Professional Documents
Culture Documents
Hazırlayan
Filiz ONAT
Danışman
Dr. Öğr. Üyesi Murat ÖZDEMİR
İZMİR / 2019
iv
ÖZET
v
vi
ABSTRACT
However; the paint of art has been not only one of the most fundamental
expression instrument through the history of the mankind but also it has been a
visual image which activates our pure feelings with its formal charm.In fact the
connection with the paintings has been associated with the realities of the life and
the world so with the transformations we have experienced in our lives,the
actuality of the painting has become different.
While the art in the modernization process which has started in the age of
enlightenment has been considered an agent for the development of the civilization
especially by Kant who is the famous philosopher of his period ,by the beginning of
the 18th century with the Romanticists,the art has been in the process of
description and freedom.In the same period, by mentioning about the
aestheticizition of the ideas,Hegel attributed a philosophical meaning on art.While
it has been seemed that Hegel equalled the art and the philosophy ,his real aim has
been to take interest of the people to the ideas through the art.Thus, “the percept
of art as an idea” for the first time appeared by Hegel.His description of the art as
philosophy has brought up the topic of the first statement about “ the end of art”.
While the art has been transformed into a philosophical meaning by Hegel,
with the impact of the Romanticists “unappriciated ordinary life” has been the
subject of the painting .Accordingly, the line with the intellectual thought and the
daily life has started going beyond the limit in the art unexpectedly.At the same
time this combination ; the issue progressing through the centuries about the
painting and its reality has left its place into the art’s meaning,autonomy and
vii
function.By the invention of photography ,the painting has gained its own
authenticity .
Until the present day with this oscillation, the art and the painting had to
indicate its own existence with all types of development and evolution experienced
in the world so its objectively immeasurable value has given more importance to
its role in life.
viii
ÖNSÖZ
ix
İÇİNDEKİLER
YEMİN METNİ…………………………………………………………………… ii
TUTANAK…………………………………………………………..……………. iii
ÖZET……………………………………………………………………...............…… iv
ABSTRACT…………………………………………………………………………… vi
ÖNSÖZ……………………………………………………………………..…….. viii
İÇİNDEKİLER…………………………………………………………..…………… ix
RESİMLER LİSTESİ….…………………………………………………………... xi
GİRİŞ……………………………………………………………………..…………. 1
1. BÖLÜM
TEMSİL VE SANAT İLİŞKİSİ
2. BÖLÜM
MODERNDEN POSTMODERNE SANATTAKİ KIRILMALAR VE SANATIN
SONU SÖYLEMLERİ
x
3. BÖLÜM
ÇAĞDAŞ SANAT MEKANLARI VE POLİTİKALARI
3.1.Müze Politikalarına Karşı Sanat Eylemleri …………………………………… 65
3.2. Müzelere Alternatif Galeri Mekanları ……………………………………………. 71
3.3. Bienaller …………………………………………………………………………….. 80
3.4. Teknolojik Çağda Sanat …………………………………………………………… 81
3.4.1.Video Sanatı …………………………………………………………………. 83
3.4.2.Yeni Medya ………………………………………………………………….. 86
3.4.2.1.Net Sanat …………………………………………………………….. 88
3.5. İnci Eviner – Biz, Başka Yerde ……………………………………………………… 97
SONUÇ…………………………………………………………………………… 103
KAYNAKÇA ……………………………………………………………………. 104
ÖZGEÇMİŞ
xi
RESİMLER LİSTESİ
xii
Resim 13: Pure Red Color, Pure Yellow Color, Pure Blue Color ……………… 34
https://vle.courtauld.ac.uk/pluginfile.php/51124/course/section/24415/
Rodchenko%20Three%20Colours%201921.jpg
xiii
Resim 21: Jeff Koons, Yeni İki Katlı Islak/Kuru Shelton, 1981 ……………….. 48
http://www.moma.org/media/W1siZiIsIjIxMDYwMSJdLFsicCIsImNvbnZlcnQ
iLCItcmVzaXplIDIwMDB4MjAwMFx1MDAzZSJdXQ.jpg?sha=2f32267d578
903f0
xiv
Resim 32: Hans Haacke, Shapolsky et al., (1971). Whitney Müzesi, 2015 …….. 69
http://www.e-skop.com/images/UserFiles/images/Editor/dergi_10/sunus5.jpg
xv
Resim 34: Robert Smithson, Sarmal Dalgakıran, 1970, Büyük Tuz Gölü, Utah... 74
https://d2jv9003bew7ag.cloudfront.net/uploads/Robert-Smithson-Spiral-
Jetty.jpg
Resim 35: Robert Smithson, Sarmal Dalgakıran, 1970, Büyük Tuz Gölü, Utah... 75
https://d2jv9003bew7ag.cloudfront.net/uploads/Robert-Smithson-Spiral-Jetty-
by-Donald-Fodness-via-Flickr.jpg
Resim 36: Robert Smithson, Çatlaklı ve Tozlu Çakıllı Ayna, 1968 …………….. 75
https://www.sartle.com/media/artwork/gravel-mirrors-with-cracks-and-dust-
robert smithson.png?colorbox_zoom&itok=CX5jSRu0
xvi
Resim 49: Kyle Mcdonald ve Monny Tann, Visual Collection of bird sounds…. 94
https://www.tekku.org/notes-1/ai-experiments-with-bird-sounds
Resim 50: Kyle Mcdonald ve Monny Tann, Visual Collection of bird sounds…. 94
https://i0.wp.com/flowingdata.com/wp-content/uploads/2016/11/Bird-
sounds.png?resize=720%2C402&ssl=1
xvii
Resim 55: İnci Eviner, 2019, “Biz, Başka Yerde” ……………………………… 100
https://biozetdotcom.files.wordpress.com/2019/02/8-1.jpg?w=637&h=439
Resim 56: İnci Eviner, 2019, “Biz, Başka Yerde” ……………………………… 100
https://m.bianet.org/system/uploads/1/articles/spot_image/000/208/904/
original/venedik.jpg
Resim 57: İnci Eviner, 2019, “Biz, Başka Yerde” ……………………………… 101
https://m.bianet.org/resim/olcekle/96685/475/259
Resim 58: İnci Eviner, 2019, “Biz, Başka Yerde” ……………………………… 101
https://media-cdn.t24.com.tr/media/library/2019/05/1557423129849-4.jpg
Resim 59: İnci Eviner, 2019, “Biz, Başka Yerde” ……………………………… 101
https://media-cdn.t24.com.tr/media/library/2019/05/1557423145793-3.jpg
Resim 60: İnci Eviner, 2019, “Biz, Başka Yerde” ……………………………… 102
http://i4.hurimg.com/i/hurriyet/75/0x0/5cd6eb370f2544128c051f64
xviii
Resim 61: İnci Eviner, 2019, “Biz, Başka Yerde” ……………………………… 102
https://media-cdn.t24.com.tr/media/library/2019/05/1557422016769-2019-
venedik-turkiye-pavyonu-eserler-poyraz-tutuncu-1.jpg
1
GİRİŞ
Günümüz sanatı öyle sınırsız ki, tarihsel bir değerlendirme içinde ‘Sanatın sonu’
gibi söylemler çelişkili bir durum yaratıyor. Bugün ‘Sanatın ne olduğu?’ sorusuna cevap
verebilmekse, sanatta farklı zamanlarda yaşanmış olan kırılmaları algılayabilmemizi
gerektiriyor.
2
1. BÖLÜM
TEMSİL VE SANAT İLİŞKİSİ
4
1. BÖLÜM
TEMSİL VE SANAT İLİŞKİSİ
Temsil, insanların sosyalleşme süreci içinde bir kültürün var olmasıyla, başlar.
Kültürel olarak; insanın doğa güçlerinin gücüne karşı koyabilmesi için, onu koruyarak
fayda sağlayacak tüm faaliyet ve değerler, birer araç olarak inşa edilir. Sonra o araçlara
anlamlar yüklenir. Dil bu araçlardan biridir. Sembollerin sözcüklere dönüşmesi gibi, her
aracı başka bir aracıya dönüşerek yeni anlamlar oluşturur. İşte bu anlamların ifade ediliş
şekline temsil denir. Böylece bir arada yaşadığımız bir sosyal dünya inşa ederiz. Bu
yüzden ‘kültür’ bazen ‘ortak anlamlar ya da ortak kavramsal haritalar’ olarak
tanımlanıyor” (Hall, 2017:27).
5
6
bilgisizlere güzel gelen şey neyse o olacaktır. Böyle bir durum, ideal bir toplumun
oluşumu için tehlikelidir; der, Platon. (Platon, 2016)
“Öte yandan bir eylemin taklidi söz konusu olduğuna ve bu taklidi hareket
eden kişiler gerçekleştirdiğine göre, bu kişiler yaradılış ve düşünce açısından
şöyle ya da böyle olacaktır zorunlu olarak (çünkü biz bu iki öğeye göre
eylemlerin şöyle ya da böyle olduğunu söyleriz); düşünce ve karakter eylemleri
belirleyen doğal nedenlerdir ve insanlar bu eylemler sırasında başarılı ya da
başarısız olurlar.”(Aristoteles, 2008, s.32)
Bu durumda resim bir dil olmaktan uzaklaşır. Temsil ettiği şeyde kendi olmaktan.
Resim, duyuların bir ifadesine, temsil de bir söyleme dönüşür. Yüzeyde yalnız üzüm
resmi yoktur; ışığı- gölgesi, biçimi- içeriği, derinliği- uzamı vb. şeylere dikkat ederek,
ne kadar gerçekçi üzüm resmi deriz. Ya da tam tersi, Meryem ve İsa’nın tasvirlerine
kadın ya da erkek demeyiz. Böylece resim duyumsal (haz verici) bir form olarak
sanatsal bir ifade şekli olur.
7
Sanat olarak resmi, yalnızca kültürün oluşturduğu kod ve geleneklere bağlı olan
görsel temsil anlayışla ilişkilendiremeyiz. Çünkü Doğa bizim onu tanımlamamızdan ve
temsil edilmesinden çok daha önce yaratılmıştı. Doğadaki tüm diğer varlıklar gibi
insanda koşulsuz yaratılmıştı (Baudrillard). Ancak diğer canlılar, belli bir döngü içinde
varlıklarını devam ettirirken, insanın fiziksel anlamda var olabilmesi için, onlardan faklı
bir beceriye sahip olması gerekiyordu. “Deha yetenektir (doğa vergisi) ki, sanata kural
verir. Yetenek, sanatçının doğuştan üretken yetisi olarak, kendisi doğaya ait olduğu için,
bu şöyle de anlatılabilir: deha doğuştan anlık yatkınlığıdır (ingenium) ki, doğa sanata
kuralı onun yoluyla verir” (Kant, 2016: 119).
Dolayısıyla, “Resim yapma tarihi, resim görme tarihi ile aynı hizada değildir.
