Professional Documents
Culture Documents
Kuva-i Milliyeci
İlim Ve Fikir Adamı
Hatip, Yazar Ve
(1924- 1930)
ADALET BAKANI
MAHMUTESAT
BOZKURT
1892- 1943
Cihan YAMAKOÖJ:;U-
II
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ V
I. BÖLÜM
Il. BÖLÜM
III. BÖLÜM
Eserleri 45
A.) Mahmut Esat Bozkurt'un
Makalelerinden Örnekler 45
Topyekün Türkçülük 46
Silahlı Türk 49
Toprakİşi 54
Kimsesizler 57
Kaybolan Haklar 60
İki Bando Sesi 63
Yürekler Acısı 66
B.) Kitapları 72
1- Türk İlıtilalinde Vatan Müdataası 72
Il- Türk Köylü ve İşçilerinin Hakları 79
III- Aksak Timur'un Devlet Politikası 91
IV- Osmanlı Kapütülasyonları Rejimi 1 12
V- Devletler Arası Hak 1 13,
VI- Atatürk ihtilali 142
V
]etini, milletler arası mahkemelerde savunmalan ile özellikle, Boz
kurt-Lotüs, Tranvay; !smarlanan harp gemileri ile ilgili davalarda
ki başanlan ile, Finike önlerindeki 14 ada ile ilgili kazanamadığı
davayı da ele aldık. Bu suretle, yeni devletimizin kuruluşu ve yük
selmesinin, ne kadar önemli ve ortak bir çahşmanın mahsulu ol
duğuna parmak basmak istedik.
Küçük çaptaki, Türk !htilaJ.inde Vatan Müdafaası, Türk Köylü
ve Işçilerinin Haklan ve Aksak Demir'in Devlet Politikası" adh
eserlerini gençlerimiz ve araştıncılar için kısaltıp kitaba aldık. Bu
kitaplar özlü bilgileri ile kısa zamanda okunabilir ve anlaşilir du-'
rumdadır. bu sebeple onlar için aynca açıklama yapılmamıştır.
Fransızca olan, Osmanh Kapitülasyonlan Rejimi ise özet olarak
sunularak, Osmanh Türk Devleti'nin başına bela olmuş bu yaban
cı haklarının, tarihi gelişimi, nasıl verildikleri, ve nihayet Lozan
Antiaşması ile kaldınlmalanna kadar geçen safhalar kısaca akta
nlmıştır.
Ayru konuda Mahmut Esat Bey; Devletler Arası Hak, isimli
eserinde de geniş bilgi vermiştir. Burada acı bir hatıramızı naklet
mek, Türk aydılannın, yani bizim ne olup ne olmadığımızı anla
t
mak bakımından önemlidir. 'Bir gün (Haziran 1986) Ankara Hu
kuk Fakültesi Kütüphanesiden M. Esat Bozkurt'un Devletler Ara
sı Hak, kitabım aldım. Bu kitap 1941 yilinda yayınlanmıştı. M. Esat
bu fakültenin de Devletler Hukuku ve !nkılap Tarihi Hacası idi. Be
nim aldığım bu kitabı bir hacaya hediye etmişti. Kendi yazısı ve
imzası ile tarihi yazılmıştı. Bu kitabı alan hoca da bir başka hacaya
vermiş olacak ki oda kitabı ayru yıl Ankara Hukuk Fakültesi kütüp
hanesine hediye etmiştir. Bunlar bu eserin ilk sayfasında yazıhdır.
Bu kitap ciltsiz ve karton kapak içinde olduğu gibi durmaktadır.
Bundan da daha acı tarafı, aradan geçen 45 yıl (1941-1986) içinde
bu eserin yalmz ilk formalan altmış sayfa kadar açılmıştı. Thmamı
450 sayfa kadar olan bu kitabın diğer kısımlanna hiç kimse el sür
i)
memişt Geri kalarn ilk defa 45 yıl sonra tarafımızdan açıldı ve
okundu. Demek ki aradan geçen bunca yılda hiç bir hoca veya öğ
renci bu esere bakmadı. M. Esat'ın talebesi olan profesörlerde ne
kendileri bakmış ne de öğrencilerine bu eser hakkında bir ödev
vermemişlerdir. !şte bu, çok acıdır. Kitap taralımdan cilt yaptınhp
Ankara Hukuk Fakültesi Kütüphanesine teslim edilmiştir.
VI
Bu eserinde M. Esat Bey, tarihi malzemeyi çok iyi kullanmış
ve öğrenci ve okuyucunun konuyu kavramasına ve unutmaması
için elinden geleni yapmıştu: Türk Tarihi ile bu eserde -Atatürk
hıtilBl.in.in aksine- övünmüş, Türk !slam Devletleri veya Islamdan
önceki Türk Devletlerinde, devletler arasmda haklara nasıl uyul
duğu, devletler hukukunun bir çok kaidesinin Türkler ve müslü
manlar tarahndan ortaya atıldığını ispatlamıştır. B:ltün bunlara
ilaveten, batının, !nsanhğı; medeni, yan medeni ve vahşi diye üç
kısımda mütalaa ettiğini ve medeni saydıklan avrupalı hiristiyan
lar dışındaki insanhğa "insan haklanndan yararlanma hakkı tanı
madıklanna" dair açıklaması her türlü övgü ye değer. Çünkü bu
gün bile, Türklerin haklannın tanınmamasma sebep olan düşün
cenin temeline ışık tutmuş bulunmaktadır.
Onun en çok okunumuş ve bel.kide okunacak eseri ·�tatürk
hıtiı.Bli." dir. Bu kitapla, Kemalizm 'i bir dokttin olarak izah etmek
)B
istemiştir. u eser hakkında en ciddi tenkitlerimizi, kitabımızm
bu esere ait kısmında vetmiş bulunuyoruz. Onun burada ortaya
attığı görüşler, yurt içinde ve yurt dışmda bir çok yazar ve düşü
nür tarahndan tekrarlanmış bulunmaktadır. Fakat bu satırıann
yazan, Türk "Milli Hakimiyet" fikrinin, Kuvayi Milliy e harekatının
fikir ve inançlanndan doğduğuna, Osmanhtlan sonra 4 yıl devlet
siz kalan bir milletin (1918-1922) Kuvayı Milli ye adıyla, devlet gibi
harekete geçip, mah, canı ve ırzı ile vatanını düşmandan kurtar
mak için yasama, yürütme ve yargılama haklannı bizzat kullana
rak halkımızın devlet olduğuna inanmaktadır. Kurulan yeni devle
te "Milli Hakimiyet" düstürü bunun resmi ifadesinden başka bir
şey değildir. M. Esat ise bu hareketin, Fransız insan haklan tiletine
dayandığını ifade etmektedir. Bunun çok ciddi neticesi şudur:
Milli egemenlik batıdan bir veya birkaç devlete dayandınlırsa,
milli egemenliği yaşatmanın yolu o yabancı milletin kültürünü
gençliğimize öğretmektir. Yok eğer, Türk Milli Hakimiyet fikri, Ku
vayi Milliye'ye ve oradanda. doğrudan doğruya Türk Milli Kültürü
ne dayandınlır ve onun ürünü sayıhrsa, o taktirde Türk gençleri·
ne, Türk Kültütünü akutmalda bu tilerin yaşama ve gelişmesini
sağlayabilirsiniz. Bunun ise milletimizin hayatmda ve geleceğin
de ki tesirleri çok önemlidir. Kuva-ı Milliy e devri, Türk Millet'inin
tamamen kendi kendini idare ettiği -doğrudan demolrrasi- devri-
VII
dir. Burada milli hakimiyet, millet tarafından bizzat kullanılmıştır.
Anayasada ise açıklanmıştır.
VIII
Ciddi tenkitlerle karşı çıktığımız bu görüşletimizi de bu kita
bın kritiğinin yapıldığı kısımda geniş olarak bulmak kabildir. Ora
da ifade ettiğimiz gibi, bu kitabın, bu karşı görüşlerin ışığında
okunmasında bilhassa gençlerimiz için büyük faydalar olduğu
inancındayız.
Bunlardan da önemlisi, ülkemizde bir kısım aksakhklann gi
derilmesi için ihtiliil yapmak gerektiğini düşünenler olacaksa, or
taya attığımız bilgiler çok yerinde bir uyarıcı görevi yapabilir. Ar
tık, medeniliğin bir şartı da milletler ve devletlerin iç ve dış ciddi
meselelerini ihtilal yoluyla değil, akıl ve bilimsel yollarla çözebil
mak olduğunu bizim de bellememizde sayısız faydalar vardır.
Bu güzel duygu ve düşüncelerle kaleme aldığımız bu kitap,
sizlerden alacağımız tenkit ve tavsiyelerle, yarın başka ve mü
kemmel bir eser olarak ortaya çıkabilir. Hatalan biz yaptıysak,
ikinci baskıda da devam etmelerini önlemek okuyucularımızın gö
revidir.
Bu suretle kendimizi ve Merhum Mahmut Esat Beyi sizlerin
yüksek taktirlerine sunmuş oluyoruz. Söz sırası siz okuyucuları
mıza geldiği sırada kısa bir cevap verelim.
Eğer o, kafasındaki, tarihi, sosyal ve siyasi malzemeyi, onbeş
yıl daha yaşayıp, Türkiye'de ve dünyadaki bilgi birikimini de ilave
ederek ciddi bir zihni faaliyet (tefekkür) fırsatını bulabilseydi,
elindeki Türk Kültürü 'ne ait malzemeyi daha ilmi ve ciddi surette
işieyebilir ve milliyetçi bir doktrin'in kurulmasında daha başarılı
olabilirdi.
Fakat bir gerçeği teslim etmek şart. Milletimizin yoğurmakta
olduğu Türk Medeniyet'i harcına, Türklük ve milliyetçilik unsuru
nu bol miktarda katmıştır. Diğer unsurlarını da bulup harcın mal
zemesini tamamlamak yaşayan Türk Milleti'nin görevidir.
IX
Mahmut Esat Bozkurt Olgunluk Çağında.
I. BÖLÜM
2
GençJik Yıllannda
etişah Fermanına veya buna işaret eden bir kayda rastlamadık Bu
nun bir sebebi de son yıllarda, Kuşadası hükümet konağının yan
mış olup içindeki birçok eski kayıtların yanmış olması olabilir. Yu
karıdaki, İzmir'in Yunan tarafından işgali üzerine (15 mayıs 1919)
bir kısun eşkiya'nın (efe), Hasan Bey' e gelerek "sen bize hüküme
tin yakalayıp ceza vermeyeceğine dair teminat verirsen, Ywıan ga
vuruna karşı savaşmak isteriz dediği ve Hasan Bey'in verdiği te
ll
cı dil bilen Hatice Feheda Hanım henüz 38 yaşında iken 1943 yılın
da eşi Mahmut Esat beyi kaybetmiştir. Bundan sonraki ömrünü,
10.1 1 .1978 tarihinde ölümüne kadar, çocuklarına vakfetmiştir.
Mahmut Esat Bey ve Hatice Feheda hanımın üç çocuklan ol
muştur. Burılar Gün Tekant, Ay ve Yüksel'dir. Ay ve Yüksel genç
yaşta ölmüş olup, gerçek bir hanımefendi olan Gün hanım halen
(1.2.1987) İzmirde oturmakta ve İzmirin tanınmış hekimlerinden
Dr. Selahattin Tekant'la evli bulunmaktadır. Mahmut Esat Bey'in
oğlu Y üksel Bozkuritan, Mahmut Esat adında bir tarunu olduğu
nu, fakat dedesi Mahmut Esat Bey'i temsil etmesini dilediğimizi
belirtelim.
İşte böyle bir aileden gelme olan M. Esat, ilk tahsilini Kuşada
sında yapmıştır. Onun Kuşadasİnda kaldığı çocukluk yıllarında,
4
dedesinden ve babasından dinlediği, vatan kaybetmenin derin
acısını üade eden, vatan ve millet sevgisini erişilmez yükseklikle
re çıkaran, acı ve tathlarla dolu kahramanlık hikayelerinin bütün
hayatı boyunca bitmez heyecanına kaynak olduğunu görmekte
yiz. Bu geniş aile içinde ilk tahsilini tamamladıktan sonra, İzmir
İdadisine girdi, lakin orayı bitirmaden dayısı Ubeydullah Bey, onu
İstanbula götürdü. İdadinin son senelerini orada okudu. 1908 Y ı
lında İstanbul Darul Fünun'u (İlim evi) Hukuk Fakültesini çok iyi
bir derece ile bitirmiştir. Babası, onun Kuşadasına gelmesini ve
çiftliğin yarısını ona vereceğini söylemiştir. Fakat o hukuk tahsili
ne Avrupada devam etmek istiyordu. Bu sebeple yine de dayısı
Ubeydullah Efendinin yardımı ile İsviçre'nin Friburgensis Univer
sitesine girer. Orada Hukuk Fakültesini yeniden okur ve çok iyi de
rece ile mezun olur. Aynca " Du Rejim des Capitulations Ottoma
nes " (Osmanlı Kapitülasyonları Rejimi) konusunda bir doktora te
zi hazırlar ve hukuk doktoru ünvanını alır.
M. Esat'ın, İsviçre'de tahsil gördüğü yıllar, Osmanlı Devle
ti'nin birinci dünya harbi içinde bulunduğu yıllara rastgelmiş bu
lurırrıaktadır. Bütün talebelik hayatında ve gençliğinde, Türk Irkın
dan başkalanna güvenınemiş ve bunu açıkça üade etmektende
çekinimemiş eşi bulun!llaz bir Türk Milliyetçisi olan M. Esat, İsviç
rede ve Avrupa'da karşılaştığı Türk Gençlerine her zaman " bura
larda evlerırrıek yok, Türk kızları bizi bekliyor" talimatını vermek
ten geri kalmamıştı. O genç yaşlannda bile, yapacağı her işte, bir
milli sorumluluk taşırnak gerektiğini arkadaşlarına öğretirdi. Her
ne iş yaparsan yap Türk Milleti bundan ne kazanacak veya ne kay
bedebilir hesabını yapmaktan zevk alan büyük bir ülkü adamıydı.
15 Mayıs 1919 İzmir'in talihsiz işgali, onda dedelerinin anlattı
ğı, vatan kaybetme hikayelerinin hatırlanmasına sebep olmuş ki,
bu ikinci vatandamı elden gitti sorusunun cevabını verebilmek
iÇin Ş. Saraçoğlu ile birlikte İsviçre'den gizlice gelerek Kuşadasina
ulaştı. O, ne zengin bir ailenin şırrıank çocuğu, hanımefendi evla
dı, nede bir firenk mukkallidi değil, tamamen bir mücahit er ola
rak, zeybek kıyafetini giyip silahını kuşandı ve Kuvayi Milliye'ye
katıldı. Yunanistan devlet adamı Venizolos, onların vatana dön
mesini önlemek için İsviçre Hükümeti nezdinde bir çok teşebbüs
te bulunmuş isede, başarılı olamamıştı.
5
Milli Mücadele Sıralannda
KUVAYİ MİLLİYEH AYATI
Mahmut Esat Bey'in hayatında Kuvayı Milliye Ruhunun ve bu
ruhun hareket halinde göriiirneğe başladığı Kuşadası'nın büyük
bir yeri vardır. Onun en iyi hatıralarının yurdumuzun bu bölgesin
de sahnelenmesi, sık sık oraya gelip, eski gürılerini hatırlamasına
vesile olmuştur. Kuşadası'nı hatırladıkça, sıla hasretinin alevlen
diğini, her zaman yakınlanna ifade ederdi. Bir fırsatını bulup ora
ya geldiğinde, çiftçilik işlerini işçileriyle bizzat yapar, herkesle sen
li benli olur, at arabasının arkasına oturur, ayaklannı yere doğru sa
larak işine giderdi. Bazen bir hafta devamlı ve gece gündüz, davul
zurna çaldınr, yenir içitir ve eğlenilirdi. Kuşadasına bağlılığı, onun
Kuvayi Milliyeciliğinin beşikliğirıi yapmış olmasındandı. Yoksa
İs viçreye gitmeden, babası ona, gel çiftliğin yansını sana vere
yim. Bu işleri yürüt Hukuk Mektebirıi bitirdin, bu kadar yeter de
diği zaman bu teklifi kabul etmemişti. İşte onun Kuşadası'nı sev
mesi, orada vatanını ve eşkiyalıktan vatan kurtaran kahramanlığa
yükselen zeybeklerin, nasıl değiştiğini görme fırsatını ve bu su
retle Türk Milletine aşk derecesinde sevgisinin tam anlamı ile şu
urlanıp yerleşmesini kazanmasından ileri gelmiş olsa gerekir. Ege
Bölgesi Kuvayi Miliye Reisi olarak, silahlı harekatın içinde bulun
muş, Şükrü Saraçoğluda yardımcılığını yapmıştır. Yunanlılarm
Türk vatanından sökülüp atılmasına kadar bu görevini, aynı ruhla
devam ettirrniştir.
7
olarak benimsedi. Milletini o kadar çok samimi surette sevdi ki,
bu itikadından ölünceye kadar da aynlmadı. Hocalık hayatında,
Ankara Hukukta, Siyasi İlimler Okulunda ve İstanbul Üniversite
sinde verdiği derslerde, talebelerine hep bu ruhu aşılamaya çalış
tı. Kendisini ve milletini, bütün yokluklara rağmen başarılı kılan
bu ruhun genç nesilere aktanlmasına çalıştı. Başına bazı sıkıntıla
rın ve belki büyük talihsizlikler geldiyse bunun için geldi. O'nun
8
Bazıları onun, bu Kuvayi Milliye ruhundan fışkıran, milliyet
perverliğini şöven derecesinde görmüşlerdir. Kesinlikle hayır. O
hiç bir milleti hor görmedi, yalnız kendi milletini, hemde bütün
yokluklarm hüküm sürdüğü bir ortamda büyük gördü ve mill eti
ile tek ruhun idaresinde imiş gibi galibiyeti de elde etmenin guru
runu iliklerine kadar yaşadı. İfadelerine bakılınca bu çok açık bir
'
şekilde anlaşılır. Diyorki, bir tek Türk gencinin burnu kanayacak
sa, bana dünyayı verseler istemem. Eğer deseydi ki, bütün dünya
yansın fakat bir Türk Gencinin burnu kanamasın ! , bunda başka
milletleri ve insanlan hor görme- şöven-dugusu var denebilirdi.
Fakat öyle demiyor. Bütün dünyayı verseler istemem yeterki, bir
Türk gencinin burnu kanamasın. Çünkü, onun mill eti de gençleri
de çok kıymetli idi. İlim tahsilinden, silahşörlüğe oradan millet ve
killiğine, ve hepsi ile birlikte kalemşörlüğe, yeni bir devletin kuru
luşunda, fikir ve icraat adamlığına, kürsülerde hocalığa ve en so
nunda, sesini duyurmak için Yeni Sabah Gazetesinin Baş yazarlı
ğına kadar. . .
9
CUMHURİYET ADLİYESi VE
MAHMUT ESAT
11
Hürriyetçidir. "Hakikatlan, bunlar aleyhimizde olsa bile orta
ya koymak bizim belli başlı kuv vetimizdir. Saklamak, korkmak,
yalnız zaifin huyudur" diyen odur. (x) Ancak bu hürriyet dema
gojiye (kelime oyunu) dayanan, sınırsız disiplinsiz bir hürriyet de
ğildir. Bu hürriyet, anarşinin düşmanı, sınırlan vatandaşların hak
larıyla çevrili, milli bütünlüğü koruyan, her şeye itirazı ve taarruzu
-iş olsun diye yapmayan- bir hürriyettir.
"Matbuat Hürriyeti (Basın Hürriyeti), vatandaşlar hürriyeti
nin fevkinde (üstünde) değildir. Her vatandaş ef'alinden (fiil-ey
lem) kanunu huzurunda nasıl hesap vermek mecburiyatinde is ' e,
basında aynı vaziyettedir. Bihassa demokratik cumhuriyette ...
Aksi halde inkıliipların mukaddes bir armağanı olan hürriyeti
matbuat (basın hürriyeti), mütecavizlerin (saldırgan), şantajjcıla
nn (yalan haber uydurup kişileri baskı altına alma) melcei (daya
nağı) olurdu . (xx). .
12
M. Esat Bozkurt, Milli Hakimiyetin izahında da yeni görüşler
getirmiştir.
13
Bu kadar çok cepheli bir insanın, çok kısa zamanda unutul
maya doğru inişe geçmesinin sebeplerini, geçmiş zamanların ida
ri kadrolannın zihniyeti ile izah etmekte yeterli ve meseleyi tek se
bebe bağlamak ta doğru değildir. Buna belki bir ikinci sebepte,
M. Esat'ın yıkiliştan sonra yeniden kuruluşu görmenin heyecanı
ve esasen bir yanardağ gibi devamlı püsküren alevleriyle, Türk Mil
letinin bin yıl boyunca uyguladığı ve onurıla yükselerek, dünya ta
rihinin altın sayfalanna geçmesini sağlayan İslam Hukukunu bir
müslümandan beklenmeyecek kadar ağır dille kötülernesi göste
rilebilir.
x Aimye Ceridesi. M.E. Bozkun Nüshası. 944 yılı, 1 sayı eki, se 1 7. Asıl metin 1 Kanünevvel
1340 sayıhAdliye cari desinden a.I.ınmıştır.
14
Hakkında her zaman sevgi ve saygıyla hareket etmek istedi
ğim, Mahmut Esat Bey'in hayatından bu kesime hiç temas et
mek istemedim. Fakat okuyucumu ve Türk Milletini gerçekçi bir
değerlendirmeden mahrum etmek hakkım olmadığı kadar, yazar
lık anlayış ve göreviminde dışındadır.
Bunları da kısmen bilen okuyucularım, diğer yazılarıyla bir
likte değerlendirme ve yararlanma fırsatını bulabileceklerdir.
Şunu ilave etmek gerekir ki ilerde okunacak bir çok yazı ve
makalesinde Merhum Esat, İslamın Peygamberinden, İslam Hali
felerinden, Türk İslam büyüklerinden de, sevgi, saygı ve hayran
lıkla söz edecektir. Özellikle hayatının sonlarına ve olgunluk döne
mindeki ifadeleri son derece daha itinalı ve bazı çevrelerin görüş
lerine aykırı olarakta olsa daha can alıcıdır. . .
Batı hukuku ile birlikte uygulanan İslam hukukunun artık de
ğiştirileceği her bakımdan olduğu gibi, hukuk açısından da devam
lı taviz veren, kendini yenilayecek ve topluma kabul ettirecek ilim
adamlanndan yani beşeri destekten mahrum kalan ilahi hukukun
yerini beşeri hukukun alacağı ve bir arada olmayacaklan belli idi.
Olay müsamaha meselesi değidi, ya ilahi hukuk ya beşeri hukuk
söz sahibi olacaktı. Bu yolda milletimiz seçimini yaptı veya yapı
lan seçime razı oldu. Mesele bu değildir. Bir milletin bin yıl uygu
ladığı hukuk için ağır ifadeler kullanması çok farklıdır.
5 Teşrinisani 1925 tarihinde Ankara hukuk rnektabinin açılı
şında yaptığı ve İslam Hukuk'unu ayaklar altına alan konuşması
nı buraya almıyoruz. Mecelle tamamen Kur' anı Kerim'den alınmış
İslam Medeni hukukudur. Onu yürürlükten kaldırmak mümkün
dür, fakat ona hakaret etmek kimsenin hakkı olmasa gerekir.
Mecelle, İsrail'de bile 1972 yılına kadar, resmen uygulanmış
bir hukuk sistemidir. Y ürürlükten kaldırılırkan İsrail Adalet baka
nı, mecelle için aynen şöyle demiştir. "fevkelade mükemmel bir
hukuk abidesi, fakat devrinj doldurduğu için yürürlükten kaldırıl
ması" gerekmiştir. İşte aradığımız incelik budur. Geçmişte bi
zimdir, bu günde bizim, yannda bizim olmalıdır. Yarın olunca geç
mişi düzeltmek, dünden iyisini yapmak önemlidir ve gereklidir.
Geçmişe sövmek ise tamamen gereksizdir. Genç nesillere köksüz
fidarılara döndürür. Bu konuda Cumhuriyet gazetesinde çıkan ha-
15
Aciliye Vekili Olduğu Sıralarda
beri ve İsrail Adalet Bakanlığı sözcüsü, Uzi Sivan'ın sözlerini ay
nen aktarmakla yetiniyoruz.
"Me ce lle , sonund a İsrail'd e re smen yürürlükt en
kaldırıldı. (x)
KUDÜS Osmanlı İmparatorluğunun temel mevzuatından
-
17
Mahmut Esat Bozkurt Çocuklanyla
Çok güzel şiir okur, Faruk Nafiz Çamlıbel, Yahya Kemal Beyat
lı, Yusuf Ziya Ortaç ve bunun gibi yazar ve şairlerle sohbetlerine
doyum olmazdı. Kendi eşi Feheda h anıma karşı şiirler okur, onla
rm ruhlan coştururdu. Bir günYahya Kemal, "Beyefendi, sizin, ağ
zınızdan diniediğim zaman şiirlerimi daha çok beğeniyorum" di
ye onun şiir okuma ve eaşturucu hitabetinin ne kadar yüksek sevi
yede olduğunu ifade etmişti. Onun, hukuk bilgisi yalıında engin
tarih ve edebiyat bilgisi vardı. Evleri bu konuların tartışıldığı, aka
demiler gibiydi.
Onun, hayatında, en çok sevdiği milet kendi milleti olan Türk
Milleti ve en çok sevdiği insanda Mustafa Kemal Atatürk'tü. Haya
tı boyunca yaptığı her işten Atatürk'ün haberi olmuş ve destek
lenmiştir. Bakanlıktan ayrıldıktan sonra bile Atatürk ona, Mah
mut bey, sana kapım ve safram her zaman açıktır. Davet bekleme
den geleceksin demişti. Kuvayı Milliye'den sonra Atatürk, Kuşa
dasına gelmiş ve Mahmut Esat Bey le çiftliği gezerken, yerli ve ya
bancı Rumlar tarafından nasıl harap edildiğini ve taş taş üstüne
bırakllmadığını görmüş ve "Ankara'ya dönünce buna bir çare bu
lalım demişti. Sonra Ankara'dan Mahmut Esat Bey' e ellibin liralık
bir (Harık-zede) senedi göndermişti. O, bu senedi bir hatıra olarak
*
19
mak" onun düşüneeye tanıdığı kendi kendini sınırlama, kendi
kendini denetleme şeklindeki sosyal sınırlama idi. Bu şekildeki
hür düşüneeye ve bundan doğan yeni fikirler üretme veya var ola
nın zamana uygunluğu sağlanmak için yeniden yorumlanınası,
toplum ve siyasi yapımızın yenilenmesini ve gelişmesini de sağla
yacaktı. Türk olmayanıann ihanetlerini bizzat gördüğü için Türk
ten başkasına güvenilemeyeceğini, ciddi işlerin Türk asıllı olanlar
eliyle yürütülmesi gerektiğini açıkça savunacak kadar dimdik bir
Türk milliyetçisi idi.
20
yalizm ve Sosyal Mücadelelerin Tarihi, yeni Türk devlet prensiple-
rinin sebeplerini ve edebiyatını teşkil eder. . . . . Fikrirı en tehlikelisi
.
Söz konusu kitap, Hasan Ali Y ücel Bey'in Milli Eğitim Bakanlı
ğı zamanında bakaniıkça bastırılmıştır. incelendiği zaman, insan
lık için hizmet vermiş bütün seçkin sirnaların ve hatta peygamber
lerin dahi komünist olduğu ifade edilmektedirAşağıdaki satırlar
bu kitaptan alınmıştır.
"Din ve ahHik dağmalarını bir yana bırakıyoruz. Çünkü amacı
mız bir dinler tarihi değil, sosyalizmin tarihini yazmaktır. O za
manda hiristiyanlık içindeki komunist akımların aynadıkları rolü
incelemek görevlerimiz anisına giriyor demektir. Çünkü, Roma
İmparatorluğunda hiristiyanlığı halk tabakalarının benimsediği
bir akım haline getiren şey bu düşüncelerdir. Bundan önceki bölü-
Beer Max. Sosyalizm ve Sosyal Mücadele/erin Tarihi. Çev. Zühtü Uray, Mahmut Esat Boz
kurt'un ön sözü. Kıtay yay, lstanbul-1969.
