Professional Documents
Culture Documents
Ülkü BURSA
Ankara, 2019
1
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ
GÜZEL SANATLAR ENSTİTÜSÜ
Ülkü BURSA
Ankara, 2019
HAT SANATININ SERAMİK FORM VE YÜZEYLERDEKİ ÇAĞDAŞ YORUMU
VE KİŞİSEL UYGULAMALAR
Danışman: Doç. Hüseyin ÖZÇELİK
Yazar: Ülkü BURSA
ÖZ
İslam coğrafyasında kullanılan Arap alfabesi, özellikle Kur’an yazısı olduğu için saygı
görmüştür. Resmin de yasak olduğu bu coğrafyada, güzellik ve estetik arayışı kendisini
yazıda göstermiştir. Zaman içerisinde, özellikle de Osmanlı döneminde Hat Sanatı doruk
noktasına ulaşmıştır. Hat Sanatı, plastik sanatların bir elemanı olarak karşımıza çıkar. Tüm
plastik sanatlarda aranılan ritim, denge, ahenk, boşluk-doluluk gibi unsurları bünyesinde
barındırırken, kendi özünde ölçülü ve disiplinli bir yapıya sahiptir.
Modern sanatın non-figüratif arayışlarına da cevap verebilen, yatay-dikey-diyagonal
düzlemde, son derece estetik ve sürekli hareketlerle devam eden Hat Sanatı, bu çalışmada,
kişisel uygulamalarla seramik malzemeyle bütünleştirilmiştir. İlk bölümde yazının doğuşu
ve yazı çeşitlerinden bahsedilmekte, ikinci bölümde Hat Sanatı tanıtılmakta, devamında ise
seramikle ilişkisi konu edilmekte, son bölümde ise kişisel uygulamalar bulunmaktadır.
Anahtar Sözcükler Hat Sanatı, Seramik, Yazı, Alfabe, Arap Alfabesi
iv
CONTEMPORARY INTERPRETATION OF CALLIGRAPHY IN CERAMIC
FORMS AND SURFACES AND PERSONAL APPLICATIONS
Supervisor: Doç. Hüseyin ÖZÇELİK
Author: Ülkü BURSA
ABSTRACT
The Arabic alphabet used in Islamic geography is especially respected for being the
writing style of the Qur'an. In this geography where painting is prohibited, the search for
beauty and aesthetics is found in the writing. As time passed, especially in the Ottoman
period, the art of calligraphy reached its peak point. Calligraphy is a member of plastic
arts. While it includes elements such as rhythm, balance, harmony, space and fullness
required in all plastic arts, it also has a meticulous and disciplined structure.
The art of calligraphy ,which continues in the horizontal-vertical-diagonal plane, is able to
respond to the non-figurative quests of modern art. In this study, the individual
applications of calligraphy are integrated with the ceramic material. In the first part, the
emergence of writing and writing types are mentioned. In the second part, the art of
calligraphy is introduced and in the following part the relation of calligraphy with the
ceramic is discussed and in the last section personal applications are presented.
Keywords Calligraphy, Ceramic, Writing, Alphabet, Arabic Alphabet
v
TEŞEKKÜRLER
Tez çalışmasının hazırlanması sürecinde bana yardımlarını,öneri ve desteğini esirgemeyen
değerli danışmanım Doç. Hüseyin Özçelik’e, sevgili hocalarım Prof. Nazan Sönmez’e,
Prof. Candan Dizdar Terwiel’e,Hattat Bekir Er’e, çok kıymetli dostlarım Sibel Üstünar ve
Rüveyda Terkeşlioğlu’na, Seval Kök’e, benim motivasyonumu yükselten Bursa ailesine,
çocuklarım İmge ve Berke’ye, kıymetli arkadaşlarım ve botto kızlarına, bana gösterdikleri
destek, anlayış ve sabırları için sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
vi
İÇİNDEKİLER DİZİNİ
ÖZ ........................................................................................................................................ iv
ABSTRACT ......................................................................................................................... v
TEŞEKKÜRLER ................................................................................................................ vi
GİRİŞ .................................................................................................................................... 2
vii
2.4 Sanatta Hat Unsurları ................................................................................................. 30
SONUÇ ............................................................................................................................... 65
KAYNAKLAR ................................................................................................................... 67
viii
GÖRSEL DİZİNİ
Görsel 5. İngiliz Kraliyet Arması - Günümüz (Solda) / İngiliz Kraliyet Arması - 19. Y.y.
(Sağda) (worldcoins, 2019). .................................................................................................. 8
Görsel 6. Tablete Yazılmış Çivi Yazısı (Şeker & Şeker, 2019). ........................................... 9
Görsel 8. Erken Devir Arap Yazısının Nebati Yazısıyla Alakasını gösteren Levha
(Alparslan M. , 2009) .......................................................................................................... 16
Görsel 13. Kufi Yazı Örneği (Hattat Hamit Aytaç, Ömer Kılıç Koleksiyonu). .................. 22
Görsel 15. Theo Van Doesburg (İstanbul Sanat Evi, 2016). ............................................... 31
Görsel 19. Zehra Çobanlı Mavi Dönem eserleri (zehracobanli, 2008). .............................. 34
Görsel 23. Burhan Doğançay - Kurdeleler Serisi (Beyaz Müzayede, 2018). ...................... 36
ix
Görsel 24. Abidin Elderoğlu (İstanbul Sanat Evi, 2018). .................................................... 36
x
SİMGELER VE KISALTMALAR DİZİNİ
°C : Santigrat Derece
M.Ö. : Milattan Önce
M.S. : Milattan Sonra
MEB : Milli Eğitim Bakanlığı
TDK : Türk Dil Kurumu
yy : Yüzyıl
1
GİRİŞ
2
1. BÖLÜM: YAZININ TARİHİ VE ÇEŞİTLERİ
Türk Dil Kurumu’na göre yazı, "Düşüncenin belli işaretlerle tespit edilmesi" olarak
tanımlanır (TDK, 2019).
İletişim, insanlar tarafından bir gereklilik olarak kabul edilmektedir. Kişiler
arasındaki bireysel ilişkilerde iletişim söz, jest ve mimiklerle ortaya çıksa da insanoğlu ilk
yaratıldığı günden bu yana duygu ve düşüncelerini başka insanlarla paylaşmayı istemiş,
bunu da resim, yazı, simge gibi birtakım araçlarla gerçekleştirmiştir. Yazı, duygu ve
düşüncelerin standart hale gelmiş birtakım ifadelerle aktarılması olarak tanımlanmış,
insanlık tarihinin gelişiminde çok önemli bir etkiye sahip olmuştur. Yazı 3 farklı gelişim
evresine sahiptir. Yazının gelişim evreleri insanlığın evrimiyle ortaya çıkmıştır. Yazının
nerede, nasıl, kim tarafından bulunduğu tarih boyunca bütün insanlığın üzerinde
düşündüğü bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sorunun cevabı henüz tam olarak
netliğe kavuşturulamamıştır. Ancak mevcut bilgiler ışığında yazının tarihi iki evreye
ayrılabilir. Bunlardan ilki karanlık çağ şeklinde de isimlendirilebilen eski çağ, ikincisi ise
tarihle başlayan ve halen devam eden mevcut dönemdir.
İnsanoğlunun evrende bir milyon yıldır yaşadığı tahmin edilmektedir. Eldeki
kaynaklara göre insanoğlu bu sürenin yalnızca son altı bin yılında yazıdan
yararlanmaktadır. Konuyla ilgili yapılan araştırmalarda, ilk çağlarda yazının varlığı veya
yokluğu ile ilgili kesin kanaat oluşturacak bulgular elde edilememiştir. Yalnızca ‘A’ harfi
dahi incelendiğinde kitaplarda, bilimsel hiçbir özellik taşımayan bilgilerle
karşılaşılmaktadır. Yazının ortaya çıkış yeri her yazı için tek tek incelenmesi gereken bir
husustur. Bu sebeple sadece yazıların ortaya çıkış sebeplerinden söz etmek yeterli
olacaktır.
“Yazının ortaya çıkış sebepleri iki esas unsura sahiptir. Bunlar genel ve özel
nedenler olarak sıralanabilir (Alakuş, 1997, s. 5). Yazının ortaya çıkmasında ilkel
toplulukların hediye, anlaşma, kural ve emirleri kayıt altına alma ihtiyacı etkili olmuştur.
Özellikle Moğollarda görülen çizgi ve resimlerin, insanların birbirleriyle haberleşmede
kullandıkları birer işaret olduğu kabul edilmektedir. Bu sebeple yazının ortaya çıkmasında
genel bir neden göstermek gerekirse bunun “ihtiyaç” olduğu söylenebilir. İlk yazı
düşüncesinde çizgi, simge ve resimlerin varlığı, yazının ortaya çıkış sebepleri hakkında
ipucu bilgiler verebilmektedir. Bu simge ve işaretler, çeşitli aletlerin şema haline
getirilmesiyle kullanılmıştır (Örs, 1978, s. 15).
3
Görsel 1. Primatif Semboller (Hallıoğlu, 2014).
4
Görsel 2. Piktografik Bir Yazı (Demir, 2017).
Yazının ilk kullanılmaya başlandığı dönemlerde bir ayak resmi ile karşılaşan insan
yalnızca ayağı düşünmekteydi. Sonraları bu ayak resmi, yürümeyi de ifade eder bir hal
aldı. Sadece nesneleri değil bununla birlikte çeşitli kavramları da anlatabilen resimli yazıya
düşünce yazısı veya ideografik yazı ismi verilmektedir” (Temel Britannica, 1992, s. 145).
Bir resim herkes tarafından aynı biçimde algılanmadığından bu yazı verimli olamamıştır.
Bu sebeple insanlar da yazının daha doğru anlaşılabilmesi için kelimeleri gerçek ve tam
anlamını ifade eder şekilde resimlendirme yoluna gitmişlerdir. Bunun için ise bir kelimeyi
ifade edebilmek için birden çok resimden yararlanmak gerekliydi. Mesela başarı kelimesi
bir adet baş ve onun yanına çizilecek bir adet arı resmi ile gösterilmekteydi (Uslay, 1989, s.
27).
Resimli yazılar doğada en sık karşılaşılan nesnelerin yan yana getirilmesiyle oluşur.
Resimli yazının ilerletilmesiyle Mısır’da hiyeroglif yazının Mezopotamya’da ise çivi
yazısının kullanılmaya başlandığı görülmektedir. Bir kelimenin simgesiyle anlatıldığı yazı
türü, logografi şeklinde isimlendirilir. Bugün kullanılmakta olan harf yazılarından ilk ne
zaman ve kimler tarafından yararlanıldığı henüz kesin olarak tespit edilememiştir. En
yaygın kullanım alanına sahip olan, Türkiye’de de kullanılan Latin alfabesi köken olarak
Yunan’a dayanmaktadır. Yunanlıların kendi kullandıkları alfabeyi Fenikeli denizcilerden
alarak kullanmaya başladığı tahmin edilmektedir. Alfabelere bakıldığında hepsinin
birbirleriyle ilişkisi olduğu ve birbirinden türediği görülmektedir. Bu türetilme esnasında
dilin sahip olduğu özelliklere göre değişimler yaşanmaktadır. Önceki çağlarda ticaretin
hâkimi konumunda olan Fenikeliler kendi yazılarını doğu ve batıda yaşayan uygarlıklarla
5
paylaşmıştır. Batıda kullanılmakta olan Latin alfabesi ve Doğudaki İbrani yazıları bu
etkileşimlerin bir sonucudur (Serin, 1982, s. 31).
Ulusların birbirleriyle olan karşılıklı etkileşimleri neticesinde çeşitli yazılar ortaya
çıkmış, bu husus, yazıların estetik şekillerine de etki etmiştir. Yazının nerede ve nasıl
oraya çıktığının iyi bir şekilde kavranabilmesi için İslam’daki hat sanatının geçmişinin de
derinlemesine bilinmesi gerekir.
“Araplar İslam’ı benimsemeden önce konargöçer bir yaşam tarzına sahipti. Yazıdan çok
kültürlerini sözlü anlatım yoluyla gelecek nesillere aktaran bir topluluktu. Arapların sahip
olduğu yazı ise günümüzle karşılaştırıldığında çok daha ilkel özelliklere sahip durumdaydı.
Bununla birlikte bu ilkel yazının kaynağı, Arap coğrafyası ile komşu olan ve bu sebeple
Araplarla birçok etkileşim kuran Nabâtî, Suryânî, İbrânî ve Finike yazılarına kadar
uzanmaktadır" (Baydaş, 1994, s. 9).
İslam dini, hat sanatının ortaya çıkmasında ve gelişmesinde çok önemli bir etkene sahiptir.
İslam kültüründe yazının sahip olduğu önem, hem hadis hem de ayetlerle kendini
göstermiştir. Arap yazısının gelişmesindeki bir başka faktör de İslami gelenekte tasvirin
yasaklandığı bunun bir neticesi olarak bu konudaki ilgilerin yazı alanında toplanmış
olmasıdır (Ayyıldız, 2016, s. 27). İslâm hat sanatındaki plastik malzemelerden
yararlanmadaki imkân fazlalığından daha sonra bahsedilecektir.
Mısır ve Mezopotamya’daki eski yazı, zaman içerisinde daha sade bir hale gelerek
hece yazısı halini almış bir başka ifadeyle Fonetik yazıya dönüşmüştür. Arap yazısının
genel olarak dünya alfabe tarihindeki yerinden, Metin Şahinoğlu’nun Mustafa Aslıer’den
alıntı yaparak kaleme aldığı eserinde ayrıntılı olarak bahsedilmiştir.
1.2 Yazının Çeşitleri
6
Görsel 4. Günümüzde Piktogram Kullanımı (Güler, 2016)
7
yüzlerce yıl önce de görsel ifadelerin algının oluşturulmasında önemli bir etken olduğunu
söylemek mümkündür. Armalarda anlatım doğrudandır. İllüstratif gösterim sanatından
yararlanılmıştır. İllüstratif gösterim artık görsel detaylara sahip mesajları iletirken
kullanılan bir araç değildir. Dolayısıyla bugünkü armalar, ilk ortaya çıktıkları dönemki
özellikleri korumaktadır.
Görsel 5. İngiliz Kraliyet Arması - Günümüz (Solda) / İngiliz Kraliyet Arması - 19.
Y.y. (Sağda) (worldcoins, 2019).
Piktogramın esas olarak ortaya çıkışı, dünya nüfusunun çoğaldığı, insanların daha
mobilize bir hale geldiği ve iletişim yollarının çoğaldığı döneme rastlamaktadır. Arasında
bir nedensellik ilişkisi taşıyan bu durum insanların duyduğu gereksinimin bir sonucudur.
