitapta
çok daha fazla sözcük olmalıydı.”
ı

74
«.
S . O SIRADA OKYANUSUN
DERİNLİKLERİNDE...

O sırada okyanusun derinliklerinde, ama Avanak


Adası’na çok da uzak olmayan bir yerde, aynen
Buruşuk Moruk’un tanımladığı türden gerçek bir
Denizejderi denizin dibinde yatmış uyuyordu.
Anlatılamaz büyüklükte bir yaratıktı. O kadar
uzun zamandan beri oradaydı ki, sanki okyanus
zemininin bir parçası gibi, her tarafı midye ve
istiridye kabuklarıyla kaplanmış, bazı uzuvları
kuma gömülmüş haliyle kocaman bir deniz dibi
dağına benziyordu.
Kim bilir kaç kuşak yengeç ömür
sürmüştü bu Ejderha'nın kulaklarında. Bir
öğünde aşırı miktarda yediği için yüzlerce
yüzlerce yıldır uyuyordu yaratık. Bir kayanın
tepesinde kamp kurmuş bir Roma Lejyonu’nu
avlama şansı yakalamıştı -Kaçacak yeri olmayan
Lejyon’u kumandanından erine kadar bir hamlede
kurt gibi yuttuğu güzel bir akşamüstü geçirmişti
doğrusu. Atlar, at arabaları, mızraklar, kalkanlar,
ne var ne yoksa açlıktan gözü dönmüş sürüngenin
midesini boylamıştı. Tabii, altın araba tekerlekleri

75
gibi besinler bir Ejderha için
ekstra lif kaynağı olduklarından {/)
hazmedilmeleri biraz zaman alıyordu.
Ejderha sürünerek okyanusun derinliklerine
inmiş ve Uyku Koması’na girmişti. Ejderhalar buz
gibi soğuk deniz suyunun kulaçlarca kulaçlarca
altında, yan-ölü yarı-canlı, sonsuza kadar
kalabilirler. Bu Ejderha’nın da altı ya da yedi
yüzyıldır tek bir kası bile kıpırdamamıştı.
Ne var ki, bir hafta önce birkaç ayıbalığının
peşinden her zamankinden derinlere inen Katil
Balina’nın teki, ejderhanın sağ gözünün üst
kapağında belli belirsiz bir hareketlenme fark
edip şaşırmış; zihninin çok derinlerinde yer etmiş
bir anı canlanır gibi olunca da, yüzgeçlerinin
bütün gücüyle oradan uzaklaşmıştı. Ve bir hafta
sonra, Ejderha Dağı’nın çevresindeki -önceden
yengeçlerin, ıstakozların ve sürülerce balığın
kaynaştığı- deniz, kocaman bir deniz dibi çölüydü
artık. Ne kıpırdayan bir yumuşakça vardı, ne de
titreşen bir deniztarağı.
Millerce ve millerce genişlikteki bu alan
içindeki tek yaşam belirtisi Ejderha’nın gözkapak-
lanndaki ani kıpırtılardı. Sanki Ejderha’nın uykusu
birden hafiflemişti; kim bilir ne karanlık rüyalar
görüyordu.

76
DISSIZ UYANIYOR

Dişsiz üç hafta kadar sonra uyandı. Balıkayak’la


Hıçkıdık, Hıçkıdıklar’ın evindeydiler. Hazır herkes
dışarıdayken, Dişsiz’in sepetine bir göz atmaya
karar verdi Hıçkıdık. Sepeti yatağının altından
çıkardı. Kapağın arasından tüy gibi incecik, gri-
mavi bir duman sızıyordu.
Balıkayak bir ıslık çaldı. “Uyanmış işte,” dedi.
“Hadi bakalım.”
Hıçkıdık sepeti açtı.
Yükselen duman ikisinin de öksürmesine
neden oldu. Hıçkıdık eliyle yelpazeleyerek dumanı
uzaklaştırdı. Gözlerinin sulanması kesilince, çimen
yeşili, kocaman, saf gözlerle sepetin içinden yukan,
ona bakan küçücük, sıradan ejderhayı seçebildi.
“M erfuba, Dişsiz;,”* Hıçkıdık, bunun
Ejderhaca, düzgün bir aksan olduğunu umdu.
“Ne yapıyorsun?” diye sordu Balıkayak
merakla. Ejderha dili keskin çığlıklar ve patlayan
seslerle telaffuz edildiği için insanlar tarafından
konuşulduğunda kulağa SON DERECE tuhaf gelir.

* Kitabı eski dilden çevirenin notu; Tabii bunun aslının, “Mccrfıabaasanaa.


Dişsiz.” olması gerekir, ama ben Ejderhacn’sı zayıflamış okurları düşünerek
böyle çevirdim. Du ilginç dilde hızlı bir kurs için, Hıçkıdık’ın E jd erh aca
Nastl Konuşursun adlı kitabını okumanızı öneririm.

77
EJDERHACA NASIL KONUŞURSUN
GİRİŞ

Ejderhanızı geleneksel bağırma yöntemlerine


başvurmadan eğitmek için, önce Ejderhaca konuşmayı
öğrenmeniz gerekir. Ejderhalar, insanların dışında,

onlarınki kadar karmaşık ve gelişkin b ir dil


kullanan yegâne y a ra tık la rd ır.

BAŞLANGIÇ İÇİN BİRKAÇ


KULLANIŞLI EJDERHACA CÜMLE:

Evve çişşeıjıe'^.k; çiiştsetı.


Evin içine işemek yok, lütFen.

Aîua İ$iççî kâ.TfL'kxTfi neffrett.


Annem poposunun ısırılmasından hoşlanmaz.

Çüştsetı arJsebeşşiıjı tüft-tüfı?


LütFen, arkadaşımı geri tükürür müsün?

H a b b e e ^ e n e c başşfcun..
Hadi, bunu bir daha deneyelim.
Hıçkıdık çok utanarak, “Onunla konuşuyorum
yalnızca,” diye geveledi.
“Yalnızca onunla kon uşuyor musun???"
Balıkayak’ın şaşkınlıktan soluğu kesilmişti.
“Onunla konuşuyorum da n e dem ek? Onunla
konuşamazsın, o bir HAYVAN, Thor aşkına!”
“Öf, kes sesini, Balıkayak,” dedi Hıçkıdık
sabırsızlıkla, “onu korkutuyorsun.”
Dişsiz hırlayıp tıslayarak birkaç duman halkası
daha saldı. Ejderhaların korktukları ya da kızdıklan
zaman yaptıkları gibi, ensesini kabartarak kendini
daha büyük göstermeye çalıştı.
Sonunda, kanatlarını açma cesaretini toplayıp
bir çırpıda Hıçkıdık’ın koluna kondu. Oradan
omuzuna ilerleyince, Hıçkıdık başını ona çevirdi.
Dişsiz, alnını Hıçkıdık’ın alnına dayadı ve
büyük bir ciddiyetle derin derin gözlerinin içine
baktı. Altmış saniye kadar hiç kıpırdamadan
burun buruna öylece durdular. Hıçkıdık sık sık
gözlerini kırpmak zorunda kaldı, çünkü ejderha
bakışları insanı hem hipnotize eder, hem de
ruhunu emiyormuşçasına elden ayaktan keser.
Hıçkıdık, “Vay canına, amma heyecan verici
-Onunla gerçekten ilişki kuruyorum burda!”
diye düşünürken, Dişsiz eğilip
onun kolunu ısırıverdi.

79
Hıçkıdık çığlığı bastı, Dişsiz’i silkeleyip attı.
Dişsiz, havada Hıçkıdık’ın tepesinde dolanarak,
diye tısladı. “H E f tlE f î balıls isteıjıeJs!”
Hıçkıdık kolunu ovuşturu-
yordu. “Benhe bzlık, rjıalıis
dedi Ejderhaca.
Dişsiz’in dişleri olmadığı
için şanslıydı, ama
ejderhaların çeneleri
güçlüdür; kolu çok
acımıştı.
Dişsiz bu kez de öteki
kolunu ısırdı. “B-B-B-BALII^! dedi yine.
“İyi misin?" diye sordu Balıkayak. “Bunu
sorduğuma inanamıyorum ama -N e diyor?”
Hıçkıdık asık bir suratla iki kolunu ovuştura­
rak, “Yemek istiyor,” diye yanıtladı. Kabadayı’nın
dediği gibi bu yaratığı sırf kişiliğinin gücüyle
yönetmek amacıyla hem sert hem tatlı olmasına
çalıştığı bir dille, “A ıju B A L IĞ IM I ^ YOK.
biziıjı,” dedi.

Kemanyayı’na doğru bir hamle yapınca, kedi


dehşetle ciyaklayarak en yakın duvarın tepesine
fırladı ok gibi.
Hıçkıdık, kedinin peşinden uçmaya kalkışan

00
Dişsiz’i son anda kuyruğundan yakaladı. Ejderha
kurtulmak için bütün gücüyle çırpınırken,
“HEMEtf B-B-BALIK İSTEMEK,! HEMEtf
Y-Y-YEMEK İSTEMEK! KEDİ EEEİS
HEMEtf YEMEK İSTEMEK!” diye
bağırıyordu.
Soğukkanlılığını yitirmeye başladığını hisseden
"Balıgııjuz;
Hıçkıdık, sıkılı dişlerinin arasından,
YOK,” diye yineledi, “Jkeiu^i İıe £Î£ei)iez;siîi
-Omı severııjt.”
Kemanyayı tepede, çatı kirişlerinden birinin
üstünden kızgın kızgın miyavladı.
Dişsiz’i, Zebella’nın fare sorunu olan yatak
odasına koydular.
Ejderha, viyak viyak kaçışan
fareleri kovalayarak keyifle oyalandı
bir süre, ama sonra sıkılıp şilteye
hücuma geçti.
Her yana tüyler uçuşmaya
başlayınca, Hıçkıdık, “DUR!” diye haykırdı.
Dişsiz’in yanıtı, az önce hakladığı bir fareyi
tam Zebella’nın yastığının ortasında paralamak
oldu.
“Aaaagh!” dedi Hıçkıdık.
“AAAAAAAGH!” dedi tam o sırada odaya
giren Kayıtsız Zebella.

01
Dişsiz kendini Kayıtsız Zebella’nın sakalına
attı; tavuk sanmıştı onu.
“Çek şunu!” dedi Zebella.
“Beni dinlemiyor,” dedi Hıçkıdık.
“AVAZ AVAZ bağır ona,” diye AVAZ AVAZ
bağırdı Zebella.
Hıçkıdık soluğu yettiğince yüksek sesle
bağırdı. “Babaıjun sahalını ^eıjıegi bırakır ıjusın,
lütfen?”
Tam da Hıçkıdık’ın korktuğu gibi, Dişsiz hiç
umursamadı.
Bağırmayı beceremeyeceğimi BİLİYORDUM,
diye geçirdi aklından Hıçkıdık umutsuzca.
“DÜSORDANASAÖIYAİÖRENÇSÜRÜNGEMÜS-
VEDDESİ!” diye haykırdı Zebella.
Dişsiz yere düştü.
“Gördün mü?” dedi Zebella. “Ejderhalarla
böyle başa çıkılır işte.”
Zebella’nın av ejderhaları Kelernefes’le
Kancadiş yalpalaya yalpalaya odaya girdiler.
Sarı gözlerinde hain pırıltılar, ağır adımlarla
çevresinde dönerlerken, Dişsiz kaskatı kesildi.
Birer leopar büyüklüğündeydiler ve küçük
sevimli bir kedi yavrusuyla karşılaşan bir çift
dev kedi gibi keyiflenmişlerdi.
Kelernefes kıvranan konuğu koklayarak,

02
“Selaıp, ateşfüslsiiren arlsaiıaş,” diye tısladı.
“Az; belijle,” diye hıriadı Kancadiş tehdit edici
bir sesle, “i d e bir yalnız; Ridalııp, o zaıpan sana
la^ıJs bir Jsarşılaıjıa y ap a rız ;.” Dişsiz’e şiddetli
bir pençe patlattı. Pençe sanki bir mutfak bıçağı
gibi Dişsiz’in kıçına bir kertik atınca, ejderhacık
uluyarak zıplayıp, Hıçkıdık’ın tuniğinin içine
atladı. Yalnızca kuyruğu çıkıyordu Hıçkıdık’ın
yakasından.
“KANCADİŞ!” diye kükredi Zebella.
“Fenceip Isa^iı,” diye yakındı Kancadiş.
Zebella, "SİZİÇARTAYAPM ADAKDEFOLUNBU-
RADAR!” diye böğürünce, Kelemefes’le Kancadiş
ağza alınmadık ejderha küfürleri sıralayarak,
homurdana homurdana odadan sıvıştılar.
“Dediğim gibi,” dedi Kayıtsız Zebella,
“ejderhalarla BÖYLE başa çıkılır.”
Zebella kişiliğine aykırı bir kaygıyla Dişsiz’e
bakıyordu.
“Oğlum,” dedi, bir yanlışlık olduğunu umut
ederek, “bu ejderha sen in ejderhan mı?”
“Evet, baba,” diye onayladı Hıçkıdık.
“Çok... şey... çok... KÜÇÜK, değil mi?” dedi
Zebella yavaşça.
Zebella pek dikkatli biri sayılmazdı, ama bu
ejderha on u n bile gözünden kaçamayacak kadar

03
küçü ktü gerçekten.
“...üstelik hiç dişi de yok.”
Gergin bir sessizlik oldu.
Balıkayak, Hıçkıdık’ı kurtarmaya çalıştı.
“Çünkü bu olağandışı bir cins,” dedi
Balıkayak. “Ender bulunan ve... ee... Dişsiz Düş
denen vahşi bir tür. Korkunç Kâbus’un uzaktan
akrabası, ama çok daha acımasızı ve o kadar

64
nadir ki, soyu tükenmek üzere.”
“Gerçekten mi?” Zebella kuşkuyla Dişsiz’i
inceledi. “Bana Sıradan gibi geliyor.”
“Aaa, ama saygısızlık etmeyin, Reis,” dedi
Balıkayak, “işte burada YANILIYORSUNUZ.
Amatör gözle -tabii avı için d e - tıpkı Sıradan
gibi görünür. Ama biraz daha yakından bakınca,
karakteristik Düş işareti,” -Dişsiz’in burnunun
ucundaki bir siğili gösterdi- “onu daha basit
türlerden ayırır.”
“Bak şu Thor’un işine, haklısın!” dedi Zebella.
“Üstelik bu, herh an g i bir Dişsiz Düş de
değil.” Balıkayak kendini kaptırmış gidiyordu
artık. “Bu ejderha ASİL KANDAN.”
“Yok yahu!” dedi Zebella müthiş etkilenerek.
Zebella son derece züppe biriydi.
“Evet,” dedi Balıkayak ciddiyetle. “Oğlunuz
gitti, bizzat Yabani Ejderha Kayalığı’nın sürüngen
lideri Kral Kamadiş’in yavrusunu yürüttü. Soylu
Düşler yavruyken küçük olurlar, ama büyüyünce
GÖRKEMLİ -hatta AZMAN- boyutlarda yaratıklara
dönüşürler.”
Zebella koca bir kahkaha patlatıp, “Tıpkı
senin gibi, ha, Hıçkıdık!” diyerek oğlunun
saçlarını karıştırdı.
Derken, Zebella’nın midesinden uzaklardaki

05
bir yeraltı patlamasını andıran hoşnutsuz bir
gurultu yükseldi. “Bana kalırsa, bir şeyler
atıştırmanın zamanı geldi. Ortalığı toplayıverin,
tamam mı, gençler?”
Zebella oğluna olan inancını tazelemiş
olmanın rahatlığıyla çekip gitti.
“Sağ ol, Balıkayak,” dedi Hıçkıdık. “İyi uçtun.”
“Bir şey değil,” dedi Balıkayak. “Sümüklü-
küstah’la dövüşmeye zorladığım için borçluydum
sana.”
“Önünde sonunda babam durumu çakar
gerçi,” dedi Hıçkıdık sıkıntıyla.
“Belli olmaz,” dedi Balıkayak. “Dişsiz Düş’le
yaptığın şu konuşmalara baksana. İNANILMAZ bir
şey. AKLIM ALMIYOR. Hiç böyle şey görmedim.
Çok geçmeden onu eğitmeye başlarsın sen.”
“Evet, onunla konuştum,” dedi Hıçkıdık,
“ama tek bir lafımı bile dinlemedi.”
%%%
Hıçkıdık o gece yatağa giderken, Dişsiz’i
Kelemefes ve Kancadiş’le ateşin önünde
bırakmak istemedi.
“Onu yatağıma alabilir miyim?” diye sordu
Zebella’ya.
“Ejderhalar işçi hayvanlardır,” dedi Zebella.
“Çok fazla öpüp okşanırlarsa yumuşar, kötülük

66
damarlarını kaybederler.”
“Ama onların yanında bırakırsam, Kelernefes
öldürür onu.”
Kelernefes onaylayıcı bir hırıltı çıkardı.
“Bleıjınuni^etle,” diye tısladı.
Ejderhaca bilmediği için Kelemefes’in ne
dediğini anlamayan Zebella, “Saçma,” diye bağırdı.
Kelemefes’in boynuzlarına sevecen bir şaplak
indirerek, “Kelernefes yalnızca oyun oynamak
istiyor. Böyle itiş kakışlar genç ejderhalar için
iyidir. Kendilerini korumayı öğrenirler,” dedi.
Kancadiş pençelerini çakı
gibi açmış, tırnaklarıyla ocağın
üstünde tempo tutmaya
başlamıştı.
Hıçkıdık, Dişsiz’e
iyi geceler diliyormuş
gibi yapıp, çaktırmadan
onu tuniğinin içine
sokup odasına götürdü.
Yatağa tırmanırlarken,
“Hiç sesini çıJsar^uıjulıSin,” diye sert bir dille
uyardı Dişsiz’i. Ejderha büyük bir şevkle başını
salladı. Aslında, bütün gece boyunca büyük bir
gürültüyle horladı, ama Hıçkıdık aldırmadı. Reis
oğlu, Avanak Adası’nda kışın tamamını “titretici

97
soğuk”la “dondurucu soğuk” arasında değişen
“aşırı soğuk” havalarda geçirmişti. Geceleri kat
kat örtünenler hanım evladı yerine konduklarından,
her gece birkaç saat titreştikten sonra ancak hafif
bir uykuya dalabiliyordu.
Oysa şimdi, ayaklarını Dişsiz’in sırtına doğru
uzatınca, küçük ejderhadan yayılan sıcaklık
dalgaları yavaş yavaş bacaklarından yukarıya
yükselerek, soğuktan donmuş midesini ve kalbini
ısıtmış, hatta nerdeyse altı aydır tam an lam ıy la
ısınamamış olan kafasına bile ulaşmıştı. Kulakları
bile keyifle yanıyordu. O gece Hıçkıdık’ı ancak
altı güçlü ejderhanın horultusu uyandırabilirdi - o
kadar derin uyuyordu.
8 . EJDERHA EĞİTMENİN
ZOR YOLU

Ejderhaları iyi tanıyan Hıçkıdık, onları eğitmenin


en kolay yolunun bağırmak olduğundan çok
emindi hâlâ. Dolayısıyla, sonraki birkaç hafta
boyunca, işe yarayıp yaramayacağını görmek için
Dişsiz’e bağırmayı denedi. Kararlı, sert bir dille
yüksek perdeden bağırmaya çalıştı. Elinden
geldiğince öfkeli bir ifade takındı. Ama Dişsiz
onu ciddiye almıyordu.
Sonunda, bir sabah kahvaltısında Dişsiz onun
tabağından bir çiroz aşırınca, Hıçkıdık bağırmaktan
vazgeçmek zorunda kaldı. Hıçkıdık en vahşi ve
korkunç sesiyle bağırmış; Dişsiz’se ona hain bir
bakış atarak, tek bir kuyruk darbesiyle masada
ne var ne yok yere indirmişti.
Bu, Hıçkıdık’ın bağırmaya son noktayı koyması
demek oldu.
“Peki, öyleyse,” dedi, “tam tersini deneyeceğim,
bakalım.”
Ardından Dişsiz’e son derece iyi davranmaya
başladı. Yatağının en rahat köşesini ona verip,
kendisi her an düşecek gibi kenarda yattı.

09
Ne kadar çiroz ve ıstakoz isterse istesin,
yedirdi. Ancak bunu yalnızca bir kere yaptı,
çünkü minik ejderha fena halde hastalanıncaya
kadar yemeyi sürdürmüştü.
Saatler ve saatler boyunca hiç bıkmadan
onunla oyunlar oynadı. Fıkralar anlattı, yesin diye
fareler getirdi, sırtındaki çıkıntılar arasında rahat
ulaşamadığı noktayı kaşıdı.
Dişsiz’in kendini Ejderha Cenneti’nde
hissetmesi için elinden geleni ardına koymadı
Hıçkıdık.