21
mün sonunda sormuş olduğumuz sorunun cevabını da artık şimdi
verebiliriz. Soruyu hatırlatalım. Roma imparatorluğunda emekçi
ler niçin komunist bir öğreti ortaya çıkarmadılar? Çünkü hiristi
yarılık, Roma imparatorluğunda, emekçilerin komunizmiydi. . . (x)
: . . Kilise Babaları ve Komunizm, başlığı altında "Kıbrıslı Bar
nabas, Epitrelerinde şöyle yazıyor: Her şeyi, komşunla ortak saya
caksın. Hiçbir şeyi yalnız senin saymamalısın. Sonsuz olana her
birinin ortak olduğunu biliyoruzda olmayana neden ortak olmadı
ğınıza inanacaksınız�(xx)
Aynı eserde "komünizmin cihan hakimiyetini gerçekle tire Ş
cek" fikir akımı olduğu da yazılmakta. (xxx) Bu çok methedilen
eserin asıl özelliği ve bizim için önemli etkileri olan yanı şurasıdır.
İnsanlık için hizmet vermiş olup, fakir. ve ezilmişler ile emekçi de
nilen işçi sınıfının haklarını elde etmeleri için gayret etmiş olanla
rın tümü komünisttir. Son olarak sosyalizmin ve onun kitaplaşmış
şekli olan komünizm, insanlık medeniyetinin son ve en müteka
mil safhasıdır. Ondan başka yol yoktur. Belki onun yorumlan (frak
siyonlan) olabilecektir.
Bu noktada M. Esat bey ve onun gibi düşünenlerde Batı Me
deniyeti ve onun zaruri devamı olan sosyalist gelişmeyi bilmek
gerektiğini, onu bilmeden demokrasinin hatalarını arılamanın
mümkün olmadığını, şayet zararlı ise ona karşı yeni bir fikirle çık
mak gerektiğini savunmaktadırlar. Bu yapıdaki düşünür ve yazar
ıann genel hataları şudur. Dün evvelsi gün Liberal, dün kapitalist,
bu gün sosyalist, yarın komünizm kaçınılmaz yoldur, şeklinde tes
pit edilebilir. Başkalarını taklit yerli üretim yokluğu.
Fakat, Türk Medeniyetinin yr.miden ihyası için çırpınan Ata
türk, 1933 yılında, Onuncu Yıl nutkunda " bu noktayı çoktan aş
mış olarak şöyle diyordu. "Bu gün aynı iman ve kaliteyle söylüyo
rum ki milli üllruye tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk Mille
tinin, büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir
kere daha tanıyacaktır. Asla şöphem yoktur ki Türklüğün unutul-
22
muş medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki in
kişafi ile atinin (geleceğin) yüksek medeniyet ufkunda, yeni bir
güneş doğacaktır. "
Burada ifade edilen -medeni alem- o zamanın ve günümüzün
hakim medeniyet anlayışı kabul edilen Batı Medeniyetidir. Ve bu
alem, Türk Milletinin büyük millet olduğunu, önceler� olduğu gibi
ve gelecekte -bir kere- daha tanıyacaktır. Bu medeniyetler yarışın
da geleceğin medeniyeti olmaya namzet olan -Türk Medeniyeti
bundan sonraki gelişme ve yenilenmesi ile geleceğin ve bu günün
medeniyetlerinden daha yüksek olacak, diğer medeniyetler ara
sında atinin yüksek medeniyet ufkunda, yeni bir güneş gibi do
u
23
Medeniyetini" varetme çabasına girmek zorundadır. Çünkü Türk
Milletinde bunun fizik ve ruh malzemesi vardır. Bütün hür fikirler
bunun varedilmesi için seferber edilmelidir. Önce bunun için, son
ra diğerleri için ve yardımcı malzeme olarak. Ö mrünü mill etine,
Türk, Türk diyerek geçirmiş dost ve düşmanlar kazanmış bir fikir
adamının, bunu açıkça ifade ederneyişini ve düşünce hürriyetini
başka kanallara kaydırmasını bu ön sözü yazdığı zamanın ( 1941)
siyasi havasına da bağlamak mümkündür.
,M. Esat Bey ve diğerlerinin, kesin bir Allah inançları var. İlıa
detleri ise kiminde vardır kiminde yoktur. Aile hayatlarında, uy
gulanan islami yaşayış ve davranışa karşı çıkmadıkları gibi, teşvik
ve yardımcı olmuşlardır. Mesela, ülkemizde Laik eğitim başlatılıp,
din dersleri kaldınlınca, M. E sat Bey, üç çocuğuna Büyük Ada ima
mına evinde din bilgilerini öğrettirmiştir. Hanımı H. Feheda Ha
nım ise, piyano çalan yabancı dil bilen iyi yetişmiş bir Türk hanı
mefendisi olduğu gibi, �vinde Kur'an okutur, dini bayram ve gün
ler içın uzel toplantılar yapardı. Bütün bunlar, Mahmut Esat
Bey'in bilgisi altında yapılırdı.
24
daha idadi talebeliği zamarunda "hali acı bir fakir görse, derhal
cebinden ne kadar parası varsa-ona- boşaltırdı" şeklinde anlatı
lan davranışı inançl arının derecesini göstermeye yeterdi. x
Onun için Türk olmak herşeydi, Türk'ten başkasına güven
mezdi. Bunun sebebi de şüphesiz, Seferberlik sırasında, azınlık
hiristiyanların, Türk Milletine karşı takındıkları düşmanlık tavrı
idi. Dün, komşu, arkadaş dediği insanların, bir anda düşman kesil
meleri " Türk'ün Türk'ten başka dostu olmadığını da görmeyen
gözlere bile göstermişti. Bu inancının yerleşmesinin sebebi de
budur. Bunun aksi bugün de ispatlanmış değildir.
Atatürk'e hayrandır, Fatih Sultan Mehmed'e de hayrandır.
Ondan Türk Tarihi ile ilgili bir kısım dinleyen insanın, onu başka
yerden tekrar okumasına gerek kalmazdı. Anlatışıyla, konuyu
dinieyenin hafızasına nakşederdi. İnsan ancak samirniyetle inan
dığı şeyleri böyle güzel ifade edebilir.
Cumhuriyete ve demokrasiye inancı tamdı. Büyük Millet
Meclisinde, halkın temsilcilerinin, bizzat ayağı topraklı olanların,
esnafların, bizzat kunduracılı.k yapanların olmasını savunurdu.
İnandıklarına tam inanır ve bütün samimiyetiyle bağlanırdı.
Netice olarak denilebilir ki M. Esat, başından beri Türk Milli
yetçisidir. Öğrenilmesirıi arzu ettiği komÜnizm, ülkemize uygu
lanması için değil, uygulanmasına henüz başlanılan Cumhuri
yet'irı aksaklıklarının tespit edilerek kısa zamanda çok partili de
mokrasiye geçilmesi içindir. Demokrasi için milletimizin henüz ye
terli olmadığını o günlerde (1940 - 1941) ileri sürülenlere karşı Şef
lik döneminin ağır şartlarına rağmen, Namık Kemal'in yazısı ile
kendisine ait yazıyı kaleme almak bu gün bile bir çok yazarın had
di değildir. Bu fikrirıi ifade için " Türk Milleti için seviye bahse ko
nu olamaz. O rejimierin en yükseklerine layıktır. Onun seviyesini
yüksek görmeyenler, kendi seviyelerini ifade etmektedirler, diye
haykırabiliyordu.
Milletin seviyesini alçak görenlerden daha alçak bir kimse ta
savvur olunamaz diyordu. (Atatürk İhtilali. s, 151, Birinci baskı)
İşte bu ifadeleri tek partili dönemde yazabilan nadir insarılardan
biri. . . Onun asıl maksadı da, Türk Milliyetçilerinin hiç bir fikirden
korkmadıktarım ve her fikirden daha üstün olduklannı anlatmak
tı. Milliyetçilere de daha üstün fikir üretme emri veriyordu.
_
ır Tşıtınan nınıc Ziya. Mahmut Esat Bozkurt. s, 14-15 ve devamı. lzmir·1944
25
SiY ASİ H AYATI
Türk vatanının düşmanlar tarafından işgal edildiği sıralarda
onun tahsil hayatı da son buluyord u()
zmir'in işgali ise onun için
bardağı taşıran son damla oldu. Yurda dönerek efeler arasında
milli mücadeleye katıldı . Kuvayı Milli'ye hayatı bu şekilde başladı
ve birinci Büyük Millet Meclisinde, millet vekili olarakdevarn etti.
Böylece 23 Nisan 1920 yılında başlayan, milletvekilliği 21.12.1943
tarihinde ölümüne kadar devam etti. 1924 yılına kadar İktisat Ve
killiği yaptı. Bu tarihten sonra, profesör payesi ile, Hukuk ve Siya
sal Bilgiler Fakültesinde, İnkılap Tarihi, Esas Teşkilat Hukuku ve
Devletler Arası Hak derslerini okutt� 1940 yılından sonra, hoca
lıktan da ayrılmak zorunda kalmış olacak ki onu Yeni Sabah gaze
tesinin baş yazarı olarak görmekteyiz. Bir tarafı ile Avrupa gör
müş, iyi yetişmiş üniversite hacası olmaya namzet bir delikanlı,
hemen arkasından eline tüfeği tutuşturolmuş ateşin bir Kuvayi
Milliye zeybeği, işini silahla halletmeğe alışmış bir insan, biraz
daha sonra millet vekili olarak, çok iyi bir hatip, arkasından bir ic
raat adamı olarak vekillik ve tam 10 yıl boyunca yeni Türkiye'nin
hukuk ve iktisat temellerinin atılmasında tam bir uygulama ada
mı , ve devamıyla on yıl üniversite hocalığı ve mebusluk, son üç yıl
da gazete ve kitap yazarlığı , fikir adamlığı ile yine mebusluk bir
arada. Bir insan hayatında bu kadar değişik ve birbirine zıt huylar
isteyen işleri bir arada nasıl yürütebilir, sorusu M. Esat Beyin, acı
ve tatlı taratıanna cevap olabilir.
Başta Atatürk olmak üzere, Fethi Okyar Beyle, İsmet İnönü
kabinelerinde bakanlık yapmı ş ve ayrılmış olmasına rağmen, hiç
birisi hakkında en küçük bir tarizde bulunmamıştır.
Mahmut Esat Bozkurt siyasl hayatına bir vatan davası ile baş
lamış bulunuyordu ; Türk yurdunu düşmanlar yer yer işgal eder
ken o, tahsilini yeni bitirdiği İsviçre'den yurdunun kurtuluşu için
mücadeleye atılmak üzere Anadoluya geçti. Türk milletinin istiklal
ve kahramanlığı , yüceliği Mahmut Esat için sarsılmaz bir irnandı .
Şeflerine ve davasına bağlılığı bütün memleket gençliğine örnek
olacak kadar asil ve kuvvetli idi. Onun dürüst temiz ve heyecanlı
siyasi hayatını şu safhalara ayırabiliriz ;
1 - Milli mücadele ve ilk meb'usluk hayatı.
27
2 - Vekillik hayatı.
3 - Bu hayat ensasında kazandığı büyük Türk adli zaferi : Lo
tüs - Bozkurt davası.
Siyasi hayata milli mücadele ile girdi. Arkadaşı Saraçoğlu
Şükrü ile yurduna döndü. Silahiandı ve Kuşadasında dağlara efe
arkadaşlarile çıktı ve yıllarca vuruştu. Bu temiz Türk çocuğu kafa
sında ilim ve bilgi ve elinde silahla bilfiil çalıştı. Şavaşa beli silahlı
girdi ve elikalemli hizmet etti. Şükrü Kaya Bey: Malta'dan dönüş
u
28
lerden hiçte geri olmadığını ispatla.mış oluyordu. Bu dava az iler
de aynca incelenecektir.
29
Atatürk, yanında kalabalık bir maiyet ile yurt gazisine çılnyor.
Batı ve Güney Anadolu'nun mühim merkezlerini gazdikten sonra
Eskişehir' e geliyor. Hepimiz bu gazinin sonuyla çok ilgileniyoruz.
İçişleri Bakarn Şükrü Kaya bey vasıtasıyla haberler alıyoruz. Ata
türk'ün Eskişehir' e kadar olan gazisinin yankılarıru şu şekilde öğ
reniyoruz: "Bizim teşkilatımız fikir bakımından tamamen bize ya
bancı insanlardan teşekkül etmiş ; asıl inkılabcı zümreyi Türko
cakları'nda gördüm. Yapılacak şey, bu partiyi kapatmak, Türko
cakları'nı kendi partimiz olarak tutmak ve Hamdullah'ı da Umumi
Ka tip yapmak."
Gazi'nin bu düşüncesi bizi şaşırtıyor. Ankara'ya gelinceye ka
dar bu düşüncesini yanındaki arkadaşlarına söylüyor. Fakat An
kara'ya gelip de İsmet Paşa ile görüşünce bu fikir değişiyor. Yerine
Türkocaklan'm kaldırmak ve onun bütün üyelerini Fırka'nın kura
cağı Halkevleri'ne almak, bu suretle inkılabcı ve Atatürk'ün fikir
lerini meydana çıkaracak bir partiye sahip olmak. Bu neticerıin,
başta Hamdullah Subhi olmak üzere bizleri ne kadar üzdüğünü
arı!atmak çok güç...
30
Müzakere, ( * ) evvelce alınmış esaslı bir karar diliesinde de
vam ediyor. İ'tiraz edenler de i'tirazlarından vazgeçiyorlar. Türko
cağı'nın artık yapacak işi kalmadığına dair bir rapor hazırlanıyor.
Ve sıra ile orada bulunanların hepsi imzalıyorlar. Hamdullah Sub
hi'ye gelince o imzalamıyor. İmza töreni bittikten sonra bu raporu
Atatürk' e veriyorlar. Atatürk soruyor: Hamdullah Subhi Bey'in de
imzası var mı? . . . "
Tevetoğ/u Dr. Fethi. Hamdullah Suphi Thnnöver. Kültür Thrizm Bakanhğ:ı yayın/an. Türk
Büyükleri Dizisi. 8. sıf, 202 - 204. Ankara 1986.
31
II. BÖLÜM
32
sız ve Türk ilgilileri nezdinde ve her iki devlet arasında üzüntüye
ve tatsızlığa sebep olacak mahiyettedir, denilmekteydi.
Buna karşı Türkiye'nin Paris Büyükelçiliğinden 14 Eylül 1927
tarihinde Fransız Hariciye Bakanlığına verilen cevabi notada :
(özetle)
Türkiye Büyük Elçiliği Lotüs Kaptanı hakkında Fransız harici
ye Bakanlığının gönderdiği notayı Türk Hükümetine tebliğ etmiş
tir. Türkiye Elçiliği aynı zamanda Fransız Başbakanı tarafından
Türk Büyük Elçisi Fethi Bey' e icra ettikleri beyanatı da Türk Hükü
metine bildirmiştir.
Türk hükümetinden aldığı açıklamaya dayanarak, Kaptan
Dumons'un kefaletle tahliyesine karar verilmiş olduğunu ve bu
tahliye kararının tamamen bağımsız görev yapan Türk Adli Ma
kamlarınca hiç bir tesir söz konusu olmaksızın gerçekleştiğini ha
riciye veka.Ietinize bildirmiştir.
Elçiliğimiz, Fransa ve Türkiye arasında memnuniyet verici şe
kilde kurulmuş bulunarı ve hükümeti.mizce de büyük değer veri
len iyi münasebetlerimizi bozacak herhangi bir yoruma mahal bı
rakmamaya özen göstermiştir.
Türk Hükümeti tabii yolunda seyreden mahkemenin adli yet
kisinin bulunduğuna yani Türk Adli merciierinin Kaptan Dumons
hakkında karar vermekte yetkili bulunduğuna, dair görüşünü, La
hey Beynelmilel Adalet Divanı önünde müdafaa etmeğe karar ver
miştir. Fransız temsilcisi ile Lahey Adalet Divanına bu yetki konu
sunun karara bağlamak üzere yetki verecek belgenin (tahkimna
menin) hazırlanması için memur edilen Türk temsilcisi Genevreye
müteveccih3n İstanbuldan hareket etmiş bulunmaktadır.
Bozkurt-Lotüs Davasında Fransa ve Türkiye Karşı
Karşıya
La Hey Adalet Divanında Gelseler
Frarısız Müdafaası: Lahey Sulh Sarayında 2 Ağustos 1927 ta
rihindeki celsede Frarısayı temsil eden Prof. M. Baduvan genel
olarak şu iddialarda bulunmuştur.
1- Mesele Türkiye tarafından bir yabancıya mal edilmiş olayla
ilgilidir. olay Türk toprağı haricinde meydarıa gelmiştir.
33
2- Türkiye iddia ettiği yargılama selahiyeti talep etmekte hak
lı değildir. Çünkü Fransız kaptaruna mal edilen olay (suç) açık de
nizde bir Fransız gemisinin üzerinde işlenmiştir. bu yanlış manev
radan doğmuştur. Bu Fransız zabitinin yanlış manevrasının, tabi
olduğu usul ve talimata uymamasından domuştur. Fransız huku
ku ihlalirıe Türk Mahkemeleri bakamaz.
34
nun da aralanndaki fikir ve felsefe aynidığından ileri geldiği anla
şılmaktadır.
35
şeref ve haysiyetimiz zedelenınez. Zira milletlerarası bir mahke
menin hükmüne uymak şerefsizlik değil, bilakis büyük şereftir. "
Bu sözler üzerine Şefleri kendisine : " Güle güle git kazana
caksın, kazanınasan da memleket seni bağnna basacaktır" diyor
lar.
Divan önüne çıkmadan evvel tahkimname yapılıyor. Bu vesi
ka Mahmut E sad'ın ince zekasının kıymetli bir delilidir. Fransızla
rın hazırladığı ilk metinde divana; -Türkiye, kaptan Demons'u tev
kif etmekle devletlerarası hukukuna uygun hareket etmiş midir?
suali soruluyordu. O, bunu beğenmedi ve şu formda teklif ve' ka
bul ettirdi - Türkiye kaptan Demons'u tevkif etmekle devletlerara
sı hukukuna aykırı hareket etmiş midir? Bu ufak değişiklik dava
nın yükünü Fransızların üzerine yüklemişti. Çünkü birinci şekilde
ispat külfeti bize düşerken ikinci formül bunu tamamen Fransızla
ra yüklemiştir. Nitekim Fransanın bu değerli devletlerarası huku
ku profesörlerinden ve Hariciye Veka.Ieti Hukuk Müşaviri Easte
vant Türkiye'nin devletlerarası hukukuna aykırı hareket ettiğini
isbat edebilmek için kütüphaneler devirdi, mevcut bütün misalle
ri ortaya döktü. Fakat tersipi ispat edemedi ve Lotüs davası Türki
ye'nin şerefi olarak milletlerarası münasebetler, milletlerarası
adalet arşivlerinde yer aldı�Bu muvaffakiyeti kazanan Mahmut
Esat o tarihte henüz 35 yaşında idi. Bu, aynı zamanda Türk inkıld
bının bir zaferi idi: Genç bir Türk devlet adamı, hukukçusu dünya
nın en tanınmış hukukçularından biri ile karşılaşmış ve onu mat
etmişti Lotüs davası Lozan'ı tatbikat sahasında perçinlemiştir."
36
dürüst, fedakar fakat bu kadan da. . . demek zorunda kalmıştı. Bu
durumu ve Mareşal'in sözlerini, eşi Mahmut Esat Bey' e söyleyin
ce, ne varki alacağız, hazinede bir şey yok ki, milletin nesi var ki
alalım diye cevap vermişti. . . bilmem ki şimdi bizler bunu nasıl de
ğerlendirebiliriz.
37
Divan Haziran ayında Türk ve İtalyan temsilcilerinin huzurunda
devam etmiş ve Türkiye'yi zamanın Aciliye Vekili, Mahmut Esat
Bey temsil etmiştir. Daha önceki davalardaki başanlarından dola
yı bu davanın da kazarulacağına emin gözle bakılmakta idiysede
hudava Türkiyenin aleyhine bitmiştir. Burada İtalyanlara ait oldu
ğuna karar verilen 14 ada, Antalya, fenike, Kaş ve Fethiye' nin kar
şılarında bulunan, Beş Adalar, Küçük Adalar, (iki adet) Meis ve Va
los adalandır. (x) İkinci Dünya Harbinden sonra bu adalar ile bü
tün Ege adaları Yunanistan'a verilmiştir.
38
ettiği nutukta ne çarnlar devinnişti). İsmet Paşa kabinesine zaaf
veren bu vekilin çekilmesi, Başvekili ağır bir yükten kurtardı.
İsmet Paşa bugün dünden kuvvetlidir. Lüzuınsuz bir safradan kur
tulmuş bir balon nasıl havada yüksellise İsmet Paşa kabinesi de
ondan kurtulunca efkan umumiyede öyle yükselmiştir.
Bu itibarla müstafi vekilin siyasi hayatında en büyük muvaffa
ll
kiyeti bu istifası olmuştur.
39
yapılıyor. Fakat uyum ve anlayış farklan işi zorlaştınyor. Buna bir
de mürettep olaylar eklenince işler tamamen karışacak.
40
İLİM ADAMLIÖI HOCALIÖI VE YAZARLIÖI:
41
madığını, bunun ise en önemli mesele olduğunu dile getiriyor. Bir
başka yerde de, . . . Türk ve dünya Tarihinde meşhur olan Viyandyı
ikinci defa kuşatan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Merzifon'un
Mannca köyündendi. Bu köy Merzifon' a yirmi dakika hatta daha
yakın mesafede idi. Şimdi gözlerime şöyle bir görüş (hayal) beliri
yor.
Mustafa bundan 300 sene evvel Marınca köyünün toprakla
rında bir çocuk entarisiyle, yalın ayak, baş açık beleniyordu. Köp
rülü Mehmet Paşanın himayesini buldu. okudu Köprülünün kızını
aldı. Sadrazam oldu. Günün birinde Türk Ordulannın başında Vi
yana önünde göründü. Viyana kapıları çalınmaya başladı. Kim o.
Denildiği zaman şu ses yükseldi.
"Açın kapıları, Mannca köyünden Türk Mustafa geldi "
KİMBİLİR DÜN NİCE MARINCALI MUSTAFALAR BAKıMSIZLIK
YÜZÜNDEN KAYBOLUP GİTTİ. BU GÜN DAHA AZ OLMAKLA
BERABER NİCELERİ KAYBOLUP GİTMEKTEDİR.
O, bu düşüncelerle, üzüntülerle dolu aynı zamanda bir fikir
adamıdır. Hiç kimsenin fikir üretme cesaretini gösteremediği yok
luk zamanlarında, kendi düşündüklerini -bizim hoşumuza gider
veya gitmez- söyleyebiliyor ve yazabiliyordu. Okuyan araştıran,
bulduklarını yorumlayıp yeni senteziere gitmek isteyen bir fikir
adamı idi.
42
Bir tenkitçi gibi kalmadan, tenkit ettiği her konuda çözüm çareleri
getirmiştir. Ö lümünden önce yazdığı yazılar, Örnek Nahiye Türk
Köylüsüne Dair, Topyekun Türkçülük ve Y ürekler Acısı, başlıklı
makaleleridir. Bu makalelerin de eserin hacmi içinde mümkün ol
duğu kadar yer verilecektir. Her kitap hakkındaki görüşletimizi de
yerlerinde aynca ortaya koymak suretiyle, daha geniş çaplı bir ka-
·
Eşi Feheda Hanım, M. Esat Bey öldüğü zaman otuz sekiz ya
şındadır. Kolej talebesi iken evlenmişlerdi . 17 yaşında evlenen Fe-
43
heda hanım 38 yaşında dul kalmıştı. Devrinin en seçkin kimsele
rinin evlenme tekliflerini geri çevirmiş, kendini üç çocuğu ile eşi
nin hatırasına vakfetmesini bilen Türk analanndan biri olarak
10.11.1978 tarihine kadar yaşamıştır.
44
III. BÖLÜM
ESERLERİ
A- MAHMUT ESAT BOZKURT'UN
MAKALELERİNDEN ÖRNEKLER
Bir çiftlik beyinin varlıklı oğlu, yatılı idadi talebesi, İstanbul
efendisi, Avrupa görmüş bir Osmarılı ve kalem efendisi, Kuvayi
Milliye'de elde tüfek belde tabanca, göğüste fişeklik ve dürbün
belinde kama, hacağında zeybek donu ile işini silcilıla görenler
arasında, milletinin hakkını da zorla almaktan başka çaresi kal
mamış medeni bir silahşör, hayran olduğu batı milletlerine karşı,
dişe diş, kana kan, cana can ve milleti için yok olmayı her zaman
göze almış bir adam . . .
Geçmişin eskilikierine karşı, yeniliklerin ve dürüstlüğün ya
nında bir fedai. Onun bu fedai ve geri dönüş bilmeyen huyu canı
çı.kıncaya kadar yanında idi. Onun bu anlatılanlar ve anlatılama
yan nice hasletlerini yazılarında her zaman görmek kabildir.
Çok büyük süratle ve bir çok çelişkiler içinde değişen dün
ya'yı M. Esat yirmi yaşlannda yaşadı. Böyle bir dünyada, uygun
adım (sabit kadem) olmak her babayiğidin karı da değildir. Onun
yaşadığı günleri ve olaylarıyla birlikte düşünmeye mecburuz.
Onu temel görüşlerine düşman olanların ellerine bırakmak ise hiç
doğru değildir.
Aşağıda onun makalelerinden bir kaçını birlikte okuyalım.
1- TOPYEKÜN TÜRKÇÜLÜK.
Yeni Sabah Gazetesi. 23 Birincikanun 1943
2- TÜRK TARİH KONGRESİ.
Yeni Sabah Gazetesi 15 İkinciteşirin 1943
3- SİLAHLI TÜRK. Yeni Sabah Gazetesi. 2 Birincikanun 1943
4- TOPRAK İŞİ. Yeni Sabah Gazetesi. 26 Birincikanun 2943
45
TOPYEKÜN TÜRKÇÜLÜK
... Bütün cihan bir yana, milletim milliyetim bir yana. . ve bence
milletim milliyetim bundan da ağır basar. Hiç değilse, müsavi. .
Bana bütün dünyayı verseler ve karşılığı olarak, bir Türk gencinin
burnunun kanamasını isteseler, rızamı vermem. Bence, bütün bir
dünya, bir Türkün burnunun kanamasına değmez.
Şu (topyekün) klişesini biraz da Türklüğümüz, Türkçülüğü
müz için kullanırsak, yersiz bir şey yapmış olmayacağımızı sanıyo
rum.
(Topyekün savaş) , (topyekun iktısat), topyekun bilmem ne
demek, bu yolda yazmak son yılların modası halini aldı. Güzel. Fa
kat biraz da topyekün Türkçülük, şu kadar ki bu bir moda gibi de
ğil, her gün ve her an temcit pilavı gibi, anılması gereken bir
(amentü) olmalıdır.
46
n
TopyekUn Türkçülükten ne anlıyorum?
Bunu izah etmeliyim. Bu izah belki, bazı dostlannun hoşlan
na gitmiyecektir. Bana Şoven, müteassıp Türk, filan diyeceklerdir.
Bu dayişlerin ehemrniyeti yoktur. Onlar ne derlerse desinler. He
pimiz işimize bakalım. .
Biz yürüyoruz.
Onlar da yürür, gibidirler. .
B ir gün gelecek, günün kendisi, kimin h aklı olduğunu ve ki
min yaya kaldığını gösterecektir.
n
Topyekun Türkçülükten ne anlıyorum?
Anladığım şudur:
Türk ve Türklük her şeyden üstündür. Şimal Türklerinden
Rahmetli şair Abdullah Tokayef'irı dediği gibi:
" Miletimi, milliyetimi dünyalara değişmem. "
Bütün cihan bir yana, milletim bir yana. Ve bence, milletim
milliyetim, bundan daha ağu basar. Hiç değilse, müsavi. . O kadar
ki, bana bütün dünyayı verseler ve karşılığı olarak, bir Türk genci
nirı bumunun kanamasını isteseler, nzamı vermem. Bence, bütün
bir dünya, bir Türkün bumunun kanamasına değmez.
1nsarılığı çok severim. Lakin, Türklüğü daha çok. İnsarılığı du
yarım. Lakin Türklüğü daha çok fazla.
Alınaniann ihtilalci büyük şairi (Şiller) , milleti, milliyeti şöyle
anlatıyordu :
"Bana, Fransızdan, İngilizden, Amerikalıdan, Rustan lıifın kı
sası, Alman olmıyanlardan bahsedildiği vakit, Almandan duydu
ğumu, bunlann hiçbirisirıden duymam ! . "
Ne kadar doğru. Ne kadar ince bir görüş !