Farklı dillerden insanların bir arada bulunduğu toplumlar, insanların gelişen ulaşım ve
teknoloji ağı ile birlikte birden fazla yerde olabilme imkânı ve gittikçe daha da fazlalaşan
bilgiler yazı dışında yeni birtakım ifade şeklini gerekli hala getirmiş, piktogramların da
ortaya çıkmasıyla bu sorun aşılmış ve farklı dilden insanların ortak bir dile sahipmiş gibi
iletişim kurabilmelerini sağlayan bir dil devrimi gerçekleşmiştir. Bu konuyla ilgili
Michelin Rehberi örnek olarak gösterilebilir. Bu rehberin 20. yüzyılın başlarında yapılan
ilk baskılarında bile piktogramların varlığı görülmektedir. Michelin Rehberi’nde farklı
dilde konuşan insanların konaklama yerlerinde iletişim kurabilmeleri piktogramlar
aracılığıyla sağlanmıştır (Mijksenaar, 1997, s. 23). Piktogramlar ile oluşacak bir mesaj
kalabalığının önüne geçilmiştir.
Piktogramlar ilk başlarda mevcut bir nesnenin daha yalın bir hale getirilmesi ve
onun gösterilmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu nesne tarifi zamanla kavramların tarif edilmesine
dönüşmüştür. Bunu yaparken de yine nesnelerden yararlanılır. Piktogram görevi üstlenen
görseller zamanla belirli bir anlayış çerçevesinde oluşturulmaya başlanmıştır.
Piktogramların başarıya ulaşmasında, görüntünün oluşturulmasıyla ilgilenen bilim dalı
olan göstergebilimin önemli bir etkisi bulunmaktadır (Sizgek, 1994, s. 29).
1.2.2 Çivi Yazısı
8
bakıldığında insanı şaşırtacak boyutta yapılar dikkate çekmektedir. Gündelik hayatında
birçok alanda kilden yararlanan bu insanlar, yazı yazarken de kili kullanmışlardır. Kil
yerine genellikle kil tablet ifadesi kullanılmaktadır. Bu tabletlerin ismi Sümerce’de Dub,
Akadca’da Tuppa, Hititçe’de ise Tuppi’dir. Kil tabletler şekil olarak dikdörtgenlere benzer
yapıdadır. Bu yapı yan cepheden bakıldığından bir merceği andırmaktadır. Bunun bir
sonucu olarak kırık bir tabletin ön ve arka taraflarını belirlemek mümkündür.
İçerisinde çivi yazılarının olduğu, kilden yapılmış bu tabletler, farklı boyutlarda
olabilmektedir. Yapılan araştırmalarda elde edilen bulgulara göre 1,6x1,6 cm ebatlarında
tabletler olduğu gibi, 36x33 cm ebatlarında tabletlerle de karşılaşılmıştır. Sütun sayısı
bakımından da tabletler, farklı sütun sayılarına sahip olabilir. Kimi tabletlerde tek sütun
varken kimilerinde de birden fazla sütunun varlığı dikkat çekmektedir. Çivi yazısı, soldan
sağa doğru yazılır. Bu sebeple ön yüzde sütunlar aynı sıradadır. Arka yüzde ise, ön yüzün
tam tersi olarak, sağdan sola doğru bir sıra izlenmiştir. Bunun sebebinin tabletin çevirme
yönü ile ilgili olduğu görüşü hâkimdir. Tabletlerde arka yüze geçerken günümüzdeki kitap
sayfalarında olduğu gibi sağdan sola doğru bir çevirme söz konusu değildir. Tabletler
yukarıdan aşağıya doğru çevrilir (Alparslan M. , 2009, s. 59).
9
Görsel 7. Yuvarlak Tablet (Alparslan M. , 2009).
Çivi yazısı yalnızca kilden edilmiş tabletlere değil başka maddelere de yazılmıştır.
Buna örnek olarak taş gösterilebilir. Çivi yazısı bazen bir kayaya uygulanırken bazen de
düzgün hale getirilmiş bloklara uygulanmıştır. Taş üzerine yazı yazarken kil tabletlerde
kullanılan stylus’tan farklı olarak özel bir taşçı kalemi kullanılmıştır. Taşın yanında altın,
gümüş ya da tunç gibi metal özellikler gösteren maddelere de çivi yazısı yazılmıştır. Metal
üzerine yazılan çivi yazılarının en güzel örneği, Hattuşaş’ta 1986 yılında elde edilen bir
tunç tablet üzerinde görülmektedir. Altın, gümüş, tunç gibi maddelerin yanında tahtadan da
çivi yazısı yazımında yararlanıldığı görülmektedir. Bu tabletlerin orta kısmı balmumu ile
doldurulmakta ve diğer bölümlere göre daha yumuşak olan bu kısma yazı yazılmaktadır.
Güney Anadolu bölgesinde Kaş açıklarında elde edilmiş olan bir tahta tablet örneği,
tabletlerden ticari alanda da kullanıldığına işaret etmektedir (Alparslan M. , 2009, s. 59-
61).
1.2.3 Alfabe
Bir dilin seslerini gösteren, belirli bir sıraya göre dizilmiş belli sayıda harfin
bütünüdür (TDK,2019).
Bilindiği üzere insanoğlu düşüncelerini öncelikle konuşma dili ile aktarmış daha
sonra kavramları resmetme yoluyla yazıyı keşfetme serüvenine adım atmıştır. Yazının
keşfi insanlık tarihi için en önemli adımlardan biridir. Konuşma dili yaşanılan toplumda
vücut bulur, kulaktan kulağa aktarım yoluyla da ezber şekilde gelecek nesillere iletilir.
Ancak kimi destanlar ve hikayeler hariç zamanla kayıplara uğrar. Oysa ki yazı diliyle
nesiller boyunca sağlıklı ve değişmeden aktarım sağlanabilir. Yazının bir sistematiğe
oturup alfabe şekline dönüşmesi için iki bin yıl geçmesi gerekecektir. Her toplum zaman
içerisinde kendi dilini ve alfabesini şekillendirmiş, zenginleştirmiş, yüzyıllar içinde bu
zenginlik de yetmemiş yazıda estetik tavırlar geliştirmişler buna da “Güzel Yazı Yazma
Sanatı” (Kaligrafi) demişlerdir.
“Alfabenin icadı tıpkı tekerleğin icadı gibi, uzayların karmaşık, organik bir
etkileşiminin tek bir uzaya aktarımı ya da indirgenmesiydi. Fonetik alfabe, bütün duyuların
aynı anda kullanımını, yani sözlü konuşmayı, yalnızca görsel bir koda indirgedi”
(McLuhan, 1995: 67)
10
1.2.4 Kaligrafi
Türk Dil Kurumu kaligrafi kelimesini “Güzel Yazı Sanatı” olarak tanımlar. Yazılı
iletişimin olanaklarının görselleştirilmiş ve estetik boyutlar kazandırılmış hali olan
kaligrafi, estetik kaygısı ve tasarım kuralları göz önünde bulundurularak harfler arasındaki
uyumun düzenlenmesi, kağıt ya da farklı yüzeyler üzerine kalem veya fırçayla uygulanan
“Güzel Yazı Yazma Sanatı”dır (İlden Ay, 2012, s. 731).
Dünya üzerindeki büyük kültürler (Çin, Japon, İran, Türk, İngiliz, Gürcü, Arap vs.)
yaşam tarzları, inanışları, güzellik anlayışları, çerçevesinde yazım biçimlerini
şekillendirmiş onlara estetik bir değer yüklemiş ve hatta bunu sanatsal çalışmalarına dahil
etmişlerdir. İslam coğrafyasında, inancı, ruh güzelliğini, estetiği, resmi, müziği,
hissettirme yolu yazıyla gerçekleşmiş, buna da hüsn-ü hat denmiştir (Asım, 2017, s. 47).
11
2. BÖLÜM: KALİGRAFİK YAZI ŞEKLİ “HAT”
Hat kelimesinin kökeni Arapçadır. Sözlüğe bakıldığına hat kelimesinin “ince, uzun
doğru yol, çizgiye benzeyen şeyler, yazı” anlamlarına geldiği görülmektedir. İslami
geleneğe bakıldığında hat kelimesi ile yazının, güzel yazının kast edildiği anlaşılmaktadır.
Hüsn-i hat ise estetik kuralları da göz önünde bulundurarak ölçülü ve güzel yazı yazma
sanatıdır. Hüsn-i hattın yalnızca İslami yazılar için kullanıldığı başka yazıları ifade ederken
bu kavramdan söz edilmediği görülmektedir (Serin, 1999, s. 19). Türk Hat Sanatının
gelişimi İslam medeniyetinin gelişimi ile paralel bir seyir göstermiştir.
Hat sanatının gelişimi, ilerlemesi coğrafi açıdan çok geniş bir alanda kendisini
göstermiştir. Halen Atlas Okyanusu’ndan Çin Denizi’nin güney kısımlarına kadar çok
geniş bir coğrafi alanda kullanılmakta olan İslam yazısı, elde edilen arkeolojik verilere
göre kaynağını “Nabat” yazısından almaktadır. İslamiyet’ten önceki ve İslam’ın ilk
yıllarında yazılmış kitabeler incelendiğinde Arap yazısı ile “Nabat” yazısı arasında birçok
benzerlik olduğu görülmektedir. Arap yazısı, “Nabat” alfabesinden esinlenerek ortaya
çıkarılmış, onun bir devamı niteliğindedir (İnalcık, 2002, s. 829). Arap alfabesindeki
toplam harf sayısı yirmi sekizdir. Bu harfler oldukça basit şekillerden meydana gelmiştir.
Nabat yazısının daha sade bir hale getirilmesi altıncı yüzyıla kadar uzanmaktadır.
Araplar bu sadeleştirilmiş harfleri benimseyerek kullanmaya başlarmışlardır. Bu yazı daha
sonra, yine Araplar tarafından geliştirilmiştir. Nabati yazılarının eldeki en eski örneklerine
bakıldığında bu yazılarda Arap yazısının eski halinin bulunduğu, harflerin karakter
açısından hem köşeli hem de yuvarlak bir yapıda olduğu ve harflerin Arap yazısı ile aynı
doğrultuda bir gelişim kat ettiği görülmektedir (Alparslan A. , 2004, s. 19). Bu tarzdaki
yazı zemini, harflerde herhangi bir şekil değişikliği yapmadan nabati motiflerle dizayn
edilmiştir (Serin, 1999, s. 80). Kufi’nin bu şekildeki kullanımı ilk kez Kur’an-ı Kerim’de
ortaya çıkmıştır.
Kur’an’ın yazılma amacı İslamiyet’in çok daha geniş topluluklara kolaylıkla
yayılmasını sağlamaktır. Ayrıca kutsal kitapta herhangi bir değişikliğin olmasının
istenmemesi de yazıya geçirilmesinde etkili olmuştur. İlk Kur’an yazımında makili hattan
yararlanılmıştır. Özellikle 8 ve 10. Yüzyıllara gelindiğinde ise kufi hat Kur’an yazımında
ön plana çıkan bir hat şekli olmuştur. Kufi yazısında harflerin genellikle köşeli bir biçimde
yazıya geçirilmesi okumada da güçlüğü beraberinde getirmiştir. Abbasi döneminin ünlü
vezirlerinden biri olan İbn Mukle Kufi yazısına özellikle okunuşunu daha kolay bir hale
getirmek için birtakım kurallar getirmeyi gerekli görmüştür. Yazı şeklinde yapılan bu
reform sonucunda “aklam-ı sitte” ismi altında bir araya getirilen altı farklı yazı şekli
oluşmuştur. Bu yazılar, Muhakkak, Reyhani, Sülüs, Nesih, Tevki, Rıka şeklinde
sıralanabilir (Alparslan Kalafat, 2007, s. 320). Aklam-ı Sitte’nin ortaya çıkışı hakkında
Çetintaş tezinde Aklam-ı Sittenin, Ma’kıli ile Kufi’nin bir karışımından değil, direkt olarak
Kufi’den çıkarıldığını söylemektedir. Buna dayanak olarak Kufi yazı stilinde düzlük ve
yuvarlaklığın bulunduğu, tamamıyla düz olan Ma’kı’li’ye müracaat gösterilmeyeceği,
sanat tekniği açısından bunun yapılmasının mantıklı bir gerekçesinin bulunmadığını
belirtmektedir (Çetintaş, 2005, s. 56).
Abbasi halifelerinden olan Musta’sımı dönemine (1299) kadar hat sanatında
kullanılan kamış kalemin ağzı düz bir şekilde kesilmekteydi. Yakut bu konuda değişikliğe
gitmiş ve kamış kaleminin ağzını eğri bir biçimde kesmiş, Aklam-ı Sitte’yi çeşitli kurallara
bağlayıp, yazı sanatında yeni bir görüşün ortaya çıkmasını sağlamıştır. Ondan sonra gelen
12
hattatlar da onu takip etmiş bunu bir gelenek haline getirmişlerdir. Hat sanatı, Abbasilerin
ardından Türkler ve İranlılarda da gelişimini devam ettirmiştir. Büyük Selçuklu ve
Anadolu Selçuklu dönemlerin hat sanatında kullanılan yazı türlerinde herhangi bir
farklılığa rastlanmaz. Bu dönemlerde sülüs, nesih, muhakkak ve reyhani yazı türleri
kullanılmıştır (Sözen, 1999, s. 20). Osmanlı Devleti, Anadolu Selçuklu Devleti’nin
yıkılmasıyla beraber ortaya çıkmıştır. Bu dönemde sanat eserleri tüm ülkeye yayılmıştır.
Osmanlı Hat Sanatındaki yeni üslup ve yazım şekli arayışı ve bu alanda yapılan ilk
yenilikler İkinci Mehmed dönemine denk gelmektedir. Bunun sebebi olarak İstanbul’u
fetheden ve böylece Türk İslam idealini gerçekleştirmiş olan Fatih’in bilim ve sanat
alanında başlattığı ilerleme hamleleri gösterilebilir. Fatih, bu çalışmaları cihad-ı ekber
olarak da isimlendirmiştir. Nesta, Aklam-ı sitte haricinde ortaya çıkmış ve Osmanlı
döneminde gelişen bir yazı şekli olmuştur. Nesta yazı şeklinin Fatih döneminde özellikle
İstanbul’da kullanıldığı görülmektedir (Serin, 1999, s. 96). Bu dönemde Türk Hat
Sanatına yeni birtakım üslupların kazandırılabilmesi için uğraşılmış bunun sonucunda
Şeyh Hamdullah gibi bir öncü yetişmiştir.
