You are on page 1of 427

K İTABIN O R İJİN A L Â D I SE P T IM U S HEAP

B O O K F O U R : Q U E ST E

Y a y in H aklari © A N G İE SAGE
“H A R P E R C O L L İN S C H I L D R E N ’S B O O K
H A R P E R C O L L IN S P U B L IS H E R S ”
AKÇALI TE LİF H AKLARI A JA N SI
A L T IN K İTA PLA R YAYI N EVİ
VE T İC A R E T AŞ

İ llüstratör M A R K ZU G

B as ki 1. BA SIM / ŞU BA T 2011
A K D E N İZ Y A Y IN C IL IK AŞ
G öztepe Mah. K azım Karabekir Cad.
N o : 32 Mahmutbey - Bağcılar / İstanbul

BU KİTABIN H ER TÜRLÜ YAYIN HAKLARI


FİK İR VE SANAT ESERLERİ YASASI G EREĞ İN CE
ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ VE TİCARET AŞ’YE AİTTİR.

ISBN 978 - 975 - 21 - 1298 - 8

ALTIN KİTAPLAR YAYIN EVİ


Göztepe Mah. Kazım Karabekir Cad.
No: 32 Mahmutbey - Bağcılar / İstanbul

Tel: 0.212.446 38 88 pbx


Faks: 0.212.446 38 90

http://www.altinkitaplar.com.tr
info@altinkitaplar.com.tr
SEPTIMUS HEAP
DÖRDÜNCÜ KİTAP r+-

ANGIE SAGE
İLLÜSTRATÖR
M ark zug

TÜRÇESİ
ZELİHA İYİDOĞAN BABAYİĞİT
Yazarın Yay meyimizden Çıkan Kitapları

SEPT1MUS HEAP: BİRİNCİ KİTAP


BÜYÜ
SEPT1MUS HEAP: İKİNCİ KİTAP
UÇUŞ
SEPTIMUS HEAP: ÜÇÜNCÜ KİTAP
SİMYACI
Editörüm Katherine için...
Teşekkür ederim.
İÇİNDEKİLER

Önsöz: Nicko ve S n o rri.................................................... 13


1 ♦ Nicko’nun Serbest K a lış ı....................................... 17
2 ♦ Özgür! .................................................................... 25
3 ♦ K aranlık R ehber ................................................ 29
4 ♦ Kötü Toprakların Dışında ....................... .............. 41
5 ♦ Grateful Turbot ...................................................... 51
6 ♦ Kaleye D o ğ r u ......................................................... 58
7 ♦ İşbaşında................................................................. 67
8 ♦ Mahzen .................................................................. 74
9 ♦ Manzaralı Oda ........................................................ 85
10 ♦ Ejderha Yönetim i .................................................. 94
11 ♦ Ejderha Bakıcısı............................................ ......... 103
12 ♦ TerryTarsal ........................................................... 108
13 ♦ Büyücü Kızağı ........................................................ 116
14 ♦ Snake Slipway’deki E v ........................................... 124
15 ♦ Çatı Katında ........................................................... 132
16 ♦ Snorri’nin Haritası ................................................. 137
17 ♦ Bela ........................................................................ 147

7
Angie Sage

18 Paramparça ........... 157


19 Bay Ephaniah Grebe 162
20 Yeniden Birleşme .... 169
21 Tertius Füme .......... 176
22 İşten Kovulan ........ 186
23 Y a n sıtm a ................. 192
24 Topluluk ................. 199
25 Kuşatma ................. 210
26 Kaçış ...................... 219
27 Mesaj Sıçanı ........... 228
28 A rayış G em isi....... 234
29 Silas’ın Araştırması 241
30 Vaat Edilen ............. 249
31 Heap K a m p ı........... 259
32 Gece Yolculuğu ..... 268
33 K a h va ltı.................. 276
Orman Yolu ........... 284

8
Arayış

35 ♦ Kar .......................................................................... 291


36 ♦ K u lü b e .................................................................... 299
37 ♦ Davetiye .................................................................308
38 ♦ İzi Sürülen ............................................................. 316
39 ♦ Kar A ltın d a ............................................................. 325
40 ♦ Uçurumun Kenarı .................................................333
41 ♦ Köprü Bekçisi ........................................................ 340
42 ♦ Yeniden Birleşme .................................................. 347
43 ♦ Köprü .................................................................... 355
44 ♦ K a p ıc ı...................................................................... 365
45 ♦ Foriks Evi ............................................................... 371
46 ♦ Ullr’un Macerası .................................................... 379
47 ♦ Septimus’uri A r a y ış ı ........................................... 385
48 ♦ Kapıdan K a p ıy a ...................................................... 396
49 ♦ Zamanın İç in d e ...................................................... 401
Bitişler ve Başlangıçlar................................................... 409

9
— > ~ S N O R R l ’NlN HARİTASI
& FORİKS E V İ
»u r v: . .*» v £ *• \ - —
■*£ 4 SARINA^. -> r f j '- , v - -■.. ■ ' - - -
û " . \ -•*. * * -* J? ' S i * * . .* t — -* - ' - o-"
. .. -¥ \ $ 4 '"' 7 ~ - y . 4 * ; . . r •; ,.?
° "f* \ ' ' ° c ‘- ' ” \ °4: ' 7 ° “BARINAK 4 ^ , ■/ o -
.o -* * .-: j î > '* • '£ . * ’ «<>. ->v i r f r •^ ■ "■ °
£ «?■ '* • • • .''< ► i .-ebARINA^
** * - + / * K * *£1* ^ K h W / > * »#

'** o.- ..
BARINAK-' j f ' ,i
4 S »■■» t*
4 ş® " o - I U ' ^ 4 5*

’*?■ £*'
-, W
* _* *

u
7- --i.:
, v r • \ î

* A j v - t v '4 ''--
.i '^ v ? ' X ’% “■ % * iŞ * ' ’’ ^ ; f*s j|
•T; f ş f ; *şft.RiNA^'^ ! - f ş. _ş : * &; -J. Lt ^ ıv^/ı

h \ t f* ” # ’t ' ‘-••..•'V Jk' % 4 4 ’ } l'-£


. . / v î F %

4 ff * S if t* » ' f V

-a ‘ < ~ ; ° * “ . V -
o° •■ S . # Ji- - ' # °*.„ *?: -& ,1£. 9f # > ; -« 'T ■ - *
°/ ■ ■ f '■■ i ' f v - a - ' - - . ' !^
$■■iki.
i> v > ^ r‘ Jt -S J11.#W, f" i/ "
^
/& B M U N A K *> ^ - '- r * ' f: 4 #s, *.......
>Mİfe% t^ 4 « - f K'?
' W ''! # , '■
Ooo. . " ' » o 0 n. £%n #;
•'■X ^ T i j > -jf- «> 'f-' r ^ ^ -*•
Marcellofa teşekkür ederim ^ f ’' ^ ş- BAiUNAifr
Nicko &. Snorri
ÖNSÖZ:
NlCKO VE SNORRI

B
üyücü Yolu’nda haftalık pazar kurulmuş­
tu. Bir kız ve bir erkek çocuk salamura
ringa balığı tezgâhının önünde durdu. Oğla­
nın sarı saçları çok sonraları denizcilerin ba­
zen yapacağı gibi bükülüp örülmüştü. Yeşil
gözlerinde ciddi, neredeyse üzgün bir ifade
vardı. Ona balık almasına izin verm esi için
kızı ikna etm eye çalışıyordu.
Kız da sarı saçlıydı, ama onunki beya­
za daha yakındı. Uzun düz saçları, Kuzeyli
tüccarlar gibi deri bir bantla toplanmış­
tı. Soluk mavi gözleriyle oğlana baktı.
“ Hayır,” dedi. “Yiyem em . Bana evi­
mi hatırlatıyor.”
“Am a sen balık seversin.”
Tezgâhın başında kızınki gibi soluk mavi gözleri olan yaşlıca
bir kadın duruyordu. Bütün sabah tek bir balık bile satamamıştı ve

13
Angie Sage

bu çocuklara balık satmayı çok istiyordu. “Eger ringa balığını sevi­


yorsan bunu denemelisin,” dedi kıza. “Gerektiği gibi hazırlandı.
Ringa balığı böyle salamura edilmeli.” Bir parça kesip küçük, sivri
uçlu bir çubuğa batırıp kıza uzattı.
“Hadi Snorri,” dedi oğlan neredeyse yalvararak. “ Bir dene.
Lütfen.”
Snorri gülümsedi. “Tamam Nicko. Senin için deneyeceğim .”
“Güzel mi?” diye sordu tezgâhın sahibi.
“Güzel, Yaşlı Ana,” dedi Snorri. “Çok güzel.”
Nicko, kadının tıpkı Snorri gibi konuştuğunu düşündü. Onda
da aynı aksan vardı ve Snorri’yle kendisinin bu zamanda birkaç ay
içerisinde kullandıkları eski konuşma kalıplarını kullanmıyordu.
“Affedersiniz,” dedi. “ Nerelisiniz?”
Yaşlı kadının gözlerinde hüzünlü bir ifade belirdi. “Söylesem
de anlamazsınız.”
Nicko ısrar etti. “Am a buralardan değilsiniz. Konuşma tarzı­
nızdan bunu anlayabiliyorum. Snorri gibi konuşuyorsunuz.” Kolu­
nu Snorri’nin omzuna atarken kızardı.
Yaşlı kadın om uz silkti. “Buralı olmadığım doğru. Tahmin bi­
le edem eyeceğiniz kadar uzaklardan geliyorum .”
Şimdi Snorri de yaşlı kadına bakıyordu. Kendi dilinde konuş­
maya başladı. Kendi zamanının dilinde.
Yaşlı kadın kendi zamanının dilini duyunca gözleri aydınlan­
dı. “ Evet,” dedi Snorri’nin denem e yapmak için sorduğu soruya,
“ Ben Ells’im. Ells Larusdottir.”
Snorri bir şey daha söyledi, yaşlı kadın dikkatlice cevap verdi.
“ Evet, Herdis adında bir kardeşim var - ya da vardı. Bunu nereden
biliyorsun? Yoksa sen de o düşünce yakalayanlardan biri misin?”
Snorri başını salladı. “ Hayır,” dedi yine kendi dilinde. “Ama
Ruh-Görücüyüm. Büyükannem Herdis Larusdottir gibi. Ve büyük

14
Arayış

halam Ells ayna da kaybolduğunda henüz doğmamış olan annem


Alfrun gibi.”
Nicko, Snorri’nin yaşlı kadına ne söylediğini merak ediyordu,
çünkü tezgâha o kadar sıkı yapışmıştıki avuçlarının içi bem beyaz
olmuştu. Snorri ona kendi dilini öğretiyor olsa da yaşlı kadınla Nic-
ko’nun alışık olduğundan çok daha hızlı konuşuyordu. Ona tanı­
dık gelen tek sözcük “anne” olmuştu.

Böylece büyük hala Ells, Nicko ve Snorri’yi kale duvarlarının


ardındaki ince, uzun evine götürüp sobaya bir odun attı ve hikâye­
sini anlatmaya başladı. Saatler sonra Nicko ve Snorri, büyük hala
Ells’in evinden bol miktarda balık ve umutla çıktı. Ellerindeki en
değerli şey de Foriks Evi’ne, yani Bütün Zamanların Birleştiği Yer
Sarayı’na giden yolu gösteren haritaydı. O akşam Snorri haritadan
iki kopya çıkarıp birini evinde kaldıkları Simyacı Marcellus Pye’a
verdi. Önlerindeki birkaç hafta bilinm eyene yapacakları yolculuğa
hazırlık için gerçekleştirecekleri planlarla geçti.
Gri ve yağmurlu bir günde Marcellus Pye kale rıhtımında du­
rup gem ilerine el sallarken onları bir daha görüp görem eyeceğini
merak ediyordu. Hâlâ da ediyor.

15
1 • + -

NICKO’NUN SERBEST KALIŞI

j â em i yapım cısı Jannit Maarten sara-


~ f ya gidiyordu.
Kısa boylu, zayıf kadın büyük adım- ,
larla en çılgın hayallerinde bile, sandalı­
nı Snake Slipway’e bağlayıp saray ka­
pılarına doğru yürüyeceği hiç aklına /
gelmezdi. Am a o soğuk, kas­
vetli ilkbahar gününde işte >-
tam da bunu yapıyordu ve t■*,'
hissettiği şey hafif bir endişe- X
den biraz daha fazlasıydı.
Dakikalar sonra sarayın
kapısında nöbette olan Büyücü
Yardımcısı Hildegarde “ Dönüşümün
Politikaları, İlkeleri ve Uygulamaları

17 F:2
Angie Sage

başlıklı ödevinden başını kaldırdı. Jannit’in tereddütlü bir şekilde


gösterişli hendeğin üstünde uzanan geniş tahta köprüden geçtigi-
ni gördü. Bir mola vereceği için mutlulukla ayağa fırlayıp gülümse­
di. “Günaydın Bayan Maarten. Size nasıl yardımcı olabilirim?”
“Adımı biliyorsunuz!” dedijannit şaşkınlıkla.
Hildegarde, işinin herkesin adını bilmek olduğunu söylemedi.
“Elbette biliyorum, Bayan Maarten,” dedi yalnızca. “Geçen yıl ter­
sanenizde kız kardeşimin teknesini tamir ettiniz. Yaptığınız işten
çok m em nun kaldı.”
Jannit’in bu büyücü yardımcısının kardeşinin kim olabileceği
konusunda hiçbir fikri yoktu, ama teknesinin nasıl bir şey olduğu­
nu merak etm em ek elinde değildi. Jannit tekneleri hatırlardı. Mah­
cup bir şekilde gülümseyip hasır şapkasını çıkardı. Bunu özellikle
saraya gidecegi için giymişti - Jannit için bu şapka smokin ve taç­
la aynı değerdeydi.
“ Bayanlar şapkalarını çıkarmasalar da olur,” dedi Hildegarde.
“Oh?” dedi Jannit, bunun kendisiyle ne ilgisi olduğunu anla-
yamayarak. Kendisini bayan olarak düşünemiyordu.
“Görmek istediğiniz biri var mı?” diye sordu Hildegarde. Dili
tutulan konuklara alışıktı.
Jannit şapkasını elinde evirip çevirdi. “Sarah Heap, lütfen,” dedi.
“ Bir haberci göndereceğim. Onunla ne hakkında görüşmek
istediğinizi kendisine söyleyebilir miyiz?”
Uzun bir duraksamanın ardından şapkasına bakarak cevap
verdi. “Nicko Heap.”
“Ah. Lütfen bir dakika oturun Bayan Maarten. Sizi ona götüre­
cek birini bulayım hem en.”

Jannit on dakika sonra oturma odasına girdiginde Sarah He-


ap’i Heap’lere özgü saman sarısı saçlarıyla ve biraz da zayıflamış

18
Arayış

olarak küçük masanın başında oturur halde buldu. Endişeli yeşil


gözlerle Jannit’e baktı.
Jannit büyük kanepenin ucuna ilişti. Huzursuzluk hissediyor
olsa da kanepenin ucunda oturmasının nedeni bu değildi. Kane­
pedeki tek boş yerin orası olmasıydı - gerisi her zamanki gibi Sa­
rah Heap’in ıvır zıvırlarıyla doluydu. Çiçek saksıları sırtına batar­
ken havlu yığınları yumuşak bir şekilde koluna sürtünüyordu. Ate­
şin yanındaki giysi yığınından bir ciyaklama duyunca Jannit nere­
deyse kanepeden fırlıyordu. Onun şaşkın bakışları arasında pem ­
be derili, üstü kısa tüylerle kaplı bir ördek, üzerinde delikli bir ye­
lekle giysi yığınlarının arasından çıkarak ateşe doğru yaklaştı.
Sarah parmaklarını şaklattı. “ Buraya gel, Ethel,” dedi ördeğe.
Ördek kalkıp Sarah’nın yanına geldi. Sarah onu alıp kucağına koy­
du. “Jenna’nın yaratıklarından biri,” dedi Sarah gülümseyerek.
“ Evcil hayvanlardan hiç hoşlanmazdı. Birden iki hayvanı oldu. On­
ları nereden buluyor bilmiyorum.”
Jannit kibarca gülümseyip Sarah’a söylemesi gerekenleri na­
sıl söyleyeceğini düşündü. Garip bir sessizliğin ardından konuşma­
ya başladı. “ Eee. Şey... burası çok büyük bir yer.”
“Oh evet. Çok büyük,” dedi Sarah.
“Büyük bir aile için harika,” dedi Jannit. Am a sonra hemen
buna pişman oldu.
“Eger seninle yaşamak isterlerse tabii,” dedi Sarah buruk bir
sesle. “Am a dört çocuğunda bir cadılar topluluğuyla birlikte or­
manda yaşamak isteyip ziyaret için bile eve gelm ek istemiyorlarsa
değil. Ve bir de Simon var. Yanlış yaptığını biliyorum, ama o hâlâ
benim ilk bebeğim. Onu çok özlüyorum; burada yaşamasını çok
isterdim. Artık bir yere yerleşmesinin zamanı geldi. Babası ne der­
se desin Lucy Gringe’den çok daha kötüsünü yapabilirdi. Burada

19
Angie Sage

hepsi için yer var - tabii çocuklar için de. Ve sonra küçük Septimus
var. Onca yıldır ayrıydık ve şimdi Büyücü Kulesi’nin tepesinde
Marda Overstrand’la oturmak zorunda. Bir de kalkmış bana Septi-
mus’u bu kadar çok görmekten memnun olup olm adığım ı soru­
yor. Sanırım bunun bir tür şaka olduğunu düşünüyor, çünkü artık
onu neredeyse hiç görmüyorum . Aslında Nicko’dan beri...”
“Ah,” dedi Jannit, bu fırsatı değerlendirerek. “Nicko. Şey... ne­
den burada olduğumu tahmin edebilirsiniz sanırım.”
“ Hayır,” dedi Sarah. Aslında tahmin edebiliyordu, ama bunu
düşünmek bile istemiyordu.
“Oh.” Jannit kucağındaki hasır şapkaya bakıp bilinçli bir şekil­
de arkasındaki yığının üstüne koydu. Birden Sarah’nın yüreği hop­
ladı. Neler olacağını biliyordu.
Jannit boğazını tem izleyip konuşmaya başladı. “ Bildiğiniz gibi
Nicko altı aydır ortalarda yok ve anladığım kadarıyla kimse onun
nerede olduğunu ya da ne zam an geri dön eceğini -tabi-
i eger dönerse- bilmiyor. Aslında bunu söylediğim için çok üzgü­
nüm ama onun hiç geri dönm eyeceğini duydum.”
Birden Sarah’nın nefesi kesildi. Daha önce kimse bunu onun
yüzüne karşı söylem e cesaretini göstermemişti.
“ Buraya böyle geldigim için üzgünüm Bayan Heap, fakat...”
“ Lütfen bana Sarah de.”
“Sarah. Üzgünüm Sarah, ama Nicko olmadan daha fazla ida­
re edemiyoruz. Gözüpek ahmakların denize açılıp birkaç balık ya­
kalamaya çalışacağı yaz sezonu yaklaşıyor. Hepsi teknelerinin ha­
zır olmasını istiyor. Üstelik bu ay yaşadığımız şiddetli fırtınadan
sonra liman teknesi onarım için yine geldi. Çok yoğun bir dönem ­
deyiz. Çok üzgünüm, ama Nicko hâlâ benim çırağım olarak görü­
nürken, Tekne Yapımcıları Birliği eğitim yönetm eliğine -k i tam bir

20
Arayış

mayın tarlası olmasına rağmen onlara uymak zorundayım - göre


başka kimseyi işe alamıyorum. Acilen yeni bir çırağa ihtiyacım var,
özellikle Rupert Gringe Makalelerinin sonuna yaklaşırken.”
Sarah Heap ellerini birbirine kenetledi. Jannit tırnaklarının so­
nuna kadar kemirilmiş olduğunu fark etti. Sarah titriyordu ve bir­
kaç saniye boyunca konuşamadı. Tam Jannit sessizliği bozması ge­
rektiğini düşünürken Sarah, “ Nicko geri dönecek,” dedi. “Zaman­
da geri gittiklerini sanmıyorum - bunu kimse yapamaz. Jenna ve
Septimus yalnızca bunu yaptıklarını sandılar. Bu çok kötü, kötü bir
büyüydü. Marcia’dan bu konuda yardım etmesini istiyorum sü­
rekli. Nicko’yu b u la b ilir, bunu biliyorum, am a henüz hiçbir şey
yapmadı. Hiçbir şey. Bu tam b ir kâbusl" Sarah’nın sesi umutsuzca
yükseldi.
“Üzgünüm,” diye mırıldandı Jannit. “Gerçekten.”
Sarah derin bir soluk alıp sakinleşmeye çalıştı. “ Bu senin ha­
tan değil, Jannit. Sen, Nicko’ya karşı her zaman çok naziktin. Se­
ninle çalışmayı çok seviyordu. Elbette başka çırak da bulmalısın,
ama sana bir şey soracağım.”
“Elbette,” dedi Jannit.
“ Nicko geri döndüğünde tekrar onu çırağın olarak kabul ede­
cek misin?”
“Bunu m em nuniyetle yaparım,” diye gülümsedi. Sarah’nın
kolayca kabul edebileceği bir şey sormasına sevinmişti. “Yeni bir
çırağım olsa bile Nicko hem en Rupert’ın yerine geçip esas çırağım
olabilir ya da tersanede söylediğimiz şekliyle yol adam ım olabilir.”
Sarah üzüntülü bir şekilde gülümsedi. “ Bu harika olur.”
“Ve şimdi üzgünüm am a sizden bir şey isteyeceğim, şu Fera-
gatnam e’yi imzalayabilir misiniz,” dedi çekinerek. Jannit ceketinin

21
Angie Sage

cebinden rulo halindeki parşömen kâğıdını çıkarmak için ayağa


kalktı. Birden ona dayanan havlular dengelerini kaybedip devrile­
rek, Jannit’in yerini aldı.
Jannit masanın üstünde yer açıp Nicko’nun çıraklık sözleşme­
si olan parşömeni yaydı. Rulonun kapanmasını önlem ek için de
başına ve sonuna bir ağırlık koydu. Yüksek Denizlerde Aşk ve bü­
yük bir paket bisküvi.
“Oh.” Parşömenin en sonunda Jannit’inkiyle birlikte Nicko’
nun örümceği andıran imzasını görünce Sarah’nın nefesi kesildi.
Jannit aceleyle küçük bir parşömen parçasından oluşan Fera-
gatnameyi imzaların üstüne koydu. “Sarah, bu sözleşmeyi imzala­
yan kişilerden biri olarak sizden Feragatname’yi imzalamanızı iste­
mek zorundayım. Eger siz... siz bir tane bulamazsanız bende ka­
lem var.”
Sarah kalem bulamadı. Jannit’in diğer cebinden çıkardığı ka­
lem ve mürekkep hokkasını alıp kalemi hokkaya batırdı. Nic­
ko’nun ölüm fermanını imzalıyormuş gibi hissederek parşömeni
imzaladı. Mürekkebe bir damla gözyaşı düşüp kâğıda yayıldı; Jan­
nit ve Sarah bunu fark etmemiş gibi yaptı.
Sarah, Jannit’in imzasının yanına kendi imzasını attı; sonra
dipsiz cebinden kalın bir yelken ipinin geçirildigi iğneyi çıkardı.
Feragatname’yi orijinal imzaların üstüne dikti.
Nicko Heap artık Jannit Maarten’in çırağı değildi.
Jannit arkasında dengede duran şapkasını kapıp oradan kaç­
tı. Ancak teknesine vardığında Sarah’nın bahçıvan şapkasını almış
olduğunu fark etti, ama buna aldırmadan şapkayı başına geçirip
yavaşça tersanesine doğru kürek çekti.

Silas Heap ve av köpeği Maxie, Sarah’ı ot bahçesinde buldu.


Sarah, Silas’m anlamadığı bir nedenden ötürü denizcilerin taktığı

22
Arayış

türden hasır bir şapka takmıştı. Ayrıca Jenna’nın ördeği de yanın­


daydı. Silas ördeğe bayılmıyordu - ona baktığı zaman kısa tüyleri
yüzünden tüyleri diken diken oluyordu. Üstelik şu delikli yelek de
Sarah’nın delirm eye başladığının işaretiydi.
“Oh işte buradasın,” dedi Sarah’nın dalgın bir şekilde karıştırdı­
ğı nane yatağına giden yolda yürürken. “Her yerde seni arıyordum.”
Sarah karşılık olarak Silas’a gülümsedi. Silas ve Maxie savun­
masız nanelerin arasından geçerken Sarah hiç karşı çıkmadı. Silas
da Sarah gibi endişeli görünüyordu. Heap ailesine özgü saman sa­
rısı lülelerine kırlar düşmeye başlamıştı. Mavi Sıradan Büyücü kaf­
tanı üzerinde bol duruyordu. Gümüş Sıradan Büyücü kemeri her
zamankinden bir iki delik geriye takılmıştı. Silas nane kokularının
arasından geçerek Sarah’nın yanına geldi ve hazırladığı konuşma­
yı yapmaya başladı.
“ Bundan hoşlanmayacaksın,” dedi. “Am a kararımı verdim.
Maxie ve ben ormana girecegiz ve onu bulana kadar geri dönm e­
yeceğiz.”
Sarah ördeği alıp sıkıca kucakladı. Ördek boguluyormuş gibi
cıyakladı. “Seni inatçı aptal,” dedi. “Nicko’yu bir yerlerde hapseden
bu korkunç K aranlık Büyü konusunda Marcia’dan bir şey yap­
masını istesen Nicko anında geri dönerdi. Bunu sana kaç kez söy­
ledim. Am a bunu yapmıyorsun. Şu aptal orman konusunda konu­
şup duruyorsun...”
Silas içini çekti. “Sana söyledim. Marcia bunun K aranlık Bü­
y ü olmadığını söyledi. Bunu ona tekrar tekrar sormanın bir anla­
mı yok.” Sarah ona öfkeyle bakınca Silas başka bir yol denedi. “Bak
Sarah, hiçbir şey yapmadan duramam. Bu beni deli ediyor. Jenna
ve Septimus, Nicko’suz geri döneli altı ay geçti. Daha fazla bekle­
m eyeceğim . Sen de benimle aynı rüyayı gördün. Bir anlamı oldu­
ğunu biliyorsun.”

23
Angie Sage

Sarah, Nicko ortadan kaybolduktan birkaç gün sonra gördügü


rüyayı hatırladı. Karla kaplı ormanda yürüyordu; alacakaranlıktı ve
önündeki ağaçların arasında sarı bir ışık parlıyordu. Yanında bir
kız vardı. Sarah onun Nicko’dan biraz daha uzun ve yaşça büyük
olduğunu tahmin ediyordu. Kızın uzun, beyaza yakın sarı saçları
vardı ve kurt kürküne sarınmıştı. Önündeki ışığı işaret ediyordu.
Nicko kızın elini tutmuş, birlikte ışığa doğru aceleyle yürüyorlardı.
O anda Silas horlamaya başlamış ve Sarah irkilerek uyanmıştı. Er­
tesi sabah Silas heyecanlı bir şekilde rüyasında Nicko’yu gördügü-
nü anlatmaya başladığında Sarah hayretle ikisinin rüyasınında ay­
nı olduğunu fark etti.
Silas o zamandan beri Nicko’nun ormanda olduğuna inanma­
ya başlamış ve onu aramaya karar vermişti. Am a Sarah onunla ay­
nı fikirde değildi. Silas’a rüyalarında gördükleri ormanın kale or­
manı olmadığını söylüyordu. Farklı bir yer olduğundan emindi. Si­
las buna da itiraz etmişti. O ormanı biliyordu ve kale ormanı oldu­
ğundan emindi.
Evlilikleri boyunca Silas ve Sarah hiçbir konuda anlaşamamış­
lardır. Ama ne olursa olsun her zaman ortak bir noktada buluş­
muşlardır. Silas genellikle barış teklifi için kır çiçekleriyle gelirdi.
Am a bu kez barış teklifi yoktu. Silas ve Sarah’nın ormanlarla ilgili
tartışmaları gittikçe tatsızlaşıyordu ve kısa süre içinde mutsuzluk­
larının gerçek nedenini gözden kaçırır olmuşlardı: yani Nicko’nun
ortadan kayboluşunu.
Ama Silas az önce Nicko’nun eski çırak sözleşmesiyle oradan
ayrılan Jannit Maarten’le karşılaşmıştı. Böylece kararını vermişti.
Nicko’yu bulmak için ormana gidecekti ve kimse onu durdurama­
yacaktı - özellikle de Sarah.

24
ÖZGÜR!

agoglan doyur Sleuth


kutusuna dokunma
ve odamı karıştırma. Anlaşıldı
mı?” Simon Heap, asistanı Mer-
rin Meredith’i azarlıyordu.
“Tamam, tamam,” dedi
Merrin asık suratla. Gözlem Evi’
ndeki rahat sandalyede huzur­
suzca oturuyordu. Koyu renk
dağınık saçları pervasızca yüzü­
ne düşerek bir gece içerisinde
ortaya çıkan alnındaki büyük
sivilceyi gizliyordu.
“Arıladın
m ı? ’ diye huzursuz bir
şekilde sordu Simon.
Angie Sage

“ ‘Tam am ’ dedim, öyle değil mi?” diye homurdandı Merrin.


Uzun sırık gibi bacaklarını sallıyor, ayakları sinir bozucu bir şekil­
de sandalyeye çarpıyordu.
“Ve burayı temiz tutsan iyi olur,” dedi Lucy Gringe. “Pislik
içinde yaşamak istemiyorum.”
Merrin ayağa fırlayıp Lucy’ye sahte bir selam çaktı. “ Evet, Sa­
yın Leydim. Sizin için yapabileceğim başka bir şey var mı leydim?”
Lucy Gringe kıkırdadı.
Simon Heap kaşlarını çattı. “ Hadi Lucy,” dedi sinirli bir şekil­
de. “ Karanlık çökm eden limana varmak istiyorsan acele et.”
“Bir dakika. Şeyimi bulmam lazım...”
“Çantan ve pelerinin bende. Hadi Luce.” Simon merdivenlere
giden granit kemere doğru yürürken sesleri siyah kayağan taşında
yankılandı. “Ve Merrin -aptalca bir şey yapma.” Simon’un sesi
merdivenlerden geliyordu.
Merrin sandalyeyi öfkeyle tekmeleyince bir toz bulutu kalktı,
rahatsız olan güveler dışarı fırladı. O aptal değil, değil, değildi. Mer­
rin hayatının ilk on yılını eski efendisi DomDaniel’ın ona aptal de­
mesini dinleyerek geçirmişti. Ve artık bundan bıkmıştı. Merrin bun­
ca yıldır yanlış bir şekilde Septimus Heap olarak bilinmişti, ama ne
kadar uğraşırsa uğraşsın gerçek Septimus’un kötü bir yedeği olabil­
mişti. DomDaniel bu hatayı ya da şanssız çırağının neden hiçbir şe­
yi doğru yapamamasının nedenini hiç anlayamamıştı.
Merrin kaşlarını çatarak eski sandalyeye çöktü. Örgüleri ve
kurdeleleri uçuşan Lucy Gringe’in son dakika ıvır zıvırını toplaya­
rak koşuşturmasını seyretm eye başladı.
Lucy sonunda hazırdı. Liman ve Rıhtım Börekçisi’ndeki uzun
kış akşamlarında Simon için ördüğü renkli atkıyı kapıp Simon’un
peşinden koştu. Kasvetli granit kemerin altında gözden kaybolma­
dan önce Merrin’e el salladı. Merrin de asık suratını yumuşatarak
ona karşılık verdi. Lucy onu her zaman güldürmeyi başarıyordu.

26
Arayış

Dünyadaki en ürkütücü olduğunu düşündüğü yerden uzak­


laştığı için mutlu olan Lucy, Merrin’i bir daha düşünmedi. Si­
m on’un atı Şimşek’in bağlandığı soğuk, nemli, kaygan tünele doğ­
ru inerken çizmelerinin merdivenlerde çıkardığı tok sesleri dinli­
yordu.
Lucy’nin ayak sesleri uzaklaşıp duyulmaz olunca yerini alan
ağır sessizlikte Merrin hem en harekete geçti. Uzun bir çubuk bu­
lup odanın tepesini kaplayan çatı penceresinin siyah perdelerini
indirmeye başladı. Bu pencereden yüksek yamaçların tepesindeki
otlar ve kayalık çıkıntılar görünüyordu. Burası Gözlem Evi’nin ye­
rin üstünden görünen tek kısmıydı. Merrin perdeleri birbiri ardına
kapatırken devasa oda yavaşça karardı, alacakaranlık hüküm sür­
m eye başladı.
Merrin, Karanlık Göz’ün yani daire biçimindeki odanın orta­
sında duran geniş, dışbükey çanağın yanına gidip kendinden geç­
miş bir ifadeyle baktı. Tepeden süzülen sabah güneşinin ışığında
boş beyaz bir çanak gibi duran şey şu anda güzel ayrıntıları göste­
ren renkli bir sahneye dönüşmüştü. Büyülenen Merrin derin vadi­
nin üstündeki yam aç boyunca sessizce yürüyen koyun sürüsünü,
arkalarından süzülen, gün doğuşunu yansıtan pem be bulutları
seyretmeye başladı.
Merrin çatı penceresinden sarkan çubuğu döndürm eye
başlayınca m erceğin bulunduğu küçük kapaktan itiraz edercesine
bir gıcırtı yükseldi. Kapağı tam bir daire çizecek şekilde döndür­
dükçe önündeki resim değişti, dış dünyanın sessiz bir panorama­
sını yansıtmaya başladı. Merrin sırf eğlence olsun diye üç yüz alt­
mış derece daha çevirip sonra seyretmek istediği noktayı aradı. So­
payı bıraktı, gıcırtı kesildi. Gözlerinin önündeki siyah dağınık saç­
ları itip öne doğru eğildi, önündeki sahneye dikkatlice baktı.
Çanakta kaya çıkıntılarının arasından kıvrılarak aşağı doğru
inen uzun bir patika görünüyordu. Sağında derin vadi, solunda ara

27
Angie Sage

sıra düşen kayalar veya çakıl taşlarıyla görüntüsü bozulan düz bir
yamaç vardı. Merrin, Şimşek’in görüş alanına girmesini sabırla
bekledi. Sabah soğuğuna karşı pelerinine sıkıca sarınmış olan Si­
m on’un idaresindeki at patikada yavaşça yürüyordu. Boynunda
Lucy’nin atkısı vardı. Kız atkının bir ucunu da kendi boynuna do­
lamıştı. Değerli mavi pelerinini takmış olan Lucy, Sim on’un arka­
sına oturmuş, kollarını sıkıca beline dolamıştı.
Merrin atın çanakta sessizce ilerlemesini seyrederken sırıttı.
Kendi kendine onları araziden yollamakla iyi ettiğini söylüyordu.
Şimşek’in yavaş yürüyüşüne bakıp bütün bunları ayarladığı için
kendi kendini kutladı. Merrin birkaç hafta önce Lucy Gringe yanın­
da sinir bozucu sıçanıyla birlikte geldiginde plan yapm aya
başlamıştı. Aradığı fırsat beklediğinden erken gelmişti. Lucy bir
yüzük istiyordu. Üstelik herhangi eski bir yüzük değildi istediği. El­
mas b ir yüzük istiyordu.
Merrin, Simon’un pek çok konuda, hatta elmas yüzükler konu­
sunda bile Lucy’yle aynı düşüncede olmasına şaşırmıştı. Bu fırsatı
değerlendiren Merrin, yüzük almak için limana gittiklerinde Göz­
lem Evi’yle ilgilenebileceğini söylemişti. Simon bunu kabul etmişti,
çünkü sıçanın uzun uzun anlattığı Drago Mills’in depo satışını ziya­
ret etmek istiyordu. Satış bir hafta önce depo sahibinin ölümüyle
başlamıştı. Duyduklarına göre çok şaşırtıcı fiyatlar vardı. Ama
Lucy’nin aklında başka bir şey vardı. Güzel bir yüzük almak istiyor­
dum ve kesinlikle Drago Mills’in depo satışından alınmayacaktı.
Merrin’in sabrı, Şimşek’in iki yolcusunu çanağın kenarından
uzağa taşımasıyla ödüllendirilmiş oldu. Atın kuyruğu gözden kay­
bolurken Merrin yüksek sesle bir sevinç çığlığı attı. Sonunda, -bü-
tün hayatı boyunca hep birileri ona ne yapması gerektigi söyledik­
ten sonra- özgürdü!

28
KARANLIK REHBER

errin, üzerinde so­

m luk siyah harflerle


Karanlık R eh ber yazan ince,
köşeleri kıvrık, deri kaplı kitabı
yatağının altında gizledigi yer­
den çıkarırken sırıtıyordu. So­
nunda bu kitabı meraklı Simon
Heap’den ve sinir bozucu Lucy’-
den gizlem ek zorunda kalma­
dan okuyabilecekti. Lucy, Si-
m on’dan bile daha kötüydü
Zamanının çoğunu, “ Ne yapı­
yorsun Merrin?” “ Ne okuyor­
sun Merrin? Göster bana. Oh,
hadi, bu kadar asık suratlı olm a î
Merrin,” gibi şeyler söyleyerek geçi­
riyordu.

29
Angie Sage

Kitabı Simon’un temizlemesini istediği tozlu dolabın arkasın­


da bulduğundan beri büyülenmiş gibi okuyordu. Karanlık R e h ­
ber Merrin’le kendi dilinde konuşuyordu. Merrin büyüleri, kuralla­
rı anlıyordu ve en çok kuralları nasıl bozacağını anlatan bölümü
seviyordu. Merrin’in anlayabildiği biri tarafından yazılmış bir ki­
taptı bu.
Geceleri, Gözlem Evi’nden perdelerle ayrılan (çünkü bir kere­
sinde Jenna kapıyı çikolataya çevirmişti) küçük hücresinde bir tüp
Glo Grubs alıyor ve örtülerinin altında saatlerce okuyordu. Simon
ışığı fark etmiş ve karanlıktan korktuğu için onunla alay etmişti,
am a Merrin bu kışkırtmalara aldırmamıştı. Sim on’un sabahın er­
ken saatlerine kadar parlayan ışıkla ilgili daha fazla soru sormasını
istemiyordu. Eger Simon böyle hissediyorsa ona izin verecekti. Bir
gün Simon Heap, Merrin’in karanlıktan korkmadığını kesinlikle
öğrenecekti.
Merrin bulabildiği bütün mumları yakıp -Sim on mumlar ko­
nusunda cimriydi ve teker teker yakmasına izin veriyordu - hepsi­
ni yuvarlak Gözlem Evi’nin her tarafına yerleştirdi. Perdeleri kapa­
masıyla oluşan karanlığın yerini mum ışığının hafif aydınlığı aldı.
Merrin kendi kendine bunu kitabı okumak için yaptığını söylüyor­
du, ama Sim on’unda haklı olduğu bir taraf vardı; Merrin karanlık­
tan hoşlanm ıyordu- özellikle yalnızken.
Merrin kendi kendini eğlendirm eye karar verdi. Minik mutfak­
ta Lucy’nin kalan böreklerini yağmaladı -iki tane biftek ve böbrek-
li, bir tane tavuk ve mantarlı ve bir tane de elmalı börek buldu- son­
ra kendine koca bir bardak Simon’un elma şarabından doldurdu.
Hepsini dar, yamru yumru yatağın yanındaki sehpaya koydu. Yata­
ğın altındaki tozlu köşede bulduğu birkaç parça küflü çikolata kapı
parçasını yiyeceklerin arasına yerleştirdi. Sonra gidip Simon’un ya-

30
Arayış

tagına örttüğü kalın yünlü battaniyeyi aldı. Merrin üşümekten nef­


ret ederdi, ama çoğu zaman üşüyordu, çünkü sarp kayalıkların ara­
sına gömülmüş olan Gözlem Evi genellikle soğuk oluyordu.
Tam olarak istediği şeyi yapacağı bütün bir günü sabırsızlıkla
bekleyen Merrin ayakkabılarını bile çıkarma zahmetine girm eden
battaniyeye sarınıp yatağa girdi ve yiyecek yığınını tüketmeye baş­
ladı. Öğlene kadar Merrin’in kitabı yere düşmüştü. Etrafı yiyecek
kırıntıları, üstü tüy kaplı çikolata ve atılmış böbrek parçalarıyla (Si­
mon böbreğin gerçekte ne olduğunu söylediğinden beri böbrekler
midesini bulandırıyordu) çevrili bir şekilde uyuyakalmıştı.
Gözlem Evi’ndeki bütün mumlar teker teker söndü, ama Mer­
rin uyumaya devam etti, ta ki sönmekte olan son mumun pıtırtısı
onu irkilerek uyandırana dek. Panik halde uyandı. Gece olmuştu;
her taraf zifiri karanlıktı ve nerede olduğunu hatırlamıyordu. Ya­
taktan fırlayınca kapı direğiyle çarpıştı. Geriye doğru sendelerken
Karanlık Göz’ün beyaz çanağının perdelerin arasındaki delikten sı­
zan ince bir ışık huzmesiyle aydınlandığını fark etti. Paniği azalır­
ken kibrit kutusunu çıkardı, yeni mumlar yakmaya başladı. Kısa
süre içinde Gözlem Evi sıcak m um ışığıyla aydınlanırken Merrin
neredeyse rahatladığını hissetti - ama Merrin’in planladığı şey ra­
hatlıktan çok uzaktı.
Karanlık R eh ber i yeniden alıp son sayfayı açtı. Başlıkta şöy­
le diyordu:

Bir Başkasının Kaderini Karartmak


Veya İki Yüzlü Yüzük’ü Kullanarak
Düşmanı Mahvetmek
Bulan Kişi Tarafından Büyük Bir Başarıyla Kullanılan
D enenm iş ve Sınanmış F orm ü l

31
Angie Sage

Merrin bunu ezbere biliyordu, ama bir sonraki satır yüzün­


den daha fazla okumamıştı:

Yapmaya hazır olana kadar daha fazla okuma,


yoksa senin için kötü olur.

Merrin yutkundu. Artık yapmaya hazırdı. Ağzı kurumuştu.


Dudaklarını yaladı. Bayat börek tadı vardı - hiç hoş değildi. Bir bar­
dak su alıp bir dikişte içti. Bütün bunları bir sonraki geceye ertele­
menin daha iyi olup olmayacağını merak ediyordu. Am a Gözlem
Evi’nde kendi başına kasvetli bir gece daha geçirm e düşüncesi hiç
güzel değildi. Üstelik Simon ve Lucy her an geri gelebilirdi. Bunu
h em en yapmalıydı. Sonra midesi korkudan düğümlenerek oku­
maya devam etti:

Ö nce Hizmetkâr Ş ey ’ini Çağır

Merrin’in kalbi hopladı; bu çok korkutucuydu. Bir Şey’i ç a ğ ır­


mak Sim on’un bile cesaret edem ediği bir şeydi. Am a artık başla­
dığına göre duramazdı. Kötü bir örümceği yuvasından çekiyormuş
gibi büyük bir dikkatle çağırm a tılsım ım sayfanın sonundaki ce­
binden dikkatle çıkardı. Tılsım -incecik siyah elm as- buz gibiydi.
Talimatta söylendiği gibi elması kalbinin üstüne koydu. Taşın so­
ğukluğu gögsünün derinliklerine işlerken ç a ğ r ıy ı tekrarladı. Hiç­
bir şey olmadı. Ne bir rüzgâr esti, ne havada bir hareket oldu, ne
gölgeler kaçıştı - hiçbir şey. Mumlar sabit bir şekilde yanm aya de­
vam ediyordu ve Gözlem Evi her zamanki gibi boştu. Merrin tekrar
denedi. Yine bir şey olmadı.

32
Arayış

Merrin’in aklına korkunç bir şey geldi - doğruydu, o gerçek­


len aptaldı. Sözcükleri bir kez daha yavaş yavaş okudu. Am a yine
hiçbir şey olmadı. Merrin sözcükleri tekrar tekrar söyledi, aşikâr
olan bir şeyi atladığından emindi - beyninin yarısı olan biri bile
bunu hem en fark ederdi. Am a Şey gelmiyordu, hem de hiçbir Şey.
Artık öfkelenm eye başlayan Merrin ç a ğ rıy ı tekrarladı - hiçbir şey
olmadı. Sonra fısıldadı, yalvardı, kandırmaya çalıştı - umutsuzluk
içinde ça ğ rıy ı tersten söyledi. Am a hepsi boşunaydı. Yorulan
Merrin çaresizlik içinde yere çöktü. Aklına gelen her şeyi denemiş
ve başarısız olmuştu - her zamanki gibi.
M erfin’in anlamadığı şey çağrıların ın -h em de her birinin-
işe yaradığıydı. Aslında şu anda Gözlem Evi Şey kaynıyordu. Sorun
Merrin’in onları görememesiydi.
Şey’leri görm ek genellikle mümkün değildi. Aslında onları
görem em ek hiç de fena bir fikir değildi, çünkü hiç güzel görün­
müyorlardı. Çoğu Şey bir tür insan şeklindeydi, ama açıkça kadın
ya da erkek gibi değildi. Genellikle uzun boylu, iskelet gibi sıska ve
son derece güçsüz Ş ey’lerin giysileri koyu renk paçavralardan iba­
retti. Yüzlerinde perişan, bazen de çaresiz bir ifade olurdu. Bunla­
rın altında yatan kötülük, Ş ey’lerin bakışlarıyla karşılaşacak kadar
talihsiz olan hassas insanları haftalarca perişan ederdi. Merrin bu­
nu bilmese de Edna halası Şey tarifine tıpatıp uyuyordu, am a Mer­
rin bile Edna’yla bir Şey arasındaki farkı anlayabilirdi - çünkü Şey
ölü gibi görünürdü.
Derken Merrin bir sonraki talimatı okudu:

Şim di Ş ey ’e hitap et.


O nu g örm eyi iste.
G örünm ezligini kaldır.

33 F:3
Angie Sage

“Ahhhh!” diye bağırdı Merrin, birden ne olduğunu dehşet


içinde fark ederek. Öfkeyle kitabı duvara fırlattı. Şey’lerin görün­
m ez olduğunu nereden bilecekti? Neden kitap bunu daha önce
söylememişti sanki?
Yarım saat sonra Merrin sakinleşti. Devam etmekten başka
çaresi olmadığını bilerek kitabı eline aldı, buruşmuş sayfayı bulup
talimatları izledi. Görmek ile ilgili olan sözleri söyledi, gözlerini ka­
patıp on üçe kadar saydı. Sonra korkuyla gözlerini açtı - ve bir çığ­
lık koyuverdi.
Merrin’in etrafı Şe_y’lerle çevriliydi. Yirmi altı tane öfkeli, pa-
bucu-dama-atılmış, neden-beni-seçm edi-ben-yeterince-iyi-degil
m iyim düşünceleri içindeki Şey ona bakıyordu. Dudakları kıpırdı­
yor, homurdanıp inliyor, ama ses çıkarmıyorlardı. Tepesinde diki­
lip ona öyle dikkatli bir şekilde bakıyorlardı ki fazla hassas olm a­
yan Merrin bile içinde derin bir hüznün yükseldiğini hissetti. Her
şeyin korkunç derecede yanlış gittigini fark etti. Simon haklıydı; o
aptaldı. Am a şimdi kapana kısılıp kalmıştı. Devam etm ek zorun­
daydı, yoksa kitabın dediği gibi onun için çok kötü olurdu. Mide­
sindeki yumruyla okumaya devam etti:

Şimdi İki Yüzlü Yüzük’ü bulmak için


Hizmetkâr Ş ey’ini al.

İki sözcüğü okuyunca Merrin’in yüreği hopladı: İki Yüzlü Yü­


zük. Hâlâ bu konuda kâbuslar görüyordu.
Birkaç ay önce Simon, Gözlem Evi’ni temizlerken Merrin’in
dağınıklığı hakkında yüksek sesle söyleniyordu. Bu arada Merrin
kilerde saklanıyordu. Gizlediği sosisleri yerken Sim on’un çığlık at­

34
Arayış

tığını duymuştu. Neredeyse boğuluyordu, Simon genellikle çığlık


atmazdı. Öksürüp hava almaya çalışırken sendeleyerek dışarı çık­
mış ve gerçekten korkunç bir manzarayla karşılaşmıştı: üzerinde
siyah, iğrenç şeylerin parladığı kauçuk görünümlü kemikler
Gözlem Evi’nde yavaşça Simon’u takip ediyordu. Simon yüzünde
dehşet dolu bir ifadeyle geri çekilirken çöp torbasını kalkan gibi
gögsüne yapıştırmıştı.
Merrin kemiklerin kime ait olduğunu hem en anlamıştı - eski
efendisi DomDaniel’a. Onu yüzüğünden tanımıştı. DomDaniel’ın
başparmağında sürekli taktığı yeşim taşlarla süslü, altın kaplama
kalın yüzük siyah kemiklerin üstünde parlıyordu. “ Bu yüzük tah­
rip edilem ez,” demişti DomDaniel bir keresinde ona. “ Bu yüzüğü
takan yok edilemez. Ben takıyorum, bu yüzden kimse beni yok
edemez. Bunu unutma çocuk!” Kahkaha atarak şişko parmağını
Merrin’in yüzüne doğru sallamıştı.
Merrin kemiklerin zavallı Sim on’u köşeye sıkıştırmasını sey­
retmişti. Kemiklerin derinliklerinden yükselen k aran lık yok et­
m e ilahisi Simon’a yönlendirilmişti. Nedenini bilmese de bu ilahi
Merrin’in küçük bir top gibi kıvrılmak istemesine neden olmuştu.
Neyse ki DomDaniel’ın Marram Bataklıklarında aynı ilahiyi kendi­
sine yönlendirdiği zamanı hatırlamıyordu.
İlahi amansızca sona doğru yaklaşırken -Sim on o zaman y o k
edilecekti- Merrin, Simon Heap’in değiştiğini görmüştü. Am a
DomDaniel’ın planladığı şekilde değil. Sim on’un gözlerindeki kor­
ku birden vahşi bir öfkeye dönüşmüştü. Merrin bu bakışı daha ön­
ce de görmüştü ve bela anlamına geldigini biliyordu.
Ve öyle de oldu.
Simon hızlı bir hareketle ödülünün peşinde koşan bir kelebek
avcısı gib i- çöp torbasını kemiklerin üstüne indirmiş, kendi k a ­

35
Angie Sage

ranlık lanetini haykırmıştı. Kemikler yere yığılmış, bir kısmı yer­


de kaçmaya başlamıştı, ama ilahi durmuyordu. Artık paniğe kapı­
lan Simon kaçan kemiklerin peşine düşmüş, birkaç dakika önce
çöp toplarken yaptığı gibi kemikleri torbaya atmaya başlamıştı.
Am a k aran lık ilahi devam ediyordu.
Simon delirmiş gibi son kemiği de torbanın içine tıkıştırmış,
sonra hayatı buna bağlıymış gibi -k i gerçekten de öyleyd i- koşup
Sonsuz Dolap’ın kapağını açmış ve çuvalı içine atıp kapıyı kilitle-
mişti. Bir süre sonra Merrin’in şaşkın bakışları altında Simon’un
dizlerinin bağı çözülmüş ve ıslak bir bez gibi yere çökmüştü. Mer­
rin bu fırsatı değerlendirip sosislerini bitirmişti.
Am a şimdi Merrin o korkunç kemikleri bir kez daha görm ek
zorundaydı. Ve daha kötüsü yüzüğü onlardan alması gerekiyordu.
Am a en kötüsü onları bulmak için korkutan Sonsuz Dolap’a gir­
mek zorunda olmasıydı. Sonsuz Dolap, DomDaniel tarafından ya­
pılmıştı. Sonsuz Dolap artık istenmeyen ve kapatması mümkün
olmayan k aran lık şeyleri atmak için kullanılan bir yerdi. Dolap
kayaların arasına doğru yılan gibi kıvrılarak iniyordu ve gerçekte
sonsuz olmasa da kilometrelerce devam ediyordu.
Merrin zorlukla yutkundu. Bunu yapması gerektigini biliyor­
du - artık geri dönüşü yoktu. Titreyerek k ilit açma sözlerini mn
rıldandı, masum görünüşlü kapı kolunu tutup çekti. Kapı açıldı.
Merrin geri çekildi. Islak köpek, çürük et ve yanmış kauçuktan olu­
şan iğrenç bir kokuyla birlikte buz gibi hava ona çarptı. Öğürüp tik­
sintiyle tükürdü.
Sonunun geldigini hisseden Merrin karanlığa baktı. Dolap boş
görünüyordu, ama öyle olmadığını biliyordu. Sonsuz Dolap bazı
şeylerin yerini değiştirir, en k aran lık şeyleri kayaların derinlikle­
rine götürürdü.

36
Arayış

Mumu başının üstünde tutarak dolaba girdi. Dolap bir sarma­


şık gibi kayaların arasına iniyordu. Merrin içeri girerken hava soğu­
du. On adım attıktan sonra m um ışığı titreşmeye başladı, ama
Merrin yoluna devam etti. Artık alev iyice küçülmüş, donuk kırmı­
zı bir renk almıştı. Merrin telaşa kapılmaya başladı. Eger alev için
yeterince hava yoksa kendisi için hiç yok demekti. Başının dönm e­
ye başladığını, kulaklarının çınladığını hissederek birkaç adım da­
ha attı. Birden mum ışığı söndü, geriye mumun ucunda birkaç sa­
niyelik kırmızı parıltı kaldı. Derken tam karanlık oldu.
Merrin gögsünün sıkıştığını hissediyordu. Daha fazla hava al­
mak için ağzını kocaman açtı, ama hava gelmiyordu. Dolaptan çık­
ması gerektigini biliyordu - hem de hemen. Hava almaya çalışarak
geri döndü, ama doğruca hareket etm eyen bir Ş ey’e çarptı. Panik
halde Ş ey’i itip geçti, ama bir başkasıyla karşılaştı, ardından bir di­
ğeriyle. Dehşete düşen Merrin kapana kısıldığını fark etti. Şey’lerle
dolu uzun, ince bir dolapta sıkışıp kalmıştı ve daha fazla Şey içeri
girm eye devam ediyordu. Dışarıda öfkeli bir Şey kalabalığı içeri
girm ek için itişip birbirini tırmalıyordu. Bir korku dalgası Merrin’i
kuşattı; sonra dolabın zemini çok garip bir şey yaptı. Merrin’e doğ­
ru yükselip kafasına vurdu.
Merrin ayıldığında yine Gözlem Evi’ndeydi. Serin taşlarda ya­
tıyordu.
Kızarmış gözlerle bakınca yirmi altı tane Şey de ona baktı. Ge­
nellikle yirmi altı tane Şey’in bakışı bir insanı sonsuza dek mutsuz­
luğa sokmaya yeterdi, ama Merrin’in gözleri odaklanamıyordu.
Gördüğü tek şey etrafını kuşatan dalgalı bir bulanıklıktan ibaretti.
Merrin yavaş yavaş yanında, yerde bir şey olduğunu fark etti.
Başını çevirdi -acıyord u - ve pis bir kanvas çuvalla yüz yüze geldi.
Çöp torbası. İçinde kedi yavruları gibi bir şeyler kıpırdıyordu.

37
Angie Sage

Birden iyice uyanan Merrin ayağa fırladı. Çuvalı altüst etti. Yu­
muşak, kaygan kemikler etrafa saçıldı. Yüzüğün takılı olduğu kü­
çük, şişko kem ik metalik bir tıkırtı çıkardı. Merrin boş boş yüzüğe
baktı - şim di ne yapması gerekiyordu? Ayağının dibindeki kemik
seyirdi. Merrin bir çığlık attı. Kemikler kör solucanlar gibi hareket
etm eye başladı. Her kemik yanındakini arıyordu - yeniden b irle ­
miyorlardı.
Kemikli bir parmak kaburgalarını dürtünce Merrin bir çığlık
attı. DomDaniel, onu dürtüyordu. Ölecektiiiiiii! Karanlık Rehber
yüzünün önüne gelince Merrin rahatlayarak kemikli parmağın bir
Şey’e ait olduğunu fark etti. İtaatkâr bir şekilde Şey’in parmağının
işaret ettiği bölümü okudu:

İki Yüzlü Yüzük’ü


Onu takan,
parmaktan al.
Yüzüğü öteki taraftan çıkar:
Artık hâkim iyet sende.

Merrin İki Yüzlü Yüzük’ün bulunduğu küçük, kaygan siyah


kemiğin yanına gitti. Yüzüğü almak için kendini zorladı. Bir, iki, üç
-hayır bunu yapamayacaktı. Evet, yapabilirdi- yapmak zorunday­
dı. Bir... iki... üç -ıhhhh! Başarmıştı. Başparmak kemiği yumuşak­
tı- kıkırdak gibi. İğrençti. Kusacaktı.
Birkaç saniye sonra ağzında iğrenç bir tatla İki Yüzlü Yüzük’ü
tuttu, parmaktan çıkarması gerektigini biliyordu - yani Öteki taraf­
tan. Çekti. Yüzük kemiğin geniş kısmında, önceden eklemin bu­
lunduğu kısımda takılıp kaldı. Merrin panik halinde mücadele etti.
Yüzük çıkmıyordu. DomDaniel yakında yeniden birleşecek ve

38
Arayış

onu paramparça edecekti. Umutsuzluk Merrin’e bir cesaret verdi.


Çakısını çıkarıp başparmak kemiğini yere koydu, kemiğin ucunu
kesti. Kemikten yoğun, siyah bir sıvı aktı ve İki Yüzlü Yüzük ser­
best kaldı.
Dehşet içinde büyülenmiş gibi bakan Merrin yüzüğü alıp ge­
niş, bükülmüş altın banda, yeşim e oyulmuş kötü görünüşlü kafa­
lara, zıt yüzlere baktı. Titreyen ellerle K&r&nlık R e h b e re baktı:

Sol eline
başparmağına
bandı tak...
İki yüzlü olan.

Titreyen Merrin yüzüğü kendi parmağına taktı. Bir gün birisi­


nin bu yüzüğü parmağından öteki taraftan çıkarmaya çalışabile­
ceği fikrini zihninden kovmaya çalıştı. Yüzük başta Merrin’in ince,
tırnağı yenmiş parmağına bol geldi. Yüzüğün gittikçe ısındığını ve
sonunda neredeyse can yakacak kadar sıcak olduğunu hissetti. Ar­
dından yüzük sıkılaşmaya başladı. Kısa sürede yüzük parmağına
iyice uyar hale geldi, ama orada durmadı. Gittikçe ısınarak daral­
maya devam etti. Parmağı zonklamaya başladı.
Merrin paniğe kapılıyordu. Zıplamaya, parmağını sallamaya,
ayaklarını acıyla yere vurmaya başladı. Gittikçe daralan yüzük şiş­
ti, parmağının ucunu önce kırmızıya, sonra mora ve son olarak da
koyu m aviye çevirdi. O anda Merrin bağırmayı bırakıp dehşet için­
de parmağına baktı; parmağının patlayacağını biliyordu. Pat diye
mi patlayacaktı, yoksa şapırtılı bir sesle mi? Merrin bunu bilm ek is­
temiyordu. Gözlerini kapadı. O gözlerini kapar kapamaz yüzük
gevşedi ve kan akışı tekrar başladı, Merrin’in parmağı eski halini

39
Angie Sage

aldı. İki Yüzlü Yüzük biraz sıkı olsa da -yalnızca orada olduğunu
hatırlatacak kadar sıkıydı- artık parmağına uygundu. Merrin haya­
tı boyunca yüzüğün ona ait olacağını biliyordu ya da en azından
başparmağının hayatı boyunca.
Merrin K aranlık B u yü ’nün mutlaka uygulayanın tarafında
olması gerekm ediğini anlamaya başlamıştı. Am a artık duramazdı.
Kapana kısılmıştı ve büyünün son kısmına başlamalıydı - b i r baş­
kasının kaderini karartacaktı. Ve bunun kalede yapılması gere­
kiyordu, çünkü başkasının yaşadığı yer orasıydı. Bir zamanlar
kendisi gibi Büyücü Kulesi’nin tepesinde yaşıyordu. Merrin’in bir
zamanlar kullandığı adı kullanıyordu: Septimus Heap.

40
— >■ 4 ~4~‘

KÖTÜ TOPRAKLARIN DIŞINDA

errin güneş dogmadan h em en ön ce yataktan çıkıp


yarı uykulu bir şekilde sendeleyerek loş Gözlem Evi’
ne girdi, Glo Grub fıçısına yöneldi. Kızarmış gözlerle yolculuğu için
hazır olan yeni bir Glo Grub tüpü aldı. Fıçının kapağını kapatırken
gözlerini gerektigi şekilde açıp bir çığlık koyuverdi. Ş ey’leri tama­
men unutmuştu. Bir düzine Şey Glo Grub fıçısının etrafına toplan­
mış onu seyrediyordu. Diğerleri görünm eyen bir rüzgârla savrul­
muş gibi amaçsızca dolaşıyordu. Her hareketinin Şe_y’ler tarafın­
dan izlendiğinin artık farkında olan Merrin, Simon’un fazla eşya
bulunmayan odasına gidip dolabın kilidini açtı ve üzerinde Sleuth
yazan küçük, siyah bir kutu aldı.

41
Angie Sage

Merrin sadık takipçileri olan Şeylerin arasından kendine yol


açıp Sleuth kutusunu da diğer birkaç değerli eşyayla birlikte sırt
çantasına koydu. Sonra çantasını sırtlayıp derin bir nefes aldı. Git­
me zamanı geldigini biliyordu, ama Şey’lerle dolu soğuk, ürkütü­
cü, nemli ve ıssız Gözlem Evi bile önündeki yolculuktan çok daha
davetkâr görünüyordu. Kayaların arasına oyulmuş yüzlerce karan­
lık, kaygan merdivenlerden inip eski Magoglar’ın odasını geçmesi
ve sonra uzun, kaygan Solucan Tüneli’ne girmesi gerekiyordu.
Am a Merrin seçeneği olmadığını biliyordu; gitm ek zorundaydı.
Karanlıkta birkaç adım indikten sonra dönüp baktığında Ş ey’
lerin oluşturduğu sırayı görünce, Ş eylerin görevlerini bitirip Göz­
lem Evi’nde kalacaklarına dair bütün umutlan sönmüş oldu. Birbi­
rini tekmeleyerek, dirsek atarak arkasından gelm eye çalışıyorlardı.
Harika, diye düşündü Merrin, harika.
Yarım saat sonra Merrin kullanılmayan Solucan Tüneli’nin gi-
rişindeydi, ama yalnız değildi. Bütün bildiği arkasında yirmi altı
Ş ey’in olduğuydu; kendisine baktıklarını hissediyordu. Ensesinde­
ki tüylerin diken diken ve buz gibi olmasına neden oluyorlardı. En­
dişeli bir şekilde kirli parmaklarını tünelin kaygan duvarına vurdu.
Vadinin diğer tarafındaki yamaçların tepesi boyunca uzanan ka­
ranlık gökyüzü siluetine baktı.
Merrin, Solucan Tüneli’nden çıkmak için sabırsızlansa da gök­
yüzünde belirecek olan ilk sarı çizgileri bekliyordu. Gece, Kötü
Topraklar’ın Kayağan taşı Ocakları’nda bulunmak için tehlikeli bir
zamandı. Yıllar boyunca en tehlikeli zamanın alacakaranlık oldu­
ğunu öğrenecek kadar çok sayıda korkunç hikâye dinlemişti. Top­
rak Solucanları o zaman harekete geçerdi - akşamları uzun süren
açlıklarını giderecek, sabahları da tünellerine dönerken uzun günü
geçirmelerine yetecek son bir lezzetli lokma arayışı içinde olurlar­

42
Arayış

dı. Sonra da bütün gün buz gibi kayaların arasına kıvrılarak geçirir­
lerdi.
On uzun, soğuk dakikanın ardından Merrin karşısındaki ka­
yaların girintili çıkıntılı hatlarını daha açık bir şekilde görebildiğin­
den emindi. Bakmaya devam ederken şafağın sökm eye yakın ol­
duğunu fark etti - bir Toprak Solucanı tüneline geri dönüyordu.
Merrin sonu gelm ez gibi görünen silindir biçimindeki yaratığın va­
dinin karşı tarafındaki yamaç yüzüne akışını seyretti. Vadinin ken­
disinin bulunduğu tarafta kaç solucanın daha aynı şeyi yaptığını
merak etti -belki yalnızca birkaç adım uzagındaydılar, çünkü Top­
rak Solucanları gece kadar sessizdiler. Gelişlerini haber veren tek
ses -e g er şanslıysanız- avlarına yaklaşırlarken oynattıkları taşların
sesi olurdu. Tam o anda Merrin’in üstündeki kayalardan aşağıya
küçük taşlar yağm aya başladı. Kalbi deli gibi çarparak geriye sıçra­
dı. Yirmi altı Şey dom ino taşı gibi aynı şeyi yaptı.
Merrin dehşet içindeydi. Şey’lerden kaçmayı çok istese de gü­
neşi görm eden ve güvende olduğundan emin olmadan dışarıya
çıkmamaya karar verdi. Am a güneş onu dinlemiyordu. Gökyüzü
hâlâ donuk griydi. Merrin bekledi... bekledi. Derken, tam güneşin
bütün dünya tarihi içinde hiç doğmayacağı tek günü seçtiğine ka­
rar vermişken ıslak görünümlü beyaz disk kasvetli kayaların ara­
sında yavaş yavaş yükseldi. Sonunda gitme vakti gelmişti.
Am a önce Şey’lerden kurtulması gerekiyordu. Merrin kaleye
peşinde uzun bir mutsuz Şey kuyruğuyla gidecek değildi. Asla. Sı­
radaki ilk Şe_y’e döndü. “Pelerinimi Gözlem Evi’nde unuttum,” de­
di. “Gidip getirir.”
Şey şaşırmış gibi bakıyordu. Pelerini efendisinin üstündeydi.
“Git getir!” diye bağırdı Merrin. “ Hepiniz - pelerin im i getirin]”
Hizmetkâr bir Şey asla efendisine itaatsizlik yapamazdı. Şey’
ler yüzlerinde mutsuz bir ifadeyle -M errin’in hizmetkâr Şey’leri

43
Angie Sage

aptal değildi- eski Solucan Tüneli’nden inm eye başladı. Merrin’in


büyük dem ir tünel kapağını kapadığını gösteren g ü m sesi ve ar­
dından gelen büyük hava akımı onları hiç şaşırtmadı. Şey’ler tes­
lim olmuş bir havayla görevlerine devam ettiler ve Simon ve Lucy
birkaç gün sonra geri döndüğünde bile hâlâ orada olmayan peleri­
ni arıyorlardı.
Am a Merrin, Ş ey’lerden birinin -M errin’in tersine ç a ğ r ıy la
ç a ğ ır d ığ ı Şey’in - efendisine itaat etmesinin gerekm ediğini bil­
miyordu. Bu yüzden Merrin yoluna devam ettikten sonra Solucan
Tünelleri’nin büyük dem ir kapısı bir kez daha açıldı. Şey dışarı çı­
kıp kendisini çağıran kişiyi takip etm eye başladı. Şey’in omzun­
da kanvas kemik çuvalı vardı. Şey, efendisinin her türlü yardıma
ihtiyacı olacağı kararını hızla vermişti. K aranlık kemikler çuvalı
onun aradığı yardım olabilirdi.
Merrin, çiftliklere giden patikada hızla ilerliyordu. Yolun bu
kısmını iyi biliyordu ve ilk dönem eci döndüğünde yolu tıkayan ka­
yalarla karşılaştığında hiç şaşırmadı. Heyecanlı bir şekilde -v e bi­
raz da endişeyle- kaygan kayaların üstüne tırmandı. Fazla acele
etm em eye çalışıyordu, çünkü taşları yerinden oynatmasıyla yüz­
lerce metre aşağıdaki suyun içine dalabilirdi. Kayaların üstüne gü­
venli bir şekilde varınca dikkatlice diğer tarafa kaymaya başladı.
Am a yarı yolda ayağı kaydı ve küçük taşlar uçuruma yuvarlandı.
Merrin bir süre nefesini tutup, bir çığın düşmesini ve beraberinde
onu da alıp götürmesini bekledi ama bugün şanslı günüydü hiçbir
şey olmadı ve yeniden yavaşça yola koyuldu. Birkaç dakika sonra
ayakları patikanın sağlam zem inine bastı. Merrin zafer dolu bir çığ­
lık atıp havayı yumrukladı. Özgürdü!
Nehrin homurtusuyla birlikte hızla patikadan indi. Bir kere bi­
le arkasına bakmadı. Am a eger baksaydı bile, gölgelere karışan ve

44
Arayış

görünm ek istemedikleri zaman yaptıkları gibi kayaların biçimini


alan Şey’i yine de fark etmeyebilirdi.
Kısa süre sonra Merrin, Kötü Topraklar’ın amansız kayalarını
geride bırakıp Yukarı Çiftlikler’in dağınık çiftliklerine doğru yönel­
di. Artık tanımadığı bölgelere gelmişti, Merrin aşınmış geniş toprak
patikada ilerlem eye başladı. Yol ağzına geldiginde taştan bir tabe­
layla karşılaştı. Yüksek granit direğe sağı gösteren bir ok oyulmuş,
üzerine tek bir sözcük yazılmıştı: KALE. Merrin gülümsedi. Güven­
li adımlarla çatalın sağından yürüm eye başladı.
Serin bir ilkbahar günüydü ve güneş alçak bulutların arasın­
dan yavaşça süzülürken hafif bir ısı yayıyordu, ama Merrin hızlı
adımları sayesinde ısınıyordu. Kısa sürede midesinde bildik bir
boşluk hissi oluştu. Merrin aç olmaya alışıktı, ama artık özgür oldu­
ğuna göre bu durumun devam etmesine izin verm eyi düşünmü­
yordu.
Yeni dikilmiş asma ve minik m eyve ağaçlarının arasından ne­
şeyle yürüm eye devam ederken küçük, taş bir çiftlik evi gördü.
Uzakta değildi, bir çukurun içine yarı gizlenmiş durumdaydı. Koş­
maya başladı. Birkaç dakika sonra harap kulübelerle çevrili, otları
aşırı büyümüş bir bahçeye girdi. Toprağı eşeleyen birkaç pis tavuk
dışında ortalık ıssızdı. Önünde kapısı yarı açık olan ince, uzun bir
çiftlik evi duruyordu. Kapıya gidince yeni pişen ekm eğin kokusu
yüzüne bir çekiç gibi indi.
Merrin’in midesi perendeye benzer bir hareket yaptı. O ek­
meği bir şekilde almalıydı. Kötü bir şekilde gıcırdayacak gibi görü­
nen kapıyı oynatmamaya çalışarak içeri süzüldü. Yalnızca uzak kö­
şedeki sobanın ateşiyle aydınlanan uzun ve karanlık bir odadaydı.
Orada başka kimse yoktu. Bundan emindi. Ekmeği pişiren ki­
şinin belli ki başka işleri vardı ve o bu işleri hallederken Merrin bu
fırsatı değerlendirecekti.

45
Angie Sage

Merrin toprak zem inde bir kedi gibi sessizce ilerledi. Saman
yığınlarının ve tahta kutuların yanından geçti. Am a bir kedinin
yapmayacağı bir şeyi yapıp bir tavuğun üstüne bastı. Yaşlı kör ta­
vuk korkunç bir çığlıkla kanat çırparak havalandı. “Şişşttt!” diye tıs­
ladı Merrin çaresizce. “Şişşttt, seni aptal kuş.” Yaşlı tavuk ona aldır­
mayıp yan yan yürüyünce düzgünce bir kenara istiflenmiş fasulye
sırıklarına çarptı. Sırıklar Merrin’in o güne kadar duyduğu en bü­
yük gürültüyle devrildi ve ardından gittikçe yaklaşan ayak sesleri
duydu.
Kapı eşiğinde iriyarı anaç bir kadın belirdi. Merrin kutuların
arkasına gizlendi. “Tavukçuk!” diye bağırdı kadın, Merrin’in birkaç
adım ötesinden geçerek. Loş odada ayağı tavuğa takıldı, hemen
eğilip hayvanı kucakladı. “Seni aptal tavuk. Hadi gel, kahvaltı saati
tatlım.”
Yani benim kahvaltı saatim, diye düşündü Merrin. Güve ye­
miş yaşlı bir tavuğa sevgiyle kahvaltı sunulurken kendisinin gölge­
lerin arasında aç bir şekilde gizlenm ek zorunda oluşuna sinirlen­
mişti. Kadının tavuk yerine kendisine ayağı takılsa aynı şekilde
karşılanmayacağından emindi. Kadın tavukla birlikte yanından
geçerken nefesini tuttu. Koyu gri gözleriyle ön kapıdan güneş ışı­
ğına çıkan kadını takip etti. Sonra hızla sobanın yanına gidip göm ­
leğinin kollarını ellerinin üstüne indirdi, sobanın kapağını açıp bü­
yük somun ekm eği çıkardı.
“A... aah... aaah!” dedi yutkunarak. Dumanı tüten ekmeğin
nemli sıcaklığını hissederken ağırlığını bir ayağından diğerine veri­
yordu. Somunu büyük ve sıcak bir patates gibi iki elinin arasında
atıp tutarken en yakın kapıdan dışarı fırladı. Çiftlik evinin arka
tarafına geçip kendini avluda buldu. Yolunu, ekmeğini aldığı kadın
tarafından beslenen tavuklar kapamıştı. Tavukların huzursuzluğu­
nu fark eden kadın başını kaldırıp baktı.

46
Arayış

“ Hey!” diye bağırdı.


Merrin ne yapacağına karar verm ek için bir süre bekledi. Çift­
liğe dönmeli ve kadının kocası ya da iriyarı bir çiftçiyle karşılaşma
riskini göze almalı mıydı? Yoksa dümdüz gidip açık yola mı çıkma­
lıydı?
“O benim ekm eğim ,” dedi kadın ona doğru ilerleyerek.
Merrin gördügüne şaşırmış gibi ekm eğe baktı. Sonra bir karar
verdi ve doğruca tavukların üzerine koşmaya başladı. Tavuklar gı­
daklayarak kaçıştı. Merrin sürünün arasından geçerken tavuklara
isabetli birkaç tekme savurdu.
Birkaç saniye içinde yola çıkmış hızla koşuyordu. Bir kez geri­
ye baktı ve kadının yolun ortasında durmuş yumruğunu kendisi­
ne doğru salladığını gördü. Merrin artık güvende olduğunu biliyor­
du. Kadın peşinden gelmiyordu.
Kısmen Şey’lerin gün ışığında görünmemesi, ama esas olarak
onu görm eyi beklem emesi yüzünden Merrin’in görm edigi şey
Şey’di. Merrin’in biraz gerisinden kirli su akıntısı gibi akıyordu.
Kucağında artık hoş bir sıcaklığı olan ekmekle koşarken Mer­
rin’in görem edigi bir diğer şey, yolun kenarındaki çimenlikte otu­
ran kahverengi sıçandı. Am a sıçan, Merrin’i çok net görüyordu. Es­
ki Mesaj Sıçanı, Eski Gizli Sıçan Servisi’den Stanley’in Merrin’in ya­
nına, özellikle de sag ayağına yaklaşmak gibi bir niyeti yoktu. Am a
eski alışkanlıklar kolay kolay unutulmuyordu. Üstelik Merrin’in
nereye gittigini merak ediyordu. Stanley’in görüşüne göre bu oğ­
lan bir baş belasıydı.
Stanley, Sıçan Bogucular’ın ortaya çıkmasından altı ay kadar ön­
ce kaleden kaçan Gizli Sıçan Servisi’nin eski patronu Humphrey’le
birkaç hafta geçirmişti. Humphrey küçük bir elm a şarabı çiftliğin­
de emeklilik günlerinin tadını çıkaran ve geri dönm ek gibi bir ni­

47
Angie Sage

yeti olmamasına rağmen Stanley’i servisi yeniden kurması için ik­


na etm eye çalışmıştı. Stanley bunu düşüneceğine söz vermişti.
Stanley, Merrin’in yol ayrımında durduğunu gördü. Oğlan taş
tabelalara birkaç saniye bakıp kale yönünde neşeyle koşmaya baş­
ladı. Sıçan, Merrin’in yoldan aşağıya doğru gidişini seyretm eye de­
vam etti. Eger insanlar böyle koşarak kaleye doğru gidiyorlarsa
mutlaka bir mesaj sıçanına ihtiyaç vardır diye düşündü. Kendisiy­
le bir anlaşma yaptı: Merrin’i takip edecekti ve eğer çocuk gerçek­
ten kaleye giderse Stanley, Humphrey’in tavsiyesini dinleyecekti.
Böylece Çiftlikler’den geçen kıvrımlı patikada ilerlerken Mer­
rin’i garip iki yaratık takip etm eye başladı. Yeni kazandığı özgür­
lüğün tadını çıkaran Merrin hızla ilerliyordu. Gece çökerken uzak­
ta kaleyi gördü. Artık yorularak nehrin önündeki son çiftliği yürü­
yerek geçti. Çiftliğin pencerelerinde yanan mumlara ve akşam ye­
meğini yem ek için masada bekleyen aileye özlem le baktı, ama kü­
çük ormandan geçen patikayı takip ederek yürümeye devam etti.
Keskin bir dönemeçten sonra birden ağaçların arasından çıkıp ne­
hir kıyısına geldigini gördü. Şaşırarak kendisini çimenlerin üstüne
atıp baktı. Hayatında hiç böyle bir şey görmemişti.
Yavaş yavaş akan geniş nehrin diğer tarafındaki büyük bir ışık
duvarı gece gökyüzüne doğru yükseliyor, parıltılı yansımalarını
nehrin karanlık sularına bırakıyordu. İşıkların arkasında kalenin
gölgesi görülebiliyordu. Merrin içeride binlerce insan olduğunu bi­
liyordu. Her biri ışıklardan birine aitti, hepsi kendi hayatlarını yaşı­
yor ve karşı kıyıda oturan çocuğu akıllarına bile getirmeden işlerine
bakıyorlardı. Merrin birden kendini çok küçük ve yalnız hissetti.
Onları sayma isteğine direnerek -b ir şeyleri saymaya çok alı­
şıktı- ışıklara baktı. Gözleri yavaş yavaş daha fazla ayrıntı seçm eye
ve arkalarındaki şekilleri anlamaya başladı. Nehir boyunca kilo­

48
Arayış

metrelerce uzanan Ramblings’in yüksek duvarlarını gördü. Nehir


kıyısının sessizliğinde suyun üstünden kendisine ulaşan kahkaha
ve konuşma seslerini duydu. Eski limanın terk edilmiş iskelelerini
ve çürümekte olan birkaç geminin hatlarını gördü. Sonra gözleri
bir baykuşunki kadar büyüyerek gökyüzünde olanaksız şekilde
yükseğe uzanan m or ve altın renginde parıldayan ışık merdiveni­
ni gördü. Merdivenin tepesinde, ürkütücü m or ışıkla parlayan ve
alçaktaki bulutların alt kısmını aydınlatan altın bir piramit vardı.
Merrin’in içini bir ürperti kapladı. Bunun ne olduğunu biliyor­
du - Büyücü Kulesi. Eski efendisi DomDaniel’le birkaç mutsuz ay
geçirdigi yer. Ani bir öfkeyle burasının aynı zamanda sözde Septi-
mus Heap denen çocuğun şu anda bulunduğu yer olduğunu dü­
şündü. Şu anda hiç şüphesiz sıcak ateşin yanında oturmuş yem ek
yiyor, büyücülükle ilgili konuşuyor ve sanki söyledikleri önem liy­
miş gibi dinleniyor olmalıydı. Am a bu fazla uzun sürmeyecek, di­
ye düşündü. Parmağını sol elinin başparmağındaki İki Yüzlü Yüzü-
k’ün -hâlâ biraz dar geliyordu- soğuk yüzeyinde gezdirip gülüm­
sedi.
Birden nemli çimenlerin üstünde ayağa fırlayarak hızla koş­
maya başladı. Kaleye girm ek için şafak sökene kadar beklemesi
gerekiyordu çünkü asma köprünün o zaman kalktığını biliyordu.
Geceyi geçirecek bir yere ihtiyacı vardı. Yol onu nehir kıyısından
uzaklaştırıp kenarları yüksek çalılarla kaplı çamurlu tarlalardan ge­
çirdi. Son tarladan çıkarken Grateful Turbot Tavernası’nın ışıkları­
nı gördü. Elini cebine sokup, yanına aldığı Sim on’un gizli para ke­
sesini kavradı. Zor kazandığım paranın bir kısmını harcama zama­
nı geldi, diye düşündü.
Stanley, Merrin’in tavernanın kapısını açıp sıcak, davetkâr ay­
dınlığa girişini seyretti. Hiç kuşkusuz; Merrin kaleye gidiyordu.

49
Angie Sage

Grateful Turbot’nun perili olduğu konusunda hak edilmiş bir şöh­


reti vardı. Ertesi sabah kalenin asma köprüsünün indirilmesini
bekleyenler dışında kimse oraya kalmaya gelmezdi.
Sıçan uzaklaşırken Şey tavernanın kapısına geldi. Ama içeri
girmedi. Ön verandanın karanlık bir köşesine çekilip duvar dibin­
deki banklardan birine oturdu. Kemik çuvalı gece boyu kendisine
eşlik edecekti. Şey’in yorgun yüzünde tam olarak bir mutluluk ifa­
desi yoktu, ama mutsuz da değildi. Eger birisi bir Şey’e eğlence an­
layışının ne olduğunu sorsa, o da yanında bir çuval Nekromensır
kem iğiyle perili bir tavernanın dışında oturmak derdi sanırım.

50
— 5
Gr a t e f u l T u r b o t

/ | \ errin kaç yaşında ol-


\ f J dugunu bilm iyor­
du. Aslında on üçüncü doğum
günü yaklaşıyordu, ama gözle­
rindeki savunmacı bakış onun
çok daha yaşlı görünmesine ne­
den oluyordu. Boyu uzamıştı ve
yeni kazandığı özgürlüğünün ve
sonraki günler için de bir sürü
parasının olduğunu bilmesinin
verdiği bir gü venle Grateful
Turbot Tavernası’ndan içeri
girdi. Sesini olabildiğince bo­
ğuk hale getirm eye çalışarak
yem ek ve oda istedi.
Birkaç dakika sonra masasında
bir maşrapa Turbot’un özel içeçegiyle

51
Angie Sage

birlikte kütüklerin çatırdadığı ateşin yanı başında oturuyordu. Keş­


ke limonata isteyecek kadar cesur olsaydım, diye düşündü. Sessiz
bir pazar akşamıydı. Bir inek fiyatı konusunda tartışan birkaç çiftçi
dışında Merrin oranın tamamen kendisine ait olduğunu hissediyor­
du. Normal şartlar altında hayaletlerin <jörünmeyi tercih ettiği biri
olmadığı için Merrin, Grateful Turbot Tavernası’nın hayaletlerle do­
lu olduğunu görmüyordu. Öyle ki bardan ateşin yanına giderken,
bilmeden, önünden kaçma fırsatı bulamayan altı hayaletin içinden
geçm iş, hayaletlerin homurdanmasına yol açmıştı.
Merrin boş olduğunu düşünmeye devam ederken oturduğu
ateşin yanındaki masada aslında hayaletler oturuyordu. Her canlı
insan gibi onlar da ateşin karşısında oturmayı seviyorlardı.
Merrin’in yanında üç balıkçı vardı. Merrin’in sandalyesine
oturduğu balıkçı çok huysuzdu. Elli yıl önce balıkçılar tavernanın
hem en dışında en büyük balığı kimin yakaladığı konusunda tartı­
şırken boğulmuşlardı. Ve hâlâ tartışmaya devam ediyorlardı. Mer­
rin’in karşısında çok yaşlı ve solgun görünen bir kadın hiç durma­
dan paralarını sayıyordu. Kadın yaşlılık yüzünden tam o masada
ölmüştü ve öldüğünü hâlâ anlamamıştı. Ateşin başına toplanmış
altı şövalye, uzun zaman önce unutulmuş Tek Yönlü Köprü Sava-
şı’nda ölmüştü. Yalnızca birkaç yıl önce pazardan eve dönerken ti­
pide kaybolan ve gece boyunca donmuş olan, mandırada çalışan
kızlarla sohbet ediyorlardı. Merrin’in masasının başında sevgilisiy­
le buluşmak için kaçan ve aniden çıkan bir fırtına sırasında bir ağa­
cın altına sığınarak yıldırım düşmesiyle ölen bir prenses oturuyor­
du. Merrin’i kederli bakışıyla o kadar inceledi ki Merrin sonunda
huzursuzca kıpırdandı. Prenses onun uzun zaman önce kaybettiği
sevgilisine birazcık -am a yalnızca birazcık- benzediğini düşünü­
yordu.

52
Arayış

Grateful Turbot’da çok az hava olması hiç şaşırtıcı değildi. Bu


yüzden oraya yalnızca kaleye gitmek için çok geç kalan ve gece ya­
tacak bir yere ihtiyacı olan kişilerle kale tavernalarına girmeleri ya­
sak olan Kuzeyli Tüccarlar giderdi. Ve Merrin’in gördügü ilk haya­
let -am a o bunu hiç fark etm edi- Kuzeyli Tüccarlar’dan birinin ha­
yaletiydi.
Ateşten biraz uzakta, gölgelerin arasında, bir keresinde Tek
Yönlü Köprü’de uyuyakalan ve hiç uyanmayan Olaf Snorrelssen’in
hayaleti oturuyordu. Olaf karanlık köşede oturmuş, uzaktan Mer-
rin’i seyrediyordu. Oğlanda gözlerine takılan bir şey vardı - o da
bir yolcüydu, Olaf gibi yabancı topraklardaki bir yabancıydı. Olaf
ani bir yoldaşlık hissiyle canlı bir insana ilk kez görü n m eye karar
verdi.
Olaf, Merrin’e doğru yürürken Grateful Turbot’nun duvarla­
rında sıralanmış olan karanlık aynalardan birine baktı. On beş yıl­
dır ilk kez kendini görüyordu ya da kendisinin parçalarını. Şok ge­
çiriyordu. Aynanın önünde durup baktı. Bu çok garipti: vücudu­
nun bütün kenarları yerinde duruyordu, ama tam ortasında arka­
yı görebildigi çirkin bir boşluk vardı. Başının tepesi de tam olarak
orada sayılmazdı. Olaf dikkatini iyice yoğunlaştırdı. Deri bandıyla
birlikte başının geri kalanı ve seyrelen sarı saçları yavaş yavaş g ö ­
ründü. Vay canına, tepesindeki saçlar gerçekten bu kadar seyrel­
miş miydi? Elini başına koydu, ama hiçbir şey yoktu. Birden ken­
dini çok depresif hissetti; bir an için hayalet olduğunu unutmuştu.
Diğer hayaletlerin ilk kez canlılara görünm eyle ilgili olarak verdik­
leri tavsiye geldi aklına. Kendine dikkat et, demişlerdi. Bir canlıya
görünmek eski anıları canlandıracaktı. Canlılar çok hızlı ve çok gü­
rültülü olacak, kendini öncekinden daha fazla hayalet hissetmesi­
ne neden olacaklardı. Olaf derin bir soluk alıp kendini toparladı.

53
Angie Sage

Karnının geri kalanı göründü. Neredeyse koca karınlı sayılırdı. Bu­


nu da hatırlamıyordu, am a yaşarken görünüşüne fazla dikkat et­
mezdi.
Olaf, Merrin’in masasına varana dek bir canlı kadar sağlam
görünür olmuştu. Merrin başını kaldırıp bakınca Olaf kızardığını
hissetti - daha önce hiçbir canlı onu görmemişti.
“Selam,” dedi Olaf. On beş yıldır ilk kez bir canlıyla konuşu­
yordu.
Merrin cevap vermedi. Ne diyeceğini bilmeyen Olaf oğlanın
karşısına oturdu. Solgun hayalet kadını görmemiş, kadın çığlık ata­
rak yerinden fırlayarak bütün paralarını yere dökmüştü.
“Oh! Özür dilerim bayan,” dedi Olaf fırlayıp kadının paraları
toplamasına yardım etm ek için yere çökerken. Bu mümkün değil­
di, çünkü paralar başka bir hayaletin malıydı. Böylece Olaf daha
fazla kızgınlıga yol açtı. Kadın, Olaf’ı iterek paralarını topladı, söy­
lenerek ateşten uzağa, karanlık bir köşeye çekildi. Sonraki yüz yılı
hepsinin tamam olduğunu görm ek için paralarını sayarak geçire­
cekti.
“ Bana bayan deme. Ben kız değilim ,” diye gürledi Merrin,
Olaf’a. Bu adamın neden kendisiyle konuşmaya gelip sonra da ye­
re dalış yaptığını anlamamıştı. Bu adamda garip bir şey vardı, ama
Merrin tam olarak ne olduğunu bilemiyordu.
“Hayır, tabii ki kız değilsin,” diye cevap verdi Olaf şaşkınlıkla.
“ Burada yabancısın herhalde?” diye sordu şarkı söyler gibi çıkan
Kuzeyli aksanıyla.
“ Hayır,” dedi Merrin somurtkan bir şekilde. “Değilim. Ben ka­
lede doğdum. Ben... evim e dönüyorum .”
“Ah, ev,” dedi Olaf özlemle. “ O zaman şanslısın. Evine hiç dö­
nem eyenler var.”

54
Arayış

Merrin karşısındaki adama baktı. Yıpranmış yüzünde nazik


bir bakış vardı, soluk mavi gözleri dostça bakıyordu. Merrin biraz
yumuşadı. İlk kez birisi onunla konuşmak istediği için onun hak­
kında sorular soruyordu. Ve ilk kez birisi onunla bir yetişkin gibi,
bir insan gibi konuşuyordu. Bu iyi bir histi. Merrin gülümsedi.
Bu gülümsem eden cesaret alan Olaf konuşmaya devam etti.
“ Burada ailen var mı?”
“ Hayır,” dedi Merrin. Limandaki olası annenin sayılmayacağı­
na karar vermişti hemen. “ Benim... ailem yok.”
Çok büyük bir aileden gelen Olaf bunun nasıl bir şey olduğu­
nu anlayamıyordu. “Ailen yok,” dedi. “ Küçük bir parça bile mi?”
Merrin başını iki yana salladı. “Yok.”
“O zaman nerede kalacaksın? Ne yapacaksın?”
Merrin om uz silkti. Bunu kendisi de merak ediyordu, ama
zihninin gerilerine atmıştı.
Olaf bir karar verdi. Uzun Geceler Ülkesi’nde bir yerlerde hiç
görm edigi ve görem eyeceği bir çocuğu vardı. Olaf emin olmadığı
bir nedenden dolayı çocuğun kız olduğundan emindi. Bu çocukla
aynı yaşta olmalıydı. Eger kendi çocuğuna yardım edemiyorsa
başka birine iyilik yapabilirdi. “Yarın seni kaleye götürüp kalabile­
ceğin iyi bir yer gösteririm,” dedi. “ Bu gece burada mı kalıyorsun?”
Merrin başını evet anlamında salladı.
“Ve sanırım bugün uzun bir yolculuk yaptın?” Olaf iyi bir yol
kat etm eye başlamıştı ve halinden memnundu.
“Ta Kötü Topraklar’dan geldim. Geriye dönm eyi hiç istemiyo­
rum.”
“Oradakiler ailen değil miydi?” diye sordu Olaf.
“Asla. Bana uşak gibi davrandılar. Ya da daha kötüsü. Oradan
kaçmak için ilk fırsatı değerlendirdim.”

55
Angie Sage

Olaf anlayışlı bir şekilde başını salladı. Oğlan zor bir hayat ge­
çirmişti. Birisinin ona yardım etme zamanı gelmişti.
O lafın ilgisiyle cesaretlenen Merrin hikâyesini anlatmaya
başladı. “Daha önce bir keresinde kaçtım, ama bataklıklarda sıkı­
şıp kaldım ve yaşlı, kaçık bir cadı beni yakalayıp yılan balığı ve la-
hanalı sandviç yedirdi.
“ Bu hiç iyi değil,” diye mırıldandı Olaf.
“ İğrençti. Am a ondan kaçmak için Simon Heap’in yanında
çalışmaya başladım ve bu daha da kötüydü. Kendimi yine büyü­
düğüm o korkunç yerde buldum. Buna inanamadım. Birkaç hafta
öncesine kadar sonsuza dek yaşlı Heap ve kemik torbalarıyla kala­
kaldığımı düşünüyordum.”
“Kem ik torbalan mı?” diye sordu Olaf, tam olarak anlamadı­
ğını düşünerek.
“Simon’un -v e ben im - eski patronunun kemikleri. DomDa­
niel. Ben dün gece onu dökene kadar bir çuvalda yaşıyordu.”
“ Dökm ek mi?” Olaf artık hiçbir şey anlamadığından emindi.
“Evet. Yüzüğünü aldım, görm ek ister misin?”
Merrin cevabı beklem eden yüzüklü parmağını hayaletin yü­
züne doğru uzattı. “Artık benim ,” dedi. “ Ben kazandım. Bütün o
kemikleri karıştırmak hiç hoş değildi. Bazılarının üstünde kıkırdak
gibi bir şeyler var. Ve kaygan şeyler. Ve esnektiler. Iggg! Am a par­
mağından aldım. Parmağı kestim, ha ha. Böylece dersini aldı. Bilir­
sin, başparmak kemikleri ayak parmağı kemikleri gibidir.”
Olaf tedirginlikle başını salladı. Bu oğlan beklediği gibi çıkmı­
yordu; daha önceki teklifine pişman olmak üzereydi. Canlılar ko­
nusunda söylenenler doğruydu - bazıları çok garip davranıyor­
lardı. Görünmeyi ilk kez seçtiği kişi seçimi konusunda ona güve­
nebilirdiniz! Garsonun Merrin’in yem eğini getirmesiyle kemikleri

56
Arayış

daha fazla dinlemekten kurtuldu. Patates püresi ve sosisten oluşan


kocaman bir tabaktı bu.
“Seni rahat bırakayım da yem eğini ye,” dedi Olaf. Garson ta­
bağı Merrin’in önüne koyar koymaz masadan kalktı. Merrin başını
salladı. Bunu duyduğuna memnun olmuştu; yem eğini bir yaban­
cıyla paylaşmak istemiyordu. Merrin çatalını büyük bir sosise sap­
ladı. Olaf yüzünü buruşturdu. Sosislerin başparmak kemiklerine
benzediğini düşündü. Kemikleri bir çuval içinde düşünemiyordu.
Yüzük takan parmak kemiklerini.
“Yarın görüşürüz o zaman,” dedi Merrin, ağzı sosis dolu.
“Ah. Yarın. Evet, yarın görüşürüz,” dedi Olaf kederli bir şekil­
de. Verdiği sözden asla dönemezdi.
“Güzel,” dedi Merrin, çatalını ikinci sosise saplayarak. Am a
içerisi boştu. Çiftçiler gitmişti. Uzun boylu, kel yabancı da öyle.

57
6
KALEYE DOĞRU

errin, Grateful Tu rbot’


nun saçaklarının altın­
daki yamru yumru yatakta rahat et­
m eye çalışırken Stanley, asma köp­
rünün altındaki sıçan deliğinde, sa­
manların arasında tünel açmaya ça­
lışıyordu. Sıçan deliği kaleye dönen
sıçanlar için bilindik bir yerdi, çünkü
köprünün indirileceği zamanı bek­
lem ek için güvenliydi.
Stanley sıçan deliğinin dolu ol­
masından endişeleniyordu. Geçmiş­
te birkaç kez başına gelmişti. Bu yüz­
den yakındaki bir ağaçta rahatsız bir
~ğece geçirm ek zorunda kalmıştı. Am a bunu bile Grateful Tur-
bot’nun perili mutfaklarına tercih ederdi. Boş yer bulmakta gecik-

58
Arayış

medigini uman Stanley kıyıdan aşağıya kayıp iyi gizlenmiş tünele


girdi. Şaşırarak oradaki tek sıçan olduğunu gördü. Sonra bunun
nedenini hatırladı Sıçan Boğucular.
Altı ay kadar önce Stanley ve karısı Davvnie, Sıçan Boğucular’
m elinden zor kurtulmuştu. Güvenli olduğunu düşündükleri lima­
na vardıklarında Davvnie kaçışlarının gittikçe dramatikleşen hikâ­
yesini herkese anlatmıştı. Sıçan halkının kanı donduran hikâyeler­
den daha fazla sevdiği bir şey yoktu. Haberler çok hızlı yayılıyordu.
Sonuç olarak da aklı başında hiçbir sıçan kaleye ayak basmaz ol­
muştu. Am a bütün sıçanlar Stanley gibi güncel bilgilere sahip de­
ğildi. Sıçan Boğucular gideli uzun zaman oluyordu. Buna çok
memnundu. Ilık ve küflü sıçan deliğinde ilerleyerek tünelin ucuna
varınca samanın arasında kendine biraz daha yol açtı.
Sıçan deliği arkadaş olmadan hiç eğlenceli bir yer değildi.
Stanley başka mesaj sıçanlarıyla dedikodu yapmayı hiçbir şeye de­
ğişmeyen sosyal bir fareydi. Bir zamanlar çok canlı olan bu yerde
yalnız başına olm ak üzücüydü. Bir sıçanın geride bıraktığı küflü
turpu didikledi, am a Davvnie’yi ve Sıçan Boğucuları düşünmek bü­
tün iştahını kapamıştı. Uzun yürüyüşten dolayı yorgun ve ağrılar
içinde olduğundan hafifçe inleyerek minik bacaklarını uzattı, es­
neyip uykuya daldı. Kısa süre içinde sıçan horultuları hendeğin üs­
tünde yayılmaya başladı, ama hiç kimse, karşıdaki bekçi kulübe­
sinde yaşayan Gringe ev halkı bile bunu duymadı.
Şafağın ilk ışıklarıyla birlikte köprünün büyük bir gürültüyle
aşağıya inmesi sonucu Stanley samanların arasından savrulup sı­
çan deliğinin ağzına kadar geldi. Kızarmış gözleriyle donuk alaca­
karanlığa baktı. Pek güzel bir gün değildi. Rüzgâr hendeğin gri yü­
zeyinde titreşiyor, iri yağmur damlaları suyun üstüne düşerek ge­
niş halkalar oluşturuyordu. Am a boş sıçan deliğinin içinde olmak

59
Angie Sage

da eğlenceli değildi. Stanley dışarı çıkıp temiz havayı kokladı. Ölü


yaprakların, yağmurun ve hendeğin kokusu, karşıdaki bekçi kulü­
besinden yayılan nahoş bayat güveç kokusuyla karışmıştı. Sıçan,
nesillerdir sıçanlar tarafından kullanılan düz taş basamakta denge­
sini koruyup iyi bir zamanlamayla sıçradı. Asma köprünün altın­
daki dar metal rafa hafif bir iniş yaptı ve aşağıdaki derin suya bak­
mamaya çalışarak devasa kalasların altında gizli sıçan patikası bo­
yunca koştu.
Güvenle karşı tarafa geçen Stanley çamurlu kıyıya çıktı. Göz­
lerine toprak savuran yakıcı rüzgâra karşı başını eğik tutarak Ku­
zey Kapısı’ndan geçen patika boyunca koştu. Stanley birdenbire
dehşet içinde kendini kapı bekçisinin karısı Bayan Gringe’in ayak­
larının üzerinde koşarken buldu. Stanley, gürültülü yürüyüşlerini
bir kilometreden duyabileceği Gringe’lerden kaçmaya alışıktı.
Am a ufak tefek, endişeli görünümüyle Bayan Gringe sessizce otu­
ruyordu. Kendisi hâlâ kulübenin içindeyken küçük ayaklarını dışa­
rıya uzatmıştı. Hassas ayak parmaklarının üstünde sıçan ayakları­
nın koşması Bayan Gringe’in hafife alabileceği bir şey değildi. Kısa­
cık bir saniye içinde çığlık atmayı, süpürgesini kapıp Stanley’in ka­
çan kuyruğuna indirmeyi başardı.
Stanley koşup en yakın kanalizasyon deliğine girdi, ama bir
gecelik şiddetli yağmurun ardından orası da en rahat yer değildi.
“Sıçan, sıçan!” diye bağırdığını duydu Bayan Gringe’in.
“ Nerede?” diye gürledi bekçi kulübesinden biri.
“ Kanalizasyonda, yakala ona. Gringe!”
Kapana kısılan Stanley, başının üstünde koşan Gringe’in ayak
seslerini dinledi. Derin bir nefes alıp tam zamanında suyun altına
daldı.
Gringe çöm elip suya baktı. “ Ben bir şey göremiyorum. Emin
misin?”

60
Arayış

“Tabii ki eminim. Kendi gözlerim le gördüm .”


“Ah. Bilmiyorum.” Gringe pis suya baktı. “Biliyorsun,” dedi
yavaşça. “Sen çığlık attığında hâlâ sanıyorum ki sen ve Lucy bağrı­
şıyorsunuz. Mutlu günler...”
“Biz her zaman bağrışmıyorduk,” dedi Bayan Gringe içini çe­
kerek. “Şey, yalnızca şu Heap denen oğlan yüzünden.”
Stanley ciğerlerinin patlayacakmış gibi olduğunu hissediyor­
du. Ağzından küçük bir hava kabarcığı çıktı. “Ah,” dedi Gringe. “Sa­
nırım küçük yaratık suyun altında gizleniyor.”
“Kürek ister misin?”
“ Evet. Şu büyük olanı ver. Onu çıkarıp kafasına bir tane patla­
tacağım. Heap denen çocuk buralara gelirse pratik yapmış olu­
rum.”
Artık Stanley nefesini daha fazla tutamadı. Kanalizasyondan
iğrenç bir su fıskiyesiyle birlikte fırladı. Gözlerindeki pisliği tem iz­
lediğinde Stanley gitmiş, Kuzey Kapısı’ndan kalenin derinliklerine
doğru ara sokaklarda gözden kaybolmuştu.
Saray kapılarının hem en dışında Stanley at yalağında hızlı ve
soğuk bir banyo yaptı. Banyo yapmak bir sıçanın hoşlanabileceği
bir şey değildi, ama eger saraya gidiyorsa tem iz görünmeliydi.

Am a Grateful Turbot Tavernası’ndaki Merrin hiçbir şey için


çaba harcamıyordu. Olaf Snorrelssen saatlerdir Merrin’in uyanma­
sını bekliyordu. Bütün bu süre boyunca yaşlı kadın tarafından
azarlanıp durmuştu. Çocuk en sonunda saat ondan sonra odayı
boşaltmasını isteyen ev sahibi tarafından zorla uyandırıldı.
Verdiği söze çok pişman olan Olaf Snorrelssen gölgelerin ara­
sından çıktı. “Seni kaleye götürecek m iyim ?” diye sordu, oğlanın
reddetmesini umarak. Am a ne yazık ki Merrin kabul etti.
“ Evet. Çıkalım bu çöplükten.”

61
Angie Sage

Olaf, Merrin’i Tek Yönlü Köprü’ye götürdü. Köprünün ona


verdiği kasvet duygusu bir bulut gibi üstüne çöküyordu. Olaf, oğ­
lana köprünün karşısını gösterirken içi hâlâ sıkılıyordu. Oğlanın
kapı bekçisiyle yaptığı tartışmada aracılık etti - bekçi de kötü bir
ruh hali içindeydi ve çok da kötü kokuyordu. Sonra onu gerçekten
sevdiği Ramblings’e götürdü. Olaf, Merrin’i dar, bazen de kalabalık
geçitten geçirirken takip edildiklerine dair garip duygudan kurtu-
lamıyordu. Am a ne zaman arkasına baksa kaçışan bir gölgeden
başka bir şey göremiyordu. Gölgeli, çarpık ara sokaklar söz konu­
su olduğunda bu durum hiç garip gelmiyordu. Sözüne sadık kal­
mak isteyen hayalet Merrin’i Ramblings’in derinliklerine, yıllar ön­
ce orada kaldığı için mutlu anıları olan küçük konuk evine götür­
dü.
Ama Olaf daha sonra bunun bir hata olduğunu düşünecekti.
Merrin oradan hiç hoşlanmamıştı. Oranın iğrenç bir çöplük oldu­
ğunu düşünüyordu. Odaların fiyatını öğrendiğinde nazik bir kadın
olan han sahibine yaşlı bir yarasa olduğunu söyledi. Olaf, yaşlı ka­
dına görünüp özür dilem eye karar verdi, ama bu da bir hataydı.
Kadın sinirden kızarıp onu yanlış anlamıştı. Ani, ama yetersiz g ö ­
rünmesi üzerine yaşlı kadın çığlık atıp kapıyı çarparak yüzüne ka­
padı, kapı Olaf’ın ayağının içinden geçip kendini hasta hissetmesi­
ne yol açtı. Olaf iyileşene kadar Merrin gitmişti. Rahatlayan Olaf
herkese yarı görünür olduğunu fark etm eden ortalıkta dolaşıp bü­
yük kargaşa yarattı. Günün sonuna kadar Surlardaki Delik Mey-
hanesi’ne güvenli bir şekilde geri dönene dek bir daha asla kimse­
ye görünmemeye karar verdi. Bu delilikti.

