You are on page 1of 10

Nezr-i Mevlâna (Mevlevilik’te On Sekiz Rakamı)

Hayırların feth, şerlerin def' ve himmetlerin üzerimize olması niyâzıyla…


Cenâb-ı Hakk'ın tecellî eseri velî kullarının kalbine yerleştirdiği irfânî bir
nurla ilâhî gerçekleri bizzat tadarak ve yaşayarak öğrenen Hz. Mevlânâ, akl-ı
selîmden kalb-i selîme, kalb-i selîmden de zevk-i selîme yol bulan Mevlevîliğin
dayandığı temel kaynaktır.
Hz. Mevlânâ, hayrü'l-halefi Şeyh Gâlib'in:
Merd ana denür ki aça nev-râh
mısrâında ifadesini bulan şekliyle, Hoca Ahmed Yesevî, Şâh Nakşibend, Hacı
Bektâş-ı Velî gibi mânâ âleminin sultanları ile Mimar Sinan, Şeyh Gâlib, Dede
Efendi, Mustafa Râkım, Azîz Dede, Tanbûrî Cemil Bey gibi sanatkârlar misali yeni
yollar açmış, muasırları ve takipçileri bu güzergâhlarda yürümüşlerdir.
“Ancak Allah'a kalb-i selîm (temiz bir kalb) ile gelenler (o günde fayda
bulur.)” (Şuarâ, 26/89) âyetinin sırrına mahzar olan, Hz. Peygamber'in:
“Müminin kalbi Rahman'ın iki parmağı arasındadır” hadisinde işaret edildiği
gibi, Rahman'ın, bir rahmetten başka bir rahmete değiştirdiği kalbi ile
görünenin arkasındaki güzeli ve güzelliği arayan Hz. Mevlânâ: “Âşıklık
mezhebinde bu revâ mıdır ki, bütün âlemi seninle görelim de, seni
görmeyelim.” diye yakarır.
Bir sanatkârı veya eserini değerlendirmek, bir tasavvuf veya sanat ekolü
hakkında kıymet hükmü ifade edebilmek için, ortaya çıktıkları zamanı, mekânı,
manevî, edebî ve sosyal şartları iyi bilmek ve göz önünde bulundurmak gerekir.
Mevlevîlikteki mükemmel bütünlük, cüzlerden hareketle, her davranış
veya âdetin tenasübünü kavramakla idrak edilebilir. Bu açıdan bakıldığında,
devrin şartları, teamülleri ve gelişen yaklaşımlar gereği -hemen her tarîkatte-
(dört kapı, on makam, üç sünnet, yedi farz, on iki hizmet, kırk ve bin bir günlük
çile vb.) rakamlarla ilgili birtakım değerlendirmelerin yapıldığı görülür.
Mevlevîlikte on sekiz rakamı da böyle bir dikkatle takdirlerinize sunulmaktadır.
Hüseyin Fahreddin Dede'ye göre “Nezr-i Mevlevî”nin on sekiz olması,
ebced hesabına göre “Hayy” ism-i şerîfinin sayı değerinin on sekiz olmasına ve
günde on sekiz defa vukû bulan “Zâtın tecellîsi”ne dayanmaktadır.
Hz. Mevlânâ'nın “Hayy” diyerek semâya başlaması da son derece
mânidardır.
Mevlevîlerce on sekiz rakamı mukaddes sayılmış, dokuz ve katları uğurlu
addedilmiştir.
Mevlevî kültüründe ehemmiyet atfedilen Nezr-i Şems altı olup, her
zerrede var olan (alt,üst,sağ,sol,ön,ard) altı cihetten hareketle teşekkül eden bu
sayının üç ile (mevâlid-i selâse) çarpılmasıyla on sekiz rakamı elde edilir.
Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz kudretini ifade etmek ve âlemlerin çokluğundan
kinâye olmak üzere, Kur'ân: “Hamd, âlemlerin Rabbı olan Allah'a
mahsustur.” (Fâtiha/1) âyetiyle başlar.
