You are on page 1of 13

T.

MARMARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İLAHİYAT ANA BİLİM DALI

TASAVVUF BİLİM DALI

DERSİN ADI

SEMİNER

YÜKSEK LİSANS / VİZE ÖDEVİ

KONU

NUREDDİN CERRAHİ HAZRETLERİNİN MÜRŞİD-İ DERVİŞAN ADLI


RİSALESİNİN LATİN HARFLERİYLE YAZIMI

HOCANIN ADI

YRD.DOÇ.DR. ALİ NAMLI

HAZIRLAYAN

SÜLEYMAN ÖZGÜÇ

İSTANBUL - 2011
Risâle-i Mürşid-i Dervişân

Te’lîfi kutb-i cihân eş-Şeyh Nûreddin el-Cerrâhi kuddise sirrûh.

Bismillâhirrahmânirrâhîm

Hamd ve sipâs ve senâ-i bî-kıyâs insanların rabbi, melîki ve ilâhı olan hazrete ki
mübeddi’ ve mübdiʻ olan her âlim ve şerif ifazâyı benî âdemdir. Kıtaʻ

Âdem ve nesline kıldı ikrâm

Akıl ve terbiye verip kıldı benâm

Kâbil-i ilm edip ikram etti

Cehd ile ecrini aʻzâm etti

Enbiyâ baʻs edip anla ne Hak

Onları davet ile Bâri-i Hak

Kıldı dahî onlara dâi-i tâm

Ki kala hükmü tâ be kıyâm

Dahî envâ-ı salât ve teslîm

Dahî esnâf-ı durûd ve ta’zîm

Vâkıf-ı hikmet esrâr-ı ezel

Yaʻnî ol neş’e-i nûr-ı evvel

Hâdi-i hayrı sübül hatem-i rüsul

Ferri dâreyn ve yümem-i rahmet-i kül

Mustafâ-yı Hak ve mahbûb-ı Hüdâ

Yaʻni Mahmûd ve Muhammed Tâhâ


Rûh-i pâkine ve ashâbına hep

Dahî ezvâcına evlâdına hep

Cümlesi dâiʻ-i râh-ı Hak idi

Kamûsu râiʻ-i râh-ı Hak idi.

Radıyallahu teala anhum ve anil kavmi ve men tebiahum. 1 Kelâm-ı kadîmi rabbani
ve peyâm-ı kerîmi sübhâni ‫وأ 'ما ما ينفع ال 'ناس فيمكث في الرض‬.2 “Ne güzel bir kâimlik” mu'cibiyle ve
hadisi şerif-i resûlü ekrem ve haber-i münîf-i habibî-i aʻzam sallallâhu aleyhi ve sellem : ‫كلكم‬
8 ‫ فاعلم أ 'نه ل إله إ 'ل‬4
‫راع وكلكم مسئول عن رعيته‬،”3 mazmunu ile hasbi’t tâka mümessilen bir mucibi ‫ا‬
ve bir muktezâyı haberi ilâhi bi-hazreti Dâvud salâvatullahi ala nebiyyina ve aliyye ki: ‫يا داود‬
‫ وكم==ال ق==درتي عل==ى ك==ل‬، ‫ أن تع==رف جلل==ي وعظم==تي وكبري==ائي‬: ‫ ياالهي وما العلم الن==افع ؟ ق==ال‬: ‫ قال‬، ‫تعلم العلم النافع‬
‫ وان==ي لأع==ذر بالجهال==ة م==ن لقيني‬، ‫ فان هذا الذي يقربك ال==ى‬، ‫شىء‬5 fehvasınca ilm-i nâfiî talebine teshîlen
ve fukarâ ve ehibbânın sülûkunu tekmîlen âdâb-ı tarikat-ı âliye-i tevhîd-i ilâhiye kendisinden
teberru edilemeyecek mikdârı işbu varakpârecikte tahrîr olunup mebnây-i tabiat-i beşeriye
olarak daire-i felek vücûd-i insânî olan seb-iʻ seyyâre ve kevâkib-i (burûc) isnâ aşera
rutbetince tarikat-ı mütevâris üzere terbiye ve vücûd-i (vecd) ve tezkiye-i nüfus-i fukarâi
sâlikin usul ve füruʻ on iki esma-i şerife ile ahkam olunmanın işbu sutûr dahî on iki bâb üzere
tertip kılındı. Ola ki henüz temkîne varmayan fukarâm hevâ ve irâdetten masun ve mahfuz
olup bu hakiri hayr ile yâd ve zikr-i nafiʻ ile dilşâd edeler. ve hüve hasbî ve niʻmel vekîl.

Bâb-ı Evvel: Beyân-ı Biat

Bir kimse bir şeyhden beyʻat niyâz edip şeyh dahî murad edib biat etse ne bahâ. Ve
eğer şeyh murâd etmeyip yâhût vakti değildir derse şeyhe tabʻiyet edip şeyh murâd ettiği
vakitte beyʻat vere. Zîrâ şeyh istiğrâk ve cezbe ve vecd ve melekiyyet ve beşeriyyet ve
mücâhede-i mâsiva ve tahsîl-i rızâ-i Hudâ âlemlerinden birinden hâli değildir. Bunu ise

1 Allah onlardan ve kavimden ve onlara tabi olanlardan razı olsun.

2 Fakat insanlara faydalı olan şeye gelince, (işte o) arzda kalır. (Ra'd:17)

3 Hepiniz râilersiniz (çoban) ve raiyyelerinizden (sürülerinizden) mes’ulsünüz. (Buhari, Ebu Davud)

4 Şimdi şunu bil ki, Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. (Muhammed:19)

5 Ya Davud faydalı ilmi öğren! Davud aleyhisselam: Allahım! Faydalı ilim hangisidir diye sordu. Cenabı Hak da
cevaben: Benim Celâlimi, azametimi ve kibriyamı, herşeyde ve kâinatın her zerresinde kudret ve irademin
kemalini bildiren ilimdir. Bu ilim, seni, bana yaklaştırır.
şeyhten gayrı kimse bilmez. İmdî rızâsına teslim-i zimâm ihtiyâr edip emrine mutâbaat
lazımdır. Şeyhler hakîmdir. Beyʻat niyâz eden kimsenin hâlini ilhâm-ı ilâhi ile bilir ve anlar. Ve
onun beyʻatına münâsib olan vakti bilir. Hattâ meşâyıh ilhâmı rabbâni ile bunu dahî fehm
eder ki ol kimse bu tarîkatı tekmîl eder mi yoksa etmez nâkıs mı kalır. Yoksa ilhâda mı düşer.
Şeyhini inkâr mı eder, neûzubillah min zâlik. Hemân evlâsı teslîm ve rızâdır.

