You are on page 1of 242

YAZAR HAKKINDA

Korkunç Gıcık Üçüncü Hıçkıdık’ın alnında, Kıllı


Holiganlar Kabilesi’nin bir sonraki reisi ve gelmiş
geçmiş en büyük Viking kahramanı olmak yazılıydı.
Ancak Hıçkıdık’ın anıları, onun çok sıradan bir
çocuk olduğu yılları ele alır ve sanki kader bir tür
HATAYA düşmüş gibidir. Bu ciltte Hıçkıdık, eli
bakalı bir çılgından Zengeretit’in panzehirini çalıp,
Ecelejder onu yakalamadan Avanak Adası’na geri
dönmek zorundadır.

KORKUNÇ GICIK m. HIÇKIDIK'm kitapları


1 EJDERHANI NASIL EĞİTİRSİN
2 NASIL KORSAN OLURSUN
3 EJDERHACA NASIL KONUŞURSUN
4 EJDERHA LANETİ NASIL BOZULUR
5 EJDERHA TEHLİKESİ NASIL SAVUŞTURULUR

www,'Facekook.co/v(/hıckı,rfı'k.J«ZA
EJDERHA LANETİ NASIL BOZULUR
Yazan ve resimleyen: Cressida Cowell

Türkçe yayın editörü: Müren Beykan


İngilizce aslından Türkçeleştiren: Mine Kazmaoğlu
Yayın koordinatörü: Tuğçe Akyüz
Son okuma: Hande Demirtaş

Hiccup Series
Özgün adı: How to Cheat a D ragon ’s Curse
© Cressida Cowell, 2006

Türkçe yayın hakları: GCinışığı Kitaplığı, 2006


Yayın hakları Akçalı Telif Hakları Ajansı aracılığıyla Hodder
Headline Ltd'den satın alınmıştır. Tüm yayın hakları saklıdır.
Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında, yayıncının yazılı
izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

1. baskı: Temmuz 2013 (2000 adet)


2. baskı: Haziran 2014 (2000 adet)

ISBN 978-605-4603-48-0

www.gunlsigikltapligi.coin

Baskı öncesi hazırlık: Songül Arslan


Baskı: Yazın Matbaacılık
(ÇevreSanayi Sitesi H.UlokNo.38-t(H2-ı4 İkitelli l)j>jk>cl)ir
İManltul (0212) W 02 SS Sertifika: 1202SI

Gümşığı Kitaplığı
bir Mia Organizasyon Restorasyon
Yayıncılık Ltd. Şti. kurulurudur.
Sertifika: 1206-3-1-12439
Profilo Plaza, Cemal Salıir Sok. 26/28 D3
Mecidiyeküy 34387 İstanbul
Telefon: (0212) 212 99 73
Faks: (0212) 217 91 74
info@gunisigikitapIigi.com
flid&rkalane-Ki
« n a s ıl

b o z t llt li

yazan
Korkunç Gıcık
Ul. Hıçkıdık
askl dflda.ii çavlran
CilBSS/MCOVBİİ

„konur W« « h , B|(E KSj B t|)5[»

gûnısığı
kitaplıijı
r y ild ir g ö r ü l/v ^ e ^ iş

Ô A R Ô A R
f*

■ ✓ '
T a ^ a /v ^ e fN 0 o t \ o n o ş

İÇ KARARTICI
D£cnJİ2
r^ k M

4 t

>N ^ S r ^ c /c
6^ ¿
*3 j
a^ ^ ,J :aP ,aYafk 'oy^<$ fts*r ^ .y
a ^ C £ L € JD £ R W ^ a tl\

M a h k u r r f a h ' I S T t R İ ' * y aşay an


İs+enk fCaloı(e"der\ sakırv»\
(+a/y> arNİa/vı.yla KA FA LI i f t A ^ İ Ş l e r )
~ BÖLÜMLER
L Kayak-Üstünde-Ok-ve-Yayla-Avlanma Seferi 13
2* Sürücü Kılıç-Diş Ejderhalar...................................27
3» Avcılar Av O luyor....................................................46
4 Balıkayak'ın Bir Şeyi mi V a r ? .............................. 65
5« Buz-Üstünde-Smaşsopası.......................................77
6* Buruşuk'un Söy led ikleri........................................ 87
7* Donmuş Patates'i A ra y ış........................................ 98
8* Thor'un Gazabı........................................................ ı o e
9* Avanak Adası’n d a ................................................. 116
10* İsteri’de Freya Günü A r ife s i.............................. ı ı e
11* Çorbanın İç in d e ....................................................... 129
12* Dişsiz Durumu Kurtaracak mı? .........................149
13* Büyük Patates Soygun u ....................................... 156
1 4 Patates-H ırsızları-K açışı...................................... 174
15* Tam Başarmak Üzereler........................................ ı e o
16* E celçjd er.................................................................... 184
17* Seferin S o n u .............................................................1 9 6
18* B a lık a y a k .................................................................. 207
19* Son B ö lü m ................................................................. 214
Son Büyük Viking Kahramanı Korkunç Gıcık
Üçüncü Hıçkıdık’m Sonsözü...................................... 233
0
• Z e h ir Z er\ g ere£ , ^

™u' Z e ^ ,' r , ‘ Ö r e c e k r ■/ 6 r f l

V Ip x r a h + e r le r ç /^ . q *ı 'fc.

' V 'a v a ş h e < J e ( v , v ^ 0°


*eh.
) r i/h f c a l lo ir v n * * 1*:

K
6a/ h>
c, -v- o r ^ 0, , fe>c ^ -
0 /V )a S a h a h i S * * * . <> w
^ V ^ '
R o lId/u ğ u ,h<xöû>r
I r
' t

fö » \ fcö W j ç K İM S İ ^ °‘

f ^ e £ N 6 t ^ K «
1„ KAYAK-ÜSTÜNDE-OK-VE-
YAYLA-AVLANMA SEFERİ

Viking Topraklarında kışlar her zaman çok soğuktu


Ama bu, yüz yıldır görülmüş en soğuk kıştı.
O kadar soğuktu ki, İç Karartıcı Deniz tamamen
donmuş; İç Adalar’daki bütün adalar, yüksekliği
yer yer iki metrelik kesintisiz bir buz tabakasından
oluşan, kocaman dümdüz bir buz

V
soluğunu tutmuş, zamanda donup kalmış gibiydi.
Hava, cam kırığı gibi keskindi ve yoğun kar
sessizliğini bozacak çıt bile çıkmıyordu.
Buzların ortasında bir yerden gelen çılgın,
ürkütücü çığlıklar dışında tek ses yoktu.
Çünkü Holigan Kabilesi’nden küçük bir
oğlan grubuyla öğretmenleri, yaşadıkları Avanak
Adası’ndan, güneydeki Alçaklık Adası’na doğru yola
çıkmışlardı.
Tekneyle değil tabii ki; donmuş bir denizde
yelken açılmaz ne de olsa.

14
Aslandan büyük, çitadan hızlı, altı bembeyaz
Sürücü Kılıç-Diş Ejderha’nın çektiği devasa bir
ahşap Viking KIZASI içinde, buzun üstünde son
hızla ilerliyorlardı.
İnsanın içini ürperten o kuduruk çığlıklar,
kızağı süren Geğiren Kabadayı’ya aitti. Kabadayı,
Avanak’taki Korsanlık Eğitim Programı’nı yürüten
öğretmendi ve kürklere bürünmüş bu dev cüsseli
insan canavarını kolaylıkla, kirli kızıl sakallı,
davranış bozuklukları gösteren boz bir ayıyla
karıştırabilirdiniz.
Kırbacını Kılıç-Diş ejderhaların tepesinde
şaklatarak, “HAYDABRE UYUDUK BEYAZ
S O L U C A N L A R !” diye kükredi Geğiren Kabadayı.
“TOPUNUZDAN DAHA HIZLI SÜMÜKLÜBÖCEKLERİM
YARDI BENİM! NİNEM BİLE SİZDEN HIZLI SIÇRARDI,
ÜSTELİK YÜZ DÖRT YASINDA! H E E E E E Y T Ü !”
Ani bir hareketle kalkan kocaman kıllı bir
kol havada iri kara bir yılan gibi kıvrılan kırbacı
şaklatırken, öteki kol da dizginleri öylesine
cinnetli bir çılgınlıkla salladı ki, Sürücü Ejderhalar
kendilerini tamamen denetimsiz bir biçimde ileri
attılar.
Kabadayı’nın arkasında kızakta, on iki
öğrencisi oturuyordu.
Oğlanların on tanesi üşütük bir

15
coşkuyla aynen öğretmenleri gibi avaz avaz bağıran
çirkin genç eşkıya bozuntularıydı.
Kızak, bir kar yığınına çarpıp, havada
on metre uçtuktan sonra, insanın midesini
kaldıran bir şiddetle buzların üstüne çakılırken,
“H E E E E E E E Y Y Y Y T !” diye tezahürat yaptılar.
“H E E E E E E E E E E E E E E E Y Y Y Y Y Y T Ü !”
Öteki iki oğlan diğerlerinden daha ufak ve çok
daha coşkusuzdu.
Kızak, korkunç bir gıcırtıyla dengesiz biçimde
yana yatıp, buz püskürterek tek tarafının üstünde
gitmeye başlayınca, “İyi ki,” diye soludu Korkunç
Gıcık Üçüncü Hıçkıdık, “iyi ki kahvaltı etmemişim,
çünkü geri çıkarırdım herhalde...”
Ona bakınca asla tahmin edemezsiniz, ama
aslında Hıçkıdık bu hikâyenin başkahramanıdır.
Kızıl saçlı, çok küçük ve son derece sıradan biridir.
Sırık fasulyesi gibi sıska, astımlı, şaşı bir oğlan
olan, Hıçkıdık’ın en iyi arkadaşı Balıkayak’ınsa onu
dinlediği yoktu. Gözlerini sımsıkı yummuş, Thor’a
dua ediyordu.
“Lütfen Thor,” diye yalvarıyordu, “lütfen durdur
şunu...”
Balıkayak’ın duası kabul edilmek üzereydi.
Kızak, Eşkıya Toprakları'nın kara kara, koca
koca kayalıklarına öyle bir hızla yaklaşıyordu ki,

16
zamanında durması olanaksız gibiydi...
m
^
“Gözlerini açma sakın, Balıkayak,” diye uyardı
Hıçkıdık.
Geğiren Kabadayı doğrulup, var gücüyle,
“ÇÜÜÜÜÜÜSSSM!” diye kükredi ve neredeyse
yere yapışırcasına arkaya yatarak dizginlere asıldı.
Kılıç-Dişler öyle keskin fren yaptılar ki, kızak
denetimsizce bir yay çizerek yana savruldu.... son
hızla o kayalara çarpacak ve hepsi paramparça
olacaklardı...
Hıçkıdık da gözlerini yumarak, “A A A Y Y Y H !”
diye haykırdı.

V
Kızak onları zıplatarak duruverdi. Hıçkıdık
tekrar gözlerini açtı. Hayret bir şekilde hâlâ
hayattaydılar. Ancak kayanın kaygan kara yüzeyi,
Hıçkıdık’ın yanağının yalnızca birkaç santim
ötesindeydi. Hıçkıdık, titremesi kesilsin diye kısa bir
an için kayaya tutundu.
Kabadayı, “TAMAM!” diye kükreyip, hiçbir şey
olmamış gibi kızaktan aşağı indi. “NE DÎYE ORDA
PİNEKLEYİP DURUYORSUNUZ? İNİP HAZIR OLA
GEÇİN, SİZİ GİDİ ZAVALLI KULAĞAKAÇAN GÜBRESİ
SIZINTILARI!”
On iki oğlan, esneyip gevezelik ederek, kızağın
arkasından aldıkları kayakları kürklü botlarının
altına geçirdiler.
Vikingler yılın altı ayını KAR altında geçirirler...
dolayısıyla bir Viking Askeri YELKEN kullanmakta
ne kadar iyiyse, KAYAK kaymakta da o kadar usta
olmak zorundaydı.
Bu bir Kayak-Üstünde-Ok-ve-Yayla-Avlanma
Seferi’ydi. Oğlanların, İç Adalar’daki en yüksek dağ
olan Alçaklık Dağı’ndan aşağıya oklarıyla, ellerinden
geldiği kadar çok sayıda Karakafalı Karkakan
vurarak kaymaları gerekiyordu.
“En az ELLİ tane yakalayacağım,” diye
böbürlendi Sümiiklüküstah. Koca burun delikli,
bıyığı üst dudağının tepesinde kıpraşan tüylü bir
19
tırtılı andıran, uzun boylu eşkıya kılıklı bir oğlandı.
“SUSUN!” diye haykırdı Kabadayı, kırbacını
şaklatarak.
Ânında kesin bir sessizlik oldu. Tuhaf bir
durum, ama iki metre boyunda, çeşitli silahlar
kuşanmış, çılgın bir öğretmen, elinde kırbacı,
öğrencilerinin dikkatini talep etmekteydi.
“Ben burada kalıp kızağı bekleyeceğim,” diye
bağırdı Kabadayı. “Dağa ulaştığınızda Avcı Birliği’ne
Korkunç Gıcık Üçüncü Hıçkıdık komuta edecek.”
Oğlanların onu birden homurdanarak öfkeyle
dönüp Hıçkıdık’a baktı.
HEPSİ de, Hıçkıdık’tan daha iyi birer lider
olacaklarından emindi.
Sümüklüküstah, üç yıl üst üste Mantıksız Şiddet
Kupası’nı kazanmıştı. Siğillidomuz, yumruğuyla
iskemleleri paramparça edebiliyor; İtkokan Otkafa,
osuruğunun sesiyle camları aşağı indirebiliyordu.
Aralarında, hiçbir liderlik yeteneği olamazmış
gözüken tek oğlan, ufak tefek, sıska ve gösterişsiz
Hıçkıdık’tı. Özür dilercesine tek ayağının üstünde
durunca, kayakları üst üste bindi ve düştü.
“Niye HIÇKIDIK komuta edecekmiş YİNE?” diye
meydan okudu Sümüklüküstah, dişlerinin arasından.
Hıçkıdık’ı doğrultup, kıllı eliyle üstündeki
karları silkeleyen Kabadayı, “Çünkü Hıçkıdık,

20
RElS’in oğlu ve bir g ü n komuta HEPTEN onda
olacak, Thor yardımcımız olsun...” diye açıkladı.
“Sorusu olan var mı?” diye de gürledi.
Balıkayak elini kaldırdı. “Yalnızca küçük
bir nokta, efendim,” dedi. “Dağın tepesine nasıl
tırmanacağız ki?”
“Kılıç-Diş Ejderhalar sizi kayaklarınızın
ÜSTÜNDE, tepeye ÇEKECEKLER,” diye yanıtladı
Kabadayı. “Yarım saatten fazla sürmez.”
Balıkayak’la Hıçkıdık, buzun üstünde hiç
güven vermeyen biçimde çömelmiş, kocaman
beyaz yaratıklara kuşkuyla baktılar. Dilleri, kılıç gibi
keskin dişlerinin üstünden aşağı sarkmış ve kedi
gibi gözlerini, nefret dolu bakışlarla bu küçük İnsan
Efendiler’e dikmişlerdi.

8 >ir V ık ıftg k a y a ğ ır v gÖs"t*£re,N

et\der cesi''^erc^>\ lQ(,r -

21
“Anlaşıldı öyleyse,” dedi Kabadayı. “Ben sizi
burada bekleyeceğim ve üç saat sonra hepiniz
burada olacaksınız... Biraz ŞEKERLEME yapmam
lazım... Benim için saat daha çok erken...”
Kabadayı, kızaktaki kürklerin üstüne yerleşip,
uzun uzun esnedi. “Ha, bir şey daha... biliyorsunuz,
Alçaklık Adası’nda yaşayan yoktur, ama hemen
yanında İsteri Adası var ve şunu söylemek
zorundayım ki, bu mevsimde ortalıkta İsterikler
olabilir..."

I
Bahkayak, ‘İSTERİKLER M İ? ? ? ” diye ciyak
ciyak, yani biraz isterikçe bağırdı. “Ama İsterikler
İsteri’de hapis değiller mi?”
Şunu açıklamam gerekir ki, İSTERİKLER
özellikle kana susamış ve gözü dönmüş bir Viking
Kabilesi’ydi. Eşkıyalar gibi kabilelerin İsterikler’den
çekinmelerine karşın, Hıçkıdık hayatında bir
İsterik’le hiç karşılaşmamıştı, ama onların insanı
önce gebertip, somları sonra sorduklarını çok
duymuştu.
Ancak normalde öteki Kabileler’i rahatsız
etmiyorlardı, çünkü adalarının dörtte üçü, dimdik
denize saplanan, baş döndürücü yükseklikte
kayalıklarla çevriliydi ve kuzey kıyısı ise,
ECELEJDER diye, akıl almaz büyüklükteki korkunç
bir Denizejderhası’nın yaşadığı Thor’un Gazabı
geçidiydi.
Bu durumun iyi yanı, hiç kimsenin İsteri’ye
gidememesi, ama daha da önemlisi, İsterikler’in
dışarı çıkamıyor oluşuydu.
Bir tek yılın bu mevsimi dışında...
“Çünkü yılın bu mevsiminde,” diye kükredi
Kabadayı sevinçle, “Thor’un Gazabı tamamen buz
tutmuş olur ve Ecelejder de iki metre kalınlığında
bir buz tabakasının altında hapsolur. Dolayısıyla
bir İsterikle karşılaşacak olursanız -am a EMİNİM
ki olmazsınız, daha sabahın körü- aksi yöne doğru
şimşek hızıyla kaymanızı öneririm.”
Ve Geğiren Kabadayı hiçbir şey yokmuş gibi
uykuya dalıverdi.

■ H t Ç - f e i d ı b 'ı r ı k i i ç ü k l o t -

. ^ * « " - , * * a i t ^

* 1^ * ^ t ,
>ır to y fo

24
\
N

Z tfL L ir k flA fljr M fa ş ^ K U SU .

Z tfU r tu d fiiM CrôÿA K ıçın h ^ K u ^ öl

ijO~f-(Ky. büyükleri bıV ni(Kğa^(eya~


ÿ r ir , o jm a . d<Kh<K KU.C.UK ö Im Iolt

u.^u^iU?il€otKtoo bıV ç.uK u.k' ko^tojriw


ve c-uKuv ı\e ko-d-CL^ derimse, Kış o
k(Kd.(K\r s o j u K o f J W u J k d L u to J k tir .

" K ıç U^KlASlAftO-
\ J9
y a -tM ış b ı>
Sıv~(Lûicm

e¿¿erka_.

SUvôlcU. Kı(ıç,-,piç S^dzy'hcdiK^ yibi


^ bfiJZı ejderhaJcur, rie Kış Uykusuna.
y c e tm o J i) o r ic u r a , h e r d LM ^ , 11^

\ ^ cU m \
ir, ¿una. bu. eo k komik, <vUnKU
^ SuyUcXl Kılıci^iş e^âJüri/\oS(KV' locp
beyoJt olvr.
V£ ^Mt/RTALARI-

SÜRÜCÜ KILIÇ-DİŞ EJDERHALAR


Kıhç-Dişler aslan gibi kocaman ejderhalardır
ve Kış Uykusuna yatmazlar. Bu nedenle de
Vikingler ’in çok işlerine yararlar, çünkü
Vikingler kış aylarmda bunları kızaklarm a
koşar ve kendilerini dağların tepelerine
çektirirler. Sahiplerini yedikleri de bilinir.

RENKLER: Daima beyaz.


SİLAHLAR: O korkunç Kıhç-Dişler ve
kafalarındaki müthiş-korkunçlukta sivri
boynuzlar__9
AVCILIK YETENEĞİ: izlemesi dehşet verici... 9
HIZ: Kimi ejderhalar kadar hızh değildir ve ağır
cüssesi manevra hızım keser__6
DEHŞET VE DÖVÜŞ KATSAYISI: Yürek
hoplatıcı__9
2» SÜRÜCÜ KILIÇ-DİS
EJDERHALAR

Kabadayı’nın kulak tırmalayıcı horultuları, elli


buzdağı kadar ötedeki bir fok balığına seslenen bir
başkasının çığlıklarını andırıyordu.
Sürücü Kılıç-Diş Ejderhalar’ın hepsi birden
sanki tek bir yaratıkmışçasına buzun üstüne
yayılmış, inatla yerlerinden kıpırdamıyorlardı. Vay
canına, Woden adına, bu Sürücüler çok BÜYÜKTÜ!
Oğlanlar gözlerini onlara dikmişti.
“Hadi öyleyse, Hıçkıdık,” diye homurdandı
Siğillidomuz sabırsızlıkla. “Komutayı al!”
Hıçkıdık genzini temizleyip, en makul
ses tonunu kullandı. “Pekâlâ, afıbaplar,” dedi
Ejderhaca.* “H içbir sorun istei)ii'yoruj)i...”
“Şuna bakın, Jçonuşu'yooo...” diye tısladı en iri
ve vahşi görünüşlü Kılıç-Dişler’den biri. Tek gözü
yoktu ve haşmetli tavırlarından, Gaıbun Lideri
olduğu izlenimini veriyordu. “Bu küçük İnsan
İribaşı so^lu Ejberfıa bilini konuşuyor...”
Öteki Ejderhalar alaylı alaylı gülüştüler.
“Buraba ne ^apıjıaıjuz; gerektiğini fıepiıjûz;

% tjderkac», ^clerkaUrır. UrUrlcrkjk koruşt


dildi. Bu ilginç dili kir İrk Hu^ıdıt ,„uSord
..,< V o V '
biliyoruz;... diye sürdürdü Hıçkıdık.
B i t l i y i tıe ^apaca^ııjuz; belli, diye burun
kıvırdı Sürücü; gözünü kapayıp iyice yayıldı. “Siz; İç
A taların en ^ül<;sels tagına tın yu n if ter taRerRen,
BİZİ naft burata şö^le uz;un bir u^Ru çeRecegiz...”
“Aa Thor aşkına!” diye patladı Sümüklüküstah.
“Bu yabanilerle öyle kız gibi ‘Ejderhaca konuşmalar’
falan işe yaramayacak!”
Sümüklüküstah, Kabadayı’nın gevşemiş
elinden siyah kırbacı alıp, şaklattı.
Şırrrrrraaaak!
Sürücü Ejderhalar gözlerini açtılar.
Sümüklüküstah kırbacı bir daha şaklatırken,
bu kez ucuyla tek gözlü Kılıç-Diş’in suratına vurdu.
Sürücü acıyla uluyarak yerinden fırlayınca, grubun
geri kalanı da öfkeyle ama itaatkâr biçimde onu
izledi. Oğlanlar sevinçle bağrıştı.
“Bu iş böyle yapılır!” diye sırıttı Sümüklüküstah,
sırf keyif için başka bir ejderhayı daha kırbaçladı.
Hayvan uluyunca, Sümüklüküstah güldü. “Sıkıysa
BANA karşı çıkın, ÇATAL-DİLLİ, SÜMÜKLÜ,
EMEKLEYEN SÜPRÜNTÜ PARÇALARI! Bu sizi
adam eder!”
“Kes şunu, Sümüklüküstah,” dedi Hıçkıdık
yavaşça. Normal olarak Hıçkıdık, Sümükliiküstah’a
karşı çıkmazdı, ama Sürücü Kılıç-Diş gibi onurlu

29
ve soylu bir hayvanın, maymun gibi oynatılmasını
görmeye tahammül edemiyordu.
Sümüklüküstah, Hıçkıdık’m üstüne yürümek
için kırbaçlamayı kesti.
“N’oluyo?” diye dudak büktü. “Beceriksiz
Hıçkıdık, Kahraman Sümüklüküstah’a ne yapacağını
mı söylüyor? Şunu kabul et Hıçkıdık, SEN Holigan
Kabilesi’nin Reisi olana kadar, karlar Geğiren
Kabadayı’nın burnu gibi mavi olur.”
Sümüklüküstah’ın şaklattığı kırbaç, kıvrılıp
zalimce ileri atılarak Hıçkıdık’ın göğsüne çarptı.
Yeleğinin içinde küçük, laf dinlemez avcı
ejderhası Dişsiz uyuyor olmasaydı, Hıçkıdık’ın çok
canı yanacaktı.
Kırbacın keskin tarafı Dişsiz’in sert, boynuzsu
derisine kaba etinden vurdu ve onu kış uykusundan
uyandırdı.
Dişsiz, Hıçkıdık’ın yakasından dışarıya tırmanıp,
omuzuna oturarak öfkeyle pöfledi. “D-D-Dişslzfln
İS-ls-lsıcına b-b-bir şe£ çarptı! K-Js-iiiçınit bir şefler
çarparken D-D-Dişsiz; n-n-nasıl tı-u-u^u^abilir!”
Sümüklüküstah, “Niye ötekiler gibi kış
uykusuna yatmıyor bu gülünç avcı ejderha kırıntısı?”
diye esip savurdu.
Hıçkıdık yavaşça boynuzlarının arasını
kaşıyarak Dişsiz’i yatıştırmaya çalışırken, “Çok

30
üşüyor gibi geldi bana,” diye yanıtladı. “Yeterince
derin bir Kış Uykusu Çukuru kazmamıştı kendisine;
ejderhalar çok üşürlerse asırlar boyu uykuda
kalabilirler. Onun için ben de onu çıkardım, sıcak
tutmak için üstümde taşıyorum.”
“İşte şiıjıiıi iıe D-D-Dişsiz; çois
u^atıiu!” diye öfke kustu Dişsiz. “D-iuitonu^oruıjı!”
“O da ne?” diye alay etti Sümüklüküstah.
“Nedir o, şu senin zavallı ejderha kırıntısının-”
(Dişsiz gelmiş geçmiş en küçük avcı ejderhaydı
çünkü) “Nedir o, şu senin gülünç kurbağa yumurtası
kılıklı sürüngeninin üstündeki?”
Dişsiz’in üstünde kürklü bir ceket vardı.
Hıçkıdık bunu çaresizlik içinde küçük ejderhayı
sıcak tutmaya çalışırken dikmişti.
Sümüklüküstah kahkahalar atarak, “Ay bu çok
matrak - tut beni, İtkokan!” dedi. “Hıçkıdık mini
minnacık ecdeyhasına mini minnacık kürklü bir
ELBİSE yapmış!”
“Bu bi c-c-ceiset! diye tısladı Dişsiz. “Bu Bi
C -C -C E K ,E T !”
“Elbiseli bir ejderha!” diye ciyak ciyak bağırdı
Sümüklüküstah.
Oğlanlar, “HAH HAH HAH HA!” diye kahkaha
kopardılar. “Elbiseli bir ejderha!”
Sürücü Kılıç-Diş Ejderhalar bile gülmeye başladı.
“Ai)ian iıa Çeneler i ıjı, Fençelerii)i,” dedi
Tek Göz, kelimeleri yaya yaya. “Bu, ■ ıA|]f İ l A I 11
iâ^atujıiu görkügüıjı ÎİJSAÎÎ tH M i ’' T İM tH,
^ G İY S İL E R İ ^i^ıjıiş en J^üçüls avcı
ejkerfıa! H iç ıjıi utnnıjıası ^oJk; bunun?”
Zavallı Dişsiz, Hıçkıdık’ın
omuzunda kaskatı kesilip <S^T
dikeldi. Boynuzlarından
başlayıp yavaş yavaş aşağılara
yayılarak bütün bedeni hafifçe
pembeleşti. Çenesini sıkıca kilitledi;
kulaklarından duman halkaları çıkıyordu.
“Bu ç-Ç'ÇoJs şıls bi Jsışlıis C E K E T ,”
dedi ters ters. “Topunuz Is-Js-Jsıslsanç.”
Sümüklüküstah buyruklar yağdırmaya başladı.
“Tamam, yeterince zaman kaybettik... Hepiniz
çiftler oluşturup bu Kılıç-Diş Vahşiler’den birinin
dizginlerini yakalayın... Siz iki EZİK de,” Hıçkıdık’la
Balıkayak’a işaret etti, “şu yarı kör olanı alın.”
Hıçkıdık, Balıkayak’la ikisi irikıyım Kılıç-Diş’in
arkasında yerlerini alırken, “Sen, biz insnnlarknn
peJs boşlanmıyorsun, kcgil ıjıi TcJs G'öz?” dedi.
Tek Göz, tükürür gibi karların üstüne koca
bir alev püskürdü. “Sîzken fıoşlanıjui)uJ$ ıju ? ’
diye tısladı. “Yeşil Jçanııjun fıer karjılasıyla
sîzken ÎÎE F R JE T ekiyoruıjı... S iz İnsanlar finin,

32
caftil, açgözlü ve şiiıtıct
yanlışısınız;. İyi gün&e
Js'ötü günlte olsun, İçiriş yılBır
TaJsııjı’ııjıa LliıcrliJs eitiyoruıjı.
Sü3jıüJslüJsüstafL GERjÇER.
Liiıcrliis ftaJsisıtıÎiA ne Bilir?
O yalnızca eli IşırBaçlı
Bir itoıjıuz;. Disleriıjı
SIRLIYO R, nefretinken...
pençelerin Bütün İlçi-
Ayalslı, RStülülç-
Bagııjılısı, Düşüls-Çencli
İnsanları teJs tcls Bu
gezegenken JsaziiıjıaJk;
için KAŞIMIYOR,..:’
“Aman ne şahane,” dedi Balıkayak, gerginlik
içinde. “Bizden NEFRET eden bir Sürücü Ejderha’mız
var. Sabah güzelleştikçe güzelleşiyor...”
Tek Göz AĞIR AĞIR, onları bir çam ormanının
içinden geçerek vadiden yukarıya çekmeye
^^ başladığında, öteki
■ "7'- 7 ‘ “ oğlanlar gözden
kaybolmuştu bile.
Orman başladığı gibi aniden bitti;
Alçaklık Dağı’nın tepesine çıkan dimdik
son yamaçta tek bir ağaç
c görmediler. Tek Göz,
V
Alçaklık Dağı’nın
tepesinde durdu.
■ki
¡W.
■r
Y
Zirveyi tek bir iri kaya parçası belirliyordu. Hıçkıdık,
rüzgârın ya da dimdik uçurumun baş döndürücü
çekimiyle aşağıya yuvarlanmamak için sıkıca kayaya
yapışıp sarkarak, merakla dağın öteki tarafının
dibindeki Thor’un Gazabı’na baktı.
Normalde, deniz ve Ecelejder bu zalim yarığın
içinde azgınca kükreyip durur, girdaplar
çizerek birbirlerine çarparlardı. Şimdiyse
yarık Ölüm kadar kıpırtısız ve 1
donuktu; Ecelejder’e ait tek işaretse baş ağrısı gibi
kulaklarda uğuldayan ürkütücü bir iniltiyle, fırtına
öncesi oluşan yoğun bulut kümeleri gibi, buzun
altında yavaşça hareket eden karanlık bir gölgeydi.
Balıkayak titreyerek, “Hadi, bir an önce
burdan gidelim,” dedi. “Barbar Takımadalar’ında
bir sürü korkunç, tekinsiz yer var, ama BURASI en
KORKUNCU, en TEKİNSİZİ olmalı.”
SİZ hiç Kayak-Üstünde-Ok-ve-Yayla-Avlanma’yı
denediniz mi bilmiyorum ama gerçekten çok güç
bir iştir. Yokuş aşağı kaymak yeterince zorken, bir
de -şaka değil- o sinir bozucu, küçük Karakafalı
Karkakan’ları VURMAYA odaklanmak gerekir. Bu
hiç kolay değildir, çünkü sinekkuşları gibi oradan
oraya çırpınıp dururlar.
Bu sporun temel zorlukları bir yana, Balıkayak
son derece berbat bir kayakçı ve yeteneksiz bir
nişancıydı. Dengesini korumaya çalışırken, yayı
da yeldeğirmeni gibi dönüp duruyordu ve ellerini
kaya gibi sağlam tutabilecek olsaydı bile, şaşı
gözleri, ayağındaki kayaklar kadar çarpıktı. Yani
doğruyu söylemek gerekirse, onun HERHANGİ
BİR §EYE isabet ettirebilmesi tamamen bir tesadüf
olurdu. Balıkayak, tuvalette oturur gibi dizleri kırık,
kayakları kar sapanı pozisyonunda içe dönük olarak
öne doğru yalpalıyor ve kardaki en ufacık engebede

36
yere düşüyor, kayakları ayağından çıkıyordu.
Hıçkıdık, Balıkayak kadar kötü değildi,
ama bütün sporlar yalnızca ustalık
değil, aynı zamanda YÜREK işidir.
Ve Hıçkıdık’ın yüreği bu spordan
yana değildi. İçin için Karakafalı
Karkakanlar’ın tarafını tutuyordu; bu sevimli
küçük kuşları sık sık penceresinden izlerdi. Küçük
iglolar gibi ilginç yuvalar kurarlardı kendilerine.
Dolayısıyla bir buçuk saat sonra, inek sırtına
üşüşmüş sinekler gibi, her yanlarında Karakafalı
Karkakanlar kaynaşmasına karşın, Hıçkıdık’la
Balıkayak tek bir kuş bile vuramamışlardı.
“Lanet, lanet, lanet!” diye bağırdı Hıçkıdık,
birini daha ıskalayınca.
Tek Göz, bütün olan bitenle çok eğleniyor
gibiydi.
“İlgin ç İnsanlarsınız; D O 0R ,U Sü ,” dedi
peltek peltek. “H iç Bö^le ViRin^ler çörıjıeiıiıjı...
Hetfi isüçüJs, fteıjı ita^anıRsiz^ınız;. Ka^ais
Ra^aıjıçorsunuz;. AvlaniflayuBecereıjıiyorsunuz;.
DalRavuRluR uğruna. çığlıkpÇlaıyu^orsunuz.” '
“O f, Res sesini,” d i*te rsle n d i Hıçkıdık
öfkeyle.
Balıkayak tam elli dört kere düşmüştü
Her tarafı kar içinde ve ıpıslak olduğu için

37 0
tir tir titriyor, bu da hiç işine
yaramıyordu. Üstelik bunlar da
yetmiyormuş gibi, fena halde üşütmüş
gibiydi.
“Aa, bu UMUTSUZ bir iş!” diye söylendi.
“Kesinlikle UMUTSUZ! HA-HA- HAPSUUU!
Sümüklüküstah’la Îtkokan Takımadalar’daki
kuş nüfusunun yarısını haklamışlardır şimdiye
kadar herhalde; bizse, ilaç için tek bir Karkakan
leşi edinemedik! Şu sefil küçük kuşlar bir
MİLİSANlYECİK olsun kıpırdamadan duramazlar mı?”
Hıçkıdık elli beşinci keredir Balıkayak’ın
yerden kalkmasına yardım ederken, boğuk insan
kahkahasına benzer bir ses duyar gibi oldu. Biraz
aşağıdan, kar yığınının arkasından geliyordu sanki.
Hıçkıdık, Balıkayak’ı sopalarının birine
yaslayıp, Dişsiz’e sesini çıkarmamasını
tembihleyerek, kar birikintisinin tepesinden
dikkatlice aşağıya bakındı.
Ve işte orada, bir başka yokuşun yüz metre
dibinde, Hıçkıdık’ın sırtını ürperten bir manzara
vardı.

