Professional Documents
Culture Documents
Tayyar Arı - Teoriler (Özet)
Tayyar Arı - Teoriler (Özet)
Tayyar ARI
1. Sitemde dengenin korunması için gerekli davranışları ifade eden temel kurallar
2. Sistemin değişimine neden olan girdilerle ilgili değişim kuralları
3. Aktörlerin yapısal özelliklerine ilişkin, aktörleri sınıflandırıcı değişkenler
4. Silahlanma düzeyi, teknolojik gelişme, ekonomik durum gibi aktörlerin sahip oldukları
güç öğelerine ilişkin kapasite değişkenleri
5. Aktörler arasındaki iletişim düzeyi ile ilgili enformasyon değişkenleridir.
1. Hiyerarşik örgütlenme yapısına sahip olan blok karşı bloğu ortadan kaldırmaya çalışır,
ancak savaş yerine görüşmeleri, büyük savaşlar yerine küçük savaşları da tercih eder.
Fakat karşı bloğu yok etmede başarısız olma durumu söz konusuysa büyük savaşlar da
tercih edilebilir.
2. Hiyerarşik örgütlenme yapısına sahip olmayan bloğun üyeleri kapasitelerini arttırma
güdüsüyle hareket ederken savaş yerine görüşmeleri, kapasiteyi arttırmada başarısız
kalmak söz konusuysa küçük savaşları tercih ederler. Fakat bunun için büyük
savaşlardan kaçınırlar.
3. Hiyerarşik örgütlenme yapısına sahip olsun veya olmasın tüm blok üyesi devletler, diğer
bloğun üyelerine göre kapasitelerini arttırmaya çalışırlar ve karşı blok sisteminde
üstünlük peşindeyse bunu kabul etmek yerine savaşa girmeyi tercih ederler.
4. Tüm blok üyesi devletler, kendi bloğunun amaçlarını evrensel aktörün amaçlarına,
evrensel aktörün amaçlarını da karşı bloğun amaçlarına üstün tutarlar.
5. Bloksuz devletler ise , kendilerinin amaçları ile evrensel aktörün amaçlarını
uzlaştırmaya çalışırlar; fakat evrensel aktörün amaçlarını blok devletlerin amaçlarına
üstün tutarlar.
6. Tüm blok üyesi devletler kendi bloklarının üye sayısını arttırmaya çalışırlar. Fakat bu
çaba herhangi bir devleti karşı bloğa yanaşmaya veya onun amaçlarını desteklemeye
itecekse bloksuz kalmasını tercih ederler.
7. Bloksuz devletler, blok devletleri arasındaki savaş tehlikesini azaltmaya çalışırlar. Blok
devrelerinden birini, diğer bloğun üyeleri karşısında ancak evrensel aktörün amacı
doğrultusunda hareket ettiği zamanlarda destekler.
8. Evrensel aktörler, bloklar arasındaki uyuşmazları azaltmaya çalışırlar ve sistemin
istikrarını tehdit eden bozucu durumlarda bloksuz devletleri harekete geçirirler.
Gevşek iki kutuplu sistemde, güç dengesi sisteminden farklı olarak, blok devletleri, bloksuz
devletler ve evrensel aktörler için farklı davranış kuralları ortaya konmaktadır.
Gevşek İki Kutuplu Sistemde İstikrarı ve Dönüşümü Etkileyen Faktörler
Evrensel örgütün devletler arasında uzlaştırıcı ve savaşı önleyici bir işlevi bulunmaktadır.
İttifak daha uzun sürelidir ve ideoloji, ittifakların oluşmasında hemen hemen başlıca etkendir.
Bloklardan birinin diğerini ortadan kaldırması durumunda sistem Hiyerarşik sisteme
dönüşebilir. Evrensel örgüt işlevini aşırı ve mükemmel bir şekilde yerine getirmesi durumunda
sistemin evrensel sisteme dönüşme olasılığı büyüktür. Her iki blokta da Hiyerarşik örgütlenme
yapısına sahip olursa sıkı iki kutuplu sisteme…
Sıkı İki Kutuplu Sistem
Sıkı iki kutuplu sistemde aktör sayısı daha azdır ve bütün aktörler bloklardan birine üyedir ya
da taraftadır. Bu tür sistemlerde bloksuz aktörler ve evrensel aktörler ya yoktur ya da önemli
bir etkileri görülmediği için yok sayılmaktadırlar.
Bu tür sistemlerde bütünleştirici ve arabulucu rolü ya hiç görülmez ya da etkileri çok zayıftır.
Evrensel Sistem
Gevşek iki kutuplu sistemdeki evrensel aktörün işlevinin genişlemesiyle ortaya çıkacak bir
sistem olarak düşünülmektedir. Sistemi bütünleşmiş ve istikrarlı bir sistem özelliği
taşımaktadır.
Hiyerarşik Sistem
Hiyerarşik sistem, demokratik veya otoriter bir karaktere sahip olabilir. Evrensel sistemdeki
başarılı uygulamalardan doğan, bütünleşmiş bir sisteme olan talebi gündeme getirmesiyle,
demokratik, herhangi bir devletin veya bloklardan birinin diğerine başat duruma geçmesiyle
ortaya çıkmışsa otoriter niteliktedir. Fonksiyonel örgütlenmeler coğrafik örgütlenmelerden
daha güçlüdür.
Birim Veto Sistemi
Birim veto sistemi, nükleer silahların yayılmasıyla ortaya çıkacak bir sitem olarak
düşünülmektedir.
Devletlerin sahip oldukları nükleer silah kapasitesi diğerlerini caydıracağı için sistem genelde
istikrarlı sayılmaktadır. Özel ittifaklara pek sık rastlanmaz; olanlar da ideolojik özellikler
taşımaz. Nükleer savaşlar görülmez; olsa olsa sınırlı konvansiyonel bölgesel savaşlar olabilir.
Sistemde arabulucu rolü oynayan evrensel aktörün etkisi gevşek iki kutuplu sisteme göre daha
zayıftır. Sistem, çok kutuplu bir görünüm sergiler.
Detant sisteminin bir sonucu olarak her iki bloğun örgütlenmelerinde zayıflamalar
görülmektedir. Hukuk alanında ise, diğer devletlerin içersine karışmama, detant sisteminin
belirgin bir özelliği haline gelmektedir.
İstikrarsız blok sisteminde, dünyada gerilim artarken, ABD ve SSCB arasındaki ilişkilerde
kuşku hakim olmaktadır. Sistem içindeki ittifak ilişkileri askerş kapasitelerle ve politikalarla
çok yakın ilgilidir.
Bu devletler detant sisteminden farklı olarak çıkarların uyumlaştırılması yerine çatışmayı tercih
etmektedirler. ABD, dış politikada, tutucu devletlerin statükolarının korunmasını savunurken,
SSCB’nin dış politikası ulusal kurtuluş hareketlerinin desteklenmesine yönelikti. Evrensel
örgüt (BM) arabuluculuk fonksiyonunu yerine getirmekle birlikte otoritesi zayıflamaktadır.