Milletirıi, milliyetirıi duyan bir Türk, (Şiller) in anladığından
başka nasıl arılıyabilir?
Bizim (Abdülhak Hamit) , (Tezer) irıde şöyle söylüyor :
" Kalbirıe ginnemiş ise hissi vatan "
47
"Anı sen, kale alm;:t bari utan"
Şüphe var mı ki, böylesi biç bir şey sevemez, ve hiç bir şey du·
yamaz. Hatta kendisini bile. Bu gibisi, bir insan, bir adam değil,
bir ldşedir.
Bana derunasin ki :
Hayır ve asla !
IV
Her Şey Türk içindir.
48
s anlık, sonra başkalan. . .
Önce Türiru düşünmek, insanlığı düşünebilmek için esastır.
Çünkü, kendisini düşünmiyen, kendisini toplamıyan bir adam,
başkasını nasıl düşünebilir? ! Yalnız, Türklük şahıstan da öncedir.
Çünkü o, TürKün şahsını da düşünür. Başka milletlerden bunu
beklememelidir.
Türıtün en kötüsü, Türk alıruyanın en iyisinden iyidir. Bunun
içindir ki; Türk ilinde, Türkler içinde her şey Türk içindir. Ve onun
için olacaktır. Nasıl ki, diğer medeni milletler de de prensip budur.
Her şey Türk içindir dediğim zaman, ne anlıyorum? Bunu da
açıkça ifade etmeliyim:
Biliyorum ki, dostlarun, bu arılayışıma da muanz kalacaklar
dır. Sağ olsurılar da, döğüşe meydan versirıler. Ne çıkar? ! . Olsa ol
sa bu döğüşten Türklük kazanır. Kazanması, dilenen varlık da, za
ten o değil midir?
Lafı uzatmıyalım. Her şey Türklük içindir ' den arıladığımı söy
liyeyim :
Mesela (Sanat sanat içindir) diyorlar. Bence hayır. Sanat Tür
lük içindir. Tablolarımız, binalarımız ; musikimiz la.fın kısası bütün
güzel sanatlanmız Türkü; söyliyecek onu ifade edeceklerdir. Kül
tür bakımından böyle.
Devlet idaresi, devlet işleri mutlaka, Türirun elinde olmalıdır.
İktisadi bakımdan ; bu topraklarda zengin olmak, mesut ol
mak her şeye ve her şeye sahip olmak. Efendiler, beyler gibi yaşa
mak yalnız ve sadece Türkün hakkıdır. En güzel mal Türk malıdır.
Yalnız o satılır. Bu topraklarda geçen akçe odur.
S!LAHLI TÜRK
Ben banşı (sulhu) çok severim. Fakat, nedense, silBhı daha
çok seviyorum. Buna, aklımça şöyle bir sebep buldum :
Barışı, (sulhu) tutan silBhtır da ondan. . .
Ve nihayet silah, medeniyete, insanlığa mutlaka düşman de
ğildir.
Bir bakımdan, XX nci asır medeniyetinin bir farikası da silah-
tır.
49
Dikkat edersek, kolaylıkla göreceğiz ki, dünkü ve bugünkü
dünyanın en medeni, en ileri milletleri en çok silahlanmış olanlar
dır. Geçen Osmanlı İmparatorluğu, bugünkü İngiltere, Almanya,
Birleşik Amerika, Japonya, Rusya gibi.
Bana geliyor ki, silah denilen aletin, başlı başına bir medeni
yet yaratıcısı, modem medeniyetin kurucusu olduğunda şüphe
kalmaz.
50
Doktoru, eczacısı, kimyageri, hasta bakıcılan, h8kimleri, her
çeşit mühendisleri, marangozlan, mimarları, saraçlan, demircile
ri... En başta gelecekleri az daha unutuyordum: Subayları, bunla
nn okulları, hocaları, ormanı, ormancıları, ziraati, iktisadı, akla
geliniyen daha binbir çeşit elemanı ileri olmıyan ve bunların hep
sini kendi memleketinde yapaınıyan bir millet, nasıl ileri sayılabi-
lir? Nihayet, modem medeniyet, maddi çehresi gÖrümünden
bunlann bir araya gelmesinden başka nedir?
II
Bana, medeniyetin manevi yüzünü unutuyor musun demeyi
niz . . . Asıl unutmadığım odur. Hayat direğinin, hayat dayanağının
manaviyat olduğuna sarsılmaz bir inanla, inananlardanım. Bun
suz bir insarım bir laşeden başka bir şey olmadığını, olamıyacağı
nı bilirim. Bir şeye inanmak, bir ülkü sahibi olmak hayatm müşkül
lerini yenen en büyük bir amildir.
Fi.kret bile :
" İnan, HalUk, ezeli bir şifadır aldanmak. "
Diyordu.
Ben, bunu da hafif buluyorum. Daha iletisini, daha kat'isini is-
tiyorum. Ve diyorum ki :
" İnan, Haluk, ezeli bir şifadır inanmak. "
Nasıl ifade edeyim?
Ben inanıyorum. Aldanmak için değil, inandığım için . . .
Siz, cemiyetimizin maddiyatını yoluna koyunuz. B u küçük
çapta da olsa onu, büyük medeni milletler seviyesine çıkannız . O
zaman göreceksiniz ki maneviyatta, ardı· sıra takip edecek yükse
lecektir. Elinde bir keşkül tutan, herkese el açan, serseri bir der
vişte manaviyat denilen bir şey bulunabilir mi? Bu gibiler, çamur
lar mezbeleler içinde yuvailanan bir hayvandan başka bir şey de
ğildirler. O bile değil!
51
Bu çok güzel bir sorudur. Ve çok yerindedir. Bu soru, birkaç
yandan karşılığını ister:
Bir kere, dünya kurulalı, insan oğlu hakkını hep silahla koru
du. Ve yine dünya kurulalıdanberi, milletierin savaş alemindeki
cellatlıklan geometri terakkisile ilerlemektedir. Aritmetik değil.
Benim, silahı, medeniyet ölçüsü olarak alışıma sebep, bir ke
re bu realitedir. Silaha verdiğim önemi, başka şeylere sarfetmeği
çok arzulardım. Fakat bu arzuyu milletimden önce, başka milletie
rin fiiliyata dökmesini isterim. Her halde bu işin, silahı elden bı
rakmak işinin, birincisi biz olmıyalım. Türk milleti olmasın. '
İkincisi de şu ki :
52
kendime bir borç sayarun. O kadar ki, bugün için nüfus bakımın
dan küçük çapta da olsa Almanlar gibi, İngilizler gibi, Japonar gi
bi, Birleşik Aıneri.kaWar gibi, nihayet Komünist olduklan halde,
dünyanın en ileri, eli silahlı milletlerinden biri olan Ruslar gibi si
lahlanınalıyız. Bu her şeyden önce gelir ve her şeyden üstün milli
bir borçtur.
-v-
53
TOPRAK İŞİ
A) Toprak,
B) Sulh mahkemeleri,
C) Nüfus çıkartma,
D) Vergi ödeme meselesi,
E) Sıhhat işleri,
F) Okuma,
G) Çiftçilik emniyeti,
H) Sigorta,
İ) Bayındırlık,
J) Kooperatifler.
54
lan işler azametlidir. Bunda şüphe yok. Bundan biraz da köylüler
nasip sahibi olmalıdır ki köylü (Atatürk ihtilılli) nin, nimetlerini, gü
zellilderini tadabilsm.
II
(İsmet İnönü) adında, azim sahibi, bir Türk oğlu çıktı. Ve ol
maz denilen bu işi olduruverdi. Karşımıza harp dikilmeseydi, ner
deyse, yeni şebekelerimiz köylere kadar uzanmış , İran'a girmiş
olacaktı. Nihayet bu köy meselesinin halli, bundan da güç bir şey
midir?
Hayır !
Zor olsa bile, planlı bir yol tutulursa, işin başarılması kolayla
şır. Mesela birinci plan, on yıllık olarak yapılır. Her yıl, yüz nahiye
modern bir hale getirilirse, on yılda (1000) nahiye eder. Yüz elli na
hiye, yukanda dediğimiz şekilde, ihtiyaçları göz önünde tutularak
yeni bir duruma kon ursa, on yılda ( 1500) eder. Ve mesele esas iti
barile, bitiriimiş olur. Geri yanı da, ikinci planda, yavaş yavaş olur
gider.
III
55
de herkesin arazi ihtiyacı yoktur. Olanlar azlıktadırlar. Bunlar çok
azdırlar.
56
KİMSESiZLER
5?
arasında yankesicilerden, hırsızlardan tutunuz da bol bol katiller
vesaire vesaire ! yetişir.
On sekiz, o dokuz yaşında, bir kız çocuğu, Köprü altlarmda,
yangın yerlerinde kalırsa, memlekete nasıl bir unsur olarak yeti
şir, bunu tahmin etmek sezmek o kadar güç bir şey değildir.
-n-
Ne yapmalı?
Memleketi, milleti bu kanıyan yaradan nasıl korumalı?
Bir taksi şoförü bana diyordu ki :
"Artık yüreğinizi yakan hal sona ermek üzeredir. HükUmet
burılarm (100-150) kadannı toplatacak, ziraat işlerine göndere
cek" Çocuğun dedim. Güzel fakat bu 100-150 kişinin yerleştiril
mesiyle önü alınacak işlerden değildir.
Memleketimizin köşesinde, bucağında burılann yekılnu mil
yonu bulur. Burıları toplamak, okutmak, sanat öğretmek. Okuma
zamanı geçerıleri de iş sahibi yapmak lbımdu. Bu yapılmadıkça,
zararlar şurılardır :
a) Memleketin, milletin içinde kötü adamlar yetişir.
b) Milyonca yurttaş heder olur, gider.
c) Milyonca adamın çalışma kuvveti yok olur, yabana gider.
Daha pek çok şeyler sıralanabilir. Bukadan yeter sanırım.
-m-
Burılara karşı Avrupa memleketlerinde ne yaparlar?
Ben İsviçreyi biraz bilirim. Orada bir defa böyle şeylere rast
larımaz. Orada polisin nezareti altmda iş bürolan vardır. İssizlerin
oraya giderek kendilerini kaydettirmelen şarttır. Kendisine he
men iş bulunur. Kaydedilmiyerıler polisin elinden yakalannı kur
taramazlar.
Sokaklarda ne bir serseriye, ne de bir dilaneiye rastlarımaz.
Darülacezeler, bu gibi çocuklan okutan mektepler, iş büroları ha
rıl harıl çalışırlar.
İşsiz, güçsüzler, işi serseriliğe vurarılar yabancı ise İsviçre
den kapı dışan atılırlar.
58
Bizde bu teşekküllere, memleketin ihtiyaciyle uygun bir hal
de vücut vermek imkanı yok mudur?
Ben sanıyorum ki böyle bir imkan muhakkak surette vardır.
Ve nihayet devlet bütçesile, hatti hususi idare gelirleri ile bunları
başarmak kabildir. Bu teşkilleri kurmak devlet vazifesinirı başın
da gelir.
Hususi idarelerden devlet bütçesirıden birkaç milyon lira ayP.
lınca bu güzel müesseseler doğmakta gecikmez. Ve Türk Cum
hurluğunun medeniliğirıe şahadet eden en güzel bir süs olur.
59
KAYBOLAN HAKLAR
Acaba, şu anda kaç köyümüzde, kaç öksüz, kaç dul, kaç ihti
yar ve kaç zayıf haklarını alamamaktan ah etmekte ve göz yaşlan
dökmektedirler?
Denizli viHiyetinin (Hisarköy) muhtanndan bir mektup aldım.
Diyor ki :
"Yazılarını okuyoruz. Türk köylüsünün dertlerine yakından il
gileniyorsun. Allah razı olsun. Sen de köylü çocuğu olduğun için
olacak, bizi iyi arılıyorsun. Biraz da büyük köylerin mahkeme işle
rile uğraş. Bizim buradan, (Sararköy) e gitmek için, bir köylünün
hiç olmazsa on beş lira saıfetmesi h'izımdır. Dava bir günde bit
mez. En azdan, bir yıl gidip gelmesi lazımdır. Bu uğurda sarfede
ceği para, açtığı davanın değerini geçer. Bu parayı sarfetmemek
için köylü de hakkından geçer. "
Düşündüm. Gözlerimin önünden birçok köylerimiz ve köyüi
lerimiz belirdi. Mesela (Bergama) nın (Kozak) köyü, Bergama sa
atlerce uzak, hemen de bir günlük yol. (Alaşehir) in (İnegöl) köyü
altı, yedi saat ve ila. Denebilir ki otobüs yok mu? Bulunur. Fakat
her vakit yok. Olsa da para lazım. Herkesin cepleri para dolu değil
dir. Parayı otobüslerde, han köşelerinde saıfedeceğine, köylü,
onu çoluk çocuğuna harcar.
II
60
nün adalet ihtiyacını, sulh mahkemeleri tamamile yerine getirile
bilirler. Çünkü sınır anlaşmazlıklan ile, beş yüz liralık alacak dava
tarım, kabahat derecesindeki suçları hükme bağlarlar, Köylü an
laşmazlıklannın ( % 90) ı da bunlardır.
III
IV
61
Bana: "Canım sende örneklerini hep Arap halifelerinden
mi buluyorsun" demeyiniz. Yerinde, Fransızlardan, İngilizler
den, Almanlardan nasıl örnekler alıyorsak, sırası gelince Arap
halifelerinden de almz. Yeterki güzel olsun. Biz Türkler güze
lin, iyinin i'lıkıyız. Bunun nerede bulursak alınz. Kendimizin
yapanz. Bence, bizim güzel huylanmızdan birisi de budur.
V
Yine düşünüyorum:
Acaba, şu anda kaç köyümüzde kaç öksüz, kaç dul, kaç ihti
yar ve kaç zayıf haklannı alamamaktan ah etmekte ve gözyaşla
n dökmektedirler?
Bir gün (Bergama) nın (Kozak) köyünden, bir kocakandan
bir mektup almıştım. Diyordu ki:
"Oğlum! (Z) den (50) lira alacağım var. Bergama ırak. Ben
çok ihtiyarım. Bir türlü oraya gidip, derdimi hAkime anlataınıyo
rum. Ne yapmalıyım ki? Çocuklarım öldü kimsesizim. Aç kal
dım. Perişan oldum."
Kimbilir dertlerini yazamıyan bu ihtiyarcağız gibi, daha ni
celeri vardı? Kimbilir.
Adiiye Vekilimiz sayın Bay Ali Rıza Türel, çekirdekten ye
ti'lmi'l bir adalet çocuğudur. Bunlan bilir ve anlar. Onun vekilii
ği zamanında bu çok önemli i'lin halledileceğini umuyoruz.
Candan, gönülden istiyoruz ki, İnönü çağı , bir adalet, bir
hak çağı olsun.
62
İKİ BANDO SESi
Otelde odamdayun. Elimde bir kitap var.
Bu "Balkan Devletleri Tarihidir. Eser son Romanya ihtilaiinde
öldürülmüş" Rumen Başvekili cilim profesör "Nikola Yorga "rundır.
Kitap çok enteresandır. Büyük atalarunızın Balkaniara beş
yüz yıl hakim oluşlannın sebeplerini anlatıyor.
Atalarımızın Balkanlatda, çeşitli ırklar üzerinde, beş yüz yıl
hüküm sürüşlerinin hikmetini anlatıyor.
Türk idaresi, bazı yabancı serseri yazıcılann, yahut hakikatla
n romanlaştırmak hastalığına tutulmuş olanlarm sandıklan veya
sandırmak istedikleri gibi sacdece kılınç gücüne dayanmıyor.
" Profesör Yorga" gerçeği bütün incelikleriyle, etrafiyle ortaya ko
yuyor. Ve bu beş yüz yıl süren idarenin kılınca yaslandığı kadar,
fakat bundan da fazla akla, mantığa, ilıne sırt verdiğini bütün de
lilleriyle belgeleriyle gösteriyor.
"Yorga "ya göre, Türkler Balkanlan fethettikleri zaman ilk iş
olarak iktisadi, ictimai ıslahat yaptılar. Ortadan kaldınp da yoket
tikleri krallıklann, çürümüş, kokmuş feodalite, zulüm sisteminin
yerine mükemmel bir demokrasi müessesesi kurdular.
Herkese mal tasarrufunda, devlet mevkilerine gelmekte ikti
dar ve liyakata göre müsavat tanıdılar. Profesör Başvekilin güzel
bir cümlesini buracığa tercüme edersem söylediklerimi en açık
bir yolda okuilanma anlatmış olurum "Yorga" Türk idaresi için di
yordu ki ;
" Türk devletinde yaşayan Hıristiyanların durumu, bazı pro
pagandacılann küçük eserlerinde iddia ettikleri gibi mi idi? Yani
Hıristiyan tebea beşyüz yıl boyunca soyulınuş sağana çevrilmiş,
dinlerini irıkıira zorlanmış, beşyüz yıl boyunca zulüm görmüşlerdi
de, bundan dolayimi ihtilıil çıkartarak kurtuluşlarını istemişlerdi?
Böyle bir iddiaya kat' i ·olarak " Hayır! " karşılığı verilmelidir.
Eğer böyle olsaydı, imrene değer büyük teşkilıitiyle, orta ve Batı
Avrupanın her devletine üstün olan idare sistemiyle Türk devleti
Balkanlaia beşyüz yıl hıikim olamazdı.
Türk devletindeki geniş demokrasi, orada yaşayan her kabili
yet, zekıi, enerji sahibi insana sokağın çamurlan, tozlan içinden
63
çıkarak, vezirlerin saltanat odalarına kadar yükselrneğe hak tanı
yordu. "
Nihayet "Yorga " uzun tahlili içinde der ki :
"Türkler, fethettikleri yerlerde ortaçağ sistemlerini yıkıyor
lardı. Herkese, her sınıf halka iktisadi icti.mai adalet dağıtan bir
idare kuruyorlardı. İşte beşyüz yıl süren o azametti hakimiyetin
anlamı"
Ne kadar doğru görüş.
O büyük Türk devletlerini sadece kılıncın sutı kaldırabi.l.iniıiy-
di?
Neden Çakucalı efe bir devlet kuramadı? ! Eğer devlet anla
mı, sadece silah gücü olsaydı. Çakucalılann, Kör Oğullannın çok
tan birer devlet kurmalan lazım gelirdi, değil mi?
"Yorga " nın bir yukanya iliştirdiği.m satuları, savaş meydanla
nnda bütün mehabetiyle çala çala, savaşçıları heyecan içinde sü
rükleyen bando muzikalar gibi benide sürükleyip götürüyordu.
Bir yabancı ağızdan ve daha düne kadar bir Türk vilayeti sayılan
Romanyalı 8.lim bir profesörün dilinden bu hakikatlan duymak
böyle bir şahabet dinlemek biri Türk oğlu için elbette heyecan ve
rici bir zevktir.
Tam bu suada ikinci bir banda sesi gelrneğe başladı.
Pencereye koştum. B aktım ;
Alınlan yüksekte, yiğit adımlarla ilerleyen Türk askerleri ge
liyordu. Geldikleri, kışla önünde bayrağımızı çekeceklerdi. Zabi
tin keskin sesi duyuldu. Bu ses zabitin belindeki kılınç kadar, bel
ki ondanda keskindi.
Asker selama durdu.
Ve muzika istikla.I marşını çalmaya başlaldı. Kış da, bah.arda,
yazda hatta dalgalı denizler üstünde bile her dem taze al bir lıile
gibi esen bayrağımız şimdi ağu ağu kışlanın üzerine yükseliyor
du. Kadın erkek, herkes, hepimiz tramvaylar arabalar, her şey ol
duğumuz yerde durduk yükselen bayrağımızı selamlıyorduk. O
an içimdeki duygularım şunlardı.
"Albayrağı soldurma tanrım . Bu bayrak solarsa yalnız Türk
64
milleti değil, insanlıkta salar. Çünki Türksüz insanlık öksüz kalır.
Bütün yeni çağıara yol açan bu bayrak solmasm tannm . . . "
65
MERHUMUN SON YAZISI
YÜREia.ER AClSI
Mahmut Esat Bozkurt, Yeni Sabah gazetesinde, ölümü ile ne
ticelenen krizden beş dakika evvel (Yürekler Acısı) başlıklı bir ma
kele yazmıştır. Onun vatana yaptığı hizmet borcunun en sonuncu
su olduğu için bu yazıyı, saygı ile okuyalım.
Geçenlerde "KimsesiZler" başlığı altmda bir makale yazmış
tım. Bunun üzerine iki mektup aldım. Anİadım ki parmağı yaraya
basmışun.
I
n
İkinci mektuba gelince, bu da, başlı başına yürekler acısıdır.
Bunu, bir mahkıim vatandaş yazıyor. Şimdi İstanbul hapishane
sindedir.
66
Bana :
Şüphe yok ki oğlum, kahve köşesi terbiyesini ala ala, azılı bir
serseri olacak.
ll
Kızım da kimbilir?
Ne bileyim?
Dertli bir olsa, lokman hekimle tedavi edilir. Bir değil bin de
ğil, Binlerce . . .
m
Bana geliyor ki biz bu işlerin içinden şu (Kimsesizler) me s' ele
sinden, kuvvetli teşkill er kurmak yoluyla çakabiliriz. Demek olu
yor ki: " Ne yapabiliriz? ll sorusunu ikide bir ortaya atmak zorunda
değiliz. Ve bunu her önümüze çıkana ileri sürmekle kendimizi
haklı gösteremeyiz. Biz medeni bir milletiz. Bütün medeni millet
Ierin başardığı işleri başarmak zorunda ve borçluyuz.
67
Eğer hatırlıyorsam, "Şarljid " , hayli eski bir kitabında (Asnını
zın Sosyal Me s' eleleri)nde ; " Medeni hayata, bir dersek, bunun ya
nsı teşkillerdir" diyordu.
Ne kadar doğru ve ne kadar yerirıde bir hatırlatış.
İtiraf etmemiz lazımdır ki bizim en eksik yanlanmızdan birisi,
işte bu, sosyal müesseseler, daha Türkçe bir deyimle bu sosyal
kurullardır. Bu kurulların başında kimsesizlerirı, kimseli yapılma
sı işi gelir. Bu " Kimse" devlettir. Türk devletidir.
IV
Bana denebilir ki
- Para lazım.
Evet. Bunda şüphe yok. Bir milyarlık bütçeye sahip Türk mil
leti elbette bu iş için de bir kaç milyon bulabilir. Hem'de zorluksuz.
Adam ister.
Evet. Bunda da şüphe yok ki. En güç işlerirıi başarmakta,
adam bulan Türk milletinin, bu işte güçlük çekeceği akla gelebilir
mi?
V
Artık sokaklarda dilenenler çarpuk çurpuk, yamn yumru sü
rünenler, yangın yerlerirıde yalın ayak, başıaçık dolaşanlar görül
memelidirler. okuma çağında çalışma yaşında sokak başlarında,
arsa aralarında, paçavralara bürünmüş koşanlar göze çarpmama
lıdırlar. Bunlar memleketin neresinde olursa olsun toplamalı,
okutmalı, iş güç sahibi yapılmalıdırlar.
Hele o köprü altındakiler hele onlar!
Gönül istiyor ki:
Bundan on beş yıl sonra, yetişecek yeni nesiller, kendilerirıe
(Kimsesiz) lerden bahsedildiği vakit, yüzlere hayretle baksırılar
ve desinler ki: "Ha, biliyoruz ! . . . Vaktiyle (Kimsesizler) varmış de
ğilmi? Ben haber vereyim;
68
ADLİYE VEKİLİMİZİN MÜHİM BİR NUTKU
Muhterem Efendiler,
Cumhuriyet müddeiumumileri arasında geçirmekte oldu
ğum bu güzel saatlan hatıralanmın en sevimlilerinden birisi di
ye anacağım. Toplanışımıza yüksek huzurlarile zinet ve değer ve
ren güzide zatlara da teşekkürlerimi iblağ etmek isterim. Bu günü
fırsat sayarak mesleki düşüncelerimden bazılarını Cumhuriyet
müddeiumumilerinin vetalı hatırasına bırakınağı burada, yersiz
bulmadım.
Arkadaşlar!
Bilirsiz ki adliyeciler meslek icabı uzun laflardan başlamazlar.
Kısaca söylemeliyiz ki aleyhimizde olanı olduğu gibi ortaya koy
mak bizim belli başlı kuvvetimizdir.
Saklamak, korkmak, yalnız zaafın huyudur. Bu başlangıçtan
sonra sizlere haber verebilirim ki, yapacağımız hayli işler vardır.
Şark hudutlanmızdan garp sınırlanmıza kadar Cumhuriyet
adliyesinde senelerdenberi süren teftişlerimirı bende hasıl ettiği
intiba budur. Bununla beraber Cumhuriyet, Türk adliyecilerine
yüklediği büyük vazileleri -Vasıtaların üzücü, yıpratıcı kıtlığı için
de- mesai arkadaşlarım, büyük ırklarına, Türk milletine has geniş
bir kiyasetle başardılar ve başarınağa hakkile namzet bulunuyor
lar. Bunu derin bir haz içinde sizlere bildirmek isterim.
Arkadaşlar,
İktiham ettiğiniz, edeceğiniz mesainin değerini ölçerken, he
saplarını tarihin görmekte olduğu geçmiş idarelerin bilançoları
nın şu ve bu milletleriri hıilini sizlere en ufak bir gurur duygusu
vermesini bile arzu etmem. Mukayese yoluna saptığınız gün kor
karım ki emeklerinizin değerini küçültmüş olursunuz. Nisbet usu
lü bizleri küayet ve kanaat yollarına götürebilir ki, adalet bahsin
de bu tehlikeli bir çığırdır. Çünkü bu eksikliğin biraz eksikliği ge
ne eksiktir. Fenanın biraz fenası gene fenadır.
69
Sizleri düşündümıeden, sıkıDadan ben haber vereyim ki Türk
adliyesi bir çok mütemeddin (medeni) milletler adliye teşkilatın
dan geri değil, ileridir. Bu işle vazifedar yabancıların dediği gibi
hayli medeni milletierin gıbta ve taklitlerine değer kıymetleri var
dır. Bizden olarılarla olmıyanlann kabul ettikleri bu hakikata rağ
men yapacağımız işler az değildir. Burılara henüz el değdirrneğe
başladık. Sizler gurura tenezzül etmiyeceksiniz. Gurur, aldanma
demektir. Aldanan mutlaka düşer.
70
Günler oldu ki bu topraklann harimi isteminde çıkan Rumca,
Ermenice gazetelerle ecnebi gazeteler hürriyet adile 'lürklüğü
tahkir hakkını kendilerinde buldular. O kadar ki bu yazılar ecnebi -
memleketlerde yazılsa 'lürkiyerun protesto hakkı olurdu. Nerede
kaldı ki hürriyet, diye bizde yazıldı. Öyle hadiselere şahit olduk ki
şimdi çıkmak hakkını kendinde göremiyen bir gazete Cumhuriyet
hükümetinin agyare yüz suyu dökmeksizin germi verdiği şamen
diter siyaseti etrafında yazı yazarken (Tren raylanna vatan evlat
larının kemikleri travers yapılıyor.) diyecek kadar kasıdane ve za
limane bir iftira ile hür olmak hakkını kendisinde gördü. Bilirsiniz
ki bu vatanın şimendifar siyasetine Rus Çarlığı da muhalifti. Gene
o sıralarda çıkan haftalık ve gündelik bir mecmua, bir gazete dini
kendilerine ticaret vasıtası yaptı. Sanlti yer yüzünde Allahın zabı
ta memuru imiş gibi iş başında bulunanlan vatan ve milleti yük
seltme faaliyetlerini dinsizlikle ithama koyuldu. Düşünmalidir ki
bugün bu mücadeleyi ana vatanda barınacak yer bulanuyan hain
ler komşulanınız yabancı memleketlerde, Yunanistan'da, Suri
ye'de yapmaktadırlar.
Din bayrağı altında milletin hürriyetini, varlığını imhaya kas
teden Şeyh Sait ısyanı tarihe dizginsiz hürriyetin bir kan lekesi di
ye geçecektir. Bütün bunların acılarını çekmiş millet halinde
unutmuyoruz ve unutmıyacağız. Şurada, burada laf atanlan, hile
bazlan, desisekarları hatta halkı soyup ızdıraba salan muhtekirle
ri bir takım bayağı mütaeavizleri hesaba çekiniz.