Bâb-ı Sâni Dervişan: Ahvâl-i Dervişân-ı Hizmet

Hizmet dervişlerinin yolları karîb ve sülûkları sazde ziyâde âsandır. Lâkin hizmet
râhı gâyet te güçtür. Ziyâde âkılâne harekete muhtaç ve cümleden evvel şeyhin zâhir
meşrebini bilip ona göre hizmet etmelidir. Sâniyen imtihânâtını anlamak lâzımdır. Mesela
muhalif söz gibi ve zâhire münâsib olmayan bazı harekât gibi. Bunlar ile dervişleri imtihân
edip nidügünü yine kendine bildirmelidir. Murâd-ı meşâyıh hâşâ ki rızâyı ilâhiye muhâlif iş
işleye. Belki ne işlerseler mahzâ izni Hak ile işlerler. Derviş şeyhin harekâtının sırrını bilmez.
Ve bilmeyip anlamak dâhi murâd etse anlamaya kâdir değildir. Dervişe hemân lâzım olan
budur ki: şeyhine sıdkla hizmet edip hıyânet ve garazdan berî ola. Ve hizmeti hasbeten li
vechillah ola. Ve hizmetini bir şey’e taalluk etmeye ve mukābilinde nesne talebinde olmaya.
Zîra öyle olmasa garazla hizmet etmiş olur. Hasbî olmaklık lazım gelir. Ve hizmet hasbî
olmayıp garaza mebnî olsa yüzyıl hizmet etse faydasını görmez. Hidâyete mazhâr olan
derviş, şeyhin himmetine mazhâr olur. Ve gazaba mazhâr olan dâima şeyhten celâl üzere
muâmele görerek sonra neûzubillah teâla inkârına mazhâr olur. İmdî dervişe lâzım gelir ki
dâima kendi kendiyle muhâsebe görüp noksanını bilip âmâlini ve hizmetini ıslâh etmekle
mukāyyed ola. Yoksa kör gibi kendinden gāfil olup kabâhatin anlamayıp garaz ve hıyânet
üzere olup garaz ve hıyânetini fehm etmeyip, şeyhim bana hizmet etmez diye şeyhine iftira
etmeye. Kendi kendinden gāfil olup hıyânet ve garazla hizmet zumʻunda olan dervişi pîran
tarîkatı red edip bir gün kendi kendine şeyh kapısından ırak olup gider. Öyle olduğu surette
tâ ıslahı nefs edip kendine melâmiyet ve şeyhine itâat ve inkıyad melekesi gelmedikçe bir
daha şeyhine varmaya. Hidâyet-i ilâhiye erişip zikr olunan melekenin sâhibi olduğunda gelir.

Bâb-ı Sâlis Dervişan: Ahvâli Dervişân-ı Muhibbân

Muhabbet üzere olan dervişe hizmette olan dervişâna hadis: ‫م=ن تش=به بق=وم فه=و منهم‬6
muktezâsınca teşbih edip hizmet dervişleri şeyhe vücûtlarıyla hizmet ettikleri gibi muhip
dervişlere dahî malıyla hizmet edip şeyhine söyleyip ve yine mübaşeret edip şeyh izni ile

6 Kim bir kavme benzerse onlardandır. (Ebu Davud, Sünen, Hadis No:4031),
mübaşeret eyleye. Ve halk arasında şeyhini medh veyahut zemm etseler karışmaya ve
dinlemeye ve iʻtikâdını bozmaya. Zîrâ şeyhlerin kendilerini halka zemm ettirdikleri halk
arasında mezmûm olup âlemi manada mahmûd olmaları mümkündür ki böyle mezmûme
içinde nice meşâyıh nice harkı âdet ve tayyi mekân ve zamâna mazhar idi. Sâlike lâzım ve
müfîd olan budur ki şeyh hakkında hüsnü zan eyliye. Zîrâ meşâyıh bi-inâyeti Allah teâla ve
tevfikle hevâdan mahfûzdurlar. Pes imdî hevâdan mahfûz olan kimse halka mürâcaʻta
muhtaç değildir. Ve onlardan aslâ havf ve recâsı yoktur. Bu mana kendinde, busun diye
kendini halka zem ettirip onlardan bil-külliyye katʻı alâka ve habl metin kudrete kendini
müstahkem rabt eder ki kazâ ve kader her ne ise onda hükmünü icrâ eyleye. Yoksa ne an ki
Meşâyıh hilâfı şerʻa ve tarîka bir iş edeler. Ve hevâ ile müteharrik veyâhut sâkin olalar. Belki
her ne işlerlerse Emrullah ile işlerler ve mâsivaya itâat ederler. Ve nâgâh hevâ ile bir ednâ iş
işlemek sebebine der-akab Allah onları hıfz eder. İtâat ve inkıyadları vâridâtı ilâhiyeye ve
resûle ve vâridi kalbedir. Kâlallahu Teâla: ‫الرسول وأولي المر منكم‬ 8 ‫يها ا 'لذين آمنوا أطيعوا‬a ‫يا أ‬
' ‫ا وأطيعوا‬
7
Belki sâlikin dahî itâati bu resme olup itâati bil-kulliyye şeyhine olmadıkça tarîkat feth olup
hakîkat ve maʻrifete vâsıl olamaz. Mâsiva ne hasis şeydir ki ona rabt-ı kalp olunup ondan
korkula ve recâ oluna. Havf ve recâ dâima Allah aziymü’ş-şândan. Zîrâ hayır ve şer her ne
8 ‫من عند‬b c8 ‫قل كل‬8
olacak ise Emrullah ile olur. Kâlallahu teâla: De ki: ‫ا‬