Şubat ayımn ortasında, Avanak Adası’nda kış sona


ermeye başlamış, kar mevsimi yerini yağmur
mevsimine bırakmıştı. Bu öyle bir mevsimdi ki,
ne yaparsanız yapın, giysileriniz asla kurumazdı.
Hıçkıdık’ın akşam yatarken ateşin önündeki
iskemleye astığı sırılsıklam tuniği, sabah kalktığında
h â lâ ıslak olurdu -Soğu k ve ıslak yerine sıcak ve
ıslak, ama yine de ISLAK.
Köyün her yanında toprak diz boyu çamura
dönerdi.
Hıçkıdık’ın, hemen evinin önüne büyük bir
çukur kazmakta olduğunu gören Balıkayak,
“Woden aşkına, ne yapıyorsun sen?” diye sordu.
“Dişsiz için bir çamur yatağı hazırlıyorum,”

90
dedi Hıçkıdık soluk soluğa.
“Sen bu ejderhayı çok şımartıyorsun,
gerçekten,” diye başını salladı Balıkayak.
“Buna psikoloji derler, oğlum,” dedi Hıçkıdık.
“Zekice ve ustalıklı; senin Dehşetinek’e yaptığın
gibi, mağara adamları tarzı bağırmıyoruz burda.”
Balıkayak ejderhasına Dehşetinek adını
vermişti. “Dehşet” kısmı, zavallı yaratığı biraz
olsun korkutucu göstermek içindi. “İnek” kısmıysa,
bir ejderha olarak gerçekten ineğe benziyor
olmasındandı. Kocaman, sakin, yumuşak başlı,
gri bir yaratıktı. Hatta, vejetaryen olduğundan
kuşkulanıyordu Balıkayak.
“Onu hep tahtaları kemirirken yakalıyorum,”
diye yakınıyordu. “KAN, Dehşetinek -KANA
SUSAMAN lazım senin!” diyordu.
Ne var ki, ya Balıkayak, Hıçkıdık’tan daha
iyi bağırabildiği ya da Dehşetinek, Dişsiz’den
daha tembel ve uysal bir kişiliğe sahip olduğu
için, bağırma yöntemi Dehşetinek’te çok- iyi
sonuç veriyordu.
“T aıju ıjı, Dişsiz;, bu fıazır,” dedi Hıçkıdık.
“Gel, güz;el bir çaıju ır bandosu y u f "
Dişsiz tarla farelerini kovalamayı bıraktı;
çamurun içine atladı. Yapış yapış bulamacın
içinde bir o yana bir yana yuvarlanıyor, kanatlannı

91
açarak keyifle kıpırdayıp duruyordu.
“Onu kendime bağlıyorum,” dedi Hıçkıdık,
“böylece, sonunda dediklerimi yapmak isteyecek.”
Dişsiz ağzını çamurla doldurup, şap diye
Hıçkıdık’ın suratına tükürünce, “Bak, Hıçkıdık,”
dedi Balıkayak, “ejderhalar hakkında çok şey
bilmiyor olabilirim, ama dünyanın en bencil
yaratıkları olduklarını biliyorum. Hiçbir ejderha
minnet duygusuyla senin istediklerini yapmaz.
Ejderhalar minnet nedir bilmezler. Gel, vazgeç.
Bu yöntem ASLA İÇE YARAMAZ.”
“Biz; e-e-ej£ıerfıalar,’ diye ekledi Dişsiz,
“fı-fı-fıa^atta Ralıjıa^a pro^raıyılı^ız. Y-^'^avşa]«;
Rebiler ^a iıa a-a-aptal VöpeRler gibi Efen&iıptz’e
â-â-âşıR falan, olıjıa^ız. Yalnızca a-a-abaıjılar

92
b ileti b-b-büyülsse ve biz;e y-y-yemelç veriyorlarsa
kinleriz; laflarını.”
“Ne diyor?” diye sordu Balıkayak.
“Aşağı yukarı senin dediğini,” dedi Hıçkıdık.
Dişsiz, “E-e-ejkerbalara asla güvenilmez;,”
diyerek, çamurun içinden neşeyle hoplayıp,
Hıçkıdık’ın onun için yakaladığı denizsalyangozla-
nndan birine yumuldu (Dişsiz denizsalyangozlanna
bayılıyordu; “T-t-tıp^ı burnunu karıştırmak
gibi,” diyordu). “A-a-annem y u v am ıza böyle
'öğretmişti -O iyi bilir.”
Hıçkıdık iç geçirdi. Doğruydu. Evet, Dişsiz
-biraz fazla talepçi olsa d a- çok sevimli ve
oyalayıcıydı; ancak o uzun kirpikli, kocaman,
masum gözlerine baktığınız an, onun ahlaksızın
teki olduğunu anlardınız. Gözleri, genlerine
kazınmış bir katilin gözleriydi. Bir timsah ya da
köpekbalığından ne kadar dost olursa, ondan da
o kadar olurdu.
Hıçkıdık yüzüne sıçramış çamuru sildi.
“Başka bir yol düşünmeliyim,” dedi.
* r
Şubat sona ermiş, Mart ayına girilmişken,
Hıçkıdık hâlâ düşünüp duruyordu. Havalara
aldanıp açma gafletinde bulunan tek tük çiçek,
sırf bu amaçla tetikte bekleyen birkaç şiddetli

93
don olayıyla hemen imha edilmişti.
Dehşetinek artık Balıkayak’ın “git” ve “dur”
komutlarına itaat eder hale gelmişti. Hıçkıdık’sa
hâlâ Dişsiz’e temel tuvalet eğitimi vermek için
uğraşıyordu.
Yine bir kaza nedeniyle Dişsiz’i dışarı
taşımakta olan Hıçkıdık, ’ M U T FA Ğ A
İŞEM EK y o k ; dedi, belki yüzüncü kez.
“M u tfak İLaia s-s-sıcaK” diye yakındı Dişsiz.
“Ai)u bu iş DIŞARIDA futlleitili^or, bunu
BİLİYORSUN,” dedi Hıçkıdık sabrı taşarak.
Dişsiz hemen o anda bir daha işeyip,
Hıçkıdık’ın elleriyle tuniğini çiş içinde bıraktı.
“DIŞARIDA, DIŞARIDA, DIŞARIDA,”
diye öttü papağan gibi oğlan.
Tam da bu uygunsuz anda, sahilden dönmekte
olan Sümüklüküstah’la İtkokan, ejderhaları omuz­
larında olduğu halde, Zebella’nın evinin oradan
geçmekteydiler.
“Vay, vay, vay,” diye alay etti Sümüklüküstah,
“ejderha çişine bulanmış BECERİKSİZ değil mi bu?
Aslında sana pek uygun böylesi.”
İtkokan, “Hoh, hoh, hoh!” diye kişnemesine
güldü.
İtkokan’ın ejderhası, buldog gibi basık
burunlu, asabi ruhlu, çirkin bir Gaıgadon olan

94
Denizsümüklüsü, “Bu ejiıerfta
falan, begil, diye burun kıvırdı,
“kanatlı bir beniz;]serten.lselesi.”
Sümüklüküstah’ın kendisi kadar
iriyarı ejderhası Ateşkurdu’ysa, Bu
cjberfıa falan begil,” diye dudak büktü, “çişini
tutaıjıa^an, ^eni bogıjıuş zavallı bir tavşan bebesi.”
Dişsiz öfkeyle soludu.
Sümüklüküstah, pelerinine doldurduğu dünya
kadar balığı gösterdi Hıçkıdık’a.
“Ateşkurdu’yla Denizsümüklüsü’nün sahilde
yakaladıklarına bak. Hem de yalnızca birkaç
saatte...”
Ateşkurdu öksürdü ve parlayan kaslarından
birkaçını gevşetip, sahte bir alçakgönüllülükle
pençelerini incelemeye koyuldu. “Afi, lütfen,
dedi sözcükleri uzata uzata, “U Ğ R A Ş M A M bile
ffereJiiijıelti. İS T E S E Y D İ M , bir Jsanabııjı
nrl^aıju bağlı, on iuJsiJsalu ^apariuıjı bu işi.”
Dişsiz, kocaman ela gözlerini hoşnutsuzlukla
Ateşkurdu’na diken Dehşetinek’e, “Blibeıjı bulanbı,
lsusucaıjı nerbe^se,” diye homurdandı.
“Ateşkurdu’nun AVCILIK’ta
bir EFSANE’ye dönüşeceğini
tahmin ediyoruz,” diye h
sırıttı Sümüklüküstah.

95
“Dehşetinek’in havuçları yeğlediğini duydum...
Ya bu Dişsiz Ucube bir sebzeye saldırma cesareti
bulabildi mi acaba? Havuç biraz sert olur -Belki
ezik hıyar artıklarıyla idare eder o... Hatta,
kamışla verirsin sen ona...”
“HOH HOH HOH!” îtkokan öyle güçlü bir
kahkaha attı ki, burnundan süm ükler fışkırdı.
“Dikkatli ol, İtkokan,” dedi Balıkayak
kibarca, “beynin akıyor.”
İtkokan ona sıkı bir yumruk patlattı ve iki
oğlan çekip gittiler. Yanlarından geçerlerken
Ateşkurdu, Dişsiz’e öyle bir saldırdı ki, neredeyse
gözünü çıkaracaktı.
Grup kulak misafiri olamayacak kadar
uzaklaştığında, Hıçkıdık’ın kollarından kurtulan
Dişsiz tehditkâr bir ifadeyle aksırıp tıksırarak
dalga dalga alev püskürdü.
“Kaballadılar! ÖMeJsler! Sılsı^sa ^elin iıc
Dişsiz; siz;in pestilinizi çıdarsın! Dişsiz; siz;in
bağırsaklarınıza söküp kenitine arp teli ^apar
be! Dişsin sizi—Dişsiz; sizi—Dişsiz; sizi—iste,
danıijıa yaklaşmadın salsın, o isallar..!”
“Aa, çols cesursun, Dişsiz;,” diye dalga geçti
Hıçkıdık, “biraz; hafta yüksek sesle bağırırsan,
bakarsın seni Ituyabilirlcr bile.”

96
9 . KORKU, GÖSTERİŞ, ÎNTÎKAM
VE SALAKÇA FIKRALAR

Mart geçmiş, Nisan, Nisan geçmiş, Mayıs gelmişti.


Ateşkurdu’nun “zavallı tavşan bebesi” dediği günden
sonra, Dişsiz bir daha mutfağa işemediyse de,
Hıçkıdık onu eğitme konusunda başka hiçbir
ilerleme kaydedememişti.
Yağış hâlâ devam ediyordu, ama ılık bir
yağmurdu bu. Rüzgâr yine esiyordu, ama daha
ılımlıydı. İnsan neredeyse dik durabiliyordu yani.
Hıçkıdık’la Balıkayak Uzun Kumsal’a
antrenmana gittiklerinde, kayaların üstündeki
yumurtalarından yavruları çıkrr
tepelerine tepelerine saldırmay
“HAKLA şunları, Dehşetim
HAKLA,” dedi Balıkayak omuz
tünemiş, sakin sakin oturan
ejderhasına. “O Kara-sırtlı Mart
kendine çerez yapabilirdin, ser
yarın kadar bile değildi... Sana
bir şey diyeyim mi, Hıçkıdık, t
pes ediyorum. O sınavın avcılı
bölümünü nasıl geçerim bilem

97
-zerre kadar öldürme içgüdüsü yok Dehşetinek’te.
Vahşi ortamda sağ kalamaz bu.”
Hıçkıdık sinirli sinirli güldü. “Sen buna
DERT mi diyorsun? Dişsizle biz daha en başta
çuvallıyoruz: Temel komutlara itaat, vurulmuş
avı bulup getirme, zorunlu egzersizler, avcılık
-hepsinde.”
“O k a d a r da kötü olamaz,” dedi Balıkayak.
“Kendin gör,” dedi Hıçkıdık.
Oğlanlar martılardan uzağa, sahilin biraz
ilerisine gittiler.
En temel komutun uygulamasına geçtiler:
“Fırla!” Eğitmenin öne doğru uzattığı kolu
üstünde dimdik durması beklenen ejderhanın,
eğitmen bütün gücüyle komutu haykırıp, aynı
anda elini yukarı kaldırınca, kol tam tepedeyken
süzülerek uçmaya başlaması gerekiyordu.
Dehşetinek esnedi, kaşındı ve kendi kendine
homurdanarak kanatlanıp uçtu.
Dişsiz ondan da beterdi.
Hıçkıdık, “FIR JL A !” diye haykırdı.
Kolunu yukarı kaldırdı. Dişsiz kıpırdamadı.
“FIKJLA iieh-iıp !” diye yineledi Hıçkıdık sinirle.
Dişsiz daha da sıkı tutunarak, “î^n-tıi^e
f'f'firla.^a^ii)(i isi?” diye omuz silkti.
Hıçkıdık, “F IB JL A S A ÎU , FIBJL.A FIRJLA

99
a t™
^ 1s s ^ılı r\ı b lP ' r

FIR JLA ü!” diye bağırarak, Dişsiz’in canını


kurtarmak istercesine yapıştığı kolunu deli gibi
salladı.
Dişsiz uçmadı.
“Dişsiz;,” dedi Hıçkıdık, elinden geldiğince
mantıklı olmaya çalışarak, “lütfen fırla.. Sana,
s'ö^lciıi^iıjîiıe fırlan ıp uçıjıaz;san, ilsiıjıiz;! be
sürgüne g'önitcreccJ<;lcr.”
Dişsiz de, “Aıyıa benliyi camiyi uçıyıa-b; 1-i-
isteıyıi^or,” diye belirtti, aynı derecede

99
mantıklı bir biçimde.
Olan bitene şaşkınlık içinde bakakalan
Balıkayak, “Senin başın gerçekten dertte,” dedi
arkadaşına hayretle.
“Öyle,” dedi Hıçkıdık. Sonunda bir an için
gevşeyen Dişsiz’in pençelerini açmayı başardı ve
onu ileri fırlattı. Dişsiz, öfke dolu bir çığlık atarak
kumlara kondu ve hemen Hıçkıdık’ın bacağına
yapışarak, pençelerini sıkıca sandaletlerine geçirip,
kanatlarını da baldırına doladı.
“G'g-gıtrçıeeeıjı,” dedi inatla.
“Nasılsa bundan daha kötüsü olamaz,” dedi
Hıçkıdık, “yeni bir yol deneyeceğim.”
İşe yarar bir şey bulma umuduyla ejderhalar
üzerine bildiklerini karalayıp durduğu not
defterini çıkardı. “EJDERHALARI HAREKETE
GEÇİRENLER...” diye yüksek sesle okudu.
“1. MİNNET DUYGUSU...” Hıçkıdık iç geçirdi.
“2. KORKU. Bu işe yarar, ama ben beceremem...
3 ,4 ve 5. AÇGÖZLÜLÜK, GÖSTERİR ve İNTİKAM.
Hepsini denemeye değer... 6. FIKRA YE
BİLMECELER. Ancak çaresiz kalırsam.”
“Bu özel bir vaka olmalı,” dedi Balıkayak ağır
ağır, “ama ben bu vakada Geğiren Kabadayı’dan
yanayım. Niye biraz daha yüksek sesle
bağırmıyorsun?”

100
H ı ç k ı d ı l<-

H ^ K ^ T e:
C rE ^ P -eÑ L s p.

< f é i â . -X
^s* ^ifttvst «AuyfrtC^x-
Z'tÇŞ&ftT İşe yqr^r awa ¿¡to b^re^e«
Í^6cima'jíic,c\k.
fccutor base* yer? 7 C.
f-- &oyy[£P4$. OU \oí lir:
l K/-f İ k * ™ ? ? ? AijM"

6 flK l* L A l'te ñ'iLHEC€^f¿.


f
olacak ¿ctriMz- kq(ir¿0WY\ ,
~ İSTATİSTİK ~
RENKLER: Zümrüt yeşili, parlak kırmızı, koyu mor.
SİLAHLAR: Korkutucu dişler, fazladan
uzatdabilen p e n ç e le r ..............9
KORUNMA: K â b u sla rın korunm aya
ihtiyacı y o k tu r ................2
RADAR: Y o k ........... . O
ZEHİR: Isırırsa hafifçe zeh irler........................ 3
A V CILIK YETENEĞİ: Göz k a m a ştırır ....... 10
HIZ: H ız h ..........7
D EH ŞET VE DÖVÜŞ KATSAYISI:
Çok ama çok k o r k u tu c u ...... 10
Hıçkıdık onu duymazdan geldi.
Bacağına tutunmuş, uyuyor numarası yapan
minik ejderhaya, “Fekâlâ, Dişsiz:,” dedi. “Beniıyı
içitı yakalakığın her balığa karşılık evke sana
iki ıstakoz; kafıa vereccgii)i.”
Dişsiz gözlerini açtı. “C -c-canlı ipi?” diye
sordu hevesle. “D-D-Dişsix onları haklayabilir
ıjıi? n -n-n’olur? Yalnız;ca bu sefercik?”
“H ayır, Dişsiz;,” dedi Hıçkıdık kesin bir
ifadeyle. “Sana kaç işere s’ö ylekiıjı, kekinken
İSüçiiJs y aratık lara cz;iyet etjjıek hiç fıoş bir şey
itebil.”
Dişsiz gözlerini yumdu yine. “Çok s-s-
sıkıeısın,” diye surat astı.
“Sen o k a ta r z;eki ve hız;lı bir ejkerhasm ki.
Dişsiz;,” diyerek ona yağ çekti Hıçkıdık, “bafıse
£jirerii)i, istesen, Tfıor Ferşeıjıbesi K u tlaıjıalan’nka
herkesten çok balık yakalayabilirsin.”
Dişsiz konuyu tartmak üzere gözlerini açtı.
“İ-i-ik i katını,” dedi alçakgönüllülükle. “Aıjıa c-
c-eanııjı istemiyor.”
Buna verilebilecek yanıt yoktu. Hıçkıdık,
listesindeki GÖSTERİŞ’in üstünü çizdi.
“Hani şu sana kaba kavranan büyük, kırıjuzu
Ateskurku ejkcrfıa var y a ? ” dedi.
Dişsiz öfkeyle yere tükürdü. “IÇ-k-kanatlı

103
beniz;k;ertenk;elesi iieiıi bana. £-z;-z;avallı bir
tavşan b-b-bebesiyıjıişii)i. D-D-Dişsiz; onu g-g-
gebertecek;. Dişsiz; onun fı-fuiiak;k;ınban gelecek;.
D-D-Dişsiz; onu-”
“Tabii, tabii,” diye atıldı Hıçkıdık. “O ejber-
bayla boıjıuz; suratlı sahibi, Tfıor Ferşeıjıbesi
Rutlaıjıaları’nba Ateşlsurbu’nun herResten baba
çok; balık; yabalayacağını sanıyorlar. O gün En
üıjıut Vaat Eben Ejberha öbülünü onun yerine
sen k;az;anırsan, ne Rabar GÜLÜNÇ buruıjıa
büşeceRlerini büşünsene.
Dişsiz, Hıçkıdık’ın bacağını bıraktı. “Bunu
bir D-D-DÖŞÜEEYİM.” dedi. Birkaç adım
öteye emekleyip düşünmeye başladı.
Beş dakika geçmiş, hâlâ düşünüyordu. Arada
bir tuhaf tuhaf kıkırdıyor, ama Hıçkıdık ne zaman,
“Ee, ne biyorsun?” diye sorduğunda, yalnızca,
“H-h-hâlâ büşünüyoruıjı. Git başııjıban,” diyordu.
Hıçkıdık iç geçirerek, İNTİKAM'a da bir çizgi
çekti.
Hıçkıdık’ın omuzunun üstünden listeye bakan
Balıkayak, “Tamam,” dedi, “ötekilerin hepsini
denedin. KOMİK FIKRALAR YE BİLMECELER’e
ne dersin? Bence çaresizsin artık.”
“Dişsiz;,” dedi Hıçkıdık, “bana şöyle güz;el,
büyük; bir usRuıjıru yakalarsan, HEM Avanak;

104
Abası’nm en z;cJsi ve fazlı ejberfusı olur, HEM
o Ateşkurbu ejberfuısını gülünç iıuruıpa büşürür,
HEM evke istediğin Jsaiıar ıstakoz; gersin, HEM
DE sana çok şafıane bir fı^ra anlatır ^a iıa
JsoıyıtJs bir bilıjıece sorarnjı.”
Dişsiz onlara doğru döndü. “D-D-Dişsiz
J*;oıyıtis şeflere bakılır.” Uçtu, Hıçkıdık’ın koluna
tünedi yine. “Taıpaıjı. Dişsiz sana ^arbııjı
ekecek. A-a-aıjıa i-i-i^i biri olkuğjuıjı için ^a
iıa başka bir yavşaklık nebeni^le DEĞİL...”
“Yok, ^ok,” dedi Hıçkıdık. “Tabii isi, begil.
“Biz e-e-ejkerfıalar Jsotü ve fıain. Aıpa b-b-
biİTnece cok sever. SİMDİ sor.”

Avlanan bir ejderha çok


etkileyici görünür -Dişsiz gibi, gelişmemiş bir yavru
bile. Dişsiz, kendinden küçük görünen bütün
karabataklara çeşitli küfürler sallayarak, her
zamanki dengesiz, yamuk stiliyle sahil boyunca
uçtu. Ancak, denize ulaştığı anda sanki biraz
büyüyüvermişti. Deniz tuzu, katıksız birer av
canavarı olan atalarından kalma bazı anıları

105
canlandırmış olmalıydı onda. Kanatlarını uçurtma
gibi açmış, çırpıntılı dalgalan yalamasına hızla
uçarak balık aranırken, gövdesini ve kanatlarını
sabit tutuyordu. Bir şey gördü ve birdenbire fişek
gibi daireler çizerek o kadar yükseldi ki, Hıçkıdık
kıyıda başını kaldırıp baktığında onu ancak küçük
bir leke olarak görebiliyordu artık. Leke bir an
havada asılı kaldı, sonra kanatlarını iki yanına
yapıştıran Dişsiz, gökyüzünden düşen bir taş gibi
denize daldı.
Suyun içinde kayboldu ve uzunca bir süre
görünmedi. Ejderhalar canları isterse, suyun altında
en az beş dakika kalabilirler. Dişsiz de hangisinin
en büyüğü olduğuna karar veremeyerek, bir o
balığı bir bu balığı kovalayarak oyalanıyordu orada.
Beklemekten sıkılan Hıçkıdık ıstakoz
aranmaya başlamıştı ki, Dişsiz, ağzında küçük
bir uskumru, zafer kazanmış bir edayla denizden
fırlayıverdi.
Uskumru’yu Hıçkıdık’ın ayağının dibine
bırakıp, arka arkaya üç takla attıktan sonra oğlanın
başına kondu ve azıcık horoz ötüşünü andırsa da
ondan çok daha gürültülü ve kendinden hoşnut
tonda bir ejderha zafer çığlığı attı.
Sonra da eğilip, baş aşağı
Hıçkıdık’ın gözlerinin içine baktı.

106
“Hafili, ş-ş-şlıjıbi bir
bilıjıece sor bana.,” dedi.
“Woiten beni Çorusun!” dedi
Hıçkıdık. “Taptı. Gcrçeisten ^aptı.”
“Bir B'B'BİLfllECE sor bana,” dedi Dişsiz
yine.
“Baştan başa si^afı be^az ve lsırıjıızı olan
şe£ nebir?” diye sordu Hıçkıdık.
Dişsiz bilemedi.
“Güneşte ■yanıjuş bir penguen,” diye yanıtladı
Hıçkıdık.
Bu çok çok eski bir bilmeceydi, ama anlaşılan
Yabani Ejderha Kayalığı’na kadar ulaşmamıştı.
Dişsiz onu müthiş komik bulmuştu.
Bilmecelere devam edebilmek için, daha çok
balık avlamak üzere uçtu gitti.
Keyifli bir öğleden sonrasıydı. Yağmur durmuş,
güneş açmış, Dişsiz de avcılıkta oldukça başarılı
olmuştu. Birkaç balık getirdikten sonra, bir ara,
yoldan çıkıp kayaların tepelerinde tavşan kovala­
maya bile başlamıştı. Ama Hıçkıdık onu çağırınca
geri döndü ve sonuç olarak, birkaç saat içinde altı
orta boy uskumruyla bir köpekbalığı yakalamış
oldu.
Her şey bir yana, Hıçkıdık elde ettiği sonuçtan
memnundu.

107
“Ne de olsa,” dedi Balıkayak’a, “En Umut
Vaat Eden Ejderha ödülünü kazanmayı falan
beklemiyorum zaten. Dişsiz’in temelde denetimim
altında olduğunu ve kendisi için birkaç balık
avlayabildiğini göstersem yeter. Sümüklüküstah’la
onun hayvan gibi avlanan Efsane’sinin yanında
komik düşsek de, Temel Bilgiler Sınavı’nı geçmiş
oluruz en azından.”
Üstüne bir de, Dişsiz, Hıçkıdık’ın önündeki
yığına son uskumruyu bıraktığında, minik
ejderhanın alt çenesinde parlayan sivri bir
şey fark etti Balıkayak.
“Dişsiz ilk dişini çıkarıyor!” dedi.
Çok iyi bir haberdi bu.
♦ %%
Yorgun argın eve dönerlerken, Buruşuk Moruk’un
yanından geçtiler; son birkaç saat boyunca bir
kayanın üstüne oturup onları izlemişti ihtiyar.