Arkadaşlar ; hürriyet milletin varlığını ifade eden devlet otori
tesi, vatandaşlardan hakkına karşı şunun, bunun elinde kullanı
lan bir terör aleti değildir. Hürriyet camianın bir malıdır ki hudut
lan kanunların, hatta kamil insanların aklı selimin " Dur ! " dediği
yerde biter. Hürriyet milletierin bir malı ise halin emniyeti onun sı
yanetine bağlıdır. Sıyanet hakkının mueyyidesi devlet otoritesi
dir.
Arkadaşlar!
Zannedilmesin ki demokrasilerin, Cumhuriyet rejimlerinin
tenkitleriden, fikirlerden korkusu vardır. Cumhuriyetler tenkitle
rin, fikirlerin mahsulüdürler. Bunlardan doğdular, bunlarla yaşıya
bilirler. İşierimize tevcih edilecek samimi tenkit ve mütalaalar ol-
71
sa olsa bize kuvvet olurlar. Fakat hususi emelleri tatmin için dev
let otoritesini zaafa salacak kasti tenkitler, propagandalan, hare
ketleri bu vatanın yüksek menfaatlerile oynayan muzmirli fikirleri
her hangi bir suikasti takip eder gibi yok edinceye kadar koştur
malrta aciz göstereceğimizi umanlar her an aldanacaklardu. Bun
lar etrafında Türk adliyesinin bilgisine ve diriliğine güvendiğimiz
kadar Cumhuriyetin yeni ve güzide matbuatının Cumhuriyet mat
buatı olmak hususundaki hassasiyetine ve kabiliyetine inanıyo
ruz.
Arkadaşlar! Sözlerimi bitirmaden evvel İstanbul Barosuhun
ziyafetinde İzlıarından zevkaldığım samimi bir kanaatimi sizlere
tevdiden nefsimi menedeceğim. Bilirsiniz ki klasikiere göre hak
kın müeyyidesi kuvvettir. Bu bir şe'niyet olmakla beraber bazı ek
sikleri vardır. bence kullanılan kuvvetin samimiyet, sevgi ve dü
rüsti ile sarılması lazımdu. Yoksa hak şöyle dursun, tek başına
kuvvet kendinin bile müeyyidesi olamaz. Tarih böyle kuvvetlerin
kendilerini yiyerek, kemirerek tebal (yok) olup gittiklerini yazıyor.
Salahiyetlerinizi kullanırken sami�yet ve sevgi içinde kullana
caksınız . Sözlerime nihayet verirken aranızdan uzaklarda bu gü
zel vatanın dört bucağında Cumhuriyet adaletini dağıtan değerli
arkadaşlarımı ve yüksek mesailerini hürmetle anar ve selamla
rım'.
B- KiTAPLARI
I- TÜRK İHTİLALİNDE VATAN MÜDAFAASI
Şurasını üzülerek ve ibretle kaydetmek zorundayız. Mahmut
Esat Beyin kitaplannın hepsini bir arada hiç bir kütüpharıede bul
manız mümkün değildir. Önsözde de temas ettiğimiz gibi yıllarca
unutulmuş veya unutturulmuş bir fikir adamı veya yazar gibidir.
Bizim uzun zaman, büyük emek ve hatta kendi ölçülerimiz içinde
bir hayli masraf ederek elde edebildiğimiz, büyük ve küçük ebatlı
kitaplarını mümkün olsa hep bir arada yayınlar onun için bir an
siklopedi meydana getinnek isterdik. Fakat bu kitabın hacmi bu
na elverrnediği için, küçük ve büyük hacimli eserlerinden önemli
o.sırnlan kitabıımza aktarmayı uygun bulduk.
Bu durum, okuyucunun hem yeteri kadar bilgi, henide taraf-
sız bir kanaat edinmesine yardımcı olacaktır. Aynca kitabımız,
araştırma yapanlar içini, iyi bir bilgi kaynağı olma özelliğini de ka
zanmış olacaktır. (x)
Mondoros Mütarekesi
1918 Yılında birinci teşrinin 21 inci günü Mondros linia
nında demirli bulunan (Ağamemnun) adındaki İngiliz zırhlısında
.
Osmanlı murahhaslarile İngiliz amircii (Galtrop) arasında bir mü
tareke imzalandı. Bu, Osmanlı İmparatorluğıffiu teslim eden bir
(Uzlaşma) idi. Bu uzlaşmanın adına tarih (Mondros Mütarekesi)
diyor.
İmparatorluk murahhaslan o zamanki tzzet paşa kabinesin
de bahriye nazın Rauf, hariciye müsteşan Reşat Hikmet ve erkanı
harbiye kaymakamlarından Sadullah :beyler idi.
Osman oğullan devletinin çöküm yılını tesbit eden bu müta
reke muhtevasıru kısaca gözden geçirebiliriz.
25 maddeden mürekkep olan mütarekenin esaslan şunlar
dır :
A - Akdeniz ve Karadeniz boğazlan açılacak, buradaki istih
kfınıların hepsi düşman devletleri tarafından işgal olunacak,
Ötedenberi Avrupalılarm denizler serbestisi naroma ileri sür
düğü bu dava artık halledilmişti. Çürıki, sorıra (Lozan muahede
si)le de teyit olundu. Yaru boğazlar açıldı. (Madde 1)
x Türk hıtillllinde Vatan Müdafaası. M. E. Bozkurt. Ticaret Matbaası !zmir, 1934. Bu kitap
T.B.M.Meclisi Kütüphanesi S, 329 sayıda kayıtb olarak ve !zmir Halk Kütüphanesinde bu·
lunabilir.
73
D - Toros tonelleri düşman tarafından işgal olunacak. (Madde
10)
E - İranın Osmanlı kuvvetleri tarafından tahliyesi, müttefikler
arnredince Kafkasya arkası boşaltılacak.
İran tahliye ettirildiği halde Kafkasya arkası için buna alelace
le lüzum görülmemasinin sebebi Bolşevik tehlikesini itilat devlet
leri hesabına Osmanlı ordulanna önletmek idi. (Madde 11)
F - Arabistanda bulunan muhafız kıtaat düşmana teslim ola
cak. Kilikya'da asayişin muhafazasına memur kuvvetlerden başka
kuvvet kalmıyacak. Tarablus'taki asker ve zabitlerle oralarda bir
avuç kahraman tarafından denizlere kadar zaptolunan yerler ki -
İtalyanlardan alırunış bazı liman ve kasabalardır - bunlar tekrar
Kral Emanoel'irı askerlerine iade edilecek. (Madde 16, 17, 18)
G Bütün demiryolları itilat devletlerinin mukabasine kana
-
74
rnek haklan ise ileride vücut vermek istedikleri (Ermenistan dev
leti) projesini kurmağa matuf bulunuyordu.
2 Hukuk bakırnından
-
75
Bunu size büyük Erkanıharbiye reisimizin bir kitabından (Gar
bi Rumelinin Sureti Ziyaı) adındaki yüksek eserinden söyliyece
ğim. Türk Mareşalı diyor ki: Ölümü göze almanın yolu, inanmak
tır.
Ben bu vecizeyi samirniyetle kabul ediyorum. Seven, inanan
millet ölümden yılmaz, yaşamak hakkı büyük saatlerde ölümden
yılrnıyanlanndır. Türk milleti yaşayacak ve yaşatacaktır.
Biz bir milletiz ki dünün, bugünün, yarının, yarınların tarihine
hitap etmek selahiyetini haiz kavimlerin başında geliriz. Biz ,bir
milletiz ki insanlara söyleyecek çok şeylerimiz vardı. Bu bizim
hakkımızdı. Muztarip beşeriyetin Türk milletini dinlerneğe ihtiya
cı vardır. Türk milletinin bütün bir tarih içinde zaman zaman yük
selen sesi ızdıraplann belli başlı dermaru olmuştur. İngiliz tarihşi
naslarından Woley " Sumerliler " adındaki nefis kitabında diyor ki :
Mısır, eski Yunan, Roma medeniyetleri Sumer medaniyeti ya
nında dünkü çocuklar gibidir. Biz Avrupalılar, Amerikalılar bu
günkü medeni varlığımızı Türkçe konuşan Sümerlilere borçluyuz,
onlara minnettarız,
Hanımlar, beyler !
Benim bir milliyetçi olarak her millete ve her milliyete hürme
tim vardır. Fakat niye saklıyayım, Türk olmasaydım kendimi dün
yanın en bahtsız adamı sayardım. Ne mutlu Türküro diyebilene.
76
olarak onun davası uğrunda çalışacağım) dedi. Israr etti ve muvaf
fak oldu)
Bugünkü eserler milletin ve bu fedakarlığın verimidir. Büyük
adam ölümü gözüne aldı. Fakat bir millet bir vatan kurtuldu. Yep
yeni bir rejim kuruldu. Fakat şef bu yolda ölseydi ne olacaktı, ona
ölmüş denebilecek mi idi?
Bence asla. Çünki o, bütün bir kavmin ve bütün bir tarihin yü
reğirıde yer alacak ektiği tohum bir milletin istikbalini hazırlıya
caktı. Buna ölüm değil tam manasiyle yaşama denir.
B - Reşat bey adında bir Türk miralayı büyük taarruzda irıti
har etti. Çünkü vazifesini yirmi dakika geç yapmıştı, fakat o, ölme
di yaşıyor. Ve bütün vazife duygularını yaşatıyor.
C - (Nezip muharebesi)nde kaçışanlara bir Türk miralayı şöyle
bağınyor :
Alçaklar kaçıyorsunuz. Geliniz, görünüz mektepli bir zabit
milleti yolunda nasıl ölüyor. Görünüz) diyor ve şehit oluyor bu kah
raman öldü mü? Bence asla. Onun ölümü gönüllerde haysiyet, şe
ref, namus abidesi oldu. Yaşıyor, yaşayacak ve ölmiyecektir.
Düşününüz ki ben bu hatırayı Mısır hakkında Fransızca yazıl
mış bir tarihten iktihas ediyorum. Demek ki Türk miralayı yalnız
öz Türklerin değil ölümünden yüz sene sonra dünyada şeretin ma
nasıri.ı bilenleriri de kalplerinde çarpıyor.
D - (Pilevne) düştüğü gün Türk esirleri hakkında bir Rus gaze
taeisi gazetesine şunlan yazıyordu. (Giyecek ve yiyecekte:rı mah
rum karlar üstünde yatan Türk esirlerinin arasında yaşamıyorum,
bunlar, yarım saat sonra ölecek zayıf, hasta, yaralı insanlardır.
İçlerinden biri ölünce kalanlar onun yırtık, pırtık elbiselerini kapı
şıyorlar ve üstlerini örtrneğe çalışıyorlar. Bunların yanına yaklaşı
yorum, bir şeye ihtiyaçlan olup olmadığını soruyorum.
Biraz sonra ölecek olan bu adamlar, benim Rus olduğumu an
layınca sanki birşeyleri yokmuş gibi bir vakarla yüzüme bakıyor
lar ve şiddetle (hiçbir şeye ihtiyacımız yoktur) diyorlar. Şimdi anlı
yorum ki, Plevne'yi bütün ordulanmıza karşı; ancak bu duyguda
adamlar müdafaa edebilirlerdi. Plevne kahramanlan ölmedi. On
lar bütün bir Türk milli izzetirıefsinin şehadet abıdesi gibi yaşıyor-
77
lar, asırlara baka baka yaşıyacaklard.ır. Onlan asırlar saygı ile ana
caktır.
78
şimdi yine bir mes'ele varmış. Prens ölürse hakaret yine ortada
kalacak, yine intihar mevzuubahs olacak. Haber aldığıma göre
prensin intihardan kurtardığı adam Japonlara Mançuri zaferini
kazandıran imiş. İ zzeti nefsin ölümün fevkinde tutulması bir mil
letin zafer şartlarından oluyor. Hususi hayat ta böyledir.
Şimdi de yaşadıklarını zanneden bir iki romalının hayatlarını
anlatayım. Bazı RomaWann mezar kıtahelerinde şunlan okuyoruz
(Yedim, içtim, kazandım, eğlendim. Herşey yaptım. Şimdi burada
yaruma kar kalan yanlız bunlar oldu. Ziyaretçi! Akıllı isen benim gi
bi yap.)
Türk genci, bu bir hayat mıdır? Nihayet bir hayvanın mezarı
na bir taş dikilrnek istense bundan başka ne yazılabilirdi. Belki bi
raz daha açık bir ifade ile (Burada yatan beygir yedi, içti, tepindi,
kişnedi buraya gömüldü ve bunlar yaruna kar kaldı) denebilirdi.
Bu mezar kitabeleri neyi ifade eder bilir misiniz. Bence Roma
nın yıkım devirlerini. İ şte benim ölüm zannedilen yukardaki IDi
sallerden anladığım hayattır. Hayat sayılan mezar kİtabelerinden
arıladığırn da mezardır, ölümdür.
Alman feylosofu (Şupen Hayr) ( hayat fasılasız bir cidaldir
(Kavga) orada silfıh elde ölünür) diyor. Hayatta silah elde ölümü
gözlerine kestiremiyerıler boyurılannda zincirle yaşarlar. Böyle
yaşamağa mahkümdurlar.
İsti.klal için ölümü göze almak müstakil olmanın birinci şartı
dır. . .
Bu kitapçıkta burılar yanında, Hukuk Bakımından Mondros
Mütarekesi ve Türk Milletinin, birinci dünya harbi ve Milli mcade
le dönemi kahramanlıklarına dair kısa hikayeler arılatılmaktadır.
79
mez. Daha iyi bir demokratik idare için, halkın doğrudan doğruya
devlet idaresine karışmasını sağlamak için fikir seferberliği ya
pan Mahmut Esat Bey'le sizi, bir nefeste okuyacağınız eseri ile
başbaşa bırakalım. Devlet prensiplerinden olan milliyetçiliğin
materyalist anlamda güzel bir izahınıda bulacağınızdan eminiz.
Aç ve yokluk içindeki bir millet için o zaman bundan iyisi düşünü
lemezdi. . (x)
.
x 7Yirk Köylü ve Işçileriilin Haklan. Mahmut Esat Bozkurt. lzmir TICliiet Basunevi Köy neşri·
yatından. Ankara Hukuk Fakültesi 5275 sayıda kayıtbdır. Yazann imzah hadiyesi olarak bu
lunmaktadır.
xx Eren Orhan K. Işçi ve Işveren Rehberi Ankara- 1969.
BO
miş ulusal meselelerimizden en büyüğüdür.
Ve başını kaybediyor.
81
kemalleştirilmesi (olgunlaştırılması) sizlere ulusal bir ödev olsun.
İzmirliler !
Türk ulusunun inaniyle büyük ihitilali yapan, Büyük partinirı
prensiplerinden biriside biliyoruz ki (Milliyetçiliktir)
(Türk köylü ve işçileri) anlamını, kendi duygularuna göre size
söyleyebilmek içirı bu prensip içirıde biraz dunnaklığun lazımdır.
Şüphe etmiyorum ki biz burada, hepimiz milliyetçiyiz.
O kadar ki bütün dünya karşısında en büyük şerefimiz, öğü-
'
nümüz Türk olmaktır,
Ben diyebilirim ki Türk olmasaydım kendimi dünyanın en
bahtsız adaını sayardım.
Bu sözlerimden diğer milletleri küçük, hakir gördüğüm anla
şılmamalıdır.
Her millet ferdlerinin, kendi milliyetlerile öğüruneleri söz gö-
türmez haklardandır.
Tekrar ediyorum.
Biz burada hepimiz milliyetçiyiz.
Fakat neden milliyetçiyiz?
Ve milliyetçilik ne demektir?
Bu iki sorunun karşılılğı şüphe yok ki hepiniz bilirsirıiz.
Fakat, ben, maksadımı, eyi eniatabilmek için, bu iki soru için-
de, bir parça da olsa durmak istiyorum.
Arkadaşlarım !
Ben, yer, gök, dağ taş, deniz ağaç aşkına milliyetçi değilim
Neden milliyetçiyim? ve kimirı içirı?
Bunu kendi kendime sorduğum vakit.
Yirıe kendi kendime şu karşılığı veriyorum.
Ben, benim gibi bir dili söyleyen
Benim gibi bir tarihe bağlı.
Benim gibi adeti örtü bir, bayramı bir, acısı bir.
Bir insan yığınının maddi ve manevi varalığı için, bu yığının
maddi, manevi saadet için milliyetçiyirn.
82
Bu hale göre,
Türk milletinin % 80 ninden fazlası köylü ve işçi olunca köylü
ve işçinin haklannı düşünmek, onlan korumak ve isternek (Milli
yetçiyim ! ) deyen bir Türkün ödevidir.
Modern milliyetçiliğirı belli başlı farikası da budur.
. . .Alınanların hakimi eelibi (Şiller) bize milliyetçiliği şöyle an
latmak istiyor.
(Bana Alınan denildiği zaman yalnız tarihile, an'anesile, dille
)J.
değil, daha ifham anlatılması) mümkün olmıvan birçok öncelik
lerile o kadar şeyler sezer hararat ve heyecanla öyle derirı, yük
sek ve kutsal sevgiler, bağlılık duyanm ki mesela bir İngilizden
İngiltereden, bir Fransızdan Fransadan, bir Rusdan Rusyadan ha
his açıldığı vakit bunlann hiç birisini hissetmem.)
Bize Türkden söz açılınca da böyle değil mi?
Şillerirı bize çizdiği bu tabloyu yaşatan onu canlandıran,
onun renklerirıi veren varlık nedir?
Şüphe yok ki sadece Alınanyanın dağı taşı, suyu gökü değil-
dir.
Şillerirı kendisi gibi söyleyen, duyan, bir insan kitlesidir ;
O kadar ki vatarun bu kitleden tecrid edildiğini, ayn düştüğü
nü bir an düşünsek.
O vakıt, her şeyirı üstünde kutsal bir anlam olan vatan, dağiy
le, taşiyle, akan suları yemyeşil vadileri masmavi mor gökleriyle
ne itharn edebilir ki?
Bir boşluk, bir hiçlik değil mi?
Baykuşlara bir gezinti, çığlık alanı değil mi?
Fransız şairi (Komey) (Horas) piyesirıde şöyle diyor :
(Bir kişi ; üç kişiye ne yapabilirdi?
Ne mi? ölebilirdi ! . . . )
(Horas) da bu kahramanlığı yaşatan, bu ölümü göze aldıran
aşkın saiki nedir?
Şüphe yok. Romalılarm hürriyeti değil mi?
(Abdülhak Harnid) (Tez er) irıde
83
" Kalbine ginneıniş ise hissi vatanı"
"Anı sen kale alma bari utan"
" Kız köpekler bile vatanperver"
" Vatanı sevmeyen acep ne sever?"
Dedirten varlık nedir?
Endulüs hükümdan böyle vatan diye bağınrken dağdan taş
tan ibaret (Endülüs) ümü düşünüyordu?
Şüphe yok ki o Arap kavmının balıtım düşünyordu.
Herşeyin millet milliyet olduğunu, bütün sevgilerin orada
toplandığını; bence, em güzel tarzile ulusal ozanıınız Mehıned
Emin (Türk sazı)nda söyledi.
O diyor ki:
Bir TürKü, dünyanın bizden en uzak köşesinde, bir bal ansı
soksa, onun acısını biz duyanz ve bu, bizim için bir sızı olur.
İşte bize her fedakarlığı göze aldıran hakikat ta budur.
Dağ, taş aşkı değil ! , Türk ulusudur.
Türk ulusunun varlığıdır.
Demek oluyor ki modern milliyetçilikten bahsedilince köylü ve
işçiyi mutlaka ve behemehal (herşeyden önce) en ön safda düşün
mek bir zarurettir. Ve bu, aklın, mantıkın bir zaruretidir. lcabıdır.
Türk köylü ve işçisini ve bunlann haklannı kadrosu içine al
mayan modern bir milliyetçilik düşünülemez.
Ve olamaz.
Bu topraklareta bay ve geda (yoksul-fakir) yok. En küçüğün-
den en büyüğüne kadar biribirine müsavi kardeşler vardır.
Bu prensip yalruz son Türk ihtilaJ.inin bir icadı değlidir.
Bu müsavilik Türk tarihinin bir verimi.
Müsavilik Türk ulusunun bir an' anasıdır.
Bu görüşümü size tarihi bir vakıa ile tesbit edersem hakikat
daha güzel tecelli edecektir
Abbasi halifelerden birisi, bir gün şairlerini toplamış. Hepsi
ne kendi milliyet ve milletlerile öğünür birer şiir yazmalannı söyle
miş.
84
Arap şair ; Peygamberin Arap olmasile ve Kur' anla öğünmüş.
85
Bir aralık :
Bırakınız kalemleri. Yoruldunuz. Dinieniniz !
Dedi.
Dikatle yüzümüze baktı.
Bulgaristan'da ateşemiliter iken, şahidi olduğu bir hadiseyi
anlattı.
Atatürk, bir gün, Safyada (Tedansanlı) , danslı çay veren bir
pastahaneye girmiş.
Bir aralık buraya milli kıyafetle poturlu çarıklı bir köylü gir
miş. Masalardarı birine oturmuş. Fakat kibar alemine mahsus
olan bu yerde kendisirıe aldınş eden olmamış.
Köylü masaya şiddetle vurmuş.
Gelen adama çay ve pasta getirmesirıi söylemiş.
Fakat kendine
İstedikleri verilmiyeceği gibi kibarlara mahsus oları bu yer
den çıkması söylenmiş.
Köylü kızmış, ayağa kalkmış, utarımazlar narıkörler demiş.
Beğenmediğiıli.z bu kıyafetimle ben vatanı ve sizi bekliyorum. Pa
ramla oturuyorum. Oturacağım. Hakkımdır. istediklerimi Mutla
ka getireceksirriz demiş.
Zabıtaya muracaat edilmiş, köylü zabıtaya da hakkını aynile
müdafaa etmiş , kabul ettirmiş ve bacak bacak üstüne koyarak,
pastasını yemiş ve çayını içmiş.
Rahmetli Atatürk bunu bize anlattıktarı sonra sordu :
Bu meınleketirı, Türkiye'nirı efendisi kimdir?
Bütün bir tarihin yürüyüşünde ve bugün Türkiyenirı efendisi
kimdir?
Biz biribirimize bakınıyorduk.
O bekledi.
Sorunun karşılığını alamayınca
(Bu memleketin efendisi, Türk köylüsüdür ! ) dedi. Ve biz bunu
kaydettik.
86
Ertesi günü Milet Meclisi kürsüsünde ayni soruyu ileri sürdü.
Cevabuu verdiği zaman bütün Milet Meclisi, büyük Türkün cüm
lesini alkıştan çelenklerle sardı.
Bu da yetmedi. . .
Bütün Meclis ayağa kalktı. Onu ayakta alkışiadı ve bütün
ağızlardan (Memleketin efendisi Türk köylüsüdür ! ) sesleri yükse
liyordu . . .
Gustav Löbon (Medeniyet) adlı eserinde Türk köylü ve işçile
rinden bahsederken:
1
87
Zorlukla kabul ettirebildirn. Çünkü topal bana:
Belki size de borcumu ödeyemem. Bırakınız beni buradaki
günlerimi bitireyim, demişti.
Nihayet borç ödenince, zavallı topal sendeleye sendeleye, aç
çocuklarının yanına gitti.
Mesele burada bitmiyor. Aradan hayli zaman geçti.
Bir gün Ankarada Adiiye Vekruetinde çalışırken, postayla ba
na (i5) lira getirdiler. Eskici topal Adiiye Vekiline borcunu ödüyor
du ! ..
Sokak köşelerinde hayat kazanan, aile besleyen Türk işçisi-
nın namuskarlığına bakınız.
Dünyaya örnek olsa çok mudur? !
Y"ıne bir gün Silifke hapishanesini teftiş ediyordum.
Katiller, hırsızlar ilah arasında yetmiş beşlik bir ihtiyar gör-
düm.
Bu bir köylü idi.
Bu da tefeci borcu içinyatıyordu.
Bunun da borcu (30) lira kadar birşeydi.
Aramızda şu konuşma geçti.
- Dede senirı suçun ne?
Suçum yok beyim borçtan yatıyorum.
- Neden vermedin?
- Verdim ; hem birkaç mislini verdim. Fazinin faizirıi ödüyo-
rum. Yine hapse girmez ödercliın. . . Fakat iki köleniz vardı öldüler,
ödeyemecliın.
- Köle dediğin kim?
- Oğullarım.
- Neden öldüler?
- Birisi Çanakkalede Şehit oldu gelmedi. öteki, !stiklru kavga-
lannda yaralandı, geldi. Fakat yara işledi (cerahatlandı-çürüdü) o
da size ömür bıraktı.
88
İhtiyar ağlamıyordu. Fakat ciğerini ısırıyor, kemiriyor belli et
miyordu.
- Dede dedim ; onlar benim kölem değil kardeşlerimdir ben de
senin oğlun. Onların yerine borcunu ben ödeyeyim.
İhtiyar köylü bu defa ağladı. Hapishaneden çıkarken elinde
bir su kabağı vardı, bir de zengin köpeklerinin yatamıyacağı lime
lime bir çuval parçası ! .
Su kabağının içine baktım. Taşla vurolsa kırılmaz ekmek kı-
nntıları. Bu da zavallının iaşesi! (yiyeceği)
Köylü ve işçinin haklarına neden bu kadar önem veriyoruz? !
Köylü ve işçi Türk tarihinin temeli olduğu için.
Köylü ve işçi Türk kendisi olduğu için.
Bütün Garp Türkleri tarihinin yürüyüşünde köylü ve işçi ne
zaman güldüyse, devlet ve milletin yüzü güldü.
Köylünün ve işçinin ne vakit gözü yaşardıysa, devlet ve mille
tin de bahtı karardı.
Felaket seneleriinizin asırlarca sürmesinin belli başlı sebebi
ni köylü ve işçinin durumunda aramak yerinde; çok yerinde bir ha
reket olur.
Ekonomik bakımdan köylü ne dir?
İşçi ne dir?
Hayatı esas olarak bir ekonomi meselesi diye mütalaa eder-
sek şu neticeye varırız :
Hayat = İşdir.
Hayatın faaliyet ve hareketini yapan iş dir.
Şum halde köylü ve işçi hayatın, kıymetin yaratıcısıdır. Bu ba
kımdan bunların haklan büyük olmalıdır. . .
Arkadaşlar :
Köylünün ve işçinin haklarını düşünürken ve onları yerine ge
tirmeği ulusal bir borç olarak kendimize benimserken kökleri dı
şarıda olan komunizm gibi farmasonluk gibi beynelmilel careyan
lara (fikir akıınlarına) şiddetle muhalif bulunmamız lazım geldiğini
söylemekten nefsimi men edemem.
89
Hatta kökleri dışanda olan faşist careyanlara dahi.
90
III - AKSAK TiMUR'UN DEVLET POLiTiKASI""
Bu kitabı, ANKARA'da hiçbir kütüphanede bulamadık. İsmi
var cismi yoktu. İzmirde Kütüphanede olabileceğini öğrendik.
Mahmut Esat Bey'irı kızı Gül Tekant Hanımefendinin de orada
oturduğunu öğrendiğimiz içirı, hem Aksak Tirnurun Devlet Politii
kasını bulup incelemek hemde başka bilgi ve belgeler .varsa onlari
öğrenip araştırmak üzere 8-18 Ocak 1987 tarihleri arasında İzmir
de bir araştırma gazisi yaptım. Bu kitabın, Gül hanımda, Yeni Sa
bah Gazetesi 23 ikinciteşrirı 1943 ile 14 birirıcikanun 1943 tarihleri
arasında yayınlarımış 17 tefrikasını buldum. 17. tafrikanın altında
" sonu yarın" diye yazıyordu. Kalan bir yazıyı nasıl olsa bulurum
demiştim. İşte bunu da Milli kütüphanede buldum. Eser tamam
landı dediğim sırada tamamlarımadığını farkettim. Meğer 21. tef
rikaya kadar devam ediyordu. Aynı yılın Yeni Sabah gazetesinde
onları da bulunca bir define bulmuş kadar sevindim.
