You are on page 1of 11

DiVAN EDEBiYATI

ders kitabının büyük rolü olmuştu r. Di- len, bu edebiyatın Osmanlı milletine mah-
DivAN EDEBiYATI
van edebiyatı adlandırması bu eserle, sus veya onun sahibinin Osmanlı toplu-
Türk edebiyatının artık şurada burada bazı makalelerde mu olduğu gibi bir düşünce değil , dilde
İslAm medeniyeti dairesinde
rastlanır bir söz olmaktan çıkıp kitapta ve zevkte milli bir edebiyatın karşıtı sa-
Arap ve Fars edebiyatları yanında
sık sık tekrar edilir ve yüzlerce sayfalık yılarak kendisine köhnemiş, milli kültü-
meydana getirdiği
büyük edebiyat kolu. müstakil bir bölüm olan "Eski Divan Ede- . re yabancı kalmış bir zihniyetin temsil-
L
biyatı" başlığı altında adeta resmTieşir. cisi nazarıyla bakılan bir edebiyat oldu-
Tarifi ve Adlandırılışı. Türk edebiyatı­ Ömer Seyfeddin, başlangıçta devrinin bir- ğudur. isme bu manayı getiren bakış,
nın umumi gelişimi içinde, nazari ve es- çok yazarı gibi "enderun edebiyatı" ad- birçok yazar tarafından gayet açık şekil­
tetik esaslarını İslami kültürden alarak landırmasını benimserken (mesela bk. de çeşitli yerlerde ve defalarca ifadesini
meydana gelen ve özellikle örnek kabul "Türk Sözü", Türk Sözü, nr. ı lll Nisan bulur.
ettiği Fars edebiyatının her yönden kuv- ı3301. s. ı-3; "Halk Ne Der", a.g.e., nr. 2 Divan edebiyatı tabiriyle, Osmanlı sa-
vetli ve sürekli tesiri altında şekillenip 11 8 Nisan 13301. s. 9-ı 1; "Türkçeye Karşı ray ve konaklarında teşekkül eden, di-
belirgin örneklerini vermeye başladığı Enderunca", a.g.e., nr. 4 1ı Mayıs 13301. van dedikleri ekabir meclislerine mah-
XIII. yüzyıl sonlarından, XIX. yüzyılın ikin- s. 25-27; "Osmanlıca Değil , Türkçe Türk- sus bir zümre edebiyatı kastedilmiş ol-
ci yarısına kadar, bünyesini sarsıcı ve za- çe", a.g.e., nr. 5 18 Mayıs 13301. s. 33- 34) duğu zamanla gözden kaçarak şairlerin,
yıflatıcı bir tepki ve değişikliğe uğrama­ "Enderunca, divanlarda gömülü eski li- şiirlerini bir araya topladıkları eseriere
dan Arapça- Farsça kelimelerin geniş öl- san, eski divanlardaki Osmanlıca denilen divan dendiği ve netice itibariyle onun
çüde yer aldığı bir dille varlığını altı asır Enderun dili" şeklinde ifade ettiği bu divan adlı şiir mecmualarından meyda-
sürdürmüş bir edebiyat geleneğidir. edebiyata mahsus bir dil kavramından na gelme bir edebiyat olduğu yolunda
Sadece sanat gayesinin hakim oldu- hareketle sonunda "divan edebiyatı" ve bir yorum üretilmiş, bu ismin bu sebep-
ğu bu edebiyata, Batı tesiri altında yeni "divan şairleri" gibi yeni bir adiandınş le konulmuş olduğu sanılmıştır.
bir edebiyatın doğuşundan bu yana, çe- ve kavrama ulaşır ("İskolastik Lisanımı­ Hangi düşünce ile bulunmuş olursa
şitli ve zamanla biri diğerinin yerini alan zın İflası", Milli Ta/im ve Terbiye Cemiye- olsun divan edebiyatı sözü esasında ilmi
adlar verilmiştir. Başlangıçta bu yeni ede- li Mecmuası, nr. 4 INisan ı3351. s. 37-46; ve yeterli bir adiandırma değildir. Türlü
biyattan ayrı tutmak düşüncesiyle "ede- nr. 6 ! Şubat 1335 1. s. ı 1-21) . Ömer Sey- verileriyle altı asır sürmüş koca bir ede-
biyyat-ı cedide" karşıtı olmak üzere ona feddin gibi Ali Canib de bir başkası ve biyatı yalnız divanlara inhisar ettirip onun
"edebiyyat-ı kadime· ve "şi'r-i kudema· yenisi olmadığı için "eski" denmesine ge- çok çeşitli eserler verd i ği birçok edebi
denmiş, mahsullerinden de " asar - ı es- rek bulunmadığı halde, onda bir köhne- nevi dışarıda bırakan , nesri ise hiç he-
laf" diye bahsedilmiştir. Sonraları umu- lik ve eskimişliği vurgulamak kastıyla , saba katmayan bu adlandırışın yanlışlı­
miyetle aşağılayıcı mahiyette bir zihni- haşve düşmek pahasına sık sık "eski ğı kadar yetersizliği de meydandadır.
yeti aksettiren "havas edebiyatı, saray divan edebiyatı " ifadesini kullanır. Her Tabirin bu aksak ve yetersiz mahiye-
veya enderun edebiyatı, skolastik ede- ikisinin de ümmet çağı mahsulü ve Acem tinden dolayı onun yerine "klasik Türk
biyat. medrese edebiyatı, ümmet ede- mukallidi olarak gördükleri bu edebiya- edebiyatı" adı zamanla daha fazla ter-
biyatı, ümmet çağı edebiyatı" adları ve- ta neden bu ismi verdikleri Ali Canib'in cih edilir olmuştur. Ancak bu adiandınş
rildiği gibi bunlara " Osmanlı edebiyatı, şu ifadelerinde açıklamasını bulmakta- da bu edebiyatın ne derece ve nesiyle
yüksek zümre edebiyatı , klasik edebi- dır: "Hulasa divan halinde teşekkül eden, klasik sayılabileceği, gerçek manası ile
yat, klasik Türk edebiyatı" şeklinde yeni ancak saraylarda, zümrevi divanlarda klasik bir edebiyatın ne olduğu veya ne
yeni isimler ilave olunmuştur. Bu edebi- kabule mazhar olan bizim eski edebiya- olması gerektiği münakaşasını da bera-
yatı ifade etmek için doğrudan doğruya tımıza verilecek en doğru ad 'divan ede- berinde getirmiştir. Onda Batı edebiyat-
"litterature classique· sözünün tercüme- biyatı' ta biridir" (Edebiyat !istanbul ı 340, larındaki klasiklik ölçülerini arayanlar
si durumunda olan " edebiyyat-ı tasni- s. 207, 2. bs ., 19261. s. 256) . Onun, dili ve bunları göremedikleri için bu edebiyata
fiyye· adı bile düşünülmüştür (Ali Ekrem, ruhu ile halktan uzak, kendi içine kapa- klasik denemeyeceğini ileri sürmüşler­
"Lisan-ı Nazmda Eşkal ve Efkar", DEFM, lı, imtiyazlı bir zümre edebiyatı olduğu­ dir. Bunlara karşı, mutlaka onlara ben-
nr. ı !Mart 1332]. s. 16) . Ali Ekrem daha nu belirtmek üzere bu deyimle eş de- zemek mecburiyetinde olmayan eski şi­
da öteye giderek "edebiyyat-ı Osmaniy- ğerde ve yine menfi manada "Enderun irin kendi ölçüleri içinde ve kendine mah-
ye-i tasnifiyye· der (Mesalik -i Edebiyye, edebiyatı, medrese edebiyatı " tabirle- sus bir klasik edebiyat olduğunu belirt-
istanbul 1333-1334, s. 28) . ri de sık sık kullanılmıştır. Yabancıların mek suretiyle bu meselede en isabetli
"Divan edebiyatı" sözü bunlar arasın­ Türk edebiyatma verdikleri, yahut yerli hükmü getirmiş olan M. Fuad Köprülü
da en yenisi olduğu kadar en fazla tu- müelliflerin kendi edebiyatları için kul- (Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 192 1, 2.
tulanını da teşkil etmiştir. Mütareke dev- landıkları "Osman lı edebiyatı" tabiri baş­ kitap, s. ı 2 ı- ı 22), Türk edebiyatı tarihi-
rinde ortaya çıkan divan edebiyatı tabi- langıçta milliyet belirleyen bir söz iken nin en yetkili mümessili olmak sıfatı ile
ri önce Ömer Seyfeddin ve Ali Canib 'in sonraları onunla bunun ötesinde bir ma- "divan edebiyatı" sözünü kullanmama-
kalemlerinde kendini hissettirmeye baş­ na kastedilir olmuştu r. Bu haliyle "Os- ya hususi bir dikkat göstermiştir. Sade-
lamış, Cumhuriyet'in ilk yıllarından bu manlı edebiyatı" sözünün arkasında hal- ce 1934 yılında hazırladığı antolojisine.
yana ise gittikçe büyük bir yaygınlık ka- kın anlamadığı , Osmanlı sarayının hima- "Eski Türk Edebiyatı Antolojisi", "Eski Şi­
zanmıştır. Bunda Ali Can i b· in 19Z4'ten ye ve hizmetinde, sadece Osmanlı "gü- ir Antolojisi" gibi, bu edebiyatın dışında­
itibaren yeni baskıları ile yıllarca okutul- zideler tabakası"na hitap eden, halk ve ki sahaların eserlerini de şümulü içine
muş olan, öncekilerden farklı bir zihni- milletten kopuk bir ümmet edebiyatı alacak ve tabiatıyla antolojisinin sınır ve
yet ve kadro ile yazılmış Edebiyat adlı kavramı vardır. Artık bu sözle kastedi- çerçevesine uygun düşmeyecek isimler-

389
DiVAN EDEBiYATI

den kaçmarak ona Eski Şairlerimiz - Di- Atebetü '1- hakayık gibi eserler de di- İslami dilin kitap dünyası ile temasa gel-
van EdebiyatJ. Antolojisi adını verir- van edebiyatının ilk örnekleri arasında diklerinde onların taşıyıcısı olduğu Arap
ken bir defaya mahsus olmak üzere bu sayılmaktadır. Divan edebiyatı İslami dev- ve Fars edebiyatlarını da tanıma imka-
tabiri kullanmaya mecbur olmuştur. ilim renin edebiyatı olmakla beraber İslami nın ı elde ederler. Arapça'nın daha ziya-
hayatının başlang ı cında Şehabeddin Sü- Türk edebiyatı bütünü ile divan edebi- de bir ilim dili olmak hüviyetini göster-
leyman ile birlikte yazdığı Yeni Osman- yatı demek değildir. Divan edebiyatı, İs­ mesine karşılık Farsça ile, Arap edebi-
lı Tarih-i Edebiyydtı'nda (İstanbul 1334, lami Türk edebiyatının özellikle nazım yatından aldığı şekil ve konuları kendi-
s. 37-38, 190, 291) görüldüğü üzere kısa sahasında doğrudan doğruya İran şiiri­ ne adapte ederek oldukça gelişmiş bir
bir süre için "saray edebiyatı" tabirine nin bütün geleneklerini benimsemiş, ta- edebiyat meydana gelm i şti. Bu edebi-
yer vermiş olan Fuad Köprülü, antoloji- mamıyla onu esas almış bir kolunu tem- yat, vezin ve nazım şekillerinden başla­
sinden sonraki bütün yazılarında da di- sil eder. Onun benimsediği bu estetik yarak şiirin her türlü motif ve ilham ko-
van edebiyatı sözüne hiç itibar etme- gaye ve anlayış dışında kalan edebi mah- nularına kadar gelenekleri yerine otur-
yip daima klasik edebiyat veya klasik sulleri divan edebiyatı dairesi içine yer- muş, bütün belagat kaideleri esasa bağ­
Türk edebiyatı adlandırmasını benimse- leştirmeye çalışmak yanlış ve ilmi ger- lanmış, gelişme ve varlığın ı Türk soyun-
miştir. çeğe aykırı bir tutumdur. dan hükümdar saraylarının himaye ve
Divan edebiyatıtabiri sırf eski Osman- Edebi nevi ne olursa olsun İslami de- teşvikine borçlu bir edebiyattı. Saray şa­

