Professional Documents
Culture Documents
BOURDIEU
• SANATIN
Sanatın Kuralları
KURALLARI
Pierre Bourdieu
ono
Ç e v i r e n : N e c m e t t i n Kâ mi l Sevi l
SANATIN KURALLARI
Yazınsal Alanın Oluşumu ve Yapısı
SA N A TIN KURALLARI
Y azın sal Alanın Oluşumu ve Yapısı
Ç EV İR E N :
N E C M E T T İN K Â M İL S E V İL
0130
İSTANBUL
Yapı Kredi Yayınları
Sanat - 57
Çeviriye Temel Alınan Baskı: Les régies de l’art- Genèse et structure du champ littéraire, 1998
YKY'de 1. baskı: İstanbul, Temmuz 1999
ISBN 975-08-0028-1
Önsöz • 19
B İR İN C İ K E SlM
A lanın U ç Durum u
İK İN C İ K ESİM
Bir Yapıtlar Biliminin Tem elleri
Ü Ç Ü N C Ü KESİM
A nlam a Olgusunu A nlam ak
A d D iz in i »517
9
yorumlayıcılarıdırlar; ve okuma eylemiyle yakın ilişki içindedir
ler. Sözgelimi yazınsal göstergebilim, bir bütün olarak öğretm e
nin uğraşı içinde yer alan örtük bir felsefeyi içinde barındırır.
Aynı durum un felsefe için de geçerli olması gerekirdi. Felsefe
öğretmenleri büyük ölçüde /ectoresp/ıi/osop/ıiae, bir başka deyiş
le gündem e getirmedikleri, felsefe metinlerinin okur-yorumcu-
larının uygulamaları içinde kendini gösteren felsefe üzerine bir
felsefeye sahip olan kişilerdir. Lector konum una içkin olan oku
manın bu örtük felsefesinin ne denli yok edilemez olduğunu
göstermek için uç bir örnek olan “yapı ayrıştırma”yı alabilir
dim. Görünürde tüm yapı ayrıştırmacı gelenek bu felsefeden
bir kopuşla dikkat çekmekteyse de ve tutkulu bir biçimde fel
sefenin okunmasına yönelik örtük felsefeyi açıklamayı amaçla-
sa da, aslında yapı ayrıştırmacıların her şeyden önce metinlerin
yapısını ayrıştırmayı amaçlayan kişiler olmaları nedeniyle, bu
gelenek okumaya ilişkin sıradan önvarsayımlara yer verir. Ve
metin dışında hiçbir çıkış yolu bulunmaz! Belki bu yaklaşım
geliştirilebilir, ama ben bununla yetiniyorum. Öğretm enin top
lumsal konum u içinde yer alan bütün özellikler, belli bir dünya
görüşü, varoluş anlayışı, vd. bu konuma yerleşmiş insanların ya
zına, okudukları metne, okumanın ne olduğuna, vd. ilişkin ola
rak geliştirdikleri gösterim içinde ortaya çıkar. Daha açık bir
anlatımla, gerçek yapı ayrıştırma, Derrida’cı yapı ayrıştırmanın
bittiği yerde, bir başka deyişle yapı ayrıştırmacının kendini ay
rıştırdığı sırada, kendini, kimi toplumsal üretim koşulları,
vd.’nin ürünü olan bir kuruma katılmış toplumsal bir kişi olarak
düşündüğü sırada başlar.
D e m e k oluyor ki, iç okuma, kimi toplumsal konumlar için
de yer alınmasıyla ve bu toplumsal konumların bir biçimde sü
rekliliğinin sağlanmasıyla elverişli bir duruma ulaşır. Örneğin
Sanatın Kura/Zan'nda iç okumaya ilişkin Ingiliz, Amerikan,
Fransız kökenli bütün önemli gelenekleri inceleme çabasına
giriştim: Fransızlar, Amerikalılardan tümüyle habersiz, onların
da Fransızlardan tümüyle habersiz olan Ingilizlerdan hiçbir bi
çimde haberi bile yok ve bu durum karşılıklı olarak geçerli. O y
sa gerçekten hoş olanı da, her ulus içinde /ectores'in, son derece
küçük birkaç ayrıntı dışında, tümüyle özgün olduklarını sana
rak (kitabımda yer alan notlara gönderiyorum sizi) aynı okuma
felsefesini yeniden bulgulamış olması. M etnin, metin olarak iç
okumasına, “katıksız m etine” bir “katıksız okum a” yapılması
gereğine yönelik tüm bu kuramlar, birbirlerini göz önünde bu
lundurmadıklarından, kendi başlarına, birbirlerine gönderme
yapmadan kendiliğinden ortaya çıkarlar: /ector’u n içinde çalıştı
ğı toplumsal koşullardan doğarlar. Oysa, bunların /ector!ın “ka
tıksız” kafasından çıktığı sanılır. '
Dış okuma, ister toplumsal sanat tarihi, ister toplumsal ya
zın tarihi, ister toplumsal felsefe tarihi (bu, neredeyse yok gibi
dir), isterse toplumsal hukuk tarihi (bu da hem en hem en yok
tur) söz konusu olsun, kültürel yapıtların bütün boyutlarında
örselenmiştir. Kültürel yapıtları toplumsal üretim koşullarına
bağlamayı göze alanlar her yerde hor görülmüş ve bu biraz el
yordamıyla yollarını bulmaya çalışan kişilere yukarıdan bakan
visio acac/em/ca tarafından kınanmışlardır. Önemli bir resim ta
rihçisi ve Rönesans resmi üstüne materyalist esin taşıyan son
derece güzel kitapların yazarı olan Frédéric Antal, Floransa re
sim yapıtlarını, bunları finanse edenlerle ilintilendirmeyi d e n e
mesi nedeniyle iç incelemeci meslektaşlarının kendisine yö
nelttiği küçüm sem eye değindiği dokunaklı metinler yazar. D e
m ek ki, dış inceleme yapan kişiler küçümsenm ektedir; bu da
onları benim gözümde ilginç kılmaktadır, ama ne yazık ki onla
rın bu küçümsemeyi haklı çıkaracak kanıtları ortaya koydukları
da bir gerçektir. Onlar kaba materyalistlik yapmaktalar, ve b e
nim “kısa devre” olarak adlandırdığım ve yapıtları dönemin
toplumsal koşullarıyla doğrudan ilintilendirmeye dayanan yan
lışa genellikle düşmektedirler. Söz gelimi, Sanat/n Kura//a-
rr’nda, içinde Fauré müziğiyle aynı dönem e denk düşen Anzin
grevlerini dolaysız bir ilişki içine soktuğu 19. yy. müzisyenleri
üzerine bir kitap yazan son derece nazik bir delikanlının örne
ğine değinmekteyim. Kabaca, bu müzik içinde “es/opiznF in,
daha açık bir söyleyişle bir tür gerçeklik dışına kaçışın bir biçi
mini görür: Fauré, Anzin grevlerini unutm ak için barkarol ve
balada sığınır. Gerçek anlamda indirgemeci olan, yazını (veya
müziği) özgüllüğü içinde yıkan, özgül yapıları göz ardı eden bu
dış okumanın yetkin bir örneğidir bu durum. Ve iç incelemeci
lerin, yazının indirgenemez özgül yapılar, özgül soyağaçları
içerdiğini söylemekte haklı gerekçeleri vardır.
İşbirlikçi rakipler arasındaki kalıplaşmış ve sonu gelmez
alışverişten nasıl çıkmalı? İşte, “alan” kavramı tam burada dev
reye girer. İç incelemecilerle dış incelemecilerin ortak noktası,
aynı yanlışa düşmeleridir: Yazınsal dünyanın bizzat kendisi
olan bir toplumsal gerçekliği unuturlar. Anzin grevleri, Yen’in
tırmanışı ve Frank’ın düşüşü ile yazın arasında, benim “yazın
sal alan” olarak adlandırdığım kaçınılmaz bir aracı vardır: Bir
yazarlar toplumuna indirgenem eyen bu toplumsal dünya, ya
zınla ilgisi olan, yazından bir çıkar bekleyen, yazma ilgi duyan
insanlar bütünü: yayıncılar, dergi yönetmenleri, kuşkusuz ya
zarlar, ama aynı zamanda öğretmenler, yorumcular, eleştirm en
ler, vd. arasında nesnel bir bağıntılar uzamıdır. Kendi araların
da, örneğin türlere göre bölünmüş olan bu insanların bütünü,
nesnel, bireylere aşkın bağlarla bir araya gelmiştir. Sözgelimi,
sembolist ozanların en kötüsü bile kendini Zola’nın üstünde
görür: türler arasındaki ilişkiler, bugün dallar arasındaki ilişkile
ri andıran kastlar arası ilişkilerdir: Fransa’nın en sıradan felsefe
cisi, kendini en başarılı toplumbilimcinin üstünde görür.
Sembolist ozanların en başarısızı, Zola hakkında ileri geri konu
şabilir (bunun için H u re t’yi okum ak yeterlidir; her sayfasında
bu durumla karşılışılır). Sonuçta, kast ilişkileri, parya dallar,
parya türler vardır. Nasıl bir sunum içinde olurlarsa olsunlar, ta
raflar arasında kendini belli eden bu hiyerarşiye ilişkin nesnel
belirtiler bulunmaktadır. Başka bir deyişle, benim “alan” olarak
adlandırdığım şey, istatistik toplumbilim yapanların sandığı gi
bi basit bir bireyler topluluğu, bir bireyler bütünü değildir, ör
neğin, Escarpit, hatta Viala gibi (toplumbilim deyince, akla, sa
yı, nicellik, istatistik gelir). D e m e k ki, bir bireyler topluluğu
değil, toplumsal bir yapı, kendini bireylere dayatan bir ilişkiler
uzamı söz konusudur. Bunun en yetkin örneği de türler arasın
daki hiyerarşidir.
Böylece, bütünsel bir toplumsal uzam ve bu uzam içinde
belli bir konum da bulunan bir alt-uzam, “yazınsal alan” düşü
nülebilir. Bu uzamın bir yapısı vardır. E gem en olanlar ve olu
nanlar bulunur ve, sözgelimi, belli bir karmaşık istatistik yön
tem aracılığıyla kavranabilen çift boyutlu bir yapıyla karşılaşılır.
Bir yapı vardır ve ben üretim uzamının yapısıyla ürünlerin uza
mının yapısı arasında bir türdeşlik bulunduğu varsayımını ileri
sürüyorum.
“Alan” bakımından düşünüldüğünde, bilimsel inceleme
nin gerçek konusunun artık bir birey, bir yazar olamayacağı
açıktır. Yazınsal üretimin öznesi, üretim alanı içinde bir ko
num da bulunması ölçüsünde ve benim “olasılar uzamı” diye
adlandırdığım şey aracılığıyla üretim uzamının bütününe gön
derme yapması ölçüsünde, yazardır; bu “olasılar uzamı” da bir
üreticinin üretim uzamı içinde ortaya çıktığı anda mevcut ürün
ler uzamından oluşur. Konuyu somutluk düzlemine aktarmak
için, Beckett’in sıradışı “katıksız” bir yazar, ebedi yaratıcı fan-
tazmının somutlaştığı saf örnek, kendi kendinin yaratıcısı, yok
edilemez olduğunu düşünelim. Oysa B eckett’in Irlandalı oldu
ğu, yıllar boyu Joyce’un asistanlığını yaptığı, kafasında İrlanda
olasılarının uzamını, daha açık bir anlatımla olasılar yazınını
yapma biçimlerine ilişkin bir harita taşıdığı bir gerçektir. O
denli ki, sorun şöyle biçimlenir: “Hayran olunan Joyce’un ar
dından gelindiğinde, her şey yapıldığında, her şey bittiğinde
geriye yapacak ne kalır?” Çalışmasına değindiğim incelemeci
nin yaptığı gibi, kafamızda bu düşünceyle B eckett’i okuduğu
muzda, yapıtlarına yansıtılan bütün fızikötesi patAos'im* yoko-
luşuna tanık oluruz.
Böylece, içinde her üreticinin, üretim uzamının belli bir
anında yer alan olasılar uzamıyla sürdürdüğü bağıntı aracılığıy
la, bir anlamda yapıtıyla ilişkiye girecek biçimde (kendisi de
toplumsal uzam içinde bulunan) içinde konumlandığı (uygula
dığı tür, vd. aracılığıyla) bir uzama sahip olunur. T ü m bu söyle
diklerim bir toplumbilimci için ya da bir felsefeci veya bir ta
rihçi için gerçek olabilirdi. Özellikle yazarların gençlik dönem
lerine ilişkin biyografiler veya yazışmalar okunduğunda, yaratı
cıların, gerek -izm’lerden gerekse özel adlardan oluşan önemli
başvuru kaynaklarına gönderme yaparak kendilerini ne derece
de yarattıklarına tanık olunur: Daha önceden yapılmış şeyler
15
çilerinin uzamı biçiminde sunar. Bence, iyi bir inceleme yönte
mi, F laubert’in üreticiler uzamı içindeki konum unun bilinme
siyle, yapıtının yapıtlar uzamı içindeki konum unun bilinmesi
nin kendisi hakkında ortaya çıkardığı bilgiler arasında sürekli
gidiş gelişler yapılmasına dayanır, Flaubert’in toplumsal konu
m unun ne olduğuna ilişkin kimi sorular. Flaubert’in yapıtları
nın belli bir biçime göre okunmasından kaynaklanır. Ve
Flaubert’in biçemi üzerine kimi sorular, onun Champfleury,
Duranty, Maxime Du Camp veya-Bouilhet, vd. ile sürdürdüğü
nesnel ilişkileri ele alma biçiminden doğar. Yazın dünyasının,
aynı şeyi, metinler arasındaki bağıntılar uzamı aracılığıyla ve
yazarlar arasındaki nesnel ilişkiler ağı aracılığıyla iki kez ele
verdiği bir gerçekse, neden kendimizi bunlardan biri ya da öte
kiyle sınırlandırarak bilgilerimizi güdük bırakalım? Sanıldığının
tersine, yanılgıya en kolayca yazarlar arasındaki ilişkiler düze
yinde düşeriz. Ç ünkü, özellikle istatistiğe başvurulduğunda ya
pıyı yok etm e sakıncasına düşülür ve son derece ince bir top
lumbilimden yararlanmak gerekir. D urum böyleyken, çok sık
karşılaşıldığı gibi toplumbilime dalan yazıncılar Mallarmé’yi in-
celeyebildiklerinde Mallarmé ile izleyicileri arasındaki ilişkileri
de kolaylıkla anlayabileceklerini sanırlar. Oysa bu o denli kolay
değildir....
Pierre Bourdieu
C’est en lisant qu'on devient liseron*
RAYM OND Q U E N E A U .
Fransızca’daki, C’est en forgeant qu’on devient forgeron (“İnsan, dem ir döve döve d e
mirci olur.”) atasözüne öykünülerek yapılmış bir söz oyunu; “İnsan, okuya okuya
okur olur” anlamında. (Ç.N.)
Önsöz
19
yazın üzerine söylenen şu donuk sözleri anımsatma gereğini
duym am ın nedeni, bunların okullarda kalıplaşmış yöntemlerce
ve bunlar adına sonsuz sayıda yinelenmelerinden kaynaklan
maktadır, ayrıca O k u l’un biçimlendirdiği tüm belleklere de ka
zılmışlardır: Süzgeç ya da ekran gibi işlev görerek kitapların ve
okum anın bilimsel incelemesinin kavranılmasına yönelik her
zaman engelleyici ya da bozucu bir gözdağı oluştururlar.
Ö r n e k a n la tım ın ı P r o u s t ’un Contre Sainte-B euve' ü n d e
(Sainte-Beuve’e Karşı) bulan yazıpın özerklik istemi, yazınsal
metinlerin okunmasının yazının ayrıcalıklı bir alanı olduğunu
mu içermektedir? Bilimsel çözümlemenin, estetik hazdan baş
layarak yazınsal yapıtın ve okum anın özgüllüğünü oluşturan şe
yi yıkmaktan kaçınamayacağı doğru mudur? Ve toplumbilimci
nin kendini görececiliğe, değerlerin aşamalanmasına, büyük
lükleri yıkmaya, her zaman T e k olan’ın yanında yer alan “yara-
tıcı” nın tekilliğini oluşturan farklılıkları ortadan kaldırmaya
adaması doğru mudur? Bunun nedeni, çoğunluklarla, ortala
mayla, sıradanla ve dolayısıyla vasatla, küçük olanla, minores-
’le,* gölgede kalmış ve bu nedenle tanınmamış küçük yazarlar
kitlesiyle ve bu zamanın “yaratıcısı” ndan, içerik ve bağlamdan,
“gönderge” ve metin dışı, yazın dışı olandan her şeyden daha
çok nefret edenle ortak çıkarları paylaşması olabilir mi?
Bergson’dan Heidegger’e ve onların da ötesinde bilime ön
sel sınırlar getirmeyi amaçlayan az ya da çok ünlü felsefeciler
bir yana, yazında yetkesi kabul edilmiş birçok yazar ve okura
göre bunun nedeni ortaya konmuştur. Toplumbilim e, sanat ya
pıtıyla her türlü kutsallık niteliğini bozucu ilişkiyi yasaklayanlar
artık dikkate alınmamaktadır. “Anlama Sanatı” nın başlangıç
noktasına bir anlaşılmazlık veya en azından bir açıklanamazlık
savı yerleştiren Gadam er’i anımsayalım: “Sanat yapıtının her
türlü açıklamadan alabildiğince kaçması ve kendisini kavramın
özdeşliğine aktarmayı amaçlayanlar karşısında hiçbir zaman açı
lamayan bir direniş göstermesi nedeniyle kavrayışımız karşısın
da bir meydan okuma niteliği sunması, yorumbilim kuramımın
çıkış noktasıdır.6” Bu savı tartışmayacağım (ayrıca tartışma kal
dırır bir yanı da yok ya). Yalnızca, neden bunca eleştirmenin,
* Latince, “küçük, sıradan” anlamında. (Ç.N.)
bunca yazarın, bunca düşünürün sanat yapıtı deneyiminin sözle
anlatılamaz, tanımı gereği ussal bilgice kavranamaz olduğunu
öğretm ekten bu denli zevk aldığını; neden bunların çaba gös
termeksizin böyle bilginin bozguna uğradığını öne sürmekte
acele ettiklerini; ussal bilgiyi alçaltmaya yönelik bu denli güçlü
gereksinimin, sanat yapıtının, ya da daha yerinde bir sözcükle
aşkınlığı'nın incelenemezliğine ilişkin bu son derece güçlü eği
limin nereden kaynaklandığını araştrracağım.
insan eyleminin bu ürünlerini, sıradan bilimin sıradan ince
lemesine açmayı amaçlayanların (ister istemez işgüzar ve yet
kinlikten yoksun) girişimlerini önyargılı bir biçimde gözden dü
şürmek ve bunların aşkınlığını ortaya çıkarmasını bilenlerin (tin
sel) aşkınlığını kesinlemek için değilse, neden sanat yapıtına
- v e gerektirdiği bilgiye- bu olağanüstü konum'\ı kazandırmada o
denli özen gösterilmektedir? Bu individuum ineffabile* ve onu
üreten individuum ineffabile üstüne bilimsel bir inceleme yapma
tutkusu, kişiye kendisini sözle anlatılamaz bir birey olduğunu
ve bu sözle anlatılamazın dile sığmaz deneyimlerini yaşayabile
ceğini düşündüren (en azından sanat tutkunları için), bu denli
sıradan ve yine de bu denli “seçkin” tutkusu için ölümcül bir
gözdağı oluşturmasından değilse, sanat yapıtına ve estetik dene
yime ilişkin bilgiyi derinleştirmeyi deneyenlere neden yüklenil-
mektedir? Kısacası, “yaratıcılar”a ve “yaratıcı” bir okuma aracılı
ğıyla onlarla özdeşleşmeyi amaçlayanlara yönelik değilse, Co
pernic, Darwin ve F re u d ’ün de adlarını belirginleştiren yaranın
ardından, F re u d ’e göre benseviye açılan yaraların en sonuncusu
ve belki de en kötüsü niteliğindeki bir yara gibi, neden böylesi
bir incelemeye direniş gösterilmektedir?
Dile getirilemez tekilliği içinde kavranan yapıta hayranlık
la kendini bırakmak olarak anlaşılan aşkı, sanat yapıtına uyabi
lecek tek bilgi biçimi durum una getirmek için aşk deneyimiyle
aynı tözden olduğu tartışma götürmeyen sözle anlatılamazın
deneyimine dayanmak doğru mudur? Ya bunu, sanatın ve sanat
aşkının bilimsel incelemesinde, açıklama örtüsü altında “yaratı-
cı”nın ve okurun özgürlüğüne ve tekilliğine gözdağı verm ekte
22
biçimlendirmiş şeyleri, varoluşlarının ve bunun en gündelik
dekorunun bildik, aile yaşamına ilişkin, göz alıcı, hatta kaba ya
da “kaka” ayrıntılarını anıştırarak yazınsal ilgi alanlarının bildik
aşamalanmasını tersyüz eder. Klasiklerin kutsallaştırılmış yü-
celtimine, ataların ve “ölmüşlerin yeteneklerinin” tapıncına
katkıda bulunm ak için değil, Saint-Amant’ın dediği gibi okuru
“ölmüşlerle kadeh tokuşturmaya” çağırmak ve hazırlamak için
kendini derin bilginin tüm kaynaklarıyla donatır: Metinleri ve
fetişleştirilmiş yazarları yeniden özgürlüklerine kavuşturmak
üzere T a rih ’in ve akademizmin tapınağından koparıp alır.
Aynı zamanda yazınsal ermişlerin yaşamlarının ülküselli
ğinden de kopmak zorunda olan toplumbilimci, yazarın büyük
eleştirisinin yalvaçsı görkemini ve okul geleneğinin papazlara
özgü uğultusunu yadsımak için, tarihsel göndermelerin özgür
ve özgürleştirici kullanımıyla olanaklı kılınan serbest çağrışım
lara başvuran bu “hoş bilgi”ye kendini nasıl yakın hissetmeye
bilir? Ama toplumbilimin ortak bir betimlenmesinin inandırabi
leceği şeyin tersine, toplumbilimci yazınsal yaşamın bu yazınsal
anıştırmasından eksiksiz bir doyum sağlayamaz. Duyarlı olana
yönlendirilen dikkat m etne uygulandığında da yetkin bir uyum
gösterse de, içinde üretildiği toplumsal çevreye yöneltildiğinde
temel olanı kaçırma sonucunu doğurur. Yazarlara ve çevrelerine
canlılık kazandırma çabası toplumbilimciye düşebilir ve günde
lik varoluşun görünen, duyarlı ve somutluğu içinde kavranabi
lecek toplumsal “gerçekliği” ni yeniden oluşturmak amacını gü
den sanat ve yazın çözümlemeleri de yok değildir. Ama bu ki
tap boyunca göstermeye çalışacağım gibi, Eflatun’a göre bu ba
kımdan düşünüre yakın olan toplumbilimci, aynı zamanda ya
zar da olan “güzel gösteri ve seslerin meraklısıyla” karşıtlaşır:
Peşinde koştuğu “gerçeklik”, duyarlı deneyimin kendisini için
de ele verdiği dolaysız verilerine kolayca indirgenemez; göster
meyi ya da duyumsatmayı değil, duyarlı verilerin nedenini
açıklayabilecek kavranılabilir ilişkiler dizgesi oluşturmayı
amaçlar.
Bu, kavranılabilir ile duyarlı olanın eski karşıtlığına yeni
den dönüldüğü anlamına mı gelir? G erçekten de, küçültmesi
veya yok etmesi bir yana, sanat yapıtının üretimi ve algılanma
sına ilişkin toplumsal koşulların bilimsel incelemesinin yazınsal
deneyimi yoğunlaştırıp yoğunlaştırmayacağının yargılaması, be
nim de düşündüğüm gibi (bu düşünce sınamadan sonra oluş
muştur) okura düşer: Flaubert konusunda da görüleceği gibi,
önce, yazarın kendisini “bir nokta gibi çevrilmiş ve kavranılmış”
bulduğu uzamın yeniden oluşturulması çalışmasının sonunda,
daha iyi bir biçimde yeniden ortaya çıkarmak için, “yaratıcı”nın
özgüllüğünü yalnızca kendisini kavranılabilir kılan ilişkiler adı
na geçersizleştirdiği izlenimi uyandırır. Yazınsal uzamın, aynı
zamanda bu uzama ilişkin özel bir bakış açısının oluştuğu bir
nokta olan bu noktasını böylece tanımak, oluşturulmuş bir ko
num un düşünsel bir tanımlanması yoluyla bu konum un ve bu
konum da bulunanın özgünlüğünü ve bu konum u var edebil
m ek için en azından Flaubert’in özel durum unda gerekli olan
olağanüstü çabayı anlayabilecek ve duyumsayabilecek düzeyde
olmaktır.
Aşk gibi hatta ve özellikle ondan daha da çılgın olan sanat
aşkı da, konusu içinde bir dayanak bulmuş izlenimi taşır. Sana
tın, dindarın kendi kendine yönelttiği ve en azından inancını
artırmak sonucunun yanı sıra, aynı zamanda başkalarını da
uyandırmaya ve inanmaya çağırabilecek bir tür dinsel övgü söy
levi gibi yoruma bu denli sık başvurmasının nedeni, sevmekte
haklı olduğuna (ya da gerekçeleri bulunduğuna) kendisini
inandırmasından kaynaklanır. Bu nedenle, sanat yapıtını gerekli,
bir başka deyişle bilgi verici bir yol, yaratıcı ilke, varoluş gerek
çesi kılan şeyi ortaya çıkarabilecek nitelik taşıdığında, bilimsel
inceleme, sanatsal deneyim e ve kendisine eşlik eden hazza en
yetkin gerekçesini, en zengin besinini sağlar. Yapıtın duyarlı
sevgisi, bilimsel inceleme aracılığıyla, nesnenin özneyle be n
zeşmesi ve öznenin nesne içine dalması (çoğu kez kendisi de
benzeri bir boyun eğişin ürünü niteliğindeki), yazınsal konu
nun eşsiz gerekliliğine boyun eğişi olan bir tür amor intellectualis
rei* içinde gerçekleşebilir.
Ama, çözümlemeyi bir doğuşun olağanlığına yabancı m ut
lak deneyim gibi yaşamak isteyenin tarihsel gerekliliğiyle karşı
24
karşıya kalmak zorunda bırakmak, deneyimin bu yoğunlaşması
nı çok pahalı ödem ek anlamına gelmez mi? Gerçekte, yazınsal
alanın toplumsal doğuşunu, bunu destekleyen inancı, burada
etken olan dil oyunlarını, ortaya çıkan somut veya simgesel çı
kar ve beklentileri anlamak (VVittgenstein’ın Leçons sur l'ethi-
(¡ue\ç, [Etik Üzerine Dersler] düşündürdüğü gibi, anlama çaba
sının “önyargıları yok etm e zevki” ne ve “bu, olsa olsa budur”
türünden açıklamaların, özellikle sanata duyulan derin saygının
erdemli inceliğine karşı bir panzehir niteliği taşıyan “karşı ko
nulamaz çekiciliğine” bir şeyler borçlu olsa bile), kendini kü
çültmek ya da yok etm ek hazzına kaptırmamak anlamına gelir.
Bu, yalnızca olgulara doğrudan bakmak ve onları oldukları gibi
görmektir.
En yansız “çıkarlar” ı esinlendirebilecek ya da buyurabile
cek aykırı dünyalar olan yazınsal alanın veya sanatsal alanın
mantığı içinde, tarihsel ama yanı sıra tarihötesi yanıyla sanat ya
pıtının varoluş ilkesini aramak, bu yapıtı, kendisi de bir belirti
olan amaçlı bir gösterge gibi ele almaktır; bu yapıt, ayrıca için
de ortaya çıktığı ve kendisini yönlendiren başka bir şeyin, yine
bir belirtisi olduğu bu şeyin de göstergesidir. Bu, sanat yapıtı
içinde alanın toplumsal gerekliliğinin buyurduğu biçimlendir
menin, tanınamaz kılma eğilimi ortaya koyduğu anlatımsal bir
itkinin dile geldiğini varsaymaktır. Tarihsel işleyiş yasalarının
toplumsal büyüsü aracılığıyla, tutkuların ve kişisel çıkarların
genellikle acımasız çatışmasından evrenselin yüceltilmiş özünü
çıkarmayı başaran bu toplumsal evrenlerin mantığını anlamak;
ve insan girişimlerinin en yüksek kazanmalarına ilişkin olarak
daha az insanüstü nitelik taşıdığından daha güvenilir, daha ger
çek bir görünüm sunabilmek üzere katıksız çıkarın mutlak dü
şünselliğinden arı bir biçim adına vazgeçmek için ödenmesi ge
reken bedeldir.
NOTLAR
1 D . S allen av e, Le Don des morts, Paris, G allim ard , 1991, ç eşitli sayfalar.
2 A.g.y.
3 A.g.y.
25
4 A.g.y.
5 A.g.y, çeşitli sayfalar.
6 H .- G . G a d a m e r, L ’A rt de comprendre. Ecrits, II, Herméneutique et Champ de
l ’expérience humaine, Paris, A ubier, 1991, s .17; ayrıca, ‘“ o lu p b i te n ’in b ilin
m e sin i dışarlay an b ir ‘g e le c e ğ e ’ d a lış” olarak tarih se l d e n e y im in çö ziim lc-
n c m e z liğ i k o n u su n d a , s. 197.
7 J. W. G o e th e , “ Karl W ilh clm N o s c ” , N aturw iss. Sch., IX , s. 195, alın tıla y an
E. C assircr, Rousseau, K ant, Goethe, Paris, B elin, 1991, s. 114.
8 M . C h a illo u , P etit Guide pédestre de la littérature française d u X V IIe siècle, P a
ris, H a tie r, 1990, ö z ellik le s. 9-13.
26
ÖNDEYİŞ
• “Ciöniil Kgitimi, Bir Delikanlının Romanı” (çeviren: Cemal Siircya), İstanbul, İlke
Hasım, 19%.
l'Éducation sentimentale: Binlerce kez yorumlanmış ama ger
çek anlamda bir okumaya hiçbir zaman konu olmamış bu yapıt,
kendi toplumbilimsel incelemesi için gerekli olan tüm gereci
sağlamaktadır:1 Titiz bir içsel okumanın açığa çıkardığı bu kita
bın yapısı, bir başka deyişle içinde Frédéric’in serüvenlerinin
gerçekleştiği toplumsal uzamın yapısı, aynı zamanda yazarın
kendisinin de yer aldığı toplumsal uzamın yapısıdır.
Belki de, kendi sorgulamalarını yansıtarak Flaubert’i bir top
lumbilimci konumuna getiren ve ayrıca Flaubert’in toplumbi
limsel yanını ortaya koyabilecek kişinin toplumbilimci olduğu
düşüncesi akla gelecektir. Toplumbilimcinin, bu yapıtın içkin
yapısının bir örneğini ortaya koymak, dolayısıyla temel ilkesi
içinde anlamaya olanak tanımak üzere, kanıt olarak Frédéric ve
dostlarının tüm öyküsünü sunması, bilimci ölçüsüzlüğün ulaşabi
leceği en uç sınır gibi görünme sakıncasını içermektedir. Ama en
ilginç olanı da, yayınlanır yayınlanmaz kesin bir gerçeklik olarak
kendini kabul ettiren bu yapının, en dikkatli yorumcuların gö
zünden kaçmış olmasıdır.2 Bu da, yazınsal söylemin “gerçekçili
ği” ve “göndergesi” sorununu, alışılagelenin dışında, daha az bil
dik bakımlardan ele almayı zorunlu kılar. Gerçekten de bu (top
lumsal ya da ruhbilimsel) dünyayı ondan söz etmiyormuş gibi anla
tan; bu dünyadan, sanki ondan söz etmiyormuş gibi yapmak ko
şuluyla, daha açık bir anlatımla yazar ve okur için dile getirilenin
yadsınma's,\xu {Verneinung sözcüğünün Freud’cü anlamıyla) ortaya
koyan bir biçim içinde söz edebilen bu söylem nedir? Eğer, en özlü
anlatımıyla biçimsel araştırıyla en çok ilgilenen yazar -F laubert
ve kendisinden sonra gelen birçokları gibi-, kendisi ve “iletken
cisimler” ama aynı zamanda az çok saydamsız ekranlar olan in-
dükleyici sözcükler üzerine yaptığı çalışma aracılığıyla nesnelleş
meyi başaran yapıların aracısı (toplumsal ve ruhbilimsel) gibi
davranmaya zorunlu değilse, biçim üzerine yapılan çalışmanın
derin ve içe bastırılmış yapıların hastalıklı geçmişini kısmen ola
naklı kılan şey olup olmadığı sorusunu sormak gerekmez mi?
Ama, bu sorunları olabildiğince durum içinde ele almaya
ve incelemeye zorlamasının ötesinde, yapıt incelemesinin, ör
terek açmak yetisi ya da Flaubert’in toplumçözümcüsü Flau-
bert’le birlikte Flaubert’in ve yazının bir toplumbilimsel çö
zümlemesini tatlılıkla benim settirm ek için gerçek dışına yön
lendiren bir “gerçek etkisi” ortaya koymak gibi yazınsal söyle
min kendine özgü niteliklerinden yararlanması gerekir.
küı
Delmar oyun
Rosanette
V atnaz
PELLERIN
REGIMBART H U SSO N N ET
M m e R egim bart
Clémence Daviou
SÉNÉCAL
DUSSARDIER
ot
ois
de Grémonville, diplomat
Fumichan de
Nonancourt, sanayici ] bilginler,
deC om aing r ------------------------------------ 1
de CISY ! M m e de unlu hekimler,
_________________________ i j •„ • eski bakan,
Larsılloıs , ,. '
M A R TIN O N buyuk bir cemaatın papazı,
yüksek memurlar,
toprak sahipleri,
DAM BREU SE "büyük A , ünlü B..."
Mme Dambreuse
Cécile
ROQUE
Louise
Siyaset ve iş dünyası
-lb
.t ine, “içinde hem intikam hem de yakınlık, öykünme ve kiis-
ı.ıhlık hnlıınan benzersiz bir düşünsel evrimle neredeyse o ol
duğunu düşünm e51” eğilimine, kendisini Frédéric’ten ayıran
l.uklılığın keskin bir bilinci, imgeleminde de olsa kendisini bir
•ıvııın getirmeye zorlayan toplumsal fark anlayışı eşlik eder. Bi
lisi için uygun olanın bir başkası için ille de öyle olmayacağının
bilincinde, onun yerine geçtiğinde bile kendi konum unu korur:
'T rc d éric ’in, on yıl içinde milletvekili olması gerekirdi; on beş
v11 sonra da bakan; niye olmasın? Kısa süre sonra sahip olacağı
kalıtla, önce bir gazete çıkarabilirdi; bu yalnızca bir başlangıç
olacaktı; daha sonrası için kim bilir. Ona gelince, hep hukuk fa
kültesinde bir kürsüsü olması için yanıp tutuşuyordu.52” Kendi
ı m kıtlarıyla Frédéric’inkileri birleştirmesinin nedeni, gerçekçi
ve sınırlı tasarılarını onunkilere bağımlı kılmaktı: “Bu dünyaya
girmelisin! Daha sonra beni de oraya alırsın.55” Frédéric için
ı m kıtlar beslemektedir: Ama bu, doğrusunu söylemek gerekir
se kendi tutkularını Frédéric 'ç, yakıştırdığı anlamına gelmez. Bu
ıutkular, ancak Frédéric’in elinde bulundurduğu olanaklara sa
hip olması durum unda gerçek anlamda kendisininmiş gibi du
yumsayabileceği tutkulardır: “Aklına bir fikir geldi: M. Dam-
btcıısc’e gitmek ve bir sekreterlik görevi istemek. Bu görevi
belli sayıda hisse senedi almaksızın elde etmesi olanaksızdı.
Tasarısının çılgınlığı'm gördü: ‘Hayır! bu pek de yerinde olmaz
dı.’ Bunun üzerine, on beş bin frank kazanmak için ne yapması
gerektiğini düşündü. Bu kadar para Frédéric için hiçbir şey değil-
di\ Bir de onda olsa, kendisini ne güzel kalkındırırdı!54” Kalıtını
saçıp savurabilen ya da umursamayıp geri çevirebilen saygın
kalıtçının rahatlığı, kendisini istekli olanlardan ayıran nesnel
uzaklığı azaltmak amacı taşımaz: Kaygılı ve sabırsız köşe dön
meciliğin örtük bir biçimde kınanmasıdır; bu nedenle utanç ve
rici bir kini üstü örtülü bir kıskançlıkla birleştirmekten başka
işe yaramaz.
-17
kulan Frederic’in kendisinin üstlenmesi gerekirdi; ya da Deslau-
riers taşıdığı niteliklerle Frederic’in elinde bulundurduğu ola
naklara sahip olmalıydı. Yine Flaubert’in düşüncesini izleye
lim: “Ve eski noter yardımcısı, ötekinin servetinin büyüklüğü
karşısında öfkeye kapıldı. ‘Servetini son derece kötü kullanı
yor. Egoistin biri. Hah! On beş bin frangının olması um urum da
bile değil’ ” Burada, kendi için istenen servetin başkasının iye
liğinde olmasını kınayan hınç eytişimi ilkesine varılmaktadır.
“Niçin onlara ödünç para vertii? M m e Arnoux’nun güzel gözleri
hatırına. Kadın, metresiydi! Deslauriers’nin bundan kuşkusu
yoktu, ‘işte paranın işe yaradığı bir başka şey daha!’ Kinci duy
gular benliğini sardı.” Ulaşılamayan servetlere duyulan umarsız
tutku ve buna eşlik eden zorla koparılıp alınmış hayranlık, ister
istemez kişinin karşısındakine kin duyguları beslemesine yol
açar; kıskançlık, başkasının servetine, özellikle özdeksel ya da
her türlü sahip çıkma isteğini yok etm edikçe yine de benimse-
nem eyen davranışlar gibi katışık iyeliklere uygulandığında, kişi
nin kendine karşı kin duymaktan kaçınmasının tek yoludur
(“kendini beğenmişler” de sık sık görülen “başarılı olan”ın öf
keyle kınanması, Flaubert’in de diyebileceği gibi, egem en d e
ğere ancak bir karşı-değeri, kınanan değerden yoksun olmakla
tanımlanan “ciddi”yi getirmekten öteye geçemeyen bir kıs
kançlığın genellikle tersyüz edilmiş biçiminden başka bir şey
değildir).
Ama hınç, tek çıkış yolu değildir; iradecilikle almaşmalı
olarak gelişir: “Bununla birlikte girişimlerin ana öğesi irade d e
ğil midir? Ayrıca, istekle her şeyin üstesinden gelinir...55” F re
deric’in istemekle elde edebileceği şeye, Deslauriers iradesini
kullanarak ulaşmak zorundadır, bunun için de Frederic’in yeri
ni alması gerekir. Toplumsal başarıyı iradeye ve kişisel iyi niye
te bağlayan bu belirgin küçük kentsoylu görüş, arka yüzünde
hıncı taşıyan çabanın ve saygınlığın bu kasılmış töresi, yapma
cıklıkla gözü dönm üşlük ve entrika her şeyi göze alabildiğin
den usa yatkın bir biçimde yarı iyimser bu düzeneğin gizli yol
ları yalnızca yeni başlayanların tuzakları'na bırakıldığı için yarı
umarsız kriptokratik saplantıyı birleştiren toplumsal bir görüş
içinde uzantısını bulur. “Dünyayı ancak açgözlülük nöbetleri
aracılığıyla görmüş olduğundan, kafasında onu matematik yasalar
gereği işleyen bir yapay yaratım olarak tasarlıyordu. Kentte bir
akşam yemeği daveti, mevki sahibi bir adamla karşılaşma, gü
zel bir kadının gülücüğü birbirine bağlanan bir dizi olay aracılı
ğıyla son derece önemli sonuçlara yol açabilirdi. Paris salonla
rından kimileri, hammaddeyi işleyip değerini yüzlerce kat artı
ran makineler gibiydi. Diplomatlara akıl hocalığı yapan yaltakçı
lara, dalavere yoluyla zenginlerle yapılan evliliklere, kürek
mahkûmlarının dehasına, rastlantının güçlülerin elinde uysal
laştığına inanmaktadır.56” Böylelikle, yetke dünyası, içine gir
meye can atan kimsece dışarıdan, özellikle de uzaktan ve aşağı
dan algılandığı biçimiyle ortaya çıkmaktadır: Başka alanlarda
olduğu gibi siyasette de, küçük kentsoylu, bir şeyi başka bir
şey olarak tanıma'ya dayanan algılama ve değerlendirme yanıl
gısı allodoxia'dan kaçamaz.57
Hınç, uysal bir başkaldırıdır. Düş kırıklığı, içinde kendini
ele veren tutku aracılığıyla kabullenme duygusunun dile geti
rilmesidir. T u tu c u görüş bu konuda hiç yanılmaz: Burada, top
lumsal düzene yönelik en yetkin sunguyu, öfke ve engellenmiş
tutku sungularını görmeyi başarır; ilkgençlik çağını sürdürenin
başkaldırmış aylaklığından, gözü açılmış tutuculuğa ya da yaşa
mın olgun dönemlerinin gerici bağnazlığına uzanan yörünge
içerisinde, birçok gençlik başkaldırısının gerçekliğini ortaya
koymayı başarır.
Daha önce görüldüğü gibi, F laubert’in Deslauriers’den
ayırmakta güçlük çektiği bir başka küçük kentsoylu olan Hus-
sonnet, çok genç yaşlarda yazınsal uğraşa dalmıştı: Marx’in
Lumpenproletariat ve W eber’in “emekçil aydın kesim” (intelli-
gentsia proletaroi'de) biçiminde adlandırdığı, özdeksel yoksun
luklara ve düşünsel düş kırıklıklarına yazgılı bu bohem çevreyi
kendinde kişileştirerek, “geri çevrilen vodviller” ve “kötü nite
likli öykünm e dizeler” yazmakla geçirdiği uzun yıllar boyunca
“acemi yazıncı” olarak kalır. Başarısızlıktan başarısızlığa, batırı
lan gazeteden belli belirsiz tasarlanmış haftalık yayına,58 ne pa
rasal (düzenli gelir) ne de toplumca tanınmayı uzunca bir süre
beklerken gereken düşünsel olanaklara sahip olmayan, biraz da
ütopyacı bu yeniyetme, devrimci eylem de olduğu gibi çağdaş
larının sanatında da her şeyi karalamaya hazır, hırçın bir bohe
me dönüşür.59 Sonunda, her şeyden, özellikle düşünsel şeyler
den ağzının payını almış bir aydın ve “tüm tiyatrolarla tüm ba
sına egem en olabileceği60” “yüksek m evki” kazanabilmek için
her şeye, hatta sanayi patronlarının yaşamöykülerini bile yaz
maya hazır6' bir aydın olarak, kendini gerici bir derneğin sunu
cusu konum unda bulur.62
Frédéric’e gelince. Olduğu gibi, bir başka deyişle kentsoy
lu kalmak istemeyen kalıtçı Frédéric, karşılıklı olarak birbirleri
ni dışarlayan stratejiler arasında bocalamaktadır ve kendisine
sunulan olanakları -özellikle, Louise ile evliliği sayesinde- geri
çevire çevire, sonunda tüm yükselme fırsatlarını yitirecek duru
ma gelir. Kendisini ardışık bir biçimde toplumsal uzamın iki
ucuna, sanat uğraşına veya iş dünyasına ve bunlara koşut olarak
bu orunlarla özdeşleşen iki kadına sürükleyen çelişkili tutkular,
alan güçlerine en küçük direniş gösterme yetisinden yoksun
ağırbaşlılıktan uzak (ciddiyet kavramını belirtm ek için kullanıla
bilecek bir başka sözcük) bir kişinin özellikleridir.
Bu güçlerin karşısına çıkarabileceği tek şey, eline geçirece
ği anı geciktirdiği, kendisini tanımlayan belirsizlik durum unu
uzatmak için kullandığı kalıtıdır.
56
simge ve aşk değerinin de düşmesine yol açar, Frédéric ilişkile
rini kopararak misilleme yapar ve “bu eşyaya bir servet harca
yarak98” M m e Arnoux’yu değersiz nesne konum undan kurtarır.
Aşkı satın alanla satan iki kadın, kentsoylu aşkların iki somut
örneği, yağlı kuyrukla metres, ayrıca sosyete ve kibar fahişeler
çevresi gibi, birbirlerini bütünleyen ve aşamalanmalı bir nitelik
sunan iki kadın arasında kalan Frédéric parayla ya da kentsoylu
çıkar nesnelerinin hiçbiriyle ölçülemeyen saf aşkı, katıksız bir
sanat yapıtı gibi, satılamayan ve satılmak için yapılmamış bir
şeye duyulan aşkı ortaya koyar. Aşk içinde, katıksız aşk sanat
için sanat düşüncesiyle karşılaştırılabileceği gibi, sanat için sa
nat da, sanata duyulan katıksız aşkı simgeler.
Yazınsal metni bilimsel m etinden ayıran en yetkin tanıklık,
yazınsal metinlerin, bilimsel incelemenin yoğun bir çaba harca
yarak sergilemek ve açıklamak zorunda kaldığı bir yapı ve bir
öykünün tüm karmaşıklığını bir noktada toplama ve yoğunlaş
tırma yetisini içermeleridir; hem eğretileme hem de düzdeğiş-
mece gibi işlev gören duyarlı bir kişilik ve bireysel bir serüve
nin somut özgünlüğü içinde bu yeti, bir öz nitelik gibi ortaya
çıkar. Böylece, açık artırma yoluyla yapılan satış, bir anda gü
müş kapama aygıtlı çekm ecenin tüm öyküsünü iç içe sokar;
kendi içinde bu öykü, üç kadının karşılaştırılmasına ve simge
ledikleri şeylere ilişkin tüm yapıyı ve öyküyü yoğunlaştırır: Ar-
noux’larin. Choiseul sokağındaki evlerinde verdikleri ilk akşam
yemeğinde, çekmece orada, şöminenin üzerindedir; Rosanette’ e
Arnoux’nun verdiği keşmir kumaşın faturası, burada M m e Ar-
noux’nun eline geçecektir. Frédéric, bu faturanın farkına, Ro-
sanette’in evinde, ikinci sofada, “kartvizitlerle dolu bir vazo ile
bir yazı takımı arasında” dururken varacaktır. Mantıksal olarak,
bu vazo üç kadın arasındaki son karşılaştırmanın daha doğrusu
Frédéric ile üç kadın arasında bu nesne için gerçekleşen ve
Freud’ün incelediği “üç çekmece izleğini” ister istemez akla
getiren son karşılaştırmanın tanığı ve nesnesidir.
F re u d ’ün çıkış noktası olarak, Shakespeare’in The Merchant
ofVenice'mm (Venedik Taciri) bir sahnesini aldığı bilinmektedir;
burada talipler, biri altın, öteki gümüş ve üçüncüsü de kurşun
dan üç çekmece arasında bir seçim yapmak zorundadır. Freud,
bu temanın aslında “bir erkeğin üç kadın arasındaki seçimini”
işlediğini göstermektedir: Çekm eceler “kadında temel olanın,
dolayısıyla kadının kendisinin simgeleridir.99” M m e Arnoux’
nun düşlediği saflığın, çekmecesinin para karşılığı ele geçirilme
siyle betimlendiği biçimde kirletilmesini anıştırmak için farkın
da olmadan gerçekleştirdiği söylencesel tasarım aracılığıyla,
Flaubert’in toplumsal bakımdan türdeş bir tasarımı da, bir baş
ka deyişle sanat ve para arasındaki karşıtlığı da devinime geçir
diği varsayılabilir; böylelikle önceleri yokmuş gibi görünen top
lumsal uzama özgü bir bölgenin, yazınsal alanın betimlemesi de
gerçekleştirilir. Yazınsal alan da, katıksız aşkla birleşen arı sanat
ile, iki biçim altında, büyük olarak nitelendirilebilen, kentsoylu
tiyatroyla simgeleşen ve M m e D am breuse kişiliğiyle birleşen
paralı sanatı ve küçük olarak adlandırılabilen, vodvil, kabare ya
da günlük yazılarla simgeleşen ve Rosanette’i çağrıştıran paralı
sanatı bir araya getiren kentsoylu sanat arasındaki karşıtlık çer
çevesinde düzenlenir. Burada da, yazarın, geliştirdiği bir öykü
den yararlanarak ve bu öykü aracılığıyla en derinlere gömül
müş, birincil yatırımlarına en dolaysız biçimde bağlı olduğu
için, zihinsel yapılarının ve yazınsal stratejilerinin kökeninde
yer alan karanlık yapıyı gün ışığına çıkarmaya yöneldiğini var
saymak zorundayız.
58
kahramanın kendisi, kadın kahramanın da M me Arnoux oldu
ğ u 101” bir roman yazdığım belirtmesinin nedeni, kuşkusuz,
Frédéric’in öyküsünü yazma edimi içinde Gustave’a ve aşkı
Mme Schlésinger’e karşı aldığı mesafeyi daha belirgin bir bi
çimde vurgulamaktır.
Flaubert, geçmişe yönelik bir biçimde kendi kendisiyle
uyum sağladığı Frédéric’in öyküsünü yazarak Gustave’ın karar
sızlığını, “derin uyuşukluğunu102” yüceltir. Frédéric, M me Ar
noux’nun “romantik kitapların kadınlarına özgü103” havasını
sever; gerçek mutluluk içinde düşlenen m utluluğu104 hiçbir za
man bir bütün olarak bulamaz; kral metreslerinin yazınsal anış
tırması içinde, “geçmişe dönük ve dile getirilemeyen bir şeh
vetle105” yanıp tutuşur; beceriksizlikleri, kararsızlıkları ya da
incelikleriyle, bir arzunun doyurulmasını veya bir tutkunun
gerçekleştirilmesini geciktiren ya da engelleyen nesnel rastlan
tılarla elbirliği eder.106 T ü r k kadının evinde yüzlerine gözlerine
bulaştırdıkları ziyareti Frédéric ile Deslauriers’nin geçmişe öz
lem içinde anımsamasıyla romanı sonuçlandıran tümceyi ele
alalım: “En güzel anılarımızı orada yaşadık.” Bu tümce, saflığın
ve temizliğin yıkımı, geçmişe yönelik bir bütünlenim gibi orta
ya çıkar: G erçekten de Frédéric’in, kararsızlık içinde belirleyici
niteliğiyle güçsüzlük ilkesine bağlanan tüm öyküsünü, bir baş
ka deyişle aralarında bir seçim yapmak istemediği birçok olası
lığı gücül olarak elinde bulundurma deneyimini özetler. Frédé
ric ile ilişkisini: “Önemi yok, birbirimizi çok seveceğiz” tümce
siyle anımsatan M m e Arnoux gibi yaşamlarını ancak yakın ge
lecek zamanda yaşayabilen herkes, umutsuzca bu geri dönüşlü
açınlamaya yazgılıdır.
Flaubert’in Correspondance' ında (Yazışmalar), onun Frédé
ric’in ağzından konuştuğu izlenimi uyandıran en az yirmi tüm
ce gösterilebilir: “Gördüğüm de veya başkaları söz ettiğinde il
gimi çekmeyen birçok şey, bunlarla ilgili olarak konuşurken,
özellikle de yazarken beni heyecanlandırmakta, öfkelendir
mekte, yaralamaktadır.107” “Şarabı, aşkı, kadınları, ünü, sevgili
dostum, ancak ne sarhoş, ne sevgili, ne koca, ne de eski asker
olmamak koşuluyla betimleyeceksin. Yaşamın içine karışıldı
ğında, onu görmek güçleşir, acı duyulur veya sonuna değin tadı
çıkarılır. Bana göre sanatçı, aykırı yaratılmış -doğa dışı- bir şey
dir.108” Ama, L ’Education' un yazarı, kesinlikle Frédéric’in
“edilgen tu tk u su ,oy” nu sanatsal bir tasarıya dönüştürmeyi b e
cerebilen kişidir. Flaubert: “Frédéric benim ” diyemezdi. Ken-
disininki de olabilecek bir öykü yazarak, bu başarısızlık öykü
sünün öyküyü yazan kişinin öyküsü olduğunu yadsır.