Stanley, telaşla sarayın arka merdivenlerine tırmandı. Daha


önce hiç sarayın üst katına çıkmamasına rağmen eski bir mesaj

62
Arayış

sıçanı olarak sarayın her yerini avucunun içi gibi biliyordu. Sınav­
lar için bunu öğrenm ek zorunda kalmıştı. Ona doğru kılıç savuran
nöbetteki yaşlı bir şövalye hayaletinden kaçarak çifte kapının ya­
nındaki goblenlere tırmandı. Kirişteki örüm cek agı kaplı sıçan de­
liğinden geçip karşı taraftan aşağıya baktı. Oldukça yüksekti. Stan­
ley bir an bekleyip atlayış için cesaretini topladı. Çok aşağıda, ate­
şin yanında kalenin vârisi olan Prenses Jenna Heap oturuyordu.
Yanında Stanley’in uzaktan okuyamadığı bir not duruyordu. Jenna
bu notu ezbere biliyordu. Notta şunlar yazılıydı:

Büyücü K ulesi’nden B. Catchpole tarafından teslim edilmiş,


saray tarafından 7.30’da alınmıştır.
Kim den: Olağanüstü Büyücü Marcia Overstrand’m Çırağı
Septimus Heap

Sevgili Jen,
Benim le bugün öğle saatinde M arcellus’un yerinde buluşabi­
lir misin? Ondan bir n o t aldım ! Gerçekten çok iyi. Sanırım sonun­
da bir şeyler hatırladı. Elinde N ick o’ya ait olan bazı eşyalar varmış
ve onun g eri gelm esinin bir yolu olabileceğini söylüyor!!! Görüşü­
rüz.
Sevgiler,
Septimus xxxx

Jenna o kadar heyecanlıydı ki öğleni beklem ek bir yana yerin­


de duramıyordu. Sarah Heap’le yaptığı üzücü yeni bir kahvaltıdan
sonra odasına kaçmıştı ve vaktini geçirm ek için işe yarar bir şeyler
yapmaya çalışıyordu. Deliğin kenarında kendisini izleyen sıçan­
dan habersiz kararlı bir şekilde kalın bir kitap okuyordu.

63
Angie Sage

Jenna’nın çok yukarısında duran Stanley derin bir nefes alıp


kendini boşluğa bıraktı. Jenna’nın yatağına hızla düşüp, havaya
zıpladı, sonra da şöminenin önündeki halıya hızlı bir iniş yapıp
ayak bileğini incitti. “Uff!” diye homurdandı. Öne doğru yuvarla­
nıp başını kömür kovasına vurdu.
Jenna ayağa fırladı. “Stanley?” dedi yutkunarak.
Stanley yüzünü buruşturarak ayağa fırladı, selam verdi. “Hiz-
metinizdeyim Majesteleri.”
“Henüz ‘Majesteleri’ değil,” dedi Jenna. “Tacı takana kadar
majeste değilim .” Yüzünü buruşturup şöminenin üstünde duran
çok güzel, am a sade tacı işaret etti.
“Ohh,” dedi Stanley, abartılı bir hayranlıkla. “Çok ağır görünü­
yor. Bütün gün takmak istemezdim doğrusu.”
“Ben de öyle,” dedi Jenna. “Ve henüz takma niyetinde de de­
ğilim. Biliyorsun Stanley, hep seni hiç beklem ediğim zamanlarda
geliyorsun. Nasılsın, Dawnie nasıl?”
“ İyiyim,” diye cevap verdi sıçan. “ Eminim Davvnie de iyidir.
Ne de olsa buna dikkat ediyor.”
“Ah," dedi jenna. “Aranız iyi değil sanırım.”
“ Hayır Maj. Sanırım bu dostça bir ayrılık. Yani ben ayrıldığım­
da iyi görünüyordu. Am a o sırada pasta yiyordu ve pasta her za­
man onu olumlu bir ruh haline sokar.”
“Oh, çok üzgünüm Stanley.”
“Ben değilim ,” dedi sıçan terslenecek.
“Yani şey... şimdi ne yapacaksın?” diye sordu Jenna.
“Kendimi meşgul edeceğim . Hiç şikâyetim yok. Eski arkadaş­
larımı ziyaret ediyorum, bilirsin. Biraz serbest çalışıyorum... Kötü
Topraklar’da bir işim var.”
Jenna ürperdi. “ Korkunç bir yer.”

64
Arayış

“Katılıyorum, Maj. Orada yaşayanlarla karanlıkta karşılaşmak


istemezdim. Aslında onlarla karşılaşmayı hiç istemezdim. Am a te-
meli buraya atıyorum; insanın evi gibi yok derler. Eger senin için
bir sakıncası yoksa bir önerim olacak. Yani eger çok meşgul değil­
sen, ama eger meşgulsen sonra gelebilirim. Genç kraliçelik işlem­
leri omuzlarına büyük yük yüklemiş olmalı ve ben...”
“Yalnızca kitap okuyorum Stanley. Daha sonra birisiyle bulu­
şacağım. Çok önem li bir iş ve gitm eden önce bu konuda mümkün
olduğunca çok şey öğrenm ek istiyorum.”
“Çok akıllıca. Her zaman hazırlıklı olmak gerek. Elindeki bü­
yük bir kitap. Benim için hiç iyi değil.”
“Oldukça büyük,” dedi Jenna içini çekerek. “Ve karmaşık da.
Zamanla ilgili.”
“Evet, ben de öyle düşünüyordum. Geri dönm e zamanım gel­
di.”
“Hayır, kitabın konusu bu. Zaman.”
“Tamam. Çok uzun zamandır yoktum. Am a dediğim gibi, se­
nin de lehine olabilecek bir önerim var. Devam edebilir miyim ?”
Jenna gülümsedi. “ Ediyorsun zaten.” Kitabını kapatıp kilimin
üstüne koydu. “Gel, kitabın üstüne otur.”
“Ah. Teşekkür ederim, Maj, ama ayakta dursam daha iyi olur.
Önerim şu ki, Dogu Kapısı Gözlem Kulübesi’ni yeniden açmama
ve Gizli Sıçan Servisi’ni yeniden kurmama izin verirsen sana ilk yıl
aboneliği için indirimli üyelik önerisi sunmaktan onur duyarım...”
“Saray bu hizmeti zaten bedava alıyor,” dedi Jenna.
“Gerçekten mi? O zaman ilk yıl bedava. Ayrıca sana özel sıçan
koruması ve her zaman öncelik verm eyi de taahhüt ediyorum .”
“Güzel,” dedi Jenna. “Devam et.”
Stanley kitabın üstüne oturdu. “ Emin misin?”

65 F:5
Angie Sage

“ Evet. Mesaj sıçan hizm etini kullanabiliriz; bunu gerçekten


özlüyoruz. A m a sıçanları nereden bulacağını bilm iyoru m . Hepsi
ortadan kayboldu. Uzun zam andır gördü gü m ilk sıçan sensin.”
Stanley ayağa fırlayıp yin e selam verdi - lim andaki yaşlı bir
g em i sıçanından kaptığı bir alışkanlıktı bu. “ Sorun değil,” dedi. “ Bir
sıçanı bulm ak için başka bir sıçan yeterlidir. Seni bilgilen direceğim
Maj. Korum an en kısa zam anda gönderilecek, am an Tanrım senin
bir kedin var.” Jenna’nın yatağının altından ufak tefek, za y ıf turun­
cu bir kedi çıktı. Kedi Stanley’den büyük olm am asına rağm en m a­
vi gözlerin de Stanley’in hiç hoşlanm adığı çelik gibi bir bakış vardı.
Bir kediyi asla unutm ayan Stanley onu daha ön ce bir yerlerd e gör­
düğün den em in d i.”
“ Oh, şey, evet. Birisinin yerin e bakıyorum bu kediye. Sakin ol
Ullr,” dedi Jenna, kedinin saldırm aya hazırlandığını fark ederek.
“ Koru m a teklifini geri alm alıyım ,” dedi Stanley, geri çekilerek.
“Yanında bir kedi varken olm az. A dam larım ı riske atam am .”
Jenna, Ullr’u kucaklayıp sıkıca tuttu. “ Endişelenm e. Ullr biri­
nin isteyebileceği en iyi korum adır.”
Stanley kediye baktı. “ Bir korum a için biraz ufak tefek değil
m i?” diye sordu. Ullr pençelerini çıkarıp Jenna’nın elinden kurtul­
m aya çalıştı. Stanley a celeyle geri çekildi. “ Ben gidiyoru m o za­
man, Maj. Teşekkürler. Hoşça kal.”
Jenna ayağa kalkıp Stanley’i kapıdan çıkardı. “ Sorun değil, Sir
Herevvard,” dedi sıçana bir darbe savurm aya hazırlanan hayalete.
“ O bir dost.”
Stanley koridordan koşup hafifçe sen deleyerek m erdiven ler­
den indi. Jenna’nın sözleri kulaklarında çınlayarak sarayın ana ka­
pısından çıktı. Stanley bir dosttu. Kraliyet ailesinin dostu.
Keşke D aw nie onu şim di görebilseydi.

66
7
İŞBAŞINDA

B
üyülü Elyazmaları Merkezi ve
Büyü D en etim cileri A n on im Şir-
keti’nin m ekânı olan Büyücü Yolu On
Üç N um ara’da Ön Büro v e İn celem e Kâti­
bi Beetle iyi bir gün geçirm iyordu . Rüz­
gârlı ve yağm u rlu bir pazartesi sabahıy­
dı. Başbüyü Yazıcısı Jillie Djinn
bir saatliğine bütün sorum luluğu
ona bırakmıştı. Beetle başta çok se­
vinm işti. Bu büyük bir onurdu, çünkü
bir saatliğine bile olsa Bayan Jillie Djinn
bu iş için en iyi yardım cılarını seçerdi
ve işi gen ellik le en kıdem li olanına v e ­
rirdi. A m a o sabah B eetle’a rahatsız edi
ci bakışlarını dikm iş -b ö y le olduğu n­
da Beetle h em en neyi yan ­
mj? -
lış yaptığını m erak e d e rd i- ve

67
Angie Sage

şöyle dem işti: “Beetle, sorum lu sensin. Herkes işe gelin ce form ları
doldursun. Bu öğled en sonra g örecegim . Bir saat sonra dönerim .
Daha ön ce ya da sonra değil.” Sonra da kapıdan çıkıp gitmişti.
Beetle rüzgâra karşı kapıyı kapatıp uzun, alçak sesli bir ıslık
koyuverm işti. “ Benim , hepsi b e n im !” gibi haykırarak deli gibi koş­
m a isteğine d iren erek Elyazm aları O dası’na bir g ö z atm ış v e her
şeyin yolu nda gittigini görm üştü. Yirm i yazıcı -n o rm a ld e n bir tane
ek sik - yirm i loş ışık havuzunun altında yüksek m asalarına tüne­
miş, kalem leri gıcırdayarak çeşitli büyüleri, form ülleri, tılsımları,
izinleri, lisansları v e büyücülerin - y a da kaledeki harcayacak bir­
kaç kuruşu olan h erk esin - ihtiyaç duyduğu her şeyi yazıyorlardı.
Beetle koltuğunda d ön erek -k i n orm alde buna izin v e rilm e z­
d i- gözlerin d e işbaşında ben varım bakışıyla geçici terfisinin tadı­
nı çıkarm aya başladı. Baş döndürücü beş dakika için her şey m ü ­
k em m eldi. Sonra her şey kötü ye g itm e y e başlamıştı.
Kısa süre içerisinde art arda yaşanan zorluklar B eetle şaşırt­
mıştı. Her şey p ejm ü rde siyah bir tunik v e lekeli bir pelerin giym iş
uzun boylu, za y ıf bir çocuğun ön büroya gelip Jillie Djinn’in yeni
- v e son d erece sinir b o zu c u - Sıra Butonu’nu tıklayıp üç num ara­
ya getirm esi v e başbüyü yazıcısını g ö rm ek istem esiyle başlamıştı.
“ Dışarıda,” dem işti B eetle sinirli bir şekilde. Bu çocuğun g ö ­
rüntüsünden hiç hoşlanm am ıştı. “ Ben işbaşındayım .”
O ğlan B eetle’ı baştan aşağı şöyle bir süzüp pis pis gülmüştü.
“Oh, öyle mi? Hiç san m ıyoru m .”
“Ö yle görü n ü yor,” d iy e cevap verm işti Beetle. Bir an için Mar­
d a O verstrand’e olağanüstü bir şekilde b en zediğin i düşünüp şaşır­
mıştı. Elyazm aları O dası’nın her zam an m ed en i olm ası gerektigini
biraz g e ç hatırlayan B eetle a celeyle sormuştu, “ Şey, sana nasıl yar­
dım ed eb ilirim ?”

68
Arayış

“Yardım ed eb ileceğin izi sanm ıyorum .” O ğlan om zun u silk­


inişti.
Beetle derin bir nefes alıp ona kadar saymıştı. “ N e istediğini
söylersen em in im senin için bir şeyler yapabilirim .”
“Yazıcı olarak iş istiyorum .”
Beetle şok olmuştu. “Yazıcı m ı?”
“ Evet.” Oğlan bıraktığı etkiden m em nundu. “ D ediğim gibi,
yazıcı olm ak istiyorum .”
“ A m a - am a herhangi bir yeten e ğin var m ı?” d iye sorm uştu
Beetle kekeleyerek.
Oğlan yanıt olarak ön e eğilip parm aklarını B eetle’ın yüzüne
doğru şaklatmıştı. Başparm ağından siyah bir alev çıkmıştı. “ Bu b e­
nim y eten e ğ im .”
Beetle çökercesin e sandalyesine oturmuştu. Daha ön ce hiç
görm ese de K aranlık B ü y ü leri duymuştu. O ğlan ın ünlü İki Y ü z­
lü Karanlık Y ü z ü k ’ün ucuz bir kopyasını taktığı da gözün d en
kaçmamıştı. Belli ki bu çocuk siyah giyinip R am blin gs’teki Gotik
Mağaradan k aran lık ıvır zıvırlar alarak D om D an iel’ın bir sonraki
çırağı olduğunu düşünen o garip çocuklardan biriydi.
Beetle, Jillie Djinn’ i suçluyordu. Birkaç hafta ön ce kendisi hiç
onaylam asa da Elyazm aları Odası’ nın kapısına yen i bir yazıcı ara­
dığı ilanını asmıştı. Beetle bu ilanın bütün garip insanları davet
ed eceğin i sö yleyerek itiraz ettiyse d e Bayan Djinn ısrar etmişti.
Şim diye dek bu iş için hiç başvuru olm am ası B eetle’ı rahatlat­
mıştı. Cim ri Bayan Djinn’i Yazıcılar ve Kâtipler Dergisfne ilan ver­
m eye ikna e tm ey e çalışıyordu. Hatta o sabah aldığı özel fiyatın
kopyasını Bayan Djinn’in masasına bırakmıştı. A m a şim di en kötü
kâbusu gerçek olu yor gibiydi.
Beetle içini çekerek standart Elyazmaları Odası iş başvuru for­
munu çıkardı, kalem inin arkasını yalayıp sordu. “ Adın ne?”

69
Angie Sage

“ Septim us H eap.”
“ Aptal olm a,” dedi Beetle.
“ Kim se bana aptal d iy e m e z!” diye bağırdı oğlan. “Hiç kimse.
Anladın m ı?”
“Tam am , tam am ,” ded i Beetle. “ A m a sen Septim us Heap de­
ğilsin.”
“ N ered en biliyorsun?” d iye sordu oğlan alaycı bir sırıtışla.
“ Çünkü Septim us H eap’i tanıyorum . V e o sen değilsin. M üm ­
kün değil.”
O ğlanın karanlık gözleri ö fk eyle parladı. “ Burada yan ılıyor­
sun. Ben kim olduğum u biliyorum . Sen bilm iyorsun. Bu yüzden
şu form daki ‘isim ’ hanesine ‘Septim us H eap’ yazabilirsin.”
“ Hayır.”
Beetle v e oğlan birbirine dik dik baktı. Bakışlarını ilk oğlan ka­
çırdı. “Ya, şey,” dedi. “ Bir zam anlar adım öyleyd i.”
Beetle birden keçileri kaçırıverir d iye oğlanın suyuna gitm eye
karar verdi - gerçi kavgadan korkuyor değildi. O ğlan kendisinden
biraz uzun olsa da zayıf görünüyordu, oysa Beetle sağlam ve güç-
lüydü. A m a Beetle ön büronun talan olm asını istem iyordu, özellik­
le de şu an sorum lu kişi kendisiyken. “ Peki, şim di adın ne?” diye
sordu sessizce.
O ğlan h em en cevap verm edi. B eetle’ın içinde yeşil benekler
olduğunu gördü gü siyah gözleri bir kertenkeleninkiler gibi titreşi­
yordu. Beetle, onun yen i bir isim uydurduğunu düşündü.
Beetle haklıydı. M errin’in h em en bir isim bulm ası gerek iyor­
du v e özel bir isim olsun istiyordu. M errin M eredith olm ayı sevm i­
yordu; o zam an kendisi gibi hissetm iyordu. H em çok aptalca bir
isimdi. M eredith kız ism iydi v e M errin’in de aptalca olduğunu dü­
şünüyordu. O nun ürkütücü bir şeye ihtiyacı vardı. Hızla hayatta ta­
nıdığı en ürkütücü iki insanı seçti - D om D aniel v e Hunter.”

70
Arayış

Beetle sabırsızlanıyordu. “ Evet, adın ne?”


“ D om - şey, yani Daniel.”
“DomDaniel m ı?” Beetle başını iki yana salladı.
“Aptallaşma. Daniel dedim . Daniel. Anladın m ı?”
Beetle sakin kalm aya çalıştı. “ Daniel ne?”
“ Daniel Hunter.”
“Tam am . ‘Daniel H unter’ yazıyorum , tam am m ı?” diye sordu
Beetle daha fazla sabırsızlanarak.
“ Evet.”
“ Em in misin? Adını tekrar değiştirm ek istem iyor m usun?”
“ Bak, bu b en im adım , tam am mı? Yaz işte,” d edi hırlayarak.
Bu çocuktan olabildiğin ce çabuk kurtulm anın en iyisi olduğu ­
na karar veren Beetle form u n geri kalanını aceleyle doldurdu. O ğ­
lan iki büyücünün yan ında en az on yıllık çıraklık d en eyim i v e Be­
yaz Cadılık bilgisi olduğunu söyleyin ce hiçbir y oru m d a bulu nm a­
dı. Beetle onun söylediği hiçbir şeye inanm ıyordu v e eger oradan
gidişini hızlandıracaksa aya gidip döndü ğünü söylese bile um u­
runda değildi.
Sonunda fo rm dolduruldu. Beetle form u büyük bir zevk le Jil-
lie Djinn’ in dönüşünü b ek leyen ön em li b elgelerin bulunduğu siv­
ri çubuğa sapladı.
A m a oğlan oradan gidecek m iş gibi görün m ü yordu .
“ Bu kadar,” dedi Beetle. “Artık gidebilirsin.”
“ Mülakat için ne zam an gele yim ?”
Zah m et etm e, d iye düşündü Beetle. B eetle ajandaya bakar­
ken oğlan onu yakından inceliyordu. Bu B eetle’ın m asasında du­
ran v e gü n cellem en in B eetle’ın görevi olduğu ağır bir. defterdi.
“Tam olarak iki buçukta,” dedi. “ Bir dakika ön ce ya da sonra d eğil.”
“ O zam an görüşürüz,” dedi oğlan sırıtarak.

71
Angie Sage

“ Sabırsızlıkla bekliyoru m ,” dedi Beetle soğuk bir ses tonuyla.


“Seni yolcu etm em e izin ver.” Ayağa kalkıp kapıyı açtı, gid en e ka­
dar M errin’e baktı. Sonra ofisi sarsan bir gürültüyle kapıyı çarptı.
Bunun üzerine sahte büyü alarm ı çaldı.
Sahte büyü alarm ı sinir bozm ak için tasarlanmıştı - tiz, ara­
lıksız çalan bir çanın eşlik ettiği yüksek sesli gıcırtılardan oluşuyor­
du. Bunun gerçekten yen i bir K aranlık Büyü mü, yoksa sahte bir
alarm m ı olduğunu anlam ak için bodrum a dört gönülsüz yazıcı
gönderdi. A m a bodrum dan yükselen bir dizi gü m sesinin ardın­
dan alarm susmadı. Beetle günün işlerini yap m aya çalışan yazıcı­
ların isyanıyla karşı karşıyaydı. Sabırsızlanarak takviye için aşağıya
güçlü görün üm lü iki yazıcı daha gön d erdi ve diğerlerin e de kulak
tıkacı bulm alarını önerdi. A m a bu pek iyi karşılanmadı.
O anda büyük bir gürültü ofisi sarstı. Ofisten Vahşi Kitap De-
posu’na açılan sağlam kapıdan korkunç hom urtular v e sesler geli­
yordu. Beetle derin bir soluk alıp kapıdaki gö zetlem e deliğin den
baktı. Büyük bir kavga çıkmıştı. Havada tüyler uçuşuyordu. Beetle
bütün kitap dükkânı talan olm adan içeri hızla girm esi gerektigini
biliyordu. Kapıyı dikkatle açarken büyük - v e çok k ıllı- Ö rüm cek
A lm anak dışarı çıkm aya çalıştı.
Beetle ne yazık ki kapıyı tutmasına yardım etm esi için yazıcı
F oxy’den yardım istedi. A m a bu iyi bir fikir değildi. Foxy çığlık atıp
bayıldı, iki silin m ez m ürekkep şişesini devirdi. M ürekkepler Beet-
le’ın Jillie Djinn için kopya etm esi gerek en iki haftalık çalışmaların
üstüne döküldü.
Beetle başını Elyazm aları Odası’nın kapısına koyup bağırdı.
“Sil Büyüsü/ Çabuk!” Sonra derin bir nefes alıp Vahşi Kitap Depo-
su’na daldı.

72
Arayış

O n dakika sonra acı içerisinde dağınık, bir halde am a başarılı


Iteetle, dükkândan çıktı. Foxy hâlâ sırtüstü y e rd e yatıyordu. Jillie
Djinn d ö n m ed en ön c e S il B o y ü s u ’nü bulm ak için umutsuzca ara­
nan yazıcıların ayaklarının altında kalmıştı. Sahte Büyü Alarm ı hâ­
lâ çalm aya d eva m ediyordu. Kendi tavsiyesine uyarak iki m antar
tapayı kulaklarına takan Beetle Foriks Saha Kılavuzu’nun pusu­
sundan kalan sıyrıklarını tedavi e tm ey e çalışıyordu. Durum un
bundan kötü olam ayacağını düşünüyordu.
A m a olabilirdi.
Ani bir çın sesiyle m üşteri sayacı dördü gösterdi. M or pelerini
rüzgârda uçuşan, siyah kıvırcık saçları soğu k bahar yağm u ru yü ­
zünden ıslak v e karışık olan Olağanüstü Büyücü Marcia Overstrand,
başının yum uşak v e hassas orta noktasında bir yerlerd e birleşen
alarmın çığlıkları yü zü nden kaşlarını çatmıştı.
“ B eetle!” d iye bağırdı. “ N eler olu yor burada?”

73
►+8 4-
MAHZEN

arda Overstrand’de bulunduğu alanı - v e sonra bi­


raz daha fazlasın ı- dolduran bir şey vardı. Beetle iç­
güdüsel olarak Olağanüstü B ü yü cü ye yer açm ak için geri çekildi.
“ Bu korkunç gürültü d e nedir?” diye bağırdı Marcia.
“ Burada değil,” diye cevap verdi Beetle. Onun, “ Bu korkunç
Djinn nerede?” diye sorduğunu düşünerek.
“/Ver
Beetle çaresizce saate baktı. Jillie Djinn gideli gerçekten yarım
saat m i olmuştu? “ Otuz dakika sonra gele cek !” diye bağırdı.

74
Arayış

M arda, Septim us’un onu götürdügü R am blin gs’teki tiyatro­


da yen i tarz oyunların birisinde olduğunu d ü şü n m eye başlamıştı.
"Kulaklarından çıkanlar ne?” diye sordu.
Beetle birden kulaklarındakileri hatırlayıp mantarları çekti,
"ö z ü r d ilerim ,” dedi alarm ı bastırm ak için sesini yükselterek, am a
lam o sırada alarm kesildi.
“ Bağırm ana gerek yok ,” dedi M arda.
“ Hayır. Şey, özür d ilerim ,” diye kekeledi Beetle. “Size yardım
edebilir m iyim , Bayan Marcia? Şey, Bayan Djinn geri gele n e dek
sorum lu ben im .”
“Oh, güzel,” dedi Marcia rahatlamış gibi. Bu Beetle’ı şaşırtmıştı.
“ Hareketli bir sabah,” dedi Beetle. Kızardığı zam an farklı y ö n ­
lere doğru dikilen sık siyah saçlarını başarısız bir şekilde yatırm a­
ya çalıştı.
“A n lıyoru m ,” dedi Marcia. “ H ep im izin başına gelir.”
“ Ö yle m i?” dedi Beetle yin e şaşırarak.
“ Her zam an .” Marcia içini çekti. “Şimdi, Beetle, ne yazık ki
m ahzene in m em gerek iyor.”
Marcia’nın her şeyi bu kadar iyi karşılaması karşısında aşırı
şekilde rahatlayan Beetle, Olağanüstü B ü yü cü yü Elyazm aları
Odası’na götürdü. Kapıdan girerlerken yeşil ışık yandı. Bir grup ya­
zıcı bir çığlıkla g eriye sıçrayıp yaptıkları Sil Büyüsü’nün sonucu­
nu gö rm ek için başlarını uzattı. Kalabalığın ortasından gürültülü
bir çığlık yükseldi. “Ahh, ayaklarım ! Ayaklarım a bakın!”
Gruptan aynı anda bir yutkunm a sesi yükseldi.
“ O büyünün küflü olduğunu söylem iştim , am a beni d in lem e­
diniz.”
“ Hey, bunlar iri, zehirli mantarlarT
“ Evet, çok büyükler.”
“Ayakların kokuyor gibi Partridge.”

75
Angie Sage

Gruptan yüksek sesli bir kahkaha koptu; yazıcılardan biri Mar-


cia’nın arkalarında dikildiğini fark etti. Yanındaki yazıcıyı dürttü,
saniyeler sonra m ahcup bir sessizlik oldu.
“ Günaydın yazıcılar,” dedi Marcia.
“Günaydın Bayan O verstrand,” dedi yazıcılar koro halinde.
“ Başınız dertte m i?” diye sordu Marcia gülerek.
Yazıcılar m ahcup bir şekilde başlarını salladılar.
Beetle şaşkınlıkla M arcia’nın keyifli haline bakıyordu. Kısa bir
süre ön ce hayatının, bir grup saldırgan kem ikle ilgili zor bir d ö n e­
m in de ona yardım ettiğinden beri Marcia’nın kendisinden hoşlan­
dığını fark etm em işti. Marcia bir parm ak şıklatması v e Büyülü
m or ışık parıltısıyla Partridge’in ayaklarından çıkıp kırm ızı, turun­
cu v e sarı renklerle çizm elerin den fırlayan m antar görüntülerini si­
lerken Beetle hayranlıkla onu seyrediyordu. Partridge artık üzerin­
de yalnızca delikler bulunan çizm elerin e bakarken Marcia dökü­
len m ürekkebi sildi, m ürekkep şişelerini yeniden doldurdu ve
Jillie Djinn’in hesaplam alarını yeniden depoladı.
Marcia hep bir ağızdan -ö zellik le Partridge’te n - çıkan m in ­
nettar “ teşekkür” çığlıkları arasında yerd e yatan F oxy’nin üzerin­
den geçti. B eetle onu Elyazmaları O dası’nın duvarlarına sıralanmış
olan kitap raflarının arasına gizlenm iş kapıdan geçirdi; m um ışı­
ğıyla aydınlanan kıvrım lı geçitte onu takip etti. Geçit uzundu ve dik
bir şekilde aşağıya doğru eğim liydi. Bir süre sonra taş m erd iven le­
re geldiler. M erdivenlerin dibinde devasa dem ir bir kapı - v e savaş­
çı M ahzen H ayaleti- vardı.
M ahzen Hayaleti, kalenin eski bölü m lerin de kalan yaşlı -b e ş
yü z y aşın d a - hayaletlerden biriydi. A m a diğer yaşlıların tersine
solgun değildi v e hâlâ güçlü bir sesi vardı. H ükm edici tavrının yanı
sıra ve kaledeki en kötü hayaletler arasındaydı. M ahzen Hayaleti

76
Arayış

kim seye adını söylem iyordu , am a eski m od a başbüyü yazıcısı kaf­


tanı onu ele veriyordu. Marcia onun kim olduğunu çok iyi biliyor­
du ve Beetle da tanımıştı. Hayalet bu ofisin ilk sahibi Başbüyü Ya­
zıcısı Tertius Fum e’du. A m a Beetle onun hakkında araştırma yap­
mış olsa da hiçbir şey bulamam ıştı - yalnızca Elyazmaları Odası’nın
kitap deposundaki bir rafın çürüm ekte olan ucunu desteklem ekten
kurtardığı kalın kitap hariçti. Beetle’ın çocuklar için yazılm ış eski bir
serinin parçası olduğunu tahm in ettiği kitabın adı şöyleydi:

Her Zaman Sormayı İstediğiniz


Yüz Bir Soru: H O T E P -R A !

(Kalemizin ilk Olağanüstü Büyücüsü)

Yanıtlarla İkinci Baskı

Yanıtların son birkaç sayfası gü veler tarafından yen m iş olsa


da Beetle b ilm ediği bir sürü şey öğrenm işti. Sorulardan biri şuydu:

H o te p -R a ’nm en iyi arkadaşı var mıydı?

Yanıt B eetle’a çok ilginç gelm işti: Evet vardı!! (Kitapta bir sürü

ünlem işareti vardı.) Am a çocuklar o iyi bir arkadaş değildi. Çok


uzaklardan gelen eski bir arkadaştı ve adı Tertius F u m e’du. H o -

tep-R a başta onu gördüğüne sevinmişti. Çok eglenmişlerdi! H o -

tep-R a en iyi arkadaşına Büyücü Yolunda yaşaması için bir ev

vermişti. Tertius Fü m e çok zekiydi ve kısa sürede evi Elyazmaları


Odası haline gelmişti! Am a o, H o te p -R a ’nm en iyi arkadaşı çok ze­

ki olsa da iyi biri değildi! (Unutmayın çocuklar, iyi olmak zeki ol­

maktan daha önemlidir.) Tertius Füm e kısa sürede H o te p -R a ’nm

bilmediği kötü şeyler yapmaya başladı ve Kötü Sona vardı.

77
Angie Sage

B eetle’ın Tertius F u m e’un adının yazılı olduğunu gördü gü tek


bölüm buydu - ön bürodaki onur panosunda yazılı olan Baş Büyü
Yazıcıları listesi hariç. Sanki onunla ilgili her şey silinmişti.
Tertius Füme, m erdiven lerd en inen Marcia v e B eetle’a ö fk e y ­
le baktı. Hoş görünüm lü bir hayalet değildi. D erine kaçm ış siyah
gözleri soluk yü zü n de ince çizgiler gibiydi, uzun gri bir keçi sakalı
vardı. Hayaletin ince, beyaz dudakları geri çekilerek alaycı bir gü­
lü m sem e halini almıştı. Beetle bu dudakların hayalet konuşm adı­
ğı zam anlarda bile kıpırdadığını fark etmişti. Sanki geviş getiriyor­
du.
“Şifre...” dedi Tertius Füme. Derin, tok sesi nem li duvarlarda
yankılanırken B eetle’ın ensesindeki tüyler diken diken oldu. Haya­
let içini ürpertiyordu.
Marcia bir bela bekliyorm uş gibi içini çekti. “ Dokunaç,” dedi.
“ Hayır.”
“ Dalga geç m e y i bırak,” dedi Marcia. “Tabii ki dokunaç.”
“ N ed en ?” Tertius Füm e arkasındaki kapıya yaslanıp kollarını
kavuşturdu, M arcia’ya üstün bir havayla baktı. Şiddete yatkın bir
çocuk olm ayan Beetle ona sıkı bir tek m e atm ak istiyordu.
“ N ed en i konusunda hiçbir fikrim yok ,” dedi Marcia sinirli bir
şekilde. “A m a ön em li olan bu değil. İnsanın neden ini bilm esi g e ­
rekm iyor; şifre bu..Şimdi bırak da geçelim . Dokunaç. D o -k u -n a ç .”
“ Hayır. Şifreyi ben değiştirdim .”
“ Ö nce Şifre K om itesi’y le görü şm eden şifreyi değiştirem ezsin
ki oranın da başkanı benim . V e sen oraya başvurm adın. Şifre Do­
kunaçtı ve ö y le kalacak.”
A m a m ah zenin d em ir kapısı sıkıca kapatılmıştı. Tertius Füm e
yü zü n de eğlen en bir ifa d eyle Marcia’y a baktı, Marcia artık hiç
ön em li d eğilm iş gibi hayalet tırnaklarını in c elem e ye başladı. Beet-

78
Arayış

le, Tertius F u m e’un etkisiz hale getirilen bir grup yazıcı tarafından
suikasta kurban gittigine dair hikâyede gerçek payı olduğunu dü­
şü nm eye başlamıştı.
“ Pekâlâ,” dedi Marcia. “ Bana şifreyi geçersiz h ale getirm ek ­
ten başka bir çare bırakm ıyorsun. Geri çekil Beetle.”
“Ah. Yalnızca sizi d en iyord u m ,” dedi Tertius Füm e telaşlı bir
şekilde. “ Geçtiniz. İçeri girin v e hiçbir şeyi karıştırm ayın.”
“ Salak,” dedi Marcia dişlerinin arasından.
Beetle kapının dışındaki raftan iki lam ba alıp yaktı. Marcia ka­
pıya öfkeli bir şekilde om u z attı. Kapı aralandı, nem li toprak ve
küflü kâğıt kokusu m erd iven lere doldu. D eh lize girince Marcia ka­
pıyı kilitleyip alarm koydu. Tertius Füm e kapıya yaklaşıp onları
d in lem ek isterse Marcia onu u yarm ak istiyordu.
Marcia hâlâ hayalet yü zü nden öfkeli. “ Kadınlardan hoşlanm ı­
yor, sıkıntısı bu,” d edi B eetle’a. “ Bunu A lther’e hiç yapm az, am a
y ön etim e geçtigim d en beri b öyle yapıyor. H em d e her seferinde.
Beni deli ed iyor.”
“ Biz on a Yaşlı K eçi Surat diyoru z,” d edi Beetle.
“Ö yle m i?” d iy e güldü Marcia. “ Bundan hoşlanacağını sanm ı­
yorum . Beetle, şim di Altta Yatarım Canlı Planı’nı istiyorum , lü tfen.”
“ Oh, tam am .” Beetle şaşırmıştı. “ Size oturacak bir y er bula­
y ım .” Beetle lambaları taştan oyu lm u ş gibi duran büyük m asaya
bıraktı. Yanındaki eski koltuğun tozunu g öm leg in in koluyla sildi.
Marcia hapşırdı. Oturup m ah zenin nem li havasına karşı m or pele­
rinine sıkıca sarıldı. “ Oh, Beetle - en yakın d ö n em d ek i Olağanüs­
tü Büyücü Çırağı Ç ö m legi’ni getirir m isin?”
“Sorun değil. H em en d ö n erim .”
Beetle, m ah zen in en uzak köşesine giderk en Marcia, B eetle’ın
lam basının alevinin antika havalandırm a sistem inde dalgalanışını

79
Angie Sage

seyretti. Beetle m ah zen de yolunu gözü kapalı bulabilirdi. Aslında


Orta Seviye Elyazmaları Odası Y ön etim Sınavı’nda bunu yapm ıştı.
Kucağında kocam an m avi v e altın rengi lapis lazuli çö m lekle geri
döndü. Lam ba boşta kalan parm ağında asılıydı v e çö m leğin üstün­
d e bir beze sarılı uzun silindir tehlikeli bir şekilde duruyordu.
Beetle son derece dikkatli bir şekilde çö m leği v e silindiri m a­
saya koydu, lam bayı yan ına bıraktı. A levin ışığında lapis lazuli, al­
tın gibi parıltı saçıyordu.
“ Bunları Yazıcı O dası’na çıkarm am ı ister m isiniz?” diye sordu
Beetle, M arcia’ya.
“ Hayır, teşekkürler Beetle. O daya gitm e niyetim yok. Aslında
Bayan Djinn’in burada olm am asına sevindim . Seninle özel olarak
konuşm ak istiyorum .”
“ B enim le m i?” diye yutkundu Beetle.
“ Evet. Aslında seninle İn celem e Kâtibi olarak konuşm ak isti­
yorum . Bir de sana gü ven d igim için.”
“ Oh. Teşekkür ed erim ,” dedi Beetle kızararak.
“Tabii ki başbüyücü yazıcısına kesinlikle gü ven iyoru m ,” dedi
Marcia. “A m a onun işleri karm aşıklaştırm ak gibi bir eğilim i var. Ne
d e m e k istediğim i anhyorsundur.”
Beetle başını salladı. Marcia’nın ne d e m e k istediğini çok iyi
biliyordu.
“ Planı çıkarır m ısın lütfen?”
Beetle uzun, güm üş borunun içinden rengi solm uş kumaşı çı­
kardı. Sorunun bir ucu m or balm um uyla kapatılmış, üzerine de
Akhu Tılsım ı’ nın izi çıkarılmıştı. Marcia’nın boyn un da asılı olan tıl­
sım H o te p -R a ’dan beri Olağanüstü Büyücüler’in gücünün se m b o ­
lü v e kaynağı olmuştu.

80
Arayış

M arda, altın v e platin rengi Olağanüstü Büyücü kem erin den


eşkenar d ö rtgen e b en zeyen uzun, güm üş şekli açtı. İçinden bir
şeyler m ırıldanınca bir kedinin pençelerinin açılm ası gibi parlak,
h afif kıvrık güm ü ş bir bıçak sessizce dışarı çıktı. Marcia keskin bı­
çağı borunun ucuna sürterken Beetle büyülenm iş gibi seyrediyor­
du. Balm um u tereyağı gibi ayrıldı. Marcia kalın kâğıt ruloyu çıka­
rıp açtı. Beetle masanın altındaki raftan güm üş sapları olan dört
süslü altın kâğıt ağırlığı çıkardı, rulonun birer kenarına koydu.
M arcia yakından in celem ek için m inik gözlüklerini çıkardı.
Kom pleks diyagram ı inceleyip parm ağını Buz Tü nelleri’nde gezd i­
rirken kendi kendin e m ırıldanıyordu. Beetle kibarca geri çekildi,
am a Marcia onu yanına çağırdı. “ İki tünel hayaletini biliyor m u­
sun? Hani şu buzlukta sıkışıp kalan ve o zam andan beri bir çıkış
arayan kardeşleri?”
“ Elfred v e Alfred Stone m u?”
“ Evet, onlar. Görünüşe göre bir yol bulmuşlar. Alther - Alther
M ella’nın hayaletini tanıyorsundur, değil mi? Bunu hatırlayam aya­
cak kadar gençsin, am a o bizim son Olağanüstü Büyücü’m ü zdü .”
Beetle başını salladı. Septim us B ü yü Çubuğu nu kullanm ayı öğre­
nirken A lther’le pek çok kez karşılaşmıştı. “ İşte Alther onları birkaç
gece ön ce görm ü ş.”
“ Aslında şim di düşününce hatırlıyorum da, onları bir süredir
tünelde g örm ü yoru m .”
“ Gerçekten mi? Bu iyi haber değil Beetle. H em d e hiç... Şim di
buraya gel d e bir bak. Şurada bir şeyler olu yor.” Marcia birbirinin
içine girip çıkan solucan v e yılanların bulunduğu karışık bölgeyi
işaret ediyordu.
Beetle daha ön ce hiç canlı plan görm em işti. Batarken planın
kenarında bir şeyin hareket ettiğinden em indi.

81 F:6
Angie Sage

“Şunu gördün m ü?” diye yutkundu Marcia. “Hareket etti."


“Tekrar yapıyor,” dedi Beetle. “Sanırım yaşlı W easal’ın evinin
altındaki kapak bu.”
“ N eye baktığını anlayacağını biliyordum ,” dedi Marcia. “ Beet­
le gidip şuna bir bakm anı istiyorum. Hemen. Şu kapak ve burada­
ki şu karmaşıklık... her neresiyse.”
Beetle dişlerinin arasından bir ıslık çaldı. “ Burası eski Sim ya
O d a sfn ın altı.”
Marcia kaşlarını çattı. “Sanırım Septim us’u da yanında götür­
m en iyi olur. N e kadar kalabalık olursanız o kadar gü ven d e olursu­
nuz. Onu gönderirim . Bunun çok gizli olduğunu biliyorsun, değil
m i?”
Beetle başını salladı.
“ Ö zellikle M ahzen H ayaleti’nin bilm esini istem iyorum . Ona
güven m iyoru m . Kim olduğunu biliyorsun, değil m i?”
“Tertius Füm e m u?”
“Ta kendisi. Senin anlayacağını biliyordum . Septim us da an­
ladı.” Marcia keyifle gülüm sedi. “ Çok güzel. Şim di planı kaldırabi­
lirsin. Işıkta uzun süre kalması iyi değil.”
Beetle planı kıvırm aya başladı. “ Olağanüstü Büyücü Çöm -
leg i’ni hâlâ istiyor m usunuz?”
Marcia daldığı düşüncelerinden sıyrıldı. “Oh! Unutuyordum .
Evet lütfen Beetle.”
Marcia çöm leğin m ührünü açıp kolunu içine daldırdı. Mor ve
yeşil ku rdeleyle bağlanmış, m or balm um uyla m ühürlenm iş parşö­
m en kâğıdını açtı. Bu kâğıtta da Akhu Tılsım ı’nın izi vardı. Marcia
rulonun altındaki im zayı kontrol etti. Septim us’un genç, özensiz
yazısını anlam am ak m üm kün değildi, am a Marcia bu kadar kısa
sürede değişm iş olm asına şaşırmıştı. Septim us’un im zası artık bi­

82
Arayış

raz fazla karm aşık olsa da büyük geniş v e kendin den em indi. D oğ­
ru çö m leği aldığından em in olan Marcia sözleşm eyi yerin e koydu.
Olağanüstü Büyücü K e m eri’nden güzel, m in ik altın v e güm üş ren­
gi bir kem er çıkardı. Bir an için oku elin de tutarken B eetle’la birlik­
te ona baktı.
“ Sep’in Boyu Çubuğu,” dedi Beetle nefesini tutarak.
“Yarı doğru sayılır,” d iy e düzeltti Marcia. “ Gerçekten Büyü
Çubuğu, am a Septim us’a ait değil. Büyü Çubuğu antik büyüler­
den biridir; k im seye ait değildir.” Bunu söyledikten sonra aleti
çöm leğin derinliklerin e bıraktı.
“O h !” dedi Beetle. “Şey... bunu yap m ayı istediniz m i?”
“ Kesinlikle istedim ,” dedi Marcia. “ Septim us’un oturup işiyle
ilgilenm esi gerekiyor. Kısa bir süre önce etrafta koşturuyordu - sa­
nırım Büyü Çubugu’na sahip olm anın etkilerin den biri bu. İnsan­
lar her zam an hareket halinde olm ak istiyor. Tabii annesini g ö rd ü ­
ğün ü söylüyor, am a Sarah uzun zam andır Septim us’u g ö rm ed iğ i­
ni söylüyor v e ben, ona inanıyorum . Septim us kullanm asını öğre­
nene kadar Büyü Çubuğu burada kalabilir. Bu oyuncak değil. Ar­
tık yen id en m ühürleyebilirsin Beetle.”
B eetle’ın M ü svedde O dası’nda öğren d iği şeylerden biri de ne
zam an nerede ne söyleyeceğin i bilm esiydi. Bu anında öyle za­
m anlardan biri olduğunu hissetmişti. Lam badaki m um u alıp üze­
rinde minik, pirinçten bir kabın olduğu üç ayaklı şeyin altına koy­
du. Masasının çekm ecesin den bir bıçak v e büyük bir parça m or
m ühür alıp ince m ühür parçaları k esm eye başladı. Parçalar tava­
nın içine düştü. Marcia ve Beetle balm um unun yavaşça eriyip ko­
yu m or bir birikinti halini alm asını seyretti. Beetle dikkatlice bal­
m um unun yarısını planın bir ucuna, kalanını da çöm leğin üst kıs­
m ıyla altın kapağı arasındaki boşluğu kapatacak şekilde döktü.

83
Angie Sage

Sonra Akhu Tılsım ı’ nı alıp balm um u na bastırdı, m ührün üstünde


ejd erh a izi açıkça görünüyordu.
Marcia, B eetle’ın m ah zenin derinliklerin de kaybolm asını sey­
retti. Şaşırtıcı d ereced e uzaklarda bir yerde, Beetle çö m leği gözler­
d en uzak karanlık bir rafa koyarken lapis lazulinin taşa sürterken
çıkardığı sesi duydu. Ardından B eetle’ın Altta Yatanın Canlı Pla­
n ım abanoz sandığına koyduğunu gösteren klik sesi duyuldu.
M ahzenden çıkarlarken, “Başarılı bir ziyaret miydi?' d iye sor­
du Tertius Füme. “ Fazla alarm a neden olan bir şey bu lm adığınızı
u m u yoru m .”
“ Bizi d in lem eye çalışacağını biliyord u m ,” dedi Marcia öfkeli
bir şekilde. “Alarm a iğne koyd u m .”
Beetle gülerken M arcia’yla uğraşılmaz, d iye düşünüyordu.

84
t ^ ^ .. 4

MANZARALI O D A

anı sıkılan Şey parmaklarının

C ucunu kem iriyor, kararmış


dişleriyle derisinin uzun parçalarını
koparıyordu. Onun görüşüne göre
yer israfı olan efen d isin e öf- ■_ ^
keyle bakıyor, b ö yle aptal biri *
tarafından meydana g e t ir ild i­
ğ i için şanssızlığına kü frediyor­
du. Kendisine doğru yaklaşan
tiksinti dalgalarının farkında
olm ayan efendisi d e bir şeyler
kem irm ekle m eşguldü.
Merrin, kayıtsız bir şekilde
sarayın karşısındaki eski saat
kulesine yaslanmış, şekerlem e

85
Angie Sage

yiyordu. İlk kez y ed iği şekerin tadına varm aya çalışıyordu. Müs­
ve d d e O dası’nda B eetle’la yaptığı tartışmadan sonra R am blings’e
geri dönm üş, kalenin uzak bir köşesinde gizlen m iş olan Ma Cus-
tard’ın Gece Gündüz Açık Şekerci Dükkânı’nı keşfetmişti. Şey ke­
m ik çuvalıyla birlikte dışarıda beklerken d iğer m üşterileri kaçıran
gergin bir hava yaratıyordu, am a M errin’in şekerlere bakması yıl­
lar alıyordu, lim on toplarıyla gazlı içecekler arasında saatlerce dü­
şünen m üşterilere alışık olan Ma Custard, M errin’i rahat bırakıyor­
du. Sonunda M errin m eyan kökünden yap ılm a yılan biçim indeki
şekerlem eyi seçmişti, çünkü ona Sim on H eap’in siyah yılanını ha­
tırlatıyordu. H em M errin bir yılanın tadının nasıl olduğunu m erak
ederdi.
A ğız dolusu yapışkan şekerin son lokm asının tadını çıkarır­
ken uzun, alçak ve pürüzsüz bir bina olan saray boyu nca uzanan
pen cerelere baktı v e saym aya başladı. O zam an aklına bir fikir gel­
di. N ed en parasını oda kiralayarak harcıyordu ki? Bir haftalık kiray­
la ne kadar şeker alabileceğini düşündü. H em zaten o saraya aitti
- istediği y erd e yaşam ak onun hakkıydı. O da böyle yapacaktı işte.
Saraydan daha iyi neresi olabilirdi ki? Merrin kararlı bir h am leyle
yılanın kuyruğunu yuttu. Sorun çözülmüştü.
M errin bir yerlere girm e d e çok iyiydi, özellikle d e bulunm a­
ması gerek en yerlere. Bu yü zd en sarayın m utfak bahçesinin duva­
rındaki küçük kapıya giden saray bahçelerinin dışından dolaşan
yüksek duvarlı, dar ara sokakta fark ed ilm ed en yü rü m ek onun
için çok kolaydı. Kapı her zam anki gibi açıktı. Sarah Heap, arkada­
şı Sally M ullin’in Çay Salonu’ndaki öğle y e m e ğ i telaşına geri dön ­
m ed en ön ce sabah sohbeti yap m aya uğraması için kapıyı açık bı­
rakırdı.
Merrin, m utfak bahçelerini çok sevdi; bir düzen içinde oluşu
hoşuna gidiyordu. Sarah H eap ’in düzenli olduğu tek yer burasıydı.

86
Arayış

Bahçenin her tarafı yüksek kırm ızı tuğla duvarlarla çevriliydi. Sa-
rah’nın dikm ekte olduğu marul, bezelye, fasulye ve her türlü seb­
ze yataklarının arasındaki yen i kesilm iş çim en lerle oldukça ba­
kımlı bir bahçeydi. A m a M errin y e m e k bir yan a bu sebzeleri tanı­
m ıyordu bile. Ç im enlerin arasındaki yollar ortadaki büyük kuyuya
gidiyordu. Sarah bitkilerine verdiği suyu buradan çekiyordu. Bah­
çenin uzak köşesinde alçak tuğla bir kem er vardı. M errin bu k em e­
rin üstü kapalı bir y ola açıldığını görebiliyordu.
Duvara yakın duran M errin dikkatlice çim en lik patikada yü ­
rüdü. Y en i dikilm iş marulları saym am ak için kendini zor tutuyor­
du. K em ere yaklaşırken bu kadar şanslı olduğu na inanam ıyordu.
Üstü kapalı yolu n sonunda doğru ca sarayın içine giden yarı açık
bir kapı vardı. Y en i evi kendisini çağırıyordu.
Merrin işte tam bu sırada ensesinde bir soluk hissetti. Bir sü­
redir takip edildiğinin farkındaydı. Bunu Grateful Tu rbot’nun dı­
şında, Elyazm aları O dası’ndan çıktığında v e özellikle Ma Cus-
lard’ın yerin d e daha yoğu n hissetmişti. Bir şey onu bekliyordu
am a ne zam an arkasına dönse hiçbir şey görem iyordu . A m a artık
Merrin em indi. Birden arkasına dönün ce Ş e y ’i hazırlıksız yakaladı.
“ Seni yak ala d ım !” d iye bağırdı. Ve sonra dehşet içinde elini
ağzına kapadı. Birisi onu duyabilirdi. M errin v e Şey donu p kaldı,
birbirine bakıp ayak sesleri du ym ayı bekledi. A m a hiç ses yoktu.
“Seni aptal Şey. Sana pelerinim i aram am ı söylem iştim ,” diye
tısladı. “ Burada ne yapıyorsun?”
“ Size yardım e tm ey e g eld im efen d im ,” d iye cevap verd i Şey,
alçak, kederli sesiyle.
“ Yalnızca sen m i?” diye sordu M errin şüpheyle.
“Yalnızca ben, efen d im ,” d iye cevap verd i Şey üzüntülü bir
şekilde.

87
Angie Sage

Merrin birden rahatladı. “ Peki, dışarıda bekleyebilirsin. Saray­


da peşim de dolaşm anı istem iyorum . Oh onları neden getirdin?”
M errin kem ik çuvalını görm üştü.
“Siziiiiiiiin için efen d im ,” dedi Şey alçak, uğursuz bir sesle.
M errin Ş e y ’e baktı. Ş e y ’in ifadesini tam olarak g ö rem em e k
hiç hoşuna gitm iyordu; bu durum kendisiyle alay ettiğini düşün­
m esine neden oluyordu. A m a Merrin, Şey ne söylerse söylesin
Ş e y ’in ona itaat etm ek zorunda olduğunu biliyordu. “ O iğrenç ke­
m ikleri istem iyoru m ,” dedi Ş ey ’e. “ Onları...” U ygun bir yer bulm ak
için etrafına bakındı. Bakışları kuyuya takıldı. “ Kuyuya atabilirsin.”
Şey dehşet içindeydi, am a M errin’in gördü gü tek şey kerten­
kele gözlerindeki soluk kırm ızı ışıktı. Şey’in değerli kem ik çuvalı­
na inanm az gözlerle bakar halde bırakıp kem erden geçti, üstü ka­
palı yolda gizlice yü rü m eye başladı. Yarı açık kapıya gelen e kadar
sütundan sütuna doğru ilerledi. Kapı kötü bir şekilde gıcırdayacak-
m ış gibi görünüyordu. Bu yü zden aradaki boşluktan süzülüp eski
binanın serin, küflü gölgesin e girdi. îşte oradaydı - sarayın için­
deydi.
Bundan kısa bir süre sonra Sarah Heap eski m utfakların ya­
nındaki küçük kapıdan bahçeye girdi. Başında hâlâ Jannit’in yıp­
ranm ış şapkası vardı. A m a o gün yapacağı dikim için fideleri al­
m ak üzere serasına giderken kuyunun yanından geçtigin d e üzeri­
ne korkunç bir kasvet çöktü. Olduğu yerd e durdu - kuyunun ya­
nında k aran lık bir şey vardı.
Sarah H eap yıllardır büyüyle ilgilenm iyordu. Şifacı olarak
eğitim görm üştü ve büyüyle ilgili her şeyi çok g erid e bıraktığını
düşünüyordu. A m a hâlâ kim senin g örem ed igi şeyleri gören bü­
y ü lü g özlere sahipti. B öylece Sarah k aran lık bir çuvalla birlikte
kuyusunun -gü zel, tem iz, saf kuyusunun- duvarına tünem iş Şey ’i

88
Arayış

gördü gün de Sarah’nın bütün bü_yu becerisi aklına geldi. Ş e y ’in


gözlerin e baktı -ta b ii Ş e y ’in titrek, kaçam ak bakışlarıyla bu ne ka­
dar m üm kün olabilirse- v e yavaşça bir şey sö ylem eye başladı:

“Bu kuyu temiz ve saf kalacak.


Bir yıl bir gün karanlıktan korunacak. ”

Şey öfk eyle Sarah’ya baktı, am a yap ab ileceği hiçbir şey yok ­
tu. K em ik çuvalını yü k len ip aşağıya indi. Sarah, Şey m utfak bah­
çesinden çıkana kadar bekledi, sonra birden gördüklerinin ne
anlam a geldigin i fark etm eye başladı. Ethel’le oturm ak için titreye­
rek içeri girdi.
Şey, Sarah sarayda kaybolana kadar bekledi, sonra tekrar
m utfak bahçesine döndü. Artık kem ikleri kendisine söylenen yere
koyam ayacağı için bahçe sundurm asını seçti. Çuvalı dikkatlice çi­
çek saksılarının v e bahçe ıvır zıvırının altına yerleştirdi. Sonra sara­
yın içine giren yarı açık kapıya gidip efendisinin çıkışını b ek lem ek
için sık yapraklı bir bitkinin altına kıvrıldı.

Saray, M errin’in beklediği gibi değildi. Garip kokuyordu.


Nem li v e eski havanın yanı sıra köşelerde birikm iş küflü y e m e k
kokuları da vardı. M errin’in gözleri loş ışığa alışırken sarayın o
kadar da m u h teşem görü n m ed iğin i fark etti. Duvarlardaki sıvalar
çatlam ış v e dökülüyordu. Siyah pelerininin duvarlara d eğdiği yer­
ler b em b eya z olmuştu. Ö nü nde b itm ek bilm ez gibi görü n en kaldı­
rım taşı döşeli bir koridor uzanıyordu. Burası Uzun Yürüyüş’tü. Kü­
çük bir yol gen işligin deyd i ve ortada yürü m ekten yıpranm ış kırm ı­
zı bir halı vardı. M errin dikkatlice yü rü m eye başladı. Birkaç m etre­
de bir bir kapı çıkıyordu önüne. Başta birinin çıkm asını beklerm iş

89
Angie Sage

gibi bütün kapılarda durdu. A m a artık sarayda yalnızca Sarah, Si­


las v e Jenna Heap vardı - ve av köpeği Maxie. A dam çalıştırm ak Sa-
rah’ya g öre değildi; o işlerini kendi yap m ayı tercih ediyordu. Sa-
rah’nın işe aldığı birkaç hizm etkâr da o sabah başka bir yerd eyd i -
aşçı m utfakta tem izlikçiyle sohbet ediyor, Çamaşırcı Çocuk kilerde
uyuyordu. Kâhya da üşütmüş ve gelm em işti.
M errin kısa sürede sarayın boş olduğunu fark ed ip cesaretlen­
di. Y ü rü m eye deva m ed ip Uzun Yürüyüş’te sergilenen garip nes­
nelere baktı. Her türde v e büyüklükte heykel vardı. Bunlar insan,
hayvan v e M errin’in rüyalarına giren garip yaratıkların h eyk elleriy­
di. Uzun vazolar, içi doldurulm uş kaplanlar, antik savaşçılar, çürü­
müş ağaçlar, büzülm üş kafalar, gem i başları v e her türlü ıvır zıvır
bulunabilirdi. Duvarlarda uzun zam an önce ölm üş kraliçeler ve
prenseslerin portreleri asılıydı. M errin onlara bakarken portreler­
deki gözlerin kendisini takip ettiğin den em indi. Birinin uzanarak
ona dokunup ne yaptığını sorm asını bekler gibiydi.
A m a kim se b ö yle bir şey yapm adı.
Bir süre sonra M errin geriye doğru katlanmış, soluk kırm ızı
yıpranm ış kadife perdeyi gördü. Arkasındaki dik v e dar m erd iven ­
ler karanlığa doğru yükseliyordu. Bu daha iyiydi. O sarayın tepe­
sinde bir oda istiyordu - gizlen ip plan yapabileceği v e olan biten
her şeyi izleyeb ileceği bir oda. M errin hızla perdenin yanından
geçti. Az sonra parm ak uçlarının altında gıcırdayan m erdiven ler­
den yukarı çıkıyordu. N em li v e soyulan duvar kâğıtlarını geçip
uzun, sarkık örü m cek ağlarını kovaladı. Bir keresinde dehşet için­
de ayağının çürüm üş tahtaların adasında gö zd en kaybolduğunu
gördü.
M erdivenlerin tepesinde eski, boş sandıklarla dolu bir sahan­
lığa geldi, sonra iki kat daha çıkıp m inik odalardan oluşan çatı

90
Arayış

katına ulaştı. Eskiden, saray hizm etlilerle dolu yken kıdem li hiz­
m etkârlar burada kalırlardı. A m a odalar artık boş v e kasvetliydi.
Şim di orada yaln ızca n ed im eler v e leydilerin sosyalleşm ekten hoş­
lanm ayan hizm etçilerinin hayaletleri yaşıyordu. Çoğu saray haya­
leti alt katları tercih ederdi. Orada eski dostlarla karşılaşma, eski
günlerin ne kadar iyi olduğu hakkında konuşm a v e eg e r şanslılar­
sa yaşayan prensesi g ö rm e fırsatları daha fazlaydı.
Merrin ön taraftaki odalardan birini seçti. Burası küçüktü,
içeride bir yatak, masa, küçük bir dolapla hâlâ son yakılan ateşin
küllerinin bulunduğu bir şöm in e vardı. O daya kederli bir hava
hakimdi. Soluk gül kurusu duvar kâğıtları atm osferi daha da karar­
tıyordu, am a burası ikisini da fark etm ey en M errin için uygundu.
A m a M errin odanın sahibi için uygun değildi. Prenseslerin
bütün n edim elerin in giydigi gibi etekleri kırm ızı çizgili uzun, gri
bir takım elbise giym iş olan n e d im e ayağa fırlamış, dehşet içinde
M errin’in kendi odasıym ış gibi değerli, özel odasında dolaşm asını
seyrediyordu. İki kez n ered eyse ayağının içinden geçiyordu -
onun zam anında m od a olan uzun, sivri ayakkabılar giydigi için bu
hiç de şaşırtıcı değildi. M errin yatağa oturup üç yaşında yaram az
bir çocuk gibi zıplayarak yayları test ed erken n edim en in içini bü­
yük bir sıkıntı kaplamıştı. N ed im e odadan kaçarcasına çıkarken
geride dondurucu bir esinti bıraktı.
Merrin neden kapının birdenbire kapandığını m erak ed erken
sırt çantasını çıkarıp değerli eşyalarını büyüklük sırasına göre kü­
çük pencerenin altındaki sehpaya d izm ey e başladı. Sonra kararını
değiştirip alfabe sırasına, am a sonunda ö n e m sırasına göre dizdi.
Biraz zam anını alsada sonunda soldan saga doğru şunlar yazılıydı:

91
Angie Sage

1 adet köşeleri kıvrılm ış bir kitap: T.F.F.’nin (m ü tev effa ) Ka­


ran lık Rehberi
1 adet üzerinde Sleuth yazan küçük, kare biçim in d e abanoz
kutu
1 adet M agog pençesi
1 adet sinek şişesi (çoğu ölü)
Küçük bir tüp Solucan Sıvısı
1 çift pijam a
1 adet diş fırçası
1 adet sabun

Her şeyi yerleştirdikten sonra M errin çatı katındaki odasının


küçük penceresindeki pisliği tem izledikten sonra dışarı baktı.
M anzara harikaydı - eski Tören Y o lu ’na kadar her yer görü n ü yor­
du. Tören Yolu her zam anki gibi boştu, am a sol tarafındaki Büyü­
cü Y olu ’nda rüzgâr, alçak, sarı, taş binaların korum asında kalm aya
çalışanların pelerinlerini v e şapkalarını savuruyordu. M errin yolu n
n ered eyse sonunda, sol taraftaki Elyazmaları O dası’nın kapısını se­
çebiliyordu. Kapının dışında Septimus H eap den en çocuk vardı.
Parlak yeşil çırak tuniği onu ele veriyordu.
M errin karartm aya deva m etm e fırsatının bu kadar çabuk
v e bu kadar kolay g elm esin e inanam ıyordu. Hızla Karanlık R e h ­
beri açtı, sayfayı bulup bir sonraki Bir Başkasının Kaderini Ka­
rartma aşamasını oku m aya başladı. Bakışlarını Septim us’un üs­
tünde sabitleyip başparm ağını yüzüğün sol tarafındaki yüzü cam ­
dan dışarı bakacak şekilde uzattı. Sonra içinden uzun, yavaş ilahi­
yi okum aya başladı. Merrin, Septim us’un durduğunu, ön ce arkası­
na, sonra bir şeye basmış gibi ayakkabılarına baktığını gördü. Sep-
timus Heap denen çocuğun olanlardan haberi yoktu - hiçbir fikri

92
Arayış

yoktu. M errin bu k aran lık işlerde iyi olm a ya başlamıştı. V e çok


daha iyi olacaktı.
Birden şaşırtıcı bir şekilde gü ç hissi M errin’i sarmaladı. O İki
Yüzlü Yü zü k’ün sahibiydi - tahrip edilemezdi. Hayatında ilk kez
kendini ön em li hissediyordu. A m a en güzeli kendin e ait bir yeri ol­
masıydı. Ve kim se onu n erede bulacağını bilm iyordu. K im se gelip
onu yatağından çıkaram az, dersini öğren m esin i ya da lahanalı
sandviçini y em esin i isteyem ezdi. Eger isterse bütün gün yatakta
kalabilirdi. Aslında h em en şim di biraz yatabilirdi. Grateful Tur-
bot’da iyi uyum am ışti; yatak yam ru yu m ru yd u ve odada birinin
nefes aldığını duym uştu. Ve bir g e c e ön ce de n ered eyse hiç uyu-
mamıştı. Esnedi. Yazm ayı planladığı bir m ektu p vardı, am a daha
sonra yapabilirdi. N ed im en in aynı şekilde yam ru yum ru olan yata­
ğına uzanıp h em en uykuya daldı.

M errin zam andan bihaber panik içinde uyandı. Cam dan dışa­
rı baktı. Büyücü Y o lu ’nun sonundaki saat tam ir dükkânının üstün­
deki ku lede büyük bir saat vardı. Rahatlayarak içini çekti. Sorun
yoktu. Mülakatına yarım saat vardı. Hızla Karanlık R eh ber i cebi­
ne koyup küçük od ayı geçti, kapıyı çekti. Sıkışmıştı. Kapıyı bu kez
daha sert bir şekilde çekti. A çılm ıyordu.
Y irm i beş dakika sonra tam am en paniğe kapılm ış olan M errin
um utsuzca son bir kez daha kapıya asıldı. Kapı açıldı, M errin od a ­
nın ortasına fırladı. H em en toparlanıp odadan çıktı.
Kendisini kim in gördü gü n e ya da duydu ğun a aldırm adan
m erd iven lerd en koşarak indi. Bu şansını kaçırm ak istem iyordu.
Ne olursa olsun oraya zam anında varacaktı. V e yolu na kim çıkarsa
dikkatli olsa iyi olurdu.

93
— 10 4 —

EJDERHA YÖNETİMİ

S eptimus Heap, onu giriş salo­


nunun tepesindeki Olağanüs­
tü Büyücü odalarından Büyücü Kule-
«g j. si’ne götüren döner, güm üş m erdi-
; ven lerd en aşağı indi. Salonda hızla
y ürürken Ç °k renkli zem in d e GÜ-
^ ^ ^ © N A Y D I N ÇIRAK, EJDERHAN U YA­
NIK sözlerini görün ce hiç şaşırma­
dı, çünkü yer onu hep böyle se­
lamlar, neler olduğunu Septim us’tan ön­
ce bilirdi.
Bir sonraki m esaj bu kadar davetkâr
değildi. Büyücü Kulesi’nin girişini koru­
yan devasa güm üş kapı çiftinin yanında­
ki eski büyülerin bulunduğu
: dolaptan gelen ses, “Günay­
dın çırak,” dedi. Septim us her

94
Arayış

zamanki gibi yerin d en sıçradı. Ses Boris Catchpole’a aitti. Marci-


a'dan gelen son uyarıdan sonra rütbesi indirilerek büyücülükten
gece bekçiliğine geçm işti. Boris Catchpole’un sesi Septim us’u her
zam an korkuturdu. Septim us’a Catchpole’un bir süre için korkulan
avcı yardım cısı olduğu Genç O rdu ’daki günlerini hatırlatıyordu.
“ Oh! Günaydın Catchpole,” diye cevap verdi Septimus. “ Mesa­
jımı saraya ilettin m i?”
“ İlettim çırak. H er zam an h izm etin izd eyim , ha ha. Bu sabah
size nasıl yard ım ed eb ilirim ?” diye sordu Catchpole. Eski görevin e
geri d ö n m ey e kararlı olan Catchpole fasulye sırığı gibi bir adam dı.
Üzerinde hâlâ, kolunda Büyücü Yardım cısı arm aları olan o çok d e­
ğerli, m avi Sıradan Büyücü kaftanını giyiyordu. C atchpole’un şan­
sına yaln ızca kısa kaftanlar verilm ek le kalm ıyor, bir de yıkam a sı­
rasında çekiyordu. Bu yü zd en çizm eleriyle kaftanın etekleri ara­
sında kalan ince, beyaz bacakları açıkta kalıyordu.
Catchpole güvensiz bir balıkçıl kuşu gibi Septim us’un önü nde
sekip, “ Kapıyı a çm am a izin verin çırak,” dedi.
“ Şifreyi biliyorum , teşekkür ed erim ,” d edi Septimus.
Catchpole g eriye sıçradı. “ Oh evet, elb ette biliyorsunuzdur.
Ne aptalım. Şey, ege r yap ab ileceğim başka bir şey olursa, herhan­
gi bir şey...” Birden durdu. Kesinlikle yap m ak istem ediği bir şey
gelm işti aklına. Spit F yre’ın kahvaltısı konusunda yardım etm ek is­
tem iyordu.
A m a Septimus, C atchpole’u rahatlatarak bu teklifini kabul et­
m edi. Yalnızca şifreyi m ırıldandı v e güm üş rengi devasa kapılar
sessizce açıldı. B öylece yağm u r dam lalarıyla ıslanan gri, kasvetli
ilkbahar günü ortaya çıktı. Septim us yeşil yünlü çırak pelerinine
sarınıp Büyücü K ulesi’nden avluya giden büyük m erm er m erd i­
ven lerd en hızla aşağıya indi. Kulenin eteğin d en dolaşıp devasa pa­

95
Angie Sage

yandalardan birine dayalı yeni inşa edilm iş tahta sundurm aya git­
ti. Sonra Spit Fyre’ın geldigin i duyup aşırı heyecanlanm am ası
um uduyla sessizce kapıyı açıp içeri girdi.
Parm aklarını şaklattı. İki m um un alevi yandı. Sundurm anın
içindeki gri sabah havasını aydınlattı. İçeride o sabah getirilen üç
tekn e dolusu yulaf, bir fıçı yağı alınm ış süt, bir tekne elm a v e eski
bir çuvala tıkılm ış olan etli börek v e sosis arabasından artan börek­
ler, sosisler vardı.
Septim us bunu günlerdir, haftalardır, bayram larda, yağm u r­
da çam urda her gün yapan birinin pratikliğiyle işe girişti. Sundur­
m anın dışından üzerinde çok renkli harflerle aşagıdakilerin yazılı
olduğu büyük bir tekneyi içeriye getirdi:

SPITFYRE
K ALDIRM AYIN

Eger bulursanız lütfen Büyücü Kulesi avlusuna getirin.

Septim us tekneyi doldu rm aya başladı. Uzun saplı bir kürek


yardım ıyla yulafı tekerlekli tekn eye boşaltm aya başladı. Teknenin
üçte biri dolunca börek v e sosis çuvalını yulafın üstüne boşalttı, iyi­
ce karıştırdı; sonra iki büyük kürek elm a ekledi. Sonunda yağsız
süt fıçısını alıp kapağını açtı, karışım ın üstüne ters çevirdi. Süt gü ­
rültülü bir fokurtuyla döküldü. Bütün süt yu la f v e sosis karışım ının
arasında kaybolunca Septim us küreği sokup biraz zor da yapışkan
karışımı karıştırdı. İşini bitirene kadar y u la f bütün sütü em m iş, g e­
nişleyerek teknenin n eredeyse yarısını doldurm uştu. Septimus
küreği çıkarıp yapışan biftek v e elm a parçalarını silkeledi, karışıma
tatm in olm uş bir şekilde baktı. Börek parçaları, ezilm iş sosisler ve

96
Arayış

elm aların g ö ze çarptığı kabartılı kahverengi bir renkteydi. M ü kem ­


mel.
Septimus tekn eyi avluya çıkarıp koştu. Teknenin tekerlekleri
kaldırım taşlarının üstünde takırdayıp zıplam aya başladı. Tam
Septim us’un beklediği gibi tekerlekler kaldırım taşlarına d eğer
d e ğ m ez avlunun duvarlarında yüksek bir g ü m le m e sesi yankılan­
dı. Septim us’un ayaklarının altındaki zem in bir fil sürüsü geliyor­
muş gibi sarsıldı. Septim u s’un artık n ered eyse tam bir yetişkin
olan ejderhası Spit Fyre açtı.
Fil sürüsünü y ö n e tm ek Septim us’un sıradaki işini yapm aktan
zor olabilirdi. Spit F yre’ı Ejderha Kulübesi’n d en çıkarm ası gerek i­
yordu. Ejderha Kulübesi saçakların h em en altında bir dizi küçük
pencerenin olduğu uzun, taş bir binaydı. Septim us kısa bir süre
önce Büyücü A tölyesi’nde her birinin içinde devasa d e m ir kilitle­
rin olduğu yen i bir kapı takımı yaptırm ıştı. Buradaki ustalık kendi­
sinin ya da oradan geç en bir büyücünün yere d evrilm ed en kapıyı
açmaktı. Septim us uzunca bir süredir hiçbir büyücünün Spit
Fyre’ın kahvaltı saatinde oradan g eçm ed igin i fark etmişti. Ö zellik­
le de C atch pole’un büyük bir etli b örek (yoksa sosis m iydi?) sanılıp
iyi nişan alm ış ejderha kuyruğuyla kahvaltı tekn esin e savrulduğu
o ünlü olaydan beri.
Septimus, kahvaltı teknesini Ejderha Kulübesi’nin kapısına gi­
den geniş ram panın d ib in e bıraktı. Spit Fyre’ın geld igin i fark etm e­
yeceği gibi boş bir umutla ram padan parm ak ucunda çıktı. A m a
şüphesiz Spit Fyre geld igin i fark etmişti. Spit Fyre’ın burnuyla vu r­
duğu kapılar şiddetle sarsılırken Septim us sakin bir şekilde elini
kapıya koydu. “Açıl/” Kilit çubuğu geri çekilirken kalın kapıların
derinliklerin de bir hırıltı ve hom urtu duydu. H em en kenara kaçtı.
Septim us ram padan gü ven le inm işti ki kapılar, artık bin iki yü z alt-

97 F :7
Angie Sage

m ış dört martı ağırlığında olan ejderhanın gücü altında savrularak


açıldı.
Taşlara sürtünen pençeleri kıvılcım lar çıkararak koşturup
kahvaltı teknesinin önü nde kayarak durdu. İçindekileri çek m eye
başladı. Ses, Septim us’a küvetteki tapayı çektiğinde çıkan sesi ha­
tırlatıyordu, yalnızca ondan yüz kat daha şiddetliydi. Bleak Dere-
si’nde dipsiz girdaplar gördügünü iddia eden Catchpole gözlerini
kapadığında girdap sesiyle Spit Fyre’ın kahvaltı sesi arasındaki far­
kı anlayam ayacağını söylüyor, am a Spit Fyre’ın daha gürültülü ol­
duğunu düşünüyordu.
Spit F yre’ın kahvaltısını bitirm esi uzun sürm edi. Uzun, yeşil
v e törpü gibi diliyle fıçıyı tem izle m e y e başladı; sonra dudaklarını
m innettar bir şekilde yalayıp pullarına yapışan son birkaç sosis
parçasını yedi.
“ M erhaba Spit Fyre,” dedi Septimus. Daha önce Spit Fyre’ın
kuyruğundan darbe yem ek ten zor kurtulan Septim us ona ön ta­
raftan yaklaşm aya dikkat ediyordu. Ejderha onu koklayarak se­
lam layıp başını eğdi. G özbebeğinin etrafı kırm ızı ateşle çevrili bü­
yü k yeşil ejderha gözü Septim us’un parlak yeşil gözlerin e baktı.
Septimus, ejderhanın kadifem si burnunu okşayıp, “Geri d ö n ece­
ğim Spit Fyre. Uslu dur,” dedi,
Spit Fyre, Ejderha Kulübesi’nin dışına oturup gözlerini kapa­
dı. Şim di her sabahki koro başlamıştı. Büyücüler Spit Fyre’ın avlu­
da yankılanan horultularından kurtulm ak için birbiri ardına pen­
cerelerini kapıyordu.
Septimus, Spit F yre’ın kuyruğunun üstünden zıplarken son­
daki dikene takılm am aya özen gösterdi. Sonra avludan geçip gü­
zel, lapis lazuli taşından yap ılm a Büyük K e m er’in m avi gölgesinde
yürüdü. Orada durup her zam an yaptığı gibi Büyücü Y o lu ’na bak-

98
Arayış

lı. Septimus kendi zamanının Büyücü Y o lu ’nda olm a hissini hâlâ


çok seviyordu. O raya aitti. Yağm u rla puslanm ış havayı içine çekti,
geniş m avi yola bakarken uzaktaki m or bir şey dikkatini çekti. Sep­
timus onun Marcia O verstrand olduğunu biliyordu; Saray kapıla­
rından çıkarken şiddetli bir esinti Olağanüstü Büyücü’nün peleri­
nini büyük, m or bir yelk en gibi havalandırdı.
Marcia’nın saraya n eden gelm iş olabileceğini m erak ed en
Septimus cebin d e kâğıt olup olm adığın ı kontrol edip Büyücü Yo-
lu'ndan Elyazm aları O dası’na doğru yürüdü. Kısa süre ön ce Jillie
Djinn’in yen i şirket rengine, yani p em b em si m ora boyanm ış kapı­
nın dışında bir an durdu. Birisinin kendisine kötü b a k tığ ım his-
Hftti. Yavaşça d ö n erek bakan kişinin h issed ild iğin i anlam am a­
sı için bastığı bir şeye bakıyorm uş gibi ayağını kaldırdı. Aynı za­
manda, elin den geldiğin ce, kendisine kötü bakan kişiye karşı bir
kalkan oluşturm aya çalıştı. Topuğunu kaldırım a sürterken dikka­
tini kendisine kötü bakan kişiye çevirdi. Şaşırarak bakışlarının sa­
raya çekildiğini gördü. Şaşkınlıkla ayağını sürtm eyi bıraktı. Yanılı­
yor olm alıydı. Sarayda bunu yapacak kim se yoktu. Tedirgin olm a­
ya başlamıştı. B eetle’ın arkadaşlığına v e bir bardak M eyveli Kö-
pük’e ihtiyacı vardı.
Elyazmaları O dası’nın kapısını açtı. Çın. Jillie Djinn’in sayacı
yedi num arayı gösteriyordu.
“ M erhaba Sep,” dedi Beetle sandalyesinden fırlayarak.
“ M erhaba B eetle,” diye karşılık verdi Septimus.
“ Bu çok hızlı oldu. Seni bu kadar çabuk b ek lem iyord u m .”
“ Beni beklediğini b ilm iyord u m ,” dedi Septim us şaşırarak. Ce­
binden bir parça kâğıt çıkardı. Kâğıt çeşitli renklerde dikkatle yazıl­
mış büyük harflerle kaplıydı. “ P en ceren d e biraz y e r istiyorum .”

99
Angie Sage

Beetle, Elyazm aları O dası’nın penceresin e baktı - birkaç san-


tim etrekarelik bir boş alan vardı. Gerisi kitaplar, broşürler, kâğıtlar,
m üsveddeler, parşöm enler, faturalar, m akbuzlar v e aralarında es­
ki börekler, çoraplar, şiirler, patlangaçlar, şek erlem eler (B eetle
özellikle süngerim si şekerlem elere bayılırdı.), şem siyeler v e etli
b örek arabasından gelen sosisli sandviçlerin bulunduğu ilaçlar var­
dı. Bunların çoğu dalgın yazıcılar tarafından bırakılır, sonra kalaba­
lığın arasında unutulup gid er bir daha görülm ezlerd i, am a zam an
zam an kokuları duyulurdu.
“ Biraz daha kolay olan bir şey isteyebilir misin, Sep?” diye sordu
Beetle. “ Mesela Bütün Rüyalarım Gerçek Olsun Büyüsü filan?”
Septim us elindeki kâğıda baktı. “Çok büyük d eğil,” dedi. “ Bir
y ere sıkıştıramaz mısın? Gerçekten çok önem li. Marcia on a bak­
m ak için çok fazla zam an harcadığım ı v e hiçbir iş yap m ad ığım ı
düşündüğü İçin beni Spit Fyre’ ı buradan gö n d erm ek le tehdit edi­
yor. Bu yü zden ben de düşündüm de ege r bu...”
Septim us kâğıdı B eetle’a uzattı. Beetle yüksek sesle okudu.
‘“ Ejderha bakıcısı arıyorum . Saatler düzenli değil, am a ilginç bir iş.
Mizah gücünün olm ası tercih edilir. Büyücü Kulesi’nden Septimus
H eap’e başvurun.’” B eetle gen izden bir kahkahayla güldü. “ Mizah
gücünden daha fazlasına ihtiyaçları olacak, öyle değil m i Sep? De­
m irden ayaklar, koku alm ayan bir burun v e iki saniyede yü z m et­
re koşm a becerisine - v e bu da yalnızca başlan gıç- ne dersin?”
Septim us üzgün görünüyordu. “ Biliyorum ,” dedi. “A m a in­
sanların gözünü korkutm ak istem iyorum . İlgilenen insanlar oldu,
am a ben onlara Ejderha Kulübesi’ni nasıl tem izleyeceklerin i göste­
rir gö sterm ez garip bir şeyler oluyor. Birden büyük halalarına bak­
m aya söz verdiklerini ya da hay Allah ertesi sabah denizaşırı yolcu ­
luğa çıkacaklarını hatırlayıveriyorlar. Mahcup bir şekilde gerçekten

100
Arayış

çok üzgün olduklarını, çünkü bu işi çok istediklerini söylüyorlar.


İlk ikisine inandım , am a diğerleri de aynı şeyi yap ın ca durum u
tahmin etm ek zor olm adı. Hadi Beetle, lütfen ilanım ı as. Buraya
her türlü insan geliyor; bir tanesi bu işi yapabilir.”
“ Haklısın, buraya her türlü insan geliyor,” d iye hom u rdandı
Beetle. “ Benim hoşlan m ayacağım kadar sıra dışı insanlar. Bak ne
diyeceğim Sep. Sen olduğun için kapıda bir y e r ayarlayacağım . Y e ­
ni yazıcı arayan bu ilanı çıkarabilirim . Bayan Djinn’e söyled iğim gi­
bi yanlış insanları bize getiriyor. Bu ilan y erin e şeninkini asaca­
ğım .”
“ Oh teşekkürler Beetle.”
Beetle coşkulu bir şekilde Bayan D jinn’in ilanını çıkarıp küçük
bir top haline getirerek, çöp tenekesine fırlattı. Sonra tutkal kava­
nozunu çıkarıp Septim us’un ilanının arkasına sıvadı ve kirli cam a
astı. Septim us renklerin aktığını g ö rm ezd en geldi.
“Artık m ola v e re c e ğ im ,” d edi Beetle parm aklarındaki tutkalı
yalayarak. “ Biraz M eyveli K öpü k ister m isin?”
“H em d e nasıl,” dedi Septimus. B eetle’ı takip edin Elyazm aları
Odası’ndan geçti, avludaki kilere girdi.
Beetle iki fincan çıkarıp her birine K öpü k Bom küpü koydu.
Küçük ocağı yaktı. Çaydanlık ısınırken gürültülü bir ses çıkardı -
Beetle çaydanlığı boş bir şekilde ısıttığından beri bunu yapıyordu.
Beetle çaydanlığı ocaktan alıp suyu fincanlara koydu. Su h em en
köpürüp p e m b e köpükler halinde fincanlardan taştı. Beetle, Septi-
m us’a bir fincan uzattı.
“Oh, çok g ü z e l!” dedi Septim us tükürükler saçarak. M eyveli
Köpük doğruca burnuna gitmişti.
“ Bu sabah garip bir şey oldu,” d edi Beetle, M eyveli K öpü k’ten
birkaç yu d u m aldıktan sonra. “ Birisi sen olduğunu söyledi.”

101
Angie Sage

Septim us bir yudum daha alırken hapşırdı. “Hapşu! Ben m i?”


“ Evet. Garip bir çocuktu. Yazıcı işi istiyor.”
“ Peki, sen ne dedin?”
“O nun sen olm adığını söyledim , bundan p ek hoşlanmadı.
A m a daha sonra gelebileceğin i söylem ek zorunda kaldım. Yazıcı
işine kim in başvurup kim in başvuram ayacagını söylem ek benim
işim değil. U m arım Bayan Djinn onun bir kaçık olduğunu anlaya­
bilir. Bayan Djinn’e oğlanın birkaç k aran lık num ara bildiğini de
söyleyeceğim . O tür şeyleri burada istem iyoru m .”
“Karanlık num ara m ı?”
“ Evet. Bilirsin, parm aktan alev çıkarm ak filan. Eski gün lerde
bu çok aşağılayıcı olarak görülürdü. Şim di bile pek hoş bir şey de­
ğil.”
“ Değil. Acaba kim o?”
“ Geri gelirse sana haber veririm .”
İkisi bir süre daha oturup M eyveli K öpük içm eye d eva m ed er­
ken Beetle o sabah her şey kontrolden çıkm aya başlam adan önce
Septim us’un uğram asını um duğunu hatırladı. “ Hey, Sep,” dedi bir­
den sırıtarak ayağa fırladı. “ Bir taşla iki kuş vurabiliriz. Sana bir şey
göstereceğim .”
“ N eym iş?”
“ Gelip bakana kadar bilem ezsin,” dedi Beetle sırıtarak.

102
— h 11 - + —■

Ej d e r h a B a k ic is i

B
ay P o t!” diye bağırdı Marcia. Sa­
ray bahçesinden hızla geçerken,
“ Bay P o tf
Billy Pot cevap verm edi;
büyük bir el arabasıyla ejd er­
ha dışkısı taşıyordu v e ruh
hali p ek iyi değildi. Septi­
mus, Spit F yre’ın dışkısını
toplam asına izin verd iği za­
m an ne kadar sevindiğini ha
tırlam ıyordu. A m a bu, çim
b içm e m a k in esiyle saray
çim lerini b içm e gibi düzenli
bir işi olduğu eski güzel gün ler­
de kalmıştı. Billy’nin çim biç­
m e m akinesi doğaldı.
Angie Sage

Yani Billy kutuyu yavaş yavaş iterken içindeki yirm i aç çim kerten­
kelesi çim en leri yiyordu.
Billy nehir kenarındaki kertenkele yuvalarında yü zlerce ker­
tenkele saklıyordu. Kerten kele nüfusu artarken onları kontrol al­
tında tutm akta zorlanıyordu. Ejderha dışkısı m u cizeler yaratm ıştı
- am a başlangıçta. Devasa bir kertenkelenin b ö lgelerin e girdiğin ­
den korkan çim kertenkeleleri h em en söz din ler olm uşlardı. A m a
bir süre sonra devasa kertenkele ortaya çıkm am ış, aptal olm ayan
çim kertenkeleleri bir şeyler olduğunu anlamıştı. Ve şim di d e her
zam anki gibi kontrol altında tutulam ıyorlardı v e büyük bir rakibi
dışladıkları için küstahlaşmış, Billy’nin ayak bileklerin e saldırm aya
başlamışlardı. Billy’nin çim kertenkeleleriyle işi bitmişti.
Bardağı taşıran son dam la, birkaç kez kertenkele değiştirerek
çim biçtiği uzun bir günün ardından daha ön ce Sim on H eap’in atı
ezdiği için hiçbir zam an eskisi gibi olm ayan çim b iç m e m akinesi­
nin sonunda dağılm ası olmuştu. Sarah Heap bu fırsatı değerlen d ir­
mişti. Saray bahçelerini kirleten büyük ejderha pisliği yığınların­
dan tiksinen Sarah, m od ern bir çim b içm e m akinesi alm ası için Si-
las’ı lim ana gönderm işti. Silas sıra dışı bir şekilde verim li çalışmış
v e etkileyici bir m ak in eyle geri dönm üştü.
Billy bu durum dan n efret etmişti. Bu m akinenin içinde kerten­
kele yerin e korkunç d ereced e keskin bıçaklar vardı v e bir at tarafın­
dan çekiliyordu. Bili sürüngen insanıydı; atlardan hoşlanmazdı.
A m a bahçe ejderha dışkısıyla dolm aya d eva m ediyordu.
Sonunda insanlara ne yapm aları gerektigini s ö yle m ey e alışan
Sarah Heap, Billy’y e saray bahçelerinin yan ında büyük bir alan v e ­
rip ejderha dışkılarını hem en oraya taşımasını ve bitkileri d ik m eye
başlam asını söylem işti. Billy bundan hiç hoşlanm am ıştı. Sebzeler­
d en d e hoşlanm azdı zaten.

104
Arayış

Billy Pot sorun çıkaracak gibi görün en insanlarla konuşm a­


m aya dikkat ederdi v e Olağanüstü Büyücü Billy’nin bütün sorun
kutularını çalıştıracak şekilde bağırıyordu. A m a Marcia kolayca
vazgeçm iyordu. Billy’yi kovalam aya başlamıştı. Onun geldigin i gö­
ren Billy hızlanm ak için elin den gelen i yapıyordu, am a tıka basa
dolu olan el arabasıyla bu p ek kolay olm u yordu.
“ Bay Pot!” Marcia el arabasının ön ü n e atladı, m or piton deri­
sinden sivri uçlu ayakkabısının topuğu eski bir tavşan deliğin e ta­
kılınca düştü. Billy ejderha dışkısı yığınının üstünden bakarken
Olağanüstü Büyücü’nün gözd en kaybolduğunu gördü. Bunun
onun için bir sakincası yoktu.
Ancak Marcia sen d eleyerek ayağa kalkıp saçları darm adağın
olmuş, gözlerin d e son d erece öfkeli bir parıltıyla kopan topuğunu
alınca Billy arabayı y ere bırakm anın zam anı geld igin i anladı.
Dışkı yığınının üstünden baktı. “ N e var?”
“ Bay Pot... ah... Size göre bir iş var.”
“ Bakın, Olağanüstü Hazretleri, son partiyi d e topladım v e haf­
tanın sonuna kadar yerim kalmadı. Anlaşıldı m ı?”
“O h.” Marcia biraz şaşırmıştı. On iki yıllık Olağanüstü Büyü­
cü lü k ten sonra biraz saygı görm eliydi.
“ G itm eliyim ,” diye gürledi Billy. El arabasının saplarını tutup
yavaş yavaş sebze bahçesine doğru yürüdü.
M arcia hızla topallayarak ona yetişti. “Bay Pot,” dedi oldukça
ısrarlı bir şekilde.
Billy içini çekip el arabasını bıraktı. “ N e var?”
“ D ed iğim gibi size göre bir iş var. Y en i bir iş - ejderha bakıcı­
lığı. Bence bunun için oldukça iyi özellik lere sahipsiniz.”
“Tam olarak ne d e m e k istiyorsunuz ejderha bakıcısı derken?”
diye sordu Billy şüpheyle.

105
Angie Sage

“ İş tanım ını yap tım ,” dedi Marcia. Billy’y e bir kâğıt uzattı. Billy
kâğıda tereddütlü bir şekilde baktı. Billy kâğıtlardan da pek hoşlan-
m azdı, özellikle ü zerin de yazılar olan şık, kalın kâğıtlardan. Aslın­
da Billy’nin hoşlanm adığı şey yazıyd ı - nasıl yazacağını nereden
başlayacağını bilm iyordu.
“Öteki taraftan,” dedi Marcia.
“O h.” Bir kâğıt parçası onu bir kere daha alt ed erken kızaran
Billy kâğıdı ters çevirdi. “Siz okuyun. G özlüklerim y o k ,” d iye m ırıl­
dandı. Kâğıdı Marcia’ya uzattı. Marcia artık kenarlarında bulunan
yoğun, kirli parm ak izlerinden korunm ak için kâğıdı dikkatle işa-
retparm agıyla başparm ağının arasında tuttu.
“ Ejderha bakıcısında aradığım ız nitelikler,” d iye başladı Mar­
cia. “ 1- Ejderha, ejderha bakıcısının evin d e ve ve y a işyerinde yaşa­
yacak.”
“ N e?” d iye sordu Billy şaşırarak.
“Spit Fyre burada yaşayacak,” dedi Marcia.
“Burada m ı?’
“ Evet, burada. Sebze tarlası ideal.”
“Ya sebzeler ne olacak?” d iye sordu Bili, birden sebzeler için
en dişelendiğini fark ederek.
“ Ejderha seçici değildir, her şeyi y er.”
“ Beni rahatsız ed en d e bu,” d iye m ırıldandı Billy.
“ 2~ Ejderha bakıcısı ejderhanın bütün bakım ını üstlenir. 3 -
çırak yaln ız iki akşam da bir v e hafta sonları ejderhayı ziyaret ed e­
bilir v e o zam anlarda da yaln ızca yarım saat görüşm esin e izin v e ­
rilir. 4 - Ücret görü şm eye tabiidir - am a şu anda saraydan aldığının
iki katını ön eriyo ru m .”
“ İki katı m ı?” diye yutkundu Billy şok geçirerek.
“Tam am tam am , üç katı olsun. A m a son teklifim bu. İşi alacak
m ısınız alm ayacak m ısınız?”

106
Arayış

“ Evet! Şey, ev et Olağanüstü Büyücü. Onur du yarım .”


“ Çırağım ejderhayı bugün buraya getirecek. İnşaatçılar yarın
sabah geliyor.”
“İnşaatçılarını?'
“ Ejderha evin i yap m ak için. İyi günler Bay Pot. İm zalam anız
İçin sözleşm eyi daha sonra gön d eririm .”
“ Oh. Tam am . Şey, iyi günler, Olağanüstü Büyücü H azretleri.”
Marcia topallayarak giderk en Billy Pot nehir kıyısına oturup
şaşkınlıkla kafasını kaşıdı. A nında da bunu yap m am ış olm a yı dile­
di. Ejderha dışkısını insanın saçından tem izlem esi n eredeyse im ­
kânsız gibiydi.

107
+ 12 4
TERRY T a r s a l

F\. yakkabıcı ve gönülsüz piton bakıcısı Terry Tarsal sessiz bir


hayattan hoşlanırdı. Çoğu zam an da istediğini bulurdu -
hayatının sessiz olm ayan dön em leri de gen ellikle m or piton ayak­
kabılarla ilgili olurdu.
Terry, yıllarca deriyle çalışması yüzü nden nasır tutan becerik­
li v e iriyarı elleri olan ufak tefek, za y ıf bir adam dı. Büyücü Yo-
lu’nun h em en çıkışındaki Ayakyolu G eçidi’nde, toz, deri, balm um -
lu ip v e özellikle o gün beziryagı kokan ince, uzun bir dükkânı var­

108
Arayış

dı. Terry işini seviyordu. S evm ed iği şey dükkânının arka tarafında
m or renkli bir piton b eslem ek zorunda oluşuydu. A m a Marcia
Overstrand onun en iyi m üşterilerinden biriydi v e Marcia’nın Ola­
ğanüstü Büyücü olduğu on yıl içinde Terry kendini zorlayıp yılana
bakmış v e Marcia yen i bir çift ayakkabı istediğinde yılanın döktü­
ğü derileri toplamıştı.
O sabah Terry yılanı henüz beslem işti v e bu iş onun sinirini
bozuyordu. İlık bir bardak elm a şarabıyla ken din e g e lm ey e çalışır­
ken dükkânının buzlu cam ından Marcia O verstrand’ın m or kafta­
nını gördü. Bir süre sonra dükkânın kapısı -M a rc ia ’dan korkarak-
hızla açıldı.
Terry Tarsal ayağa kalkm a zah m etin e girm ed en , “ Günaydın
Bayan O verstrand,” dedikten sonra şarabından bir yu d u m daha al­
dı. “Y en i ayakkabılarınız henüz hazır değil. İğrenç pitonun deri
dökm esini bekliyoru m hâlâ.”
“ Onlar için g e lm e d im ,” dedikten sonra Marcia topallayarak
içeri girdi. “ Bu acil bir durum .” Eğilip ayakkabısını çıkardı, kırık to­
pukla birlikte tezgâha attı. “ Ö ylece kırılıverdi. Hiç uyarıda bulun­
madan. A yağım kırılabilirdi.”
Terry suçlu ayakkabıyı aldı, kol boyu m esafed en baktı. “ Bir
şeye basm ışsınız,” dedi M arcia’yı suçlayarak.
“G erçekten mi? Ben de ayakkabıların bunun için olduğunu
sanıyordu m ,” dedi Marcia. “Yani bir şeylerin üstüne basm ak için.”
“ Üstüne evet. A m a içine değil. Neyse, sanırım fırçayla çıkar.
B eklem ek m i istiyorsunuz, sonra m ı geleceksiniz?”
“ Büyücü K ulesi’ne bütün yolu hoplayarak gitm eyi planlam ı­
yorum , teşekkürler Bay Tarsal. B ek leyeceğim .”
“ K eyfin ize bakın. Size m em n u n iyetle her num araya uyan ga­
loşlardan vereb ilirim .”

109
Angie Sage

“ Ben galoş g iy m e m ,” dedi Marcia buz gibi bir ifadeyle. “Ve her
num araya uyan galoşlardan kesinlikle g iym em , çok teşekkürler.”
Terry Tarsal ayakkabıları alıp dükkânın arkasında kayboldu.
Marcia tezgâhın yanındaki rahatsız tahta banka oturdu -T e rry
m üşterilerinin dükkânda fazla oyalanm asını is te m e zd i- v e etrafı­
na bakınm aya başladı.
Marcia, Terry Tarsal’ın dükkânına yaptığı ziyaretlerden hoşla-
nırdı. Kim senin kendisini bulam ayacağı karanlık sokaktaki sessiz,
eski dükkânda oturm ayı seviyordu. Eger birisi tesadüfen orada
oturduğunu görürse, Olağanüstü B üyü cü nü n de kalede yaşayan
d iğer insanlar gibi ayakkabıcının dükkânındaki sarsak bankta otu­
rup ayakkabısını beklem esi karşısında yü zlerin d e beliren şaşkın
bakışın keyfini sürüyordu.
Böylece Terry Tarsal ejderha pisliğini tem izleyip yen i topuk
ya p m a ya v e onu kaplayacak yılan derisi bu lm aya çalışırken M ar­
cia m em n u n iyetle oturup alınm ayı b ekleyen ayakkabılara baktı.
Hepsi çeşit çeşitti. Çoğu kalın ipleri ve ağır deri topuklan olan kah­
veren gi ya da siyah deriden yapılm a sıradan ayakkabılardı. Ram b-
lings’teki a tölyelerde v e küçük fabrikalarda çalışanların ayaklarını
korum ak için giydikleri kırm ızı v e yeşil işçi saboları vardı. Ayrıca
ku rdelelerle bağlı küçük p e m b e dans ayakkabıları, yağlı deriden
yap ılm a balıkçı çizm eleri -M a rcia dükkânı dolduran beziryagının
kaynağının bunlar olduğunu fark etm işti- v e M arcia’nın o güne
kadar gördü gü en garip, en uzun, en sivri burunlu bir çift ayakka­
bı da dükkândaydı.
Meraklanan Marcia ayağa kalkıp bu garip ayakkabılara yakın­
dan bakm ak için yanına gitti. Kendine karşı koyam adan ayakkabıla­
rı eline aldı. Ayakkabılar çok güzeldi, yum uşak deriden yapılmış, de­
rine işlenmiş altın yapraklarla süslenmişti. Ayakkabılar norm al boy­

110
Arayış

da olm asına rağm en uzun, sivri burunlarıyla altmış santim uzunlu-


gundaydı. Her parm ağın en uzak ucuna iki uzun siyah kurdele dikil­
mişti. Marcia ayakkabıları elinde tutarken hafiflikleri v e Terry Tar-
sal’ ın kullandığı kaliteli deri karşısında şaşkına dönmüştü. Parm ağı­
nı altın süslem enin üstünde gezdirdi. Baktıkça her parmaktaki zarif
süslem eninA harfini oluşturduğuna inanm aya başladı.
Kırm ızı ayakkabıları elin den bırakm adan banka dönerken
küçük bir kızken d o ğu m gün ün den bir g ece ön ce hissettiğine b en ­
zer bir h eyecan duyuyordu. Aslında Marcia’nın d o ğu m günü erte­
si haftaydı. Belki de Septim us her zam anki gibi saray bahçesinden
topladığı çiçekleri v e rm e k yerin e başka bir h ed iye hazırlam ak için
biraz kafa yorm u ş olabilir m iydi. Septim u s’un, o korkunç Sim yacı
Marcellus Pye tarafından kaçırıldığı zam an da giydikleri ayakkabı­
ları tarif edişini hatırladı. Marcia ayakkabıların oradaki tek güzel
şey gibi göründügü yoru m u n d a bulunmuştu. Eger bu konuya ka­
fa yorduysa bu ayakkabılar tam Septim us’un d o ğu m günü için bu­
labileceği en sıra dışı h ed iye olurdu.
H ediyesini d o ğu m gününden ön ce gördü gü için biraz suçlu­
luk duyarak ayakkabıları yerin e koyduğu sırada Terry Tarsal g ö ­
ründü. “ G ördüğüm en garip ayakkabılar,” yoru m u n d a bulundu
Terry.
Marcia yapm am ası gerek en bir şey yaparken yakalanm ış gibi
arkasına döndü. Elinde olm adan sordu. “ K im ısm arladı bunları?”
“ Eger yanlış hatırlam ıyorsam Çırak’ınız,” dedi Terry Tarsal.
“ Ben de öyle düşünm üştüm ,” dedi Marcia gülüm seyerek.
Septim us’un ne kadar tatlı olduğunu düşündü. Bazen çok düşün­
celi olabiliyordu; ona karşı fazla hırçın olm a m a ya çalışacaktı. Sep­
timus kendini işine verip yansıtm ası ü zerinde çok çalışırsa Alt-
h er’in ona söylediği şeye ö n e m verecekti. Alther, Septim u s’un bi­

lil
Angie Sage

raz daha fazla özgürlü ge ihtiyacı olacağı bir yaşa geldigin i söyle­
mişti. Septim us’un dışarı çıkıp ne yaptığını kendisine sö yle m em e­
si konusunda fazla sorun yaratm ayacaktı.
Terry Tarsal’ın sesi M arcia’nın iyi düşüncelerini böldü. “ Siz m i
ödeyeceksiniz?”
“ Kesinlikle hayır! Ve bunları gördü güm ü Septim us’un bilm e­
sini de istem iyorum . Anlaşıldı m ı?”
Terry Tarsal o m u z silkti. “ Bu ayakkabıların n eyle ilgili olduğu­
nu bilm iyorum . Çırağınızın da söylediği tam olarak buydu - Mar-
cia’nın bunları görm esin e izin verm e. Bu konuda çok açık konuş­
tu.”
“ Ö yle olm ası gerekir,” dedi Marcia onaylarcasına.
“ Her neyse, ayakkabıları yarın teslim etm eliyim . A m a neden
gelip kendisinin alm adığını bilm iyoru m . Snake Slipway kilom etre­
lerce uzakta değil ki.”
“Snake Slipvvay mi? Oranın konuyla ne ilgisi var?”
“ Orada yaşıyor,” dedi Terry sabırsızlıkla, Marcia bilerek ağır­
dan alıyorm uş gibi. “ Şim di şu topuğa gelince...”
“ Kim orada yaşıyorm uş?”
“ Çırağınızla gelen o garip adam - ayakkabılar onun içinmiş.
Bakın, topuktaki tutkalın kuruması için en az bir saat gerekli ve...”
“Ayakkabılar onun için m iym iş?’
“Yani siz şim di...”
“ Bay Tarsal. Bana cevap verin. Bu ayakkabılar tam olarak ki­
min için?”
“ Buna ceva p verem em . Gizli bilgi.”
“Saçm a!” d iye patladı Marcia. “ Bu yalnızca bir çift ayakkabı
tanrı aşkına. Çok gizli değil herhalde?”
Terry Tarsal teslim olm uyordu. “ Müşteri gizliligi.”

112
Arayış

“ Bay Tarsal. Eger bu ayakkabıların kim in için olduğunu söyle­


m ezseniz şey... şey yap m ak zorunda kalacağım .” Marcia, T erry’nin
korkacağı bir şey bu lm aya çalıştı. “ B ekleyen bütün bu ayakkabıla­
rı yarım num ara kü çü lteceğim .”
“ Bunu yapam azsınız...”
“Yaparım . Bu ayakkabılar kimin için?”
“ Marcellus Pye.”
“Marcellus Pye m ı?” Marcia öyle şiddetle bağırdı ki kapı sarsıl­
dı ve tezgâhın üstündeki m inik yeşil d ü ğm e kavanozu sıçrayıp y e ­
re dağıldı.
“ Bakın ne yaptın ız,” diye bağırdı Terry. Ellerinin v e dizlerinin
üstüne çöküp dü ğm eleri aram aya başladı. “ Bunları hiç bulam aya­
cağım. H er ye re dağıldılar.”
Marcia, dü ğm eleri arayan T e rry ’y e başka bir g ezeg en d en geli­
yorm uş gibi baktı. Marcia duyduklarına bir anlam verem iyord u ;
zihninde dolaşıp duran üç sözcük vardı v e bütün dü şünm e alanı­
nı doldu ru yor gibiydiler. Bunlar: “ Septim us,” “ M arcellus” v e “ P y e”
idi.
“ Kabız olm uş bir d e v e gibi ö y le boşluğa bakacağınıza bana
yardım edebilirsiniz,” diye Marcia’nın düşüncelerini kabaca böldü
Terry Tarsal.
Birileri Marcia’ya her gün kabız d e ve d em ezd i, am a bu sözler
bile onu etkilem edi. Marcia gelip d ü ğm e avında T e rry ’y e yardım
etti, am a zihnindeki düşünceler hâlâ deli gibi dön ü p duruyordu.
“ Marcellus Pye dedin, d eğil m i?” diye sordu.
“Evet,” dedi Terry öfkeli bir şekilde. Y erdeki tahtaların arasın­
da bulduğu küçük yeşil şeyi tırnaklarıyla aldı, am a bunun yeşil bir
m eyve çekirdeği olduğunu gördü. “ Marcellus Pye. Pie d iye yazd ığı­
mı hatırlıyorum , Çırağın P - Y - E olarak düzeltm işti.”

113 F:8
Angie Sage

“ Kesinlikle emin misin?” diye sordu Marcia. Kafasından her


türlü olasılık geçiyordu. H içbirinin anlam ı yoktu. V e hepsi Septi-
m u s’la ilgiliydi.”
Terry Tarsal inleyerek dogrulurken belini ovuşturdu. “ Evet,
d ed iğim gibi. Bakın, lütfen şuna bir son verin artık. K onu ya odak­
lanm am gerekiyor. Bu dü ğm eler benim en iyi yeşim taşlarım .”
“En iyi yeşim taşların m ı?”
“ Evet. Bir daha böylesini bulam am . Benim şansım...”
Marcia ayağa kalkıp toz içinde kalan kaftanını silkeledi. Terry
ayakkabı yapm ayı tem izlik yap m aya tercih ediyordu. Marcia par­
maklarını şaklatıp g e r i a l dedi. Terry Tarsal’ın dükkânının zem i­
nindeki yarıklara v e çatlaklara giren her türlü yeşim taşı bir araya
geldi. Terry ağzı açık seyrederken ince bir taş dizisi kavanoza geri
girdi.
Terry yüzü nde bir rahatlama ve şaşkınlık ifadesiyle ayağa
kalktı. Daha ön ce büyü yapılırken hiç görm em işti. V e Marcia’nın
onun değerli taşlarını bulm ak gibi sıradan bir iş için büyü yapm ış
olm ası T erry’y e çok dokunm uştu. “Teşekkür ed erim ,” diye m ırıl­
dandı. “ Bu... şey, çok naziksiniz.”
“ En azından bu kadarını yapabilirim . Şim di sipariş defterini
görebilir m iyim ?”
“ Sipariş defteri m i?”
“ Evet, lütfen, Bay Tarsal.”
Terry düşünceli bir şekilde başını sallayıp sipariş defterini al­
m aya gitti. Ağır deri ciltli defterle geri dönüp tezgâhın üstüne bı­
raktı.
“ O ayakkabıların siparişini g örm ek istiyorum ,” dedi Marcia.
“ Lütfen.”
Terry parm ağını yalayıp doğru günü bu lm ak için sayfalan çe­
virm ey e başladı. “ İşte bu.” Üç hafta öncesini işaret ediyordu.