lı edebiyatıiçin ortaya atılmış ve onunla virde ortaya konmuş her türlü eseri, ifa- irlerinin hükümdarlar için parlak methi-
hep Osmanlı şiiri kastedilmiştir. Kendi- desinde Arapça, Farsça kelimeler çokça yeler düzdükleri kasideler, hepsinde de-
siyle aynı estetik ve esasları paylaşan, bulunduğu için yahut vezninin aruz ol- ğişmez ve ideal bir güzelin vasfedildiği,
aynı şekilde saray muhitinde gelişen , ması dolayısıyla divan edebiyatından say- vuslatsız bir aşkın ıstıraplarının teren-
hatta ondan çok daha fazla birer saray mak çok hatalı, fakat o derece yaygın nüm edildiğ i sıra sıra gazeller, ağır başlı
edebiyatı olan Çağatay ve Azeri sahası bir görüş halindedir. Dilinin Arapça, Fars- terci' - ben d ve ter ki b- bendler, duygu ve
edebiyatla rı için de aynı tabirio bu ölçü- ça kelimeler taşımasından, İslami kül- düşünceyi en kesif bir halde küçük bir
lere göre geçerli olması gerekeceği dü- tür kaynaklarından beslenmiş olmaktan hacme sığdıran rubafler, kahraman ları
şünülmemiştir. Ne Çağatay ne Azeri ede- ötürü İslami Türk edebiyatı mahsulü her- hep aynı olan aşk maceralarının anlatıl­
biyatı tarihi literatüründe böyle bir ter- hangi bir eserin hemen divan edebiyatı dığı mesneviler . bu edebiyatı meydana
minolojiye yer verilmiş ve ne de her iki dairesine girmesi gerekmez. Yalnız mal- getiriyordu. Tantanalı kasidelerin dış ale-
klasik edebiyat hakkında divan edebi- zemeyi göz önüne a lıp estetik gayeyi hiç me açılan nesfb ve teşbfb l erinde çevre-
yatı diye bir adiandı rm a hatıra gelmiş­ dikkat e almayan bir mantıkla, aruz vez- den ve tabiartan seçilmiş manzaralar,
tir. Ancak son zamanlarda memleketi- niyle de şii rler yazmış olmasına, Arap- gazellerde sevgili yahut saki ile bir arada
mizde popüler mahiyetteki bazı eserler- ça'dan, Farsça'dan gelen kelimeleri kul- olunan gül bahçeleri, şarabın kadehten
de Osmanlı edebiyatma kıyasla "Orta As- lanmasına, üstelik şiirleri divan adı altın­ kadehe devrettiği içki meclisleri, önce
ya divan edebiyatı" kabilinden bazı yakış­ da toplanmış bulunmasına bakılarak ucu sayılanlarla birlikte bu edebiyatın etra-
tırm alara gidildiği göze çarpmaktad ır. bir Yunus Emre'yi bile divan edebiyatı fında döndüğü başlıca ilham konularıydı.

Hiç gözden kaçınlmayacak bir nokta içinde görmeye varacak bir garabete Ünlü şairlerin elden ele dolaşan divanla-
da divan edebiyatma kısa bir devre için düşmekten kurtulmak mümkün değil ­ rındaki şiirlerin nazım şekilleri Türk ede-

değil asırl arca kaynaklık etmiş, estetik dir. Divan edebiyatının kısmen tesiri al- biyatının geleneğ indekilerden çok fark-

esasları ve gelenekleriyle örneklik yap- tında kalmış olmanın da eser ve dolayı­ lı, hele vezni ise kendisinin, kelimeleri

m ış ve tam bir saray edebiyatı olan İran sıyla müellifinin tek başına divan edebi- belirli hece sayı ve duraklarında topla-
edebiyatı tarihi sahasının böyle bir ter- yatma mensup gösterilmesine yetme- yan ritminden bambaşka idi. Arapça ve
minolojiyi timımaması, "İran divan ede- yeceği bellidir. Farsça'nın kah uzayan, kah kısalan he-
biyatı, İran divan şiiri " gibi bir adlandır­ Divan Edebiyatının Teşekkülü ve Onu celerine göre gruplanmış kalıpları ile bir
maya lüzum görülmemesidir. Batılı ol- Hazırlayan Şartlar. Kendisine çeşitliad ahenk oluşturan aruzun, sesleri bu şe­
sun yerli olsun, Fars edebiyatı ve şiiri ve sıfatlar yakıştırılmış, altı asır boyun- kilde uzayıp bükülemeyen Türkçe'ye gel-
hakkındaki literatürde ne eskiden ne de ca kesintisiz devam edebilmek gibi müs- mez sistemiyle mısra dizrnek veya Türk-
günümüzde böyle bir tabire rastlamak tesna bir hüviyet ve varlık göstermiş olan çe'yi ona uydurmak, başlangıçtan belli
mümkündür. bu köklü ve derin maziye sahip edebi- ki çok çetin bir uğraşma ve hayli tecrü-
Divan Edebiyatı Ölçüsü ve Sahası. Di- yatın mahiyetini temelden kavrayabil- be isteyecek bir işti. Divanları dolduran
van edebiyatı sözünde başka aykırı bir mek için onun hangi şart ve tesirlerle şiirlerde adeta bir yaylı saz gibi baştan

taraf da son zamanlarda halk edebiya- nasıl meydana geldiği meselesinden ha- başa ahenk kesilen Farsça karşısında

tı dışında, bütün bir İ slami Türk edebi- reket etmek gerekir. Türkçe ne olabilir, ne yapabilirdi? Türk
yatını ifade için kullanılır olmasıdır. is- Maveraünnehir' de karşılaştıkları is- edebiyatı kendi geleneklerinden çok ay-

lamı eski edebiyatla divan edebiyatı bir- lamiyet'e VIII. asırda girmeye başlayan rılan, yeni ve o nisbette çekici, seviyesi-

biriyle eş değerde ve rahatça biri diğe­ Türkler, sadece inanç ve arnelde kalma- ne kolay erişilmez görünen bir edebiya-
rinin yerini alabilecek birer kavram de- yarak bu dinin yarattığı medeniyeti de ta doğru yön değiştirirken bu türlü prob-
ğildir. Ancak bazılarınca divan edebiyatı bütün müesseseleriyle kabul ediyorlar- lem ve engeller kaçınılmaz surette ken-
ile bütün bir İslami Türk edebiyatının dı. Bu medeniyetin Türk ülkesinde te- disini beklemekteydi.
eş değerde bir kavram olarak alınması şekkül etmiş medrese ve emsali ilim ve Türk edebiyatı, Türk dilinin yayıldığı
sonucu, ilk Kur'an-ı Kerim tercüme ve kültür merkezlerinde Arapça ve Farsça'- sahaların hangisinde ve hangi zamanda
tefsirlerinin yanı sıra Kutadgu Bilig ve yı öğrenen okumuş zümre, bu iki büyük ifadesi, vezni, şekilleri, motifleri, duyuş

390
DiVAN EDEBiYATI

tarz ve zevkleriyle bu edebiyatı nasıl be- hammed ile Taceddin Ali Şah, ayrıca Mer- tam bir benzerlikten söz edilemez. Bü-
nimsedi? Kendi geleneklerine uymayan glnan Meliki Yabgu da Fars diliyle şiir­ tünüyle mesnevi şekl inde yaz ılm ış ol-
bu edebiyata nasıl adapte oldu? Fars ler yazmışlardır (Muhammed Avfi, Lüba· makla beraber nazım örgüsünde milli
edebi kültürünü almış Türk müneweri bü 'l -e lbab l nşr. Safd -i Nefisfl. Tahran 1333 nazım geleneğinden gelen dörtlüklerin
başlangıçta hemen Türkçe mısralarla hş ., s. 34, 36, 40- 41, 43, 45 , 47, 49, 53 ; krş . 173 defa yer alması. hele Atebetü '1- ha-
onu denemeye çalıştı mı? Türk edebi- Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 218) Bü- kayık ' ın baştan sona kadar bu dörtlük-
yatı tarihi, bu geçiş ve klasik iran şiiriy­ tün Selçuklu ailesinin şiire düşkün oldu- lerle yazılması, henüz klasik iran şiirinin
le temas ve deneme devresinin ilk vesi- ğunu kaydeden Nizarnl-i ArOzf, hele Al- nüfuz dairesine tam girilmemiş olduğu­
ka ve mahsullerinden mahrum bulun- parslan'ın oğlu Toganşah ' ın şiir ve şairle­ nun ayrıca bir delilidir. Bundan başka
maktadır. Ancak ortada bilinen bir şey re alakasını büyük bir övgü ile belirtmek- Kutadgu Bilig'de mesnevi tarzı kafi-
varsa o da Xl- XIII. asırlar arasında kla- tedir (Çehar Makale ln ş r. Muhammed b. yeleniş sisteminin de Divanü lugaü 't-
sik iran şiirine heveslenen Türk asıllı şa­ Abdülvehh ab Kazvfnfl. Leiden 1909, s. 43) Türk 'teki şiir parçalarında görüldüğü
irlerin iranlı şairler gibi eserlerini Fars- iran dili ve edebiyatının hakim bulun- üzere Türk nazmının kendi gelenekle-
ça yazdıklarıdır. Nasıl Farabf. ibn sına duğu bu ortamda Türkçe, klasik şiirin rinde mevcut bulunduğu gözden uzak
gibi Türk asıllı alimler eserlerinde Arap- dili olabilmek için gerekli teşvik ve şart­ tutulmamalıdır.
ça'yı ilim dili kabul etmişlerse bu çağın ları henüz bulamamıştı. Divanü lugaü 't - Türk'ün getirdiği şiir
şairleri de başlangıçta Farsça 'yı edebi islamı Türk edebiyatı teşekkül devre- parçalarının bir kısmı. Türkçe'yi aruzda
dil olarak benimsemişlerdir. Yabancı kül- sinde bölgelere göre farklı bir seyir ta- denemenin başka tipte örneklerini ve-
türlerin canlı olduğu ve Farsça konuşan kip etmiştir. Fars kültür havzası içinde rir. Bunlarda, sadece basit bir cüzünün
halkın çoğunluğu teşkil ettiği sahalarda veya yakınındaki Türk siyası hakimiyet kullanıldığı görülen bir parça hariç, hep-
siyası hakimiyet kurmuş Türk hanedan sahalarında Türk münewerleri arasın­ si aruzun Kutadgu Bilig ve Atebetü '1-
saraylarında edebi dil Farsça idi. Sama- da edebi faaliyet önce Farsça ile başla­ hakayık'ın müşterek vezni olan müte-
noğulları'nı takip eden Gazneliler. Büyük mış, Türkçe'ye geçişte çok gecikilmiştir. karib bahrinden başka bahirleri üzerin-
Selçuklular ve Harizmşahlar zamanında Nüfusu yoğun şekilde Türk olan ve hal- de çalışılmış, kaside ve gazeldeki kafiye
saray Fars dili ve edebiyatının adeta bir kın konuşma dilinin Türkçe olduğu da- tertibine gidilmeksizin Türk edebiyatı­
atölyesi halindeydi. Hangi milliyetten ha doğudaki hakimiyet bölgelerinde ise nın kend i geleneğindeki nazım şekilleri
olursa olsun Farsça yazan ve söyleyen islamı Türk edebiyatı Türk diliyle mah- kullanılmıştır. Arapça ve Farsça kelime-
şairler bu saray çevresinde geniş bir tak- sullerini daha erkenden vermeye başla­ lerin yer a lmadığı bu manzumelerden
dir ve himaye görmekteydi. Sultan Melik- mıştır. Karahanlılar ülkesinde Şark Türk- biri bir methiye olup kaside şeklinde ya-
şah'tan (ö ı 092) itibaren Selçuklu Sara- çesi 1070'te Kutadgu Bilig'i verir. Diva- zı lmaya pek müsait ve Kaşgarlı Mah-
yı Farsça söyleyen bir kısmı Türk asıllı nü Jugaü 't - Türk 'te saf bir dille ve aruz mud da başındaki "koşuk" sözünü "ka-
şairlerin ocağı olmuş, sarayı dolduran vezniyle mısralar yer alır; bunları az bir side" diye karşılamış iken. gerek nazım
kasideciler yanında bizzat Melikşah, Sul- zaman farkı ile XII. asra doğru Alebe- şekli gerekse muhtevası itibariyle klasik
tan Sencer'in yeğeni Celaleddin b. Süley- tü '1- hakayık takip eder. XII. asırda yi- iran kasidesi tesirinden herhangi bir iz
man Selçukf, Toganşah b. Alparslan, Kılı­ ne Şark Türkçesi'nde klasik edebiyatın taşımaması bakımından çok dikkate de-
carslan b. ibrahim, Irak Selçuklu Hüküm- başlıca nazım şekillerinden biri olan ru- ğer (Dfuanü lugati 't· Türk, tı pkıbas ı m IAn-
dan Sultan Tuğrul gibi hanedan men- baf varlığını hissettirirken Maveraünne- kara 19901. vr. 95 •; krş. i V Stebleva, Raz-
suplarından başka Harizmşahlardan At- hir'den iran'a uzanan bölgede hep Fars- uitie Tyurksk if). Poetiçeskif). Form u Xl Ve-
sız, Tökiş, onun oğulları Alaeddin Mu- ça ile görülen edebi faaliyet henüz Türk- ke, Moskva 197 I. s. 36, 163; Talat Tekin,
çe bir esere ulaşamaz. Bugün islamı Türk Xl. Yüzyıl Türk Şiiri, Ankara 1989, nr. LIV)
edebiyatının en eski mahsulü sayılan Ku- Batı Karahanlı hükümdar ailesinden ilig
tadgu Bilig ve Atebetü '1- hakayık aruz- Han oğlu ibrahim Tamgaç Han'ın kızı ve
la yazılmalarına, taşıdık ları Arapça ve Alparslan'ın oğlu Sultan Melikşah'ın ka-
Farsça kelimelere. islamı kültürden gel- rısı olan Terken Hatun hakkında aruzun
me çeşitli unsurlara rağmen divan şiiri­ "müstef'ilün feO!ün müstef'ilün " kalıbın­
nin mayasını teşkil eden klasik iran şi iri­ da yazılmış bu methiye kaside gibi ka-
nin belirgin akislerini göstermezler. Ku- fiyelendirilmeyip bütün mısraları aynı ka-
tadgu Bilig'de, eserin kendisine ithaf fiyede (monorime-musarra') tertip edilmiş­
edildiği Kaşgar Hükümdan Tavgaç Uluğ tir. Divanü lugaü't- Türk'ün muhteme-
Buğra Han için, Arap edebiyatından Fars len telif tarihine yakın yıllarda, büyük
şiirine adapte edilmiş kaside geleneği­ bir ihtimalle bizzat Kaşgarlı Mahmud
ne uygun şekilde ve eserin esas nazım tarafından yazılmış olan bu şiirin mev-
Baki
şekli olan mesnevi tarzında yazılmış met- cut parçalarında iran kasidesindeki mo-
d iv an ının
Gazeliyyat hiyenin teşbfb (nesfb) parçasındaki tabi- tif ve unsurlara rastlanmaz.
k ıs m ı n ın at tasvirinde, methiyede teşbfbe yer ve- 1206 yılında tamamlanıp Delhi Sulta-
başlangı ç
rilmesi dışında asıl iran kasideleriyle her- nı Kutbüddin Aybeg'e sunulmuş olan.
sayfası
(T ürk ve hangi bir benzerlik bulunmadığı gibi kla- Fezail-i Etrak yolunda ve müellifi meç-
isitim sik Fars şiirindeki unsur ve motiflerin hul Fars_ça bir eserde Türkler'in yüksek
Eserleri
kullanıldığını gösterecek bir taraf da yok- medeni seviyeleri üzerinde durulurken
Müzesi .
nr . 1959. vr. 38~) tur. Hatta nazım şekli bakımından bile onlarda şiir sanatının da varlığından bah-