İçişlere müdahale etmeme ilkesi sık sık ihlal edilmektedir.
Tamamlanmamış nükleer yayılma sistemi, daha ziyade istikrarsız blok sisteminin
değişimiyle ortaya çıkmış bir sistem olarak düşünülmektedir. Savaşlar sınırlı kalmakla birlikte,
hem gerginlik hem de tırmanma olasılığı istikrarsız blok sistemlerinden daha fazladır.
Evrensel örgütün (BM) arabuluculuk fonksiyonu, istikrarsız blok sisteminden daha fazladır.
İçişlere müdahale çok yoğundur. Amerikan politikasının muhafazakar niteliği ön plana
çıkarken Sovyetler de daha devrimci bir tutum içindedir.
SİSTEM MODELLERİNE YÖNELİK ELEŞTİRİLER
Güç dengesi ve gevşek iki kutuplu sistemin dışında kalan sistemlerin büyük ölçüde hipotetik
nitelikte…
Sistem teorisi, devletlerin davranışlarını yapısal nedenlere dayandırılması…
2. Karar Verme Teorisi
Uluslararası politikanın araştırılmasının yanında, aynı zamanda bireylerin ekonomik ve siyasal
tercihlerini nasıl oluşturduklarını da inceleyen bir yaklaşım olan karar verme yaklaşımına II.
Dünya Savaşından sonra sosyal bilimciler tarafından ve özellikle siyasal süreci analiz eden
siyasal bilimciler tarafından duyulan ilgide belirgin bir artış oluşmuş ve bu bağlamda yapılan
çalışmalara uluslararası ilişkilerde dış politika çözümlemelerinin alanı genişlemiştir.
Pek çok bilim adamı kriz anlarındaki karar verme üzerine yoğunlaşmaktadır.
KARAR VERME TEORİSİ VE TEMEL VARSAYIMLAR
Karar verme yaklaşımlarında, analiz birimi olarak anılan devletlerin davranışları analiz
edilirken, realizm ve sistem teorisi gibi, devleti rasyonel davranan bütüncül öğeler olarak
görmek yerine, daha alt birimlerden oluşan ve politikalarını bunların belirlediği plüralist bir
yapı olarak görülmesi söz konusudur. Karar vericinin çevresi, içsel ve dışsal olmak üzere önce
ikili bir ayrıma, arkasından da kendi içlerinde alt ayrımlara tabi tutulmaktadır.
Sistem yaklaşımından farklı olarak karar verme teorisi, uluslararası sistemde cereyan eden tüm
olayların bireylerin eylemlerine indirgenebileceği ve bununda bireylerin görüş ve
davranışlarından ayrı tutulamayacağı varsayımından hareket eder.
Karar verme teorisi devleti realist teori gibi rasyonel kararlar veren üniteler, yekpare bir aktör
olarak görmemekte; devlet dendiğinde devlet adına karar veren ve karar verme sürecine katılan
bireylere de işaret etmektedir. Dolayısıyla kamuoyu, baskı grupları, ideolojik tercihler, seçim
sistemleri, siyasal atmosfer ve bürokratik süreçler de dikkate alınması gereken öğelerdir.
Devlettin içsel özelliklerini de dikkate almak gerekir.
KİŞİSEL ÖZELLİKLER, RASYONALİTE VE ALGILAMA SORUNU
Karar verme yaklaşımlarında, karar vericinin kişiliği ve dış politika ile ilgili gelişmeleri
algılayış biçiminin önemli olduğuna yukarıda da dikkat çekilmeye çalışılmıştır.
Karar vericinin farklı oluşuna göre kararın farklı olmasında ise şüphesiz kararın algılanış
biçimindeki farklılık önemli rol oynamaktadır. Algılamayı farklılaştıran esas faktör karar
vericilerin kişisel özellikleridir.
Kişisel Özelliklerin Etkisi ve Rasyonalite
Karar vericinin içinde yer aldığı siyasal sistem, yakın çevresi, kamuoyunun ve baskı gruplarının
etkileri, devletin sahip olduğu kaynakları, diğer devletlerin politikaları, uluslararası sistemin
yapısı, uluslararası güç dağılımı karar vericilerin kararlarını etkilemekle beraber politikalarının
değişimi karar verici ve onun kişisel özellikleri karar verme teorisi için temel değişken olarak
alınmaktadır.
Kişinin kendi sosyo-psikolojik yapısı, karakteri doğuştan sahip olduğu özellikler, soğukkanlı
ve rasyonel bir kişiliğe sahip olmaması, duygusal olup olmaması, olayları yorumlama
kabiliyeti, inanç sistemi, siyasal ve kültürel değerleri, yetişme tarzı, aldığı eğitimler, çocukluk
yıllarında başından geçen olaylar, mesleki eğitimi, iş deneyimi ve daha önceki siyasal
aktiviteleri gibi çök sayıda faktörün etkisini dikkate almak gerekmektedir.
Tüm mevcut alternatifler araştırılmakta, her birinin gerçek değeri ölçülmeye çalışılmakta
olasılıklar düşünülmekte ve karar verici optimal seçimi yapılmaktadır.
Ancak mutlak anlamda rasyonelliğin sağlanması neredeyse imkansız bir şey; çünkü uluslararası
ilişkilerde bilgilerin sınırlı olması, buna ulaşmanın ve bu arda geçen zamanın maliyeti ve
bunları yaparken gizliliğin korunmaya çalışması, karar vericilerin tüm alternatifleri dikkate
almalarını önlemektir. Mutlak anlamda bir rasyonellik yerine, sadece görünen alternatifler
arasında en tatmin edici oranı seçme durumu olacaktır.
Kişisel özellikler ile uluslararası olaylar karşısında benimsenen tutum arasında az çok bir
ilişkinin olduğu anlaşılmaktadır.
Birey konuyla ne kadar ilgiliyse –diğer değişkenler aynı kalmak koşuluyla- kişisel özelliklerin
etkisi de o denli fazla olmaktadır. İkinci varsayıma göre, kişinin söz konusu uluslararası olay
hakkındaki bilgisi ne denli fazlaysa kişisel özelliklerinin etkisi de o denli az olacaktır. Üçüncü
varsayıma göre, kişinin uluslararası sorun çözme yeteneği ne denli fazlaysa kişisel (subjektif)
özelliklerinin etkisi o denli az olacaktır. Dördüncü varsayıma göre, kişi konuyu ne derece
rasyonel bir değerlendirmeye tabi tutarsa bireysel özelliklerin etkisi o denli az olacaktır. Beşinci
varsayım, kişinin olayı etkileme gücünün fazla olduğunu bilmesi ölçüsünde kişisel özelliklerin
etkisinin azalacağıdır. Altıncı ve sonuncu varsayım ise, kişinin kararının sonuçlarından sorumlu
olması ölçüsünde kişisel özelliklerin etkisinin azalacağı doğrultusundadır.