39
V.
Hıçkıdık’ın sol omuzunun arkasından Kılıç-Diş
Tek Göz vahşice hırıldadı. Kaslı sırtındaki dikenlerin
hepsi dikilmiş, gözleri kısılmıştı. Sivri uçlu kuyruğu
tehlikeli biçimde iki yana sallanıyordu. “İşte BU
insanlar, diye tısladı, ‘BU insanlar, çogunitan
hafta B E T E R D İR ...”
Balıkayak akan burnunu ceketinin koluna silip,
ikide bir düşmekten acıyan poposunu ovalayarak,
“Neler oluyor?” diye sordu.
“İsterikler...” diye fısıldadı Hıçkıdık. “Çömel...”
Aşağılarındaki yamaçta, simsiyah giysiler içinde
altı İsterik oturuyordu. Yanlarında ise beyaz karın
üstünde kanlarının kırmızısı daha da belirginleşen
beş koca geyik leşi yatıyordu. Anlaşılan, İsterikler,
Thor’un Gazabı’nın öte yakasındaki İsterik
Köyli’ne dönmek üzere yapacakları uzun kayak
yolculuğundan önce, kahvaltı molası vermişlerdi.
Küçük bir ateş yakmışlar, geyik etini
elleriyle kopara kopara yiyorlardı.
Kayaklarıyla ok ve yayları, arkalarında kara saplı
duruyordu.
“Thor’a şükür bizi görmediler,” diye rahat
bir soluk aldı Hıçkıdık. “Hadi, geldiğimiz yoldan
sessizce geri kayacağız.”
Bu mükemmel bir plan olabilirdi.
Ancak, Balıkayak’a tuhaf bir şeyler oluyordu.
Sulanan gözleri, akan burnuyla zaten korkunç
görünüyor, ateşler içinde hafifçe titriyordu; ama
o anda İsterikler’i izlerken yüzü önce pembeleşti,
sonra kıpkırmızı kesildi. Öfkeyle horuldadı.
“Beyinsiz Etkafalı Koca Aptallar!” diye geveledi.
“Evet, evet,” diye fısıldadı Hıçkıdık, “ama hadi
gel...”
“Katiller... güpegündüz gidip şu zavallı geyikleri
vurmuşlar... en Kokuşmuş Akılsız Canavarlar..."
“Dediklerinin hepsi doğru,” dedi Hıçkıdık,
“ama bunlar bizi de öldürmeden, kaçmamız gerek...”
Ancak Balıkayak, Hıçkıdık’ın onu durdurmasına
fırsat vermeden sendeleyerek ayağa kalktı ve
kılıcını çekerek, “KORKAKLAR!!!” diye avaz avaz
bağırmaya başladı.
Yemeyi bırakan İsterikler, hayretler içinde
yukarıya doğru baktılar.
Balıkayak, manyakça denetimsiz ve ağırçekim
kar sapanı kayış tekniğiyle, yokuş aşağıya bu

42
korkunç Savaşçılar grubuna doğru atılınca, İsterikler
de en az, şaşkınlıkla bakakalan Hıçkıdık kadar
afallamışlardı. Kayak sopaları çılgınca havada
sallanan, diken döken kirpiler gibi oklarını kılıfından
saçıp duran Balıkayak her saniye hızını artırırken,
bir yandan da vargücüyle bağırıyordu:
“REZİL YUMUŞAKÇALAR! SULU ZIRTLAK
SALYANGOZLAR! BEN SİZİN GİBİ AKLA ZİYAN
UYDURMASYON YARATIKLARIN, TEK ELİMLE
BİLE HAKKINDAN GELİRİM! AYAĞA KALKIN DA
ERKEK GİBİ DÖVÜŞÜN, KORKUDAN ALTINA ETMİŞ
MÜREKKEPBALIKLARI SİZİ!”

r
BALIKAYAK'IN "NASIL KAYAK KAYILMAZ" REHBERİ

Sekil
#
1.

44
BALIKAYAK'IN "NASIL KAYAK KAYILMAZ" REHBERİ

45
"3>
AVCILAR AV OLUYOR
Hıçkıdık ağzı bir karış açık, transa girmiş halde,
arkadaşının kendini kaybetmiş, çılgın gibi dağdan
aşağı inişini izledi.
“AĞZI KOKAN ASSASİLİK AKYALAR SİZİ!”
diye haykırdı Balıkayak, keçileri kaçırmışçasma.
“ZAVALLI PLANKTON ZERRELERİ! ANLAŞILDI-.
GERÇEK BİR VİKİNG'LE DÖVÜŞMENİN DÜŞÜNCESİ
BİLE BEBELER GİBİ VİYAKLATIYOR SİZİ!”
Sürücü Kılıç-Diş Ejderha Tek Göz, Balıkayak’ı
hayranlık benzeri bir ifadeyle izliyordu. Biliyor
ıjıusutı, arJsaiuşıtu isüçüıjıseıjûşii)idiye homurdandı
saygıyla. “İşe ^itraıjuziın telsi sanıjuştujı, aıjıa
itira f etıjıeli^iıjı Jsi, i>u yaptığı KAHIVAMAEICA...
Elbette bir intihar, aıjıa Jsesinlilsle Jsafıraıjıatıca...”
İsterikler, başka Kabile’den boyutu da, yaşı da
henüz olmamış birinin durup dururken tek başına
kendilerine saldırmasına o kadar şaşırmışlardı ki,
geyik eti dolu elleri havada, ağızları bir karış açık
öylece kalakaldılar bir an.
Balıkayak dosdoğru İsterikler’in üstüne kayıp,
yanlarına varınca da, öfkeyle kılıcını savurdu, ama
ıskaladı tabii ve ateşin dosdoğru üstünden geçtiği
gibi yokuş aşağı kaydı gitti. Bir an için kürkü

46 t
alev aldıysa da, rüzgârdan hemen söndü.
Afallayan İsterikler, çığlıklar atarak hızla dağ
yamacından aşağıya yollanan bu küçük yaratığa
bakarak bir saniye daha duraladılar. Sonra öyle
bir bakıştılar ki, bunun en gaddarından bir Hadi-
Hemen-Gebertelim-Şunu türünden bakış olduğunu
anlamak için suratlarını görmenize gerek yoktu.
Hiç acele etmeden, ciddi ciddi kayaklarını taktılar,
kocaman, kıllı sırtlarına yaylarını geçirdiler ve
Balıkayak’ın peşine düştüler.
“Ah, Işık Tanrısı Baldur’un Boğumlu Butları,”
diyerek panikleyen Hıçkıdık, Balıkayak’ın arkasından
aşağı inmek üzere davrandı. “Onu öldürecekler,
öyle değil mi? Ne yapacağım ben şimdi?”
“î}e ıpası?” diye sordu Tek Göz, büyük
adımlarla sakin sakin Hıçkıdık’ın yanı sıra sekerek.
“Senin yapabileceğin fıiçbir şey yok;... Ark;abaşını
'ölkü bil... O artık;, Kılıç-D iş Sürüıjıüzke bi^iıyı
Yürümen Ceset kekikileriıjuziiıen olku... ya ka
bu kurumlu, KAYAK. KAYAFi Ceset. Senin
yapabileceğin fıiçbir şey yok; ve bu yönke
ksa^arsan S E I u î } be sonun ölüıjı olur...”
Ejderha haklı görünüyordu. Hıçkıdık,
İsterikler’le arayı açmamak için zorlanıyordu.
İsterikler hem çok iri cüsseli, hem de çok usta
kayakçılardır doğrusu.

47
Bu arada Balıkayak, herhalde bütünüyle
denetimini yitirdiği için, DÖNMEK gibi fantezi
hareketler de yapmadığından, çok hızlı
kaymaktaydı ve hayrettir ki, hâlâ düşmemişti.
Hıçkıdık arkadaşının, omuzunun üstünden
hakaretler yağdırmaya devam etmek için ikide
bir başını çevirdiğini görebiliyordu.
İsterikler arayı kapatıyordu; siyah
ve altın, çift-başlı kocaman baltası
olan bir Dev Vahşi yayına ok yerleştirdi.
Hıçkıdık karları püskürterek durdu. O da
kendi yayına ok yerleştirdi.
beniıjı bo^nuz;Ia.rııjı, bı^ıislârıi)i!” diye
ciyakladı Dişsiz, “Bfir şe^ Sakın
rfıa-’ Sakın ^apıjıa!”

i
Hıçkıdık dikkatle nişan alıp oku bıraktı ve
ok havada uçtu gitti, Balıkayak’ı
vurmak üzere olan Baltalı Dev
Vahşi’nin tam poposuna saplandı.
Hıçkıdık’ın o sabah isabet
ettirdiği ilk atıştı bu.
Tek Göz, müthiş
keyiflenerek, “Taıjı isabet!” diye böğürdü.
Baltalı Dev Vahşi bir yaygara kopardı ve kolları
havaya savruldu. Oku yayından fırladı ve -büyük
bir şans eseri- kusursuz bir yay çizerek... önü sıra
kayan İsterik’in tam poposuna saplandı.
“Aa, bu Çakarı ba olıjıaz;...” diye soludu Tek
Göz. “Çiıjıbilslc bent... şanslı ^ünüıjı fıerfıaUte...”
Sonra o İsterik, acıyla haykırıp öne doğru bir
takla atarak, önündeki İsterik’i devirdi; o da sırtüstü
kayarak en öndeki üç İsterik’in bacaklarına çarpıp
onları bilardo kukaları gibi alaşağı edince, ALTI
İsterik’in hepsi birbirine dolaşmış, öfkeyle inleyen
karlı bir yığın oluşturdu.
“Giiz;el, güz;el,” diye mırıldandı Hıçkıdık.
“Ştıjıki, lütfen altısı ba BalıJsa^als’tn begil, beniıjı
feşlıjıe büşsün.”
“Eıjûnii)i büşecelsler!” diye bağırdı Kılıç-
Diş Tek Göz, gülmekten katılarak. “Afi, eıjıiniıjı
itüşecelsler...”
Hıçkıdık, onları kimin düşürdüğünü iyice

50
görsün İsterikler diye, “BURAYA!” diye haykırdı;
yetmiyormuş gibi ardından da, “SİSLENMEKTEN
KORKMUYORSANIZ TABİİ... KIMIL KIMIL
SALDIRGAN SÜPRÜNTÜLER SİZİ!” diye bağırdı.
“Yaptığın işe b-b-bıR!” diye inledi Dişsiz. “Bıı
İsterik ler c-ç-çıl^ına. dönecekler şiıjıiıi!”
O İsterikler’in çılgına döndükleri kesindi;
önüne geleni yakıp yıkan yangın gibiydiler.
Hıçkıdık’sa küçük bir şimşek gibi, hızla kendini
dağdan aşağı koyverdi.
“Biz; avantajlımız;, diye soludu Hıçkıdık;
hayatında hiç yapmadığı kadar hızlı kayıyordu
şimdi.
Tek Göz tadını çıkararak, “Aıjıa bu yeterli
olıjıamacak,” diye sinsice sevindi. “Dafıa bağın
•yansınmasın; sana yetişirler.”
Tabii ki, korkutucu derecede kısa bir zaman
sonra Hıçkıdık, İsterikler’in peşinden gelmeye
başladıklarını duydu.
İsterikler’in beşi, aklını yitirmiş kurt sürüsü
gibi, kulak tırmalayan bir sesle İsterik Uluması’nı
çığırıyor; akıncıysa -Bakalı olan- daha kişisel
hakaretler yağdırarak bağırıyordu.
“BENÎM Asil Popoma saldırmaya nasıl
CÜRET EDERSİN, seni cüce Holigan Suikastçısı!
Biz İsterikler dünyanın en iyi avcılarıyız; seni

51
yakalar yakalamaz Satır’ımla
parçalayıp Ecelejder’e yem
edeceğim; oklarımla delik
deşik edip, kevgir diye
kullanacağım!” diye haykırdı
Baltalı İsterik.
“îîe fıoş!” diye sırıttı Tek Göz. “Bu
IsteriJsler feJs ıjıisafirperver, itegil ıjû
Hıçkıdık, orada onu vurmalarının
daha zor olacağını düşünerek, doğruca
ormana yöneldi.
Oysa, sık bir ormanlık alanda kaymak zor ve
tehlikeli bir iştir ve normal koşullarda uyulması
gereken ilk kural YAVAŞ gitmektir.
Ancak koşullar normal olmadığından, Hıçkıdık
delice kavisler çizip dönüşler yapa yapa, ormanın
içinde ok gibi ilerlemeye başladı; güvenliğini
tehlikeye atacak kadar hızlıydı.
“D-iuitiiiJçiit; et!” diye uyardı Dişsiz, yardımcı
olmaya çalışarak. “Ağaçlara ç -ç -ç a rfijıa !”
Hıçkıdık soluk soluğa, “Afi sag ol, Dişsiz;,’ dedi
alayla; keskin hareketlerle bir o yana bir bu yana
sapıyordu. “Bu fıiç alçlııju ^elıjıeıjıişti...”
Ejderhalar insanlardan daha hızlı reflekslere
sahip oldukları için, Tek Göz’le Dişsiz onu rahatça
izleyebiliyorlardı. Ama İsterikler de hiç fena değildi.
Hıçkıdık, İsterikler’den birinin zamanında
dönemeyip bir ağaca bindirdiğini duydu.
Ama hâlâ onu izleyen beş İsterik vardı ve sırtını
ürperten İsterik Ulumaları’nın sesinden, her saniye
daha da yaklaştıkları anlaşılıyordu.
“Kaçamazsm!”diye bağırdı Bakalı Dev Vahşi.
“Seni elime geçirir geçirmez lime lime edip, lades
kemiğinden kendime kürdan yapacağım!”
Bu arada, vadinin dibindeki Kabadayı
şekerlemesini bitirmiş; genç öğrencilerinin onu da
av seferlerinden dönmüşlerdi.

54
Kabadayı, beş Sürücü Kılıç-Diş’i kızağa koşmuş
ve Hıçkıdık’la Balıkayak’ın dönmesini bekliyordu.
“Doksan tane Karkakan vurdum,” diye
böbürlendi Hızlıyumruk, Siğillidomuz’u etkileyerek.
“Bu HİÇBİR ¡ŞEY,” diye övündü Sümüklüküstah.
“Ben iki y ü z dört tane hakladım... Çocuk oyuncağı
gibi, fıçı içinde balık vurmak kadar kolaydı.
Beceriksiz Hıçkıdık’la Balıkayaklı gülünç arkadaşı
bile birkaç tane vurmuşlardır bugün, 0 KADAR da
zavallı olamazlar.”
Azıcık kaygılanmaya başlayan Kabadayı,
“FOLDU BU BEYİNSİZLERE?” diye kükredi. Zira
Hıçkıdık, Adını Duyanın Tir Tir Titrediği Reis
Kayıtsız Zebella’nın oğluydu ve ters mizaçlı biri olan
Zebella biricik oğlunun başına bir şey gelmesinden
pek hoşlanmazdı.
“Karkakanlar’ın tuzağına düşmüş olmasınlar?”
diye dalga geçti Sümüklüküstah.
Yamaçtan bir bağırtı koptu ve kollan fırıldak
gibi dönüp duran Balıkayak, kar süpüren tuhaf bir
roket gibi bayır aşağı indi. O kadar hızlı gidiyordu
ki, durması olanaksızdı. Kızağı, ağzı bir karış açık
Kabadayı'nın ve oğlanların yanından geçip, beş
yüz metre daha gitti, gitti ve ancak o zaman durup
buzların üstüne devriliverdi.
Geğiren Kabadayı midesinde nahoş bir hisle

55
Balıkayak’ın peşinden koşup, onu ayağa kaldırdı.
Balıkayak berbat bir haldeydi; mosmor olmuş,
ter içinde tir tir titriyordu.
“HIÇKIDIK?” diye bağırdı Kabadayı. “HIÇKIDIK
HERDE?”
“İsterikler...” diye soludu Balıkayak. “Ha-ha-
hap-şuuu! İsterikler- ’’
Kabadayı, Karakafalı Kaıkakanlar kadar
bembeyaz kesildi.
Hıçkıdık, ta tepede, siper oluşturan ağaçların
arasından, yaydan fırlamış bir ok gibi çıkıverdi.
Vadi tam aşağısındaydı... Kabadayı’nın
kızağının küçük lekesini ve çevresinde dolanan
küçücük noktaları görebiliyordu. Öteki oğlanlar geri
dönmüş olmalıydılar.
Hıçkıdık, yamaçtan aşağı kayacak olsa bunu
asla başaramayacağının farkındaydı. İsterikler o
kadar yaklaşmışlardı ki, aşağıya inene kadar ya onu
vurur ya da yakalarlardı.
Bir salisede karar vermesi gerekiyordu.
Yamaçtan aşağı yönelmek yerine, dişlerini
kenetledi ve kayaklarını dosdoğru sağ tarafa,
uçurumla biten bayıra yöneltti.
“tfc ^ -^ a p ı^ o s u n ? ” diye haykırdı Dişsiz.
“Bu t-t-ta ra f iisi ■ yüz; ıjıetreliK uçuruıjı! O-Ö-
'öleceksin!
Peşi sıra ormandan dışarı fırlayan İsterikler,
Hıçkıdık’ın nereye yöneldiğini görünce, nişan alma
zahmetine bile girmeyip, ona doğru çullanarak
alayla bağırmaya başladılar:
“Nereye gittiğini sanıyorsun sen, Holigan
CÜRUFU?”
“Valhalla’ya benden selam söyle, çünkü orayı
boylayacaksın!”
Artık kayanın ucu görülebiliyordu; karların ,
bittiği nokta, hiçliğe doğru sonsuz bir düşüşten
ibaretti. £ •
“D ur!” diye çığlık attı Dişsiz. “D-D-DURJÜ

57
“îieSen? diye sordu Hıçkıdık. Başka çareıjı
yok ki. Bu iste rik le r’in Seni Sağırlarına Sasıp,
sonra ita salıvereceklerini ıjıi sanıyorsun?”
“H-S-fıayır!” diye bağırdı Dişsiz. “Aıyıa
kayakla Sir k-k-kayaitan aşağı kayaıjıaz;sın!
Aşası çok D -D -D E R JIÎ!”
“İşte Sunun için yaritııjuna ifıtiyacııjı var,
Tek G'öz:,” dedi Hıçkıdık, yanı sıra koşturan büyük
Kılıç-Diş Ejderha’ya.
“Sana yaritııjı etıyıek İS T E D İĞ İM İ neriıen
çıkarıyorsun?” diye dudak büktü Tek Göz.
Kıllı Holigan Kabilesinin bir sonraki Keisi...”
Hıçkıdık’ın hiç umudu kalmamıştı. Ağırlığını
öne verip, kayaklarını iyice açarak kendini kayanın
ucundan aşağıya bıraktı.
Tek Göz de, koca kanatlarını açarak onu izledi.
“K î * olacalfi? diye sordu telaşla. “Kiıjı olacals?”
Hıçkıdık bir an için, mavi gökyüzünün görkemli
sonsuzluğuna doğru kuş gibi uçtu.
Ardından, hızla A$AölYA düştü.

59
V v

diye
haykırdı
Hıçkıdık düşerken.
Haykırarak, saatte iki
y ü z elli k ilo m e tre h ız la b u z la rın

üstüne doğru inmeye başlamıştı. **


Aşağıda, Patron’unun kıymetli
oğlunun ölüme atladığını izleyen Kabadayı
da haykırıyordu.
Üç saniye sonra Hıçkıdık yere çakılacak ve
bu da onun sonu olacaktı.
Bir saniye geçtiğinde Hıçkıdık, Tek Göz’ün
onu kurtaracağından hayli emindi.
İki saniye sonra, o kadar da emin değildi artık.
Gerçekte, kocaman Sürücü Kılıç-Diş Ejderha
tam zamanında davrandı. Hayati bir iki saniye için,
insanlara duyduğu nefret onu alıkoymuştu...
Ama sonra kanatlarını arkaya yatırdı ve
Hıçkıdık’ın peşinden aşağıya daldı.
Bir Kılıç-Diş, şahinden bile daha hızlı ve
görkemli bir dalış yapabilir. Tek Göz son anda koca

60
pençeleriyle Hıçkıdık’ı belinden yakalayıp, büyük
beyaz bir uçurtma gibi tekrar havaya yükseldi.
Hıçkıdık bir sevinç çığlığı attı.
Aşağıda onları izleyen oğlanlar da sevinç
tezahüratı yaparak Holigan Narası atmaya başladılar.
Kabadayı ise o kadar rahatlamıştı ki, neredeyse
bayılacaktı.
“SüıjıüJ'ilül'iüstafı, dedi Tek Göz, kanatlarını
iyice açarken, “şu uz;un bo^lu, Rızıl saçlı oğlan ıpı,
boıjıuz; ^ibi suratı olan?”
“Ta Jçcniıisi,” diye haykırdı Hıçkıdık neşeyle.
“O zaıjıan flaşlısın,” diye yanıtladı Tek Göz,
daha da yükselerek. “BelRi be sen, Jçurtanlıjıa^a
beger teJç İnsansın...”
Kayalığın tepesinde Baltalı Dev Vahşi

0
İsterik o kadar hiddetlenmişti ki, kayak
sopalarını, dal gibi çat çat parçalayıverdi.

S *7 *

t
Öfkeli sesi onlara kadar ulaştı:
“KURTULMUŞ SAYMA
KENDİRİ! ELİMDEN ASLA
KURTULAMAYACAKSIN!”
A Dev Vahşi, kendini
tamamen

V H, kaybetmiş bir
» haldeydi.
“NEREYE GİDERSEN GİT SENİ BULACAĞIM!
DÜNYANIN SONUNA, OKYANUSUN DİBİNE,
GÖKYÜZÜNÜN TANRISAL KATLARINA KADAR
PEŞİNDE OLACAĞIM! YEMİN EDERİM, NAFİLEKAFA
NORBERT'İN KIÇINA OK ATTIĞINA PİŞMAN
EDECEĞİM SENİ, HOLİGAN HAMAMBÖCEĞİ!!!” ve
giderek ses o kadar zayıfladı ki, gerisini duyamaz
oldular.
Hıçkıdık, uçmaya devam ederlerken,
“U nutturıju İla,” dedi Dişsiz’e, “*önüıyıiiz;iıcJsi ^irıjıi
£ il bolunca is te r ic e bir iuba. biç f'elıjıcycyiıjı...”
“H-b-biç, diye yanıtladı Dişsiz hararetle.
“H İÇ ^elıyıe.”
Kılıç-Diş Sürücüler çok iri cüsseli ve kaslı
oldukları için ancak kısa mesafe uçabilirler;
dolayısıyla Tek Göz, Hıçkıdık’ı hemen aşağıya
indirip, üstünden büyük bir yük kalkmış olan
Geğiren Kabadayı’nın kızağına bıraktı.
Kayalıkların tepesinde yumruklarını sallayıp,
İsterik Uluması çıkaran İsterikler’e bir göz atan
Kabadayı, oralarda daha fazla oyalanmanın akıllıca
olmayacağına karar verdi. Balıkayak’la öteki
oğlanları da kızağa yükledi ve sevinç tezahüratları
eşliğinde hep birlikte şarkılar söyleyerek, uçan
Kılıç-Diş’in arkasında, küçük Avanak Adası’nın
yolunu tuttular. A
' 'T *

'te

& * * * te n « - ¿ e ^ e r e fc ¿er[er~
ftrse^e U V .S k/r íngerefc y , U ^ ¿ X ölümcül,
Kuriosa p6l.9i'tac/,nc/ah'tara^yafN zehirlîy^.
PfoinptıbınVor/ vfiyüptitreşiyor mauh, burcun/ru»abyor?
Şiirli Ä ? ÜzgüíN*üjün? ^ y|afvyor?
G<^ *• y^yor, nerc/eyse ¿u/»ftr\ ç.f:araCa)L^ 7 1
$ 0 ^ -1 * ^ uru' scrv ^ / 't ie c e f c fea£/ ?
\)ü^üp 6€.ó€.R ÍR S€.N eğer, y fc¿ ie */ ¿ e

Z V r IİRZ£N6£R£K sofc/y^j 0iab;\ic.


63
0 /'° 9 -W p

^e<*lrer\ Na.fi| e t o ^ a N o r lo e r + .
4 , BALIKAYAK'IN
BİR §EYİ Mİ YAR?

Hıçkıdık o gece iyi uyuyamadı. Ne zaman uykuya


dalacak olsa, rüyasında, “KUM GİBİ ÖĞÜTECEĞİM
SENİ! SATIRIMLA DOĞRAYACAĞIM!” diye haykıran
Nafilekafa Norbert’i görüyor, ateşler basmış bir
halde ter içinde uyanıyordu.
Ertesi gün Dişsiz, hâlâ Kış Uykusu ’na
dönememiş olduğu için, müthiş bir öfkeyle uyandı.
Bir gece önce, ne yapması gerekiyorsa hepsini
denemişti. Bir sürü egzersiz yapmış, yatarken sütlü
bir şeyler içmiş, hiçbiri işe yaramamıştı. Ertesi sabah
tam beşte, canerik yeşili gözleri, kabuğunu açan bir
deniztarağı gibi PAT diye açıldı ve o gün artık bir
daha gözüne uyku girmedi.
Hıçkıdık için de öyle oldu.
Dişsiz yerinden kalkıp, çileden çıkmış, küçük
bir sıcak su torbası gibi Hıçkıdık’ın ayaklarına
tırmandı. Küçük sivri pençelerini göbişine batıra
batıra Hıçkıdık’ın bedeni boyunca hızla ilerleyip,
alnına tünedi ve öfkeyle tısladı.
“Dişsiz: T lfîE u-u-u^atıık;... Aksızlık, bu... AIssızlık;
bu... Dişsiz PilY E uyanık;? HerJses u-u-u^u^or...”

65
J- 5 o ld u w>u

Sabahın beşinde
kafana tüneyip burun
deliklerinden içeri kızgın
duman halkaları tıslayan
bir ejderha tarafından
uyandırılmak hiç hoş bir
şey olmasa gerek.
“Eh şiıjıiti B E ÎÎ D E utanınım,”
diye homurdandı Hıçkıdık, uykulu uykulu tıksırarak.
“Şu buıjun h a lfa la rın ı başfa 'yana, üfler ıjıisitı,
boğazım ağrıyor zaten...”
Dişsiz öfkeyle, “Sen i)(ii!” diyerek, kocaman
kızgın duman bulutları üfledi. “Sen ^-^-^alnızca bi
I j-In s a n ’sın, sen satılmazsın... biz e-e-ejberhalar
fı-fuhassas... bizim u-u-utfumuzu alquıJHZ lazım ­
l a ş ; ol, Dişsiz,” dedi Hıçkıdık, şiddetli
bir öksürük nöbeti içinde, “a y u şiıjıbi hemen
f a l f maf zorunba beğiliz, begil m*. biraz baba
festirebiliriz...”
Hıçkıdık öte yanma döndü ve biraz daha
uyumak için sıcacık kürklerine sarınıp iyice
omuzlarına çekiştirdi.
Ancak Dişsiz bir kere uyandı mı UYANMIŞ
olurdu. Küçük ejderha isteksiz isteksiz Efendi’sinin
yanına sokulur gibi yaptıysa da, sonra yine dikildi.
Hıçkıdık’ın başının çevresinde kanat

66
çııpa çııpa saçlarını çekip, kulaklarına sıcak
halkalar üflemeye başlayarak, “Dişsiz K A L K T I
artıL ..” dedi. “Ş-ş-şafıane bi sjün... badi... badi...
D-D-Dişsiz aç... HiçisıbıM Dişsiz e Jç-Js-iça.fıva.ltı
hazırlasın...”
Bu işe yaramayınca, Hıçkıdık’ın omuzuna
tünedi ve bir pençesiyle nazikçe oğlanın kulak
kepçesini tutup, deliğinin tam içine, “İM D A T
İM D A T ! Dişsiz H E M E E Î ç-ç-çisseıpe^Js
zorunda! diye car car bağırdı.
Hıçkıdık sanki okla vurulmuş gibi o anda
yerinden doğruluverdi. “O f z ıp l a t t ı denizanaları,
şiıjıdi değil, Dişsiz, patağa ^apıjıa £İne... Tut biraz,
Dişsiz, tut biraz...
Hıçkıdık yataktan bir sıçrayışta buz gibi taş
zemine fırlayıp, üstündeki dört kat kürkü bir yana
atarken, Dişsiz de başının çevresinde, “HEM EI^İ
Ş İM D İ, H E M E fl Ş İM D İ, Dişsiz H E M E fl
Ş İM D İ çişşeıjıe^ls, diye öterek kanat çırpıyordu.
“Tut biraz! diye yalvardı Hıçkıdık. Dişsiz
tepesinde, “Heıjıen şirpdi! Heıjıen şiıjıdi! Heıjıen
şiıjıdi!” diye bağırıp dururken, sokak kapısının
kocaman sürgülerini açabilmek için tek parmaklı
eldivenlerini çıkarmak zorundaydı.
Hıçkıdık ağır kapıyı çekip açtı; dışarısı hâlâ
zifiri karanlık ve çok ama çok soğuktu; başınızdan

67
aşağıya bir kova buzlu su dökülmüş kadar soğuktu.
Dişsiz, “Heıpen şiıjıiti! Heıjıen şiıjıiu!” diye
a

çığlıklar atmaya devam ederek dışarıya uçtu ve dış


kapının bir metre ötesinde karların üstüne çömeldi.
Hıçkıdık ellerini ısıtmak için birbirine çırparak,
“TuttunjuıİLa üstüne ^oJs, Dişsiz,” dedi. Dişsiz
yapmacık bir yoğunlaşma ifadesiyle boynuzlarını
çatarak çömelmiş duruyor, ama hiçbir şey
olmuyordu.
Bir süre sonra yerinden doğruldu; " Dişsiz YOK,
Ç'Ç'Çİşşeıjıe^Js £İne İte...” dedi kararlı bir sesle.
Hıçkıdık eldivenli elini sinir içinde alnına
vurdu. Ejderha sahibi olmak bazen ÇOK ZOR İSTİ.
Bir kere kalktıktan sonra yatağa dönmenin
anlamı olmadığına karar veren Hıçkıdık kendisine
kahvaltı hazırladı ve bu arada düşünmek için bol
bol zamanı oldu.
Hıçkıdık, Balıkayak için çok kaygılanıyordu.
Balıkayak niye saldırmıştı o İsterikler’e? Onun
yapısına hiç uymuyordu bu. Normalde, İsterik
türü bir şeyin kokusunu alması bile Balıkayak’ın
son hızla aksi yönde kayıp kaçması için yeterliydi.
Tamam, belki o kadar çok düşmesi Kafayı Yeme
eğilimlerini tetiklemiş olabilirdi, ama yine de
biraz tuhaftı...
Balıkayak son zamanlarda pek iyi de
gözükmüyordu zaten. Aksırıp tıksırıyor, titreyip
duruyordu. B unlarda Kafayı Yemişlik’ten
kaynaklanıyor olamazdı herhalde. Balıkayak’ın
BİR ŞEYİ VAR gibiydi...
En az bir saat kadar sonra, menteşelerinden
koparılırcasına sertçe açıldı kapı ve Hıçkıdık’ın
babası Kayıtsız Zebella iki metrelik bir deprem
gibi ortalığı sarsa sarsa, kahvaltı beklentisi içinde
odaya girdi; öylesine esniyordu ki bademciklerini
sayabilirdiniz. Kayıtsız Zebella, Viking denilince akla
gelen bütün özelliklere sahipti: Yığınla saç sakal,
kısacık boyun, tonla kas, ama boş bir BEYİN.
“Biraz lapa pişirdin mi, oğlum?” diye kükredi.
“Nefis, nefis.” Zebella lapayı bir kâseye koyma
zahmetine girmedi. Kazanı ateşten aldığı gibi
masaya oturdu ve lapayı doğrudan ağzına boşalttı.
“Baba?” dedi Hıçkıdık.
“Hımm?” dedi Zebella dalgın dalgın; başını
arkaya yatırmış kazanın dibinde kalanları içiyor,
lapanın çoğu da yapış yapış taneli bir nehir halinde
sakallarından aşağıya akıyordu.
“Acaba bana yardım edebilir misin?.. Balıkayak
için kaygılanıyorum...” dedi Hıçkıdık.
Zebella dudaklarını gürültüyle şapırdata
şapırdata lapasını bitirdi ve neşeli bir vahşetle
kazanı ocağın içine fırlattı.