391
DiVAN EDEBiYATI

sedilerek kaside ve rubaf gibi nazımları Atabegliler'in hakimiyet kurdukları, İran­ neli Sultan Mahmud'a telmihte bulunul-
olduğu belirtilir; örnek olarak da Şark lı nüfusun ağır bastığı bölgelerde daha duğu şeklindeki yorumlarına ve, "Bizim
Türkçesi ile bir rubaf metni kaydedilir. yazı dili olma durumuna geçmemiş bu- vefamız Türkler'inki gibi değil, ahdimiz
Bu bilgi, XII. asırda Türk dilinin doğu ka- lunuyordu. Türk Sultanı Mahmud'unki gibi de değil
nadında klasik edebiyatın teşekkülünü Klasik Şiirde Türkçe'nin Edebi Dil Ola- ki kırılsın." (Nizami, Name-i Leylf vü Mec-
haber ·vermektedir (bu eser ve onu Ta· rak Öne Çıkışı Meselesi ve İstikliili. İran nün lnşr. Vahfd-i Destgirdfl. Tahran 1313
ril]·i Fal]reddfn Mübarek Şah adı altında edebiyatı hayranlığının hüküm sü rdüğü hş., s. 26) diye açıklamalarına karşı, ora-
Fahreddin Mübarek Şah'a ait gösteren zin- bu hanedan saraylarında Ferruhf, Muiz- da doğrudan doğruya Türkçe'nin kas-
cirleme yanlışlar hakkında bk. Meserret zf, Enver!, Zahir-i Faryabf. Nizarnl-i Gen- tedilmiş olduğu üzerinde durularak bu
Diriöz, "Edebiyat Tarihimizde Gerekli Bir cevr, Hüsrev-i Dihlevf gibi Türk asıllı şa­ tarz yorumlanınaYı haklı gösterecek hü-
Düzeltme", TK, XVlll / 215-216 119801. s. irler şiirlerini Türkçe değil, Arapça· nın kümler yürütülmüştür. Nizarnl-i Gence-
265-281). Kutadgu Bilig ve Atebetü'l- da yerine geçerek edebiyatın asıl dili sa- vf'nin, kasten birkaç manaya çekilecek
hakayık'tan sonra XV. asrın ortalarına yılmakta olan Farsça ile yazıyorlardı. Ba- surette yazdığı bu ifadelerinde, devrin
doğru Çağ?tay edebiyatının doğuşuna zılarının ana dilleri narnma yapabildikle- saray insanının Türkçe'yi kendisine ve
kadar vesikasızlıktan doğan büyük boş­ ri ise Farsça şiirleri arasına serpinti ka- içinde bulunduğu yüksek muhite layık bir
luk dolayısıyla bu klasik şiirin nasıl bir bilinden Türkçe kelimeler ve ibarecikler dil görmeyen tavrı ortaya çıkar. Onun
seyir takip ettiğini bilmek mümkün ol- koymaktan ileri geçmiyordu. Türkçe'nin ifadelerinin bu yönden yorumlandığı ba-
mamaktadır. Yakın zamanlarda ele ge- şiirde mısra hacmine ulaşahilmesi önce zı tercümelerini, meselenin daha iyi görü-
çen bir metin bu uzun boşluk devresin- mülemma'larda başlar. Maveraünnehir'- lebilmesini sağlamaları bakımından zik-
den, Karahanlı bir fıkıh ve kıraat alimi- de yetişmiş olan Selçuklu devri şairi Sü- retmek yerinde olacaktır: "Bak, hikaye-
nin eserinin 1281 yılı Martında istin- zenf-i Semerkandf'nin (ö. ı 173). kafiye- yi yazarken Türk sıfatlık bize vefa değil
sahının tamamlanması hakkında , Şark lerinden bir kısmını Türkçe kelimelerle (Türk'e benzemek bizim için vefasızlıktır) .
Türkçesi ile Kutadgu Bilig ve Atebetü '1- ördüğü mülemma· kasidesi gibi (Divan-ı Türkçe konuşm ak bize yakışmaz ve la-
hakayık'taki müşterek vezinde bir gazel Hakim SQzenf-i Semerl!:andi lnşr. Nasred- yık değildir. Yüksek sütaleden doğan ata-
yazmış olan Ali b. Hüseyin el- Farabi adlı din-Şah Hüseynfl. Tahran 1338, s. 234-235; ma yüksek söz (konuşmak-dil) lazımdır"
11 O yaşında bir edibin varlığını haber ve- Muhammed Avfı, Lübtibü'l-elbtib, Tahran (Resulzade Mehmed Ali, "Genceli Nizamı:" ,
rir (Ahmed Ateş, "Şark Türkçesi İle Eski 1333, s. 386-387; krş. Fuad Köprülü, ~'Kla­ AYB, nr. 31-32 119341. s. 275-276); "Türk-
Bir Şiir ve Bir Risa.J.e", Jean Deny Armağa· sik Türk Nazımnda RuMi Şeklinin Eski- çe ifade tarzı bana sadık değil/ Türkler' e
nı, Ankara ı 958, s. 25- 30). Bu manzume, liği", Araştırmalar, s. 120) çeşitli mülem- mahsus sıfat bana layık değil/ Asilzade-
klasik İran gazellerindeki aşıkane muh- ma'lar Farsça'nın içinden yavaş yavaş lere kim ki neslen ulaşır, onlara ali üslüp,
teva ve mazmunlardan tamamıyla uzak, Türkçe'yi de hissettirmeye başlar. all dil yaraşır" (E. M. Demirçizade, Azeri
sadece istinsah işinin nasıl cereyan etti- Türkçe'nin Batı kesiminde saraylarda Edebi Dili Tarihi, Bakü 1967, s. 68 ve bu-
ğini hikaye eden bir metin olmaktan ileri ve kültür merkezlerinde edebiyat dili ol- nunla ilgili açıklama ve muhakemeler, s.
geçmez. Öte yandan XIII. yüzyıl müellif- maktan uzak kalışının ne zamana kadar 68-69); "Türk dili yaramaz şah neslimi-
lerinden Cemal-i Karşi'nin Mül]Ja~atü'ş­ sürdüğü tam olarak bilinmemektedir. ze 1 Eksiklik getirir Türk dili bize 1 Yük-
Şurd]J'ta yer alan ve XII. asır yahut en Klasik şiirin Oğuz lehçesiyle ne zaman ve sek olmalıdır bizim dilimiz 1 Yüksek ya-
geç XIII. asrın ilk yarısına ait olduğu söy- nerede yekpare şekilde yazılmaya baş­ ranmıştır bizim neslimiz" (Alaeddin Meh-
lenebilecek, son mısraı Şark Türkçesi ile ladığı, nasıl bir seyirle Farsça'nın yerine medoğlu Aliyev, "Türk Dünyasının Ölmez
yazılmış bir rubaf de (Köprülü, "Klasik bu edebiyatın ifade vasıtası haline gele- Şairi", MK, nr. 90 !Kasım 19911. s. 67).
Türk Nazımnda RuMi Şeklinin Eskiliği", bildiği hususu, bu yolda ilk denemeler Türklüğün, Xl. asrın ikinci yarısından
Araştırmalar, istanbul 1934, s. 115-1 16) bu ve ön vesikalar elde olmadığından ede- itibaren yeni ve kesintisiz bir hakimiyet
saha edebiyatında İran klasik şiirinin bir biyat tarihimizin henüz halledilmemiş kurduğu Anadolu Selçukluları Türkiye-
nazım şekline geçiş yolundaki çalışma­ bir meselesidir. si'nde, yerleşme devresinin ilk gaileleri
nın devam edişini göstermektedir. Bu ortamda, Nizarnl-i Geneevi'nin Türk aşılıp siyası ve iktisadi istikrara erişiidi­
Divan şiirinin asıl hüviyetini bulmuş ör- diline karşı yüksek tabakanın tutum ve ği XII. asrın ikinci yarısından sonra, İz­
nekleriyle meydana çıkışı, XI ve XII. yüz- zihniyetini aksettiren bir ifadesini hatır­ zeddin Kılıcarslan zamanından bu yana
yıllarda edebi dil olarak yazılı mahsul- lamak yerinde olacaktır. Hakan-ı Kebfr edebiyat dili sıfatı ile Arapça' dan daha
lerini henüz ortaya koymamış gözüken Minüçihr'in oğlu Sirvanşah Hükümdan da öne çıkan Farsça'nın şiirde, hüküm-
Batı Türkçesi yani Oğuz lehçesi sahasın­ Celalüddevle ve'd-din Ebü'I-Muzaffer dar ve devlet erkanının saraylarında ra-
da ancak XIII. yüzyılda ilk ve sınırlı belir- Ahsitan, 1188'de NizamY'den Leyla ve kipsiz bir hakimiyet ve rağbet elde etti-
tilerini verir. İran kültür sahasına kom- Mecnün'un macerasını kendi narnma ka- ği bilinmektedir. Sultan ve emirlerin hi-
şu bir çevrede daha Xl. asırda, bu kültü- leme almasını isterken gönderdiği mek- mayesinde devrin ünlü İran ediplerinin
rün tesiri altında yeni Farsça'dan azım­ tupta konuyu yazacağı dilin Arapça ve- yanı sıra çeşitli ülkelerden ilim ve düşün­
sanamayacak derecede kelimeler alma- ya Farsça olması dileğini özellikle belir- ce adamlarının bir araya geldikleri sa-
sına karşılık kendi kelime varlığından tir ve, "Türkler'in sıfatı bizim uyabilece- raylar ve medreseler Fars diliyle büyük
bir kısmını unutınaya başlamış olduğu ğimiz bir sıfat değildir. Türkler' e yaraşır bir edebi ve ilmi faaliyete sahne olmak-
Kaşgarlı Mahmud tarafından belirtilen söz söylemek bize yakışmaz, zira yük- ta, bu dilde birçok fikir ve edebiyat eseri
(Divanü lugati't- Türk, tıpkı basım, vr. 26a) sek soydan bir kimseye yakışacak olan meydana getirilmekteydi (Köprülü, Türk
Oğuz lehçesi Türk hanedan sülalelerinin öylece yüksek söz olmalıdır" yolunda bir Edebiyatı Tarihi, s. 245-247; Ahmed Ateş,
Gazne, Büyük Selçuklu, Harizmşahlar ve ifade kullanır. Bazılarının, bununla Gaz- "Hicri VI- Vlll. (Xll-XIV.) Asırlarda Ana-