Görsel algının masumiyeti biyolojik kodlarımızda gizlidir” (Danto, 2016:40). Ve zaman
içinde diğer becerilerimiz gibi, görsel tepkilerimiz de bir yoruma ya da ifade biçimine,
yani kişisel beceriye dönüşmüştür. Bundan dolayı herhangi bir nesnenin görüntüsüyle
zihnimizde canlandırdığımız görüntüsü, içinde bulunduğumuz kültürle ortak anlamlar
barındırsa da, bizim gelişen algımızla ilgili olacaktır. Böylece resim yanlınızca bir şeyin
temsili ya da görüntüsü olmaktan çıkar bir sanat eseri olarak değerlendirilir. Sanat bir
yaratımın sonucu ise sanatçı dilediği şekilde görmekte de serbesttir. Ancak sanat, ne salt
doğuştan gelen yeteneğe ne de salt kültürel etkileşime bağlıdır. Her ikisinin birlikteliği
ile şekillenir. Arthur Danto sanatsal beceriyi şu şekilde yorumlar;
8
eder. Bununla birlikte her tarihsel dönem kendinden önceki dönemin belli birikimleri
sonucunda oluşur. Ve her dönem, sanatın ne olması gerektiğine dair söylemler
üzerinden tartışılır. Antik dönemde filozoflar için; resim ve şiir, bir sanat olarak
düşünülmemesine rağmen, tartışma konusuyken; günümüzde Danto’ya göre söylemler
yalnızca sanatın ne olduğunu tartışmıyor, neyin sanat neyin sanat olmadığının da
kararını veriyor. “Sanat dünyasını artık tarihsel belirlenime tabi kuramlarca desteklenen,
tarihsel belirlenime tabi sanat eserlerinden müteşekkil bir dünya olarak düşünüyorum”
(2016:55).
Modernizmle birlikte değişen geleneksel temsil algısı, sanatı bir başka boyuta
taşımıştır. Sanatın zaman içinde gündelik hayatın içine girmesi ise ‘sanat kuramına’
gereksinimi ortaya çıkarmıştır. Resim düzleminde renkler ve biçim alışılmışın dışında
jestüel hareketlere dönüşürken; hazır nesnenin kendisinin, yani eşyanın kendisinin sanat
yapıtına dönüşmesini anlayabilmek onu yorumlayabilecek bilgi ve tecrübeye sahip
olmayı da gerektirir. Danto için sanatta yaşanan böylesi tecrübeler, ‘tarih ötesi geçiş’dir.
Bir Rönesans ressamı kendi resmini, kendinden önceki ustaların eserleriyle kıyaslayarak
bir yorum getirebilir, oysa zaman içinde sanatsal yaratım, felsefi anlamı da barındıran
bir fikre dönüşmüştür. Böyle bir durumda sanatın ne olduğunu anlamak felsefi idrak
gerektiren bir unsur olmuştur. (Danto, 2016)
9
olmadığı gibi, sanatın sonundan sonra sanat üretiminin son bulacağını söylemekte
mümkün olmayacağından, başlangıçlar en az sonlar kadar muğlak olabilir” (2016:21).
10
“İnsanın önce sanatı hükümsüzleştirmesi gerekir ki, onu gerçekten olduğu gibi
görsün. Marcel Duchamp ile Andy Warhol’un kendi tarzlarında yaptıkları
tamda buydu. Artık sanat pekala bu tür sorgulamaları aşmış olabilir, ama yine
de herkes hiç bir şey olmamış gibi davranıyor. Aslında sanatın aynı yolda
sebat göstermesi gerektiğini veya kendine verdiği formlar altında idame etmesi
gerektiğini kanıtlayan hiçbir şey yok – herkesin uyduğu örtük bir anlaşma
haricinde” ( 2014:21).
Sanatsal yaratımda, temel olan arzunun itkisi her zaman sabittir. Ancak tarihteki
duruma göre çok farklı formlarda eserler üretilir. Bu farklılıklar her ne kadar kültürlerin,
sosyolojik tabanlı değişimleri olarak görülse de, keşfedilen yeni araçların bir formun
yaratılmasında ki etkisi çok daha fazladır. Matbaanın icadı, Rönesans dönemini
şekillendirirken; fotoğraf makinasının icadı, modernizm ve günümüz sanatı için bir
dönüm noktası olmuştur. Ve tüm bunların etkisi kısa süreli olarak gerçekleşmez, belli
bir zaman aralığında devam eder.
Modern süreç böyle bir zaman dilimine yayılmıştır. Modern sözcüğü, Latince’
de ‘tam şimdi’ anlamına gelse de, genellikle eski’den yeni’ye geçiş anlamında
kullanılır. Dolayısıyla zamanın her dönemini kapsadığı gibi anlamı da döneme göre
şekillenir. Tarihsel açıdan baktığımızda ‘modern’ sözcüğü ilk olarak; 5. Yüzyılda
Hristiyanlığın ilk devlet dini olarak benimsenmesiyle, ‘roma ve pagan’ dönemleri
ayırmak için kullanılmıştır. Rönesans ve Aydınlanma döneminde ise; dine dayalı
geleneksel biçimden kopuştur. Felsefe, modernliğin genellikle, zamanımıza kadar gelen
tüm ideoloji ve kuramların dolaylı ya da dolaysız temelini oluşturan 18. yüzyıl
aydınlanmasıyla başladığını kabul eder. Ondan önce 17. yüzyılda Rene Descartes
‘modern’ sözcüğüne felsefi bir kimlik kazandırmıştır zaten. Descarte’e göre,
11
12
“Sanatta (güzel sanat olarak) kural verenin doğa vergisi olması gerektiğine
göre, bu ne tür bir kuraldır? Bir formüle indirgenip yönerge olarak hizmet
edemez; çünkü o zaman Güzel üzerine yargı kavramlara göre belirlenebilir
olacaktır; tersine, kural yapılandan, e.d. üründen çıkarılmalıdır – ürün ki,
başkaları onu eşleşme için değil ama öykünme için örnek olarak kullanarak
onda kendi yeteneklerini deneyebilirler. Bunun nasıl olanaklı olduğunu
açıklamak güçtür. Sanatçının ideaları çıraklarında eğer doğa onları ansal
yetilerin benzer bir orantısı ile donatmışsa benzer ideaları uyarır. Buna göre
güzel sanat modelleri bu ideaları gelecek kuşaklara iletmenin biricik
araçlarıdır” (Kant, 2016:121).
13
14
“Romantik yazın, şiiri ve düz-yazıyı, dahilik ile eleştiriyi, sanatsal yazın ile
doğal yazını kah karıştırmak, kah birbiri içinde eritmek ister; yazını
canlılaştırmak ve sevecenleştirmek, yaşamı ve toplumu şiirselleştirmek, espriyi
yazınsallaştırmak, sanatın biçimlerini dişe dokunur oluşturucu malzemeyle
doldurmak ve doyurmak, mizahın titreşimleriyle ruhlandırmak ister” (Kula,
2016:28).
15
Panorama resimler üzerinde yapılan çalışmalar, sanat ve teknik arasında bir ilişki
başlatırken, sanatta temsil de köklü bir değişime uğramıştır. Fotoğraf ise resmin
olanaklarını ele geçirmiş, resim sanatında fotoğrafa bir tepki olarak, önce renk
vurgusuna daha sonra biçimsel değişikliklere gidilmiştir (Benjamin, 2016). Bu gün
izlenimci olarak adlandırdığımız gurup, aslında panorama resminin geleneksel biçim
anlayışının dışına çıkan sanatçılardan oluşur.
1
Panorama: odak noktasında ve yarı karanlıkta duran izleyicide geniş bir ufkun varlığı yanılsamasını yaratan, yarım
16
Resim 1: Claude Monet, Gün Doğumu, Tuval üzerine yağlı boya, 48 x 63 cm, 1873
17
Resim 2: Edouard Manet, Kırda Öğle Yemeği, Tuval üzerine yağlı boya, 2,08 x 2.64 cm, 1863
2. BÖLÜM
MODERNDEN POSTMODERNE SANATTAKİ KIRILMALAR VE SANATIN
SONU SÖYLEMLERİ
19
2. BÖLÜM
MODERNDEN POSTMODERNE SANATTAKİ KIRILMALAR VE SANATIN
SONU SÖYLEMLERİ
1830’larda fotoğraf çıktığında, teknik bir araç olmaktan çok, ‘yaratıcı’ bir aygıt
olarak görülüyordu. Çünkü ressamlar yıllarca gerçekliği en iyi şekilde temsil
edebilmenin peşindeydiler, bunun içinde birçok yol denediler; aynalardan, optik
yansıtmalara kadar. Thomas Holloway’in 1792’de yayımladığı mekanizması, bir kişini
siluetini, sadece profilden de olsa, gölgesine bakarak kişinin şeklini tanımlayabiliyordu.
Holloway’in makinası, fotoğraf makinasının icadına götüren aşamalardan yalnızca
biriydi.
20
Resim 4: Ingres, Büyük Odalık, Tuval üzerine yağlı boya, 88.9 x 162.56 cm, 1780-1867
21
Dolayısıyla kurgu olan her şey resmin konusu olduğu gibi fotoğrafın da konusu
olabilir. Nü kendi başına bir sanattır. Bu anlamda objektiften bakan kişiyle, resmi yapan
kişi aynı amaç doğrultusunda hareket eder. Burada önemli olan ‘nü’ nün ne anlama
geldiği neyi temsil ettiğidir. Çıplaklığımı, yoksa seyredilmek üzere olan bir bedeni mi?
Öyleyse, bedenin nesneden farkı kalmayacaktır. Avrupa resim geleneğinde ‘nü’
genellikle erkeğin izlenimine sunulan kadın bedenidir. “Sıradan Avrupa nü resimlerinde
asıl kahraman hiç bir zaman resimde görünmez. O, resmin önündeki seyircidir ve erkek
olarak kabul edilir. Her şey ona göre yapılmıştır. Her şey onun orada bulunmasından
22
dolayı olmuş gibi görünmelidir. Resimdeki vücutların nüleşmesi onun içindir. Ama o
tanımı gereği yabancıdır...” (Berger, 2013:54). Bu yüzden dergilerde çıkan çıplak kadın
pozlarının, ‘nü’ fotoğraftan bir farkı yoktur. Her ikisinin de temsil ettiği şey aynıdır.
Fakat resmin gerçekliğiyle, fotoğrafın gerçekliği izleyici için farklıdır. Resimsel
gerçeklik dediğimiz şey yanılsama bir illüzyondur. Resmin yaşattığı tatminle fotoğraf
arsında ki fark, canlandırmanın dışında, fotoğrafta ki kişinin birebir gerçek görüntüsü;
yanılsama kaybına neden olur. Böylece kişinin baktığı fotoğraf ‘nü’ olmaktan çıkar,
‘çıplak’ bir görüntü olur. Bu yüzden de fotoğraf bağlamına göre temsili bir probleme
dönüşebilir.
23
24
farklıdır (Hall, 2017). Eugene Atget’in insansız görüntülerinin yaratmış olduğu, gizlilik
duygusu (Benjamin bu görüntüler için ‘suç mahalli’ tanımını yapar), Kertesz’in
fotoğraflarında ‘teşhir’e dönüşür. Bu bağlamda sanatın ‘teşhir’e dönüşmesi metaforik
anlatımı ima eder. Paris’te ki bu tuhaf hallerin yorumlanması, modern özneyi hayatta
kalmak için büyük şehir yaşamının şoklarını göğüslemesi gerektiğini gösteren bir teşhir
(Foster,2017), eleştirel sanatın en çok yararlandığı ifade biçimlerinden birine dönüşür.
1990’lar da Cindy Sherman’ın sürrealist fotoğrafları gibi.
25
2
La Parte Maudite, George Bataille’in ekonomi üzerine eserinin başlığı. Bataille’a
göre her organizma enerji fazlasına sahiptir, fakat büyüme daima sınırlı olduğundan organizma için bu fazlalık bir
“lükstür” ve nihayetinde boşa harcanması gerekir. “Lanetli pay” , ekonomide, ya sanat gibi hiçbir karşılığık
getirmeyeceği bilinen alanlarda tüketilen, veya modern dönemde savaş biçimini alan faaliyetlere aktarılan
“fazlalık”tır –ç.n (Baudrillard, 2014:50).