Âlemler, “Habîbullah” olarak vasıflandırılan Hz. Muhammed'in
muhabbetiyle yaratılmış; O, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş; fahr-i âlem
(âlemin övüncü) olarak mü'minlerin gönüllerinde hükümrân olmuştur.
Sûfîlerce mutlak varlık olan Allah'ın, zâtî iktizâsı olan hakîkat-i
Muhammediyye'ye tenezzülüyle kâinat zuhur etmiştir. Yaratıcı kudretin aktif
kabiliyeti olan “akl-ı küll”le pasif kabiliyeti olan “nefs-i küll”, dokuz göğü
meydana getirmiş, bunların hareketi dört unsuru (hava, su, toprak, ateş) izhar
eylemiş, dokuz gökle dört unsurdan cemât(cansızlar), nebât(bitkiler) ve
hayvân(canlılar) vücut bulmuştur. Böylece kâinât, kısa ve toplu bir bakışla on
sekiz varlıktan meydana gelmiştir. Mübâlağa ve tafdil bakımından bu on sekiz
âlemden her biri zuhur itibariyle binle ifade edilmiş ve “on sekiz bin âlem” sözü
ortaya çıkmıştır.
Bismillâhirrahmânirrahîm'in Arap harfleriyle imlâsında on sekiz sessiz harf
bulunduğu görülür. Bu kelimeden türetilen âlemlerin on sekiz bin olduğuna
işaret edilir.
İşte bu on sekiz bin âlemin sultânı, Yûnus'un deyişiyle:
On sekiz bin âlemin Mustafâsı
Adı güzel kendi güzel Muhammed
değil midir?
On sekiz bin âlemi görmek, şâirin ifadesiyle, Hz. Mevlânâ'nın yolunun
tozunu göze sürme yapmakla mümkündür:
Hâk-i Mevlânâyı Saffet sürme-i çeşm eyleyen
On sekiz bin âlemi bînâ olur âlem bu yâ
Nef'î, on sekiz bin âlemi seyreylemenin lâzım olmadığını, çünkü her
nefeste lutfedilen Hak feyzinin başka bir âlem olduğunu şu nefis beytiyle
belirtir:
On sekiz bin âlemi seyr eylemek lâzım değil
Her nefeste feyz-i Hak bir özge âlemdir bana
İşin aslı, Yûnus Emre'nin:
On sekiz bin âlem halkı cümlesi bir içinde
Kimse yok birden artuk söylenir dil içinde
beytinde ifade ettiği gerçek, on sekiz bin âlem halkının BİR (Allah) içinde olduğu,
gönülde de o BİR'den başkasının bulunmadığı hakikati Hz. Mevlânâ dilinde şöyle
taçlanır:
“Bizim mesnevîmiz vahdet dükkanıdır. Orada BİR'den başka ne görürsen
o, puttur.”
Rifâiye tarîkatinin Ma'rifiye kolunda tâc, on dört dilimli veya üç terk
üzerine on sekiz yapraklı beyaz arakiyyeden yahut çuhadan yapılmış olup beyaz
düğmelidir.
On sekiz dilimli tâc, on sekiz bin âleme işarettir.
Saâdet tâcının terklerinin on sekiz olması, ebced hesabıyla sayı değeri on
sekiz olan “Hayy” ismini temsil eder. Ayrıca bu on sekiz dilim, “Allah,
Muhammed, Ali, Hasan, Hüseyin” hazretlerinin isimlerinin harflerinin on sekiz
olmasıyla irtibatlandırılır.
Esmâ-i sitte olarak bilinen “Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl,
Kuddûs” isimleri altı adettir. Altı sayısı “tâc” kelimesinin üç harfi ile çarpılırsa, on
sekiz sayısı elde edilir. Tâcdaki on sekiz dal bu isimleri de îmâ eder.
On sekizler olarak anılan zümre, Allah ne emretmişse onu yerine getiren,
gerektiğinde kendilerinden kerâmet zuhur eden “Ricâlül-gayb”den on sekiz
kişidir.