“Şeyh Hamdullah, Türk Hat Sanatının gelmiş geçmiş en büyük ismi durumundadır
(1436-1520). Şeyh Hamdullah, Yakut Mustası’minin hattına yeni bir bakış açısı
getirmiştir. Harflere ayrı bir güzellik katmasıyla bilinen Şeyh Hamdullah, beş asır gibi
uzun bir süre boyunca Türk Hat Sanatının en büyük ismi olarak tanınmıştır. Ondan sonra
gelen hattatlar hep onu örnek almış, kendi yazılarını da onunkilere benzer bir biçimde
yazma konusunda özen göstermiştir. Şeyh Hamdullah, “hattatların kıblesi” olarak
isimlendirilmektedir. Hat sanatının Araplara özgü olmaktan çıkması ve Türklerin de bu
alanda bir üslup meydana getirmesi Şeyh Hamdullah’ın katkılarıyla olmuştur (Rado, 1984,
s. 49).
“Şeyh Hamdullah ekolünde, aklam-ı siteyi oluşturan bütün türlerde, yeni bir üslup
ve anlayışla hat sanatının en güzel örnekleri ortaya çıkarılmıştır. Bu örneklere bakıldığında
Mushaf kitabesinde reyhani yerine nesih yazının büyük önem kazandığı görülmektedir.
Mushaf metni bir çeşit yazıyla, nesihle yazılmış ve metinde devamlılık ile okumada
kolaylık sağlanmıştır. Şeyh Hamdullah, koltuklu sülüs nesih kıt’anın Türk zevkine uygun
ölçü ve şeklini meydana getirmiştir (Serin, 1999, s. 105). Türk Hat Sanatının önemli bir
unsuru olan sayfa tasarımlarında Şeyh Hamdullah, kendinden sonra gelen hattatlara da
örnek olacak derecede başarılı işlere imza atmıştır.
Türk Hat Sanatında bir başka başarılı isim Ahmet Karahisari’dir (1469-1556).
Ahmet Karahisari, Yahya Sofi’nin yazılarından esinlenmiştir. Karahisari’nin başarılı
olmasında hocası Esedullahi Kirmani’nin de etkisi büyüktür. Kalem-i müsenna olarak da
isimlendirilen Hatt-ı Celi’de, diğer yazılara göre daha başarılıdır. Hatt-ı Celi, büyük boy
yazı türüdür. Sülüs yazı şeklinde de çok başarılıdır. Bu alanda kendi döneminde eşi
benzerinin olmadığı söylenebilir. Süleymaniye Camii’nin büyük kubbesini aynı zamanda
kölesi olan Hasan Çelebi ile birlikte kaleme almıştır. Karahisari, bütün hayatı boyunca
Yakut yolunda yazılar yazmıştır. O dönemde “Müsenna” da denilen celi yazı türünde yeni
bir tarzda kaleme aldığı Sülüs nevi yazıda şaheser olarak nitelenebilecek örnekler
oluşturmuştur (Rado, 1984, s. 69). Ahmet Karahisari’ye ait örnek yazılar aşağıda
gösterilmiştir. Türk Hat Sanatında kullanılmış olan yazı biçimleri Aklam-ı Sitte ismiyle bir
araya getirilmiştir. Altı tane olan bu yazıların isimleri; sülüs, nesih, muhakkak, Reyhani,
Tevki, Rıkaa şeklindedir.
Hafız Osman (1642-1698) Aklam-ı Sittede büyük yeniliklere imza atmıştır. Hafız
Osman tahsil dönemine gelince Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşa’nın yanında eğitimini
almaya başlamıştır. Bu eğitim oldukça çeşitlidir ve o dönem gerekli olan bütün konuları
13
kapsamaktadır. Hafızlık eğitimini çok küçük yaşlardayken tamamlamayı başarmıştır. Bu
nedenle de Hafız Osman olarak anılmaktadır. Kendinden önceki önemli hattatlardan olan
Şeyh Hamdullah’ın yazılarından beğendiği harfleri seçmiş, bunları küçülterek daha güzel
bir nisbet sağlamıştır. Hafız Osman’ın yazılarında kelimelerin aralıklarının göze daha hoş
gelecek bir görünüme sahip olduğu söylenebilir. Hafız Osman, kendine özgü bir üslup
meydana getirmiş hattatlardandır. Hat sanatında yaptığı yenilikler hem kendi dönemindeki
hem de kendinden sonra gelen hattatları etkilemiştir. Ortaya koyduğu üslup, yıllar boyunca
İslam dünyasının hat sanatındaki üslubu olmuştur. Hafız Osman İlk kez sülüs ve nesih
hattıyla hilye oluşturmuş, hüsn-i hilyenin bir gelenek haline gelerek yıllar boyunca
yapılması da onun yaptığı çalışmalar sayesinde olmuştur (Serin, 1999, s. 115).
Türk Hat Sanatının gelişimini sürdürmesinin en büyük nedenlerinden birisi de usta-
çırak ilişkisidir (Kınlı, 2007, s. 42). Bu ilişki sayesinde sürekli olarak yeni isimler ortaya
çıkmış, hat sanatında yenilikler de daha kolay bir şekilde oluşabilmiştir. Usta-çırak
ilişkisinin bir sonucu olarak yetişen hattatlardan birisi de 18. Yüzyılın ünlü Talik Ustası
Mehmet Esat Yesari’dir.
Mehmet Esat Yesari İstanbul’da dünyaya gelmiştir. İnme indiği için vücudunun sağ
kısmı hiç tutmamaktaydı. Bu nedenle yazıyı sol elini kullanarak yazardı. İsmindeki Yesari
ifadesi de buradan gelmektedir. Yesari, solak anlamına gelmektedir. Cevat Paşa Mehmet
Esat Yesari için “Talik yazıda çok güçlü ve bütün hattatlara üstünlüğü apaçıktı” demiştir
(Rado, 1984, s. 182). Celi Sülüs yazısı denildiğinde akla ilk olarak 19. yüzyılın ünlü hattatı
Mustafa Rakım gelmektedir. “Mustafa Rakım (1757-1826), aynı zamanda ağabeyi olan bir
diğer hattat İsmail Zühdü’nün tahsilinden geçerek yetişmiştir. Medresede eğitim aldığı
dönemde güzel yazıya merak salmıştır. Aklam-ı Sitte yazılarını ağabeyi İsmail Zühdü ve
III. Derviş Ali’den öğrenmiş henüz on iki yaşındayken icazetname almayı başarmıştır. Celi
sülüs yazısının olgunluğa erişmesinde onun katkıları yadsınamaz boyuttadır. Celi sülüs
yazısı, düzensizlikten ve durgun görünümünden Mustafa Rakım sayesinde kurtulmuş bir
anlamda dinamizm kazanmıştır. Harflerin duruşundaki estetik onun üslubu sayesinde
ortaya çıkmıştır. Celi yazısında kompozisyon ve estetik güzelliğini sağlamıştır. Mustafa
Rakım, yazıdaki dağınıklığı ve düzensizliği ortadan kaldırarak harfler ve kelimeler için en
güzel görünüme sahip en iyi durumu oluşturamaya çalıştı. Yazıdaki boşlukları ortadan
kaldırdı ve özellikle yazıdaki kompozisyon tekniğinin daha sağlam hale getirilmesi için
çabaladı. Mustafa Rakım’dan önceki hattatlardan hiçbiri yazı kompozisyonunda bu derece
başarılı bir üslup ortaya koyamamıştır (Bektaşoğlu, 1999, s. 283).
Mustafa Rakım’ın geliştirdiği bu kompozisyon şekli kendinden sonra gelen birçok
hattat için örnek olmuştur. Türk Hat Sanatı ilerlemesini sürdürmüş, hattatların en güzelini
arayışı 19.yüzyılda yaşayan bir diğer hattat olan Mehmet Şevki Efendi ile devam etmiştir.
Mehmet Şevki Efendi Kastamonu’nun Seydiler köyünde dünyaya gelmiştir (1829-
1887). Mehmet Şevki Efendi henüz üç yaşındayken Kastamonu’dan İstanbul’a gelmiş ve
aynı zamanda dayısı olan Mehmet Hulusi Efendi (ö. 1291-1874)’den nesih ve sülüs yazı
eğitimi almıştır. İcazetnamesini on iki yaşındayken alan Mehmet Şevki Efendi, sülüs ve
nezih yazılarına o dönemki en güzel nisbetlerle son halini vermiş ve daha sonra bütün
İslam âlemi tarafından kabul edilecek olan kendi üslubunu ortaya çıkarmıştır.
Harflerinin net bir şekilde olması ve kolay okunabilmesi onun üslubunun öne çıkan
özelliklerinden birisidir. Mehmet Şevki Efendi’nin sanat dünyasına bıraktığı eserler
arasında çeşitli müzelerde bulunan Mushaf, Delailü’l-hayrat, hilye, levha, kıta ve murakka
şeklinde pek çok şey bulunmaktadır” (Serin, 1999, s. 151). Türk hat sanatının
ilerlemesinde söz sahibi olan bir diğer hattat ise Sami Efendi’dir.
14
20. Yüzyılın hattatları celi sülüs yazı türünde yalnızca Mustafa Rakım Efendi’yi
değil Sami Efendi’yi de örnek almışlardır. Sami Efendi’nin Yeni Camii Sebili kitabe
yazıları en başarılı eserleri arasındadır. Bu kitabede yer alan yazılar hem harf yapısı hem
de kompozisyonu açısından mükemmele yakındır. Sami Efendi bu kitabedeki yazıları
kaleme alırken celi sülüsün bütün nüktelerini çok başarılı bir şekilde kullanmayı
başarmıştır. Ondan sonra gelen hattatlar bu kitabenin kalıbını alarak onun üzerinde
çalışmış ve böylece celi sülüsün bütün püf noktalarını kavramaya çalışmışlardır (Berk,
2001, s. 66).
Hasan Rıza Efendi Üsküdar’da dünyaya gelmiştir (1849-1920), 1878-1912 tarihleri
arası onun yazı hayatının en iyi dönemi olarak kabul edilmektedir. Rıza Efendi’nin celi
sülüs, nesta’lik ve celi nesta’lik yazılarda da birçok eseri bulunmasına karşın Rıza Efendi
asıl ününü sülüs ve nesih alanlarında kazanmıştır. Rıza Efendi özellikle Mushaf
kitabelerinde çok başarılı işlere imza atmıştır. Hafız Osman’dan sonraki hattatlar arasında
en çok ün yapmış isim olduğu söylenebilir. En önemli eserleri arasında yazdığı on dokuz
adet Mushaf gösterilmektedir. Bu Mushafların açık ve okunaklı bir biçimde yazılması hem
yazının güzelliği hem de yazının yanında okutma işaretlerine yer verilmiş olması,
Müslümanların Hasan Rızanın hattını başka hattatların Mushaflarına tercih etmesinde etkili
olmuştur.
Hasan Rıza Efendinin kaleme aldığı en önemli eserlerden biri de Buhari-i Şerif’tir.
8 ciltlik bir eser olan Buhari-i Şerif, Sultan Reşad’ın isteğiyle yazılmıştır. Hasan Rıza
Efendi’nin yazdığı çok sayıdaki levha ve kıt’aları dışında, büyük boy hilye-i seadet
levhaları onun ün kazanmasına neden olan eserlerdendir (Serin, 1999, s. 164).
Mustafa Halim Özyazıcı, “1898 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Sülüs, Nesih
ve Talik meşki almıştır. Halim Özyazıcı, Cüz, Kıt’a ve Levha gibi çok sayıda eser
meydana getirmiştir. Özyazıcı’nın mimari eserlerde kullanılan yazıları ise kendisinden
önceki ve sonraki birçok hattatla kıyaslanamayacak kadar başarılıdır. Bu yazıların bir
bölümü mermer zemin üzerine kabartma şeklinde yazılmışken bir bölümü ise siyah bir
zemin üzerine altın yaldızla yazılmıştır. Profesör Emin Barın, Mustafa Halim Özyazıcı’yı
çok yakından tanımaktadır. Özyazıcı için şu sözleri dile getirmiştir: Hattat Halim, oldukça
hızlı bir biçimde yazı yazmaktaydı. İlk olarak kurşun kalemi vasıtasıyla oldukça basit bir
biçimde kompozisyon hazırlamakta, kamış kalemini ayarlayarak yazı yazma aşamasına
geçerdi. Özyazıcı, harf ve kompozisyondaki herhangi bir bozukluğu tashih etmek yerine
yeniden yazmayı tercih etmekteydi (Rado, 1984, s. 260).
Halim Özyazıcı, hat sanatının topluma sevdirilmesi ve gelecek nesillere
kazandırılması için oldukça büyük çaba harcamıştır.
Osmanlı döneminin son ünlü hattatı Hamid Aytaç’tır(1892-1982). Hamid Aytaç,
İslam dünyası tarafından oldukça sevilmiş, benimsenmiş bir hattattır. Hamid Bey, iki
Kur’an kaleme almıştır. Bunun yanında binlerce levha ve çok sayıda kitap kapağı kaleme
almıştır (Serin, 1999, s. 195). Türk Hat Sanatında yeri olan hattatlar oldukça disiplinli bir
süreç olan usta-çırak ilişkisi sonucunda yetişmektedir. Bu sürecin sonunda icazetname
alınabilmektedir. Hat sanatı, diğer sanat dallarının aksine batıdan herhangi bir etkilenme
yaşayamadığı için ” (Derman, 2000, s. 594), kendi kendine zenginleşerek gelişimini
sürdürmüştür. Bu alanda çok büyük hat sanatçıları yetişmiş, bu sanatçıların birçok eseri de
halen varlığını sürdürmektedir.
15
2.2 Hat Sanatının Tarihçesi
Görs
el 8.
Erke
n
Devi
r Arap Yazısının Nebati Yazısıyla Alakasını gösteren
Levha (Alparslan M. , 2009)
16
Görsel 9. Ma'liki, Teyzini ve
Örgülü Küfi Örnekleri
(Berkmen, 2016).
17
estetik ölçülerle yeniden kaleme almıştır. Fatih döneminden itibaren Türkler, Divani, Celi
Divani(Resim8),ve Rık‟a olarak üç farklı yazı türü geliştirmişlerdir.
Celi yazısı, boyut açısından oldukça kalındır. Normal bir yazının yaklaşık üç katı
kalınlığa sahip olan Celi yazısı, Hattat Mustafa Rakım tarafından geliştirilmiştir. Sülüs ve
nestalik’in celisi en sık kullanılan celi türleridir. Celi yazısı en çok da tarihi alanlarda
görülebilmektedir. Tarihi yapıların üstünde yer alan yazılar Celi tarzındadır. Dünya
üzerindeki en büyü celi yazılar İstanbul’da yer almaktadır. Kazasker Mustafa İzzet
tarafından Ayasofya Camii için yazılan sekiz levhadakiler en büyük celi yazıları olma
özelliğini korumaktadır.