392
DiVAN EDEBiYATI

dolu'da Farsça Eserler", TM, Vll-VIIJ / 1! ma'lardan ibaret kalmayıp sayısı on ikiyi (1297 -1302) şairi gösterilip ("Selçukiler
119451. s. 94-135). Nisbelerinden Anado- bulan gazelin başından sonuna kadar yer Devrinde Anadolu Şairleri: Hoca Deh-
lu'da doğdukları veya burada yetiştikle­ alabilecek duruma gelir. Sultan Veled bu- hfıni", HM, nr. 1 12 Kanunuevvel 19261. s.
ri anlaşılan yerli şairlerin eser ve şiirle­ nunla da yetinmeyerek İbtidaname'si­ 4-5; "Selçukiler Devri Edebiyatı Hakkın­
rini hep Farsça ile yazdıkları bu devrede nin (telif tarihi 1291) yetmiş altı beytiyle da Bazı Notlar", a.g.e., nr. 103 115 Teşri­
Türk diliyle yazılı bir edebiyattan henüz Rebabname'sinin (telif tarihi 1301) 162 nisanİ 19281. s. 4; "Anadolu Selçukluları
nişan dahi yoktur. beyitlik bir bölümünü de Anadolu Türk- Tarihi'nin Yerli Kaynakları", TTK Belle-
Görülen şudur ki adı geçen bu mer- çesi ile meydana getirir. Gerek 10.000 ten, Vll / 27 119431. s. 396-397) daha son-
kezlerdeki Türk asıllı şairler, divan ede- beyitlik İbtidaname'sinde gerekse 8000 ra zamanını, başka bir araştırmacının ise
biyatı dediğimiz İran edebiyatı estetiği­ beyitlik Rebabname'sinde Türkçe'ye ha- ı. Alaeddin Keykubad çağına ( 1220-1237)
nin mahsulü klasik şiire ilkin kendi ana kim olamadığını bildiren sözlerinde onun almaya çalıştığı (Hikmet İlaydın , "Anado-
dilleri yerine Farsça ile başlamışlardı. aruzlu ifadede nasıl zorlandığı, bu yüz- lu'da Klasik Türk Şiirinin Başlangıcı",
Bu şiirde Türkçe'ye geçiş azdan aza kü- den her ikisinde ara yerde yaptığı bu TDl, nr. 2771Ekim 19741. s. 765-774) Hoca
çük denemelerle olacaktı. Mülemma'lar, Türkçe çıkışlardan sonra söyleyecekle- Dehhani"nin 1361 'de daha hayatta bu-
Farsça mısralar arasındaki Türkçe keli- rini daha rahat anlatabilmek için yine lunduğu ve Anadolu'dan henüz ayrılma­
meler bu geçişin ilk basamakları, ilk ha- Farsça'ya döndüğü görülür. dığı gerçeği ile karşı karşıya gelinmek-
bercileridir. Farsça'dan Türkçe'ye geçiş Farsça yazılmış olsalar da Mevlana Ce- tedir (Ömer Faruk Akün, "Dehhani Divan
vakıası, içinde bulunulan bölgelere ve laleddin'in, Divan-ı Kebir'ini dolduran Şiirinin Anadolu'da İlk Temsilcisi ve Sel-
oralarda mevcut değişik şartlara göre gazellerdeki aşk terennümleriyle Ana- çuklu Devri Şairi ıni İdi?", XII. Türk Tarih
olmuştur. dolu'da klasik edebiyata hazırlayıcı bir Kongresi' ne hazırlanan basılmamış tebli-
Anadolu'da Türk diliyle yazılı bir ede- tesir yarattığı şüphesizdir. Sultan Ve- ği ll9941l.

biyata varışta gözden kaçınlmaması ge- led'in Türkçe mısraları ise daha sonra Ortada XIII. yüzyılda doğuşunu göste-
reken diğer bir husus, bölgede gittikçe geleceklerin bir nevi öncülüğünü yapar recek metinlerinin bulunmamasına kar-
kuvvet kazanmaya başlayan tasawuf ce- (Mevlana Celaleddin ve Sultan Veled'de şılık XIV. asrın daha ilk çeyreğine gelin-
reyanıdır. XIII. asrın ilk çeyreğinin son- Türkçe sözler için bk. M. Şerefeddin IYalt- diğinde divan şiirini temsil edebilecek
larına doğru Moğol istilasından kaçıp kayaJ. "Mevlana'da Türkçe Kelimeler ve mahiyette eserlerle karşılaşılmaya baş­
Anadolu'ya gelen birçok büyük sOnnin Türkçe Şiirler" , TM, IV, 1934, s. 111-168; lanır. Henüz bu devirden kalma Türkçe
tesiriyle 1. Alaeddin Keykubad devrin- Mecdud Mansuroğlu, "Celalüddin Rümi 's divanlar görülmemekle beraber asrın ilk
den ( 1220-1237) başlayarak tasawuff dü- türkische Verse", UAJ, XXIV, 1952, s. 106- yarısı içinde iyiden iyiye teşekkül etmiş
şünce hız kazanır. Öte yandan yine aynı 115; a.mlf. , "Mevlana Celaleddin Rfuni'- bir mesnevi edebiyatı kendini gösterir.
sebeplerle bu defa Orta Asya ve özellik- de Türkçe Beyit ve Kelimeler", TDAY Bunlar, divan şiirinin Anadolu'da bili-
le Horasan sahasından Türkmen şeyh 1!9541. s. 207-220 ; Feridun Nafiz Uzluk, nebilen en eski şairlerinden bazılarının
ve dervişleri de bu çağda akın akın Ana- Mevlana'da Türkçe Sevgisi, TDl, nr. 41 ll isimlerini haber vermektedir. Şeyyad
dolu'ya gelirler. Büyük merkezlerde Fars- Şubat 19551. s. 270-279 ; Veled Çelebi, Di- Hamza ile Dehhani' de bu asırda ve bun-
ça bilen şehir halkına aynı dille hitap uan-ı Türki-i Sultan Veled, İstanbul I 341 ; lar arasında asıl yerlerini alırlar. Haya-
eden eserler yanında. tasawuf fikriyatı­ Mecdut Mansuroğlu, Sultan Veled'in Türk- tı asrın ikinci yarısında da devam eden
nı geniş halk tabakaianna yaymak şev­ çe Manzumeler~ İstanbul 1958). Dehhanfnin şiirlerindeki gelişmiş sevi-
kiyle yazılan dini' ve tasawuff eserlerde Anadolu' da Divan Şiirinin Başladığı ye, kendisine gelene kadar Batı Türkçe-
Oğuz Türkçesi edebiyat ve yazı dili hü- Çağ. Anadolu sahasında XIII. asırdan ele si ile olan klasik şiirde geçirilmiş bir ha-
viyetiyle kendini göstermeye başlar. Böy- geçebiimiş edebi' mahsullerde Türkçe di- zırlık ve tecrübe devresinin varlığını gös-
lece XIII. asrın ilk yarısı içinde, doğrudan ni'- tasawuff ve didaktik bir mi hver etra- termektedir. Dehhani"nin nazi're söyle-
doğruya Farsça bilmeyen bir kitleyi irşad fında dönerken divan edebiyatının este- dikleriyle kendisine nazi're söyleyen di-
gayesini güden Türkçe dini'-tasawuff bir tik hüviyetini ve unsurlarını aksettiren la- van şairleri, geçirilmiş olan böyle bir dev-
edebiyatın doğuşuna şahit olunur. dini' ve lirik şii re nasıl ve ne zamandan reyi mutlaka kabul etmeyi gerekli kılar­
Oğuz Türkçesi'nin Anadolu'daki ilk şa­ beri geçilmiş olduğu henüz aydınlanma­ lar. Aynı durum Azeri' edebiyatında da
irlerinden biri sayabileceğimiz Horasanil mış bir meseledir. M. Fuad Köprülü'nün Azeri' sahasında klasik edebiyatın Türk-
Ahmed Fakih'in, hakkındaki farklı ölüm araştırmaları ile, XIII. asırda divan şiiri­ çe yazmış en eski şairi olarak bilinen Ha-
tarihlerine göre 1220'den yahut en geç nin ilk ve gerçek temsilcileri sanılmış olan sanoğlu'nda görülür. XIII. asır sonları ile

12SO'den önce yazılmış olan Çarhna- Hoca Dehhani' ile Şeyyad Hamza'nın da- XIV. asır başında yaşadığı anlaşılan bu
me'sinde bu edebiyatın günümüze gele- ha sonraki devre ait oldukları gerçeği şairin şiirlerindeki ileri seviye, Azeri' kla-
bilmiş en eski örneğiyle karşılaşılır. Di- ortaya çıkmaktadır. Onları XIII. asırdan sik edebiyatında divan şiirinin ilk dene-
ğer taraftan 1228'de Konya'ya gelmiş XIV. asra almak gereği karşısında XIII. meleri olmanın çok ötesinde bir işlenmiş­
olan Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin şi­ asır için yine bir boşluk bahis konusu - lik ve gelişmişliğe delalet etmektedir.
irinde Türkçe, başlı başına bir manzume dur. Şeyyad Hamza'nın XIII. asır şairi ol- XIII. asır Anadolu'sunda ilk filizlerini
çapına çıkamasa da beyit seviyesine yük- mayıp XIV. asırda yaşadığı ve 1348 ·de vermeye başlayan ve önünde, klasik şiiri
selen dağınık ifadeler halinde kendini henüz sağ olduğu bugün kesin surette Türkçe ile söyleyişin bu kesimde daha
gösterir. Oğlu Sultan Veled'de ise Türk- anlaşıldığı gibi (Metin Akar, "Şeyyad Ham- öneeye ait tecrübelerden gelen bir biri-
çe çok daha ileri bir mevki kazanır. Sul- za Hakkında Yeni Bilgiler", MÜTAD, ll kim bulunmayan divan şiiri, acaba Ana-
tan Veled'in büyük Farsça divanında 119861. s. 1-14), şimdi de Fuad Köprülü dolu dışında başka sahalarda başlamış
Türkçe, dağınık mısra, beyit ve mülem- tarafından lll. Alaeddin Keykubad devri böyle bir tecrübenin örneklerini tanımış

393
DiVAN EDEBiYATI

mıydı? Klasik şiirin Farsça'dan çözülüşü çuklu Devleti'nin son devresinde Karama-
ve Türkçe mısraa geçişin gerçekleşmesi noğlu Mehmed Bey hadisesinde olduğu
hangi bölgede olabilirdi? Bu yolda geçi- gibi Farsça üzerindeki tazyikini çok be-
rilmiş bir tecrübeyle hangi kesim ken- lirgin bir hale getirir. Farsça'nın hakimi-
disine kılavuzluk yapabilirdi? Bu kesim- yeti çözülerek yazı dili olarak filizlenme-
den Anadolu'ya vuku bulmuş bir şairler ye başlayan Batı Türkçesi. Selçuklu Dev-
göçü bahis konusu olabilir mi? Bu hu- leti'nin yerini alan ve baştan başa Türk
suslara geçmeden önce belirtmeliyiz ki toprağı olmuş Anadolu beyliklerinde Fars-
bu devreye ait henüz ele geçmemiş de- ça'dan anlamayan hükümdar ve beyle-
nemelerle bunları yapan şairlerin bilin- rin sa raylarında artık itibar mevkiine geç- Şeyh Galib'in
mez liği aşılıp da XIV. asra gelindiğinde, meye başlar. Bunlar arasında, şairler ve Hüsnü
kökü daha ewele uzanan ilk birikimler- ilim adamları için ötekilerden çok daha Aşk' ını n
mihrabiyesi
le kendine bir mazi kazanmış divan şi­ güçlü bir himaye ve teşvik merkezi olan
(Ömer
irinden şair isimleri ardarda ortaya çık­ Osmanlı sarayında ise divan şiiri için ge- Faruk
maya başlar. Görülen şudur ki geçiril- rekli bütün şartlar hazır bulunmaktay- Akün özel
kütüphanesindeki
miş bir tecrübeler devresinden sonra dı. Sultan Orhan zamanında ( 1324 - 1360) yazmadan)
klasik edebiyat XIV. asırda hemen her Osmanlı ülkesinde kurulan medreseler-
koldan eser verebilecek bir seviyeye ulaş­ den başlayıp Sultan I. Bayezid devrinde biyatına kazandırırlar. Kutadgu Bilig ve
mıştır. ( 1389- 1403) teşekkül eden saray hayatı Atebetü'J-hakayık'tan sonra araya iki
Mevlana Celaleddin· in, içinde Türkçe ile de alt yapısı hazırlanmış olan divan asırlık bir duraklama ve boşluk devresi

kelimeler bulunan bazı mısraları bir ya- şiiri. daha Yıldırım Bayezid zamanında girmiş gözüken Şark Türkçesi'ndeki kla-

na bırakılırsa bugün için Anadolu'da aru- ünlü şairlerini vermeye başlamış bulu- sik edebiyat yavaş ve sessiz bir yürüyüş
zun en eski şairi sayılan Ahmed Fakih nuyordu. Siyasi hakimiyet sahasını ge- içinden Çağatay lehçesi adı altında bi-
ile Mevlana'nın Meşnevi-i Ma'nevi'si nişletme emelleri yanında kültür ve sa- raz daha farklılaşmış, yeni hususiyetler
yolundaki Garibname adlı büyük mes- nat rekabetinin hüküm sürdüğü bir or- kazanmış bir dille XV. asrın hemen ba-
nevisi ve gazelleriyle Türkçe tasawufi tamda şairlerin, birinden öbürüne trans- şından itibaren tekrar sahnede görünür.
edebiyata temel koymuş Aşık Paşa ya- fer olduğu beylikler arasında Osmanlı Asrın ikinci yarısında ise divan şiiri es-

nında Dehhanl ve Hasanoğlu'nun da Ho- sarayı şairler için en cazip ve gelecek va- tetiğinin bu lehçede büyük ve parlak mü-

rasan asıllı oldukla rına dikkat edildiğin­ ad eden bir merkez haline gelmiş, divan messili olur. Timurlular çağında altın dev-
de bunun bir tesadüf olmanın çok öte- şiirinin mümessilleri en emin ve sürekli rine giren bu lehçenin divan şiiri Sekka-
sinde bir durumu ifade ettiği anlaşılır. himayeyi burada bulmuşlardı. Osmanlı kf'den Ali Şlr Nevaf'ye doğru devamlı bir
Bu vakıa iyi değerlendirilince Horasan'ın ülkesinde şiir, sarayın yanı sıra zamanla gelişme ve zenginleşme çizgisi takip eder.