Bâb-ı Râbiʻ Dervişan: Şeyhin ölümünden sonraki Ahvâl-i Nâkıs derviş

Bazı derviş kendi şeyhi vefât ettikten sonra açıkta bîkes kalmakla şeytân-ı laîn fırsat
bilip ona musallat olup kendine kendinden bir sahte vücûd gösterip ol derviş ben şeyhim
merhumdan sonra bir şeyhe eyvallah deyip teslim olmam demeye başlar. Eğer bunun
üzerine bir zaman kalırsa şeytanın melʻaneti onu âkıbet meşâyiha ve tariîatı aliyeye münkir
edip ilhâda düşürüp öylece giderse neûzubillah teâla sû-i hâtimesine sebep olur. Zîrâ ‫من ليس‬
‫ ( له شيخ شيخه الشيطان‬şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır) diye buyrulmuştur. Onun şeyhi şeytan
olur. Hadîsi kudsîde ‫( أولي===ائي تح===ت قب===ابي ل يعرفه===م غي===ري‬Velilerim benim kubbelerim (örtü)
altındadır, benden başka kimse bilmez onları) buyrulmuştur. Ol nâkıs fakîr, meşâyıhın
hâlini anlamaya bî-kudret iken birden anlamak kaydına düşer. Bu defaʻ meşâyıh hâlinden bî-
haber olmakla kendi cehlini meşâyıha nisbet edip dünyada teslim olacak meşâyıh yoktur der.
İmdî dervişâna bilcümle bu misal kimselerden ihtirâz lâzımdır. Zîrâ bu kimseye şeytan karîn
olmuştur. Her kim bunlarla görüşüp ihtilât ederse nâ-murad kalıp derbeder olur. Lâzımdır ki

7 Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat
edin.(Nisa:59)

8 Hepsi de Allâh indîndendir! (Nisa:78)


ondan ırak olalar ki onlar dahî onun ateşine yanmalar. Pes şeyhi merhûm olan dervişe dahî
lâzımdır ki kendine bir şeyh ihtiyâr edip şerîat ve tarîkat ve hakîkat ve maʻrifetten kamyâb
oluncaya değin meşâyıh nazarından dûr olmaya. Bir kişi ne kadar âlim olsa yine ondan alim
vardır. Kâlallahu Teâla: ‫م‬s =‫م علي‬t =‫ ذي عل‬b ‫ وفوق ك= ل‬9 Dervişe lâyık olan cemiʻ meşayıhı ber-hak ve
kâmil görüp bal arısı gibi olup her buluştuğu şeyhten ve kâmilden ve sâhibi marifetten birer
fâide faydalanıp, bal arısı çiçekleri devredip yine gelip kendi kovanına girdiği gibi derviş dahi
şeyhinin iʻtikat ve hulûs ve irtibâtı kovanına gire dışarı kalmaya. Dervişân meşâyihı hulûs ile
teshîr ederler. Hulûstan dışra kalan şeyhinden müstefîd olamaz. Elhâsıl derviş hakkında
iddiâdan ziyâde yaramaz şey olmaz. Ve tebahtan enfaʻ nesne yoktur. Zîra irfan iddiasında
olan, kimseden nesne müstefîd olmaz. Ammâ tebahta olsa bu nesne bilmez diye her kâmil
onu lütfa müstehak görür. Her kâmilden bir nesne müntefi’ olur. Nice kâmiller vardır ki
zâhirde baksan aslâ nesne bilmez ve benim hiç bildiğim yoktur der. Zîrâ ol hakîkata vâsıl
olmuştur. Ve ona bir şey mahzâ değildir. Herkesin elini öpüp hayır duasını almakta görünür.
Bu hal dervişe lâzım bir iyi haldir. Allah gafletten hıfz eyleye.