114
Arayış

Marcia gözlükleri alıp Terry Tarsal’ın kargacık burgacık elyazı-


sına baktı. Marcellus Pye ismi h em en gözü n e çarptı. “ Buna inan­
m ıyorum ,” d iye m ırıldandı.
“Ya. İşte o.”
“ Çok yaşlı mıydı?” d iye sordu Marcia bu olanlardan bir anlam
çıkarm aya çalışarak.
“ Hayır, gençti - otuz gibi. Garip saç kesim i olm asa oldukça ya ­
kışıklıydı. Şim di hatırlıyorum , num arasını bilm ed iği için ayağının
ölçüsünü alm ak zorunda kalmıştım. Bana durm adan eski num ara­
yı söylüyordu - biz o ölçü birim ini bırakalı en az yüz yıl oldu. Yaş­
lı babam bile o ölçüyü hatırlamazdı. Garip bir aksam vardı - gerçi
fazla bir şey söylem iyordu. H atırladığım kadarıyla konuşm anın
büyük bölüm ünü çırağınız yaptı.”
“Gerçekten m i?” diye sordu Marcia, birden banka oturarak.
"Şey, bilm iyorum ...”
“ İyi misiniz, Bayan O verstrand?” d iye sordu Terry. “Solgun g ö ­
rünüyorsunuz. Size bir bardak su getireyim .”
Marcia iyi değildi. Garip bir şekilde dünya onun sandığı gibi
değilm iş gibi dü nyayla bağlantısı kesilir gibi olm uştu. Terry bir bar­
dak su getirdi.
“Teşekkür ederim , Terry.” M or çoraplı ayaklan tozlu zem in e
basarken Marcia suyu içti. Yaşadığı şokun gerçek nedeni Marcel-
lus’un onların zamanında olm ası değildi, gerçi bu da yeterin ce ga­
ripti, am a onu asıl şaşırtan şey Septim us’un onu aldatm asıydı - gü-
vendigi Septim us’un.
Terry Tarsal’ın endişeli bakışları altında suyun hepsini bitiren
Marcia biraz daha kendin e gelm iş gibiydi. “Terry?”
“ Efendim , Olağanüstü Büyücü H azretleri?”
“Topuğun kurum asını beklerken şu yeşim taşları ben im ayak­
kabılarım a koy, olur m u?”

115
->• 13
BÜYÜCÜ KIZAĞI

arcia tutkalın kurumasını beklerken Septim us çok


daha ilginç bir şey yapıyor, B eetle’ın kulübesinin ze­
m inindeki küçük kapaktan geçiyordu.
“ Buradan Buz Tü n elleri’ne geçildigini b ilm iyordu m ,” dedi
Septimus. Ayaklan aşağıdaki buzdan duvara sabitlenm iş m erdi­
venleri buldu.
“Tüccar girişi.” Beetle, Septim us’a sırıtarak baktı. Dondurucu
havada nefesi buhar yapıyor, az ön ce yaktığı m avi lam banın ışıgın-

116
Arayış

da yüzü garip bir renk almıştı. “ Bayan Djinn, bana kullandırıyor.


Kapağı kapat, olur m u Sep?”
“ Olur,” dedi Septimus. Buz Tü n elleri’nin bütün m ühürlü gi­
rişlerinde olduğu gibi yer kapağının altında gizlen m iş olan ağır mü­
hürlü kapağı aşağıya çekti. Kapak mührünün üstüne kapanırken
yum uşak bir tıs sesi duyuldu. Çırak cüppesinin altından boyn un da
taşıdığı Sim ya anahtarım çıkarıp kapağın ortasındaki dairesel gi­
rintiye bastırdı. Sonra buzlu m etal m erd iven d en B eetle’ın kulübe­
sinin derinliklerine inerek Buz T ü n eli’nin kaygan y ü zeyin d e Beet-
le’a katıldı.
Septim us’un sag işaretparm agına taktığı Ejderha Yüzü ğü so­
luk sarı bir parıltı yayıyordu. A m a tünelin içini krem a gibi kapla­
yan buzun m a v i-b e y a z güzel parıltısını yakalayan v e çarpılm ış göl­
gelerini buzdan tünelin yüksek kem erli tavanına yansıtan Beet-
le’ın m avi lam bası oldu.
“ Bir koşu yukarı çıkıp kapağı mühürleyeceğim ,” dedi Beetle.
“Sonra gidebiliriz.”
“Mühürlendi zaten.”
“ Hayır, Sep. M ührü kullanm alıyım - görüyorsun ya?” Beetle
balm um u diski kaldırdı. Bu, Septim us’un altın anahtarının tam
bir kopyasıydı. Septim us karşılık olarak kendi anahtarım çıkarıp
sırıtarak B eetle’a salladı. Beetle şaşkınlıkla başını iki yana salladı.
“Vay canına... bunu n ereden bulduğunu sorm ayacağım bile Sep.”
“ Marcellus verd i,” dedi Septimus. “Jenna ve ben b ö yle dışarı
çıktık.”
“Ah,” dedi Beetle. Dışarı çıkam ayıp başka bir zam anda sıkışıp
kalan N ick o’dan bah setm eyecek kadar düşünceliydi. N ick o’dan
bahsetm ek Septim us’u üzüyordu v e Beetle bunu istem iyordu. Be­
etle buzdan duvardaki çiviye asılm ış basit, tahta kızağı aldı. “ Bin­
m ek ister m isin?”

117
Angie Sage

Septimus binerken Beetle kızağın ipini tuttu; sonra ön tarafta­


ki yerin e oturup lam basını far görevi g örecek şekilde ayarladı. Be-
etle’ın kızağı nasıl kullandığını bilen Septim us sıkıca tutundu - za­
m anlam ası bundan iyi olam azdı. Daha derin bir nefes alm a fırsatı
bulam adan kızak ileri atıldı ve ilk virajı -h e m d e sert bir vira jı- yan
yatarak döndü.
“Nereeee... A ahh h!” d iye bağırdı Septimus. Çığlığı buzlu hava­
da kaybolm uş, kilom etrelerce yo l alarak soğuk tünel rüzgârlarında
asılı duran pek çok hayalet iniltisine katılmıştı.
N ered eyse iki yıldır in celem e kâtibi olarak çalışan Beetle usta
bir kızak sürücüsüydü - am a yan ında bir yolcu yla hiç yolculuk
yapm am ıştı. Virajları tehlikeli bir şekilde alıyor, ege r durması
gerekiyorsa ikili burguyla ters d ön erek yüzü geld igi y ö n e doğru
dönüyordu. Birkaç dakika sonra Septim us’un rengi iyice yeşile
dönm üştü. Kızak uzun bir m eyild en yukarı doğru çıkarken bir sü­
re soluklanm a fırsatı buldu, am a tepeye vardıklarında Septim us en
kötüsünün henüz başlam adığını fark etti.
Ö nündeki B eetle’ın m avi farıyla zifiri karanlığa uzanan uzun,
parlak beyaz tüneli görebiliyordu. Üstlerinde tünelin tavanı, m uaz­
zam bir kubbe şeklinde yukarıya doğru kem erleniyordu.
“ Burası en sevd iğim kısım î” diye bağırdı Beetle om zunun üs­
tünden g eriye doğru. “ Sıkı tutun!”
Septim us zaten o kadar sıkı tutunuyordu ki parm aklarının kı­
zağa kaynak olduğunu hissetti. Derin bir soluk alıp sıkıca tutundu.
Kızak da derin bir soluk alıyorm uş gibi sarsıldı, ardından çılgın bir
hızla ileri atıldı. Septim us artık altlarında zem in yokm u ş gibi garip
bir hisse kapıldı. G erçekten de yer, altı m etre aşağıdaydı. Havaday­
dılar.
“ Beee... Tuuuuuuuuuuul dur!” diye bağırdı Septimus. Sesi
rüzgâr tarafından götürüldü.

118
Arayış

Beetle her şeyden bihaberdi. Bu hafta geçirdigi en iyi anlar­


dan biriydi. Kızak atlayışını m ü k em m el hale getirdiğinden beri
Septim us’la paylaşm ak istiyordu. Septim us’un aynı şeyleri hisset­
m iyor olabileceği hiç aklına gelm em işti.
Şaşırtıcı d erece d e sorunsuz bir iniş ya p ıp geniş, buz düzlü­
ğünde vızıldayarak ilerlediler. Son d erece dar olan bir tünele hızla
girdiklerinde Septim us parm akları tünelin kenarlarına sürtünecek
korkusuyla kızağı tutm ayı bıraktı. Tünel kıvrılarak ilerliyordu. Be­
etle kızağın sıkışmasını ö n le m ek için yavaşladı, iki büyük buz du­
varı boyunca zıplayarak ilerlerken Septim us korkunç bir kuşatılma
hissi du ym aya başladı. Sonunda tünel gen işleyerek yüksek tavanı
olan dairesel bir alana açıldı. Beetle b e k len m ed ik d erece d e sakin
bir şekilde durdu.
“ Geldik,” dedi alçak sesle.
“ N ered eyiz?” d iye sordu Septimus, geniş odaya bakarak. Bu­
rası tanıdık geliyordu , am a nedenini çıkaram ıyordu.
“ Biliyorsun,” dedi Beetle yüksek sesli bir fısıltıyla. “ M arcia’nın
kontrol etm em izi istediği y er.”
“ Marcia m ı?” Septim us şaşırmıştı.
“ Sana sö ylem ed i m i?”
“ Marcia, bana hiçbir şey sö ylem ez,” d edi Septim us hüzünlü
bir şekilde.
Beetle kızaktan indi. “ Her neyse, bir şeyi kontrol etm em iz g e ­
rekiyor. Buralarda bir şeyler oluyor. Hadi gel.”
Septim us dikkatli bir şekilde kızakta ayağa kalktı. Parlak m a­
vi ışığı odanın pürüzsüz duvarlarında dolaşan B eetle’ı takip etti.
Birden n erede olduklarını anladı. “ Burası Sim ya O dası!” Hayretle
yutkundu. “ Ben... eskiden buraya her gün gelird im .” Septim u s’un
sesi özlem doluydu. “ Marcellus, bana bir sürü şey gösterdi. V e dur­
m adan dırdır etm ed i.”

119
Angie Sage

“ Ö yle mi? Bahse girerim o zam anlar şim dikinden daha da sı­
caktır,” dedi Beetle. “Ah, işte geldik. Bak, eriyip yen id en donm uş.”
B eetle’ın m avi ışığı odanın eski girişini kaplayan buz kalıbını yaka­
lamıştı. Üzeri buz billuruyla kaplı geri kalan buzların tersine bu
buz kalıbı şeffaftı, için de yü zlerce m inik kabarcık vardı. Septi­
m us’un aklına B eetle’ın M eyveli K öpü k’lerden biri geld i - lim onlu
olanı p ek sevm ezdi.
“ Bu yeni buz,” d iye fısıldadı Septimus.
Beetle om u z silkti. “ Biliyorum. A m a en azından yen id en don ­
muş. M ührü kontrol ed eceğ im .” Beetle balm um u anahtarını bu­
zun yan tarafındaki m etal diske soktu. “Gittikçe garipleşiyor. Bura­
sı yeniden mühürlenmiş. Hadi Sep. Kontrol etm em iz gerek en bir
şey daha var - am a ön ce sana bir şey gösterm eliyim .”

Beş dakika sonra Beetle kızağını iki burgulu ters dönüşle buz
spreyi içinde durdurdu. Septim us y ere devrilip m a v i-b e y a z tüne­
lin tavanına bakakaldı.
“ Hadi Sep,” dedi Beetle. Septim us’un ellerini tutup ayağa kal­
dırdı. “Bunu geçen hafta buldum . Dar yollardan birinde bir kestir­
m e buldum v e şunu görd ü m .” Buzdan çıkan m or renkli bir ipin
küçük bir parçasını işaret ediyordu.
Septim us yakından bakm ak için ellerinin v e dizlerinin üstüne
çöktü.
“ Burada renk yok,” diye açıkladı B eetle’a. “ Bu yü zden bir kilo­
m etre uzaktan görünüyor. Kazm aya çalıştım, am a işe yaram adı;
buzun içine göm ülm üş. Buz bunu yapıyor. Bir keresinde şans atkı­
mı düşürm üştüm , ertesi hafta on santim lik buzun içine göm ü ldü ­
ğünü gördüm . Bir süre gelip geçtikçe atkımı görebildim , am a git­
tikçe derinlere çekildi v e günün birinde artık g ö rem ez oldum . Bu

120
Arayış

yüzden ipi hâlâ g öreb ilm en çok ilginç.” Beetle buzu çakısıyla kazı-
yıp ipi biraz daha ortaya çıkardı. “E... hadi,” dedi.
“ Hadi ne?” d iye sordu Beetle şaşkınlıkla.
“ İpi tutup çek. Benim için dışarı çıkm adı, am a senin için çıka­
cağını düşünüyorum .”
“ N eden ben?”
“ E, sana ait d e ondan.”
“Ne bana ait?”
Beetle esrarengiz bir şekilde gülüm sedi. “ Biraz çekersen anla­
yacaksın, tam am m ı?”
Septim us şaşkın bir gü lü m sem eyle başını iki yana sallayıp Be­
etle k eyiflen dirm ek için lim e lim e olm uş ipi tuttu, çekti. Tutabile­
ceği ip parçası çok uzun değildi, am a şaşırarak kalın m or ipin yen i
yağm ış kardan çıkar gibi kolayca çıktığını gördü.
“ G eliyor!” d iye bağırdı Beetle heyecanlı bir şekilde. “ Biliyor­
dum. D evam et, S ep!”
Septim us’ un cesaretlen dirilm eye ihtiyacı yoktu. Sabit bir şe­
kilde çek m eye d eva m etti v e buz dağılıp iki altın kızak ayağı yü ze­
ye çıktı. H ayretler içinde kalan Septim us biraz daha asıldı v e o gü­
ne kadar gördü gü en güzel kızak ortaya çıktı. “ Büyücü Kulesi Kıza­
ğı,” dedi nefes nefese. “ Beetle, Büyücü Kulesi kızağını buldun.”
“ Evet,” dedi Beetle, Septim us’un uzun zam andır görm ed igi
kadar geniş bir gü lü m sem eyle. “ Güzel, değil m i?”
“ Güzel mi? Bu inanılmaz." Septim us buz kristallerini kızaktan
silkeleyip kızağı altın ayaklarının üstüne koydu. Kızak buzun üs­
tünde sabırla bekliyordu. Kaygan, yüksek v e narin yapısıyla yarış
atına b en zeyen kızağın yan ında B eetle’ın kızağı bir eşek gibi duru­
yordu. Karm aşık oym aları, içine işlenm iş lapis lazuli çizgileri Sep­
timus dokunduğunda neredeyse sıcak gibiydi. Mor, m avi v e altın

121
Angie Sage

rengi B eetle’ın lam basının ışığında parlıyordu. îki kıvrık kızak aya­
ğının arasındaki altın çubukta yeşil ku rdeleyle bağlı güm üş bir dü­
dük asılıydı.
“N eden kaybettiklerine şaşm am ak gerek ,” dedi Beetle. “ Dü­
düğü kızakta bırakmışlar. Burada.” Beetle düdüğü çözü p Septi-
m us’a uzattı. “ Düdüğü ne zam an çalarsan sana gelecektir. V e bu­
na ihtiyacın olacak. Bu güçlü kızaklar kendi kendilerine dolaşm a­
larıyla ünlü. Bahse girerim o zavallı çırak uzun süre aramıştır. Kâ­
bus gibi olm alı.”
Septimus düdüğü tuniğinin cebine koydu. “Teşekkürler Beetle.
Bir sürü şey biliyorsun. H em de Marcia’nın bile bilm ediği şeyleri.”
“ Bunu b ile m em Sep. Marcia senin sandığından fazlasını bili­
yor. Yaln ızca söylemek istem iyor o kadar.”
“Bana söylem ed iği kesin,” dedi Septimus.
“ Eee?” dedi Beetle h em en konuyu değiştirerek. M arcia’nın o
sabah kendisine oldukça fazla şey söylediğinin farkındaydı. “ Bine­
cek misin? Sana ikili burgulu ters dönüşü ve hatta ege r istersen üç­
lü burguyu gösterebilirim .”
“Şey, belki daha sonra, biraz daha alışınca.” Septim us dikkat­
le kızağa otururken B eetle’ın kızağı gibi birden fırlamasını bekler
gibiydi. A m a kızak onun talimatlarını bekliyorm uş gibi sabırla al­
tında oturuyordu. “ Bü şeyi nasıl çalıştırıyorsun?” diye sordu. Daha
ön ce B eetle’a kızağını yokuş yukarı ve aşağı nasıl çıkarıp indirdiği­
ni ve istediklerini nasıl yaptırdığını hiç sorm adığını fark etti.
“Yalnızca yapm an ı istediğin şeyi düşünüyorsun v e kızak bu­
nu yap ıyor - am a eger doğru kişiysen. Eger b en im kızağım a bin­
m ey e çalışırsan sana aldırm ayacaktır.”
“Tam am , o zam an. Bir d e n ey e y im .” İçinden yavaş, çok yavaş
d iye düşündü. B öylece Büyücü Kulesi Kızağı, B eetle’ın kahkahala­
rı arasında yavaşça yola çıktı.

122
Arayış

“O na ne söyledin Sep?” d iye arkasından bağırdı Beetle. “Sal­


yangoz gibi gitm esini m i?”
“Yalnızca d e n e m e yap ıyoru m ,” dedi Septim us biraz savun­
macı bir tavırla.
“O zam an hızlı nasıl gideb ileceğin i test et,” d iye önerdi Beet­
le. “ Çok şaşırtıcı olacağına em in im . Bu eski şeyden çok daha hızlı
gidecektir.” K endi kızağını sevecen bir şekilde tekm eledi.
“ Belki daha sonra.”
“Tam am Sep.” Beetle kendi kızağına bindi. “A m a M arcia’nın
kontrol etm em izi istediği son bir şey daha var.”
Septim us gülü m sedi - b ö yle güzel bir kızağı varken Marci-
a’nın ne ön em i vardı ki? “Tam am , Beetle,” dedi. “Artık in celem ed e
sana yard ım edebilirim . Eski gü n lerde yaptıkları gibi.”
Beetle sırıttı. “ Harika.”

123
14
S n a k e S l i p w a y ’d e k İ E v

eetle lambasını buz tünelinin tava­

B nındaki kapağa tuttu. Kapakla baş­


ları arasında bir iki m etre vardı. Zıplasa-
lar d eğ ecek gibiydiler. Kapağın üstünde
her zam anki gibi oval şeklinde bir girinti,
yan ında da m etal m ühür vardı. Etrafı
ince, şeffa f bir buz tabakasıyla kap­
lıydı.
“ Bak,” dedi Beetle. “ Bu-
rada da'aynı. Buz eriyip y e­
niden donmuş. Ve bir ba-
Jkalım... evet, yeniden mü­
hürlenmiş. Çok garip.”
“ H ım m m ...” dedi Sep­
timus. Pek şaşırmamıştı.
Bu kapağın kim in oldu­
ğunu biliyordu.

124
Arayış

Beetle kapağa baktı. “Tabii ki karşı taraftaki m ühür hatalı ola-


bilir. Bazen içeride yaşayanlar bunu yapabiliyor. İçeri girip bakabil­
sek iyi olurdu, am a kısa bir süre ön ce çok garip bir adam taşındı
buraya. M ünzevi biri. Kapıya bile bakm ıyor.”
“ Biliyorum ,” dedi Septimus. “ Keşke baksa. A m a henüz her şe­
ye alışamadı.”
“ Onu tanıyor m usun Sep?” d iye sordu Beetle şaşırarak.
Septimus bir karar verdi, B eetle’a sırrını açacaktı. M arcellus’a
yaptığı ziyaretleri gizlem ekten bıkmıştı. “ Şey, evet, biliyorum .
Ama... şey, Marcia onu g ö rm e y e geld igim i bilm iyor. O na sö yle m e­
yi istiyorum, am a bu gün lerde çok huysuz ve...” Septim us birden
bir şey hatırladı. “ Eyvah - Beetle zam an ölçerin yan ında m ı?”
“ Elbette.” Beetle gururla sırıttı. Elyazm aları O dası’nın arkasın­
da parçalar halinde m od ern bir zam an ölçer bulmuştu. Koruma
Y a z ıc ıs ı’nın yard ım ıyla da birkaç ay içerisinde çalışır hale getir­
mişti. Harika bir işçiliği vardı. Karm aşık m ekanizm ası yüzünden
sessiz çalışıyordu, en önem lisi zam anı hatasız gösteriyordu.
Beetle gururla zam an ölçeri cebin den çıkardı. Altın v e güm üş
karışımından yapılm ış, kalın deri kayışa bağlanmıştı. Tepesin d e
büyük bir tutm a yeri, ortasında ise kurm a dü ğm esi vardı. B eetle’ın
elin de küçük, şişko bir kaplum bağa gibi duruyordu.
Septim us etkilenm işti. “ Bunları nasıl bu kadar küçük yap ab i­
liyorlar?” d iye sordu.
“ Bilm iyorum . Artık eskisi gibi değiller.”
Zam an ölçerin kollan gün ortasına yaklaşıyordu. “ Oh sıçan­
lar,” dedi Septimus. “Geç kalıyorum. Jenna deli olacak.”
“Jenna m ı?’ B eetle’ın sesi gıcırtı gibi çıkmıştı.
“ Evet. Onunla burada buluşacağım v e ben...”
“ N e - burada mı? Sep?”

125
Angie Sage

“ Hayır, aşağıda değil. Yukarıda.” Septim us kapağı işaret etti.


“ Evde.”
“ Sen m i?”
Septim us’un bir fikri vardı. “Sen de g elm ek ister misin? Mar-
cellus’a kapağı içeriden kontrol edip e d em ey e ceğ im izi sorarız.”
“Marcellus - burada yaşayan garip adam o m u?”
“ O kadar da garip değil. Yalnızca... her şeye alışık değil.”
“İsmi tanıdık geliyor,” d edi Beetle. “ Hey, sizi aynadan kaçıran
o değil m iydi - şu yaşlı, kaçık Sim yacı?”
“Şey, evet,” d iye itiraf etti Septimus. “ A m a o kaçık değil. V e ar­
tık yaşlı bile görü n m ü yor.”
“A m a yin e de Sim yacı,” dedi Beetle. “ Kapakta sorun olm asına
şaşm am ak gerek. V ay canına, bütün buzun erim em esin e şaşır­
d ım .”
Septim us bunu B eetle’a söylem en in iyi bir fikir olup olm adı­
ğından em in değildi, am a artık çok geçti. “ Kapağı açacağım o hal­
de, tam am mı? Birkaç dakikanın bir zararı olm az. İçeriden y e n i­
den m ühürleyebilirim .”
Beetle şok geçiriyordu. “M ühürlü bir kapağı m ı açacaksın?”
“Şey, evet. Sonra içeri girip Jenna’yla buluşabiliriz...”
“ Prensesle gerçekten yukarıda m ı buluşacaksın?” diye sordu
Beetle.
Septim us başını salladı. Isınabilm ek için hoplayıp duruyordu.
Ayakları buz gibi olmuştu.
je n n a ’y ı g ö rm e isteği Beetle için dayanılm azdı. “Tam am , o za­
m an ,” dedi. “A m a aslında bunu yap m am alıyım . Bayan Djinn öğ­
rense kriz geçirir.” Kızağın altından Septim us’un teleskopik m erd i­
ven olduğunu fark ettiği bir şey çıkardı. Açıp duvara dayadı. “ Ben
m erd iven i tutacağım Sep. Sen d e b ö ylece kapağın mührünü aça­
bilirsin.”

126
Arayış

On dakika sonra Beetle ve Septimus, kapaktan Snake Slip-


vvay’deki e v e gid en uzun, küflü geçitte ilerliyordu. Septim us yolu
çok iyi biliyordu. O raya ilk kez Profesör VVeasal Van K la m p ff ın
uviyken gelm işti. Profesörün solgun görünüm lü kâhyası Una Brak-
ket onu bu geçitten W easal’ın laboratuvarına götürm üştü. Geçit o
zam an karanlık v e tozluydu, am a şim di duvar boyu nca düzenli
■ıralarla yerleştirilen şam danlara konm uş eski m od a saz m u m la­
rıyla oldukça bakım lı duruyordu. Tıpkı Septim us başka bir zaman­
da Marcellus P y e ’ın sim yacı çırağı olarak yaşadığı altı garip ay b o­
yunca olduğu gibi. Septim us geçitte hızlı adım larla yürürken Beet­
le onu takip ediyordu. Eski laboratuvara gid en çıkışı geçerek, tek­
rar h en d eğe dönen, evlerin altındaki uzun zikzak yolu izlediler.
Kısa süre sonra Septim us ve Beetle geçid in sonuna varıp evin
altındaki geniş, tonozlu m ah zen e vardılar. Septimus, Jenna ile ya­
pacağı görü şm eye g eç kaldığını dü şünerek en d işelen erek m ah ­
zenin m erdiven lerin i koşarak çıktı, m erdiven lerin altındaki m ah­
zen kapısını iterek açtı. “ Marcellus?” d iye seslendi. “ Marcellus?” Ce­
vap yoktu.
Septim us kendisini yakından takip ed en endişeli B eetle’la bir­
likte evi dolaştı. Evin kokusu B eetle’a garip geliyordu . Mum ların
balm um u kokusu portakal, karanfil v e tanım layam adıgı bir şeyin
buruk kokusuyla karışmıştı. Beetle zam an da geri döndü ğü hissin­
den kurtulam ıyordu. Ev en başta Septim us da aynı etkiyi yaratm ış­
tı. Artık alışmıştı, am a oraya taşındıktan sonra M arcellus’u ilk ziya­
ret ettiğin de Septim us hâlâ M arcellus’un zamanında hapsoldugu-
nu ve kendi zamanına dönüşünün yalnızca bir rüyadan ibaret ol­
duğuna inanmıştı. Korkunç bir panikle evd en kaçm ış ve sevinçle
Jillie Djinn’in yan ından geçtigini görm üştü. Jillie, M arcia’nın çırağı­
nın neden kendisine-sarıldıgım v e onu gördü gü n e ne kadar sevin-

127
Angie Sage

digini n ed en söylediğini hiç anlayam am ıştı, a m a o sabah Elyaz-


maları O dası’na uçarcasına gitmişti. İnsanlar gen ellikle Jillie Djin-
n’e sarılmazlardı.
Evin sessizliği Septim us v e B eetle’ın üzerine bir battaniye gibi
örtülmüştü. B eetle’ın hayatında hiç gö rm ed igi kadar çok m um la
aydınlanan dar koridorda yürüdüler. Koyu m eşe m erdiven lerin
sonuna vardıklarında Beetle her basam ağa yanan bir m u m kondu­
ğunu görü p şaşırdı.
“ Bütün bu m um lar filan çok garip,” d iye fısıldadı Beetle, ür­
kek bir tavırla.
“ M arcellus karanlıktan h oşlan m ıyor,” d iye fısıldadı Septimus.
“ Şişttt, üst katta ayak sesleri du yuyorum . Marcellus? Marcell... us,”
d iye seslendi.
“ Çırak?” dedi üst kattan gelen tereddütlü ses. “ Sen m isin?”
“ Evet, b en im ,” d iye cevap verdi Septimus.
A ğır ayak seslerin ardından B eetle’ın hayatı boyu nca hiç unu­
tam ayacağı garip bir görüntü belirdi. M erdiven lerd en yavaş yavaş
inerken her basamaktaki m um la aydınlanan, eski m od a saç kesi­
m iyle koyu renk saçlı g en ç bir adam göründü. Ü zerin de B eetle’ın
eski gravürlerden sim yacılara ait olduğunu düşündüğü siyah ve al­
tın rengi bir kaftan vardı. G enç adam ın tuniğinin kolları B eetle’a
g ö re gülünç d e n ecek d erece d e uzundu v e arkasından m erd iven le­
ri süpürüyordu. A yağında B eetle’ın şim d iye kadar hiç görm ed igi
kadar garip ayakkabılar vardı, ayakkabıların sivri burunları altmış
santim uzunluğunda olm alıydı. Ayakkabılar g en ç adam ın dizleri­
nin h em en altına taktığı jartiyerlere bağlıydı. Beetle birden ağzının
açık kaldığını fark ed ip h e m e n kapattı.
G enç adam m erdiven lerin sonuna varınca Septimus, “ M arcel­
lus, bu b en im arkadaşım Beetle,” diye tanıştırdı. “ Elyazm aları Oda-
sı’nda çalışıyor. Beetle, bu da M arcellus Pye.”

128
Arayış

B eetle’ın ü zerine garip bir gerçeküstülük hissi çöktü. M arcel­


lus Pye beş yüz yaşındaydı. Son simyacıydı. Yazıları yasaklanmıştı
-hatta Elyazmaları O dası’nda b ile - v e Beetle şu anda onunla tanı­
şıyordu. Bu m üm kün değildi.
Marcellus Pye elini uzatıp garip bir aksanla, “ Hoş geld in iz,”
dedi. “ Siz gen ç yazıcılar harika işler çıkarıyorsunuz. Harika.”
Beetle kayıp bir koyun gibi hayretle bakarken h a fif bir m ee
sesi çıkardı.
Septim us’un dürtm esi koyunu kendin e getirdi. “Oh... teşek­
kürler,” dedi Beetle, uzatılan eli sıkarak. Rahatlayarak elin sıcak ol­
duğunu gördü. B eklediği gibi soğu k değildi. “ A m a ben yazıcı deği­
lim. İn celem e kâtibiyim . Buz Tü n elleri’ndeki m ühürleri kontrol
ed iyoru m .”
“Ah,” dedi Marcellus. “ Bir gün kaldırılacağını u m du ğu m g e ­
rekli bir kötülük.”
“Şey, ben bunu b ile m em ,” dedi Beetle, profesyon el havasına
geri dönerek. “A m a bu evin kapağının mührünün kısa bir süre ön ­
ce a ç ı l d ı ğ ı m b iliyoru m .”
“Olabilir. A m a uzun bir süre için değil. Yeniden mühürlemiş-
tim. E n dişelenm enize gerek yok .”
“Am a...” B eetle’ın sözü yukarıdan gelen bir çan sesiyle kesildi.
M arcellus gürültüyle irkildi. Panik haldeydi. “ Kapı zili bu,” d e­
di kapıya bakarak.
“ Bakayım m ı?” d iye sordu Septimus.
“ Bakman gerek ir m i?” d iye sordu Marcellus.
“Biraz daha sosyal olm aya çalışmalısın Marcellus,” d iye çıkış­
tı Septimus. “ Böyle g izlen m en senin için iyi d eğil.”
“ A m a güneş çok parlak v e gürültü çok fazla çırak.” Kapı zili bi­
raz daha ısrarlı bir şekilde çaldı.

129 F :9
Angie Sage

“ Bence Jenna’dır,” dedi Septim us kapıyı açm ak için sabırsızla­


narak. “ Onu buraya getirebileceğim i söylem iştin, hatırlıyor m u­
sun? Bize olanları anlatm aya hazırdın. N icko’ya olanları.”
M arcellus şaşırmıştı. “ N icko’m u?”
Septim us’un yüreği burkuldu birden. Altı aydır M arcellus’u
Nicko hakkında bildiklerini anlatm aya ikna etm ey e çalışıyordu ve
birkaç gün ön ce Marcellus nihayet bildiklerini anlatm ayı kabul et­
mişti. Şim diyse bunu unutmuş gibi görünüyordu - yine. Septi­
mus, Marcellus Pye bir kez daha g en ç bir adam gibi görünse de
yaşlı bir adam gibi davrandığı gerçegin e alışm akta zorlanıyordu.
M arcellus’un değiştirm ekte zorlandığı yü zlerce yıllık alışkanlıkları
vardı. Ayaklarını sürüyen yaşlı adam yürüyüşüne h em en geri dö­
nüyordu. A m a Septim us’u en fazla kızdıran şey M arcellus’un hafı-
zasıydı. Hırçın bir şekilde M arcellus’a bunun yaln ızca tem bellik ol­
duğunu söylem işti, am a Marcellus zihninde beş yü z yıllık hatırala­
rın olduğunu söyleyerek, yen i hatıralar için n ereden yer bulabile­
ceğini sormuştu?
Septim us içini çekti. M arcellus’u koridorda düşünceleriyle bı­
rakıp kapıya yöneldi.
“ S ep!” dedi Jenna rahatlayarak. Rüzgârdan darm adağın ol­
muş ve üşümüş şekilde kapı eşiğinde duruyordu. Koyu renk saçla­
rı ıslaktı, salkım saçak halde yüzü n e düşmüştü. Kalın, kırm ızı pe­
lerinine sıkıca sarınmıştı. “ Hiç acele etm iyorsun bakıyorum ,” dedi
soğuktan ayaklarını yere vurarak. “ Burası korkunç. Beni içeri al­
m ayacak m ısın?”
“ Şifre lütfen,” dedi Septim us birden ciddi bir şekilde.
Jenna kaşlarını çattı. “Ne şifresi?”
“ B ilm iyor m usun?”
“ Hayır. Oh boş ver. Beni yin e de içeri alam az m ısın?”

130
Arayış

“ Hmm... B ilem iyorum Jen.”


“ Sep, burada donuyorum. Lütfen.”
“ Oh, tam am o zam an. Sen olduğun için.”
Septimus geri çekildi. Jenna yağm u rdan korunm ak için hızla
içeri girdi. Pelerininden sular dam lıyordu. Birden durup şüpheyle
Septim us’a baktı. “ Şifre filan yok, değil m i?”
“Y ok.” Septim us sırıttı.
“Korkunç çocu k!” Jenna gü lerek Septim us’u itti. “Oh, m erha­
ba Beetle. Seni g ö rm e k çok gü zel.”
Beetle kızarıp bir kez daha konuşm ayı unuttuğunu fark etti -
am a Jenria bunu fark etm em iş gibi görünüyordu. Pelerinin altın­
daki küçük turuncu kediyi çıkarm akla m eşguldü. Bu görüntü Be-
ctle’ı çok şaşırtmıştı, çünkü Jenna’yı kedi sahibi olacak biri olarak
düşünem iyordu. Sonra Marcellus, B eetle’ın anlam adığı bir n ed en ­
den ötürü Jenna’ya, “ Hoş geldin Esm eralda,” diye seslendi.
“Teşekkürler M arcellus,” dedi Jenna, gülü m seyerek. M arcel­
lus P y e’ın zam anında sık sık Esm eralda’yla karıştırıldığını n ered ey­
se unutmuştu.
Sonra Marcellus eski m od a bir selam la başını yarı eğdi. “ Pren­
ses, çırak v e Yazıcı, lütfen beni takip ed in.”
Bir dakika sonra Beetle, Jenna, Septim us v e M arcellus’un pe­
şinden üst kata çıkmış, dam layan m u m lar arasından yollarını bul­
m aya çalışırken kendini nasıl bir şeyin içine soktuğunu ve Jillie
Djinn bunları öğren in ce -k i m utlaka ö ğ ren ird i- bu durum u nasıl
açıklayacağını düşünüyordu.

131
1 5 ■+—
Ç a t i K a t in d a

/ | arcellus’u evin en
\ f * üst katındaki küçük
odaya kadar takip ettiler. Burası
eğim li saçakların altına yapılm ış,
tahta lam brilerle kaplı ve karanlık
bir odaydı. O dada eski bir masa,
iki bank v e duvar dibine dizilm iş
birkaç sandalye vardı. Hepsi
evin bir önceki sahibi W easal f, <
Van K la m p ff’a aitti. Masanın
ortasında o sabah kâhya tarafın­
dan yakılan v e hâlâ yanar halde
olan m u m yığınları vardı.
Marcellus onları içeri alırken
Septim us’un zihnini bir tanım a his­
si kapladı. Kısa bir süre öncesine ka-

132
Arayış

dar burası onun odasıydı. A m a gerçek olam ayacak kadar uzun za­
man ön ce olduğunu biliyordu. M arcellus’un zamanındayken ilk
birkaç gece bir sim ya yazıcısının onun kaçm asını ö n le m ek için ka­
pı eşiğinde yattığı od aydı bu. Kendi zamanına d ö n m ek için um ut­
suzca planlar yaptığı oda; çok aşağıdaki sokaktan geçen tanıdık bir
yüz gö rm ek için saatlerce dışarıya baktığı oda. Bütün her şey dü­
şünüldüğünde burası dünyada en sevdiği yer değildi - am a şim di
Beetle ve Jenna’yla birlikte y in e oradaydı. Bu hayal bile etm e y e c e ­
ği bir şeydi. Septim us birden kendini çok garip hissetti. Masanın
çevresindeki banklardan birine çöktü.
Beetle v e Jenna da yanına oturdu. Üçü beklentiyle Marcellus
Pye’a bakıyordu. M arcellus şaşkın bir halde bakışlarına karşılık
verdi. “Şimdi... n ed en buraya geldik?”
“ N ick o’yla ilgili. Hatırladın m ı?” d iye sordu Septim us umutla.
A m a Marcellus’un onları özellikle bu odaya n ed en çıkardığı konu­
sunda hiçbir fikri yoktu.
“ Nicko m u?” d iye boş bir ifadeyle sordu Marcellus.
“ Nicko. Kardeşim. Senin zamanında kısılıp kaldı. Onu hatırlı­
yor olmalısın,” dedi Septimus, çaresizlik hissiyle. Aylarca bu görüş­
m e için uğraşmıştı v e şim di M arcellus yin e her şeyi unutuyor gi­
biydi.
“ Ah, hatırlıyorum ,” dedi Marcellus. Septim u s’un keyfi yerin e
geldi. “ Konu gözlü gü m . G özlü ğü m e hâlâ ihtiyacım var; bu çok si­
nir bozucu. Şimdi, n erede şu gözlü gü m ?”
“ Başının üstünde,” dedi Septim us yorgu n bir sesle.
“ Gerçekten, buradaym ış.” M arcellus gözlü gü n e uzanıp bur­
nunun üstüne koydu. “ Güzel. N ick o’ nun kâğıtları için buna ihtiya­
cım vardı.”
Septim us heyecanlandı. îşte şim di bir y e re varıyorlardı. Jen-
na’ya gülüm sedi. N ick o’nun adı geçin ce Jenna’nın gözleri b ö yle
şüpheli bir şekilde parlak görünürdü.

133
Angie Sage

Yaşlı adam yürüyüşüne geri dön en Marcellus -k i Beetle bu


yürüyüş için ayakkabıları su çlu yordu - bacanın yan tarafında bulu­
nan küçük panele bastı. Panel gıcırtıyla açıldı. Marcellus eski püs­
kü, sararmış, kırılgan bir kâğıt tom arını alırken herkes onu seyre­
diyordu. Dikkatle kâğıtları m asaya getirip ön lerine koydu.
Jenna yutkundu - kâğıtlarda N ick o’nun kolayca fark edilen
kargacık burgacık yazısı vardı.
“N icko v e Snorri bunları gerid e bırakm ış,” dedi Marcellus.
“ Eğitilm em iş biri tarafından yazılan karalam alara ben zediği için
birisi atar diye bacaya sakladım. A m a yıllar geçtikçe -k i çok uzun
yıllar g e ç ti- gizledigim yeri unuttum. Aslında birkaç ay önce sen
bana kardeşini sorana kadar hatırlam adım bile çırak.”
“ H atırlam adığını söylem iştin ,” dedi Septimus.
“ Doğru, hatırlamıyordum. Bir süre sonra eski hayatımla ilgili bir
şeyler aklıma gelm eye başladı. Ve bir gün bu odaya geldigim de ha­
tırladım. Bir an için. Sonra haftalarca buraya gelip durdum, am a hep
neden geldigim i unuttum. Sen son kez benim le Nicko hakkında ko­
nuştuğunda bunu not ettim. Notu her yerde yanım da taşıdım ve son­
ra buraya geldigim de hatırladım. Hatta gizledigim yeri bile hatırla­
dım. Bu yüzden bugün buraya gelm en için mesaj gönderdim .”
“Teşekkürler Marcellus.”
“ Sana borçluyum çırak. N icko’nun elyazısının çoğunu okuya­
m ad ığım ı itiraf etm eliyim , am a belki sen kardeşinin yazısını oku­
yabilirsin. Belki notlar kendi hikâyelerini anlatıyordun A m a boş­
lukları elim d en geld igin ce doldu rm aya çalışacağım .”
Jenna dikkatlice kâğıtlara baktı. M ürekkep solmuştu, kâğıt in­
ce ve n eredeyse m ürekkep kadar kahverengiydi. A m a yin e de Jen­
na yazının N ick o’ya ait olduğunu biliyordu. Tekn e karalamaları,
yelkenli taslakları, sayısız sıfır ve çarpı oyunu, savaş gem ileri,

134
Arayış

adam asmaca, anlam adığı bazı şeyler v e bir sürü liste vardı. A m a
nedense bunlar kendini N ick o’ya yakın hissetm esini sağlam ak y e ­
rine, yazısının bu kadar eski, kırılgan kâğıtların üstünde g ö rm ek
kendini ondan daha da uzak hissetm esine yol açmıştı. Jenna uzun,
lııce kâğıtlara bakarken gözlerin d e yaşlar birikti.
“ Ne diyor, Jen?” d iye sordu Septimus.
“O... o bir liste yap m ış.”
“Tipik N icko,” dedi Septimus. “ D evam et Jen. Oku b ize.”
“ Oh. Tam am . Şöyle diyor:

♦ 2 tane sırt çantası


♦ 2 tane çadır yatağı (eg er bulunabilirse) ve y a pazardan kurt
derisi
♦ En az iki haftalık yiyecek. Pazarda salam ura şeyler olup ol­
madığını sor.
♦ Kurutulmuş bisküvi m eyve
♦ Kav kutusu
♦ Mum
♦ 2 su şişesi ve y a testi
♦ Seyahat izni? M.’y e sor
♦ 2 pelerin
♦ M üm künse kürklü çizm e
♦ Ells halanın şanslı çorapları - unutm a
♦ 2 altın para. Gişedeki adam için.
♦ Snorri’nin pusulası için çanta.”

Jenna listeyi okum ayı bitirirken kâğıt parm aklarının arasında


dağılm aya başladı. Kâğıdı h em en m asaya bıraktı. “Acaba... acaba
nereye gidiyordu ?”

135
Angie Sage

“ Soğuk bir yere. Bunu listeden anlam ak m ü m kü n ,” dedi Be­


etle. O da liste yapm ayı çok severdi.
N ick o’nun beş yü z yıl ön ce olsa da soğu k bir y e re gittigini dü­
şü nm ek Jenna’nın hiç hoşuna gitm em işti. Bu, kendini son d erece
boş v e üzgün hissetm esine yol açıyordu. Yavaşça Ullr’u okşam aya
başladı. Kedi kucağında kıvrılm ış uyuyor gibi görünüyordu, am a
Jenna bunun doğru olm adığın ı biliyordu. Ullr’un her an saldırıya
geçecek m iş gibi son d erece hareketsiz v e h afif gergin yatışındaki
tetikte oluşun farkındaydı.
Septim us, M arcellus P y e ’a baktı. Eski efen d isin i bir şey
-ö n e m li bir ş e y - sö yleyecek olduğunu bilecek kadar iyi tanıyordu.
“ Bir şey biliyorsun, değil mi? Bize söyle. Lütfen, M arcellus.”
Marcellus başını evet anlam ında salladı, am a bir şey sö ylem e­
di. R üyadaym ış gibi m asanın sonuna oturup m u m yığınlarına ba­
kıp pen cerelerd eki gedik lerd en sızan esintide dans ed en alevlerini
seyretti. Sonra kendini bu rüyadan kurtarıp başını kaldırdı. “Ö nce
biraz ısın m am ız lazım .” A yağa kalkıp eski tarzda çakm ak taşıyla
şöm in edeki ateşi yaktı.
A levler kütüklerin arasında dans ederken sim yacı m asanın üs­
tüne eğilip yavaşça konuşm aya başladı. Bu Septim us’un simyacı,
çırak günlerinden hatırladığı bir alışkanlıktı. Marcellus karşıdakinin
tam dikkatini toplam ayı istediğinde böyle yapardı. A m a o gün Mar­
cellus’un konuklarının dikkatinde bir eksiklik yoktu - hepsi dikka­
tini ona yöneltm işti. Uzaklardan gelen gö k gürültüsünün - v e çok
daha yakınlardan, B eetle’ın karnından gelerek onu m ahcup eden
gurultunun- eşliğinde Marcellus konuşm aya başladı.

136
16 ~4~‘
SNORRI’NİN HARİTASI

imyacı alçak ve ölçülü bir ses tonuyla konuşuyordu. “Siz

S a y n a yolu yla Zam anın Büyük K apıla rfn d an geçtigin iz za­


m an,” dedi Marcellus. “ Bunun ne korkunç bir görüntü olduğunu
söyleyem em . Büyük zaferim yerdeki siyah bir havuzdan başka bir
şey değildi...” O lanlara hâlâ inanam ıyorm uş gibi başını iki yan a sal­
ladı. “Tabii o zam anlar N ick o’nun senin kardeşin olduğunu bilm i­
yordu m v e beni n ered eyse boğdu ğu için kim olduğu um urum da
değildi. A m a saatler sonra yan ında Snorri den en kızla başka bir a y ­
nadan seni kurtarm ak için nasıl geldiklerini anlattı. Cesaretleri be­

137
Angie Sage

ni etkilem işti, am a Snorri’y le birlikte Zaman Ajynası’ndan geçip


geçem eyecek lerin i sorduğunda yapabildiğim tek şey korkunç si­
yah havuzu gösterm ek oldu. Nicko için kötü şeyler hissettiysem bi­
le bunlar o anda geçm işti. Dünyadaki her şeyini kaybetm iş gibi g ö ­
rünüyordu - ki kaybetm işti. Ve Snorri de öyle, am a o bir karşılık
verm edi. O söz konusu olduğunda her şey yü zeyin altındaydı, am a
Nicko... açık bir kitap gibiydi.”
Jenna onu dinlerken saçlarını buruyordu. N ick o’yla ilgili bir
şeyler du ym ak onun için çok zordu v e neler hissettiğini b ilm e m e­
si m üm kün değildi.
Marcellus devam etti. “ Onlara kalacak bir y er sağlam ak ve
elim d en geld igi kadar yardım etm ekten başka yap ab ileceğim bir
şey yoktu. V e aylarca ben im le yaşadılar, am a kaç ay olduğunu bil­
m iyorum . Başta senin gibi görünüyorlardı çırak - dalgın v e huzur­
suz. A m a haftalar sonra değiştiklerini fark ettim - bir am açlan var­
mış gibi davranıyorlardı; gülüm süyor ve hatta bazen kahkaha atı­
yorlardı. Başta zamanımıza uyum sağladıklarını düşünm üştüm ve
belki de orada kalm ayı tercih ediyorlardı -çü n kü iyi bir za m a n d ı-
am a bir akşam gelip bana Ells halayı anlattılar. O ndan sonra yakın­
da gideceklerini anladım .”
“ Ells hala,” diye düşündü Jenna. “ Bu ismi daha ön ce duydu­
ğu m a em in im .”
“ Bu m üm kündür, prenses,” dedi Marcellus. “ Ells hala Snor­
ri’nin büyük halasıydı. Yoldaki pazarda karşılaşmışlar; salamura
ringa balığı satıyorm uş.”
“ Snorri’nin büyük halasıyla m ı karşılaşmışlar?” diye sordu
Septimus. “Senin zam anında m ı?”
“ Öyle. Nicko, Snorri’y e salamura balık alm ak istemiş. Satanın
Ells hala olduğunu öğrenm işler. Ertesi gün Aşağı Ü lke’nin derin or-

138
Arayış

inanlarına gitm ek için planlar yap m aya başladılar. Ells hala onlara
orada Bütün Zam anların Buluştuğu bir yer olduğunu söylem iş. Y e ­
rin adı Foriks Evi.”
Herkes duyduklarını sin dirm eye çalışırken m asada bir sessiz­
lik oldu. Uzakta bir g ö k gürültüsü hom urtusu duyuldu v e rüzgâr
camları sarstı.
“ Foriks - bunlar yalnızca m asallarda vardır, aslında yoklar,”
dedi Septimus.
“ Kim bilir? Ben d e eskiden pek çok şeyin y o k olduğunu düşü­
nüyordum , am a artık o kadar em in d eğilim .”
“ Biz çpk küçükken Nicko, Foriks’miş gibi yapardı,” dedi Jenna
özlem le. “Tuniğini başının üstüne geçirir v e korkunç hom urtular
çıkarırdı. Foriks sürülerinin nasıl hiç durm adan koştuklarına, y o l­
larına çıkan her şeyi nasıl yed iklerin e -b u n a kızlar da d â h ild i- da­
ir hikâyeler anlatıp beni korkutm aya çalışırdı. Yolu geçerken beni
atlara ve arabalara - v e Foriks’e - karşı çok dikkatli olm ak zorunda
bırakırdı.” Bir kahkaha attı. “ N e korkunçm uş değil m i?”
Septim us da büyük özlem duyuyordu. Jenna ne zam an bütün
Heap’lerin bir arada olduğu R am blin gs’teki eski gü n lerden söz et­
se, aklına hep kaçırdığı şeyler gelirdi. O zam anlar kendini kötü
hissediyordu. Konuyu değiştirdi. “ Peki ya Ells hala - o nasıl senin
zam anında olabilir Marcellus?”
“Snorri’nin anlattığı bir şeyi şim di hatırlıyorum ,” dedi Jenna.
“ Ells halası gen çken aynadan düşmüş. Bir daha kim se onu g ö rm e ­
miş.”
“ Sanırım b öyle olm u ş,” dedi Marcellus. “Snorri, halasının a y ­
nanın içinde kaybolduğu ve Foriks Evi’nde çıktığını söyledi. Görü­
nüşe g ö re rüya gibi bir yerm iş, çoğu insan oradan ayrılm ayı iste­
m ezm iş - am a Ells hala kararlı bir çocukm uş v e m ü m k ü n olur ol­
m az oradan ayrılm ak v e evin e g itm ek istiyormuş. Dışarı çıkm ayı

139
Angie Sage

başarmış, am a ne yazık ki yanlış bir zamanda ortaya çıkmış. Nicko


bana eger Snorri’y le birlikte Foriks Evi’ne gidebilirlerse kendi za­
manlarına geri d ön m en in bir yolunu bulacağından em in olduğu­
nu söyledi. Sanırım Ells hala bundan pek em in değildi.”
“ Peki, yola çıktıktan sonra onlardan bir daha haber aldın m ı?”
d iye sordu Septimus.
M arcellus başını salladı. “ O zam anlar işler karışıktı. Esmeral-
d a’nın taç g iy m e töreni vardı, o kadar en dişeliydi ki saraya geri
d ö n m ek istem iyordu. Birkaç yıl boyunca sevgili karım Broda’yla
birlikte M arram B ataklıklarında kaldı. K en dim i vekil pozisyonun­
da buldum . H em sarayı yönetiyor, h em d e sim ya d e n eylerim e d e­
vam ediyordu m . Fark ettim ki onlardan hiç haber alm adan bir yıl
geçm iş. Endişelenm iştim , çünkü gitm ed en ön ce gü ven d e olup ol­
m adıklarını bana bildirm elerini istem iştim Aşağı Ü lke’nin orm an­
ları o zam anlar kötü yerlerdi. O rm anların şim di nasıl olduğunu bil­
m iyorum , am a o zam anlar canavarlar v e her türlü kötü yaratıklar
doluydu. Tabii Nicko v e Snorri’y e bütün bunları söylem iştim , fakat
beni din lem iyorlardı. G itm ekte kararlıydılar. Çok üzülmüştüm.
Şey, o zaman üzülm üştüm , çünkü gen ç hayatlarının erken bitece­
ğini düşünüyordum . A m a şimdi... bunu kim bilebilir ki?”
Jenna gözleri um utla parlayarak ayağa kalktı. “ Peki, şim di
başka bir şey biliyor m usun?”
Marcellus esefle gü lü m seyerek başını iki yan a salladı. “ Şimdi,
o zam anlar b ild iğim den daha fazla şey biliyorum . A m a bunun ne
anlam a geldigin i kim bilebilir ki? Size D em elza H eap’i anlatayım .”
“D em elza mı? Demelza Heap diye biri olduğunu b ilm iyor­
du m ,” dedi Septimus.
“Şim di olm ayabilir. A m a bir zam anlar vardı. Ve D em elza ba­
na N icko ve Snorri’yi gördügünü söyledi. Benden ayrıldıktan iki
yü z yıl sonra.”

140
Arayış

O daya bir sessizlik çöktü. “İk iyü zyıl m ıT


Beetle om urgasından aşağı doğru serin bir esinti hissetti. Bu
ürkütücü bir durum du. Jillie Djinn’in sim yacılar konusunda haklı
olduğunu düşündü.
Marcellus, B eetle’ın yüz ifadesini gördü. “ Görüyorsun ya, aç
yazıcı, ken d im e eb edi gen çlik olm adan eb ed i hayat lanetini bulaş­
tırdım .” B eetle’ın gözleri hayretle irileşti. “ Bunu hiç tavsiye et­
m em .” Marcellus yüzünü buruşturdu. “ İki yüz elli yaşına g eld igim ­
de artık dünyanın parlak ışıklarına ve hızlı konuşm alarına dayana-
m ıyordum . Her şey o kadar değişm işti ki artık dünyaya ait olm adı­
ğım ı hissediyor, karanlık v e sessiz bir y ere çek ilm eyi istiyordum .
Böylece saray v e eski Sim ya O dası’nın arasında uzanan Eski Y o l’da
yaşam ak için planlar yaptım . Burası yeraltındaki gizli bir y e r v e
buzla m ühürlü değil. Şaşırmış görünüyorsun yazıcı. Ah, hâlâ bu­
zun soğuk elini d eğd irm ed iği bazı yerler var. H er neyse, aklım hâ­
lâ başım dayken evim i satm aya karar verdim . D em elza H ea p ’le de
o zam an tanıştım. Hâlâ hatırlıyorum - kapıyı açar açm az tanıdım
onu. Seninkiyle aynı saçlar -a m a onu nkine seninkinden daha faz­
la tarak d e ğ m iş tir- ve yeşil gözlerle uzun boylu, çarpıcı bir kadın­
dı o çırak. Z am anım da g en ç bir adam ken onun dükkânından d e­
n eylerim d e kullandığım ince cam aparatları alırdım. Yıllar boyu n­
ca onu çok iyi tanır olm uştum , am a Aşağı Ü lke’nin cam ustalarına
yaptığı bir ziyaretten sonra ortadan kayboldu. Benim için özel bir
şişe aram aya gitmişti. Bu yü zd en kendim i hep kötü hissetm işim -
dir.
“ A m a işte D em elza Heap, Aşağı Ü lke’y e gittikten iki yüz yıl
sonra kapım da duruyordu v e her zam anki gibi gençti. Beni tanı­
m adı şüphesiz, çünkü ben o zam an perişan durum daydım . Ona
kim olduğu m u sö yled iğim d e başta bana inanm adı, am a sonra yaş­

141
Angie Sage

lı bir adam ı kırm adı ve biraz içki içip sohbet ettik. Sanırım başına
gelenleri anlattığında ona deli d em ey en birisiyle konuşm ak hoşu­
na gitmişti. Sessiz bir orm an da kaybolduğunu ve saldırgan Foriks
sürüsünden -a y n e n böyle sö y le d i- kaçarken Bütün Zam anların
Buluştuğu Y e r’e sığınm ış. Buraya o da Foriks Evi diyordu.”
Jenna soru sorm aya cesaret edem iyordu . “ Ona... D em elza ’ya
N ick o’yu görüp göm ed igin i sordun m u?”
“Sordum .”
Jenna ve Septim us heyecanlı bir şekilde birbirine baktı.
“Ve?...” diye sordu Septim us heyecanla.
Marcellus gülüm sedi. “Onu g örm ek le kalm am ış - onunla ko­
nuşmuş bile. N ick o’nun b ü y ü k -b ü y ü k -b ü y ü k -b ü y ü k -b ü yü k -b ü -
y ü k -b ü y ü k -b ü y ü k halası olduğunu düşünüyordu. B öylece sonun­
da onlara ne olduğunu öğren d im .”
“ Nicko, Foriks Evi’ne varm ış m ı?”
“Ö yle görün üyor,” dedi Marcellus.
“O zam an buraya geri dön eb ilir!”
“Y üz yıl içinde belki, bu yü zden onu zaten g ö rem ey e ceğ iz,”
dedi Septim us üzgün bir şekilde. “ Bu yü zden belki yü z yıl önce g e­
ri gelm iş olabilir v e o şim di...”
Jenna onu durdurdu. “ Sep... yap m a! Lütfen, yapm a...”
“Çırak, yeter,” d iye çıkıştı Marcellus. “Zam an zam an zihnin
mutsuz bir hal alıyor,” diye çıkıştı Marcellus. Foriks Evi’nin Kuralı­
nı h em en anladıklarını um alım . Zavallı D em elza çok geç olana ka­
dar bu kuralı anlayam am ış.”
“ Hangi kuralı?” diye sordu Jenna.
“ D em elza kendi zamanından biri geld igin de dışarı çıkması
gerektigini fark etm em iş. Gelenler evin dışında kalm ak zorunday­
mış - içeri girem ezler. Eşikten geçtiğin zam an hiçbir zamana ait
olm azsın.”

142
Arayış

“ O zam an biz de b ö yle yaparız,” dedi Jenna heyecanla ayağa


fırlayarak. “ Foriks Evi’ne gideriz ve Nicko bizim le birlikte dışarı çi­
lin b ilir.”
“ Ve Snorri. Snorri’yi unutm a,” dedi Septimus.
Jenna etkilenm em işti. “ Snorri olm asaydı, Nicko şim di burada
olurdu.”
“Oh, yen.”
“ Am a doğru ,” dedi Jenna. “Tabii ki Snorri’yi de alacağız,” dedi
cöm ert bir şekilde. “ Oraya gitm işken bunu yaparız.”
Septimus içini çekti. “ Çok kolaym ış gibi konuşuyorsun. Foriks
Kvi'ne giden bir eşek arabasına biner, kapıyı çalıp N ik’i sorarız.
Keşke.”
“ Sen ne dersen de, ben ayn en ö y le yap acağım Sep. Sen gel­
m ek zorunda değilsin.”
“ Elbette g ele ceg im ,” dedi Septim us sessizce.
Marcellus hafifçe in leyerek sandalyesinden kalktı. Bacadaki
dolaba gidip büyük, katlanmış kahverengi bir kâğıt çıkardı, masa­
ya getirdi. “ Sizi hiçbir şeyin Foriks Evi’ne gitm ekten alıkoym ayaca­
ğından em in olm adan bunu size gösterm eyecek tim ,” dedi kırılgan
kahverengi kâğıdı açarken. Bu bir haritaydı.
Harita ayrıntılı bir şekilde çizilmişti. Altında bazı sözcükler
vardı: MARCELLUS İÇİN, SNO RRİ VE N IC K O ’NUN TEŞEKKÜRLE­
RİYLE. “Snorri’nin benim için çizdiği kopya bu,” dedi Marcellus.
“ Eger başlarının dertte olduğuna dair bir haber gelirse en azından
onları bulm a şansım olur diye düşünm üştüm .”
Büyük bir ilgiyle Snorri’nin çok uzun zam an önce büyük bir
titizlikle çizdiği soluk çizgilere baktılar. “Yani bu yol N ick o’nun...”
dedi Jenna nefesini tutarak.
“ Buna çok ö zen gösterm elisiniz,” dedi Marcellus. Onları fazla
cesaretlendirm iş olm aktan korkuyordu. “ Ells’in orijinal haritayı

143
Angie Sage

dokuz yaşındayken, hatırladığı olaylara dayanarak çizdiğini unut'


m ayın. Aradan elli yıl geçm iş olm alı - tabii bunu onun yü zü n e söy­
le m e ye cesaret ed em em . Ayrıntıları unutmuş olabilir. Yani bu ha­
rita doğru olm ayabilir.”
Haritaya iyice yaklaşıp rengi değişm iş kâğıt üzerin deki soluk
çizgi yığınlarına dikkatlice bakarlarken tam üstlerinde şiddetli bir
gö k gürültüsü patladı. Marcellus şaşkınlıkla havaya sıçrarken
uzun, sarkık kolları masanın ortasındaki m um lardan alev aldı. Kaf­
tanının ipekli kolu tutuşurken içeriyi korkunç bir yan ık yün koku­
su doldurdu. Marcellus panik içinde çığlık atarken kollarını koca­
m an bir kuş gibi sallıyordu. A m a yaln ızca alevleri körü klem ekle ve
m um ları d evirm ek le kaldı. M um lardan biri haritayı tutuşturdu.
“ H ayır!” d iye bağırdı Jenna. Haritayı alıp alevi eliyle söndürür­
ken yanığın acısını hissetm iyordu.
“Y ardım ed in !” diye bağırdı Marcellus. O danın ortasında dans
ed erken alevler kollarından yukarıya doğru yükseliyordu, “Çırak -
yardım eti”
“ K o va !” diye bağırdı Beetle.
“ K ova m ı?” diye sordu Septimus.
“ K o va !” Beetle ızgaranın yan ında gördügü su kovasını kaptı
-yan gın d a n ödü kopan Marcellus her odada bir kova bulunduru­
y o rd u - v e sim yacıya doğru savurdu.
Gürültülü bir cızırtının ardından bol m iktarda du m an odayı
doldurdu. Marcellus sandalyesine çöktü.
M arcellus üzüntüyle m ah volan kollarını incelerken Jenna d e­
ğerli haritayı katladı. Septim us ve Beetle, yerd en N ick o’nun notla­
rını aldı.
“ Sen iyi m isin Marcellus?” diye sordu Septimus, ıslak, dum a­
nı tüten sim yacıya.

144
Arayış

Marcellus başını sallayıp ayağa kalktı. “Yan gın korkunç bir


şey. Hızlı davrandığın için teşekkürler yazıcı.”
“ Bir şey d eğil,” dedi Beetle. “ Her zam an yard ım a hazırım .”
“ U m arım bir daha olm a z.”
Jenna, N ick o’nun notlarının kalanını düzenli bir şekilde m asa­
ya topladıktan sonra Marcellus kâğıtları alm aya kalktı. A m a Jenna
izin v e rm e z bir tavırla kâğıtların üstüne elini koydu.
“ Bunları ben saklam ak istiyorum lütfen.”
“ Pekâlâ prenses. Sizindir.” M arcellus m asanın çekm ecesini
açıp kâğıt m endil çıkardı. Büyük bir titizlikle kâğıtları sarıp uzun
bir ku rdeleyle bağladı v e daha sonra Jenna’y a uzattı. Jenna bunla­
rı pelerinin altına sokup Ullr’u kucakladı.
“ N eden kâğıtları ben a lm ıyoru m Jen?” d iye sordu Septimus.
“Sen h em Ullr’u, hem kâğıtları taşıyam azsın.”
“ Evet, taşıyabilirim ,” d iye ısrar etti Jenna. Şim diden Foriks
Evi’ne gidiyorm u ş gibi odadan çıkm aya kalktı.
Onun peşinden m um larla aydınlanan m erd iven lerd en aşağı­
ya inerlerken Septimus, “ Marcellus?” dedi.
“ Evet, çırak? Oh! M um un üstündeki pelerinine dikkat et.”
“ Ohh. Şey... Sence bunca zam an sonra Nik v e Snorri hâlâ Fo­
riks Evi’nde m idir?”
“ Olabilir...” dedi Marcellus yavaşça. Üçüncü katın sahanlığına
vardılar. Jenna sonraki basamakları hızla inerken çizm eleri çıplak
tahtalara hafifçe çarpıyordu. Marcellus durup durum u düşündü.
“ Belki ben Büyücü Kulesi’nin tepesinde Olağanüstü B ü yü cü yle
çay içerim ,” dedi. “ Bu pek m üm kün değil, a m a tam am en im kân­
sız da d eğil.”
Septimus, M arcellus’un farklı bir örn ek seçm iş olm asını dile­
di. M arcia’nın Marcellus P y e ’la ilgili fikri v e onun varlığından ha­

145 F : 10
Angie Sage

bersiz olduğu düşünülürse tam am en im kânsız sözü bu örnek için


daha uygundu.
Jenna sabırsızlıkla holde bekliyordu. Septimus, Beetle ve Mar­
cellus ona katılırken kapı şiddetle çalındı. Herkes yerin d en sıçradı.
“ Lütfen kapıyı aç çırak,” dedi Marcellus.
“ Eger istem iyorsan açm ak zorunda değiliz,” dedi Septimus.
Zil herkesin duyabileceği şekilde çaldığı halde kapıya b öyle saldı­
ran tek bir kişi olabilirdi,
Marcellus kendini toparlam ak için çabaladı. “ Hayır, hayır. Sen
haklısın çırak. Bu zamanda g izle n m em eliy im ,” dedi. “ Kapıyı aç da
senin dediğin gibi sosyalleşelim .”
Septim us gönülsüzce kapıyı çekti. “ Galiba sıkışmış.”
“ Dur, ben açayım ,” dedi Beetle. Kapıyı hızla çekti. Kapı savru­
larak açılırken rüzgârdan üstü başı darm adağın olm uş, huysuz ve
ıslak Marcia Overstrand göründü.
“ O h,” dedi Septimus. “ M erhaba Marcia.”

146
1
—^ 1 7 ^ —1

Be l a

e?" dedi Marcia buz gibi bir


sesle. “ Beni içeri alm ayacak ^
mısın?” Septimus panik halde etrafına
bakarken M arcellus’un gözleriy le karşılaş­
tı. “ Büyük bir zevk le M adam Marcia,” de-
4

di Marcellus, eski tarz selam vererek.


“ Lütfen içeri girin.” Tam zam anında
yoldan kaçarak M arcia’nın ıslak ayak-
kabılarına basm asına en gel oldu. M
“ Kapan,” dedi Marcia. Kapı öy
le şiddetli bir şekilde kapandı ki
eski evin kırılgan duvarları sarsıl­
dı. A m a Marcellus hiç sarsılma- 1
dan duruyordu. Marcellus
kendi zamanında kav­
kJ
gacı Olağanüstü Büyü­
c ü le r le ço k sık karşı

147
Angie Sage

karşıya gelm işti; her zam an serinkanlı ve kibar olm anın en iyi şey
olduğunu biliyordu - nasıl kışkırtılırsa kışkırtılsın. V e şu anda hol­
de m or pelerininden sular dam layan, yeşil gözlerin den öfkeli parıl­
tılar yansıyan M arcia’ya bakarken Marcellus bol m iktarda kışkırt­
m ayla karşı karşıya kalacağının farkındaydı.
M arcellus’un kendi zamanında yaşıyor olm am asının neden
olduğu bütün güvensizliği birden kaybolm uştu. Hayattaki bazı
şeylerin zamanı yoktu v e Olağanüstü Büyücü de onlardan biriydi.
M arcellus son derece rahat bir tavırla, “ U ğram anız ne büyük neza­
ket. Size içecek bir şey ikram edebilir m iyim ?” dedi.
“ Hayır,” diye parladı Marcia.
“Edem ezsin.”
“Ah,” diye m ırıldandı Marcellus. Bu en zor görü şm elerden bi­
ri olacaktı.
Marcia bakışlarını bir yılanın avına baktığı gibi Septim us’a
dikti. “Septim us,” dedi buz gibi bir sesle. “ Belki beni... arkadaşınla
tanıştırm ak istersin.”
Septim us um utsuzca başka bir yerd e olabilm eyi diledi. Her­
hangi bir yerd e olabilirdi. Hatta orm andaki W olverin Çukuru bile
şu anda çok uygun olurdu. “Şey,” dedi.
“Evet?” Marcia sag ayak ucunu yere vuruyordu. Mor piton de­
risiyle kaplı sivri burunlu ayakkabısı yeni yeşil taşlarla kaplanmıştı.
Septim us derin bir soluk aldı. “ Marcia, bu Marcellus Pye. Mar­
cellus, bu Olağanüstü Büyücü Marcia O verstrand.”
“Teşekkürler Septim us,” dedi Marcia. “ Ben de tam öyle oldu­
ğunu düşünm üştüm . Bay Pye, çırağım artık başınıza bela olm aya­
cak. Bir daha geri g e lm ey e cek v e son birkaç aydır başınıza açtığı
dertler yüzü nden özür dilerim . Gel Septim us.” Marcia kapıya y ö ­
neldi, am a Marcellus ondan önce gidip önünü kesti.

148
Arayış

“Benim eski v e çok değerli çırağım kesinlikle başım a bela ol­


muyor. Zam an zam an onu ödünç alm am a izin verm en iz büyük
nezaket. Size m innettarım .”
“Ö dünç alm ak m ı!” diye patladı Marcia. “ Septim us kütüpha­
nedeki bir kitap değildir. Onu altı ay boyu nca sizin deyim in izle
ödünç aldığınızı v e çocuğu perişan ettiğinizi unutm adım . Sizi hâlâ
neden g ö rm ek istediğini hiç bilem iyoru m . A m a sizin sim ya tuzak­
larınızla daha fazla bozulm asına izin verm ey eceğ im . Hoşça kalın.
A çıl!” Son sözünü kapıya söylem işti. Kapı birden açılarak Marcel-
lus’u n eredeyse duvara yapıştırıyordu. Septimus, Jenna v e Beetle
gönülsüzce onu takip ed ip yağm u ra ve rüzgâra çıktı.
Marcia, “ Kapan!” diye bağırırken Septimus, M arcellus’a tered­
dütlü bir şekilde el sallama riskine girdi. Marcia üçünü azarlarken
uzaklarda bir gö k gürültüsü duyuldu. “ Beetle,” dedi Marcia. “ Sana
çok şaşırdım. Senin iyiliğin için Bayan Djinn’in senin eski sim ya­
cıyla arkadaşlık ettiğini öğren m em esin i um uyorum . Ve sen Jenna,
o adam dan uzak durm an gerektigini şim d iye kadar öğrendiğini
sanıyordum . Tanrı aşkına, o Etheldredda’nm oğlu. Gel Septimus,
seninle konuşm am gereken birkaç şey var.”
Marcia çırağını Büyücü Y o lu ’na giden Yılan Y olu ’na doğru hız­
la iteklerken Jenna v e Beetle ona acıyarak bakıyordu. Beetle, Jen-
na’ya n eredeyse ona saraya kadar eşlik ed em ey eceğ in i soracaktı,
am a buna cesaret edem ed i. Jenna ona kısaca el sallayıp hızla Yılan
Y olu ’na girip saraya yöneldi. Beetle salyangoz hızıyla yürürken
Elyazmaları O dası’na giden uzun yolu tercih etti. Bunu hiç istem e­
se de büyük olasılıkla Jillie Djinn’le karşılaşacaktı.
Marcia v e Septimus, Büyücü Y o lu ’na girdi. N ehirden esen
rüzgâr üzerlerine yağm u r boca ediyordu. Kozasındaki öfkeli bir
çift ipekböcegi gibi pelerinlerin e sıkıca sarındılar. İkisi de tek keli­
m e etm edi.

149
Angie Sage

Yolun yarısına varm ışlardı ki yeşil koza konuşm aya başladı.


“ Bence çok kabaydın.”
“Ne?" Marcia kulaklarına inanam ıyordu.
“ Bence M arcellus’a karşı çok kabaydın,” diye tekrarladı Septi­
mus.
“O adam ın,” dedi Marcia aradığı sözcükleri bulamayarak.
“ Başka bir şey b ek lem ey e hakkı y ok .”
“A m a o sana karşı çok kibardı.”
“ Hah. Kibarlık kibar insanların yaptığı bir şeydir. Çırağım ı ka­
çırıp büyük tehlikeye atm anın kibarlık olduğunu düşünm üyorum .
Şu anda neyin peşinde olduğundan söz etm iyoru m bile - Çırağımı
benim haberim olmadan her türlü garip v e tehlikeli fikre karşı sa­
vunm asız hale getiriyor.”
“Onun garip ya da tehlikeli fikirleri y ok ,” d iye itiraz etti Septi­
mus. “Ve onu sana anlatm adığım dan haberi yok .”
“ Peki am a bana neden anlatm adın?” diye sordu Marcia. “Ay­
larca zavallı anneni ziyaret ettiğini dü şü n m em e neden oldun. Seni
bu kadar sık görm ekten m em n u n olup olm adığını sorduğum da
şaşırmasına şaşm am ak gerek -b e n de biraz huysuz olduğunu san­
mıştım. Bu sabah Terry Tarsal’ın dükkânına gitm eseyd im hiç öğ re­
n em eyecektim . Ve bu arada Septimus, M arcellus’un nasıl bu kadar
gen ç göründügünü v e zavallı, yaşlı VVeasal’ın evin d e nasıl yaşadı­
ğını bilm ek istiyorum .”
“Orası daha ön ce M arcellus’un eviyd i,” dedi Septimus ilk so­
ruya aldırm ayarak. “Onun zamanında ben de orada yaşadım . Sa­
na söyledim. Ve geçen sene zavallı, yaşlı W easal dem iyordun. Kâh­
yasıyla birlikte sürgüne gön d erilm ediği için şanslı olduğunu söylü­
yordu n.”
“Ö yleydi.”

150
Arayış

Marcia’nın gen çlik sorusunu yin elem esin i en ge lle m e y e çalı­


şan Septimus hızla konuşm aya d eva m etti. “ Bu yü zd en VVeasal li­
m anda yaşam aya gidin ce Marcellus, Snake Slipvvay’in çam uruna
sakladığı bazı altın taşlarla evini satın aldı.”
“Gerçekten mi? Ö yle görü n ü yor ki Marcellus her şeyi hazırla­
mış, değil mi? A m a ön em li olan şu ki Septimus, neler yaptığını ö ğ ­
renm ek için çırağım ın peşinden b öyle koşturm am alıyım . Gerçek­
len bunu yapmamalıyım.”
“ Biliyorum. Ü zgü nüm ,” diye m ırıldandı Septimus. “ Ben... ben
sana sö yle m ek istedim. H ep istedim , am a şey, kızacağını biliyor­
dum. Bu yü zd en s ö yle m em ek daha kolay göründü .”
“Yalnızca seni korum ak istediğim için kızıyorum . Eger bana
karşı dürüst olm azsan seni nasıl koruyabilirim ?”
“ Marcellus zararlı değil?” dedi Septim us asık suratla.
“ Sen v e ben bu noktada ayrılıyoru z,” dedi Marcia.
“ Keşke onunla biraz konuşabilseydin. Biliyorum ki...”
“ Ve ben de sorum a cevap istiyorum .”
Septim us duraksadı. “ Hangi soruna?”
“ D ed iğim gibi Marcellus P y e’ın nasıl bu kadar gen ç görü n dü ­
ğünü m erak ediyoru m . A dam ın yaşı beş yüzün üstünde. Bana sa­
kın güneşten uzak durduğunu s ö yle m ey e kalkm a -h iç b ir güneş
yağı bunu yap am a z.”
“ Bu yap tığım pazarlığın bir kısm ıydı,” dedi Septim us sessizce.
“ Hangi pazarlık?” diye sordu Marcia şüpheyle.
“ K endi zamanıma d ö n m ek için yap tığım pazarlık. O na eb ed i
gençlik için gerek en iksiri yapacağım ı söyledim . G ezegenlerin bu­
luşması vardı ve...”
“ N e saçm alık!” diye söylendi Marcia. “ Bu saçm alığa inanm ı­
yorsun, değil m i Septim us?”

151
Angie Sage

“ Evet, inanıyorum ,” d edi Septim us sessizce. “ Bu yü zd en ken­


di zamanıma döndükten bir gün sonra iksiri yap tım .”
Marcia incinmişti. Septim us’un geri dön dü ğü n e ne kadar şa­
şırdığını v e sevindiğini, çok yorgun olduğunu düşünerek bütün
gün odasında uyum ası için rahat bıraktığını hatırladı. Oysa Septi­
mus bütün günü kendisini kaçıran o korkunç sim yacı için sessizce
iksir hazırlayarak geçirm işti. Bu inanılm azdı. “ N ed en bana söyle­
m ed in ?” d iye sordu.
“Çünkü sen bunun çok saçm a olduğunu söylerdin -a z ön ce
söylediğin gibi. Beni durdurm aya çalışabilirdin. V e ben d e M arcel­
lus’un hayatına bu kadar mutsuz bir şekilde d eva m etm esin e izin
ve rem ezd im . Çok korkunçtu. Ona yardım etm ek zoru n d ayd ım .”
“D em e k eb ed i gen çlik için iksir yaptın -h e p si bu, öyle m i?”
d edi Marcia şaşkın bir şekilde.
“O kadar zor değildi. G ezegen lerin konum u doğruydu...” Mar­
cia sinirlerine hâkim olm akta zorlanıyordu. “Ve ben de yalnızca
M arcellus’un Sim ya Sandıgı’nda bıraktığı talimatları yerin e getir­
dim . Sandıkta bıraktığı altın kutunun içine k oyd u m ve M arcel­
lus’un alabilm esi için Snake Slip w ay’den h en d eğe attım. Eskiden
hendekte g e c e yürüyüşlerine çıkm ayı severd i.”
“ H en dekte m i?”
“ Şey, aslında içinde. Dipte yürürdü. Acılarına v e ağrılarına iyi
geliyordu. O nu bir keresinde görm üştüm . Çok garip görünüyordu.”
“ H en değin altında... yürüyüş m ü yapıyordu?” M arcia o anda
hendekten yen i çıkarılm ış bir balık gibi görünüyordu. Yüzünden
aşağıya yağm u r suları süzülüyor, ağzı hava alm aya çalışıyorm uş
gibi açılıyordu.
Septim us d eva m etti. “ Böylece M arcellus kutuyu aldı. A ldığını
biliyorum , çünkü sandığa B üyü Ç u b u gu ’nu koydu. Sandığı aldım
am a bu lm am haftalar aldı. H en dekte çok fazla pislik var.”

152
Arayış

Marcia, Septim us’un aniden balık tutm akla ilgilen m eye başla­
dığı d ö n em i hatırlıyordu. Şim di her şey anlam lı g e lm e y e başlam ış­
tı - ş e y aslında her şey değil. “Büyü Çubuğu onda ne arıyordu?”
“Benden almıştı. A m a geri v e rece ğ in e söz verm işti. A m a zaten
aldığını ile bilm iyordu .”
“ /Ve?”
“ Biraz karmaşık. Şey, Marcia...”
“ Evet?” M arcia’nın rengi biraz solmuştu.
“Büyü Çubugu’nu geri alabilir m iyim artık? Lütfen. Onunla
oyn am ayacağım artık, söz veriyo ru m .”
M arcia’ nın cevabı Septim us’un b eklediği gibiydi. “ Hayır, ala­
m azsın.”
Büyücü v e çırak, Büyücü Y o lu ’nun geri kalanını sessizlik için­
de yürüdü, am a Büyücü Kulesi avlusunu geçerlerk en M arcia’nın
yeni yeşil taş kaplı piton derisi ayakkabıları ejderha artığına ben zer
bir şeyd e kaydı. Bu bardağı taşıran son dam la oldu. “ Septim us,” di­
y e parladı Marcia. “ O ejderha gidiyor. Bu avlunun kirlenm esin e bir
dakika daha izin v e rm e y e c e ğ im .”
“Am a...”
“Am ası m am ası yok. H er şey ayarlandı. Bay Pot sarayın yan ın­
daki büyük sahada ona bakacak.”
“ Billy Pot mu? Ama...”
“A m a y o k dedim . Bay Pot kertenkeleler konusunda çok d en e­
yim li v e em in im davranıp sorunu olan m u azzam büyüklükteki bir
kertenkeleden başka bir şey olm ayan ejderhana rahatlıkla bakabi­
lir. Y ağm u r yağıyor; daha da şid d etlen m ed en ejderhanı oraya g ö ­
türebilirsin h e m e n .”
“A m a Spit Fyre hâlâ uyuyor,” diye itiraz etti Septimus. “ Onu
uyandırırsak ne olacağını biliyorsun.”

153
Angie Sage

Marcia bunu bilm iyordu. Büyücü Kulesi’nin zem in kattaki


pencerelerini cilalamayı yeni bitirm işlerdi -a m a Marcia’nın um u­
runda değildi. “ Bahane yok, Septimus. Onu Bay P o ta götüreceksin.
Sonra ilk yansıtmana başlam ak için doğruca buraya geleceksin.
Aklına biraz bü_yü yerleştirm enin ve şu sim ya zım bırtısından he­
m en kurtulmanın zam anı geldi de geçiyor bile. Aslında şu andan
itibaren yapacağın tek şey büyü olacak, çünkü önüm üzdeki iki haf­
ta boyunca Büyücü Kulesi’nden dışarı ayak basm ayacaksın.”
“ İki hafta m ı?” diye itiraz etti Septimus.
“ Belki de dört,” dedi Marcia. “ Nasıl gittigine bakacağım . Bir sa­
at içinde geri dön m en i bekliyoru m .” Marcia O verstrand bunları
söyledikten sonra avluda yürüyüp gitti. M erm er m erdiven leri ko­
şarcasına çıktı; Büyücü Kulesi’nin güm üş kapıları savrularak açılıp
onu yuttu.

Spit Fyre ilk kez sorunsuz uyandı. Septim us’un tırm a n ıp ‘her
zam anki yerine, en sesindeki boşluğa oturm asına izin verdi. Son
zam anlarda Septim us üstüne tırm anırken çıkardığı hom urtular­
dan ve kuyruk savurm alardan hiçbirini yapm adı. Bugün Spit Fyre
n eredeyse uysal sayılırdı, yanlarından geçen C atchpole’un peleri­
nine yönelttiği yakıcı ateş hariç. Ortalığı iğrenç bir yan m ış yün ko­
kusu sardı.
Büyücüler Spit F yre’ı son kez bu kadar yakından havalanır­
ken göreceklerdir. Septim us’un, “Spit Fyre, havalan,” em ri üzerine
ejderha kanatlarını yavaşça v e güçlü bir şekilde çırptı, avluyu şid­
detli bir esinti kapladı. M ü kem m el bir havalanm aydı bu. Septimus,
Spit F yre’ı her kattan yavaşça geçirdi, kuleye cesaret edebildiği ka­
dar yaklaştı. Pen cereler açıldı, m avi kaftanlı büyücüler heyecan
içerisinde dışarı eğilirken kuleden alkış sesleri koptu. Ejderha yir-

154
Arayış

ıninci kata ulaştığında büyük bir pen cere açıldı v e Septim us o ka­
dar da takdir edici olm ayan bir tepki aldı.
“ Elli dakika!” d iye bağıran Marcia cam ı sertçe kapattı. Spit
i:yre şaşkınlık içerisinde kuleden uzaklaştı, am a Septim us onu g e ­
ri getirdi. T e p e ye varınca şans getirm esi için altın piram idin etra­
fında bir kez dönüp tekrar yola çıktılar. Fırtına geçm işti. Lim anın
üstündeki açık gökyü zü d iğer taraflara da yayılıyordu. Güneş bu­
lutların arasından çıkıyor, çok aşağılardaki çatılar yağm u rd a parlı­
yor, sokaktaki su birikintilerinden parıltılar yayılıyordu. Altı aylık
düzenli ejderha uçuşu ve ondan ön c e A lther M ella’yla uçuş eğitim ­
leri sonucunda Septim us’un u çm a konusunda kendin e güveni
lamdı. Uzunca bir süre boyunca son uçuşu olacağı için saraya gi­
den uzun yolu seçti.
Septimus, Spit Fyre’ı K u zey Kapısı’nın üstünden geçirip kale­
nin en sevdiği kısm ının, R am blings’in üstüne getirdi. Aşağıdaki in­
san sayısıyla bü yülenen Septimus, Spit F yre’ın kendi yolu nu seç­
m esine izin verdi. İnsanların fırtınadan sonra dışarı çıktıklarını, ça­
maşırlarını astıklarını, çatıdaki bahçeleriyle ilgilendiklerini ve y a
Çiftlikler’in h em en üstünde beliren gökkuşagını seyrettiklerini
gördü. İnsanlar çok yukarıda kanat çırpan ejderhanın sesi üzerine
durup el sallıyor y a da hayretle bakakalıyorlardı. Güneşte oyna­
m ak için sıkışık odalarından çıkarılan çocuklar R am blin gs’in açık
yürüyüş yolu boyu nca koşturuyordu. Septimus, çocukların h e ye­
canlı bir şekilde bağırdıklarını duyabiliyordu. “ Ejderha, ejderha!”
A m a M arcia’nın sesi kulaklarında çınlayan Septim us fazla zam anı­
nın kalm adığını biliyordu. Gönülsüzce Spit F yre’ın yönünü saraya
doğru çevirdi. Kısa süre sonra Billy Pot’un sebze bahçesine yaklaş­
mıştı.
Septim us iyi bir iniş yaptığını düşünüyordu, am a Billy Pot ay­
nı fikirde değildi.

155
Angie Sage

“ Dikkat et! M arullarımı e z m e !” diye bağırdı Billy, Spit Fyre ka­


natlarını kapatıp kuyruğunu gürültüyle m arul yatağına indirirken.
Septimus, Spit F yre’ın ensesinden kayarak y e re indi. “Sana
Spit F yre’ı getird im ,” dedi gereksiz yere.
“G örüyorum ,” d edi Billy.
Septimus, Spit F yre’ın ensesini, uçuş yüzü nden hâlâ soğuk
olan pürüzsüz pullarını okşarken Billy Pot bekliyordu. Bir iki daki­
ka sonra, “ Ee, bizi tanıştırm ayacak m ısın?” diye sordu.
“ Evet,” dedi Septimus, ejderhasından ayrılm aya isteksiz bir
şekilde.
“ Ejderhalar görgü kurallarına ön em verir. Düzgün bir şekilde
tanıştırılm ak isterler.”
“ Ö yle m i?” dedi Septim us şaşırarak. “ Eh o zam an, Spit Fyre
sana Billy Pot’u tanıştırabilir m iyim ? Ve Billy, bu da Spit Fyre. En iyi
ejderha. Ö yle değil m i Spit Fyre?” Septim us ejderhanın kadife bur­
nunu yum uşak bir şekilde okşadı.
Spit Fyre başını eğip bir dum an halkası çıkardı, yakında bulu­
nan havuçların tepesi kavruldu. Billy, ejderhaya yaklaştı. Spit Fyre’
ın kırm ızı kenarlı ejderha gözlerin e bakıp, “ Sizi tanım ak ben im için
bir şereftir Bay Spit Fyre,” dedi.
Spit Fyre başını yan a eğip Billy P o t’un ne söylediğini düşün­
dü. Sonra başını bir kez daha eğip burnunu Billy’nin kaba, tüvit ce­
ketine sürttü. Billy aldığı bu darbeyle sen deleyip arkadaki m ayda­
noz yatağına düştü. A m a h em en ayağa fırlayıp çam urlu ellerini
g ö m leg in e sildi, Spit Fyre’ın burnunu okşadı. “ İşte,” dedi. “Arkadaş
o lab ileceğim izi göreb iliyo ru m .”

156
18
Pa ra m pa rça

I enna, saraya geri dönüyordu. Marcia


/ Septim us’u Büyücü Y o lu ’nda yakalayan
şiddetli rüzgâr onu da pusuya düşürmüştü
Şiddetli rüzgâr gözlerin i yakıyor, rüzgâr
ona çe lm e takm aya çalışırmış gibi
pelerinini ayak bileklerin e dolaştırı­
yordu. Jenna başını ön e eğip koş­
m aya başladı. Bir eliyle Ullr’u ve
p elerin in i, d iğ e riy le N ic k o ’ nun
notlarını ve Snorri’nin değerli hari­
tasını tutuyordu. Saray kapılarını
geçip sarayın yan tarafındaki daha
güvenli olduğunu düşündüğü ara
sokağa girdi. Sokakta hızla yürürken
köşeden karanlık, ince uzun bir figür çı­
kıp üzerine doğru geldi.

157
Angie Sage

M errin’le çarpışan Jenna geriye doğru savruldu; duvara öyle


çarptı ki nefesi kesildi, Ullr kucağından fırladı. M errin yere yağıldı,
am a bir örü m cek gibi h em en ayağa kalktı. Ö fk eyle Jenna’ya bakıp
geç kalm am ak için koşarak oradan ayrıldı.
Sersem e dön en Jenna, pelerinine dolaşan Ullr’un kendini kur­
tarm asına izin verdi. Ayağa kalkıp ensesini ovuşturdu. Büyük bir
yum ru oluşm aya başlamıştı bile. Bir an için kendini toparlam aya
çalışıp ayağının dibindeki su birikintisine yüzen kahverengi k on fe­
tinin ne olduğunu anlam aya çalıştı. Ve aniden kafasına dank etti.
Birden m idesinin bulandığını hissederek çöm eldi, gözlerin e
inanam ayarak suya baktı. N ick o’nun bütün notları - v e daha kötü­
sü Snorri’nin haritası- çarpışm ada dağılm ış v e yü zlerce parçaya
ayrılmıştı. N ick o’yu bulm ak için son şansları da kaybolm uştu.

Beetle sarayın ön ü n de yavaşça dolaşıyordu. Yünlü ceketin­


den v e çizm elerin den içeri giren yağm u rd an habersizdi. Septimus
v e Jenna’yla geçirdiği garip bir saatin heyecanı yağm u rd a kaybol­
muş, Elyazm aları O dası’nda kendisini bek leyen ler konusunda en ­
d işelen m eye başlamıştı. M arcia’nın Jillie Djinn’i ziyaret edip Beet-
le ’ın sim yacının yan ında olduğunu söyleyip söylem ediğin i m erak
ediyordu. Ayrıca kızağını nasıl geri götüreceğin i d e düşünüyordu.
Onun kızağı Büyücü Kulesi’nin kızağının aksine dü dü ğe tepki v e r­
m iyordu. Aslında düdüğü bile yoktu. Daha da kötüsü kızağın ken­
di kendin e harekete g e ç m e eğilim i vardı v e Beetle onu bağlayıp
bağlam adığını hatırlam ıyordu. Jenna’yı gördü gün e o kadar çok se­
vinm işti ki yapm ası gereken işi tam am en unutmuştu. Bunu nasıl
açıklayacaktı. Beetle ken din e çok kızıp bir daha Jenna’nın işini et­
kilem esin e asla, am a asla izin ve rm e y ec e ğ in e dair yem in ler edi­
yordu. D erken bir sokakta çö m elm iş su birikintisine bakan Jenna
ilişti gözüne.

158
Arayış

“ Prenses Jenna?” B eetle’ın endişeli sesi Jenna’nın üzüntüsünü


böldü. “ İyi m isiniz?”
Jenna başını iki yan a salladı. Başını kaldırıp bakm adı.
Beetle yapm am ası gerek en bir şey yapıyorm u ş gibi hissede­
rek, bunu yalnızca Jenna’yı çok iyi tanıyan birinin yapabileceğini
düşünerek yanına çöm eldi. “Y ard ım edebilir m iyim ?”
Jenna, ona baktı. Beetle onun yüzünden akanların yağm ur
damlaları m ı yoksa gözyaşı m ı olduğundan em in değildi. İkisi de ola­
bilirdi. Jenna suda yüzen kâğıtları göstererek öfkeyle, “ M ahvettim ,”
dedi. “ Hepsi benim hatam. Onları bir daha asla bulam ayacağız.”
Beetle kâğıtların ne olduğunu anlayınca içini korkunç bir his
kapladı. “ Oh hayır,” diye m ırıldandı. “Yoksa...”
Jenna perişan bir şekilde başını salladı.
Beetle dikkatle ıslak kâğıt parçalarını alıp avucuna yerleştirdi.
“ Belki...” dedi yavaşça, dü şü n m eye çalışarak.
“N e?”
“Belki hepsini toplarsak bir şey yapabiliriz.”
“Gerçekten m i?” Sesinde bir um ut hissi belirmişti.
“Ben... ben fazla bir um ut vaat etm ek istem iyoru m , am a El-
yazm aları Odası bu tür işlerde iyidir. D en em ey e d eğer.” Beetle ce­
binden küçük bir paket çıkarıp katlarını açtı. İçinden büyük ipek
bir parça çıktı. Baş v e işaretparm agını yalayıp ipeğin kenarlarını
ovuşturdu, ipekler birbirinden ayrılıp birçok bölüm leri olan bir ke­
se görünüm ü aldı. “ N e zam an bir şey bulacağın belli olm adığı için
bu keselerden yan ım d a taşırım m utlaka,” dedi.
“Vay canına,” d edi Jenna. Kendisi yan ında işe yarar hiçbir şey
taşımazdı.
Y ağm u r hâlâ yağm a ya d eva m ederken - v e turuncu kedinin
m iyavlam aları e ş liğ in d e - Beetle v e Jenna sonraki on dakikayı beş

159
Angie Sage

yü z yıllık kâğıdın narin parçalarını toplayıp B eetle’ın kesesine ko­


yarak geçirdiler. Beetle keseyi özenli toparlayıp, “ Pelerininin altın­
da taşımak ister m isiniz Prenses Jenna? B öylece kuru kalır.”
“ Bana yalnızca Jenna de, Beetle. Lütfen.” Jenna gülü m seyip
ipeği pelerininin altına soktu.
“Şey. Bunu alayım mı?...” Beetle birikintinin yan ında sadık bir
şekilde bekleyip titreyen Ullr’u işaret etti.
“Oh, evet, lütfen,” dedi Jenna.
Beetle ıslak hayvanı alıp ceketinin içine soktu. Sonra Jenna’yla
birlikte Elyazmaları O dası’na yöneldi. Büyücü Y o lu ’nda ilerlerken
Beetle, Elyazm aları O dası’nın Nicko ve Snorri’nin kâğıtlarını yen i­
den bir araya getirem eyeceği korkusu olm asa son derece m utlu
olacağını düşündü.
A m a Elyazm aları O dası’nm kapısını ittiği anda her şey değiş­
ti. Jillie Djinn v e Merrin M eredith’le yü z yü ze geldi. Kapının p/ngve
sayacın klik sesiyle ikisi dönüp kapıya baktı.
“ N erelerdesin sen?”d iye sordu Bayan Djinn.
“ Ben... ben kapak incelem esi yapıyordu m . Marcia -y a n i Ba­
yan O verstrand bana dedi ki...”
“ Sen Bayan O verstrand için çalışm ıyorsun, Bay Beetle. Benim
için çalışıyorsun, seni alm ak için bir yazıcı çıkarm ak zorunda kal­
dım . Bu da günün işleri için yirm i dokuz yazıcının kalması anlam ı­
na geliyor. N eyse ki açık kadro için bir aday geld i.”
B eetle yutkundu.
M errin sırıtıyordu.
Jillie Djinn deva m etti. “Ve bu arada Beetle, lütfen söyler m i­
sin, ilanım ı buruşturup çö p e atm ak da ne d e m e k oluyor? Haddini
aşıyorsun. Eger bu şekilde devam edersen senin yerin e bu genç
adam ı alabilirim .”

160
Arayış

B eetle’ın rengi soldu.


“ Affedersiniz, Bayan Djinn,” dedi Jenna, kitapların yanındaki
gölgelerin arasından çıkarak.
Jillie Djinn şaşırmıştı. B eetle’a o kadar kızm ıştı ki Jenna’yı fark
etm em işti. Aslında Jillie gen ellikle bir kargaşa anında ikiden fazla
insanla uğraşırdı. Başyazıcı ona hafifçe selam verdi. “ Size nasıl y a r­
dım ed eb ilirim Prenses Jenna?”
Jenna prenseslere has kibirli bir ses tonuyla konuşuyordu,
çünkü istediğini bu şekilde eld e ettiğini fark etmişti. “ Bay Beetle,
sarayla ilgili çok ön em li bir konuda yardım cı oluyor. Onun uzm an
bilgisinden yararlanm am ıza izin verd iğin iz için size özel olarak te­
şekkür etm eye geldik. Onu ço k uzun süre alıkoyduksak özür dile­
riz. Bu tam am en bizim hatam ız.”
Jillie Djinn şaşkın görünüyordu. “Sarayın bu sabah bir işi oldu­
ğunun farkında değildim . Ajandada yazılı d eğil.”
“ Çok gizli bir iş,” dedi Jenna. “ Bunun farkında olduğunuza
em in iz.”
Jillie Djinn hiçbir şeyin farkında değildi, am a bunun yen i işe
alacağı kişinin ön ü n d e görü n m esini istem iyordu. “ O h,” dedi. “ Şey,
evet. Çok gizli. Elbette. Yardım cı olabild iğim ize sevindim , Prenses
jen na. Şim di, lütfen izin verirseniz, m ülakata zaten kırk beş dakika
geciktik.” Bayan Djinn, M errin’i Elyazmaları O dası’nın loş derinlik­
lerine götürürken Prenses Jenna’ya bir kez daha selam verdi.
Beetle, Ullr’u çıkarıp yavaşça m asaya koydu. “Ü ff,” dedi. “Size
nasıl teşekkür ed ec eğ im i bilm iyoru m , Pren... Jenna. G erçekten.”
“ Evet biliyorsun.” Jenna gülüm sedi. İpek keseyi ona uzattı.
“ Evet,” dedi Beetle keseye bakarak. “Galiba biliyoru m .”

161 F: 11
+ 19 4
BAY EPHANIAH GREBE

oxy?” dedi Beetle boğuk


bir fısıltıyla.
Odada bulunan on dokuz ya­
zıcı ya p tığı işten
başını kaldırıp
baktı v e Foxy,
“ Evet?” dedi.
“Benim için
bir dakika ofise
gözkulak olur m u­
sun? Bakm am ge­
reken bir şey var.”
Foxy pek em in
değildi. “Y a o ne ola­
cak?” d iye fısıldadı.
Başparm ağıyla Bayan
Arayış

Djinn’in M errin’le m ülakat yaptığı Elyazm aları O dası’nın kapalı ka­


pısını işaret ediyordu.
“Y irm i iki buçuk dakika boyu nca dışarı çıkm ayacak,” dedi Be­
etle. Bazen Bayan Djinn’in zam an konusunda takıntılı olm asının
avantajları olduğunu düşünüyordu.
“ Emin misin?”
Beetle “e v e t” anlam ında başını salladı.
Jillie Djinn’in ön ü m ü zd eki üç buçuk yıllık tahm ini balık fiyat­
ları hesaplamalarını kopya etm ek ten kurtulduğuna m em n u n olan
Foxy yüksek taburesinden inip ön taraftaki ofise yöneldi. İslak ve
üstü başı perişan Jenna’yı görün ce kaşlarını kaldırdı, am a bir şey
söylem edi.
Beetle, F oxy’y e başparm aklarıyla tam am işareti yap ıp Jen-
na’ya döndü. “ Hâlâ fırsatım varken bunları aşağıya götürsem iyi
olur.”
“ Ben de gelebilir m iyim ?” d iye sordu Jenna, B eetle’ı şaşırta­
rak.
“ Ne... b en im le m i?”
“ Evet. Haritaya ne olacağını g ö rm e k istiyorum .” Jenna, Nic-
ko’yu geri getirm e um udunu bir an bile kayb etm ek istem iyordu.
“ Şey, evet. Tabii. Şu taraftan.” F oxy’nin bakışlarının üzerinde
olduğunu fark ed en Beetle, Jenna’nın geçm esi için Elyazmaları
Odası’nın kapısını açtı. Bir anda on sekiz kalem yazm ayı bıraktı v e
on sekiz çift göz, masaların yanından geçip bodru m a giden m erd i­
venlere kadar Beetle v e prensesi takip etti.
Bodrum aslında m ah zen ler topluluğundan oluşuyordu. El-
yazm aları Odası yü zlerce yıl boyunca gen ellikle onlar farkında ol­
m adan kom şularının m ah zen leriyle birleşm işti v e şim di uzun bir
yeraltı odaları ağına sahipti. Beetle bu odaların birinde Korum a,
M uhafaza ve Saklam a Yazıcısı Bay Ephaniah G reb e’i bulm ayı um u­
yordu.

163
Angie Sage

Ephaniah Grebe yalnızca bodrum da çalışmakla kalmıyor, orada


yaşıyordu. Mevcut yazıcıların hiçbiri Ephaniah’ı üst katta gördügünü
hatırlamıyordu, ama söylentilere göre herkes eve gidince geceleri or­
taya çıkıyordu. Jillie Djinn bile onu yalnızca bir kere, büyücü başyazı-
cısı olduğu gün görmüştü - am a Beetle onu çok iyi tanıyordu.
Korunması, m u h afaza v e saklanması gerek en her şey her
akşam bodrum m erdiven lerin in başındaki sepete bırakılırdı. Sa­
bah bunlar yok olur, yerin e geçen hafta boyu nca korunmuş, mu­
h a fa z a edilmiş v e saklanmış şeyler gelirdi. Beetle değerli kâğıt
parçalarını gelişigüzel sepette bırakm ayı hiç düşünm ezdi, bu yü z­
den Foxy endişeli bir tavırla Jillie Djinn’i gözetlerken Beetle ve Jen­
na, Ephaniah G rebe’i aram aya koyuldu. Foxy bu arada müşteri
tehlikesinden korunm ak için kapıyı kilitlemişti.
M erdivenlerin sonunda uzanan uzun, karanlık koridor yeşil
çuha v e büyük pirinç çivilerle kaplı bir kapı vardı. Beetle itince kapı
gıcırdayarak açıldı. Bodrum un görünüşü Jenna’nın beklediği gibi
değildi; içerisi aydınlık, tem iz ve ferahtı. Duvarlar beyaza boyan­
mış, parke taşlar fırçalanmıştı. Tonozlu tavandan sarkan lam balar
parlak bir ışıkla yanıyor, sürekli bir tıslama yayıyordu. Beetle ve
Jenna’nın duyabildiği tek ses buydu.
Beetle m ah zenin ilk halini çok iyi hatırlıyordu. Ephaniah za­
m an ölçerini yapm asına burada yard ım etmişti. Koruma Yazıcısı
buraya m ekanik oda diyordu. M inik v e pek o kadar da m inik olm a­
yan otom atik robotlarla doluydu. Bir tanesi -d ö n e n bir m artının
takip ettiği bir teknedeki kü rek çi- Jenna yanından hızla geçerken
birden harekete geçti. Jenna çığlık atm am ak için kendini zor tuttu.
Ephaniah Grebe ortalıkta görünm üyordu.
Bir sonraki m ahzen, her biri gü zelce etiketlenm iş renkli şişe­
lerin sıralandığı raflarla doluydu. Cam kubbenin altındaki m asada
birkaç gün ön ce sıkıntılı bir kadının getirdiği Beni Unutma Büyü’
sü duruyordu. Bu m ah zen d e çok boştu.

164
Arayış

Beetle oraya davetsiz giriyorlarm ış gibi hissederek Jenna’yla


birlikte yan odaya geçti. Yürürlerken tuğla zem in d e tenekem si bir
ses çıkarıyorlardı v e Beetle sürm ekte olan işlere şaşkınlık içinde
bakıyordu. M ahzenin birinde m in ik bir kitap sayfa sayfa açılmış,
her biri uzun, ince bir iğn eyle kalın bir kâğıt parçasına tutturul­
muştu. Bir tarafında cım b ız v e yen i toplanm ış kâğıt biti larvaları
kavanozu duruyordu. Bir başka m ah zen d e ise saldırm ak ü zerey­
miş gibi duran küçük bir yılan vardı. Beetle onu görü n ce korku
içinde bir adım g eriy e sıçradı, am a sonra bunun doldurulm uş yı­
lan olduğunu fark ed ip utandı. İçinde dişlerin bulunduğu bir kutu,
yılanın dişlerinin değiştirildiğini gösteriyordu.
A m a Ephaniah Grebe hâlâ ortalarda görün m ü yordu . Zam a­
nın geçtiğin d en en dişelenen Beetle hızlandı. Hızla m ahzenlerin
önünden geçerken, masaların hepsinin ü zerin de d eva m ed en pro­
jeler g öze çarpıyordu. Sonunda en son v e en büyük m ah zen e açı­
lan geniş bir k e m ere vardılar.
Jenna’nın pelerininin altındaki Ullr pençelerini çıkardı.
Başta parlak b eyaz odanın ortasındaki yuvarlak m asa v e tepe­
deki tıslayan ışık haricinde bu m ah zen d e boş görünüyordu. A m a
k em erde dikilirlerken h a fif bir hareket dikkatlerini çekti. Uzak kö­
şede biri yüksek bir tabureye oturmuş, g örem ed ik leri bir şey üze­
rinde çalışıyordu. Figürün üstündeki beyaz pelerin arkasındaki b e ­
yaz sıvalı duvarla bütünleşmişti.
“ Ö h ö -ö h ö ,” d iy e hafifçe öksürdü Beetle. Karşılık alam adı. “A f­
federsiniz,” dedi. Figür n eyle m eşgu lse onu yap m aya d eva m etti.
Bayan Djinn’in görüşm esinin yakında b iteceğin d en gittikçe daha
fazla en d işelen m eye başlayan Beetle onun yan ına koşup om zu n a
dokundu. Figür şaşkınlıkla yerin d en fırlayıp onlara döndü.
“ Ephaniah, seni rahatsız ettiğim için özü r d ilerim ,” dedi Beet­
le. “ A m a ben...”