Flaubert, Frédéric’e yazgı gibi sunulan şeyden bir kesin
yargı çıkarmıştır: Yazınsal bir topluluğa ya da bir dergiye110 bağ
lanma gibi katışıksız düşünsel belirlenimler denli, kentsoylu
uğursuzluklar gibi toplumsal bir konuma bağlanan toplumsal
belirlenimlerin de yadsınması. O, tüm yaşamı boyunca bu b e
lirsiz konum da kalmayı, topluluklara ve sürtüşmelerine, çeşitli
aydın ve sanatçı türlerini kendi içlerinde karşı karşıya getiren
kavgalara ve bunların tüm ünü çeşitli “mal sahipleri”yle yüz yü
ze getiren çatışmalara şöyle bir göz atabilen bu yansız alan ’daki
konum unu korumayı denedi. L ’Éducation sentimentale, bu çalış
manın ayrıcalıklı bir anını oluşturur: Estetik niyet ve bunun ne
den olduğu yansızlaşma, burada kendini oluşturmak için yadsı
mak zorunda kaldığı olasıya da, bir başka deyişle “yaratıcf’nın,
ortaya çıkartmaya çalıştığı etken kararsızlığının doğal eşdeğerli
si ve Frédéric’in başarısızlığının nedeni edilgen kararsızlığına
da uygulanırlar. Sıradan kişilerde aynı anda hatta ardışık biçim
de ulaşılamayan, aralarında bir seçim yapmanın zorunlu olduğu,
kişiler istesin ya da istemesin seçimlerinde belirleyici olan tüm
toplumsal konumların dolaysız bağdaşılırlığı, ancak yazınsal ya
ratım aracılığıyla ve yazınsal yaratım içinde yaşanılabilir.
61
başkaları kuşku duyuyor son olarak kimileri de bunu kafalarına
hiç takmıyor, kendi işlerine bakıyor, yani mağazalarında malla
rını satıyor, kitap yazıyor ya da kürsülerinden avaz avaz bağırı
yordu.115”
Burada da, Flaubert’i, G ustave’ın hem sınırlarım aştığı
hem de elinden çıkarmadığı bir olasılık gibi Frédéric’e bağla
yan temel ilişkinin ayrımına varılır. Frédéric’in kişiliği aracılı
ğıyla Flaubert, Frédéric’in beklentilerine sunulan mevkiler bü
tünüyle ilişkisi, geçici olarak toplumsal kısıtlamalardan kurtul
muş, Sartre’ın La Mort dans l'âme' da (Tükeniş) söylediği gibi,
“bakacak kimsesi olmadan, yersiz yurtsuz, inançsız ve yasa ta
nımaksızın” kentsoylu yeniyetmenin özengenliği içinde dile
getirilen toplumsal dünyanın ülküselliğini dışa vurur. Bu arada,
Frédéric’in sürdürdüğü toplumsal heryerdelik, yazarlık uğraşının
toplumsal tanımı içinde yer alır ve bundan böyle, sanatçının, ne
bir yerle bağlantısı ne de kökleri olmayan yaratılmamış “yaratı
cı” olarak sunulması içinde yer alacaktır; bu sunuş, yalnızca ya
zınsal üretimi değil, aydın koşulunu yaşamanın tüm biçimini
yönlendirir.
Ama, toplumsal belirleyenler sorununu, tüm belirlenimleri
elde etm eye yönelik tutkudan ayırmak ve toplumsal dünya ile
çatışmalarını düşünce düzleminde şöyle bir gözden geçirmek
kolay değildir. Frédéric’in öyküsünden akılda kalan, düşünsel
tutkunun, zamansal tutkuların iflasının düşsel olarak tersine
çevrilmesinden başka bir şey olmadığıdır. Başarısızlığa uğramış
devrimci (ya da başarısız olduğu için devrimci olmuş) dostlarına
küçümsemeyle baktığı sırada yörüngesinin doruğunda bulunan
Frédéric’in, kendini en çok işleri kötüye gittiği sırada aydın
olarak görmesi anlamlı değil midir? M. D am breuse’ün hisse se
netleri konusunda yaptığı yakınmayla ve arabasıyla Rosanette
konusunda M m e D a m breuse’ün dokundurmalarından şaşkınlı
ğa düşen Frédéric, bankacılar arasında aydın konum unu savu
nur ve şu sonuca varır: “îş dünyası umurum da bile değil.116”
Ve yazar, “kentsoylular” a ve kendini içlerinde tutsak kıldı
ğı zamansal iyeliklere -mallar, unvanlar, madalyalar, kadınlar-
duyduğu küçümsem enin, başarısızlığını seçmeci yadsımanın
soyluluğuna dönüştürm eye vardırdığı başarısız “kentsoylu”
G2
hıncına bir şeyler borçlu olıip olmadığını sormaktan nasıl kaçı
nabilir? “Sanatçılar: Çıkar gütmemeleriyle övünm ek” der Yerle
rle Fikirler Sözlüğü. Çıkar gütm em eye duyulan köklü inanç,
yoksulluğu yadsınan zenginliğe, dolayısıyla tinsel zenginliğe
dönüştüren olağanüstü altüst oluşun temel kuralıdır. Düşünsel
tasarıların en yoksulu bile bir servet, uğruna elden çıkarılan ser
vet değerindedir. Dahası, her durumda yeğleneceği için onunla
m
boy ölçüşebilecek zamansal bir servet yoktur... Düşsel zengin
liğin düşsel yadsımasını doğrulayacağı varsayılan özerkliğe ge
lince, bu, koşullara bağlı ve “kentsoylu” nun kendisine ayırdığı
evrenle sınırlı özgürlük olabilir mi? “Kentsoylu”ya karşı başkal
dırı, varoluşunun tam anlamıyla tepkisel temel kuralım göz ardı
ettiği sürece yadsıdığı şeyin egemenliği altında kalmaz mı?
kendisinden uzakta tutarak, yazara kendisine karşı mesafe al
ına olanağı sağlayanın da “kentsoylu” olmadığından nasıl emin
olabiliriz?117
Flaubert'in Yöntemi
ı
lerden, iyi tasarlanmış, uyumlu, ezgili tümcelerden, güzel gü
neş batmalarından, ay ışığından, renkli tablolardan, antik hey
kellerden ve çok belirgin başlardan başka bir şey yoktur. Bu
nun ötesi hiçliktir. Mirabeau olmaktansa Talm a olmayı yeğler
dim çünkü o, daha katıksız güzellik ortamı içinde yaşadı. Köle
uluslar, bende kafesteki kuşlardan daha fazla acıma duygusu
uyandırmıyor. T ü m siyaset konusunda anladığım tek şey varsa
o da başkaldırıdır. T ü rk le r gibi kaderci olduğumdan, insanlığın
ilerlemesi için yapabileceğimiz,her şeyin ya da hiçbir şeyin aynı
kapıya çıktığına inanıyorum.120” Hiççi esinini kışkırtan George
Sand’a, Flaubert şöyle yazar: “Ah! tiksinç işçiden, budala ke n t
soyludan, aptal köylüden ve çekilmez din adamından ne kadar
bezdim! Bu yüzden, elimden geldiğince antik dönemlere sığı
nıyorum.121”
Bu ikili yadsıma, kuşkusuz roman söyleminin üretici tas
lakları gibi işlev gören tüm ikili kişiliklerin, birinci Education
sentimentale'm. H enry ve Jules’ünün, L 'Education'da Frédéric ve
Deslauriers’nin, Pellerin ile Delm ar’ın, vd. kökeninde yer alır.
Ayrıca, bakışım ve karşıtlamalara (D em orest’te yayımlanan
Bouvard et Pécuchet'nin [Bilirbilmezler ya da Bouvard ve Pécuc
het] senaryolarında son derece belirgin olan), koşut şeyler ara
sındaki karşıtlamalara ve karşıtlamalı şeyler arasındaki koşutla
ra duyulan beğeni içinde kendini belli eder ve bu beğeni, özel
likle tüm duygusal tersinmelerle ve aynı çaprazlama yapısının
özyaşamöyküsel süreçler biçimi altında, zaman içinde yalın ge
lişimleri olan tüm bağlaşık siyasal sapmalarla birlikte,
Flaubert’in kişiliklerinden birçoğunu yetke alanlarının bir
ucundan ötekine götüren çapraz yörüngelerde de ortaya çıkar:
L'Education sentimentale'de, devrimci Hussonnet, tutucu ideolo
ga dönüşür ve cumhuriyetçi Sénécal, hüküm et darbesi adına
çalışan bir polis olur ve barikatlarda eski dostu Dussardier’yi öl
dürür.122
Ama Flaubert’çi buluşun gerçek kaynağı olan bu üretici
taslağın en açık tanığı, Flaubert’in romanlarının senaryolarını
yazdığı not defterleridir: Biçimlendirme çalışması nedeniyle ya
zının karalayıp gizlediği yapılar, burada tüm açıklığıyla ortaya
çıkar. Yörüngeleri üç kez kesişen iki karşıt çift, özellikle kent-
soylıı düş kırıklığını dengeleyecek biçimde soldan sağa dönüş
yapar, inançlarını yadsır, parti değiştirir ve yüz seksen derecelik
dönüşler yaparlar. Flaubert’in, son derece önem verdiği, L'Edu-
f<v//ö//,ununkini oldukça andıran bir toplumsal uzam içinde bu
dönüşlerden ikisini sahnelediği “Le serment des amis” (Dost
ların Andı) başlıklı taslağı kesm eden buraya aktarmakta yarar
görüyorum.
L E SE R M E N T D E S AMIS
67
de, L'Éducation sentimentale, içinde üretildiği toplumsal dünya
nın yapısını, hatta bu toplumsal yapının biçimlendirdiği, içinde
bu yapıların ortaya çıktığı yapıtın üretici kuralı olan düşünsel
yapıları olağanüstü doğru bir biçimde yeniden oluşturur. Ama,
bunu kendine özgü yollarla, daha açık bir deyişle, “duyarlılık
tan söz etm eye elverişli” sözcüklerin “çağrıştırma gücü” aracılı
ğıyla, özellikle özdekler üzerinde örneklemeler-yâ da, daha doğrusu
tam olarak etki uyandırabilen ve genellikle gerçek dünyadan
tanıdıklarımızın kimilerine betızeyen büyülü sözler anlamında
çağrıştırmalar içinde görme ve duyma yoluyla yapar.126
Duyarlı çeviri, yapıyı, içinde sunulan ve (gerçeklik değil
de) bir inanç etkisi uyandırmayı sağlayan bir biçimin ardında giz
ler. Yazınsal yapıtın, zaman zaman (özellikle buradaki gibi, bil
giye ulaşmak için aşılması gereken güçlüklerin düşünsel engel
lerden çok, istence karşı direnişler olması durum unda) toplum
sal dünya üzerine bilimsel olma savı taşıyan birçok yazıdan da
ha fazla şeyler söyleyebilmesini sağlayan da budur; ama bunu
öyle bir biçimde söyler ki, gerçekten söylememiş gibi olur. Ör
tüyü kaldırma, sınırını ancak yazarın bir anlamda doyumsuzun
karşı denetimini elinde tutm a olgusu içinde bulur. Gerçekleş
tirdiği biçimlendirme, yaygınlaştırılmış bir örtmece gibi işlev
görür ve önerdiği yazınsal bakımdan gerçeklikten uzaklaşmış
ve yansızlaşmış gerçeklik, yazınsal simyanın kendisine sundu
ğu yüceltmeyle yetinmeye hazır bir bilme isteğini doyuma
ulaştırma olanağı sağlar.
Yazınsal m etnin ancak gizleyerek örtüsünü kaldırdığı yapı
yı tam anlamıyla ortaya çıkarabilmek için, inceleme, bir serüve
nin öyküsünü bir dizi deneysel kur-tak düzenine indirgemeli-
dir. İncelem enin köklü bir biçimde düş kırıklığına uğratan bir
şeyler içerdiği anlaşılır. Ama uyandırdığı düşmanlık tepkisi, ya
zınsal deneyimin özgüllüğü sorununun tüm açıklığı içinde orta
ya konmasını zorunlu kılar: Biçime aktarmak, aynı zamanda bi
çimler oluşturmak dem ektir ve yazınsal anlatımın gerçekleştir
diği yadsıma, başka türlü dile getirilmesi durum unda katlanıla
mayacak bir gerçekliğin sınırlı anlatımına olanak sağlayan şey
dir. “Gerçeklik etkisi”, aslında ne durumda olduğunu bilmeyi
yadsıyarak öğrenilmesine olanak tanıyan seçilmiş bir gerçeğe
yapılan gönderim aracılığıyla, yazınsal kurgunun ürettiği inan
cın son derece özel bir biçimidir. Toplumbilimsel okuma çeki
ciliği yok eder. Yazarla okuru, m etnin dile getirdiği gerçekliğin
yadsınmasına yönelik aynı bağıntı içinde bir araya getiren or
taklığı askıya alarak, toplumbilimsel okuma, metnin aktardığı
gerçeği onun söylediğinden farklı bir biçimde ortaya çıkarır; üs
telik tersten uslamlama yoluyla, söylediği şeyi gerçekliğin söy
lediği gibi dile getirmemesinden kaynaklanan özgüllük içinde
tanımlanan m etnin gerçekliğini gösterir.127 Yazınsal nesnelleş
menin içinde dile geldiği biçim, kuşkusuz en derin, en iyi giz
lenmiş gerçekliğin (burada, saygınlık alanının yapısı ve toplum
sal yaşlanmanın örneği) ortaya çıkmasına olanak tanıyan şeydir
çiinkü yazara ve okura onu gizleme ve görmezden gelme fırsatı
veren örtüdür.
Yazınsal yapıtın çekiciliği, büyük ölçüde, en ciddi şeyler
den tam anlamıyla ciddiye alınmayı gerektirmeden söz etm esi
ne dayanır; Searle’e göre bilimden farkı da budur. Yazı, yazarın
kendisine hatta okuruna da bütünlenmiş bir anlama gücü olan
yadsıyıcı anlama olanağı sağlar. Critique de la raison dialectique'te
(Diyalektik Aklın Eleştirisi) Sartre, M arx’in yapıtının ilk oku
malarıyla ilişkili olarak şöyle der: “H e m her şeyi anlıyor, hem
de hiçbir şey anlamıyordum.” Romanların okunması aracılığıyla
geliştirdiğimiz yaşama ilişkin algılamamız da böyledir. Fla-
ubert’in belirttiği gibi, yazı ya da okuma aracılığıyla “tüm ya
şamları yaşamak” söz konusu olamaz çünkü bunlar aynı zaman
da onları gerçek anlamda yaşamama biçimleridir. O kuduğum uz
romanlarda yüzlerce kez yaşadığımız şeyi gerçekten yaşadığı
mızda, “duygusal eğitimimize” sıfırdan başlamak zorunda kalı
rız. Romansı yanılsamanın romancısı olan Flaubert, böylece bi
zi bu yanılsamanın kökenine taşır. Romanlarda olduğu gibi
gerçeklikte de, romana özgü diye nitelendirdiğimiz ve sayıları
nın roman yazarlarının sayısıyla eşdeğerli - “M adam e Bovary
benim ”- olduğu kişilikler, belki de kurguyu, söylenildiği gibi
gerçeklikten kaçmak ve düşsel dünyalar içinde bir kaçış yolu
aramak için değil de, Frédéric gibi gerçekliği ciddiye almayı
başaramayan ve gerçekliği, ortaya çıktığı gibi, direngen, bu n e
denle de ürkütücü varoluşu içinde benim seyem edikleri için
ciddiye alan kişilerdir. Gerek yazınsal alan, gerekse saygınlık
alanı söz konusu olsun, tüm toplumsal alanların işleyiş ilkesi
tersinelemeye (illusio), oyuna yatırıma dayanır. Frédéric, top
lumsal dünyanın ürettiği ve önerdiği hiçbir sanat ya da para ya
tırımına katılamayan kişidir. Bovarizminin ilkesi, gerçeği, daha
açık bir anlatımla ciddi denilen oyunların beklentilerini ciddiye
almadaki yetersizliğidir.
Don Kişot veya E m m a Bovary ile birlikte en kesin biçim
lerinde, gerçeklikle kurgu arasmdaki sınırların yıkılmaya değin
vardığı romansı yanılsama, böylece temel ilkesini bir yanılgı
olarak gerçeklik deneyim inden alır: H er ne denli yeniyetmelik
çağı, romanların gözdesi bir yaş dilimi ve Frédéric de bu yaşla
rın somut örneği gibi görülürse de yaşama, bir başka deyişle
toplumsal dünyanın bizlerin yatırımlarımıza sunduğu şu ya da
bu oyunlara katılım, her zaman kendiliğinden gerçekleşmez.
Frédéric - tü m sorunlu ilkgençlik dönemi yaşayanlar gibi- top
lumsal dünya ile aramızda yer alan en derin ilişkinin çok büyük
bir incelemecisidir. Romansı yanılsamayı ve özellikle gerçek
denilen ve bu yanılsamanın varsaydığı dünyayla ilişkiyi nesnel
leştirmek, tüm kurgular için ölçüt olarak kabul ettiğimiz ger
çekliğin, (neredeyse) evrensel olarak paylaşılan bir yanılgının
tartışma götürmez bir göndergesinden başka bir şey olmadığını
göz önünde bulundurmaktır.
NOTLAR
1 Burada ö n e r ile n ç ö z ü m l e m e y i o k u r u n d a h a iyi izle yebilm e si ve öteki in
c e l e m e le r l e ka rşılaştırarak geçerliğini d e n e t l e y e b il m e s i için, b u b ö l ü m e
e k olara k L ’Education sentimentale m bir ö z e tin e (bkz. s. 79) ve b u yapıta
ilişkin kim i klasik y o ru m la ra y e r verilm iştir (bkz. s. 81).
2 Sözgelim i, L u c i e n G o l d m a n n , L u k â c s ’ın L'F.ducation sentim entale'\ ( t o p
lu m b i l im s e l d e n çok) içsel y a ş a m ın i n c e l e n m e s in e y ö n e lik psikolojik bir
r o m a n olara k g ö r d ü ğ ü n ü belirttiğ in d e, b u n d a n hınzırca bir tat alıyoruz
(Bkz. L. G o l d m a n n , “I n t r o d u c t i o n a u x p r o b l è m e s d ’u n e sociologie d u
r o m a n ” , R evue de l ’Institut de sociologie, no 2, Brüksel, 1963, s. 225-242).
3 Ç a lışm a d an , gelirleriyle y a şa m a k , u z u n bir sü re “ ke n d is i için b ü y ü k bir
t u t k u b e s l e y e n ” ve k o n u m u n u s ü r d ü r e b i lm e s i için d u r m a k s ız ın k e n d i s i
ni d ü z e n v e gerekli stratejiler (özellikle evlilik le ilgili) k o n u s u n d a uyaran
a n n e s in i n kişiliğinde som utlaşm ıştır.
4 Deslaııricrs, Rastig nac örneğini a n ım sa ta r a k başarısını g ü v e n c e altına
a labileceği stratejiyi hayasızca anlatınca: “O n a [ D a m b r c ı ı s c ’c] hoş g ö r ü n
m e y e çalış. Karısına da. Sevgilisi ol! d iye h a y kırır” (G. F la u b ert, l . ’b.du-
cation sentimentale, Paris, Gallim ard, “ B i b li o t h è q u e d e la P l é ia d e ” dizisi,
1948, s. 49; ayrıca ba kın ız G. F la u b e r t, ¡ .’Education sentimentale, Paris,
G allim ard, “ F o lio ” dizisi, 1991, s. 35 [K itab ım ızın b u n d a n sonraki b ö
l ü m le rin d e , sayfa n u m a r a s ı n d a n ö n c e b e lir tile c e k A. S., P. ve F. g ö n d e
rimleri, sırasıyla P l é ia d e ve Folio d iz ile rin d e k i baskıları gösterecektir])
Ö t e k i ö ğre ncile re ve b u n ların ortak ilg ^alanlarına karşı, aptalların başa rı
sına d u y d u ğ u ilgisizlik gibi “d a h a y ü k s e k t u tk u l a r d a n e s i n l e n e n ” (A. S.,
P., s. 93-94; F., s. 80) bir “k ü ç ü m s e m e ” d u y g u s u ortaya koyar (E . S., P.,
s. 55; F., s. 42). A m a bir g e nci a v u k a t ya da m illetvekili olm aya ilişkin
d ü şü n c e s i n i bir ö fk e ya da ü z ü n tü d u m a k s ız ı n dile getirir (E . S., P., s.
118; F., s. 106).
5 A. S ., P., s. 300-301; F „ s. 296.
6 Â. S., P., s. 34, 47, 56-57, 82, 216; F „ s. 20, 33, 42-43, 69, 208.
7 F l a u b e r t ’in b e lirg in a yrın tı araştırısını n e t ü r bir k e si n li k d ü z e y i n e v a r
dırd ığın ı g ö s t e r m e k için Yves L é v y ’n in ö n e r d iğ i D a m b r c u s c ’ü n arması
i n c e l e m e s in i a n ı m s a t m a k y e te rli o lacaktır: “ A rm a da, k a lk a n ü z e r i n d e
g ö s t e r il e n sol kol ( k a lk a n ın sağ y a n ı n d a s a r k ı k d u ra n sol kol), son d e r e
c e e n d e r karşılaşılan ve sağ kola g ö re ( k a lk a n ın sol y a n ı n d a n sa rk an sağ
kol) k ü ç ü k d ü ş ü r ü c ü bir b içim o lara k k a b u l e d i l e b i l e c e k bir a rm a ö ğ e
sidir. Y u m r u k b iç im iy le b u el ö ğ e s in in s e ç ilm e s i ve ö t e y a n d a n m in e
r e n k le r iy l e (tarlan ın k u m u , k o ld a k i altın ve e l d i v e n i n g ü m ü ş ü ) son d e
re ce a n la m lı özlü sö z ü n ( “h e r yol g c ç e r li d i r ” ) se ç im i, F l a u b e r t ’in y a p ı
tın ın kişisini aşırı canlı bir a rm a y la s u n m a a m a c ın ı y e t e r i n c e gösterir;
bir s o y l u n u n k a lk a n ı d eğil bir fırsat d ü ş k ü n ü n ü n arm ası söz k o n u s u
dur.
8 É . S., P., s. 65, 77, 114; F., s. 5 1 , 6 4 , 101.
9 Â. S., P., s. 187, 266, 371, 393; F „ s. 178, 260, 369, 392.
10 Â. S., P., s. 145; F „ s. 135.
11 É . S., P., s. 421; F., s. 422.
12 É . S., P., s. 249; F „ s. 243.
13 É . S., P., s. 88, 119, 167; F „ s. 75, 107, 158.
14 É . S., P., s. 293; F „ s. 285.
15 A. S ., P., s. 49; F., s. 35. D a m b r c u s c ’lcrin ü s t ü n k o n u m u , a d la rın d a n çok
başlarda söz e d ilm e s iy le k e n d in i gösterir (A. S., P., s. 42; F., s. 29), Fré-
d é r i c ’in d o s t l u ğ u n u ise gö re ce olarak d a h a ilerid e ve aracı do stlar sa y e
s i n d e kazanırlar. Z am an s al u z ak lık, top lu m sa l farklılığın e n karşı d u r u l a
m a z a k ta rım la rın d a n birisidir.
16 M. J. D urry, F laubert et ses Projets inédits, Paris, N i z c t , 1950, s. 155.
17 É . S., P., s. 65; F „ s. 52.
18 “ ilişkileri ve dergisi aracılığıyla bun ları e ll e r i n d e b u l u n d u r u y o r , yazar
71
b o z untula rı yapıtlarını o n u n v itr in in d e g ö r m e k için can a tıy o r d u .” (E . S.,
P., s. 71; F., s. 58).
19 L 'A rt industriel, bir b u t i k t e n çok, bir salon g ö r ü n t ü s ü t a ş ıy o rd u ” (E . S.,
P., s. 52; F., s. 39).
20 É. S., P., s. 425; F „ s. 426.
21 É. S., P „ s. 201; F., s. 195.
22 É. S., P., s. 177; F „ s. 170.
23 É . S., P., s. 78; F „ s. 65.
24 Sözgelim i, A r n o u x ’n u n bir sipariş sonra sında parasına el k o y d u ğ u am a
h e m e n a rd ın d a n L ‘A rt industirePd e ö v g ü le r e b o ğ d u ğ u , “p a rad a n çok, ün
p e ş i n d e k o ş a n ” Pelle rin, a k şa m y e m e ğ i n e d a v e t e d il d i ğ in d e k oşarak gi
d e r (É . S., P., s. 78; F „ s. 64).
25 Pellerin, “k a b a bir insan, bir k e n t s o y l u ” o l d u ğ u n u söyler (E . S., P., s. 73;
F., s. 59). Ö t e y a n d a n M. D a m b r c u s e F r é d é r i c ’i ona karşı uyarır: “ U m a
rım o n u n la o rtak iş y a p m ı y o r s u n u z d u r ? ” (E . S ., P., s. 269; F., s. 263.)
26 É . S ., P., s. 421; F „ s. 422.
27 “Sıra likör iç m e y e g e ld iğ in d e , o [ M m e Arnoux] o r ta d a n k a yb old u. Ko
n u ş m a la r d a h a teklifsiz bir n i te l ik k a z a n d ı ” (E . S .., P., s. 79; F., s. 66).
28 É . S., P., s. 148; F „ s. 138.
29 É .S . , P „ s. 155; F „ s. 145.
30 E g e m e n hiyerarşi olan para aşa m a la nm ası, k e n d in i e n y e tk i n b iç im d e
R o s a n e t t e ’in sa lo n u n d a gösterir: Durada, O u d r y ’nin A r n o u x ’ya, ( “Yaşlı
k o p u k , z e n g i n d i r ” — E . S ., P., s. 158; F., s. 148), A r n o u x ’n u n F r é d é r i c ’c
göre önceliği vardır.
31 Çevre s ö z c ü ğ ü n ü k u lla n m a y a n N c w t o n ’dan, b u söz c üğ ü 1842’d c Im Co
médie hum aine'in ö n s ö z ü n d e yazına so k a n Balz ac’a ya d a m e k a n i k a n la
m ıyla y e r v erilen D ’A l c m b c r t ve D i d e r o t ’n u n L'Encyclopédie's in d e n , tari
hin üç a çık lam a ilk e s i n d e n birisi d u r u m u n a g e tir e n T a i n c ’e, biyolojiye
ka ta n L a m a r e k ’a ve birçok kişinin yanı sıra k u ra m s al tem e lleri ü z e r in e
o t u r ta n A u g u s te C o m t c ’a d e ğ in , ç e v re k a v r a m ın ın kulla nım ları için G e
orges C a n g u i l h e m ’in yapıtı L a Connaissance de !a vie' nin (Paris, Vrin,
1975), “L e vivant e t son m i l i e u ” başlıklı b ö l ü m ü (s. 129-154) o kunabilir.
32 G e r ç e k t e n d e ge le c e k , bir ü st sınırla -sö z g e l i m i, b a k a n ve M m e D a m b -
r e u s e ’ü n sevgilisi F r é d é ric i ç i n - bir alt s ı n ı r - s ö z g e l i m i , b u kez, M lle R o
q u e ile evli olan, bir taşra dava v e k ilin in y a n ın d a y a rd ım cılık y a p an F r é
déric i ç i n - arasında ye r alan, çeşitli olasılık dü z ey leri içe ren bir y ö r ü n g e
ler d e m e t i b i ç i m in d e ortaya çıkar.
33 F la u b e rt, D e sla u rie rs ve H u s s o n n e t arasında g e r ç e k bir ayrım yapm ay ı
başaramaz: F r é d é r i c ’i d e y ö n e l t m e k istedik leri siyasal-yazınsal girişim
içinde a n ca k geçici bir sü r e bir araya gelirler, birincisi tu tk u la rın ı siyase
te, ötekisi d e yazına y ö n l e n d i r m iş o lm a k la b irlik te t u tu m la r ı ve görüşleri
b a k ım ı n d a n h e r z a m a n birb irle rin e y akın dırlar. 1848 D e v r i m i ’nin başarı
sızlığa u ğ ra m a sın ın n e d e n l e r i ü z e r i n e yapılan bir tartışm a sırasında, Fré-
7.2
déric, D c s l a u r i c r s ’yc şöyle ya n ıt verir: “Sîzler, k ü ç ü k k e n ts o y lu la rd an
başka bir şey de ğilsiniz ve a ranızda e n parlak olanlarınız da birer u k a la ”
(F .S ., P., s. 400; F., s. 400). D a h a ö n c e k i bir n o t u anım satalım : “ F ré d é ric
a v u k a ta baktı; eski p ü s k ü re d in g o tu , cilası d ö k ü l m ü ş gözlü kleri ve sol
g u n y ü z ü y le o d enli ukala g ö r ü n d ü ki, ister is t e m e z d u d a k la rın a k ü ç ü m
seyici bir g ülüş y e rle şti” (E.S., P., s . 185, F., s . 176).
14 I İ S ., P„ s. 307; F „ s. 303.
35 l l S . , P., s. 275; F „ s. 269.
36 llkz. G. F la u b e r t, Correspondance, L e t t r e j L o u is e C o l c t ( Yazışm alar, L o
uise C o l c t ’y c M e k t u p ) , 7 M a r t 1847, Paris, G allim ard, “ B ib lio t h è q u e d e
la P l é ia d e ” dizisi, 1973, c. I, s. 4 46 [ Corr., P., ve Corr., C. g ö n d e rm e le ri
ve bunları izle yen sayfa num arala rı, ya p ıtım ız ın sonraki b ö lü m le r in d e , sı
rasıyla P lé ia d e v e C o n a rd , Paris, 1926-1933 baskılarına ilişkindir],
37 I İ S ., P„ s. 53; F „ s. 40.
38 ¡ İ S ., P „ s. 193; F „ s. 184.
39 I İ S ., P., s. 267; F „ s. 261.
40 “ Kalıtçı” nın ya da d a h a g e n e l olara k y e n i y e t m e n i n k o n u m u n u belirgin-
leş tire n le r t ü r ü n d e n y a p ışa / değişmezler in varlığı, yazınsal g e le n e ğ i n kimi
yapıtlara v eya k im i kişiliklere verdiği so n s u z lu k n ite liğinin te m e ll e r i n
d e n birisini o l u ş t u r u r k u şk u s u z : Bu de ğ iş m e z le r, ok urla ro m an kişisi ara
sınd aki t a n ım la m a bağıntılarının ö z ü n d e y e r alabilir.
41 l i S., P., s. 276; F „ s. 270.
42 l i S., P., s. 144; F „ s. 133.
43 l i S., P., s. 85; F „ s. 72.
44 I İ S . , P., s. 91, 114; F., s. 78, 102.
45 l i S., P., s. 185; F „ s. 176.
46 l i S., P., s. 141-142; F „ s. 130-131.
47 l i S., P., s. 276; F „ s. 176.
48 S ., P., s. 53; F., s. 39. G u s t a v e ’ın başkalarıyla, öz ellikle d e babasıyla
ilişkilerinin d e rin yapısını, b u “ eşil” in ö z ü n ü o lu şt u r a b i l e c e k ik iye b ö
l ü n m e eğ ilim in in k ö k e n in i b u l m a k için S a r t r e ’ın yaptığı i n c e l e m e l e r k o
n u s u n d a bkz. J.-P. Sartre, L 'Id io t de /a fam ille, Gustave F laubert de 1821 à
1857 (Ailenin Delisi), Paris, G allim ard, 1971, c. I, s. 226, 330.
49 P. Coigny, L ’Education sentimentale de Flaubert, Paris, L arousse, 1975, s. 119.
50 l i S., P., s. 430; F., s. 428.
51 l i s . , P., s. 276; F., s. 269.
52 ¡ i S., P., s. 118; F., s. 106.
53 l i S., P., s. 49; F „ s. 35.
54 l i S., P., s. 275-276; F., s. 270.
55 l i S., P., s. 276; F., s. 268.
56 E. S., P., s. 111; F., s. 98. (Altını b e n çizdim.)
57 Bu n e d e n l e , D c s l a u ri c r s ’n in g ö z ü n d e M m e A rn o u x “s o s y e te k a d ı m ” nı
sim geler: “S o s y e te ka d ın ı (ya da D e s l a u r i e r s ’nin b ö y le y o rum la dığı şey),
b i li n m e y e n bin le rce hazzın özeti veya sim gesi olarak a v u k atın gözlerini
k a m a ş t ı rıy o rd u ” (E . S ., P., s. 276; F., s. 268, [altını b e n çizdim]).
58 E . S., P„ s. 184, 245; F „ s. 175, 238.
59 E . S., P., s. 344; F., s. 342. “ H u s s o n n c t g ü l ü n ç olmadı. H e r türdenk o n
lar ü z e r in e g ü n d e li k yazılar yazarak, birçok ga ze te o k uya rak, ç ok sayıda
tartışına izle y ere k ve göz k a m a ş tır m a k için çelişkili d ü ş ü n c e le r i s a v u n u p
k e n d in i k ü ç ü k öfke le riyle k ö r e d e r e k s o n u n d a olgulara ilişkin g e r ç e k al
gılam a g ü e ü n ü yitirmişti. G e ç m i ş t e c id d i l ik t e n u z ak a m a şim di g ü ç l ü k
lerle dolu bir yaşam ın sıkıntıları, o n u sürekli çalkantıla ra s ü r ü k l e m e k t e y
di; ve k e n d i n e itiraf e d e m e d i ğ i g ü ç sü z lü ğ ü , o n u hırçın, sinsi k ı lm a k ta y
dı. Yeni bir bale olan O z a i k o n u s u n d a dansa, da n s k o n u s u n d a y s a O p c -
ra’ya; a rd ın d a n O p e r a k o n u s u n d a ‘S a n k i ortalıkta y e te r in c e Kastilyalı
y o k m u ş g ib i!’ yerlerini artık İspanyol o y u n c u to p lu l u ğ u n a b ırak m ış olan
lta lyanlara saldırdı” (E . S., P., s. 241; F., s. 234).
60 E . S ., P., s. 377 F „ s. 373.
61 E . S ., P., s. 394; F„ s. 394.
62 E . S ., P., s. 453-454; F „ s. 456.
63 E . S., P., s. 123; F., s. 112.
64 U .S ., P., s. 130; F „ s. 118.
65 E . S., P„ s. 273; F., s. 267.
66 E . S ., P „ s. 4 1 7 ; F „ s. 418.
67 E . S., P., s. 76; F., s. 63. R o m a n ı n birinci b ö l ü m ü n d e , b u k e z m u tl u bir
b i ç i m d e s o n u ç lan a n ikinci bir karşılaşm aya d a h a tan ık olunur: F red cric,
M m c A r n o u x ’n u n d a v e t verdiği g ü n D a m b r e u s c ’lc r d e n d e bir çağrı alır
(E . S ., P., s. 110; F., s. 98). Am a h e n ü z aykırılıklar ba şlam am ıştır ve M m e
D a m b r e u s e dav etin i iptal eder.
68 E . S., P „ s. 439; F., s. 436.
69 E . S., P., s. 440; F „ s.441.
70 E . S., P„ s. 390; F „ s.389.
71 E . S ., P „ s. 373; F „ s.372.
72 E . S., P „ s. 379; F „ s.379.
73 E . S., P„ s. 403; F., s.403.
74 E . S., P „ s. 39; F „ s. 394.
75 E . S., P „ s. 418-419; F „ s. 418.
76 E . S., P., s. 402; F „ s. 403.
77 E . S., P . ,s . 417; F „ s. 417.
78 L ’Educatiotı sentimentale \n bir “rastlantılar r o m a n ı” o ld u ğ u ve “kişilikle
rin, yazgılarının kaypaklığı n e d e n i y l e b u rom ana sanrılı, şaşkın, bir biçim
d e e d ilg e n olarak k a tıld ıkla rı” bir g e rç e k tir (J. B runcau , “iye röle d u ha-
sard dans l'E ducation sentimentale" , E urope, E ylü l-K asım 1969, s. 101-107).
Ama, k a çınılm az rastlantılar söz k o n u s u d u r ve b u n lar aracılığıyla “ç e v re ”
için de ye r alan g e rek lilikle kişiliklere ba ğ la nan gereklilik ortaya çıkar:
“ Rastlantıya (karşılaşmalar, o rtada n kaybolm ala r, b e k l e n m e d i k fırsatlar,
kaçırılan fırsatlar) e g e m e n bir ye r verildiği d ü ş ü n ü l e n bu rom anda, aslın
da rastlantıya h içb ir ye r yok tur. H e n r y J a m e s bu romanı soluk tıkavıcı bir
d e stan -a n epic w ithout a i r - gibi ele alarak, he r ö ğen in yerli y e r in d e o ld u
ğ u n u -hangs together- , tü m parçaların bir b ü t ü n l ü k anlayışı içinde, sağlam
bir b iç im d e bir arada v e r aldığını belirtir” (V. B rom bert, “ L ’É d u ca tio n
s e n tim e n ta le : articulations e t p o ly v a le n c e ” , C. G o th o t- M c r s c h (yayıncı),
L a production d u sens chez Flaubert, Paris, U G K , “ 10/18” dizisi, s. 55-69).
79 H a u b e r t , A r n o u x ’n u n F r é d é ri c ile “k ö k lü b e n z e r lik le r ” taşıdığını belirtir
(/*.. ,S'., P., s. 71; P., s. 57). V e ister isten je z ikili k o n u m la r için d e b u l u n
m a k d u r u m u n d a k i b u kişiliği, kalıcı b ir biçimde ikili ya da ikiy e b ö lü n m ü ş
n ite lik le rle donatır: D o r u k n o k tas ın d a , “ sanatçı havasını k o r u y a ra k ” k a
zancın ı artırm a çab a sına ite n “çıkarcılık ve saflığın b irle şim i” , bir h a sta
lık n ö b e ti so n u c u g ü ç te n d ü ş m e s i y le o n u “ h e m se lam etin i h e m d e se r
vetini sa ğlam ak ü z e r e ” sofuluğa, dinsel eşyaların tic a re tin e iter (E . S., P.,
s. 71, 425; F., s. 58, 422). ( G ö r ü l d ü ğ ü gibi, b u ra d a F l a u b e r t sanatsal a la n
la dinsel alan arasındaki t ü rd e ş liğ e d a y an m ak ta d ır.)
80 E. S., P., s. 65; F., s. 51.
81 É. S., P., s. 209-210; F., s. 201.
82 Bu d a lg alanm aların bir örneği şudur: “P aris’e d ö n m e k t e n hiç d e h o ş n u t
k a lm a d ı [...]; ve t e k ba şın a ak şa m y e m e ğ i n i yediği sırada, F ré d é ric t u h a f
bir t e r k e d ilm iş lik d u y g u s u n a kapıldı; b u n u n ü z e r in e M lle R o q u e ’u d ü
ş ü n d ü . E vlilik d ü ş ü n c e s i artık ona p e k aşırı g e lm i y o r d u ” (E . S., P., s.
285; F., s. 280). D a m b r e u s e ’lcrin verdiği g e ce d a v e t i n d e kazandığ ı başa
rının e r te s i n d e y s e , tersine: “ F r é d é ric evlilik d ü ş ü n c e s i n e o an d a oldu ğu
denli hiçb ir z a m a n u z ak olm a m ıştı. Z a t e n , M lle R o q u c ’u n kişiliğini ol
d u k ç a g ü l ü n ç b u lu y o rd u . M m e D a m b r c u s e ’d c n n e ka d ar da farklıydı!
K en disin i ç o k d a h a iyi b a şk a bir g e le c e k b e k li y o r d u ” (E . S., P., s. 381;
F., s. 380). M m e D a m b r e u s e ile ilişkisini k o p a r d ık t a n sonra y e n id e n
M lle R o q u c ’a d ö n e r (É . S., P., s. 446; F., s. 449).
83 É . S., P., s. 395-396; F „ s. 395.
84 É . S., P., s. 440; F „ s. 442.
85 É . S., P., s. 175; F „ s. 166.
86 É . S., P., s. 398; F., s. 389.
87 R o s a n e tt c ile M m e A r n o u x ’n u n birbirlerinin tersi b e ti m l e m e l e r i n d e (E .
S., P., s. 174-175; F., s. 164-165), e n g e niş yer, “M a r i e ” kişiliğine veril
miştir. T h i b a u d c t ’nin d e belirttiği gibi saflığı si m g e l e y e n b u önad, a n n e
ve e v k a d ın ın ın önadıdır.
88 É . S., P „ s. 3 9 0 ;T . , s. 390.
89 É . S., P., s. 285; F „ s. 280.
9 0 É . S ., P., s. 446; F „ s. 448.
91 É . S., P „ s. 396; F „ s. 396.
92 É . S., P., s. 404; F „ s. 404.
93 É . S., P., s. 213; F „ s. 205.
75
9 4 “ Çağcıl Bir A ile ” başlıklı tasarıda da aynı yapıyla karşılaşılır: “Aşağılık k i
şilerin atm a ca la r gibi ü ş ü ş tü ğ ü yüz bin frank, kadın ın, birinci sevgilinin
ve k o c an ın işine ç o k yarayacaktı; kad ın, k e n d is in e t u t k u l u g e n ç bir d e li
kanlıya yaptırdığı “alç a k lık ” la tü m parayı e ll e ri n d e n alır; sevgilisine ver
m eyi tasarlark en b e k l e n m e d i k bir b iç im d e iflas e d e n kocasın a teslim
e d e r ” (M . J. D urry, F laubert et ses projets inédits, a.g.y., s. 102).
95 É . S., P., s. 213; Fİ, s. 205.
96 É . S., P., s. 221; F „ s. 214.
97 É . S ., P „ s. 438; F „ s. 440.
98 É . S ., P., s. 446; F „ s. 448.
99 S. F r e u d , Essais de psychanalyse appliquée, Fr. çcv. E. M o n t y ve M. B ona
parte, Paris, G a llim ard, 7. basım, 1933, s. 87-103. Sırasıyla M m e A r n o u x ’
ya, R o s a n c t t e ’e ve M m e D a m b r e u s c ’e d e n k d ü ş e n ç e k m e c e n i n üç d u
m u aracılığıyla, b u n e s n e n i n üç sahibi ile güç ve para bağıntısı b a k ı m ı n
d a n b u n la r arasındaki a ş a m a la n m a belirlenir.
100 L ’F.ducation sentimentale'ı ta m a m l a y a b i lm e k için, M adam e B ovary ile k a
zandığı başarı aracılığıyla yazarlık “t u t k u s u ” n u n “o l u m l u ” nite liğ in e tam
an lam ıy la in an m a sı g e rek tiğ i g ö r ü lm e k te d ir .
101 É . S., P., s. 56-57; F „ s. 42.
102 J.-P. Richard, “ L a c réa tio n d e la fo rm e c h e z F l a u b e r t ” , Littérature et Sen
sation à z Paris, Seuil yay., 1954, s. 12.
103 É . S., P., s. 32; F., s. 27.
104 É . S., P., s. 240; F., s. 233.
105 É . S., P., s. 352; F., s. 351.
106 Ö r n e ğ in , F . S., P., s. 200; F., s. 191 ( “ F réd éric, aptallığı y ü z ü n d e n k e n d i
ni l a n e t le d i ” ); P., s. 301; F., s. 296 ( “ F ré d é ric o n u ö y les in e se viy ordu ki
çıktı. Kısa bir sü r e sonra k e n d i k e n d i n e kızdı, aptal o l d u ğ u n u sö y le d i” );
v e özellikle P., s. 451-452; F., s. 453-454 ( M m e A rn oux ile son karşılaş
ması). D a h a g e n e l bir d ü z l e m d e , dü ş g ü c ü için d e yo ğ u n laşm a y a yönelik,
istek gibi “ uy g u lan m a sı o la n a k sız ” h e r e y le m da h a güç lüdü r.
107 G. F la u b ert, L e t t r e à L o u is e C o l c t (L o u is e C o l c t ’y e M e k t u p ) , 8 E k im
1846, Corr., P., c. I, s. 380.
108 G. F la u b e r t, L e t t r e à sa m è r e ( A n n e s i n e M e k t u p ) , 15 Aralık 1850, Corr.,
P., c. I, s. 720.
109 “ K endi k u ş a ğ ım ın in san larının a h la k tarihini y a z m a k istiyorum; “d u y g u
sal” d e m e k b elk i d e d a h a y e r in d e olurdu. Bu, aşkın, t u t k u n u n a m a şu
a n d a var olabileceği gibi, yani etk isiz t u t k u n u n k ita b ıd ır ” (G. F la u b ert,
L e t t r e à M lle L c r o y e r d e C h a n t e p i e (M lle L c r o y c r d e C h a n t e p i e ’ye
M e k t u p ) , 6 E k im 1864, Corr., P., c. III, s. 409).
110 G. F la u b e r t, L e t t r e à L o u is e C o l c t (L o u is e C o l e t ’ye M e k t u p ) , 31 M a rt
1853, Corr., P., c. II, s. 291; v eya aynı kişiye yazdığı 3 M ayıs 1853 tarihli
m e k t u p , a.g.y., s. 323.
111 G. Flau bert, L e t t r e à L o u is e C o l e t ( L o u is e C o l e t ’ye M e k t u p ) , 15-16 M a
yıs 1852, Corr., P., c. II, s. 91.
112 G. F la u b e rt, L a Tentation de S a in t A ntoine (E r m iş A n to n iu s ve Şeytan),
Paris, G allim ard , 1971, s. 41-42.
113 G. F la u b e r t, L e t t r e à G e o rg e S a n d (G e o rg e S a n d ’a M e k t u p ) , 29 Kylül
1866, Corr., P., cilt III, s. 536.
114 Dunlar, k u ş k u s u z F l a u b e r t ’in k e n d i n d e ve başkalarınd a d ire n ç le aradığı
“ö nyargılar” , aynı z a m a n d a bir kişinin belirgin özelliğini ortaya koyan
söz alışkanlıklarıdır; ö r ne ğin R o s a n e t t e ’in “aptal s ö z c ü k le r ” diye a d la n
dırdığı ( “H a v a cıva! C h a il l o t ’ya! H iç b ir z am an ö ğ r e n il e m e d i ” , vd.) ya da
M m e D a m b r c u s e ’ü n “sıradan kalıp s ö z c ü k le ri” (Bildik kalıp s ö z c ü k le
r in d e n usta bir b e ncillik taşıyordu: “N e işim e yarar? D a h a mı iyi olurum !
İh tiyacım mı var!” — É . S., P., s. 392, 421; F., s. 389,417).
115 G. F la u b e rt, Novem bre, Paris, C h a r p e n t i e r , 1886, s. 329.
116 S., P. s. 271; F „ s. 265.
117 M a rtin o n ’u n başarısının F'rédéric’te uyandırdığı d üşü nceyi ele alalım: “ Ba
şarısızlığa uğranılan bir girişim de aptalın birinin başarılı o l d u ğ u n u g ö rm e k
te n daha aşağılayıcı hiçbir şey olam az” (E. S., P., s. 93; F., s. 81). Aydının
e g e m e n l e r le ve onların haksızlıkla kazanılmış güçleriyle s ü rd ü rd ü ğ ü öznel
ilişkinin tü m anlaşılmazlığı b u tü m c e d e k i m antıksızlıktan kaynaklanır. Ba
şarıya gösterilen k ü ç ü m s e m e , bir tü r zorlama bir e r d e m d e n başka bir şey
değildir ve y ukarıdan bakış açısı d ü şü d e aydın k o n u m u n u n belirleyicileri
arasında y er alan b e lirlenim le rden kaçınm a yanılsamasının bir biçimidir.
118 S ., P. s. 318; F., s. 315. (Altını b e n çizdim.)
119 G. F la u b e r t, L e t t r e à L o u is e C o l e t (L o u is e C o l e t ’ye M e k t u p ) , 26 A ğ u s
tos 1846, Corr., P., e. I, s. 314.
120 G. F'Iaubert, L e t t r e à L o u is e C o l e t (L o u is e C o l e t ’ye M e k t u p ) , 6-7 A ğ u s
tos 1846, Corr., P., c. I, s. 278.
121 G. F la u b e r t, L e t t r e à G e o r g e S and, (G e o rg es S a n d ’a m e k t u p ) , 6 Eylül
1871, Corr., C., e. VI, s. 276.
122 Yapıtın ö z ellik lerine sıkı sıkıya bağlı olan b u ç ö z ü m l e m e (sonraki b ö
lü m d e ), yazınsal alanın v e F l a u b e r t ’in b u alan iç in de ki k o n u m u n u n b e
tim l e n m e s i n d e n e ld e e d il e n sonuçlarla z e n ginleştirile ce ktir.
123 É . S., P., 331-332; F „ s. 324-325.
124 G. G e n e t t e , Figures, Paris, Seuil yay., 1966, s. 229-230.
125 R. Barth cs, L e P la isir du texte ( M e t n i n Hazzı), Paris, Seuil yay., 1973, s.
18-19.
126 Yazınsal m e t n i n ürettiği i n a n m a etk isi, da h a sonra gö rüleceği gibi, içind e
yer verdiği önvarsayım lara ve bizim dış d ü n y a y a ilişkin önvarsayım ları-
m ız için de ye r v e r d ik le rim iz e dayanır.
127 “Ç e v r e l e r ” in b e t i m l e n m e s i n e ilişkin e n y ü z ey s el belirtileri ö n e çık a ra
rak, birço k k e z yapıldığı gibi ( Ö rn e ğ in bkz. J. Y. D a n g e lz e r , L a Descripti
on du milieu dans le rom an français, Paris, 1939; ya d a B. Slama, “ U n e lec
tu r e d e L ’E ducation sentim entale”, Littérature, no 2, 1973, s. 19-38) L 'E d u
cation a t o p lu m b ilim s e l b e lg e özelliğini yakıştırm ak, yazınsal m e t n i n öz
g ü l lü ğ ü n ü göz ardı e tm e k tir.
77
Kk 1
79
olarak N o g e n t’a geri döner. Ama yeniden Paris’e gider: Marie
Arnoux, onun buluşma önerisini kabul etmiştir. Sokaklarda ça
tışmalar olurken (22 Şubat 1848) boşu boşuna bekler. Düş kı
rıklığına uğramış ve öfkeli olarak, teselliyi Rosanette’in kolla
rında bulur.
D evrim ’in tanığı Frédéric, sık sık Rosanette’e gitmektedir:
Ondan, doğumundan kısa bir süre sonra ölen bir oğlu olur.
D a m breuse’lerin salonuna da gitmektedir. M m e D am breuse’
ün sevgilisi olur. Kocasının ölüm ünden sonra, kadın ona evlen
me önerisinde bulunur. Ama bir atılım içinde, önce Rosanet-
te ’le ardından M m e D a m breuse’le ilişkisini koparır; oysa bu
durum, kocasının ölüm ünden sonra Paris’i terk eden M m e Ar-
noux’ya kavuşmasını sağlamaz. Genç Roque ile evlenmeye ka
rarlı olarak N o g e n t’a geri döner. Ama Roque, arkadaşı Deslau-
riers ile evlenmiştir.
On beş yıl sonra, 1867’nin Mart ayında, M m e Arnoux Fré-
déric’i görmeye gelir. Birbirlerine aşklarını itiraf ederler, geçmi
şi anarlar. Bir daha görüşm emek üzere ayrılırlar.
îki yıl sonra, Frédéric ve Deslauriers iflaslarının dökümünü
yapmaktadır. Ellerinde gençlik anılarından başka bir şey kal
mamıştır; bu anıların en değerlisi, T ü r k kadına yaptıkları ziya
ret ve bir kaçışa ilişkin olanıdır: Kendisine sunulan çok sayıdaki
kadından ürken Frédéric, genelevi terk etmiş ve paralar da on
da olduğu için Deslauriers de onunla birlikte gitm ek zorunda
kalmıştır. Konuşmalarına son noktayı koyarlar: “E n güzel anıla
rımızı orada yaşadık.”
