You are on page 1of 242

r

YAZAR HAKKINDA
Müthiş kılıç kullanan ve ejderhalarla konuşabilen
Korkunç Gıcık Üçüncü Hıçkıdık, gelmiş geçmiş en
büyük V ik in g K ah ram an ıy d ı. Ancak Hıçkıdık’ın
anıları, Kahraman olabileceğine ihtimal vermediği,
son derece sırad an bir oğlan olduğu döneme aittir.
Bu üçüncü ciltte, Romalılar’a esir düşen Hıçkıdık,
gladyatör dövüşlerinin yapıldığı dehşet v erici
arenaya ilk ziyaretini yapar...

KORKUNÇGICIKm. HIÇKIDIK'mkitapları
1 EJDERHANI NASIL EĞİTİRSİN
2 NASIL KORSAN OLURSUN
3 EJDERHACA NASIL KONUŞURSUN
4 EJDERHA LANETİ NASIL BOZULUR
5 EJDERHA TEHLİKESİ NASIL SAVUŞTURULUR

www,faceloook.co/w/hickic/(‘t,dizi
Simon Cowell, Caspar Hare ve Andrea Malaskova'ya koca birer
teşekkür borçluyum. -C.C.

Korkunç GıcıkIH. Hıçkıdık Dizisi 3


EJDERHACA NASIL KONUŞURSUN
Yazan ve resimleyen: Cressida Cowell

Türkçe yayın editörü: Müren Beykan


İngilizce aslından Türkçeleştiren: Mine Kazmaoğlu
Son okuma: Hande Demirtaş

Hiccup Senes
Özgün adı: How to Speak Dragonese
© Cressida Cowell, 2005

Türkçe yayın haklan: Günışığı Kitaplığı, 2006


Yayın haklan, Akçalı Telif Haklan Ajansı aracılığıyla Hodder
Headline Ltd’den satın alınmıştır. Tüm yayın hakları saklıdır.
Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında, yayıncının yazılı
izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

1. baskı: Aralık 2008 Lü+ferv


5. baskı: Ağustos 2016

gunlsiglhltapligl.com

Sayfa tasannu: Cressida Cowell ve Nigel Baines


Kapak deseni: Chris Gibbs ve Cressida Cowell
Baskı öncesi hazırlık: Neslihan Özceylan
Baskı: Bizim Matbaa Basım Yayın Amb. Dağ. Tur. ve Gıda Ltd. Şii.
[Yeşilce M a lı A y ie k in S o k N o 38 Se yra nte pe K a ğıth a n e 3-i-MH
İstan b ul (0 2 1 2 ) 2 80 3 « SO Sertifika: 23160]

Günışığı Kitaplığı
bir Mia Organizasyon
Restorasyon Yayıncılık Ltd. Şti. kuruluşudur.
Sertifika: 12439
Profilo Plaza, Cemal Salıir Sok. 26/28 B3
Mecidiyeküy 34387 İstanbul
Telefon: (0212) 212 99 73
Faks: (0212) 217 91 74
E-posta: info@gunisigikitapligi.com
Eid&pliaca
iJ nasıl
k o n u ş u ls u n

yazatı
Korkunç Gıcık
Dİ. Rıckıdık
askl düden çeviren
CKSSSİPi C0WB/r£

“ * “ "* » W »ı n a a o î H
W 0
A X JWnÁ
e _ /Io oj

P-
,.<í >>' ,
.Í V i. , c ^ '
r4
'v-v
~ BÖLÜMLER -
Bir zamanlar ejderhalar v a r d ı .................................. 1 1
1* Düsman-Gemisine-Borda-Etmece D e rsi.............. 1 3
2* Sürüngen Camgözler ....................................... 2 4
3- Yağmurdan Kaçarken Doluya T u tu lm a k ......... 44
4* Digsiz İmdada Koşuyor .................................... 58
5' Avanak Adası’na Dönüş................................... 7 3
6* 0 Gece, Uğursuz mu Uğursuz Roma Kalesinde.... 8 6
7* Z ırn ık çjd er......................................................... 8 8
8' Yabancıları Korkutma D e rsi............................. 102
9* Uğursuz Kale'ye Hos G eldiniz............................ 1 1 2
10 Sıska Vali’nin Gizli K im liğ i............................ 1 2 0
İh Moktan Soyguncuların Vârisi .......................... 1 3 4
12> Kaçış U s ta s ı...................................................... 1 4 4
13* Avanak A d ası'n d a.............................................1 4 8
14* Kamikazi’nin Kaçış Planlan ............................. 1 5 1
15* Sürüngen Camgöz A k ın ı................................ 1 6 2
16* Zekice Ama Umutsuz Bir P l a n .......................... 1 6 4
17* Satürn Cumartesisi G österisi.............................1 7 4
18« Valhalla Ekspresi..............................................1 8 1
19* A a aa aa y y y ! .................................................. 1 8 4
2 0 * Tanrısal H ıçk ıd ık .......................................... 1 9 9
21* Bir Moktan Soyguncu Kilit Altında Tutulamaz 2 0 4
2 2 * Kahraman Vârisler'in D ön ü sü.......................... 218
Yazarın Sonsözü...................................................... 2 3 2
f/ ,C r t / c ílt V «

k 'l'C i A l l s t e r »

10
Bir zamanlar ejderhalar'vardı. *
,• ifej.D^HHAIARIN yaşadığı zamayş gözünüzün önü- _
■ ne getirin -D ağ^ibı kocamanlarının-okyanus dibinde
pineklediği, tırnağınızın ucundan miniklerinin de eğrel-
tiotlarının arasında hopladığı .günleri.
VİKİNG KAHRAMANLARI’nm yaşadığı zamanı gö­
zünüzün önüne getirin -Erkeklerin tam birer erkek, ka7
dmların ise erkek gibi olduğu, hdtta küçücük bebelerin
göğüslerinin bile kıllarla kaplı olduğu günleri.
Şimdi de, Korkunç Gıcık Üçüncü Hıçkıdık adında,
henüz on ikisine bile gelmemiş ve babasının arzu etti­
ği türeten bir Kahraman olma belirtisi göstermeyen bir
oğlan olduğunuzu varsayın. Elbette, o oğlan gerçekte
BENDİM; ama o oğlan halim şimdi Bana öyle uzak ki,
bu öyküyü sanki bir yabancıdan söz ediyormuş gibi an­
latacağım.
*■ O yüzden, bu yabancının -b y .Mü^tjJcbel Kahra-
man’ınben değil, KENDİNİZ olduğunu#varsayin:'
Küçüksünüz. Kızıl saçlısınız. Henüz farkında değil­
siniz ama, o güne kadarki yaşamınızın en tehlikeli ma­
cerasına başlamak üzeresiniz... Benim gibi çok yaşlı
bir adam olduğunuzda, bu maceraya “Roma İmpara-
torluğlı’yla İlk Karşılaşmam" adıhı vereceksiniz ve bun-
.çâ zaman geçtikten Sonra bile, o dehşetli maceranın
» *
tehlike ve. risklerini anımsadıkça, buruşuk ihtiyar kolla-
* >
rıhımdaki tüyler ürpeçgcek.
-»i v
1 . DÜŞMAN-GEMİSİNE-
BORDA-ETMECE DERSİ

Çok ama çok uzun zaman önce, çok ama çok soğuk
bir ülkedeki sisli bir günde, yedi küçük Viking
yelkenlisi Woden’in-Banyo-Küveti-Adlı-Deniz’de
ilerlemekteydi. Sis, kuzeydeki Barışçıl Ülke’yi de,
batıdaki Avanak Adası’nı da yutmuş, hatta ortalığı
öylesine kaplamıştı ki, yelkenliler sanki birer hava-
gemisiymiş gibi yeryüzünden tamamen kopmuş,
adeta gökyüzünün yükseklerinde, bulutların
üstünde yüzüyordu.
İlk yelkenli Şişko Yabandomuzu'nda, bacak
kasları halat gibi boğum boğum, sakalı şimşek
çarpmış kirpiye benzeyen, iki metre boyunda,
minicik tüylü şortlu bir dev, Geğiren Kabadayı
v •^bulunuyordu. Kabadayı, Avanak Adası’ndaki
" Korsanlık Eğitim Programı’ndan
sorumlu
öğretmendi ve sisin içindeki bu yolculuk da,
Düşman-Gemisine-Borda-Etmece dersinin parçasıydı.
Şişko Yabandomuzu'nu izleyen oğlan-boyunda altı
yelkenlinin her birindeyse, Kabadayı’nın öğrencileri
ve Kıllı Holiganlar Kabilesi’nin genç üyeleri olan
ikişer oğlan bulunuyordu.
Kabadayı, birkaç mil öteden duyulabilecek bir
g ü çte, "PEKÂLÂ, İĞRENÇ KIRITKAN KIZ KIRINTILARI
SİZİ!' diye haykırdı. "BİRAZDAN, BARIŞÇIL BALIKÇI
TEKNESİ GİBİ KOLAY BİR HEDEF ÜSTÜNDE, DÜŞMAN
GEMİSİNE BORDA ETMECE ÇALIŞACAĞIZ... PUSUYA
DÜŞÜRMENİN İLK KURALINI ANIMSAYAN VAR MI?"
"DÜŞMANI HAZIRLIKSIZ YAKALA, EFENDİM!”
diye bağırdı Sümüklüküstah. Uzun boylu, koca
burun delikli, sakalları terlemiş, ukala tipli, itici
oğlanın tekiydi.
“Aferin sana, Sümüklüküstah,” diye mırlayan
Kabadayı, var gücüyle böğürmeyi sürdürdü: "BU
KADAR YOĞUN SİS İÇİNDE, GÖZÜNÜZE KESTİRDİĞİNİZ
TEKNENİN YAKLAŞTIĞINIZI GÖRME SANSI OLMAZ
ZATEN!"
Sisin içinde sıkıntıyla çevresini görmeye
çalışan Korkunç Gıcık Üçüncü Hıçkıdık, Görmezler,
ama duyabilirler bizi, diye düşündü. Tamamen
sağır Barışçıl balıkçılara rastlayacak kadar şanslı
değilsek tabii...

14
t J //
Belki şaşacaksınız ama, Korkunç Gıcık Üçüncü
Hıçkıdık bu öykünün Kahraman’ıdır. Şaşacaksınız
diyorum, çünkü Hıçkıdık’ın ilk dikkat çeken özelliği,
son derece, ama son derece sıradan olmasıydı. Ufak
tefekti ve.kalabalığın arasında asla göze çarpmayacak,
hafif çilli, hiçbir özelliği olmayan bir suratı vardı.
O sırada Hıçkıdık’ın göğsünde, gömleğinin
içinde uyumakta olan ejderhası Dişsiz de efendisi
kadar sıradandı. Dişsiz’in tek dikkat çekici yanı,
dikkati çekecek derecede küçük olmasıydı. Öteki
oğlanların ejderhalarının yarısı kadardı neredeyse.
Tahmin edebileceğim''
gibi, bu hiç de övünülesi
bir durum değildi.
Kabadayı’nın
bağırtısı, minik
ejderhayı uyandırdı.
Hıçkıdık’ın tuniğinin
boynundan burnunu
çıkarıp, uykulu uykulu,
“ IW-n0İU£0?” diye
Ejderhaca* sordu.
Hıçkıdık, Dişsiz’in b
gerisini kaşıyarak (Minik uuıu uayuuuv, >

* Kitabı eski dilden çevirenin notu: Ejderhalar, Ejderhaca konuşurdu. Bu


ilginç dili de bir tek Hıçkıdık anlayabiliyordu.

16
“A ıju n , fıer zaıjıanJsi ş e fle r ,” diye fısıldadı.
“ I^ ıb a iu ^ ı b a ğ ırıp ç a ğ ır ıy o r , SüıjıüJfilüJsüstafı
gösteriş ^ apı^ o r, binler ite sıcais bir ateşin Önünfce
JseıjıiJslcriıjıizi ısıta c a k ^criıe, bu soğukta sisin
içince siirii-Menif giiıi^oruz... Sen u^uıjıa^a bevaıjı
et istersen.”
Dişsiz kıkırdadı. “ S iz V -V -V U çinglcr’in
is ta v r it Jçaitar a d lın ız v a r ,” dedi. “ Y'^'^eıyıeJs
vaJfiti gelince, D işsiz i u-u-u^anitır...” Sonra da,
Hıçkıdık’ın sol koltukaltındaki sıcacık köşesine
gömülüp, tekrar gözlerini yumdu.
Hıçkıdık yelkenlisini, en yakın *
arkadaşıyla -kendisinden bile sıska, I\
astımlı ve şaşı bir örümceği andıran
Balıkayak’la paylaşmaktaydı.
Balıkayak elini havaya kaldırdı.
“Yaklaştığımızın farkına
varamayacak olmaları çok güzel
de, efendim,” diye mantık
yürüttü, “bu sisin içinde biz
onları nasıl görüp de borda
edeceğiz ki?”
Kabadayı, kendinden pek
memnun bir ifadeyle, “Bu, çocuk oyuncağı,
plankton beyinli,” diye kükredi. “Barışçıl balıkçı
teknelerinin ardında daima, yem peşinde Küçük

17
Karaşınlı Denizejderi sürüleri olur. Tek yapacağınız
şey, bunların çıkardığı patırtıyı izlemek... anında
kendinize bir tekne bulursunuz. Ardından da,
Holigan Savaş Narası atarak, tekneye borda
edersiniz. Tekrarlayın bakalım...” Geğiren
Kabadayı, " Y E E E E A A A A A A ! ' diye haykırdı.
Oğlanların onu birden, kılıçlarını manyakça
savurarak, ' Y E E E E A A A A A A ! ' diye haykırdılar.
Hıçkıdık’la Balıkayak da, “Yeeaaaa,” diye
coşkusuzca tekrarladılar.

10
“Woden bilir neden ama, bu Barışçıllar biz
Holiganlardan pek korkarlar... Haydi bakalım,
gençler; eğitimi uyguladığınızı kanıtlamak için
onlardan birer miğfer yürütüp, bana getireceksiniz.
BEBENİN AVUCUNDAN ERİK ARAKLAM AK KADAR
KOLAY OLACAK BU İS !” diye kükredi Geğiren
Kabadayı.
“Ha, az kalsın unutuyordum. Aptal kafam...”
Kabadayı, umursamaz bir kahkaha attı. “Yalnız
bir tek şeyi sakın aklınızdan çıkarmayın: HER NE
OLURSA OLSUN, BU KOYUN DIŞINA ÇIKMAK YOK.
Bu ÇOK ÖNEMLİ, çünkü buranın hemen güneyinde
Yaz Akıntısı var -Bu sıcak akıntıda neler yaşıyor
hepiniz bilirsiniz...”
“Sürüngen Camgözler,” diye yutkundu
Balıkayak.
“Doğru, Balıkayak,” diye gümbürdedi Kabadayı.
“Eminim, doğa tarihi uzmanımız Hıçkıdık, Sürüngen
Camgözler hakkında bir şeyler anlatabilir bize.”
En sevdiği konu ejderhalar hakkında bir soru
geldiği için zevkten dört köşe olan Hıçkıdık, “Elbette,
efendim,” diye atıldı. Cebinden, ön kapağında eğri
büğrü büyük harflerle Ejderhaca Nasıl Konuşursun
yazılı, yıpranmış küçük bir defter çıkardı. Hıçkıdık
bu deftere, Ejderha dili hakkında, çeşitli ejderha
türleri ve özellikleri hakkında notlar tutuyordu.

19
Hıçkıdık, kendi el yazısını okumakta zorlanarak,
“Şey,” dedi, “Sürüngen Camgöz, köpekbalığına çok
benzeyen bir ejderha tümdür. Yetişkinlerinin boyu
altı metreyi bulabilir, en az beş sıra dişleri vardır-”
"DEVAM ET, OĞLUM!" diye bağırdı Kabadayı.
“Müthiş etoburdurlar ve gemi artıklarını
toplamakla kalmaz, güverteye tırmanıp insanlara
saldırırlar... Karada da kolaylıkla insana
yetişebilirler... Eğer, Sürüngen Camgözler’le
karşılaşma konusunda en ufak bir olasılık bile
varsa, burayı derhal terk etmemizi öneririm,
efendim.”
“Thor aşkına, oğlum,” diye sırıttı Geğiren
Kabadayı, “böyle düşünürsen evden dışarı asla
adım atamazsın. Ben sîzleri korkak değil, korsan
olasınız diye eğitiyorum.”
“Yolumuzu kaybedersek ne olacak, efendim?”
diye sızlandı Balıkayak.
“Kaybetmek mi?” diye homurdandı Kabadayı.
“KAYBETM EK de ne demek! Vikingler yolunu
KAYBETM EZ!”
Küçümseyici bir ifadeyle, “Sahiden,” dedi
Sümüklüküstah, “Beceriksiz Hıçkıdık’la şu balık
ayaklı arkadaş bozuntusunu niye Kabile’den
tamamen atıp kurtulmadığınızı anlamıyorum,
efendim. Hepimizin yüzkarası bunlar.”

20
Hıçkıdık’la Balıkayak perişan görünüyorlardı.
Sümüklüküstah, “Şu teknelerine bir baksanıza,
efendim,” diye devam etti alayla. “Bizler Vikingler'iz,
efendim, Eski Dünya’nın bilinen en iyi tekne
yapımcılarıyız, efendim. Böyle bir sal bizi ancak
gülünç düşürür.”
“Kendini çok akıllı sanıyorsun, Sümüklüküstah,”
diye sertçe karşılık verdi Hıçkıdık, “bu yelkenli
senin düşündüğünden çok daha hızlı yol alıyor.
Her şey göründüğü gibi değildir, bilirsin..."
Ne yazık ki, Sümüklüküstah pek de haksız
sayılmazdı.
Azimli Martı, normal bir yelkenliden çok,
yüzen bir enkaza benziyordu.
Ahşap işçiliğinde ikisi de umutsuz birer vaka
olan Hıçkıdık’la Balıkayak onu Tekne Yapma
dersinde imal etmişlerdi. Tasarımın uygulanması
sırasında bir şeyler hep yanlış gitmiş ve sonunda, bir
Viking teknesinin olması gerektiği gibi ince uzun
değil, yusyuvarlak, tombul bir şey çıkmıştı ortaya.
Fazla uzun olan direği dengesizce sağa yatıyor, öyle
ki, kuvvetli bir rüzgârda tekne kendi çevresinde
dönüp duruyordu.
Üstelik su alıyordu.
Her yarım saatte bir, Balıkayak’ın ya da
Hıçkıdık’ın dipte biriken deniz suyunu Hıçkıdık’ın

21
miğferiyle (Balıkayak’ın miğferi de delikti çünkü)
boşaltmayı unutmaması gerekiyordu.
Geğiren Kabadayı Azimli Martı'ya baktı.
“Hımmm,” dedi düşünceli düşünceli. “Haklısın
galiba, Sümüklüküstah.” Sonra da canlandı;
“P E K Â L Â !” diye devam etti. “Ben borumu
öttürünce, talim başlayacak.”
Kıvrımlı mıvrımlı bir boruyu dudaklarına
götürdü.
“Aaah, zıplayan denizanaları,” diye
inledi Balıkayak, “Korsanlık Eğitim
Programı’ndan NEFRET ediyorum!
Yolumuzu kaybedeceğiz... batacağız...

22
23
SÜRÜNGEN CAMGÖZLER

Borunun sesi sönüp gittiği sırada, sis bir an dağıldı,


bütün koy görünür oldu. Sağ ileride, Barışçıl
Ülke’nin kurşuni siluetine doğru, ciyak ciyak
öten Karasırtlı Denizejderi bulutlarıyla çevrili dört
beş Barışçıl balıkçı teknesi hayal meyal seçildi.
Keskinkama’yla Çetincevizoğlu, “Şu yana!”
diye bağırarak, tekneleri Karga'yı o yöne çevirdiler.
Hıçkıdık, “Her şey kontrol altında, Balıkayak!”
diye coşkuyla bağırdı. “Nereye doğru gittiğimizi
görüyorum!" Azimli Martı'nın dümenini öyle hızla
çekti ki, Balıkayak dengesini yitirip, yüzüstü
teknenin dibindeki sulara yapıştı.
Rüzgâr yelkenleri tam kıvamında şişirdi ve
Azim li Martı diğerlerinin ardından ileri atıldı...
Ancak Hıçkıdık, Sümüklüküstah’ın yelkenlisi
Atmaca' nın arkalarından büyük bir hızla gelmekte
olduğunu fark etmemişti.
Atmaca da, Sümüklüküstah’ın kendisi gibi,
ince uzun, açgözlü ve tehlikeliydi. Karaağaçtan
özenle imal edilmiş olan teknenin burnu, bir
deniztarağını ortadan ikiye ayıran balta gibi rahatça
suları yarıyordu. Dümende, Sümüklüküstah’ın en
iyi arkadaşı îtkokan Otkafa vardı. Burnu halkalı,

24
yarma gibi
iriyarı, kıllı bir
oğlan olan İtkokan,
burnundan sümükler
saça saça kahkahalar
atmaktaydı.
Sümüklüküstah, “Yakala
onu, Ateşkurdu,” diye
fısıldayınca, parlak kan kırmızı bir
Korkunç Kâbus olan ejderhası, omuzundan
fırladığı gibi, dehşetli bir çığlık atarak, Hıçkıdık’ın
arkasına doğru dalış yaptı.
Ateşkurdu, aşağıya süzüldü ve pençeleriyle
bastırıp Hıçkıdık’ın miğferini
oğlanın gözlerine indirdi.
Hıçkıdık şaşkınlıkla elini
dümenden çekince de,
Atmaca bütün şiddetiyle
geldi, Azimli Martı'nın
iskele tarafına bindirdi
ve onu ciddi biçimde
yamulttu.
En ufak bir hasar
görmeyen Atmaca y yo-'
yoluna devam
Î*f*kob<xr\ ^
ederken,

25
“Çok affedersin, Beceriksiz!” diye dalga
geçti Sümüklüküstah. “Zavallı salın o kadar
küçük ki, sizi göremedik!”
îtkokan Otkafa, “Harlı harh harh!” diye
kahkahaya boğuldu.
Azimli Martı çarpışmanın şiddetiyle
yine olduğu yerde dönmeye başlamıştı.
Uzunca bir süre, kafası karışmış
denizkestanesi gibi, sarsıla sarsıla
döndü durdu.
oldu ve Bahkayak da hafif hafif
inleyerek teknenin dibinden doğruldu.
Azimli Martı, son dönüşünü de tamamlayıp,
hızla ilerlemeye koyuldu.
Ancak sis eskisinden daha da yoğun biçimde
yeniden bastırmıştı. O kadar dönmenin ardından

27
ne yöne doğru gittikleri konusunda hiçbir
fikri kalmamıştı Hıçkıdık’ın. Sümüklüküstah’la
İtkokan’m alaylı sesleri iyice uzaklaşıp kesildikten
sonra, uğursuz bir sessizliğin içinde yol almaya
başlamışlardı.
“Herkes nerede?” diye sordu Balıkayak.
“Şşşşt," diye azarladı Hıçkıdık. “Duymaya
çalışıyorum.”
Oğlanlar on uzun dakika boyunca çıt
çıkarmadılar.
Tek duyulan, teknenin yanlarına vuran
dalgaların sesiyle yelkeni şişiren sert rüzgârın
uğultusuydu. Artık hayli hızlı yol alıyorlardı, ama
nereye doğru? Hıçkıdık’la Balıkayak, ne olursa
olsun herhangi bir şey seçebilmek ya da duyabilmek
umuduyla sisi tarıyor, sessizliği dinliyorlardı.
Ama boşuna.
Belki Hıçkıdık’ın hayal gücü ona oyun
oynuyordu, ama sanki ona hava birden azıcık
ısınmış gibi geldi ve parmağını denize daldırınca da,
suyun donduruculuğu, olması gerektiğinden azıcık
daha azalmış hissine kapıldı. Bunun üzerine, Yaz
Akıntısı ve Sürüngen Camgözler’den başka şey
düşünemez oldu; sırtından aşağıya bir ürperti yayıldı,
çevresinde kayıp giden hayaletimsi sis, Sürüngen
Camgöz yüzgeçlerine benzemeye başladı...
“Sırf merakımdan soruyorum,” dedi Balıkayak
kayıtsızca, “Sürüngen Camgözler insana nasıl
saldırırlar, tam olarak?”
Koyun güvenliğine kapağı atma umuduyla
bir kez daha teknenin yönünü değiştiren Hıçkıdık,
“Eh,” diye yanıtladı, “Sürüngen Camgözler sana
yalnızca yaralıysan saldırırlar aslında. Suda olmasan
bile kan kokusunu aldıklarında deliye döner
bunlar. Sonra da, balıksı kuyruklarının yanı sıra
bacakları da olduğu için, TEKNEYE TIRMANIP seni
bulabilirler. Onlara ‘Korsan Ejderha’ denmesinin
nedeni de bu işte; suyun dışında en fazla on
dakika yaşayabildikleri halde, seni suyun içine
sürükleyip öldürmeyi başarırlar.”
“Ah, h a r i k a diyen Balıkayak, herhangi bir
çizik falan var mı diye, deli gibi her yanını kontrol
etti. “Sence, egzema yara sayılır mı, yoksa gerçek
bir kesik mi olması gerek?”
“Emin değilim,” dedi Hıçkıdık. “Bir Sürüngen
Camgöz’le hiç karşılaşmadım ki.”
“İyi ki de karşılaşmadın,” dedi Balıkayak.
“Böyle anlarda, Romalı değil de Viking olarak
doğduğuma şükrediyorum." (Romalılar, tüm
dünyayı ele geçirmeye çalışan ve neredeyse bunu
başaran, son derece buyurgan bir topluluktu ve
Vikingler’in de can düşmanıydı.) “Romalı olmak ne

29

kadar CAN SIKICI olurdu, düşünsene. Burada taze
havanın tadını çıkarmak, sıra sıra dişli, kan-delisi
etoburlarla eğlenmek varken, togalara bürünüp,
o sıcak hamamlarda yan gelip yatmak niye-”
“Şşşşt,” dedi Hıçkıdık, dokuzuncu kez yön
değiştirerek. “Bakalım, bu kez bir şey duyabilecek
miyiz...”
Ama sessizlikten başka bir şey yoktu yine ve
teknenin yanından Hıçkıdık’ın bileklerine vuran
deniz suyu kesinlikle ılıktı artık.
Aniden Hıçkıdık’ın göğsünün derinlerinden,
Aci-kjtiijı,” diyen ince bir ses, oğlanları
yerinden hoplattı.
Hıçkıdık’ın dikbaşlı küçük ejderhası Dişsiz,
gömleğin yakasından önce burnunu uzattı, sonra
dışarı çıktı. Mahmur mahmur Hıçkıdık’ın boynundan
yukarıya tırmanıp, oğlanın miğferinin tepesindeki
her zamanki yerine tünedi; kanatlarını çırparak
ejder bitlerini kovaladıktan sonra, çatallı pespembe
dilini ve -adını aldığı- dişsiz ağzını göstere göstere
kocaman esnedi.
Ejderha türlerinin en vasıfsızı olan bir Sıradan
ejderha olmasına karşın, Dişsiz çok güzel bir minik
yaratıktı. Yer yer açık kahverengi lekelerle kaplı
koyu zümrüt yeşili gövdesi, göbeğine doğru,
uskumrulardaki gibi parlak sedef rengini alıyordu.

30
Çimen yeşili, masum bakışlı kocaman gözlerini
ise komik derecede uzun kirpikler çevreliyordu.
Tabii, görünüşe aldanmamak, ejderhalar
yeryüzünün en bencil hayvanlarından
olduğu gibi, Dişsiz de fokbalığı yavrusu
kılıklı bir köpekbalığı sayılır.
“Aslınka sen bize yarkııjı
ekebilirsin, Dişsiz, dedi
Hıçkıdık. “ÇOK, Ö Î^ E ftlL Î
bu. Koya y'önelıjıeıjûz gerek.
Yanlışlıkla Y az Akmtısı’na
kapılıjıış olmaktan korkuyoruz;
S Ü f^ İflG E t f C A M G Ö Z iL E K jc
toslamak istemeyiz fterfıalkc, ne
kersin?” Huzursuz huzursuz
güldü. “Sen şiıjıki biraz etrafı
kolaçan ekip, yelkenlileri bulursan,
kogru yönü tutturabiliriz yeniken.”
Dişsiz, “ Defışetinek’e söyle bunu. Dişsiz’in
k 'k 'k a rn ı aç,” diye aksilendi. Uykudan huysuz
kalkmıştı.
Gözlerini önce havaya diken Hıçkıdık, sonra
büyük bir sabırla, Dehşetinek’in uyuduğunu ve
hiçbir biçimde uyanmayacağını açıkladı.
Dehşetinek, Balıkayak’ın ejderhasıydı. Yeterince
iyi huylu bir hayvandı, ama zamanının çoğunu
•% 31
uyuyarak geçiriyordu. Kürek çekilen sıralardan
birinin altında boylu boyunca uzanmış yatıyordu.
Dipteki suyun içine gömülüp boğulmasın diye,
Balıkayak onun başının altına bir ceket katlayıp
koymuştu.
“ D-D-Dişsiz k-k-kıf ırbaıjıayacak” Dişsiz
iyice suratını asmıştı artık, ' Y'E'^eıJiek yok, k-k-
kıpırdamak yok. Dişsiz grevde. Hıçkıdık çok
D E S F O T D E S F O T D ESFO T. Ş-ş-şunu yap. Bunu
yap. Dişsiz kir e-c-ejberia, bir esir değil. Çalış,
çalış, çalış -Z avallı Dişsiz in tek yaptığı bu.”
“ Dişsiz, kahvaltıdan beridir uyuyorsun!” diye
karşı çıktı Hıçkıdık. “Bunlar buyduğum en balsız
sözler. Senin üstüne titriyorum, biliyorsun.
Durıjıaban sana yemek veriyor, koıjûk şeyler
anlatıyor, fıer yere sırtımda taşıyorum».
“ Dişsiz’in k-k-kaıutlan z-Z-zayıf,” dedi
Dişsiz kendini açındırarak.
“ Dün gece D Ö R,T K E £ uyandırdın beni...”
“ Dişsiz k-k-kâbus gördü.” Kocaman yeşil
gözlerini daha da kocaman açtı. “S I V R j D IŞ L I,
iriyarı, şişko, korkunç i-i-insanlar, zavallı Dişsiz i
y-y-yatagınba kovaladılar; D-D-Dişsiz çok özel
olduğu için onu yakalaıjıak istiyorlardı...”
“İS T İR İD Y E diye tutturdun!” diye uludu
Hıçkıdık. “Sabaha karşı üçte istiridye istedin!

32
“İstirib^e kâbusa i-i-i^i gelir,” diye itiraz etti
Dişsiz.
Hıçkıdık’ın sabrı taşmıştı.
“SusıjıaJs biirjıcttitı! Babaıjun patağına tünenip,
istirib^e getirıyıezseıjı, onun bulağına çığlığı
basacağını salebin! Mecburen JsalJstııjı, gi^inbiıjı,
Holigan Liıjıanı’nbalsi Istirib^c Deposu’na gittiıji;
b'önüp gelbigiıjıbe, ^ol*; efenbiıjı istebigin renkte
olıjıabıMannı falan ibbia eberdi; onları
Y E M E D İ R bile!”
“ K-lS'^ararıjiiş yerleri varbı,” diye sızlandı

33
Dişsiz. “ Dişsiz Jsara.ri)uşlariun n-n-ncfret eiıer,
onlar Î C K E t f Ç ? ”
“Aıjuan, K O C A B EB EK , sen h.e!” diye tersledi
Hıçkıdık. “ Onlar iteniz yosunu parçacıklarımı.
Hepsini a^ılslaiugiijı iaiiıe, Y E R E D E onları
^eıjıeiıin!”
“Kusura bakmayın, lafınızı keseceğim ama,”
dedi Balıkayak telaşla, “şurada bir Sürüngen Camgöz
yüzgeci gördüğümden kesinlikle eminim...”
Ancak Dişsiz’le Hıçkıdık öylesine öfkeliydiler
ki, onu duymadılar bile. Burun buruna durmuş,
gözlerini birbirlerine dikmişlerdi. Dişsiz neredeyse
normal boyutlarının iki katına kabarmış, hardal
rengine çalan sevimsiz bir kırmızı renk almıştı.
Hıçkıdık, bakışları ipnotize ettiğinden ejderhaların
gözlerinin içine uzun süre bakmamak gerektiğini
unutmuş, başı dönmeye başlamıştı. Ama o kadar
tepesi atmıştı ki, hiçbir şey umurunda değildi.
Bu ejderha bu sefer çok ileri gitmişti.
Hıçkıdık’ın BURASINA GELMİŞTİ.
Bu kez diretmekte kararlıydı.
“Ben S E Î Î Î f î için BUEÎCA şe^ ^apı^oruıjı,’
diye sürdürdü, “sonra iıa, A K A D A bir seniıen,
B E Iu ftl için Ejiıerfıa E ğ itic i Dersi’niıe biraz
usJsuıjını ^aisalaıjıais ^a iıa fıefiıjıiz biriıen
sürüklenip paramparça eitilıjK^eliıjı İti^e ^

34
<r
U
eJder\r\<x

( j r e v d 'e

Süründen Cnıjıgözler’e iuJçJjiat etıjıeis gibi,


birkaç B A S İT şe£ £ap ıyıa.m isteAı^iıjıiıe, seti ne
^nfı^orsun? G K E V ! Efı, bu Jçez; çoJs ileri gittin.
Artıl«; Y E T T İ. Kararlı^ıijı. istettiğin isniur
GR,EV y z f , fıiç uıjıuruıjıiu itebil.”
“Î? i ö^le^se,” diye tısladı Dişsiz. “D-D-Dişsiz;
G E K Ç E K T E fî grev ^npacnls, o fınlbe.”
Çenesini havaya dikip, Hıçkıdık’ın omuzundan
uçtuğu gibi gitti, direğin tepesine tünedi ve öfkeli
öfkeli alçak sesle homurdanmaya başladı: “ D-D-
Dişsiz; K O C A B E B E K fin? H AH ! Görürüz;
bnlfinlııjı, B-B-Bn^ Uisaln Dümbeleği HiçisıtuK- B-b-
baJsniııp, K O C A B E B E C İK ^arltııju olıjuban ne
K-K-KattAr bn^nnnbileeelssin...”