165
Angie Sage

“ Aahh h!” diye bağırdı Jenna. Çığlığını bastırm ak için çok geç
kalmıştı, am a eli dehşet içinde ağzına gitti. A dam ın yüzünün yarı­
sı fareydi. Sıçan burnu, sıçan bıyıkları ve iki uzun, sarı kem irgen di­
şi vardı. Sıçanın ağzı hayretle açılmış, p em b e sivri dişi ortaya çık­
mıştı. Sıçan yüzlü adam yüzünün alt tarafını gevşeyip boynuna
düşm üş olan uzun, beyaz ipek bir kum aşla örttü. Örtüsünü düzel­
tip ipek kumaş sivri burnunu örtene kadar sarm aya d eva m etti.
“ Oh,” diye yutkundu Beetle. Jenna’yı bu konuda uyarm ası g e ­
rektiğini yen i fark etmişti.
Ephaniah Grebe başını sallayıp cıyaklarcasına bir şey söyledi.
Sonra şişe dibi kadar kalın gözlügünü başının üstüne kaldırdı. Jen­
na gözlüklerin altında bir çift parlak, kesinlikle insana ait yeşil g ö z­
ler görüp rahatladı. Beetle bir kez daha özür d ile m e y e çalıştı, am a
Ephaniah G rebe elini kaldırıp onu durdurdu, taburesinden inip
Jenna’yı selam ladı. Sonra cebin d en uzun, güm üş bir kutu çıkardı.
Kutunun içinde yü zlerce küçük beyaz kart vardı. Ephaniah
hepsini hızla tarayıp bir kart aldı, m asaya koydu. Jenna v e B eetle’a
ön e gelm elerin i işaret etti. Ü zerin de bol kullanıldığını gösteren
parm ak izleri bulunan kartta: K O R KM AYIN . BEN İNSANIM yazıyor­
du.
“Oh. Ne... oldu peki?” diye sordu Jenna.
Aynı şekilde fazla kullanılmış başka bir kart diğerinin yerini
aldı: K A LIC I SIÇAN BÜYÜSÜ. 14 YAŞ IN D A VAHŞİ KİTAP DEPO-
SU’N D A K A R A N L IK B Ü Y Ü GÜNLÜĞÜ VE K A R A N L IK SIÇAN BUL­
M A C A S I TAR AFIND AN PUSUYA DÜŞÜRÜLDÜM.
Beetle yutkundu. Ephaniah’a ne olduğunu hiç sorm am ıştı,
am a buna şaşırmamıştı. H er zam an iki k aran lık kitabın bir araya
gelip kendisine saldırsa ne olacağını m erak ederdi.
Başka bir kart çıktı: CADI A N A M O R W E N N A BENİ KURTARDI.
A R TIK YALN IZC A KISMEN SIÇANIM. İnsan tarafındaki elini uzattı.

166
Arayış

Jenna garip bir şekilde uzun v e ince tırnakların biraz sıçan p en çe­
lerine ben zediğin i düşündü.
Beetle, Jenna’yı tanıştırm adığını fark etti. “ Ephaniah, bu Pren­
ses Jenna,” dedi.
Ephaniah G rebe başıyla selam verip kartları deli gibi karıştır­
dıktan sonra hiç kullanılm am ış, tem iz bir kartı m asaya koydu:
HOŞ GELDİNİZ MAJESTELERİ.
A rdından y in e kullanılm ış bir kart geldi: SİZİN İÇİN NE Y A P A ­
BİLİRİM?
B eetle yanıt olarak ipek keseyi m asaya koyu p açtı. İpeğin kat­
ları arasında duran ıslak kâğıt lapasına inleyerek, dehşet içinde
baktı. Jenna’y ı rahatlatmakla o kadar m eşguldü ki yalnızca çarpış­
ma değil, suyun da n eden olduğu m u azzam hasarı pek iyi anlaya­
mamıştı. M ürekkep akmış, kurşunkalem izlerinin çoğu silinmiş ve
narin parçaların çoğu birbirine yapışm ıştı. B eetle’a eskiden kreşte
oynadığı ham ur karışım ını hatırlatıyordu.
Ephaniah G rebe uzun bir aaah sesi çıkardı. Beetle bu sesin sı­
çandan çok endişeli bir koyunun sesine b en zed iğin i düşündü. K o­
ruma Yazıcısı gözlügünü tekrar uzun burnunun üstüne koyup
önündeki felakete baktı. Az sonra m asaya başka bir kâğıt kondu:
BU NE?
Beetle elin den geld igin ce bunun ne anlam a geld igin i v e kâğıt­
ların nasıl bu kadar yıpranm ış olduğunu da açıkladı. Beetle açıklar­
ken Jenna kendini daha da huzursuz h issetm eye başladı. Sonunda
dayanam adı. “ Lütfen, Bay Grebe. Lütfen bunları bir araya getirebi­
leceğinizi söyleyin. Lütfen.”
Masaya başka bir kart kondu: ZOR.
Sonra Jenna’nın yüzünün düştüğünü görü n ce ekledi: İM K Â N ­
SIZ DEĞİL.
“ Bu kâğıtlar kardeşim i gö reb ilm e m in tek yolu ,” dedi Jenna.

167
Angie Sage

Ephaniah G reb e’in kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı v e başını


Jenna’ya Stanley’i hatırlatır şekilde yana eğdi. Ephaniah kâğıt kale­
m e uzanıp şöyle yazdı: Elimden geleni yapacağım. Söz veriyorum.
“Teşekkür ed erim , Bay Grebe,” dedi Jenna. “ Teşekkür ed e­
rim/”
Ephaniah G rebe’i cım bızla kâğıtları açm aya çalışırken yalnız
bıraktılar. M ahzenden çıkarlarken Jenna değerli kâğıtlara son bir
kez dönüp baktı - ve n ered eyse bir kez daha çığlık atıyordu. Bay
G reb e’in geniş, beyaz pelerininin altından uzun, devasa p e m b e sı­
çan kuyruğu sarkıyordu.
Beetle m ah zenleri hızla g e ç m e y e başladı. “ Bayan Djinn her an
çıkabilir.” Jenna başını salladı. Birlikte m erd iven lerd en hızla yuka­
rı çıktılar - gü lü m seyen Bayan Djinn’in v e arkasından sırıtarak g e­
len Merrin M eredith’in m ülakat odasından çıktığını g ö rm ek için
tam zam anında içeri girdiler.
B eetle’ın Elyazm aları O dası’nın arka tarafından çıktığını g ö ­
ren Başbüyücü Yazıcısının gülü m sem esi dudaklarında dondu.
“ G örev yerin d en uzakta ne arıyorsun sen yin e?” d iye sordu. Sonra
Jenna’yı fark ed in ce sinirlenerek, “Tünaydın Prenses Jenna,” dedi.
“ Sizi bir gün de iki kez g ö rm e k bizim için onurdur. Size yardım cı
olabilir m iyim ?”
“ Hayır, teşekkürler, Bayan Djinn,” diye cevap verdi Jenna,
prenses sesiyle. “ İn celem e Kâtibi Beetle çok yard ım cı oldu. Onu
g ö rev yerin d en uzaklaştırdığım ız için özür dilerim . Tabii ki Beetle
oranın boş bırakılm am asını sağladı. Ö n em li işlerim olduğu için
şim di gid iyoru m .”
“Ah,” dedi Jillie Djinn bir kez daha kandırıldığı hissine kapıl­
mıştı, am a nedenini bilem iyordu. Selam verip en yakın yazıcının
taburesinin üzerinden atlayıp Marcia O verstrand tavrıyla dışarı çı­
kan Jenna’y a kapıyı açm asını seyretti.

168
—k 20
YENİDEN BİRLEŞME

akşam limandan yeni bir fırtına geldi. N ehir yukarı uluyup

O çatıları uçurdu, herkesi huzursuz v e tepkili yaptı.


Septimus, Marcia O verstrand’ın kartal bakışları altında Büyü­
cü Kulesi’ne hapsoldu. Bir çırağın çalışm alarında ön em li bir m i­
henk taşı olan ilk yansıtm ası için karm aşık hazırlıklara başlıyor­
du. İlk yansıtm a gelen ek sel olarak Çırağın e v d e kullanılan küçük
bir nesne seçm esi v e bu nesnenin gerçekçi bir görüntüsünü kule­
nin başka bir y erin e gerçekm iş görüntüsü v e rece k şekilde yansıt­
masını içeriyordu. Bütün projeksiyonlar orijinalin ayna görüntü­
leriydi, fakat çırak ü zerinde yazı olan bir şeyler seçm ed iği takdirde
bu gen ellikle fark etm iyordu . Bazen görünüşte zararsız bir “ süpür­

169
Angie Sage

g e ” bir köşede belirir, küçük bir “süs” eşyası ulaşılam ayacak kadar
yüksekteki bir pencere pervazına konur veya dolaba yeni bir “ pe­
lerin” asılırdı. İlkyansıtma sırasında kuleyi büyük bir heyecan ha­
vası sarar, tam am en farklı bir şey yapıyorm u ş gibi görünen büyü­
cüler her türlü şüpheli nesneyi kurcalar, hangisinin çırağın y ansıt­
ması olduğunu bulm aya çalışırlardı.
Septim us yansıtm a odasına kapatıldıktan sonra Marcia, bah­
çeden Spit Fyre’ın izlerini kaldırtm aya başladı - daha doğrusu
C atchpole’a kaldırttı. Ancak o akşam Catchpole kendini Eski Bü­
y ü le r D olabı’na kilitlem iş oradan çıkm ıyordu. Sabırsızlanan Mar­
cia, sarayın kapısında nöbet tutan Sıradan Büyücü H ildegarde’a
h em en Büyücü Kulesi’ne gelm esi için m esaj gönderdi.
Büyücü Yolu boyunca koşan H ildegarde saçı başı dağınık ve
nefes nefese bir halde geldi. Sonunda Büyücü Kulesi’nden uzun
süredir beklediği çağrıyı almıştı. A m a o Sıradan Büyücü olarak bir
görev verilm esini beklerken, elin e büyük bir süpürge v e kova v e ­
rildi. Her zam anki gibi kararlı olan Hildegarde, kendi kendine Bü­
yücü Kulesi’ndeki her işin kendisini hayaline bir adım daha yak­
laştırdığını söyleyip kollarını sıvayarak işe girişti. Ertesi sabah Hil­
degarde, bir çift su geçirm ez çizm e alm ak için Terry Tarsal’ın ilk
müşterisiydi.
Kartal bakışlı H ildegarde saraydan gittikten sonra Merrin küs­
tahlaşm aya başladı. Artık koridorlarda gizlice değil gögsünü kabar­
tarak geziyordu. İki kez köşeyi dönerken bek len m ed ik bir şekilde
karşısına çıkan Jenna’yla n eredeyse yü z yü ze geliyordu. İkinci se­
ferinde onun yanından geçip kendisini fark ed ip etm eyeceğin i
gö rm ek istedi, am a son dakikada bunun iyi bir fikir olm adığına ka­
rar verip perden in arkasına saklandı.

170
Arayış

A m a Jenna, yanından geçse bile M errin’i fark etm ezdi. Kafası


Nicko v e haritayla o kadar m eşguldü ki. Elyazmaları O dası’ndan
uzak duram ayarak gün de en az iki kez B eetle’ı g ö rm ey e gidiyordu.
Beetle bu konuda karışık şeyler hissediyordu. Jenna’yı g ö rm ek ho­
şuna gidiyordu, am a kapı ne zam an ping yapsa Ephaniah’tan bir
haber olm adığını sö ylem ek için kendini zorluyordu. Üçüncü gün
Jenna geld igin d e B eetle’ın haberleri vardı - am a iyi değildi.
Ö ğled en sonra g eç bir vakitti v e karanlık bulutlar havayı daha
da geç olm uş gibi gösteriyordu. Beetle henüz bir m u m yakıp m a­
saya koym uştu. Günün son turunu -k ilitle m e turunu- yap m aya
hazırlanıyordu ki ping sesiyle birlikte kapı açıldı v e je n n a savrula­
rak içeri girdi. Kapıyı kapatıp rüzgârdan dağılm ış saçlarını gözleri­
nin üstünden çekti, altın lülelerini kafasına bastırıp endişeyle, “ Bir
haber var m ı?” d iye sordu.
Beetle bu anın gelm esin den korkuyordu. “ Şey, evet... ama,
korkarım haberler iyi değil. Bu sabah m asam da bu notu bu ldu m .”
Jenna’ya büyük, beyaz kâğıdı uzattı. Üzerinde, Konu: Eski
Kâğıt Parçalan. Önemli b ir parça kayıp. Bilgilerinize yazı­
yordu.
“ Sanırım bu şaşırtıcı d eğil,” dedi Beetle içini çekerek.
“ A m a her yeri aradık,” d iye itiraz etti jen n a. “ Geri dö n d ü ğü m ­
de tekrar baktım. Emin olm ak için ertesi gün bir daha. Eksik ola­
maz...” Sesi alçalıp kesildi. Bu konuyu düşünürken kayıp bir kâğıt
olm am asının m u cize olacağını fark etti.
“S ep’e ne yapacağım ı sorm aya gittim , am a onu g ö rm e m e izin
verm ed iler,” dedi Beetle. “ Mesaj bile almadılar. Rahatsız e d ilm e­
m esi gerekiyorm uş. Marcia onu oraya hapsetm iş gibi. Em inim o
kayıp parçayı bulabilirdi. Bunun için bir büyü filan olm alı.”

171
Angie Sage

“ Ephaniah’a sorabiliriz,” dedi Jenna. “ Bir büyü biliyor olabilir.


Belki Sıradan Büyücü’nün o büyüyü yapm asını sağlayabiliriz.”
Bu B eetle’a göre düşük bir olasılıktı, am a başka bir şey aklına
gelm iyordu . “Tam am .”
Elyazmaları Odası boştu. Rüzgâr daha da şid detlen m eden bü­
tün yazıcıların eve gitm esin e izin verilmişti. Jillie Djinn bile üst kat­
taki odasına çekilmişti. Rüzgâr, ofisi ikiye ayıran b ö lm eyi sarsar­
ken Jenna ve Beetle, üzerlerinde iskelet nöbetçiler gibi yükselerek
Jenna’yı ürküten m asaların arasından sürünerek geçtiler. Bodrum
m erdivenlerin in başındaki sepette yenilenmesi gerek en bir çift
büyü ve yen id en ciltlenm esi gerek en eski bir kitap vardı. Beetle
bunları alıp aşağıya götürdü.
Beetle v e Jenna yeşil çuha kapıyı itip m ah zen e girdiler. Elyaz-
m aları O dası’nın tersine burası iyi aydınlatılm ıştı. M ahzenler yine
boştu, am a bu kez hepsini hızla geçip doğruca sondaki m ah zene
gittiler. Ephaniah G rebe’i bir büyüteçle m asanın üstüne eğilm iş ça­
lışırken buldular. Masada tam am lanm ası im kânsız kocam an bir
yap b oz gibi duran yü zlerce m inik parça vardı.
“ Sepetini getirdim ,” dedi Beetle yere koyarak.
Ephaniah irkilerek onları selam lam ak için döndü. Beetle ve
Jenna kendilerini sıçan görüntüsüne hazırlamışlardı, am a bu kez
Ephaniah atkısına iyice sarınmıştı ve bir tek gözlüklerinin ardın­
dan devasa görün en yeşil gözleri açıktaydı. Koruma Yazıcısı al­
çak bir cıyaklam a sesi çıkarıp onları çağırdı. Bir parça kâğıt uzattı.
Üzerinde. Biri hariç bütün kâğıtları birleştirm eyi başardım.
Ephaniah arkasındaki rafa gü zelce istiflenm iş kâğıtları işaret
etti.
“Vay canına, şunlara bak,” dedi Beetle, Jenna’yı neşelendir­
m ek için. “ Hepsi birleşmiş. Yalnızca bir tane kayıp - bu çok kötü

172
Arayış

(iegil, öyle değil mi? Em inim kayıp parça o tekne resim lerin den bi­
ridir, onlardan bir sürü vardı. Kayıp parçanın ön em li değil d e yal­
nızca bir karalam a olm ası olasılığı büyük.”
Jenna, N ick o’nun yazdıklarının hepsinin kendisi için ön em li
olduğunu sö ylem ek ü zereyken Ephaniah önlerine başka bir kâğıt
koydu: Bütün kâğıtları güçlendirdim, ama gelecekte daha
Iv l korumak için ciltlemek istiyorum, izniniz var mı?
Jenna başını e v e t anlam ında salladı.
Ephaniah’ın gözleri parladı - bu onun sevdiği bir işti. Masanın
çekm ecesin den iki kart parçası çıkardı. Kartlar Jillie Djinn’in yeni,
kırm ızım sı m or Elyazm aları Odası kum aşıyla kaplıydı. D elm e ale­
tini çıkarıp her kartta beş delik açtı, birleştirdiği kâğıtları alıp iki
kartın arasına koydu. Uzun, koyu m avi bir kurdele alıp kapakları
becerikli bir şekilde birbirine bağladı. B öylece N ick o’nun notlan
kalın, kırm ızı kartonların arasında gü ven ceye alınm ış oldu. Ardın­
dan Koruma Yazıcısı köşeleri yen i bir kurdeleyle bağladı; sonra
son bir hareketle bü yük bir pul çıkarıp kum aşın üzerine yapıştırdı.
Pulun Ü zerinde kırm ızı üzerine altın harflerle EPHANİAH GREBE
TARAFIND AN KORUNM UŞ, K O N T R O L EDİLMİŞ VE G ARANTİ A L­
TINA ALINM IŞTIR, yazıyordu.
Beyaz örtünün, altından sıçan bıyıkları gü lü m sem eyle kıpırdı-
yorm uş gibi kırışırken Koruma Yazıcısı g ü zelce ciltlenm iş kâğıt­
ları Jenna’ya verdi. “ Oh... teşekkür ederim,” d edi nefesi kesilerek.
Sonunda N ick o’nun yazdıkları yen id en elin deydi; Jenna derin bir
rahatlama hissi duydu. Her şey yoluna girecekti. Gidip S ep’i g ö re­
cekti. Haritaya birlikte bakacak v e Foriks Evi’ne nasıl gideceklerini
bulacaklardı. Sonra da gidip N ick o’yu geri getireceklerdi. Hızla dü­
şü n m eye çalışan Jenna, Beetle için Jillie D jinn’den izin alıp ala­
m ayacağını m erak etti. Beetle da onlarla gelebilse harika olurdu.

173
Angie Sage

Jillie Djinn, B eetle’ın gitm esi için izin verm eyin ce ona ne söyleye­
ceğini düşünürken B eetle’ın sesi düşüncelerini böldü.
“ N eyin eksik olduğunu gördü n m ü?” d iye sordu endişe
içinde.
“ Eksik m i?” Jenna birden kendine geldi.
“ O h.” Ephaniah’m gü zelce ciltlediği kitabı açıp sayfalan çevir­
m ey e başladı. Yazılar açık v e tem izdi, ayrıca hiç birleştirm ek için
izin yoktu. Koruma Yazıcısı harika bir iş çıkarmıştı. Jenna’nın
görm ed igi bir sürü şey vardı -erza k listesi, giysi, iki seyahat izni
için başvuru form u, çok sayıda yapılacaklar listesi, birkaç tane acil
yapılacaklar listesi. Sonra Marcellus’un tavan arasında gördügünü
hatırladığı şeyler v a rd ı- tekne karalamaları, dü ğüm çizim leri, kış
pazarı listesi, Nicko v e Snorri’nin oynadığı oyunlar. Bir şey hariç
hepsi oradaydı. Eksik olan haritaydı.
Jenna masanın üstündeki karışıklığa üzüntüyle baktı. Nic-
k o’yu bulm aları için gerek en anahtarın m asada binlerce parça ha­
linde yattığını görünce gözleri yaşardı. Yanında Ephaniah’m güzel
elyazısıyla: Tamamlanmadı yazıyordu. -
Ephaniah, Jenna’nın ifadesini görm üş, a celeyle bir şeyler ya­
zıyordu: Hepsi kayıp değil. Kayıp parça için A R A yapılabilir.
O İ/B ’e soracağım.
“OÜB kim ?”
Ephaniah kalem ini yen id en aldı, am a Beetle, “Olağanüstü Bü­
yücü. Burada kısaca b öyle diyoruz. Başbüyücü Yazıcısı’na BY, ba­
na GÖBVİK diyoruz. A m a bunu artık kim se kullanm ıyor, çünkü
Beetle d em ek daha kolay.”
“ GÖBVTK ne?”
“ Genel Ön Büro v e İn celem e Kâtibi.”

174
Arayış

“Ah,” dedi Jenna. “ Pekâlâ, GÖBVİK, M a r d a y ı bulm ak id n be­


nim le gelir misin... lütfen? İkim izi din leyebilir.” Ephaniah’a döndü.
“Teşekkür ederim , Bay Grebe. Bana N ick o’nun yazılarını gerdiginiz
için çok teşekkür ed erim .” Güzel ciltli kitabı gögsü ne yaklaştırdı.
Ephaniah başını sallayıp güzel yazıyla yazılm ış bir kart çıkar­
dı. Şık bir hareketle Jenna’ya uzattı: Ziyaretleriniz bana k e y if
verdi prenses. Sizi yeniden görm ek benim için b ir onurdur.
Umarım gelecekte de size hizm et edebilirim.
Jenna gülüm sedi. “Teşekkürler Bay Grebe. Yakında O Ü B’y le
gelecegim . O zam an son bir yeniden birleştirm e yapabilirsiniz,”
dedi hissettiğinden çok daha büyük bir güvenle.

175
+ 21
T e r t iu s füm e

enna ve Beetle,
1 Ephaniah’ ın ça­
lıştığı parlak alan­
dan çıkıp bodrum u­
nun karanlığına g ö ­
müldüler.
“ M ahzenlerin gü­
venli olup olm adığı­
nı kontrol etm eli ve
kilitlem e yap m a­
lıyım , am a uzun sür­
m ez,” dedi Beetle.
Jenna koşup Marcia’
yı bulm ak için sabırsızlanı­
yordu, am a B eetle’ın yap m a­
sı gerek en işleri olduğunun

176
Arayış

kırkındaydı. “ İstersen gelip sana yard ım ed eb ilirim ,” d iye ön eride


bulundu.
Beetle bunu isterdi - h e m d e çok. “Tam am . Evet. Güzel,” der­
ken sesinin fazla m em n u n çıkm am asına çalışıyordu, am a bunda
da aşırıya kaçmıştı.
“Y in e de sana en gel olm ak istem em .”
“ Hayır! Elbette en gel olm azsın.”
Jenna, kü f kokulu geçitte B eetle’ın peşine düştü. Bulundukla­
rı yerin altındaki kale m ah zen lerin e indiler. Geçidin son d ö n e m e ­
cine vardıklarında konuşm a sesleri duyulur olm uştu. Beetle bir ta­
nesinin alçak, gü rleyen tınısını tanıyordu. Bu Tertius F u m e’du.
Onu şaşırtan d iğer ses olmuştu. Beetle parm ağını dudaklarına g ö ­
türüp sessizce hareket e tm ey e başladı. Jenna ona soru soran bir
bakış fırlattı.
“ Bela,” dedi Beetle dudaklarıyla. M ahzenlere inen dik m erd i­
venlerin başındaki girintiye sokuldu. B eetle’ın kalbi o kadar şiddet­
li atıyordu ki başta du ydu ğu seslerin ne dediğin i anlayam adı. De­
rin bir nefes alıp sakinleşti.
“ Kim o?” dedi Jenna, ses çıkarm adan dudaklarını oynatarak.
Beetle riske girip bir g ö z attı. Tahm in ettiği kişiydi. M erdiven ­
lerin dibine yayılm ış oturan kişi Jillie Djinn’in yen i çalışanı hayran­
lık dolu bakışlarıyla M ahzen H ayaleti’ne bakıyordu. Konu şm a ses­
leri m erdiven lerden yukarıya doğru yükseliyor, tuğla kaplı boş g e ­
çitte tok bir şekilde yankı yapıyordu.
“Elbette zor çocuk.” Tertius’un sesi yankılanarak girintiye sak­
lanmış olan iki kulak m isafirine kadar ulaştı. Hayaletin sesi biraz
öfkeli geliyordu. “ Bu yü zden kitabın sonunda bulunuyor. Ondan
öncekileri yapm ış olm an gerek iyor.”
“ A m a ben onları yap m ak istem iyorum . Ben yaln ızca sondaki-
ni yap m ak istiyorum .”

177 F : 12
Angie Sage

“ M ü kem m el hale getiren şey pratiktir. K estirm eden giden ah­


maktır,” diye karşılık verdi Tertius.
“A m a dediği her şeyi yaptım - v e işe yaradı. Hatta Şey’i bile
buldum . Aslında yıgmlarca Şey.”
“Yıgmlarca mı? N e d e m ek yıgınlarca?”
“ Bir sürü. Bir sürü Şey. Yani... çok fazla.”
“ Fazla? Kaç tane?”
“Bilm iyorum . Yirm i kadar galiba.”
“Yirmi tane Şey mi? Sen sandığım dan daha aptalsın, takip
ed ecekler seni boyunca bütün hayatın.”
“ Hayır, onları kilitledim . Beni bulam azlar.”
“ G erçekten mi? Peki, seni bir daha gördüklerinde, biliyor m u­
sun ne kadar öfkeli olacaklarını?”
“ Her zam an tekerlem e gibi m i konuşursun?”
“ Evet. Şim di sen ne istiyorsun çocuk? Bu konuşm adan sıkıl­
d ım .”
“Şeyin Kaderini Karartm ayı sorm ak istem iştim .”

“Şey?'
“Yani Karanlık Büyü. Birisine yaptım , am a işe yaradığını
sanm ıyorum . Şim diye kadar başına bir şey gelm ed i, gelseydi du­
yard ım .”
Tertius Füm e eğlen iyor ve alay ed iyor gibiydi. “ D em ek Bir
Başkasının Kaderini Karartma Buyüsü’nü denedin, öyle m i?” di­
y e sordu. “ Peki, neden senin gibi gen ç bir yılan b ö yle k aran lık bir
yolculuğa çıkm ak istiyor? Senin yaşındayken ben şansımı ön ce bı­
çak b ilem ed e denerdim . Çok daha tatmin edicidir.” Hayalet güzel
anılarını yen id e yaşıyorm uş gibi güldü.
Yeni yazıcı şaşırmıştı. “Oh. Şey, ben bıçaklardan pek hoşlan­
m am .”

178
Arayış

“Ah, işi senin yerin e başkalarının yapm asını istiyorsun, öyle


mi? Biraz aldatm aca kullanıyorsun, hı? Daha ön ce senin gibileri
gördüm . İpleri çeken kuklacı olm a k istersiniz. A m a seni uyarıyo­
rum, k aran lık la uğraşırsan sen kukla olabilirsin.”
“Oh...” O ğlanın sesi düşmüştü. Beetle bir daha bakm aya cesa­
ret etse başparm ağındaki yüzü kle endişeli bir şekilde oynadığını
görürdü. “ A m a ben sandım ki... şey, bu kitabı sen yazdığına göre -
ve çok, gerçekten çok iyi bir kitap olduğunu düşünüyorum , aslın­
da gördü güm en iyi kitap ve...”
“ Bana iltifat etm ek için nefesini tüketm e çocuk. Kitabım ı be­
ğenip b e ğ en m em e n um urum da d eğil,” diye parladı Tertius Füme.
"Yalnızca b en den ne istediğini söyle. Hadi, söyle de bitsin.”
“Karartma B ü y ü sü ’nün işe yaram ası için bana yard ım et.”
“ Peki, neden sana yardım ed eyim ? Ben ne kazanacağım ?”
“ Ben de sana yard ım ederim . Birlikte çalışırız.”
Tertius Füm e gürültülü bir şekilde güldü. “ Ben -se n in le çalış­
mak? Ben, ilk Başbüyücü Yazıcısı, yen i işe girm iş bir ahm akla çalı­
şacağım, öyle mi? Bunu neden yap acağım a dair bana tek bir ne­
den söyle.”
Bir sessizlik oldu. Jenna ve Beetle sözcükleri açıkça duydu.
“Çünkü ben hayattayım ve sen ölüsün."
Beetle, Jenna’ya bakarak kaşlarını kaldırdı. Bu Daniel Hunter
denen çocuk çok cesaretliydi.
“ Dikkat et çocuk,” d iye gürledi Tertius Füme. “ Bu durum ko­
layca düzeltilebilir.”
“ Oh. A m a ben şey d e m ek istem edim ...” Oğlanın sesi za y ıf ve
korkmuş gibi çıkıyordu.
Tertius Füm e on a aldırm ayıp sözlerine d eva m etti. “ Ancak,
canlıların sahip olduğu bazı güçleri özled im - ve isteklerim i yerin e

179
Angie Sage

getirm e konusunda sana bir marul yaprağı kadar gü ven m esem de


buradaki ilginç arkadaşına güven eb ilirim .”
Beetle n e ilginç arkadaşı diye sorar gibiydi. Y in e korkarak ba­
şını çıkarıp baktı, am a yalnızca hayaleti v e koyu renk saçlı oğlanı
görebiliyordu -başka kim seyi görem iyordu .
“ Onu alabilirsin.” O ğlanın sesi rahatlamış gibi çıkıyordu. “ Be­
ni ürkütüyor, her y erd e takip ediyor.”
“Çok güzel, onun bağlılığını bana aktar, ben d e karartm a’
nın işe yaram asını sağlayayım .”
.“Ya sonra -so n ra bana yardım ed ecek m isin?”
“ Başkaları ne derse desin ben sözüm ü tutarım ,” d edi Tertius
Füme. “Kaderi Kararm ak Olan Başkası Kendini Uçurumunun
kenarında bulacak. Buna ne dersin?”
“ H arika!” dedi yen i yazıcı. “G erçekten harika. Bu ona iyi bir
ders olacak. O kibirli, iyi çocuk Septimus Heap adım ı hiç çalm am ış
olm ayı dileyecek .”
Jenna v e Beetle birbirine baktı. “S ep!” d iye aynı anda yutku­
nup birden ellerini ağızlarına götürdüler. A m a çok geçti.
“ Bu neydi?” Tertius F u m e’un şüpheli hom urtusu m erdiven ­
lerde yankılandı.
“ N e neydi?”
“ Sıçan sesi duydum galiba. M erdivenlerin başında. Gidip bak
çocuk. Hadi.”
Beetle dehşete kapılıp Jenna’nın elini yakaladığı gibi koşm aya
başladı.

“ Kim se yoktu,” dedi Merrin, Tertius F um e’un ayaklarının di­


bindeki yerin e dönerek.
“Çok gü zel,” dedi hayalet. “Artık bir anlaşma yaptık, değil
m i?”

180
Arayış

Merrin dikkatle bir şekilde başını salladı. Birden çok korktu­


ğunu hissetti.
Tertius Füm e karanlık gözlerin i M errin’e odaklayıp, “ Bana
bak çocuk,” dedi, “ Bana... bak.”
Bu sözlere d iren em eyen Merrin hayalete baktı. “Sözleşme
şöyle,” dedi Tertius Füme. “ Uşağının sadakatini bana aktaracak-
»ın, ben d e Septim us H eap’in Kaderini Karartma şeklindeki acı­
nacak girişim ini etkili hale getirecegim . Kabul ed iyor m usun?”
Merrin zayıf bir ses çıkarm ayı başardı. “ Nasıl?”
“ Evet dem elisin çocuk. Daha anlaşm am ız tam am lanm adı,”
diye çıkıştı Tertius Füme.
“Am a, şey, nasıl Kaderini Karartacaksın?”
“ Beni sorgulam a cüretinde m i bulunuyorsun?” M errin g ö zle ­
ri korkudan irileşerek başını iki yan a salladı. “ Bir sözleşmeyi sor­
gularsan soru ne kadar aptalca olursa olsun cevap verilm elid ir,”
dedi Tertius Füme. M errin kendisine tekrar aptal dendiği için ra­
hatsızca kıpırdandı. “ Ben onu A ra y ış’a gön d ererek Heap denen
çocuğun Kaderini Karartacağım. K im se A rayrş’tan geri d ö n e­
m ez -h iç kimse. Bana bir geri zekâlı gibi bakm a, çocuk.” Hayalet
içini çekti; oğlan başta umut vaat ed er gibiydi, a m a büyük bir düş
kırıklığı olm aya başlamıştı. Sözleşmenin geçerli olm asını sağla­
m ak için açıklam aya d eva m etti. “En iyi şekilde işlem esi için Ka­
ranlık B ü y ü ’den şüphe duym am alısın. Karşı k oym a k isteyenlere
fırsat v e rm e m e liy iz.” M errin’in şaşkın bakışlarına aldırm ayarak d e­
vam etti. “ K im se A ra y ış’ın, karartm a olduğundan şü ph elen m e­
yecek, çünkü yüzyıllardır yirm i çırak daha oraya gönderildi. Bu se­
nin sözleşme öncesi sorunu cevaplıyor m u?”
“ Şey...” d iye m ırıldandı Merrin.
“ Oh, bana sabır ver. Heap, çocuğun Kaderini Karartm ak is­
tiyor musun, istem iyor musun? Evet mi, hayır m ı?”

181
Angie Sage

“ Evet.”
“Çok gü zel.” Hayalet ellerini beklentiyle ovuşturdu. “ Şimdi,
sözleşmenin seni bağlam ası için Ş e y in e sana verdiği h izm etlere
bir teşekkür olarak değerli bir şey verm en gerekiyor, sözleşmenin
sem bolü olarak takacağı bir şey. Gerçek olanın kötü bir kopyası ol­
sa da parm ağındaki şu yüzüğü verebilirsin .”
“ A m a bu...” Merrin durup sö ylem ek üzere olduğu şeyden da­
ha iyi bir şey düşündü. “ Ç ıkm ıyor.”
Tertius Füm e haince gülüm sedi. “ Eger hâlâ bıçak kullanabili-
yorsam çıkar.”
M errin’in rengi soldu.
“ Bu yü zden ben d e n em e y e kalkm adan başka bir şey bul ço­
cuk.”
Merrin panik halde ceplerini karıştırdı. Dedektifi ve rm e k üze­
reyken son yılan şekerlem esini buldu. “ İşte bu !” dedi yılanı zaferle
uzatarak.

Beetle ve Jenna, Elyazm aları O dası’na giden uzun, kıvrım lı y o ­


lun sonundayken Jenna eksik bir şey olduğunu fark etti. “ N ic­
ko’nun iğnesi!” dedi yutkunarak. Eli pelerinine gitti. “Y o k !”
Beetle durdu. M um ışığında Jenna’nın gözyaşlarının biriktiği­
ni görebiliyordu. “ Nasıl bir şeydi?”
“ Altın ‘J’ harfiydi. N icko lim andan almıştı. Her zam an peleri­
n im d e taşırım... her zam an, am a şim di yok .”
“ M ahzende üzerindeydi. H atırlıyorum .”
“ Ö yle m i?”
“ Em inim .” Beetle, Jenna’nm iğn eyi nasıl kontrol ettiğini fark
edip kim in verdiğini m erak etmişti. “ Burada bekle. Gidip getirece­
ğim .”

182
Arayış

“A m a şu hayalet...”
“Çok sessiz olurum . Bir şey anlam az. Bir saniye sonra geli­
rim.”
Jenna geçidin soğu k tuğla duvarına dayanıp B eetle’ın ayak
seslerinin m ah zen d e uzaklaşmasını dinledi. B eetle’ın gü ven veren
varlığı olm adan m u m ışığıyla aydınlanan geçit Jenna’yı ürkütüyor­
du. Ullr’a biraz daha sarıldı. Ullr öfkeli bir şekilde m iyavlarken Jen-
na kedinin titrediğini hissetti. Ullr birden beden in i çevirip hafifçe
önüne geçti. Jenna bir an için onun B eetle’ı takip edip kendilerini
ele vereceğin i düşündü. A m a sonra ne olduğunu anladı. Güneş
batmıştı. Ullr dönüşüyordu.
Jenna, Ullr’un dönüştüğünü defalarca görm üş olsa da hâlâ
büyüleniyordu. N ered eyse büyük bir hayranlıkla küçük turuncu
kedinin kuyruğundaki siyah kısm ın büyüdüğünü gördü. Derisinin
altındaki kaslar kalınlaşıp güçlenirken kürkü dalgalanıyordu. Şim ­
di küçük kedi hızla büyüyordu. Kuyruğundaki siyahlık, güneş tu­
tulmasının gölgesinin dünyaya inişi gibi vücu du na yayılırken b e­
nekli turuncu kürk kaygan, parlak siyaha v e sonunda m avi gözleri
parlak yeşile dönüştü. Kırk saniye içinde GündüzUllr’u G eceU llr’u
oldu. Artık Jenna’ya geçitte eşlik ed ecek -u cu turuncu ku yruklu-
bir panteri vardı.

B eetle, Jenna’ nın iğn esin i saklandıkları g irin tid e buldu.


K endinden m em n u n bir şekilde iğneyi aldı. Tekrar Jenna’ya koş­
mak ü zereyken Tertius F u m e’un kötü kahkahası m erd iven lerd e
yankılandı. Beetle don u p kaldı.
Hayaletin, “ Bir zam anlar ben de bu şekerlem eleri severd im ,”
dediğini duydu. H ayalet neden bahsediyordu? M eraklanarak bir
an için durdu.

183
Angie Sage

“ Bu... şey ne?” d iye sordu Tertius Füm e alaycı bir tavırla.
“ Yılan. Sonuncusu.” O ğlanın sesi öfkeli çıkıyordu.
Beetle elin de olm adan onlara doğru aceleyle baktı. Y en i yazı­
cı, yılanı halka halinde bağlam aya çalışıyordu. “ Bak,” dedi panik
içinde. “ Daha küçültebiliyorum . O zam an yüzük olabilir, çok güzel
bir yüzük.” Beetle, oğlanın gözlerini kapatıp Küçültme Büyüsü
yaptığını gördü. İşe yaradığını görü n ce çok şaşırdı. Yılan küçük bir
dum an bulutunda kayboldu v e oğlan Tertius F u m e’a gösterm ek
için elini uzattı.
“ Olsun bakalım ,” dedi hayalet. “Ş e y ’e yüzüğü ver v e işim ize
bakalım .”
Beetle daha fazla kalm ak istem edi. Jenna’y ı uzun bir süre yal­
nız bırakmıştı. Kıvrılan geçitten hızla geçip sona yaklaşırken kalbi
korkudan hopladı. Jenna’yı bıraktığı yerd e iki küçük g ö z ona bakı­
yordu.
“Jenna?” diye fısıldadı. N eler olduğu konusunda bir tahm inde
bulunm ak istem iyordu.
Jenna duvarların yanındaki gölgelerin arasından çıktı. “ Bul­
dun m u?” d iye sordu endişeyle.
“Şişşttt,” d edi Beetle. “ K ıpırdam a.”
“ Neden? Oh Beetle, orada değil m iydi?”
“Yalnızca... kıpırdama... tam am m ı?”
Jenna donup kaldı. Bir şeyler ters gidiyordu. Beetle gölgelerin
arasında kalarak duvar boyu nca sessizce ilerledi. Ullr’dan alçak
sesli bir hırıltı yükseldi. “ Ullr, şişttt,” d iye fısıldadı Jenna.
Beetle ileri atıldı.
Ullr hırladı.
“ Hayır! Dur! Beetle, o Ullr. Ullr, bırak on u !” Beetle kolunu Ull-
r’un dişlerinin arasından kurtarırken Jenna, Ullr’u çekti. “ Hayır,

184
(

Arayış

IJIlr. Bırak.’’ Ullr, B eetle’a öfk ey le bakıyordu. Kendisine saldırılma-


sından hoşlanm azdı -b u çocuk kendisine saldırmıştı. “Bırak,” diye
tekrarladı sertçe.
“ Ullr?” diye yutkundu Beetle.
“ Evet. Snorri’nin kedisi olduğunu biliyorsun. O bir transfor-
mer.”
“ Gerçekten m i?” diye sordu Beetle solgun bir şekilde. “Vay ca­
nına...”
“ Beetle, şey, sen...”
Beetle, silkinip Jenna’ya korkunç bir şey olduğu hissinden
kurtuldu. Elini açıp Jenna’ya avucundaki ‘J’yi gösterdi.
“ Oh, B eetle!” Jenna iğneyi alıp hızla pelerinine taktı. “ Oh Beet­
le, teşekkür ederimJ” V e kollarını B eetle’ın boyn u n a doladı. Beetle
sırıttı. Bu, yü zlerce panterle d ö vü şm ey e değerdi.

M ahzendeki M errin ise Ş e y ’den bu kadar coşkulu bir tepki al­


m ıyordu. Ş ek erlem eye kederli bir şekilde bakıyordu. N e cimri şey,
diye düşündü. Şey içini çekti; ne yazık ki bu b ek lediğin den daha
iyi bir şey değildi. V e şeyler o kadar kötü değildi; yen i efendisi da­
ha um ut vericiydi. Şe_y, yapışkan, siyah yüzü ğü iğrenç bir böceği
alıyorm uş gibi alıp sol başparm ağına taktı. Artık sözleşme tam am ­
lanmıştı.

185
-+ 2 2 + -
İŞTEN KOVULAN

eetle, Jenna ve GeceUllr’u, ki­


tap raflarının arasındaki gizli
od ad an çıkıp E lyazm aları
I O dası’na çıktı. İçerisi yalnızca rüzgâr­
la dan talan olm uş Büyücü Y olu ’ndaki
m eşalelerle aydın lan ıyor, ofisin cam
bölm esinden dans ed en kırm ızı
ışık yayılıyordu.
“O çocuk,” dedi Jenna, Beetle’ı
yüksek masaların arasında takip eder­
ken. “Galiba kim olduğunu biliyorum.”
“ Evet,” dedi Beetle sıkıntılı bir
şekilde. “Y en i yazıcı. Bayan Djiin
onun gibi birini işe aldığı için
aklından zoru var sanırım. İnsan
düşünüyor da onun görm esi
lazım ...”

186
Arayış

“ Neyi görm esi lazım Beetle?” Jillie Djinn’in sesi karanlıkta


yükseldi.
“A h h !” d iye bağırdı Beetle. Ullr olayından sonra hâlâ çok ür­
kekti. “ Ne... nerede?”
“ Buradayım ,” d edi Jillie Djinn, yukarıda bir yerden . Beetle yu ­
karı bakınca Jillie Djinn’in Partridge’in taburesinde oturduğunu
üzüntüyle gördü. Minik, aydınlatm alı bü yüteciyle bazı kâğıtlara
bakıyordu. Jillie Djinn dikkatini Jenna ve B eetle’a çevirirken g ö lg e­
lerin arasındaki G eceU llr’unu fark etm em işti. Gök gürültüsünü an­
dıran bir yü zle onlara doğru baktı. “ Bay Partridge’in çalışmasını
kontrol etm ek le m eşgu ldü m . Son üç gündür pek iyi durum da de­
ğil. Bir yıldan daha az d en ey im i olan yazıcıların çok fazla kâğıt
İsrafı yaptığını görüyoru m . Fark ettim ki yazıcılar b eklediğim per­
formansı tutturamıyorlar, bunun sebeplerini düşünürken bir de
ne duyayım ? A klım ın pek yerin d e olm adığı yaln ızca bir yab an cıy­
la tartışılmakla kalm ıyor...”
“Jenna bir yabancı değil...”
“ Sözüm ü kesm e. Prenses Jenna ne kadar ön em li olursa olsun
Elyazmaları Odası’nın bir üyesi değil, bu yü zd en d e bir yabancı. V e
siz Bay Beetle, bir yabancıyı İzinsiz Girilmez Geçidi’ne soktunuz.”
“ A m a ben...”
Jillie Djinn’in tiradı d eva m etti. “ Bay Beetle bununla da kalm a­
yıp Elyazmaları O d a s ıy la ilgili ön em li konuları daha ön ce sözü edi­
len yabancıyla tartıştınız ve her zam an saygı gösterm ek üzere y e ­
min ettiğiniz Başbüyücü Yazıcısı’na hakaret ettiniz. Sonuç olarak
Elyazmaları Odası’nın üç doktrinine karşı geld in iz.”
“Am a...”
“ Sözüm ü kesm e. Daha bitirm edim . İn celem e K ızagı’na gere­
ken özen i gösterm eyi ihm al ettiğiniz de gö zü m d e n kaçm adı Bay
Beetle.”

187
Angie Sage
Beetle hafifçe inledi.
“Yeni yazıcım Daniel Hunter, Bay Fox’la yaptığınız konuşma­
ya kulak misafiri olmuş. Anladığım kadarıyla iki gün önce Bay
Fox’u, uygun şekilde bağlamayı ihmal ettiğiniz İncelem e Kızagı’nı
geri getirmesi için izinsiz bir şekilde Buz Tünelleri’ne göndermişsi­
niz. Bay Fox, Buz Perisiyle karşılaştığı için günün geri kalanını re­
virde geçirm ek zorunda kalmış. Bu yüzden o öğleden sonrayı yine
bir yazıcı eksik geçirdik. Doğru mu?”
Beetle perişan şekilde başıyla onayladı.
“ Bana cevap ver!”
“Evet. Doğru,” diye mırıldandı Beetle. Jenna, Beetle’a üzülerek
baktı, ama mutsuz bir şekilde çizmelerine bakan Beetle bunu fark
etmedi.
Ne yazık ki Jillie Djinn henüz işini bitirmemişti. “ Normalde ya­
zılı bir özür ve Elyazmaları Odası’nın bütün kurallarına her zaman
uyacağınızı gösteren bir dilekçeyle bu davranışları görm ezden ge­
lebilirdim.”
Beetle başını kaldırıp Jillie Djinn’e baktı, ama onun bakışları
Beetle’ı delip geçiyordu. Beetle’ın rengi pencereden giren kırmızı
ışıkta bile solgun görünüyordu. Bu noktada bir “ Fakat” sözcüğü­
nün gelecegini biliyordu. Hem de büyük bir “ Fakat” .
Ve geldi.
“Fakat,” dedi Jillie Djinn. “İncelem e kâtibimin bir kapağın
mührünün açılması ve sonra da anladığım kadarıyla o kapaktan
gizli bölgeye girilmesi işine ortaklık etmesini görm ezden gele­
m em .”
Beetle midesinin bulandığını hissediyordu. Jillie Djinn öğren­
mişti - tam kendisinin tahmin ettiği gibi.
Jillie Djinn bulunduğu yüksek yerden ona bakmaya devam
ediyordu. Masadan inmeyi istiyor gibi görünmüyordu -Jenna bu­

188
Arayış

nun nedeninin Beetle’ın ondan rahat on beş santim uzun olması


olduğunu tahmin ediyordu. Am a o anda Beetle kendini daha kü­
çük hissedemezdi. Yalnızca dertop olup uzun süre bir yerlere kay­
bolmayı istiyordu.
“ Bay Beetle.” Jillie Djinn doğrulup sert bir ceza verm eye hazır­
lanan bir yargıç gibi konuştu, “ Elyazmaları Odası’ndaki işinize der­
hal son verdiğimi bildirmek istiyorum. Sözleşmeniz yakılacak. Ki­
şisel eşyalarınızı da alıp hemen buradan ayrılacaksınız.”
Jenna ve Beetle aynı anda yutkundu. “Ne?'
“ Kovuldunuz,” diye parladı Jillie Djinn. İstediği zaman kor­
kunç derecede kısa konuşabiliyordu.
“ Bunu yapamazsınız!” diye itiraz etti Jenna. “ Beetle burada
harika iş çıkarıyor. Burası o olmadan idare edilemez. Onu kovmak
için delirmiş olmalısınız -Beetle buradaki en iyi çalışan.” Jenna
durdu. Bunlar için çok geç olduğunun farkına varmıştı.
“Bu sizi ilgilendirmez Prenses Jenna,” dedi Jillie Djinn soğuk
bir sesle. “Elyazmaları Odası’nı uygun gördügüm şekilde yöneti­
rim. Kimse bana ne yapacağımı söyleyemez. Siz bile.”
Beetle bir şey söyleyemiyordu. Olanları anlamaya çalışırken
yüksek masalar etrafında onunla alaycı bir şekilde dans eder gibiy­
di. Jenna, Beetle’ın koluna girip onu ön ofise götürdü. “ Merak et­
me,” diye fısıldadı. “Öyle söylem ek istemedi. Bunları söylüyor ola­
maz.”
Am a Beetle bunun doğru olmadığını biliyordu. Jillie Djinn bir
kez karar verdi mi dönüşü olmazdı -hiçbir şey kararını değiştire­
mezdi.
Jenna ön ofisin kapısını açarken Jillie Djinn’in sesi boş Elyaz-
ınaları Odası’nda yankılandı: “ Masanızı tem izlem ek için beş daki­
kanız var, Bay Beetle.”

189
Angie Sage
Bundan sonra başbüyücü yazıcısı bir şey söylem edi -çünkü
GeceUllr’unun gölgelerin arasında Jenna’nın peşinden gittigini
görmüştü. Jillie Djinn’in vahşi hayvanlardan ödü kopardı. Partrid-
g e ’in masasında saat gece yarısını geçene kadar hareketsiz kaldı,
sonunda cesaretini toplayıp üst kattaki odasının güvenligine koştu.
Jenna, Beetle’ın yürümesine yardım ederek -Beetle uykuday­
mış gibi hareket ediyordu- ön ofise soktu, öfkeli bir şekilde kapıyı
çarptı. Beetle’a şöyle bir bakınca masasını toplamak için hiçbir şey
yapmayacağı anlaşılıyordu. Beetle yalnızca dikilip ofisine bakıyor,
sevdiği her şeyi içine zihnine kazımaya çalışıyordu: pencere perva­
zına dizilmiş kâğıt istifleri, kitap yığınları, masası, döner sandalye­
si, Foxy’nin o sabah ona getirdigi ve yem eyi unuttuğu sosisli sand­
viç -hatta Vahşi Kitap Deposu’nun kapısı. Beetle baktığı bütün bu
şeyleri bir daha aynı şekilde görm eyeceğini biliyordu. Bir daha
Elyazmaları Odası’na girm eye cesaret etse bile -k i bunun olmaya­
cağını biliyordu- hiçbir şey aynı olmayacaktı.
“Yanına almak istediğin bir şey var mı?” diye sordu Jenna.
Beetle başını iki yana salladı.
Jenna, Beetle’ın masasına baktı. Beetle gün biterken masayı
derleyip toplamıştı. Elyazmaları Odası kalemi diğerleriyle birlikte
hokkasında duruyordu. “ Kalemini alacağım. Onu bırakmak zorun­
da değilsin.”
Am a Beetle kendisine orayı hatırlatacak bir şey istemiyordu.
“Foxy,” dedi çatlak sesle. “ Foxy’ye ver.”
“Tamam.”
Jenna hızla Foxy’ye kısa bir not yazıp bulduğu Büyü B a ğ la ­
ma ipiyle Beetle’ın Elyazmaları Odası kalemine bağladı. Siyah
oniksten yapılma güzel kalem yeşim yeşiliydi ve eger yakından ba­
karsanız içindeki karmaşık yuvarlak desenlerle BEETLE yazılı ol-

190
Arayış

dugunu görebilirdiniz. Jenna kalemi masada bırakıp notun üstüne


öğretmeninin her gün büyüdüğü için şikâyet ettiği büyük, yuvar­
lak harflerle yazdığı adını görmesi için dua etti.
Beetle’ı dirseğinden yumuşak bir şekilde tutup kapıya götür­
dü. Kapı koluna sertçe asılınca kapı p i-in g sesiyle açıldı. Dışarı rüz­
gâr uluyor, soğuk yağmur damlaları camlara çarpıyordu. Akşam
boğucu derecede karanlıktı, meşale alevleri neredeyse hiçbir etki
yaratmıyordu. Sokaklardaki çerçöp ve yapraklar esintiyle Elyaz-
maları Odası’na girip ayaklarının dibinde dolaştı. Jenna koluna gi­
rip onu götürene kadar Beetle kapı eşiğinde hareketsiz bekledi.
Arkalarındaki kapı gürültüyle kapandı.

191
— 23 4 -
YANSITMA

B
üyücü Yolu’nun sonunda­
ki gümüş meşale direkle­
rinde kalan son meşaleler de rü
gâra karşı direnm eye çalışıy
alevleri fırtınada ıslak bez gibi
savruluyordu.
“Hadi Beetle, bununla mü­
cadele etmelisin!” diye bağırdı
Jenna rüzgârın uğultusunu bas­
tırm ak için. Büyük K em er’e
yaklaşıyorlardı. “Seni böyle fırla­
tıp atamaz. Bekle -Marcia, bu ko­
nuyu duyduğunda Jillie Djinn’in hiç
şansı kalmayacak.”
Beetle’ın cevap verecek enerjisi
yoktu. Jenna onu kemerden geçirip
Arayış

avluya sokarken Beetle’ın düşündüğü tek şey bu haberi annesine


nasıl vereceğiydi. Annesi dinleyen birini bulduğunda hayatının en
gururlu gününün Beetle’ın Elyazmaları Odası sınavını geçtigi gün
olduğunu söylerdi. Am a annesinin hiç sözünü etm ediği şey,
Ramblings’teki minik odalarının kirasını, haftalık patates ve balık
parasını ödemelerini sağlayan şeyin Beetle’m haftalığı -yarı gü­
müş kuron- olduğuydu.
Büyücü Kulesi avlusu rüzgâra karşı korunuyordu. Duvar di­
bindeki direklerinde duran meşaleler sabit ve parlaktı. Jenna, avlu­
nun olağandışı şekilde temiz göründügünü düşünüyordu -çirkin
sürprizler,.tehlikeli şekilde kaygan şeyler kaybolmuştu. Beetle ve
Jenna, Büyücü Kulesi’ne giden büyük, beyaz m erm er merdivenle­
re yaklaşırken bu ani hijyen saldırısının nedeni elinde çok büyük
bir kova ve kürekle belirdi.
“ Hildegarde!” dedi Jenna şaşkınlıkla. “ Burada ne arıyorsun?
İzne çıktığını sanıyordum.”
Hildegarde kirli elini alnından geçirdi, durup yorgun bir şekil­
de küreğe yaslandı. “ Keşke,” dedi.
Jenna, sıradan -Büyücü’nün mavi kaftanının ıslak ve çamur­
la -y a da daha kötü bir şeyle- kaplı olduğunu gördü. Kahverengi
saçları rüzgârda dağılıp kuş yuvasına benzemişti. “Sanırım kulede
istediğin iş tam olarak bu değildi.”
“Hayır, değildi,” diye cevap verdi Hildegarde, ama sonra kaba
konuştuğunu fark etti. “Ama tabii çırak ejderhasına bakamadıgı
için yardım etmekten mutluluk duyuyorum...”
“Neden, ne oldu?” diye sözünü keserek sordu Jenna birden te­
laşa kapılarak. “Sep hasta mı? Kaza mı geçirdi?”
“Oh, endişe edecek bir şey yok Prenses Jenna. İlk yansıtm a­
sını yapıyor. Zor bir iş; işini bitirene kadar rahatsız edilm em esi ge­

193 F : 13
Angie Sage
rekiyor. Yakında bitecek ve sonunda hepimiz ne olduğunu öğrene­
ceğiz. Belli ki çırak bu konuda çok iyi, çünkü kimse ne olduğunu
tahmin edemedi, ama...” Hildegarde’ın sesinde onaylamayan bir
ton belirdi. “Yaşlı büyücülerden bazıları bahse giriyor.”
“Oh, çok şükür,” diye derin bir nefes aldı Jenna. “ Bir an için
çok geç kaldığımızı sandım.”
“Çok geç mi? Hayır, sanırım sona ulaşması için on dakikası
var.”
“Son mu?”
“Yansıtmanın sonu. Büyük salonu denem enizi öneririm. Es­
ki Büyü Dolabı’nda her şeyin yerinde olmadığını düşünüyorum.”
Hildegarde işbirlikçi bir şekilde göz kırptı. “Ama lütfen beni bağış­
layın, bunları yerine kaldırmalıyım. Sonra size katılırım.” Yanların­
dan hızla yürüyüp gitti.
Jenna ve Beetle, Büyücü Kulesi’nin büyük gümüş kapılarına
giden merdivenlere çıktılar. Jenna, şifreyi söyleyince kapılar sessiz­
ce açıldı. Büyük salona girerlerken çok renkli, titreşen harflerle
HOŞ GELDİNİZ PRENSES sözleri yazıldı. Geçmişte olduğu gibi HOŞ
GELDİNİZ İNCELEME KÂTİBİ sözlerinin bulunmaması Beetle’ın
dikkatinden kaçmadı. Beetle, Büyücü Kulesi’nin bu durumu nere­
den öğrendiğini merak etti. Bu mümkün olsa kendini daha da kö­
tü hissedebilirdi. Durum her nasılsa resmi hale getirilmişti.
Büyük salonda beklentili bir uğultu vardı. Büyücü kalabalığı
ortalıkta dolaşıyor, bazıları sohbet ediyor veya büyük salona çok
önemli bir iş için tesadüfen gelmiş gibi görünm eye çalışıyorlardı.
Jenna, daha önce hiç bu kadar çok büyücüyü bir arada görm em iş­
ti. Renkli bir sahneydi; Sıradan Büyücü kaftanı mavisi, Büyücü Ku­
lesi’nin geçmişindeki önemli anları gösteren duvardaki hareketli
resimlerin parlak, değişken arka planından yansıyordu.

194
Arayış

Büyücü Kulesi, Jenna’yı her zaman kendine hayran bırakırdı.


Prenses olarak oraya her zaman kabul edilse -hatta şifreyi bilse bi­
le- kule garip ve ürkütücü bir yerdi. Ona canlı bir yermiş gibi ge­
lirdi. Sanki kule nefes alıyormuş gibi duvarlardaki resimler canla­
nıyordu. Işık ve karanlık. Tütsünün baş döndürücü kokusu ve bü­
yünün garip kokusu -eski ve yeni büyüler- hepsi Jenna’yı huzur­
suz etmek için bir araya gelmiş gibiydi. Kalede olan her şeyi anla­
mak istiyordu ve büyücülerin gerçekte yaptığı şeyi tam anlayama­
dığı gerçegi hoşuna gitmiyordu. Bir keresinde Marcia’ya bütün
gün ne yaptıklarını sormuştu ve Marcia’nın o anda söyledikleri çok
anlamlı gelmiş olsa da daha sonra tek kelimesini bile hatırlamadı­
ğını fark etmişti. Hatta Marcia’nın ona Unut Büyüsü yaptığı bile
aklından geçmişti, ama bunu Septimus’a söylediğinde Septimus
ona gülmüş ve kendisinin Marcia’nın söylediklerini hiçbir zaman
hatırlamadığını söylemişti. Jenna eski bir kale deyişini anlamaya
başlamıştı: Bir kraliçe ve büyücü asia aynı fikirde olamaz - birinin
iki dediğine diğeri üç der.
Kalabalık büyücü topluluğu bir anda susunca, Jenna’nın dü­
şünceleri bölündü. Büyük salonun uzak tarafında, gümüş spiral
merdivenlerin yüksek tonozlu tavanda başladığı yerde Marcia
Overstrand’ın m or renkli, sivri burunlu ayakkabıları göründü. Mar­
cia yine çarpıcı bir giriş yapm ak için merdivenleri gece düzenine
getirmişti. Acı deneyim lerinden öğrenmişti ki merdivenlerin hızlı
değişimler toplanmış büyücü kalabalığının neşesine katkıda bulu­
nuyordu. Bu yüzden Marcia büyük salonun tepesinden yere doğ­
ru, gökten iniyormuş gibi zarif bir iniş yaptı. Merdivenlerden inip
sessizlik için ellerini çırptı.
“Çırağım Septimus Heap’in ilk yansıtm asını bitirmek üzere
olduğu haberi ortalıkta dolaşıyor,” dedi. Heyecanlı bir mırıltı yük­

195
Angie Sage
seldi. “Bu telaşı onaylamıyorum,” diye devam etti Marcia. “Açıkça­
sı hepinizin yapacak daha iyi işleri olduğunu umardım. Am a ne
yazık ki bu bir gelenek haline geldi -aslında bir süre önce aynı şe­
yin bana da olduğunu hatırlıyorum. Hepiniz buraya toplandığınıza
göre yansıtmanın buraya yapılacağını düşünüyor olmalısınız.”
Genel bir uğultunun ardından cesur bir büyücü bağırdı. “Bize
bir ipucu verin, Olağanüstü Büyücü.”
“Ben de sizden fazlasını bilmiyorum ,” diye cevap verdi Mar­
cia. “Çırağım neyi yansıtacağına kendi karar verdi. Bana kararını
bildirmedi.”
Büyücüler Septimus’un neyi yan sıtacağı konusunda kendi
teorilerini ileri sürerken heyecanlı mırıltılar yükseldi. Marcia sesini
yükseltti. “ Bununla birlikte... affedersiniz, sessizlik lütfen! Evet! Te­
şekkür ederim. Israr etm em gereken bazı şeyler var. Bir: Yansıt­
ma bitene kadar lütfen gerekenden fazla hareket etmeyin. İki:
Yansıtma tamamlandığında eger yan sıtılan şey hem en görün­
mezse onu aramak için kulede koşturmanızı istemiyorum. Eger
şimdiye kadar görm ediyseniz kaybolduktan sonra görecek haliniz
yok, değil mi?”
Kalabalık itaatkâr şekilde başını salladı.
“Ve üç -bahse girm ek yok.”
Büyücüler uğultularını bastırmaya çalıştı. Jenna’ nm daha ön­
ce gördügü pem be kâğıtlar telaşla ceplere tıkıştırıldı.
“Şimdi yansıtmanın sonu için geriye sayımı başlatıyorum.
Beş... dört... üç...”
Eski Büyü Dolabı’ndan bir çatırtı yükseldi. Catchpole büyük,
tangırdayan bir çöp tenekesiyle sendeleyerek dışarı çıktı. Teneke
zavallı Catchpole’u büyük salonda takip ederken kalabalık çok eğ­
leniyordu. Marcia inanamayarak olanları seyrediyordu -e g e r bu

196
Arayış

yansıtmaysa daha önce hiç böyle bir şey görmemişti. Hem ses,
hem maddenin yansıtılm asının mümkün olmadığı düşünülü­
yordu. Marcia genç bir çırakken y a n sıttığ ı dans eden koyun gru­
bundan Alther’in doğum günü için espri olsun diye minik bir m ee
sesi çıkartmayı başarmıştı, ama kısa ve belli belirsiz bir m ee’ydi.
Kulakları ağır işitmeye başlamış olan Alther hiç duymamıştı bile. ■
“Eski teneke kutusundan neden bu kadar korkuyor?” diye
sordu Jenna, Beetle’a, heyecanlı gürültünün arasında.
“Galiba Sep duble blöf yaptı,” dedi Beetle.
“Ne yaptı?”
“Biz çöp tenekesi görüyoruz. Am a Catchpole başka bir şey gö­
rüyor.”
“Ne gibi?”
“Herhalde en çok korktuğu şeydir. Genellikle işe yarar. Ve bu
demektir ki Sep, Catchpole’un ne gördügüne karar vermesi gerek-
memiştir -Catchpole bunu onun yerine yapıyor.” Jenna, Beetle’a
hayranlıkla baktı. Bütün bunları nereden biliyordu? Beetle bu ba­
kışı yakalayıp kızardı.
Eski patronu Hunter tarafından kovalandığını sanan Catchpo­
le tekrar Eski Büyü Dolabı’na dalıp kapıyı çarptı, çöp tenekesi dışa­
rıda kaldı. Çöp tenekesi-Hunter bacaklarını çekti, kapağını düzelt­
ti, küçük, kıllı kollarını kavuşturup kapının dışına yerleşti. Çöp top­
lanması için konan çöp tenekelerinden biri gibi duruyordu artık.
Bu heyecanın arasında hiç kimse merdivenlerin acil duruma
göre hızlandığını ve parlak yeşil bir şeyin hızla aşağıya indiğini fark
etmedi. Birkaç saniye sonra Septimus m ükem m el bir zamanla­
mayla m erdivenlerden atlayıp Marcia’nın yanında kayarak durdu.
İLK BAŞARILI YANSITMANIZA TEBRİKLER ÇIRAK yazısı ayakları­
nın dibinde dönüyordu.

197
Angie Sage
Septimus’un gelişi alkışlarla karşılandı. Septimus mutlulukla
sırıtıyordu. Tenekeyi işaret edip parmaklarını şaklattı. Teneke se­
vinçli b;r ooooooh çığlıkları arasında yeşil bir duman ve gürültüy­
le gözden kayboldu.
Marcia pek m emnun değildi. “ Buna gerek yoktu Septimus.
Burada ucuz biryü gösterisi yapmıyoruz. Bu ciddi bir iş.”
Marcia sözlerinin ne kadar doğru olduğunu bilmiyordu. Tam
o anda Büyücü Kulesi’nin kapıları savrularak açıldı ve Tertius Fu­
m e’un silueti kör edici bir şimşekle birlikte içeri girdi.

198
24
TOPLULUK

eyecanh şamata

n
lik aldı.
nın yerini
ürkütücü bir sessiz­

“Neler oluyor Mar­


cia?” Bu, bahisleri yürü­
ten ve olayların bek­
lenmedik şekilde ge­
lişm esiyle üzerine
gelen darbeyi göre­
bilen büyücüydü.
“ Bu da yansıtmanın
bir parçası mı?”
“Saçmalama. Elbette
değil,” diye parladı Marcia.
Sonra zihninden hafif bir

199
Angie Sage
şüphe pırıltısı geçerken Septimus’a mırıldandı. “Bu hâlâ seninyan-
sıtman değil, değil mi?”
“ Hayır, değil,” diye cevap verdi Septimus. Keşke olsaydı, diye
düşünüyordu. Tertius Füme konusunda kötü şeyler hissediyordu.
Büyücü Kulesi’nin eşiğinde duran Tertius Füme, Marcia’ya
alaycı bir şekilde baktı. “Ee,” dedi. “Bizi içeri davet etm eyecek mi­
sin? Bu âdettir, biliyorsun. Aslında zorunlu olduğunu biliyorum.”
“Zorunlu mu?” dedi Marcia. Hayaletin arkasındaki karanlığa
bakıp neden biz ifadesini kullandığını merak etti. Sonra nedenini
gördü. Tertius Fume’un arkasında bir mor denizi vardı. Beyaz mer­
mer merdivenleri kaplamış yüzlerce Olağanüstü Büyücü hayaleti
loş ışıkta su gibi dalgalanıyordu. Marcia’nın rengi soldu. “Oh,” diye
fısıldadı.
“Gerçekten oh.” Tertius Füme sırıttı.
Marcia şok geçirirken bunun ne anlama geldigini fark etti -
Hayaletler Topluluğuydu bu. Septimus’un çıraklığının son gü­
nüne kadar görm eyi beklem ediği bir şeydi. O gün topluluk geldi­
ğinde çırağın A rayış Ç öm legi’inden bir taş çekmesi gerekiyordu.
Bu korkunç bir andı. Herkes biliyordu ki eger çırak A rayış Taşla-
r ı ’ndan birini çekerse A r a y ış a hemen gönderilirdi - ve hiçbiri
asla geri dönmezdi. Ondan önceki bütün Olağanüstü Büyücüler
-çırağının cezasını alması için sabırsızlanan DomDaniel hariç- gi­
bi Marcia da o günden korkuyordu; aslında Marcia bu yüzden yıl­
lardır bir çırak almakta tereddüt etmişti.
Marcia daha önceki bütün Olağanüstü Büyücüler’in hayalet­
lerinden oluşan topluluğun Büyücü Kulesi’ne her zaman kabul
edilmesi gerektigini biliyordu. Aynı zamanda, yalnızca tehlike an­
larında Yaşayan Olağanüstü Büyücüye kendisinden öncekilerin
kolektif bilgeligini verm ek için beklenmedik şekilde ortaya ç ık ­
tık larım da biliyordu. Olağanüstü Büyücü hayaletlerinden olu­

200
Arayış

şan uzun kuyruğa bakarken endişeden midesi bulanıyordu - ve


Tertius Füme bunu gördügüne çok memnun oldu.
Tertius Füme, geniş beyaz m erm er merdivenlerin tepesinde
havada asılı duruyordu. Hayattayken boyu kısa olduğu için yük­
seklik izlenimi verm ek için yerden yirmi santim yukarıda durma­
yı seviyordu. Avantajını kullanırken gürleyen sesi Büyücü Kulesi’
nin büyük salonunda yankılandı. “Yaşayan Olağanüstü Büyücü’
nün, Büyücü Kulesi’nin eşiğindeki topluluğu davet etmesi kibar­
lık sayılır,” diye bildirdi Marcia’ya. “Am a içeri girm eye zaten hakkı­
mız olduğu için bu şart değil. Eskiden bizi davet etm eyen bazı Ola­
ğanüstü Büyücüler oldu, ama buna hep pişman oldular. Her za­
man. Sana son kez soruyorum -bizi davet edecek misin?”
“Tertius Füme, sen Olağanüstü Büyücü değilsin,” diye karşılık
verdi Marcia. “Sizi davet etmek zorunda değilim .”
Hayalet zafer kazanmış gibi görünüyordu. “ Korkarım burada
yanılıyorsunuz Bayan Overstrand,” diye bildirdi. “Bu makama ye­
di gün vekaleten baktım ve bunun onuruna koluma mor renk tak­
ma hakkı verildi. İşte." Kollarının ucundaki mor şeritleri işaret etti.
Marcia gönülsüzce baktı. İki altın şeridin ortasında m or olduğunu
tahmin ettiği bir renk vardı. “ Buna ek olarak Bayan Overstrand, bu
topluluğu toplayan ben olduğum için içeri girm eyi talep ediyo­
rum.”
“Sen mi topladın? Am a neden -n e oldu ki?”
Tertius gülümsedi. Artık sorulan soranın Marcia olmasına
memnun olmuştu. “Prosedürü unutuyorsun Bayan Overstrand. Ön­
ce topluluk kabul edilir. Sonra -b elk i- sorularınıza cevap veririz.”
Marcia bir seçeneği olmadığını biliyordu. “Pekâlâ,” dedi.
Tertius Füme ağzıyla gülümsedi, ama gözleri gülmüyordu.
“ Pekâlâ ne, Bayan Overstrand?”

201
Angie Sage
Marcia ne söyleyeceğini biliyordu. Olağanüstü Büyücülüğe
aniden atandıktan sonraki birkaç gün içinde deli gibi ezberlem eye
çalıştığı çok sayıdaki davranış kurallarından biriydi bu. Am a söyle­
mek istemiyordu. Tertius Füme da bunu çok iyi biliyordu. Ve Mar­
cia da onun bildiğini biliyordu. Alaycı gülümsemesinden ve kolla­
rını kavuşturma şeklinden anlaşılıyordu.
Marcia derin bir nefes alıp konuşmaya başladı. Asi denecek ka­
dar kendine güvenli sesi büyük salonu doldurdu. “Olağanüstü Bü­
yücü olarak topluluğu Büyücü Kulesi’ne davet ediyorum. Sizin ge­
lişinizle Olağanüstü Büyücü olarak yetkilerimi bırakıp kalabalığın
arasında bir ses olacağımı bildiriyorum. Burada hepimiz eşitiz.”
“ Bu daha iyi,” dedi Tertius Füme. Eşiği geçip parmağını Mar-
cia’ya doğru oynattı. “ Unutma, kalabalığın arasında bir ses. Artık
yalnızca busun.” Hayalet içeri girip sahibiymiş gibi büyük salona
baktı.
Herkesin dikkatinin Tertius Fume’un üzerinde olmasından
yararlanan Septimus, Marcia’nın yanından uzaklaştı, büyük salo­
nun gölgelerine karıştı. Kapıdan geçince Jenna ve Beetle’ı fark etti.
“Merhaba Jen, Beetle,” diye fısıldadı.
“Oh, Sep,” dedi Jenna. “Çok şükür iyisin. Tertius Füme...”
“Şişttt...” Septimus parmağını dudaklarına götürdü.
“Am a o...”
“Şişşttt! Dikkatimi yogunlaştırmalıyım Jen.” Septimus o kadar
haşindi ki Jenna devam etm eye cesaret edemedi.
Septimus, hafızasındaki Olağanüstü Büyücü olmanın bütün
yönlerini içeren devasa Kural Kitabı’nı hızla taradı. Marcia her gün
Septimus’a kitabın bir bölümünü okutmuştu ve Septimus Gebble-
gons: Sağlık ve Güvenlik Düzenlemeleri bölüm i/ye gelmişti. Bü­
yücü Kulesi’ne doluşan m or renkli hayalet denizini seyrederken

202
Arayış

birkaç sayfa geriye gidip Topluluk: Toplanmanın Kuralları bölü­


müne geldi.
Kulenin büyük salonu dolm aya başlarken Yaşayan Sıradan
Büyücüler hayaletlere yer açmak için saygılı bir şekilde geriye çe­
kildi -kim se eski bir Olağanüstü Büyücü’nün içtnden geçmek is­
lemezdi. Hayaletler hâlâ büyük salona akmaya devam ederken Sı­
radan Büyücüler duvara sıkışmış, devasa m or halkanın etrafında­
ki ince mavi bir çizgi halinde kalmışlardı. Şaşırtıcı sayıda Sıradan
Büyücü salondan çıkan dolaplara ve girintilere sıkıştı. Hatta süpür­
ge dolabındaki büyücü rekoru -yıllar önce unutulmaz bir ziyafetin
sonunda on sekiz büyücü- o gece kırıldı.
Her Olağanüstü Büyücü hayaleti eşiği geçerken nezaket gere-
gi kulenin içindeki herkese .görünüyordu. Bu yüzden Septimus
her birini tek tek gördü. Bazıları soluk ve son derece yaşlıydı; bazı­
ları somut gibi görünen yeni hayaletlerdi. Bazıları yaşlı, bazıları
gençti, ama Büyücü Kulesi’nin içine girerken hepsinin yüzünde
özlem dolu bir ifade vardı.
Beetle da büyülenmiş gibi onları seyrediyordu. Bu kadar çok
hayalet görünce elinde olmadan Jillie Djinn’in bir keresinde yaptı­
ğı bazı hesaplamaları hatırladı. Hayaletler tek tek bakıldığında şef­
faf görünseler de grup halinde olduklarında arkalarındaki nesne­
nin görülmesini engelleyecek kadar yoğundu. Bunun için gereken
hayalet sayısı yaşlarına bağlıydı, çünkü hayaletler yıllar geçtikçe
daha şeffaf hale geliyorlardı. Jillie Djinn bunu hesaplamak için bir
formül bulmuştu, ama bunun sonuç verdiği söylenemezdi, çünkü
hayaletin duygusal durumu da şeffaflık derecelerini etkiliyordu.
Bu durum da genel olarak bütün duygusal durumlarda olduğu gi­
bi Bayan Djinn’i sinirlendirmişti; ama canlı bir nesneyi örtmek için
ortalama yaşta ve duygusal denge durumundaki beş ve bir çeyrek

203
Angie Sage
hayalet gerektigini hesaplamıştı. Bu yüzden hayaletler içeri dolu­
şurken Septimus kısa sürede salonun karşısında duran Marcia’yı
gözden kaybetmişti, ama teker teker içeri giren hayaletlerin hiçbi­
rini gözden kaçırmamaya dikkat ediyordu. Özellikle iki tanesini
arıyordu -b ir tane görm ek istediği, bir tanede görm ek istemediği
vardı.
Kapıda meydana gelen birikme yüzünden işi daha kolaylaştı.
Hem en hem en her hayalet bir an durup uzun zaman önce ayrıldı­
ğı yere bakıyordu. Merdivenlerde uzun bir kuyruk oluşmuştu, ama
en sonunda bütün hayaletler kapıdan geçti ve etrafına bakınıp
kendilerine uygun bir yer seçtiler. Son hayalet Septimus’un gör­
meyi istediği Alther Mella’ydı. Uzun boylu, yeni hayalet Alther
açıkça seçiliyordu. Kaftanı hâlâ parlak görünüyordu ve kararlı bir
hareket tarzı vardı. Canlıyken olduğundan daha bakımlıydı.
Bakımlı olmanın her zaman daha kolay olduğuna dair espri
yapardı. Saçları güzelce toplanıp atkuyruğu yapılmıştı, sakalı ma­
kul bir uzunluktaydı ve artık üzerine yapışmış yiyecekler yoktu.
Alther Büyücü Kulesi’ne neredeyse gönülsüzce girdi.
“Alther!” diye fısıldadı Septimus.
Alther’in yüzü aydınlandı. “Septimus!” Sonra yüz ifadesi ka­
rardı. “ Bu olayın neyle ilgili olduğunu biliyor musun?”
Septimus başını salladı.
Büyük salona sessizlik çökmüş, gümüş kapılar yavaş yavaş
kapanıyordu. Marcia topluluğa yukarıdan bakabilmek için dur­
durulmuş döner merdivenlerin ilk birkaç basamağına çıktı. Ağzı
kurumuştu, elleri titriyordu; ellerini ceplerine sokarken yüzünde
korkusuz bir ifade olmasına dikkat etti.
Kuleye ciddi, beklentili bir atmosfer hakim olurken bütün
gözler Olağanüstü Büyücü’deydi. Marcia m or denizi tarayıp Septi-

204
Arayış

mus’u aradı -n ereye gitmişti bu? Septimus’un ortalıkta görün­


memesi onu sinirlendirmişti. Böyle zamanlarda çırağın yanında ol­
ması gerekiyordu. Bütün bu kargaşa bittiğinde onunla bu kaygısız
tavrı konusunda konuşmaya karar verdi. Marcia, Alther’i de göre-
miyordu. Düş kırıklığına uğradığını ve biraz incindiğini hissetti.
Alther’in gelip onu bulmasını bekliyordu, am a belli ki Alther’in
umurunda bile değildi. Marcia bu işte yalnız başınaydı.
Am a Marcia tamamen kendi başına sayılmazdı. Yakınında
-hatta kişisel alanını işgal edecek kadar yakınında- Tertius Füme
vardı. Hayalet döner merdivenlerin üstünde durmuş, uzun boylu
bir kadın olan Marcia’dan uzun görünm ek için basamağın yirmi
beş santim üstünde duruyordu. Marcia aşağıya bakınca mor renk­
li Olağanüstü Büyücü denizinin yeşil rengin geçm esine izin ver­
mek için aralandığını gördü. Rahatlama hissiyle Septimus’un ken­
disine doğru geldigini fark etti - en azından artık onun nerede ol­
duğunu biliyordu.
Tertius Füme ortamı bir tatmin hissiyle seyrediyordu. “Aha,”
dedi. “Toplanmamızın esas nedeninin yaklaştığını görüyorum.”
Marcia kaşlarını çattı. Füme ne dem ek istiyordu -esas neden
derken?
Septimus, gümüş, döner merdivenlerin sonuna vardığında
Marcia ona bu kez endişeyle baktı. “Nerelerdesin sen?”
Septimus, ona söyleyeceği şeyi Tertius Fume’un önünde söy­
lemek istemiyordu. “Bir dakika buraya gelir misin lütfen?”
Septimus’un sesinde Marcia’nın hiç tereddüt etm eden Tertius
Fume’un pelerininin içinden geçmesine neden olan bir şey vardı.
“ Denetimsiz iletişime izin yok,” diye gürledi Tertius Füme, Septi­
mus, Marcia’nın kulağına bir şey mırıldanırken.
Denetimsiz olsun olmasın bu konuşma tam Marcia’nın istedi­
ği şeydi. “ Emin misin?” diye fısıldadı Septimus’a.

205
Angie Sage
“ Evet.”
“Çok şükür. O kadar endişelendim ki. Şu yüzük -İki Yüzlü Yü­
zük. Tanımlamayı bitirdikten sonra çamurdan hiç çıkarmadığımı
biliyorsun. Derin tem izlikten sonra onu aradım, yoktu, bu yüz­
den sorun olmadığını düşündüm. Am a bazen orada olmamasının
nedeninin, yüzüğün onu tekrar bir araya getirmesi ve kaçmasını
sağlaması olup olmadığını merak ediyorum .”
“Am a yalnızca bir çamur yığını haline gelmişti,” dedi Septi­
mus. “Ve her yere yayılmıştı. O haldeyken sonra nasıl yeniden bir
araya gelebilir ki?”
“Ee... bunu hiç bilemezsin. O yüzük çok güçlü. Bataklık Brow-
nileri onu yedikten sonra yeniden bir araya getirmiştir. Her neyse,
buraya gelip gelm edigine bakıyordum, ama buradan anlayamıyo­
rum. Hepsi aynı görünüyor.”
“O aynı görünm ez.”
“ Evet. Haklısın. O korkunç, eski şapkası - onu giyer, değil
mi?”
Septimus sırıttı. “ Herhalde.”
Marcia, uçarcasına adımlarla Tertius Fume’a yaklaştı. “Çı­
rağımla konuşmak için izne ihtiyacım yok,” dedi hayalet.
Tertius Füme gülümsedi. “ Burada yanılıyorsunuz Bayan
Overstrand. Çünkü artık kendi bölgenizin efendisi değilsiniz.”
“Öyle mi?” Marcia, hayaletin söyledikleri hoşuna gitmiş gibi
kaşlarını kaldırdı.
“Gerçekten Bayan Overstrand. Bunlar kurallardır. Topluluk
Büyücü Kulesi’ne geldikten sonra senin de haklı bir şekilde söyle­
diğin gibi herkes eşittir.”
“ Kuralları çok iyi anlıyorum Bay Füme. Anlamayan sensin.
Büyücü Kulesi’nde bir topluluk yok. Prosedüre bu kadar önem

206
Arayış

verdiğine göre bir topluluğun var olması için eksiksiz olması ge­
rektiğini bilirsin. Bu topluluk eksiksiz değil.”
“ Elbette eksiksiz.”
“ Değil.”
“ Kanıtla.”
“ DomDaniel burada değil.”
Sıradan Büyücüler’in oluşturduğu mavi hattan zayıf bir sevinç
çığlığı yükseldi. Tertius Füme öfkeden deliye dönmüş gibiydi.”
“Ve Bay Füme, DomDaniel hiçbir zaman gelm eyecek. Onu
geçen yıl derin temizledim. Topluluk ek siksiz değil - ve hiçbir
zaman da tam olmayacak. Bu yüzden size bütün bu Olağanüstü
Büyücülerinizi alıp -k i sizi görm ek harikaydı, bu havada buraya
gelmeniz büyük nezaket- bu akşam için yapacak daha ilginç şey­
ler bulmanızı öneriyorum. Hepinize iyi geceler.”

Büyücü Kulesi’nin dışında, yepyeni bir yazıcı üniforması giy­


miş zayıf bir figür eski Ejderha Kulübesi’nin gölgelerinde yağmur­
dan korunmaya çalışıyordu. Üzerinde altın şeritler olan çok güzel
mavi bir çöm lek taşıyordu. Çömlek neredeyse kendisi kadar bü­
yüktü. Son derece ağırdı ve kollarındaki kaslar yanıyormuş gibi
hissediyordu, ama Merrin çöm leği bırakmaya cesaret edemiyordu,
çünkü bir daha kaldırabileceğinden emin değildi. Perişan durum­
daydı ve biraz da öfkeliydi -Tertius Füme, ona, Septimus Heap’in
kaderinin karartılm asında stratejik bir rol önerdiği zaman aklın­
da olan şey bu değildi.
Yağmur saçlarından süzülüp burnuna inerken Merrin ağır
çömleği daha fazla taşıyamayacağını biliyordu -on u atıp gitm eye
karar verdi. Kucağında çöm lekle avluda sendeleyerek yürürken
korkunç derecede tanıdık bir ses yüzünden olduğu yerde kaldı.

207
Angie Sage
“Yolumdan çekil çırak. Bunu sana kaç kere söylemek zorundayım,
çocuk?”
Dehşete kapılan Merrin çömleği bırakıverince ayaklarına düş­
tü. “Ahh!” diye bağırdı. Ayağını tutup dehşet verici sesin nereden
geldigini anlamak için panik içinde etrafına bakındı - neredeydi
bu? Ve sonra, çok yavaş bir şekilde bedensiz ses görünmeye baş­
ladı. Merrin çığlık attı. Buna inanamıyordu -siyah silindir şapka...
domuzu andıran siyah gözler. Kusacağını düşündü -en kötü kâ­
busları gerçekleşmişti. DomDaniel onu ziyarete gelmişti.”
Merrin hızla ellerini ceplerine soktu. Eski efendisinin İki Yüz­
lü Yüzük’ü görmesini istemiyordu.
“ Ellerini ceplerinden çıkarıp ayağa kalk,” diye gürledi hayalet.
“Sen bir yüz karasısın.” DomDaniel’ın hayaleti bunları söyledikten
sonra dengesiz hareketlerine devam edip avluda tehlikeli bir şekil­
de yükseldi, yalpalayarak Büyücü Kulesi’nin merdivenlerini çıktı.
DomDaniel üst m erdivene ulaşırken Merrin, gümüş kapıların açı­
lıp büyük salondan yayılan parlak ışığın beyaz m erm er basamak­
ları aydınlattığını gördü. Merrin bulunduğu yerden bile kulenin
içinden hep bir ağızdan yükselen şaşkınlık içindeki yutkunmasını
duyabiliyordu. Kapıların yavaşça kapanmasını seyredip gülümse­
di -şu anda içerideki Septimus Heap olmak istemezdi. Asla.
Merrin cebindeki küçük para kesesini avuçladı - Elyazmaları
Odası’ndaki ilk haftalığının avansıydı bu. Biraz neşelendi -harçlığı
Ma Custard’dan otuz dokuz yılan şekerlemesi almasına yeterdi. Ma
Custard’ın davetkâr şekerci dükkânının ve Merrin ilk şekerlemesi­
ni seçerken kadının ona nazik bir şekilde gülümsemesinin hatıra­
sı birden mutlu olmasını sağladı. Neden istenmediği bir yerde
kalsındı ki?
Merrin, Tertius Fume’a tamamen itaatsizlik yapacak kadar ce­
sur değildi, bu yüzden büyük bir gayretle çöm leği kaldırıp m erm er

208
Arayış

merdivenlere çıkardı. Merrin en üst basamakta titreyerek durup


çöm leği düşürmeden nasıl bırakacağını düşünürken, antik zincir
zırh giymiş uzun boylu iki biryülü figür kapının iki yanındaki göl­
gelerin arasından çıktı. Aynı anda ikisi de bir hançer çıkarıp Mer-
rin’e doğru bir adım attı, sonra hançerlerini boğazına dayadılar.
Büyücü Kulesi’nin m or ışıkları keskin bıçaklarında parlıyordu.
Dehşete kapılan Merrin ayak parmaklarıyla ilgili bütün endişeleri­
ni bir kenara bıraktı; çöm leği büyük bir gürültüyle yere bırakıp
kaçtı. A rayış M u h a fız ları geri çekilip tekrar gölgelere karıştı.
Merrin arkasına bile bakmıyordu. Merdivenlerden uçarcasına
inip avluyu deli gibi geçerken ayak sesleri Büyük Kem er’de yankı­
landı. Orada durup cebindeki eski tenis topuna benzer şeyi çıkar­
dı.
“Sleuth,” dedi topa. “ Bana Ma Custard’a giden en kısa yolu
göster.” îz bulucu top düşünüyormuş gibi yavaşça zıpladı, sonra
hızla ileri atılıp Cutpurse Cut’a keskin bir dönüş yaptı, ardından
hızla Dogbreath Dive’a girdi. Ma Custard’a kadar üç kilometre var­
dı, ama Merrin’in umurunda değildi. Eski patronundan ne kadar
uzak olursa o kadar iyiydi. Topu aydınlık tünellerde takip etti, an­
cak sonunda yorularak dar, karanlık bir sokakta topu gözden kay­
betti. Am a şanslıydı - sokak doğruca şekerci dükkânına gidiyordu.
Nefes nefese dükkâna vardığında Sleuth orada zıplayıp sabırsızlık­
la onu bekliyordu.
Merrin topu yakalayıp cebine attı, şekerci dükkânına daldı.
Tekrar eski efendisini görmenin şokundan kurtulmak için bir
kamyon dolusu yılan şekerlemesine ihtiyacı olacaktı. Hatta yılanlı
şekerlemenin yanı sıra sülük şerbeti ve belki örüm cek örgüsü de
alabilirdi.

209 F : 14
-> 25^
Kuşatm a

omDaniel’in hayaleti çok eğleniyordu. Uzun zamandır il-


L S ginç bir yere gitmemişti. İki Yüzlü Yüzük’ü kaybetmesi,
onu, Marcia’nın tanımlamasından bu yana kendisinin ve hayale­
tinin içinde bulunduğu bir arafa sokmuştu. Topluluğun çağrısı o
kadar güçlüydü ki hayaleti serbest kalmış, biraz sarsılmış durum­
da olsa da sonunda yeniden dünyaya dönmüştü.
DomDaniel özellikle Büyücü Kulesi’ne girişinin çarpıcı etkisi­
nin tadını çıkarıyordu. O korkunç kadının yüzündeki bakış, neydi
adı -Ghastlier Overland mı, Nastier Underhand m iydi?- eh bu bi­
le beklem eye değerdi. Ve yaşlı Fume’u yeniden görm ek güzeldi.
Başka tanıkları da vardı: Ejderha Yüzüğü olan şu pejmürde çocuk

210
Arayış

- bir çırak gibi görünüyordu. Onu daha önce de görmüştü... bir


yerlerde... adı neydi? Oh, hafızası korkunç durumdaydı. Neredey­
se tamamen silinmişti. Bu haksızlıktı. O neydi - ne neydR Birisi
adını mı söylüyordu?
Marcia Overstrand gerçekten de adını söylüyordu. “ DomDa­
niel -olam az! Buna inanmıyorum. Bu kesinlikle imkânsız."
Tertius Füme zafer kazanmış gibiydi. “Öyle görünüyor ki bu
mümkün. Artık topluluk tamamlandı.”
Bütün gözlerin üzerinde olmasından m emnun olan DomDa­
niel dinleyicilerine gösterişli bir şekilde selam verip hayalet oldu­
ğunu unutarak silindir şapkasını çıkarmak istedi, ama hayalet eli
şapkanın içinden geçti. Biraz kızararak doğruldu, Septimus ve Mar-
cia’nın yanına doğru kaydı. Septimus’la Marcia tereddütlü bir şe­
kilde döner m erdivenlere oturmuş, kalabalığın tombul hayalete
yol verm ek için ayrılmasını seyrediyordu. DomDaniel, döner mer-
divendekilere yine selam verdi, ama bu kez şapkasına dokunma­
ya çalışmadı. Marcia onun yağcı gülümsemesine öfkeli bir bakışla
karşılık verdi.
Tertius Füme konuşmaya başladı. “ Bu topluluk önemli bir
an olan yirmi birinci çırağın Ara_yış Ç ekilişi için toplandı.”
Toplanan kalabalık aynı anda yutkundu -özellikle çıraklarını
bu A ra yış’ta kaybedenlerin sesi daha da yüksekti.
“Saçma,” diye parladı Marcia.
“Senin yerinde olsaydım bu topluluğa saçma dem ezdim Ba­
yan Overstrand.” Aşağıdan onaylayan mırıltılar yükselince Marcia
dikkatle adım atması gerektigini fark etti.
“ Beni bilinçli bir şekilde yanlış anlıyorsun Bay Füme. Saçma
olan A rayış Ç e k illşi’ni Septimus’un yapması gerektigi düşünce­
si. Bunun çıraklığın son saatinde olduğunu sen bile bilirsin Bay Fu-

211
Angie Sage
me. Benim çırağım Septimus Heap daha üçüncü yılına yeni başlı­
yor - bu yüzden A rayış Çekilişi ona uygun değil.”
Tertius Füme bir kahkaha attı. “Çekilişin çıraklığın sonunda
yapılması yalnızca bir gelenek. Çekiliş her zaman yapılabilir.” Ha­
yalet sesini yükseltip kapıların şifresini söyledi. Sıradan Büyücü-
ler’den kederli bir ses yükseldi. Kimse Büyücü Kulesi’nin şifresini
bağırarak söylememişti - bunun şanssızlık getirdigi ve son derece
kaba olduğu düşünülürdü. Am a Büyücü Kulesi’nin kapılarında bü­
yücülerin hassasiyeti yoktu. Kapılar itaatkâr bir şekilde açılınca or­
taya terk edilmiş A rayış Çömleği çıktı. Tertius Füme şaşkınlıkla
çöm leğin son konukmuş gibi merdivenlerin tepesinde durduğunu
gördü. Genç Sıradan Büyücüler kıkırdaşmaları bastırmaya çalıştı.
Mahzen Hayaleti çömleğin orada tek başına ne yaptığını me­
rak etti. O salak yazıcı neredeydi?
Tertius Füme, canlıyken hayatta cesaret edem eyeceği atletik
bir sıçrayışla merdivenlerden atladı. Topluluğun arasından geçip
büyük salonun ortasına yerleşti. “Sen!” diye gürledi kapıya en ya­
kın olan Hildegarde’a. “A rayış Çömlegi’ni getir!”
“O kadar çabuk değil, Füme,” dedi Marcia. “Bir şeyi unutuyor­
sun - kalabalığın içinde tek bir ses. Sesin son derece yüksek olabi­
lir, ama yine de tek bir ses. Ya çok sayıda sese ne diyorsun? Toplu­
lu k ne diyor?”
Tertius Füme yüksek sesle içini çekip isteksizce kalabalığa hi­
tap etti. “Burada toplanan bütün hayaletler - siz de A rayış Çöm-
l e g i ’nin getirilmesini istiyor musunuz?”
Yedi yüz elli hayalet, rüzgârlı bir akşamda -hayaletler böyle
akşamlarda zorlanırdı- sıcak evlerinden bir hiç uğruna çıkmamış­
lardı. Yalnızca yirmi bir kişi -çıraklarını A rayış’ta kaybeden on
dokuz Olağanüstü Büyücü, Alther Mella ve Marcia- karşıydı. Oyla­
rın çoğunluğu çömleğin getirilmesi yönündeydi.

212
Arayış

Tertius Fume’un ayaklarının hemen altındaki aydınlık zem in­


de, ortasında A olan büyük, mavi bir halka belirdi. Tertius aceley­
le geri çekildi. Hildegarde, Marcia’ya özür dilercesine bakıp çömle­
ğ i dairenin orasına koydu.
A rayış Çömleği güzel bir şeydi. Mavi lapis lazuli taşı parlak
mum ışığında parlıyor, etrafını kuşatan altın şeritler ve üstünde
duran büyük altın kapak derin bir parıltı yayıyordu. Marcia ürpe-
rerek Alther Mella’nın çırağı olduğu son günde bu kapağı kaldırışı­
nı hatırladı. Bütün gelecegi birden tehlikeye girmişti. Marcia, ken­
disini kaleden sonsuza dek uzaklaştıracak olan üzerinde A harfi ol­
mayan'boş bir lapis taşı çektiğinde hissettiği sevinç ve rahatlama­
yı hatırladı.
“Şimdi çocuk,” dedi Tertius Füme. Bakışlarını Septimus’un
üzerine odakladı. “Çekilişi yapm a zamanı. Bu tarafa gel.”
“Hayır!” dedi Marcia. Kolunu korumacı bir şekilde Septi­
mus’un omzuna attı. “Septimus’un çekilişi yapmasına izin verm e­
yeceğim .”
“Senin neye izin verip verm eyeceğin önemli değil,” dedi Ter­
tius Füme. “Senin daha önce de söylediğin gibi hepimiz yalnızca
kalabalığın arasında tek bir sesiz. Am a bu toplantıyı yapan kişi ola­
rak eger istersen bunu topluluğa sorabilirim.”
Marcia bunu istedi, ama başarı umudu çok düşüktü.
Tertius Füme salona sordu. “ Burada toplanan bütün hayalet­
ler - Çırağın çekilişi yapmasını istiyor musunuz?”
Yine yirmi bire karşı bütün topluluğun oyuydu. Septimus çe­
kilişi yapacaktı.
“Yaparım,” dedi Marcia’ya. “ Hem A r a y ış T aşı’nı çekm em za­
ten. Böylece çıraklığımın sonunda çekm em gerekm ez.”
“Hayır, Septimus,” dedi Marcia. “Hayır. Bu işte bir terslik var.”

213
Angie Sage
“Sorun çıkmayacak.” Septimus, M ardaya gülümsedi. “ Eger
bunu yapmazsam bu kalabalıktan asla kurtulamayacağız.” Septi­
mus onun cevabını beklem eden saygıdeger bir şekilde aralanan
hayalet kalabalığının arasına daldı. Septimus A rayış Çömleğine
yaklaşırken yüzünün yan tarafında kan lekeleri olan bir hayalet
geçmesini engellercesine kolunu uzattı. Septimus hayaletin için­
den geçm eyi istemeyerek durdu.
“ Çırak,” diye fısıldadı kan lekeli hayalet. “ Korkarım bu Ara-
y ış ’dan kaçamayacaksın. Am a şuna dikkat et: Taşı çektiğinde A ra­
y ış M u h a fızların d an kaç, o zaman en kötü tehlikeden kurtulur­
sun. Sana iyi şanslar dilerim.” Hayalet geçm esine izin verdi.
“Oh,” diye fısıldadı Septimus. Durumun tehlikesi kafasına ye­
ni dank ediyordu. “ Hımm... teşekkür ederim .”
“ Bunu ona söylem em eliydin Maurice,” dedi yanındaki haya­
let. Septimus bu kez tereddütlü bir şekilde A rayış Çöm leğine
doğru yürüdü.
Üç yüz yıl önce Olağanüstü Büyücü olan ve çok sevdiği çırağı­
nı A rayış ta kaybeden Maurice McMohan om uz silkti. “Neden
söylem eyeyim mi? Burada çok fazla sır var. Zamanında bilseydim
benim Çırağıma da söylerdim. Oğlana mücadele şansı ver.”
“Kendi kafana göre konuşuyorsun,” dedi yanındaki hayalet.
“Oh, özür dilerim Maurice. Öyle dem ek istemedim.” Maurice
McMohan Büyücü Kulesinin on sekizinci katından düşen bir şam­
danın kafasında çok derin bir yarık açmasıyla ölmüştü.
Septimus artık sessizleşen hayaletlerin arasından geçerken
Alther yanında belirip ona A rayış hakkında anlatabileceklerini
anlattı - çünkü Septimus A rayjş T aşı’nı çekerse neler olacağını o
da biliyordu. O zaman konuşacak zaman olmayacaktı.
Septimus ve Alther A rayış Çömletji’ne doğru ilerlerken nor­
malde Büyücü Kulesi’nin hayatındaki yüreklendirici önemli olay­

214
Arayış

ları gösteren duvarlar A ra yış’a çıkan önceki çıraklarla ilgili sahne­


ler göstermeye başlamıştı. Bunların yüreklendiricilikle ilgisi yoktu.
Çıraklar Tertius Füme ve yedi ağır silahlı A rayış M u h a fızı tara­
lından götürülürken üzgün vedalar yapılıyordu. Bazı çıraklar ce­
surca gidiyor, diğerleri gözyaşları içinde ve bir kız - o anın harare-
liyle Tertius Fume’un hayalet olduğunu unutup burnuna bir yum ­
ruk indirmeye çalışmış, kalabalığın gülüşmesine yol açmıştı. Ama
resimleri gören hayaletlerin çoğu bir çırağın A ra y ış a çıkmasının
gerçek anlamını fark edip çekilişi destekledikleri için pişmanlık
duymaya başlamışlardı. Am a artık kararlarını değiştirmek için çok
geçti. •
Alther tekrar hayalet kalabalığının içine karıştı. Septimus he­
yecanlı mırıltılar eşliğinde A rayış Çömleği’nin yanına vardı. Bü­
yücü Kulesi’nin atmosferi elektrikliydi. Septimus neredeyse kendi­
siyle aynı boyda olan çömleğe bakarken sanki o da kendisine ba­
kıyormuş gibi hissetti. Tereddüt ederek Marcia’nın sözlerini hatır­
ladı. Bir şeyler tersti - yakınlarda k aran lık bir şey vardı. Yakın -
yakınlarda değil. Çömleğin içinde k aran lık bir şey vardı.
Tertius Füme sabrını kaybediyordu. “Çekilişi yap,” diye talep
etti.
Septimus kıpırdamadı.
“Sağır mısın çocuk?” diye sordu Tertius. “Çekilişiyap!'
Septimus A ra yış Çömlecji’nin kapağını açacakmış gibi uzan­
dı, ama onun yerine sag elini kaldırıp işaret ve başparmağıyla bir
halka yaptı. Gör Buyüsu’ne eşlik eden klasik semboldü bu. Değer­
li metal ve taşların arkasını görm eye yarayan ileri bir türdü.
“ Hile!” diye bağırdı Tertius Füme. “Çömleğin içini görmeye
çalışıyorsun. Hile var!”

215
Angie Sage
“ Hile yapan ben değilim ,” dedi Septimus. Şok olmuş kalabalı­
ğın arasında sesi kolayca duyuluyordu. “A rayış T aşı’nı elim e koy­
mak için bekleyen Şey’i çömlegîn içine koyan ben değilim .”
Tertius Füme öfkeden neredeyse konuşamıyordu. “ Bu ne cü­
ret? Bunu telafi etm en için sana son bir şans veriyorum. Kapağı
kaldır ve çekilişi... yapf’
“Yapmayacağım.”
“Yapacaksın!” Tertius Füme öfkeden patlayacak gibiydi.
“Yapmayacak.” Marcia’nm sesi çırağının arkasından geliyordu.
“Sen ve çırağının topluluğun kuralını reddettiğini mi söylü­
yorsun?” diye sordu Tertius buna inanamayarak.
“Çırağımın çekilişi yapmayacağını söylüyorum. Eger bu aynı
zamanda topluluğun kuralını reddettiğimiz anlamına geliyorsa,
öyle olsun bakalım.”
Büyük salonda yüksek sesli bir mırıltı oldu. Böyle bir şey da­
ha önce olmuş muydu? Kimse sanmıyordu. Çoğu hayalet Marci-
a’yı anlıyordu, ama kurallara bağlı ve deliye dönmüş hayaletler de
vardı. Mırıltılar şiddetli tartışmalara dönüştü.
“Sessizlik!” diye bağırdı Tertius Füme. Septimus’a baktı. “Top­
luluğun kuralını kabul etmen için sana son bir şans veriyorum,
yoksa bunun ciddi sonuçları olacak,” dedi. “Çekilişi... Yapf
Septimus tereddüt etti. Belki de çekilişi yapmalıydı. Eger yap­
mazsa herkesi tehlikeye mi atmış olurdu? Sonra Marcia’nın om zu­
sun sıkıp, “Hayır. Yapma," diye fısıldadığını duydu.
“ Hayır,” dedi Septimus. “Yapmayacağım.”
Tertius Fume’un kısa süren şaşkın bakışlarının yerini öfke al­
dı. “O zaman topluluğun kuralını kabul edene dek Büyücü Kule-
si’ni kuşatma altına almaktan başka seçeneğim kalmıyor,” diye
gürledi.

216
Arayış

Marcia’nın yeşil gözleri öfkeyle parladı. “Buna cüret edem ez­


sin," dedi Tertius Fume’a, sesi öfkeden titreyerek.
Tertius Füme onun sesindeki titremeyi korku olarak algılayıp
tfüldü. “Cüret ederim ,” dedi. Hızlı ve öfkeli bir dizi söz sıraladı. Sı­
radan Büyücüler’den kederli bir çığlık yükseldi.
“Çabuk Septimus,” diye fısıldadı Marcia. “ Buradan çıkmalısın.
Buz Tünelleri’nden çık -yolu biliyorsun. Kaleden çık; Zelda’ya git -
ya da ormandaki kardeşlerine. Burası güvenli olunca ben gelip se­
ni bulurum -s ö z veriyorum .”
“Ama...”
“Septimus -b izi kuşatma altına almak yalnızca iki dakika
kırk dokuz saniye sürer. Gitf
“Gitmelisin,” dedi Alther birden arkasında belirerek. “ He­
m en!”
Marcia bütün mumları söndürdü. Endişelenen büyücüler çığ­
lık attı. Salon karardı. Bir tek duvarlarda titreşen üzücü resimlerin
ışığı vardı, ama Tertius Füme bunu fark etmiyordu bile. Antik bü­
yül ü sözcükler Büyücü Kulesi’ni doldurup canlıların tüylerini di­
ken diken eden, ölülerin içine korku salan Kuşatma Büyüsu’nün
yarısında sesi durdurulamaz bir ritme ulaşmıştı.
“Sep!” Jenna, Septimus’un elini yakalayıp hayalet kalabalığı­
nın arasına soktu. Bazıları gitmeleri için geri çekildi, ama bir kısmı
çekilmeyince içlerinden geçm ek zorunda kaldılar. Sızlanmaları
Tertius Fume’un gittikçe yükselen sesinde kaybolup gitti. Septi­
mus artık koşuyordu. Arkasında Ullr’un ağır adımlarını duyabili­
yordu. Ullr’un arkasında Beetle vardı. Bundan emindi, çünkü Beet-
le’m son zamanlarda açıklanamaz şekilde sürmeye başladığı li­
monlu saç yağının kokusunu alabiliyordu.
Canlı Sıradan Büyücü hattına ulaşınca düzinelerce destekçi el
onları süpürge dolabına soktu. Dolap ağzına kadar doluydu, ama

217
Angie Sage
onlar için hem en bir yol açıldı. Hatta Ullr için daha da hızlı açıldı
yol. Septimus Ejderha Yüzügü’nün ışığıyla Buz Tünelleri’ne açılan
gizli kapıyı kolayca buldu. Kapıyı iterken şaşkınlıkla gördü ki Hil-
degarde oradaydı. Bir şeyler söyleyip eline bir şey sıkıştırdı. “Gü­
venlik tılsım ım ı al.”
“Teşekkür ederim,” diye mırıldandı Septimus. Cebine sokup
kapıya koştu. Jenna, Ullr ve Beetle arkasındaydı. Buz Tünelleri’nin
soğuk havası onlara çarparken Tertius Füme zafer dolu bir şekilde
kükredi. “Kuşatma/”
Buz Tünelleri’nin kapısı arkalarından kapanırken kilitlenen
kapının sesini duydular. Büyük salonu dolduranlar da tam o anda
Büyücü Kulesi’nin kapılarının içindeki devasa sürgülerin çekilip
onları mahkûm haline getirmesini dinliyordu. Derken, bütün bü­
y ü lü ışıklar ve Büyücü Kulesi’nin sesi sönerken kederli, boğuk bir
ağıt duydular.
Kuşatma başlamıştı.