26
27
28
Resim 10: Giacomo Balla, Tasmalı Köpek, 89.9 x 109.9 cm, 1912
Sanatın bir ifade aracı olduğunu düşünmemize rağmen, tıpkı fotoğraflar gibi
filmde aynı şekilde bir temsil problemi – resmin sonu – olarak görülmüştür. Oysa her
ikisi özün de resimdir. Yalnızca filmler her tarzda anlatımın çok önemli yönlerini
yakalar. İnsanların filmleri sevmesi, onları yönlendiren bu anlatımının olmasıdır. Bu
yüzden bir Charlie Chaplin filmi, Picasso karşısında daha cazip görünür. Film izleyicisi;
bir tablo karşısında bakmaktan alacağı zevke karşılık, dolaysız ve yoğun bir seyri tercih
eder.
Yirminci yüzyıl sanatının çelişkisi, dünyada hızlı bir şekilde her alanda
gelişmeler yaşanırken, sanatın neyi temsil ettiği konusunun; sanat araçlarının,
modernleşmenin genel olarak dünyaya yaptığı değişikliklerin, kendisiyle orantılı olarak
bir dönüşümünü talep etmesidir. Theodor Adorno 1936’da ‘Benjamin’e Mektup’
makelesi, modern sanatın çelişkisi üzerine yazılmıştır.
29
(..) Denemen diyalektik olsa da, durum özerk sanat eserinin kendisinde böyle
değil; benim kendi müzik deneyimimde günden güne berraklaşan temel bir
deneyimi gözardı ediyor bu – özerk sanatın teknik yasalarının aranmasındaki
aşırı tutarlılık bu sanatı değiştiriyor ve onu bir tabu ya da fetişe dönüştürmeyip
özgürlük haline, bilinçli olarak üretilip yapılabilecek bir şey haline getiriyor.
(...) eğer kitsch filmi “nitelikli” filme karşı savunursan, herkesten çok ben
kabul ederim sözlerini; ama I’art pour I’art da en az bunun kadar savunulmayı
gerektiriyor ve ona karşı birleşmiş olan, bildiğim kadarıyla Brech’ten Gençlik
Hareketine’ne dek uzanan cephe, böyle bir savunmayı üstlenmek için gerekli
cesareti veriyor (Harrıson, Wood, 2016, s.566)
“ Sanatta her şey geçici. Resimde hiçbir şey mutlak değil. Dünün ressamları
için doğru olan şey bugün bir yanlıştan ibaret. Sözgelimi, biz bir portrenin
oturana benzememesi gerektiğini ve ressamın kendi içinde tuvaline
yerleştireceği manzaraları taşıdığını ilan ediyoruz. (...) ressamlar bize
önümüze yerleştirilen nesneleri ve kişileri gösterdi. bundan sonra izleyiciyi
resmin merkezine koyacağız.”(2016, s.176)
30
“Bir insan nasıl bir makinanın güç hareketlerini aktaramazsa, aynı şekilde,
insan kırmızısının hakiki gücünü, kırmızı önlük giymiş işçi portresi yaparak da
aktaramaz. Yeni sanatların özünde temsil değil yaratıcı konstrüksiyon yatar.”
(Harrıson, vd. 2016:330)
Kazemir Malevich
31
olarak genel bir kaynaşmaya, bütün güçlerin bir biçim içinde birleşmesine
sürüklenir” ( 2016:330).
32
Hegel felsefeyi estetiğe dönüştürerek, sanatın sonunu ima ederken (Kula, 2010);
Malevich felsefeyi Süprematizm de somutlaştırarak, yeni sanatı Süprematizm olarak
ilan eder; “Ve onun konstrüksiyonu nesnel olmasa bile, renklerin iç ilişkilerine dayansa
bile, iradesi, felsefi nüfuz sağlamak yerine, estetik düzlemlerin duvarları arasına
hapsedilemez” (Harrison, vd. 2016:326).
Resim 12: Kazemir Malevich, Beyaz Üstüne Beyaz, Tuval üzerine yağlı boya, 79 x79 cm, 1918.
33
Şu anda insanın yolu uzamı kat ediyor. Süprematizm, onun sonsuz uçurumu
içindeki semaforudur.
“Hareket halindeki ekonomi herkes için aynıdır, diğer yandan, herkesin farklı
estetik zevkleri vardır ve bu yüzden birliğe değil bölünme ve ayrılmaya doğru
ilerlerler . (...) Yaratıcılığı bilinçli bir şekilde yaşam amacı olarak, insanın
kusursuzluğu olarak benimsemek zorunludur, ve bu yüzden sanata yönelik
mevcut görüşlerin değiştirilmesi gerekir: sanat bir hazlar, süsleme, ruh hali,
34
Dolayısıyla Malevich bir yanda sanatı modern dünyanın bir parçası olarak
çözümleyebileceği Süprematizm’i yaratırken; diğer yandan da modernleşmenin
olumsuz etkilerine karşı, sanatta bir gerilim yaratarak modern sanatın oluşumunda etkin
bir rol oynar. 1915’te Malevich’in sunduğu ‘Siyah Kare’yle resmin anlamını
değiştirmiş; bu düşüncesiyle resim tarihinde ki bir kırılmayı, ressamlık geleneğinin
bitişini ve yeni sanatın doğuşunu sembolleştirmiştir.
Resim 13: Aleksandr Rodçenko, Pure Red, Yellow, Blue Color, Tuval üzerine yağlı
boya, 24 x 20 (62.5 x 52.5) cm, 1921
35
renk sonsuzmuş gibi görünmesine rağmen, ayrı yüzeylere ayrılarak tual üzerinde
sınırlandırılmıştır. Bu sınırlama resmin sonundan çok, ‘soyut sanatta gelinebilecek son
aşamayı’ işaret eder.
36
Baudrillard için, sanat var olabilmek için kendini yok edip aynı şekilde tekrardan
var edip tekrardan yok ederek ‘metastaz’ gibi kendini tekrarlamaktadır. Bu durumda
imgelerin bolluğundan dolayı, orijinal bir iş ve ya yeni bir yaratım görmek imkansız
hale gelmiştir. Her yeni yaratım dünyadan bir şey götürürken, kendisi de bir iz olarak
kalabilmelidir. Sanatın ve ayartmanın sırrı budur, der. “Sanatta – ki bu, klasik sanat
kadar çağdaş sanat için de geçerlidir – ikili bir ön-gereklilik, dolayısıyla ikili bir strateji
mevcuttur. Bir yanda imha etme itkisi, dünyanın ve gerçekliğin bütün izlerini silme
itkisi, diğer yanda bu itkiye direnç. Henri Michayx’nun sözleriyle, sanatçı ‘hiçbir iz
bırakmama yönündeki temel itkiye var gücüyle direnen’ kişidir” (2014:35) Kanonlaşma
dediğimiz şeyde böyle gerçekleşir.
Resim 14: Richard Serra, House of Cards, Kurşun Levha, 48 x 48 (4 tabaka), 1969
37
1914 yılında Duchamp -bir şişe askısını- sanat eseri olarak sergiler. Bir heykelin
yerine geçen şişe askısı, sanat dünyasında şaşkınlık yaratır. Bir nesnenin soyutlanıp
resmedilmesi gibi, Duchamp, gündelik bir nesneyi kendi bağlamından kopararak soyut
bir ifadeyi ‘hazır-yapıt’a dönüştürmüştür.
38
39
Hiçbir sıradan nesne sıradan bir şey muamelesi görmek için ısrar etmez; ama
bir sanat eseri böyle davrandığında tam da bu çabası nedeniyle kendini ele
vermiş olur. Böyle bir durumda sanatın işlevi sanatın farklılığını yeniden
üretmektir. Ne var ki tek bir gerçek, sanatın bu farkı ortadan kaldırmaya
çalışması ama bunu başaramaması gerçeği, belki de sanat hakkında her türlü
mazeretten ya da eleştiriden daha fazla şey anlatır bize” (2009:106).
40
41
42
“Yüz yıl önce, I. Dünya Savaşı’nın tam ortasında, Zürihli Dadacılar burada
söz konusu olan mimetik şiddetlendirme stratejisini geliştirdiler: etraflarındaki
Avrupalı güçlerin yozlaşmış dilini alıp iğneleyici bir saçmalık olarak tekrar
söylediler. “Bir varyete gösterisi için bir program olarak kültür ve sanat
idealleri; yaşadığımız çağ karşısında bizim Candide’imiz de bu,” diye
yazıyordu Ball 1916 Mart’ında, Zürihli Dadacıların ana mekanı olan Cabaret
Voltaire’de sergilenen nahoş olaylar hakkında” (2017:97-98).
43
44
Dadaist tavır kimileri için bir savunma, kimileri için negatif dışavurum şekli
olarak yorumlanır. Sonuç olarak bu tavır Duchamp’ın eylemleri gibi şok etkisi yaratır.
Bu şekilde kendilerine göre insanları düşünmeye ve sorgulamaya teşvik eden; dünyanın
keyfiliğine karşı bir tepki verme şekli geliştirmiş olurlar. “Dadacı soykütüğünün siyasal
sınırı budur: kendi beyhudeliğini övünçle sergileyen bir eleştiri, zararın zaten verilmiş
olduğunu bilen bir savunma öne sürer” (2017:100). Dadacı tavırda ki çelişki; savaşla
birlikte ortada adalet ve yasa diye bir şeyin kalmamasını eleştirirken, aynı zamanda
savaşın olağanüstü halline karşı tepki vermesidir. Duchamp’ın modernist resimler
(özellikle kübist resimler) için vermiş olduğu tepki gibi (Foster, 2009).
Foster, Hugo Ball’ın “Herkes medyum kesildi başımıza, korkudan mı, dehşetten
mi, ümitsizlikten mi, yoksa artık yasa masa kalmadığından mı... kimbilir!” açıklamasını,
Alman hukukçu teorisyen Carl Schmitt’in yüklediği anlama göre; “Çoğumuzun yaptığı
gibi yasalara riayet edebiliriz ya da bazı avangartların yapar gibi göründüğü gibi onları
ihlal edebiliriz, peki ama “artık yasa masa kalmadı”ysa ne yaparız? İşte Dada’nın
yüzleştiği ikilem budur” (Foster, 2017: 100-101) şeklinde yorumlar.
“Sanatın günün birinde sona ereceğini savunan Hegelci bir perspektif vardı.
Marx’a göre ekonomi veya siyaset de sona erecekti, çünkü hayattaki
dönüşümler karşısında bunların varlık sebebi kalmayacaktı. Dolayısıyla
sanatın yazgısı, kendi ötesine geçip başka bir şeye dönüşmektir, oysa hayat...!
bu göz alıcı perspektifin somutlaşmadığı açık. Onun yerine sanat, genelleşmiş
bir estetik biçiminde kendini hayatın yerine geçirdi, bu da sonunda dünyanın
Disneyleşmesine yol açtı: Disneyland’e çevirmek için her şeyin satın almaya
muktedir bir Disney formu, dünyanın yerini alıyor” (Baudrillard, 2014:88-87).
45
Foster geçmiş yirmi yıl içinde üretilen işlerin ‘nesnelerle’ ilişkisinin çok az
olduğu; çoğunlukla bu işlerin reklam, medya ve internetteki yeni teknolojilere göre
eskinin yeniden biçimlenmesi olduğu kanısındadır. Foster’da Baudrillard gibi yeni nesil
sanat anlayışının, bu yüzden yeni tüketim ve bilgi malzemeleriyle şekillendiğini söyler
(Foster, 2017).
3
“Hipetrofi”: Kölnlü Dadacı Max Erns’in zaman zaman kullandığı bu terim, bir organın aşırı beslenmeden ötürü
büyümesi anlamına gelir (foster, 2017:98).