Bâb-ı Hâmis Dervişân: Ahvâl-i Hulefâ

Derviş şeyhinden istihlâf olunsa hilâfeti hâlinde şeyhine dervişlik hâlinden ziyâde
hulûs ve mürâcaat ve inkiyâd üzere olmalıdır. Zîrâ dervişlik hâlinde nâkısdır diye şeyhinin
nazar-ı afvı altında idi. Yani onu afv ile terbiyede idi. Ammâ halîfe oldukda kâmil
menzilesindedir. Nice umûrun hakâyıkına varmıştır. Mağfû olmaz sakınsın. Şeyhiyle
muamele-i ûlâsına halel getirmesin. Belki artırsın. Ve şeyh meclisinde küstahlıktan begayet
ihtirâz eylesin varıp geldikçe âdâp ile vara gele. Şeyhiyle buluşmak lâzım geldikde bil-
bedâhe huzûruna varmaya. Belki evvelâ kapıcı dededen istîzân edip baʻdel-izin şeyh
meclisine vara ve şeyh tekkesinde olan fukarâya hakāretle nazar etmeye. Elinden geldiği
mertebe tevazuʻ göstere ve ikrâm ede. Zîrâ halîfe şeyhle kâhîce görüşür. Ve onlar ise şeyh
meclisinden aslâ dûr olmazlar. İhtimaldir ki şeyh beşeriyet âleminde iken halîfe hakkında nâ-
sezâ söz söyleyeler. Hem halîfeye zarar erişir hem o fukarâya. İmdî muhafaza lâzımdır zira
hıfz nâkısdır hallerine göre muâmele evlâdır. Belki şeyhinin sâir dervişlerine dahî ikrâm
eylemek âdâb-ı tarîkattandır. Belki ağdâsına dahî ikrâm ede ki onun faydası şeyhine ait
olduğundan gayrı şeyh meclisinde zikir bil-hayrına sebep olur. Ve şeyh halîfeye âyîni,
tarîkattan her ne taʻlîm ve emretti ise mâdem ki şeyh hayattadır, onları ziyâde ve noksan
etmeye ki şeyh kendine incinip gözünden düşürmeye. Tâlib-i terakkî olan halîfe kendini
günden güne şeyhine ziyâde sevdire. Ve meclisine vardıkça fakrdan şikâyet ve izhâr-ı acz
etmeye ve acz ile fakrdan halâsa himmet dahî istemeye. Belki lütuf ve kahrı bir bilip şükür
9 Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır. (Yusuf:76)
üzere ola. Ve şeyhine izhârı teşekkür eyleye. Ve şeyh her ne emrederse ben bunu evvelden
bilirdim demeye. Darılıp bu bizi yeniden mi Müslüman ediyor muâmelesini etmeye. Her ne
emir ve hükm ederse ona mutîʻ ve hükmüne ram ola ki irşâda mazhar ola. Zîrâ şeyhler
halîfeyi diğer haller ile irşâd etmezler imtihân ederler. İstedikleri yerde bulunmadığı sûrette
fütûhâtını kabz ederler ve duâsında te’sîri kalmaz. O halde de yine itâat ve inkıyad hulefâ
hallerine enfaʻdır. Ve şeyh meclisine varıp geldikçe sürûr ve safâ ile vara gele.

Bâb-ı Sâdis Dervişân: Mukābele-i Şeyh

Biat-ger olan fukarâ aslâ şeyhinin mukābelesini terk etmeyeler. Ve mukābelede


zâhiren ve bâtınen âhir dervişânın uyûbuna ıtlaʻdan ihtirâz ede ve setr ile mukayyed ola,
dervişi şeyhe medh ve zem etmeye. Şeyh onların hâlini ondan ziyâde bilir. Beyt mesel: Ne
kadar çok ise koyun sürüsü / Yeter onlara çobanın birisi. Zîrâ bu sözden şeyhin techîli çıkar,
hemân mukābelede kendi hâline meşgûl ola. Ve mukābeleden kesilmeye. Fukarâya şeyhinin
mukabelesi, ekincinin harmanı gibidir; harmandan düyûnunu edâ eder, ve alacağını alır,
vereceğini verir, ve bâkisini nafaka-i ıyâl için der-anbâr eder. Bu kadar mukābeleye varır
geliriz ne lütfunu gördük demeyeler. İstikametle vara gele. Mukābele meclisi şeyhin değildir
fukarânındır. Onda şeyhin alâkası yoktur. Hatta bir dervişi için şeyh mukābeleye gelmesin
diye tembîh etse imtihândır. Teslim etmeyip yine mukābeleye hâzır olup postunu boş
bırakmaya. Ve mübtedî dervişler tekmîl-i tarîkat eden dervişlere ikram ile mukayyed olup
meclisde yukarı yanına ala, gurûr ile muâmele edip alt yanına oturtmaya. Farazâ maldâr
veyâhût ihtiyar ise yine maldâr ve ihtiyar adamım diye küstahlık etmeyip kudemâ-i tarîkata
ikram eyleye. Beyt: Fukarâ menzilidir bunda taazzum olmaz / muteazzım olanın âkıbeti hayr
olmaz. Tekmîl-i tarîkat eden dervişâna şeyh bile ikrâm eder. Bahusûs derviş olan ziyâde
etmelidir. Dervişlik her vecihle âsândır bir vecihle güçtür. Mâdem ki kendin bildiğinle gidersen
güçtür. Pîr sözüne uyarsan âsândır. Ağyâr sözüne uyarsan mücâhede eylediğin hâlat
mahvolup hasenâtın seyyiâta tahvîl olunur. Hemân dâima bu nesâyihla âmil olup harman-ı
mukābeleden mahrûm kalmayasın.

Bâb-ı Sâbî Dervişân: Muâmelat-ı derviş bi Şeyh

O dervişe lâzımdır ki, füzûl olmaya, şeyhin me’mur olmadığı işine karışmaya. Şeyh
dervişten nesne sordukta bilirim diye ortaya düşmeye. Üç defa söyle diye icâzet verip
emrederse söyleye. Ammâ zinhâr o söylediği söz bir garaza mebnî olmaya. Mahzâ hakîkat
üzere söyleye. Ve söyledikten sonra iʻtizâr tarîkıyla ‘sultanım bu söz benim haddim değildir’
belki bin-nefs sizindir. Sizin mübarek nefsinizin feyz ve berâkatıyla söyledim deyip şeyhi hoş
eyleye. Ona binâen Allah azimu’ş-şân fütûhunu ziyâde eyleye. Şeyhin söyle diye emrinden
murâdı dahî budur. Ve şeyh meclisinde çok söz söylemeye. Zîrâ çok sözün yanlışı olur. Çok
berzah çekmeye sebep olur. Sükût ve suskun kalmak hayırlıdır.