Ek 2
L ’Éducation sentim entaleV ilişkin dört okuma
81
Frédéric’in üç aşkı: M me Arnoux, Rosanette, M m e Dam-
breuse, biraz yapmacıklı kaçsa da güzellik, doğa, uygarlık söz
cükleriyle biçemlendirilebilir [...] T ablonun özeği, belirgin de
ğerler bunlardır. Kenarlar, anlaşılmaz değerler, daha ikincil ni
telikli kişilikler, bir yanda devrimciler topluluğu, öte yanda da
kentsoylular, ilericiler ve düzen yanlılarıdır, ister sağ isterse sol
olsun, bu siyasal gerçeklikler burada sanatçı değerleri gibi dü
şünülm üştür ve Flaubert bunu, Homais ve Bournisien’de oldu
ğu gibi, bir kez daha insana özgü aptallığın art arda iki maskesi
ni sahneleme fırsatı gibi görmektedir. [...] Bu kişilikler, birbir
lerini gerektirdikleri ve bütünledikleri ölçüde karşılıklı olarak
bağımlılık içindedirler, ama romanın özeği ve konusu bakımın
dan zorunlu değildirler, ana konuyu köklü bir biçimde değiştir-
meksizin bunlar romandan çıkarılabilir.
82
ııc denli birçok bakımdan M m e Schlésinger çok saygıdeğer bir
kadınsa da, onunla ilişkili olarak bildiklerimiz, Schlésinger’le
ilişkisinde en azından anlaşılmaz kalan tavrı, en azından olası
bir yan sunan bir dönem F laubert’in metresi olması, Marie Ar-
nmix’nun sonuçta, F laubert’in “büyük tutkusu”nun sadık ve
gerçek imgesinden çok, yazarın kadın ülküsünün tartışmasız
imgesi olduğunu akla getirir. Bununla beraber, betimlendiği bi
çimiyle Marie Arnoux, köşe dönücülerin, kendini beğenmişle
rin, şehvet düşkünlerinin, günlerini gün edenlerin, düşçü ya da
bilinçsizlerin kaynaştığı bir dünyada sevecenlik, yazgısına bo
yun eğme, içe atılmış acılar ve iyi yüreklilikten oluşmuş son de
rece insancıl bir kişiliktir.
85
on'da, Flaubert’in kendini somutlaştırdığı baş kişidir. Kısacası,
bu kadınsılığın bilincinde olan Flaubert, kendini Deslauriers’
nin eşi durum una getirerek bunu içselleştirir. Çok usta bir bi
çimde, Gustave, Deslauriers’yi karısı Frédéric karşısında altüst
olmuş bir biçimde gösterir ama kadın Frédéric, hiçbir zaman
kocasının erkekliği karşısında kendinden geçmez.
8-1
Ek 3
L ’Éducation sen tim en tale’/'« Paris’i
85
L’Éducation Sentimentale’in Paris’i
86
Frédéric’in toplumsal yörüngesi buradan başlar: Sırasıyla
Saint-Hyacinthe sokağında,4 sonra Quai N apoléon’da5 oturur,
akşam yemeklerini düzenli olarak la Harpe sokağında6 yer. Ay
nı biçimde Martinon sokağında da7 bulunur. Sıradan edebiyat
çıların oluşturmakta oldukları ve Flaubert’in sessizce gönder
melerde bulunduğu Paris’in toplumsal görünümü içinde, çap
kınlık eğlencelerinin, “derbeder yaşamın” sanatçı ve yosmaları
nın semti “Quartier Latin”, Faubourg Saint-Germain’in barın
dırdığı soylu çileciliğin merkeziyle tam bir karşıtlık içindedir.
“Chaussée d ’Antin” , daha doğrusu L'Education1un evreni
içinde Rumfort (Frédéric’in oteliyle), d ’Anjou (Dambreuse) ve
Choiseul (Arnoux) sokaklarının oluşturduğu bölge, egem en sı
nıfın yeni yönetici kesiminden bireylerin evlerini barındırır. Bu
“yeni kentsoylu s ın ıf’, özellikle burada yaşayan nüfusun karı
şık niteliğiyle (ve romanda Frédéric, Dam breuse ve Arnoux’
nun toplumsal bakımdan birbirlerinden uzaklığının tanıklık e t
tiği gibi) ve bireylerinin devingenliğiyle (Dam breuse buraya dı
şarıdan gelmiştir, Frédéric ancak kalıtçı olduktan sonra buraya
girebilmiş, Martinon ancak evliliği aracılığıyla ulaşabilmiş ve
Arnoux da kısa süre sonra dışarlanmıştır) hem “Faubourg
M ontmartre” ın kibar fahişeler çevresiyle hem de ve öncelikle
“Faubourg Saint-Germain” in eski aksoylularıyla karşıtlaşır. Fau
bourg Saint-Germain’in eski yaşam biçiminin imgelerini kurtar
mayı ya da canlandırmayı amaçlayan (sözgelimi çok büyük ko
nutlar yaptırarak) bu yeni kentsoylular, bir bölümüyle uzamsal
aktarım ’la açıklanan toplumsal bakımdan yeni koşullara uyum ’un
bir ürünüdür;8 “M. D am breuse’ün gerçek adı Ambreuse kon
tuydu; ama 1825’ten sonra, giderek soyluluğunu ve amacını yi
tirmeye başladı; sanayiye yönelmişti;9” ve biraz ileride, coğrafi
ve toplumsal bağları ve kopuşu bir arada şu kesit gösterir: “D ü
şeslere yaltaklanarak soylu semtin kinini dindireceğini dü şü n ü
yor [Mme Dambreuse] ve M. D am breuse’ün pişman olup onla
ra hizmet edebileceği izlenimini uyandırıyordu.” Aynı ilişki ve
karşıtlık dizgesine, hem arma türünden bir marka hem de sa
nayi şövalyesi etiketi niteliği taşıyan D a m b re u se ’ün armasında
tanık olunur. T ü m tutucu siyasetçilerin buluşma yeri olan Po
itiers sokağı kom itesine10 yapılan gönderme, gerektiğinde,
her şeyin artık Paris’in bu kesiminde “olup bittiğini” doğrular
niteliktedir.
Flaubert’in L ’A rt industriel ve Rosanette’in evini yan yana
yerleştirdiği “Faubourg M ontmartre” , başarılı sanatçıların ayrı
calıklı semtidir (sözgelimi, Feydeau veya N otre-D am e de Lo-
rette kesimiyle Saint-Georges meydanını mekân tutan kibar fa-
hişeleri adlandırmak için 1841’de “lorette” terimini öneren Ga-
varni burada yaşar). Bir anlamda yazınsal değişimin merkezi
olan Rosanette’in salonu gibi, bu semt para babalarının, başarılı
sanatçıların, gazetecilerin ama aynı zamanda oyuncular ve “lo-
rette’Merin de evlerinin bulunduğu ya da buluştukları bir yer
dir. L 'Art industriel gibi, kentsoylu semtlerle halk semtleri ara
sında yer alan bu kibar fahişeler çevresinin erkek ve kadınları,
“Chaussée d ’Antin” in kentsoylularıyla olduğu denli “Quartier
Latin”in öğrencileriyle, “grisette’Meriyle ve başarısız sanatçıla
rıyla -G avarni’nin, karikatürlerinde acımasızca alay e ttiği- kar
şıtlaşır. Görkemli günlerinde malikânesi (Choiseul sokağı) ve
işyeriyle (Montmartre caddesi) para ve sanat dünyası içinde yer
alan Arnoux, önce Faubourg M ontm artre’a (Paradis sokağı11)
çekilmek zorunda kalır, ardından Fleurus sokağının12 dışında
ıssız bir yerlere sığınır. Rosanette, “lorette” lere ayrılan kesim
lerde de dolaşır ve düşüşü, kent içinde giderek doğuya, daha
açık bir anlatımla işçi semtlerinin: Laval sokağının;13 ardından
Grange-Batelière sokağının;14 son olarak da Poissonnière cad
desinin15 sınırlarına doğru yer değiştirmesiyle kendini gösterir.
Böylece, bu yapılaşmış ve aşamalanmış uzam içinde, yükse
len ve inen toplumsal yörüngeler belirgin bir biçimde ayırt edilir:
Bu yörüngeler, birinciler söz konusu olduğunda (Martinon ve
bir dönem Frédéric), güneyden kuzeybatıya, İkinciler söz ko
nusu olduğundaysa batıdan doğuya ve/ya da kuzeyden güneye
(Rosanette, Arnoux) uzanır. Deslauriers’nin başarısızlığı, dikiş
tutturamamış öğrenci ve sanatçıların semti (Trois-Maries m ey
danı16) olan çıkış noktasından ayrılmamasıyla belirginlik kaza
nır.
88
NOTLAR
1 Kcolc no rm ale s u p é r i c u r e ’d c yapılan (1973) sa n a t v e yazının to p lum sa l ta
rihi k o n u l u s e m in e r l e r ç e r ç e v e s i n d e hazırla nan ve tartışılan b u not, J.-C.
C h a m b o r e d o n ve M. K a j m a n ’ın işbirliğivle k a le m e alınmıştır.
2 K. S., F „ s. 44 v e d evam ı.
3 É. S., F., s. 48. Burada ye r v erilen P aris’in 1846’daki planın da, te m e l k işi
liklerin izlediği yollar sü rekli oklarla gösterilm iş ve o t u rd u k la rı y erler a d
larıyla belirtilmiştir. 1848’d c b aşkaldıran ların işgal ettiği b ö lg en in sınırları
nı g ö s te re n k u z e y - g ü n e y noktalı çizgisi, C l a u d e S i m o n ’a d ayanılarak s a p
ta n m ıştır (P aris de 1300 à 1900, 3 cilt, Paris, Pion e t Nou rrit, 1900-1901).
4 É. S., F „ s. 39.
.S É. S., F „ s. 44.
6 É. S., F „ s. 42.
7 É. S„ F „ s. 40.
8 D ö n e m i n e n parlak l is e le rin d e n birisi olan ve 1864’tc yapılan bir soruştu -
ruya göre h u k u k (244 ö ğ re n c i d e n 117’si) veya tıp (16) e ğ itim in i am açlayan
b ü y ü k k e n ts o y lu la rın çocuklarına y ö n e lik C o n d o r c e t L is e s i ’nin b u s e m t t e
b u l u n m a s ı bir rastlantı değildir; b u n a karşın, d a h a “ d e m o k r a ti k " olan
C h a r le m a g n e L is e s i ’nin öğrencileri, b ü y ü k bir o ra n d a y ü k s e k o k u l la ra gir
m eyi a m açlar (Bkz. R. A n de rso n, “S e c o n d a r y E d u c a ti o n in M i d - N i n e
t e e n t h C e n t u r y France: S o m e Social A s p e c ts” , P ast a n d Present, 1971, s.
121-146). Soy luluğ a d a h a özlü u n v a n la r k a ta n b u k e n ts o y lu işadamları
(Bkz. b a b a R o q u e ’u n k im i olası tu tk u la rın ı a n ım sa ttığı - É . S., F., s. 114—
D a m b r e u s e ve F ré d é ric ) e k in s e l b ir ik im e ulaşm a k o n u s u n a , eski soylular
d a n ç o k d a h a fazla ö n e m verir.
9 É. S., F., s. 36.
10 É. S., F., s. 393.
11 É. S., F., s. 128.
12 É. S., F „ s. 426.
13 É. S., F „ s. 134.
14 É. S., F „ s. 282.
İS É. S., F „ s. 341.
16 D c s l a u ri c r s ’yi, F l a u b e r t ’in sö z ü n ü ettiği T r o is - M a ri e s “s o k a ğ ı” nı b u l a
m ad ığ ım ız için, T r o is -M a rie s m e y d a n ı n a k o n u m la n d ı r d ık .
BİRİNCİ KESİM
Alanın Üç Durumu
GU STA VE FL A U B E R T .
GUSTAVE FL A U B E R T .
1
Özerkliğin Kazanılması
M anın ortaya çıkışındaki kritik evre
93
lan üzerine de sorular sormaya zorlar. H em yapıtın kökeninde
yer alan üretici yöntemi hem de Flaubert’e yapıtını gerçekleştir
me olanağı tanıyan, aynı etkinlik içinde bu üretici yapıyla için
den çıktığı toplumsal yapıyı nesnelleştiren çalışmayı gerçek an
lamda kavramayı, içinde F laubert’in tasarısının biçimlendiği
yazınsal alanın oluşumu üstüne yapılacak bir inceleme sağlaya
bilir ancak.
Bilindiği gibi Flaubert, birçok yazın adamıyla, özellikle de
Baudelaire ile birlikte yazınsal ala/ıın kendi yasalarına göre işle
yen ayrı bir dünya biçiminde oluşturulmasına büyük katkıda
bulunmuştur. Flaubert’in dünya görüşünü yeniden oluşturmak,
başka bir deyişle onun dünya görüşünün ortaya çıktığı toplum
sal uzam kesitini, hatta bu toplumsal uzamın kendisini yeniden
oluşturmak, bir dünyanın kökenlerinde yer almak için gerçek
olanağı sağlamaktır; bu dünyanın işleyişi bizce öyle bildik du
ruma gelmiştir ki onun boyun eğdiği düzenin ve kuralların ayrı
mına varmayız. Ayrıca bu, tüm acımasızlığı içinde işleyen bir
baskı karşısında (özellikle davalarla), başkaldırı ve direniş gücü
nün tüm açıklığı içinde ortaya çıkmasının, düşünsel özgürlüğün
unutulm uş ya da yadsınan ilkelerinin yeniden bulgulanmasının
gerektiği bağımsızlık savaşının “en keskin dönemlerine” geri
dönülerek de gerçekleştirilebilir.
98
hum örneğini oluşturur: Sert olmayan etki biçimleri, genellikle,
v.ı/.ar ve sanatçılarca ciddiye alınmaları için yeterli gücü ellerin
de bulunduran ama güçlülerce ciddiye alınmak için gerekli yet
keden yoksun bu kararsız kişiler aracılığıyla gerçekleşir; bu yu
muşak etki biçimleri, kültürel yetkeyi ellerinde tutanları bölün
mek' ten alıkoyar veya caydırır, onları, son çare olarak algılanan,
en azandan bir ayrıksılık adacığı gibi görülen, kötü niyet ödün
lerini aklamaya yarayan ve etkili kopmalaii dengelem eye yöne
lik bir aracı yetkeye karşı, minnettarlık ile işbirliği ve gizli an
laşmadan kaynaklanan suçluluk duygusuna dayalı karmaşık
ilişkiler içinde tutar.
Nomothetes* Baudelaire
tik Uyanlar
Konumlar ve Eğilimler
Flaubert ve “Gerçekçilik ”
“Sıradan bir konuyu güzel bir anlatıma dökm ek94” : Bu, ay
kırı sözcük bağdaştırmasına dayalı yöntem, Flaubert’in tüm
estetik izlencesini bir noktada toplar ve yoğunlaştırır. Zıtları
birleştirmeyi deneyerek, daha doğrusu genellikle toplumsal
uzamla yazınsal alanın karşıt bölgelerine bağlanan, dolayısıyla
toplumsal-mantıksal bakımdan uzlaşmaz nitelikteki gereklilik
leri ve deneyimleri bir araya getirmeye çalışarak Flaubert’in
kendini içinde konumlandırdığı neredeyse olanaksız durum
konusunda, bu yöntem doğru bir fikir verir. Aslında, T héophile
Gautier ve ardından parnasçıların duygusal yoğunluk ve roman
tizmin biçemci kolaylıklarına karşı şiirde kabul ettirdikleri b e
timsel uzaklık ve biçime duyulan aşırı saygı gibi en saygın tür
lerde o ana değin öne sürülmemiş en yüksek gereklilikleri,
önemsiz gibi görülen bir yazınsal türün en bayağı ve kaba bi
çimleri içinde -b ir başka deyişle, Cham pfleury’nin Les Bour
geois de Molincharf xnfaVX benzerliğin ortaya koyduğu gibi, ger-
çekçilerce yaygın bir biçimde işlenen konulara- kabul ettire
cektir.
incelem enin ortaya koyduğu bu ustalık, bu biçimiyle
amaçlanmamıştır. Flaubert, Gautier’yi Champfleury ile ya da
Cham pfleury’yi Gautier ile karşıtlaştırmaz, zıtları bir araya ge
tirmeyi veya birinin aşırılıklarının karşısına ötekinin aşırılıkları
nı getirmeyi amaçlamaz. H er ikisine de karşı çıkar ve Gautier
ile Katıksız Sanat’a olduğu kadar gerçekçiliğe de karşı bir tu
tum ortaya koyar. Burada da Baudelaire veya M a n et’ye yakın
bir anlayışla, kentsoylu sanatın kokuşmuş ve dayanaksız ide
alizmine olduğu denli, gerçekçiliği bilinçsizce taklit eden ve
asıl gereç'ini, daha açık bir deyişle adına yaraşır bir yazı’nm an
lamla yüklü bir ses gereci {le “gueuloid’ [çene işliği]) olarak in
celediği dili göz ardı eden gerçekçiliğin sahte özdekçiliğine de
aynı derecede soğuk kalır: “Kendimce yorumladığım sanat için
sanat öğretisinin tutkulu bir yandaşı olmama karşın, sanatın
oyuncak durum una getirilmesini (kuşkusuz) doğru bulmuyo
rum.95”
Flaubert, geçerli olan düşünce biçimlerinin temellerini de,
yani dünyanın anlamına ilişkin uzlaşmaları her an ortak bakış
açısı ve ayrılık ilkelerine bağlayan düzyazıya karşı şiiri, yavana
karşı şiirseli, bayağıya karşı lirizmi, uygulamaya karşı kavrayışı,
yazıya karşı fikri, işleniş biçimine karşı konuyu, vd. tartışma
gündem ine getirir; türlerin karışımı veya düzenlerin karışması,
şiirsele uygulanan düzyazı ve özellikle de şiirin incelikten uzak
olana uygulanması gibi kurcalanması sakıncalı olan algılama ve
iletimine bağlı düzenini temellendiren sınırları ve uyuşmazlık
ları geçersiz kılar. Bu anlamda, Madame Bovary’yi, yazının d e
mokratlaşmasının ilk anlatımı olarak yorumlayan ilk eleştir
menlere (Olympia ressamı M anet’yi “sanatta demokrasi%” nin
temsilcisi gibi gören eleştirmenlerin yaptığı gibi) hak verilebilir
(ama bu, söz konusu eleştirmenlerin siyasetteki demokrasi ve
ya demokratlarla, yazınsal alan içindeki “demokrasi” ya da “d e
mokratlar” arasında kurduğu bağıntıları kabul e tm e m e k koşu
luyla geçerlidir). Oysa, toplumsal düzenle düşünsel düzenin te
melinde yer alan “mantıksal uydum culuk” ve “ahlaksal uy-
dum culuk” tan kolayca kopulamaz. Ve bu girişimin kendi için
de bile her zaman bir tür “cinnet” gibi görülmesinin nedeni an
laşılmaz değildir: “Düzyazıya dizelerin dizemini kazandırmayı
amaçlamak (yine de düzyazı niteliğini tüm açıklığı içinde koru
yarak) ve sıradan bir yaşamı, bir tarih ya da destan yazıyormuş
gibi kaleme almak (konuyu aslından saptırmadan) belki de bir
saçmalıktır. İşte bazen kendim e bunu soruyorum. Kim bilir,
belki de son derece büyük ve özgün bir girişimdir bu!97”
Yine onun söylediği gibi “liriklik ile yavanlığı kaynaştır
m ak”, karşıtları çatıştırmak çabası içinde olanların katlanılması
güç ve kaygı verici deneyimini yaşamak zorunda kalmaktır.
Gerçekten, Madame Bovary’yi yazdığı süre boyunca, yer yer
ümitsizliğe dönüşen acılarını durmaksızın dile getirir: Kendini,
bir numara yaparken “zorlu bir beden devinimine” başvurmak
zorunda kalan soytarıya benzetir; kendisini lirik temalar konu
sunda “çene yarıştırmaktan” {gueuler) alıkoyan “tiksinç”, “re
zil” gereçten yakınır ve yeniden güzel biçemle sarhoş olacağı
anın gelmesini sabırsızlıkla bekler. Ama, tam anlamıyla ne yap
tığını, doğaya en azından kendi kendine kabul ettirmeye çalış
tığı kendi doğasına karşı sürdürdüğü çabanın sonucunun ne
olacağını bilmediğini durmaksızın yineler. “Kitabın ne olacağı
konusunda bir şey bilmiyorum; tüm bildiğim bu kitabın yazıla
cağı.” D üşünülem ez olanın karşısındaki tek güvence, girişimin
olağanüstü güçlüğüyle orantılı olarak artan çabaya ilişkin dene
yimin içerdiği ustalık duygusudur: “Gerçeği yazıya aktaracak
tım, bu da pek karşılaşılan bir şey değil.” “Yazılmış gerçek”:
1840 ile 1860 arasında “gerçekçilikTin büyük kavgasına katıl
mış olan herkesin görüş ve ayrılık ilkesine göre yapılaşmış dü
şüncesinde, bu deyiş kuşkusuz bir aykırı sözcük bağdaştırması'
dır. Bir kitabın, daha doğrusu bir yazının, Flaubert’in yaptığı gi
bi “yazılmış olduğunu” söylemek, kesinlikle gereksiz yineleme
değildir. Bu, biraz da Sainte-Beuve’ün, Madame Bovary konu
sunda yaptığı şu açıklamayı doğrulamak anlamına gelir:
“Önemli bir nitelik, M. Gustave Flaubert’i, günüm üzde gerçe
ği bilince aktarmak için didinen ve bazen de bunda başarılı
olan gözlemcilerden ayırır; bu nitelik de onun bir biçeme sahip
olmasıdır.98”
Sainte-Beuve’ün söylediklerine bakılacak olursa Flau
b ert’in özgünlüğü de buradan kaynaklanır: Yazılmış olmaları,
bir “biçem ” taşımaları bakımından “gerçekçilik” in örtük tanı
mıyla ters düşen (kuşkusuz konuları bakımından), “gerçekçi”
olarak kabul edilen metinler üretmiştir. Bu da, kuşkusuz bugün
daha iyi anlaşıldığı gibi kendini aşmaktır. “Sıradan bir konuyu
güzel bir anlatıma dökm ek” yaklaşımı içinde ortaya çıkan iz
lence, burada gerçekliği içinde gözler önüne serilmektedir: Yal
nızca gerçeği yazmak (onu betimlemek, ona öykünmek, bir an
lamda doğanın olağan betimi gibi kendini üretm eye bırakmak
söz konusu olamaz), daha doğrusu en yavan, en sıradan gerçek
liği içinde, gerçek konusunda yazını tanımlayan şeyi, ülküsele
karşılık olarak yazılmaya elverişli olmayan en sıradan kişiyi ak
tarmak söz konusudur.99
Sembolist devrimin gerçekleştirdiği geçerli düşünce biçim
lerinin tartışma konusu edilmesinin ve bu devrimin ortaya çı
kardığı şeyin mutlak özgünlüğünün karşısında, düşünülebilirin
sınırını hiçe saymanın içerdiği mutlak yalnızlık vardır. Böylece
kendi kendisinin ölçütü durum una gelen bu düşünce, yine
kendisinin tartışma konusu yaptığı kategorilere göre koşullan
mış anlayışlardan bu düşünülemezi kavrayabilmesini bekleye
mez. Aslında, ayrımlaşma ilkelerinin geçersizliklerini gösteren
yapıtlara bu ilkeleri uygulayarak, eleştirinin yargılarının, karşıt
terimlerinden birine ya da ikisine indirgediği zıtların anlaşılmaz
bileşimini bozması dikkat çekicidir. Söz gelimi, Madame Bo
vary' nin bir eleştirisi, sıradan çağrışımlara dayanarak, konuların
bayağılığından biçemin bayağılığını çıkarsar: “Cham pfleury’nin
biçemi (açıklamaya gerek var mı?.) haz bakımından bir özellik
göstermeyen, bayağı, bir güç veya yoğunluktan yoksun, sevim
siz ve incelikten uzaktır. Aynı zamanda nitelikleri de olan bir
okulun en belirgin kusurlarını söylemekten neden korkayım?
Sayın Flaubert’in de katıldığını açık açık gördüğümüz Champ-
fleury okulu, biçemin, kendisi için çok fazla yersiz olduğu kanı
sında; biçeme aldırmıyor ve küçümsüyor, yazan yazarlara yö
nelttiği acı alayın haddi hesabı yok. Yazmak mı! N eye yarar?
Beni anlasınlar bu bana yeter! Herkese yetmiyor. H er ne denli
zaman zaman Balzac kötü yazmışsa da her zaman bir biçemi
vardı, işte Champfleury yanlılarının kabullenmeye çekindikleri
şey b u .100”
D em ek ki, içeriği öne çıkararak Madame Bovary'y\,
Champfleury’nin Les Bourgeois deMolincharf \y\&, Vilmorel’in Les
Amours vulgaires'\y\e veya Jules Noriac’ın, kentsoylu yaşamın
yergisi niteliğindeki Bêtise humaine'niyle bağdaştıranlar - b u
göndermelerin tüm ü de F laubert’in yüreğine d okunurdu...-,
ya da Pontmartin gibi Flaubert ile Edm ond About’nun roman
larını “L e roman bourgeois et le roman démocrate” (Kentsoylu
Roman ve Dem okrat Roman) başlığı altında aynı makalede in
celeyenler veya 26 Mayıs 1857 tarihli Les Débats'da Cuvillier-
Fleury’nin yaptığı gibi, F laubert’i Dumas fils ile karşılaştıranla
ra rastlanır. ( “Benim, genç Alex ile karıştırıldığıma dikkatinizi
çekerim. Benim Bovary’m şimdi de Kamelyalı Kadın oldu.
Buyrun bakalım!” )
Ayrıca, çok daha az sayıda olmakla birlikte, anlatım biçimi
ne ve biçeme dikkat edip Flaubert’i biçimci şairler çizgisine
yerleştirenler de vardır. Champfleury betimlemedeki aşırılık
tan Duranty de “duygu, coşku, canlılık” yoksunluğundan yakı
nırken, 27 Haziran 1858 tarihli Le Figaro'dz. Jean Rousseau,
G autier’yi Flaııbert’in betimsel biçeminin doğrudan esinleyici-
si gibi görür. Ve gerçekçiler topluluğunun bir döneği olup bul
var düşüncesini kendinde somutlaştıranlardan birisi durumuna
gelen Charles Monselet, Le VaudeviHe du crocodile başlıklı yergi
sinde Flaubert ve Gautier’yi betimleme adına insanlığı ortadan
kaldırmak istediklerini ilan ediyormuş gibi sahneler: “Bir Mısır
vodvilinde, der Gautier, ne erkeğe ne kadına yer vardır; insa
noğlu doğayı yozlaştırır, çizgileri hoşa gitmeyecek bir biçimde
keser, ufukların tatlılığını bozar. İnsanoğlu doğada bir fazlalık
tır. - Elbette! diye yanıtlar Flaubert.101”
Bu bölünmüş görüşten kaçınıp, “en kaba, en değersiz veri
nin, ağızlara sakız olmuş bir konunun, zinanın” evrensel yanını
çıkarmaya dayanan ustalığın kökeninde yatan gerilim deneyi
mini alımlama içinde yeniden ortaya çıkaran tek kişinin Baude-
laire olmasında şaşırtıcı bir yan yoktur: “Sıradan bir taslak üze
rinde diri, renkli, etkili, olağanüstü bir biçem ” , “en bayağı serü
ven içinde en sıcak, en ateşli duygular” sunar.
Flaubert’e en temel özgünlüğünü kazandıran, yapıtına
benzersiz bir değer katan şey, onun, en azından olumsuz bir bi
çimde, içinde yer aldığı ve çelişkilerini, güçlüklerini ve sorunla
rını tümüyle üstlendiği yazın evreninin bütünüyle ilişkiye gir
mesidir. Buradan da, onun yaratıcı tasarısının ayrıksınlığını sez-
gileyip bunu yeterince kavramanın, ancak durmaksızın T e k ol
gusunu yineleyenlerin yaptığının tam anlamıyla tersi yönde
davranmak koşuluyla olanak kazanacağı ortaya çıkar. Daha az
kahramansı yazgıların katı tarihselliğinden kendini nasıl kurtar
dığını tam anlamıyla anlayabilmek, onu bütünüyle tarihselleş
tirmek yoluyla gerçekleşir. Girişiminin özgünlüğü, gerçek an
lamda, ancak güncel alanın şu ya da bu konum unun esinli ama
tamamlanmamış bir öncelemesi yerine (Yeni Roman gibi - “bir
hiç üstüne kitap” konusunda yanlış yorumlanan ünlü tümce
adına), içinde düzenlendiği, tarihsel bakımdan oluşturulmuş
uzam içine katıldığında ortaya çıkar; bir başka deyişle, bu ayrık-
sınlık eğer henüz Flaubert olmamış bir F laubert’in bakış açısını
benimseyip genç Flaubert’in, bizim üstü kapalı bir biçimde
kendisine “öncü” olarak başvurmamızı sağlayan çalışmalarıyla
henüz değişim geçirmemiş olan sanat dünyası içinde yapması
gerekenleri ve yapmak istediklerini ortaya koymayı denediği
mizde kendini ele verir. Gerçekten de onun sayesinde bugün
büyük bir kesimi bize kendiliğindenmiş gibi gelen şeyleri üre
tip benim settirmek için, birçok olgunun yanı sıra harcamış ol
duğunu sandığımız olağanüstü çabayı, öncelikle kendi içinde
aşması gereken benzersiz direnişleri anlamamızı engelleyen de
bu bildik dünyadır.
Aslında, alan içinde onun pratikte, zaman zaman da apaçık
bir biçimde başvurmadığı belirgin tek bir olası bile bulunm adı
ğı tartışma götürmez. Öncelikle de kentsoylu tiyatronun veya
Baudelaire’in söylediği gibi “uyumlu roman” ın yavan roman
tikliğinden veya Cham pfleury’nin hatta Vermorel’in gerçekçili
ğinden yararlanır - Luc Badesco’ya göre,102 Les Amours vul-
gaires'in yazarının ve onun Tricochet, özellikle de Gaston b e
timlemelerinin tersini yapmıştır; bunlara, açıkça başvurduğu ki
şileri de: Hiç kuşku yok ki G autier’yi, ezbere bildiği Ahasve-
n / j ’un Q u in et’sini, ve aralıksız okuduğu, yeniden okuduğu Boi-
leau’da olduğu gibi, Graziella'nin yavan anlatımının, Jocelyriin
kalıp sözlerinin ve yalnızca kendi tutkularını söylemesinden
yakındığı M usset’nin duygusal iç dökmelerinin panzehirini
bulduğu tüm şairleri, Baudelaire’i, biçeme duyduğu derin say
gı, eski dönemlere yönelik tutku ile kötü söz ve kaba güldürü
ye yönelik köklü eğilim konusunda düşünce ortaklığı yaptığı
Villiers de L ’Isle-Adam’ı, Le Journal de Bemal-Diaz'ın çevirisin
de, hayran kaldığı önsözüyle H eredia’yı eklem ek gerekir. Ro
manı küçümsemesine karşın Salammbö ve Les Trois Contes'z (Uç
Öykü) duyduğu hayranlığı gizlemeyen ve 1850’li yıllar boyunca
kaleme aldığı çeşitli önsözlerde kendisi gibi romantik duygu
sallıkla toplumsal propaganda şiirini kınamaya dayalı bir estetik
anlayışını biçimlendiren kaygısızlık arayışı, dizemle plastik k e
sinliğe duyulan köklü beğeni, ayrıca derin bilgi konularındaki
tutkuyu ortak bir biçimde paylaştığı Leconte de Lisle’i de
unutm am ak gerekir.
Filologların, özellikle Introduction â l ’histoire du bouddhisme
ile BurnouFun, daha belirgin bir biçimde tarihçilerin, öncelikle
de gençlik dönem inde Histoire romaine'me büyük bir hayranlık
duyduğu M ichelet’nin, özellikle dostları T héophile Gautier ve
1851’de yayımlanan ilk kitabı Melaenis'\n arkeolojik bir öykü
niteliği sunduğu Louis Bouilhet başta olmak üzere tüm yazarla
rın gözünü kamaştırdığı bir dönemde, Flaubert özellikle Sa
lammbô' nun hazırlıkları içinde dev bir araştırı çalışmasına giri
şir. Çağdaşları onu bilgin kişiliğiyle birleşmiş bir şair olarak gö
rür (ona “bilgin şair” diye seslenen Berlioz, Troyens à Cartha-
ge'm [Troyalılar] giysileri konusunda ona danışır ve dostu
Alfred Nion, Flaubert’in alçakgönüllü yanının, kendisini Sa
lammbô' nun m etnine bilimsel notlar eklem ekten alıkoymasın
dan yakınır103).
Ama, türlerin kökeni ve evrim üzerine kuramlarla, bu dö
nem aynı zamanda Geoffroy Saint-Hilaire’in, Lam arck’ın, Dar-
win’in, Cuvier’nin dönemidir: parnasçılar gibi sanatla bilim ara
sındaki geleneksel karşıtlığı da aşmak isteyen Flaubert, doğa
ve tarih bilimlerinden yalnızca derin bilgileri almakla kalmaz,
aynı zamanda bunların belirgin niteliklerini ortaya koyan dü
şünce biçimlerini ve yine bunlardan kaynaklanan gerekircilik,
görececilik, tarihselcilik gibi felsefeleri de benimser. Burada,
birçok başka şeyin yanı sıra toplumsal sanatın vaizlerine duydu
ğu tiksintiyi ve bilimsel bakışın soğuk yansızlığına yönelik be
ğenisini de doğrulamak olanağını bulur: “Doğa bilimlerinin en
güzel yanı, hiçbir şeyi kanıtlamak amacı gütmemeleridir. Ayrıca
olgular konusunda ne denli geniş ve düşünce bakımından da
ne sınırsız bir yaklaşım içindedirler! İnsanları, mastodonlar ve
timsahlar gibi ele almak gerekir!” Ya da: “insan ruhunu, fizik
bilimlerinde uygulanan yansızlıkla incelem ek gerekir.104” Flau
b ert’in biyologlar okulunda, özellikle de “aykırı yaratıklar gibi
görülen canlıların da doğada bir yerleri olduğunu gösteren bü
yük insan105” Geoffroy Saint-Hilaire’den öğrendikleri, kendisi
ni, L'Education sentimentale'de titizlikle uyguladığı D u rk h e im ’cı
savsözün çok yakınlarına ulaştırır: “Toplumsal olguları, nesne
ler gibi incelem ek gerekir.”
Flaubert’in tüm benliğiyle, bu sanatsal ve toplumsal ikili
boyutta tek tek ele alınması gereken, yine de kaçınılmaz bir bi
çimde öte yanda kalan ilişkiler evreni içinde bulunduğu izleni
mi doğar: Uyguladığı etkin bütünleşme, bir aşma olgusu içer-
m eşinden kaynaklansa bile geçerlidir bıı. Aynı zamanda en bü
yük gerilim noktası olan tüm bakış açılarının geometrik alanı
gibi bir konuma yerleşerek, kendisini, alan içinde ortaya çıkan
sorunlar bütününün en yoğun noktasına çıkmaya, yazarların her
birine bir dil ya da müzik aracı gibi, sınırlı bir güçlükler dizgesi
içinde potansiyel durumda kapalı kalan olasılıkların sonsuz bir
evreni olarak sunulan olası bileşimler uzamı içinde yer alan tüm
kaynaklardan tam anlamıyla yararlanmaya zorlar.
B içimlendirmek
NOTLAR
1 Kuşkusu/., “ k e n t s o y l u ” ve “ da r kafalılar” a d u y u la n kin, ister yazar, sa
natçı ya da isterse m ü z isy e n olsun, to p lu m la o n u n b u y u r d u ğ u ve vcğle-
eliği sa n a ta karşı d u y d u k la r ı tiksintiyi aralıksız dile g e tire n r o m a n tik le rle
y ayg ınlaşm ıştır (bkz., R om antism e dergisi, no. 17-18, 1977); a m a lkinei
İ m p a r a to r lu k d ö n e m i n d e , öfke ve başk ald ırının, k e n ts o y lu la rın k a z a n d ı
ğı başarıyla v e sanatsal ve yazınsal b o h e m yaşam b içim in in o lağ a nüstü
gelişim iyle ilintilendirilm csi g e r e k e n eşi g ö rü l m e m iş bir ş i d d e te d ö n ü ş
tüğü d e göz ardı e d ile m e z .
2 L. B ergeron, Capitalistes en France (1780-1914), Paris, G allim ard,
“A rc h iv es” dizisi, 1978, s. 77.
3 A.g.y., s. 195.
4 Alıntılayan: A. C assagn e, I,a Théorie de l'a r t p o u r l ’a rt en France chez les
derniers romantiques et les premiers réalistes, Paris, 1906, C e n e v r e , S la tk in c
R e p rints, 1979, s. 342.
5 “Yazın a d a m la r ın a v e rile c e k ö d ü lle r k o n u s u n d a ” İ m p a r a to r l u k ailesinin
b e lg e leri arasınd a b u l u n a n bir n o tta S a i n te - B e u v e şöyle yazar: “ F r a n
s a ’da yazın d e m o k r a sid ir, e n a z ın d a n d e m o k r a s i y e d ö n ü ş m ü ş t ü r . Y a zın
cıların b ü y ü k ç o ğ u n lu ğ u e k m e k l e r i n i k a le m l e r i n d e n çık a ran e m e k ç ile r ,
belli ko şullar iç in d e k i işçilerdir. B u ra d a b e li r t il m e k i s t e n e n , n e Ü n i v e r
site ç e v r e le r i n d e n a yd ınlar n e d e A k a d c m i ’nin üyeleridir; bu nlar, yazın
basını b i ç i m in d e a d la n d ırılan şeyi o lu ş tu r a n ya zarların ezici ç o ğ u n l u ğ u
d u r ” ( S a in te - B e u v e , Premiers L undis, Paris, C a lm a n n - L é v y , 1886-1891,
c. I l l , s. 59 vd; ayrıca b a k ın ı z N ouveaux L undis, Paris, C a lm a n n - L é v y ,
1867-1879, c. IX, s. 101 vd. B u ra d a S a i n te - B e u v e “ işçi y a z ın ı” n d a n söz
eder).
6 J. R ichardson, Princess M athilde, L o n d ra , W e i d e n f c l d a n d N icolson, 1969,
ayrıca F. Strowski, Tableau de la littérature française au X I X ' siècle, Paris,
Paul D c l a p l a n c , 1912.
7 A. C a ssa gne , L a Théorie de l ’a r t p o u r P a r t ..., a.g.y., s. 115.
8 A.g.y.
9 Bu k o n u d a , öz ellikle bkz. L. O ’Boilc, “rl 'h e P r o b le m o f E x ce ss o f P)du-
c a t e d M e n in W e s te r n E u r o p e , 1800-1850” , The Jo u rn a l o f M odem H is
tory, c. X L I I , no. 4, 1970, s. 471-495 v e “T h e D e m o c ra tic L e f t in
G c n n a n y , 1848” , The J o u rn a l o f M o d em History, c. X X X II, no. 1, 1961, s.
374-383.
10 A. Prost. H istoire de l ’enseignement en France, 1800-1967, Paris, A. Colin,
1968.
11 J u le s B u isso n ’u n E u g è n e C r é p c t ’yc m e k t u b u . A lıntılayan C. Pichois vc
J. Z iegler, Baudelaire, Paris, Juillard, 1987, s. 41.
12 Bu k o n u m la r arasındaki tü r d e ş lik , çağcıl sa n a tç ın ın to p lu m sa l yazgısını
cin sel alışveriş piyasasın ın “ s e r b e s t işçisi” fa h iş c n in k iy le ö z d e ş le ştirm e
e ğ ilim inin açık lan m as ın a k a tk ı d a b u lu n u r .
13 Burada, N o r b e r t E llias’ın “ uyga rlık s ü r e c i ” gibi, çağcıl to p lu m ların d ö n ü
ş ü m ü n ü çizgisel v e t e k b o y u tlu olarak ele alanların d ü ş t ü ğ ü bir yalınlaş
tırm a yanılgısı g ö r ü l m e k t e d i r. Bu yanılgı, e g e m e n l i k biçim lerini k a p s a
dık larında, h e r z a m a n anlaşılmaz, iki y ü z ü olan ka rm a şık evrim leri t e k
yanlı bir s ü r e c e i n d ir g e m e y e dayanır: B e d e n s e l ş i d d e te b a ş v u r m a n ın ge-
rilcm csi, ö rn e ğin s e m b o li k şid d e ti n ve h e r türlü ılımlı d e n e t i m biçim leri
nin tır m a n m a sıy la d e n g elen ir.
14 H. d e Balzac, T raité de la vie élégante, Paris, D e lm a s, 1952, s. 16.
15 C. B audelaire, Œ uvres complètes, Paris, G allim ard, “ B i b lio th è q u e d e la
P l é i a d e ” dizisi, 1976, c. II, s. 26.
16 G. F la u b e r t, Corr., C., c. VI, s. 161.
17 G. F la u b e r t, 29 N i s a n 1871, Corr., C., c. VI, s. 229-230.
18 F. Bazire, Manet, Paris, 1884, s. 44-45, alıntılayan kaynak, M anet, C atalo
gue de l ’exposition de 1983, Paris, R é u n io n d e s m u s é e s n a tionaux, 1983, s.
226.
19 G. F l a u b e r t, L. B o u i l h e t ’nin Dernières Chansons'u n u n Ö n s ö z ’ü, 20 H a zi
ran 1870, a lın tıla n an kaynak, Corr., C., c. VI, E k 2, s. 477.
20 G. F la u b e rt, L e t t r e à L o u is e C o l e t (L o u is C o l c t ’y c m e k t u p ) , 22 Eylül
1853, Corr., P., c. II, s. 437.
21 A. C a ssa g ne , L a Théorie de l ’a r t p o u r l ’a r t..., a.g.y., s. 212-213.
22 E. C a ram as ch i, Réalisme et Impressionnisme dans l ’oeuvre des frères Concourt,
Piza, L ib re ria Goliardica, Paris, N iz e t, E ylül 1853, s. 96.
23 G. F la u b e r t, 26 O c a k 1862, Corr., P., c. III, s. 203.
24 G. F la u b e r t, L e t t r e à J. S a n d e a u (J. S a n d e a u ’ya m e k t u p ) 26 O c a k 1862,
Corr., P., c. III, s. 202.
25 C. Baudelaire, L e t t r e à G u s ta v e F la u b e r t (G u s ta v e F l a u b c r t ’e m e k tu p ), 31
O c a k 1862, alıntılayan: C. Pichois ve J. Ziegler, Baudelaire, a.g.y., s. 445.
26 B a udelaire ’in girişim lerinin t ü m ü n d e old u ğ u gibi A k a d e m i ’y e adaylığı,
özellikle yayımcılarla ilişkileri k o n u su n d a , bkz. C. Pichois ve J. Ziegler,
Baudelaire, a.g.y., s.41, ayrıca H. J. M a rtin ve R. C h a rtie r (yayımcı), Histoire
de l ’édition française, 4 c., Paris, Prom odis, 1984; ve F la u b e rt üzerine, R.
D e sc h arm e s, “ F l a u b e r t e t scs é d iteu rs , M ic hel L é v y ve G e o rges C h a r p e n
tie r”, Revue d'histoire littéraire de la France, 1911, s. 364-393 ve 627-663.
27 C. Baudelaire, Œ uvres complètes, a.g.y., c. II, s. 79-80; ayrıca G a u t ie r k o n u
s u n d a bkz. a.g.y., c. II, s. 106.
28 A.g.y., c. II, s. 231-234.
29 A.g.y., c. II, s. 3 8 ,4 1 .
30 C. Baudelaire, Œ uvres complètes, a.g.y., c. II, s. 79-80; ayrıca G a u t ie r k o n u
s u n d a bkz. a.g.y., c. II, s. 246.
31 C. Baudelaire, Œ uvres complètes, a.g.y., c. II, s. 79-80; ayrıca G a u t ie r k o n u
s u n d a bkz., a.g.y., c. II, s. 333.
32 A.g.y., c. II, s. 183.
33 C. Baudelaire, Œ.uvres complètes, a.g.y., c. II, s. 79-80; G a u t ie r k o n u s u n d a ,
ayrıca bkz., a.g.y., c. II, s. 333.
34 A.g.y., c. II, s. 43.
35 F l a u b e r t ’in, L é v y ile aralarında birçok so r u n u vardı, yaşadığını, b u n a
karşın y ayın evi birço k ö n c ü yazar ve sanatçın ın b u l u ş m a yeri olan C h a r
p e n t i e r ile dostça ilişkiler için de idi. ( Ö rn e ğ in bkz. E. Bcrgcrat, Souvenirs
d ’un enfant de Paris, Bibi. C h a r p e n t i e r , 1911-1913, c. II, s. 323).
36 G. F la u b ert, L e t t r e à E r n e s t F e y d c a u , ( E r n e s t F c y d c a u ’ya M e k t u p ) , 15
Kasım 1872, Corr., C., c. VI, s. 448.
37 G. Vapcrcaıı, Dictionnaire universel ties contemporains, Paris, L ibrairie
H a c h e t te , 186.3 ( “ K. A b o u t ” m add e si), ve L. Badesco, L a Génération p o
étique de I8 6 0 , Paris, N iz e t, 1971, s. 290-293.
38 P Strowski, 'Tableau de la littérature française au X I X siècle, a.g.y., s. 337-341.
39 A. C a ssa gnc , L a T raité de l ’a rt p o u r T a r t..., a.g.y., s. 115-118.
40 C. Baudelaire , Œ uvres complètes, a.g.y., e. II, s. 39.
41 Pierre D u p o n t , b u yüzyılın ortalarında B é r a n g e r’n in a rd ın d a n g e le n e n
ün lü ka b are şarkıcısıdır. G e n ç l i ğ i n d e ro m a n t i k bir şair olarak 1842’d c
A k a d e m i ’nin ö d ü l ü n ü kazanır, ve özellikle Les B œufs başlıklı çok ü nlü
şarkısıyla 1845’tc “köy şairi” n ite liğ in e b ü rü n ü r . Şiirlerini, b o h e m k e s i
m in girip çıktığı yazın k a fe l e r i n d c o k u r ve halkçı h a r e k e t e g ir e r e k 1848
ö n c e s in d e d evrim ci şarkılar yazar; amacı ye n i c u m h u r i y e t i n ozanı o l m a k
tır. H ü k ü m e t d a r b e s in in a r d ın d a n t u tu k l a n ır ve h a p s e atılır. Yapıtları,
1851 ’d e B a u d e l a i r e ’in ö n s ö z ü n ü yazdığı Chants et Chansons başlıklı bir k i
tapta yayınlanır. D u p o n t ’un d o stu olan ve ona ö y k ü n e n , N c v e r s ’d c d o
ğan ve G e o r g e S a n d ’ın ç e v r e s i n d e bir araya g e le n B crry’li bir t o p lu lu ğ u n
üyesi G u s ta v e M a t h ie u , 1848’d c n sonra, özellikle D u p o n t ’u n k i lc r gibi,
S e i n e n e h r in in sol kıyısınd aki k a b a r e le r d e D a r c i e r ’nin söylediği siyasal
içerikli şiirleriyle ya zın a la n ın d a b ü y ü k bir ü n k azanır (bkz. E. Bouvier,
L a B ataille réaliste, 1811-1857, Paris, F o r tc m o in g , 1913).
42 “ İşçi şa irler” , 1848’d e n ö nc eki yıllarda başarı kazanır. Sözgelim i T o u l o n ’
da duvarcı ustası olan C h a r le s Poney, L ’Illustration da son d e r e c e başarılı
şiirler yayınlar. Bu şiirler g e n e llik le H u g o , B arbier ve P o n s a r d ’ın tatsız
tu zs u z v e başarısız ö y k ü n t ü l e r i n d e n başka bir şey o lm a ya n bir dizi sosya
list şarkının ortaya ç ık m a sın a yol açmıştır.
43 C. Pichois ve J. Z iegler, Baudelaire, a.g.y., s. 219.
44 P. M artin o, L e R om an réaliste sous le second E m pire, Paris, H a c h e t te , 1913,
s. 9.
45 E. Bouviei, L a B ataille réaliste, 1841-1857, a.g.y.
46 G. F la u b e r t, M adam e B ovary, Paris, C o n a rd , s. 577, 581, 629, 630.
47 C. Pichois, Baudelaire. E tudes et témoignages, N e u c h â t e l , L a B aconnièrc,
1976, s. 137.
48 B. Russell, “T h e S u p e r io r V irtu e o f t h e O p p r e s s e d ” , The N ation, 26 H a
ziran 1937 ve C h a m p f l e u ry , Sensations de Josquin, s. 215, alıntılayan R.
C h e rn is s, “T h e A n tin a tu r a lis ts ” , G. Boas (yayımcı), Courbet a n d the N a tu
ralistic M ovement, N e w York, Russell & Russell, 1967, s. 97.
49 A k a d c m i ’ye aday olması karşısında d u y d u ğ u “şaşkınlığ ı” dile g e tir e n
F l a u b c r t ’c yazdığı 31 O c a k 1862 tarihli m e k t u b u n d a , B a u d c la ir c ’in bir
da y an ışm a bilincini ortaya k o y d u ğ u g ö rü lm ü ş tü r.
50 G. F la u b ert, L e t t r e à P-dma R og er d e s G c n c t t e s ( E d m a R o g e r d e s G e -
n e t t e s ’e M e k t u p ) , 30 E k im 1856, Corr., P., c. II, s. 633-634.
51 G. F la u b e r t, L e t t r e à PL d e G o n c o u r t (E. d e G o n c o u r t ’a M e k t u p ) , 1 M a
yıs 1879, Corr., C., e. V III, s. 263.
52 G. F la u b e rt, L e t t r e à R e n a n ( R c n a n ’a M e k t u p ) , 13 Aralık 1876, Corr.,
C., e. VII, s. 368.
182
53 G. F la u b e rt, L e t t r e à G e o r g e S a n d (G e o rg es S a n d ’a m e k t u p ) , Mavis
1867, Corr., P., e. III, s. 642.
54 G. F l a u b e r t, L e t t r e à K rn e st F e y d e a u ( F r n e s t F e y d e a u ’ya M e k t u p ) , 17
A ğ u stos 1861, Corr., P., e. III, s. 170.
55 T . G a u tie r, H istoire d u romantisme, alintdayan, P. L idsky , Les E crivains
contre la Commune, Paris, M a sp e ro , 1970, s. 20.
56 A. C a ssa gn e , L a Théorie de l'a r t p o u r l'a r t..., a.g.y., s. 154-155.
57 G. F l a u b e r t, L e t t r e à G e o r g e S a n d (G e o rg es S a n d ’a m e k t u p ) , 19 Kyltil
1868, Corr., P., e. III, s. 805.
58 G. F la u b e r t, L e t t r e à M m e Roger de s G é n c t t c s ( M m e R og e r d e s G c n c t -
t e s ’e M e k t u p ) , Yaz 1864, Corr., P., e. III, s. 402.
59 C. B audelaire, L e t t r e à B arbey ( B a r b c y ’c M e k t u p ) , 9 T e m m u z 1860,
alıntılayan, C. Pichois, Baudelaire. E tudes et témoignages, a.g.y., s. 177.
60 G. F'Iaubcrt, L e t t r e à G e o r g e S a n d (G e o rg es S a n d ’a m e k t u p ) , 12 Aralık
1872, Corr., c. VI, s. 458.
61 G. F l a u b e r t, L e t t r e au c o m t e R e n é M a ricourt ( K o n t R e n é M a ric o u r t’a
M e k t u p ) , 4 O c a k 1867, Corr., C., e. V, s. 264. Kentsoylularla ve onlara
h i z m e t e tm e y i k a b u ll e n m i ş yazarlarla sü r d ü r d ü k l e ri ka rışık ilişkinin, Bo-
u i l h e t v e T h é o d o r e d e Banville dışında, F l a u b e r t v e C o n c o u r t k a rd eşle r
gibi sa n a t için s a n a t yanlılarının, tiy atroda ses g e tire n başarısızlıklarla
karşılaşm alarına ya d a G a u t ie r ve B a u d elaire gibi y in e b u gö rü şü payla
şa n lard a n k im ile rin in birço k lib re tto v e s e n a ry o s u n u n e lle rin d e k a lm a sı
n a k ı s m e n d e olsa açıklık getirdiği ya dsınam az .