bir kültür ve edebiyat havzası olarak Ana- devreye girecek yeni yeni kültür ve hi- Osmanlı Türkçesi Farsça 'yı kendine bir

dolu'da klasik Türk şiirinin doğuş ve ge- maye çevrelerinin de katılmasıyla birlik- rakip olmaktan çıkarıp mücadele saha-
lişmesinde nasıl bir role sahip olduğu te çağdan çağa zenginleşerek Türkçe'- sından silmişken Çağatayca, şiir ve edebi-
belli olur. Mevcut delil ve veriler karşı ­ nin diğer edebi lehçeleri arasında en ve- yatının bu zenginlik devresinde de Fars-

sında. Anadolu ve Azeri sahasına inti- rimli edebiyat kolunu teşkil edecekti. XIII. ça ile hala mücadele etmek, kendini ona
kal etmeden Oğuz lehçesiyle klasik ede- asır kapanıp XIV. asır başlarken birkaç karşı savunmak mecburiyetinde kalır.

biyatın önce Horasan kültür havzasın­ şair ve eser isminden ibaret gözüken Sonraki asırlar içinde sönükleşen ve ye-
da geçirilmiş bir tecrübe ve hazırlık dev- bu büyük ve çok sürekli edebi ocak. et- ni başka lehçelere iltihak eden bu ede-
resi olduğu kolayca söylenebilir. Türk rafında asırdan asıra yüzlerce şair ye- biyatlar içinde Azeri edebiyatı hayatını
filolojisinin Horasan bölgesi Oğuzcası tiştirip yeni yeni isimlerle kat kat büyü- büyük simalarta devam ettirir.
ile Anadolu Selçukluları Türkçesi arasın­ yüp genişleyerek altı yüzyıl süren yürü- Diğer Türk lehçelerinde klasik şiir XVI.
da bir fark bulunmadığına dair vardığı yüşü içinde muazzam bir şair kadrosu asırdan sonra büyük şairler yetiştirmez
netice ile bu husus filolojik yönden de ile birlikte edebiyat tarihindeki yerini olurken Osmanlı divan şiiri XIX. asra ka-
desteğini bulmaktadır (bu lehçe yakın­ alacaktır. Divan edebiyatı bir nevi ekol dar daha birçok yeni üstat, büyük şair
lık ve beraberliği için bk. Zeynep Korkmaz, olarak şiirde altı yüzyılı tutmuş bir ma- ' vermeye devam eder.
"XI- XIII. Yüzyıllar Arasında Oğuzca", ziye sahip olmak gibi Batılı milletterin Divan Şiirinde Gelenekler - Formalite-
TDAY[I973-19741. s. 41-48; Gerhard Dör- edebi hayatlarında görülmedik bir ha- ler. Divan şiirini dış ve iç yönleriyle tanı­
fer, "Das Vorosmanishe [Die Entwick- dise teşkil edecektir. ma yolunda ilkin umumi çerçevede ba-
lung der Oghuzischen Sprachen von den Klasik Türk Şiirinin Yayılım Sahası. Di- zı ön bilgilerden hareket etmek gereke-
Orchoneninschriften bis zu Veled] ", TDA Y van şiiri, Türkçe'nin edebi dil olarak cektir.
[1975-19761. s. 81-13 1, a.mlf., "Das Chora- Farsça'nın yerini aldığı Beylikler devrin- Divan Şairinin Edebiyat Adı: Mahlas. İlk
san-türkische", TDAY[1977[. s. 127- 204) den başlayarak kendisini temeliendiren dikkate çarpan nokta, divan şairlerinin
Moğol istilası önünde XIII. asrın orta- gelişmesini sürdürür ve Osmanlı asırla­ edebiyat dünyasına kendi adları ile çık­
larından itibaren mütemadiyen batıya rında bütün gelenekleriyle zenginleşme madıklarıdır. Bu edebiyatta her şair, şi­
doğru akmakta olan Oğuz kütlelerinin yolunu tutarken kendisi dışında Kıpçak, irlerinde kullanmak üzere "mahlas" de-
Anadolu'da kesifleştirdiği Türk nüfusun Harizm ve Azeri sahası edebiyatları da nilen takma bir edebiyat adı alır. Şair
tesiriyle Farsça karşısında gittikçe ken- büyük sayılamayacak lehçe farklılıkları daha şiirde ilk adımlarını atmaya baş­
dini kabul ettiren Türkçe, Anadolu Sel- içinde klasik şiirin ilk verilerini Türk ede- larken esas adı yerine kendisini edebi-

394
DiVAN EDEBiYATI

yat dünyasına tanıtacak bir başka isim tırlarda bütün açıklığı


ile ifadesini bulur :
seçer. Bazan bu şairlik ismi kendisine "Şiire başladığım zamanlar her gün bir
üstatları veya yakın çevresindeki başka mahlası beğeniyor. bir müddet sonra ay-
bir şair tarafından verilir. Çok defa bu. nı mahlası kullanan bir şaire rastlayıp al- Divan
şairl e ri n den
mahlası veren şairin kaleminden çıkmış dığım mahlası değiştiriyordum. Nihayet
Usüli'nin
"ma hlasname" adını taşıyan bir şiirle ay- anlaşıldı ki benden ewel gelen şair dost- meclisini
rıca tesbit ve ilan edilir. Divanlarda bu larım ibarelerden ziyade mahlasları ka- gösteren
bir minyatür
mahlasnamelere sık sık rastlanır. Asıl pışmışlar. Düşündüm , eğer şiirde baş­
(Aşık Çelebi,
adı Esad olan Şeyh Galib'e "Galib" mah- kaları ile müşterek bir mahlas alırsam Tezkire.
lasını bulan Neş'et'in divanı. içinde pek muvaffak olamadığım takdirde bana ya- Mill et Ktp ..
Ali Emiri,
çok mahlasnameye yer vermiş olması zık olur. Muvaffak olursam mahlas or- Ta ri h, nr. 772.
bakımından özellikle zikre değer. Rast- tağıma zulmetmiş olurum. Bu benzerli- vr. 113•)

gele seçilmeyen mahlasta şairin karak- ği ortadan kaldırmak için "Fuzüli" mah-
terini veya önde gelen bir eğilimini. ya- lasını aldım ve orta k larımın bana zulme- Va'di, Ümidi... Bir grup mahlasta ise üs-
hut da gönlünde yaşattığı bir vasfı ak- dip beni muztarip etmelerinden kurtul- tünlük iddiası vardır: Ulvi, İzzeti. Bülen-
settirmesine dikkat edilir. Her mahlas mak için mahlasımın himayesine sığın­ di. Re'feti. Rifati. Reffi. Kebiri. Hakani,
bilerek ve özenilerek alınmıştır. Bazı şa­ dım. Bu lakap kimsenin hoşuna gitme- Hüsrevi. Feridi. Arşi, Evci... Bir kısım şair
irler başlangıçta aldıkları mahlaslarını yeceğinden bir başkasının bana ortak çı­ de kendilerine cennete liyakat. ilahi ma-
daha sonra değiştirmişler, yerine başka . karak beni rahatsız etmeyeceğine karar kama yakınlık nisbet eden mahlaslara
hatta onun tamamen zıddı bir mahlas verdim. Hakikaten de bu lakabı almak- yönelmiştir: Adni, Firdevsi. Bihişti. Hul-
almışlardır. Mesela ünlü hezel şairi Sü- la ortaklıktan bana gelebilecek üzüntü- di, Kevseri, Riyazi, Hüdayi, İlahi, Ledün-
rüri önce Hüzni mahlası ile şiire başla­ lerin kapısını kapadım ve şiirlerin karış­ ni, Kurbi, Yaklni... Bazı şairler tabiattan
mışken daha sonra mizacına ve şiirleri­ ması endişesinden kurtuldum" (Al i Ni- alınma şairane ma hlaslar taşımak ister-
nin havasına daha uygun düşen Sürüri had Tarlan, Fuzulf'nin Farsça Divanı Ter· ler : Bahri. Mevci. Abi. Revani, Gülabi,
mahlasını benimsemiştir. Şuara tezkire- cümesi, istanbul 1950, s. 6-7; krş. Fuzüli, Deşti. Fezayi. Afitabi. Şemsi, Mihri. Ha-
leri ve hal tercümesi kaynaklarında böy- Farsça Divan ln ş r. Hasibe Mazıoğlul, An- veri, Necmi, Ahteri, Hilali, Bedri, Ateşi,
le mahlas değiştirmeler hakkında çeşitli kara I 962 , s. I O-lll Nitekim kendisinden Berkı. Ra'di. Nehari, Şami. Bahilri. Haza-
bilgilere rastlanır. Bunlar erken bir çağ­ sonra onun mahlasına heveslenenler çık­ ni, Nesimi, Sabayi. Andelibi, Kebüteri,
da olduğu için şairler asıl şöhretlerini mamıştır. Nabi de böyle hareket etmiş, Nebati. Nergisi... Öte yandan mahviyet,
sonradan aldıkları mahlasları ile yapmış­ başkalarına çekici gelmeyecek bir mah- kendini hor görme. bir düşkünlük hali,
lar. divanları bu son mahlasları ile tanın­ las bulmuştur. Nadir olmakla beraber bir hayat arızası veya talihsizlik bildiren
mıştır. bazı şairler Türkçe ve Farsça şiirlerinde mahlaslara da talip olunmuştur : Guba-
Bir kısmı İran şairlerinden özenilerek ayrı mahlas kullanmışlardır. XIV. asrın ri, Türabi. Haki. Zaifi. Za'fi, Saili. Faklri.
alınmış olan bu mahlaslar. çok defa bir başlarında yaşamış olan Azeri şairi Ha- Gedayi, Garibi. Cüdayi. Fırakl. Hicri, Esi-
şairde kalmayıp başka şairler tarafından sanoğlu Türkçe şiirlerini Hasanoğlu mah- ri. Nahifi. Nizari, Aczi. Mahvi. HelakL Cev-
da benimsenrnek suretiyle ortaklaşa bir lası ile yazarken Farsça manzumelerin- ri, Cefayi, Fani, Fenai, Günahi. özri... Bazı
hüviyet kazanmaktadır. Bu durum. aynı de bunun o dilde karşılığı olan Pür-i Ha- mahlaslar ise bir kavram etrafında bir
mahlası taşıyan şairlerin şiirlerinin bir- san mahlasını kullanmaktaydı. Ali Şir Ne- daire halinde toplanır: BediT. Beyani, Fa-
birleriyle karışmasına. birininkinin di- vai de Farsça şiirleri için Fani mahlasını sihi, Fehmi. Fikri. Kelami, Lafzi. Lisani,
ğerine mal edilmesine yoı · açmıştır. Bazı tercih etmiştir. Güfti. Levhi. MakalL Nutki. Meali. ilmi.
şairler. mahlaslarının başkalarınınki ile Mahlasların büyük çoğunluğu, Farsça Fenni, Fününi... intisap edilen bir şahsi­
karışmasından korkarak herkesin kolay- nisbet ekiyle birlikte işaret edilen bir hal yetten veya babanın meslek ve payesin-
ca kullanmaktan çekineceği mahlaslar ve vasfı ifade eder: Hayali. Basiri. Hale- den gelen mahlaslar da vardır: Askeri.
seçmek istemişlerdir. Bu düşünce. bu- tL Emri, Cevri, Fazli. Nadiri, Nisbeti. Hi- Buhilri, Ca'feri. Destari, Gülşeni, Mekki,
nun en çarpıcı örneğini veren Fuzüli'nin, sali, Kerimi gibi. Mahlasları bazı katego- Miri. Muidi... Baz ı şairlerin mahlasları
olumsuz bir mana taşıyan böyle bir mah- riler içinde değerlendirmek. onlara ha- doğrudan doğruya meslekleriyle hüner