108
Oğlanlar ona Hıçkıdık’ın pelerinine sardıkları
balıklan gösterince, “Çook etkileyici,” diye hırıldadı.
“Hıçkıdık’ın Thor Perşembesi’ndeki Temel
Bilgiler Final Sınavı’nı geçebileceğini tahmin
ediyoruz,” dedi Balıkayak heyecanla.
“Demek, o önemsiz küçük Sınav için dert­
leniyorsun hâlâ, öyle mi, Hıçkıdık?” diye sordu
Buruşuk Moruk. “Daha önemli sorunlar var
biliyorsun. Muazzam bir fırtına patlayacağa
benziyor, mesela. Üç gün içinde bizi vuracak.”
“Önemsiz küçük Sınav mı?” dedi Balıkayak
hışımla. “Önemsiz küçük Sınav da ne demek???
Thor Perşembesi Festivali yılın en büyük olayı.
ÖNEMLİ zerzevatın HEPSİ orada olacak: Kıllı
Holiganlar’m YE Etkafalar’ın hepsi. Hem belki,
SİZİN için önemli olmayabilir, ama bu önemsiz
küçük Sınav’ı başaramayanlar sürgüne gönderilip,
yamyamlara ya da başka korkunç yaratıklara
yem olacaklar.”
Hıçkıdık gözleri parlayarak, “Bundan
sonra BECERİKLİ HIÇKIDIK ve ejderhası DİSİBOL
olacağız,” dedi. “Şu anda aklıma geldi bu adlar
ve çok hoşuma gitti. Sağlam, güvenilir, ama hem
çok gösterişli değil, hem de büyük beklentiler
vaat etmiyor.”
Balıkayak, pençesinin tekiyle burnunu

109
karıştıran Dişsiz’i işaret ederek, “Bu sürüngen
sonunda harekete geçip biraz balık avladı,”
dedi. “İnanılmaz gibi gelse de, her şeye rağmen
Hıçkıdık bu Sınav’ı geçebilir.”
“Ah, bence bu nerdeyse kesin sayılır,” dedi
Buruşuk Moruk. Şimdi de gözlerini şaşılaştırmaya
çalışırken düşüp duran Dişsiz’e bakıyordu.
“Ner-deyse,” diye yineledi Buruşuk Moruk
dalgın dalgın.
Ve oğlanlar evin yolunu tutunca, Dişsiz de
sızlanarak peşlerine takıldı. “Afi, T -T -T A Ş I
B E r îÎ, T A Ş I BEIÜİ.. Ha.Jssız;IıJs bu... K itıu tlan ıjı
ağrıyor...”

110
1 0 . THOR PERŞEMBESİ
KUTLAMALARI

Thor Perşembesi Kutlamaları gerçekten görkemli


bir olaydı. Kıllı Holiganlar’ın yakındaki Etkafa
Adaları’nda yaşayan güçlü rakipleri Etkafalar,
bu büyük etkinliğe katılmak için gemilerle İç
Okyanus’tan geçip Avanak Adası’na geldiler.
Kara Yürek Körfezi’nde kamp kuran konuklar,
martı çığlıklarının yankılandığı ıssız çölü bir gecede,
denizde kullanılamayacak kadar yıpranmış yelken­
lerden yaptıklan çadırlarla sıkış tepiş bir köye
dönüştürdüler.
Ertesi sabah Uzun Kumsal standlar, hokkabazlar
ve falcılarla doldu. Ortalık muüu bir kargaşa içinde,
eski arkadaşlarına rastlayan, kılıç oyunları çalışan
ve DERHAL kavgayı kesmeleri için, “Thor aşkına,
BAK CİDDÎ SÖYLÜYORUM... yoksa... yoksa... yoksa...
FENA OLUR!” diye çocuklara bağıran Vikingler’le
kaynıyordu.

111
THDR PERŞEMBESİ
KUTLAMALARINA HOŞ GELDİNİZ!

Etkinlik programı

9:00 Çekiç fırlatmaca (Yalnızca 60 yaş üstü).


Kendi çekicinizle ya da başkasına ait bir
çekiçle Kazazedeler Kayası'nda buluşma
(İzleyiciler için sert başlık zorunludur).

10:30 Bir Dakikada Kaç Martı


Yumurtası Yersin?
Çok sayıda rakibin çekiştiği bu yarışmanın
sürekli şampiyonu Torbagötlü Şişgöbek'tir

11:30 En Çirkin Bebek Yarışması

12:30 Balta Dövüşü Gösterisi


Baltayla dövüş sanatının incelikleri görülmeye değer.

14:00 Genç Kahramanlar Temel Bilgiler Final Sınavı


Geleceğin Viking Kahramanlarımın yarışmasını izleyin.
En itaatkâr ejderha kimin olacak, en çok balığı kimin ejderhası
avlayacak? Bu sporda her şey var: Kan, diş, bağırıp çağırma.

15:30 Büyük Piyango ve Kapanış Töreni


Dev cüsseli Viking erkekleri sivri kayalara
oturmuş, tatil havasında azman denizaslanları gibi
anıra anıra gülerlerken, gruplar halinde toplaşmış
koca cüsseli Viking kadınları da martılar gibi
ciyaklıyor, kupalar dolusu çayı tek yudumda
mideye indiriyorlardı.
Buruşuk Moruk’un korkunç fırtına ve tayfunlar
olacağına ilişkin iç karartıcı tahminlerinin tersine,
ufukta tek bir bulut izi bile yoktu.
Genç Kahramanlar Temel Bilgiler Final Sınavı
öğleden sonra ikide başlayacağı için, Hıçkıdık
bütün sabahı, Pis Danlar ve korsan prensesler
üzerine abartılı hikâyeler anlatan
masalcıları büyük merakla
dinleyerek geçirdi.
Ancak o kadar gergindi ki,
geçmiş yıllarda olduğu kadar
tadını çıkaramıyordu kutlamaların.
Bir Dakikada Kaç Martı
Yumurtası Yersin yarışmasında Kabadayı’nın
kusması bile, kaygılı solgun yüzünde belli belirsiz
bir gülümsemeden fazlasını yaratamadı.
Hıçkıdık’ın ailesi, Balta Dövüşü Gösterisi’ne
hakim bir tepede piknik yaptı. Hıçkıdık hiçbir
şey yiyemediği gibi, aynı şekilde, huysuzluğu
üstünde olan Dişsiz de, her zamankinin tersine,

113
Valhallarama’nın uzattığı tonbalıklı sandviçe
burun kıvırdı.
Keyfi gıcır Kayıtsız Zebella, “Av öncesinde
ejderhanın iştahını açık tutmak iyidir,” diye kükredi.
En Çirkin Bebek Yanşması’nda Şaşıkurbağa üzerine
oynadığı bahsi kazanmış, şimdi Temel Bilgiler
Sınavı’nda oğlunun parlak marifetlerini görmek
için sabırsızlanıyordu.
Gün biraz ilerleyince, nerden çıktığı belirsiz
sıcak bir rüzgâr esmeye başladı. Hava hâlâ boğucu
derecede sıcaktı, ama ufukta uğursuz bulutlar
toplaşmaya başlamıştı. Uzaklardan gök gürültüsünün
o tuhaf gümbürtüsü geliyordu.
Gökyüzünü inceleyen Hıçkıdık, Buaışuk
Moruk’un haklı olabileceğini düşündü. Thor
Perşembesi Kutlamalarında Thor kendini
gösterecekti yine.
“D -D -D -Ü -Ü-Ü -T! Bu yıl Kabileler’e kabul
edilmek isteyen bütün gençlerin kumsalın sol
tarafındaki alana gelmeleri rica olunur.”
Hıçkıdık yutkundu, Dişsiz’i dürttü ve ayağa
kalktı. O an gelmişti işte.
%A A
Hıçkıdık, denizin tam kıyısında, ıslak kumlu bir
genişlikten ibaret alana son gelenler arasındaydı.
Kabilesi’nin oğlanları tepelerinde uçuşan ejderha-

114
larıyla birlikte çoktan yerlerini almışlardı. Herkes
heyecanla konuşup duruyor, Sümüklüküstah bile
gergin görünüyordu.
Etkafalı oğlanlarla ejderhaları, Holiganlar’dan
çok daha belalı, iri cüsseli ve çetin tiplerdi. Hele
bir tanesi, en az on beş yaşında gösteren, yarma
gibi, hantal bir oğlandı.
Hıçkıdık; oğlanın omuzuna tünemiş bir metre
boyundaki gümüş grisi Korkunç Kâbus’tan dolayı
onun Etkafalar’ın Reisi Megadon’un oğlu Eşşkıya
olduğunu tahmin etti. Hayvan, kafasından hain
düşünceler geçen bir rottweiler gibi Ateşkurdu’nu
süzmekteydi.
Ateşkurdu umursamaz bir tavır takındı.
“A ristokratlar asla fıırlaıp az” diye tatlı tatlı
mırladı. “Sen o so^u barışıl*; Kâbuslar’ban biri
olmalısın. Bizzat bü'yüd Kesdinpençe’nin sofundan
Ebelen biziıjı ^ibi saf ■yeşildanlılar bu kabar adi
bir davranışı akıllarından bile ^eçirıjıezlcr.”
Gümüş Kâbus’un hırlaması daha da şiddet­
lendi.
Kalabalık, alanın çevresinde birikmeye
başlamıştı. Hıçkıdık, “Ben bir REİS’im, çekilin
önümden,” diye bağıra bağıra kendine yol açan
Kayıtsız Zebella’yı görmezden gelmeye çalıştı.
Zebella, ezeli düşmanı Etkafalı Megadon’un
midesine sıkı bir dirsek atıp, “BİRE ON BAHSE
GİRERİM Kİ, BU SINAVDA BENİM OĞLUM SENİN-
KÎNDEN DAHA ÇOK BALIK AVLAYACAK,” diye
gürledi.
Etkafalı Megadon kısık gözlerle, şuna bir
tane geçirsem mi, diye düşündü. Sınav’dan
SONRA belki.

116
“Peki, hangisi senin oğlun?”
diye sordu Etkafalı Megadon.
“Şu kırmızı Korkunç Kâbus’lu,
iskelet dövmeli, domuz suratlı,
uzun boylu olan mı?”
“Yok,” dedi
Zebella neşeyle.
“O kardeşim
Torbagöt’ün oğlu.
BENİMKİ şu Dişsiz Düş’le
birlikteki, zayıf olan.”
Etkafalı Megadon’un ağzı kulaklarına vardı.
Zebella’mn sırtına bir şaplak indirip, “BAHSİNİ
KABUL EDİYOR VE İKİ KATINA ÇIKARIYORUM!”
diye haykırdı.
Zebella da, “ANLAŞTIK!” diye bağırdı ve
iki büyük şef el sıkışıp, bahsi bağlamak üzere
karınlarını tokuşturdular.
« « «
Temel Bilgiler Sınavı’nın bu son aşamasını Geğiren
Kabadayı yönetiyordu. Suratı, Bir Dakikada Kaç
Martı Yumurtası Yersin yarışmasındaki kötü
deneyiminden sonra hâlâ biraz yeşildi. Yarışma
öfkesini giderecek yerde, keyfini daha da kaçırmıştı.
'PEKÂLÂ, BERBAT HERİELER!” diye haykırdı.
“Kahraman kumaşından yapılıp yapılmadığınızı

117
şimdi anlayacağız. Bu arenadan ya soylu Kıllı
Holigan ve Merhametsiz Etkafa Kabileleri’nin asil
üyeleri olarak çıkacak YA DA İç Adalar’dan
sonsuza dek sürüleceksiniz. Bakalım hangisi
gerçekleşecek, tamam mı?”
Önünde dikilen yirmi oğlana pis pis sırıttı.
“Önce, sizleri ve hayvanlarınızı savaşa
gidecek askerlermişsiniz gibi teftiş edeceğim.
Sonra, girmeyi umduğunuz Kabileler’in üyelerine
takdim edeceğim. Ardından Sınav’a geçilecek.
Bu vahşi yaratıklara kendinizi ne kadar kabul
ettirdiğinizi, Kahraman kimliğinizin gücüyle
onları nasıl evcilleştirdiğinizi göstereceksiniz.
“Temel buyruklar olan ‘fırla’, ‘dur’ ve
‘yakala’ ile başlayacaksınız. Sizden önce
atalarınızın hepsinin de yaptığı gibi,
sürüngeninize sizin için balık avlamasını
emrederek bitireceksiniz.”
Hıçkıdık kaygıyla yutkundu.
“Hakemi, yani BENİ,” -Kabadayı gaddarca
dişlerini gösterdi- “en çok etkileyen oğlanla
ejderha ayrıca, Kahramanlar Kahramanı ve En
Umut Vaat Eden Ejderha unvanlarını kazanma
şerefine erişecek. Bu Smav’da BAŞARISIZ olan
oğlanlarla ejderhalarsa, aileleriyle sonsuza kadar
vedalaşacak ve Kabile’yi terk edip, kim bilir

110
nereye defolacaklar.” Kabadayı kısa bir an durdu.
Balıkayak, Kabadayı’nın duyacağı bir sesle,
“Şiir gibi,” diye mırıldandı. Kabadayı ona dik dik
baktı.
“YA KAHRAMAN YA SÜRGÜN!” diye haykırdı
sonra.
“YA KAHRAMAN YA SÜRGÜN!” diye haykırarak
ona karşılık verdi gözü kara on sekiz oğlan.
“YA KAHRAMAN YA SÜRGÜN!” diye haykırdı
onları izleyen Holigan ve Etkafa Kabileleri.
Hıçkıdık’la Balıkayak içlerinden, n’olur, bir
kerecik, azıcık Kahraman olayım, diye
geçiriyorlardı. Çok gösterişli şeyler falan yapmam
gerekmez, bu Sınav’ı geçecek kadarı yeter.
“EJDERHALAR SAG KOL ÜSTÜNDE, HAZIR OL!”
diye haykırdı Geğiren Kabadayı.
Sonra da, oğlanlar sırasının önünden yürüyerek
teftişe çıktı.
“Harika donanım!" Kabadayı, yaklaşık bir
buçuk metrelik kanat açıklığını sergilemek için
parlak kanatlarını açan Kâbus ejderhası Katil için
Etkafalı Eşşkıya’yı tebrik etti.
Kabadayı, Hıçkıdık’ın önüne gelince aniden
durdu.
“Woden aşkına!” dedi yüzü sarararak. “Bu da
NEDİR?”

119
“Bu bir Dişsiz Düş, efendim,” diye geveledi
Hıçkıdık.
“Küçük ama hırçın,” diye ekledi Balıkayak
desteklercesine.
Kabadayı, “Dişsiz Düş mü???” diye yaygarayı
bastı. “Hayatımda gördüğüm en küçük Sıradan
bu. Siz beni aptal mı sandınız?”
“Hayır, hayır, efendim,” diye mırıldandı
Balıkayak yatıştırma çabasıyla, “yalnızca biraz
yavaş algılıyorsunuz.”
Kabadayı onları yiyecekmiş gibi bakıyordu.
Hıçkıdık, “Dişsiz Düşler,” diye açıkladı,
“burunlarının ucundaki tipik siğil dışında tıpkı bir
Sıradan gibi görünürler.”
Kabadayı, “KES SESİNİ!” diye yüksek perdeden
fısıldadı. “Yoksa seni ta Anakara’ya kadar fırlatır
atarım. UMARIM,” diye devam etti, “bu ejderha
göründüğünden daha iyi bir avcıdır. Sen ve şu
balıksı arkadaşın şimdiye kadar Temel Bilgiler
verme gafletinde bulunduğum en berbat Kabile
adaylarısınız. Ama sen bu Kabile’nin geleceğisin,
Hıçkıdık; eğer bizi Etkafalar’ın önünde rezil
edecek olursan, şahsen ben seni asla affetmem.
Anladın mı?”
Hıçkıdık başıyla onayladı.
Ardından oğlanlar teker teker öne çıkıp selam

120
vererek, izleyicilerin alkışlaması için ejderhalarını
havaya kaldırdılar.
Sümüklüküstah ve ejderhası Ateşkurdu için
büyük bir alkış koptu; buna yaklaşan tek güçlü
tezahürat, Etkafalı Eşşkıya’yla ejderhası Katil’e
yapılan oldu.
“İşte burada, sonuncu olsa da hafife almayın,”
Geğiren Kabadayı çığırtkanlığına biraz şevk katmaya
çalışıyordu, “karşınızda korkunç... tehlikeli... Kayıtsız
Zebella’nın biricik oğlu... BECERİKLİ HIÇKIDIKVE
EJDERHASI DİŞLİ!”
Hıçkıdık öne çıktı ve Dişsiz’i azıcık büyük
göstermek için yapabildiğince havaya kaldırdı.
İzleyiciler, dehşete kapılmışçasına bir anda
suspus oluverdiler.
Daha önce de bu kadar küçük ejderhalar
görülmüştü elbette, ama soylu av ejderhası olarak
Kabile’ye Kabul için yanşırken DEĞİL, vahşi ortamda
tarlafarelerini kovalarken.
Zebella birkaç koy öteden bile duyulacak
kadar şiddetle, “BOYUT HER SEY DEMEK DEĞİLDİR!”
diye kükreyip, alkışı başlatmak için koca ellerini
çırptı.
Herkes Zebella’nın ünlü öfkesinden korktuğu
için çılgın tezahürata katıldı kibarca.
Dişsiz’in huysuzluğu geçmemişti, ama ilgi

121
merkezi olmaktan pek keyiflenip göğsünü kabar­
tarak, büyük bir ciddiyetle sağa sola selam verdi.
Etkafalar’ın birkaçı alaylı alaylı güldü.
Fikrimi değiştirdim, diye düşündü Hıçkıdık
gözlerini kapatarak, bugüne kadar yaşadığım en
kötü an BU.
“Pekâlâ, Dişsiz;,” diye fısıldadı küçük
ejderhanın kulağına, “fırsat bu Fırsat. Şiıjıbi
bir sürü balıJs avla, ben be sana şiıjıbi^e J^abar
bu^ıjıabıgın Jsabar çols fılçra anlata^ııjı. Şu isoea
Jçırıjiızı AteşMurbu ejberfıası ba iç ic e bozuıjı olsun.”
Dişsiz, yan gözle Ateşkurdu’na baktı. Ejderha,
En Umut Vaat Eden Ejderha ödülünü alacağından
son derece emin bir pişkinlik içinde Sümüklüküs-
tah’ın miğferinde tırnaklarını bilemekteydi.
“D-D-DÜÜÜT!”
Ve Sınav başladı.
%* %
Dişsiz kesinlikle aşırı bayıcı bulmasına karşın,
başlangıçtaki itaat denemelerinin iyi kötü üstesinden
gelmişti ki, şiddetli bir yağmur indirdi. Dişsiz
yağmurdan nefret ederdi. Eve gidip sıcak ateşin
önünde keyif çatmak istiyordu.
Ateşkurdu’yla Katil, efendileri Sümüklüküstah’la
Eşşkıya emir verir vermez “fırlıyor”, “yakalıyor”; bu
arada sırf gösteriş olsun diye de dalışlar yapıp,

122
burunlarından alev püskürüyorlardı. Ateşkurdu,
izleyicilerin çığlıklar atıp tepinmelerine yol açan
etkileyici akrobatik taklalar da attı.
Geğiren Kabadayı, “AVI BAŞLATIN!” diye
haykırdı.
Dişsiz’in dışındaki bütün ejderhalar denize
doğru uçtular.
Dişsiz, geri dönüp Hıçkıdık’ın koluna kondu.
“D-D-Dişsiz’in V V lsarn ı ağrıyor,” diye
sızlandı. Hıçkıdık saha kenarında dikilen
babasının şaşkın bakışlarını
görmezden gelmeye
çalışıyordu. Kalabalığın,
“Şurdaki Zebella’nın
oğlu işte -Y ok, yok,
domuza benzeyen, iskelet
dövmeli, uzun boylu olan
değil, minyatür ejderhasına
bile söz geçiremeyen şu
küçük, sıska olan,” diye fısıldaştığını da
duymamaya çabalıyordu.
“Unutıju, Dişsiz,” diye tısladı Hıçkıdık
dişlerinin arasından, “BALIKLAR,. Bilitigiıjı
bütün fıkraları anlatacağımı sana, fıatırlabın mu?”
“Ş -Ş -Ş ÎM D İ anlat,” dedi Dişsiz.
Yardım umulmadık bir yerden imdada yetişti.

123
“HAKLA, ATESKURDU, HAKLA!” diye haykır­
maya ara veren Sümüklüküstah, başını uzatıp
Hıçkıdık’a çatmaya başlamıştı. “N'APIYORSUN sen,
Hıçkıdık? O kanatlı kertenkeleyle KONULMUYORSUN
YA? Ejderhalarla konuşmak kurallara aykırıdır;
senin yufka baban Kayıtsız Zebella’nın emriyle
yasak-”
“K,-Js-J?ianatlı ¿¡ertensek ipi?” diye yineledi
Dişsiz. “R -R -R A ÎU T L I R E R T E f lR E L E ,
H A ???”
“Sen kanatlı Jserteniiek itebilsin, ö^ie itebil
ıjıi, Dişsiz;?” dedi Hıçkıdık. “Sen kimyanın en İ£İ
avcısısın, Ö£İe İtebil ipi?”
“M A A L E S E F ö^le^iıp, dedi Dişsiz hırçın
bir sesle.
“Şu SüıpiiJ<;lüJsüstafı’la. gösterişçi ejiıerfıasına
G E R C E R λir av ejherftastnın neler ^apaiıileceğini
G Ö S T E R , ftakl, diye atıldı Hıçkıdık.
“P E R İ ö ^ l e ^ s e d e d i Dişsiz.
Dişsiz dağınık bir halde, herhangi bir hedef
seçmeden denize doğru havalanınca, Hıçkıdık
derin bir nefes aldı.
On dakika sonra Dişsiz ikinci seferinden
dönüp, konuşmaya bile tenezzül etmeyecek
kadar içi sıkılarak önüne birkaç ringa balığı
atınca, gözlerine inanamadı oğlan. “Yarım saat

124
sonra, ben, Hıçkıdık, Kıllı Holiganlar Kabilesi’nin
asıl üyesi olma hakkını kazanmış olacağım,” dedi
kendi kendine.
G erçekten de işler fazla yolundaydı hani.
Ateşkurdu, yeşil kedi gözleri zaferle parlayarak,
yirminci balığıyla Sümüklüküstah’a geri uçuyordu
ki, Dişsiz, “£-z-zevzels züppe,” diye seslendi.
Ateşkurdu havada kalakaldı. Gözlerini kısarak
hızla başını çevirdi.
“Î^E ÎLeititı sen?” diye tısladı.
Hıçkıdık, “Ah, olamaz,” diye inledi. “H ayır,
Dişsiz;, flittir, salsın yap ıjıa-”
“£-Z-zevzels züppe,” diye alay etti Dişsiz.
“Bütün m arifetin bu Isadarcıls ıjıı? Pels z-Z-
zavallı. Uıjıutsuz valsa. B-b-becerilssizlilS anıtı.
Siz K-KrKabuslar İşendiniz! canavar sanıyorsunuz,
aıyıa bir deniztarağı Isadar acizsiniz”
Atılmaya hazır bir leopar gibi, havada ona
doğru adım adım yaklaşırken, kulakları tehlikeli
biçimde arkaya yatan Ateşkurdu, S E I 1 diye
tısladı, “Isüçüls P A L A V R A C IH lE î telsisin.”
“S - S -S E f î de,” dedi Dişsiz sakin sakin,
“t-t-tavşan yürelsli, y-y-yosun beyinli, s-s-
salyangoz ıjıeralslısı bir £ Ü P P E $ ÎE 1 .”
Ateşkurdu, Dişsiz’e doğru atıldı.
Dişsiz şimşek hızıyla kaçıp kurtulunca,

125
Ateşkurdu’nun koca çenesi iğrenç bir çatırtıyla
boşluğu ısırdı.
Büyük bir kargaşa koptu.
Ateşkurdu tamamen kendini kaybetti. Pençe­
lerini açarak, çılgın gibi oraya buraya saldırdı ve
kocaman alevler püskürterek, hareket eden her
şeyi ısırmaya başladı.
Ne yazık ki, tam o sırada, son derece çabuk
sinirlenen ejderha Katil’e yanlışlıkla bir çizik attı.
Bunun üzerine Katil de, ısırabileceği kadar
yakınındaki bütün Holigan ejderhalarına saldırdı.
Kısa süre sonra ejderhaların topu birden,
kükreyen bir girdap halinde müthiş bir Ejderha
Dövüşü’ne girişmişti. Oğlanlar, öldürücü darbe
almamaya çalışarak, ejderhalarını durdurup ayırmak
için bağırarak oraya buraya koşturuyorlardı. Onlar
ne kadar yatınsalar da ejderhalar tınmıyordu.
Sümüklüküstah’la Eşşkıya’nın suratları birkaç
sıkı haykırışın ardından kıpkırmızı kesilmişti.
Geğiren Kabadayı saha kenarı boyunca gülle
hızıyla ilerliyordu. “TH0RVEWÖDENAŞKTNAFELER-
OLUYORBURDA?”
Dişsiz, bu kargaşada tam havasını bulmuştu;
Ateşkurdu’nun öfkeli ataklarını rahatça savuşturup,
büyük bir hevesle Kertenkaplan’ın orasını ısırır,
Parlakpençe’nin burasını tırmıklarken, dövüşten

126
K A t;L «e Aîeş/<UR P^ aR^s.McJa

t j D C r h a Dö vü şü . . .

müthiş keyif aldığı açıkça belli oluyordu.