Mesel: Sözün zer ise sükûtun cevherdir. İmam Ali Radiyallahu anh efendimiz de
buyurur:‫( راح===ة النس===ان ف===ي حف===ظ اللس===ان‬İnsanın rahatı dilini korumasındadır). Zîrâ meşâyıh
herşeyin hakîkatinden söylerler. Sen fehm etmeyip; şeyh şundan âgah olmadı, bunu fehm
etmedi, benim hâlimi yâhut murâdımı anlamadı diye nice inkâr-ı fâside ve onda şey-i bâtılaya
düşersin. İmdî istima’ edip sözünü anlamaya sayʻ olunup gâliben sükut olanda ve neûzubillah
şeyh meclisinde kizb ve hîle ister, zarar ile muzırdır akıl mertebesi sermâyeyi hevâya verir.
Eğer ben şeyhimi bilirim ve anlarım dersen kendine bu iftiradır. Şeyhin fukarâ zâhirî hâlini
anlamaz. Bâtınî hâlini nice anlamış olur. Zîrâ meşâyıh veled-i maʻnevi ve veled-i kalb ve
veled-i rûh ve sâir ervâh ile âşinâdır. Her taraftan onu hakâyıkı umûra vâkıf ederler. Lâkin
Settâr ismine mazharlardır. Setr-i uyûb ile mukayyetlerdir. Elhâsıl, tarîkdan behreyâb olup
hakîkate varayım diyen derviş cemiʻ evkâtte şeyhle âdab üzere hareket eder. Ola ki bir
mübârek vaktinde şeyhin gönlünde bulunup nefahât-i ilâhiyede hissemend ola. Sallallâhu
aleyhi ve sellem efendimizin buyurduğu gibi: “‫ان ل ف====ي أي====ام ده====ره نفح====ات فتعرض====وا لنفح====اته‬
(Rabbınızın şu günlerinizde rahmetinin nefhaları vadır. Dikkat edin, onlara hücum
ediniz.) İmdi câiz ki vakit vakit nefahâti ilâhiye ola, ondan mahrûm kalmak ne denli
teseffüldür. Bâhusûs, meclisi meşayıhda evkât gālibdir. Fukarâ onu fark edemezler. Bu
nasîhatın hilâfına işlesen bir tabiâtı seyyiedir. Sâhibini âkıbet münâfık eder, neûzubillah teâla.
8 ‫إن' المنافقين يخادعون‬
Kâlallahu Teâla: ‫ا وهو خادعهم وإذا قاموا إلى الص'= لة ق= اموا كس= الى ي=رآؤون الن'= اس ول‬
8 ‫ ي= ذكرون‬10 Ezkâr ve salavât ve ibâdette onlara kesel erişip zevkten mahrûm olmak
c‫ا= إل' قليل‬
lâzım gelir. Nifakta olana meşâyıhdan ve sâir ehlullahdan nusret ve ona yardım-ı Hak hâsıl
olmaz. Kâlallahu Teâla: ‫يرا‬
c ‫ص‬= ‫إن' المنافقين ف=ي ال= 'درك الس= فل م=ن الن'= ار ول=ن تج= د له=م ن‬11 Âhirette bile ona
nusret olunmaz. Allahummahfeznâ ve ihvanina ve’s-sâlikiyne ecmaiyn ya rabbel alemiyn. 12
Meclisi şeyhe gelip gittikçe havfle gelip gitmeğe başlar.

10 Her zaman münafıklar Allah'a hile yapmaya çalışırlar, Allah da hilelerini başlarına geçirir. Namaza
kalktıkları vakit üşene üşene kalkarlar, halka gösteriş yaparlar, yoksa Allah'ı pek az anarlar. (Nisa:142)

11 Muhakkak ikiyüzlüler (münafıklar) ateşin en dibindedirler! Onlar için bir yardımcı da asla bulunmaz! .
(Nisa:145)

12 Allahım bizleri, ihvanımızı ve saliklerin cümlesini koru, ey alemlerin Rabbi.


Bâb-ı Sâmin Dervişân: Harekât ve Sekenâtı Meşâyıh

Şeyhinin harekât ve sekenâtına derviş bakmaya. Me’mur olduğu ne ise ona


mukayyed olup şeyhinin ahvâlini tecessüs kaydında olmaya. Ve her halde şeyhine boyun
vere. Öyle olmazsa neûzu billah merdûd-u tarîk olur. Şeyh ol dervişi ber-vechi kemâl irşâd
etmez. Şeyh dervişi gördüğü gibi ne ettiğini ve ne hâl ve fikirde olduğunu bir nazarda bilir.
Zîrâ dervîş-i rızânın yüzünde bir alâmet-i nûr vardır. Erbâb-ı basîret onu görürler. Ol alamet
dervişin yüzünden gitmekliği dervişe bâʻsi inkârdır. Bu meselle dervîş hangi şeyhe varsa
elbet rüsvaylıkla sürülür. Allah hıfz eyleye. Hemân lâzım ve hayırlı olan budur ki, şeyhin
emrine muʻti olup hevâya ve nefsi emmâreye muhâlefet üzere ol. Zîrâ bu yaramazlara itâat
etmeklik dervîşi inkâra ve şeyhi tecessüs etmeye düşürüp, âkıbet merdûd ederler. Ama
derviş bunlara muhâlefet üzere olup şeyhine kemâl mertebe tabîiyet ve inkıyad üzere olsa iki
cihan kederlerinden masûn ve mahfûz olur.

