Professional Documents
Culture Documents
DERS NOTLARI 2
(M.Ü. GSF SİNEMA-TV BÖLÜMÜ)
Genel Olarak
Fikri mülkiyet hukukunun iki temel ayrımı vardır. Bunlardan ilki fikir ve sanat
eserlerini içinde barındıran fikri haklar (hukuk) ; diğeri ise sınaî haklar (hukuk) olarak
adlandırılan marka, patent ve tasarım hukukudur.
Fikir ve sanat eserleri hukuku ile sınaî hukukun (ikisi beraber fikri mülkiyet
hukuku) ve günümüze kaynaklık eden hukuk kavramlarının doğuşu ancak Fransız
Devrimi’yle başlamıştır. Bunun öncesinde fikri mülkiyet hukukundan günümüz
anlamıyla söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla fikri mülkiyet hukuku alanı oldukça
genç ve devamlı kendisini yenileyen bir hukuk alanıdır. Örneğin bir Borçlar Hukuku
ya da Medeni Hukuk, Roma Hukuku hatta Hamurabi kanunları döneminden beri
varlığı olan ve üzerine düşünülüp çalışılan hukuklardır.
Yine fikri mülkiyet hukukunun tarihi gelişimi içinde “imtiyaz (ayrıcalık)” ve “sansür”
gibi kavramlar edebi eserlerin yansımalarıdır.
Şarkıcı, oyuncu, dublaj sanatçısı, orkestra şefi gibi icracı (yorumcu) sanatçıların
yaratımları eser sayılmamakla birlikte bağlantılı haklar (komşu haklar) adıyla fikir ve
sanat eserleri hukukunun koruma alanına ancak 20. yüzyılda girmeye başlamışlardır.
İlkçağ
Fikir veya sanat ürünleri, üzerinde yer aldıkları maddi şeyden ayrı
düşünülmüyorlardı. Bu ürünleri yaratanların da mali ve manevi yönden korunmalarına
gerek duyulmuyordu. Elbette fikir ve sanat eserlerinin bir değeri vardı ama bu değer
hukuksal değil sosyal bir değerdi. Hukuksal olmadığı için bir hak olarak nitelenmiyor
ve ihlali durumunda yargı sistemi harekete geçmiyordu.
Örneğin, Roma hukukunda maddi ve maddi olmayan (gayri maddi) haklar ayırımı
yapılıyordu. Ancak maddi olmayan haklar denilince miras hakkı gibi haklar
anlaşılıyordu. Bu hukukta söz gelimi, bir şiiri içeren bir kâğıt eşya sayılıyor; şiir
dikkate alınmıyordu. Kâğıdın maliki, şiirin de sahibi sayılıyordu. 2
Ortaçağ
Ortaçağ da, ilkçağda olduğu gibi fikri mülkiyet hakları tanınmamıştır. Ortaçağda
fikir ve sanat eserleri anonim olarak kabul ediliyordu. Anonimlik, birçok sanatçıya ait
olduğu halde eserin, onlardan sadece birine mal edilmesidir. Hatta bazen o bir kişiyi
bulmak da mümkün değildir. Örneğin; Homeros, Ezop, Dede Korkut. Bunlara ait
olduğu söylenen şiirler, öyküler, masallar; aslında birçok sanatçının tezgâhından
geçip bu güne gelmiş eserlerdir.
Ortaçağda, eserleri çoğaltma hakkı ise sadece feodal beylere, kiliseye ve krala
tanınmış bir imtiyaz (ayrıcalık) olarak görülüyordu. Bu dönemde eserler, Kilisenin
kontrolünde ve genelde din adamları tarafından yazılırlardı. Eser sahibine ise sadece
geçimine yetecek kadar bir para veriliyordu. Buna eser sahibinin hakkı, eski deyimle
maişetin sağlanması denirdi. Ancak zamanla eserin üzerine yazarın adının
2
Suluk, Cahit, 2004, Yeni FSEK, Telif Hakları ve Korsanla Mücadele, Seçkin, S:25
3
Tekinalp, Ünal, age: 80
3
konulması yaygın hale gelmeye başladı. Böylece fikir hırsızlığı (plagiarism) bizdeki
anlamıyla intihal ya da bilim hırsızlığı kavramı doğdu.
İlk başlarda eserlerin çoğaltma ve yayma hakları yörenin hâkimi tarafından bazı
kişi ve kuruluşlara bir imtiyaz (ayrıcalık) olarak verilmiştir. Matbaa icat edilmiş olduğu
için, o zamana kadar el yazısı ile sadece sınırlı sayıda ve sınırlı çevrelerce çoğaltılan
eserler, sayısız olarak çoğaltılmaya başlamış ve bu işten para kazanan bir sınıf
doğmuştur.
İmtiyazlar o noktaya varmışlardır ki, bir eseri basmak için para ödeyen
yayınevi, eserin de tüm mülkiyet haklarına sahip oluyordu. Yayınevi, imtiyaz hakkı,
Hâkim tarafından uzatıldığı sürece de o eser için yeni baskılar yapabiliyordu. Eser
sahibininse yayınevinin kendisine ödediği paradan (maişetinden) başka bir hakkı
yoktu.
4
Suluk, Cahit, age: 26
4
altına alınmıştır.5 On yıl geçtikten sonra eserin serbest mal, kamunun malı haline
geleceği hüküm altına alınmıştır.