Dehşetinek bile vejetaryen olduğu varsayılan
bir ejderha için çok büyük bir canlılık sergiledi.
Ateşkurdu’yla Katil havada taklalar atarak, etlerini
koparırcasına birbirlerini ısırırken, Ateşkurdu’nun
kıçına dişlerini geçirmeyi başardı.
Geğiren Kabadayı dövüşün ortasına dalıp,
Ateşkurdu’nu kuyruğundan yakaladı. Öfkeyle
uluyan Ateşkurdu hızla arkasına dönüp,

127
Kabadayı’nın sakalını tutuşturdu. Kocaman elinin
tekiyle ateşi söndüren Kabadayı, öteki eliyle
de Ateşkurdu’nun çenesini kavradı ve ağzını
kapatarak, daha fazla ısırıp yakmasını önledi.
Öfkeden gözü dönmüş hayvanı, ağzı kapalı bir
halde kolunun altına sıkıştırdı.
Geğiren Kabadayı, “DURUUUIÎ!!!!!!” diye
öylesine tüyler ürpertici, kan dondurucu, çene
düşürücü bir kükreyiş kükredi ki, kayaları sarsıp

denizin üstünde seken sesinin uzak yankıları


Anakara’dan bile duyuldu.
Oğlanlar boşuna haykırışlarına son verdiler.
Ejderhalar havada donup kaldılar.
Dehşetli bir sessizlik çöktü.
Seyirci kalabalığı bile sustu.
Böyle bir şey ilk kez oluyordu. Temel Bilgiler
Sınavı’nda oğlanların yirmisi de ejderhalarına
zerre kadar söz geçirememişlerdi.

120
Teknik açıdan bu durum, hepsinin Kabi­
lelerinden atılıp sürgüne gönderilmelerini
gerektiriyordu. Böylesine sert iklim koşullarında
sürgün ölümle sonuçlanabilirdi. Yiyecek kıt,
deniz tehlikeli olduğu gibi,' Adalar’da yamyam
oldukları söylenen bazı vahşi Kabileler de vardı.
Sakalından dumanlar tüten Geğiren
Kabadayı nutku tutulmuş bir halde kalakalmıştı.
Kendini toparlayıp konuşmayı başardığında,
sesinden durumun dehşeti okunuyordu.
Tek söyleyebildiği, “Kabile Büyükleriyle
konuşmam gerek,” oldu. Ateşkurdu’nu yere
bıraktı. Aklı başına gelen hayvan kuyruğunu
kıstırıp, hemen Stimüklüküstah’ın yanına sıvıştı.
Kabile Büyükleri; Megadon ve Zebella ile
bizzat Kabadayı’nm kendisinden başka Hain ikizler,
Çirkef Çetinceviz ve Etkafa Halk Kütüphanesindeki
Delibozuk Kütüphaneci gibi birkaç korkunç
savaşçıdan oluşuyordu. Amerikan .futbolundaki
hücum ataklarını andırır biçimde kafa kafaya
vererek geleneksel Büyükler Halkası’nı oluşturan
Büyükler konuşurken, kalabalık da, oğlanlar da
çıt çıkarmadan beklediler.
Bu arada fırtına giderek şiddetleniyordu.
Tepelerinde korkunç şimşekler çakıyor, oluktan
boşalırcasına yağmur yağıyordu. Hep birlikte

129
denize atlamış olsalar, ancak bu kadar ıslanırlardı.
Büyükler uzun süre aralarında konuştular.
Megadon bir ara sinirlenip, Çetinceviz’e bir yumruk
indirince, sakinleşene kadar Hain İkizler’den biri
onun kollarını tuttu. Sonunda Zebella, Halka’dan
ayrıldı ve ejderhaları ayaklarının dibinde, utançla
başlarını eğmiş bekleyen oğlanların önüne dikildi.
Eğer Hıçkıdık başını kaldırıp babasına
bakabilmiş olsaydı, Zebella’nın her zamanki neşeli
ve sert halinden eser kalmadığını görebilirdi.
Zebella son derece ciddi görünüyordu.

130
“Kabile Adayları,” diye kükredi haşince,
“bu sizler için çok kötü bir gün. Temel Bilgiler
Programı’nm Final Sınavı’nda BAŞARISIZ oldunuz.
İç Adalar Yasası’mn katı kuralları uyarınca bu,
Kabileler’den SONSUZA DEK sürgün edilmenizi
gerektirir. Bunu yapmak istemiyorum -Yalnızca
kendi oğlum da aranızda olduğu için değil, aynı
zamanda Kabileler bütün bir savaşçı kuşağını
yitirecekleri için de. Ne var ki, Yasa’ya karşı
çıkamayız. Kanının bozulmaması için Kabileler’e
yalnızca güçlüler kabul edilebilir. Yalnızca
Kahramanlar Holigan ya da Etkafa olabilirler.”
Zebella şişko parmağını havaya dikti.
“Üstelik,” diye devam etti, “Tanrı Thor acayip
kızgın. Yasa’yı gevşetmenin hiç sırası değil.”
Thor, sanki bu noktanın altını çizmek
istercesine şiddetli bir gök gürültüsü patlattı.
“Normal koşullarda,” dedi Zebella, “sürgün
töreni hemen başlatılırdı. Ancak b.u havada
denize açılmak herkes için kesin ölüm demek
olur. Merhamet göstererek, çatımın altında bir
gece daha geçirmenize izin veriyorum, ama yarın
sabah ilk iş kendi başınızın çaresine bakmak
üzere Anakara’ya doğru denize açılacaksınız.
Bu andan itibaren hepiniz birer sürgünsünüz
ve Kabile’nizden hiç kimseyle konuşamazsınız.”

13 1
Yağmurun ortasında, başları öne eğik dikilen
oğlanların çevresinde şimşekler çaktı.
Zebella üzgün bir sesle, “Vay benim kara
bahtım, bu hayatımın en acı olayı; kendi oğlumu
sürgün ediyorum,” dedi.
Reislerinin soylu davranışını alkışlayan
kalabalıktan sempati dolu mırıltılar yükseldi.
Zebella neredeyse özür dilercesine Hıçkıdık’a
bakarak, “Bir Reis herkes gibi yaşayamaz,” dedi,
“Kabile için doğru olan kararı almak zorundadır.”
Hıçkıdık birden büyük bir öfkeye kapıldı.
“Öyle mi? Sana acımamı bekleme BENDEN!”
dedi. “Hangi baba kendi aptal Yasalarının öz
oğlundan daha önemli olduğunu düşünebilir?
Hem zaten, sıradan insanları barındırmayan bir
Kabile kadar saçma bir şey olur mu?”
Şok geçiren Zebella bir an şaşkın şaşkın
oğluna bakakaldı. Sonra arkasını döndü ve ağır
adımlarla uzaklaştı. Tepelerine şimşekler yağan
Kabile üyeleri Köy’e sığınmak üzere sahilden
yukarıya doğru kaçışmaya başlamıştı bile.
Omuzunun üstünde Ateşkurdu tehditkârca
hırlayan Sümüklüküstah, “Seni geberteceğim,”
diye tısladı Hıçkıdık’a. “Sürgün edildiğimizde
ilk yapacağım iş seni öldürmek olacak.” Sonra
da, diğerlerinin ardından koşup uzaklaştı.

132
Dişsiz, “DA-kişiıp itüştü,
diye ağlamaklı bir sesle
sızlandı. “O A-A-AteşJsurfcuı
cjberfıısıtu ısıritıgıifliu ç - ç -
çıiçiverbiL”
Hıçkıdık ona aldırmadı.
Rüzgâr, avuç avuç deniz
suyunu suratına çarparken,
öfkeden gözü dönmüş bir
halde gökyüzüne baktı. ' j JJ
“BİR KERE OLSUR,” diye
haykırdı, “BİR KERECİK Kahraman olmama
izin veremez miydin? Olanaksız bir şey değildi
istediğim; herkes gibi tam bir Viking olabilmek
için şu APTAL SINAVI geçmek istemiştim yalnızca.”
Tepesinde, kapkara gökyüzü içinde Thor’un
şimşekleri çakıp çatırdadı.
“PEKİ ÖYLEYSE,” diye bağırdı Hıçkıdık. “Beni
dikkate aldığını gösteren herhangi bir şey yap; şu
aptal şimşeğinle ÇARP BERİ.”
Ancak Hıçkıdık’ı vuran bir şimşek olmadı.
Anlaşılan Thor yanıtlayacak kadar önemsemiyordu
onu. Fırtına denizin açıklarına doğru ilerledi.

133
134
1 1 . THOR ÖFKELİ

O gece fırtına bütün şiddetiyle sabaha kadar devam


etti. Rüzgâr, sanki elli ejderha birden duvarları
zorluyormuşçasına esip savururken, Hıçkıdık’m
gözünü uyku tutmadı.
“Bizi içeri alın, bizi içeri alın,” diye çığlıklar
atıyordu sanki rüzgâr. “Açlıktan ölüyoruz.”
Dışarıda, kapkara gecenin içinde, denizin
açıklarında fırtına öylesine gemi azıya almış,
dalgalar o kadar devasaydı ki, yüzyıllanmış iki
Denizejderi’nin uykusunu böldüler.
Birinci Ejderha normalin çok üstünde boyut­
larda, nerdeyse büyücek bir kayalık kadardı.
İkinci Ejderha’ysa dudak uçuklatacak
azmanlıktaydı.
Daha önce sözünü ettiğimiz ejderhaydı işte
bu İkincisi; Romalıları mideye indirdiği piknikten

13S
bu yana yaklaşık altı yüzyıldır uyuyan, ama son
zamanlarda uykusu hafiflemeye başlamış olan
o büyük Canavar.
Şiddetli fırtına bebekler gibi uyuyan bu iki
Ejderha’yı deniz tabanından yavaşça kaldırdı ve
inanılmaz büyüklükteki bir dalgayla Hıçkıdık’ın
köyünün oradaki Uzun Kumsal’a sürükledi.
Rüzgâr tepelerinde, Valhalla’da çılgın bir
cümbüş yapan vahşi Viking hayaletleri gibi
korkunç bağırtılarla esip dururken, her iki
Ejderha da, fırtına dinip, nerdeyse tamamını
kapladıkları kumsala güneş vurana değin
sakin sakin yatıp uyumayı sürdürdüler.

Birinci Ejderha insana kâbuslar


gördürmeye yeterdi.
İkinci Ejderha’ysa insana
kâbuslu kâbuslar gördürmeye
yeterdi.
Bir Tyrannosaurus R ex’in yaklaşık yirmi katı
bir hayvan getirin gözünüzün önüne. Canlı bir
yaratıktan çok, bir dağı andırıyordu -Kocam an,
parlak, belalı bir dağ. Her yanı o kadar kabuk
bağlamıştı ki, üstünde taşlarla bezeli bir zırh
varmış gibiydi. Küçük kabukluların ve mercanların
tutunamadığı eklem yerleriyle oyuklarında gerçek

136
rengini görmek mümkündü ancak: Muhteşem bir
koyu yeşil. Okyanusun rengi.
Artık uyanmış ve son yediği şey olan Sekizinci
Lejyon’un sancağını geri küsmüştü; sancağın zavallı
flamaları hâlâ yılmadan dalgalanıp duruyordu.
Ejderhanın kürdan niyetine kullandığı sancağın
ucundaki kartal; altı metrelik azı dişlerinin arasına
sıkışmış rahatsızlık verici küçük et parçalarını
çıkarmak için çok uygun düşmüştü.
* %*
Ejderhalan ilk fark eden, sabahın köründe, ağlarının
başına fırtınada neler geldiğine bakmaya giden
Hödük Leşnefes oldu.
Kumsalı görür görmez, Reis’in evine koşup
onu uyandırdı.
“Başımız belada,” dedi Leşnefes.
“Ne BELASI?” diye terslendi Zebella.
Zebella’nın gözüne hiç uyku girmemişti. Bütün
gece sıkıntıyla kıvranıp durmuştu. Hangi baba
değerli Yasalar’ını oğlunun yaşamından önem li
sayardı? Peki ama, hangi oğul babasının ömrü
boyunca inançla saygı gösterdiği değerli Yasalar
karşısında yetersiz kalırdı?
Sabah olduğunda o korkunç kararı vermişti
-Kumsalda ilan ettiği resmi hükmü değiştirecek,
Hıçkıdık’la öteki oğlanları sürgün etmeyecekti.

137
Çaresizlik içinde, “Bu ZAYIFLIK,” dedi kendi
kendine. “Berbat Kalamarsurat gözünü bile
kırpmadan anında sürgün ederdi oğlunu.
Çenesidüşük Obez de mutlaka büyük bir keyifle
yapardı bunu. Benim soru num ne? Bizzat benim
sürgün edilmem gerekir ve kuşkusuz Etkafalı
Megadon da bunu önerecektir.”
Zihni bunlarla meşgulken, Zebella’nın daha
başka belalarla uğraşacak hali yoktu.
“Uzun Kumsalda iki devasa Ejderha var,”
dedi Leşnefes.
“Söyle, defolup gitsinler,” dedi Zebella.
“Sıkıysa ken d in söyle,” dedi Leşnefes.
Zebella basıp kumsala gitti. Çok geçmeden
düşünceli bir suratla geri döndü.
“Defettin mi onları?” diye sordu Leşnefes.
“ONU,” dedi Zebella. “Büyüğü küçüğünü yedi.
Araya girmek istemedim. Sanırım, Savaş Meclisi’ni
toplamalıyım.”
« 4 «
O sabah Holiganlarla Etkafalar, yalnızca tehlikeli
kriz durumlarında kullanılan Büyük Davullar’ın
onları Savaş Meclisi’ne çağıran korkunç sesiyle
uyandılar.
Çok huzursuz bir gece geçiren Hıçkıdık da
sıçrayarak uyandı. Akşam onunla

130
birlikte yatağa süzülmüş olan Dişsiz ortalıkta yoktu;
yatak buz gibi soğuduğuna göre de gideli epeyce
olmuştu.
Hıçkıdık aceleyle giysilerini üstüne geçirdi.
Sabaha kadar kuruyan giysiler tuzdan kaskatı
kesilmişti; sanki tahtadan yapılmış gibiydiler.
Hıçkıdık o sabah sürgüne gitmesi gerektiğini
biliyor, ama ne yapacağını kestiremiyordu.
O da herkesin peşine takılıp Büyük Salon’a gitti.
Hava koşulları kamp kurmaya olanak vermediği
için, Etkafalar geceyi orada geçirmişlerdi zaten.
Hıçkıdık yolda Balıkayak’la karşılaştı. Geceyi
aynı şekilde kötü geçirmişe benzeyen oğlanın
gözlükleri çarpık duruyordu.
Hıçkıdık, “Ne oluyor?” diye sordu. Balıkayak
omuz silkti.
Hıçkıdık, “Dehşetinek nerde?” diye sordu.
Balıkayak yine omuz silkti.
Hıçkıdık itiş kakış Büyük Salon’a yönelen
kalabalığa göz atınca, ortalıkta tek bir evcil ejder­
hanın bile gözükmediğini fark etti. Normalde
Efendilerinin ayaklan dibinden ya da omuzlanndan
pek uzaklaşmadan birbirlerine laf atar, hırlar ya
da hakaret ederlerdi. Ortalıktan böyle kaybolmalan
iyiye işaret sayılmazdı.
Ancak hiç kimse durumun farkında değildi.

139
f
Bir heyecan fırtınası hüküm sürüyor; bir sürü
iriyarı Viking’in aynı anda çullandığı Büyük
Salon’a giremeyip dışarıda kalan barbarlar,
bağırıp çağırarak itişip kakışıyorlardı.
Zebella susmalarını buyurdu.
“Bugün sîzleri buraya toplamamın nedeni,”
diye kükredi, “başımızda bir bela olması. Uzun
Kumsal’da fazlaca büyük bir Ejderha var.”
Kalabalık büyük düş kırıklığına uğramıştı.
Çok daha önemli bir kriz bekliyorlardı.
Genel hoşnutsuzluğu Megadon dile getirdi.
“Büyük Davullar yalnızca ölümcül tehlike
anında kullanılır,” dedi hayretle. Büyük Salon’un
taş zemininde miğferini yastık yapmış olan Megadon
uykusunu alamamıştı. “Sabahın köründe bizleri
toplamanın nedeni, yalnızca bir EJDERHA’nın teki
miydi? Umarım aklın başındadır, Zebella,” dedi
küçümseyerek -G erçekten aklını kaçırmış
olmasını umuyordu.
“Bu öyle sıradan bir Ejderha değil,” dedi
Zebella. “DEY gibi. Çok çok çok büyük. Dudak
uçuklatacak boyutta. Hiç böyle şey görmedim.
Ejderha’dan çok dağa benziyor.”
Ejderha-dağı kendi gözleriyle görm em iş
olan Vikingler hâlâ pek etkilenmemişlerdi.
Onlar ejderhalara hükmetmeye alışkındılar.

140
“Bu Ejderha’nın,” dedi Zebella, “oradan defe-
dilmesi gerekiyor, elbette. Ama aşırı büyük bir
Ejderha. Ne yapmalıyız, Buruşuk Moruk? Kabile’nin
düşünürü sensin.”
Olan bitenden pek eğlenmiş görünen Buruşuk
Moruk, “Beni şımartıyorsun, Zebella,” dedi. “Bu
bir Muazzamus Maksimus Denizejderus, hem de
bayağı irikıyım bir tane bence. Son derece insafsız,
son derece zeki ve iflah olmaz bir iştaha sahip.
Ancak, benim uzmanlık alanım büyük sürüngenler
değil, Erken İzlanda Şiiri üzerinedir. Ejderhalar
konusundaki Viking uzmanı, Profesör Boştagezen’
dir. Belki onun bu konudaki kitabına
bakabilirsiniz.”
“Tabii ya!” dedi Zebella. “E jderhan ı Nasıl
Eğitirsin, değil miydi o? Yanılmıyorsam, Kabadayı
onu Etkafa Halk Kütüphanesi’nden yürütmüştü...”
Etkafalı Megadon’a pis bir bakış attı.
“Bu bir rezalet!” diye patladı Megadon. “O kitap
Etkafalar’a aittir... Derhal iadesini talep ediyorum,
yoksa hemen savaş ilan ederim.”
“Eh, üstüne bir yudum su iç onun, Megadon,”
dedi Zebella. “O sarsak kütüphanecilerinden başka
ne bekliyorsun ki?”
Delibozuk Kütüphaneci hafifçe kızarıp, kırk
dokuz numara ayakkabılarının içinde titredi.

141
Zebella, “Şişgöbek, şöminenin ordan kitabı
getirsene bana!” diye bağırdı.
Şişgöbek, ahtapot gibi uzun kollarından biriyle
uzanıp, kitabı raftan aldı. Kalabalığın kafaları
üstünden fırlatıp attığı kitabı Zebella havada
yakalayınca, büyük tezahürat koptu. Herkesin
keyfi yerindeydi. Zebella topluluğu selamlayıp,
kitabı Kabadayı’ya uzattı.
Kalabalık, “K A -B A -D A -Y l! K A -B A -D A -Y l!
K A -B A -D A -Y l!” diye bağırarak tempo tutuyordu.
Kabadayı’nın kendini gösterme zamanıydı. Kriz
durumlarında bir Kahraman’a gereksinim duyulur
ya, o da bu işin adamı olduğunu biliyordu.
Gururlanarak göğsünü şişirdi.
“Ah, önemli bir şey değildi gerçekten...” diye
kükredi alçakgönüllülükle. “Basit bir Temel Hırsızlık
örneği işte... Beni istim üstünde tutuyor da...”
Kabadayı gırtlağını temizlerken, kalabalık
suyılanları gibi, “Şşşşşşşt," diye tısladı.
“Ejderham Nasıl Eğitirsin,” diye okudu Kabadayı
ciddiyetle. Durdu.
“ONA BAĞIR."
Yine durdu.
“Sonra..?” dedi Zebella. “Ona bağır ve..?”
“Hepsi o kadar,” dedi Kabadayı.
“ONA BAĞrlR.”

142 /
“Orada Muazzamus Maksimus Denizejderus
hakkında bir şey yazmıyor mu?” diye sordu
Zebella.
Kabadayı bir daha kitaba göz gezdirdi. “Öyle
bir şey yok,” dedi. ‘“Ona bağır’dan başka şey yok,
gerçekten.”
“Hımmm,” dedi Zebella. “Kısa, ha? Daha önce
fark etmemiştim, ama kısaymış... Kısa ama öz,”
diye ekledi hemen, “biz Vikingler gibi. Şükürler
olsun Thor’a ki, böyle uzmanlarımız var. Şimdi,”
dedi en Reisvari sesiyle, “bu kadar büyük bir
Ejderha söz konusu olduğuna g ö re-”
“Muazzam,” diye sözünü kesti Buruşuk Moruk
neşe içinde. “Devasa. İnanılmaz boyutlarda. Büyük
Mavi Balina’nın beş katı.”
“Evet, teşekkürler, Buruşuk Moruk,” dedi
Zebella. “Gerçekten müthiş büyük olduğu için
müthiş yüksek bir sesle bağırmamız gerekecek.
Herkesin aynı anda kayaların tepesinden
bağırmasını istiyorum.”
“Ne diye bağıracağız?” diye sordu Şişgöbek.
“Kısa ve öz,” dedi Zebella. “DEFOL!”
* * *
Holigan ve Etkafa Kabileleri, Uzun Kumsal’a
bakan kayalık yamaçların tepesinde toplandılar
ve kumsala yayılmış, eşek cennetini boylayan

143
144
benzerinin son lokmalarını ağzını şapırdata şapırdata
mideye indirmekte olan inanılmaz büyüklükteki
Siirüngen’e baktılar. O kadar kocamandı ki, sanki
deprem oluyormuş ya da göz yanılsamasıymış
hissini veren hareketlerini görmeden canlı olduğunu
düşünemezdiniz.
Boyutun gerçekten her şey demek olduğu
durumlar da varmış, diye düşündü Hıçkıdık. Bu
da onlardan biriydi işte.
Dediğim gibi, ejderhalar kibirli, zalim ve ahlak
nedir bilmeyen yaratıklardır. Sizden küçük olduklan
sürece bunun bir sakıncası olmaz. Ancak bu kötü
huylu ejderha dağ kadar bir şeyse, nasıl başa
çıkarsınız?
Geğiren Kabadayı içlerinde en usta Bağıran
olarak bağırma işine önderlik etmek üzere bir
adım öne çıktı. Gururla göğsünü kabarttı.
“Bir... iki... üç...”
Dört yüz Viking gırtlağı, “DEFOL!” diye bir
ağızdan aynı anda bağırıp, üstüne fazladan bir de
Viking Savaş Narası ekledi.
Viking Savaş Narası, karşılaşmalar öncesinde
düşmanların kanını dondurmak için tasarlanmıştır.
Saldırıya geçmiş yırtıcı bir hayvanın gözü dönmüş
bağrışının taklidiyle başlayan bu tüyler ürpertici,
iırkünç nara, giderek kurbanın dehşet dolu çığlığına

145
dönüşüp, kendi kamyla boğulurken çıkaracağı ölüm
hırıltılarının iğrenç biçimde gerçekçi taklitleriyle
son bulur. Zaten en iyi durumda bile korkutucu
olan bu ses, sabahın sekizinde aynı anda dört
yüz vahşinin ağzından çıkınca, kudretli Thor’u
bile çekicini elinden düşürüp, bebek gibi hıçkıra
hıçkıra ağlatacak güçteydi.
Gergin bir sessizlik oldu.
Derken, koca Ejderha kocaman kafasını onlara
doğru çevirdi.
Uzun boylu altı adam büyüklüğündeki bir çift
hain, sarı göz kısılınca, dört yüz soluk tutuluverdi.
Ejderha ağzını açtı ve öylesine korkunç,
öylesine yüksek bir ses çıkardı ki, yakınından
geçmekte olan üç beş martı korkudan oracıkta
düşüp öldüler. Bu sesin yanında Viking Savaş
Narası yeni doğmuş bebe viyaklaması gibi
kalırdı. ÖLÜM, ACIMASIZLIK ve KÖTÜ OLAN HER
SEY içeren, bambaşka-yabancı-dünyalara ait
dehşetengiz bir sesti.
Yine gergin bir sessizlik oldu.
Ejderha, sanki meyve soyarmışçasına ufak
bir pençe hareketiyle Kabadayı’nın tunik ve
pantolonunu baştan aşağıya yırtıverdi. Kabadayı’
dan, hiç Kahraman’ca olmayan bir utanç çığlığı
koptu.