62 M. D u C a m p , Théophile Gautier, Paris, H a c h e t te , 1895, s. 120, alıntılayan
M. C. Schapira, “ L ’a v e n t u r e e s p a g n o le d e T h é o p h i l e G a u t ie r ” , R. Belle
(yayıncı), L 'A venture dans la littérature populaire a u X I X ' siècle, Lyon,
P U L , 1985, s. 21-42 ( G a u tie r ve G ira rd in arasındaki ilişkiler k o n u s u n d a ,
ö z ellik le bkz. 22 ilâ 25. sayfalar).
63 G. F'Iaubcrt, L e t t r e à L o u is B o u ilh c t ( L o u is B o u i lh e t ’y c M e k t u p ) , 30
Kylül 1855, Corr., P., c. II, s. 598. Bu m e k t u p , FTaubcrt’in to p lu m sa l se r
m a y e s in in ö n e m i n i bir k e z d a h a tanıtlar: F l a u b c r t ’in a n n e s in i n yakın
d o s t u ve R o u c n ’d a k o m ş u s u olan M m e Stroch lin, “ im p a r a t o r l u k y e tk ili
lerinin g ö z ü n d e saraya u y g u n bir kişiydi.” F l a u b c r t ’in t e r s in e Bouilh et,
t o p lu m sa l s e r m a y e d e n ve b u n a k o ş u t olarak b ö y le bir se r m a y e y e u la ş m a
sına o la n a k tan ıy a n n i te l ik l e r d e n d e t ü m ü y l e y o k s u n o l d u ğ u (FTaubcrt’in
b u n u birçok k e z y ü z ü n e v u r d u ğ u gibi) izlenim i uyandırır.
64 G. F la u b e r t, L e t t r e à E r n e s t F e y d e a u ( E r n e s t F 'c y d c a u ’ya m e k t u p ) , 15
M ayıs 1859, Corr., P., c. III, s. 22.
65 tzlcksel bir d e rle m e y le bile, Albert C assagne’ın değerli yapıtı b u ko nud a
sarsıcı bir kanıt s u n m a k ta d ı r Sözgelimi, k a m u oylaması ve halkın eğitimi
üzerine düşünceleri okunabilir, L a Théorie de Tart p o u r l ’a rt..., a.g.y., s. 195-
198.
66 Ö r n e ğ i n çağcıl sa n a tç ın ın ç e lişk ile rin e u z u n u z u n d e ğ i n e n C o n c o u r t
K a rd eş le r (F), ve J. d e C o n c o u r t, Charles Demai/ly, Paris, F a s q u e lle , 1913,
s. 164-171), b o h e m kesim i, “yazınsal gelirinin d ü ş ü k l ü ğ ü n e d e n i y l e y o k
sulluğ a t u t s a k ” bir t ü r yazın kölesi gibi b e tim le r: “ Ü stü başı perişan, ka r
nı aç, beş parasız” ve “yazın a k soy lularına” savaş a çm aya hazır olan bu
k e s im in bireyleri, bir de v rim c ile r ord u su gibi “k ü ç ü k g a z e te l e r e ” ü ş ü
şürler (.a.g.y., s. 24-25).
67 G. F la u b e rt, L e t t r e à K rn c st C h e v a l i e r ( F r n e s t C h c v a l i e r ’ye m e k t u p ) , 23
T e m m u z 1839, Corr., C., c. I, s. 54; ayrıca bkz. G o u r g a u d - D u g a z o n ’a
m e k t u p , 22 O c a k 1842, a.g.y., s. 93.
68 A. C. F la u b ert, L e t t r e à G u s ta v e F l a u b e r t ( G u s ta v e F l a u b c r t ’e M e k t u p ) ,
29 Ağusto s 1840, Corr., P., c. I, s. 68. Ve ç o k g e n ç G u s t a v e ’d a n d a n g a l a k
lık karşıtı bir şaka örneği: “M e k t u b u n u z u y a n ıtlıy orum ve kim i z irzop la
rın d e diğ i gibi size y a zm ak için k a le m i e li m e a lıy o ru m ” (G. F la u b e r t,
L e t t r e à E r n e s t C h e v a lie r [ E r n e s t C h e v a l i e r ’ye m e k t u p ] , 28 E ylül 1834,
Corr., P., c. I, s. 15; ayrıca bkz. a.g.y., s. 18 ve 27).
69 A slında, F l a u b e r t d a h a çok, başarılı bir ö ğ re nci o l m u ş t u r ( B o u i lh e t d e n
li p a rla k olm a sa da). Yatılı o k u d u ğ u d ö n e m d e e d in d i ğ i acılı d e n e y i m i n
e tk i s i n d e ka ldığı d ü ş ü n ü l e b i l i r ( 1 8 3 2 ’d c n 18 38’e d e ğ in yatılı o kur, d a
h a sonra g ü n d ü z c ü olur, 1 839 ’da k e n d i s i n i n ö n c ü l ü ğ ü n ü y a p tığ ı bir
b a ş k a ld ırın ın a r d ın d a n K o lc j’d c n ayrılır): “O n iki y a şın d a bir k o le je
ye rle ştirild im : Burada, d ü n y a n ı n bir ö z e tin i, m i n y a t ü r b i ç i m i n d e k u s u r
larını, t o h u m h a li n d e g ü l ü n ç l ü k l e r i n i, k ü ç ü k t u tk u la r ın ı, k ü ç ü k d a y a
nışm ala rın ı, k ü ç ü k v a h şe tin i yaşadım ; b u r a d a g ü c ü n e g e m e n l i ğ i n e ,
T a n r ı ’nın g ü c ü n ü n gize m li b e li r g e s i n e t a n ı k o l d u m ” (G. F l a u b e r t ,
Œ uvres de jeunesse, c. II, s. 270, a lın tıla y a n J. B r u n c a u , Les Débuts littéra
ires de G ustave F laubert, 1831-1845, Paris, A. C olin, 1962, s. 221). “O n
y a ş ın d a k o l e j e g ittim ve b u ra d a, kısa s ü r e iç in d e insanlara karşı k ö k lü
bir n e f r e t d u y g u s u y l a d o l d u m . Bu ç o c u k l a r t o p lu m u , k u r b a n la r için o l
d u ğ u k a d a r ö t e k i k ü ç ü k t o p lu m için, b ü y ü k l e r t o p l u m u için d e aynı
d e r e c e acım asız. Aynı t o p lu h aksızlık lar, ö n y a rgıların ve g ü c ü n , h a tta
be n c illiğ in aynı b a s k ıs ı” (G. F l a u b e r t , “ M é m o i r e s d ’u n f o u ” , Œ.uvres de
jeunesse, c. I, s. 490, alıntıla y an J. B ru n c a u , Les Débuts littéraires de G usta
v e F laubert, a.g.y., s. 221).
70 F l a u b c r t ’d c n farklı olarak, y ü k s e k m e m u r l a r ı n çıktığı bir a il e d e n g e le n
ve da h a ç o c u k k e n yitirdiği babası, e ğitim li bir b ü ro k r a t (resim d e y a p a r
dı), k a y ın p e d e r i d e general A u p i c k olan B a u delaire parla k bir m e s le k y a
şam ı sürer, ailesiyle o ld u k ç a sü r tü şm e li bir ilişki içindedir; ailesi yazın
tu tk u la r ın a karşı ç ıkarak ve adli d a n ış m a n l ık görevi y a p m a y a zorlayarak
t ü m yaşamı b o y u n c a dışa rla nm ış kişilerin izini taşım asına yol açar. C.
Pichois ve J. Z ie g l e r ’in belirttikleri gibi, B a ud elaire için savurganlık, ha r
cam alarına bir sınır g e tirm es i için yaptığı baskıları ya dsıyarak, k e n d is in i
dışarlamış olan ailesini bir y e r d e k e n d is in i n d e dışarlaması a nla m ını taşı
m akta dır. Ailesiyle, özellikle d e a n n e s iy le yaşadığı ve h e m h e d e f o ld u ğ u
h e m d e k e n d is in i n d e s ü r d ü r d ü ğ ü b u k o p u ş, k u ş k u s u z top lu m sa l d ü n
yayla trajik bir ilişkinin: sürekli bir k o p u ş içinde v e b u k o p u ş aracılığıyla
k e n d is in i dışarlayanı d ışa rla m ak z o r u n d a kala n dışarla nm ış kişilerin yaşa
dığı ilişkinin ö z ü n ü oluşturur.
71 G. F la u b e rt, L e t t r e à G e o rg e S a n d ( G e o rg e s S a n d ’a m e k t u p ) , 2 Ş u b a t
1869, Corr., C., c. VI, s. 8.
72 A. A lb a la t’mn, Gustave F laubert et ses Am is, Paris, Pion, 1972, s. 240 -243’tc
y e r verdiği Paul Alexis’in F l a u b e r t ’e m e k t u b u . “ D ü ş ü n ü r Baykuş, Bir
G a z e t e n i n Yapısı ve Y a y ın d ü z c n in c ilişkin N o t l a r ” başlıklı çizem,
1851 ’d e B a u d c l a i r e ’in y a nıtının n e ola b ile c e ğ in e ilişkin bir fikir v e r m e k
tedir. O n a y la d ık la rın d a n çok, yadsıdık ları k o n u s u n d a d a h a k e sin bir y a k
laşım se rg ile y ere k ticari yazına (G. P la n ch e , J. Jan in, A. D u m a s , E. Sue,
P. Féval - C. Baudelaire, Œ uvres complètes, a.g.y., e. II, s. 50-52; “ L es
D r a m e s e t les r om an h o n n ê t e s ” başlıklı Tnakale, b u kişiler arasına Pon-
sard, A u g ic r ve y c ni klasikçilcri d e katar) d u y d u ğ u tiksintiyi, gerçekçi tö
re yazınına d u y d u ğ u be ğ eniy i (Ourliac), yasal yazarlara olan saygısını
(G a utie r, S a i n te -B e u v e ) belirtir a m a o d ö n e m d e , k u ş k u s u z 1848 öncesi
b o h e m k e sim in e tk isiy le sa n a t için sa n a t anlayışına d ü ş m a n bir t u tu m
sergiler (a.g.y., c. II, s. 38-43). “ D e q u e l q u e s p ré ju g é s c o n te m p o r a i n s ”
başlıklı k ü ç ü k m e t i n aynı d ö n e m d e k a le m e alınm ış o lm a sına karşın,
1848 id e a lle r in d e n ve ro m a n t i k i d e a l iz m d e n (Flugo, L a m e n n a i s ) k o p u ş u
ö n e çıkarır (a.g.y, c. II, s. 54). 1855’te, “ P u i s q u e réalism e il y a ” başlıklı
bir m etin , g e rç e k ç ilik te n k o p t u ğ u n u b e lg e l e r (a.g.y., c. II, s. 57-59).
73 “T ö r e rom anı, yazarının doğal ince b e ğ en isin i y a n sıtm a d ığ ın d a , n ite lik
siz [...] hatta t ü m ü y l e yararsız gibi g ö r ü n m e sakıncasını taşır. E ğ e r Bal
zac b u k a b a türü ha y ranlık d u y u lac ak , h e r z a m a n ilgi u y a n d ıra n ve g e
ne llik le soylu bir d u r u m a g etirdiyse, b u n u n n e d e n i tü m benliğini b u t ü
re k a tm a sıd ır ” (a.g.y., c. II, s. 121). Kısacası, “ala n ın ın g e r ç e k a n la m d a sı
nırsız o ld u ğ u b u soysuz t ü r ” ü n (a.g.y., c. II, s. 119), “ güzel sö y le m e sana
tı” gibi kim i özel y e te n e k l e r l e kurtarılm asını savunur.
74 P. M artin o, L e rom an réaliste sous le second E m pire, a.g.y., s. 98. M u s s e t ’nin
A k a d e m i ’d c verdiği söyleve y ö n e li k son d e r e c e se rt e le ştirisind e , Fla
u b e r t türle rin a şa m a la n m as ın ı - v e M u s s e t ’nin b u n a d u y d u ğ u saygıyı-
g ü n d e m e getirir (bkz. G. F l a u b e rt, L e t t r e à L o u is e C o l le t (L o u is e Col-
l e t ’y e m e k t u p ) , 30 M ayıs 1852, Corr., C., c. II, s. 421).
75 G. Pla nche , Portraits littéraires, c. II, s. 420, a lıntılayan J. B ru n c au , Les Dé
buts littéraires de Gustave Flaubert, a.g.y., s. 111.
76 J. B ru n e au , a.g.y, s. 72 vd.
77 G. Flaub ert, L e t t r e à L ouise C o l e t (L o u is e C o l c t ’yc m e k t u p ) , 20 Haziran
1853, Corr., P., c. II, s. 358.
78 Alıntılayan, E. Bouvier, L a B ataille réaliste, 1844-1857, a.g.y, s. 329.
79 Farklı “ b ü y ü k o k u lla r ” arasındaki se ç im k o n u s u n d a , sanatla para, k ü l tü r
le e k o n o m i arasındaki karşıtlığın, bir habitus olan ö n c e lik le r ana örne ği
nin algılanm a ve d e ğ e r l e n d i r i lm e s i n e y ö n e li k e n te m e l tasarım lard an bi
risi o ld u ğ u k a m tla n a b ilm iş tir (bkz. P. B ourd ieu, L a Noblesse d ’E tat. G ran
des écoles et esprit de corps, Paris, M in u it, 1989, s. 225 vd.).
80 É. Zola, Œ uvres complètes, Paris, B crn o u ard , 1927-1939, c. X L I , s. 153.
81 A.g.y, s. 157.
82 W. Asholt, “L a q u e s tio n d e L'Argent. Q u e l q u e s r e m a r q u e s à propos du
p r e m i e r t e x t e littéraire d e Vallès” , Revues d'études vallésiennes, no. 1, 1984,
s. 5-15.
83 G. F l a u b e rt, L e t t r e à l i d m a R og e r d e s G e n e t t e s ( K d m a R o ge r d e s G c-
n e t t e s ’e m e k t u p ) , Corr., P., 30 Kkim 1856, c. II, s. 643-644. ( F l a u b e r t ’in
yazıştığı b u kişinin adı, Fransızca m e t n i n b u d i p n o t u n d a yanlış olarak
E d m a R o g e r d e G e n e t t e s b i ç im in d e yazılmıştır. D o ğ ru biçim , 50. ve 58.
d i p n o tl a r d a o l d u ğ u gibi K d m a Roger d e s G e n e t t e s ’tir. Ç .N .)
84 G. M ic h a u t, Pages de critique et d 'histoire littéraire, 1910, s. 117, alıntılayan,
P. M a rtin o , ¡ ¿ R o m a n réaliste sous le second Em pire, a.g.y., s. 156-157.
85 E D ura n ty, ¡¿R éalism e, no 5, 15 M art 1857, s. 79, alıntılayanlar R. D csc-
h a rm e s ve R. D u m e sn il, A utour de 1\laubert, Paris, M e r c u r e de France,
1912.
86 G. F l a u b e rt, L e t t r e à L o u is e C o l e t (L o u is e C o l e t ’y c m e k t u p ) , 20 Eylül,
1851, Corr., P., c. II, s. 5.
87 G. F l a u b e rt, L e t t r e à L o u is e C o l e t (L o u is e C o l e t ’y e m e k t u p ) , 13 Eylül
1852, Corr., P. c. II, s. 156.
88 G. F la u b e rt, L e t t r e à E r n e s t F c y d e a u ( E r n e s t F e y d c a u ’ya m e k t u p ) , Ka
sım so nu-A ralık başı, 1857, Corr., P. c.II, s. 782.
89 G. F l a u b e rt, L e t t r e à L o u is B o u ilh c t ( L o u is B o u i l h e t ’yc m e k t u p ) , 2 ve
10 A ğustos 1854, Corr., P., c. II, s. 563-564.
90 Alıntılayan, A. Albalat, Gustave F laubert et ses A m is, a.g.y., s. 68.
91 Bir ö r n e k v e r m e k gerekirse, 1830’lu yılların başıyla birlikte ikinci im p ara
to rlu k d ö n e m i n e d eğin bulvar piyesleri alanında b ü y ü k başarılar kazanmış
olan E u g è n e Scribe, 1833’tc yazdığı B ertrand et R aton d a ve 1837’d c kale
m e aldığı ¡¿i Camaraderie'd e F l a u b e r t ’e özgü kimi izleklerin işlenm em iş bi
çimleriyle karşılaşıldığı d u ru m la r (sözgelimi, ikinci yapıtta siyasal ve yazın
sal bir t o p lu lu k içinde tartışmalar ve rekab e t) ve gözlem ler (ilk yapıtta Kont
R a n tz a u ’n u n d e vrim ler üzerine düş kırıklığı yansıtan sözleri) sunar (bkz. B.
Frog er ve S. Hans, “ L a C o m é d ie -F ra n ç a is e au X IX e siècle: u n répetoire lit
téraire e t p olitiq u e ” , Revue d ’h istoire du théâtre, c. XX XVI, no. 3, 1984, s.260-
275).
92 E. Z o l a , / ¿ s Romanciers naturalistes, Paris, F a s q u c llc , 1923, s. 184-196.
93 “ K endisini, koca göb e k lilerin b e ğ e n d iğ i m as k ara lık lar k o n u s u n d a y e t e
nekli sanıyor v e P o n t - N c u f e özgü k aba şakalarla şişkoları vc alıkları, k o
ca g ö b e k le r in i ho p lata h o p lata g ü ld ü r e c e ğ in i ileri sü rüyo rdu. O n a göre
başyapıtı, G a u t i c r ’d e n ö ğre n diğ i ve N c u i l l y ’d e Isaviycler ya d a M e v lev i-
lerc özgü k ıvranm alarla, b irlikte d a n s e ttik le ri “alacaklının a d ım ı ” adlı
taşkın soytarılıktı. - G ö z l e r i n d e n yaşlar g e li n c e y e de ğ in g ü l e r e k k e n d in i
divana a ta r k e n , işte tiyatro bu, d iye bağırıyordu - h e m d e e n g e rçe ğ i!”
(E . Bcrgcrat, Souvenirs d ’un enfant de Paris, a.g.y., s. 132.)
94 G. F la u b e r t, L e t t r e à L o u is e C o l e t (L o u is e C o l e t ’y e m e k t u p ) , 12 Eylül
1853, Corr., P., c. II, s. 429. M adam e B o va ry'n in yazımı s ü r e r k e n b u izlek
n e r e d e y s e bir t a k m a k b iç im in d e , h e r an g ü n d e m d e kalır.
95 G. F la u b e r t, L e t t r e a u c o m t e R e n é d e M a r ic o u rt (K o n t R e n é d e Mari-
c o u r t ’a M e k t u p ) , A ğ u s tos-E ylü l 1865, Corr., C., c. V, s. 179.
96 Sözgelim i, I.a R evue des Deux M ondes'ıın H aziran 1874 sayısında, D u v c r-
gicr vc H a u r a n n c , M a n c t ve be nze rle rini siyasal bir tehlike olarak ilan
eder: “ Burada, san atın d e m okra sisi olarak ad la n d ırılab ilec ek şe y e d e ğ in i
yoruz. Bu d e m o k ra si, k e n ts o y lu yavanlıklara ve k e n ts o y lu şa tafatın yoz
laşmış dü şle rin e karşı çıkar; a m a ge n ellik le bu ya vanlıklara ö y k iin m e k -
ten başka bir şey g e lm e z e li n d e n ve çoğu k e z d e d ü z e l t m e y i amaçladığı
sanat d enli sağlıksızdır. O n e s ü rü l e n sav, bayağılığı y ine bayağılık için
de ki aşırılıklarla ü l k ü s e ll e ş t ir m e k ve b eylik sözlerle d ü şü n c e le r in ö n e çı
karılm asıyla bayağılık tan k a ç ı n m a k t ır ” (alıntılayan, J. L e t h è v e , Im p
ressionnistes et Symbolistes d eva n t ta presse, lia ri s, A. Colin, 1959, s. 73-74).
97 G. F l a u b e r t , L e t t r e à L o u is e C o l e t ( L o u is e C o l e t ’y c m e k t u p ) , 27 M art
1853, Corr., P., c. II, s. 287.
98 Alıntılayan, B. W e in b e r g , French Realism: The C ritical Reaction, 1830-1870,
N e w York, L o n d ra , O x fo rd U n ive rsity Press, 1937, s. 165. G e rçe k ç ilik
karşıtları vc s a v u n u c u la rın ın kulland ıkları ve yazarın titizlikle taradığı
kanıtların i n ce lem es i, bu tartışm a ve görüş farklılıklarının a n c a k karşı gö
rüşte olanların g e r ç e k le şiir, kopya, ö y k ü n m e ya da y i n e l e m e ve biçem ,
in celik araştırısı, seçim , vd. gibi bir dizi ortak önvarsayım ü z e r i n d e açıkça
s ö y l e m e d e n görüş birliğine varmaları d u r u m u n d a olanaklıdır.
99 G ü n ü m ü z d e bestsellers olarak ad lan dırılan ticari rom anlar, F l a u b c r t ’in
a m a cın ın tam tersi bir m a n tığ a u y duk ları izlenim i uyandırırlar (b u varsa
yım ın doğ rulan m ası gerekir): Bu m an tık , o la ğ a n ü stü y ü (e n b ilin e n tan ı
mıyla) sıradan bir b iç im d e b e t i m l e m e k , sıradışı d u r u m ve kişilere yer
v e r m e k a m a b u n u s a ğ d u y u n u n m a n tığ ın a göre ve b ild ik bir g örüş k a z a n
dırm a y a yarayan e n g ü n c el dil için d e g e rç e k le ş t i r m e y e dayanır.
100 A. C lave au , Courrier franco-italien, 1 M ayıs 1857, alıntılayan G. Flau bert,
Corr., P., c. II, s. 1372.
101 A. Albalat, Gustave F laubert et ses Am is, a.g.y., s. 43.
102 L. Badesco, L a Génération poétique de I8 6 0 , a.g.y., s. 204, n o t 74.
103 A. Albalat, Gustave F laubert et ses Am is, a.g.y.', L. Badesco, L a Génération
poétique de I8 6 0 , a.g.y. T a r i h i n , yazınsal alan iç in d e ö n e m li bir y e t t u tt u ğ u
açıktır: O d ö n e m l e r d e d e nildiği gibi d a h a “ge rç e ğ e u y g u n ” vc da h a “ ta
rafsız” o lm a k için gösterdiği çabalar, d a h a “y a zın sa l” o lm a k isteğini dı-
şarlamaz. T h ie r s , M i g n e t ya d a M i c h e l e t gibi tarihçiler ü z e rin e o l u ş t u ru
lan g ö rü şle rd e h e r z a m a n b içe m göz ö n ü n d e b u l u n d u r u l u r ve M ic h e l e t
bir “b içe m u sta sı” olarak övülür.
104 Sa la m m b ô 'n u n yazarı ve a rk eo lo g F r o e h n e r arasındaki tartışm ayı, ö z ellik
le d e yazının bilim karşısındaki k o n u m u s o r u n u n a ilişkin olarak Fla-
u b e r t ’in verdiği tü m yanıtları ayrıntılarıyla incelediğ i bir m a k a le d e , J o
s e p h Ju rt, F l a u b c r t ’in b ilim le r d e b iç e m se l bir ü lk ü (ke sin lik) ve bilişsel
bir ö r n e k (yansızlık ü lk ü sü ) aradığını tanıtla r (J. Jurt, “ L e s t a t u t d e la lit
t é r a tu re face à la sc i e n c e ” , Ecrire en France a u X I X e siècle, M o n tré al, L o n-
gueuil, 1989, s. 175-192).
105 G. F la u b ert, L e t t r e à L o u is e C o l c t (L o u is e C o l c t ’y c m e k t u p ) , 7 P)kim
1853, Corr., P., c. II, s. 450.
106 J . B ru n c au , Les Débats littéraires de Gustave Flaubert, a.f'.y., s. 112, vd.
107 P.Ci. C a s t c x ( F la u b e r t, l . ’Education sentimentale, Paris, C D U , 1962), Ras-
t ig n a c ’in, P c r c - L a c h a i s c ’dck i t u t u m u n u ( y ü k s e l m e k t e olan taşralı k ü ç ü k
k e n ts o y lu n u n b a ş k e n t e verdiği ü n lü gözdağı: “Şim d i çık k a rşım a !” ), aynı
ko şullar için d e b u l u n a n F r é d é r i c ’in “ söy levler verilirken hayranlık la ç e v
reyi i z l e m e k le ” y e ti n e n , sıkılan ve M m e D a m b r c u s e ’ün k e n d is in e ve r
diği fırsatı e li n d e n kaçıran t u tu m u y l a karşılaştırır: T ö r e n b i tt i ğ in d e Ras-
tignac, F r é d é r i c ’in ters in e M m e d e N u n e i n g e n ’le birlikte y e m e ğ e gider.
108 G. F la u b e rt, L e t t r e à C a ro lin e F l a u b e r t (C a ro lin e F l a u b e r t ’e M e k t u p ) ,
14 E k im 1869, Corr., C., e. VI, s. 82.
109 “T a m anlam ıy la bizim gençliğim iz gibj; kuşa ğım ız ın tü m isimleri bu ra d a
b u lu şa ca k la r” (G. F la ubert, L e t t r e à M lle L c r o y e r d e C h a n te p i e , [M lle
L e r o y e r d e C h a n t c p i c ’ye M e k t u p ] , 13 Aralık 1866, Corr., C., c. V, s. 256).
110 F l a u b e r t ’in yakın d o stu olan (birlikte D o ğ u ’ya yaptıkları bir y o lcu lu k sı
rasında, M a x i m e ’in ö z e n le s ü r d ü r d ü ğ ü v e F l a u b e r t ’in ö n e m s e m e d i ğ i bir
d o s l u k kurarlar) M a x i m e D u C a m p , F l a u b e r t için g id e r e k bir t ü r e ti k ve
e s t e t i k karşıtı d u r u m u n a g e lm iştir (ilişkileri 1852’d c kopar). Bir a n la m d a
F 'la u b crt’in tam karşıtıdır: Alanı o lu ştu ra c a k y e r d e alan güç le rin c e b i ç i m
le n e n , k e n d i evren i için d e k ö k lü bir b i ç i m d e t u t u c u g ö rü n e r e k siyasi
ala n d a h e r z a m a n ö n c ü a k ım a y ö n e le n (ve k e n d in i ö n c ü olarak d ü ş ü n e n )
bir kişidir. Böylelikle, t u t k u n u n verdiği c o şkuy la artık top lu m sa l sanat
ve yararlı şiird en başka bir ş e y e ilgi d u ym az : Buharlı gem ileri ve l o k o m o
tifleri yüceltir, dergi y ö n e tm e n li ğ i y a p a r ve “y ü k s e l m e k ” için bir sa lo n
d a n ö t e k i n e koşar.
111 G. F la u b e r t, L e t t r e à G e o r g e S a n d (G e o r g e s S a n d ’a m e k t u p ) , Aralık
1875, Corr., C., c. VII, s. 281.
112 A lb e rt T h i b a u d e t , F l a u b e r t ’in “ iki gözlü g ö r ü ş ü ” olarak adla ndırdığı,
“ u y u m ve karşıtlam ala ra e ğ ilim in i” d a h a ö n c e d e n saptam ıştı: “O n u n d u
y u m s a m a v e d ü ş ü n m e biçimi, aynı tü r için d e uç nok tala rd a y e r alan zıt-
ları sa nki çiftlerm iş gibi birle ştire re k k a v ram ay a ve aynı tü r içindeki aşı
rıları, b u iki d ü z le m g ö rü n t ü y ü b o y u tlu bir g ö r ü n t ü y e d ö n ü ş t ü r m e y e d a
ya n ır” (A. T h i b a u d e t , Gustave Flaubert, s. 89, alıntılayan, L. Cellier,
“ L ’É d u c a tio n s e n t i m e n t a l e ” , Archives des lettres modernes, 1964, c. III, no.
56, s. 2-20). Ve L é o n Cellier, b e n im L ’E ducation sentimentale ü z erin e y a p
tığım i n c e l e m e d e sa p tad ığ ım bir dizi çifte, S é n é c a l ile D e s l a u ri e rs ’d e n
o luşa n çifti d e katar. D eslauriers, F r é d é ric için ne y se S é n é c a l ’in d e
D e sla u rie r s için o o l d u ğ u n u gözle m le r: F r é d é ric nasıl o n u g ö z ettiyse
D e sla u rie rs d e S é n é c a l ’i öyle k o ru r ve barındırır; Sénécal o n u t e r k e der,
geri döne r, o n u kullanır ( F r é d é r i c ’in k e n d i s i n e gösterdiği t u t u m u ona
yansıtarak); biri k a y m a k a m , ötek i polis m e m u r u olarak h e r ikisi d e d i k t a
tö rlü ğ ü n h i z m e ti n e girer.
113 Bu katılma, b a ğ la n m a ya da sınıflandırılm ayı yadsım a, aralıksız bir b i ç i m
de, özellikle L o u is e C o l e t ’nin bir d e rg in in çıkarılması için F 'laub ert’d e n
y a rd ım istem esi sırasında dile gelir: “A m a b u niteliksiz d ü n y a d a şu ya da
b u n u n bir parçası olm a ya gelince, hayır! hayır! bin k e r e hayır! Artık bir
188
d e rgin in, bir d e r n e ğ i n , bir t o p lu l u ğ u n veya bir a k a d e m i n i n üyesi olm ak
istem iyo rum ; b u istek, bir b e le d i y e m eclis üyesi olm a k ya da jan d a rm a
subayı o l m a k t a n d a h a fazla d e ğ il” (G. F la u b e r t, L e t t r e à L o u is e G ulet
[ L o u is e C o l e t ’ye m e k t u p ] , 31 M a r t 1853, Corr., P., e. II, s. 291; ayrıca,
L e t t r e à L o u is e G o l e t [L o u is e C o l e t ’ye m e k t u p ] , 3 M ayıs 1853, a.g.y., s.
323).
114 P. M a rtin o, L e R om an réaliste sous te second Em pire, a.g.y., s. 25.
115 G. F la u b e rt, L e t t r e à L o u is e C o l e t [L o u is e C o l e t ’y e m e k t u p ] , 25 H a z i
ran 1853; Corr., P., c. II, s. 362; veya: “Ganj, L a B iè v re ’d e n ( F r a n s a ’da,
I l e - d e - F r a n c e b ö l g e s in d e bir n e h ir [Ç.N .]) d a h a şiirsel de ğ ildir am a La
Bièvre d e G a n j ’d a n d a h a şiirsel değildir. D ik k a tli o lm a m ız g e rekiy or
yoksa klasik tr a g e d y a d ö n e m l e r i n d e o ld u ğ u gibi k o n u la rd a so y luluk ara
yışına ve sö z c ü k le r d e öz en ticiliğ e geri dö ne ce ğ iz . E s k i d e n b iç e m in se çil
miş te rim le rle sü s le n i p b e z e n m e s i gibi, bayağı anlatım ların b i ç e m d e iyi
bir e tk i yaptığını d ü ş ü n e c e ğ iz . A ltüst olsa bile, sözbilim h e r z am an sözbi-
lim d ir” (G. F l a u b e r t , L e t t r e à J. K. H u y s m a n s [J.K. H u v s m a n s ’a M e k
tu p], Ş u b a t - M a r t 1879, Corr., C., c. VIII, s. 225).
116 F l a u b e r t 'i n karşısına aldığı gerçekçilerin, a rd ın d a n gösterişçi sanat k o n u
s u n d a t a n ık o l u n d u ğ u gibi e s t e t i k bir de v rim in , n e d e n l e r i v e etkileri ba
k ı m ı n d a n k a çınılm az olarak siyasal bir d e v rim e (bildik a n la m d a) bağlan
masını sa vu na nla rın anlam adığı şey budur: Böylece A k a d e m i ve S a lo n ’a
karşı yapılan izlenim ci d e v rim gibi özgül bir siyasal d e v r im d e n ayrı t u tu
lam ayan e s t e t i k bir d e v rim gerçe klc ştircn lcrin, siyasal b a k ım d a n alaşağı
ettikleri k işile rd e n d a h a fazla veya d a h a az ilerici ya da tu tu c u o lup olm a
dıklarını ö ğ r e n m e k için karşı karşıya gelebilirler (ö ncü ka vramı gibi, siya
sal k ö k e n d e n g e le n bir sözcük dağarcığının k ulla nılm ası karışıklığı b ü y ü k
ö lç ü d e artırır). Bu ya pay s o r u n u n yanıtı, artık yalnızca t ü m ü d e alanın
özerkliğini ve b u ra d a o lu p b i te n kavgaların ö z g ü llü ğ ü n ü göz ardı ettikleri
için karşı karşıya g e le b ile n tarihçilerin siyasal eğ ilim le rin e bağlı kalm aya
bilir.
117 L e t t r e à L o u is e C o l e t (L o u is e C o l e t ’ye m e k t u p ) , 16 O c a k 1852, Corr.,
P . , c . II, s. 31.
118 C. B a ud elaire , Œ uvres complètes, a.g.y., c. II, s. 112-113.
119 C. B a u delaire , Œ uvres complètes, a.g.y., c. II, s. 112-113.
120 A .g .y.,c. II, s. 117-118.
121 Alıntılayan, B. W e in b e rg , Erench Realism: The Critical Reaction, a.g.y., s.
162.
122 L. Badcsco, L a Génération poétique de 1860, a.g.y., s. 304-306.
123 G. M e r le t, Revue européenne, 15 H aziran 1860, alıntılayan B. W ein b erg ,
Erench Realism: The C ritical Reaction, a.g.y., s. 133.
124 G. F la u b e r t, L e t t r e à G e o r g e S a n d (G e o rg es S a n d ’a m e k t u p ) , 23-24
O c a k 1867, Corr., C., c. V, s. 271.
125 G. F la u b e r t, L e t t r e à E r n e s t F e y d e a u ( E r n e s t F e y d e a u ’ya m e k t u p ) ,
E k i m i n birinci yarısı 1859, Corr., C., c. IV, s. 340. S a n a tç ın ın bu mesafeli
bakış açısını M o n c t d e h e m e n h e m e n aynı söz c ü k le rle anım satır: “ Bir
g ün , h e r z a m a n çok se vm iş o l d u ğ u m bir ö l ü n ü n başucıında, gözlerim acı
u y a nd ıra n şaka k la rın a takılı bir d u r u m d a k u r u l m u ş gibi d u r u r k e n , ö lü
m ü n dcv in iın siz y ü z d e k i ren klerin : m avinin, sarının, grinin, n e bileyim
t ü m r e n k le rin tonla rının canlılığını s ilm e sin d e k i u y u m karşısında b ü y ü k
bir şaşkınlığ a d ü ş t ü m . İşte için d e b u l u n d u ğ u m d u r u m ” (G. C l e m e n
c eau, Claude Monet, Les Nymphéas, 1928, s. 19-20, alıntılayan, L. Venturi,
De M anet à ! .autres, Paris, A. M ichel, 1953, s. 77.)
126 G. F la u b ert, L e t t r e à L o u is e C o l e t ( L o u is e C o l e t ’ye m e k t u p ) , 22 N isa n
1853, Corr., P., e. II, s. 313.
127 G. F la u b e r t, L e t t r e à L o u is e C o l e t (L o u is e C o l e t ’ye m e k t u p ) , 11 Mayis
1853, Corr., P., c. II, s. 330.
128 G. F'Iaubcrt, L e t t r e à G e o r g e S a n d (G e o rg es S a n d ’a m e k t u p ) , 4 Aralık
1872, Corr., C., c. VI, s. 457.
129 E v l e n m e y e h e r z a m a n karşı ç ık a n F la u b ert, y akın dostları Alfred L e Poi-
t e v i n ’in, E r n e s t C h e v a l i e r ’nin evliliklerini, k e n d i s i n d e k ın a m a y a ve b a
z e n d e acı alaylar y a p m a sın a yol açan u y u m c u l u ğ a b o y u n e ğ m e olarak
görür. Bir aile k u r m a k , “dar kafalı” bir yaşam b içim in e g ir m e k tir (bkz.
M. N a d e a u , Gustave F laubert éerivain, Paris, L e s L e t t r e s nouv e lle s- M a
urice N a d c a u , 1980, s. 75-76).
130 G. F la u b e r t, L e t t r e à G e o rg e S a n d (G e o rg es S a n d ’a m e k t u p ) , 28 E k im ,
1872, Corr., C., c. VI, s. 440.
131 B. W e in b e rg , French Realism: The C ritical Reaction, a.g.y., s. 172 vc 164.
132 G. F la u b e r t, L e t t r e à H u y s m a n s ( H u y s m a n s ’a m e k t u p ) , Ş u b a t -M a r t
1879, Corr., C., c. V III, s. 224.
133 R. D c s c h a r m c s ve R. D u m e s n i l, A u to u r de Flaubert, a.g.y., s. 48. L ’F.duca-
//o«’n u n başarısızlığına ilişkin be nze ri bir i n c e l e m e y e C o r r e sp o n -
d a n c e ’da da karşılaşılır: “ e s t e t i k açıdan d e ğ in e c e k olursa k, bakış açısı çok
f a z l a gerçekçi. Planı d ü ş ü n e d ü ş ü n e s o n u n d a plan k a y b o lm u ş. H e r sanat
ya p ıtın ın bir noktası, bir tep e si olmalı, bir p ira m it oluşturm alı, veya ışık
n oktayı ayd ınlatm alıd ır. Oysa ya şa m d a hiç d e böyle olmaz. Ama, Sanat,
D o ğ a d e ğ ild ir! ” (G. F la u b e r t, L e t t r e à M m e R o g e r d e s G c n e t t c s , Corr.,
C „ c. V III, s. 309.)
190
2
İkici Yapının Ortaya Çıkması
A R T H U R CRAVAN.
191
Türlerin Özellikleri
* “ D e n e y s e l T ı b b ı n İ n c e l e n m e s i n e G i r i ş ” , C l a u d e B e r n a r d ’ın y a p ı t ı . ( Ç . N . )
neysel romancının” bakışıyla klinik bakış\ özdeşleştirmekteydi.
Bu uzaklık kaygısı, halktan kişileri konuşturduğu dille, dizemi
içinde her zaman yazılı dile dayanan veya belirli geçmiş zaman
ve dolaylı anlatım gibi özenli biçemin belirgin niteliklerini taşı
yan klasik yazının öne çıktığı anlatıcının konuşmaları arasında
koruduğu (ve sözgelimi C éline’in yıkacağı) karşıtlık içinde, her
yerde olduğundan çok daha fazla belirgin bir biçimde ortaya çı
kar. Le Roman expérimental (Deneysel Roman) bildirisinde yazın
adamının bağımsızlık ve saygınlığını böylelikle herkese duyu
ran Zola, yapıtlarında da kendisinin tanınmasını gerektiren ve
tanınması için gerekçe olarak gösterdiği yazınsal kültürün ve
dilin saygınlığını ortaya koyar; kendini halk eğitiminin en üstün
yazarı olarak gösterir. Halk eğitimi de tümüyle, ekine duyulan
saygının tem elinde yer alan bu kesintinin tanınmasına dayalı
dır.
Sanat ve Para
Pamasçılar
Bulvar
Tiyatrosu
P s ik o lo jik ro m a n
S o s y e te ro m a n ı
N a tu r a l i s t ro m a n
Sembolistler {Zola)
{Mallarmé)
•K
<
Vodvil
Töre romanı
Gazetecilik Halk romanı (bölümce)
Kır romanı
J2 Kabare (şarkıcılar)
>
ES-KS-
o
A ç ık la m a
1 T o p lu m s a l u z a m ES E k o n o m ik s e r m a y e
. Y etk e a la n ı KS K ü ltü re l s e r m a y e
K ü ltü re l ü r e ti m a la n ı ÖSS Ö z g ü l s e m b o lik s e r m a y e
— - — K ısıllı ü r e tim a l t a la n ı ÖZRK+ Y ü k s e k ö z e rk lik d e re c e s i
ÖZRK' A lt ö z e rk lik d e re c e s i
Aynmırı Eytişimi
Aydının Bulgulanması
Biçim Konusunda
NOTLAR
1 Bkz. A. Viala, Naissance de l'écrivain, Paris, M in u it, 1984. Ö z gü l ta n ım a ku-
rum la rının ortaya çık m ası gibi, yazar kişiliğinin k u r u m la ş m a s ın a y ö ne lik
ilk göstergeleri, bir tü r m u tl a k başlangıç belirtileri gibi g ö r m e k t e n s a k ı n
m a k gerekir. Aslında, sanatçıların d e v le tin k e n d ile rin i tanım ası ve k e n d i
lerini resmi k o n u m a ata m asın ın karşılığını d e v le t e yasal olarak b a ğ la n
m akla ö d e m e le r i ö lç ü s ü n d e , b u süreç u z u n bir sü re karm aşık, h a tta çeliş
kili olarak kalmıştır. Ve öz erk bir ala nın o lu ştu ru c u ö z elliklerine dayalı bir
d ü z e n (gazeteciliğin g id e re k b ü y ü y e n etkisi n e d e n iy le , g ü n ü m ü z d e k a m u
veya özel nitelikli yeni m e s e n l i k b iç im le rin e d ö n ü ş gibi, y a d e r k l ik y ö n ü n
d e y e n i d e n başlayan g e r il e m e olasılığını hiçbir z a m a n dışarlam aksızın),
a ncak 19. y y ’da sağlanmıştır.
2 C o u r b e t dışında ressam la rın halkçı g e r e k ç e l e re p e k az b a şv u rm a s ın ın n e
deni, yapıtları y ü k s e k ücretli t e k ö r n e k t e n o lu ştu ğ u ve ulaşabilecekleri
t e k başarı da, top lu m sa l e tk ileri b a k ım ı n d a n tiyatroyla karşılaştırılabilecek
bir b i ç i m d e so s y e te ç evre siy le kısıtlı kaldığı için, k itle y e ulaşm a k so r u
n uy la karşı karşıya b u lu n m a m a la rıd ır.
3 Bilim in 1880’lcrc doğrıı kazandığı saygınlık k o n u s u n d a , bkz. D. M o rn c t,
H istoire de la littérature, Paris, L aro usse, 1927, s. 11-14.
4 Ö z e llik le F é lix F é n é o n , L o u is M a la q u in , C a m ille M auclair, H e n r i d e
R e g n ie r veva S a in t-P o l-R o u x gibi T h é â t r e d e l’ocu vrc’e bağlı yazarlarda.
5 Bkz. C. C h arle, L a Crise httériare à l'époque du naturalism e, Paris, P E N S ,
1979, s. 27-54.
6 Bkz. R. P o nton , “ N a issa n c e d u ro m an p sychologique. C ap ital c u ltu rel, ca
pital social e t stra té g ie littéraire à la fin d u X I X ' siè cle ” , Actes de la recherche
en sciences sociales, no 4, T e m m u z 1975, s.,66-81.
7 1876’dan 1880’e d e ğ in , Z ola d r a m a ti k eleştiri sü tu n la rın d a n a türa list tiy a t
royu s a v u n m u ş t u r (Bkz. E. Zola, L e N aturalism e au théâtre, oeuvres comp
lètes, a.g.y., c. XXX; N os auteurs dram atiques, a.g.y., c. X X X III).
8 J.-J. R o u b in c , Théâtre et M ise en scène, 1880-1980, Paris, P U F , 1980.
9 Bkz. R. P o n to n , L e Champ littéraire en France de 1865 à 1905, Paris,
F ) H E S S ’d e ya pıla n tez çalışması, 1977 ve J. Ju rt, “S y n c h r o n ie littéraire e t
r a p p o rt d e s forces. L e c h a m p p o é t i q u e d e s a n n é e s 8 0 ” , Œ uvres et Critiques,
c. X II, no. 2, 1987, s. 19-33.
10 J. H u r e t , E nquête su r l ’évolution littéraire, Paris, C h a r p e n t i e r , 1891; D a n iel
G r o j n o w s k i ’nin notları ve ön sö z ü y le y e n i d e n basım, Vanvcs, T h o t , 1982,
s. 158.
11 F lo ria n - P a rm c n tie r , L a Littérature et TE.poque. Histoire de la littérature fr a n
çaise de 1885 à nos jo u rs, Paris, E u g è n e Figuière, 1914, s. 292-293.
12 A g.y.
13 Yazınsal alan için d e ye n i d ü z e n i n tanım layıcı bir öğesi olan, a ltm ış dört
ya zar arasında s ü r d ü r ü l e n (ve 3 M a r t ile 5 T e m m u z 1891 tarihleri arasında
L ’Echo de P a ris'd e y a y ın la n an ) soruştu ru, ye n i tarih felsefesini, sürekli
aşılm a d ü şü n c e sin i, ö n e r ile n şu üç soru ç e v r e s in d e açıkça dile g e t i r m e k
teydi: “ 1. N a tü ra liz m hasta m ıdır? Ö l m ü ş m ü d ü r? 2. Kurtarılabilir mi?
3. Yeri n e y le dold urula ca ktır? "
14 Ö z ellik le F lo ria n - P a rm c n tie r , L a Littérature et l ’Epoque, a.g.y.\ J. M u l l e r ve
G. Picard, Les Tendances présentes de la littérature française, 1913; G. L e Car-
b on e l ve C. Vcllay, L a littérature contemporaine, Paris, M e r c u r e d e France,
1905.
15 Bkz. R. W ohl, The Génération o f 1914, C a m b r i d g e , H a rv ard University
Press, 1979. Yazında ( “yazınsal k u ş a k la r ” in ce lem es iy le ) ve siy a se tte ( “si
yasal k u ş a k la r ” ), b e n i m s e n e n “y ö n t e m l e r d e n ” birisi d u r u m u n a g e le n bu
k u şa k la r k u r a m ın ın a n la tım ın a ilişkin ilk örneği, “t o p lu m sa l k u ş a k ” k a v
ramını, bir “to p lu m sa l d u r u m ” ç e v r e s i n d e oluşan bir “tin sel b irlik” gibi
tasarlayan François M e n t r é ’nin Les Générations sociales başlıklı yapıtı o lu ş
tu r u r (Paris, 1920).
16 J. H u re t, Enquête su r l ’évolution littéraire, a.g.y., s. 160.
17 Bkz. C. Cha rle , “C h a m p littéraire e t c h a m p d u pouvoir. L e s écrivains et
l’affaire D r e y f u s ” , Annales E S C , no. 2, M a rt- N is a n 1977, s. 240-264.
18 “ D e v l e t çıkarı” nın özgül, “e t i k ” o l d u ğ u k a d ar “d i n s e l ” çık ara da indirge-
225
n c m c y c n bir ka vram b i ç im in d e geliştirilm esi k o n u s u n d a , b a k ın ız E. T h u -
au, R aison d 'E ta t et Pensée politique cı l'époque de Richelieu, tcz, Paris, Paris
Üniversitesi, 1966.
19 Burada, a ydınların öz erkliğ e kavuşm ası ö l ç ü s ü n d e siyasal y e tk e y i k a y b e t
m e le rin i s a v u n a n yasa gibi, yö n gösterici b ü y ü k yasaların g e r ç e k li k t e n t ü
m ü y le u z ak o ld u ğ u g ö r ü lm e k te d ir : Aslında, g ö r ü ld ü ğ ü gibi y e tk e n i n biçi
mi o de n li değ iş m iştir ki bir Z ola ya da S a r t r e ’ın tartışm alı ve o lu m s u z
saygınlığını bir C o r n e ille veya bir R a c i n c ’in ba ğım lı saygınlığıyla karşılaş
tır m a n ın p e k fazla bir anlam ı kalm am ıştır.
20 Siyasal ala nın özgül m antığı k o n u s u n d a , b a k ın ız P. B o urd icu, “ L a r e p ré
s e n ta tio n politique. E l é m e n t s p o u r u n e t h é o r ie d u c h a m p p o l it i q u e ” , Ac
tes de la recherche en sciences sociales, no. 36-37, 1981, s. 3-24.
21 C. B audelaire, a lıntılayan A. C a ssa gne , L a Théorie de l'a r t p o u r l'a r t...,
a.g.y., s. 81.
22 C. M. L e c o n t e d e L isle, L e t t r e à L o u is M é n a r d (L o u is M é n a r d ’a M e k
tu p), 7 E ylül 1849, alıntılayan P. L id s k y , Les E crivains contre la Commune,
a.g.y.
23 Bkz. É. Zola, Mes Haines, Paris, F a sq u e lle , 1923, s. 322 ve 330. Ayrıca,
C o u r b e t ve P r o u d h o n k o n u s u n d a : “O n u n için, bir tuai, bir k o n u d u r; o n u
kırm ızıy a ya da yeşile b o ya m ışsınız n e fark ed er! [...] Yorum lar getirir,
ta b l o n u n bir a n la m k a z a n m a sın a çalışır; biçim ü z e rin e t e k bir sözcük y o k
tu r .” Ya da: “ B e n im sanatım , t e r s in e t o p l u m u n olu m s u z la n m a sı, bireyin
h e r tü rlü to p lu m sa l kural v e g e rek lilik d ışın d a o lu m l a n m a s ı d ı r ” (É. Zola,
a.g.y., s. 35-36, 39).
24 Burada, M a n e t ’n in ge rçe k le ştird iğ i ve ilk sonuçlarını (A k a d e m i ve a k a d e
m ik görüş üz e r in e ) P. B ourd icu, “ L ’i n stitu tio n n a lis a tio n d e l’a n o m i c ” , Les
Cahiers du Musée natio n a l d ’a rt moderne, no. 19-20, 1987, s. 6 -1 9 ’da s u n d u
ğ u m se m b o li s t d e v rim k o n u s u n d a giriştiğim araştırmalara d a y a n m a k t a
yım,. Burada am a cım , ressam lar v e yazarlar arasındaki alışveriş k o n u s u n d a
yalınlaştırılm ış b ir taslak ö n e r m e k ti r ; b u n u z e n g in le ştir m e y i v e in ce lik leri
ni ortaya ko y m ay ı o k u r a bırak ıyorum .
25 C. B audelaire, Œ uvres complètes, a.g.y., c. II, s. 312.
26 J. C. Sloane, French P ainting between the P ast a n d the Present. Artists, Critics
a n d Traditions, fro m 1848 to 1870, P rin c eto n , P rin c e to n U n ive rsity Press,
1951, s. 77.
27 É. Zola, Mes Haines, a.g.y., s. 34.
28 C. Pissarro, Lettre à son fils Lucien (O ğ lu L u c i e n ’e m e k t u p ) , Paris, A lbin
M ic h el, 1950, s. 44.
29 D. G a m b o n i, L a P lum e et le Pinceau, Paris, M in u i t, 1989.
30 A. G id e , Les Faux-M onnayeurs (K alpazanlar), Paris, Gallim ard, “ F o lio” d i
zisi, 1978, s. 30.
31 Aslında öz i n c e le m e le ri ve biçim se l tanım la r, “yazınsaP’ın veya “görsel
ola n ” ın ö z g ü ll ü ğ ü n ü n v e b a şk a h içb ir an la tım b iç im in e in d ir g e n e m c z liğ i-
226
nin d o ğ ru la n m a s ın ın , h e m varsaydığı h e m d e g ü ç le n dird iği ü re tim alanı
nın ö zerkliğinin d o ğ r u l a n m a s ı n d a n ayrı tu tu la m a y ac a ğ ın ı gizleyem ez.
Böylece, d a h a sonra görüleceği gibi, sanatın e n ileri b içim le rin c e b a ş v u r u
lan k a tıksız e s t e t i k d ü ş ü n c e s i n in i n ce lem es i, ü re tim alan ının ö z e r k l e ş m e
si sü re cinin i n c e l e m e s i n d e n ayrı tutu la m a z.
E. Zola, Mes H aiti es, a.g.y., s. 68 v e 81. Resim ala n ında b u l u n a n k a te g o r ile
rin ya zm a a kta rılm a s ın d a k i m a n tık , H u g o k o n u s u n d a söylediği ve m odem
e s t e t i k anlayışını, a k a d e m i k e s t e t i k anlayışının saltçılığına karşılık k ö k
tenci ö z nelcilik olarak tan ım ladığ ı ilk e d e belirgin bir b i ç i m d e görülür:
“ Bura d a yazınsal d o g m a olm am ası ge rekir; he r y a p ıt b a ğ ım sız dır ve t e k
başına d e ğ e r le n d ir ilm e si g e r e k i r ” (E. Zola, a.g.y., s. 98). Sanatsal etkinlik,
d a h a ö n c e d e n var olan kurallarla y ö n e ti l e m e z ve aşkın hiçb ir ö lçü tle d e
ğ e rle n d irile m e z . K e n d i kura llarını ü re tir ve k e n d i d e ğ e r l e n d i r m e ö l ç ü t ü
n ü k e n d i için d e taşır.
