You are on page 1of 175

ı-..

ı KÜLTOR VE TURlzM BAKANLIGI YAYlNLARI ' 831

Kuva-i Milliyeci
İlim Ve Fikir Adamı
Hatip, Yazar Ve
(1924- 1930)
ADALET BAKANI

MAHMUTESAT
BOZKURT
1892- 1943

Cihan YAMAKOÖJ:;U-

TÜRK BÜYOKLERİ DIZİSİ !!11


Kapak Düzeni Saiın ONAN

ISBN 975 - 17 - 0032 - 9


© Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1987.
;
Onay : 6.11.1987 tarih ve 928 - 1 - 4083 sayı
Birinci Basin, 1987
Baskı Sayısı 15.000
Ünal Ofset Matbaacıiık- AN KARA

II
İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ V

I. BÖLÜM

Mahmut Esat Bozkurt 2


Gençlik ve Tahsil Hayatı 2
Kuvayi Milliye Hayatı 7
Cumhuriyet Adliyesi ve Mahmut
Esat 11
Aile ve Dost Çevresi 17
Topyekün Türk Milliyetçiliği 19
Sosyalist Düşünce ve Mahmut Esat 20
Siyasi Hayat 27
Türk Ocağının Kapatılınası ve Mahmut
Esat 29

Il. BÖLÜM

Mahmut Esat Bozkurt'un Türk


Milleti İçin Kazandığı Milletler
Arası Davalar . .. .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . 32
Adiiye Vekilliğinden İstifası 38
İlim Adamlığı Hocalığı ve Yazarlığı 41
Mahmut Esat Bozkurt'un Ölümü 43

III. BÖLÜM

Eserleri 45
A.) Mahmut Esat Bozkurt'un
Makalelerinden Örnekler 45
Topyekün Türkçülük 46
Silahlı Türk 49
Toprakİşi 54
Kimsesizler 57
Kaybolan Haklar 60
İki Bando Sesi 63
Yürekler Acısı 66

B.) Kitapları 72
1- Türk İlıtilalinde Vatan Müdataası 72
Il- Türk Köylü ve İşçilerinin Hakları 79
III- Aksak Timur'un Devlet Politikası 91
IV- Osmanlı Kapütülasyonları Rejimi 1 12
V- Devletler Arası Hak 1 13,
VI- Atatürk ihtilali 142

Mahmut Esat Bozkurt İçin Yazılanlar 161


BİBLİYOGRAFYA 162
ÖN SÖZ
Bu kitabın içindekiler kısmına göz gazdirildiği zaman, ele ah­
nan konulann ne kadar ilgi çekici olduklan rahatlıkla farkedilebi­
lir. Herkesin her zaman, eserin bütünü hakkında fikir eelinmesi
hem zaman meselesi hemde kitabın tamamını okumayı ve onu
bütünüyle düşünmeyi gerektirir. Bu durumdaki okuyucuya yar­
dımcı olmak için, üç devri (mutlakiyet, meşrutiyet, cumhuriyet)
bir arada yaşayan ve aralannda M. Esat Bozkurt'un da bulunduğu
neslin, zamanm ideolojileri açısından bir genel değerlendirmesi­
ni yaptık. Bu suretle gelecekte yapılan icraatm ülkemiz ve milleti­
miz için iyiye veya kötüye giden taratıanna ışık tutmak istedik. Bu
olayıann şahsi düşünce ve tutumdan değil, o zamanki dünyanın
genel ve zaruri gidişinin sonucu olduğuna, işaret etmenin de fay­
dalı olacağını düşündük.
Mahmut Esat Bey 'in, ömrünün son zamanlannda, her türlü
devlet hizmeti ile hocahğı da bıraktığı zaman kaleme aldığı maka­
lelerinden bir kısmını aynen kitabımıza aldık. Bunlar arasında
"Topyekün Türkçülük, Silahh Türk l1ri Bando Sesi, Kaybolan Hak­
lar" bu günkü nesiller için, su kadar gerekli olanlanndan bir kaç
tanesidir.
Kuvayi Milliye Harekatının, Türk Milletinin tarihten gelen mil­
li ve manevi değerlerine dayandığını, milletin bu yeniden diriltici
inançlannın, milli mücadeleyi başlattığmı, sonra anayasalanmıza
giren Mill i Hakimiyet düstürünün de bu temel Kuvayi Milliye fikri­
ne ve harekatma bağh olduğunu iddia ve ispat ettik. Türk Milli ha­
kimiyet fikrinin ve insan haklarının, Manga Karta ve Fransız Insan
Haklan Beyannamesine dayandığını savunan Mahmut Esat
bey'in bu görüşüne katılmadık ve onu, Atatürk lhtilB.li, adlı eseri­
nin başlangıcında tankide tabi tuttuk.

Hayatının bütün yönleri hakkında bu güne kadar hiç duyul­


mamış bir çok olaya yer verdik. Gençliği, tahsil hayatı, Avrupa ha­
yatı, Kuvayi Mill iye reisliği, siyaset hayatı, bakanlıklan, Adalet
adamı olarak hizmetleri, Onun Adalet Bakanlığı zamanmdaki ye­
ni kanunlar, Oruversite hocalığı, yazar ve fikir adamhğından aile
reisliği ve babahğına kadar çeşitli yönlerine temas ettik. Türk Mil-

V
]etini, milletler arası mahkemelerde savunmalan ile özellikle, Boz­
kurt-Lotüs, Tranvay; !smarlanan harp gemileri ile ilgili davalarda­
ki başanlan ile, Finike önlerindeki 14 ada ile ilgili kazanamadığı
davayı da ele aldık. Bu suretle, yeni devletimizin kuruluşu ve yük­
selmesinin, ne kadar önemli ve ortak bir çahşmanın mahsulu ol­
duğuna parmak basmak istedik.
Küçük çaptaki, Türk !htilaJ.inde Vatan Müdafaası, Türk Köylü
ve Işçilerinin Haklan ve Aksak Demir'in Devlet Politikası" adh
eserlerini gençlerimiz ve araştıncılar için kısaltıp kitaba aldık. Bu
kitaplar özlü bilgileri ile kısa zamanda okunabilir ve anlaşilir du-'
rumdadır. bu sebeple onlar için aynca açıklama yapılmamıştır.
Fransızca olan, Osmanh Kapitülasyonlan Rejimi ise özet olarak
sunularak, Osmanh Türk Devleti'nin başına bela olmuş bu yaban­
cı haklarının, tarihi gelişimi, nasıl verildikleri, ve nihayet Lozan
Antiaşması ile kaldınlmalanna kadar geçen safhalar kısaca akta­
nlmıştır.
Ayru konuda Mahmut Esat Bey; Devletler Arası Hak, isimli
eserinde de geniş bilgi vermiştir. Burada acı bir hatıramızı naklet­
mek, Türk aydılannın, yani bizim ne olup ne olmadığımızı anla­
t
mak bakımından önemlidir. 'Bir gün (Haziran 1986) Ankara Hu­
kuk Fakültesi Kütüphanesiden M. Esat Bozkurt'un Devletler Ara­
sı Hak, kitabım aldım. Bu kitap 1941 yilinda yayınlanmıştı. M. Esat
bu fakültenin de Devletler Hukuku ve !nkılap Tarihi Hacası idi. Be­
nim aldığım bu kitabı bir hacaya hediye etmişti. Kendi yazısı ve
imzası ile tarihi yazılmıştı. Bu kitabı alan hoca da bir başka hacaya
vermiş olacak ki oda kitabı ayru yıl Ankara Hukuk Fakültesi kütüp­
hanesine hediye etmiştir. Bunlar bu eserin ilk sayfasında yazıhdır.
Bu kitap ciltsiz ve karton kapak içinde olduğu gibi durmaktadır.
Bundan da daha acı tarafı, aradan geçen 45 yıl (1941-1986) içinde
bu eserin yalmz ilk formalan altmış sayfa kadar açılmıştı. Thmamı
450 sayfa kadar olan bu kitabın diğer kısımlanna hiç kimse el sür­
i)
memişt Geri kalarn ilk defa 45 yıl sonra tarafımızdan açıldı ve
okundu. Demek ki aradan geçen bunca yılda hiç bir hoca veya öğ­
renci bu esere bakmadı. M. Esat'ın talebesi olan profesörlerde ne
kendileri bakmış ne de öğrencilerine bu eser hakkında bir ödev
vermemişlerdir. !şte bu, çok acıdır. Kitap taralımdan cilt yaptınhp
Ankara Hukuk Fakültesi Kütüphanesine teslim edilmiştir.

VI
Bu eserinde M. Esat Bey, tarihi malzemeyi çok iyi kullanmış
ve öğrenci ve okuyucunun konuyu kavramasına ve unutmaması
için elinden geleni yapmıştu: Türk Tarihi ile bu eserde -Atatürk
hıtilBl.in.in aksine- övünmüş, Türk !slam Devletleri veya Islamdan
önceki Türk Devletlerinde, devletler arasmda haklara nasıl uyul­
duğu, devletler hukukunun bir çok kaidesinin Türkler ve müslü­
manlar tarahndan ortaya atıldığını ispatlamıştır. B:ltün bunlara
ilaveten, batının, !nsanhğı; medeni, yan medeni ve vahşi diye üç
kısımda mütalaa ettiğini ve medeni saydıklan avrupalı hiristiyan­
lar dışındaki insanhğa "insan haklanndan yararlanma hakkı tanı­
madıklanna" dair açıklaması her türlü övgü ye değer. Çünkü bu
gün bile, Türklerin haklannın tanınmamasma sebep olan düşün­
cenin temeline ışık tutmuş bulunmaktadır.
Onun en çok okunumuş ve bel.kide okunacak eseri ·�tatürk
hıtiı.Bli." dir. Bu kitapla, Kemalizm 'i bir dokttin olarak izah etmek
)B
istemiştir. u eser hakkında en ciddi tenkitlerimizi, kitabımızm
bu esere ait kısmında vetmiş bulunuyoruz. Onun burada ortaya
attığı görüşler, yurt içinde ve yurt dışmda bir çok yazar ve düşü­
nür tarahndan tekrarlanmış bulunmaktadır. Fakat bu satırıann
yazan, Türk "Milli Hakimiyet" fikrinin, Kuvayi Milliy e harekatının
fikir ve inançlanndan doğduğuna, Osmanhtlan sonra 4 yıl devlet­
siz kalan bir milletin (1918-1922) Kuvayı Milli ye adıyla, devlet gibi
harekete geçip, mah, canı ve ırzı ile vatanını düşmandan kurtar­
mak için yasama, yürütme ve yargılama haklannı bizzat kullana­
rak halkımızın devlet olduğuna inanmaktadır. Kurulan yeni devle­
te "Milli Hakimiyet" düstürü bunun resmi ifadesinden başka bir
şey değildir. M. Esat ise bu hareketin, Fransız insan haklan tiletine
dayandığını ifade etmektedir. Bunun çok ciddi neticesi şudur:
Milli egemenlik batıdan bir veya birkaç devlete dayandınlırsa,
milli egemenliği yaşatmanın yolu o yabancı milletin kültürünü
gençliğimize öğretmektir. Yok eğer, Türk Milli Hakimiyet fikri, Ku­
vayi Milliye'ye ve oradanda. doğrudan doğruya Türk Milli Kültürü­
ne dayandınlır ve onun ürünü sayıhrsa, o taktirde Türk gençleri·
ne, Türk Kültütünü akutmalda bu tilerin yaşama ve gelişmesini
sağlayabilirsiniz. Bunun ise milletimizin hayatmda ve geleceğin­
de ki tesirleri çok önemlidir. Kuva-ı Milliy e devri, Türk Millet'inin
tamamen kendi kendini idare ettiği -doğrudan demolrrasi- devri-

VII
dir. Burada milli hakimiyet, millet tarafından bizzat kullanılmıştır.
Anayasada ise açıklanmıştır.

tkinci çok önemli konu, insan haklarının dayandığı belgeler­


den Magna Karta'nın (1215), ingilizler için ve batılılar için önemli
bir, medeni hayata geçiş belgesi olmasıdır. Çünkü gerek ingilizler,
gerekse diğer avrupa milletleri için, krallara karşı, hiç bir hukuki
teminat yoktur. Malı, canı, ırzı kralın veya derebeylerinin elinde­
dir. Bu belge ile ilk defa krallara karşı vatandaşlar bir hak elde et,­
mişlerdir. Bundan önce bir çeşit yabanilik hüküm sürmektedir.
Belgenin önemi de bu yabanilikten insanlığa geçişe fırsat verme­
sindedir.
Magna Karta ile başlatılan insan haklan, Fransız !nsan Hakla­
n belgesi (1791), ile devam etmiş, 1839 ve 1856 Tanzimat ferman­
lan ile bize geçmekte, nihayet Meşruti idareden bu günkü cuınhu­
riyete ulaşmış sayılınaktadu: Biz burada kısaca şunu diyoruz;
1215 Magna Karta'sı Ingiltere'de bir kısım, hemde çok az insan
hakkını, sözde teminat altına alırken, Türklerde, her türlü insan
haklannın teminatı altmda bulunduğu Selçuklu Devleti vardı. Bu
devlette her türlü insan haklan herkese ve padişaha karşı bile
müslim ve gayri müslim için eşit şartlarda teminat altmda idi.
Türk insan haklarını batı çizgisinde görmek bu sebeple hatah bir
görüştür. Bu konularda geniş ölçüde ikna edici gerekçe ve bilgi,
kitabımızm ilgili kısmında verilmiş bulunmaktadır.
Bir üçüncü cihet te Mahmut Esat Bey'in Atatürk Ihtilalini
haklı göstermek için, onu da dünyadaki diğer ihtilaJler zinciri ara­
smda bir yere oturtması ve onun tamamen kendine has özellikle­
rine, temas etmemiş olmasıdır. Bunun yanında, adeta bir millet
için ikide bir hükümet darbelerine açık kapı bırakmış olmasıdır.
Halbuki ihtilalleri başlatan batılılar, toplum ve devlet işlerini hep
hukuki yollarla çözmenin yolunu bulmuş, ihtilaJleri hayatm dışına
itmişlerdir.
Bir başka ve dördünü cihet, haklı ihtilaıJer zinciri içinde son
olarak bir ihtilaJ daha yapılması gerektiği ve gelişmenin son nok­
tasının, sosyalist komünist ihtilaJ olabileceğine açık kapı bırakmış
olmasıdır.

VIII
Ciddi tenkitlerle karşı çıktığımız bu görüşletimizi de bu kita­
bın kritiğinin yapıldığı kısımda geniş olarak bulmak kabildir. Ora­
da ifade ettiğimiz gibi, bu kitabın, bu karşı görüşlerin ışığında
okunmasında bilhassa gençlerimiz için büyük faydalar olduğu
inancındayız.
Bunlardan da önemlisi, ülkemizde bir kısım aksakhklann gi­
derilmesi için ihtiliil yapmak gerektiğini düşünenler olacaksa, or­
taya attığımız bilgiler çok yerinde bir uyarıcı görevi yapabilir. Ar­
tık, medeniliğin bir şartı da milletler ve devletlerin iç ve dış ciddi
meselelerini ihtilal yoluyla değil, akıl ve bilimsel yollarla çözebil­
mak olduğunu bizim de bellememizde sayısız faydalar vardır.
Bu güzel duygu ve düşüncelerle kaleme aldığımız bu kitap,
sizlerden alacağımız tenkit ve tavsiyelerle, yarın başka ve mü­
kemmel bir eser olarak ortaya çıkabilir. Hatalan biz yaptıysak,
ikinci baskıda da devam etmelerini önlemek okuyucularımızın gö­
revidir.
Bu suretle kendimizi ve Merhum Mahmut Esat Beyi sizlerin
yüksek taktirlerine sunmuş oluyoruz. Söz sırası siz okuyucuları­
mıza geldiği sırada kısa bir cevap verelim.
Eğer o, kafasındaki, tarihi, sosyal ve siyasi malzemeyi, onbeş
yıl daha yaşayıp, Türkiye'de ve dünyadaki bilgi birikimini de ilave
ederek ciddi bir zihni faaliyet (tefekkür) fırsatını bulabilseydi,
elindeki Türk Kültürü 'ne ait malzemeyi daha ilmi ve ciddi surette
işieyebilir ve milliyetçi bir doktrin'in kurulmasında daha başarılı
olabilirdi.
Fakat bir gerçeği teslim etmek şart. Milletimizin yoğurmakta
olduğu Türk Medeniyet'i harcına, Türklük ve milliyetçilik unsuru­
nu bol miktarda katmıştır. Diğer unsurlarını da bulup harcın mal­
zemesini tamamlamak yaşayan Türk Milleti'nin görevidir.

IX
Mahmut Esat Bozkurt Olgunluk Çağında.
I. BÖLÜM

MAHMUT ESAT BOZKURT

GENÇLİK VE T AHSİL H AYATI :


1892-1308 yılında Kuşadasinda doğmuştur. Babası Hacı Mah­
mut zade (oğullarından) izzetli Hasan Bey, annesi Hatice Mekiye
Hanımdır. Bu aile Hacı Mahmud oğullan lakabıyla anılmaktadır.
Dedeleri, beş kardeş olarak Mora'dan (Yunanistan'ın güneyi) gel­
mişlerdir. Mora'nın Menekşe Kasabasından İzmir'e geldikleri için
İzmirde kalanlara Menekşeli zadeler denilmiştir. Bu sebeple de
Menekşelioğlu soyadını almışlardır. Mahmut Esat BeYin eşi, Hati­
ce Feheda hanım bu ailedendir.

Mahmut Esat BeYin dedesi olan Hacı Mahmut oğlu Hacı


Mehmet, Kuşadası'nda yerleşiyorlar. Hacı Mehmet'in oğlu Hasan
Bey'de M. E. Bey'in babası olmaktadır. Hasan Bey, miladi 1854,
(rumi 1270) yılında Kuşadas:i:nda doğmuş ve 1931 yılında ölmüş­
tür. Dört kere evlenmiş olup, Mahmut Esat Bey'in her annesinden
ayrı kardeşleri olmuştur. Mahmut Esat Bey'i tanıyanlardan bazıla­
rı, Onun Medeni kanun ve tek evliliği getirmesindeki ısrarlı arzu­
sunda, babasının çok evli olmasının tesiri olduğunu ifade ettiğini
- şaka yoluyla ifade etmişlerdir.
Mahmut Bey'in annesi, Hatice Mekiye Hanım, miladi 1869,
Rumi 1285 İzmir doğumludur. Alaşehirin Koçaklar köyünde Hacı
Şakir'irı kızıdır. Hacı Şakir efendi, Fransada tahsil etmiş olup Os­
manlı ordusunda hizmet almıştır. Kolağası olduktan sorıra ordu­
dan ayrılarak İzmirde kurduğu tekkenirı şeyhliQ'irri yürütmüştür.
Hacı şak:ir efendinin dört çocuğundan birisi olan Ubeydullah
Efendi, Mahmut Esat Bey'irı dayısıdır. Hacı Şakir'in en küçük ço­
cuğu Hatice Mekiye Hanım olup, Mahmut Esat Bey'irı anasıdır.
Mahmut Esat Bey'in, Mehmet Faruk, Şakir Kenan, Ali Faut,
İbrahim Ethem, adlarmda dört kardeşi, Sürüye adlı birde kızkar­
deşi olmuştur. Mora'dan gelen Mehmet Bey'irı, Selçuk-Kuşadası
arasındaki Eroğlu çiftliğirıe yerleştirildiği ve Tırnar beyi olduğu
ifade edilmiştir. Ancak Kuşadası nüfüs arşivirıde yaptığımız araş­
tırmada, Hacı Mahmut Oğullannın İzmire ıskanı hakkında bir pa-

2
GençJik Yıllannda
etişah Fermanına veya buna işaret eden bir kayda rastlamadık Bu
nun bir sebebi de son yıllarda, Kuşadası hükümet konağının yan­
mış olup içindeki birçok eski kayıtların yanmış olması olabilir. Yu­
karıdaki, İzmir'in Yunan tarafından işgali üzerine (15 mayıs 1919)
bir kısun eşkiya'nın (efe), Hasan Bey' e gelerek "sen bize hüküme­
tin yakalayıp ceza vermeyeceğine dair teminat verirsen, Ywıan ga­
vuruna karşı savaşmak isteriz dediği ve Hasan Bey'in verdiği te­
ll

minata güvenen efelerin, onun çiftliğine yerleşerek Kuvayi Milli­


ye'ye katıldığı ve bu sebeple de, yerli Rumlar ile Yunan işgalcileri
tarafından Milli Mücadelede çiftliğin harab edildiği bilinmekte­
dir. Bu olay, Hasan Bey'in atadan kalma, asker-devlet ilişkisi bu­
lunduğuna delil teşkil eder.

M. Esat Bey'in eşi Hatice Feheda Hanım, Miladi 1904, Rumi


1320 doğumlu olup, İzmir'in tanınmış ailelerinden Menekşeli Za­
de Dr. Hüsnü Bey'in kızıdır. Kolej öğrencisi iken Mahmut Esat
Bey'le evlenmişlerdir. Baba taraflanndan da akrabadırlar. Ayrıca
Hatice Feheda Hanım yine İzmir'in tanınmış ailelerinden Uşşaki
Zadelerin kızı olan Atatürk'ün eşi Latife hanımın boşanması kesin­
dırlar. Bir sohbet sırasında bize " Latüe hanımın boşanması kesin­
likle Atatürk'e ayak uydurmayışı veya yapacağı inkılaplara kanş­
ması gibi bir sebebe dayanmaz, Atatürk'ün evlilik hayatı içinde
bulunmasını istemeyenler vardı, onların iftira ve tertipleri ile bo­
şanmalan temin edildi diye ifade edilmiştir. Çok kültürlü, yaban­
ll

cı dil bilen Hatice Feheda Hanım henüz 38 yaşında iken 1943 yılın­
da eşi Mahmut Esat beyi kaybetmiştir. Bundan sonraki ömrünü,
10.1 1 .1978 tarihinde ölümüne kadar, çocuklarına vakfetmiştir.
Mahmut Esat Bey ve Hatice Feheda hanımın üç çocuklan ol­
muştur. Burılar Gün Tekant, Ay ve Yüksel'dir. Ay ve Yüksel genç
yaşta ölmüş olup, gerçek bir hanımefendi olan Gün hanım halen
(1.2.1987) İzmirde oturmakta ve İzmirin tanınmış hekimlerinden
Dr. Selahattin Tekant'la evli bulunmaktadır. Mahmut Esat Bey'in
oğlu Y üksel Bozkuritan, Mahmut Esat adında bir tarunu olduğu­
nu, fakat dedesi Mahmut Esat Bey'i temsil etmesini dilediğimizi
belirtelim.
İşte böyle bir aileden gelme olan M. Esat, ilk tahsilini Kuşada­
sında yapmıştır. Onun Kuşadasİnda kaldığı çocukluk yıllarında,

4
dedesinden ve babasından dinlediği, vatan kaybetmenin derin
acısını üade eden, vatan ve millet sevgisini erişilmez yükseklikle­
re çıkaran, acı ve tathlarla dolu kahramanlık hikayelerinin bütün
hayatı boyunca bitmez heyecanına kaynak olduğunu görmekte­
yiz. Bu geniş aile içinde ilk tahsilini tamamladıktan sonra, İzmir
İdadisine girdi, lakin orayı bitirmaden dayısı Ubeydullah Bey, onu
İstanbula götürdü. İdadinin son senelerini orada okudu. 1908 Y ı­
lında İstanbul Darul Fünun'u (İlim evi) Hukuk Fakültesini çok iyi
bir derece ile bitirmiştir. Babası, onun Kuşadasına gelmesini ve
çiftliğin yarısını ona vereceğini söylemiştir. Fakat o hukuk tahsili­
ne Avrupada devam etmek istiyordu. Bu sebeple yine de dayısı
Ubeydullah Efendinin yardımı ile İsviçre'nin Friburgensis Univer­
sitesine girer. Orada Hukuk Fakültesini yeniden okur ve çok iyi de­
rece ile mezun olur. Aynca " Du Rejim des Capitulations Ottoma­
nes " (Osmanlı Kapitülasyonları Rejimi) konusunda bir doktora te­
zi hazırlar ve hukuk doktoru ünvanını alır.
M. Esat'ın, İsviçre'de tahsil gördüğü yıllar, Osmanlı Devle­
ti'nin birinci dünya harbi içinde bulunduğu yıllara rastgelmiş bu­
lurırrıaktadır. Bütün talebelik hayatında ve gençliğinde, Türk Irkın­
dan başkalanna güvenınemiş ve bunu açıkça üade etmektende
çekinimemiş eşi bulun!llaz bir Türk Milliyetçisi olan M. Esat, İsviç­
rede ve Avrupa'da karşılaştığı Türk Gençlerine her zaman " bura­
larda evlerırrıek yok, Türk kızları bizi bekliyor" talimatını vermek­
ten geri kalmamıştı. O genç yaşlannda bile, yapacağı her işte, bir
milli sorumluluk taşırnak gerektiğini arkadaşlarına öğretirdi. Her
ne iş yaparsan yap Türk Milleti bundan ne kazanacak veya ne kay­
bedebilir hesabını yapmaktan zevk alan büyük bir ülkü adamıydı.
15 Mayıs 1919 İzmir'in talihsiz işgali, onda dedelerinin anlattı­
ğı, vatan kaybetme hikayelerinin hatırlanmasına sebep olmuş ki,
bu ikinci vatandamı elden gitti sorusunun cevabını verebilmek
iÇin Ş. Saraçoğlu ile birlikte İsviçre'den gizlice gelerek Kuşadasina
ulaştı. O, ne zengin bir ailenin şırrıank çocuğu, hanımefendi evla­
dı, nede bir firenk mukkallidi değil, tamamen bir mücahit er ola­
rak, zeybek kıyafetini giyip silahını kuşandı ve Kuvayi Milliye'ye
katıldı. Yunanistan devlet adamı Venizolos, onların vatana dön­
mesini önlemek için İsviçre Hükümeti nezdinde bir çok teşebbüs­
te bulunmuş isede, başarılı olamamıştı.

5
Milli Mücadele Sıralannda
KUVAYİ MİLLİYEH AYATI
Mahmut Esat Bey'in hayatında Kuvayı Milliye Ruhunun ve bu
ruhun hareket halinde göriiirneğe başladığı Kuşadası'nın büyük
bir yeri vardır. Onun en iyi hatıralarının yurdumuzun bu bölgesin­
de sahnelenmesi, sık sık oraya gelip, eski gürılerini hatırlamasına
vesile olmuştur. Kuşadası'nı hatırladıkça, sıla hasretinin alevlen­
diğini, her zaman yakınlanna ifade ederdi. Bir fırsatını bulup ora­
ya geldiğinde, çiftçilik işlerini işçileriyle bizzat yapar, herkesle sen­
li benli olur, at arabasının arkasına oturur, ayaklannı yere doğru sa­
larak işine giderdi. Bazen bir hafta devamlı ve gece gündüz, davul
zurna çaldınr, yenir içitir ve eğlenilirdi. Kuşadasına bağlılığı, onun
Kuvayi Milliyeciliğinin beşikliğirıi yapmış olmasındandı. Yoksa
İs viçreye gitmeden, babası ona, gel çiftliğin yansını sana vere­
yim. Bu işleri yürüt Hukuk Mektebirıi bitirdin, bu kadar yeter de­
diği zaman bu teklifi kabul etmemişti. İşte onun Kuşadası'nı sev­
mesi, orada vatanını ve eşkiyalıktan vatan kurtaran kahramanlığa
yükselen zeybeklerin, nasıl değiştiğini görme fırsatını ve bu su­
retle Türk Milletine aşk derecesinde sevgisinin tam anlamı ile şu­
urlanıp yerleşmesini kazanmasından ileri gelmiş olsa gerekir. Ege
Bölgesi Kuvayi Miliye Reisi olarak, silahlı harekatın içinde bulun­
muş, Şükrü Saraçoğluda yardımcılığını yapmıştır. Yunanlılarm
Türk vatanından sökülüp atılmasına kadar bu görevini, aynı ruhla
devam ettirrniştir.

Birinci Türkiye Büyük Milet Meclisine üye saçilineeye kadar


bu hayatı fiilen devam ettirıniştir. Esas en o zaman, millet vekili se­
çilmek ce,ı>heden geri gelmek için sebep değildi. Ankara'da üyelik
devam eder, cephede muharebeye devam edilirdi. Bir çok ordu
ve cephe komutanı aynı zamanda meclisin üyesi idiler, fakat cep­
heden geri gelmezlerW<Yahutta acele ve mühim işlerde Ankara'ya
gelir ve tekrar askeri görevlerinin başına dönerlerdi. Bir kısım as­
ker olmayan zevatın durumu da böyle idi. Çocukluğundan beri ar­
kadaşı ve aynlmaz parçası olan Ş. Saraçoğlu ile efelerin arasına
karışıp vatarıın yeniden kurtarılmasında, bütün Türk Milleti ile
)K
birlikte destanlar yaratmışlardır. uvayı Milliye hayatı ile M. Esat
Bey, hayatının değişmeyecek istikametirıi de kazanmış oluyordu.
Bu milli hareket ile o, milliyetçiliği en yüksek seviyede bir inanç

7
olarak benimsedi. Milletini o kadar çok samimi surette sevdi ki,
bu itikadından ölünceye kadar da aynlmadı. Hocalık hayatında,
Ankara Hukukta, Siyasi İlimler Okulunda ve İstanbul Üniversite­
sinde verdiği derslerde, talebelerine hep bu ruhu aşılamaya çalış­
tı. Kendisini ve milletini, bütün yokluklara rağmen başarılı kılan
bu ruhun genç nesilere aktanlmasına çalıştı. Başına bazı sıkıntıla­
rın ve belki büyük talihsizlikler geldiyse bunun için geldi. O'nun

için her şeyin meşruluğu, Türk Milletine fayda ve zararlı olmasına


ve yine Türk Miletine uzak ve yakın olmasına göre tayin edilebilir­
di. Bunu çok canlı bir hatırası ile noktalayalım. M. Esat Bozkurt, fi­
kirde, Türk Milliyetçisi olduğu için masoruara karşı idi. Bir çok ma­
son onu sevmezdi, Yunus Nadi, Mirn Kemal gibileri onu her zaman
hedef seçrnişlerdi. Bir gün bu durumunu bilen, eşi H. Feheda Ha­
rum ona, Mahmut bey niye masorılarla uğraşıyorsun, bir çok va­
tansever mason da var, değilmi efendim deyince, eşine şu cevabı
vermiştir. Mesela, bir Türk mason olsa ve karşısında, aynı durum­
da olan -merıfaatlan çatışan- bir mason olmayan Türk ile Mason
olan yabancı bulunsa, mason olan Türk, mason olan yabancıyı
desteklemek zorundadır. Onun karşısında olan benim milletim
ise bundan zarar görecek, aç kalacak ve belkide yok olacaktır. İşte
ben bunun için milliyetimi ikinci plana attığı için orılara karşıyım,
demişti. Onun ınille,.ti gözlüğünün camında değil, gözünün bebe­
ğindeydi. Her şeyi oradaı:ı, görürdü. Kansı Feheda Hanım ona, ma­
sorılarda bütün insarıları seviyorlar ya deyince, Mahmut Esat
Bey, " Tabü insarılığı bende severim. Her şey insan için. Amma bir
farkla, her şey önce Türk için, sonra insanlık için, sanat, siyaset ve
her şey... Yoksa insarılığı elbetteki bende severim. . . O kadar milli­
yetçi idi ki Türk' e bağlılığı o kadar fazla idi ki onu her şeyinde dile
getirirdi ve bunda çok samimi idi." Masarıların insan sevgisi ile
kendi insan sevgisi arasında, kendi milleti leyhine olan büyük ve
önemli farkı ortaya koyuyordu.
Bana bütün dünyayı verseler, bir Türk gencinin burnunun ka­
namasına, bunu değişmem diyen bu millet adamının, her "Türk"
deyişinde içinden bir şeyler koptuğunu, onun ağzından Türk keli­
mesinin bir başka türlü ve çok manalı çıktığını onu tanıyarlar ifade
etmişlerdir. Bunu bazılan mubalağalı zannetrnişsede, olmadığını
da sonradan dile getirmişlerdir.

8
Bazıları onun, bu Kuvayi Milliye ruhundan fışkıran, milliyet­
perverliğini şöven derecesinde görmüşlerdir. Kesinlikle hayır. O
hiç bir milleti hor görmedi, yalnız kendi milletini, hemde bütün
yokluklarm hüküm sürdüğü bir ortamda büyük gördü ve mill eti
ile tek ruhun idaresinde imiş gibi galibiyeti de elde etmenin guru­
runu iliklerine kadar yaşadı. İfadelerine bakılınca bu çok açık bir
'
şekilde anlaşılır. Diyorki, bir tek Türk gencinin burnu kanayacak­
sa, bana dünyayı verseler istemem. Eğer deseydi ki, bütün dünya
yansın fakat bir Türk Gencinin burnu kanamasın ! , bunda başka
milletleri ve insanlan hor görme- şöven-dugusu var denebilirdi.
Fakat öyle demiyor. Bütün dünyayı verseler istemem yeterki, bir
Türk gencinin burnu kanamasın. Çünkü, onun mill eti de gençleri
de çok kıymetli idi. İlim tahsilinden, silahşörlüğe oradan millet ve
killiğine, ve hepsi ile birlikte kalemşörlüğe, yeni bir devletin kuru­
luşunda, fikir ve icraat adamlığına, kürsülerde hocalığa ve en so­
nunda, sesini duyurmak için Yeni Sabah Gazetesinin Baş yazarlı­
ğına kadar. . .