Tasavvuf yanında sanat, şiir ve fikir dünyamızda asırlarca büyük bir rol
oynamış olan Mevlevîlerin kendilerine has terbiye, âdet, giyiniş ve muâmele ile
ilgili hususiyetleri disipline edilmiş bir sadelik ve zarafet ikliminde vuku bulur,
bunların bir kısmı da on sekiz rakamının etrafında teşekkül eder.
* Kur'ân'ın Fâtiha'sı gibi bütün Mesnevînin özü sayılan ve “Besmele”de
olduğu gibi ilk beyti “be” harfiyle başlayan ilk on sekiz beyti Hz. Mevlânâ kendi
yazmıştır. O on sekiz beyit ki, Bursevî'nin ifadesine göre, on sekiz bin âlemin
esrârını anlamaya yöneliktir.
Mesnevî, aslında ilk on sekiz beytin ilk iki ve son bir kelimesinden; “Bişnev
ez-ney… vesselâm” (Dinle neyden… vesselâm)'dan ibarettir.
*Çileye talip olup “Nev-niyâz makâmı” da denilen “saka postu”nda üç gün
oturduktan sonra yola devam etmek isteyen cân, Kazancı Dede'ye ikrâr verir.
Baş kesmek, görüşmek, niyâza durmak gibi temel rükünlerin öğretildiği cân, on
sekiz gün “ayakçılık hizmeti”nde bulunur. On sekiz günlük hizmet sonunda
hakkında müspet kanaat sahibi olunan ve Aşçı Dede'nin emriyle arakiyye,
mutfak tennûresi ve elif-i nemed verilen cân taşra kıyafetinden
soyunarak “hizmet libâsı”nı giyer.
*Nev-niyâz, gönlünü hikmet pınarlarıyla beslemeyi ve Allah'ın rızasını
kazanmayı murad ederek; “Kazancı Dede, Halîfe Dede, Dışarı Meydancısı,
Çamaşırcı, Âb-rîzci, Şerbetçi, Bulaşıkçı, Dolapçı, Pazarcı, Somatçı, İçeri
Meydancısı, İçeri Kandilcisi, Tahmisçi, Yatakçı, Dışarı Kandilcisi, Süpürgeci,
Çerâğcı, Ayakçı” olmak üzere on sekiz hizmet kolunda, ihlâs ve samimiyetle bin
bir gün müddetle usûl ve âdâba uygun bir şekilde hizmette bulunur.
*Dünya endişelerinden kurtulmak arzusunu izhâr edercesine çileye
soyunan, edeb ve muhabbet zincirinin bir halkası olmak arzusuyla çilesini
tamamlayan derviş, dede olmak için son defa on sekiz günlük “hücre çilesi”ne
girer.
Noksanını tamamlamak ve taşraya muhabbe ti olmadığını göstermek
maksadıyla on sekiz gün boyunca Aşçı Dede ile Mesnevihandan nasihatler alır
ve dergâhtan dışarı çıkmaz.
Geleneğe ve kâidelere bağlı 1001 günlük çileyi tamamlayan dervîş, artık
dede olmaya hak kazanır ve:
Ederken Mevlevînin çillesin itmâm bin bir gün
Bizim bak çille-i aşk üzre bir mîâdımız yokdur
Beytinin işaret ettiği, mîâdı (süresi) dolmayacak olan aşk çilesine devam eder.
*Herhangi bir Mevlevîhâneye şeyh tayin edilecek dede, Konya'da Mevlânâ
Dergâhına gider, orada on sekiz hizmet dalında on sekiz gün müddetle hizmette
bulunur. Bu süre içerisinde de destârlı sikkesi Hz. Mevlânâ'nın sandukası altında
tutulur, on sekiz gün sona erince, makam çelebisi veya sertarîk tarafından
tekbirlenerek kendisine giydirilir ve şeyhlik icazeti verilir.