3
Sembolik İyeliklerin Pazarı
ROBERT LAFFONT.
.228
aslında hiçbir zaman ulaşılamayan iki uç: isteme eksiksiz ve ki
nik bağımlılıkla, pazar ve onun gerekleri karşısında mutlak ba
ğımsızlık arasında dağılım gösterir.
T o p la m S a tış
S ay ısı
Kaynak: M i n u i t Yayınları
* L a t i n c e , “ y a z a r ö l d ü k t e n s o n r a ” a n l a m ı n d a . ( Ç .N .)
“Ekonom ik” sermaye, alanın sunduğu özgül kârları - v e ay
nı zamanda, genellikle vade sonunda getireceği “ekonom ik”
kârları-, ancak sembolik sermayeye dönüştüğünde sağlayabilir.
Yazar için olduğu kadar eleştirmen için de, tablo satıcısı için ol
duğu kadar yayıncı veya tiyatro yöneticisi için de geçerli tek bi
rikim, olguları (kişilik veya imza etkisi) ya da kişileri (yayın,
sergi, vb. yollarla), topluma benimsettirme, dolayısıyla bir d e
ğer verme ve bu işlemin sonuçlarından yararlanma gücünü içe
ren tanınmış olmanın sermayesi rçiteliğinde bir ad, benim sen
miş ve ünlü bir ad edinmeye dayanır.
Ticari olmayan şeylerin, “katıksız” sanatın ticareti, içinde
kapitalist öncesi mantığın ortaya çıktığı uygulayımlar sınıfına
bağlanır (başka bir düzlemde, kuşaklar arasındaki ve daha ge
nel olarak da ailenin ve philia' mn* tüm ilişkilerinin düzeni gi
bi):14 Uygulayımsal yadsım adı olarak, özü gereği ikili, anlaşılmaz
olan bu davranışlar, iki karşıt ama aynı derecede yanlış, temel
ikicilik ve ikiyüzlülüğü gerek yadsımaya, gerek yadsınan şeye,
gerek çıkar gütmemeye, gerekse çıkara indirgeyerek bozan bir
okumaya yol açar. Bunların her türlü ekonomik anlayışı hiçe
sayması, tam olarak, uygulamada - v e yalnızca betimlemelerde
değil-, ancak salt “ekonom ik” çıkarın ve “ekonom ik” incele
m enin ortaya çıkardığı uygulama gerçeğinin sürekli ve toplu bir
biçimde bastırılması pahasına gerçekleşebileceği olgusunda ya
tar.
İçinde sanatla iş dünyasının birleştiği, tablo satıcısıyla ya
yıncının yadsıdığı “ekonom ik” girişim, işleyiş yasalarına ve ala
nın özgül gereklerine kılgısal bir biçimde egem en olunarak
yönlendirilmemesi durumunda, “ekonom ik” bakımdan bile ba
şarı kazanamaz. Kültürel üretim bakımından girişimci, benim
senm eyen (ama yadsınmayan) “ekonom ik” gereklere en küçük
düzeyde ödün vermeyi içeren gerçekçilikle bunları dışarlayan
“çıkar gütm em e”ye dayalı inancın, tümüyle beklenm edik ya
da en azından son derece seyrek bir bileşimini bir araya getir
melidir. Böylece, sanatçının romantik betimlemesinin yansıttığı
ekonomik çıkardan arınmış anlayışa aykırı düşen en belirgin
davranışlar içinde yer alan girişim düşüncesinin özgül biçimi
* Y u n a n c a , “ s e v g i, h a z , a l ı ş k a n l ı k ” a n l a m ı n d a ( Ç .N .)
görülebildiğinde, “katıksız” sanatçının kutsanmış öyküsüne
ilişkin yüceltimin olağanüstü bir örneğini oluşturan Beetho
ve n ’in, ekonomik çıkarlarını -özellikle de partisyonlarının satı
şından kaynaklanan yazar haklarını- vargüctiyle savunmasının
nedeni anlaşılır: Kararsızlık içinde kalmak pahasına, devrimci
amaç “ekonom i”ye indirgenemeyen bir tutkunun “ekonom ik”
araçlarıyla donanmalıdır (örneğin, B eethoven’in durumunda,
büyük çaplı orkestralarla çalışmak). .Yine, her ne denli her şey
“bulucu” gibi davranmayı amaçlayan yayıncı ya da tablo satıcı
sını katıksız satıcıyla karşıtlaştırsa da, yayıncı ya da tablo satıcı
sı, kuruluşunun ticari boyutunda ve kültürel boyutunda aynı
esinli eğilimleri benimseyenlerle de (Arnoux gibi) aynı ölçüde
karşıtlaşır: “Maliyet fiyatında veya baskıda yapılacak bir yanlış,
satışlar çok iyi olsa bile bir felakete yol açabilir. Jean-Jacques
Pauvert, Littre ’nin yeniden basımı hazırlıklarına giriştiğinde,
abone okur sayısının beklenm edik bir biçimde yüksek olması
nedeniyle bu iş kazançlı bir görünüm sunmuştu. Ama, yayınla
ma aşamasında maliyet fiyatını hesaplamada yapılan bir yanlış
lık, kitap başına yaklaşık on beş franklık bir zarara yol açmıştı.
Yayıncı, bu işi bir meslektaşına devretm ek zorunda kaldı.15”
Sanat evrenindeki bu derin belirsizlik, bir yandan ellerinde ser
maye bulunmayan yenilerin, sözü geçenlerin sembolik serma
yelerini (o zamandan bu yana az çok “ekonom ik” sermayeye
dönüşen) oluşturdukları değerlere dayanarak, kendilerini paza
ra kabul ettirmelerine yol açar; öte yandan, sembolik yatırımla
rının sembolik hatta “ekonom ik” kazançlarından, yalnızca bu
yadsınan düzen içinde yer alan “ekonom ik” zorunlulukları göz
önünde bulundurarak hesaplarını yapanlar ve bir şeyler ortaya
koyanlar yeterince yararlanabilirler.
Küçük öncü kuruluşları “büyük kuruluşlar” dan ve “büyük
yayınevleri”nden ayıran farklılıklar, ürünler bakımından geçici
olarak “ekonom ik” değerden yoksun olan “yeni” ile kesin bir
biçimde değerini yitirmiş “eski” ve sürekli ya da düzenli bir bi
çimde artan “ekonom ik” bir değer taşıyan “daha eski” veya
“klasik” ler; veya üreticiler bakımından, bir kuşağa bağlanmak-
sızın daha çok gençlerden (biyolojik bakımdan) oluşan “dö
nemlerini tamamlamış” ya da “aşılmış” (bunlar, biyolojik yaş
bakımından genç olabilir) yazarları bir araya getiren öncülerle
benim senmiş öncüler, “klasikler” arasındaki ayrıma eklenir.
1 9 4 0 v e sonrası 5 5 F ém in a
T A N IN M A M IŞ 12 9 M édds
A
•*
N o bel Ödülü 2
T A N IN M A M IŞ 16 7
Y azın cı 35 32 Yok 44 79
Ü n iversited e görevli 5 48 Var 35 22
G a ze te c i 26 6 Légion d'h onneur
Psikanalist, P sikiyatr 2 y a d a O rd re du m érite 2 8 18
B aşka 10 7 T A N IN M A M IŞ 13 5
T A N IN M A M IŞ 16 11
2-15
Daha türdeş kitlelerden oluşan Laffont ve M inuit’nin ya
zarları karşılaştırıldığında, bu karşıtlıklar daha da belirginlik ka
zanır. Açıkça daha genç olan bu son yazarlar arasında ödül kaza
nanlar pek az, madalya alanlarsa daha da azdır19. Aslında, bu iki
yayınevi, neredeyse karşılaştırılamaz iki yazar kategorisini bir
araya getirir: Bir yanda egemen örnek, biçimsel araştırmalara
dalmış ve “çağın” oldukça dışında olan “katıksız” yazarlar; öte
yanda “hem tarih hem de gazetecilik” alanlarına bağlanan, “bi
yografiye ve toplumbilime, günceye ve serüven öyküsüne, si
nematografik kesitleme ve türe tanıklığına yer veren yapıtlar
üreten yazar-gazeteciler ve gazeteci-yazarlar ilk sırayı alır:20”
Yazarlarımın listesine baktığımda, bir yanda kitap dünyasına
Gaston Bonheur, Jacques Peuchmaurd, Henri-François Rey,
Bernard Clavel, Olivier T odd, D om inique Lapierre, vd. gibi
gazetecilikten katılmış kişilerle Jean-François Revel, Max Gal
lo, Georges Belmont gibi başlangıçta üniversitede görev yapar
ken tersine bir yol izleyenleri görüyorum.” “T ecim sel” yayıncı
lığın belirgin bir ulamını oluşturan yazarlara, siyaset, spor veya
gösteri dünyasının “kişileri”nden oluşan, genellikle ısmarlama
ve zaman zaman da bir gazeteci-yazarın katkılarıyla yapıtlar ve
ren tanık yazarları da eklem ek gerekir.21
Çağ Açmak
251
pahalı satılmalarını sağladıkları) yapıtlar gibi, zaman içinde do
ruk noktalarının daha uzak olması ve “markaları” nın (“G eo
metrik Soyut” veya “Amerikan Pop” ) geniş ölçüde tanınması
ve benimsenmesi ölçüsünde daha çok tanınmışlar, ama aynı za
manda bir yazgı olarak bu “marka”ya tutsak kalmışlardır ( “izle
nimcilerin satıcısı Durand-R uel” ).
Zaman içinde her dönemde, niteliği ne olursa olsun bir sa
vaşım alanında (bütünü içinde toplumsal alan, yetke alanı,
kültürel üretim alanı, yazınsal alan, vd.), bu savaşa katılan e t
ken kişi ve kurumlar hem birbirlerinin çağdaşıdır hem de za
man bakımından birbirleriyle uyuşmazlar. Geçmişteki bir yaza
rın da bu savaşımın bir beklentisi niteliği sunması ölçüsünde
şimdiki zamanda varlığını sürdürmesi olgusunun gösterdiği gi
bi, şimdiki zaman alanı, savaş alanının bir diğer adından başka
bir şey değildir. Aynı dönem içinde yer alma olarak çağdaşlık,
ancak uyumsuz zamanları, daha doğrusu birbirlerinden zaman
bakımından ve zamanla bağıntıları içinde ayrılmış etken kişi ve
kurumlan eşsüremli kılan savaş içinde ortaya çıkar: Kimileri, için
de bulundukları zamanın ötesinde yer aldığından çağdaşlarını
tanımazlar ve çağdaşları da onları ancak başka öncü üreticiler
arasında sayar ve izleyicileri de ancak gelecekte ortaya çıkar;
gelenekçi ve tutucu olan kimileri, çağdaşlarını ancak geçmişte
yer alanlar arasından seçer (şemada yer alan noktalı yatay çizgi
ler, bu gizli çağdaşlığı gösterir).
ileri bir tutum ortaya koyarak çağ açabilecek nitelikteki bir
grubun ortaya çıkmasıyla oluşan zamansal devinim, şimdiki za
man alanının yapısındaki bir aktarımla, bir başka deyişle belli
bir alan içinde birbirleriyle karşıtlaşan, zamansal bakımdan aşa-
malanmış konumların aktarımıyla açığa çıkar; konumların her
biri böylece, aynı zamanda toplumsal bir aşamalanma olan za
mansal aşamalanma içinde bir basamak kayar (yanlamasına
noktalı çizgiler, farklı dönemlerdeki alanlar içinde yapısal ba
kımdan eşdeğerli konumları -sözgelimi öncü a kım - bir araya
getirmektedir). Öncü akım, tanınmış öncülerin sanatçı kuşağı' n-
dan (iki sanatsal üretim biçimi arasındaki sapma olarak anlaşı
lan), her evrede ayrılmış olur; tanınmış öncü kuşak da, alana
girdiği sırada, daha önce tanınmış olan bir başka sanatsal öncü
kuşağından ayrılır. Buradan, toplumsal uzam içinde olduğu gibi
sanatsal alanın uzamı içinde de biçemler ve yaşam biçimleri
arasındaki mesafelerin, en yetkin biçimde, ancak zaman bakı
mından ölçülebileceği sonucu çıkar.
Değişimin Manttğı
254
sessiz bir izinden başka bir şey olmadığı karşılıklı bağıntıları ve
etkileşimleri göremeyen acemiyi dışarlayan bir ortaklığı doğru
lar. Alanın yapısı da her üretim edimi içinde hiçbir zaman bu
denli var olmamıştır.
* “ R . M u t t , A lm a n c a ’d a b ir s ö z o y u n u d u r ; A r m u t y a n i y o k s u llu k a n l a m ı n a g e l ir ” ( Ç .N .)
— Ya zamanın aşındırmalarına hedef olan geometri kitabı?
Bunun, zamanı uzamla bütünleştirme düşüncesi olduğu
söylenebilir mi? “Uzay geometrisi” ve “zaman” , yağmur ya
da güneş sözcükleri üzerinde oynayarak kitabı kim değişti
rebilir?
— Hayır. Devinimi yontuya katma düşüncesi de söz konu
su değil. Bu, şakadan başka bir şey değildi. Şaka, açıkça şa
ka. Bir ilkeler kitabının ciddiyetini karalamak için yapılan
bir şaka.
270
olııp olmamalarına göre-, bir başka deyişle düzene, illusio’ya,
düzenin ve yararlığının benimsenmesine, tüm anlam ve özel
değer oluşturumunun tem elinde yer alan düzenin beklentileri
ne duyulan inanç arasındaki ilişki içinde ortaya çıkar. Ekono
mistlerin kabul ettikleri ve “mantıksal nitelik” üzerine oturta
rak usçullaştırmaya çalıştıkları ekonomi anlayışı, tüm öteki
ekonomiler gibi, bir fetişizm biçimine dayanır ama temelinde
yer alan libidonun en azından günüm üzdeki yapılarıyla biçim
lenen akıllarda -d ah a açık bir deyişle habitus’hrda- tüm doğal
görünümleri sunması nedeniyle, ötekilerden daha iyi perdele
nir.
NOTLAR
1 Bu nların dayandığı veriler ta r ih le n m iş olm alarına karşın - 1 9 7 6 ’da d e r l e n
m iş le rd ir- , b u ra d a ö n e r ile n inc e le m e le r, içinde b u l u n d u ğ u m u z d ö n e m
için d e (ortadan k a lk m ış e t k e n kişi ya da k u m ru la rın g ü n ü m ü z d e k i kimi
e şd e ğ erlerin i şura da veya b u r a d a g ö s te re r e k ya da s ü r m e k t e olanların g e
çirdiği d e ğ iş im le r e ilişkin kim i belirtileri v e r e r e k anım satıldığı gibi) tüm
geçerliklerini korurlar. G a lerile r ya da yayıncılık d ü n y a s ı n d a o l d u ğ u gibi
tiyatro d ü n y a s ı n d a da ortaya ç ıka n değişim ler, b u e v r e n le r in d a h a öncek i
d u ru m la rı içind e sü r d ü r ü l e n görgiil in c e l e m e l e rin ortaya k o y d u ğ u yapıyı
p e k fazla e t k i l e m e m i ş gibidir. (D e ğ işm e z le r i ortaya k o y m a ve t ü r d e ş li k l e
ri k a v ram a kaygısı, b eni b u açtnsaym araştırm a için d e farklı alanların ortak
bir b i ç i m d e paylaştığı ve h e m farklı k ü ltü r e l ü re tim alanların ın işleyişini
h e m d e b unlara ilişkin algılam alarım ızı ö rg ü tle y e n b ö l ü n m e ilkelerini or
taya ç ık a rm a k için, yazınsal ve sa natsal alanlar başta o lm a k ü z e re farklı
alanların özgü7 niteliklerini göz ardı e t m e y e ya da ikinci d e r e c e d e ö ğ e le r b i
ç i m i n d e ele alm aya yö neltti.)
2 B u n d a n sonra, tır n a k işaretleri, e k o n o m i anlayışının da r anlam ıyla bir
“c k o n o m i ” nin söz k o n u s u o l d u ğ u kulla nım ları göste rec ek tir.
3 Ü r e tim sü re cin in son d e r e c e d e ğ iş k e n bir nite lik su n a n u z u n lu ğ u , farklı
y a y ıne v lerinin yıllık d ö k ü m le ri arasında bir karşılaştırm a y a p m a n ı n p e k
fazla bir an la m taşım adığını gösterir: Hızlı b asım y a p an k u r u lu şla r d a n
uzaklaşılması, bir başka d e y iş le u z u n çevrimli ü rü n lerin p a y ının b ü y ü m e s i
ö l ç ü s ü n d e yıllık d ö k ü m , k u r u l u ş u n g e r ç e k d u r u m u ü z e r in e d a h a da y e t e r
siz bir fikir verir. G e r ç e k t e n de, ö rne ğ in stokları d e ğ e r l e n d i r m e k söz k o
n u s u o ld u ğ u n d a , g e r e k üretim maliyeti, g e re k o y n a k bir n i te l ik s u n a n satış
maliyeti g e r e k s e kâğıt maliyeti göz ö n ü n d e b u lu n d u r u la b ilir . Bu farklı h e
sa plam a biçimleri, stokların hızla basılı kâğıt d u r u m u n a d ö n ü ş t ü r ü l d ü ğ ü
“ticari” k uru lu şların v eya s t o k u n sürekli bir d e ğ e r k a z a n m a eğilim i g ö s te
re n bir s e r m a y e gibi algılandığı k u ruluşların söz k o n u s u olu p o lm a m a s ın a
gö re son d e r e c e farklı bir b iç im d e saptanır.
4 L a f f o n t Y a y ıncvi’n d c (ve yanı sıra, Albin M ichel gibi pazar m a n tığ ın a o la
b ild iğ in ce az uyan öteki yayıncılarda), yabancı k itapların ç evirisinde, y a
zın sallık d a h a fazla ö n e çıkarılır.
5 Bu s o ru ş tııru n u n yapıldığı tarih ten b u yana g e ç e n süre içinde, t o p lu m c a
t a n ı n m ış bir k o n u m a ulaşan M i n u i t Yayınevi (özellikle S a m u e l B e c k e t t ve
C l a u d e S i m o n ’u n kazandığı N o b e l ödülle riyle ), C o n c o u r t Ö d ü l ü k a za n an
J e a n R o u a u d ’n u n ro m an ın ın y e tk i n bir ö rneğini o lu ş t u rd u ğ u ikili stra te ji
ler aracılığıyla ö n c ü çileciliğin saygınlığıyla ticari ba şa rının kârlarını bir an
için ( D e n i s e R c n c ’n in g a le ris in d e g ö z le m le n e n m an tığ a göre), bir araya
ge tirm e y i d e n e r (bkz. B. S im o n o t, “Prix C o n c o u rt: u n e lib e rté su rv e il
l é e ” , Liber, R eçue européenne des livres, Aralık 1991, no. 8, s. 21).
6 Aynı m a n tık , yeni isim ler arayan y a yın c ının (M a u ric e N a d c a u ’n u n e n b e
lirgin örn e ğin i s u n d u ğ u ), b u l d u ğ u isimlerin, daha sağlam veya d a h a t a n ı n
mış, ödül jürilerin i adları ve ü n leriy le e t k i l e y e b il e n v e tü m b u n l a r d a n b a ş
ka re k la m ve d a h a y ü k s e k yazar h a kk ı v e r e n ya yıncılar tarafından ayartıl
ması sakıncasıyla karşı karşıya b u l u n m a s ı n a yol açar.
7 Bir süreklilik içind e kimi karşılaştırma noktaları göz ö n ü n e alınırsa ( k u ş k u
suz D u r a n d - R u e l ile D e n i s e R e n é arasında ara k o n u m la r vardır), g e n ç (en
yaşlısı elli yaşındadır) a m a g örece olarak tanınan ressamları bir araya geti
ren S o n n a b c n d G alerisi’yle e li n d e ö lm ü ş ve ü n lü ressam lar dışın da p e k
fazla bir isim b u l u n m a y a n D u r a n d - R u e l C a le risi’n in tersine, ö n c ü ve b e
n i m s e n m i ş ressam ların g e n e llik le birbirlerini dışarlayan kazançların ın bir
süre için (1976’da) yan yana geldiği sanatsal alan içindeki özel u z am -za m an
noktasıy la y e ti n e n D e n i s e R e n é Galerisi, daha ö n c e d e n y e te rin c e tan ına n
(soyut) ressamlarla ön cü veya ö n c ü sonrası (k in e tik sanat) ressam la rdan
oluşan kesim i bir araya getirir; böylcce, g e ç m işte okullara e g e m e n olan ay
rım laşm a e y ti ş i m in d e n bir an için d e olsa kaçtığı izlenim i uyandırır ( M i n u
it Yayınları da, 1990’d a yayıncılık ala nınd a be nze ri bir k o n u m a yerleşir).
8 F r a n s a ’daki büyük y a y ın e v l c r i n d c n birinin yöneticisinin, yay ına y ö n e lik
basılacak m e t i n l e r d e n h e m e n h e m e n hiçbirini o k u m a d ığ ı ve gü nlerini
yaln ızca işletm ec ilik uğraşıyla geçirdiği (ü retim k u ru lu y la toplantılar, a v u
katlarla, ş u b e sorum lularıyla g ö rü şm e le r, vd.) b ilin m e k te d ir.
9 Çeviri yapıtların p a yının ö z g ü n ya pıtlar karşısındaki d ü ş ü ş ü n ü a ç ık la m a k
için çeviri hakla rına y ö n e lik ö n d e li k l e r i n artışının yanı sıra “ bir k ita b ın ta
n ı tı m ın d a k itle iletişim araçlarının, özellikle d e tele viz yon ve r a d y o n u n
be lirleyici e tk i s i n i ” a n ım sa ta n R o b e r t L a f f o n t b u bağımlılığı k a bu l eder:
“Yazarın kişiliği ve a n la tım d a k i becerisi, kitle iletişim araçlarının s e ç im i n
de, dolayısıyla k i tle y e u la ş m a sın d a ağırlıklı bir öğedir. Bu alanda, ç o k ü n
lü birkaç isim bir yana bırakılırsa, yab an cı yazarlar o ld u k ç a elverişsiz bir
k o n u m d a d ı r ” (Vient de paraître, b u lle t in d ’in form a tion des é d itio n s R o b e r t
L affont, no. 167, O c a k 1977).
272
10 Klasik vapıtlar pazarının, e ğ itim d ü z e n i n e bağım lılık b a k ım ı n d a n son d e
rece özel yasalara bovıın eğdiği tiyatro k o n u s u n d a ( C o m é d i c -F r a n ç a is c ’in
“klasikle r m a t i n e s i ” ) b u d u r u m ö zellik le be lirgin bir yan içerir.
11 R. K anters, ¡.'E xpress, 15-21 O c a k 1973.
12 P. M arca bru, E rance-Soir, 12 O c a k 1973.
13 Bağışların alışverişine ilişkin z am an yapısının ince lem es i k o n u s u n d a , b a
kınız P. B ou rdieu , l.e Sens pratique (Pratik N e d e n l e r , İsta n bul, Kesit Ya
yıncılık, 1995), Paris, M in u it, 1980, s. 178-183.
14 H i n t- A v r u p a t o p lu m la rın d a “adsız” , adla n d ırılam a y an “m e s l e k ” olarak ti
c are t k o n u s u n d a , ba kınız É. B e n v c n iste , 1.e Vocabulaire des institutions euro
péennes, Paris, M in u it, 1969, s. 139 ve devam ı; y a d sın a n “ e k o n o m i ” olarak
k a p ita list öncesi e k o n o m i üzerine, ba k ınız P. B o urdieu, Algérie 60, Paris,
M in u it, 1977, s. 19-43.
15 B. D e m o y , “ L e livre à l’âge d e l ’i n d u s tr ie ” , L ’E xpansion, E k im 1970, s.
11 0 .
16 Bir galeriyi, için d e barındırdığı resim lerl e n i t e l e n d i r m e n i n sa ym aca bir
y aklaşım o ld u ğ u u n u t u lm a m a l ıd ı r - b u yakla şım , gale rin in “ta n ıttığ ı” ve
k e n d i n e “ bağ lad ığı” ressamlarla yalnızca birkaç yapıtını barın dırdığı ve
te k e lin i e li n d e tu tm a d ığ ı ressamları k e n d is in e mal e t m e so n u c u n a yol
açar. Bu iki u lam a b a ğ la n an ressam ların gö re ce ağırlığı da ayrıca galerilere
göre son d e r e c e d e ğ iş k e n l i k gösterir ve h e r tü rlü d e ğ e r yargısının dışında,
“satış galerileri” yle ok u l galerileri arasında bir ay rım ın ge tirile b ilm e s in e
k u ş k u s u z o lan a k tanır.
17 Başka bir y e r d e gösterildiği gibi, ya d sım a ya dayalı e k o n o m i n i n g e r e k t ir d i
ği sakıncalı yatırımlarla geçici başarıların g ü v e n li yatırımları arasındaki
“s e ç i m ” in (söz ge lim i, sanatçıyla resim ö ğ r e tm e n i sanatçı veya yazarla ö ğ
r e t m e n yazar arasında) to plum sa l k ö k e n d e n ve b u k ö k e n i n sağladığı g ü
v e n c e le r e göre az çok n e d e n o ld u ğ u sakıncaları g ö ğ ü s l e m e y e y ö n e lik e ğ i
l im d e n bağım sız olmadığı tartışm a gö tü rm e z.
18 Bkz. Peintres figuratifs contemporains, Paris, D r o u a n t Galerisi, 1967, 4. d ö
nem.
19 Yeni R o m a n t ü r ü n e b a ğ la n an hiçb ir yazar, G o n c o u r t Ö d ü l ü ’n ü ya da Aka-
d e m i ’nin ö d ü l ü n ü k a z a n a m a m ıştır ve C l a u d e S i m o n ’u n N o b e l O d ü l ü ’nc
d e ğ in b u ta n ıtım b u ru m la r ın ın a n ca k e n “a y d ı n ” olanlarınca, F é n é o n
Ö d ü lii v e özellikle M é d icis Ö d ü l ü ile tan ın m ış la rd ır (bkz. J. Ricard ou, Le
N ouveau R om an, Paris, Seuil Yay., 1973, s. 31-33).
20 R. L affont, Editeur, Paris, L affont, 1974, s. 302.
21 “ D ü ş ü n s e l alanda başarılı ay dın lar” ın % 5 ’in d c n d a h a azı, best-seller yazar
larının o lu ş t u r d u ğ u b ü t ü n için de y e r alır (ve b u n la r ın t ü m ü , Sartre, S i m o
ne d e Beauvoir, vd. gibi son d e r e c e t a n ın m ış yazarlardır).
22 D e n i s e R e n é, /. Uluslararası Öncü Galeriler Salonu K a ta lo g u n u n S u n u ş yazı
sı, Lozan, M u s é e cantonal de s Beaux-Arts, 1963, s. 150. (Altını b e n çizdim).
23 Sanat, yazın h a tta felsefe alanlarında kullanılan b irçok “k a v r a m ” ü z e r i n d e
s ü r d ü r ü l e n ç o k sayıda tartışm ayı o rtada n k a ld ırm a k için, g e n e llik le sınıf-
/a n d ın a , b a z e n da h a yansız ve daha n e sn e l bir g ö r ü n ü m taşıyan s ö z c ü k le
re a ktarılm ış kavra m la rın (sözgelimi “Yeni R o m a n " için “karşıtsal y a z ı n ” ,
onıın y e rin e d e “yapıtları M i n u i t Yayınları’nca basılan rom ancılar b ü t ü n ü ”
sözcükleri kullanılm ıştır) söz k o n u s u o l d u ğ u n u g ö r m e k yeterlidir; b u n l a
rın ilk işlevi, ö n e m li bir se rg id e veya ta n ın m ış bir g alerid e bir araya g e le n
ressam ların ya da yapıtları aynı y a y ın c v in cc basılan yazarların kılgısal uyu
m unu sa p ta m a y a olanak ta n ı m a k veya yalın ve kolay n i te l e n d i r m e l e r y a p
m a k tır ( “ D e n i s e R e n é , g e o m e t ri k s o y u t sa n a ttır ” , “A le x a n d r e Iolas, M ax
K r n s t ’tir” veya “Arm an, ç ö p l ü k t ü r ” ve “C h risto a m b a lajd ır" t ü r ü n d e n ).
24 F o to ğ r a f ü z e r in e yapılan bir soru ş tu ru y a verdiği yanıtta, ü n c ü bir ressam ın
söylediği gibi, b e ğ e n i l e r farklı d ö n e m l e r d e ö n c ü b e ğ e n i n i n taşıdığı n i te
liklere ba şv u ru lara k “ta r ihlendirile bilir” : “ Fotoğraf, d ö n e m i n i t a m a m l a
mıştır. - N e d e n ? - Ç ü n k ü artık m odası g eçm iştir; ç ü n k ü iki üç yıl ön c ek i
ka vram la r b ü t ü n ü n e bağlıdır [...]. - K i m : ‘Bir tabloyla b a k tığ ım d a , b e t i m
lediği şeyle ilg i l e n m i y o r u m ’ d iy e b ilir? - Artık z am an , sa na tta p e k fazla e ğ i
timli olm ayan kişilerin zam anı. S a n a t k o n u s u n d a hiçbir fikri o lm a ya n i n
sa nlara özgü bir söyleyiş biçimi bu. Yirm i y ıl önce, yirmi yıl ö n c e s in e g it
m e k g e r e k ir mi b ilm iy o ru m , s o y u t ressam lar b u n u söyler miydi? S a n m a m .
Bu, tam anlam ıyla, bilgisiz ve: ‘Be n salak değilim , ö n e m li olan o n u n g ü
zelliğ i’ d i y e c e k bir insana özgü bir şe y .”
25 VH 101, no. 3, S o n b a h a r 1970’tc y a yınla nan söyleşi, s. 55-61.
26 Bu n e d e n l e , z am an la yakın lık b a ğ ıntısının ve yapıtlara u laş m a d ak i g ü ç lü
ğü n, eski bir an la tım b iç im in e ( g ü n ü m ü z d e k i “ Yeni D a d a c ılık ” , “Yeni
G e r ç e k ç il i k ” ya da “Aşırı G e r ç e k ç il i k ” gibi) bir geri d ö n ü ş e (ikinci d e r e
c e d e n ) y ö n le n d ir m e s i d u r u m u n d a a y rım laşm a m a n tığ ın ın o rtad a n k a lk t ı
ğını d ü ş ü n m e k safyü rcklilik olurdu.
27 U laşılabilecek tü m bilgilerin ç erç ev e siy le sınırlı ka lına ra k (Pierre G u c t -
t a ’nın, l^e Théâtre et son Public, [2 c., çoğaltı, Paris, K ü ltü r Bakanlığı, 1966]
başlıklı y e tk i n i n c e l e m e s in d e y e r alan bilgiler) b u i n c e l e m e d e d e ğ in ile n
yalnızca birkaç tiy a tr o n u n adı anılmıştır. 1975’te tiyatro g a z e te l e r i n d e d e
ğinilen 43 tiy atro dan (ö d e n e k li tiyatrolar b u sayının dışındadır) 2 9 ’u ( ü ç te
ikisi) d o ğ ru d a n bulv ar tiya trosuna ba ğ la n an o y u n la r sergiler; 8 ’i klasik ya
d a yansız ( “ belirtili o l m a y a n ” a n la m ın d a ) yapıtlar sergiler; ve t ü m ü d e sol
y a k ad a b u l u n a n 6 tiyatro, ay d ın tiyatro olarak k a b u l e d il e b il e c e k yapıtlar
sergiler. (Anılan tiyatroların kim ileri s o r u ş tu r u n u n yapıldığı d ö n e m d e k a
panm ıştır, a m a b u n ların y e rin e ba şk a tiyatrolar u z a m d a e şd e ğerli k o n u m
lara gelm iştir.)
28 T ü m m e t i n d e o l d u ğ u gibi b u r a d a da “ k e n ts o y lu ” , ad nite liğ iyle kulla n ıl
dığı d u r u m d a “sa ygınlık ala n ının e g e m e n k o n u m u n d a b u lu n a n l a rı ” g ö s t e
rir; sıfat olarak k ulla nıld ığı d u r u m la rd a , “ b u k o n u m la r a yapısal b a k ım d a n
b a ğla nan la rı” belirtir. “A y d ın ” , aynı b içim d e, “y e t k e alanı için d e e g e m e n
o l u n a n k o n u m la r ı ” gösterir.
29 “ Araştırı” tiy a tr o s u n u n ortaya çıkm asıyla b irlikte “m o d e r n ” b içim e 19.
y y ’ın son ç e y r e ğ in d e b ü r ü n m ü ş o lm a sın a karşın, tiyatro u z a m ın d a göz-
274
I c m l c n e n yapı yeni değildir. Bulvar tiy a tro su n u n en g ö z d e y apıtlarından
biri olan Le Tournant'i li Françoise Dorin, öneii yazarı vodvilin e n belirgin
d u r u m u içine y e rle ştird iğ in d e, b e n z e r n e d e n l e r b e n z e r sonu ç lar d o ğ u r d u
ğ u n d a n , 1836'da S c r i b e ’in, T a ('.ama ra de n e d e , iyi izleyicileri r o m a n tiz m in
aşırılık ve tuh aflık la rın d a n k o r u m a k için Delacroix, Hııgo ve Berlioz’a
karşı b a şv u rd u ğ u , ö lüm ağıtlarıyla ün ka za nan O scar Rigaut'y ıı iyi bir in
san, kısacası sıradan bir insan, kentsoyluları “ dar kafalı” olarak n itc lc n d i-
r c ın e y c c c k bir kişi olarak tanıttığı stra te jilerd e n yararlanır (Bkz. M. D c s-
cotes, Te Public de théâtre et son Histoire, Paris, P U F , 1964, s. 298). Bu sa ld ı
rılarla, tiyatro y a pıtlarında b u denli sık karşıla şılm ayacaktır (sözgelimi,
M ic h e l P e r r i’nin H aule-f/dé/ité”s \n d c [1963], Yeni R o m a n ’ın parodisi akla
gelir) ve “ay d ın tiya tro ” ca hiçe sayıldığını veya kın an d ığ ın ı d u y u m s a y a n
“k e n ts o y lu ” izleyicilerin d e steğ in i sağlam adıkça, e le ştirilerd e p e k fazla
karşılaşılmayacaktır.
30 A. d e B a cc q u c, “ Faillite d u t h é â t r e ” , ¡ . ’E xpansion, Aralık 1968.
31 İste r m o d a yaratım ları isterse sanat yapıtları söz k o n u s u olsun, a yrım laşm a
stratejilerini elverişli kılan savaşım alanları olarak kü ltü re l iyeliklerin ü r e
tim a la nlarının işleyiş m antığı, b u alanların işley işind e n doğ a n sonuçları
ayrım sal olarak, bir a yrım laşm a aracı b i ç im in d e görev y a p m a y a elverişli kı
lar.
32 J.-J. G a u tie r, Théâtre d 'a u jo u rd ’hui, Paris, Juillard, 1972, s. 25-26.
33 J.-J. G a u tie r, ¡¿ F ig a ro , 11 Aralık 1963.
34 T ü r d e ş bir yapı içind e aynı k o n u m , aynı stratejiler üretir: T a b l o satıcısı A.
D r o u a n t, “solun gösterişli a m a tatsız tu z s u z ressam larını, y a p m a c ı k bir ö z
g ü n l ü ğ ü n y e t e n e k sanıldığı yalancı dehaları k ın a r” (G alerie D r o u a n t, Ca
talogue 1967, s. 10).
35 L. D a n d rc l, ¡¿ M o n d e , 13 O c a k 1973. T u t u c u (siyasal b a k ım d a n ) k o n u m
lara belli bir parla klık k a ta n “ y e n id e n y a p ıl a n m a ” ortam ı, k ü ltü re l ü re tim
alanları için d e g e rile y e n tu tu m l a r ı n g ü ç le n m e s i n i sağlar - sözgelim i ro
m an ala nın da “ö y k ü ” yc geri d ö n ü ş l e ya d a başka z a m a n la rd a u y m a k z o
r u n d a o l d u ğ u sa v u n m a stra tejilerini bırakarak, aralarında D ura s, Beauvoir,
Sim on , Bataille, vd. gibi ö n c ü anlayışın k ü ltü re l k a h r a m a n la r ın ın ye r aldı
ğı “aşırı d e ğ e r v erilen yazarlar” listesi h a zırla m ak ta d u r a k s a m a y a n L e F i
garo’n u n y akın d ö n e m d e ya ptığı bir so ru şturu yla birlikte (Bkz. ¡.e Figaro,
16 M a rt 1992).
36 “ Bura da, yeni yazına ö y k ü n e n yeni s in e m a n ın karalam ay a çalıştığı bir tür
y e t e n e k söz k o n u s u d u r ; b u dü şm a n lığ ı a n la m a k güç değildir. K ğc r bir sa
n a t belli bir y e te n e ğ i varsayarsa, içtenliksiz kişiler b u n u ç o k fazla ç etin
b u l u p k ü ç ü k g ö rü y o rm u ş gibi davranırlar; sıradan k işile r d a h a kolay yolla
rı y e ğ le r” (L. C h a u v e t , ¡¿ F ig a ro , 5 Aralık 1969).
37 “ K ğe r g e r e k ç e l e ri n i n s u n u l u ş u sırasında karşıcılık söz c üğ ü k u lla n ılm ıy o r
sa, bir film yeni sin e m a y a yaraşm ıyor d e m e k t ir . B u n u n b u ra d a h içb ir a n
lam taşım adığını b e li r t e l im ” (L. C h a u v e t , ¡ ¿ F ig a ro , 4 Aralık 1969).
38 “ E n tu m tu r a k lı lirik-m etafizik inanç a çıklam alarınd a dile g e tirile n e n k a
ba e ro ti k - m a z o h is t kışkırtm aları bir araya g e t i r m e k ve Parisli sö z ü m o n a
ay dın ların b u k u r u bayağılıklar karşısında k e n d i n d e n g eçtiğin i g ö rm e k
o n u n için bir z e v k olabilir m iy d i? ” (C. B., Le Figaro, 20-21 Aralık 1969).
39 “ Böyle bilgi e d in i l e m e z , b u n la r hisse d ile n ş e y le rd ir... N e y a ptığım ı tam
an lam ıy la b ilm iy o r d u m . S u n u l a r y a p an insanlar var; b u n u n fa rk ın d a d e ğ il
dim [...]. Bilgi, belli belirsiz d u y u m s a m a k t ır , bir ş e y ler sö y l e m e k isteği ta
ş ım a k ve bunları b u l m a k t ı r . .. B u n lar ö n e m s iz şeyler, bilgi değil d u y g u la r
d ır” (ö n c ü resim).
40 J.-J. G a u tie r, Théâtre d 'a u jo u rd ’hui, a.g.y., s. 26. Bir k ita b ın başarısının ya
yınlandığı y e r e bağlı o l d u ğ u n u n yayıncılar da t ü m ü y l e bilincin dedir;
“ K e n d i le r in e u y g u n o la n ” la olm ayanı ayırt e tm e s i n i bilirler ve “ken dileri
için u y g u n ” bir y a p ıtın (ö rneğ in G a llim ard ) bir ba şk a y a y ın e v i n d e (sözge
limi L a f fo n t) başarı k a za n am a d ığ ın ı gözlem lerler. D e m e k o luy or ki, ya zar
la yayıncı ve k ita pla o k u r kitlesi arasındaki u y u m , y a y ın c ın ın ticari g ö r ü n
t ü s ü n ü işe k a ta n bir dizi se ç im in s o n u c u d u r : Yazarlar, yayıncıyı b u g ö r ü n
tü y e bağlı olarak, yayıncı da yazarları y a y ın e v in e y ü k le d iğ i işlev d o ğ r u l tu
s u n d a se ç e r ve o k u rlar da yayın cıya ilişkin izlenim leri d o ğ r u l tu s u n d a y a
zar seçerler; b u da, “y e r le rin d e n k a y m ı ş ” kita pların başarısız olm asına
açık lık getirir. Bir yayıncıya, çok y e r in d e olarak: “ H e r yayıncı k e n d i tü rü
için d e e n iyisidir” d e d i r t e n d e b u d ü z e n e k tir .
41 Patron ların, bankacıların, y ü k s e k m e m u r l a r ı n ya da siyasetçilerin a m a tö r
felsefelerin i se rg ile dik le ri ç o k sayıdaki yapıt, k ü l tü r ve k ü l tü re l ü r e ti m e
s u n g u niteliği taşır. Yazınsal yapıtlar verm iş, Who's IPÆo’da (K im Kimdir?)
adı g e ç e n y ü z k işin in ü ç te b ir in d e n çoğu profesyo nel d e ğ ildir (sanayiciler
% 14; y ü k s e k m e m u r l a r % 11; h e k i m l e r % 7; vd.) ve zam an la rın ın bir b ö
l ü m ü n ü k ita p y a zm ay a ayıran üreticilerin oranı siyasal yazılarda (% 45) ve
g e n e l k o n u la rd a (% 48) d a h a y ü k se k tir .
42 Alıcının (k o le k s iy o n c u ) “parasal” y atırım ının, yazın h a tta tiyatro ala nınd a
bile karşılaştırılam ayacak k a d a r b ü y ü k o l d u ğ u resim ala nında, sa n a t satıcı
sının ü s t l e n m e s i g e r e k e n s e m b o li k g ü v e n c e r o lü n ü n göze b a ta ca k k a d ar
belirgin olması bir rastlantı değildir. R a y m o n d e M o u lin , “ b ü y ü k bir ga le
riyle im z a la n an sö z le ş m e n in , ticari d e ğ e r ta şıdığın ı” ve a m a tö rle rin g ö z ü n
d e satıcının, “ya pıtların ü s t ü n n ite liğ in in g ü v e n c e s i ” o l d u ğ u n u g ö z le m le
m iştir (R. M o u lin , L e M arché de la peinture en France, Paris, M in u it, 1967, s.
329).
43 Aynı m a n tığ a göre, fe ls e f e n in d e felsefi b a k ım d a n “ tartışm a k o n u s u yapıl
m a s ı” , fe lsefe k u r u m u n u n t o p lu m b ilim s e l n e s n e ll e ş m e s i n i k atlanılam az
gibi g ö re n d ü ş ü n ü r l e r c c k a b u l e d ile c e k , h a tta y ü c eltilec e ktir.
Î K lN C l KESİM
GUSTAVE FL A U B E R T .
1
Yöntem Sorunları
279
Ve üniversiteden kaynaklanan istemin umarsız düzeneği,
beni önceden gerçekleştirdiğim çalışmaların şu ya da bu yanına
ilişkin bileşim metni denilen metinlerden birini oluşturmaya
zorladığında, birden yeniyetmelik çağlarımın en iç karartıcı ge
celerini anımsadım; okul yaşantısında alışılagelen konulardan
birisini, aynı ödevi yapmakla yüküm lü sınıf arkadaşlarımın or
tasında işlemek zorunda kaldığımda, birbirine öykünenlerin ve
derlemecilerin, ders, tez ya da başvuru kitabından oluşan okul
yaşamına özgü yineleme araçlarım sonsuza değin çoğalttıkları
çok can sıkıcı bir işe tutsak olduğum izlenimine kapılırdım.
NOTLAR
“ O k ı ı l ” v e “ b o ş / . a m a n ” a n l a m ı n d a Y u n a n c a s ö /.c ii k. ( Ç . N . )
ğ u m g ö r ü lm e k te d ir . Bıı k o n u d a k u ş k u s u olanları, altmışlı yılların felsefe
ve to p lu m bilim le rinin d u r u m u n u n , b a n a b u g ü n d e do ğ ru gibi g ö r ü n e n
bir n e sn e lleş tirilm e si niteliğini taşıyan ve aynı y ıllarda k a le m e alındığı
için to p lu m b ilim c i anlayışları içinde, birçok yanlış yo rum , b u d a n m ı ş ya da
saptırılmış birkaç alıntı ve siyasal k a le m tartışm alarının e n ağır d arb elerin i
h a k e d e n bir ka rışım p a h as ın a “ 68 d ü ş i i n e e s i ” n d e n söz e d e b i l e n l e r i n b a
na t a n ıd ığ ın d a n da h a fazla ö z g ü rlü k sağlayan bir m ak a ley i o k um ala rın ı
öneririm (bkz. P. B o u r d ie u ve J.-C. Passeron, “Sociology a n d P h ilo so p h y
in F ra n c e sin ee 1945. D e a t h a n d R e su rrec tio n o f a P h ilo so p h y w i t h o u t
S u b j e c t ” , Social Research, no. 54, 1967, s. 162-212).
5 Kn azın d an çağdaşlara, da h a açık bir a n latım la ra k iplere uyg u lan d ığ ın d a,
z a te n hiçbir z a m a n e n iyi y o ru m b ilim s e l strateji niteliği taşım a y an k a y
nakların araştırısının, bir k a tk ı n ı n ö z ü n ü k a v ra m a k ta n çok, o n u n ö z g ü n lü
ğ ü n ü (bilgi ku ra m ı a n la m ın d a ) a z a ltm a k ya da y o k e t m e k kay gısından
e sinle ndiğ i açıkça ortaya çıkar; b u kaygı, bilgisizlik ya da k ö rlü k n e d e n i y
le d a h a ö n c e g ö r ü lm e m iş in yanılgısına ka pıla n safy üreklile rin ç o ğ u n lu ğ u
içinde u y a n ık olanlar gibi, b i li n m e y e n ka y n ak ların “b u l ıı c u ” su n a k e n d in i
ayırt e ttirm e sin i sağlar.
6 Bu d u r u m , b u r a d a k ulla nıld ığı biçim iyle bu kavram ı g e v ş e k ve belirsiz
k u lla n ım la rd a n ( “yazı alanı” , “ ku ra m sal a la n ” , vd.) a y ırm ad a yete rli o lab i
lir; b u kullanım lar, söz k o n u s u kavram ı, k e sit ya da tür gibi son d e r e c e sı
radan kavram ların eşili d u r u m u n a getirir.
7 Bkz. J. Proust, Questions de fo rm e , logique et proposition analytique de K a n t à
C am ap, Paris, Fayard, 1986.
8 E. Cassirer, Substance et Fonction, Paris, M in u it, 1977. Burada, özellik le
m o d e r n m a te m a ti ğ i n biçim sel, işlem sel ve yapısal nite liğ ini vurg ulayarak
“yapısal” bir b ilim k u r a m ı ö n e r e n (G. C a n g u il h c m , E tudes d ’histoire et de
philosophie des sciences, Paris, Vrin, 1968, s. 202) Ba che la rd da (özellikle l ,e
Rationalism e appliqué, Paris, P U F , 1949, s. 132-133 ve L a Philosophie du
non, Paris, P U F , 1940, s. 133-134) anılabilirdi. Yapısalcılık d o r u k n o k t a
s ı n d a y k e n k a le m e ald ığım bir m a k a l e d e , doğa b ilim le rin e u y g u la n a n ba-
ğıntısal d ü ş ü n c e b içim inin t o p lu m b ilim le rin e uy g u lan m a sı koşullarını or
taya çıkarm ay a çalışm ıştım (bkz. P. B o urdieu, “S tru c tu ra lis m a n d T h e o r y
o f Sociological K o n o w lc d g e ” , Social Research, c. XXV, no. 4, 1968, s. 681 -
706).
9 Rus biçim cilcr ve C a ssirer arasında k i bağ ıntı k o n u s u n d a , P. S t c i n c r ’e ba
kılabilir. (Russian Form alism . A Metapoetics, Ithaca, C o rn e ll U niversity
Press, 1984, s. 101-104.)
10 P. B ou rdieu, “C h a m p in te lle c tu e l e t p r o je t c r é a t e u r ” , Les Temps modernes,
no. 246, 1966, s. 865-906.
11 Bkz. P. B ou rdieu, “ U n e i n te r p r é t a ti o n d e la sociologie religieuse d e M ax
W e b e r ” , Archives européennes de sociologie, e. X II, no. 1, 1971, s. 3-21.
12 1983 ile 1986 yılları arasında C o l lè g e d e F r a n c e ’ta v erdiğ im ve ileride ba-
520
sılacak olan d e rslerd e , ge rçe k le ştirilm iş farklı in celem eleri bir ü st b i ç i m
se lle ştirm e d ü z e y i n e taşıyarak alanların g e n e l özelliklerini ortaya k o y m a
ya çalıştım.
13 Ö rn e ğ in , dilin top lu m sa l kullanım ları söz k o n u s u o ld u ğ u n d a, so yut “d u
r u m ” k a v ra m ın d a n ayrılm am - b u da S a u ssure ya da C h o m s k y ö r n e ğ in d e n
bir k o p u ş u ortaya k o y a r-, beni, h e r zam an , dilsel iletişim ilişkilerini k o
n u şu c u ların v e bu nların üyesi oldukla rı to p lu lu k ların dilsel veya kü ltüre l
s e r m a y e le r arasındaki ilişkilerin yapılarıyla ta n ım la n a n piyasalar gibi gör
m e y e zorladı. *
14 Kişisel ev in ce lem es iy le , bu y ö n d e ilk ad ım ı atm ayı d e n e d i m (bkz. P.
B ou rdicu , vd., “ L ’é c o n o m i e d e la m a i s o n ” , Actes de la recherche en sciences
sociales, no 81-82, 1990, s.2-96).
15 Burada, y e t k e alanı içine y e rle ştirm e si m u tl a k bir b iç im d e z o runlu olan,
kaba ve açıkça y e te rsiz g ö ste r g e le r e b a şvu rulm a sını g e r e k tir e n üniversite
alanı ü z e ri n e yapılan i n c e l e m e örneğin i; ya da piskoposlarla dinb ilim c ile r
(ve daha g e nel d ü z e y d e din adam ları) arasındaki yapılaştırıcı ilişkinin a n
cak son d e r e c e k a b ac a ve n ite len d iric i bir b iç im d e kavranabildiği p isk o
p o s lu k ü z e r i n e i n c e l e m e örneğini; v eya t e k bir k u r u m u k o n u alan t e k k o
n u i n c e le m e le r in in kura m sal ve görgiıl b a k ım d a n saçm a old u ğ u kadar k u
sursuz da olan titizliği karşısında, alanı b ü t ü n ü içinde k avram a kaygısının
son d e r e c e b ü y ü k , b a z e n u y g u l a m a d a aşılam ayacak g ü ç lü k le re yol açtığı
y ü k s e k ö ğ r e t i m k u r u m l a n ala n ının dizisel in c e le m e s i örneğin i e le alabilir
dim.
16 Bu s ö z l e r i m d e n alınacakların, l.a D istinction'un s o n u n d a , “a y d ın lık gö-
r ü ş” ü n sa p k ın z evk leri k o n u s u n d a yazdıklarım ı o kum ala rı g erek irdi (bkz.
P. B o u rdieu , L a D istinction. Critique sociale du jugement, Paris, M in u it, 1979,
s. 565-566).
17 K öke n lerini, É co le n o rm a le s u p é r i e u r e ’d e altmışlı ve se k se nli yıllar ara
sın da v e rd iğim bir s e m i n e r d e n alan yazınsal, sanatsal ve felsefe alanları
üz e r in e yapılan araştırm aların y ö n t e m b i li m s e l ilk e lerin e ilişkin geçici bir
ilk su n u ş u , birbirini b ü t ü n l e y e n üç m a k a l e d e y apm ıştım : “C h a m p in te l
lec tu el e t p ro jet c r é a t e u r ” , Les Temps modernes, no. 246, 1966, s. 865-906,
“C h a m p du pouvoir, c h a m p in te lle c tu e l e t h a b itu s d e classe” , Sco/ies, no.