2.2.1 İslam Yazısı ve Çeşitleri
Sami dillerinden biri olan Arapça yazısının nerede ve kim tarafından bulunduğu
konusunda kesin bilgiler mevcut değildir. Ebi-il-Abbas Ahmet bin Ali Kalkaşendi’ye göre
bu yazı ilk olarak Hz.Adem döneminde kullanılmıştır (Kalkaşendi, 1956, s. 10).
Ebul Hasan Ali bin Hüseyin bin Ali El Mes’ud ise ilk olarak Hz. İdris döneminde
Arapça yazısının kullanıldığını ileri sürmektedir (El Mes'udi, 1938, s. 54). Fakat bugün
kabul edilen genel görüşe göre yazı tarihinin iki aşamadan oluştuğu söylenebilir. Bu iki
aşamadan ilkine karanlık devir diğerine ise tarihi devir adı verilir (Yazır, 1981, s. 13).
Sahip olunan kaynaklarda karanlık devre ilişkin fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Yalnızca
mitolojik birtakım hikâyeler bu devrin konusunu oluşturmaktadır. Tarihi devrin başlangıcı
ise yazının ortaya çıkmasına dayanmaktadır. Çünkü yazının bulunması ile tarihi devir
başlamıştır. Yazı, farklı tarihlerde farklı coğrafyalarda kullanılmıştır. Ancak yazının ilk
olarak Mezopotamya’da kullanıldığı kabul edilmektedir (Akurgal, 1978, s. 5).
Yazı, şekli açıdan ikiye ayrılmaktadır. Bu iki gruptan biri bağlantılı yazılar diğeri
ise bağlantısız yazılardır. Mezopotamya’da M.Ö 3200 yılında 600 işaretten oluşan heceli
bir yazı kullanılmaya başlanmıştır (El Masrif, 1980, s. 295). Aynı tarihlerde Nil Nehri
kıyısında da Hiyeroglif bir yazı ortaya çıkmıştır (El Masrif, 1980, s. 195). Sümerler’in
yazısındaki işaretlerden bir bölümü dikey ve yatay olarak bir bölümü de eğimli olarak
çizilmektedir. Hiyeroglif yazıda ise genellikle işaretler yukarıdan aşağıya doğru
çizilmektedir. İstisnai olarak bazen de yatay çizgilerle karşılaşılmaktadır. Yazının 4
aşamaya sahip olduğu kabul edilmektedir. Bu aşamalar (El Masrif, 1980, s. 295):
1. Resimli Şekiller
2. Sembolik Şekiller
3. Bölme Şekiller
4. Sesli Tarz.
Mezopotamya uygarlıklarından olan Babil, Asur ve Akadların yazıları köken olarak
çivi yazısına dayanmaktadır. Hititlerin kullandığı yazıların kaynağı ise Akadlardan
gelmektedir. Bunun nedeni olarak Hititlerin Akdeniz’e yakın olması ve bu bölgeyle hem
ticari hem de kültürel açıdan etkileşim içerisinde bulunması gösterilebilir (El Masrif, 1980,
s. 295). Arap yazısının ortaya çıkmasında ise konuyla ilgili bilim insanları tarafından
birçok farklı görüş ileri sürülmektedir. Bu görüşler arasında araştırmalara dayananlar
olduğu gibi dini kitaplara dayananlar da bulunmaktadır (Bakır, 1955, s. 308). Araştırmalar
ışığında Arap yazısının Süryani yazısından doğduğu düşünülmektedir (El Cuburi, 1977, s.
28). Süryani yazısı ile Arap yazısı arasında üç temel benzerliğin varlığından söz edilebilir.
Bunlar:
1. Harflerdeki biçimsel benzerlik
18
2 Yazının sağdan sola doğru yazılması
3. İki yazıda da Elif hecesinin uzatma durumu olduğunda yazılmaması.
Konuyla ilgili araştırmacıların büyük bir çoğunluğu Arap yazısına kaynak olarak
Nebti yazısını göstermektedir. Litbarski, Halil Yahya Naim ve Nabia Abbud bu
araştırmacılardan birkaçıdır (El Cuburi, 1977, s. 51). Bu araştırmacılar, eserlerinde iki yazı
arasındaki genel benzerliklerden söz etmişlerdir (El Cuburi, 1977, s. 51). Bugün dünya
genelindeki müzelerde Nebtilere ait 3000 dolaylarında yazı yer almaktadır (El Cuburi,
1977, s. 24). Müzelerdeki bu yazılarla Arap yazısını karşılaştırmalı olarak incelediğimizde
iki yazının da yazım şeklinin sağdan sola doğru olduğu görülmektedir. Nebti yazısındaki
22 harfin İslamiyet öncesi Arap coğrafyasında da kullanıldığı dikkat çekmektedir (El
Cuburi, 1977, s. 26). Tyodor Noldke bu belirtilenler sebebiyle Arap yazısının Nebti
yazısından kaynaklandığını kabul etmektedir (El Cuburi, 1977, s. 26). Yazı, Hristiyanlığın
yayılma döneminde ticaret aracılığıyla Arap coğrafyasında yayılmıştır (El Masif, 1981, s.
16).
İslamiyet öncesi dönemde yazı çok yaygın değildir. O dönemde yazı, çok az bir
kesim tarafından kullanılmaktaydı. İslam’ın bölgede yaygınlaşması ile birlikte yazıda da
bir ilerleme ve yaygınlaşma söz konusu olmuştur. Kur’an, en sık kullanılan yazı şekli olan
“Kûfî” ile kaleme alınmıştır (El Kurdi, 1939, s. 56). Kur’an’da bu yazının kullanılmasıyla
Arap coğrafyasında İslamiyet’ten önce kullanılmakta olan “Müsned” ve “Nebti” yazıları
ortadan kalkmış, Arap olmayan birtakım ülkeler de kendi yazıları yerine Kur’an’daki
yazıyı tercih etmişlerdir. Buna örnek olarak Türklerin “Uygur” yazısını, Farsların
“Pehlevi” yazısını kullanmaktan vazgeçmeleri gösterilebilir (El Masif, 1981, s. 30).Kur’an-
ı Kerim’in bu ülkelere ulaşması ve İslamiyet’in kabul edilmesiyle Arapça dili de söz
konusu ülkelerin kullandığı dile etki etmiştir (Afifi, 1980, s. 87). Bunun bir sonucu olarak
İslam ile beraber farklı bölgelere yayılan yazı, o bölgedeki insanların zevklerine göre
gelişmiş ve bir tarz farklılığı ortaya çıkmıştır.
Arap yazısında yaşanan en büyük ilerleme Emeviler döneminde gerçekleşmiştir. Bu
dönemde yazının ilk gramer dönemi başlamıştır (El Cuburi, 1977, s. 135). Bu dönem,
İslam yazı sanatının bir erken devri olarak kabul edilmektedir. Yine bu dönemde yazıdan,
mimari alanda da yararlanıldığı görülmektedir.
Abbasiler döneminde ise sanata yoğun bir ilgi gösterilmiş, bu ilgi yazı sanatının
gelişmesine de ön ayak olmuştur. Yazı sanatının gelişmesinde, o dönemde yetenekli
hattatların varlığı etkili olmuştur. Yakut el-Mutasimi ve İbn-i Bevvab bu dönemdeki
hattatlara örnek olarak gösterilebilir.
Bu dönemde yazı, sadece güzel yazılmakla kalmamış yazıda kullanılması gereken
birtakım ölçütler de ortaya koyulmuştur. Birtakım hattatların da bazı eserlerinde gramer
yapısının dışına çıktıkları görülmektedir. Ahmet Karahisari buna örnek teşkil etmektedir.
Sülüs yazısını kendisi, farklı bir yorumla yeniden kaleme almıştır. Fakat bu pek kabul
görmemiştir. Birtakım üsluplar da zaman içerisinde yok olmuş ya da yalnızca mimari
eserlerle günümüze kadar gelebilmiştir. “Mağribi” yazısı buna örnek olarak gösterilebilir.
“Mağribi” yazısı, Fatımiler döneminde çok büyük gelişme göstermiştir. Bu gelişme
sonucunda döneme hâkim olan Bağdat uslubuyla rekabet eder bir konuma gelmiştir. Bu
alanda Mısır yazı sanatını da geliştiren Şemseddin ebi-Rakbe ve onun öğrencisi olan el-
Zaftavi önemli insanlar arasındadır.
İslam yazı sanatı yalnızca Arap yarımadasında değil İran’da da büyük gelişmeler
kat etmiştir. Bu dönemin ileri gelen sanatçıları Mir Ali Tebrizi, Sultan Ali el-Meşhedi ve
Mir Ali el-Hasani’dir (El Masif, 1981, s. 31). “Talik” yazısı da yine İran’da ortaya çıkması
19
sebebiyle önemlidir. Meşhedi’nin de çabalarıyla “Talik” yazısı çok önemli ilerlemeler kat
etmiştir. Talik yazısının kökeni de Arap yazılarına dayanmaktadır. Bu konuda ileri sürülen
birtakım görüşlere göre ski dönemlerde kullanılan bir Arap yazı üslubu olan “Kiramuz”,
Talik’in kökenini oluşturmaktadır. Fakat bu hususun kesin olmadığını belirtmek gerekir.
“Kiramuz” yazı tarzından günümüze yeterli ölçüde kaynak gelemediğinden sağlıklı bir
değerlendirme yapmak güçtür.
İslam yazısı ile ilgili yazılan eserlere bakıldığında İslam’daki yazı çeşitliliğinden
söz edildiği görülmektedir. Harfler çizim ve yapı açısından birbirleriyle benzerlik gösterse
de aralarında birtakım ince ayrımlar bulunmaktadır. İslam yazısı ilk kullanıldığı günden bu
yana kullanıldığı alan ve fonksiyonuna göre çeşitlilik göstermektedir. İslam’da yazı, ilk
başlardan beri sanata konu bir şey olarak görülmüş ve çeşitli sanat eserlerinde de
kullanılmıştır (Berk, Hat Sanat, 2006, s. 58).
Yazı türleri şu şekilde sıralanabilir: Aklam-ı Sitte’ de altı farklı tür yazı yer
almaktadır. Bunlar; Sülüs, Nesih, Muhakkak, Reyhani, Tevkii, Rikaâ yazılarıdır. Öteki
yazı türleri ise, Kufi, Ta‘lik, Divani, Celi Divani ve Rik’a’dır.
Sülüs Yazı; "harflerin dört bölümü düzleştirilmiş, diğer iki bölümü ise yuvarlak
halde bulunan yazılara verilen isimdir. Yazı yazılan kalemin kalınlığı ise genel olarak 2-3
mm. arasında değişmektedir. Tuhfe-i Hattâtîn'de şöyle deniliyor: "Tomar ile Gubârül-hilye
nev'i yazıların karışımından oluşan kalınlığın üçte birine, Sülüs ismi verilir, Tomar adı
verilen kalem kalınlığı yirmi dört kıl ölçüsündedir. Bunun üçte biri de yaklaşık sekiz kıl
kalınlığına tekabül etmektedir.
20
Görsel 12. Sülüs Yazı Örneği (Hattat Bekir Er Koleksiyonu).
Nesih Yazı; Kalem ucunun kalınlığı sülüs kaleminin üçte biri ölçüsündedir. Şeyh
Hamdullah’tan itibaren Kur’an-ı Kerim yazılırken nesih yazıdan yararlanılmaya
başlanmıştır. Nesih sözcük anlamı itibariyle bir şeyin yok edilmesi, ortadan kaldırılması
manasına gelmektedir (Berk, Hat Sanat, 2006, s. 60).
Muhakkak; Sözcük anlamı olarak düzgün, sağlam manasına gelmektedir. Kalem
ucu kalınlığı, sülüs gibidir. Ancak yazılan harfleri sülüse göre daha büyük ölçüdedir.
Harfler, yatay olarak daha geniş bir alana yayılmıştır. Satır olarak yazılır (Berk, Hat Sanat,
2006, s. 61).
Reyhanî Yazı; Kalem ucu kalınlığı, muhakkak yazı türünün üçte biri ölçüsündedir.
Her iki yazı türü de İbn-i Bevvâb lakabıyla tanınan Hattat Bağdat'lı Alî İbn-i Hilâl
tarafından bulunmuştur (Çetintaş, 2005, s. 64). Hem muhakkak hem de reyhani yazı
türünden 15.Asıra kadar Kur’an yazımında yararlanılmıştır (Berk, Hat Sanat, 2006, s. 61).
Tevkii yazı; Genel olarak Sülüs yazısındaki kurallarla bağlıdır. Genellikle divana
ait yazılarda yararlanılmıştır. Yerini kendisinden sonra gelen divani yazıya bırakmıştır.
Sülüs’e göre daha küçük boyutta harfler kullanılmıştır. En önemli özelliği ise bazı harflerin
birleşmeme özelliğine sahip olmasıdır (Berk, Hat Sanat, 2006, s. 62).
Rıkaa’; Sözcük anlamı olarak “küçük sayfa ve mektup” manasına gelmektedir.
Tevkii yazı türünün daha küçük halidir. Tevkii yazı türünün kurallarıyla bağlıdır.
Genellikle icazetnamelerin yazımında kullanıldığı için “Hatt-ı icaze” olarak da
adlandırılmaktadır (Berk, Hat Sanat, 2006, s. 61).
Kûfî Yazı; "Hurûfu hem musattah hem müdevverdir" şeklinde açıklanmıştır.
Yazıda kullanılan harflerin hem düz hem de yuvarlak olduğu belirtilmektedir. Harflerin
tamamı en az üç hareketin gerçekleştirilmesiyle vücut bulur (Çetintaş, 2005, s. 51).
Kufi yazı türü birtakım sınıflandırmalara tabi olmaktadır; Yapılarına göre kufi yazı;
basit, yapraklı ve zemini süslü olarak üçe ayrılır. Yazılan bölgeye göre de meşrik, mağrip,
kayravan kufisi olarak yine üçlü bir ayrıma gidilmektedir (Berk, Hat Sanat, 2006, s. 62).
21
Görsel 13. Kufi Yazı Örneği (Hattat Hamit Aytaç, Ömer Kılıç Koleksiyonu).
Ta’lîk Yazı, Tevkî yazı türünün 14.asırda İran coğrafyasında yaşadığı değişimle
meydana gelmiş yazı türüdür. Genellikle, Münşî’lerin devlet yazışmalarında kullandığı
yazı türü olmuştur (Çetintaş, 2005, s. 67). Sözcük anlamı olarak “asma, asılma” gibi
manalara gelmektedir. Harekesiz bir yazıdır. İran’da nesta’lik olarak da adlandırılmaktadır
(Berk, Hat Sanat, 2006, s. 65).