35
“Ne yapıyor bu?” diye sordu Balıkayak.
Ejderhaca bilmediğinden, ne olup bittiğini pek
anlayamamıştı. “Koya geri dönebilmemiz için
teknelerin sesini mi duymaya çalışıyor?”
Dişsizle giriştiği bakışma yarışından dolayı
hâlâ başı dönen Hıçkıdık, “Şey, yok hayır...” diye
itiraf etti. “Biraz atıştık, o da greve başladı. Ama
bu ejderha burama geldi artık. Canımdan bezdirdi
beni... Buna bir son vereceğim-”
“Ah, Thor aşkına!” diye parladı Balıkayak.
“Şimdi bunun sırası değil... BA K SA N A !”
Sonunda Hıçkıdık’ın gözleri yeniden netlik
kazandı.
Baktı.
Çevrelerini saran sisten etrafı görmek mümkün
değilse de, bir an için siyah bir yüzgeç seçer gibi
oldu -Tırtıklı kenarına bakılırsa, bir Sürüngen
Camgöz’e aitti bu besbelli; daha az tehlikeli olan
akrabası, sıradan köpekbalığına değil...
Hıçkıdık, “Şey... Sürüngen Camgöz olduğunu
sanmam, Balıkayak,” dedi tereddütle. “Bence sis
gözümüzü aldatıyor...”
Ancak Balıkayak’ın işi şansa bırakmaya niyeti
yoktu. Dehşetinek’i sarsıp uyandırmaya çalıştı; ne
var ki, küçük sürüngenin daha beter horlamasından
başka işe yaramadı bu.

36
Balıkayak panik içinde, “Dişsiz’e ihtiyacımız
var!” dedi. “Thor aşkına, bir şey yap\ Özür dile!
Ona kocaman bir YİYECEK sözü ver!”
“Haklısın galiba,” diye kabullendi Hıçkıdık.
“ FeM lâ, Dişsiz;,” diye seslendi yukarıya. Sallanan
direğin üstüne tünemiş grevci-ejderhayı sisin
arasından zar zor seçebiliyordu. “Özür bilcriıjı.
Sana ifıti^acııjuz var. Aşağıca tıçıif gelir vc
bize ^arbııjî ebersen, üç fıafta bolunca alssaıjı
yeisleriıjıi olbugu gibi sana vereceği^!”
Dişsiz kendi kendine, “A-a-altıjuş saniye,
dedi keyifle. “Aitıjuş saniye içinbe £İne Dişsiz e
i)i-i)i-ıjıubtaç olbuiar işte.”
Pençelerini inceleyerek, “ D-b-binleıjıi^oruıjııf
diye şakıdı aşağıya doğru. “ H-H-HıçJsıbıVın bir
K O C A B E B E C İK ^arbıijuna ifıti^acı ^oistur
ierfıalbe...”
Hıçkıdık gözlerini kısıp, çevrelerindeki denize
bakınarak, “Aslınba, o içabar ba K Ö TÜ bir
buruıjıba beriliz; bence,” dedi. “Artılı; fıiçbir şe^
g'örıjıü^oruııi; zaten Süründen Caıjıg'özler açıl»;
parası olan biri varsa salbırırlar yalnızca...”
Balıkayak panikten Hıçkıdık’ı dinleyecek
halde değildi. Direğin tepesine doğru bağırmaya
başladı.
“D i i i i iiş s i i i i i iz z z ! ”

37
Kanatlarıyla kulaklarını kapatan Dişsiz,
“ Dlnleıjıi^oruıjt! D ^Ainkıjû^oruıjı!” diye bağırdı
aşağıya.
Balıkayak, olanların gerçek olmadığı umuduyla
gözlerini yumdu... ve tekrar açtı.
“D inle!” diye tısladı çılgınca rahatlayarak. “Sen
de duyuyor musun? Deniz Ejderleri!”
Hıçkıdık hiç kıpırdamadan durdu.
Ve işte, çok çok hafif, ejderhaların çığlıkları
duyuluyordu.
“Bir Barışçıl balıkçı teknesi!” dedi Balıkayak
sevinçle. “Üstelik, tam zamanında! Şanslı günümüz-
deyiz!” Hıçkıdık’ın elinden dümeni kaptığı gibi, hızla
sesin geldiği yöne çevirdi.
Balıkayak, rüzgârın yelkenlerini şişirip, süratle
ileri sürüklediği Azimli Martı’yz, “Haydi, HAYDİ,”
diyerek istim veriyordu, “sakın fır dönmeye
başlama yine."
Ejderha çığlıkları Balıkayak’ın içini rahatlatacak
biçimde giderek yükseldi, yükseldi; derken, sisin
içinde devasa bir geminin gri silueti belirdi.
Hıçkıdık’ın tahmininden çok ama çok daha
büyük bir gemiydi bu. Normalde, Barışçıl balıkçı
teknelerinin üç sıra kürekleri olmazdı! Hem,
ejderhaların çıkardığı sesler de epeyce tuhaftı
doğrusu.

39
“Bu ejderhalar aç değil, kızgın,” dedi
Hıçkıdık yavaşça.
“Kimin umurunda?” diye bağıran
Balıkayak, Azimli Martı'nm pruvasına bağlı
halatın ucundaki borda kancasını kaptığı gibi,
büyük geminin kenarına sağlamca takılacak
şekilde yukarıya fırlattı.
Balıkayak pek atletik biri değildi. Bu yaptığmı
Düşman-Gemisine-Borda-Etmece derslerinde *
sayısız kere denemiş, ama kancayı doğru atmayı
hiç başaramamıştı.
Hatta, birçok kere kendini telef ediyordu az
kalsın. İşte bu da, ölümcül bir tehlike hissettiğinde
insanın nasıl şaşırtıcı şeyler yapabileceğini
gösteriyor.
“Dur bir dakika, Balıkayak!” diye uyardı
Hıçkıdık. “Sakin düşünmeliyiz! Henüz bir Sürüngen
Camgöz görmüş değiliz, öyle değil mi? Bağırıp
çağıran bu ejderhalar da ağıza alınmadık, Ejderhaca
şeyler söylüyorlar...”
Ancak Balıkayak, Hıçkıdık’ı dinleyemeyecek
kadar dehşet içinde, tir tir titriyordu. “Unuttun mu?
Bizim hemen bir Barışçıl balıkçı teknesine borda
etmemiz gerekiyordu!” diye azarladı onu.
“Düşman-Gemisine-Borda-Etmece derslerini
hatırlıyor musun? Kabadayı’yı? Nefesi kötü kötü

40
•• •« ••

SÜRÜNGEN CAMGÖZ
Okyanusun en korkunç yırtıcılarından
birid ir. Suyun dışında da olsanız, içindeki
k a d a r tehlikedesiniz; çünkü, koca koca kash
timsah ayaklarına sahip Sürüngen Camgöz,
tekneye kolayca tırmanıp sizi öldürebilir.

~ İS T A T İS T İK ~
R E N K L E R : Siyah, yeşil ve gri.
SİLA H LA R : Tırtıkh yüzgeçler, pençeler v s __ 9
R A D A R : Şaşmaz 8
Z E H İR : Y o k ...... 0
A V C IL IK Y E T E N E Ğ İ: Karada ve denizde,
inanılmaz ...........1 0
H IZ: Şaşırtıcı........... 10
D E H Ş E T V E DÖVÜŞ K A T SA Y ISI: Suya
girmeyin.. .... ı o

}Jüzerken, k a n a tla r
^ k a tla n ıp bedene y a p tır
kokan, Kırantop gibi kasları olan, iriyarı bir herif
vardı hani? Bir Barışçıl miğferiyle geri dönmezsek
bizi GEBERTECEK, doğru değil mi? Gerçi, o
gördüğümüzün, gerçekten insan-yiyen bir
Sürüngen Camgöz mü, yoksa bir göz aldanması
mı olduğu, büyüleyici bir soru ama, burada durup,
bunu tartışmak nedense hiç içimden gelmiyor...”
Balıkayak halata tırmanmaya başladı.
Normalde halata tırmanma konusunda da
umutsuz vakaydı Balıkayak. Ama bu sefer, ağaca
tırmanan bir Kısakanatlı Sürüngensincap hızıyla
halatın tepesine ulaşıverdi.
Hıçkıdık, tepelerindeki devasa gemiden gelen,
dehşetli öfke içindeki ejderha çığlıklarını dinleyerek,
ağırlığını huzursuzca o ayağından bu ayağına
veriyordu.
Balıkayak’ın gemiye tek başına çıkmasına razı
olamazdı. Woden’e çarçabuk bir dua okudu, halatı
yakaladı ve arkadaşının peşinden yukarıya
tırmanmaya başladı.
Halatın tepesine varınca, küpeşteyi aşıp gemiye
atlamaya hazırlanan Balıkayak, “İşte başlıyoruz...”
diye homurdandı. Titreyen ellerinden biriyle
kılıcını çıkardı. “Unutma, onlar yalnızca balıkçı;
onların Holiganlar’dan ödü kopar,” diye anımsattı
kendine. “Yukarı çıkınca ne dememizi tembih

42
etmişti Kabadayı? Ha, evet, şu aptal Holigan Savaş
Narası’nı atacaktık - Y E E A A A !”
“Bekle!" diye fısıldadı çılgınca peşinden
tırmanan Hıçkıdık. “Acele etme!”
Ama artık çok geçti.
Hıçkıdık yukarıya vardığı an, Balıkayak avazı
çıktığı kadar, “Y - E - E - E - E - A - A - A - A - A - A !” diye
bağırarak, kendini küpeştenin öte yanına attı.
Kabadayı görse onunla gurur duyardı.
Balıkayak, en korkutucu ve yabani haliyle
kılıcını havada sallayarak, dehşete kapılmış iki
üç Barışçıl balıkçıyla karşılaşma beklentisi içinde
güverteye atladı.
Ancak onun yerine; en modern silahlarla
donanmış, en iyilerinden üç yüz elli Romalı asker
dönüp ona baktılar.
Hâlâ halatın tepesinde sallanarak geminin
kenarından içeriyi gözlemekte olan Hıçkıdık, “Tüh,
hapı yuttuk..." diye mırıldandı. “Şansımız buraya
kadarmış...” ,

* • •
%

43
3 YAĞMURDAN KAÇARKEN
DOLUYA TUTULMAK

“Ay-ah...” dedi Balıkayak.


Bunun bir Barışçıl balıkçı teknesi OLMADIĞI
kesindi.
Gerçek şu ki, bu baştan kıça yetmiş metre
uzunluğunda, büyücek bir Roma gemisiydi.
Bembeyaz yelkenleri vardı ve Hıçkıdık kafasını
kaldırınca, tepede tatlı tatlı dalgalanan İmparatorluk
Kartallı Roma bayrağını gördü. Gemi, gözlerini
Balıkayak’a dikmiş, öfke ve şaşkınlıkla bakan
neredeyse koca bir Roma lejyonu kadar askerle
tıka basa doluydu.
Anadireğin yanına dev boyutlarda bir demir
kafes yerleştirilmişti.
Parmaklıkların arkasına çok çeşitli türden,
çok sayıda ejderha kapatılmıştı. Katil Naddarlar,
Uçantimsahlar, Koca Benekli Bönler, Sarı Vampirler,
Sıradanlar -n e aklınıza gelirse, hepsi- kanatları,
pençeleri, dişleri hiddetli bir arapsaçı halinde,
Roma’daki lokantalara ve ayakkabı yapımcılarına
götürülmek üzere bir araya tıkılmıştı.
“Aman, Thor aşkına,” diye fısıldadı ^
Hıçkıdık. “Romalı Ejderha Hırsızları! Gözlerime
inanamıyorum...”
Sinirli sinirli sırıtarak, geminin ucuna doğru
gerileyen Balıkayak, “Ah...” dedi, “bir yanlışlık
yaptım anlaşılan. Yanlış gemiye çıkmışım,
gördüğünüz gibi...” Rahat bir hava takınarak
gülmeye çalıştı. “Rahatsız ettiğim için çok özür
dilerim... Siz işlerinize devam edin lütfen...”
En yakınındaki, ağaç kütüğü gibi bacakları
olan, iki metrelik bir yüzbaşı, kötü niyet saçan
gösterişli bir hareketle kılıcını çekti.
Ve.re.ve, cpftic|im sam vorsun sen?" diye
sordu Balıkayak’a Latince.* Onu yakalamak için
kocaman elini uzattığı an, Balıkayak göz açıp
kapayıncaya kadar adamın kolunun altından
kaçıverdi.
İriyarı yüzbaşı, VAKALARIN OHbi" diye
haykırınca, altı yedi asker Balıkayak’a doğru atıldı.
Şimdi, Hıçkıdık alışılagelmiş bir Holigan
Kahramanı olsaydı eğer, kılıcı Alınteri’ni çekip,
arkadaşının yardımına koşmak üzere, avazı çıktığı
kadar bir Holigan Savaş Narası atarak, güverteye
sıçramış olurdu.

* Kitabı eski dilden çevirenin notu: Eski Romalılar, Latince konuşurlardı.


Vikingler’in çoğu bu dili bilmezdi, ama büyükbabası Buruşuk Moruk, Hıçkıdık’a
gizlice biraz Latince öğretmişti. “Bir gün işine yarayabilir," demişti Buruşuk
Moruk. (Gerçekten de, burada sayılamayacak kadar çok durumda işe yaradı.)

45
Ama Hıçkıdık alışılagelmiş bir Holigan
Kahramanı olsaydı eğer, birkaç kitap öncesinde
çoktan çiroz gibi gebermiş olurdu zaten. Belki
soylu, belki şerefli cesur bir çiroz olurdu, ama
tamamen ölü bir çiroz olacağı kesindi.
Öyle yapmak yerine, olabildiğince sessizce
geminin küpeştesini aşan Hıçkıdık, bir hayalet gibi

46
süzüldü. Güvertenin bir bölümünü örten tenteden
büyük gölgeliğin yanındaki birkaç zeytinyağı
testisinin arkasına saklandı.
O sırada Romalılar Balıkayak’ı kovalamakla
meşguldüler. Kovalamaca fazla uzun sürmedi.
Balıkayak, elinden geldiğince eğilip bükülerek
yakalanmamaya çalıştıysa da, sonunda göbeğine
çarptığı dev yüzbaşı onu tuttuğu gibi havaya
kaldırıverdi.
Balıkayak, kendini kurtarmaya çalışan bir böcek
gibi bacaklarıyla tekmeler atarken, "Bakm. hele,
lüm varrmS Burada..." diye kükredi yüzbaşı, "Tek
babına hepimize Birden saldırm aya kalkışan
ürkütücü Bir küçük Vikincp.."
"Hoh hoh hoh!" Öteki üç yüz kırk dokuz
asker bunu pek komik buldu.
Gerginlikten egzeması tuttuğu için deliler gibi
kaşınmaya başlayan Balıkayak, “Hepsi büyük bir
yanlışlıktan ibaret,” diye feryat etti. “Lütfen, bırakın
beni gideyim...”
".Seni Patrona götürelim hele, küçük
Barbar," dedi yüzbaşı. Balıkayak’ı Hıçkıdık’ın
saklandığı gölgeliğin oraya taşıdı.
Hıçkıdık testinin arkasından çevreye göz
gezdirdi. Neler olup bittiğini görebilmek için
tentenin eteğini dikkatle araladı.

47
Kıpkırmızı bir suratla kaşıntılar içinde tir tir
titreyen Balıkayak, Hıçkıdık’ın çömeldiği yerden
yalnızca bir metre ötede, gölgeliğin altında uzanmış
yatan, zengin giyimli iki adamın önüne getirilmişti.
Adamlardan biri, çok ama çok şişmandı. O
kadar şişmandı ki, karnının kanepeden aşağıya
sarkan bölümü küçük bir tutsak tarafından
taşınmaktaydı. Sıska olan öteki adamın kafasında
koca hörgüçlü, görkemli bir miğfer, gözlerindeyse
maske vardı.
Şişko Romalı önündeki sehpanın üstünde duran
tabağın içinden, bala bulanmış zırnıkejderler
atıştırmaktaydı.

K o ^
Zırnıkejderler, böcekler kadar yaygın,
çok küçük bir ejderha türüdür. Hâlâ canlı olan,
çekirge boyutlarındaki zavallı yaratıklar, kıvranıp
duruyor, ama kanatlarını birbirine yapıştıran baldan
kurtulamıyorlardı. Hıçkıdık, tombul parmaklar
onları kapıp mideye indirirken, çıkardıkları iç
paralayıcı imdat çığlıklarını duyabiliyordu.
Şişko Romalı ağzı doluyken konuştuğu için,
ne dediği pek anlaşılmıyordu.
Koca bir avuç zırnıkejder tıktığı ağzını yaya
yaya, "5u Jüpiter'in itine tak, Valim," dedi,
"öyle anlatılıyor ki, mini minnacık, küçücük
tir ta rtarm saldırısına u~ durumdayız..."
"Aynen öyle, Konsülüm," diye yanıtladı Sıska
Vali. ''Bunu tanıyorum ben. Size, sözünü ettiğim
o vere! Kabileler’den birinin üyesi. Bu Kabileler
Ş eYTAmcA kdrhAz. PLAniMizda karşı
bıkabilirler diye korkuyorum."
"Ha evet, hatırlatsana neydi bizim
Şeytanca Kurnaz Planımız!’" diye sordu Şişko
Konsül.
"Bir-, u staca Holigan k ılım a evirip, Vahşi
Moktan Şoycfuncular’m. V ârisini kabıracadız..."
Şahane., diye şapırdattı Şişko Konsül.
"iki," dedi Sıska Vali haince, "ustaca Moktan
5oypfuncu kılğına eprip, Kıllı Holiganlar’m
Vârisini kaçıracağız..."
1/ J . Ta T V . O
"Şen bir dâhisin," diye çağıldadı Şişko Konsül.
"ÜÇ.; Moktan Şoyafuneular’la Holiganlar
birbirieriyle dövüşürken, İÇ AdALAr ’dA HE
KADAR EJDERHA VAr ŞA AŞiRDiĞ-lMiZİ RArk
etmeyecekler i"
"Bravo.1" diye bağırdı Şişko Konsül.
Hıçkıdık orada kalıp, plan hakkında daha fazla
bilgi edinmeyi çok isterdi, ama yapacak önemli bir
işi vardı. Balıkayak’la kendisini bu gemiden sağ
salim kurtarmak zorundaydı.
Şanslıydı ki, bir Viking olarak gündelik yaşamını
sürdürmekte büyük zorluk çekiyor olsa da, kriz

50
i * Ä Ä ‘ "

n UÆ»

■' n s *s ä V
■SÖ î 'SÎS« fc
' ’• « s i s r a s i -•
anlarında hemen toparlanırdı. Şu an bir kriz içinde
oldukları da kesindi.
Hıçkıdık çabucak zihninde sorunu tanımladı.
Karşı tarafta: İmparatorluk Roması’nın kargılar,
kılıçlar, mızraklar, oklar, savunma aygıtları vesaire
vesaire vesairesiyle donanmış, en iyi üç yüz elli
askeri. Kendi tarafında: İki sıska Viking ile biri
grevde, biri komada iki küçük ejderha.
Evet, bu gerçekten bir krizdi.
Hıçkıdık’ın gözü, perdenin kenarına tutunmuş
minik bir Elektrikıvıl’a takıldı. Bir Elektrikıvıl’a, bir
ejderhaların hapsolduğu kafese baktı. Dikkat
dağıtmak konusunda biraz evvel duydukları aklına
bir fikir getirmişti.
Belki o da Elektrikıvıl’ı kullanarak Romalılar’ın
dikkatini dağıtabilir, sezdirmeden gidip ejderhaların
kafesini açabilirdi. Kafesten dışarı fırlayan ejderhalar
herkese saldırır, çıkacak kargaşada Hıçkıdık da
Balıkayak’ı kurtarırdı...
Hıçkıdık, mendilini çıkarıp eline sardı ve
Elektrikıvıl’ı çok büyük bir dikkatle kuyruğundan
yakaladı.
Adından da anlaşılacağı gibi, yanlış yerinden
tutulan Elektrikıvıl insana dehşetli bir elektrik şoku
yaşatır. Elektrik iletmeyen boynuzsu bir maddeden
oluştuğu için kuyruğu güvenlidir. Ama onun

52
ELEKTRÍKIVIL
B u zırm k ejd er saldırgan değildir, ama
dokunulduğunda (öldürücü olmasa da) dehşetli
b ir elektrik şoku yaşatır. Yakm akrabaları olan
Ateşböcekleri gibi, bu yaratıklar da herhangi b ir
alev ya da mum ışığı bulunmadığı durum larda,
ışık kaynağı olarak kullanılabilirler.

~ İS T A T İS T İK -
R E N K L E R : Saydam
B O Y U T: Çok küçük
Z E H İR : Y o k ............ O
R A D A R : Yok...................O
SİLA H LA R : Elektrik 8
SAVUNM A: Elektrik. 8
H IZ: Oldukça ç e v ik ........5
D E H Ş E T V E DÖVÜŞ K A T SA Y ISI: Kuyruğundan
tutulursa zararsız........5

&oyf\vzı>sr>su kuyruğu e le k ir ı k i(ei/nez


dışındaki her noktası insanı elektrik çarpmasından
öldürebilir.
Hıçkıdık diz ve ellerinin üstüne çömeldi,
yavaşça gölgeliğin perdesini araladı.
Sıska Vali ve Şişko Konsül, derin sohbeti hâlâ
sürdürüyorlardı.
Şişko Konsül ballı-zırnıkejderlerini bitirmek
üzereydi. Tabakta kıvranıp duran tek bir zırnıkejder
kalmıştı. Kimsenin ona baktığı yoktu, iki adam
tamamen konuşmaya dalmışlardı.
Hıçkıdık oraya doğru emekledi, uzandı ve
zırnıkejderi tabaktan alıp cebine tıktı. En azından,
zavallı yaratıklardan birini olsun kurtarmıştı.
Zırnıkejderin yerine, onunla hemen hemen aynı
boyutlardaki Elektrikıvıl’ı koydu.
Sonra da, ejderhalann kafesine doğru emekledi.
Şişko Konsül, konuşmaya devam ederek, bir
parça zırnıkejder daha almak üzere tombul
ellerinden birini uzattı. Dolma parmaklar, balın
içinde ağız sulandırıcı son leziz lokmayı arandı...
ve Elektrikıvıl’ı göbeğinden kavradı.
Şişko Konsül’ün iki yüz kırk kilosunun tamamı
en az bir metre havaya fırladı.
Saçları kirpi gibi tel tel dikildi, kulaklarından
kıvılcımlar çıktı ve vücudunun birbiri üstüne sarkan
et yığınları tuhaf mavi bir ışıkla aydınlanıp, şimşek

54
/
çarpmış devasa bir pembe pelte gibi delice titredi,
sallandı, çalkalanıp sarsıldı.
Birkaç saniye sonra yine yere düştü. Adamın
üstündeki toga kül olmuştu; muazzam göbeğinin
pörsük kütlesi de, bir on dakika daha sallanmaya
devam etti.
Herkesin dikkati, Kuzey İşıklarının tek kişilik
gösterisini sahneleyen Şişko Konsül’ün üstünde
toplanmışken, Hıçkıdık sessizce ejderha kafesinin
tahta sürgüsünü açtı.
Hemen ardından ejderhaların, gözü dönmüş,
çığlık çığlığa bir diş, kanat, pençe ve kuyruk lavı
halinde dışarıya akmasıyla birlikte, Roma gemisinin
güvertesinde, Romalılar’a saldırıp yelkenleri ateşe
veren, ortalığı tamamen yakıp yıkan bir kıyamet
koptu.
Sıska Vali, olup biteni daha iyi görebilmek
için kanepesinin tepesine çıktı.
Soluğunu tutarak, "Hıçkıdık!" diye mırıldandı.
“Korkunç Gıcık Üçüncü Hıçkıdık’ın işi değilse bu,
ben de tatlı su kerevitiyim -ki öyle değilim elbette.
Bak bakalım, seni saklandığın yerden çıkarır mıyım,
çıkarmaz mıyım ben!..
Bu komutu, sol ayak bileğinden tuttuğu
Balıkayak’ı hâlâ baş aşağı havaya kaldırmış
durmakta olan Romalı askere yöneltmişti.

56
‘'TUtsacjm içini Bitirme.ve. hüZir ol?"
Yüzbaşı, gösterişli bir hareketle kılıcım çekip
havaya kaldırdı.
Dehşete kapılan Balıkayak avazı çıktığı kadar,
“HIÇKID IIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIKr diye haykırdı.
İşin burası Hıçkıdık’ın planında yoktu.
“ D İ Ş S Î Î Î i i l i i i Î i i i i i i i i i i i i Î i i i £ ! ” diye
haykırdı.

• •
' •

57
cA
DISSIZimdada koşuyor
Dişsiz son on dakikadır gemi direğinin tepesinde
kendi kendine söylenip duruyordu. Başlangıçta,
kendine acımaktan efendilerine ne olup bittiğiyle
ilgilenecek zamanı olmamıştı. D-D-Dişsizfi
K İM S E sevıjû'yor,” diyordu. Ama sonra, Roma
gemisinden gelen sesler giderek şiddetlenip de,
oğlanlar da ortalıkta görünmeyince, kaygılanmaya
başladı.
Küçük ejderha, Hıçkıdık’ın imdat FERYADINI
duyar duymaz grevine son verdi.
Tünediği yerden gemiye doğru iniş yaparken,
keskin küçük gözleri ta o yükseklikten, aşağıdaki
güvertede irikıyım bir Romalı yüzbaşının
Balıkayak’ı tek ayağından kaldırmış olduğunu
hemen saptadı. Adam kılıcıyla Balıkayak’ın işini
bitirmek üzereydi.
Dişsiz, aynen uskumru ya da ringa balığı
avlarken yaptığı gibi, kanatlarını geriye yapıştırıp,
dalışa geçti. Hedefi yüzbaşının kafasıydı ve hedefine
vardığında, hızlana hızlana küçük bir ejderha
topuna dönüşmüştü artık. Dosdoğru miğfere
daldı, sorguçtaki tüyler her tarafa saçıldı; Dişsiz
var gücüyle ısırıp tırmalıyordu.

50
Yüzbaşı bir şaşkınlık ve öfke narası attı. Bir an
dengesini yitirir gibi olduysa da, saldıranın yalnızca
küçücük bir ejderha olduğunu anlayınca kendini
toparladı.
Balıkayak, adamın elinden kurtulmak için
çaresizce çırpınıyordu, ama yüzbaşı çetin cevizdi.
Balıkayak’ın ayağını daha sıkı kavradı ve Dişsiz’i
haklamak için kılıcını kocaman savurdu.
Bundan yararlanan Hıçkıdık, o sırada yanından
geçmekte olan bir Matkapdiş’i kaptığı gibi,
yüzbaşının tuniğinden içeri attı.
Yüzbaşı bir çığlık koyverdi ve Balıkayak’ı
elinden bıraktı.
Siz de öyle yapmaz mıydınız?
İnsanın donunda bir Matkapdiş olması hafife
alınacak bir şey değildir. Yüzbaşı, arkasını tuta tuta
bir ayağından öbürüne hoplayıp duruyor, iç
çamaşırının içinde kemiren,- kıpraşan, kanırtan
Matkapdiş’i yakalamaya çalışırken, domuz gibi
böğürüyordu.
Balıkayak’ı çekip kaldıran Hıçkıdık, “Haydi,
kaçalım buradan!” diye haykırdı.
Yakınında yerde duran bir Roma miğferini
almayı da unutmadı. Eve geri döndüklerinde
Kabadayı’ya yapmak zorunda kalacakları
açıklamada yararı olabilirdi bunun.

59
/r\Saf\ır\ D O N ^fs/pA

lotV A A a+kapd,) M
flA F İf£ ALINACAK
loir $ey D t& İLD İR .
Balıkayak’la Hıçkıdık tam bir karmaşanın
ortasındaydılar; ejderhalar Romalılar’a saldırıyor,
Romalılar bir yandan ejderhalara saldırıp, bir
yandan da, onların ateşe verdiği yerleri
söndürmeye çalışıyorlardı.
Yürekleri tavşan gibi atan iki oğlan soluk
soluğa, düşe kalka, son sürat, gemiye çıkmış
oldukları noktaya koşturdular. Halat hâlâ yerinde
duruyordu, Azimli Martı da aşağıda bekliyor
olmalıydı...
Küpeşteye ilk varan Balıkayak kendini
çarçabuk aşağıya attı. Hıçkıdık onun yalnızca
birkaç adım arkasındaydı ki... bir el onu tuniğinin
arkasından yakaladı, cebi de yırtılıp koptu.
Hıçkıdık’ın defteri Ejderhaca Nasıl Konuşursun
güverteye düştü.
Hıçkıdık eğilip defterini almak için durunca...
... Sıska Vali’nin, miğferinin demir siperinin
arasından zaferle parlayan gözleriyle burun buruna
geldi.
Hıçkıdık’ın kalbi durdu. Vali, defterin öteki
ucuna yapışmıştı!
“HAH!” diye tükürdü Sıska Vali.
İkisi de deftere asıldı. “Bırak!” diye tısladı Sıska
Vali. “Kazanma şansın yok, biliyorsun. Bu benim
oldu artık...”

61
Hıçkıdık pes edebilirdi, ama ne de olsa
defter ona aitti ve deli gibi korkmasına karşın,
kökleri derinlerde yatan, kin dolu bir öfke deftere
sıkı sıkıya yapışmasına neden oldu; ta ki...
... Sıska Vali’nin pelerininin altından çıkıveren
keskin demirden bir şey elinin arkasını kesene
kadar.
Hıçkıdık bir çığlık atarak, geriye sıçradı.
Defter ikiye ayrıldı ve Sıska Vali kendini
toparlayıp, onu tekrar yakalayamadan Hıçkıdık
hızla uzaklaşıp, küpeştenin üstünden atlayıverdi.
Halattan aşağıya kayacak yeterli zaman yoktu.
Hıçkıdık halatta şöyle bir sallandı ve kendini
bıraktığı gibi, epeyce aşağıda duran Azimli
Martı’nın güvertesine çakıldı.
Balıkayak, onları koca Roma gemisine bağlayan
ipi kesince, küçük tekne akıntıya kapılıp o kadar
hızla sürüklendi ki, yine kendi çevresinde fır fır
dönmeye başladı.
“Dişsiz nerde?” diye sordu Hıçkıdık.

Dişsiz kaçmayı başaramamıştı.