46
47
“Her zaman kısmi ve sınırlı kalmaya mahkum olan sanattaki mutlak özgürlük
yoksunluğuyla çelişir. Bütünün özgürlük yoksunluğu ortadan kaldırılmadıkça,
sanatın kısmi özgürlükleri kum tanecikleri gibi parmakların arasından kayıp
gider. Daha az araçsal bir dünyaya ütopik bir pencere açsalar da, baskı için
etkili birer mazeret işlevi de görebilirler. Bu koşullarda, kendilerini sermayeye
48
hizmet etmekten kurtarmaya çalışan işler, sanat sistemine içkin olan çelişkileri
vurgulayan ve açıkça kullanışlı işlerdir. Özgür sanatı meşrulaştıran özerklikle
bağları koparmak, serbest ticaret düzeninin maskelerinden birini indirmek
demektir”(Stallabrass, 2009:176)
Resim 21: Jeff Koons, Yeni İki Katlı Islak/Kuru Shelton, 1981
49
“Yüksek sanat ve meta kültürü ister tarihsel olarak karşıt (genç Clement
Greenberg’in “Avant-Garde and Kitsch” (1939) denemesindeki gibi) ister
diyalektik olarak bağlantılı görünsün (genç Adorno’nun 1936’da belirttiği gibi
“özgürlüğün tanımlanması için gerekli olmasına rağmen bir araya gelmeyen
parçaları”), minimalizm ve pop dönemiyle içeri patlamaya hazır hale gelir” (
Foster, 2009:141).
Yeni kitle kültürünün beğenisinin tüketim odaklı olması, gelip geçici anlık
zevkler yaratır. Böyle bir durum Greeberg’in ‘Yüksek Sanat’ın varlığı için tehlikeli
gördüğü Kitsch’ten de farklıdır. 1960’larla birlikte Pop Art ‘Kitsch’ beğeninin yerine
‘Camp’i yerleştirir ve böylece yeni bir estetik bakış açısı gelişir. Modernizmin
ideolojisiyle çelişen bu durum, aslında yeni kitle kültürü çağında sanatın yeni dandy
duruşudur. Susan Sontang’a göre; “Camp beğenisi her şeyden önce, yargıda bulunma
değil, bir hoşlanma, takdir etme tarzıdır. Camp cömerttir. Hoşlanmak ister. Bu sadece
kötü niyetli, sinizm gibi görünür (Ya da sinizmse eğer, amansız değil tatlı bir
sinizmdir)” (Şimşek: 2017), camp ‘kitsch’ olduğunu farkında olan bir özgüvene sahiptir
ve kendini gizlemez.
“Koons hem süslü hem ‘kitsch’ olan zanaat ürünleri (örneğin paslanmaz çelik
tren takımı biçimindeki viski sürahileri, eğlence dünyasından ünlü kişilerin
porselen heykelleri) sipariş ederken, Steinbach ise hem aşırı pahalı hem
zevksiz tüketim nesnelerini (mobilya biçiminde kullanılan egzotik hayvan
parçaları gibi) satın alır. Bu şekilde gıpta edilen eseri ile lüks metalar
arasında, arzu nesneleri ve üstünlük gösterme araçları (şatafat, prestij, güç)
olarak bir kimlik farkı olduğunun altını çizerler. Aslında her zaman tuhaf
ürünler ve sergileme yöntemleri kullanan Koons ve Steinbach bu kimliğin
sınırlarını genişletir. Böylece kendileri de bu parasal uçarılığa dahil olsalar
da, 1980’li yılların ortalarındaki Reaganomik 4 seçkinlerin zihinlerini işgal
eden tüketim partilerinin parodisini yaparlar” (2009: 146).
4
Emekçi olarak sanatçı, yerini, girişimci olarak sanatçıya bıraktı – tıpkı diğer “yaratıcı” işçiler gibi gittikçe açılan
varsıllar/yoksullar uçurumunun doğru tarafında yer alabilmek için canını dişine takan serbest bir oyuncu... Buna bağlı
olarak, tıpkı kuralsızlaştırma sonucu güvencesizleşen diğer işçiler gibi mali güvence arayışındaki sanatçıların çoğu
da, kolektif örgütlenme olasılığını göz ardı ederek Sanatçı Emeklilik Tröstü (APT) gibi serbest piyasa
50
Koons meta fetişini mükemmel bir nesne olarak göstererek, aslında kendini
gelişmiş kapitalizmin yeni aurası olan aldatıcı reklam cinine dönüştürür. Böylece
sanatın kaybetmiş olduğu aurasını, yine çağın kendi düzmece büyüsüyle ele geçirir.
“Tabii ki burada öncü Warhol’dur. Warhol The Philosophy of Andy Warhol (1975)
(Andy Warhol’un Felsefesi) kitabında, son zamanlarda bazı şirketler ‘auramı’ satın
almakla ilgileniyor. Benim ürettiklerimi istemiyorlar. Sürekli senin auranı istiyoruz
diyorlar. Ne istediklerini hiç bir zaman çıkaramadım der” (Foster, 2009:146).
mekanizmalarına yöneliyor. 2004 yılında teknoloji girişimcisi Moti Shniberg, (Reaganomi’nin fikir babası merhum
Milton Friedman’ın suç ortaklarından) Dan Galai ve (bir zamanlar hem San Francisco MoMA’nın hem de Whitney
Museum of American Art’ın direktörlüğü yürütmüş ve pek yakında Londra Albion Galerisi’nin New York şubesinin
başına geçecek olan) David A. Ross tarafından kurulan APT, yalnızca New York, Los Angeles, Londra ve Berlin’de
değil, aynı zamanda Dubai, Bombay, Pekin ve Meksiko gibi yeni yeni filizlenen sanat-piyasası merkezlerinde de
ofisler açtı. Tröstün amacı, halihazırda belirli bir piyasa başarısı yakalamış sanatçıları eserlerinden bazılarını “seçkin
sanatçılardan oluşan bir havuza” hibe etmeye davet ederek “benzersiz bir şekilde çeşitlenmiş, alternatif bir gelir akışı
sağlamak” ve bunu sanatçıların kronik güvencesizliğine karşı teminat olarak göstermek. Hesapta, eserlerini fona
yatıranlar arasından yalnızca birkaç “süperstar” çıkması bütün hissedarların ekonomik güvenceye kavuşmasını
sağlayacak. Sanki neoliberal bir girişimci değil de Roosevelt döneminden kalma bir İş Geliştirme Dairesi (WPA)
reformcusuymuş gibi konuşan Ross, APT’yi “bir yandan piyasanın kapitalist doğasından istifade ederken bir yandan
da denkleme kâfi dozda sosyalizm aşılayarak melez bir form yaratmaya yarayan bir yöntem” olarak tarif
ediyor. (http://www.e-skop.com/skopbulten/guvencesizligimizden-baska-kaybedecek-bir-seyimiz-yok/3401,
11/06/2017, Ayşe Boren)
51
Sonuç olarak Duchamp’tan sonra yıllar boyunca birçok sanatçı, sanki sanat
kapitalist meta tüketim politikasının dışındaymış gibi, sanat nesnesini sistemin dışında
arzu nesnesine dönüştürmeye çalışır. Oysa eleştirel ifade onu ele geçirmiş görülen
sistemin içinde yaratılır (2009:150). Warhol ve Koons’un yaptığı da budur. Sontang’ın
yıllar önce yazmış olduğu ‘Camp’ etkisi de, bu durumu ima eder (bkz. Ali Şimşek,
2017).
“Ben bir makineyim, ben bir hiçim – Ben bir hiçim yine de işlev görüyorum –
Ben her düzeyde çalışırım: sanat, ticaret, reklam... – Ben işlemselliğin kendisiyim”
(2014:58). Diyerek, kendini bir makineye dönüştüren Warhol ilk olarak “teknolojinin
saf yanılsamasını – radikal yanılsama olarak teknolojiyi – verir ki bugün bu, resmin
yanılsamasından kat kat üstündür” (2014:42), ikinci olarak “...yaratıcı eylemden kendini
çekerek, sanatın öznesini, sanatçıyı ortadan kaldırma yolunda en uç noktaya gitmiştir.
Bu mekanik züppeliğin arkasında, aslında nesnenin, göstergenin, imgenin, smülakların,
değerin gücünün tırmanması, fiiliyata dönüşmesi yatmaktadır ki bugün bunun en iyi
örneğini sanat piyasası oluşturmaktadır” (2014:58). Böylece piyasa değeri olarak
önemsenen sanat eseri fetişmizmine, Warhol fetişist imgeler yaratarak cevap verir.
52
Aynı zaman da Warhol diğer modernist öncülerde olduğu gibi yıkımla yeni bir
geçeklik inşa etmez, zamanın kendisine uyarak ya da şartları kabul ederek koşulları
hiçleştirir. Onda ne ironi ne de ima vardır. ‘Brillo Kutusu’ kendi olarak sergi mekanın
içindedir, herhangi bir başka anlam içermez. Baudrillard bu anlamda da Warhol’un
olayını, - “ ...olağanüstü, ama bence sanat tarihi alanın dışında bir deneyim” (2014:88) -
Duchamp’ınkinden ve diğerlerinden ayırır. Onun bütün dünyayı olumluyor olması, o
dünyanın içinde ki her şeyi de göz alıcı kılar. Çünkü Warhol popüler kültürün beğendiği
şeyleri sembolleştirmiştir.
Warhol’lu farklı yapan yalnızca eserleri değil, hayatı ve cool tavrıdır. Popüler
kültürün kendisiyle o kadar uyumludur ki, kayıtsız ve umursamaz tavrıyla da sistemin
kendisini tahrik eder. Dolayısıyla Warhol estetik bir Fenomene dönüşür. Baudrillard
göre Warhol böylece bizi “estetik ve sanattan kurtarmıştır”(2014:58)
Warhol, herhangi bir imgeden yola çıkarak, imgesel özelliği olmadan saf görsel
bir ürün elde eder. Sıradan, özel görünmek zorunda olmayan, ama hepimizin sahip
olabileceği ortak kültüre ait bu imgeler, sanat mekanında sergilenmesiyle birer fetişist
nesneye dönüşür. Onu fetişist yapan ‘ikonalar’ da ki gibi büyüsel özelliği değil, popüler
kültüre ait imajlar olmasıdır. Pop Art’a olan ilginin artması bu yüzden kaçınılmazdı.
Böylece bir şeyi sanat eseri yapan kriterleri belirlemede kitleler de söz hakkına
sahipmiş gibi olur. İmgelerin bayağı ya da sıradan olarak nitelendirilmesi ise, onların
gerçek hayatta öyle olmalarından değil, özne tarafından anlamlandırılmasına gerek
5
Sinizm (Kinizm) anlamı “erdemin ve mutluluğun zirvesine ulaşmak”tır.
Agnostisizm ise bilinmezlik, bilinemezciliktir.
53
Bu gün her yerde gördüğümüz sanatın teknolojik tabanlı bir üretime dönüşmesi,
sonunda sanatın da ilksel ritüele; saf tekniğe ve zanaatkarlığa eğilmesine neden olur.
Greenberg’in ‘Avangart ve Kitsch’ de tanımladığı ‘yüksek sanat’ ve sanatın özerkliği
koşulunun tersine, günümüzde sanat ‘Kitsch’in varlığına gereksinim duyar.
Baudrillard’a göre sorun, sanatta ki bu krizin hiç bitmeme olasılığı ve sanatın evrensel
‘Kitsch’ de son bulacağıdır. Nesne artık oyunun efendisidir; bayağı nesneler, teknolojik
nesneler, sanal nesneler...anlamsız, yanılsamasız ve aura’sız, estetik dolayımı olmayan
yanılsama kaybının aynası olan nesneler bir tuhaf çekiciye dönüşmüş dolayısıyla temsil
macerası da burada sona ermiştir (2014:41).