218
'~ - K 26
KAÇIŞ

B
eetle kendi bölgesine geri dönmüştü ve ne yapacağını bili­
yordu - kav kutusunu çıkarıp tünelin içindeki lambayı yak­
tı. Mavi ışık buza oyulmuş dik merdivenlerin karanlıkta kayboldu­
ğunu gösteriyordu. Beetle ve Septimus -m erdivenleri ikisi de bili­
yordu- aşağıya doğru inm eye başladı, ama Jenna ve Ullr geride
durdu.
“Am a bu nereye - nereye gidiyor?” diye sordu Jenna.
Septimus, Jenna’ya Buz Tünelleri’ni o kadar çok anlatmıştı ki
aslında Jenna’nın daha önce oraya hiç gelm edigini unutmuştu. As­
lında başta Jenna’yı oranın varlığına ikna etmesi çok zor olmuştu.

219
Angie Sage
Ne zaman Buz Tünelleri’nden söz etse Je n n a ’nm kendisine inan­
madığı hissine kapılıyordu. Elini tutması için Jenna’ya uzatırken
oranın gerçek olması karşısında Jenna’nın yüzünde beliren şaşkın
bakışı görebiliyordu.
Jenna onun uzattığı eli tuttu, arkasında Ullr’la Septimus’u ta­
kip etti. Yeni buzla kaplı merdivenler sandığı kadar kaygan değil­
di. Merdivenlerin sonunda uzun, sivri bir kemere geldiler. Normal­
de yaşlı bir Olağanüstü Büyücü’nün hayaleti buranın girişinde otu­
rup nöbet tutardı, ama şimdi yukarıdaki kuledeydi. Septimus
-onun en zeki çırak olmadığı fikrine kapılıp sinirini bozan- haya­
lete açıklama yapmak zorunda olmayışına memnun olarak Beet-
le’ın peşinden kemerden geçip Büyücü Kulesi’nden uzaklaşan tü­
nele girdi. Beetle’ın mavi lambası uzun tünelde parlıyor, milyarlar­
ca buz kristalinden oluşan parlak yüzeyi aydınlatıyordu. Septimus,
Jenna’nın fısıltısını duydu, “Vay canına.”
Sırıttı. “Çok güzel olduğunu söylemiştim.”
“Ama böyle değil. Hiçbir fikrim yoktu. Ne kadar çok buz var.
Çok garip. Ve buz gibi.” Solukları dondurucu havada büyük, beyaz
bulutlar halinde havada asılı duruyordu. Jenna hiç bu kadar üşü­
düğünü hatırlamıyordu. Aslında üşümüştü, ama şimdi aklına gel­
miyordu.
Buz Tünelleri’nde Jenna’nın tüylerini diken diken bir şey var­
dı, ama bu yalnızca acı soğuk değildi. Uzaklarda bir yerde belli be­
lirsiz bir iniltinin yankısını duyduğundan emindi. Beetle’ın lamba­
sından yayılan mavi ışık da ürpermesine neden oluyordu. Yüzleri­
ne ölümcül bir mavi veriyor, gözlerinin karanlık ve ürkek görün­
mesine neden oluyordu.
“ Ullr,” diye fısıldadı. “Gel, Ullr.” Elini büyük kedinin nemli tüy­
lerinde gezdirdi. Onun tüyleri de dikilmişti. Jenna onun da tetikte
olduğunu hissedebiliyordu. Peki çıkış yolu nerede?” diye sordu.

220
Arayış

“ Bir dakika Jen,” dedi Septimus. Çırak kemerinden gümüş bir


düdük çıkarıp dudaklarına götürdü. Hiç ses çıkmadı. Düdüğü ağzın­
dan çıkarıp salladıktan sonra bir daha denedi. Yine bir şey olmadı.
“Dikkatli ol, Sep,” diye uyardı Beetle. “ Bir kere öttürmen ye­
terli. Kızağı kızdırmak istemezsin. Büyücü Kulesi Kızağı gerçekten
çok hassastır. Düdüğü çok yüksek sesle öttürürken korkup kaçtığı­
nı duymuştum.”
“Am a düdük işe yaramıyor,” diye itiraz etti Septimus,
“Yalnızca sen duymuyorsun, Sep. Düdüğün sesini yalnızca kı­
zak duyar. Aslında sesini duyarsan işe yaramadığını düşünebilir­
sin. Anlıyor musun?”
“Pek sayılmaz. Ama...”
“Şişttt,” diye sözünü kesti Beetle. “Duydun mu?”
“ Hayır -neyi?”
“Oh, boş ver.” İnilti artık o kadar belirsiz ya da uzak değildi.
Matta her saniye yaklaşıyor ve yükseliyordu. “Kahretsin. İnleyen
I lilda. Bu tarafa gelecegini düşünmedim.”
“İnleyen Hilda mı?” diye sordu Jenna. Ullr’u sıkıca tuttu. İri kedi­
nin kaslarının gerildigini, kaçmaya hazırlandığını hissedebiliyordu.
“ Buz Perisi. Çabuk -kem erin altına girin ve ne yaparsanız ya­
pın o geçerken nefes almayın. Anlaşıldı mı?”
Tünelde vahşi bir esinti başladı, duvarlardaki kırağıyı alıp yo­
ğun, beyaz bir pus halinde havaya dağıttı. Kemerin güvenligine
daldılar. Buz Perisi’nin tiz iniltisi tüneli doldurmaya başladı. Ullr
ulurken Jenna ellerini hem en panterin kulaklarına koydu. Buz gi­
bi bir rüzgâr yanlarından geçerken Jenna buz gibi suyun altına çe-
kiliyormuş hissine kapıldı. Kulakları yırtan aaiiiiiiieeeeeeeeeeeee
sesi tüneli doldururken içgüdüsel olarak başını çevirip gözlerini
kapadı, burnunu tıkadı. Sonra da uzaklaştı. Buz Perisi yüzlerce yıl­
dır yaptığı gibi çığlıklar atarak kendi yoluna gitti.

221
Angie Sage
Jenna, Ullr, Beetle ve Septimus kemerin arkasından çıktı.
“ Korkunçtu,” diye fısıldadı Jenna.
“ Hilda iyidir, gerçekten,” dedi Beetle havalı bir şekilde. “Alışır­
sınız. Am a başta bir şok yaşatır. Oh, bak, işte şurada.” Beetle lam­
basını tünele doğrulttu, altın parıltısı mavi ışıkla buluştu. Büyücü
Kulesi Kızağı tünelde sessizce onlara doğru geliyordu. Kızak yu­
muşak bir sesle önlerine gelip sadık bir köpek gibi Septimus’un di­
zine sokuldu.
“Bu çok güzel,” dedi Jenna nefesi kesilerek. Son zamanlarda
ince işlenmiş altına karşı bir zevk geliştirmişti.
“ Değil mi?” dedi Septimus gururla, mor ipi tutarak. “Benim kı­
zağım -şey, çırakken benim. Artık ne kadar süreyle çırak olacak­
sam.”
“Saçmalama Sep. Yıllarca çırak olacaksın,” dedi Jenna. Kızak
geldigi için sesi artık daha neşeli çıkıyordu.
“ Bir şeyin ne kadar süreceğini asla bilemezsin,” dedi Beetle
hüzünlü bir şekilde. Yıpranmış eski İncelem e Kızagı’nı ne kadar
özleyeceğini düşünüyordu -ikili ters dönüşlerini daha da çok özle­
yecekti.
“Oh Beetle, üzgünüm,” dedi Jenna. “Öyle dem ek istemedim...”
“Önem li değil,” diye mırıldandı Beetle.
“Ne önemli değil?” diye sordu Septimus.
“Hiçbir şey. Sonra anlatırım,” dedi Beetle hırçın bir şekilde, i
“ Hadi Sep, şu şeyi kullanacak mısın yoksa öyle bakacak mıyız?”
“Sıkı tutun Beetle. Şimdi kullanıyorum.” Septimus dikkatlice
kızağın önüne otururken birden roket gibi ileri atılmasını bekler gi- i
biydi. Am a Jenna ve Beetle bindikten sonra arkaya geçerek Ullr’un :
takip edip etm ediğinden emin olmak için arkaya geçti bu süre !
içinde kızak sabırla bekledi. Panter bir kenara, kızağa üç kişi zor j
sığdı.

222
Arayış

Yükü ağır olan Büyücü Kızağı tünelde yavaşça yola koyuldu,


haatkâr Ullr onları yakından takip ediyordu. Kısa süre sonra Septi-
ınus’un tehlikeli bir yamaç olarak değerlendirdiği yere gelmişlerdi.
“Salyangozdan daha hızlı gitm ek yasadışı değil,” dedi Beetle.
Yeni yolcu rolüne kolay alışamıyordu.
“Sessiz ol Beetle. Daha yeni alışıyorum,” dedi Septimus hassas
bir şekilde. Beetle’ın onun kızak sürme becerileri hakkında ne dü­
şündüğünü çok iyi biliyordu.
Septimus yamacın sonundaki iki virajı kolayca aldı. Yumuşak
bir eğimi çıkıp Beetle’ın o güne kadar gördüğü en yumuşak buz
(iüzlügünde yavaşça ilerledi. Beetle yüksek sesle içini çekip böyle-
sine pürüzsüz bir buzda Büyücü K ızağıyla yapacağı hızı düşünme-
meye çalıştı.
Şimdi tüneldeki bir çatala yaklaşıyorlardı. “ Hey, Beetle, ne ta­
rafa?” diye sordu.
“Nereye gideceğine bağlı,” dedi Beetle, pek yardımcı olm a­
dan.
“Kalenin dışına,” dedi Septimus. “ Marcia’nın dediği gibi -
ama ormana ya da Zelda halaya değil. Nik ve Snorri’yi bulacağız,
değil mi Jen?”
“Hımm, şey, önce şey yapmamız lazım...” diye kekeledi Jenna.
Am a ne Septimus ne de Beetle onu duydu. “ Hangi taraftan
gitmek istiyorsun o zaman?” diye homurdandı Beetle. “Kararını
ver.”
“ Beetle sorun ne?” diye sordu Septimus. “ Başı ağrıyan bir ayı
gibisin.”
“ Belki de sen bu şeyi yaşlı bir bayanın alışveriş arabasını ittiği
gibi yürüttüğün içindir,” diye çıkıştı Beetle.
“Hiç de değil, Beetle. Kapa çeneni.”

223
Angie Sage
"Sakin ol Sep,” dedi Jenna. “Beetle gerçekten üzgün. Jillie
Djinn onu bugün öğleden sonra işten attı.”
“Ne?’ Septimus dehşet içindeydi. “İnanmıyorum. Bunu yapa­
maz. Neden böyle aptalca bir şey yaptı ki?”
“ Bence de. Am a yaptı işte. Korkunç yaşlı inek.”
“Am a neden bana daha önce söylemediniz?”
Beetle omuz silkti.
“ Bu konuda konuşmak istemiyor,” dedi Jenna.
“Oh. Anlıyorum. Gerçekten çok üzgünüm, Beetle.”
“ Önemli değil. Hadi yola devam edelim .”
Jenna derin bir nefes aldı. Bu anın gelm esinden korkuyordu.
“ Hımm, Sep. Şey, şu harita...”
“Oh evet. Almak için saraya gitm em iz gerekiyor, değil mi?”
“ Hayır,” dedi Jenna perişan bir halde. “ Bilmediğin bir şey
var...”

Yarım saat sonra Elyazmaları Odası’nın sessiz, beyaz boyalı


mahzeninde Ephaniah Grebe bir günde ikinci kez beklenmedik zi­
yaretçiler ağırlıyordu. Beetle ve prensesi bu kadar kısa zamanda
yeniden gördügü için çok sevinmişti. Ayrıca çırakla tanışmak Sep­
timus, Büyücü Kulesi’ne geldiginden beri yapmak istediği bir şey­
di - ama şu panter kötü bir şok olmuştu, hem de çok kötü.
Ephaniah göründüğünden daha fazla sıçana benziyordu.
Morwenna, insan gibi görünmesi için elinden geleni yapmıştı, ama
Ephaniah Grebe aslında sıçandı - ve Ullr bunu biliyordu. Ve artık
Ullr boyut bakımından dezavantajlı olmadığı için dev sıçana karşı
şansını denem ek istiyordu. Ullr çok sadık bir hayvandı ve Jenna da
onu sıkıca tutmuş, “ Hayır Ullr! Hayır!” diyordu. Bu yüzden panter
mutsuz bir şekilde ayaklarının dibinde duruyordu - ama kuyrugu-

224
Arayış

nun turuncu ucu titriyor, parlak yeşil gözlerini bir saniye bile Ep­
haniah Grebe’in üzerinden ayırmıyordu.
Karşılaşmak zorunda olduğu en büyük kedi tarafından gözet­
lendiğinin farkında olan Ephaniah, herkes bir zamanlar Snorri’nin
haritası olan konfeti yığınının etrafında toplanmışken o, dikkatini
toplamak için elinden geleni yapıyordu.
“Gör işe yaramadı,” dedi Septimus mutsuz bir şekilde. “ Kayıp
parçayı hiçbir yerde göremiyorum.”
“ Emin misin?” diye sordu Jenna.
“ Elbette eminim. Aradığım şeyin nerede olduğunu zihnimde
açıkça görüyorum. Geçen hafta ara yaptım ve çoraplarımdan biri­
ni kahve fincanın içinde buldum. Çorabımdan kahve damladığına
inanamadım, ama baktığımda orada buldum. A ra büyüm her za­
man işe yarar Jen. Gerçekten.”
Jenna içini çekti. “Yaradığını biliyorum. Yalnızca umuyordum
ki -şey, bulacağından emindim.”
Ephaniah’ın önünde her zamanki kalem kâğıdı duruyordu.
Ara büyünün menzili nedir?
Septimus kalemi alıp yazmaya başladı, ama Jenna onu dur­
durdu. “Bay Grebe, seni duyabiliyor. Yalnızca konuşamıyor.”
“Oh,” dedi Septimus mahcup bir tavırla. “Özür dilerim. Düşü­
nem edim .”
Ephaniah Grebe, Septimus’un önüne kenarları kıvrılmış bir
kart koydu: MERAK ETME. BU HERKESİN YAPTIĞI BİR HATA.
Septimus gülümsedi. Karşılığında Ephaniah’ın yeşil gözleri­
nin parlayıp beyaz ipeğin hışırdadığını fark etti. “Bir kilometre ka­
dar,” diye cevap verdi.
Yani h a rita sizin elinizdeyken g it t iğ i yere uzanabili­
yorsun?

225 F: 15
Angie Sage
“ Evet. Kesinlikle.”
O zaman parçalardan b irf kayıp. B elki b ir kuş yuvasına
götürmüştür. Y a da rü zgâr nehre uçurmuştur. Kim b ilir?
“ Ephaniah,” dedi Jenna. “ Haritayı o parça olmadan birleştire-
m ez misin? En azından çoğu kısmı elim izde olur.”
E ksik b ir yeniden birleştirm e fa z la ısı çık arır. Parçala­
rın tutuşma risk i var.”
“Denem eye değer,” dedi Jenna, Septimus ve Beetle’a bakarak.
Başlarıyla onayladılar.
Ephaniah’ın gözleri gülümserken Jenna’ya hafifçe selam ver­
di. Zor İşleri severdi. Bütün parçaları birleşme sıv ısıy la k ap la­
y ıp kenarlarına özen gösterdim. Şimdi tılsım ları seçeceğim.
Büyük cam bir şişenin mantarını çıkardı; içinde sarı ve siyah çizgi­
li diskler vardı. Jenna bunların tılsım lar olduğunu hem en anladı.
Geriye çekilin lütfen.
Kapıya doğru çekilip beklediler. Koruma Yazıcısı uzun tır­
naklarını arasında birer diskle kâğıt parçalarının üstünde gezdirdi.
Masanın üstünde donuk sarı bir pus belirip yumuşak bir sis örtüsü
gibi parçaların üstüne çöktü. Sonra Ephaniah görünm eyen bir or­
kestrayı yönetiyormuş gibi kollarını kaldırıp uzun, buruşuk ellerini
avuçları masaya gelecek şekilde açtı. Tılsım lar iki iri, eşek arısı gi­
bi aşağıya süzülüp sisin üstünde ters yöne doğru dönm eye başladı.
Ephaniah parçaların üstünde uzun, ağır toplama hareketleri yapı­
yordu. Sıcak kâğıdın kokusu havayı doldururken Jenna gözlerini
kapadı. Eger harita alevler içinde kalırsa bunu görm ek istemiyordu.
Ephaniah birden yüksek sesle bir çığlık koyuverdi, Septimus
ve Beetle alkışladı. Jenna gözlerini açarken sarı örtü kalkıyor, altın­
daki büyük kâğıt parçası ortaya çıkıyordu - harita yeniden birleş­
mişti.

226
Arayış

Ephaniah seyircilerine dönüp selam verdi, onları yanına ça­


ğırdı. Jenna haritanın ne kadar iyi göründügüne inanamıyordu.
Pürüzsüz ve düzdü, parçalanıp çamurlu suya düşmek bir yana hiç
katlanmamış gibi görünüyordu. Snorri’nin güzel çizgileri canlı,
açık ve ayrıntılıydı. Jenna bir an için Ephaniah’ın hata yaptığını
yani haritayı bütün olarak yaptığını sandı, ama Septimus düzeltti.
“Ortada bir delik var,” dedi. “ Büyük bir delik.”
Doğruydu. Ve deliğin ortalarında bir yerde Foriks Evi bulunu­
yordu -Bütün Zamanların Birleştiği Yer.
Jenna umudunu kaybetmek istemiyordu. “Fark etm ez,” dedi.
“Yolun büyük kısmını gitm em izi sağlayacak kadar bölümü var ha­
ritanın. Hem ortadaki deliğe varana kadar Foriks Evi’ni zaten görü­
rüz.”
“Am a Snorri kayıp bölüm e bir sürü şey çizmişti, hatırlamıyor
musun?” dedi Septimus. “ Bence çok önem liydi.”
“ Bunu kesin olarak bilmiyorsun.” Jenna’nın sabrı taşıyor, Sep­
timus’un bir kez olsun işin güzel yanını görmesini istiyordu. “ Bak,
Sep. Sen gelsen de gelm esen de ben gidiyorum. Limana gidip bir
gem i bulacağım ve sonra...”
“ Hey, dur bir dakika Jen -elbette geliyorum. Beni durdurma­
ya kalk bakalım. Ve Beetle da geliyor, değil mi Beetle?”
“Ben mi?”
“Oh lütfen Beetle,” dedi Jenna. “Lütfen.”
Beetle çok şaşırmıştı -Jenna onun da gitmesini istiyordu. Be­
etle birden özgürleştiğini hissetti. Artık günbegün Elyazmaları
Odası’na bağlı değildi. İstediği şeyi yapabilirdi; hayatını yaşayıp
Sep’in yaptığı ilginç şeyleri yapabilirdi. Ama... içini çekti. Her za­
man bir ama olacaktı.
“Annem e söylem eliyim ,” dedi. “ Deliye dönecektir.”

227
+ 27 ^
MESAJ SIÇANI

| ogu Kapısı Nöbetçi Kulesi ne gariptir ki kalenin batısında


yer alıyordu. Yıllar önce m ızm ız kraliçe tarafından kimse­
nin hatırlamadığı bir nedenden dolayı taşınmıştı. Küçük, yuvarlak
kule, geniş kale duvarının üstünde gösterişli bir şekilde duruyor­
du. Eger tepeye tırmanırsanız kalenin batısının ve güneybatısının
sınırında uzanan ormanı görebilirdiniz.
Eskiden, Gizli Sıçanı hizmetinin gelişmekte olduğu günlerde bü­
tün kule sıçan doluydu, ama şimdi yalnızca tek bir -v e çok mutsuz-
bir sıçan barındırıyordu. Kulenin zemin katındaki minik penceresin­
den tek bir mumun loş ışığı geliyordu. Eski, yıpranmış kapıda üç ta­
ne gittikçe umutsuzlaşan duyuru vardı. Birincisi şöyle diyordu:

228
Arayış

MESAJ SIÇANI İŞLERİ İÇİN SIÇAN ARANIYOR


DENEYİM GEREKLİ DEĞİL
TAM EĞİTİM VERİLECEK
BAŞVURULAR İÇERİYE

İkincisi şöyle eliyordu:

EN İYİ MAAŞLAR
LİMANDAKİ MAAŞLARIN İKİ KATINI VERİYORUZ!
BU HARİKA FIRSATI KAÇIRMAYIN!!

Ve üçüncüsü:

BEDAVA YEMEK!!!!!!

Stanley, Dogu Kapısı Nöbetçi Kulesi’ndeki dördüncü gecesine


hazırlanıyordu. Zemin kattaki eski ofiste kamp kurmuştu. Önünde
birkaç kapı ötedeki küçük evin verimli çöp tenekesinden arakladı­
ğı akşam yem eğinin kalıntıları duruyordu. O gece Çoban Böreği
çok güzel olmuştu. Stanley özellikle üstündeki soğuk kremayı ve
ezilmiş domatesleri sevmişti - ama kıtır kıtır olan yerlerden pek
emin değildi. Kesilen tırnak parçaları olduğundan şüpheleniyordu.
Am a genel olarak iyi bir yem ekti ve iş başka insanların çöp teneke­
lerini karıştırmak olduğunda lodosçuluk becerilerini kaybetmedi­
ğini görm ek onu sevindirmişti.
Yetenekli biri olmasına rağmen işler pek iyi gitmiyordu. Stan­
ley aklına gelen her şeyi yaptıysa da Gizli Sıçan Servisi’ni yürütmek
çok zordu. Ofisi temizlemiş, Hum phrey’nin eski masasının tozunu
almış, kırık bacağını tamir etmiş, sonra yerin altındaki teneke ku­

229
Angie Sage
tudan Gizli Sıçan Defteri’ni, Günlüğü, Patent Sıçanı Yolculuk Prog-
ramı’nı ve Fiyatlandırma Cetveli’ni bulmuştu. Artık her şey yerli
yerindeydi, hazır bekliyordu, ama büyük bir sorun vardı - hiç sı­
çan yoktu. Stanley ne kadar uğraşırsa uğraşsın kalede tek bir sıçan
bile bulamıyordu.
Am a o gece sıra dışı bir kombinasyonla, yani dolu bir karın ve
kasvet hissiyle yalnız masasına otururken birden sevinçle bir sıçan
kokusu aldı. Stanley heyecanlı bir şekilde havayı kokladı. Çok güç­
lü bir sıçan kokuşuydu bu - birden fazla sıçan olmalıydı, bu kesin­
di. En azından bir düzine diye düşünüyordu. Ve hepsi de onun ila­
nına cevap verm eye geliyordu. Ne şans.
Kapının tıklamasıyla Stanley koşup açmamak için kendini zor
tuttu. Kalemini alıp Mesaj Defteri’ni açtı ve telaşlı bir günün rapor­
larını yetiştirmeye çalışıyormuş görüntüsünü verm eye çalıştı. Son­
ra sesine heyecandan çok meşgul ve dalgın tonu vererek, “ İçeri gi­
rin,” dedi.
Kapı hızla açıldı ve Stanley’in hayatında hiç görm edigi kadar
büyük bir sıçan içeri girdi. Stanley birden sandalyesinden düştü.
Ephaniah Grebe sabırla Stanley’in becerebildiği kadar onurlu
bir şekilde yerden kalkıp sandalyesine tırmanmasını bekledi. “Yal­
nızca test ediyordum ,” diye mırıldandı. “Sıçanlarımızın kolay etki­
lenm emesini isteriz. Geçtin. Ne zaman başlayabilirsin?”
“İş için gelm edim ,” dedi Ephaniah. Sonunda kendisini anla­
yan biriyle yüksek sesle konuşabildiği için memnundu.
Stanley büyük düş kırıklığı içindeydi. “Emin misin? Başta ya­
rım gün mesajcılıga ne dersin? Yalnız bu hafta yarım gün için ele­
man alacağız. İstediğin zaman başlayabilirsin. Büyük fırsat.”
“Öyle olduğuna şüphem yok, ama benim zaten işim var, te­
şekkür ederim. Ben bir mesaj gönderm ek için geldim .”

230
Arayış

“Oh,” dedi Stanley. Sonra sesinin olması gerektigi kadar m em ­


nun çıkmadığını fark etti. Ne de olsa bu onun ilk müşterisiydi.
(lenç sıçanlar mesajları taşırken kendisinin masasında oturup ha­
yaller kurduğu günler sona ermişti. “Nereye?” diye sordu, Marram
Bataklıklarına olmaması için dua ederek.
Ephaniah Grebe bir parça kâğıt çıkarıp Beetle’ın yazısını zor­
lukla okudu. “ ‘Mavi kemerli kapı, Üst Kule, Eko Son, Ramblings.”
Stanley rahatlayarak nefesini bıraktı. “ Mesaj nedir?”
“Sevgili anne,” dedi Ephaniah, biraz çekingen bir sesle. “Acil
bir iş için çağrıldım, ama yakında döneceğim. Pencerenin kenarın­
daki kavanozda gizlenmiş biraz para var. Beni merak etme. Sevgi­
ler, Beetle.’”
Stanley mesajı Mesaj Defteri’ne mutlu ve gösterişli bir şekilde
yazdı. Bunu hatırlıyordu. Kısa ve şirin, öyle severdi.
“ Acilmiş,” dedi Ephaniah. “ Mümkün olduğu kadar çabuk lüt­
fen.”
Stanley içini çekti. Gizli Sıçanı günlerinin bütün düş kırıklıkla­
rı aklına geliyordu şimdi. Her zaman acil olurdu zaten. Kimse ileri­
yi düşünmezdi. Hiç kimse, “ Mesajı üç gün içinde gönderm ek isti­
yorum lütfen. Beni programınızın uygun olan bir kısmına yerleşti­
rin lütfen,” diyen olmamıştı hiç. Am a müşteri müşteriydi ve en
azından biraz para kazanması gerektigi anlamına geliyordu. Stan­
ley, Ramblings’in Bir Numaralı Fiyat Bölgesi’nde olduğunu bilm e­
sine rağmen büyük bir havayla Fiyatlandırma Cetveli’ni karıştırdı.
“Şimdi, bir bakalım... bir peni mesajın gidişi. İki peni sıçanın
cevabı beklemesi. Üç peni ertesi gün cevabı alması. Para nakit,
ödem e avans.”
“Mesaj, Prenses Jenna tarafından gönderildi,” dedi Ephaniah
Grebe. “Galiba özel bir teklif yapılmış ona -yıl boyu ücretsiz mesaj.”

231
Angie Sage
“Yalnızca saraydan gönderilen ve bir kişi adına olan mesajlar
için geçerli,” dedi Stanley kısaca. “Diğerleri için normal fiyat geçer­
li. Şimdi, mesaj iki yönlü mü, tek yönlü mü?”

Ephaniah Grebe, Dogu Kapısı Nöbetçi Kulesi’nden üç peni da­


ha yoksul olarak ayrıldı -ayrıca iki mesaj daha göndermişti, biri Sa­
rah Heap’e, diğeri Marcia Overstrand’a -am a sıçan bıyıklarının al­
tında mutlu bir gülümseme vardı. Yüzünü ve burnunu gece hava­
sını rahatça alacak şekilde açıkta bırakarak kale duvarlarının tepe­
sinde uzanan geniş yola girip yavaşça Elyazmaları Odası’na geri
döndü. Hassas kuyruğunun gerektigi gibi arkasından gelmesi, so­
ğuk taşlara sürünerek yürüyüşünü dengelem esi hissinin tadını çı­
karıyordu. Bazen gerçek sıçan doğasının gerektigi gibi yaşamak
büyük rahatlama sağlıyordu.
Ephaniah, duvarlar boyunca yürürken -Elyazmaları Odası’
nın sınırları onun için dayanılmaz olduğu zamanlarda bunu yapar-
d ı- aşağıdaki, soğuk taşlara karşı bir araya sokulmuş küçük evlerin
çatılarına baktı. Tavan arası penceresindeki mumların geceye doğ­
ru parlak bir şekilde yandığını, tavanları eğimli minik odalardaki
insanların -yarı insan yarı sıçan olmayan insanların- işleriyle ilgi­
lendiğini gördü. Ateşin yanında oturmuş dikiş dikenler, yoksul ak­
şam yem eğinin artıklarını temizleyenler, bebeğinin karnını doyu­
ranlar ya da rahat bir koltukta uykuya dalanlar. Hiçbiri pencerele­
rinin dışındaki utangaç yarı adam, yarı sıçanın sahip olabileceği
hayata baktığının farkında değildi.
Ephaniah, kafasındaki kötü düşüncelerden kurtulup hızlı hızlı
yürüdü. Saat Kulesi’nin çanları gece yarısını gösterirken Elyaz-
maları Odası’na giden merdivenlerin başına vardı. Aydınlık bodru­
muna inm eden önce durup aşağıdaki kale avlusuna bir kez daha

232
Arayış

baktı. Kalenin soluk kesici bir güzelligi vardı. Ay gökyüzünde yük­


selmekteydi, serin, beyaz ışığını çatıların üstüne yayıyor, aşağıdaki
sokaklara uzun gölgeler düşürüyordu. Kalenin geniş alanında çok
sayıda mum ışığı Ephaniah’ın daha önce hiç görm edigi şekilde
parlıyordu. Şaşıran Ephaniah bir an durup neden bu kadar çok
mum gördügünü merak etti -sonra anladı. Her gece Büyücü Kule-
si’ni aydınlatan parlak, büyülü mor ve altın ışıklar yoktu. Sanki
kule artık orada değil gibiydi. Am a Ephaniah karanlığa baktıkça ay
ışığıyla aydınlanan bulutların önündeki kulenin hatlarını görebildi.
Ama oradan hiç ışık gelmiyordu -Büyücü Kulesi kuşatma altın­
daydı.

233
—28
A R A Y IŞ GEMİSİ

arcia Büyücü Kulesi’nde hiç­


bir şey görem eden tökezle­
yerek yürüyordu. Umutsuzca seslendi.
“Septimus... Septimus... neredesin?”
“Buradayım, buradayım!” diye ba­
ğırdı Septimus.
“Yat uyu,” diye söylendi Jenna.
“Aaahhhh,” diye homurdandı Beetle. O da kendi rüyasında
Jillie Djinn’in onu devasa bir kediyle bir zindana kapattığını görü­
yordu.
Ephaniah’ın alanının girişindeki küçük bir deponun zeminin­
de uyuyorlardı -y a da uyumaya çalışıyorlardı. Jenna ve Beetle tek­
rar uykuya daldı, ama Septimus’un uykusu iyice kaçmıştı. Rüya­
sında Marcia’nın kör olması onu hâlâ ürkütüyordu. Önceki akşa­
mın bütün olayları üstüne üşüşürken doğrulup oturdu. “ Büyücü
Kulesi’nde ne oluyordu? Tertius Füme şimdiye kadar onun kaçtı-

234
Arayış

gını anlamış olmalıydı. Eger öyleyse peşinden insanlar -daha doğ­


rusu- hayaletler göndermiş miydi? Peki ya Marcia’ya ne olmuştu?
İyi miydi? Septimus, Büyücü Kulesi’ne ait son hatırayı bulmak için
elini cebine soktu. Hildegarde’ın kendisine verdiği gü v e n lik tılsı­
mım çekti. Hildegarde’ın bunu yapmasının büyük nezaket oldu­
ğunu düşündü. Ejderha Yüzügü’nün rahatlatıcı sarı ışığında g ü ­
venlik tılsım ına sevgiyle baktı. Birden korku içini bir bıçak gibi
yardı. Hayır! Hayır hayır hayır hayır hayır. Bu olamazdı. Mümkün
değildi. Elindeki ağır, oval şeklindeki lapis lazuli taşa baktı. Üzerin­
deki altın A alay edercesine ona bakıyordu. Çevirdiğinde 2 1 raka­
mı görünm eye başladı ve Septimus korkunç bir kesinlikle Arayış
Taşı’nı almış olduğunu anladı.
Alther’in toplantıda ne söylediğini hatırlamaya çalışarak taşa
baktı. Alther’in sözleri belli belirsizdi, ama taşı bir kez kabul enik­
ten sonra artık senin İraden Kendi iraden olmaz sözü aklına geldi.
Septimus açık düşünmeye çalıştı. Am a o A rayış Taşı’nı ka­
bul etmemişti, değil mi? Güvenlik tılsım ı olduğunu sandığı şeyi
kabul etmişti. Bu yüzden bu durum farklıydı -d eğil mi? Taşa sert­
çe baktı. İpeksi pürüzsüzlüğü, parlak mavi içindeki narin altın da­
marları gösteren hafif yanar dönerligiyle çok güzel bir taştı. Ve kor­
kunç A -o da çok güzeldi. Altın, taşın derinine yerleştirilmişti ve ci­
lalanarak o kadar pürüzsüz hale getirilmişti ki parmaklarını üzerin­
de gezdirirken hiç birleşme yeri hissedemiyordu. Hatta kendisini
A ’nin orada olmadığına ikna edebilirdi. Am a avucundaki taşa bak­
tığında işte oradaydı, soluk sarı ışıkta ona göz kırparak gitm eyi red­
dediyordu.
Septimus, A r a y ış T aşı’nı tekrar cebine attı. Ona aldırmama-
ya karar vermişti. Jenna ve Beetle’a da söylemeyecekti. Aptalca bir
A ray iş olmadan da endişelenecekleri bir sürü şey vardı zaten.
Hem bu A r a y ış ’ya çıkacak da değildi.

235
Angie Sage
Septimus kendini sert döşeğe atıp Elyazmaları Odası’nda acil
durumlarda kullanılan ince battaniyeyi üstüne çekti. A rayış Taşı’
nı zihninden silmeye çalıştıysa da silemedi. Alther’in diğer sözleri­
ni hatırlamaya başladı - taşlar büyülüydü ve araştırm acı hede­
fine yaklaştığında rengi değişirdi. A ra y ış’ın sonunda rengi koyu-
laşırdı, hatta o kadar koyulaşırdı ki siyah gibi görünürdü - dolu­
nay hariç. Alther mümkün olduğunca fazla bilgi verebilm ek için
bir tekerleme söylemişti, ama Septimus o zaman bunu düşünmek
bile istemiyordu. Buna gerek olmadığına karar vermişti. A ra y ış’a
gitmeyecekti. Gözlerini kapayıp uyumaya çalıştı - ama çok başarı­
lı olamadı.
Bir saat kadar sonra deponun arka taraflarında Ephaniah UU-
r’un değişmesini seyrediyordu. Panter uyurken Ephaniah, kuyruk­
taki turuncu ucun genişleyip büyüdüğünü, parlak rengin tıpkı gü­
neşin gölgeleri kovması gibi yaratığın üstünde yayıldığını gördü.
Turuncu büyürken kaygan panter kürkü benekli tekir kedi tüyüne
dönüştü, kaslı bedeni o kadar hızlı küçüldü ki Ephaniah, Ullr’un ta­
mamen yok olduğunu düşündü. Dönüşüm tamamlandığında kedi
neredeyse yok olmuş gibiydi. GündüzUllr’u küçük, sıska bir kediy­
di. Gerçek bir yem ek ona iyi gelecek gibiydi. Geceleri büründüğü
kılığı hatırlatan tek şey, güneşin batacağı anı bekleyen kuyruğu­
nun ucundaki siyah noktaydı.
Artık depo yalnızca küçük bir kedi tarafından korunduğu için
Ephaniah depoda uyuyanları uyandırmaya cesaret edebilirdi. Uy­
kulu Jenna, Septimus ve Beetle şiltelerini yuvarlayıp raflara koydu.
Sonra Ephaniah’ın ısrarı üzerine birinci kilerdeki büyük masanın
başına toplanıp genellikle tutkal eritmek için kullandığı küçük oca­
ğın üstünde pişirdiği yulaf ezmesini yediler. Ullr, Jenna’nın kendi­
sini ikna etmesinden sonra Ephaniah’ın sunduğu bir kâse sütü iç­
m eyi kabul etti.

236
Arayış

Am a bu pek eğlenceli bir kahvaltı değildi.


Jenna limana gitmek için sabırsızlanıyordu. “Eger acele eder­
sek limana giden erken sabah mavnasına yetişebiliriz,” dedi, tadı
şaşırtıcı derecede güzel olan yulaf ezmesinin kalanını sıyırırken.
“Güzel,” dedi Beetle. Geceyi eski işyerinde geçirmesi için zor ik­
na etmişlerdi ve oradan bir an önce ayrılmak için sabırsızlanıyordu.
Ephaniah önceki günün çalışmalarını merdivenlerin üstünde­
ki sepete koymuş geri geliyordu. Ellerini kanat çırpar gibi sallayıp
beklemelerini işaret etti. Kâselerin yanına büyük bir kâğıt koydu.
Parmağını sözcüklerin üstünde dolaştırdı: A şağı Ü lkenin orman­
larına giden yol, gem iyle çok uzun ve teh lik e lid ir. Ama baş­
ka b ir y o l d ah a var. Eski b ir deyiş vardır, “Ormana giden
yolculuk ormanda başlasa çok iy i olur.”
Jenna bu sözü duymuştu, ama ne anlama geldigini bilmiyor­
du. “Ne dem ek istiyorsun?”
Ephaniah yazdı: Ormanda öteki ormanlara giden Antik
Y ollar vardır. Morwenna b ilir. Bizi eski kömür ocakları k a ­
nallarından geçirerek ormana gü ven li b ir şekilde gö tü re b i­
lirim.
“Genç Ordu’da oraları kullanırdık,” dedi Septimus. “Cadılar
hâlâ kullanıyor. Yolların bazıları kış karargâhlarına gidiyor.”
Ephaniah başını sallayıp yazdı: Morwenna’y ı bulacağız. On­
dan ormanın y o lların ı göstermesini isteyeceğim.
“Ne düşünüyorsun Jen?” diye sordu Septimus.
Jenna, Sarah Heap’in W endron Cadıları’na olan güvensizliğini
paylaşıyordu, ama eger bunun Nicko’ya yararı dokunacaksa -v e
Septimus’u kaleden hızla uzaklaştıracaksa- onun için bir sakınca­
sı yoktu. “Tamam. Hadi gidelim .”
“ Beetle?”
“ Evet. Buradan ne kadar çabuk çıkarsak o kadar iyi olur.”

237
Angie Sage
Ephaniah Grebe, Elyazmaları Odası’nın kayıkhanesine giden
Lichen Twi£ten adındaki uzun, nemli ve soğuk ara sokakta yolu
gösteriyordu. Kayıkhane, hendeğin gizli bir koyundan birkaç met­
re ötedeki yıkık dökük bir sundurmadan ibaretti. İçeride Elyazma-
ları Odasfnın feribotu, çok az kullanılmış ve Jillie Djinn’in yeni
renklerinden nasibini almamış olan bir sandal vardı. Septimus ve
Beetle kürek çekm eyi teklif etti, ama Ephaniah kürekleri kendisi
almakta ısrar etti. Gençlik günlerinde yarı sıçan yarı insan olm a­
dan önce kürek çekmekten hoşlanırdı ve bir sandala binmeyeli
uzun zaman olmuştu.
Soğuk, rüzgârlı bir sabahtı, en azından açık havada olmak gü­
zeldi. Ephaniah kürek çekm e becerilerini kaybetmemişti ve sanda­
la kolayca manevra yaptırabiliyordu. Am a hendeğin dalgalı, gri su­
larında kürek çekerken beklenmedik bir manzarayla karşılaştılar
-eski Büyücü Kulesi’nin rıhtımına egzotik, üç direkli bir yelkenli
demirlemişti. Olağanüstü Büyücüler’in denizcilik günleri geçmişte
kalırken rıhtım çürümüştü, ama gem i geriye kalan altın ve lapis
kaplı direklerden birine bağlanmıştı. Gemi küçük hendek dalgala­
rında hafifçe yükselip alçalıyor, yükselen sular Elyazmaları Odası’
nın sandalını Ephaniah’ın bütün çabalarına rağmen gem iye yak­
laştırırken gövdesinin soluk mavi ve altın rengini, yıpranmış mavi
halatlarını, bir zamanlar güneş gibi parladığı belli olan soyulmuş
altın direkleri görebiliyorlardı.
Am a geminin etrafını saran büyülü mor sisi yalnızca Septi­
mus görebiliyordu. Ani bir girdap Ephaniah’ın küreğini elinden çe­
kip sandalı dönerek yelkenli geminin soyulan mavi gövdesine
doğru itince pruvada altın harflerle yazılı soluk ismi görebildi:
ARAYIŞ.
Beetle, Ephaniah’ın kayıp küreğini suyun içinde kaybolma­
dan hem en önce yakaladı. Ephaniah cıyaklayarak ona teşekkür et­

238
Arayış

ti. Beetle’a yer açmak için ilerledi ve ikisi birlikte sandalı tekrar
kontrol altına aldı. Am a yine de sandalın Arayış ın gövdesine tok
bir sesle çarpmasına engel olamadılar.
Beetle ve Ephaniah deli gibi A rayış G em isi’nden uzaklaşma­
ya çalışırken Arayışın güvertesinde koşan ayak sesleri duyuldu.
Jenna hızla kırmızı pelerinini çıkarıp Septimus’un üstüne örtüp be­
lirgin sarı saçlarını ve yeşil tuniğini gizledi. Böylece gem iden aşağı­
ya bakan A rayış M u h afızları, yalnızca korumacı bir şekilde iki
büklüm olan yaşlı bir kadına sarılmış titreyen bir prensesin hen­
dekte sandalla taşındığını gördüler. Prensesin yaşlı kadınla nereye
gittigi muhafızları ilgilendirmezdi; onlar son araştırm acıya ne ol­
duğuyla ilgileniyorlardı.
Son araştırm acı sandaldan inince riske girerek araştırmaya
şöyle bir baktı. Kötü bir gem i değil, diye düşündü. Hızlı ve m anev­
ra kabiliyeti yüksek gibi görünüyordu. Nicko’nun seveceği türde
bir gemiydi. Nicko’yu düşünmek kendi sıkıntılarını unutmasını
sağladı.
Ephaniah kıyı boyunca yolu gösterip küçük pencerelerinde
sabah mumlarının yandığı reviri geçti -içeride hâlâ hastalığın etki­
lerinden kurtulmaya çalışan birkaç yaşlı kurban vardı. Revirin ar­
kasından dolaşıp sonunda A rayış Gemfsi’nin görüş açısından çık­
tılar. Rahatlayan Septimus, ufak tefek yaşlı kadın havasından çıkıp
Jenna’ya pelerinini geri verdi. Jenna pelerini tekrar Nicko’nun de­
ğerli altın iğnesiyle iğneledi.
Revirin arkasında otları aşırı büyümüş, iki derin kıyı arasına
çökmüş bir patika vardı. Burası uzun zaman önce kömürcüler ta­
rafından çok kullanılıyordu. Eski patikayı kaplayan egreltiotları ve
yaprak birikintilerinin arasından topallayarak yürüyen Ephaniah’ı
takip ettiler. Kısa süre sonra yollarını kapatan alçak, dik bir kayaya

239
Angie Sage
rastladılar. Ephaniah dönüp kayanın üstündeki dar bir gedigi işa­
ret etti. Sıçan-adam biraz zorlanarak (on dört yaşında bu yolculu­
ğu son yaptığında daha zayıftı), Septimus, Beetle, Jenna ve Ullr ko­
layca geçti.
Önlerindeki kayaların arasında açılmış derin ve dar geçidi çok
yüksekteki ağaçlar gölgeliyordu.
“ Kömürcü kanalı,” diye cıyakladı Ephaniah gururlu bir şekil­
de. Bunca yıl sonra yolu bulabildiği için memnundu. “Ormana gi­
den en iyi yol.”
“ Keşke Stanley de burada olsaydı,” dedi Jenna. “ Bize Ephani-
ah’ın ne dediğini söylerdi.”
“Sonunda söylerdi herhalde,” diye sırıttı Septimus. “Am a ön­
ce iki kuşak öteden kuzeni olan bir sıçanın dev bir sıçanı ormanda
takip ettiğini ve bir daha hiç görülmediğini, sonra da bir keresinde
Davvnie’yle kendisinin neler yaptığını anlatırdı...”
“Tamam tamam,” diye güldü Jenna. “ Belki de Stanley burada
olmadığı için memnun olm alıyım .”

240
29
SlLAS’IN ARAŞTIRMASI

I enna, Ullr, Septimus ve Beetle kömür


/ ocaklarına doğru ilerlerken Silas ve Maxie,
Wendron Cadıları’nın Güz Dönemi Top­
lantısının soğuk ve nemli çadırında uya­
nıyordu.
Cadıların arasında geçirdigi gece
Maxie için eğlenceliydi, ama Silas aynı fi­
kirde değildi. Çadır su sızdırıyordu ve şil­
tesi ıslanmış, keçi gibi kokmaya başlamış­
tı. Üstelik ergenlik çağındaki cadıların kıkır- J
daşmaları yüzünden bütün gece
uyuyamamıştı. Kızlar, Sam,Edd, Erik
ve Jo-Jo Heap’in yaşadığı Heap Kampı
dedikleri yeri yağmalamayı planlıyorlardı. Konu W en-
dron Cadıları olunca dört oğlunun neler çevirdiğini öğrenm ek iste­
m eyen Silas, kulaklarını iğrenç keçi yünüyle tıkamış -büyük hata-

241 F: 16
Angie Sage
ve koyunları sayarak -daha da büyük bir hata- uyumaya çalışmış­
tı, ama koyunlar kokuşmuş keçilere dönüşerek ilahi söylem eye
başlamıştı. Bir süre sonra Silas ilahinin aslında cadıların kamp ate­
şinin etrafında söyledikleri ilahi olduğunu fark etmişti. Sinirlene­
rek iğrenç kokulu keçi postlarını başına örtüp gürültüyü bastırma­
ya çalışmış ve sonunda uykuya dalmıştı.
Silas uzanmış kırmızı gözlerle çadırın tepesine bakarken genç
bir cadı başını çadırın kapağından uzatıp, “ Cadı Ana kahvaltıya ka­
tılmanızı bekliyor,” dedi.
Silas doğrulmaya çalışırken genç cadı kıkırtısını bastırdı. Si-
las’ın saman sarısı saçları kuş yuvasına -am a hijyen sorunu olan
büyük ve dağınık bir kuşun- benziyordu. Yuvanın ortasından Si-
las’ın yeşil gözleri bakıyor, genç cadıya odaklanmaya çalışıyordu.
“ Hımm, teşekkür ederim. Lütfen ona m em nuniyetle katılacağımı
söyle.” Silas bütün geceyi kafasında oturan ıslak bir keçiyle geçir­
miş gibi hissetse de Cadı Ana’nın davetlerinin her zaman saygı ve
hürmetle karşılanması gerektigini bilirdi.
Birkaç dakika sonra Silas ve Maxie kamp ateşinin başında otu­
ruyordu. Sıcaktan Silas’ın Sıradan Büyücü kaftanının buharı tüter­
ken, güçlü bir ıslak köpek kokusunun yanı sıra fazla temiz olm a­
yan belli belirsiz yün kokusu havayı doldurdu. Silas’ı uyandıran ar­
kasındaki genç cadı, fazla derin nefes almamaya çalışarak bir fin­
can sıcak cadı birası doldurdu.
Silas’ın karşısında oturan Cadı Ana Morvvenna, delici mavi
gözleriyle, yeşil saç bandıyla tutturulmuş uzun, kır saçlarıyla iriyarı
bir kadındı. Morvvenna, W endron Cadıları’nın yeşil yaz tuniğini
giymiş ve Cadı Ana olarak kalın beline geniş, beyaz bir kuşak sar­
mıştı.
Genç cadı, bir fincan cadı birasını Silas’a uzattı. Silas dikkatlice
bir yudum aldı. Korktuğu gibi iğrençti - ama aynı zamanda garip

242
Arayış

şekilde insanın içini ısıtıyordu. Morvvenna ona sevgiyle bakıyordu,


bu yüzden Silas birkaç yudum daha aldı. Bunu yaparken kemikle­
rindeki ağrıların hafiflediğini ve neşesinin geceyi geçirdigi derin
çukurdan yükselm eye başladığını hissetti.
Genç cadı Silas’a ilk bakışta tırtıllı mısır gevregi gibi görünen
ahşap bir kâse uzattı. Silas kâseyi şüpheyle inceledi, ama kendi ken­
dine yeşil taneciklerin taze otlar olduğunu söyleyip bir kaşık aldı. İlk
izlenimi doğruydu. Bunlar gerçekten de tırtıldı. Silas zorlukla agzın-
dakileri yuttu -çünkü bir cadının size verdiği yiyeceği asla, ama as­
la geri tükürmemeliydiniz. Hâlâ yemesi gereken muazzam miktar­
daki tırtillı mısır gevregi kâsesine bakarken birazını Maxie’ye verip
veremeyeceğini düşündü. Sonra bu riske girm em eye karar verdi.
“Hoşuna gittigini umuyorum,” dedi Morwenna. Silas’ ın ifade­
sini fark etmişti.
“Oh. Evet. Çok, şey...” Silas oldukça büyük bir tırtılın bacakla­
rını ısırdı. “Gevrek.”
“Çok memnun oldum. Bunlar baharın son tatları. İnsana bü­
yük kuvvet verir ve zihnini temizler. Buna ihtiyacın var gibi görü­
nüyor.”
Silas başını salladı. Bir ağız dolusu tırtıl ve yeni ortaya çıkan
yutkunma güçlügü yüzünden konuşamıyordu. Korkunç bir yut­
kunmadan sonra Silas daha sert olması gerektigine karar verdi -
bütün tırtılları bir araya getirip bu işi bir an önce bitirecekti. Cesa­
retini toplayıp iki büyük kaşık dolusu tırtılı hızla yuttu. Büyük bir
rahatlama hissederek kalan mısır gevregine baktı. Kâse artık tırtıl-
sızdı. Am a dişlerinin arasındaki büyük deliğe sıkışan dirençli son
tırtılı yutmak için cadıların birasından iri yudumlar alırken genç
bir cadı küçük bir kâse dolusu kıvrılıp bükülen yeşil tüplerle öne
çıkıp Silas’ın kâsesine üç kaşık daha koydu.

243
Angie Sage
“ Dalgın görünüyorsun Silas Heap,” dedi Morwenna.
“ Ee, şey,” dedi Silas. Son tırtıl istilasıyla kendinden geçmişti.
“Teşekkür ederim, Marissa, artık gidebilirsin,” dedi Morvven-
na, genç cadıyı uzaklaştırarak. Silas’ın kâsesini gülümseyerek on­
dan alıp minnettar kalan Maxie’ye verdi. “ Bu kadar tırtıl çok gele­
bilir,” dedi,
“Ama, şey, çok... olağanüstü tırtıllar. Kendimi çok daha iyi his­
sediyorum, teşekkürler.” Bu gerçekti. Silas birden kendini daha iyi
hissetmeye başlamıştı. Aslında kendini çok iyi hissediyordu. Zihni
açık, güçlü ve güne hazırdı.
“Nicko’nun kaybolduğunu duyduğumdan beri seni bekliyor­
dum,” dedi Morvvenna.
Silas şaşırmıştı. “Oh. Oh, Morvvenna. Nicko’nun ormanda ol­
duğunu biliyorum. Am a nerede olduğunu bilmiyorum.”
“Ve ben de ormanda olmadığını biliyorum ,” dedi Morvvenna.
“Emin misin?” diye sordu Silas. Morwenna’nın bilgisine bü­
yük saygı duyardı.
Morvvenna öne doğru eğilip şaşırtıcı derecede narin olan elini
Silas’m koluna koydu. Yumuşak bir şekilde, “Silas, sana Nicko’nun
bu dünyada olmadığını söylem ek zorundayım.”
Silas’ın rengi soldu, etrafındaki çadırlar dönm eye başladı. Ku­
sacak gibiydi. “Yani öldü mü?”
Morvvenna aceleyle, “ Hayır,” dedi. “ Henüz doğm am ış olanlar­
dan daha ölü değil.”
Silas başını ellerinin arasına aldı. Sarah Heap’in kırıcı bir şekil­
de cadı konuşması dediği şeyleri Silas en iyi zamanlarda bile zor
bulurdu ve şimdi kesinlikle iyi bir zamanlama değildi. Babasıyla
konuşması gerekiyordu. Silas’ın babası pratik bir adamdı - şu an­
da ormanda bir agaç olarak yaşayan, iyi, dürüst bir Biçim Değişti­
ren Büyücüydü. O, ne yapılacağını bilirdi.

244
Arayış

“Morvvenna,” dedi Silas. “Bulmam gereken bir agaç var.”


“Ormanda bir sürü agaç var,” dedi Morvvenna. Silas onun
kendisiyle alay edip etmediğini merak etti, ama sonra Morvvenna,
"Ve bazıları diğerlerinden daha fazla ağaçtır,” dedi. “ Bazıları agaç
olarak doğdu, bazıları sonradan agaç haline geldi. Sanırım senin
aradığın agaç, agaç olarak doğmadı. Doğru mu Silas Heap?”
“ Evet.”
“Agaç olarak doğmamış bir agaç bulmak kolay bir iş değildir.
Tehlikeli yerler olan Antik Korular’da yetişirler. Bazıları agaç ol­
maktan memnundur, diğerleriyse ağlayıp sızlanır ve bir zamanlar
oldukları gibi olmak isterler. Bunlar oradan geçen yolculara saldı­
rıp kendi kaderlerine çekm eye çalışırlar. Kimi bulmak istiyorsun
Silas Heap?”
“ Benjamin Heap. Babam.”
“Ah, Biçim Değiştiren babanı. Söyledikleri doğru -ailen derin
ve karanlık Silas Heap.”
“Öyle mi diyorlar? Neden bilmiyorum. Oysa babam yalnızca
ağaçları severdi o kadar. Sessiz bir adamdı, hareketleri çok yavaştı.
Herhalde agaç olmak ona çok uygun geldi. Ama... şey, geçen yıl ço­
cuklar -Septim us ve Nicko- onu buldu. Benim de onu görm em la­
zım Morwenna. Nicko’yu nasıl bulacağımı o bilir. Biliyor olmalı. Bi­
liyor olmalı.”
Morvvenna, Silas Heap’i hiç bu kadar çaresiz görmemişti. Yıl­
lar önce Silas’ın kendisini orman W olw erin’lerinin elinden kurtar­
dığı zamanı hatırlayarak ona cöm ert bir teklifte bulundu. “Seni ba­
bana götürecegim .”
Silas yutkundu. “ Babamın nerede olduğunu biliyor musun?”
“ Elbette. Ormandaki her ağacı bilirim. Bunu bilmeden nasıl
Cadı Ana olabilirim?”

245
Angie Sage
Silas konuşamıyordu. Son yirm i beş yılını babasını arayarak
geçirmişti ve bütün bu süre içerisinde Morwenna onun nerede ol­
duğunu biliyordu.
“Çok sessizsin Silas. Belki de babanı görm ek istemiyorsun-
dur?”
“Oh... hayır, istiyorum. Gerçekten istiyorum.”

Beş dakika sonra Silas ve Maxie, ormana giden döner patika­


da Cadı Ana’yı takip ediyordu. Silas bu yolun onları Heap Kam pı’
na götüreceğini biliyordu. Silas son birkaç günü orada geçirmişti.
En sonunda hem o hem de kampta kalanlar birbirine karşı sabrını
iyice yitirmişti. Sessizce kampın etrafından dolaştılar. Sabahın o
saatinde büyük yaprak yığınlarına benzer çıkıntılar hâlâ uyuyordu.
Çocuklar söğüt dalları ve yapraklardan basit korunaklar yapmışlar­
dı. Orada birilerinin yaşadığını gösteren tek şey oğlanların hiç sön­
dürmediği dumanı tüten kamp ateşiydi. Sam Heap’in bulunduğu
yerden horlama sesi geliyordu. Silas onlara uyanıp bir şeyler yap­
malarını söylem e isteğine karşı direndi. Onların yanında kalırken
Silas’ın bu şekilde davranması birçok soruna yol açmıştı.
Silas, Maxie ve Morwenna, karanlık patikalardan ormanın de­
rinliklerine girip Silas’ın daha önce hiç görm edigi gizli yerlere ulaş­
tılar. Morwenna ağaçların arasında çevik ve hızlı bir şekilde hare­
ket ettiği için süratle yol alıyorlardı. Silas, cadının, etrafındaki göl­
geler ve şekillerden etkilenen orman yeşili kaftanını takip etmek
için dikkatini iyice yoğunlaştırmak zorunda kalıyordu. Bir an için
başka yöne baksa cadıyı kolayca kaybedeceğini biliyordu. Maxie
arkalarından yavaşça gelirken katılaşmış yaşlı eklemleri sızlıyor,
ama Silas’ı bir an bile gözden kaybetmiyordu.
Morwenna birden devasa egreltiotlarının bulunduğu bir çalı­
lığa girdi. Silas da onu takip etti, ama kalın saplar geçm esine izin

246
Arayış

vermiyordu. Silas dalları itip çekti, hatta içinden hakaret etti, ama
geçmesine izin vermiyorlardı. Eline, pelerinine yapışan etkileyici
miktarda dikenden ve iki yapışkan kurbağadan başka bir şey geç­
medi. Silas, Morwenna adını seslenme isteğine karşı direniyordu,
çünkü ormanda insan sesi gündüzleri bile bir insanın istem eyece­
ği kadar dikkat çekerdi. Bu yüzden Morvvenna’nın kısa sürede
onun yokluğunu fark etmesini umarak beklem eye başladı. Maxie
müteşekkir bir şekilde yanına uzanıp patilerini yalamaya başladı,
ama Silas o kadar sabırlı değildi. Topuklarını yere vurdu, kafasını
kaşıdı, üç agaç böceğini yerinden oynattı, pelerinindeki yapışkan
kurbağaları yakındaki bir bitkinin dalına yapıştırdı, pelerinindeki
yirmi beş devasa dikeni teker teker koparıp egreltiotlarına fırlattı.
Ama hâlâ Cadı Ana’dan bir iz yoktu.
Sonunda fısıldama riskine girm eye karar verdi. “ Morvvenna...
Morwenna..."
Birkaç dakika sonra Morvvenna egreltiotlarırıın arasından çık­
tı. “İşte buradasın. Hadi gel. Hızlan.” Bir kez daha egreltiotlarının
arasına daldı, ama Silas bu kez onu o kadar yakından takip ediyor­
du ki neredeyse topuklarının dibinden ayrılmıyordu. Bitkinin kalın
saplan cadıya yol vermişti -a m a Silas’a vermiyordu. Morvvenna
geçer geçm ez dallar yine kapanmaya başlamıştı ki Silas ve Maxie
hızla ileri atılıp daralan boşluktan geçm ek zorunda kaldı. Morvven-
na’nın onlardan çok daha geniş olmasının onlar için bir şans oldu­
ğunu düşündü Silas.
Egreltiotlarının arasından geçerlerken ışık solarak yeşil loşlu­
ğa dönüştü. Sonunda dışarı çıkıp ağaçlardan oluşan büyük yeşil
katedrale geldiler -Silas’ın hayatında hiç görm edigi kadar uzun
ağaçlar ormanın yüzlerce metre yukarısında birleşerek zarif bir ke­
mer oluşturuyordu. Silas beklenm edik bir huşu duygusuna kapıl­
dı. Maxie inledi.

247
Angie Sage
“Baban burada,” dedi Morvvenna sessizce.
“Oh...”
“Şimdi seni yalnız bırakacağım Silas Heap,” dedi fısıldayarak
Morwenna. “Kış karargâhında işim var. Geri dönerken sana uğra­
rım.”
Silas cevap vermedi. Böyle huzurlu bir yerden ayrıldığını dü-
şünemiyordu bile.
“Silas?” diye ısrar etti Morvvenna.
Silas trans halinden çıkıp cevap verdi. “Teşekkür ederim Mor­
vvenna. Ama... burada bir süre kalmak istiyorum.”
Morwenna, Silas’ın gözlerindeki dalgın bakışı görünce ondan
mantıklı bir cevap alamayacağını anladı. “ Eh, kendine iyi bak,” de­
di. Hava karardıktan sonra ormanda yerden uzak dur. Antik Koru­
lar geceleri tehlikeli yerlerdir.”
Silas başını salladı.
“Tanrıça seninle olsun.”
“ Morvvenna?”
“ Evet, Silas Heap?”
“ Babam tam olarak nerede?”
Morvvenna, Silas’ın ayaklarının altındaki kıvrımlı, karmaşık
yosun tutmuş kökleri işaret etti.
“Ayak parmaklarının üstünde duruyorsun,” dedi gülümseye­
rek. Ve birden kayboldu.

248
k 30 1
VAAT EDİLEN

ilas’ın ve ser­
sem e dön­
müş köpeğinin
jp l.Uy yavaşça Benjamin
Heap’in dallan-
; i
^ ■.nın arasında yük-
seldigini gören
Morvvenna doğ­
ruca Eski Maden’e
yöneldi. Morvvenna’
dan önce gelen Cadı
Ana Madam Agaric,
W endron Cadılar Mecli-
si’ni ormanın derinliklerin­
deki Eski Ocak’ın yüksek du­
varlarının üstüne yerleşmiş olan

249
Angie Sage
büyük bir mağarada yönetirdi. Madam Agaric’in saltanatı, yaşlı ca­
dı soğuk bir kış gecesinde dolunay sırasında mağaranın derinlikle­
rindeki küflü yığınların arasında bulduğu kurtadamı dondurmada
bir saniye gecikince beklenm edik -v e genellikle sızlanmadan ka­
bul edilen - bir şekilde sona ermişti.
Cadı Ana olduğunda M orwenna’nın yaptığı ilk şey tepedeki
Cadıların Yaz Toplantısı’nı başlatmak olmuştu. Bu, cadılar arasında
salgın hale gelen ve maden ocağındaki boğucu hayatın teşvik etti­
ği kan davaları ve kişisel büyülere son vermişti. Morwenna taşın­
manın bütün ayrıntılarını denetlem ek istiyordu. Bu ayrıntılardan
biri de ocağı Güz Dönümü’ndeki geri dönüşleri için güvenli ve da­
vetkâr olarak bırakmaktı.
Morwenna Eski Ocak’a giden kestirme yola girdi - burası baş­
ka hiçbir yerde büyümeyen Mavi Yıldız Köknarı adındaki gizli va­
diye inen gizli bir patikaydı. Vadiye girerken baş döndürücü bir
mavi Köknar reçinesi kokusu havayı doldurdu. Hazırlıklı olmayan
yolcuları uykulu ve köknarların yüksek dallarını istila eden mavi
yılanlar için kolay av haline getiren bir kokuydu bu. Am a Morvven­
na fazlasıyla hazırlıklıydı. Yeşil benekli mendilini çıkarıp üzerine
birkaç damla nane yağı damlattı ve burnuna bastırdı. Morvvenna
vadiden çıkıp bir süre Yeşil Havuz’da -orm anın taş zemininin de­
rinliklerine oyulmuş antik bir havuz- durdu. Çömelip ellerini so­
ğuk suya daldırarak avucuna doldurup içti. Küçük bir su şişesini
doldurup yoluna devam etti.
Yarım saat kadar sonra Morvvenna, Eski Ocak’a giden kayalık
patikadan aşağıya doğru iniyordu. Çevik bir hareketle son kayadan
aşağıya atlayıp pürüzsüz zem ine indi. Soluklarını düzenlem ek için
bir an durup önünde yükselen kayaya baktı. Eski ocak yarım dai­
re şeklindeydi. Kaledeki eski evlerin çoğu hatta saray soluk sarı taş­

250
Arayış

lan yapılmış olmasına rağmen ağaçların üstlerine kadar uzanan


kabaca yontulmuş duvarlar uğursuz derecede karanlık, görünsede
Wendron Cadıları’nın yüzlerce yıldır yaktıkları ateşin sisiyle sim­
siyah olmuştu. Duvarlar aynı zamanda orman likenlerinin de eviy­
di. Bunlar çirkin yeşilimsi siyah renkteydi ve ıslandıklarında kötü
bir koku yayıyorlardı. Kayanın çeşitli yerlerindeki daha da karan­
lık giriş noktalan yıllar önce ocakta çalışanlar tarafından ortaya çı­
karılan çeşitli mağaralar oluşturuyordu. Her mağaranın önünde
cadıların ocağı ilk devraldıklarında oydukları basamaklar vardı.
VVendron Cadıları kışın ormanın yağmacı gece yaratıklarından ko­
runmak için burada yaşıyorlardı.
Bugün Morwenna alt kısımdaki mağaraları kontrol edip gü­
venliğini sağlamak istiyordu. Orman W olw erin ’lerinin mağaraları­
nın onlara cadılardan daha uygun olduğunu düşünüp çadırlarını
ve ıslak yataklarını yüklenip geldiklerini düşünmek Morwenna
için pek eğlenceli değildi.
Morvvenna’nın Eski Ocak hakkında sevdiği tek şey ormanda
düz, açık zemini olan birkaç yerden biri olmasıydı. Kararlı bir şe­
kilde geniş, sarı taş zem ine doğru gitti. Her yerin derli toplu oldu­
ğunu, hiçbir şeyin dışarıda bırakılmadığını -e g e r bırakıldıysa bile
bir şeyin onları yiyip kendisini tem izlem e zahmetinden kurtardığı­
nı- onaylayarak gördü. Kaya yüzeyinin dibindeki mavimsi siyah
gölgelere yaklaşırken büyük mağaranın içindeki ani bir hareket ir­
kilmesine neden oldu. Morvvenna olduğu yerde kaldı. Çok, çok ya­
vaş bir şekilde yeşil başlığını çekti, böylece gölgelere karıştı. Sonra
içinden büyülü sözler söyleyerek beklem eye başladı. “Görebilsen
de beni görme, beni görme... beni görme... beni görme...”
Am a Morvvenna kendisinin görmesini sağladı. Gölgelere ba­
kıp araştırır, tararken delici mavi gözleri parlamaya başladı. Der­

251
Angie Sage
ken ani beyaz bir parıltı gözüne takıldı. Nefesini tuttu - neydi bu?
Mağaranın içinde hangi büyük beyaz yaratık vardı?
Morvvenna beyaz şeyin mağaranın önüne doğru geldigini gör­
dü. Hızla Güvenlik K alkanı Büyüsü yaptı. Yaratığı açıkça görür
görm ez Dondurma Büyüsü yapmak istiyordu, am a yaratık tökez­
leyip neredeyse mağaradan düşüyordu. Morvvenna yutkunup Gü­
venlik K alkam ’nı indirdi.
“Ephaniah!” diye bağırdı. “Ephaniahf Sıçan-adamı uzaktan
bile tanımamak mümkün değildi.
Ephaniah Grebe durup ışığa gözlerini kırparak baktı. Adını
duyunca irkildi, ama sesi hem en tanıdı. “ Morvvenna!” diye cıyakla­
dı heyecanlı bir şekilde. “Seni bulmayı umuyordum. Ve işte bura­
dasın!” Topallayarak cadıya doğru yürüdü.
Yarı yolda buluştular. Morvvenna, Ephaniah’ı öyle bir kucakla- ;
dı ki sıçan adam öksürdü, küçük sıçan ciğerleri cadının sarılmasıy­
la ezildi.
Morvvenna geri çekilip Ephaniah’ı baştan aşağı süzdü. “Topal­
lıyorsun,” dedi endişeli bir şekilde.
“Oh, yalnızca ayağım şiş,” diye mırıldandı Ephaniah.
Morvvenna, cadıların çoğu gibi Sıçan ve kedi konuşmasını an- !
lıyordu. “Topluluğumuza gel. Sana kompres yapayım .” ;
Ephaniah’ın gözleri gülümsedi, am a başını üzüntüyle iki yana !
salladı. “ Ne yazık ki kalamam. İlgilenm em gereken küçük bir yü- i

küm var.”
Morvvenna kaşlarını kaldırdı. “Öyle mi?” Şaşırmış görünüyor­
du.
Ephaniah aceleyle düzeltti. “Hayır, hayır. Benim kendi çocuk- î
larım değil. Hayır, Büyücü Kulesi’nde bir şey oldu. A r a y ış ’tan ka­
çan Olağanüstü Büyücü’nün çırağı benimle birlikte.”

252
Arayış

“ A r a y ış ’tan mı kaçıyor?” diye sordu Morvvenna. “Yani yine


çekiliş zamanı mı geldi? Ne üzücü. Genç yetenekleri ziyan ediyo­
ruz. Yedi yıllık çalışmadan sonra ne korkunç bir ödül.” Morvvenna
birden durdu, kafası karışmıştı. “Am a oğlan daha çok genç. Çırak
olalı daha üç yıl bile olmadı.”
Ephaniah’ın cıyaklaması fısıltıya dönüştü. “ Morvvenna, yardı­
mını istemeye geldim. A r a y ış ta n kaçıyorlar, am a aynı zaman­
da...”
“Onlar kim?”
“Prenses ve Elyazmaları Odası’nın eski bir üyesi de benim le
birlikte..”
“Vay vay. İşini tam yapıyorsun, değil mi Ephaniah? Prenses
ormanda, öyle mi? Bu bir ilk olmalı.”
“Tavsiyene ihtiyacım var. Kardeşlerini kaybettiler.”
“Başka bir zamanda gibi görünüyor.”
“Biliyor musun?”
“Bir cadının dedikoduları takip etmesi gerekir,” dedi ve gü­
lümsedi Morvvenna.
“Senden bir... iyilik isteyeceğim,” dedi Ephaniah tereddüt
ederek.
“Sormanın bir sakıncası yok.”
Ephaniah derin bir soluk aldı. “Onlara ormanın yolunu gös­
termeni istemek için geldim .”
“Ah.” Morvvenna’nın Ephaniah’ı görmekten duyduğu sevinç
kaybolmuştu. Ondan uzaklaşmak istercesine bir adım geri çekildi.
“ Lütfen.”
Morvvenna içini çekti. “Ephaniah. Bu bilgi benim değil ki vere­
yim. Parası ödenm eli.”
Ephaniah’ın gözleri yalvarırcasına bakıyordu. “Am a iki ya da
daha fazla hayatı kurtarabilir.”

253
Angie Sage
“O zaman fiyatı artırmış oluyorsun.”
“Morvvenna -lütfen.”
Morvvenna biraz mesafeli bir şekilde gülümsedi. “ Ephaniah,
yeter,” dedi. “Topluluğumuzda bir gün geçir. Ayağınla ilgileneyim,
sonra konuşuruz. Tamam mı?”

O gün öğleden sonra Septimus ve Beetle, Yaz Toplulugu’nun


keyfini çıkardı - ama Jenna değil. Morvvenna, Ephaniah’ın şişmiş
ayağına büyük yeşil bir lapa koyarken Septimus ve Beetle genç ca­
dılarla sohbet ediyordu. Septimus saçlarına örgü bile yaptırmıştı -
Beetle hayretler içindeydi. Am a Jenna misafir çadırının kapısına
oturmuş, UUr’u sıkıca tutuyor, açıkça onaylamayarak bakıyordu.
Jenna, genç cadılardan hoşlanmamıştı. Tanrıçalar ye ruhlar hak-
kındaki konuşmalarına, kibirli ve kendinden em in tutumlarına gü­
venmiyordu. Parlak boncuklu tunikleri, gümüş yüzüklerle dolu
parmakları, saçlarına takılmış boncuklar ve tüyler genelde güneş­
te yanmış kirleriyle ağırbaşlı kale yaşayanlarına kıyasla çok yaban­
cı görünüyorlardı.
Ephaniah, ayağı sıcak lapayla sarılmış bir şekilde kamp ateşi­
nin önüne oturmuş, Morvvenna’yı onlara ormanın yolunu göster­
m eye nasıl ikna edeceğini düşünmeye çalışıyordu. Morvvenna’nın
yardım edeceğine söz verdiği için -bunun aptalca olduğunu şimdi
fark ediyordu- Jenna ve Septimus’u düş kırıklığına uğratmaya da­
yanamazdı. Morvvenna’nın istediği her şeyi verm eye hazırdı, ama
bir fiyat söylemiyordu. “ Bu gece ayın altında konuşacağız,” demiş­
ti bir tek.
Karanlık inm eye başlarken GündüzUllr’u GeceUlrr’una dö- i
nüşmesiyle hava elektriklenmişti. Cadılar Jenna ve panterin etrafı­
na toplanmıştı. Bir şey söylemiyorlardı, ama parlak mavi gözleri ■
;

254
Arayış

karanlıkta parlıyordu. Jenna nereye bakarsa iki mavi nokta bakış­


larına bir an için karşılık veriyor, sonra başka bir yöne çevriliyordu.
Ullr endişeli görünmüyordu. Jenna’nın yanında yatıyor, kuyruğu­
nun ucunun dikkatle irkilmesi dışında hiçbir kası oynamıyordu.

Sonunda cadıların kamp ateşinin başındaki rahatsız gece


sona erdi ve Jenna, Beetle ve Septimus minnettar bir şekilde ken­
dilerini konuk çadırındaki iğrenç kokulu keçi postu yığınına attılar.
Yorgunluktan tükenmiş olan Jenna kolunu Ullr’a sararak hemen
uykuya daldı. Am a Septimus uyanıktı, yataklarına çekilen cadıla­
rın rasgele sohbetlerini ve ormanın çok aşağılarındaki gece yara­
tıklarının ara sıra duyulan çığlıklarını dinliyordu.
Septimus, M orwenna’ya öfkeliydi. Nemli keçi postunun altın­
da yatıp sayısız kez hapşırırken annesinin haklı olduğunu düşün­
dü. Bir VVendron Cadısı söz konusu olduğunda nerede durduğunu
bilemezdiniz. Akşamın olayları zihninde dönüp duruyordu. Jen bi­
raz gergin olsa da her şey iyi başlamıştı. Morvvenna’nın onur ko­
nuklarıydılar. Oturmaları için yere kilimler ve minderler atılmış,
bütün meclis onlara tanıştırılmış, kamp ateşinin etrafına büyük,
halka şeklinde toplanmışlardı. Üç cadının ancak taşıyabildiği bü­
yük kütükler ateşe atılmıştı. Alevlerin ve kıvılcımların gece gökyü­
züne yükselmesini seyrederken kamp ateşinin etrafında geçirilen
akşamda biraz umut ışığı ve bazı olasılıklar görüyor gibiydi.
Yem ek pişirme görevi olan cadılar son derece lezzetli W olwe-
rin güveci servis etmişlerdi. Cadıların yaptığı biranın tadı bile gü­
zeldi. Her şey yolunda gidiyordu, ta ki Ephaniah, ricasını Morwen-
ııa’ya bir kez daha tekrarlayana dek. Bir anda sanki birisi bir düğ­
meye basmış gibi buz gibi bir sessizlik oldu. Septimus birden etraf­
larının cadılar yerine W olw erin’ler tarafından sarıldığını hissetti.

255
Angie Sage
Ephaniah pervasızca sorusunu yineledi. “Am a Morvvenna, bi­
ze orman yolunu göstermen için sana yalvarıyorum. Benim için
bunu yapabilirsin, değil mi?”
Septimus cıyaklamaların anlamını kavrayamamıştı, ama ce­
vap yeterince açıktı.
“Senin için zaten yeterince şey yapm adım mı?” diye çıkıştı
Morvvenna.
Ephaniah çok şaşırmış ve incinmişti. “Evet,” diye cıyakladı.
“Benim için çok şey yaptın. Sana bunları asla ödeyem em . Asla.”
Morwenna’nın cadı mavisi gözleri karanlığı delercesine baktı.
“Senden asla ödem e istemedim Ephaniah,” dedi. “Benim olanı sa­
na bedava verdim. Am a istediğin bilgi benim değil. Ben yalnızca
orman yolunun muhafızıyım. Bu yüzden bir fiyat verm eliyim .”
“Ne istersen ödeyeceğim ,” dedi Ephaniah pervasızca.
Morvvenna şaşırmıştı. “ Pekâlâ. Fiyatı sabah söyleyeceğim . Ve
istediğim zaman vermek zorundasın.”
Ephaniah ciddi bir şekilde başını salladı. “Anlıyorum.”
Bunun üzerine Cadı Ana kalktı ve bütün topluluk sessizce onu
takip etti. Akşam böyle sona ermişti.
Septimus doğrulup oturdu, üzerindeki iğrenç keçi derisini at­
tı. Keçilere alerjisi olduğuna karar vermişti -özellikle de iğrenç ko­
kulu olanlara. Beetle’ı uyandırmadan kendi keçi postuyla onun
battaniyesini değiş tokuş edip edem eyeceğini merak etti.
“Uyanık mısın Sep?” Beetle’ın fısıltısı çadırın öteki tarafından
geliyordu.
“Hayır. Ben hep oturarak uyurum.”
“Gerçekten mi?”
“ Elbette uyanığım Beetle. Sen de mi uyanıksın?”
“Yok. Derin uykudayım.”
“Ha ha. Hey... o da neydi?” Çadırın yan tarafında uzun boylu,
çarpık gölgeler belirmişti. Aceleyle bastırılmaya çalışılan kıkırda­

256
Arayış

malar kimin geldigini gösterdi. Bir grup genç cadı çadırın diğer ta­
rafı ndaydı.
“Hayır... sıçan-adamdan gerçekten bunu mu isteyecek?” diye
sordu bir tanesi inanamayarak.
“Öyle söyledi. Yatmasına yardım ederken bana hep bir şeyler
anlatır. Biraz gevşeyip olanlardan bahsetmek hoşuna gider.”
“Dikkat etmezsen Cadı Ana’nın nedimesi olacaksın Marissa.”
“Oh, ha ha. Hiç sanmıyorum.”
Samimi bir ses araya girdi. “Am a sıçan-adam da onun isteye­
ceği şey yok, değil mi?”
“Var. Anlaşmayı kabul etti, değil mi?”
Yeni bir ses, “Sıçan adam yalnızca cıyakladı,” dedi. “ Bu her
anlama gelebilir. Ayağımın üstünden çekil seni şişko bile olabilir.”
“Şişştt. Cadı Ana’ya şişko dediğin için delisin sen. Kilosu konu­
sunda ne kadar hassas olduğunu biliyorsun. Bir gün bir kurbağaya
ya da daha kötü bir şeye dönüşebilirsin.”
Samimi ses tekrar araya girdi. “Ama prensesi neden istesin
ki?"
Septimus ve Beetle’ın gözleri kocaman açıldı. İkisi de söyle­
nenleri duymak için kulaklarını dört açtı.
“Panteri istiyor.” Bu Marissa’ydı. “ Morvvenna her zaman Gece
ve Gündüz değişen bir şey istemiştir.”
“Neden yalnızca panteri istemiyor?”
“ Bir fiyatına iki tane,” diye kıkırdadı Marissa. “Eger panteri is­
terse bir tek onu alır. Am a eger prensesi isterse panter de gelir. Ze­
kice, değil mi?”
“ Evet...”
“Ve prensesi almak onu çok güçlü hale getirir, öyle değil mi?
Morvvenna sarayın bir sürü eski büyüyle dolu olduğunu söyler.
Kraliçe bunları bizden esirgemiş. Bizim hakkımız olan şeyleri geri
istiyor.”

257 F : 17
Angie Sage
“Yani gerçekten prensesi mi isteyecek?”
“Evet. Yarın sabah ilk iş olarak. Yani küçük Bayan Kraliyet
Mızmızı ve sıska kedisi burada yaşayacak. Yakında öğrenir.
H o-ho?”
Bir iki kıkırdama daha duyuldu -bu kez daha çirkindi- ve
Septimus dehşet içinde tekrar hapşıracağını hissetti. Burnunu sı­
kıp nefesini tuttu. Hapşırmamalıydı. Hap... hap...hapşırmamalıydı.
Beetle olacakları gördü. Fırlayıp elini Septimus’un burnuna kapadı
ve Septimus birden artık hapşırmak istemediğini fark etti. Yalnız­
ca nefes almak istiyordu.
Genç cadılar birilerinin onları dinlediğini fark etm eden soh­
bet etm eye devam ettiler. Şimdi Marissa konuşuyordu. Sabırsız gi­
biydi. “Sam yakında burada olacak. Yolda yaklaşan fenerini göre­
biliyorum. Bryony için daha fazla bekleyem eyiz.”
“Ona birkaç dakika daha ver Marissa. Yem ek tenceresini te­
mizlemesi gerekiyor. Bu sabah senin yaptığından fazlasını yapıyor.
İğrençti.”
“ Eh, tencere temizlemekten nefret ediyorum. Kimse W olwe-
rin güvecinde sabah kahvaltısından kalanları fark etmez. Oh, bek­
lemekten sıkıldım. Gidip getirecegim onu. Ya şimdi gelir ya da
unutun gitsin.
“Tamam. Biz de seninle geliyoruz.” En uzun boylu gölge grup­
tan ayrılırken diğer gölgeler hızla onu takip etti.
Beetle ve Septimus irileşmiş gözlerle birbirine baktı. “ Duydun
mu?” dedi Beetle ses çıkarmadan ağzını oynatarak.
Septimus başını salladı. “Jen’i buradan götürmeliyiz,” diye fı­
sıldadı.

258
ı _ 3 1 '1

HEAP KAMPI

tuz saniye sonra

O uykulu Jenna, iki


yanında nöbetçi gibi
duran Septimus ve Be-
etle’la birlikte çadırın dı­
şındaydı. Parlak ay ışığında
gözlerini kırpıştırıp şaşkınca
baktı. Ullr esneyip gerindi,
pençelerini nemli çim enle­
re batırdı.
Yaz Toplulugu’nun uzak
köşesinde tencereyle ilgili
tartışma alevleniyordu. Sep-
timus, yükselen seslerin ara­
sında fısıldadı, “Jen -buradan
çıkmalıyız. Hemen şimdi. Gel.

259
Angie Sage
“Am a neden? Çok yorgunum Sep.”
“ Bu çok kötü Jen. Burada kalamazsın. Hadi.”
“Am a nereye? Gece ormana girm em ben. Asla.”
“ Hadi Jen.” Septimus, Beetle’a bir bakış attı -ikisi Jen’in birer
kolundan tutup havaya kaldırdı.
“H ey!” diye itiraz etti Jenna.
“Şişşttt...” Septimus ve Beetle aynı anda tısladı.
“ Beni... yere... indirin,” diye fısıldadı Jenna. Sonra prenseslere
özgü kararlı bir ses tonuyla, “Hem en," dedi. Beetle ve Septimus,
Jenna’yı yere indirdi.
“ Hadi Jen,” diye yalvardı Septimus. “Bize güvenmelisin. Lüt­
fen.”
Jenna, Septimus’a tamamen güveniyordu, ama gece ormana
güvenmiyordu. İsteksizce Septimus ve Beetle’la birlikte tepeden
aşağıya indi. Kamp ateşinin sıcaklığını ve tepede ters dönmüş sarı
koniler gibi duran aydınlık çadırların oluşturduğu halkayı geride
bıraktılar. Yanındaki GeceUllr’una rağmen korkuyordu -v e birden
çok daha fazla korkmasına neden olan bir şey gördü. Çok aşağılar­
da, ağaçlarla yarı gizlenmiş şekilde titreşen bir alev onların gittigi
noktaya doğru gidiyordu. Jenna durup öfkeyle Septimus ve Beet­
le’a baktı. “ İşte Orman Perisi,” diye fısıldadı. “ Doğruca bize geli­
yor.”
“Bu Orman Perisi değil, Jen.” Ay ışığı Septimus’un sırıtışını ay­
dınlattı. Jenna yeşil gözlerin parladığını gördü. “ Bu Sam.”

“Jo-Jo beni öldürecek,” dedi Sam, bu olasılık onu çok sevin­


dirmiş gibi.
“Gerçekten üzgünüm,” dedi Septimus. Uzun, orman ağaçları­
nın arasındaki yolda onu takip ediyorlardı.

260
Arayış

“ Ben değilim ,” dedi Sam. “ Beni bütün gece uyanık tutan o ca­
dı kıkırdamalarından bıktım artık. Tam bir baş belası bu cadılar.
Jo-Jo, Edd ve Erik onlarda ne buluyor anlamıyorum.”
Beetle bunu bildiğini düşündü, ama bir şey söylemedi. Hız­
lanmakla meşguldü. Sam hızlı gidiyordu. Katrana batırılmış güçlü
bir alevle yanan uzun bir m eşe dalı taşıyordu. Beetle da ona olabil­
diğince yakın olmak istiyordu. Yol daralıyor, oldukça karanlık bir
alana giriyordu. Grup tek sıra halinde yürümek zorundaydı ve Be­
etle en sondaydı. W olw erin’lerin en güçsüz takipçiyi yakaladığı hi­
kâyeler zihninde dolaşıp duruyordu. Sırayı kaybettiğine dair en
ufak bir izlenim verm ek istemiyordu.
Sam güvenilir bir liderdi. Sabit bir şekilde yürüyordu. Yalnız­
ca önlerindeki karanlıktan uzun bir homurtu gelince yavaşladı.
Ullr’un cevap veren hırıltısına rağmen homurtu devam etti ve Be­
etle önlerindeki patikada iki çift gözün sarı parıltısını gördü. Sam
birden fenerini karanlığa doğrulttu -keskin bir çığlığı tütsülenmiş
tüy kokusu takip etti. Hızla yürüm eye devam ettiler. Beetle geride
kalmamak için Septimus’un dibinden ayrılmıyordu. Sarı gözler
şanslarını bir daha denem eye kalkarlar diye durmadan arkasına
bakıyordu.
Birkaç dakika sonra yol genişledi ve Beetle kendini çok daha
iyi hissetti -ağaçların arasında kamp ateşinin dans eden alevlerini
görünce Heap kampına yaklaştıklarını anladı. Sam’i geniş bir m ey­
dana kadar takip ederlerken ateşin başında gevşeyen üç kişi ayağa
fırlayıp onları karşılamak için koştu.
Septimus ormanda yaşayan kardeşleri hakkında her şeyi an-
lattıysa da Beetle, onlarla hiç tanışmamıştı. Beetle şaşırmıştı; Septi­
mus’un daha iri modellerini bekliyordu, ama hepsi uzun boylu, za­
yıf ve gözlerinde vahşi bakışlar olan genç adamlardı. Çeşitli kürk­

261
Angie Sage
ler ve onlara hayranlık duyan genç cadılar tarafından örülmüş
renkli tunikler giymişlerdi. Beetle bunların ormana cadılardan da­
ha fazla ait olduğunu düşünüyordu. Septimus ve kardeşleri arasın­
daki tek benzerlik büyülü yeşil gözleri ve Heap saçlarıydı -am a
saman sarısı lüleler Orman Heap’lerinde uzun, kirli sıçan kuyruk­
larına dönüşmüştü.
“Çok çabuk geldiniz,” dedi sıçan kuyruğuna tüyler sokmuş
olan biri.
“Evet,” dedi Sam. “ Her zamankinden daha çabuk.”
“ Marissa... Marissa7' Sıçan kuyruklarının etrafına örgülü deri
bantlar takmış olan başka bir Heap, Sam’in arkasındaki gruba bak­
tı. “ Hey, bir sürü çocuk getirmiş. Marissa nerede?”
“ Bilgin olsun diye söylüyorum Jo, bu çocuklar senin kız ve er­
kek kardeşlerin, kız kardeşinin panterinden bahsetmiyorum bile.”
Sam elini gölgelerin arasında neredeyse görünm eyen Ullr’a doğru
salladı. “Oh...” Sam, Septimus’un siyah saçlı büyük oğlana ne dedi­
ğini hatırlamaya çalıştı. “Oh evet, işte hamamböceği de gelmiş.”
“Hayır, aslında Bee...” Am a Beetle’ın itirazları Jo-Jo ve Sam’in
arasında hızla gelişen tartışmada kayboldu.
Jo-Jo öfkeli görünüyordu. “Dem ek Marissa’yı getirmedin?”
“Hayır.”
“ Domuz Sam. Çok uzun zaman oldu. Babamın burada kaldı­
ğı onca zamandır Marissa’yı görem edim , sonra babam cadıların
yanına gitti, onu yine görem edim ve şimdi babam gitti, ben Maris-
sa’yı görebilirim ve sen onu geçirmemişsin."
“O zaman gidip sen getir onu,” dedi Sam, meşaleyi Jo-Jo’nun
eline tutuşturdu. “Bütün gece işlerini yapmaktan bıktım zaten. Sen
yapabilirsin.”
“Tamam o zaman, ben getiririm. Jo-Jo elinde meşe dalıyla
uzaklaşırken Sam arkasından şaşkın şaşkın bakarak onu izledi.

262
Arayış

“İyi mi?” diye sordu Septimus.


Sam om uz silkti. “ Evet. Galiba.” Sonra sırıttı. “Geri dönüşünde
iyi olacağı kesin. Marissa her şeyi korkutup kaçıracaktır.”
Geriye kalan iki kardeş -Edd ve Erik- güldü. Sonra bir tanesi
biraz utangaç bir şekilde, “Merhaba Jen,” dedi.
“ Merhaba Edd,” dedi Jenna, aynı şekilde utanarak.
“ Hey, bizi ayırabiliyorsun.”
“Elbette ayırıyorum. Sizi hiçbir zaman karıştırmadım, değil
mi? Siz beni kandırmaya çalıştığınız zaman bile.”
Edd ve Erik gülüştü. “ Evet karıştırmadın, bir kere bile,” dedi
Erik. Bazen annelerini bile kandırdıklarını hatırlıyordu -am a Jen-
na’yı asla kandıramazlardı.

Kütüklerin rahatlatıcı çatırtısı ve arka planda pişen minik ba­


lıkların belli belirsiz cızırtısı eşliğinde kamp ateşinin sıcaklığında
oturan Jenna, o akşam cadı kızlardan duyduklarını anlatan Septi­
mus ve Beetle’ı dinliyordu.
“Am a bu çok aptalca,” dedi. “Ephaniah böyle bir şey yapmaz.
Zaten yapamaz da. Kimse bir insanı bir başkasına verem ez.”
“Cadılarda durum farklıdır,” dedi Septimus,
“ Denediklerini görm ek isterim,” dedi Jenna öfkeli bir şekilde.
“Sep haklı Jen,” dedi Sam. “Cadılarda durum farklıdır. Farklı
kuralları vardır -onların kuralları. Kendi istediğin şeyi yaptığını sa­
nırsın, ama sonra başından beri aslında onların istediği şeyi yaptı­
ğını fark edersin. Jo-Jo’ya bak.”
“Jo-Jo tam olarak kendi istediği şeyi yapıyor,” diye gülüştü
Edd ve Erik.
“Evet. Öyle sanıyor,” diye mırıldandı Sam.
Bir sessizlik oldu. Septimus bir dal alıp ateşi karıştırmaya baş­
ladı.

263
Angie Sage
“Ya Ephaniah?” diye sordu Jenna birden.
“Anlayacaktır,” dedi Septimus,
“Anlamayacak. Yalnızca bizim kaçtığımızı sanacak.”
“Gitmek zorundaydık Jen. Yoksa en sonunda W endron Cadı­
larından biri olacaksın.” Jenna inanamayarak güldü. “Am a öyle
Jen.”
Jenna içini çekti. O da bir dal alıp ateşi öfkeli bir şekilde karış­
tırdı. Nicko’nun sonsuza dek ellerinden kayıp gittigini hissediyor­
du. Ve bunun nedeni bir şekilde hep kendisi oluyordu,
“ Balık ister misiniz?” diye sordu Sam. Kamp ateşinin etrafın­
da huzuru sağlama konusunda balıkların gücüne karşı çok büyük
bir inancı vardı. Kimse W olwerin güvecinden sonra aç olduğunu
hissetmiyordu, ama yine de evet anlamında başlarını salladılar.
Sam balığı yeni bir sistemle pişiriyordu. Her birini nemli dal­
dan yapılma ince bir şişe geçiriyor, Sam Heap Balık-Pişiricisi’nin
hiç beklenm edik bir anda çökm e alışkanlığı olan üç ayaklı sarsak
m etal- üstüne yerleştiriyordu. Sam en iyi üç balığı seçip Jenna,
Septimus ve Beetle’a uzattı. Beetle şişte balığı biraz isteksizce aldı;
hiçbir zaman fazla balık düşkünü olmamıştı ve balığı suçlarcasına
ona bakıyor gibi durması da durumu düzeltmiyordu. Beetle balığa
bakıp bir lokma almak için kendini zorladı.
“ Balığının bir şeyi mi var hamamböceği?” diye sordu Sam.
“ Hamamböceği değil Sam,” dedi Septimus, ağzı dolu olarak.
Aslında balık gerçekten çok güzeldi. “O Bee...” Arkalarındaki ağaç­
ların arasından ani bir çatırtı yükseldi. Ormanda reflekslerini geliş­
miş olan Sam, Edd ve Erik ellerinde sopalarıyla ayağa fırladılar. Kü­
çük bir leopar ağaçların arasından fırlayıp kör bir panikle doğruca
kamp ateşine koştu. Am a birden ateşten -v e Ullr’dan- uzaklaş­
mak için dönüp ormanın karşı tarafında gözden kayboldu.

264
Arayış

“Bu çok garip,” dedi Sam. “Ne oldu ki bu hayvana?”


Sam’in sorusunun cevabı elinde meşaleyle ağaçların arasın­
dan çıkıp gururlu bir havayla Heap Kam pı’na doğru yürüdü. Arka­
sında cadı Marissa vardı. Marissa, Jo-Jo’nunkine benzer örgülü de­
ri bantla tutturulmuş uzun dalgalı kahverengi saçlarıyla Jo-Jo ka­
dar uzun boyluydu. Jo-Jo’yla birlikte kamp ateşinin başına geldi­
ler. Jo-Jo meşaleyi gösterişli bir zafer havasıyla alevlerin arasına at­
lı.
Jo-Jo ateşin yanına çöküp Marissa’yı yanına çekti. Marissa dü­
zinelerce renkli, küçük tüyü diktiği koyu yeşil pelerinini toparlaya­
rak oturdu. Bir grup dağınık serçeyle birlikte oturan egzotik bir ku­
şa benziyordu. Hâlâ gece ormana yaptığı ürkütücü -am a bunu ka­
bul etm ezd i- ve başarılı yolculuğun keyfini süren Jo-Jo balığını
alıp bir lokmada yuttu. Biraz sonra görgü kurallarını hatırlayıp bir
tanesini Marissa’ya teklif etti, ama genç cadı bunu fark etmedi.
Gözleri kamp ateşinin karşı tarafında oturan Jenna, Septimus ve
Beetle’ın üzerindeydi. “ Burada ne yapıyorsunuz?” diye sordu şüp­
heyle.
“Seninle aynı,” dedi Septimus, hiçbir şey açıklamamaya ka­
rarlı bir şekilde.
“Am a siz Cadı Ana’nın konuğusunuz.” Marissa öfkeliydi. “Öy­
le çekip gidemezsiniz. Kimse böyle bir şey yapamaz.”
Septimus omuzlarını silkip hiçbir şey söylemedi. Heap Kam-
pı’nın tarzını benim sem eye başlamıştı. Ağabeylerinden eger iste­
miyorsan kendini açıklamak zorunda olmadığını öğreniyordu - ve
bazen bir cadı söz konusu olduğunda bunu yapm am ak en iyisiydi.
Marissa kaşlarını çatarak ateşin başında oturmaya devam et­
ti. Jo-Jo, ona bir kez daha balık teklif etti, ama Marissa öfkeyle ba­
şını salladı. “Geri dönm eliyim ,” diye mırıldandı.

265
Angie Sage
“Geri m i?’ diye sordu Jo-Jo inanamayarak.
“Evet. Geri. Beni geri götür Joby-Jo.”
Jo-Jo sersemlemiş gibiydi. “Ne - şimdi m il”
“Şimdi.” Marissa alt dudağını küskün bir şekilde uzattı, cadı ■
mavisi gözleri ateşin ışığında parladı.
“Ama...”
Jo-Jo’nun itirazlarını Sam böldü. “Jo-Jo bu gece hiçbir yere
gitmiyor. Çok tehlikeli. Vakit gece yarısını geçti ve yatma zamanı
geldi.” Jo-Jo, Sam’e minnettar bir şekilde baktı, ama Sam ona aldır­
madan ayağa kalktı. “Sep, Jenna ve hamamböceği, Kurt Çocuk’un
eski yatağını alabilir. Hadi gelin çocuklar,” dedi onlara doğru baka­
rak. “Size nerede olduğunu göstereyim.”
Septimus, Sam’e buna gerek olmadığını, nerede olduğunu
hatırladığını söylem ek üzereyken Sam’in anlamlı bakışı dikkatini
çekti. “Evet. Tamam,” diye mırıldandı. ;
Kamp ateşinin başındakilerin duymayacağı bir yere vardıkla- i
rında Sam sessizce, “Yarın şafakta yola çıkmalısınız,” dedi. “ Maris- ;
sa doğruca Morvvenna’ya gidecektir. Bundan emin olabilirsin. Eger j
Morvvenna, Jen’in meclise katılmasını istiyorsa onu öyle ya da böy- \
le alacaktır.”
“Hayır, almayacak!” dedi Beetle hararetle. “ Ben ve Sep bura- ;
dayken alamaz.” ?
“Bak. Ham amböceği,” dedi Sam sabırla. “Cadı Ana’ya karşı siz :
ikinizin hiçbir şansı yok, inanın bana. Cadılar sizin gittiginizi fark i
etm eden buradan uzaklaşmanız gerek.” i
“Sanırım liman mavnasına binm em iz gerekiyor,” dedi Septi­
mus şüpheyle. “Am a genellikle ormanda durmaz.”
“Neden bunu yapasınız ki?” diye sordu Sam şaşırarak. “Or- ,
man yolundan gideceğinizi sanıyordum.”

266
Arayış

“Evet. Şey, öyle düşünüyorduk. Morvvenna çirkinleşip bize yo­


lu söylemeyince vazgeçtik.”
“O hesapçı yaşlı cadıya ihtiyacınız yok,” dedi Sam. “Size yolu
ben gösteririm.”
“ Sen mi?” diye hayretle yutkundu Septimus.
“Şişşş...” Sam kamp ateşinin etrafındaki grubun siluetine bak­
tı. “ Marissa’ya bir şeyler planladığımız izlenimini vermeyin. Sabah
gelip sizi uyandırırım. Tamam mı?”
Septimus başını salladı. “ İyi geceler Sam. Ve teşekkürler.”
“Önemli değil. Küçük kız ve erkek kardeşime bakmam lazım,
öyle değil mi?” dedi Sam sırıtarak.
Sam üzerine bir yığın kalın battaniye attıktan sonra Kurt Ço-
cuk’un yatağı sıcak ve rahat olmuştu. Çok çok yorgun olduğunu
hisseden Jenna, Septimus ve Beetle battaniyelerin altına girip yap­
raklardan oluşan yatağın üstüne kıvrıldılar.
“ İyi geceler,” diye fısıldadı Beetle.
“ İyi geceler ham am böceği.”
“ İyi geceler, ham am böceği,” diye karşılık geldi.

267
+ 32+-
GECE YOLCULUĞU

enna, Septimus ve Beetle, Kurt

J Çocuk’un çadırında uyuyup Ge-


ceUllr’u ormanın seslerini dinlerken
küçük bir tekne kaleye doğru teh­
likeli bir yolculuk yapıyordu.
Tekneci yolculuk için çok
yüksek ücret almıştı, ama
JttSf
yine de pişman olm aya
başlamıştı -sular rüzgâra karşı
hızla akıyor, nehrin ortasına ula­
i
şırlarken su, her dalgayla birlikte
tekneye çarpıyordu.
Yolcular da pişman ol­
maya başlamıştı.
“Sabaha kadar bekle- v;,
meliydik,” diye inledi Lucy
Gringe, tekne insanı

268
Arayış

telaşlandıracak kadar derine batarken. Midesiyse tam tersi yönde


hareket ediyor gibiydi.
“ Merak etm e Luce,” dedi Simon Heap. “ Daha kötüsünü gör­
düm.” Aslında görmemişti, ama şu an dürüstlük için uygun bir za­
man değildi.
Lucy başka bir şey söylemedi. Eger konuşursa kusardı ve Si­
m on’un bunu görmesini istemiyordu. Bir kız çürük, küçük bir tek­
nede bile görüntüsünü korumalıydı. Lucy gözlerini kapatıp düşün­
celerine yoğunlaştı. O gün öğleden sonra Gözlem Evi’ne girdikle­
rinde Simon’un yüzünde beliren ifadeyi aklından çıkaramıyordu.
“ Luce,” diye fısıldamıştı panik içinde. “Hem en aşağıya inip Şim-
şek’i getir. Hem en!”
Lucy, Simon’un ona ne yapacağını söylemesinden hoşlan-
mazdı -v e Simon genellikle buna cesaret ed em ezd i- ama bu du­
rumun farklı olduğunu biliyordu. Dik, kaygan merdivenlerden ko­
şarcasına inip yaşlı Magog kahyanın yanından geçmişti. Simon
aşağıya inene kadar Şimşek eyerlenmiş ve yola çıkmaya hazır hale
getirilmişti. Lucy, Simon’a sorunun ne olduğunu sormuş, ama Si­
m on’un söylediği tek şey, “Gör yaptım,” olmuştu.
Şimdi nehrin öteki tarafına ulaşıyorlardı ve su biraz daha sa­
kindi. Lucy neşelendi. Eger Simon’un söylediği doğruysa -yani o
korkunç Gözlem Evi’ne bir daha ayak basmayacaklarsa- buna çok
memnun olacaktı, am a kaleye gidiyor olmadıklarını umuyordu.
Limana gitmeyi tercih ederdi. Lucy limanı severdi; hem kaleden
çok daha eğlenceliydi hem de annesine ve babasına rastlama riski
yoktu.
Ancak Lucy’nin kaleye geri dönm ek istememesinin en önem ­
li nedeni Simon’un kendisiydi. Simon bir yıl kadar önce oradan
kaçmasına neden olan olayları unutmuşa benziyordu. Lucy ne ol­
duğunu tam olarak bilmiyordu, ama bir sürü korkunç şey duy­

269
Angie S ağe
muştu - çoğuna inanmıyordu, ama bazılarının doğru olduğunu bi­
liyordu. Kardeşi Rupert, Simon’un Septimus, Nicko ve Jenna’ya
Bayıltan Şimşek’i gönderdiğini gördügünü söylemişti - ve Lucy
Rupert’ın yalan söylemediğini biliyordu. Ve başka hikâyeler de
vardı: Simon, DomDaniel’ın kemiklerini kullanarak M ard aya kor­
kunç bir büyü yapmış ve neredeyse başarılı olmuştu. Marcia, eger
Simon kaleye bir daha ayak basarsa onu sonsuza dek hapse tıka­
cağını söylemişti.
Lucy güzel yüzüğüne -kesinlikle Drago Mill’in depo satışın­
dan alınmamıştı- bakıp içini çekti. Neden o ve Simon normal ola­
mıyordu? Bütün istediği herkes gibi olmalarıydı. Evlilik planları
yapmayı, yaşayacak bir yer aramayı -Ram blings’te bir oda yeter­
d i- isterdi. Neden Sim on’u anne ve babasına götüremiyor, Ru-
pert’la arkadaş olmasını saglayamıyordu? Neden? Bu haksızlıktı.
Haksızlık.
Tekne, Sally Mullin’in Çay ve Bira Salonu’nun hem en aşağı­
sındaki rıhtıma yanaştı. Şally’nin çok sayıdaki yeğenlerinden biri
olan tekne kaptanı Micky Mullin rahatlayarak tekneyi bağladıktan
sonra ıslak yolcularına iyi geceler dedi. Nereye bakacağınızı bilirse­
niz üzerinde bütün gece açık olan küçük bir kapının bulunduğu
Güney Kapısı’na doğru sendeleyerek yürümelerini seyrederken
neyin peşinde olduklarını merak etti. Simon başlığını yüzüne iyice
indirmiş olmasına rağmen Micky ondaki belirgin Heap hatlarını
fark etmişti. Artık yirmili yaşların başında olan Simon, babası Si-
las’ın genç haliydi. Micky ertesi sabah gidip halasını görm eye karar
verdi; halası dedikoduyu severdi ve güzel pasta yapardı.
Boş caddelerde yürüyüp rüzgârın en kötü halinden korunur­
ken Lucy hâlâ olağandışı şekilde sessizdi.
“İyi misin Luce?” diye sordu Simon.
“Keşke buraya dönmeseydik,” dedi Lucy. “Seni bulup hapset­
melerinden korkuyorum.”

270
Arayış

Simon geri dönüşlerini bekleyen buruşuk mektubu çıkardı.


Lucy derin bir iç çekti. Gözlem Evi’nin girişine giden patikanın ya­
nındaki taşın altına sıkıştırılmış olan mektubu görm em iş olmayı
diliyordu, ama zarfın üstünde LİMAN PAKET POSTA ŞİRKETİ TA­
RAFINDAN TESLİM EDİLMİŞTİR sözcükleri vardı. Bunun heyecan
verici olduğunu düşünmüştü. Şimdiyse Lucy iğrenç mektubun
içeriğini ezbere biliyordu, ama Simon minik, sivri elyazısını okur­
ken yine dinledi.
Mektup resmi Elyazmaları Odası not kâğıdına yazılmıştı ve
şöyle diyordu:

Sevgili Simon,
Gittiğimi fark ettiğini tahmin ediyorum.
Başka şeyin gittiğini de fark etmiş olabilirsin. Sletuh
Slhue t Sleuth ’u buldum ve artık BENİM. Benimle olmayı
seviyor.
Eger onu bulmaya gelirsen birinin seni bulmasını
sağlarım.
Bu kâğıttan anlayabileceğin gibi ycteklcrim y ete-
neklerim sonunda kabul edildi, çünkü burada çok iyi bir
işim var. Senin yanındaki işimden çok daha iyi.
Ben artık ait olduğum yerdeyim, ama kimse seni ge-
ri almayacaktır. Bir mtilon milyon geçse bile olmaz. Ha ha.
Eski oabık sadik sadık hizmetkârın,
Merrin Meredith/Daniel Hunter/Septimus Heap

“Sana söyledim Luce. Bu işten kolay kurtulamayacak,” dedi Si­


mon, mektubu cebine sokarken. “Şimdi iki haydutla bir olmuş - Da-
niel Hunter’ı tanımıyorum, ama değerli küçük Septimus’un iyi ol­
madığını biliyordum. Şimdi beni korkutarak Sleuth’ı sahip olmasına
izin vereceğimi sanıyor. Yakında ne kadar yanıldığını anlayacak.”