1, 1971, s. 7-26, ve “ L e m a r c h é d e s b iens s y m b o l iq u e s ” , Année sociologi
que, no. 22, 1971, s. 49-126. Bu çalışmaları in c e le y e c e k olanlara, b u m e t i n
le r d e n ilkinin ba n a te m e l a m a aynı z a m a n d a aşılmış gibi g ö r ü n d ü ğ ü n ü
belirtm eliyim : Alanın o l u ş u m u ve yapısını ilg ilen diren te m e l ö n e r m e le r
ve b e y lik d ü ş ü n c e le r, ko n u ların ana kalıpları gibi işlev gören karşıtlık
çiftlerini k a p sa y an şe y lere ye r v e rd iğ in d e n , bu m a k a le ç alışm am a ilişkin
e n son g elişm eleri su n m a k ta d ı r; a m a ikinci m a k a l e d e d ü z e l t m e y e çalıştı
ğım iki yanılgıyı da barındırır: E t k e n k işiler arasındaki karşılıklı e t k i l e
şim le re ilişkin t u t u m l a r arasındaki n e s n e l ilişkileri k ü ç ü l t m e çabası g ü d e r
ve iy e lik le rin d e n k im ilerin in g e r ç e k ilkesini g ö z d e n kaçırm a sakıncasıyla
birlikte, k ü ltü r e l alanı y e t k e alanı içine y e rle ştirm e yi göz ardı ed er. Ü ç ü n
cü m a k a l e y e gelince, kim i k e z biraz da e s n e k olm ayan bir b iç im d e b u r a
da su n u l a n çalışm aların ve başkalarının s ü r d ü r d ü ğ ü bir dizi i n c e l e m e n i n
te m e lin i o lu ştu ra n ilkeleri sağlar.
18 K ültü rel yapıtlara ba ğla nan ve b u y apıtların içeriğin de d e ye r alan son d e
re ce öz gü n inancın t e m e l i n d e b u lu n a n , C o l c r i d g e ’yc güre “ şiirsel inaneı
o lu ştu ra n inançsızlığın istem li ve gcçiei olarak askıya alınm ası a n la m ın a
g e l e n ” ve e n olağ a n ü stü d e n e y i m le r i k a b u l l e n m e y e y ö n l e n d i r e n sk o la s
tik bakış açısına özgü inancı d a h a ile ride e le alacağım (bkz. C o le rid g e , B i-
ographia Literaria, no. 2, s. 6, alıntılayan M. H. Abrams, D oing Things with
Texts, Essays in Criticism a n d C ritical 'Theory, N e w York, L o n d ra , W. W.
N o r t o n / Co, 1989, s. 108).
19 Bkz. D. G a m b o n i, “M é p r i s e s e t m épris. É l é m e n t s p o u r u n e é t u d e de
l’icon oc lasm c c o n te m p o r a i n ” , Actes de la recherche en sciences sociales, no. 49,
1983, s. 2-28.
20 R. W c l l e k vc A. W arren, 'Theory o f Literature, N e w York, H a rcou rt, Brace,
2. basım, 1956, s. 75.
21 G ü n d e l i k dil için yaşam, ayrım sız bir b i ç i m d e bir ge çm iş ve b u g e çm işin
ö y k ü s ü gibi tasarlanan bireysel bir varoluşa ilişkin olayların b ü tü n ü d ü r :
Yaşamı, kavşakları ve tuzaklarıyla bir yol, bir kariy er ya da bir ilerleyiş, iz
le n e n ve alınması g e r e k e n bir yol, bir koşu, bir eğ itim b ü t ü n ü , bir yoleu-
luk, bir gü z ergâ h , çizgisel vc t e k yönlü, bir başlangıç nok tası (yaşam ın
başlangıcı) içe ren yazınsal bir y e r de ğ iş tirm e, aşamalar v c son, g e çm işin
so n u b i ç im in d e b e tim le r.
22 Bu y a ş a m ö y k ü s ü fe ls efe sin e ilişkin kısa bir süre ö n c e karşılaşılan bir ör
nek: “ Yaşamını (başlangıç olarak bir b ö l ü m ü n ü ) , anlaştlabilir b ir bütün,
için d e bir b irim ’ın ayırt e d ile b ile c e ğ i bir b ü t ü n ya d a G o c t h c ’nin, W itt-
g c n s t c i n ’ın d a b e ğ e n d iğ i şiirle rin d en b ir in d e b e tim le d iğ i biçim iy le Da-
i'mon’un evrim i gibi su n m a y ı [...] d e n i y o r u m . . . ” (B. M c G u i n c s s , Wittgens
tein. Les Années de jeunesse, 1889-1921, c. I, Fr. çev. Y. T e n e n b a u m , Paris,
Seuil Yay., 1991, s. 11. [Altını b e n çizdim.])
23 J. -P. Sartre, “ L a c o n s c ie n c e d e classe c h e z F l a u b e r t ” , L es Temps modernes,
no. 240, 1966, s. 1921. (Altını b e n çizdim).
24 A.g.y., s. 1935.
25 J.-P. Sartre, “ L a c o n sc ie n c e d e classe c h e z F l a u b e r t ” , Les Temps modernes,
no. 240, 1966, s. 1945-1950.
26 J.-P. Sartre, L ’E tre et le N éant, Paris, G allim ard, 1943, s. 643-652 ve ö z e l
likle s. 648.
27 Bkz. C. Becker, “ L ’offensive n aturaliste” , C. D u c h e t (yayıncı), Histoire lit
téraire de la France, c. V, 1848-1917, Paris, É ditions Sociales, 1977, s. 252.
28 S a rtr e ’ın, D e s c a r t e s ’çı ö z g ü rlü k k u r a m ı n ı n y e n i d e n y o r u m u n u , d a h a d o ğ
rusu k ö k le ş m e sin i önerdiği g e n ç l i k d ö n e m i n i n k ü ç ü k yapıtı k u ş k u s u z y e
te r in c e öz e n le o k u n m a m ıştır : Burada, D e s c a r t e s ’ın T a n r ı y a bağladığı son-
su/, ge rçe kle ri ve d eğerleri yaratm a ya ilişkin te m e l özg ü rlü ğ ü n insa n a v e
r i lm e s i n d e n b a şka bir şey söz k o n u s u d e ğild ir (J.-P. Sartre, Descartes, C e
n e v re, T raits, Paris, T r o is C ollines, 1946, s. 9-52).
29 E k t e (bkz. s. 526), y a ratılm ad a n var olan yaratıcının söy le nce sine (tü m
fe lsefe tarihi b o y u n c a birçok a nla tım b iç im in e b ü r ü n e n ) ö rn e k bir anla
tım k a z a n d ır m a k için n e b a k ım d a n ve niçin hazır o l d u ğ u n u a n la m a k ü z e
re bilgiler v e r e n Jc a n -P a u l S a r t r e ’ın b e n im s e d iğ i t u tu m a ve izlediği yola
ilişkin bir i n c e l e m e y e ye r vereceğiz.
30 2. B ö l ü m ü n e k i n d e (bkz. s. 426), k e n d in i ü r e te n le r i n k o n u m la rın a ve yö
r ü n g e le r in e b a ğ la n an tu tu c u s ö y le m e ilişkin iki b ü y ü k ulam ın e tik ve si
yasal e ğ ilim le rin in ince lem es i ye r alm akta dır.
31 T u t u m l a r l a alan iç inde k i k o n u m la r arasında anlaşılabilir bir bağıntıyı var
sayan b u y ö n t e m i t ü m ü y l e e le a lm a k için, bir alan içinde ve belli bir d u
ru m d a , farklı ince le m e c ile rin farklı yaklaşım lara göre nasıl da ğılım g ö ste r
diğini ve farklı olası y ö n t e m l e r a rasında n birini hangi n e d e n l e b e n i m s e
dik lerini a n la y a b ilm e k ü z e re gerekli t o p lu m b ilim s e l bilgileri bir araya g e
t ir m e k gerekir. R olan d B arth es ve R a y m o n d Picard arasındaki tartışm ayı
k o n u alan i n c e l e m e m d e , b u t ü r ilişk ile n d ir m e y e y ö n e lik kimi te m e l bil
giler y e r a lm a k ta d ır (bkz. P. B ou rdieu , H om o academicus, Paris, M in uit,
1984, v e özellik le 1992’d e yapılan ikinci ba sk ın ın sonsözü).
32 R. W e lle k , N ew Criticism’i h e d e f o l d u ğ u e leştirilere (özellikle içrekçi
e s t e t i k anlayışını, a k so yluluğu , tarihi göz ardı e tm e si, bilim sel savları b a
k ı m ı n d a n ) karşı s a v u n m u ş t u r ( “T h e N e w Criticism: Pro a n d C o n t r a ” ,
Critical Inquiry, c. IV, no. 4, 1978, s. 611-624. Ayrıca, k e n d i n e göre “ sa n a
tın s o n u n u n ” ve “ ya zın ın ” ya da “ k ü l tü r ü n ö l ü m ü n ü n ” habercisi olanlara
karşı, d a h a açık bir a n latım la M a r x ’çilarm, g ö stc rg cbilim cilerin (R o lan d
Barth es, “yazının o l u ş u m u gereği gerici o l d u ğ u n u ...” söylüyordu), ayrış-
tırmacıların, v d . ’nin bir arada t ü m ü n e karşı b u d e n e y im li yazın k u r a m c ıs ı
nın ya ptığı üm itsiz ve y e tk i n sa v unm ayı da o k u m a k g e rek ir (bkz. R. W e l
lek, The A ttack on Littérature, T h e A m e ric an Scholar, c. X L II , no. 1, 1972-
1973, s. 27-42): Bu m etin , ye tm işli yılların tutucu devrim lerinin dile ilişkin
terö rizm in in ( “ dil faşisttir” , vd.), American Scholar ın g ö z etile n ve ayrıca
lıklı e v ren i için d e uyandırdığı “ b ü y ü k k o r k u ” ve b u n u n karşılığında g ü
n ü m ü z d e y aşadığ ım ız k ü ltü re l yeniden yapılanm a çabaları (özellikle Alan
Bloom ile) ü z e rin e k e sin bir fikir verir.
33 J. C. R a nsom , The W orld’s Body, S c r i b n e r ’s Sons, N e w York a n d L o n d o n ,
1938.
34 P. Szondi, Introduction à l ’herméneutique littéraire, Paris, L e Cerf, 1989.
35 P.-M. d e Biasi, Ö nsöz, G. F la u b e rt, Carnets de travail, eleştirili ve oluşsal
baskı, hazırlayan P.-M . d e Biasi, Paris, Balland, 1988, s. 7.
.36 R. D c b r a y - G c n e t t e , F laubert à l ’œuvre, Paris, F la m m a rio n , 1980.
.37 P.-M . d e Biasi, “ L a C r i ti q u e g é n é t i q u e ” , Introduction aux méthodes critiques
p o u r l ’analyse littéraire, Paris, Bordas, 1990, s. 5-40; R. D c b r a y - G e n c t tc ,
“ K s q u is sc d e m é t h o d e ” , Essais de critique génétique, Paris, F la m m a rio n ,
1979, s. 23-67; C. D u c h e t , “ L a d iff é r e n c e g é n é t i q u e dans l ’é d itio n du
t e x t e f l a u b e r t i e n ” , Gustave H aubert, c. II, Paris, 1986, s. 193-206; T . W illi
ams, F laubert, ¡ . ’Education sentimentale, ¡.es Scénarios, Paris, José Corti,
1992; ve özellikle iki d e rle m e : L. H a y (yayımcı), E ssais de rritique généti
que, Paris, F la m m a rio n , 1979 ve A. G résillon (yayımcı), De la genèse du texte
littéraire, 'Frisson, D u L éro t, 1988.
38 P.-M . d e Biasi, G. F la u b e rt, Carnets de traitai!, a.g.y., s. 83-84.
39 M. F o u c a u lt, “ R é p o n s e au c erc le d ’é p is té m o lo g i e ” , Cahiers p o u r l'analyse,
no. 9, 1968, s. 9-40 (alıntı yapılan sayfalar: 40, 29, 37).
40 H e r d u r u m d a , alanlar arasındaki akta rım lara ilişkin ayrıcalıklı bir y ö n lc n -
dirim in söz k o n u s u o lup o lm a d ığın ı ve b u n u n n e d e n i n i yalnızca tarihsel
gö z le m belirleyebilir; am a h e r şey, n c B u r c k h a r d t ’ın WeltgeschtUche B et
rachtungen d e ( D ü n y a T a r i h i Ü z e r in e G ö z le m le r) bir dizelgesini o lu ş tu r
d u ğ u n u savladığı gibi (İslam ile d in in b içim le n d ird iğ i kültür, Atina, F’ran-
sız D e v rim i, vd. ile k ü l tü r ü n b içim le n d ird iğ i de v le t, vd.), n e salt tarihsel
k o şu lla n m a ba ğıntıları, n c d e k a tıksız m an tık sa l bağın tılar söz k o n u s u d u r.
H e r d u r u m d a , m an tık sa l g e r e k ç e l e r ve to p lu m sa l n e d e n l e r , farklı alanlar
a rasında se m b o li k alışverilerin t e m e l i n d e ye r alan farklı t ü r d e n g e r e k le r
b ü t ü n ü n ü o l u ş t u r m a k için b irbirle rine karışırlar.
41 S a n a t tarihi için d e y ü k s e l e n H e g e l ’cilik k o n u s u n d a , b a k ın ız E. H. G o m b -
rich, In Search o f C ultural History, O x ford, C l a r e n d o n Press, 1969 ve ayrıca
H e g e l ’cilik vc o lg u c u lu k arasında aşılması g e r e k e n karşıtlık üzerine,
“ F ro m th e Revival o f L e t t e r s to t h e R e form o f t h e Arts” , The Heritage o f
Apelles, Studies in the Arts o f the Renaissance, I, O xford, P h a id o n Press, 1976,
s. 93-110.
42 Kunstwollen, P a n o f s k y ’nin belirttiği gibi bu, belli bir halk ve d ö n e m i n b ü
t ü n ü n e özgü vc aşk ın “sa natsal i s t e m ” , tarihsel b a k ım d a n ta n ım la n a b ile n
bir ö z n e n i n tekil ist e m l e ri n e gö re hiçbir z a m a n ç o k u z ak değildir; h a tta
Alois R ie g l’d e o ld u ğ u gibi, g izem ci bir sa n a t tarihinin ortaya koyabileceği
bir tü r özerk g ü ç te n d e uzak d e ğildir (bkz. Fi. Pan ofsky, “ L e c o n c e p t d u
K unstw ollen”, L a Perspective comme fo rm e symbolique, Fr. çeviri G. Ballangé,
Paris, M in u it, 1975, s. 197-221 ve P. ß o u r d i c u , E. Pan ofsky, Architecture
gothique et Pensée scotastique, a.g.y.'\n S onsözü). Aslında, bilg inin g e ç m işe
y ö n e lik bakışıyla g e r ç e k le ş e n , için d e özgül sanatçıların çık ar ve e ğ ilim le
rinin dile getirildiği sayısız K ünstler-W ollen’in (veya N ie tz s c h e tcrim cc sin -
d e Künstler-W ille) birbirine e k l e n m e s i n d e n başka bir şey söz k o n u s u d e
ğildir.
43 Bu bakış açısın dan, az ç ok “ya ratıc ı” bir b i ç i m d e birçok alana katılm ış b u
lu n u p tipik L c i b n i z ’ci olası d ü n y a la r ö r n e ğ in e göre aynı habitus' tan birçok
g e rç e k le ş im le r ü r e te n k işiliklerin i n c e l e n m e s in i n (örneğin y in e b u bakış
açısınd an P a n o f s k y ’ce i n c e l e n e n Galileo gibi) n e denli yarar sağlayacağı
g ö r ü l m e k t e d i r ( t ü k e t i m d ü z e n i içinde, aynı b e ğ e n i d e n L c w i s ’in belirttiği
a n la m d a “ karşılıklar” olarak farklı sanatların n e s n e l olarak dizgeli anla
tım lara fırsat v erm esi gibi).
44 Ö z e llik le bkz. C. J. T y n i a n o v ve R. Ja kob son , “ L e p r o b l è m e d e s é tu d e s
littéraires e t lin g u i s t i q u e s ” , Théorie de la littérature. Textes des form alistes
russes, s u n a n ve ç e v ire n T . T o d o ro v , Paris, Seuil Yav., 1965, s. 138-139; F.
V. Krlich, R ussian F orm alism , L a H ay e, M o u to n , 1965; P. Ste ine r, Russian
Form alism . /I Metapoetics, a.g.y.; F. W. Galan, Historic Structures, The Prague
School Project, 1928-1946, A ustin, U n ive rsity o f T e x a s Press, 1948; P. S t e
in er (yayımcı), The Prague School, Selected Writings, 1929-1946, Austin, U n i
versity o f T e x a s Press, 1982; vc son olarak I. E v cn -Z o h a r , “ P olysystem
T h e o r y ” , Poetics Today, c. 1, no. 1-2, 1979, s. 287-310.
45 Bkz. P. Ste ine r, Russian F orm alism . A Metapoetics, a.g.y., özellik le s. 108-
110 vc aynı z a m a n d a F. J a m e s o n , The Prison-House o f Language: A Critical
Account o f Structuralism a n d Russian Form alism , P rin c eto n , P rin c e to n U n i
versity Press, 1982, s. 96. J a m e s o n bu ra d a “T y n i a n o v ’un, t e m e l d ü z e n e k
lerin k e sin soyutlam alara, ö z d e ş lik v e farklılığa d a y a n a n S a u s s u r e ’ün d e
ğişim örne ğini k o r u d u ğ u n u " g ö s te r m e k te d ir .
46 J. T y n ia n o v , alıntılayan, P. S te in e r, R ussian F orm alism . A Metapoetics,
a.g.y., s. 107.
47 U stanovka k a v ra m ın ın anlaşılmazlığı k o n u s u n d a , b a k ın ız P. Ste ine r, a.g.y.,
özellikle s. 124.
48 M. Fa urc , “ L ’é p o q u e 1900 e t la r é s u rg e n c e d u m y t h e d e C y t h è r c ” , I^e
M ouvem ent social, no. 109, 1979, s. 15-34 (alıntı yapılan sayfa; 25).
49 R. P o n t o n , I.e Champ littéraire en France de 1865 à 1905, a.g.y., s. 223-228.
50 P. Bayie, “ C a ti u s ” m ad d e si, D ictionnaire historique et critique, R o tte r d a m , 3.
baskı, 1720, s. 812, a, b, alıntılayan R. K oselleck, L e Règne de la critique,
Paris, M in u it, 1979, s. 92.
51 Bkz. H. S. Bcckcr, “Art as C o lle c tiv e A c tio n ” , American Sociological R evi
ew, e. X X X IX , no. 6, 1974, s. 767-776; “Art W orlds a n d Social T y p e s ” ,
American B ehavioral Scientist, e. X IX , no. 6, 1976, s. 703-719.
Kusursuz Aydın ve Düşiiincenin
Sonsuz Erkine İlişkin Yanılsama
NOTLAR
1 Burada, birkaç yıl ö n c e k a le m e alınm ış bir m a k a l e n i n izlcklcrin i ve yer
ye r d e terim lerini y in eliyo rum (bkz. P. B o urd icu , “S a rtr e ” , Landon Reviets
o f B o o ts, e. II, no. 22, 20 Kasım-2 Aralık 1980, s. 11-12). Bu m a k a le d e k i
tü m g ö n d e r m e le r e ye r v e r m e m e k l e birlikte, b e n im yalnızca tasarlam akla
y e tin d iğ im bir in c e l e m e olan, dizgeli bir in c e l e m e y l e alanı ve yapıtı kesin
bilgilerle a y d ın la ta n ve d e rin le ş tire n A n n a B o s c h c tt i ’nin Sartre et “Les
Temps m odem es” (Paris, Minııit, 1985) başlıklı çalışm asını anım satacağım .
2 “ K e n ts o y lu ” vc “h a l k ” ı aynı m antık sa l kategori için de birbirin e katm ay a
y ö n e lik bu eğilim, yazar v e sanatçıların ve d a h a g e n e l d ü z l e m d e d e ay
dınların to p lum sa l d ü n y a görü şlerinin d e ğ işm ezidir. Bu görüş, özellikle
F l a u b e r t ’de gözlem lenir.
3 “Sartre e tk i s i ” ni d a h a b ü t ü n s e l bir b i ç i m d e ka vram ak, t o p l u m u n a y d ın
lardan istediği k e h a n e t i n ortaya çık ışına ilişkin to p lu m sa l koşulların in c e
le n m e sin i varsayacaktır. Bu koşullar: k opu ş, savaştan, işgald en, d ir e n işte n
vc ö z g ü r lü k t e n ka y n a k la n a n toplu ve bireysel b u n a lım la rla birleşen trajik
ve kaygı dolu d e n e y i m le r olarak, t o p lu d u r u m l a ilgili koşullar; k e n d i üre-
tim ( E c o le no rm ale s u p é rie u re ) ve b e n i m s e m e (dergiler, d e r n e k le r, ya
yıncılar, a k a d e m ile r , vd.) kıırıımlarıyla d o n a n m ış, dolayısıyla y e t k e d e n
k o p u k , h a tta y e t k e l e r e karşı çık abilen v e aydına özgü k u su r s u z l u ğ u n özel
bir tan ım ın ı b e n im s e t ti r i p on a y la y ab ilec ek bir “aksoylıı a y d ın ” k e sim in
b a ğım sız varlığını d e s t e k l e y e b i le c e k a ydınlara özgü öz erk bir alanın varlı
ğı gibi yapısal koşullardır.
2
Yazarın Bakış Açısı
Kültürel üretim alanının bazı genel nitelikleri
N o m o s ve Sınırlar Sorunu
Olasıların Uzamı
Sunum ve İstem
Oluşturulmuş Yörünge
Habitus ve Olasılar
Kurumun Aşkınlığı
NOTLAR
1 Yazınsal ala nın y u k a r ıd a su n u l a n tarihsel i n c e le m e le rin d e n , k ü ltü re l ü r e
tim ala nlarının t ü m ü için geçerli olan ö n e r m e le r çık armayı am açlayan bu
m e tin , başka bir y e r d e in ce led iğ im ve d a h a sonraki k i ta b ım ın k o n u s u n u
olu ştu ra c a k özel alanların (dinsel, siyasal, h u k u k i, felsefi, bilim sel) özgül
m a n tığ ın a p e k fazla y e r v e rm e m e k t e d i r .
2 Y e tk e alanı k av ram ın a, yazınsal veya sanatsal alan içinde g ö z le m le n e n ve
yazarlar ya da sanatçılar b ü t ü n ü ü z e r i n d e farklı bo y u tla rd a geçerli olan et
kilere. g e r e k ç e k a z a n d ır m a k için ye r verildi (bkz. P. B ourd ieu, “C h a m p
du pouvoir, c h a m p i n te lle c tu e l e t h a b itu s d e classe” , Scolies, no. 1, s. 7-
26). Bu k a v ram ın içeriği, özellikle b ü y ü k okulla rda ve bu o kulla rın ö ğ r e n
cileri hazırladığı e g e m e n k o n u m la r ü z e r i n d e g e rçe k le ştirile n araştırm alar
aracılığıyla, g i d e r e k k e s in lik k a za nd ı (bkz. P. B o urd ieu, / .« Noblesse d ’E -
tat. Grandes écoles et esprit tie corps, a.g.y., s. 375 vd.).
3 Bkz. M. YVebcr, l^e Judaïsm e antique, Paris, Plon, 1971, s. 499.
4 Bu b a k ım d a n , “to p lu m sa l s a n a t” ın k o n u m u baştan aşağı karışıktır: S a n a t
sal veya yazınsal ü re tim i dış işlevlere ba ğla m akla birlikte ( “s a n a t için sa
n a t ” yanlıları b u n d a n y a k ın m a k ta n geri durm azla r), “çık ar g ü t m e m e ” d e
ğ e rle rin e aykırı olarak “s a n a t için s a n a t ” anlayışıyla, ortak bir biçim de,
so s y e te ç e v re le r i n d e k i başarıyı ve b u n u b e n i m s e y e n “ k e n ts o y lu sa n a tı”
yadsırlar.
5 Bu m a n t ı k içinde, e n a z ın d a n resim alanının kim i k e s im le rin in belli d ö
n e m l e r i n d e niye h içbir e ğ itim g ö r m e m e n i n ve okullarca b c n i m s e n m e m c -
nin bir o n u r un v a n ı gibi k a bu l edildiği anlaşılabilir.
6 P. C a sa n ova, Liber, no. 9, M a r t 1992, s. 15.
7 K k o n o m i k ve siyasal y e t k e l e r b a k ım ı n d a n k ü ltüre l ü r e tim a la nlarının b a
ğımlı nite liğ in in b ü r ü n d ü ğ ü biçim, k u ş k u s u z e v r e n l e r arasındaki ge rçe k
uzaklığa (bir e v r e n d e n ö t e k i n e k u şa k lar içi veya k u şa k la r arası geçişlerin
sıklığı gibi n e s n e l b elirtilerle ya da top lu m sa l k ö k e n le ri, o l u ş u m o r ta m la
rı, evlilik ler veya b a şk a b a k ım la rd a n ölçü le b ilen ) ve karşılıklı b e t i m l e m e
ler arasındaki m e s a fe y e (bir b a k ım a t ü m ü d e Fra nsız k e n ts o y lu k e sim
için t e h d i t niteliği taşıyan, A nglo-Sakso n ü l k e l e rd e k i karşı ay d ın t u t u m
d a n ay d ın savlara d e ğ in ) bağlıdır.
8 G ö r ü l d ü ğ ü gibi, özerklik, y e tk e l e r i n tanıdığı bağım sızlıklara i n d ir g e n e
m ez: S a n a t d ü n y a s ın a ta n ın a n y ü k s e k d ü z e y d e bir öz gürlük, özerkliğin
do ğ ru lan m as ıy la ö z d cv im li bir b i ç i m d e k e n d in i g ö s t e r m e z (sözgelim i, 19.
yy. Ingiliz ressam larının, çağdaşları Fra nsız re ssa m la r ın k in c b e n z e r bir
k o p u ş u g e r ç e k le ş t i r m e m e l e r i n i n n e d e n i n i n , bu nların Fra nsız re ssa m la rın
d a n farklı olarak so nsuz bir erki e li n d e b u l u n d u r a n bir a k a d e m i n i n z o r b a
ca baskılarına b o y u n e ğ m e m e l e r i n d e n k a y n a k la n d ığ ın ı söyleyebiliriz);
tersine, y o ğ u n bir zorlama ve d e n e t i m - ö r n e ğ i n katı bir sa n sü r aracılığıy
la-, özgül g e le n e k le r in , özg ün k urıım ların (k u lü p le r, gaze te ler, vd.), u y
g u n ö rn e k le rin y e te rin c e etkili olması d ııru m ın d a, ö z erk lik isteğinin kaçı
n ılm a z bir b iç im d e o rtada n k a lk m a sı s o n u c u n u doğurm az.
9 Ç o k i n c e le n m iş olan bu sorun k o n u s u n d a , özellikle H. R o se n b e rg , B u
r e a u c r a t a n d Aristocracy, The P russian Experience, 1660-1815, C a m b r i d g e ,
H a rv ard Un iversity Press, 1958 (ö n c elik le s.24); J. R. Gillis, The Prussian
Bureaucracy in Crisis, 1810-1860: Origins o f an A dm inistrative Ethos, S t a n
ford, S ta n fo rd Univ ersity Press, 1971; ve R. Bcrdahl, The Politics o f the
Prussian Nobility: 'The Development o f a Conservative Ideology, 1770-1848,
P rin c eto n , P rin c e to n University Press, 1989’u n o k u n m a s ın ı ö n e riy o ru m .
10 Bkz. P. B o u rd icu v e L. Boltanski, “L a P ro d u c tio n d e l’idéolog ie d o m i
n a n t e ” , Actes de la recherche en sciences sociales, no. 2-3, 1975, s. 4-31.
11 Bkz. E k , s.426.
12 Sınıflandırm ayı h a zırla y a bile ce k n ite lik le re sahip kişileri sa p tay a rak bu
sınıfla ndırm ayı ö n c e d e n b e lirley e n yazar ve sanatçıların ö dül dizelgesim or
taya k o y m ay a y ö n e lik so ru ş tu ru la rd a da k u ş k u s u z aynı d u r u m gcçc rlidir
(bkz. P. B ourdicu, Hom o academicus, Paris, M i n u i t, 1984, e k 3, “ L c hit-pa-
rade d e s in te lle c tu e ls français ou qui sera j u g e d e la l é g itim ité d e s j u
g e s ” ).
13 F. H askell, Rediscoveries in Art. Som e Aspects o f Taste, Fashion a n d Collection
in E n g la n d a n d France, L o n d ra , P h a e to n Press, 1976.
14 A m e r ik a ’da ö d ü llü fe lsefecilere ilişkin böyle bir ç alışm anın örneğini B.
K u k l i c k ’tc bu luruz; “S e v e n T h i n k e r s a n d H o w th e y G rew : D e sc arte s,
Spinoza, L eib niz; L o c k e , B e rkeley, H u m e , K a n t” , R. Rorty, J. B. S c h n e -
c w i n d ve Q. S k i n n e r (yayımcılar), Philosophy in History. Essays on the H isto
riography o f Philosophy Ac, C a m b r i d g e , C a m b r i d g e U n iv e rsity Press, 1984,
s. 125-139.
15 Sözgelim i, R é m y P o n t o n ’un incelediği yazarların n e r e d e y s e ü ç te b i r in
d e n fazlası, bitirm iş o lsu n ya da o lm asın y ü k s e k e ğ it i m g ö r m ü ş t ü r (bkz. R.
P o n to n , Le Champ littéraire en France de 1865 à 1905, a.g.y., s. 43). Yazınsal
alanla ö tek i alanlar arasında b u a çıdan yapılan bir karşılaştırm a için, b a k ı
nız, C. Charle, “S itu atio n d u c h a m p littéra ire ” , Littérature, no. 44, 1981, s.
8 - 20 .
16 Bkz. S. Miecli, “ D ivision d u travail e n t r e les se x e s e t division d u travail
d e d o m ina tio n: u n e é t u d e c li n i q u e d e s A n a tolic n s au Brésil” , Actes de la
rechercehe en sciences sociales, no. 5-6, 1975, s. 162-182.
17 V. Parcto, M anuel d ’économie politique, C e n e v r e , Droz, 1964, s. 41.
18 D ü z e n i n diizen olarak bilinçli ve açık bir b e ti m le m e s i , kimi e t k e n kişiler
d e ve sıradışı bir d u r u m olarak özellikle b u n a lım a n la rın d a oluşabilir ve
4] 6
b u b e ti m le m e , illusioyu, n e sn e l bir b i ç i m d e h e r z a m a n o l d u ğ u gibi g ö s t e
r e re k ( d ü z e n e yabancı, yansız bir gözlem ci tarafın dan), d a h a açık bir anla
tım la tarihsel bir k u r g u ya da D u r k h c i m ’ın dey işiy le “sağlam t e m e l l e n d i
rilmiş bir y a n ılsa m a ” olarak gö ste rile re k d ü z e n e yapılan yatırımı yıkabilir.
19 XIX . y y ’ın s o n u n d a n b u yana resim a la n ın d a y a şa n a n ödül patlam asına
açıklık g e ti r m e k için R o b e r t H u g h e s varlıkların y o ğun bir b i ç i m d e paraya
ç e v r i lc b i lm e s i n d c n başka, sanat a lanın a ba ğ la n an tü m uğraşlarda sayısal
artışa ve b u n u n l a bağlantılı olarak s a n a t yapıtını el a ltınd a t u tu la n bir h a
z in e gibi g ö r m e y e y ö n e lik e ğ ilim in ortaya çık m asını a n ım sa tır (bkz. R.
H u g h e s , “O n Art a n d M o n e y ” , The N ew York Reuiew o f Books, e. XX I, no.
19, 6 Aralık 1984, s. 20-27).
20 Yapıtı k e n d i için d e ve k e n d is i için, bir b a şk a d eyişle “s o n s u z e r e k lilik ”
gibi e le a la b ile ce k “ k a tık sız ” bakış olarak e s t e t i k b akışın o lu ş u m u n u n ,
s a n a t y a p ıtının özel, a r d ın d a n h e r k e s e açık galerilerin, yanı sıra v e b u n a
k o ş u t olarak m ü z e le r in açılmasıyla ve sa n a t yapıtlarını ö z d e k s e l olduğ u
k a d a r s e m b o lik b a k ım la rd a n da ko ruya ca k p rofesy onel kadroların hazır
lanmasıyla, bir göz le m ne sn e si b i ç i m in d e y a n sıtılm a sına bağlı o ld u ğ u gö
rülecektir.
21 Yazınsal alan ka vram ını “ k u r u m ” k avram ıyla d e ğ iş ti r m e k p e k fazla bir
şey k azand ırm az: D u r k h c i m ’cı y a nanlam ları n e d e n i y l e son d e r e c e sü rtü ş
m eli bir e vren i uz laşımsa l bir g ö r ü n ü m için d e ya n sıtm a sın ın ö t e s in d e , bu
k a vram yazınsal alanın e n anlam lı ö z e llik le r in d e n birisini, d a h a açık bir
söyleyişle düşük kurum sallaşm a düzeyini o rtad a n kaldırır. Ö t e k i belirtilerin
yanı sıra, bu d u r u m a ön c elik ya d a y e t k e s ü r t ü ş m e le r i n d e k i tüzel veya
k u ru m s a l karar ve g ü v e n c e n in t ü m d e n yok lu ğ u y la ve d a h a g e n e l bir d ü z
le m d e e g e m e n k o n u m la r ın sa v u n u lm a sı ya da e le geçirilm esi için verilen
savaşım larda t a n ık olunur: Ö r n e ğ i n B re to n ve T z a r a arasındaki s ü r t ü ş m e
lerde, B reton k e n d is in i n d ü z e n l e d i ğ i “Çağcıl D ü ş ü n c e n i n Y ö n erg elerin in
ve S a v u n u s u n u n B e lirlenm esi K o n g re si” sırasında, karışık lık çık m ası d u
r u m u n d a polisin m ü d a h a le sin i ö n g ö r m e k t e n b a şka çıkış yolu b u la m a z ve
C œ u r à Barbe g e c e s i n d e T z a r a 'ya h a k a r e t e d i p v u r u r k e n (b a sto n u y la P i
e rre d e M a s s o t ’n u n k o l u n u kırar) b u k e z T z a r a p o liste n ya rdım ister (bkz.
J.-P. Bertrand, J. D u b o i s ve P. D u r a n d , “A p p r o c h e in st it u t io n n e l le du
p r e m i e r surréalism e, 1919-1924” , Pratiques, no. 38, 1983, s. 27-53).
22 Ö z ellik le bkz. R. D a r n t o n , “ Policing W riters in Paris circa 1750” , Repre
sentations, no. 5, 1984, s. 1-32.
23 D a h a ön c e g ö rü ld ü ğ ü gibi, y apıtların belirgin n iteliklerini yazarların t o p
lumsal k ö k e n le r in e (örneğin, bkz. R. E scarpit, Sociologie de la littérature,
Paris, P U F , 1958) ya da b u n ların g e r ç e k (ortak) ya d a varsayım sal g ö n d e
r ile nlerine (sözgelimi, bkz. F. Antal, Florentine P ainting a n d its Social
Background, C a m b r i d g e , H a rv ard U n iv e rsity Press, 1986, ya da L. Gold-
m a n n , L e Dieu caché, Paris, G allim ard, 1956) d o ğ ru d a n bağlayan t o p l u m
bilim, yansım a m antığı için d e t o p lu m sa l dü n y a y la k ü ltü re l y a pıtlar arasın
daki ilişkiyi ö n e çık arır v e k ü ltü re l ü r e tim ala nın ın g e rçe k le ştird iği k ırıl
m a etk isini göz ardı e der.
24 H e r n e k a d a r 1348 yazın daki kara v eba gibi bir olay, re sim izle k le rin d e k i
g e n e l y ö n e lim le ri t o p ta n değiştirse d e (İsa im gesi, kişiler a rasındaki ilişki
ler, K ilise’n in y ü c eltilm esi, vd.), b u y ö n e lim le r, F lo ra nsa v e S i c n a ’da
farklı b iç im le re b ü r ü n m e l e r i n i n d e tan ıklık ettiği gibi, o lu şm a k ta k i alanın
yerel özellikleriyle b irle şe n özgül g e le n e k l e r e göre y e n i d e n y o ru m la n ıp
ye ni bir a k ta r ım a k o n u olurlar (bkz. M. M eiss, P ainting in Florence a n d S i
enna after the B lack Death, P rin c eto n , P r i n c e t o n U n iv e rsity Press, 1951).
25 Bkz. D. L ew is, “C o u n t e r p a r t T h e o r y a n d Q u a n t if i e d M o d a l L o g ic ” ,
J o u rn a l o f Philosophy, no. 5, 1968, s. 11*4-115 ve bkz. J. C. P a r ic n tc , “ L c
n o m p ro p re e t la p ré d ic atio n da n s les lan g u e s n a tu re ll e s ” , Langages, no.
66, 1982, s. 37-65.
26 Bu d u r u m , t ü m k ü l tü r e l ü r e tim alanları ve öz ellik le de, için d e L a k a t o s ’un
d e d iğ i gibi “b ilim sel araştırm a i zlc n cc lc ri” nin karşılaştırılm asının, b i li m
sel b e t i m l e m e ve u y g ulayım la r ü z e r i n d e g ü ç lü bir yapılaştırıcı e tk i u y g u
ladıkları b ilim sel alan için d e geçcrlidir.
27 “ U y u m s u z l a r ” ın örneği, b u d ü z e n e ğ i y e tk i n bir b i ç i m d e örne kle ndirir:
Bunlar, kavram cı ressam la rın k e n d il e r i n d e n sonra y e n i d e n bulguladıkları
birçok şeyi ortaya çıkarmışlardır, am a b aşkalarınca c id d iy e a lınm adıkları
için k e n d ile ri d e k e n d ile rin i c id d iy e ala m adıla r ve b u y ü z d e n bulguları,
k e n d i içle rind e bile se s g e tir m e d i. Bkz. D. G rojno w sk i, “ U n e a v an t-g ard e
sans avancée: les ‘Arts i n c o h é r e n t s ’, 1882-1889” , Actes de la recherche en sci
ences sociales, no. 40, 1981, s. 73-86.
28 A rtık g e n e lle ş m iş b u tarihsel bulu şların n e a n la m a g eld iğini “ d u y u m s a
m a k ” için - s ö z g e lim i, “ dışarlanm ışlar s a l o n u ” , “v e rn isaj” , “bild iri” , v d . -
bunları jogging gibi sö z c ü k le rin y e rle şm e s i gibi bir d e n e y i m l e ve b unlara
d e n k d ü ş e n uygu lay ım larla b e n ze rlik leri için d e d ü ş ü n m e k gerekir; şortlu,
tişörtlü canlı r e n k le r taşıyan k a sk e tle r iy le so k a k ta gelip g e ç e n le r arasında
dolaşan b u kişiler, n e r e d e y s e fa r k edilmez,. O y s a on yıl ö n c e s in d e t u h a f
karşılanırlardı.
29 A nla şılm a k için çerçeveleme s ö z c ü ğ ü n ü k u lla n m a m , o k u r u n aklına, Goff-
m a n n ’ın tarih dışı v e kişisel olarak b e n i m s e m e d i ğ i m ç e r ç e v e fr a m e ) söz
c ü ğ ü n ü g e ti r m e sakıncası taşıyor: G o f f m a n n ’ın te m e l yapılaştırıcı s e ç e
n e k le r g ö rd ü ğ ü y e rd e, k o n u m la n m ış ve tarihlend irilm iş bir to plu m sal
d ü n y a d a n k a y n a k la n a n tarihsel yapıları da g ö r m e k gerekir.
30 Verici v e alıcı arasındaki okum a sözleşmesi, h e r ik isin in d e o rta k bir b i ç i m
de paylaştığı önvarsayım lar ü z e r i n e kuru lur. B ü y ü k k ü ltü re l d e v rim le rin
sorum lula rı b u sö z leşm e y i yadsıyarak, sıradan okurların doğal ve t o p l u m
sal d ü n y a g ö rü şle rin in e n ö n e m li ilkesi için d e b u n ların zihinsel bütünlüğüne
ulaşırlar.
31 H u r c t ’nin bir s o ru ş tu ru yaptığı se m b o li s t şa irle rd en birin in sö ylediklerini
kısa ltm a y a p m a d a n aktarıyoruz: “N e olursa olsun, e n k ö tü s e m b o lis t şair,
na tü ra liz m e b a ğ la n an h e r k e s t e n ç o k d a h a ü s t ü n d ü r ” (J. H u r e t , Enquête
-118
su r l'écalution littéraire, a.g.y., s. 329). Bir başkası, M o ré as şöyle der: “ R o n
sard ya da H u g o ’n u n bir şiiri k a tık sız sanattır; ister Balzae isterse S t e n d
hal ya zm ış olsun, bir r om an su la ndırılm ış bir sanattır. Psikologlarımızı çok
se v iy o ru m [Anatole Fra nc e, P a u l B o u rg c t veya M a u ric e Barrés gibi
‘psik olojik r o m a n ’ a k ım ı n a b a ğ la n an yazarlar], a m a b u lu n d u k la r ı yerde,
yani şairlerin a ltın d a k a lm alılar” (J. H u r e t , Enquête s u r l ’évolution littéraire,
a.g.y., s. 92). D a h a az çarpıcı, a m a se çim leri g e r ç e k te n y ö n l e n d i r e n d e n e
y i m e d a h a ya k ın bir başka örnek: “O n b e ş yaşında, doğa, delikanlıy a şair
mi o l d u ğ u n u y o k sa basit düzyazıyla mı y e ti n e c e ğ in i s o ra r...” (J. H u r e t,
a.g.y. s. 299; altını b e n çizdim). B u a şam âlan m aları k ö klü bir b iç im d e iç
selleştirm iş bir kişi için şiird en r o m a n a g e ç m e n i n n e a n la m taşıdığı görül
m e k t e d ir . (O rtaya ç ıka n g e rç e k sü re k lilik ve üst ü ste yığılmaları güz ardı
e d e n m u tl a k sınırlarla ayrılmış k a s t b ö lü n m e le r i, h e r y e rd e - ö r n e ğ i n dal
lar arasındaki ilişkiler iç in d e fe lsefe ve to p lu m bilimleri, k a tıksız bilim ler
ve uygulam alı bilim ler, v d . - aynı e tkiy i yapar: certitudo su i [‘ö z g ü v e n ’,
Ç .N .] ve aykırı olm ayı y a d sım a k , ö z dev im li yük se liş ve g ö z d e n d ü şm e ,
vd.).
32 A. C a ssa g ne , L a Théorie cle /'a r t p o u r l'a r t..., a.g.y., s. 75 vd. A. C a s s a g n e ’ın,
M a x i m e d u C a m p v e R e n a n ’ın, F l a u b e r t ve B a u d elaire ya da F r o m e n -
t i n ’in g e n ç lik co şku larını a n ım sa ttığı b ö lüm le ri o l d u ğ u gibi a k ta r m a k g e
rekirdi.
33 E. v e J. d e G o n c o u r t, M anette Salom on, Paris, U G E , “ 10/18” dizisi, 1979,
s. 32.
34 Burada, sanatsal h a r e k e tl e r in bir z a m a n b o y u t u kazand ığın ı ve öteki ala n
larda da g ö z le m le n d iğ i biçim iyle bir değişim örneği v e ren tü m m a n t ı k in c e
le m e le r in i (bkz. birinci k e sim , 2. b ö lü m ) a n ım s a t m a k gerekir.
35 Bkz. J.-P. B e rtrand, J. D u b o is , P. D u r a n d , “A p p ro c h e i n s titu tio n n e lle du
p r e m i e r s u rréalism e, 1919-1924” , a. g. m .
36 Bkz. J. C o h e n , Structure du langage poétique, Paris, F la m m a rio n , 1966. Bu
arada yeri g e lm i ş k e n , b ura da b e t i m l e n e n m an tığ ın , türle re ilişkin tarihö-
tesi tanım ları ortaya çıkarm ayı a m a çla yan sö z d e öz inc e le m e le rin i k ı n a d ı
ğını belirtelim ; b u n la r ın sayısal b a k ım d a n aynı d ü z e y d e kalması, daha ö n
c eki d u r u m la r ı n a ilişkin k e n d i t a n ım la rın d a n sü rekli bir k o p u ş üz erine
k u r u l m u ş o ld ukla rını pe rdeler.
37 “Satış b a k ım ı n d a n ş im d iy e d e ğ in ulaştığı e n y ü k s e k d ü z e y d e b u l u n m a s ı
na karşın, ro m a n ın yıpranm ış, t ü k e n m i ş , sö yle yebilec eği h e r şeyi söyle
miş bir tü r o l d u ğ u n u d ü ş ü n ü y o r u m ; rom ansı yanın ı yo k e tm e k , geçm işi
olm a y a n insanla rın bir tü r ö z y a ş a m ö y k ü sü d u r u m u n a g e ti r m e k için e li m
d e n geleni y a ptığım bir t ü r ” (E. d e G o n c o u rt, alıntılayan, J. H u r e t , E tiqu
ete su r l'évolution littéraire, a.g.y., s. 155).
38 Chérie'nin ö n s ö z ü n d e n alınan b u parça, rom an a özgü olanın y a d s ın m a s ı
nın, alan içinde (ve özellikle şiire göre ) rom an ve rom anc ın ın k o n u m u n a
ve “ k a d ın s ı” ve “h a lk a ” vc/ya d a “taşraya ö z g ü ” niteliğiyle, e n a zından
yazarların g ö z ü n d e aşağı olan bıı tü rle iki k a t d a h a aşağı k itle arasındaki
b a ğ b a k ım ı n d a n bu t ü rü y ü c e l t m e y e yö n e lik ç a b a d a n ayrılam ayacağını
anım satır. K u ş k u s u z b u n u , romacıları t ü m ü y l e farklı bir y ö n e ite b ile c e k
bir so y lu lu k kaygısın ın so n u c u gibi görem eyiz; b u kaygı, sözgelim i Boıır-
g e t ve psik olojik rom anı, özellikle d ü z e n l e m e y e (bkz. P. Bou rget, “N o t e
su r le ro m an français e n 1921” , Nouvelles Pages de critique et (le doctrine, c. I,
Paris, Pion, s. 126 vd.), yere, ortam a, kişilere veya to p lu m sa l b a k ım d a n
y ü c e du y g u lara y ö n e lik çaba aracılığıyla yüceltici olanın anıştırısına y ö
neltm iştir.
39 Yazın tarihi ve ku ra m ı, yazınsal ü r e tim için d e b u d e r e c e y o ğ u n l u k la ye r
a ld ığında, e le ş t i r m e n le r l e yazarlar, yazın k uram cılarıy la (ya da tarihçiler)
yazıncılar (ve e n a z ın d a n F r a n s a ’da sinem acılarla s i n e m a e le ş tir m e n le r i)
a rasında rollerin b u k a d a r sık d e ğ iş m e s in in n e d e n i anlaşılır.
40 Bkz. R. L o u r a u , “ L e m a n i f e s t e D a d a d u 22 m ars 1918: essai d ’analyse
i n s t it u t io n n e l le ” , L e Siècle éclaté, c. I, 1974, s. 9-30. Bu k e n d i içine k a p a n ı
şın d a h a yaygın bir başk a so n u c u da, özellikle G r e e n w ic h Village’d a kilc r
gibi S a i n t- G c r m a i n - d c s - P r è s ’d e k i ay d ın to p luluk larını da açık bir ö z e l e ş
tiri g ö r ü n t ü s ü a ltın da k e n d il e r i n e ilişkin kayırıcı bir bakışa y ö n l e n d i r e n
(bu, b ilim sel n e s n e llik k arşısınd ak i e n b ü y ü k e n g e l l e r d e n birisidir), ya
şam larını sergiledikleri birçok y a pıtta b e tim le d ik le r i bir t ü r to p lu ö z s e v e r
liktir.
41 R. L eib o w itz , Schoenberg et son Ecole, Paris, J.-B. Janin , 1947, s. 78.
42 A.g.y., s. 87-88.
43 R. Daval ve G . - T . G u i l b a u d , Le Raisonnem ent mathématique, Paris, P U F ,
1945, s. 18.
44 Aynı d u r u m , “n a y i f ’ felsefeci B rissct için d e geçcrlidir. K e nd isini tan ıtan
A n d r é B re to n ve M a rce l D u c h a m p boş y e re ona bir y a ş a m ö y k ü s ü k a z a n
dırm a y a çalışmışlardır: “ Biri 1891’d e A n g e rs ’dc, ö tek i d e Bilginler D e r n c -
ğ i ’n d c (3 H a zira n 1906) verdiği iki k o n f e ra n s ve J e a n -P i e r r c B risset i m z a
sıyla y a y ın la n m ış ye di k ita p dışında, yaşamıyla ilgili e ld e h içb ir bilgi y o k
tur. G e r ç e k ü s t ü c ü lc r i n (özellikle d e M arcel D u c h a m p ’ın) y o ğ u n araştır
m aların a karşın n e bir ç o c u ğ u n e d e kalıtçısı bulu nab ilm iştir; d o ğ u m ve
ö l ü m tarihleri b i li n m e m e k te d ir ; y ay ım cıların da d a o n u n la ilgili h içb ir ize
ra s t la n a m a m ı ş t ı r .. . ” (L a Science de D ieu'n ü n b a şında y e r alan L a G ram
m aire logique’in [Paris, T c h o u , 1970] basılı ta n ıtım ilanı.)
45 P a te n tli sanatçı ve yazarların, D o u a n i e r R o u s s e a u ’ya y ö n e lttik le ri g e n e l
likle acım asız davranışlar k o n u s u n d a , R. S h a t tu c k , Les P rim itifs de I'avant-
garde, Paris, F'lamm arion, 1974, s. 66-93 v e özellikle d e “ R o u s s e a u ’ n u n
şö lc n i” n e ayrılmış sayfalar (s. 80-85) okun abilir. Burada, bir alay o y u n c a
ğına d ö n ü ş e n b u n e s n e ressam ın , tam bir b o y u n e ğ m e içind e yapılanlara
katland ığı g ö r ü l m e k t e d i r (iş, t e p e s i n d e asılı olan bir la m b a d a n d a m la y an
b a l m u m u d am lalarına u z u n bir süre k a tl a n m a k z o r u n d a k a lm a sın a de ğ in
varır); oysa F e r n a n d e O liv ie r ’n in kimi gö z le m le rin in kanıtladığı gibi
“d o stla r ın ın ” k aba şaka ve alaylarına o k a d a r “ n a y i f 1 bir b i ç i m d e onay
v e r m e / : “ Birilcri ra tu m sıktığı veya rahatsız ettiğine/e h e m e n kızarıyordu. Ge
nellikte kendisine söylenen her şeyi onaylıyor a m a kendini tuttuğu ve düşündükle
rin i söylemeye cesaret edemediği de seziliyordu" (s. 74). “ Ş ö l c n ” lc ilgili başka
t a n ıtm a yazıları Bohem ian Paris, Culture, Politics a n d the Boundaries o f B our
geois Life, ¡830-1930, N e w York, V ik in g P e n g u i n , 1986, s. 354.
46 E n a k a d e m i k ilke ve uzlaşım lara b o y u n e ğ m e , halk sın ıfın dan bireylerin
yay ım lan m ış ya da y a y ım la n m a m ış, g e n e l v eya özel yapıtlarının (aşk
m e k t u p l a r ı ) bir d e ğişm e zid ir. B öylecc, J 9 . y y ’ın so nu yla b irlikte b ü y ü k
k i tl e le r d e n tam anlam ıyla k o p m a k l a birlikte, ş i i r - y a y ı n l a r ı n ç o ğ u n u n , gi
de rle rin yazarca karşılam asıyla gerçe kle ştirildiğ i k e s i m l e r d e n birisidir
b u - , g ü n ü m ü z d e d e e n az eğitim li tü k e tic ile r in yazın ü z e r in e edin diği
d ü ş ü n c e y i k e n d i n d e so m u tla ştırır ( b u n u n n e d e n i n i n , yazına girişi şiir öğ
r e n m e k l e öz d eş t u t a n ilko kul e ğ i t i m i n d e n kay n ak lan d ığ ı tartışm a g ö tü r
m ez). Bir yazarlar s ö z l ü ğ ü n ü n (örneğin, I , ’A nnuaire n ational des lettres') in
c e l e n m e s i y le d o ğ ru lan a b ile ce ğ i gibi, yazm ayı d e n e y e n h a lk sınıfı ya da
k ü ç ü k k e n ts o y lu sınıftan olan kişilerin (kim i ayrık d u r u m la r bir y ana bıra
kılırsa), “ g e r ç e k ç i” rom anlar y a z m a k söz k o n u s u o ld u ğ u n d a , yazına ilişkin
abartılı bir d ü ş ü n c e taşıdıkları görülür; g e r ç e k te n de, b u n ların ü retim i t e
m e l d e şiirlere - b i ç i m le r i b a k ı m ı n d a n son d e r e c e u z la ş ım s a l- ve ikinci
olarak da tarih i n c e l e m e l e r in e dayanır.