Ayağı yüzbaşının çene kayışına takılmış,
kısa bir süre birbirlerine bağlı kalmışlar; üstelik,
donundaki Matkapdiş’ten kurtulmaya çalışan

62
yüzbaşı, suçiçeğine yakalanmış ahtapot
gibi zıplayıp durdukça, Dişsiz de
bugibugiye binmişe dönmüştü.
Sonunda küçük sert damaklarıyla
adamın çene kayışını yakalayan Dişsiz
-dışarıdan bakıldığında dans ediyormuş gibi
duran Azimli Martı beşinci turunu tamamlarken-
Hıçkıdık’ın şansına, keskin bir çığlıkla küpeştenin
tepesinden ok gibi onlara doğru vınladı.
“Ah, şükürler olsun Thor’a!” diyerek sevinç
çığlığı, attı Hıçkıdık.
Ancak Dişsiz bir an, telaşlı bir yelkovankuşu
gibi fırtına hızıyla havada uçuyorken, hemen sonra,
nereden peydahlandığı belirsiz, uçları taş ağırlıklı
bir ağ küçük ejderhayı orta yerde sarmaladı ve
mızrakla aylanmışçasına, Roma gemisinin
güvertesine geri çekiverdi.
“Dişsiiiiiiiiz;! diye haykırdı Hıçkıdık.
Geminin küpeştesinin kenarında iki kişi belirdi.
Biri, Ejderhaca Nasıl Konuşursun ’un yarısını elinde
tutan Sıska Vali, ötekiyse bir Romalı askerdi. Askerin
bir elinde üç dişli bir gladyatör mızrağı, diğerinde
bir ağ vardı...
... ve bu ağın içinde de, kurtulmak için
umutsuzca çırpınan, orayı burayı ısıran, taklalar
atıp duran...

63
... Dişsiz.
Azimli Martı manyak bir dönüş daha yaptı ve
Hıçkıdık, koca Roma gemisi sisin içinde yitip de,
zavallı tutsak ejderhası gözden kaybolana değin,
çaresizlik içinde bakakaldı.

•t •

64
\ _ € .jd e ^ a S p d iiŞ o
T Ç ü ştse n "lü tfe n
i TcşşJsür t e ş e k k ü r 'e d e rim

Ş a p ır t ş u f u r t yem ek
Ç işşcıjıc^ ls iş e m e k
V

I^ ıççı
G ’ö ttü j
IW fıoşş bundan hoşlan m ıyorum
M e n i. oşş bundan h o şlan ıyo ru m
__ T ü f ı- t ü f ı _________________ tü k ü rm e k i
G ‘ö ttü -fn tln n ^ a .ç *\ 'i*
G 'ö ttü - g ü riiltü 5- o s u r u k
R p M u lu -e s in ti J1
Evve ev
Tüyye yuva
Döog |
k u sm a k
Füssiiü rü Js S
K , ç ç ı fın ıy ı-fu ıjı poposunu ıs ırm a k
G'öbbi f ın ıjı- fu ıjı göbeğini ıs ırm a k
F n rn n Js f ın ıjı- fu ıjı p a rm a ğ ın ı ıs ır m a k

M i^ a v ıjıi^ a v kedi
J
<1
___
bütün 9 ünü b ir çam Ur b ir ik in t ,s ı lCinde
^ S ik t e n son ra, y a ta ğ ın ız a g ir ip k ' ^ ' lm a k
is te rs e , b a ş k a seçen e ğ in iz yoktu*. O N U
Y I K A M A N I Z G E R E K İR . İyi Ş an sla r..

E jd e rh a : M « »«« *‘k**‘ k
surat. Men naa ^ılsaıjıak fcuçc.
Men naa faşır fusur M E ft
Y ık a n m a k İste m iy o ru m .

K u rn a z lık edip, P S İK O L O J İ'd e n .


y a ra r ısınız.

Siz: ¿ a - ? ı k a * a k asla asla asla,


M e n sineleıjıeJs. f la a « ık a ıjı* k A S L A A S L A *
K es'in lik le banyoya gire m e zsin .

Ejderha (sızlanarak): Men ¡«cr tour f«u r


S iz: E * i eşek k a fa , s ır f 6u sefer.
P e k â lâ , y a ln ızca b ir k e re lik .

F a ş ır fu s u r su^u 46$
k iıjı fıü f- fıü f ?
K ü v e tte k i suyu
k im içti?
t jd e r ^ a SÔ zjü 9 0

köpek
j CÜsciis-çerez; fa re
' SoJsar-asalais z ırm k e jd e r
Pırt-Jüaçar tavdan
Kpkzr-hiLÎık, m ezg it
DÜscnli-bur^er g e y ik ..-v
Y*Uynt n e fis
ögg İşere <5gg " iğrenç
I^ıççı-iu^a san daly e
Ü^Jsu-taftta yatak
Şafırt-şufurt-tafıta m asa

Yaijan'füsJsiirüJii ■ateş
Ifoca fLüü-ftüii a ğ la m a k
Cazdır turai hu ysu zlu k nöbeti
KaVr JsaJsır jsafuJsafı g ü lm e k
ArJ^ciıeşş a rk a d a ş
K$ttü~insan ■düşman
Citais İSİ citais }
Rfu İSİ isfiı £ h id d e tle n m e k
He^ftc^ isi fırfır 3
"Ejderha: ögg İşere «|£.
Bu iğrenç. *

Ejderha: Wen neffrettJşolsar^alıis. Mcre


'ögg. B’ö| işere b'âg. Bin iıçfa 'o§j| M rc 'ô^.
Ben m ezgit sevmem. lğr.enç^ Jriksîndirici.
G e r ç e k t e n iğrenç.

Siz: E^i eseis isafa, sen ne safırt şufurt?


Ee k i öyleyse, ne y e m e k is tiy orsun ?
4 -~- - •- _____________
Ejderha:- Wen ıjıi^av ıjıi^av safırt şufurt...
Kediyi y e m e k istiyorum ...

Siz- ( a r t ı k s e s in iz y ü k s e le b ilir )
ÎU A ŞAFIKT ŞUPUKT FJÇÇLDAYA, ÏÏAA
ŞAPIRT ŞUFURT UYRU-TAHTA A B JI

M ty A V M İYAV!
S a n d a ly e y i yeme,
y a ta ğ ı yeme, hele
k e d iy i a sla yeme!

V
-e a u

Tıi^ruJ^ fitşur fu şu r 'i


şuluf 3 öf3me^
G-ökls sıJs k u sk u su sarılm ak
H ı r t M ırt zLUyu tırm alam ak
0 $.nuı .
sev meK

^nat-^oJssunlari
^ ra -tu tsâ Jsla n
G'öi-i-pJssunu^ä^ciiär

TaJs- alev
a te şe ve rm e k
Süıjıüislü-saJsız: Den izsalyan gozu
Bc^in-âifiıntısı sü m ü k
KoJçulu-esinti
o su ru k
fcor\uŞ/V>oJp-

E jd e r h a : M n jııjıi^ ırl^ ır ıjı&eıjıebayram


. «ti&nli-biJs'öfte! 1
M ım m , sulu sulu leziz b ir kü£Öfa V ik in g !"

Siz. M e n i)iiie ^ ei» a ^ ra^ gö r,ü h îy le is â ijıa


z;eiıirz:ıisJsıi)i. ■ v:
Leziz g ö rü n e b ilirim , ama a slın d a çok z e h irliy im ."

Bu da ise y a ra m a zsa ...

Sız: I)|en babse çlrıpeJ«; sen naa alev


solsar-a'salal«; ^üvve. ' "
Su zırm /cejder yuvasını a te şe v ere m eyeceğ in e
b a h şe g ire rim ."

E jd e r h a . Çocuiso£uncağiiıjı<)nsıJ<;acağ.
H iç sorun değil, ya p a rım :"
ü k u sto ^ h r v e f r e + l j t
S ü /M ü b ^

* ¡& * D A y i
ç,+fe- '« U , *
+«fe,-
\
AVANAK ADASI'NA DÖNÜŞ

Azimli Martı kendi çevresinde dönüp durmaz


olduğunda, sis hafiflemeye başlamıştı. Yarım saat
sonraysa, pus mus kalmadı; Balıkayak’la Hıçkıdık
her yönde millerce ötesini görebiliyorlardı artık.
Roma gemisi ortalıkta yoktu.
Su yine buz gibi soğuk olduğuna göre, bir
Sürüngen Camgöz’e rastlama tehlikesi de yok
demekti. Anlaşılan Hıçkıdık’ın düşündüğü kadar
rotalarının dışına çıkmamışlardı. Avanak Adası’nın
kuzeydeki uzak siluetine yöneldiler. Dümene
Balıkayak geçti; çünkü Hıçkıdık’ın morali hiçbir şey
yapamayacak kadar bozulmuştu.
Ejderhaca Nasıl
Konuşursun’un, elinde
kalan yarısına bakarak
oturmuş kalmıştı. Bütün
o emekler, Yabani Ejderha
Kayalığı’nda ejderha gözleyerek
geçirilen onca zaman, hepsi
ikiye parçalanmıştı. Roma
gemisinin güvertesinde Dişsiz’in
başına neler geliyor olabileceğini
düşünmemeye çalışıyordu Hıçkıdık.

73
Dişsiz, kapana kısılma fikrinden o kadar nefret
ederdi ki, Hıçkıdık gece yattıklarında bile kapıyı açık
bırakmak zorunda kalırdı. Oysa şimdi, büyük olasılıkla
o korkunç demir kafesin içine kilitlenmiş olmalıydı.
Üstelik daha yen i atışmıştık, diye düşündü
Hıçkıdık perişanlık içinde. O ise uçarak bizi
kurtarmaya geldi... ama artık onu bir daha
göremeyebilirim.
Dehşetinek derin uykusundan uyandı sonunda.
“O miğferi alabildiniz mi?” diyerek esnedi.
“Aldık sayılmaz,” diye yanıtladı Balıkayak
sertçe. “Uzun hikâye.”
Azimli Martı fırıldak gibi döne döne zikzaklar
çizerek, o tuhaf seyriyle küçük Avanak Adası’na
yaklaşıyordu.
Avanak Adası o kadar uzun zamandır Holigan
Kabileleri’nin yurdu olmuştu ki, sanki ezelden beri
bu böyleydi. Barbar Takımadalarında yerleşilmiş
en küçük adalardan biriydi ve onu muhtemelen en
iyi tanımlayacak sıfat, “ıslak”tı. Holigan dilinde,
“yağmur”u anlatan yirmi sekiz farklı sözcük vardır.
Üstelik Avanak, denizin her zaman bir yolunu
bulup karaya bulaştığı yerlerden biridir. En Yüksek
Tepe’de bile, muazzam bir gelgitin ya da fırtınanın
atıp bıraktığı tarak kabuklarına ve yunus balığı
kemiklerine rastlanabilir.

74
Dolayısıyla, yukarıdan durmadan bardaktan
boşanırcasına yağan yağmurla, yerden yukarılara
doğru yolunu bulan deniz suyu sayesinde, Kıllı
Holiganlar ömürlerinin çoğunu diz boyu çamurlu
tuzlu suda geçirirler.
Balıkayak’la Hıçkıdık, Avanak Adası’na
yaklaştıkları sırada kendilerine acıyacak zamanları
kalmamıştı. Azimli Martı'nm durumu kötüydü.
Zaten hiçbir zaman pek denize uygun bir yelkenli
olmamışken, önce Sümüklüküstah’ın yelkenlisi
Atmaca çarptığında, sonra da Hıçkıdık, Roma
gemisinin tepesinden orta yerine atladığında iki
büyük darbe yemişti. Şimdi her zamankinden
hızlı su alıyordu.
Hıçkıdık’la Balıkayak, ellerinden geldiği kadar
çabuk çabuk miğferleriyle suyu boşaltıp dursalar da,
Holigan Limanı’na vardıklarında, tekne bütünüyle
suya battı.
İki oğlan son yüz metreyi yüzmek zorunda
kaldılar; ama arkadaşını suyun yüzeyinde tutan,
Hıçkıdık’tı. Bir Viking için alışılmadık durumdu
gerçi ya, Balıkayak köpekleme yüzmeyi bir türlü
öğrenememişti.
Daha beteri, Kabadayı kollarını kavuşturmuş,
kaşları Thor’un fırtına bulutları gibi aşağı çökmüş
bir halde, mendirekte dikilmiş onların gelişini

75
y^ßADM
izliyordu. Hele Azimli Martı tamamen suyun dibini
boyladığında, öfkesinden patlayacaktı sanki.
Denizden çıkıp, kayaların üstüne tırmanırlarken,
“Çok başarılı bir gün olmadı, öyle değil mi?” diye
inledi Balıkayak. “En azından, Sürüngen Camgözler’e
rastlamadık bari...”
“Orada gerçekte hiç Sürüngen Camgöz var
mıydı bilmem,” dedi Hıçkıdık sıkılı dişlerinin
arasından. Denizin üstünde Azimli Martı’dan geriye
kalanlara -üç halkayla köpüklere- üzüntüyle baktı.
Dünyanın en güzel yelkenlisi değildi tabii ama,
Hıçkıdık için ondan iyisi yoktu.
Yosun tutmuş kayaların üstünde kaya kaya,
isteksiz isteksiz Kabadayı’ya doğru emekleyip,
sırılsıklam bir halde, başları önlerine eğik, karşısında
durdular. Balıkayak, Roma miğferini çekinerek ona
sundu.
Kabadayı hoşnut olmamıştı.
Öfkeyle Roma miğferini işaret ederek, “NEDİR
bu?” diye kükredi. “Woden aşkına, N ED İR ?”
“Bir Roma miğferi, efendim,” diye açıkladı
Balıkayak. “Biz sanki kazara bir Roma gemisine
çıktık, yanlışlıkla ... yani yolumuzu kaybettik de,
efendim...”
Kabadayı kulaklarına inanamayarak, “Yolunuzu
mu K A YBETTİN İZ?” diye gümbürdedi. “Vikingler

77
KAYBOLMAZ. Hem nasıl olur da yanlışlıkla bir
Roma gemisine çıkarsınız? Bir Roma gemisinin bir
Barışçıl balıkçı teknesiyle hiçbir benzerliği yoktur!”
“Evet, biliyorum, efendim,” diye kekeledi
Balıkayak. “Ama biz orada şu Sürüngen Camgözler
var sandık, hani-”
Kabadayı korkutucu derecede sakin bir sesle,
“Peki, ya tekneniz?” diye sözünü kesti
onun. “Tekneniz N ER ED E?” {
“Aa, evet, şey,” dedi Balıkayak . /
perişan bir halde. “Tekne sanki
battı, efendim.”
“TEKNE SANKİ BATTI M I?”
diye kükredi Kabadayı. “SİZ
KENDİNİZE VİKİNG DİYOR VE
SON DERECE SAKİN BİR GÜNDE,
KENDİ TEKNENİZİ KENDİ
ADANIZA YÜZ METRE UZAKTA
SANKİ BATIRIYORSUNUZ, H A ?
NE BİÇİM HOLİGANLARSINIZ
SİZ BÖYLE? TEKNE İNŞA
EDEMİYORSUNUZ, EJDERHA
EĞİTEMİYORSUNUZ, HATTA BU
BALIKAYAK, YÜZMEYİ BİLE BECEREM İYO R...”
“Tuzlu su egzemamı azdırıyor...” diye geveledi
Balıkayak.

70
“SÖZDE KORSAN OLACAKSINIZ!” diye uludu
Kabadayı. “SİZ, HAYATIM BOYUNCA GÖRDÜĞÜM EN
BECERİKSİZ, EN ZAVALLI, EN ACIKLI TOSBAĞA
PİSLİKLERİSİNİZ! SÖYLEYECEK LAF BULAMIYORUM...’
Kabadayı söyleyecek laf bulamamasına karşın,
on dakika onlara bağırıp, Kabile’nin yüzkarası ve
onun o güne kadarki en berbat öğrencileri
olduklarını söyledi. Üç hafta boyunca yalnızca
denizminaresi yeme cezası verdi ve bir daha böyle
bir şey olursa, Program’dan atılacaklarını bildirdi.
Evde de durum daha parlak olmadı.
Hıçkıdık akşam yemeğinde babasına, nasıl
bir talihsizliğe uğrayıp yanlışlıkla Roma gemisine
çıktıklarını, Dişsiz’in yakalanışım, Vali’nin Ejderhaca
Nasıl Konuşursun'un yarısına nasıl el koyduğunu,
Zebella’nın Dişsiz’i ve defteri kurtarmak için
mutlaka bir sefer düzenlemesi gerektiğini sıraladı.
Hikâyesinin doğruluğunu kanıtlamak için de,
Ejderhaca Nasıl Konuşursun'dan kalanlarla Roma
miğferini gösterdi babasına.
“Hımmmmmm,” dedi Zebella dalgın dalgın.
Zebella, normal cüsseli en az iki Viking reisine
yetecek kadar samansı kızıl sakalları ve katman
katman göbek yağları olan bir insan azmanıydı.
Ömründe gördüğü en kötü karne olan
Hıçkıdık’ın Korsanlık Eğitimi karnesini okumakta

79
olduğundan, dikkatini oğluna veremiyordu pek.
Thor’un Tırnağı! diyordu içinden. İleri Düzey
Zorbalık’tan nasıl - 4 alınabilir ki? Ya KENDİSİ o
yaşlardayken en bayıldığı Geğirmeye Giriş ve Çekiç
Fırlatmaca derslerinden sıfıra ne demeli?
Zebella, oğlu konusunda düş kırıklığı hissetme­
mek için kendini zorlayıp duruyordu. Kendi kendine,
Hıçkıdık’ın geç gelişen bir tip olduğunu, yakında
kaslanacağını, burnunda kıllar çıkacağını ve
Kırantop’ta, tıpkı Zebella gibi şampiyonluk golünü
atacağını söyleyip duruyordu. Ama o ne yapıyordu?
Gidip, “Hıçkıdık yirmi yıldır eğittiğim en kötü
denizci” yazan karneler getiriyordu. Son derece
basit bir eğitim tatbikatından, hem ejderhasını hem
teknesini yitirip nasıl dönebilirdi? Nasıl olur da,
kaybolup, bir Barışçı] balıkçı teknesi yerine,

zepciia ogiunn bağırıp çağırmak niyetiyle


ağzını açtı.
A n c a k s o n r a y in e k a p a d ı.

O bir deri bir kemik, küçük, çilli ve yetersiz


Hıçkıdık, kaygılı bir suratla ona bakıyordu.
Besbelli, o gülünç derecede minik ejderhası için
umutsuz derecede endişeliydi.
Zebella gönül rahatlığıyla kızamayınca,

00
i l k e : E ır g ü ç l ü v u r a n e n u zu n ¿ - a ş a r

AVANAK ADASI
Korsanlık Eğitim Programı

KARN ESİ
au ■—----
Çocuğun acLU
. ^

DERS Değerlendirme Not


10 üstünden)

T GEĞİRMEYE H ı ç k ı d ı k b u derste b a ş a r ı l ı

i o/ıo !
olabilecek kadar rüzgâr
,ı GİRİŞ yar a t a m ı y o r .
KaBaI aYi J

! YABANCILARI brlakf»2 la
ryak
? ısrlmzca k ıo a u s M i n 1/10 1
bırakıp, h asın
1 KORKUTMA geliştirmeli...
KaBaüaY II
1
İLERİ DÜZEY @* ı*l*l - 4/10
ZORBALIK K-kSAÜAYI
• ÎL■v ; r
; 7 . . 7 ...
T I. rvT ---- •

J . B İ^
KILIÇ DÖVÜŞÜ Hız l ı r e ılekslsr, |'İÇÎ'İ
yaratıcı ayak h a r e k e t l e r i .
9 /1 o
j DERSLERİ Etkileyici, taha saldırgan Ga î DaR
( O l m a y a çalışmalı. gebzek

tekne yapma o/ ıo
KaBaUaYI
fi_______i.
KaHİ 1
İÜŞM a N GEMİSİNE Hıçkıdık yirmi yıldır KaHI
e ğ i t t i ğ i m en k ö t ü denizci. KaHİ
borda etmece KaBaSaYI
Z a m a n ı n çoğunu, ü s t ü n d e
kirantop
b i r i l e r i o t u r m u ş ola r a k ı/ ıo
ç a m u r u n içinde geçiriyor.
^îa BaîaYI
2£ S £ L lf\ v o S °f

karneyi kocaman avucunun içinde buruşturuverdi.


“Oğlum,” dedi anlayışlı ve ciddi bir sesle,
“Dermansız’ı kaybetmiş olmana üzüldüm-”
“Dişsiz!” diye sözünü kesti Hıçkıdık öfkeyle.
“Onun adı Dişsiz.”
“Dişsiz,” diye düzeltti Zebella telaşla. “Ama
sana çok önemli bir şey söyleyeceğim şimdi.”
Hıçkıdık’ı omuzlarından tutup, gözlerinin içine
baktı. “Sen,” dedi büyük bir ciddiyetle, “bir Reis
oğlusun. Evcil hayvanını kaybettin, ama metin
olmalısın. ER K EK gibi davranmalısın. İlerde başka
ejderhaların olacaktır...”

02
“Dişsiz gibisi olmaz!” diye itiraz etti Hıçkıdık
kederle. “O ejderha bana güvendi, bense onun
güvenini boşa çıkardım!”
“Sus!” dedi Zebella sertçe. “Bir Reis ne hisseder,
oğlum?"
“Reisler üzüntü falan hissetmezler,” diye yanıtladı
Hıçkıdık söz dinleyerek. “Ama Baba-”
Zebella hızını almış gidiyordu. “Reisler üzüntü
hissetmezler. Reisler korku duymazlar. Reisler
insani zaaflara kapılmamak zorundadırlar. Ejderhanı
kurtarmak için bir Sefer düzenlenmesi söz konusu
olamaz. Savaşçılarımız için zaman kaybı olur bu.
Romalılar herhalde artık Roma yolunu yarılamış,
Beceriksiz’i de çanta yapmışlardır-”
“Dişsiz,” diye düzeltti Hıçkıdık yeniden, “bak
beni dinle, Baba, onların konuşmalarını duydum;
öyle geçip gitme niyetinde değiller bence.”
“Konuşmalarını mı?” diye kükredi Zebella,
kaşlarını çatarak. “KONUŞMALARINI da ne demek?
Sen bu Romalılar’ı nasıl anlayabildin ki?”
“Eh,” diye itiraf etti Hıçkıdık, “Buruşuk Moruk
bana azıcık Latince öğretmişti de yani-”
“Latince mi? LATİNCE, H A ?” Zebella öfkeyle
patladı. Masaya öyle bir yumruk indirdi ki,
tıkınmakta olduğu istiridyeler havada taklalar attı.
“Oğlum, benim oğlum LATİNCE konuşuyormuş, ha!”

03
Sinirlerine hâkim olmaya çalıştı. “Holiganlar
asla -tekrar ediyorum- ASLA Latince konuşmazlar.
Yabancıları Korkutma dersinde sana ne öğretiyorlar?
Bir Holigan bir yabancıyla karşılaşınca ona var
gücüyle ve tane tane bağırır. Yabancılar bir tek bu
dilden anlarlar. Holiganlar ejderhalarla
da konuşmazlar. Ya da onlar
hakkında kitap falan yazmazlar.
Sen, ejderhalar hakkında bir
şeyler karalamakla bu kadar
zaman harcayacağına, Şef
olmaya hazırlanmalısın.”
Zebella, Ejderhaca Nasıl
Konuşursun'un yanmını oğlunun
elinden çekip, ateşe attı. Hıçkıdık’ın soluğu kesildi.
O güne kadar ejderhalar hakkında öğrendiği her
şey o defterin içindeydi. O olmadan ejderhalarla
nasıl konuşacaktı bundan sonra?
Kayıtsız Zebella bastı gitti.
O gözden kaybolur kaybolmaz, Hıçkıdık
parmakları yana yana defteri alevlerin içinden
çıkardı. Şansına hâlâ epeyce nemli olduğu
için, yalnızca kenarları azıcık yanmıştı.
O gece Hıçkıdık, çok çok uzun zamandan
beridir ilk kez, yanında Dişsiz olmadan yatmak
zorunda kaldı. Küçük ejderha horlayan, kıpırdayıp

04
duran küçük bir sıcak su torbasıydı. Hıçkıdık
onsuz kalınca, elleri ayakları Kuzey Kutbu kadar
soğuk, kulakları cereyandan buz kesmiş bir halde,
incecik yorganının altında, şafak sökene değin
gözleri açık, tir tir titredi. Zaman zaman kâbuslu
bir uykuya dalar gibi olduğunda da, gece
ejderhalarının, rüzgârın ve kurtlann hep birlikte
uluduklarını sandı. “Dişsiz’i kaybettiiiiiiiin! Onu bir
daha asla göremeyeceksiiin! Dişsiz’i kaybettiiiiin!
Onubirdahaaslagöremeyeceksingöremeyeceksin,”
diye durmadan yineliyorlardı sanki.

es
; O GECE. UĞURSUZ MU
ÜBÜRSÜZ ROMA KALESİNDE

Avanak Adası’ndan çok çok uzaklardaki uğursuz


Uğursuz Kale’de, hiç ışık almayacak kadar deniz
seviyesinin altında, yerin yedi kat dibinde olduğu
için tanrıların bile varlığını unuttuğu bir zindan
vardı.
Karanlıktan ve dar yerlerden ödü patlayan
Dişsiz, zifiri karanlığın içinde, kıpırdanamayacağı
kadar dar bir kafesin içinde yatmaktaydı.
Ağlıyordu.
Zavallı Dişsiz, hiç kimsenin duyamayacağını
bildiği bir sesle, “Li-iıjıhat,” diye inliyordu.
“Li-i-idıjıiut.”
, • ^ 'ım d a 'V ı ^ ‘ Ye
-'V . r s i ^ « ' " « Y * c < x 9~

• W ır sesle.

•* d * f- ....h

07
ZIRRIKEJDER

Hıçkıdık çok erken uyandı. Dişsiz’le gıdıklamaca


oynadıkları tatlı bir rüya gördüğü için gülerek
uyanmıştı. Bir an, sanki her şey yolundaymış gibi
hissederek, Dişsiz’in yokluğunu unutup, elini ona
doğru uzatınca, yataktaki boş yerinin nemli, soğuk
kasvetini hissetti. Anında yine üzüntüye gömüldü
ve uzandığı yerde dişleri birbirine çarpa çarpa;
soğuğa göğüs gererek yorganın altından çıkıp,
dün giydiği, hâlâ yarı-nemli-ve-tuzlu giysileri
üstüne geçirmek için güç toplamaya çalıştı. Yavaş
yavaş, onu uyandıran şeyin çok derinlerden gelen,
incecik bir şarkı sesi olduğunun ayırdına vardı
-Deniz kabuğuna sıkışmış rüzgâr gibi öten, ama
bir tehdit tınısı da içeren incecik bir ses.
Şöyle bir şeyler söylüyordu:

Z I B O T E jD E B JÎ fl Ş A R K IS I
(üstünbcki ballan nalanıp tcıjıizlcrken)

En beni ^eıjıe^e çalışan İnsansı Şişko


Titreşip Duran K usu İ ijius İğrenç Devasa İnsan-Et
Ne kabar isteseıjı İlc
Seni gebcrteıjıinoruıjı ŞU ANDA
Aıjıa Jseşiçc gebersenbiıjı bineceksin, Yag-Tuluıjıu
Gecenin sessiz; karanlıgınba buna pisıjıan olacaksın
Çünkü bostlarujı var bcniıjı
Sana faşına faşına Jçâfeusiar görbürtccek bostlarujı var
A rk la rın la belik iıesiis ekecekleri berini isilik kaplanacak
Ve bir baba um aıjıanacaksın,
en Ustünc-Kafa-Oturtulıjıus-İskeıjıbe
Bir baba untrnaıjıanacaksın.

En beni ncıjıc£e çalışan Doıjıuz Yağı Balonu


Patlaıjuş Dcnizanasınban bile çirkin Abaıjı
Ne kabar isteseıjı be
Seni gcberteıjıinoruıjı ŞU ANDA
Aıjıa beklcıjıesini biliriıjı, Et-Sarkıtı
Rabcr Çİbi k’ösebc tıktıklanarak beklenebiliri^
Ve bostlarujı var bcniıjı
Birlikte tabutunba kannaşacagııjıız bostlarujı var
ölüıjı' ün huzurlu unkusuna kavusıjıa uıjıubunla nattıgın nerbe
Ve S E N İ n ^ lp bitireceğiz, en Zavallı Abaıjı E ti Yığını
Seni n*?lp bitireceğiz.
Nereden geliyordu bu şarkı ?
Hıçkıdık sonunda sesin, bir gün önce giydiği
ve kurusun diye ateşin önündeki iskemlenin
arkalığına bıraktığı ceketinden sızdığını fark etti.
Sonra da, yerine Elektrikıvılı koyup,
cebine attığı zırnıkejderi anımsadı.
Hıçkıdık dişini sıkıp soğuğa göğüs
gererek, yataktan fırladığı gibi üstüne
bir şeyler geçirdi ve cekete yaklaştı.
Dikkatle cebin içine soktuğu elini,
soluğunu tutarak aynen geri çekti.
Cebin içinin yapış yapış bal
olması bir yana, zımıkejder
de parmağının ucunu ısırmıştı.
Hıçkıdık parmağını
ağzına götürürken (bir
zımıkejder ısırdığında hep
böyle yapılmalıdır - acının
hafiflemesini sağlar)
<2>
zımıkejder cepten çıkıp
uçtu, bir süre odanın içinde kanat çırptıktan
sonra pencerenin denizliğine kondu.
Hayvancık bütün gece boyunca vücudundaki
yapışkan balları yalayıp temizlemekle uğraşmıştı.
Yakışıklı bir küçük yaratıktı. Ancak çekirge
kadardı ve kömür karası beneklerle bezeli parlak

90
pas rengindeydi. Zar gibi ince kanatlarından
süzülen sabah güneşi, odanın her yanına kırmızı
siyah lekeler yansıtıyordu.
Bu küçücük hayvanın kendini önemseyiş
biçimi, kibirli duruşu Hıçkıdık’ın, “Sen ixe Jsiıjısin?”
diye sormasına neden oldu.
“Den,” diye öttü ufak yaratık azametle, “Evrenin
Merkezi'^iıp.”
Hıçkıdık önündeki minicik hayvana dikkatle
baktı. “S E f l M İ ? " dedi, kibarlığını bozmadan ama
hayret içinde. “ K.ıitis begiştirıjûş Tkor
k i Wo£ten ıyıisin sen ^anl ? ”
“fic Tfıor’u, ne Wobcn’i!” diye
homurdandı yaratık öfkeyle.
“Masal bunlar! Den Yaşaman Tanrı
Z^erastika'^ııjı.”
Hıçkıdık boş
boş baktı.
“Çırnık İıjıparatorlugu’nun
En Yüce ve En Ulu Hâkiıpi.
Ruze^ Otluklarının Despotu..."
Hıçkıdık kederli
kederli başını salladı.
“Dcnl biliyor OLMALISIÎ1!”
diye cırladı Zigerastika.
“Egreltiotu Sakinlerinin Daş Dclası...

91
^ e r ls V v V ^

Bunlar biçbir şey ifakc etıjıiyor ıjıu sana?”


“ YoJs, dedi Hıçkıdık. “ö zü r ÎLİtcjriıyı. Senin
fıaisJfiinİLA fılçbir şe^ bu^ıjubııjı bu £üne
Fena halde alınan Zigerastika, “Olacak şey itebil,
İnsanlar iste,” diye burnundan soludu. “Çirkin oldukları
kakar ka cahiller.”
“Çirişin begiliıjı ben,” diye itiraz etti Hıçkıdık.
“B'ö^lc s'ö^leıjıeJs bü^üls Jsabalık;.”
Zigerastika onu dinlemiyordu. “O kakar kenki
künyanıza g'öıjıülüsünüz ki, koca burunlarınızı inkirif,
Gerçek Dünya’ha neler oluyor biye bakıjıak için asla
kılınızı kifirkatıjııyorsunuz! Bana bak, Kpkuşıjıus-Mezgit-
Suratlı-Oglan, Evrenin En Güçlü Varlıgı’nın bayatını
kurtarıjıa şansına sahif olkun...”