146
î .3D€.RHA,
6 € .&İRtN KABADAylV
+ek 'oi<- f i s t eY 'e
\oeYz ^ ° ' + ° P U 9İl° l
•f,rla++‘ ---

Ejderha bu kez de pençesini Geğiren Kabadayı’


nın önüne diklemesine koydu ve bir fiskesiyle
onu, beyzbol topuymuş gibi, Vikingler’in başları
ve köyün surları üstünden çok çok çok uzaklara
fırlatıp attı.
Sonra da, çatlak derili, kocaman yaşlı pençesini
sürüngen dudaklarına götürüp, Vikingler’e bir

147
öpücük yolladı. Havada hızla yol alan öpücük,
Zebella’yla Megadon’un, fırtınayı atlatmış. Holigan
Limanı’nın güvenli sularında salınıp duran
gemilerine tam isabet kaydetti. Gemilerin ellisi
de aynı anda tutuşuverdi.
Vikingler sekiz yüz tabana kuvvet, kayaların
üstünden olabildiğince uzağa kaçıştılar.
* A *

Geğiren Kabadayı şansına kendi evinin çatısına


düşmüştü. Ağırlığıyla ıslak ot yığınlarından oluşan
kaim çatı örtüsünü delip geçti ve kendini çırılçıplak
bir vaziyette, ateşin önündeki koltuğunda, yarı
sersem ama yara beresiz oturur buldu.
Zebella, dehşete kapılmış, ama çılgın bir coşku
içinde görünen dört yüz Viking’e, “PEKİ öyleyse,”
dedi, “demek ki, Bağırmak işe yaramıyor.”
Köyün ortasında yeniden toplanmışlardı.
“Ayrıca, donanmamız kullanım dışı kaldı,
yani adadan kaçma şansımız yok,” diye devam
etti Zebella. “Şimdi ihtiyacımız olan şey,” dedi
duruma hâkim olduğu izlenimini vermeye
çalışarak, “canavara gidip, SAVAS mı BARIŞ mı
istediğini soracak biri.”
Tam o sırada onlara katılan Kabadayı, Günün
Kahramanı olma hevesinden vazgeçmemişti hâlâ;
“Ben giderim...” diye gönüllü oldu hemen. Ne

140
kadar soylu ve ağırbaşlı görünmeye çalışsa da,
saçlarındaki otlar ve kuzeni Agatha’nın elbisesiyle
-Kabadayı’nm evde bulabildiği tek giysi buydu-
gerçekten öyle görünmesi çok zordu.

X
Zebella şaşkınlık içinde, “Sen Ejderhaca
biliyor musun, Kabadayı?” diye sordu.
“Ee, hayır,” diye itiraf etti Kabadayı. “Burada
Ejderhaca bilen hiç kimse yok. Herkesin Adını
Duyup Titrediği Kayıtsız Zebella’nın emriyle
yasaklanmıştır bu. Ejderhalar bağırıp çağırdığımız
aşağılık yaratıklardır. Onlarla konuşmaya kalkarsak
kendilerini bir şey sanabilirler. Ejderhalar hilecidir,
hadlerini bildirmek gerekir.”
Balıkayak kalabalığın arasından, “Hıçkıdık
ejderhalarla konuşabiliyor,” dedi kısık sesle.
Hıçkıdık, telaşla arkadaşının böğrüne dirsek
atarak, “Şşşt, Balıkayak,” diye fısıldadı.
“Konuşabiliyorsun ya,” dedi Balıkayak inatla.
“Görmüyor musun, işte sana Kahraman olma fırsatı!
Sonunda hepimiz ölüp gideceğimize göre, şansını
denemelisin...”
Balıkayak avaz avaz bağırdı: “Hıçkıdık ejder­
halarla konuşabiliyor!”
“Hıçkıdık mı?” dedi Geğiren Kabadayı.
“HIÇKIDIK MI ?” dedi Kayıtsız Zebella.
“Hıçkıdık, yaa,” dedi Buruşuk Moruk. “Hani
bu sabah sürgüne göndereceğin şu kızıl saçlı, çilli,
ufak oğlan.” Çok ciddi görünüyordu. “Kabileler’in
kanı bozulmasın diye, hatırladın mı? Kendi oğlun
Hıçkıdık hani.” |
Kayıtsız Zebella, “Hıçkıdık’ın kim olduğunu
biliyorum, teşekkürler, Buruşuk Moruk,” dedi
nahoş bir ifadeyle. “N erede olduğunu bilen var
mı?.. HIÇKIDIK! Buraya gel."
“Sonunda becerikli olduğunu herkese göste­
rebileceksin galiba...” diye mırıldandı Buruşuk
Moruk.
Balıkayak, Hıçkıdık’ı itekleyerek, “İşte burada!”
diye bağırdı. Kalabalığı yara yara ilerlemeye çalışan
Hıçkıdık sonunda fark edilip havaya kaldırıldı ve
başlar üstünden elden ele geçirilerek Zebella’nın
önüne bırakıldı.
“Hıçkıdık,” dedi Zebella, “sen gerçekten
ejderhalarla konuşabiliyor musun?”
Hıçkıdık başıyla onayladı.
Zebella huzursuz huzursuz öksürdü. “Bu utanç
verici bir durum. Seni Kabile’den sürgün etmek
üzere olduğumuzu biliyorum. Ancak, dediğimi
yaparsan, herkes adına söyleyebilirim ki, kendini
sürgünden kurtulmuş bilebilirsin. Dehşetli bir
tehlikeyle karşı karşıyayız ve burada senden başka
Ejderhaca konuşan yok. Bu canavara gidip, SAVA§
mı BARIŞ mı istediğini sorar mısın?”
Hıçkıdık sesini çıkarmadı.
Zebella tekrar öksürdü. “Benimle konuşabi­
lirsin,” dedi. “Sürgününü kaldırdım.”

151
“Demek sürgün kalktı, öyle mi, Baba?” diye
sordu Hıçkıdık. “Bu Cehennem Kaçkını Zebani’yle
konuşmaya gidip geberirsem, Holigan Kabilesi’ne
katılabilecek kadar Kahraman mı sayılacağım?”
Zebella utançtan yerin dibine geçmişti sanki.
“Kesinlikle,” dedi.
“TAMAM öyleyse,” dedi Hıçkıdık. “Bunu
yapacağım.”

152
. YEŞİL ÖLÜM

İlkel bir zebaniye, dört yüz kişilik bir kalabalığın


arasında yaklaşmakla tek başına yaklaşmak
arasında büyük fark vardır. Hıçkıdık’ın attığı
her adımda kendini zorlaması gerekiyordu.
Zebella en iyi askerlerinden oluşan bir
koruma birliği vermeyi önerdiyse de, Hıçkıdık
yalnız gitmeyi tercih etti. “Birinin kahramanca
ya da aptalca bir şey yapması olasılığı azalır
böylece,” dedi.
Halk ozanları hikâyenin, Hıçkıdık’ın özellikle
Kahramanca davrandığı bu bölümüne odaklanma
eğilimi gösterseler de, ben buna katılmıyorum.
İnsan başka seçeneği olmadığını bildiği zaman
çok daha kolay cesaret gösterir. Hıçkıdık içten
içe Canavar’ın zaten hepsini öldürmeye niyetli
olduğunu biliyordu. Kaybedecek bir şeyi yoktu
yani.
Yine de, yann tepesinden aşağıya göz attığında
soğuk soğuk terledi. İnanılmaz büyüklükteki
Ejderha, orada, aşağıda kumsala yayılmış duruyordu.
Uyuyor gibiydi.
Ancak karnının oralardan ürkütücü bir şarkı
duyulmaktaydı. Aşağı yukarı şöyle bir şarkı:

153
"Baksana, Koca D estro y er,
Önüıphe tü rlü çeşit peıpek-
Ka 111 b a lin a la r pek, le z iz ş e fle r ,
boş oluyor ç ı t ı r ç ı t ı r çlgncıpek-
B ep a z k ö p ek b a lık la rı ha Iştab a çıcı,
Arpa, k ü çü cü k b ir lipari sana:
O ipini ipini s iv ri h isleri v a r pa,
ço k fena b a tıp o r ıs ır ilana...”

“Ne tuhaf,” dedi Hıçkıdık kendi kendine, “ağzını


açmadan şarkı söyleyebiliyor.”
Ejderha, timsah gözlerinin ikisini de açıp
doğrudan ona konuşunca, Hıçkıdık nerdeyse
düşüp bayılacaktı.
“içeresi tufıaf?” dedi Ejderha komiğine
gitmiş gibi. “Göz;ü kapalı bir Ejlıerfıa ille ite
u^u^or itecek; İLeğdlltir; aptıı şeJsiliıe, a%zı kjapalı
bir Ejlterfıa ita. ille şark;ı so^lii^or anlaıpına
^elıjıez;. Her şe^ g'örütıitügü gibi olıjıa^abilir,
O iuı^iuiejun ses bana ait itebil ıjıesela. O
saksıdan bir ^eıpin sesi, ksiiçük; Kafıraıpan.”
Hıçkıdık, “Ş a k la n Te ip ıjıi?” diye tekrar
etti. Aynı anda da, böylesine kocaman ve hain
bir Ejderha’nın gözlerine asla ama asla bakmamak
gerektiğini anımsayıverdi. Bakışlarını Ejderha’nın
pençelerinden birine odakladı.

154
f. )

Ancak bu hataydı; çünkü o zaman da,


Ejderha’nın koca pençelerinden birinin altında
çaresizlik içinde meleyen bir koyun sürüsünün
tutsak olduğunu fark etti. Ejderha, aralarından
birinin kaçmasına izin vermiş gibi yapıyor, zavallı
hayvan kayalıklara kadar kaçıp kurtulduğunu
sanmışken, küçük bir kıskaç hareketiyle onu
postundan yakaladığı gibi ta yukarıya, havalara
fırlatıyordu.
Bu oyunu Hıçkıdık da oynardı, ama böğürt­
lenlerle. O sırada Ejderha koca kafasını arkaya attı
ve tüylü lokmacık korkunç dişlerinin arasından
içeri düşer düşmez çenesi güçlü bir çat sesiyle
kapanıverdi. Tüyler ürpertici çatırtılarla talihsiz
koyunu çiğneyip yuttu canavar.
Hıçkıdık’ın büyülenmiş gibi dehşetle kendisini
izlediğini görünce de, akıllara durgunluk verecek

155
büyüklükteki kafasını oğlana yaklaştırdı. Hıçkıdık
tiksinç Ejderha nefesinin san-yeşil, iğrenç
buharından az kalsın bayılacaktı. Bu, OLUM
kokusunun ta kendisiydi -Çürüyen şeylerin,
kokuşmuş mezgit kafalannın, erimiş balinaların,
köpekbalığı leşlerinin ve zavallı ruhların baş
döndürücü, yoğun kokusu. Çevresinde tehditkâr
halkalar çizen dayanılmaz buhar burnuna
dolunca, Hıçkıdık öksürüp öğürdü.
“Bazıları, -^cıjîettcîi Önce ^oyunların
JseıyıiJstcrini çıisarıjıayı ‘ö neriyor,” diye samimi
samimi sırıttı Ejderha, “aıjıa JsajûJs, yeıjıin
yavanlığına fıos bir JsıtırlıJ«; Ratıyor bence...”
Ejderha geğirdi. Tam bir alev çemberi
biçiminde çıkan geğirti, tüten bir duman halkası
halinde havaya yükseldi ve Hıçkıdık’ın çevresindeki
eğreltiotlarına konup onları tutuşturdu. Öyle ki,
Hıçkıdık bir an parlak yeşil bir ateş çemberinin
ortasında kaldı. Ancak otlar nemli olduğu için
yalnızca birkaç dakika yanıp, kendi kendine
söndü.
“Ooops,” diye haince kıkırdadı Ejderha.
“Fariton... IÇüçüis bir ıjıarifet g’österisiybi...”
Ardından devasa pençelerinden birini
Hıçkıdık’ın durduğu kayanın dibine dayadı.
Düşünceli bir biçimde, “Oysa insanlar, diye

156
devam etti, “ıputUMu fileto yaftiıjıa.lı. özellikle
omurilikleri çoJs sert gelebiliyor yutarken...”
Ejderha konuşurken pençelerini açtı ve küt
parmaklarının uçlarından, cerrah neşteri gibi sivri
sonlanan, iki metre genişliğinde, altı metre boyunda
dev jilet benzeri tırnaklarını çıkardı yavaş yavaş.
“İnsanların omuriliğini çıkarm ak fıassas
iştir,” diye tısladı kötücül bir ifadeyle, “ama benim
çok usta olbugum bir konu... Enseden küçük bir
yarık açılır,” -Hıçkıdık’ın ensesini işaret etti—
“aşağıya bogru kızlı bir harbe atılır ve çekip
çıkarılır- Herdeyse acısız; bir işlem. Yani, B E Îu ftl
açımdan acısız...”
Ejderha’nın gözleri keyifle parladı.
Hıçkıdık’ın kafası deli gibi çalışıyordu
-Ö lüm le yüz yüze gelmek kadar hızlı düşündüren
bir şey yoktur. Ejderhalar hakkında bildiklerini
tarıyor, bu Yenilmez Canavar’a karşı kullanabi­
leceği bir şey arıyordu.
Ejderhaları Harekete Geçiren Şeyleri sıraladığı
sayfa gözünün önündeydi. MİNNET: Ejderhalar
a sla minnet duymaz... KORKU: Umutsuz olduğu
açık... AÇGÖZLÜLÜK: Şu anda başvurmak akıllıca
olmaz... GÖSTERİŞ ve İNTİKAM: İşe yarayabilirdi,
ama nasıl bilmiyordu. Geriye KOMİK FIKRALAR
VE BİLMECELER kalıyordu. Bu Ejderha’nın
görünümü fıkra anlatmak için biraz fazla
haşmetliydi. Ama konuşma tarzından kendini
azıcık filozof sandığı da açıkça belliydi. Hıçkıdık
onu bilmeceli konuşmalarla oyalarsa, biraz zaman
kazanabilirdi belki...
“Yeıjıeis ıjıüzigi biye bir şey buybuıjı, aıjıa
‘şakıyan yeıjı’ nedir?” _
“İyi bir soru,” dedi Ejderha hayretle. “H atta,
ŞAHAİRE bir soru.” Pençelerini geri çekince,
Hıçkıdık rahat bir soluk aldı. “£ie z;at)ianbır,
b’öyle z;cJsâ pırıltısı gösteren bir yeıjı çılçjjıaıjiıştı.
Genellikle beş para etıjıez; çatılarından başka bir
şey büşüneıpebikleri için, Gerçekten öneıjıli
Sorun larla il^ilenıjıez;ler.”

150
Sonra, “D ur biraz; iıüşüneyii)i,’ dedi ve
düşünürken, tırnakları arasından kurtulmaya
çalışan bir koyunu şişleyip ağzına attı ve dalgın
dalgın çiğnem eye koyuldu. Hıçkıdık koyun adına
üzülse de, açgözlü sürüngenin gırtlağından
aşağıya yitip gidenin ken disi olmadığına şükretti.
“Beniıen bu k z h a r Jsüçüls, üstelli»; bcnlıjî
İsallar ita zelsi olıjıayan bir beyne bunu nasıl
a n l a t ı r ı ^ bileıjıiyoruıjı... Ş öyle İsi, biz; fıefiıjıiz,
bir anlaıjıiıa, b irer yeıjıiz. Yürümen, Isonuşan,
solucan yeıjıler -b iz le r buyuz. Seni ele alalııjı
ıjıesela. B E Î Î seni yiyccegii)i, yan i S E Î Î bir
yed sin . Bu çols açıls. Aıjıa beniıjı gibi öliıürücü
bir etobur bile bir gün k u r tla r ın yei)ii olacals.
H epim iz zaıjıanın Jsucagıniian begcrli iıalsilsalar
Isofarıjıaya ça lışıy o ru z ,” dedi Ejderha neşeyle.
“İşte onun için,” diye devam etti, “yeıjı’in
eliniıen gelltigince güzel şarlsı s*6<yleıjıesi çols
öneıytliiıir.”
Hâlâ şarkı sesinin geldiği karnını işaret etti;
ancak ses giderek zayıflamaktaydı.

“İnsan e ti ^ avanhır bazen,


aqıa b ir a z c ık tu z eklersen.
D eniz supunha ha bekletirsen .
Tabına ho^uljjnaz b'ö^le yerse-e-e-en... ”

159
“Şarkısını binlebigin BU yepı,” dedi Ejderha,
“benben olbulsça JsüçüJs, apıa İçenbiylc çoJ<; pıeşgul
bir ejberbaybı. Onu y a n p ı sa a t önce pıibeye
inbirbipı.”
“Yaıjı^-aıjılıJs itebil ipi b u ?” diye sordu
Hıçkıdık.
“Çol$ le z z e tli,” dedi Ejderha. “A y rıc a , benipı
gibi S A ÎİA T Ç I birine Y A M Y A M biyepıezsin.”
Biraz alınmış gibiydi. " Bokuna balspıaban i^abaltJs
ekiyorsun. Sen ne istiyorsun, K,üçüi, Yepı ? ”
“Ben b u ray a,” dedi Hıçkıdık,“S A V A Ş pu,
yolssa B A B J Ş pu istettiğini Ögrenpıeye gelbipı.”
“H a, barış fıerfıalbe,” dedi Ejderha.
“Apıa yine be 'ölhüreceğijjı sizi,” diye ekledi
sonra.
H eptıjıizl p ıi? diye sordu Hıçkıdık.
Ejderha, “ö n c e seni,” dedi kibarca. “B ira z
İçestirip, iştafupı yerine gelince ite, g eri lsalan
b ertesi. U yi;u Kppıası’nban iy ice a y ılp ıa ls-
birazcıl»; zapıan a lıy o r y a.”
“Apıa bu büyük h a k s ız lık !” dedi Hıçkıdık.
“S ır f herkesten büyük olbugun için fıepipıizi
yepıe fıakkıtu nerben buluyorsun S E Î Î ? ”
“Dünyanın büzen! böyle,” dedi Ejderha. “Hepi,
pıibepıe inbigin zapıan sen be benipı gibi büşüne-
cemsin. H azputı en güzel yan ı bu... Aa, ne biçipı

160
iıavranıyoruıjı ben? ö n c e J^eniıiıjıi taJsitlıjı eiıeyiıjı.
Beniıjı abııjı Yeşil ö lü ıjı. Senin aiun ne, Küçüls
Y e ıp ?”
“K orkunç CıcıM Üçüncü H ic JsiİliJs, dedi
Hıçkıdık.
Ve son derece tuhaf bir şey oldu.
Hıçkıdık adını söylediği anda Yeşil Ölüm sanki
ani bir esintiyle ürpermişçesine titredi. Ama ne
Yeşil Ölüm ne de Hıçkıdık fark etti bunu.
“Hııjııynjt...” dedi Yeşil Ölüm. “Bu aiiı İLa fut
önce bir yerlerite lıuyiıuguıpa eıjûniıjı. Aıjıa fazla
uzun; onun için ben sana k ısaca K,üçüJ<; Yeıjı
iuyecegiıjı. Felsâlâ, Küçüls Yeıjı, seni yeıjıeiıen
'önce bana sorununu a n la t baJsalıı^ı.”
“Sorunum u t jîu ? ’ diye sordu Hıçkıdık.
“E v e t,” dedi Ejderha. “£Uye-Babai)i-Gibi-
O laıjuyoruıjı sorununu. Raftrai)ian-Oli)îa]s'Ço.l<p
£ o r sorununu. Süi)îül<;lü]<iüstaft-BenİLen-DafLa-Iyi-
B ir-R e is-O lu r sorununu. Ben s a rıs ız Yeıjı’in
sorununa ç a r e bullıuıjı bugüne iteis- Beniıjı ¿¡aitar
Büyülı; B ir S o r u n la isarşılaşıjıaJs başisa fıer şeyi
öneıjısiz ikiliyor galiba.”
“îîa s ıl oluyor bu, aniaıjıaiiııjı,” dedi Hıçkıdık.
“Babaıju, K abraıjıan olaıjıayışııju fa la n fıer şeyi
biliyorsun...”
“B öyle şey leri görebiliyoruıjı,” dedi Yeşil

161
Ölüm alçakgönüllülükle.
“...fıeıp sana sorunlarııjıı anlatıjıaıju
istiyorsun, sonra da i»cni yiyeceksin, 'öyle ipi?”
“Yine başlain^ııjuz; yere d'öndük,” diye iç
geçirdi Yeşil Ölüm. ‘ H e flıp iz BİR. GÜÎ}
dirilerine yeıp olacağız;. Aıjıa a k ıllı bir küçük
kürdansan, kendine fazlad an b ira z zaıjıan
kazanabilirsin. £ aıjıan ın ellerin d en -”
Yeşil Ölüm esnedi.
“Birdenbire çok yorulduıjı,” dedi. “A k ıllı
küçük kürdanın tekisin S E f l , A SIR JLA .R C A
konuşturup durdun beni...” Yine esnedi. “Şu anda
seni y iy ecek cnerjiıjı kalpıadı, b irk a ç s a a t sonra
gelpıen g e re k - Sorununu nasıl halledebileceğini
o zaıjıan anlatırım ı. S an a yardııjı edebilirıjûşiıp
gibi geliyor bana...”
Ve korkunç canavar bu kez gerçekten uyu­
yakalıp gürültüyle horlamaya başladı. Pençeleri
gevşedi ve sağ kalan koyunlar, postları titreye
titreye keskin tırnakların üstünden tırmanıp,
kayalıklara giden patikaya doğru kaçıştılar.
Hıçkıdık kısa bir an durup, düşünceli düşünceli
Ejderha’yı seyrettikten sonra dev eğreltiotlarınm
arasından ağır adımlarla köye yollandı.
Sur kapısından içeriye girince, halkın coşkun
gösterisiyle karşılandı. Omuzlar üstünden taşınıp,

162
babasının önüne bırakıldı.
“Ee, oğlum,” dedi Zebella. “Canavar SAVA$
mı istiyormuş, BARIŞ mı?”
“Barış istediğini söylüyor,” dedi Hıçkıdık.
Halk sevinçle tepinerek, yaşasın çığlıkları attı.
Hıçkıdık elini kaldırıp onları susturdu.
“Ama yine de bizi öldürecekmiş.”