Bâb-ı Tâsi Dervişân: Ahlâk-ı Hasene-i Dervişân

Derviş gözüne ve lisânına ve ağzına ve eline ve ayağına ve beline şöyle doğru


olmak gerektir ki, açlıktan helak mertebesine varsa bile ve yanında bir âhir dervişin ekmeği
bulunsa helâke varmağı kabul edip ol ekmeği alıp yemeye. Âhir hıyânetleri buna kıyâs eyle.
Kande kaldı ki şeyhinin malına ve ehline ve ıyâline ve sâir umurunda şeyhine hıyânet eyleye.
Gariptir ki bazı bu sıfatlara mazhar ve hâin olan derviş su-i zanna müptela bulur. Ve kalbi
gözü ama ve kalp kulağı asamm sayvan bî haber şeyh niçin beni gözüşmez ve gönlünden
düşürür buna Allah râzı mıdır diye şeyhine temrîzi taʻnamiz eder. Benim cânım derviş bu
denlice söz anlayıp şeyhin emriyle mu’temir olup şeyhi kendi haline kosun. O halde gayet
enfaʻ eder. Zîrâ meşâyıh kendi reyiyle asla kimseye nesne vermez. Verir ise izn-i Hakla verir.
Mesel: Vermeyince mabud neylesin Mahmud. Meşâyıh hıyânetten müberrâ ve hevâdan
mahfûzdurlar. Taksîr etmemek gerektir. Ne inkârı hıyanet edeler, kemâl-i îman ile onlar
indallah eminlerdir. Hıyânet etmezler. Kâlallahu Teâla: s‫ أمين‬s‫ 'نك اليوم ل=دينا مكي=ن‬V‫إ‬13 Bu zuʻmda olan
derviş kendi aklıyla harekettedir. Her ne görürse kendini görür ve ne işitirse kendini işitir.
Kendi kusûrundan gayrisine yüz kusûr görür. Şeyhine iftira eder. Hani o derviş ki her ne
işlese Allah ile işleye ve ne işitse Allah ile işite ve ne görür ise Allah ile göre. Kalallahu Teala
fi hadisi kudsi ala lisanı nebi sallallahu aleyhi ve sellem: ، ‫وما يزال عبدي يتق 'رب إل 'ي بال 'نوافل ح 'تى أح 'به‬
‫ وإن‬،‫ ورجل=ه ا 'لت=ي يمش= ي به= ا‬،‫ وي= ده ا 'لت=ي يب =ط ش به= ا‬،‫ص ر ب=ه‬
= ‫ وبص= ره ا 'ل=ذي يب‬،‫فإذا أحببته كنت س= معه ا 'ل=ذي يس= مع ب=ه‬
‫ سألني لعط‬Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda onu severim. Onu

13 Sen bugün yanımızda gerçekten bir mevkî sâhibi ve güvenilir bir kişisin. (Yusuf:54)
bir sevdim mi artık ben onunla işittiği işitmesi, onunla gördüğü görmesi, tuttuğu eli, yürüdüğü
ayağı olurum. Benden birşey isteyince onu veririm, benden sığınma isterdiğinde onu
himayeme alırım.14

Benim ruhum işte hakikat derviş bu misal olur. Allah aziymu’ş-şân cümlemizi
gafletten ittiaz eyleye.

Bâb-ı âşir Dervişân: Ahvâli Sülûk

Sülûku tarikatı aliye mutlakān tâlibi Hak olanlara müyesserdir, ehli hevâya feth
olunmaz. Ehli hevâ budur ki aʻmâlini bilcümle ağraza taʻlik eyleye. Yani ben hakîkate varıp
şeyh oldukda şunu şöyle edeyim, bunu böyle edeyim ve şeyhim gibi hareket etmeyeyim der.
Aʻmâlini iptal ile mukayyed olmuş olur. Zîrâ aʻmâl, tāat ve ibâdât mutlakan li-vechillahdır.
Derviş işlediği ibâdet mukābilinde Hüdâyı müteaʻlden nesne niyâz eyledikde tarîkdan düşer.
Zîrâ şirk etmiş olur. Yani ibâdeti Allah için etmeyip belki ol niyâz eylediği husûs için etmiş
olur. Bu nice ibâdet olur. Hâlbuki ibadette hulûs lâzımdır. Yani ibâdet ve tâatı bir nesne için
olmayıp mahzâ rızâ-i Allah için olur. Kâlallahu Teâla:‫ي‬b ‫واصبر نفسك مع ا 'لذين يدعون ر 'بهم بالغداة والعش‬
‫يري==دون وجهه‬15 İmdî ibâdetten murâd li-vechillahdır, gayrı değildir. Gayrı isteyen tarîk değil
kendi evinin kapısını bile açamaz. Kendi ibâdet ettim sanır. O hod Hüdâ’ya şirk etmekle,
neuzubillah teâla der ki: Bana meydan fetholunsun. Meydan feth olundukda meydanda güreş
mi tutacaksın. Tanrı Teâla münezzehdir meydanını müdennislere vermez. Ehli kitâbı mescidi
haramdan men için Hak Teâla: ‫ح== رام بع=== د ع=== امهم ه===ذا‬
= ‫فل يقرب===وا المس=== جد ال‬16 buyurdu. Bu kişi bu
hükümde olup ta nice meydan ister ki meydan-ı hod mesciddir ve karhane-i ubûdiyettir. Ol
meydanda ubûdiyetten dûr olanları Allah aziymü’ş-şân’ın ubûdiyetine alıştırıp abd-i hâs-ı ilâhi
kılmak muâmelâtı olunmalıdır. Allah aziymu’ş-şân âfakta ihsân eyleyip tarikat-ı aliye-i
ilâhiyeyi anlamak müyesser eyleye. Meydani hod dürüst anlamışlar biridir. Hemân sâlike
vâcibdir ki gece gündüz kendini kendi nefsiyle muhâsebe edip derûnunu yoklaya, böylece
Müslüman olup tarikate sülük eyleye. Kale aleyhisselam: Hesaba çekilmezden evvel
nefislerinizi hesaba çekin, amelleriniz tartılmazdan evvel amellerinizi tartın. Bahusûs ki
zamâne dervişlerinin büyük fikri esmâullah işletebilsem de onunla mahbublar teshîr eylesem.
Âmâli sâlihat ile mübâhâtı istemek câiz değil iken bu hod küfürdür bunu nice kabûl ederler.
Yet??, demeğe nasıl yüzleri olur. Allahum-mahfaznâ ecmaıyn. Fırka der ki ben şeyh oldukda

14 Buhari, Rikak, 38.

15 Nefsince de o kullarla beraber sabret ki sabah akşam (her vakıt) rablarına duâ eder cemalini(vechini)
isterler. (Kehf:28)