Dîvânî yazısı, Osmanlı’nın en üst yönetim birimi olan Dîvân-ı Hümâyûn’da
kullanılan yazı türüdür. Dîvân-ı Hümâyûn’da alınan resmi kararlar divani yazısı ile
yazılırdı. Bu nedenle bu yazı türüne divana ait olan anlamına da gelen Dîvânî denilmiştir
(Alparslan A. , Divanî, 1999, s. 445).
Divanî, “Celî Divanî” ve “Dîvânî Kırması” olarak ikiye ayrılmaktadır. Dîvânî’nin daha
sade olan, fazla zaman kaybetmeden yazılan haline “Dîvânî Kırması” denilirken çok daha
süslü ve gösterişli olan Divani’ye “Celî Divanî” adı verilmiştir. Celî Dîvânî yazısı, önemli
padişah fermanlarında, önemli belgelerde kullanılmıştır (Ulusal, 2008, s. 33).
Rik‘a; sözcük anlamı olarak “üzerine yazı yazılan kâğıt parçası” manasına
gelmektedir. Yazı yazmak için fazla zaman olmayan durumlarda Rik’a’dan yararlanılır. 18.
yüzyılda Dîvân-ı Hümâyûn’da ortaya çıkmış 19. yüzyılın başlarında daha da ileri boyutlara
getirilmiştir (Ulusal, 2008, s. 26).
Bir hat eseri yaparken yararlanılan temel maddeler, kamış kalem, aherli kâğıt ve is
mürekkebidir. Bunun yanında yardımcı maddeler olarak mürekkep, mühre, kalemtıraş,
mürekkep hokkası, mıstar ve yazı altlığı gösterilebilir. “Kalem” kavramı hat sanatında iki
değişik anlama gelmektedir. Bunlardan ilki kamış kalemini ifade etmekteyken diğeri de bir
yazı çeşidini anlatırken kullanılır (Derman, Türk Sanatında Ebru, 1977, s. 97).
2.2.3 İslam Yazısının Sanat Olarak Şekillenmesi
Arap yazısı, Hicaz tarafının Fenike yazısıyla tanışmasıyla birlikte ortaya çıkmıştır.
İlk dönemlerde harfler çok temel şekillerden oluşmaktadır. Süs ve gösterişten uzak bir
yazıdır. Kur’an-ı Kerim’in inmeye başladığı dönemde Mekke coğrafyasında iki değişik
yazı türü olduğu görülmektedir. Bunlardan ilki daha çok gündelik hayatta kullanılan ve
“meşk” olarak isimlendirilen yazıdır. Diğer yazı türü ise kitabelerde, madenlerde, paralarda
kullanılan “cezm” ismi verilen yazıdır. Vahiy yazılırken daha gösterişli ve gelişmiş bir yazı
türü olması sebebiyle “cezm” tercih edilmiştir. Hz. Ali döneminde bu yazı geliştirilmiş ve
“kûfi” ismiyle tanınır hale gelmiştir. İslam’ı benimseyen diğer milletler, kendi
kullandıkları alfabeler yerine Kur’an alfabesini kullanmayı tercih etmişlerdir. Bunun bir
22
sonucu olarak Kur’an alfabesi, Arap coğrafyasının dışına çıkmış, sadece belli bir millete
özgü olmak yerine tüm İslam dünyasını kapsayan bir yazı haline gelmiştir.
İslam yazısının bir sanat unsuru haline gelmesinde etkili olan faktörler şu şekilde
ifade edilebilir:
Hat yazısı, diğer yazılarda kullanılan kalemlerden farklı olarak ayrı bir kalemle
yazılır. Kullanılacak kalemin ucunun eğimli olması gerekir. Bu eğim sayesinde harfler
çeşitli inceliklerde yazılabilir. Böylece harfler görüntü açısından da göze hoş gelecek bir
estetiğe sahip olacaktır.
Harflerin daha gösterişli olması için süsleme işaretlerinden faydalanılır. Bu işaretler
tırnak, ters tırnak ve tirfildir. Bunların müsennaları ile beraber toplam altı şekil
bulunmaktadır.
Farklı yazı türlerine göre harflerin üst ve altlarına koyulacak noktaların ebatları da
değişiklik göstermektedir.
Dünya genelinde kullanılmakta olan yazılar içerisinde İslam yazısı, şekil bolluğu ve
zenginliği nedeniyle sanatta kullanmaya en uygun yazı türüdür. Herhangi bir harf 40 farklı
şekilde yazılabilmektedir. Bu şekil bolluğu, hattatlara da bir kolaylık sağlamaktadır. Hattat,
sahip olduğu sanatsal duygular ile el becerisini birleştirerek sonsuz sayıda eser ortaya
çıkabilmektedir.
Hat sanatı, tabiatı taklit etmemesiyle resimden ayrılmaktadır. Resim sanatının
ulaşamadığı daha ileri noktalara ulaşabilen bir sanat dalıdır. Hat sanatının güzel sanatlar
içerisindeki konumu, plastik (görsel) sanat dalları içindedir (MEB, 2015).
2.2.4 Ahenk
Hat sanatının estetik yönünden bahsetmeden önce güzellik kavramından söz etmek
gerekir. Antikite’den bu yana birçok estetikçi sanatta güzelliğin kaynağının ne olduğu
hakkında birçok hipotez ileri sürmüştür. Söz konusu estetikçilere göre güzellik, organik ve
maddî güzellikler, renk, şekil, ses ve hareketlerin güzelliği; fikrî ve manevî güzellikler
olarak çeşitli sınıflandırmalara tabi tutulmaktadır. Bunun yanında güzellik kavramının daha
iyi bir biçimde anlaşılabilmesi için lâtif, yüce, hoş, mükemmel, faydalı, hakikat ve ahenk
gibi başka kavramlarla karşılaştırması yapılmış, güzelliğin farkları ortaya konmuştur.
Sonuç olarak güzelliğin bu kavramlarla herhangi bir mukayeseye tabi tutulmaması
gerektiği görüşü hâkim olmuş ve güzelliğin insanlara bekledikleri şeyi sunan değil
inşaların ruhunu kaplayan onlarda geçmişteki hatıralarının uyanmasına sebep olan bir
değer olduğu görüşünde birleşilmiştir. Estetik duygular ise, güzeli hatırlatan ve hazırlayan
ögeler olarak ifade edilmiştir. Bu nedenle muhteviyatı bakımından estetik ve güzelliğin
farklı kavramlar olduğu söylenebilir (Serin, 1999, s. 22).
Bazı estetikçiler ise estetiği, parçayla bütün arasında kurulan tam bir denge hali,
renk ve şekiller arasındaki biçimsel uyumluluk şeklinde ifade etmişlerdir. Bu
tanımlamalara bakıldığında sanatın bir güzellik, güzelliğin ise bir ahenk olduğu
söylenebilir. Ahenk ise ancak parçaların bir bütün içinde kurulan sistematik dengesinden
ortaya çıkar. Bu denge ve bütünlük tıpkı müzikteki ritim ve seslerin, resimdeki renk ve
çizgilerin birbirlerine olan uyumu gibidir. Diğer sanat dallarında olduğu gibi İslami
yazılarda da güzelliğin, fiziksel ve manevi bir ahengin sonucu olduğu söylenebilir.
Hat sanatı, göze hitap eden bir sanat dalıdır. Hat sanatının ahenginde, iman ve
heyecanın etkisi yadsınamaz boyuttadır. Varlığını, sahip olduğu özellikleri ve estetiğini
İslam dininden almaktadır. Cilt ve tezhip sanatlarında ilerleme yaşanmasında Kur’an’a
23
verilen önem etkili olmuştur. Bu nedenle hat sanatında verilen en iyi örnekler yazı
albümleri ile Kur’ân-ı Kerîm, hadis ve de hikmetli sözlerin yazıldığı kıt’alarda yer
almaktadır.
İlahi bilgiler çeşitli sembollerle yazıya geçirilmekte ve vücut bulmaktadır. Yazıya
geçirilmesinin sonucunda bu sembollerin manevi yönden duyulan, hissedilen bir aşamaya
ulaştığı söylenebilir. Bu semboller arasında en güzel olanlarda Allah’ın ve Resul’ünün
insanlara duyurmak istediği şeyler yer almaktadır. Harfler ve kelimeler, ilahi bir ifadeyle
bütünleşmektedir. Bu harflerin kutsal bir karakter kazanması bu şekilde oluşmaktadır.
Güzel yazı, yalnızca Mushaf ve kitaplarda yer almamakta bunun yanında devlet
teşkilatı içerisinde, mimaride, mezar taşlarında, kumaş, çini gibi dekoratif ögelerde de dini
duygularla kendisini göstermektedir. Buna göre hat sanatı toplumun tamamında etkili
olmakta, varlığını sürdürmektedir (Serin, 1999, s. 23).
Yazıdaki maddi anlamdaki ahenk, terkip ve tenasüp kavramlarıyla kendisini
göstermektedir. Tenasüp kalem kalınlığına göre; harf bünyelerinin en ve boyları ile incelik
ve kalınlıkları arasındaki uygunluktur. Harflerin başka harflerle ve kelime içinde taşıdığı
uyumdur.
Hat sanatında farklı eserlerin ortaya çıkabilmesinde harflerin kelimenin başında
ortasında ve sonunda farklı şekillerde yazılabilmesi etkili olmaktadır. Bugün mevcut olan
yaklaşık olarak on adet yazı türü bulunmaktadır. Buna bakıldığında hat sanatının ne derece
zengin bir sanat dalı olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Harfler, kelimeler ve eğriler
kesinleşmiş matematiksel ölçülere bağlıdır. Hattat, bu matematiksel ölçülere kendi
üslubunu da katarak hem kendisinin hem de diğer insanların beğenisini kazanacak yeni
biçimler ve eserler ortaya koymaktadır (Serin, 1999, s. 24).
Yazının maddi ahengi dendiğinde harflerin diğer harflerle ve kelimelerle olan
uyumu, harfleri birleştirirken yapılan eğrilerin inceliği ve kalınlığı, kelimelerin satır
içerisindeki konumu akla gelmelidir. Bir yazıda yazılan kelimelerin satır içerisindeki
yerinde bir uyumsuzluk söz konusu ise ahenk bozukluğundan da söz edilebilir. Ahenk
unsuru eksik olan yazılar sanatsal açıdan herhangi bir değer ifade etmemektedir.
2.2.5 Kompozisyon
24
Kompozisyonlara bakıldığında “Allah” ifadesinin üstte kalmasına özellikle dikkat
edildiği anlaşılmaktadır. Eğer metin Allah kelimesiyle başlıyorsa terkip bu ifadeye
saygıdan dolayı yukarıdan aşağıya doğru yapılmaktadır. Celi kompozisyonlarında her
zaman bir merkez bulunmaktadır. Çeşitli çizgi ve kütleler, bu merkezin etrafında dengeli
bir şekilde yer almaktadır. Harfleri sınırlayan çizgi ne ölçüde temiz, keskin ve akıcı olursa
sanat eserinin de o ölçüde başarılı olacağı söylenebilir. Çizginin keskinliğini ve akıcılığını
kaybettiği noktada beceriksizlik ve kopya ortaya çıkmıştır (Serin, 1999, s. 33).
2.3 Hat Sanatının Seramik Form ve Yüzeylerde Uygulanması
25
başlamışlardır. Kurşun sırlı olan bu seramikler Nisapur ve Samarra bölgeleri civarında elde
edilmiştir. Lüster sırlarla sıralanan bazı seramiklerin ise birçok kufi yazı barındırdığı
söylenebilir (Charleston, 1977, s. 73).
Elde edilen çeşitli ürünler, 12–14. yüzyıllar arasında İran’ın kuzeyinde seramiklere
dekor olarak kufi yazının sgrafitto tekniğinden de yararlanılarak işlendiğini göstermektedir.
12–13. yüzyılda Selçuklular döneminde özellikle dekoratif anlamda mimari alanında çok
başarılı işlere imza atılmıştır. Bu dönemde kazıma tekniği ile sır altı ve sır üstü boyama
tekniklerinde müthiş bir ilerleme kaydedilmiştir. Keşan ve Rey bölgelerinde beyaz bünyeli
işler yapılırken kufi ve nesih yazı türlerinden de yararlanılmaktadır. Bu tekniklerin aynısı
ile Asya kıtasında da karşılaşılmaktadır (Charleston, 1977, s. 82-83). Anadolu Selçuklar
Döneminde sırlı seramik tekniklerinin yanında sırsız kabartmalar da bir dekor tekniği
olarak çeşitli eserlerde kendini göstermektedir. Bu formlar, özellikle testi, tabak, çanak gibi
gündelik eşyalar ile seramikte kendine yer bulmuştur. Bu yazılar, bazen çeşitli bitkiler ile
iç içe kullanılmaktayken bazen de daha sade bir dekor tercih edilmiştir.
Osmanlı Dönemi İznik çinilerinde de seramik yapılar üzerinde dekoratif bir
biçimde hat yazılarının var olduğu görülmektedir. Sülüs ve kufi yazı türleri, en sık tercih
edilen yazı türleri olmuştur. Çin porselenleri mavi beyaz bir renge sahiptir. Bu
porselenlerin de etkisiyle ilk dönemlerde verilen örneklerde mavi beyaz rengin tercih
edildiği görülmektedir. Bu örneklerde yazılar da çeşitli bitkisel motifler ile birlikte
kullanılmıştır. Bitki motifleri ve yazılar arasında dekoratif bir uygunluk ile bütünlük
sağlanması arzu edilmiştir (Carswell, 1998, s. 34).
19-20.yy Kütahya’da kullanılmış olan seramik dekor örnekleri de hat yazılarının
kullanıldığını göstermektedir. Genellikle mimari eserler dışında kalan ürünlerde, yazı tıpkı
bir madalyon gibi ortada yer alırken, yazılı bölümler bitkisel motiflerle ayrılmıştır. Renk
olarak ilk dönem örneklerinden çıkılmış, mavi beyazın yanında çok renkli boyalar da
kullanılmıştır.