92
“ Evrenin En Güçlü V arltgı’^iiın ıjuheıjı,”
dedi Hıçkıdık, “ni^e zırnrkiejiterlerinin gelip seni
ŞişJ«jo R o jju lA a n Jçurtarıjularını saglaıjuiün?”
“Yaşayan Tanrılar’ın bile zaafları varbır,” diye
yanıtladı Zigerastika. “Beniıjıki be bal. Bayılıyoruıjı bu
ıjıcrete. Aıjıa zırnıkejberlerin yarbıçı çağrısı arka
adakların birbirine sürtülıjıcsiylc yafilır -Bal bu sesi
engelliyor... fîcfis bir şey oysa... Her neyse, ıjıesele şu ki, sen
bcniıjı fıayatııjıı kurtarbıgına g'örc, ne kibar kokuşıjıuş ve
kocaıjıan bir Kanat-yoksunu olsan ba, kirşılıgınba şeninkini
kurtarıjıak bcniıjı boynuıjıun borcu artık...”
“ Teşe.M;ür eiıeriıjı,” diye mırıldandı Hıçkıdık.
“...bcıjı çirkin burunlusun,” diye ekledi yaratık, "ftcıjı
be leke leke kafıvcrcnçi noktaların var..."
“ Onlar ç il!” dedi Hıçkıdık öfkeyle.
“Hoş beriller," dedi Zigerastika. “G’öz zevkiıjıi
bozuyorlar. Aıjıa Yaşayan Tanrı borcunu unutıjıaz. Hayatın
tefılikcye girbiginbe ‘Zigerastika’ bebigin anba yarbııjıına
koşarnjı...”
SENİN kadar küçücük birinin elinden ne
gelebilir ki? diye düşündü Hıçkıdık, ama bunu
söylemek kabalık olurdu. Onun yerine, “ EUsıl
itu^acalssın beni?” diye sordu.
Zırnıkejder soruyu duymazdan geldi.
“Sen yalnızca 'Zigerastika’ be, ben geliriıjı. Ancak,
şunu ba unutıjıa... bcniıjı En Şanlı Yarbııjı’ııjıban yalnızca bir

93
tcJs Jscz ^ a r ir l a ı u b il ir s in , tcls b ir Jscz. B o rc u ıjııı 'ölıcJıigiıjî

atıtıa, bcn iıjı tÇözüıjıitc £Îne p is k o k u lu , t ik s in d ir ic i fıc rfıa rıç i

b ir insan o la c a k s ın . O n u n iç in ş a n sın ı a k ı llı c a p u lla n ,

Ç ir J s in - Ç iU i'B u r u n iu - O g la n , şansını a k ıllıc a kullan...”

Kaba küçük hayvan, bunları söyledikten sonra


kanatlarını son bir kez daha çırptı ve pencereden
uçup gitti.
Hıçkıdık bu konuşmadan ne anlam çıkaracağını
bilemedi. Zigerastika kadar küçük bir yaratık, sandığı
kadar güçlü olamazdı. Oysa, fen a halde yardım a
ihtiyacım var, diye düşündü Hıçkıdık kederle.
Kahvaltıda morali hayatında hiç olmadığı
kadar bozuktu. Ağzına tek lokma koyamıyordu.
Öylece oturmuş, üzgün üzgün tabağındaki çirozu
itekleyip duruyordu. Büyükbabası Buruşuk Moruk
derdinin ne olduğunu sormaya çalıştıysa da,
Hıçkıdık iç geçirmekle yetindi.
Oğlunun boynunun büküklüğünü gören
Zebella, “Bir Reis ne hisseder?” diye sordu.
“Reisler üzüntü hissetmezler, Baba,” diye
yanıtladı Hıçkıdık asık bir suratla.
Yemeğin ortasında pencereden içeri uçan bir
Posta Ejderhası, masanın üstüne Zebella’ya yazılmış
bir mektup bırakıp gitti.
Mektup, Moktan Soyguncuların reisi Koca
Memeli Berta’dandı. Moktan Soyguncular, Avanak
Adası’nın epeyce doğusundaki bir adada yaşayan
çok korkunç dişi savaşçıların oluşturduğu bir
kabileydi (Lütfen kitabın başındaki haritaya
bakınız). Holiganlarla Moktan Soyguncuların
arasında, çok çok yıllar öncesinden beri süregelen
ve Moktanlar’m, Hıçkıdık’ın büyük-büyük dedesi
Karasakallı Karabasan’ın kalkanını çalmasıyla
başlayan bir düşmanlık vardı.
Hıçkıdık, Zebella’nın omuzu üstünden mektubu
okudu.

Selam E y Şişko Soyguncu, anlaşılan yıllardır sürdürdüğümüz


ateşkesi bozup, bizimle yine savaşmak,istiyorsun... h a s ıl
olur da M oktan Soyguncular ‘K abilesinin soylu ‘V ârisini
kaçırmaya cüret edersin? Sen hırsızın tekisin. ‘V ârisim izi
kılına zararverm eden geri yollaman için sana ik i hafta
süre... yoksa kan davası başlatinm ve bütün gücümüzle
n A vanak,A d a sın a yelken açar, topunuzugebertirtzr..^
•Bizim için çocuk_oyuncağı olur bu - S iz holigan lar bir
tavşan sürüsü g ib i savaşırdınız hep...

Zebella’nın suratı mektubu okudukça mosmor


kesildi. Okuyup bitirince de, kükreyerek kâğıdı
ufak parçalara yırtıp, üstünde tepindi.

95
r^l
... U - - - & J
v>.s .- 'A r

K M DAVASI îlanerfiyoru^//
Deli gibi zıplıyordu. Çoğu zaman çılgınca
davranır, gürültü patırtı koparır, düşüncesizce
hareket ederdi, ama bu kez denetimini tamamen
yitirmişti.
Bir Holigan denetimini yitirince de TAM yitirir.
Tepesi atan bir Holigan o kadar yüksek bir sesle
kükrer ki, normal kükremeleri bunun yanında
ninni gibi kalır.
“KAN DAVASI İLAN EDİYORUM!” diye kükredi
Zebella.
“O f hapı yuttuk!” Hıçkıdık gözlerini tavana
dikti. “Buna inanamıyorum... bir bu eksikti! Dur
bir dakika, Baba, hele bir sakin ol. Bence bu
kesinlikle Moktan Soygunculardan gelmiyor.
Onların Varis’ini ele geçirmedik biz, değil mi?
Öyleyse, onu BAŞKA BİRİ kaçırmış olmalı.
Romalılar, Moktan Soygunçu’yımışlar gibi yapıp,
bizi birbirimize saldırtacaklarını söylüyorlardı.”
“SEN BU İSE KARIŞMA, HIÇKIDIK!” diye
kükredi Kayıtsız Zebella. “SİYASET YETİŞKİNLER
İÇİNDİR! KILICIMI GETİRİN BANA! SAVAS
BORULARINI ÖTTÜRÜN! KADIN, ERKEK, ÇOCUK
HERKESİN IKI HAFTA BOYUNCA GECE GÜNDÜZ
KILIÇ DÖVÜŞÜ ÇALIŞMASINI İSTİYORUM!”
“Ama, Baba,” diye karşı çıktı Hıçkıdık,
“lütfen kafanı kullan-”

97
Kan Davası Talolost»
Vikingler hep birbiriyle savaşıp dururlardı.
Bu tablo kar davalarının mevcut durumunu
açıklıyor. Bütün tablolar gibi bu da, kafanızı
daha fazla karıştırmaktan başka bir işe
yaramayacak herhalde.

Holiganlar^
Biri Berta'nın kupasını devirdi

, v
. „ fi k

¿'endie«Bd

i
■^■‘tfeafalar Süre

bakıyorsun, ilim?

D a r p ta _|^a+s,z
/ ^ IF
Berta yanlışlıkla İsterik •'
„ Heis’in ejderhasının üstüne oturdu
“KAFAM I KULLANIYORUM!” diye kükredi
Kayıtsız Zebella kafasını duvara vurarak. “BU
MOKTAN SOYGUNCULAR TEK BİR PARMAKLARINI
BİLE HOLİGAN SULARINA DEĞDİRİRLERSE, THOR
ADINA SÖYLÜYORUM, ONLARI PİŞMAN EDERİM !”
Hıçkıdık da sinirlenmeye başladığını hissetti.
Genellikle babasına karşı çıkmazdı, ama Dişsiz için
o kadar üzgündü ki, ayağa kalkıp, elleri belinde
Zebella’nın karşısına dikildi.
“ N iy e B A N A İ N A N M I Y O R S U N ? ” d iy e s o r d u

ö f k e y le . “S a n a k a ç k e r e söyledim, b u , R O M A L I L A R ’ın

iş i. K a n ıt la m a k i ç i n s a n a b i r R o m a m iğ f e r i b i l e

g e t ir d i m . ”

Hıçkıdık, odanın bir köşesinde sandalyenin


üstünde duran Roma miğferini işaret etti. “Gidip
bu Romalılar’ı ve Dişsiz’i de bulmak üzere bir Sefer
DÜZENLEYEBİLİRİZ... ama yok olmaz, sen KENDİ
OöLUNUN sözüne inanacağına, burada kalıp
Moktan Soyguncular’ı pataklarsın...”
Hıçkıdık bir an için babasına sözünü dinletir
gibi oldu. Zebella’nın burun delikleri titremez
olmuş, ayaklarıyla yeri dövmeyi bırakmıştı.
Zebella bakışlarını Roma miğferine dikti. Belki,
bir ihtimal, Hıçkıdık haklı olabilirdi...
Ama sonra, Koca Memeli Berta’nın mektubuna
bakınca, öfkesi geri geldi.

100
"EN İYİ MOKTAN SOYGUNCU ÖLÜ MOKTAN
SOYGUNCUDUR!" diye var gücüyle haykırıp, odadan
bastı gitti.
Buruşuk Moruk üzgün bir ifadeyle, “Babanı
çok suçlama, Hıçkıdık, tamam mı?” dedi. “Aslında
iyi niyetli, ama işler karmaşıklaşınca kafası
karışıyor. Bu arada, sen Yabancıları Korkutma
dersine geç kalmıyor musun?”
“Ah, aman Tanrım!” dedi Hıçkıdık. “Öyle ya...”

101
S. YABANCILARI
KORKUTMA DERSÎ

Pırıl pırıl, masmavi, esintili, şahane bir gündü,


ama Hıçkıdık’ın tadını çıkaracak zamanı yoktu.
Yabancıları Korkutma dersinin yapıldığı Büyük
Salon’a doğru son hızla koşturdu. Kabadayı henüz
gelmediği için genç barbarlar muazzam şamata
koparmaktaydı. Keskinkama’yla Çetincevizoğlu bir
köşede kılıç dövüşü yapıyor, ejderhaları da dev
ateşin önünde hırlaşıp birbirlerini kapmaya
çalışıyorlardı. Sümüklüküstah’la İtkokan Otkafa,
Balıkayak’ın üstüne oturmuşlar, Ateşkurdu da
oğlanın defterlerini tutuşturuyordu.
Hıçkıdık ceketiyle ateşi söndürürken, “Kendi
cüssenizde biriyle dalaşsanız ya, beyinsiz
vahşiler?” diye terslendi.
“Sağ ol, Hıçkıdık,” dedi Balıkayak
soluk soluğa.
Sümüklüküstah dizini Balıkayak’ın karnından
çekip, “Vay vay vaaay," diye alayla, Hıçkıdık’ın
oturduğu yere doğru yanaştı.
“Ne Vikingler’mişsiniz siz ikiniz ama! Bir Banşçıl
balıkçı teknesiyle yetmiş metrelik bir Roma gemisini
ayırt etmekten aciz olduğunuzu duydum. Hem,
BUGÜNE KADAR kendi teknesini batıran ilk
korsanlar siz olmalısınız...”
Öteki oğlanlar, “Harh harh harh harh!”
diye güldüler.
“İşin en acınacak tarafı da,” diye alay
etti Sümüklüküstah, “şu dişi bile olmayan,
gülünç ejderha mikrobunu kaybetmiş olman.”

103
Tüyleri diken diken eden bir gıcırtı sesiyle
Hıçkıdık’ın miğferinde tırnaklarını bileyen Ateşkurdu,
“A ıjıan ne isa^ıp,” diye dalga geçti. “O yAiAtık,,
Y ıla n la rın 'yeşil-Jçanlı A teşl^ ırite şleri olan binler
için b ir 'yüzJsarasi'ybı.”
Hıçkıdık öfkesini denetlemeye çalışarak,
yavaşça, “Dişsiz çok ama çok iyi bir ejderhaydı,”
dedi.
“0 UMUTSUZ VAKA bir ejderhaydı,” dedi
Sümüklüküstah küçümseyerek. “Ama merak etme,
Hıçkıdık. Ondan şahane bir Roma çantası olur-"
“SÖZÜNÜ GERİ AL, SÜMÜK-SURATLI, SÜMÜK-
BURÜNLÜ, FİL-BURÜN DELİKLİ, ZORT-BEYİNLİ
ZORBA!” diye bağırdı Hıçkıdık.
O sırada büyük bir çatırtıyla kapı açıldı.
“Mükemmel bir İleri Düzey Zorbalık, Hıçkıdık!”
diye kükredi Geğiren Kabadayı. “Seni de Viking
yapacağız sonunda!”
Yumruklarını kaldırıp, hain bakışlarla Hıçkıdık’m
üstüne yürüyen Sümüklüküstah, “Umarım bir
sakıncası yoktur, efendim,” diyerek yere tükürdü.
“Şuracıkta şunun işini bitirivereyim...” \
“Sakıncası var tabii,” dedi
Kabadayı. “Bu bir Yabancıları
Korkutma dersi, her-şey-serbest
değil - OTURUN YERLERİN İZE

104
StMDt MEYMENETSİZ VİKİNG MÜSVEDDELERİ
S ÎZ İ!”
Oğlanlar telaşla yere, Kabadayı’mn ayaklan
dibine oturdular. Hatta Sümüklüküstah bile,
Geğiren Kabadayı’ya karşı çıkacak kadar enayi
olmadığı için, bıyık altından Hıçkıdık’a daha sonra
hakkından geleceğine ilişkin tehditler savurarak
yere çöktü.
“Bu dersin konusu Gözdağı Vererek Para
Çarpmak,” diye bağırdı Kabadayı. "HIÇKDIK!
SİĞİLLİDOMUZ! İkiniz öne çıkın. Hıçkıdık, sen
Holigan Yağmacısı olacaksın, Siğillidomuz da basit
bir Galyalı çiftçi. Siğillidomuz’un elindekileri gasp
etmek için hangi Korkutucu Teknikleri kullanırsın?”
Hıçkıdık ayağa kalktı, ama aklı başka
yerdeydi.
“Excusez-moi, mon brave, ” dedi dalgın dalgın.
“Mais pouvez-vous me donner votre- ” *
Siğillidomuz ona bir tane indirdi.
“OF, THOR ASKINA, HIÇKIDIK!” diye patladı
Kabadayı. “AZ ÖNCE DEDİKLERİMİ GERİ ALIYORUM!
HİÇBİR SEY ÖĞRETEMEDİM Mİ BEN SAN A?
VİKİNGLER SAÇMA SAPAN YABANCI DİLLER
KONUŞMAZ, BAĞIRIRLAR, HIÇKIDIK, BAĞ IRIRLA R!”

* Kitabı okunur hale getirenin notu: Hıçkıdık, "Affedersiniz, yürekli


efendim... Acaba bana-" diyor Fransızca.

105
Kabadayı kendini tutmak için büyük gayret
harcadı. “Otur yerine, Hıçkıdık. Sümüklüküstah,
bu son derece basit antrenmanın nasıl yapılacağını
göster şu ZAVALLIYA.” •
İki saniye sonra, Kabadayı’yla sınıfın geri
kalanını “BRAVO!” diye coşkuyla bağırtan'
Sümüklüküstah, bir Torbagöt Kemikkıranı / '
uyguladığı Siğillidomuz’un parasını almakla
kalmamış, miğferini, ceketini ve pantolonunu da
çıkarıvermişti.
Kabadayı ellerini kalçalarına dayayıp, her
tarafından saçlar fışkıran koca kafasını miğferinin
boynuzları arkasındaki duvara değinceye kadar
geriye atarak bağıra bağıra güldü.
“GÖRDÜN MÜ, HIÇKIDIK?” diye gürüldedi
kahkahalarının arasında. “İÇTE BÖYLE KORKUTULUR
BİR YABANCI-”
Kapı birden açılıverdi.
Odaya, insanın kanını donduran ve Hıçkıdık’ın
kafasındaki saçları denizkestanesi gibi diken diken
eden çığlıklar eşliğinde, maskeli iki dev Çocuk
Hırsızı daldı. Geleneksel Moktan Soyguncu
kılığmdaydılar ama, Hıçkıdık bunların acemice kılık
değiştirmiş Romalı askerler olduklarını hemen anladı.
Her şeyden önce, Moktan Soyguncu askerler daima
kadın olurdu. Oysa bunların, göğüs yerlerine

106
domuz sidik torbaları tıkılı elbiseler giymiş, iriyarı,
kaslı ve kıllı erkekler oldukları besbelliydi.
Birinci Çocuk Hırsızı, elinde tuttuğu yemek
tabağı büyüklüğünde iki çift ağızlı baltanın tekini
var gücüyle Kabadayı’ya doğru fırlattı. Balta havayı
yararak uçup, milim farkıyla kafasını ıskaladığı
Kabadayı’yı sakalından duvara mıhladı.
Kımıldayamaz hale gelen Kabadayı, burnunun
birkaç milimetre ötesinki baltanın keskin ışıltısına
bakakalıp, “A A A A A A A A A A A A A A A A H !” diye
hırıldadı.
Birinci Çocuk Hırsızı, öteki baltayı başının
üstünde çevirerek, berbat bir Kuzeyli diliyle,*
“HER KİM HAREKET EDER. LÜTFEN, KAFASI
UÇAR VE EJDERHASI DA AYNEN,” diye haykırdı.
Ne bir oğlan ne de bir ejderha kıpırdadı.
Birinci Çocuk Hırsızı daha alçak bir sesle,
“Pekâlâ-mekâlâ, lütfen,” diye devam etti. “Bize ne
istiyorsak verin, hiç kimse can acımasın. Hanginiz
Kıllı Holigan Vârisi olmak?"
Kimseden çıt çıkmadı.
“Kafamı kızdırmamak, lütfen...” diye uyardı
Birinci Çocuk Hırsızı.
“Onun kafa kızarsa siz hoşlanmamak,” dedi
İkincisi, baltasını sevgiyle okşayarak.
* Kitabı eski dilden çevirenin notu: Vikingler böyle bir dilde konuşurlardı.

107
“Söyleyin bakalım... KİM KILLI HOLİGAN
VÂRİSİ OLMAK?”
Hiç kimseden yanıt alamayınca, aralarında
,'5övie.mjvoriar; ama Patron, Kıllı Holiganlar’; 1m
Vârisinin çelimsiz oflanın f&ki olduğunu
Söyledi -Hanelisidir dersini’"
İkinci Çocuk Hırsızı, Hıçkıdık’ı gösterdi. "5u
kml saçlı olmalı," dedi. "Baksana, çubuk makarna
ibi kollan var.'"
S
Birinci Çocuk Hırsızı, Balıkayak’ı işaret ederek, .
"ptki va Su me.ZCjiif surafiıva n t de.me.Iiî’" diye
itiraz etti. "Bu, Kavafım da pprdücjüm e.n çelimsiz
o^ian kesinlikle...."
"&ti de. çık isin iç.inde.n vahu," dedi İkinci
Çocuk Hırsızı. ''Be.nc.e ikisini de. cjfötürmeiiviz,
ne.me. lazım. Hata yaparsak Patron kızar,
kızınca da nasıl olur bilirsin..."
Böylece İkinci Çocuk Hırsızı, Hıçkıdık’ı da,
Balıkayak’ı da tuttuğu gibi omuzuna attı.
Birinci Çocuk Hırsızı, ağızları bir karış açık
Viking oğlanlarını, “Bu oda terk etmeden önce
bine kadar saymak siz,” diye uyardı. “Yoksa biz
öldürmek bu oğlanlar! Siz Reis’e söylemek, Koca
Memeli Berta selam söylemek ve bu mektup
vermek.”
Çocuk Hırsızları, Siğillidomuz’un eline, Reis
Zebella’ya yazılmış bir kâğıt tutuşturdular.
Geğiren Kabadayı’nın suratı mosmor kesilmişti.
Çocuk Hırsızlarının baltasıyla sakalından duvara
mıhlanmış halde duruyordu hâlâ. Sakal, bir
Holigan’ın gururu ve sevinç kaynağıydı. Ne kadar
kızıl, kıllı ve karman çorman olursa, Holiganlar
açısından o kadar makbuldü. Bir Viking’in, bırakın
sakalından duvara mıhlanmasını, sakalına parmak
değdirilmesi bile çok büyük hakaret sayılırdı.

110
Kendini baltadan kurtarmaya çalışırken değerli
sakalından parçalar koparmaktan başka şey
yapamayan Kabadayı, “İNTİKAM!” diye kükredi.
“REİS KAYITSIZ ZEBELLA, VÂRİSİN İ ÇALIP BENİM
SAKALIMI MAHVETTİĞİNİZİ DÜYUNCA, MOKTAN
SOYGUNCULARA KAN DAVASI İLAN EDECEKTİR!”
“Bunlar Moktan Soyguncular değil," diye uyardı
Hıçkıdık. “Moktan Soyguncular hep kadınlardan
oluşur. Bunlar kadın değil. Bakın! Şunun göğsü
patladı bile. Bunlar Romalı! Hiç kuşkunuz olmasın,
babama da söyleyin ki-”
l'P
Birinci Çocuk Hırsızı kocaman eliyle
Hıçkıdık’ın ağzını kapattı. Ama kapamasa da *
olurdu. Kabadayı’nın Hıçkıdık’ı dinlediği falan
yoktu zaten. Tıpkı on dakika önce Zebella’ya
olduğu gibi, onun gözünü de kan bürümüştü.
"MOKTAN SOYGUNCULAR GEĞİREN
KABADAYI’NIN SAKALINA BULAŞTIKLARI GÜNE
PİŞMAN OLACAKLAR! ASIL BEN GİDECEĞİM REİS’E
BUNUN İÇİN!"
Birinci Çocuk Hırsızı, “Sen öyle yapmak,” diye
sırıttı ve Çocuk Hırsızları Hıçkıdık’la Balıkayak’ı
alıp, odayı terk ettiler.

111
â UĞURSUZ KALE'YE
HOS GELDİNİZ

Sırtlarındaki oğlanları hoplata hoplata


tepeden aşağıya koşan Çocuk Hırsızları,
onları teknelerinin dibine attılar. Direğinde
Moktan Soyguncular bayrağının çok kötü
bir kopyası dalgalanan, Romalılar’a ait
olduğu besbelli, küçük bir tekneydi bu.
Çocuk Hırsızları, Moktan Soyguncuların tersi
yönde yola koyuldular.
“Nereye gidiyoruz?” diye inledi Balıkayak.
“Benim tahminim, ilk durak Uğursuz Kale,”
diye yanıtladı Hıçkıdık.
Birinci Çocuk Hırsızı pis pis güldü ve, “Çiroz
arkadaş haklı,” diyerek takma sakalını çıkardı. “Siz
şanlı Roma tarafından kaçırılmak onurlandınız ve
biz sizi götürmek soylu Uğursuz Kale.”
“Yaşasın,” dedi Balıkayak kasvetle.
Birinci Çocuk Hırsızı, “Şimdi çenenizi kapamak,”
deyince oğlanlar sustular.
Çok güçlü bir rüzgâr vardı. Bir saat geçmeden
Woden’in-Banyo-Küveti-Adlı-Deniz’in güvenli
sularını terk etmiş, Karman Çorman Sivrilikler’in

112
aldatıcı akıntılarına, sipsivri keskin kayalıklarının
arasına girmişlerdi. Burası Avanak Adası’nın epeyce
mil güneyinde, çoğunun üstünde devasa kayalıklar
bulunan binlerce küçük adacıktan oluşmuş, insanı
şaşkına çeviren karmaşıklıkta bir yerdi. Ürkütücü
atmosferi nedeniyle Vikingler’in çoğu buranın tekin
olmadığına inanırdı.
İki yanlarında, korkutucu kaya çıkıntılarıyla
kocaman kapkara dağlar yükseliyordu. Altlarındaki
yağlı deniz girdaplar yapıp durduğu, sislerin içinden
ikide birde sivri kayalar çıkıverdiği için, İkinci Çocuk
Hırsızı’nın tekneyi ustaca kullanması gerekiyordu.
Roma Karargâhı’na yaklaştıkça, çevrelerindeki
vahşi yaşam azalmaya başladı.
Woden’in-Banyo-Küveti, her zaman birbirlerine
bağırıp çağıran, hırlayıp tıslayan, dalgaların arasında
sekerek balık arayan çeşitli boy ve türde ejderhalarla
kaynardı. Kayaların üstünde tombul fok balıkları
uyuklar; havada daireler çizip duran kuşlar, ejderha
dövüşleri sırasında çevreye saçılan balık parçalarına
dalış yaparlardı.
Ancak Roma kalesine yaklaştıklannda, teknenin
çevresindeki deniz artık çöl gibiydi. Ne bir kuş öttü
ne de bir balık atladı. Bir kayadan aşağıya sarkan
koca bir ağın içine tıkışıp ölmüş iki Matkapgaga
görünce, durum açıklık kazanmış oldu.

113
“Bir de bunlar BİZE vahşi diyorlar,” diye burun r-
büktü Balıkayak.
ı , '
'J ’ Hıçkıdık kendini kötü hissetmeye başlamıştı.
Derken, yüreği gümbürdedi. Çığlıklar atan
ejderhaların sesini duymuştu; bir de, Woden’in-
Banyo-Küveti’ndeyken sisler içinden gelen sesin
aynısını... Taş üstünde bilenen bir kılıcın sesi gibi
kan dondurucu, sinir bozucu bir sürtünme sesiydi
bu. Hıçkıdık yutkundu. “Sanırım, Romalılarla
tanışmak üzereyiz," dedi.
Korku ve öfkeden kudurduğu anlaşılan

114
arttı, arttı... ve bir köşeyi dönünce, inanılmaz
büyüklükteki Uğursuz Kale, bütün ihtişamıyla
hayalet gibi karşılarında yükseliverdi.
Hıçkıdık’la Balıkayak’ın şaşkınlıktan ağızlan
bir karış açıldı.
Vikingler oldukça basit yaşam koşullarına
alışıktır. Bir Reis’in kulübesi diğerlerinkinden biraz
daha büyükçedir, o kadar. Dolayısıyla, oğlanlar
daha önce, Uğursuz Kale boyutlarında bir şey
görmemişlerdi.

11S
Uğursuz Ada, sivri sivri kayalar üstünden
yükselen, baş döndürücü diklikte, kapkara, devasa
uçurumlarla çevriliydi. Romalılar bu uçuaımların
tepesine, bütün adayı kaplayan, hayal edebileceğiniz
en büyük kaleyi inşa etmişlerdi.
Heybetli kulelerin ve zalim dev kafeslerin
arasında uğuldayan rüzgâr canhıraş sesler çıkarıyor,
demir parmaklıklı kapılardan içeriye süzülen deniz
korkunç zindanlara doluyordu. İnşa edildiği kayalar
kadar kara ve kasvetli bir kaleydi burası.
Ortasında, görkemli bir villa olan Konsül
Sarayı bulunuyordu. Süslü havuzlu bir avluyu
çevreleyen bu yapının yanında kocaman ahşap bir
amfitiyatro, onun berisinde de asker kışlaları vardı.
Dev boyutlarda, elli tane demir kafese sayısız
ejderha hapsedilmişti. Şiddetli rüzgârdan ve İç
Adalar’ın keskin soğuğundan korunaksız hayvanların
acı acı bağırmalarına şaşmamak gerekirdi.
Bunlardan başka, köle barakaları, mutfaklar,
atların ve gladyatörlerin talim alanları, tanrılara
adanmış küçük tapınaklar, Konsül ve yüksek
rütbeli askerler için ısıtmalı yüzme havuzları, -
cephane depoları, barikat yıkmak için
devasa donanımlar ve ekin tarlası ardına
ekin tarlası vardı.
Bu muazzam alanın tamamı, yüz metre

116
aralıklı kulübelerde nöbetçilerin gözcülük yaptığı,
yüksek bir tahta perdeyle çevriliydi. Havada ise
dört büyük gözlem balonu süzülüyordu. Sepetlerin
hemen üstündeki kafeslere kapatılmış ejderhaların
alevli soluğuyla çalıştırılan bu balonların içinde de,
olası saldırganları ya da kaçakları gözleyen
nöbetçiler bulunuyordu.
“VAY CANINA!” diye soludu Balıkayak
sonunda. “Romalılar’ın dünyanın çoğunu fethetmiş
olmasına şaşmamalı. Nasıl olmuş da BİZİ ele
geçirememişler, hayret!”
“Şimdilik öyle,” dedi Hıçkıdık umutsuzca.
“Buradan nasıl K U R T U L A C A Ğ IZ , ben onu merak
ediyorum asıl.”
Çocuk Hırsızları doğruca ahşap giriş kapılanna
yöneldiler. Avanak Adası’nın kıyısındaki bazı
kayalıklardan bile kocaman, inanılmaz büyüklükte
kapılardı bunlar. Tekne yaklaştığında, nöbetçi
kulelerinden bağırışmalar işitildi ve o muazzam
kapılar açılıp onlara geçit verdi. Kapıların içinden
geçince, kendilerini Kale’nin ortasında buldular;
kapılar arkalarından köpekbalığı çeneleri gibi
kapanıverdi.
Tekne bağlanırken, İkinci Çocuk Hırsızı
gözleri parlayarak oğlanlara sırıttı.
“Biz Uğursuz Kale’ye hoş geldiniz der.”

117
1 & SISKA VALÎ’N İI
GİZLİ KİMLİĞİ

Çocuk Hırsızları oğlanları yine omuzlarına atıp,


askerler, aşçılar, atlar ve alışveriş yapan insanlarla
kaynaşan birkaç büyük avludan geçtiler. Birkaç
basamak çıkıp, bir kapıdan içeriye, görkemli
resimlerle bezeli, aydınlık bir odaya girdiler. Burası
Konsül Sarayı’ydi- Duvar halılarıyla donatılmış, ipek
kumaşlar serili kanepeler serpiştirilmiş mekânın
mozaik zemini ayakları ısıtacak sıcaklıktaydı.
Romalılar rahatlarını iyi biliyorlardı doğrusu.
Odanın bir köşesinde Şişko Konsül, tatlı
niyetine biraz daha “Korkunç Kâbus Çıtır-Kremi”
yiyebilmek uğruna, kusmak için, bademciklerini
bir tüyle gıdıklatıyordu. Başka bir köşede de, Sıska
Vali şakaklarını ovdurtmakla meşguldü. Onlar içeri
girince başını kaldırıp baktı ve hain bir zevkle,
“Hah!” dedi.
Vali’nin ayakları dibinde, boynunda dikenli bir
tasma bulunan, iki metre yüksekliğinde, çok büyük
bir Gargadon yatıyordu. Çocuk Hırsızları oğlanlarla
odaya girdiklerinde, ejderha haşmetli gövdesini
kalın kaslı bacakları üstünde doğrultmuş, boğa

120
kalınlığında boynunun derinliklerinden tehditkâr
bir hırlama başlamıştı.
Yaratık üstüne atılınca, Birinci Çocuk Hırsızı
bir çığlık kopararak Balıkayak’ı yere attı.
Sıska Vali, “ Dur!” diye bağırdı Ejderhaca. Çok
kötü bir Ejderhaca’ydı ama, Ejderhaca’ydı yine de.
Gargadon koca çenesini Birinci Çocuk
Hırsızı’nın bacağına geçirdi. Birinci Çocuk Hırsızı
boşuna bir gayretle devasa yaratığın siğillerle kaplı
koca sırtını yumrukladı. Koca kuyruğunu iki yana
sallayarak, Çocuk Hırsızı’nın dizini tatlı tatlı
kemirmekte olan Gargadon, Sıska Vali’nin komutu
üzerine isteksiz isteksiz kesti kemirmeyi.
“TefeJsJsür.” Sıska Vali’nin hem berbat bir aksam
vardı, hem de sürekli sözcükleri karıştırıyordu.
“Artıl*; Çocul*; Hırsı^ı’nı tutabilirsin.”
Gargadon hiç istifini bozmadı.
“ Onu tutabilirsin, beİLİıjı!” diye bağırdı Sıska
Vali öfkeyle.
Gargadon gözlerini kırpıştırarak ona baktı, ama
yine hiç kıpırdamadı.
Sıska Vali, “Off, Thor aşkına, aptal timsah sen
de...” diye küfretti Kuzeyli dilinde. Cebinden
Nasıl Ejderhaca Konuşursun’un ondaki yansını
çıkarıp, söylene söylene sayfaları karıştırmaya
koyuldu.

121
#
“Bırak - bırak... bırak’ın karşılığı neydi?”
Hıçkıdık kibarca, “Bence aradığınız %

sözcük ‘furaV olmalı, efendim?” diye önerdi. ? *


“Teşekkür ederim," diye burun kıvırdı
Sıska Vali. Gargadon’a, “Bıral*;,” deyince,
hayvan çenesini açtı ve Çocuk Hırsızı yuvarlanıp
yere yapıştı.
“Gördüğün gibi,” dedi Sıska Vali yaya yaya,
“defterinin öteki yarısına ihtiyacım var, Hıçkıdık.”
Hıçkıdık ne kadar korktuğunu belli etmemeye
çalıştı.
“Adımı nereden biliyorsunuz?” diye sordu.
“Hem neden Latince değil de, Kuzeyli dilinde
konuşuyoruz biz?”
Sıska Vali sırıttı. “Daha önce karşılaşmıştık
çünkü, Hıçkıdık, hem de birçok kez. Biraz daha
yakından baksana bana!”
Hıçkıdık, Sıska Vali’nin gözlerinin içine baktı
ve sonunda kim olduğunu anlayınca soluğu kesildi.
Adamın kafası keldi -Tek bir tüy bile yoktu.
Kirpikleri tamamen gitmişti. Ama kel de olsa, bir
togaya sarınmış da olsa, bu kesinlikle Hıçkıdık’ın
ezeli düşmanı -Sürgünler Kabilesi’nin Reisi ve İç
Adalar’ın en kötü kalpli adamı Hain Alvin’di.
“İşte," diye tısladı Alvin, “yine KARŞILAŞTIK,
Korkunç Gıcık Üçüncü Hıçkıdık...”