69
“Alıkayak şu senin bezgin mezgit suratlı tuhaf
küçük arkadaşın mı oluyor?” diye gürledi; bu arada
da sofradaki uskumrulardan birini kaptı ve aynen
kılıç yutan sihirbazlar gibi kafa göz kuyruk demeden
bütünüyle tek seferde midesine indiriverdi.
“Evet o,” dedi Hıçkıdık, “ama adı Alık ayak
değil, Balıkayak...”
“Eh, bir sesbez-şeyi var,” diye kükredi Zebella.
“Ses benzerliği mi demek istiyorsun?” diye
sordu Hıçkıdık kibarca.
“Ne karın ağrısıysa!” diye haykırdı Zebella.
“Alıkayak konusunda BEN DE kaygılıydım.”
“Sen de mi?” diye sordu Hıçkıdık hayretle.
Zebella’nın herhangi bir konuda kaygılandığı
olmazdı pek.
“Evet,” dedi Zebella ağırbaşlı bir ifadeyle.
“Seninle ÇOK CİDDÎ bir şey konuşmam gerek. Gel
bakayım, Hıçkıdık.”
Hıçkıdık gidip babasının önünde durdu. Reis
Zebella ellerini oğlunun omuzlarına koyup büyük
bir ciddiyetle gözlerinin içine baktı. Hıçkıdık da
ciddi olmaya çalışıyordu, ama bütün sakalı lapa
içinde bir babayı tam. anlam ıyla ciddiye almak
kolay değildi.
“Oğlum,” dedi Kayıtsız Zebella, “sen bir Reis’in
oğlu ve Kıllı Holigan Kabilesi’nin Vârisi’sin. Nasıl bir

• 7 1 ’•
erkek olduğun dostlarından anlaşılır; kusura bakma
ama şu tıfıl Alıkayak şimdiye kadar gördüğüm
denyoların şahı. Ondan vazgeçmelisin, Hıçkıdık,
vazgeç ondan...”
“Ama Baba,” diye karşı çıktı Hıçkıdık,
“Balıkayak benim arkadaşım .”
“KES SESİNİ!” diye kükredi Zebella. Sonra
daha nazikçe devam etti: “Zor olduğunu biliyorum,
oğlum, ama herkesin gözü Reis’in üstündedir.
Biz Holiganlar’ın öteki Kabileler’e KORKU
salmamız gerek, yoksa gizlice sokulup bizi istila
edebileceklerini sanmaya başlarlar... Alıkayak
biraz... eh, sen de kabul et, oğlum, o biraz TUHAF.
Alıkayak’la çok yakın olursan, oğlum, Etkafalar
olsun, Eşkıyalar olsun, Moktan Soyguncuları
olsun, İsterikler olsun, hepsi SENİN de biraz tuhaf
olduğunu düşünmeye başlarlar... biraz yumuşak,
biraz ZAYIF,- o zaman da, bütün Kabile’yi tehlikeye
atmış olursun.”
“Evet, Baba,” dedi Hıçkıdık üzüntü içinde.
“KORKUTUCU olmaya çalışman lazım artık,
Hıçkıdık.” Zebella anlayışlı bir ifadeyle oğlunun
bedbaht yüzüne bakarak, onun omuzunu patpatladı.
Güç bir şeydi, ama Hıçkıdık’ın kendi iyiliği içindi.
“Hem Alıkayak da hiç gayret göstermiyor. Vazgeç
ondan, oğlum. Kuzenin Stimüklüküstah, örneğin,

72
al sana uygun bir arkadaş işte. Korkunç tehlikeli
bir havası var. Sümüklüküstah’la omuz omuza ver,
bak, bütün Barbar Takımadalarına korku salarsın.
Sorunun yanıtını almış oldun mu?”
“Evet, Baba,” dedi Hıçkıdık, büyük bir
mutsuzluk içinde.
Kayıtsız Zebella içtenlikle oğlunun sırtını
patpatladı. “Aferin oğlum,” diye kükredi. “Doğruyu
göreceğinden emindim. Hadi şimdi, Freya Günü
Eğlenceleıi’ne hazırlansak iyi olacak... Geç
kalmayalım, değil mi? Buruşuk Moruk, Genç
Kahramanlar’ın Kar-Üstünde-Smaşsopası Yarışması
için bana bir ipucu verdi... Biraz istihareye yattı*
ve biz Holiganlaı’ın ona iki kazanacağımızı söyledi
bana, ben de biraz bahse girdim. Koş, sopalarınla
patenlerini al, hadi oğlum.”
Hıçkıdık, ağır hareketlerle gidip Smaş sopasını
aldı. Üzgün üzgün, buz patenlerini omuzuna attı.
“Buruşuk Moruk geleceği görmek konusunda
pek başarılı değildir,” diyerek babasını uyardı, ama
Zebella’nın onu dinlediği yoktu.
Zebella kimseleri
dinlemezdi genellikle.

T istikar« cje y a tm a k ,
^e le ce^ i görm ek ekm ek.
'5l s
.'i?

^Siz: Dişsiz, seti K.AFÎTO ıjıetı ister sen ^eşşilpençfte-


. a^aiç^olu fissleıjıe^Jç...
D iş s iz B İL İY O R S U N , send en e jd e rh a
tu v a le tle r in e p is le m e n i is tiy o ru m ...

. ' E j d e r h a : A tz q ırfia .v fi tnıjnjuıjı, ıjıen içnpito...


E v e t, e v e t , b i l i y o r u m . . .

S iz : ( Z e b e l l a ' n ı n y a t a ğ ı n ı n o r t a s ı n d a k i k o c a
p i s l i ğ i g ö s t e r e r e k ) Igg... B U nooln?
P e k i ö y le y s e , B U n e d i r ?

y S ES S İZ L İK

E j d e r h a ( u m u t l a ) : Itjnjııp... çuiçuşapırt içirt içirt?


Ş e y ... ç i k o l a t a l ı b i s k ü v i ?

S iz : ÎU çuiçuşapırt içirt İçirt, Su KAK-KAl^,


Su Dişsiz JçnJç'Jçniç jRA ^eşşilpençfte
a^niç^oiu, sıççııjıe^iç taıjı gföSSeiç ıjıen
SaSSn u^içu tnSta.
Bu b i r ç i k o l a t a l ı b i s k ü v i d e ğ il, b u
b i r K A k A , S E N İ N k a k a n D iş s iz ,
hem e jd e r h a tu v a le tin e b \r,
D E Ğ İL , tam b a b a m ın . fi
y a ta ğ ın ın o r ta s ın a v-

y a p ılm ış .
é

75
İ LKBAHAR?N G E L İ Ş İ N İ K U T L A Y A L Î M

fR EYA GÜNÜ EĞLENCELERİ


V o ETKİNLİK
« PROGRAM?
'o
10:00 Donuk limanda ©
Genç Kahramanlar’m Buz-Üstünde-Smaşsopası\\
yarışması. Kural yok. Yer serbest. \
Sağ kalan yok. Sınır yok.

11:00jÇamor-6üreşl. Koca Memeli Bertha


bu üçüncü yılda da Hepten-Kar-İçlnde-Güreş
şampiyonu olabilecek mİ?
0 memeler yenilemeyecek mİ?

12:00 DONMUŞ ŞANS ZAMAZİNGOSU’na gelin. 500


gündelik nesneyi, birbirinin eşi 500 buz kütlesi
olarak dondurduk. Ne olduklarım tahmin edip,
evinize İşe yarar bir şey götürebilecek misiniz?

Bütün gün: İlkbaharı, ahtapot


yalama şekerleri, Karakatalı
Karkakan ızgarası ve denizanası
dondurmasıyla kutlayın.
BUZ-ÜSTÜNDE- SMAgSOPASI

Freya Günü Eğlenceleri, her yıl kışın bitişiyle


baharın gelişinin kutlandığı bir Viking tatili olan
Freya Günü Arifesi’nde yapılırdı.
Bu yılki Eğlenceler, Holigan Limanı’nda
donmuş denizin ortasında düzenleniyordu. Daha
altı ay öncesi Liman’ın haşin, gri okyanusla dolu
olduğunu düşünmek tuhaf geliyordu şimdi. Buzun
her yanı, karman çorman biçimde oraya buraya
serpiştirilmiş kırmızı-beyaz çizgili çadırlarla kaplıydı.
Ahtapot lolipopları satan tezgâhlar arasında gezinen,
uzun hikâyeler anlatan masalcıları dinleyen ya
da kafalarının üstünde cüceler taşıyan patenli
devleri ağızları bir karış açık izleyen Vikingler için,
atıştırmalık Karakafalı Karkakan ızgarası yapılan
kocaman ateşler yanıyordu.
Buz-Üstiinde-Smaşsopası Yarışması için ayrılmış
büyük bir alan vardı. Buz-Üstünde- ^
Smaşsopası beyzbol sopası, top
ve buz pateniyle oynanan çok
sert ve karmaşık bir oyundu.
Hiç kimse kuralları tam
bilmediğinden herkes
istediği gibi uyduruyor, ı

77
şikâyet edecek olan da kavga çıkarıyordu.
Önce Genç Kahramanlar oynayacak, daha
sonra da bunları Yetişkin Savaşçılar izleyecekti.
Karşılarında o günkü Kutlamalar’a davet edilen
Moktan Soyguncular adlı başka bir Kabile vardı.
Moktan Soyguncular daha batıda bir adada
yaşayan ve korkunç kadın Savaşçılardan oluşan
bir Kabile’ydi. Koca Memeli Berta adlı Reis’leri bir

70
h a v a s ım d a ...

kenarda durmuş, çene kıllarını


kaşıyarak kupalar dolusu bira
deviriyordu.
Koca Memeli Berta’nın
ufacık tefecik, İç Adalar’ın
en karmakarışık saçlı kızı
Kamikazi, Smaşsopası’nı sallama
antrenmanları yapıyordu.
Hıçkıdık, arkadaşı olan
I Kamikazi’nin yanına gidip, o sabah
Balıkayak’ı görüp görmediğini sordu.
___— “Yok, ” dedi Kamikazi, neşe içinde.
“Ama eminim siz Holigan oğlanları kendinizi
şanslı sanıyorsunuzdur. Biz Moktan Soyguncular,
siz çiroz gibi küçük OĞLANLARI Smaşsopası’nda
GEBERTECEĞİZ. Siz Holiganlar’ın bu oyunda hiç
şansı olmadığına bahse girerim -senin dışında tabii,
Hıçkıdık,” diye de ekledi. Hıçkıdık onu Uğursuz
Kale’de Sürüngen Camgözler’e yem olmaktan
kurtaralı beri ona büyük hayranlık duyuyordu
Kamikazi.*

Hu^ıdfc'ıtN »tMUrıoifN W cılcAı


ol*o " B a r k a c a Nasıl y t* »Ur.
Tam o anda kayarak yanlarından geçmekte
olan Sümüklüküstah, Kamikazi’nin bu yorumuna o
kadar güldü ki, nendeyse düşecekti. “Hıçkıdık ha???”
diye alay etti. “Hıçkıdık, dün vurduğu Karakafalı
Karkakanlar kadar gol atar bugün. Ben iki yüzden
fazla vurdum. Sen kaç tane vurmuştun, Hıçkıdık?
Ne kadardı -h iç mi?”
Hıçkıdık kıpkırmızı oldu. Kamikazi şaşırmıştı.
Geğiren Kabadayı, “DÜ-Ü-Ü-T! Genç
Kahramanların Buz-Üstiinde-Smaşsopası Maçı
başlamak üzeredir! Lütfen takımlar sahadaki
yerlerini alsın...” diye bağırdı, buzun ortasından.
Kabadayı, hakemlik görevi için en kısa şortunu
giymişti. Moktan Soyguncular (Kamikazi dışında
elbette) iriyarı, kaba saba, örgülü saçlı, kırık
burunlu, ağaç gövdesi kadar kalın bacaklı, erkek
gibi kızlardı.
Balıkayak sendeleye sendeleye son dakikada
sahaya çıktı. Hıçkıdık’ın onu son gördüğünden de
kötü gözüküyordu. Hapşırıp titriyor, zar zor ayakta
durabildiğinden düşmemek için Smaşsopası’na
dayanıyordu. Patenlerini ters takmıştı.
Hıçkıdık, Kabadayı’nın dikkatini çekmek için
elini kaldırdı. “Efendim, Balıkayak iyi değil galiba,”
dedi.
“SAÇMA!” diye gürledi Kabadayı. “Vikingler

00
HASTALANMAZLAR! Güçsüzler grip olur! Bebekler
nezle olur! Bulaşıcı hastalıklar hanım evlatlarına
bulaşır! Hayatımda bir gün bile hastalanmadım BEN
asla, boğazım bile ağrımadı. BÎR KELİME DAHA
duymak istemiyorum.”
Hıçkıdık’la Balıkayak sahaya doğru kaydılar.
Hıçkıdık, patenlerine hâkim olmakta zorlanan
Balıkayak’a destek veriyordu.

01
“Evde kalmalıydın,” dedi Hıçkıdık kaygıyla.
“Çok kötü görünüyorsun.”
Balıkayak alayla güldü. “Kabadayı’yı duymadın
mı? Vikingler HASTALANMAZLAR... Ben hasta
değilim, yalnızca bu buz-kesici-günde burada
olmaktan dolayı HEYECANDAN titriyorum...”
Kabadayı düdüğünü çalıp, lastik diskle ilk

\
Smaşsopası hamlesini yaptı ve kıyamet koptu.
On kız ve oğlan, arapsaçı gibi karmakarışık
bir yığın halinde, tahta sopalarla birbirlerinin
kafasına vurarak üst üste yığıldılar. İki dakika içinde
Siğillidomuz, Bihaber, Aşkhaydutu ve Öldürücü
Doris buzun üstünde iki seksen yatarken, bir
şekilde bu itiş kakışın arasından sıyrılmayı başaran
Kamikazi, hemen ardında Hıçkıdık ve Balıkayak
olmak üzere, ileri doğru kaymaya başladı. Balıkayak
onu durdurmak için bir hamle yaptı, ama Kamikazi
oğlanın başlığını gözlerinin üstüne çekip önünü
görmesini engelleyerek, usta bir hareketle diski kale
direklerinin arasına gönderdi.

diye haykırırken, Balıkayak olağandışı bir değişim


gösterdi.
Başlığını bir kenara fırlattı ve hücuma
hazırlanan boğa gibi, burnundan kızgın dumanlar
çıkarmaya başladı.
“Aman aman,” dedi Hıçkıdık. Bu bakışı daha
önce de görmüştü. “Dur bir dakika Balıkayak, acele
davranma...”
“FAUL!” diye kükredi Balıkayak. Sonra da,
sabun üstünde kayan yengeç misali, dev cüsseli
hakem Geğiren Kabadayı’ya doğru gitti. “KABADAYI,
MANKAFALI, KOCA YAHŞİ GORİL, KÖR MÜSÜN
NESİN? BANA FAUL YAPTI!”
Kabadayı, sanki tepsideki küçük pembe bir
karides aniden sıçrayıp onu ısırmış gibi, şaşkınlıkla
yerinden sıçradı.
“NE dedin sen, Balıkayak???” diye kükredi,
hayret içinde.
“KULAKLARIN DA MI SAĞIR OLDU?” diye
bağırdı oğlan. “SENDEN DAHA AKILLI KOYUNLAR
GÖRDÜM BEN! SENİ SATRANÇTA YENECEK
DENİZANALARI GÖRDÜM!”
Kabadayı, patlamak üzere olan bir balon gibi
göğsünü şişirdi.
Kayıtsız Zebella, bu sıradışı sahneye doğaı
ağır ağır kayarak, “BUNUNLA BEN İLGİLENİRİM,
GEGİRİK!” diye bağırdı.
Zebella, iki metre tepesinden Balıkayak’a
baktı. “DELİKANLI,” diye kükredi, “KARSINDA
REİS'İN DÜRÜYOR. BU ÖZEL BİR DÜRÜM... MOKTAN
SOYGUNCULAR VAR BURADA.” Zebella, gülmekten
kırılan Moktan Soyguncular’ı işaret etti.

04
Balıkayak, Reis’ine doğru kafasını kaldırıp,
bir an durdu ve ardından...
“ŞİŞKO!” diye cırladı.
Kayıtsız Zebella kalakaldı.
“YAGr TULUMU!” diye bağırdı Balıkayak.
“TIKINMADAN DURAMAYAN, MUHALLEBÎ-
6ÖBEKLERÎN OBUR GIRTLAKLI R E İS İ???”
Kayıtsız Zebella ıstakoz gibi kıpkırmızı kesildi.
“REİSİNLE BÖYLE TERBİYESİZ VE KÜSTAHÇA
KONUŞMAYA NASIL CÜRET EDERSİN?”
Balıkayak hakaretlerine devam etmek üzere
ağzını açmışken, Hıçkıdık araya girdi.
“O iyi değil, Baba,” diye fısıldadı telaşla.
“Sanırım, Kafayı Yeme durumunda bir bozukluk
var... Lütfen , Baba... Ben onu eve götüreyim, iyi
değil...”
“Eve götür öyleyse,” diye homurdandı Zebella,
Hıçkıdık’a. “Ama seni uyarıyorum oğlum, bu
oğlan, değil Reis’in oğlunun arkadaşı, Holigan bile
olamaz.”
Balıkayak önce çekip götürülmeye itiraz ettiyse
de, direnmeye çalışırken düştü ve karların üstüne
yapışmanın soğuk şokuyla aklı başına geldi.
Altık ciddi biçimde kaygılanmaya başlayan
Hıçkıdık, Balıkayak’ı Buruşuk Moruk’a göstermeye
karar verdi. Belki 0 nesi olduğunu anlardı...

05
6 . BURUŞUK'UN SÖYLEDİKLERİ

Buruşuk Moruk, Hıçkıdık’m, anne tarafından


dedesiydi. Sahildeki darmadağın koca bir evde
oturuyordu. Onları gördüğüne çok sevinen Buruşuk
Moruk, hepsine lapa ikram etti. Dişsiz, ocakta yanan
ateşin önünde uyuklarken, Hıçkıdık’la Balıkayak’m
karlı giysileri iskemlelerin üstünde kuruyordu.
Buruşuk Moruk kocaman bir pipo yakıp, “Senin
için ne yapabilirim, küçük Hıçkıdık?” diye hınldadı.
“Arkadaşım Balıkayak için geldim,” diye
açıkladı Hıçkıdık. “Pek iyi değil."
Buruşuk Moruk, sert rüzgârda kalmış yaprak
gibi tir tir titreyen Balıkayak’a baktı.
“Yok ya, Hıçkıdık,” dedi Balıkayak sinirli sinirli.
“Söyledim ya, yalnızca KÖTÜ BİR SOĞUK ALGINLIĞI.”
Buruşuk Moruk cık cık yaptı.
Buruşuk Moruk, Holigan Kabilesi’nin bilgesi
ve kâhiniydi. Hasta olduğunuzda ona giderdiniz; o
da sizi muayene eder, tanrılara danışır ve sizi belki
iyileştirecek olan, mesela denizminaresi çamuru
ve tavşan gübresinden oluşan, son derece iğrenç
bir ilaç verirdi. (Hekimlik ve geleceği görmek güç
işlerdir - Doğruyu söylemek gerekirse, Buruşuk
Moruk her zaman haklı çıkmazdı.) y,

07
Buruşuk Moruk görmüş geçirmiş, yaşlı elini
Balıkayak’ın alnına koyup, yine cıkcıkladı. “Çok
sıcak, çok sıcak,” diye kendi kendine mırıldandı, “ve
terli.” Trompet benzeri tuhaf bir aletle Balıkayak’ın
kalbini dinledi ve biraz daha cıkcıkladı.
Ardından, ateşe birkaç dal atıp, metal bir
çubukla dürttü. Sonra da, kızıl korlara gözünü
dikerek, “Aman Tanrı’m,” diye soluğunu tuttu.
“Kulağa pek hoş geliyor doğrusu,” dedi
Balıkayak ürpererek.
“Ateş bana, arkadaşının bir ZEHİR ZENGEREK
sokması sonucu ZENGERETİT kaptığını söylüyor,”
dedi Buruşuk Moruk üzüntüyle. “Yakınlarda, bir
Zehir Zengerek’le karşılaşmış mıydınız?”
Hıçkıdık’m midesine uğursuz bir ağrı saplandı.
“Evet, bir Zehir Zengerek’le karşılaşmıştık..."
dedi ağır ağır. “Birkaç ay önce... Biz Uğursuz
Kale’den kaçarken, Balıkayak’ın eline bir Zengerek
düşmüştü...”
“Ama o beni sokmamıştı!” dedi Balıkayak
ısrarla. “Hiçbir şey hissetmedimdi!”
Buruşuk Moruk başını salladı. “Zengerek,
sokmadan önce deriyi uyuşturur. Çok akıllıdır
gerçekten. Hiçbir şey duymazsın. Sonra da hiçbir
şey olmaz, ama birkaç ay geçince Zengeretit’e
yakalanırsın.”

88
“Zengeretit’in belirtisi ne?” diye sordu Hıçkıdık.
Buruşuk Moruk hüzünlü bir ifadeyle, “Ateş...
burun akıntısı... çılgınlık nöbetleri...” diye yanıtladı.
Hıçkıdık’m midesi buz kesmişti sanki,
ama keyfi yerindeymiş gibi yaptı. “Peki, nasıl
iyileştirebiliriz onu?”
Buruşuk Moruk daha da htizünlenmişti
sanki. “Eeeeee...” diye cırladı, “işin ters tarafı da
orada... Zehir Zengerek sokması hemen her zaman
ÖLÜMCÜLDÜR.”
Uğursuz bir sessizlik oldu.
“İyi haberse,” diye devam etti Buruşuk Moruk,
“arkadaşın ölmeden panzehir* bulmak için, yarın
sabah ona kadar zamanımız var.”
“Şükürler olsun!” dedi Hıçkıdık rahatlamış
olarak. “Yani bir panzehiri VAR demek...”
Balıkayak ağzı bir karış, onları dinlemekteydi.
“Ama benim yalnızca KÖTÜ BİR SOöUK ALGINLIĞIM
var!” diye isyan etti. “Kötü bir soğuk algınlığı; ama
siz yalnızca bir günüm kaldığını söylüyorsunuz!”
Hıçkıdık onu duymazlıktan geldi. “Panzehiri
nedir?” diye sordu.
“İşte işin tersi bu noktada daha da terse
sarıyor,” diye hırıldadı Buruşuk Moruk. “Zehir
Zengerek sokmasının panzehiri, Adı-Ağza-
A lınm ayacak-Sebze’dİT. ”

'PaiNtekir t i r TEDAVİDİR.
“Ne, yani PATATES mi diyorsun?” diye
soluğunu tuttu Hıçkıdık.
“Şşşşşş,” diye fısıldadı Buruşuk Moruk, telaşla
ellerini sallayarak. “A dını ağzına alm am alısın!
Uğursuzluk getirir!”
Bütün bu uğursuzluk söylentilerinin boş inançtan
ibaret olduğuna inanan Hıçkıdık, “Ama PATATES
hayali bir sebze!” dedi. “Gerçekte mevcut değil ki!”*
“Adı-Ağza-Alınmayacak-Sebze’nin Amerika diye
bilinen, batıdaki büyük bir ülkede bulunabildiğini
söyleyenler var...” diye belirtti Buruşuk Moruk.
“Ama birçokları da,” dedi Hıçkıdık ağır ağır,
“Amerika diye bir yer yok diyor. Oranın, yalnızca
tahtası eksik uçukların inandığı hayali bir yer
olduğunu söylüyorlar. Çoğunluk, dünyanın tabak
gibi dümdüz olduğuna ve çok fazla batıya gidilirse
sonunda aşağıya düşüleceğine inanıyor.”
B u r u ş u k M o r u k o m u z la r ın ı silkip, p i p o s u n u

tüttürmeye devam ederek, “Çoğu insanın dediği


bu,” diye onayladı.
“Hem bu sözde Amerika’da, bu sözde patates
diye bir şey YAR olsa bile,” diye akıl yürüttü
Hıçkıdık, “tek BÎR GÜRDE oraya yelken açıp
panzehiri bulmamıza asla olanak yok. Bir günde İç

^ 0 Z.amar\lar patates t i r Amerika'da


ueVıŞiuordu Ve Amerika ela KenuZ- keşfedilmemişti.
Karartıcı Deniz’den bile zor çıkılır... Söylediğin şey
OLANAKSIZ.”
Buruşuk Moruk, “OLANAK-sız diye bir şey
yoktur, Hıçkıdık,” diye öfkeyle soludu, “yalnızca
OLASI-olmayan vardır. Bizi sınırlayan tek şey, hayal
gücümüzün sınırlarıdır... Oysa ben senin hayal
gücü güçlü bir oğlan olduğunu sanıyordum... Pes
et istiyorsan... ama ben senin, durum ne kadar
kötü olursa olsun, ASLA pes etmeyecek bir oğlan
olduğunu düşünüyordum.”
“Peki, öyleyse,” dedi Hıçkıdık öfkeyle. “Pes
etmemem için bana bir neden söyle.”
“Sana bir neden söyleyeceğim,” dedi Buruşuk
Moruk. “İsterikler’in Reisi Nafilekafa Norbert’te
Zengeretit’in panzehiri olabilir.”
Hıçkıdık yerinden sıçradı. “NAFİLEKAFA
NORBERT mi???” dedi Hıçkıdık. “ONUN niye
PATATESİ v a r ki? N e r d e n b u l m u ş ? ”
“Nafilekafa Norbert’in babasıyla Ecelejder’in
hikâyesini anlatırsam anlarsın,” dedi Buruşuk Moruk.
“Anlat hadi,” dedi Hıçkıdık. Nafilekafa
Norbert’in lafı bile onu huzursuz etmeye yemişti.
Buruşuk Moruk piposunun ateşini tazeledi.
“Yalnız seni uyarmam gerek Hıçkıdık ki bu,” diye
hırıldadı, piposundan bir nefes çekerken, “çoğu
hikâye gibi, doğru olabilir de, olm ayabilir de..."

91
f-/ol(9a^|a r

¿ ü K V * r \ıi\ D Ü M D Ü Z

o l ó u q v r * 0*
ve Ç ok 'F a z l a -

ta a i^ y a d o ^ ü

y e \ k e * a ç ' " * * 1* <k

CŞA tÖTÜ
f r R

FtÛ^
0 \ d u g u rv a ı r N a r v ^ ^ d ’/.

92
N afilekafa N orbert’in Babasıyla
Ecelejder’in H ikâyesi

“On beş y ıl önce, "diye başladı Buruşuk Moruk,


“İsteri Kabilesi’n in Reisi, Nafilekafa Norbert’in Babası
B ü yü kiş’ti... İsterikler, d ü n ya n ın d ü m d ü z olduğuna
ve çok fa z la batıya doğru yelken açılırsa, sonunda
aşağıya düşüleceğine hiç inanmadılar. Onlar
bu nu safsata kabul ederler. Büyükiş, D ünya ’m n
A y gibi yuvarlak olduğunu düşünüyordu ve bunu
kanıtlam ak için yola çıktı.
“Büyükiş, Amerikan Rüyası adı verilen, görüp
görebileceğin en büyük Viking gem isini inşa etti
ve Woden ’in kâbusları kadar karanlık ve belalı
fırtın a la r içinden hep batıya doğru yelken açtı.
Gemi direğinden yüksek b u zd a ğ la n n ın y a n ın d a n
geçip, gitti, gitti, Büyük Yeşil Deniz Çölü’??« aştı,
am a ne kadar ileriye yelken açarsa açsın d ü n ya n ın
sonuna ulaşamadı, çü n kü dü n ya bir çember gibi
yuvarlaktır ve çemberin sonu yoktur. ”

• 93
Hıçkıdık kendini tutamadı.“Doğru mu bu?” diye
atıldı. “Dünya gerçekten sonsuz bir yuvarlak mı?”
“Hiçbir fikrim yok,” diye yanıtladı Buruşuk
Moruk, sakin sakin. “Dediğim gibi, bu bir hikâye.
Sus da, gerisini anlatayım.
“Büyükiş, bitmeyecekmişçesine u z u n bir
yolculuğun, ardından nihayet, Am erika denen,
o düşlerindeki ülkeyi buldu. Burası, Adı-Ağza-
Alınm ayacak-Sebze gibi doğal H azineler’le dolu
ve Büyükiş'in ‘Tüy A d a m la r’ adını verdiği candan
yerlilerin yaşadığı görkemli bir ülkeydi. Büyükiş, İç
A da lar’a geri dönm eden önce orada m utlu mesut
birkaç ay geçirdi.
“Norbert’in Babası, gerçekten A m erika’y a
gittiğine herkesin inanm ası için, ya n ın d a DONMUŞ
BİR ADI-AĞZA-ALINMAYACAK-SEBZE götürmeye
karar verdi. D önüş yolund a da, gem inin İZLENDİĞİ
hissine kapıldı. Önce bunu büyük bir b a lin a ya da
köpekbalığı sandı, am a so nunda çok daha kötü
bir şey olduğunu anladı. Bu, ECELEJDER denen,
m u a zza m büyüklükte bir D enizejderhası’y d ı.”
“Çok tuhaf,” diye araya girdi Hıçkıdık. Ejderhalar
üzerine geniş bilgi sahibiydi ve bu, Ecelejderler için
alışılmadık bir davranıştı. Ecelejderler ağır silahlarla
donanmış, korkunç yaratıklardır, ama normalde
insanlara aldırış etmezler.