* Fakrı sadece Allah'a olan ve O'ndan başkasına ihtiyaç duymayan,
dünyadan müstağnî, kanaat sahibi Mevlevîlerin sadaka kabul etmeleri bahis
konusu değildir. Ancak mürşide yahut dedeye teberrüken, niyâz makamında
hediye verilir veya dergâha yardımda bulunulur. Dergâha giren, çıkmadan önce
dedesiyle görüşür ve bu sırada sır olarak (gizlice) avucuna, yahut niyâz ederken
postunun altına, kudretine göre on sekiz beş kuruş, on kuruş, yirmi beşlik, yarım
lira koyar. Hediyenin, dokuz ve katları olmasına titizlikle riâyet edilir. Kudreti
yoksa yeşil bir yaprak da nezir yerine geçer.
*Mevlevîliğin şeref ve haysiyetine, nezaket ve zarafetine uymayan işler
yapanlara “küstah” denilir ve bunlar kazancı dede tarafından cezalandırılır.
Ayakta tutmak, bir müddet riyazet vermek ve birkaç gün bir köşeye hapsetmek
gibi cezalarla hâlini tashih etmeyenler olursa semahanede türbe
önünde “peymânçe”ye durdurulur, matbahta duran “çelik” denilen bir değnekle
küstahın arkasına -maksat dövmek değil ikaz olduğundan- canı acıtmamaya
çalışılarak, dokuz veya on sekiz defa vurulur.
Lüzumu halinde daha şiddetli bir ceza, Kazancı Dede tarafından,
“küstâh”ın başından sikkesi alınmak ve hırkası çıkarılmak suretiyle verilir, bu hal
on sekiz gün sürer. Arakıyye ile kalan derviş, on sekiz günün sonunda cezayı
uygulayan dede ile birlikte şeyhin önünde diz çöker, şeyh de bir takım ikaz ve
tenbihlerde bulunduktan sonra suçlunun sikke ve hırkasını yeniden
tekbirleyerek geri verir.
*Semâzen olmak isteyen dervişler, bir taraftan ham geldikleri dergâhın
matbahındaki ocakta pişip yanarken, diğer taraftan mahzunca boyunlarını
bükerek ötelerdeki hakikatlere kanat çırpmak, Hak'tan aldıklarını halka
dağıtmak iştiyakıyla semâ eğitimi alırlar.
Semâzenin sol ayağına “direk”, sağ ayağına “çark” denir. Başlanğıçta
talimler esnasında on sekiz çark atılır. Çarkın -her birinde Allah ism-i şerîfinin
içten söylendiği- dokuzun katları olan 360-180-90 derecelik (tam-yarım-çeyrek)
çeşitleri vardır.
*Şeyh Efendinin “Tennûreye salâ” izniyle başlayan ve meleklerin kanat
çırpmasını andıran mukâbelede on sekiz semâzenin bulunması tercih edilir, bu
mümkün değilse yarısı olan dokuz semâzenle yetinilir.
*Konya Mevlânâ Dergâhında; Dervişan kapısından sonra iki küçük kubbeli
geçiş mekânının sağında (güneyinde) dört; solunda (kuzeyinde) sekiz, takiben
(doğuya doğru) altı olmak üzere on sekiz “Derviş Hücresi” mevcuttur.
*Bir çeşme düşünün ki, vahdet-kesret-vahdet öğretisi sembolize edilsin,
fayda ve estetik bir arada düşünülsün, serçeler ve güvercinler serinleyip su
içsinler, kurnalarından dökülen suyun sesi kulaklara hoş nağmeler halinde
ulaşsın. İşte Mevlânâ Dergâhı'nın bahçesinde bulunan ve adını cennetteki
çeşmelerin birinden alan bu Selsebil'de, yukarıdan aşağıya doğru 1-2-3-2-1
tertibinde suyun dağılıp toplandığı dokuz çanak bulunmaktadır.
*Hz. Mevlânâ Karaman'da bulundukları sırada, babasının tavsiyesiyle asil
bir zât olan Semerkandlı Hoca Şerafeddin Lala'nın huyu güzel, yüzü güzel kızı
Gevher Banu ile 1225 yılında on sekiz yaşında evlenir.