Çok güzel ve tarihe değişik bir açıdan bakma özelliğini getiri
yor. Alışılmışın dışında Tirnur açısından ele alınmış, çok öğretici
ve ibretlerle dolu bir kitapçık olduğu içirı, bunuda bu eser içirıde
Türk Kütüphanelerıne-ve okuyucularına kazandırmanın çok fay
dalı olacağına irıandım. Herkesin İzmire gidip araştırma yapmaya
fırsatı olmayabilir. Ki bunun tefrikalarını gazeteden almak içirı,
İzmirde büyük fotokopi makinası bulamadığım için Aliağa Petro
Kimya tesislerirıe gittiğiini ve orada Tesis Müdür Yardımcısı Mus
tafa Kurt bey'irı ternin ettiği büyük fotokopi makinası ile bu işi gör
düğümüzü belirtirsak işirı önemirıirı daha iyi kavranacağı irıancın
dayım.
Şimdi Aksak Tirnur'la beraber Asya'yı ve oradan tekrar Ana
dolu'ya Ankara Çubuk ovasındaki hazin muharebeyi ve Tirnur'un
başan sebepleri ile Yıldırdım Beyazıt'ın yenilme sebeplerini birlik
te irıceleyelim. . .
Bütün bunlardan d a önemlisi, her taraftaki askeri ve siyasi za
ferlerirıe rağmen, Tirnur'un ve imparatorluğunun çok kısa zaman
da yok olup gitmesi ve fakat Osmarılı Türk İmparatorluğunun ye
niden toparlanarak, 500 yıl daha ve Türklerin yeni bir devlet ola
rak halen devam etmesirıirı sebebi nedir? İşte buna da cevap bul
mak içirı bu eseri okumak gerekir. Bu sebepledir bu kitabın tama-
• Eserin asıl adı, '�ak Demir'in Devlet Politikası "dır. �ur, Tiirkçede -demir- demektir.
91
mını burada okuyucularımıza aktarmak için her şeyi yaptık. Lakin
Kültür Bakanlığı'nın sayfa sınırlamalarındaki kesin tutumu yü
zünden bu eserin büyük kısmını bu eserden çıkarmak zorunda
kaldığımızı üzülerek beyan etmek isterim.
Başlangıç
(Demir) 1336 İsa yılının 11 mart salı gecesi (Keş) de doğdu. Ba
bası (Gazan Han) ın beylerinden (Emir Duragay) dır. Anasının adı,
(Tekin Hatun) dur. (Demir) in ( Cengiz) gibi bir eli kapalı ve kanla
dolu olarak doğduğu söylenir. (x) Anası Cengiz sülalesindendir.
Demir'in müslümanlığı
(Aksak Demir ) , kuvvetli, inanlı bir Müslümandı (Leon) (Kah
un) un (Asya Tarihine Giriş) adlı eserinden bunu anlamak pek ko
laydır. Bu kadar araştırmalara da lüzum yok. Bunu kendi kitabı
olan (Tüzeler) den de anlıyabiliriz.
92
(Demir) yetmiş yaşında idi. (Çin)in fethine hazırlanıyordu. Fa
kat zabitlerinde, askerlerinde hoşnutsuzluk emmar,eleri sezdi.
Önce bunları kandırmak sonra da arzusunu yerine getirirnek volu
nu tuttu. Düğünler yaptı. Şehzadeleri evlendirdi. Eğlentiler iki ay
sürdü. Bol bol bahşişler, hediyeler verdi. Zabitlerini istediği yerle
re götürebileceğini anlayınca, yanına çağırdı. Ve şu yolda seslen
di :
" Tanrının bize olan iyiliklerini hepiniz bilirsiniz . Bizi bunca fe
tihlere, başanlara eriştirdi. Bu, Tanrı iyiliklerimin bir belgesidir.
Fakat ne yazık ki zafer keyfile Müslüman kanlan da döktük Bun
lar birer cinayettir. Bu büyük günahlardan yıkanmamız gerekir.
(Çin) katirlerle doludur. Bunun için de yeni büyük işler başarma
mız gerektir. (Çin) katirlerle doludur. Biz orada Allahın adını yük
selterek günahlarımızın affını elde edebiliriz . Gidip o , putlara ta
panların, tapınaklarını yıkalım. Bunların yıkıkiarı üzerine camiler
kuralım. Günahlarımızı oralarda yıkıyalim. Zira ariğ " mukaddes "
savaş, günahları yıkar götürür. "
Bu söylev üzerine zabitlerin hepsi heyecana geldi. Teklifi bü
yük sevinçle benimsediler.
93
yorlardı. Lakin XV inci, XVI ncı asırlarda onların adını işitmek iste
mediler. Rusyadakilere (Nogay katiri) ve (Kalmuk) derlerdi. (xx)
(Demir) in (Tüzeler) ini, Fransızcaya tercüme eden (Langles) ,
eserin başlangıcında, böyle diyor : (Leon Kahun) , (Asya Tarihine
Giriş) adlı kitabının (Demir) bölümünde, bu görüşü ısrarla müda
faa ediyor.
Bu yolda şahit gösterrneğe bile hacek yoktur. (Demir) in ken
disi; " Hükümet kuvvetimi İslfurılı.ğa dayamakladır ki büyük başa
rılar elde ettim ! " demektedir.
İslamcılık politikası yanında, milliyetçilik ikinci, üçüncü plana
düşmekle beraber, yine, az çok, duygulara hakimdi. Nitekim,
(Demir) , İran seferleri sırasında, bir gün, (Tos) a uöradı. Acem şairi
(Firdevs) nin kabrini görmek istedi. Devlet erkanile oraya gitti. Ve
aşağı yukarı şöyle bir hitabede bulundu :
"Ey (Firdevsi) ! Sen (Şehname) nde milletinin, Türkler üzerine
kazandığı galebelerle öğündün. Kalk gör, bugün, İran topraklarile
beraber, mezarın bir Türk oğlunun ayağı altındadır ! " (xxx)
(Demir), (Tuz eler) inde, devlet işleri başına yabancı getirilme
me sini ısrarla tavsiye etmektedir. Aksi hareketin devleti temelle
rinden sarsacağını söylemektedir. İleride bu konuya tekrar ilişe
ceğiz . . .
94
Bunun için ben, devletimi İslamlık üzerine kurdum. Hüküme
timi idare için kanunlar yaptım. Bu kanunlara, hükümdarlığım sü
resince riayet ettim.
Kalbirnde doğan ilk kanun, dini dünyaya yaymak ve Hazreti
(Muhammed) in şeriatını sağlamlaştırmak oldu. Her köşeye
İslaınlığı, bu nuru ulaştırdım. Ve bu din, devletimin süsü oldu ! "
Peygamber sülalesinden (Zeynüddin Ebubekir) (Demir) e
yazdığı mektupta :
"İslam dinini, bütün dünyaya yaydığından dolayı, (Din yayı
cı) unvanı senin hakkındır.
" Tanrı ! Hazreti (Muhammed) in dinini yükseltmek isteyenle
re yardımcı ol! .
Mürninler kahramanı (Demir) bilmelidir ki : Dini koruma işinin
kendisine emanet edilmesi Allahın ona bir ihsanıdır. Allahın iyilik
lerinin artması için (Demir) de iyi işlerini arttırmalıdır. " Bu sırada
kendisine de Müslümanlığın (yenileştiricisi), müceddidi unvanı
verilmektedir.
Bence, (Demir) in İslamlık bakımından güç izah edebileceği
biri harbi varsa, o da (Yıldırım Beyazıt) la olan Ankara meydan mu
harebesidir. Vakıa, (Yıldırım Beyazıt) la olan Ankara meydan mu
harebesidiri. Vakıa, (Yıldırım) (Kara Yusuf) u ona vermedi. Fakat
şerefini kıskanan bir devlet yoktur ki kendine sığınan bir hüküm
dan, hatta bir ferdi hasmına teslim etsin. Dünyaya kılıç sallıyan,
bütün bir ıllerni lolıcına baş eğdiren bir devlet bu teklifi nasıl kabul
edebilirdi? (Yıldırım) dan kaçıp giden beyleri (Demir) , ona geri ve
rir miydi?
(Toktamış) ı altın ordu hükümdanna teslim etti mi?
Nitekim, (Hoca Sadeddin) in (Tacüttevarih) de anlattığına gö
re, (Yıldırım) , (Demir) e yazdığı mektupta:
" Topraklarımız kimsesizlerin sığınağıdır. Geri verilmezler.
onlara kılıç çekmezler. Korunurlar. " diyor.
(Demir) in kendi ifadesine göre de, muharebenin asıl sebebi
bu olmuştur ! .
(Feridun Bey Münşeatı) ında, (Yıldırım) ın (Demir) e (Kudur
muş köpek! ) hitabeli başlıyan mektubu, aslı faslı olmıyan bir bel
gedir.
95
Bir aralık barışır gibi oldular. Yıldırım bu iş için elçilerini bile
göndermişti. (Demir) fikrini değiştirdi. Barış konuşmaları yerine
elçilere ordusunu gösterdi. Ve Ankara üzerine yürüdü. Buna
(Mevlana Teftazani) gibi, büyük din ıllimleri razı değildiler. Hatta
askerleri bile, muharebe bittikten, (Beyazıt) esir düştükten sonra
bir müddet gücenik kaldılar.
Bence, Ankara savaşından iki taraf da suçludur. Fakat suçun
ağır, çok ağır yaıu (Demir) in omuzlarındadır. Biri Sivas ve şehzade
(Ertuğrul) u öteki de Erzincanı vurdu
Bütün burılarla beraber, (Demir) in günahlarını biraz daha'ha
fifletmek imkaıu yok değidir. İslamlık davasını güden hükümdar
lar arasında (Demir) den başkası Müslümantarla döğüşmedi mi? .
96
(Timur) ilk defa kabahat işledikleri, adliyesince sabit olanla
rın suçlarını bağışladı. Fakat bu gibiler tekrar suç işlerlerse ceza
ları ağır olurdu. Bu, bir çeşit bugünkü (tecil) sistemidir.
97
(Demir) vezirlerinde şu hasJetleri arardı:
A - Vezirin idareci olduğu kadar, maliye işlerinden anlaması.
B - Vezirin kinci öc alıcı olmamasını isterdi.
C Vezirin haksızlık yapmamasını.
-
98
2) İnce ve geniş kavrayışlı akıl sahibi
3) Asker ve ahali ile hoş geçinme kabiliyetine malik.
4) B anşkan ve affedici olmalıdır.
(Demir) e göre böyle bir adama hükümet idaresi ve halkın mu
kadderatı terkedilebilir. Fakat böyle bir devlet adamından şu dört
şeyi esirgememelidir :
1) Ona inanrnayı.
2) Saygı göstermeyi.
3) Hareketlerinde serbesti tanımayı.
4) Fikirlerini icra edebirnek için nüfuz ve kudret vermeyi.
(Demir) e göre, yukanda kaydattiğimiz hasletleri şahsında
toplıyan bir vezir hakanın yolsuzluklarını da yoluna koyar. Örter.
Devlete çeki düzen verir.
Hakan, devlet dizginlerini elinden kaçırmamak şartile, kim
senin mütalaasını aşağı görmemelidir. Vezirlerini dikkatle, ilgi ile
dinlemelidir. Faydalı fikirterin icabını yerine getirmelidir.
(Demir) in devlet politikalanna göre, mernlekette, millet için
de sükunu yaşatmak, asayişi, nizarnı korumak bakana ve bütün
devlet adamıanna düşen vazifenin başında gelir.
o; yeni fethettiği yerlerde önce bu işe bakar ve asayişi mutla
ka kutardı. Şakileri, yol kesicileri, hırsızlan o kadar sindirmişti ki,
zamanında, dağlarda başlarında altın dolu tepsi ile gezenlere bile
ilişilmezdi.
Asayiş, sükun, nizarn kurmak (Demir) e göre, zayıfı, güçlüye
karşı korumanın (amentü) sü idi. Asayiş olmıyan bir yerde, zayıf
güçlünün mahkılrnu, zebunu olmağa mahkıiındur. Böyle bir dev
lette hak yoktur. Hakkın yeri olmıyan bir devlet de ölmüş demek
tir.
Tacirler ticaretlerini, çiftçiler ziraatlerini, sanat adamlan sa
natlannı serbestçe emniyet iÇinde yapabilmelidirler ki, devlet ma
mur olabilsin.
(Demir) in bir güzel huyu da şu idi:
Meclisinde ; edebiyat, şiir, tarih, hukuk, şeriat a.Iirnlerini bu
lundurur ve burılara münakaşalar yaptırırdı. Ana tarafından bü-
99
yük dedesi olan (Cengiz Kaan) da böyle yapardı. Yalnız, münaka
şacılar hiddete gelip de fazla bağırınağa başlarıarsa bu hakana
karşı saygısızlık sayılırdı. Türk adeti mucibince, bu gibiler dışan
çıkarılırlardı. Orada temiz bir dayak atıldıktan sonra, tekrar içeri
getiririerdi! .
(Demir) in memleket ve düşman durumuna karşı haber teşki
latı, olağanüstü idi. Memleketinde olan biten işlerden günü günü
ne haberler alırdı. Düşman ahvalini takibe memur adamlan vardı.
Bunlar da her zaman yazarlar, (Demir) i aydınlatırlardı.
100
Hele İspanyadaki Arap devletinin yok olması, (Demir) in bağı
rıp çağırdığı bu prensipe, uygun hareket edilmemesinden ileri
geldi. Şair (Ziya Paşa) nın (Endülüs Tarihi) bu balıiste dikkatle mü
taleaya değer iliret tablolarile doludur.
Osmanlı saltanatı asırlar ve asırlarca yabancı unsurların elle
rinde kaldı. İnhitat, izmihlal çağlarını bu unsurlar h�zırladı. Öz
Türklerin çektikleri bunların yüzündendir. Anadolı.i'da zaman za
man başgösteren kanlı isyanlar, hep bu yabancı unsurlara karşı
dır. . .
101
(Hindistan) ın başşehri (Delhi) yi (Sultan Mahmut) tan bunun
için fethettiğin!. şeriatı orada tatbik eylediğini, eyaletlerdeki
(puta tapar) lann (tapınak) larını yıktığım bildiriyor.
Bu gibi memleketler fethedilebilirler. Ve kurtarıcılar buralara
yaklaşınca bütün yoUann açılacağına (Demir) emindir. (Horasan)
ı Kürt padişahlarından böyle kurtardığını arılatıyor.
3) (Demir) , " halk ve askeri partilere ayrılan imparatorluklar
kolayca alınır" diyor. (Faristan) ile (Acem lrakı) nı böyle aldı.
(Demir) , tacirlerle, kervanlarla, kervan reisierine de vazifeler
vermişti. Bunlar yabancı iliere giderlerdi. Tataristan'da, Çin'de,
Hindistarlda, Mısır'da frenk illerinde, dünyanın dört bir ucunda
dolaşırlardı. Bir yandan ticaret yaparlar, diğer yandan bu memle
ketleriri halinden, buralarda yaşıyanıann adetlerirıden, hüküm
darların tebeaları hakkında hal ve hareketlerinden (Demir) e ha
berler getirirlerdi. (Demir) seyyahlara çok iyi muamele ederdi.
Burılardan memleketler hakkında bilgi edinirdi.
Liifın kısası, (haberci teşkilat) Demir'irı en kuvvetli devlet mü
esseselerinden birisiydi. Ve bununladır ki içte ve dışta, olanı bite
ni çok iyi bilirdi. Bunları bildiği için eli hep tetikte idi.
(Demir) in güzel, değişmez huylanndan birisi de, vezirleri
hakkında olduğu gibi, kumandanları için her söylenene kulak as
mamasıydı. Ona göre, vezirler hakkında olduğu gibi kumandarıla
n da çekemiyen, kıskanan düşmanlar az değildir. Çünkü, dünya
adamları, dünya büyüklüğü ararlar. Bu gibiler tarafından korunan
vezirler gibi kumandanlar da bundan ellerinde oyuncaktırlar. . .
Görülüyor ki (Demir) devletinde hüküm süren adetler
den çoğu, zamanımızın adetleri gibi idi. Hak anlamı da, yine bir
çok bakımlardan çağımızın hak anlamını andırıyordu :
Kumandanına, ihanet etmemek şartiyle, (Demir) e iltica eden
yabancı askerler korunur, isterlerse kendilerine vazüe de verilir
di. . .
. . . Kumandarılarına, efendilerine ihanet eden düşman asker
lerinden (Demir) ti.ksinirdi. Burılardan nefret duyardı. O, efendisi
nin tuz hakkını tanımıyan bir adamdan bana ne hayır gelir?) der
di. (Oğuz Han) ın kumandanlarından bazıları efendilerine ihanet
102
ettiler. (Demir) e gelmek, hizmetine girmek istediler. O, bunlara
(Siz alçaklarsınız ! ) diye cevap verdi.
(Demir) , halk ile ordu arasında hiç bir fark ve imtiyaz gözet
mezdi. (Biri olmazsa diğeri de olmaz) derdi.
103
şının, yüzbaşı seçmek te binbaşının salahiyetinde idi. Bu zabitler
itaatsizlik edenleri cezalandınrlardı.
(Demir) in (313) beyi (emir) vardı. Bunlar ordunun kafası idi.
a) İşlerinde ve ruhlannda asil olmak.
b) Zeki ve hileci olmak.
c) Yiğit, ihtiyatlı ve tedbirli olmak.
d) Uyanık ve sebatlı olmak.
e) Derin düşüneeli olmak.
f) Alaylar, nasıl kunrulur nasıl bozulur, bilmek.
g) İş başmda cesareti kaybetmemek. Müşküllerle karşılaşın
ca yüz çevirmeden askerleri ve burılann hareketlerini idare et
mek.
h) Asker arasına intizamsızlık, itaatsizlik girer, isyan gibi hal
ler görülürse hemen çaresini bulmak.
Burılar arasından seçilen, dördü, (beylerbeyi) biri de (başku
mandan) idi. bu zat savaş ve.banş zamanlarında beylerin ve asker
lerin kumandanı idi. (Demir) ordunun başmda ise, (başkuman
dan) ona muavirılik ederdi.
Akıllı , tanınmış kimselerden daha on iki (bey) vardı. Burılann
maiyetinde binden, on iki bine kadar süvari bulunurdu. Burılar sı
rasile birbirirıin muavini idi. Mesela birinci ikincinin, ikinci, üçün
eünün ilah... Acele hallerde bir rütbe aşağıda bulunan (bey) , üs
tündeki (bey) in vazifesini görebilirdi.
Beyler, askerin talim ve terbiyesi için istedikleri kadar çalışa
bilirlerdi. . .
Bir kumandanın vazifesi nedir?
Askerini ilerletmek, iş başmda korkmamak, soğukkanlı ol
maktır. Her alay, kumandanın elinde kılıç ve ok gibidir. Burılan yer
li yerinde kullanmak gerikir.
Kumandan, önce, sağ yanı (cenah) büyük izci alayım, sorıra,
sol yanı, düşman üzerine yürütür. herliyen bu kıt' alar durursa, ih
tiyattaki bölükler, yardıma başlarlar. Ve durum (Demir) e bildirilir.
104
Tannya güvenerek, kumandan, (Demir) orada hazırmış gibi
savaş safına girecektir. Kumandan bilmesi, inanması lazımdır ki,
muharebe kazanılacaktır.
Kumandan, kızmayacaktır. Şaşınnayacaktır. Alaylan ustalıkla
idare edecektir. Önden yürümek zorunda kalusa; bu işi kendini
pek tehlikeye koymadan başaracaktır. Çünkü (Demir) e göre ku
mandanın ölümü fena sonuçlar verebilirdi.
(Demir) irı (tüzeler) inde bu bahsi okurken, düşündüm hatın
ma bizim (Salankamın) savaşının bu meşhur yiğit şehidi, Avustur
yalılan, dağıttıktan sonra, yok etmek üzere bulunuyordu. Başına
değen bir kurşun, onu öldürdü. Zafer bozguna döndü. O kadar ki
ağasının kucağında kalan koca şehidi, beraber götürrneğe imkan
elvermedi. Düşman ayaklan altında kaldı. Ve bu bozgundan sonra
Türk ordulan bir daha Tuna'ya gelemediler.
Bu gibi vak'alardan sonra (Demir) in, kumandanlann hayatı
na verdiği önemirı, anlamını kavramak zor olmuyor.
Günün birinde Hariciye Vekili bulunuyordum. Alman büyük
elçisirıi (Atatürk) e götürdüm. Hoş beşten sonra, Alman elçisi
(Atatürk) ten harp hatıralannı sormağa başladı. (Sakarya) (Dum
lupınar) meydan muharabelerinden söz açıldı. (Atatürk) :
105
Yine (Demir) e göre, bir yere girmezden önce, oradan nasıl çı
kılacağııu, önceden düşünmek, kumandanın belli başlı vazifele
rinden idi.
(Atatürk) de büyük nutkunda: Her taarruzu, mukabil bir taar
ruz karşılar. Taarruz eden ricat yollanın hazulamalıdır diyor...
Düşman on iki binden fazla kırk binden aşağı ise kumandanlı
ğa (Demir) in oğullanndan birisi getirilirdi. Oğlunun yanında iki
(beylerbeyi) ile, diğer (beyler) ve zabitler bulunurdu. Bu ordu en
az kırk bin süvari olacaktı. Askerler durmadan manevra yapacak
lar.
Kumandan kırk bin kişiyle, on dört alay teşkil edecektir. Bun-
ları yerli yerlerine yerleştirecektir.
Böyle bir ordu kumandanı şu hasletlere malik olmalıdır :
a) Düşman kumanlannın sayısını ve kabiliyetlerini.
b) Bu kumandarılara karşı koymağı.
c) Kumanda ettiği erieri hepsini, yaylı, kılıçlı göz önünde tut-
mağı; bilecektir.
d) Her şeye, her müşküle bir çare bumayı.
e) İlerleme ve çekilme yollanın, göz önünde tutmayı.
f) Hileye aldarırnarnayı.
g) Düşmana karşı sıra ile gönderilecek alayları.
i) Düşman projelerini ve niyetlerini keşfetmeyi.
j) Düşmanın her ilerleyişindeki kasdi.
k) Her vasıtaya baş vurarak düşmanın maksada erişmesine
engel olmayı ; bilmelidir.
1) Düşmanın bütün hareketlerini göz önünde tutacak.
m) Emir almadan ileri giderıleri cezalandıracak.
n) Düşman zorlamadan, savaşa başlamıyacak.
o) Düşman nasıl hücum ve nasıl gerileme döğüşü yapıyor,
bunları tarassutla öğrenecek.
p) Bu hücum ve gerilerneye nasıl taarruz edilmeli? Bunu bile
cek.
106
r) Kendiliğinden kaçan bir orduyu , . emniyeti kat'i olmadıkça
takip etmiyecek. Çünkü düşmanın arkasında ardcılan ve pusuda
imdatçısı bulunabilir.
107
Muharebe başladı. (Demir) in askeri, önlerinde alev saçan fiili
arabalarile hücuma başladı. Osmanlılar dayanıyor, düşmana ars
lanca karşı koyuyorlardı. (Demir) in askeri, buna kızdılar. İlkinden
iki kat kuvvetli olarak şiddetli bir saldırışta daha bulundular. Os
manl.ılann sağ sol yanlannda çekilme alametleri görüldü. Henüz
Osmanlı devletine bağlanmış olan ve Anadolu beylerinden alınan
askerler, (Demir) in yanında bulunan, beylerine kaçıyorlardı. Kara
man, Germiyan, Teke Menteşe, İstendiyar beyleri gibi. Bu hali gö
ren (Yıldırım) , merkezdeki askerile beraber yüksek bir yere çıktı.
(Demir) , askerinin başında olarak, buraya kırk alay süvarile saltlır
dı. Bu aşağı yukarı ( 120.000) atlı idi.
(Langles) diyor ki: Osmanlılar, yine akıllara sığmaz bir yiğit
likle boğuştular.
(Yılıdınm) , kendisine teklif edilen kaçınayı isteseydi, pek ala
yapabilirdi. Reddetti. Israr etti).er, yalvardılar, yakardılar yine red
detti. (Niğbolu) galibi savaş meydanından kaçınayı nefsine yedi
remiyordu. Halbuki kaçsa kendini yine toplar (Demir) in başına tu
fan olurdu. Yağız atı üstünde ve karanlıklar içinde döğüşmesine
devam etti. (Namık Kemal) , (Osmanlı Tarihi) nde diyor ki:
Atının ayağı sürçtü. (Yıldırım) ateş çıkartarak yere düştü Kılı
cı bir yana atı diğer yana gitti. Üzerine Tatarlar saldırdı. O, hançe
rine davrandı. (Yıldırım) elindeki küçük bıçağıyle tek başına (De
mir) ordusuna meydan okuyordu.
Nihayet (kemend) atıldı. Yıldırım yakalandı. Elleri bağlandı.
(Mahmut sultan) onu (Demir) in çadırına götürdü (Demir) yatmak
üzere idi. Hadiseyi haber verdiler. Kalktı. Çadırın kapısından dışa
n çıktı. Yıldımrlı karşıladı. Fakat onu elleri bağlı görünce, ağladı.
Ve hemen (Yılıdınm) ın yanına yürüdü. Bağını çözdü.
Artık, (Demir rakipsizdi. Ve tek) kalıyordu. Ortada kalan bir
şey varsa, koskoca Osmanlı devletinden, Çubuk ovasında kor
kunç bir mezardı.
108
(Müneccimbaşı) , (Solakzade) , (Ali) , (Abdurrahman Şeref) gi
bi tarihçilerimiz, (Demir) in Yıldırun' a çok saygı gösterdiğinde bir
liktirler. (Müneccimbaşı) (Demir) in gösterdiği saygıyı üade için
şurılan söylüyor :
" Girittan esaret olduktan sonra Mahmut Ham Cengizi Üroe
ra ile gelip şehriyar hazretlerini Timura götürdükleri,nde hayme
kapısında istikbal ve tekrim ve tazirnde mübalaga eyledi. Haymei
Timura vüsulleri 804 zilhiccesinin yirminci cumartesi gecesi ışa
ll
vaktinde vukubulınuştur.
Bu cümleleri bugünkü Türkçeye çevirmek gençliğe karşı bir
vazüedir. (Müneccimbaşı) bu satırlarla :
11 (Sutan Yıldırun Beyazıt) , esir olduktan sonra, (Cengiz) so
yundan (Mahmut Han) bir bölük beylerle geldi Ve Osmarılı padi
şahını (Demir) e götürdüler. (Demir) çadır kapısında onu karşıladı.
Çok pek çok saygı gösterdi. (Demir) in çadınna vardığında, pey
gamber Muhammedin, 804 üncü yılı idi. Gök aylanndan (Zilhicce)
nin yirminci cumartesi gecesi, yatsı vakti idi. " demek istiyor.
(Müneccimbaşı) , yine diyor ki:
" Şehzade Musa Çelebiyi dahi gereği gibi tatyip ve ikram ve
validi muhteremlerine ve kendilerine müzeyyen ve mükellef hay
meler kurup padişahane tayinat verdi. Musa Çelebi'yi eviadı ile
beraber tutardı. Şehriyar hazretlerini ihyanen davet ve musaha
ll
bet ve envaı nüvazişle tesliyet ederdi.
Bu iki Türk hükümdan ilk defa ne konuştular?
Aralannda tercüman yoktu. Zaten ikisi de esaslı olarak
Türkçeden başka dil bilmiyorlardı. Her ikisinin de ana dilleri
Türkçe idi. (Demir), dikkatle (Yıldınm) ın yüzüne baktı. Ve gü
lümsedi. Çok hisli (Yıldırım) buna alındı ve: Demir Bey ne gü
lersin halime mi? Fakat halime gülme, yarın sen de benim gibi
olabilirsin. Bana bak, bir saat önce padişah idim. Şimdi senin
esirin... " dedi.
-(Yıldırun) Bey Allah göstennesin, diye söze başlayan (Demir)
ben senin haline hiç güler miyim! . Gülümsememin sebebi şudur :
Meğer dünya çok pes bir şey imiş. Ne sevilmeğe, ne de tiksin
meye değmezmiş, eğer bir şey olsaydı; onu, Tann senin gibi bir
şaşı ile benim gibi bir topala vermezdi" karşılılğında bulundu.
109
Sözlerine devamla:
"Bu perişanlıklann, bütün günahlan senin boynundadır.
Jjunlara hep sen sebep oldun, bu kadar Türk, bu kadar Müslüman
karu döktürdün. (Tahretinin) çoluk çocuğunu adama yollamadın.
Düşmarnın (Kara Yusuf) u bana vermedin. Hiç olmazsa memleket
ten çıkarmadın. Bu fel§ketler hep o fettan, müfsid adamın eseri
dir " dedi.