16 Artık bu senelerinden sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar! (Tevbe:28)


şeyh gibi inzivaya çekilmem gir-u fer sahibi olurum, bu dahi melâneti hevâdır. Kema verede
eş-şiddetü afet, meşayihı kiram kaddesallahu esrarehum ekseriya gah ve bigah bast üzere
olmuşlardır. Hala onların çok şeye sözleri geçer. Kudreti ilahiye ile çok şeye kuvvet ve
kudretleri var iken Allah aziymuşşan’dan kendini isterler gayr talebi hatırlarına gelmez idi.
Hayâ ederler idi. Kazâ ve kaderden ne sudûr ederse rıza gösterip kah sabır kah şükür üzere
olurlar idi. Yani mihnet gelse sabr ederler nimet gelse şükr ederler idi. Ey derviş, evvela
inâbetten murâd günahlardan kurtulup ve bir dahî işlememek üzere tevbedir. Ve emri ilâhiye
cân ve dilden râzı olup, ol ab ile zâhiren ve bâtınen yunup mekri dünya ve âfâtı nefs ve hevâ
necâsetlerinden pâk olmaktır. Bu senin anladığın bakıştır, zira o dünya yoludur. Sen hod
ondan tevbe etmese idin. İmdi ey tâlib-i Hak biat ettiğin günden itibaren herşeyden fâniʻ, olup
takvâ ve tâat yolunu tutup âmli hayriyeni artırırsan cemi-i murâdât biiznillah vakitleri geldikde
hasıl olup izzet-i dareyne mazhar olmanda şek yoktur. Amma biat ettiğin günden fısk ve
melaneti terk etmeyip ve heva ve hevesden geçmedin ise ve şeyhin sözleri gücüne gelip her
sözünü tutmak üzerime lazım değil dediysen bu iyi alâmet değildir. Zîrâ böyle olanı şeytan-ı
lain bir yardan atacaktır ki kendi gibi dünyada ahirette merdud eyleyecektir. Ol zül ve
rüsvaylığa düşünce tedarik dahi güç olur. Allahümme ya dafiul beliyyat idfağ anna ve
ihvanina külli beliyyeh. Allahım, ey belaları def eden, bizden ve ihvanımızdan tüm belaları def
eyle. Dervişe bundan ala hal olmaz ki heman şeyhi ne derse imtisal eyleye. Hatta ne denli
tevhid sor, derse buna dahi imtisal lazımdır. Ziyade sormaya ve noksan getirmeye ve terk
edersen hod delalete düşersin. Fark halinden olursun. Zîrâ biatte şeyhine ahd etmeyen olur.
Ahdine vefa etmeyen kazib ve münafık olur. Zîrâ her kilidin bir miftahı vardır gayri miftah ile
açılmaz. Ve açılmak lazım gelse kilit kırılmalıdır. Şeyhler dervişin mizacını bilirler. Ve onlar
kilit derununu feth edecek kadar ona ders tabiye ederler. İmdi ona mutabaat lazımdır ve illa
deruni kilidini sındırır?. Allahummeftah Kulûbena ileyke.

Bâb Hâdi Aşera Dervişân: Taʻbîr-i Terkibiyyât

Makâm-ı taʻbîr bir büyük makamdır. Şeyhine taʻbir ettirmek için terkîb söyledikde
muhtasar ve müfîd söyleye kesret-i kelâm ile şeyhini taʻcîz etmeye. Ve şeyh her ne yüzden
taʻbir ederse etsin râzı ola. Şurası şöyle burası böyle olsa diye söylemeyip derûnundan dahî
geçirmeye. Zararı budur ki; envâr-ı tevhîdi müşahede edemezsin. Ve eğer taʻbîr etmezse,
sultanım niçin taʻbir etmedi demeye. Zîrâ onda dahî bir hikmet vardır. Mürîdin aklı onu derk
etmez. Ve gördüğü terkîbi derviş ve halife kimseye söylemeye. Eğer şeyh yakında ise varıp
taʻbir ettire, ve eğer baîd ise rûhâniyetinden istimdâd edip taʻbirini ricâ eyleye. Tarîkı budur ki:
iki rekʻat namaz kılıp kıble tarafına müteveccihen yata veyâhut otura elbet şeyh onu duyar ve
sırrı gelir onu taʻbir eder. Veya rûhâniyeti zahir olur. Yâhut şeyh kalbi cezb eder, maʻnâyı ve
envârı kalbe doldurur. İlham tarîkıyla taʻbiri müyesser olur. Herşey sebebiyle teşebbüs olunsa
iyidir. Zîrâ Allah birşeyin olmasını dilerse sebeplerini hazırlar. Bir tarîkda husûlü umur ve
sebeb-i mutlaka şeyhtir. Sûfiler, eğer kendi mertebelerini bilselerdi hep ucb edip nâkıs
kalırlardı. Ol ecilden feyz ederler. Mahal geldikde irşad miftâhın eline verirler. O zaman hayır
ve şerri fark emrine râm ola ki sonra pişmân olmadan hakka vâsıl olmak hayırlıdır. Allah
aziymu’ş-şân bu nasîhatlerin te’sîrini halk edip mûcibince amel müyesser eyleye, âmin.