47 Bu k o n u l a r için, bakınız, D. Vallier, Tout t ’œ uvre p e in t d u D ouanier Rousse
au, Paris, F la m m a rio n , 1970.
48 Burada, fotoğrafta yansıtıldığı b içim iy le “h a lk e s t c t i ğ i ” nin tü m öz ellikle
riyle karşılaşılır (bkz. P. B o u rd icu , Un A r t moyen. E ssa i su r les usages sociaux
de la photographie, Paris, M in u it, 1964, s. 116-121).
49 A. R i m b a u d , Œ uvres complètes, Paris, G a llim ard, “ B i b li o t h è q u e d e la P l é
ia d e ” dizisi, 1963, s. 218.
50 İş l e n m e m iş sa n a tın b e n i m s e n m e s i , ü re ticilerin in n a y if sa n a tın ters in e sa
natçı olarak n i te l e n d i r il e m e m e s i n e d e n i y l e sınırlı kalır.
51 D. Vallier, Tout l ’œuvre p e in t d u D ouanier Rousseau, a.g.y., s. 5.
52 Bkz. M. T h e v o z , L ’A r t brut, Paris, Skira, 1980; R. Cardinal, Outsider Art,
N e w York, P r a e g c r P u b lish e rs, 1972.
53 W. S. R ub in, A r t D a d a et surréaliste, Fransızcaya ç e v ire n R. R c v a u lt d ’AI-
lones, Paris, S e g h e rs, yayın tarihi yok, s. 22.
54 e s t e t i k yargının g i d e r e k d a h a belirgin bir b i ç i m d e tarihselleştiği g ö z le m
le n m iştir (bkz. R. Klein, L a F orm e et l'intelligible, Paris, G allim ard , 1970, s.
378-379 ve 408-409) am a b u ta rih se lle şm e, y ü k s e k bir ö z erk lik d e r e c e s i
n e v e özgül tarihselliğ ine ulaşan alanın işleyiş m an tığıy la ilişkilendirilm c-
miştir.
55 Bkz. C. C h a rle , I m Crise littéraire à l'époque d u naturalism e, a.g.y., s. 181-
182.
56 Bkz. E. B. H e n n i n g , “ P a tr o n a g e a n d Style in t h e Arts: a S u g g e stio n con-
c o rn in g T h e i r R e la tio n s ” , liie J o u rn a l o f Aesthetics a n d A rt Criticism, e.
X V III, no. 4, s. 464-471.
57 A va n g a rd türünden özü gereği bağtnhsal ( t u tu c u l u k ve ilerieilik kavramları
gibi) ve an cak belli bir an d a ve alan ö lç e ğ in d e t a n ım la n a b ile c e k bir kavra
mı ( P r o u s t ’u, M a r i n e t t i ’vi, J o y c c ’u, T z a r a ’yı, W ooIFu, B r e t o n ’u ve Bcc-
k e tt 'i aynı k e f e y e k oya n birçok yazarın yaptığı gibi) tarihötesi bir öz d u
r u m u n a d ö n ü ş t ü r m e y e c e ğ i m açıktır. Siyasal ön cü anlayışın ve sanatla y a
ş am a sanatı k o n u ların d ak i ö n c ü anlayışın bir tür toplum sal, cinsel, s a n a t
sal d e v rim le r b ü t ü n ü için d e bir araya getirilm esi d ü ş ü n ü n , yazınsal ve sa
natsal ö n c ü le r için bir d e ğ iş m e z o l d u ğ u tartışm a g ö tü rm e z. A m a altın ç a
ğm a k u ş k u s u z Birinci D ü n y a Savaşı ö n c e s in d e ulaşan b u sü rekli y i n e l e
n e n ütopya, h e r an, siyasal alanla sanatsal alan arasındaki “ ileri” k o n u m la r
a rasınd a ki (tü rd eş liğ e karşın) yapısal sapm ayı, ve b u arada e stetik çi titiz
lik ve siyasal ilericilik arasındaki farkı, hatta çelişkiyi ra d ic a lchic’in g ö s te
rişçi a ldatm acılığına b a ş v u r m a d a n a şm a k o n u s u n d a ortaya ç ıka n uygula-
yımsal g ü ç lü k g e r ç e ğ in e takılır (sözgelimi, J a m e s B u r k h a rt G i l b e r t ’in,
Writers a n d Partisans. A H istory o f Literary Radicalism in Am erica, N e w
York, J o h n W ile y a n d Sons, 1968 k i ta b ın d a P artisan Review k o n u s u n d a
taslağını belirlediği N e w York ö n c ü anlayışın tarihi ya da T o m W o lf c ’in,
R adical Chic a n d M au-M auing the l'la k Catchers, N e w York, Farrar, Straus
a n d Giroux, 1970 k i ta b ı n d a katı bir b i ç i m d e de ğindiğ i radical chic).
58 İs t e m i n d ö n ü ş ü m ü n ü b e lir le y e n e t m e n l e r arasında, ge n el e ğ itim d ü z e y i
nin y ü k s e l m e s i n e d e (ya da o k u la g i tm e sü re sinin artm asına) ye r v e r m e k
gerekir. Kğitim d ü z e y i n i n y ü k s e l m e s i , ö n c eki e t m e n l e r d e n bağım sız ola
rak, özellikle d e yasal bir çağrı olması n e d e n i y l e ö n c e k i e t m e n l e r d e n b a
ğım sız e tk i l e r yapar: Belli bir o kul u n v a n ın ı e li n d e b u l u n d u r a n kişi, k e n
dini b u u n v a n ın k e n d is in e y ü k le d iğ i top lu m sa l tan ım ın ( k o n u m ) için de
y e r alan g e r e k l e r e u y m a y a z o r u n lu k ı la r - “soyluluk, so ru m lu lu k tu r.
59 A. Angles, A n d ré Gide et le Prem ier Groupe de la "Nouvelle R evue française”.
L a fo rm a tio n d ’un groupe et les années d ’apprentissage, 1890-1910, Paris, G a l
limard, 1978, s. 18. (Altını b e n çizdim .)
60 F. B ourdon, L a H aute P arfum erie française, e lle çoğaltım, Paris, 1970, s. 95.
61 Farklı k ü ltü r e l ü r e ti m alan larının ortaya çıkışını v e bu nlara d e n k d ü ş e n
t o p lum sa l kişiliklerin: ressam ın, yazarın, bilim a d am ın ın , vd. to p lum sa l
b a k ım d a n tan ın ım a sın ı sağlayan u z u n süre cin ta m a m l a n m a s ı n ın a n c a k 19.
y y ’ın s o n u n d a g e r ç e k le ş e b ild iğ in i k a b u l e t m e k g e re k irse de, b unların
b a şlang ıcının ç o k d a h a gerilere, d a h a açık bir söyleyişle k e n d i özel b a
ğımsızlıklarını v e saygınlıklarını b e n i m s e t t i r m e k için çatışan ( n e r e d e y s e
tan ım ı gereği) k ü l tü re l ü re ticilerin ortaya çıktığı z a m a n a d e ğ in g ö t ü r ü le
bile ceği d e tartışm a g ö tü rm e z. Bu, öz ellikle aksoylula ra ve Kilise’y e o ra n
la ağır işley e n ö z erk lik sü re cin in t a n ım la n m a s ın a v e i n c e l e n m e s in e k a tk ı
da b u l u n a n birçok çalışm a arasında, Storia d ell’arte italiana'Aa ( T u r in , Ei-
naııdi, 1979) bir araya g etirilen m a k a l e l e r e ve Francis H a s k c l l ’in de ğerli
422
yapıtı Mécènes et Peintres, ¡.'a rt et ta société au temps du baroque italien e (P a
ris, G a llim ard, 1991) ayrı bir ye r v e r m e k gerekir. Açıkça böyle bir tasarıyı
a m a ç la m a m a k la birlikte, Francis H askell, k e n d i kurallarına ııyan bir sa
natsal alanın aşamalı bir b iç im d e k uru lm a sın ı ve k e n d i ö n c ü lle rin d e n
devraldıkları özgül bir g e le n e ğ i n kuralları dışın d a hiçbir kural ta n ı m a m a
ya g i d e r e k d a h a fazla eğilim g ö ste ren toplum sa l b a k ım d a n ayrım laşmış
bir pro fesyo nel sanatçı u la m ın ın ortaya çıkışını olabildiğince titiz bir bi
ç im d e anlatır. Bu kurallar, ister k e n d i inancını y a y m a kaygısı g ü d e n Kili-
s e ’nin ahlaksal s a n s ü r ü n ü ya da e s t e t i k izlenceleri, isters e siyasal y e t k e l e
rin a k a d e m i k d e n e t i m l e ri ya da siparişleri söz k o n u s u olsun, bu sa natç ıla
rın ü re tim in i h e r türlü dış b ağım lılıktan k u r ta r a b ile c e k ve özellikle de
ü r ü n le rin in d e ğ e r l e n d i r i lm e s i n e ilişkin özgül ölçütleri s a p ta y ıp b e n im s e t -
tir c b i le c e k g ü c ü g id e re k d a h a fazla taşırlar.
62 R. P o n to n , L e Champ littéraire en France ele 1865 à 1905, a.g.y., s. 69-70.
63 T o p l u m s a l bir s e r m a y e e ld e e tm e s i n i ve e k o n o m i k ve k ü ltü re l b irikim i
nin zayıflığını d e n g e l e y e n yazın dünyasıyla yakın lığın ı Parisli bir kitapçı
olan b a basına borç lu olan A n a to le F r a n c c ’ın d u r u m u bu b a k ım d a n bir ör
n e k oluşturur.
64 R. P o n t o n , L e Champ littéraire en France de 1865 à 1905, a.g.y., s. 57, v e J.
C lad c l, L a Vie de Léon C ladel ve arkasına e k l e n e n I J o n C ladel en Belgique
m e t n i y le b irlikte, yayıncı E. Picard, Paris, L e m e r r c , 1905.
65 P. Vcrnois, “ L a fin d e la p a sto r a le ” , Histoire littéraire de la France, a.g.y.,
s.272.
66 L. C lad c l, a lıntılayan P. Vernois, a.g.y.
67 L. C lad c l, alıntılayan, R. P o n to n , I^e Champ littéraire en France de 1865 à
1905, a.g.y., s. 98. H alkçı e reğ in b iç i m le r in d e n birin in ö r n e k anla tım ı olan
köy rom anının , sü r g ü n ve d ü ş kırıklığına bağlı o l u m s u z bir t u t k u n u n ü r ü
n ü o lm a sın a n e le r borçlu o l d u ğ u n u ö l ç m e k için, böyle bir y ö r ü n g e s o n u n
da h a lk ro m a n ın a ulaşanlarla, P c r ig o r d ’da d o ğ u p P aris’t e n g e çe n , M oulin
du F ra u ’n u n (1895), Jacquou le croquant'in (1899), vd. yazarı E u g e n e L e
Roy ve öz ellikle d e L a Vie d ’un sim ple'm (1804) yazarı, B o u r b o n ’lu çiftlik
ortakçısı E m i l e G u illa u m in gibi b u y ö r ü n g e n in d ışın d a kalan yazarları
k a rşıla ştırm a k gerekir.
68 M. Schapiro, “C o u r b e t e t l’im a ge rie p o p u l a i r e ” , Style, Artiste et Société, P a
ris, G allim ard , 1982, s. 293. Altını b e n çizdim.
69 A.g.y., s. 299. 1850’dc, C h a m p f l c u r y a n n e s in e şöyle yazıyordu: “ Beni, g ü
l ü n ç lü k le r in vodvilcisi y a p a b i l e c e k doğal bir anlayışla, e n t e p e y e çık m ayı
a m a ç l a d ım ” (alıntılayan, P. M a rtino, Le R om an réaliste sous le second E m p i
re, a.g.y., s. 129). C h a m p f l e u r y ’n in z o ru n lu bir geri d ö n ü şle , s o n u n d a Paul
d e K o c k ’u n b i ç e m in c özgü bir g ü l ü n c e d ö n d ü ğ ü b i l i n m e k t e d ir (örneğin,
bkz. Les F.nfants du professeur Turck ou L e secret de M . Ladureau).
70 Bkz. M. Schapiro, “C o u r b e t e t l’imagerie populaire” , a.g.m., s. 315 ve deva
mı. I .’Education sentimentale'in H u s s o n n e t ’si d e t ü m ü y le b e n z e r bir yol izler.
71 E ğ ilim le rin belirleyenleri arasında, ailen in eşsü re m li ve artsürcınli ( d i
ke y) olarak tan ım la n a n k o n u m u n u n yanı sıra, bir alan olarak a ile n in için
de k i k o n u m u da - b i i y ü k / k ü ç ü k e r k e k (kız) ç o c u k - göz ö n ü n d e b u l u n
d u r m a k gerekir.
72 G e rç e k ç ilik , C o u r b e t ile birlikte, “sıra dan ve çağcıl olanı” b e t i m l e m e bi
ç i m i n d e b a ştan aşağı yeni bir ta n ım a b ü r ü n ü r. C h a m p f l c u ry , sanatçı adına
çağcıl d ü n y a y ı gerçekliği iç in d e s u n m a h a k k ın ı s a v u n u r (bkz. P. M artin o,
l.e R om an réaliste sous le second E m pire, a.g.y., s. 72-78).
73 B. D o rt, H istoire littéraire de la F rance'ta, a.g.y., s. 617.
74 B. D ort, a.g.y., s. 621. L u g n é - P o c ’n u n e y le m in e bağlanan b u n i te l e n d i r
m e le rin , nasıl ayrıcalıklı bir kişinin bir habitas'u n u n g örece b a k ım d a n
“d e ğ i ş m e z ” e ğilim lerini belirg inleştirdiğin i g ö s te rm e k te d ir.
75 A. C a ssa g n c , I.a Théorie de l'a r t p o u r l'a r t ..., a.g.y., s. 103-134.
76 S a n a t to plu lukları içinde, e n z engin lerle e n yoksullar arasındaki dayanışm a,
pazarın s u n d u ğ u kaynaklard an y o k s u n b u lu n m a ların a karşın kimi yoksul
sanatçıların ayakta kala bilm ele rine olanak tanıyan yollardan birisidir.
77 Başka in c e l e m e l e r in yanı sıra, bakın ız, M. Rogers, “T h e Batignollcs G r o
up: C r e a to r s o f I m p r c s s i o n is m ” , Autonom ous Groups, c. XIV, no. 3-4, 1959,
M. C. A lb re cht, J. H. B a rn e t t ve M. G r iff (yayımcılar), The Sociology o f A rt
a n d Literatüre'da , N e w York, P ra c g c r Pu b lish c rs, 1970, s. 194-220.
78 “ D e k a d a n l a r, geçm işi tüm den yok saymıyorlardı. Yöntemli ve sakm tm lt bir
yaklaşım la, gerek li d ü z e ltim lc r i öneriyorlardı. T e r s i n e , se m b olistler, eski
uy g u lam a la ra ilişkin hiçbir şeyi saklam ayı istem iy or v e h e r fırsatta yeni
bir a n la tım biçim i yaratm aya aşırı bir is te k d u y u y o r la r d ı” (E. R c y n a u d , L a
Mêlée symboliste l, Paris, L a R e n a iss a n c e d u livre, 1918, s. 118, alıntılayan
J. Jurt, Symbolistes et Décadents, deux groupes littéraires parallèles, elle çoğaltı,
1982, s. 12; altını b e n çizdim). G e n ç şiirin tem silcilerini, s e m b o lis tle rd e n
çok, d e k ad a n la ra , kurallara ve ustalara, piyasaya ve ticari yazm a karşı s ü r
d ü r d ü k l e r i savaş için d e k e n d ile rin i y ü r e k le n d ir e n anarşistlere bağlayan
y a k ın lık b ili n m e k t e d ir . V erlaine, L e Décadent'd a bir “ B allade e n l’h o n n e u r
d e L o u is e M i c h e l ” (L o u is e M i c h e l ’in O n u r u n a Bir Balad) ya yınladı ve
L a u r e n t T a i l h a d e , “ L a g r a n d e soeur d e s p a u v r e s ” (Yoksulların Ablası)
başlığıyla b u n a ilişkin bir i n c e l e m e yayın ladı (bkz. J. Jurt, “ D é c a d e n c e e t
poésie. A propo s d ’un p o è m e d e L a u r e n t T a i l h a d e ” , Franziisisch heute,
no.4, s. 371-382).
79 Bkz. R. P onto n, İ £ Champ littéraire en France de 1865 à 1905, a.g.y., s. 248-
249. D a h a ç o k toplu m sal tü rd eş lik y ö n ü n d e gelişen (aşırıların ayıklanması
ya da uzaklaştırılmasıyla) g e r ç e k ü stü c ü t o p lu lu k da aynı m an tığ a uyar (bkz.
J.-P. Bertrand, J. D u b ois, P. D u ra n d , “A p p ro c h e institutionn e lle d u p re m i
er surréalism e, 1919-1924” , a.g.m.). Bir başka d e ğ iş m e z ge n el eğilim de,
to p lu lu k b e n im s e n m e y i başardığında toplu m sal katılımların artmasıdır.
80 E. v e J. d e G o n c o u r t, Journ al, alıntılayan C a ssa g n c , L a Théorie de T a rt
p o u r T a r t..., a.g.y., s. 308.
81 Bkz. P. L id s k y , Les E crivains contre la Commune, Paris, M a sp e ro , 1970,
s. 26-27.
82 Bkz. A. M. T h i c s s c , “ L e s in fo rtu n e s littéraires. C arriè res d e s rom ancie rs
po p u laires à la Belle É p o q u e ” , Actes de la recherche en sciences sociales, no.60,
1985. s. 51-46.
85 Bkz. R. P o n to n , L e Champ littéraire en France de 1865 à 1905, a.g.y., s. 80-
82.
84 Başka çalışm aların yanı sıra, b a k ın ız K. P o p p e r, Objective Knowledge: an
E volutionary Approach, O xford , O x ford U niv e rsity Press, 1972, öz ellikle 5.
b ölüm .
85 Bkz. A. Angles, A n d ré Gide et le Premier Groupe de la “N ouvelle R evue F ra n
çaise”, a.g.y., s. 165-165.
86 Bkz. A. Angles, a.g.y., s. 554-559.
87 S. M alla rm é, “ L a m u s i q u e e t les lettres", Œ uvres complètes, yay. H. M o n -
do r vc G. J e a n -A u b r y , Paris, Gallim ard, “ B ib lio t h è q u e d e la P l é i a d e ” d i
zisi, 1970, s. 647.
88 . .orkestraya ilişkin b u l a n ı k bir anı; burada, kaygılı bir ç a lk a n tın ın a r d ın
dan, gö lg ey e dalış yerini, bir g ü n d o ğ u m u n u n ilk ışıkları gibi, b ird e n , ay
dınlığın sayısız sıçram aların ın taşkın lığın a b ı r a k ı r .. . ” (S. M a lla rm é , Œ u v
res complètes, a.g.y., s. 648; ayrıca bkz., “G r a n d s faits d iv ers” , a.g.y., s. 402.)
89 S. M a lla rm é, a.g.y., s. 400.
90 S. M a lla rm é, a.g.y., s. 645.
91 S. M a lla rm é, a.g.y., s. 648; ve ayrıca, “ G ra n d s faits d iv e r s ” ,a.g.y., s. 646.
92 S. M a lla rm é, a.g.y., s. 405.
95 S. M a lla rm é, a.g.y., s. 575-574.
94 S. M a lla rm é, a.g.y., s. 647.
95 S. M a lla rm é, a.g.y., s. 655.
96 “ E n b u d a la ca g ü n b a tı m ı ” gibi (S. M allarm é, a.g.y., s. 574).
97 Bunların, ö z le rin d e n soyu tlan m ası, d a h a d o ğ ru su özle rin in çıkarılm ası y o
luyla - bkz. “ L e T e n O ’C lo c k d e M. W h is tl e r ” (S. M a lla rm é, a.g.y., s.
574-575).
98 S. M a lla rm é, Œ uvres complètes, a.g.y., s. 648; ve ayrıca, “ G r a n d s faits di
v e rs” , a.g.y., s. 655.
99 S. M a lla rm é, a.g.y., s. 646.
100 “ G e r ç e k a n la m d a Yazın, b u zih in uğraşı, içinde k e n d in i g ö r m e k b e k l e n t i
siyle seyirin d ü şs el bir anlayışa d e n k d ü ş t ü ğ ü n ü ta n ı m la m a k veya k e n d i
k e n d i n e k a n ıt l a m a k için s ü r d ü r ü l e n sö yle m nitelik li k ov a la m ac a n e d i r ”
(S. M alla rm é, a.g.y., s. 648).
101 Ve o n u n anla şılam adığ ını s ö y l e m e k y e te rsiz bile kalır; ç ü n k ü “yara-
t ı m ” ın, “yaratıcı” nın vc bir “a çın lam a ” olarak şiirin H e i d e g g e r ’ci g iz e m i
nin y ü c cltim i için o n d a n d a h a ç o k çalışan başka bir k i m s e yo ktur.
425
EK
Alan Etkisi ve Tutuculuk Biçimleri
-126
zorundadırlar - böylece, yerleşik düzene dolaysız ve tartışmasız
bir katılım karşısında kuşkulu bir uzaklık alınması sakıncasını
gündem e getirirler; hatta yapmacıksız tutuculuğun ön eleştiri
anlayışına dayalı ideolojisini yermek ve siyasetbilim adına siya
setçilere siyaset dersi verm ek için aydın eleştiriye duydukları
yakınlıktan yararlandıkları bile olur.1
Ama, öte yandan, daha baştan görüş değiştirmiş bir
kentsoylu kitleyi inandırmak için, ayrıca “aydınlar”ın karşısına
neredeyse her zaman kendi silahları ile -sözgelimi, mantığın ve
toplumsal eleştirinin silahları- çıkmaya dayanan stratejilere de
baş vurmak ve söylediklerinin yapacağı etkiyi bilmeleri koşu
luyla, neler söylemeleri gerektiğini, savunulan savları, kesin so
nuçların saldırgan bir tutarlılık içinde açıklanması yoluyla saç
malıklarını ortaya koymak zorundadırlar; tutucu aydınların,
kültürel benimsenmişliği ellerinde tutanlara imrenecekleri hiç
bir gerekçe yoktur ve en azından egemenlerle (yetke alanı için
de) aydın alanı içinde türdeşlerinin bunları dışarlamakta uzlaş
tıkları ekonomi ve siyaset gibi alanlarda, bu tam yetenekli ol
mayan kişiler karşısında kolaylıkla üstünlük kurabilirler; böyle
ce, son bir dönüşle yalın -düşünsel ve biçemsel bakımlardan-
gerçeklerin ana topraklarına yeniden kavuştuklarını kendileri
ne doğrulamaya ve siyasal gerçekçilikle sağduyu dersleri ver
meye eğilim gösterirler.2
ikili yadsıma aracılığıyla tanımlandıklarından, eşanlı ya da
ardışık bir biçimde iki çelişik stratejiye başvururlar: E n yalın
anlatımına kavuşturarak, “aydın” eleştiriye karşı koymaları ge
rekir. Bu da onları aralıksız bir biçimde halk düzeyinde yazan
kişinin yalınlaştırıcı açıklığına yönlendirir, ama her türlü özgül
gücü yitirme pahasına, “aydınlar” ın eleştirilerine yine “aydın”
düzeyde yanıtlar getirebileceklerini göstermek zorundadırlar ve
karşı aydın bir biçimden esinlenmiş olsa bile, açıklık ve yalınlı
ğa duyulan beğeni, özgür bir aydın seçimin sonucudur. H em
konumları hem de yörüngeleri gereği kendileri de karşıt, çeliş
kili siyasal amaçlar taşıdıkları için, solun, sağa özgü titizliği gös
termediğinden, sağın da, solun kendine özgü eli açık anlayışın
dan yoksun olmasından yakınarak, farklı bir konum dan yola çı
kılarak saptanmış her tutum belirleme karşısında tavır alırlar.
Gözlem noktasını gözlemlenen konuya göre değiştirmeye,
gerçekten dile getirilen bakış açılarının her birinin nesnelleşti
rilmesinde, dolayısıyla süregeldiği biçimiyle kavranmasında
(açıkça görülen kendi bakış açıları dışında) çıkış noktası oluştu
ran tüm bakış açılarını ardışık ve ayrı ayrı benimseme'ye bir eği
lim ve yatkınlık gösterdiklerinden sağla solu, bunların her biri
nin öteki konusunda sahip olduğu ya da sahip olması gereken
izlenimi yansıtarak hiçbirini haklı göstermemeyi savlayan bir
tür yansızlıkla özdeşleştirilen, görünürde nesnel bir kalem tar
tışması konusunda olağanüstü başarı gösterirler.3 Böylece, ne
biri ne de öteki olamama, her ikisi karşısında da yabancı ve
kuşkulu olma ve kendini öyle hissetme pahasına, aydınla ey
lem adamını, bilim adamıyla siyasetçiyi bir araya getirmeye ça
balarlar.
Aynı çelişkili gereklikleri içermekle birlikte, siyaset d e n e
mecisinin konum una yerleşmek, yazınsal veya sanatsal eleştir
m en konum una yerleşm ekten çok daha güçtür: Gerçekten de
ekonomi ve siyaset konularında egemen olanlar, sanat ve yazın
da tanık olunmayan bir uzmanlık savı güderler; ve yetişim ve
seçme biçimlerindeki dönüşümler nedeniyle, okulca da güven
ce altına alınan, “kuram ” alanını da kapsayacak biçimde kendi
kendilerinin sözcüleri olma niteliğini taşıyabilmeleri ölçüsün
de, bu savı daha da güçlü bir biçimde savunurlar.
Genellikle konumlarını yalnızca okul değerlerine ve uygu-
layımsal yeteneklerine borçlu olduklarına inanan ve böylece
kendilerini yetke alanının bölünmeleri ve sürtüşmelerinin üze
rine yerleştiren devlet bürokrasisinin büyük mandarenleri,
ekonomik düzeneklerin toptan bilgisinin sağladığı b ü tüne iliş
kin bir bakış açısına dayanarak, kendilerini, boş gibi gördükleri
özel çıkarlar arasındaki sürtüşmelere yargıcılık etm e konusunda
yetkili sayarlar. Aşırı bir biçimde aydınlara yönelik olma duru
m unu sürdüren “sağcı aydınlar” ın gereksiz bir biçimde karma
şıklaştırılmış çözümlemeleri ve özel patronların hem nayif hem
de eskimiş kanı ve inanç açıklamaları karşısında, devlet soylula
rı, kendilerini hem aydınlarla hem de patronlarla iletişim kura
bilecek ve egemen olunan sınıflarla veya bunların temsilcileriy
le görüşmeler yapacak, dolayısıyla yetke alanının egem en olan
ve olunan uçları arasında eşit uzaklıkta yer alabilecek nitelikte
bir tür yai'gıct gibi gören, okullarca belirlenen ve bu niteliği gü
vence altına alınan bürokratik “seçkinler” , belirgin olmayan bir
söylemi benim settirmek için giderek daha fazla çaba gösterir
ler; bu söylemin koyu bir yavanlık taşıması, siyasal alanla gaze
tecilik alanının gerekleriyle benzerlikler gösterir.
Sağlam oluşturulmuş bir tutuculuğun seçkin savunucuları
nın, karşı aydın bir tem ele dayanan halkçı tutuculuğun yandaş
larıyla, aynı siyasal alana bağlanmak dışında ortak hiçbir nokta
ları yoktur. Bu halkçı tutuculuk, yerleşik bir biçimde aydınlar
sınıfının alt kategorilerini, nazizm ve nazizm öncesi Alman
ya’nın “tutucu devrimcilerini”, Sovyetler Birliği veya Ç in ’in ve
her dönem de bütün ülkelerdeki tüm komünist partilerin Jda-
nov’cu işçi önderliği yanlılarını, ellili yılların McCarthy dönemi
Amerika’sını etkiler; aydınları ele vererek gürültülü başarılar
elde eden tüm küçük yergi yazarlarını saymaya gerek bile yok.
Bu içe yönelik karşı aydın tutum, genellikle egemen olunan,
birinci kuşak aydınlarının bir özelliğidir; bunların etik eğilimle
ri ve yaşam biçemleri (söyleyiş biçimi, tavırlar, direnme, vd.), ki
şinin kendini rahatsız ve yersiz gibi duyumsamasına yol açar ve
bu durum, özellikle doğuştan aydınların kentsoylu incelik ve
özgürlükleriyle karşılaştırılması içinde belirginlik kazanır. E ge
m en olunan aydınların görece başarısızlığı, bunların tüm üm it
lerini bağladığı bir kültür konusundaki ilk beklentilerini boşa
çıkardığında, yüksek düzey aydınların kozmopolit, özgürleşmiş,
estetik, hatta mutsuz ve kinik yaşam biçemiyle özellikle siyaset
alanındaki kendi ileri tutum belirlemeleri arasında saptadıkları
çelişkilere karşı, kolaylıkla bir hınç ve ahlaksal öfkeye (hepsin
den önce de, Pareto’nun “pornokrasi” olarak adlandırdığı şeyi
kınayarak) kapılırlar.
E gem en olanların en bağlı ve her durum da en hırçın savu
nucuları, bu düş kırıklığına uğramış ve kalıtlarını geri çevirmek
gösterisinde bulunan kalıtçıların patavatsızlığı karşısında genel
likle çok büyük bir öfkeye kapılan aydınlar arasından çıkmıştır,
ister tutucu isterse devrimci olsun, kentsoylu aydınların düzen
lerine duydukları tiksinti, uzun bir süreden bu yana ülküselleş
miş bir aydın sınıfının alt sınırlarına güçlükle ulaşabilmiş küçük
kentsoyluyu, düş kırıklığına uğramış bir sevginin şiddetiyle do
lup taşan bir karşı aydın anlayış içine atar.4 Çıkar için kanı d e
ğiştirmenin verdiği canlılık ile harekete geçip, kıyısını bucağını
herkesten çok daha iyi bildiği bir dünyanın gizemlerini
“kentsoylular”a açar - toplumsal evrene ilişkin görüşü, kendisi
ni buna hazırlar-; ve böylelikle, egemenlerin beklentilerini kar
şıladığı ve sembolik olmakla birlikte, kimi egemen aydınların
yetke alanı içinde egem en olunan konumlarının yüreklendirdi
ği kaygı uyandırıcı gözüpek girişiçnler karşısında, bunların ge
reksinim duyduğu güvenceyi sağladığı da olur.
D e m e k ki, faşist ya da Stalin’ci yönetimler gibi birbirlerin
den son derece farklı siyasal oluşumlara yön ve renk kazandıran
bu “emekçil aydınlar” ın tutum belirlemelerinin nedeni, ancak,
yörüngelerine bağlanan eğilim etkilerinin yanı sıra aydın alan
içinde etkisi azalmış bir konum un daha az olası etkilerini de
göz önünde bulundurm ak koşuluyla açıklanabilir. Aslında,
kültürel üreticilerin, dış güçlerin desteğine boyun eğmeye (is
ter devlet, partiler, ekonomik güçler veya isterse günüm üzde
olduğu gibi gazetecilik söz konusu olsun) ve iç sürtüşmeleri çö
züm lem ek için dışarıdan aktardıkları tüm kaynaklardan yarar
lanmaya daha fazla eğilim göstermeleri, alanın iç aşamalanmala-
n içinde daha aşağı konum da bulunmaları ve özgül sermayeden
daha az pay almaları genel bir yasa gibi kabul edilebilir. Ya-
derklilik, egem en olunanlar aracılığıyla (özgül ölçütlere göre)
ortaya çıkar.
Kendilerini özgül olmayan yetkelerle donatarak (Fransız
Devrimi sırasında yazınsal bohem kesimden olan kişilerin yap
tığı gibi) egemen olunan aydınların güç dengelerini tersine çe
virmeye yönelik bu girişimlerinin örneğini, kuşkusuz Jdanov’
culuk oluşturur; SSCB’de olduğu gibi Ç in ’de de ve iç çıkarların
dış “görev” lere dönüşmesinin verimli gibi gözüktüğü tüm ta
rihsel durumlarda, Jdanov’culuk ikinci dereceden yazar ve sa
natçıları, kendilerini “halk” konusunda bilgi verecek kişiler gi
bi göstermeye ve alan içinde özgül bir yetkeyi ellerinde bulun
duranlar karşısında (özellikle, Ç in ’de olduğu gibi, bu kişiler
devrimci ideal ve gerçek arasındaki uyumsuzluğa, daha açık bir
deyişle Parti’ye yürekten bağlı memurların egemenliğine karşı
çıktıklarında5), kendi egemenliklerini kabul ettirm ek için “top
lumsal sanat” veya “halk sanatf’nın gereklerini gündem e getir
meye yönlendirir.
Bu olağanüstü durumlarda tam anlamıyla gerçekleşme fır
satı bulan terörist şiddet, öfkeli eleştirilerin veya rezalet ya da
komplolardan esinlenen kınamaların kusursuz dış görüntüsü al
tında veya, daha da sinsice bir biçimde, bilimsel veya sanatsal
yarkurulların ve kurulların, yönetim v e yöneticilerin kavranıla-
maz toplu kararları aracılığıyla her gün gerçekleşen düş kırıklı
ğına uğramış tutkunun sıradan şiddetinin uç sınırından başka
bir şey değildir.
Yazın Cumhuriyeti içinde etkili olan zorbalığın yumuşak bi
çimlerinin eleştirisine tüm etkinliğini kazandırabilmek için, ger
çekten de Jdanov’culuğun aşırı biçimlerine yönelik kolaycı kı
namanın da ötesine geçmek ve Flaubert’in, yazın kafesinin eski
bir devrimcisi olup yazın alanındaki işler konusunda bürokratik
bir sorumlu konum una gelen Hussonnet kişiliğinde bir portresi
ni çizdiği sembolik düzenin korunmasını üstlenen tüm etken
kişilerin uyguladığı baskıcı şiddetin sayısız görünümlerinin dö
küm ünü yapmak gerekir; bu çaba, bilimsel ve siyasal bakımlar
dan, az çok beklenm edik bir nitelik sunan, siyaset dünyasının
her alanında gözlemlenen, günüm üzde düş kırıklığına uğramış
aydınlara, görünürdeki kimi yadsımalar pahasına, hıncın aynı bas
kıcı tepilerini iki kez; birincisinde “devrimci” kınama veya bas
kının açık şiddeti içinde, İkincisinde bunların dış kaynaklı görüş
ve bölünme ilkelerini benimsettirmede yararlandıkları bürokra
tik ve gazeteciliğe değin yetkelerinin gizli ve kusursuz şiddeti
içinde son derece sık bir biçimde dile getirme fırsatı buldukları
durum değişimlerinden çok daha fazla ivedilik gerektirir.6
NOTLAR
1 D a h a ö n c e d e g ö rü ld ü ğ ü gibi (bkz. birinci k e sim 3. b ö l ü m ) bu d a y ana k sız
k o n u m u n be n ze ri etkilerle, “k e n ts o y lu ” g a ze te lerin tiyatro e l e ş t i r m e n l e
rin d e d e karşılaşılır.
2 Belirgin bir d e ğ iş m e z örneği olan k e n ts o y lu tiyatro, 19. y y 'in ortalarına
doğru “s a ğ d u y u ” o k u lu olarak a d la nd ırılm ıştır (bkz. A. C a ssa gnc , L a
Théorie de T a rt p o u r T a r t..., a.g.y., s. 33-34).
3 “D c ğ c r b i l im s c l v a nsı/lığa" v c n e sn e lliğ e ö y k i in m c k le birlikte, k a le m tar
tışm a sının uyg u lam a y a dayalı g e r e k s i n i m le r in e y ö n e lik tü m bakış açıları
nı b e n i m s e m e y e y ö n e lik y e te n e k lilik , bu n ite likle riyle görüş açılarının
hiçbiriyle ortak hiçbir yan taşımaz; bu y e te n e k l i li k , bu bakış açılarından
h e r birini ( önc elikle d e k e n d in in k in i), ilkesi, bir ba şk a deyişle z o r u n lu l u
ğu için d e k a vram a yetisini içerir.
4 Bu t u t u m u n belirgin örneğini H u b e r t B o u r g i n ’d e buluruz: H. Bourgin, De
Jaurès à ¡.éon B lum , l'Ecole norm ale et la politique, s u n u ş yazısı: D a n ie l L in -
d e n b e r g , Paris, L o n d r a , N e w York, G o r d o n a n d Breach, 1970.
5 Bkz. M. G o d m a n , Literary D issent in C om m unist China, C a m b ri d g e , H a r
vard U niv e rsity Press, 1967. '
6 Bura da, siyasetin ( D e v l e t ’in, yark u ru lların ın vc y ö n e ti m le r in i n k ültü re l
ü r e tim alanın iç işlerine karışması yoluyla), e k o n o m i n i n (m e s e n liğ in tü m
b içim leriyle birlikte), basının (söz gelim i, “ödül d iz e lg e le r i” , özellikle d e
-b ilin ç li o lm a m a k la b i r l i k t e - hile k atılm ış “s o ru ş tu ru la r” a dayalı olanlar),
vd. tü m güçle rin i k u lla n a ra k dış a ş a m a la n m a ilk elerini b e n i m s e t m e y e y ö
n e lik tü m g iriş im le rd e n oluşan g e r ç e k a n la m d a özgül H üküm et darbelerini
a n ım s a t m a k y e r in d e olacaktır.
-132
ÜÇÜNCÜ KESİM
BARBEY D ’AUREVILLY.
1
Katıksız E stetik’in Tarihsel Oluşumu
M A R C E L PR O U ST.
-135
tineceğim: Harold O sborne’a göre, estetik tutum, dikkatin yo
ğunlaşmasıyla (çevresince algılanan nesneyi ayırır -frcımes
apart-), söylemsel ve çözümlemek etkinliklerin askıya alınma
sıyla (toplumbilimsel ve tarihsel bağlamı göz ardı eder), çıkar
gütm em e ve ilgisizlikle (geçmişteki ve gelecekteki kaygıları bir
yana bırakır) ve son olarak da nesnenin varlığına aldırmamayla
kendini belli eder.2
-138
nın üretim bilimi, bir başka deyişle kendi pazarını kendi oluş
turan görece bakımdan özerk bir üretim alanıyla kendi ereğini
yine kendisi oluşturduğu için biçimin işlev karşısındaki mutlak
üstünlüğünü kesinleyen bir üretimin aşamalı bir biçimde ger
çekleşmesi bilimi, aynı zamanda, bu yolla üretilmiş yapıtlarda
(ve potansiyel olarak dünyadaki her şeyde) işlev karşısında bi
çimi öne çıkarabilecek katıksız estetik yeteneğin ortaya çıkış
bilimidir.
Öz çözümlemesinin göz önünde bulundurmadığı şey, sa
natsal algılama içinde etkin olan sınıflandırmacı gereç ve tas
lakların, bu çözümlemenin nayif bir biçimde betimlediği este
tik deneyim in koşulunu oluşturan bir tür tarihsel aşkmlığtn üre
timine (ya da bulgulanmasına) ve öykünülmesine (veya yerleş
mesine) ilişkin toplumsal koşullardır. Sanat yapıtıyla yakınlığın
dolaysız bir biçimde kavranması anlamına gelen onunla ilişki
nin bu özel biçiminin kavranması, yapıtın yaşanılmış deneyimi
nin yalın bir görüngübilimsel incelemesine açık olmayan ince
lemecinin kendi kendini kavramasını varsayar ve bu varsayım,
söz konusu deneyimin bir ürünü olduğu geçmişin etken bir bi
çimde unutulması ölçüsünde gerçekleşir. Sanat deneyiminin
tarihsel biçim ve kategorilerini, geçmişe yönelik sayrıl durum
ların anımsatılması yoluyla yeniden kendine mal etm eye daya
nan aşkın tasarının bu tarihçi biçimini, ancak toplum bilimleri
nin tüm kaynaklarının harekete geçirilmesi koşuluyla sonuna
kadar götürebiliriz.
Kendini doğal bir yetenek gibi görmekle birlikte, 20. yy’ın
sanat tutkununun bakışı, tarihin bir ürünüdür: Soyoluş (fıloge-
nez) bakımından katıksız, sanat yapıtını gereği gibi kendi için
de ve kendisi bakımından, işlev olarak değil de biçim olarak
kavrayabilecek bakış, katıksız sanat ereğinin yüreklendirdiği
üreticilerin ortaya çıkmasından ayrı tutulamaz ve bu katıksız
sanat ereği de özerk, kendi amaçlarını dış istekler karşısında or
taya koyup benimsettirebilecek bir sanat alanının ortaya çıkı
şından ayrılamayacağı gibi bununla bağlantılı olarak kendini
gösteren, böylece oluşturulmuş yapıtlara, bu yapıtların gerektir
diği “katıksız” bakışı uygulayabilecek bir “amatör” ya da “uz
m an” kitlesinin oluşmasından da ayrılamaz; Bireyoluş (ontoge-
nez) bakımından, örneğin daha küçüklükten müzelere gidilme
si, uzun bir okul eğitimi ve özellikle de boş zaman etkinliği ola
rak skhole’mn, gerekliliğin zorlama ve baskıları karşısında alınan
uzaklık içinde uzun uzun kalması gibi, varsaydığı son derece
özel öğrenme koşullarına bağlıdır. Bu arada yeri gelmişken şu
nu da belirtelim: Bu koşulları göz ardı eden öz çözümlemesi,
bir ayrıcalık ürünü olan deneyim in özel niteliklerini, sessizce,
estetik olmayı amaçlayan her türlü uygulayımın evrensel kura
lına dönüştürür.
Sanat yapıtının ve estetik deneyim in tarihdışı incelem esi
nin betimlediği şey, aslında bir kurum , süregeldiği biçimiyle
hem olgularda hem de beyinlerde iki kez var olan bir ku ru m
dur. Olgularda, bir sanat alanı, yavaş bir ortaya çıkma süreci
nin ürünü olan görece bakım dan özerk bir toplumsal evren bi
çiminde; beyinlerdeyse, kendileriyle birlikte alanın bulgulan-
dığı hareket içinde, bu alana uyarlanan yetenekler biçiminde
var olurlar. Olgular ve yete n e k le r dolaysız bir biçimde birbir
lerine uyum gösterdiklerinde, bir başka deyişle bakış, yönel
diği alanın ürünü olduğunda, her şey burada dolaysız bir an
lam ve değerle donanmış gibi görünür. Öyle ki, kültürel alan
içinde kendini rahat hisseden herkese genellikle sanki doğal
bir şeymiş gibi (taken fo r granted) gelen sanat yapıtının anlam
landırılması ve değerinin tem eline ilişkin son derece olağa
nüstü sorunun g ü n d e m e gelmesi için, aydın bir kişinin gözün
de tüm üyle olağanüstü bir nitelik taşıyan, tersine, deneysel
gözlemin8 gösterdiği gibi sanat yapıtının nesnel bir biçimde
gerektirdiği yetenekleri elde e tm e fırsatını bulamamış kişile-
reyse son derece sıradan gelen bir deneyim in ortaya çıkması
gerekir: Sözgelimi, Brillo de YVarhol’un Stable Gallery’deki
kutular sergisini gezdikten sonra, alanın, tanınmış ve tanıtm a
yı sağlayacak bir yerde sergi açılması aracılığıyla değerin be
nim senm esini sağladığı keyif niteliğini, L eibniz’in diyebile
ceği gibi ex instituto 'yu bulgulayan Arthur D a n to ’nun deneyi
mi gibi.9
Dolaysız bir anlam ve değerle yüklü olarak sanat yapıtı de
neyimi, aynı tarihsel kurum un iki yüzü arasındaki; birbirlerini
karşılıklı olarak temellendiren aydın habitus ve sanat alanı ara
sındaki uyum un bir sonucudur: Sanat yapıtı ancak bu biçimiyle,
daha açık bir deyişle bu yapıtın örtük bir biçimde gerektirdiği
estetik yetenek ve yetiyle donanmış izleyicilerce kavranması
durumunda bir anlam ve değer kazanan sembolik nesne niteli
ğiyle var olduğundan, sanat yapıtına bu niteliğini kazandıranın,
estetikçinin bakışı olduğu söylenebilir; ancak hem en ardından,
estetikçinin bakışının, bunu ancak uzun bir toplu geçmişin, da
ha doğrusu “uzmanın” giderek yoğunlaşan ve bireysel bir nite
lik taşıyan buluşunun, yani sanat yapıtına yönelik uzun bir ince
lemenin ürünü olması ölçüsünde başarabileceğini anımsatmak
gerekir. İnançla kutsal olan arasındaki bu çevrimsel nedensellik
bağıntısı, ancak, hem toplumsal bir düzenin nesnelliği hem de
düzene katılma, buna ilgi duyma eğilimi gösteren anlayışlar
içinde yerini bulursa işlev görebilir. Müzeler, cephe duvarlarına
şunu yazabilirlerdi: Sanata tutku duymayan kimse bu kapıdan
girmesin -am a bu o denli doğal ki, böyle bir yazıyı koymaya ge
rek bile yok. Düzen, illusio’yu, bilgili katılımcının düzene yatırı
mını yaratır; düzence yaratıldığı için onun anlamını bilen bilgili
katılımcı, düzeni sürdürerek böylece onu var eder.
Doğal bir şeyin ya da insana özgü bir yapıtın estetik niteli
ğini bilincin salt gözleme dayalı, ne kuramsal ne de uygulamalı
olmayan bir tu tu m u n u n yalın bir bağlaşığına indirgeyen
“estetik bilinç” kuramlarının öznelliğiyle Vérité et Méthode'Az.
G adam er’in önerdiği bir sanat yapıtı varlıkbilimi arasında bir
seçim yapmak zorunda olmadığımız açıktır. Sanat yapıtının an
lam ve değeri sorunu, estetik yargının özgüllüğü sorunu gibi,
çözümünü ancak özel bir estetik anlayışının oluşum koşullarını
ele alan bir toplumbilime bağlı alanın toplumsal tarihi içinde
bulabilir ve alan, durumlarının her birinde bu toplumbilime
başvurur.
NOTLAR
1 Bak ınız P. F. Strawson, “A e s th e tic Appraisal a n d W ork s o f A rt” , Freedom
a n d Resentment, L o n d ra , 1974, s. 178-188 ve T . E. H u l m c , Speculations,
L o n d r a , R o u t le d g e a n d K cgan, 1960, s. 136.
2 B akın ız H. O s b o rn e , The A rt o f Appreciation, L o n d ra , O xford U niv e rsity
Press, 1970. Bu t a n ım ın ö n e m i, ötek i tan ım la rın sa ptadığı bir be lirgin
öz ellik ler b ü t ü n ü n ü bir araya g e tirm esi o lg u su n a dayanır: Böylcce, ö r n e
ğin H u l m e , e s t e t i k g ö z le m in n e sn e sin in , kendisi tarafınd an ayrı olarak bi-
ç im len d irild iğ in i (fra m e d a p a rt by itself) g ö z le m le r (T . E. H u l m e , a.g.y.).
3 R. Ja k o b so n , Questions de poétique, Paris, Seuil yay., 1973; ve “C lo sin g S t a
t e m e n t: L in g u istics a n d P o e t ic s ” , T . A. S e b e o k (yayımcı), Style in L angu
age, C a m b r i d g e , M I T Press, 1960. Bu m e t n i n y e ni bir d e ğ iş k e s in d e , m e t
n in (öznel iz d ü ş ü m l ü ) bir b a h a n e v e s o n s u z erkli bir z o r u n lu l u k olması
se ç e n e ğ iy l e karşılaşılır; birinci e ğilim da h a çok, auetor g ö rü şü n e , İkincisiy
se da h a bilim sel bir lector g ö r ü ş ü n e d e n k düşe r.
4 R. W e l l c k ve A. W arren , Theory o f Literature, H a r m o n d s w o r t h , P e n g u in ,
1949.
5 E. Panofsky , M eaning in the Visual Arts, N e w York, D o u b l e d a y Anchor
Books, 1955, s. 13.
6 Ö z c ü lü ğ e y ö n e lik W ittg en s te in 'ci eleştirinin s u n u ş u ve bu eleştirinin bir
eleştirisi için, ba kın ız M. H. Abram s, Doing Things with Texts, a.g.y., s. 31-72.
7 A. D a n to , “T h e A rtw o rld ” , J o u rn a l o f Philosophy, c. L X I, 1964, s. 571 -584.
8 K ültü rel b i r ik i m d e n e n az pay alm ış m ü z e ziy aretçilerinin, algılama ve
d e ğ e r l e n d i r m e g e r e ç le r in e ve ö zellik le d e türlerin, okulların, d ö n e m le rin ,
sanatçıların, vd. adla rına g e r e k e n e n d ü ş ü k d ü z e y d e e g e m e n olamamaları
n e d e n i y l e k a çın am a d ık la rı şa şkın lık k o n u s u n d a , P. B o u r d ie u ve A. Dar-
bel ile D. S c h n a p p c r, L 'A m o u r de l ’art. Σ s musées d ’a rt européens et leur
public, Paris, M in u i t, 1966; P. B o urdieu, “ É l é m e n t s d ’u n e t h é o r ie sociolo
g iq u e d e la p e r c e p ti o n a r ti s t i q u e ” , Revue internationale des sciences sociales,
c. XX, no. 4, 1968, s. 640-664 okunabilir.
9 Ve b u o l a ğ a n ü stü d e n e y i m olasılığının t o p lu m sa l koşullarını hiçbir şey d ı
şarıda k a lm a y a c a k b iç im d e i n c e l e m e k gerekirse , san atçının , b u ra d a bir
pisuar ya da bir şişe altlığı s e r g ile y e r e k m ü z e ve sa n a tç ın ın e s t e t i k k u r u
luş e tk isin i ilk k e z g ü n ışığına ç ıkaran M arcel D u c h a m p ’ın yalvaçça m ü
dahalesini d e işin içine k a t m a k gerekir.
10 R e sim a la n ın d ak i e s t e t i k yeterliliğin to p lu m sa l g e ç m işin in n e o lab ilec eğ i
n e ilişkin bu hızlı ve n e r e d e y s e izlcn cesel taslak, k ısm e n , M. H. Ab-
r a m s ’ın, D oing Things with Texts, a.g.y., özellikle s. 135-15 8 ’d e k i g ö z le m le
rine ve yanı sıra W. E. H o u g h t o n , Jr., “T h e E n glish Virtuoso in t h e S e v e n
t e e n t h C e n t u r y ” , J o u rn a l o f the History o f Ideas, no. 3, 1942, s. 51-73 ve
190-219’a d a y a n m a k ta d ır.
11 Bu e s t e t i k k u r a m ı n ı n tarihin e ilişkin d a h a k ö k l ü bir i n c e l e m e için, b a k ı
nız M. H. Abram s, D oing Things with Texts, a.g.y., özellikle “ F ro m Addison
to Kant: M o d e r n A e sth e tic s a n d t h e E x e m p l a r y Art” b ö l ü m ü , s. 159-187.
12 Bakın ız R. S h u s te r m a n , “W it t g e n s te in a n d Critical R e a s o n in g ” , P hilo
sophy a n d Phenomenological Research, no. 47, 1986, s. 91-110.
13 Bkz. P. B o u rdieu , L.a D istinction, a.g.y., s. 216.
14 Bu da, d ü ş ü n ü r ü n b e ğ e n i yarg ısın ın ö z ü n e ilişkin bir ta n ı m ö n e r d iğ i n d e
ya d a K a n t ’ınki gibi k e n d i eğ ilim le riy le b a ğ d a ş a n bir t a n ı m a e v r e n s e l li k
y ü k l e d i ğ i n d e , sıra dan d ü ş ü n c e b i ç i m i n d e n ve b u n u n i t e l e n d i r e n görece
m u t l a k l ı k e ğ il i m i n d e n , s a n d ı ğ ın d a n d a h a az k açın ab ild iğ i a n la m ın a g e
lir.