Rasyonel bir davranışın ne olduğu konusunda yapılan tanımlarda, bunun, soğukkanlı bir şekilde
ve sonuçları hesaplanarak verilen karar olduğu belirtilmektedir.
Uluslararası ilişkilerde birçok karar kolektif biçimde alındığından kararın oluşum sürecine
katılan herhangi birinin kendi değerlerini temel alarak bir hedefe ulaşmaya çalışması diğer karar
vericilerin değerleriyle ve hedefleriyle çatışabilir. Pazarlılar sonucu.
Entegrasyon uluslararası politika ile ilgilenenler için ili açıdan önemli olmuştur. Birisi, çok
sayıda uluslararası ve uluslar üstü örgütlenme bulunmakta ve gün geçtikçe bunlara yenileri
eklenmektedir. İkincisi ise ulusal devletlerin başta barış ve güvenlik sağlama gibi yetersiz
kalmaları global yapıların üst ve kurumlaşmalarının bu amaçların gerçekleştirilmesindeki
önemini arttırmıştır.
Entegrasyonlar, öğeleri arasında şiddet unsurlarının azaldığı, bunların yerini karşılıklı
bağımlılık, ortak yarar ve işbirliği kavramlarının aldığı yapılardır.
Entegrasyon, Deutsch’a göre, genel anlamda aralarında karşılıklı bağımlılık bulunun birimlerin
ayrı ayrı tek başlarına sahip olmadıkları özelliklere sahip yeni bir sisten meydana getirmeye
dönük ilişkileridir. Siyasal topluluklar alan bakımından üyeliğin herkese açık olması halinde
“evrensel” belli bir bölgedeki ülkelere açık olması halinde ise “özel topluluklar” olarak
nitelenebilmekte; belli bir amacı gerçekleştirmeyi öngören bir topluluk ise “spesifik topluluk”,
biden çok amacı gerçekleştirmeye yönelik topluluk ise “yaygın topluluk” olarak
nitelendirilmektedir.
(Eğer işbirliğinin maliyeti kazanımlardan daha fazlaysa topluluk bir çatışma topluluğuna
dönüşmektedir. Tersine topluluk üyeleri kazanımları işbirliğine gidişiyle orantılıysa pozitif
çıkar topluluğu olarak nitelendirilmektedir.)
FONKSİYANALİZM VE ENTEGRASYON
Fonksiyonalizm kavramının çağdaş entegrasyon teorisiyle ilgilenenlerin hareket noktasını
oluşturduğu bilinmektedir.
Fonksiyonalist teori yine de bir çoklarınca savaşın önlenmesi ve barışın korunması için gerekli
uluslararası ekonomik ve toplumsal işbirliğinin gelişmesini açıklayan bir teori olarak
nitelendirilmektedir.
Fonksiyonalist teori, çatışan çıkarların uzlaştırılmasından öteye ortak sorunların çözülmesi için
öngörülen yapıcı işbirliği üzerinde odaklanmaktadır.
İlk olarak fonksiyonalizm, savaşın, insanın topluluk halinde yaşamasının nesnel ürünü
olduğunu varsaymaktadır. Savaş, global toplumun bir hastalığıdır ve insanlığın sahip olduğu
ekonomik ve diğer kaynakların eşitsiz ve adil olmayan dağılımından kaynaklanmaktadır.
Fonksiyonalizm, hayat standardının iyileştirilmesini…
Fonksiyonalizm ikinci olarak, savaşların ulusal devlet sisteminin kurumsal yetersizliğinden
kaynaklandığını varsaymaktadır.
Üçüncü olarak savaşların, insanların içinde bulundukları subjektif koşulların ürünü olduğunu,
barışın sağlanmasını bu koşulların değiştirilmesine ve iyileştirilmesine bağlamaktadır.
Fonksiyonel örgütlenmelere gidilmesini önermektedirler.
ENTEGRASYONUN ANLAMI
Ernst Haas entegrasyonu, siyasal aktörlerin sadakatlerini beklentilerini be siyasal eylemlerini,
kurumlar aracılığıyla üye devletler üzerinde yetkilere sahip olabilecek yeni bir merkeze
kaydırma konusunda ikna edilmeleri süreci olarak tanımlanmaktadır.
Charler Pentland ise uluslararası siyasal entegrasyonu modern devletlerin egemenlik
yetkilerinin azaltılması veya ortadan kaldırılması süreci olarak tanımlamaktadır.
Uluslararası alanda entegrasyon, iki veya daha fazla devlet arasındaki siyasal sürecin
kurumsallaştırılması olarak kavramlaştırılabilir. Entegrasyon eskileri kapsamakla beraber
tamamıyla onların yerini de almayan (not replace) yeni yapıların olgunlaştırılmasıdır.
Entegrasyon, siyasal, ekonomik be toplumsal entegrasyon olarak (…) Karşılıklı bağımlılık
entegrasyona yol açtığı gibi entegrasyonda karşılıklı bağımlılığı arttırmaktadır.
Amalgam güvenlik topluluğu federasyon veya imparatorluk biçiminde ortaya çıksa da bunun
dağılmasına yol açacak en az yarım düzine neden bulunmaktadır.
Entegrasyon sürecinde psikolojik olarak savaş karşıtı bir tutum hakim olur. ABD’nin 1861’de
dağılma tehlikesi geçirmesi bunun başlıca örnekleridir.
Fonksiyonel Amalgam Topluluklar
Fonksiyonalizm yada fonksiyonel düzenlemelerin bir amalgam güvenlik topluluklarının
oluşması için gerekli bir ön koşul olduğu yolundaki tez çok kuvvetli gözükmemektedir.
Plüralist Güvenlik Toplulukları
Plüralist (çoğulcı) güvenlik toplulukları üyeleri arasında barışı korumak açısından da çok etkili
olabilmektedir. Varlığını üç koşula bağlamaktadır.
Temel koşul, plüralist güvenlik topluluğunu oluşturan siyasal birimler arasında savaş
olasılığının azalmış ve cazip olmaktan çıkmış olduğuna ilişkin bir algılamanın siyasal
entelektüel hareketliliğin hazırlanması. Üçüncü olarak barışçık değişimim gerçekleşmesini
sağlayabilmek için karşılıklı ilgi, iletişim ve hassasiyetin geliştirilmesidir.
NEOFONKSİYONALİZM
Neofonksiyonalizm konusunda çalışma yapan yazarlar.
Ernst Haas
Mitrany’in dallanma (ramification) olarak ifade ettiği görüşler Haas’ın çalışmasında sprill-over
kavramıyla ifade edilerek temel bir kavram niteliğine dönüşmektedir. “bir alanda oluşturulan
supranasyonal kurumların avantajlarından yararlananların diğer alanlarda da benzer oluşumları
destekleyecekleri”…
Hass, uluslararası örgütlerin ulusal sınırlarını aşarak bir uluslararası sistem haline
dönüşeceğinin varsaymaktadır.