94
“Sözümü kesip durmasana,” dedi Buruşuk
Moruk.
'Bu ürkünç hayvan, Am erika ’dan başlayarak
bütün dönüş yolu boyunca uğursuz bir Lanet gibi
onları izledi. Tbor’u n Gazabı 'na vardıklarındaysa,
saldırıya geçip gem iyi yu tm a ya kalkıştı. Büyükiş
çok cesur biriydi. Ejderhası Şim şekçakar’ın üstünde
Ecelejder’i ok yağm uruna tuttu. B u sipsivri okları
ona, ok yapım ında çok usta olan Tüy Adam lar
vermişti. Büyükiş bütün oklarını atıp bitirdiğinde
Ecelejder onu öldürdü. O g ü n d en sonra da
Ecelejder, Thor’u n G azabı’ndan ayrılmadı. On
beş yıld a n beri, ne kimse İsteri’y e gidebiliyor, n e d e
kimse oradan çıkabiliyor. Şim di İsteri Kabilesi ’nin
Reisi, B üyükiş’in oğlu Nafilekafa Norbert’tir ve
babasının ölüm ün ü asla içine sindirememiştir.
Söylendiğine göre, bir cam ekânın içinde sakladığı
donm uş Adı-Ağza-Alınmayacak-Sebze aynen beş yıl
öncesinde olduğu gibi korunmaktadır.
“İşte böyle,” dedi Buruşuk Moruk, “Nafilekafa
Norbert’in Babası’yla Ecelejder’in hikâyesi bu. Tabii,
bu mevsimde Thor’un Gazabı donm u^ılıftğu için,
Ecelejder buzların altında hapis. İsteriye de buradan
kızakla yalnızca üç saatte ulaşılabilir.” ™
Hıçkıdık yerinden fırladı. “Biliyorum,”
dedi. “Daha dün oradaydık. Kaybedecek hiç
zaman yok... İsteri’ye gidip panzehiri getirmeliyim."
Balıkayak ağzı bir karış açık kalakaldı.
“Kulaklarıma inanamıyorum... İSTERİ'YE GERİ
DÖNMEYİ mi düşünüyorsun??? Hayatımda gördüğüm
en tekinsiz, en tüyler ürpertici, en korkunç yer orası
ve sen KARANLIKTA oraya mı gideceksin?”
“İsterikler karanlıkta beni göremezler,” diye
belirtti Hıçkıdık.
“Nafilekafa Norbert’in poposuna OK attın
sen!” diye inledi Balıkayak. “Gidip ondan kibarca
o kıymetli Amerikan sebzesini istediğinde, o da
hemen VERİVERECEK mi sanıyorsun?”
Hıçkıdık, “Hırsızlık söz konusu olabilir,” diye
itiraf etti.
“Hepsi sırf Buruşuk Moruk’un KEHANETİ
yüzünden mi? Buruşuk Moruk’un kehanette
bulunma konusunda senin Yabancıları Korkutma’da
olduğun kadar umutsuz olduğunu herkes bilir.”
“Sağ ol,” diye mırıldandı Buruşuk Moruk.
Balıkayak devam etti: “Kaçtır söylüyorum,
yalnızca SOĞUK ALGINLIĞIM var... Ha-ha-ha-hap-
şuuu! Aslında kendimi pek iyi hissetmiyorum...
Azıcık uzanmamın sakıncası var mı?”
“Keyfine bak,” dedi Buruşuk Moruk. “Benim
yatağıma uzanabilirsin... ben de sana ballı sıcak
limonata yaparım. Unutma, Hıçkıdık, Balıkayak’ın £
ölmemesi için yarın sabah ona kadar vaktin var...
sabah ONA kadar, unutma...”
Bunun üzerine Hıçkıdık, en iyi arkadaşı
Balıkayak’ı Buruşuk Moruk’a emanet edip, hemen
kapıdan dışarı fırladı. En sonunda, fazla zamanı
kalmadığı kafasına dank etmişti.
O sırada bunu bilmiyordu, ama hayatının en
korkunç, en tehlikeli ve tüyler ürpertici macerasına
doğru ilk adımlarını atmaktaydı. Gerçekten de
ciddi bir serüvene atılmaktaydı... onu dondurucu
ve tehlikeli bir ortamda korkunç bir canavara
doğru götürecek, zamana karşı öyle bir serüven ki,
sonradan Don muş Patates’i Arayış adıyla yıllarca saz
şairlerinin dilinden düşmeyecek bir şarkı olacaktı.
7 . DONMUŞ PATATESİ ARAYIŞ

Hıçkıdık, peşinde homurdanan bir Dişsizle Buruşuk


Moruk’un evinden dışarı fırlayıp, gerisingeriye
Limandaki Kutlamalar’a koşturdu. Yolun altı yüz
metre kadarında ne yapacağından kesinlikle emin
olmuştu artık.
Babasına gidip, olanları anlatacak ve
ondan Donmuş Patates’i aramak için bir sefer
düzenlemesini isteyecekti. Holiganlar sürekli sefere
çıkarlardı.
Ama sonunda, Donmuş Şans Zamazingosu’nda
şansını denemekte olan babasını bulduğunda, o
güven duygusunu birden yitirir gibi oldu.
Zebella biricik oğlunu gördüğüne her zamanki
kadar sevinmemişti. Tam o sırada Moktan Soyguncu
Genç Kahramanlar, Genç Holiganlı Kahramanları
Buz-Üstünde-Smaşsopası Yarışması’nda on dörde
sıfır mat ettikleri için büyük bahsi yitirmişti.
Dolayısıyla Kayıtsız Zebella’nın morali pek iyi
değildi.
“Şu Buruşuk Moruk’a da, aptal kehanetlerine
de lanet olsun! Holiganlar için KOLAY BİR
GALİBİYET olacak demişti. Ama ne oldu?
Moktan Soyguncular on dört, biz SIFIR. Tahmin
etmeliydim,” diye homurdandı kendi kendine. Şans
Zamazingosundan büyük donmuş bir nesne seçmiş,
ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Balık mıydı?
Kullanışlı bir balta mı? Yoksa küçük bir iskemle mi?
“Baba,” dedi Hıçkıdık kararlı bir şekilde, “ben
bir sefere çıkmak istiyorum.”
Zebella hayretle eğilip oğluna baktı. “Nasıl bir
sefere?”
“Hani arkadaşım Balıkayak var ya, anımsadın
mı?” dedi Hıçkıdık.
Zebella sinirli sinirli burnunu ovuşturdu.
“Buruşuk Moruk’un dediğine göre; onu bir
Zehir Zengerek soktuğu için saldırmış sana ve
Zengeretit’in ilk aşamasındaymış ve bu da çılgınlık
nöbetlerine neden olurmuş, anladın mı... ve sorun
şu ki Baba, Buruşuk Moruk’a göre, zamanında
panzehiri bulamazsak, Balıkayak ÖLEBÎLÎRMİS!”
Zebella, sevinsin mi üzülsün mü bilemez bir
haldeyken... birden oğlunun yüzünü gördü ve
hemen üzgün bir ifade takındı.
“Hımm... evet... hay aksi...” dedi.
“Onun için, ben de panzehiri aramak üzere
sefere çıkmak istiyorum,” diye ilan etti Hıçkıdık.
“Panzehir neymiş?” diye sordu Kayıtsız Zebella.
“Buruşuk Moruk panzehirin patates olduğunu
söylüyor,” dedi Hıçkıdık.
“ŞŞŞŞŞŞiitt!” dedi Zebella. “Onun adını ağzına
almamalısın! Hem, Adı-Ağza-Alınmayacak-Sebze,
hayali bir sebzedir - Bunu sen de biliyor olmalısın,
değil mi Hıçkıdık?”
“Buruşuk Moruk diyor ki, İsterikler Amerika’ya
gitmiş ve oradan donmuş bir patates getirmişler,”
diye devam etti Hıçkıdık ısrarla. “Ben de o
PATATESİ bulup, Balıkayak’ı kurtarmak istiyorum.”
“BÖYLE BİR SEY YAPMANI YASAKLIYORUM!”
diye kükredi Zebella.
Hıçkıdık da, “Patatese inanmazsak, Balıkayak
ÖLEBİLİR!” diye bağırarak karşılık verdi.
Tepesi atan Kayıtsız Zebella, elindeki Tanımsız
Donmuş Nesne’yi Hıçkıdık’a vuracakmış gibi havaya
kaldırıp salladı.
Ve oğluna öyle bir kükredi ki, zavallı
Hıçkıdık’ın kulakları uğuldadı: “ARKADASIN
BALIKAYAK DAHA DEMİN BANA 'MUHALLEBİ-
GÖBEKLİ TORBA-GÖTLÜ OBUR GIRTLAK' DİYEN
KÜÇÜK DENYONUN TEKİ!”
Hıçkıdık sanki sopa yemiş gibi kaçınınca,
Zebella utanıp kendini toparladı. Uzanıp oğlunun
omuzunu patpatlayarak daha düzgün bir biçimde
konuşmaya çalıştı.
“Bak oğlum, bunun senin için zor olduğunu
anlıyorum, arkadaşını çok seviyorsun, ama Buruşuk

100
Moruk kırk yılda bir haklı çıkar. Haklı bile olsa,
Reis olarak ben Ecel’i gelmiş denyonun teki uğruna
biricik oğlumun hayatını riske ATMAM. ”
“Reis’in görevi bu değil midir?” dedi Hıçkıdık
ısrarla. “Balıkayak’ın onunla ilgilenecek kimsesi yok.”
“O dediğini YAPMAYACAKSIN,” dedi Zebella,
gayet anlaşılır bir biçimde. “Çünkü BEN SENİ MEN
EDİYORUM ve bu bir emirdir, oğlum. REİS’inin
emri.” Zebella, Tanımsız Donmuş Nesne’yi kafasına
yerleştirip (onun bir MİĞFER olduğuna hükmetmişti)
çekti gitti.
Hastalanan en iyi arkadaşınızı kurtarmak için
bir sefere çıkmanın en bahtsız tarafı, sizinle birlikte
gidecek iyi bir arkadaşınızın olmamasıdır. Hıçkıdık,
kafasında donmuş bir iskemleye benzeyen bir şeyle
çekip giden babasının arkasından bakarken, perişan
bir halde, Donmuş Patates’i aramaya tek başına
çıkmanın olasılıklarını tartmaya başladı.
OLANAK-sız değil, diye düşündü üzgün üzgün,
am a kabul etmek gerekir ki, OLASI da değil.
O sırada, Şans Zamazingosu tezgâhının
altından Kamikazi’nin kafası çıkıverdi.
“Sefer lafı mı etti biri? Ne zaman çıkıyoruz?”
“Ah, Kamikazi... Başkalarının konuşmalarını
gerçekten dinlememen gerekir,” dedi Hıçkıdık.
Kamikazi sürüne sürüne tezgâhın altından

101
Şey... ßeis yo--. r^<V\ fcafarurv
ü s t ü is e Í S K f c 'M í - f
çıkıp perende atmaya başladı. Buz patenleri hâlâ
ayağındaydı.
“Biz Moktan Soyguncular her zaman
başkalarının konuştuklarını dinleriz,” dedi neşeyle.
“Donmuş Patates’i arama seferinde çok işine
yarayacak olmamın nedenlerinden biri de bu.”
“Donmuş Patates’i arama seferine SEN
gitmiyorsun,” dedi Hıçkıdık. “Çok tehlikeli.”
Kamikazi, “Tehlikeli mi? PÖH!” diye burun
büktü. “Ben, Eşkıyalar’dan koca KOYUN sürüleri
aşırmış adamım... Korkunç Korsanlar’ın ceplerini
boşaltmışlığım... Gözükanlı Zıvanasız’ın başının
üstündeki miğferini çalmışlığım var benim. Sense,
yalnızca beş para etm ez kü çü k bir sebzeyi çalmamı
istiyorsun, ha!!! No problemo, Hıçkıdık, izle de
öğren, oğlum, izle de öğren.”
Hıçkıdık gözlerini havaya dikti. Kamikazi’nin
bir kuşum varsa, o da kendini çok ama çok
beğenmesiydi. Ancak müthiş bir hırsız olduğunu
da kabul etmek gerekiyordu.
“Şu Bakalı Vahşi var...” diye dikkat çekti
Hıçkıdık.
“Daha da iyi,” dedi Kamikazi. “Bakalı Vahşiler’i
kızdırmaya bayılırım. En sevdiğim spordur. Beni
yanına almazsan, o dev gibi şişko, kızgın babana
nereye gittiğini söylerim.”

103
“Ama buna şantaj derler!” diye isyan etti
Hıçkıdık.
Kamikazi, “Gördüğün gibi,” diyerek sırıttı, “biz
Moktan Soyguncuların hiçbir ahlak kaygısı yoktur.
Çok işimize yarar bu.”
Hıçkıdık pes ederek, istiyorsa onunla birlikte
gelebileceğini söyledi.
Kamikazi koşup hırsızlık araç gerecini almaya
giderken, Hıçkıdık da onları İsteri’ye götürecek
küçük bir kızak hazırladı.
Teknesi A zim li M a n i’yi da, ayaklar üstünde
kızağın arkasına bağladı.
Elleri kolları halatlar ve tuhaf şekilli sivri
metal nesnelerle dolu olarak dönen Kamikazi, “Ne
yapıyorsun sen öyle?" diye sordu.
“İlkbahar çok yaklaştı, biz oradayken buzlar
çözülmeye başlayabilir. O zaman da İç Karartıcı
Deniz’i bir biçimde geçerek geri gelebilmemiz
gerek,” diye yanıtladı Hıçkıdık; buzlar GERÇEKTEN
erirse ne olacağını düşünmemeye çalışıyordu.
Bütün sorunları yetmezmiş gibi, o zaman bir de
Ecelejder’le başa çıkmaları gerekecek demekti bu.
Hıçkıdık gidip, Tek Göz’ü arayıp buldu ve
ona sorununu anlattı. Koca Sürücü küçümseyici
bir ifadeyle güldü.
“Bana BaR, iğrenç RüçüJs İnsan yavrusu,

104
Y»o/^kaziVurs
p ^ r a ç 6 e r e C c
sana, yarinijı ctıjıeJs iste^ece^iıjıi nerden
çıkarıyorsun bilıjıiyoruıjı. Senin JsuJslan degiliıjı
ben. insanlardan Î Î E F K E T ederiıjı. Kesinlikle tek
bir şeye Y E K IÎtf E D E E JM . O da su ki, ASLA
aıjıa ASLA siz; Beyinsiz; İnsanlar’dan biri için
tek daıjıla ££'öz;yaşı d’ökıjıeycceğiıjı.”
“Afi,” dedi Hıçkıdık kurnazca, “aıjıa o
panzsfıir bir tek arkadaşııjı B alıka^ak m
bayatını ku rtarıjıa^acak, öyle değil ıjıi?
£enf£ereis, insanları olduğu kadar ejderhaları
da sokuyor. Her yıl binlerce EJDERJHA Ölüyor
£en{£erctlt’ten. Donıjıuş Fatates’i getirince,
Avanak m fıer yanına patates ekecegiıjî ve a rtık
hiçbir ejderha ^ e n ^ e re tit’ten Öİıjıeyecek”
Eh, bu Tek Göz’ü ikna etmeye yetti tabii,
çünkü onun insanlara duyduğu nefret ancak,
hemcinsi ejderhalara duyduğu sevgiyle aşık
atabilirdi. Dolayısıyla beş dakika sonra Hıçkıdık,
dev Kılıç-Diş Ejderha’yı kızağına koştu.
Hıçkıdık yol üstünde Zebella’ya, o geceyi
Sümüklüküstahlar’ın evinde geçireceğini söyledi ve
Zebella’nın ağzı kulaklarına vardı.
“Çok iyi, oğlum,” diye kükredi Reis, “demek
öğüdümü tutup, kendine daha iyi bir arkadaş
bulmaya karar verdin. Aferin, Hıçkıdık.”
Kamikazi’nin yanında kızaktaki yerini alırken,

106
“Hadi bakalım," dedi Hıçkıdık, “çabucak İsteri’ye
gidip, babamın ruhu bile duymadan patatesi çalıp,
Balıkayak’a getirebiliriz.”
Donmuş Patates’i aramak üzere Holigan
Limam’ndan gizli gizli İsteri’ye doğru uzaklaşan
Arkasmda-Tekne-Bağlı-Küçük-Kızağı bir tek
Sümüklüküstah fark etti.
Sümüklükiistah, Hıçkıdık her nereye gidiyorsa,
oranın tehlikeli bir yer olmasını ve Hıçkıdık’ın bir
daha HÎÇ GERİ DÖNMEMESİNİ umdu.

107
8. THOR’OT GAZABI

Tek Göz, kızağı buzun üstünde çılgın gibi hızla


çekiyordu. Hıçkıdık bir iki kez dizginleri çekeleyip
onu yavaşlatmaya çalıştıysa da, dev Sürücü buna
hiç aldırmayınca, Hıçkıdık da uğraşmaktan vazgeçti.
“Îsteri’ye ne kadar çabuk varırsak, o kadar iyi,” diye
avuttu kendini. Buzun üstünde uçarcasına ilerlerken,
yakıcı, soğuk rüzgâr yüzüne çarpıyor, gözleri
sulanıyordu.
A zim li Martı, arkalarında, çatlak anasının peşi
sıra, çaresizlik içinde ona ayak uydurmaya çalışan
çirkin bir ördek yavrusu gibi, denetimsiz biçimde
hoplayıp duruyordu. Bereket versin ki, alımlı bir
tekne olmamasına karşın, sağlamdı ve ara sıra bir iki
darbe yemeye alışıktı. Hıçkıdık, herkes için yanına
bütün yolculuk boyunca yenmek üzere atıştırmalık
bir şeyler almıştı, ama Dişsiz hepsini ilk üç dakika
içinde silip süpürerek, kızağın içini kırıntı, tavuk
kemikleri ve salyangoz kabuklarıyla pisletti.
“Dişsiz; ü-ii-üşüıjıeis...” diye sızlandı. “Dişsiz

100
a-a-aç... Dişsin SIK IL M A !^. Uf uf uf uf...
K,ıujûk,az;i W ^U £ruğ;uıjıun üstiinbe o-o-oturıjuJç...
YaMaştıJs ıjıı?”
“Yola çık alı iufıa beş iıaJsiJsa oliıu!” diye
bağırdı Hıçkıdık.
“Dişsiz; fJe-Tuttuıjı-Bul o^naıjıai;” dedi Dişsiz,
kesin bir ifadeyle.
Başlangıçta Kamikazi, parlak mavi gözleri
heyecandan parlayarak durmadan çene çalıyor,
bağıra çağıra şarkılar söylüyordu.
Ama saatler geçip, Hıçkıdık, Dişsiz’in
dediklerini çevire çevire, Ne-Tuttum-Bul oyununu
elli ikinci kez oynamaya başladıklarında, akşamın
çökmesiyle birlikte gökyüzü pembe gri bir renk
alırken, sol yanlarında kalan Karman Çorman
Sivrilikler’i geçip, artık Ecelejder’in buzların
altından gelen inlemeleri kulaklarına çalınır olunca,
Kamikazi’nin bile sesi kesiliverdi.
Hıçkıdık, Tek Göz’ii, İsterik gözetleme bekçileri
geldiklerini fark etmesinler diye, havanın iyice
kararması için Thor’un Gazabı’na girmeden önceki
köşede bekletti.
Yarım saatlik, insanın midesini buran, gergin
bir bekleyişten sonra, Hıçkıdık durumun yeterince
güvenli olduğuna kanaat getirdi ve dizginlerini
çekip, Tek Göz’ü tekrar koşturdu.

109
*
fil

Alçaklık ve İsteri’nin denizden


yükselen dev gibi kayalıkları, bütün
korkunçluğuyla karanlığın içinde
belirdi. Tek Göz, Thor’un Gazabı
geçidinin içine doğru hızla ilerledikçe, baş
döndürücü yükseklikte hapisane duvarlarını
andıran kayalıklar, küçük kızağın bir o bir
öteki yanından fırlayıp durmaya başladılar.
Ejderhaların gözleri karanlıkta parladığı için,
Tek Göz’ün kocaman gözü onlara yol gösteren
bir ışıldak işlevi kazanmıştı. Daracık boğazın
üstündeki buz o kadar berraktı ki, sanki iki metre
kalınlığında donmuş bir cam tabakasıymış gibi,
Tek Göz’ün vurduğu ışık boyunca altındaki denizin
içi görülebiliyordu. Ne kadar ilginç, diye düşündü
ndü
Hıçkıdık, kızağın kenarından aşağıya bakarken,ı, bb
uskum ru sürüsü bile seçebiliyorum orada...
Milyonlarca küçük balıktan oluşan kütle
) yavaş yavaş aşağılarında yüzerken, birden
buzun altında kocaman, muazzam büyüklükte
bir karartı beliriverince, balıklar bir
patlamanın ardından etrafa saçılan
küçük parçacıklar gibi oraya
buraya kaçıştılar. Bu, yeraltı dağı
boyutlarındaki bir ejderhanın
devasa gölgesiydi ve uzun
kuyruğunun aheste
darbeleriyle ilerlerken,
yüzgeçleri, onu aşağıda yüzmeye zorlayarak
Thor’un Gazabı’nın kenarlarına sürtüyor, ama hızla
yol alan küçük kızaktan hiç de geri kalmıyordu.
Dişsiz, Hıçkıdık’ın kulağına, “B-b-bu
E -E -E cclejiıer! diye fısıldadı. "Habi, eve
iı-iı-iıönıjıeJs...”
Hıçkıdık büyülenmiş bir dehşet içinde aşağıyı
izlerken, dev ejderha kafasını yana çevirdi ve
Hıçkıdık kendini kızağın boyuyla aynı uzunlukta,
kocaman, kanlı, yeşil bir ejderha gözünün içine
bakarken buldu.
x
Sanki dünyadaki bütün yeşil renkler, —.
bezelyelerin, otların, ıspanakların,
yaprakların, fasulyelerin ve kurbağaların
yeşil renklerinin hepsi bu gözde toplanmış
ve ona saf yeşil bir asidin yoğunluğunu
vermişti. Öğlen ortasında, büyük yeşil bir
mikroskopla güneşin içine bakmak gibiydi.
Fena halde başı dönen Hıçkıdık neredeyse
kızaktan aşağı düşecekti, ama korkunç bir
GÜM sesiyle altlarındaki buz tabakası deprem
olmuşçasına yukarı fırlayınca, aklı başına geldi.
Kızak da havaya sıçrayınca, Tek Göz yakınan bir
ulumayla kısa bir süre için havada uçtu.

lCA
EJDERHALARI „ ^
\i*ANG

ECELEJDER
Ecelejder, insanların çok nadiren görebildiği,
Okyanus açıklarında yaşayan devasa bir
yırtıcıdır. Silah olarak yalnızca dişlerini
ve pençelerini kullanmakla kalmaz, bir de
kurbanım “dondurarak” öldüren tu h a f mavi
bir alev püskürtür.

- İS T A T İS T İK -
RENKLER: Daima en karanhk kâbusunuz
kadar kapkara.
SİLAHLAR: Korkunç dişler ve pençeler.
Ayrıca mavi alevi sizi DONDURARAK öldüren,
olağandışı, donmuş bir ateş püskürtür__30
RADAR: Evet.... 10
ZEHİR: Yok.... 0
AVCILIK YETENEĞİ: Aşık anlamaz
ustalıkta__30
HIZ: Çokçokhızh.... 25
DEHŞET VE DÖVÜŞ KATSAYISI: Dehşet
verici__ 30
GÜM! Ecelejder bir daha kafasını kalın saydam
duvara vurunca buz yine gümbürdedi. Hıçkıdık
dehşete kapılmıştı, ama içi rahatladı, çünkü buzun
üstünde küçük beyaz çatlaklar oluşmasına karşın, o
kadar kalındı ki, kırılmıyordu.
Kızak, deliğine koşturan bir fare gibi hızla İsteri
Limanı’nın girişine doğru yol alıyordu. Ejderha da,
kale kapısı yıkan koçbaşlarına benzer kafasının
korkunç darbeleriyle altlarındaki buz tabakasını
giimlete gümlete onların peşi sıra geliyordu. Tek
Göz, limanın içine o kadar büyük bir hızla saptı ki,
arkalarındaki teknenin yarattığı savurma gücüyle
az kalsın büyük bir gıcırtı kopararak çevrelerinde
dönüyorlardı. Kızak önce yan yattı, sonra da güm
diye buzun üstüne düşüp yoluna devam etti.
Hıçkıdık omuzunun üstünden geriye baktı.
Ecelejder, limanın dar ağzından geçemeyecek kadar
büyüktü. Koca kafasını içeriye soktu. Hıçkıdık sesini
duymasa da, canavarın ağzını sonuna kadar açıp,
öfkeyle kükrediğini, pençelerinin keskin tırnaklarıyla
suları yardığını görüyordu. Ecelejder suyun altından
muazzam bir mavi alev püskürttü ve kızağı alttan
hedef alan bu alev, oradan da dümdüz bir hat
çizerek sanki gidecekleri güzergâhı belirleyen parlak
mavi bir hat gibi dosdoğru kıyıya uzandı.
Kızak parlak mavi hat boyunca hızla ilerlerken,
“Hoşuna gitmedi bu,” diye sırıttı Kamikazi. “ÇOK
FENA TEPESİ ATMIŞ bir Ecelejder bu.”
Hıçkıdık ürpererek, “Dua edelim de, biz
patatesi çalıp buradan sıvışana kadar buzlar
çözülmesin,” dedi. “Yoksa bu yaratık, o çenelerinin
tek bir hareketiyle bizi öbür dünyaya gönderir!”
Tek Göz sonunda sert bir fren yaparak buzun
dibinde durduğunda, Hıçkıdık denizanası gibi
titreyen bacaklarla emekleye emekleye kızaktan
inerken, artık gece bastırmıştı. Soluk bir türkuvaza
dönüşen parlak mavi hat giderek siliniyordu.
Thor’a şükürler olsun, limanda kimsecikler
yoktu. Kayalıkların üstüne çekilmiş, yarı yarıya
karla kaplı yüzlerce İsteri teknesi vardı. Karla örtülü
olmalarına karşın, bunların on beş yıldır tuzlu su
yüzü görmemiş hayalet tekneler olduğu belliydi.
Yan yatmış direklerden yelken parçaları sarkıyor;
karların arasından, çürümüş ya da kırılmış kürek
ve dümenlerin uçları fırlıyordu.
Hıçkıdık, Dişsiz’i bir göz atmak üzere İsterik
Köyü’ne yollayınca, küçük ejderha isteksiz isteksiz
karanlığın içine doğru kanat çırptı.
“D-D-Dişsiz; ni^e fıep bunu ynpnfuk zoruniu?”
Hıçkıdık, Tek Göz’ün dizginlerini çözerken,
“ÇünJsü Jsanatlnn olan sensin, Dişsiz:,” diye
açıkladı belki on bininci kez. Kamikazi ise keyifle

114
bir şarkı mırıldana mırıldana hırsızlık donanımlarını
çıkarırken, ceplerine ilginç görünümlü, sivri aletler
tıkıyor, altı çivili özel ayakkabılarını giyiyor, beline
sağlam halatlar sarmalayıp duruyordu.
Normalde maceraları yaşarken, Hıçkıdık’ın
yanında hep, daima korkan ve ne diye YENİDEN
hayatlarını tehdit eden tehlikeli bir belaya
bulaştıklarını sorup duran Balıkayak olurdu. O
yüzden, bütün bu olayı keyifli bir gezi gibi algılayan
Kamikazi’yle olmak bayağı farklı bir durumdu.
Kayaklarını ayaklarına geçirip, Dişsiz’in İsterik
Köyü’nü kolaçan edip dönmesini beklemeye
başladılar. Dişsiz birden kanatlarını çırparak
karanlığın içinden çıkıp Hıçkıdık’ın omuzuna
konuverince, ufak bir şok yaşadılar.
Karanlıkta gözleri pırıl pırıl parlayan Dişsiz,
“O rası çok k -k -k o rk u tu cu d ed i nefes nefese. “O
isterik ler, Frcya Günü Arifesi için z-^-zi’y afet
verıjıek... çok IĞ R JEÎÎÇ gözükmek.
Hıçkıdık, Dişsiz’in söylediklerini açıklayınca,
Kamikazi yerinden kalkıp, “Harika,” dedi. “Umut
edelim de bizi fark etmesinler. Hadi, iş başına.”
Küçük grup, kayalıkların arasından yukarı
tırmanan patika boyunca yola koyuldu. Onları
çeken Sürücü Ejderha’nın tek gözü karanlığın içinde
pırıl pırıl parlıyordu.

115
I
a AVANAK ADASI'NDA

O sırada Avanak Adası’nda Balıkayak, örümcek


ağına yakalanmış bir sinek gibi çaresiz, ateşler
içinde yanıyor, durmadan abuklayıp duruyordu.
Buruşuk Moruk sessizce oğlanın başına soğuk
kompres yapıyor, ona biraz açık çay içirmeye
çalışıyordu.
Balıkayak, yaşlı adamın elinden kurtulmaya
çalışarak, “Bırak beni... kokuşmuş ihtiyar... kurumuş
yengeç kıskacı,” diye söylendi dermansız bir halde,
ama kolunu kıpırdatacak gücü yoktu.
“Sabah ondan önce burada olmaları lazım,"
diye mırıldandı Buruşuk Moruk kendi kendine.
“Ölmek üzere.”
Balıkayak’sa, Buruşuk Moruk’un kaygılı
gözlerinin içine bakıp, “Merak etme,” diye fısıldadı.
“Hıçkıdık bunu başaracak. Hıçkıdık her za m a n
başarır... Thor bilir, nasıl.” Sonra yine saçmalamaya
başladı.
Dışarıda, İç Karartıcı Deniz’in ortasında, yaşlı
bir adamın dizlerinin gıcırdamasına ya da dev bir
\

tokmağın kapıya vurmasına benzer tuhaf sesler . >


duyuluyordu. y.
Buzlar çatlamaya başlamıştı. *

m
116
117
10. İSTERİ'DE FREYA GÜNÜ
ARİFESİ

Kayalıkların tepesine vardıklarında, zemin İsteri


Dağı’na doğnı yükselmeye devam ediyordu.
İsterikler’in dağın üstüne kondurulmuş, gölgeler
arasında silueti seçilen köyü karanlıklar içindeydi.
Tek Göz onları ta köy duvarlarının dibine
kadar çekti. Kamikazi de orada halatlarını çıkardı.
Ucunda metal bir kanca olan halatı yukarı
fırlattı ve daha ilk atışta kancayı ahşap kale
duvarının tepesine tutturdu. Küçük, sarışın bir
maymun gibi halattan yukarıya tırmandı ve gözden
kayboldu. Tek Göz kanatlarını iyice açıp, kızın
arkasından uçtu.
Hıçkıdık da derin bir soluk alıp, halata
tutundu ve mazgallı siperlerin üstünden ona sırıtan
kurukafalara bakmamaya çalışarak yukarıya
tırmandı.
On beş yıldır İsterik Köyü’ne
gelen ilk konuklar onlardı.
Köy ilk bakışta,
terk edilmiş gibi
gözüküyordu.
é
Sokaklar bomboş, pencereler karanlıktı.
Ama Büyük Toplantı Binası ışıklar içindeydi.
Bacalarından duman tütüyor, pencerelerden dışarıya
müzik, insan sesleri ve kahkahalar taşıyordu.
Acayiptir ki, Büyük Toplantı Binası’nın
yanında, kalın ağaç kütükleri üstüne oturtulmuş
olarak, Hıçkıdık’ın o güne dek gördüğü en büyük
Viking gemisi duruyordu. Bir gemiyi denizden bu
kadar uzakta tutmak biraz tuhaf gözüküyordu,
ama Hıçkıdık, İsterikler son on beş yıl boyunca
hiç denize açılmadıklarına göre, bir tekneyi köyün
ortasına koymalarıyla başka herhangi bir yere
koymaları arasında fark olmayacağını düşündü.
Ne gemiydi ama...
Eni boyu daha çok bir Roma kalyonunu
andırıyordu ve Hıçkıdık’ın o güne dek gördüğü
bir değil üç direği olan ilk Viking yelkenlisiydi.
Pruvasındaki ejderha kafası figürü, hırlayan bir
Korkunç Kâbus’tu ve geminin yan tarafına akıcı
harflerle yazılmış adını okuyunca, Hıçkıdık’ın
kalbi daha hızlı atmaya başladı: Am erikan Rüyası.
Belki de Buruşuk Moruk'un ona anlattığı hikâye
gerçekten DOÖRUYDU.
Hıçkıdık’ın limanda gördüğü teknelerden çok
farklı olarak bu gemi gıcır gıcır duaıyordu. Köyün
her tarafı iki metre kara gömülmüşken, güvertesinde

120
kardan eser bulunmayan Am erikan Rüyası pırıl
pırıldı. Yeni boyanmış, ana direğinde neşeyle
uçuşan İsteri bayrağı ve hazır kürekleriyle sanki her
an uzak denizlere açılacakmış gibiydi.
“Büyük Bina’nın çatısına tırmanıp, neler olup
bittiğini duyabilecek miyiz, bakalım," diye fısıldadı
Kamikazi. Bu kez halat bile kullanmaya gerek
duymadı ve sanki bir kurbağaymışçasına, tuhaf bir
şekilde yapışarak, dik duvara elleri ve ayaklarıyla
tırmanıverdi. Çatıya ulaşır ulaşmaz da, Hıçkıdık için
aşağıya bir halat sallandırdı ve Tek Göz, oğlanın
buna tutunarak yukarıya çıkmasına yardımcı oldu.
Çatı dizboyu karla kaplı olduğu için Hıçkıdık,
Kamikazi’nin izinden emeklemek zorunda kaldı.
Kamikazi dumanı tütmeyen ortadaki bacaya kadar
sürünmüştü. Hıçkıdık’la ikisi bacadan, aşağıdaki
salonu gözetlemeye koyuldular.
Bacadan yukarıya, Hıçkıdık’a gözlerini
kapattıran çok sıcak bir hava geliyordu. Hıçkıdık’ın
elleri yanmaya başladı. Ama sulanan gözleri giderek
sıcak ve ışığa uyum sağladı.
Aşağıda İsterikler kendilerine gerçekten
muhteşem bir ziyafet çekmekteydiler. Ortadaki uzun
masanın üstü, olası bütün pişirme yöntemleriyle
hazırlanmış et, balık ve tavuk yemekleri, bütün
olarak çevrilmiş geyik ve domuzlar ve ağzına kadar

121
dolu bira ve şarap kupalarıyla sıvama kaplıydı.
Masanın bir ucunun üstünde iriyarı bir sarhoşun teki
cig dansı yapıyor, İsterikler de ona yemek parçaları
ve iskemle bacakları atarak kahkahalarla gülüp
duruyorlardı.
Altı büyük ocakta ateşler yanıyor; zemini,
kutup ayısı postundan yapılmış beyaz yaygılar
süslüyordu. Duvarlarda olabilecek her boyut, renk
ve çeşitte ejderha kafaları asılıydı. Ayrıca Hıçkıdık’ın
daha önce hiç görmediği birkaç hayvan kafası daha
vardı. Biri kocaman, kederli bir geyiğe benziyor,
bir başkası ise kıvırcık kara tüylü devasa bir
boğayı andırıyordu.
Kuzey duvarında, üstüne Barbar
Di'ınya’nın haritası çizili, geyik derisinden
büyük bir perde asılıydı. Haritanın
solunda, Viking haritalarının çoğunda
“Dünyanın Sonu” diye adlandırılan büyük
şelalenin üstü karalanmış, onun yerine
kömürkalemle kaba saba bir ada çizilip,
AMERİKA diye belirtilmişti.
I Hıçkıdık, kalbi hoplayarak, bir
[ tahtta oturan, sarı sakallı iriyarı herifin
Reis Nafilekafa Norbert olduğunu
anladı. Bir gün önce okla poposundan
vurduğu Dev Vahşi’nin ta kendisiydi.