9
CUMHURİYET ADLİYESi VE
MAHMUT ESAT

. . . Mahmut Esat'ın portresini çizmek, onu içindeki sönmeyen


alevle canlandırabilmek için, yalnız bir yönden kalem yürütmek
yalnız bir cepheden tetkiklerde bulunmak kifayet etmeyecektir.
Volkanik bir bünye içerisinde, inkilapçı Mahmut Esat, Vatanper­
ver Mahmut Esat, Adliyeci Mahmut Esat, hatta sanatkar Mahmut
Esat gibi muhtelif Mahmut Esatlar (x) yanında bilim adamı Mah­
mut Esat, tarihçi Mahmut Esat, şair ruhlu Mahmut Esat, silah­
şör Mahmut Esat ve " Topyekün Türk ve Türkçü" Mahmut Esat ile
bütün bunları Türklüğü ve Türkçülüğü katarak yağurmaya çalışıp
yeni bir gelecek kurmaya çalışan, dokrinci bir Mahmut Esatlar sil­
silesi vardır. İşte bu sebeplerledir ki patlamaya her an hazır bir vol­
kanik yapıyı açıklamanın zorluğunu peşinen kabul ettik. Onun
makale ve eserlerine büyük bir yer ayınp M. Esat' ı okuyucu ile de
başbaşa bırakmak istedik.
Türk Medeni Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Borçlar Kanunu,
İcra ve İflas Kanunu, Mahkemeler Teşkilatı Kanunu, Kara ve Deniz
Ticaret Kanunları, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu, Hukuk
Usulu Muhakemeler Kanunu, Hakimler Kisve Kanunu gibi ka­
nunlar onun zamanında yürürlüğe girmiştir. Devlet ve toplum ha­
yatı için gerekli görülen yeniiiiderin hukuki dayanakları bütünü
ile onun zamanında tercüme ve toplum yapımıza olabildiğince uy­
durularak yeni devletin temeli haline getirilmiştir.
Bir başka yerde ifade ettiğimiz gibi, M. Esat, Milli olmasına
inandığı batı ve doğu hukuklarından farklı bir "Milli Türk Huku­
ku" yapılması taraftarıdır. Fakat acele edilmesi ve bir an evvel mil­
letin ve devletin sefil ve perişan durumdan kurtanlması gibi zaru­
retlerle bu fikri yerine, batı. kaynaklı hukuk metinlerinin yürürlü­
ğe kanmasına razı olmuştur.

Batıda gördüğü her türlü yeniliği Türk milletine getirebilmek


onun Türkçülüğünün ve inancının temel heyecanı idi.
x :Arıkan 3aha. Ceza Işleri Genel Müdürü. s, 6-25. Kendi Sözleriyle M.E.B. Adiiye Dergisi.
Mahmut Esat Bozkurt Nüshası. 1944 yılı 1 sayılı Adiiye Dergisine ektir.

11
Hürriyetçidir. "Hakikatlan, bunlar aleyhimizde olsa bile orta­
ya koymak bizim belli başlı kuv vetimizdir. Saklamak, korkmak,
yalnız zaifin huyudur" diyen odur. (x) Ancak bu hürriyet dema­
gojiye (kelime oyunu) dayanan, sınırsız disiplinsiz bir hürriyet de­
ğildir. Bu hürriyet, anarşinin düşmanı, sınırlan vatandaşların hak­
larıyla çevrili, milli bütünlüğü koruyan, her şeye itirazı ve taarruzu
-iş olsun diye yapmayan- bir hürriyettir.
"Matbuat Hürriyeti (Basın Hürriyeti), vatandaşlar hürriyeti­
nin fevkinde (üstünde) değildir. Her vatandaş ef'alinden (fiil-ey­
lem) kanunu huzurunda nasıl hesap vermek mecburiyatinde is ' e,
basında aynı vaziyettedir. Bihassa demokratik cumhuriyette ...
Aksi halde inkıliipların mukaddes bir armağanı olan hürriyeti
matbuat (basın hürriyeti), mütecavizlerin (saldırgan), şantajjcıla­
nn (yalan haber uydurup kişileri baskı altına alma) melcei (daya­
nağı) olurdu . (xx). .

Basın hürriyeti, tecavüz hakkı mı demektir? Vatanımızda fiil­


Ieri müsamaha olur, hesap vermez, mümtaz (imtiyazlı- ayrıcalıklı)
bir sınıfı mı kabul edilmeli? Basın hürriyeti böylelerin ellerinde
santaj silahı olarak mı bırakılmalı? Cumhuriyet, fazilet (güzel ah­
lak) olduğuna göre Türk vatanında hesapsız bırakılabilecek bir
fert, bir teşkil (kurum) yoktur. Fazilet ve Hürriyet yalanla, nilhak
(haksız) taarruzlarla, tecavüzlerle birleşemez. Hesabını vermek
şartiyiedir ki basın her şeyi yazabilir. Cumhuriyet Kanun ve mah­
kemeleri, millet narnma hakkı ve fazileti beklemektedir (korumak­
tadır) .
... Zarınedilmesin ki demokrasilerin, cumhuriyet rejimlerinin
tenkitlerden fikirlerden korkusu vardır. Cumhuriyetler, tenkitle­
rin, fikirlelin mahsülüdür. Bunlardan doğdular, bunlarla yaşayabi­
lirler. Riyadan (ikiyüzlülük) müdahaneden (menfaatı için birini
yüzüne karşı övme), yalnız alımaklık lezzet bulur, sukılttan (ko­
nuşmamak, düşündüğünü ifade etmemekten) yalnız zulüm ve is­
tibdat başlanır. (xxx)

K 15 Teşrinevvel 1929 Belvü PalaSıski nutkundan.


KK Aciliye Cecidesi. Sayı, 64. Matbuat Hüniyeti hakiandski beyanatından.

KKX 15 Teşrinevvel 1926, Belvü Palas'tski nutuktan.

12
M. Esat Bozkurt, Milli Hakimiyetin izahında da yeni görüşler
getirmiştir.

...Hakimiyeti milliye başka bir meseledir, cumhuriyet, meşru­


tiyet, mutlakiyat idare, istibdat yine başka bir meseledir. Bir kısmı
hükümet şeklidir, diğeri milletin iradesinin infaz ve tatbikidir. Bu
dört şekil içinde muhtelif şekilde hakimiyeti milliyenin tatbik edil­
diğini görmekteyiz. Hatta istibdatta bile bir parça vaidır. Meşruti­
yette biraz daha fazla, Cumhuriyette daha fazla ... Bundan dolayı­
dır ki, bu noktadan, bu iki şeyi kanştırmamak lazımdır. Hakimiyeti
milliye, Cumhuriyetin tekamülü (gelişmiş şekli) demek değildir.
Çünkü hakimiyeti milliye, şekil değil ruh ve esas meselesidir. (x)

Türk hukuk hayatında, unutulmaz yeri olan Mahmud Esat'ın


aradan geçen zaman içinde zannedildiği kadar hatırlanmadığıru
ifade etmek isteriz. Ancak Medeni Kan,un toplantılarında, ve inlo­
lapçılığı söz konusu edilmiş, onu bütünüyle bu güne yararlı ola­
cak şekilde topariayan olmamıştır.

Yalnız Balıkesir Barosu Başkanlığı' nın 25 Ekim 1983 gürılü bir


tutanağından arılaşıldığına göre, "Balıkesir barosunun açtığı ve
yurt düzeyine yaydığı, Cumhuriyet Döneminde Yaşamış 10 Anıt­
laşmış Hukukçunun, seçim kampanyasına, çeşitli yerlerden katı­
lan hukukçulann mektuplannın açılmasıyla, "Türk hukukunu,
Türk yargısını, ve bir balmna Türk hukuk devletini kurmada bü­
yük çabalan ve güçlü gayretleri gösteren" on hukukçu arasında
Mahmut Esat Bozkurt birinci sırada yer almıştır.

Ancak bu seçime Türkiye'de kaç hukukçunun katıldığı kaç


reyle seçimin yapıldığı tutanakta belli olmadığı gibi, baro başkan­
larının bir stajyer avukat olması yanında, bu 10 büyük hukukçu­
muz arasında bazılarının, hukuk sistemimiz, hukuk devletimizin
gelişmesinde pek büyük hizmetleri olmadığını seçilerılerin bazı­
ları da itiraf edecek güçtedir. Bu isimlere saygılıyız. Fakat, birinci­
si Mahmut Esat olan on hukukçunun, derece itibariyle M. Esat
Bozkurt ile ilgilerini kurmak oldukça zordur. Fakat her şeye rağ­
men böyle bir tespiti, kadirşinaslık olarak değerlendirdiğimizi be­
lirtmek isteriz.

x Adliye Ceridesi. 1 Kiinunevve11340.

13
Bu kadar çok cepheli bir insanın, çok kısa zamanda unutul­
maya doğru inişe geçmesinin sebeplerini, geçmiş zamanların ida­
ri kadrolannın zihniyeti ile izah etmekte yeterli ve meseleyi tek se­
bebe bağlamak ta doğru değildir. Buna belki bir ikinci sebepte,
M. Esat'ın yıkiliştan sonra yeniden kuruluşu görmenin heyecanı
ve esasen bir yanardağ gibi devamlı püsküren alevleriyle, Türk Mil­
letinin bin yıl boyunca uyguladığı ve onurıla yükselerek, dünya ta­
rihinin altın sayfalanna geçmesini sağlayan İslam Hukukunu bir
müslümandan beklenmeyecek kadar ağır dille kötülernesi göste­
rilebilir.

Bu konuda ki sözlerini kaydetmekten özellikle sakındığımızı


ve bu gün için hakkındaki bir kısım söylentilere kuvvet kazandıra­
cağını belirtmekte fayda vardu. "Fakat unutmayınız ki kanurılan­
mız, onüç asır evvel Bağdat çöllerinde yazılmış ve onüç asırdan
beri Türk'ün mukadderatını idare etmiştir. Burılann bir kısmı da
yüz senelik veya yüzon senelik Fransız kanurılandu, ki onlarda
frerık kokmaktadır. Şu halde kanurıla nmızın bir kısmı arap, biri
kısmı frerık kokmaktadır" şeklindeki ifadesi en iyilerindendir.
(x)

M. Esat Bey'in çok ağır şekilde kötülediği, İslam Hukuk'u yü­


rürlükte olduğu Türklerin yükselme devirlerinde, müslim ve gayri
müslime, bütün insan haklarını sağlamış, ırk, dil, din, mezhep far­
kı gözetmeden, dünya da ilk defa "ülkernde suç işleyen müslim ve
gayri müslime aynı ceza verilir" kaidesini, Türkün büyük Hakanı
Kanuni Sultan Süleyman, bir kanunname ile tespit etmiştir. Ve bu
ağır suçlamaları yapan adama sorarlar, onüç asır evvel o çok bağe­
nilen Avrupa'da Magna Karta bile yoktu. Tamamen bir vahşet hü­
küm sürmekteydi. Bütün burılara ilaveten, halkının bütünü islam
dinine samimi surette inan�ış bir milletin, bin yıl uyguladığı ve
Allahın kanuruarı diye iman ettiği kaidelere, arap kanunu demek,
Türk milletini bir arap aşireti seviyesinde görmek olur. Bir tarafta­
kiler "arap kokuyor ve diğer taraftakiler frerık kokuyorsa" insana
sorarlar ki, peki . . . şimdi batıdan aldığımız kanurılar ne kokuyor?

x Aimye Ceridesi. M.E. Bozkun Nüshası. 944 yılı, 1 sayı eki, se 1 7. Asıl metin 1 Kanünevvel
1340 sayıhAdliye cari desinden a.I.ınmıştır.

14
Hakkında her zaman sevgi ve saygıyla hareket etmek istedi­
ğim, Mahmut Esat Bey'in hayatından bu kesime hiç temas et­
mek istemedim. Fakat okuyucumu ve Türk Milletini gerçekçi bir
değerlendirmeden mahrum etmek hakkım olmadığı kadar, yazar­
lık anlayış ve göreviminde dışındadır.
Bunları da kısmen bilen okuyucularım, diğer yazılarıyla bir­
likte değerlendirme ve yararlanma fırsatını bulabileceklerdir.
Şunu ilave etmek gerekir ki ilerde okunacak bir çok yazı ve
makalesinde Merhum Esat, İslamın Peygamberinden, İslam Hali­
felerinden, Türk İslam büyüklerinden de, sevgi, saygı ve hayran­
lıkla söz edecektir. Özellikle hayatının sonlarına ve olgunluk döne­
mindeki ifadeleri son derece daha itinalı ve bazı çevrelerin görüş­
lerine aykırı olarakta olsa daha can alıcıdır. . .
Batı hukuku ile birlikte uygulanan İslam hukukunun artık de­
ğiştirileceği her bakımdan olduğu gibi, hukuk açısından da devam­
lı taviz veren, kendini yenilayecek ve topluma kabul ettirecek ilim
adamlanndan yani beşeri destekten mahrum kalan ilahi hukukun
yerini beşeri hukukun alacağı ve bir arada olmayacaklan belli idi.
Olay müsamaha meselesi değidi, ya ilahi hukuk ya beşeri hukuk
söz sahibi olacaktı. Bu yolda milletimiz seçimini yaptı veya yapı­
lan seçime razı oldu. Mesele bu değildir. Bir milletin bin yıl uygu­
ladığı hukuk için ağır ifadeler kullanması çok farklıdır.
5 Teşrinisani 1925 tarihinde Ankara hukuk rnektabinin açılı­
şında yaptığı ve İslam Hukuk'unu ayaklar altına alan konuşması­
nı buraya almıyoruz. Mecelle tamamen Kur' anı Kerim'den alınmış
İslam Medeni hukukudur. Onu yürürlükten kaldırmak mümkün­
dür, fakat ona hakaret etmek kimsenin hakkı olmasa gerekir.
Mecelle, İsrail'de bile 1972 yılına kadar, resmen uygulanmış
bir hukuk sistemidir. Y ürürlükten kaldırılırkan İsrail Adalet baka­
nı, mecelle için aynen şöyle demiştir. "fevkelade mükemmel bir
hukuk abidesi, fakat devrinj doldurduğu için yürürlükten kaldırıl­
ması" gerekmiştir. İşte aradığımız incelik budur. Geçmişte bi­
zimdir, bu günde bizim, yannda bizim olmalıdır. Yarın olunca geç­
mişi düzeltmek, dünden iyisini yapmak önemlidir ve gereklidir.
Geçmişe sövmek ise tamamen gereksizdir. Genç nesillere köksüz
fidarılara döndürür. Bu konuda Cumhuriyet gazetesinde çıkan ha-

15
Aciliye Vekili Olduğu Sıralarda
beri ve İsrail Adalet Bakanlığı sözcüsü, Uzi Sivan'ın sözlerini ay­
nen aktarmakla yetiniyoruz.
"Me ce lle , sonund a İsrail'd e re smen yürürlükt en
kaldırıldı. (x)
KUDÜS Osmanlı İmparatorluğunun temel mevzuatından
-

biri olan "Mecelle" İsrail'de resmen yürürlükten kalkmıştır. İsrail


parlamentosu, "Mecelle"den İsrail mevzuatına geçen son hü­
kümleri de dün kaldırmıştır.
1896'da Ahmet Cevdet Paşa'nın başkanlığındaki bir heyet ta­
rafından düzenlenen "Mecelle", Osmanlı İmparatorluğu'nun her
tarafında olduğu gibi, o vakit Filistin adıyle anılan bugünkü İsra­
il'de de uygulanrnaktaydı. İsrail, "Mecelle" nin bazı hükümlerinin
hılla uygulandığı tek ülkeydi. İsrail parlamentosunun dünkü kara­
nyle, Osmanlı imparatorluğunun yıkılışından bu yana "Mecelle"
elli yıl daha varlığını sürdürdükten sonra ortadan kesinlikle kalk­
mış olmaktadır.
Komisyonda tasarıyı savunan Adalet Bakanlığı sözcüsü Uzi
Sivan, "Mecelle" için "Çok mükemmel bir hukuk eseri, ama artık
zamanını doldurdu, günün koşullarına cevap vermez oldu" de­
miştir.
İsrail bundan 24 yıl önce bağımsız bir ülke olarak kurulduğu
günden beri, "Mecelle" nin hükümleri yerine Avrupa hukuk siste­
mine uygun hükümler getirmeye çalışıyordu.

AİL EVE DOST Ç EVRESİ :


Hatice Feheda Hanımefendi ile evli idi. Çocuklarını çok sever­
di. Yalnız kendi çocuklarını değil sokakta bir çocuk görse yanına
çömelir sever ve resmini çekerdi. Oğlu Y ükseli omuzlarına oturtur,
iki kızını iki tarafına alıp resimler çektirirdi. Evinde çocuklarıyla ve
eşiyle şakalaşır. O kadar çok şaka yapardı ki çevresindekiler, bu
kadar güzel konuşmalan riereden bilebiliyor diye sorarlardı. Şük­
rü Saraçoğlu ile telefondaki şakalarını dinleyenler bile gülrnekten
kırılırdı.
X Cumhuriyet Gazetesi. 16.11.1972, tarihli nüshadaki, Mecelle lsrail'de resmen yürürlükten
kaldınlclı, başlıkh haberden aluuruştır. Bakanhk sözcüsünün beyanatı, tam amen Adalet
Bakanı tarafından yapılmış gibidir.

17
Mahmut Esat Bozkurt Çocuklanyla
Çok güzel şiir okur, Faruk Nafiz Çamlıbel, Yahya Kemal Beyat­
lı, Yusuf Ziya Ortaç ve bunun gibi yazar ve şairlerle sohbetlerine
doyum olmazdı. Kendi eşi Feheda h anıma karşı şiirler okur, onla­
rm ruhlan coştururdu. Bir günYahya Kemal, "Beyefendi, sizin, ağ­
zınızdan diniediğim zaman şiirlerimi daha çok beğeniyorum" di­
ye onun şiir okuma ve eaşturucu hitabetinin ne kadar yüksek sevi­
yede olduğunu ifade etmişti. Onun, hukuk bilgisi yalıında engin
tarih ve edebiyat bilgisi vardı. Evleri bu konuların tartışıldığı, aka­
demiler gibiydi.
Onun, hayatında, en çok sevdiği milet kendi milleti olan Türk
Milleti ve en çok sevdiği insanda Mustafa Kemal Atatürk'tü. Haya­
tı boyunca yaptığı her işten Atatürk'ün haberi olmuş ve destek­
lenmiştir. Bakanlıktan ayrıldıktan sonra bile Atatürk ona, Mah­
mut bey, sana kapım ve safram her zaman açıktır. Davet bekleme­
den geleceksin demişti. Kuvayı Milliye'den sonra Atatürk, Kuşa­
dasına gelmiş ve Mahmut Esat Bey le çiftliği gezerken, yerli ve ya­
bancı Rumlar tarafından nasıl harap edildiğini ve taş taş üstüne
bırakllmadığını görmüş ve "Ankara'ya dönünce buna bir çare bu­
lalım demişti. Sonra Ankara'dan Mahmut Esat Bey' e ellibin liralık
bir (Harık-zede) senedi göndermişti. O, bu senedi bir hatıra olarak
*

saklamış fakat karşılığını almamıştı. Paraya ve mala çok önem ver­


meyen bir insandı. O zamanki ellibin lira ile, Kuşadası ve Selçuk il­
çesinin tamamı satın alınabilirdi. Bunu yapmadı. İsmet İnönü'ye­
de her zaman saygılı olmuştur. Bunu kitaplanndaki ön sözlerde
açıkça görmekteyiz. Talebatiğinin sonuna kadar, hatta meclise ge­
linceye kadar içki ve sigara dahi içmeyen M. Esat, Atatürk'ün ya­
nında içki içmeye başlamış ve bazılarının anlattığına göre, onu bi­
le pes ettirecek kadar ileri gitmiştir. Bu onun en büyük zaafı ol­
muştur denilebilir.

TOPYEKÜN TÜRK MİLLİYETÇİLİÖİ


M. Esat Bey, fikir hürriyetine sınır konulmasına karşı idi. Bü­
tünü ile düşünce hürriyetinin bulunmasıyladır ki, daha üstün dü­
şüncelerin gelişmesi mümkün olabilsin. Düşünce hürriyetinin bu­
lunmadığı yerde, fikir üretiminin bulunmayacağına inanırdı. Bu­
nun için, "bir düşüncenin karşısına daha üstün bir fikirle çık-
• Felakete düşmüş; kimselerin zararını karşılamak için devletçe verilen resmi belge.

19
mak" onun düşüneeye tanıdığı kendi kendini sınırlama, kendi
kendini denetleme şeklindeki sosyal sınırlama idi. Bu şekildeki
hür düşüneeye ve bundan doğan yeni fikirler üretme veya var ola­
nın zamana uygunluğu sağlanmak için yeniden yorumlanınası,
toplum ve siyasi yapımızın yenilenmesini ve gelişmesini de sağla­
yacaktı. Türk olmayanıann ihanetlerini bizzat gördüğü için Türk­
ten başkasına güvenilemeyeceğini, ciddi işlerin Türk asıllı olanlar
eliyle yürütülmesi gerektiğini açıkça savunacak kadar dimdik bir
Türk milliyetçisi idi.

SOSYALİST DÜŞÜN CEVE MAHM UT ESAT !


" ... Bence, bizim bu gün en büyük ve çok acele ihtiyaçlarımı­
zın başında Batı eserlerini dilimize nakletmek ve bu yoldan milli
kütüphanemizi zenginleştirrnek gelir. Bu suretledir ki Atatürk In­
kılahının esas prensibi olan, vatanımızı ve milletinlizi batılaştır­
mak ödevini en doğru ve kısa yoldan bulabiliriz.
Sosyalizm ve Sosyal Mücadelelerin Umumi Tarihi, bizi nisbe­
ten yeni cereyanın ta esaslarına, başlangıç sebeplerine kadar gö­
türecek ve bize bu günkü komunizm halindeki tekamül merhale­
sini gösterecektir. Bundan mada (başka), doğru veya eğri üçbin
senedir insanlığın mukadderatına söz söyleyen bir mesleğin ne
olduğunu, ne istediğini, en kısa ve aydınlık bir yoldan anlatacak­
tır. Doğru veya eğri fakat bu gün bütün devlet otoritelerini düşün­
dürmekte olan Sosyalistlik hareketlerine karşı, ne isteeliklerini bil­
meyen, anlamayan bazı türedilerin sabotajlarına, bulanık suda
balık avlamalanna meydan verilmesi hiçte doğru bir şey değildir.
Buna meydan vermemek, bu gibi hareketleri önlemek; Sosyalist­
lik adı ve.rilen meslek hakkında bir fikir sahibi olmakla mümkün­
dür.
Hemen her memlekette, hatta Yunanistan ve Bulgaristan gi­
bi komşu memleketlerde bile müteaddit tercümeleri mevcut olan
Karl Marx'ın Kapital'inin bizde anlaşılmaz bir iki bröşüründen
başka bir şey yoktur.
Nerede kaldı ki biz, Ana kanunumuzda devletçiliği kendimize
maletmiş bulunmaktayız. Bunun anlamı, devlet sosyalistliğini
kendimize maletmiş olmaklığımızdır. Şu halde kısmen olsun sos-

20
yalizm ve Sosyal Mücadelelerin Tarihi, yeni Türk devlet prensiple-
rinin sebeplerini ve edebiyatını teşkil eder. . . . . Fikrirı en tehlikelisi
.

gizli kalanıdır. Herhangi bir fikri açıkça ortaya koymak ve kirttikle­


rini yapmak, eğer muzir ise onu önleyecek çarelerin başında, en
başında gelir.

Bir fikri yenmek için alınacak tedbir, işkence değildir. Fikirler


işkence ile imha edilemezler. imha için tek çare, herhangi bir fik­
rin karşısına daha kuvvetli fikirlerle çıkmaktır. Tarih böyle diyor...
... Klemanso 9. Konferansında derki:
"Cumhuriyetçi ve demokrat doğdum ve öyle öleceğim. Fakat
itiraf etmeliyim ki demokrasinin haykıran ıstıraplarını Marks'ı
okuduktan sonra duyabildim."
Klemanso gibi milliyetçilikle mağrur ve müftehir (gururlu ve
övünen) bir adam böyle düşünmektedir. Ve demokrasiyi yaşat­
mak için çareleri az çok sosyalizmde bulmaktadır. . . Ankara 10 Ni­
san 1941. (x)
İşte Mahmut Esat Bey'in bir çoklarına göre en üstün tarafı
burada tanıdığı fikii'hürriyeti tarafıdır. Bunlara göre, insanlık ta­
rihinin en gelişmiş, sosyal ve siyasi meselelerine çözüm getiren fi­
kir sosyalizmdir. Son asrın gerçeği bulunmuştur. Bunu değiştir­
mek caiz değildir.

Söz konusu kitap, Hasan Ali Y ücel Bey'in Milli Eğitim Bakanlı­
ğı zamanında bakaniıkça bastırılmıştır. incelendiği zaman, insan­
lık için hizmet vermiş bütün seçkin sirnaların ve hatta peygamber­
lerin dahi komünist olduğu ifade edilmektedirAşağıdaki satırlar
bu kitaptan alınmıştır.
"Din ve ahHik dağmalarını bir yana bırakıyoruz. Çünkü amacı­
mız bir dinler tarihi değil, sosyalizmin tarihini yazmaktır. O za­
manda hiristiyanlık içindeki komunist akımların aynadıkları rolü
incelemek görevlerimiz anisına giriyor demektir. Çünkü, Roma
İmparatorluğunda hiristiyanlığı halk tabakalarının benimsediği
bir akım haline getiren şey bu düşüncelerdir. Bundan önceki bölü-

Beer Max. Sosyalizm ve Sosyal Mücadele/erin Tarihi. Çev. Zühtü Uray, Mahmut Esat Boz­
kurt'un ön sözü. Kıtay yay, lstanbul-1969.

21
mün sonunda sormuş olduğumuz sorunun cevabını da artık şimdi
verebiliriz. Soruyu hatırlatalım. Roma imparatorluğunda emekçi­
ler niçin komunist bir öğreti ortaya çıkarmadılar? Çünkü hiristi­
yarılık, Roma imparatorluğunda, emekçilerin komunizmiydi. . . (x)
: . . Kilise Babaları ve Komunizm, başlığı altında "Kıbrıslı Bar­
nabas, Epitrelerinde şöyle yazıyor: Her şeyi, komşunla ortak saya­
caksın. Hiçbir şeyi yalnız senin saymamalısın. Sonsuz olana her
birinin ortak olduğunu biliyoruzda olmayana neden ortak olmadı­
ğınıza inanacaksınız�(xx)
Aynı eserde "komünizmin cihan hakimiyetini gerçekle tire­ Ş
cek" fikir akımı olduğu da yazılmakta. (xxx) Bu çok methedilen
eserin asıl özelliği ve bizim için önemli etkileri olan yanı şurasıdır.
İnsanlık için hizmet vermiş olup, fakir. ve ezilmişler ile emekçi de­
nilen işçi sınıfının haklarını elde etmeleri için gayret etmiş olanla­
rın tümü komünisttir. Son olarak sosyalizmin ve onun kitaplaşmış
şekli olan komünizm, insanlık medeniyetinin son ve en müteka­
mil safhasıdır. Ondan başka yol yoktur. Belki onun yorumlan (frak­
siyonlan) olabilecektir.
Bu noktada M. Esat bey ve onun gibi düşünenlerde Batı Me­
deniyeti ve onun zaruri devamı olan sosyalist gelişmeyi bilmek
gerektiğini, onu bilmeden demokrasinin hatalarını arılamanın
mümkün olmadığını, şayet zararlı ise ona karşı yeni bir fikirle çık­
mak gerektiğini savunmaktadırlar. Bu yapıdaki düşünür ve yazar­
ıann genel hataları şudur. Dün evvelsi gün Liberal, dün kapitalist,
bu gün sosyalist, yarın komünizm kaçınılmaz yoldur, şeklinde tes­
pit edilebilir. Başkalarını taklit yerli üretim yokluğu.
Fakat, Türk Medeniyetinin yr.miden ihyası için çırpınan Ata­
türk, 1933 yılında, Onuncu Yıl nutkunda " bu noktayı çoktan aş­
mış olarak şöyle diyordu. "Bu gün aynı iman ve kaliteyle söylüyo­
rum ki milli üllruye tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk Mille­
tinin, büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir
kere daha tanıyacaktır. Asla şöphem yoktur ki Türklüğün unutul-

x Beer max. age. s, 125.


xx Beer Max. age. s, 136. (Kıbnsh B8.1D8.bius)
xxx Beer Max. May yayuılan. s, 5

22
muş medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki in­
kişafi ile atinin (geleceğin) yüksek medeniyet ufkunda, yeni bir
güneş doğacaktır. "
Burada ifade edilen -medeni alem- o zamanın ve günümüzün
hakim medeniyet anlayışı kabul edilen Batı Medeniyetidir. Ve bu
alem, Türk Milletinin büyük millet olduğunu, önceler� olduğu gibi
ve gelecekte -bir kere- daha tanıyacaktır. Bu medeniyetler yarışın­
da geleceğin medeniyeti olmaya namzet olan -Türk Medeniyeti­
bundan sonraki gelişme ve yenilenmesi ile geleceğin ve bu günün
medeniyetlerinden daha yüksek olacak, diğer medeniyetler ara­
sında atinin yüksek medeniyet ufkunda, yeni bir güneş gibi do­
u

ğacaktır " müjdesini vermektedir. . . Türk mill etine çok yaraşan bu


ülkü, onu bütün beşeriyete (insanlığa) hakiki huzurun temini yo­
lunda, kendine düşen medeni vazifeyi yapmakta muvaffak kıla­
caktır" sözleriyle de insarılık için yeniden yoğrulacak bir Türk me­
deniyet anlayışına ihtiyaç bulunduğu ve Türk milletinin bunu ger­
çekleştirmesi gerektiğine parmak basma.ktadır.

Esasen Max Beer'in bu çok methedilen eserinde Türk Mille­


tinden ve onun tarili boyunca geliştirdiği medeniyetlerden bir sa­
tırla da bahsedilmiş olmadığı gibi, İslam Dini ve onun bir çok mil­
let (Arap, Türk-Pers-Berber-Hint) tarafından benimsenmesinden
doğan, milli ve dini özellikleri koruyan medeniyetlere hiç mi hiç te­
mas edilmemiştir. Bu yönüyle de çok eksik bir eserdir. Şu kadarını
da ilave edelim ki, sosyalizm Atatürk tarafından hiç bir veçhile, bu
şekilde bir methiyeye (övgüye) de layık görülmemiştir.
c_Mahmet Esat Bey gibi, yabancı hukuk almak yerine bir milli
Türk Hukuku yapmak görüşünde olan, bir insanın siyasi sistem
olarak sosyalizmin öğrenilmesine bu kadar değer vermesini, Kle­
mansa'nun dediği gibi "demokrasinin haykıran ıstıraplarını
Marx'ı okuyarak öğrenme " arzusuna ve demokrasiyi daha iyi iş­
letme ülküsüne " bağlamak daha iyi bir yorum olabilir. Fakat bu
dünyada, Marx'ı okuyanların çoktan çoğu, demokrasiden ve batı­
nın örnek alınmasından ümidini kesmi� ve çıkar yol belki komü­
nizmde olabilir düşüncesinde olarılardııjMarx, dünyanın her tara­
fında daha çok bunun için okunmaktadır. Türk Milleti ise, bütün il­
mi verilerden ve dünyadaki ileri fikirlerden de yararlanarak "Türk

23
Medeniyetini" varetme çabasına girmek zorundadır. Çünkü Türk
Milletinde bunun fizik ve ruh malzemesi vardır. Bütün hür fikirler
bunun varedilmesi için seferber edilmelidir. Önce bunun için, son­
ra diğerleri için ve yardımcı malzeme olarak. Ö mrünü mill etine,
Türk, Türk diyerek geçirmiş dost ve düşmanlar kazanmış bir fikir
adamının, bunu açıkça ifade ederneyişini ve düşünce hürriyetini
başka kanallara kaydırmasını bu ön sözü yazdığı zamanın ( 1941)
siyasi havasına da bağlamak mümkündür.

Mahmut E sat Bey, bütün bu izahlara rağmen, çok esaslı bir


inanç adamıdır. O smanlı Devletimizin çöküşü ile aynı yıllarda B atı
ülkelerinin yüksek Medeniyetini görmenin, bir genç veya gençlik
üzerindeki tesirlerini, bu günkü o zamana göre çok gelişmiş Türki­
ye'yi yaşayanların anlaması çok zordur. Tek kelime ile, her şey ba­
tıda vardı, hiç bir şey doğuda yoktu. Nihayet devlet dahil herşey
yok olmuştu. İşte batının " laik düşünce tavnnın" benimsernesi­
nin temel psikolojik etkeni burada yatmaktadır. Kısa bir ifade ile
" onlar gibi düşünürsen onlar gibi olabilirsin. Galip milletlerin,
mağluplar üzerinde bu tür tesirleri tarihte pek çoktuı,xBu düşün­
ce ile belki Türkiyemizde beklediklerimizin hepsi olmadı. Fakat
olanları az görmek veya görmezlikten gelmekte eksikliktir. Bütü­
nüyle o zaman ki milletimizin ve aydınlarımızın, maruz kaldıkları
fikir ve inançlanyla devletlerine ve milletlerinin canına kasteden
korkunç bombardımanı, birlikte ve sessiz bir alemde tarafsız su­
rette değerlendirmeden, iyi bir karar vermek zordur.

,M. Esat Bey ve diğerlerinin, kesin bir Allah inançları var. İlıa­
detleri ise kiminde vardır kiminde yoktur. Aile hayatlarında, uy­
gulanan islami yaşayış ve davranışa karşı çıkmadıkları gibi, teşvik
ve yardımcı olmuşlardır. Mesela, ülkemizde Laik eğitim başlatılıp,
din dersleri kaldınlınca, M. E sat Bey, üç çocuğuna Büyük Ada ima­
mına evinde din bilgilerini öğrettirmiştir. Hanımı H. Feheda Ha­
nım ise, piyano çalan yabancı dil bilen iyi yetişmiş bir Türk hanı­
mefendisi olduğu gibi, �vinde Kur'an okutur, dini bayram ve gün­
ler içın uzel toplantılar yapardı. Bütün bunlar, Mahmut Esat
Bey'in bilgisi altında yapılırdı.

Faruk Nafiz Çaınlıbel, onun için " kafasıyla garplı, kalbiyle


şarklı idi" derdi ki bu onun için güzel bir değerlendirme idi. Onun
1

x Haldun lbn. Mukaddime. çev. Süleyman Uludağ. Dergah yay. lst-1982.