lası almasındaki sebebi anlattığı şu sa- kim olan zihniyet ve imajların çok daha sahibi oldukları iş ve sanatlardan alın­
iyi aniaşılmasını sağlayacaktır . Bunlar mıştır: Katibi. Nişani, Hariri. Kandi. Mu-

arasında psikolojik bir tutum ve vasfı ammayi, Nakşi. Nigari. Na'ti, Şehdi, Huf-
aksettirenler hemen dikkati çeker: Fev- fi ... Müsikişinaslar: Nilyi, Makamı. Ne-
ri. Huzüri, Hürremi, Gami, Neşati, Mate- gami... Tabipler : Şifai. Tabibi. Tıraşi (cer-
Divan
şai rle ri nden mL Sürüri, Figani. Şevki, Hüzni. Safai. rah }. Bazı mahlaslarda şair zevke düş­
Sürü ri Nalişi, Süküni. Zari... Kazanılmış bir me- künlüğü ilan eder : Keyfi, Meşrebi, Rin-
Çelebi' nin
ziyeti, itiyat haline gelmiş bir davranışı di, Mezakl. Ayşi, İşreti, Mesti, Nüşi, Sa-
meclisini
gösteren bildirenler en sevilmiş , en tercih edilmiş bühi, Sagari...
bir minyatür ma hlaslardandır : Azmi. Cezmi. Mera mi, Bütün bunların yanında bir de doğru­
(Aşık Çelebi,
Tezk/re.
Murildi, Bezmi. Mahremi, Refiki. Hem- dan doğruya isim yapısında olan mah-
Millet Kıp .. demi, Ülfeti. ünsi. Niyazi, Edayi. DuayL laslar seçilmiştir. Bunlar da ötekiler gi-
Ali Emiri,
Tarih, nr. 772.
Hamdi. Şükri. Rızai. Sacidi. Zikri. Sücü- bi bir meziyeti. ağır basan bir hususiyeti
vr. 408•) di. Abdi. MutiT. Kabüli, Rağbeti, Gayreti, ifade ederler: Nedim, Selim, Salim. Asım.

395
DiVAN EDEBiYATI

Galib, Kamil, Edib, Zarif, Nazif, Münif, adda eserlerle ortaya koymak yerine "di- eden mesneviler Yusuf u Züleyha, Leyla
Akif... Bu tip mahlaslardan bazıları şa i­ van " diye anonim bir ad altında tek ki- ve Mecnün, Şah u Geda, Şem' u Perva-
rin esas isminden gelir : Azizi (Abdülaziz). tapta toplamalarıdır. Matbaa ve ona bağ­ ne, Hüsn ü Aşk, Ferhadname, iskender-
Baki (Abdülbaki). inayet (inayetullah), Azi - lı olarak basılı kitap ve dergi gibi yayını name gibi esas kahramaniarına göre ;
zi (Aziz), Mesihi (Mesih). Çok az sayıda kolaylaştıracak imkanların bulunmama- konuları didaktik olanlar, küçük küçük
şair de mahlas yerine kendi isimlerini sı neticesinde, şiirleri biriktikçe onları hikayeleri anlatanlar Hilyetü'l-efkar, Nef-
kullanmıştır. Mesela Veliyyüddinzade Ah- bir köşede fazla tut madan, dilediği bir hatü'l-ezhar, Suhbetü'l-esmar, Cilaü'l-
med Paşa , Tacizade Ca'fer, Taşllealı Yah- · tertiple ardarda kitaplaştı rma yolunu kulilb, Riyazü' l-gufran, N akş-ı Hayal,
ya, Şeyhülislam Yahya, Cem Sultan, Fıt­ tanımamış olan şairden beklenen, şiir­ Hayrabad, Genelne-i Raz, Gülşen-i Raz,
nat gibi. lerini gelenekleşmiş bir çerçeveyi dol- Gülşen-i Aşk, Gülşen-i Envar gibi süslü

Şair Osmanlı şehzade ve sultanları da- duracak bir birikime ulaştıktan sonra adlar taşırla r. Bazan da esere ad, sonuna
hi hükümdar olarak şöhretleri ne rağmen "divan" adıyla tek bir kitapta topluca or- "name" sözü eklenm i ş konusundan ge-
divan şiirin i n teşrifatına uymuş, kendi- taya koymasıdır. Bu ise ilhamının rüz- lir: Pendname, firkatname. sergüzeştna­
lerine mahlas seçmişle rdir : Muradf (ll. garına kapılarak bir hamlede bir şiir ki- me, Harname, Hilbanname, Zenanname,
Murad), Avnf (Fatih Sultan Mehmed), Adlf tabı yayımlamaya benzemeyen, kendine surname, Selimname, Süleymanname,
(11. Bayezid), Selfmf (Yavuz Sultan Selim). mahsus bir protokolü olan ve uzunca bir gazavatname gibi.
Harfmf (Şehzade Korkut). Muhibbf (Kanuni bekleyişi gerektiren bir işti. Usul ve şart­
Mevcut edebi telakkiye göre belirli ka-
Sultan Süleyman). Şahf (Şehzade Bayezid), larınca divanını tertibe gitmeden önce tegorideki şiirlerle belirli bir kadroyu dol-
Adnf (lll. Mehmed), Bahtf (1. Ahmed), Fari- yazdığı her yeni şiiri ilkin dost çevresin- duracak hale gelmesi gereken bir divan,
sf (ll. Osman), Vefaf (IV. Mehmed). Ahmed de şiir meraklılarının buluştukları , her şairin edebi hayatının hemen erken bir
(ll. Ahmed), NeCib (lll. Ahmed), Cihangir biri şairler bucağı olmuş , şiir sever, hat-
devresinde değil zamanın getirdiği bir
(lll. Mustafa). ilhamf (lll. Selim). ta kendileri de şair olan esnaf dükkan- birikim sonunda, çok daha ileri bir ça-
larında, içki meclislerinde, kapıları ken- ğında meydana çıkmaktadır. Divanını ter-
Mahlasların içinde en az rastlananı
yer adlarından alınmış olanla rdır : Rilmf, disine açılmışsa devam edilen konak ve- tip edene kadar yazdıklarını önceden ay-
Gülşehri, Niksarf.
ya saraylarda şairi n bizzat okuması ile rı ayrı kitaplaştırmadan nihayet tek bir
edebiyat alemine giriyor, elinde yazılı kitapta bir araya getiren şair, bundan
Görüld üğü üzere bütün bu mahlaslar
olan kağıttan istinsah edilerek şiir mec- sonra kaleme a l dığı şii rlerini başka bir
Arapça ve Farsça· dan gelmektedir. is-
mualarına geçiyordu. Çeş itli zamanlar- eser tertip etmeden yine onun içine ka-
me " oğlu" sözünün ilavesiyle yapılmış
da çeşitli münasebetlerle söylenmiş ga- tar . Bunlar yeni istinsahlarla kronolojik
Hasanoğlu, Manyasoğlu , Hakioğlu gibi
zeller, makam sahibi büyüklere verilmek bir ayırım gözetilmeden divan nüshala-
yarı Türkçe mahlaslar XV. asırdan sonra
için fırsat kollanılmış kasideler, methiye rında yerlerini alırlar. Bir divan böylece,
görülmez olmuştur. Doğrudan doğruya
ve tarihler, şairin diğer nazım şekille­ varsa mesnevileri dışında, bir şairin ha-
Türkçe olan, XV. asır içinde bile birkaç
rindeki deneme ve arayışları ile divanını yatı boyunca yazdığı şiirleri toplayan tek
tane olmaktan ileriye gidemeyen Köylü-
kurmaya doğru bir adım oluyordu. Et- kitap olmaktadır. Divan, şairin eski ve
ce, Dökmeci, Tutmacı mahlasları, bir da-
rafına okuduğu. verdiği veya vermediği yeni bütün şiirleri için adeta bir mahfa-
ha benzerleri görülmeyecek mahlaslar
şiir çalışmalarını bu şekilde sürdüren şa­ za teşkil eder. Nitekim bazı şairler diva-
olarak kalırlar.
irin gayesi, bu yazageldikleriyle sonun- nın , yazdıkları şiirlerin dağılıp kaybol-
Bir manzume hariç Kadı Burhaneddin da bir gün d ivanını tertipleyebilmek. di- maktan korunmasın ı sağladığını açıkça
ile Kemal Paşazade (ibn Kemal) şiirlerin­ van sahibi bir şair olmak gibi kendisi- ifade etmişlerdir. Farklı devrelerde yaz-
de mahlas kullanmaya lüzum görmemiş­ ne itibar getirecek bir paye kazanabil- dıklarını ayrı ayrı divanlarda toplamış
lerdir. mektir. pek az şair vardır. Türk edebiyatında
Bazı şairterin mahlasları onların asıl Divan edebiyatında kendini hemen bel- bunun en eski örneği Ali Şir Nevaf'de gö-
adlarını unutturmuştur. Mesela Fuzillf li eden diğer bir taraf, şiirlerin kendile- rülür. Nevai, Fars edebiyatında Emir Hüs-
mahlası onun asıl adını öyle silmiştir ki rine mahsus, her birinde başka başka rev-i Dihlevi ve Molla Cami'nin yaptıkla­
kendisinden bahseden tezkire müellif- olan birer isim taşımama l arıdır. Bunun rı gibi hayatının değişik zamanlarındaki
lerine bile meçhul kalmış, ancak XVI I. yerine nazım şekillerine, rediflerine, ka- şiirleri için bu devrelere göre ayrı ayrı
yüzyılda Katib Çelebi tarafından tesbit fiyelerinin son harflerine göre "eyler ga- divanlar tertiplemiştir. Bunları önce Be-
edilebilmiştir. zeli", "su kasidesi", "kerem kasidesi ", dayiu'l-bidaye ve Nevadirü'n-niMye
imza hükmünde olan mahlasın man- "kaside-i lamiyye", "kaside-i taiyye" gi- adıyla iki ayrı divanda toplamış, daha
zumede belli bir yeri vardır ; bu çoğun­ bi, yahut kasidenin teşbib kısmındaki sonra bu ikisini yeni yazdıklarını da ka-
lukla makta' beytinde yani son beyitte konuya göre "hazaniyye", "bayramiyye" tarak Hazainü'l-meani adını verdiği di-
olur; kasidelerde de saniara doğru tae gibi adlandırmalarla bu anonimlik biraz vanda birleştirmiş , bunu da yaş devre-
beyitte yer alır. Gazelden küçük nazım giderilir. Ancak bu adlandırmalar da has lerine göre taksim edip sırasıyla çocuk-
şekillerinde ise (rubai, nazım . kıta) mah- isim değil cins ismi seviyesindedir. Aynı luk ve ilk gençlik, esas gençlik, olgunluk,
las kullanılmamaktadır. şekilde tevhid, na't. mi'raciyye, sakina- yaşlılık çağiarına ait olmak üzere Gara-
Şairin Bütün Şiirlerini Toplayan Tek Ki- me gibi ait oldukları nazım nevileri yö- ibü's - sıgar, Nevadirü'ş-şebab, Beda-
tap: Divan. isim meselesi yanında dikkat nünden bir adiandınş bahis konusudur. yiü'l-vasat ve Fevaidü'l-kiber adı al-
edilecek diğer farklı bir durum da şairle­ Divan dışında kalan mesnevi kabilin- tında dört divana ayırmıştır. Ancak bu
rin, hayatlarının çeşitli zamanlarında yaz- den müstakil eserler hususi bir ad ala- kronolojik tasnif kesin olmayıp çocuk-
dıkları şiirleri ayrı ayrı ve her biri başka bilmektedir. Genişçe bir macerayı hikaye luk çağına ait şiirler arasına daha ileri