Joseph Nye
Neofonksiyonalist “süreç mekanizması” ve “bütünleşme potansiyeli” Joseph Nye, entegrasyon
sürecini dayandırdığı neofonksiyonalist teorinin yedi süreci (süreç mekanizmasını)
öngördüğünü ileri sürmektedir.
Leon Lindberg
Lindeberg entegrasyonu, belirlenmesi, tanınması, karşılaştırılması, ölçülmesi ve analiz edilmesi
gereken çok boyutlu bir interaktif süreç olarak görülmektedir. Hindberg, kolektif karar vermede
hangi devletler grubunun yer alacağını belirleyen değişken özellikleri şu şekilde sıralamaktadır:
* kolektif karar vermenin fonksiyonel kapsamı (çok fazla sayıda konuyu mu yoksa belli
konularımı kapsayacak);
* kolektif süreçlerde karar verme aşaması (başlangıç mı yoksa opsiyonların ve onların
uygulanması da dahil tüm karar verme aşamaları);
* kamu tahsisatlarının belli önemli konularımı yoksa sadece marjinal anlara mı yapıldığının
belirlenmesine ilişkin kolektif karar vermenin önemi;
* taleplerin (fazla sayıda veya az sayıda olabilir) eylem için kolektif alana taşınma ölçüsü;
* kolektif düzeyle liderliğin sürekliliği ve güçlülüğü;
* sistemin pazarlık gücü devletlerin bireysel çıkarlarını maksimize etmelerini teşvik etmekte
veya kolektifliği genişletmekte;
* bireylerin davranışları üzerinde kolektif kararların etkisi (çok ya da az sayıdaki insan
etkilenebilir);
* kolektif kararların şikayetleri, lakaytlıkları, ilgisizlikleri ve dış muhalefeti karşılama derecesi;
* kolektif kararların dağılımına ilişkin sonuçlar (çok önemli beya marjinal bir konuda mı);
Amitai Etzioni
Etzioni’ye göre siyasal birimlerin birleşmesi daha önce aralarında siyasal bir bağ bulunmayan
birimlerin güçlü bir siyasal bağla birbirlerine bağlanmalarıdır.
Deutsch’un kullandığı merkez bölge (core area) kavramlaştırmasına benzediğini, bir devletin
süreci başlatan devlet olabileceğini belirtmektir.
Bazı ulus birliklerinde bir devlet açıkça süper devlet rollü oynarken bazılarında birkaç tane
devletin süper devlet rolünü yerine getirdikleri gözlenebilmektedir.
Dışarıdan bir gücün bazı devletleri birleştirme doğrultusunda teşvik etmesine örnek olarak
Marshall yardımı alacak Avrupa ülkelerinin Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (OEEC, 1948)
şeklinde örgütlenmelerini verebiliriz.
Amitai Etzioni, spill-over kavramından önce take-off kavramının anlaşılması gerektiğini
düşünmektedir.
Entegrasyonlara uygulayan Etzioni’ye göre bir uluslararası örgütün take-off aşamasına kadarki
durumunu hükümetin talimatlarıyla hareket eden bir uluslararası örgüte, take-off sonrasını ise
supranasyonal bir örgüte dönüşmesine benzetmektedir.
Etzioni’ye göre fonksiyonel entegrasyon saat yönünde ya da ters yönde gerçekleşmektedir. Saat
yönünde olduğunda ilk başlangıç aşamasından sonraki aşamalar intibak aşaması
(yükümlülükten ziyade ödüllerin olduğu bir dönem)i tahsis edici aşama, sosyal bütünleştirici
aşama ve son olarak normatif bütünleştirici aşamadır.
Saat tersi sıranın daha yaygın olduğu anlaşılmaktadır.
1. Çoktaraflılık (“Teorisi”)
Dünya Bankası ve IMF’nin SSBC’nin katılmaması dolayısıyla Batı’ya özgü kalması, BM’nin
ise iki kutupluluk ve ideolojik çatışma dolayısıyla yeterince etkin olamaması çoktaraflılığın
uluslararası barışçıl dönüşümün gerçekleşmesi için uygun bir yöntem olduğu yönünde genel bir
kanının oluşmasını engeller.
Williams (995: 218-18), Soğuk Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan koşulların çoktaraflılığı
teşvik edici bir özelliğe sahip olduğunu belirtmektedir.
Robert Keohane, çoktaraflılığı, tamamen resmi ve sayısal anlamda ele alarak üç ya da daha
fazla sayıda devletin (oluşturduğu grubun) ulusla politikalarını koordine etmeye çalışması
olarak tanımlanmaktadır.
Kolektif güvenlik sisteminde (collective security system) temel varsayım barışın
bölünmezliğidir (peace is indivisible).
Kolektif güvenlik sistemiyle ittifaklar (alliances) arasında belirgin farklar bulunmaktadır.
İttifaklarda, tarafların sorumlulukları belli durumlarda ve belli devletlere karşı gündeme
gelirken, kolektif güvenlikte herhangi birine saldırıda bulunması halinde güvenlik topluluğu
için yer alan her bir üyenin saldırgana karşı koyma sorumluluğu söz konusu olmaktadır. Çok
taraflılığın iki temel ilkesi olan “tehdidin bölünmezliği” ve “koşulsuz kolektif tepki” ilkeleri
devreye girmektedir.
Çoktaraflılık kurumu, diğer benzer oluşumlardan üç farklı özelliğe ayrılmaktadır. Bunlar,
“bölünmezlik ilkesi”, “genel yönetim ilkesi” ve “yaygınlaşmış mütekabiyet ilkesi”dir.
Sistem bütünü ifade ederken, rejim bunun parçalarından birini ifade eder. Düzen ise rejimlerin
oluşturduğu bir yapıdır.
Çok taraflı kavramı ile bir örgütlenme ilkesine gönderme yapılmaktadır. Çoktaraflılık, ise çok
taraflı kavramını da içermekle beraber belli devletler grupları arasındaki eylemlerin evrensel
düzeyde nasıl örgütleneceğine ilişkin bir inançtır. Normatif bir içeriğe sahiptir.
Uluslararası kurumsal işbirliği için hegomonya kavramı üzerinde duran realist ve Marksist
yaklaşıma karşın liberal teoriler uluslararası kurumsal işbirliği için hegomonyanın zorunlu
olmadığını düşünmektedir.
6. Uluslararası Rejim Teorileri
KAVRAMSAL SORUN
Rejim teorisi bu konuda işbirliğinin mümkün olabildiğine ilişkin yeni bir yaklaşım
sunmaktadır.
Keohane’e (1993:23) göre de rejim teorisi devletler arasında çıkarların uyumlaştırılması ve
koordinasyonunu amaçlayan uluslararası işbirliğini anlamaya yönelik bir teoridir. İşbirliğinin
bir kısmı yukarıdan aşağıya dayatma şeklinde (dikey biçimde) gerçekleşse de pek çoğu
karşılıklı rıza sonucu oluşan yatay işbirliği biçimindedir. Hurrell (1993: 50) da rejim teorisinin
egemenlik iddialarını sürdüren devletlerin güç ve çıkar için mücadele ettikleri anarşik bir
ortamda işbirliğinin nasıl olanaklı olduğunu gösteren bir teori olduğunu ifade etmektedir.