24
daha idadi talebeliği zamarunda "hali acı bir fakir görse, derhal
cebinden ne kadar parası varsa-ona- boşaltırdı" şeklinde anlatı­
lan davranışı inançl arının derecesini göstermeye yeterdi. x
Onun için Türk olmak herşeydi, Türk'ten başkasına güven­
mezdi. Bunun sebebi de şüphesiz, Seferberlik sırasında, azınlık
hiristiyanların, Türk Milletine karşı takındıkları düşmanlık tavrı
idi. Dün, komşu, arkadaş dediği insanların, bir anda düşman kesil­
meleri " Türk'ün Türk'ten başka dostu olmadığını da görmeyen
gözlere bile göstermişti. Bu inancının yerleşmesinin sebebi de
budur. Bunun aksi bugün de ispatlanmış değildir.
Atatürk'e hayrandır, Fatih Sultan Mehmed'e de hayrandır.
Ondan Türk Tarihi ile ilgili bir kısım dinleyen insanın, onu başka
yerden tekrar okumasına gerek kalmazdı. Anlatışıyla, konuyu
dinieyenin hafızasına nakşederdi. İnsan ancak samirniyetle inan­
dığı şeyleri böyle güzel ifade edebilir.
Cumhuriyete ve demokrasiye inancı tamdı. Büyük Millet
Meclisinde, halkın temsilcilerinin, bizzat ayağı topraklı olanların,
esnafların, bizzat kunduracılı.k yapanların olmasını savunurdu.
İnandıklarına tam inanır ve bütün samimiyetiyle bağlanırdı.
Netice olarak denilebilir ki M. Esat, başından beri Türk Milli­
yetçisidir. Öğrenilmesirıi arzu ettiği komÜnizm, ülkemize uygu­
lanması için değil, uygulanmasına henüz başlanılan Cumhuri­
yet'irı aksaklıklarının tespit edilerek kısa zamanda çok partili de­
mokrasiye geçilmesi içindir. Demokrasi için milletimizin henüz ye­
terli olmadığını o günlerde (1940 - 1941) ileri sürülenlere karşı Şef­
lik döneminin ağır şartlarına rağmen, Namık Kemal'in yazısı ile
kendisine ait yazıyı kaleme almak bu gün bile bir çok yazarın had­
di değildir. Bu fikrirıi ifade için " Türk Milleti için seviye bahse ko­
nu olamaz. O rejimierin en yükseklerine layıktır. Onun seviyesini
yüksek görmeyenler, kendi seviyelerini ifade etmektedirler, diye
haykırabiliyordu.
Milletin seviyesini alçak görenlerden daha alçak bir kimse ta­
savvur olunamaz diyordu. (Atatürk İhtilali. s, 151, Birinci baskı)
İşte bu ifadeleri tek partili dönemde yazabilan nadir insarılardan
biri. . . Onun asıl maksadı da, Türk Milliyetçilerinin hiç bir fikirden
korkmadıktarım ve her fikirden daha üstün olduklannı anlatmak­
tı. Milliyetçilere de daha üstün fikir üretme emri veriyordu.
_
ır Tşıtınan nınıc Ziya. Mahmut Esat Bozkurt. s, 14-15 ve devamı. lzmir·1944

25
SiY ASİ H AYATI
Türk vatanının düşmanlar tarafından işgal edildiği sıralarda
onun tahsil hayatı da son buluyord u()
zmir'in işgali ise onun için
bardağı taşıran son damla oldu. Yurda dönerek efeler arasında
milli mücadeleye katıldı . Kuvayı Milli'ye hayatı bu şekilde başladı
ve birinci Büyük Millet Meclisinde, millet vekili olarakdevarn etti.
Böylece 23 Nisan 1920 yılında başlayan, milletvekilliği 21.12.1943
tarihinde ölümüne kadar devam etti. 1924 yılına kadar İktisat Ve­
killiği yaptı. Bu tarihten sonra, profesör payesi ile, Hukuk ve Siya­
sal Bilgiler Fakültesinde, İnkılap Tarihi, Esas Teşkilat Hukuku ve
Devletler Arası Hak derslerini okutt� 1940 yılından sonra, hoca­
lıktan da ayrılmak zorunda kalmış olacak ki onu Yeni Sabah gaze­
tesinin baş yazarı olarak görmekteyiz. Bir tarafı ile Avrupa gör­
müş, iyi yetişmiş üniversite hacası olmaya namzet bir delikanlı,
hemen arkasından eline tüfeği tutuşturolmuş ateşin bir Kuvayi
Milliye zeybeği, işini silahla halletmeğe alışmış bir insan, biraz
daha sonra millet vekili olarak, çok iyi bir hatip, arkasından bir ic­
raat adamı olarak vekillik ve tam 10 yıl boyunca yeni Türkiye'nin
hukuk ve iktisat temellerinin atılmasında tam bir uygulama ada­
mı , ve devamıyla on yıl üniversite hocalığı ve mebusluk, son üç yıl
da gazete ve kitap yazarlığı , fikir adamlığı ile yine mebusluk bir
arada. Bir insan hayatında bu kadar değişik ve birbirine zıt huylar
isteyen işleri bir arada nasıl yürütebilir, sorusu M. Esat Beyin, acı
ve tatlı taratıanna cevap olabilir.
Başta Atatürk olmak üzere, Fethi Okyar Beyle, İsmet İnönü
kabinelerinde bakanlık yapmı ş ve ayrılmış olmasına rağmen, hiç
birisi hakkında en küçük bir tarizde bulunmamıştır.

Mahmut Esat Bozkurt siyasl hayatına bir vatan davası ile baş­
lamış bulunuyordu ; Türk yurdunu düşmanlar yer yer işgal eder­
ken o, tahsilini yeni bitirdiği İsviçre'den yurdunun kurtuluşu için
mücadeleye atılmak üzere Anadoluya geçti. Türk milletinin istiklal
ve kahramanlığı , yüceliği Mahmut Esat için sarsılmaz bir irnandı .
Şeflerine ve davasına bağlılığı bütün memleket gençliğine örnek
olacak kadar asil ve kuvvetli idi. Onun dürüst temiz ve heyecanlı
siyasi hayatını şu safhalara ayırabiliriz ;
1 - Milli mücadele ve ilk meb'usluk hayatı.

27
2 - Vekillik hayatı.
3 - Bu hayat ensasında kazandığı büyük Türk adli zaferi : Lo­
tüs - Bozkurt davası.
Siyasi hayata milli mücadele ile girdi. Arkadaşı Saraçoğlu
Şükrü ile yurduna döndü. Silahiandı ve Kuşadasında dağlara efe
arkadaşlarile çıktı ve yıllarca vuruştu. Bu temiz Türk çocuğu kafa­
sında ilim ve bilgi ve elinde silahla bilfiil çalıştı. Şavaşa beli silahlı
girdi ve elikalemli hizmet etti. Şükrü Kaya Bey: Malta'dan dönüş­
u

te onu İktisat Vekili buldum" diyor. Bundan evvel İzmir ve Ank!ira


Sadaihak ve Millet gazetelerinde heyacarılı ve coşkun yazılarile
memlekete rehberlik etti, Meb'us seçildi ve hemen vekil oldu. İkti­
sat Vekili olduğu zaman yirmi yedi yaşında idi. Ziraat bankasının
islahı, kooperatifler, korporasyonlar, çiftçi, kredi, sigorta mesele­
lerile esaslı şekilde meşgul oldu ve geliştirdi. Milli zaferi müteakip
İzmir'de İktisat kongresini topladı. Şeflerinden aldığı ilhamla yur­
dun yeni iktisadi ve ihtiyaç meselelerini inceledi ve kararlara bağ­
ladı ve az sonra Adiiye Vekili oldu. İşte Türk milletinin ve Avrupa­
nın tanıdığı ve hayran olduğu Mahmut Esat, bu tarifinden sonra
siyasi hayatında dal budak salmış ve inkişaf etmiştir : uAdliye Ve­
killiği esnasında ; Şeflerinden aldığı ilnamla, Lozan'da milletlere­
rası medeni aıemde şerefli mevkiini almış olan yurdumuzu, mo­
dern bir devletin, bir hukuk devletinin " malik bulunması lazım
u

gelen mevzuata kavuşturmak hususunda emsalsiz bir muvaffaki­


yat göstermiştir. Türk Kanunu Medenisi ve onu takibeden diğer
kanurılar, en ileri hukuk tekniğine göre, garbın en medeni-memle­
ketlerinde kabul edilmiş ve yıllarca tatbik sahasında işlenmiş hu­
kuk abideleridir. 1926 yılında eski hukuk müntesiplerinin eski
alışkanlıklanna ne derece kuvvetle sarılmış olduklannı Atatürk,
Ankara Hukuk Fakültesini açış nutuklannda, keskin çizgilerle ve
içi yanarak belirtmişti. İlerlememizi engelleyen kuvvetlerle, Mah­
mut Esat genç yaşından, ve her şeyin üstünde davaya ve Şeflerine
olan inancından aldığı kuvvetle arslarılar gibi çarpışmış ve inkıla­
bımızın adliyeye taallük eden safhasını hedefine çok yaklaştırmış­
tı.

Onun Lotus Bozkurt davası sebebiyle gösterdiği büyük heye­


can ve başan konusu milletimizin Avrupalı denilen medeni millet-

28
lerden hiçte geri olmadığını ispatla.mış oluyordu. Bu dava az iler­
de aynca incelenecektir.

Mahmut Esad'ın büyük hizmetlerinden biri de yetirnlerin pa­


ralarını bir araya getirip Emlak ve Eytam Bankasırıı kurmaktır.
Cumhuriyet tarihinde onun hamieli hareketleri, daima hatırlana­
caktır. Türk inlolabının hukuki temellerinde Mahmut Esad'ın çelı­
resi ve emekleri vardır. İnkılabın hiç sönmiyecek olari meş'alesin­
de Mahmut Esad'ın hayali ve ruhu binlerce dost ve talebesi ara­
sında. daima yükselecektir.
Siyasi akide ve kanaat itibariyle Mahmut Esat laik cumhuri­
yetçi idi. Laiklik onda derin ve esaslı bir bilgiye dayanan ve sami­
mi bir kanaatin mahsulü idi. Demokrasi taraftarı idi ; fakat üçüncü
Cumhuriyet Fransası demokrasisi tarzında bir demokrasiyi sev­
mez ve asla tecviz etmezdi. Türk Cumhuriyetinin müstakbel haya­
tını düşünürken onun temenni ettiği demokrasi (düzenli ve ölçü­
lü) bir demokrasi idi. Bazı nutukları ve kitaplarındaki cümleleri
aşırı ve hatta şoven bir milliyetçi olduğunu gösteriyor. Fakat bun­
da samimi idi. Milliyetçiliği bir gösteriş değildir. Nefsinde büyük
ve güzel siyasi vasıflar toplamış ; ilim tarzında garbın aradığı bir
insan tipinde idi.
İlerde Türk tefekkur ve hukuk tarihini yazacaklar için ve siya­
si hayatımızda yeni hamleleri ve kahramanlıklannı toplayacak
müellifler için Mahmut Esat büyük bir mevzu teşkil edecektir.
Türk Cumhuriyetinin çalışkan ve emekli adamları kadrosunda, si­
yasi hayatı zafer, hususi hayatı, doğruluk ve temizlik, insan hayatı
her şeye rağmen mertlikle dolu bir adam. Unutulmıyacak bir in­
san Mahmut Esat Bozkurt. . .

TÜRK OCAGININ KAPATILMASI VE M. ESAT


" . .. Artık Serbest Fırka ·hareketleri başlıyor. Sene 1930-1931,
Hamdullah Subhi'nin günlük gazetelerde ve Türk Vurdu nda (Bu'

sesi Koruyacaksın) diye bir makalesi çıkıyor. Ve altına da (Türk


Ocakları Merkez Hey' eti Reisi) diye imza atıyor. Bu yazı, demokra­
tik bir idarenin mernlekette kurulmasını savunuyor. Halk Parti­
si'ni bu yazı çok kızdırıyor. Ocaklılardan bir çoğumuz, Türkoca­
ğı'na siyaset soktu diye Reisimizi tenkid ediyoruz . Serbest Fır­
ka'nın mernlekette uyandırdığı bir ihtilal havası herkesi telaşa ve­
riyor.

29
Atatürk, yanında kalabalık bir maiyet ile yurt gazisine çılnyor.
Batı ve Güney Anadolu'nun mühim merkezlerini gazdikten sonra
Eskişehir' e geliyor. Hepimiz bu gazinin sonuyla çok ilgileniyoruz.
İçişleri Bakarn Şükrü Kaya bey vasıtasıyla haberler alıyoruz. Ata­
türk'ün Eskişehir' e kadar olan gazisinin yankılarıru şu şekilde öğ­
reniyoruz: "Bizim teşkilatımız fikir bakımından tamamen bize ya­
bancı insanlardan teşekkül etmiş ; asıl inkılabcı zümreyi Türko­
cakları'nda gördüm. Yapılacak şey, bu partiyi kapatmak, Türko­
cakları'nı kendi partimiz olarak tutmak ve Hamdullah'ı da Umumi
Ka tip yapmak."
Gazi'nin bu düşüncesi bizi şaşırtıyor. Ankara'ya gelinceye ka­
dar bu düşüncesini yanındaki arkadaşlarına söylüyor. Fakat An­
kara'ya gelip de İsmet Paşa ile görüşünce bu fikir değişiyor. Yerine
Türkocaklan'm kaldırmak ve onun bütün üyelerini Fırka'nın kura­
cağı Halkevleri'ne almak, bu suretle inkılabcı ve Atatürk'ün fikir­
lerini meydana çıkaracak bir partiye sahip olmak. Bu neticerıin,
başta Hamdullah Subhi olmak üzere bizleri ne kadar üzdüğünü
arı!atmak çok güç...

o zamanın adeti üzere bir akşam Çankaya'daki toplantıya


Hamdullah Subhi bey de davet ediliyor. Toplantıda Gazi'nin ya­
nında bulunması alışılmış olan kimselerden başka Celal Bayar,
Sadri Maksudi (Arsal) , Siirt Meb'usu Mahmud (Soydan) Bey, Re­
şid Galib ve V asıf Çınar Beyler de bulunuyor. Burılardan son ikisi
eski Ocaklı arkadaşlarırnızdan V asıf Bey'e Atatürk söz veriyor. V a­
sıf, Atatürk inkılablarından sonra artık Türkocakları'na yapacak
bir iş kalınadıını, Ocakların vazifesini doğrudan doğruya Hüküme­
tin ele aldığıru, bundan ötürü bu kuruluşun, tarihi vazifesini ta­
mamladığını söylüyor. Ocaklı Reşid Galib Bey de aynı fikirleri tek­
rarlıyor. Celal Bayar, Sadri Maksudi ve Siirt Meb'usu Mahmud Bey
bu fi.kre i'tiraz ediyorlar. Hamdullah Subhi bey ' e sıra gelince : "Pa­
şam, V asıt ve Re şid Galib bey arkadaşlarım yanılıyorlar. Bir mekte­
bin, bir hastahanenin hiç bir zaman vazifesi bitmez. Yeni nesiller
gelir, mektep devam eder. Yeni hastalar gelir, hastahane devam
eder. Ünyon Fransez, Kasa İtalyana yüzlerce seneden beri, değil
yalnız memleketlerinin sınulan içinde, yabancı ülkelerde de ken­
di milli kültürlerinin yayılması için çalışıyorlar" diyor.

30
Müzakere, ( * ) evvelce alınmış esaslı bir karar diliesinde de­
vam ediyor. İ'tiraz edenler de i'tirazlarından vazgeçiyorlar. Türko­
cağı'nın artık yapacak işi kalmadığına dair bir rapor hazırlanıyor.
Ve sıra ile orada bulunanların hepsi imzalıyorlar. Hamdullah Sub­
hi'ye gelince o imzalamıyor. İmza töreni bittikten sonra bu raporu
Atatürk' e veriyorlar. Atatürk soruyor: Hamdullah Subhi Bey'in de
imzası var mı? . . . "

Olmadığını öğrenice raporu yırtıp atıyor. Vaziyet çok gergin.


Türkocakları'nı tarihe mal etmek isteyenler tekrar konuşmaya
başlıyorlar. Rapor tekrar yazılıyor. Toplantıda bulunanlar yeni baş­
tan imzalıyorlar. Sıra Hamdullah Subhl'ye gelince bu ağır baskıya
artık karşı duramıyor. O da imzasını atmak zorunda kalıyor. Me se­
le tamamlanmıştır.
Türkocakları Kurultayı'nı davet ediyoruz. Halk Partisi'nin ça­
bası ile meb'uslar kendi bölgelerindeki Türkocakları'ndan delege
olduklarına dair belgeler alarak Ankara'da toplanıyor. Hemen hiç
bir Ocak kendi aralanndan bir delege göndermiyor. Çünkü hepsi
matem içindedir. Kurultay toplanıyor. Akhisar Meb'usu Mustafa
Fevzi Efendi, bu hareketin hukuki tarafını düzenleyen bir karar sıi­
resi hazırlıyor. Kendi kendini kalduan Türkocaklan, bütün mal ve
mülkünü Halk Partisi'ne bırıktığına dair bir tutanak düzenliyor.
Artık her şey tamamdır. bu kararlar alınırken toplantıda bulunma­
ğa tahammülümüz yok. Cemil Uybadın, Adiiye Vekili Mahmud
Es' ad (Bozkurt) ile beraber Ocağın muhteşem, büyük mermer ka­
pısı önünde bekliyoruz. Rahmetli Mahmud Es' ad Bey'in gözlerin­
den yaşlar damladığını bugün bile bütün canlılığı ile hatırlıyorum.
Artık, o zamanlar çok kullanılan bir deyimle Türkocağı da tarihe
karışmıştır. (x)"

(•) MüzBlcere: Bir iş hakkında konuşma.

Tevetoğ/u Dr. Fethi. Hamdullah Suphi Thnnöver. Kültür Thrizm Bakanhğ:ı yayın/an. Türk
Büyükleri Dizisi. 8. sıf, 202 - 204. Ankara 1986.

31
II. BÖLÜM

MAHMUT ESAT BOZKURT'UN TÜRK


MİLLETİ İÇİN KAZANDlGI
MiLLETLER ARASI DAVALAR

LOTÜS - BOZKURT D AVASI


Şimdi bu kısımda Türk milletinin adli sahadaki büyük ilm! za­
ferini meydana koymuş olun ve Mahmut Esat Bozkurt tarafından
büyük bir bilgi ve cesaretle müdafaa edilerek hukuk tarihimizin
şanlı bir sabitesini teşkil eden Lotüs - Bozkurt davasının ana hat­
larını gözden geçireceğiz .
Türkiye Cumhuriyeti tarafından beynelmilel adalet etivaruna
tevdi edilen Türk muhtırası 1928.
(1926 Ağustos ikinci günü akşam Adalar denizinde Sığrı açık­
larında Bozkurt adlı Türk vapuru ile Fransız Lotüs gemisi arasında
husule gelen müsademe Bozkurt'un batmasını ve sekiz Türk va­
tandaşının ölümünü mucip olmuştu. Bozkurt'un süvarisi ile bir
kaç tayfasını kul'tanp almış olan Fransız vapuru 3 Ağustosta
İstanbul liınanına gelip demir attı:?
Vak'ada ölenlerin aileleri tarafından açılan dava üzerine Tür'k
adliyesi, müsademe esnasında Bozkurt gemisine kumanda eden
Türk vatandaşı Hasan Bey ile aynı zamanda Fransız Lotüs gemisi­
nin kaptan köprüsünde vardiyada bulunan Fransız taytasından
kaptan Jandernon aleyhlerinde cezai takibat yapmağa karar ver­
di )

Olayın meydana gelmesinden sonra, Fransız Hariciye Bakan­


lığından Türkiye Büyük Elçiliğine 25 Ağustos 1926 tarihinde gön­
derilen notada, Lotüs vardıyesinde kumanda eden zabitin, Türk
kara sulan haricinde meydana gelen çarpışmadan dolayı tevkif
edilmesi ve bu tevkifin hukuk kurallanna uygun olmaması, Fran-

32
sız ve Türk ilgilileri nezdinde ve her iki devlet arasında üzüntüye
ve tatsızlığa sebep olacak mahiyettedir, denilmekteydi.
Buna karşı Türkiye'nin Paris Büyükelçiliğinden 14 Eylül 1927
tarihinde Fransız Hariciye Bakanlığına verilen cevabi notada :
(özetle)
Türkiye Büyük Elçiliği Lotüs Kaptanı hakkında Fransız harici­
ye Bakanlığının gönderdiği notayı Türk Hükümetine tebliğ etmiş­
tir. Türkiye Elçiliği aynı zamanda Fransız Başbakanı tarafından
Türk Büyük Elçisi Fethi Bey' e icra ettikleri beyanatı da Türk Hükü­
metine bildirmiştir.
Türk hükümetinden aldığı açıklamaya dayanarak, Kaptan
Dumons'un kefaletle tahliyesine karar verilmiş olduğunu ve bu
tahliye kararının tamamen bağımsız görev yapan Türk Adli Ma­
kamlarınca hiç bir tesir söz konusu olmaksızın gerçekleştiğini ha­
riciye veka.Ietinize bildirmiştir.
Elçiliğimiz, Fransa ve Türkiye arasında memnuniyet verici şe­
kilde kurulmuş bulunarı ve hükümeti.mizce de büyük değer veri­
len iyi münasebetlerimizi bozacak herhangi bir yoruma mahal bı­
rakmamaya özen göstermiştir.
Türk Hükümeti tabii yolunda seyreden mahkemenin adli yet­
kisinin bulunduğuna yani Türk Adli merciierinin Kaptan Dumons
hakkında karar vermekte yetkili bulunduğuna, dair görüşünü, La­
hey Beynelmilel Adalet Divanı önünde müdafaa etmeğe karar ver­
miştir. Fransız temsilcisi ile Lahey Adalet Divanına bu yetki konu­
sunun karara bağlamak üzere yetki verecek belgenin (tahkimna­
menin) hazırlanması için memur edilen Türk temsilcisi Genevreye
müteveccih3n İstanbuldan hareket etmiş bulunmaktadır.
Bozkurt-Lotüs Davasında Fransa ve Türkiye Karşı
Karşıya
La Hey Adalet Divanında Gelseler
Frarısız Müdafaası: Lahey Sulh Sarayında 2 Ağustos 1927 ta­
rihindeki celsede Frarısayı temsil eden Prof. M. Baduvan genel
olarak şu iddialarda bulunmuştur.
1- Mesele Türkiye tarafından bir yabancıya mal edilmiş olayla
ilgilidir. olay Türk toprağı haricinde meydarıa gelmiştir.

33
2- Türkiye iddia ettiği yargılama selahiyeti talep etmekte hak­
lı değildir. Çünkü Fransız kaptaruna mal edilen olay (suç) açık de­
nizde bir Fransız gemisinin üzerinde işlenmiştir. bu yanlış manev­
radan doğmuştur. Bu Fransız zabitinin yanlış manevrasının, tabi
olduğu usul ve talimata uymamasından domuştur. Fransız huku­
ku ihlalirıe Türk Mahkemeleri bakamaz.

Türk Müdataası: Lahey Sulh Sarayında 6 A ğustos 1927 tari­


hirıdeki celsede M. Esat Bey, öp.ce mahkemeyi selamlamış ve ola­
yın bir özetini yaptıktan sonra, iki celse devam eden çok önl(mli
bir müdataaya girişmiştir. Bu müdataanın önemli noktaları şunlar­
dır.
1- Fransız Maslahatgüzarının Lotüs vapurunun nöbetçi kap­
tanı Dumons'un nakti kefaletle tahliyesini talep etmesi Türki­
ye'nin adli selahiyetinin tanınması anlamına gelir.

2- Fransız savunmasında geçen Türkiye'nin bu davada taki­


bat (kovuşturma) yapmaya yetkisi yoktur ve Türkiye, Lotüs gemi­
sinin kaptaruna tazminat vermek zorundadır. iddialan milletler
Arası Hukuk Kaideleri adlı eserin 71. maddesi okunarak reddedil­
miştir. Sözü geçen maddede (Devletler yabancı bir toprakta milli
kanunun cinayet olarak tarif ettiği bir fiili işledikten sonra kendili­
ğinden memlekete gelen bir vatandaşı cezalandırmak hakkına
sahiptirler) denilmektedir. Böylece Türkiye adli merciierinin bu
gemi çarpışması olayında yargılama yetkisi olduğu ispatlanmış­
tır.

Hiç şüphesiz bu dava burada çok kısaltmak zorunda kaldığı­


mız için anlattığınuz ölçüde basit olarak halledilmemiştir. Çok zor­
lu diplomatik faaliyetleride bizzat yürüten Mahmut Esat Bey'in
seçkin müdataası sonunda kazanılmıştır.

Duruşmaya son veren Lahey Adalet Divanı açıkladığı kararın­


da " Türk Müdafaasını yerinde bulmuş ve Türkiye Adli mahkeme­
lerinin bu davaya bakma yetkisini kabul ederek, tazminat talebini
de reddetmiştir.

Bu tarihe kadar yazılan bütün ilml eserlerde, bu dava sebe­


biyle Mahmut Esat Bey'in gösterdiği başarı övülmüş ve bütün şe­
refiyle onun şahsına mal edilmiştir. Yalnız Çarıkaya adlı eserinde
Fatih Rıfkı, bu başarıyı gölgeler şekilde ifadeler kullanmıştır. Bu-

34
nun da aralanndaki fikir ve felsefe aynidığından ileri geldiği anla­
şılmaktadır.

Mahmut Esad'ın Adiiye Vekili olarak, devlet adaını sıfatiyle


başardığı bu işin değeri ne kadar büyük olursa olsun, Lotüs - Boz­
kurt hadisesinde gösterdiği eelillet ve nefis itimadı her türlü öğ­
meğe hak kazandıracak kadar önemlidir. Lozan'dan uç yıl sonra,
bir Türk vapura bir Fransız vapuru ile açık denizde çarpışıyor. Türk
vapuru batıyor. Sekiz Türkün canı da kayboluyor. Lotüs vapuru
İstanbul'a gelince, Türk adliyesi hadiseye el koyuyor. Fransız ge­
misinin nöbetçi kaptanı Demons'u tevkif ediyor. Fransız Büyük El­
çiliği kaptarun serbest bırakılınasını istiyor ; biz adliyeye Hüküme­
tin hiç bir suretle müdahale edemiyeceği cevabını veriyoruz. Fran­
sız matbuatı işi kızıştınyor. Türkiye'nin aleyhinde şiddetli yazılar
yazılıyor. Türklerin devletlerarası hukuku bilmedikleri, Lozan'da
elde ettikleri neticeye layık olmadıklan iddia ediliyor. Bu sırada
Mahmut Esat heyecan içindedir. Adliyemizin tuttuğu yolun doğ­
ruluğuna emindir. Kuvvetli hukuk tahsili milli şeref ve haysiyete
taalh1k eden meselelerdeki hassasiyeti ona, istikametini kolayca
tayin ettiren bir yıldız sabitliği ile, rotasını şaşırtmıyordu. Gazete­
leriıniz, hukukçulanmız arasında tereddüde düşenler, acaba hak­
sız mıyız? Demons'u serbest bıraksak iyi olur diyenler de vardı.
Mahmut Esat herkesi ikna etmeğe çalışıyor ve bu meselade geri
çekilmenin hem milletlerarası itibarımızı sarsacağım, hem de çok
sesvdiği ve inandığı Başvekilinin Lozan'da binbir müşkülatla kal­
dırdığı adli kapitülasyonlara Türkiye kapılanru yeniden aralamak
olacağını söylüyordu. Mahmut esat anlatıyor:
" Bir gün Atatürk ve İnönü beni nezdlerine (yanlarına) çağırdı­
lar. Meseleyi bir daha izah etmemi emrettiler. Anlattım ve sözleri­
mi şöyle tamamladım -Paşam, Lahey Adalet divaruna gidelim, ki­
min haklı olduğu meydana çıksın. Ben hakkımızdan eminim. Mü­
saade ederseniz davaınızı ben müdafaa edeyim. Kaybedersam
memlekete bir daha dönmem. Fakat kazanacağız. Hem Adalet di­
vam önüne gitmeden Fransızlann dediğini yapacak olursak Fran­
sız Devletinin tehditleri karşısında boyun eğmiş olacağız, bu da
onlara diğer maselelerde aynı tehditleri öne sürmek cesaretini ve­
recektir:}ıalbuki Lahey Divarıına gidersek davayı kaybetsek dahi

35
şeref ve haysiyetimiz zedelenınez. Zira milletlerarası bir mahke­
menin hükmüne uymak şerefsizlik değil, bilakis büyük şereftir. "
Bu sözler üzerine Şefleri kendisine : " Güle güle git kazana­
caksın, kazanınasan da memleket seni bağnna basacaktır" diyor­
lar.
Divan önüne çıkmadan evvel tahkimname yapılıyor. Bu vesi­
ka Mahmut E sad'ın ince zekasının kıymetli bir delilidir. Fransızla­
rın hazırladığı ilk metinde divana; -Türkiye, kaptan Demons'u tev­
kif etmekle devletlerarası hukukuna uygun hareket etmiş midir?
suali soruluyordu. O, bunu beğenmedi ve şu formda teklif ve' ka­
bul ettirdi - Türkiye kaptan Demons'u tevkif etmekle devletlerara­
sı hukukuna aykırı hareket etmiş midir? Bu ufak değişiklik dava­
nın yükünü Fransızların üzerine yüklemişti. Çünkü birinci şekilde
ispat külfeti bize düşerken ikinci formül bunu tamamen Fransızla­
ra yüklemiştir. Nitekim Fransanın bu değerli devletlerarası huku­
ku profesörlerinden ve Hariciye Veka.Ieti Hukuk Müşaviri Easte­
vant Türkiye'nin devletlerarası hukukuna aykırı hareket ettiğini
isbat edebilmek için kütüphaneler devirdi, mevcut bütün misalle­
ri ortaya döktü. Fakat tersipi ispat edemedi ve Lotüs davası Türki­
ye'nin şerefi olarak milletlerarası münasebetler, milletlerarası
adalet arşivlerinde yer aldı�Bu muvaffakiyeti kazanan Mahmut
Esat o tarihte henüz 35 yaşında idi. Bu, aynı zamanda Türk inkıld­
bının bir zaferi idi: Genç bir Türk devlet adamı, hukukçusu dünya­
nın en tanınmış hukukçularından biri ile karşılaşmış ve onu mat­
etmişti Lotüs davası Lozan'ı tatbikat sahasında perçinlemiştir."

2- İstanbul Tranvay Şirketi Davası :


Mahmut Esat Bey'in, bakanlıklardan ayrılmış ve millet vekili
ve hoca olarak görevini devam ettirdiği sırada, 1937 yılında Türki­
ye'deki Fransız Tramvay Şirketi devletleştirildi. Fransız Şirketi, Tür­
kiye aleyhine dava açtı. Büyük adaya giden, Fransız Heyeti, bu da­
vaya çok yüklü bir veka.Iet ücreti teklif ederek, avukat olarak dava­
vı kabul etmelerini istediler. Fransızlan reddetti ve aynı davada
·rürkiye Devletini müdafaa ederek, davayı kazandı. Bir kuruş vek§.­
let ücreti alınayan Mahmut Esat için Kansı Feheda hanıma, rah­
metli Mareşal (Fevzi Çakmak), kızım bu kadarı da fazla, namuslu,

36
dürüst, fedakar fakat bu kadan da. . . demek zorunda kalmıştı. Bu
durumu ve Mareşal'in sözlerini, eşi Mahmut Esat Bey' e söyleyin­
ce, ne varki alacağız, hazinede bir şey yok ki, milletin nesi var ki
alalım diye cevap vermişti. . . bilmem ki şimdi bizler bunu nasıl de­
ğerlendirebiliriz.

3- Ismarlanan Torpidolarla ilgili dava ; Mayıs 1934.


Birinci Dünya harbinde önce, paralan peşin verilerek Fransa,
dan altı gemi ısmarlanmıştı. Fransa bu gernileri tamamlamasına
rağmen, harb sebebi ile Osmarılı Devletine teslim etmedi. Cum­
huriyetten sonra bu gemilerin bedelleri ile diğer mühimmat be­
dellerini almak için Fransız Şirketi tarafından, Beynelınilel Huku­
ka göre karma Mahkemede Türkiye aleyhine dava açılmıştır. Bu da­
vada da Türkiye'yi eski Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt mü­
dafaa etmiş ve davayı Türkiye kazanmıştır. Fransayı savunan Av­
rupanın en nanılı avukatlan ise ülkelerine elleri boş olarak dön­
müşlerdir.
Darılmayan, kırılmayan, kinleomeyen bir millet sever, ancak
böyle olur.

4- 14 Ada ile ilgili kaybedilen dava : Haziran 1929.


Adalar Denizinde, sahillerimizden üç mil mesafe dahilinde
olup ta, ciheti adiyetleri (kime ait olduklan) Lozan Muahedesinde
meskut (sukutla geçilen) bırakılan 14 ada hakkında bir müddetten
beri İtalya· Hükümeti ile aramızda ihtilcü hüküm sürmekte idi. Bu
14 ada üzerinde İtalya Hükümeti hakkı hakimiyet iddia etmekte­
dir. Halbuki bu adalarm bir kısmı salıillerimizden itibaren üç mil
dahilindedir. Mütebakisi (geri kalanı) de kısmen üç mil dahilinde,
karasularunızda bulwunaktadır. Bu itibarla, bu 14 ada üzerinde
hakkı hakimiyetimiz (egemenlik hakkımız) aşıkardır. Aradaki ihti-
18.f henüz halledilmediği için, mezkür adaların bazısı üzerinde hem
Türk hem de İtalyan bayrağı bulunmaktadır. Diğerlerinde ise ne
Türk, ne de İtalyan idaresi mevcut değildir.
Vaziyet bu şekilde devam ederneyeceği cihetle, Türk ve İtal­
yan Hükümetleri bu defa meselanin dostane bir şekilde halli için,
ihtilcüın La Hey Adalet Divanı'na tevdiinde mutabık kalmışlardır.