396
DiVAN EDEBiYATI

yaşta yazdıklarını katmış, gençlik çağı­ tevalarına göre sınıflanarak divanda yer kimselerin evlenmelerine, yahut doğum
nın şiirlerinden bir kısmını
da son divan- alır.Burada klasik edebiyatın divanlara ve ölümler gibi günlük hayatın içinden
larına geçirmiştir. Farklı devreler için ay- şekil veren bir yönü kendini gösterir. Bir birtakım hadiselere dair söylenmiş ta-
rı divanlar tertip etmenin Osmanlı ede- divanın nasıl bir tertiple meydana ko- rih manzumeleri gelir. Bir kısmı kaside
biyatı sahasında ilk örneğini Ali Musta- nacağı. şiirlerin onda hangi grup ve sı­ tarzında olmakla beraber diğerleri daha
fa Efendi verir. Sonuncusu. ölümünden ralar içinde yer alacağı. gelenekçe önce- çok kıta şeklinde olduklarından bunlar
sonra şair Hisali tarafından tertip edi- den tayin edilmiş bir protakale tabidir. divanın gazellerden sonraki küçük ha-
len Türkçe dört divan sahibi olan Ali. ilk Bu önceden ortaya konmuş sınırlama cimli şiirler kısmına da gidebilmektedir.
gençlik çağında yazdıklarını bir araya dolayısıyla divan şairi, eserine şiirlerini Araya bazan manzum kırk hadis ter-
getiren birinci divanından sonraki şiirle ­ rastgele veya istediği bir tertiple koyma cümesi. manzum mektup, sıhhatname.
rini yaş devresi itibariyle iki ayrı divan- serbestliğine sahip değildir. Divanı teş­ arz-ı hal. hasb-i hal. sakiname (sahbiinii-
da toplamış ve ilkine Varidatü '1- enika, kil edecek şiiriere bir hiyerarşi getiren, me, işretniime), şehrengiz nevinden man-
daha sonrakine de Layihatü'l-hakika onları bu hiyerarşiye göre düzenleyen bu zumeler de katabilen şair, belirtildiği üze-
adını vermiştir. Bunlarda tam bir krono- çerçeve. şairleri bir mecburiyet derece- re. son kısma da nakledilebilen kısa çer-
lojik ayırım olmayıp birinden diğerine sinde onu dolduracak. ona uygun düşe­ çeveli tarih manzumeleri istisna edilirse
farklı devrelerin şiirleri aktarılmış, ön- cek surette bazı nazım şekillerine yö- büyük hacimli nazım şekillerinin hakim
cekilere sonradan yazdıklarını da kat- nelmelerine, bu kadro içinde mevcut na- olduğu ve konuları dışa dönük mahiyet-
mıştır. Keçecizade izzet Molla da Bahar-ı zım şekillerinin tamamında değilse bile teki manzumeler grubunun yer aldığı· bu
Efkar adını verdiği esas divanını ortaya tanınm ı ş bir asgari sın ı r içinde kalem oy- ön kısma. kendilerine saygı ve takdir duy-
koyduktan sonra hayatının son yılları­ natmaya sevketmiş ve bunlara tabi ola- duğu şairlerin şiirlerine yaptığı terbf.
nın şiirlerini Hazan-ı Asar adlı divançe- rak konu ve muhtevada bazı mecburi- tahmis ve tesdislerin yanı sıra doğru­
sinde toplamıştır. Ondan önce ise XVIII. yetler altına girmelerine tesir etmiştir. dan doğruya kendi musammatları ile
asır şairi Nazım de dört ayrı divan ter- Hiyerarşiye göre şair konu bakımın­ son verir.
tip etmiş, ilk ikisini baştan başa Hz. Mu- dan. cemiyetçe benimsenmiş değerler Bundan sonra divanda esas merkezin
hammed' e dair şiirlerine ayırmıştır. sisteminde en önce zirveyi teşkil eden artık şairin kendisi olduğu, divanın asıl
Bu birkaç istisna dışında bir divan. şa­ ulühiyyet makamından başlayarak diğer ağırlık ve hacmini bulduğu gazeller kıs­
irin hayatının hangi devresinde yazılmış üst makamlardan kendisine doğru ka- mı gelir. Burada yine geleneğin, gazel-
olursa olsun. araya kronolojik bir ayırım deme kademe gelen bir sırayı takip eder. leri kafiyelerinin son harflerine göre al-
girmeksizin onun bütün şiirlerini içinde Şairin şahsının merkez olduğu manzu- fabetik olarak sıralanması mecburiyeti-
toplayan. çok daha sonrakilerini de her melere gelmeden önceki şiirler muhte- ne uyulur. Çoğunlukla bu kısım manzu-
defasında yine içine alan tek eser olmak- va bakımından kendisinden üst makam- me sayısı bakımından divanın en zengin
tadır. Birçok şair divanlarını . yeni yazdık­ ları temsil eden şahsiyetler etrafında ve kısmıdır. Tercihini en fazla kasideye yö-
larını da ilave etmek suretiyle hayatla- dışa yöneliktir. neltmiş Nef'i, tarih manzumeleri yazma-
rında birkaç defa tertiplemişlerdir. Bun- Şair divanında değerler silsilesinin en yı esas edinmiş Sürüri gibi temayül ve
dan dolayı bu yeni tertiplerle yapılmış üst makamı olarak ilk önce tevhid ve seçimleri başka nazım şekillerinde ağır
sonraki istinsahlarında divan eskisin- münacat manzumeleriyle Tanrı'ya yöne- basan şairlerde gazelin çoğunlukta olma-
den muhtevaca daha zengin hale gelir. lir. O'nu ululayış ve O'na karşı yakarışia­ ması. gazelin divanlarda en hakim na-
Bunlarda devre ve zaman farkı gözetil- rını ifadeden sonra na't ve mi'raciyyele- zım şekli oluşu gerçeğini değiştirmez.
meyip eskilerle yeniler bir araya konul- riyle şiirini Hz. Muhammed üzerine çevi- Gazel hazineleriyle divanlar klasik Türk
duklarından sınırlı ip uçları. kasideler- rir ve onu yüceltir. Bunun ardından dört şiirinin gelişmesinde büyük hizmet ifa
deki bazı kayıtlar dışında şairin şiirleri­ halife ile islam ve tarikat büyükleri hak- etmişler ve ona en güzel söyleyişlerini
nin kronolojik seyrini layıkıyla görmek kındaki manzumeleri sırada yerlerini alır­ kazandırmışlardır.
mümkün değildir. Bazı şairlerin hayat- lar. Daha sonra ise bu defa dünyevi ma- Divanda bu bölümden sonra şairin kü-
larında tamamlamaya fırsat bulamadık­ kamların en üstününü temsil eden hü- çük çerçevedeki çalışmalarını veren ru-
ları divanları ölümlerinden sonra dost- kümdara ve onu takiben de sı rasıyla sad- bai, kıta . nazım , lugaz. muamma. müs-
ları tarafından tertiplenmiştir. Ayrıca şa­ razam. vezir. şeyhülislam ve diğer yük- takil beyit ve mısralar yer alır. Kaside-
irin ölümünden sonra yapılmış bazı is- sek mevki sahiplerine yönelik şiiriere ge- lerle başlayan divan böylece nazım şekil ­
tinsahlarda onun şurada burada kalmış çilir. Arada bazan "hasb-i hal", " arz - ı hal" lerinin en küçüğü ile son bulur.
şiirleri de divanlara ilave edilmektedir. tarzında manzumelerde bazı dilekleri. bir Muhteva itibariyle bir değerler siste-
Eski nüshalarda bulunmayan bazı şiir­ kısım hayat arızalarıyla ilgili ifadeleri yer mine göre kategorilere ayrılıp sıraya kon-
lerin kronolojik durumu hakkında ancak alsa bile esasında hep kendi dışında bu- maları yanında, arada bütünün yapısını
üzerlerinde istinsah tarihleri bulunan lunanı konu edinen bu şiirler dizisinde değiştirmeyen bazı girmeler bir tarafa
nüshaların karşılaştırılmasıyla bir fikir bunların peşinden kazanılmış zaferlere. bırakılırsa. divanlarda nazım şekilleri ba-
edinile bilir. bir savaş gemisinin denize indirilmesi, kımından büyükten küçüğe doğru gidiş
Divan Tertibinde Usul ve Teşrifat. Eski bir çeşmenin açılışı, bir saray veya yalı­ esastır. Divan. sırasıyla kaside. terkib-
edebiyatta divan tertibinde esas olan. nın tamamlanışı, bir cami veya kışianın bend, terci'- bend ve musammatları içi-
şiirlerin kronolojik sıraları değil şekil ba- tamiri gibi hadiselere; erkandan ve dost- ne alan bir dizilenmeyi takiben gittikçe
kımından teşkil ettikleri kategorilerdir. lardan kimselerin getirildikleri vazifele- daralan bir çerçeve ile rubai, kıta. naz-
Şairin şiirleri, nazım şekil ve nevileri ya- re, buradaki terfilerine. tanıdık, dost ve mın peşi sıra müstakil beyit ve mısralar­
nında bir kısmının öncelik tanınan muh- kendi aile çevresindeki şahıslardan bazı la sona erer.

397
DiVAN EDEBiYATI

Bir divanın naz ı m şekilleri itibariyle re musammatla rıngazellerden sonraya ilahf adaletin tecelli edeceği mahkeme-i
ideal kadrosu. grupların adlarıyla birlik- alınması . şarkıların
da artık gazellerden kübra " gibi manaları arasında tevriye
te muhteva bakımından sıralanmalarını önceki kısma değil onlardan sonraki kıs ­ sanatı yapmaktan hoşlanırlar.
da içine alacak surette şöyle teşekkül ma konulması suretiyle alışılmış terti- Kaside ve gazel, bir divanda bulun-
etmektedir : Tevhid - münacat- na 't - mi'- bin kısmen dışına çıkıldığı da olmakta- ması asgari şart olan iki nazım şeklini
raciyye- dört halife. islam ve tarikat bü- dır. Fakat böyle yer değ i ştirme ve kay- teşkil etm i şse de içinde kaside bulun-
yükleri üzerine methiyeler-hükümdar ve malar olsa da usulün şaşmaz prensibi. mayan divanlar yok değildir. Mesela Sul-
devlet büyükleri için methiyeler-terci' - her divanda kasidelerin diğer bütün na- tan Hüseyin Baykara'nın divanı yalnız
ben d ve ter ki b- bendier-küçük mesnevi- zım şekillerinden önce, gazelierin de ka- gazellerle birkaç muhammes ve rubafden
ler- tarih manzumeleri- musammatlar- sidelerden sonra ve rubaflerden. mevcut ibarettir. Kadı Burhaneddin 'in koca di-
şarkılar- gazeller- mukataat : Rubaf - kı­ nazım şekillerinin çok daha küçük çapa vanını ise sadece gazel ve tuyuğlar mey-
ta- nazım- metali ' - müfredat- mesari '. indiğ i müstakil beyit ve azade (serbest) dana getirir. İçinde kaside olsa bile bun-
Gazelierin katiye sonu harflerine göre mısralardan önce gelmesidir. ların sayısı birkaçı geçmeyen divanlara
sıralanmaları gibi. sayıca çok oldukları Şairden beklenen. ideal çerçeveyi ay- da rastlanır. Kemalpaşazade ' nin yüzler-
takdirde rubafler de katiye ve redifleri- nen gerçekleştiremese bile ona mümkün ce gazele mukabil topu topu iki kaside-
nin son harflerine göre alfabetik sıra ile olduğu kadar yaklaşması ve nazım şekil­ nin yer aldığı divanı bunlardan biridir.
tertiplenir. Alfabenin her harfiyle kafi- leri zengin bir divan ortaya koymasıdır. Hele şair hükümdarların divanları bu ba-
yesi bulunan bir gazeller dizisi sunmak Tablodaki nazım şekli ve nevilerin hep- kımdan çok daha farklı özellik gösterir.
şairler için bir maharet gösterisi sayılır. sini mutlaka eksiksiz kullanmak mec- Başka şairler için bir övgü merkezi olan
Nabf ve Seyyid Vehbi'nin divanlarında buriyetinde olmayan şair. bunlar arasın­ şa i r sultanın kendi d ivanında şahıslar
görüldüğü üzere bazı şairler gazeller kıs­ da asgarı bir had dairesinde tercihlerde üzerine övgü kasideleri görülemez. On-
mında katiye sonu harfinin her değiş­ bulunabilir. temayül ve kabiliyetine, sev- ların divanlarında kaside ancak tevhid,
mesinde arayı birer rubaf ile süslemiş­ diklerine uygun gelenlere çok daha faz- münacat ve na't vadisindedir. Bahtf mah-
lerdir. Alfabenin yirmi altı harfinin hep- la yer ve ağırlık verebilir. lasını taşıyan Sultan ı. Ahmed 'in divanın­
siyle eksiksiz surette kafiyelenmiş ga- Bir şairin şii rle rini belirtilen tertip ve da bundan biraz daha ileriye gidilerek
zeller yazmak arzusu, katiye imkanı kıt çerçeve içinde toplayan divanlara. onları birkaç ramazaniyye ile babası lll. Meh-
olan harflerde şairleri çok defa bazı zo- bu vasıfta olmayanlardan farklı kılan bir med için söylediği bir mersiye yer ala-
raki manzumeler yazmak durumunda meziyeti belirlemek için "mürettep di- bilmiştir. Şeyhülislamlığa çok yaklaşmış
bırakmıştır. van" denir. Şiir mevcudu tam bir divan olan Baki'nin divanında da elde mevcut
Belirtilen kadronun bütün divanlarda meydana getirmeye yeterli sayıda olma- nüshalara göre ne tevhid ne de müna-
eksiksiz olarak bulunması söz konusu yıp küçük bir hacim tutuyorsa buna "di- cat vardır. Nedim'in divanı ise tamamıy­
değildir. Buna çok yaklaşanlar. hatta çer- vançe " adı verilir. Daha önce işaret edi- la tevhid, münacat ve na'tsızdır (son za-
çeveyi tam olarak verenlerin yanı sıra len sınırlı örnekler dışında hususi bir ad manlarda Nedi m' in bir na't1 b u l u n mu ş tu r :
onun derece derece bir kısmı ile yer ala- taşımayan divan ve divançeler şairin n ş r. Abdullah Öztemiz H a c ı ta hi roğlu , "Ka-
bildiği divanlar da vardır . adına nisbetle " Dfvan-ı Fuzülf", " Dfvan - ı side-i Nedim Çelebi der Na't -i Re sıll-i
Bazı nazım şekillerinin tertip sırasın­ NefT , "Divançe-i Halet" gibi isimlerle Ekrem ve H abib-i Muhterem Sallalla-
da farklar olabilmektedir. Tarih manw- anılırlar. Erken yaşta ölmüş şairlerin şi ­ hü Aleyhi Vesellem", D iriliş, nr. 5 !Ocak
meleri ve küçük mesnevi parçaları ile irleri çok defa divançe seviyesinde kal- 19751, s. 50 - 52). Bazı şairlerin divanla-
şarkıların yeri kesin olmayıp bazı divan- mıştır. Divançelerde de birden fazla olan rında tarih kıtaları veya rubaflerin gö-