122
• • Hıçkıdık’la Balıkayak tam bir şaşkınlık içinde
ona bakakaldılar. Onu son gördüklerinde, bir deniz
altı mağarasının dibindeki Boğanboranus’un
midesindeydi Alvin.* Nasıl olup da O KADAR güç
bir durumdan kurtulmuştu? Ve kendine Romalı
süsü vermesindeki amaç neydi?
“Merak ediyorsunuz tabii,” diye sırıttı Alvin
hain hain, “O KADAR güç bir durumdan nasıl
kurtulmuş olduğumu, değil mi?”
Hıçkıdık’la Balıkayak başlarını salladılar
Gözleri öfkeyle kısılı, “İlginç bir hikâye,” diye
tükürdü Alvin. “Hoşunuza gidecek, biliyorum... Ölü
Boğanboranus’un midesini kılıcımla kesip, kendimi
dışarı attım ve siz çok düşünceli davranarak, beni
ejderhasız bırakıp TERK ETTİĞİNİZ için,
mağaradan deniz yoluyla çıkamadım...”
“Biz seni terk etmedik!” diye cırladı Balıkayak.
“Senin hayatta olduğunu bilmiyorduk! Nerden
bilebilirdik ki?”
Alvin onu duymazdan geldi. “... dolayısıyla,
Vahşi Mağaralarından geçmekten başka şansım
yoktu. TAM ÜÇ AYIMI aldı bu; karanlığın içinde
emekledim, küçük mağara ejderhalarını çiğ çiğ
yiyip, susuzluğumu gidermek için duvarları

* Kitabı eski dilden çevirenin notu: N a s ıl K o r s a n O h ır s tın ' u okumanızı


şiddetle öneririm.

123
yaladım... ve sonunda sizin pespaye küçük
adanızda gün ışığına çıkıp, bir kayık aşırdım ve
kendi ülkeme döndüm, ama ne oldu? Halkım beni
DIŞLADI; artık Reis olmamı kabul etmediler! Çünkü
o karanlığın içinde, o Boğanboranus’un iğrenç
midesinde... bana bir şeyler oldu...”
Alvin’in sesi giderek vahşileşiyordu.
“O melun yaratığın mide suları saçlarımı
döktü. Saçsız bir Viking duyulmuş şey mi? Kendi
Kabilem’den atılıp, sürgüne yollandım. Şansıma,
annemin baba tarafından az biraz Roma kanı
taşıyorum... ve împaratorluk’un da benim gibi akıllı
adamlara ihtiyacı var. Onlara, Kabileler’i birbirine
düşürerek Vikingler’i egemenlikleri altına
alabilecekleri bir yol düşündüğümü söyledim.”
“H A İ N ! ” diye bağırdı Balıkayak.
“Aynen,” diye sırıttı Alvin. “Ayrıca bir de kendi
planım var... bir EJDERHA ORDUSU kuracağım.”
Alvin ilk kez sağ kolunu togasının altından çıkardı.
Kolunun ucunda el yerine, pırıl pırıl altından yapılmış
kocaman bir KANCA vardı.
“Bu kancayı da,” dedi umursamazca, “o
Hazine’nin tek bir kupasından yaptım. Vahşi
Mağaralarından bir tek onu alıp getirebilmiştim
çünkü. Ama Hazine’nin gerisini de mutlaka
istiyorum -Ona ihtiyacım var...

124
“Bir EJDERHA ORDUSU ile Hazine’yi ele
geçirebilirim,” diye devam etti Alvin. “Ejderhalar
aşağıya yüzüp, onları bana çıkarabilirler. Ama önce
neye ihtiyacım var biliyorsun, Hıçkıdık...”
Alvin kancasının sivri ucunu Hıçkıdık’ın
göğsüne dayadı. “Senin şu Nasıl Ejderhaca
Konuşursun defterinin öteki yarısı lazım bana.
Ejderha Ordum’daki ejderhalara komut verebilmek
için o deftere ihtiyacım var. Defterin şendeki yarısı
nerde, Hıçkıdık? Yerini söylersen, senin de, balık
ayaklı arkadaşının da hayatını bağışlarım. Aksi

125
halde, korkarım her ikinizi
de HEMEN ŞİMDİ öldürmek
zorunda kalacağım...”
“Önce Dişsiz’e ne yaptığını söyle,” dedi
Hıçkıdık.
“Ha, Dişsiz gayet güvende,” diye sırıttı Alvin.
“Zindanlarımın tekinde hapis.”
Hıçkıdık rahat bir soluk aldı. Hiç değilse
hayvancık hayattaydı.
“Defteri hemen bana ver,” diye buyurdu
Alvin.
“Defteri verirsem, bizi öldürmeyeceğine söz
veriyor musun?” diye sordu Hıçkıdık.
“Söz veriyorum,” diye sırıttı Alvin.
Hıçkıdık elini cebine soktu ve Nasıl Ejderhaca
Konuşursun’un ondaki nemli ve paralanmış
yarısını Alvin’e uzattı. Alvin’in onu önünde
sonunda bulacağını biliyordu.
“Teşekkür ederim,” dedi Alvin küçümseyici
bir ifadeyle. Kolunun, ucundaki kancayı söküp,
yerine ünlü kılıcı Fırtmabiçer’i taktı.
“A-ay,” dedi Hıçkıdık.
O sırada koca bir tabak dolusu, sarımsaklı
Yılanrüyası sosuna yatırılmış yavru Puf Naddar’ı
yalayıp yutmuş olan Şişko Konsül, olan bitene
ilgi duymaya başlamıştı sonunda.

126
BAŞLANGfCiAR
Sarm,sak,‘ ^ » sura yi
4 yavru I V Naddarı?g^

" ' r Z'm 'Tkef r “ b n y h se „ i s


Tarlakuçu d ili çorbası

ANA y e m e k l e r
Mafkapgaga tu
^ y ' v ™ rtM edita; ^

P e n g u e n tu rş u lu ç ift kaşar],

m a k s i K e r te n b u r g e r

V3 0
- u r o a g a - v e - S ıç a n sufles-' 6$

"KUSMA A R A S I-

'T A T t i i A R
-» e rg it w * * *

a e rv ıs e d l,e n K o r k u n ç
K â b u s Ç ,t,r- K re m i

K a r a m e lli N a d d a r v e

d e n iz s a ly a n g o z u p u d in g i
Çenesinin üçüncü katındaki kremaları silerken,
''Kim bu elindeki, Vali?" diye sordu, sözcükleri
yaya yaya. Hıçkıdık, Konsül’ün hiç mi hiç iyi
görünmediğini fark etti. Vücudu baştan aşağıya
kırmızı böcek ısırıklarıyla kaplıydı. İkide bir
tombul kolunu uzatıp, morarmış devasa
poposunu kaşıyordu.
Alvin yüzünü buruşturarak, "Bu," dedi, "Kıllı
Holiganlar’m Vârisi."
"Bana anlatıp durdurun şu olağanüstü
cjüölü savasc-ı mı?" diye sordu Şişko Konsül.
Hayretle Hıçkıdık’ı süzdü.
"Ama tu dok küöüöük bir şey!"
"Boyut h e r şe y demek delildir," diye
yanıtladı Hain Alvin.
Şişko Konsül, "Peki, ne. yapacaksın onu,
Vali?" diye sordu.
Alvin, Fırtınabiçer’ini tehlikeli biçimde
sallayarak, "Ceberteeecjim," dedi.
"ö ld ü rm e y e c e ğ in e sö z v e r m iş tin !" diye
isyan etti Hıçkıdık.
"Tuh tüh," diye vahladı Alvin, "bir Hainin
asla Sözünü tutmadığım Öğrenemedin mi hâlâ
"pur bir dakika, sevcp! Valim," diye
geveledi Şişko Konsül, "onu Simdi öldürmek vazık
olur. Bırakalım, 5atürn Cumartesisine kadar

120
yasasın - Bu olağanüstü savasc-ı, qladvatör
arenasında neler yapaoak, mutlaka cprmek
isterim ..."
"Bu ivi tir fikir deqil, KonSüi," dedi Alvin.
"Bu oflanın görünüşüne takmayın siz,, tem
onun neler yapatildipfini gözlerimle gördüm.
Sizi temin ederim, tütün planlarımızı suva
düsüretilir. Hazır fırsatım tulmusken, onu
ŞİMDİ öldürm&liviz."
Şişko Konsül, ’'Burada emirleri kim veriyor?"
diye sordu.
"Be-" Alvin son dakikada kendini toparladı.
’'Yani eltette, siz veriyorsunuz, Konsül." Alvin
yaltaklanarak eğildi. "Ama-"
"Tartılmayi kes lütfen, Vali," diye buyurdu
Konsül.
''Hiç. olmazsa tırakm. Su mezgit suratlmm
iSini titirevim ," diye yalvardı Hain Alvin.
’'Biliyor
«
musunuz, Batkavak
w
tir KAFAYI
YEMİŞ,* savın Konsül," diye atıldı hemen
Hıçkıdık. "feladyator olarak ç.ok he.ye.oan
verici tir dövüş gösterisi serqileyecec|inden
eminim."

* Kitabı eski dilden çevirenin notu: “Kafayı yemiş” ne demek biliyor


musunuz? Bakın şimdi; bu Kafayı Yemişler, savaş alanında çılgına dönen
Vikingler'e denirdi. Sizin tarafınızdaysalar çok iyi, ama karşı taraftaysalar hiç
mi hiç iyi olmazdı...

129
'Sahi mi?" dedi Konsül hayretle.''Çok iicpnç
Şeyler oluvor ¿u sabah- vaha önce, hiç Kafayı
Yemiş görmemiştim. onu Oyuniar’da izlemek
müthiş eğlenceli olacak. Korkarım, ¿alık
suratlı da hayatta kalacak, Vali."
"Ama efendim-"
Şişko Konsül tombul elini sallayarak, Alvin’in
itirazlarını geçiştirdi.
"Esirleri Moktan Soyguncular'in Vârisi'vle
avm
M zindana kovun/"
t
Alvin öfkesini bastırmaya çalışıyordu. Sıkılı
dişlerinin arasından Konsül’e gülümsedi. ''Tabii ki,
en doğrusunu siz Bilirsiniz, efendim," dedi.
"Ama isler sarpa sararsa ¿eni suçlamayın..."
Alvin, Gargadon’a dönerek, son derece berbat
Ejderhaca’sıyla, “Ustüıjıe Sin!’ diye buyurdu. “Beni
'öteki Vârislerle birlikte a^nı tuvalete ko^!
Gargadon hemen Alvin’in üstüne oturdu.
Birinci Çocuk Hırsızı kılıcının kabzasıyla Gargadon’u
bütün gücüyle iteklemeseydi, Alvin pestil gibi
ezilecekti. Alvin yaratığın altından kurtulur
kurtulmaz öfkeyle dövünmeye başladı.
“Ha^ır, fingir, fıa^ır! ” diye bağırıp çağırdıktan
sonra, Nasıl Ejderhaca Konuşursun’un iki yarısını bir
araya getirip, kendi kendine küfürler savurararak,
aradığı sayfayı bulmaya çalıştı. “Hah, işte burada!”

130
dedi keyiflenerek. “Beni Surnuıjıiun tutup, Molstan
So^uncular’ın Vârisimle SirliJste tuvalete Jço^!”
İkinci Çocuk Hırsızı’nın, Gargadon koca
pençeleriyle Alvin’in burnuna yapışmasın diye,
kılıcının kabzasıyla öne atılması gerekti. Gargadon
bu kez de, Alvin’i yakalayıp, Şişko Konsül’ün
devasa oturağına tıkmaya kalkıştı.
“ Devnıjı ct ! diye çığlığı bastı Alvin.
“Ben yardımcı olabilir miyim?” diye sordu
Hıçkıdık. Doğrudan Gargadon’a seslendi. “Sanır ıifi,
Vali nin söylemeye Ç A L I Ş T I Ğ I şey, B İ£ Î
tutıjıan ve Molçtan Soyguncular in Vârisi yle
K,ule’ye Jfjoyıjıan...”
Gargadon, Hıçkıdık’la Balıkayak’ı sanki iki
yavru kedi taşır gibi enselerinden tutup kaldırdı.
Hıçkıdık, yaratığın dişleri arasında sallanırken,
“Hiç olmazsa,” diye yalvardı Alvin’e, “ömründe bir
kez iyi bir şey yapıp, Dişsiz’i serbest bırakamaz
mısın? Ona ihtiyacın yok, hem o hiçbir şey
yapmadı sana..."
Alvin, oturağın içinden çıkarken asaletini
korumaya çalışıyordu.
Kolay iş değildi bu.
“Doğru değil,” dedi. “O ejderha bir keresinde
miğferime pislemişti. Bir Hain Asla Affetmez.
Zindanda kalsın da çürüsün, umurumda değil...
Aslında, daha iyi bir fikir geldi aklıma - Satürn
Cumartesisi’nde o da sizinle arenaya çıksın ve hep
birlikte paramparça olup geberin...” Hain hain
sırıtıp, Gargadon’a işaret etti.
Bir kez olsun Ejderhaca’yı doğru kullanarak,
“ G'ötür onları, diye buyurdu. Gargadon, oğlanlar
ağzında, Kule’nin yolunu tutarken, Birinci Çocuk

132
Hırsızı da onu izledi. Koca cüsseli hayvan ahşap
merdivenleri tırmanıp, büyük bir kapının önünde
durdu. Bu, Alvin’in öteki Vâris’i kapatmış olduğu
zindanın kapısıydı.
Birinci Çocuk Hırsızı kemerinden sarkan koca
bir anahtarla kapıyı açtı.
“Üç haftalık eviniz hoş gelmişsiniz, lütfen,”
diyerek kıs kıs güldü. “Bol bol kılıç dövüşü
çalışmak... Romalı gladyatörler çok çok iyi ben
düşünür...”
Hıçkıdık, “Hiç olmazsa, Moktan Soyguncuların
Vârisi’yle tanışacağız,” dedi Balıkayak’a. “Belki de
bütün bu bela, onunla tanışıp, Holiganlar’la Moktan
Soyguncular arasında bir tür barış sağlamak için bir
şanstır...”

133
, MOKTAN SOYGUNCULARIN

Gargadon paytak paytak yürüyerek odaya girdi.


Burası bir masa, birkaç iskemle ve bir köşede, yatak
işlevi gören samanlar bulunan büyük, çıplak bir
mekândı. Pencerelerde demir parmaklıklar vardı.
Romalılar’ın kendilerine tanıdıkları lüksü oğlanlara
sunmadıkları çok açıktı. Gargadon, Balıkayak’la
Hıçkıdık’ı yere atıp, gerisingeri odadan çıktı.
Birinci Çocuk Hırsızı, “Rahatına bakmak,” dedi
dalga geçercesine ve kapı şangırdayarak kapandı.
Odanın ortasında, sarı saçları darmadağınık,
vahşi bakışlı, küçük bir kız dikiliyordu.
Kız gösterişli bir hareketle kılıcını çekti.
“Kimsiniz siz? Adınız ne?” diye sordu sertçe.
“Kim yolladı sizi? Nereden geliyorsunuz?”
“Benim adım Hıçkıdık,” diye kekeledi
Hıçkıdık. “Bu da Balıkayak - Biz Holiganlarız..."
“Size inanmıyorum!” diye haykırdı küçük kız.
“Siz Roma casuslarısınız! Kılıçlarınızı çekin de
erkek gibi DÖVÜŞELİM, aşağılık Latinler!”
Oğlanlar, öfkeli küçük kıza şaşkın ^
şaşkın bakakaldılar.

134
.fr
Balıkayak
gülmeye başladı.
Ancak iki saniye
sonra, küçük kızın tek
bir hareketle ipini kestiği
pantolonu aşağıya, bileklerine
inince, gülmez oldu.
j ij Balıkayak öfkeyle
pantolonunu yukarıya
çekerek, “Hey!” diye
protesto etti. “Kılıcına
sahip olsana sen!”
Küçük kız yanıt vermek yerine kılıcını havaya
kaldırıp, Moktan Soyguncuların, çok kaba bir
küfrün ciğer söken bir haykırışla söylenmesini
andıran Savaş Narası’nı atarak, Hıçkıdık’ın üstüne
atıldı. Hıçkıdık son anda kılıcını çekerek, kızın
hamlesini savuşturdu ve dövüşmeye başladılar.
Hıçkıdık bir önceki yıl solaklığını fark etmiş, o
günden beri de, kılıç kullanmada özel bir yeteneğe
sahip olduğunu keşfetmişti. Korsanlık Eğitim
Programı’nda gerçekten başarılı olduğu tek konu
buydu. Paçoz’u ve İtkokan’ı bile kolayca I

136
yenebiliyor, Holigan Kabilesi’nin en iyi kılıç dövüşü
ustası Gaddar Gerzek’ten ek ders alıyordu.
Ancak bu küçük kız da en az Hıçkıdık kadar
iyi kılıç kullanıyordu. Kolu o kadar hızlı hareket
ediyordu ki, neredeyse göremiyordunuz. Hamleler
arasında perendeler atıyor, durmadan KONUŞARAK
insanın dikkatini dağıtıyordu.
“DÖVÜŞ bakalım, zımık-yiyen, çekirge-pişiren,
toga-giyen Jüpiter-müridi seni! Aaaa, bayağı iyisin
bu konuda -bir oğlan için, yani- O KADAR
sıkılıyordum ki, tahmin edemezsin...”
“Sakin sakin konuşamaz mıyız bunu?” diye
sordu Hıçkıdık soluk soluğa. “Dövüşmemiz
için hiçbir neden yok aslında...”

Ama,
küçük kız ona
hiç aldırmadan
konuşmasını sürdürdü.
“Bakıyorum,
Karasakal Saldırısı’m,
Şimşekkeser
Hamlesi’ni,
Cellat Darbesi’m
falan biliyorsun-”

137
Çılgınlar gibi dövüşerek, bütün bu hamleleri
karşılarken gömleğinin kolu kopan Hıçkıdık,
“KESER MİSİN şunu!” diye soludu. “Benim adım
gerçekten Hıçkıdık... Ben gerçekten bir Holigan’ım...”
“Sana inanmıyorum,” dedi küçük kız. “Sen bir
Roma CASUSUSUN! İtiraf et, yoksa İŞKEMBENDEN
ta İSTİRİDYE TIKINMACINA dek DEŞERİM seni!
Ooooooo savunman azıcık ZAYIF, farkında mısın,
bunun üstünde çalışmalısın... yoksa biri seni
doğrayıverir v e -”
Mükemmel bir hamle yaptı; Hıçkıdık bunu son
anda savuşturmayı başardıysa da, gömleğinin öteki
kolunu da kaybetti.
“Hooop!” diye cırladı küçük kız neşeyle.
“ Öteki de gitti işte!”
Sırtı duvara yapışan Hıçkıdık, “BEN - ROMALI
- DEĞİLİM...” dedi soluğu kesilerek.
Küçük kız bir an duralayıp, “Eh, Holiganlar da
daha iyi sayılmaz,” diyerek saldırmayı sürdürdü.
“Annem, en iyi Holigan ölü Holigan’dır der.”
“Çok tuhaf,” diye soludu Hıçkıdık, “çünkü
benim babam da, en iyi Moktan Soyguncu’nun ölü
bir Moktan Soyguncu olduğunu söyler - ama asıl
komik olan şu ki, birlikte hareket etmezsek, iki
haftaya kadar ikimizin de ÇOK İYİ birer ÖLÜ
olacağı kesin.”

130
Kız sonunda durup, “KAHRETSİN!” diye içini
çekti. Artık sürekli oraya buraya hoplamadığı için,
Hıçkıdık onun kendisinden en az bir kafa daha
kısa, bayağı küçük bir kız olduğunu gördü. “Canım
fena halde kan dökmek istiyordu oysa,” dedi kız.

139
Hıçkıdık’a bakıp, sırıttı. “Hiç de fe n a kılıç
kullanmıyorsun aslında, bir oğlan için, tabii...”
Hâlâ soluğunu yatıştırmaya çalışan Hıçkıdık,
“Teşekkürler,” dedi.
Küçük kız tokalaşmak üzere elini uzattı. “Benim
adım KAMİKAZÎ, Moktan Soyguncuların Vârisi.
Tanıştığımıza memnun oldum. Siz burada ne
arıyorsunuz peki?”
“Bizi de tıpkı senin gibi kaçırdılar,” dedi
Hıçkıdık. “Ayrıca, kaybettiğim bir ejderhayı da
arıyoruz. Şu kadarcık, yeşil gözlü bir Sıradan...”
“Ha, evet,” dedi Kamikazi. “Bana yemek
getiren asker ONDAN söz etti. Onu getirdiklerinde
Vali’nin burnunu ısırmış!”
“Helal olsun Dişsiz’e,” dedi Hıçkıdık.
“Vali ONDAN hiç hoşlanmıyor,” dedi Kamikazi.
“Evet, biliyorum,” dedi Hıçkıdık. “Dişsiz bir
keresinde onun miğferine pisledi. Bir Hain de asla
affetmez.”
“Onu Yedinci Kat’a kapattılar -Yüksek
Güvenlik.”
“Vah zavallı Dişsiz, vah!" dedi Hıçkıdık. “Onun
kafese tıkılmış olması düşüncesine bile dayanamı­
yorum. Sıkışık yerlerden nefret eder o; en sevdiği
yemek tavşandır, ama tavşan deliklerine giremez,
delik ağzında durup deli gibi çığlık atar...”

140
Tam o sırada hapishane hücresinin kapısı
tekrar açıldı. Bir elinde küçük, yeşil bir top taşıyan
iriyarı bir askerdi gelen.
’'Korkunç &ıak üçüncü Hıçkıdık’a Vali'dcn
kir h&divc ektirdim," dedi pis pis bakarak.
Hıçkıdık’a doğru savurduğu top, oğlanın
midesine çarpıp, iki büklüm olmasına neden oldu.
Küçük top öfkeyle, “ Kl-ty-ıjı-rçıüsaaİLe citer ıjı-ıjı-
ıjıisiniz?” diyerek açılıp doğrulunca, Hıçkıdık birden
mutlulukla dolarak, onun kim olduğunu anladı.
Soluğu yerine gelir gelmez, “ Dişsiz;!’’ diye
bağırdı sevinçle. “ D I Ş S l£ !
Eğilip ejderhasını kucağına aldı. Zavallı küçük
hayvan fena halde zayıflamış, bir deri bir kemik
kalmıştı. Kaburgaları Hıçkıdık’ın eline geldi;
kuyruğu da, hapsedilen ya da derin mutsuzluk
çeken ejderhalarda görüldüğü üzere sarkmış, sivri
uçlu çatalını yitirmişti.
Dişsiz bir an için, umursamıyormuş gibi,
“İ-i-igrenç - Bira!«; beni! yaptıysa da, sonra küçük
ejderha kollarını Hıçkıdık’ın boynuna dolayıp,
ancak onun duyabileceği bir sesle kulağına, “ T-t-
teşeJçJsür eheriıjı... tcşcls^iir ehcriıjı... D-D-Dişsiz; o
gerile bir saat hafta ^cçirccclf; olsa,
•ölürhü... T -T -T E Ş E R R Ü B , E D E B JM ...” diye
fısıldayıp durdu.

142
143
12 KAÇIŞ USTASI

Önemli gibi gözükmeyebilir ama, ejderhalara ilişkin


ilk öğrenilen şey onların neredeyse hiçbir zaman
minnettar olmamalarıdır. Bu, Dişsiz’in ömründe
herhangi bir şeye karşılık Hıçkıdık’a ilk kez
teşekkür edişiydi.
Çok geçmeden kendine geldi ve bu zaaf anını
gidermek için, Hıçkıdık’m kulağına mahcup mahcup
bir tırmık attı.
Sonra da, bastıramadığı bir heyecan içinde
Hıçkıdık’ın boynu çevresinde üç kere dolanıp,
oğlanın gömleğinin içine girdi ve göğsünde,
sırtında, hatta koltukaltlarında pıtır pıtır koşturup
durdu. Hafif ejderha adımları ve sürtünen kuyruğu
müthiş gıdıklayıcı bir his yarattığı için de Hıçkıdık
gülmekten kırıldı.
“ K,es şunu!” diye bağırdı kahkahalar arasında.
Gömleğin içinden çıkan Dişsiz bu sefer de, küçük
yeşil pençeleriyle Hıçkıdık’m kirpi gibi saçlarını
daha da dikleştirerek kafasının tepesine tırmandı.
Oğlanın alnının üstüne tüneyerek, göğsünü şişirdi
ve neşe içinde, “ K,U'Jsu-ri'J<iUu!” diye, peş p
üç zafer narası attı.
Bütün bunları ilgiyle izleyen Kamikazi,
özellikle Hıçkıdık’ın,
Dişsizle Ejderhaca
konuşurken çıkardığı
tuhaf patırtılı ve ıslıklı
seslere dikkat kesildi.
“Aa, ben seni
duymuştum,” dedi.
“Ejderhalarla konuşan
manyaksın sen..."
“Ejderhalarla konuşmak
manyaklık değildir,” diye
terslendi Hıçkıdık. “Ejderhaca
konuşmak çok eskilere
dayanan, ender bir marifettir.”
“TAMAM,” dedi Balıkayak.
“Dişsiz’i kurtardığımıza göre, şimdi
tek bir sorun kaldı: BİZİ kim kurtaracak?”
Kamikazi yeniden kılıcına sarılarak, “KENDİ
KENDİMİZİ kurtaracağız tabii!” diye haykırdı.
Gözlerinde deli bir parıltıyla, “Ya KAÇAR ya da
ÖLÜRÜZ!” diye bağırdı. “Rastlantı bu ya, ben bir
kaçış ustasıyım -B u benim ilk kaçırılışım değil,
anlarsınız ya.”
“KAÇIŞ USTASI, hah!” diye burun kıvırdı
Balıkayak. “Siz Moktan Soyguncular kendinize
hayransınızdır zaten. Kim kaçırdı ki seni daha önce?”

145
“Ah... çoğunlukla, başka Viking Kabileleri,”
diye yanıtladı Kamikazi umursamazca. Bir şarkı
mırıldanarak keyif içinde kılıcını başının üstünde
savurdu.
“Etkafalar... Eşkıyalar... biz Moktanlar HERKESLE
sürekli kavga ederiz... tepemizi attıran konular
vardır... her neyse, Eşkıyalar’ın elinden kurtulmak
çocuk oyuncağı oldu...”
“Çocuk oyuncağı mı?" dedi Balıkayak.
Eşkıyalar’ın çok BELALI oldukları bilinirdi.
Hıçkıdık, mırlamaya başlayan Dişsiz’i
okşayarak, “Bence bir Roma Kalesi’nden kaçmak
çocuk oyuncağı gibi gelmeyecek sana,” dedi.
“Roma Kaleleri, girilmesi de çıkılması da olanaksız
şekilde inşa edilir. Çepeçevre dolanan dört sur
duvarını fark ettin mi? Dört gözlem balonunu?
Ya kulelerdeki nöbetçileri? Bu hücrenin kilitli
kapısından ve parmaklıklarından söz bile
etmiyorum. Bir kaçış umudun olamaz bence.”
Kamikazi kendinden emin gülümsedi. “Bir
kaçış ustasının üstesinden gelemeyeceği şey yoktur,”
diye temin etti onları. “Bir Moktan Soyguncu’yu
kilit altında tutamazsınız. Kaçamayacağımız
hapishane yoktur bizim - yılanbalığı gibi sıyrılıp
süzülürüz...”
“Bu kadar iddialı bir kaçış uzmanıysan, niye

146
hâlâ buradasın öyleyse?” dedi Balıkayak.
Hıçkıdık, “Bence, babamın bizi kurtarmaya
Savaş Bölüğü göndermesini bekleyelim,” dedi.
“Dişsiz’i kurtarmak için bir Savaş Bölüğü
göndermedi ama,” diye anımsattı Balıkayak.
“Evet ama, neredeyse onu ikna etmek
üzereydim,” diye yanıtladı Hıçkıdık coşkuyla.
“Sanırım, aklını çelmiştim gerçekten... Hem ben
herhangi bir ejderha değil, onun OĞLUYUM...”
Dişsiz sitem edercesine ısırdı onu.
“Gelecektir, geleceğinden eminim,” dedi
Hıçkıdık. "Burada oturup onu bekleyeceğim ben.”
Gitti, Avanak yönüne doğru enginlere bakan
parmaklıklı pencerenin dibindeki tabureye ilişti.
Dışarıda yağmur yağıyordu; dışarı çıkacak olanı
iki saniyede sırılsıklam edecek, bitmez tükenmez,
tekdüze bir yağmur. “Gelecektir, bana inanın.”
Ancak endişeliydi. Babası karnesinden dolayı
büyük bir düş kırıklığına uğramıştı. Her konuda
daima 10 üzerinden 10 alan Sümüklüküstah’ın,
Hıçkıdık’tan daha iyi bir Vâris olacağını düşünüyor
olabilirdi... Belki de, Hıçkıdık’ın ortadan yok
olması onu rahatlatmıştı... Belki de, bir olasılık,
babası hiç gelmeyebilirdi...

147
13 , AVANAK ADASI’N M
O sırada Avanak Adası’nda, Kayıtsız Zebella başını
ellerinin arasına almış, Reis Kulübesi’ndeki
masasının başında oturuyordu.
Kendi kendine, “Reisler üzüntü hissetmezler...”
diye yinelemekteydi. “Reisler korku duymazlar...
Reisler insani zaaflara kapılmamak zorundadırlar...”
Ancak tuhaftır ki, bunlar onun kendini iyi
hissetmesine yetmiyordu.
“Başka oğullar olur...” dedi kendi kendine.
Okyanusu aşıp, ıslak eğreltiotlarının arasından
uluyarak, sağanak yağmurla birlikte kapıları
zorlayıp açan rüzgâr sanki yanıt veriyordu ona...
“...ama Hıçkıdık gibisi olmaz.”
Ne biçim bir Reis’im ben? diye düşünüyordu
Zebella perişan bir halde. Karasakallı Karabasan
asla böyle duraksamazdı! Karasakallı Karabasan
bunun Moktan Soyguncular’ın işi olduğundan
kuşku duymazdı. Şimdiye kadar çoktan gidip,
o Moktan Soyguncular’ı Valhalla ’nm dibine
göndermiş olurdu...
Ama sonra gözü Roma miğferine takılınca,
yine kuşkular içinde kıvranmaya başladı.
Hıçkıdık haklı olabilir miydi? Romalılar İç

140
Adalar’a kadar gelmeyi başarmış ve bela çıkarmaya
çalışıyor olabilirler miydi?
İçini çekerek önünde, masanın üstünde duran
kâğıdı eline aldı. Kâğıda şunları yazmıştı:

A Plarv: AAob"kar\ Soyguncu addasıfta


yelfcer\ aç vc Onürse gelleru' loer\ze"tvvseye
loaşla.

Tüy kalemi mürekkebe batırıp, şöyle yazdı:

B Plaiv: B ir Romona. Kalesi aram ak


tÇ-tiN lot’r Savaş BOllü ğü gOr\der.

Peki, ama hangisini yapmak doğruydu?


Reis olmak çok yalnız bir işti, çok.