37
Divan Haziran ayında Türk ve İtalyan temsilcilerinin huzurunda
devam etmiş ve Türkiye'yi zamanın Aciliye Vekili, Mahmut Esat
Bey temsil etmiştir. Daha önceki davalardaki başanlarından dola­
yı bu davanın da kazarulacağına emin gözle bakılmakta idiysede
hudava Türkiyenin aleyhine bitmiştir. Burada İtalyanlara ait oldu­
ğuna karar verilen 14 ada, Antalya, fenike, Kaş ve Fethiye' nin kar­
şılarında bulunan, Beş Adalar, Küçük Adalar, (iki adet) Meis ve Va­
los adalandır. (x) İkinci Dünya Harbinden sonra bu adalar ile bü­
tün Ege adaları Yunanistan'a verilmiştir.

ADLİYE VEKİLLİGİNDEN İSTİFASI :


Onu tanıyarılardan bazıları, rüşvetçi ve hırsıziann aman ver­
mez düşmanı olduğunu masarıların bir kısmı ile fikir uyuşmazlı­
ğından başka husumet çevresi bulunmadığını ifade etmişlerse­
de, durumun hiçte bu derece iyimser olmadığı ifade edilebilir.
Cumhuriyet Gazete'sinin incelenmesinden sonra bu durum daha
açıkça ortaya çıkmaktadır. (xx) 22 Eylül 1930 tarihli Cumhuriyet
gazetesi, birinci sayfanın yansını M. Esat Bey'in istifasına ayırmış
ve bundan ne kadar memnun olduklarını da, büyük puntolarla
"Elhamdülillah " başlığıyle aşağıdaki gibi duyurmuştur.

"Aciliye Vekili Mahmut Esat Bey'in İsmet Paşa kabinesinden


çıkarılacağı haberleri nihayet tahakkuk etmiştir. Filhakika dün bir
telgrafla veka.Ietten çekilmesi talep edilen Mahmut Esat Bey'in,
istifanamesi bu sabah Başvekalete gelmiştir.
Bu suretle inhila.I eden Aciliye Veka.Ietine Yusuf Kemal veya
Mustafa Şeref Beylerden birinin geleceği temin edilmektedir.

İsmet Paşa daha kuvvetlendi

Aciliye Vekilinin kabineden çıkanlması burada iyi bir tesir yap­


mıştır. Bir meb'us bu hususta bana demiştir ki:

"- Onun istifası, İsmet Paşa'yı bir kat daha kuvvetlendirdi.


Her sözü, her hareketi, her işi ile (daha iki gün evvel Ödemiş'te irat

x 18.9.1929 taı::ihli Cumhuriyet gazetesi.


xx 22.Eylü1.1930 taı::ihli Cumhuriyet Gazetesi.

38
ettiği nutukta ne çarnlar devinnişti). İsmet Paşa kabinesine zaaf
veren bu vekilin çekilmesi, Başvekili ağır bir yükten kurtardı.
İsmet Paşa bugün dünden kuvvetlidir. Lüzuınsuz bir safradan kur­
tulmuş bir balon nasıl havada yüksellise İsmet Paşa kabinesi de
ondan kurtulunca efkan umumiyede öyle yükselmiştir.
Bu itibarla müstafi vekilin siyasi hayatında en büyük muvaffa­
ll
kiyeti bu istifası olmuştur.

Yeni fırkanın ziyanı !


��- Onun istifasından en çok ziyan eden S. C. (Serbest Cum­
huriyet) Fırkası oldu.
- Neden?
- Çünkü muhalif fırka İsmet Paşa kabinesine yegane kuvvetli
hucüın vasilesini kaybetti. Böyle bir hücum noktası bir daha nere­
de bulunur. Fethi Bey' e beyanı teessür etmek lazımdır. şeklinde
ll • • •

haber acı bir uslupla devam etmektedir.

Bu istifa meselesini iyice anlayabilmek için, 1930 yılının siya­


set olayıarına çok kısada olsa temas etmekte fayda vardı. Ali Fethi
Bey, Atatürk'ün emri ile Serbest Cumhuriyet Fırkasını kurmuştur.
Egede bu yeni partiye büyük katılmalar olmaktadır. Ali Fethi
Bey'in lzmir'e gelip Egeli hemşehrilerine karşı yapacağı miting ve
konuşma engellanrnek istenmişsede, Atatürk bu aleyhte çıkışla­
ra engel olmuştur. Bu arada İzmirde yayırılanan Anadolu gazete­
si, Ali Fethi Bey aleyhinde yazılar yazdığı için, idarehanesi halk ta­
rafından tahrip edilmiştir. Miting yapılmış , Serbest Cumhuriyet
Fırkasına bütün Ege halkının ilgi gösterdiği, bu yeni partiye gir­
mek istediği görülmüş. Gerek yazılan gerekse bakanlık icraatın­
dan, gerekse fikirlerinden memnun olmayan zümreler, 20 Eylül
1930 günü Ödemiş'te yaptığı konuşmayıda fırsat bilerek, İsmet
İnönü'ye baskı yaptılar. Serbest Fırkanın, yani Ali Fethi Bey (Ok­
yar)ın, kabinedeki adamı gi,bi gösterilen M. Esat Bey, daha İzmir.
de iken istifasını istemişti. Esasen daha öncede İsmet Paşa'nın­
Başbakanlığında çalışamıyacağını arılayarak, istifa etmişse de,
arılar kabul etmemiştir. Gelişen olaylardan rahatsız olan hükü­
met, Fethi Bey' i Ankara'ya çağırıp son olaylar hakkında bazı soru­
lar soracaktır. Durum 22.9.1930 gürılü Cumhuriyet gazetesinden
takip edilebilir. Çok partili demokrasiye geçilmek için denemeler

39
yapılıyor. Fakat uyum ve anlayış farklan işi zorlaştınyor. Buna bir­
de mürettep olaylar eklenince işler tamamen karışacak.

Milleti ve devleti için bütün hayatını bu suretle vakfeden bir


insanın istifasının temininden duyulan memnnniyeti ekli gazete
yazılarından anlayacaksınız . İnsan olarak, her yanı herkes tarafın­
dan sevilmeyebilir. Fakat bir devlet adamının bunca hizmetinin bir
anda göz ardı edilmesi, temelde bazı tenakuzlarla ancak izah edi­
lebilir.
Onu bütünüyle hiç birimiz beğenrneyebiliriz. Ama onu bütü­
nüyle de hiç birimiz reddedemeyiz. Bütünüyle kendimize göre
adam aramak huyumuzdan biraz vaz geçsek yanımızda birkaç ki­
şi daha bulabiliriz . Belki birlik ve beraber olmanın bir yolu da bu­
dur. M. Esat Bey, kolay tahammül edilir, hazmedilir birisi değildir.
Bir gün kalemi eline aldığı gibi, devrini maliye bakanı ve ortaklarını
kastederek, " Kıravatb eşkiyalar, lursızlar teslim olun" diye haykı­
rabilmekte, devleti çalarılan hedef alabiliyordu .

Bir başka zaman R. adında Atatürk' e çok yakın birisinin, hır­


.
sızlığını tespit ediyor ve Atatürk' e söylüyor, fakat onu inandıramı­
yor. Sonra Atatürk işi kendisine takip ediyor ve R. nin hırsızlığını
tespit edince, bu şahsın apoletlerini bizzat elleriyle kopanp atıyor­
du.
Kendisine, zamanın bir numaralı adamı Hitler'den gelen bir
mektupta masorıluğa neden düşman olduğu, bir makale ile bildir­
mesi istenmesi üzerine, " memleketirn içirı zararlı gördüğüm içirı"
şeklirıpe çok kısa ve yeterli bir cevap verebilen adamı sevmek için,
kan guruplarının, inanç guruplarının bir veya benzer olması gere­
kir:
Biz onun kitaplannın tek tek incelenmesini yaparak kendi gö­
rüşlerimizi de yazacağız. Fakat onun 1930 dan sonra ve ölümün­
den sonrada, nasıl unutturulduğunu, fikirleriyle birlikte nasıl
unutturulmaya çalışıldığına da işaret edeceğiz. Hemde biraz da
olsa acı ifadelerle . . .
İ şte, basının o zamanki durumu bu idi. Bu gün de böyle olma­
malı bütün bunlara, yeri gelince onun sözleriyle cevap vereceğiz.

40
İLİM ADAMLIÖI HOCALIÖI VE YAZARLIÖI:

M. Esat Bozkurt, Avrupa'dan iyi bir tahsil yaparak ve çok iyi


Fransızca bilerek yurda döndü. Milli Mücadeleden sonra Hukuk
Fakültesini kurmuş ve orada devletler hukukun okutmuştur. Bun­
dan bir süre sonra kendine has ismiyle Devletler Arası Hak, ders­
lerini alnıağa başlamıştır. Ankara Siyasal Bilgiler Okulunda, Hu­
kuku Siyasiye profesörlüğünüde üzerine aldı. İnkılap Tarihi Ders­
lerinde geniş kültürü, nefis hitabeti ve çoşturan milli duygusu ve
kahramanlık destanları ile süslediği derslerinde oturacak yer kal­
mazdı. Bazen dinlanrnek için gelen sade vatandaşlar pencereler
arasından bu dersleri dirılerlerdi. İmtiharılanna bazen tanıdıkları­
nı da getirir ve talebelennden aldığı gurur verici cevaplardan ne
kadar iyi bir genç nesil yetiştirdiğini çevresinin değerlendirmesi­
ni isterdi. Bu haliyle de halk denetimine inanmış, demokrat bir in­
sandı.
Derslerini, Türk gençliğinin milli duygularını ateşlemek, va­
tan aşkını, millet sevgisini her şeyin üstünde tutmayı öğretmek
için bulunmaz bir fırsat gibi değerlendirirdi. Tarih bilgisini, bütün
derslerinde çok iyi kullanır, izah ettiği sosyal, siyasi ve hukuki ko­
nulara, tarihten misaller verip onun hafızalarda yerleşmesini te­
min ederdi. Bu suretle de dirıleyenlerin ve talebeı�rinin dikkatleri­
ni daimi surette konuya bağlı tutmasını sağlardı.
Derslerinde, sesini işitenler kulaklanyla değilde kalbierinden
işittiğini zannederlerdi. Ses tonu ve siması dirllerneye de seyret­
meye de elverişli bir yaradılıştaydı. Türklüğü, tarihimizi ve şerefi­
mizin kaynaklarını layık olduğu şekilde öğrencilerine arılatırdı.

Merrıleketin gelişmesine dört yandan bakmasını bilen bir in­


sandı. Çocuklanmız hakkında " çocuk deyip geçmeyiniz, ekono­
mik ve sosyal mes'elelerin en mühirrılerindendir. Bu gün gözümü­
zün ilişmediği nice yavrucaklar, fakiriliğin, zaruretin, safaletin
pençesinde yok olup gidiyorlar ki tam teşkilatıyla burılara bakıla­
bilse içlerinde nice Atatürkler, nice İnönüler yetişebilirdi. . . bu
cürrılelerle Türk insanının çocuklarına ve gençlerine sahip çıka-

41
madığını, bunun ise en önemli mesele olduğunu dile getiriyor. Bir
başka yerde de, . . . Türk ve dünya Tarihinde meşhur olan Viyandyı
ikinci defa kuşatan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Merzifon'un
Mannca köyündendi. Bu köy Merzifon' a yirmi dakika hatta daha
yakın mesafede idi. Şimdi gözlerime şöyle bir görüş (hayal) beliri­
yor.
Mustafa bundan 300 sene evvel Marınca köyünün toprakla­
rında bir çocuk entarisiyle, yalın ayak, baş açık beleniyordu. Köp­
rülü Mehmet Paşanın himayesini buldu. okudu Köprülünün kızını
aldı. Sadrazam oldu. Günün birinde Türk Ordulannın başında Vi­
yana önünde göründü. Viyana kapıları çalınmaya başladı. Kim o.
Denildiği zaman şu ses yükseldi.
"Açın kapıları, Mannca köyünden Türk Mustafa geldi "
KİMBİLİR DÜN NİCE MARINCALI MUSTAFALAR BAKıMSIZLIK
YÜZÜNDEN KAYBOLUP GİTTİ. BU GÜN DAHA AZ OLMAKLA
BERABER NİCELERİ KAYBOLUP GİTMEKTEDİR.
O, bu düşüncelerle, üzüntülerle dolu aynı zamanda bir fikir
adamıdır. Hiç kimsenin fikir üretme cesaretini gösteremediği yok­
luk zamanlarında, kendi düşündüklerini -bizim hoşumuza gider
veya gitmez- söyleyebiliyor ve yazabiliyordu. Okuyan araştıran,
bulduklarını yorumlayıp yeni senteziere gitmek isteyen bir fikir
adamı idi.

Düşünceleri ve davranışlan çok hareketli bir hayat içinde, yaz­


mayı da hiç ihmal etmemiştir. Biz onun hakkında okuyucu daha ta­
rafsız bir kanaat edinınesi için eserlerinden küçük çaplı olanlarını
tamamen, büyüklerinden de kanaat vercek derecede kitabıımza
aktanp, hem onun hakkında araştırma yapacaklara ciddi bir kay­
nak eser bırakmak istedik. Kitaplannın sırasını, konulannın birbi­
rine yakınlığı ve hacimlerini nazara alarak sıraladık. Ancak sayfa
sınırlaması buna kısmen fırsat verdi.

Yazı yazmaya, daha idadi talebesi iken başlayan M.E. Boz­


kurt, milli mücadele sıralanndaki yazılarını, Hakimiyeti Milliye,
Ulus, ve İzmir'de, Ahenk Sadayı Hak gibi gazete ve dergilerde ya­
yınlandı. Bunların çoğu'da, Türk Ruhu, Türk Milliyetçiliği, Türk
Köylüsü gibi başlıklar altında olup, en hayati konulan işliyordu.

42
Bir tenkitçi gibi kalmadan, tenkit ettiği her konuda çözüm çareleri
getirmiştir. Ö lümünden önce yazdığı yazılar, Örnek Nahiye Türk
Köylüsüne Dair, Topyekun Türkçülük ve Y ürekler Acısı, başlıklı
makaleleridir. Bu makalelerin de eserin hacmi içinde mümkün ol­
duğu kadar yer verilecektir. Her kitap hakkındaki görüşletimizi de
yerlerinde aynca ortaya koymak suretiyle, daha geniş çaplı bir ka-
·

naat edinilmesine yardımcı olmaya çalışacağız.

MAHMUT ESAT BOZKURT'UN ÖLÜMÜ 21.12 .1943


M. E. Bozkurt' un, Üniversite hocalığı hayatı da 1940 yılında
son buldu veya görüş ve düşünceleri sebebiyle sona erdirildi.
Bundan sonra mill et vekili ve yazar olarak hayatını devam ettirdi .
Aslında sağlığının aşın içkisi yüzünden bozulmuş olduğunu da
ifade edenler olmuştur. Bu sebeple de hocalığını terketmiş olabi­
lir. Çünkü, ciddi harici ve dahili sebepler olmadıkça daha 4 7 yaşla­
nnda iken çok sevdiği gençleri ve talebelen ile hocalık mesleğini
kendiliğinden bırakmış olması için fikir hayatı dışında ciddi bir en­
gel, olsa olsa sağlığı olabilirdi,.

(.Ölümünden bir hafta önceydi, Bab-ı Ali'de, Yeni Sabah gazete­


sindeki çalışma odasında " Y ürekler Acısı" başlıklı yazısını yazar­
ken, ani bir beyin rahatsızlığı ile kendini kaybetti. İlk tıbbi müda­
haleyi çok yakında bulunan Dr. Fahrettin Kerim Gökay yaptı. Ora­
dan tedavi altına alındı . Başına buz konularak tedavisi yapılmaya
çalışıldı. Eşi Feheda Hanım, Büyükada'dan getirtildi. Onurıla bera­
ber bir hemşire ona retakat ettiler. Ö ğrenci olan kızı � n hanım
çağnlmadı. Beyin kanarnalarmda hastanın sarsılmaması için, baş­
ka bir devlet hastanesi veya yabancılara ait bir hastaneye de kaldı­
nlmadı .
'
Bir hafta sorıra d a vefat etti. İstanbul dan alınan cenazesi vasi­
yeti gereğince İzmire getirildi. Orada da yapılan hazin törenler­
den sorıra Kuşadasina götürüldü. Mezarı, Selçuk-Kuşadası yolu
üzerinde, aile kabristanındadır. Tarafıından bizzat gidilen kabrin­
de, oğlu Y üksel, kızı Ay ve eşi Feheda Hanımla yan yana ve diğer
yakınlan ile birlikte yatmaktadır.

Eşi Feheda Hanım, M. Esat Bey öldüğü zaman otuz sekiz ya­
şındadır. Kolej talebesi iken evlenmişlerdi . 17 yaşında evlenen Fe-

43
heda hanım 38 yaşında dul kalmıştı. Devrinin en seçkin kimsele­
rinin evlenme tekliflerini geri çevirmiş, kendini üç çocuğu ile eşi­
nin hatırasına vakfetmesini bilen Türk analanndan biri olarak
10.11.1978 tarihine kadar yaşamıştır.

Kocasının ani ölümünü hiç bir zaman hazmedememiş, ölü­


münde bir çok şüpheyi tanıdıklannın hafızalanna bırakarak öbür
BJ.eme göçmüştür. Kocasını tedavi eden bir kısım hekirnlerle ara­
sında felsefi inanç farkından büyük ayrılık bulunduğunu, tedavi
için daha çok alınması gereken kanın, çok az alındığuu, başına ko­
nulan buz torbasının kayarak göğüs altı hizasına geldiğini ve bun­
dan dolayı sağlık yurdunda ayrıca zatürre olduğunu, bir ara ayıldı­
ğı zaman, hastanenin sahibi olan daktorun yanına gelerek, M. E.
Bey'e "beni tanıdın mı diye sorunca, onun evet tanıdım, tanıdım
diye cevap verdiğini, ancak o doktor gidince kansına "beni bura­
dan götürün " diye ısrarla söylediğini, kansının " hiç kıpırdama­
dan yatması gerekir diyorlar " demesi üzerine M. Esat Beyin "ya
zelzele olsa, yangın olsa" çıkarmayacakınısınız , diye direttiğini,
kımıldaması gereken hastaya verilen refakatçı hemşirenin,
onun ternizliğini yaparken çok hareket ettirdiğini, iyi bakım yapıl­
madığını en azından ciddi bir hastaneye İstanbul gibi yerde kaldı­
rılmayışını, özellikle söylediği yakınlanndan ise, bu işten bir so­
nuç alınmaz , daha çok sıkıntılara sebep olursunuz cevabı aldığını,
kocasının ölümünde, bir ihmal veya suistimal aradığını, ölümüne
kadar çeşitli zamarılarda, dost ve yakınlarına söylemiştir.'
Mahmut Esat Bozkurt'un kabrinde şurılar yazılıdır. Burada
Kuvayi Milliyeciler ruhunun ve Türk ihtilalinin büyük evladı Mah­
mut Esat Bozkurt yatıyor. Ruhuna fatiha...
Atatürk, soyadı kanunu sirasında ona, Mahmut Esat sana
"Ateşten Adam " soyadını verelim deyince, o hem Lotus-Bozkurt
davasındaki zaferi sebebiyle hemde Türklerin sembol u olması se­
bebiyle BOZKURT soyadını almak istemiştir. Bu yorumu her iki ba­
kımdan çok beğenen Atatürk, onun teklifini kabul etmiş ve soyadı
ı.ı:)
Bozkurt olarak kalmışt 12 Eylül 1980 öncesi, bozkurt ismine kar­
şı alerjisi olan kimseler tarafından kabri, -bu soyadı sebebi ile­
tahrip edilmek istenmiştir. Verilen hasar yakırılan tarafından ona­
rılmıştır.

44
III. BÖLÜM
ESERLERİ
A- MAHMUT ESAT BOZKURT'UN
MAKALELERİNDEN ÖRNEKLER
Bir çiftlik beyinin varlıklı oğlu, yatılı idadi talebesi, İstanbul
efendisi, Avrupa görmüş bir Osmarılı ve kalem efendisi, Kuvayi
Milliye'de elde tüfek belde tabanca, göğüste fişeklik ve dürbün
belinde kama, hacağında zeybek donu ile işini silcilıla görenler
arasında, milletinin hakkını da zorla almaktan başka çaresi kal­
mamış medeni bir silahşör, hayran olduğu batı milletlerine karşı,
dişe diş, kana kan, cana can ve milleti için yok olmayı her zaman
göze almış bir adam . . .
Geçmişin eskilikierine karşı, yeniliklerin ve dürüstlüğün ya­
nında bir fedai. Onun bu fedai ve geri dönüş bilmeyen huyu canı
çı.kıncaya kadar yanında idi. Onun bu anlatılanlar ve anlatılama­
yan nice hasletlerini yazılarında her zaman görmek kabildir.
Çok büyük süratle ve bir çok çelişkiler içinde değişen dün­
ya'yı M. Esat yirmi yaşlannda yaşadı. Böyle bir dünyada, uygun
adım (sabit kadem) olmak her babayiğidin karı da değildir. Onun
yaşadığı günleri ve olaylarıyla birlikte düşünmeye mecburuz.
Onu temel görüşlerine düşman olanların ellerine bırakmak ise hiç
doğru değildir.
Aşağıda onun makalelerinden bir kaçını birlikte okuyalım.

1- TOPYEKÜN TÜRKÇÜLÜK.
Yeni Sabah Gazetesi. 23 Birincikanun 1943
2- TÜRK TARİH KONGRESİ.
Yeni Sabah Gazetesi 15 İkinciteşirin 1943
3- SİLAHLI TÜRK. Yeni Sabah Gazetesi. 2 Birincikanun 1943
4- TOPRAK İŞİ. Yeni Sabah Gazetesi. 26 Birincikanun 2943

5- KiMSESIZLER. Yeni Sabah Gazetesi. 26. İkirıcikanun 1943


6- KAYBOLAN HAKLAR.
Yeni Sabah Gazetesi. 22 İktinciteşrin 1943
7- İKİ BANDO SESİ T.Z Işıtman M. Esat'ın hayatı s, s, 60-61.
8- YÜREKLER ACISI Yeni Sabah GAZETESi

45
TOPYEKÜN TÜRKÇÜLÜK
... Bütün cihan bir yana, milletim milliyetim bir yana. . ve bence
milletim milliyetim bundan da ağır basar. Hiç değilse, müsavi. .
Bana bütün dünyayı verseler ve karşılığı olarak, bir Türk gencinin
burnunun kanamasını isteseler, rızamı vermem. Bence, bütün bir
dünya, bir Türkün burnunun kanamasına değmez.
Şu (topyekün) klişesini biraz da Türklüğümüz, Türkçülüğü­
müz için kullanırsak, yersiz bir şey yapmış olmayacağımızı sanıyo­
rum.
(Topyekün savaş) , (topyekun iktısat), topyekun bilmem ne
demek, bu yolda yazmak son yılların modası halini aldı. Güzel. Fa­
kat biraz da topyekün Türkçülük, şu kadar ki bu bir moda gibi de­
ğil, her gün ve her an temcit pilavı gibi, anılması gereken bir
(amentü) olmalıdır.

(Kont Kavur) , ikide bir, yerli yersiz İtalyan birliğinden söz


açarmış .. Bu birliğin neler vadettiğirıi, bu birliğin neler yapacağı­
nı, istikbalinirı az ametirıi, anlata anlata bir türlü bitiremezmiş. Bo­
yuna, ondan bahsedermiş. Her güzel şeyi ona benzetirmiş. Mese­
la sofrasına güzel bir yemek konsa, " Ooo ! . .. İtalyan birliği kadar
güzel. " dermiş ! . . .
Bir gün, dostlanndan birisi :
" Ekselans ! demiş . B u bahis artık kabak tadı verrneğe başla­
dı! Ne olur, bu büyük işi, yerinde konuşsanız da yabana gitmese
ve herkes tatlı tatlı, heyecanla dinlese! . . .
"

" Hayır aziz dostum! Her münasebetle, yerli yersiz, bu birlik­


ten bahsetmeliyiz ki, o daha tahakkuk etmeden, olmuş bilinsin.
(Olur mu olmaz mı?) soruları hatıriara gelmesin. Ve ona mutlaka
olacaktır, hatta olmuştur diye inanılsın ! "
İsterim ki, bizde de (topyekün Türkçülük) bir inan olsun. Mut­
laka bir irıan halirıe gelsin.
Frenkçe bir mesel vardır: (Söyle, iz bırakır.) derler. Birine kırk
gün deli derıirse, delirir.) der. Bunun gibi, bence, birine kırk gün
iyidir derıirse, iyi olmasa bile, herhalde iyiliğe yüz tutar. biz de
durmadan yerli yersiz (topyekun Türkçülük)ten bahsetmeliyiz ki
bu olsun olmuş bilinsin. Başka türlü düşünülmesin.

46
n
TopyekUn Türkçülükten ne anlıyorum?
Bunu izah etmeliyim. Bu izah belki, bazı dostlannun hoşlan­
na gitmiyecektir. Bana Şoven, müteassıp Türk, filan diyeceklerdir.
Bu dayişlerin ehemrniyeti yoktur. Onlar ne derlerse desinler. He­
pimiz işimize bakalım. .
Biz yürüyoruz.
Onlar da yürür, gibidirler. .
B ir gün gelecek, günün kendisi, kimin h aklı olduğunu ve ki­
min yaya kaldığını gösterecektir.
n
Topyekun Türkçülükten ne anlıyorum?
Anladığım şudur:
Türk ve Türklük her şeyden üstündür. Şimal Türklerinden
Rahmetli şair Abdullah Tokayef'irı dediği gibi:
" Miletimi, milliyetimi dünyalara değişmem. "
Bütün cihan bir yana, milletim bir yana. Ve bence, milletim
milliyetim, bundan daha ağu basar. Hiç değilse, müsavi. . O kadar
ki, bana bütün dünyayı verseler ve karşılığı olarak, bir Türk genci­
nirı bumunun kanamasını isteseler, nzamı vermem. Bence, bütün
bir dünya, bir Türkün bumunun kanamasına değmez.
1nsarılığı çok severim. Lakin, Türklüğü daha çok. İnsarılığı du­
yarım. Lakin Türklüğü daha çok fazla.
Alınaniann ihtilalci büyük şairi (Şiller) , milleti, milliyeti şöyle
anlatıyordu :
"Bana, Fransızdan, İngilizden, Amerikalıdan, Rustan lıifın kı­
sası, Alman olmıyanlardan bahsedildiği vakit, Almandan duydu­
ğumu, bunlann hiçbirisirıden duymam ! . "
Ne kadar doğru. Ne kadar ince bir görüş !
Milletirıi, milliyetirıi duyan bir Türk, (Şiller) in anladığından
başka nasıl arılıyabilir?
Bizim (Abdülhak Hamit) , (Tezer) irıde şöyle söylüyor :
" Kalbirıe ginnemiş ise hissi vatan "

47
"Anı sen, kale alm;:t bari utan"

" Kız köpekler bile vatanperver"

" Vatanı sevmiyen acep ne sever? "

Şüphe var mı ki, böylesi biç bir şey sevemez, ve hiç bir şey du·
yamaz. Hatta kendisini bile. Bu gibisi, bir insan, bir adam değil,
bir ldşedir.

(Abdülhak Harnit)imiz, burada miliyat kelimesini kullanını­


yorsa da, ştir yazıldu zamanlarda, (vatan) kelimesi içinde (milliyet)
de kastedilirdi. (Vatan) kelimesi, (milliyet)i de kavrardı.

Bana derunasin ki :

" Sen, ne yapıyorsun, büyük filozoflarile , şairlerile, medeniye­


tile eski Yunanistanı, Romayı unutuyor musun? (Rasin) lerile (Kor·
ney) lerile vasairesile Fransızlan hiçe mi sayıyorsun. (Göte) lerile
(Şiiler) lerile (Mezar) ve (Vağner) lerile Alınanyayı, bütün medeni
dünyayı bir yana mı atıyorsun? "

Hayır ve asla !

Fakat, ne yalan söyleyeyim. Issız dağlar başında koyuruarını


otlatan çanklı, kepenekli Türk çobanını üflediği kavalın yükseltti·
ği yanık türk havalan, bana (Mezar) dan (Şopen) den de üstün ge­
liyor. Duygularımı berikilerle kıyaslanmıyacak kadar okşuyor. Gı·
cıklıyor.

Türk her şeyden üstündür.

Başka milletlerle ilgili, başka millatıerin malı olan güzellikle·


re, büyüklüklere, iyi şeylere boykotaj açtığımız sarulmamalıdır.
Biz Türkler, o milletiz ki, güzelliklerin, iyiliklerin, büyüklüklerin ta­
pıcısıyız. Burılar, kimin, hangi milletin olursa olsun alır, kendimi­
zin yaparız. Bizim beğenilan yerleriınizi taklit eden milJetleri de,
sevinçle karşılanz. Bu, yaşamanın, yaşatmanın şartlanndandır.

IV
Her Şey Türk içindir.

Bana denmesih ki, Türk olmıyanı düşünmez misih? düşünü­


rüm. Amma Türkü ; daha çok, daha pek çok . . . Önce Türk, sonra in-

48
s anlık, sonra başkalan. . .
Önce Türiru düşünmek, insanlığı düşünebilmek için esastır.
Çünkü, kendisini düşünmiyen, kendisini toplamıyan bir adam,
başkasını nasıl düşünebilir? ! Yalnız, Türklük şahıstan da öncedir.
Çünkü o, TürKün şahsını da düşünür. Başka milletlerden bunu
beklememelidir.
Türıtün en kötüsü, Türk alıruyanın en iyisinden iyidir. Bunun
içindir ki; Türk ilinde, Türkler içinde her şey Türk içindir. Ve onun
için olacaktır. Nasıl ki, diğer medeni milletler de de prensip budur.
Her şey Türk içindir dediğim zaman, ne anlıyorum? Bunu da
açıkça ifade etmeliyim:
Biliyorum ki, dostlarun, bu arılayışıma da muanz kalacaklar­
dır. Sağ olsurılar da, döğüşe meydan versirıler. Ne çıkar? ! . Olsa ol­
sa bu döğüşten Türklük kazanır. Kazanması, dilenen varlık da, za­
ten o değil midir?
Lafı uzatmıyalım. Her şey Türklük içindir ' den arıladığımı söy­
liyeyim :
Mesela (Sanat sanat içindir) diyorlar. Bence hayır. Sanat Tür­
lük içindir. Tablolarımız, binalarımız ; musikimiz la.fın kısası bütün
güzel sanatlanmız Türkü; söyliyecek onu ifade edeceklerdir. Kül­
tür bakımından böyle.
Devlet idaresi, devlet işleri mutlaka, Türirun elinde olmalıdır.
İktisadi bakımdan ; bu topraklarda zengin olmak, mesut ol­
mak her şeye ve her şeye sahip olmak. Efendiler, beyler gibi yaşa­
mak yalnız ve sadece Türkün hakkıdır. En güzel mal Türk malıdır.
Yalnız o satılır. Bu topraklarda geçen akçe odur.

S!LAHLI TÜRK
Ben banşı (sulhu) çok severim. Fakat, nedense, silBhı daha
çok seviyorum. Buna, aklımça şöyle bir sebep buldum :
Barışı, (sulhu) tutan silBhtır da ondan. . .
Ve nihayet silah, medeniyete, insanlığa mutlaka düşman de­
ğildir.
Bir bakımdan, XX nci asır medeniyetinin bir farikası da silah-
tır.

49
Dikkat edersek, kolaylıkla göreceğiz ki, dünkü ve bugünkü
dünyanın en medeni, en ileri milletleri en çok silahlanmış olanlar­
dır. Geçen Osmanlı İmparatorluğu, bugünkü İngiltere, Almanya,
Birleşik Amerika, Japonya, Rusya gibi.

En geri, hatta vahşi denebilecek milletler ise, en az silahhlar­


dır. Zengibar, Habeş, Liberya ve sonra Tasmanya, Hotantolular gi­
bi.

Düşündükçe, (silahı) , medeniyet, ölçüsü olarak alacağırlı ge­


liyor.

Ve nihayet medeniyet nedir?

Ben filozofların, düşünenierin bu yoldaki tarillerini küçük


görmüyorum. Nitekim, yine bu tarifierin bir kısaltınasını yaparak
diyeceğim ki, medeniyet :

Her görümden, herhangi bir milletin kuvvetli, güçlü olması­


dır. Kültür, ahlak, terbiye, telmik, zanaat vesaire bakımlanndan. . .
Zaten, modem silıllıları, mesela bir diritnotu, bir çabuk ateşli
topu, bir uçağı, bir uçaksavar topu, bir mitralyözü, bir mavzeri;
yüksek medeniyete sahip olmıyan bir milletin kullanmasına im­
kan var mıdır? Her görümden, medaniyeti yükselmemiş bir mille­
tin, bunlardan hakkile verim alınası mümkün müdür? Medaniyeti
yüksek olmıyan bir ulus, modem ordular yaşatabilir mi?

Hele bu silahların icabettirdiği fabrikalan, tezgahları kurabi­


lir mi? Bu silahlan kullanacak orduların teşkilatını yaratır, işletebi­
lir mi?

Modern bir ordunun teşkilatı ; mesela: Levazllİll, hastahane­


leri, subay okullan, kışlalan vesaire vasaireleri hangi unsurların
faaliyete geçmesine, ayağa kalkmasına muhtaçtır?

Modem bir ordunun silahlannı; mesela bir tüfeğini, bir sün­


güsünü, bir topunu, bir mitralyözünü, hele bir tank, ve bir diritno­
tunu yapmak, neler ister. . . Hangi madenlerin, ne gibi ormeı,nların
işletilınesine, hangi endüstri erbabının çalışmasına bağlıdır? !

Bana geliyor ki, silah denilen aletin, başlı başına bir medeni­
yet yaratıcısı, modem medeniyetin kurucusu olduğunda şüphe
kalmaz.