Uluslararası rejim kavramı, Krasner ve Ruggie’ye ait olmakla beraber genel kabul gören
tanımıyla rejim, belli konulara ilişkin örtülü ve açık ilkeler, normalar, kurallar ve karar verme
süreçleri anlamına gelmektedir.
Rejim kavramını uluslararası anarşik yapıda devletlerin işbirliği durumu olarak almaktadır.
Uluslararası rejim kavramı aynı zamanda, uluslararası arenadaki aktörler (genellikle ulusal
devletler) arasındaki oyun kuralları, bu aktörler için belirlenmiş bir eylem çerçevesindeki meşru
görülen ve kabul edilebilir davranışları ifade etmektedir. Rejim en basit anlamda oyunun
(uluslararası politika oyununun) kuralları anlamına gelmektedir.
Hedley Bull ise rejimi, devletlerin ve bireylerin davranışlarına yön veren ve yol gösteren
kurallar ve kurumların toplamı olarak göstermektedir. Rejimlerin bir amacı da o alanda bir
çerçeve oluşturarak tarafların aralarındaki sorunları anlaşmalar yaparak çözümlemelerini
kolaylaştırmaktır.
Yeni teknolojileri içeren malların üretimine ilk önce doğal olarak, en yüksek gelir ve teknoloji
düzeyinde bulunan ülkede başlanmakta daha sonra, ihracat ve dolaysız yatırımlar yoluyla malın
üretimi diğer sanayileşmiş ve nihayet azgelişmiş ülkelere kaymaktadır.
Firmanın tekelci gücü kaybolmaktadır. Bu dönem ise üretimin olgunlaşma dönemi. Büyük
şirketi ihracat yerine yabancı ülkede kendine bağlı yavru şirketler kurarak dolaysız yatırıma
sevk eder.
Üçüncü dönem, üretimin ve teknolojinin standardize olduğu dönemdir. Talebin gelir ve fiyat
elastikiyetinin eşitlendiği, bu tek rekabet yolu malı daha ucuza üretebilmek.
Hymer-Kindleberger ve “Tekelci Rekabet Teorisi”
Bu teori yerli firmaların daha avantajlı olduğu düşüncesine dayanır. Çok uluslu şirket
yatırımlarını ve bunun sonucu ortaya çıkan uluslararası üretim olgusunun arkasındaki nedenleri
oluşturmaktadır. 1- Ürün piyasalarında tem rekabetten uzak bir ortam, 2- faktör piyasalarında
da tam rekabetten uzaklaşmayı 3- dışsal ekonomiden yararlanmak.
Gelirin adil olmayan dağılımı ülkede tüketim talebinin gerekli hızla artmasını
sağlayamadığından tekelci şirketler ellerinde biriken sermayeyi yabancı ülkelerde yatırıma
yöneltmişlerdir. Ülkede tüketimin yeterli ölçüde artmayışından çok kapitalist ülkelerin deniz
aşırı ülkelerde Pazar kapatma ve doğal kaynakları kontrol etme yarışının bir sonucudur. Eski
kapitalizmde uluslararası mal ihracı sistemi temel niteliğini oluştururken tekelcilerin egemen
olduğu tekelci kapitalizmde mal ihracının yerini uluslararası ölçekte sermaye ihracı almıştır.
Nihayet Magdoff’a göre, çağdaş emperyalizm belirgin yeni özelliklere sahiptir. (1) düşmanlık
yerine emperyalist sistem (2) Amerika Birleşik Devletleri’nin, dünya emperyalist sisteminin
örgütçüsü ve lideri (3) uluslararası olan bir teknolojinin ortaya çıkması.
Luxemburg’a göre kapitalist ülkelerin gelişmesi ancak azgelişmiş Üçüncü Dünya ülkelerinin
varlığıyla gerçekleşmektedir.
Sermaye ihracı kapitalizmin ilk dönemlerinde de XX. Yüzyılsa ulaştığı tekelci aşamada da
daima tek yönlü olarak azgelişmişlerden gelişmişlere doğru olmuştur.
Azgelişmişlik Sarmalı
Çünkü, gelişmiş ülkeler tarihin hiçbir döneminde azgelişmiş ülke olmadılar. Kendileri
gelişirken bugünkü azgelişmiş ülkelerin geri kalmalarına neden oldular.
Azgelişmişliğin ilk niteliği kapitalizme geçişin özerk ve bağımsız bir yoldan değil, dışarıdan
gelen bir koşullanmayla olmasıdır.
Baran’a göre “kapitalist ülkelerle ilişkilerini koparıp yarattıkları artık değeri kendilerini üretken
sektörlerde yatırıma dönüştürmedikçe mümkün değildir”.
Fakat bu bağlar kapitalist bir dünya sistemi içinde yer aldığı sürece uydu tarafından
gevşetilemez. Bağların gevşetilmesine neden olan şey yaşanan büyük ekonomik bunalım ve
ardından gelen dünya savaşı olmuştur.
Galtung’un yapısalcı emperyalizm teorisine göre dünya, Merkez ve Periferi olarak nitelenen iki
grup ülkeden oluşmaktadır. Metropol ve uydu ilişkisi. Bu ilişki biçimini emperyalizm olarak
nitelendirmektedir. Hegamonik bir ilişki… Merkez ülkenin merkezi ile Preferi ülkenin merkezi
arasındaki ortak çıkar ilişkisi üzerine kurulmaktadır.
(* Kavramı ilk defa kullanan Gramsci. İşçi sınıfının örgütlenmesi sonucunda verilen
mücadeleyle burjuvazinin hegemonyasının yerini de proloteryanın hegemonyasının**
alacağını düşünmektedir. Gramsci, devleti bu anlamda egemen sınıfın hegemonyasını sürdürme
aracı olarak görmektedir. Gramsci, hegemonyayı aynı zamanda bir devletin diğeri üzerindeki
hakimiyeti olarak görmektedir.
Uluslararası alanda geniş kaynaklara sahip olan gelişmiş ülkeler azgelişmiş ülkelere yönelik
bilgi akışını da kontrol edebilmektedirler. Merkez ülkelerin diğer Merkez ülkenin periferiyle
bir ilişkiye girmemeye özen göstererek birbirlerinin etki alanlarına saygı göstermeleriydi.
Gri bölgeler, I. Dünya Savaşı öncesinde Almanya ve İngiltere arasındaki çatışmalarda II. Dünya
Savaşı sonrasında ise ABD ile SSCB arasındaki özellikler Orta Doğu, Almanya, Kore, Vietnam,
Tayvan, Afganistan gibi ülkeler üzerindeki çatışmalarda belirleyici bir rol oynamıştır.