163
1 3 . BAÖIRMAKÎSE
YARAMAYINCA

Ejderha uyurken, Savaş Konseyi bundan sonra ne


yapılabileceğini tartışmaya başladı.
“Profesör Boştagezen’e sert bir mektup
yazacağım,” dedi Kayıtsız Zebella. “Bu kitapta,
bağırmak işe yaramayınca ne yapılacağını
söyleyen LAFLAR eksik.”
Besbelli Zebella’nın tepesi fena atmıştı; çünkü
mektup yazmaya asla gönlü olmamıştı o güne dek.
Gerçek şu ki, hayatında ilk kez kafası iyice
karışmıştı Reis’in.
Yasa’yı uygulamamanın sonucu budur işte,
diye düşündü. Oğlanları, Yasa’nın buyurduğu
gibi, dün gece sürgüne yollamış olsaydım, şimdi
bizimle ölmek zorunda kalmayacaklardı. Thor’a
güvenmeliydim.
Etkafalı Megadon henüz durumun ciddiyetini
kavramamıştı. Sorunu, Bağırma’yı daha güçlü
kılacak bir tür megafon üretmekten ibaret
sanıyordu.
“Muazzam bir ejderhaya muazzam bir Bağırma
gerekir,” dedi.

164
“Bunu zaten DENEDİK, Plankton Beyinli sen
de,” dedi Zebella.
Megadon, “SEN KİME PLANKTON BEYİNLİ
DİYORSUN ?” diyerek Zebella’nın üstüne yürüyünce,
iki Reis gözü dönmüş morslar gibi diklenip, sakal
sakala geldiler.
Hıçkıdık içini çekip yürüdü, köyden uzaklaştı.
Yetişkinlerden şeytanca kurnaz bir fikir
çıkmayacağını hissediyordu.
Ancak hayretle fark etti ki, yalnızca Balıkayak
değil, HEM Holigan HEM Etkafalı Kabile Adayları’nın
topu birden peşinden geliyor.
Oğlanlar yarım daire halinde Hıçkıdık’ın
çevresine dizildiler.
“Ee, Hıçkıdık,” dedi Etkafalı Eşşkıya. “Şimdi
ne yapacağız?”
“HIÇKIDIK’a sormak da ne demek oluyor?”
diye terslendi Sümüklüküstah. “Bu beladan nasıl
kurtulacağımızı BECERİKSİZ mi bilecek yani?
Temel Bilgiler Final Sınavı’nda hepimizin birden
başarısız olmasını tek başına sağladı o. Sırf ONUN
yüzünden sürgüne gönderilip, yamyamlara yem
olacaktık nerdeyse. Kulağakaçan boyutundaki
ejderhasına bile söz geçiremiyor herif!”
“Peki, SEN ejderhalarla konuşabiliyor musun,
Sümüklüküstah?” diye sordu Balıkayak.

165
“Ne mutlu ki, konuşamıyorum,” dedi Sümük­
lüküstah gururla.
“Kes sesini öyleyse,” dedi Balıkayak.
Sümüklüküstah, Balıkayak’ın kolunu yakalayıp
bükmeye başladı.
“Hiç kimse, ama HİÇ KİMSE sesini kes diyemez
SÜMÜKLÜKÜSTAH’a ,” diye tısladı.
“B en derim,” diyen Etkafalı Eşşkıya, Sümük-
lüküstah’ı yeleğinden tuttuğu gibi havaya kaldırdı.
“Başarısız olmamızda SENİN ejderhan da ONUNKİ
kadar suçlu. Gördüğüm kadarıyla o Ejderha
Dövüşü'nün ortasında kim senin ejderhası uslu
uslu oturmuyordu. Kes sesini, yoksa lime lime
eder, martılara yediririm seni, salyangoz-yürekli,
yosun-beyinli, denizminaresi-oburu DOMUZ!”
Sümüklüküstah, Eşşkıya’nın küçük gözlerine
baktı ve şakası olmadığını anladı.
Sesini kesti.
Eşşkıya onu yere bırakıp, ellerini tiksintiyle
tuniğine sildi. “Her neyse,” dedi, “BENİM babam
da o aptal Büyükler Konseyi’nin arasındaydı.
Ben Hıçkıdık’ın yanındayım. Hangi baba aptal
Yasalar’ını oğlundan önemli sayar? Hem zaten,
o ne aptal bir Sınav’dı öyle? Bu aptal insanları
böyle GERÇEK bir ejderhadan kurtarırsak, bizi o
aptal Kabileler’ine alırlar belki yine.”

166
S-E.CN/ te s l'Me ed ec,
/ tta r'h lû .ra jen/,
sa ly a r\ g O z -y ü c e M < '/ yosurN-beyi'rvW,
d€(MZ/V>ı»NareSı —o b u ru P O M U Z /
BAK, BAK, BAK, dedi Hıçkıdık içinden. Bu
tarihe geçecek bir an. Belki de şu Ejderha haklı;
Kahraman-Olmak-Çok-Zor sorunumu çözmeme
gerçekten yardımcı olacağa benzer -Ö n ce beni
yemezse tabii.
Yeşil Ölüm’le yaptığı baş başa tek bir
görüşmenin sonucunda, çoğu ondan kocaman,
ondan güçlü ve ondan haşin on dokuz genç
vahşi, ne yapacaklarını söylesin diye, Hıçkıdık’ın
ağzının içine bakıyordu işte.
Hıçkıdık parmaklarının üstüne yükselip, bir
Kahraman gibi gözükmeye çalıştı.
“PEKÂLÂ," dedi. “Biraz düşünmem gerek.”
“OĞLANA YER AÇIN!” diye bağıran Eşşkıya
herkesi geriye itekledi.
Hıçkıdık otursun diye eliyle bir kayanın
üstünü süpürdü.
“İstediğin kadar düşün, ahbap,” dedi. “Çok
kafa patlatılması gereken bir durum var. Bana
öyle geliyor ki, bunu tek yapabilecek kişi de
sensin burada. Gezegen büyüklüğünde, kanatlı
bir köpekbalığıyla yirmi dakika konuşup sağ
kalan birinin kafası benden daha iyi çalışıyor
demektir.”
Hıçkıdık, Etkafalı Eşşkıya’ya yakınlık
duymaya başladığını hissetti.

160
“SUSUN!” diye haykırdı Eşşkıya. “HIÇKIDIK
DÜŞÜNÜYOR.”
Hıçkıdık düşündü de düşündü.
* * *
Yarım saat kadar sonra, “O ejderhadan kurtulmak
için düşündüğün her neyse, ikisi için de işe
yaramak,” dedi Eşşkıya.
“Bir Ejderha DAHA mı var?” diye sordu
Hıçkıdık.
Eşşkıya başıyla onayladı.
“Sen o Büyük Yeşil Olan’la gevezelik ederken,
ben de En Yüksek Tepe’ye çıkmıştım;
o zaman gördüm onu.”
“TAMAM,” dedi Hıçkıdık. “Aslında bu iyi bir
haber. Şu yeni Bela’ya gidip bir bakalım hele.”
En Yüksek Tepe’ye tırmanan patika korkunç
fırtınanın savurduğu deniztarağı kabuklan ve yunus
kemikleriyle kaplıydı. Yol üstünde, Zebella’nın
gözde gemilerinden -yedi yıl önce denizde
kaybolan- K atıksız M a cera ’nın enkazına bile
rastladılar. Avanak Adası’ndaki en büyük dağa
tırmanan yolun üçüncü çeyreğinde bir kayanın
tepesine tünemiş duruyordu.
Zirveye çıkıldığında, Avanak’ın hemen her
kıyısını ve dört bir yanı çevreleyen denizi görmek
mümkündü. Adanın tam karşı ucunda, Ejderha’nın

169
biri Ayak Basılmaz Koy’un tamamını kapladığı
gibi, yanlara da taşmıştı.
Koskoca çirkin çenesini yastık niyetine bir
kayaya dayamış dinleniyordu. Horuldayan burun
deliklerinden mor duman halkaları çıkıyordu.
Yine bir Muazzamus Maksimus Denizejderus
olan bu canavarın rengi parlak koyu mordu ve
en önemlisi Uzun Kumsal’dakinden az daha
büyüktü.
“Bu Mor Ölüm olmalı,” diye fısıldadı Hıçkıdık
titrek sesle. “Tam da bize gerekli olan şey. Daha
başkaları yok, değil mi, eminsin?”
Eşşkıya sinirli sinirli güldü. “Yalnızca bu iki
kâbus ölüm-makinesi var sanırım, iki tane
yetmiyor mu sana?”
*
Hıçkıdık arkadaşlarına dönüp, Eylem Planı’nı
özetledi.
Biraz tehlikeli olsa da, Şeytanca Kurnaz bir
plandı -Ama azıcık umutsuzdu da.
“Biz bu ejderhalarla dövüşecek kadar büyük
değiliz,” dedi Hıçkıdık, “ama onlar BERBERLERİYLE
dövüşebilirler. Onları birbirlerine karşı kışkırtıp
iyice öfkelendirmeliyiz. Biz Holiganlar, Yeşil
Ölüm’e, Siz Etkafalar da Mor Ölüm’e odaklanacak.
“Ancak kendi ejderhalarımız gerekli bize...

170
Hepsi ortadan kayboldu sanki. Önce onları
çağıralım bakalım.”
Cesaret edebildikleri kadar bağırarak
ejderhalarını çağırmaya başladılar, ama hiçbir
yanıt alamayınca seslerini yükselttiler.
Aslında, Kabile Adayları’nın yirmi ejderhası
pek uzakta değildi. Ejderha Dövüşii’nden sonra
banşmışlar, oğlanların durduğu En Yüksek Tepe’nin
yüz metre kadar ilerisindeki bir bataklıkta, eğrel-
tiotlarının altında saklanıyorlardı. Gözlerinde hain
pırıltılar yanıp sönen kocaman kediler gibi otların
arasına çömelmişler; aynı tonlarda oldukları için
bataklığın renklerine karışmışlardı. Bir tavşan ya
da geyik olsaydınız, onları /] //
ancak pençelerini
sırtınızda, sıcak
soluklarını ensenizde ^
hissedince fark
edebilirdiniz.
Bir süredir
oğlanları izliyorlardı.
“Ee, diye fısıldadı
Ateşkurdu tehdit edercesine
dilini titreterek. “Şiıjıdi tıc
yapıyoruz;? Bu A A a . güç el değiştiriyor. Efendiler,
uz;un süre Efendi olarais JsnlaıjuyncnJfiinr.

171
T en ce rece İlüşijîüş ıstakoz g ib i k;apana J<;tsılbılar.

Ejderhalar kaybedenin arkasında duracak


türden yaratıklar değildirler.
“H er ne £apacak;saJ<;,” diye homurdandı
Parlakpençe, “ftabi, H E M E N ^apalııyi;
Jsanatlarnjı bonıjıals üzere.”

Denizsümüklüsü iştahlı bir hırıltıyla, “O ğ la n ­


la r ı 'olitürüp Yeni Efcn b iıjıiz’e su n abiliriz,” diye
önerdi.
“Ne ^ani, Jsuıjısaliıaisi o ^eşil Z^ebani’^e ıjıi?”
dedi Dehşetinek halim selim bir tavırla. “Benitjı

172
£‘öz;üi)i onu fıiç tutıjıakı. Çok fa z la iştafılı.
O n ların arkınkan biz kenkiıjuz be ^ei)î oluruz.”
Parlakpençe, “ö y lem se, u ç u f gUıeliıjı
deyince, onaylayan mırıltılar yükseldi.
“S-s-susun ,” diye tısladı Ateşkurdu. “Bu abalar
çok tefılikelikir,” diye terslendi. “B ir tefılikeben
k a ç a n ıp ilerisen bir başkasının içine küsebiliriz.
Ben ki^oruıjî ki, onların k ayb ettik lerin k en eıjıin
olana k ak a r ita a t ekeliıyı. O an gelkiginbe, kaçış
işaretin i ben veririıjı.”
Böylece, saklandıkları yerden birdenbire
teker teker ortaya çıkmaya başlayan Ateşkurdu,
Denizsiimüklüsü, Dehşetinek, Katil, Parlakpençe,
Kertenkaplan ve diğer bütün ejderhalar, ağır ağır
daireler çizerek En Yüksek Tepe’ye uçup, oğlanların
uzattıkları kollara kondular.
En son gelen, homur homur homurdanan
Dişsiz oldu.
Hıçkıdık, “E jk e r fıalar...” diye söze başladı.
Ve onlara Şeytanca Kurnaz Plan’ı anlattı.

173
1 4 . ¡ŞEYTANCA KURNAZ
BİR PLAN

Ejderhalar itiraz edecek gibi


oldularsa da, oğlanlar onları
azarlayıp hizaya soktu -B u
plana katılmayı kesinlikle
reddeden Dişsiz dışında hepsini.
“Ş-ş-saKa ekiyorsun fi-fufierfial.be,” diye
terslendi minik ejderha. “Ben bir M -K I-
Muazzıaıjıus KlaJssiıjıus D-D-Deniz;ejberus’a
Y -Y -Y A K L A Ş M A Y I asla Kabul etrfieıjı. B u n lar
t-t-tefıliK eli ş e fle r. Ben buraba K alır, siz;i
se^reberlıjı.”
Hıçkıdık dil döktü, rüşvet teklif etti, hatta
tehdit etti; ama hiçbiri işe yaramadı.
“Gördünüz mü?” dedi Sümüklüküstah. ®
“Beceriksiz, k en d i ejderhasını bile şu zavallı
planını uygulamaya ikna edemiyor. Sizi bu beladan
kurtarması için bel bağladığınız kişi BU mu?”
“Öf,” diye pufladı İtkokan Otkafa.
Öteki oğlanlar da hep bir ağızdan, “Aa, KES
SESİNİ, Sümüklüküstah!” diye bağrıştılar.
Hıçkıdık iç geçirerek pes etti. “P E K Â L A o

174
ftalhe. Dişsin, sen burniın ve bütün şaıjıata^ı
Jçaçır. Şimdi, herkesin aşağıya inip, Martıların
Yuvalandığı Yer’den tüy bombalan için olabildiğince
çok sayıda kuş tüyü toplamasını istiyorum-”
“Kuş tüyüymüş!” diye dudak büktü Sümük-
lüküstah. “Bu ödlek, BÖYLE bir hayvana karşı kuş
tüyleriyle mücadele edilebileceğini samyor! Bu tür
yaratıklar bir tek soğuk çeliğin dilinden anlar.”
“Ejderhaların astıma eğilimi vardır,” diye
açıkladı Hıçkıdık. “Ateş püskürtüp durduklan için.
Duman ciğerlerine kaçıyor.”
“Yani şimdi bu canavann birkaç TÜY BOMBASI
yüzünden hemen oracıkta astımdan nalları
dikeceğini mi sanıyorsun? İstersen, ringa balığı
kızartması yedirip, yirmi yıl kadar falan sonra
kalp krizinden gebermesini bekleyelim, ha?” diye
alay etti Sümüklüküstah.
Hıçkıdık sabırla, “Hayır,” dedi, “tüy bombalan,
Yeşil Ölüm arada kimseyi öldürmesin diye kafasını
karıştırmak için yalnızca... Sümüklüküstah ve
Eşşkıya,” diye seslendi, “ejderhalarınıza neler
söyleyeceklerini belletmem gerek.”
“Ben ken d i ejderhamı bu çılgın plana sokup
riske atmam,” dedi Sümüklüküstah.
Eşşkıya, Sümüklüküstah’a koca yumruğunu
sallayarak dişlerinin arasından, “BAL GİBİ

175
SOKACAKSIN,” diye tısladı.
“Bu herif tam bir BAS BELASI, Hıçkıdık,
nasıl dayanıyorsunuz bilmem. Bana bak,
Sümüklüküstahlık-anıtı, nasıl olmuşsa kendine
iyi bir ejderha edinmişsin. O ejderhana SÖYLE,
Hıçkıdık ne istiyorsa yapsın, yoksa seni buradan
Domuzbalığı Burnu’na kadar BİZZAT tekmeleye
tekmeleye gütmekten büyük zevk alacağım.”
“İYİ öyleyse,” diye suratını astı Sümüklüküstah.
“Beceriksiz’in çılgın fikri yüzünden hepimiz
ızgara olursak, beni suçlamayın.”
♦ * *
Hıçkıdık tüy bombalarının nasıl yapılacağını
gösterdi.
Oğlanlar, Martıların Yuvalama Yeri’nden
kucaklar dolusu tüy topladılar.
Sonra da çevrede ne buldularsa aşırdılar: Bebe
Şaşıkurbağa’nın alt bezleri, Kabadayı’nın pijamaları,
Etkafalı Megadon’un çadırı, Hıçkıdık’ın anası
Valhallarama’nın sutyeni -artık önlerine ne çıktıysa.
Yetişkinler aralarında tartışmakla meşgul oldukla-
nndan, hiçbir şeyi fark edecek durumda değildiler.
Hırsızlıktaki üstün yeteneğini sergileme
fırsatı bulan Sümüklüküstah’ın neşesi biraz yerine
geldi. Eylem Planı üzerinde tartışan Halka’nın
birindeki Şişgöbek’in üstünden donunu çalmayı

176
$ i $ g ö l o e k 'i r \
Rillt dor\u
başarmıştı. Şişgöbek’in ruhu bile duymamıştı,
hatta kıllı ellerinden birini koca kıçına götürüp
dalgın dalgın kaşıdığında bile fark etmedi -D aha
Güçlü ve Daha Etkili Bağırma Yöntemleri
üzerinde konuşmaya dalmıştı çünkü.
Ardından oğlanlar tüyleri, bombalar bırakıl­
dığında hepsi çevreye saçılabilecek şekilde bu
öteberinin içine tıkıp sardılar.
Onar oğlanlık her iki ekip yaklaşık yüzer
tane tüy bombasıyla silahlandı; bombaları eski
yelken bezlerinden yaptıkları büyük birer çıkına
koymuşlardı.
Hıçkıdık, Holiganlar’ı alıp Uzun Kumsal’ın
yolunu tutarken, Eşşkıya da Etkafalar’ı peşine
takıp Ayak Basılmaz Koy’a yollandı.
Hıçkıdık’ın arkasındaki cılız taburu
oluşturan oğlanlar heyecan içinde çene çalarak
ilerliyorlardı; Siğillidomuz’la Bihaber en arkada
yelken bezini sürüklüyor, ejderhalar bir iki metre
tepelerinde daireler çizerek uçuyordu. Asker
soyundan geldikleri için Vikingler korku nedir
bilmezler -Hıçkıdık’la Balıkayak bile onlan bekleyen
savaşı düşündükçe heyecanlanıyorlardı.
Ancak canavar görüş alanlarına girer girmez,
oğlanlar da ejderhalar da yere yapışıp, yürekleri
çarpa çarpa sürünerek ilerlemeye başladılar.

170
Bir şeyin BU KADAR iri olması olanaksızdı.
Hıçkıdık ekibini Uzun Kumsal’ı çevreleyen
kayalık yann, göze alabildiği kadar kıyısına götürdü.
Oğlanlar, aşağıda kumsalda horlamakta olan
korkunç yaratığa bakakaldılar. Burun delikleri
bile bir sokak kapısının altı katı büyüklüğündeydi
ve iğrenç nefesi, uçurumun tepesindekilerin
güçlükle soluk almasına yol açıyordu.
Hassas bir midesi olan Siğillidomuz öğüre
öğüre otların üstüne kustu.
Hıçkıdık, Balıkayak ve Bihaber tüy bombalarını
çıkarıp,' her oğlana birer tane verdiler. Oğlanlar
da, kısık mı kısık sesle çağırdıkları ejderhalarının
ağızlarına birer bomba tutuşturdular.
Sonra da kollarında ejderhalarıyla uçurumun
kıyısında dikildiler.

179
Bu, üç yüz metre yüksekliğinde bir dağdan
aşağıya atlamak kadar cesaret isteyen bir işti.
Canavar derin uykuda olsa da, koşup eğreltiot-
larının arasına saklanmak istiyordu insan.
Hıçkıdık nefes almamaya çalıştı.
Başla komutunu vermek üzere kolunu
kaldırdı.
“Fırla,” diye fısıldadı.
Oğlanlar da, “FIRLA!” diye bağırınca, on
ejderha birden havalanıp, uyumakta olan koca
kafanın tepesinde daireler çizmeye başladı.
Yeşil Ölüm tam nefes aldığı anda, Hıçkıdık’ın
“Ş İ M D İ !” diye haykırmasıyla ejderhalar tüy
bombalarını aşağıya bıraktılar.
Yeşil Ölüm havayla birlikte tüyleri de soludu.
Şiddetli bir hapşırıkla uyandı ve titreyip öksürürken,
sağ kulağının dibinde uçuşan Ateşkurdu aşağı
yukarı şöyle -hatta çok daha tahrik edici bir
konuşma yaptı:
“M eritab a, F ısifisu s M iniıjıus Denizejiıerus!
D enizlerin K orkunç H âkiıjû B ab a’ıjıban seiaıjı
^etirbiıjı sana. B a r b a r la r la kenbine bir f£üzel
z iy a fe t çeJscccJs; aıjıa bu işe burnunu sokarsan
önce S E Î U indirecek lyıiitesine. Aiıaitan çek ip
gülersen canını k u rta rırsın , küçük lıenizsüıpüklüsü
-Y o k atjıa k a la c a k olursan, onun keskin

180
S<K\J,rls',
O pera-syofw '
¿ W e c \ ;fc e ^ .- y o r .
V
sv + Y **i özeiic'kle t e s i r l e
lo ir ık (lı-lo o o r> tı
a '* ,evı g o r/ M et+ e...

101
pençelerimle ma^ıcı âteşinin tabına baharsın.”
Dev Canavar alay edercesine V
gülerken, bir yandan da öksürmek isteyip v\
beceremeyince, yanlış bir yere giden tüyün
teki daha da beter öksürmesine yol açtı.
Derken, Ateşkurdu gitti onun burnunu ısırdı.
Bit ısırığından farksız olmalıydı, ama Canavar
deliye döndü.
Gözlerinden yaşlar boşanan Yeşil Ölüm bu
münasebetsiz ejderha-bitine bir fiske attı; ancak
isabet ettiremeyince, dev pençesi uçurumdan bir
parça kopardı.
Bu arada öteki dokuz ejderha, uçurumun
tepesindeki oğlanlardan yeni bombalar almak
üzere geri gelmişlerdi.
Hıçkıdık, “Ş İ M D İ !” diye bağırınca, hiç
sektirmeden bombalarını tekrar bıraktılar ve
Yeşil Ölüm’ün burun deliklerine isabet ettirmeyi
başardılar. Canavar yine öksürüklere boğuldu.
“Kaşanıjıa şansın m0^. çeliıjısiz; solucan,” diye
öttü Ateşkurdu. “Bas £İt alt olbugun kenizlere ile,
Efenbiıjı m eleğin i meşin.”
Yeşil Ölüm artık iyice kızmıştı.
Bu sinir bozucu küçük ejderha müsveddesini
pençesiyle haklamak için Ateşkurdu’nun peşinden
dengesiz bir hamle yaptı.