Bâb Sânii aşera: Dervişân Tevekkül

Tevekkül baʻde tamâmü-s sülûkdur. Sülûk-u ekber tevekküldür. Bunun sülûkuna bir
pazar vardır ki ona Sûgu’l-ârifin derler. Mütevekkillere ve âriflere mahsus bir sûgdur. Her ne
dilerler ve murâd ederlerse ol sûgda mevcûd olup ve hiç munkatıʻ olmaz. Ol pazar nısful-
leylden sonra kurulur. Eğer sâlik mücâhedesini terk ederse ol sûga hakkı tuğyân ederler. Ve
ona bir nesne vermezler. Ve eğer mücâhede sâhibi olursa her gün fütûhu celile ile gelip
hâtırını sorarlar. İmdî her ne zaman kabza mazhar olursa mücerred kendi kusûrundan
nâşîdir. Ve ammâ kendi tarafını yoklaya, kendi kendini muhâsebeden hâli koymaya. Ve akıl
ve temyîz meydanını elinden bırakmaya. Teheccüdü terk eden menzil-i hakîkate varamaz.
Yolda elbet bir zehre giriftâr olur. Ya bir sû-i karîne mübtelâ olur günden güne hevâsı ziyâde
olup bir yerde karâr etmeye. Ve dürüst sûfi,, tekkeden dışarı çıkmaz, ve çıkan böylece
kusûru sebebiyle çıkar. Zîrâ bu ona berzahdır. Ammâ sûfi ki âyîn-i tarîkate halel getirmez.
Me’mur olduğunu cümle bir bir yerine getirir. Ol sûfi berzahtan kurtulup tekkeden dışarı
gitmez. Ve nâs ile çokluk ülfet dahî etmez. Günden güne kendine bir meleke hâsıl olur. Ve
şeyhinin himmetine mazhar olur. Ve ervâh ile âşinâlık tahsîl eder. Ve zikrullah kalʻasından
dışarı çıkmaz. Ve dünyada kendi şeyhinden kâmil kendine bir şeyh görünmez. Şeyhine âşık-ı
şeydâ olur. Her sözünden bir maʻna alır. Ve müşkülât-ı maʻneviye cümle kendine fetholunur.
Az zamanda kuvvet-i kudsiye sâhibi olup bir şey için zahmet çekmez. Ve tevekkül-i tâmma
erişip rızk için dahî zahmet çekmez. Kâle aleyhisselam: Siz Allah’a hakkıyla tevekkül
etseydiniz, kuşları doyurduğu gibi Allah sizi de doyururdu Kuşlar sabah erkenden aç
giderler, akşam tok olarak dönerler”17. Allah aziymu’ş-şân onu kuşlar gibi merzûk eder.
Sabah kuşlar aç gider akşam tok dönerler. Ne açlığı duyarlar ne rızk fikriyle olurlar. Sâlikin
fikri bir gerektir rıza-i Allah’tan gayri derûnunda nesne olmak caiz değildir. Ve eğer olmak
lâzım gelse işte kusûrunu ve berzahını ve kurtulmasının sesini?, bilcümle duyuverene dek
Allah muvaffâk eyleye. Yoksa sakınsın ben tekmîl-i esmâ eyledim şimdiden geri şeyh
emrinden kurtuldum demeye. Ve şeyhe bir kusûr tevcih etmeye sonra ecel kazâsına mazhar
olur. Ve her mahalde ve her mecliste şeyhini zikr bil hayr eyleye ve duâ ve senâda ola.

17 Tirmizi, Zühd, Hadis 2441


Maʻlûm olsun ki sâlik üzerine şeyhin hakkı çoktur. Ol hukûka riâyet gerektir. Mahalli duâda
hazret Aziyzimiz selâmeti için ve fukarâ ve ehibbâsı selâmeti için Hüdâ’dan niyaz mend ola.
Bunu elbet unutmaya ki bu şeyh himmetine mevsûldür. İmdî himmet ve azîmetle şeyhine dua
ede ki az zamanda kendi dahî himmeti âliyeye nâil olup kamiliynden ola ve vasiliyn
zümresine dâhil ola.

Tekmîli âdab

Şeyhin yanında bağdaş kurmaya. Meğer şeyh izin vere. Ve şeyh önünce yürümeye.
Ve beraber gitmeye. Ve huzûrunda ve gıyâbında muamelesi müsâvi ola ki sebebi felâh ve
necât budur. Allah Tevfîk eyleye.

Tefessül, Hulefâ ve hulefâ menzilesinde olan, şeyhe huzûr ve gıyâbında ne yüzden


ve ne denlî ikrâm ederse onların dahî fukarâsı öyle ederler. Zâhiren ve bâtınen kendilerine
de böyle muâmele eyleyeler. Tegāfülden ve tekâsülden sakınalar. Kâmiller yolunu elden
bırakmayalar. Ve şeyhin verdiği emânete riâyet olunur. Eğer tâç ve eğer hırka her ne ihsân
ederse azîz tutalar ki izzete nâil olalar. Biz nasîhatte kusûr etmedik. Tarîkatı âliyenin
muktezâsı ne ise bildirdik. Hidâyeti ilâhiyeye mazhar olan âmil olur. Kâlallahu teâla: ‫ومن يهد‬
8 Allah kime hidâyet ederse, hidâyete eren odur.18 Allahumme tekabbel minna
‫ا = فه =و المهت= د‬
inneke entes-semiul alim. Ve tub aleyna inneke entet- tevvâbur rahîm. Vecʻal mâ kasdena
hâlisan li vechikel kerîm. Vecʻalna ve fukarâenâ ve ehibbâinâ minel vasiliyn. Vahşernâ
ecmaıyne mean nebiyyin ves sıddıkiyn veş şuhedâi ves sâlihiyn bi tevfîgıke ve mennike ve bi
rahmetike yâ erhamer râhimiyn subhâne rabbike rabbil ızzeti ammâ yesıfûn ve selâmun alel
19
murseliyn velhamdulillâhi rabbil alemiyn.

18 Araf:178; İsra:97; Kehf:17

19 Allahım bizden kabul buyur, muhakkak ki sen işiten ve bilensin. Sana tevbe ettik, muhakkak ki sen tevbeleri
çokça kabul eden rahimsin. Kastımızı, kerim vechin (zatın) için lalis kıl. Bizleri, fukaramızı (müritlerimizi) ve
sevenlerimizi vasıl olan kullarından eyle. Bizleri, tevfikinle , lütfunla, bahşetmenle, ve rahmetinle; nebiler,
sıddıklar, şehitler ve salikler ile birlikte haşreyle. Ey rahmet edenlerin en merhametlisi, erhame'r-
rahimiyn,Senin Rabbin, İzzet sahibi Rab olarak, onların tanımlamalarından münezzehtir! (Saffat:180)
Selam mürsellerin üzerine olsun.

You might also like