271
Angie Sage
Lucy başını iki yana salladı. Bu oğlanların kavgayla zoru ney­
di böyle? “Sırf topunu almaya gelm ek için uzun bir yoldu,” dedi.

Sarah Heap korkusunu yenip oturma odasının penceresine


vuranın Simon olduğunu fark edince gülsün mü ağlasın mı karar
veremedi. Bu yüzden ikisini birden yaptı -h em de aynı anda. Lucy
yanında garip bir şekilde dikilirken belki de gidip kendi annesini
görmesi gerektigini düşünüyordu. Ve Sarah, Simon’u soru bom ­
bardımanına -n erede yaşıyordu, ne yapıyordu, herkesin söylediği
o korkunç şeyleri gerçekten yapmış mıydı ve neden ona yazm a­
m ıştı- tutmaya başlarken belki de annesini görm eye gelmesinin
iyi bir fikir olmadığına karar verdi. Henüz olmazdı.
Lucy ve Simon, oturma odasında ateşin yanına oturup Sa-
rah’ın getirdigi ekmek, peynir ve elmayı yediler. Oturma odasının
karışık olması Lucy’nin çok hoşuna gitmişti. Sarah’ın ateşin karşı­
sından alıp kucağına koyduğu tüyleri yeni çıkan örgü yelekli ördek
Lucy’yi büyülemişti. Heap’leri seviyordu; kendi ailesinden çok da­
ha ilginçlerdi.
“Burada olduğunu öğrenirse Marcia ne yapar bilmiyorum,”
dedi Sarah endişelenm eye başlayarak. “Bugünlerde kötü bir ruh
hali içinde. Çok da alıngan. Ve pek de nazik olduğu söylenemez.
Septimus’u hiç görm üyorum ve o da bunu biliyor, ama beni ne za­
man görse Septimus’u bu kadar sık gördügüm için memnun oldu­
ğumu umduğunu söylüyor. Bana surat yapm a Simon. Küçük kar­
deşinle daha fazla kavga etm ene izin verm eyeceğim , anlaşıldı mı?
evet, anlaşıldı mı?”
Simon om uz silkti. “ Kavga eden ben değilim. Sleuth’ı çalmış,”
diye mırıldandı içinden.
“Neyi çalmış neyi?’’

272
Arayış

“Hiçbir şeyi,” diye gürledi Simon. “Önem li değil.”


Sarah içini çekti. Bunca zaman sonra Sim on’u yeniden gördü­
ğüne çok m em nun olmuştu, ama bu kadar öfkeli olmamasını dili­
yordu. “ Kimse burada olduğunu bilmek zorunda değil -h iç kimse.
Biz bir şeyler bulana kadar sen ve Lucy kalede gizlenmelisiniz.”
Lucy esnerken sallanıyordu. Sarah bu esnemeyi kaçırmadı,
ördeği dikkatlice bırakıp ayağa kalktı. “Yorgun olmalısınız,” dedi
Lucy’ye endişeli bir şekilde gülümseyerek. “ Neden gidip sizin için
rahat bir yatak bulmuyoruz?” Lucy minnettar bir şekilde başını sal­
ladı. Simon’un annesinin hoş olduğunu düşündü.
Luey yarım saat sonra sarayın nehre bakan devasa saray ko­
nuk odasındaki sıcak yatakta derin bir uykuya dalmıştı. Am a bir
üst katta, tavan arasının saçaklarının altındaki odada yatan Simon
gergin bir şekilde camdan dışarı bakıyordu. O sırada bir şeylerin
yolunda gitmedigini... bir şeylerin eksik olduğunu fark etti. Büyü­
cü Kulesinin ışıkları sönmüştü. Simon camı açıp rüzgârlı geceye
baktı. Aşağıda kalenin ışıkları görünüyordu. Büyücü Kulesi’ nin
meşaleleri rüzgârda titreşip dans ediyor, ama kaleyi her zaman ay­
dınlatan büyük m or merdiven orada değildi.
Simon Büyücü Kulesi’nde neler olduğunu merak ederken bu
minik odada kalamayacağını biliyordu -olanları öğrenmeliydi. Kü­
çük bir çocukken annesi odasında oturup ödevini yapmasını söy­
lediğinde, macera hevesiyle dışarı çıktığı zamanlardaki gibi yatak
odasının gıcırtılı kapısını açıp parmak uçlarında karanlık koridor­
da yürüdü. Gürültü yapmamakla o kadar meşguldü ki Ma Cus-
tard’a yaptığı ziyaretten yeni dönen Merrin’in merdivenlerin ba­
şında belirdiğini fark etmedi. Sim on’u görm esiyle dehşet içinde
kalan Merrin’in muzlu şekerlemesi neredeyse boğazında kalıyor­
du. Olduğu yerde kalıp devasa sütunlardan birinin arkasına daldı.

273 F : 18
Angie Sage
Simon parmak uçlarında onun yanından geçerken bir tavşa­
nın olduğu yerde kalm ası gibi Merrin de eski patronuna baka-
kalmıştı. Gözlerine inanamıyordu. Simon onun izini nasıl sürmüş­
tü -nereden biliyordu? Başını çevirm eye bile cesaret edem eden Si­
m on’un merdivenlerden inişini, saraydaki ilk gününde kendisinin
yaptığı gibi dikkatlice yürüyüşünü seyretti.
Simon yan kapıdan çıkıp sarayın yanındaki ara sokağa yönel­
di. Kısa süre sonra Büyücü Yolu’nda, Büyücü Kulesi’nin olduğunu
bildiği karanlığa doğru gidiyordu. Yaptığı onca şeye rağmen -ki
şimdi bunlara inanamıyordu, ne düşünüyordu ki?- Büyücü Kule-
si’yle çok ilgileniyordu. Derinlerde bir yerde hâlâ Olağanüstü Büyü­
cü olmayı istiyordu. Am a artık bunu k aran lık yoldan istemiyordu.
Bunun hile olduğunu düşünüyordu. Bu işi gerektigi gibi, adil bir şe­
kilde yapmak istiyordu, böylece Lucy onunla gurur duyacaktı.
Simon bunun bir rüya olduğunu biliyordu. Am a bu onun Bü­
yücü Kulesi’ne doğru çekilmesine ve orada neler olduğunu öğren­
mek istemesine engel olamıyordu.
Avlunun girişindeki Büyük K em er’e yaklaşırken dışarıda top­
lanmış, büyük, ama bastırılmış bir kalabalık gördü. Kalabalık alçak,
endişeli sesle konuşuyordu. Anlaşılan büyülü ışıkların sönük oldu­
ğunu tek fark eden kendisi değildi. Simon pelerininin başlığını ta­
kıp itirazlara aldırmadan kalabalığın ön tarafına doğru ilerledi. Ora­
da etrafları büyülü pusla kuşatılmış, uzun boylu iki figürle yüz yü­
ze geldi. O bunu bilmese de bunlar çırağın A ra y ış a gidişinde ona
eşlik edecek olan yedi A rayış M u h a fız ı’ndan ikisiydi. Simon’un
kararlı yaklaşımıyla silahlı m u h afızlar mızraklarını önlerine doğ­
ru eğip kemere girişi kapattılar. “ Dur!” dediler. Simon durdu.
Cesaretini toplayan Simon, “Neler oluyor?” diye sordu.
“Kuşatma,” diye kısa bir cevap geldi.
Simon’un arkasındaki kalabalıkta endişeli bir mırıltı yayıldı.

274
Arayış

“Neden?” diye sordu Simon.


M u h a f ızlarm cevabı hızlı ve beklenmedikti. Hançerlerini çe­
kip Sim on’a doğru savurdular, bir tanesi pelerinini yakaladı.
“Git!” diye bağırdılar.
Kalabalık dağılırken Simon pelerinini çekip hançerden kur­
tardı, sonra cesaret edebildiği kadar hızlı bir şekilde yürüyüp gitti.
Büyücü Kulesi’ni basıp kuşatmadan kurtarmak ve Marcia’nın
kendisine çırağı olmasını teklif etmesi fantezilerini kuran Simon,
avlu duvarlarının dış çeperlerinde dolaşmaya başladı, ama avlu ka­
pıları sürgülüydü. Simon’un bütün görebildiği Büyücü Kulesi’nin
ay ışığındaki hatları ve bütün duyabildiği bir baykuşun çığlığı ile
kalabalıktan evinin güvenliğine ulaşan birinin çarptığı kapı sesiydi.
Simon, saraya geri döndü. Kendisi çırak olsaydı böyle olm a­
yacağını düşünüyordu ki şüphesiz bu doğruydu.

Saraydaki Merrin öfkeyle çantasını topluyordu. Neden, diye


düşündü, neden her şey ters gitmek zorundaydı? Neden, tam kendi
yerini bulmuşken aptal Simon Heap gelip her şeyi bozmak zorun­
daydı? Odasından çıkarken birkaç antik hayalet ve özellikle nedime­
nin hayaleti rahatlamış bir şekilde gidişini seyrediyordu. Merrin
uyuyan saraydan sessizce geçip dışarı çıktı, mutfak bahçesinin sun­
durmasına yöneldi. Orada en azından eski patronu olmayacaktı.
Yanılıyordu.
Am a Merrin hızla sertleşiyordu. Öfkeyle DomDaniel’ın ke­
miklerinin bulunduğu çuvalı alıp sürükleyerek kulübeden çıkardı.
Birkaç ritmik savurmadan sonra mutfak bahçesi duvarından aşır­
dı. Çuval m ükem m el bir kavisle Billy Pot’un eski-sebze bahçesine,
şu anda Billy Pot’un saygılı bir şekilde çağırdığı haliyle Bay Spit
Fyre’ın evine düştü.
Kahvaltısının geldigini fark etm eyen Spit Fyre uyuyordu.

275
— 33 ■+-‘
KAHVALTI

rtesi sabah Billy Pot erkenden


kalkmış, Septimus’un talimatı­
na göre Spit Fyre’ın kahvaltısını hazırlı­
yordu -am a ejderha ilgilenmiyordu.
Spit Fyre yeni Ejderha Kulübesi’nin dışına
uzanmış, yarı uykulu gözlerle Billy’yi
seyrediyordu. Billy, kahvaltı kovasıy
la yaklaşırken yeraltından gelen
bir homurtu yeri sarstı. Ejderha ge- $
girdi ve Billy de öğürdü.
Billy şaşkın bir şekilde başını
kaşıdı. Eger bunun mümkün olma-^j
dıgını bilmese ejderhanın daha
önce kahvaltı yaptığını d üşü- . ğs f■
necekti. “Kahvaltını bu-^^v'-iş;., -fj.
raya bırakıyorum, Bay '~"v
Spit Fyre. Daha sonra yem ek isteyebilirsin. ^

276
Arayış

Spit Fyre inleyip yarı açık gözünü kapattı. Karnının derinlikle­


rinde yaşlı Nekromensır’ın kemiklerinin ağır ve k aran lık bir şe­
kilde yattığını hissedebiliyordu. O çirkin eski çuvalı hiç yutmamış
olmayı diledi. Bir daha asla yem ek istemeyecekti.
Ejderhanın karnı yavaş yavaş k aran lık görev için hazırlanır­
ken DomDaniel’ın hayaleti bir kez daha Büyücü Kulesi’nde olma­
nın keyfini sürüyordu. Yaşlı, çirkin yardımcısının sonunda cezası­
nı bulduğunu, etrafta Sıradan Büyücüler gibi dolaşıp ne yapacağı­
nın söylenmesini beklediğini görm ek ona iyi gelmişti. Kendisini
Büyücü Kulesi’nin tepesindeki altın piramitten aşağıya atan eski
çırağı Alther Mella’yı da nasıl köşeye sıkıştırmıştı. O hatıra hâlâ zih­
ninde, o günkü kadar canlıydı. DomDaniel, artık bir hayalet oldu­
ğu için harekete geçirmeyi düşündüğü k aran lık planları Alther’e
bütün ayrıntılarıyla anlatmanın tadını çıkarırken kendini biraz ga­
rip hissetmeye başladı. O anda Alther, DomDaniel’ın sol bacağının
kaybolduğunu fark etti.
Alther büyülenmiş gibi DomDaniel’ın bütün sag kolunun, sol
dizinin... sol kolunun... ayak bileklerinin kayboluşunu seyretti. Es­
ki efendisinin parça parça yok oluşunu şaşkınlık içinde izledi.
DomDaniel, Alther’in kendisine bakış şeklinden hoşlanma­
mıştı. Bunun saygısızlık olduğunu, Alther’in kendisine gerekli hür­
meti göstermediğini düşünüyordu. Alther’e ağzı açık kendisini
seyretmekten vazgeçmesini söylemek için ağzını açtı, ama kafası
kayboldu, geriye deli gibi hareketler yapan bedensiz eli ve kızgın­
lıkla hoplayan karnı kaldı.
Ve sonra DomDaniel’ın son kemikleri de Spit Fyre’ın ateş kar­
nında çözünürken yaşlı Nekromensır tamamen -v e sonsuza dek-
kayboldu. Çünkü bu kez yanında, yani Spit Fyre’ın karnında ken­
disini beladan kurtaracak İki Yüzlü Yüzük yoktu. Bu Alther’in uzun

277
Angie Sage
zaman keyfini süreceği bir andı. M ard ayı bulup topluluğun artık
geçerli olmadığını söylediği sonraki birkaç dakika da buna dâhildi.
Marcia da son topluluğun sonunun tadını iyice çıkarıyordu.
Özellikle Tertius Fume’u zafer dolu bir ifadeyle kanepesinden kov­
duktan sonra hayaletin yüzünde beliren ifadenin keyfini sürüyor­
du. Ona topluluğun artık geçerli olmadığını ve bir daha asla bir
topluluk olamayacağını söylemiş ve hem en odasından çıkmasını
istemişti. Alther, onu destekleyene dek Tertius Füme ona inanma­
yı reddetmişti. Marcia’nın Beetle’a söylediği doğruydu - Tertius
Fume’un kadınlara saygısı yoktu.
Tertius Füme, kuşatm ayı Septimus’u çekilişe ikna etm ek
için yapmıştı. Septimus’un kaybolduğunu fark ettikten sonra, Mar­
cia çırağının nerede olduğunu söyleyene kadar eger gerekirse ku­
şatmayı sonsuza dek sürdüreceğine yem in etmişti. Çırağın Büyü­
cü Kulesi’nde bir yerlere sak lan dığım düşünüyordu. Am a şimdi
arkasında topluluğun gücü olmadan kuşatm ayı sürdürmesinin
yolu yoktu. Kuşatma sona ermişti.
Marcia hiç vakit kaybetmedi. Catchpole’dan Tertius Fume’u
bölgeden onur kırıcı bir şekilde çıkartmasını istedi. Büyücü Kule­
si’ne büyü tekrar geri gelirken kapıda dikilip sıkılı dişlerinin ara­
sından gülümsedi.
“Güle güle, güle güle. Geldiğin için çok teşekkürler,” dedi şaş­
kın topluluk uçarak uzaklaştı.

Büyücü Kulesi’nin dışındaki ıslak, sıçan devasa kapıların so­


nunda açılışını seyrediyordu. Sonsuz sayıda m or hayaletin merdi­
venleri dolduruşuna şaşkınlıkla bakıyordu. Son hayalet de çıkana
kadar sabırsızlıkla bekledi. Sonra içeri girerek seslendi. “Gizli Mesaj
Sıçanı!”

278
Arayış

Stanley, mesajının alıcısının etrafını kuşatan heyecanlı bir Sı­


radan Büyücü grubunun ayaklarının arasında koştururken, Terti­
us Füme, Büyük Kem er’in gölgelerinde genç bir Alt Büyücü’yle
özel bir konuşma yapıyordu,
“ Onu bul," dedi Tertius Füme. “A ra y ış başladı ve tamamlan­
ması gerekiyor.”
Şey başını salladı. Tertius Fume’un öfkeli bir şekilde Elyazma-
ları Odası’na gidişini seyredip Hildegarde’ın parmaklarının uçlarını
çiğnemeye başladı. Alt Büyücü’nün içinde yaşam aktan sıkılmıştı.
Kadının sıradanlıgı -hoşluğu- sinir bozucuydu; bu Şey’in içine sız­
mış ve depresyona girmesine yol açmıştı. Şey, daha sıra dışı bir şe­
yin, belki içinde biraz k aran lık olan bir şeyin içinde yaşam ayı is­
teyebilirdi, Büyük Kem er’in soğuk, lapis lazuli duvarlarına dayanıp
bir şeyler olmasını beklerken Hildegarde’ın tırnaklarını ne kadar
uzağa tükürebilecegine bakarak vakit öldürmeye başladı.

O sabah birkaç saat önce Ephaniah Grebe nemli çadırda ken­


dini çok garip hissederek uyanmıştı. Jenna, Septimus ve Beetle yat­
mak üzere çekildiklerinde Ephaniah, Morvvenna’nın sunduğu tatlı,
ağır içkiyi kabul etmişti. İçkiyi içer içmez uyuşturuldugunu anlamış
ve içkinin kalanını gizlice dökmüştü, ama Cadı Ana, onu çadırına
kadar götürürken Ephaniah ayaklarının altındaki yerin sallandığını
ve ağzında acı bir tat olduğunu hissetmişti. Boş yere uykuya diren­
mişti -am a birkaç saat sonra canlı rüyaları onu uyandırmıştı. Yeni­
den uykuya dalmamaya kararlı bir şekilde, temiz gece havası al­
mak için çadırından dışarı çıkmıştı. Morvvenna’nın genç bir cadıyla
hararetli bir konuşmanın ortasında olduğunu görmüştü.
“ Marissa nerede?”
Genç cadının ödü kopmuş gibi görünüyordu.

279
Angie Sage
“Söyle Bryony. H em en.”
“Şey, Heap’terin çadırına gitti.”
“ Ben ona izin verm edim . Buna pişman olacak. Sen onun yeri­
ni alacaksın.”
“Ben mi? Oh, ama ben düşünmedim...”
“Düşünmek zorunda değilsin, kızım. Yalnızca sana söyleneni
yap. Prenses ve hayvanı için bir çadır hazırlanmasını istiyorum. Sa­
baha ihtiyacımız olacak.”
“Oh. O halde prenses gerçekten...”
“ Lafı eveleyip gevelem eyi bırak. Ve çadırın gü ven li olmasını
sağla.”
Bryony garip bir şekilde selam verip hızla uzaklaştı. Bir çadır
nasıl güvenli hale getirilir ki, diye merak etti. Nasıl?
Ephaniah midesinin bulandığını hissetti -artık Morwenna’nın
ertesi sabah ne isteyeceğini biliyordu. Gece içkisinin -Morvvenna
öyle dem işti- sabah olduğunda onun sessiz ve uysal olmasını sağ­
lamak için verildiğini anlamıştı. Ephaniah bu kadar kolay kandırı­
lan bir aptal olduğu ve verem eyeceği bir şey için söz verdiği için
kendine küfretti. Gizlice diğer konuk çadırlarına giderken başı dö­
nüyordu. Onlara ne diyecekti?
Ephaniah, Jenna, Septimus ve Beetle’ın çadırlarının boş oldu­
ğunu görünce rahatladı -am a bu uzun sürmedi. Endişelenmeye
başladı. Nereye gitmişlerdi? Neden ona söylememişlerdi? Ona gü­
venm em işler miydi? Onların yardım çağrısı boyunca uyumuş
muydu? Ephaniah sersemlemiş bir şekilde topallayarak Yaz Toplu-
lugu’ndan uzaklaşırken beyaz kaftanı ay ışığında parlıyordu. Bry­
ony onun gittigini gördü, ama Cadı Ana’yı kızdırmamak için bir
şey söylem eye cesaret edemedi. Ephaniah’ın ormanda gözden
kayboluşunu seyretti. Sendeleyerek kaleye gidiyordu.

280
Arayış

Ephaniah Grebe şafağa kadar hendeğin yanına varmış, Grin-


ge’in asma köprüyü indirmesini seyrediyordu. Gümüş peniyle
ödem e yapıp Gringe’in soru dolu bakışlarına aldırmadan topalla­
yarak ilerledi.

“İnsan bu işte her türlüsünü görüyor,” dedi Gringe, daha son­


ra Bayan Gringe’in akşamki güveci kahvaltı için ısıtmasını seyre­
derken. “Bu sabah dev bir sıçan gördüm. Gözlükleri vardı.”
Bayan Gringe, kocasını dinlem em e alışkanlığını bozdu. Ye­
meği karıştırmayı bırakıp tencerenin kahverengi derinliklerine
baktı. “Bu mantarlar garip görünüyor.”
“ Hangi mantarlar?” diye sordu Gringe şaşırarak.
“ Dün geceki. Renkleri bir garip. Ben hiç yem edim .”
“Am a bana yedirdin?”
Bayan Gringe omuz silkip güveci Gringe’in kâsesine boşalttı.
“ Mantarları ayıklasan iyi olur.”
“ Hayır, teşekkür ederim,” dedi Gringe. Ayağa kalkıp köprüye
geri döndü. Gün ortasına kadar mantarların etkisini kaybettiğini
düşündü. Lucy’nin köşeyi döndüğünü gördügünü sanması dışın­
da -ki bu çok sinir bozucuydu- başka bir kötü etkisi olmadı.

O sabah Ephaniah Elyazmaları Odası’na geri döndüğünde,


yeni ön ofis kâtibinin ayaklarını masaya dayamış, ağzı açık yılan
şekerlemeleri yediğini görmek, kasvetli ruh halini daha da kötüleş­
tirdi. Koruma Y azıcısın ı gören Merrin, ona bakıp kayıtsızca şe­
kerlemesini, aslında kahvaltısını yem eye devam etti. Ephaniah ko­
nuşma yetisini çok sık özlemezdi, ama o saban yılanın kuyruğu­
nun Merrin’in ağzında gürültüyle kaybolduğunu ve Merrin’in bot­
larıyla Beetle’m her sabah özenle cilaladığı masayı kirlettiğini sey­
rederken Ephaniah ezici bir, indir ayaklarını oradan dem e isteği
duydu.

281
Angie Sage
Ve birden konuşamadığına m emnun oldu. Çünkü Ephaniah
üzüntüyle oğlanın çizmelerine bakarken Merrin’in sag topuğuna
yapışmış küçük, yuvarlak bir kâğıt parçası gördü. Yıllarca kâğıtları
bir araya getirmesi sonucunda gelişen içgüdüleri ona bu parçanın
bir yere ait olduğunu söylüyordu. Ve nereye ait olduğundan
emindi. Oğlanın botlarına yaklaşırken Merrin’in yüzünden bir kor­
ku ifadesi geçti - bu sıçan-adam ne yapıyordu? Ve Ephaniah şim­
şek gibi -bir tavşanın peşindeki sıçan gib i- ezilmiş kâğıt parçasını
eline alınca Merrin ayağa kalkıp bağırmaya başladı. “ Uzak dur ben­
den, garip şey!”
Ephaniah, ön ofis kâtibini yılanın geri kalanını öksürür halde
bırakarak bodruma koştu. Yeşil çuha kapıyı kapatıp kilitledi. Bul­
duğu şeyi incelerken büyük bir sevinç duydu. Bu, haritanın kayıp
parçasıydı.
Ephaniah sonraki bir saati kırılgan kâğıt parçasını yen id en
sak lay ara k geçirdi. İş iyi gitti. Kısa süre sonra önündeki küçük,
yuvarlak kâğıtta ayrıntılı bir şekilde çizilmiş, etrafını bir yılanın ku­
şattığı sekizgen bina açıkça görünüyordu. Ortada bir anahtar var­
dı. Ephaniah değerli kâğıt parçasını tuniğinin altındaki gizli cebe
koydu. Gözlüklerini alnına kaldırıp içini çekerek arkasına yaslandı.
Başarmıştı. En zorlu -v e belki de en ö n em li-y en id en saklam a işi­
ni bitirmişti.
Şimdi en zor kısmı gelmişti - yeniden birleştirme.

“Hayır,” dedi Stanley, ağzı dolu bir şekilde. “ Kesinlikle hayır.


Bir Gizli Sıçan teslimat yapmaz. Mımm, yağmurda geçirilen bir ge­
ceden sonra hiçbir şey soğuk sandviçin yerini tutamaz, değil mi?
Bir ısırık ister misin?”
“Hayır, teşekkürler,” diye cevap verdi Ephaniah küçümseyerek.
“Keyfine bak.”

282
Arayış

“Bu senin için iyi olacak.”


Stanley acı bir kahkaha attı. “Oh, ha. Hep böyle derler. Ama
hiç öyle olmaz. Kendini bir delinin kafesinde ya da parkelerin altı­
na itilmiş veya ölüme terk edilmiş olarak bulursun. Beni bu şekil­
de yakalayamazsın.”
“Sana sıçanlar bulabilirim.”
“Sıçanlar?”
“ İstediğin kadar sıçan. Sana getirebilirim.”
Stanley soğuk sandviçini bıraktı. “Yani personel mi?”
Ephaniah başını salladı.
Stanley konuyu düşündü. Dogu Kapısı Nöbetçi Kulesi’nin bir
kez daha Gizli Sıçan Servisi’nin karargâhı olduğunu hayal etti - ta­
bii başında da kendisi olacaktı. Bütün o bürokratik işleri ve fatura­
ları düşündü... başarısını duyan ve bir kez daha denem ek isteyen
Dawnie’yi.
“Hayır,” dedi.

Ephaniah yavaşça Dogu Kapısı Nöbetçi K ulesine yürürken


görm eyi beklem ediği bir şey gördü - Büyücü Kulesi’nin büyülü
ışıkları yeniden yanmıştı. Şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Evet, ışık­
lar yine yanıyordu. Tanıdık m or ve mavi ışıklar bir kez daha kule­
nin etrafında parlıyor, kulenin tepesindeki altın piramidin parıltısı
donuk gri günü aydınlatıyor, m or pencereler bir kez daha büyülü
pusla titreşiyordu. Ephaniah’ın bütün endişeleri birden kayboldu.
Her şey yolundaydı -Olağanüstü Büyücüye gidip ondan gönder
yapmasını isteyecekti. Her şey iyi olacaktı. Acıyan ayağının izin
verdiği ölçüde yaylanan adımlarla beyaz örtüsünü yüzüne sıkıca
sararak Büyücü Yolu’na giden merdivenlerden indi.
Ephaniah, Büyük K em er’in koyu mavi gölgelerine girerken
Hildegarde Pigeon’la karşılaştı ve hiçbir şey hatırlamaz oldu.

283

^ 34 ■+-
ORMAN YOLU

ır\
■ w antermı unutuyor-
P sun,” diye fısıldadı
Sam.
Jenna, Septimus ve
Beetle, Kurt Çocuk’un ça­
dırının dışında, orman şa­
fağının gri-yeşil ışığında
gözlerini kırpıştırarak uyku­
yu kovm aya çalışıyorlardı.
Sam ’in gördügü kadarıyla
panteri geride bırakmışlardı.
Konuşam ayacak kadar
uykulu olan Jenna, pelerini­
nin altındaki Ullr’u çıkarıp
Sam’e küçük turuncu kediyi
gösterdi. Sam bir an için şa­
şırmış göründü, sonra kaşları-
Arayış

m kaldırıp sırıttı. Transformer bulma konusunda Jenna’ya güve­


nebilirsiniz, diye düşündü. Bu kızın içinde büyü yoktu, ama bir
şey olduğu kesindi. Kraliçelik şeyi, diye düşündü. Morvvenna
kiminle karşı karşıya olduğunun farkında değildi. Am a Cadı Ana
neyin farkında olursa olsun meclis onları aramaya gelm eden önce
o üçüncü ormandan çıkarması gerekiyordu. Meclisin aram aya
başlaması iyi olmuyordu.
Sam üç sırt çantası hazırlamıştı. Bunlar yiyecek aradıkları
günlerde Jo-Jo, Erik ve Edd’e aitti, ama artık yiyeceklerinin çoğu
-balık hariç- W endron Cadıları’ndan geldigi için Jo-Jo, Edd ve Erik
yiyecek aramaktan vazgeçip bütün gün kamp ateşinin başında
oyalanmayı tercih ediyorlar, bu da Sam’in sinirini bozuyordu. Sam
ormanda yolculuk yapmada uzmandı ve yolculukta ihtiyaç du­
yulabilecek her şeyi bulma konusunda çok iyiydi.
Jenna, Ullr’u yere bıraktı. Cebinden Nicko’nun değerli kâğıtla­
rından oluşturulmuş kitabı çıkardı, dikkatlice çantasına koyup ağır
çantayı sırtına kaldırdı. “Ullr,” diye fısıldadı. “ Beni takip etm en ge­
rekiyor.” Ullr miyavladı. Artıkjenna’nın dilini Snorri’ninki kadar iyi
anlıyordu. O sadık bir kediydi ve Jenna’yı her yerde takip ederdi.
Yüklü üç figür ve peşlerinde turuncu kedi Heap Kam pı’nın
bulunduğu meydandan uzaklaştı. Nemli, donuk bir sabahtı. Ağaç­
lardan damlayan nem giysilerinin içine kadar yol buluyor, orm a­
nın sogugu kemiklerine kadar işliyordu. Sam kamptan uzaklaşıp
tepeye giden geniş patikada yürüdü. Elinde tuttuğu uzun sırıkla ra­
hat adımlarını ölçüyordu. Jenna onun ne kadar da orman adamı­
na benzediğini düşündü.
Hepsi belirli bir düzende onu takip etm eye başladı, ama
Sam’in hızı aldatacak derecede hızlıydı. Bu yüzden bir kilometre
kadar sonra uzun, yuvarlak bir kayanın yanında durduğunda çok

285
Angie Sage
memnun oldular. Sam çöm elip kayaya vurdu. Kaya tok, çana ben­
zer bir ses çıkardı. Sam tatmin olarak başını salladı, sonra ayağa fır­
layıp ince, pürüzsüz gövdeleri olan birbirine yakın bir grup oluştu­
ran ağaçların arasına daldı.
Sam yalnızca kendisinin görebildigi bir yolu takip ederek or­
manda ilerlem eye devam etti. Septimus, Beetle, Jenna ve Ullr tek
sıra halindeydi artık. Ağaçların kabuklarıyla kolayca karışan ma-
vi-kahverengi pelerinini gözden kaybetm em eye çalışarak dikkat­
lerini yoğunlaştırmış onu izliyorlardı.
Sam birden durdu. “Geldik - kapıdayız,” dedi kocaman sırıta­
rak. “Tekrar bulabileceğimi düşünmüştüm.”
“Yalnızca düşünmüş müydün?” diye sordu Septimus.
“Evet,” dedi Sam. “Am a bir orman düşüncesiydi. Her zaman
doğrudur. Yalnızca ağabeyine güvenm en gerek, küçük kardeş. Ta­
mam, şimdi buradan geçmeliyiz. Orman koktuğum için geçm em e
izin vereceklerdir. Am a siz kale kokuyorsunuz. Burada kaleyi sev­
mezler. Pelerinlerinizi giyseniz iyi olur - hepsi sırt çantalarınızda.”
W olwerin derisi pelerinlerini çıkardılar. Jenna pelerinini omuz­
larına atarken Ullr tısladı.
“ Igghh!” diye yutkundu Jenna. “Çok kötü kokuyor. Ve hâlâ ba­
cakları var.”
“ İyi yanı kokması, küçük kardeş,” dedi Sam. “ Kokman gereki­
yor zaten. Ve bacaklar da pelerini bağlamak için işe yarıyor. Gör­
dün mü?” Sam, Jenna’nın pelerininin bacaklarını, tıpkı küçükken
yaptığı gibi çenesinin altında bağladı. “O pelerinde iki W olwerin
var,” dedi Sam. “Üstteki W olverin’in ön bacaklarını, alttakinin kuy­
ruğunu açıkta bırakıyorsun. Bir orman gelenegi.” Jenna aşağıya ba­
kınca pelerininin eteğinden sarkan kirli görünümlü W olwerin kuy­
ruğunu gördü.

286
Arayış

“Dişleri olmadığı sürece bir sakıncası yok,” diye mırıldandı


Septimus. Pelerini omuzlarına atınca ne kadar sıcak olduğuna ve
kendini ne kadar korunur gibi hissettirdiğine şaşırdı. Birden orma­
nın bir parçası oldu, ormanda kendi işiyle ilgilenen yaratıklardan
biriydi artık.
Sam üç yeni orman yaratığına onaylayarak baktı. “Güzel,” de­
di. “Artık sizi ormandan biri gibi kabul edeceklerdir.”
“Kim bizi kabul edecek?” diye sordu Jenna etrafına bakarak.
“Onlar.” Sam önlerinde nöbetçi gibi dikilen devasa ağaçları
işaret etti. Bu ağaçlar, birbirinin aynısı olan agaç çiftlerinin oluştur­
duğu sıranın ilkiydi. Her ağaçtan kalın bir dal aşağıya inip yollarını
kapatıyordu. “ Burada durun,” dedi Sam. “Tek kelime bile etmeyin
ve çok hareketsiz kalın. Tamam mı?”
Başlarını salladılar. Sam ağaçlara doğru yürüyüp konuşmaya
başladı. “ Sizin ormandan olduğunuz gibi biz de ormandanız,” de­
di derin ve yavaş bir sesle.
Ağaçlar bir tepki vermedi. Sam kıpırdamadı. Kollarını gögsün-
de kavuşturmuş, ayakları ayrık bir şekilde dikilmiş, gözlerini kırp­
madan ağaçların derinliklerine bakıyordu. Jenna, Beetle ve Septi­
mus umutla bekliyordu. Ullr, Jenna’nın ayaklarının dibine uzanıp
gözlerini kapadı. Ormanın sessizliği onları sarıp sarmaladı. Sam
hareketsizce beklem eye devam ediyordu. Dakikalar ağır ağır geç­
li, ama Sam hâlâ bekliyor... bekliyordu. Kimse kıpırdamaya cesa­
ret edemiyordu. On dakika kadar sonra Beetle’ın bacağına kramp
girdi ve rahatlamak için garip bir şekilde, ağır çekimde parmak
ucunda dönm e hareketi yaptı. Onu seyreden Septimus’un gözleri
gülüyordu. Beetle, onun güldügünü görüp bogulurcasına bir ses
çıkardı. Jenna onlara uyaran bir bakış fırlattı, ikisi de bir kez daha
ciddi görünm ek için ellerinden geleni yaptılar - ta ki Beetle ani bir

287
Angie Sage
çatırtıyla yere düşüp gülmekten sarsılana kadar. Am a Sam hâlâ kı­
pırdamıyordu.
En sonunda Jenna, Sam’in her şeyi uydurup uydurmadığını
merak ederken yollarını kapatan dallar yavaş yavaş yukarı kalk­
maya başladı. Yollarındaki diğer bütün ağaçlar da genişleyen bir
dalga gibi onları takip etti. Sam gruba ilerlemelerini işaret etti,
ağaçların arasında yeni açılan yolda onu sessizce takip ettiler. On­
lar geçtikçe ağaçların dalları arkalarından bir kez daha kapandı.
Üç büyük, dağınık odun yığınının bulunduğu küçük bir m ey­
dana geldiler. Yığınların her biri yosunla kaplıydı ve üzerlerinde
eğreti bir kapı vardı.
“Eski kömür ocağı fırınları,” dedi Septimus. “Genç Ordu’da
bunları çok severdik. Geceleri çok güvenli ve sıcaktır.”
Sam, Septimus’a bir kez daha saygı duydu. “ Bazen Genç Or­
du’da olduğunu unutuyorum,” dedi. “Ormanı sen de tanıyorsun.”
“Farklı şekilde,” dedi Septimus. “ Biz her zaman ormana kar­
şıydık. Am a sen ormanla birliktesin.”
Sam başını salladı. Septimus’u tanıdıkça daha çok seviyordu.
Septimus onları anlıyordu -on a açıklama yapm ak zorunda değil­
diniz; biliyordu o kadar.
“Aslında bunlar gerçek kömür ocağı fırını değil. Bunlar orman
yolları. Her biri farklı bir ormana gidiyor - yani öyle diyorlar.”
Jenna odun yığınlarına kederle baktı. Karşılarında bir orman
seçeneği olacağını düşünmemişti. “Am a hangisinin bizim istediği­
m iz orman olduğunu nereden bileceğiz?”
“Galiba kapılarını açıp bakacağız,” dedi Sam.
“Gerçekten mi? İçine girm ek zorunda değil miyiz?”
“ Hayır, neden olalım ki? Ormanda kurallar yoktur, bilirsin.”
Beetle bundan o kadar emin değildi. Ona göre bir sürü kural
vardı -kokulu W olwerin derisi giym e kuralı, sessiz olm a kuralı

288
Arayış

bunlardan yalnızca ikisiydi, ama hiçbir şey söylemedi. Kendisin­


den büyük olan yaratıklardan uzak durmaya çalışan okuldaki yeni
çocukmuş gibi hissediyordu. Kendine güvenen Sam’in ortadaki
kapıyı açmasını seyretti. Yüzlerine sıcak hava dalgası çarptı.
“ Burası çöl,” dedi Sam uçuşan kumlar ayaklarının etrafında
dönerken.
“Am a ben bunların hepsini orman sanmıştım,” dedi Jenna.
“ Bunlar antik _yollar ve ormanlar değişir. Bir zamanlar or­
man olan yer çöl haline gelebilir. Bir zamanlar çöl olan yer deniz
olabilir. Her şey zamanla değişir.”
“ Böyle söylem e,” dedi Jenna sertçe.
Sam şaşırarak Jenna’ya baktı -v e sonra ne dediğinin farkına
vardı. “Özür dilerim Jen. Onu bulduğunda Nik eski Nik olacak. Ba­
kalım bu istediğimiz yer mi?” Sam çölün kapısını kapatıp sol taraf­
taki kapıyı açtı. Nemli bir sıcaklık dışarı süzülürken şamatacı papa­
ğanların sesi ormanın huzurunu kaçırdı. “ Bu mu?” diye sordu Sam.
“ Hayır,” dedi Jenna.
“ Emin misin?”
“ Evet,” dedi Septimus.
“Tamam, o zaman bu olmalı.” Sam gösterişli bir hareketle son
yığının kapısını açtı. Yüzlerine bir kar dalgası savruldu. Jenna du­
daklarını yaladı; başka bir ülkeden gelen kar tanesinin metalik ta­
dı kendini Nicko’ya biraz daha yakın hissetmesine neden oldu.
“Bu,” dedi.
“ Emin misin?” diye sordu Sam.
“Öyle olduğunu biliyorum. Nicko bir liste yapmıştı. Sıcak şey­
ler ve kürk.”
“Tamam... eger eminseniz.” Sam birden kendine olan güveni­
ni yitirdi. Sam’ in çöl karavanından veya ters dönmüş kanosundan

289 F : 19
Angie Sage
düşmüş bir yolcuyu kendi ormanına yönlendirmesi başka şey kar­
deşlerini bilinm eyene göndermesi başka bir şeydi. “Sizinle gele­
yim ,” dedi.
Septimus başını iki yana salladı. Bu işi ağabeyi olmadan tek
başına halletmek istiyordu. “ Hayır, Sam. Bize bir şey olmayacak.”
“ Emin misin?”
“Gerçekten Sam,” dedi Jenna. “Ve yakında Nicko’yla birlikte
geri döneceğiz.”
“Ve Snorri’yle,” diye ekledi Septimus.
Yeni bir kar esintisi geldi. Sam boynuna sardığı kırmızı m en­
dili çözdü. Sopaya bağlayıp Septimus’a verdi. “Geldiğiniz yeri işa­
retlemek için bunu kullan. Oraya bir kez girdikten sonra geldigin
yönü anlamanın zor olduğunu duymuştum.”
“Teşekkürler,” dedi Septimus.
“Bir şey değil.”
“Oh, Sam.” Jenna, ona sıkıca sarıldı. “Çok, çok teşekkür ede­
rim.”
“Tamam.”
Kapıdan girince ayak bileklerine kadar kara gömüldüler.
Sam onlara el salladı. “Güle güle. Güle güle Jen, Sep, hamam­
böceği. Kendinize iyi bakın.” Ve kapıyı kapattı.

290
■->- 35
KAR

I enrıa, Ullr ve Beetle sessiz, karlı ormanın ortasında durdular.


/ Septimus nereden geldiklerini göstermek için Sam’in sopasını
kara soktu -Sam haklıydı, başka türlü yerlerini belirlemenin yolu
yoktu. Kırmızı mendil sopanın üstünde hareketsiz duruyordu. Ha­
vada hiç kıpırdanma yoktu; her şey hareketsizdi. Üçü birbirine
baktı, ama hiçbir şey söylemedi. Hiçbiri üzerlerini bir örtü gibi sa­
ran sessizliği bozm ak istemiyordu. Bütün görebildikleri kar ve
ağaçlardı. Ağaçlar o kadar sıktı ki siyah gövdeleri etraflarını saran
kafesin büyük dem ir parmaklıkları gibi duruyordu. Kar sabit bir
şekilde yağıyor, yüksekteki dallardan düşüp saçlarına ve yüzlerine

291
Angie Sage
iniyordu. Jenna kirpiklerindeki kar tanelerini silip yukarı baktı.
Ağaçların gövdeleri ince ve pürüzsüzdü. Ağaçların en tepesindeki
dallar, güneş şemsiyesi gibi geniş ve düz bir şekilde yayılıyordu.
Jenna hepsinin kendilerini bir patikada bulmayı bekledikleri­
ni fark etti. Am a hiçbir özelliği olmayan, her yöne doğru yayılan
yabani ağaçlardan başka bir şey yoktu. Bulundukları yöne gelen
ayak izleri yoktu, hangi yönün ileri, hangisinin geri olduğunu bil­
m ek mümkün değildi. Dev bir kuş tarafından ormanın ortasına bı­
rakılmış gibiydiler.
“ Haritaya bakalım Jen,” diye fısıldadı Septimus.
Jenna sırt çantasını indirip Nicko’nun defterini çıkardı. Güzel­
ce katlanmış haritayı açtı. Septimus haritayı ilk kez eline alıyordu.
Yeniden koruma sıvısı çatırdadı, ama yine de harita esnek ve güç-
lüydü. Septimus haritaları severdi; Genç Ordu’daki günlerinden
harita kullanmaya alışıktı ve iyi bir harita okuyucusuydu. Ama
Snorri’nin ince ayrıntılı kalem izlerine bakarken bir şeye hiçbir za­
man fazla önem verm ediğini fark etti -daha önce harita okurken
kendisinin nerede olduğunu hep bilirdi.
“Nereye gidiyoruz?” diye sordu Beetle, omzunun üstünden
geriye bakarak.
“İyi soru,” dedi Septimus. “ Herhangi bir yerde olabiliriz. Hiç­
bir işaret yok.” Parmağını haritanın ortasındaki deliğe soktu. “ Bu­
rada bile olabiliriz.”
“Hayır, olamayız,” diye itiraz etti Jenna. “Burası Foriks Evi.”
“Biz öyle düşünüyoruz,” dedi Septimus. “Am a kayıp parçada
ne olduğunu kesin olarak bilmiyoruz, değil mi?”
Jenna cevap vermedi. Nicko ve Foriks Evi’ne gitmediklerini
bir an bile düşünmek istemiyordu. Kırmızı yünlü tuniğinin kenar­
ları ipek cebini karıştırırken bir kez olsun yanında işe yarar bir şey
taşımış olduğunu umuyordu. Gerçek babası Milo bir kez daha de­

292
Arayış

nizaşırı yolculuğa çıktığını söylediğinde öfkeyle fırlattığı yerden


alıp almadığını hatırlamaya çalıştı. Eli boğuk metali kavrayınca sı­
rıttı. “Bende pusula var.”
“Pusula mı var?”
“ Evet. O kadar şaşırman gerekmiyor.”
“Am a sen yanında hiçbir zaman bir şey taşımazsın Jen.”
Jenna öfkeli bir şekilde omuz silkti. Bu doğruydu -yanında
hiçbir şey bulunmazdı. Öğretm eni onaylarcasına bunun kraliçe ve
prenseslere özgü bir şey olduğunu söylediğinde Jenna mahcup ol­
muştu. O kadar prensesvari olmak istem iyordu- ve kraliçe olma
fikri hâlâ çok garip geliyordu. Am a öğretmeninin yorumundan
sonra Jenna sırf öğretmeninin yanıldığını kanıtlamak için işe yara­
yan bir şey olmasa d a - bilerek cebinde bazı şeyler taşımaya çalışı­
yordu. Ve şimdi daha önce bir işe yaramayan M ilo’nun pusulası işe
yarayacaktı. Jenna küçük pirinç pusulayı uzattı, ibrenin hızlı çalı­
şan bir saat gibi dönmesini seyrettiler.
“ Böyle yapmaması gerek, değil mi?” diye sordu Jenna.
“ Hayır,” dedi Beetle ve Septimus aynı anda.
“Tipik Milo,” dedi Jenna homurdanarak. “ Hiçbir şeyi işe yara­
maz - v e çok garip.”
“ Garip olanın bu orman olduğunu söylem eliyim ,” dedi Beetle
etrafına huzursuz bir şekilde bakarak.
“Bir bakabilir m iyim Jen?” diye sordu Septimus. Jenna pusu­
layı ona uzatırken Septimus düzgün çalışıp çalışmadığını merak
etti. Am a çalışmadı. Septimus çöm elip haritayı buzlu zem ine koy­
du, üzerine düşen yumuşak, şişko kar tanelerini eliyle süpürdü.
“Nerede olduğumuzu bilmiyorum, am a pusulayı... hımm...” Bir tür
işaret ediyor gibi elini haritanın üstünde salladı. Am a bulamadı.
“Buraya koyuyorum,” dedi ve pusulayı sol alt köşeye koydu.
“ Yön bu l mu yapacaksın?” diye sordu Beetle.

293
Angie Sage
Septimus başını salladı.
“Ama gittigimiz bölüm olmadan bunu nasıl yapacaksın?” diye
sordu Beetle, haritanın ortasındaki deliği işaret ederek.
“Belki bizi deliğin kenarına kadar götürebilirim diye düşünü­
yordum,” dedi Septimus. “Ve sonra kim bilir belki oradan Foriks
Evi’ni görebiliriz diye düşündüm.”
“Ya. Şey, denem eye değer -şu ibrenin böyle deli gibi dönm e­
sini önleyecek her şey olur. Beni ürkütüyor.”
Septimus belindeki çırak kemerinden ince bir tel çıkarıp bü­
külen kısmını düzeltti, pusulanın üstüne koydu. Jenna ve Beetle
omzunun üstünden geriye baktı. Pusulanın ibresi dönm eye de­
vam ediyordu.
“ İşe yaramadı,” dedi Jenna endişeyle.
“ Bize bir saniye ver,” diye mırıldandı Septimus. “Şeyin ne ol­
duğunu hatırlamalıyım.”
“Şey derken?”
“ Bu teknik bir terim Jen.”
“Oh, ha-ha.”
Septimus parmağını çarpının üstüne koyup gözlerini kapata­
rak mırıldandı. “X noktayı gösterecek.” Sonra ince teli pusulanın
üstünden alıp haritanın ortasındaki deliğin kenarına koydu.
“Buraya mı?” diye sordu. Jenna ve Beetle başını salladı. Par­
mağını tel çarpının üstünde tutup söyledi:

“Bizi vadilerden çukurlardan geçir.


Bize, gerçek ve iyi reh b erlik et.”

“Durdu!” diye yutkundu. Pusulanın ibresi artık sabit duruyor­


du. Yaptığı tek hareket normalde yapması gereken hafif titreşimdi.
“Sen çok şaşırtıcısın,” dedi Septimus’a.

294
Arayış

“ Hayır, değilim. Bunu herkes yapabilirdi.”


“Saçmalama. Ben yapamam. Beetle da öyle. Değil mi, Beetle?”
Beetle başını iki yana salladı, ama Septimus yüzünü buruştur­
du. “Önemli bir şey değildi.”
Septimus pusulayı aldı, onun gösterdigi yön e doğru yürüme­
ye başladılar. Jenna elinde harita, bir şey görm eyi umarak yürüyor­
du. Haritada aralarından seçim yapması gereken bir sürü şey var­
dı -çapraz yollar, üzerinde çeşitli köprülerin olduğu kıvrımlı bir
akıntı, taşlar, rasgele dağılmış çok sayıda küçük kulübe bunların
arasındaydı. Snorri bunlara “korunak” demişti. Nereden korun­
mak için, diye merak etti Jenna. Am a görebildikleri tek şey kar örü-
süyle kaplı geniş, düz orman zeminiydi.
İbreyi takip ederek hızla yürüyor, bir yer işareti bulmak için
gözlerini dört açıyorlardı. Septimus’un sırt çantasında bulduğu su­
yu ve balığı yem ek için biraz mola verdiler. Sonra inatla yollarına
devam ettiler. W olwerin derileri giymiş üç küçük figür ve peşlerin­
de turuncu kedi ağaçların arasından ilerlerken attıkları her adımla
çizmelerinin altındaki kar çatırdıyordu.
Septimus her yirmi adımda bir dönüp arkasına bakıyordu. Bu,
Genç Ordu’dayken uzun orman yürüyüşleri sırasında yaptıkları bir
uygulamaydı ve şimdi eski, tanıdık alışkanlık aklına gelmişti. O za­
manlar buna gözle ve koru diyorlardı. Çoğu kez arkasında sırala­
nan geniş agaç kitlesiyle, aralarındaki küçük turuncu parıltıyla kar­
da mücadele eden Beetle ve Jenna’dan başka bir şey görmüyordu.
Ama ara sıra bir şey gördügünü sanıyordu -görüşünün hem en kı­
yısında ani bir hareket. Yine de kimseye bir şey söylemedi. Ötekile­
ri korkutmak istemiyor ve belki de hayal gördügünü düşünüyordu.
Ağaçların gözünün kıyısında garip şekiller yaptığını söylüyordu
kendi kendine -eskiden Foxy’nin yaptığı optik illüzyonlar gibi.

295
Angie Sage
Tepeye çıkarlarken ağaçlar o kadar sıklaşmıştı ki tek bir sıra
halinde yürümek zorundaydılar. Jenna birden ormanın beyazlığı­
nın loş hale geldigini fark etti. Haritaya baktı, ama loş ışıkta Snor­
ri’nin hassas kalem çizgilerini seçm ede zorlanıyordu. “Hey Beetle,
saat kaç?” diye sordu.
Beetle zaman ölçerine baktı, bu ışıkta rakamları göremiyordu.
“ İki buçuk.”
“Peki, neden hava kararıyor?”
Beetle şaşırarak etrafına bakındı. Jenna haklıydı -hava kararı­
yordu. Alacakaranlık olmuştu.
“ Belki zaman ölçerin yanlıştır,” dedi Septimus omzunun üs­
tünden. Hızını artırdı. Tepeye bir an önce varmak istiyordu.
“ Havayı karartan benim zaman ölçerim değil, öyle değil mi?”
diye pofladı Beetle, onun hızına yetişm eye çalışarak. “Güneş bat­
ması buna neden oluyor.”
“ Fırtına yaklaşıyor olabilir,” diye arkaya seslendi Septimus.
“ Kar fırtınası. Hava yeterince soğuk.”
Jenna durdu. Ullr’un artık yanında olmadığını fark etmişti.
“ Kar fırtınası değil,” dedi ifadesiz bir sesle. “Güneş batıyor. Aslında
battı bile. Bakın.” Ağaçların arasından, rengi agaç gövdeleriyle ka­
rışan, pençeleri karda çarpıcı bir belirginlik kazanan GeceUllr’u on­
lara doğru geliyordu.
“Oh,” dedi Beetle. “Tüh ya.”
“ Hadi Beetle,” dedi Jenna, elini tutarak. “Sep’e yetişelim.”
Beetle gülümsedi. Birden ormanda bir gece geçirm ek o kadar
da kötü görünm em eye başladı.
Septimus tepede durup Beetle ve Jenna’nın kendisine yetiş­
mesini bekledi. Aşağıya bakmaya cesaret edemiyordu. Marcia’nın
hiç onaylamadığı cadılara has iyi şanslar mantrasını mırıldanarak
kendini aşağıya bakmaya zorladı. Önünde ağaçların seyrek bir şe­

296
Arayış

kilde yayılmış olduğu geniş, hafif meyilli bir yamaç uzanıyordu.


Uzakta, karanlıkta parlayan bir ışık vardı. Sırıttı. Bazen bu cadı zır-
vaları işe yarıyordu. Septimus bakarken ve etraflarındaki her şey
daha da kararırken parlak nokta gittikçe daha parlak hale gelm eye
başladı, jenna ve Beetle tepede ona katıldığında ışık, fener ışığı gi­
bi parlıyordu.
Tepeden aşağıya inm eye başladılar. Bir panterin takip ettiği
küçük W olwerin sürüsü hızla aşağıya yaklaşıyordu. Vadinin taba­
nına yaklaştıkça akan suyun sesini duymaya başladılar.
“Haritadaki akıntı bu,” diye fısıldadı Jenna. Karanlıkta yüksek
sesle konuşmaya korkuyordu. “ Bu da ışığın... sığınma kulübesi an­
lamına geldigini gösteriyor, değil mi?” Sesi neredeyse yalvarır gi­
biydi.
“Öyle olsa iyi olur,” dedi Septimus. Cadı ilahileri hâlâ zihnin­
de dönüp duruyordu. Bütün gün olduğundan daha umutlu hisse­
diyordu kendini. Jenna ve Beetle’ın koluna girip karda yürümeye
başladı. Vadideki kar neredeyse dizlerine kadar geliyordu. Artık
buzlu zem inde kayamayan Ullr, karın içinde ilerlerken siyah kür­
kü beyazla karışıyor, kar çenesindeki tüyleri yaşlı bir adamın saka­
lına çeviriyordu.
Jenna ve Beetle da, Septimus’un iyi ruh haline benimsemişti.
Akıntının şırıltısı ormanın ezici sessizliğini bozmuş, fenerin sarı pa­
rıltısı önlerindeki buzlu kan aydınlatıyordu. Kar ve fenerin kom bi­
nasyonu üçünün de kendini daha mutlu hissetmesini sağlıyordu.
Jenna ve Septimus, Zelda halanın evinde Büyük Don’u birlikte ge­
çirdikleri zamanı hatırlıyordu. İkisinin de mutlulukla baktığı gün­
lerdi onlar. Beetle ise okula gitm ek zorunda olmadığı Kar Günleri’
ni hatırlıyordu. Karın pencereleri kapladığı, annesinin fener yakıp
yumurta pişirdiği her türlü olasılıkla dolu keyifli günlerdi.

297
Angie Sage
Yaklaştıkça ışığın gerçekten de Snorri’nin çizdiği gibi küçük,
ahşap bir kulübeden geldigini gördüler. Kapının üstündeki minik
pencereye yerleştirilmiş fener, kulübeyle aralarında bulunan bir­
kaç ağacın gölgesini kara düşürüyordu.
Birkaç dakika sonra kulübenin kapısını açıyorlardı. İçeri girer­
lerken garip, doğaüstü bir uluma duyuldu.
Beetle kapıyı hızla çarptı, Jenna kapıyı sürgüledi.
“Büyük sürgüleri var,” dedi Septimus. “Neden acaba?”
“Yapma,” dedi Beetle. “Sakın yapm a.”

298
— 36 '
KULÜBE

ly ulübenirı içerisi tıpkı Ells halanın Nicko ve Snorri’y e tarif


w ^ W ^ettigi gibiydi. Sade ve basit. Am a karın sogugu ve ormanın
kasvetinden sonra içerisi onlara çok sıcak aynı zamanda davetkâr
geldi. Kulübenin iki tarafında ranza şeklinde üç yatak, her birinde
güzelce katlanmış iki battaniye vardı. Bunların arasında eski bir
masa, iki yanında bolca kütüklerin istiflendiği bir soba duruyordu.
Kulübenin arkasında bir kapı vardı. Jenna kapıyı açıp baktığında
minik bir odaya açıldığını gördü. Bir sürahi, bir çöm lek içinde don-
muş su, kalaslarla yarı örtülmüş ürkütücü görünümlü bir çukur ve
yanında toprak bir çöm lek vardı. Jenna kapıyı hızla kapadı.

299
Angie Sage
Septimus ve Beetle, sobayı yakmaya girişti ve kısa sürede kü­
tükler alev aldı. Sobanın kapağını açık bırakıp üçü birlikte ateşin
başına toplandılar. Ellerini ısıtmaya çalışırken W olwerin derilerin­
den sular süzülüp toprak zem inde birikiyordu. Ellerinin buzu çö­
züldükten sonra sırt çantalarının tokalarını açıp çıkardılar. Her şey
yapraklarla güzelce sarılmış, asma sarmaşıklarıyla sarılmıştı. Bü­
yük bir coşkuyla her şeyi masaya koydular.
Ullr umutlu bir şekilde hırladı - balık kokusu alıyordu. Ullr’un
içindeki panter bile balık tadını seviyordu.
“Sam bütün gece uyanık kalıp bunları yapmış olmalı,” dedi
Jenna, masada yığılan hâzineye bakarak. Doğum günüymüş gibi
heyecanlanmıştı.
Septimus, Jenna’nın bütün paketleri hem en açmak istediğini
anlayabiliyordu. “ Bir kerede yalnızca birkaç taneyi açmalıyız,” de­
di. “Yapraklar yiyecekleri koruyor olmalı... ne kadar süre burada
kalacağımızı bilmiyoruz, değil mi? Aylarca bile kalabiliriz.”
“Bazen yaşlı, mutsuz biri gibi konuşabiliyorsun Sep,” dedi Jen­
na. “ Peki, hangilerini açacağız?”
İki paket açmaya karar verdiler, böylece dört balık, bir paket
yaprak ve Heap ateşinde piştiği belli olan külle kaplı bir ekmekleri
oldu.
“ Bir tane daha açabiliriz," dedi Jenna, hâlâ açılmamış olan pa­
ketlere bakarak.
“Tamam, ama yalnızca bir tane daha,” dedi Septimus homur­
danarak.
Bir balık ve bir ekm ek daha vardı, ama ödülü çeken Beetle ol­
du -kalın bir parça karamela. Ma Custard’ın stoklarını getiren tek­
ne, Sam’in balık tuttuğu nehir kıyısında kıyıya oturmuştu. Kaptan,
Sam’in tekneyi itmesine memnun olmuştu.

300
Arayış

Beetle yapışkan parçanın sarıldığı balmumu kâğıdını açtı. Ka­


ramelanın ılık, tatlı kokusunu hep birlikte içeri çektiler.
“Biliyorsunuz,” dedi Septimus. “Sam’i gerçekten seviyorum.”

Bir saat sonra karınları balık, cadıların içkisi ve karamelayla


dolu bir şekilde yatağa uzanırken sobanın sıcağında ısınmışlardı.
Kulübe sobanın turuncu, uykulu parıltısıyla dolmuştu. Dışarıdaki
kar dolunayın ışığında parlıyordu. Am a hâlâ gün ortası gibiydi
-uykuya dalmak için çok erkendi.
“Zaman ölçerin şimdi kaçı gösteriyor Beetle?” diye sordu Jenna.
“Sâat dört,” dedi Beetle. Aleti kaldırıp ışığa tuttu.
“Öğleden sonra dört ve yaklaşık ne kadardır karanlık -iki mi?”
“ Evet,” dedi Beetle, dişindeki karamela kalıntılarını temizle­
m eye çalıştı.
“Yani bu demektir ki...”
“ Her şey çok garip,” dedi Septimus.
“ Hayır, Sep. Ya çok kuzeydeyiz ya da doğudayız- ya da ikisin-
deyiz.”
“Bu çok garip,” dedi Beetle. “Bütün yaptığımız kömür yığını­
nın içine girmekti. Eski sanat öğretmenim, ‘Kömür seni tamamen
yeni bir dünyaya götürebilir Beetle,’ dese de bir kömür yığınından
bekleyebileceğin şey bu değil.”
“Acaba hangisi?” diye sordu Septimus. “Kuzey mi dogu mu?”
“ Bunu yarın çözebiliriz,” dedi Jenna. “Günün ne kadar uzun ol­
duğunu görebiliriz. Ben dogu olduğunu düşünüyorum ve yalnızca
birkaç saat kaybettik. Kuzeyde bu kadar erken karanlık olduğunu
sanmıyorum. Artık yaza yaklaşıyoruz. Günlerin uzaması gerekir.”
İki çocuk da bir an sessiz kaldı. Sonra Septimus, “Sen bütün
bunları nereden biliyorsun Jen?”

301
Angie Sage
Jenna’nın cevap verm esi biraz zaman aldı. “ Milo,” dedi. “ Bana
yolculukları hakkında her şeyi anlatırdı. Onun da zaman ölçeri var­
dı. Ben dogmadan önce zaman ölçeri hep ‘ev zamanına’ göre ayar­
larmış, böylece annemin o anda... ne yaptığını bilirmiş. Doğuya git­
tiğinde zaman ölçerine göre güneşin gittikçe daha erken battığını
görmüş - ama öyle hissetmiyormuş. Ve Snorri demişti ki Uzun Ge­
celer Ülkeleri’nin yaz günleri o kadar uzunmuş ki güneş hiç bat­
mazmış.”
Septimus bunu bir an düşündü. “Eger en doğudaysak bu iyi
bir şey. Foriks Evi orada değil mi?”
“ Bakalım Nicko ne diyormuş.” Jenna, Ephaniah’ın bir kitap
haline getirdigi notları çıkardı. Nicko’nun elyazısının kayıp bir ka­
rınca gibi dağılma eğilimi vardı, ama Ephaniah bu yazıları daha
okunur hale getirmişti. Jenna ilk kez Nicko’nun yazılarından bir
anlam çıkarabiliyordu. “Foriks Evi... Foriks Evi,” diye mırıldandı
Jenna, sayfaları tarayarak. “ İşte bir şey buldum. Snorri’den Nic­
ko’ya yazılmış bir not var - ‘Nicko, bu senin için. Ells hala bizim di­
limizde konuştuğunda kaçırdığın kısımlar. Snorri x.’ Galiba bu Ells
halanın onlara anlattığı şeyler.”
“ Devam et, Jen. Oku bize.” Yatak masallarını bekleyen iki ço­
cuk gibi beklentiyle Jenna’ya bakıyorlardı.
Jenna güldü. “Tamam. Am a Ells halanın sesini yapmayaca-
ğ ım .”
Çocuklardan düş kırıklığını yansıtan sesler yükseldi.
“Eh, yapmayacağım işte. ‘Dokuz yaşındaydım. Büyükanne­
min evinde kız kardeşimle oynuyordum. Kavga ettik. Ben onu it­
tim, o beni itti ve aynadan geçtim. Bunu şimdi biliyorum, ama o
zaman bilmiyordum. Bütün bildiğim artık büyükannemin denizin
yanındaki küçük evinde olmadıgımdı. Karanlık, ağır mobilyalarla
dolu sekizgen bir evdeydim. Dehşet içindeydim.

302
Arayış

‘“ Sonunda odadan çıkmaya cesaret ettiğim de kendimi uzun,


döner merdivenlerin başında buldum. Aşağıya indim ve tahmin
edebileceğim en garip yere geldim. Garip konuşan, garip giysili in­
sanların bulunduğu bir salondaydım. Bir maskeli baloya katıldığı­
mı sandım. İnsanlar amaçsızca konuşarak koridorlarda dolaşıyor
ya da kütükler hiç bitmeden yanan ateşin karşısında oturuyorlar­
dı. Evde dolaşırken kimse beni fark etmedi. Büyük mutfakta y e ­
mek yedim, şöminenin sürekli yandığı, bisküvi tabağının her za­
man dolu olduğu güzel bir odada yumuşak bir yatak buldum. Am a
her zaman yalnızdım ve evi özlüyordum.
‘“ Eve açılan büyük bir kapı vardı ve nadiren bir ziyaretçi gelir­
di. Bazıları kalmaya gelir ve acele etmezlerdi, am a çoğu kaybettik­
leri sevdiklerini aramaya gelirlerdi. Fakat şimdiye kadar sevdik­
lerini bulan birilerini görm edim . Orada olup Foriks Evi’ nden ayrıl­
mayı isteyen o kadar az kişi olmasına çok şaşırmıştım. Güzel, be­
yaz kürk pelerin giymiş genç bir kadın hatırlıyorum. Gitmek isti­
yordu, ama bana acıdı ve kapının yanındaki damalı lobide bulu­
nan ejderha şeklindeki sandalyesinden vazgeçti. Benim yalnızca
bir çocuk olduğumu ve mümkün olur olm az gitm em gerektigini,
hangi zamana gidersem gideyim uyum sağlayacak kadar genç ol­
duğumu söylüyordu. Haklıydı - ona sonuna kadar müteşekkir ka­
lacağım. Böylece oymalı sandalyede onun yerini aldım, ayaklarım
kuyruktaydı. Haftalarca yiyecek getirip bana eşlik etti. Buz evler,
karla kaplı ovalar, buz kızakları ve buzlu yollarla ilgili hikâyeler an­
latırdı.
“Sonunda bir sabah şans yüzüm e güldü ve kapı çalındı. Otur­
duğum yerin yanındaki sütunun arkasından ufak tefek bir adam
fırlayıp kapıya koştu. Dışarıda bir adamla kadın bekliyordu. Kapı
Bekçisi onların içeri girm elerine izin verm edi ve kapı kapanmaya

303
Angie Sage
başlarken bana sunulan bu fırsatı değerlendirip dışarı kaçarak
hepsini şaşırttım.
‘“ Şimdi fark ediyorum ki çok şanslıydım. Yeni annem ve ba­
bamın Foriks Evi’ne neden geldiklerini bilmiyorum; bunu hiç söy­
lemediler. Daha sonra büyük bir çukurun üstünde rüzgârda salla­
nan dar bir köprünün üstünde olduğumu hatırlıyorum. Yeni ba­
bam, yeni annemin önünde oturduğum atı yürütüyordu. Daha
sonra annem köprüden geçerken dehşet içinde gözlerini kapattığı­
nı söyledi, ama benim gözlerim heyecandan kocaman olmuştu.
Altımızdaki sislerin arasından dolunay yükseliyordu, o kadar yük­
selmişti ki yıldızların arasında uçuyormuş gibi sanıyordum. Beni
buraya kaleye getirdiler. Onları kendi annemi ve babamı sevece­
ğim kadar sevdim, ama aklımda her zaman şu soru vardı. Bana ne
oldu?
“ ‘Yıllarca başka bir zamanda olduğumu anlamadım. Sonun­
da hikâye anlatan bir seyyah Foriks Evi’yle ilgili bir hikâye anlattı.
Gerçeği anlattığını biliyordum. Onu bulup kendi hikâyemi anlat­
tım. Bana Foriks Evi’nin, Bütün Zamanların Birleştiği Yer olduğunu
söyledi. Oradan ancak birisi geldiğinde çıkabilirmişsin ve onların
zamanına girm ek zorundaymışsın. Böylece ben Foriks Evi’nden
kaçtığımda yeni anne babamın zamanına girdim.
“‘Kendi zamanına dönm ek için tek şansının Foriks Evi’ni bul­
mak ve kendi zamanından birinin gelmesi için dua etmek oldu­
ğuna inanıyorum. Çocukken kendi zamanıma dönm ek isterdim,
ama sonunda ne olduğunu anladığımda sevgili kocamla zaten ta­
nışmıştım, üvey anne ve babam yaşlanmıştı ve ben de geri dön­
m ek istemedim. Bu yaşamak için iyi bir zaman -çok daha kötü
olabilirdi. Am a sen daha gençsin ve bunu deneyecek kadar cesur
olduğunu görüyorum. Odin ve Skadi senin rehberlerin olsun.’ Ve
sonra Nik şöyle yazmış... ‘Foriks Evi-işte geldik.’”

304
s

Arayış

“Nik konuşuyor gibi/’ dedi Septimus.


“Acaba hâlâ oradalar mı?” diye sordu Jenna.
“ Bunu bulmanın tek bir yolu var,” dedi Septimus.

O gece kimse kolay kolay uyuyamadı. Septimus kulübe için


Güvenli Kalkan Büyüsü yaptı, ama dışarıda sislere aldırış etm e­
mek çok zordu. Septimus bunun çok garip olduğunu düşünüyor­
du. Orman gündüz çok sessizken gece ne kadar gürültülüydü. Ay
yükselirken rüzgâr da şiddetlenmişti; vadide hızla eserken ortada
kulübenin olmasını pek iyi karşılamıyordu. İnliyor, uluyordu; ke­
penkleri'çarpıyor, kapıyı sarsıyordu; ağaçlarla işbirliği yapıyor, dal­
ları küçük kulübenin çatısına ve zayıf duvarlarına çarpıyordu,
Uzaklardan başka sesler de geliyordu. Keskin çığlıklar ve uluma
sesleri Ullr’un tüylerinin dikilmesine yol açıyordu. Beetle parmak­
larını kulaklarına kapatıp Ramblings’teki rahat yatağında olmayı
diledi.
İlk önce Beetle ve Septimus uyudu. Jenna W olwerin derisine
sarınmış bir şekilde yatağında oturup rüzgârı dinliyordu. Karın
pencereye doluşmasını, ocaktaki ateşin sönmesini ve kulübenin
yavaş yavaş soğuyup kararmasını seyretti. Birden bir şey duydu
-gıcırt... gıcırt... gıcırı.. bir şey kapıyı tırmalıyordu. Kapının yanın­
da yatan Ullr ayağa kalkıp hırladı. Jenna kalbi deli gibi atarak aşa­
ğıya, Septimus’un yanma inip onu sarsmaya başladı. “Sep... dinle!”
Septimus korkunç bir an için yine Genç Ordu’da olduğunu sa­
nıp birden fırladı. “ Neee?”
“Bir şey içeri girm eye çalışıyor," diye fısıldadı Jenna.
“Oh. Oh, kahretsin." Ullr yeniden uludu. Rüzgâr kulübeyi sar­
sarken Septimus dışarıdan gelen gıcırt... gıcırt... gıcırt seslerini duy­
du. Sanki uzun tırnaklar ince ahşap kapıya sürtünüyordu.

305 F : 20
Angie Sage
Septimus iyice uyanarak ranzasından fırladı. İki elini de kapı­
ya koyup tekrar Güvenil Kalkan Büyüsü’nü yaptı. Gıcırt sesleri
devam ediyordu. Neden büyü işe yaramıyordu? Kızaran Septimus
Karanlık Karşıtı B ü yü yü denedi. Bunun üzerine gıcırtı kesildi.
Jenna ve Septimus nefes almaktan korkarak ortalığı dinledi.
Dışarıdaki ağaçlar dallarını uzun, sabırsız parmaklar gibi çatıya vu­
ruyordu, ama kapıda gıcırtı yoktu. Beetle kıpırdanıp uykusunda,
“ Dikkat et Foxy,” gibi bir şey mırıldandı. Ranzası sürekli gıcırdar­
ken dönüp tekrar uyudu. Ullr kapıya doğru pozisyon alıp yeniden
uzandı.
“Gitti,” diye fısıldadı Septimus.
“Teşekkürler Sep,” diye fısıldadı Jenna. Sert battaniyelerin ve
Wolwerin derisinin altına sokulup kısa sürede uykuya daldı.
Am a Septimus uyanıktı. Uykusunu kaçıran şey rüzgârın uğul­
tusu ya da çatıya vuran dallar, hatta kapıya gelen k aran lık şeyin
ne olduğunu merak etmesi bile değildi. Septimus’u uyanık tutan
şey üzerinde altın A harfi olan lapis lazuli taştı. Ne zaman rahatla­
maya çalışsa iğrenç şey bir şekilde içine giriyordu. Sinirlenerek eli­
ni tuniğinin cebine soktu, taşı çıkardı. Avucunda sıcak ve ağırdı.
Garip, diye düşündü. Fenerin ışığı taşın yeşil görünmesine neden
oluyordu, am a başka bir şeyde bu değişikliği yaratmıyordu. Der­
ken korkunç bir his bıçak gibi içine işledi. Bu ışığın hilesi değildi -
taşın kendisiydi. A rayış Taşı yeşile dönüşmüştü.
Septimus büyülenmiş bir tavşan gibi taşa baktı. Alther’in
topluluktaki aceleci fısıltısı zihninde korkunç bir çocukluk teker­
lemesi gibi dönüp duruyordu:

Mavi hazır ol,


Yeşil geç.
Sarı sana rehberlik eder

306
Arayış

Harın içinde.
Turuncu seni uyarır
Üstünden geç.
Kırmızı son ışık olacak.
Şimdi Siyah’ı ara; geri dönüşün olmayacak.

Yeşil geç -işte buydu. Yeşil Ara_yış’a devamdı. Septimus uza­


nıp yüzünden yalnızca birkaç santim ötedeki kaba kalaslara odak­
lanmadan bakarken panik hissi kafasının içinde dönüp duruyordu.
İlk düşüncesi yeterince kötüydü: şu anda A ra y ış ın içindeydi.
İkinci düşüncesi daha da kötüydü: eger A r a y ış ’taysa Nicko’
yu nasıl bulacaklardı?
Ama üçüncüsü en kötüsüydü: Bunu Jenna’ya nasıl söyleye­
cekti?

307
— ►- 37 ■

DAVETİYE

i l a arda, yeniden Büyücü Kulesi’nin başına geçmenin


^ r S Keyfini sürüyordu.
Toplantılarının aniden sona ermesine biraz şaşıran Marcia
topluluğun sonuncu üyeside uzaklaşırken Büyücü Kulesi’ni baş­
tan aşağı araştırmış, geride kalan kimse olup olmadığını kontrol et­
mişti. Kendisine uzun süre yetecek kadar Olağanüstü Büyücü gör­
müştü ve sonraki günlerde bir köşede uyuklayan bir tanesinin ha­
yaletiyle karşılaşmak istemiyordu. Sıradan Büyücü kilerinde uyu­

308
Arayış

yan ve on beşinci katın koridorunda dişlerini arayan birer hayalet


bulmuştu. Marcia bunun, kaledeki son dolabı kontrol etmesi
gerekirken uyuyan Catchpole’u bulması gibi olduğunu düşünü­
yordu.
Kuledeki otoritesini tekrar sağlayan Marcia, dikkatini Septi­
mus’u bulm aya verm esi gerektigine karar verdi. Ya ağabeyleriyle
olmak için ormana ya da Marram Bataklıklarındaki Zelda halaya
gittigini düşünüyordu. Her iki şekilde de Bul Büyüsu’nün kendi­
sini Septimus’a götüreceğini biliyordu.
Marcia odasının mor kapısını kapatıp rahat bir nefes alırken
Septimus, Jenna ve Beetle’ın antik orman yolundan donmuş or­
mana gittiklerini bilmiyordu. Büyük bir rahatlama hissiyle, Kule­
nin tepesindeki Altın Piramit’te bulunan kütüphanesinin dar, taş
merdivenlerini çıkıp masasına oturdu. Eski derinin, çürüyen büyü­
lerin ve kâğıt tozunun kokusunu içine çekip (kâğıt böcekleri kü­
tüphanede bol bulunuyordu) gevşedi. Dünyada her şey bir kez da­
ha yolundaydı.
On dakika sonra Marcia dünyada her şeyin yolunda olduğun­
dan o kadar da em in değildi. Bul Büyüsü işe yaramıyordu. Hiçbir
büyünün yüzde yüz güvenilir olmadığını bilen Marcia Bul Büyü­
sü’nü bir kez daha denedi, ama hâlâ işe yaramıyordu.
Yarım saat sonra üç girişimin daha ardından endişelenmeye
başladı. Septimus ortadan kaybolmuştu.
“Füme!” dedi ayağa fırlayıp yumruğunu masaya indirerek.
“ Kahrolası Füme. Bunun arkasında o var. Bunu biliyorum.” İki da­
kika sonra döner merdivenleri acil ileri hızına alarak Büyücü Kule-
si’nin salonuna girdi. Sendeleyerek yürürken başı dönüyor, m ide­
si bulanıyordu.
Dışarıya çıkınca açık hava onu yeniden canlandırdı. Avluyu
geçerken mor piton ayakkabıları parke taşlarda takırdıyordu.

309
Angie Sage
Büyük K e m er’in altına bırakılan büyük kirli yığınına tiksintiy­
le baktı. Bunun bir bahanesi olam az, diye düşündü, çünkü büyü­
cülerin kirli cüppelerini Büyücü Kulesi’ nin avlusunun girişine bı­
rakmaları gerekiyordu. İnsanlar ne düşünecekti? Hoşnutsuz bir
ifad eyle cüppenin kenarından tutup isim etiketine baktı. Bütün
büyücüler cü ppelerin e isim etiketi dik m ek zorundaydı, b ö ylece
kulenin çam aşırhanesi tem izlen en cüppeleri sahibine iade ed eb ili­
yordu. A m a bu her zam an işe yaram ıyordu. Bir keresinde yanlış­
lıkla Marcus O verland isimli Sıradan Büyücü’y e Marcia’nın cü ppe­
si gitmişti. Adam , M arcia’nm cü ppesiyle üç gün boyunca kalede
dolaşıp kabul ed ilem ez davranışlarda bulunmuştu, ta ki Marcia
onu köşeye sıkıştırana kadar. Kısa süre sonra da Marcus kaleden
ayrılmıştı.
A m a Marcia buruşuk m avi cü ppeyi kaldırırken birden içinde
bir b eden olduğunu fark etti. “ H ildegarde!” diye yutkundu. Marci-
a Alt Büyücü’nün yüzünü örten başlığı hızla geri çekti. Hildegar-
d e ’ın rengi kül gibiydi, am a hâlâ nefes alıyordu. Marcia on a biraz
canlandırma ü fle d i v e H ildegarde’ın yanaklarına renk geldi. Hil­
d egarde inledi.
“ Hildegarde... neler oldu?”
H ildegarde büyük bir gayretle doğruldu. “Şey... ben... Sep... ti-
mus...”
“Septimus m u?'
“ Gitti. Arayış.”
“ Hayal görüyorsun H ildegarde,” dedi sertçe. “ Septimus Ara-
y ı ş ’a gitm edi. Sen burada bekle, ben gidip birini getireyim ...”
“ H ayır!” H ildegarde oturm ak için çabaladı. Gözleri Marcia’ya
sabitlenmişti. Oldukça aklı başında bir şekilde, “ Bir Şey içime g i r ­
di. Ben... Septim us’a A rayış Taşı’nı verdim . Kabul etti. Teşekkür

310
Arayış

ederim ... d ed i.” H ildegarde za y ıf bir şekilde gülüm sedi. “ Septi-


ırıus... çok... kibar.” Bu çabayla yorulup olduğu yere devrildi, hor­
layarak derin bir uykuya daldı.
Marcia, H ildegarde’ın Büyücü Kulesi’nin revirine taşınmasına
yardım etti -bu rası birinci kattaki geniş, havadar bir o d a y d ı- son­
ra m erdivenlerin hızını ayarlayıp salona döndü. H ildegarde’ın söy­
lediklerini düşünüyordu. Başarısız b u l girişim i olm asa söyledik le­
rinin ani ateşlen m eden dolayı sayıklam alar olduğunu söyleyebilir­
di, am a artık o kadar em in değildi. Y a eg e r söyledikleri doğruysa -
ya Septim us A r a y ı ş a gittiyse? Bunu d ü şü n m eye bile dayan am az­
dı. Düşünceli bir şekilde avluda dolaşırken adım ları onu Büyücü
Yolu’na götürdü.
Dalgın bir şekilde, yanından geçen cesur kişilerin Büyücü Ku-
lesi’y le ilgili sorduğu sorulara cevap verdi. Ayaklan onu sabit bir şe­
kilde yolu n sonuna götürüyordu. Marcia’ nm ayaklan n ereye gittik­
lerini biliyor olabilirdi - am a Marcia, Snake Slipvvay’in köşesine d ö­
nene kadar bunu fark etm edi.
Snake Slipw ay’deki uzun, dar evin dışına gelince derin bir ne­
fes alıp kibarca zili çaldı. Endişeyle bekleyip konuşmasını prova etti.
Birkaç dakika v e iki kez daha zil çaldıktan sonra kapıya gelen
tereddütlü ayak seslerini duydu. Ardından sürgüler çekildi, bir
anahtar çevrildi v e kapı birkaç santim aralandı.
“ Evet?” dedi tereddütlü bir ses.
“ Bay Pye, siz m isiniz?”
“ B enim .”
“ Ben Marcia. Marcia Overstrand.”
“O h?”
“ İçeri girebilir m iyim ?”
“İçeri girmek istiyor musunuz?”
“ Evet. Lütfen. Konu... şey, Septim us’la ilgili.”

311
Angie Sage
“ Burada d eğil.”
“ Biliyorum. Bay Pye gerçekten konuşm am ız lazım .”
“ Kapı biraz daha açıldı ve Marcellus en dişeyle dışarı sarktı.
Kâhyası o gün izinliydi v e kapıya bakm ayı öğren m esi gerektigini
söylem işti. Marcia’nın kapıyı ilk iki çalışına aldırm am ış, üçüncü
kez çalarsa bakacağını söylem işti. Marcellus başına nasıl bir bela
aldığını m erak ed erek kapıyı açtı. “ İçeri girin, Bayan Marcia.”
“Teşekkür ederim , Bay Pye. Yalnızca Marcia d e m en iz yeterli,”
dedi karanlık, dar salona girerken.
“ Marcellus da yeterli,” diye cevap verdi M arcellus selam ve re ­
rek. “Sizin için ne yapabilirim ?”
Marcia etrafına bakındı. Birden birilerinin kendilerini dinle­
m esinden korkmuştu. Evin Buz Tünelleri yolu yla Elyazmaları
O dası’na bağlı olduğunu v e kapağın da büyük olasılıkla mühürsüz
olduğunu biliyordu. Birisi onları din liyor olabilirdi - v e bu birisine
Tertius Füm e da dahildi. Güvenli bir yere ihtiyacı vardı.
“ Belki bana çaya g elm e k istersiniz. Büyücü Kulesi’ne. Yarım
saat sonra.”
“Çay mı?” diye sordu Marcellus gözlerini kırpıştırarak.
“ Benim odam da. Kapıya geleceğin izi bildireceğim . Sizi sabır­
sızlıkla b ek leyeceğim Bay Pye -şe y , Marcellus. Yarım saat.”
“ Oh. Evet. Ben de... sabırsızlıkla bekliyorum . Yarım saat son­
ra. Görüşürüz.”
“Görüşürüz Marcellus.”
M arcellus Pye onu selam larken Marcia gitmişti. Yüksek sesle
iç çekip kapıyı kapattı, destek alm ak için kapıya yaslandı. N eler
oluyordu? Ve en iyi ayakkabılarını nereye koymuştu?

“Görüyorsunuz ya,” dedi Marcia, M arcellus’a beşinci fincan


çayı doldururken. Şaşkınlıkla sim yacının çayına üç büyük kaşık şe­

312
Arayış

ker atışını izledi. “ H ildegarde’ın söylediğinin doğru olm asından


korkuyorum . V e eg e r doğruysa...” Sesi kısıldı. İçini çekti. “ Eger
doğruysa A r a y ış hakkında her şeyi bilm eliyim . V e sen Marcellus,
A rayış konusunda d en ey im i olan yaşayan tek insansın. Oh, bir
sürü hayalet var tabii ki, am a açıkçası şu anda hayalet g ö rm ek is-
tem iyoru m .”
Marcellus gülüm sedi. “Ve hayaletler genellikle yaşayanların en­
dişelerini paylaşmazlar. Kendisi gittikçe yaşlanırken arkadaşlarının
hayaletlerinin ne kadar kötü arkadaşlar olduklarını hatırlıyordu.
“ Doğru. N e kadar doğru ,” dedi Marcia topluluk dehşetini ha­
tırlayarak. O na gü ven ip g ü v en e m ey ec eg in i ölçerm iş gibi M arcel­
lus’un gözlerin e baktı. Marcellus bakışlarına sabit bir şekilde karşı­
lık verdi. “ Sanırım senin hayatın boyu nca üç A rayış oldu.” Sonra
Marcellus’un öm rün ün beş yüz yıldan uzun olduğunu hatırladı.
“Y a da belki d e daha fazla.”
“Çok daha fazlası,” dedi Marcellus Pye. “A m a hayatım konu­
sunda haklısın. Hatta sevgili dostum Julius Pike iki çırağını Ara-
v ı ş ’ta kaybetti.”
“ İkisini d e m i!” dedi M arcia şaşkınlık içerisinde.
Marcellus başını salladı. “ Birincisi korkunç bir şoktu. Adı
Syrah Syara’ydı -o n u çok iyi hatırlıyorum . Çekilişte ben d e vardım .
O gü n lerde kale sim yacısı Büyücü Kulesi’y le yakın çalışırdı. Bütün
ön em li olaylara davet edilirdik.”
Marcia onaylam ayan bir ses çıkarm am ak için güçlükle kendi­
ni tuttu.
Marcellus d eva m etti. “Taşı çektiğinde büyücülerin korkunç
yutkunm alarını hâlâ hatırlıyorum . Julius, onu g ö n d erm ey i red d et­
ti - Syrah yetim d i ve Julius onu kızı gibi görüyordu. Zavallı Julius,
Tertius F u m e’la büyük bir kavga etti. Sonra Syrah, F u m e’un bur­

313
Angie Sage
nuna bir yum ruk attı -o n u n hayalet olduğunu unutm uştu- ve bir
sevinç çığlığı yükseldi. Füm e öfk elen ip kuleyi yirm i dört saat bo­
yunca kuşatma altına aldı v e bu süre içinde d e Syrah gitti. Y ed i
m uhafız tarafından sürüklenerek A rayış Gemisi’ne götürüldü
-on la ra da birkaç yu m ru k indirdi.” Marcellus başını iki yan a salla­
dı. “ Korkunç bir şeydi.”
“Julius yıllarca başka bir çırak almadı. Bir kez daha çekiliş za­
m anı gelin ce artık yaşlı bir adamdı. Çırağı yin e taşı çekince kim se
ona inanamadı. Bu, Julius’u bitirdi. Birkaç ay sonra öldü. Ve şüphe­
siz çırak -ç o k hoş gen ç bir adam dı, çok sessizdi- bir daha asla geri
gelm edi. H ep Fu m e’un bunu julius’u kızdırm ak için yaptığını dü­
şünmüşümdür. Aslında kim in patron olduğunu gösterm ek için.”
“Yani kim in taşı çek eceğin e Tertius Füm e m u karar veriyor?”
M arcellus kalan çayını bitirdi. “ Ben öyle olduğuna inanıyo­
rum. Bir şekilde A ra y ış’ın kontrolünü ele geçirdi. Syrah’dan son­
ra Julius, A rayış hakkında olabildiğin ce çok şey ö ğ ren m e ye çalış­
tı, am a eski kitaplar v e kurallar kaybolm uştu. F u m e’un hepsini yo k
ettiği söyleniyordu, çünkü bunlar F u m e’dan çok farklı hikâyeler
anlatıyordu. A ra y ış’ın yetenekli çırakları onurlandırm ak için bir
ödül olarak konduğunu bile duym uştum .” Marcellus içini çekti.
“A m a heyhat b ö yle bir durum hiç olm adı, hatta tam tersi oldu. Gi­
d en ler hiç geri d ö n m ed i.”
Marcia sessizdi. D uym ayı istediği şey bu değildi. “A m a Septi­
m us taşı çekm ed i ki. Yan i A ra y ış’ta olam az, değil m i?”
Marcellus başını iki yan a salladı. “Çekiliş yalnızca bir form ali­
te. Bana sorarsan kabul ed ilem eye n i törenleştirm enin bir yolu.
Ö n em li an, çırağın taşı kabul etm esidir. Çırak çekilişi yaparak ta­
şı kabul eder. Korkarım Septimus, kalede yaşayan bir büyücüden
alıp “ teşekkür ed erek ” kabul etm iş oldu. Ve şim di de A ra y ış’ta,

314
Arayış

onu bu yü zden bulam ıyorsun. Denir ki, ‘Taşı kabul ettikten sonra,
İraden artık senin değildir.’”
Marcia huzursuzlanarak kalkıp odada dolaşm aya başladı.
Marcellus da ayağa fırladı, çünkü onun zamanında Olağanüstü
Büyücü ayaktayken oturm ak çok büyük kabalıktı.
“ Bu çok korkunç,” dedi Marcia, halının üstünde bir ileri bir g e ­
ri gidip gelirken. “ Septim us yaln ızca on iki yaşında. Nasıl başara­
cak? Daha da kötüsü Jenna da onunla birlikte gibi görü n üyor.”
“ Bu beni şaşırtmaz. O çok kararlı bir kız. Bana sevgili kız kar­
deşim i hatırlatıyor, am a o daha az çığlık atm a eğilim in d e.”
“K ız kardeşin mi? Oh. Evet, elbette. Senin kraliçenin oğlu ol­
duğunu unutuyorum .”
“ N e yazık ki iyi bir kraliçe değildi. Bence Prenses Jenna daha
iyi bir kraliçe olacak. Doğru zaman g eld iğin d e.”
“ Onları geri getirem ezsek hiçbir zam an doğru olm ayacak, ö y ­
le değil m i?”
Marcellus dü şü n m eden elini M arcia’nın koluna koydu. “ Mar­
cia,” dedi ciddi bir şekilde. “Şunu anlamalısın. Hiç kimse bir çırağı
A r a y ış ’tan geri getirem ez.”
“ Saçm alık,” dedi Marcia.

315
1—
^ 38 ■
İZİ SÜRÜLEN

imorı odaya hızla daldığı

S
yordu.
sırada M errin yılan şeklin­
deki şekerlem enin kafasını dişli­

“Seni aptal küçük solucan,"


diye tısladı Simon.
Merrin dehşet içinde ayağa
fırladı.
“ Kafanı koparm adan bana
Sleuth’ u ver.”
“ Aaahhhh...” M errin felç
olm uş gibiydi.
“ Bana Sleuth’u ver. Hem en.
Merrin um utsuzca yen i El- ,
yazm aları Odası cüppesinin cep­
lerini karıştırdı. O kadar çok cebi
vardı ki - Sleuth’u hangisinin içine

316
Arayış

Koymuştu? Sim on Heap, ateşli, yeşil parıltılar saçan yeşil gö zleriy ­


le M errin’e baktı. “ Bana... Sleuth’u... ve r,” dedi.
Titreyen parm aklan Sleuth’u bulunca M errin rahat bir nefes
aldı. C ebinden çıkarıp S im on ’a fırlattı. A m a ödü patlayan M errin’in
atışı hiç isabetli değildi. Sim on topun peşin d en koşarken Elyaz-
maları O dası’nın kapısı keskin bir pinğ sesiyle açıldı. Sleuth o gün
Klyazmaları O dası’nı ziyaret e d en y irm i altıncı kişi tarafından b e ­
cerikli bir şekilde yakalandı -M a rcia Overstrand.
“ İyi tutuş,” dedi Marcellus, y irm i yed in ci ziyaretçi olarak.
Sim on H eap yutkunarak olduğu y e rd e kalakaldı. A ğzı açık
inledi - n e kadar şaşırtıcıdır ki M errin d e bir dakika ön c e aynı sesi
çıkarmıştı.
“Vay va y ,” dedi Marcia. “ Bay Heap. Şim di son karşılaşm am ız
aklım a geld i Bay Heap. B enim o d a m d a olabilir m iydi? O ldukça çir­
kin bir yerleştirmeden sonra biraz sorun yaşam ıştık.”
“ Ben -b e n , evet. Ö y ley d i.” Sim on H eap kızarmıştı. “O bir ha­
laydı. Çok özür d ilerim .”
“O zam an sorun halledildi.”
“ Halledildi m i?” dedi Sim on neşeli bir şekilde. K aleye tekrar
kabul e d ilm e olasılığı, Septim u s’un çıraklık y e m e ğ i gecesin d en be­
ri taşıdığı yükü bird en b ire hafifletm işti. O g e c e aptallık ed erek
D om D an iel’ın kem iklerini aram ak için kanoyla M arram Bataklıkla-
rı’na açılmıştı.
A m a M arcia’nın suratı asıktı. “ Elbette halledilm edi. Açtığın
onca beladan sonra buralara tekrar g e lm e y e nasıl cü ret ediyorsun?
Bu ne cüret?”
Sim on, Sleuth’u sıkıca elin d e tutan M arcia’ya baktı. İşler tam
olarak planladığı gibi gitm iyordu .
“ M uhafızları çağırm adan ön c e buradan g itm e k için beş daki­
kan var. Beş dakika.” M arcia’nın gözleri ö fk e y le parlıyordu.

317
Angie Sage
Sim on kıpırdayam ıyordu. “ H ım m ,” diyebildi.
“ Evet?”
“ H ım m , şey. Topu m u geri alabilir m iyim , lütfen?”
“ Hayır. Şimdi git.”
Sim on tereddüt etti, am a ege r hapse girerse Lu cy’nin -a n n e ­
sini hesaba katm ıyordu b ile - ne kadar üzüleceğini düşünerek ora­
dan kaçtı.
Marcia, peşinde M arcellus’la birlikte Elyazm aları Odası’na gir­
di. Bütün yazıcılar titizlikle çalışmalarını yürütüyorlardı, am a bir
tek Partridge başını kaldırıp baktı. İşine bir anlık ara verd iği için
m em n u n olmuştu. “ Size yardım edebilir m iyim Bayan Marcia?” di­
y e sordu, masasından y ere atlayarak.
“Teşekkürler, Bay Partridge,” dedi Marcia. “ Bana m ah zenlere
kadar eşlik edebilirsiniz.”
D iğer iki yazıcı birbirlerine bakarak kaşlarını kaldırdı. O lağa­
nüstü Büyücü m ah zenleri bir haftada ikinci kez ziyaret ediyordu -
neler oluyordu acaba?
Gürültülü bir ipek hışırtısı yazıcıların tekrar işlerine d ö n m ele­
rine neden oldu. Jillie Djinn, hızla Büyü O dası’na giden geçitten çı­
kageldi. Evet?” dedi kaba bir şekilde.
Marcia kaşlarını çatarak Jillie Djinn’e baktı. Hiçbir zam an ki­
bar biri olm am ıştı am a gittikçe daha kabalaşıyordu. “ M ahzenlere
kadar bize eşlik edilm esin i istiyoruz.”
“ U ygun bir zam an değil,” d iye cevap verdi Jillie Djinn, M arcel­
lus P y e ’a şüpheyle bakarak. “ Bütün yazıcılarım m eşgu l.”
“ Ben gid erim !” dedi Partridge.
Jillie Djinn ö fk eyle ona baktı. “ G itm eyeceksin. H esaplam aları­
nı bitireceksin.”
Partridge derin bir iç çekip kalem ini aldı.

318
Arayış

“ Eger yen i ön büro kâtibim den randevu alm a zah m etin e gi­
rerseniz, gele cek hafta içerisinde size d e bir gün ayarlayabilirim .”
“Y en i ön büro kâtibi mi? Beetle nerede?”
“Artık burada çalışm ıyor.”
“ Ne? N edenT
“ Davranışları kabul edilebilir değildi. Size dışarıya kadar eşlik
ed eyim .”
Marcia konuşam ayacak kadar öfkeli bir şekilde M arcellus’la
birlikte dışarı çıkarıldı. Eger başbüyü yazıcısı m ah zen lere girm ele­
rini reddediyorsa M arcia’nın yapabileceği bir şey yoktu. Jillie Djinn
kendi küçük bölgesi içinde, Olağanüstü Büyücü’nün Büyücü Kule-
si’nde yaptığı gibi gücünü kullanabilirdi. Ve Jillie Djinn de bunu bi­
liyordu.
Jillie Djinn kapıyı arkasından sertçe kapatıp yen i yardım cısına
döndü. “Simyacı cüppesi giym iş birisinin m ah zen lere inm esine
izin ve receğ im i sanıyorsa aklını kaybetm iş dem ektir.”
Merrin, Jillie D jinn’in söylediklerini anlam ış ve kendisi de ay­
nı şeyi yaparm ış gibi bilgece başını salladı. Sonra ayaklarını m asa­
ya dayayıp başını yan a eğdi, bütün bir yılan şekerlem esin i bir ke­
rede ağzına tıkm aya çalıştı.

Marcellus bir gün için katlanabileceği kadar heyecan - v e Mar­


cia O verstran d - yaşamıştı. M arcia’y a Septim u s’u bulm a konusun­
da yard ım önerdikten sonra kibarca oradakilere ved a etti. Marcia,
onun gitm esin e izin verdi; onun yan ında birilerine alışık olm ad ığı­
nı v e bundan ço k yorulduğunu görebiliyordu. Sim yacının Büyücü
Yolu ’nda yürüyüp gidişini izledi. Yoldan geç en le r adam ın ayakka­
bılarına bakıp gülüyorlardı. A m a Marcia, Septim us’u bulm aktan
vazgeçecek değildi.

319
Angie Sage
Marcia halkın arasında büyü yapm aktan hoşlanm azdı. Bu­
nun gösteriş olduğunu düşünür v e insanların durup seyretm esini
istem ezdi. A m a bazen bu gerekiyordu. Bu yü zden Marcellus P y e ’ın
ve ayakkabılarının etkisinden yen i kurtulmuş olanlar şim di de
Olağanüstü Büyücüler’inin Büyücü Y o lu n u n tam ortasında Bul
Büyüsü yaptığı şaşırtıcı gösteriyle karşı karşıyaydı. Durup hayret­
le Marcia’ya baktılar. Marcia hareketsiz bir şekilde durmuş, içinden
bir şeyler söylerken etrafını m or bir sis sardı v e yavaşça ortadan
kayboldu. Cesur bir çocuk gerçek olup olm adığın ı g ö rm ek için
M arcia’nın yanına koştu, am a küçük kız ona yetişen e dek M arcia’
dan g eriy e kalan tek şey titreşen m or bir g ö lg e oldu. Çocuk gözyaş­
ları içinde kalırken annesi şikâyette bulunm ak için Büyücü Kule­
si’ne yöneldi.

Titreşen m or sis yan ında belirdiğin de Sim on, Lucy’y le birlikte


feribotu bekliyordu. Sim on yanındakinin kim olduğunu anlayınca
bir çığlık atm ak istedi. “ Ben... ben gidiyordu m ,” diye kekeledi.
“ Gerçekten. A n n em e ve d a ed ip Lu cy’yi bu lm am gerekiyordu. Son­
ra feribotu kaçırdık ve...”
“ Lütfen onu hapse attırmayın, lütfen,” diye yalvardı Lucy.
“Her şeyi yaparım. O nu buradan götürür v e bir daha gelm em esin i
sağlarım. O oooh, lütfen, lütfen... Ooooohl”
“ Lucy, on u hapse a ttırm a y a c a ğ ım ,” d e d i M arcia hızla.
Lu cy’nin çığlık atm aya hazırlandığını görebiliyordu.
Lucy sakinleşti.
“ A m a bilerek bilgi saklarsa o başka. A m a saklam ayacağından
em in im . D eğil m i Sim on?”
Sim on başını iki yan a salladı.
Marcia becerikli bir jo n glö r edasıyla Sleuth’ü çıkardı.

320
Arayış

“ Oh,” d edi Sim on, çok özled iği İz Bulucu T o p u ’na bakarak. Bir
şey Marcia’nm onu kendisine ve rm e y e c e ğ in i söylüyordu.
“Galiba bu İz Bulucu Top?” d ed i Marcia.
“ Evet. Evet öyle. Adı Sleuth. Ben k en d im eğittim .”
“Ö yle mi? Çok güzel. G erçekten çok gü zel.”
Sim on gülüm sedi. O da çok güzel olduğunu düşünüyordu.
“ Septim us’u bulm ak istiyorum . T o p a talim at ve rm e n i istiyo­
rum .”
S im on ’un yüzü düştü. H er şey Septim us’la ilgili olm a k zoru n­
daydı, değil mi? Hiç kendisiyle ilgili bir şey olm uyordu.
Marcia, S im on ’un asılan suratına aldırm adan d eva m etti. “Si­
m on, bu İz Bulucu T o p u ’n Jenna’yla baflr olduğunu biliyorum .
Jenna, Septim us’un yan ında ve ben senin bu b a ğ ı izlem ek için ta-
limat verm en i istiyorum .”
“Y ap am a m ,” dedi Sim on som urtkan bir ifadeyle.
“Y apam az mısın, y ap m az m ısın?” d iy e sordu Marcia buz gibi
bir sesle.
“Sim on kaba olm a ,” d edi Lucy. “Lütfen. Yap. N eyin var se­
nin?”
“Luce, yap am a m -d a h a doğrusu Sleuth y ap m az.” Simon,
Marcia’ya döndü. “Ç ok üzgünüm Bayan Marcia, am a Sleuth’un ar­
tık je n n a ’yla b a ğ ı yok, bu yü zd en onu bu lam az.”
“ Seni u yarıyorum Sim on. Bana yalan sö y le m e,” d iye parladı
Marcia.
“ S i-m o n !” d iye yalvardı Lucy.
“ Şişşttt, Luce. Marcia, yalan s ö y - le - m i-y o -r u m . Gerçekten.
Evet, Sleuth’un je n n a ’yla b a ğ ı vardı, am a artık yok. Bütün izler
kayboldu. Sleuth’u y en id en program ladım , çünkü... şey, birkaç ay
önce korkunç bir şey oldu. K aranlık bir şey p eşim e düştü. Artık

321
F : 21
Angie Sage
k a ran lık la ilgili bir şey yap m ak istem iyoru m - k aran lık sadece
sizi kullanıp bitiriyor ve bir kenara atıyor. Çok korkunç. V e Sleuth’
da pek çok k aran lık vardı, bu yü zden ben d e tam bir tem izlik
yaptım . O küçük kene aldığı sırada Sleuth’u şarj olm aya bırakm ış­
tım. Üzgünüm . Elim den gelse yardım ederdim . Gerçekten ed er­
d im .” Sim on n eredeyse yalvarıyor gibiydi.
Marcia içini çekti. S im on ’un doğruyu söylediğini göreb iliyor­
du. Tam bir Karanlık Büyü uygulayıcısının yardım ın a ihtiyaç
duym uşken onun d eğ işm ey e karar verm esi Marcia’nın şansıydı.
Marcia, Lucy v e S im on ’un gitm esin e izin verdi. Feribot onları
nehrin uzak kıyısına taşırken Lucy v e S im on ’u n eyin beklediğini
m erak etm ed en yapam adı. Daha da önem lisi Septim us’u neler
bekliyordu?

Jenna, ertesi sabah binlerce kilom etre öted eki küçük kulübe­
de uyandığında Ullr’u gündüz görüntüsüyle sobanın üstünde otu­
rurken buldu. D onuk gri bir ışık kulübeyi dolduruyordu. Hava so­
ğumuştu. Sert battaniyeyi üstüne çekip fısıldadı. “ Ullr, gel, Ullr.”
Kedinin kuyruğu titredi. Jenna’ya baktı. Sıcak yerini terk m i etsin,
yoksa çağrıya kulak m ı versin, karar verem iyordu . Karşısındaki bir
kedi bile olsa kendisine itaat ed ilm em esin d en hoşlanm ayan Jenna
ranzasından inip Ullr’u kucakladı, tekrar yatağa girdi.
“ O o fff,” diye hom urdandı Septimus, aşağıdaki ranzadan. “Kal­
kıyorum Marcia. G erçekten.”
“Sorun yok, Sep.” Jenna güldü. “ Ben Marcia d eğilim .”
Septim us gözlerin i açıp birkaç santim yukarısındaki Jen-
na’nın yatağına baktı. N ered e olduğunu hatırlayıp h em en doğru­
lunca başını üstteki platform a vurdu. “ Ahh.”
“ Ateş sönmüş. Yakabilir misin, Sep? Burası buz gibi.”

322
Arayış

Septimus inleyip sıcak kozasından çıktı. “ Marcia olm ayabilir­


sin, am a onu çok iyi taklit ediyorsun Jen.” Sobaya biraz daha kütük
altı. Kav kullanam ayacak kadar uykulu olduğu için hile yap ıp Ateş
Vak Büyüsü yaptı. Kütüklerden alevler yükseldi. Kulübe birkaç da­
kika sonra yen id en ısındı.
Kahvaltıda kalan son balıkları da y ed iler v e Jenna fincanlarda­
ki cadı biralarını verdi. Her fincana birer tane karam ela koydu. Ka­
ramelalar bulanık yeşil sıvının üstünde y ü zm e y e başladı. Septi­
mus soru sorarcasına fincanındakilere baktı. “ Bu çok garip Jen.
Zelda hala bile senden birkaç şey öğren ebilir.”
“İstem iyorsan ben alabilirim .”
“ Hayır, hayır. Zelda halanın şeylerini seviyoru m .” İçkinin h ep­
sini bir yu d u m d a içip burukluğu giderm esi için karam elayı zevk le
çiğnedi.
Ullr balık kılçıklarını ve kafalarını yerken sırt çantalarını topla­
yıp haritaya baktılar.
“ Burada olduğum uzu düşünüyorum ,” dedi Septimus. Snor-
ri’nin NEHİR olarak isim lendirdiği kıvrım lı çizginin yanındaki ku­
lübeyi işaret ediyordu.
“ K ıyıya yaklaşıyoruz o zam an ,” dedi Beetle. Haritanın ortasın­
daki deliğin kenarına dokundu.
Septimus başını salladı. “ U m arım ışığa çıktığım ızda bir şey g ö ­
rebiliriz. Belki Foriks Evi’ni bile görebiliriz. Artık n eye benziyorsa.”

Kulübenin sıcaklığını ve gü ven ligin i gerid e bırakm ak v e kapı­


yı bilin m eyen bir dünyaya açm ak kolay değildi. Aslında sandıkla­
rından çok daha zordu, çünkü kapı kıpırdam ıyordu bile. Septimus
ve Beetle bütün ağırlıklarıyla kapıya abandılar, am a açılm ıyordu.