larda gazellerden önceki kısımda , bazı­ nazım şekillerinin sı ralanmasında divan- rülmemesi gibi terci' - bend ve terkib -
larında ise gazellerden sonra gelirler. lardaki tertipten u zaklaşılmaz. Sadece bendiere de her divanda rastlanmaz.
Bazan da bir divanın başka nüshasında tek nazım şeklinden, özellikle gazeller- Osmanlı edebiyatı sahasında nazım
aynı sıranın muhafaza edilmeyerek müs- den ibaret divan veya divançeler vardı r. şekli kadrosu en geniş ve hacim bakı­
tensihin yahut başka bir elin müdahale Divan şairleri içinde Zatf. Seyyid Vehbi. mından en büyük divan. Kanuni Sultan
ve tasarrufu ile değiştiği görülür. Divan Aif Mustafa Efendi, Sabit. Sünbülzade Süleyman devri şairi Edirneli Nazmf'nin
edebiyatının son devirlerinde Enderun- Vehbi. Şeyh Galib ve izzet Molla ' nın di- elinden çıkmıştır. Bu divanda aruzun bü-
lu Fazı! , Enderunlu Vasıf. izzet Molla gi- vanları "complet" denebilecek derecede tün bahirleri ve mevcut nazım şekilleri-
bi şairlerin divanlarında görüldüğü üze- ideal divan kadrosuna yaklaşırlar.
Tezkire müellifleriyle bizzat şairlerin
çok defa divan yanında "defter" sözünü
Divan de kullandıkları görülür. Sık sık bir ara- Divan
ş ai rl e r i n d en da "defter ü dfvan " terkibi içinde birbir- şa irle ri nden
Yetim Aii Müslim
Çelebi' nin
leriyle eş manada. biri diğeri yerine alın ­ Çelebi'nin
meclisini dığını düşündürecek şekilde zikredilmek- meclisin i
göste ren tedir. Defter sözü ile daha ziyade henüz gösteren
bir mlnyatür bir minyatür
mürettep divan haline gelmemiş şiir
(Aşık Çele bi, (Aş ı k Çelebi,
Tezkire, mecmuası kastedilmekte olduğu söyle- Tezkire.
Mille t Kt p. , nebilir. Şairler. divan sözü ile kelimenin Millet Ktp.,
Ali Emiri, All Emiri,
Tarih, nr . 772,
"devlet işlerinin görüşüldüğü yer, büyük Tarih, nr . 772 ,
vr. 132•) şahsiyetlerin bir araya geldikleri meclis, vr. 338")

398
DiVAN EDEBiYATI

nin hemen hepsiyle yazılmış, 7777'si ga- larının baş tarafına koymuşlard ır. Bun- lay olmadığı anlaşılır. Ayrıca Sultan Ve-
zel olmak üzere sayısı 50.000 beyte yak- larda divanı nasıl tertiplediklerini, bu iş­ led'in divanı tertip bakımından da he-
laşan ş iir vardır. Aynı zamanda edebi sa- te kimlerden teşvik gördüklerini anla- nüz klasik divan şeklini almamış bulun-
natlardan hepsi için örnek teşkil etme- tırlar. Tertip edilmesi hükümdar veya maktadır. Divanda şiirler nazım şekille­
leri gayesi de güdülen bu şiirlerde fazla yüksek mevki sahibi bir şahsiyet tara- rine ve nazım nevilerine göre tertip edil-
sayıda şiir ortaya koyma gayretine mu- fından istenmişse divan bir önsöz veya mek yerine karışık bir halde. sadece aru-
kabil sanatça basit bir seviyede kalınmış­ ayrıca bir manzume ile o kimseye ithaf zun bahirlerine ve kafiyelerinin son harf-
tır. Divanı nazım şekillerinin her biriyle edilir. Nabl'nin divanının başındaki tev- lerine göre alfabetik bir sıra esas alına­
şiirler yazarak zengin bir kadro ile dol- hidin sonuna ilave ettiğinden başka ay- rak bir araya getirilmiştir. Babası Mev-
durmak hevesi. divan şairlerini zaman rıca gazeller kısmının başına koyduğu lana Celaleddin'in yalnız gazel ve rubal-
zaman sanat değeri zayıf, zoraki man- diğer bir manzume, Sünbülzade Vehbi'- lerden ibaret Dfvdn-ı Kebfr'i de bu ter-
zumeler yazmaya sevketmiştir. nin münacat ve na 'tlarının hemen ardın­ tiptedir. Sultan Veled kendisine onu ör-
Osmanlı şairlerinin az sayılmayacak dan gelen uzun mesnevisi, Keçecizade nek almıştır. 1320 'de ölen Yünus Emre
bir kısmı, Türkçe divanları ile yetinme- izzet Molla'nın bütün bir önsözü ve bu- üç ayrı şiirinde kendi divanından bahse-
yip Farsça divan veya divançeler de ter- nun içinde başlı başına yer alan manzu- der. Buna göre Yünus Emre'nin Anado-
tip etmiştir. Bunlar arasında Fuzüll ve mesi, hepsinden önce de Taşlıcalı Yah- lu'da Türkçe divan sahibi en eski şair
Nef'l Farsça divanları ile başta gelirler. ya'nın divanının önsözünü dolduran man- olması gerekir. Ancak Yünus Emre'yi,

Fuzüll Türkçe ve Farsça· dan başka bir zumeleri bir divan meydana getirebiime- aruzla yazılmış şiirleri de olmakla bera-
de Arapça divan meydana getirmiştir. nin şevk ve şükrünü ifade eder. Dört ay- ber gerçek manası ile bir divan şairi say-
rı divan tertipleyen Nazim, bunların her mayı düşünmek bile mümkün değildir.
Divan sahibi olabilmek. şair için bir şe­
ref ve paye sayılan bir gaye olduğu ka- birine birer tarih düşürmekten kendini Divan adı altında toplanmış olsalar da
dar aynı zamanda bir divan. onun şiirle­ alamaz. Zaman zaman bir divanın terti- çok büyük kısmı hece vezniyle olan şiir­
rini şurada burada kalıp dağılmaktan bine başka bir şairin de tarih düşürdü­ leri, divan edebiyatının mahsulleri ara-
kurtarma vazifesini de görmüştür. Di- ğü görülür. sına hiçbir suretle konulamaz. Ahmed

vanı olmayan. divan tertibine fırsat bu- İlk veya En Eski Türkçe Oivanlar. İslami Yesevl'nin Dfvdn-ı Hikmet'i gibi Yünus
lamamış şairlerin ekseri şiirleri zaman- Türk edebiyatında Türkçe divanların ilk Emre'ninkini de klasik edebiyattaki ma-
la kaybolmuş, yahut asırdan asıra ek- defa ne zaman, hangi sahada, nasıl ve nada almak yerine. eski ve çok daha ge-
silerek günümüze ancak pek az sayıda kimler tarafından tertip edildiği bilinme- niş manası ile "içinde şiirleri toplu bir

gelebilmiştir. mektedir. Türkçe divanın teşekkülünü. şekilde bulunduran kitap, toplu şiirler

tabii ki klasik şiirde Türkçe'nin Farsça'- mecmuası " şeklinde anlamak gerekir.
Hiç gözden kaçınlmaması gereken bir
nokta da şairlerin bazı şiirlerini bilerek nın hakimiyetinden sıyrılıp kendini ede- Mevcut bilgiye göre varlığından ha-
divanlarına koymamalarıdır. Bunlar daha biyat dili olarak kabul ettirebildiği dev- berdar olunabilen Türkçe en eski divan.
ziyade devrin ileri gelen birtakım şahsi­ reden sonraki bir çağda aramak gere- XIII. asır sonu ile XIV. asır başlarında ya-
yetlerine, cemiyetin belirli bir kesimine kir. Sultan Veled'in. Anadolu'da ortaya şamış olan Azeri şairi Hasanoğlu'nun di-
karşı tenkit ve hücum taşıyan manzu- konulmuş divanların en eskilerinden bi- vanıdır. Devlet Şah'ın Azerbaycan'da çok
melerdir. Taşlıcalı Yahya. Şehzade Mus- ri olan ve baştan aşağı Farsça yazılmış meşhur olduğundan bahsettiği divanın
tafa ' nın katli üzerine yazdığı meşhur büyük hacimli divanında tam olarak an- Anadolu ve Memlük - Kıpçak sahasında
mersiyesini hükümdar ve çevresine kar- cak on iki gazelin yer alabildiği göz önün- da tanındığı anlaşılmaktadır. Bugün el-
şı ağır ithamlar bulunduğu için divanı­ de bulundurulursa doğrudan doğruya de bulunmayan divanın sırf Türkçe mi.
na koymamıştır. Bu mersiye, kendisin- Türkçe bir divana gitmenin çabuk ve ko- yahut şairin Farsça şiirleriyle birlikte mi
den sonraki istinsahlarla bir iki divan olduğu hakkında bir şey söylemek müm-
nüshasına girebilmiştir. Bunun gibi Vey- kün değildir. XIV. asrın ilk yarısında ya-
si de bütün istanbul halkını hicvettiği bir şamış oldukları artık belli olan Hoca Deh-
kasidesini divanı dışında bırakmıştı r. Di- hanl ile Şeyyad Hamza'nın divanla rı olu p
van şairleri. kalemlerinden çıkan hiciv olmadığı bilinmediği gibi yine aynı ça-
manzumelerinin büyük bir kısmını di- ğın Gülşehrl. Hoca Mesud ve diğer mes-
vanlarına koymamışlardır. Şiir meraklı­ nevi şairlerinin bu eserlerinden başka
larının tertipledikleri büyüklü küçüklü ayrıca divan sahibi olup olmadıkları hak-
mecmualar. yazma kitapların sayfa ke- kında da bilgi yoktur. Ancak XIV. asrın
narları ve kapak arkaları. divanlara gir- sonlarına gelindiğinde Türkçe'nin en es-
memiş böyle birçok manzume saklamak- ki divanlarından haberdar olunabilmek-
Divan
tadır. şa i rle r in de n tedir. Neslml ve Kadı Burhaneddin'inki-
Taş l ı cal ı
Yıllar yılı yazdıkları şiirleri
uzun bir bi- ler, Azeri edebiyatı sahasının bugün el-
Y a hy a 'y ı
rikim ve gayretten sonra divan halinde gösteren de mevcut ve geriye çıkabilen en eski
tertiplerneye muvaffak olmak şairler için bir minyatür divanlarını teşkil ederken Niyazi-i Ka-
(Aşı k Çelebi ,
mesut ve müstesna bir hadise olduğun­ Tezkire,
dlm'in ı. Bayezid adına tertip ettiği di-
dan bunun sevincini tesbit eden manw- M illetKtp., van da Osmanlı edebiyatının en eski di-
Ali Emiri,
meler yazmışlar. tarihler düşürmüşler­ vanı olma vasfını taşır. Veliyyüddinzade
Tarih, nr. 772 ,
dir. Bu manzumeleri çok defa da divan- vr. 135a) Ahmed Paşa ' nın içindeki bazı şi irleri ken-

399

You might also like