150
1 A KAMİKAZf'MtK KAÇEJ
PLANIM I

Ertesi hafta boyunca Hıçkıdık, pencerenin parmaklığı


arkasında oturup, babasının Savaş Bölüğü’nün
yolunu gözledi.
Dişsiz de gelip onun başının üstüne tünedi.
Buna ikisi de alışkındı, çünkü Hıçkıdık, Yabani
Ejderha Kayalığı’nda ejderhaları gözlerken, Dişsiz
hep böyle otururdu. Oğlan, Ejderhaca defterine bir
şeyler yazıp çizerken, Dişsiz de başının üstünde
tünediği yerde, bir gözü kapalı bir gözü yarı açık,
yakalayabileceği dikkatsiz tavşanları ya da küçük
fareleri kollardı. İkisi, mutlu ve \
dostça bir sessizlik içinde , /
saatler boyunca öylece oturabilirlerdi.
Şimdi de oturmuş, pencereden dışanya bakıyor,
orada olmayan tekneleri aranıp aranıp duruyorlardı.
Bir kulenin tepesindeki parmaklıklı bir odaya
kapatılmışlardı. Hapsedilmiş olmalarının tek bir iyi
yanı vardı, dışarıya çıkmak zorunda değildiler.
Çünkü dışarıda yağmur yağıyordu. Sizin
bildiğiniz o alelade, alışıldık hafif çiselemelerden
değildi öyle; ancak bu güzelim yeşil dünyanın en
çok yağış alan yerlerinden/Barbar Takımadalarında
görebileceğiniz
türden bir ^
sağanaktı. Bütün
hafta boyunca, sanki
gökyüzündeki bitims
koca bir kovadan
aşağıdaki zavallıların
üstüne durmadan su
boşalıyormuşçasına yağdı.
Romalılar çok iyi birer gezgin olmalarına
karşın, böyle havalara alışkın değildirler. Hiç
kimse değildir zaten. Hıçkıdık kulenin tepesindeki
penceresinden, askerlerin talim sahasının, kapkara
bir çamur deryasına dönüşmesini ilgiyle izledi.
Konsül’ün sıcak su dolu küvetleri at koşturma
alanına taşmış, mutfaklar diz boyu su içinde
kalmıştı. Sanki Kule bile, temelleri yumuşayıp
eridiği için birkaç santim gömülmüştü yere.
Yağmurun tek iyi yanı, aşağıdaki dev kafeslere
tıkılı hayvanların kulak yırtan çığlıklarını kesmiş
olmasıydı. Ejderhalar yağmurlu havada uyumaya
eğilimlidirler. Derileri su geçirmez olduğu için de
kanatlarını şemsiye gibi yukarı kaldırır, altında
uyurlar.
Kule’deki odanın içi çıplak olsa da, hiç değilse
kuruydu. Genç Vikingler’in, Satürn Cumartesisi’nde
çıkacakları arena gösterisine çalışabilmeleri için
kılıç ve kalkanlarını alıkoymalarına izin verilmişti.
Her gün bir asker onlara yemek getiriyordu.
Yemekler çok boldu, ama Hıçkıdık’ın ağız tadına
göre biraz fazla ağırdı. Kremada kızartılmış istiridye
dolu sıçan doldurulmuş kurbağa yavrusu soslu
domuz, biraz zorlama bir lezzetti doğrusu. Izgara
ejder tartı ya da sulu hamura bulanıp kızartılmış
Sıradan sunulduğundaysa, üçü de yemeği reddetti.
Dişsiz’se neredeyse tek lokma yemiyordu.
Hıçkıdık onu kandırmaya çalışıyor, ama Dişsiz
burnunu havaya dikiyordu.
“ R,oıju ^'^-^ajıdsleri IG R JE fîÇ ” diyordu.
“Çols s-s-sanjusaJfilı. Doğru iıürüst b-b-balıls
isti^oruıjı ben. Uslsuıjıru isti^oruıjı.”
Kamikazi kaçış planları yapmakla meşguldü.
Hepsi de tamamen çılgınca şeylerdi.
Birinci planı için Hıçkıdık’la Balıkayak’ı
yeleklerini söküp, iki ip örmeye ikna etti. İpin bir
ucuna balık kafası tutturup, öteki ucunu pencere
parmaklıklarından birine bağladı. Ondan sonraki
üç gece boyunca, oradan geçecek bir ejderhanın
kapması umuduyla balık kafasını pencereden
dışarıya fırlatıp durdu. Sonunda, aç bir Gargadon
onu kapıp uçunca, kopmadan önce ipin
pencerenin parmaklığını yerinden sökmesi,

154
küçük kızın sabrının ödülü oldu.
Kamikazi pencerenin dışına
süzülüp, yerden yirmi metre
yüksekte sallanıp duran
ipten aşağıya kaydı.
Dayanabildiği sürece ipe
tutundu, ama sonunda
ellerini bırakıp, aşağıdaki
şemsiyenin altında bir
düzine askerle tavla
„ oynamakta olan
şişko bir askerin
üstüne düştü.
Bunun üzerine,
üçünü de zemin
katta, sözüm ona
daha güvenli
bir hücreye
naklettiler.
Ama bu
ufak aksilik
Kamikazi’yi
yıldırmadı.
Dört gün
boyunca,

S x
Hıçkıdık’ın miğferiyle yeni hapishanelerinden
dışarıya bir tünel kazdı. Ne yazık ki, tünel tam da
Şişko Konsül’ün hamamının ortasına çıktı. Çıplak
Şişko Konsül çığlık atıp, nöbetçilerini yardıma
çağırınca, üçünü yeniden, Kule’deki penceresi
onarılmış odaya geri tıktılar.
Kamikazi’nin üçüncü planı hepsinden de
çılgıncaydı. Onlara her gün yemek getiren askere

156
pusu kurdu ve yemek tepsisiyle kafasına vurup,
onu bayılttı.
Üstüne onun giysilerini geçirip, kendini asker
gibi yutturmayı planlamıştı.
“Asla başaramazsın,” dedi Hıçkıdık ona.
“Yakalanırsın. Bir kere, sen kızsın. Üstelik yalnızca
yüz yirmi santim boyundasın. Bu kadar kısa boylu
asker yok. Öylelerini askere almazlar.”

157
“Amaan, sen de hep SORUN çıkarıyorsun,”
diye homurdandı Kamikazi. Askerin miğferini
kafasına geçirmiş, ama miğfer kafasına çok büyük
geldiği için önünü göremez olmuştu.
Hıçkıdık, yerde Romalı usulü iç çamaşırları
içinde sakin sakin uyuklayan askere bakarak,
“Ayrıca kabul et ki, adamlarından birini bayılttığın
için Romalılar çok kızacak,” diye belirtti.
“Asıl SEN şunu kabul et,” diye terslendi
Kamikazi. “Şu haline bak, bütün gün pencereden
bakıp duruyorsun. Baban ASLA GELMEYECEK...”
Hıçkıdık irkildi.
“Gelecek,” diye diklendi.
Kamikazi askerin gömleğinin kollarını dört
kere katlamak zorunda kalmıştı. Tunik arkasında
yerlerde sürünüyordu. Gelinlik giymiş küçücük bir
askere benzemişti.
“Siz ikiniz Satürn Cumartesisinde gladyatörlerle
karşılaşırken, oğlum, en büyük KAMİKAZİ çoktan
evine dönmüş olacak..."
Üç adım attı ve yüzüstü yere kapaklandı.
Oğlanlar gülmemek için kendilerini zor tuttular.
Kamikazi hiç istifini bozmadan tekrar ayağa
kalktı. Tuniğin önünü, gerçekten bir gelinmiş gibi,
yukarı kaldırarak, “Bir Moktan Soyguncu’yu kilit
altında tutamazsınız,” dedi ve tuniğin cebindeki

150
anahtarları çıkarıp, hücrenin kapı kilidini açtı. Son
bir etek hışırtısıyla gözden kayboldu.
Hıçkıdık yeniden pencereden dışarıya baktı.
“Babam gelecek...” dedi. Rüzgâr yağmur
damlalarını pencereden içeriye öyle bir şiddetle
üfürüyordu ki, Hıçkıdık her zaman durduğu yerden
sürükleniyordu. Ama parmaklıkların arasından
çevreyi kolaçan ediyor, gözleri orada olmayan
yelkenlileri arayıp duruyordu. Yağmur, yalnızca
yağmur vardı. Merhametsizce okyanusu döven,
kayaların üstünde trampet çalan, çalıları sırılsıklam
eden, çamur dolmuş sandaletlerle Roma güneşini
hayal ederek dikilen zavallı nöbetçilerin ceplerine
dolan, ardı arkası kesilmeyen bir yağmur.
Okyanusun üstünden kapkara, sarp
kayalıkları, uluyarak aşıp gelen rüzgâr,
kalenin Roma usulü avlularında
dolanıyordu. Hıçkıdık’ın parmaklıklı
penceresinden içeriye, insanı
donuna kadar ıslatan kovalarca
suyu üfürürken de, sanki onu
şöyle yanıtlıyordu:
"... ama geç kaldı...”

Kamikazi o gece geri


dönmedi. Hıçkıdık’la _ -y
Balıkayak acaba bu kez
gerçekten kaçmayı başardı mı diye merak
ettiler. Ama o akşam yemeklerini getiren asker,
son derece ters bir ifadeyle, onun Kule’den
çıktıktan iki saniye sonra yakalanıp, üç
günlüğüne hücre hapsine konduğunu söyledi.
Başındaki şişliği ovalayarak, “Bunu hak etti
o küçük vahşi,” diye ekledi.
“Üç gün!” dedi Balıkayak sevinçle. “Hiç
olmazsa biraz kafamızı dinleyebileceğiz burada.”

160
“Kamikazi fena biri değil aslında,” dedi
Hıçkıdık.
Pek ikna olmuş gözükmeyen Balıkayak,
“Hııı,” dedi. “Ama çok kendini beğenmiş; hem
de durmadan konuşuyor. Şöyle güzel, sessiz bir
geceye hasret kaldım."

161
SÜRÜNGEN CAMGÖZ AKINI

Uzun gecenin ilerleyen saatlerinde, Uğursuz


Kale’nin çevresindeki sularda dehşet verici, tuhaf
bir şeyler oluyordu.
Yağmur durmamacasına yağdıkça, Şişko
Konsül’ün ısıtılmış hamam suları da günlerce taşmış
babam taşmış ve kalenin tepesinden aşağıya
güldür güldür okyanusa akan bir sıcak su deresi
oluşturmuştu. İşte bu sıcak akıntı, istenmeyen
bazı ziyaretçileri oraya çekiyordu... SÜRÜNGEN
CAMGÖZLERİ!
Her bir yandan Sürüngen Camgözler akın akın
gelmeye başlamıştı. Ancak kâbuslarda görülebilecek,
a m a m a a l e s e f f a z l a s ıy l a g e r ç e k o l a n b u k o r k u n ç
yaratıklar, hem köpekbalığınınkini andıran müthiş
güçlü kuyrukları, hem suyun içinde ok gibi
ilerlemelerini sağlayan kaslı timsah bacaklarıyla
görülmemiş bir hızla hareket edebiliyorlardı.
Roma Kalesi’ne doğru yüzen Sürüngen
Camgözler, yalnızca bir iki tane değil, on
binlerceydi. Satürn Cumartesisi’nden önceki
sabah güneş doğduğunda, Uğursuz Kale’nin
çevresinde akbabalar gibi dönüp duran, kara kara,
tırtıklı bir yüzgeç ordusu kaynaşıyordu.

t 162
Sanki bir şey bekliyor gibiydiler. Çok çok eski
hayvanlar olan Sürüngen Camgözler’in beyinleri,
kim bilir nasıl karanlık ve korkunç derecede azap
verici bir ortamda oluşmuştu. Yaratıklar, niye
beklediklerini bilmeseler de; yalnızca sıcak suyun
değil, dökülecek kanların, deşilecek bağırsakların,
çıkacak karışıklığın da kokusunu almışlardı.
Dolayısıyla sabırla ve açgözlülükle bekliyor da
bekliyorlar, onlara akşam öğünlerini sağlayacak bir
faciayı gözlüyorlardı.

163
İ S , ZEKİCE M A
UMUTSUZ BİR PLAN

Kamikazi, Satürn Cumartesisi’nden bir ^


gün önce geri döndü.
Her zamanki gibi neşeli değildi. Hücrenin içinde
iç çekerek dolanıp duruyordu. Balıkayak bile
kaygılanmıştı. Kamikazi, parmaklıklı pencerenin
önüne, Hıçkıdık’ın yanma gelip oturdu.
Üzgün bir ifadeyle, “Belki de,” dedi, “belki
de, bir Moktan Soyguncu’yu kilit altında tutmak
mümkündür. Anlayamıyorum. Ben bir KAÇIŞ
USTASIYIM - Hiçbir hapishane beni tutamaz...”
“Romalılar iyi hapishaneler yapıyorlar,” diye
yanıtladı Hıçkıdık.
“Romalı’nın iyisi ancak ölü olanıdır,” dedi
Kamikazi.
Hıçkıdık içini çekti. “Bu doğru değil. B ir sürü
iyi Romalı olduğuna eminim. Ama iyi Romalılar’ın
hepsi herhalde şimdi Roma’da sessiz sedasız kendi
işleriyle meşguldürler. Her neyse, Alvin Romalı
değil zaten, o da bizim gibi bir Viking.”
“Babanın gerçekten de bir Savaş Bölüğü falan
göndereceği YOK, haberin olsun, Hıçkıdık,” dedi

164
Kamikazi tatlılıkla.
Hıçkıdık pencereden dışarıya baktı. Kamikazi
haklıydı. BABASININ GELDİĞİ YOKTU. Belki de,
Hıçkıdık için buna değmez diye düşünüyordu...
Hıçkıdık, onlar da umutsuzluğa kapılmasınlar
diye, “Pekâlâ," dedi. “Başka bir plan yapmamızın
zamanı geldi sanırım.”
Kamikazi yine afili bir hareketle kılıcını
çekerek, “Ne yapacağımızı biliyorum b e n !” diye
bağırdı. “Kılıç dövüşü talimi yapacağız! Öleceğiz
kesin,.evet ama, GÖSTERİŞLİ bir biçimde!”
“Hayır,” dedi Hıçkıdık.
Kamikazi düş kırıklığı içinde, “Ama sen iyi bir
kılıç ustasısın - bir oğlan için tabii...” dedi.
“Bir anlamı varsa dövüşürüm ben ancak,” dedi
Hıçkıdık. “Hayır, plan şu: Bana iyilik borcu olan
Zigerastika diye bir zımıkejder var...”
"AAAaaa, Zigerastika ha! Korkutucu geliyor
kulağa," dedi Kamikazi. “Sence o bize yardım
edebilir mi?”
“Bilmiyorum,” diye itiraf etti Hıçkıdık.
Odada olmayan birine seslenmek azıcık tuhaf
gelse de, avazı çıktığı kadar, “ZİGERASTİKA!” diye
bağırdı üç kez.
“B iz bile dışarı çıkamazken, bu ejderha nasıl
girecek İÇERİYE?” diye sordu Kamikazi.

165
“Görürsün,” dedi Hıçkıdık.
Üç saat boyunca hiçbir şey olmadı. Hıçkıdık
aslında için için bu planın yürümeyeceğini
düşünüyor, yalnızca Kamikazi’nin moralini
düzeltmeye çalışıyordu. Ancak birden hafif bir
hışırtı duyuldu ve o kırmızılı siyahlı ufacık ejderha,
çifte parmaklıkların arasından süzülüp, odanın
içinde kanat çırpmaya başladı.
“Lütfen,” dedi Kamikazi, “sana iyilik borçlu
ejderin BU olduğunu söyleme sakın bana, lütfen..."
“Evet, o,” dedi Hıçkıdık şaşkınlık içinde.
“Bu kesinlikle o. Hayret,
- ^ nasıl da geldi ben
t r çağırınca!”

166
“Bu ejderha,” dedi Balıkayak, “Dişsiz’den bile
küçük - Gerçekten bize yardım edecek şimdi bu,
öyle mi? Eşekarısı boyunda bir ejderha görünce
bütün Roma Ordusu postallarının içinde tir tir
titreyecektir... Bit kadar bir ejderhanın koca bir
Roma Lejyonu karşısında bize ne yardımı olabilir?”
“Ne bekliyordunuz ki?” diye sordu Hıçkıdık.
“Bir Muazzamus Maksimus Denizejderus mu? Durun
bir dakika... Dişsiz... ne ^afı^orsun sen?”
Dişsiz, fare peşindeki bir kedi gibi sessizce
Zigerastika’ya yaklaşmaktaydı.
“ Dişsiz;, DUR,! diye haykırdı Hıçkıdık. “Onu
£İ£eıyıez;sin - Rumban canlı isurtulabllıjıeıjuz; için
teis şansııjuz; o!”
Ama Dişsiz birkaç haftadır avlanma
zevkinden yoksun kalmıştı. Çığlıklar
atan Zigerastika’yı odanın içinde
kovalayıp, sonunda tavanın
bir köşesine sıkıştırdı ve
çenelerinin arasına aldı.
Dişsiz, bir yanağı dolu dolu, ulaşılamayacak
yükseklikte dönüp duruyor, ağzının kenarından
sarkan Zigerastika’nın kuyruğu çılgınca kıvranıyordu.

“Ç IR A R , O ÎÎU A Ğ Z ^ İİD A P İf diye haykıran


Hıçkıdık, deliler gibi zıplayarak Dişsiz’in kuyruğunu
yakalamaya çalışıyordu. “ Ciitlıi s'ö^lü^oruıjı, Dişsiz:,
o^utı o^naıju^oruz; - Ha^atııjuz; o zırıuJ<;ejtare
bağlı!”
Dişsiz ona pis bir bakış fırlatıp, kendini odanın
öteki ucuna attı.
Kovalamacaya ötekiler de katıldı ve üçü birlikte,
keyfinden ciyaklayarak tavanda ordan oraya kaçan
Dişsiz’i yakalamak için hoplayıp zıplamaya başladı.
Kamikazi, Balıkayak’ın omuzuna bindi; Hıçkıdık
da bir iskemlenin üstüne çıkıp, saplı bir süpürgeyle
Dişsiz’i ona doğru iteklemeye çalıştı.

160
Ancak ne var ki, Hıçkıdık ıskalayınca, süpürge
Kamikazi’yle Balıkayak’ın tepesine indi ve ikisi
birlikte düşüp, Hıçkıdık’ın altındaki sandalyeyi
devirdiler ve hep birlikte üst üste yere yığıldılar.
Dişsiz sevincinden tavanda taklalar attı. Öyle
çok güldü ki, az kalsın Zigerastika’yı ağzından
düşürecekti. Yıllardır bu kadar eğlenmemişti.
“Tamam,” diye soludu Hıçkıdık öteki ikisine,
“yeni bir taktik uygulayacağım...”
“Bu saçmalığa harcayacak zamanımız yok,”
dedi yüksek sesle. “Dişsiz’e boş verin de, herkes
yanıma gelsin, planımı anlatayım size...”
“Ah, çaktım,” dedi Balıkayak.
Balıkayak ve Kamikazi, yüksek sesle bir şeyler
fısıldamaya başlayan Hıçkıdık’la kafa kafaya verdiler.
Dişsiz tavanda kalmış, kaba saba yuhalama
sesleri çıkarıyordu.
Hiçbiri ona aldırmadı.
Derken, Dişsiz merakına yenildi ve neler
konuşulduğunu duyabilmek için aşağıya süzüldü...
Kamikazi de çemberin içinden fırladığı gibi onu
yakalayıverdi.
Hıçkıdık, kurtulmaya çalışan küçük ejderhaya
küçümseyici, sert bir bakış fırlatarak, “H AH !” dedi
zafer dolu bir edayla. “ Feisâlâ, Dişsiz;, BIR^AK,
onur
Dişsiz gözlerini şaşılaştırıp, sanki onu midesine
indiriyormuş gibi bir yutkunma sesi çıkardı...
“A A A A A A A Y ! diye haykırdı Hıçkıdık.
Dişsiz, Zigerastika’yı yere tükürdü.
“ $-ş-şai<;a ^itfı^oriuııjı ^altuzica,” dedi.
Zigerastika ÖFKEDEN KUDURMUŞTU.
Hıçkıdık onu dikkatle masanın üstüne koydu;

170
ama zırnıkejder beş dakika boyunca ağzını açmayı
reddedip, kanatlannı çırparak Dişsiz’in tükürüğünden
kurtulmaya yoğunlaştı.
Azıcık yağ çekmenin iyi olacağını düşünen
Hıçkıdık, “ Dişsiz; akına ÇOK,'özür kileriıp,
Haşpıetıpeafları,” dedi.
Zigerastika’nm sesi buz gibiydi. “Saıu bir ikilik
borçlu olıjıasa^bııjı, Ey-Balıkçıl-Bacaklı-Oçlan,”
diyerek tükürdü, “o ejbcrba ıjıazi olurbu..."
Dişsiz küçümseyerek
güldü. “ Lîe £-£-
^apacalssın,
içaBaka'^ı? Dişsiz’!
^-^-^cbcriîicc^c
içakar £-{£-
i'ıkı.kila^aca.l«;
ipisin:
“ Kçs sesini,
Dişsiz,” dedi
Hıçkıdık.
“ Gelkigin için
teşe^Jsiir ekeriıjı,
£İ££erasti.k;a. Bu araka,
izin verirsen, ne Jsakar
Y A K I Ş I K L I olkugunu
s'ö^le^ebilir ıjıi^iıp...

171
Krallara ^a^ışır bacakların var...”
Zigerastika azıcık yumuşamış gibiydi. Hayran
hayran onaylayarak, soylu dizlerine baktı.
“ Ta isanatların! Hiç b'ö^le güzellerini
g'örjjıeıjıiştijjı! Haşıjıetıjfieafları’nban ne istebigiıjıi
açılsia'^a'^ııjı...”
Hıçkıdık zırmkejdere zekice ama tam
anlamıyla umutsuz planını anlattı.
Zırnıkejder bir süre sesini çıkarmadı.
“Bıı," dedi sonunda, “taıjı anlaıjıi£İa berbat bir flan.”
“Ben b-b-beıjıiştiıjı size, H-H-Hıçkıbık in
flanları bcp berbattır...” dedi Dişsiz.
“Sen bâlâ badattasın aıjıa, \>dlc begil rjıi ? ”
diye ona sert çıktı Hıçkıdık.
“ Ayrıca,” dedi zırnıkejder, “bu aslmba iki ikilik
ekiyor, o^sa ben sana yalnızca bir tanenin s’özünü verıjıiştiıjı.”
“ Şişko Konsülün nasıl belide b'önecegini
büşünsene...” diye yalvardı Hıçkıdık.
Zırnıkejder bunun üzerinde düşündü. Kırmızı
siyah benekli kanatlarını çırptı; Hıçkıdık onun
ufacık yüzünde gülümsemeyi andırır bir ifade
yakaladı.
“ Taıpaıjı,” dedi Zigerastika, “^afacagııjı bunu. Aıjıa
işe ^araıjıazsa ben karışıpaıjı... Bu araba, Ey-Küçük-Fatates-
Burunlu-Oglan, arkabaşlann senben be çirkinler! Eler ben
bulbun bunları? öıprüıjıbe bu kabar bilbalıgı suratlı birini

172
ç'örrçıcıpiştiıjı...” Kanadının
tekiyle edepsizce
Balıkayak’ı işaret etti.
Sonra da,
sözünü tamamladığı
gibi, kendini
önemseyen
bir tavırla ' /:
poposunu salladı
ve pencereden
uçup gitti.
“Planını uygulamayı
kabul etti mi yani?” diye sordu Kamikazi.
Hıçkıdık, kimsenin umudunu kırmamak için,
kendinden emin gözükmeye çalışarak, başıyla
onayladı.
“Şu var ki,” dedi, “böyle bir havada yarın o
Oyunlar’ı gerçekleştirebileceklerini hiç sanmıyorum
zaten. Arenayı pencereden gördüm; diz boyu su
içinde -gladyatör dövüşleri için zemin fazlasıyla
çamurlu ve kaygan. Şansımız varsa, yağmur
yüzünden bütün olayı iptal etmek zorunda
kalırlar.”

173
17 , SATÜRN CUMARTESİSİ
g ö st e r isi

Ertesi gün Satürn Cumartesisi’ydi. Bir haftadır ilk


kez rüzgâr dinmiş, bulutlar dağılmıştı. Masmavi bir
gökyüzü ve kupkuru bir hava, kutlama yapmak
için şahane bir gün yaratıyordu. Hıçkıdık, sabah
yaklaşık saat ondan beri, arenanın gösterilere
hazırlanmasını izliyordu. Sıralar Roma bayraklarıyla
donatılmış, Konsül’ün locasına tenteler gerilmiş,
yastıklar döşenmiş; gösteriye çıkacak ejderhaların
kaçmasını ya da seyircilere saldırmasını önlemek
için amfitiyatronun arenası üstüne ve çevresine
metal ağlar konmuştu.
İyi yer kapma telaşındaki seyirciler, amfitiyat­
ronun sıralarını doldurmaya başlamışlardı. Çoğu,
ulusal bayram günü nedeniyle o gün izinli olan
asker, aşçı ve marangozlardı. Gösteriyi beklerken,
satılan yiyecek ve şarapları tükettikleri için,
öğleden sonra gösterilere geçildiğinde, ortalık
canlanmış, herkes şarkılar söyler, hatta olduğu
yerde dans eder olmuştu.
Saat tam ikide, Roma bayraklan ve İmparatorluk
sancaklarıyla donatılmış, lüks Konsül Locası’nın

174
önünde borazancılar belirdi. Merasim boruları
öttürülünce, Konsül ve maiyeti binaya girmeye
başladı ve herkes susup ayağa kalktı. İki kölenin
dirseklerinden tuttuğu, birinin de karnını taşıdığı
Şişko Konsül, en önde yalpalaya yalpalaya çok
yavaş yürüyor; her iki adımda bir soluklanmak için
durmak zorunda kalıyordu.
Pek iyi görünmüyordu. Bütün vücudu tepeden
tırnağa çirkin kırmızı benekler ve egzema yaralarıyla
kaplıydı. Köleler, onu oturttuktan sonra, çatal
benzeri büyük bir aletle bedeninin değişik
yerlerini sırayla kaşımaya başladılar. Bu onu
biraz rahatlatıyor görünse de, durmadan kıvranıp
kaşınmasından, hâlâ çok rahatsız olduğu
anlaşılıyordu.
Domatesli sıçan soslu maksi Kertenburger
ve yanında patlamış ejder gibi hafif bir şeyler
tıkınıyordu.
Hain Alvin, Loca’da onun yanına oturdu.
Merasim boruları tekrar öttürülmek üzereyken, iki
köle, ağzında balık taşıyan altın bir kartal motifiyle
bezeli, görkemli Lejyon Merasim Kalkanı’nı getirdi.
Hain Alvin kancasıyla vurarak Merasim Kalkanı’nı
üç kez tangırdattı.
"•Satürn Cumartesisi Oyunlarının AÇlLlŞlHI
resmen ilan ediyorum," diye bağırdı Hain Alvin.
"Dostlar ve Romalı yu rttaşlar... 6 esterimizi
izleyecek ve Roma imparatorlusunun
ihtişamına hayran kalacaksınız.' Bugünkü
eklentinin adı: SACLAM oLAh SA ğ» KALIR...'
İzleyicilerden büyük bir alkış koptu.

176
Arenanın ortasına, gökkuşağının renklerinde
boyanmış üç yüz güzel güvercin salındı.
Güvercinler birbirleriyle cilveleşerek arenanın
içinde uçuşmaya başladılar.
Birden, parmaklıklı kapılar açıldı ve
güvercinlerin neşeli sesleri dehşet çığlıklarına
dönüştü. İzleyicilerin tezahürat ve yuhalamaları
eşliğinde, arenaya toz toprağın içinden sürünerek,
yeşilimsi sarı gözleri hırsla parlayan elli küçük
Çıngıraklı ejderha girdi.
Çıngıraklı ejderhalar büyük değillerdi, ama
sürü halinde avlanan tehlikeli yaratıklardı. Aynı
zamanda bukalemundular. Hepsi de, içinde
yattıkları toz toprağın rengindeydi.
Güvercinler kendilerini umutsuzca, arenayı
örten metal ağlara attılarsa da, kaçış olanağı yoktu.
Çıngıraklı ejderhalar, serçeleri sinsice izleyen
bir kedi ordusu gibi yavaşça havaya yükseldiler.
Bir yandan da, tepelerindeki gökyüzünün
mavisine brünmeye başlamışlardı. Güvercinler ne
yapacaklarını bilemez bir halde, oradan oraya
çaresizce uçuşurken, Çıngıraklı ejderhaların lideri
saldırı işaretini verdi.
Altmış saniye bile geçmeden, ortalık kan gölüne
dönmüş, renk renk tüylerle dolmuş, arenada tek
bir canlı güvercin kalmamıştı.

177
Çıngıraklı ejderhalar son yedikleri güvercinin
rengine dönüşerek kutladılar şöleni. Bin bir renkli, «
görkemli bir manzara oluşturarak, çığlıklar eşliğinde
havada süzülüp zafer taklaları atıyor; kendilerine
sunulan ziyafete övgü dolu bir şarkı söylüyorlardı. C
Derken, parmaklıklı kapılar yeniden açıldı ve
Çıngıraklı ejderhalar o dakikada şarkıyı kesip, yine
c
gökyüzünün rengini aldılar hemen. Şimdi kendilerini
tepelerindeki metal ağlara atıp, tuzağa düştüklerini
anlama sırası onlara gelmişti.
Jilet gibi keskin dişleri güneşte parlayan,

H n
pençeleri toprak zeminde derin izler bırakan, ağır
silahlarla donanmış yirmi kara Keskindiş arenaya
giriyordu çünkü. İzleyiciler, birkaç saniye önce
avcıyken şimdi ava dönüşmüş olan Çıngıraklı
ejderhaların korkusuna acımasızca güldüler.
Kule’nin tepesindeki parmaklıkların ardından
olayı izlemekte olan Hıçkıdık daha fazla bakamadı.
i
Bir Çıngıraklı ejderhanın bir Keskindiş’le baş
edemeyeceğini biliyordu. Derin derin iç geçirerek
pencereden çekildi. cn
Keskindişler’e şöyle bir bakan Dişsiz de,
Hıçkıdık’ın gömleğinin içine saklanmıştı yine.
Hücrenin kapısı gümbürtüyle açıldı. Birinci
Çocuk Hırsızı, arkasında baştan aşağı silahlı yirmi
askerle içeri girdi.

170
“Stadyum’da siz büyük gün işte,” diye sırıttı.
“Sıramız geldi...” dedi Kamikazi boyun eğmez
bir edayla. “Haydi, bu kaçınılmaz ölümü
KAHRAMANCA göğüsleyelim...”
“Kaçınılmaz ölüm falan yok,” diye itiraz etti
Hıçkıdık. “Planımı unutmayın...”
“Hani şu, amip kadar bir ejderha tarafından
son dakikada kurtarılacağımız plan mı?” diye sordu
Balıkayak.
Askerler çocukları Kule’den aşağıya indirip,
birkaç avludan geçirdikten sonra, son derece
kaygan oldukları için Hıçıkıdık’ın düşüp, baldırını
çizdirtmesine neden olan bir sürü merdivenden
daha indirdiler. Basamaklar, zeminine bir Viking
teknesi bağlı bir yeraltı odasında son buldu.
Teknenin bir yanına adı yazılmıştı: V a l b a l l a
Ekspresi.
Oda suyla dolmaya başladı -Duvarlardan
birindeki bent açılmış, içeriye deniz suyu
boşalıyordu.
“Lütfen içine atlamak,” diye sırıttı Birinci Çocuk
Hırsızı.
Kamikazi şaşırmıştı. “Bizi serbest mi bırakıyorlar
sence?" diye sordu Hıçkıdık’a.
“Asla yapmazlar,” diye yanıtladı Hıçkıdık
acımadan. “Bak, bendin kapılarını aralamışlar...
t .
179
Dün gece dediğim gibi, zemini dövüşmeye uygun
bulmadıkları için arenayı suyla dolduruyorlar.
Bunu yapabileceklerini tahmin etmiştim zaten...
Romalılar’ı eğlendirmek uğruna, bir Deniz Savaşı’nda
yer alacağız.”
Dişsiz, Hıçkıdık’ın gömleğinin içinde bir
yerlerden, “ Feki, ■ ya o K-IÇKeskiniuşier ? ” diye
sordu.
“Suita boğulacaklar,” dedi Hıçkıdık.
“ Keskinmişler ^üzcıjıcz;... BİZ kiminle dövüşeceğiz
öyleyse? Herhalde bir tekneyi Romalı gladyatörlerle
dolduracaklar -Bu Deniz Savaşlan’nı duymuştum."
Birinci Çocuk Hırsızı güldü. “Beklemek
görmek,” dedi. Üç Viking’le Dişsiz tekneye
binmişlerdi artık; yeraltı odası yarı yarıya suyla
dolmuş, tekne zeminden kurtulmuştu. Birinci
Çocuk Hırsızı onlara neşeyle el sallayıp, Valballa
Ekspresi’ni bağlı tutan ipi kesti.