123
Tahtı birkaç yumuşak yastıkla beslenmişti, ama
sanki canı yanıyormuşçasına bir o kalçasının, bir
ötekinin üstüne otuaıyordu.
Bir elinde çok acayip, kocaman, çift başlı bir
balta tutuyordu. Baltanın farkı, bir tarafının parlak,
ışıltılı, bakır rengi altınken, öteki tarafının derin
çiziklerle kaplı, paslı ve kararmış olmasıydı.
Patatestense hiçbir iz yoktu.
Hıçkıdık birden kendini aptal gibi hissetti.
Bir şekilde patatesin görünür biçimde bir yerde
sergileniyor olacağını ve hatta tercihan, altında açık
seçik olarak PATATES yazan kocaman bir levha
bulunacağını ummuştu.
Çünkü elbette ki, bir patatesin neye benzediği
hakkında hiçbir fikri yoktu; turuncu mu, yeşil mi,
büyük mü, küçük mü bilmiyordu. Hıçkıdık sırf
kulağa çok egzotik geldiği için onu KIRMIZI renkte,
küçük kara benekli ve dikdörtgenimsi ya da üçgen
biçiminde hayal etmişti. Belki de mordu. Aslında
elinde hiçbir ipucu yoktu.
“Pekâlâ,” diye fısıldadı Kamikazi, “Patatesi
KEREDE sakladıklarım arayıp bulmak için benim
aşağıya inmem gerek... Her yerde olabilir.”
Kamikazi belindeki halatlardan birini çözerken,
Hıçkıdık onu Tek Göz’ün bir bacağına bağlamalarını
önerdi. “O zaman, başın derde girecek olursa, ona

124
Pa+oi+es t\ eye loer\zc‘y o r
üç kere asılırsın ve Tek Göz hemencecik seni yukarı
çeker.”
Bacağına herhangi bir şey bağlanmasına
şiddetle karşı çıkan Tek Göz, buna ancak Hıçkıdık
ona, Zengeretit’in panzehiriyle Avanak’a geri
döndüklerinde Ejderhalar Dünyası’nda nasıl
KAHRAMAN olacağını anımsatınca razı oldu.
Bunun üzerine küçük kız kendini çatıdaki
delikten aşağıya bıraktı.
Büyük Bina’nm tepesi kapkaranlık ve çok
sessizdi. Hıçkıdık deliğin başında beklerken
kendini, küçükken babasıyla buzda balık avına
gittikleri ve Zebella’nın buzda bir delik açıp
oltayı sarkıtmasından sonra tek işin beklemek...
beklemek... ve beklemek olduğu zamanlardaki
gibi hissetti.
Dişsiz kulaklarının arasını kaşıyor, Tek Göz
dişlerini gıcırdatıyor, Hıçkıdık ise heyecandan
titriyordu.
“Acele et, Kamikazi...”
Hıçkıdık, o donmuş denizin geniş düzlüğünde
her an koca bir çatlak belirivereceğini bekliyordu;
işte o zaman bir daha asla eve dönemeyecekler...
ve Balıkayak da kurtulamayacaktı.
Yoksa, Kamikazi’nin başı derde mi girmişti
aşağıda?

126
Hıçkıdık delikten aşağıya baktı. Kamikazi
iki metre aşağılarında örümcek gibi halatına asılı
duruyordu. Hıçkıdık olan biteni daha iyi görebilmek
için biraz daha eğildi...
... Ve birden, karın ağırlığıyla zaten bel vermiş
olan baca, Hıçıkıdık’ın ödünü patlatarak altından
yıkılıp kaydı ve oğlan çığlık çığlığa Salon’a DÜŞTÜ!
11. ÇORBANINİÇİNDE
Kamikazi fal taşı gibi açılmış kaygı dolu gözlerle,
çılgınca kollarını çırparak yanından geçip aşağıya
düşen Hıçkıdık’ı izledi.
Normal koşullarda bunun Hıçkıdık’ın sonu
olması gerekirdi, çünkü Büyük Bina en az yirmi
metre yüksekliğindeydi ve o kadar yükseklikten
aşağıya düşen oğlanın MUTLAKA boynunu kırması
beklenirdi.
Ancak, müthiş bir şans eserleri dizisi olarak,
geleneksel Freya Günü Arifesi yemeği Soğan
Çorbası’ydı ve İsteıi’de iki metre genişliğinde, bir
metre derinliğinde kocaman bir kazanda servis
edilmekteydi. İşte bu kazan, masanın üstünde,
tam Hıçkıdık’ın altında duruyordu. Oğlan kıçüstü,
dosdoğru bu kazanın içine düştü.
Çorba biraz daha sıcak olsa, Hıçkıdık haşlanıp
ölürdü; ama bereket versin, epeydir masanın
üstünde durduğundan içinde keyifle yüzülebilecek
derecede ılınmıştı.
İsterikler, Soğan Çorbası’m biraz daha şevseler,
kazan Hıçkıdık’ın düşüşünü karşılayacak kadar dolu
olmazdı, ama İsterikler bu çorbayı sırf âdet diye
servis edip, neredeyse hiç el sürmüyorlardı.

129
Dolayısıyla poposu hafifçe kazanın dibine
çarpan Hıçkıdık, saçları soğan içinde, ağzından
çorba püskürtüp öksürerek yüzeye çıktı. Şaşkın bir
sessizlik oldu. Neşeli bir yemeği, ziyafet masasının
ortasına birdenbire kar yığınıyla birlikte düşen bir
yabancıdan başka hiçbir şey bıçak gibi durduramaz.
Şaşkınlık içindeki İsterikler, çorbalarının içinde
soluk soluğa kalmış bu beklenmedik konuğa
gözlerini dikmiş, sakallarındaki karları tüküre
tüküre oturuyorlardı.
Kendini ilk toparlayan Nafilekafa Norbert
oldu. Üstündeki karları
silkeleyerek ayağa fırladı ve
“SUİKASTÇILAR!” diye bağırdı.
“YAKALAYIN ONU!”
Yirmi Asker birden masanın
üstüne sıçradı. Hıçkıdık yüzüp
kaçmaya çalıştıysa da,
sırtüstü kulaçları çevresini
saranlardan kurtulmasına
yetmedi. İki iri İsterik onu
çorbanın içinden
çıkardıkları gibi,
her tarafı yapış
yapış, üstünden çorba damlayarak
Nafilekafa Norbert’in önüne bıraktılar.

130
NafileKAFA * * ° r lo e r +
“Sizinkilerden daha var mı?” diye havladı
Nafilekafa ve baltasının kararmış tarafını Hıçkıdık’ın
suratına doğru savurdu.
Hıçkıdık her yana çorba sıçratarak başını salladı.
Nafilekafa Norbert ve Askerler’i yukarıya
bakındılar. Kamikazi çatının ta tepesinde, karanlığın
içinde asılı duruyordu. Siyah giysileri işe yaramıştı,
çünkü onu göremiyorlardı.
Nafilekafa Norbert, “ÇATIYI VE KÖYÜ ARAYIN!”
diye bağırdı. Sonra yine Hıçkıdık’a döndü. Nafilekafa
Norbert’in sol gözünde tik vardı ve cig dansı yapan
bir sinek gibi çılgınca titreşip duruyordu.
Yanı başındaki Askerler’den birinin peleriniyle
Hıçkıdık’ın suratındaki çorbaları silerek, “Seni bir
yerlerden tanıdığıma eminim...” dedi. “Thor’un
Toraman Ayaktırnağı aşkına! Bu, dün benim Asil
Kıçım’a ok atan iğrenç Holigan!”
Pek iyi bir başlangıç sayılmazdı.
Hıçkıdık kibarca, “Nasılsınız?” diye yutkundu.
“ÇOK İYİYİM! ” diye bağırdı Nafilekafa Norbert.
KABA ETİM CAYIR CAYIR YANIYOR!”
Soluk soluğa Salon’a geri dönen Askerler,
çatıyı da, bütün köyü de aradıklarını, ama başka
Suikastçı bulamadıklarını bildirdiler. Tek Göz’le
Dişsiz karanlığa saklanmak için uçup gitmiş
olmalıydılar.
Nafilekafa Norbert fena halde canı sıkılmış
gözüküyordu. Alıngan bir ifadeyle, “Sen de pek
KÜÇÜKSÜN Suikastçı,” dedi ve Hıçkıdık’ın kılıcını
alıp, kendi kılıç kınına soktu. “Şimdi düşününce,
dün seninle birlikte bize saldıran, o sakat dizli
nineler gibi kayan zibidi de öyleydi. Son on beş
yıldır ortalıkta gözükmediğimin farkındayım,
ama Holiganlar bana ÇOLUK ÇOCUKLA suikast
düzenleyebileceklerini mi sanıyorlar gerçekten?”
Hıçkıdık, “Ben Suikastçı değilim " diye, titreyen
bir sesle kendini savundu.
“YALANCI!” diye cırladı Nafilekafa Norbeıt ve
elindeki baltayla Hıçkıdık’ın işini hemen oracıkta
bitirecekmiş gibi atıldı. Sonra kendini toparlayıp
gülümsedi ve canının yandığını belli eden bir
ifadeyle tekrar tahtına yerleşti.
“Peki, madem Suikastçı değilsin," diye
gülümsedi, “bana oklar atıp, çorbamı zehirleyerek,
İsteri’de ne işin var?”
“Ben şeyi arıyorum,” dedi Hıçkıdık, “PATATESİ.”
Şaşkınlık dolu bir sessizlik oldu.
“Şşşşş!” dedi Nafilekafa Norbert, duvarların
kulakları varmış gibi omuzlarından arkaya bakarak.
“Adı-Ağza-Alınmayacak-Sebze’nin adı AüZA
ALINMAZ...”
“Tabii,” dedi Hıçkıdık kurnazca, “şimdi

133
Pa+o^cslerj"^ ck‘ d ik eri
a./yy<x ıç.* Sulu o o u d u r ?

Nafilekafa Norbert. Görkemli bıyıklarını


o kadar burmuştu ki, hepsi bir araya
düğüm oldu.
“Kanıtla o zaman,” diye meydan
okudu Hıçkıdık.
“Adı-Ağza-Alınmayacak-Sebze diye bir şey yok,
biliyoRim... çünkü Adı-Ağzı-Alınmayacak-Sebze...
bu salonun içinde!" diye bağırdı Nafilekafa Norbert.
Amerika haritasının asılı olduğu duvara doğru koştu
Baltasını iki kere savurarak perdeyi yana açtı.
Sonra da, “KÜÇÜCÜK SUİKASTÇI, PEDER'E
SELAM VER...” diye ilan etti gururla.
“Aa, vay canına!” diye soludu Hıçkıdık.
Nafilekafa Norbert’in sinir krizi geçiren bir
Kızgın Mart Tavşanı’ndan daha gözü dönmüş bir
halde olduğu besbelliydi.
Zira orada, bir kaide üstünde Nafilekafa
Norbert’in Pederi’nin donmuş bedeninin gerçekten
büyük, korkunç bir benzeri duruyordu.
Gururlu bir biçimde dimdik, ağzı sessiz
bir ÇIĞLIKLA açık olarak, baştan aşağı kaskatı
donmuş haliyle ürkütücü ve anıtsal bir manzara
oluşturuyordu. Bir elini kalçasına dayamış, öteki
elinde ise içi buz dolu, cam bir kutu tutuyordu.

135
buraya gelince, bunun yalnızca masal olduğunu
anladım. Patates diye bir şey yok, değil mi? Çünkü
Amerika diye bir yer de yok zaten... dünya tabak
gibi dümdüz ve hep batıya doğru yelken açılırsa
sonunda ucundan aşağıya düşülür...”
“SAÇMA!” diye cırladı Nafilekafa Norbert.
Gözleri yerinden fırlayacakmış gibi, ağzından
köpükler saçarak, “ÖLDÜRÜN ONU!” diye bağırdı,
ama sonra büyük bir güç sarf ederek toparlandı yine.
“Yok, önce eğitin, sonra öldürün!” dedi, sinirlerini
yatıştırmak için gösterişli bıyıklarını burarak.
“Dünya bir çember gibi yuvarlaktır ve çemberin
sonu yoktur,” diye de açıkladı tek tek. “Amerika
diye bir yer var, biliyoaım çünkü oraya gittim... Adı-
Ağza-Alınmayacak-Sebze’ye gelince... neden söz
ettiğini anlamadım...”
“Öyle bir şey yok da ondan,” diye yineledi
Hıçkıdık.
“Öyle bir şey VAR,” diye ısrar etti Nafilekafa;
soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu.
“Yok,” dedi Hıçkıdık.
“Var!”
“Yok.”
“VAR!”
“Yok.”
“VAR, VAR, VAR, VAR, V A R !!!!!” diye haykırdı

134
Buzların üstünde de, biçimiyle hayal kırıklığı
yaratan, yumru yumru, kahverengimsi, yuvarlak
bir sebze vardı. O sihirli, muhteşem PATATES bu
olam az herhalde, diye düşündü Hıçkıdık. Sebzenin
içine bir ok saplıydı.
Nafilekafa Norbert’in Pederi, ŞAMATACILAR
denen, bir tür tuhaf ejderhamsı-yaratıklarla halı gibi
çevriliydi.
Bu acayip hayvanlar sıklıkla ilkel bir hırsız-
alarm sistemi olarak kullanılır. Kurbanlarını
kovalayacak bacakları olmadığı için, sırtüstü yatıp
upuzun tırnaklarını hafif hafif havada sallarlar. Bir
hayvan bu tırnaklara değecek olduğunda da, bütün
Şamatacılar, hep bir ağızdan kulak tırmalayıcı bir
bağırtı kopartır. Sesleri o kadar keskin ve delicidir
ki, (duyma yetileri insanlardan çok daha iyi olan)
küçük ejderhaları hemen oracıkta küt diye öldürür
gerçekten. Şamatacılar sonra da, piranalar gibi,
kurbanlarını yiyip bitirir, bir hayvanı tam altmış
saniyede kemiklerine kadar kemirirler.
“Ama Norbert,” dedi Hıçkıdık soluk
soluğa, “ben babanı ÖLDÜ biliyordum.”
“Ah, öldü elbette,” diye
gülümsedi Nafilekafa. “Öldü
gitti çoktan... ama ben
madem patatesi dondurup

137
saklıyorum, bari pederi de dondurayım
diye düşündüm.”
“Babanı düzgün bir Viking cenaze
töreniyle gömebilirdin,” dedi Hıçkıdık,
titreyerek. “Burada durması yersiz
kaçıyor... biraz da tekinsiz...”
Nafilekafa, “BABAMIN CENAZESİ,
ECELEJDER'ÎN ÖLDÜĞÜ GÜN
YAPILACAK!” diye bağırdı. “Bunun için
dondurdum onu. Babam, son nefesini
vermeden önce, Tüy Adamlar’ın ona
verdiği okların sonuncusunu patatese
saplayıp, Ecelejder’in işini bununla
bitirmem için bana yemin ettirdi.”
“Bu olanaksız,” diye itiraz etti
Hıçkıdık. “Bir Ecelejder kadar okkalı
büyüklükte bir yaratık küçücük bir
okla öldürülemez ki!”
“OLANAK-sız değil, kırmızı kafalı
tuhaf küçük oğlan,” diye düzeltti
Nafilekafa Norbert. “Yalnızca OLASI-
değil. Oku, Adı-Ağza-Alınmayacak-
Sebze’den ÇIKARAMADIĞIMIZ için de,
hiç olası değil... Kutunun üstündeki
yazıta baksana.”
Hıçkıdık, Büyükiş’in elindeki

130
kutuya baktı. İçinde, buzların dondurduğu, patates
denen o hayal kırıcı sıkıcılıktaki sebze vardı.
Patatese saplı gösterişli küçük ok, Hıçkıdık’ın
hiç bilmediği harika kuş tüyleriyle bezeliydi. Bir
zamanlar henüz keşfedilmemiş Amerika semalarında
uçan Amerikan kuşlarının tüyleriyle.
Kutunun ön yüzüne işlek bir elyazısıyla
aşağıdaki yazıt yazılmıştı:
“Oku Değerli Sebze’den çıkaramıyoruz...” dedi
Nafilekafa Norbert üzüntüyle. “Bütün yıl boyunca
sürekli kol güreşi yapıyoruz ve her yıl en güçlü
Şampiyonlarımız onu çıkarmayı deniyor. Hatta,
bu dizeler açıkça BENİ işaret ettiği halde, ben
bile çıkaramıyorum. Babamın ölümünün intikamı
alınıncaya değin, ok sebzenin içinde, b iz de İsteri’de
sıkışıp kalmış olacağız.”
Hıçkıdık patatese baktı.
“Oku çıkaramıyorsunuz, çünkü patates kaskatı
donmuş. Buzlarını ÇÖZERSENİZ, bir çocuk bile
çıkarabilir onu,” diye önerdi.
Nafilekafa Norbert’in gözündeki tik yeniden
başladı.
“Babam son nefesinde bu oku bana belli bir
nedenle verdi,” diye terslendi. “Kimin Ecelejder’i
yenecek güçte olduğunu bulmak için bir test
işlevi görecek. Bunu HERHANGİ biri yapabilecek
olduktan sonra testin ne anlamı kalır? Hem sen kim
oluyorsun ufaklık, bana bu soruları sorma cesaretini
nerden buluyorsun?”
“Bakın, bu konuyu açtığınız iyi oldu, Norbert,”
dedi Hıçkıdık, yatıştırıcı bir ifadeyle. “Ben, Kayıtsız
Zebella’nın biricik oğlu, Korkunç Gıcık Üçüncü
Hıçkıdık’ım. Dün tanışmış olduğunuz arkadaşım
Balıkayak bir Zehir Zengerek tarafından sokulma

140
Talihsizlik’ine uğradı-”
“Bu Talihsizlik, EVET,” dedi Nafilekafa
Norbert keyifle. “Kesin ölüm, derim. Şaşırdığımı
söyleyemem, ama tam da Kader’in hakkından
geleceği türden küçük bir denyoya benziyordu.”
“Balıkayak küçük bir denyo değil!” diye araya
girdi Hıçkıdık. “Mesele şu ki Noıbeıt, Zengerek
zehrinin yegâne panzehirinin bu sizin patatesiniz
olduğunu söylediler. Acaba arkadaşımın hayatını
kurtarmak için onu bana verebilir miydiniz?
Hayatınızın en hayırlı işini yapmış olursunuz.”
Nafilekafa Norbert şaşkınlıktan küçiikdilini
yutacaktı.
“Peki, onu sana verdikten sonra,” diye fısıldadı,
“ne yapacaksın Pederimin Kıymetli Sebzesi’ni?”
“Şey,” dedi Hıçkıdık, “herhalde arkadaşım onu
yiyecek.”
Nafilekafa Norbert bir an için gözlerini boşluğa
dikti.
Sonra da, öfkeden köpürerek, çift başlı
baltasını başının etrafında sallamaya başladı.
“YİYECEK M İ ? ? ? ? ? ” diye kükredi. “BENİ KIÇIMDAN
VURUYOR, SONRA DA MUHTEREM MERHUM
PEDERİMİN KIYMETLİ AMERİKAN SEBZESİ'Nİ
KESİP YEMEK Mİ İSTİYORSUN????? ÖLDÜRÜN
ONU, ÖLDÜRÜN ONU, ÖLDÜRÜN ONU!!!!!”

141
I

Kısa bir mücadelenin ardından, yine


sakinleşti ve asil bir tavırla Hıçkıdık’a dönüp,
kollarını kaldırdı.
“İstesem,” dedi Nafilekafa Norbert, “seni
hem en şuracıkta gebertebilirdim, Hain Sebze Katili,
ama biz İsterikler bu türden değiliz. Biz İsterikler
UYGARIZ. Alçak patates-canavarı suçlularını son
derece adil biçimde yargılamadan asla öldürmeyiz.
Ve İsteri’de,” Nafilekafa Norbert delice kötücül
bir ifadeyle yan yan baktı, “senin Yargı’nı Balta
verecek.”
Of, yandık, diye düşündü Hıçkıdık.
Nafilekafa Norbert uzun adımlarla salonun
ortasına, dibinden kesilmiş büyük bir ağaç
gövdesinin durduğu yere doğru yürüdü.
“Kaderini bizzat Kader’in kendisi belirleyecek,’
dedi.

142
“Baltamı havaya fırlatacağım... ve altın olan
ucu ağaca saplanacak şekilde düşerse, yaşamana
izin vereceğim. Ama kara tarafının üstüne düşerse,”
Nafilekafa Norbert baltanın kara ucunu sevecenlikle
okşadı, “kara tarafının üstüne düşerse, seni nah işte
bu baltayla şuracıkta öldürürüm. Umarım şansın
yerindedir...”
Norbert etkili bir tavırla birkaç adım gerileyip,
bakışlarım havaya dikti...
“EY, KADER VE ALINYAZISININ YETKİN
GÜÇLERİ,” diye haykırdı, “BUYURDUĞUN GİBİ
YAPACAĞIMA YEMİN EDERİM. YASAM MI, ÖLÜM
MÜ?”
Balta havada döne döne tavana doğru hızla
yükseldi. Sonra da önce parlak, sonra kara tarafının
üstüne doğru düşmeye başladı. f

143
Hıçkıdık, öteki oğlanlar kadar güçlü değildi,
ama gözleri iyi görürdü. Baltanın kara tarafının
üstüne düşmek üzere olduğunu görebiliyordu;
parlak ve kara uçların ortasına doğru atıldı ve tam
kara tarafı ağaca saplanmadan önce, baltanın tahta
sapını yakaladı.
İsterikler’in nefesi kesildi.
Ta tavanın tepesinde, bir kirişin üstündeki
Kamikazi’nin nefesi de tabii.
Hıçkıdık baltayı başının üstüne kaldırıp,
baltanın parlak ucunu ağacın derinlerine sapladı.
Korkunç Gıcık Üçüncü Hıçkıdık elleri belinde,
“PARLAK UÇ KAZANDI, NAFİLEKAFA NORBERT!”
diye bağırdı.
Şaşkınlıktan hiç kimse ne yapacağını bilmez
haldeydi.
Nafilekafa Norbert’in ağzı sudan çıkmış balık
gibi açılıp kapandı.
“HİLE YAPTIN!” diye haykırdı sonra.
“Kader hile yapmama g ö z yu m m u ş olmalı,”
diye belirtti Hıçkıdık. “Şimdi, söz verdiğiniz üzere
beni serbest bırakın.”
Norbert öfkeden patlayacak gibiydi. Onun ve
korkunç Kader Baltası’nın önünde korkudan yere
çöken ödü patlamış yetişkinlere alışkındı.
Ona, Kıymetli Patates’ini çözmesini, babasını

144
gömmesini söyleyen ve düşmeden baltasını
yakalayan hükmedici küçük oğlanlara alışık
DEŞİLDİ.
Ama ya Hıçkıdık haklıysa ve Kader gerçekten
de onun hile yapmasına göz yumduysa? Nafilekafa,
Kadeı’i kızdırmaya cesaret edemezdi.
“HEMEN YAKALAYIN ONU!” diye haykırdı.
“Yaşayabilir, ama günlerini hapiste geçirecek!
Bu ona NAFİLEKAFA NORBERT’e ok atmak ne
demekmiş öğretir!”
Dört beş tane iriyarı İsterik, Hıçkıdık’ı
yakaladıkları gibi tavan kirişlerinin merteklerinin
birinden sarkan zincirin ucundaki küçük bir
kafese doğru sürüklediler. Oğlanı içine itip, kafesi
kilitledikten sonra, anahtarı Norbert’e verdiler. O da
cebine koydu.
Sonra İsterikler, Hıçkıdık’ı unutup, gecenin geç
saatlerine kadar gülüp eğlenerek, şarkılar söylediler,
yediler ve bol bol da içtiler.
Hıçkıdık ise küçük kafesin içinde sessizce
oturup, bu durumdan kurtulmak için Zekice Bir
Plan düşünmeye çalıştı.
Duaım pek parlak gözükmüyordu.
Kilitli kafesten kurtulmayı başarıp patatesi
aşırsa ve İsteıikler’in hiçbiri fark etmeden oradan
kaçabilse bile, dışarıdaki buzlardan kulağına

145
uğursuz gıcırtılar geliyordu... Taşa vuran dev bir
kılıcın sesi gibi güçlü gıcırtı ve takırtılar.
Buzlar erimeye başlamıştı ve Ecelejder tekrar
serbest kaldığında artık İsteri’den hiçbir çıkış yok
demekti...
Uzun gecenin sonlarına doğru, İsterikler
birbiri ardına ya oturdukları sandalyede ya da
yerde uyuyakaldılar; hatta şişko bir Asker, masanın
üstündeki kızarmış domuzun kalıntılarına sarılıp
öylece kendinden geçti. Nafilekafa Norbert’se
çift başlı baltası kucağında, başparmağını emerek
tahtında uyuklamaya başladı. Büyük Salon’un
tavanının tepesinde Kamikazi de küçük bir kara
kedi gibi kirişe yapışmış uyuyordu. Hıçkıdık
uyumamaya çalıştıysa da, sonunda kafesin beşik
gibi hafif hafif sallanması ve salonun dumanlı
ısısıyla havadaki alkol buharına karşı koyamayınca,
onun da başı önüne düştü.
U w c W > i * H A lil" « V(/,(t,8IAlARl

ŞAMATACILAR
Şamatacılar çok tembel
oldukları için kurbanlarını
tek bir çığhkla sersemletmek
üzere ilginç bir yöntem
geliştirmiş, kabuksuz salyangoza
benzer, su kabarcığı gibi, tu h a f yaratıklardır.
B ir Şamatacı küm esi kurbanını, birpirana
sürüsünden bile daha hızh, kem iklerine kadar
yer bitirir.

~ İSTATİSTİK-
RENKLER: Kabuksuz salyangoz karası.
SİLAHLAR: O kadar yüksek sesle
çığhk atar ki, küçükçe bir ejderhayı
bayıltabilir. Piranalarınki gibi güçlü
çeneleri ve sivri dişleri vardır__8
ZEHİR: Yok.... O
AVCILIK YETENEĞİ:.... 7
HIZ: Neredeyse hiç hareket
etmez__O
DEHŞET VE DÖVÜŞ
KATSAYISI: Yaralı
12 . DİgSİZ DÜRÜMU
KURTARACAK MI?

Bu arada, çatının tepesindeki Dişsiz'le Tek Göz,


Hıçkıdık’ın Soğan Çorbası’nın içine düşmesiyle öteki
Suikastçıları aramak için dışarı koşturan İsterik
Askerleri’nin kopardığı patırtı üzerine kanatlanıp,
Am erikan Rüyası 'nın içine saklanmışlardı.
Ortalık sakinleşince, yeniden bacaya geri
kondular. İki ejderha da üşümüş, aç ve yorgundu.
Tek Göz’ün gözü karanlıkta altın sarısı parıldıyordu.
Tek Göz, “O n ları teris etseis rjıi acaba?”
diye kendi kendine düşünmeye başladı. “Zjaten
Zjcn^eretit’in panzehirini he bulaıjıahılar
anlaşılan... Ben he sırf ilsi J$olsuşi)iuş İnsanın canını
•kjurtarifiaJk; uğruna buraha Malaca^ hegillıjı...”
“B-b-bencil İnsanlar!” diye homurdandı Dişsiz.
“Z^-Z-zavallı, üşümüş, A-A-AÇ Dişsiz;’! h-h-hiç
hüşiimjıü^orlar!”
Tek-Göz burnundan soludu. “Eh, bunun için
onları suçla^aıjıaıyı. Sen yalnızca bir ksucai;
ejherhası, iri bir faresin. £aten S E Î^ İÎÎ aç
olıjıaıyıan ^ereMi^or. Buraca ^elirisen Jsiza.Jstaiçi
bütün atıştırıyıalılfiları Jçiıjı £ehi?

149
Sa.ha.iia. M iıar süre verecegiıyı onlara,” diye
karar veren Tek Göz, bacağına bağlı halatı yeniden
bacadan aşağıya Büyük Salon’un içine sarkıtıp,
çatıda uyumak üzere karların üstüne yerleşti.
“Halaıjı Çıkık^is ^ e n ^eretit’ten otiıiî... berbat bir
’ölüıjı.”
“Dişsiz; buraca u-u-u^uıjıatjıak!” diye inledi
Dişsiz, öfkeyle. “Çok soğuk! Dişsiz; 2^-IÇI^AR,ÎZ'î,
ftassas... Büyük ejderha gerçekten uyuyor mu
kontrol etti ve Tek Göz pes perdeden gümbürdeyen
bir homurtu çıkarınca da devam etti: “... S E lU lÎ
£İbi begil, koca, be^az, besinsiz; itag gorili...”
Tek Göz’ün gözü pat diye açıldı ve büyük
Kılıç-Diş çeneleri Dişsiz’e doğru atıldı... ama boşa
kapandılar, çünkü mavi sinek kadar hızlı reflekslere
sahip olan Dişsiz kendini çatıdaki delikten aşağıya
atmıştı bile. Büyük Salon’un içine süzülen Dişsiz,
horuldayıp sayıklayan İsterikler’in tepelerinden
uçup, Hıçkıdık’ın kafesinin üstüne kondu. Kafes sert
bir hareketle sağa savrulunca, başı şiddetle kafes
demirlerinden birine çarpan Hıçkıdık uyandı.
Evcil ejderhasının baş aşağı duran canerik yeşili
gözlerinin içine bakarak, “Uff!” diye sızlandı oğlan.
“Dişsiz;!’ diye fısıldadı sonra sevinçle. “Tftor’a
şükür, buradasın! G'öritün ıjıü, i^i İsi seni getirıjıişiıjı
- ituruıyıu .kurtarabilirsin!