323
Angie Sage
“ Kar yüzü n den ,” dedi Beetle. “ P en cerede ne kadar birikmiş,
baksanıza. Kar yüzü nden burada m ahsur kaldık.” Kapıyı bir kez-
daha itti, “ O ff! işe yaram ıyor. Açılm ıyor. Burada kaldık.”
“ Ben d en ey e yim ,” d ed i Jenna. /
“Tam am , gel bize yardım et, Jen. A m a bunun bir fark yarata­
cağını sanm ıyorum ,” dedi Septimus,
“ Ben kendim d en eyeceğim , Sep, teşekkürler.” I
“ Kendin mi?”
“ Evet, kendim . T am am m ı?”
“T am am .” Septim us v e Beetle om u z silkip kenara çekildiler.
Jenna kilidi tutup kapıyı açtı. Rüzgâr ve kar içeri doluştu. Jen­
na sırıttı. “ İçeriye doğru açılıyor,” dedi.

Beetle bir konuda haklıydı: g ec e o kadar çok kar yağm ıştı kr


kulübe n eredeyse tam am en karla kaplanmıştı. Rüzgârın savurdüJ
gu karlar kulübenin kenarlarında birikmiş, büyük bir yığın yolları­
nı kapatmıştı. Beetle pis kokulu heladan bir kürek alıp karı büyük
bir en erjiyle k ü rem eye başladı. Sanki kapıdaki m ahcubiyetini tela­
fi etm ek ister gibiydi. Birkaç kürekten sonra birden durdu.
“ M ola m ı veriyorsun?” d iye sordu Septimus. i
“ Hayır! Yani hayır teşekkürler, ben iyiyim. Daha yeni başladım.
A m a karın altında bir şey var... yum uşak bir şey.” Beetle dikkatlice,
karı kürekle dürttü ve yavaşça bulduğu şeyin üstünü tem izledi.
“ Bakın!” diye yutkundu Jenna. “ Oh hayır, bakın." ,
Sırılsıklam ve karla ağırlaşmış, güçlükle görülebilen beyaz
yünlü bir kumaş çıkrnıştı ortaya. “Altında biri var,” diye m ırıldandı
Beetle. Ellerinin v e dizlerinin üstüne çöküp Jenna v e Septim us’la
birlikte karı hızla tem izledi.
“ Ephaniah!” diye bağırdı Jenna. “Oh hayır, bu Ephaniah. Ep­
haniah, uyan.”

324
•“h 3 9 '

K A R ALTINDA

çü hep birlikte ıslak ve don-


m uş figürü Kulübeye taşıdılar.
Ephaniah y e r e u za n ırk en ran zalar
arasındaki bütün boşluğu kapladı. Is­
lak beyaz kaftanı garip sıçan -ad am
b e d en in e yapışm ıştı. Ullr tıslayarak
gerindi, kuyruğundaki tüyler ka­
barırken kulübeden dışarı fırladı.
Jenna bunu fark etm ed i bile.
“ Oh, bu çok korkunç,” dedi
Jenna gözyaşları içinde. Sıçan -
adam ın yan ında çöm eldi. “ Dün
g e c e kapıyı tırm alayan Ephaniah ’
mış. Biz ona aldırmadık. Orada ol­
duğunu bağırarak bile söyleyemedi bize - donarak öldü. Oh
Sep, onu biz öldürdük.”

325
Angie Sage I
Septimus, Jenna’nm haklı olduğunu biliyordu. Marcia, ona in- j
san kalbinin sesini dinlemeyi öğretm işti, yaln ızca Jenna v e Be- |
etle’ınkini duyabiliyordu -ikisininki de hızlı atıyordu. A m a sobaya ;j
bir odun daha atıp odayı biraz daha ısıtırken, dinlemenin sıçan - J
insan sesi için de geçerli olup olm adığını m erak etti. O sırada bu- j
nu sorm ak aklına gelm em işti. j
Jenna, Ephaniah’a üzüntüyle baktı. Gözlükleri kayıp, gözleri |
kapalıydı. Uzun siyah kirpikleri üzerlerinde buz taneleriyle birbiri-1
ne yapışm ıştı. İnsan tarafının görün ebilen kısm ındaki derisi m a- f
vim si beyazdı v e kısa, kahverengi saçları karla kaplanıp şaşırtıcı |
d ereced e insan şekline b en zeyen kafa derisine yapışm ıştı, jen na, |
Ephaniah’ın ağzındaki örtüyü kaldırıp nefesini kontrol etm ek için j
elini gögsü n e koym ası gerektigini biliyordu. A m a sıçan -ad am a do- j
kunm ayı hiç istem iyordu. Bunun neden inin sıçan -ad am ın bütün i
garipligi için de kendisine bu kadar yakın olm ası diye düşündü. Ep- :
haniah’ın bilinci yerin d eyk en insan tarafı belirgindi v e Jenna onun
içindeki sıçanı p ek fark etm iyordu bile -a m a şim di sıçanın içinde­
ki insanı g ö rm ed e zorlanıyordu. Başını kaldırıp B eetle’a baktı; kapı j
eşiğinde durm uş Ephaniah’a bakıyordu. “ Sence hâlâ yaşıyor m u?”
diye sordu fısıldayarak.
Beetle yavaşça başını salladı. “ Evet...” dedi, zam an ölçerini bir
elin den diğerin e geçirirken -en d işeliyk en yaptığı bir alışkanlıktı j
bu. S ıçan-adam ın gözlerinin bir an için titreştiğini düşündü, a m a ;i
bir şey söylem edi.
Sobadaki ateş alev alevdi artık. Ephaniah’ın kaftanından bu­
har yükseliyor, küflü, nahoş bir koku odayı dolduruyordu.
“ Bizi takip etm iş olm alı,” dedi Septimus, Ephaniah’a bakarak.
“ Benim gördü gü m o olm alı...”
“ Sen, onu gördü n m ü?” diye sordu Jenna. “ N ed en sö ylem e­
din?”

326
Arayış

"Şey... em in d eğild im .”
“Zavallı Ephaniah,” dedi Jenna. “ Uzun G eceler Ülkesi’ndeki
kar tilkileri gibi kam uflaj yap m ış.”
“ Evet. Şey, ö yle değil. S öylem ek istem edim , çünkü... Karan­
lık bir şey hissettim .”
“ Ephaniah’ı k aran lık mı hissettin?”
Septimus o m u z silkti. “Şey, ben...”
Beetle dikkatlice Ephaniah’a bakıyordu. “ Sep.”
B eetle’ın sesinde Septim us’un tüylerini diken diken ed en bir
şey vardı. “ Ne?” diye fısıldadı.
Beetle sessizce sol elinin küçük parm ağını uzatıp birinci ve
ikinci parm ağını üst üste bindirdi. Yazıcıların k a ra n lık için kul­
landığı işaretti bu. Septim us anlam ıştı -a m a Jenna anlam ıyordu.
Ürkerek Septim us’a baktı. Septim us ses çıkarm adan dudaklarıyla,
“Dışarı çık,” dedi.
“ N ed en ?” diye sordu Jenna. Sessizlikte sesi korkunç d e reced e
yüksek çıktı.
K im se cevap verm ed i. Bir süre sonra Septim us yanına geldi
ve Jenna hiçbir şey anlam adan kendini karların üstünde buldu.
“Am a...” Jenna boş yere itiraz etti.
“ Şişşttt!” d iye tısladı Septimus. “ Uyandıracaksın.”
“Neyi uyandıracağım ?”
B eetle sessiz ve hızlı bir şekilde kapıyı kapattı. Jenna, Septi­
m us’un bir g ec e ön ce yaptığı gibi iki elini kapıya koyup içinden bir
şeyler m ırıldandığını gördü. Sonra zafer işaretiyle başparm aklarını
havaya kaldırıp karda em ekledi. Bir süre sonra Jenna, Septim us ve
Beetle tarafından yakalanıp peşlerin de Ullr’la birlikte yan ıyorm u ş
gibi kulübeden kaçm aya başladılar.
V adiden hızla aşağı inerken karın üstünden atlıyor, ürkmüş
üç geyik gibi ağaçlardan kaçarak koşuyorlardı. Sag taraflarındaki

327
Angie Sage
dik bir yam aç ağaçların üstünde yükseliyordu. Yam acın dibine
vardıklarında soluklarını dü zene sokm ak için durdular. Tekrar va­
d iye bakıp kulübeyi g ö rm e y e çalıştılar. Ağaçların arasında tem b el
tem bel yükselen odun dum anı olm asa kulübeyi g ö rm ek m üm kün
olm ayabilirdi. »:
“T am am ,” dedi Beetle. “ G örebiliyorum . Ağaçların arasında
gizlen iyor olabilir, am a sanm ıyorum .”
“ Kim ?” diye sordu Jenna. "N e d e m e k istiyorsunuz -k u lü b e bi­
zi m i takip ediyor? Deli m isiniz siz?”
“ Ephaniah’ı diyoru m ,” dedi Beetle. “ O Ephaniah d e ğ il . ”
“ N e değil?” diye sordu Jenna.
“O Ephaniah değil,” dedi Beetle. “O bir Şey.”
“Şey m i?”
“ Evet. Elyazmaları O dası’ndaki. Çocukla gelip beni kovdura­
rak işim i alan Şey.”
“ Hayır. Hayır, ben buna inanm ıyorum . O Ephaniah.”
Septim us en dişeyle vadiden yukarı baktı. “Hadi, aramıza bi­
raz m esafe koyalım .”
Tekrar yola çıkıp aşağıya inen vadiyi .izlem eye başladılar. O n­
ları kulübeden uzaklaştıran her adım , Jenna’nın Ephaniah’a ihanet
ettiklerini hissetm esine neden oluyordu. Sonunda buna daha faz­
la dayanam adı. “ Durun,” dedi em ir veren bir ses tonuyla. “ Daha
fazla yü rü m eyeceğim . Geri dönm ek zorundayız.”
Septim us v e Beetle durdu. “ A m a Jen,” diye ikisi d e itiraz etti.
Jenna, kraliyet peleriniym iş gibi W olw erin derisine sarınıp çe-ı
nesini inatla havaya kaldırdı. Danışm anları nadir de olsa ona karşı
çıktıklarında annesi d e b öyle yapardı. “Ya ikiniz bana neler oldu-,
gunu söylersiniz ya da ben doğruca kulübeye giderim . H em en,”
dedi.

328
Arayış

Septimus derin bir nefes aldı. “Jen, dün g e c e kapıdaki gıcırtı


ben, Karanlık Karşıtı Büyü yaptıktan sonra geçti. Bu büyü yal­
nızca k aran lık şeylerde işe yarar. Gerçek Ephaniah olsa ö y le dur­
du ram azdım .”
“ Belki bir tesadüftür. Belki ço k yoruld u v e y a elleri dondu...”
Jenna düş kırıklığı içinde ayaklarını yere vurdu. Septim us nasıl bu
kadar em in olabilirdi?
“ Hayır, Jen,” dedi Septim us kesin bir şekilde. “ Beetle, Jen’e
gördüklerini sö yle.”
Beetle karla kaplı bir kütüğün üstüne oturdu. Son birkaç gün­
dür alışık olm adığı egzersiz yüzü nden bacakları ağrıyordu. “Yüzük
gördüm . K aranlık bir yüzük.”
“ N e d e m e k istiyorsun?” diye sordu Jenna.
“ İğneni alm ak için gittigim d e görm ü ştü m .”
“Neyi görmüştüm?'’
“ Çocuk değerli yılan şekerlem elerin i küçültüp sözleşmenin
bir parçası olarak Ş e y ’e verd i.”
“Sözleşme mi? Beetle sen neden bahsediyorsun?”
Beetle bazı şeyleri Jenna’ya açıklam ada zorlanıyordu. Jen-
na’ nın kendisine bakış şekliyle doğru dü şü nm e yeten eğin i kaybe­
diyordu. A m a d e n e m e k zorundaydı. Derin bir soluk alıp başladı.
“Jillie Djinn’in o değerli yazıcısı, hani şu M ah zen ’d e olan -h a ­
tırladın m ı?”
Jenna başını salladı.
“ İçinde k aran lık Ş ey var gibiydi. Çünkü iğneni bulm ak için
geri gittigim d e Ş e y ’i Tertius F u m e’a aktardığını gördü m . Çocuğun
Ş ey’e serbest bırakm a hediyesi verm esi gerekiyordu , yan ın d a y ı­
lan şekerlem esi dışında bir şey yoktu. Bu yü zden onu küçültüp
Ş ey’e verdi. Ephaniah’ın serçe parm ağında bu yüzüğü görd ü m .”

329
Angie Sage
“Hayır - am a nasıl olur?”
“Tek olası açıklama Şey’in Ephaniah’ın içine girmesi olabilir.
Çünkü Şey nasıl bir biçim e girerse girsen karanlık yüzük aynı kalır.”
“ Ben yüzük g ö rm e d im ,” dedi Jenna inada.
“ Sen bakm ıyordun Jen,” dedi Septimus.
Jenna inanam ayarak başını salladı. Ephaniah’ın terk edilm iş
bir şekilde kulübede bırakılması düşüncesinden kurtulamıyordu.
“ Ben - ben buna inanam ıyorum . Zavallı Ephaniah. Korkunç or­
m anda bizi takip etm iş olm alı. A m a öyle topallarken bize yetişm e­
si m üm kün değil. V e bağıram adı, değil mi? Peki biz ne yaptık? İçe­
ri g e lm e k için yalvarmasına rağm en bütün gece dışarıda bıraktık.
Şim di d e donarak ölm esi için kulübede terk ettik. Siz bunun
ön em li olm adığını düşünüyor olabilirsiniz, am a ben sizin gibi dü­
şü nm ü yoru m .”
“A m a Jen..." diye itiraz etti Septimus, peşinde Ullr’la Jenna
ayak izlerini takip ed erek geriye doğru koşm aya başlamıştı bile.
“Jen! Dur!” d iye bağırdı Septimus.
“ Ben olsam b agırm azdım ,” dedi Beetle. “ N eyin beklediğini bi­
lem ezsin. Hadi Sep, ona Ş e y ’den ön ce y etişm em iz lazım .”
A m a her zam an hızlı koşan Jen aralarına uzun bir m esafe koy­
muştu bile.

Beetle, ku lübeye Septim us’tan ön ce vararak kendisini bile şa­


şırttı. “Jenna...” dedi nefes nefese. “Jenna?”
Cevap yoktu. Kalbi hızla çarpıyor, Beetle, Jenna’nın karışık
ayak izlerini takip ed erek kapının önü ne geldi. Jenna’yı tek başına,
Ephaniah’ın bedeninin yattığı yerd ek i su birikintisinin ön ü n d e di­
kilirken buldu.
“ Gitmiş,” dedi Jenna.

330
Arayış

“ Güzel.”
“Ama... nasıl? Baygındı.”
B eetle başını iki yan a salladı. “ Bir an için gözlerin i açtığını gör­
düm. Bana baktı. Baygın olsan bunu yapam azsın.”
“A m a nasıl bu kadar hızlı gidebildi? Ephaniah doğru dürüst
yürüyemiyor bile.”
“ Kim in içine g ir d ik le r i o kadar ön em li d eğil,” dedi Beetle.
Jenna, B eetle’ın gözlerin e baktı. “ Gerçekten d e birinin Ephani-
ah’ın - n e diyordu nu z?- içine g ir d iğ in i düşünüyorsun, değil m i?”
Beetle ciddi bir şekilde başını salladı.
“V e yılan yü zü ğü parm ağında gerçekten gördün, öyle m i?”
“ Evet. Sol elinin serçe parm agındaydı. H ep oraya takarlar.”
“T a m am ,” d edi Jenna isteksizce. “Artık inanıyoru m .”
Beetle rahatlayarak gülüm sedi. Jenna onu dinlem işti. Bu çok
güzel bir histi.
Septim us nefes n efese geldi. “O nu tep ed e gördü m . Uzaklaşı­
yordu.”
“ Güzel,” dedi Beetle.
Jenna’nın sö ylem ek istediği bir şey vardı. “ Beetle, sana inan­
m adığım için özür d ilerim .”
“Ö n em li d eğil.” Beetle om u z silkti.
“ İnanm am gerektigini biliyoru m .”
“ N ed en inanasın ki -b u çok garip bir durum du. N ed en inan­
m an gerekiyor?”
“ Çünkü o çocuğun kim olduğunu biliyorum . Daniel Hunter
denen şu çocuk.”
“ Biliyor m usun?”
“ D om D a n ierın çırağıydı. Hatırlıyor m usun Sep? Çok değiştiği­
ni biliyoru m -b o y u uzamış, cildi kötüleşm iş ve saçları ço k uzayıp
korkunç o lm u ş - am a oydu, değil m i?”

331
■i

Angie Sage |
Septim us yüzleri çok iyi hatırlayamazdı. A m a Jenna söylediği- j
ne göre doğru olduğunu biliyordu. “Dem ek bu yü zd en ben o ld u - ;
gum u söyledi -çü n k ü on yıl boyunca öyleydi. Y a da o öyle sandı. '
Zavallı çocuk.” -b'j
Beetle şaşırmış görünüyordu. “ Sana daha sonra anlatırım ,” !
dedi Septimus. “A m a yola devam etm eliyiz.” Pusulayı uzattı. İbreJ
hâlâ aynı yönü gösteriyordu -a m a um duğu yön ü değil. “ Kahret- i
sin. Ş e y’in gittigi yön ü gösteriyor.” j
“Onu takip etm ek zorundayız,” dedi Jenna. ?>Jj
“ Hayır Jen. Bu çok tehlikeli,” d iye itiraz etti Septimus. '{
Jenna inatla alt dudağını ısırdı. “U m urum da değil, Sep. E ğeri
Foriks Evi o yön d eyse o tarafa gid ecegiz.” ;
Septimus, B eetle’a baktı. “Şey’i takip etm ek delilik. Sen de ba- j
na katılıyor musun Beetle?” i
“Şey...” Beetle tereddüt etti. -j
“Beetle,” diye itiraz etti Septimus. i
“ Eger doğru y ö n d e gidiyorsa onu takip etm e m e m iz daha bü­
yük bir yanlış olur. Onu izlersek gözaltında tutarız. Bir Şey’in önün­
de olması, ne yaptığını g ö rem eye ceğin arkanda olm asından daha
iyidir.” :i
“ Evet,” dedi Jenna hızla. “Ben de b öyle düşünüyordum .”
“ Biliyorsun Jen,” dedi Septimus, Şey’in izlerini takibe başlar­
larken. “ Bazen bana gerçekten M arcia’yı hatırlatıyorsun.”

332
40 -4-
Uçu ru m u n kenari

\ / ulübeden uzaklaşan sürünm e izlerini takip ettiler. İzler,


I ^ ^ ^ S n o r r i ’nin haritayı işaretlediği küçük taş köprü ye gidiyor,
sonra dik bir yam a ca çıkıyor, arkasındaki d iğer va d iye iniyordu.
Geniş vadin in başındaki yüksek ağaçların arasından geçerlerken
her y er sessiz v e karla kaplıydı; dalları sallayan en ufak bir rüzgâr
bile yoktu. Bir iki kez ço k aşağıda sen d eleyerek garip bir şekilde
yürüyen Ş e y ’i gördüler, am a kaftanının beyazı karın üstünde g ö ­
rülm esini zorlaştırıyordu. Sonunda onlardan iyice uzaklaştı v e g ö z­
den kaybettiler.
Y in e de izlerini takip e tm e y e d eva m ettiler. Pusulanın ibresi
onları vadi zem in in d ek i don m u ş bataklığa indirdi. Orası belirgin

333
Angie Sage
şekilde soğuktu. Buz v e bataklık çam urunun karışımı ayaklarının
altında çatırdıyor, yüksek, siyah sazlar karların arasından yükselip
W o lw erin derisi pelerinlerin e takılıyordu. Bayır aşağı in m eye de­
vam ederlerken bataklık, geniş, donm uş bir akıntıya dönüştü. Şey ,
uzun, sürünen adım larla ilerlem işti. Jenna, Ullr’u kucaklayıp sırt
çantasının üstüne koydu. Kedi çantanın üstüne tehlikeli bir şekil- ■
d e yerleşip etrafı onaylam ayan bakışlarla taradı. Karda düşe kalka,
ilerlem eye d eva m ettiler. Sonunda sabit bir kaym a ritm i tutturup
pürüzsüz buz y ü zeyd e hızlandılar.
Akıntı hızlandı, vadin in aşağı tarafına vardılar. Ö nden giden ;
Septim us birden yükselen devasa, yoğun , b eyaz bir sis bulutu gör- :
dü. Kayarak durunca Beetle ona, yakından takip ed en Jenna da Be­
etle’a çarptı, Ullr yüksek sesli bir m iyavlam ayla yere uçtu.
“A hh,” dedi Beetle, üzerini silkeleyip ayağa kalkm aya çalışır- ;
ken. “ Fren yaptığını bize söyleyebilirdin .”
“Zam anım olm adı,” dedi Septimus. “ Bakın.” Sisi işaret etti.
Beetle dişlerinin arasından bir ıslık çaldı. “ Bu da nereden çıktı?”
“ Ben gördü m , am a kar sandım ,” dedi Jenna.
Bu doğru ydu - sis de karla aynı renkteydi. Göz alabildiğine
soldan saga uzanıyor, karla kaplı g ri-b e y a z gökyü zü yle karışıyor­
du. Jenna sisi sevm iyordu ; ona M arram Bataklıklarında bu_yulu
bir sisin içinde m ahsur kaldığı, birkaç adım ötesinde kalbine nişan
alm ış olan tabancanın klik sesini duyduğu zam anı hatırlatıyordu.
“Sizce Şey onun içinde bizi m i bekliyor?”
“ Hayır,” dedi Beetle. “ Bak ~Şe_y sisi bizden ön ce görm üş. İzle­
ri burada.” Düzensiz izler donm uş akıntıdan ayrılm ış, kendi üzer­
lerine dönm üş v e tep eye doğru gidip ağaçların arasında kaybol­
muştu.
Yolları tararken uzun, alçak sesli bir hom urtu yeri sarsm aya
başladı. Sisin derinliklerin den bir şey geliyordu.

334
Arayış

“ D uyuyor m usunuz?” d iye sordu Jenna. Gözleri irileşip rengi


solmuştu.
Septim us v e Beetle başını salladı.
“ Koşalım m ı?” diye sordu Beetle ayaklarının altındaki y e r sar­
sılırken. “Ş im di/’
“ N ereye?” d iy e sordu Jenna etrafına bakınarak. Hiçbir y e r gü­
venli görünm ü yordu .
Septim us başını iki yana salladı. “ Hayır... hayır. Uzaklaşıyor.
Dinleyin. Yan ım ızdan geçti. Her neyse.”
“O şey her neyse, yolu na çıkm ak istem ezd im ,” diye m ırıldan­
dı Beetle.

Çok uzakta olm ayan tepenin başındaki Şey durup sisin kıyı­
sında tereddütlü bir şekilde dikilen üç figü re baktı. Yüzünü buruş­
turup Ephaniah’ın sıçan dudaklarında çirkin bir gü lü m sem e belir­
di. Yalnızca birkaç dikkatsiz adım la işini tam am lam ış olacaktı.
A m a ön em li değildi - Foriks Evi’ne gitm elerin e izin verecekti. Ve
eger Foriks’i kaçırırlarsa yen i efendisinin verd iği talim atı yerin e ge ­
tirecekti. Şey yen i efen d isin e saygı duyuyordu. Kullanışsız b e d e­
ninden iyice sıkılmış, yavaş v e hantal bir şekilde dönü p karda yü­
rüm eye d eva m etti.

Akıntının yanındaki Septim us pusulaya bakıp sinirli bir şekil­


de salladı. “ Kes şunu.” A m a ibre kendisine söylen en lere aldırm a­
yıp deli gibi d ö n m e y e d eva m etti. “Jen, haritaya baksak iyi olacak.
Galiba deliğin kenarına geld ik.”
“ K elim en in tam anlam ıyla doğru söylüyorsun,” d edi Beetle
yutkunarak. “Bakın.” Sis, havada d ön en girdapların ve burgaçların
bir karışım ından oluşuyordu. Bazı y erlerd e yoğun , d iğerlerin de

335
Angie Sage
n eredeyse berrak olan sis sürekli değişiyordu. İşte bu berrak nok­
talardan birinde Beetle yalnızca birkaç adım öted e don m uş akıntı­
nın buz şelalesine dönüştüğünü, uçurum un kenarından aşağıya
döküldüğünü görmüştü.
“ Oh...” Septim us se n d e le y ip g ö zle rin i kapadı. Y ü k seklik
korkusu topuklarından yukarı doğru hücum ed ip başının d ö n m e­
sine yol açtı.
Beetle v e Jenna ö n e doğru em ek ley ip dikkatlice aşağıya bak­
tı. A yak bileklerini sarıp iliklerine kadar donm alarına neden olan
sis yükseldi. Beetle kenara biraz daha yaklaştı; şelalenin yanındaki
taş yığınından bir taş alıp uçurum a doğru fırlattı. Taşın dipte yan ­
kılanm asını bekleyerek birkaç saniye saydı, am a bir dakika geçm iş
olm asına rağm en hâlâ hiçbir şey duym am ışlardı. Ani bir rüzgâr
B eetle’ın pelerinini yakalayıp gürültülü bir şekilde çırptı.
“ B eetle!” diye yutkundu Jenna, onun kolunu yakalayarak.
“Çok yakınsın. Geri gel.” Bu tam B eetle'ın annesinin yapacağı bir
hareketti. Eger annesi olsaydı Beetle sinirlenir v e kenara biraz da­
ha yaklaşırdı -a m a Jenna için b ö yle bir şey söz konusu değildi. Jen-
na’ya hiç kızm ayan Beetle, onun kendisini çekm esin e izin verdi.
Bu arada Septim us’un kenara yaklaşm ak gibi bir niyeti yoktu.
Güvenli bir m esafede güzel, sağlam bir agaç bulmuştu. Başı hâlâ
dön erek ağaca yaslandı. Uzun zam andır böyle bir baş dön m esi his­
setm em işti - Büyü Ç u b u gu ’nun elin de olduğu zam anlarda hiç
hissetm iyordu. Şu anda Büyü Ç u b u gu ’nun yanında olm asını ne
kadar isterdi. Bu yolculuğu çok kolaylaştıracak olan tek şeyi elin­
den aldığı için M a r d a y a m innettardı. Derin bir nefes aldı. Birkaç
adım ötesinde hiç görm ed igi kadar derin bir uçurum vardı. Septi­
m us’un bunu bilm ek için kenara yaklaşm ası gerek m iyord u - bu­
nu bütün b ed en iyle hissedebiliyordu v e biliyordu.

336
Arayış

Genç O rdu ’da söylenen bir sözü hatırladı: Kenara gelince, dur
ve düşün. Artık biraz daha büyüdüğü için papağan gibi ezb erled i­
ği tekerlem eler, daha ön ce olm adığı kadar anlam lı g e lm ey e başla­
mıştı ona. Bu yü zd en ağaca dayanm ış olarak -u çu ru m un kıyısına
en fazla bu kadar yaklaşabilirdi- d ü şü n m eye başladı. A r a y ı ş ı dü­
şünüyordu, je n n a v e B eetle’a A r a y ış T a ş ı’nı anlatması gerek iyor­
du. Onlara kendisi olm adan yola d eva m etm elerin i söyleyecekti.
Kendisi d e A r a y ış ’ı gerçekleştirm eliydi. A m a sonra Jenna v e Beet-
le’dan ayrıldığını, N ick o’yu bulm aları için onları yalnız bıraktığını
düşündü v e bunu yapam ayacağını anladı -b u n u yapam azdı.
Jenna’nın sesi düşüncelerini böldü. “ Bak, Sep,” dedi, haritayı
ağacın altına sererek. “ Hayır, Ullr, git başka bir yere otur,” dedi, ke­
diyi yum u şak bir şekilde haritanın üstünden iterek. Ullr etk ilen m e­
miş görünüyordu. Kara oturup patilerini yalam aya başladı. Jenna
çö m elip parm ağını kayıp parçanın olm ası gerektigi yerdeki boşlu­
ğun etrafında gezdirdi. “ Haritadaki deliğin kenarının uçurum un
kenarı olm ası ço k garip,” dedi. “ Sanki gerçek bir delikm iş gibi. N e
d e m ek istediğim i anlıyor musun? Foriks Evi’nin şurada olduğunu
düşünüyorum .” Sisi işaret etti. “ Şim di anlaşılıyor. Burası Ells hala­
nın büyük çukur ded iği yer olm alı.”
Beetle birden, “ Bakın!” dedi. “ Bir köprü var.” Bir ıslık çaldı.
“N e köprü am a.”
Uzakta, sol taraflarında havaya doğru yükselen ve sisin içinde
kaybolan uzun, ince yapıyı görebiliyorlardı. Çok güzel görünüyordu
-in c e halatları boşlukta asılı duran örü m cek ağlarını andırıyordu.
“ İşte bu !” d edi Jenna heyecanla. “ Bütün y a p m am ız gerek en
köprüyü geçm ek. Sonra Foriks Evi’ne varacağız. Bu harika değil
m i?”
“ Harika,” dedi Septimus, m idesin d e başlayıp ayaklarına kadar
inen kötü hisle. “ G erçekten harika.”

337 F : 22
Angie Sage
Uçurum un kenarını, Septim us’un ısrarı ü zerin e uygun bir
m esafeden takip ed erek köprüye doğru yola çıktılar. Bir süre son­
ra bu garip yerd e ilk kez bir yolu gerçekten izlediklerini fark ettiler.
Kar insanlardan çok hayvanlar tarafından karıştırılmışa ben ziyor­
du. Septim us elin de olm adan bunların ne tür hayvanlar olduğunu
m erak etti.
Sabah ilerledikçe güneş sisin üstüne yükseldi v e ağır kar bu­
lutları açılm aya başladı. A m a sis hâlâ varlığını sürdürüyor, yanla­
rındaki büyük bir yaratık gibi değişip hareket ediyordu. Septimus
bazen aşağıdan, sisin derinliklerinden gelen sesler duyduğunu dü­
şünüyordu. Jenna bir keresinde birisinin bağırdığından em in bir
şekilde durdu.
Yakında köprüye adım atacakları v e bu değişen sis küm esinin
içine girecekleri düşüncesi üçünü, özellikle de Septim us’u rahatsız
ediyordu. O geride kalırken Jenna v e Beetle yola d eva m etti. W ol-
w erin derili iki figürü takip ederken başka bir şey daha Septi­
m us’un zihnini m eşgul etm ey e başladı. Çok isteksiz bir şekilde,
am a isteğine d iren em ed en elini tuniğinin cebin e sokup A rayış
Taşı’nı çıkardı. Bakm aya cesaret e d em ey e re k gözlerini kapadı,
am a sonra uçurum un kenarına ne kadar yakın olduğunu hatırla­
yarak gözlerin i tekrar açtı. Taş sarıydı. Sarı seni kardan geçirir, di­
y e düşündü içini kaplayan kötü bir hisle.
Jenna dönüp birdenbire, “ H ey Sep. İyi misin?” diye sordu.
Septim us hızla elini cebine soktu. “ Evet, iyiyim ,” dedi.

U çurum un kenarında yollarına devam ederken saga kıvrılan


büyük bir daire çiziyorlardı, am a sis sürekli köprüyü gizliyordu.
Yollarının ü zerin de duran, karla kaplı kalın bir ağaca yaklaşırken
sisin arasından iki uzun, d em ir sütun yükseldi. Uzun, ince ve garip

338
Arayış

d en ecek şekilde güzel sütun çifti, hafifçe geriy e yatm ış, sisin ne­
m iyle parlıyordu. Uca doğru sivriliyor, aşağıdaki uçurum dan yük­
selen siste kayboluyorlardı. Septim us bir korku hissiyle geldikleri­
ni anladı.
“Vay canına...” dedi Beetle. “Şuna bakın.”
Septim us bakm am ayı tercih ediyordu.
Köprü, kavisli bir şekilde gökyü zü ne doğru yükselen ve sisin
arasında gözd en kaybolan iki kalın kablonun arasına yerleştirilm iş
tahta kalaslardan oluşuyordu. Uzunluğunu m erak etti. Yalnızca
birkaç m etre m i yoksa k ilom etreler boyunca m ı uzanıyordu? Sep­
timus ikinci olasılığın doğru olduğunu hissetti. Garip bir yapıydı;
sütunların tepesinden dört kablo aşağıya sarkıyordu. Kabloların
ikisi g eriye uzanıyor, karın içine göm ülü yordu. Diğer ikisi köprü­
nün kavisini takip ediyor, sisin içinde kayboluyordu. Septimus “ ke­
nar” ya da “ korkuluk” gibi bir şey arıyordu, am a bütün gördügü
birkaç tane ipti. Septim us bu tip köprüler konusunda kâbuslar g ö ­
rüyordu -a m a hiçbiri bu kadar kötü değildi.
Septimus, Jenna ve B eetle’a baktı. Onların da bu köprü konu­
sunda mutlu olm adıklarını görüp m em n u n oldu. Varacakları anı
m üm kün olduğu nca erteleyeb ilm ek için Sam ’in balıklarından y e ­
m eyi ön erm ek ü zereydi ki arkalarındaki ağaçtan gelen bir kıpır­
danm ayla irkildi.
“ Bu sana pahalıya mal olacak,” dedi yukarıdan gelen boğuk
bir ses.
Sam onlara ve d a ettiğinden beri duydukları ilk insan sesiyle
hepsi birden yerlerin d en sıçradılar.
“ Sana pahalıya m al olacak d e d im ,” d iye tekrarladı ses.
Septim us başını kaldırdı. “ N eredesin?” diye sordu.
“ Ağacın üstünde. V e şim di aşağıya in iyoru m .”

339
- > • 41 ■ + -

KÖPRÜ BEKÇİSİ

aştan aşağı kürkler içindeki

B ufak tefek, za y ıf adam ağaç­


tan inip kadarın üstüne atladı. İk
çük siyah bon cu k gibi d erin e kaçm ış
gözleri Jenna v e B eetle’a baktı, sonra
on lara d o ğru g e le n S e p tim u s’a
odaklandı. A dam ın kahveren­
gi, kırışık yüzü Jenna’nın aklı­
na bir keresinde panayırda gör-
dügü org çalan bir m aym u n u getir­
di - o zam anlar m aym u nun yüzü­
nü sevm em işti, şim di d e bu ada­
m ın yüzünü beğen m em işti.
Adam , Septim us’un da ken­
dilerine katılmasını bekleyip ko­
n u şm aya başladı. “ M erak
**»•«.- ' ‘

340
Arayış

ediyorsanız d iy e söylü yorum , ben Köprü Bekçisi’yim . K im se ücre­


tini v e rm e d e n köprüden geçem ez. Bazıları; ötek ilerden fazla öder.
Değişir.”
“ N ey e g ö re değişir?” d iye sordu Jenna, adam ın kendisine ba­
kışlarından hiç hoşlanm am ıştı.
“O nlardan hoşlanıp hoşlanm am a v e ne kadar altın taşıdıkları­
na bağlıdır.” Nahoş bir şekilde gülüm sedi. İki sıra altın diş, şekil ve
büyüklük bakım ından garip bir şekilde uyum suz görünüyorlardı.
“M erak etm ey in küçük hanım ,” dedi. “ G ördüğüm kadarıyla hâlâ
kendi dişleriniz var v e ben im işim e yaram azlar. Ben adil bir ada­
m ım . İnsanlardan v e rem ey ec ek leri şeyleri istem em .” Başını egle-
niyorm uş gibi salladı. “ A m a insanların g erek tiğ in d e n eler ve reb il­
dikleri beni her zam an şaşırtmıştır.” Uzun, soluk renkli dilini dü­
zensiz dişlerinde g ezd irip sırıttı.
“ Peki, köprüden geçm en in ücreti ne kadar?” d iye sordu Jenna.
“ G eçm eyi ne kadar istiyorsunuz?” d iy e sordu Bekçi.
Hiçbiri cevap verm ed i, çünkü hiçbiri köprüyü gerçekten g e ç ­
m ek istem iyordu. Bütün istedikleri karşı tarafta olmaktı.
“ K öprü den g e ç m e k istiyor m usunuz, yoksa sadece bakıyor
m usunuz?” d iy e sordu Bekçi sinir bozucu bir ses tonuyla. “ Bakm a­
ya da ücret alıyorum . İnsanların bütün gün bakarak burada kala­
balık etm elerin e izin v e re m e m .”
“ Biz geçiyo ru z,” dedi Jenna kararlı bir şekilde. “ N e kadar isti­
yorsun?”
K öprü Bekçisi, Jenna’yı baştan aşağı süzdü. “ Küçük hanım .
Güzel başınızdaki şu altın taç. Onu istiyorum .”
Jenna’nın elleri altın taca gitti -a n n esi kraliçenin kızken taktı­
ğı taçtı bu. “Bunu alam azsın!” diye yutkundu.
A d a m o m u z silkti. “O zam an g eçem ezsin iz.”

341
Angie Sage
Jenna’nın kalbi sıkışmıştı, tacı alm ak için uzandı. Bu yalnızca
bir eşya, d iye düşündü. N icko b en im için altından daha değerli.
H em de çok daha değerli. A m a bekçi onu görm edi, B eetle’a bakı­
yordu. “ Sen, çocuk -za m a n ölçerini istiyorum .”
Beetle şok geçiriyordu. “Zam an ölçerim olduğunu n ereden bi­
liyorsun?”
A dam durakladı. “Tıkladığını duyabiliyorum . Kulaklarım iyi
duyar.”
Beetle kaşlarını çattı. Septim us’a bir bakış attı, o da başını ha­
fifçe ön e doğru sallayarak karşılık verdi. “Ve sen çocuk,” dedi K öp­
rü Bekçisi, Septim us’a dönerek. “ Ü zerin de altın taneleri olan güzel,
güm üş bir kem erin var. Bana yeter. İçindeki küçük ıvır zıvırı da alı­
rım .” A dam onlara parlak sarı gü lü m sem esiyle baktı. “Görüyorsu­
nuz -b e n adil bir adam ım . Elinizde olm ayanı istem iyoru m .” Ce­
binden, tahta bir halkadan sarkan büyük kadife bir çanta çıkardı.
Hızlı bir hareketle halkayı açtı ve çanta boş bir çorap gibi asılı kal­
dı. O rg çalan m aym u n a b e n zeyen Köprü Bekçisi çantayı Septi­
m u s’a doğru itti. “ İlk sen geçeceksin çocuk. K em erin i şuraya koy.”
Septimus, dişlerini beklentiyle yalayan Köprü Bekçisi’nin kar­
tal bakışları altında, yavaşça çırak kem erini açtı. “A cele et, çocuk.
Bu hızla gidersen gün ışığında geçem eyecek sin .” Septimus, zam a­
na ihtiyacı olduğunu düşünerek ağır hareket ediyordu. Genç Or­
du ’da sıkça söyledikleri bir sözü hatırladı. Savaşı kazanmak için
doğru zamanın gelmesi gerek. Doğru zam an, diye düşündü, dişle­
rini sıkıp, doğru... zaman1”
K em er sonunda klik sesiyle açıldı v e Köprü Bekçisi çantasıyla
birlikte ön e eğildi. O anda Septimus, Jenna’nın şaşkın bakışları al­
tında adam ın üstüne atılıp y ere devirdi. A dam bir kar yığınının içi­
ne düştü. Septim us’u üzerinden atm aya fırsat bulam adan Beet-

342
Arayış

le’da ü zerlerine atladı. Jenna deh şet içinde seyrederk en üçlü d ev


bir kar topu gibi uçurum un kenarına yaklaştı.
Köprü Bekçisi iriyarı bir adam değildi, am a güçlüydü v e Beet-
le’ ın ağırlığı - v e birkaç yu m ru k in d irm e isteğ i- olm adan Septi­
m us’un hiç şansı yoktu. Jenna kar topunun uçurum un biraz geri­
sinde durduğunu görü n ce rahatladı. Septim us v e Beetle, adam ın
üstündeydi. “ İt onu aşağıya, Sep -ş im d i!” d iye bağırdı Beetle.
“ H ayır!” diye bağırdı Jenna. Birini ölü m e itm e fikri onu dehşe­
te düşürmüştü. “Hayır. Bunu yapam azsınız. Yapamazsınızf
Jenna haklıydı. Jenna’nın çığlığı ve oğlanların dikkatlerinin g e ­
çici olarak dağılm ası yü zü nden Köprü Bekçisi biraz gü ç kazandı.
Ö fkeli bir darbeyle B eetle’ı itip patikanın buzlu kıyısına savurdu.
B eetle’ın başı buz duvarına çarparken bir çatırt sesi duyuldu. Kula­
ğının arkasından kan süzülüp karı p em b e ren ge boyarken y ere yı­
ğıldı.
Jenna, B eetle’a baktı. En azından gü ven d e v e kıyıdan uzaktay­
dı -a m a Septim us aynı durum da değildi. Hatta Septim us’un başı
uçurumun kenarından sarkıyordu. Köprü Bekçisi, Septim us’u uçu­
rum dan aşağı itm ekte kararlıydı.
Septim us sisin altındaki uçurum un ne kadar derin olduğunu
d ü şü n m em eye çalışıyordu. Köprü Bekçisi’nin acım asız itişiyle m ü ­
cadele ederken, adam ın nefesini ensesinde hissediyor, Büyü Çu-
b u g u ’nun yan ında olm asını her zam ankinden çok istiyordu. Bü­
y ü Çubugu’nu açıkça görebiliyor, n ered eyse elin de hissediyordu.
M arcia’nın kendisine verd iği çubuğun b eyaz kanatları uçuşuyor­
du...
Sonra birden Septim us m ü cad eleyi yitirip aşağı düşerken,
köprünün direklerinden birine tutunup uçurum un üstünde asılı
kaldı.

343
Angie Sage
Artık Köprü Bekçisi’nin ölm esin e aldırm ayan Jenna, adam a
bir yu m ru k savurup onu hazırlıksız yakaladı. A dam yüzüstü karın
içine düşerken tok bir ses duyuldu. Sersem lem iş bir şekilde karda
sürünüp düşen altın dişini aradı.
Jenna göreceklerinden korkarak yüzü b em b eya z olm uş bir
şekilde uçurum un kenarından baktı. “Elimi tut Sep. Çabuk ol.”
“ Hayır Jen. Seni de aşağıya çekerim .”
Jenna çok öfkeliydi. “ D ediğim i yap Septim us!” diye bağırdı.
Septim us dediğini yaptı. Jenna’nın elini tuttu v e o kadar kolay
yukarı çıktı ki ikisi birden şaşkınlıkla kara yuvarlandı.
Bu arada Köprü Bekçisi’nin dişini bulmuştu, am a kan lekeli
altın parçasını alınca yü zü nde öfkeli bir ifade belirdi v e dişi tiksin­
tiyle fırlattı. Buraya bunun için gelm em işti -b u rad a n e yapıyordu?
A m a kendi sorusuna cevap bulam adan iki am ansız kuvvet onunla
buluşup kenardan aşağı yuvarladı.
Jenna şok geçirerek yaptıkları şeye baktı. “Gitti,” diyebildi bir
tek.
Septim us o kadar em in değildi. Kontrol etm ek için uçurum un
kenarından aşağıya baktı. Birden eldivenli bir el sisin arasından fır­
layıp Septim us’un pelerinini yakaladı. Septim us g eriy e doğru sen­
d eleyip pelerinini kurtardı - Köprü Bekçisi, Septim us’un tutundu­
ğu direğe asılmıştı. Ö fkeli gözleriyle Septim us’a bakıyordu. “ Kaçış
yok, çırak,” d iye gürledi. “Karartma yapıldı.”
“Kim... nesin sen?” diye sordu Septimus.
Köprü Bekçisi güldü. Elini m etal direkte donm uş olan eldi­
ven d en çekti, Septim us’a bir ham le daha yaptı. Septimus, adam ın
bileğini havada yakaladı. Köprü Bekçisi’nin bileğin de tam bulm ayı
beklediği şeyi gördü: küçük, siyah yılan şekerlem esi.
“Bunu ben alayım ,” dedi Septimus. Bandı Köprü Bekçisi’nin

344
Arayış

parm ağından alırken adam, Septimus’un Karanlık B il olduğunu


bildiği dilde bir şeyler söylüyordu. Çok kötüydü. Karanlık lanet ku­
laklarına dolup beynine ulaşıyor, onu rahatsız etm eye çalışıyordu,
ama Septimus karanlık karşıtı ilahileri hatırlayıp tekrar tekrar m ı­
rıldandı. Bu arada adam ın elini direkten çek m eye çalışıyordu.
A m a k aran lık hâlâ akm aya devam ediyordu v e Septimus
gücünün azaldığını hissediyordu. “Yardım et, Jen!” d iye bağırdı.
Jenna da h em en yanına gelip birlikte adam ın elini direkten kurtar­
m aya çalıştılar. V e birden başardılar. Adam dan g eriye kalan tek
şey direğe asılı kalan yünlü eldiven di - v e sisin içinde hızla kaybo­
lan bir çığlık.
Jenna buzun üstüne çöküp başını ellerinin arasına aldı. “ Bunu
yaptığım ıza inan am ıyoru m ,” dedi. G özlerinde dehşet dolu bir ifa­
deyle Septim us’a baktı. “ Sep, az ön ce birini öldürdük.”
“ Evet,” dedi Septim us yalnızca.
“A m a bu çok korkunç,” dedi Jenna. “ Ben... ben bunu asla dü­
şü nem ezdim ...”
Septim us yeşil gözlerin de ciddi bir ifad eyle on a baktı. “ Bu bir
lüks, Jen,” dedi.
“ N e d e m e k istiyorsun?”
Septim us ayaklarının dibindeki karışık v e kanlı kara baktı. Ce­
vap verm esi biraz zam an aldı. “Yani...” d iye yavaşça konuşm aya
başladı. “ Hayatını yaşarken, senin hayatta kalm an için birinin öl­
m esinin gerektigi bir durum la karşılaşm ıyorsan şanslısın d e m ek ­
tir. Ben bunu kastediyordu m .”
“ Bu çok korkunç Sep.”
Septim us o m u z silkti. “ Bazen b ö yle olur. Bunu G enç O rdu ’da
öğrendim . W o lw erin çukurundaki ya sensindir ya da düşm anın.”
Jenna başını yavaşça iki yana salladı, yaptığına hâlâ inanam ı-
yordu.

345
Angie Sage
“Jen -bak. Bu kendini daha iyi hissetm eni sağlar m ı?” diye
sordu Septim us sessizce. Küçük yılan şekerlem esin den yapılm a
yüzüğü gösteriyordu.
“O h.”
“Sol parm agındaydı. O Ş e y ’di Jen. Ya o ölecekti ya biz. O öl­
m ek zorundaydı -b u n u biliyorsun.”
“A m a o aynı zam anda Köprü Bekçisi’y d i.”
“ Evet. B iliyorum .”
Septim us yavaşça ayağa kalktı, yavaşça uçurum un kenarına
yaklaştı. Cesaret ed eb ileceği kadar yakında durup k aran lık k a r­
şıtı ilahiyi m ırıldanıp şekerlem e yüzüğü parm aklarının arasında
ezip boşluğa attı.
Arkasından alçak sesli bir inilti yükseldi. Jenna ayağa fırladı.
“ B eetle!”
“ Aahhhhh...” d iye cevap geldi.

B eetle’ı, Köprü Bekçisi’nin agaç evin e çıkarabilm ek için çok-


uğraşm aları gerekti. Ağacın gövd esin e oyulm uş basam ağa benzer
girintiler hiç yardım cı olm uyordu. Septim us itti, je n n a çekti v e so­
nunda iki dalın arasına konm uş eğreti kalas v e deri platform a çık­
m ayı başardılar. A gaç evin girişini iriyarı, kırm ızım sı bir hayvanın
postu örtüyordu. Jenna girişteki bu örtüyü yavaşça kaldırdığında
hayvanın pençeleri takırdadı. A gaç evin içerisi kü f kokuyordu - v e
garip şekilde tanıdıktı. Jenna içeriye baktı, am a zifiri karanlıktı; bü­
tün görebildigi zem in in de postla kaplı olduğuydu.
Jenna ve Septimus, son bir kaldırm a v e itm eyle uyuşuk - v e
çok a ğ ır- B eetle’ı agaç evin içine soktular. Ardından kendileri de
içeri süründü.
A m a içeride başka birisi daha vardı.

346
42 ■
YENİDEN BİRLEŞME

eptim u s’un Ejderha Yüzü gu nün sarı parıltısı yarı sıçan, ya ­

S rı insan yüzünü aydınlatınca Jenna çığlığını bastırdı.


Ephaniah G reb e’in bedeni, Şey ’in daha çe vik olan Köprü Bek-
çisi’nin bedenini aldığı zam an onu bıraktığı y e rd e duruyordu. Ep-
haniah’ın başı kırık bir b eb ek gibi yana düşmüştü. Beyaz kaftanı
yıkanm ayı bek leyen kirli çarşaflar gibi görünüyordu. Jenna onu
görür g ö rm ez Şey ’in içinden ç ık tığ ım anlamıştı. Şim diki Epha-
niah’la onu son gördü gü zam anki Ephaniah arasındaki çok fark
vardı. Bu Ephaniah’tı -b u n a d iğerin e karşı duyduğu tiksintiyi, bo­
ğucu sıçan hissini, acım a v e çaresizlik duygusunu hissetm iyordu.
Ve serçe parm ağında yüzü k olm adığın ı da görebiliyordu. Sıçan
adam ın yanına koyu p elin e dokundu. Soğuktu.
“ Oh, Sep, bir şey... duyuyor musun?” d iy e fısıldadı.

347
Angie Sage
Septimus, Jenna’mn neyi sorduğunu biliyordu. İnsan tara­
fın d a k i kalbinin sesini duym ak için kulak kabarttı. “ Sanm ıyo­
rum ,” dedi. Sonra Jenna’nın yü z ifadesini görüp aceleyle ekledi.
“A m a sanırım bunun neden i daha çok sıçan olması. Bütün duydu­
ğum çok yavaş olan B eetle’ın kalp atışı v e oldukça hızlı olan senin
kalp atışın.”
“O h,” dedi Jenna şaşırarak. “Ö zür dilerim . Y a seninki?”
“ Kendi kalp sesini asla d u y a m a zs ın / ’ dedi Septimus. Bir an
düşündü. “ Eski usul yapacağız,” dedi.
Septimus, Ephaniah’ın yanına çö m e lip cebin d en sim ya kutu­
sunu çıkardı. T en ek e kutuda je n n a ’nın, Septim us’un bunları ne­
den isteyebileceğin e dair hiçbir fikrinin olm adığı bir sürü ıvır zıvır
vardı. Septim us kutunun içinden küçük bir ayna bulup Ephani-
ah’ ın iki ince, uzun dişin sarktığı h a fif aralık ağzına tuttu. Aynanın
üstünde h a fif bir sis belirdi. “ Hâlâ nefes alıyor.”
“Oh, Sep, bu harika.” Jenna yavaşça sıçanın burnunu okşadı.
İnsan hatlarının sıçan kürküyle bu kadar güzel birleşm esi onu bü­
yütüyordu. Kürkü okşarken Ephaniah’ın kirpikleri kışa bir an için
titreşti. “Beni gördü ,” dedi Jenna. “ Gözleri gülüm sedi. O iyi. İyi ol­
duğunu biliyorum.”
“ Bundan em in olm ak için biraz zam an gerek li,” dedi, hiçbir
şeyin kesin olm adığını bilecek kadar sim ya bilen Septimus. “A m a
en azından bir şansı var.”

Agaç ev, biraz garip olsa da şaşırtıcı d ereced e rahattı. Yerler


kırm ızım sı bir postla kaplanmıştı. Girişteki post kapatıldığında içe­
ri hiç ışık girm iyordu. Ephaniah’ın yattığı yerin karşı köşesinde ka­
lın bir taşın üstüne konm uş bir soba vardı. Jenna sobayı yakm ak
için B eetle’ın kav kutusuyla birkaç girişim de bulunduktan sonra
sonunda büyük, sarı bir alev çıkarm ayı başardı. Septimus, sobanın

348
Arayış

üstünde asılı duran eski bir tavayı alıp ağaçtan aşağıya indi, tavaya
biraz kar doldurdu. Tekrar agaç evin güven ilir ortam ına d ö n m ek
ü zereyken bir an durup etrafı dinledi. Kanı donduran bir u lum a
-b ir ge c e ön c e duyduklarıyla a y n ıy d ı- havayı deldi ve Septimus
ayaklarının altındaki yerin titrediğini hissetti.
İrkilerek başını kaldırıp bakınca uzun, koyu renk bir şey uçu­
rumun etrafındaki patikada durduğunu gördü. O na doğru geliy o r­
du - h em d e hızla. Septim us birden bunun - v e daha erken saatler­
de sisin içinde yanlarından gele n ş e y in - ne olduğunu anladı. Hiç
zam an kaybetm edi: tavayı atıp hızla ip m erd iven d en yukarı fırladı.
Kendini agaç evin içine atarken bütün agaç titrem eye başladı.
“ D ep rem !” d iy e bağırdı Jenna.
Septimus başını iki yan a salladı. “ Hayır,” dedi. “ Foriks!”
Jenna aynı anda hem korkuya kapılıp, h em d e bü yü lenerek
girişteki posttan dışarı baktı. Bir Foriks sürüsü karda hızla ilerliyor­
du. O kadar hızla ilerliyordu ki Jenna’nın gördü gü tek şey dörtnala
giden uzun kırm ızı bir post çizgisi v e dişlerdi.
“ G erçekler!” d ed i Jenna.
“Fazla gerçek ler,” dedi Septimus.
Birkaç dakika sonra agaç evin duvarlarını işaret ed en Jenna,
“ Bunun ne kürkü olduğunu biliyorsun, d eğil m i?” diye sordu.
“ Foriks,” d edi Septim us yüzünü buruşturarak.
Jenna gülüm sedi. “ Bu da d e m e k olu yor ki, şu anda Foriks
Evi’n d eyiz.”
“ Eh, keşke Nik d e burada olsaydı,” dedi Septim us hüzünlü bir
ses tonuyla.
“ Bence de.

jen n a, Septim us’u kar alm ak için tekrar aşağıya gönderdi.


“Geri gelirlerse onları duyarız,” d edi Septim us itiraz edince. “ Karı

349
Angie Sage
tem iz bir yerd en alm aya dikkat et. Akşam y em e ğ i için Foriks sal­
yası y e m e k istem eyiz.”
Septim us rekor sayılabilecek bir sürede kar alıp geldi. Jenna
biraz cadı içkisi hazırlarken Septimus, B eetle’ın yan ına oturup bek­
len tiyle Sim ya Kutusu’na baktı. Sonunda sim ya bilgisini gerçek bir
hasta üzerinde d e n em e fırsatı bulmuştu. Beetle her şeyden haber­
siz yan ında huzurlu bir şekilde uyurken solgun görünüyordu, am a
düzenli bir şekilde nefes alm aya deva m ediyordu. Sobanın koyu
sarı alevi agaç eve huzurlu bir aydınlık verirken, yayd ığı ısı içerisi­
ni Foriks derisinin iğrenç kokusuyla doldurdu. Septimus, B eetle’ı
uyandırm anın v e biraz cadı birası içm e zam anının geld igin e karar
verdi. Ü zerin de Sal Volatile yazan küçük bir şişeyi çıkarıp yen i has­
tasının burnuna tutm ak üzereyken Beetle birden gözlerin i açtı. Fo­
riks derisi kokusu Sal Volatile kokusu kadar etkiliydi.
B eetle’ın sag kulağının arkasında çirkin bir kesik vardı v e ar­
tık Beetle ısınm aya başladığı için yarası zonklam aya başlamıştı.
“A h h h !” diye itiraz etti Septimus, kurum uş kanı antibiyotiğe batı­
rılm ış yosunla tem izlerken.
Jenna kaynayan suya karam ela atarken onlara baktı. “ Beet-
le’m rengini m ora çevirdin Sep,” d iye kahkaha attı.
“ Mor m u?” dedi Beetle. “ N e yapıyorsun sen Sep?”
“ Bu Kantaron M enekşesi,” d iye açıklam ada bulundu Septi­
mus. “ Kesiğin m ikrop kapm asını engeller. A m a yarayı birleştirm e­
m iz gerekiyor. Bir dakika, burada bir şeyim var.” Septim us büyük
bir iğn e çıkardı.
“ O ne için?” diye sordu Beetle şüpheyle.
“ Oh, bu mu? Ben sim ya öğrenirken Marcellus, beni bir cerra­
hın çalışm asını seyretm eye götürmüştü. Birisi derin bir kesikle gel­
mişti v e doktor kesikleri dikiyordu.”
Arayış

“ N e yapıyordu ?” Jenna’nın gözleri kocam an olmuştu.


“ Şaka yapıyorsun,” dedi Beetle.
Septim us başını iki yana salladı.
“ Igghh Sep, bu iğrenç,” dedi Jenna. “ İnsanları böyle... un çuva­
lı gibi d ik em ezsin .”
“ Neden? İşe yarıyor.”
“ Eh, bana yapam azsın,” dedi Beetle. “ Bu yü zd en iğneyi kaldı­
rabilirsin.”
Septimus gülüm sedi. B eetle’ın yin e eskisi gibi konuştuğunu
duyduğuna m em n u n olmuştu. “ Seni d ik m eyec eğim Beetle. Kesi­
ğin o kadar büyük değil. H em zaten dikiş tutm ayacak bir yerde.
Yalnızca bandaj arıyordum . Hah, işte burada.”
Beetle, Septim us’un yarasının ü zerine tem iz bir yosu n parça­
sı koyup bandajla sarm asına izin verdi. Jenna’nın hazırladığı cadı
birasının hepsini içti v e kısa süre sonra Foriks postlarının üstünde
uykuya daldı.
“Marcellus, baygın değil de uyuyor olduğundan em in olm ak
için onu birkaç saatte bir u yand ırm am ız gerektigini söylerdi.”
“A m a ege r onu uyandırırsak uyuyam az, d eğil mi? Yaln ızca er­
tesi gün huysuz ve yorgu n olur.”
“ Biliyorum. Neyse, sanırım iyi. N efes alıp verişi norm al.”
Jenna gülüm sedi. “ Biliyor musun? M arcellus’un zamanında
hapsolm an korkunç bir şeydi, am a ordan dön dü ğün de çok fark­
lıydın - iy i yön d e. Her şeyi biliyorsun. Başka kim senin b ilm ediği
şeyleri. Marcia’nın bile bilm ed iği.”
“ Evet,” dedi Septim us somurtarak. Biraz sessiz kaldı, sonra ca­
dı birasını karıştırıp karam elanın hızlı dönüşünü seyretti. “ Büyücü
yerin e hekim olsaydım daha iyiym iş.”
“ Saçm alam a. Sen harika bir büyücü olacaksın. En iyisi. Bunu
sen de biliyorsun.”

351
Angie Sage
Marcia öyle düşünm üyor.”
“ Ö yle bir şey söylem ed i.”
“ Hayır. A m a ö y le düşündüğünü biliyorum . Benim yaln ızca
dalga geçtigim i düşünüyor. Bu doğru, gerçekten. Ben... ben ger­
çekten büyücü olm ak istediğim i sanm ıyorum Jen.”
Jenna başını salladı. “ Bazen ben de kraliçe olm ak istem ediği­
m i düşünüyorum . Bir şey olm ak zorunda olm ak çok korkunç. En
azından sen eger istem ezsen büyücü olm am aya karar verebilir­
sin.”
Septim us bir şey söylem edi. Elini cebin e sokup A rayış Taşı’
na dokundu. Zaten bir şeye karar ve rm e konusunda fazla bir şan­
sı olacağını sanm ıyordu. “Jen,” dedi.
“ N e oldu Sep?” Jenna endişeliydi.
“ Oh... önem li d eğil.” Söyleyem iyordu.
Gece çöküp herkes huzurlu bir şekilde uyurken, Septimus
cebin den A rayış T a ş ı’nı çıkarıp elin e aldı. Jenna yattığı yerd e
hafifçe kıpırdanınca taşı h em en ceb in e geri koydu -a m a sarı ışığın
donuk turuncuya dönüştüğünü fark edebilm işti: “Turuncu geçece-
gin konusunda seni uyarıyor.” Septim us bunun ne anlam a geld igi­
ni çok iyi biliyordu.

Septim us ertesi sabah Foriks derisinin küflü kokusu yüzü n­


den kendini güçsüz hissederek uyandı. Agaç evin içi hâlâ çok ka­
ranlıktı v e Septim us’a sabah olduğunu gösteren tek şey dışarı çık­
m ak için sabırsızlıkla m iyavlayan turuncu kedinin varlığıydı. Sep­
timus, Foriks derisinden kapıyı kaldırdı, Ullr kuyruğunu havaya di­
kerek sabah havasına çıktı. Bir dakika sonra kedi ağacın altındaki
kara yum uşak bir iniş yaptı. Kahvaltı için kurumuş balıktan daha
ilginç bir av aram aya başladı.

352
Arayış

A gaç kem irgenlerini avlam a konusunda beceriksiz olan agaç


ev sakinlerinin kahvaltı için başka ayarlam alar yapm aları gerek i­
yordu. Su ısıtırken kurutulmuş balık karam elayla birlikte haşlanır­
sa daha ilginç olup olm ayacağını m erak ediyorlardı. Septim us bu
fikri sevse de Jenna hoşlanm am ıştı. Beetle baş ağrısı v e sertleşm iş
boyunla uyanıp balık v e karam elayı birlikte ya da ayrı ayrı y e m e y i
reddetti.
Septim us kaynayan suyu, sim ya kutusundaki söğüt ağacı ka­
buklarını d e m le m e k için kullanarak balık ve y a karam ela tartışma­
sına son verdi. B eetle’a bu sıvıyı içirdi. Buruk tat B eetle’ın ö ğü rm e­
sine n eden oldu, am a yarım saat sonra baş ağrısı v e sertleşm iş
boynu daha iyi durum daydı. Hatta Jenna’nın Sam ’in paketlerin­
den birkaç tanesini açm asına yard ım cı oluyordu. Melissa’nın Jo-Jo
için yaptığı yapışkan reçineli pastalar, kurumuş et parçaları buldu­
lar. Birden kahvaltı ço k daha ilginç hale geldi.
Septimus, Ephaniah’ın nabzını kontrol etm ek istiyordu, am a
insanlarla aynı y e rd e olup olm a d ığın ı bilm iyordu . Bileği yu m u şak
sıçan tüyüyle kaplanm ış olsa da onun nabzı da aynı yerdeydi. N ab­
zı zayıf, am a dü zenliydi. Septimus, Ephaniah’ın artık kom ada d e ­
ğil, derin bir uykuda olduğu ndan em indi, am a Sim ya Kutusu’nda
olup da sıçan -ad am a yard ım cı olabilecek hiçbir şey aklına g elm i­
yordu. Bunun zam an m eselesi olduğuna karar verdi.
B eetle’ın sessiz, tıkırtısız zam an ölçerin e göre ö ğ le y e doğru
kahvaltılarını bitirm işlerdi, yapabilecekleri tek şeyin Ephaniah’ı
iyileşm esi için agaç e v d e bırakm ak v e sonra geri d ön erken onu al­
m aya g e lm e k olduğu na karar verdiler. “ N ik gerçekten çok güçlü-
dür,” dedi Jenna. “ Ephaniah’ı orm an a geri götü rm ek onunla birlik­
teyken çok daha kolay olacaktır.”
Septim us bir şey söylem edi. N ick o’yla geri g e lm e k bir yan a
geri gelecek lerin i hiç sanm ıyordu, am a Ephaniah agaç evin d e gü­

353 F : 23
Angie Sage
v en d e olacaktı -aslın d a onların gid ecegi yerd en daha güvenilir
olacaktı.
Jenna sıçan -ad am ın yan ına eğilip üzerini W o lw e rin derileriy­
le örttü, onu rahat ettirm eye çalıştı. “ Hoşça kal Ephaniah,” dedi.
“ Gitm eliyiz, am a yakında geri d ö n eceğiz.” Ephaniah’ın bıyıkları tit­
reşti, Jenna alnını okşadı. “ İyi olacaksın,” dedi. Ephaniah bir gözü ­
nü aralayarak baktı. “ U yan ıyor!” d edi Jenna şaşkınlıkla.
Ephaniah dikkatini Jenna’ya v e rm e y e çalışıyordu. İnleyip eli­
ni huzursuzca kaldırdı. Jenna elini tutup gögsü n e koydu, am a Ep­
haniah direndi. Jenna elini bırakınca Ephaniah’ın uzun, kem ikli
parm akları boyn un daki kaftanının katlarının arasına girdi. “ N e
var? Boynun m u ağrıyor?”
Ephaniah cevap olarak gizli cebin den bir şey çıkarıp Jen-
na’nın elin e sokuşturdu. Sonra iç çekerek derin bir uykuya daldı.
Jenna elin e baktı. Ayrıntılı çizgilerin bulunduğu yuvarlak bir
kâğıt parçasıydı bu. Jenna bir an için bunun ne olabileceğini dü­
şündü, am a yalnızca bir an için. Sonra ne olduğunu anladı - bu ha­
ritanın kayıp parçasıydı. Foriks Evi’ni gösteriyordu.

354
— 43
KÖPRÜ

aritayı ağacın altındaki karın üzerine yaydılar. Katlarını

n açarken çatırdayan kâğıt buzlu beyazlığın ü zerin de sarı


görünüyordu.
“ Hayır, Ullr,” d ed i Jenna. “ Buraya oturm u yorsun.” Kayıp par­
çayı kaldırdı. “ Ö zel bir şey yap m am gerek iyor m u?” d iye sordu.
“Yeniden birleş filan d e m e m gerek iyor m u?”
“ Hayır,” dedi Beetle sırıtarak. “ G itm eye hazır.”
Jenna daire şeklindeki kâğıdı bırakınca yavaşça aşağıya doğru
uçtu. Ullr patisiyle kâğıda vu rm aya çalıştı, a m a Jenna kediyi yaka­
layıp sıkıca tuttu. Kayıp kâğıt birkaç saniye deliğin üstünde asılı
durdu, ne y ö n e gid e ceg in e karar v e rm e y e çalışarak bir o y ö n e

355
Angie Sage
döndü, bir bu yöne, ardından, “Yaşasın!” çığlıkları arasında yerin e
oturdu. Snorri’nin haritası bir kez daha bütündü.
“ Bu çok şaşırtıcı,” dedi Jenna. “ Ek yeri bile görü n m ü yor.”
Beetle haritayı profesyon elce inceledi. “ Güzel çalışm a.”
Septimus, Çırak K em eri’nden Büyütm e Aynası’nı alıp harita­
nın ortasına tuttu. Snorri’nin güzel elyazısıyla düştüğü notlar orta­
ya çıktı. Griyle gölgelen m iş sekizgen binayı gördüler. Grinin üze­
rinde kalın harflerle FORİKS EVİ yazıyordu. Sekizgenin ortasına bir
anahtar, etrafına devasa bir yılan çizmişti. Foriks Evi ada gibi görü­
nen bir şeyin üstündeydi, karaya örü m cek ağına ben zer bir köp­
rüyle bağlanıyordu. Köprünün yan ında bir agaç vardı, küçük bir fi­
gür okla evi gösteriyordu. Snorri m inik bir yazıyla KÖ PRÜ BEKÇİ­
Sİ D İKK AT yazm ıştı. Köprünün üzerinde uzandığı boşluğa DİPSİZ
ÇUKUR yazm ıştı, am a bu Septim us’un um urunda değildi. Ara-
y ı ş ’ın Foriks Evi’ni ellerin den alm am ası karşısında o kadar rahat­
lamıştı ki ege r gerekirse yü z tane dipsiz çukurun üstünden yürü­
yebilirdi -a m a bunu tercih etm ezdi. Bir tanesi yeterliydi.

Ullr’u güvenli bir şekilde çantasına yerleştirm iş olan Jenna,


köprünün kapısını oluşturan iki yüksek sütunun arasında bir an
durdu. Başını kaldırıp bakınca siyah bir örü m cek gibi gökyü zü ne
yükseldiğini gördü. İnce tel halatları n em d en parlıyordu. Sis ayak­
larının dibin de dönüyor, çok aşağılardan uzun, alçak sesli bir inilti
geliyordu.
Jenna güçlükle yutkundu. Bu N ick o’ya giden yol, dedi kendi
kendine. Gitmesi gerek en yol buydu. Sütunların arasına, ilk tehli­
keli kalasın üzerindeki el d eğ m em iş kara bastı. Ö n ü n de yukarıya
doğru bir kavis çizen v e sisin arasında kaybolan bir yol uzanıyor­
du. Jenna korkuluklara tutunm ak için ellerini iki yana açtı. Teller
soğuk v e gergindi. Ürkütücü d ereced e zayıf görünüyordu. Septi-

356
Arayış

mus’un h em en arkasından geldiğin in farkında olan Jenna cesare­


tini toplayıp bir ad ım daha attı. Köprü ayaklarının altında hafifçe
bel verdi. Kendisiyle uçsuz bucaksız bilin m ez arasında yalnızca in­
ce bir kalas parçasının olduğunun farkındaydı, am a ne kadar kork­
tuğunu g ö sterm em e ye çalışıyordu. “ Sorun y o k ,” dedi neşeyle.
“Hadi gel, Sep.”
Septim us kıpırdam ıyordu.
“ D evam et,” dedi Beetle. Beetle onu yavaşça itince Septimus
köprüye çıktı. Jenna birkaç adım ilerlem işti. Köprü bir kez daha
sallandı. Septim us panik içinde tellere tutundu.
“ Beni bekle,” dedi Beetle. Sesi hissettiğinden daha güvenli çı­
kıyordu. O da çıkınca köprü bir kez daha sallandı. Septim us m id e­
sinin bulandığını hissediyordu. Y erd en birkaç santim yukarıday­
mış gibi köprüden sakin bir şekilde g e ç m e y e çalıştı. A m a birden
bunu yapam ayacağın ı anladı.
Jenna g eriye bakınca Septim us’un yeşil gözlerinin korkudan
iri iri açıldığını gördü. “Sorun y o k Sep,” dedi. “Ö n em li olan bir ke­
re bir adım atmak. Bir ayağın ötekinin ön ü n d e olm alı bütün dü­
şünm en gerek en bu. N e kadar uzun olduğu ön em li değil, çünkü
en sonunda karşıya geçeceğim izi biliyoruz. Bütün yap m am ız gere­
ken bir ayağım ızı ötekinin ön ü n e koym ak, tam am mı? Çok kolay.”
Septim us başını salladı. A ğzı konuşam ayacak kadar kuru­
muştu.
Çamaşır ipine asılm ış salyangoz üçlüsü gibi köprüde yü rü m e­
y e başladılar. Jenna adım larını sayıyordu, “ Bir... iki... üç... dört...
beş... işte bu kadar Sep, harika gidiyorsun. Bak köprüyü ortaladık
- o h hayır, hayır, onu d e m e k istem edim , b a k m a - d evam et, devam
et, on... on bir... on iki... on üç...”
Septim us ona itaat ed ip yü rü m eye d eva m ediyordu. Göz kırp­
m adan doğru ileriye, sisin içine bakıyordu. Ö nündeki sahne garip

357
Angie Sage
biçim de değişm ed en duruyordu - ön lerin de hep birkaç adım lık
köprü vardı. Yavaşça yukarıya doğru m eyilleşiyor v e sonra gö zd en
kayboluyordu. Bazen rüzgâr sisi dağıtıyor, önlerini daha net g ö re­
biliyorlardı, am a Septim us bunu görm üyordu , çünkü sallantı g eç e­
ne kadar gözlerin i açm ıyordu.
A m a gözlerini kapaması, dipsiz uçurum dan gelen korkunç
iniltileri v e kederli çığlıkları y o k etm iyordu . D onm uş parm aklarıy­
la buz gibi tellere tutunarak sallanan kalaslarda yü rü m eye devam
ederlerken, çığlıklar gittikçe daha şiddetli v e um utsuz hale geliyor­
du. Bu B eetle’ı köprüden daha fazla rahatsız ediyordu. Sesleri bas­
tırm ak için deton e bir şekilde şarkı sö ylem eye başladı, am a Septi­
mus ilk kez ona itiraz etm edi.
Böylece Beetle’ın şarkısı -k i zam an zam an aşağıdaki iniltilerden
ayırt etm ek zor olu yordu - eşliğinde bir ayaklarını diğerinin önüne
atarak durmadan yükselen köprüde ilerlem eye devam ettiler. On
beş dakikadır köprüde olm alıydılar ki Jenna, “ Düzleşiyor,” dedi. “ His­
sedebiliyor musunuz? N eredeyse tepeye varm ış olm alıyız.”
“T e p e ” sözcüğünü duyan Septim us’un zihninde aniden boş­
luğun ortasında havada durdukları hayali belirdi. Ayaklarının altın­
da karanın olm am ası başını döndürüyordu. İleri geri sallandı. Be­
etle onu yakalayıp şarkısına son verdi. “ Hey, sakin ol, Sep.”
Septim us kıpırdayam ıyordu. Telleri kavrayan parm ak ek lem ­
leri bem beyazdı. Jenna, onun korkusunun kendisine de bulaştığı­
nı hissediyordu. Uçurum dan uzun, m utsuz bir inilti yükseldi. Siste
yaşayan kayıp ruhların yalnız hikâyesini anlatıyorm uş gibi yükse­
lip alçalıyordu. Septim us büyülenm iş gibi iniltiyi dinledi. Yum uşak
sis yastığına kendini bırakm ak ve aşağıdaki seslere katılm ak için ;■
dayanılm az bir istek duyuyordu. Ellerini gevşetti. Bir süre sonra sis
kalktı v e Jenna büyük siyah bir kuşun ü zerlerine doğru geldiğin i
gördü. Şaşkınlıkla yutkundu. \

358
Arayış

Septim us trans halinden sıyrıldı. “Jen... ne oldu?” d edi b oğu k


bir sesle.
“ Hiçbir şey Sep.” A m a kuşun uçuşu dikkatini dağıtmıştı. “ Sep,
B üyü Çubuğu. Hatırladın m ı?”
Septimus, Jenna’nın sözleri ü zerine zihnindeki sisin dağıldığı­
nı fark etti. Çubuğu elin de hissettiği zam anı, altın okun üstündeki
güm ü ş kanatların m in ik bir kuşun kanatlan gibi çırpm asını, çubu­
ğun elin de vızlam asını hissetti. Hatırladığı kadarıyla ayakları hafif­
lemişti, artık köprünün sarsak kalaslarına basıyor gibi değildi. Ba­
cakları jö le gibi değildi v e aşağıdaki coşkulu sesler artık sisin içine
atlaması için onu d avet etm iyordu . Arkasındaki yen ilen m iş şarkıy­
la Septim us bir adım attı.
“ Hadi, yakında varacağız.”

Septim us köprünün ucunu görm ü yord u -zih n i Büyü Çubu-


«fu ’nun hayaliyle doluydu. A m a Jenna v e Beetle, köprünün son
birkaç m etresini yürürken Foriks Evi’nin ıssız gölgesi sisin içinde
b elirm eye başladı.
“Çok büyük,” d iye fısıldadı Jenna.
Beetle şarkıyı kesip ıslık çalm aya başlamıştı.
Jenna büyük bir rahatlam a hissiyle k öprüd en indi. Ullr’u sırt
çantasından çıkarm ak için çöm elirk en bakışları Foriks Evi’ne d o ğ ­
ru yöneldi. Ürkütücü bir görüntüydü. Evden ço k kaleyi andırıyor­
du, kayaların üstüne tünem iş ürkütücü granit bir b lok halinde
yükseliyordu. Snorri’nin haritasında olduğu gibi ortada sekizgen
bir sütun, etrafında dört tane sekizgen kule süt beyazı gökyü zü n ­
d e g ö zd en kayboluyordu. Küçük pencereleri pürüzsüz gri yü zeyi
bölüyor, suyun üstündeki y a g gibi garip, d ö n er bir parıltı üzerleri­
ni kaplıyordu. Bunlar Jenna’y a arkadaşı Bo’yla birlikte sahip çıktık­
ları kör kediyi hatırlatıyordu.

359
Angie Sage
B eetle’ın gelincik şarkısının yirm i birinci versiyon u yla bir kez
daha hareketlenen Septim us sonunda köprünün ucuna varmıştı.
Büyük bir mutlulukla -b a şa rm ıştı- son kalasın üstünden atlayıp
Büyü Ç ubuğun u unuttu. Ayakları ağırlaşm aya başlamıştı yürü­
m ek te zorlanıyordu. Tel korkuluklara tutunan parm aklarını acıyla
açm aya çalıştı, am a soğuktan parm aklarını oynatam ıyordu. D on­
muş ellerini tuniğinin ceplerin e soktu, A ra yış Taşı sag elin e kayıp
avucuna yerleşti. “ Sıcak!” dedi yutkunarak.
“ N ed en bahsediyorsun sen? H ava çok soğuk,” dedi Jenna.
Septim us cevap verm edi.
Jenna, Septim us’u yum uşak bir şekilde tutup uçurum un ke­
narından uzaklaştırdı. “ Gel Sep,” dedi. “ G idelim .”
A m a Septim us’un söylem esi gerek en bir şey vardı v e nereden
başlayacağını bilm iyordu. Bu yü zden elini cebinden çıkardı, A ra­
y ış Taşı avucunda duruyordu. Artık parlak turu ncu -kırm ızı parlı­
yor, beyaz ortam da işaret ışığı gibi yanıyordu.
“ N e o?” diye sordu Beetle şüpheyle.
“ Hah,” dedi Jenna. “Büyülü el ısıtıcı. Bize söyleyebilirdin Sep,
biz d e kullanırdık.”
“ El ısıtıcı değil,” diye m ırıldandı Septimus.
“ Evet değil, öyle değil m i Sep?” dedi Beetle, taşa bakarak. “ Bu­
nu bizden gizledin Sep.”
“ N eyi gizledin?” d iye sordu Jenna.
“A ra yış Taşı’nı,” dedi Beetle. “A rayış Taşı onda. Sep - n e ­
den bir şey söylem edin ?”
“ Çünkü N ik ve Snorri’yi arıyorduk bizim için o daha ön em liy­
di. V e şey, başta ön em li olduğunu dü şü n m edim .”
“A ra yış Taşı’nı aldın v e bunun önemli olmadığını düşündün
değil m i?” Beetle dehşete düşm üş gibiydi.
“ Beni rahat bırak Beetle. Bunun A rayış Taşı olduğunu bilm i­
yordu m , eger bilseydim alm azdım . Büyücü Kulesi’nden kaçm a­

360
Arayış

dan h e m e n ön ce H ildegarde verd i bana. Bunun Güvenlik Tılsımı


olduğunu söyledi.”
“ Eh, belli ki Güvenlik Tılsımı değilm iş,” d edi Beetle sinirli bir
şekilde.
“Ah, o H ildegarde d eğildi,” dedi Septimus.
“ N eler oluyor?” d iye sordu Jenna kırgın bir şekilde. “Kim Hil­
degarde değildi? Söyleyin bana.”
“ O H ildegarde d eğildi,” d iye cevap verdi Beetle.
“Beetle,” d iye itiraz etti Jenna, B eetle’a kurum lu bir şekilde ba­
karak.
“ Beetle haklı Jen,” dedi Septimus, onu kurtarm ak için koşa­
rak. “Taşı aldığım dan beri düşünüp duruyorum . M arcia’nın ya ­
bancılardan tılsım kabul e tm e m e k gerektigini söylediğini b iliyo­
rum, am a H ildegarde yabancı değildi ki. A m a H ildegarde A rayış
Çömlegi’ne yakın duruyordu, değil mi? V e ben çömlekte Şey’i
gördüm . Bu yü zden Tertius Füm e kuleyi kuşatm aya başladığında
Şey çömlekten çıkıp H ildegarde’ın içine g ir d iğ in i düşünüyo­
rum. O kadar karanlık ve çılgındı ki her şey olabilirdi.
Jenna bir an şaşırarak durdu. “A m a n ed en bize sö ylem ed in ?”
“Şey... Taşın elim d e olduğunu ilk ö ğ ren d iğ im d e M arcia’nın
dediği gibi kaleden v e A rayış M u h a fız la r ın d a n kaçarsam sorun
olm ayacağını düşündüm . Ve sonra gidip N ik v e Snorri’yi bulur,
A rayış’ı unutabilirdik. A m a sonra yeşile dönüşünce...”
“ N e zam an ne yeşile dönüştü?”
“Taş. Başlangıçta m aviydi, am a biz kulübeden ayrıldığım ızda
tıpkı A lther’in dediği gibi yeşile dönüştüğünü gördü m . O zam an
A r a y ış ’ta oldu ğu m u anladım .”
“Peki, n eden bize söylem ed in ?”
Septim u s’un cevap verm esi biraz zam an aldı. “Yapam adım .
Y apam adım işte. Ü zgünüm . Snorri’nin haritasını takip ed iyordu k

361
Angie Sage
v e her şey yolu n da görünüyordu, bu yü zd en düşündüm ki...” Sep­
timus ne d iyeceğin i bilm iyordu. En yakın arkadaşlarına ihanet et­
miş gibi kendini korkunç hissediyordu.
“ A m a Sep, bu ön em li değil. Hâlâ N ik’i kurtaracağız, değil m i?”
dedi Jenna.
“ Hayır,” diye parladı Beetle birden. “ Bu artık N ick o’yla ilgili
değil. Şu anda S ep’le birlikteyiz v e Sep d e A ra y ış’ta. Seçen eği yok.
Taşı Bir Kez Kabul Ettikten Sonra, İraden Artık Senin Değildir. Ö y­
le değil m i Sep?”
Septim us perişan bir halde başını salladı.
Jenna inanam ayarak başını iki yan a salladı. “ Hayır! Asla. Biz
N ik’ i arıyoruz. V e bakın neler başardık.” Sisin arasından görü n en
büyük sekizgen kuleleri işaret etti. “ İşte Foriks Kulesi.”
Beetle vazgeçm iyordu . “ Bunu bilm iyoruz. Artık hiçbir şey bil­
m iyoruz. D ed iğim gibi kesin olarak bild iğim iz tek şey Sep’le birlik­
te old u ğu m u z v e Sep’in d e A ra y ış’ta olduğu. Oh ev et - v e bir ay­
rıntı daha var...”
“ N eym iş o?” d iy e sordu Jenna sessizce. B eetle’ın öfkeli sözle­
rine şaşırmıştı.
“ A r a y ış t a n geri d ön en olm am ıştır.”
Büyük bir sessizlik oldu.
Septim us kendini berbat hissediyordu. “ Ben... ben çok üzgü­
nü m ,” d iye m ırıldandı. “ G erçekten.”
G ökyüzünden birkaç kar tanesi düştü. Jenna yü zü n e düşen
kar tanelerini ö fk eyle sildi. Sisin arasından yükselen büyük granit
kaleyi seyrederk en N ick o’nun gerçekten orada olduğunu gösteren
bir ipucu bulm ayı um uyordu. P en cerelere bakarken kulelerden bi­
rinden birkaç kuzgun uçtu. Jenna ürperip pelerinine sıkıca sarıldı.
Ullr m utsuz bir şekilde m iy a v la ya ra k je n n a ’nın bacaklarına sürün­
dü, sırtındaki tüyler kabardı.
Sonunda Jenna konuşm aya başladı. “ Eger aptal bir A ra y ış’
taysak, tam am . Y ap acağız v e geri d ö n eceğiz - N ik ’le birlikte.” Jen-

362
Arayış

na bunları söyledikten sonra peşinde Ullr’la zikzak çizen dik pati­


kayı çıkm aya başladı.
Beetle v e Septim us onu takip e tm ey e başladılar.
“Özür d ilerim ,” dedi Septim us birkaç dakika sonra. “ Size taşı
anlatm alıydım .”
“Evet,” dedi Beetle. “A nlatm alıydın.” Birkaç dakika sonra.
“A m a bir şey fark etm ezdi. Y in e d e gelird im .”
“Teşekkürler Beetle.”
“Jenna da gelird i.”
“Evet. Onu du rdu rabileceğim i sa n m ıyoru m .”
“Jenna’yı herhangi bir konuda du rdu rabileceğini san m ıyo­
rum ,” dedi Beetle sırıtarak. “ Bir kez kararını verdikten sonra asla.”

Jenna yolu n yarısında durup Septim us v e B eetle’ın kendisine


yetişm esini bekledi. Kar şim di yavaş yavaş yağıyordu . Septim us ve
Beetle sisin arasından çıkarken bütün dünyadaki tek renk, Septi­
m us’un elin de parlayan A rayış T a ş ı’nın ateşli turuncusuydu.
“ Biliyorsun,” dedi Jenna. “ Burası bana babam ın eksiden anlat­
tığı, sisin arasında yüksek bir ku leye çıkan yorgu n yolcuları hatır­
lattı. Ü zerine her türlü hayvanın oyuldugu kapıya varırlar ve zili ça­
larlar. Saatler sonra kapıyı ufak tefek, kam bur biri açar, onlara sa­
atlerce bakar ve, “ Eveeeeeeeeeeee?’ der. Hatırladın m ı Sep?”
“ Hayır,” dedi Septimus. “ O sırada Genç O rd u ’daydım -se n
yatm adan ön ce masal dinlerken ben herh alde bir W o lw erin çuku­
runun d ib in d eyd im .”
“ Oh üzgünüm Sep. Bazen senin de hep bizim le birlikte oldu ­
ğunu dü şü nü yorum .”
“ K eşke olsaydım ,” dedi Septim us sessizce. Bazen kaçırdıkları­
nı hayal e tm ey e çalışıyordu, am a bunu ya p m a k iyi bir şey değildi.
Ü zerinde kurtulması im kânsız olan bir ağırlık hissi yaratıyordu.

363
Angie Sage
Bir kez daha yollarına devam ettiler, am a bir süre sonra pati­
ka daraldı ve tek sıra halinde yü rü m ek zorunda kaldılar. Patika
dikleşiyor, kayaların arasına girip çıkıyor ve tırm andıkça hava so­
ğuyordu. Beetle tep eye vardıklarını h issetm eye başladı. Kendini
Snorri’nin evin etrafına çizdiği yılanı g ö rm e y e hazırladı.
Çok büyük olm alı, diye düşündü. N e yed iğin i m erak etti - ve
sonra m erak etm eyi bıraktı. Bu kendini kötü hissetm esine yol açı­
yordu.
Artık patika daralıyor v e d ü zleşm eye başlıyordu. Botları ince
çakıl taşlarını ezerken Foriks Evi’ni çevreleyen geniş terastaki pü­
rüzsüz beyaz m erm ere yaklaştılar. Terasta durup soluklarını dü­
ze n le m e y e çalıştılar. Ö n lerin de bir sis bulutu yükseliyor, karla bir­
likte dönüp duruyordu. Sisin arkasında gri granitten Foriks Evi’ni
görebildiler. Birbirlerine baktılar. Yılan neredeydi?
Terasta sinsice ilerlerken ayakları m erm erin nem li pürüzsüz­
lü ğü nde kayıyordu. Septimus, A rayış T a ş ı’nı uzattı. Taş onları bir
işaret ışığı gibi yön len dirip geniş, beyaz m erd iven lere götürdü.
“ Burada bekleyin ,” diye fısıldadı Septimus. “ Gidip yılanı kon­
trol e d e y im .”
“ Hayır,” dedi Jenna. “ H ep im iz birlikte gidecegiz. Ö yle değil mi
Beetle?”
Beetle gönülsüzce başını salladı. Yılanlardan nefret ederdi. “Ta­
m am ,” dedi.
K en dilerin e rehberlik eden A rayış Taşı, Septim us’un elinde,
dikkatlice m erdiven leri çıkıyorlardı. “Yılan yok,” dedi Septim us si­
sin arasından. “Yaln ızca üzerine bir sürü garip oym an ın yapıldığı
büyük bir kapı var.”
“Yılan y o k m u?” d iye sordu Beetle, em in olm ak için.
“Yılan yok ,” dedi Septimus. “ M inik şekerlem esi bile yok.”

364

y- 44 ~4ı
~
KAPICI
....

ir *
■ oriks Evi’nin büyük kapısı neredeyse Büyücü Kulesi’nin
P kapıları kadar yüksekti. Kararm ış d em ir çubuklarla v e
uzun bir perçin” dizisiyle tutturulmuş bü yük abanoz parçalardan
yapılm ıştı. Kapının etrafındaki çe rçev ey e oyu lm u ş canavarlar ve
her türlü yaratık onlara bakıyordu. Kar W o lw e rin pelerin lerin e dü­
şerken, kapının yanındaki granitten çıkan d e m ir ejderhanın agzm -

(*) İki veya daha çok levhayı birbirine bağlamak için geçirilen çivinin ezilerek baş
durum un a getirilen ucu.

365
Angie Sage

da asılı duran uzun çanı çalm ak için cesaretlerini toplam aya çalışı­
yorlardı.
“ N ey e karar verdiğim izi hatırlıyor m usunuz?” d iye B eetle’a
sordu Septimus.
“Evet. Siz ve Jen giriyorsunuz, ben burada bekliyorum . Size za­
m an ölçere göre üç saat veriyorum , sonra zili çalıyorum . Eger g el­
m ezseniz siz gelen e kadar her saat başı çalm aya d eva m ed iyoru m .”
“ Harika,” dedi Septim us başparm aklarını kaldırarak.
Jenna uzanıp çanı sertçe çaldı. Foriks Evi’nin derinliklerin de
çan sesi duyuldu. Yavaş yavaş yağan karm altında sessizce durup
beklediler... beklediler.
Saatler gibi gelen bir süreden sonra kapı ağır ağır açıldı. Ufak
tefek, iki büklüm biri baktı. “ Eveeeeeeet?’ dedi.
Jenna, K a p ıc fy a baktı. Silas’ın masal kitabının üstünden eği­
lip R ’leri V gibi sö yleyerek suratında garip şekillerle ona ve kardeş­
lerine baktığını hatırladı. Ani bir kıkırdam a isteği duydu.
Kapıcı, Jenna’nın gülüşüyle biraz gücenm iş gibi baktı. G enel­
likle Foriks Evi’ne gelen kim se gülm ezdi. Kapıcı, Jenna’ya kahve­
rengi yarasayı hatırlatıyordu. M inik gözleri, kafasına iyice oturan
köstebek derisi kepi ve uzun kahverengi pelerin iyle ufak tefek bir
adam dı. Kapı tokm ağına kaçm asından korkarcasına sıkıca yapış­
mıştı.
“ Im m , içeri gelebilir m iyiz lütfen?” diye sordu Jenna.
“ R andevunuz vaaaaaaaaaar m ı?” diye sordu adam , kapıdaki
aralığı kapatarak.
“ Randevu m u?” diye sordu Jenna. “ Hayır, ama...”
“ Randevusuuuuuuuuuuu olm ayan kim se eve girem ez.” Ka­
pıcı bunu yarasa cıyaklam asını andıran bir sesle söylüyordu. Bon­
cuk gibi küçük gözleriyle Jenna’ya çıkışırcasına baktı.

366
Arayış

“ O zam an randevu alm ak istiyorum .”


“ Ç o o o o o o o o o k güzel. Randevu aldığınızda girebilirsiniz. Güle
güle.”
“A m a nasıl...” Kapıcı kapıyı kapam aya başlamıştı bile. “ Hayır
-d u ru n ,’’ diye bağırdı Jenna.
Beetle ileri fırlayıp ayağını kapıya dayadı. Kapıcı, B eetle’ın bo­
tunu ittirdi. B eetle’ın botuyla kapı arasında bir savaş oldu, am a Ka­
pıcı, B eetle’ın ayağını santim santim itm eyi başardı. Beetle ayağına
destek olm ası için om zunu da kapıya yasladı, am a K apıcı’nın gücü
boyu yla orantısızdı. İçeri girm ek zorundaydılar -b u n a m ecbu rdu ­
lar. N lck o’ya bu kadar yakın olup kapının yü zlerin e kapanm asına
izin verem ezlerd i. Jenna da ileri atılıp B eetle’ın yard ım ın a koştu,
am a kapı hâlâ kapanıyordu.
“ Durun!” d iye bağırdı Septimus. “ R and evuya ihtiyacım ız yok.
Ara_yış T a ş ı’nı K apıcı’nın burnuna dayadı. “ Elim izde bu var.”
Kapıcı itm eyi bırakıp Ta ş’a baktı. Septim us’a bakıp şüpheyle,
“ N e yani, hepiniz A ra_yış’ta m ısınız?” dedi.
“ Evet,” dedi Septim us küstahça.
“Tipik. Biv Çıvak için yıllavca beklevsin ve sonva üçü bivden
geliv .”
Jenna, K a p ıc ıy a şaşkınlıkla baktı. A yn en Silas gibi konuşuyor­
du - R ’leri telaffuz ed em iyordu . Silas’ın Foriks Evi’ni bilip b ilm ed i­
ğini m erak etti. Daha ön ce oraya gelm iş m iydi?
Kapıcı onları biraz daha yakından incelerken yalnızca Septi­
m us’un yeşil tunik giydigin i gördü. “Sen içeri gelebilirsin,” dedi
Septim u s’a. “ A m a diğerleri g e le m e z.”
Jenna, Septim u s’un Foriks Evi’ne tek başına girm esi fikriyle
paniğe kapıldı. Eger Septim us giderse onu bir daha gö rm e y e c e ğ in ­
den em indi. B eetle’la birlikte günlerce, haftalarca, hatta aylarca ka­
pının dışında beklediğini ve sonra onsuz e v e geri döndüklerini ha­

367
Angie Sage
yal etti. Bu dayanılm az bir şey olurdu. Um utsuzca Silas’ın m asalı­
nın geri kalanını hatırlam aya çalıştı. “ B ilm ece Hakkı talep ed iy o ­
ruz,” dedi.
Kapıcı bir an şaşkınlıkla baktı ona. “Siz ne?”
jen n a, Septim us v e B eetle’ ın delirm iş gibi kendisine baktığı­
nın farkında olarak tekrarladı. “ B ilm ece Hakkı istiyoruz.”
“ B ilm ece Hakkı m ı?”
“ Evet,” dedi Jenna kararlı bir sesle. B eetle’ın ağzından kaçan
küçük kıkırtıya rağm en yüzü nden bir şey belli e tm e m e y e çalışı­
yordu.
“Çok gü zel,” dedi Kapıcı hom urdanarak.
“ Hadi o zam an,” d iye zorladı Jenna.
Kapıcı içini çekip tiz sesiyle konuşm aya başladı.

“Beykın g i b i tüküvUvüm,
Yumuvtadan yapılıvım ,
B iv stivü omuvgam vavdır, ama bacağım yok tu v,
Soğan g i b i soyuluvum, ama y in e de bütün kalıvım ,
Divek g i b i uzunum, ama biv deliğe sığavım ,
Neyim ben?”

Jenna şim di Snorri’nin çizim inin nedenini anlamıştı. “Yılan,”


dedi sırıtarak.
Kapıcı şaşırmıştı v e pek m em nu n olm uşa benzem iyordu. “ Çok
güzel. İki tane daha vav. O zam an gülecegin i sa n m ıyovu m .” Bir
kez daha konuşm aya başladı:

“Benim yum uşak biv dokunuşumu


Hfçbiv kuvvet ve g ü ç başavamaz.
Elde ben olmasam
Çoğu sokakta kalıv.
Neyim ben?”

368
Arayış

Jenna h em en cevap verdi. “Anahtar.”


Kapıcı artık sin irlen m eye başlamıştı. “ D ogvu ,” isteksizce.
“A m a bu kolay olm ayacak.” Y in e konuşm aya başladı. Bu kez çok
daha hızlı ve fısıltı halinde söylüyordu. Sözcüklerini du ym ak için
öne eğildiler.

“Yalnızca tek biv ventfim, ama tek boyda değilim .


Dünyaya zîncivli olsam da kolayca uçabîlivim .
Güneşteyim, am a y a ğm u v d a değilim ,
Zavav vevmem, acı hissetmem.
Neyim ben?”

Jenna bu kez tökezlem işti. Haritada başka ne vardı? Hatırlaya­


bildiği bir şey yoktu.
“ B ek liy o -vu m ,” dedi Kapıcı şarkı söyler gibi m elod ik bir şekil­
de. “ Bir dakikanız var, sonra Ara_yış’cıyı tek başına içeri alacağım .
Siz ikiniz ev e gidebilirsiniz - eger Bekçi’y e y eterin ce ö d e m e yap tıy­
sanız tabii.” Korkunç bir kahkaha attı.
Jenna panik içinde haritayı açtı.
“ K opya yok. Kopya yok d ed im f Kapıcı heyecanla bağırdı. Ha­
ritayı alıp parçalam aya başladı.
“ H ayır!” diye bağırdı Jenna, haritayı alm ak için ileri atılarak.
“ Geri ve r on u !”
“Jen, Jen, ona artık ihtiyacım ız yok ,” d edi Septimus, Jenna’yı
geri çekerek. “Sakin olup dü şü nm eliyiz.”
“Yirm i saniye.” Kapıcı alaycı cıyaklam asına d eva m ediyordu.
“On beş... on, dokuz, sekiz, yedi...”
Septimus, Snorri’nin haritasını aklına getirdi -yılan , anahtar,
Foriks Evi’nin gölgesi.”
“ Dört, üç, iki...”
V e buldu.

369 F : 24
Angie Sage
“ Bir...”
“G ölge!”
Kapıcı öfk eyle ona baktı. Hiçbir şey söylem edi, am a kapı
onun yerin e konuştu. Kapıyı büyük gıcırtılarla açtı, Septimus eşik­
ten girdi. A m a Jenna onu takip etm ek ü zereyken Kapıcı kapıyı it­
m e y e başladı.
“ H ayır!” diye bağırdı Beetle. “ Bırak Jenna girsin.” İleri atılıp ka­
pıya çarptı. Kapıcı geriye doğru sersem ledi, kapı açıldı v e Jenna,
Beetle ve Septimus Foriks Evi’ne düştü.
Kapı arkalarından gürültüyle kapandı.
“Oh hayır!” diye yutkundu Beetle. Birden hatasını fark etm iş­
ti.” Beni çıkarın, beni dışarı çıkarın!”
Artık çok geçti. Zam an askıya alınmıştı.

370
45
FORİKS EVİ

h kahretsin,” dedi Beetle.

O “ Kahretsin, kahretsin, kahretsin.


“ Oh... Beetle,” diye fısıldadı Jenna,
m idesi bulanarak.
“ Bu kadar aptal olab ild iğim e ina­
nam ıyorum . Şim di kendi zamanı­
mıza nasıl d ö n eceğiz?”
Kapıcı, B eetle’a baktı. “Z a­
man m ı?” d iye sordu çarpık bir gü ­
lü m sem eyle. “ Burada olduğunuza g ö ­
re zaman dediğin nedir ki? Foriks
Evi’ne hoş geld in iz.”
Ells halanın sözünü ettiği dam a
desenli lob id eyd iler -a m a Ells halanın
sadık bir şekilde oturduğu
ejderha sandalyesi boştu.

371
Angie Sage
Jenna büyük bir düş kırıklığı hissediyordu. N ick o’nun Ells hala gi­
bi bu sandalyede oturup kendisini bekliyor olm asını bekliyordu,
am a orada değildi.
“ Çantalarınızı burada bırakın,” dedi Kapıcı, büyük dolabı işa­
ret ederek.
Jenna’nın Ullr’u sırt çantasından çıkarıp kolunun altına sıkış­
tırması K a p ıc ıy ı çok şaşırtmıştı. Çantalarını dolaba atıp yen i gelen ­
lere bakm ak için döndü.
Ö nlerin de Büyücü Kulesi’ndekilerin küçük bir m odeli olan
bir çift güm üş kapı vardı, am a ondan daha süslüydü ve h iyeroglif­
lerle kaplıydı. Kapıcı kapıları itip Jenna, Septim us v e B eetle’ı Foriks
Evi’ne kabul etti. Üç figür, devasa iki m erm er sütun arasında küçü­
cük görünüyordu. Ç izm elerindeki kar sıcakta eriyor, beyaz m er­
m er zem in d e birikiyordu. Ö n lerin de binlerce m um u n aydınlattığı,
am a yin e de gölgeli v e loş olan büyük bir alan uzanıyordu.
Jenna, sisli, sessiz bir panayırdaki dön er atlıkarıncanın kena­
rında kendi sırasının dönüşünü bekliyorm uş gibi başının dön dü ­
ğünü hissediyordu. Septim us’un aklına Büyücü Kulesi geldi. Bura­
sı, eşyaların olduğu gibi görü n m ediği, odaklanm aya çalıştıkça d e­
ğiştiği, ne kadar bakarsan o kadar az şey gördü gü hissini ve riyo r­
du. Beetle da bir şey hatırladı - Elyazm aları O dası’nın bahçesinde­
ki Tehlikeli Kutu’ nun içini. Bir keresinde cesaret gösterip kapağı
açm ış ve Foxy kendisini çekip kurtarmasa içine dalıp sonsuza dek
y ü zm ek istediği derin, sisli bir girdap görm üştü.
Kapıcı yü z ifadelerin e eğlen erek bakıyordu. Her şeyle eglen-
m e m e y e özen gösterirdi, am a yen i gelen lerin zamanın etkilerini
anlam aya çalışırken takındıkları yüz ifadeleri onun için bir istis­
naydı. Birkaç dakika sonra o günlük -hatta sonraki birkaç a ylık -
eg len m e kapasitesini doldurunca Jenna’nın yanındaki sütunda
bulunan m inik, yaldızlı kapıdan geçip kapıyı kapattı.

372
Arayış

Kapının çarpılm a sesi çocukları kendilerine getirdi. “ Gelin,”


diye fısıldadı Septimus. “ İçeri girelim .” Kol kola girip m u m du m a­
nı ve zamanın ağır, nem li girdabına adım attılar.
Tereddütlü bir şekilde ilerlerken p ek m ezin içinde yürüyor-
muş gibi hissediyor, görü n m ez bir bariyerden g e ç m e y e çalışıyor­
lardı. Septimus, elin d e ateş gibi kıpkırm ızı duran A ra y ış T a ş ı’nı
uzattı. Taş işaret ışığı gibi parlıyor, bulanıklığın arasında y o l açıyor­
du. Foriks Evi’nin derinliklerine giderk en başta m u m dum anı ya
da havadaki bir bulanıklık olarak algıladıkları şey daha berrak ha­
le geldi. Bulanıklığın arasından figürler çıkıp etraflarını sarm aya
başladı.
“ Burada hayaletler var,” diye fısıldadı Beetle. “ Binlerce.”
“Bunlar hayalet d eğil,” dedi Septimus. “ Gerçekler. Yani... can­
lılar. Seslerini duyabiliyorum . İnsana A lt Kalp Seslerini D u yabi­
liyorum. Yü zlerce var:”
“ N e yapıyorlar?” diye fısıldadı Jenna.
“Galiba bizim yap tığım ızı,” dedi Septimus. “Kendi zamanla­
rına d ö n m e y e çalışıyorlar.”
“A m a bizim yap tığım ız bu d eğil.”
“A m a olacak.”
Jenna bir şey söylem edi. Beetle kendini kötü hissediyordu.
Etraflarındaki figürler gittikçe belirginleşiyordu; kaftanları
renkleniyor. Biçim leri v e yüzleri açık hale geliyordu. Bunlar çiftçi,
avcı, güzel elbiseli kadınlar, kaba göm lek ler içindeki hizm etçi kadın
ve adamlar, her türlü zırh içindeki şövalyeler, sivri başlıkları altınla
süslenm iş egzotik görünüm lü insanlardan oluşan büyük bir aile.
Ullr huzursuzlanm aya başlamıştı. Jenna’nın kollarında m üca­
dele ed ip y e re atlam aya çalıştı. A m a Jenna kediyi daha da sıkı tut­
tu. Şu anda ihtiyacı olan son şey Ullr’u kaybetm ekti.

373
Angie Sage
Jenna ve Septimus, N icko’nun sarı lülelerini, Snorri’nin beya­
za yakın sarı saçlarını g örm eyi um arak kalabalığı tarıyordu. K endi­
lerinin de görünür hale geldiklerini v e özellikle A rayış Taşr’mn
büyük dikkat çektiğini fark etm ey e başladılar.
Birden kalabalık dağıldı v e yıpranm ış yeşil pelerinli g en ç bir
kadın ön tarafa, doğruca Septim us’a yaklaştı. Şaşırtıcı d ereced e
parlak yeşil gözlerini Septim us’a dikip uzun, narin parm ağıyla ta­
şı işaret etti.
Septim us başını salladı.
“Peki, adın ne?”
“ Hım m . Septimus. Septim us H eap.”
Kız şaşkın bir ifadeyle Septim us’a baktı. “ Septim us Heap, sen
çok... kısasın,” dedi doğru sözcükleri bulm aya çalışarak.
“Kısa m ı” diye sordu Septimus öfkeyle.
“Yani... gençsin. Çok gençsin. Çıraklığını bitirm iş olam azsın.”
“ Hayır... bitirm edim ,” dedi Septim us şaşırarak.
“ Peki, A rayış ta ne arıyorsun o zam an?” d iye sordu, biraz
Marcia gibi konuşarak.
“ B en -b en aslında A ra y ış’ta d eğilim ,” diye kekeledi Septi­
mus. “Y a da daha çok... yani A rayış’a çıkm ak istem edim . Birisi ba­
na taşı verdi v e ben d e yanlışlıkla aldım .”
“Yanlışlıkla m ı?’ Kız artık tam Marcia gibi konuşuyordu. Ne
kadar aptalca. Yine de seçim yap m a şansım ız yok. Efendim senin­
le idare etm ek zorunda. Harika şeyler bekliyorduk, am a şim di...”
Kız onu, söz konusu Septim us olunca büyük beklentiler bir yana
hiç beklentisi olam azm ış gibi bir ifadeyle baştan aşağı süzdü.
Jenna, kıza N ick o’yu görüp görm edigin i sorabilm ek için fırsat
bekliyordu, am a ağzını açtığı sırada uzun boylu, ön em li görü n ü m ­
lü bir kadın yanlarına geldi. Koyu mavi, kenarları kürklü bir kaftan
giym işti ve uzun yüzü B eetle’a eskiden okula giderken y old a el­

374
Arayış

mayla beslediği atı hatırlatıyordu. Bu kadın huysuz yeşilli kızı ke­


nara itti.
“ Sonsuzluğa hoş geld in iz,” dedi kadın.
“Sonsuzluk m u?” dedi Beetle yutkunarak. “ Biz öldük mü?”
“Bütün zamanlarda canlısınız, am a bütün zam anlarda Ölü­
sünüz. Hoş geld in iz.”
Beetle bu güne kadar karşılaştığı en hoş karşılama olduğunu
düşünm üyordu. Jenna ve Septim us’a baktı. O nlar da pek mutlu
görünm üyordu.
“ Ben bu evin gardiyan ıyım ,” dedi ablak yüzlü kadın. Bu Ev,
Bekleme Yeri. Burada hiçbir şey istem eyeceksiniz. Buraya çok ki­
şi gelir, am a çok azı gitm eyi ister.”
Uzun beyaz kürklü bir pelerin giym iş v e bol m iktarda altın tak­
mış olan koyu renk saçlı gen ç bir kadın ön e doğru çıktı. “ Bazıları­
mız gitm ek istiyor,” diye Gardiyan’ın sözünü kesti. Genç kadın, Jen­
na, Septimus v e B eetle’a baktı. “ Ü zerinizdeki kar kokusunu alabili­
yorum ,” dedi özlem le. “ Ben Doğu Kar Ovası Sarayı’ndan geliyo­
rum. Tek isteğim ailem in yanına dönm ek. A m a siz geldiniz v e kim ­
seye zamanınızı söylem ediniz. Kim senin gitm e şansı olm adı.”
Septimus, ü zerin de eski h iyeroglifler olan tam boy bir çırak
kaftanı giym iş yeşilli kızın sabırsızlanm aya başladığını fark etti.
“ M adam Gardiyan. Çırak çocuğu efen d im ize götü rm eye geld im .”
“Arkadaşlarım da g elm eli,” dedi Septimus.
Kız, Beetle v e Jenna’ya şaşkınlık içerisinde baktı. “A ra y ış a
arkadaşlarını m ı getirdin?” d iye sordu. Sonra Jenna’nın kırm ızı kaf­
tanını ve başındaki altın tacı fark etti. H a fif bir m ah cu biyetle kısa
bir selam verdi. “ Bağışlayın, prenses. Fark e tm ed im .” Septim us’a
biraz daha öfkeli bir şekilde döndü. “ N ed en prensesi getirdin, çı­
rak? Bu aptallık. K aleyi kim koruyacak şim di?”