100
VALHALLA EKSPRESt

Güçlü akıntının sürüklediği Valhalla Ekspresi hızla


tünelden aşağıya inmeye başladı.
Tünel, amfitiyatroya açılan bir kapıda son
buluyordu. Valhalla Ekspresi açık kapıdan, artık
üç metre yüksekliğinde suyla dolu arenaya daldı.
Ortalığı inleten büyük bir tezahürat koptu.
Konsül’ün Locası’ndan, ''DOSTLAR Ve ROMALI
VURTTAALAr !" diye haykırdı Hain Alvin. A-ŞlE
5İZ.E VALHALLA EKSPRESİ, y e r e l Vîkîhğ
KABİLELERİMİN VÂRİSLERİ VE ONLARIN,
MİĞFERİME Pİ5LEPİ&İNE ÇOK PİŞMAN OLACAK
Z AVALLI EJDERHAMI Dİ55İL.1"
İlgi merkezi olmaya hep çok bayılan Dişsiz,
Hıçkıdık’ın gömleğinin içinden çıktığı gibi, eğilip
sağa sola selam verdikten sonra, kalabalıktan büyük
tezahürat toplayan iki perende attı. Seyircilerin,
küçüklüğünün derecesine güldüklerinin farkında
değildi. Ufacık göğsünü şişirdi; birkaç alev püskürüp,
horoz gibi öterek kendi kendini kutladı.
Bir elini suda gezdiren Hıçkıdık, “Tuhaf,” dedi,
“bu su niye bu kadar sıcak? Sanırım, Konsül’ün
hamamından geliyor...”
Kamikazi, gösterişli bir hareketle kılıcı

101
Yenilmez’i çekip çıkardı. “Hele bir GÜLÜN bakalım,
ödlek Latinler, hadisenize!” diye haykırdı.
“Cesaretiniz varsa buraya gelin de, son gülen kim
olacak o zaman görelim, tamam mı, ejderha-yiyici,
ciğeri beş para etmez BEBELER sizi...”
Kalabalık buna gülmekten -tam anlamıyla-
YERLERE YATTI. Birbirlerinin sırtına vurup, ejderha
-parmağı atıştırmalıklarını havaya atarak, "-Şuna
Bak.1" diye bağırıyorlardı. "Küçük kir Vikincj KITI
tu .1 Vikincfler o {tadar cjüçsüz ki, Vârisleri bile.
Kız! Paha komik tir sev olamaz..."
Kamikazi, Latince anlamasa da ne dediklerini
tahmin edebiliyordu. Istakoz gibi kızararak bas bas
bağırdı: “TOPUNUZU DELİK DEŞİK EDECEĞİM!
İŞKEMBENİZDEN BAŞLAYIP PİS BOĞAZINIZA
DEK DEŞECEĞİM! SIKIYSA GELİN DE, BİR KIZ
NASIL DÖVÜŞÜRMÜŞ, GÖRÜN!”
Bu, kalabalığı daha da güldürdü.
"Havdi, ne oiaeaksa olsun, Alvin.1" diye
seslendi Hıçkıdık. "Çıkar Su (jfladvatörlerini, biz
de elimizden cpjeni yabalım/"
"Evet, havdi, Vali,' diye esnedi Şişko Konsül.
"5u küçük Kafayı Yemiş nasıl Kafa Yiyecek,
cjörmek isfivorum... tir de Su ünlü Silahşorun
kılıç kullanışım..."
"KORKUNÇ GICIK ÜÇÜNCÜ HIÇKIDIK/" diye

102
bağırdı Alvin, "ECELİNE HAZİR OL/.. ASKERLER,
tü n eli A ç ir 1"
Bir gıcırtı sesiyle birlikte, teknenin sol yanındaki
tüneli örten demir parmaklık yavaş yavaş yukarıya
kalkmaya başladı...

103
MM MYYY!

Tünel açılmıştı, ama


ağır silahlar kuşanmış
/ / > gladyatör dolu herhangi bir
Roma teknesi falan yoktu görünürde.
“Neler oluyor?” diye ciyakladı Balıkayak.
“Gladyatörler nerede?”
Hıçkıdık bütün dikkatini vererek gözlerini
tünele dikmişti. Orada hâlâ hiçbir hareket olduğu
yoktu. Arenaya doğru gelen tek şey, dört uzun ve
kapkara dalgaydı. Bu çırpıntıların da tehdit edici
bir yanı yoktu doğrusu.
Binanın içine ilerleyen dalgalar, ağır ağır
teknenin çevresini sarmaya başladı.
Çok tuhaf, diye düşündü Hıçkıdık ve kara
dalgalardan birine daha yakından bakmaya
çalışırken, suyun yüzeyini keskin hatlı bir şey
yarıverdi...
Ekmek bıçağı gibi tırtıklı kenarlı siyah bir
yüzgeçti bu.
“SÜRÜNGEN CAMGÖZLER!!!” diye
haykırdı Balıkayak. “Biliyordum! Biliyordum işte!

104
Bir gün
bu canvarlara
toslayacağımızı
biliyordum ben...”
Hain Alvin güvenli
locasından aşağıya, 'DÖRDÜSÜNÜZ \
SİBİ, BDSÜN DİZE SLADYAtÜR
DunAMIYORÜZ," diye bağırdı. Y

"Den BürAl ArdA ejderha


-EDiıtciDi f Al Am dîye
TANIMIYORDUN, HIÇK1DIK
BU KÜÇÜK SÖZELLERİ nAD[L
esîtecek Dîn , sörelîm
BAKALIM..."
“Bu da planına dâhil mi?” diye sordu Kamikazi
umutla.
“Tam olarak değil,” diye
itiraf etti Hıçkıdık. “Ben
gladyatörler bekliyordum
-B u bir gladyatör
N gösterisidir ya,
ne de olsa...”

“Bunları
EĞİTEBİLİR MİSİN
sen?” diye sordu Kamikazi.
“Ne yani, altmış saniye
içinde mi?” dedi Hıçkıdık.
“Sanmıyorum. Hem, Sürüngen
Camgözler eğitilemezdir. Asıl önemli
olan... aramızda yarası beresi olan var mı?”
“Senin var,” dedi Balıkayak.
“Basamaklardan aşağıya düşmüştün ya!”
Baldırındaki uzun çiziğe göz atan Hıçkıdık,
“Harika,’' dedi. “Şanslı günümüzdeyiz. O zaman
yapacak tek şey var. Kimse paniğe kapılmasın; onu
çağıracağım... ZİGERASTİKAAA!”
Hiçbir şey olmadı. o

106
Dalgalar artık dört Sürüngen Camgöz
yüzgecine dönüşmüş, teknenin çevresinde giderek
daralan çemberler çiziyorlardı.
Vikingler hep bir ağızdan, “ZİGERASTÎKA!”
diye haykırdılar.
Havada kırmızılı siyahlı bir ışın belirdi ve
aniden ortaya çıkıveren küçük zırnıkejder û
Kamikazi’nin başına kondu.
“Beni ıjıi çagıriınız?” dedi. /
" £ai}iam ^clİLt! dedi Hıçkıdık. “ R a n '
nasıl
“Berbat bir plan,” dedi, -aıjıa
siıpbilils flanın planlandığı gibi
gittiği sislenebilir...”
X,
“Hepiniz benden uzak durun!” diye uyardı
Hıçkıdık. “Beni şu fıçıya koyup, suya yuvarlayın!”
“Peki, ya plana ne olacak?” diye
sordu Balıkayak.

“• “Ha, anladım,” dedi Balıkayak.


“Umutsuz bir plan derken, gerçekten de umutsuz
demek istedin yani...”
“O fıç ı seni Sürüngen Camgözler’den
korumaz!” diye itiraz etti Kamikazi.
“Tartışmayı kesip, dediğimi yapar mısınız?”
diye kızdı Hıçkıdık. “Zamanımız daralıyor - Şu
Sürüngen Camgözler’in tekneye tırmanması an
meselesi! Onlar aslında benim ve yaramın
peşindeler...”
Gerçekten de Sürüngen Camgözler’in teknenin
çevresinde çizdiği çemberler
daraldıkça daralıyordu. Balıkayak elini uzatsa,
yüzgeçlerden birine dokunabilirdi.
Balıkayak ve Kamikazi, Hıçkıdık’ı fıçının içine
tıktılar, Zigerastika da onun yanına girdi.
Bir an durakladılar.
Suları yara yara ilerleyen yüzgeçlere dehşetle
bakan Balıkayak, “Seni suya yuvarlamamızı
- j

diye sordu.
Fıçının içinden Hıçkıdık’ın, “Evet, eminim,”
diyen sesi geldi, boğuk boğuk.
“Sürüngen Camgözler’in yanm a m ı?” diye
sordu Kamikazi.
“Ne diyorsam yapın, hadisenize!” diye
- ^ bağırdı Hıçkıdık.
^ Kamikazi ve Balıkayak istemeye istemeye
__ fıçıyı teknenin kenarına yuvarlayıp, iki

109
ucundan kaldırdıkları gibi suya atınca, seyredenlerin
soluğu kesildi.
"B r A V o .1" d iy e h a y k ı r d ı l a r h e p b i r a ğ ız d a n .

Söz konusu bir barbar bile olsa, Romalılar cesaret


gösterene bayılırlardı.
“Ne korkunç bir durum,” diye fısıldadı
Kamikazi. “Çok tatlıydı-bir oğlan için, tabii...”
Fıçı suyun üstünde inip inip çıkıyordu.
Sürüngen Camgözler hemen o anda kayığın
peşini bırakıp, fıçıya yöneldiler. Önce telaşsız bir
hızla, sanki koklarcasına çevresinde dönmeye
başladılar. Ardından hızlana hızlana, artan bir
kararlılıkla çemberi daralttılar, daralttılar...
“Afi, H-H-HIÇKIDIK,!” diye inledi Dişsiz;
kanatlarıyla gözlerini kapatmış, fıçının tepesinde
uçuşuyordu. “ U jjurnjı, bu £erçei;tctt i^i bir
flanbır...”
Fıçının içindeki Hıçkıdık da aynı şeyi
umuyordu. Beline kadar suyun içinde oturmuş,
fıçının tahta çeperinden dışarısını göremiyordu. Su
çalkalanıyor, yanından geçen Sürüngen Camgöz
kuyruklarının dalgalarıyla fıçı sallanıp duruyordu.
Hıçkıdık bu aptalca planından çoktan pişman
olmuştu. Korkunç bir hızla atan kalbinin gümbürtüsü
dışında hiçbir şey duyup gördüğü yoktu. Derken,
fıçının içindeki su titreşmeye başladı.

190
Hıçkıdık tir tir titreyerek, Birbirlerine seslenen
Sürüngen Camgözler’in sesi bu, dedi kendi
kendine.

ÇAAATÜ
Fıçı şiddetle iki yana sallandı; Hıçkıdık, iki eliyle
uzanıp fıçıyı durdurmaya çalışırken, tehlikenin
nereden geldiğini görmeye çalıştı telaşla.

o/

191
Korkudan aklını yitirecek bir halde, Yakından
geçen Sürüngen Camgözler’in kuyruk dalgası
olmalı bu, dedi kendi kendine.

Ç A A A T i !!
Fıçı yeniden, bu kez daha da şiddetle fır döndü.
Hıçkıdık tepetaklak olup, birkaç kez yuvarlandı.
Elleri ağızlarında, yukarıdan olayı izleyen
Kamikazi’yle Balıkayak, Sürüngen Camgözler’in
fareyle oynayan dev kediler gibi fıçıyla oynadıklarını
görebiliyorlardı. Dişsiz, dikkatlerini dağıtmak için
ani pikelerle tepelerine dalışlar yapıyor, ama
yaratıklar hiç aldırmıyorlardı.
Kuyruklarının dalgasıyla fıçıyı birbirlerine
itekleyip duruyorlardı, ama ona dokunmamışlardı
henüz.
Birden geri çekilip, daha geniş bir halka
halinde dizildiler.
Hıçkıdık, ağzından sular fışkırtarak fıçının
içinde doğruldu. Fıçı dönmeyi bırakmış, yanlarına
vuran dalgalar dışında, ortalık yeniden sakinlemişti.
Hıçkıdık bu ejderhaları tanıyor, geri çekilmelerinin
tek nedeninin artık gerçekten saldırmak olduğunu
biliyordu.

192
F ı ç ı n ı n d ış ın a f ır la y ıp , k a y ığ a d o ğ r u k u l a ç

atmamak için kendiyle savaşmak zorunda kaldı.


Bunu yapmanın ölüm demek olduğunu
biliyordu.
Ancak olup bitenleri göremiyor olmak o kadar
korkutucu; çevresini saran ve hemen altında ya da
yalnızca bir metre ötesinde yüzen o canavarların
her an herhangi bir yerden saldırabileceklerini bile
bile kıpırdamadan durmak, o kadar güçtü ki...

£ A T1 1 1 1 & R î J ///
Şiddetli bir darbe yiyen fıçının sol yanı içeri göçtü.
Tahtalar neredeyse ortadan ikiye ayrılacak hale
gelmişlerdi. Hıçkıdık bir an için, yaratıklar geri
çekilmeden hemen önce, kapkara, korkunç dişler
gördü burnunun dibinde.
“ îU^erastiJsii!” diye bağırdı. “ÇABUK, O L !”
Sürüngen Camgözler artık o kadar yakınlardı
ki, dönüp dururlarken birbirlerine sürtünüyorlardı.
Aralarından biri ağzından sualtı torpidosu gibi ateş
püskürtünce, fıçı alev aldı.
Çevresinde dolanan dört yırtıcıyla, alevler
içinde suda yüzen fıçıyı izlemekte olan Alvin,
“Haydi, bakalım, zeki dostum,” dedi, “sen ki,

193
V
Muazzamus Maksimus Denizejderus’la Güçlü
Boğanboranus’u Yenilgiye Uğratansın - BU
durumdan kurtul da görelim! Bence, bu kez seni
kesinlikle alt ettim...”

fO şU RR R R R R T ////
Dört Sürüngen Camgöz aynı anda sudan fırlayıp,
kanatlarını açtılar.
Dehşet verici bir görüntüydü.
Bu iki başlı canavarlann çekiç başlı köpekbalığı
gibi, uzun saplı gözleri vardı. Çekiç biçimli kafaları
nedeniyle bazen “Thor’un Finoları” diye de
bilinirlerdi. Bunların geride duran diş takımları,
kertenkelelerin sinek yakalayan dili gibi, avı
yakalamak üzere, ansızın öne uzayıp, bahtsız
kurbanı da sürükleyerek geri çekilirdi.
Çekiç başlardaki gözleri saplarının ucunda fır
dönüyor, güçlü kuyrukları suyu dövüyordu. Hain
hırıltılarla öndeki diş takımlarını geri çektiler ve
sanki kendi başına buyrukmuşçasına öne fırlayan
içerlek diş takımları otomatik bir
öldürme makinesi halinde,
hep birden çılgınca açılıp
kapanmaya başladı.

195
Bir an için yaratıklar, hedeflerine odaklanmaya
çalışan çekiç gözleri saplarının ucunda fır dönerken,
korkunç bir çember halinde havada asılı kaldılar.
Sonra, bir çığlık kopararak, hep birlikte fıçının
üstüne atıldılar...
ÇATIRTI
Fıçı ortadan ikiye ayrıldı ve dikkat kesilmiş
Vikingler’in, seyircilerin, hatta bizzat Sürüngen
Camgözler’in şaşkın bakışları altında... Hıçkıdık
fıçının içinden UÇUP GİTTİ.

196
197
I TANRISAL HIÇKIDIK

Binlerce Romalı eğlenmek için Arenalar’ı doldururdu.


Bütün bekledikleri; kan, cesaret, kahramanlık ve
fiziksel güce dayalı hayret verici yiğitlikler dolu
görkemli gösteriler izlemekti.
İşte ŞİMDİ paralarının karşılığını aldıkları
kesindi.
Bu, daha önce hiç kimsenin tanık olmadığı bir
manzaraydı.
Uçan bir oğlan!
Kalabalık şaşkınlık içinde ayağa fırladı.
Balıkayak neredeyse kayıktan aşağı düşecekti.
Hıçkıdık, sihirli güçlerce taşınıyormuşçasına,
kolları iki yana açılmış, heybetli bir şekilde,
yağmurun içinden yavaş yavaş yukarıya doğru
yükseldi.
“Dâhice,” diye
fısıldadı Kamikazi.
“Bunu NASIL yaptığını
bilmiyorum, ama
dâhice.”
Hıçkıdık, paniğe
kapılmış Keskindişler’in
bıçak gibi dişleriyle bile

199
delemedikleri
metal “çatıya” doğru
yükseldi, yükseldi...
Ve Hıçkıdık’m tek bir el
darbesiyle tel örgü yarılıverdi...
Hıçkıdık hızla örgüyü geçip,
büyülenmiş bakışlar altında havada asılı durdu.
Şişko Konsül dizlerinin üstüne çöktü. Alvin’in
bile şaşkınlıktan çenesi düştü.
Hıçkıdık daha önce hiç kullanmadığı bir ses
tonuyla, "BA n A ," diye gürledi, "BA n A YILDIRIM
TANRLSi THOR DERLER -VİKÎH6 KABİLELERİNİN
EN e 5 kî t A n k i £ iî "
Kalabalığın soluğu kesildi.
"EVET, KORKMANIZ. İYİ oLDR," diye kükredi
Hıçkıdık. "ÇÜNKÜ 5İZ. ROMALILAR, K üT5AL
VİKİN& TOPRAKLARINI İ$ ğ AL ETTİNİZ, VE BENİ
KILDIRDINIZ,..."
"Çok Çok ö2,ür dileriz..." diye kekeledi Şişko
Konsül.
"Bü NEDENLE," diye gürledi Hıçkıdık çok
ciddi bir sesle, "ONLARIN LİDERİ 5 [RAt IYLA

200
BA$iniz.i BELAYA Ş oKAcAĞim ..."
Konsül perişan bir halde kaşındı.
"Ve de , burAdAh çekip 6-İdeceğİhîze Ve
ASLA döhmeyeceS îhîze S öz Vermezdeniz ,
BAŞinizA BELA YAĞDIRMAKTAN Hiç
„— VAZ6EÇMEYEÇE6İM."
'S öz verivoruZ," dedi Konsül.
Sonra da, "iste," diye hıçkırdı,
"Romalılar’m koruması
altında olduğunuzun
simcfesi
lSe

olarak size.
kalkanımı sunuvorum,
w
Ev
*
Kudret Timsali. Bir daha asla tu
kadar kuzeye cpime.ye.ce.qiz, söz."
"k Alk Ahihi 5ÖZÜHUH S im v S i olAr Ak
ALACAĞIM," diye haykırdı Hıçkıdık, "AYRICA,
UŞAĞININ BEHDEH ÇALDIĞI DEFlERİ DE... HA, BİR
Ş ey dAhA..."
"ne isterseniz, ne isterseniz," diye yalvardı
Konsül.
"ÖMRÜNÜN 50HUHA KADAR KATİ BİR
VEJETARYEN OLMAhI iDltYORUM."
Tanrısal Hıçkıdık, Konsül’ün locasına yöneldi.

201
Hâlâ dizlerinin üstünde olan Konsül ona
dikdörtgen Roma kalkanını sundu.
Hain Alvin de titreyen elini göğüs cebine
sokup, iki parçası birbirine altın Roma ipliğiyle
özenle dikilmiş Ejderhaca Nasıl Konuşursun
defterini bulup çıkardı.
Beceriksiz hareketlerle defterin içine koyduğu
bubi tuzağını çıkarmaya çalıştı. Ne de olsa, dikkatli
bir adamdı Alvin. Kitabı çalmaya kalkışacak olan,
korkunç bir şok yaşasın diye, sayfaların arasına
gerçekten çok tehlikeli bir şey saklamıştı: Zehir
Zengerek adlı bir zırnıkejder. Ama bir tanrıya bubi
tuzağı kurulamayacağı için, Alvin zehirli zırnıkejderi
atmak için kitabı umutsuzca sallayıp dururken,
gözü Hıçkıdık’ın üstündeki gömleğe takıldı...
“Dur bir dakika..." dedi.
Ama geç kalmıştı.
Hıçkıdık defteri elinden kaptığı gibi (Zehir
Zengerek hâlâ içindeydi -Unutmayın!) hızla yukarı
uçtu.
Kalkanı zaferle başının üstüne kaldırıp, son
sözlerini söyledi: "W KALKANI .SÖZÜNÜZÜN
SİM ğe S î OLAr AK ALIK0W0RUM... AMA
¿ özünüzü tutm A y A c A k olurS A n iz ,
S e z A r ’INIZA 5ÖYLEVÎN, ÖFKEMİN ŞİDDETİ
İMPARATORLUĞUNUZUN KALBİNE KA d A r UZANIR

202
VE ROMA KEKTİ BİLE TUFAnA KAPILIP YIKILIR
GİDER..."
Hıçkıdık kılıcını su bendine doğru yöneltti.
Aynı anda bentte birkaç çatlak belirdi.
Bent ortadan ikiye ayrıldı ve tonlarca deniz
suyu amfitiyatroya hücum etti.

203
, BİR MOKTAN SOYGUNCU
KİLİT ALTINDA TUTULAMAZ

Seyirciler o anda Hıçkıdık’ın etkisinden çıkıverdiler.


Sanki uyuyorlardı da, birdenbire uyanmış ve sele
kapılıp gitmek üzere oldukları gerçeğiyle
karşılaşmışlardı.
Üstelik, herkes Sürüngen Camgözler’i
unutmuştu!
Seyircileri koruması gereken metal örgü
Hıçkıdık tarafından delinmiş; yeniden suya giren
Sürüngen Camgözler de ahşap oturma sıralarına
ulaşabilir duruma gelmişlerdi.
Canavarlardan biri sıçrayıp neredeyse aralarına
girince, seyirciler dehşetle haykırdı... Yaratık
kaygan kenara tutunamayıp, suya geri düştü; ama
su o kadar hızla yükseliyordu ki, onların düzeyine
gelmesinin an meselesi olduğu açıktı.
O öğleden sonrasının “SAĞLAM OLAN SAĞ
KALIR” gösterisinde işler ilginç biçimde birdenbire
terse dönmüştü. Durumun açgözlü Sürüngen
Camgözler lehine dönmesine katıla katıla gülen
seyirciler, şimdi bizzat kendilerinin av olmasından
hiç de hoşlanmış görünmüyorlardı...

204
Kapıların açılmasını haykırarak, önlerindekileri
ite kaka girişe hücum ettiler.
Kapılar zaten suyun basıncına karşı koyamayıp
çatırtıyla açıldı ve dışarıya püsküren sular bayır
aşağı akmaya başladı.
Balıkayak’la Kamikazi tekneyi yönlendirmeye
odaklandılar.
Uçan Hıçkıdık alçaldı, yanlarına güverteye indi.
Dişsiz de birden ortaya çıkıp, onun omuzuna
tünedi.
“Ne diyeceğimi bilemiyorum,” dedi Kamikazi.
“Nasıl yaptın bunu?”
Hıçkıdık gömleğini işaret etti. “Biraz daha
yakından bakın,” dedi.
Vikingler boyunlarını uzattılar.
Hıçkıdık’ın gömleğinin rengi değişmiş gibiydi.
Hatta, daha da yakından baktıklarında, bunun
gömleğe falan benzemediğini gördüler. Hıçkıdık’ın
gömleği ona tutunmuş, çıplak gözle neredeyse
ayırt edilemeyen, küçücük kanatlı milyonlarca ama
milyonlarca yaratıktan oluşuyordu. Hıçkıdık’ı
uçuran buydu.
Zigerastika’nm saymakla bitmez ordusu!
Küçük zırnıkejderin kendisi de Hıçkıdık’ın
göğsündeki kumanda noktasından uçup, Vikingler’i
selamladı.

205
^ “Şu berbat 'O - r
" rr7'
ıjıı Berbat flan,” diye * ' ? -/î.
ilan etti sevinçle, “barika işlebi.
Ben, Yüce £igcrastika başarbııjı bunu!
- Î5e ıjıütbiş biriyiıjı! ffc Mubteşcıp bir
İıjifaratorluguıjı var! He kalabalık ve güçlü bir
balknjı var!"
“Şansuyuz; ha ^aver çitti,” diye sırıttı
Hıçkıdık.
Zigerastika üzgün bir ifadeyle, “Scnbcn ayrılıpak
zorunba olbuguıjıa üzülüyoruıjı nerebeyse, Ey-Kas-Yoksunu-
Oğlan," dedi. “Aıjıa artık '¿beştik; beniıjı bayatuju
kurtarıjıana karşılık, ben be şeninkini kurtarbııjı ve sen
kokuşıjıuş bir İHSAH’sın bâlâ..."
“ Tcşcisisür cJteriıjı,” dedi Hıçkıdık.
“Ancak bugün, bünyanın ufak yaratıkları için be
büyük bir gün olbu...”
Zımıkejderler, Zigerastika’nın tek bir komutuyla,
anında küçük bir yağmur bulutu gibi, kurşuni bir
kütle halinde yükselip, gökte kayboldular. ' '
Havaya yükselirlerken, ■ ‘ .ş
dinleseler Romalılar’ın
yararına olacak bir şarkı
söylediler... ama onlar
panik olmakla meşguldü.
im p a r a t o r l a r a u y a r i

DiRRat chin
E y Iıjıparatorluls saRibi, Rolsuşıjıuş Pkfesli Romalılar
Bu künyakalsi Riiçiic-üR şeflere RiRRat çitin
ÇünRü sizi de geçireceğiz... günün birinke
Yülssclslerbc, bulutlar arasınka yaşıyorsunuz
Suyolları ve açıls fıava tiyatroları inşa ekiyorsunuz
A ipa biç BİZİ küşünıjıüyorsunuz
Otların arasınka tıisırkayan bizleri
Oysa biz sizi g'örüyoruz
Eğer eğilip RrılaR verirseniz kuyarsınız belisi
Bir Rıta boyunca uzanan yüz elli RiloıjıctrcliR surlarınızı
ReıjıinjıcJs üzere yadlaşan sayısız ayağın küzenli sesini.
Milyonlarca Rölenin g'özyaşlanyla inşa ekilen o
tapınağınız
Ve yarattığınız bütün o g'örRcıjıli ve kevasa eserlerin
fıepsi
Taıjıaıjıen toza könüşccels agzııjuzka
O yüzken kiRRat ekin
E y Roca Rıçlı, Ratı Yürelsli Sczarlar
DiRRat ekin

207
“Hoşça İsal, E^-Îf-Gibl-Kolları-Olâii'Oçlâiı...” diye
şakıdı Zigerastika, “rüzgârın güçlü olsun...”
Sonra da uçup gitti.
Balıkayak, “Gitmesine niye izin verdin?” diye
çığlığı bastı. “Bunu hatırlatmaktan hiç hoşlanmıyorum
ama, biz hâlâ kurtulmuş değiliz; bir arenada,
Sürüngen Camgözlerde çevrili, tıkılıp kalmış
durumdayız!”
“Sürüngen Camgözler bizden çok, seyircilerin
peşinde gibiler,” dedi Hıçkıdık. “Zigerastika’nın
güçlerine, bütün gece tel örgüyü de, su bendini de
katur kutur kemirtmemin nedeni bu işte. Hepsi
planımın parçasıydı, anladınız mı? Şimdi bent
yıkıldığına göre, artık dışarıya yelken açabiliriz...”
Hıçkıdık amfitiyatronun açık kapılarını
işaret etti. Sular kapılardan dışarıya nehir gibi
fışkırmaktaydı.
“Dâhice,” dedi Kamikazi. “Bunun dâhice
olduğunu itiraf etmeliyim... bir oğlan için, tabii.”
Hıçkıdık çoktan dümene geçmiş, tekneyi
binanın açık kapılarına yönlendirmişti bile.
Valhalla Ekspresi girişe doğru ilerlemeye
başladı.
“Başaracağız!” diye haykırdı Balıkayak.
“Varmak üzereyiz!”
Valhalla Ekspresi kapının ortasındaydı artık...

200
... ancak Alvin, onların kaçmaya çalıştığını
fark edip, demir kapı parmaklıklarının indirilmesini
emretmişti. Parmaklıklar Valhalla Ekspresi'ni
ortadan ikiye böldü. Balıkayak, Kamikazi ve Hıçkıdık
parmaklıkların yanlış tarafında suya döküldüler.
Deniz, soluk kesecek derecede soğuktu.
Balıkayak, Sürüngen Camgözler’den o kadar
korkuyordu ki, “AAAAYY!” diye çığlığı basıp,
neredeyse suyun üstüne fırladı.
“Parmaklığa tırmanın,” diye bağırdı Hıçkıdık.
Üç küçük Viking parmaklığa yüzüp, tırmandılar.
Hıçkıdık, Balıkayak’a yardım ediyor, Dişsiz de
arkalarında kanat çırpıyordu. İki metre kadar
yukarıda, korku içinde ve sırılsıklam, dört küçük
örümcek gibi parmaklığa yapışıp kaldılar.
Kaygan parmaklık demirleri arasından, ulaşma
umudunu yitirdikleri özgür açık denizin insanı düş
kırıklığına uğratan manzarasını görüyorlardı.
Çevrelerinde kalabalığın çığlıkları ve kaçışan
ejderha bulutları yükseliyordu. (Zırnıkejderler
o koca kafeslerin kilitlerini de kemirmişlerdi.)
Kendilerini gemilerine atan Romalılar, son
hızla Roma’ya doğru yelken açıyorlardı.
Sürüngen Camgözler adayı istila ediyor,
kale mazgallarını aşıp, askerlerin çadırlarını yerle
bir ediyorlardı. Hatta aralarından bir ikisi, Şişko

209
Konsül’ün yüzme havuzuna ulaşmayı başarmış,
suyun içinde yuvarlanıyordu.
Dişleri takırdayan Kamikazi, “Peki, şimdi ne
yapacağız öyleyse?” diye bağırdı.
Hıçkıdık, “Benden bu kadar!” diye seslendi ona.
Rüzgârın aniden şiddetlenmesiyle parmaklıktan
düşecek gibi olmuştu. Parmakları o kadar donmuştu
ki, daha ne kadar süre böyle tutunabileceğini
kestiremiyordu.
“Planımda bu yoktu. Daha ne bekliyorsun
benden? Gerisi sana kalmış artık. Kaçış Ustası olan
sensin, öyle değil mi? En Büyük Kamikazi’sin sen,
hiçbir kilit tutamaz seni...”
“En Büyük Kamikazi bizi buradan çıkarır,"
diye bağırdı Kamikazi, “ama kızların oğlanlardan
çok çok daha üstün olduklarını, bunun hep böyle
olduğunu kabul etmelisin,..”
“Sen öyle bil, güzelim,” diye sırıttı Hıçkıdık.
“Pekâlâ!” diye bağırdı Kamikazi. “En Büyük
KAMİKAZİ yine de bizi buradan kurtaracak...
Moktan Soyguncular kilit altında tutulamaz. Beni
izlemek istediğinden emin misin?"
Hıçkıdık hafiften çılgınca bir kahkahayla,
“Lider sensin!” dedi. “Sonsuza kadar burada asılı
kalamayız.”
Kamikazi başını kaldırıp, yukarıya baktı. Biraz

210
yukarıda, amfitiyatronun giriş kapısının üstünde,
Romalılar’ın o kocaman gözlem balonlarından biri
bağlıydı.
“Madem buradan dışarıya yelken açamıyoruz,"
diye haykırdı Kamikazi, “o zaman ben de uçmayı
öneriyorum!” diyerek balonu gösterdi.
Balıkayak, öteki ikisinin peşi sıra zar zor
tırmanırken, “Üfff, hapı yuttuk!..” diye inledi perişan
bir halde. “Woden uçmamızı istese, bize kanat
verirdi... Aşağıya bakma, Balıkayak... aşağıya bakma.”
Kamikazi ustalıkla tırmandı ve balona ilk
ulaşan o oldu. Hemen arkasından da Hıçkıdık.
Kendilerini sepetin içine attılar.
Sepette, balon ağzının hemen altındaki kafese
tıkılmış, kederli bir Gargadon dışında kimse yoktu.
Hayvan arada bir alev püskürüyor; ısınan havayla
bir an yukarıya kalkan balon, iple bağlı olduğu için
uçamıyordu.
“Selam, Tılan-Soyu,” dedi Hıçkıdık soluk
soluğa. Saklanmış bir asker var mı diye dikkatle
çevreyi kolaçan etti. “Buraita yalnız ıjıısitı?
“Askerlerin fıepsi Satürn Cumartesisi
kutlamalarını izliyor,” dedi Gargadon. “ Aslınita,
biraz kafa binlemek iyi oluyor.”
“ Şey, seni rafıatsız ettiğimiz için kusura
bakma,” dedi Hıçkıdık, “ ama bu balona el

211
koyacağız -A c il bir askeri buruıjı s'öz konusu ba...”
“Sorun iıe^il,” dedi kededi Gargadon.
“ ftleıjınuıtiyetle. Şiıjıbiye kabar kibarca iz;in istemen
olıjıaıjııştı benden -Genellikle vururlar bana.”
Hıçkıdık anlayışla, “Vab zavallı!” dedi.
Ülkesindeki yaratıkların kilit altında tutulduğunu ya
da onlara kötü davranıldığmı görmekten nefret
ederdi. “ Eve varır varıjıaz seni serbest bırakırız
elbette, aıjıa şu an biraz aeeleıjûz var.”
“Bu işten boşlanıjıabıgııju sanıjıayın,” diye
temin etti Gargadon onu. “Bu yukarısı boş aslınba...
buzur bolu yani. î}e zaıjıan yola çıisıjıajs
istiyorsunuz?
“B ira z b a n d e d i Hıçkıdık. “Bir arkabaşııjuzı
bekliyoruz ba.” Sepetin kenarından aşağıya göz
attı. Ahlaya oflaya yavaş yavaş parmaklıklardan
yukarıya tırmanan Balıkayak’ın kafasını
görebiliyordu. Daha aşağıda da, iştahı kabarmış
Sürüngen Camgözler sıçrıyor, kalabalık kaçışıyordu.
“BALIKAYAAAK! Biraz acele etsene!”
“Elimden geldiğince hızlı tırmanıyorum!" diye
bağırdı Balıkayak öfkeyle. “Durup manzara falan
seyrettiğim yok burda!”
Dişsiz, Hıçkıdık’ın kulağına eğilip, “A-a-acele
etse iyi olur,” diye öğütledi. “ H-H-Hain Alvin’in
buraya bogru e'elbigini Ç-g'^'örüyor Dişsiz.