Fikri mülkiyet hukukunun içinde olan ve sınaî haklar olarak adlandırılan marka,
patent ve tasarım gibi sınaî mülkiyet haklarının modern anlamda doğumu ise ancak
sanayi devrimi ile mümkün olmuştur.
Bunun öncesinde 1443’te Venedik’te ilk sınaî koruma başlamıştır. Yine burada
1474’te ilk patent kanunu uygulamaya konulmuştur. İngiltere’de Tekel Kanunu adıyla
bilinen 1624 tarihli kanun, patentlere ilişkin ikinci düzenlemedir. Bunları 1790 tarihli
Amerikan, 1791 tarihli Fransız ve 1799 tarihli İsviçre patent kanunları izlemiştir. 6
En son tüm bu kanunlar 1956 yılında İngiltere’de yürürlükten kaldırılıp 1957 tarihli
“Copyright Act” adını taşıyan kapsamlı kanun yürürlüğe girmiştir.
Bugün ise İngiltere’de 1988 yılında kabul edilen “Telif Hakları, Tasarım ve
Patent’e Dair Kanun” (Copyright, Design and Patents Act) yürürlüktedir.
Bugün Fransa’da yürürlükte olan kanun, 1957 tarihli “Edebi ve Sınaî Mülkiyet
Hakkında Kanun” (Loi sur la proriété et artisque)
Almanya’da fikri haklarla ilgili ilk önemli kanun 1937’de çıkarılan “Prusya Bilim ve
Sanat Eserleri Üzerindeki Mülkiyetin Korunması Kanunu”dur. Bugün ise Almanya’da
yürürlükte olan kanun, 1965 tarihli “Telif Hakkı ve Komşu Haklar Hakkında
Kanun”dur. (Gesetz über Urheberrecht und Verwandte Shutszrechte) Bu kanun
1985’te ve 1990’da önemli değişiklikler geçirmiştir. 8
5
Suluk, Cahit, age: 26
6
Suluk, Cahit, age: 27
7
Erel, N. Şafak, 1998, Türk Fikir ve Sanat Hukuku, Ankara, İmaj; S: 18
8
Erel, N. Şafak, age: 18
5
Bugün Amerika’da yürürlükte olan kanun, 1998 tarihli “Dijital Milenyum Telif
Hakları Kanunu”dur. (Digital Millennium Copyright Act)
Türkiye’de fikri haklar, ilk önce yazar hakları açısından 1850 tarihli “Encümen-i
Daniş Nizamnamesi” ile başlamıştır. Bu nizamname ile eser sahiplerine telif hakkı
tanınmıştır. Telif sözcüğü ilk defa bu nizamnamede kullanılmıştır. Böylece eseri
yaratanın mali hakka sahip olacağı ilk defa kabul edilmiştir.
İkinci düzenleme 1857 tarihli nizamnamedir. Bu nizamname ile eseri basana eser
üzerinde zilyetlik tanımakla beraber, eserin yazarına yaşamı boyunca imtiyaz tanındı.
Yine bu nizamname ile sansür yasallaşmıştır.
Ülkemizin 1879 tarihli “İhtira Beratı Kanunu”, dünyanın altıncı patent kanunudur.9
Türkiye’de gerçek anlamda çıkan ilk fikir ve sanat eserleri kanunu II. Meşrutiyet
döneminde çıkarılan 1910 tarihli “Hakkı-ı Te’lif Kanunu”dur. Ancak bu kanun yapılan
tespitlere göre hiç uygulama alanı bulamamıştır. Bunun en önemli nedeni hak
sahiplerinin haklarını takip etme noktasında çeşitli sebeplerle harekete
geçmemeleridir. Günümüz için de hak sahiplerinin haklarının takibi konusundaki
duyarsızlığı devam etmektedir. “Hakkı Te’lif Kanunu” 1952 tarihinde yürürlüğe giren
5846 sayılı “Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu”(FSEK) ile son bulmuştur.
9
Suluk, Cahit, age: 28
6
Halen yürürlükte olan 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, uluslararası
düzenlemeler ışığında ve korsanlıkla mücadele edebilmek amacıyla 1983, 1995,
2001, 2004 ve 2008’de önemli değişiklikler geçirmiştir.
FSEK’te 1995 yılında yapılan kanun değişikliği ile fikri mülkiyet hukuku ciddi
anlamda değişmiş ve AB hukukuna hızlı bir uyum sağlamaya başlamıştır. Dünya
Ticaret Örgütü’nün hazırladığı TRIPS sözleşmesi ile fikri mülkiyetin korunması
açısından bir birlik sağlanmıştır. Bu anlaşmayı imzalamayan devletlere karşı ciddi
yaptırımlar uygulama kararı alınmıştır. Bu nedenledir ki Türkiye, Dünya Ticaret
Örgütü’nden atılmamak için TRIPS’i imzalamış ve fikri hukukta Avrupa sistemine
geçmiştir. Bu geçişin önemi en çok sinema eserleri açısındandır. 1995’e kadar
sinema eserlerinin sahibi yapımcılarken (yani Amerikan Sistemi) TRİPS’le beraber
sinema eserinin sahibi yönetmen, senarist, özgün müzik bestecisi, diyalog yazarı ve
animatör olmuştur. Bu durum bugün için bile sinema yapımcıları için anlaşılması ve
kabul edilmesi oldukça zor bir durumdur. Ancak doğru olan sinemanın eser sahibinin
onun yaratıcıları olması gerçeğidir. Yapımcıların bunu kabul etmesi en doğru olandır.
BAĞLANTILI HAKLAR
Kaynakça