Periferi ülkeler bu tür Merkez ülkelerin tek taraflı belirleyebilecekleri bir ilişki yapısının içine
çekilmektedirler. Bu durum Pariferi ülkelerin kendi aralarında Merkez ülkelere karşı bir ittifak
ilişkisi oluşturmalarını olanaksız hale getirmektir.
Wallerstein anlamında dünya ekonomisi bir toplumsal iş bölümüdür. Kapitalist bir yapıya
sahiptir.
Coğrafik bir tanımlama gibi gözükse de ilişkisel bir ayırımdır. Periferi bölgeden Merkeze artı
değer transferi söz konusu olmaktadır.
“Üretim dönemleri” (product cycles) teorisinden dolayı Merkez ülkede üretilen bir ürün daha
sonra Preiferiye kakabilmektedir.
Periferi ülkelerde yarı-proleteryanın oldukça fazla olması, yani ücretli işçi olmak isteyenlerin
çokluğu ücretlerin düşük olmasına ve kapitalistin daha fazla kar elde etmesine tol açmaktadır.
Wallerstein’a göre Merkez ve Periferinin dışında bu iki bölgenin özelliklerini de yansıtan bir
ara bölgede Semi-Periferi bölgesidir.
Wallerstein’a göre, tarihsel sistem dönüşümseldir ve 50-60 yıllık aralarla bazı dönemlere
durgunluk bazı dönemlere ise üretkenlik hakim olmaktadır. Her durgunluk dönemi üretim
süreçleri ağının yeniden yapılanmasına yol açmakta ve sermaye birikimine yol açan toplumsal
ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesine yönelik baskıları gündeme getirmektedir.
(Cox’a göre hegemonik güç, sömüren ülke değildir. Hegemonik güç devletler arası çatışmaları
engelleyerek düzeni sağlamaktadır. Dolayısıyla hegemonya sadece dünya politikası için düzen
anlamına gelmemekte; aynı zamanda dünya ekonomisi için düzen anlamına gelmektedir.
Hegemonyayı temsil eden hakim üretim biçimi, dalga dalga diğer ülkelere de yayılmakta ve
diğer ekonomileri kendine tabi kılan bir bağ oluşturmaktadır. Dünya hegemonyası kavramı,
toplumsal, siyasal ve ekonomik yapıları içine alan bir kavramdır. Dünya hegemonyası, hakim
üretim biçiminin sürmesini sağlayan ve sınırları aşan sivil toplum güçlerinin ve devletlerin
davranışlarını etkileyen genel kurallar anlamına gelen evrensel normları, kurumları ve
mekanizmaları temsil etmektedir.)
Modern devlet sistemi (kapitalist dünya ekonomisi) tarihinde üç hegemonik güçten söz
edilmektedir. Bunlar XVIII. Yüzyıldaki Hollanda (Birleşik Eyaletler); XIX. Yüzyıldaki
;İngiltere (Birleşik Krallık) ve XX. yüzyılın ortalarından itibaren ABD* (Birleşik Devletler)dir.
Bunların hegemonik pozisyonları askeri güçlerinden ziyade ekonomik güçlerinden
kaynaklanmaktaydı.
(*Cox’a göre, 1945’ten 1875’e kadar süren ilk dönemde İngiliz hegemonyası söz konusuyken
arkasından gelen 1875-1945 dönemi hegemonyanın olmadığı dönem olarak nitelendirilir. 1945-
1960 dönemi ise Amerikan hegemonyasının geçerli olduğu dönemdir.)
Holtsi, kapitalist dünya sistemi modelinin sadece Batı-Güney ilişkilerini analiz etmeye
alıştığını, Doğu-Doğu, veya Doğu-Güney ilişkilerine uygulanmadığını iddia etmektedir.
ULUSLARARASI İLİŞKİLER TEORİLERİ Tayyar ARI
Yapı olarak tanımlanan sistemin devletlerin dış politikası üzerindeki belirleyici ve sınırlayıcı
etkisi üzerinde durulması, uluslararası politikada davranışsal düzenlikler olduğunun
varsayması, dış politikadaki benzerliklere dikkat çekmesi, bilim felsefesinin ilkelerini
önemsememesi, tarihsici bir yaklaşım yerine yapısalcı bir yaklaşım benimsememsi ve anarşi
kavramına yüklediği anlam bakımından neorealizm klasik realizmden farklılık göstermektedir.
Klasik realizm insan doğasından hareket ederek devletin güç peşinde koşmasından kaynaklanan
güç mücadelesi üzerinde yoğunlaşırken, neorealizm ise uluslararası yapıdaki anarşi olgusu
üzerinde durmaktadır. Uluslararası yapıda sürekli bir düzenin bulunması, diğer taraftan
devletlerin farklı çıkarlara sahip olma savaşlarına yol açmaktadır.
Klasik realistler de neorealistler gibi, “yapısal anarşi” veya sorunların çözümünü sağlayacak
“merkezi bir otoritenin yokluğu” üzerinde durmakla beraber bunu bir sonuç olarak
değerlendirerek devletlerin dış politikası üzerinde belirleyici bir etkisi olduğu üzerinde
durmuyor oysa neorealistler anarşi olgusuna bir neden olarak bakarak devletlerin dış
politikasını açıklamada önemli bir çıkış noktası olarak kabul edilmektedirler. “Güvenlik
ikilemi” (security dilemma) ve ve “kendine güvenme” (self help: kendine yardım) kavramları
üzerinde duran neorealistlere göre, her hangi bir devletin güvenliğini tehlikeye sokmaktadır.
Dolayısıyla “nisbi kapasite” (relative capabilities) sorunun realist yaklaşımda merkezi bir öne
sahip olduğunu vurgulamak gerekir. Ayrıca idealistlerin ve liberallerden farklı olarak realistleri
için devletler arasındaki çatışmalar, kötü liderlerin hatalarından, bilgi eksikliğinden, yanlış
algılamadan, eğitimsizlikten, sosyo-politik yapıdan ve tarihsel nedenlerden kaynaklanan bir
durum olmayıp tamamıyla doğal ve olağan bir durumdur.
Morgenthau’ya göre rasyonel bir dış politika riskin minimize edilmesi, kazancın ise maksimum
kılınmasıdır. Morgenthau’nun rasyonel politika varsayımında da ideoloji gibi unsurlara yer
verilmemektedir. Realistler tarafından devletler üniter ve bütüncül bir yapı olarak
görüldüğünden bunların politikaları, iç siyasal koşulların bir sonucu olmaktan ziyade dışsal
gelişmelere verilen bir tepki olarak (bilardo topu varsayımı) düşünülmektedir.
Bununla beraber, klasik realizmin temel özelliklerinden olan, “moral unsurlarının siyaset dışı
tutulması ve etikten arındırılmış bir siyaset anlayışı”. Bir taraftan bilimsellik kaygısıyla hareket
ederken diğer taraftan pozitivizmin önemli ilkelerinden biri olan “değerden arındırılmış bilim”
ilkesini yadsıması neorealizme yöneltilen önemli bir eleştiridir.