50
Doktoru, eczacısı, kimyageri, hasta bakıcılan, h8kimleri, her
çeşit mühendisleri, marangozlan, mimarları, saraçlan, demircile­
ri... En başta gelecekleri az daha unutuyordum: Subayları, bunla­
nn okulları, hocaları, ormanı, ormancıları, ziraati, iktisadı, akla
geliniyen daha binbir çeşit elemanı ileri olmıyan ve bunların hep­
sini kendi memleketinde yapaınıyan bir millet, nasıl ileri sayılabi-
lir? Nihayet, modem medeniyet, maddi çehresi gÖrümünden
bunlann bir araya gelmesinden başka nedir?
II
Bana, medeniyetin manevi yüzünü unutuyor musun demeyi­
niz . . . Asıl unutmadığım odur. Hayat direğinin, hayat dayanağının
manaviyat olduğuna sarsılmaz bir inanla, inananlardanım. Bun­
suz bir insarım bir laşeden başka bir şey olmadığını, olamıyacağı­
nı bilirim. Bir şeye inanmak, bir ülkü sahibi olmak hayatm müşkül­
lerini yenen en büyük bir amildir.
Fi.kret bile :
" İnan, HalUk, ezeli bir şifadır aldanmak. "
Diyordu.
Ben, bunu da hafif buluyorum. Daha iletisini, daha kat'isini is-
tiyorum. Ve diyorum ki :
" İnan, Haluk, ezeli bir şifadır inanmak. "
Nasıl ifade edeyim?
Ben inanıyorum. Aldanmak için değil, inandığım için . . .
Siz, cemiyetimizin maddiyatını yoluna koyunuz. B u küçük
çapta da olsa onu, büyük medeni milletler seviyesine çıkannız . O
zaman göreceksiniz ki maneviyatta, ardı· sıra takip edecek yükse­
lecektir. Elinde bir keşkül tutan, herkese el açan, serseri bir der­
vişte manaviyat denilen bir şey bulunabilir mi? Bu gibiler, çamur­
lar mezbeleler içinde yuvailanan bir hayvandan başka bir şey de­
ğildirler. O bile değil!

Bana, pek aıa denebilir ki :


Ş u yüksek medeniyeti, (silah) ta anyacağına, bütün kuvvetini
silaha vereceğine, onu, başka yolda sarfetsene. Buna, intkan gör­
müyor musun? Ve bugünün kanlı facialan sana, bir şey ifade etmi­
yor mu?

51
Bu çok güzel bir sorudur. Ve çok yerindedir. Bu soru, birkaç
yandan karşılığını ister:
Bir kere, dünya kurulalı, insan oğlu hakkını hep silahla koru­
du. Ve yine dünya kurulalıdanberi, milletierin savaş alemindeki
cellatlıklan geometri terakkisile ilerlemektedir. Aritmetik değil.
Benim, silahı, medeniyet ölçüsü olarak alışıma sebep, bir ke­
re bu realitedir. Silaha verdiğim önemi, başka şeylere sarfetmeği
çok arzulardım. Fakat bu arzuyu milletimden önce, başka milletie­
rin fiiliyata dökmesini isterim. Her halde bu işin, silahı elden bı­
rakmak işinin, birincisi biz olmıyalım. Türk milleti olmasın. '
İkincisi de şu ki :

(Silah) denilen illeti yapanlar, memleket için yalnız bu alanda


verim sahibi olanlar değildiler. Bunların emekleri bir milletin
ekonomik, daha doğrusu bütün maddi alanını ayakta tutar ve ba­
şarır. Şu halde (Silah) a sarfedilen kuvvet, yalnız o sahaya inhisar
ettirilmiş değildir.
Bence bugün, silahı bir yana koyup, silahsız medeniyet yarat­
mağa çalışan milletierin mukadderatı, boyunlannı esaret zinciri­
ne uzatmak olacağına inarum varadır.
Tevfik Fikret gibi insancı bir adam bile, (Kılıç) adlı şürinde :
" O Çelik parçası bir gün bir
ehemmiyet alır, "
" Koca bir kavmin olur harisi
istiklwi. "
" Koca bir memleketin uzı
hayatı mali, "
Hep ona vabeste kalu. "
Diyor.
Savaşı tavsiye etmem. Fakat savaşa hazu olmıyan bir millet
ölüme mahkU.mdur, derim. Harp verem mikrobuna benzer, zayıfı,
nerede görürse, ona musallat olur. Güldüren kaçar. İşte (silah) ın
medeniyete bir hizmeti daha.
Silahlı milletlerde hürriyet silahsızlarda esirlik vardır. Mede­
niyetin (Hürriye�) ten güzel bir farikası var mıdu?.
Ben Türküm ve Türk milletinin eli silahlı olmasını istemeği

52
kendime bir borç sayarun. O kadar ki, bugün için nüfus bakımın­
dan küçük çapta da olsa Almanlar gibi, İngilizler gibi, Japonar gi­
bi, Birleşik Aıneri.kaWar gibi, nihayet Komünist olduklan halde,
dünyanın en ileri, eli silahlı milletlerinden biri olan Ruslar gibi si­
lahlanınalıyız. Bu her şeyden önce gelir ve her şeyden üstün milli
bir borçtur.
-v-

Berlin hukuk fakültesinin eski profesörü ve (Hukuku Düvel


Enstitüsü) nün eski reisi (Fon Lit) der ki:
" - Japonlar, (1905) te Rusları yendikten, bu yüksek kabiliyeti
gösterdikten sonradır ki, büyük mendeni milletler sırasına gir­
mek hakkını kazandılar. "
İşte hakikat ! .
Mahmut Esad Bozkurt

53
TOPRAK İŞİ

Büyük çiftlik, yahut arazi sahiplerine kendilerine yetecek ka­


dar toprak bırakıldıktan sonra, kalanı devletçe satın alınmalı ve
topraksız köylüye taksitle verilmelidir.

Ben. bu Türkler vatanında, köylünün kalkınması, Türk halkı­


nın saadetli olması çarelerini, nahiyelerde görüyorum. Oralarda
buluyorum. Bunun için, hep onlan düşünüyorum. Köylüye, işçiye
sokulmanın yolu, nahiyelere inmektir, düşüncesindeyim.

Türk köylüsünün başta gelen ihtiyaçlan :

A) Toprak,
B) Sulh mahkemeleri,
C) Nüfus çıkartma,
D) Vergi ödeme meselesi,
E) Sıhhat işleri,
F) Okuma,
G) Çiftçilik emniyeti,
H) Sigorta,
İ) Bayındırlık,
J) Kooperatifler.

gibi, köylü bakımından daha bir takım hayati ihtiyaçlardır. Bunlar


yoluna girmedikçe köylünün kalkınması, güç ve uzun olacaktır.

ltiraf etmek lazımdır ki Türk ihtilalinin prensipleri, idaremizde


henüz esaslı bir yer alaınaınıştır. Radikal bir değişiklik yapamamış­
tır. Bu prensipiere göre istenilen yenilikler başanlaınamıştır. Yapı-

54
lan işler azametlidir. Bunda şüphe yok. Bundan biraz da köylüler
nasip sahibi olmalıdır ki köylü (Atatürk ihtilılli) nin, nimetlerini, gü­
zellilderini tadabilsm.

II

Binlerce nahiyemiz vardır. Bunların hepsi birden, 'bir günde,


benim dilediğim şekli alamazlar. O kadar ki, bu iş için parayı bul­
sak bile, lazım olan personeli bulamayız. Bunu anlıyorum. Fakat
şuna da inanıyorum ki, işe başlamak lazımdır. İşi planlaştırmak ve
hemen yürümek lazımdır. Günün birinde, bir de bakılır ki, bu bü­
yük iş başarılmıştır. Şimendiferlerimiz buna en güzel, en canlı mi­
saldir. Bundan yirmi yıl önce kim derdi ki bu memleketin dört bir
yanı demir ağlarla örülecek ve Karadeniz Akdeniz ' e bağlanacak­
tır?

(İsmet İnönü) adında, azim sahibi, bir Türk oğlu çıktı. Ve ol­
maz denilen bu işi olduruverdi. Karşımıza harp dikilmeseydi, ner­
deyse, yeni şebekelerimiz köylere kadar uzanmış , İran'a girmiş
olacaktı. Nihayet bu köy meselesinin halli, bundan da güç bir şey
midir?

Hayır !

Zor olsa bile, planlı bir yol tutulursa, işin başarılması kolayla­
şır. Mesela birinci plan, on yıllık olarak yapılır. Her yıl, yüz nahiye
modern bir hale getirilirse, on yılda (1000) nahiye eder. Yüz elli na­
hiye, yukanda dediğimiz şekilde, ihtiyaçları göz önünde tutularak
yeni bir duruma kon ursa, on yılda ( 1500) eder. Ve mesele esas iti­
barile, bitiriimiş olur. Geri yanı da, ikinci planda, yavaş yavaş olur
gider.

III

Bu iş, sanıldığı kadar, büyük bir paraya da muhtaç değildir.


Korkanların düşündüklerinden daha az bir masrafla başarılacak­
tır. Hem de umulmadığı kadar, az bir masrafla. Çünkü, her nahiye-

55
de herkesin arazi ihtiyacı yoktur. Olanlar azlıktadırlar. Bunlar çok
azdırlar.

Her şeyden önce Türk köylünün, toprak ve kooperatif işi hal­


ledilmelidir. (Örnek nahiyeler) kurulurken bu iki işe, gereken
önemle sanlmak mutlaka lazımdır. Büyük çiftlik yahut arazi sahip­
lerine kendilerine yetecek kadar toprak bırakıldıktan sonra, kala­
nı devletçe satın alınmalıdır. Ve hemen değeri karşılığında köylü­
ye yetecek kadan verilmelidir. Fakat topraksız köylüye, hem de
taksitle.
Köylüye, yalnız toprağı verip (haydi şimdi başının çaresine
bak ! ) yine bir şey yapılmış olmaz. Toprağın çevirmek, işletmek
için ona lazım olan bütün vasıtalan temin etmek bir zarurettir.
Yoksa, bir şey yapılmış olmaz. O kadar ki köylüye verilmiş yerler,
yok pahasına tefecilerin, faizciler, dalalvereci zenginlerin eline ge­
çer. Bu defa köylüyü toprak sahibi yapalım derken bir de bakanz
ki tefeciler, faizciler, dalavereci zengirıler arazi sahibi olmuşlardır.
Hem de beleşten ! .

Bu işlere kooperatifler destek olabilirler, Çiftçiye lazım olan


vasıtalan, hem ucuza, hem de uzunca taksitle verebilirler, karşılık
köylünün toprağıdır. Çalışmasıdır.
Şimdi bir kısım batı nahiyelerirniztde, fakat pek az bir kısmın­
da kredi, incir, üzüm, zeytin kooperatiflerimiz vardır. Burılar daha
genişletilebilirler. Hele kredi kooperatifleri her nahiyeye sokulabi­
lirler. Ve bunlar yukanda bahsettiğimiz işi çok güzel bir surette
yapabilirler. Köylüye arazi dağıtma işinde, mer'a meselesi de unu­
tulmamalıdır. Bu yüzden uğranılan zararlan haddi, hesabı yoktur.
Mer'ası olmıyan nahiyelere mutlaka mer'a tedarik edilmelidir.
Örnek nahiyeler, bahsine daha bir çok defalar ilişeceğiz. Di­
ğer müesseseleri de gözden geçireceğiz. Şimdilik şunu diyebili­
rim ki:
(Örnek nahiyeler) memleketmizi marnur edecektir. Halk mut­
lu olacaktır. Vatanın % BO'i hatta daksanı köylü olduğuna göre, bu
mutluluk, Türkiyemizi bahtiyar kılacaktır. Türk köylüsü kalkınma­
dıkça, Türkiye kalkınamaz.
Mahmut Esat Bozkurt

56
KİMSESiZLER

Viranelerde, çamurlar içinde, serseri ve perişan dolaşan genç


kızlar ve genç çocuklar ne ile geçinirler, nasıl yaşarlar? Hazin ve
yürek parçalıyan taraf işte burasıdır.
Bu konuya, birkaç defa iliştikti. Yine dönüyoruz. Yine yeni bir
analiz yapmak istiyoruz.
- ı-

Şu Çakmakçılar yokuşunu ne zaman çıksam, Köprüden ne za­


man geçsem tenha mahallelerde dolaşsam, rastgele, yolum bir
yıkıklığa düşse yürek acıian içinde kalırım.
Buralarda, mutlaka, on sekiz on dolruzluk, yalınayak, baş
açık, partal posatlar içinde genç kızlara, oğlanlara rastlanm. O
ufak tefek donsuz, pabuçsuz, elbisesiz yavrucuklar yine ayn.
Bunlar ne yaparlar ve nasıl geçinirler?
Orasını Allah bilir.
Benim gördüğüm ve bildiğim şudur ki, bu zavallılar, bu kimse­
sizler topraklar, çamurlar içinde sürünürler. Ve her halde zengin­
ce bir adam köpeğinin geçirdiği hayata imrenirler!
Biribirierine yaptıkları şakalan görseniz; utanır, kaçarsınız.
şaka yerine söğüşmelerin çeşitlisini duyarsınız. Birbirleriyle itiş­
meler, kakışmalar. Bunular da cabası. Ara sıra bu şakalar kakvga­
ya döner. Biri diğerinin başını yarar. İşte o vakit yakası açılmadık
küfürün bini bin paraya ! .
Bu kimsesizler nasıl geçinirler?
Kemik yalıyarak, çöp tenekelerinden ekmek kınntılan toplı­
yarak, korkmuş domatesler, çürük patatesler ve bunlara benzer
şeyler bularak geçirıirler.
Nasıl geçiniderse geçinirler, fakat asıl mesele burada değil! .
Bu kimsesizler nasııyetişirler.
Hazin ve yürek parçalıyarı taraf işte burasıdır. O kızlar ne olur­
lar? Erkek çocukları ne hale gelirler?
Burasını söylerneğe dilim vannıyor. Bunu okuyucularıının an­
layışlanna bırakıyorum. Şu kadarcığını söyleyebilirim ki bunlar

5?
arasında yankesicilerden, hırsızlardan tutunuz da bol bol katiller
vesaire vesaire ! yetişir.
On sekiz, o dokuz yaşında, bir kız çocuğu, Köprü altlarmda,
yangın yerlerinde kalırsa, memlekete nasıl bir unsur olarak yeti­
şir, bunu tahmin etmek sezmek o kadar güç bir şey değildir.
-n-
Ne yapmalı?
Memleketi, milleti bu kanıyan yaradan nasıl korumalı?
Bir taksi şoförü bana diyordu ki :
"Artık yüreğinizi yakan hal sona ermek üzeredir. HükUmet
burılarm (100-150) kadannı toplatacak, ziraat işlerine göndere­
cek" Çocuğun dedim. Güzel fakat bu 100-150 kişinin yerleştiril­
mesiyle önü alınacak işlerden değildir.
Memleketimizin köşesinde, bucağında burılann yekılnu mil­
yonu bulur. Burıları toplamak, okutmak, sanat öğretmek. Okuma
zamanı geçerıleri de iş sahibi yapmak lbımdu. Bu yapılmadıkça,
zararlar şurılardır :
a) Memleketin, milletin içinde kötü adamlar yetişir.
b) Milyonca yurttaş heder olur, gider.
c) Milyonca adamın çalışma kuvveti yok olur, yabana gider.
Daha pek çok şeyler sıralanabilir. Bukadan yeter sanırım.

-m-
Burılara karşı Avrupa memleketlerinde ne yaparlar?
Ben İsviçreyi biraz bilirim. Orada bir defa böyle şeylere rast­
larımaz. Orada polisin nezareti altmda iş bürolan vardır. İssizlerin
oraya giderek kendilerini kaydettirmelen şarttır. Kendisine he­
men iş bulunur. Kaydedilmiyerıler polisin elinden yakalannı kur­
taramazlar.
Sokaklarda ne bir serseriye, ne de bir dilaneiye rastlarımaz.
Darülacezeler, bu gibi çocuklan okutan mektepler, iş büroları ha­
rıl harıl çalışırlar.
İşsiz, güçsüzler, işi serseriliğe vurarılar yabancı ise İsviçre­
den kapı dışan atılırlar.

58
Bizde bu teşekküllere, memleketin ihtiyaciyle uygun bir hal­
de vücut vermek imkanı yok mudur?
Ben sanıyorum ki böyle bir imkan muhakkak surette vardır.
Ve nihayet devlet bütçesile, hatti hususi idare gelirleri ile bunları
başarmak kabildir. Bu teşkilleri kurmak devlet vazifesinirı başın­
da gelir.
Hususi idarelerden devlet bütçesirıden birkaç milyon lira ayP.
lınca bu güzel müesseseler doğmakta gecikmez. Ve Türk Cum­
hurluğunun medeniliğirıe şahadet eden en güzel bir süs olur.

59
KAYBOLAN HAKLAR

Acaba, şu anda kaç köyümüzde, kaç öksüz, kaç dul, kaç ihti­
yar ve kaç zayıf haklarını alamamaktan ah etmekte ve göz yaşlan
dökmektedirler?
Denizli viHiyetinin (Hisarköy) muhtanndan bir mektup aldım.
Diyor ki :
"Yazılarını okuyoruz. Türk köylüsünün dertlerine yakından il­
gileniyorsun. Allah razı olsun. Sen de köylü çocuğu olduğun için
olacak, bizi iyi arılıyorsun. Biraz da büyük köylerin mahkeme işle­
rile uğraş. Bizim buradan, (Sararköy) e gitmek için, bir köylünün
hiç olmazsa on beş lira saıfetmesi h'izımdır. Dava bir günde bit­
mez. En azdan, bir yıl gidip gelmesi lazımdır. Bu uğurda sarfede­
ceği para, açtığı davanın değerini geçer. Bu parayı sarfetmemek
için köylü de hakkından geçer. "
Düşündüm. Gözlerimin önünden birçok köylerimiz ve köyüi­
lerimiz belirdi. Mesela (Bergama) nın (Kozak) köyü, Bergama sa­
atlerce uzak, hemen de bir günlük yol. (Alaşehir) in (İnegöl) köyü
altı, yedi saat ve ila. Denebilir ki otobüs yok mu? Bulunur. Fakat
her vakit yok. Olsa da para lazım. Herkesin cepleri para dolu değil­
dir. Parayı otobüslerde, han köşelerinde saıfedeceğine, köylü,
onu çoluk çocuğuna harcar.
II

Günün birinde yabancı memleketlerdeki sulh mahkemeleri,


teşkilatı hakkında bilgi edinrneğe merak ettim. Balkan devletleri­
le, İtalya adliye bütçelirini gözden geçirdim. Balkanlar hatınından
çıktı. fakat İtalyada köylerde (7000) küsur sulh mahkemesi bulun­
duğunu okuduğum vakit hayretlere düştüm. Medeni memleketle­
rin hepsinde böyledir. O vakit bu çeşit mahkemelerden bizde kırk
i)
kadar vardı. Nihayet üç yüze çıkanlabild Yani üç yüz nahiye mer­
kezinde sulh mahkemeleri açıldı. Sonra nedense, bunlar kapatıl­
dı. Buradan iktisat edilen para ile kaçakçılığın tenkili için ihtisas
mahkemeleri kuruldu ! . Bunların da işe yaramadıkları anlaşılınca,
kapatıldılar. Fakat arada köyler, mahkemesiz kaldı. Zaten köylü-

60
nün adalet ihtiyacını, sulh mahkemeleri tamamile yerine getirile­
bilirler. Çünkü sınır anlaşmazlıklan ile, beş yüz liralık alacak dava­
tarım, kabahat derecesindeki suçları hükme bağlarlar, Köylü an­
laşmazlıklannın ( % 90) ı da bunlardır.

III

Ukala.J.ığa lüzum yok. Fakat hepimiz biliriz ki devlet denilen


müessesenin ilk anlamı, hakkı yerine koymaktır. Zayıfı güçlüye
ezdirrnemektir.
Birinci halife Hazreti (Ebu Bekir) e izafe edilen bir hutbe var­
dır. Ebu Bekir bu ilk hütbesinde halka şunları söylüyor :
" Ey ahali! Bilirriz ki gözümde, en kuvvetliniz haksız oldukça,
en zayıfınızdır. Haklı oldukça en zayıfınız, en kuvvetlinizdir. "
(Aksak Demir) de şöyle öğünüyor :

"Devletimi lslimlığa ve adalete dayadım. Hiçbir vakit hak­


kı kaybettirmedim."
Düşünüyorum. Bütün nahiyelerimizde birer sulh mahke­
mesi açılsa, bu, bütçeye ne kadar olabilir acaba? Ben, bunu
(2,500,000) lira kadar tahmin ediyorum. Bu tatkilatı timdilik
merkez nüfuslan kalabalık, mesela, en atağı, 1500 nüfuslu nahi­
yelerimizde yaparsak bir milyon liraya da mal olmaz mütala­
asmdayım. Sonra, yavat yavat bu miktar arttınlabilir. Kısa za­
man sonra, bir de bakarsımz ki, memleketimizin en ücra kötele­
rine kadar, hakkı adalet müesseseleri beklemektedir.

IV

Hazreti (Ömer) e izafe edilen güzel bir vakıa vardır. Bunu,


devlet tefliği anlamını çok güzel ifade etmesi görünümünden,
(bakımından) turacığa kaydedivermekten kendimi alamadım.
Aniattıkianna göre: Bir gün ikinci halife (Ömer) ağlıyor­
mu,. Kansı sebebini soımut Halife demit ki:
"Nasıl ağlamıyayım. Ben Medine'deyim. Bir kurt Fırat kena­
nnda bir çobanın koyununu paralarsa, ben, Allah'a bunun ceva­
bını nasıl verebilirim? Bu ağır yükü nasıl kaldırayım?"

61
Bana: "Canım sende örneklerini hep Arap halifelerinden
mi buluyorsun" demeyiniz. Yerinde, Fransızlardan, İngilizler­
den, Almanlardan nasıl örnekler alıyorsak, sırası gelince Arap
halifelerinden de almz. Yeterki güzel olsun. Biz Türkler güze­
lin, iyinin i'lıkıyız. Bunun nerede bulursak alınz. Kendimizin
yapanz. Bence, bizim güzel huylanmızdan birisi de budur.
V

Yine düşünüyorum:
Acaba, şu anda kaç köyümüzde kaç öksüz, kaç dul, kaç ihti­
yar ve kaç zayıf haklannı alamamaktan ah etmekte ve gözyaşla­
n dökmektedirler?
Bir gün (Bergama) nın (Kozak) köyünden, bir kocakandan
bir mektup almıştım. Diyordu ki:
"Oğlum! (Z) den (50) lira alacağım var. Bergama ırak. Ben
çok ihtiyarım. Bir türlü oraya gidip, derdimi hAkime anlataınıyo­
rum. Ne yapmalıyım ki? Çocuklarım öldü kimsesizim. Aç kal­
dım. Perişan oldum."
Kimbilir dertlerini yazamıyan bu ihtiyarcağız gibi, daha ni­
celeri vardı? Kimbilir.
Adiiye Vekilimiz sayın Bay Ali Rıza Türel, çekirdekten ye­
ti'lmi'l bir adalet çocuğudur. Bunlan bilir ve anlar. Onun vekilii­
ği zamanında bu çok önemli i'lin halledileceğini umuyoruz.
Candan, gönülden istiyoruz ki, İnönü çağı , bir adalet, bir
hak çağı olsun.

62
İKİ BANDO SESi
Otelde odamdayun. Elimde bir kitap var.
Bu "Balkan Devletleri Tarihidir. Eser son Romanya ihtilaiinde
öldürülmüş" Rumen Başvekili cilim profesör "Nikola Yorga "rundır.
Kitap çok enteresandır. Büyük atalarunızın Balkaniara beş­
yüz yıl hakim oluşlannın sebeplerini anlatıyor.
Atalarımızın Balkanlatda, çeşitli ırklar üzerinde, beş yüz yıl
hüküm sürüşlerinin hikmetini anlatıyor.
Türk idaresi, bazı yabancı serseri yazıcılann, yahut hakikatla­
n romanlaştırmak hastalığına tutulmuş olanlarm sandıklan veya
sandırmak istedikleri gibi sacdece kılınç gücüne dayanmıyor.
" Profesör Yorga" gerçeği bütün incelikleriyle, etrafiyle ortaya ko­
yuyor. Ve bu beş yüz yıl süren idarenin kılınca yaslandığı kadar,
fakat bundan da fazla akla, mantığa, ilıne sırt verdiğini bütün de­
lilleriyle belgeleriyle gösteriyor.
"Yorga "ya göre, Türkler Balkanlan fethettikleri zaman ilk iş
olarak iktisadi, ictimai ıslahat yaptılar. Ortadan kaldınp da yoket­
tikleri krallıklann, çürümüş, kokmuş feodalite, zulüm sisteminin
yerine mükemmel bir demokrasi müessesesi kurdular.
Herkese mal tasarrufunda, devlet mevkilerine gelmekte ikti­
dar ve liyakata göre müsavat tanıdılar. Profesör Başvekilin güzel
bir cümlesini buracığa tercüme edersem söylediklerimi en açık
bir yolda okuilanma anlatmış olurum "Yorga" Türk idaresi için di­
yordu ki ;
" Türk devletinde yaşayan Hıristiyanların durumu, bazı pro­
pagandacılann küçük eserlerinde iddia ettikleri gibi mi idi? Yani
Hıristiyan tebea beşyüz yıl boyunca soyulınuş sağana çevrilmiş,
dinlerini irıkıira zorlanmış, beşyüz yıl boyunca zulüm görmüşlerdi
de, bundan dolayimi ihtilıil çıkartarak kurtuluşlarını istemişlerdi?
Böyle bir iddiaya kat' i ·olarak " Hayır! " karşılığı verilmelidir.
Eğer böyle olsaydı, imrene değer büyük teşkilıitiyle, orta ve Batı
Avrupanın her devletine üstün olan idare sistemiyle Türk devleti
Balkanlaia beşyüz yıl hıikim olamazdı.
Türk devletindeki geniş demokrasi, orada yaşayan her kabili­
yet, zekıi, enerji sahibi insana sokağın çamurlan, tozlan içinden

63
çıkarak, vezirlerin saltanat odalarına kadar yükselrneğe hak tanı­
yordu. "
Nihayet "Yorga " uzun tahlili içinde der ki :
"Türkler, fethettikleri yerlerde ortaçağ sistemlerini yıkıyor­
lardı. Herkese, her sınıf halka iktisadi icti.mai adalet dağıtan bir
idare kuruyorlardı. İşte beşyüz yıl süren o azametti hakimiyetin
anlamı"
Ne kadar doğru görüş.
O büyük Türk devletlerini sadece kılıncın sutı kaldırabi.l.iniıiy-
di?
Neden Çakucalı efe bir devlet kuramadı? ! Eğer devlet anla­
mı, sadece silah gücü olsaydı. Çakucalılann, Kör Oğullannın çok­
tan birer devlet kurmalan lazım gelirdi, değil mi?
"Yorga " nın bir yukanya iliştirdiği.m satuları, savaş meydanla­
nnda bütün mehabetiyle çala çala, savaşçıları heyecan içinde sü­
rükleyen bando muzikalar gibi benide sürükleyip götürüyordu.
Bir yabancı ağızdan ve daha düne kadar bir Türk vilayeti sayılan
Romanyalı 8.lim bir profesörün dilinden bu hakikatlan duymak
böyle bir şahabet dinlemek biri Türk oğlu için elbette heyecan ve­
rici bir zevktir.
Tam bu suada ikinci bir banda sesi gelrneğe başladı.
Pencereye koştum. B aktım ;
Alınlan yüksekte, yiğit adımlarla ilerleyen Türk askerleri ge­
liyordu. Geldikleri, kışla önünde bayrağımızı çekeceklerdi. Zabi­
tin keskin sesi duyuldu. Bu ses zabitin belindeki kılınç kadar, bel­
ki ondanda keskindi.
Asker selama durdu.
Ve muzika istikla.I marşını çalmaya başlaldı. Kış da, bah.arda,
yazda hatta dalgalı denizler üstünde bile her dem taze al bir lıile
gibi esen bayrağımız şimdi ağu ağu kışlanın üzerine yükseliyor­
du. Kadın erkek, herkes, hepimiz tramvaylar arabalar, her şey ol­
duğumuz yerde durduk yükselen bayrağımızı selamlıyorduk. O
an içimdeki duygularım şunlardı.
"Albayrağı soldurma tanrım . Bu bayrak solarsa yalnız Türk

64
milleti değil, insanlıkta salar. Çünki Türksüz insanlık öksüz kalır.
Bütün yeni çağıara yol açan bu bayrak solmasm tannm . . . "

Yanımda duran arkadaşım yarbay Bedri de, gözleri doldu :


Tannm bu bayrağı başka ellere düşürme, çünkü Türk elinden baş­
kasına yaraşmaz " diye söyleniyordu.
Bu sırada birde ne göreyim? Önümüzde yaşlı başlı bir ham­
mal durmuş, sırtmda yüz kilodan fazla yüküyle iki büklüm dur­
muş, bayrağı selamlıyordu. Sona kadar iki büklüm selamJ.adı. Ve
sorıra inleye inieye yürürneğe başladı. Belki bu bir gazi idi.
" Yorga " nın Türkler hakkında banda müzikayı andıran satırla­
nyle, Türk hammalının bandamuz önündeki asil tutumu bana bir
kerre daha tarihimizin büyük manasını anlatıyordu.
Türk milleti yaşayacak ve yaşatacaktır.

65
MERHUMUN SON YAZISI

YÜREia.ER AClSI
Mahmut Esat Bozkurt, Yeni Sabah gazetesinde, ölümü ile ne­
ticelenen krizden beş dakika evvel (Yürekler Acısı) başlıklı bir ma­
kele yazmıştır. Onun vatana yaptığı hizmet borcunun en sonuncu­
su olduğu için bu yazıyı, saygı ile okuyalım.
Geçenlerde "KimsesiZler" başlığı altmda bir makale yazmış­
tım. Bunun üzerine iki mektup aldım. Anİadım ki parmağı yaraya
basmışun.
I

Mektuplann birincisi, ince hastalığın pençesinde kıvranan


bir vatandaşın iniltisidir. Çalışarnıyar nereye gitse her kes yanm­
dan kaçıyor. Kendiside hastalığı başkalanna vermek korkusuyle
kimseye sokulmak istemiyor. Hastahanelerde yer yok. Bir yerde
bannamıyor. Ölmek istiyor. Ölmüyor. Yer sağır, Gök sağır!
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, hastamız çok fakirdir. Geçi­
nemiyor. İki büklüm sürünüyor.
Fakat ben ne yapabilirim? Şu bir kaç kırık dökiik satır karala­
maktan başka ne yapabilirim? !
Düşkün bir tane olsa, kuşsüdüyle besliyeyim. Ne yazık ki bir
tane değil. Yüz değil, bin değil, binlercedir.
Mektubu bir zarfa koyup ilgili makama gönderdim.
Hastarun bana bildirdiği bu vaziyat karşısında makam ne ya-
pacak? Ne yapabilir?
Crasını Allah biliri
Hasta ne olacak?
Onu da Allah bilir.

n
İkinci mektuba gelince, bu da, başlı başına yürekler acısıdır.
Bunu, bir mahkıim vatandaş yazıyor. Şimdi İstanbul hapishane­
sindedir.

66
Bana :

" Ne yapayım, diyor. Talihsizlik yüzünden buralara düştüm.


Babamdan başka kimseden şikayetim yok.

Bir gün buradan çıksam bile artık ne yapabilirim? Fakat bakıl­


mağa muhtaç bir karunla üç çocuğum var. Bunlar sokak ortasında
sürünür bir haldedirler Oğlum mektebe gideceği yerde şimdi kah­
veci çuağı, kızım da mektep çağındadır. Fakat şimdi şurada bura­
da. Anası dilenecek bir haldedir.

Çocuklarım yannı nasıl karşılayacaklar?

Bunlar, yarına nasıl girecekler?

Şüphe yok ki oğlum, kahve köşesi terbiyesini ala ala, azılı bir
serseri olacak.
ll
Kızım da kimbilir?

Bu mektubu da, adet üzere alakah makama gönderdim, hi-


mayelerini rica ettim.

Bir şey olacak mı? bir şey çıkacakmı?

Ne bileyim?

Fakat bir şey çıkınazsa, makam ne yapsın?

Dertli bir olsa, lokman hekimle tedavi edilir. Bir değil bin de­
ğil, Binlerce . . .
m
Bana geliyor ki biz bu işlerin içinden şu (Kimsesizler) me s' ele­
sinden, kuvvetli teşkill er kurmak yoluyla çakabiliriz. Demek olu­
yor ki: " Ne yapabiliriz? ll sorusunu ikide bir ortaya atmak zorunda
değiliz. Ve bunu her önümüze çıkana ileri sürmekle kendimizi
haklı gösteremeyiz. Biz medeni bir milletiz. Bütün medeni millet­
Ierin başardığı işleri başarmak zorunda ve borçluyuz.

(Kimsesizler)i koruma teşkillerine vücut vermek zor bir şey


değildir. Nerede kaldı ki bundan dolayı medeniyete borçlu kala­
lım !
Türk milletinin bütün bir tarih boyunca, başardığı insan üstü
işler göz önünde tutulunca (Kimsesizler)i koruma işi, bir çocuk
oyuncağından başka bir şey değildir. Ve bu, bir çocuk mahkemesi­
ne sığacak kadar kolaydır. Yeter ki buna karar verilsin. ,

67
Eğer hatırlıyorsam, "Şarljid " , hayli eski bir kitabında (Asnını­
zın Sosyal Me s' eleleri)nde ; " Medeni hayata, bir dersek, bunun ya­
nsı teşkillerdir" diyordu.
Ne kadar doğru ve ne kadar yerirıde bir hatırlatış.
İtiraf etmemiz lazımdır ki bizim en eksik yanlanmızdan birisi,
işte bu, sosyal müesseseler, daha Türkçe bir deyimle bu sosyal
kurullardır. Bu kurulların başında kimsesizlerirı, kimseli yapılma­
sı işi gelir. Bu " Kimse" devlettir. Türk devletidir.
IV
Bana denebilir ki
- Para lazım.
Evet. Bunda şüphe yok. Bir milyarlık bütçeye sahip Türk mil­
leti elbette bu iş için de bir kaç milyon bulabilir. Hem'de zorluksuz.