54
55
Brillo kutuları gerçekten ne anlama geliyordu? Arthur Danto, 1964 yılında genç
bir felsefeci olarak, kendisinin de bizzat içinde olduğu bu dönemi ve Brillo kutularının
etkisinin;
düşünülenin aksine sanat için felsefi bir yanıt niteliğinde olduğunu savunur.
Brillo kutuları, sanatın gözle görülenden çok, bir şeyin sanat olarak nitelendirilmesiyle
ilgili olduğunu, gerçek ile sanat birbirinden ayırt edilemiyorsa, sanatın farkının da gözle
ayırt edilemez hale geldiğinin kanıtıdır. Warhol’un ‘Brillo kutusu’ hazır bir nesne
değildir, simülasyondur. Bu yüzden de Warhol’un gerçekliğe benzerlik gibi iddiası
olmadığı gibi gerçek olma gibi iddiası da yoktu. Açık bir şekilde bir taklit olarak vardır.
Kutular, 1965’de Toronto’da sergilenmek üzere yola çıktığında, Kanada Gümrük
Dairesi, Brillo kutularını ticari mamul statüsünde değerlendirerek, gümrük vergisine
tabi tutar (2016:53). Danto, asıl ilginç olanın, “O sırada Kanada Ulusal Galerisi’nin
yöneticisi olan Doktor Charles Comfort’un gümrük memurlarının safında da yer almış,
eserin fotoğraflarına bakıp “Heykel Olmadığı Görülüyor” demiştir” (2016:53). Sanat
dünyasının bir üyesinin, üstelik Stable Galerisi’nin yöneticisi olan birinin, kendi
galerisin de sergilenmek üzere yola çıkan bir eser için tereddütlü konuşması, diğer
taraftan kutuların sanat eseri olduğunu savunanların varlığı - “Warhol’u galerisine kabul
eden, Leo Castelli” (2016:54) gibi - sanat dünyasının bütünlük içinde olmadığını
gösterir. Her şeyden öte sanat dünyasının temsilcisinin neden sunabilecek tecrübe ve
yetkinlikte olması bize gerçekte bilmemiz gereken şeyi gösterir. Aksi takdirde sanat
dünyası mensubunun hangi gerekçelerle esere sanat eseri statüsü bahşettiğini
öğrenemezsek, liyakat önemini yitirir ve “bu sanattır” ya da “bu iyidir!” beyanatı,
tamamen kişisel ve de çıkarcı (Sermaye piyasası gibi) bir dünyanın eline kalır (2016:54-
55).
Dolayısıyla bir “Brillo kutusunun” sanat eseri olup olmamasıyla bir “resmin”
sanat eseri sayılıp sayılmaması tartışması arasında da hiç bir fark yoktur. Dahası bir
resmin sanat olabilmesi için gerekli nedenleri tam olarak idrak edebilmemizin; kapsamlı
bir analizi de gerektirdiğini savunan Arthur Danto, aslın da bir çok kuramcıyla aynı
düşünceyi paylaşır; “Eserin sanat olduğuna inandıran bir takım nedenler olmasıyla
sanat eserinin sanat statüsünün bu nedenlerin belirleniminde olması arasında net bir
56
çizgi çizimelidir” (2016:57). Oysa sırf bu sınır yüzünden Warhol, hayatta her şeyin
sanat olduğunu iddia etmişti ve kendisi bir fenomene dönüştü, ama bunun yanında işleri
hala müzelere yerleştirilebilecek eserler olarak var.
Buna bayılıyorum çünkü ben de hep aşağı yukarı aynı şeyi yapmaya
çalışmışımdır: belli bir boşluğa, benzersizliği ve stili ortaya çıkarabilecek bir
sıfır noktasına ulaşmak. Ve dahiyane olmak! Warhol, her şeyin, sanatın,
herkesin dahiyane olduğunu kabul ederek bunu başardı. Bu muhteşem bir
iddia!” (Baudrillard, 2014:59).
3. BÖLÜM
ÇAĞDAŞ SANAT MEKANLARI VE POLİTİKALARI
58
3. BÖLÜM
ÇAĞDAŞ SANAT MEKANLARI VE POLİTİKALARI
“Estetik tefekkür sıkıcıdır, tarihsel anlayış elitistir, müze ise bir mozoledir”
(Foster, 2017:140)
İzleyiciyi bu şekilde motive etme durumu aslında modernizme özgü bir olgudur.
Asıl amaçlarının dışında olsa da, ilk örneğini ‘İzlenimciler’le birlikte görürüz.
Alışılmışın dışındaki resim anlayışı izleyiciyi kontrolü altına alır. Bu süreç içinde
resimde gerçekliğin temsili, yerini iletişime bırakmaya başlar.
59
varlığını daha çok dayatır bize. Müze ve galeriler hizmet ya da ürün yaratan birer
işletmeye dönüşürken, izleyici arzularını doyurmaya çalışan tüketici konumundadır.
60
61
Bir galeri mekanın bir sanatçı tarafından, üstelik diğer sanatçılar varken,
sınırlarının belirlenmesi Duchamp’la ilk kez gerçekleşir. Modern süreç içinde mesele
edilen resmin düzlemi böylece kendi sınırlarının dışına çıkmış sergi mekanının ötesine
geçmiş olur. Matisse ve Monet’in resimleri de çerçevelenmediği takdirde bize aynı hissi
yaşatır. Resimler duvarın sanki bir parçasıymış gibi algılanırken, aynı zamanda bir
duvar resmiyle tuval resmi arasında ki farkı da görmüş oluruz. Ama Duchamp, “1200
Kömür Çuvalı”yla ‘Hazır Nesne’den de farklı olarak sergi mekanının kendisini de
eserin içine dahil eder. Böylece renk, boya üslupları gibi resimsel yapıya ait kavrayışın
yanında yeni ifade biçimleri oluşmaya başlar. “... temsil etmeden temsil eden, bildik
simgelere başvurmadan simgeleyen bu düzlem, renk mutabakata varılmamış renk
kodları, boya üslupları, özel işaretler, resimsel yapıya ilişkin zihinsel kavrayış gibi bir
dizi yeni adeti de beraberinde getirmiştir” (2010:39). Bu açıdan sanatın ve resmin
tarihine baktığımızda yaşanan değişimlerde sergileme mekanın rolünü görmezden
gelemeyiz.
“Genel olarak piyasa için üretilen modern resim ve heykellerin ilk mekanı,19.
Yüzyıl enteryönü, ekseriyetle burjuva eviydi. Ve ilk müzelerde sergi mekanına
dönüştürülmüş odalardan oluşuyordu. Zaman içinde bu modelin yerine bir
başkası geçti: modern sanat soyutlaştıkça ve özerkleştikçe, içinde bulunduğu
yurtsuzluk halini yansıtacak bir mekan arar oldu; bu mekan sonradan “beyaz
küp” olarak anılacaktı. Fakat ikinci dünya savaşının ardından iddialı eserlerin
boyutlarının büyümesiyle beraber (Jackson Polock, Barnett Newman ve
diğerlerinin devasa tuvallerinden tutun da, Carl Andre, Donald Judd ve Dan
Falvin gibi minimalistlerin izinden giden sanatçıların mekana-özel ve mecra-
sonrası enstalasyonlarına kadar), bu “beyaz küp” modeli de zora girdi”6 (Hal
Foster).
6
https://www.e-‐skop.com/skopbulten/beyaz-‐kupun-‐ardindan/2443
62
63
baktığı performansı. Binlerce kişi sırf bu anı yaşayabilmek için, müzenin kapısında
sıraya girip saatlerce beklemiş hatta orada sabahlamıştır.8
8
https://www.moma.org/learn/moma_learning/marina-‐abramovic-‐marina-‐abramovic-‐the-‐artist-‐is-‐present-‐2010/
64
65
Ruben Östlund’un yönettiği 2017 yılı çıkışlı İsveç yapımı “Kare”, güncel sanat
dünyasını da eleştiren bir film olarak karşımıza çıkar. Aslında toplumsal bir yozlaşmayı
gündeme getirmek isteyen Östlund, filmde bilinçli bir şekilde sanat dünyasını arka
plana yerleştirir. Müzede sergilenen işlerin ne gerçek dünyayla ilgisi vardır, nede sanat
dünyasının sergilenen bu işlerle. “Square” İngilizce de “Kare” anlamına geldiği gibi
insanların bir araya geldiği şehir meydanları anlamına da gelir. Filmde “Kare”yi
karşılıklı güvenin sorgulandığı ışıklı bir yerleştirme olarak görürüz. Ve Östlund şu
soruyu sorar sen “Kare”nin neresindesin içinde misin? dışında mısın? Filmdeki Terry
Notary’nin performansı ise toplumsal sözleşmeyi alaşağı ederken, elitiz bir tutum içinde
olan sanat dünyası uyarılır.
66
67
BP ile olan sponsorluk anlaşmasını sorgulamak üzerine kurulmuştur. “Gurubun altı yıl
süren yoğun baskıları sonucu Tate ve BP arasında 1990 yılında başlayan sponsorluk
anlaşmaları mahkemelerde ifşa edilmiş, kamuoyu baskısı altında kalan Tate 26 yıldır
süren sponsorluk anlaşmasını 2017’de bitireceğini açıklamıştır.”10
Liberate Tate’in bu eyleminin iki nedeni vardır. Birincisi 2010 yılında yaşanan
BP’nin Meksika Körfezi petrol sızıntısı; bölgedeki petrol tesisinde meydana gelen
patlama sonucu 11 işçi ölmüş ve 17 kişi yaralanmış, aylarca okyanusta sızıntı
sürmüştür. Altı yıllık bir dava sonucunda BP şirketi tarihin en büyük tazminatı ABD’ye
20 milyar dolar öder. Oysa Tate’e sponsorluk için ödediği miktar 3.8 milyon sterlindir
ve 2013-2014 yılları arasında 114.000 Tate üyesi toplam 8.4 milyon sterlinde bağışta
bulunmuştur. “Liberatae Tate” ilgilendiren ikinci konuda budur. Kimin kime ne kadar
faydası olduğu, çünkü BP, Tate’le kendi reklamını yaptığı gibi, kendi bünyesinde ki
çalışanları Tate’in üst yönetiminde görev alır.11
Böylece Libearate Tate, 28 Haziran 2010’da ilk kez, Tate müzesinin her yıl
düzenlenmiş olduğu geleneksel “Tate Summer Party” de protesto eylemine başlamış ve
Tate, BP’le anlaşmasını iptal ettikten sonra; örgüt farklı müzelerde eylemlerine devam
etmiştir. “Gulf Labor”, yine sanatçılardan oluşan eylemci bir guruptur; Birleşik Arap
Emirlikleri’nin başkenti Abu Dhabi’de 2009 yılında inşaatına başlanan müze
kompleksinin yapımında kötü çalışma koşulları altında bulunan işçi haklarını savunan
bir örgüttür. Hedeflerinde yalnızca inşaat şirketi yoktur. Bu müze kompleksine
tasarımlarıyla katılan ünlü tasarımcı ve mimar Zaha Hadid’de eleştirilir. Bu durum
tartışılabilir olurken, eleştirinin odağında sadece kurumların bulunmadığını, ona destek
veren sanatçılardan entelektüel kesime ve iş adamlarına kadar “Sanat Dünyası” adını
verdiğimiz elitiz kesimin var olduğunu görürüz.
http://www.e-‐skop.com/skopdergi/sunus-‐muze-‐politikalarina-‐karsi-‐occupy-‐museums-‐liberate-‐tate-‐gulf-‐labor/3154
10
68
kurucusu Hans Haacke 1970’lerde Sanat İşçileri Koalisyonunu örgütleyen bir sanatçı
olarak karşımıza çıkar. Kendisi sanatıyla hem sermaye ve temsil sistemine karşı duruş
sergiler, hem de savaş karşıtı işler üretir.