150
“H IH !” diye homurdandı Dişsiz, dargın dargın.
Hıçkıdık, “yalnızca, şurhak;! Isocaıjun tanıjmş
Vik;ing’e uçacaksın, taıjum ıjıı! Ve patatesi aşırtan
rçu buraiıan gitarız;...’ diye fısıldadı.
Dişsiz, Hıçkıdık’ın gösterdiği yöne, Norbert’in
Pederi Büyükiş’e ve cam kutuya baktı; sonra da
dehşet dolu bir çığlık attı.
Ş-ş-şaıjıatacılar! diye soluğu kesilerek, kafesin
içine atladı, suratını Hıçkıdık’ın bacağına gömdü.
“Tüfı, evet, unutmuşum- Şam atacılar senin
fa lla r ufaJs bir ejtarfıa^ı oliıürebilirler, tagil ıjıi?”
Bu gerçeği anımsayan Hıçkıdık, küçük ejderhanın
sırtını okşayarak onu yatıştırmaya çalıştı. “Tam*m.
patatesi Ç A LM A , aıjıa bu kafesin anafıtarı
I}afilek;afa iîo rb e rt’in cebinta; fıiç tagilse gibip
onu alsan...”
Ancak, Hıçkıdık’ın üstündeki Soğan Çorbası
kokusunu alan Dişsiz onun bacağını yaladı.
İtham ederek, “Soğan Ç-Ç-Çorbası!” dedi.
“Sen Soğan Ç-Ç-Çorbası ^eıyıisf
“Evet, evet,” dedi Hıçkıdık aceleyle, “çorbanın
içine taiştüıjı, aıjıa anafıtar-”
Ancak Dişsiz açısından bu, bardağı taşıran son
damlaydı. Öfkesinden neredeyse iki katına kadar
kabarıp, gözü dönmüş küçük bir balon gibi kafesten
dışarı uçuverdi.
“A K SIZ LIK , bu! A K S IZ L IK bu!” diye
burnundan soludu. “Sen £İbij? Sonatı Ç-Ç-Çorbası
tıJsınıyo, sonra ba Dişsiz’betı, aç Jç-Js-isartıına,
Jçoca bir Şam atacılar sürüsü Js-İS'-tarşiSitıa çıksın
istiyor, fıa? T İF İ K J Eft, B E K L E öyleyse, işte o
Jsabar... Dişsiz 'önce aJssam yemeği yemds, SOEÎKA
belisi seni çılsarmais garbım etıjıds...”
“D IŞSIZ ;!” diye fısıldadı Hıçkıdık cesaret
edebildiği kadar yüksek sesle. “B ü ÖZLEM Lİ!
O A ÎU H T A B J H E M E fl AL, YOKSA SEtfİ...
SEÎÜ... S E ftL .”
“Beni n e?’ diye alay etti Dişsiz küstahça ve
kanatlarını çırpa çırpa, çaresizlik içinde kafesin
demirleri arasından uzanarak onun kuyruğunu
yakalamaya çalışan Hıçkıdık’ın elinden kurtuldu.
Sonra da aşağıdaki ziyafet sofrasının üstüne
kondu ve birkaç metre tepesinde sallanıp duran
kafesin içindeki Hıçkıdık’ın, hayal kırıklığı
yansıtan kızgın fısıltılarına hiç kulak asmayıp,
küçük pembe çatallı dilini yabansığırı güvecinin
içine daldırdı.
Ağzı balkabağıyla dolu, “Dişsiz buymabı!”
diye bir şarkı tutturdu. “Kulacına, b-b-bi şey İlaçtı!
Aaaaa, bu kafiyeli... Dişsiz b-b-buyıjıabı, isulagıtu
bi şey Js-Js'İSAçtı! Dişsiz b-b-buyıjıabı, ^ulağına bi
şey Is'ls-Jsaçtı!”

152
Ve bundan sonraki beş dakika boyunca,
Dişsiz sağırmış gibi davranarak, hiç acele etmeden
tabaktan tabağa sıçrayıp, uskumru tavalar, hindi
kanatları ve mısır ekmekleri tıkınıp durdu.
Sonunda, güvecin son kalıntılarını da mideye
indirdi; Ev-Yapımı Isırgan Şampanyasından koca bir
yudum alıp geğirdi ve keyifle karnını sıvazladı.
“İşte ş-ş-şiıjıiu oliıu. DişsU artık,. £{e
iu^ohun sen?”
Hıçkıdık, en yüksek fısıltı sesiyle, “H E P ÎK IÎ2 İÎ
Ö L D Ü R JtfE D E tf ö f l C E Î U F Î L E M F A ’t f m
C E B İflD E fl ŞU A EÎA H TA ^I ALACAK,
M lS li)? diye tısladı.
“L-l-lütfen. canııjl, he... diye şakıdı Dişsiz.
Hıçkıdık, “Lütfen cnnııjı, diye fısıladadı
dişlerinin arasından.
Dişsiz, “Tkıyuıjı, ta.ijia.Tfi, sinirlemjıe,” diyerek
kanatlandı (Biraz sarsakça, çünkü çok fazla yemişti)
ve küt diye Nafilekafa Norbert’in göğsüne kondu.
Şansına, ölü gibi uyumakta olan Norbert yalnızca
homurdanıp, baltasına biraz daha sarıldı.
Dişsiz kıkırdayarak, Nafilekafa Norbert’in
gösterişli bıyıklarının her iki ucunu da keskin küçük
çenesiyle kopardıktan sonra, sendeleye sendeleye
Norbert’in cebinin içine dalıp anahtarı çıkardı.
Ağzına aldığı anahtarı, Hıçkıdık’a keskin
yorumlarda bulunmak
için ikide bir tükürerek,
ziyafet sofrası boyunca ilerlemeye başladı.
“ÇOK, T İF İK ,” diye söylendi. Ç-ç-çol*; tipli?;.
BÎ K E £ DAHA, sırf ituruıjnı KurtArsm fcıi^e K-K-
KaŞ Şe^erleıjıesi’niıen u^aniiırılan, açlıktan ölen,
zavallı Dişsiz;.”
Dişsiz anahtarı tekrar ağzına aldı, ama bu kez
de, tıka basa dolu kocaman midesi, adım attığı yeri
görmesini engellediği için, ayağı masanın ortasında
duran bir bıçağa takıldı.
I. V.

Dişsiz öne doğru sendeleyince, masadaki


bir muma çarpıp yere düşürdü; mumun alevi de
ânında, yerdeki kutup ayısı postlarından birini
tutuşturuverdi. Dişsiz birkaç takla attı, yuvarlandı,
yuvarlandı, yabani geyik güvecinin içine kıçüstü
düştü ve... anahtarı yuttu.
“G-g-guulf...” dedi.
13, BÜYÜK PATATES SOYGUNU

Öfkesinden deliye dönen Hıçkıdık, A A A yyYH !”


diye bağırarak kafesinin demirlerini sarstı. Çol«;
tifils ■ £*! Beş bakılsa. 'önce £altuz;ca Isterils
Askerlerimle bolu bir salondu kafese kiütli^iıiıjı.
Ş İM D İ fıeıjı anahtarı guttun, fıeıjı salonu ateşe
verilin! Yukarı uçup Kaıyûkazimi u^anitır, sonra
ila O A T E Ş İ S Ö tfD tİR j”
Dişsiz küstah bir ifadeyle, “L-l-lütfen canııjı,
ite... dedi, boğulurcasına.
“L Ü T F E E î C A Î İI M f diye inledi Hıçkıdık,
fısıldayabildiği kadar yüksek sesle.
Dişsiz, dengesiz bir biçimde, Kamikazi’nin
uyumakta olduğu kirişe doğru kanat çırptı ve
kulağına yavaşça, “Anahtar £ok! Anahtar £ok!
diye çığlık atarak kızı uyandırdıktan sonra, ateşin
icabına bakmak için tekrar aşağıya geri uçtu.
Kamikazi gözlerini açar açmaz duruma el
koydu. Kalkıp, sanki zeminden yirmi metre kadar
yükseklikte değil de, yerde güvendeymişçesine
sakin sakin kirişin tepesinde dengesini buldu.
Belindeki halatı çözüp, metal kancalı ucunu
Hıçkıdık’ın kafesinin asılı olduğu kirişe fırlatıp, taktı.
Çekip sağlamlığını denetledikten sonra da, kendini
aşağıya salıp, halata tutuna tutuna kafesin tepesine
çıktı.
Kafesin dışından aşağıya kayan Kamikazi, kilidi
iyice bir inceledikten sonra, cebinden iğne gibi bir
alet çıkarıp içine soktu ve ustaca hareketlerle sağa
sola çevirmeye başladı.
“Ne kadar cesur bir davranıştı o!” diye
fısıldadı. “Bir oğlan için elbette... Çorbanın içine
öyle atlamak! Bunu yapmasan patatesi nerde
sakladıklarını ASLA bulamazdık...”
Hıçkıdık bunun bütünüyle bir kaza olduğunu
söylemeyi düşündüyse de, sonra caydı. “Ah, bilirsin
işte...” diye alçakgönüllü bir ifadeyle fısıldadı,
“önemli bir şey değil. Bu tür... atlamaları hep
yaparım. Sen ne yapıyorsun?”
“Kilidi açıyorum,” diye yanıtladı Kamikazi,
hafife alarak. “Biz Moktan Soyguncular için kilitler
çocuk oyuncağıdır... Kimse bizi kilit altında tutamaz.
Yılanbalığı gibi kaygan, çekirge gibi atiğizdir.”
Birden kilitten takırtı sesi geldi ve Hıçkıdık’ın
kafesinin kapısı pat diye açıldı.
“Buyrun, efendim,” diye sırıttı Kamikazi.
Hıçkıdık kafesin içinden çıkıp, kendini
aşağıdaki ziyafet sofrasının üstüne bıraktı; şansına
inanamıyordu.
Kamikazi, “Şim di de,” diyerek kaşlarını çattı,

157
“sıra, Adı-Ağza-Alınmayacak-Sebze’de. Çok fazla
zamanımız yok.”
Gerçekten de yoktu.
Ateşi kanatlarıyla kapatarak söndürmeye
çalışan Dişsiz, bu yöntem işe yaramayınca, üstüne
Ev-Yapımı Isırgan Şampanyası döktü.
Alevler bir metre yükseldi ve yakındaki bir
sandalyeye sıçradı.
“Ai)i an T-T-Tanrııjı!” diye sızlandı Dişsiz.
“Dişsiz £'£'£üz;üııe gözüne bulaştınjıaJs... Hepsi
Dişsiz in suçu... Aıjıantanrııjıaıjıantanrııjı...”
“Dişsiz, diye emretti Hıçkıdık, “su ateşi DAHA
B E T E R , ctıjıe^i bırals ve buraca gel. Fatatesi
çali)ials için S E E ÎİÎ} ^arbııjuna ifıti^acııjıız
olacaly”
Suçluluk duygusu yüzünden beklenmedik bir
itaatkârlık gösteren Dişsiz, hemen Hıçkıdık’ın yanına
uçtu.
“Caıjı futunun içiniteisi buzu eritmeni
isti^oruıjı,” dedi Hıçkıdık.
“A-a-aıjıa ^a Şam atacılar?” diye sızlandı
Dişsiz.
Hıçkıdık, küçük ejderhanın kulaklarının üstüne
kulak tıkacı olarak kendi atkısını bağladı.
“Dişsiz buzu eritene kadar bekle, olur da
Şamatacılar’ı tetikleyecek olursan," diye açıkladı #

150
n-

. kolaf; ^ e + ıiN e
^ .¿ k '.* a+ f c *
s<x- r ^ f r \ıs Pissiz

Kamikazi’ye, “o ses, eğer çok yakındaysa, Dişsiz


kadar minnacık bir ejderhayı sersemletebilir.”
Dişsiz, “KI-ıjı-ıjnnnacıJ$ ita?’ diyerek
burnundan soludu. “Dişsiz K IİfifîA C IK . lafını
begenıjıeıjKİs.”
“Karşınızda bir soygun UZMANI duruyor," dedi
Kamikazi. “O Şamatacılar’ı tetiklemem m ü m kü n
değil."
Bu arada, mucizevi bir şekilde, îsterikler’in
hepsi o kadar kendilerinden geçmişlerdi ki, ne
bütün bu gürültü patırtı ne de Büyük Salon’un
ortasında cayır cayır yanan koca ateş uyandırmıştı
onları. Her şeyden bihaber, horlamaya devam
ediyorlardı.

159
Dişsiz, korkudan titreye titreye (ve ağır kürk
ceketi, dolu midesi ve gözlerinin önüne düşüp
duran başındaki atkı nedeniyle zikzaklar çizerek)
Şamatacıların dalgalanan tırnaklarının üstüne doğru
uçtu. Onun açısından çok cesur bir hareketti, çünkü
aşağıya bakacak olsa, onların pirana dişli iğrenç
kara gövdelerini görecekti ki, onun kadar küçük
bir ejderha için bu, aç bir aslan sürüsü önünde
çekinmeden dolanmak gibi bir şeydi.
Cam kutunun tepesinde dönüp dururken,
korkusundan bir an için alev delikleri tutukluk yaptı
ve tek bir alev bile püskürtemedi; yalnızca gri mavi
duman bulutları çıkarabiliyordu.
“R,afıat ol...” diye fısıldadı Hıçkıdık, masanın
üstünden. “Derin nefes al... Acele etıjıe... Dün^a
Jçaiıar vaktin var... Salonun yarısı alevler içinde
olmasına karşın, Hıçkıdık olabildiğince sakin
görünmeye çalışıyordu.
“Dün^a Isaitar vaktin var...” diye şakıdı
Hıçkıdık, gergin gergin. “Yalnızca rafıat ol... ıjıutlu
olimgun yerleri getir gözünün önüne...”
Şamatacıların dumanı algılayan tırnakları
titreşmeye başlamıştı.
“H IH f diyerek öfkeyle püsküren Dişsiz,
o kadar çok buhar çıkardı ki neredeyse kendi
dumanında kayboldu.

160
“Dişsiz’in ıjı-ıjı-ıjıutlu olbugu £er! M utlu
£er b-b-burası D E Ğ İL !” ve Dişsiz’in hiddetle
çıkardığı son horultu, cam kutunun tamamını saran
koca bir alevle sonuçlanınca, Hıçkıdık derin bir
soluk aldı.
“Patatesi ^alsıjıaf diye uyardı Hıçkıdık onu.
“Ş-s-sunu ^al«i! Bunu YAKM A!” diye yakındı
Dişsiz. “HiçKıitıis Efenbi, E -E -E M ÎR L E R ,
Y A Ğ D IR M A Y I bıraJs iu ejlıerfıa^a bir şans tanı!”
Ama alevini küçülttü ve yalnızca patatesin
çevresindeki buza yönlendirince, buz yavaş yavaş
ama gerçekten de erimeye başladı.
Bu arada, Kamikazi yine tavana tırmandı ve
kirişler arasında sürünerek Norbert’in Pederi’nin tam
üstüne geldi.
Başka bir halatla, bir örümcek gibi cam
kutunun bir metre kadar tepesinde asılı kalacak
şekilde aşağıya kaydı. Sonra da halatı ayak bileğine
bağlayıp, baş aşağı sarktı.
Dişsiz buzu eritip, tekrar Hıçkıdık’ın
omuzundaki güvenli yerine uçuncaya kadar bekledi.
Sonra da, Norbert’in Pederi’nin sabit bakışlı
donuk gözlerinin önünde cam kutuya uzandı ve
büyük bir dikkat ve özenle ok saplı patatesi buz
yatağının içinden çıkardı.
Hıçkıdık nefesini tuttu. Cam kutuda bir bubi

161
tuzağı vardıysa, ne olacaksa işte o anda olacaktı...
Ancak bubi tuzağı yoktu anlaşılan.
Kamikazi, elinde patates, havada sallanıyordu.
Norbert’in Pederi bir an için kaidesinin üstünde
yalpaladı, ama vahşi bir ifadeyle sırıtarak gözlerini
hiçbir şeye dikmeyi sürdürdü. (Ne de olsa, OLUYDU.)
Uyuyan İsterikler’in horultuları Salon’un sessizliği
içinde sakin sakin gürlüyordu.
Kamikazi patatesi cebine koydu.
“Başardı, başardı, başardı...” diye fısıldadı
Hıçkıdık, kendi kendine.
Kamikazi tekrar dikine dönüp halata tutunarak
yukarı tırmanmak üzereydi ki, birden gözü cam
kutunun içindeki başka bir şeye takıldı.
Hıçkıdık, “Ay of...” diye fısıldadı.
Kamikazi dayanamadı. Uzanıp cam kutunun
içindeki o başka şeyi aldı...
Bir an için yine de her şey hâlâ yolundaymış
gibi gözüktü.
Ancak anlaşılan Norbert’in Pederi’nin donmuş
bedeni öyle hassas bir dengedeydi ki, bu ikinci
ağırlık da cam kutudan alınınca y -a -v -a -ş -ç -a
arkaya doğru yatmaya başladı ve sonra hızlanıp,
koca bir ağaç gibi, bütün gövdesiyle, aşağıda
dalgalanan Şamatacılar ormanının üstüne
devrildi.

163
164
diye öttü Şamatacılar.
Çıkardıkları gürültü kulak deliciydi.
Donmuş cam kutunun camları kırıldı ve
içindeki buzlar yere saçıldı.
Salon’un her yanındaki İsterikler sanki elektrik
çarpmışçasına dimdik oturup, uykulu gözlerle
birbirlerine, “Kim o? N’oluyo?” diye sormaya
başladılar. Hıçkıdık’ın atkısına ve elleriyle kulaklarını
kapamasına karşın, zavallı Dişsiz gürültünün
şiddetinden neredeyse bayılacak gibi oldu.
Hıçkıdık, “Dikkat et, Kamikazi!” diye haykırdı.
Nafilekafa Norbert uyanmış ve çift başlı baltasını
halatın ucunda sallanmakta olan Kamikazi’ye doğru
fırlatmıştı. Kamikazi, baltanın yaklaştığını görünce,
kendisini aşağıya bıraktı.

165
Balta boşa gitti ve Kamikazi yere, daha doğrusu
uyarlamayacak kadar kendinden geçmiş olan bir
İsterik’in koca göbeği üstüne düştü.
Nafilekafa Norbert, donmuş babasını çığlıklar
atan Şamatacılar güruhunun içinden çekip çıkarmak
için koştu. Şamatacılar kaskatı ve buz gibi soğuk
olmasına karşın, pederi yemeye çalışıyor, taş gibi
donmuş bacaklarına dişlerini geçiriyor, korkunç
uzun tırnaklarıyla kaskatı donmuş bıyıklarını
parçalıyorlardı. Nafilekafa, Peder’ini sağlama alır
almaz, Şamatacılar da çığlık atmaya başladıkları
kadar aniden susuverdiler. Nafilekafa Norbert
kılıcını çekti ve yüzünde ölümcül bir ifade, uzun
adımlarla Kamikazi’nin üstüne yürüdü...
“ÇIKIN BURADAN!” diye bağırdı Kamikazi.
“Bana bir şey olmaz, merak etmeyin!”
Hıçkıdık masanın tam ortasında duruyordu.
Kılıçlarını çekmiş, ellerinde hançerleri,
yirmi kadar irikıyım Asker, üstüne
doğru yaklaşmaya başlamıştı bile.
Olasılıklar Hıçkıdık’tan yana değildi...
ve Hıçkıdık tamamen silahsızdı.
Ne okla yayı, ne de kaması vardı.
Kılıcı bile yoktu; anımsayacağınız
üzere, Nafilekafa Norbert onu daha
önce almıştı. (Bu çok talihsiz bir

166
durumdu, çünkü Hıçkıdık iyi kılıç kullanırdı.)
Dolayısıyla, kılıcı olmayan Hıçkıdık iki
büyük, cıvık, kremamsı balkabağı güvecini alıp,
Askerler’den birinin suratının iki yanına zil gibi
çarptı. İsterik ânında, yapış yapış, akışkan bir
balkabağı pisliği halinde arkasındaki daha ufak
bir Asker’in üstüne çöküverdi.
Bu arada İsterikler’in kılıç darbelerini atlatmaya
çalışan Hıçkıdık, can havliyle eline geçirdiği yarısı
yenmiş devasa bir HİNDİ kalıntısını en yakınındaki
Asker’in kafasına geçirdi. İsterik’in kolları iki yanına
yapıştı, hindinin içinden boğuk çığlık sesleri geldi
ve Asker, acayip büyüklükte, insan bacaklı bir hindi
leşi gibi, sendeleye sendeleye defoldu.
Hıçkıdık olayın tadını çıkarmaya başlamıştı.
Koca bir kâse dolusu akçaağaç şurubunu yere
döküp, İsterikler’in kayıp kayıp düşmelerini sağladı.
Bir başka Asker’i de, karpuz fırlatıp engelledi. Bütün
Askerler’i soğan yağmuruna tuttu.
Şamatacılar çığlık atmayı kesince, Dişsiz de
çatıdan aşağıya uçup savaşa katıldı. Bir çanak dolusu
ceviz buldu, yemeğini avurtlarında taşıyan hayvanlar
gibi ağzını cevizle doldurdu ve vın diye Askerler’in
tepesine uçup, alevler çıkaran bir mermi yağmuru
gibi, kızgın sıcak cevizleri üstlerine püskürttü.
Büyük Salon’da tam bir kaos hüküm
sürüyordu. Havada sebzeler uçuşuyor, suratlarında
patlayan olgun domateslerle uyanan İsterikler,
bunu bir gece yarısı yemek-savaşı eğlencesi sanıp,
coşkuyla diğer İsterikler’e saldırıyorlardı.
Hıçkıdık bir saldırganın da yanağına kocaman
yassı bir dilbalığı çarpıp, masanın öteki ucuna doğru
koşarken, “Çabuk ol, Kamikazi!” diye bağırdı.

160
Kamikazi’nin başı dertteydi. Kendini, öfkeden
gözü dönmüş bir halde kılıcıyla ona doğru sert
hamleler yapan Nafilekafa’dan korumaya çalışıyordu.
Son iki gün Nafilekafa Norbert için çok
can sıkıcı olmuştu. Poposundaki ok yarası hâlâ
zonkluyordu, Hıçkıdık Baltayla-Kader-Belirleme’de
onu aptal durumuna düşürmüştü, birisi güzelim
bıyıklarım koparmıştı ve bunlar yetmiyormuş gibi
şimdi de Holiganlar, Pederi’nin Amerikan Sebzesi’ni
çalıyorlardı.
Üstelik kendilerine yakışır, yetişkin
Suikastçılardan birkaçını gönderme nezaketini
bile göstermemişlerdi! Bu üçüncü Suikastçı ilk
ikisinden bile küçüktü. Uğradığı haksızlıkları
hakaretle taçlandırmak istercesine, o -Nafilekafa
Norbert- İsterik Kabilesi’nin soylu Reisi ve Usta Kılıç
Silahşoru, teke tek mücadelede bu ufacık tefecik
sarışın Suikastçıyı yenmekte zorlanıyordu.
Kız hiç yerinde durmak bilmiyordu ki!
Hemr kayıtsız bir şekilde Moktan Soyguncuların
ulusal marşını söyleyerek, yaptığı bütün hamleleri
karşılıyor, aralarda da perendeler atıyordu.
Hatta, çarpışmayı sürdürürken, yerden bir dilim
yabandomuzu sandviçi alıp yemeye bile başladı.
DURMADAN konuşuyordu. Nafilekafa’nın
Karasakal Saldırısı türündeki kılıç hamlesini

169
kolayca savuşturup,
Kamikaze’ce bir Delici
Hamle’yle karşılık verirken,
“İş sırasında yemek yememin
sakıncası yoktur umarım,”
dedi, sohbet edercesine.
“Ağzım doluyken
dövüşmemin biraz kaba
kaçtığını biliyorum, ama
açlıktan ÖLÜYORUM,
hiçbir şey yemedim
bütün akşam...”
Nafilekafa,
gaddar bir sırıtışla
atılıp, şiddetli bir
hamle yaptı.
Çevik bir hareketle kılıç hamlesini savuşturan
Kamikazi, bir sıçrayışta onun sakalına tutunup
sallanarak yağlı parmaklarını onun gömleğine sildi
ve tekrar geriye sıçradı.
“Seni GEBERTECEĞİM...” diye soludu Nafilekafa,
çekilen sakalının sızısıyla gözleri sulanmıştı. “Önce
kılıcımı saplayıp, sonra baltamla doğrayacak ve
Şamatacılar’a yem edeceğim.”
“Seni zeki çocuk, seni!” diye şakıdı Kamikazi;
Ve ardından Nafilekafa’nın bacakları arasından
takla atıp, arkasına geçti ve halatını yakaladığı gibi
müthiş bir hızla yukarıya tırmandı. Halatın ucunu da
yukarıya çekti hemen.
Nafilekafa Norbert bir an şaşkınlıkla önce
bacaklarına, sonra iki bacağının arasından geriye
baktı ve sıçrayarak arkasına döndüğünde, Kamikazi
ortadan yok olmuştu.
Nafilekafa hışımla tekrar öbür tarafa döndü.
Ama kız orada da yoktu. Olacak şey değil...
Birkaç santim tepede sallanmakta olan
Kamikazi yankesicilikte, soygunculukta usta
parmaklarıyla Nafilekafa’nın miğferini öylesine
çaktırmadan çıkardı ki, adam hiçbir şey hissetmedi.
Sonra da, Donmuş Patates’i bütün gücüyle kafasına
indirince, Nafilekafa sendeleyip, önce bir iki yana
sallandı ve baygın bir halde yere serildi. Yüzükoyun
yerde yatarken, Kamikazi yine yere atlayıp, teskin
edercesine onun omuzunu patpatladı.
“Çalış, Norbert, çalışırsan yaparsın,” dedi
lütfedercesine. “Öğrenmenin yaşı yoktur.”
“KAMİKAZÎ!!!!!” diye haykırdı Hıçkıdık,
ziyafet sofrasından. Bufalo ızgaranın bir bacağıyla
İsterikler’in tekini yere sererken, bir başkasının
burnuna havuç sokuyor, öteki üçünün üstüne
Ev-Yapımı Isırgan Şampanyası püskürtüyordu.

172
“BURAYA GEL!” Kamikazi, halata tutunup o tarafa
sallanarak, masanın üstüne, Hıçkıdık’ın yanına atladı.
Altık masanın büyük bölümü alev almış,
yangın BÜTÜN kutup ayısı postlarına yayılmıştı.
Durumun ne kadar vahim olduğu, Şamatacılar
grubunun Salon’dan çıkmak için KIPIRDAMASINDAN
belliydi. Şamatacılar o kadar tembeldir ki, ancak
hayatları tehlikeye girdiğinde yerlerinden kıpırdarlar.
İşte şimdi, tırnakları çılgınca dalgalana dalgalana,
arkalarında siimüksü bir salgı bırakarak, iğrenç,
şişko, kabarcıklı sümüklüböcekler gibi kapıya
doğıtı sürünüyorlardı.
Sinsice tavandaki baca deliğinden yukarıya
uzanan ve öteki ucu Tek Göz’ün dev bacağına
bağlı olan halat, Kamikazi’yle Hıçkıdık’ın arasında
sallanıyordu. İkisi birlikte dumandan öksüre öksüre
halata tutunup, onu üç kez aşağı çektiler.
Tek Göz onları yukarı çekip tehlikenin içinden
çıkarmadan az önce, Hıçkıdık eğilip masadan metal
bir yemek tepsisi aldı.
Ve İsterikler’in kılıç darbeleri topuklarını
sıyırırken, hızla tavana doğru /
14. PATATES-HIRSIZIARI-
KAÇISI

Çatıya çıktıklarında, köstebekler gibi gözlerini


kırpıştırmak zorunda kaldılar; onlar İsterikler’in
Büyük Toplantı Salonu’ndayken, gün ağarmış,
kapkara olan gökyüzü martı sırtı gibi gri mavi bir
renk almıştı; güneş, Karman Çorman Sivrilikler’in
arkasından hızla yükseliyordu.
Aşağıdan İsterikler’in kükreme sesleri
geliyordu. “SEBZEM! SEBZEMİ ÇALDILAR!” diye
bağıran Nafilekafa Norbert’inki ise hepsini
bastırıyordu. İsterikler, onları aramak üzere kapıya
doğru koşturmaya başlamışlardı bile.
Hıçkıdık koşarak kaçma şanslarının
olmadığının farkındaydı, ama kayaklarını arayıp
bulacak zamanları da yoktu.
Böyle durumlarda, hayatta kalmak
için güçlü olmak yetmez, çünkü ne
kadar güçlü olursanız olun, kayakları
üstünde beş yüz İsterik’e karşı siz
yalnızca DÖRT kişiyseniz, savaşı
kazanma şansınız yoktur.
BÖYLE duaımlarda gereken bir
Cin Fikir’dir; bereket versin ki, Cin
Fikir bulmada Hıçkıdık’ın üstüne
yoktu.
Hıçkıdık yemek tepsisini altına alıp, çatının
üstüne oturdu.
“Hadi, Kamikazi, sen de arkama otur,” diye
talimat verdi.
Gözleri parlayan Kamikazi, “Aa, ne şahane!”
dedi.
Büyük Toplantı Binası’nın çatısı, köyün surlarını
biraz aşıyordu. Oradan da ta limana kadar inen dik
bir yokuş vardı.
Sonuçta, çığlıklar atarak azgın bir nehir gibi
Büyük Bina’dan dışarı boşalan İsterikler, gümüş
yemek tepsilerinden birinin üstünde çatıdan aşağıya
kayıp, köyün surları üstünden uçan Hıçkıdık’la
Kamikazi’yi seyretmek durumunda kaldılar.
Hıçkıdık’la Kamikazi hızla havada uçarken,
“A AA A A A AlîİIîy Y Y Y ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ” diye bağrıştılar.
Nasıl bir mucize olduysa, aşağıdaki yokuşun
üstüne düzgün biçimde kondular.
Ve şimşek hızındaki iniş başladı.
Şunu bilin ki, dünyada iyice parlatılmış gümüş
bir yemek tepsisi üstünde, neredeyse dimdik bir
yokuştan aşağı kayan iki çocuktan daha hızlı giden
bir şey yoktur.
Hıçkıdık daha önce de kızakla kaymıştı,
ama uçurum denebilecek kadar dik böylesi bir
tepeden aşağıya değil. Aslında, yaptıkları bu iniş

176
daha sonra İsteri’de her yıl yinelenen bir yanşmaya
dönüşmüştür. “Patates-Hırsızları-Kaçışı” diye
bilinir ve Hıçkıdık’la Kamikazi’nin izledikleri aynı
rotada yapılır. Onların yaptığı gibi Büyük Toplantı
Binası’nın çatısından başlayıp, iki dakikadan az
sürede İsteri Limanı’nda biter. Patates-Hırsızları-
Kaçışı, İç Adalar’daki en tehlikeli kızak yarışıdır ve
bunu deneyecek kadar cesur olanlar sıklıkla kazaya
uğrarlar.
Hıçkıdık’la Kamikazi boyunlarını kırmadıkları
için şanslıydılar. Çılgınlar gibi denetimsizce, bas bas
bağırarak yokuş aşağı indiler. Tek Göz’le Dişsiz’in
onlara yetişmesi olanaksızdı, şimşek gibi uçan bir
oku yakalamak gibi bir şeydi çünkü bu.
Popoları morartan, saçları diken diken eden,
gözleri yuvalarından fırlatan iki dakika sonra,
limandaki buzlara çarptıklarında, o kadar büyük bir
hızla ilerliyorlardı ki, orada bırakmış oldukları kızağı
da, sabırla dönüşlerini bekleyen A zim li M artı ’yı da
geçip gittiler.
Aceleyle yemek tepsisinden kalkıp, kızağa
doğru koşturdular. Tek Göz süzülerek aşağıya
inince, telaşla onu kızağa koşup, Liman Çıkışı’na
doğru tempolu bir şekilde tırısa kaldırdılar.
Geriye dönüp, Büyük Toplantı Binası artık
tamamen alevler içinde olan İsterik Köyü’ne bakan

177
Kamikazi, “Vay canına,” dedi soluk soluğa. “Şu
isterikler ÇOK FENA KIZACAKLAR.”
Tek Göz onları hızla çekerken, “TebriR
eberiıjı” diye hırladı Hıçkıdık’a. “Yalnızca paslarını
begil, beynini be Rullanbı^ını ehirbügüıjı ÎİR
İnsansın.”
Onlara yetişip, bitkin bir halde kızağın oturma
yerine çöken Dişsiz, “Gerçekten b-b-be^nini
pullansa,” diye yakındı, “biz biç buraba olıyıaıjıais
bi is-Js-lsere.”
Aynı anda yokuşun tepesinde İsterikler belirdi.
Başlarına miğferlerini takmış, ayaklarına
kayaklarını geçirmiş bir kurt sürüsü gibi koştururken
İsterik Uluması’yla ortalığı inletiyorlardı. Kızağı
hedef alarak, onlara doğru ok yağdırmaya
başlamışlardı bile. Ama çok geç kalmışlardı.
Kayakları buza değdiğinde, biraz ilerledikten sonra
durdular. Hıçkıdık’la Kamikazi ise artık neredeyse
Liman Çıkışı’na ulaştıklarından, İsterikler’in attıkları
oklar zararsız biçimde buzun üstüne düşüyordu.
Omuzunun üstünden, gözü dönmüş
İsterikler’e bakan Kamikazi, Tek Göz dörtnala İsteri
Limanı’ndan çıkarken, bir sevinç narası attı.
“Başardık!” diye haykırdı.
“H en ü z başardık sayılmaz,” dedi Hıçkıdık,
gerginlik içinde. Buzun üstüne geldiklerinden

170
beridir, ağaç gövdesine indirilen balta seslerini
andıran o şiddetli çatırdama artık daha da artmıştı.
Hıçkıdık da Ecelejder’i gözlüyordu.
“İşte Sebze,” dedi Kamikazi ve ok saplı
Donmuş Patates’i Hıçkıdık’a uzattı. “Bu da cam
kutunun içinde bulduğum öteki şey - Kusura
bakma, onu da almamalıydım, ama insan bir kere
aşırmaya başladı mı durmak zor oluyor.”
Hıçkıdık, Patates’le Öteki Şey’i alıp, pek dikkat
etmeden göğüs cebine tıktı, zira teknenin altında
Ecelejder’in kocaman gölgesi belirmiş, buzun
altından onları izlemeye başlamıştı.
Hıçkıdık kendi kendine, “Buzlar kırılmadan
Açık Deniz’e bir varsak, kurtulacağız,” diye
mırıldandı. “Ecelejder, Thor’un Gazabı’nın dışına
çıkmaz. On beş yıldır çıkmadı hiç oradan...”
İki yanlarından, kayalık duvarlar hızla akarken,
sonsuz uzunluktaki kapkara ve korkunç Ecelejder
de yavaşça altlarında yüzüyordu.
Ve buzlar kırılmadan Açık Deniz’e ulaştılar.
“Gördün mü!” diye sırıttı Kamikazi. “Başardık
işte!”