Yıldırım) : " - Demir Bey, artık yeter, Tannnın dediği oldu ve
yalruz o olacaktır. " cevabıru verdi.
Demir: "Hele üzülme, devletini, memleketini yine sana geri
veririz. Bir kaç gün misafirimiz ol. Ben senin esilin olsaydım, başı
ma ve ordumun başına gelecekleri biliyordum. Bizden öyle bir şey
bekleme, umma. Allah bizi muzaffer kıldı. Seni mağlup. (Çünkü
sen yolunun üzerine dikenleri kendin ektin. " dedi.
Bir gün, (Demir) (Kütahya) da büyük bir eğlenti tertip ettirdi.
Eğlentiye (Yıldırım) ı da davet etti. İçildi, şarkılar söylendi, çalgı
lar çalındı, köçekler oynadı. (Yıldırım) ın kızlanndan biri, (Demir)
in to�unlanndan (Miranşah) a nik§lılandı. (Adrabşah) (Yıldırım) ın
karısı, sırp kralının kızı, (Olivera) mn, bu eğlentide yan çıplak bir
halde içki dağıttığıru söyler. Yalandır. (Demir) ile (Yıldırım) Kütah
ya'da iken karısı Ankara'da idi.
(Yıldırım) ve Ölümü
(Yıldırım) nasıl ve neden öldü?
Tarihler bu sorgu etrafında, çeşit çeşit söylüyorlar : Kimi (De
mir) in adamları zehirledi, kimi kendi kendini öldürdü, kimi nüzul
geldi. Kimi de göğüs, nefes darlığından öldü ; diyorlar.
Bence bu haberlerin en doğrusu (Yıldırım) ın kendi kendini öl-
dürmüş olmasıdır.
Nasıl öldürdüler?
Nasıl öldürdü?
Bir insan kendini bir çok vasıtalarla öldürebilir. Fakat (Yıldı
nm ) kuvvetli bir ihtimale göre zehir içti ve bu suretle kendini öl
dürdü.
110
Hastalık neticesinde, ecelile öldü diyenler, bir Müslüman pa
dişaha intihan yaraştıram.ıyanlardır. Çünkü, böyle bir hal şeriatte
yasaktır. Hatta, Solakzade, " intihar misilli mugayiri şer'i şerif bir
takım hareketler izafesi mahz ikzibtir" der.
Halbuki (Yıldııım) çağııu hemen hemen yaşamış, (Murat ll)
ile İkinci Kosova meydan muharebesinde bulunmuş olan (Aşık Pa
şazade), (Tevarihi Ali Osman) mda:
" Kendi kaydin görüp Hak'km rahmetine kavuştu." der.
Yme bu çağa en yakın olanlardan (Lutfi Paşa) , tarihinde :
" Kendi maslahatm görüp " diyor.
Bu tarihçilerimizin her ikisi de, bir gün, (Demir) in, (Yıldınm)
a " Semerkanda gidelim, seni oradan yine memleketine gire gön
deririm " demiş olduğunu, intihan sebebi ol&rak göstermektedir
ler. Son tarihçilerimiz Akşehir'c:ıe nüzulden öldüğünü yazıyorlar.
Bu rivayetlerin en doğrusu (Yıldınm) zamanma en yakın olan ta
rihçilerin rivayetidir. Çünkü, bir kere onlar, yaşadıklan zaman iti
barile hakikata daha vıik:f olabilirlerdi. Sonra, (Yıldın.m) m ahlıikı
böyle bir hareketi icap ettirdi. Her önüne çıkanı yenmeğe, kendini
Tarırının memuru sayan bir kahraman, esarete, ne kadar izzet ve
ikraın görse de dayanamazdı. Hususile kendisi esir ve memleketi
düşman ayağı altmda çiğnenirken.
(Yıldınm) gibi bir Türk yiğitine, krallan, prensleri kıllema baş
eğdirmiş esir etmiş bir cihan kahramarıma, esirlik değil, ölüm ya
raşırdı. " O, kendine yaraşanı yaptı. Hakkın rahmetine kavuştu . . .
Demir'in Ölümü
Demir devlet hayatında, gözlerini elde silah açtı. (Otrar) da
yetmiş yaşmda Çirle girmek üzere iken ordusunun başmda elde
silah kapadı.
Ölümünden biraz önce, hakimi (Fazlullah) kendisine her şeyi
açık söyledi.
" Çare yok ! " dedi
Bütün çocuklarını torunlanru, prensleri, prensesleri başucu
na çağırdı. İçlerinde (Şahruh) yoktu. Uzaklarda idi. Onu görmedi
ğine pek çok sıkıldı. Ve :
111
"Biricik yandığun ve acıdığun şey, oğlum (Şahruh) u görmek
sizin öleceğimdir. Fakat ne yapabilirim, Tann böyle murat etmiş. "
dedi.
Çocuklanna şu vasiyette bulundu:
" Çocuklanın ! Tebaanın rahatını başarmak için, benim sizlere
bıraktığun vasiyeti, düsturları unutmayınız. Halkın dertlerine der
man bulunuz. Zayıfları koruyunuz. Fak:irleri, zenginlerin zulmün
den siyanet (koruyunuz) ediniz. Tefecilere, faizcilere meydan ver
meyiniz. Bunlar Allahtan korkmazlar ki, onun kullarına acıs�ar.
Her işinizde kılavuzunuz adalet ve iyilik olsun.
Kılıcı ihtiyat ve liyılkatle kullanınız. Aranıza ayrılık tohumu
atıimamasma çok dikkat ediniz. Nedimleriniz, düşmanlannız ar
dınıza ayrılık tohumu saçmağa çalışacaklardır. (Tüzeler) imdeki
idare usulüne sadık kalırsanız, taç daima başınızda kalacaktır. "
Sorıra, kumandanlarını çağırdı. Saray adamlan önünde, bun
lara:
" Pir Mehmet Cihangire, bana itaat eder gibi itaat edeceksi
niz. Bunun için, bağWı.k andı almanızı isterim. " dedi. Bütün ku
mandanlar, ağlıya ağlıya (and) aldılar.
(Demir) bir aralık bayıldı. Fakat aklını büsbütün kaybetmedi.
(MeUihibetullah) ı istedi. Yanı başına getirilmesini işaret etti. Ge
tirdiler. Ona, (Kur'anı Kerim) okuttu. Sorıra onun yüzüne baktı ve :
" L§. ilılhe ill§.llah, Muhammedürresillüllah " . dedi.
Gözlerini bir daha açmamak üzere bu geçici dünyaya yumdu.
Cesedi mumyalandı. Ve çok büyük bir cenaze törenile (Semer-
kand) da gömüldü.
Fakat evlatları, torunlan onun nasihatlerini tutmadılar. Kısa
bir zaman içinde, kurduğu cihan imparatorluğu, (Büyük İsken
der) in devleti gibi parça parça dağıldı
112
Bu kitap Fransızca olarak ve İsviçre Fribourg Üniversitesi Hu
kuk Fakültesinde okuduğu 1918 yılında doktora tezi olarak hazır
lanmıştır. Bu tezirı 25 Mart 1919 tarihinde incelenerek kabul edil
miş olduğu ve ancak İstanbul'da, 1928 tarihinde basılmış olduğu
için, doktora diplamasınırı 25 Aralık 1928 tarihli olduğu, diplama
aslının incelenmesinden anlaşılmıştır.
Bu kitapta en dikkati çekici taraf " Kapitülasyonlar taraf ül
kelerden birinin zaranna işlediği taktirde, zarar gören tarafın bu
sözleşmeleri tek taraflı olarak iptal edebileceği, görüşünün açık
ça savunulmuş olması ve tezimi kabul ettinn esidir. Kısaca Türk
hükümetleri kapitülasyonlan tek taraflı olarak feshederse bunun
devletler hukukuna uygun olacağı ifade edilmiştir. Fakat kapitü
lasyonlar ancak Lozan Antıaşması ile kaldırılabilmiştir. (4 Tem
muz 1923).
V- DEVLETLER ARASI HAK
(Hukuku Düvel)
113
sinde olsun, Türk Milleti'nin de büyük payı olduğu açıkça belirtil
miştir. Özellikle, bu konuda kendilerinden başka hiç bir millete
pay vermeyen batılllara karşı Türk Milli varlığında mevcut ve mil
letlerarası hukuka kaynaklık eden nefis belgeler sergilenmiştir.
Bu sebeple bu kitap bir genel kültür eseri olarak ta yeniden yayın
lanmalıdır.
AVRUPA'NIN İNSANLIK ANLAYIŞI
M. Esat Bozkurt, bu kitapta haklı olarak şu tespiti yapılıyor.
Avrupalı gözünde insanlık üç kısımdan ibarettir. Burılarda ;
a- Medeni Milletler,
b- Yarı Medeni veya yan vahşi milletler.
c- Vahşi Milletler dir. (s, 29 - 32)
Avrupalıya göre medeni milletler, hiç şüphesiz Avrupa'da ya
şayan ırklar Amerika'nın çoğu ( siyahlar hariç) ve Ruslardır. Kısaca
hınstiyan milletleridir.
Türkler ve Japorılar gibi bir kısmı milletler, XIX . Asırdan son
ra yan medeni s ayılabilirler.
Geriye kalan bütün İslam ve gayri müslim milletler ise yabani
veya vahşi kavimlerden ibarettirler. Bu arılayış farkının, devletler
arasında meydana gelen hakiann alınmasında büyük farklılıklar
yarattığını bilmek gerekir. Kısaca-özetlersek, medeni bir millet, di
ğer medeni bir milletten hakkını devletler hukukuna göre isteye
bilir ve alabilir. Yani dava açabilir, davacı veya davalı olabilir.
Fakat yan medeni bir millet ile vahşi sayılan bir milletirı me
deni milletlerden hak alması söz konusu olamaz. Yan medeniler
içirı belki kısmen olabilirse de, vahşilerin, medenilerden bir talebi
olamaz. Olsa da, milletlerarası mahkemelerde irısan sıfatı ile da
vacı ve davalı olarak dirılenmezler. Medeni millet sayılma mücade
lesini bütün doğulu milletler vermek zorunda kalrrıışlardır. Buna
misal olarak:
115
modern idare kabiliyetini göstermiş bir devlete, Osmanlı impara
torluğuna bu rejim nasıl reva görülebilir? Bu İmparatorluğa nasıl
olur da yan medeniler muamelesi tatbik edilir?"
İşte moral bakımından 1856 da böyle bir durumda bulunuyor
duk.
Maddi bakıma gelince, Kınm zaferini kazarunıştık. Zaferi ka
zanan Osmanlı silahlarının namlularından henüz duman tütüyor
du. Bundan daha kuvvetli maddi bir durum tasavvur olunabilir
mi?
116
tebamızı kayıtsız ve şartsız sizin mahkemelerinize ve idarenıze
nasıl teslim edebiliriz? " diyemezler mi di? Müracaat eden bu zat
lar değil, başkaları da olsa, orılara da ayni şeyleri söyleyeceklerin
den şüphe yoktur. Nitekim söylediler de.
İltica etmesirıler de ne yapsırılar? denemez . Başlarını mı kay
betsinler? denemez.
Bir devletin bahtını idare etmeği omuzlarına yüklenmiş
insanlar icabında bunu da göze almağa borçludurlar. Ömürleri
ni bir yabancı elçiliğinde konsololshanesinde dilenerek, devleti
ve milleti fena akıbetiere sürüklemektense, devlet adamına
düşen borç, kendi topraklarında kendilerini müdafaa ederek
ölmektir. Müdafaa da elinden gelmiyorsa sadece ölmeli ve mil
letin kalbine gömülmelidirler.
Şimdi, böyle bir hüküm vermek kolaydır. Fakat o zamarıları ya
şasaydınız bunları söyliyemezdiniz, bu tenkitleri yapamazdınız
demeyiniz. Moral ve vazife icaplarının zamanı ve mekanı yoktur.
Her vakit için birdir ve aynidir. Yeter ki burılar duyulabilsin.
Fakat o zamarılan da ele alarak diyebiliriz ki, elçiliklere, kon
solosluklara o vakitler dahi kaçabilecekler vardı. Hatta burılara el
çilikler, konsolosluklar kapılarını arkalanna kadar açmış bulunu
yorlardı. Fakat buna tenezzül edip gitmediler. Fizan çöllerirıi boy
lamağı, Marmarada bocrulmağı ilticaya tercih ettiler. Hclla kulakla
nnızı Marmaranın derinliklerine verir dinlersek iskelet olmuş bo
yurılannda kalan zincirlerle irıleyen (Ahrarı) duyanz.
117
Medeni devletler karnununa girmek demek ; (Devletlerarası
hak)tan mutlak surette istifade etmek demektir. Yan medeniler,
yahut vahşiler gibi hususi muameleye tabi tutulmamak demektir.
Bütün medeni devletlerin mazhar olduklan muarnelere tamamıy
le ve müsavi surette mazhar olmak demektir. Medeni devletler
birbirine ne gibi hak ve ödevlerle mükellef iseler o gibi hak ve
ödevlerle mükellef olmak demektir. Türkiyemiz, medeni karnun
üyesi olmak sıfatıyla (Devletlerarası hak) karşısında bugün İngil
tere, Almanya, Birleşik Amerika, Fransa vesaire ne ise aynı du
rumdadır. Ne fazla, ne de eksik.
Medeni kamuna girmek için teminat nasıl verilir?
Bu teminatın en kestirme belgesi medeni devletlerce, mede
ni illernce kabul edilmiş yaşama prensiplerini benimsemektir. Za
hiri değil, fakat samimi bir şekilde benimsemektir. Bu benimse
menin icaplan hukukta ve idarede de kendini göstermeli ve tatbi
kata girmelidir. Japonya' nın, Türkiye'nin yaptığı gibi. Türk ihtilıili
nin büyük bir kısmını bu reformlar teşkil eder. (x)
Yarı medeni devletler, (Devletler kamun)una dahil değil
dirler. Bunlar medeni devletlerle imzaladıkları muahedelerin
tanıdığı haklar derecesinde bu kamunla ilgilidirler. Yarı mede
ni devletler hakkında, (Devletler arası hak), bir mavi mukavele
hakkıdır. Muahedelerde kabul edilen nisbette bundan faydal�
nırlar. Bu devletleri medenilerden ayıran karakter bunların ka
pılarım yabancılara tamamen açmamasıdır.
Bu teorinin ve devletler arasındaki bu bölümün ileri gelen
şampiyonu Edinbourg Üniversitesi profesörlerinden Lorimer'dir.
xx Lorimer, Devletlerarası hak konusunda milletleri üçe ayırır : Me
deni, yarı medeni, vahşi.
Medeniler tam ve kamil anlamıyle devletler arası haktan isti
fade ederler. Yan medeniler biraz önce tesbit ettiğimiz prensip
mucibince istifade ederler. Vahşiler hiçbir suretle bundan fayda
lanamazlar. Haklarında insanlığın icabınca muamele yapılır.
Bunlara sadece insanın tabii hakları reva görülmektedir.
118
Bu teori ne dereceye kadar doğrudur?
Ve bu teorinin tehlikeleri?
Bu teori pratik bakırndan şüphe yok ki doğrudur. Bütün mil
letleri ve bütün devletleri bir seviyede görmek, hakikati görme
mek demektir. Siyasal teşekküller arasında, devlet zihniyet ve te
lakki.leri baloınından çok farklar vardır. Bu realite ortada durup
dururken, devletleri kısunlara ayırmamak, işleri, düpedüz gör
mekten başka birşey olamaz. Tasmanya vahşilerini, yahut Hotan
tolan, İsviçre ile müsavi görmek hepsine aynı müsavi hakları tanı
mak imkanı var mıdır? Bu vahşiler devletler arası hakların icap et
tirdiği ödevleri başarabilider mi? Durum böyle mütaUia edilince
Lorimer'in realist teorisine hak vermemek mümkün değildir.
Fakat bu teori, isabetli olduğu kadar; tehlikelidir de. Her tür
lü fenalıklara yol açabilirLTeorinin korkunç yanı şudur : Bu husus
ta ölçü ne olacaktır? devl.,;tter arasındaki medeniyet farkı ne ile öl
çülecektir? Teorinin daha korkunç yanı da şudur : Ölçünün bulun
duğu farzedilse bile, bunu kim lrullanacaktır? İşte bu soruların
karşılığı bulurunadıkça Lorimer teorisi her türlü fenalıklara mey
dan verebilir. Emperyalistlerin el1nde, (Devletlerarası hak) bir ta
hakküm ve tagallüp vasıtası olabilir. Rusya, Buhara devletini,
İngiltere, Hindistan'ı ve Mısır'ı, Fransa Tunus ve Fas'ı, İtalya Ha
beşistan'ı ve Arnavutluk'u geri görebilirler. Ve bunlar hakkınd a
müsavi hak muamelesi yapmazlar. Önce bu devletleri himayeleri
ne alırlar ve sonra ilhak edip işin içinden çıkarlar! Meselanin dü
ğümü buradadır. (Devletlerarası hak) kı emperyalizmin ilitiraslan
na hizmetçi kılmaktadır. x
Nitekim Lorimer Osmanlı İmparatorluğu'nu yarı medeniler
arasına koyuyordu. Bol keseden hovardalık! Von Listz gibi kılı kır
ka yaran bir müellif bile endişeye düşmeksizin devletler arasında
fark kabul etmekte ve bunları yarı medeniler diye ikiye bölmekte
dir. Yarı medenilere, (Devle�lerarası hak)tan tam istifade hakkını
reddediyor. Von Listz ' e göre, bunlar medeni devl e t l e rle yaptıkları
H Bu babiste endişeielimize iştirB.k eden müellif (Bonfils)dir. Teoriyi reddile Avrupanın istila·
suıa düşen yan medeni ve vahşi denilen milletierin istiklıilleıini son kan damlalanna ka·
dar m u dafaa et tiklerinı ılen s urerek hürriyet ve istiklal tadını bu kadar d uyan miJJetlere
nasıl yarı medeni. nasıl yarı vahşi denilebılır diyor.
119
muahedelerin tanıdıklan derecede devletler arası haktan istifade
edeceklerdir. O kadar. Yalnız aralannda elçi göndermek ve kabul
etmek cari ise ayn bir muahedeye lüzum yoktur. bu hususta dev
letler arası hakda medeni milletiere tanınan usul cari olmak lazım
dır. Yani yan medeni ve medeni devletler arasında elçilerin imti
yaz ve masuniyeti, mütekabilen tatbik olunur.
(S. 32) .
Aslında vahşi olmayan ve batılıdan çok daha da medeni olan
fakat batının vahşi saydığı irısanlara ve milletlere, batılılann çok
rahat ve huzur içinde zulüm ve işkence yapabilmesirıirı temel ruh
yapısı bu anlayıştadır. 1926, Lotus-Bozkurt davasında da Mahmut
Esat'm karşısma aynı zihniyet çıkmakta idi.
120
Şimdi bunları kendi satularından takip edelim . . .
Mahmut Esat Bey'in bu eserine göre, biz türkler 1856 Paris
Antiaşması ile Avrupalı Milletler, yani Mederıi Milletler arasına
hukuken girdik, fakat bunu kabul ettiremedik. Şimdi Lozan ile gir
dik ve kabul ettirdik. Halbuki batılının kafasındaki Türk Milleti,
fikri el an çokça değişmemiştir. Şimdi A.E.T. 'ye alınmay1şımız ile
Avrupa'da uygulamadan kaldınlan vize uygulamasının Türklere
uygulanmayışında, hep bu aynlıklar ve tarihten gelme yar1 mede
rıi veya vahşi kabul eelilişin izleri vardrr. Hatta büyük harflerle ya
zalım TÜRKLER TARili BOYUNCA MEDENIDİRLER BUNUN
HİÇBİR MİLLETİN VEYA TEŞEKKÜLÜN �ULÜNE VEYA
TASTİKINE İHTİYACI DA YOKTUR.
Ancak Avrupalıların ürkütmeden elimizden aldıkları haklarla
bizi hem sömürıneye devam etmesi söz konusu idi. Hem de verdi
ğimiz haklar sebebi ile yarı medeni sayılmamız söz konusu idi. Bu
kapitülasyonlar devam ettiği süre içinde de mederıi sayılmayaca
ğıınız belli idi . . .
Cenevre'ye Lotüs tahkimnamesim imzalamak için gelen
Fransız murahhası Mösyö Fromajo şöyle diyordu :
"Haklısınız. Bu hadise, İngiltere ile Fransa arasında zuhur
etseydi, mesele olmazdı. Fakat sizi Avrupa henüz tanımıyor.
Tanıması için zaman ister. Zamanı gelecek bu gibi hadiseler
mesele olmayacaktır."
Promajo'ya şu cevap verildi.
"Bizi mahkeme huzurunda tanıyacaksınız. Bunun için çok
zamana hacet kalmıyacaktır! "
Bunlar1 kayıttan maksadım, genç Türk hukukçuluğunu uya
nıklığa davettir. Şunu da ilaveye lüzuın görüyorum ki, Türkiyemi
zin haklarını kıskançlıkla, titizlikle beklerken, devletler arası hak
kın yabancılara, yabancı memleketlerde tarııdığl haklara, harfi har
fine hürmet etmek ödevi hiçbir vakit ihmal edilmemelidir. Böyle
bir ihmal, devletler arası hakka riayetsizlik ifade eder. Devletlera
rası hakka riayet etmeyen milletierin ondan istifade hakkı olmaz.
Bu bir prensiptir.
Tek cümle ile, Lozan muahedesi, Türkiye'yi medeni devlet
lerle bir yapan eserdir.
121
OSMANLI KAPITÜLASYONLARI
VE DEVLETLERARASI HAKLAR
M.Esat Bozkurt' un, Fransızca olan " Osmanlı Kapitülasyonla
rı Rejimi" adlı ve özetini sunduğumuz eserinde, bu konuda yeterli
bilgi varsa da, konu burada da değişik açıdan ve ilgi çeken örnek
lerle verildiğinden ayrıca incelenmeye değer bulunmuştur. (S.
102-105, 108-108, 129-133, 151 ) .
Yazarın temas etmediği bir hususa burada temas etmekte ya
rar görülmektedir. Osmanlılann, İmparatorluk topraklanndan ge
çen tarihi İpek ve Baharat yolundan büyük ticari, iktisadi ve siyasi
menfaatleri vardı. Ancak XV. ve XVI. asırlarda Ümit Burnu'nun
keşfi, okyanuslara açılan büyük gemilerin yapılması Amerika kıta
sının bulunması gibi olaylar karayolu ticareti yerine denizyolu ti
caretinin tercih edilmeye başlandığı devirlerdi.
İşte Osmanlı hakanlan yabancı ülkelere bazı ticari, iktisadi
faydalar sağlayarak, karayolu ile ticareti Türk topraklarından de
vam ettirmek istemişlerdir. Çünkü Avrupa ve Afrikalıların, İpek ve
Baharat yollan ile yapılan kervan usulü ticaret yolu boyunca birçok
Han, Karvansaray ve Şehirlerin kurulmasına ve buralardaki işyer
lerinde· milyonlarca insanın çalışarak geçinmesine fırsat veriyor
du. Yabancıların bu yollardan ticareti devam ettirmesinin Osman
lılar bakımından can alıcı noktası bu idi. Bu yollarda ticaret durun
ca o hanlar, kervansaraylar ve şehirler terkedilmiş yok olup gitmiş
tir. Belde ve insanlan fakirleşmiştir. İşte bunu önlemek için yaban
cılara Kapitülasyon denilen bazı haklar verilmiştir. Bu tek taraflı
bir bağış niteliğinde olmuştur.
Kapitülasyon konusu bazı çevrelerde Osmanlı Türklerini kı
namak için ele alınmıştır. İşin bu tarafı düşünülmemiştir. Şimdi ül
kemiz, karayollarından geçen ve bütün Doğu Asya ve Arabistan ül
kelerine giden T.I.R. (Transit International Route) milletlerarası
nakliyatı yapan büyük kamyonlardan geçmişin İpek ve Baharat
yolu gibi istifade edebilmeyi düşünmemiz gerekirdi. Şimdilik bu
araçlardan ücret alıyorsak, onların ülkemizden gitmeye devam et
mesi için onlara, bazı kolaylıklar sağlanması, nasıl ki akılcı bir ha
reketse, Osmanlı Hakanlarının yaptığı da aynı şeydi.
122
Fakat duraklama ve yıkılış devirlerinde, dış borçlarla birlikte
kapitülasyonlar "Düyun-u Umumiye " " Genel Borçlar İdaresi"
adıyla kurulan, alacaklı yabancı devletlere ait teşkilat, Osmanlı
Devletinin, iktisadi ve siyasi istikliilini elinden almıştu. Bu esaret
zincirini kırmak şerefi ancak Lozan Muahedesi ile Türkiye Cumhu
riyeti Devletine nasip olmuştur.
Bütün bu konularla ilgili geniş bilgi kitabın 102. ve devam
eden sayfalarında vardu. Araştıncı ve meraklılar için aşağıdaki bil
gileri ilave etmekte yarar vardu.
1 - Kanuni Sultan Süleyman'ın 1533 yılında Fransızlara verdiği
ilk kapitülasyonlannın özeti 109- 112 sayfalarda
2- Karlofça Anlaşması'nın (1699) metninin 128-130 sayfaların-
da,
3- Prut Banş Anlaşması'nın metni 130 ve devam eden sayfa
larda,
4- 1740 kapitülasyonlarının metninin 152-176. sayfalarda bu
lunduğuna işaret edelim.
Bütün bu anlaşmalarda, Türklerin lehine ve aleyhine tesis
edilen durumlar çok can alıcı şekilde ortaya konulmuştur. Mesela
Karlofça Anlaşması'nın, psikolojik yönüne bile parmak basılarak
Karlofça Anlaşması, düşmana sağladığı maddi faydadan daha
önemlisi, Avrupalıların kalplerinde yerleşmiş olan Osmanlılann
heybatinden (korku ve saygı duygularnun uyandığı hal ve görü
nüşler) hasıl olmuş korkuyu (korkaldığı) ortadan kaldumış olması
du, 1699'datı önce bütün Avrupalıların Türklerden korktuğunu ve
ondan sonra bu korkunun kalmadığını ifade ediyor. (S. 131 ) .
Bunlara ilaveten, bir kısım Doğu Avrupa ve Balkan devletle
rinde vukuu' bulan siyasi ayaklanmalar sonunda yurtlarını terke
dip Türkiye'ye sığınan, siyasi suçlulann, bütün ısrarlarına rağmen
devletlerine iade edilmemesi ve hatta bunun için harbi dahi göze
alması, Türklerin, siyasi suÇluların iade edilmeyeceğine dair dev
letler hukuku kaidesirıi, eskiden beri uygulamakta olduğunu gös
termektedir. bu durum Türkiye aleyhine faaliyetlerin yürütüldü
ğü toplantılarda yine insaf ehli bir kısım Avrupalı delegeler tara
fından dile getirilmiştir. (S. 102-109, 129-133-151. ve devamı)
123
TORKLERİN AVRUPALI SAYILMALARI
(ZORAKI NİKAH)
1856 Kırım Savaşı'ndan sonra imzalanan Paris Antiaşması ile
Osmanlı Türk Devleti Avrupalı sayılıyor ve toprak bütünlüğü Rus
ya'ya karşı İngiltere ve Fransa tarafından teminat altına alınıyor
du. (S. 281-282)
Tabii ki bu kağıt üzerinde ve yazı ile oluyordu. Fiilen Türklerin
batılı medeni milletler arasında düşünülmesi söz konusu değildi.
Paris Antıaşması'ndan yetmiş yıl sonra, ( 1926) Lotus-Bozkurt ge
milerinin Ege'de çarpışmalanndan doğan, milletlerarası davada,
İngilizlerin gözlemcisi olan hukukçu bu davada Türkiye'yi temsil
eden M.Esat Bey' e, " bu olay Fransız gemisi ile İngiliz gemisi ara
sında olsaydı, hiçbir mesele olmaz hatta Adalet Divarıma bile gel
mezdi, fakat bir taraf Türk olunca (yan medeni demek istiyor) on
lara medeni milletlere karşı hak tanımak zortaşıyor " diye söyleye
bilmiştir.
124
Bunu Belçika'nın A.E.T. temsilcisi çok açık ve samimi olarak die
getinniş bulunmaktadır.
Bu noktada Mahmut Esat Bey'in bir tenakuzuna işaret et
mekte fayda var. Diyor ki - Avrupalının gözünde insanlık üç kısım
dır. Medeni onlardır. Hıristiyan olmayan diğer milletler, '1.-a.hşi veya
yan vahşidir. Bu iki sınıfın insan haklanndan istifade�i adeta söz
konusu olamaz.