*Edebiyatımızda önemli bir yeri olan tarih düşürme geleneği doğum,
vefat, savaş, düğün, imar gibi çeşitli sebeplerle gerçekleştirilir. Pek çok usûlü
bulunan tarih düşürmelerde, özellikle Mevlevî şâirler Nezr-i Mevlânâ'nın ilâvesi
veya eksiltilmesi yoluyla ta'miye (tarih tamamlama) yoluna gitmişlerdir. “Nezr-i
Mevlânâ ile” denince tarihe on sekiz ilâve edileceği, “Nezr-i Mevlânâ
çıkıp” ifadesinden de on sekiz eksiltileceği anlaşılır.
*Tahirü'l-Mevlevî'nin on dört cilt halinde eksik yayınlanan Mesnevî
Şerhi'ne talebesi Şefik Can tarafından bir vefa örneği ve cemile olmak üzere
dört ciltlik bir ilâve yapılır, bu suretle şerh, hoş bir tevafukla on sekiz ciltte
tamamlanır.
Gönül hastalıklarının şifa bulduğu, noksanların tamamlandığı Mevlânâ
Dergâhının kapısının önünde boyun bükerek: “Ey kapılar açan Allahım, bana da
hayırlı kapılar aç.” Niyazında bulunanlara:
Gayrı biz olduk deyü zannetmesin ashâb-ı kâl
Cûylar kim vardılar deryâya hâmûş oldular
beyti gereğince, nice coşkun ırmakların denize ulaşınca susuverdiklerini
hatırlatmak suretiyle söz ehlini, “gayrı biz olduk” zannına kapılmamaları için
uyaran;
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
beytiyle, âlemin özü ve yaratılmışların gözbebeği olan insana, zâtına hoş
bakmasını öğütleyen ve nihâyet onu;
Bir şu'lesi var ki şem'-i cânın
Fânûsuna sığmaz âsumânın
hikmetli söyleyişiyle de cân mumunun şu'lesini âsumânın fânusuna sığmayan
hâle getiren; hakiki aşkın mahzarı, muhabbet sırrının mahremi Mevlevî
mürşidlerine aşk olsun…
Dünyayı şereflendirmelerinin 800. yılında,
Ey vâkıf-ı râz-ı aşk olan ârif-i cân
Ney gibi seninle bî-zebân söyleşelim
Aşkın sırlarına vâkıf olan cân ârifini, seninle ney gibi, konuşmadan
söyleşelim, sırrına erdiren Hz. Mevlânâ'yı rahmet, şükran ve minnetle anıyoruz.
Aşk ve niyâz ile…

NOT: Bu yazı daha önce Konya Büyükşehir Belediyesi'nin 2007'de çıkarmış


olduğu “BİŞNEV Mesnevî'nin ilk on sekiz Beyti” Kitabında yayınlanmıştır.

KAYNAKLAR
A. Gölpınarlı, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, İnkılâp ve Aka Kitabevleri, İstanbul, 1963.
A. Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İnkılâp ve Aka
Kitabevleri, İstanbul, 1977.
A.Halet Çelebi, Bütün Yazıları (Haz. Hakan Sazyek), YKY, İstanbul, 2004.
Erdoğan Erol, Mevlânâ'nın Hayatı, Eserleri ve Mevlânâ Müzesi, Konya, 2004.
Esad Coşan, Makâlât Hacı Bektâş Veli, Kültür Bakanlığı 1000 Temel Eser, Ankara,
1996.
Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yayınları,
İstanbul, 2005.
H. Hüseyin Top, Mevlevî Usûl ve Âdâbı, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2001.
Hacı Feyzullah, Mevlevî Âyîninde Mânevî İşâretler, Meram Belediyesi Kültür
Yayınları, Konya, 2005.
Halit Özdüzen, Tasavvuf Yolcusu Tarikatlar ve Alevilik, Ötüken Yayınları,
İstanbul, 2006.
İ. Pala, Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, Akçağ Yayınları, Ankara.
Konya'dan Dünya'ya Mevlânâ ve Mevlevîlik, Karatay Belediyesi Yayınları, Konya,
2002.
Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî İnsanlığın Aynası, Konya Büyükşehir Belediyesi,
Konya, 2004.
Ney'e Dâir, T.C. Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Konya, 2006.
Safer Baba, Tasavvuf Terimleri, Heten Keten Yayınları, İstanbul, 1998.
Seçkin Bir Peygamber Vârisi Mevlâna, Rehber Yayınları, 2006.
Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, İFAV Yayınları, İstanbul, 2004.
Şener Demirel, Dinle Neyden, Araştırma Yayınları, Ankara, 2005.
Timuçin ÇEVİKOĞLU
Mevlevîlikte, “nezr veya nezir” kelimesi, adak ya da hediye anlamlarında
kullanılır. Mevlevîler birine hediye verecekleri zaman “Nezr-i Mevlânâ -
Mevlânâ’nın Hediyesi” diye takdîm ederler. Böyle sunulan hediye reddedilmez,
alınır.
Mevlevîler, kimseden bir şey istemez, sadaka kabûl etmezler. Ancak dileyenler
dergâha veya mensûblarına hediye verebilirler, “Nezr” veya “niyâz” denen bu
bağışlar, Nezr-i Mevlânâ yani dokuz, on sekiz veya dokuzun diğer katları (9, 18,
27, 36, 45, 54, 63, 72, 81, 90, 99, 108, 117…) miktarınca olurdu. Bu katları ifâde
eden rakamların kendi iç toplamlarının, birbirleriyle toplamlarının, çarpımlarının
veya çarpımlarının katları ile onların iç toplamlarının da her zaman 9 rakamını
verdiği dikkate değerdir. Diğer yandan bütün sayılar, 0’ dan 9’ a kadar
büyüyerek giden on temel sayıdan oluşur ki, Nezr-i Mevlânâ olan 9, bunların en
büyüğüdür.
Gölpınarlı, Nezr-i Mevlânâ’nın kutsal oluş nedenini şu inanca dayandırmaktadır:
“Mutlak Varlık, “zâtî iktizâsı” (kişisel gerekliliği)* olan aktif bir zuhûra (ortaya
çıkış, beliriş, görünüşe) sâhiptir. Bu aktif tecellî (belirme), “Akl-ı Küll” veya
“Hakîkat-i Muhammediyye” diye anılır. Bu aktif kâbiliyet, pasif bir kâbiliyeti,
“Nefs-i Küll” ü meydana getirmiştir. İkisinden dokuz kat gök meydana gelmiştir.
Dokuz göğün hareketi dört unsuru (Anâsır-ı Erba’a’yı yani toprak, su, hava ve
ateşi) izhâr etmiş (ortaya çıkarmış); göklerle bu unsurlardan cansızlar, bitkiler ve
(diğer) canlılar doğmuştur. Böylece hepsi onsekiz olur.”
Prof. Dr. Yakıt’ın aynı konuyla ilgili olarak XVI. yüzyıl şâirlerinden İdris
Muhtefî’nin bir manzûmesinden seçtiği birkaç mısra ve bu mısralarda sembolize
edilen inanışlara ilişkin yaptığı açıklama da şöyledir:
“İş bu deme erince, üç kez doğdum âneden
Nice yavru uçurdum, nice, âşiyâneden (yuvadan, evden)
Dört doğurdum anamı, hâmil oldum babadan
Babam dokuz ayaklı, anlama efsâneden…
Senin İdris, hakîkat bu rumûzât sözlerin
Anladı insân olan, bilmedi hayvâneden.
(Kurnaz, C., Tatçı, M., Türk Edebiyatında Şathiye, Akçağ, Ankara, 2001. s.101-
102)
Burada üç kez doğmaktan kasıt, İslâm felsefesindeki “mevâlid-i selâse” yani üç
doğum olarak ifâde edilen “cemâd (cansız), nebât (bitki) ve hayvan”
mertebelerinden geçiştir. “Dört ana” ise maddî varlığın dört unsuru yani
“toprak, su, hava ve ateş” dir. “Dokuz Baba” tâbirinden de “Dokuz feleğe
(göğe)” işâret vardır.”