Adam ister.
Evet. Bunda da şüphe yok ki. En güç işlerirıi başarmakta,
adam bulan Türk milletinin, bu işte güçlük çekeceği akla gelebilir
mi?
V
Artık sokaklarda dilenenler çarpuk çurpuk, yamn yumru sü­
rünenler, yangın yerlerirıde yalın ayak, başıaçık dolaşanlar görül­
memelidirler. okuma çağında çalışma yaşında sokak başlarında,
arsa aralarında, paçavralara bürünmüş koşanlar göze çarpmama­
lıdırlar. Bunlar memleketin neresinde olursa olsun toplamalı,
okutmalı, iş güç sahibi yapılmalıdırlar.
Hele o köprü altındakiler hele onlar!
Gönül istiyor ki:
Bundan on beş yıl sonra, yetişecek yeni nesiller, kendilerirıe
(Kimsesiz) lerden bahsedildiği vakit, yüzlere hayretle baksırılar
ve desinler ki: "Ha, biliyoruz ! . . . Vaktiyle (Kimsesizler) varmış de­
ğilmi? Ben haber vereyim;

68
ADLİYE VEKİLİMİZİN MÜHİM BİR NUTKU

" Mesaiinizin değerini ölçerken geçen idarelerin bilançolan si­


ze teselli bahş olmasın. Bunların sizlere bir gurur vermesini iste­
mem"

Muhterem Efendiler,
Cumhuriyet müddeiumumileri arasında geçirmekte oldu­
ğum bu güzel saatlan hatıralanmın en sevimlilerinden birisi di­
ye anacağım. Toplanışımıza yüksek huzurlarile zinet ve değer ve­
ren güzide zatlara da teşekkürlerimi iblağ etmek isterim. Bu günü
fırsat sayarak mesleki düşüncelerimden bazılarını Cumhuriyet
müddeiumumilerinin vetalı hatırasına bırakınağı burada, yersiz
bulmadım.
Arkadaşlar!
Bilirsiz ki adliyeciler meslek icabı uzun laflardan başlamazlar.
Kısaca söylemeliyiz ki aleyhimizde olanı olduğu gibi ortaya koy­
mak bizim belli başlı kuvvetimizdir.
Saklamak, korkmak, yalnız zaafın huyudur. Bu başlangıçtan
sonra sizlere haber verebilirim ki, yapacağımız hayli işler vardır.
Şark hudutlanmızdan garp sınırlanmıza kadar Cumhuriyet
adliyesinde senelerdenberi süren teftişlerimirı bende hasıl ettiği
intiba budur. Bununla beraber Cumhuriyet, Türk adliyecilerine
yüklediği büyük vazileleri -Vasıtaların üzücü, yıpratıcı kıtlığı için­
de- mesai arkadaşlarım, büyük ırklarına, Türk milletine has geniş
bir kiyasetle başardılar ve başarınağa hakkile namzet bulunuyor­
lar. Bunu derin bir haz içinde sizlere bildirmek isterim.
Arkadaşlar,
İktiham ettiğiniz, edeceğiniz mesainin değerini ölçerken, he­
saplarını tarihin görmekte olduğu geçmiş idarelerin bilançoları­
nın şu ve bu milletleriri hıilini sizlere en ufak bir gurur duygusu
vermesini bile arzu etmem. Mukayese yoluna saptığınız gün kor­
karım ki emeklerinizin değerini küçültmüş olursunuz. Nisbet usu­
lü bizleri küayet ve kanaat yollarına götürebilir ki, adalet bahsin­
de bu tehlikeli bir çığırdır. Çünkü bu eksikliğin biraz eksikliği ge­
ne eksiktir. Fenanın biraz fenası gene fenadır.

69
Sizleri düşündümıeden, sıkıDadan ben haber vereyim ki Türk
adliyesi bir çok mütemeddin (medeni) milletler adliye teşkilatın­
dan geri değil, ileridir. Bu işle vazifedar yabancıların dediği gibi
hayli medeni milletierin gıbta ve taklitlerine değer kıymetleri var­
dır. Bizden olarılarla olmıyanlann kabul ettikleri bu hakikata rağ­
men yapacağımız işler az değildir. Burılara henüz el değdirrneğe
başladık. Sizler gurura tenezzül etmiyeceksiniz. Gurur, aldanma
demektir. Aldanan mutlaka düşer.

Bundan sonraki masainizin ilk hedefini teşkilatımızın inkişa­


fı, takviyesi ve bu teşkilat içerisinde çalışarılarm şahsiyetleri teş­
kil edecektir.

Cumhuriyet müddeiumumileri! Türk milleti ve onun tarihi


yüksek bir felsefe kitabına benzer ki onu arılamak ve sezebilmek
için oldukça hususi bir kabiliyetle mücehhez bulunmak ve önce
Türk olmak lazımdır.

Karşunızda beldiyen işleri yapmak için tekamül ve zaman


mefhumu yoktur. Burılan en kısa yoldan ve birden başarmak mec­
buriyetindeyiz.

Türk milletini yoran sür'at değil hetaettir. (yavaşlık) Türk mil­


letinin harekete değil hareketsizliğe takati yoktur. Mesleki nok­
sarılanmızı ikmale çalışırken unutmıyacağız ki inkılabı ilk safta
bekliyerılerin arasında Türk adliyecileri bulunmaktadırlar. Şükret­
meliyiz ki, tarihin insarılan mazhar kılabilelceği vazifelerin en şe­
reflisi ile müşerrefiz.

Cumhuriyet müddeiumumileri ! Meriç kıyılannda çalışan bir


Türk köylüsünün kaybolan hayatından tutunuz da bu vatandaya�
şıyarılann uğnyacağı en ufak bir haksızlıktan, hatta ta Bingül dağ­
larının ıssız kuytulannd a nafakalarını beldiyen öksüzlerin göz
yaşlanndan siz mes'ulsünüz. Bu haksızlıklan seri ve kat'i hüküm­
lelinizle yılmaz ve yorulmaz takipterinizle siz tamir edeceksiniz.

70
Günler oldu ki bu topraklann harimi isteminde çıkan Rumca,
Ermenice gazetelerle ecnebi gazeteler hürriyet adile 'lürklüğü
tahkir hakkını kendilerinde buldular. O kadar ki bu yazılar ecnebi -
memleketlerde yazılsa 'lürkiyerun protesto hakkı olurdu. Nerede
kaldı ki hürriyet, diye bizde yazıldı. Öyle hadiselere şahit olduk ki
şimdi çıkmak hakkını kendinde göremiyen bir gazete Cumhuriyet
hükümetinin agyare yüz suyu dökmeksizin germi verdiği şamen­
diter siyaseti etrafında yazı yazarken (Tren raylanna vatan evlat­
larının kemikleri travers yapılıyor.) diyecek kadar kasıdane ve za­
limane bir iftira ile hür olmak hakkını kendisinde gördü. Bilirsiniz
ki bu vatanın şimendifar siyasetine Rus Çarlığı da muhalifti. Gene
o sıralarda çıkan haftalık ve gündelik bir mecmua, bir gazete dini
kendilerine ticaret vasıtası yaptı. Sanlti yer yüzünde Allahın zabı­
ta memuru imiş gibi iş başında bulunanlan vatan ve milleti yük­
seltme faaliyetlerini dinsizlikle ithama koyuldu. Düşünmalidir ki
bugün bu mücadeleyi ana vatanda barınacak yer bulanuyan hain­
ler komşulanınız yabancı memleketlerde, Yunanistan'da, Suri­
ye'de yapmaktadırlar.
Din bayrağı altında milletin hürriyetini, varlığını imhaya kas­
teden Şeyh Sait ısyanı tarihe dizginsiz hürriyetin bir kan lekesi di­
ye geçecektir. Bütün bunların acılarını çekmiş millet halinde
unutmuyoruz ve unutmıyacağız. Şurada, burada laf atanlan, hile­
bazlan, desisekarları hatta halkı soyup ızdıraba salan muhtekirle­
ri bir takım bayağı mütaeavizleri hesaba çekiniz.
Arkadaşlar ; hürriyet milletin varlığını ifade eden devlet otori­
tesi, vatandaşlardan hakkına karşı şunun, bunun elinde kullanı­
lan bir terör aleti değildir. Hürriyet camianın bir malıdır ki hudut­
lan kanunların, hatta kamil insanların aklı selimin " Dur ! " dediği
yerde biter. Hürriyet milletierin bir malı ise halin emniyeti onun sı­
yanetine bağlıdır. Sıyanet hakkının mueyyidesi devlet otoritesi­
dir.
Arkadaşlar!
Zannedilmesin ki demokrasilerin, Cumhuriyet rejimlerinin
tenkitleriden, fikirlerden korkusu vardır. Cumhuriyetler tenkitle­
rin, fikirlerin mahsulüdürler. Bunlardan doğdular, bunlarla yaşıya­
bilirler. İşierimize tevcih edilecek samimi tenkit ve mütalaalar ol-

71
sa olsa bize kuvvet olurlar. Fakat hususi emelleri tatmin için dev­
let otoritesini zaafa salacak kasti tenkitler, propagandalan, hare­
ketleri bu vatanın yüksek menfaatlerile oynayan muzmirli fikirleri
her hangi bir suikasti takip eder gibi yok edinceye kadar koştur­
malrta aciz göstereceğimizi umanlar her an aldanacaklardu. Bun­
lar etrafında Türk adliyesinin bilgisine ve diriliğine güvendiğimiz
kadar Cumhuriyetin yeni ve güzide matbuatının Cumhuriyet mat­
buatı olmak hususundaki hassasiyetine ve kabiliyetine inanıyo­
ruz.
Arkadaşlar! Sözlerimi bitirmaden evvel İstanbul Barosuhun
ziyafetinde İzlıarından zevkaldığım samimi bir kanaatimi sizlere
tevdiden nefsimi menedeceğim. Bilirsiniz ki klasikiere göre hak­
kın müeyyidesi kuvvettir. Bu bir şe'niyet olmakla beraber bazı ek­
sikleri vardır. bence kullanılan kuvvetin samimiyet, sevgi ve dü­
rüsti ile sarılması lazımdu. Yoksa hak şöyle dursun, tek başına
kuvvet kendinin bile müeyyidesi olamaz. Tarih böyle kuvvetlerin
kendilerini yiyerek, kemirerek tebal (yok) olup gittiklerini yazıyor.
Salahiyetlerinizi kullanırken sami�yet ve sevgi içinde kullana­
caksınız . Sözlerime nihayet verirken aranızdan uzaklarda bu gü­
zel vatanın dört bucağında Cumhuriyet adaletini dağıtan değerli
arkadaşlarımı ve yüksek mesailerini hürmetle anar ve selamla­
rım'.

B- KiTAPLARI
I- TÜRK İHTİLALİNDE VATAN MÜDAFAASI
Şurasını üzülerek ve ibretle kaydetmek zorundayız. Mahmut
Esat Beyin kitaplannın hepsini bir arada hiç bir kütüpharıede bul­
manız mümkün değildir. Önsözde de temas ettiğimiz gibi yıllarca
unutulmuş veya unutturulmuş bir fikir adamı veya yazar gibidir.
Bizim uzun zaman, büyük emek ve hatta kendi ölçülerimiz içinde
bir hayli masraf ederek elde edebildiğimiz, büyük ve küçük ebatlı
kitaplarını mümkün olsa hep bir arada yayınlar onun için bir an­
siklopedi meydana getinnek isterdik. Fakat bu kitabın hacmi bu­
na elverrnediği için, küçük ve büyük hacimli eserlerinden önemli
o.sırnlan kitabıımza aktarmayı uygun bulduk.
Bu durum, okuyucunun hem yeteri kadar bilgi, henide taraf-
sız bir kanaat edinmesine yardımcı olacaktır. Aynca kitabımız,
araştırma yapanlar içini, iyi bir bilgi kaynağı olma özelliğini de ka­
zanmış olacaktır. (x)

Mondoros Mütarekesi
1918 Yılında birinci teşrinin 21 inci günü Mondros linia­
nında demirli bulunan (Ağamemnun) adındaki İngiliz zırhlısında
.
Osmanlı murahhaslarile İngiliz amircii (Galtrop) arasında bir mü­
tareke imzalandı. Bu, Osmanlı İmparatorluğıffiu teslim eden bir
(Uzlaşma) idi. Bu uzlaşmanın adına tarih (Mondros Mütarekesi)
diyor.
İmparatorluk murahhaslan o zamanki tzzet paşa kabinesin­
de bahriye nazın Rauf, hariciye müsteşan Reşat Hikmet ve erkanı­
harbiye kaymakamlarından Sadullah :beyler idi.
Osman oğullan devletinin çöküm yılını tesbit eden bu müta­
reke muhtevasıru kısaca gözden geçirebiliriz.
25 maddeden mürekkep olan mütarekenin esaslan şunlar­
dır :
A - Akdeniz ve Karadeniz boğazlan açılacak, buradaki istih­
kfınıların hepsi düşman devletleri tarafından işgal olunacak,
Ötedenberi Avrupalılarm denizler serbestisi naroma ileri sür­
düğü bu dava artık halledilmişti. Çürıki, sorıra (Lozan muahede­
si)le de teyit olundu. Yaru boğazlar açıldı. (Madde 1)

B - Bütün ordular derhal terhis olunacak, yalnız memleketin


asayış ve hudutlarının muhafazası için lazıin olan kuvvetler bu
terhisten istisna olunacak. Şu kadar ki ; silah altında kalacak kuv­
vetlerin tayini düşmanlada anlaşmak su,retile yapılacak.
Bunun manası itilM devletlerinin ilerideki tekliflerine karşı
koyacak, kafa tutacak bir kuvvetin elde bulunmasıdır. (Madde 5)
C Zabıta vazifesini görenler tnüstesna olmak üzere Osmanlı
-

harp gemileri düşmana teslim olunacak ve bir Osmanlı limanında


mevkuf bulundurulacak, (Madde 6)

x Türk hıtillllinde Vatan Müdafaası. M. E. Bozkurt. Ticaret Matbaası !zmir, 1934. Bu kitap
T.B.M.Meclisi Kütüphanesi S, 329 sayıda kayıtb olarak ve !zmir Halk Kütüphanesinde bu·
lunabilir.

73
D - Toros tonelleri düşman tarafından işgal olunacak. (Madde
10)
E - İranın Osmanlı kuvvetleri tarafından tahliyesi, müttefikler
arnredince Kafkasya arkası boşaltılacak.
İran tahliye ettirildiği halde Kafkasya arkası için buna alelace­
le lüzum görülmemasinin sebebi Bolşevik tehlikesini itilat devlet­
leri hesabına Osmanlı ordulanna önletmek idi. (Madde 11)
F - Arabistanda bulunan muhafız kıtaat düşmana teslim ola­
cak. Kilikya'da asayişin muhafazasına memur kuvvetlerden başka
kuvvet kalmıyacak. Tarablus'taki asker ve zabitlerle oralarda bir
avuç kahraman tarafından denizlere kadar zaptolunan yerler ki -
İtalyanlardan alırunış bazı liman ve kasabalardır - bunlar tekrar
Kral Emanoel'irı askerlerine iade edilecek. (Madde 16, 17, 18)
G Bütün demiryolları itilat devletlerinin mukabasine kana­
-

cak Kafkasya arkasındaki hatlara gelince bunlar tamamen onların


idaresine girecek (Batum) işgal edilecektir. (Madde 15)

H Osmanlı İmparatorluğu düşman esirlerile Ermeni esir ve


-

mevkuflannı derhal itilat devletlerine iade edecek, buna mukabil


bu devletler bizim esirlerle henüz askerlik çağına gelmemiş esir­
lerimizin iadesini nazan itibare alacak, yani bizimkilerin iadesini
düşmanlarımızın keyfine bağlı kalacak. (Madde 4 ve 22)
t Terhis olunacak Osmanlı askerlerinin silahı cephanesi, na­
-

kil vasıtalan, techizatı itilat devletlerinin talimatına göne kullanı­


labilecektir. (Mad,de 20)

J - Müttefikler menfaatlerini tehdit edecek her hangi bir vazi­


yat karşısında Osmarılı İmparatorluğı.tnda- istedikleri sevkülceyş
(stratejik) noktalarını işgal hakkını haiz olacaklardır. Bundan baş­
ka şark vilayetlerinde iğtişaş zuhurunda müttefikler oralarda iste­
dikleri mahallere girebileceklerdir. (Madde 7 ve 24)
Bu son iki madde müttefikler hesabına b(iyük bir kazançtı. Zi­
ra onlann menfaatlerini tehdit edecek vaziyetİn tayin ve takdiri
doğrudan doğruya kendi reylerine, kendi hükümlerine bıralolıyor­
du. Vatan bir açık kapı halirıe sokuluyordu. Şark vilayetlerine gir-

74
rnek haklan ise ileride vücut vermek istedikleri (Ermenistan dev­
leti) projesini kurmağa matuf bulunuyordu.

(Mondoros mütarekesi) ni iki bakımdan mütalea edebiliriz:


1 Tarih bakımından
-

2 Hukuk bakırnından
-

Tarih bakımından (Mondros mütarekesi) nin bana göre mana-


sı:
Ölüm kararı verilmiş Türk milletinin her türlü müdafaa vasıta­
larından ayırtılarak dişinden tunağına kadar silahlı ve eli satırlı
düşmanın önüne boynu, kolları, ayakları bağlı olarak atılıvermesi­
dir. Tarih bunu böyle anacaktır. Ve diyecektir ki, Türk milletine bu
reva görüldü. Fakat o, kasapiann elinden kurtulmasını bildi ve
kurtuldu. O, bu kadarla da kalmadı, Kasaplan yakalanndan tutu,
yere vurdu. Satın ellerinden aldı, başlannda paraladı ve sonra bü­
tün mazlum milletiere kurtuluşun, esaretten kurtuluşun yolunu,
yollarını gösterdi. Ö ğrc:ıtti.
Nasıl gösterdi ve nasıl öğretti?
Türk genci unutma ki, bir millet için yaşamanın hürriyete, is­
tiklale kavuşmanın ilk şartlanndan biri, belki de birincisi ölümü
göze kestirmektir. Türk milleti işte bunu göze aldı. Dağlan yerin­
den koparıp sökecek kadar sert fırtınalar içinde dimdik ayakta dur­
du, döğüştü, döğüşmesini bildi.
Türk genci, yine unutma ki, en medeni millet, döğüşmesini
en iyi bilendir. Hl3rşeyi kasıp kavuran yıldırımlar yalnız onu başla­
nnda büyük şefleri ile kadın, erkek, çoluk çocuk döğüşen Türk mil­
letini tarihin göğsünden söküp alamadı, millet ürılü şefi ile şim­
şekli boralar, dağlar gibi yuvarlanan hınç dalgalan önünde bir ka­
ya parçası gibi durdu. Kayaya çarparılar, aşaınadılar. Onun etekle­
rinde paralandılar parça parça dağıldılar.
Eğer bir yıldırım darbesi Türkü tarihin göğsünden söküp ala­
bilseydi medeniyet öksüz kalırdı. Tarih bir mezara dönerdi ki ora­
da baykuşlar öter, baykuş çığlıklan ortalığı alırdı.
Ölümü göze almanın tılsımı nedir?

75
Bunu size büyük Erkanıharbiye reisimizin bir kitabından (Gar­
bi Rumelinin Sureti Ziyaı) adındaki yüksek eserinden söyliyece­
ğim. Türk Mareşalı diyor ki: Ölümü göze almanın yolu, inanmak­
tır.
Ben bu vecizeyi samirniyetle kabul ediyorum. Seven, inanan
millet ölümden yılmaz, yaşamak hakkı büyük saatlerde ölümden
yılrnıyanlanndır. Türk milleti yaşayacak ve yaşatacaktır.
Biz bir milletiz ki dünün, bugünün, yarının, yarınların tarihine
hitap etmek selahiyetini haiz kavimlerin başında geliriz. Biz ,bir
milletiz ki insanlara söyleyecek çok şeylerimiz vardı. Bu bizim
hakkımızdı. Muztarip beşeriyetin Türk milletini dinlerneğe ihtiya­
cı vardır. Türk milletinin bütün bir tarih içinde zaman zaman yük­
selen sesi ızdıraplann belli başlı dermaru olmuştur. İngiliz tarihşi­
naslarından Woley " Sumerliler " adındaki nefis kitabında diyor ki :
Mısır, eski Yunan, Roma medeniyetleri Sumer medaniyeti ya­
nında dünkü çocuklar gibidir. Biz Avrupalılar, Amerikalılar bu
günkü medeni varlığımızı Türkçe konuşan Sümerlilere borçluyuz,
onlara minnettarız,
Hanımlar, beyler !
Benim bir milliyetçi olarak her millete ve her milliyete hürme­
tim vardır. Fakat niye saklıyayım, Türk olmasaydım kendimi dün­
yanın en bahtsız adamı sayardım. Ne mutlu Türküro diyebilene.

Ölüm Nedir, Hayat Nedir?


Bu noktayı da kendi anlayışıma göre izah edeyim. Bu iki suale
kestirme cevap vermek çok müşküldür. İnsanlık kendini bileli bu­
nunla uğraştı, hekimleri ile, filozoflarile çalıştı ve çalışıyor. Benim
suallerim bu sahaya ait değldir. İçtimai ve siyasi hayata taalluk
eder. Fakat mes'eleyi bu cihettende tarif etmek zordur. Anlayışını
sizlere, Türk gençliğine bazı misallerle izah edebileeeğimi zanne­
debiliyorum.
A (Gazi, milletin varlığı tehlikeye düşünce Ordu Müfettişli­
ğinden istifa etti. İdama mahküm oldu. Korkmadı ve (ben şimdi
daha kuvvetliyi.m, yerim milletin sinesidir. Milletim için çalışaca­
ğım. Ben bütün varlığunla milletimin malıyım. Sade bir vatandaş

76
olarak onun davası uğrunda çalışacağım) dedi. Israr etti ve muvaf­
fak oldu)
Bugünkü eserler milletin ve bu fedakarlığın verimidir. Büyük
adam ölümü gözüne aldı. Fakat bir millet bir vatan kurtuldu. Yep­
yeni bir rejim kuruldu. Fakat şef bu yolda ölseydi ne olacaktı, ona
ölmüş denebilecek mi idi?
Bence asla. Çünki o, bütün bir kavmin ve bütün bir tarihin yü­
reğirıde yer alacak ektiği tohum bir milletin istikbalini hazırlıya­
caktı. Buna ölüm değil tam manasiyle yaşama denir.
B - Reşat bey adında bir Türk miralayı büyük taarruzda irıti­
har etti. Çünkü vazifesini yirmi dakika geç yapmıştı, fakat o, ölme­
di yaşıyor. Ve bütün vazife duygularını yaşatıyor.
C - (Nezip muharebesi)nde kaçışanlara bir Türk miralayı şöyle
bağınyor :
Alçaklar kaçıyorsunuz. Geliniz, görünüz mektepli bir zabit
milleti yolunda nasıl ölüyor. Görünüz) diyor ve şehit oluyor bu kah­
raman öldü mü? Bence asla. Onun ölümü gönüllerde haysiyet, şe­
ref, namus abidesi oldu. Yaşıyor, yaşayacak ve ölmiyecektir.
Düşününüz ki ben bu hatırayı Mısır hakkında Fransızca yazıl­
mış bir tarihten iktihas ediyorum. Demek ki Türk miralayı yalnız
öz Türklerin değil ölümünden yüz sene sonra dünyada şeretin ma­
nasıri.ı bilenleriri de kalplerinde çarpıyor.
D - (Pilevne) düştüğü gün Türk esirleri hakkında bir Rus gaze­
taeisi gazetesine şunlan yazıyordu. (Giyecek ve yiyecekte:rı mah­
rum karlar üstünde yatan Türk esirlerinin arasında yaşamıyorum,
bunlar, yarım saat sonra ölecek zayıf, hasta, yaralı insanlardır.
İçlerinden biri ölünce kalanlar onun yırtık, pırtık elbiselerini kapı­
şıyorlar ve üstlerini örtrneğe çalışıyorlar. Bunların yanına yaklaşı­
yorum, bir şeye ihtiyaçlan olup olmadığını soruyorum.
Biraz sonra ölecek olan bu adamlar, benim Rus olduğumu an­
layınca sanki birşeyleri yokmuş gibi bir vakarla yüzüme bakıyor­
lar ve şiddetle (hiçbir şeye ihtiyacımız yoktur) diyorlar. Şimdi anlı­
yorum ki, Plevne'yi bütün ordulanmıza karşı; ancak bu duyguda
adamlar müdafaa edebilirlerdi. Plevne kahramanlan ölmedi. On­
lar bütün bir Türk milli izzetirıefsinin şehadet abıdesi gibi yaşıyor-

77
lar, asırlara baka baka yaşıyacaklard.ır. Onlan asırlar saygı ile ana­
caktır.

E- (1876 Osmanlı - Rus seferi)inde bir Osmanlı monitörü Tuna


yalılaıın da Rus cephaneliğini imhaya memur edilmiş, isabetli
endaht (atış) yapabilmek için sahile on metreye kadar yanaşmış,
ateşe başlamış, düşman taraftan üzerine ateş yağdırıyormuş. Fa­
kat geminin suvarisi hiç aldınş etmeden apaçık güvertede bir aşa­
ğı, bir yukan dolaşıyor, yalnız kumanda vermekle meşgill oluyor­
muş. Fena halde sinirienan bir Rus zabiti sahilden tabanca ile suv�­
rimizin üzerine ateş etmeğe başlamış yine aldıran olmamış, suvari
kumanda vermekte devam etmiş, sanki düğün bayram günü imiş
gibi, yahut alelade bir manevra yapılıyormuş, gibi. Nihayet düş­
man cephanatiği ateş almış. O vakit vazifesini yapan Türk suvarisi
sahildeki düşmanıara dönmüş ve gülmüş (Aferin, vazitenizi yaptı­
nız, fakat vuramad.ınız) demiş onlan selamlamış ve gemisine yol
vererek aynlınış. Bu hatıra vak' ada hazır bulunan bir Rus zabiti­
nin notlanndan alınmıştır.
Biraz da ecnebilerden bahs edeyim.
A - Eski Romada bir Romalı ayan (Neron)a yapılmak istenen
bir suikastte tevkif olunmuştur. Söyletmek için kendisine çok eza
ve cefa ediliyor. Nihayet Neron söylemezsen seni öldüreceğim di­
yor. İşkenceden ölüm haline gelen ayan şu cevabı veriyor: (Ben sa­
na öldüremezsin demedim fakat söylememek hürriyetini elimden
alamazsm) diyor. Bu ayan öldü mü? Hayır yalnız Romanın değil
bütün bir insanlığın hürriyet kahramanı halinde tarihler içinde bir
heykel gibi yükseliyor.
Bir gün' bana bir arkadaşım anlatıyordu.
Japon harbiye mektebinde bir vak'a olmuş. Bir arkadaş diğe­
rini tahkir etmiş. Hakaret eden bir müddet sorıra vefat etmiş. Ha­
karet görenin bunu düelloya davet etmesine imkan kalmamış ha­
kareti üzerinde taşırnağa da tahammül edemediğinden intihara
karar vermiş. Bu karan sınıf arkadaşlanndan bir Japon Prensi ha­
ber almış. Arkadaşını intihar etmek fikrinden vazgeçirmeğe çalış­
nuş. Fakat kabul etmemiş. (Ben bu vaziyette yaşarsam muzir
adam olurum) demiş. Nihayet şu şartla m es' ele halledilmiş : Prens
hakareti üzerine almış ve arkadaşını intihardan kurtarmış. Fakat,

78
şimdi yine bir mes'ele varmış. Prens ölürse hakaret yine ortada
kalacak, yine intihar mevzuubahs olacak. Haber aldığıma göre
prensin intihardan kurtardığı adam Japonlara Mançuri zaferini
kazandıran imiş. İ zzeti nefsin ölümün fevkinde tutulması bir mil­
letin zafer şartlarından oluyor. Hususi hayat ta böyledir.
Şimdi de yaşadıklarını zanneden bir iki romalının hayatlarını
anlatayım. Bazı RomaWann mezar kıtahelerinde şunlan okuyoruz
(Yedim, içtim, kazandım, eğlendim. Herşey yaptım. Şimdi burada
yaruma kar kalan yanlız bunlar oldu. Ziyaretçi! Akıllı isen benim gi­
bi yap.)
Türk genci, bu bir hayat mıdır? Nihayet bir hayvanın mezarı­
na bir taş dikilrnek istense bundan başka ne yazılabilirdi. Belki bi­
raz daha açık bir ifade ile (Burada yatan beygir yedi, içti, tepindi,
kişnedi buraya gömüldü ve bunlar yaruna kar kaldı) denebilirdi.
Bu mezar kitabeleri neyi ifade eder bilir misiniz. Bence Roma­
nın yıkım devirlerini. İ şte benim ölüm zannedilen yukardaki IDi­
sallerden anladığım hayattır. Hayat sayılan mezar kİtabelerinden
arıladığırn da mezardır, ölümdür.
Alman feylosofu (Şupen Hayr) ( hayat fasılasız bir cidaldir
(Kavga) orada silfıh elde ölünür) diyor. Hayatta silah elde ölümü
gözlerine kestiremiyerıler boyurılannda zincirle yaşarlar. Böyle
yaşamağa mahkümdurlar.
İsti.klal için ölümü göze almak müstakil olmanın birinci şartı­
dır. . .
Bu kitapçıkta burılar yanında, Hukuk Bakımından Mondros
Mütarekesi ve Türk Milletinin, birinci dünya harbi ve Milli mcade­
le dönemi kahramanlıklarına dair kısa hikayeler arılatılmaktadır.

II - TÜRK KÖYLÜ VE İŞÇİLERİNİN HAKLARI


Bu kitaptaki Türk işçisiİlİn ve köylüsünün devlet idaresine
katılması hakkındaki görüşlerin, bu gün bile yeni gibi ileri sürülüp
tartışıldığı görülecektir. Çok ideal bir tam demokrasi için yeni fikir
üretmeniri gerekli olduğu kadar zaruri de olduğu arılaşılmaktadır.
Fikir yalruş olarak ta açıklanamazsa, fikir hürriyetinden söz edile-

79
mez. Daha iyi bir demokratik idare için, halkın doğrudan doğruya
devlet idaresine karışmasını sağlamak için fikir seferberliği ya­
pan Mahmut Esat Bey'le sizi, bir nefeste okuyacağınız eseri ile
başbaşa bırakalım. Devlet prensiplerinden olan milliyetçiliğin
materyalist anlamda güzel bir izahınıda bulacağınızdan eminiz.
Aç ve yokluk içindeki bir millet için o zaman bundan iyisi düşünü­
lemezdi. . (x)
.

Bu kitabı tamamlar mahiyette ve sosyal tesanüde, milli birli­


ğe ve işçilerin yasalar içinde hak alma yollannı gösteren genel
prensipler ile Türk varlığına ve Türklüğün temel meseielerine ok Ç
yerinde tespitler getiren "İşçi ve İşveren Rehberi " (xx) adlı esere
bir göz atılmasında büyük fayda olduğunu da ilave etmek isteriz.
Bu kitap, M. Esat Bey'in, Tarihte Türk köylü ve işçisi, Şuurlu
Milliyetçiliğimizin anlatımı, Atatürk İhtihilinin köylü ve işçiye te­
min ettiği ve edeceği haklar, eski başvekil bay Rauf'un bir fikrine
cevap, gibi konularda İzmir, Konya ve Adana'da verdiği konferans­
lanndan derlenmiştir.
Sevgili Hemşehrilerim !
Yüksek katınızda, söze başlamazdan önce, hepinizi saygıyla
selamlarırn.
Bugün ulusal, çetin bir konuyu, omuzlarıma yüklenerek. Aziz
Hemşehrilerim ! Size geldim.
Bu konuyu, bütün heyecaniyle yer yer, dolaşarak anlatmak,
bende, yılların beslediği bir dilektir.
(Türk köylü ve işçilerin hakları ! )
B u konuyu, en önce, çiftçi ve işçi İzmirin önünde ve tam yerin­
de, anlatmak fırsatını elde etmiş olmakla bahtiyarlığırna son yok­
tur.
Arkadaşianın !
Türk köylü ve işçileri ve bunların hakları ; şimdiye kadar ilim
bakımından lazım olduğu gibi; eldeğirilmemiş, kafa gezdirilme-

x 7Yirk Köylü ve Işçileriilin Haklan. Mahmut Esat Bozkurt. lzmir TICliiet Basunevi Köy neşri·
yatından. Ankara Hukuk Fakültesi 5275 sayıda kayıtbdır. Yazann imzah hadiyesi olarak bu­
lunmaktadır.
xx Eren Orhan K. Işçi ve Işveren Rehberi Ankara- 1969.

BO
miş ulusal meselelerimizden en büyüğüdür.

Sözlerim yanlış anlaşılmasın. -

Türk t arihinin yürüyüşünde ; b u meseleyi düşünenler, b u me­


seleyle uğraşanlar, hat t a bu işi bir dava haline get irmiş olanlar bu­
lunmadı demiyorum.

Türk köylü ve İşçilerinin haklarını düşünenler, bu maseleyle


uğraşanlar, hat t a bu meseleyi dava haline koyanlar oldu.

Bu yolda can baş verenler de bulu ndu.

Mesela (L8.le devri) nde, (Defterdar Sarı Mehmet Paşa) köylü­


ler ve işçiler için (Veli nimeti a.ıem) sıfatını kullanıyor.

Bu çağın meşhur olan sefahatları içinde, köylünün ve işçinin


haklarını haykırıyor.

Ve başını kaybediyor.

O kadar ki memleket ve milletin halini yana yakıla anlattığı


onun güzel eseri, 1933 de bir Amerikalının himmatile bulundu ve
Newyorkta basıldı.

Hakikatler böyledir. Kaybolmaz.

Kit abın adı (Nesayihülvüzera Velümera)dır. Türkçe deyimile


(Vezirlere ve kumandarılara nasihat ) .

Yahut buna sadece (Devlet adamlarına nasihat ) diyebiliriz.