Biz Türkler ve Müslümanlar ise, renk, ırk, din, mezhep ayrımı
yapmadan bütün insanlan yaratan ve tek olan Allah'ın kulu saya
nz. bu sebeple de bütün insanlarm "insanlık haklanru, doğuştan
kazanmış olduğuna" dinimiz gibi inanırız.
Bunu anlamak için İslam dinini okumaya da gerek yok. Yunus
Emre'nin ilahilerini okumak yeter ve artar bile. Fakat bizim Mak
yavel'in ttahi Komedya'sını okumaktan, Yunus Emre'yi bile okuma
ya vaktimiz kalmamış galiba. . .
Şimdi, Türk tarihini ve insanlık anlayışını da çok iyi bilen, M.E.
Bozkurt'un "Avrupa Konseri" dediği toplumun zihniyetine dahil
olmaktan duyduğu büyük sevinci ne ile izah edebiliriz? Bu soruya
siyasi zaruretlerin gerektirmesinden başka cevap verilemez. As
lında yüksek seviyeli ve bütün insanlan eşit haklara sahip kabul
eden zihniyet bizde olduğuna göre, Avrupa'nın, bizim düşünce
mize iltihak etmesi gerekir. Esaseil mesele bu günde budur. Siya
si ve iktisadi zaruretlerle de olsa onlarm arasına katılıyorsak Avru
palıya-Hıristiyana- herkes gibi insan olduğunu, kimseden üstün
tarafı olmadığını, bu sebeple de hiçbir milleti veya din mensubu
nu sömürmeye haklı olmadığını öğretip kabul ettirmek Türk Mille
tiıtin asil görevi olarak durmaktadır. Bu mesele, sağ duyu sahibi
Avrupalı aydınlarm ve filozoflarm da samimi olarak ortaya koy
dukları bin insanlık ve insanlığın geleceği meselesidir. Bu sebep
le bütün milletierin bu konuya hassasiyetle eğilmeleri gerekir.
Mesele Avrupalı olmak değil, Avrupalıya diğerlerinden farksız in
san olduğunu kabul ettirınek olarak bilinmelidir.
Bütün bunlar arasında, milletinden hiçbir şey feda edemeyen
M.Esat Bey bir k:uluçkanın, civcivleri üzerindeki telaşeye dönmüş
sevgisi ve titizliği ile, kim nerede Büyük Türk Milleti için ne dedi
onu arar bulur, yazar ve durmadan tekrar ederdi. Türk milletine
125
karşı olan, saldınlara ise, sükunetle ve çok medeni olarak başla
yan cevaplan köpüren bir nefret ve heyecanla devam ederdi.
Şimdi onun ruhuyla beraber, düşman kalemlerinin Türk Mille
ti için yazdığı birkaç güzel hakikatı birlikte okuyalım . . . (S. 217-
223). Bunlan takibende bu yazının başındaki kağıt üzerinde Avru
palı olup, bunun faydasını elde edemeyişirı sebeplerine dair kı
sıınlan sabırla okuyalım. Çünkü bunlar Türk Devleti içirı bugün de
gündemdedir. Avrupalı oldun derler, yükümlülükleri sırtırmza '
yüklerler, nimetiriden istifadeye gelirlee yirıe yan çizebilirler.
Hatta toprak bütünlüğünü ve istiklftlini dün teminat altına
alanlar, bugün yirıe topraklannı ve istiklftlini elirıden almaya kalkı
şabilirler. Onların doğalannın yasalannda bunlar vardır ve de çok
normaldir! Türkler hakkında beyanatında çok haklı olarak Moltke,
şunları söylüyor: (x)
"Müsellah (silahlı) milletin en canlı örneği Türklerdir. B_u di
yar köylüsünün orak, katibinin kalem ve hatta kadınlannın etek
tutuşunda silaha sarılmış bir pençe kıvraklığı vardır. Türk ata bi
ner gibi oturur ve keşfe yollanan nefer gibi uyanık yürür. Silalım
ruha verdiği emniyeti, her Türkup bakışında görmek mümkündür.
O, doğduğu günden beri müsellahtır. Bundan dolayı da hayata ve
hadiselere arnniyetle bakmayı öğrenmiştir.
Türkiye'ye adım atar atmaz bu kanaatı edindim. Müsellah bir
milletirı içirıde yaşadığıma inandun. Nezip, bu kanaatı ne sarstı,
ne de giderdi. Çünkü orada yenilen Türk değildi ; kumandandı. Ye
nen de öbür taraf olmayıp hurafelerdi. Harp plftnını münecciınler
vasıtasıyla çizen, hücum emrini yıldızlardan bekleyen kumandan
lara karşı cesur Türk ne yapabilirdi?
Müneccimin Türkiye'den kovulduğu ve yıldızların harp işleri
ne kanşmatanrım yasak edildiği gün Türkün ruhu yeniden parlı
yacak ve silah kullanmak için doğan bu kahraman milletin tarihi
eski ışığını bulacaktır. "
Atatürk, bir gün ilk Mecliste İstiklw savaşlarının hesabını ve
rirken şu mütalaada bulunmuştur. " Türk yeniidi derlerse inarıma
yınız. Yenilen kumandandır! " x x
126
... Yunan İsyaru sırasında kafile kafile gönüllüler Yunan asileri
ne iltihak ediyorlardı. Bunlar arasında meşhur İngiliz şairi Lord
Byron da bulunuyordu. misolonki, de bir rivayete göre yeniçeri kı
lıncından geçerek, bir rivayete göre de sıtmadan öldü. Yunan me
deniyeti ve milleti hakkında uzun yazılarla Avrupa gençliğini ga
leyana getiren bu adamın Türkler hakkındaki düşünceleri de bu
rada kayda değer.
Lord Byron diyorki:
"Türkler ne iki yüzlüdür, ne de yalancı ; gerçi birçok milletie
rin hürriyetlerini yıktılar ve onları alçaltmış oldular. Lakin kendile
ri hiçbir zaman alçalmadılar. Harbederken öldürmeyi bildiler hem
de iyi bildiler. Savaş haricinde ve yurtlannda ise asla katil olmadı
lar. Kılıcı insafsız bir meharetle kullanan Türk eli, mağlup ettiği ın
sanların yarasını sarmakta da ustadır.
Türkler kendi aralarında yaşarnalanna müsaade ettikleri ve
itikatsız tamdıkları insanlan -Avrupa'nın birçok yerinde ve asırlar
ca yapıldığı gibi- ateşe yakmadılar. Onların dinlerine ve büyükleri
ne sadakatleri engizisyonsuzdur. Bu sadakati başka milletiere
yükletmeyi hatta düşünmediler. " (x)
Şairin bu şehadetinden bir kere daha anlıyoruz ki Türkler isti
la ettikleri yerlerde zulüm yapmadılar. Her halde tarihin kaydetti
ği istilaciların en merhametlisi, en illi.cenabıdırlar. . .
. . . 1870-1871 Savaşı'nda Fransa Almanlara yenildL IDüncü Na
polyon Sedanda kılıncıru Prusya kralına teslim etti. Alman birliği
ne engel olan lolıç kınlınıştı. Alman birliği Versay'da ilan olundu.
Prusya kralı Almanya İmparatoru oldu. 1871.
Bir yandan Almanlar Fransa'yı işgal ederken diğer yandan
İtalyanlar papalar şehri olan Roma'yı istila ediyorlar. İtalyan birli
ğini tamamlıyordu.
Bu çağın devletler arası hak balomından bir kazancı da, Kızıl
haç = Kızılay teşkilatı oldu. 22 Ağustos 1864 Cenevre mukavele
siyle devletler bunu kabul ettiler. Ve savaşların tevlit ettiği acıları
elverdiği kadar tatmine çalıştılar.
x : Turhan TlinTarihte Türkler için söylenen büyük sözler. S. 81.
Lord Byron. Şiyon mahpusu. (Fnwsızca, !ngilizce, Türkçe).
127
1868 Petersburg mukavelesi de dum dum kurşunlannın kulla
nılınasını yasak etti.
1874'de Brüksel'de savaş hakiorun bir kanun haline konması
hakkında devletler arasındaki konuşmalar bir netice vermedi.
1864'de devletler arasında ölçü işlerirıe (1865) de telgraf birliğine
dair imzalanan mukavele serileri devletler arası hakka yeni teka
mili ufuklan açıyordu. 23 İkinci kanun 1860 tarihli Fransa-Alman
ya arasındaki muahede Avrupa'da serbest mübadele sisteminin
muvaffakiyeti daha doğrusu liberal okulun bir zaferi gibi görüldü.
Fakat çok sürmedi.
Batı Türkleri.
Bu çağ içinde (XIX) , Osmanlı imparatorluğu'nun yıldızı -bir ba
kımdan- birdenbire parladı. Koca Reşid'in kurmaya çalıştığı yeni
Osmanlı Devletinin prestiji Avrupa'da günün meselesi idi. Bütün
Avrupa hatta Amerika Osmanlılara hayrandı.
Rusya bir türlü rahat duramıyordu. Tanzimatın sözden, bir ta
kım beylik vaitlerden başka bir şey olmadığını iddia ediyordu. Gü
ya Osmanlı İmparatorluğunda her şey " eski tas eski hamarn i "
imiş ! Bu bir yalandı. Tanzimat çok samimi bir eserdi. Ve verimleri
ni ümidin üstünde bir bollukla veriyordu. O sıralarda Fransız hü
hükümeti narnma Osmanlı İmparatorluğu'nda ve İran'da bir seya
hat yapan hell (H.de) (x) hükümetine verdiği raporda Tanziııiatı
hayranlıkla anlatmaktadır.
Diyor ki: Vılayetlerde �azalarda her tarafta vilayet meclisleri
muhtelif ırk ve diniere mensup Osmanlı tebasından teşkil edil
miştir. Bunlar memleketin mukadderatında söz sahibidirler. Hatı
ra gönüle bak:ılmamaktadır. memleket tam bir ılhenk içerisinde
dir. ttah. . .
Fransa hariciye nazm meşhur şair Lamartin, sekiz ciltlik Os
manlı Tarihinde Osmanlı İmparatorluğunu göklere çıkarmaktadır.
Lamartin Türkler için diyor ki:
" Türkler -Bir ırk ve bir millet olmak haysiyetiyle- yeryüzünün
en şerefli insanlandır. Seeiyeleri pek necip ve yücedir. Şecaatlan,
128
bozulınaz bir kudret halindedir. Dini, vatani faziletleri her bitaraf
ruha hürmet ve hayranlık verir. Necabetleri alınlannda ve fiilierin
de yazılıdır. İyi kanunlan, daha münevver hükUmetleri olsaydı
dünyanın en birinci milleti olmak hakkını kazanulardı. Bütün sev
kitabiileri asilanedir. Vecd ile yaşıyan duygulu bir millettir. Onla
rın yurdu efendiler diyandır. Kahramanlar, şehitler ülkesidir. Ben
ce insaniyete şeref veren böyle bir milletin düşmanı olıiıak, insan
lığın düşmanı olmaktan farksızdır. Böyle bir lekeden Allah Beni
korusun (x) "
Fakat bu sırada Rusya'nın politikası başında, Demir Çar laka
bıyle arıılan Nikola bulunuyordu. Osmanlı illerinde vücude getiri
len yenilikleri bir türlü hoş görmüyordu. O, Osmanlı İmparatorlu
ğUnu " Hasta adam i " diye anıyor ve öyle görmek istiyotdu. Onca
matlup olan, Kaynarca ile Rünkar İskelesi mukavelesini ve Edirne
muahedelerinin hükümlerini bir daha cebren elde etmekti. Böyle
likle Osmanlı İmparatorluğı1nu parçalamak, parçalaya parçalaya
hayatma son çekmekti.
Binenalsyh bütün Avrupa'yı Osmarılılar, eski Osmarılılardır.
Hıristiyarılığı bu barbarların elirıden kurtannalt lazımdır velvelesi
le doldurmaya çalışıyordu. İşin tuhafı şu ki, çar bu propagandası
na olanca şiddetiyle devam ettiği sırada, kendi memleketi rejimie
rin en gerisini yaşıyordu. Rusya'da bu çağda feodalite mezcilimi
hüküm sürüyordu. Zaten maksat bir hakikatı meydana koymak
değil, Osmanlı imparatorluğtlııa karşı, Rus politikasının icaplarmı
galebe ettirmekti. Fakat bu defa çar istediğinde muvaffak olama
dı. Ve yaya kaldı. Devletin başmda işten anlar adamlar vardı. Ve
Avrupa kendi selametini Rusya'nın genişlemesinde değil; Os
manlı İmparatorluğu'nun yaşamasında buluyordu.
129
nun açıkça manası, devletler arası hak prensiplerinden istifa
de etmek, kapitülisyonlara kat'i surette nihayet vermekti.
lşle biraz meşgul olmak, bu neticeyi elde etmeye yeterdi. Fa
kat elde edilemadil Paris Muahedesinin VIIinci maddesi, zaman
zaman söylenir, söylenmakle teselli bulunur, 18fzi murat bir ka
zanç halinde kaldı. Yolunda bu kadar uğraşılan, bu kadar kan dö
külen, bu çapta bir davanın böyle verimsiz kalışının sebeplerini
(x) ,düşündükçe, insanın saçlanndan, tırnaklanna kadar lozarma
masma imkan yoktur. Larm kısası, bu büyük kazanç, muahede
sayfalan arasmda ta 1923 Lozan muahedesinin imzasına kadar,
madde halinde kalmaktan ileri gidemedi. Demek oluyor ki dava"
nın halli adamlarını bekliyordu. lstiklal savaşlan adamlan verdi ve
bunlar işin hakkından geldiler. Burılar Atatürk ve lnönü'dürler.
Yeri gelmişken şunu kaydetmek borcundayıın ki, memleketi
miz modern bilgilerinin eksikliği yüzünden, çok acı hadiseler ve
gürıler yaşamıştır. Bu yalnız yeniçerilik ve askerlik yüzünden de
ğil her yöndendir. Şüphe yok ki vaktiyle askerliğimizin geriliği, bi
ze çok pahalıya oturmuştur. Bu diğer geriliklerin hiç biriyle mu
kayese edilemez. Fakat sivil alarıl&:rdaki bilgisizliğimiz de bundan
pek aşağı değildir. Mesela 1908 ihtilaline kadar ana haklar (huku
ku esasiye) arılarmndan habersiz kalışunız, uzun asırlar istibdat
ve keyfi idareler altında irıleyişimizin büyük sebeplerinden birini
teşkil eder.
Denmesin ki, "Ana haklar bilgisi bizi müstebit idarelerden
kurtarmaya, müstebitlerin elinden milli haklan almaya yeter miy
di? "
Şüphe yok ki bilgili bir milletle bilgisize tahakküm etmek ara
smda çok fark vardır. Haklarına tecavüz edilen bilgili bir millette
isyan kabiliyeti, ihtilal kudreti vardır. Hakkın, hukukun ne demek
olduğunu arılamaktan aciz milletlerde ise bu haslet yoktur. Elbet
te ikincisine (galibiyet) birincisiyle loyas kabul etmez. Fransız bü
yük ihtilalinin, bizimkileri en azdan yüz sene örılemesinin sebep
lerinden birisi de yine şüphe yok ki Fransızlarm modem bilgi ile
130
teçhiz etmek hususunda erken davranmış olmalandır. 1789
Fransız milli meclisinde dinlediğimiz nutuklar, şahidi olduğumuz
münakaşalar, hep bu görüşün canlı birer belgeleridir. Mesela kra
lın iradesiyle meclisin dağılması lazım geldiğini söyleyen adama,
Mirabo'nun verdiği cevap, aradan yüz elli sene geçtiği halde, hala
kulaklarda çırılaınakta, bugünkü nesillere bile, milletin ne demek
olduğunu, kim olduğunu ihtar etmektedir.
131
BİRİNCİ DÜNYA HARBİ VE
TÜRKLERiN YENİDEN DOÖUŞU
1914 - 1922
1783 İkinci Viyana Kuşatması ile başlayan ve devam eden bü
tün bu yenilmeler ve yıkılışlar sanki zafermiş gibi, kimden neyi na
sıl alacağunız belli olmadan, Birinci Dürya Harbi'ne girmişiz veya
payıaşılmak için zorla itilmişiz.
Gerçekte o zaman dünyanın parçalanmasına karar verdi@ es
ki ve dev cüsseli devleti Osmarılı İmparatorluğu idi. Onu hem düş
marılan ve hem de müttefik olduğu Almanya harbe sokacaklardı.
Elbetteki bu üstün gaye için, iki Alman gemisi (Goben-Breslav)ni
İngilizler kavalayacak arılar kaçacak, Çanakkale'ye sığınacak,
sonra İngilizler orılan Akdeniz'e çıkann diyecek, Alman müttefiki
miz olduğu için bunu Türk Hükümeti yapmayacak, Almanlar ge
mileri sözde bize verecek, arılan çalıştıracak zabit ve deniz eri al
madığı için Alman Subay ve erieri türk askeri libaslannı giyecek.
tabü ki Alman komutanı Türk libası giymekle Türk olmayacaktı.
Emri Alman komutanından aldığı gibi Karadeniz'e açılıp Sivasto
pol'u topa tutacak ve Osmarılı Devleti harbin içine itilecekti. Bu
senaryo bugün bile muhasım devletler arasında rahatlıkla ittifak
edilerek oynanacak basit bir oyundur. Bu oyunu unutursan, bu
gün bile ne alacağını ve ne kaybedeceğini bilmediğin savaşlara
sokulur ve olan yurdunu da kaybedebilirsin. . .
132
Ölümden sonra dirilmek için, önce ölmek gerekiyordu. Mede
niler de Türk Milletini, hükmen ve antlaşmalada öldürdüler. Türk
Milletine, Paris Antlaşmasıyla tanıdıkları "Yarı Medeni ve himaye
edilecek " ülke statüsünü de çok gördüler. Türk'ü tarihin derin me
zarlığuun en altına attılar.
Bundan sonra, artık SÖZ MİLLETİNDİR . . . devri başlıyor. Dev
let iken haritadan silinen bir millet olduk. O hale getirildik. Bu
ağır yenilgi ve darbe bize yeniden dirilmeyi ve millet olmayı hatır
lattı. Bizzat hak almayı hatırlattı. Orta Asya'dan beri nice Türk
devletlerini ve atalarunızı hatırlattı. Kalktık yeniden ayağa, millet
olmaya andiçtik. Sonra bastığı.mız yerlere yeniden sahip olmanın
yolunu bulduk. Kan verdik, can verdik ve yeniden devlet olduk.
Devlet olmayı, millet olmayı sağlayan İstiklal Muharebeleri desta
nını yazdık ve yaşadık.
133
sında, her türlü fitneye ve fesada rağmen varlığını devam ettirme
meselesidir. Yoksa bu, evini darıldım küstüm diye terkeden so
rumluluk duygusu gelişmemiş, şımank gencin akıbetine benzer.
Türkler, başkalan ne düşünürse düşünsün, dün olduğu gibi, bu
gün de ve yannda insanlık ailesinin şerefli bir temsilcisi olmaya
devam edecektir. Haklannı hukuk içinde alacaktır. Bütün medeni
ve hukuki yollar denenmesine rağmen, hakkımız teslim edilmez
se, o zaman Mehteran Bölüğümüz yine cenk marşını çalacak,
Türk Milleti cenk donunu giyecektir.
Çünkü, "TÜRK, MEDENİYET İÇİN BİR LAZİMEDİR" (Lüzum
ludur) . Çünkü Türk Medaniyeti dünya milletlerinin haklarını ala
bilmeleri için gereklidir, zaruridir. (S. 435).
Şimdi, bu uzun bölümü kitabından birkaç sayfa ile takip ede
lim .
Göben ve Breslav adındaki Alman savaş gemileri İngiliz tilola
rının takibatma rağmen Cezayiri topa tutuktan sonra amiral Şo
son kumandasında ÇanakkalE'ye ilticaya muvaffak oldular. Go
ben'in adı Yavuz, Breslav'ın adı da Midilli'ye çevrildi. Ve Türk tilo
suna ithal edildiler. İngilizlerin protestalarma ehemmiyet verilme
di.
Asırlardır haksız olarak Osmarılı İmparatorluğunda tatbik
edilen kapitülasyorıları hükümet devletlere yaptığı bir tebligat ile
ilga etti. Yapılan protestolara rağmen bunda çok haklı idi. (x) Mu
ahede faslında bu konuya tekrar döneceğiz.
1914 yılının 29 birinci teşrininde Karadeniz bağazı açıklarında
Türk filosu yeni gemileriyle manevra yaparken vukua gelen bir ha
dise, Osmanlı İmparatorluğunun savaşa girmesine sebep oldu.
Harp halini ilan eden Osmanlı resmi tebliğinde şurıları okuyoruz.
" Şehri halin 29uncu günü, donanınayı hümayunun bir kısmı
tarafından Karadeniz'de manevra icra edilmekte olduğu sırada,
Karadeniz boğazına torpil dökmek vazifesiyle hareket ettiği bila
hare arılaşılan Rusya donanmasından bir takımı, mezkür manev
raları ihlal ve müteakiben izharı muhasama ile bağaza doğru hare-
134
ket etmeleriyle donanınayı hümayunumuz tarafından mukabele
olunınakla beraber şayanı teessüf olan şu hadise hakkında hükü
meti seniyece Rusya devletine müracaat ile tahkikat ve vakanın
esbabının zahire ihracı teklif ve bu suretle bitaraflığı muhafazaya
ihtimam edilmiş olduğu halde, Rusya devleti müracaati vakıaya
cevap vermeksizin setirini geri celp eylediği gibi, kuvayi askeriye
si de Erzurum hudutlarını muhtelif noktalardan tecavüz etmesi
ne . . . " (x)
Yıne resmi malumata göre Osmanlı filosu 27 ve 28 birinci teş
rin günleri Rus donanmasının tecavüzüne uğramış, 29 perşembe
günü taarruz a geçmeye mecbur olmuş, bu suretle bir gemiyi zap
tetmiş , bir topçekerle bir gambotu torpillemiş, bir torpitoyu da
tahrip etmiş ve 72 neferle üç zabit de tutsak yapılmış;
İşte bu hadiseden sonradır ki, Osmanlı devleti biraz önce kay
dettiğimiz resmi beyannameden de anlışılıyar ki 1914 yılının 29 bi
rinci teşrininden itibaren Almanya, Avusturya-Macarista:riıa bera
ber müttefiklere karşı savaşçı durumuna girdi.
Sonraları Bulgaristan da bizim saflarda yer aldı.
İtalya ; Almanya ve Avusturya-Macaristan'ın müttefiki oldu
ğu halde müttefikleri aleyhine itilaf devletleri saflarında savaşa
girdi.
Dört yıl süren savaş biterken savaşçılar iki cepheye ayrılınış
lardır :
1) Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı İmparatorluğu,
Bulgaristan.
2) İngiltere, Fransa, Rusya, Japonya, şimali ve cenubi Ameri
ka Devletleri, Asya Devletleri, Çin de dahil . . . Afrika kolonileri hat
ta Liberya Cumhuriyeti bile karşunıza dikilmiş bulunuyorlar idi.
Dünya tam anlamıyle dört yıl bir hercümerç içinde kaldı.
Avrupa'da yalnız İspanya, Hollanda ve İskandinavya Devletle
ri yansız kalmışlardı.
135
Savaşın kabahati kimde?
Savaş önlenebilir miydi?
Osmanlı devleti savaşa kanşmalı mıydı?
Bunlara benzer daha bir alay sorularla, 1914-18 Dünya Savaşı
gibi muazzam bir hadise hakkında karar vermek mümkün değil
dir. Bugünkü hukukun ölçüleriyle bu mümkün olsa bile, pek basit
ve düpedüz bir hüküm olur.
Dünya savaşının asıl suçlusunu ve sebeplerini, tarihte ve re
jimlerin icabında aramalıdır.
1914-18 Dünya Savaşı birçok safhalardan sonra Almanya ve
müttefiklerinin aleyhine neticelendi. Bu savaşta en büyük ve ağır
rol Almanlada Türklerin omuzuna yüklendi.
Almanlar bir hamlede Lüksemburg'u, Belçika'yı istila ediver
diler. Omulmayacak kadar kısa, kısacık bir zaman içinde şimali
Fransa'yı çiğneyerek Paris önünde göründüler. Milyonlar ve mil
yonlar sayarı çar ordularını Mazuri bataklıklarında imta ettiler (x)
Wilson ise meseleyi şöyle anlatıyordu :
"Milletlerin mukadderatını bizzat tayin etmeleri hakkı bir
cümleden ibaret değildir. Bu, bir prensiptir. Bundan sonra, devlet
adamlan bunu ancak kendi zararıanna ihmal edebilirler. " (XX}
Savaş sonunda yapılacak her türlü arazi tahavvülleri alilka-
dar halkın menfaatlerine göre yapılmalıdır. Yoksa rakip milletler
arasında bir anlaşma konusu olmamalıdır. "
Mançini'nin XIXuncu asırda (Milliyet prensipleri). adile orta
ya atıp müdafaa ettiği bu fikir bu suretle sözde tatbikat alanına
korunak isteniyordu.
Jean Devaur devam ile diyor ki:
" Bu banş muahedelerine hakim olan iki, fikir; devamlı bir dev
letler arası nizamın tesisi idi. Bir surette ki, bu nizarn ile zaman ve
mesafe içinde milliyet prensibinin tatbiki mümkün olsun. (illuslar
Kurumu) bu fikrin verimidir. (xxx) "
136
Fakat biz, doğruyu görelim ve düşünelim. Hakikaten Jean De
vaur, Wılson, Howard'ın dedikleri gibi mi oldu?
. . . Hayır ve asla !
Kısaca tahili ettiğimiz muahedelerin arılamı bizi teyit eder.
Hakikati daha fazla görmek istiyerılerin metirılere müracaat et
meleri lazımdır.
Hele Sevr ile Türklere reva görülmek istenilen muameleler
milliyet prensipleri bakımından yürekler acısıdır. Yüz kızartıcı
şeylerdir.
Sevr projesi (Osmarılı Kanunu Esasisi) ne muhalif olarak
Sultan Vahdettin'in reisliğinde toplanan ve (Şiirayı saltanat) adı
verilen ve manası olmayan bir heyet tarafından kabul olundu.
Kabule bir kişi muhalif kaldı. Topçu teriki rahmetli General Riza . . .
Heyet içirıde ayağa kalkarak Vahdettin'e dedi di: "Biz, bu projeyi
kanunu esasiye muhalif olarak hangi sal&h.iyetle kabul ediyo
ruz? Memleketin asıl sahibi olan millet bu hususta sözünü söy
ledikten sonra, bizim kararımızın ne ehemmiyeti olur? ! "
Koca general haklı idi. Ne yazık ki Türk milleti sözünü söyle
yip de Sevr projesini bir paçavra gibi parçalayıp bütün bir düşman
aleminin yüzüne attığı zaman, o, gözlerini hakkın rahmetine ka
pamış bulunuyordu.
Türk İstiklal Savaşlan üç yıl sürdü. Müttefi.klerle imzalanan
Mudanya Mütarekesiyle sona erdi. Murahhaslanmız ve bütün
müttefikler murahhasları Lozan'da toplandılar. Bizim murahhas
lar heyetirıe İsmet İnönü Türk Hariciye vekili sıfatıyle reislik edi
yordu. Uzun süren ve bii aralık akamete uğrayan müzakerelerden
sorıra muahede imzalandı...
Bu çağın Batı Türkleri yönünden en büyük hadisesi, sultan
lıkla hilılfeti ilgası ve laik Türk Cumhuriyetinin kuruluşudur.
Türk Cumhuriyeti, Os.marılı İmparatorluğu'nun bütün hesap
ıamu tasfiye etmiş ve B atı Türklerini yepyeni ve dipdiri modern bir
devlet halirıe getirmiştir. 1919'dan beri birbirini güden iç ve dış
muvaffakiyetler, Türk Cumhuriyeti'nin eserleridir. Yeni bir kalkın
ma içirıdeyiz . Türk ulusunun dünya bahtında söyleyecekleri bit
memiştir ve bitmeyecektir.
137
Türk, medeniyet için bir lizimedir.
Sekizinci çağ, 1939 yılında Avrupa savaşıyle bafl81Dlf bu
lunuyor. Bahbnı kan ve ateşle yazmaktadır. Her halde yannlar,
yani bir hak anlamı, yepyeni bir dünya rejimi hazırlamakta-
dır...