102
Ancak, Yeşil Ölüm için Ateşkurdu’nu
yakalamak, bizler için çıplak elle kurt sineği
yakalamak kadar zordu. Ejderhalar böyle
konularda insanlardan iyidir; ama gözleri devamlı
sulanan Yeşil Ölüm ıskalayıp duruyordu.
Ateşkurdu kendinden çok hoşnut bir halde,
“Yıtıe ıslsalaiiııı!” diye alay etti ve Yeşil Ölüm’ün
pençelerinden sıyrılıp kurtuluverdi. Ateşkurdu,
Canavar’ı Ayak Basılmaz Koy’a yönlendirmek
için kayalık yarın ucundan arkaya doğru uçarken,
Yeşil Ölüm onun peşinden çılgın bir hamle daha
yaptı. x
Hıçkıdık’la oğlanlar var güçleriyle
peşlerinden koşsalar da, onlara yetişmeleri
olanaksızdı. Süpürgeotlan arasında koşmanın
diz boyu pekmezde koşmaktan farkı yoktu ve
ikide bir dizlerine kadar batağa gömülüyorlardı.
Ateşkurdu’yla Canavar kıyı boyunca yanşarak
ilerledikçe, öteki ejderhaların oğlanlara geri uçup,
yeni tüy bombalarıyla kıyıya dönmeleri giderek
daha çok zaman almaya başlamıştı.
Aranızda askeri komutanlar varsa, takviye
birlikleri ön cephedekilere ulaşamadığında ne
tür sorunlar çıkar, bileceklerdir. Sonunda ejderha-
lann yeniden silahlanmalan o kadar uzun sürmeye
başladı ki, bir an geldi Yeşil Ölüm’ün burun

103
• •
deliklerine gıcık yapacak tüy kalmadı
havada ve Canavar, gözleri artık sulanmadığı • y
için, onu deliye döndüren Ateşkurdu’nu net
olarak görüverdi...
Şimşek hızıyla ani bir atak yaparak, devasa
pençelerinden biriyle kırmızı ejderhayı yakaladı.
Ateşkurdu’nun şansına, tam o sırada, ortalığı
sarsarak köşeyi dönen Mor Ölüm, bütün şiddetiyle
Yeşil Ölüm’le göbek göbeğe çarpışmasın mı! Yeşil
Ölüm’ün pençesi bir an gevşeyince, Ateşkurdu
soluk soluğa kaçıp kurtuldu.
Yeşil Ölüm denizin içinde oturmuş, soluğunu
yatıştırmaya çalışıyordu.
Mor Ölüm de öyle.

104
15. KAFATASI BURNU'NDA
SAYAS i

Hıçkıdık’la ekibi Yeşil Ölüm’ü kızdırırken, Eşşkıya’


nın ekibi de Mor Ölüm’ü çılgına çevirip dolduruşa
getirmişti.
Kafatası Burnu’nda karşılaşan iki canavar küt
diye çarpışmışlardı.
Kanatlarından biri Yeşil Ölüm’ün avucunda
iki yerinden kırılmışsa da, Ateşkurdu cesurca geri
uçup, sığ sularda soluğunun düzene girmesini
bekleyen Canavar’ın kulağına son sözlerini söyledi.
“İşte ^arşınim!” diye bağırdı. “Seni ltıjıe liıjıe
eiıif, zya-k tırnaklarını tükürecek olan Efeniuıjı
Mor ölüjjı!”
Sonra da, kırık kanadını arkasından sürükle­
yerek, elinden geldiğince hızlı, dengesiz bir şekilde
uçup uzaklaştı.

Yeşil Ölüm’ün kötü günüydü besbelli.


Normalde, bir Muazzamus Maksimus Denizej-
derus kendi türünden başka bir hayvana saldırmaya
yeltenmez asla. Birbirleriyle dövüşmekten kaçınırlar,
çünkü çok güçlü donanıma sahip olduklarından,

105
savaşın her ikisinin de ölümüyle sonuçlanma riski
taşıdığını bilirler.
Ancak, Yeşil Ölüm’e saldırıp alay eden
minnacık yaratıklar onun gururuyla oynamış,
onu galeyana getirmişlerdi. Üstelik, kendinden
daha güçlü olduğunu düşünen şu Yaratık da
şiddetle göğsüne vurmuştu.
Yeşil Ölüm uzun boylu düşünecek durumda
değildi yani.
Tırnaklarını çıkarıp, çevredeki bitki örtüsünü
şimşek gibi tutuşturan kocaman alevler püskürerek
Mor Ölüm’ün üstüne atıldı.
İki dev canavar ağza alınmadık Ejderhaca
küfürler savurarak deli gibi birbirlerine girişince
yer gök şiddetle sarsılmaya başladı.
Yeşil Ölüm’ün ayağı Batık Kayalıklarını bir
tekmede yerle bir etti.
Mor Ölüm’ün kanatları, Kafatası Burnu’ndaki
kayalıklardan koca koca parçalar düşmesine
neden oldu.
İşlerini bitiren Vikingli oğlanlarsa, belki
ejderhalardan biri sağ kalır korkusu içinde,
dehşetten gözleri dışarı uğramış, son hızla
kaçmaya başlamışlardı. Arada bir arkalarına
bakıp, dövüşün gidişatını kontrol ediyorlardı.
Azman ejderhalar tüyler ürpertici, canhıraş

186
çığlıklar atarak birbirlerini yaralayıp parçalıyorlardı.
Denizejderi bu gezegenin gelmiş geçmiş en
korunaklı yaratığıdır. Derisinin kalınlığı yer yer
bir metreyi bulur ve üstü sanki zırh giyinmiş gibi
deniz kabuklarıyla kaplıdır.
Aynı zamanda bu gezegenin gelmiş geçmiş
en donanımlı yaratığıdır da. Jilet gibi keskin pençe
ve dişleriyle kendi kabuğunu kâğıt kesercesine,
cart diye yarıp açabilir.
Artık her iki Ejderha da çok derin yaralar almış,
onlara can veren yeşil kanları oluk oluk akmaya
başlamıştı.
Yeşil Ölüm, ölümcül bir Boğucu Sıkış’la Mor
Ölüm’ün boğazına yapıştı.
Mor Ölüm de, ölümcül bir Ciğersöken Kavra­
yışla Yeşil Ölüm’ün göğsüne sarıldı.
İkisi de pes etmiyordu -Zaten ejderhaların
pençe gücü inanılmazdır. Hıçkıdık onlara bakarken,
babasının kalkanlarından birindeki resmi anımsadı:
Birinin kuyruğu ötekinin ağzında, tam bir daire
oluşturacak biçimde birbirini yiyen iki ejderha.
Azman ejderhalar, gözleri yuvalarından
fırlamış bir halde öğürüp öksürerek, kıyıya
vuran dalgaların arasında ortalığı çılgıncasına
toz duman ederken kuyrukları öylesine gelgitler
oluşturuyordu ki, oğlanlar, Kafatası # ^
Burnu’ndan var güçleriyle kaçtıkları halde
sırılsıklam ıslandılar.
Derken, son birkaç güçlü çırpınışın ve iç
paralayıcı hırıltının ardından iki canavar azmanı
da suyun içinde hareketsiz kalakaldı.
Bir sessizlik çöktü.
Oğlanlar koşmayı bıraktılar. Soluk soluğa
durup, dehşetle irileşmiş gözlerini kıpırtısız
canavarlara diktiler. Biraz ileride uçmakta olan
ejderhaları da geri döndü ve havada asılı kaldılar.
Korkunç Yaratıklar zerre kıpırdamıyorlardı.
Dalgalar o kocaman hareketsiz gövdeleri
yavaş yavaş döverken, oğlanlar iki uzun dakika
boyunca beklediler.
“Geberdiler!” dedi sonunda Eşşkıya.
Dehşetten kurtulmanın verdiği coşkuyla
çılgınlar gibi kahkaha atmaya başladı hepsi.
Eşşkıya, “Aferin, Hıçkıdık!” diyerek oğlanın
sırtına bir şaplak indirdi.
Ancak, Hıçkıdık kaygılı görünüyordu. Gözlerini
şaşılaştırıyor, bir şeyler duymak için yoğunlaşmaya
çalışıyordu. “Hiçbir şey duymuyorum,” dedi telaşla.
“Hiçbir şey duymuyorsun, çünkü ikisi de
GEBERDİ,” dedi Eşşkıya neşeyle. “Hadi, Hıçkıdık
için üç defa!”
Oğlanlar daha ikinci kez “Yaşa!” diye

108
bağırmışlardı ki, Ateşkurdu korkunç bir çığlıkla,
“K A Ç l£î!” diye haykırdı. “Kaçın, J^açın, Jsaçın,
Jsaçın!”
Yeşil Ölüm leşinin kafası yavaş yavaş yukarı
kalkıp onlara doğru dönmekteydi.
“Aa-ah!” diye inledi Hıçkıdık.

109
1 S„ ŞEYTANCA KURNAZ
PLAN TERS TEPİYOR

Hıçkıdık’ın duymayı umduğu, Yeşil Ölüm’ün Ölüm


Şarkisiydi; ama henüz bunu söylediği yoktu
canavarın.
Yeşil Ölüm ölüyordu gerçi ama, henüz
ölmemişti.
Hem, en en önemlisi, cidden çok ama çok
çok kızmıştı.
Ağzından kanlar gelirken, zayıf bir sesle,
“I j e r i e o? diye tısladı.
Sonra da, ayaklarının üstünde doğruldu ve
biraz daha güçlü bir sesle, “ÎTEKJ)E o ? ” diye
tısladı yine. “fîERJDE o KüçüJs Yeıyı? Onu
£h>z;iiıp ısırıyor falan iterden, ecelitjnjûş ıjıeger
beniıjı. O Küçüls Yeıjı beni -Yeşil ölütjTiin ta
Renitisini, Yeıjı etti!”
Gözlerini, adanın içlerine doğru kaçmaya
başlayan küçük insancıklar gördüğü kayalık
uçurumun tepesine dikmişti. Konuşurken, zar
zor sürüklediği adımlarla acı içinde ilerliyordu.
Kafasını arkaya atıp, kan dondurucu türden,
dehşetli bir İNTİKAM NARASI savurdu.

190
“ölıpciten 'önce Oî^U JsenitiıjK yeıjı E D E ­
C E Ğ İM , besinliJsle” dedi ve ileri atıldı.
Hıçkıdık, “K-A-Ç-I-I-I-Nl” diye çığlığı bastıysa
da, herkes zaten tabana kuvvet kaçmaktaydı.
Uzaktan, Holigan ve Etkafa kabilelerinin dört
yüz savaşçısının En Yüksek Tepe’den doğru
gelmekte olduğunu görüyordu Hıçkıdık. Oğlanların
yokluğunu fark edip, aramaya çıkmış olmalıydılar.
Ama buraya zamanında yetişemezler, diye
düşündü Hıçkıdık. Hem, gelseler bile ne yapabi­
lirlerdi ki?
Tam o sırada, Ejderha büyük bir gürültüyle
kayalık yarın tepesine çıktı ve güneş kapanıverdi.
Yirmi oğlan eğreltiotlannın altına kaçıştı.
Ejderha, pençesinin tekiyle en yakınındakini
yakalayıp ters çevirdi.
İtkokan’dı bu. Ejderha, “Sen b ce; i l di ye
homurdanarak onu kenara atarken, öteki oğlanlar
dev otların arasında çoktan kaybolmuşlardı.
Ejderha yaralı olduğu halde kıs kıs güldü.
“Oralıa ^üvenhe ıjıi sanıyorsunuz; İşendiniz;!, ftafı
i a y ! Sbû *öliıürıjıei)î için ^'öri)iei]î ^ereJsıjıiyor İsi
-A T E Ş İ M var beniıjı!”
Dev eğreltiler Ejderha’nın daha ilk nefesiyle
tutuşunca, oğlanlar olanca hızlanyla dışan kaçıştılar.
Ejderhanın onu beklediğini bilen Hıçkıdık

191
biraz oyalandı. Q
Sonunda sıcak dayanılmaz bir hale
gelince, derin bir soluk alıp, gözlerini 11
sıkı sıkı yumarak, saklandığı yerden
koşarak açıklığa çıktı.
Yüz metre bile koşmamıştı ki,
Ejderha’nın iki tırnağının ucuyla belinden
yakalandı ve havaya kaldırıldı. Yukarıya,
yukarıya, o kadar yukarıya ki, aşağıda
oğlanlar küçük noktacıklara dönüştüler.
Ejderha, Hıçkıdık’ı yukarıda, suratı
hizasında tuttu.
“Şiıjıiti ÎK ÎK Iİ£ iıe Yeıyı olinıls, K,üçüJs Ycıjı,”
deyip, oğlanı havaya, daha da yukarılara fırlattı.
Hıçkıdık iki takla attıktan sonra, işte, hayatımın
gerçekten en kötü ânı BU, diye düşündü.
Sonra düşmeye başladı.
Aşağıya baktı. Ejderhanın ağzı, mağara gibi,
kapkara, kocaman bir tünel halinde sonuna
kadar açılmıştı.
Onun içine düşecekti.
\
1 7 . EJDERHA'NU a ö zin d a
•»

Hıçkıdık, Ejderha’nın ağzının içine düşer düşmez,
canavarın dişleri zindan kapısı gibi çat diye üstüne
kapandı.
Zifiri karanlıkta, boğucu derecede iğrenç bir
kokunun içinde düştü de düştü.
Derken, birdenbire ani bir duruşla havada
asılı kaldı -Yeleğinin sırtı bir şeye takılmıştı.
Karanlığın içinde yavaşça sallanıp duruyordu.
İnanılmaz bir şans eseri olarak, yeleği, Romalı
ziyafetinden beri Ejderha’nın boğazına saplanıp
kalmış bir mızrağa takılmıştı. Hıçkıdık’m ayağı,
canavarın gırtlağı olduğunu tahmin ettiği bir duvara
sürtündü. Sindirim suları asit gibi yakınca, ayağını
hemen geri çekti Hıçkıdık.
Yukarıda, dişleriyle ezip öldürmek için, koca
dilini ağzının içinde evirip çevirerek onu arandığım
duyuyordu Ejderha’nın... Oğlanı bütün olarak
yutmaya niyetlenmemişti besbelli.
Gırtlağın kırmızı, şişkin iç yüzeyinden
aşağılara doğru yapış yapış, iğrenç bir yeşil sıvı
akıyordu. Hıçkıdık’ın asılı olduğu noktanın tam
karşısındaysa, kaygan duvarın üstündeki iki küçük

194
I

delikten sarı-yeşil bir buhar püskürmekteydi.


Arada bir de, bu deliklerden dışarıya hafif
patlamalarla küçük küçük alevler fışkırıyordu.
Başına gelenlerin gerçekliğine inanamadığı
için tuhaf bir şekilde soğukkanlılığını koruyan
Hıçkıdık, ne kadar ilginç, diye düşündü. Ateş
dışarıya buralardan çıkıyordu anlaşılan.
Vikingli biyologlar yıllardır ejderhaların nereden

195
ateş püskürdüğünü merak edip duruyorlardı.
Kimi ciğerlerden diyordu, kimi mideden. Hıçkıdık
ateş-deliklerini ilk keşfeden kişi olmuştu; bunlar
normal boyutlu bir ejderhada çıplak gözle
görülemeyecek kadar küçüktüler.
Hıçkıdık’ın epeyce aşağısında bir yerlerden,
Ejderha’nın bir önceki öğününün söylediği şarkı
yankılanıyordu uzaktan uzağa. Belli ki, bir
Muazzamus Maksimus Denizejderus’un sindirimi
uzun sürüyor, diye düşündü Hıçkıdık.
Şarkı hızını kesmeden hâlâ sürüyordu:

İtısa.n e ti p av an h ır Bazen,
aıjıa b ir a z c ık tuz eklersen,
D eniz supunha ita bekletirsen ,
Tabına hopu lyıaz b'öpîe ¡yerse-e-e-en... ’

Mızrak, Hıçkıdık’ın ağırlığıyla ağır ağır btikül-


meye başlamıştı. Ortasından ikiye bölünmesi ve
Hıçkıdık’ın aşağıya düşüp, midedeki şu dokuz
canlı iyimsere katılması an meselesiydi...
Daha beteri, duman, sıcak ve kokudan
başı dönmeye başlayan Hıçkıdık artık hiçbir şeyi
UMURSAMAZ olmuştu sanki. Göğsünde hissettiği
Ejderha nabzının korkunç sesi, kendi kalbinin de
onunla aynı ritimde atmasına neden oluyordu.

196
Hıçkıdık; ne de olsa, bir Ejderha’nın hayatta
kalması gerek, diye düşündüğünü fark etti. Ve
o anda da, kayalık uçurumun tepesindeyken
Ejderha’nın ona söyledikleri geldi aklına: “Miiıcıjıc

Ah, olamaz! Ejderha’nın hazım olayı, diye


düşündü Hıçkıdık. Etkisini göstermeye başladı bile!
Canavarın aklından geçenleri baskılamak için,
“Hayatta kalmalıyım, hayatta kalmalıyım,” diye
kendi kendine umutsuzca tekrarlamaya koyuldu.
Derken, sağlam Roma mızrağı tüyler ürpertici
bir gıcırtıyla kırılmaya başladı...

197
1 8 . DÎSSÎZ’ÎN SIRADIgl
KAHRAMANLISI

Hıçkıdık’ın sonu olacaktı bu -Tabii, o malum


Dişsiz Düş müthiş şaşırtıcı bir kahramanlık
göstermeseydi.
Hatırlarsanız, Kafatası Burnu ’ndaki savaşa
katılmayı reddetmişti Dişsiz. Kıyıda bir yere uçup,
ortalık tekrar sakinleşinceye kadar gözden kaybol­
mak niyetindeydi; ama kuşlarla tavşanları dehşete
düşürerek bir süre daha En Yüksek Tepe’de
oyalandı.
Bu işi çok eğlenceli bulmuş olmalı ki, Zebella
onu ensesinden yakalayıncaya kadar, ne Zebella’nın
ne de Holigan ve Etkafa Kabileleri’nin topunun
birden yaklaşmakta olduğunu fark etmedi.
“OĞLUMFERDE?” diye sordu Zebella.
Dişsiz büyük bir yüzsüzlükle omuz silkti.
Zebella, bu kez yeri göğü inleten bir sesle,
“OĞLUM FERDE ???” diye haykırınca, kulakları
titreyen Dişsiz, Kafatası Burnu’nu işaret etti.
“GÖSTER,” dedi Zebella sertçe.
Dişsiz, Zebella’nın tehditkâr bakışları altında,
iki Kabile’yi peşine takıp, Kafatası Bumu’na

190
doğru kanat çırptı ister istemez.
Korkunç Canavar tam Hıçkıdık’ı havaya
fırlatıp, onu bir denizsalyangozuymuş gibi ağzıyla
yakaladığı sırada oraya vardılar.
Kurnazca Zeki Plan buraya kadarmış, diye
düşündü Dişsiz.
Zebella’nın dikkatinin dağılmasını fırsat bilip
güvenli bir yere sıvışmak üzereyken, bir şey onu
durdurdu.
Bunun ne olduğunu kimse bilmiyor.
Holigan Kabilesi’nin dünyaya bakışını bütü­
nüyle değiştirecek bir an oldu bu. Yüzyıllardan
beridir ejderhaların başkasını düşünmesinin ya da
yardımsever bir davranışta bulunmasının olanaksız
olduğuna inanılıyordu. Ancak Dişsiz’in o dakikadan
sonra yaptığı şeyi kendi çıkan açısından açıklamak
tamamen olanaksızdır.
Dişsiz’in evcil ejderha, arkadaşlarının hepsi
İç Okyanus’un üstünden bir yerlere doğru
uçmaya başlamışlardı artık. Ateşkurdu’nun,
“Keçini diye bağırdığını duyar duymaz,
saklandıkları mağaralardan, gizlendikleri
oyuklardan ya da çömeldikleri eğreltiotlarının
arasından ayaklanmış, yapabildiklerince hızlı
kanat çırparak, sürü halinde eski Efendiler’ini
terk etmişlerdi.

199
Yabani Ejderha Kayalığı’nda yaşayan yırtıcı
ejderhalarsa saatler önce gitmişlerdi zaten.
Ancak bir şey, Dişsiz’in onların peşinden
uçmasını engelledi -Zebella’nın yürek paralayıcı,
aciz, “H-H- HAAAAAAYIR!!!” narasıydı belki onu
duraklatan. Ya da o benmerkezci yeşil ejderha
kalbinin bir yanıyla Hıçkıdık’ı gerçekten seviyor;
ona en kocaman ve etli ıstakozları verip, hiç
bağırmadan, fıkralar anlatarak baktığı süreler
için oğlana minnet duyuyordu.
Dişsiz, “Ejiterfıalar B-B-BEZ^CİLDİK,,”
dedi kendi kendine. *E jlter futlar kalpsiz; ve
a-a-acujıasız&ırlar. So^uıjıuziun. t-t-tülseni)ieıjıesi-
nin neiıeiii b-f>-buiıur.”
Ne var ki, BİR $EY onu gerisingeri döndürdü

200
ve BU $EY, kanatlarını arkaya yatırarak, uçurumun
tepesindeki Büyük Canavar’a doğru, bir ejderha
kırıntısı halinde uçmasına neden oldu. Dediğim
gibi, bu Dişsiz’in çıkarlarına gerçekten h iç m i hiç
uymuyordu.
Dişsiz dosdoğru Canavar’ın sol burun deliğine
uçtu ve deliğin içinde aşağı yukarı kanat çırparak
onu gıdıklamaya başladı.
Denizejderi deli gibi burnunu kırıştırıp böğü-
rerek başını sallıyordu.
“ H -A -A -A -A A A AAAA...”
Yaratık, mide bulandırıcı bir hareketle
kocaman tırnağını burnunun dibine kadar sokup,
o rahatsız edici, kaşındırıcı biti çıkarmaya çalıştı.
Dişsiz, tırnaktan tam zamanında sıyrılmayı
başaramadı ve göğsü çizildi. Ama o kadar heye­
canlıydı ki, pek bir şey hissetmedi ve burnun
içini karıştırmakta olan ejderha tırnağını çevik
hareketlerle atlatarak gıdıklamayı sürdürdü.
“H -A -A -A -A -A 'A 'A -A -A -A A A A A A A A ...”
diye kükredi Denizejderi.
Bu şuada, Ejderha kafasını sallayıp durdukça,
Hıçkıdık da boğazının içinde bir o yana, bir bu
yana savrulup durmaktaydı. Her an yerinden
çıkabilecek olan mızrağa bütün gücüyle tutunmaya
çalışıyordu.

201
"...PSÜÜUUUUUUUUUÜt/
En sonunda Ejderha hapşırdı ve Hıçkıdık,
mızrak ve Dişsiz’le birlikte, adanın her yanına
bir dolu iğrenç sümük saçıldı.
Dişsiz, kurşun hızıyla havada uçarken,
oğlanların uçamadıklarını anımsadı.
Kanatlarını katlayıp, hızla yere doğru çakıl­
makta olan Hıçkıdık’ın peşinden dalışa geçti.
Hıçkıdık’ı kolundan yakalayarak hızını kesmeye
çalıştı. Ejderhaların pençeleri müthiş güçlüdür;
Dişsiz, Hıçkıdık’ın yere çakılmasına engel olamasa
da, otlara yumuşak iniş yapmasını sağlamıştı.
Reis Zebella otların arasından deli gibi koşarak
geldi. Oğlunu kucağına aldı ve Hıçkıdık’ın baygın
bedenini kalkanıyla örtüp, Muazzamus Maksimus
Denizejderus’un karşısına dikildi.
Dişsiz, Zebella’nın arkasına saklandı.
Yeşil Ölüm, hapşırık krizini atlatmıştı. s
Ayaklarını sürüyerek yaklaştı; göğsünden ve ^
boğazından aldığı ölümcül yaralardan oluk gibi
kan kaybediyordu. Dehşet verici kafasını
kayalığın tepesiyle aynı hizaya gelecek şekilde
indirip, hain, sarı gözlerini Zebella’ya dikti.
“H efiıjiizln öiıjıe valstı {jeUti,” diye guruldadı.
“A rtıls onun canını Jsurtaraıjıaz;sın. Çols aıjıa çols

203
çaresizisin. ATEŞİM o ¿¡¿lisanı. tereyağı £jibi
eritecek...
Yeşil Ölüm ağzını açtı. Yavaşça içine hava
çekti. Zebella süpürgeotu saplarına tutunarak
kendini sağlama almaya çalıştıysa da, Hıçkıdık
ve Dişsiz’le birlikte, yavaş yavaş Canavar’ın açık
çenesinden içeriye, o kocaman karanlık tünele
doğru sürüklenmeye başladı.
Yeşil Ölüm havayı geri püskürmeden önce
bir an durup, onların çaresizliğinin keyfini
çıkardı.
Zebella’nın tuniğinin kenarından bir göz
atan Dişsiz, “Ejiterfıa Yasalan’na u-u-u^ıjuzsiin,
başına gelecek, olan buttur... diye dehşetle haykırdı
kendi kendine.
Canavar yanaklarındaki havayı üfledi ve
Zebella’yla Dişsiz alevlerin onları yalayıp yutmasını
beklediler.
Ancak hiç ateş çıkmadı.
Yeşil Ölüm şaşırıp kalmıştı. Yanaklannı tekrar
şişirip, daha büyük bir güçle üfledi.
Yine ateş çıkmadı.
Bir daha denedi; zorlanmaktan dolayı kafası
tuhaf bir şekilde morarmaya başlamıştı şimdi;
sanki içine hava pompalanıyormuş gibi şişiyor,
büyüdükçe büyüyordu.