12
http://www.e-‐skop.com/skopdergi/sunus-‐muze-‐politikalarina-‐karsi-‐occupy-‐museums-‐liberate-‐tate-‐gulf-‐labor/3154
69
Resim 32: Hans Haacke, Shapolsky et al., (1971). Whitney Müzesi, 2015
70
Liberate Tate gibi eylemci guruplar; sözü edilen potansiyel güçleri zayıflatarak,
sanatın bağımsız kişilik ifadesini geri kazanmayı amaçlar. Eğer müzeler yetki sahibi
bilginin, sınıflandırmanın, bağlamın, vb. geçerli olduğu bir otoriteyse, farklı geçmiş
zamanlarla birlikte şimdiki zamanın da berraklaştığı mekanlar olmalıdır. Adorno,
1953’te kaleme aldığı ‘Valery, Proust ve Müze’ başlıklı makalesinde;
“Müze ile mozole arasında salt fonetik olmanın ötesine geçen bir bağ vardır.
(...) Müzeler sanat eserlerinin özel aile mezarlıkları gibidir. Kültürün
nötralizasyonuna 14 şahitlik ederler. Adorno, bu görüşü Valery’ye atfeder:
Müzeyi bir ‘şeyleştirme’ ve ‘kaos’ mekanından başka bir şey olarak
düşünemeyen, stüdyosundaki sanatçının görüşüdür bu. Buna alternatif
oluşturan görüşü ise, Valery’nin bıraktığı yerden, ‘sanat eserlerinin ölümden
sonraki yaşamından’ devam eden Proust’a atfeder; ki Proust bu yaşama
müzedeki seyircinin bakış açısından yaklaşır. Proust gibi idealist bir seyirciye
göre müze stüdyonun en kusursuz halidir; onu nihai noktasına taşır: Sanatsal
üretimin maddi dağınıklığından arındırıldığı tinsel bir alandır burası;
Proust’un kelimeleriyle ifade edecek olursak, “tüm yalınlığıyla, her tür
dekoratif detaydan yalıtılmışlıklarıyla müze salonları sanatçının eserini
üretmek için çekildiği iç mekanları simgeler’. Proust için müze, şeyleşmenin
mekanı değil, canlanmanın aracıdır”. 15(Hal Foster)
14
Nötralizasyon:
yansızlaştırmak,
herhangi
bir
nesneyi
hiçbir
taraf
tutmamaya
itmektir.
15
https://www.e-‐skop.com/skopbulten/beyaz-‐kupun-‐ardindan/2443
71
düşünme, tasvir etme ve oluş biçimlerini taşıyan bir zaman- mekan alanlarıysa, yansız
ve tarafsız olmalıdır ki çağdaş sanatın temel sorunu üretilen çok fazla iş olması ve
bunların sanatsal değeridir. Bununla birlikte teknolojik gelişmelerden her zaman
yararlanan sanat; video ile birlikte, ‘sanat dünyasının’ alışmış olduğu yapboz oyunun
dışına çıkmış, izleyiciye aracısız buluşma olanağı doğmuştur. Videonun sanat yapıtı
olarak müzelere yerleşmesi ise yaklaşık otuz yılı alırken, içinde bulunduğumuz internet
çağında interaktif iletişim araçlarıyla üreten sanatçıların son derece soyut ve tarih dışı
ürettikleri işler; izleyicinin algılamasını zorladığı gibi, bu işlerin sanat eseri olarak
değerlendirilmesi ve muhafaza edilebilirliği müzeler için ayrı bir polemik konusu olur.
Her şeyden önce “nette sanat” internette özel galeriler ağını oluşturarak, kendini
kurumsallaştırmıştır. Böylece müzelerin işlevi olan kültürler arası alışveriş ve bilgi
akışı, internete aktarılmıştır.
Temel olarak müzelerin sanata yön veren bir kurum olarak varlığı hiç
değişmemiş, bu yüzden de her dönem sanatçılar tarafından protesto edilmiştir.
72
anlamda başkaldıran avangartların arkasında yine bir sığınak olarak galerilerin rolü
vardır.
Sanatçılar özel alan gibi görünse de galerilerle atölyelerini terk ederek kamusal
alana çıkarlar. Galeriler modernizmin örgütlenmesi içinde sanatı sadece izleyici ve
koleksiyonerle buluşturmaz kendi görüşlerini diğer galeri ve hatta müzelerin üzerinde
etkili olması için çalışır. Bunu yapmak için yazılı ve görsel yayınlar ile tarih ve sanat
eleştirmenlerini yazılarını destekler. Galeriler sanatçı olmayan sanatçılar, sanatçıların
ruh ikizi ve sanatçılar için bir mabede dönüşmüşlerdir (Artun, 2011:152). Tabi bu ruh
hali modernizmin çerçevesi içinde kalmaktadır. Sanatçılar hatta modernist galeriler
sanat piyasa ile uğraşmaz sanatçıları bir takım ilişkilerden koruyarak onları bir deha
olarak görür ve bu yeteneklerin sergilemesi için imkan sağlar. “Bir bakıma, insanların
birarada olmasının kullanım değeri, esnek bir projenin içinde sergi değerine karışır”
(Bourriaud, 2018:128).
16
““beyaz
küp”:
O’Doherty,
bir
ortaçağ
kilisesini
inşa
etmek
için
ne
kadar
özenliyse,
galeri
mekanının
inşası
için
uygulanan
kuralların
da
aynı
özene
sahip
olduğunu
söyler.
Bu
kuralların
ardında
ki
temel
ilke
ise
“İçeriğin
dış
dünyadan
soyutlanmış
olması
gerekir,
dolayısıyla
pencereler
genellikle
yok
edilmiştir.
Duvarlar
beyaza
boyanmıştır.
Işık
kaynağı
tavandır...Sanat,
deyim
yerindeyse,
orada
‘kendi
dünyasındadır’.
Dolayısıyla
bu
mekan
algısı
sonsuzluk
hissi
yaratır.
Geçmişte
ve
gelecekte
var
olma,
şimdiyi
dışlar.
Tıpkı
araf
gibi
sonsuzluğa
kavuşmak
için
önce
ölmek
gerekir”
(2020:9)
73
geçici özelikte olan, kolay kolay metalaştırılmayan izleyiciyle birebir ilişki kurmayı
talep eden sanatın varlığı bu açıdan tesadüfi değildir. Marcel Duchamp’ın çöplükten
bulup R.Mutt adıyla imzaladı meta artık, neyin sanat eseri olup olmadığını karar verme
merciği galeriye teslim ederken aslında hayatın kendisi olduğunu kitlelere kabul ettiren
sermayeye vermiştir. Mekana açılan ve izleyiciyi birebir sanatın içine dahil eden sanat
anlayışı ise sanatla yaşam arasındaki sınırları kaldırarak; üretim süreciyle tüketim
sürecini yok eder, galeri mekanını sahneye dönüştürür. Brian O’Doherty’nin “Beyaz
Küp”te bu oluşumlar için; “mekana açılmak izleyici katılımını aramaksa, elbette ki
yalnızca sanatın sanatsal olarak gelip dayandığı sınırları genişletmekle ilgili değildir;
sanatı ‘tarihselleştirici’ etmenler olarak müzesiyle, galerisiyle, piyasasıyla egemen
kurulu düzenin kurumsallığına karşı, dönemin alternatif politik düşüncelerinden
beslenen devrimci bir tavrında ifadesidir” (O’Doherty, 2010:22).
74
dışına taşır. 1968’de ‘Çatlaklı ve Tozlu Ayna’ çalışması ise uzun yürüyüşleri sırasında
topladığı çakıl taşlarıyla galeri mekanın içinde gerçekleştirdiği bir enstalasyondur.
Robert Smithson’ın dış mekanda çalışıyorken bir galeri de sergi açması, galeri
mekanlarına ve temsil ettiği sisteme ihtiyaç duyulduğunun bir göstergesidir. Smithson,
içeride olmakla dışarıda olmanın hiç farkı olmadığı söyler; “İlk projelerim arsında toz
hale getirilmiş malzemeleri toprağa gömmek fikri vardı. Ama sonra iç ve dış diyalektiği
ilgimi çekmeye başladı. Derken fark ettim ki sanatsal özgürlük anlamında bir çölde
olmakla kapalı bir odada olmak arasında aslında bir fark yok” (2010:25).
Resim 34: Robert Smithson, Sarmal Dalgakıran, 1970, Büyük Tuz Gölü, Utah
75
Resim 35: Robert Smithson, Sarmal Dalgakıran, 1970, Büyük Tuz Gölü, Utah
Robert Smithson, içeride ve dışarıda olmanın aslında hiç bir farkı yok derken,
gerçekte olayın ekonomik boyutuna ironi yapar. Sanatçının her koşulda üretimini
gerçekleştirebilmesi için ekonomik desteğe ihtiyacı vardır. Duchamp 1963’de William
76
Günümüzde galeri mekanı “beyaz küp” olgusundan çıkmış, mimari anlamda ham
binalar yapıtın gerçekleştirilme sürecine olduğu kadar anlamlandırma sürecine de
hizmet eder olmuştur. Sanat yapıtının değerinden çok sergileme koşullarının ön plana
çıkması, izleyici kitlesinin ilgisinin artmasına neden olur. Brian O’Doherty’e göre
“galeri” yerine “mekan” sözcüğünün kullanılmasının bile etkisi çok fazladır. ‘Mekan’
sözcüğünün “...kurumsal ya da ticari bir ortamı çağrıştırmaması, böylece izleyiciyi
önceden koşullandırmaması, bu sözcüğün yaygın olarak kullanımının başlıca nedenidir”
(O’Doherty, 2010:27). Sergi mekanı konusunda ki tercihlerin değişmiş olması, yapıtın
bitmiş halinden çok üretim sürecinin ön plana çıkması, çağdaş sanatın gelmiş olduğu
son durumdur. “Galeri” sözcüğü “Mekan” olarak adlandırılırken “Yapıt”tan –bir eserin
bitmiş ve oluşmuş halidir – artık “İş” olarak bahsetmemiz aslında onun devam eden bir
oluşum sürecinde olduğunu gösterir. Karşımızda bitmiş bir nesne yoktur, onu
tamamlayacak olan göze ihtiyaç vardır. Dolayısıyla “Sergileme koşulunun” öneminin
artması, sanatta temsilin yerini iletişime bırakmasına neden olur. ‘İş’ adı altında üretilen
bu eserlerse, her defasında farklı bir mekanda tekrar üretilir. Aslında bu durum 1960 ve
1970 sanatçı kuşağının bilerek ve kasten istediği bir şeydir. Böylece Walter
77
Yves Klein’in 1958’de boş bir galeriyi sergilemesi gibi “Klein’ni sanatı da sanat
nesneleriyle sanatçı kültünün kutsal kalıntılarının birbirinden nasıl ayrılacağı sorununa
işaret eder” ( O’Doherty, 2010:111). Klein galerinin kendisini bir yapıt olarak ele alır;
dış cephesi maviye boyanan galerinin içi tamamen boşaltılarak düz beyaz duvardan
ibaret bırakılmıştır. Serginin adı “Boşluk”tur. Bu “Boşluk” henüz madde haline
gelmemiş resimsel duyarlılığın temsilidir. İçeride tek bir parça olarak bırakılan beyaz
vitrinse, boş bir galeride boş bir vitrin fikri, galerinin bir tür süs vitrin olduğunu ima
eder.