15 E. Delacroix , (E uvres littéraires, Paris, G rès, 1923, c. I, s. 76.
16 1880’li yıllarda, m ü z iğ in e n a z ın d a n k a tıksız sa n a t sa vun uc ula rı için bir
b a şv u r u sanatı n ite liğ in e d ö n ü ş m e s i n in , hiç d e ğ ilse şiirde özgül d c v rim lc-
rin m a n t ı ğ ın d a n k a y n a k la n a n alanın ö z e r k l e ş m e s i n e eşlik e d e n e s t e t i k bi
çim cilik y ö n ü n d e k i ile r le m e y le bağıntılandırılm ası gerekir.
17 M. Riffaterrc, Essais de stylistique structurale, Paris, F la m m a r io n , 1971.
18 S. Kish, “ L ite ra tu re in th e R e a d e r” , New Literary H istory, no. 2, 1970, s.
123 vd.
19 W . Iser, L 'Arte de lecture. Théorie de l'effet esthétique, B rüksel, P ie rre M arda-
ga, 1984, s. 209 vd.
20 H e r k ü ltü re l iyelik, yazınsal m e tin , resim veya m ü z ik y ap ıtı, alım layıcıla-
rın y e te n e ğ i ve k ü ltü re l y etisi gibi, bir başk a d e y işle , g ü n ü m ü z d e , sah ip
o lu n a n e ğ itim e ve b u n u n e sk iliğ in e göre d e ğ iş e n b ir k av ram an ın k o n u s u
n u o lu ş tu ru r (bkz. P. B o u rd icu ve A. D a rb c l, D . S c h n a p p e r ile, L ’A m our
(le l'art. Les musées d 'a r t européens et leur public, a.g.y. Bu çalışm ad a, resim
y a p ıtla rın ın a lım la n m asın a y ö n e lik ve k ü ltü re l y a p ıtların tü m ü için d e g e
çerli olan b ir d e ğ iş im le r ö rn eğ i ö n e rilm e k te d ir).
21 H .-G . G a d a m e r, Wahrheit u n d Methode, T ü b in g e n , M ohr, 2. baskı 1965, s.
246; Fr. çev., Vérité et Méthode. Les Grandes lignes d'une herméneutique p h ilo
sophique, Paris, S e u il yay., 1976 (1960 tarihli A lm anca 1. basım ).
22 B urada, e le v e rm e n in m an tığ ıy la k a v ram an ın m an tığ ı arasın d a k i farklılığı
a n ım sa tm a y ı d e n e m e k için H e id e g g e r’i k ın a m a k ü z e re ayağa k a lk a n
o k u rla r a rasın d a n ç ık a n tü m yargılayıcı ve su çlam acılara, “o n u n e n iyi
a v u k a tı” o ld u ğ u m u sö y le d iğ im b ir sö y leşiy e g ö n d e rm e y a p ıy o ru m (bkz.
P. B o u rd ieu , “ Ich g la u b e ich w äre se in b e s te r V e rte id ig e r” , Das Argument,
no. 171, E k im 1988, s. 723-726).
23 Y aratıcı o k u m ay ı bir k u ra m a d ö n ü ş tü rm e çabası g ü d e n le r a rasın d a, y a z ın
sal d ü z le m d e G é ra rd G e n e tte (G . G e n e tte , “ R aisons d e la c ritiq u e p u r e ” ,
Figures, e. II, Paris, S eu il yay., 1969, s. 6-22) ve fe ls e fe a la n ın d a, tarih çi in-
d irg c m c z liğ in in te rs in e , y o ru m u n k e sin ö lç ü s ü n ü yazarın am açları a ra sın
da g ö rm ey i y ad sıy an ve “ kavram ayı y alnızca ö y k ü n m c c i değ il, aynı za
m a n d a ü re tici b ir g irişim ” olarak gö ren H .-G . G a d a m e r (H . -G . G a d am e r,
Vérité a t Méthode, a.g.y., ve L 'A r t de comprendre. Herméneutique et tradition
philosophique, Écrits I et 2, Paris, A ubier, 1991) sayılabilir. A m a g izem ci bir
s u n u o larak b u o k u m a k u ra m ı, H e id e g g e r’in şiir ü z e rin e yazdığı yazılarda
(ö z ellik le d e “ D ilin D oğası Ü z e rin e ” ve “S a n a t Y apıtının K ö k e n le ri” b a ş
lıklı d e n e m e le rin d e ) b ir b ü tü n lü ğ e k a v u şm u ştu r: K e n d in i sö z c ü k le re b ı
ra k m a k , şiir iç in d e k e n d in i g e rç e k le ştire n v e g e rç e k le şm e sin i sü rd ü re n
k işin in o rtay a ç ık ışın ı y e n id e n k av ram ak tır; b ire y e seslen işi bir y e ti ve bir
v e rm e e y le m i olan şairin yap tığ ı gibi, “sö z c ü k le ri varoluşları iç in d e se r
b e s t b ıra k m a k ” , sözü b ire y e b ırak a rak bireyi var e d e n yaratıcı e y le m i y i
n e le m e k tir.
24 G . B ach elard , L ’E a u et les Rêves, Paris, J. C o rti, 1942, s. 37.
25 Bu d u ru m , sıra d an b ir a c e m iy le y a p ıla n b ir söyleşi m e tn in in y o ru m la n m a
sı için o ld u ğ u d e n li ü n lü b ir yazarın y a p ıtın ın an laşılm ası için d e g eçerli-
d ir (ö z e llik le y a za rın ın b ir alan a bağ lan m ası n e d e n iy le , ü n lü bir yazarın
y a p ıtın ın k a v ra n m a sın ın özel so ru n la r iç e rm e d iğ i a n la m ın a g e lm e z bu).
26 B aşka z am an k e sitle ri iç in d e k u tsa l m e tin le rin tarih se l e le ştirisin in (b u ra
da d a S p in o z a ’yı a n ım sa tm a k g e re k ir) su n d u ğ u d u ru m a son d e re c e b e n -
/.erlik g ö ste re n k ü ltü re l iy elik le rin to p lu m sa l k u lla n ım la rın ın in ee lem esi,
g ö re c e le ştirm e yoluyla b ir k ü ltü rü n y ık ılm asın ı a m a çlam az - b a n a öyle g e
liyor ki, y e rle şik k ü ltü re l d ü z e n sa v u n u c u la rın ın in an ırm ış gibi g ö rü n d ü k
leri bir sonuç d a içerm ez; y apıtları ü re tim , dolayısıyla b u lg u la m a ve olası
ö z g ü rlü k a raçlarının sıra d an laşm ış ve d u ra ğ an laştırılm ış b ir k a lıtın a d ö
n ü ş tü re n k ü ltü re l boşin a n çvc fe tişizm e y ö n e lik b ir eleştiri içerir.
27 Bkz. R. C h a rtie r (yayım cı), Pratiques de la lecture, M arsilya, R ivages, 1985
(ö z ellik le “ K ita p ta n O k u m a y a ” b ö lü m ü , s. 61-82).
28 Ö rn e ğ in D u rk h c im , insancı g e lc n eğ ir^ Y u n a n -R o m a d ü n y a sın ı “ bir tür
g e rçe k d ışı, ta rih te var o lm u ş k işilik lerin ta rtışm asız iç in d e y e r aldığı, am a
su n u ld u k la rı b içim le riy le tarih se l h içb ir n ite lik taşım a y an k işile rle dolu
ü lk ü se l bir ç e v re y e ” in d irg e d iğ in i g ö ste rm iştir ve b u ta rih s e llik te n a rın
d ırm a sü recin i, H ıristiy a n b ir h ab itu s’u y e rle ştirm e y i a m açlay an c ğ itb ilim -
sel bir girişim in te m e lin i o lu ştu rm a k ü z ere , b ir a n la m d a p ag an yazını e t
k isiz le ştirm e k g e re ğ in e b ağlar (É . D u rk h c im , L ’E volution pédagogique en
France, Paris, P U F , 1938, c. II, s. 99).
29 F ra n sa ’da e ğ itim in te m e lin i o lu ştu ra n k lasik dil ve yazın la fizik gibi m o
d e rn k o n u ların , D e v rim ’e d e ğ in a n ca k orta ö ğ re tim in son y ılın d a iz le n c e
le rd e y e r aldığı b ilin m e k te d ir (bkz. F. d e D a in v ille, “ L ’e n s e ig n e m e n t
sc ie n tifiq u e d a n s les co llè g es d e jé s u ite s ” , R e n e T a to n (yayım cı), Enseig
nement et D iffusion des sciences en France au X V I IIe siècle, Paris, H c rm a n n ,
1964, s. 27-65; P. C o sta b e l, “ L ’o ra to ire d e F ra n c e e t scs c o llè g e s” , a.g.y.,
s. 67-100). A m erik a B irleşik D e v le tle ri ve In g ilte re k o n u la rın d a , b a k ın ız
L. G o ssm an , “ L itté ra tu re a n d E d u c a tio n ” , N ew l.iterary H istory [ T h e U ni-
v ersity o f V irginia], no. 13, 1982, s. 364-365, n o t 8.
30 E. D u rk h e im , L ’E volution pédagogique en France, a.g.y., 1938, c. II, s. 128.
31 Bkz. M . A rnold, A French E ton, o r M iddle Class E ducation a n d the State,
L o n d ra ve C a m b rid g e , 1864 (1859 y ılın d a T o u lo u s e L is e s i’n d c y apılan
b ir s o ru ş tu ru n u n tu ta n a ğ ı), ve A. V u ille m ain , “ R a p p o rt au roi su r l’in s t
ru c tio n se c o n d a ire ” , Le M oniteur universel, 8 M a rt 1843, s. 385-391, a lın tı
layan L. G o ssm an , “ L ite ra tü re a n d E d u c a tio n ” , a.g.m ., s. 365. A yrıca b a
k ın ız A. P rost, L ’Enseignement en France, 1800-1867, Paris, A. C o lin , 1968,
s. 52-68.
32 L. G o ssm an , “ L ite ra tü re a n d E d u c a tio n ” , a.g.m . s. 341-371, ö z e llik le s.
355.
33 Bir başka y e rd e , lector’u n kim i b u d u n b ilim s e l ve g ö ste rg e b ilim se l b iç im
le rin e b e lirg in b ir n ite lik k a za n d ıra n tav rın ın n e re d e y s e sın ırsız b ir b iç im
d e se rg ile n m e sin e ve (yalnızca) o k u n m a k için y a p ılm am ış “ şe y !er” in
(b u n lar, bir d ü z e n iç e rm e y e n su n u ş için d e: tö re n le r, a k ra b a lık stra te jileri,
sa n a t yapıtları, h a tta kim i sö y le m b içim le rid ir) “o k u n m a s ı” nı sağlam aya
y ö n e lik e ğ ilim in dizgeli b ir yan lışlar ilkesi o ld u ğ u n u g ö ste rd im . Bu y a n ıl
gıların ana örn eğ i, B a k h tin c ’in filolojizm a d ın ı verdiği, dili, ö rtü k b ir b i
ç im d e bilim a d am ın a y ö n e lik işlevin, yani a ç ık la n m a n ın d ışın d a b a şk a bir
işlev taşım adığı k abul e d ile n ile tin in ç ö z ü lm e sin e o lanak sağlayan bir ra
k am gibi e le alm aya o lan a k tan ıy a n ay d ın ile h ü k ü m s ü z b e lg e a rasın d ak i
ilişkidir. Bu görüş, k o n u olarak b ilim k u ram sa l tavrın k e n d is in i, kuram sal
b ak ış açısını ve b u n u uygulam alı b ak ış açısın d an ayıran h e r şeyi aldığı
için, Inlgikuram ı merkezciliği ’n d e n , an cak bilgi k u ra m ın ın e n ü st d ü z e y in d e
y e r alan b ir d ü ş ü n c e karşılığ ın d a k ıırtu lab ilin ir.
34 T a rih s e l to p lu d u ru m a e n belirg in bir b iç im d e b a ğ lan an “ M a rx ’ç i” k a v
ram ları “ta rih s e lle ş tirm e k ” için g ö ste rilm esi g e re k e n ç a b a n ın , M a rx ’çılığa
b a ğ la n d ık la rın ı sa v u n a n la r arasında b ile g ö ste rilm e m e si (b u n u n b ir n e d e
ni d e , “ta rih se lliğ e ” k a p ıla ra k aykırı d ü ş m e k k o rk u su d u r), k u ş k u s u z b u
p ro fesy o n el e ğ ilim e e n y e tk in tanıklığa getirir.
35 H .-G . G a d am e r, Vérité et Méthode, a.g.y., s. 144.
36 H .-G . G a d a m e r, a.g.y., s. 152, ve ayrıca s. 170-171.
37 Ö rn e k : “ G e ç m işe g id ild ik çe , belirli k urallara u laşam am a d u ru m u n d a , y a r
gı g ü c ü m ü z ü n n e d e n li zayıfladığı h e rk e sç e bilinir, iş te b u n e d e n le , çağ
d aş sa n a tı k o n u alan yargılar, bilim sel b ilin ç için u m arsız b ir b u la n ık lık
sunar. Bilgi yoluyla e g e m e n olam ayacağım ız d e n li ç e k ic ilik le rin i ko ru y an
v arsayım lara açık o lu p çağdaş ü re tim e , g e rç e k k a p sa m ıy la, g e rç e k a n la
m ıyla ora n tısız b ir b iç im d e g e re ğ in d e n fazla y a n k ı [eine Uberresonatız] k a
z an d ıra n b u tü r yaratım ları açıkça d e n e tim dışı k alm ış yargılarla e le alırız”
(H .-G . G a d am e r, a.g.y., s. 138).
38 S e m b o list b ir d e v rim i (ö rn eğ in M a n e t’n in g e rçe k le ştird iğ i), b u n ite liğ iy le
a n la y am a m a m ız söz k o n u su olabilir; b u n u n n e d e n i, b u d e v rim in ü re ttiğ i
ve b e n im se ttiğ i algılam a k a te g o rile rin in bize a rtık doğal g e lm e le ri ve y ık
tığı k a te g o rile rin da b ize yab an cılaşm alarıd ır.
47-1
2
Bakışın Toplumsal Oluşumu
L U D W IG W IT T G E N S T E I N .
NOTLAR
1 M . B axandall, P ainting a n d Experience in Fifteenth Century Italy. A P rim er in
the S o cia l H istory o f P ictural Style, O x fo rd , O x fo rd U n iv e rsity P ress, 1972;
F ran sızcay a ç e v ire n Y. D c lsa u t, L ’Œ il d u quattrocento. ¡.'Usage de la peintu
re dans l ’Italie de la Renaissance, Paris, G a llim ard , 1985.
2 Bkz. P. B o u rd ieu , “ K lé m c n ts d ’u n e th é o rie so cio lo g iq u e d e la p e rc e p tio n
a rtis tiq u e ” , Revue internationale des sciences sociales, c. X X , no. 4, 1968, s.
610-664.
3 A.g.y., s. 648.
4 A.g.y., s. 656.
5 A.g.y., s. 649.
6 A.g.y., s. 646.
7 A.g.y., s. 642.
8 Ç a lışm a m ın b u n d a n sonraki b ö lü m ü , Y v e tte D c lsa u t ile o rtak k a le m e al
dığ ım bir m a k a le n in g ö z d e n g e çirilm iş b ir b içim id ir (bkz. P. B o u rd icu ve
Y. D c lsa u t, “P o u r u n e sociologie d e la p e rc e p tio n ”, Actes de la recherche en
sciences sociales, no. 40, 1981, s. 3-9).
9 M . B axandall, P ainting a n d Experience in Fifteenth Century Italy. A P rim er in
the Social History o f Pictorial Style, a.g.y., s. 3.
10 Bkz. B axandall, a.g.y., s. 16.
11 A.g.y., s. 23.
12 A.g.y., s. 109.
13 A.g.y., Ö nsöz.
14 yl.g.y., s. 109.
15 A.g.'y., s. 109
16 A.g.y., s. 110.
485
17 A .g.y., s. 150. M a n tık sal olguları o lguların m an tığ ı gibi su n m a k ta n k a ç ın
m aya d ay an a n bu kaygı, d o stların ın v cva ressam ların resim ve sa n a t ü z e ri
ne “ d ü ş ü n c e le rin i” dile g e tird ik le ri sö z c ü k le rin tarih sel, ö n c e lik le de fe l
sefi k ö k e n le rin e y ö n e lik h e r araştırı k a rşısın d a B a x an d a ll'in g ö ste rd iğ i sa-
k ın ım lı tu tu m için d e b e lirg in bir b iç im d e ortaya çıkar. (B kz. M . B axan-
dall, “O n M ic h e la n g e lo ’s M in d ” , T h e N ew York Review o f Hooks, c.
X X V II, no. 15, 8 E k im 1981, s. 42-43.)
18 M . B axandall, P ainting a n d Experience in Fifteenth Century Italy. A P rim er in
the S ocial History o f Pictorial Style, a.g.y., s. 11.
19 J. L c G off, “T h e U su re r a n d P u rg a to ry ” , The D aw n o f M odem Hanking,
L os A ngeles, Yale U n iv ersity , 1979, s.’ 25-52; ayrıca, L a Naissance tlu p u r-
gatoire, Paris, G allim ard , 1981.
-186
3
Okumaya İlişkin Eylem İçinde Bir Kuram
D E N IS D ID E R O T .
PAUL VALÉRY.
-187
içini merak ettiklerinden.1” Öykü, türün kurallarına uygun ola
rak sıradan bir anlatıyla: Baş kahraman olan, kibarca seçkin bir
kişi olarak tanımlanan Miss Emily Grierson’la, cinsiyete göre
bölünen ve basmakalıp kişiliklere uygun olarak (erkeklerin
uydumculuğu, kadınların merakı) nitelendirilen ikincil kişilik
lerle, türün bildik kurallarını benimseyen ve bir ağırbaşlılık
içinde toplulukla (“bulmuşV»^” , “akşam yemeğini y c'dik",
“k e n t 'imiz") özdeşleşen bir anlatıcı ve bunun yanı sıra ne oldu
ğunu bilmediğim alışılmadık bir şeyleri de işin içine katan özel
likle zamansal (“on yıldan bu yana” ) bir dizi belirtiyle başla
maktadır.
Yok olmuş bir geçmişin onurlu kalıntısı (falletı monumetıt)
Em ily’yi sunarken, Faulkner, görünüşte önemsiz ama gerçek
bir etki uyandırmak için sıradan romancıların bile pek fazla bi
linçli olmasa da kullandıkları saptamaları, sağduyunun önvarsa-
yımlarını bir güç olarak harekete geçirecek kadar başarılı bir bi
çimde bir araya getirmiştir; sözgelimi son derece saygın, yok ol
muş büyük bir ailenin yaşayan son bireyi ve eski geleneklerin
simgesi yaşlı bir kişiliğin imgesini kafalarda canlandırmak ve
bu bir tür toplumsal öz içinde yer alan tüm öncelemeleri hare
kete geçirmek için, soyluluk düşüncesine - v e metin içinde de
açık bir biçimde yer verilen ünlü “soyluluk, sorumluluktur” gi
bi bu düşüncenin içerdiği her ş e y e - başvurur.
Toplumsal bakımdan oluşturulmuş, dolayısıyla toplumsal
olanın tüm gücünü elinde bulunduran soyluluk düşüncesi, hem
anlatıcının ve kişiliklerinin olduğu kadar okurun da sessizce
benimsediği toplumsal gerçekliğin oluşturum ilkesi, hem de
soyluluğun varoluştan önce gelen ve onu üreten bir öz konumu
taşıması ölçüsünde, genellikle olgular içinde doğrulanan, kimi
olasıları tanımı gereği gerektiren veya dışarlayan bir önceleme
ilkesi olarak işlev görür. Önvarsayımın gücü o kadar büyük ve
habitus'un kılgısal tümevarım savları o kadar sağlamdır ki, b u n
lar kesinliğe direnirler: “-Arsenik istiyorum. Eczacı kadına bak
tı. Kadın onu uzun uzun, gözlerini kaçırmadan süzdü.- Tabii
efendim dedi eczacı, arsenik istiyorsanız verelim.” Sözcüklerin
ve eylemlerin anlamı, bunları üreten kişinin toplumsal imge-
since önceden belirlenmiştir ve “hiçbir biçimde kuşku duyul
mayacak” bir kişi söz konusu olduğu için cinayet düşüncesi ak
la bile gelmemiştir.
Sağduyuya ilişkin öncelemeler, olguların kesinliğinden da
ha güçlüdür; resmi gerçeklik (“Fare zehiri aldığı gün olduğu gi
bi, arsenik aldığında da” ; “kutunun üzerine şöyle yazdı [...]:
‘Fareler için’” ), anlamsız veya kinik, gösterişçi itiraftan daha e t
kilidir ( “Zehir istemiştim dedi eczacıya” ). Ve, yazarın bir araya
getirdiği ve Em ily’nin hemşerilerinee olduğu kadar okurca da
yöntemli bir biçimde göz ardı edilen veya bilinç alanı dışına
itilmiş tüm kuşkulu göstergeler için de - “koku”, “babasının öl
mediğini” söyleyen Em ily’nin deliliği, v d .- aynı şey söz konu
sudur (“Kimse, deli olduğunu söylemedi. Başka türlü davrana
mayacağını düşünüyor’« ^ . Babasının çevresinden uzaklaştırdı
ğı gençleri anım sıyorsak ve ellerinin boş olduğunu görünce,
her zaman yapıldığı gibi kendini her şeyden yoksun bırakan ki
şiye sıkı sıkıya sarılacağını biliyor Vak” ). Ve yine, nasıl Jefferson
sakinleri ancak Em ily’nin ölüm ünden sonra, yani “olaylardan”
kırk yıl sonra, onun sevgilisini zehirleyip cesedini tüm bu yıllar
boyunca evde sakladığını öğrenirse, okur da yanıldığının farkı
na ancak öykünün son sayfasında varır.
Yansıtıcı B ir Roman
NOTLAR
1 W. F a u lk n e r, “ U n e rose p o u r E m ily ” , Treize Histoires, Paris, G a llim ard ,
1939, s. 135.
2 M . P erry, Literary Dynamics, H ow the O rder o f a Text Creates Its Meanings
(Poetics a n d Com parative Literature), T el-A v iv , T e l-A v iv Ü n iv e rsite si,
1976.
3 S özgelim i, ö y k ü n ü n ilk üç sayfası için: “A lbay S artoris, 1894’ü n o g ü n ü n
d e n b u y a n a ...” , “b a b asın ın ö ld ü ğ ü g ü n ” , “so n rak i k u ş a k ” , “o cak a y ın ın
ilk g ü n ü ” -y ıl b e lirtilm e k s iz in -, “se k iz ya da on g ü n ö n c e ” , “albay S a rto
ris öleli n e re d e y s e on yıl o lu y o rd u ” , “o tu z yıl ö n c e ” , “ b a b asın ın ö lü m ü n
d e n iki yıl ve sev g ilisin in k e n d is in i te rk e tm e s in d e n kısa b ir sü re so n ra .”
4 Yazara, u y g u lam a y a k o y d u ğ u ve h e r to p lu m sa l e tk e n kişi gibi kılgısal
d ü z le m d e e g e m e n o ld u ğ u d ü z e n e k le re ilişk in açık b ir b ilin ç y ü k le m e y e
g e re k d u y u lm a d ığ ı bir g e rç e k tir. D e m e k o lu y o r ki, am açlanan o k u r'un
c in siy e ti so ru s u n u (k e n d is in e ) y ö n e ltm e m e s i olasılığı vardır. V e d ü z e n e k
b ü y ü k bir olasılıkla o k u ru n k a d ın olm ası d u ru m u n d a da işlevini y e rin e
g e tire c e ğ in e göre, b u n u y a p m a sın a b ir n e d e n d e y o k tu r.
5 J.-P . S artre, “A propos d e / . i B ru it et la Fureur. L a te m p o ra lité c h e z F a
u lk n e r ” , Situations I, Paris, G a llim ard , 1947, s. 65-75.
6 Bkz. J. R. S earlc, Intentionality: A n F.ssay in the Philosophy o f M ind,
C a m b rid g e , C a m b rid g e U n iv e rsity P ress, 1983.
DA CAPO*
Yanılsama ve illusio
GUY D E MAUPASSANT.
Evrensel Konusunda
Dayanışma Üzerine
H O N O R É D E BALZAC.
Önceki bölümlerden farklı olarak', bu bölüm, kültürel üretim
alanlarının işleyişine ilişkin mantığın bilinmesiyle aydınların ortak
eylemi üzerine gerçekçi bir izlence çıkarılabileceği inancına dayalı ku
ralcı bir tutum belirleme niteliğini taşımakta ve bunu savunmaktadır.
Şu yeniden yapılanma döneminde böyle bir izlence büyük bir ivedilik
sunmaktadır: Bir dizi ortak etmenin etkisiyle, aydınların özerkliğinin
hem ürünü hem de güvencesi olan eleştirel eğilimler başta olmak üzere
bunların tüm ortak kazammlan tehlike içine düşmüştür. Her yerde,
bir gürültü ve şamata içinde aydının öldüğünü, bir başka deyişle,
ekonomik ve siyasal düzenin güçleriyle karşılaşabilecek karşı güçlerin
sonuncularından birisinin sonunun geldiğini söylemek moda oldu. Ve
felaket habercileri de, bu yokoluştan bir çıkar bekleyenler arasından
çıkmaktadır: Flaubert’in de söylediği gibi “yapıtlarının basılması, oy
nanması, tanınması, övülmesi konusundaki sabırsızlıklarının ”, gaze
tecilik, ekonomi veya siyaset alanlarında dönemin güçleriyle işbirliğine
ittiği bu kalem efendileri, sarsılmakta olan ama yokluklarıyla bile bir
tehlike oluşturan nitelik ve değerleri savunma ve üstlenmede ayak di-
reyenlerden kurtulmak istemektedirler. Wittgenstein ’ın tanımlamasıyla
bu “gazeteci düşünürlerden” birisinin Baudelaire'e çattıktan sonra te
levizyonda aydınların tarihi üzerine bir çalışma yapması ve burada,
dünyanın aşağı kesiminde süpürgelikler, ayaklar, ayakkabılardan
başka bir şey görmeyen Walter de la M are kişiliğinde olduğu gibi bu
uçsuz bucaksız serüven içinden ancak korkaklıkları, ihanetleri, aşağı
lıkları, küçüklükleri aktarması anlamlıdır.
Burada, kültürü ne bir kalıt, belirli bir sofulukla dolu zorunlu
saygının yansıtıldığı ölü bir kültür, ne de bir egemen olma ve ayrım
laşma gereci, özünde günümüzün yeni Batı savunucuları için birbirle
rinden pek de farklı olmayanların karşısına dikilen uç kültürler gibi
değil de özgürlüğü varsayan bir özgürlük aracı, kapalı, şey
kültürünün opus operatum ’//««/; sürekli aşılmasına olanak tanıyan
modus operandi olarak ele alanlara sesleniyorum. Öncülerinin tüm
kazantmlannı eline geçirmiş her sanatçı, her yazar ve her bilginin
kendi üzerine ve başkalarına yansıttığı kısıtlama ve denetimler dışın
da hiçbir sınır tanımayan, bir özgürlük söylemi oluşturabilecek, ortak
bir aydın niteliği kazanabilecek aydınların eleştiri gücünün çağcıl biçi
mine başvururken benim burada kendime tanıdığım hakkı, umarım
bu kişiler de bana tanır.
NOTLAR
1 P. C h a m p a g n e , F aire t ’opinion: teno u vea u jeupo!itique, Paris, M in u it, 1990.
A d D izini
518
C o u rb e t, G . 128, 129, 151, 153, 164, D u ra n d , P., 417 n. 21, 419 n. 35, 424
219, 254, 397, 398, 423 n. 68, n. 79.
454. D u ra n ty , E „ 99, 106, 112, 150, 151,
C o u sin , V., 170, 448. 154, 155, 160.
C ravan, A., 191. D u rk h e im , É ., 207, 416 n. 18, 460,
C u s tin c , A. P. de, 150. 500.
C u v icr, G., 163. D urry, M . J., 71 n. 16, 76-77 n. 94,
304.
D a in v ille, F. de, 473 n. 29.
D a n g e lz e r, J. Y., 77 n. 127. E flatfln , 23, 4 0 6 ,4 1 4 ,5 1 5 .
D a n to , A., 438, 471 n. 7. E lia d c, M ., 302.
D a rn to n , R .,104, 355, 383, 507. E lias, N ., 180 n. 13.
D arw in, G., 21, 163. E liot, T . S., 301.
D aval, R„ 368, 420 n. 43. E n g els, F., 311.
D e b ra y -G e n e tte , R., 324 n. 37. E rc k m a n n -C h a tria n , 177.
D elacroix, E „ 97, 217, 224, 454, 471 E rlich , F. V., 325 n. 44.
n. 15. E sc arp it, R., 417 n. 23.
D e la v ig n e , C ., 150. E sta u n ie , É ., 198.
D e lillc , J., 155. E v e n -Z o h a r, I., 325 n. 44.
D e lsa u t, Y., 485 n. 8.
D e lv au , A .,128. F a u lk n e r, W „ 222, 294, 327, 328,
D e sc a rte s, R., 322 n. 28. 4 8 7 -4 9 6 ,4 9 6 n. 1,501.
D e sc av e s, L ., 197. F a u ré , G., 313.
D c sc h a rm c s, R., 181 n. 26, 186 n. 85, F a u re , M ., 325 n. 48.
190 n. 133. F e u ille t, O ., 95, 96, 126, 137, 149,
D e sc o te s, M ., 274 n. 29. 150.
D e sn o y e rs, L ., 125, 151. Féval, P., 95, 150, 185 n. 72.
D id e ro t, D ., 361, 487. F e y d e a u , E ., 100, 122, 142, 150, 176,
D o rt, B., 424 n. 73. 177, 190 n. 125.
D o u c h in , J.-L ., 83. F ic h te , J.G ., 342.
D u C a m p , M „ 108, 111, 120, 133, F ish , S., 457 n. 18.
142, 167, 168, 188 n. 110, 398, F lo ria n -P a rm e n tic r, 196, 205, 225 n.
419 n. 32. 11 ve 14.
D u b o is, J., 417 n. 21, 419 n. 35, 424 F o rt, P., 199.
n. 79. F o u c a u lt, M ., 305, 306, 310, 317.
D u c h a m p , M ., 221, 254, 266, 371, F o u illé e , A., 313.
375-377, 442, 471 n. 9. F o u ra stié, J., 343.
D u m a s fils, A., 126, 127, 150, 156, F o u rie r, C ., 138.
160. F ran ce, A., 197, 386, 423 n. 63.
D u m a s, A., 100, 150, 185 n. 72, 363. F re u d , S., 2 1 ,5 7 , 293.
D u m e sn il, R., 81, 186 n. 85, 190 n. F rogcr, B., 186 n. 91.
133. F ro m e n tin , E ., 144, 166, 419 n. 32.
D u p o n t, P., 127, 151, 182 n. 41.
G a d am c r, H .-G ., 20, 441, 462, 464- H e id e g g e r, M ., 20, 329, 464, 467,
467, 469, 472 n. 21 ve 23. 469, 472 n. 22 vc 23.
G a m b o n i, D ., 221. H e n n in g , E. B., 421 n. 56.
G a u tie r, A., 127, 128. H c n n iq u e , L ., 203.
G a u tie r , T ., 97, 100, 112, 114, 119, H e rd e r, J. G . von, 458.
133, 135, 142, 157, 161, 172, H e re d ia , J. M . de, 162.
173, 183 n. 61, 185 n. 72, 186 n. H o u g h to n , W . E., 471 n. 10.
93, 192, 217, 222, 3 12, 362, H o u ssa y e, A., 99, 127.
508. H u g h e s, R., 417 n. 19.
G e n e tte , G „ 67, 77 n. 124, 303, 304, H u g o , V., 137, 185 n. 72, 216, 362,
472 n. 23. - 363, 366, 396, 508.
G id e , A., 198, 222, 328, 366, 386, H u lm e , T . E „ 435, 470 n. 2.
4 0 9 ,4 1 0 . H u re t, J., 200, 208, 225 n. 10 v e 16,
G ilb e rt, J. B„ 422 n. 57. 408, 418 n. 31, 419 n. 37.
G illis, J. R., 416 n. 9. H u s se rl, E „ 304, 329, 406, 407, 495.
G ira u d o u x , J., 327. H u y sm a n s, G . C., 112, 179, 190 n.
G o d m a n n , M ., 432 n. 5. 132, 197, 202, 205, 206, 221.
G o e th e , J. W. von, 22.
G o ffm an , E., 418 n. 29. Im g a rd c n , R., 301.
G o ld m a n n , L ., 70 n. 2, 300, 311, 417 Io n e sco , E ., 327.
n. 23. Isc rn , W „ 457.
G o m b rich , E. H ., 300, 324 n. 41.
G o n c o u rt, E. ve J. de, 97, 100, 110, Ja k o b so n , R„ 223, 296, 300, 303, 304,
119, 126, 136, 137, 145, 168, 183 325 n. 44, 436, 470 n. 3.
n. 61, 198, 363, 367, 398, 401, Ja m es, H e n ry , 74 n. 78.
404, 424 n. 80. Ja m m e s, F., 386, 409.
G o o d m a n , N ., 502. Ja n in , J., 116, 150, 185 n. 72.
G o ssm an , L ., 461, 473 n. 29. Jarry, A., 199.
G o th o t-M e rsc h , C ., 74 n. 78, 304. Jo u v e n e l, B. de, 343.
G re g h , F., 206. Jo y ce, J., 22, 222, 294, 327.
G riff, M ., 424 n. 27. J u r t ,J „ 225 n. 9, 424 n. 78.
G ro jn o w sk i, D ., 418 n. 27.
G u e tta , P., 274 n. 27. K afka, F., 327, 328.
G u ic h es, G., 197. K ajm an, M ., 89 n. 1.
G u ilb a u d , G .-T ., 368. K ant, E ., 22, 301, 329, 342, 435, 448,
G u illa u m in , É ., 423 n. 67. 471 n. 14, 465, 467, 476.
G u izo t, F., 212, 508. K lein, Y., 455.
K lein, R., 421 n. 54.
H a ck in g , I., 215. K ock, P. de, 125, 150, 154, 423 n. 69.
H ans, S., 186 n. 91. K ojèvc, A., 329.
H a sk e ll, F., 346, 360, 422 n. 61. K o selcck , R., 325 n. 50.
H ay, L., 324 n. 37. K u k lick , B., 416 n. 14.
H e g e l, F., 307, 329.
520
L a F o n ta in e , J. de, 154. M artino, P., 128, 185 n. 74, 189 n.
L acan , J., 376. 114, 423 n. 69, 424 n. 72.
L a c h e lic r, J., 313. M arx, K„ 267, 270, 280, 282, 293,
L am arc k , J.-B . d e , 163. 469.
L a m a rtin e , A. de, 124, 127, 362, 366, M a th ie u , G., 127, 151, 182 n. 41.
508. M auclair, G., 198.
L a m e n n a is, F. R. d e , 127, 138, 179, M a u p a ssa n t, G . de, 203, 207, 497,
185 n. 72, 218. 535.
L an so n , G ., 207, 296. M auriac, F., 328.
L av issc, E ., 207. M auss, M ., 266, 414, 442.
L e Roy, E ., 423 n. 67. M c G u in c ss, B., 322 n. 22.
L eavis, F. R., 302. M e in o n g , A., 406.
L e c o n te d e L is le , C . M ., 97, 110, M eiss, M „ 418 n. 24.
112, 114, 135, 141, 143, 144, M e n d è s, C., 395.
162, 204, 212, 226 n. 22, 396, M é rim é e , P. 151.
397. M e rle a u -P o n ty , M ., 328.
L e G o ff.J ., 484, 486 n. 19. M iceli, S., 416 n. 16.
L e ib n iz , G . W ., 440. M ic h au t, G ., 186 n. 84.
L e ib o w itz , R., 368, 4 2 0 n. 41 ve 42. M ic h e le t, J., 127, 163, 212, 477,
L ero u x , P., 127. 508.
L e th c v e , J., 187 n. 96. M irb c au , O ., 202.
L év i-S trau ss, C ., 280, 296. M o n n ic r, H ., 217, 398.
L e w in , K., 279, 284. M o n s e le t, C ., 151, 161.
L ew is, D ., 418 n. 25. M o n ta ig n e , M . de, 146.
L id sk y , P., 226 n. 22, 425 n. 81. M oréas, J., 206, 418-419 n. 31.
L o ti, P., 386. M orice, C ., 206.
L o u ra u , R., 420 n. 40. M oritz, K. P., 447.
L o u ÿ s, P., 386. M o rn e t, D ., 225 n. 3.
L u g n é -P o e , 198, 199, 200, 205, 400. M o u lin , R., 276 n. 42.
L u k á c s, G ., 70 n. 2, 311. M ü ller, A., 342.
M u ller, M ., 413.
M a e te rlin c k , M ., 205, 386. M u rg er, H ., 104, 106, 118, 127, 128,
M allarm é, S., 201, 202, 222, 312, 363, 150, 151, 164, 170.
366, 382, 400, 402, 403, 411-415, M u sse t, A. de, 85, 106, 126, 149, 162,
462, 500. 185 n. 7 4 ,2 1 6 , 363.
M alraux, A., 328.
M a n c t, É „ 114, 115, 153, 158, 165, N a d e a u , M ., 190 n. 129, 272 n. 6.
170, 171, 178, 213, 214, 215, 219, N erv al, G . de, 127, 508.
220, 224, 384, 450, 454, 47 4 n. 38. N oriac, J., 160.
M a n z o n i, 266.
M are, W . d e la, 505. O ’B oilc, L „ 180 n. 9.
M a rg u e ritte , P., 197, 198. O s b o rn e , H ., 435-436, 470 n. 2.
M a rtin , H . J., 181 n. 26.
P a n o fsk y , K., 179, 281, 300, 319 n. 3, R e n an , E., 101, 110, 136, 151, 195,
324 n. 42, 408, 437, 471 n. 5, 462, 207, 212, 363, 401, 419 n. 32.
476. R e n é, D ., 253, 273 n. 22.
P a re to , V., 351, 416 n. 17, 429. R c y n au d , E ., 424 n. 78.
P a rie n te , J. C., 418 n. 25. R ichard, J.-P ., 76 n. 102.
P arsons, T ., 310. Riegl, A., 324 n. 42.
Pascal, B., 121. R iffaterre, M ., 457, 471 n. 17.
P é g u y , C ., 409. R im b a u d , A., 202, 373.
P erry, M ., 490, 496 n. 2. R o b b e -G rille t, A., 231, 361.
Picasso, P., 371. R ogers, M ., 424 n. 77.
P ichois, C „ 180 n. 11, 181 n. 26, 182 R om ains, J., 197, 376.
n. 43 ve 47, 184 n. 70. R orty, R., 416 n. 14.
Pissaro, C ., 220, 226 n. 28. R o se n b e rg , H ., 416 n. 9.
P la n c h e , G ., 132, 150, 185 n. 72 ve R osny, J.-H ., 197.
75. R o u b in e , J.-J., 225 n. 8.
P o n g e , F., 222. R ousseau, D o u an ier (G üm rükçü), 371 -
P o n sard , F., 95, 97, 100, 123, 135, 377.
156, 185 n. 72. R oussel, R., 376.
P o n so n d u T e rra il, P. A., 101. R u b in , W. S., 421 n. 53.
P o n to n , R., 225 n. 6 ve 9, 313, 325 n. R usscl, B., 182 n. 48.
49, 404, 416 n. 15, 423 n. 62 ve
64, 424 n. 79, 425 n. 83. S a in t-A m a n t, M . A. G. de, 23.
P o p p e r, K., 406, 408, 409. S a in t-H ila ire , G ., 163.
P o u le t, G., 458. S a in t-S im o n , L . de, 127, 138, 508.
P o u le t-M ala ssis, P. A., 97, 120, 128, S aint-V ictor, P., 101.
132. S a in te -B e u v e , C. A., 97, 98, 100, 114,
P ré a u lt, A., 151. 129, 147, 151, 159, 166, 185 n. 72.
P rost, A., 180 n. 10, 473 n. 31. S a llc n a v c, D ., 25 n. 1-5.
P ro u d h o n , P. J„ 127, 137, 138, 176, S an d , G., 61, 93, 108, 127, 137, 138,
213, 226 n. 23. 166.
P ro u st, J., 284, 298, 320 n. 7, 321 n. S a n d e a u , J., 95, 113, 125, 150.
16. S arcey, F., 153.
P ro u st, M ., 20, 67, 169, 435. S ard o u , V., 156.
S artre, J.-P ., 62, 84, 133, 146, 226 n.
Q u e n e a u , R., 19. 19, 273 n. 21, 290, 291-296, 326-
Q u in e , W ., V. O ., 285. 3 3 1 ,3 9 1 ,4 9 3 , 496 n. 5.
Q u in e t, E., 127, 162. S a u ssu re, F. d e , 9, 300, 304, 310, 321
n. 1 3 ,4 1 2 .
R a b b c, A., 340. S chapira, M . C ., 183 n. 62.
R acine, J., 226 n. 19. S chapiro, M ., 423 n. 68 ve 70.
R ansom , J. C., 301, 302, 323 n. 33. S c h n e e w in d , J. B., 416 n. 14.
R e d o n , O ., 221. S c h o e n b c rg , A., 368.
R ég n ier, H . d e , 386, 409. S c h o p e n h a u e r, A., 22.
522
S c h u m p e te r, J., 426. V ap crcau , G., 182 n. 37.
S c o tt, W ., 149, 165. V e n tu ri, L ., 190 n. 125.
S c rib e, E., 186 n. 91. V erlaine, P., 201, 202, 363, 402, 403.
S e a r l e J . R., 69, 494, 496 n. 6. V erm orel, A., 162.
S ieg el, J., 421 n. 45. V ernois, P., 423 n. 65.
S c ig n o b o s, C .,207. V cuillot, L., 138.
S h a k e sp e a re , W ., 57. V iala, A., 224 n. 1.
S h a ttu c k , R., 420 n. 45. V igny, A. dc, 153, 216, 363.
S h u s te rm a n , R., 471 n. 12. V illicrs d c L ’Isle-A dam , A., 112, 122,
S im on, C., 89 n. 3, 273 n. 19, 367. 144, 162.
S k in n e r, Q ., 416 n. 14. V ivaldi, A., 387.
S lam a, B., 77 n. 127. V oltaire, 507.
S loanc, J., 219. V u illc m ain , A., 473 n. 31.
S m ith , A., 342.
S p in o z a, B., 408, 409. W agner, R., 1 9 6 ,3 6 8 ,4 1 1 .
S p itz e r, L ., 300 W arhol, A., 440, 455.
S te in e r, P., 320 n. 9, 325 n. 44 v e 45, W arren , A., 290, 301, 322 n. 20, 437,
329 n. 9. 471 n. 4.
S te n d h a l, 151, 193. W arren, R. P, 301.
S traw so n , P. F., 470 n. 1. W e b e r, M „ 103, 218, 236, 285, 286,
S tro w sk i, F ., 182 n. 38. 3 1 0 ,3 1 3 ,3 1 6 , 335, 379, 415 n. 3.
S u e , E ., 140, 141, 185 n. 72. W e b e rn , A. von, 368.
S zo n d i, P., 302, 323 n. 34. W ein b e rg , B., 187 n. 90, 189 n. 121,
190 n. 131.
T a ilh a d e , L ., 424 n. 78. W cllek , R„ 290, 301, 332 n. 20, 437,
T a in c , H ., 72 n. 31, 97, 100, 101, 471 n. 4.
147, 151, 197, 207, 212, 363. W illiam s, R., 104.
T a te , A., 302. W illiam s, T ., 324 n. 37.
T h e rs ite s , 297-299, 408-409. W ilson, S., 375.
T h e u r ie t, A., 197. W im satt, W. K., 302.
T h e v o z , M ., 421 n. 52. W ittg e n s te in , E ., 25, 322 n. 22, 344,
T h ib a u d e t, A., 31, 75 n. 87, 82, 188 449, 471 n. 6, 475, 505.
n. 112. W ohl, R., 207.
T h ie s s e , A. M ., 425 n. 82. W olfe, 4 '., 422 n. 57.
T h u a u , E., 225-226 n. 18. W oolf, V„ 222, 280, 294.
T rie r, 284, 306.
T y n ia n o v , C. J., 310, 325 n. 44. Z ie g ler, J., 180 n. 11, 181 n. 25 ve 26,
T z a ra , T ., 366, 417 n. 21. 182 n. 43, 184 n. 70.
Z ola, E „ 99, 111, 152, 185 n. 80 vc
V a cq u e rie, A., 97. 92, 195, 197, 198, 200, 202, 207-
V aléry, P., 301, 333, 366, 409, 487. 209, 210-213, 219, 220, 223, 226
V allès, J., 151, 153. n. 27, 227 n. 32, 330, 366, 391,
V allicr, D ., 373, 421 n. 47 v e 51. 398, 507, 509.
K avram lar D izini
c id d i (sérieux), 41-43, 44, 45, 50, 69, 70, 246, 461, 500-502.
fe tişiz m (fétichisme), 351, 352, 354, 411, 412, 442, 443, 472-473 n. 26.
fo to ğ raf (photographié), 372.
g e rç e k ç ilik (réalisme), 29, 106, 149, 151-156, 159, 163, 170, 171, 398, 399, 478.
“g e rç e k lik ” ( “réalité'), 42-44, 499, ayn ca bkz. inanç, illusio.
gizli an laşm a (collusion), 350.
gö sterişçi (ressam lar) (pompiers ]peintres— ]), 175-177.
“g ö z ” , bakış, 374; bkz. habitus.
habitas, 120, 142, 261, 270, 281, 282, 306, 333, 350, 355, 359, 365, 388, 391,
394, 400, 406, 407, 410, 440, 452, 478, 481, 482, 484, 485, 495.
haz (plaisir), 20, 22, 411, 413-414, 476, 479, 499.
h ın ç (ressentiment), 48, 49, 115, 429.
\\\çç\\\k (nihilisme), 155, 177.
h içe saym a (transgression), 133, 177.
iç (in c e le m e , ç ö z ü m le m e ) (interne (a n a lyse— ]), bkz. in c e le m e ,
ik iy ü z lü lü k , farizilik (pharisaîsm e), 177, 179, 289.
ilgi, çık a r (intérêt), bkz. itlusio, ç ık a rd a n arınm a,
ilk g c n ç lik (adolescence), 42, 44, 49, 70.
illusio, 42, 70, 263, 270-271, 350-354, 405, 407, 411, 414, 441, 499, 500-502.
— ve rom ansı y an ılsam a ( — et illusion romanesque), 67-77, 497-502.
im za (d a m g a ) (signature [griffe]), 353, 444.
in an ç (croyance), 263, 265, 271, 289, 350, 411, 415, 441, 442, 499-502.
— e tk isi (effet de— ), 68.
— p a tolojisi (pathologie de la — ), 42-44, 67-70.
in c e le m e (iç yo ru m k t dış açıklam a) (analyse interne v s externe), 284, 299-315.
ista tistik (yazınsal — ) (statistique [littéraire]), 124, 290, 346.
is te k (désir), 351.
iste m (ve su n u m ), (offre [et demande]), bkz. tü rd e şlik .
lector, 283, 300, 457, 458, 460, 461, 473 n. 33, 476; ayrıca bkz. skholi.
libido, 270.
o k u m a (lecture), 19, 367, 408, 456, 458, 459, 460, 461, 462, 469, 490, 491.
olasılar (possibles), b iz . uzam .
ortaya çıkış (émergence), 94, 215, 422-423 n. 61, 439, 443, 444, 465.
rom an, 97, 149, 174, 175, 205, 354, 367, 368, 404, 418-419 n. 31, 419-420 n. 38.
R us b içim ciler {formalistes russes), 303, 309.
u lam lar, k a te g o rile r (sın ıfla n d ırm a taslakları) (catégories [schèmes dassifica-
toires]), 444, 448-452, 478, 482.
u zam (olasılar — ı) (espace [despossibles]), 147, 164-166, 169, 200, 210, 318, 355,
356-360, 362, 364, 370, 394.
y a d si(n )m a (dénégation [Vemeinung]), 29, 69, 167, 209, 238, 246, 261, 295, 379;
y a n sıla m a (parodié), 357, 366.
— e tk isi (effet d e — ), 357.
y a n sırlık (réflexivité), 299, 318, 369, 438, 453, 454.
y a n sızlık (neutralism e), 60-62, 63, 67, 135, 163, 177.
y a p ib ilim sc l (e tm e n le r) (morphologiques [facteurs— ]), 103, 356.
y a p ısalcılık (structuralisme), 302-304.
yaş (san atsal) (âge [artistique]), 240, 250;
(to p lu m sa l) — (— [social]), 38, 202, 392; bkz. allodoxia, 49, 370, 491.
y a şa m ö y k ü sü (biographie), 58, 145, 296, 371, 391.
y atırım (investissement), 42, 58, 70; ayrıca bkz. illusio.
y atırım (anlayışı) (placement [sens d u — ]), 364, 391-392, 395-397.
yazı, y a z m a k (écriture), 58, 61, 66, 69, 155, 157, 159, 167, 168, 171, 173-175,
213, 303, 367, 491.
y o ğ u n laş(tırıl)m ış d e n e y im (intensification [de ¡’expérience]), 24-25, 174-175.
y o k su l a k rab a (parentpauvre), 106, 133, 146, 349.
y o ru m b ilim (herméneutique), 20, 302, 457, 464-466, 469.
y ö n te m , ç ık ış y olu (ü re tk e n — ) (formule [génératrice]), 43, 44, 63, 94, 135, 153,
458.
y ö rü n g e (trajectoire), 38, 44, 87-88, 144, 169, 333, 391-394, 426;
to p lu m sa l — (— social), 391.
y ü c e ltim (sü reci) (canonisation [processus d e — ]), 347.
BOURDİEU
aşam aları içind e inceleyen P ierre B ou rd ieu, G u stave
F la u b e r t’den yola çıkarak, o n u n , alanın o lu ş u m u n a
neleri bo rçlu o ld u ğ u n u , yani yazar F la u b e r t’in
ü r e tim in e k a tk ıd a b u lu n d u ğ u şey aracılığıyla nasıl
ü re tild iğ in i gösteriyor. Bu yaklaşım ını diğer sanatlara
ve y aptığ ı g ö n d e rim le rle çağdaş eğilim lere de yayarak
• SANATIN
sa natsal yaratıyı b ü tü n s e l bir b iç im d e ku şatm aya
çalışıyor. Y apıtın, b iz z a t k e n d is in in ü re tim in i değil
yalnızca, d e ğ erin in ü re t im in i de ko nu ed in e n bir
ya p ıtlar b i l i m i n in te m e llerin i atıyor.
KURALLARI
alanın belirli bir d u r u m u n d a o rtaya çıkan “olasılar
u z a m ı”nı in celiyor ve s a n a tç ın ın , bu b elirlenim lere
karşı ve bu b elirle n im le r sayesinde, k e n d in i yaratıcı
olarak ü re tm e k , yani k e n d i y aratılışın ın öznesi o lm ak
için g e rç e k le ştirm e k z o ru n d a o ld u ğ u özgül çalışmayı
an la m a m ız a o la n a k sağlıyor.
K a p a k R e s im le ri:
H e n r i R o u s s e a u : L a G uerre ou L a D iscorde (S av aş y a d a U y u ş m a z lık )
E d o u a r d M a n e t: L a B londe a u x seins nus ( Ç ıp la k G ö ğ ü s lü S a rış ın K a d ın )
M a rc e l D u c h a m p : N u descendant un escalier ( M e r d iv e n d e n i n e n Ç ıp la k )
TENIA
TÜ RKİY E ÇÖL O L M A SIN !
( 0212 ) 281 10 27
ISBN 9 7 5 -0 8 -0 0 2 8 -1
9789750800283
9 789750 800283