204
Canavar ne olduğunu hiç anlayamamıştı.
Kendini deliler gibi oradan oraya fırlatıp attı,
gözleri yuvalarından fırladı, fırladı ve yüzlerce mil
uzaklardan duyulabilecek bir gümbürtüyle...
...Yeşil Ölüm hepsinin gözleri önünde patladı.
Bunun bir mucize olduğu ya da tanrıların işe
karıştığı sanılabilir, ama aslında mantıklı bir açık­
laması vardı. Hıçkıdık, Denizejderi’nin boğazında
asılı, çaresizlik içinde, “Hayatta kalmalıyım, hayatta
kalmalıyım,” diye kendi kendine yinelerken,
miğferini çıkarmış ve boynuzlarını bütün gücüyle
ateş deliklerine sokmuştu.
Boynuzlar deliklere mükemmel uymuştu.
Dolayısıyla, Ejderha ateşini kullanmak istedikçe,
tıkacın oluşturduğu basınç birikimi giderek artmış
ve sonunda Yeşil Ölüm’ü patlatmıştı.
Şimdi her yöne Ejderha parçaları uçuyordu.
Zebella’yla Dişsiz patlamanın bu kadar dibinde
oldukları halde, herhangi bir isabet almadıkları
için çok şanslıydılar.
Ancak alev alev yanan, iki buçuk metre
uzunluğunda bir Ejderha Dişi (Canavar’ın küçük
dişlerinden biri) Hıçkıdık’a doğru fırladı. Oğlan,
Canavar’ın içine çektiği havayla birlikte Zebella’nın
kalkanının altından sürüklenmiş, bütünüyle
korunmasız bir biçimde, Zebella’yla Dişsiz’in

205
birkaç adım önünde yerde yatmaktaydı.
Gözünün ucuyla Diş’in hareketini fark eden
Zebella, kalkanını siper ederek kendini öne attı.
Ancak bir Viking bu kadar hızlı davranabilirdi.
Okla çulluk avlamak insanın reflekslerini
geliştiriyor ne de olsa.
Yani sonuçta, Zebella’nın kalkanı Hıçkıdık’ın
hayatını kurtarm ayı başardı. Yetişmeseydi,
Hıçkıdık’ı kürdan batırılmış karides gibi şişleyecekti
Diş. Onun yerine, kalkanın tunç göbeğine iyiden
iyiye gömülüp, yeşil uçlu Ejderha alevleri çıkara
çıkara sallanmaya başladı.
Zebella, Diş’in oğlunu delip geçmiş
olabileceği kaygısıyla dehşet içinde kalkanı
kaldırdı. Ama Hıçkıdık’a bir şey olmamıştı.
Gözlerini açmış, bir şeye kulak kabartmıştı. Sanki
alevler içindeki dişten gelen tuhaf bir sesi
dinlemekteydi. Mercan kayalıklarının boşlukları
arasından üfüren rüzgârın sesine benzeyen,
hırıltılı, yankılı bir şarkı sesiydi bu.
Aşağı yukarı şöyle bir şey diyordu:

“Suna, söglüporuıp, e% Bü^üA; Tflavi Balina,


sona crcccJş paAunha h a la tın ,
Z ır h lı Mupruğuıp un t eA, S ır vuruşumla
güneşi iıc s'önhürürügı Sen, a%ı ha...

206
H ele Bir kükret)ıe%e goregiıp,
ne fır tın a k a lı r ne rüzgâr,
D a lg a la r Bile in len erek iniıjı iniıjı
k en d ilerin i kü pen s a k ile a t a r ... "

Hıçkıdık iyiden iyiye kendinden geçmek


üzereyken, “Dinleyin,” dedi sevinçle. “Yem şarkı
söylüyor.”

207
1 }. BECERİKLİ HIÇKIDIK

Şimdi kayalık uçurumun tepelerinde toplanan


dört yüz Viking, Hıçkıdık ve Dişsiz için delice
tezahürat yapmaya başlamıştı.
Her yanları iğrenç, yeşil Ejderha Sümüğü ve
Tükürüğü’ne bulanmış o berbat hallerine aldırmak-
sızın, Kesin Ölüm’den kıl payı kurtulanların
coşkun neşesiyle gülüşüp, çığlıklar atıyorlardı.
Korkunç dövüş çevrelerindeki bütün topog­
rafyayı mahvetmişti. Havada, görüşü zorlaştıran
yeşilimsi gri, boğucu bir duman asılıydı. Kafatası
Bumu’nun büyükçe bir bölümü kopup parçalanmış,
sahile kaya parçaları yığılmıştı. Mor Ölüm’ün dağ
gibi kocaman, korkunç leşi suyun derinliklerinde
yatıyordu. Her tarafa Yeşil Ölüm’ün kemikleri ve
iç organlarından parçalar saçılmıştı; süpürgeotları
ve eğreltiotlan geniş alanlar halinde hâlâ alev
alev yanıyordu.
Ancak, inanılmaz bir mucize eseri olarak,
hemen hemen bütün Vikingler’le topunun evcil
ejderhaları bu ölümüne savaştan sağ çıkmışlardı.
Hemen hemen dedim, çünkü Dişsiz çatallı
titrek diliyle Efendi’sinin yüzünü yalamak için

200
yaklaşınca, Zebella minik ejderhanın göğsünde,
parlak yeşil kan sızan ciddi bir yara fark etti.
Yeşil Ölüm’ün tırnağı, kalpsiz olduğu sanılan
minik yaratığın kalbini delmişti.
Zebella’nın bakışlarını takip eden Dişsiz
göğsünün durumunu ilk kez gördü ve bir dehşet
çığlığı atıp, pat diye düştü bayıldı.
% %%

209
İki gün sonra Hıçkıdık, baştan aşağı ağrılar içinde
ve kurtlar gibi acıkmış olarak uyandı. Gecenin
geç bir saatiydi. Zebella’nın büyük yatağında
yattığını fark etti; üstelik odada bir sürü insan vardı.
Zebella da oradaydı ve Valhallarama’yla Buruşuk
Moruk, Balıkayak ve Kabile Büyükleri’nin çoğu da.
Ejderhalar bile vardı: Kelernefes’le Kancadiş,
Zebella’nın bacakları çevresinde birbirlerini dişleyip
duruyor, Dehşetinek’se yatağın ayakucunda tünemiş
oturuyordu. (Ejderhalar patlamayı duyup, Avanak
Adası’nm Efendileri’nin yine Efendi olduklarını
anlar anlamaz geri gelmişlerdi. Ejderhalığın doğası
gereği, ortadan yok oluşlarıyla ilgili herhangi bir
açıklama yapmamış, ama hiç değilse biraz mahcup
görünme nezaketinde bulunmuşlardı.)
Zebella zaferle, “Yaşıyor!” diye bağırınca,
herkes sevinç çığlıkları atmaya başladı. Valhalla-
rama, oğlu Hıçkıdık’ın omuzuna sıkı bir yumruk
indirdi -Viking analar için bu, sıkı sıkı kucaklamak
demektir.
“Hepimiz burada,” dedi Valhallarama, “senin
uyanman için dua ediyorduk.”
Hıçkıdık yatağında dikildi - Gerçekten ayılmıştı
birdenbire. “Ama h ep in iz burada değilsiniz ki,”
dedi. “Dişsiz nerde?”
Herkes gözlerini kaçırdı, kimse onunla göz

210
göze gelmek istemiyordu. Zebella beceriksizce
boğazını temizledi.
“Üzgünüm, oğlum,” dedi sonra. “Ama o
başaramadı. Birkaç saat önce öldü. Kabile’nin
geri kalanı şu an onun için bir Kahraman
Cenazesi töreni yapıyor. Büyük bir onur bu,” ^
diye devam etti telaşla. “Gerçek bir Viking 'J
cenaze töreni uygulanan ilk ejderha olacak-”
Hıçkıdık, “Öldüğünü nerden anladınız?” diye
hesap sordu.
Zebella şaşkın şaşkın baktı. “Eh işte, her
zamanki şeylerden: Nabız yok, soluk yok,
dokununca buz gibi soğuk. Kesinlikle ölmüştü,
maalesef.”
“Ah, SAHİDEN, Baba,” dedi Hıçkıdık bir sinir
nöbeti içinde, “ejderhalar hakkında HİÇBİR şey
bilmez misin sen? Bu bir UYKU KOMASI olabilir
ve İYİYE İŞARETTİR -Kendi,kendini iyileştiriyor
herhalde.”
“Amanın, Thor’un sakallarına kurban olayım,”
dedi Balıkayak. “Cenaze töreni başlayalı yarım
saat oldu...”
“Onlan durdurmalıyız!” diye haykırdı Hıçkıdık.
“Ejderhalar pek ateşe dayanıklı değildir. Canlı
canlı yakacaklar onu!”
Hıçkıdık, halinden beklenmeyecek müthiş

211
bir enerjiyle yatağından fırladı. Koşa koşa odadan
çıkıp evden dışarı fırladı; Balıkayak’la Dehşetinek
de peşinden.
%%%
Aşağıdaki Holigan Limanı’nda etkileyici Viking
Askeri Cenaze Töreni neredeyse sona ermek
üzereydi.
Başka koşullarda olsa, Hıçkıdık açısından
görülmeye değer bir manzara vardı.
Gökyüzü yıldızlarla dolu, deniz cam gibi
dümdüzdü. Holigan ve Etkafa Kabileleri’nin
tamamı kayaların üstünde hareketsiz duruyor,
eksiksiz her biri elinde yanan bir meşale taşıyordu.
Sümüklüküstah bile oradaydı; saygı gereği
miğferini çıkarmış, saçlarını düzgünce fırçalamış,
ciddi görünmeye çalışıyordu.
Bıyık altından İtkokan Otkafa’ya, “İyi ki
kurtulduk şu kanatlı kertenkeleden,” diye
fısıldayınca, İtkokan kendini tutamayıp kıkırdadı.
Sümüklüküstah’ın ejderhası Ateşkurdu,
İtkokan’ın omuzunda burnunu karıştırmakta olan
Denizsümüklüsü’ne, “Yasaiar’ı çügneıjıetıin cezası
f>u£mr iste,” dedi küçümseyici bir ifadeyle.
Denize salınmış bir Viking gemisi maketi,
Zebella'yla Megadon’un yanık donanma enkazla­
rının tuhaf siluetlerini geride bırakmış, ayın suya

212
vuran yansıması boyunca, adadan açıklara doğru
sürüklenmekteydi.
Hıçkıdık, Dişsiz’in gemide yatan küçük
bedenini hayal meyal seçebiliyordu. Zebella’nın
kalkanı da yanı başındaydı. Ejderha’nın Dişi, başka
dünyalardan gelmiş dev bir kılıç gibi hâlâ kalkanın
üstünde saplı duruyordu.
Geğiren Kabadayı borusunu öttürerek doku­
naklı bir işaret verdi. Hesapta olmayan uçuşunun
şaşkınlığından tamamen kurtulmuş görünüyordu.
“D-D-DÜÜÜTü!”
Limanın sağ tarafında, hazır olda bekleyen
Zebella’nın en iyi yirmi altı okçusu yaylarını
/! , gerdiler. Her birinin yayma alevli
bir ok takılıydı.
Hıçkıdık, o güne kadarki
en güçlü haykırışıyla, “H-H-
HAYIIIIR!!!” diye haykırdı.
Ama çok geçti.
Alevli oklar zarif bir biçimde
havaya fırladı ve gemiye saplamp,
onu ateşe verdi.
Kıyıdaki kalabalıktan bazıları bu kadar
ciddi bir töreni bozmaya cesaret edenin kim
olduğunu merak ederek, dönüp yukan baktılar.
Ufuktaki silueti tanıyan Etkafalı Eşşkıya,

213
215
“HIÇKTDIK!” diye
bağırdı sevinçle.
Kalabalıktan hayret
mırıltıları yükseldi; birbirlerine,
“Hıçkıdık mı?” diye fısıldadılar, sonra da
Hıçkıdık’ın adını tekrarlayarak çığlıklar atıp,
tezahürat yapmaya başladılar.
Sümüklüküstah, ağzı açık kalakaldı. '
Hıçkıdık’ı capcanlı ve sapasağlam görünce,
büyük bir düş kırıklığına uğramıştı. Ona _
ölü bir Kahraman olarak tahammül edebilirdi,
ama can lı bir Kahraman olarak Hıçkıdık büyük
bir engeldi...
Hıçkıdık gözlerinden yaşlar boşanarak, yanan
gemiyi izliyordu.
Gemi yan yattı ve Zebella’nın kalkanıyla
Diş suya düştü. Geminin son parçası da dalgaların
arasında kaybolup denizin dibini boylamadan
hemen önce, son bir kez parlayan alevler altı
metre kadar havaya yükseldi. Ve bu alevlerin
içinden, bir Anka kuşu gibi kanatları kocaman
açık, bir kuyrukluyıldız gibi kuyruğuyla alevler
çizen bir şey fırladı... Dişsiz!
Dişsiz arkasında bir alev bulutu bırakarak,
yıldızlara doğru yükseldi, yükseldi, yükseldi;
ardından denize doğru indi, indi, indi ve

214
izleyenlerin hayret çığlıkları arasında son anda
tekrar yukarıya döndü. Hıçkıdık ejderhasının acı
çekiyor olmasından kaygılanıyordu, ama Dişsiz,
tepesinden, yeterince yakınından vınlayıp geçerken,
zaferle horoz gibi öttüğünü duydu onun.
Ne noksanlan olursa olsun, Dişsiz’in durumdan
yararlanma yeteneğine hayran olmamak elde
değildi. Sıradan ejderhalar normalde uçuş yetenek­
leriyle anılmazlar, ama Sıradan bir ejderha bile
alevler içindeyken, izlenecek manzaradır.
Dişsiz, karanlık gökte canlı bir havai fişek
gibi ışıklar saçarak ilerliyor, çığlıklar eşliğinde
alevli taklalar atıyor, sert pikeler yapıyordu. Daha
bir dakika önce, hem Dişsiz’in, büyük olasılıkla
hem de Hıçkıdık’m ölümlerine yas tutmaya

216
hazırlanan kalabalık, şimdi kendinden geçmiş bir
halde, üstüne kıvılcımlar yağdıran Dişsiz’e çılgınca
tezahürat yapmaktaydı.
Sonunda ateş çok fazla hararet yapınca, Dişsiz
kendini söndürmek için denize daldı; ancak hemen
gerisingeriye fırladı ve doğruca uçup Hıçkıdık’ın
omuzuna kondu. Sağa sola vakur selamlar vererek
yoğun alkışları kabul ederken, kendi kendini
kutlayan yersiz “Ku-Ru-ri-isuııu Harıyla imajını
biraz çizdiriyordu.
Zebella kalabalığa susmasını işaret edip, bu
kez kendisi bangır bangır bağırarak aşağıdaki
konuşmayı yaptı:
“Ey, Holiganlar ve Etkafalar! Umman Kabuslan,
Thor’un Oğulları ve de en korkutucu Ejderha
Sahipleri! Sîzlere Holigan Kabilesi’nin en yeni
üyesini takdim etmekten gurur duyarım. İşte
karşınızda, oğlum - BECERİKLİ HIÇKIDIK!”
Ve “Becerikli Hıçkıdık” lafı arkadaki tepe­
lerden yankılandı, tezahürat yapan kalabalığın
haykırışlarıyla yinelendi ve gecenin esintisine
karışıp sürüklendi. Sanki bütün dünya sonunda
Hıçkıdık’a artık Becerikli olabileceğini söylüyormuş
gibi oldu.
İşte, dostlar, Zor Yoldan Kahraman Olmak
böyle bir şey.

217
A V A N A K adAst

O R + a Ç A & la r

>SAİ^AN P r o f e S S Ö R Boşş+ageZei\

ßu AAek+ußU "■Ejjderhafv
Nässt ■E.g+irsti\" ki+aloıtN izdarN ÇOfc:

Şckeya+çı olarak+arv ^aZi^OA A .


S İ Z -Hİç şu Derwz C A » \ a V A ri

€ .jjd a rh a la rd a » s loirirse loA^ Ar/ttay

6eN € .< fir\ iZ ^ n t K t ?

AvarsAk/e geL de
C|üfNÜr\ü gÖSTißüAA safvIA.

SA^gı o^A^gi yoK,

K O R K u n ç Z tß ellA <§*
Bu kitabın yazarı, gon
B ü yü k V iking Kahramanı
K orkunç Gıcık Üçüncü
H ıçkıdık'm Songözü
Hikâye burada bitmedi elbette.
Onca yıl önce benimle birlikte Temel Bilgiler
Sınavı’na giren on dokuz oğlanın hepsi de, iki
Muazzamus Maksimus Denizejderus’un birden
aynı gün içinde yenilgiye uğratılmasındaki
Kahramanca Eylemlerinden dolayı Holigan
ve Etkafa Kabileleri’ne kabul edildi. Kafatası
Burnu’ndaki Savaş, Viking efsaneleri arasına
girdi ve halk ozanları var olduğu sürece dilden
dile aktarılmaya devam edecek.
Tabii, pek halk ozanı kalmadı artık. Üstelik,
o günden beri bir daha hiç Muazzamus Maksimus
Denizejderus gören olmadığı için, insanlar
şimdilerde, böyle bir yaratığın gerçekten yaşamış
olabileceğinden kuşku duymaya başladılar.
Böylesine büyük bir şeyin kendi ağırlığını
taşıyamayacağını öne süren bilimsel yazılar bile
kaleme alındı. Anlattıklarımı kanıtlayabilecek

219
ejderhalar artık insanların ulaşamayacakları deniz­
lere çekildiler. Zaten günümüzde Kahramanlık
kavramının o kadar modası geçti ki, temsil ettiğim
Kahraman sözcüğüne bile kimse inanmayacaktır.
Ancak, ejderhalar -O nlar hakkında çok şey
bildiğim i unutmayın- o kapkaranlık derinliklerin
dibinde uyuyor da olabilirler pekâlâ. Hepsi Uyku
Koması’nda donup kalmış sayısız ejderha vardır
belki. Ve onların varlığından habersiz nice balık,
dokungaçları arasına girip çıkmakta, pençelerinin
arasında saklanmakta, kulaklarının içine yumurta
bırakmaktadır.
İlerde, Kahramanlar’a gereksinim duyulacak
bir zaman gelebilir yine.
İlerde, ejderhaların geri döneceği bir zaman
gelebilir yine.
O zaman geldiğinde, onların nasıl eğitileceği,
onlarla nasıl savaşılacağı konusunda bir şeyler
bilmeniz gerekecektir. Umanm bu kitap Geleceğin
Kahramanlan’na, yıllar yıllar önce aynı kapsamdaki
şu belli kitabın BANA olduğundan çok daha
yararlı olur.
Burada adı geçen Canavarlar türünden şeylerin
bir zamanlar var olduğunu unutmak çok kolaydır.
Benim bile bazen unuttuğum oluyor; o zaman
-şim di yaptığım gibi- gözlerimi yukarı dikiyorum;

220
denizkabukları ve soğuk-deniz mercanlarıyla
mücevher gibi kaplanıp bezenerek biçimi
tuhaflaşmış bir kalkan geliyor gözümün önüne
-ortasına iki buçuk metre boyunda bir diş
saplanmış bir kalkan. Elimi uzatıyorum; dişin
kenarı onca yıl sonra hâlâ o kadar keskin ki,
parmaklarımı hafifçe sürtmem bile bu sayfalara
kan yağmasına neden olabilir. Başımı hafifçe
yana eğiyorum; çok ama çok hafif bir ses
duyduğuma eminim:

“B ir za.ijia.nlar, teM bir alevli soluğuıjı


eterbi benizleri maMif tutuşturmama...
Bir zamanlar o Mahar güçlü^büm Mi,
ölüm bimorbum abıma...
Sen be hüzünlü mvtluluM şarMmı sö<mle
mem oluncaya beM birine,
İster güçlü, ister ortasıMlct,
herMesin sonu BU olacaM elbet...

Yem hâlâ şarkı söylüyor.

221
’ •y * r\ i -Ej der h
SON
Meraklısına Notlar

WODEN
Wodan, Wotan ya da Odin olarak da bilinir. İskandinav
mitolojisinde başlıca tanrılardan biridir. Eski Germenler’de
çarşamba günü Woden’in günüyle (İngilizce Wednesday')
özdeşleştirilmiştir. Woden başlangıçtan beri savaş tanrısıydı;
kahramanları korur, ölen savaşçılarla Valhalla’da buluşurdu.

THOR
Eski Germen halklarının ortak tanrısıdır. Tanrılar sıralamasında
genellikle Woden’den sonra gelse de, Kuzey halkları arasında en
ç o k saygı g ö r e n tanrıydı. Adı “g ö k gürültü sü ” anla m ın a geliyor
vr flincie [¡ışıdığı çekiç de yıldırımı lemsil ediyordu. büyük bir
savaşçı olan Thor, kötü devlerin amansız düşmanı, ama insanlığın
koruyucusuydu. Roma tanrısı Jüpiter’le bir tutulduğu olmuştur.
İngilizce’de Perşembe anlamındaki Thursday sözcüğüne
kaynaklık etmiştir {Thor’s day. Thor’un Günü).

LOKİ
İskandinav mitolojisinde kötülük tanrısıdır ve Woden’in üvey
kardeşidir. Görünüşünü ve cinsiyetini değiştirebilen kurnaz,
düzenbaz Loki, büyük tanrılar Woden ve Thor’a yardım eder,
kurnazca planlarıyla onların isteklerini yerine getirir. Bazen hem
kendini hem tanrıları zor durumda bırakır, onların şölenlerine
davetsiz olarak girer; hatta tanrıların düşmanı olarak da bilinir.

VALHALLA
İskandinav mitolojisinde, ölmüş savaşçılar evi. Savaşçıların Tanrı
Woden’in önderliğinde mutluluk içinde yaşadığı Valhalla, çatısı
kalkanlardan oluşan görkemli bir saray olarak betimlenir.

BE0WULE
İskandinavyalI kahraman. Eski İngiliz edebiyatının önemli bir
ürünü ve Avrupa’nın ilk halk destanlarından olan aynı adlı
kahramanlık şiirinin de başkahramanıdır. Tarihte Beowulf adında
birinin yaşadığı belirlenememişse de, şiirdeki bazı karakterler,
yer ve olayların tarihsel doğruluğu belirlenebilmektedir.

AncıBrilannica Ansiklopedisi n c le n .

You might also like