“Dâimâ diri” anlamına gelen, Allah’ın “Hay” adının ebced hesabındaki sayısal
karşılığının 18 olması ve Hz. Mevlânâ’nın, Mesnevî’nin özü kabûl edilen ilk 18
beytini bizzat kendisinin yazmış olması, Mevlevîlerce 18 sayısının kutsal kabûl
edilmesinin diğer önemli nedenleridir.
Hz. Mevlânâ’nın felsefesinde ney, “İnsan-ı Kâmil” in, yani belirli aşamalardan
geçerek olgunlaşmış insanın sembolüdür. Benzi sararmış, içi boşalmış, bağrı
dağlanarak delik-deşik edilmiş, geldiği yerin özlemiyle yanıp tutuşan, sînesinden
çıkan feryâd ve iniltileri ile tüm insanlığa sırlar fısıldayan bu dost, yaratılışın
temeli olan aşktan bahseder. Ney, bu nedenle Mevlevîlerce kutsal sayılarak
“nây-ı şerîf” diye anılmıştır.
Ahmed Avnî Konuk, Mesnevî Şerhi’nde şu görüşlere yer verir:

“Ney’in yedi deliği, insanın yedi a’zâ-yı zâhirîsine (görünen uzvuna) işârettir ki,
beşerin fiilleri bu uzuvlardan sâdır olur (ortaya çıkar).”
Bu düşünceden hareketle, ney ile sembolize edilen insan-ı kâmil’in vücûdunda
Hakk’dan gayrı ne varsa her şey yok edildiğinden, O’ndan ortaya çıkacak
fiillerin, ancak Hakk’ın mânevî etkisiyle gerçekleşebileceği söylenebilir.
Aslında neyin üflenen üst ucu ve alt ucu da düşünüldüğünde, dışa açılan
deliklerinin de boğumları gibi dokuz olduğu görülür.
Kutbü’n-nâyî Niyâzî Sayın, ney ve insan-ı kâmil ilişkisi hakkındaki fikirlerini
açıklarken şöyle diyor:
“Ney, yapı olarak dokuz deliktir. İnsana yakın bir duruma sahiptir. Kamışlıktan
kopması bir insanın olgunluğa erişmesiyle alâkalıdır. Neyi alırsınız, kamışlıktan
koparırsınız, kollarını kesersiniz, vücûdunda delikler açarsınız… Yâni insanı (da)
olgun hâle getiren bir ney yapıcısı vardır. Onu da Hakk’ın kendisi olarak
düşünüyoruz.”
Bize göre, İnsan-ı Kâmil’i sembolize eden Nây-ı Şerîf, dokuz boğumu ve dokuz
deliğiyle, tüm insanlığa bir “Nezr-i Mevlânâ” dır da vesselâm.
KAYNAKLAR
Abdülbâkî Gölpınarlı, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, İnkılâp ve Aka Kitabevleri, Yeni
Matbaa, İstanbul, 1963, s. 35.
Ahmed Avnî Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi - I. cilt, Gelenek Yayıncılık, Şefik
Matbaacılık, İstanbul, 2004, s. 73.
H.Hüseyin Top, Mevlevî Usûl ve Âdâbı, Ötüken Neşriyat, Özener Matbaası,
İstanbul, 2001, s. 150.
İsmâîl Yakıt, Mevlânâ’da Sembolizm ve Ney, Ney’e Dâir, Editör: Mustafa Çıpan,
Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Damla Ofset, Konya,
2006, s. 67.
Niyâzî Sayın, Ney’in Mâneviyatta ve Mûsikîmizdeki Yeri, Ney’e Dâir, Editör:
Mustafa Çıpan, Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Damla
Ofset, Konya, 2006, s. 106.
Timuçin Çevikoğlu, Dinle Ney’den, Mostar Dergisi Sayı:21, Mostar Yayıncılık,
Şan Ofset, İstanbul, 2006, s. 70.
* Parantez içindeki notlar, makâlenin yazarı tarafından eklenmiştir.

You might also like