179
15. TAM BAŞARMAK
ÜZERELER

Patates, Hıçkıdık’ın göğüs cebinde güvende, Thor’un


Gazabı arkalarında kalmış, Avanak Adası kızakla
yalnızca üç saatlik uzaklıkta ve Tek Göz onları çılgın
bir hızla o Büyük Beyaz Issızlık’a doğru çekerken,
GERÇEKTEN DE başarmış gibiydiler.
Derken, her şey kötü gitmeye başladı.
“B-b-bu ita. tıe???’ diye kekeledi Dişsiz,
kanadının tekiyle, arkalarındaki buzların üstünde her
an onlara yaklaşmakta olan bir şeyi işaret ederek.
Bu, Tek Göz’den çok daha iri ve hızlı, devasa
bir sıçrayan Sürücü Ejderha’ydı. İçinde tek bir
adamın bulunduğu kocaman bir kızağı çekiyordu.
Poposunda ok yarası, kafasında bir yumru, bıyıkları
yolunmuş ve elinde çift başlı bir balta olan çok
öfkeli bir adamı.
Bu, gerçekten de Nafilekafa Norbert’in ta
kendisiydi.
Hıçkıdık’ın düşünmesine fırsat kalmadan
Norbert onlara yetişti. Kızağını, dörtnala giden Tek
Göz’e yanaştırdı ve uzanıp, tek bir balta vuruşuyla
onu kızağa bağlayan dizgin takımlarını kesti.

100
Tek Göz sıçraya sıçraya yoluna devam etti,
ama arkasındaki kızakla A zim li Martı zangırdayarak
oldukları yere çakılıp kaldılar.
“Ah, vay d en iza n a sm ı!”diye inledi Hıçkıdık.
Miller ve millerce uzanan bir Büyük Beyaz
Çöl’ün ortasında taş gibi hareketsiz kalakalmalardı.
Önlerinde Nafilekafa Norbert onlara saldıracak
biçimde kızağını döndürmek üzere Kılıç-Diş
Ejderha’sının dizginlerini çekiyordu.
Altlarında ise Ecelejder vardı.

I*. .
Ecelejder on beş yıldır ilk kez Thor’un
Gazabı’nı terk etmişti.
Kızak durunca, o da durmuştu. Aslında kızak,
sanki bir hedefmişçesine tam da ejderhanın korkunç
yeşil gözünün ortasında stop etmişti.
Evet, bir hedefti gerçekten, ama Nafilekafa
Norbert için.
Boylu boslu, belalı Nafilekafa, BALATALARI
TAMAMEN SIYIRMIŞ bir vaziyette onların kızağına
atladı.
“AHA!” diye gürledi, kan akıtmanın korkunç
şehvetiyle tiki seğirerek. “YAKALADIM SENİ,
SARI KAFALI KÜÇÜK SUİKASTÇI! İNSANLARIN
KAFASINA KENDİ PATATESLERİYLE VURMAK NE
DEMEKMİŞ, GÖSTERECEĞİM ŞİMDİ SANA!”
Nafilekafa Norbert baltasını kaldırmış, indirmek
üzereyken, Hıçkıdık, “Ben olsam bunu yapmazdım,
Norbert,” diye bağırdı.
Hıçkıdık elini göğüs cebine atıp, içine hâlâ ok
saplı patatesi çıkardı. O sabah hava daha sıcaktı ve
patates de Hıçkıdık’ın kürklü yeleğinin sıcaklığında
artık çözülmüştü.
Hıçkıdık’a şöyle bir göz atan Norbert hayretten
donakaldı, gözlerinin önünde...
... HIÇKIDIK OKU PATATESİN İÇİNDEN ÇEKİP
ÇIKARDI.

102
Çünkü, Hıçkıdık’ın Nafilekafa Norbert’e daha
önce önermiş olduğu gibi, patates çözülünce ok
kolayca içinden çıkmıştı.
Sırf durumu iyice vurgulamak amacıyla
Hıçkıdık, oku birkaç kez daha patatesin içine sokup
çıkardı.
Nafilekafa Norbert baltasını elinden düşürdü.
Başını ellerinin arasına alarak, “Babamın
Kehaneti!” diye bağırdı. “İnanmıyorum... Olamaz!
Sen... iğrenç, Holiganlı küçük Sebze-Hırsızı...
sen misin... o Seçilmiş Kişi? Lanet’i kaldırıp, bizi
Ecelejder’den sen mi kurtaracaksın..?”
Hıçkıdık ciddiyet içinde başıyla onayladı, bir
yandan da fıld ırfıld ır beynini çalıştırıyordu.
Tam o sırada güneş ufukta belirdi...
Çevrelerindeki kar ve buzların ve Ecelejder’in
Koca Yeşil Gözû’nün üstünden yansıyan güneş
ışınları Hıçkıdık’ın gözlerini kamaştırdı. O kadar ki,
dirseğini kaldırıp gözlerine siper etmek zoamda
kaldı.
Milyonlarca kamçı şaklaması ya da trilyonlarca
balta darbesi ya da tek seferde Thor’un binlerce gök
gürültüsü gibi bir gümbürtü koptu.
Buz boylu boyunca ikiye yarıldı.

103
ECELEJDER

Bembeyaz donmuş denizde kuzeydeki Sürgün


Topraklarından başlayıp, güneydeki
Moktan Soyguncu Adaları’na kadar
uzanan upuzun zikzaklı bir
yarık oluştu.
Yeryüzü kocaman beyaz
bir yumurta gibi ortasından
yarılmıştı.

“Aaaaayyyh!” diye bağırdı Hıçkıdık.


“Çabuk! A zim li M artı 'ya geçin!”
Nafilekafa Norbert, Kamikazi ve Hıçkıdık,
ayaklarının altındaki buzlar çökerken, hep
birlikte kendilerini, kızaktan küçük tekneye attılar.
Hıçkıdık, tekneyi kızağa bağlayan ipi keserken,
“YELKENİ AÇIN!” diye haykırdı.
Yelken pat diye iner inmez rüzgârla dolarak
puf bir yastık gibi şişti. Muazzam bir ÇATIRTI daha
koptu ve İç Karartıcı Deniz’in üstündeki buzlar
milyonlarca ufak parçaya bölündü. Yavaşça gri yeşil
sulara gömülen kızak gözden kaybolurken, A zim li
Martı yüzmeye başladı.

104
Önlerinden, buzların ortasında, ufuktaki
Avanak Adası’na doğru testere dişi gibi uzanan
yarığın içinden Ecelejder yükseldi.
A zim li Martı ’nın üstüne su ve buz kırığı
yağdırarak denizin içinden çıkıp, yeni doğan güneşi
kapatarak, inanılmaz, GÜLÜNÇ BİÇİMDE olanaksız
uzunluktaki boyuna ulaştı.
Çıkardığı SES o kadar tarifsiz bir J
dehşet, öyle derin bir azap içeriyordu
ki, sizi ağlatacak gibi oluyor, sırtınızda
ve kafa derinizde gezinen örümcek 'y ^ I
ayakları gibi ürpertiyordu. Hıçkıdık’ın .j
saçları kirpi gibi oldu. İriyarı, kaslı ( T
bir panterin parlak siyahlığındaki
Ecelejder, kükremek için, Mağara çA
korkunçluğundaki
çenelerini açınca,
gözleri kadar
tırtıklı dişleri ortaya çıktı; sarı köpüklü salyası soğuk
sabah havasında buharlı dumanlar çıkarıyordu.
Gerçekten de, canavarın bütün gövdesi alev
alev yanıyordu sanki; muazzam büyüklükteki
pırıltılı kütlesinden gökyüzüne, tıpkı kilometrelerce
dörtnala koşmuş bir atın böğürlerindeki gibi, büyük
duman bulutlan yükseliyordu.
Nafilekafa Norbert korkuyla titreyerek, “Benim
peşimde...” diye inledi.
“Hayır,” dedi Hıçkıdık. “O, BENÎM peşimde.”
Ecelejder gerçekten de gözlerini dosdoğru
Hıçkıdık’a dikmiş görünüyordu.
Hıçkıdık sanki başından beri, bunun başına
geleceğini, ne olursa olsun, Ecelejder’le yüz yüze
gelmeden İsteri’ye girip çıkmasının asla mümkün
olamayacağını tahmin etmişti.
“G rilerin in içine baiçıju,” diye uyardı Tek Göz.
Bir ejderhanın gözünün içine asla bakmamak
gerekir. Ancak bu durumda bakm am ak çok güçtü -
Bir çift yeşil güneş kadar büyük ve yakındılar.
Hıçkıdık bir an için hipnotize oldu; başı öylesine
döndü ki, neredeyse dengesini yitirip tekneden
aşağı düşecekti.
Hıçkıdık umutsuzca, “fie ÎS T İy O R jS U n ?
diye haykırdı Ejderhaca.
Ejderha kocaman ağzını açıp konuşmaya çalıştı.

106
Ama yalnızca tüyler ürpertici, korkunç bir dehşet ve
AZAP uluması duyuldu. Çenesinden aşağıya iğrenç, o
kabarcıklı bir şelale gibi köpükler akıyordu. Bir kez
daha konuşmaya çalıştı, ama daha yüksek perdeden
olmak üzere yine aynı korkunç sesi çıkardı.
“£}e var? diye sordu Hıçkıdık.
Ama yaratık yanıt veremedi ve konuşmak için
verdiği uğraştan öfkelenerek, gitgide Hıçkıdık’a
yaklaşan mavi alevler püskürtmeye başladı.
“Ne yapm am ı istiyor bu benden?” diye sordu
Hıçkıdık, çileden çıkmış bir halde.
Nafilekafa Norbeıt çaresizlik içinde ellerini
ovuşturarak, “İşimiz bitti,” dedi.
Kamikazi, inleyip duran Nafilekafa’nın sırtını
patpatladı. “Kurtulacağız,” diye yineleyip duruyordu,
“her zaman kurtuluruz, Thor bilir nasıl... Hıçkıdık’ın
aklına Zekice Bir Plan gelecektir...”
“Ah, doğru ya,” diye anımsadı Norbert.
“Elbette! Babamın Kehaneti! O, Seçilmiş Kişi, •
Ecelejder’den bizi bir tek o kurtarabilir!"
Ancak, hayatında ilk kez Hıçkıdık’ın hiçbir
Zekice Planı YOKTU.
“fje istiyorsun? diye sordu Hıçkıdık bir daha;-
bu kez daha çok kendi kendine.
Ecelejder iletişim kurmak için dehşetengiz
bir son deneme daha yaptı ve gerçekten iirkiinç,

107
parazitli, kulak tırmalayıcı bir ses çıkarabildi.
Ardından, ağzını iyice açıp, derin bir soluk aldı.
Hıçkıdık, yaratığı kendilerine düşman edecek
ne yaptıklarını bilmiyordu.
Belki de çıldırmış ve Yamyam’a dönüşmüştü?
On beş yıl önce Norbert’in Pederi’ni öldürdüğü
kesindi. Şimdi de onları mı öldürecekti?
Çünkü şimdi doğrudan onları hedef alıyordu.
Hıçkıdık, Canavar’ın alevlerini püskürtüp, tekneyi
küçük bir mangal gibi kora çevireceği beklentisiyle
kendini sağlama aldı.
Ancak yaratığın ağzından çıkan, Dişsiz’le
birlikte üçünü, dev bir şenlik ateşiyle dosdoğru
Valhalla’ya postalayacak Dehşetli Bir Alev
Yüz metre uzunluğundaki, nabız atışlı,
pembe ECELEJDER DİLİ büyük bir hızla, dosdoğru
Hıçkıdık’ın sol eline uzandı ve kımıl kımıl, iğrenç
NEMLİ çatallı ucu, oğlanın avucunun içine sızıp
patatesi sarmaladı.
Hıçkıdık az kalsın hemen oracıkta patatesi
elinden düşürecekti. Ama yaratığın ne istediğini
anladı.
Oku yere atıp, patatesi iki eliyle kavradı.
Ellerinin üstünde Ecelejder’in dilinin salyaları iğrenç
bir şekilde köpürüyordu.
Hıçkıdık ç - e - k - t - i .
Ecelejder ç - e - k - t - i .
Tek bir patates vardı ve ikisi de onu istiyordu.
Her ikisinin de ona İHTİYACI VARDI. Hıçkıdık

daha iyi kavramaya çalıştı. SİMDİ, eve bu kadar


yaklaşmış, Avanak’ın gölgesi bu kadar davetkâr hale
gelmişken, seferi başarısızlıkla sonuçlandırmaya ve
Balıkayak’ı kaybetmeye razı olmayacaktı.
İyice arkaya yatarak kendisinin bile şaştığı bir
güçle çekti. Ancak Ecelejder de çekti ve en fazla

190
dört taş ağırlığındaki Hıçkıdık’ın, kendisinden sayısız
taş kadar ağır bir Ejderha’yı güç çekişmesinde
yenmesi olasılığı pek azdı elbette.
OLANAK-sız değildi, ama itiraf edelim ki, hiç
OLASI-değildi.
Hıçkıdık pes etmedi. Asla etmezdi de. Elinde
olsa, gece gündüz demeden orada öyle dururdu.
Ancak, Ecelejder’in dilinin bir çatalı Hıçkıdık’ın
çaresiz parmaklarını birer birer açarken, bir diğeri
şiddetle kıvırıp iyice burktu ve Ecelejder’in dili
patatesi Hıçkıdık’ın ellerinden söküp aldı.

P
A
Hıçkıdık gerisingeriye teknenin içine düşerken,
maceralarla dolu kısa ömründe hiç hissetmediği
kadar derin bir kederle o iğrenç dilin aynen
sinek avlayan bir kurbağanınki gibi hızla tekrar
Ecelejder’in ağzına girdiğini gördü. Canavarın
çeneleri hazin bir sonla kapandı.
Ecelejder patatesi yuttu.

Sefer bitmişti.
Pohx+es y OK
SEFERİN SOM

Hıçkıdık gözlerinden yaşlar boşanarak, Ecelejder’in


kafasını arkaya atıp, sanki dev bir mızrakla
vurulmuşçasına vargiicüyle haykırışını izledi.
Canavar gökyüzüne yükselen bir şelale gibi
havaya kocaman dondurucu bir mavi alev dalgası
püskürttü. Bu alevler o kadar yükseldi ki, yukarıda
küçük bir buluta çarparak, anında onu dondurup
parlak bir maviye çevirdiler. Sonra da Ecelejder,
hiçbir şey olmamış gibi, arkasında yalnızca giderek
büyüyen dev halkalardan bir girdap bırakarak
yavaşça dalgaların içine gömüldü.
A zim li M artı 'ya çarpıp onu iyice bir sallayan
halkalar, daha da yayılıp İsteri’nin kıyılarına
vurduktan sonra Thor’un Gazabı geçidine doğru
ilerledi.
Teknenin dibinde oturup kalan Hıçkıdık,
Ecelejder’in patatesi belki tükürerek ya da başka
bir şekilde geri vermek üzere bir daha su yüzüne
çıkmamasına inanamıyordu. Ama giderek küçiilüp
tamamen yok olan halkalarla birlikte Hıçkıdık’ın son
umudu da kayboldu.
Her şey gerçekten bitmişti.
En yakındaki patates artık binlerce ve binlerce

196
mil uzakta, öyle bir yere inananların Amerika
dedikleri batıdaki büyük bir ülkedeydi.
diye fısıldadı Dişsiz hayretle.
Kayalıkların tepesinde sessizce olanları izleyen
dizi dizi İsterikler hep bir ağızdan haykırmaya
başladılar: “ECELEJDER GİTTİ! ECELEJDER GİTTİ!
ÇOK YASA, KIZIL SAÇLI TUHAF KÜÇÜK OĞLAN,
ECELEJDER GİTTİ!”
Ve Hıçkıchk’ın başının üstündeki donmuş
buluttan sessizce, yavaş yavaş, Geğiren Kabadayı’nın
burnu kadar mavi bir kar yağmaya başladı.
Mavi kar, tıpkı bir taç giyme törenindeki
konfetiler gibi, Hıçkıdık’ın saçlarına, Tek Göz’ün
beyaz sırtına ve Dişsiz’in boynuzları arasına
yağıyordu.
“Seçilmiş Kişi, SEKSİN,” dedi Nafilekafa
Norbert, hâlâ inanâmayarak. “SEN kurtardın bizi
Ecelejder’den. İsteri’nin Laneti’ni SEN kaldırdın, ha?”
Hıçkıdık birden müthiş bir öfkeye kapıldı.
Nafilek'afa’ya değil, tanrılara kızmıştı.
Altı uzun ay boyunca özlemle baharın
gelmesini beklemiş, karların erimesi için Thor’a
dualar etmişti ve şimdi, Kamikazi’yle ikisi bu kadar
şeyi atlatıp, tam olanaksızı başarmak üzerelerken,
işte tam da bu en yanlış anda, Thor buzları
çatlatmış ve Ecelejder’i serbest bırakmıştı.
Bu saçmasapan mavi kar da üstüne tüy
dikmişti. Ne demişti Sümiiklüküstah?
SEN Kıllı Holigan Kabilesi’nin Reisi olana
kadar, karlar Geğiren K abadayı’n ın burnu gibi
m avi olur.
Tanrılar şimdi ona gülüyor, eğlence olsun diye
onunla oyun oynuyorlardı.
Hıçkıdık, Gökyüzii’ne doğru yumruğunu salladı.
“Seçilmiş Kişi olmak istemiyorum ben!”
diye şarladı yukarıya, mavi gökyüzüne doğru.
“Kıllı Holigan Kabilesi’nin Reisi falan da olmak
İSTEMİYORUM! Nafilekafa’nın aptal Lanet’ini
kaldırmak da İSTEMEMİŞTİM! Ben, Balıkayak’ın
üstündeki Lanet’i bozmak istiyordum! Tek isteğim,
ARKADAŞIMIN...”
Aptal mavi bulut ona hiç aldırmaksızın
durmadan kar yağdırmayı sürdürdü.
Hıçkıdık ağlamaya başladı.
“Tek isteğim arkadaşımın...” diye hıçkırdı.
“Balıkayak bana güvenmişti. Her şeyi düzelteceğime
inanıyordu...” Birden ani bir umutla Nafilekafa
Norbert’e döndü.
“Bir patatesiniz DAHA var mı?” diye sordu.
Nafilekafa Norbert başını salladı. “Babam o
Sebze’den yalnızca BİR tane getirdi,” dedi sıkılı
dişlerinin arasından. “O yüzden onca değerliydi...”

190
Nafilekafa Norbeıt kararsızlık içinde, baltasını
bir elinden ötekine geçiriyordu. Gözündeki tik
çılgınca seğirmeye başlamıştı.
“Ne yapacağımı şaşırdım!” diye bağırdı. “Beni
kıçımdan vurdunuz, Amerikan Sebzem’i çaldınız,
bıyıklarımı yoldunuz, Pederim’i Şamatacılar’a yem
ettiniz, Büyük Binam’ı yaktınız!”
Titreyen elleri kendi istemi dışında Hıçkıdık’ın
boynuna doğru uzandı... ama sonra tam zamanında
kendine hâkim olup, durdu.
“Ama öte yandan, inanılmaz gibi gözükse de,

199
sen İsteri’nin üstündeki Lanet’i KALDIRDIN; babamın 7""
Kehanet’ini göz ardı edemem. Onun için BU SEFER,
seni serbest bırakacağım. Ama bir DAHA önüme
çıkarsan, şunu bil ki, seni oracıkta gebertirim.”

için de, poponuz için de üzgünüm ve... HER $EY


için üzgünüm aslında... Ben yalnızca arkadaşımın
hayatını kurtarmaya çalışıyordum."
Nafilekafa, Hıçkıdık’ın kılıcını kemerinden
çıkarıp, lanet okuyarak A zim li M artı 'nın dibine
fırlattı. Ardından da, kızağına tırmanıp hızla,
Hıçkıdık’ın Lanet’i kaldırması sayesinde, on beş
uzun yıldan sonra artık gemilerin
özgürce gelip gidebilecekleri
bir ülke olan İsteri’ye geri döndü.
Hıçkıdık sefere bu amaçla çıkmamıştı
aslında, ama işte gördüğünüz gibi,
bir Eğitim-Aşamasındaki-Kahraman’ın

200
başına böyle şeyler gelebilir.
Ve Hıçkıdık’la Kamikazi, yürekleri acı ve
S *** ıstırapla yanarak A zim li M artı’nm içinde, uzaktaki
küçük Avanak Adası’na doğru yola çıktılar.
Hıçkıdık’ın morali çok bozuk olduğu için
dümene Kamikazi geçti.
Sert bir rüzgâr vardı ve A zim li Martı adeta
dalgaların üstünde uçuyordu. Suda yüzen
buzdağlanna çarpmamaya çalışarak dikkatle
ilerlemeleri gerekiyordu. Hıçkıdık bu kadar üzgün
olmasa, şimdi yüzlerine üfleyen ılık rüzgârın tadını
çıkarabilirdi; ne de olsa, altı aydır bu ânı bekleyip
durmuştu.
Upuzun altı ay boyunca dondurucu kışın içine
hapsolmuşlardı. Denizin bitimsiz çalkantısıyla
çevrili olmaya alışkın Vikingler’e bu donmuş beyaz
sessizlik son derece tekinsiz bir his veriyor, sanki
zaman durmuş da Kış Uykusu Koması’na girmiş gibi
geliyordu. Hiçbir şey yoktu; ne bir koku, ne bir ses,
ne bir hareket, yalnızca sonsuzca uzanan beyaza
bulanmış bir dünya ve Hıçkıdık’ın alnını, başındaki
miğfer kızgın demirdenmişçesine yaktıran bir ayaz
vardı.
Hıçkıdık, hep ama hep bunun bitmesini
beklemişti ve işte şimdi bahar GELMİŞ ve büyüyü
bozmuştu. Deniz yine canlanmış, bataklıktı otların
arasından üfiiren rüzgâr, Ejderhaca yuhalamalarla
bağırtıları ve o canım taze tuz tadını ve kokusunu
taşımaya başlamıştı.
Ama Hıçkıdık ömrü boyunca hiç bu kadar
mutsuz olmamıştı.
Yarım saat boyunca sessizlik içinde yol
almışlardı ki, “Anlamıyorum,” dedi Kamikazi,
“Ecelejder, Adı-Ağza-Alınmayacak-Sebze’yi niye
yedi? On beş yıldır orada takılırken, Thor’un
Gazabı’m niye birden terk etti? Ne oldu ki birden?”
Hıçkıdık bir an için başını göğsünden kaldırarak
içini çekti. “Yani,” dedi, “ben de BİLMİYORUM
tabii, nerden bilebiliriz ki? Ama benim tahminim,
ECELEJDER DE ZENGERETİT HASTASIYDI.”

202
Kamikazi’nin ağzı bir karış açık kaldı.
“Bütün belirtileri gösteriyordu,” diye devam etti
Hıçkıdık. “Çılgınca davranışlar. Kan bürümüş gözler.
Köpüren bir ağız. Çok yüksek ateş. Ecelejderler bin
yaşına kadar yaşayabilir, o yüzden on beş yıl bir
Ecelejder’in hayatında yalnızca iki dakikaya denk
gelir. Çaresizlikten nasıl deliye döndüğünün, ne
kadar hasta gözüktüğünün açıklaması bu olabilir.
Patatesi yer yemez de hemen iyileşti ve artık orada
takılmasına gerek kalmadı. İşte bu da Lanet’in sonu
oldu.”
Güvertenin büyük bölümünü kaplayan Tek
Göz, “Arisabaşının bayatının bir Ejkeriıa’nın
fıa^atınban hafta hegerli olhugunu Jsiıjı
s'ö^le^ebilir?” dedi.
“Beniıjı için hafta hegerli,” dedi Hıçkıdık.
“Çünisü ben Ecelejher’i safisen tanııjii^orhuıjı.”
Hava çok güzeldi ve Hıçkıdık altı aydan beri
ilk kez kürklü ceketinin içinde terlediğini fark etti.
Ceketini çıkardı; Dişsiz de gelip omuzuna kondu ve
kafasını kanadının altına sokmaya çalıştı.
Hıçkıdık, küçük ejderhanın boynuzlarının
arkasını şefkatle kaşıyarak, K,ıs U lu s u n a ^atıyıaJ«;
için artık, biraz £eç olhu, Dişsiz, dedi. “Bafıar
başlaıjıais üzere.”
Dişsiz aksi aksi homurdandı.

203
%
Hıçkıdık gözlerini kısıp güneşe baktı.
Artık güneş çıktığına göre, onun gökyüziindeki
konumuna bakıp saati oldukça doğruya yakın
biçimde söyleyebilirdi. Sabahın onuna daha iki saat
olduğunu tahmin etti. Gerçi, artık saat kaçta geri
döneceklerinin bir önemi yoktu tabii.
Hıçkıdık’ın kalbi elem ve endişeyle hızlı
hızlı atıyordu; birden, kalp atışlarını gerçekten
DUYDUSUNU fark etti.
Tik tak tik tak tik tak diye atıyordu kalbi.
Ne kadar tuhaf, diye düşündü Hıçkıdık.
Sonra Kamikazi’nin cam kutunun içinde
patatesin yanında bulduğu o komik yuvarlak şey
geldi aklına. Elini göğüs cebine atıp, onu çıkardı.
TÎK TAK TİK TAK TİK TAK yapıyordu metal
zamazingo.
Patatesten biraz küçük, çok incelikle yapılmış,
küçük tuhaf bir nesneydi. Buz gibi sert ve saydam
ön yüzünün arkasında ayrı ayrı daireler içinde eski
Germen rakamları ve hepsi farklı renkte en az yedi
ok vardı. Hıçkıdık nesneye uzunca süre bakınca,
okların bazılarının birbirlerinden bağımsız, ayrı ayrı,
çok yavaş ilerlediklerini fark etti.
Tıklama sesini yapan küçük bir Zımıkejder mi
diye anlamak için nesnenin arka tarafını açınca,
içinde hepsi hareket ediyor gibi gözüken bir sürü

204
ufacık, narin metal çarktan başka şey bulamadı.
Belki bunlar da buzun içinde donmuş ve şimdi
ortalık ısınınca tekrar uyanmışlardı...
Hıçıkıdık’ın omuzunun üstünden bakan
Kamikazi, “VAOV!” diyerek soluğunu tuttu. “Nedir
bu sence?”
“Hiçbir fikrim yok,” dedi Hıçkıdık, nesneyi
cebine geri koydu; tıklama sesi oradan daha
az duyulurdu. Bunun üzerine daha sonra kafa
yoracaktı. “Bir çeşit İsteri icadı herhalde. Bu
İsterikler uskumru kadar dengesizler, ama iyi
buluşları var.”

205
Lütfen, Thor, lütfen, diye diledi Hıçıkıdık
içinden, lütfen sorun her şeye rağmen bir şekilde
çözülsün...
Yağmur yağmaya başlayınca, yağmurun erittiği
mavi karlar gözyaşı damlaları gibi Hıçkıdık’ın
miğferinin boynuzlarından aşağıya güverteye
damlayıp, mavi su birikintileri oluşturdu. Amerikan
oku bu birikintilerden birinin içinde yarı yarıya suya
gömülmüş, yatıyordu. Hıçkıdık onu yerden alıp,
dikkatle ok torbasına yerleştirdi.
Beş dakika sonra bütün karlar erimiş ve
Kamikazi, Hıçkıdık, Dişsiz ve Tek Göz bol
miktarda mavi boya içeren tuhaf bir kaza geçirmiş
gibi kalakalmışlardı. Saçları, ceketleri, miğferleri,
boynuzları, hepsi masmavi bir gökyüzü mavisiyle
yer yer kaplanmış ya da yol yol çizilmişti.
Hıçkıdık’ın cebindeki metal zamazingo tik tak
tik tak tik tak yapıyordu.
Hıçkıdık’ın kalbi her şeye karşın umutla tik tak
tik tak tik tak diye atıyordu.
Gerideki İsteri’de, oluk gibi yağan yağmurun
arasından İsterikler’in Büyük Toplantı Binası’ndan
parlak alevlerin ve bir duman bulutunun yükseldiği
görülüyordu.
Nafilekafa Norbert’in Pederi sonunda düzgün
bir Viking cenazesine kavuşmuştu.
l E HALIKAYAK A
• . 0

Zebella, bardaktan boşanırcasına yağmurun altında


Uzun Kumsal’da onları bekliyordu.
KÜPLERE BİNMİŞTİ.
Hıçkıdık’ın geceyi Sümiiklüküstah’ın
evinde geçirmediğini daha yeni öğrenmiş ve
Sümüklüküstah ona, Hıçkıdık’la Kamikazi’yi Freya
Günü Arifesi Kutlamaları sırasında bir kızakla gizlice
büyük buz denizine doğru kaçarlarken gördüğünü
söylemişti.
Zebella, Sümüklüküstah’a bunu neden daha
önce bildirmediğini sorduğunda, bir yanıt alamadı.
Sümüklüküstah gerçek nedenini söyleyemezdi,
çünkü Hıçkıdık’ın APTALCA ve TEHLİKELİ bir şey
yaptığını ummuş ve Zebella’nın koşup son dakikada
onu kurtarmasını istememişti.
Ama Kayıtsız Zebella, Sümüklüküstah’ın
gözlerinden, Liman’daki erimiş buzlara keyifle
bakışından gerçek nedeni anladı. Sümüklüküstah,
Hıçkıdık’ın o gri, gaddar denizde bir yerlerde
boğulmuş olması olasılığından HOŞNUTTU.
Zebella’nın kafasına, oğlu Hıçkıdık’a en uygun
arkadaşın Sümüklüküstah olmayabileceği ilk kez
dank etti.