138
NiHAYET LOZAN ANTLAŞMASI
24 Temmuz- 1923
139
Üçüncü sulh teklifatı, 22 Mart 922'de, yani Sakarya muzafferi
vetinden ve Fransızlada akdolunan Ankara itilatından sonra ve
yakın bir taarruzumuza intizar olunduğunu (taarruzumuzun bek
lendiği) sıralarda, Paris'te içtima eden düveli İtilafiye Hariciye na
zırları tarafından yapılmıştır. Bu teklifatta, İşe Sevr esasından
başlamak esası terkedilmiş ise de, esasatı (ana unsurları) itibarile
arnali milliyemizi (milli emellerirnizi) tatminden uzak idi.
Dördüncü teklif, Lozan muahedesinin akdile neticelenen mü
zakemtt1r.
140
d- Irak Hududu
s- Kafkas Hududu
ş- Boğazlar Mıntıkası
2- Kürdistan
3- İktisadi Menatıkı nüfuz. (x) (İktisadi tesir sahası)
a- Fransız Mıntakai nüfuzu. (Fransızların sözünün geçtiği yerler)
b- İtalyan Mıntakai nüfuzu. (İtalyanların sözünün geçtıği yerler)
4- İstanbul
5- Tabiiyet (xx) (vatandaşlık)
6- Adli Kapitülasyonlar.
7- Ekalliyetlerirı Himayesi (xxx) (Azınlıkların korunması)
8- Alıkarnı Askeriye (silahlı kuvvetlerle ilgili hükümler)
9- Ceza
10- Alıkarnı Maliye (xxxx) (maliye ile ilgili hükümler)
1 1 - Alıkarnı :brtisadiye (İktisatla ilgili hükümler)
12- Boğaz Komisyonu gibi meseleler hakkında yapılan teklif
ler tek tek incelenmiştir. Türkiye devletinin hiçbir şeyi hazu bul
madığını, her şeyi yeniden kazanmak zorunda kaldığını düşün
dürmesi balaınından bile bu konulara kuşbakışı göz atmak faydalı
olur diye düşündük.
Ve takdir böyleydi. Dünyanın dört bucağında harbedip tüken
ıneye yüz tutan Türk nesiinin yeniden çoğalması için, Türklerin
kaybolan isim ve bir kısım milli hasletlerini yeniden kazanması
için, Türklerin geçmişte olduğu gibi yeniden millet olup, milletle
re yol gösterecek ilmi gelişme yapabilmesi için, Türklerin inançla
n içinde kendilerirıe has ve bütün insanlığın takdirini kazanacak
olan Türk Medeniyeti'ni yeniden kurabilmeleri için böyle olmalıy
dı.
xx .1 Vatandaşlık
:ıcıcx : Azuılıklann (Yahudi, Rum, Ermeni vatandaşlanmızm) hiınayesi.
ıacxx : Askerlik/e ilgili hükümler. Maliye ve iktisat ile ilgili hükümler.
141
V I VE SON ESERi
'�TATÜRK iHTiLALi"
anayasalanna bağlarunıştır.'
Aslında Türk Milleti, kuvayi Milliye döneminde, bağımsızlığı
nıelde etmek için işgalci Avrupalılarla ve Rusya ile harbetmiştir.
Mille t, mücadele ilhaınını, 1789 beyarırıamesinden değil, kendi
milli ve manevi değerlerinden almıştı. Mahmut Esat Bey'in, buna
aykın görüşleri, tamamen batıcı fikir akımına aittir. Devlet tarafın
dan da benimsemdiği için okullarda ve fakültelerde, kamu haklan
142
bu temele dayandırılmıştır. Esasen bilindiği gibi, Magna Carta,
İngiltere'de imzalandığı zaman ve ondan öncede Türkler birkaç dü
zine Devlet kurup yıkmışlardı. Devlet olan yerde ve özellikle Türk
lerde hem yabancılar hem de Türkler için insan hakları, çok daha
üstün bir mahiyette bulunmakta idi. Bu sebeple Türklerin İnsan
Haklarını, Magna C arta'lara değil, Türk tarih ve kültürünün ortaya
koyduğu, bu gün arşivlerimizde bulunan belge ve kitaplanmıza
bağlamak daha yerinde olur.
Niçin daha yerinde olur? Çünkü, bugün devletimizin fikri te
melini, Magna Carta ve 1789 İnsan Hakları çizgisine bağlarsanız,
o fikir ve felsefenin ortaya çıkmasını sağlayan, ihtilalcı ruhu ve kül
türü, Türk gençlerine de aşılarsınız.
Yani ülkede, bir kısım yabancı kültürler egemen olur. Bundan
yetişen insanlarda, yabancı ülkelerin vatandaşı gibi, görür ve dü
şünürler. Bu suretle de kendi milletlerine yabancılaşırlar. Bugün
ülkemizde on yılda bir ihtilal yapılmasında, bu kültür ve ruh yapı
sınırı büyük tesiri olduğu söylenebilir. Sebep ise her zaman kamu
haklan ve anayasa çiğnenmesidir. İktidar meşruluğunu kaybet
miştir. Rejim ihl8.1 edilmiştir. Çare, bütün devlet güçleri sivil, asker
el ele verip, aksayan tarafları hukuk içinde düzene sokmak yerine,
Yurtsuz Jan durumuna düştüğü ka�ul edilen iktidarı ihtilalle de
virmek ve yerine oturmak şeklinde tecelli etmektedir. halbuki
1215 yılının İngiliz ileri gelenleri, krallarını tahttan indirmemiş,
ona Büyük Şart denilen senedi imza ettirmişlerdi.
Bu kitabın incelenmesinde, geçmiş ihtilalleri olduğu kadar,
bundan sorıra yapılacaklan da meşrulaştıran bir hava sezdiğirnizi
ifade etmeyi, yazarlık görevi sayıyoruz. M. Esat Bey'e göre ihtilal . . .
yeni ve ileri bir nizarn kuran harekettir. ( S . 65) Yeni ve ileri adı veril
miş bazı ihtilallerin insanlığı asırlar boyu kan gölü içirıde bıraktığı
nı hatırlamak gerekir. Özellikle ileriliğin ve yeniliğin, tarifinin, bin
bir çeşit yapıldığı XX. asır dünyasında . . .
" İhtilallerin felsefesirıirı " yapıldığı eserin 7-500. sayfalarda,
Magna Carta'dan başlayan, ihtilaller için geçerlilik çizgisinin, Le
nin'irı yaptığı, Komunist ihtilali de içirıe aldığı açıkca görülmekte
dir. Atatürk 1htil8.li de aynı çizgide irıcelemektedir. Pek tabü bu bir
çok bakımdan, doğru görünmekte ise de, Atatürk, yaptığı işleri
143
her zaman Türk Milletine mal ederek, yapmayı arzulamış ve ilmi
araştırmalarla, yaptığı yeniliklerin felsefi temelini Türk tarihinde
ve kültüründe bulmak istemiştir. Bu temel araştırma meselesi
devlet ve eğitim için şu bakımdan önemlidir. Cumhuriyeti yaşat
mak ve ilerietmek içirı, elbette ki geliştirip değiştirmek gerekir.
Bu ciddi yaşatma işini yürütecek gençlere, tamamen ihtilalcı ve
batı temeline dayanan bir kültürmü verilmeli, yoksa Türk Tarih ve
kültür temeline dayanan bilgiler mi verilmeli? Buna gerekli cevap
verildikten sonra, devlet ve millet barajında birikecek ve artacak
su (kültür) miktarlarına göre sosyal ve siyasi hayattaki değişme ·
ler kendiliğinden oluşur. İşte bu sosyolojik değişmelere, siyasi
dengede payı az olanla, çok olan-ilme saygısı varsa- boyun büker.
Bu durum iktisattaki, fiyatların teş ekkülünü izah eden " serbest
piyasa ekonomisi" görüşünün sosyal ve siyasi hayata da aynen
yansırnasıdır. Ancak burada gerekli olan sosyal uyum ve uyuşma,
ilme inanç kadar, ülkenin sivil, asker bütün okullannda, aynı de
ğer hükümleri içinde eğitim (terbiye) ve öğretim verilmesine bağ
lıdır. Birinin " hoş " dediğine , diğer okul talebelen " nahoş " diyor
larsa, barajda biriken su seviyesi ve değişik sulara ait dengelerin,
yani nispetlerirıin değişmesine razı olmayacaklanndan, durumu
lehlerine çevirmek içirı, barajı yıkabilecekleri gibi kapaklarını açıp
suyu tamamen veya kısmen boşaltacaklannı da kabul etmek ge
rekir.
144
2- Başarılmasında Atatürk'ün liderlik vasfı büyük yer tutar.
3- Kemalizm diğer sistemlerden ayrı ve altı ok ile kısaca ifade
edilebilen bir sosyal ve siyasi sistemdir.
4- Laiklik ve Türk Milliyetçiliği birbiri içinde incelenmekte dir.
5- Geniş bir ihtilal tarihi bilgisi vardır.
6- Faşist ve sosyalist rejiınlerle, Atatürkçülüğün farklan belir
tilmiştir.
7- Osmanlı Türk Tarihi'nin aksayan tarafları birinci plana alı
narak incelenmiş ve bu aksaklıklar, yeniliğin gerekçesi olarak ve
rilmiştir.
8- İslam dini de yukandaki gibi, kötü uygulama örnekleri veri
lerek Türk Milletinin gerileme arnili olarak gösterilmiş. Bazen de
tam bunun tersine İslam büyüklerinin davranışlarından çok güzel
örnekler verilmiştir.
9- Atatürkçülüğü diğer rejiınlerle mukayese etmişse de, İsla
mın, devlet, siyaset ve sosyal hayata dair hükümleri ile diğer sis
temler arasında mukayese yapmamıştır.
10- İslam dininin uygulamadaki aksaklıklan ve islama zıt uy
gulamalar islam dinine mal edilerek, bu kötü örneklerden ihtil8.1-
ler için haklılık çıkarılırken, Türk Milletinden yalnız islam dinine
girerılerin, bugün Türk Milleti olarak kalabildi.klerini, islam dinine
girmeyerllerin ise Türklüklerini kaybetmiş olduklarını gözden ka
çırmıştır. İslamın Türklerin hayatındaki yerini ihmal etmiştir.
1 1 - Bir kclinat düzeni arzusu içinde, birçok millet arasında,
Türk Milleti'nin en azından islam milletleri arasında, yerinin ve is
minin kaybolma tehlikesi geçirdiği sırada, Türkiye Cumhuriyeti'
nin bu kötü gidişi durdurduğu hakkındaki yerinde düşüncesini
takdirle karşılamak gerekir.
12- Ancak Türk Milliyetçiliği, tezi ve gerçeği savunulurken,
milletimizin tarihinden ve onu şereflendiren hususlardan hangi
lerinin korunacaQı hakkında bir açıklama getirilmemiştir. Tama
men yüzeyde, bugürıkü Türk Milletine alıştınlması zor bir Türk
sevgisi yerleştirilmek istenmiştir.
13- Atatürk İhtil§li kitabının, en ciddi ve üzerinde durulması
gereken tarafı, ihtil8.llere açık kapı bırakmasıdır. Sarıki bir ülkede
145
vuku bulacak siyasi, toplumsal ve iktisadi bulıranların tek ve en
iyi çözüm yolu ihtilaldir. Bu ise çok hatalı bir görüştür. ihtilal, en
son olarak bütün çıkar yolların tıkandığı zaman başvurulacak bir
yol olarak bilinmelidir.
146
lindeki bir görüş devam edip gidebilecektir. Kitaptan bu sonucun
çıkanlması mümkün olduğu gibi, bugünkü Türk Milli Eğitim siste
minden de bu sonucu almak kaçınılmazdır. Çünkü okul kitapların
da, özellikle Tanzimattan beri, gençlerinrize en büyükler olarak
tamtılan, gıpta ettirilen, orılar gibi olması arzu edilen Türk aydın
lannın hemen hepsi zamanına göre, düzene baş kaldırmış ve ihti
lalci tiplerdir. Burılan ideal tipler olarak örnek alacak olan gençle
rin, bugüne ve düzene karşı çıkmadan büyük adam olunamayaca
ğına dair bir kanaat ile okullarından mezun olduklarında şüphe
yoktur.
Daha önce de temas ettiğimiz gibi, bütün bu ihtilal açıklama
lanndan sonra, devletimizin her türlü aksaklıklanm düzeltip, ge·
lişmesini sağlamamn yolunun, bir " serbest piyasa sosyolojisi" ile
olacağının öğretilmemiş olmasıdır. Atatürk ihtiliHi, eserinin ve bu
günkü eğitim sistemimizin de bu yolda eksiğinin tamamlanması,
kısa süreli ihtilalleri önlemenin de en iyi çaresi olacaktır.
15- Bu kitapta, Hıristiyan ve İslamın peygamberleri ile İslam
'
büyüklerinin, İslam Dininin kaidelerine uygun olarak yaptıkları ve
bütün insarıların beğendikleri işleri, sosyalist ihtilalcı doktrin için
de mütalaa edilmiştir. Gerçi, Hazreti İsa Peygamberin ve Hazreti
Muhammed' (S. A.) 'ın yaptıklan bütünü ile, bulundukları toplum
ların hayat, inarıç ve davranışlarını toptarı değiştiren birer ihtilıü
dirler. Fakat, bütün burılan sosyalist ihtilal ile kanştırmak büyük
hatadır. Çünkü, Hz. İsa Peygamberin ve Hz. Muhammed'in yaptık
lan ihtilal, bugünkü sosyalizme karşı ve onu ters yüz edecek bir ih
tilıü niteliğini el'arı korumaktadır. Bu konularda, M. Esat Boz
kurt'un, Max Beer'in tesirinde kaldığı arılaşılınaktadır. Eserin ya
zıldığı yıllarda (1941 ) bugünkü kadar inceleme ve ciddi eser yoklu
ğu da yanlış yorumu benimseme sebebi olabileceğini hesaba kat
mak gerekir.
Çok kısa bir açıklama ile, İslamiyet, Allah inancına dayanan,
demokrasiler Allah'a karşr tarafsız veya saygılı olan, sosyalist sis
temler ise Allahı irı.kar eden rejirrılerdir. İnsanlığın, sosyal, siyasi
ve ekonomik meselelerine getirdikleri çarelerde bu temel farklılı
ğa göre değişiklikler gösterir.
147
16- Her şeye rağmen bu kitapta, Mahmut Esat Bey'in, 1940
yıllarında, demokrasi için verdiği mücadeleyi her türlü takdirin
üstünde değerlendirmek gerekir. Onun, parçalar aldığımız kü
çük eserlerinde tarifini yaptığı demokrasi bugün için bile ideal ol
ma niteliğini korumaktadu. O, bir kuvayi milliyeci idi. Başını mille
ti için her türlü sıkıntıya sokmaktan zevk alırdı. Ömrünü kalemiy
le hizmet ederek bitirdiği, son nefeslerinde bile, yine Kuvayı Milli
yeci gibiydi. Önceleri ne kadar tehlikeler içinde ve canını feda ede
rek hizmeti göze almış sa, son nefesini de düşmanlannın tehditle
rine aldırmadan verdi. milleti için . . .
İşte b u eserin b u ilk bilgilerin ışığı altında okunmasını, muh
temel neticelerini önlemek açısından önemli bulduk. Aşağıda, bu
kitaptan dikkat çekici, güzellikleri ve çelişkileri gösterecek parça
lan da bu kitaba ilave ediyoruz. Takdir elbetteki okuyucunun ola
caktır.
Eser üç bölümden ibarettir.
Birinci bölüm : Bütürı ihtilılllerin felsefesi,
İkinci bölüm : Türk Milletihin yeniden ayağa kalkışı ve yeni
devletin kurulmasına ait hadiseler.
Üçüncü bölüm : Yeni Türkiye Devletinde, özel haklar, kamu
haklan ile sosyal ve siyasi haklar incelenmektedir.
Diyor ki M.Esat Bozkurt, "kanwıların müeyyidesi devlettir. "
Daha açık bir deyimle, devletin polisi, jandarması ordusudur..
Fakat bunun, bunların üStürıde bir müeyyide vardu ki bu da
milletin kendisidir, kendi varlığıdır. (S. Başlangıç ill)
Bu varlığa, müeyyidelerin müeyyidesi demek çok yerinde bir
şey olur.
İnsanlığın bir takım mukaddes şeyleri vardu ki -vatan, hürri
yet, istiklai, ana kanun, milli namus gibi- bunlan ancak bu müey
yide ayakta tutabilir.
İşte esas yaptırıcı ve yapmaya mecbur edici güç milletin ken
disi olabildiği zaman, demokrasiden beklenen, insan hakianna
saygılı sonuç, elde edilebilir. Bu güzel tespiti ile M.Esat Bey'i al
kışlamak gerekir. Herkes yani devletin en üst kademedeki görevli
si bile bir icraata girişirken, "yaptığım iş hakkında milletimiz ne
148
der" sorusunu kendine soracak Milletin sevmeyeceğini yapma
yacaktır. İkincisi de şayet millet nazara alınmazsa, millet kendili
ğinden ayağa kalkıp yasal yollar içinde olmazsa; ihtilcll ile kendi
iradesine aykın hareket edeni milli kuvveti ile durduracaktır. İşte
demokrasinin ülkemizdeki esas müeyyidesi (yaptınmı-teminatı)
budur.
149
Bu Türk devlet adarnma ve büyük şaire göre türkçe dillerin en
zenginidir. Dille rin destamdır. Türkçe konuşmak ve türkçe yaz
mak lazımdır. (1) Fuzuli de (2) bu fikirdedir. Şemseddin Sami'nin
Türkçe Karnusu Mukaddimesi de bunu teyid etmektedir. (x)
x Şemseddin Sami Kamus-i Türki Önsöz. Tercüman-Yapı Kredi Bankası Yayını, S, XXI-XXVI,
lst. 1985.
xx Bu şiir. nwn:ır nlı:ret'e aittir. "Milletim bütün insanlık. vatsnun yeıyüzüdür" anlamında
olup, milliyetçilik ve vatan fikrinin karşısında olan bir görüşü ifade etmektedir.
xxxM-ehmet Emin. ÇBill saluzı, Çoban armağanı. Mehmet Emin Yurclakul'a ait olan "Ben bir
7Yirküm, dinim cinsim uludur" mısralan için Atatürk, "ben milli benliğiini bu IDJsralarda
buldum " demiştir: Evet cinsimizde uludur. dinimiz de uludur. Bunun loymetini bilmek ge·
rekir.
150
3) Komünizm, proleter diktatörlüğüne dayanır. Türk rejimi,
ne şekilde olursa olsun dilrtatörlüğü reddeder.
4) Komünizm, ferde mülkiyet hakkını ve ekonomik alanda te
şebbüs saliilı.iyetini tanımaz. Fert yoktur, karnun vardır, der.
Türk rejimi, devletçiliği, devlet sosyalistliğini kabul et
mekle beraber, ferde mülkiyet haklmıı ve ekonomik alanda faali
yet saliilı.iyetini tanır. . .
151
İHTİLALİN BAŞARISINDA LİDER - MİLLET
İTTiFAKININ ÖNEMİ
152
Kürt Teavün Cemiyeti, Çerkes Teavün Cemiyeti, Arnavut Baş
kım Kulübü, Arap Birliği. . . vesaire
Beyoğlunda; Etnikieterya, Adelfiya Taşnaksutyon kulüpleri
Rum ve Ermenileri temsil ediyorlardı. Yahudilerin bile Alyaus İzra
elit'leri vardı�
Türk kulübü, Türk birliği diye bir şeye tesadüf olunrnuyordu.
Sadece İttihad ve Terakki Gerniyeti vardı. Fakat ne ittihadı, ne te
rakkisi bunu bilen bile yoktu ! Mevhum Osmanlılığın İttihadı ve
Terakkis i!
Ancak Balkan Savaşı'ndan sonra Hamdullah Subhi Tann
över'in gayretileridir ki Türk Ocakları açılmaya başladı.
Ve hemen, Türk olmayan unsurların müthiş itirazlanyle karşı
landı !
İşirı asıl yanık tarafı, bu itirazlara bazı öz Türk seslerinin karış
masıdır.
Yara, yar elinden olunca acısı fazla olur.
Bunurıla beraber, Türk Ocaklan memleketin dört bir ucunu
kaplaınakta gecikme di. . .
Tarih bizleri, askerlik san'atının mucidieri olarak tanımak-
tadır.
Kaşgarlı Mahmud'un dediği gibi, Tanrı Tür:ıru, insanlığı, şerir-
Ierin şerrinden esirgesirı diye, kendine has asker olarak yarattı. "
Bundan benim arıladığım şudur:
Türk = Tanrının has askeri !
teabırıda Türkün en küçük şerefi, namusu, Türk ilinin bir çakıl
taşı içirı milyarıla Türk feda olalım . . .
Fakat Yemen çölleri içirı, amansız idealsiz hilafet müessesesi
içirı değil, bütün bir dünya için dahi tek bir Türk gencinin burnu
nun kanamasına milli nz.a yoktur ve olmayacaktır.
Bütün bir dünya tek bir Türk delikanlısının burnunun kana
masına değmez.
Bütün bir irısarılıktan bir şey duymuyor musun? İnsanlığı
sevmiyar musun?
153
Çok ve pek çok şeyler duyuyorum ve seviyorum.
Fakat ıssız dağlar başmda koyunlarını güden yanın çanldı
Türk çobanı, bana daha çok şeyler duyuruyor, daha çok sevgiler
sindiriyari
O kadar ki, insanlık eski Mısırlanyle Yunanistanlanyla, Roma
lanyle ve bunlar bütün bedii eserJeriyle ayağa kalksalar ve yani
başlannda bugünün kendi verimleri olan bütün medeniyeti, mu
sikisiyle, şiirleriyle, sanatlanyle ve bütün eserleriyle gözümün
önüne dikseler, dikilseler. . . benim gözüm, benim duygum, beni;m
sevgim, yine ıssız dağlar başında yanık kavalını üfleyen, yanm ça
nklı Türk çobanındadır.
154
BİR DEVLETi KURAN MiLLET
ONUN HER ZAMAN BAŞlNDA
KALMASINI BİLMELİDİR
155
GEÇMiŞTE VE BUGÜN
TÜRK MiLLETİNİN SEViYESİNİ TARTlŞAN VE
HÜRRİYETÇİ REJIMLERİ HAK ED EMED İGİNİ
SÖYLEYENLERE İKİ MÜNASİP CEVAP
156
Yabancılar Türk kabiliyetini bu kadar yüksek görürken, bizim
kilerin alçak görüşüne ne demeli?
Bunun cevabını bıraz önce vermiştik.
Milletler için seviye, tekfunül yok . . sonsuz hamleler, sıçrayış
Iada ilerlemeler var.
Tekamül, fizyolojik meselelerde bahse konur olabilir. Mesela
çocuk doğar, büyür, inkişaf eder ilah . .
büyük davalar peşinde koşan ihtila.l şefi için arkadaş s e ç
rnek en önemli işlerden birini teşkil eder.
Bunları isabetle seçemeyen şefin muvaffak olmasına imkan
yoktur. En çok dikkat edilecek cihetlerden birisi de budur. Belki
de birincisi . . .
Arkadaşların ; kanaatte, seciyede, azimde sarsılmaz kimseler
olması gerektir. Atatürk ve Lenin, Hitler, Mussolini böyle arkadaş
ları buldular. Ve bu arkadaşlar, bu şefierin muvaffakiyet sırrını teş
kil ettiler.
Şef kinli olmıyacak, müteyakkız olacak, dedikodulara kulak
asmıyacaktır. Kendisini sevdirecektir. Kinli ve dedikodulara kulak
asan, sevimsiz kimseler bir defa devlet adamı olamazlar. Bu gibi
ler yalnız kendi kuyularını değil, davanın da kuyusunu kazmış
olurlar.
Kin, kıskançlık ve dedikodu imparatorluklar yemiş, muvaffak
ihtilalleri, muvakkat olsa da çökertmiştir.
Osmarılı İmparatorluğu, 1789 Fransız ihtilali, Endülüs tarihi
bunun en canlı misalleridir. Bu yüzden Osmanlı Devletınde nice
değerli şahsiyetler ya bir köşede atılmış kalmış, yahut ekseriya
katledilmiştir. Robespiyerin kini ve kıskançlığı başta Danton ol
mak üzere nice liderleri giyotin altına sürüklemiş, nihayet kendisi
de aynı yoldan geçip gitmiştir. Tarihci Aullard'ın dediği gibi Dan
to'nun öldürülmesiyle C�mhuriyet topallamış, Robespiyerin de
idamiyle iki ayağından mahrum kalmış , sonra, sürünen Cumhuri
yetin üzerine Napolyon bir kartal gibi kanarak imparatorluğu kur
muştur.
Rus ihtilalcilerinin son zamanlarda bu yoldaki İcraatından ih
tilal hesabına korkulabilir.
157
Yıl 1940'lar olursa yanılmak çok daha kolay olacaktır. Zira o
yıllarda dünyanın en başarılı liderleri olarak, Hitler, Mussolini, Le
158
Maarüçe hürriyete mütehaınmil olmak tabirinden aniaşılma
sm ki cahil bir halka, hukuku siyasiye ve şahsiyesi verilirse idare
muhtel olur. Ta yanmuzdaki Karadağın hali bu davanın butlanına
delil kafidir. (x)
159
Mahmud Esad Bozkurt
Dr. Fethi Tevetoğlu
161
BİBLİYOGRAFYA
162
Turhan Mümtaz. Kültür Değişmeleri. İst-1972.
Ögel B ahaeddin. Türklerde Devlet Anlayışı. Ank- 1982.
Safa P. 20. Asu Avrupa ve Biz. ist- 1976.
Haldun İbn. Maddime. Çev. Süleyman Uludağ. Dergah Yay. İst-
1982.
Erem Faruk, 50. Yıl ve Mahmut Esat Bozkurt. Ank- 1973.
Rehber Ansiklopedisi. İst- 1984.
Yeni Türk Ansiklopedisi. İst- 1985.
Meydan Larousse. İstanhul-1979.
Sami Şemsettin. Kamus-i Türki. İst- 1985.
Fatih Fıfkı Atay çankaya. İst- 1969.
Tevetoğlu Fethi. Hamdullah Suphi Tannöver. Hayatı ve Es erleri.
Ank- 1986.
Kopuz Mecmuası. Aralık 1943-0cak 1944 Samsun. Sayı 8-9.
Öztuna Yılmaz. Türkiye Tarihi. İst-1964.
Atabinen Reşit Saffet. Türklük ve Türkçülük izleri. Ank- 1930.
Eanarlı Nihat Sami. Resimli Türk Edebiyatı Tarihi. İst- 1971- 1976.
Beyatlı Yahya Kemal. Siyasi ve Edebi Portreler. İst- 1968.
Bıyıklıoğlu Tevfik. Trakya'da Milli Mücadele. 2 cilt. Ank- 1955.
Kandemir Feridun. Siyasi Dargınlıklar. c. 2 . İst- 1955.
Kandeinir Feridun. Milli Mücadeleye Başlarken. M. Kemal Arka
daşları ve Karşısındakiler. İst- 1964.
Kuntay Mithat Cemal. İstikla.I Şairi Mehmet Akif. Ank- 1944.
Orkun Hüseyin Namık. Türkçülüğün Tarihi. İst-1944.
Sevük İsmail Habip. Tanzimattan Beri. 1 - 2 . 1st. 1943- 1944.
Tevetoğlu Dr. Fethi. Büyük Türkçü Müftüoğlu Ahmet Hikmet.
Ank- 1951.
Tevetoğlu Dr. Fethi. Açıklıyorum. Ank-1965.
Tevetoğlu Dr. Fethi. Türkiye'de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler.
Ank- 1967.
Togan Prof. Zeki Velidi. Hatualar. İst-1964.
Us Asun. 1930-1950 Hatua �otları. İst-1966.
Toros Taha. Türk Hatipleri. Ank- 1950.
Us Asrm. Gördüklerim Duyduklarını duygulanrn. İst- 1966.
Uşaklıgil Halit Ziya. Kuk Yıl. İst-1936.
Ünaydın Ruşen E şref. Diyorlar ki. İst- 1918.
Müderrisoğlu Alptekin. Kurtuluş Savaşının Mali Kaynakları. Ank-
1974.
Çelik Osman. Genar-Kafkasya L Ankara- 1981.
163