Dünya üzerinde seramik fonlarının nasıl üretildiği ve nasıl dekorlandığı
incelendiğinde İslam Coğrafyasında yapılan ürünlere benzer bir sürecin varlığı dikkat
çekmektedir. Bu süreç üzerinde, ülkelerin kendi kültürleri de etkili olmuştur. Kültürler
kendi ürünlerini meydana getirirken sahip olduğu olanaklar çerçevesinde çeşitli yapıtlar
üretebilmişlerdir. Batıda seramik, sanayi devrimine kadar olan süreç içerisinde küçük
atölyelerde elde edilen bir ürün konumundadır. Bu atölyelerde yapılan üretimler sonucunda
elde edilen seramikler de farklı bölgelerin kültürlerinden etkilenerek çeşitli formlara
dönüşmektedir. Sanayi devrimi, ilk dönemlerde seramik üretimi açısından olumlu
olacakmış gibi bir izlenim yaratmıştır. Ancak sanayi devrimi, seramik üretiminin bir ticari
malzeme haline gelmesine ve el sanatı olma özelliğini kaybetmesine neden olmuştur. Bu
dönemden sonra seramiğin üretimi fabrikalarda yapılmaya başlanmıştır. Fabrikada üretilen
seramiklerde, tasarım açısından çok başarılı eserler üretilebildiği söylenemez. Bu
seramikler, sahip olduğu kaliteyi de kaybetmiştir. William Morris, seramik sanatının bir
ticari unsur haline gelmesine karşı çıkmış ve Arts and Crafts hareketinin öncüsü olmuştur.
Bu hareketle birlikte seramik üretimi için birçok atölye yeniden açılmıştır. Bu atölyelerde
üretim faaliyetlerinde bulunulmuş ve farklı coğrafyalarda üretilen seramiklerin birbirleriyle
etkileşim kurması sağlanmıştır. Uzak doğu coğrafyasındaki seramiklere olan yoğun ilgi de
bu dönemde oluşmaya başlamıştır. Bu ilginin artmasında, ünlü seramikçi Bernard Leach’in
çok önemli etkisi bulunmaktadır. Bernard Leach, geleneksel seramik sanatını, çok ileri
noktalara taşımayı başarmıştır. Bernard Leach, birçok başarılı seramikçinin yetişmesinde
de öncü olmuştur. Hans Cooper, LcieRie, Ruth Duckworth gibi sanatçılar, Bernard Leach’
in öğrencileridir. Bu isimler, soyut dışavurumcu bir sanat anlayışına sahiptir. Seramik
26
sanatının kat ettiği bir diğer önemli ilerleme, Walter Gropius döneminde gerçekleşmiştir.
Gropius’un Almanya’da kurduğu Bauhaus Okulu, seramik sanatının gelişmesinde çok
önemli bir görev üstlenmiştir. Bauhaus Okulu sayesinde seramik tasarımında yeni fikirler
ortaya çıkmıştır (Peterson, 2000, s. 9).
Bauhaus döneminde seramiklerin süslemesi açısından daha çok soyut unsurlardan
yararlanılmıştır. Bu dönemde, modern dünya sanat anlayışı açısından kendini bir
sorgulama içerisinde bulmuştur. Bir yandan geçmişin kültürel izleri takip edilirken bir
yandan da bu döneme özgü yeni görsel ve düşünsel birikimler, sanatın ana unsuru olan
sanatçı kavramı üzerinden yeniden ele alınmıştır. Soyut birtakım düşünceler, estetiğin çok
önemli bir olgu olduğunun farkında olan insanoğlu tarafından yapılan seramikler üzerinde
de etkili olmuş, bu seramiklere farklı değerler atfedilmesini sağlamıştır. Söz konusu yeni
düşünsel değerler içerisinde bulunan unsurlardan biri de hat sanatıdır. Hat sanatında nokta,
çizgi, boşluk, renk, biçim gibi görsel ögeler, birer görsel düzenleme elamanlarına
dönüşmektedir. Harfler yüzeylerin, yüzeyler çizgilerin, çizgiler ise noktaların bir araya
gelmesiyle oluşur (Güner, 2007, s. 113).
Sanatçı, kendi düşüncelerini, yeteneği ve bilgi birikimini bir araya getirerek ortaya
koymaktadır. Hat yazısının bir form olarak kullanılması, bazı sınırlamaları da beraberinde
getirmektedir. Seramik sanatında, hat sanatı dekoratif bir öge olarak kullanılmıştır. Bu
kullanım sırasında belirli ölçülere uygun hareket etme söz konusu olmaktadır. Dekoratif
süslemede dikkate alınan bu ölçüler, o eserdeki estetik düzenin yakalanmasına da yardımcı
olmaktadır. Seramik sanatı, dekoratif unsuru açısından incelenirken resim sanatı ile
arasındaki benzerlik de görülebilmektedir.
Bazı hat türlerin, tıpkı resim sanatında olduğu gibi bazı ölçütler yer almaktadır. Hat
sanatında ölçüt olarak Elif’in büyüklüğü esas alınmaktadır. Diğer harfler de Elif harfine
bağlı olarak belirli oranlarla yazılmaktadır.
Elif’in uzunluğu değişiklik gösterebilmektedir. Fakat sahip olduğu uzunluk ne
olursa olsun nokta ile doğru bir orantıya sahip olması gerekmektedir. Bu durum da resim
sanatındaki proporsion da denilen oran orantı ile benzerlik göstermektedir (Yiğit, 2007, s.
20).
19. yüzyılda yaşanan toplumsal birtakım olaylar ve bilimsel çalışmalar, sanata da
etki etmiş ve sanattı kalıcı değişikliklerin yaşanmasına neden olmuştur. Dönemin
sanatçıları, sanat ve bilimsel disiplini bir arada ilerletmeye gayret göstermişlerdir. 19
yüzyılın sonuna doğru, Avrupa’da geçmişe, ve Afrika ile Doğu’nun yaşantısına yönelik bir
ilgi kendini göstermiştir. Bu ilgi sonucunda sanatçılar, verdikleri eserlerde bu coğrafyaların
kültürel birikimlerini yansıtmaya çalışmışlardır. Doğu coğrafyası ve kaligrafi, Picasso,
Klee, Mathieu gibi sanatçıların sanat anlayışının şekillenmesinde etkili olmuştur. Art
Noueveau akımı, 1895-1905 yılları arasında Avrupa’da ortaya çıkmış, daha sonra
Amerika’da da yayılmaya başlamıştır. Art Nouveau akımı, eserlerde süslemeci bir sanat
anlayışını ortaya koymuştur. Art Noueveau seramiklerinin genel özellikler, rölyefli
yüzeyler, sır altı dekorlar ve sade desenler olarak sıralanabilir. Art Nouveau’da formlar
genellikle kibar ve ince bir yapıya sahiplerdir. Kıvrık biçimde yapılan süslemeler dikkat
çekmektedir. Bu süslemeler ile Doğu coğrafyasında ve İslam ülkelerinde görülen dekor
tarzı bir benzerlik taşımaktadır. Art Nouveau akımındaki süslemeler, etkisini seramik
üzerinde de göstermeyi başarmıştır. Genel anlamda görsel unsurlar incelendiğinde
yapıtlarda dekorun, formun önüne geçtiği, dekora daha çok önem atfedildiği
görülmektedir. Batı’da ise yazı stillerinde bu dönem içerisinde birtakım değişiklikler
yaşanmıştır (Lemmen, 2002, s. 19-21).
27
2.3.1 Hat Sanatının Seramik Pano Üzerine Uygulanması
Seramik, dışarıdan gelen etkilere karşı dayanıklı olması, kalıcı olması ve sanatsal
özellikleri nedeniyle farklı dönemlerde, hem mimaride hem de gündelik kullanımda
sıklıkla tercih edilen bir malzeme olmuştur.
Seramik, hem İslam Sanatında hem de başka coğrafyalarda çevrenin süslenmesi
açısından önemli bir görsel unsur olmuştur. İslam Dünyasında yazı karakterlerinin olduğu
süslemelerin kullanıldığı seramik ürünler çok sık görülmektedir. Antik Yunan ve Roma
dönemlerinde, tek ve iki boyutlu zemin tasarımlarında süsleme ögesi olarak alfabeye dayalı
yazılar kullanılmaktayken günümüzde üç boyutlu formlarda farklı amaçlar doğrultusunda
yazılardan yararlanıldığı dikkat çekmektedir. Ancak bu kültürlerde, süsleme için kullanılan
yazıların farklılığı, objeler veya yüzeylerin yapıldıkları malzemelerin çeşitliği gibi
nedenlerden kaynaklı olarak İslam Dünyasındaki kadar çok çeşitlilik görülmemektedir
(Okur, 2007, s. 46).
Yazıya farklı coğrafyalarda farklı anlamlar yüklenebilmektedir. İslam ülkelerine
bakıldığına yazı, insanların ruh güzelliğini ve kişilik özelliklerini ortaya koyan bir anlam
ifade etmektedir. Hat yazılı eserler, gündelik hayat içerisinde özellikle de dekor şeklinde
birçok farklı yerde insanların karşısına çıkabilmektedir. Bu hat yazılı eserler, sahip
oldukları derin manalar ile de insanoğluna bir mesaj iletmektedir. Güzel yazı yazma
sanatının kökenine bakıldığında Nabatiler dönemine kadar uzandığı görülmektedir. Zaman
içerisinde bu Nabati yazı şekli gelişmiş ve M.S. 400- 500 yılları arasında Arap Alfabesine
de benzer bir şekle bürünmüştür. Nabati yazı tipi, bu dönemde, Fas ve Hindistan’a kadar
uzanan geniş bir coğrafyada kendisine kullanım alanı bulmuştur. Abbasiler dönemine
gelindiğinde kufi yazı şeklinde çeşitli ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu yazının geliştirilmesi
için harcanan çabalar neticesinde öteki yazılarla birlikte toplam altı yazı türü türetilmiştir.
Abbasilerden sonra yazının gelişmesinde Türk ve İranlı hattatlar ön plana çıkmaktadır. Bu
hattatların geliştirdiği yazı ile Selçuklular, Gazneliler ve İlhanlılar başta olmak üzere
birçok Türk kavmi başarılı eserler ortaya koyabilmişlerdir. Türkler, sülüs, nesih ve celi
yazı türlerini geliştirerek bunlarla önemli eserlerin yazılmasını sağlamışlardır. Bu eserler
zaman içerisinde insanların gündelik hayatının da bir parçası haline gelmiştir. Eserlerin
yapımında dikkat edilen bir başka nokta yazı büyüklüklerinin herkes tarafından kolayca
okunabilecek şekilde ayarlanmasıdır. Osmanlı Döneminde de bu yazı türleri ile önemli
eserler meydana getirilmiştir. İstanbul’da yer alan cami, levha ve kitabelere bakıldığında
bu yazıların başarılı örnekleri ile karşılaşılmaktadır (Serin, 1982, s. 17).
Levhalar, bazen bilgilendirme amaçlı bazen de dekoratif bir öge olarak kullanılan
yazılı belgelerdir. Bu yazılı belgeler, zamanla İslam ülkelerinde bir iş kolu haline de
gelmiştir. 19. ve 20. Yüzyıllarda popüler olan levhacılık, celi yazı türü üzerinedir. Ayet,
hadis ve birtakım hikmetli sözler dönemin en başarılı hattatları tarafından kaleme
alındıktan sonra levhanın etrafı tezhip ettirilmekte daha sonra da çerçeveletip duvara
asılmaktadır.
Cami, tekke, mektep, medrese, han, çeşme, hamam, sebil, kütüphane gibi bir
yapının genellikle dış olmakla birlikte bazen de iç cephesinde bulunan, ya da mezar taşı
gibi dikili bir taşı üzerinde yer alan yazılar, kitabe olarak isimlendirilmektedir. Kitabelerin
içeriği genellikle üzerinde bulunduğu yapı veya adına dikildiği kişi ile ilgilidir. Bu yazılar,
dönemin ileri gelen şairleri tarafından yazılmaktadır. Bu yazıların kitabe üzerine
yazılmasından ise hattatlar sorumludur. Bu yazılar genellikle mermere zemin üzerine
kabartma biçiminde oyularak hazırlanmaktadır. Çoğunlukla mermer üzerine kabartma
şeklinde oyularak hazırlandığı görülmektedir. Türkçe kitabelerin yazımında, hareke
bulunmaması nedeniyle Celi Ta’lik’ten sıklıkla yararlanılmıştır (Bilen, 2014, s. 41-42).
28
Camiler, Müslümanların bir araya geldiği, buluştuğu noktalardır. Bu nedenle
camiler de açık celi yazılar ile süslenir. Ayet ve hadislerin yazımında Celi Sülüs’ten
yararlanılır.
Farklı dönemlerdeki mimari seramik eserlerine bakıldığında, birçok ayet ve
kitabenin yer aldığı, hat yazısından da yararlanıldığı görülmektedir. Bu eserlerdeki
yazılarda, yaratıcının yüceliği ve inanç ile ilgili birtakım sözler yer almaktadır. Yazılar,
bazı eserlerde tek bir parça halinde yerleştirilmişken bazı eserlerde ise parçalı bir yapı
tercih edilmiştir.
Selçuklular ve Karahanlılar Dönemindeki hat yazılı eserler, çini kabartma bordürler
ve sırlı tuğlalar biçiminde kendini göstermektedir. İlhanlılar dönemine gelindiğinde ise
yeni birtakım tekniklerin ortaya çıktığı görülmektedir. Mesela İran’daki kitabelerde lüster
çini tekniğinden yararlanılması dikkat çekmektedir Bu teknik haricinde çini mozaik, sırlı
ve sırsız tuğla tekniklerinden de yararlanılmıştır. Çini mozaik tekniği, çini plakaların farklı
biçimlerde kesilerek daha sonra yeniden bir araya getirilmesi şeklindedir. Bu teknikte
yazılar, bakanların gözlerini rahatsız etmeyecek şekilde serbest parçalara ayrılmaktadır. Bu
teknik genellikle sülüs ve nesih yazı türlerinin kullanıldığı kitabelerde kendini
göstermektedir. Bu seramik panolar, hem ihtişamlı görüntüsü ile görenleri etkilemekte hem
de içerisinde yer alan şiirsel sözler ile edebi bir yöne sahip olmaktadır. Seramik
panolardaki yazılar, herkesin görüp okuyabileceği bir büyüklükte dizayn edilmiştir (Öney,
1987, s. 47).
Geçmişte panolarda hat sanatının kullanılmasının bir amacı varken bugün hat yazılı
panolardan yalnızca sanatsal birtakım amaçlarla yararlanıldığı görülmektedir. Seramik
yapılar üzerinde yeni ve farklı tekniklerden faydalanılarak özgün tasarımlar ortaya
koyulmaya çalışılırken estetik kaygının ana unsur haline geldiği eserler ortaya çıkmıştır.
Buradaki panoların insanları bilgilendirmek, onları uyarmak gibi bir amacı
bulunmamaktadır. Sanatçının estetik kaygısı ve yeni şeyler keşfetme arzusu ön plandadır.
2.3.2 Hat Sanatının Seramik Günlük Eşyalar Üzerine Uygulanması
İlk çağlarda yazı, yalnızca taş, kemik vb. parçalar üzerine değil kil üzerine de
yazılmıştır. Kil, insanların yaşamlarını daha kolay hale getirmek için üretilen seramik
malzemelerin hammaddesini oluşturmaktadır. Kil ayrıca, belge oluşturmak maksadıyla bir
yazı aracı olarak da kullanılmıştır (Albayrak, 2016, s. 19).