375
Angie Sage
“Onu ben getirmedim,” dedi Septim us sabırsızlanarak. “ Bu
onun fikriydi. Kardeşim izi arıyoruz v e burada olduğunu düşünü­
yoru z.”
Antik çırak şok geçiriyorm u ş gibi bakıyordu. “ Sen prenssin.
Bağışla beni.” Yine selam verdi.
“ H ayır - hayır, ben prens d e ğ ilim ,” dedi Septim us hem en.
Çırak selam ını yarıda kesti. “ Beni takip ed in,” dedi kısaca. Ka­
labalığın arasından ken din e yol açarken peşinde üç yavrusu olan
anne ö rd e ğ e benziyordu. Kalabalık g eç m e lerin e izin verip geçer­
lerken onlara dikkatlice bakıyordu.
Geniş m erd iven lerd e anne ördeği takip edip, hiç durm adan
yukarı çıktılar. Sonunda salonun üstünde asılı duran balm um u
kaplı m u m du m an çok aşağıda kaldı. D um anın için de öksüre tık­
sıra duvarlarında m erm er bankların sıralandığı, için de yü zlerce
m in ik m u m u n bulunduğu geniş bir sahanlığa geldiler. Artık kala­
balıktan uzak oldukları için antik çırak biraz rahatlam ış gibiydi.
Durup tur rehberi gibi onlara doğru döndü. Bulanıklığı işaret e d e ­
rek, “ Burada dört m erd iven görüyorsunuz. Her biri ku leye çıkıyor.
H er ku lede antik bir ayna var.”
Septimus, Jenna’ya baktı - işte şim di bir y e re varıyorlardı. “ Ne
tür ayna?”
“S öylem eyeceğim . Bunu anlayam ayacak kadar gençsin.” Y i­
ne Marcia gibi konuşuyordu. Kız, is lek eleriyle kaplı beyaz m erm er
duvarlarda gizli bir kapıyı açtı. “ Bir m u m alın,” dedi. Kapının ya­
nındaki girintide bulunan pirinç şam danlardaki m um ları işaret
ederek. Kendisi d e bir tane alıp kapıdan geçti.
M um larını alıp m erm er duvarda açılmış, başlarının h em en
üstünde biten dar geçitten g eçerek kızı takip ettiler. Geçit h a fif m e­
yilliydi v e kızın bildik adım larla ilerlerken pürüzsüz m erm er yü ­
z e y d e du rm adan kayıyorlardı.

376
Arayış

“ N erey e gidiyoru z?” d iye sordu Septimus.


Kız cevap verm edi.
Tırm an m ad an dolayı n efes n efese kalm ışlardı birkaç dakika
sonra geçidin sonuna vardılar. M um lar parlıyor, du m an la karar­
mış m erm ere çarpılm ış g ö lg eler düşüyordu. Septim us bir an için
bazı şeyler gördü gün ü sandı: ön lerin de M arcia’nın odasına açılan
büyük m or kapı vardı.
“ Bu M arcia’nın kapısı!” dedi Septim us şaşkınlıkla. Jenna v e Be-
etle’a baktı. “Ö yle değil m i?”
“ Ö yle görü n ü yor,” dedi Beetle. “ A m a olam az, değil mi? Taklit
olm alı.”
“ Hayır. Ayn ı görünüyor. Bakın. Şurası M arcia’nın, C atchpole’u
n öb etd eyk en ism inin başharflerini kazırken yakaladığı yer.” Septi­
mus B v e tam am lan m am ış C harfini işaret etti. “V e burası da Spit
Fyre’ın dişlediği kenar. Suikastçı şurayı tekm elem işti. Bu aynı ka-
pı.”
Septim us yaklaşınca kapı, M arcia’nın kapısının her zam an
yaptığı şeyi yaptı - kendi ken din e kilidi açılıp aralanm aya başladı.
“ Çok garip,” dedi Beetle, içeriye bakm aya çalışarak. “ Sence
içeride M arcia’yı da bulur m uyu z?”
“ İçeride kim seyi bulm ayacaksın,” dedi kız, B eetle’a, onun
ön ü n d e durarak. Kapı tokm ağın ı tuttu. “Çünkü sen gelm iyorsu n .”
“ Evet geliyor,” dedi Jenna. “ S ep’in gittigi y e re biz d e g id iy o ­
ruz.”
“ M ajesteleri,” diye başladı kız.
“ Beni öyle çağırm a,” dedi Jenna öfkeli bir şekilde.
“Ö zür dilerim . Sizi g ü cen d irm ek istem edim . Prenses, Ara-
y ı ş ’cıya ve d a etm en iz için size birkaç dakika verece ğ im , sonra siz
v e h izm etkârın ız gidebilirsiniz. Bunun üzücü bir an olduğunu bili­

377
Angie Sage
yorum , am a kaleye dönüşte size iyi yolculuklar v e doğru zamanı
bulm ada iyi şanslar diliyorum . Şanslısınız, sizde bu evin anahtarı
var. Ö zgürlüğünüz sizi dilediğin iz y e re götürsün. H oşça kalın.” Kız
selam verdi; sonra herkesi şaşırtarak Septim us’u içeri itti, peşinden
içeri koşarak kapıyı Jenna ve B eetle’ın suratına kapadı.
Şok geçiren Jenna v e Beetle birbirine bakarken kapının k ilit ­
lendiğini duydular.
“ Oh kahretsin,” dedi Beetle. “ Kahretsin kahretsin kahretsin.”

378
— 46 ~
4—c
ULLR’UN MACERASI

I enna m or kapıya vurarak. “S ep!” diye bağırdı. “S ep!”


/ Bu şansı değerlendiren Ullr kolunun altından fırladı, am a hızla
yanlarından geçerken Beetle kuyruğunu yakaladı. Ullr öfk eyle bir
çığlık attı. K edinin sert pençelerine aldırm ayan Beetle onu alıp d e­
belenen hayvanı kolunun altına soktu. “Jenna - Septim us’u dışarı
çıkaracağız. Bunun için ne gerekirse yapacağız. Ah, kes şunu Ullr.”
Jenna kederli bir şekilde k i l f t l f kapıya yapıştı. “A m a nasıl?”
dedi inleyerek. “ Nasıl?”
“ Bir balta bulup kapıyı kıracağım ,” d edi Beetle sessizce, Jen-
na’nın gözlerin e bakarak.

379
Angie Sage
Jenna bakışlarına karşılık verdi. B eetle’ın söylediklerinde sa­
m im i olduğunu biliyordu. “T am am ,” dedi.
M erm er geçitte y ü rü m eye başladılar. Beetle ayrıldıklarını b e­
lirtm ek için bağırdı. “ Geri d ö n ec eğ iz!” Kapı vu rd u m du ym az bir şe­
kilde arkalarından bakıyordu.
M um la dolu sahanlıktaki bankların birinde at suratlı Gardiyan
bekliyordu. Jenna gizli kapıdan geçerken Gardiyan ayağa fırladı.
“ Prenses,” dedi Jenna’nın önüne atlayarak.
“ Evet?” diye parladı Jenna.
Gardiyan gülüm sedi. Yüzü ndeki halinden m em n u n ifade Jen-
na’nın sinirine dokunuyordu. “ N ereye gidiyorsunuz?”
“ Bir balta bu lm aya,” dedi Jenna sertçe - v e h em en pişm an ol­
du.
A m a Gardiyan tepki verm edi. “ Seninle biraz işim var,” dedi.
“ İstediğiniz şeyi bulm ası için hizm etkârınızı gönderebilirsiniz.”
“ H izm etkârım ı m ı?”
Gardiyan elini, geçitte Ullr’la uğraşm akta olan B eetle’a doğru
salladı.
Jenna öfkeyle. “O ben im hizm etkârım değil.”
“ N e o zam an?”
“O ne değil, kim? V e bu sizi ilgilendirm ez. G eçm em e izin v e ­
rir m isiniz lütfen? Yapacak işlerim iz var.” Jenna, Gardiyan’ın yanın­
dan g e ç m e y e çalıştı, am a yolu bir kez daha kapanmıştı.
“ N e yap m ak istiyorsanız, telaşa gerek yok. Bunu yap m ak için
Sonsuza d ek zam anınız var. Artık zamanın eşek arabasında d eğil­
siniz.”
“Teşekkür ed erim ,” dedi Jenna buz gibi bir sesle. “ A m a ben
eşek arabasını seviyorum . En azından seni bir y e re götürüyor. Şim ­
di bağışlayın.”

380
Arayış

“Çok gençsiniz, bu yü zden sizi bağışlıyorum . Şim di anahtarı


ver bana.”
“N e?”
“ Anahtarı.” Gardiyan, Jenna’nın boyn un da asılı olan Kraliçe­
nin O dası’na ait, züm rüt ve altından oluşan anahtar takımını işaret
ediyordu.
“ H ayır!”
“ Evet!” Gardiyan, Jenna’yı yakalayıp tırnaklarını koluna batır­
dı. “V erm elisin,” d iye tısladı. “ O, e ve ait. Sen onu çaldın.”
“ Ç alm adım !” d edi Jenna öfkeyle. “ Bırak ben i.”
Gardiyan başını iki yana salladı. “ Bana anahtarı veren e kadar
bırakm am .” G ülüm serken at dişleri m u m ışığında parlıyordu.
“ Ben sabırlıyım . Zam anın b en im için hiçbir anlam ı yok, am a senin
için var. Ben beklerim . Sen istediğin kadar burada bekleyebilirsin .”
Tırnaklar Jenna’nın koluna biraz daha battı.
“ Bırak onu.” B eetle’ın sesinde Jenna’nın daha ön ce hiç duy­
m adığı kötü bir şey vardı.
“ H izm etkârın çok sadık” dedi Gardiyan alaycı bir şekilde.
Birden Gardiyan’ın dizlerinden bir yerd en uzun, gürleyen bir
hom urtu yükseldi. Gardiyan aşağıya baktı v e saldırm aya hazır Ge-
ceUlrr’unun öfkeli gözlerle kendisine baktığını gördü. “ Prensesi bı­
rak,” dedi Beetle sessizce. “Yoksa panteri ü zerine salarım .”
Gardiyan, Jenna’yı bıraktı. Zam an ne olursa olsun panter pan­
terdi.
Beetle, Jenna’nın elini tuttu. “ Hadi, balta bu lm am ız lazım .”
H areket e d e m e y e c e k kadar korkan Gardiyan hızla sahanlıkta
uzaklaşmalarını seyretti. Panter birden y ö n değiştirip kulenin m er­
divenlerini çıkm aya başlayınca onların da hızla koştuğunu gördü.
“ Ullr!” d iye bağırdı Jenna, peşine düşerek. “ Geri gel, Ullr!”

381
Angie Sage
Bu tip heyecana alışık olm ayan Gardiyan banktaki yerini alıp
b e k le m e y e başladı. Foriks Evi’ndeki her şeyin b ek leyen lere geldi- •
gini biliyordu. j
Kule m erdiven leri dik, dar v e b itm ek b ilm ez gibi görü n ü yor- )
du. Jenna ve Beetle, Ullr’un peşinden koşarken küçük, taş kem er- J
d e durdu. M erdiven ler yukarıya doğru uzanıyordu, am a Jenna ke­
m erd en bakınca birkaç m u m la aydınlanan uzun, karanlık bir k o ri-;;
dor gördü. Durup nefesini d ü zen le m e ye çalıştı. Ullr hangi y ö n e g it - ;
mişti? \
Beetle da yan m a geldi. “ G örebiliyor m usun?” d iye sordu Jen- j
na nefes nefese. ;
Konuşam ayacak kadar nefessiz kalm ış olan Beetle başını iki î
yan a salladı. Sonra koridorun sonundaki son m u m ışığında Ullr’un ,;i
kuyruğunun turuncu ucunu gördü. “ İşte!” !
Jenna uzun tuniğini kaldırıp arkasında B eetle’la k o rid o rd a ;
koşm aya başladı. K oridor sekizgen kulenin biçim indeydi. 135 d e­
recelik dönüşler bir sonraki d ö n em eç te ne olduğunu g ö r m e n i;
engelliyordu . Kule, Foriks Evi’nin ana girişindeki ihtişam dan y o k ­
sundu. Koşarken ayakları taşlarda yankı yapıyordu. Jenna ve Beet­
le, dikkatlerini Ullr’u yakalam aya o d erece verm işlerd i ki koridora
açılan küçük odalar dikkatlerinden kaçmıştı. Her biri tek bir m u m ­
la aydınlatılm ıştı v e içeride bazılarının bin yıldır tekrarladıkları
gü n delik rutinlerini yapan gölgeli figürler vardı.
Jenna ve Beetle her bir köşeyi dön erken Ullr’un kuyruğunun
bir sonraki köşede kaybolduğunu görüyorlardı. K u lede yaşayan­
lardan bazıları başlarını kaldırıp bakınca ön ce bir panter, ardından
a celeyle koşan Jenna v e B eetle’ı görüyordu. A m a hiçbiri bunlara
fazla ö n e m verm iyord u.
Bir köşeyi daha dönerlerken Jenna artık U llr’un kuyruğunu
görm edik lerin i fark etti. N efes alm ak için durdu. “ Onu g ö re m iy o ­
rum .” Beetle yanına gele n e kadar birkaç saniye soluklandı. “ Gitti.”

382
Arayış

B eetle soluk soluğa duvara dayandı. Birkaç gün ön cesin e ka­


dar hareketsiz bir hayatı vardı ve son birkaç dakika içinde yaşadık­
ları onu bitirmişti. C evap olarak bir tek, “ Haaah...” diyebildi.
Birden koridorun sonunda bir y erd e bir haykırm a ve ardın­
dan sevinç çığlıkları duyuldu. “ Ullr! Ullr, Ullr, Ullr, Ullr!”
Jenna yarı heyecanlı, yarı korkarak B eetle’a baktı. “ Bu Snorri,”
diye fısıldadı.
“ Ö yle m i?”
“ Evet. O. Oh Beetle - Snorri burada. N icko da öyle... Nicko da
burada olm alı.” Sonra aklına korkunç bir düşünce geldi. Y a Nicko
orada değilse - y a on a bir şey olduysa v e orada yaln ızca Snorri kal­
dıysa? Jenna, B eetle’a baktı. “ K orku yoru m ,” d iy e fısıldadı. “ Bunca
yolu geldikten sonra ya Nicko burada değilse d iye korkuyoru m .”
B eetle kolunu Jenna’nın om zu n a doladı. “ Bunu anlam anın
tek bir yolu var. Hadi, gidip bakalım .”
Bu, Jenna’nın o gü n e kadar yürüdüğü en uzun yol gibiydi. O
ve B eetle yavaşça yürüyor, her odanın içine bakıyorlardı. Birinci
odada iki yatak v e basit bir m asa vardı. İki kız m asada oturmuş, or­
talarında bir şişe şarapla sessizce sohbet ediyorlardı. İkinci oda g e ­
niş v e baraka gibiydi; dar bir yatağın üstüne bir adam oturm uş,
parlak zırhını cilalıyordu. Üçüncü odada bir duvardan d iğerin e bir
ham ak uzanıyordu. Tek m ob ilya büyük bir sandıktı. Beyaz sakallı
ve yıpranm ış denizci üniform alı bir adam oturm uş, örgü örü yor­
du. Dördüncü oda kitap doluydu; Jenna gölgelerin arasında masa­
nın üzerine eğilm iş bir şeyler yazan uzun, siyah elbiseli bir kadın
gördü. Beşinci od a boştu. Altıncı odada ise sivri şapkalı üç kişi m a­
sada oturm uş oyu n oynuyorlardı. Yed in ci odada Snorri Snorrels-
sen duruyordu.
Jenna, B eetle’ın elini sıkıca tutup kalbi Snorri’nin du yacağı ka­
dar şiddetle çarparak yavaşça içeri girdi v e gölgelerin arasında di­
kildi. Bütün göreb ild iği Snorri’nin beyazım sı sarı saçlarından yan-

383
Angie Sage
“Kapan m ıT
Kız içini çekti. “ H erhalde b ecerem eyecek sin .”
Septim us bir şey söylem edi. “ Kız, ona Lucy G ringe’i hatırlatı­
yordu - am a bu çok daha sinir bozucuydu. Mantıklı bir konuşm a
yap m a um udunu yitirip dikkatini etrafına v e rm e y e çalıştı. Devasa
sekizgen bir odadaydı. Tepesindeki güzel cam ku bbeden gün batı-
m ının son p em b e ışınlarıyla dolu kararan gökyü zünü göreb iliyo r­
du. Foriks Evi’nin en tepesinde olduğunu tahm in etti. Antik ç ıra­
ğ ın kartalı andıran bakışları altında odada dolaştı. Burası büyük
bir yerd i ve m obilyalar -k ilim ler, lapis sandıklar, gösterişli g ob len ­
le r - ona Marcia’nın odasını hatırlatıyordu. A m a bu Septim u s’un
hissettiği garip b içim d e aşinalık hissini açıklam ıyordu. Başka bir
şey daha vardı... daha ön em li bir şey - B ü y ü kokusu.
“ Burası neresi?” d iye sordu Septim us huysuz çırağa.
“ Foriks Evi.”
“ Bunu biliyoru m ,” dedi sabırlı davranm aya çalışarak. “ Burası­
nı kastediyorum . Bu odayı - burası neresi?”
“Yakında öğrenirsin.”
Septim us içini çekti. Son bir soru sordu. “ Sen kim sin?”
Kız, onu şaşırtarak sorusuna cevap verdi. “Talm ar.”
Talmar. Bu isim tanıdık geliyordu. Septim us bunun nedenini
hatırlam aya çalıştı - v e hatırladı. Birden kendini çok garip hissetti.
“ Hayır... Talm ar Ray Bell m i?”
Kızın yü zü n de bir şaşkınlık belirdi. “ N ered en biliyorsun?”
Septim us sırıttı. Sorusunun etkisi onu m em n u n etmişti.
Uzaktan bir yerd en çanın berrak sesi duyuldu. Tam lan bir kez
daha üstünlük havasına bürünüp, “ Efendim hazır,” dedi. “ Beni ta­
kip et Septim us H eap.”
Güneşin batm asıyla cam kubbe karardı. Septimus, Talm ar’ı ta­
kip ederken m um lar yollarını aydınlatm ak için teker teker yanıyor­

386
Arayış

du. Talmar odanın uzak köşesindeki perdeleri yavaş yavaş açtı. Ate­
şin karşısında, Marcia’nın odasındakine benzer ve Marcia’nın her za­
man oturması için ısrar ettiği koltukta oturan bir figür görürdü.
Talmar, Septim us’u içeriye çağırdı. Perded en geçti, dalgalı, be­
yaz saçlarını Olağanüstü Büyücü bandıyla toplam ış olan yaşlı, güç­
süz bir adam başını kaldırıp ona baktı. M um un ışığı parlak yeşil
gözlerin de parlıyor, gözleri n eredeyse alev alm ış gibi görünüyordu.
“ Bu A ra y ış’çı Septim us H eap,” dedi Talmar.
“ Hoş geld in A ra y ış’çı,” dedi yaşlı adam gülüm seyerek. A ya­
ğa kalkm aya çalışınca Talm ar yard ım etm ek için yan ına koştu. Bi­
raz eğik v e den gesiz bir şekilde ayakta dururken Septim us onun
Eski Olağanüstü Büyücü kaftanı giym iş olduğunu gördü. Eski kaf­
tanlarda altın ipliklerle h iyeroglifler vardı. Talm ar’ın koluna yasla­
narak Septim us’a doğru yürüdü.
“ Eskiden y en iy e ,” diye m ırıldandı Septim u s’un daha ön ce hiç
du ym adığı bir aksanla. “ Selam lar.”
“ Selam lar,” d iy e cevap verdi Septimus, adam ın zayıf, yaşlı eli­
ni tutarak.
Yaşlı adam , Septim us’un sag elin e baktı. Septim us onun ba­
kışlarını takip ed in ce Ejderha Y ü zü gü ’nü gördü. Yüzü k daha ön ce
hiç gö rm ed ig i kadar parlaktı, hatta sag işaretparm agında m in ik bir
lam ba gibi olm uştu. “Y ü zü ğü m sende,” d iy e m ırıldandı Antik
Olağanüstü Bü_yücü.
“Sizin yü zü ğü n ü z m ü?” d edi Septimus. “ A m a ben bunun yal­
nızca şeye ait olduğunu sanıyordum ... Oh oh, elb ette.”
“Ah. K im olduğu m u biliyor m usun?”
Septim us başını salladı. Şimdi anlıyordu. “ Siz H o te p -R a ’sınız.

Yıldızlar ku bb ed e parlar, dolunay gökyü zü n d e yolcu lu k ed er­


ken, Septimus, Talm ar Ray Bell v e H otep -R a , Talm ar’ın ateşin kar­

387
Angie Sage
şısına yerleştirdiği uzun, alçak m asada beliren lezzetli yiyecekleri
yiyordu. Talm ar renkli üç küçük bardağa nane çayı doldurdu.
H o tep -R a kadehini kaldırıp, “A ra y ışın sonunu kutlayalım ,”
dedi. Çayını bir yu d u m d a içti, Septim us v e Talm ar da onu takip et­
ti.
“A ra y ış’ın bitm esinden ön ce yapm an gerek en bir şey daha
var.”
“Oh?” Septim us en kötüsünden korkuyordu.
“ Bana A rayış Taşı’nı verm elisin .”
Septim us gülüm sedi - bundan daha çok isteyebileceği bir şey
yoktu. Ateş kırm ızısı şeyi cebinden çıkardı.
Taştan kurtulduğuna m em nu n olan Septimus taşı uzattı. Ho­
tep -R a taşın üzerine elin e koydu. Septimus parlak ışığın yaşlı ada­
m ın elinden geçip derinin altında parlak, kırm ızı gölgeler gibi görü­
nen kem ikleri ortaya çıkarmasını izledi. Sonra ışık sö n m eye başla­
dı ve H o tep -R a ’mn elleri bir kez daha saydamlaştı. Ellerini açtı,
A rayış Taşı şim di simsiyahtı. “A rayış’ı tam am ladın.” H otep -R a
Septim us’a gülüm sedi. “ Şim di seni bunca yoldan getirm em in ne­
deni: yan ım a gel ve benim yoklu ğum da kalede olanları anlat.”
“Hepsini m i?' Septim us bunları nasıl bilm esi gerektigini m e­
rak ediyordu.
“Çırak olarak sen b ö yle şeyleri bilirsin. Şim di, sen anlatm aya
başlam adan ön ce taşın üzerine işaretimi koyacağım v e yolculuğu­
nun anısı olarak saklayacağım .”
Septim us yolculuğunun hatırlanm asını istediğini sanm ıyor­
du, am a bir şey söylem edi. H o te p -R a taşı çevirdi v e yü z ifadesi bu­
lutlandı.
“ N e oldu Efendim ?” d iye sordu Talmar.
“A n lam ıyoru m . Bu ta ş la n g i z li bir çeteleyle num aralandır­
dım . Her biri çekildikçe num ara görünüyordu. Bu yirmi bir num a­
ra. Bu son taş,” d iye mırıldandı.

388
Arayış

“ Bir şeylerin yolu nda olm adığını anlam ıştım ,” dedi Talmar,
Septim us’a ö fk ey le bakarak. “ Bu çok genç. Daha çıraklığını bile bi­
tirm em iş.”
“ Ö yle m i?” dedi H o te p -R a şaşkınlıkla. “ A m a bu A rayış çırak­
lığın son günü için saklanan bir onurdur.”
“ Kesinlikle. Çalmış olm alı. O yalnızca sıradan bir hırsız.”
Septimus, Talm ar’ın kabalığından sıkılmıştı artık. Ö fk eyle pat­
ladı. “ N e cüretle bana hırsız dersini H em birisi bu taşı niye çalm ak
istesin ki?” d iye sordu. “ Beladan başka bir şey değil. V e b en im son
A ra y ış’çı old u ğu m u sö yleyebilirim - bu çömlekteki son taştı.
Size başka bir şey daha sö yleyebilirim - A ra y ış’a gid en başka hiç
kim se geri d ön m edi. Bu bir onur değil - lanet. Her çırak bu yü zden
çıraklığının son gün ün den korkuyor. V e Tertius Füm e...”
“Tertius Füm e m u?” dedi H o te p -R a şaşkınlıkla. “O yalancı,
sahtekâr, iki yüzlü solucan geri m i döndü?”
“ Eh, hayaleti döndü .”
“Hayaleti m i?Ha! En azından artık canlı değil. A m a ne yüzsüz­
lük - Ben onun kaleye girm esini y asak lad ım v e ben gider gitm ez
gizlice geri dönüyor. Bu ne zam an oldu?”
“ Uzun zam an önce. Artık çok yaşlı.”
“ N e kadar yaşlı?”
“ B en -b en bilm iyoru m . K aledeki en yaşlılardan biri.”
“En yaşlılardan biri...” H o te p -R a bir süre sessiz kaldı. N e Tal­
m ar ne d e Septim us konuşm aya cesaret ed em iyordu . Sonunda
Yaşlı Olağanüstü Büyücü kötü bir haber bekliyorm uş gibi kısık
sesle sordu. “ Söyle bana çırak - Talm ar v e ben kaleden ayrıldığı­
m ızd an beri kaç tane Olağanüstü Büyücü oldu?”
“Y edi yü z yetm iş iki,” dedi Septimus.
“Dalga geçiyorsunf dedi H o te p -R a heyecanla.

389
Angie Sage
“ Hayır. İlk çırak olduğu m da bunu öğren m ek zorundaydım .
Olağanüstü Büyücüm yazıp duvara astı. H em geçen hafta hepsini
saym ak zorunda kaldım .”
H otep -R a güçlükle yutkundu. “ En fazla beş ya da altı olduğu­
nu sanıyordum ,” dedi sessizce. “ İşler olm ası gerektigi gibi değil.”
“ Nasıl - nasıl olm ası gerekiyor?” diye sordu Septimus.
H otep -R a içini çekti. “Ye, Ejderha Efendisi,” dedi. “ Bana Ara-
y ı ş ’ını anlat. Ben de sana benim kini anlatayım .”
Böylece Septimus ay ışığıyla aydınlanan kubbenin altına otu­
rup H o tep -R a ’ya Foriks Evi’ne nasıl geldiğini anlattı. Sonra lezzet­
li m eyvelerden, baharatlı etlerden ve balıklardan yiyip nane çayını
içerken kalenin ilk Olağanüstü Büyücü’sünün yumuşak, melodik,
zayıf sesini dinledi.
“Ben genç bir adam ken,” dedi H otep-R a. “Ö yle bakma, ben
de bir zam anlar gençtim , neyse o zam anlar zamanla oynam ak ya­
saktı. A m a pek çok gen ç adam gibi ben de kurallara her zam an uy­
m azdım . V e zamanı askıya alm a sırrını keşfettiğim de, sırrımı giz­
leyecek v e işe yaram asını sağlayacak bir yere ihtiyacım olduğunu
anlamıştım. Uzaklara yolculuk yaptım v e ortasında uçurum olan
güzel bir orm an buldum. Bu uçurumun ortasında yüksek bir kaya
vardı. Onu gördü ğü m d e gizli Zam an Evi’mi inşaa ed ecek m ü k em ­
m el bir yer bulduğum u biliyordum .
“ B öylece işe giriştim. Ö nce bir köprünün olm asını sağladım
- güzel bir köprü, değil m i?”
Septimus başını salladı. H otep -R a gerçeği söylüyordu: köprü
çok güzeldi.
H otep -R a gülüm sedi. “Güzel, am a korkutucu. Şimdi, büyücü­
lerde yüksekten korkm ak gibi talihsiz bir eğilim var. Kabul em ek
zorundayım , arkadaşım olan büyücüleri Zam an Evi’m den uzak

390
Arayış

tutmayı istedim - hiçbir m üdahale ya da dalavere istem iyordum .


Büyücüler gerçek yetenekleri kıskanabiliyor çırak. Daha yetenekli
olanların projelerini sabote edebiliyorlar. Bunu unutma. Ve böyle-
ce rahat bırakıldığım dan iki kez em in olm ak için Foriks’leri büyü­
ledim . Şim di çoğu insan onların efsanevi yaratıklar olduğunu dü­
şünür, çünkü artık burası hariç hiçbir y erd e görün m ezler. Zaman
Evi’m i korum aları için durm adan uçurum un kenarında koşm ala­
rını sağladım. Kısa sürede fark ettim ki buraya gelen ler buraya Fo­
riks Evi d e m ey e başlamışlar. Buna m em n u n oldum , çünkü bu
isim buranın Bütün Zam anların Birleştiği Y er olduğunu belli etm i­
yordu .”
“Yaşlanınca kaleden, sevgili kraliçeden v e zavallı Ejderha Ge-
m i’m den ayrıldım v e Foriks Evi’ne geldim . Şim di keşke daha ön­
ce, hâlâ gücüm varken gelseyd im diyoru m v e Ejderha G em i’m in
onarıldığını g örm ek istedim. Lim andaki adam lara asla bir şey ta­
m ir ettirtm e çırak - çok yavaş v e hırsızlar. Foriks Evi’ne gelirken
kaleyi her zam an çok ö zleyecek olm am a rağm en, neler olduğunu
sürekli bileceğim i düşünerek kendim i rahatlatıyordum . Çünkü
A r a y ış ı başlatmıştım.
A r a y ış büyük bir onur olacaktı. A r a y ış ’ım a yalnızca en y e ­
tenekli çırakların alınm asını düşünüyordum , am a sonra bunun
haksızlık olacağını karar verdim , bu yü zden kuraya başvurdum.
Bir çöm leği yü zlerce lapis taşla doldurdum . Y irm i bir tanesinde al­
tın A vardı v e her çırağın seçim şansı eşit olacaktı. Y ed i yıllık uzun
bir çalışm anın ardından kurada A r a y ış ’ı seçm ek harika bir son
olacaktı - Büyücü Kulesi’nin kurucusunu ziyaret etm ek, ona ka­
leyle ilgili haberler götürm ek, yen i bilgi v e anlayışla geri dönm ek.
Bunu güvenli hale getirm ek için -çü n k ü kim senin hayatını tehli­
keye atm ak istem iyord u m - seçilm iş bir çırağın denizi gü ven le g e ­

391
Angie Sage

çip nehrin yukarısında bulunan en güzel orm an ın kenarına kadar


gidebilm esi için bir gem i meydana getirdim . O nlara yolculukları
sırasında, Foriks’leri aşıp köprüden geçm elerin e eşlik etm ek için
yed i tane de A rayış M u h a fızı meydana getirdim . En ön em li iş­
leri evin dışında beklem ek, b ö ylece A r a y ış ’cıyı kendi zamanına
geri götürm ekti. Ayrıca A r a y ış ’cının güvenligi için eger m uhafız-
la r başarısız olursa taşın y o l gösterm esini sağladım . Planım buy­
du. A m a görünüşte işler b ö yle gelişm em iş?”
“ Hayır,” dedi Septim us üzücü bir şekilde.
“ Senden önce yirm i A r a y ış ’cı olduğunu söylem iştin, değil
m i?” dedi H otep-R a.
Septim us başıyla onayladı.
“Hepsi kayboldu, öyle m i?”
“ E, kim se geri gelm ed i. Eger gelebilselerdi gelirlerdi, değil
m i?”
H o tep -R a yavaşça başını sallayıp düşüncelere daldı. “ Füm e,”
dedi. “ Bu A rayış ı k ararttı. Bana söylediğin her şey, donm uş or­
m an, sessizlik, kötü v e iniltili sis, katil A rayış M u h a fız la rı - o ka­
dar şaşırmış görün m e, çırak, kim senin bana ulaşm am asını nasıl
sağlam ış olabilir? Oydu. Bunu biliyorum."
Bunu Septim us da biliyordu.
“ Benim en yakın arkadaşım dı,” dedi H o tep -R a üzgün bir ses­
le. “ Bir zam anlar ona gü veniyordu m . Onu kardeşim gibi seviyor­
dum . A m a benim sevgili Ejderha G em i’m le bataklıklarda olduğum
bir sırada kulenin kontrolünü ele geçirip m uhafızlarını beni öldürt­
m ek için gön d erdi.” H o te p -R a inanam ıyorm uş gibi başını salladı.
“ Bunu yıllardır planlıyorm uş - v e bana arkadaşlıktan başka bir şey
gösterm iyordu. En yakın arkadaşın sana bunu yapsa neler hisse­
d eceğin i bir düşün çırak.”

392
Arayış

Septim us anlayışlı bir şekilde başını salladı. B eetle’ın b ö yle bir


şey yapacağını düşünemezdi bile.
“Tertius kaleyi yaln ızca y ed i gün yönetti, a m a yap tığı karan­
lık tahribatı on arm ak yed i yıl sürdü. Onun kaleye girm esini y a ­
sakladım elb et.” H o tep -R a içini çekti. “A m a bana ihanetinden
sonra bile onu özled iğim i itiraf etm eliyim . Giderken kaleyi sonsu­
za kadar yön e te ceğim i sanacağım ı, am a ö y le olm ayacağını söyle­
di. Geri dön eceğin i v e o zam an ben im çok ü zü leceğim i söyledi.
Hiçbir şeyin beni olduğu m dan daha fazla üzeceğin i dü şü nm ediği­
m i söyledim , am a şim di bunun doğru olm adığın ı düşünüyorum ,
çünkü yirm i g en ç hayat kayboldu v e ben bunu hiç b ilm edim . V e
bunca yıldır ben yalnız başım a bekliyorum ...” H o te p -R a ’nın sesi
üzücü g e c e h a fifleyerek kesildi.
Talm ar g ec e soğuğuna karşı kilim v e örtüleri hazırlarken Sep­
timus sessizce oturuyor, A rayış Taşı’nın tepedeki kubbeden sü­
zülen dolunayın ışığında koyu m avi parlam asını seyrediyordu. Ba­
şarmıştı. A rayış ı tamamlamıştı. A m a sonra içini büyük bir üzün­
tü kapladı - yirm i çırak başaramamıştı. Septim us onların neler ka­
çırdığını düşündü. H em hayatlarını h em de ilk Olağanüstü Büyü-
cü ’yle sohbet ed eb ilecekleri büyülü bir gec eyi kaçırmışlardı. Ür-
perdi. Havadaki büyüyü kokladı. Marcellus P y e ’ın çalışm alarını
okum aya ilk başladığından beri mutlu olduğunu hissediyordu. Bu
iyiydi. V e Marcia - Marcia onunla gurur duyacaktı. Tabii onu bir
daha görürse.

Septim us ertesi sabah erken saatte başı d ön erek H o te p -R a ’ya


ve d a etti v e sekizgen odadan çıktı. Marcia’ nın ikiz kapısı yavaşça
arkasından kapandı. Elinde, artık çok daha arkadaşça davranan
Talm ar Ray Bell’in verd iği m u m la dar, m erm er geçitte ilerleyip du­
m anlı m erdiven sahanlığına ulaştı.

393
Angie Sage

Sabah olduğunu biliyordu - cam kubbeden güneşin doğd u ­


ğunu görm üştü, am a bunu Foriks Evi’nin içinden anlam ak m ü m ­
kün değildi. Yorgun bir şekilde banklardan birine -a m a hâlâ otur­
muş bekleyen at suratlı G ardiyan’dan uzak bir y e r e - oturup bekle­
m ey e başladı. Eger yeterin ce uzun beklerseniz Foriks Evi’nde ya­
şayan herkesin oradan geçecegin i söylem işti H otep -R a. Septimus,
Jenna v e Beetle geçen e kadar b ek lem ey e hazırdı. A m a nem li at­
m osferin sıcağı ve geçirdigi huzursuz gece, kısa sürede etkisini
g ö sterm eye başlamıştı. Septim us kısa sürede banka uzanıp uyku­
ya daldı.
Çok garip bir rüya gördü: H o tep -R a ve Tertius Füme, Büyücü
Y o lu ’ndan dans ed erek aşağıya iniyor, Marcia fırtınalı bir günde
Spit Fyre’a biniyordu, Talm ar bir timsahla kart oyn u yor v e Nicko
onu sarsıp, “ Uyan seni tem bel ah m ak !” diyordu.
Rüya bitm esine rağm en sarsıntı devam ed in ce Septim us g ö z­
lerini açtı v e Nicko’yla g ö z göze geldi. H em en uyandı. “ N ik!” kolla­
rını kardeşinin boyn un a doladı. “ Hey, sen gerçeksin!”
“Sen de öyle,” dedi Nicko gülerek.
“ Sep -o h , Sep, kaçmayı başarmışsın]’’ diye sevinçle bağırdı
Jenna.
“ Şey, aslında tam olarak ö y le olm adı, ama...”
Uzun boylu, at suratlı kadın ikisinin arasına girip elini Jen-
na’nın om zu n a bastırdı.
“ Dokunaklı kavuşm anızı tam am ladığınızda anahtarı alaca­
ğım . Lütfen.”
Beetle h em en fırlayıp kadının elini çekti. “ Onu rahat bırak.”
A m a panter olm ayın ca Gardiyan, B eetle’dan etkilenm edi. Jen-
na’nın kolunu yakaladı. Jenna acıyla bağırdı. “Bana anahtarı ver.
Eger ben alm ak zorunda kalırsam seni kilitlem ek için kullanaca­
ğım . Sonsuza dek.”

394
Arayış

Nicko, Gardiyan’dan tiksiniyordu. Bir keresin de Snorri’y e ca­


dı dem iş v e onu kulenin içinde bir yere gizlem işti - h em d e ne
kadar bir süre için? Nicko bilm iyordu. Günler, haftalar, yüzyıllar -
am a hiçbir fikri yoktu. Şim di bu yaptığının bedelini ö d em en in za­
m anı gelm işti. Gardiyan’ın bileğini yakalayıp ö fk eyle kolunu bük­
tü. Birden şiddetli bir çığlık duyuldu v e Gardiyan bileğini kucağına
aldı.
“ N ikl” dedi Jenna şaşkınlıkla. “ Kolunu kırdın.”
“Çaresiz zam anlarda çaresiz ön lem ler alınabilir,” d edi Nicko,
koridorun sonundaki m erd iven lere yön elerek . “ Hadi buradan çı­
kalım. Dışarıda kim bekliyor? Bahse girerim Sam ’dir, değil m i?”
je n n a ona yetişm ek için koştu. “ Hayır.”
“Yoksa babam mı? Babam olm alı. Onu g ö rm e k için sabırsızla­
nıyorum . Ve an n em i de.”
Jenna buna dayanam ıyordu. “ Hayır! Oh, Nik, sana sö yle m e­
dim . Dışarıda b ekleyen kim se yok .”
N icko olduğu y erd e kalakaldı. “Kimse yok m u ?’
“Y o k .”
Beetle ayaklarına bakarken sonsuza d ek kaybolm ayı diliyor­
du -a m a sonra zaten b öyle olacağını fark etti. Kendini berbat his­
sediyordu.
“ O halde h ep im iz burada kaldık,” dedi Nicko öfkeyle. “ Ben ve
Snorri gibi. Eve asla g id em eyeceğiz. Asla.”
“ Bu şart değil. Bir fikrim var,” dedi Septimus.

395
-f- 48
KAPIDAN KAPIYA

B irisi kapımı bozmuş, ’' dedi


Marcia, C atchpole’a.
Catchpole suçlu bir şekilde ayağa
fırlarken kum sarısı saçları şaşkınlık­
la dikilmişti. Marcia, onu Eski Büyü
'> D o la b ı’ nda u yu klarken yakala-
& mıştı. “O h,” dedi.
“ Eger bu senin espri anlayı­
şınsa pek kom ik bulm adığım ı
sö ylem eliyim ,” dedi Marcia buz gibi
bir sesle.
Catchpole m ahcup bir balıkçıl kuşu
gibi tek ayağının üstünde durdu. Marcia’
nın neden bahsettiğini bilm iyordu, am a
yin e bir sorun var gibiydi. “Oh,” dedi.
“ Evet, öyle mi?”

396
Arayış

“ N e öyle m i?”
“ Espri anlayışın bu mu? Kapıları çizm eye bayıldığını biliyorum.
Catchpole birden anlamıştı. “Oh, hayır. Ben değilim , gerçek ­
ten. Kesinlikle hayır. D oğruyu söylüyorum , ben d eğild im .”
Marcia içini çekti. O na inanıyordu. Garip karalam alar Catch­
pole için fazla karışıktı. “ Bir kova v e tem izlik fırçası al. H epsinin te­
m izlen m esin i istiyorum . Şim di Sarah H eap’e gid iyoru m v e geri d ö­
nene kadar tem iz, güzel bir kapı istiyorum. Anlaşıldı m ı?”
“Anlaşıldı, Bayan Marcia. Y ap arım .” Cezadan kurtulan Catch­
pole bir kova v e tem izlik fırçası bulm ak için koşturdu.

“ H ayır!” d iye yutkundu Jenna. “ K aybolu yor! Dur. Durf’ Ö n le­


rindeki harita kayboluyordu.
“ Çabuk, durm asını söyle,” dedi Nicko.
“ Dur!” d iye bağırdı Jenna.
“ H ayır - hayır, yani üzerine yaz. Çabuk Jen, hepsi kaybolm a­
dan ön ce.”
Jenna beyaz tebeşiri alıp üzerine yazdı: DUR! SİLİNME.

Catchpole bir çığlık atıp sabunlu sıcak suyla dolu kovayı aya­
ğına bırakıverdi. Onun bakışları altında kapıya kocam an, kıvrık
harflerle bir şeyler yazılıyordu. Kapı şim di onun tem izle m e y e baş­
ladığı zam an kin den daha kötüydü - Marcia ne diyecekti? Catchpo­
le tem izlik fırçasını alıp tekrar işe girişti, am a o fırçalarken tem izle­
diği yerlerd e yen i sözcükler beliriyordu. Birden Catchpole neler ol­
duğunu anladı - bu bir testti. Marcia, onun eskiden olduğu gibi bü­
yücü yardım cısı pozisyonuna yen id en gelm esi için yeterin ce iyi ol­
duğunu kanıtlaması için bu tuzağı kurmuştu. Catchpole başarısız
olm am aya kararlıydı. DUR! BU ACİL BİR MESAJDIR! yazan sözcük­

397
Angie Sage

ler ortaya çıktıkça Catchpole hızlanıyor, her sözcüğü ortaya çıkar


çıkm az fırçasıyla tem izliyor, her yere su döküyordu. Kısa süre için­
de M arcia’nın odasının önündeki sahanlıkta büyük, tebeşir tozuy­
la karışık bir birikinti oluştu.

“ Biraz daha tebeşir!” diye bağırdı Jenna. “ Çabuk!”


Snorri, ona bir parça tebeşir uzattı. “ Bu sonuncusu,” dedi.
Jenna durdu, eli kapıda kaldı. Son tebeşir parçasını ziyan et­
m ek istem iyordu. MARCİA, BURADAYIZ! sözcüklerinin kapıdan si­
linişini seyrettiler. Ardından haritanın geri kalanı da silindi v e Jen-
na’nın m esajlarından geriye bir şey kalmadı. “ İşe yaram ıyor,” dedi
perişan bir şekilde. “ Kapı hepsini siliyor.”
Herkes sessizdi, havada bir umutsuzluk hissi vardı. Septimus
birden anladı. “ İşe yarıyor. A m a birisi siliyor,” dedi.
“ Bunu kim yapar ki?”
“ Marcia yap m az,” dedi Jenna. “Ya da büyücülerden biri. Bu­
nun ön em li olduğunu anlarlar.”
“ O zam an aptal birisi m i?” dedi Nicko.
Septimus h em en anladı. “ Catchpole.”
“Catchpole m u?”
“ Evet. O olm alı. K u lede başka kim se bunu yapm az. Jen, bana
tebeşiri ver. N e yazacağım ı biliyoru m .”
Jenna tebeşiri verdi. Septim us’un ne yaptığını biliyor olm asını
diliyordu.
SEN MİSİN, CATCHPOLE, diye yazdı.
“Sen m isin” sözcüğü h em en silindi, am a “C atchpole” un “C”si
silinirken durdu.
“Cevap verm esin i b ek leyeceğim ,” dedi Septimus. “Anladığını
anlayana kadar başka tebeşir ziyan etm en in anlam ı yok.”

398
Arayış

Kapının dışındaki beş kişi nefesini tutmuş, bekliyordu. Catc­


hpole hızla getirip kalem ini alm ak için Eski Büyüler D olabı’na
koştu.
Geri döndü ğün de, Marcia’nın Büyük K e m e r’in altında rastla­
dığı endişeli Sarah H eap’in eşlik ettiği sinirli M arcia’yı buldu. Mar­
cia kapıya bakarken ayak bileklerin e kadar inen kaftanının altın­
daki sivri uçlu m or ayakkabıları tebeşirli suda ıslanıyordu. Catch­
pole m erd iven lerd en atlayıp, sabunlu zem in d e kaydı, kovaya çar­
pıp geri kalan suyu M arcia’nın üstüne döktü. “ Sen ne yaptığını sa­
nıyorsun?” diye patladı. “ Ben senden yalnızca kapım daki yazıları
silm eni istedim ve sen bunlara birde kendi adını ek lem e küstahlı­
ğını gösteriyorsun. Catchpole bu bardağı taşıran son dam la. K ovu l­
d u n !”
Sarah H eap şok geçiriyordu. Eger Marcia bu kadar bağırıyor­
sa Septim us’ un ondan kaçm asına şaşm am ak gerekti.
Catchpole dehşete düşmüştü. “ H ayır!” d iye yalvardı. “ Hayır,
göründügü gibi d eğil.”
“ H a!” dedi Marcia. “ Bunu daha ön ce de duym uştum . Bana
inan. Catchpole, gen ellikle her şey göründügü gibidir.”
Catchpole kalem ini uzatarak um utsuzca salladı. “ A m a ben
yalnızca...”
“N eyle yazdığını g ö rm e m gerek m iyor, teşekkür ed erim ,” dedi
Marcia. “Yapacak daha iyi işlerim var. K enara çekil, tam am m ı?”
“ Hayır! Hayır, anlam ıyorsunuz.” Catchpole, Marcia’nın içeri
girm esini ö n le m ek için kendini kapının ön ü n e attı. “ Lütfen, Bayan
Marcia, lütfen. Ben yap m ad ım . Bunu kanıtlayabilirim . Lütfen.”
C atchpole’un sesinde Marcia’nın dikkatini çeken bir şey vardı.
“ Pekâlâ,” dedi. “ Kanıtla bakalım .”
“Oh, teşekkür ederim , teşekkür ederim , teşekkür ederimi”

399
Angie Sage

“Tanrı aşkına, kes şunu. Hadi göster.”


Catchpole köpüklü suya aldırm adan çö m elip kapıya, BEN BO-
RIS CATCHPOLE. KİMSİNİZ? yazdı.
Marcia ayağını yere vurarak küçük şapırtılar çıkarıyordu. A m a
kapıda SEPTİMUS (Ç ocuk 412) sözcüğü belirince şapırtı kesildi. Sa­
rah Heap bir çığlık attı.
“ Gördünüz m ü?” dedi Catchpole. “ Kendi kendine yazıyor. Bir
sürü şey yazdı.”
“ N e gibi?” diye sordu Marcia.
“ Bilm iyorum . T e m izlem ek le m eşgu ldü m .”
“ Seni aptal! Hepsini sildin m i?'
“A m a bana silm em i söylediniz.”
“ Oh, tanrı aşkına, bana kalem ini ver.” Marcia, kalem i Catch-
p o le’un elinden kapıp yazdı: SEPTİMUS, BEN MARCİA. NEREDE­
SİN?
Foriks Evi’nde bir sevinç çığlığı koptu.

400
— 49 +
ZAMANIN İÇİNDE

eşeli bir şekilde merdivenlerin sahanlığına çıkarlarken

N bir karşılama kom itesi onları bekliyordu. İki iri korum a


ileri atılıp N ick o’yu yakaladı. Snorri bir çığlık attı. Bunlar, bir k
şusunun kaktüsüne kötülük d ile d iğ i suçlam ası yü zü n den onu
götüren, Fovvler ve Brat adındaki korum alardı.
“ Bırakın!” d iye bağırdı Nicko, m ü cad ele ederek. Bir kavga çık­
tı. Snorri, parlak kel kafalı iriyarı bir adam olan v e N ick o’nun kolu­
nu arkasına bastıran Fovvler’a bir tekm e attı. Septim us v e Beetle,
peşlerin de Jenna’yla araya girdi. Çok daha ufak tefek, am a şaşırtıcı

401
F : 26
Angie Sage

d ereced e güçlü olan karnabahar kulaklı Brat, hepsini sinir bozucu


sinekler gibi savurdu.
Gardiyan, m um du m anıyla yarı gizlenm iş bir şekilde geride
duruyordu. Kolu bandajlanmıştı. “Onu güçlendirilm iş odaya götü­
rün,” diye seslendi. “ Onu bir daha g ö rm ek istem iyoru m !”
“ Merak etm eyin, Bayan Gardiyan, görm eyecek sin iz.” Fovvler
bir kahkaha attı. “ Bundan emin olabilirsiniz. U ff - defol git, çocuk,”
diye hırladı. Bunu, kendisini kafakola alan B eetle’a söylüyordu.
Korum alar, N icko’yu sahanlıkta sü rüklem eye başladılar. Yan ­
larındaki Snorri haykırıp korum aların bacaklarını tekm eliyor, Jenna
kardeşine asılıyordu. Beetle hâlâ Fovvler’ın kafasını tutuyor, am a
bir etki yaratam ıyordu. Ullr tıslayarak bu kargaşayı seyrediyordu.
A m a Septimus kendisini geri çekerek, çırak kem erinden buz
parçası gibi görünen küçük bir kristal çıkardı. İşaret ve başparm a­
ğının arasında dikkatlice tutarak ince tarafını, N icko ve diğerlerini
sahanlığın uzak tarafındaki karanlık kem erden geç irm e ye çalışan
Fovvler’a doğrulttu.
“Don/” diye bağırdı Septimus.
Beetle dondu. Septim us birden dehşet içinde hatasını fark et­
ti. A m a donmuş B eetle’ın ölü bir ağırlık gibi boynundan sarkması
Fovvler’ın dengesini bozdu ve N icko bu fırsatı değerlendirdi. Ken­
dini kurtarıp Snorri’yi yakaladı, bir anda m erd iven lere doğru koş­
m aya başladılar. Fovvler öfk eyle B eetle’dan kurtuldu, Beetle devri­
len bir agaç gibi y ere düştü. “ B eetle!” diye bağırdı Jenna. “Oh, Be­
etle}"
Nicko, Snorri’yi çekerek Septim us’u geçti. “Gel, Sep!” d iye ba­
ğırdı. “Buradan çıkalım artık. Yetti artık - hangi zamana gid ecegim
um urum da değil.”
“ Hayır, N ik!” d iye bağırdı Septimus. “ Hayır -yapm a.”

402
Arayış

A m a N icko v e Snorri, peşinde Fovvler v e Brat’le m erd iven ler­


den hızla iniyorlardı.
Septimus, Jenna’ya doğru koştu. “ N ik’i durdurm alısın,” dedi.
“ Aklını kaçırdı. Sonsuza dek gitm ed en ön ce onu durdur.”
Jenna ayağa fırladı. “ A m a Beetle...”
“ İyi olacak. Ben hallederim . Sen git!”
Jenna hızla koşm aya başladı. Yanından geçerken Gardiyan is­
teksizce gitm esin e en gel olm ayı çalıştı, am a Jenna ondan kurtulup
m erdiven lerden aşağı in m eye başladı.
Septimus donmuş B eetle’ı bırakıp korkuluklardan aşağıya
eğildi." Jenna kırm ızı pelerini arkasından havalanarak uçarcasına
aşağı doğru iniyordu. Aşağılarda Nicko ve Snorri’nin kalabalık sa­
lona ulaştıklarını, kendilerine yol açarak güm üş kapılara koştukla­
rını gördü. F ow ler v e Brat peşlerindeydi.
Septim us’un ilgisizliğini yanlış anlayarak Gardiyan ona katıl­
dı. “Yakında baş belasını yakalayacağız.” Gülümsedi. Septim us ce­
vap verm edi. Gardiyan birden rahatsızlık hissederek ondan uzak­
laştı. Septim us’un gözlerin deki garip bakıştan hoşlanmam ıştı. Et­
rafında b e lirm eye başlayan m or sis hiç hoşuna gitm em iş bulaşıcı
olm asından korkmuştu.
Aşağıda, Foriks Evi’nin büyük salonunda Brat, Fovvler’ı g e ç ­
miş, N icko’yla bir kol boyu m esafedeydi. Onu yakalam ak için
uzandı, am a N icko son saniyede uzun boylu, sivri şapkalı iriyarı bir
adam ın arkasına girerek elin den kurtuldu. Fovvler birden durup
şaşkınca baktı. Sonra bağırdı. “ Aptal - o burada!” Brat dönüp ba­
kınca avının m erd iven lerd en yukarı koştuğunu gördü. Bunu nasıl
başarmıştı?
Korkuluğun üstünden eğilen Septim us dikkatini daha önce
hiç yapm adığı kadar yoğunlaştırm ıştı. Canlı bir insanı yansıtm ak

403
Angie Sage

en zor yansıtm aydı. Septim us sahip olduğunu b ilm ediği büyülü


güçleri kullanm ak için m ü cad ele ediyordu, am a bütün yansıtm a­
la r gibi bu da m ü k em m el değildi. Bulanık kenarlar v e geçici boş­
luklar vardı. N eyse ki m u m du m anı kusurları örtüyordu. Üstelik
Septim us y a n sıttığ ı N ick o’nun adam lardan kusurları g ö r e m e y e ­
cekleri kadar hızlı koşm asını sağlam aya çalışıyordu. Büyüdeki us­
talığıyla büyük sevinç yaşayan Septim us yansıtm ayı üst katlara
çıkardı. N ick o’nun görüntüsü yaklaştıkça ken din e y e r açm ak için
geri çekildi, çünkü yansıtm a ne kadar yakınsa sürdürm esi o ka­
dar zordu. Gardiyan, Septim u s’un g en ç haydudun hızla geçtigini
görm esini, am a bir şey yap m am asın ı onaylayarak bakıyordu; çıra­
ğı yanlış d eğerlen d irdiğin i düşünüyordu. Deli gibi terleyen ve yü z­
leri kıpkırm ızı olan sadık Fovvler v e Brat’i seyrederk en uzun burnu
heyecanla parlıyordu. O ğlanı her an yakalayabilirlerdi.
Septim u s, yansıtm ayı N icko v e Snorri’ nin kulesine gön d erip
rahatladı. Artık bütün yapm ası gerek en m erd iven d en çıkm a sesle­
rini yansıtm ak v e korum aların yorulm alarını sağlamaktı.
Aşağıya bakıp Jenna’nın N ick o’yu durdurm ayı başarıp başara­
m adığını g ö rm e y e çalıştı, am a m u m dum anı görüşünü bulanıklaş­
tırıyordu. Septim us aşağıya koşup N ick o’nun aklını başına getir­
m eyi istiyordu, am a bunun için Jenna’ya gü v en m e k zorunda oldu ­
ğunu biliyordu. O nun yapm ası gerek en başka bir şey vardı - bek-
le y e m e y e c e k olan bir şey. B eetle’ı çözmesi gerekiyordu.

Gardiyan, Septim u s’un titreyen B eetle’ı m erd iven lerd en in­


dirm esini seyretti. O nlar m u m dum anının bulanıklığında kaybo­
lurken Fovvler ve Brat’in kule m erdiven lerin d en aşağıya indikleri­
ni duydu. Binicisini üstünden atm aya kararlı bir atın yaklaşan agaç
dalını gördü gü n de gü leb ileceği türden bir gü lü m sem eydi.

404
Arayış

Jenna, N icko v e Snorri’yi lob ide yakalamıştı. “ Hayır, N ik!” diye


bağırdı. “ Hayır, gitm e. Lütfen. Kendi başına gitm e. Lütfenr
“ Burada kalm ayacağım ,” dedi Nicko. “ Hayatının geri kalanını
yeraltındaki iğrenç bir delikte geç irm e ye ce ğim . Snorri’yi yıllarca
götürdüler, korkunçtu.”
“Yalnızca birkaç gündü, N icko,” dedi Snorri.
“ N e kadar olduğunu kim biliyor?” diye gürledi Nicko. “ Burası
insanın aklını karıştırıyor. K im se ne kadar zam an geçtigini bilm i­
y o r - bu delilik. Buraya artık dayanamıyorum.” Dışarıdaki zamana
çıkm ak için kapıyı açm ak istedi, am a Jenna elini havada yakaladı.
“ Nik! T ek bir şey için söz ver. Lütfen.”
“N e r
“ Sep v e Beetle için bekleyeceksin .”
“ Eger gelirlerse. A nlam ıyorsu n Jen. Burası çok garip. İnsanlar
ortadan kayboluyor.”
“Geri gelecekler. G elecekler.” Kapılar on a cevap verirm iş gibi
birden açıldı v e Septim us’la B eetle girdi içeri.
“G eliyorlar!” dedi Septimus. “ B eetle’ı çö zd ü ğü m d e y an sıt­
mam bozu ldu .”
“Tam am , bu kadar,” dedi Nicko. “ Ben gid iyoru m .”
“ N ik - bekleV’ dedi Jenna. K em erin d e asılı duran Kraliçenin
Odası’nın anahtarını çıkarıp, sag taraftaki kapının üzerindeki h iye­
roglifin ortasına gizlen m iş küçük anahtar d eliğin e soktu. Anahtarı
çevirir çevirm ez kapıların kilitlenm e sesi duyuldu
“ Bu onu du rdu rm az,” d edi Nicko. “Onun da anahtarı var.”
“ Eger anahtarı kilitte bırakırsam durdurur,” dedi Jenna gü ­
lüm seyerek.
“ Bu iyiydi Jen,” d edi Septim us sırıtarak.

405
Angie Sage

İki dünya arasında bulunan lob ide oturdular. Ells halasının


daha ön ce yaptığı gibi Snorri d e ejderha koltuğunda oturuyordu.
Ayaklarını kalın, kıvrık kuyruğa koyunca ince beden i ejderha ka­
natlarının arasında n ered eyse gö zd en kayboldu. N icko geniş ejder­
ha başı kollara oturdu. Snorri de, o da gergin görünüyordu.
Jenna, Septimus v e Beetle, soğuk m erm er zem in d e oturup
sırt çantalarına yaslanmışlardı.
Nicko başını hayretle sallayarak onlara bakıyordu. “ Burada ol­
duğunuza hâlâ inanam ıyorum . İnanam ıyorum . O kadar uzun za­
m an bekledik ki, değil m i Snorri?”
Snorri başını evet anlam ında salladı.
“ Burada olduğu nu za çok m em n u n u m ,” dedi Jenna sessizce.
“O lm am anızdan o kadar korktum ki.”
“ N ered eyse ola m ıyord u m ,” dedi Nicko. “ G itm eye karar verd i­
ğim pek çok zam an oldu. Kapılar açık ve seni durdurm uyorlar, bi­
liyorsun. A m a sana herhangi bir zamana gid eb ileceğin i söylü yor­
lar. Çok az insanın olduğu eski bir zam ana bile.” N icko ürperdi.
“ Foriks Evi’nin olm adığı zam anlara -b u yü zd en bir daha asla geri
dönem iyorsun. Snorri hep b ek le m e m iz gerektigini söyledi. Haklıy­
dı. A m a o her zam an haklı zaten.” Snorri kızardı.
“ Evet,” dedi Jenna, Snorri’yle arasını biraz d ü zeltm eye çalışa­
rak. “ Haklıydı.”
Lob iye düşünceli bir sessizlik çöktü, am a uzun sürm edi. Bir­
den güm üş kapılar sertçe çalındı, ardından delice takırdadı - biri­
si kilide anahtar sokm aya çalışıyordu.
“ G irm iyor!” dedi Gardiyan’ın öfkeli sesi. “ Muhafızlar, kapıları
kırın.”
Nicko h em en ayağa fırladı, gözlerin d e vahşi bir ifade vardı.
“ Beni yakalayam ayacaklar,” dedi. “ Bunu b ek lem ek yerin e dışarı
çıkıp şansımı d e n ey e ceğ im .”

406
Arayış

“ Ben de seninle geliyoru m ,” dedi Snorri. Ullr’u aldı. “ Ullr da


gelecek .”
“ Biz de geliyoru z,” dedi Jenna ciddi bir şekilde. Septim us ve
B eetle’a baktı. “ D eğil m i?”
Septimus, B eetle’a baktı. “ Beni d e sayın,” dedi Beetle.
“Ve beni d e,” dedi Septimus.
“Gerçekten mi? A m a onlar sizin değil, ben im peşim deler.”
“ Bu işte birlikteyiz Nik. Her ne olursa olsun.”
Şim di ritm ik darbeler başlamıştı. Fovvler kendini kapıya fırla­
tıyordu. Kısa sürede kapının en za y ıf yeri olan kilit g ev şem e y e baş­
ladı. .
“ Ben dışarı çıkıyoru m ,” dedi Nicko, k en din den em in v e sakin
bir şekilde. Eli Foriks Evi’nin büyük abanoz kapısının ağır, d em ir
kilidindeydi. Jenna, Septim us ve B eetle’a baktı. “A m a sizin kalm a­
nızı istiyorum ,” dedi, ritm ik darbelere karşı sesini yükselterek. “Si­
zin hâlâ eve dönüp, annem i, babam ı g ö rm e ve olanları anlatm a
şansınız var. O nlara üzgün olduğu m u söyleyin...”
Septim us derin bir soluk aldı. “ Hayır, Nik. Biz d e geliyoru z,”
dedi d iğerlerin e bakarak. Dehşet içindeki dört çift göz onunkilerle
buluştu - ya p m a k ü zere oldukları şeyin büyüklüğü kafalarına y e ­
ni dank ediyordu.
Güm.
N ick o’nun gözleri bulanıklaşm aya başladı. G özlerini kırpıştır­
dı. “T a m am ,” dedi. “ İşte gidiyoru z.”
Güm. Güm.
Nicko, kendilerini dışarıdaki zamana -a rtık hangi zamansa-
çıkaracak olan abanoz kapının kilidini açm aya girişti. Eli kilide do­
kunurken kapı, arkalarındaki gürültüyü bastıracak şekilde öfk eyle
çalındı. Herkes y erin d en sıçradı.

407
Angie Sage

Septim us bir sevinç çığlığı attı. Çalışan zile aldırm ayıp kapı
tokm ağın a b öyle saldıran tek bir kişi olabilirdi. Foriks Evi’nin kapı­
sını hızla açtı.
“ Eee?” dedi Marcia, kocam an bir gü lü m sem eyle. “ Beni içeri
alm ayacak m ısınız?”
“Asla,” dedi Septimus. “ Biz dışarı çıkıyoruz.”

Sarah Heap m erm er terasta iki küçük oğlunun ve kızının be­


yaz, puslu havaya girip sevinç çığlıkları atışını izliyordu. Marcia
O verstra n d ’a sarılm ak için m ü cad ele etm ele rin i seyred erk en
onların dön dü ğü n e inanam ıyordu. Sarah, destek alm ak için güçlü
ejderha boynuna yaslandı ve Spit Fyre kuyruğunu yorgu n bir şe­
kilde y e re vurdu. Uzun, soğuk bir uçuş olmuştu.
Kuyruğun yere vuruşu N ick o’nun dikkatini çekti. “A nne?” d e ­
di, ejderhaya aldırm ayarak. Yaln ızca eski, yeşil p elerin e sarınm ış
za y ıf kadını görüyordu. “Anne?”
“ Oh... Nicko,” d iyebildi Sarah Heap sadece.

SON

408
BİTİŞLER VE BAŞLANGIÇLAR.

a l ic e v e a l t h e r

A lice’in hayatının sonu, aslında Alther v e A lice’in birlikte ge­


çirecekleri uzun v e m utlu bir hayatın başlangıcı oldu. Canlı olduk­
ları zam anlarda ikisi d e özellik le Alther birlikte olam ayacak kadar
kendi kariyerleriyle m eşguldüler. Alther şim di bunu değiştirm ekte
kararlıydı.
A lice vurulduktan yirm i dört saat sonra A lice’in hayaleti saray
iskelesinde ortaya çıkıp kendisini b ek leyen A lther’i buldu. Bütün
hayaletlerin, hayaletliklerinin bir yıl, bir gününü hayaletlige geçtik­
leri y erd e g eçirm eleri gerekiyordu . Burası onların dinlenme _yeri
olarak biliniyordu. B eklenm edik bir sonla karşılaşan bir hayalet
için bu zor olabilirdi v e Alther, A lice’in bütün dinlenme zamanını
onunla geçirm ek te kararlıydı. Yaşıyorlarken A lice’in yan ında ol­
m am ış olabilirdi, am a artık onun yan ında olacaktı.
İçeride y a da dışarıda olm aları ne A lice ne de Alther için fark
ediyordu. H ava bir hayalet için gen ellikle ö n e m taşım azdı - yalnız
hayaletin içinden g e ç ild iğ in i hissettiği şiddetli rüzgâr istisnaydı.

409
Angie Sage

Jenna bunu bilse d e Alther ve A lice’in bütün bir yılı v e bir günü sa­
rayın iskelesinin etrafında dolaşarak geçirm eleri fikri hiç hoşuna
gitm em işti. Bu yü zd en Billy Pot’dan kendisine yard ım etm esini is­
teyip tam A lice’in vurulduğu yere k ırm ızı-b ey a z çizgili bir çadır
kurmuştu.
Jenna buna m em nu ndu . O yıl oldukça şiddetli fırtınalar yaşa­
mışlardı, am a çadırın içi her zam an sakindi. Jenna, A lice’in ve Alt-
h er’in kendini evin d eym iş gibi hissetm esini sağlam aya çalışıyor­
du. İskelenin tahtalarına saraydan getirilen kalın, desenli kilim ler
atılmıştı. Çadırın içi m obilyalar, m inderler, kitaplar v e çeşitli hatıra­
larla doluydu. Kakm alı sandığın açık kapağından A lice’in evin den
getirilen en sevdiği hâzineleri -taşlarını gem ilerin oluşturduğu
m erm er satranç tahtası, yeğen lerin den birinin ördüğü eşarp, Alt-
h er’in yazdığı ve kırm ızı ku rdeleyle bağlanm ış m ektuplar ve yıllar
ön cesin den kalm a yargıç p e ru ğ u - ortaya seriyordu. Alther’in en
sevdiği koltuk da oradaydı. Jenna gü ve yem iş eski deri koltuğu Sa­
rah H eap’in oturm a odasından alıp bir köşeye, Sarah’nın A lice’in
seveceği konusunda çok ısrarlı olduğu p e m b e v e altın rengi üstü
dolu kanepenin yan ına koym uştu. A lice kan epeye bayılm am ıştı,
am a zevksiz kanepe artık onun için eskiden olacağı kadar önem li
değildi.
Alther ve A lice’in pek çok ziyaretçisi olacağını bilen Jenna bir
sehpanın üzerine canlılar için m e y v e suyu sürahisi, bisküviler ve
m ey veler koym uştu.
En düzenli ziyaretçiler Jenna v e Silas H eap’di. Silas artık Sa-
rah’yla N icko hakkında konuşam ıyordu v e birisiyle konuşm aya ih­
tiyacı vardı. Eski öğretm en i Alther, Silas’ı saatlerce dinliyordu. N ic­
ko, zaman v e orm anlar hakkında saatlerce sohbet ediyorlardı. Si­
las o g ece geç saatte uzun çim en lerin üstünde sen d eleyerek sara­

410
Arayış

ya dönerken başının pam ukla dolu olduğunu hissediyordu. Alther,


Silas’ın çadırın girişinden başını uzatıp, “ Şey, Alther. Birkaç dakika
ayırabilir m isin?” dediği anları sabırsızlıkla beklem iyordu , am a
onu hiç geri çevirm iyordu .
Jenna çadıra bayılıyordu. Çoğu sabah onları kısa süre için zi­
yaret ediyor, hayatını kurtarmış olan A lice’le konuşuyordu. Ali­
c e ’in yaşadığı zam an, herkesin eski gü n ler dediği, kale m ah ke­
m elerin d e yargıçlık yapm aktan büyük zevk aldığı gün ler hakkında
konuşuyorlardı. Alice, Jenna’ya depon u n üstündeki çok sevdiği da­
iresini, lim anda güm rü k başm üfettişiyken uğraştığı ilginç vakaları
anlatıyordu. A m a bazen Alice birden kalkıp işe dönm esi gerek tiği­
ni söylüyor, Jenna’nın ona artık canlı olm adığın ı hatırlatması gere­
kiyordu. Bu tür zam anlar zordu - A lice üzgün v e düşünceli olu yor­
du, Jenna onu v e A lther’i birkaç gün rahat bırakıyordu.
A lther’in topluluğa çağrıldığı gece ilk kez A lice’ten uzak kal­
mıştı. Topluluğa çağrılm ak A lice için bir şoktu. Bütün Olağanüstü
Büyücü hayaletleri bunu çıraklığın sonunda beklerdi. Bu yü zden
b ek len m ed ik çağrı son d erece nadir rastlanan bir durum du ve
pek iyi bir şeylerin habercisi değildi. Alther birden çadırdan alın­
mıştı v e A lice’in zam an kavram ı çok iyi olm asa da onu ancak bir­
kaç gün sonra y en id en göreb ildiğin i düşünüyordu.
Alice, A lth er’i çok seviyordu v e ani sadakatinden çok etkilen­
mişti, am a canlıyken Alice yaln ız bir insandı v e yalnızlıktan hoşla-
nırdı. A lther’in yoklu ğu A lice’e düşü nm e v e o öğled en sonra saray
iskelesinde olanları anlam aya başlam a fırsatı verm işti.
Alther yorgu n v e özür diler bir halde kuşatmadan döndü ­
ğün de Alice onu gördü gü n e çok sevinm işti. A m a o akşam Alice,
onu Duvardaki D elik Tavernası’nı ziyaret etm e alışkanlığına geri
dön m esi için ikna etti. Bu ikisi için d e çok iyi olacaktı.

411
Angie Sage

BAYAN BEETLE

P am ela B eetle-G u rney, Brian B eetle’a çok uzun süre evli kal­
mam ıştı. Evlendikten bir yıl sonra sim siyah saçlı, yaram azca gü­
lü m seyen bir çocuk dünyaya getirm işti. Kale lim anında çalışıp li­
m an m avnasını yü k leyip boşaltan Brian Beetle, egzotik m e y v e san­
dığının altına çöreklenm iş olan bir yılan tarafından ısırıldıgında
daha çocuğunun kaydını bile yaptırm am ışlardı. Pam ela yıllar son­
ra insanlara üzgün bir şekilde Brian’ın balon gibi şişip m aviye dön ­
düğünü anlatmıştı. Kim se onu kurtaram azdı.
Brian Beetle öldükten birkaç hafta sonra kayıt görevlisi Bayan
B eetle’ı ziyaret edip, çocuğun ism ini kaydettirm ek için son günün
geçtigini, kaydı h e m e n orada yaptırm ası gerektigini söylem işti. Ba­
yan B eetle kötü durum daydı. Kendisi bütün gün, b eb ek d e bütün
g ece ağlam ıştı, Bayan B eetle’ın aklındaki son şey b e b e ğ e ne isim
vereceğiyd i. B öylece kayıt m em uru, isim defterini çıkarıp kalem i­
ni m ü rekkebe batırıp Bayan B eetle’a yum u şak bir şekilde b e b e ğ e
ne isim vereceğin i sorduğunda Bayan B eetle’ın bütün yapabildiği,
“ Oh, Beetle... B eetlef diye ağlam ak olmuştu. Brian’a öyle diyordu
çünkü. B öylece b eb eğin ism i Beetle Beetle şeklinde oldu.
Brian B eetle’ın m aaşı k esild iğin d e Bayan Beetle, R am b-
lings’teki kirli bir koridorun sonunda iki küçük odaya taşınmıştı.
Ailesi - v e Brian’ınkiler d e - lim an da yaşıyordu v e hiç yard ım teklif
etm em işlerdi. Bayan Beetle tekrar lim ana taşınm ayı düşünmüştü,
am a R am blin gs’i seviyordu v e kom şuları ona ailesinden daha çok
yardım ediyorlardı. Bayan B eetle’ın oğlu için d e istekleri vardı. Ha­
yatta lim an da çalışm aktan daha iyi şeyler başarm asını istiyordu ve
Kaledeki okullar iyi bir eğitim için lim andakilerin sağladığından
daha iyi olanaklar sağlıyordu.

412
Arayış

Genç Beetle, R am blings’teki pek çok iyi okuldan birine gitti ve


Bayan Beetle oğlu na pazar sabahlan özel öğ retm en tutabilm ek için
ekstra tem izliğe gitti. B eetle zeki bir çocuktu v e Bayan B eetle’ın is­
tekleri b ek lediğin den daha erken gerçekleşti, çünkü Beetle Elyaz-
m aları O dası’na giriş sınavını kazanan en g en ç kişi olm uştu.
Pam ela, Brian öldükten sonra kızlık soyadı olan G urney’i, kısa
süre sonra da P a m ela ’yı kullanm ayı bırakmıştı. Herkes Bayan Be­
etle olarak tanıyordu - B eetle hariç, o hâlâ anne diyordu v e yazıcı­
ların ona takılm alarına aldırm ıyordu. A m a B eetle annesinden sık
sık söz eder, onun için endişelenirdi. O nun yen id en m utlu olm ası­
nı çok istiyordu.

JANNIT MAARTEN VE NİCKO

Jannit Maarten, Sarah H eap’i ziyaret ettikten sonra tersaneye


geri d ön dü ğü n de -R u p e rt G ringe’in ded iği g ib i- yelkenlerin deki
havası boşalm ış gibiydi. Garip bir şapka takıyordu. Jannit’in uzun
süre oturduğu ve y a boşluğa baktığı hiç görülm em işti, am a günün
geri kalanında Jannit’in yaptığı tek şey buydu. Rupert ona sonun­
da Jannit’in evcil hayvan projesi için bulduğu en m ü k em m el pirinç
takımları gösterd iğin de bile Jannit yaln ızca hafifçe tebessüm et­
mişti.
Rupert G ringe sorunun ne olduğunu biliyordu. Rupert o sa­
bah Jannit’i sözleşmeyle gittigini görü n ce onun ne yaptığını anla­
dı. Rupert, H eap ailesine bayılm azdı, özellikle d e kız kardeşi Lucy,
kahrolası H eap’le -R u p e rt ona hep b öyle d e r d i- kaçtığı için. A m a

413
Angie Sage

o da N ick o’nun ortadan kayboluşundan hiç hoşnut değildi. Rupert,


K alede dolaşan ve N ick o’nun başka bir zam an da hapsolduguna
dair hikâyelere inanıp inanm adığından em in değildi, am a Nic­
ko’nun başına kötü bir şey geld igi çok açıktı v e Rupert bunun için
üzülüyordu.
Jannit’in bir H eap’i işe alm asına başta çok şü ph eyle bakan Ru­
pert, N ick o’yu sevip saygı du ym aya başlamıştı. Onunla olm a k e ğ ­
lenceliydi. Nicko her zam an lim ana yelk en açm aya ve gü lm e ye ha­
zırdı. Nicko gittikten sonra Rupert onun ne kadar çok iş yaptığını
anlamıştı. N icko’nun yerin i asla dolduram ayacak olm alarına rağ­
m en yaz m evsim i başlam adan ön ce yen i bir çırağa ihtiyaçları
olduğunu fark etti.
O gün öğled en sonra Jannit saraydan dön dü ğü n de Rupert
onun yavaşça tersanenin girişindeki harap ku lübeye girdigini gör­
dü. Kulübenin kenarında gen ç çırağın kaldığı küçük bir sundurm a
vardı. Jannit kapıyı açıp içeri girmişti. Yarım saat sonra da gelip
onu buldu.
“Y ard ım a ihtiyacım var,” dedi yalnızca.
Jannit’in, ü zerinde kargacık burgacık yazıyla NİCKO HEAP ya­
zılı olan teneke sandık konusunda yard ım a ihtiyacı vardı. Rupert
sandığı eski dolaba kaldırm asına yard ım etti.
“Geri d ö n en e kadar burada sakla,” dedi Jannit.
“ Evet. Geri d ö n en e kadar,” dedi Rupert. Sonra gidip lim an şa-
lupasının pruvasına oturdu, yarım saat H en değin bulanık sularının
akıp geçm esin i seyretti.

414
Arayış

SİMON v e l u c y

Sim on v e Lucy, nehirden sag salim geçtikten sonra Şim şek’i


feribot ahırlarından alm ak için küçük bir servet öd edi v e lim ana
doğru yola çıktı. Bu, sessiz bir yolculuktu - kaleye gitm ek ikisini de
rahatsız etmişti.
Sim on, Büyücü Kulesi’nin kuşatma altında olduğunu görün­
ce şok olmuştu. B öylece oranın ne kadar ön em li olduğunu v e za­
rar görm em esin i ne kadar istediğini anlam ış oldu. Bu yen i farkın-
dalıkla birlikte, son üç yıldır yaptıkları yü zü nden bir gün Sıradan
Büyücü olm a (S im on şu anda buna m em n u n iyetle razı olabilirdi.)
ve b ö yle harika, büyülü bir yerd e çalışm a v e yaşam a fırsatını fır­
latıp attığını da anlam ış oldu. Artık Büyücü Kulesi’ni bile yen id en
görem eyebilirdi.
Lucy, S im on ’ un arkasında oturuyor v e kederli bir şekilde ba­
kıyordu. Şim şek nehir kıyısında tırıs gidiyor, Kale Kuzgun Kaya-
sı’nın arkasında gö zd en kaybolurken Lucy, oraya vardıklarının er­
tesi günü ku lübeye gittiginde babasına m erhaba d iyecek kadar ce­
sur olm ayı diliyordu. Babası yorgu n ve endişeli görünüyordu - ha­
tırladığından çok daha ufak tefekti. Lucy n eden ona orada olduğu­
nu sö yleyem ed iğin i bilm iyordu. Şey, aslında biliyordu - Bayan
G ringe’in şiddetli öfk e nöbetiydi. A m a şim di gitm iş olm ayı diliyor­
du. A n n e babasını bir daha ne zam an görecekti? Belki yıllar sonra,
diye düşündü. V e S im on ’u onlarla tanıştırm aya asla götü rem eye-
cekti. Onlar da bunu istiyor değildi zaten.
Şim şek nem li v e pis ahırdan ayrılm anın k eyfiyle hızlıca yürü­
m ey e d eva m ed erken Lucy içinde bulundukları keyifsiz havayı da­
ğıtm aya çalıştı. “ En azından Marcia seni hapse attırm adı,” dedi.
“Aklını tam am en kaçırm ış olam azdı.”

415
Angie Sage

“ Hah,” dedi Sim on karşılık olarak. “ U m arım D ed ek tife iyi ba­


kar. Kahrolası M errin onu tam am en şarj olm adan çalmış. Marci­
a’ya talimatları g ö n d erec eğ im .”
“ Si... yap am azsın !”
“ N ed en ?”
“Oh Sim on. Hiç vazgeçm eyecek sin , değil m i?”
“ Hayır Luce. V a zg eç m ey ec eğ im .”

MERRİN

M errin’in Elyazmaları O dası’ndaki işinin başlangıcı çok iyi de­


ğildi. S im on ’la karşılaşmanın şokunu atlattıktan - v e beklendiği gi­
bi Dedektifi kaybettikten - sonra bütün yılan şekerlem esi stokunu
tüketmişti. Ö ğled en sonra m idesi bulanıyordu ve çok sinirliydi.
Foxy ondan Vahşi Kitap D eposu ’ndan D eve Leoparı A çm azı Broşü-
rü’nü bulm asını istediğinde, B eetle’ın ölüm cül hikâyelerinden
sonra o d epod an ödü kopan Merrin, F oxy’y e aradığı şeyi kendisi­
nin alm asını söyledi. Foxy şok olmuştu. Beetle bunu asla yap m az­
dı. Bunun üzerine Foxy, M errin’e göre çok m antıksız davranm aya
başlamıştı. M errin de on a değerli d e ve zım bırtılarıyla ne yapm ası
gerektigini söylem iş, Foxy söylen erek masasına dönm üştü.
M errin bir süre kapıyı dinlem işti, am a bütün din leyiciler gibi
kendisi hakkında iyi bir şey duym am ıştı. Bu işi onlara bırakıp yılan
şekerlem esi stokuna d eva m e tm ey e karar verm işti. Gizlice dışarı
çıktı, arkasından m üşteri gelm ed iğin d e n em in olm ak için kapıyı
kilitledi, sonra da Büyücü Y o lu ’nu geçip kendisini Ma Custard’a g ö ­
türeceğini um duğu ara sokaklara girip çıktı.

416
Arayış

A m a ara sokaklar onun hatırladığı gibi değildi - birisi sırf onu


kızdırm ak için sokakları değiştirm işti. M errin sonunda Ma Cus-
tard’ı bulana kadar iyice acıkmıştı. Bu n ed en le üç dü zine yılan şe­
kerlem esi, iki torba örü m cek ipi, bir kutu karam elalı b öcek ve bir
kavanoz m utlu ayıcık almıştı. Ma Custard, M errin’e parti verip ver­
m ed iğin i sormuştu. Merrin partinin ne olduğunu bildiğinden em in
değildi, bu yü zden evet dedi. Ma Custard ona “arkadaşları için” bir
kutu kakao kırıntısı verm işti.
M errin o gün Elyazmaları O dası’na geri d ö n m ek için çok geç
olduğu na karar verm işti. Kakao kırıntılarına bulanm ış üç yılan, on
m uzlu ayıcık yed ik ten sonra M errin kendini çok cesur hissediyor­
du. Sim on H eap’in kaleden kovulduğunu b ilm en in rahatlığıyla sa­
ray m utfağının bahçesine gidip korkunç sundurm adaki eşyalarını
aldı, odasını geri istedi.
N ed im en in hayaleti ağlayarak eski okul odasına koştu.
Elyazm aları O dası’nda saat tam beş buçukta bütün yazıcılar
m asalarından inip kapıya koştular. Kilitliydi. Elyazm aları O dası’nın
kapısına dışarıdan B ir ve Hep Büyüsü yapılm ıştı - eger biri kilit-
liyse hepsi kilitliydi. Yazıcıların dışarı çık ab ilm ek için iki saat sonra
Büyücü Odası’ndan çıkan Jillie Djinn’i b eklem eleri gerekm işti.
M errin’i ele geçird iklerin de ne yapacaklarına dair uzun uzun ko­
nuştular.
Ertesi gün M errin geld igin d e bir açıklam a yapm ası g erek iyor­
du, am a onun hikâye anlatm a konusunda sıkıntısı yoktu ve Jillie
Djinn d e yazıcıların tersine ona inandı. Jillie kötü bir seçim yaptığı­
nı kabul ed ecek değildi - üstelik başka kim Elyazm aları O dası’nda
kullanılan bütün kalem leri sayıp onları Bayan Djinn’in yen i kata­
loglam a sistem ine, yani her kalem in üstündeki diş izleri sayısına
göre d ü zen lem eyi başka kim kabul ederdi?

417 F : 27
Angie Sage

STANLEY

Stanley’in Mesaj Sıçan Servisi tam olarak u m duğu gibi gitm i­


yordu. Ephaniah G reb e’in personel teklifini geri çevirdikten sonra
Mesaj Sıçanı Servisi’nin yen id en kurulduğuna dair haberin hızla
yayıldığın ı fark etmişti. Kısa sürede sabit m iktarda düzenli m üşte­
ri Dogu Kapısı N öbetçi Kulübesi’ne g e lm e y e başlamıştı.
Stanley, g en ç kale sakinlerinin aptalca d o ğu m günü m esajla­
rına birdenbire deli olm alarına çok kızıyordu. D oğu m günü şarkı­
sı sö yle m eyi üçüncü kez reddettikten sonra bu girişim i tam am en
bırakm ayı ciddi şekilde d ü şü n m eye başlamıştı.
Yaln ızca şarkı söylem esi değil, aynı zam anda dans da etm esi­
nin istendiği akşam zihnini boşaltm ak için Dış Y o l boyu n ca g ece
yürüyüşüne çıktı. Stanley Dış Yolu severdi. Kale duvarları boyunca
uzanıyor v e bazı noktalarda -S ep tim u s’un keşfettiği g ib i- yalnızca
ince bir çizgi haline geliyordu . Stanley, yold a Ş e y ’lerin yürüdüğü­
ne dair h ikâyelere inanm azdı; aslında Ş e y ’lere bile inanm azdı.
A m a karanlık bir geceydi. Dar v e kırıntılı bir k esim deyken tam
önü nde bir eşelen m e v e tiz bir çığlık duyunca birden Ş e y ’lere
inandığını fark etti. Bu iyi bir an değildi. H em en oracıkta h en d eğe
atlam aya hazırdı.
A m a Stanley ıslanm aktan n efret ederdi. H en d ek soğuk v e ka­
ranlık görünüyordu. Ş e y ’ in basit bir sıçanla ilgilen m eyeceğin i dü­
şünerek hareketsiz kalıp Ş e y ’in uzaklaşmasını bekledi. A m a gü­
rültüler uzaklaşmadı. Stanley din ledikçe seslerin sıçan çığlıklarına
ne kadar b en zediğin i fark etti - aslında b eb ek sıçanların cıyakla­
m alarıydı bunlar.
Stanley Dogu Kapısı G özetlem e Kulübesi’ne geri döndü ğü n de
yalnız değildi. Yanında dört tane üşümüş, aç ve çok küçük yetim
sıçancıklar vardı.

418
Arayış

SYRAH SYARA

Syrah A rayış M u h a fız la rın ın uzun bıçaklarını görü n ce ba­


şının belada olduğunu anlamıştı. Baba gibi sevdiği Julius Pike’a g e ­
rektigi gibi ve d a e tm ey e vakti olm adan Syrah A rayış Gemisi’ne
bindirilm işti. G ü verteye ayak basar basm az büyülü güçlerinin
kaybolduğunu hissetmişti.
Tertius Füm e tarafından yolcu edilen A ra y ış Gemisi hızla
yola çıktı. B üyülü rüzgâr yelk en leri doldurdu, kısa sürede lim anı
geçip den ize açıldılar. Syrah aşağıya in m eyi reddediyordu . A rayış
Gemisi dalgaları yararken rüzgârda v e yağm u rd a titreyerek oturu­
yordu. Syrah ilk g ec e ve ertesi gün tam am en uyanık kaldı. Gözleri­
ni bile kırpm ıyordu. A rayış M u h a fızları nı v e keskin bıçaklarını
dikkatle takip ediyordu.
Syrah uykuya dalar dalm az sonunun gelecegin i biliyordu. Gü­
vertedek i ikinci gecesin d e gözkapaklarının düştüğünü v e uyku­
nun davetinin dayan ılm az olduğunu hissediyordu. Sakin denize,
uzaktaki fen ere bakarken gem in in ritm ik sallantısı onu kısa bir uy­
kuya sürükledi. İrkilerek uyanınca üç m u h a f ız ın bıçaklarını çek­
miş, kendisine doğru ilerlediklerini gördü.
Başka seçen eği yoktu. G em id en aşağıya atladı.
Su soğuktu v e Syrah y ü zm e bilm iyordu. A ğır kaftanı onu aşa­
ğıya doğru çekiyordu, am a A ra y ış G e m is i’nden uzaklaştıkça bü­
y ü yeten eğin in geri geld igin i hissetti. Bir yunus çağırdı. Sular
tam başının üstünde son kez birleşirken yunus geldi. Balığın sırtın­
da bitkince yatarken ufuktaki fe n ere doğru gittigini fark etti. Şafak
sökerken çırak v e yunus sag salim fen ere vardı.
Syrah kaleden uzakta yen i bir hayata başladı. Geri d ö n m ey e
asla cesaret ed em ed i, am a Julius Pike’a g ü ven d e olduğunu söyle­

419
Angie Sage

y en şifreli bir m esaj gönderdi. N e yazık ki Julius bunu sipariş ettiği


son büyülü çöm lek ler için son ö d e m e talimatı olduğunu sandı.
Faturayı zaten ödem işti, bu yü zden m esajı çö p e attı.

MORVVENNA

M orw enna aldatıldığını, Jenna v e Transformer’ın kaçtığını


fark ed er etm ez W en d ron Cadı M e clis iy le kale arasında bir kan
davası başlattı. Ya da daha doğrusu Silas’ın gen ç bir büyücüyken
M orvvenna’yı W o lw erin sürüsünden kurtarm asıyla başlayan ateş­
kes sona ermişti.
Morvvenna onu babasına götürerek Silas’a olan borcunu ö d e­
diğini düşünüyordu. Ephaniah G reb e’in kaçışı da onu kızdırmıştı.
Onun için bütün yaptıklarından sonra vazgeçm iş v e Jenna’yı da
yanında götürmüştü.
H eap Kam pı g en ç cadılara yasaklandı. Genç cadılar bu duru­
m a çok sinirlenseler d e yapacakları fazla bir şey yoktu. Heap oğ­
lanları birden, hayatlarının çok sıradan olduğunu fark ettiler, özel­
likle d e Jo-Jo. Marissa, Morvvenna v e Jo-Jo arasında seçim yap m ak
zorunda kaldı. O gerçek bir cadıydı v e M o rw en n a’yı seçti.

420
Arayış

KÖPRÜ BEKÇİSİ

Köprü Bekçisi hiçbir zam an sevilen bir karakter olm am ıştı.


Ş ey'in birdenbire agaç evin d e belirm esiyle v e onun kim liğine
bürün m esiyle birlikte karakterinde hiçbir değişiklik olm adı - yılan
yüzüğü hariç. Yüzü k onları şaşırtırdı, çünkü Köprü Bekçisi’ne göre
yüzük takan adam ların uçurum dan aşağı atılması gerekirdi, bu
onlara günlerini gösterirdi. Kendisinin gününü görüp görm ed igin i
kim se bilm iyor.
A m a ne kadar sevim siz biri olursa olsun birinin İçine g i r i l ­
mesi hiç kim senin isteyebileceği bir şey değildi. Şey gelip niyetini
apaçık belirttiğinde Köprü Bekçisi agaç evin deydi, gün de iki kez
Foriks’lerin yolu ndan kaçması gerekirdi. Köprü Bekçisi d e kendi­
sinden önceki H ildegarde v e Ephaniah gibi bir an dehşet içinde
kalmıştı, tıpkı isteksiz yolcuların altın dişlerini ve rm e y i reddettikle­
rinde kendilerini sisli uçurum da baş aşağı uçarken buldukları za­
m an olduğu gibi.

EPHANİAH grebe

Ephaniah köprünün yanındaki agaç evin d e n ered eyse ölü­


yordu. Jenna, Septim us ve Beetle onu W o lw erin derilerinin altında
olabildiğin ce rahat bırakm ış olsalarda o da H ildegarde gibi ateşlen­
miş v e sayıklam aya başlamıştı. O kadar za yıf olm asaydı agaç ev ­
den düşer v e karda ölürdü - ya da Foriks sürülerine y e m olurdu.
A m a neyse ki Ephaniah soğuk, tahta zem in d e yatm aktan başka bir

421
Angie Sage

şey yap m ıyor, sıcak v e soğuk dalgaları içinden geçerken en kor­


kunç kâbuslara dayanıyordu.
A gaç evindeki ikinci gün ün de -k i Ephaniah bunun ikinci ayı
olabileceğin i dü şü n ü yordu - kâbusları korkunç d ereced e gerçek
olm aya başladı. Ateşi aynı sayılırdı ve gücü pek y erin e gelm iş de­
ğildi. O sabah kapıya kadar gitm iş ve başını dışarı uzatmıştı. N eyse
ki aşağıya yuvarlanm ayacak kadar aklı başındaydı; orada öylece
yatıp karlı dallan seyretm iş, hassas burnuyla taze havayı koklamış,
m inik p e m b e diliyle üzerine düşen kar tanelerini yalamıştı. Epha­
niah orada bir süre yatm ıştı ki birden korkunç bir güm bürtü ağacı
sarsmış, üst katlardan düşen karlar yüzü n e inmişti. Şaşkınlıkla ba­
şını iki yan a sallamış, yüzükoyun dön ün ce en gerçekçi halüsinas-
yon la karşılaşmıştı. Ağacın altında devasa bir ejderha duruyordu.
Uzun, pullu boynu dalların arasından yükseliyor, kırm ızı çerçeveli
züm rüt gözleri Ephaniah’ın gözlerin in içine bakıyordu.
Bir yerlerd en bir ses geliyordu. Zihni bu kadar karışıkken bile
ses tanıdık gelm işti, am a tam çıkaram ıyordu. “Onu göreb iliyor
m usun Septimus?”
Başka bir ses cevap verdi. “Sorun yok Marcia, o burada. îyi. Sen
iyisin, değil m i Ephaniah?” Tam o sırada ejderhanın üzerinde nere­
deyse küçük bir nokta gibi görünen ve kocam an gülü m sem esiyle
ejderhanın dikenlerinin arasında rahatsız bir şekilde oturan m or
kaftanlı kadını fark etti. M or kaftanlı kadının ejderhanın etkisini bi­
le yo k ed ecek olan parlak yeşil gözlerini kısmış ona bakıyordu.
“ Çok ağır görün üyor,” dedi m or kaftanlı kadın.
“ Çok ağır,” diye cevap verdi çocuk. “ Nasıl başaracağım ızı bil­
m iyoru m .”
“ Onu karın üstüne ta ş ıy a c a ğ ım . Sonra Spit Fyre p en çeleriy­
le taşıyabilir. Sence bunu yapabilir m i?”

422
Arayış

Ephaniah kendisi hakkında konuştuklarını anlam aya başla­


mıştı. Bu bir kâbustu. Bitmesini diledi.
“ Rahat ol. Spit Fyre bir keresinde Jen’i d e b ö yle taşıdı, değil mi
Spit Fyre?”
“ Bana bunu hiç sö ylem ed in ,” dedi kadın sertçe.
“ Hım m . Hayır, galiba unuttum .”
“ Bir ejderha, prensesi p en çelerin d e taşıyor v e sen bunu unu­
tuyorsun öyle m i?”
Kâbus gittikçe kötüleşiyordu. Aslında o kadar kötüleşti ki Ep­
haniah bilincini bir kez daha yitirdi v e bir hafta sonra Büyücü Ku-
lesi’nde u yandığında ejderha hakkında hiçbir şey hatırlamadı.
A m a Spit Fyre onu hatırlıyordu v e o günden sonra ejderha bir da­
ha asla başka bir sıçanın üstüne basmadı.

BENJAMİN HEAP

Benjam in Heap, sonunun kalenin etrafında havada uçan, gü­


nün sonunda da Duvardaki Delik Tavernası’na çekilen bir hayalet
olm asını istem iyordu . Günlerini her zam an sevd iği orm an da
g eç irm e k istiyordu v e yaptığı şey de buydu. Benjam in Heap, Biçim
Değiştirici, bir agaç haline gelm işti. En sevd iği ağaçlardan biri ol­
muştu, kızıl sedir. Uzun boylu v e gururlu bir şekilde yükseliyor,
hatta yavaş yavaş daha da uzuyordu.
Benjam in Heap bir agaç haline g eld igin d e düşünceleri de
agaç oldu. A m a bu kızıl sedirin özü n de bir yerlerd e her zam an Ben
Heap, Sıradan Büyücü ve y a sayısız torununun bildiği şekliyle Bü­

423
Angie Sage

yükbaba Benji vardı. Ben Heap, bir kış günü Büyücü Kulesi’nin bü­
yük salonunda Jenna Crackle’la (b eyaz cadı Betty Crackle’ın kız
kardeşi) evlendi. Yed i oğulları oldu. A lfred v e E dm ond hariç hepsi­
nin çocukları oldu.
O rm an ağaçları her zam an dinliyordu. Ağaçların altında bulu­
şanların fısıltılı sırları, rüzgârın getirdigi sesler, yolcuların konuş­
m aları - orm an hepsini duyardı. O rm andaki yaprakların hışırtısı­
nın neden i her zam an rüzgâr olm uyordu. Genellikle konuşan
ağaçlardı.
Benjam in Heap ailesiyle ilgili her şeyi b öyle öğreniyordu. En
küçük oğlu Silas’ı yakından takip ediyordu. Silas a ileye geç gelm iş­
ti v e son beb eği olduğu nda Benjam in zaten kendini yorgu n hisse­
diyordu. A gaç olm ak için çok beklem işti, am a Silas yirm i bir yaşı­
na gelin ce daha fazla b e k le ye m ez olmuştu. Benjam in H eap hâlâ
sağlıklı bir ağaca dön ü şm e gücü varken bunu yapm ası gerektigini
biliyordu.
Silas, babasını çok özlüyordu. O rm anda haftalarca onu ara­
mıştı, am a bulamam ıştı. Ve sonunda boşa çıkan aram alarının bi­
rinde, orm an da ot toplayan g en ç v e çok gü zel Sarah W illo w ’la ta­
nışmıştı. Silas, babasını yeterin ce aradığına karar verm iş v e Sarah
evlenm işti. Silas hızla büyüyen ailesine bakm ak için yerleşik haya­
ta geçm işti artık bir evi vardı.
Benjam in Heap orm an dedikodularını din lediği için Silas’ın
yed i oğlu olduğunu öğrenm işti. On uzun yıl boyunca en küçük to­
rununun kaybolduğunu ve Genç O rd u ’da olduğunu da biliyordu.
Silas’a Septim us’un n ered e olduğunu sö ylem eyi çok istiyordu,
am a Silas onu g ö rm e y e hiç gelm iyordu . Yap ab ileceği tek şey bü­
tün orm an ağaçlarının tehlikeli Genç Ordu talim leri sırasında Sep­
tim us’u g ü ven d e tutmalarını sağlamaktı. Ve b ö ylece Morvvenna,

424
Arayış

Silas’ ı babasını g ö rm e y e getirdiğin de konuşm aları gerek en şeyler


olsa da ikisi d e fazlasıyla sevinmişti.
Silas, babasına donm uş orm an da gördü gü N ick o’yla ilgili rü­
yayı anlattı. Benjam in, Silas’a don m u ş orm an ın bir zam anlar sıcak
ve dostça olduğunu, hayvanlar ve küçük, mutlu insanlarla dolu ol­
duğunu söyledi. A m a şim di karan lığın etkisi altındaydı v e gü ven ­
li bir yer değildi. Silas gitm esi gerek tiğin d e ısrar edince, babası ona
çok isteksiz bir şekilde orm an yolunu nasıl bulacağını anlatmıştı.
Ertesi sabah Silas ve Maxie, yolculuklarına başlarken sol elinin
serçe parm ağında küçük, şek erlem e yüzü ğü olan iriyarı, ayak sü­
rüyerek yürüyen, beyazlar giym iş biriyle karşılaştılar. Silas orm a­
nın ortasında biriyle karşılaştığı için şaşkınlıktan yü zü ğü fark ed e­
m edi. Silas karşısındaki figürün şişe dibi gibi kalın gözlü klerine ba­
kınca gerçekten çok garip hissetti - hatta o kadar garip ki kendisi­
ne sorulm adan babasının söylediği orm an yolu nu tarif ediverdi.
Silas n eredeyse içine girileceğin in farkında değildi, am a Maxi-
e ’nin hırıltıları v e tüylerinin kabarması Şe_y’i bu zah m ete girm esi­
ne d e ğ m e y e c e ğ i konusunda ikna etti.
Silas, M o rw en n a ’dan ayrıldıktan sonra olanları hiç hatırlam a­
dı. Kayıp günü cadı büyüsüne bağladı v e M orvvenna’yı gü cen d ire­
cek ne yaptığını m erak etti. Babasıyla karşılaştığını unuttu.
Maxie, Silas’ı kaleye geri götürdü. Sonunda yorgu n ayaklar ve
çok yorgu n patilerle saraya vardıklarında Silas, Sarah’yı hiçbir y e r­
d e bulamadı. Billy Pot ona Sarah’nın M a r d a y la birlikte Spit F yre’a
binip gittigini söyledi, am a Silas ona inanm adı. Sarah neden böyle
bir şey yapsındı ki?
Billy Pot o m u z silkti. O da bilm iyordu, am a bildiği bir şey var­
dı: ejderhaya b in m ek istediğinde Marcia’yı durduracak hiçbir şey
yoktu.

425
Angie Sage

SPİT fyre

Spit Fyre yeni evini ve Billy Pot’u çok seviyordu. Büyücü Ku-
lesi’y le ilgili olarak özlediği tek şey kahvaltılarıydı. K im se Septimus
gibi kahvaltı hazırlayam ıyordu. Doğal olarak Septimus, Spit Fyre’ın
n erede olduğunu m erak ediyordu, am a artık iyice büyüdüğü için
sahibini fazla görm esi gerekm iyordu.
Spit Fyre’ın, kılık değiştirm iş ejderha annesi -çü n k ü bazı ej­
derha anneleri bunu y a p ıy o rd u - olduğundan şüphelendiği kişiyi
görm esi de gerekm iyordu. A m a m or giyen ve çok bağıran bu kadı­
nın birdenbire onu görm esi gerekm işti.
A m a Spit Fyre m o r-ejd erh a annesinin yanında dört kova so­
sis v e en sevdiği m uzlardan getirdigini görün ce kararını değiştir­
mişti. M o r-ejd erh a annesi, sahibinin yerini aldığını v e ona ne söy­
lenirse yapması gerektiğini söyleyin ce bunu um ursam adı bile.
Spit Fyre dört kova sosis ve m uz için her şeyi yapardı.
V e böylece Spit Fyre o güne kadarki en uzun yolculuğuna çıktı.
Y en i pilotu çok iyiydi, am a yön bulucusu -yeşilli za y ıf kadın -
çok bağırıyordu. Spit Fyre bu uçuştan hoşlanmışti; kanatlarını aç­
ması gerekiyordu v e yolculuğun sonunda sahibiyle karşılaşması
da iyi bir şeydi. Bunu ayarlayan m o r-ejd erh a anne çok nazikti.
A m a onu getirdigi bu y er çok garipti - soğuk, ürkütücü ve sosis ve
m uzun olm adığı bir yer. V e birden yola çıkm ayı bekleyen bir sürü
insan ortaya çıkmıştı. Hepsi üzerine sıgam azdı v e m o r-ejd erh a an­
nenin bağırm asının da bir anlam ı yoktu - bağırm ak bir şeyi hiçbir
sorunu halletm iyordu. Başka bir şey bulm aları gerekecekti. H em
akşam y e m e ğ i n erede kalmıştı?

426
Arayış

Y A Z A R : ANGİE SAGE

Londra’da doğan yazar Th am es V alley v e K ent’de büyüm üş­


tür. Şim dilerde C ornw all’de küçük bir köyd e yaşam akta ve balıkçı
teknelerini seyred erek rom an yazm aktadır. Ayrıca Muriel adında­
ki kırm ızı-yeşil teknesiyle yelk en yapm aktadır. Çocuklar için bir­
çok resimli kitap yazan A n g ie ’nin bu üçüncü rom anıdır.

427
Arayış

İLLÜSTRASYON: MARK ZUG

Delikanlı olduğu gün lerden beri fantezi rom anlarına hayran


olan ressam kart oyunlarına, kitaplara ve d ergilere resim ler çiz-
m ektedir. Pennsylvan ia’da yaşam aktadır.

429
s e p tim u s h e a p
-t- BİRİNCİ KlTAP + -

ANGİE SAGE
İL L Ü ST R A T Ö R
M ark zug

TÜ RÇESİ
Fe r h a n Er t ü r k
se p tim u s h e a p
İKİNCİ KİTAP

ANGİE SAGE
İLLÜ ST R A T Ö R
M ark zug

TÜ RÇESİ
Fe r h a n Er t ü r k
s e p tim u s h e a p
ÜÇÜNCÜ KİTAP

ANGİE SAGE
İL L Ü S T R A T Ö R
M ark zug

TÜR ÇESİ
Z E L İH A İY İD O Ğ A N B A B A Y İĞ İT

You might also like