Uluslararası politikanın temel aktörünün devlet olarak görülmesi, devletlerin üniter yapılar
olarak değerlendirilmesi, devletlerin ve devlet adamlarının rasyonel sayıldıklarının
varsayılması ve devletlerin bencil ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden birimler olarak
kabul edilmesi, hem klasik realizmin hem de neorealizmin ortak varsayımları ve özellikleridir.
Neorealizmde insan doğası faktörün dışlanıp uluslararası yapıya öncelikli bir rol tanıması;
klasik realizmde ise uluslararası yapı ve insan doğası faktörlerinin birlikte düşünülmesidir.
Keohanne’e göre neorealizm, realizmi bir uluslararası politika teorisi haline getirme çabasıdır.
Genelde realistlerin gözardı ettikleri uluslararası siyasal değişim sorununu ele anan Gilpin ise,
“Dünya Politikasında Savaş ve Değişim” adlı çalışmasında uluslararası sistemin oluşumundaki
amaçları ile toplumsal ya da siyasal sistemin oluşumundaki temel amacın anynı olduğunu
düşünmektedir.
Gilipin, uluslararası siyasal değişime ilişkin bazı varsayımlardan hareket etmektedir. Bunlardan
ilki, hiçbir devletin sistemin değişiminden bir çıkar elde edeceğini düşünmediği sürece sistemin
istikrarlı, yani dirgin olacağıdır. İkincisi, herhangi bir devletin, elde edeceği faydanın
katlanacağı zararı aşılması (net kazanç) durumunda sistemi çıkarları doğrultusunda değiştirmek
isteyeceğidir. Üçüncüsü, bir sistemin uluslararası bir sitemi değiştirmek istemesinin ana
nedenlerinin ülkesel, ekonomik ve siyasal anlamada genişlemesinin getireceği ek marjinal
fayda eşit yada daha fazla olduğu noktaya kadar genişlemek arzusundan kaynaklandığıdır.
Dördüncüsü, yeni değişimin doğurduğu fayda ile maliyet arasındaki dengeye ulaşıldığında
genişlemenin duracağıdır. Sonuncu varsayım ise, uluslararası sistemde dinginsizlik ve
istikrarsızlık çözülemediğinde sistemin değişeceği ve yeni dinginliğin yeni oluşan güç
dağılımını yansıtacağıdır.
REALİZMİN ELEŞTİRİSİ
Realizmi eleştirenler, özellikle Soğuk Savaş sonrasında uluslararası ilişkilerin marjinal konuları
olarak görülerek alçak politika olarak nitelendirilen konuların, yüksek politika, olarak görülen
askeri ve güvenlik konuları kadar önemli hale geldiğini ve bu ayrımı anlamsız hale getirdiğini
ileri sürmektedirler.
Realizm 1939-1989 arası dönemdeki gelişmelerde uluslararası politikayı açıklayan temel bir
paradigma. Realizm ve neorealizm Sovyetlerin yıkılmasını, silahsızlanmaya dönük radikal
denebilecek gelişmeleri, yaşanan demokratik devrimleri, global işbirliğini ve uluslararası
entegrasyonları içeren sitemin öngörememiştir.
Keohane’e göre realizm başlı başına tatmin edici bir dünya politikası değildir.
Lakatos’un araştırma programı kavramından. Lakatos’a göre bir teorinin her türlü sınamaya
karşı korunmuş ve reddedilmeyen varsayımlardan oluşan bir çetin özü ve bir de olası
yanlışlamalara karşı teorinin çetin özünü korumak amacıyla oluşturulmuş koruyucu kuşak adı
verilen varsayımları (negatif heuristic) bulunmaktadır.
2. Jeopolitik Teoriler
insan-çevre ilişkisini araştıran pek çok yazar, çevresel faktörlerin siyasal davranışlar üzerindeki
belirleyici ve koşullandırıcı etkisi üzerinde durmuşlardır.
Jeopolitik, Rudolf Kjellen coğrafi oluşum ve mekan içinde devlerin bilimsel olarak tetkik
edilmesi ifadesini kullanmaktadır. Jeopolitik, devletin varlığının doğa kanunları ve insanların
davranışları açısından araştırılması ve değerlendirilmesidir. Haushofer’a göre coğrafi bölgenin
ve tarihsel gelişmelerin etkisi altında değişen politikanın devlet üzerinde yaşadığı toprak parçası
ile ilişkisinin araştırılmasıdır.
Siyasal coğrafyacılar coğrafyanın yanı sıra toplumsal, kültürel, ekonomik ve siyasal nedenlere
yer verirken…
Jeopolitikçilerin coğrafya ile dış politika arasında doğrudan bir nedensellik ilişkisi kurmasına
karşılık, siyasal coğrafyacılar coğrafya faktörünü diğer unsurlarla birlikte dikkate almaktadırlar.
Güç ve ulusal güç devlete bir şey yaptırmayı ya da bir davranıştan vazgeçilmeyi sağlayan
araçtır. Başında askeri güç; siyasal yapı, ekonomik durum, coğrafik konum ve büyüklük, nüfuz
ve teknolojik düzeyde aynı derecede önemli unsurlardır. Bu öğeler dikkate alınarak süper
devlet(ler), büyük devletler, orta boy devletler ve küçük devletler olarak sıralanmaktadır.
Deniz gücünün unsurları adını verdiği öğeler; coğrafik konum, topografik özellik, ülke
büyüklüğü, nüfus, askeri güç, ulusal karakter ve hükümetin karakteridir. Morgenthau’ya göre
ise ulusal gücün öğeleri, coğrafya doğal kaynaklar, endüstriyel kapasite, askeri güç, nüfus,
ulusal karakter, ulusal moral, diplomasinin niteliği ve hükümetin niteliğidir. Frederic H.
Hartmann’a göre ulusal gücün öğeleri; askeri durum, altyapı (enfrastrüktür), demografik yapı,
coğrafya, ekonomik durum, bilimsel-teknolojik düzey ve psikolojik durumdur askeri güç,
termonükleer güç, psikolojik durum, kültürel özellikler, inanç sistemleri ve moral unsurlar
olarak…
Frankel coğrafyanın dış politikadaki önemini kabul etmekle beraber toprak genişliği ile dış
politika arasında sürekli bir bağlantının kurulamayacağına inanıyordu.
Strausz-Hupe, Orta Avrupa, Baltık, Adriyatik ve Ege’yi içine alan bölgeyi ele geçiren devletin
Avrupa’ya hekim olacağını ifade etmektedir.
Strausz-Hupe, Avrupa kıtasının tek bir gücün hakimiyeti altına girmesini ekonomik ve
teknolojik dengeyi bozmasının yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri’nin güvenliği açısından
da tehlikeli olacağına işaret etmektedir.