Fakat , bütün bunların düşünceleri, uğraşışlan ve davalan,


akıl ve mantık daha kısa biri deyimle, ilim görünümünden, yeten
bir önemle deşilmedi.

İşte bunu demek ist iyorum.


Davacılarm büyük maksatlan yeten bir aydınlı.kla arılatılmadı
demek istiyorum.

Ben, bugün, bu en büyük davanın içyüzünü elirnin erdiği, gü­


cümün yet t iği bir gayretle ilmin ışıklan altında tutmağa çalışaca­
ğun.
Umuyorum ki, davanın büyüklüğüne ve bunu ort aya koyanla­
rın yüksek maksatlarına lazım olduğu kadar nüfuz etmiş olacağız.
Görüş ve anlayışlanmda bir yanlışlık bir eksiklik varsa, bunla­
rın da bana ihtar edilerek, hat t a gazet elerde münakaşa olunarak

81
kemalleştirilmesi (olgunlaştırılması) sizlere ulusal bir ödev olsun.
İzmirliler !
Türk ulusunun inaniyle büyük ihitilali yapan, Büyük partinirı
prensiplerinden biriside biliyoruz ki (Milliyetçiliktir)
(Türk köylü ve işçileri) anlamını, kendi duygularuna göre size
söyleyebilmek içirı bu prensip içirıde biraz dunnaklığun lazımdır.
Şüphe etmiyorum ki biz burada, hepimiz milliyetçiyiz.
O kadar ki bütün dünya karşısında en büyük şerefimiz, öğü-
'
nümüz Türk olmaktır,
Ben diyebilirim ki Türk olmasaydım kendimi dünyanın en
bahtsız adaını sayardım.
Bu sözlerimden diğer milletleri küçük, hakir gördüğüm anla­
şılmamalıdır.
Her millet ferdlerinin, kendi milliyetlerile öğüruneleri söz gö-
türmez haklardandır.
Tekrar ediyorum.
Biz burada hepimiz milliyetçiyiz.
Fakat neden milliyetçiyiz?
Ve milliyetçilik ne demektir?
Bu iki sorunun karşılılğı şüphe yok ki hepiniz bilirsirıiz.
Fakat, ben, maksadımı, eyi eniatabilmek için, bu iki soru için-
de, bir parça da olsa durmak istiyorum.
Arkadaşlarım !
Ben, yer, gök, dağ taş, deniz ağaç aşkına milliyetçi değilim
Neden milliyetçiyim? ve kimirı içirı?
Bunu kendi kendime sorduğum vakit.
Yirıe kendi kendime şu karşılığı veriyorum.
Ben, benim gibi bir dili söyleyen
Benim gibi bir tarihe bağlı.
Benim gibi adeti örtü bir, bayramı bir, acısı bir.
Bir insan yığınının maddi ve manevi varalığı için, bu yığının
maddi, manevi saadet için milliyetçiyirn.

82
Bu hale göre,
Türk milletinin % 80 ninden fazlası köylü ve işçi olunca köylü
ve işçinin haklannı düşünmek, onlan korumak ve isternek (Milli­
yetçiyim ! ) deyen bir Türkün ödevidir.
Modern milliyetçiliğirı belli başlı farikası da budur.
. . .Alınanların hakimi eelibi (Şiller) bize milliyetçiliği şöyle an­
latmak istiyor.
(Bana Alınan denildiği zaman yalnız tarihile, an'anesile, dille
)J.
değil, daha ifham anlatılması) mümkün olmıvan birçok öncelik­
lerile o kadar şeyler sezer hararat ve heyecanla öyle derirı, yük­
sek ve kutsal sevgiler, bağlılık duyanm ki mesela bir İngilizden
İngiltereden, bir Fransızdan Fransadan, bir Rusdan Rusyadan ha­
his açıldığı vakit bunlann hiç birisini hissetmem.)
Bize Türkden söz açılınca da böyle değil mi?
Şillerirı bize çizdiği bu tabloyu yaşatan onu canlandıran,
onun renklerirıi veren varlık nedir?
Şüphe yok ki sadece Alınanyanın dağı taşı, suyu gökü değil-
dir.
Şillerirı kendisi gibi söyleyen, duyan, bir insan kitlesidir ;
O kadar ki vatarun bu kitleden tecrid edildiğini, ayn düştüğü­
nü bir an düşünsek.
O vakıt, her şeyirı üstünde kutsal bir anlam olan vatan, dağiy­
le, taşiyle, akan suları yemyeşil vadileri masmavi mor gökleriyle
ne itharn edebilir ki?
Bir boşluk, bir hiçlik değil mi?
Baykuşlara bir gezinti, çığlık alanı değil mi?
Fransız şairi (Komey) (Horas) piyesirıde şöyle diyor :
(Bir kişi ; üç kişiye ne yapabilirdi?
Ne mi? ölebilirdi ! . . . )
(Horas) da bu kahramanlığı yaşatan, bu ölümü göze aldıran
aşkın saiki nedir?
Şüphe yok. Romalılarm hürriyeti değil mi?
(Abdülhak Harnid) (Tez er) irıde

83
" Kalbine ginneıniş ise hissi vatanı"
"Anı sen kale alma bari utan"
" Kız köpekler bile vatanperver"
" Vatanı sevmeyen acep ne sever?"
Dedirten varlık nedir?
Endulüs hükümdan böyle vatan diye bağınrken dağdan taş­
tan ibaret (Endülüs) ümü düşünüyordu?
Şüphe yok ki o Arap kavmının balıtım düşünyordu.
Herşeyin millet milliyet olduğunu, bütün sevgilerin orada
toplandığını; bence, em güzel tarzile ulusal ozanıınız Mehıned
Emin (Türk sazı)nda söyledi.
O diyor ki:
Bir TürKü, dünyanın bizden en uzak köşesinde, bir bal ansı
soksa, onun acısını biz duyanz ve bu, bizim için bir sızı olur.
İşte bize her fedakarlığı göze aldıran hakikat ta budur.
Dağ, taş aşkı değil ! , Türk ulusudur.
Türk ulusunun varlığıdır.
Demek oluyor ki modern milliyetçilikten bahsedilince köylü ve
işçiyi mutlaka ve behemehal (herşeyden önce) en ön safda düşün­
mek bir zarurettir. Ve bu, aklın, mantıkın bir zaruretidir. lcabıdır.
Türk köylü ve işçisini ve bunlann haklannı kadrosu içine al­
mayan modern bir milliyetçilik düşünülemez.
Ve olamaz.
Bu topraklareta bay ve geda (yoksul-fakir) yok. En küçüğün-
den en büyüğüne kadar biribirine müsavi kardeşler vardır.
Bu prensip yalruz son Türk ihtilaJ.inin bir icadı değlidir.
Bu müsavilik Türk tarihinin bir verimi.
Müsavilik Türk ulusunun bir an' anasıdır.
Bu görüşümü size tarihi bir vakıa ile tesbit edersem hakikat
daha güzel tecelli edecektir
Abbasi halifelerden birisi, bir gün şairlerini toplamış. Hepsi­
ne kendi milliyet ve milletlerile öğünür birer şiir yazmalannı söyle­
miş.

84
Arap şair ; Peygamberin Arap olmasile ve Kur' anla öğünmüş.

Acem şair; kisralarile İran'ın eski haşmet ve daratile (gösteri­


şiyle) .
.Kum şair; Eski Yunanla feylesof ve ediplerile medeniyetile
öğünınüş.
Sıra Türk şairine gelince; herkes ona balnnmış. Sanki bunun­
da söyliyecek nesi var ki gibi bir tavır almışlar ! .
Türk şair halifeye demiş ki:
Ben, bir topraklarda doğdum ki oralara Türk ilieri derler. Bu
illerde esir doğmaz, köle nedir bilinmez ! . ..
Müsavat bizde böyle ulusal an' ane olunca, Türk köylüsünün
ve işçisinin yalıruz siyasal haklan değil. . . Bihassa ekonomik ve
sosyal haklannın da birer kanun konusu olması pek tabü ve yerin­
dedir.
Bundan dolayı.
Türk ihitilıllirıi yapan büyük partinin, belli başlı prensiplerin­
den birisini de Türk köylü ve işçilerinin haklan teşkil etmektedir.
Bu suretle (Partimiz), bütün Türk tarihinde her vakitbir (Cane­
vi) meselesi olarak kalan en büyük davaya, parmağını basmıştır.
mıştır.
Size bunun biraz da tarihçesini yapmalıyım.
Bu dava en önce ortaya nasıl atıldı?
Hiç unuımam bundan 17 yıl önce, Atatürk bir gece sene başı
nutuklanndan birini hazırlıyorlardı.
Birinci Millet Meclisinde, ikindyıl dönümü hitabelerini vere­
ceklerdi.
Bir gaz lambasının titrek ışığı altında çalışıyorlardı.
Yanlarında eski sayiaviardan İsmail Suphi Soysallı, Sürtli
Mahmud, Atina elçimiz Rüşen Eşref, bir de ben bulunuyordum.
Şef düşünüyor ve boyuna dikte ettiriyordu. Bizim Şefin fikir­
lerine bir fikir ilave etmemiz şöyle dursun, her birimize ayrı ayrı
söylemekte olduğu şeyleri ancak zaptedebiliyorduk.
O, bir taraftan da mütemadiyen cephelerden gelen harp ra­
porlanru mütalea ediyor. Emirler veriyordu.

85
Bir aralık :
Bırakınız kalemleri. Yoruldunuz. Dinieniniz !
Dedi.
Dikatle yüzümüze baktı.
Bulgaristan'da ateşemiliter iken, şahidi olduğu bir hadiseyi
anlattı.
Atatürk, bir gün, Safyada (Tedansanlı) , danslı çay veren bir
pastahaneye girmiş.
Bir aralık buraya milli kıyafetle poturlu çarıklı bir köylü gir­
miş. Masalardarı birine oturmuş. Fakat kibar alemine mahsus
olan bu yerde kendisirıe aldınş eden olmamış.
Köylü masaya şiddetle vurmuş.
Gelen adama çay ve pasta getirmesirıi söylemiş.
Fakat kendine
İstedikleri verilmiyeceği gibi kibarlara mahsus oları bu yer­
den çıkması söylenmiş.
Köylü kızmış, ayağa kalkmış, utarımazlar narıkörler demiş.
Beğenmediğiıli.z bu kıyafetimle ben vatanı ve sizi bekliyorum. Pa­
ramla oturuyorum. Oturacağım. Hakkımdır. istediklerimi Mutla­
ka getireceksirriz demiş.
Zabıtaya muracaat edilmiş, köylü zabıtaya da hakkını aynile
müdafaa etmiş , kabul ettirmiş ve bacak bacak üstüne koyarak,
pastasını yemiş ve çayını içmiş.
Rahmetli Atatürk bunu bize anlattıktarı sonra sordu :
Bu meınleketirı, Türkiye'nirı efendisi kimdir?
Bütün bir tarihin yürüyüşünde ve bugün Türkiyenirı efendisi
kimdir?
Biz biribirimize bakınıyorduk.
O bekledi.
Sorunun karşılığını alamayınca
(Bu memleketin efendisi, Türk köylüsüdür ! ) dedi. Ve biz bunu
kaydettik.

86
Ertesi günü Milet Meclisi kürsüsünde ayni soruyu ileri sürdü.
Cevabuu verdiği zaman bütün Milet Meclisi, büyük Türkün cüm­
lesini alkıştan çelenklerle sardı.
Bu da yetmedi. . .
Bütün Meclis ayağa kalktı. Onu ayakta alkışiadı ve bütün
ağızlardan (Memleketin efendisi Türk köylüsüdür ! ) sesleri yükse­
liyordu . . .
Gustav Löbon (Medeniyet) adlı eserinde Türk köylü ve işçile­
rinden bahsederken:
1

" Türk köylü ve işçileri şüphe yok ki dünyanın en namuslu, en


cesur ve en çalışkan insanıdır. "
Der.
Arkadaşlar!
Size bu vesileyle bir hatırarnı nakletmekten nefsimi menede­
miyeceğim.
Adiiye Vekilliğim zamanında bir gün, Eskişehir hapishanesi­
ni teftiş ediyordum . . .
İdamlık, on beş senelik suçlular saflannda elinde değnekle
duran bir de topal gördüm.
Topolla araında şu muhavere geçti:
- Cezan nedir?
Topal sükllt etti. Tekrar sordum topaldan yine sükU.t ! . . .
Müddeiumumiye sordum, onun zoruyla öğrendim ki Bir tefe-
ci Yahudiye (27) lira borcu varmış veremediğinden alacaklı onu
hapsettirmiş.
- Borcunu neden vermedin?
- Param yokta ondan.
- Niçin harcadın?
- Harcamadım. Kızım hasta oldu hekimle eczacıya verdim.
- Ne yaparsın?
- Sokak köşelerinde eskicilik.
Topalın borcunu ben ödedim. Fakat bunu kendisine müşkü­
IAtla kabul ettirebildim.

87
Zorlukla kabul ettirebildirn. Çünkü topal bana:
Belki size de borcumu ödeyemem. Bırakınız beni buradaki
günlerimi bitireyim, demişti.
Nihayet borç ödenince, zavallı topal sendeleye sendeleye, aç
çocuklarının yanına gitti.
Mesele burada bitmiyor. Aradan hayli zaman geçti.
Bir gün Ankarada Adiiye Vekruetinde çalışırken, postayla ba­
na (i5) lira getirdiler. Eskici topal Adiiye Vekiline borcunu ödüyor­
du ! ..
Sokak köşelerinde hayat kazanan, aile besleyen Türk işçisi-
nın namuskarlığına bakınız.
Dünyaya örnek olsa çok mudur? !
Y"ıne bir gün Silifke hapishanesini teftiş ediyordum.
Katiller, hırsızlar ilah arasında yetmiş beşlik bir ihtiyar gör-
düm.
Bu bir köylü idi.
Bu da tefeci borcu içinyatıyordu.
Bunun da borcu (30) lira kadar birşeydi.
Aramızda şu konuşma geçti.
- Dede senirı suçun ne?
Suçum yok beyim borçtan yatıyorum.
- Neden vermedin?
- Verdim ; hem birkaç mislini verdim. Fazinin faizirıi ödüyo-
rum. Yine hapse girmez ödercliın. . . Fakat iki köleniz vardı öldüler,
ödeyemecliın.
- Köle dediğin kim?
- Oğullarım.
- Neden öldüler?
- Birisi Çanakkalede Şehit oldu gelmedi. öteki, !stiklru kavga-
lannda yaralandı, geldi. Fakat yara işledi (cerahatlandı-çürüdü) o
da size ömür bıraktı.

88
İhtiyar ağlamıyordu. Fakat ciğerini ısırıyor, kemiriyor belli et­
miyordu.
- Dede dedim ; onlar benim kölem değil kardeşlerimdir ben de
senin oğlun. Onların yerine borcunu ben ödeyeyim.
İhtiyar köylü bu defa ağladı. Hapishaneden çıkarken elinde
bir su kabağı vardı, bir de zengin köpeklerinin yatamıyacağı lime
lime bir çuval parçası ! .
Su kabağının içine baktım. Taşla vurolsa kırılmaz ekmek kı-
nntıları. Bu da zavallının iaşesi! (yiyeceği)
Köylü ve işçinin haklarına neden bu kadar önem veriyoruz? !
Köylü ve işçi Türk tarihinin temeli olduğu için.
Köylü ve işçi Türk kendisi olduğu için.
Bütün Garp Türkleri tarihinin yürüyüşünde köylü ve işçi ne
zaman güldüyse, devlet ve milletin yüzü güldü.
Köylünün ve işçinin ne vakit gözü yaşardıysa, devlet ve mille­
tin de bahtı karardı.
Felaket seneleriinizin asırlarca sürmesinin belli başlı sebebi­
ni köylü ve işçinin durumunda aramak yerinde; çok yerinde bir ha­
reket olur.
Ekonomik bakımdan köylü ne dir?
İşçi ne dir?
Hayatı esas olarak bir ekonomi meselesi diye mütalaa eder-
sek şu neticeye varırız :
Hayat = İşdir.
Hayatın faaliyet ve hareketini yapan iş dir.
Şum halde köylü ve işçi hayatın, kıymetin yaratıcısıdır. Bu ba­
kımdan bunların haklan büyük olmalıdır. . .
Arkadaşlar :
Köylünün ve işçinin haklarını düşünürken ve onları yerine ge­
tirmeği ulusal bir borç olarak kendimize benimserken kökleri dı­
şarıda olan komunizm gibi farmasonluk gibi beynelmilel careyan­
lara (fikir akıınlarına) şiddetle muhalif bulunmamız lazım geldiğini
söylemekten nefsimi men edemem.

89
Hatta kökleri dışanda olan faşist careyanlara dahi.

Türk ihtilali muvzü kalmayacaktır. Bizden başka, bunun esas­


larile saadete erişecek millet de vardır.
Bunlar mazlum uluslardır ki kurtuluşlarını ihtilaıiınizin pren­
siplerinde bulacaklardır.
Bulmağa başlamışlardır bile.
İşte İran, işte Mısır ve işte Atatürk! Atatürk diye hürriyeti için
boğuşan Çin. Dörtyüz milyon insan!
Türk köylü ve işçilerinin hakları Türk milliyetciliğinin ilk şartı-
dır.
Türk köylüsü ve işçisi dünyaya, tarihin yürüyüşünde saban
elde, kılıç belde göründü. Bu haliyle ordunun varlığını kurdu mil­
leti ve vatanı bekledi, bekliyor ve bekliyecektir.

90
III - AKSAK TiMUR'UN DEVLET POLiTiKASI""
Bu kitabı, ANKARA'da hiçbir kütüphanede bulamadık. İsmi
var cismi yoktu. İzmirde Kütüphanede olabileceğini öğrendik.
Mahmut Esat Bey'irı kızı Gül Tekant Hanımefendinin de orada
oturduğunu öğrendiğimiz içirı, hem Aksak Tirnurun Devlet Politii
kasını bulup incelemek hemde başka bilgi ve belgeler .varsa onlari
öğrenip araştırmak üzere 8-18 Ocak 1987 tarihleri arasında İzmir­
de bir araştırma gazisi yaptım. Bu kitabın, Gül hanımda, Yeni Sa­
bah Gazetesi 23 ikinciteşrirı 1943 ile 14 birirıcikanun 1943 tarihleri
arasında yayınlarımış 17 tefrikasını buldum. 17. tafrikanın altında
" sonu yarın" diye yazıyordu. Kalan bir yazıyı nasıl olsa bulurum
demiştim. İşte bunu da Milli kütüphanede buldum. Eser tamam­
landı dediğim sırada tamamlarımadığını farkettim. Meğer 21. tef­
rikaya kadar devam ediyordu. Aynı yılın Yeni Sabah gazetesinde
onları da bulunca bir define bulmuş kadar sevindim.
Çok güzel ve tarihe değişik bir açıdan bakma özelliğini getiri­
yor. Alışılmışın dışında Tirnur açısından ele alınmış, çok öğretici
ve ibretlerle dolu bir kitapçık olduğu içirı, bunuda bu eser içirıde
Türk Kütüphanelerıne-ve okuyucularına kazandırmanın çok fay­
dalı olacağına irıandım. Herkesin İzmire gidip araştırma yapmaya
fırsatı olmayabilir. Ki bunun tefrikalarını gazeteden almak içirı,
İzmirde büyük fotokopi makinası bulamadığım için Aliağa Petro
Kimya tesislerirıe gittiğiini ve orada Tesis Müdür Yardımcısı Mus­
tafa Kurt bey'irı ternin ettiği büyük fotokopi makinası ile bu işi gör­
düğümüzü belirtirsak işirı önemirıirı daha iyi kavranacağı irıancın­
dayım.
Şimdi Aksak Tirnur'la beraber Asya'yı ve oradan tekrar Ana­
dolu'ya Ankara Çubuk ovasındaki hazin muharebeyi ve Tirnur'un
başan sebepleri ile Yıldırdım Beyazıt'ın yenilme sebeplerini birlik­
te irıceleyelim. . .
Bütün bunlardan d a önemlisi, her taraftaki askeri ve siyasi za­
ferlerirıe rağmen, Tirnur'un ve imparatorluğunun çok kısa zaman­
da yok olup gitmesi ve fakat Osmarılı Türk İmparatorluğunun ye­
niden toparlanarak, 500 yıl daha ve Türklerin yeni bir devlet ola­
rak halen devam etmesirıirı sebebi nedir? İşte buna da cevap bul­
mak içirı bu eseri okumak gerekir. Bu sebepledir bu kitabın tama-
• Eserin asıl adı, '�ak Demir'in Devlet Politikası "dır. �ur, Tiirkçede -demir- demektir.
91
mını burada okuyucularımıza aktarmak için her şeyi yaptık. Lakin
Kültür Bakanlığı'nın sayfa sınırlamalarındaki kesin tutumu yü­
zünden bu eserin büyük kısmını bu eserden çıkarmak zorunda
kaldığımızı üzülerek beyan etmek isterim.

Aksak Timur'un bazı kısımları ile sizleri başbaşa bırakırken.


niçin biz varız ve Timur ve devleti yoktur, sorusunun cevabını bul­
maya çalışacağınıza inanıyorum. Bundan da asıl amacımız, bu
günkü devletimizin de ebediyete kadar devamını istiyorsak, dev­
let felsefemizi nasıl yenilernek gerektiğine dair sonuçlar çıkarıl­
masıdır. Çünkü tarih, " geçmişin küllerini değil kıvılcımlarını yaşa­
dığımız zamana aktarabilmek" için okunmalıdır.

Başlangıç
(Demir) 1336 İsa yılının 11 mart salı gecesi (Keş) de doğdu. Ba­
bası (Gazan Han) ın beylerinden (Emir Duragay) dır. Anasının adı,
(Tekin Hatun) dur. (Demir) in ( Cengiz) gibi bir eli kapalı ve kanla
dolu olarak doğduğu söylenir. (x) Anası Cengiz sülalesindendir.

(Demir) Maveraılnnehir Sultanı (Emir Hüseyin) in karde ş i


(Olcay Türkan) l a evlt:mdı. Kocasına vefasite şöhret bulan bu kadı­
nın ölümü, (Demir) i çok üzdü. (Demir) 1369 yılında, bütün Türk
hakanları gibi (Kurultay) önünde tahta çıktı. Hiçbir vakit Sultan ve
Han ünvaniarının kullanmadı. Mührünü şöyle kazdırmıştı :

" Men Timur "


" Tanrı kulu. "

O, bütün hayatını bir halk çocuğu olarak geçirdi ve bununla


öğündü.

Demir'in müslümanlığı
(Aksak Demir ) , kuvvetli, inanlı bir Müslümandı (Leon) (Kah­
un) un (Asya Tarihine Giriş) adlı eserinden bunu anlamak pek ko­
laydır. Bu kadar araştırmalara da lüzum yok. Bunu kendi kitabı
olan (Tüzeler) den de anlıyabiliriz.

(Demir) in ifadesine göre, (Putlara tapan) !ara harp açmak,


böylelikle Müslümarılığı yaymak, Müslüman bir devlet reisine ve
ordusuna borçtur. Onun Hin'de ve Çin' e açtığı s eferlerin sebebi de
budur.

x Falcılara göre. (Demir) in cihangir olacağına işaretti.

92
(Demir) yetmiş yaşında idi. (Çin)in fethine hazırlanıyordu. Fa­
kat zabitlerinde, askerlerinde hoşnutsuzluk emmar,eleri sezdi.
Önce bunları kandırmak sonra da arzusunu yerine getirirnek volu­
nu tuttu. Düğünler yaptı. Şehzadeleri evlendirdi. Eğlentiler iki ay
sürdü. Bol bol bahşişler, hediyeler verdi. Zabitlerini istediği yerle­
re götürebileceğini anlayınca, yanına çağırdı. Ve şu yolda seslen­
di :

" Kahraman arkadaşlar ! "

" Tanrının bize olan iyiliklerini hepiniz bilirsiniz . Bizi bunca fe­
tihlere, başanlara eriştirdi. Bu, Tanrı iyiliklerimin bir belgesidir.
Fakat ne yazık ki zafer keyfile Müslüman kanlan da döktük Bun­
lar birer cinayettir. Bu büyük günahlardan yıkanmamız gerekir.
(Çin) katirlerle doludur. Bunun için de yeni büyük işler başarma­
mız gerektir. (Çin) katirlerle doludur. Biz orada Allahın adını yük­
selterek günahlarımızın affını elde edebiliriz . Gidip o , putlara ta­
panların, tapınaklarını yıkalım. Bunların yıkıkiarı üzerine camiler
kuralım. Günahlarımızı oralarda yıkıyalim. Zira ariğ " mukaddes "
savaş, günahları yıkar götürür. "
Bu söylev üzerine zabitlerin hepsi heyecana geldi. Teklifi bü­
yük sevinçle benimsediler.

(Demir) gümüş, altın, elmas takımlı bir kır at üstünde ve ya­


nında, (200.000) asker olduğu halde, buzlar üstünde, kar fırtınala­
n içinde, (Semerkand)dan (Çin)e doğru yürüdü. " 2 8/Birincika­
nun/1404 " (Otrar)a vardığında " Zatürre " den öldü.

(Molla Şerafettin Yezdi)nin, (Demir)in ağzından naklettiği


söyleve şöyle bir göz atılır, biraz düşünülürse, görüşümüzün yan­
lış olmadığı anlaşılır sanırım.

(Demir) , kuvvetli bir Müslümandı. Harplerini Müslümanlığa


dayatırdı. O kadar ki, İslamlık politikası yanında milliyetçilik ikin­
ci, üçüncü plana düşüyordu. Maveraünnehir Türkleri, İslam di­
nini kabul ettikten sonra .ı;nilliyetlerini din uğruna feda ettiler.
Araplaştılar. Türklüklerini büsbütün unuttular. Maveraünne­
hir'in XIII üncü asır Türkleri Müslüman olmakla beraber, (Rusya)
ve (Kafkasya) daki (Kıpçaklar) için, onlar da bizim kanımızdan di-

93
yorlardı. Lakin XV inci, XVI ncı asırlarda onların adını işitmek iste­
mediler. Rusyadakilere (Nogay katiri) ve (Kalmuk) derlerdi. (xx)
(Demir) in (Tüzeler) ini, Fransızcaya tercüme eden (Langles) ,
eserin başlangıcında, böyle diyor : (Leon Kahun) , (Asya Tarihine
Giriş) adlı kitabının (Demir) bölümünde, bu görüşü ısrarla müda­
faa ediyor.
Bu yolda şahit gösterrneğe bile hacek yoktur. (Demir) in ken­
disi; " Hükümet kuvvetimi İslfurılı.ğa dayamakladır ki büyük başa­
rılar elde ettim ! " demektedir.
İslamcılık politikası yanında, milliyetçilik ikinci, üçüncü plana
düşmekle beraber, yine, az çok, duygulara hakimdi. Nitekim,
(Demir) , İran seferleri sırasında, bir gün, (Tos) a uöradı. Acem şairi
(Firdevs) nin kabrini görmek istedi. Devlet erkanile oraya gitti. Ve
aşağı yukarı şöyle bir hitabede bulundu :
"Ey (Firdevsi) ! Sen (Şehname) nde milletinin, Türkler üzerine
kazandığı galebelerle öğündün. Kalk gör, bugün, İran topraklarile
beraber, mezarın bir Türk oğlunun ayağı altındadır ! " (xxx)
(Demir), (Tuz eler) inde, devlet işleri başına yabancı getirilme­
me sini ısrarla tavsiye etmektedir. Aksi hareketin devleti temelle­
rinden sarsacağını söylemektedir. İleride bu konuya tekrar ilişe­
ceğiz . . .

(Demir) girdiği, fethettiği yerlerde İslam ülemasını kılıçtan


esirgedi, (Şam) yangını müstesna olmak üzere; camileri, medre­
seleri korudu. Buna belli başlı sebep; ulema, dinin direği, medre­
se, dini besliyen, yükselten bir müessese, cami, Allahın evi idi.
Bundan başka (Seyyid Bereketu) adında peygamber sülalesinden
bir adam, daima (Demir) in yarıında bulunurdu. Muharebelere gi­
rerken önce bunun duası alırıırdı.
(Demir) , (Tüzeler) inde diyor ki :
"Din ve kanunlar üzerine kurulınıyan bir devlet uzun süre­
mez. Böyle bir devlet çıplaktır. Kendini gören herkese karşı, gözle­
rini yere diken ve hiçbir kimse yarıınd a hürmet görmiyen, itiban
olmıyan adama benzer. Böyle bir devlet ; tavansız, kapısız, avlu­
suz, duvarsız ve her önüne gelene açık bir eve benzer.

94
Bunun için ben, devletimi İslamlık üzerine kurdum. Hüküme­
timi idare için kanunlar yaptım. Bu kanunlara, hükümdarlığım sü­
resince riayet ettim.
Kalbirnde doğan ilk kanun, dini dünyaya yaymak ve Hazreti
(Muhammed) in şeriatını sağlamlaştırmak oldu. Her köşeye
İslaınlığı, bu nuru ulaştırdım. Ve bu din, devletimin süsü oldu ! "
Peygamber sülalesinden (Zeynüddin Ebubekir) (Demir) e
yazdığı mektupta :
"İslam dinini, bütün dünyaya yaydığından dolayı, (Din yayı­
cı) unvanı senin hakkındır.
" Tanrı ! Hazreti (Muhammed) in dinini yükseltmek isteyenle­
re yardımcı ol! .
Mürninler kahramanı (Demir) bilmelidir ki : Dini koruma işinin
kendisine emanet edilmesi Allahın ona bir ihsanıdır. Allahın iyilik­
lerinin artması için (Demir) de iyi işlerini arttırmalıdır. " Bu sırada
kendisine de Müslümanlığın (yenileştiricisi), müceddidi unvanı
verilmektedir.
Bence, (Demir) in İslamlık bakımından güç izah edebileceği
biri harbi varsa, o da (Yıldırım Beyazıt) la olan Ankara meydan mu­
harebesidir. Vakıa, (Yıldırım Beyazıt) la olan Ankara meydan mu­
harebesidiri. Vakıa, (Yıldırım) (Kara Yusuf) u ona vermedi. Fakat
şerefini kıskanan bir devlet yoktur ki kendine sığınan bir hüküm­
dan, hatta bir ferdi hasmına teslim etsin. Dünyaya kılıç sallıyan,
bütün bir ıllerni lolıcına baş eğdiren bir devlet bu teklifi nasıl kabul
edebilirdi? (Yıldırım) dan kaçıp giden beyleri (Demir) , ona geri ve­
rir miydi?
(Toktamış) ı altın ordu hükümdanna teslim etti mi?
Nitekim, (Hoca Sadeddin) in (Tacüttevarih) de anlattığına gö­
re, (Yıldırım) , (Demir) e yazdığı mektupta:
" Topraklarımız kimsesizlerin sığınağıdır. Geri verilmezler.
onlara kılıç çekmezler. Korunurlar. " diyor.
(Demir) in kendi ifadesine göre de, muharebenin asıl sebebi
bu olmuştur ! .
(Feridun Bey Münşeatı) ında, (Yıldırım) ın (Demir) e (Kudur­
muş köpek! ) hitabeli başlıyan mektubu, aslı faslı olmıyan bir bel­
gedir.

95
Bir aralık barışır gibi oldular. Yıldırım bu iş için elçilerini bile
göndermişti. (Demir) fikrini değiştirdi. Barış konuşmaları yerine
elçilere ordusunu gösterdi. Ve Ankara üzerine yürüdü. Buna
(Mevlana Teftazani) gibi, büyük din ıllimleri razı değildiler. Hatta
askerleri bile, muharebe bittikten, (Beyazıt) esir düştükten sonra
bir müddet gücenik kaldılar.
Bence, Ankara savaşından iki taraf da suçludur. Fakat suçun
ağır, çok ağır yaıu (Demir) in omuzlarındadır. Biri Sivas ve şehzade
(Ertuğrul) u öteki de Erzincanı vurdu
Bütün burılarla beraber, (Demir) in günahlarını biraz daha'ha­
fifletmek imkaıu yok değidir. İslamlık davasını güden hükümdar­
lar arasında (Demir) den başkası Müslümantarla döğüşmedi mi? .

Aks ak (Timur) un Adaleti :


Diyor ki:
" Haklı olanların hakkını hiçbir vakıt kaybettirmedim. İnti­
kamla hareket etmedim. Böyle bir hırsa hiç düşmedim. Allahın
kullarına karşı şiddet ve zulümden sakındım. Bunlara karşı daima
iyi kalbli, güler yüzlü davrandım. "
Piri (Demir) e şunları yazıyordu :
" (Demir) bilmelidir ki, hükümet Tanrı idaresinin bir kopyesi-
dir. "
(Bossuet) de, (Mukaddes Kitap Politikası) adlı kitabında, (Lo­
ui XIV) e böyle söylüyordu.
(Piri) yine devamla diyor ki:
"Memurlarını ve burıların reisierini gözünün önünde tut. Sa­
na itaat etsinler. Ödevlerini mutlaka başarsınlar. Halk sınıflarına
hak ve mevki tayin et ki devletinde akıl ve hak hüküm sürsün.
işlerinde, tebaan arasında kanunu unutma. Unutursan hükü-
metinin alt üst olması gecikmez . "
(Demir) bunları dinledi ôunlara saygı gösterdi mi?
Kendisi diyor ki:
" Pirimin mektubunu alınca, dediklerini yapınağa acele et­
tim. "

96
(Timur) ilk defa kabahat işledikleri, adliyesince sabit olanla­
rın suçlarını bağışladı. Fakat bu gibiler tekrar suç işlerlerse ceza­
ları ağır olurdu. Bu, bir çeşit bugünkü (tecil) sistemidir.