Hat yazısından bir dekoratif öge olarak kullanılması, 7. yüzyılda başlamıştır. Bu
yüzyılda üretilen tabak çanak ürünlerinin yanında 12. Yüzyılda Suriye ve İran’da üretilen
dua kâselerinde de çeşitli yazılara rastlanılmaktadır. Bu seramik yapılar üzerinde süsleme
amaçlı yapılmış olan çeşitli bitkisel motiflerle birlikte içinde yer alan ilacı adı veya
formülleri de bulunmaktadır (Ay, 2012, s. 26).
İnsanların ihtiyaçları sınırsızdır. Bu sınırsızlık sonucunda çeşitli eşyalar ortaya
çıkmış ve günümüze kadar varlığını korumayı başarmıştır. Seramikte çeşitli yazılara yer
verilmesinde insanların sözlerle anlatmak istedikleri şeylerin dekoratif ögelerle bir araya
getirilmesi isteği etkili olmuştur. Hat yazısı, günlük yaşamda da kendisine yer bulan bir
yazı şeklidir. Mesela dua yazılı bir kâseden su içildiğinde ilahi birtakım güçlerle dış
etkenlere karşı kişinin korunacağına dair taşıdığı inanç dini ritüellerde de hat yazısının
etkili olduğunu kanıtlar niteliktedir.
29
2.4 Sanatta Hat Unsurları
Sanat
tarihinde
resim- yazı
ilişkisinin yer
aldığı el yazması
eserler hariç, yazının
bir sanat eserinde
görünmesi,
Jan Van Eyck’in
"Arnolfininin
Evlenmesi"
adlı eserinde
kaşımıza
çıkar. Eser üzerinde
"Jan Van Eyck
Buradaydı"
anlamında bir
yazı görseli
30
Görsel 14. Jan Van Eyck-Arnolfininin Evlenmesi (www.tarihlisanat.com).
31
Görsel 16. Paul Klee (İstanbul Sanat Evi, 2018a).
Seramik sanatında Hat unsurları kullanan sanatçılar oldukça fazladır. İsmail Hakkı
Oygar, Zehra Çobanlı, Alev Ebuzziya, Sevim Çizer, Tüzüm Kızılcan, Enver Güner bu
sanatçılardan birkaçıdır.
32
Görsel 18. İsmail Hakkı Oygar (favori.net, 2018).
33
Görsel 19. Zehra Çobanlı Mavi Dönem eserleri (zehracobanli, 2008).
34
Görsel 21. Elif Naci (İstanbu Sanat Evi, 2018b).
35
Görsel 23. Burhan Doğançay - Kurdeleler Serisi (Beyaz Müzayede, 2018).
Konu Hat sanatı olunca grafik sanatlardaki eşsiz eserleriyle Emin Barın’dan
bahsetmemek olmaz elbette. Emin Barın hem çağdaş grafik sanatına hem de hat sanatına
hakim ve bu ikisini eserlerinde fevkalade kaynaştıran ender bir sanatçıdır.
36
Görsel 25. Emin Barın . (Beyaz Müzayede, 2018).
Daha sonraları pek çok sanatçı kaligrafiden esinlenmiş, farklı kuramsal yorumda
eserler meydana getirmişlerdir. Erol Akyavaş, Süleyman Saim Tekcan, Ergin İnan, Balkan
Naci İslimyeli, Murat Morova önde gelen isimlerden bazılarıdır.
37
Görsel 26. Süleyman Saim Tekcan (suleymansaimtekcan.com, 2018).
38
Görsel 27. Erol Akyavaş (Beyaz Müzayede, 2018).
39
Görsel 28. Murat Morova (muratmorova.com, 2019).
40
3. BÖLÜM: KİŞİSEL ÇALIŞMALAR
‘’İÇ İÇE’’ adlı çalışma kufi yazı biçiminden yola çıkılarak tasarlanmış olup, aynı
form içiçe oturtulmuştur. Tornada şekillendirilen bu çalışmada kırmızı Menemen kili
41
kullanılmış, ham durumdayken beyaz renk angopla yazının karakteristiğine göre
uygulanmış ve yer yer kazınmıştır. Bisküvi pişiriminden sonra formun içi ve harf
çalışmaları siyah boyayla doldurulmuştur. Bu form 1020 °C'de pişirilerek iki kase sırla
yapıştırılmıştır.
Kase formu insanoğlunun bedeni ve ruhunu temsil etmektedir. Bu sanata gönlünü
vermiş bir hattatın hem toplumdaki duruşu, tavrı, davranışları hem de ruh dünyasındaki
dinginliğinin uyumu kurgulanmak istenmiştir. Bir hattatta olması gereken özelliklerden biri
olan “kibirsiz ve mütevazı” davranışın, kasenin genel tavrında verilmeye çalışılmıştır.
Çalışmayla iç içe kase formu ise, bu sanatın yüzyıllar içinde yazım şeklinde
çeşitlilik gösterdiği ancak genel tavrı ve terbiyesini hiç kaybetmediği şeklinde açıklamak
yerinde olacaktır.
42
43
Görsel 30. Nuh
44
Görsel 31. Nüve
45
yardımıyla belirginleştirilmiştir. Artistik olan yeşil sır 970 °C'de olgunlaştırılmıştır. Bu
sırın crackle özelliğinden faydalanılarak, piştikten sonra mavi mürekkeple çatlakların
belirgin hale getirilmesi sağlanmıştır.
Geleneksel sanatların en gözdesi Hüsn-i Hat sanatı bazı dönemler ötelenmiş,
görmezden gelinmiştir. Tüm geleneksel sanatların kucaklanması, yaşatılması ve yayılması
düşüncesinden yola çıkılarak tasarlanmış bir eserdir.
46
Görsel 32. Çokluk
47
Görsel 33. Gülümse-Sin
48
Görsel 34. Pencereler
49
Görsel 35. Yol
"YOL" adlı çalışma plaka tekniği kullanılarak beyaz kilden kesilmiş ve elle
şekillendirilmiştir. Bu çalışmada Arap alfabesinin karakteristik özelliği olan estetik duruş
yakalanmaya çalışılmıştır. Bisküvi pişirimi yapılan form üzerine kırmızı sır uygulanmış
olup 1000 °C'de pişirilmiştir. Üzerindeki etkiyi arttırmak amacıyla üçüncü pişirime
sokulmuş ve rezinat lüsteri uygulanmıştır.
İslam yazısının diğer tüm yazılardan farkı sadece okunacak bir yazı olmamasıdır.
Bu bir düşünce resim, melodi biçimidir. Hem ölçülü kuralları olan hem de olabildiğince
bağımsız ve estetik duruş sergileyen harflerin genel tavrı gösterilmeye çalışılmıştır.
50
51
Görsel 36. Nokta
52
Görsel 37. Hayyam
53
Görsel 38. Birlik
54
Görsel 39. “Hu”, “Vav”, “Elif”
“Hu”, “Vav”, “Elif” adlı eserde “Hu” kelimesi plaka yöntemiyle şamotlu kil
kullanılarak biçimlendirilmiş ve kazıma tekniği uygulanmıştır. Plaka farklı oksitlerle
renklendirilmiş üzerindeki yazı beyaz astarla kaplanmıştır. “Vav” harfi plaka yöntemiyle
şamotlu kilden kesilmiş bir cell-i sülüstür. Çeşitli oksitler kullanılarak boyanmış olup
“Vav”ın gözünde turkuaz sır ve cam kullanılmıştır. “Elif” harfi plaka yöntemiyle beyaz kil
kullanılarak biçimlendirilmiş ve transparan sırla sırlanmıştır. Tüm parçalar 1040 °C'de
pişirilmiştir.
55
Bu eserde iki farklı harf ve bir kelime kullanılmış olup farklı tasarımlara da açıktır.
Bu biçimlerin boyutları değiştirilebileceği gibi çoklu üretimde de farklı etkide panolar elde
edilebilir. “Elif”in dikey formu, “Vav”ın yatay formu ve “Hu”nun kapalı biçim üzerindeki
yumuşak çizgisinin birbirini dengelediği düşünülerek yapılan bir çalışmadır.
Plaka yöntemiyle açılan kil üzerine, Cel-i sülüs “Vav” harfi şamotlu kille çalışılmış
,kucağındaki yuvarlak formlar beyaz çamurla tornada şekillendirilerek yerleştirilmiştir.
Oksitlerle çalışılan panoda “Vav”ın gözü mavi sır ve camla doldurulmuş, çiçeklerde yine
aynı sır kullanılarak 970 °C'de pişirilmiştir.
‘’VAV’’ adlı eserde, hayata bağlılık ve pozitif düşüncenin olumlanması işlenmiştir.
56
Görsel 41. Yuvarlak Pano
Şamotlu kilden açılan yuvarlak panoda sülüs harfler ve kelimeler kullanılarak bir
kompozisyon oluşturulmuştur. Renklendirilmesi çeşitli oksitlerle yapılmış olup, noktalarda
kırmızı sır kullanılmış ve 1040 °C'de pişirilmiştir.
‘’YER’’ adlı çalışmada yoğunlukla “Elif” harfinden faydalanılmış olup panonun
yuvarlak biçimi “Elif”in dik tavrıyla dengelenmeye çalışılmıştır. Böylelikle izleyene hem
merkezden dışa açılan hem de merkeze doğru giden ikili bir bakış açısı verilmek
istenmiştir.
57
Görsel 42. Karolar
Kare formdan beyaz kil kullanılarak açılan plakalar üzerine farklı kelime grupları
kazıma yöntemiyle oluşturulmuştur. Plaka ahşap görüntüsü verilmek üzere sırlanmış
kazıma dekoru ise sırla doldurulmuş 970 °C'de pişirilmiştir.
‘’DANS’’adlı eserde İslam harflerinin kaligrafik özelliği vurgulanmak istenmiş,
farklı yazı gruplarının bir araya gelmesiyle etkili bir görünüm sağlanmaya çalışılmıştır. Bu
karoların ebadı ve miktarı değiştirildiğinde farklı panolar elde etme yoluna da gidilebilir.
Pano şamotlu kil kullanılarak biçimlendirilmiş olup üstteki sülüs yazı (Ayet)
bisküviden sonra fırçayla siyaha boyanmıştır. 1040 °C'de fırınlanan eserde yer yer eskitme
yapılmış ve renklendirilmiştir.
58
‘’DERİN’’adlı eserin alt ve üst kısmı sanki birbirine ait değilmiş izlenimi
vermelidir. Bu çalışma beden ruh, dünya insan ilişkisinde olduğu gibi ne reddedilebilir ne
de Kabul edilebilir tavır sergiler. Her şey bir “nokta” ile başladı ve bir noktada bitecek
düşüncesiyle oluşturulmuş bir çalışmadır.
59
Görsel 45. Kufi
"KUFİ" adlı eser, şamotlu kilden dikdörtgen biçimi verilen pano üzerinde kufi
harflerle “Allah” yazmaktadır. 1040 °C'de çeşitli oksitlerle pişirilmiş, bazı bölmelerde
60
turkuaz sır kullanılmıştır. Bu eser Hacettepe Üniversitesi Gün Hastanesi’ne hediye
edilmiştir.
Beyaz kilden tornada şekillendirin tabağın üzerine elle şekillendirilmiş kare formlar
yapıştırılarak elde edilmiştir. Bisküviden sonra (yeşil) seledon sırla kaplanmış ve 1250
°C'de pişirilmiştir.
‘’AN’’ adlı eser her şeyin başlangıcı olan “nokta”nın dış çeperi düşünülerek
oluşturulmuştur. Aslında ortada bir nokta yoktur. Sadece haresi vardır. Nokta eşittir an
düşüncesinden yola çıkarak hayat anlardan ibarettir. Bir saniyenin öncesi ve sonrası
farklıdır farklı anlardır. Anlar birleşir zamanı oluşturur. Geçip giden anları yok olan nokta
imgesiyle ifade etmeye çalıştığım bir eserdir.
61
Görsel 46. An
62
Görsel 47. Karşılama
63
İmgelem,insana özgü bir yetidir ve zihinde tasarlanan şeyin son durağı
yaratıcılıktır. Bu da bir sanatçının en önemli özelliğidir. İki farklı sanatçının
karşılaşmasıdır eserde ifade edilmek istenen.
64
SONUÇ
Arapça “hatt” maslarından türeyen ve yazı, çizgi, çığır, yol manalarına gelen “hatt”
kelimesi, terim olarak “Arap yazısını estetik ölçülere bağlı kalıp güzel bir şekilde yazma
sanatı (Hüsn-i Hat)” olarak açıklanmıştır. Kaynaklarda genellikle “Cismani aletlerle
meydana getirilen ruhani bir hendese” şeklinde tarif edilen hat sanatı bu tarife uygun bir
estetik anlayış çerçevesinde yüzyıllar boyunca gelişerek günümüze ulaşmıştır.
İnsanoğlu duygu ve düşüncelerini imgelem yoluyla görsel veya yazılı bir dile
dönüştürmüş, zamanla da bunu bir sistematiğe oturtabilmiştir. Yazı, tarih öncesi çağlarda
bir iletişim aracı olarak ihtiyaçtan doğmuş, zamanla estetik bir hale dönüştürülerek
kaligrafi denen güzel yazı yazma sanatına zemin hazırlamıştır. Dünya üzerindeki tüm yazı
çeşitlerinde, güzele ulaşma çabasını görmekteyiz. Aynı şekilde İslam yazısı da, yüzyıllar
boyu bu gelişimi göstermiştir. Özellikle resim sanatının yasaklandığı bu coğrafyada,
yazının önemi, sanatta kendini Hüsn-ü Hatt olarak göstermiştir.
Batıda hüsn-i hatt karşılığında, kaligrafi kelimesi kullanılmaktadır. Öncelikle
Araplar tarafından kullanıldığından Arap yazısı adıyla anılan Hat, hicretten birkaç asır
sonra Müslümanların ortak değeri haline gelmiş ve büyük İslam Hat’tı vasfını kazanmıştır.
Hat sanatının tarihi İslam dininin öncesinden başlasa da, şüphe yoktur ki; İslam
doktrininde insan ve hayvan çizimin yasaklanması hat sanatının gelişiminde ve hak ettiği
yeri bulmasında önemli bir etken olmuştur. Osmanlı hattatları da bu sanatı zirveye taşımış
ve çeşitli formlarda uygulamışlardır. Göz, zihin ve ruhu birbirine bağlayan, bir ruhsal
teknik olarak tanımlanan hat sanatı; mimari, seramik, metal işleri, cam ve tekstil gibi İslam
sanatları arasında başarılı bir konuma yerleşmiştir.