212
Alvin gerçekten de, kale duvarlarının üst
siperi boyunca onlara doğru koşmaktaydı.
Hıçkıdık, “Sen onu O Y A L A M A Y A çalış,
Dişsiz;” diye buyurdu. “BALIKAYAAAK! (
GERÇEKTEN ÇOK ÇOK ACELE ETMEK
ZORUNDASIN!”
Dişsiz, togasına saldırıp Alvin’i çekiştirdi.
Kancasını savurarak onu yakalamaya çalışan Alvin,
“Elime düştüğünde seni gebertmeliydim, pis
sürüngen,” diye küfürler savururken, Balıkayak
son birkaç metreyi tırmandı.
Hıçkıdık, arkadaşını yukarı çekerek, sepete
girmesine yardım etti.
Kamikazi ipi kesip, “HADİ, HADİ, HADİ!”
diye bağırınca, Gargadon’un balonun altından
yukarıya püskürttüğü harlı alevle havalandılar,
surun üstünden yukarıya yükseldiler.
Ancak tam o sırada sepetin dibine saplanan
altın bir kanca sıkıca tuttu onu.
Gargadon koca bir alevli soluk daha koyverdi
ve iri balon zarif bir hareketle yukarıya doğru
fırlarken, o uğursuz kanca da Hain Alvin’le birlikte
sürüklendi.
Hıçkıdık’ın miğferine gümleyerek inen Dişsiz,
“ K,-İi-I<iusura f>a.b;ıjıa,” dedi, “onu itafıa fazıla
o^ala^aıjıaiiııjı.”

213
Sepetin kenanndan
aşağıya bakan Balıkayak,
gözleri yuvalarından
fırlayarak Hıçkıdık’a
döndü. “Aman
Tanrım, doğru mu
görüyorum?” diye
inledi. “Kâbus gibi!
Bir türlü ondan
kurtulamıyoruz!”
Hıçkıdık
cesaretini
toplayıp,
aşağıya
baktı.

Atlarındaki
Uğursuz Kale,
onlar yükseldikçe
hızla küçülüyordu.
Ve işte orada,
bir tek kancasıyla
sepetin altına tutunmuş

214
durumdaki Hain Alvin havada sallanıyordu.
Alvin çılgın bir hamleyle serbest elindeki kılıcı
ona doğru savurunca, Hıçkıdık hemen sepetin
içine çömelip, kendini emniyete aldı.
“Doğru,” dedi Hıçkıdık, “o
durumdayken yukarıya tırmanamaz
diyemem... Haydi, herkes saat yönünde
koşmaya başlasın. Dişsiz;, sen be bu ip i
ve st^nı £'önbe çeJ«;. Balonu kendi çevresinde fırıl
fırıl döndürmemiz gerek...”
Çocuklar hep birlikte koşmaya başlayınca,
balon da, önce yavaş, sonra giderek artan bir
hızla, kendi ekseninde çemberler çizen Azimli
Martı gibi, dönmeye koyuldu.
Ve balon fır döndükçe, Hain Alvin’in kanca
vidasını da yavaş yavaş gevşetti.
Kancasının gevşediğini, dolayısıyla başına
gelecekleri fark ettiyse de, Alvin’in yapabileceği bir
şey yoktu. Kancanın vidası artık son noktasına
kadar açıldığında, “Elimden kurtulamayacaksın,
Korkunç Gıcık Üçüncü Hıçkıdık!” diye lanet
okudu. “Ergeç yakalayacağım seniiiiiiii!”
Kurşun gibi aşağıya, bekleşen Sürüngen
Camgözler deryasına ve denize doğru düştü.
Sepetin altında sallanan koca bir altın kancadan
başka bir şey kalmadı geride.

215
Balon hızla yukarıya yükseldikçe, Alvin’in
haykırışları, ejderha çığlıkları ve Uğursuz Kale’den
gelen bütün o vahşi sesler giderek azaldı, azaldı ve
birkaç dakika sonra da tamamen duyulmaz oldu.
Hıçkıdık, Balıkayak ve Kamikazi sepetin içine
çöktüler.
Balon yavaş ve sessizce sürüklenip duruyordu.
Gargadon’un püskürdüğü alevlerin hafif sesinden
ve nabızlarının yatışmasını bekleyen soluğu
kesilmiş küçük Vikingler’in nefeslerinden başka
çıt yoktu. Derken, bir ihtimal de olsa, sonunda
güvende olduklarını kavrayan çocuklar birbirlerine
gülümsediler.
“Vayy,” dedi Kamikazi kıpkırmızı bir suratla,
“ucu ucuna diye buna derler... Ne dedim ben size?

216
Moktan Soyguncular kilit altında tutulamaz. Siz de
fena sayılmazdınız... birer oğlan olarak, tabii.”
Hıçkıdık sendeleyerek ayağa kalktı, sepetin
kenarından aşağıya baktı.
Sıcak bir esinti saçlarını arkaya savurdu.
“Şuraya bakın!” diye bağırarak aşağıyı işaret
etti ve ani bir coşkuyla ötekilere döndü. “Babamın
Savaş Filosu! Sonunda yola çıkmışlar işte!”
“Ee, niye bu kadar seviniyorsun, anlamadım,”
diye homurdandı Balıkayak. “Biraz geç kalmadılar
mı sence? Bir gün önce gelseler, ölüp ölüp dirilmiş
olmayacaktım...”
“Olsun,” diye sırıttı Hıçkıdık. “Sefer emrini
vermiş ya, önemli olan bu. Sümüklüküstah’ın daha
uygun bir Vâris olduğunu düşünmüyor demek ki.”

• V

217
T L KAHRAMAN
VÂRÎSLER’İN DÖNÜSÜ

Kayıtsız Zebella, Mavi Balina'nm güvertesinde


dikilmiş, Moktan Soyguncu Koca Memeli Berta’nın
ziyarete gelmesini bekliyordu.
Zebella, A Planı’nda öngördüğü, Moktan
Soyguncularla savaşma işinden vazgeçip, B Planı’nda
karar kılmış ve bir Kurtarma Seferi’ne çıkmıştı.
Ancak Koca Memeli Berta, Moktan Soyguncu
Deniz Filosu’nun tamamıyla, ta Avanak Adası’ndan
beri Holigan Kurtarma Filosu’nun peşine düştüğü
için, B Planı’nın yürütülmesi zorlaşmaktaydı.
Bu yüzden Zebella, bir Posta Ejderhası’yla,
konuyu enine boyuna konuşmayı öneren (çok
nazik) bir mesaj yollamıştı Koca Memeli Berta’ya.
İşte şimdi, Hıçkıdık olsa bu durumda ne yapardı
diye kafa patlatarak, güverteyi arşınlayıp duruyordu.
“Sakinliğimi korumalıyım,” diye mırıldanıyordu.
“Hıçkıdık haklıydı -Bu. kan davaları Vikingler’i
bitirecek; Reis olarak benim görevim, bunlara bir
son vermek...”
Torbagötlü Şişgöbek, “Umarım, bu Moktan
Soyguncu Şefi Koca Memeli Berta’nın suratının
ortasına bir tane indirirsin, Zebella!” diye
kükredi. “Sen yapmazsan, ben yapmak zorunda
kalabilirim..."
Sümüklüküstah da, “Tek iyi Moktan
Soyguncu, ölü Moktan Soyguncu’dur,” diye
dudak büktü. Olayların gidişatından son derece
memnundu. Görünen oydu ki, sonunda Hıçkıdık
Sümüklüküstah’ın yolundan çekilmişti ve artık
Moktan Soyguncularla sıkı bir savaşa girişebilecekler,
Sümüklüküstah da ne kadar müthiş bir savaşçı
olduğunu sergileyebilecekti...
Zebella ikisine de kulak asmayıp, güverteyi
arşınlamayı sürdürdü. “Koca Memeli Berta’ya
-sa k in c e - Romalılar’ın Vârislerimizi kaçırdığını
düşündüğüm için bu Savaş Filosu’nu yola
çıkardığımı açıklamalıyım. Ne olursa olsun,
sakinliğimi korumalıyım...”
Koca Memeli Berta, memelerini hoplata
hoplata, sert adımlarla güverteye çıktı. Balyoz gibi
yumrukları, karnabahar gibi kulakları vardı. Bir
keresinde ulu memelerinin tekinin darbesiyle bir
geyiği haklamış, meme oyuğunun derinliklerinde
sayısız küçük hayvan boğulmuştu. Berta, küstah bir
hareketle Torbagötlü Şişgöbek’i kenara ittiği gibi,
elleri kalçalarında Zebella’nın karşısına dikildi.
Zebella yutkundu. Kulaklarının yanmaya

219
&ÍRT4
\ fS> C ^
başladığını hissediyordu. “Sakin ol, Zebella,”
diye uyardı kendini. “Aaah, bu çok zor olacak...”
Hatta, olanaksız olacaktı bu.
"SENİN VÂRİS KAÇIRAN SİSKO HIRSIZIN TEKİ
OLDUĞUNU BİLİYORDUM ZATEN,” diye kükredi Koca
Memeli Berta, "AMA KORKAK DENİZANALARI GİBİ
KAÇACAĞINI HİÇ SANMAZDIM!'
"KAÇTIĞIM FALAN YOK BENİM !' diye haykırdı
Zebella. Kendini denetlemeye çalışmak için harcadığı
çaba yüzünden neredeyse patlayacak hale gelmişti.
Lafına devam etmeden önce, “Ne olursa olsun
sakin ol, Zebella - ne olursa olsun sakin ol, tamam
mı?” diye mırıldandı. “Vârislerimizin Romalılar
tarafından kaçırıldığını gösteren güçlü kanıtlarım
var. Bu Kurtarma Seferi’ni düzenlememin-”
"GÜÇLÜ KANITLARINI KIÇIMA A N LAT!' diye
patladı Koca Memeli Berta. "HOLİGANLAR İÇ
ADALAR'IN EN ÖDLEK TAVSANCIKLARI OLDUĞU
İÇİN KAÇIYORDUN SEN !'
"KARSINDAKİ HOLİGAN, BİR ELİ ARKASINDA,
TEK ELİNİN KÜÇÜK PARMAĞIYLA BİLE İSİNİ
BİTİRİR SENİN!' diye haykırdı Kayıtsız Zebella.
Birbirlerine bağırıp çağırarak burun buruna gelen
iki Reis, aniden bir ses duyup şaşkınlıkla yukarıya
bakmasalardı, büyük olasılıkla B Planı göz açıp
kapayana kadar A Plam’na dönüşü verecekti.

221
Dev bir Roma gözlem balonu hızla onlara
doğru alçalmaktaydı. Moktan Soyguncularla
Holiganlar birbirlerinden başka bir şey görmedikleri
için tepelerindeki balonu fark etmemişlerdi. Ama
şimdi, kısmen sönmüş olarak, saatte yüz mil gibi
bir hızla Mavi Balina'nm güvertesine doğru
tıslayarak inmekte olan balonu, ister istemez fark
etmek zorunda kalmışlardı artık.

%%%

Holigan Savaş Filosu’nu gördüklerinde, gemilerden


birine inmeye çalışmalarını Hıçkıdık önerdi. İnişe
geçebilmeleri için kederli Gargadon’a artık alev
püskürmemesini söyledi ve Dişsiz’in ağzına da ip
verip, balonu hedefe doğru yönlendirmesini istedi.
“Çalış, ç-ç-çalış itur,” diye homurdandı Dişsiz.
başkası ^apıju^or bunu?”
“Çünkü bir teis senin kanatların var, Dişsiz,”
diye açıkladı Hıçkıdık sabırla.
Alçalırlarken, balonun kenarından yarı beline
kadar aşağı sarkarak, saçlarına üfüren rüzgârın
tadını çıkardı Kamikazi. “Şu Romalılar’ın hakkını
kabul etmeli,” dedi. “AKILLI adamlar doğrusu!
İnsan böyle yolculuk yapmalı... BİZ DE bu
zımbırtılardan bir tane yapabilir miyiz, acaba?
Hey... şu Holigan gemilerinin yanındakiler
ANNEMİN gemileri değil mi?”
Hıçkıdık eğilip baktı. “Evet, öyle,” dedi
hayretle. “Belki de, sonunda akılları başlarına gelen
büyükler birlikte bir Kurtarma Filosu yollamaya
karar verdiler! Doğrusu çok şaşırdım... Viking
Kabileleri açısından önemli bir ilerlemenin
göstergesi bu.”
Ejderhaca Nasıl Konuşursun'u Hıçkıdık’a geri
verirken, Alvin’in sayfalar arasına yerleştirdiği küçük
bubi tuzağı olmasa, böyle düzgün bir biçimde iniş
yapmaya devam edeceklerdi.
Bubi tuzağı Zigerastika boyutlarında, Zehir
Zengerek diye bilinen, ufacık, parlak sarı bir
ejderhaydı.
İşte bu Zengerek, Hıçkıdık’ın cebinden dışanya
çıkmış, herkes dinlenirken uzun uzun sepetin içine
göz gezdirmiş, sonra da Balıkayak’ın pantolonunun
üstünden yukarıya tırmanmaya başlamıştı.
Balıkayak onu ancak elinin üstünde yürümeye
başladığında fark etti ve çığlık çığlığa elini
silkeleyince, havaya fırlayan Zengerek’in sipsivri
kuyruğu balonun yüzeyinde koca bir yarık açtı.
Böylece iniş daha hızlanmış oldu.
Kayıtsız Zebella’yla Koca Memeli Berta birer
adım geri sıçrayınca, balonun sepeti pat diye
ikisinin ortasına, güverteye düştü. Balon da, Mavi

223
ZEI
ZE]>
Bu parlak sarı v'
zırnıkejderin hem salgı
bezleri, hem boynu, hem
kuyruğu zehirUdir. B ir Zehir
Zengerek sokması kesinlikle ve
daima ölümle sonuçlanır.

~ İS T A T İS T İK ~
R E N K L E R : Parlak sarı
SİLA H LA R : Öldürücü Z e h ir ........ 1 5
Z E H İR : (yukarıya b a k m )............ 1 5
B O Y U T : Ufacık tefecik
D E H Ş E T V E D Ö VÜŞ K A T SA Y ISI: Bu hayvanın
B a lin a ’n ın y e lk e n le r in e d o l a n ıp k a ld ı.
Şaşkınlığın yarattığı kısa bir sessizlik oldu;
derken, ters kapaklanmış sepetin altından sırayla,
kederli Gargadon, Dişsiz, Kamikazi, Balıkayak ve
Hıçkıdık emekleyerek çıktılar.

%%%

Vârisler’in sağ salim geri dönmüş oldukları anlaşı­


lınca, Holigan ve Moktan Soyguncu Kabileleri’nde
coşkulu kutlamalar yapıldı. Savaş Davulları, cenk
şarkıları yerine, zafer şarkılan çalmaya başladı. Yılan
gibi dizilmiş iki büyük savaş gemisi filosundan
yükselen tezahürat ortalığı inletiyor, Savaşçılar
sevinç içinde havaya ok atıyorlardı. (Bu arada,
bunun hiç uygun bir hareket olmadığı unutulmasın
-Birinin gözü çıkabilirdi. Ama Holiganlar’da da,
Moktan Soyguncularda da mantık aranmaz.)
Zebella, hiçbir şey söylemeden oğlunu
göğsüne bastırdı... ama Hıçkıdık onun ne demek
istediğini anlamıştı.
Koca Memeli Berta zafer sevinciyle kızını
güçlü omuzlarına alırken, “Zebella,” dedi sonunda,
“özür dilemek adına sana küçük bir armağan
vermek istiyorum.”
Koca Memeli Berta’nın ellerini çırpmasıyla
Savaşçılarından biri devasa bir kalkan getirdi.

22 5
Ku - fc

Kalkanı gören Balıkayak, “Woden’in


Belçeperi!” diye bir çığlık attı. “Bunun ne
olduğunun farkındasınız, değil mi? Karasakallı
Karabasan’ın yegâne kalkanı!”
Bu gerçekten de Karasakallı Karabasan’ın
ünlü kalkanıydı. Moktan Soyguncular onu yıllar
önce bir savaşta ele geçirmiş, o günden beri de
zafer hatırası olarak saklamışlardı. Yusyuvarlak
kalkanın ortasında, deniz yosunlarıyla taçlandırılmış
bir kafatası resmi vardı. Bunun çevresindeyse,

226
birbirini kovalayan dalgalar ve ejderhalar bitimsiz
bir çember çiziyordu.
Sümüklüküstah’ın gözleri parladı.
Kendini fena halde kenara itilmiş hissediyordu.
İşte, Hıçkıdık yine ortaya çıkmış; BU KEZ DE
gebermemiş, boğulmamış, Sürüngen Camgözler’e
yem olmamıştı. Üstelik bir savaşa girişecekleri
falan da yoktu anlaşılan.
Ancak o anda, Hıçkıdık’ın değil, asıl kendisinin
kaderinde Reislik yattığını kanıtlamanın tam sırası
olduğunu sezdi.
Karasakallı Karabasan’ın kalkanını kaptığı gibi,
zafer dolu bir edayla havaya kaldırdı.
Çok görkemli bir andı. Ufukta batan güneşin
parlak ışıkları gümüş kalkana vurup gökyüzüne
yansırken, tamamen dövmelerle bezeli kaslı
bedeniyle soylu bir şekilde dikilen Sümüklüküstah
muhteşem bir görüntü çiziyordu.
Olayı izleyen ve bazıları ne olup bittiğini
anlayamayan, zaten hiçbirinin kafası da pek
çalışmayan Holiganlar, Sümüklüküstah’ın bir
biçimde günü kurtardığına hükmettiler. Çok
etkileyici bir görünümü olduğu kesindi. Onlar
hep bir ağızdan, "SÜMÜKLÜ-KÜSTAH! SÜMÜKLÜ-
KÜSTAH! SÜMÜKLÜ-KÜSTAH!’ diye tezahürat
yapmaya başlayınca, Moktan Soyguncular da

227
"KAM I-KAZI! KAM İ-KA ZÎ! KA M İ-KA Zİ!"
çığlıklarıyla karşılık verdiler.
“Aa, Thor aşkına!” dedi Balıkayak. “Bir kez
daha buna tahammül edemem! Senin bu işle hiçbir
ilgin yok bir kere, Sümüklüküstah - sen ORADA
bile değildin, Thor aşkına! Az önce hepimizin
hayatını kurtaran da Hıçkıdık’tı, çok zekice bir
plan düşünen de Hıçkıdık’tı, Kıllı Holiganlar’ın
tek Vârisi de Hıçkıdık'tır.
Kamikazi, annesinin omuzu üstünden, “İTSENE
şunu, Balıkayak,” diye akıl verdi oğlana.
Balıkayak, Sümüklüküstah’ın midesine sıkı bir
omuz attı.
Normalde, Balıkayak asla Sümüklüküstah’ı
deviremezdi. Ama başının üstünde tuttuğu kalkan
Sümüklüküstah’ın dengesini biraz bozduğu için,
oğlan güverteden aşağıya düşüp büyük bir
şapırtıyla suyu boyladı.
Kısa bir an korku dolu bir sessizlik oldu.
Derken, Kayıtsız Zebella bol saçlı koca
kafasını geriye atıp, ”H0H HOH HOH!" diye kahkahayı
patlattı.
Olayı izleyen Kabileler’in tezahüratı da ^
anında kahkaha tufanına dönüşüverdi -Birinin
düşmesi, sırılsıklam olması ya da çamura bulanması
gibi basit şeyleri çok eğlenceli bulurlardı bunlar.

229
Dolayısıyla güneş, kırmızı, pembe ve altın rengi
ışıklar saçarak Satürn Cumartesisi’ni noktalarken,
Vikingler’e özgü o kaba tarzda -birbirlerinin kıllı
sırtlarına şaplaklar ata ata, yerlere yatarak, iki
büklüm, kasıkları çatlayıncaya kadar, dakikalarca
anıra anıra güldüler.
Karasakallı Karabasan’ın kalkanını elinden
hâlâ bırakmamış olan Sümüklüküstah’ı, babası
Torbagötlü Şişgöbek denizden çekip çıkardı. Ve
o bile oyunbozanlık etmemek için kahkahalara
katılmak zorunda kaldı.
Sonunda Zebella gözlerindeki yaşları silerek,
“Hıçkıdık,” dedi, “Benim de sana bir armağanım
var...”
Zebella, oğlunu Mavi B a lin a ’nm arka tarafına
götürdü. Ve orada tanıdık bir görüntü vardı: Bir
ipin ucunda, sarhoş gibi sola çekerek, yampiri
yampiri geminin arkasından gelmekte olan, iğreti
direkli, küçük, toparlak bir yelkenli...
Hıçkıdık, “Azimli Martı!" diye bir sevinç çığlığı
attı.
“Kabadayı, Liman’a dalıp, onu senin için
çıkardı,” dedi Zebella gözleri parlayarak.
Kabadayı, Hıçkıdık’ın sırtına bir şaplak indirdi
ve, “Birkaç deliğini de onardım,” diye bağırdı.
“Seni de bir Viking yapacağız önünde sonunda.”
“Belki sen ve senin şu ejderhan Dilsiz,
Alıkayak ve Kami-bişey önümüze düşüp, bizi bir
zafer alayı gibi Avanak’a götürebilirsiniz, ha?” dedi
Zebella. “Ne de olsa, soylu Holigan ve Moktan
Soyguncu Kabileleri, Vârisler’ine her gün yeniden
kavuşmuyorlar.
Ortalık kararmaya başlarken, Barbar Takıma­
daları önce yeşilden griye, sonra siyaha dönüştü ve
Viking Savaşçıları, suyun üstünde hafif hafif sallanan
gemilerinin kenarlarında asılı fenerleri yaktılar.
Karanlıkta parlayarak canlanan Elektrikıvıllar,
arkalarında tozlu bir ışıkla titreşen pırıltılı parıltılı
kuyruklarıyla küçük kıvılcımlar halinde okyanusun
üstünde dans etmeye başladılar.
Deniz cam gibi dümdüzdü ve dolunayın suya
yansıyan ışıkları, ufukta görünen Avanak Adası’nın
siluetine doğru yakamozdan bir yol oluşturuyordu.
Hıçkıdık, Dişsiz, Balıkayak ve Kamikazi,
okyanusun dibini boylayıp çıktığı halde eskisinden
daha kötü görünmeyen Azimli Martı'ya tırmandılar.
O gece-alayını izleyen bir yabancı olsaydı,
Viking savaş gemilerinin yol alış biçimini gerçekten
tuhaf bulurdu.
Ne de olsa Vikingler, hem Denizler Fatihi,
hem de en büyük korsanlar ve denizciler olarak
biliniyorlardı.

230
Oysa şimdi, Holigan ve Moktan Soyguncu
gemilerinden oluşan bu iki büyük dizi, yılan gibi
bir o yana bir bu yana çılgınca zikzaklar çiziyor,
oldukları yerde dönüp duruyor; Vikingler de iki
büklüm olup kahkahalar atarak, karanlığın içinde
bir özür diliyor bir küfrü basıyorlardı.
Bütün gemiler; önlerinde ay ışığının Avanak
Adası’na doğru çizdiği yol üstünde, kendine özgü
biçimde yalpalayıp fır dönerek ilerleyen küçücük
bir tekneyi -A zim liM artı'yı izlemekteydi.
Son Büyük Viking Kahramanı
Korkunç Gıcık Üçüncü
Hıçkıdık'ın Sonsözü

İşte yine, anlatmaya başladığım noktaya geri


döndüm; bütün bunlar o kadar uzun bir zaman
önce oldu ki.
Ama şimdi bakıyorum da, şu anda yazı
yazdığım masadan başımı kaldırıp çevreme göz
gezdirdiğimde, bana o günleri anımsatan bir sürü
şey görüyorum.
Hain Alvin’in kancası, altından bir soru işareti
gibi duvarımda asılı duruyor. Kapının yanında Şişko
Konsül’ün bana verdiği kalkan var.
Yuvarlak Viking kalkanlarının tersine, dörtgen
şeklinde bir Roma kalkanı olduğu için arkadaşlarımın
alay konusuydu ama, bu kalkanı hayatım boyunca
katıldığım bütün savaşlarda kullandım.
Ama ben zaten her zaman yuvarlak deliğe
dörtgen çivi olmuşumdur.
Hatta, şu anda kullandığım kamış kalem bile
Uğursuz Kale’deki hücrede bulduğum bir kaya
kartalının tüyünden yapılma.
Bütün bunlara bakınca, bir sürü şey
anımsıyorum ve en net anımsadığım şey de,
balonun, yusyuvarlak bir mutluluk kabarcığı ya
da düşünce balonu gibi, Uğursuz Kale’nin kuru
gürültü ve yaygarasından parlak masmavi
gökyüzüne yükseldiği an.
Bütün dert ve endişeleri arkada bırakıp,
altımızda ve üstümüzdeki havanın sonsuz
boşluğunda büyülü bir biçimde asılı durduğumuz
o anın sessiz huzurunu anımsıyorum.
Çocuk halimle sepetin kenarından aşağıya
bakıp, bütün dünyamın hayal ürünü bir öyküdeki
harita gibi altımda uzandığını gördüğümü
anımsıyorum. Hayatımda ilk kez, didişerek ve
kaygılanarak yaşadığım yerin, pırıl pırıl bir
denizin içine serpiştirilmiş yüzlerce küçük yeşil
adadan oluşan şaşırtıcı güzellikte bir Barbar
Takımadalarının parçası olduğunu görmüştüm.
Ve birdenbire, bütün açıklığıyla, bu okyanus
evreninde bizlerin ancak sinek vızıltısı kadar
hükmümüz olduğunu fark etmiştim. Kasılıp
duran böcekler! Kahramanlık taslayan amipler!
Ama Sümüklüküstah’a her zaman söylediğim
gibi, boyut her şey demek değildir. Ne kadar
küçük olursak olalım, daima doğru olduğuna
inandığımız şeyler için savaşmalıyız. Ama

23 3
yumruklarımızın ya da kılıçlarımızın gücüyle
savaşmaktan söz etmiyorum. Bu, biz Vikingler’le
ilgili bir sorun oluşturmuştur hep. Ben
beyinimizin, düşüncelerimizin ve düşlerimizin
gücünden söz ediyorum.
Ve savaşımız ne kadar küçük, sessiz ve
önemsiz gözükürse gözüksün, belki de hepimiz
Zigerastika’nın sayılamaz orduları gibi birlikte
çalışarak, kendi yarattığımız hapishanelerden
kurtulabiliriz. Belki bu vahşi ve güzel dünyamızın,
çocukluğumdaki o masmavi öğleden sonra
hissettiğim gibi, hepimiz için özgür bir dünya
olarak kalmasını sağlamayı başarabiliriz.
Bir zamanlar kılıcım Alınteri’ni elimde büyük
bir güçle tutardım. Oysa şimdi bu sözcükleri titrek
hareketlerle ağır ağır kâğıda yazan bu aynı el,
kurumuş bir çiroz gibi buruşuk ve kahverengi.
Eskiden düzgün bir akıcıkla kâğıda geçen mürekkep
şimdi oraya buraya sıçrayıp duruyor. Bazen, değil
altmış beş yıl öncesini, geçen salı günü bile ne
yaptığımı unutabiliyorum.
Ancak, ben aıtık burada
olmadığımda da rüzgâr
esmeye devam edecek.
Yine fırtınalar ortalığı
kasıp kavuracak ve ister
Roma ister bir başkası
olsun, İmparatorlukların ve
baskının gücü okyanusun
kıyılarında hep tetikte
bekler olacak.
Geleceğin Kahramanları
için mücadele hep devam ediyor.
Öyküdeki Şaşırtmaca
Herhalde en son, ta tepeden bir Sürüngen Camgöz
yığınının içine düşerken gördüğüm üz Hain. Atvin’m
artık kesinlikle işi bitmiştir ve nihayet, küçük büyük bütün
Viking savaşçılarım ız için mutlu bir sona ulaşılmıştır.

Ancak mutlu sonların çoğunda olduğu gibi, buradaki


öyküde de bir şaşırtmaca var. Bu kez, balon hızla aşağıya
düşerkenki karmaşa sırasında, Zehir Zengei'ek'in müthiş
zehirli kuyruğuyla Kahram anlarım ız'dan birini
soktuğunu kimse fa rk etmedi.

Oysa herkesin bildiği gibi, Zehir Zengerek sokması


kesinkes daim a öldürücüdür...

Bu şanssızlığın kurbanı olan


Kahramanımız hangisiydi?

Hıçkıdık'ın anılarının bir sonraki cildini bekleyin...


U rd a* h
vV >s r ! ■ ' '•o ,
»vv . f t t î l a ty ^q
„ cjM ÿç/’

^ v * -
'v i

rô ' * •
'Viu'Hu soTS »v> '&

v ° '

■ b ^
Meraklısına Notlar
WODEN
Wodan, Wotan ya da Odin olarak da bilinir. İskandinav
mitolojisinde başlıca tanrılardan biridir. Eski Germenler'de
çarşamba günü Woden’in günüyle (İngilizce Wednesday)
özdeşleştirilmiştir. Woden başlangıçtan beri savaş tanrısıydi;
kahramanlan korur, ölen savaşçılarla Valhalla’da buluşurdu.

THOR
Eski Germen halklarının ortak tanrısıdır. Tanrılar sıralamasında
genellikle Woden’den sonra gelse de, Kuzey halkları arasında en
çok saygı gören tanrıydı. Adı “gök gürültüsü" anlamına geliyor
ve elinde taşıdığı çekiç de yıldırımı temsil ediyordu. Büyük bir
savaşçı olan Thor, kötü devlerin amansız düşmanı, ama insanlığın
koruyucusuydu. Roma tannsı Jüpiter’le bir tutulduğu olmuştur.
İngilizce’de perşembe anlamındaki Thıtrsday sözcüğüne
kaynaklık etmiştir ( Thor’s day: Thor’un Günü).

SATÜRN
Yunan mitolojisinde Kronos olarak bilinen Roma tanrısıdır.
Dünyayı yönetmiş tanrı Titanlar’ın lideriydi; daha sonraki
Olympos tannlannın lideri Zeus'un da babasıydı. Tanm
ve hasadın, adalet ve gücün tanrısıydi. İngilizce’de
cumartesi anlamındaki Satıtrday ve gezegen
Satürn, adını bu tanrıdan almıştır.

A n a B h tan n ica A nsiklopedisi'nden.


HiçRldıfe
yazan Korkunç Gıcık ük Hıçknlık
eski dilden çeviren CreSSİda GowelI
okunurhalegetirenMine KazmaoSlll^^____

Kıllı Holiganlar Kabilesi’nin umudu ve veliahtı


Hıçkıdık’ın lider olma'Tnacerası, kabileye kabul
edilmek için çabaladığı 1. kitapla başlıyor, ve
değerli bir hâzineyi kötülerden koruma görevini
üstlendiği 2. kitap, Romalı gladyatörleri alt
ettiği 3- kitapla devam ediyor. -
V
'/
Lider olma yolunda şiddete başvurmadan
ilerlemeyi' ilke ecltnen Hıçkıdık, 4. kitapta
arkadaşı Balıkayak’ı kurtarmaya çabalıyor. 5
ve son kitapta ise patlamak üzere olan bir
yanardağa tırmanmak zorunda kalıyor.
V

You might also like