(Mahan, ulusal güç ile coğrafyayı özdeşleştirirken, burada karalardan çok denizlerin önemi
üzerinde durmaktadır.)
Mackinder’e göre tarih nerdeyse deniz güçleri ile kara güçleri arasındaki mücadelenin tarihi
biçiminde gelişmiştir.
Mackinder analizinde, kenar kuşak teorisini ortaya atarak Mankinder’in “heartland” kavramına
tutarlı bir alternatif getiren Nicholas J. Spykman “rimland” (kenar) kavramı üzerinde
durmuşlardır.
Spykman’a göre, Avrupa ve Asya’da uzun bir süre güç dengesinin sürmesi nedeniyle,
Transatlantik ve Transpasifik’te herhangi bir gücün tek başına egemenliği söz konusu olmamış
ve bu burum ABD’nin bugünkü hegamonik pozisyonuna erişmesinde oldukça önemli rol
oynamıştır.
(Spykman’a göre, Eski Dünya, Yeni Dünya’dan toprak bakımından 2,5, nüfuz bakımından ise
7 defa daha büyüktür. Bunun yanında endüstriyel kapasite bakımından dengede bulunsalar da
kendi kendine yeterlilik bakımından Avrasya, Afrika, Avustralya’nın da içinde bulunduğu Eski
Dünya daha yi durumdadır.)
Friedrich ratzel, Rudolf Kjellen, devletleri canlı bir organizmaya benzetmekte ve onların da
tıpkı hayvanlar gibi hayatta kalma için mücadele etmek zorunda olduklarını… “dinamik
sınırlar” Ratzel, Kjellen… Haushofer… iki savaş arası dönemdeki Alman yayılmacı
politikasının düşünsel temelini oluşturmuştur.
(En önemli sorunun Almanya ve SSBC’nin dengelenmesi, bu iki devletin arasında kurulacak
bir siyasal birliğin oldukça geniş bir coğrafyayı içine alan bir “Doğu Avrupa Federasyonu”
olacağına dikkat çekiyor.)
coğrafya ile ulusal gücün özdeşleştirdiği Alman jeopolitik düşüncesi, ulusların yeterli
hammadde, sanayi ve pazarına ulaşabilmek, büyük bir nüfusa ve özellikle “lebensraum”a
(“hayat sahası”; “yeterli toprak parçası”) sahip olmak amacıyla sınırlarını genişletmelerini
normal karşılamaktadır.
(Ratzel bir çalışmasında, sınırlar için, bunun bir ülkenin genişlemesinin gerçekçi olarak
durduğunu gösteren hatlar olduğunu belirtmektedir.)
Emperyalist genişlemeyi ve yayılmacı politikaları devletler için doğal kabul eden klasik realizm
gibi jeopolitik teori de emperyalizm ve yayılmacı politikalara kılavuzluk eden bir uluslararası
politika teorisidir.
Coğrafya, sömürgeci politikaların bilimsel altyapısını hazırladığından giderek emperyalizmin
aracı haline gelmiştir.
Friedrich Ratzel’in “doğal genişleme yasası”na göre, savaşlar devletlerin coğrafik anlamda
genişlemesinin gerekli bir aracıdır. Harlford Mackinder’in “global güç dengesi” teorisi de
emperyalist politikaya kaynak teşkil eden bir yaklaşımdır. Teori, Amerikan karar vericilerinin
Savaş sonrasında başlayan çevreleme politikasının da temelini oluşturmuştur.
“Poisbilist” Lucien Febvre ve Vidal de la Blanche. Çevre, insan davranışlarının sınırlarını tek
başına belirleyememekteyse de eylemler üzerinde sınırlı da olsa koşullandırmacı bir etkiye
sahip olduğunu kabul etmek gerekir.
Sprout’lara göre coğrafya bize ne yapmamızı emreden bir öğe olmayıp tercihlerimizi
oluşturmada yol göstericidir.
Olasılıkçı doktrine göre, çevre ve dış ortam karar vericiyi bir davranışa zorlayan bir öğe
olmayıp karar vericinin önündeki olanaklara ve sınırlamalara işaret etmektedir.
Mekan unsuru analizin çerçevesini meydana getirmektedir. İkinci bir katkı ise model kurmaya
ilişkindir. Jeopolitikçilerin üzerinde durduğu bir diğer nokta da mekansal heterojenik ve
mekansak bağımlılıktır.
Siyasal coğrafyacılar, coğrafyanın belirleyici bir etken olmadığını fakat posibilistlerden bir
adım daha ileri giderek en fazla koşullandırıcı bir etkiye sahip olabileceğini savunmaktadırlar.
JEOPOLİTİK DÜŞÜNCE OKULUNUN SINIFLANDIRILMASI
Jeopolitik düşünürler altı gurupta ele alınabilceği… Geofrey Parker bunları a) ikili düşünce
(binarist) b) marjinlistler (marginalist) c) üçlü düşünce (trinary) d)bölgeciler (zonalist) e)
merkezciler (centralist) ve son olarak f) çoğulcular (pluralist) olarak ele alıyor.
İkili düşünceye göre, iki güç odağına. Mackinder kara gücü ve deniz gücü… ikili ayrıma…
Üçlü düşünce… üç güç merkezine… Bunlar, kısaca okyanuslar veya deniz alanları, kıtalar veya
kara parçaları ve kenar kuşak…
Zonalistler dünyanın merkezi olarak, kuzey yarım kürenin ılıman ve alt tropilak kuşağını
almaktadır. Karl Haushofer’in görüşlerine.
Çoğulcu okula tarihsel olarak güç merkezli bir yerden bir başka yere sürekli kaymıştır veya
kaymaktadır.
Oyun teorisine, çatışmayı ve rekabeti öngören karar verme süreçlerine ve ilişki biçimine
uygulanacak bir teori olarak bakılmıştır.
Uluslararası ilişkilerin temel aktörü olarak devleti kabul etmesi realizmin özelliklerini yansıtan
bir teori görünümüne sahip olması.
Oyun teorisi, taraflar (players), stratejiler (strategies), kurallar (rules) ve sonuçlar (payoffs)
olmak üzere dört temel unsura dayanmaktadır.
Bu tür oyunlara sıfır toplamı oyunlar denmektedir.
Oyun teorisi, oyuncuların rasyonel davrandığını, rakibin en olumsuz tutuma göre stratejinin
belirlendiği ve çıkarın maksimum kılınması zararın minimuma indirilmesinin temel amaç
olduğunu varsayar. Optimal denge noktası her iki oyuncu için de minimaks ya da maksimin
noktasıdır.
Taraflar arasında güven ve haberleşme olmadığı için taraflar rakibin en olumsuz tutumuna göre
stratejilerini belirleyeceklerinden…
Sıfır toplamlı olmayan oyunlar da denen değişken toplamlı oyunlarda ise, oyunun sonundaki
toplam kazanç tarafların izleyecekleri ortak stratejilere bağlı olarak değişebilmektedir.