78
79
80
3.3. Bienaller
81
Teknolojilerin sanatla buluşması belli bir süreç içinde gerçekleşir. İcat edilen her
araç belli bir ihtiyacın sonucu gelişmiştir. Bir kuşak bu araçları icat ederken ondan
sonra gelen kuşak bu aracı sanatsal kaygılarla tekrar keşfeder (Kılıç, 1995:9). Tüm bu
yeni icatlar kullanıcı kitleler tarafından büyük umutlarla karşılanırken, sanatsal bir ifade
aracına dönüştüğünde tekinsiz bir durum oluşur.
İçinde bulunduğumuz çağ bütün diğer tarihsel çağlardan farklıymış gibi görünse
de Marinetti’nin belirttiği gibi özellikle sanatta yaşanan endişe ve kaygılar, ne geçmişle
ne de gelecekle ilgili; sanatla ilgili çoğu söylem, aslında o anın ve şimdinin kaygısıyla
gelişen bir olgu. Benjamin’e göre mekanik yeniden üretimle, kusursuz yeniden
üretilebilirlik ideali kendi devrinde fiilen var olan teknik imkanlardan daha önemliydi.
Orijinal ile kopya arasındaki her türlü görsel farkın ortadan kalkması, tek bir ayırımı
ortadan kaldıramazdı, o da işin aurası. İşin şimdisi yani bağlamı eserin biricikliğini
82
belirleyen bir şeydi. Her yeni üretim ya da kopyayla eser bağlamından uzaklaşarak
yersizleşirken; mekanik yeniden üretim çağı yeni bir şey üretmez, yalnızca önceki
devirlerden devraldığı orijinalliği silebilirdi (2017:119-121).
“Doğanın ve siyasetin yüce yönleri tam anlamıyla sadece bir doğa felaketine,
bir devrime ya da savaşa tanık olunarak yaşanabilir, bir roman okunarak ya
da bir resme bakılarak değil. Bu aslında ilk etkili estetik söylemi ortaya atmış
olan Kant’ın ve Romantik şair ve sanatçıların müşterek görüşüydü. Gerçek
dünyanın, bilimsel ve etik tavırların ve ayrıca estetik bir tavrın meşru nesnesi
olduğunu ileri sürüyorlardı, sanatın değil” (2017:111).
Bu durumda sanat daha ziyade kendisini estetik bir tavrın sahibiyle dünya arasına
yerleştiren bir şey olur ki teknolojik araçlarla üretilen sanat, belli bir özgünlüğe sahip
olduğu düşünülen heykel ve resim sanatından farklı, gerçek anlamda yeni bir aktarım
aracı oluşturmaz. Sanatta teknolojinin rolünü anlamak için, yapıtı belirli bir kategoriye
sokmaksızın; teknik, biçimsel ve tematik olarak, seyirciye aktif anlamda cevap verip
veremediğine göre değerlendirmek gerekir. Nicolas Bourriaud, “ilişkisel estetik”te
imgeler konusunda bir hiperenflasyonun hakim olduğu güncel sanatta; yapıtları
geleneksel ustalık kategorilerine göre resim, heykel, enstalasyon olarak değil, varoluş
stratejileri iç içe geçen basit yüzeyler, hacimler ve düzenekler olarak görmemiz
gerektiğini söyler ve sanatı;“ dünyayı tanıma hedefi doğrultusunda, algılar ve etkiler
yardımıyla kavramların inşası” olarak tanımlar (Bourriarud, 2018:155). Eğer teknoloji,
süreçlere ve koşullara aktif olarak cevap veriyorsa, yapıtın anlamının çok önemli bir
boyutunu oluşturur, seyircinin bakışı açısından bir yapıtın teknolojiden oluşturulması
önemlide olabilir.
83
3.4.1.Video Sanatı
Sanatçıların videodan yararlanma süreci ise, Kore’li sanatçı Nam Jun Paik’in
ekrandaki elektronik görüntüyü bir mıknatısın yardımıyla bozması, kayıt edilmiş bir
video bandını oynatırken görüntünün zaman hızına elle müdane etmesiyle başlar. Paik
video teknolojisinin “doğayı değil zamanı taklit ettiğini” iddia eder; ona göre imajın
işlenmesi “gerçek belleği” videoya dahil etmektir. Sadece kamera çalıştırmakla
yetindiğimizde şimdide oluruz; zaman-maddenin ve madde-algının, sıkışma-
gevşemesinde oluruz. Oysa belleğin zamanını sıkıştırmak ve gevşetmek için imaj işleme
teknolojilerine başvurmak gerekir. “mesela bazı uç durumlarda ya da rüyalarda, bütün
bir yaşamımız saniyeden bile daha az bir zamana sıkıştırılmış bir geriye dönüş
biçiminde yaşanabilir...ya da Proust örneğinde olduğu gibi, çocukluğumuzda
yaşadığımız kısacık bir olay üzerine, mantar kaplı bir odanın köşesinde, bütün bir
yaşamımız boyunca düşünebiliriz” (Lazzarato, 2016:83).
84
Resim 40: Nam Jun Paik, Life Ring, Video Art, 1965
Paik, elektronik yapı ve imaj üzerine çalışmayı bir süreç olarak tanımlar. Planların
ve seslerin bir araya getirilmesinden oluşan montajdan farklı olan bu sistem herhangi
bir yerden başlayıp herhangi bir yerde değişebilir ve sonra tekrar başka bir şeye
dönüşebilir ya da uzatıp kısaltabilir, yavaşlatıp hızlandırılabilinir. Videonun en önemli
özelliği sonsuz bir özgürlük tanımasıdır her şey mümkün olabilir.
Bir video sanatçısı olan Angela Melitopoulos ise daha öznel bir bakış açısı sunar,
ama Paik gibi oda videoda görüntüden çok zamanı esas alır.
“Videoyla çalışmam boyunca, belki de bir bellek sayılabilecek bir şey kurdum.
Makinaya bağlı ikinci bir bellek düzeyi gibi. Belleğimi yalnızca video
aracılığıyla anladığıma göre. Yaşanmış ama unutulmuş bir deneyim etrafında
yeniden bir anı zinciri kurabilirim. Film çekmeye başlıyorum ve yaşanmış
deneyimimle ilişkiler kuruyorum. O zaman imaj zincirleri beliriyor ve ileri ya
da geri gidebilirim; içlerinde devindiklerime paralel olan, farklı imaj rejimleri
kullanıyorum. Giderek başka şeyler çağrılıyor; paralel yollar, kimi zaman
‘gerçek’ anılardan daha açık olan benzer anılar kurmak için onları
kullanabilirim ve onları gördüğümde belleğim farklı bir şekilde harekete geçer.
Bu kayıt ve bunun ima ettiği çalışma sayesinde, kendi belleğimi ya da her
durumda belleğimde ki bir şeyleri yaratabilirim” (Lazzarato, 2016:83-84). –
85
teknoloji, sinema teknolojisinin tersine, gerçekten canlı olarak olayın içinde varlığını
sürdürür. Sinemada zaman tanımı gereği(...) gecikmiş bir zamandır; oysa elektronik ve
dijital ağlar toplumsal zamanın(...) üretiminin “gerçek zamanı”nda yer alır” (2016:85).
Bir süre üzerinden işleyen video teknolojisi bu yüzden bir şeyi temsil etmez,
imajlar daha çok mümkün dünyalar yaratıyor gibi görünse de; “Video, gerçekliği temsil
edilemeyen akışlar halinde toplar ve düzenler. Video doğrudan ışığın, yani Bergsoncu
anlamda saf hareketin, yani zamanın kristalize olmasıdır. Kısaca, video dünyasında
yaratılmış imajlardan çok işlenmiş imajlar vardır(...) zamanı doğrudan kaydetmenin
yolu, bütünlüklü bir beden olarak kamerayı şeylerin, maddenin içine koymaktır”
(Berensel, 2017:80-83). Böylece maddenin içinde farklı bakış açıları gelişerek,
kitlelerin alışkanlıklara dayalı algıları yıkılacaktır. Videonun bu olanağı değişik
disiplinlerden sanatçıları bir araya getirmekle kalmamış, sanat izleyicisiyle sanat
nesnesi arasında ki duvarın yıkılmasında da etki yaratmıştır. Böylece video, sanatçıyla
izleyici arasında yeni bir iletişimin sağlayarak yapıtın sunumuna yeni bir estetik boyut
kazandırır.
86
Üçüncüsü, tüketimi özendirebilmek için ucuza mal edilmiş, ucuza satılan yeni
teknoloji kolayca elde edilebiliyordu.
1970’lerde ortaya çıkan kablolu televizyon ise video sanatçıları için daha büyük
kitlelere ulaşma şansıydı, ancak servisi sağlayan şirketlerin sanatla ilgilenmemeleri ve
maliyeti yüksek tutmaları nedeniyle istenilen sonucu ulaşılmadı. “Nam June Paik’in her
– Amerikalı – sanatçının bir pek yakında birer televizyon kanalının olacağı da
eğlendirici bir ütopya olarak kalır” (güz 2001, sayı 81:48).
Belki her sanatçının televizyon kanalı olmadı, ama yeni iletişim aracı olan
internetle herkes görünür olma şansına sahip oldu. Video sanatçıları kablolu
televizyonla elde edemedikleri olanağa internetle kavuştular. Gittikçe baskın hale gelen
kitle kültürünün gösterişi ile rekabet etmek zorunda kalan sanat, hem video hem de
internetle - ayakta kalmak için ondan beslenirken- aynı zamanda kendi estetik ve
aykırılığını karşı tarafın bünyesine katma şansını yakaladı (Stallabrass, 2009: 88).
Dolayısıyla bazı durumlarda teknolojiyle üretilen sanatın, geleneksel sanattan daha
etkili olabildiğini görürüz.
87
3.4.2.Yeni Medya
88
ortadan kaldıran estetik bir yanılsama olarak tanımlamasından yola çıkan Stallabrass,
internet ortamında ki izleyicinin sanata yönelik tavrının - her şeyin sanata dönüştüğü bir
ortamda – sanatla bir tuttukları metalara yönelik tavırla benzeştiğini söyler. Ancak bu,
dijital/internet sanatçılarının yeni teknolojilerle çalıştıklarını, çünkü bunu toplumsal
değişim için fırsat olarak gördükleri gerçeğini değiştirmez. Bununla birlikte internet
sanatının tamamen toplumu dönüştürücü ya da yerleşik kurumlar karşıtı olduğu da iddia
edilemez. Bu kitle iletişim araçları farklı amaçlar için kullanılabilir. Asıl ayırt edilmesi
gereken internetin, sanatçının ve yapıtlarının sergilendiği alternatif bir mekan olduğu,
diğer taraftan da bu tekniğin sanata dönüştürüldüğü ki ‘net sanat’ dediğimiz şey budur.
3.4.2.1.Net Sanat
Asıl hedefleri kurumsal yapılar olan net sanatçıları ‘rizom’ kavramını kendi
oluşturdukları ağ sistemi için kullanmışlar ve böylece kendilerini
kurumsallaştırmışlardır. İnternet sanatıyla ‘nette sanat’ da birbirinden bu şekilde ayrılır.
Nette sanat yaratının medyanın olanaklarının kullanılması ve internette gerçekleşmesi
yönünde gelişir. İlk kuşak video sanatçılarının yaptığı gibi ham tekniğin kullanılması
tercih edilmiştir. Bunun için sanatçılar kendi yazılım programlarını oluştururlar.