Estetik bir amaç için yazılmış olan İslam yazıları; içerdiği metafizik arayışı ve
mistik anlamı, soyut biçimi, ritmi ve üslubuyla görsel etkisi olan seyirlik plastik bir eser
olma hakkını elinde saklı tutmaktadır. Harfler ve harflerin yan yana, üst üste dizilmesiyle
oluşturulan istifler, çeşitli üslupların kanun ve kuralları içerisinde, değişmez bir ahenk ve
düzen sistemlerine bağlı olarak gelişmiştir. İslam yazısında yer alan ifade, görsel bir güç
olarak kabul edilen biçimin etkin bir biçimde var olmasıyla sağlanmıştır. İslam yazısı
biçimsel olduğu ve anlamını salt biçimle aktarabildiği için, rengin kullanımı ikinci plana
itilmiş, nokta, çizgi ve lekenin birbirleriyle (harfler) ve bütünle (istif-kompozisyon) olan
ilişkisi müzikal bir dille anlatılmıştır. İslam yazısında yer alan; yatay, dikey, mail
(diagonal) ve yuvarlak hareketler, büyük-küçük ve kalın-ince hatlar, yüzeyde yaratılan boş
ve dolular, dingin ve hareketli anlatımlar matemetiksel bir ölçülendirme sistemine göre
düzenlenmiştir (Boydaş, 1994, s. 72).
Pablo Picasso’nun, ‘’Batının yüzyıllar boyu üzerinde durup peşinden koştuğu soyut
ifadeyi hattatlar asırlar önce bularak çağın üstüne çıkmış ve en güzel örneklerini
vermişlerdir. Benim varmak istediğim son noktayı,İslam yazısı çoktan bulmuş’’ dediği
rivayet edilir. Hat sanatının estetik tavrı, yerli ve yabancı pek çok çağdaş sanatçıyı da
etkilemiş, eserlerinde bu çizgileri kullanmışlardır. Artık yazının okunabilir olması önemini
yitirmiş ,görsel bir anlatım dili haline gelmiştir. Batının soyut sanat örneklerinde
karşılaştığımız eserler, yerli sanatçılarımızda doğu-batı sentezi şeklinde karşımıza
çıkmaktadır ki geleneği referans alıp çağdaş eserler vücuda getirmek noktasında doygun
çalışmalar yapmışlardır.
"Modern algının temelde dayandığı fikir, geleneksel sanatlar, edebiyat ve günlük yaşamın artık
zamanını doldurduğu ve bu yüzden bunların bir kenara bırakılıp yeni bir kültür icat edilmesi
gerektiğidir. Her şeyin sorgulanması gerekir ki, böylelikle kültürün öğeleri yeni ve daha iyi
olanla değiştirilebilsin. Bu sorgulama ve sanat açısından “güzel” araştırması hat sanatının
65
getirdiği kimi zenginlikleri fark eden sanatçıları da kendisine çekmiştir. Geleneksel sanatların
kurallı ve ölçülü tavrı, modern sanatçının hareket imkanını kısıtlıyormuş gibi bir izlenim
uyandırmamalıdır. Modern sanatın non-figüratif(soyut) sanat arayışları, biçim, renk ve
kompozisyonun kendi gerçekliğini sorgulamaları sonucunda, hat sanatındaki çizgi, ritim, leke
değerleri ve kompozisyonlardaki plastik unsurlar dikkatlerden kaçmamıştır. Bu arayış ve bulgu
çakışmaları sonucunda, modern sanat ile hat sanatı arasında kesişmeler-etkileşimler gündeme
gelmiştir" (Çam, 2013).
Plastik sanatlar içerisinde yer alan seramiğin yapılan tasarımlara göre mukavemet
özelliği değişiklik göstermektedir. Kullanılan uygulamaya göre bazen ağır, sert görünümlü,
bazen ise incecik kırılgan ve hafif objeler de elde edilmektedir. Seramik sanatının tarihsel
gelişimini incelediğimizde çeşitli figür, leke veya çizgisel öğelerin yüzey süslemesi olarak
kullanıldığı görülmektedir. Yüzey bezemesi olarak kullanılan bu unsurlar arasında yazı
karakterlerinin de yer aldığı bilinmektedir. Yazımındaki hareketlilik zarafet ve estetik
öğelerinden ötürü çok geniş bir hayal ve tasarım olanağı sağlayabilen hat sanatının üç
boyutlu tasarımlardaki kullanımını incelediğimizde ise üretiminde seramikten ziyade daha
çok farklı materyallerin tercih edildiği karşımıza çıkmaktadır.
Seramikte biçimin yerini düşünce almalıdır ki eserin nasıl değil niçin yapıldığı,
fikri, felsefesi öne çıkmalıdır. Elbette bu durumda eserin kullanılabilir olması ve ticari
kaygı gütmesi beklenemez. İzleyende satın alma dürtüsünden ziyade, onu düşünmeye
itmesi gerekliliğinden, seramik sadece kavramsal bir nesne olarak karşımıza çıkar.
Sanatçının kendi toplumunu iyi tanıması gerekliliğinden hareketle, gerektiği
noktada kendinden beklenen tepkiyi vermesi gerekir. Geleneksel yapıda bir yaşam tarzı
olan Türk insanı, her ne kadar modern dünyada kendini gösterse de,gerek aile yaşantısı
gerekse düşünsel ve davranışsal olarak bunu yadsıyamaz.
Bulunduğumuz coğrafya nasıl ki Asya-Avrupa arasında bir köprüyse,toplumumuz
da geleneksel-modern sanat arasında sıkışıp kalmıştır. Geçmişte bu bağlamda gelenekçiler
ile modernistler arasında zaman zaman tartışmalar yaşanmıştır.Yüzyıllardır toplumumuzda
kullanılmış olan İslam yazısı, kimilerine göre gericilikle eşdeğer tutulmuş,yazının sanatsal
boyutu bu yüzden görmezden gelinmiştir.Neyse ki geleneksel sanatlar son yıllarda hak
ettiği ilgiyi görmeye başlamış, sanatçıların desteğiyle, gerek biçim gerekse leke değeri
olarak eserlerinde kullanmak suretiyle öncülük etmişlerdir. Geleneksel sanatlar arasındaki
konumu tartışmasız olan Hüsn-i Hat, Kur’an yazısı olmanın çok ötesinde, estetik tavrı,
ince-kalın çizgileri, uçuşur gibi nazik hareketleri, disiplinli ancak o ağırlığı hissettirmeyen
yapısıyla, yine geleneksel bir sanat olan seramiğe çok yakışmıştır.
Elbette bu çalışmalarda, yazının okunabilir olması önemini yitirmiş,burada
yakalanmak istenen duygu, iki gelenekselin dansıyla izleyende coşku yaratmaktır. Bu
sebepten harfler kimi zaman müstakil, ikili üçlü kullanılmış,kimi zaman da diğer hat
unsurlarıyla desteklenmiştir. Seramik malzemenin plastikliği, özellikle üç boyutlu
çalışmalarda, birbiri arkasından sakince dizilişlerine, iç içe geçişlerine, dönme ve bükülme
hareketlerine imkan vermiştir. Tasarım ve yapım aşaması oldukça keyifli olup, istenilen
görsellik yakalanmış,ileriye dönük çalışmalar için zemin oluşturulmuştur.
66
KAYNAKLAR
Abdullah, R., & Hübner, R. (2006). Pictograms, Icons and Signs. Thames&Hudson.
Afifi, F. S. (1980). Neş'et ve Tatavvur El Kitabe-l Hattiyye-el Arabiyye ve Devri-l Sakafi
Vel-Içtimai. Kuveyt.
Akurgal, E. (1978). Acient Civilizations and Ruins of Turkey. Ankara: T.T.K. Basımevi.
Alakuş, A. O. (1997). Kaligrafinin Modern Türk Resmine Etkisi Sürecinde Erol Akyavaş.
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Erzurum: Atatürk Üniversitesi.
Alparslan Kalafat, T. D. (2007). Hat Sanatımız ve Hattat, Kaligrafist, Yazı Tasarımcısı ve
Eğitimcisi Emin Barın. C.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 11(2), 317-328.
Alparslan, A. (1999). Divanî (Cilt 9). İstanbul.
Alparslan, A. (2004). Osmanlı Hat Sanatı Tarihi (2 b.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Alparslan, M. (2009). Hititolojiye Giriş. Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yayınları.
Ambrose, G., & Harris, P. (2010). Görsel Grafik Tasarım Sözlüğü. İstanbul: Literatür
Yayınları.
Arcasoy, A. (1998). Seramik Teknolojisi. İstanbul: Marmara Üniversitesi Yayınları.
Bakır, T. (1955). Mukaddime Fi Tarih-il-Hazarat-il-Kadime (2 b., Cilt 1). Bağdat.
Baydaş, N. (1994). Ta’lik Yazıya Plastik Değer Açısından Bir Yaklaşım. İstanbul: M.E.B.
Bektaşoğlu, M. (1999). Osmanlılarda Hat Sanatı. Diyanet İlmi Dergi, 35(1).
Berk, S. (2001). Aşk ile Meşk: Hat Sanatının Öğretiminde Meşk Murakkaaları. Tarih ve
Düşünce(19), 64-68.
Berk, S. (2006). Hat Sanat. İstanbul: İsmek Yayınları.
Cam, F. (2013). Modern-Postmodern Sanat Algısı Bağlamında Hat Sanatı. ART-E Mayıs-
Haziran, Sayı: 11. Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Hakemli Dergisi.
Carswell, J. (1998). Iznik Pottery. Londra: British Museum Yayını.
Charleston, R. (1977). World Ceramics. New York: Hamilyn Publishing.
Cooper, R. (2010). Wayfinding for Healthcare. AHA Press.
Cowgill, J., & Bolek, J. (2003). Symbol Usage In Health Care Settings for People with
Limited English Proficiency. SEGD Press.
Çelebi, H. (2017). Hattın Çelebisi. Yeditepe Yayınları.
Çetintaş, Ö. (2005). Türk Hat Sanatı ve Hattat Mustafa Halim Özyacı’nın Ankara
Camilerindeki Eserlerinin İncelenmesi. Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Gazi
Ünivertesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü.
67
Derman, M. U. (1977). Türk Sanatında Ebru. İstanbul: Ak Yayınları.
Derman, M. U. (2000). Osmanlı Türklerinde Hat Sanatı. Yeni Türkiye, 6(34), 589-594.
El Cuburi, S. Y. (1977). Aslül-Hatt-ül-Arabi ve Tatavvuruhu Hatta Nihayet-ül-Asr-ül-
Amevi. Bağdat: Bağdat Üniversitesi.
El Kurdi, N. T. (1939). Tarih El Hatt-ül Arabi ve Adabihi. Kahire.
El Masif, N. Z. (1981). Bedai-ül-Hatt-ül-Arabi. Bağdat.
El Masrif, N. Z. (1980). Musavvur el-Hatt-ül-Arabi. Bağdat: Dar-ül-Nahza Matbaası.
El Mes'udi, E. H. (1938). Ahbar-uz-zaman. Kahire.
Güner, E. (2007). Seramik Yüzeylerde Kaligrafinin Dokusal İzleri. Türk Seramik
Federasyonu Dergisi(20).
İnalcık, H. (2002). Osmanlı Uygarlığı 2. Ankara: Kültür Bakanlığı.
İlden S. , Ay E. (2012). Modern Seramik Sanatında Kaligrafinin Kullanılması. Journal of
Life Science, Volume1, Number 1, Batman University.
Jean, G. (2002). Yazı İnsanlığın Belleği. (N. Başer, Çev.) İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Kalkaşendi, E. A. (1956). Suph-ül-aşa (Cilt III). Kahire.
Katz, J. (2012). Designing Information. Wiley Yayınları.
Lemmen, H. V. (2002). Architectural Ceramics. Buckinghamshire: Shire Yayınları.
Lunde, P. (2010). Şifreler Kitabı. (D. Akın, Çev.) İstanbul: NTV Yayınları.
McLuhan, Marshall. (1999). Gutenberg Galaksisi: Tipografik İnsan Oluşumu: Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul.
MEB. (2015). Hüsn-i Hat. Ocak 11, 2018 tarihinde http://img.eba.gov.tr:
http://img.eba.gov.tr/137/553/ba2/118/e9b/664/854/9c2/0a6/f2e/c91/c75/bb2/b26/0
01/137553ba2118e9b6648549c20a6f2ec91c75bb2b26001.pdf adresinden alındı
Mijksenaar, P. (1997). Visual Function: An Introduction to Information Design. Princeton
Architectural Press.
Okur, E. (2007). Seramik Sanatında Bir Tasarım Öğesi Olarak Yazının Kullanımı. Sanatta
Yeterlilik Tezi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Osterman, M. (2002). The Ceramic Surface. Philadelphia: University of Pennsylvania
Press.
Öney, G. (1987). İslam Mimarisinde Çini. İstanbul: Ada Yayınları.
Örs, İ. (1978). İslam, Uzak-Doğu Kaligrafisinin Modern Sanata Yansıması. Yayınlanmamış
Sanatta Yeterlik Tezi. İstanbul: DGSA.
Özcan, A. R. (2009). Hat ve Tezhip Sanatı. T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı.
68
Peterson, S. (2000). Contemporary Ceramics. New York: Watso-Guptill Public.
Rado, Ş. (1984). Türk Hattatları. İstanbul: Yayın Matbaacılık.
Sözen, M. (1999). Geleneksel Türk El Sanatları: Hat Sanatı. Dönemeç, 3(34).
Serin, M. (1982). Hat Sanatımız. İstanbul: Kubbealtı Neşriyat A.Ş.
Serin, M. (1999). Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar. İstanbul: Kubbealtı Neşriyat.
www.tdk.gov.tr/index(2019)
Teker, U. (2002). Görsel İletişim ve Grafik Tasarım. İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi
Yayınları.
Temel Britannica. (1992). 1. İstanbul: Ana Yayıncılık A.Ş.
Ulusal, Z. (2008). Hat Sanatı Tarihi ve Medresetu’l Hattatin, İslam Tarihi. Yüksek Lisans
Tezi. Rize: Rize Üniversitesi İslam Tarihi ve Sanatları Ana Bilim Dalı.
Uslay, Y. (1989). Yazı Sanatı. İzmir: Namat A.Ş.
Yazır, M. B. (1981). Kalem Güzeli (2 b.). Ankara: Diyanet İşleri Bakanlığı Yayınları.
Yiğit, Ö. (2007). Modern Sanatta İslam Hat Sanatı Etkileri. Yüksek Lisans Tezi. Erzurum:
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
69
74