207
Korkarım, Kayıtsız Zebella, Sümüklüküstah’a
eski-usül bir şaplak patlattı.
O zamanlar Karanlık Çağ’DI.
Sonra da Zebella, ne olup bittiğini görmek
umuduyla Uzun Kumsal’a koştu ve DEVASA bir
rahatlamayla, denizdeki buzdağları arasından
gözüne ilk çarpan şey, oğlunun komik küçük
teknesi A zim li M artı ’nın perişan, yuvarlak biçimi
oldu.
A zim li Martı'ran burnu kumlara çıkar çıkmaz,
üstlerine yürüyen Kayıtsız Zebella, “THOR ASKINA,
NE YAPTIĞINIZI SANIYORDUNUZ SİZ?” diye
kükredi. Tuhaf ötesi mavi bir renge dönüşmüş
gibi duran Hıçkıdık, tekneden aşağı inip, öfkeli
babasının gözlerinin içine baktı.
“Balıkayak’ın hayatını kurtaracak bir Patates
getirmeyi denemek için İsteri’ye gittim,” dedi.
Zebella patladı.
“BÖYLE BİR SEY YAPMANI KESİNLİKLE MEN
ETMİŞTİM!” diye haykırdı. “HANGİ CESARETLE
BANA, REİS'İNE KARSI ÇIKAR VE HAYATLARINIZI
TEHLİKEYE ATARAK, HİÇ VAR OLMAMIŞ BİR
SEBZEYİ ARAMAK İÇİN, BİR HİÇ UĞRUNA, ELE
GEÇMEZ BİR ŞEYİN PEŞİNDEN K0SARSIN-”
Hıçkıdık’ın gözlerinden yaşlar boşandı. “Patates
diye bir şey VAR,” diye sözünü kesti babasının,

200
“VAR çünkü biz onu çaldık ve Nafilekafa Norbert
neredeyse kafalarımızı uçuruyordu, ama haklısın,
hepsi BOSUNAYDI, çünkü Ecelejder onu yediği için
şimdi Balıkayak ÖLECEK.”
Oğlunun gözlerindeki umutsuzluk dolu sonsuz
acıyı görünce Kayıtsız Zebella’nın öfkesi sönüverdi.
Sahilin her yanında yağmura dönüşen karlar
gibi eridi gitti. Acemi hareketlerle oğlunun sırtını
sıvazladı.
“Hadi, hadi, oğlum,” dedi kararsız bir sesle.
“Tabii ki ölmeyecek Balıkayak...”
Hıçkıdık, babasını kenara itip, kumlara bata
çıka, Kayıtsız Zebella, Kamikazi, Dişsiz ve Tek Göz
peşinde olduğu halde, Buruşuk Moruk’un evinin
yolunu tuttu. Kapıyı vurmadan pat diye açtı.
Buruşuk Moruk odasının ortasında durmuş,
metal bir çubukla ateşi karıştırıyordu.
Bir an için Balıkayak’ı göremeyen Hıçkıdık,
sonra onun yatakta yattığını fark etti. Balıkayak
gözlüklerini çıkarmış, ölü gibi bembeyaz, hiç
kıpırdamadan yatıyordu.

209
Hıçkıdık’ın kalbi duracak gibi oldu.
Ama sonra Balıkayak doğrulup oturarak
gözlüklerini takınca, Hıçkıdık inanılmaz biçimde
rahatladı.
Hâlâ yaşıyordu demek.
Kayıtsız Zebella, Kamikazi, Dişsiz ve Sürücü
Kılıç-Diş Tek Göz, Hıçkıdık’ın arkasından odaya
dizildiler.
“E E ? ” diye kükredi Kayıtsız Zebella.
“BALIKAYAK ÖLÜYOR MU, ÖLMÜYOR MÜ?”
Buaışuk Moruk çok mahcup gözüküyordu.
Suçluluk içinde, ağırlığını bir o ayağına bir öbürüne
veriyordu. “Ah, evet, Zebella, iyi ki bu konuyu
açtın... evet, şöyle ki, sonuç olarak, Balıkayak
ölmeyecek galiba...”
“NEDDEMEK, ÖLMEYECEK?” diye şarladı
Kayıtsız Zebella.
“Korkarım ki, teşhisimde biraz yanılmışım.”

210
Buruşuk Moruk sinirli sinirli kıkırdadı. “Ateşe
bakarak kehanet yapmak çok karmaşık bir iş...
Ayrıntılara girmeyeceğim, ama inanın bana,
çok ya n ı itici... ve şöyle ya da böyle, anlaşılan
Balıkayak’ın Zengeretit’i yokmuş. Yalnızca Kafayı
Yeme eğilimlerini tetikleyen kötü bir soğuk
algınlığıymış. Uzun süreli yatak istirahati ve ballı
limonla onu iyileştirdim.”
Balıkayak hafifçe sendeleyerek ayağa kalkıp
Kayıtsız Zebella’ya kocaman gülümsedi. Kollarını iki
yana açarak, “Ben iyiyim!" dedi sevinçle.
Hıçkıdık gözlerine inanamıyorclu. Olanlara
rağmen sonunda her şey yoluna giriyordu.
Bu basit mutlu son üzerine, “0 YAŞIYOR!” diye
bağırdı Hıçkıdık, mutlulukla. Ve koşup arkadaşına
sarıldı.
Dişsiz, Balıkayak’ın kulağını yaladı ki, bu
ondan beklenmeyecek kadar büyük bir iltifattı.
Tek Göz ağır ağır, “DaJs sen, fıefsine ilerili bu,
’ö ^le iıegil .ipi? derken, Kamikazi de birkaç kutlama
perendesi attı.
Ama Kayıtsız Zebella’nın durumu geçiştirmeye
niyeti yoktu.
Vargüciiyle Buruşuk Moaık’a bağırmaya
başladı: “YANİ ŞİMDİ ŞEN BANA SIRF SENİN
BERBAT KEHANETİN YÜZÜNDEN, OĞLUM

211
b iç k id e ™ BİR HİÇ UĞRUNA NAFİLEKAFA
NORBERT'İN HERDEYSE KAFASINI UÇURDUĞU VE
ECELEJDER'LE KARSI KARSIYA KALDIĞI İSTERİ YE
GİTTİĞİNİ Mİ SÖYLÜYORSUN?????”
“Yok, hiç uğruna değil, Zebella,” diye açıkladı
Buruşuk Moruk. “Hele bir dinle bak açıklayayım.
Kehanette bulunmak çok nazik bir iş; ben ateşe
baktığımda-” *
“Balıkayak’ın Zengeretit’i var mıydı
yo k muydu?” diye sözünü kesti Zebella.
“Hayır, yoktu,” diye itiraf etti Moruk.
“0 ZAMAN BU SEFER TAMAMEN
GEREKSİZMİŞ!” diye kükredi Zebella.
“Buruşuk Moruk’u sıkıştırıp __
durma, Baba,” dedi Hıçkıdık. “Her
şey yoluna girdiğine göre canımızı
sıkmanın ne gereği var..." i
Hıçkıdık gülmeye başladı,
ama kahkahalarının ortasında
rast gitmeyen bir şeyler
oldu ve birdenbire sol kolu
hareketsizleşti.
Şaşkınlık içinde koluna
baktı.
“Kolumu hissedemiyorum,” dedi.
Derken, öteki kolu da hareketsizleşti.

212
Hıçkıdık bütün gün boyunca ateşi çıkmış
hissetmişti kendini, ama birden cayır cayır
yanıyormuş gibi oldu. Başından aşağıya terler
boşandı; omuzlarından ve göğsünden buhar
bulutları yükselmeye başladı.
Ve bütün vücudu heykel gibi taş kesilen
Korkunç Gıcık Üçüncü Hıçkıdık, kan bürümüş
gözleri tek bir noktaya dikili, daha iki dakika önce
Balıkayak’ın yatmakta olduğu yatağa cansız bir
halde devriliverdi.

213
• • __ »J

SOI BOLÜM

Bazen bir seferin ASLINDA ne uğruna yapıldığını


ancak Son Böliim’de anlarız.
Zebella’nın öfkeden kıpkırmızı olmuş suratı
korkudan bembeyaz oldu.
Istırapla, “Ecelejder...” diye fısıldayarak, kaskatı
kesilmiş oğlunu kucaklamak için atıldı. “Woden,
Freya ve Tepesi Tüylü Thor aşkına, Ecelejder’in
dondurucu alevleri değmiş oğluma... hem de bir
HİÇ uğruna yapılan, saçmasapan, yararsız bir sefer
yüzünden...”
Dev gibi, kıllı Kayıtsız Zebella gözyaşlarına
boğuldu.
“Aaa, Tlıor aşkına!” diye bağırdı Buruşuk
Moruk, buyurgan bir tavırla Zebella’yı kenara
iterek. “SESİNİ KESİP beni dinler misin? O kadar
da kötü bir kâhin değilim ben. Bunun Ecelejder’le
hiçbir ilgisi yok.” Hıçkıdık’ın nabzını ölçtü,
gözkapaklarının içine baktı, oğlanın kütük gibi
sertleşmiş göğsüne hafifçe vurdu. “B u ZENGERETÎT.”
Zebella geriye kaykıldı. “Peki, bu ne demek?”
diye fısıldadı, bembeyaz dudaklarının arasından.
“Şu demek,” dedi Moruk, “ateşe bakıp kehanette
bulunurken, bu küçük denyolar birbirlerine çok

214
f* *
benziyorlar. Zengerek, Balıkayak’ı değil, HIÇKIDIK’ı
sokmuş. Yani Zengeretit olan HIÇKIDIK. Ve bu da
şu demek oluyor ki, şimdi saat...”
(Buruşuk Moruk bu noktada, patatesi bulmayı
umarak, elini Hıçkıdık’ın göğüs cebine soktu, ama
tıklayan metal zamazingoyu çıkardı. Zamazingonun
üstündeki rakamlara baktı ve başıyla onayladı.)
"... eee, bu Freya Günü Cuması sabahında
saat tam ona beş var!” diye devam etti ve metal
zamazingoyu dikkatle Hıçkıdık’ın yanına, yatağa
koydu. “Zengeretit olan oğlun Hıçkıdık’ın beş
dakikalık ömrü kaldı.”
Buruşuk Moruk kıkırdadı. Bu durum onu pek
kaygılandırmıyor gibiydi.
“Bu da, bir panzehir bulmak için çok
zamanımız yok demektir. Ama bereket versin ki,”
dedi bir sihirbaz edasıyla, “bereket versin ki, oğlun o
sözde bir HİÇ uğruna yapılan, saçmasapan, yararsız
sefer sonunda panzehiri getirdi ZATEN. Patates
nerede, Kamikazi? Hıçkıdık’m cebinde değil...
Sende mi?”
Kamikazi, Tek Göz’ün sırtı kadar bembeyazdı.
Uyuşmuş gibi başını salladı. “Patates... yok,” dedi
soluğu kesilerek.
M oaık’un ağzı dehşetle bir karış açık kaldı.
“PATATES YOK MU?” diye çığlığı bastı.

215
“PATATES YOK DA NE DEMEK? PATATES OLMASI
LAZIM!!!”
Kamikazi yine başını salladı. “Patates yok,” diye
fısıldadı.
“Ama o kadar emindim ki,” diye fısıldadı
Buruşuk Moruk. “Patatesi getireceğinizden o kadar
emindim ki... Şu hain ateşin söylediklerine bir
daha inanırsam, bu son olsun... onu KESİNLİKLE
getireceğinizi söylemişlerdi bana...”
“Ah, evet getiriyorduk
gerçekten,” diye mırıldandı Kamikazi, perişan bir
halde. “Ne var ki, Ecelejder onu YEDİ.”
“Aman Tanrı’m,” diyerek yutkundu Moruk.
PATATES YOKTU.
Buruşuk Moruk o anda doksan üç yaşının
her saniyesini gösterir hale geliverdi. Yaşlı bedeni,
solmuş kahverengi bir yaprak gibi yere çöktü.
Hıçkıdık, teknede arkadaşı Balıkayak için
ağlarken, aslında kendisi için ağlaması gerektiğini
bilmiyordu tabii.
Aslında aylar önce Uğursuz Kale’den
kaçarlarken sokulan HIÇKIDIK’tı gerçekte.
Ve şimdi de, birkaç dakika sonra ölecek olan,
korktuğu gibi arkadaşı Balıkayak değil, kendisiydi.
“NE YAPABİLİRİM?” diye kükredi Kayıtsız
Zebella. “Başka bir tedavisi olmalı? Başka ilaçları?”
Buaışuk Moruk başını salladı. “Zengeıetit’in tek
ilacı patates.”
“BEN PATATESİ GERİ GETİRİRİM!” diye
haykırdı Kayıtsız Zebella, kılıcını çekerek. Kanının
son damlasına kadar bir Eylem Adamı’ydı o.
“NEREYE GİTMEM GEREKTİĞİNİ VE NE KADAR
ZAMANIM OLDUĞUNU SÖYLEYİN YETER!”
“Şey,” dedi Buruşuk Moruk üzgün üzgün, “en
yakındaki patates şimdi, inananlarca Amerika diye
bilinen ülkenin üç bin beş yüz mil kadar uzaktaki
kıyılarında. Ve senin...” Buruşuk Moruk, Hıçkıdık’ın
yatağındaki saate baktı, “... tam UÇ dakikan var onu
bulmak için.”
Zebella bile bunun bir sorun olabileceğini
kavrar gibi oldu.
Sakallarını çekiştirerek odanın içinde fır
dönmeye başladı. Buruşuk Moruk, Kamikazi ve Tek
Göz, Hıçkıdık’ın başucuna oturdular.
Tek Göz, dünyadan bir İnsan’ın daha eksilecek
olmasına iki gün öncesinde sevineceği kadar
sevinmiyor gibiydi. Tek gözünden akan kocaman
bir damla, Kılıç-Diş’inden aşağı süzülüp pat diye
yere düştü.
Hıçkıdık taş gibi kaskatı kesilmiş, cayıı

210
yanan bedeniyse kıpkırmızı olmuştu. Dişsiz onu
serinletmeye çalışarak, biçare, kırmızı suratını
yalıyordu.
“ECELE JD E R !” diye haykırdı Kayıtsız Zebella.
“ECELEJDER'İN İZİNİ BULUR, PATATESİ ONDAN
GERİ ALIRIM!”
“Engin ve dipsiz Okyanus’un uçsuz bucaksız
ıssızlığında Ecelejder’i mi bulacaksın?” dedi Buruşuk
Moruk bezgin bezgin ve bir daha saate baktı. “İKİ
dakika içinde?”
“Kabul et işte, Zebella,” diye fısıldadı Buruşuk
Moruk. “Söylediklerin yalnızca OLASI-değil...
tamamen OLANAK-sız...”
Balıkayak geriye çekilmiş, gölgelerin arasından
arkadaşının yüzünü inceliyordu.
Hıçkıdık bir şey söylemeye çalışıyordu, ama
ateşler içindeki uyuşmuş ağzıyla sözcükleri telaffuz
etmekte zorlanıyordu.
Aslında İç Karartıcı Deniz’de Hıçkıdık’la
konuşmaya çalışan Ecelejder’i andırıyordu bu hali.
“Uuur beni...” diye mırıldandı Hıçkıdık, can
havliyle. “UUUUUR BENİ!” İşaret etmek istedi, ama
kolları kütükten yapılmış gibi kaskatıydı.
Buruşuk Moruk onun elini patpatlayıp,
alnına soğuk kompres yaptı. Zebella’nın omuzları
hıçkırıklarla sarsılıyordu.

219 •
*
“UUUUR BENÎ!” diye seslendi Hıçkıdık bir sefer
daha.
Balıkayak arkadaşının bakışlarını izlemeye
çalışınca, kapının yanındaki masaya dikili
olduklarını fark etti.
Masanın üstünde, Hıçkıdık’ın odaya girer
girmez oraya fırlattığı kürklü ceketi, miğferi ve ok
takımı duruyordu.
“Bir dakika kaldı,” diye fısıldadı Buruşuk
Moruk.
“UUUUUUUUIIUR BENÎ!” diye yineledi Hıçkıdık,
can havliyle.
Bazen konuşmaya çalıştığımızda ne demek
istediğimizi ancak Gerçek Bir Arkadaş anlar. Bizimle
çok zaman geçirmiş, söylemeye çalıştığımız şeyi
dikkatle dinleyen ve anlamaya çalışan biri.
Balıkayak anladı.
Yapacağı şeyi neden yapması gerektiğini
bilmiyordu, ama her zaman yapılması gereken şeyin
ne olduğunu bilen Hıçkıdık’a güveniyordu.
Balıkayak, Hıçkıdık’ın yayını aldı.
Ok torbasının içinden, daha önce hiç
görmediği türden kuş tüyleriyle bezeli, bambaşka
güzellikte bir oku çekip çıkardı.
Oku yaya yerleştirdi ve Hıçkıdık’a doğru nişan
aldı.

220
Zebella hıçkıra hıçkıra başını kaldırıp, şaşkın
şaşkın baktı. Oğlu orada can çekişirken, balık-
suratlı, tuhaf arkadaşı onu VURMAYA çalışıyordu.
TİPİKTİ. Ne çatlak şeydi.

221
Zebella oğlunu oktan korumaya çalışarak koca
cüssesiyle odanın ortasına doğru fırladı.

223
Hıçkıdık’ın kalbiyle
göğsüne siper olmaya
çalışıyordu elbette. Ancak m [
Balıkayak’m ne kadar berbat V \ (
V \
bir nişancı olduğunun bilmediği
için fazlasıyla yukarı zıplamıştı. V \
Balıkayak, oku bıraktı ve
yalpalayan, titrek bir kavis çizen
ok sonunda, ıslak çizmelerini
delerek Hıçkıdık’ın sağ ayağının
başparmağına saplandı.
Hıçkıdık’a isabet etmesi bile
mucizeydi. Aslında bu, Balıkayak’ın
ÖMRÜ BOYUNCA gerçekten nişan aldığı bir şeyi
vurmayı başardığı tek vaka olabilirdi.
Freya Günü Cuması sabah saat onda
Hıçkıdık’ın ayak başparmağına saplanan ok, son
on beş yıl boyunca PATATESin sihirli özsuyunu
emen oktu.
Bu özsu on beş yıl içinde metalin yüzeyinde
yoğunlaşmıştı ve şimdi panzehir Hıçkıdık’ın
dolaşım sistemine yayılıyor; serinletici, sağaltıcı
etkisini kaskatı kesilmiş, zavallı küçük bedenin her
damarına, her noktasına, her hücresine iletiyordu.
Hepsinin gözleri önünde, kollan gevşeyen,
göğsü inip kalkmaya başlayan Hıçkıdık, burun

224
deliklerinden uzun bir soluk koyuverdi ve
gözlerini açtı.
“Merhaba, Baba,” dedi.
Zebella bu kadarına dayanamadı. Oracıkta
fenalık geçirip bayıldı ve iki-çarpı-bir metrelik koca
bedeniyle boylu boyunca yere serildi. ONU kendine
getirmekse çok daha zor oldu.
Kayıtsız Zebella kendinden geçmiş yatarken,
Buruşuk Moruk onu tokatladı, Hıçkıdık sarstı,
Kaınikazi tabanlarım gıdıkladı; hiçbiri para
etmeyince, koşup dışarıdan koca bir kova dolusu
kar getirip Zebella'nın suratının ortasına döken
Balıkayak oldu. Bu onu kendine getirdi ve Zebella
sakallarındaki karları tükürüp, üfleyerek dimdik
oturdu.
Sevinçle, “YAKIYORSUN!” diye bağırarak,
oğluna öyle bir güçle sarıldı ki, Hıçkıdık kaburgaları
kırılacak diye korktu. “Büyük Tanrıça Freya’nın
Dikenli Sakalı’na ve Gürleyen Baldırları’na şükürler
olsun, YASIYORSUN!”
“Evet, yaşıyor,” dedi Buruşuk Moruk imalı imalı,
“sanırım birkaç özür borçlusun.”
Zebella’nın kaşları çatıldı. Ne kadar rahatlamış
ve mutlu da olsa, mutlak iktidara alışkın Büyük Bir
Reis olarak özür dilemekten hiç hoşlanmazdı, ama
kısa bir mücadelenin ardından gururunu bastırdı.

22S
“Haklısın,” dedi Zebella. “Tamamen yanılmışım,
özür dilerim. Buruşuk Moruk, sen vahşi dünyanın
en zavallı kâhini falan değilsin-, sana böyle dediğim
için beni affet. Hıçkıdık, sen de küçük tuhaf
arkadaşının hayatını kurtarmak için Donmuş Patates
seferine çıkmakta haklıydın."
Zebella, Balıkayak’a döndü.
“Ve hepsinden önemlisi, BALIK A YAK,”
diye kükredi büyük bir ciddiyetle, “SENİ yanlış
değerlendirmişim. ”
Balıkayak kızardı. “Yok, yok,” diye kekeledi.
“Evet,” dedi Zebella, kıllı elini havaya

226
kaldırarak. “Öyle yaptım. Bir Reis hata yaptığım
kabul edecek kadar olgun olmalıdır. Evet, sen
küçük denyonun tekisin, bu doğru, ama SADIK bir
küçük denyosun ve bir gün oğlum Reis olduğunda,
çevresinde sadık birilerine ihtiyaç duyacak gibime
geliyor.”
Bu arada, bütün bu ağdalı kucaklaşmalarla
özür dilemelere hiç tahammül edemeyen Dişsiz,
ateşin yanındaki sıcak bir köşeye uçtu.
“HiçJüıiüJki, diye seslendi sonra, kendine çok
rahat bir yer bulunca, “b-b-beş iıaisiJfiâ içince öleceis
b-b-başjça biri var ıjıı?”
Hıçkıdık gülerek aynı soruyu Buruşuk Moruk’a
yöneltti.
“Yok,” dedi Buruşuk Moruk ,
büyük bir ciddiyetle. “Ateşi _;
büyük bir dikkatle inceledim, >
r '
beş dakika içinde ölecek ■' / \
HİÇ KİMSE olmadığını
KESİNLİKLE söyleyebilirim.
ifıti^acı ^oJssa Dişsiz; £Îne u^U'yacaV
İç Adalar son yüz yıldır yaşanan en soğuk ve
uzun kıştan çıkar, karlar erir, yeraltındaki öteki avcı
ejderhaların hepsi gözlerini açmış yeryüzüne doğru
tünel kazmaya hazırlanır ve ilkbahar da en nihayet
gelmeye karar vermişken, işte tam bu anda, Dişsiz
SONUNDA gevşeyip Kış Uykusu’na geri döndü.
Tek Göz de onun yanına kurulup, sinüzit
sorunu yaşayan bir dinozor gibi horlamaya başladı.
Buruşuk Moruk, Zebella’ya kehanetin bazı ince
noktalarını açıklamaya başladı.
Hıçkıdık’la kankaları Balıkayak ve Kamikazi
ise, günün geri kalanında amaçsızca oraya buraya
takılmak üzere -e n sevdiğim vakit geçirme biçimi-
dışarıya çıktılar.
Geğiren Kabadayı’ya gelince, o zonklayan bir
kafa, ağrıyan bir boğaz ve büyük yeşil bir nehir gibi
oluk oluk akan bir burunla uyandı.
Anlaşılan, Vikingler de soğuk algınlığına
yakalanabiliyordu...

220
229
• .

Son Büyük Viking Kahramanı


Korkunç Gıcık Üçüncü
Hıçkıdık'm Sonsözü

Ecelejder’in patatesimi çaldığı, çocukluğumun o


tuhaf donuk ânında ne olduğunu tahmin etmiştim,
ancak hiçbir zaman tam em in olamamıştım.
Ama yıllar sonra, boylu boslu genç bir
adam olarak kumanda ettiğim ilk gemimle zorlu
ve tehlikeli bir maceradan dönerken, birden bir
şeyin bizi izlediğini fark ettik. Gemiyle arasındaki
mesafeyi hiç bozmadan günlerce peşimizden geldi.
Balina mı, köpekbalığı mı, ejderha canavar mı, dost
mu düşman mı diye, gemi direğinin tepesinden
saatlerce ufuktaki bu kara lekeye bakıp dururken,
zihnimin gerilerinden bir ses onu geçmişte bir
yerden tanıdığımı söylüyordu.
Yaratık, ancak İç Karartıcı Deniz’e girdiğimizde
yaklaştı bize. Parlak siyah renkli bir Ecelejder
olduğu anlaşıldı hemen. İçin için korktuğum üzere
bize saldırmak yerine, gemiyle oynamaya, yanı
sıra yüzmeye, bir yanından dalıp öte yanından
su yüzüne çıkmaya başladı ve giderek gemimin

233
çevresinde çizdiği çemberleri daralttı.
Bu, gemilere bayılan ve saatlerce böyle oyun
oynayan yunuslarda, hatta kambur balinalarda
görülen yaygın bir davranıştır. Ama bir Ecelejder
için çok sıradışıdır. Ecelejderler insanlara aynen
bizim böceklere davrandığımız gibi davranır, bizi
kibirle görmezden gelirler.
Ama bu Ecelejder farklıydı. Gemimizin en az
beş katı uzunluk ve büyüklüğünde tam yetişkin bir
hayvan olduğu besbelliyken, geminin çevresinde
çemberler çizip durararak bir çocuk gibi bizimle
oynuyordu. Bu büyük yaratık, sonunda kuyruğunu
şiddetle suya çarptı ve kanatlarını açarak suyun
üstüne fırladı. Gemi direğini sıyırtarak tam
üstümüzden atladı.
Kocaman, uzun gövde güneşi kapatırken,
askerlerim şaşkınlık, korku, hayranlık ve merakla
soluklarını tuttular. Benim de soluğum kesildi,
çünkü en sonunda onu tanımıştım. Bu benim
Ecelejder’imdi. Vurulmamış, ölmemiş, çekip
gitmemiş, sapasağlam duruyor, hem kendisinden
hem benden hoşnut görünüyordu.
Zira o koca Ecelejder geminin öteki tarafından
tekrar suya dalarken, küçük gemimizi sarsacak
en ufak bir dalga yaratmamak için ayaklarını
iyice gövdesine yapıştırıp, suya tam diklemesine
girdi. Sonra da, elimizi uzatıp kapkara gövdesine
dokunabileceğimiz yakınlıkta yanı başımızda
yüzmeye başladı. Derken, sırtüstü dönüp sanki
selam verircesine kanadını salladı ve o korkunç
ağzıyla da sanki bana gülümsedi.
İşte bu Ecelejder o günden sonra hep benim
gemimi izledi; bir Bela ya da Lanet gibi değil,
koruyucu bir melek gibi.
Denizin ortasında ne zaman büyük bir
tehlikeyle karşılaşsam (Biz Vikingler’in yaşamları
tehlikeli ve heyecanlıdır), tam bütün umutların
yitirildiği anda Ecelejder hep ortaya çıkıverdi.
Huzursuz Batı Denizi’nde binlerce gemiyi
batıran Büyük Fırtına’da gemimi yönlendiren bu
Ecelejder oldu. Beni Yamyam Adası’nda batan
gemiden kurtaran, vantuzlarıyla gemimi sarmalayan
büyük Canavarlar’a saldıran hep oydu.
Bir zamanlar buz gibi soğuk bir dünyada onun
hayatını kurtarmamın karşılığını fazlasıyla geri
ödedi.
Artık büyük bir deniz kaplumbağası kadar yaşlı
ve yavaşlamış olmama, Karakafalı Karkakan kadar
beyazlamış saçlarıma rağmen, hâlâ beni izliyor.
Bir Ejderha Laneti’ni Bozabilirsiniz.
Kader’in size sunduğunu kabul etmek zorunda
\ değilsiniz.
\
Bakın bana, şu an dünyanın her yerinde
büyük bir Kahraman olarak biliniyorum ve bunun
için olabilecek en cılız, en akla gelmeyecek
Viking’im. Sık sık aynı rüyayı görürüm. Nafilekafa
Norbert’in havaya fırlattığı balta döne döne aşağıya
düşmektedir ve kara tarafının yere saplanacağı
bellidir... Bunun arkasından Kötü Talih gelecek,
Kabile LANETLENECEKTİR. Her seferinde aynı
hamleyi yapar, çevik bir hareketle baltanın parlak,
kara, öldürücü ucundan kurtulur; baltayı yere
düşmeden yakalayıp kendi şansımı yaratırım.
Bunların hiçbiri gerçekleşmeseydi, patates hiç
kimsenin işine yaramadan İsteri’de donup kalmış
olacaktı. Oysa ben, hayatımı kurtaran oku evimin
arkasındaki çamurlu bir toprağa gömdüm ve müthiş
bir mucizeyle karşılaştım! Metale yapışmış tek bir
tohum tanesi varmış anlaşılan!
Çünkü bir süre sonra, ilkbaharda, o noktada
tuhaf yeşil bir bitki fark ettim ve okun olduğu yeri
kazdım. Tam okun ucunda, kaybettiğim patatesten
daha büyük bir yenisi yetişmişti. Bu patatesten
yenilerini ürettim. Artık Avanak’ın her tarafında ve
bütün Barbar Takımadalarında patates yetiştiriliyor
ve 0 GÜN BUGÜNDÜR, HİÇ KİMSE ve HİÇBİR
EJDERHA Zengeretit’ten ölmedi.
(Patatesler pişirildiğinde de, ya ezilip püre

236
yapılarak ya da öylece küçük bir topak erimiş
teıeyağıyla çok lezzetli oluyor.)
Ama yine de hepsinden önemlisi, Donmuş
Patates için sefere çıkmasaydım, en iyi arkadaşım
Balıkayak’ın hayatını kurtaramayacaktım. B azılan
onu küçük denyonun teki diye görse de, bir
Viking’in sahip olabileceği en iyi ve en sadık
arkadaştır-
DURÜK BİR DAKİKA.
Bütün bunlar ne kadar kafa karıştırıcı,
görüyorsunuz.
Ben, en iyi arkadaşım Balıkayak’ın hayatını
kurtarmadım, öyle değil mi? Balıkayak zaten hiç
hasta olmamıştı ki.
Ben, kendimi kurtardım.

237
Sonra Ne Olacak?

Nafilekafa Norbert tekrar Amerika'ya gitmek üzere


sefere çıkacak mı? Ayrıca, Amerika dedikleri bu ülke
gerçekten mevcut mu ve dünya gerçekten de
sonu olmayan bir yuvarlak mı?

Peki ya Hıçkıdık'ın ezeli düşmanı Hain Alvin'e ne oldu?


Bir uçan balondan aşağıya, açlıktan gözü dönmüş
Sürüngen Camgözler kaynayan bir denize düştüğünde
öldüğünü ummuştuk onun. 0 nazik durumdan nasıl
kurtulmuş olabilir bilmiyorum...

Ancak Hıçkıdık'ın, onu öldürmeye yemin


etmiş bu kötü kalpli ve tehlikeli iki çılgın
caniden daha çekecekleri olduğuna ilişkin
kötü bir his var içimde...

H ıçk ıd ık 'ın a n ıla rın ın b ir so n ra k i c ild in i bekleyin...


Meraklısına Notlar
WODEN
Wodan, Wotan ya da Odin olarak da bilinir. İskandinav
mitolojisinde başlıca tanrılardan biridir, Eski Germenlerde
çarşamba günü Woden'in günüyle (İngilizce Wednesday)
özdeşleştirilmiştir. Woden başlangıçtan beri savaş tanı ısıydı;
kahramanları korur, ölen savaşçılarla \alhallada buluşurdu.

THOR
Eski Germen halklarının ortak tanrısıdır. Tanrılar sıralamasında
genellikle Woden'den sonra gelse de. Kuzey halkları arasında en
çok saygı gören tanrıydı. Adı "gök gürültüsü anlamına geliyor
ve elinde taşıdığı çekiç de yıldırımı temsil ediyordu. Büyük bir
savaşçı olan Thor, kötü devlerin amansız düşmanı, ama insanlığın
koruyucusuydu. Roma tanrısı Jüpiler le bir tutulduğu olmuştur.
İngilizce'de “perşembe" anlamındaki Thursday sözcüğüne
kaynaklık etmiştir ( Thor's day: Thor un Günü).

EREYJA (Freya)
Eski İzlanda dilinde, “hanım" anlamına gelir. Kuzey ülkeleri ^
mitolojisinin en ünlü tanrıçasıdır. Kardeşi Ereyr'le birlikte ortaçağda
birçok İzlanda ezgi ve öyküsünde yer alır. Freyr barışın, bereketin,
yağmurun ve gün ışığının efendisi. Freyja ise aşk, bereket, savaş ve
ölüm tanrıçasıdır. Tıpkı Eski Mısır tanrıçası İsis ve Eski Yunan
tanrıçası Afrodit gibi, Freyja da dünyayı dolaşarak, kayıp kocasını
aramış, altın gözyaşları dökmüştür. İngilizce de “cuma’
anlamındaki Friday sözcüğüne kaynaklık etmiştir.

BALDER ya da BALDR (Baldur)


İzlanda mitolojisinde baştanrı Odin in oğludur. Güzelliği
ve hak bilirliğiyle bütün tanrıların sevgisini kazanmıştır.
Hakkındaki efsanelerin çoğu ölümüyle ilgilidir. Kötü ruhlu
Loki tarafından kandırılan kör tanrı Höd, Balder'i yaralayabilecek
tek madde olan ökseotunu üstüne atarak onu öldürmüştür.

VALHALLA
İskandinav mitolojisinde, ölen savaşçıların gittiği ev. Savaşçıların
Tanrı Woden’in önderliğinde mutluluk içinde yaşadığı Valhalla,
çatısı kalkanlardan oluşan görkemli bir saray olarak betimlenir.

A nciBritannica A ııs ikio fw l f rule n.

You might also like