Yapıtlar ses, hareket ve metin kullanımıyla boyutlandırılırken, izleyiciyi yapıtla
etkileşimli kılacak yöntemler geliştirilerek, çok katmanlı yeni okumalara elveren sanat
nesneleri yaratılır.
1990’larda net sanatçıları yeni bir estetik dil geliştirmekle kalmamış, küresel bir
birliktelikte oluşturmuştur. Sanat olarak kabul edilmesiyse sanat dünyasında için ayrı
tartışma konusudur. Dijital sanat, internet sanatı ve yeni kitle araçları üzerine gelişen bu
89
90
91
92
93
Kyle Mcdonald ve Monny Tann, iki bilgisayar programcısı açık kaynak kodlu bir
tasarım olan “Visual Collection of bird sounds” adlı işleri, kuş seslerini -kuşların adını
bile yazmadan- seslerini bilgisayara yüklemişler, bilgisayarın sadece kuş seslerini
dinleyerek ne yapacağını merak etmişler, kuş seslerini eşit uzunlukta küçük parçalara
94
bölüp izlerini çıkarırlar, bilgisayar onları ses boyutundan görüntü boyuta taşımıştır. Bir
birine yakın kuş seslerinden ortaya bir tablo çıkmıştır.
Resim 49: Kyle Mcdonald ve Monny Tann, Visual Collection of bird sounds
Resim 50: Kyle Mcdonald ve Monny Tann, Visual Collection of bird sounds
95
Gene Kogan’a ait Neural Synthesıs tekniği ile oluşturulmuş bir başka iş,
beynimizdeki hücrelerin snaps bağlantıları gibi bilgisayarların birbirine bağlanarak
oluşturulduğu neural networkler17 yardımıyla sanatsal bir ifadeye dönüşür.
Teknolojiyle sanatı birleştiren Refik Anadol’un “Eriyen Hatıralar” adlı iş canlı bir
veri heykeli gibi izleyicinin karşısına çıkar. Kaliforniya Üniversitesi nöroloji
laboratuvarları uzun zamandır beyin dalgalarını veriyi dönüştürme ve bunu analiz etme
üzerine yürüttüğü çalışmaları kendine referans alan Refik Anadol, insanların mutlu,
hüzünlü, neşeli, kederli ve daha birçok anısına ait veriyi görselleştirir. Buradaki püf
noktalardan birisi ise EEG dalgalarına bağlı olarak anıların gücünün eserin görselliğinde
çeşitlenmesidir.18
17
yapay
sinir
ağları,insan
beyninin
bilgi
işlem
tekniğinden
esinlenerek
geliştirimiş
bir
bilgi
işlem
teknolojisi.
18
https://bigumigu.com/haber/refik-‐anadol-‐dan-‐en-‐ozel-‐veriyi-‐isliyor-‐eriyen-‐hatiralar/
96
Bir sanat dağıtım ve sergileme yeri olarak internet, birde çalışma alanı olarak
internet; bugüne kadar ki geleneksel ve kurumsal anlamda sanatın oluşum sürecine etki
eden sistemlerin yerine geçmiş, sanatın üretim süreci, internetin kullanımının içerdiği
ölçüde, başından sonuna dek ortaya dökülmüştür. Bu şeffaflık, sanatçılar için olumsuz
olmaktan ziyade olumluymuş gibi görünür, ancak internetin de birilerine ait özel mülk
olduğunu unutmamız gerekir. Jean Paul Sartre “cehennemin başkaları olduğunu, yani
başkalarının bakışı altındaki hayat olduğunu söylemişti. Başkalarının bakışının bizi
‘nesneleştirdiğini’, dolayısıyla öznelliğimizi tanımlayan değişim imkanını
olumsuzladığını savunmuştu” (Groys, 2017:155). Ötekinin bakışı altında kalmak
aslında toplumsal denetimin üzerimizde devam ettiği gösterir. Dolayısıyla internet bize
97
geniş bir özgürlük alanı tanırken, aynı zamanda kamunun denetimine sokar. Oysa
yaratıcılık denetimin dışında gerçekleşir. Bu yüzden özgün işlerin çıkmayışı, her şeyin
aynılaşması ya da çok fazla görüntünün içinde görünürlüğün azalması “sanatın sonuna”
dair söylemleri güçlendirir.
98
Zeynep Öz, 58. Venedik Bienali Türkiye Pavyonu sergisinde “Biz, Başka Yerde”
çalışmasıyla katılan İnci Eviner’in pratiği hakkında görüşlerini aktarır.
İnci Eviner bir ressam olarak çeşitli pratiklerde, teknolojiyle iç içe çok katmanlı
işler üreten sanatçımızdır. Onu diğer net sanatçılarından ayıran özelliği, eserlerinde
geleneksel anlamda deseni bırakmamış olmasıdır. “Çizerek sanatla ilişkimi daha doğal,
daha rahat kuruyorum ve bunu sürdürebiliyorum” diyen Eviner, bir yandan da sanatın
bir çok disiplinini pratiğine yansıtır. Farklı disiplinlerden sanatçılarla çalışmalarını
üreten sanatçı, bunun kendisini besleyen ve güncel kalmasını sağlayan bir motivasyon
olduğunu belirtir.
99
100
101
102
103
SONUÇ
Sanat toplum için bir uyarıcı rol model olur. Onu özgür ve biricik yapanda
sistemin içinde ki asiliğidir. Adorno, ‘Estetik Teori’ kitabında “Her otantik sanat
eserinin içten içe devrimci” olduğunu yazar. Sanatın toplum için önemi, onunla iletişim
kurmasından değil farkındalık yaratmasından kaynaklanır. Sanat, zaten özerkleşerek
‘temsil sistemi’ne karşı muhalefet eder. Sanatın sonuna dair söylemler ise sanatın
özerkliğini kaybettiğinin düşünüldüğü dönemlerde ortaya çıkar. İronik olan, bu
söylemlerin sanattaki kırılmalarla gündeme geldiği için, sanatın sonunu getiren şeyin o
kırılmalardan kaynaklandığı düşüncesidir. Asıl sorun bu kırılmaların olmamasıdır.
Arthur Danto’ya göre Warhol ‘Brillo kutularıyla’ her şeyin sanat olabileceğini
söyleyerek sanatın sonunu da işaret ediyordu. Asıl sorun hayat ve sanat arasında ki
sınırın kalkmasına neden olan sistemdi. Ve bu sistem gün geçtikçe insanlar üzerinde
egemenliğini arttırıyordu. Baudrillard ise her şeyin estetikleştiğini, artık ‘hayatın
kendisinin sanat olma iddiasını’ taşıdığını söyleyerek, her şeyin tekrardan ibaret
olduğunu, bizi uyaracak gerçek sanat illüzyonistlerine ihtiyacımız olduğunu söyler. Ona
göre Duchamp ve Warhol bunu yapmıştı, yalnızca sanatın değil hayatın kendisini de
hükümsüzleştirmişlerdi; çünkü buna ihtiyacımız vardı, yeniden var olmaya.
104
KAYNAKÇA
ARİSTOTELES (2008). Poetika - Şiir Sanatı Üstüne, çev. Samih Rifat, İstanbul: Can
Sanat Yayınları
BAUDRILLARD, Jean (2014). Sanat Komplosu - Yeni Sanat Düzeni ve Çağdaş Estetik
1, çev. Elçin Gen – Işık Ergüden, İstanbul: İletişim Yayınları
BENJAMIN, Walter (2011). Pasajlar, çev. Ahmet Cemal, İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları
BERENSEL, Ege (2016). Videonun Eylemi –Tarih Deneyim Taktik: Türkiye’de Video
Eylem, İstanbul: Alef Yayınları
BERGER, John (2013). Görme Biçimleri, çev. Yurdanur Salman, İstanbul: Metis
Yayıncılık
BOURRIAUD, Nicolas (2018). İlişkisel Estetik, çev. Saadet Özen, İstanbul: Bağlam
Yayıncılık
DANTO, Arthur C. (2010). Sanatın Sonundan Sonra – Çağdaş Sanat ve Tarihin Sınır
Çizgisi, çev. Zeynep Demirsü, İstanbul: Ayrıntı Yayınları
105
ELOISE, Marianne (2017), A new doc tells the story of the Warhol Brillo Box
sculpture, https://www.dazeddigital.com/artsandculture/article/37008/1/a-new-doc-tells-
the-story-of-the-warhol-brillo-box-sculpture [13.05.2019]
EVİNER, İnci (2019). “Biz, Başka Yerde”, Sergi Kataloğu, 58. Venedik Bienali Türk
Pavyonu, İstanbul: YKY Yayınları
FOSTER, Hal (2009). Gerçeğin Geri Dönüşü – Yüzyılın Sonunda Avangard, çev. Esin
Hoşsucu, İstanbul: Ayrıntı Yayınları
FOSTER, Hal (2017). Yeni Kötü Günler – Sanat, Eleştiri, Acil Durum, çev. Ferit Burak
Aydar, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları
GROYS, Boris (2017). Akışta –İnternet Çağında Sanat, çev. Ebru Kılıç, İstanbul: Küy
Yayınları
KANT, Immanuel (2016). Yargı Yetisinin Eleştirisi, çev. Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea
Yayınevi
KILIÇ, Levend (1995). Video Sanatı – Eleştirel Bir Bakış, İstanbul: Hil Yayın
106
KULA, Onur Bilge (2010). Hegel Estetiği ve Edebiyat Kuramı I, İstanbul: İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları
LAZZARATO, Maurizio (2017). Marchal Duchamp ve İşin Reddi, çev. Sercan Çalcı,
İstanbul: Kolektif Yayıncılık
O’DOHERTY, Brian (2010). Beyaz Küpün İçinde – Galeri Mekannın İdeolojisi, çev.
Ahu Antmen, İstanbul: Sel Yayıncılık
PLATON (2016). Devlet, çev. Sabahattin Eyüboğlu – M. Ali Cimcoz, İstanbul: Türkiye
İş Bankası Kültür Yayınları
RICOEUR, Paul (2007). Zaman ve Anlatı: Bir – Zaman Olay Örgüsü Üçlü Mimesis,
çev. Mehmet Rifat – Sema Rifat, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları
STALLABRASS, Julian (2009). Sanat A.Ş. Çağdaş Sanat ve Bienaller, çev. Esin
Soğancılar, İstanbul: İletişim Yayınları
ULAY, Faruk. (2001). “Tek Başına Ama Hep Birlikte: Net.Sanat”, Sanat Dünyamız
Dergisi, Sayı:81
ÖZGEÇMİŞ
Filiz Onat
2014 Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nden mezun
oldu.
Halen Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü resim ASD Yüksek Lisans
Öğrencisi olup, çalışmalarına Kasis Kolektif çatısı altında devam etmektedir.
Sergiler
. 2013 “Sınırları Aşmak” Karma Sergi, İş Sanat İzmir Galerisi İzmir / Türkiye
. 2014 “Döngünün İçinde” Karma Sergi, DEÜ-GSF Resim Bölümü Koridor Galeri İzmir
/ Türkiye
. 2015 “Sanatuar 3” DEÜ-GSF Öğrencileri Sergisi, Swiss Hotel Sergi Salonu Alsancak /
İzmir
. 2015 İzmir Buca Kısa Film Festivali Kapsamında Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel
Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü, Karma Sergi İzmir / Türkiye
2016 "Hepbirlikte", Kasis Kolektif Grup Sergisi, Alaçatı Sanat Galerisi Çeşme / lzmir
2016 "Terra Nulla", Kasis Kolektif Grup Sergisi, No:2 Sanat Alaçatı Çeşme / İzmir
2018 “Deri Ben” Sütüdyo 100 Karabağlar / İzmir