. . . (Timur) memur öldürmekte de asla ileri gitmezdi. Vazife


görmiyen reisieri işten çıkanrdı. Devlet içinde kargaşalığın önüne
geçemiyenlerin rütbelerini indirirdi. Bu gibileri ta katipliğe kadar
düşürür yine öldürmezdi. O kadar ki: Bir vezir, onu düşürmek için
bir proje tertip etmiş olsa bile, hemen ölüm cezasile cezalandır­
maktan sakınırdı. Önce işi iyice inceler doğru olup olmadığını an­
lardı, hükümünü buna göre verirdi. Çünkü, maksatlarını elde et­
mek için doğruyu, yalanla ört bas eden kötüler az değildir. Bunlar,
bu gibi mefsedetliklerile (fesatlıklarıyla) devlete canla, başla bağ­
lı olanları, ortadan kaldırmak, meydanı fenalara bırakmak isterler.
. . . (Timur) , hırsızlara, sarhoşlara, hatta ırza geçeniere bile key­
muamele yapılmasına müsaade etmezdi. Bunlar hakim huzuru­
fi
na çıkanlırlar. Kanunlar hükmünce cezalandınlırlardı.
. . . (Demir) mürabahacılarla (bir malı aşın karla satan-faiz
alan), insafsız zengirılerin fukarayı ezdiklerini çok iyi bilyordu. Bu­
nun için bu gibileri hususi memurtarla takip ettirirdi. Bunlarla be­
raber devlet gelirlerinden si..ıistimal edenlerin cezalan kanunen
ölümdü.
Aks ak Demir'in İd aresi
(Demir) in devlet idaresi; mantığın, hakkın, moralin icaplan­
dır. Diyebilirim ki, bu idare sistemi bugün de kıymetinden kaybet­
miş değildir.
(Demir) , ahali ile doğrudan doğruya temasta bulunurdu. On­
ların dertlerini böyle dinler ve anlardı. onlara iyi idare adamlan
gönderirdi. İdare amirlerini çok iyi seçerdi. Adam seçmek kabili­
yeti pek yüksekti.
O, hükumetçilik fikrini şöyle ifade ederdi :
" Biz Tandnın, bizlere emanet ettiği tebaanın, iyiliği, mesut
olması için çalışınağa borçluyuz. Tebaamın iyiliğine çalışmak be­
nim tek ülkümdür. Tebaamdan bazılarının, malışer günü, (inti­
kam ! ) diye eteklerime sarılınalanndan korkanın ! "

97
(Demir) vezirlerinde şu hasJetleri arardı:
A - Vezirin idareci olduğu kadar, maliye işlerinden anlaması.
B - Vezirin kinci öc alıcı olmamasını isterdi.
C Vezirin haksızlık yapmamasını.
-

Çünkü : Haksızlık olan bir yerde, devletin ömrü olmaz.


D - Vezirin güler yüzlü, tatlı dilli olmasını :
Çünkü: Böyle kimseler kendini herkese sevdirir. Tatlı dil yıla-
nı delikten çıkaru.
E - Vezirin her söylenene kulak asmamasını.
Çünkü : her söyleyene kulak asanlar, yapacaklarını şaşınrlar.
F - Vezirin, hırslı olmamasını.
Çünkü : hırs insanı kötülüğe götüren bir hastalıktır.
G - Devlet, millet işlerinde fedakar olmasını.
Çünkü : devlet işleri fedakarlık ister. Fedakarlık halkın hürme­
tini, sevgisini kazandınr. Büyük işleri, güzel işleri fedakar insanlar
başarular.
H - Vezirin, çok sabırlı olmasını.
Fransa edebiyat tarihinde-kendisine, önemli sayfalar ayırtan
(Büffon) der ki: "Deha, sabra en yüksek istidattan başka bir şey
değildir. " (Demir) e göre, devlet adamı, olur olmaz şeylere lozma­
yacak. Fırsat çıkırıcaya kadar hasmırıa dahi bir şey sezd.irıniyecek.
Sabırla, düşünceyle hareket edece�i
İ - Vezirirı, olup biten şeyleri bilmesini, önceden sezmesini ve
son derece uyanık olmasını.
Bir isyanı, bir kargaşalığı, bir hadiseyi önceden sezmiyen, he­
le onu bastıramıyan bir kimse devlet adamı olamazdı. Vezir o ka­
dar uyanık ve intikal çabukluğuna malik olacak ki, bir maselemiz­
de denildiği gibi, "Leb demeden leblebi" yi anlamalıdır.
Latm los ası, (Demir) e göre devlet adamının iyi tarafı, kötü ya­
nından üstün basacak. Zira dünyada her yanı mükemmel, adam
bulunmaz. Hayatta, dört başı marnur insan olmadığı gibi.
(Demir) (Tüzeler) inin başka bir yerinde (Vezir) için şu şartlan
da koşuyor:
1) Vezir yüksek duygulu asil ruhlu.

98
2) İnce ve geniş kavrayışlı akıl sahibi
3) Asker ve ahali ile hoş geçinme kabiliyetine malik.
4) B anşkan ve affedici olmalıdır.
(Demir) e göre böyle bir adama hükümet idaresi ve halkın mu­
kadderatı terkedilebilir. Fakat böyle bir devlet adamından şu dört
şeyi esirgememelidir :
1) Ona inanrnayı.
2) Saygı göstermeyi.
3) Hareketlerinde serbesti tanımayı.
4) Fikirlerini icra edebirnek için nüfuz ve kudret vermeyi.
(Demir) e göre, yukanda kaydattiğimiz hasletleri şahsında
toplıyan bir vezir hakanın yolsuzluklarını da yoluna koyar. Örter.
Devlete çeki düzen verir.
Hakan, devlet dizginlerini elinden kaçırmamak şartile, kim­
senin mütalaasını aşağı görmemelidir. Vezirlerini dikkatle, ilgi ile
dinlemelidir. Faydalı fikirterin icabını yerine getirmelidir.
(Demir) in devlet politikalanna göre, mernlekette, millet için­
de sükunu yaşatmak, asayişi, nizarnı korumak bakana ve bütün
devlet adamıanna düşen vazifenin başında gelir.
o; yeni fethettiği yerlerde önce bu işe bakar ve asayişi mutla­
ka kutardı. Şakileri, yol kesicileri, hırsızlan o kadar sindirmişti ki,
zamanında, dağlarda başlarında altın dolu tepsi ile gezenlere bile
ilişilmezdi.
Asayiş, sükun, nizarn kurmak (Demir) e göre, zayıfı, güçlüye
karşı korumanın (amentü) sü idi. Asayiş olmıyan bir yerde, zayıf
güçlünün mahkılrnu, zebunu olmağa mahkıiındur. Böyle bir dev­
lette hak yoktur. Hakkın yeri olmıyan bir devlet de ölmüş demek­
tir.
Tacirler ticaretlerini, çiftçiler ziraatlerini, sanat adamlan sa­
natlannı serbestçe emniyet iÇinde yapabilmelidirler ki, devlet ma­
mur olabilsin.
(Demir) in bir güzel huyu da şu idi:
Meclisinde ; edebiyat, şiir, tarih, hukuk, şeriat a.Iirnlerini bu­
lundurur ve burılara münakaşalar yaptırırdı. Ana tarafından bü-

99
yük dedesi olan (Cengiz Kaan) da böyle yapardı. Yalnız, münaka­
şacılar hiddete gelip de fazla bağırınağa başlarıarsa bu hakana
karşı saygısızlık sayılırdı. Türk adeti mucibince, bu gibiler dışan
çıkarılırlardı. Orada temiz bir dayak atıldıktan sonra, tekrar içeri
getiririerdi! .
(Demir) in memleket ve düşman durumuna karşı haber teşki­
latı, olağanüstü idi. Memleketinde olan biten işlerden günü günü­
ne haberler alırdı. Düşman ahvalini takibe memur adamlan vardı.
Bunlar da her zaman yazarlar, (Demir) i aydınlatırlardı.

(Aksak Demiri) in Bayındırlık (Nafia) İşleri.


Bu görünümden (Demir) , az çok devletçi idi. Memleketini yol­
lar, bahçeler, köşkler, saraylar, camiler, medreseler, güzel türbe­
lerle süslerdi.
Dolmuş kanallar ayıklatılır, yıkık köprüler yapılır, ırmaklar
üzerine yeni yeni köprüler kurulurdu. Yollara ve buralara bekçiler
konmuştu. Herkesin emniyet içinde dolaşmasma, çalışmasına ba­
karlardı. Bir hırsızlık olursa yol bekçisine ödetilirdi.
Her kasabada, bir cami, bir medrese, bir hastahane yaptırıl­
mıştı. Her hastahanade bir hekim bulunurdu. Bu devlet hekimi
idi. Burılardan başka yine her kasaba da hükümet ve mahkeme da­
ireleri vardı.
Dilencilik mutlak surette yasaktı. Dilenrneğe mecbur olarılar
için devlet müesseseleri vardı. Bu gibi ailelere, kötürümlere bu
müesseselerde bakılırdı. . .
(Demir) diyor ki :
"Devlet işlerine yabancı, el sürmemelidir. B u hükUmet hik­
meti icabıdır. İdare yabancı ellere verilmemelidir. Çünkü dünya,
çok sevilen bir güzeldir. Seveni de pek çoktur. Korkulur ki yabancı
biri, saltanat sürmek arzusu ile tahta çıkar, (Emir Mahmut) un hali
böyle oldu. "
(Demir) in bu radikal görüşü, çok yerindedir. O , bize misal
olarak yetiştirdiği ve bildiği (Emir Mahmut) u gösteriyor. Faktat
biz, batı Türkleri, bu prensipe göre hareket etmediğimizden ne
kadar acılar çektik!

100
Hele İspanyadaki Arap devletinin yok olması, (Demir) in bağı­
rıp çağırdığı bu prensipe, uygun hareket edilmemesinden ileri
geldi. Şair (Ziya Paşa) nın (Endülüs Tarihi) bu balıiste dikkatle mü­
taleaya değer iliret tablolarile doludur.
Osmanlı saltanatı asırlar ve asırlarca yabancı unsurların elle­
rinde kaldı. İnhitat, izmihlal çağlarını bu unsurlar h�zırladı. Öz
Türklerin çektikleri bunların yüzündendir. Anadolı.i'da zaman za­
man başgösteren kanlı isyanlar, hep bu yabancı unsurlara karşı­
dır. . .

. . . (Demir) kavga duygularında yükseklik, büyüklük aradı. Ve


bu gibi duygu sahiplerini mükatata layık görürdü. Mesela kılıç ile­
ri atılmalı ve bir düşman alayını bozmalıydı. Böylelikle birinci bey
olurdu. İkinci bey (Emir) olabilmek için düşman ordusunu kaçır­
malı idi.
Askerler, hak ettikleri mükatatı mutlaka elde ederlerdi. Silah
altında saçını sakalım ağartanların ne rütbesi alınır ne de tahsis­
leri kesilirdi. Bunların hizmetleri unutulmazdı. Bütün hayatların­
ca, devlet ve millete fedakarlık etmiş askerleri haksız yere azledi­
vermek, onları mükatatlandırmamak (Demir) e göre haklı isyana
yol açan bir adaletsizlikti.
İhtiyar askerler saygı görürlerdi. Sözleri dinlenirdi. Bunlar im­
paratorluğun şerefi sayılırlardı.
Düşmandan tutsak yapılanları öldürmek yas aktı. Bunlar köle
yapılmazlardı. Yiğit kimseler düşman da olsa, tutsak yapıldıktan
sonra ona saygı gösterilirdi. Bunların ölülerine askeri tören yapı­
lırdı. Halbuki bu çağlarda, diğer hükümdarlar, tutsakları ya köle
yaparlar, yahut öldürürlerdi. . .

. . . Fethedilmesi lazım ve kolay olan memleketler şunlardı :


1) Zume uğrayan. Bunları zulümden kurtarmak Müslüman
hükümdarın borcu idi.
(Demir), Özbeklerin memleketirıi bundan dolayı aldığını, ora­
da şüliği kaldırarak, adaleti kurduğunu söylüyor.
2) Dirı ve ahlakı zayıf düşen ve Tann'nın eserlerini hakir gö­
rerıleri

101
(Hindistan) ın başşehri (Delhi) yi (Sultan Mahmut) tan bunun
için fethettiğin!. şeriatı orada tatbik eylediğini, eyaletlerdeki
(puta tapar) lann (tapınak) larını yıktığım bildiriyor.
Bu gibi memleketler fethedilebilirler. Ve kurtarıcılar buralara
yaklaşınca bütün yoUann açılacağına (Demir) emindir. (Horasan)
ı Kürt padişahlarından böyle kurtardığını arılatıyor.
3) (Demir) , " halk ve askeri partilere ayrılan imparatorluklar
kolayca alınır" diyor. (Faristan) ile (Acem lrakı) nı böyle aldı.
(Demir) , tacirlerle, kervanlarla, kervan reisierine de vazifeler
vermişti. Bunlar yabancı iliere giderlerdi. Tataristan'da, Çin'de,
Hindistarlda, Mısır'da frenk illerinde, dünyanın dört bir ucunda
dolaşırlardı. Bir yandan ticaret yaparlar, diğer yandan bu memle­
ketleriri halinden, buralarda yaşıyanıann adetlerirıden, hüküm­
darların tebeaları hakkında hal ve hareketlerinden (Demir) e ha­
berler getirirlerdi. (Demir) seyyahlara çok iyi muamele ederdi.
Burılardan memleketler hakkında bilgi edinirdi.
Liifın kısası, (haberci teşkilat) Demir'irı en kuvvetli devlet mü­
esseselerinden birisiydi. Ve bununladır ki içte ve dışta, olanı bite­
ni çok iyi bilirdi. Bunları bildiği için eli hep tetikte idi.
(Demir) in güzel, değişmez huylanndan birisi de, vezirleri
hakkında olduğu gibi, kumandanları için her söylenene kulak as­
mamasıydı. Ona göre, vezirler hakkında olduğu gibi kumandarıla­
n da çekemiyen, kıskanan düşmanlar az değildir. Çünkü, dünya
adamları, dünya büyüklüğü ararlar. Bu gibiler tarafından korunan
vezirler gibi kumandanlar da bundan ellerinde oyuncaktırlar. . .
Görülüyor ki (Demir) devletinde hüküm süren adetler­
den çoğu, zamanımızın adetleri gibi idi. Hak anlamı da, yine bir­
çok bakımlardan çağımızın hak anlamını andırıyordu :
Kumandanına, ihanet etmemek şartiyle, (Demir) e iltica eden
yabancı askerler korunur, isterlerse kendilerine vazüe de verilir­
di. . .
. . . Kumandarılarına, efendilerine ihanet eden düşman asker­
lerinden (Demir) ti.ksinirdi. Burılardan nefret duyardı. O, efendisi­
nin tuz hakkını tanımıyan bir adamdan bana ne hayır gelir?) der­
di. (Oğuz Han) ın kumandanlarından bazıları efendilerine ihanet

102
ettiler. (Demir) e gelmek, hizmetine girmek istediler. O, bunlara
(Siz alçaklarsınız ! ) diye cevap verdi.

Harpte ihanet eden, düşmana kaçan, kumandanını dinlemi­


yen askerin cezası ölümdü. B arış zamanlarında bile yerini terk
eden askerin cezası çok ağırdı. Harp halinde ise yine ölümdü.

Kavgadan kaçan askerler öldürülürdü. Eğer mazu.r ise hisse­


sine düşen ganimetten mahrum edilirdi. Yaralanmak büyük bir
şerefti. Yaralanmak dolayısıyle döğüş meydanından çekilmiş ise,
şerefinden bir şey kaybetmezdi.

Halka zülmeden, haksızlık eden askere, zülmu ve yaptığı hak­


sızlık mutlaka iade edilirdi. Hırsızlığın cezasi, Cengiz yasasına gö­
re idi. Hırsızlık hafif ise ödetilirdi. Ağır ise hırsızın boynu vurulur­
du.

(Demir) in ordusundaki irızibat, intizam, mükemmellik, o çağ­


ların hiç bir ordusunda yoktu. Ordu kazançlarını, bu intizama, bu
inzibata borçlu idi.

(Demir) , halk ile ordu arasında hiç bir fark ve imtiyaz gözet­
mezdi. (Biri olmazsa diğeri de olmaz) derdi.

(Demir) devletinin büyüklüğü, mamurluğu, saadeti nasıl ki


mükemmel bir idareye, mükemmel bir adalet temellerine dayanı­
yorduysa, ordusu da böyle adilane bir intizam bir inzibata arka
vermiş bulunuyordu. Halk ve ordu dimdik ayakta idiler.

(Demir) orduyu daima tetik bulundururdu. Pek az süren barış


zamarılannda bile, onu, bir çeşit muharebeyi andıran büyük avlar­
la meşgul eder, manevralar yaptırırdı. (Cengiz) de böyle yap ardı. . .

On askeriri içinden en dirayetlisi, diğer dokuzunun rızasile ,


başlarına, (onbaşı) yapılırdı.

On, onbaşı içinden zekası ve çalışkanlığı ile kendirıi tanıtrnış


bir kimse burılann başına (yüzbaşı) olarak getirilirdi.

On yüzbaşının kumandanı da (binbaşı) idi. Bunun tecrübeli


harp işlerinde usta, yiğitlikte üstün olmasına çok dikkat edilirdi.
Bu hasletlerinden başka (binbaşı) nın Demir sülalesinden olması
lazımdı. Rütbe sırasile bunların alt taraflannda bulunanlar üzerin­
de her türlü hakları vardı. Er tayini onbaşının, onbaşı tayini yüzba-

103
şının, yüzbaşı seçmek te binbaşının salahiyetinde idi. Bu zabitler
itaatsizlik edenleri cezalandınrlardı.
(Demir) in (313) beyi (emir) vardı. Bunlar ordunun kafası idi.
a) İşlerinde ve ruhlannda asil olmak.
b) Zeki ve hileci olmak.
c) Yiğit, ihtiyatlı ve tedbirli olmak.
d) Uyanık ve sebatlı olmak.
e) Derin düşüneeli olmak.
f) Alaylar, nasıl kunrulur nasıl bozulur, bilmek.
g) İş başmda cesareti kaybetmemek. Müşküllerle karşılaşın­
ca yüz çevirmeden askerleri ve burılann hareketlerini idare et­
mek.
h) Asker arasına intizamsızlık, itaatsizlik girer, isyan gibi hal­
ler görülürse hemen çaresini bulmak.
Burılar arasından seçilen, dördü, (beylerbeyi) biri de (başku­
mandan) idi. bu zat savaş ve.banş zamanlarında beylerin ve asker­
lerin kumandanı idi. (Demir) ordunun başmda ise, (başkuman­
dan) ona muavirılik ederdi.
Akıllı , tanınmış kimselerden daha on iki (bey) vardı. Burılann
maiyetinde binden, on iki bine kadar süvari bulunurdu. Burılar sı­
rasile birbirirıin muavini idi. Mesela birinci ikincinin, ikinci, üçün­
eünün ilah... Acele hallerde bir rütbe aşağıda bulunan (bey) , üs­
tündeki (bey) in vazifesini görebilirdi.
Beyler, askerin talim ve terbiyesi için istedikleri kadar çalışa­
bilirlerdi. . .
Bir kumandanın vazifesi nedir?
Askerini ilerletmek, iş başmda korkmamak, soğukkanlı ol­
maktır. Her alay, kumandanın elinde kılıç ve ok gibidir. Burılan yer­
li yerinde kullanmak gerikir.
Kumandan, önce, sağ yanı (cenah) büyük izci alayım, sorıra,
sol yanı, düşman üzerine yürütür. herliyen bu kıt' alar durursa, ih­
tiyattaki bölükler, yardıma başlarlar. Ve durum (Demir) e bildirilir.

104
Tannya güvenerek, kumandan, (Demir) orada hazırmış gibi
savaş safına girecektir. Kumandan bilmesi, inanması lazımdır ki,
muharebe kazanılacaktır.
Kumandan, kızmayacaktır. Şaşınnayacaktır. Alaylan ustalıkla
idare edecektir. Önden yürümek zorunda kalusa; bu işi kendini
pek tehlikeye koymadan başaracaktır. Çünkü (Demir) e göre ku­
mandanın ölümü fena sonuçlar verebilirdi.
(Demir) irı (tüzeler) inde bu bahsi okurken, düşündüm hatın­
ma bizim (Salankamın) savaşının bu meşhur yiğit şehidi, Avustur­
yalılan, dağıttıktan sonra, yok etmek üzere bulunuyordu. Başına
değen bir kurşun, onu öldürdü. Zafer bozguna döndü. O kadar ki
ağasının kucağında kalan koca şehidi, beraber götürrneğe imkan
elvermedi. Düşman ayaklan altında kaldı. Ve bu bozgundan sonra
Türk ordulan bir daha Tuna'ya gelemediler.
Bu gibi vak'alardan sonra (Demir) in, kumandanlann hayatı­
na verdiği önemirı, anlamını kavramak zor olmuyor.
Günün birinde Hariciye Vekili bulunuyordum. Alman büyük
elçisirıi (Atatürk) e götürdüm. Hoş beşten sonra, Alman elçisi
(Atatürk) ten harp hatıralannı sormağa başladı. (Sakarya) (Dum­
lupınar) meydan muharabelerinden söz açıldı. (Atatürk) :

" Kumandanlarımdan birinin delice cesareti olmasaydı. Yunan


ordusunu Konya tuzlu çölüne sokacaktım. Düşman ordusu orada
fıçıya basılmış salamuraya dönecekti. Ve harp o vakit bitecekti.
Hem de nasıl? düşman kaçınağa muvaffak olaınıyacak kendisin­
den haber bekliyenler de şaşıp kalacak ve boyuna haber soruştu­
racaklard.ı. Sonra öğreneceklerdi ki. Yunan ordusu tuzlu çölde sa­
lamura olmuştur ! böylelikle harp bir, bir buçuk yıl önce bitmiş ola­
caktı. " Buyurdular.
Bir gün ben, bu (delice cesur) kumandanın kim olduğunu
(Atatürk) ten sordum (Rahmetli Halit paşa idi) buyurdu. Düşma­
nın arkasını çevirmek içirı kendisirıi aradıklan vakit yerirıde değil­
miş. Askerlerin önünde, elde tabancayla, düşmarıın üzerirıe sald.ı­
nyormuş !
Bu haller, lüzumsuz cesaretlerirı, bir millete ne kadar pahalı­
ya mal olduğunu gösterrneğe yeterler s anırım .

105
Yine (Demir) e göre, bir yere girmezden önce, oradan nasıl çı­
kılacağııu, önceden düşünmek, kumandanın belli başlı vazifele­
rinden idi.
(Atatürk) de büyük nutkunda: Her taarruzu, mukabil bir taar­
ruz karşılar. Taarruz eden ricat yollanın hazulamalıdır diyor...
Düşman on iki binden fazla kırk binden aşağı ise kumandanlı­
ğa (Demir) in oğullanndan birisi getirilirdi. Oğlunun yanında iki
(beylerbeyi) ile, diğer (beyler) ve zabitler bulunurdu. Bu ordu en
az kırk bin süvari olacaktı. Askerler durmadan manevra yapacak­
lar.
Kumandan kırk bin kişiyle, on dört alay teşkil edecektir. Bun-
ları yerli yerlerine yerleştirecektir.
Böyle bir ordu kumandanı şu hasletlere malik olmalıdır :
a) Düşman kumanlannın sayısını ve kabiliyetlerini.
b) Bu kumandarılara karşı koymağı.
c) Kumanda ettiği erieri hepsini, yaylı, kılıçlı göz önünde tut-
mağı; bilecektir.
d) Her şeye, her müşküle bir çare bumayı.
e) İlerleme ve çekilme yollanın, göz önünde tutmayı.
f) Hileye aldarırnarnayı.
g) Düşmana karşı sıra ile gönderilecek alayları.
i) Düşman projelerini ve niyetlerini keşfetmeyi.
j) Düşmanın her ilerleyişindeki kasdi.
k) Her vasıtaya baş vurarak düşmanın maksada erişmesine
engel olmayı ; bilmelidir.
1) Düşmanın bütün hareketlerini göz önünde tutacak.
m) Emir almadan ileri giderıleri cezalandıracak.
n) Düşman zorlamadan, savaşa başlamıyacak.
o) Düşman nasıl hücum ve nasıl gerileme döğüşü yapıyor,
bunları tarassutla öğrenecek.
p) Bu hücum ve gerilerneye nasıl taarruz edilmeli? Bunu bile­
cek.

106
r) Kendiliğinden kaçan bir orduyu , . emniyeti kat'i olmadıkça
takip etmiyecek. Çünkü düşmanın arkasında ardcılan ve pusuda
imdatçısı bulunabilir.

Bu şartlar içinde de zaferi elde edemiyen kumandan, kendi


alayına (ileri ! ) emri verecektir. Düşman onu bir dağ gibi görür. Yer­
ler sallanır. Yiğit askerieliine (Kılıç çek ! ) emiini verir.. Yaylar yağ­
mur gibi yağar. Kılıçlar kızıl şimşekler gibi parlar. Yine bir şey elde
edilemezse artık kumandandan öne atılır. Ve bayrağı gözleri
önünden ayırmaz .

Aksak (Demir) in Büyük Savaşları :


Ankara meydan muharebesi: (Demir) in büyük baş ariyle bi­
tirdiği en önemli savaşıdır. Bu kavgayı kaybetseydi, kurduğu dev­
let temellerinden yıkılacaktı. Bu muharebe, her iki yan (taraf) için
ölüm kalım döğüşü idi. Nitekim bunu, bu gerçeği biraz sonra, (Yıl­
dının) la olan konuşmalarında (Demir) in ağzından öğreneceğiz .

Ankara muharebesi neden oldu?

Bunun hakkında pek çok şeyler söylendi. Tarihler çeşitli riva­


yetlerle, dedikodulada doludur. Arap tarihlerile, Osmarılı tarihle­
ri, (Demir) i suçlu çıkarmaktadırlar. Bizans, Frenk Tatar tarihçileri
ise (Demir) i haklı bulmaktadırlar. Hiç deilse, yansız , (bitaraf) tır­
lar.

Ben, bu yazılanının başlangıcında söylediğim gibi, her iki ya­


nı da suçlu bulmaktayım. Fakat suçun ağır, çok ağır yanı (Demir)
in omuzlanndadır. (Yıldınm) da, (Demir) de, taşkırılıklannı birbiri­
ne bağışlıyabilirlerdi. Ve iki kardeş gibi, birbirine yaptıklarını hoş
görebilirlerdi.

(Yıldınm) ın Harp Nizarnı


Sağ yan oğlu Süleyman çelebi ile kayınbiraderi, Sırp kralının
oğlu (Prens Lazar) da. Bunun emrinde, zırhlı, beyaz elbiseli yirmi
bin suvari vardı.

Sol yana, küçük oğlu Mehmet Çelebi kumanda ediyordu .

Merkez , kapu kulu ile, kendi kumandasında bulunuyordu.

107
Muharebe başladı. (Demir) in askeri, önlerinde alev saçan fiili
arabalarile hücuma başladı. Osmanlılar dayanıyor, düşmana ars­
lanca karşı koyuyorlardı. (Demir) in askeri, buna kızdılar. İlkinden
iki kat kuvvetli olarak şiddetli bir saldırışta daha bulundular. Os­
manl.ılann sağ sol yanlannda çekilme alametleri görüldü. Henüz
Osmanlı devletine bağlanmış olan ve Anadolu beylerinden alınan
askerler, (Demir) in yanında bulunan, beylerine kaçıyorlardı. Kara­
man, Germiyan, Teke Menteşe, İstendiyar beyleri gibi. Bu hali gö­
ren (Yıldırım) , merkezdeki askerile beraber yüksek bir yere çıktı.
(Demir) , askerinin başında olarak, buraya kırk alay süvarile saltlır­
dı. Bu aşağı yukarı ( 120.000) atlı idi.
(Langles) diyor ki: Osmanlılar, yine akıllara sığmaz bir yiğit­
likle boğuştular.
(Yılıdınm) , kendisine teklif edilen kaçınayı isteseydi, pek ala
yapabilirdi. Reddetti. Israr etti).er, yalvardılar, yakardılar yine red­
detti. (Niğbolu) galibi savaş meydanından kaçınayı nefsine yedi­
remiyordu. Halbuki kaçsa kendini yine toplar (Demir) in başına tu­
fan olurdu. Yağız atı üstünde ve karanlıklar içinde döğüşmesine
devam etti. (Namık Kemal) , (Osmanlı Tarihi) nde diyor ki:
Atının ayağı sürçtü. (Yıldırım) ateş çıkartarak yere düştü Kılı­
cı bir yana atı diğer yana gitti. Üzerine Tatarlar saldırdı. O, hançe­
rine davrandı. (Yıldırım) elindeki küçük bıçağıyle tek başına (De­
mir) ordusuna meydan okuyordu.
Nihayet (kemend) atıldı. Yıldırım yakalandı. Elleri bağlandı.
(Mahmut sultan) onu (Demir) in çadırına götürdü (Demir) yatmak
üzere idi. Hadiseyi haber verdiler. Kalktı. Çadırın kapısından dışa­
n çıktı. Yıldımrlı karşıladı. Fakat onu elleri bağlı görünce, ağladı.
Ve hemen (Yılıdınm) ın yanına yürüdü. Bağını çözdü.
Artık, (Demir rakipsizdi. Ve tek) kalıyordu. Ortada kalan bir
şey varsa, koskoca Osmanlı devletinden, Çubuk ovasında kor­
kunç bir mezardı.

(Yıldırım) la (Demir) Başbaşa


İkisi bearber, atağa gittiler, Bir halı üzerine, yanyana oturdu-
lar.

108
(Müneccimbaşı) , (Solakzade) , (Ali) , (Abdurrahman Şeref) gi­
bi tarihçilerimiz, (Demir) in Yıldırun' a çok saygı gösterdiğinde bir­
liktirler. (Müneccimbaşı) (Demir) in gösterdiği saygıyı üade için
şurılan söylüyor :
" Girittan esaret olduktan sonra Mahmut Ham Cengizi Üroe­
ra ile gelip şehriyar hazretlerini Timura götürdükleri,nde hayme
kapısında istikbal ve tekrim ve tazirnde mübalaga eyledi. Haymei
Timura vüsulleri 804 zilhiccesinin yirminci cumartesi gecesi ışa
ll
vaktinde vukubulınuştur.
Bu cümleleri bugünkü Türkçeye çevirmek gençliğe karşı bir
vazüedir. (Müneccimbaşı) bu satırlarla :
11 (Sutan Yıldırun Beyazıt) , esir olduktan sonra, (Cengiz) so­
yundan (Mahmut Han) bir bölük beylerle geldi Ve Osmarılı padi­
şahını (Demir) e götürdüler. (Demir) çadır kapısında onu karşıladı.
Çok pek çok saygı gösterdi. (Demir) in çadınna vardığında, pey­
gamber Muhammedin, 804 üncü yılı idi. Gök aylanndan (Zilhicce)
nin yirminci cumartesi gecesi, yatsı vakti idi. " demek istiyor.
(Müneccimbaşı) , yine diyor ki:
" Şehzade Musa Çelebiyi dahi gereği gibi tatyip ve ikram ve
validi muhteremlerine ve kendilerine müzeyyen ve mükellef hay­
meler kurup padişahane tayinat verdi. Musa Çelebi'yi eviadı ile
beraber tutardı. Şehriyar hazretlerini ihyanen davet ve musaha­
ll
bet ve envaı nüvazişle tesliyet ederdi.
Bu iki Türk hükümdan ilk defa ne konuştular?
Aralannda tercüman yoktu. Zaten ikisi de esaslı olarak
Türkçeden başka dil bilmiyorlardı. Her ikisinin de ana dilleri
Türkçe idi. (Demir), dikkatle (Yıldınm) ın yüzüne baktı. Ve gü­
lümsedi. Çok hisli (Yıldırım) buna alındı ve: Demir Bey ne gü­
lersin halime mi? Fakat halime gülme, yarın sen de benim gibi
olabilirsin. Bana bak, bir saat önce padişah idim. Şimdi senin
esirin... " dedi.
-(Yıldırun) Bey Allah göstennesin, diye söze başlayan (Demir)
ben senin haline hiç güler miyim! . Gülümsememin sebebi şudur :
Meğer dünya çok pes bir şey imiş. Ne sevilmeğe, ne de tiksin­
meye değmezmiş, eğer bir şey olsaydı; onu, Tann senin gibi bir
şaşı ile benim gibi bir topala vermezdi" karşılılğında bulundu.

109
Sözlerine devamla:
"Bu perişanlıklann, bütün günahlan senin boynundadır.
Jjunlara hep sen sebep oldun, bu kadar Türk, bu kadar Müslüman
karu döktürdün. (Tahretinin) çoluk çocuğunu adama yollamadın.
Düşmarnın (Kara Yusuf) u bana vermedin. Hiç olmazsa memleket­
ten çıkarmadın. Bu fel§ketler hep o fettan, müfsid adamın eseri­
dir " dedi.
Yıldırım) : " - Demir Bey, artık yeter, Tannnın dediği oldu ve
yalruz o olacaktır. " cevabıru verdi.
Demir: "Hele üzülme, devletini, memleketini yine sana geri
veririz. Bir kaç gün misafirimiz ol. Ben senin esilin olsaydım, başı­
ma ve ordumun başına gelecekleri biliyordum. Bizden öyle bir şey
bekleme, umma. Allah bizi muzaffer kıldı. Seni mağlup. (Çünkü
sen yolunun üzerine dikenleri kendin ektin. " dedi.
Bir gün, (Demir) (Kütahya) da büyük bir eğlenti tertip ettirdi.
Eğlentiye (Yıldırım) ı da davet etti. İçildi, şarkılar söylendi, çalgı­
lar çalındı, köçekler oynadı. (Yıldırım) ın kızlanndan biri, (Demir)
in to�unlanndan (Miranşah) a nik§lılandı. (Adrabşah) (Yıldırım) ın
karısı, sırp kralının kızı, (Olivera) mn, bu eğlentide yan çıplak bir
halde içki dağıttığıru söyler. Yalandır. (Demir) ile (Yıldırım) Kütah­
ya'da iken karısı Ankara'da idi.

(Yıldırım) ve Ölümü
(Yıldırım) nasıl ve neden öldü?
Tarihler bu sorgu etrafında, çeşit çeşit söylüyorlar : Kimi (De­
mir) in adamları zehirledi, kimi kendi kendini öldürdü, kimi nüzul
geldi. Kimi de göğüs, nefes darlığından öldü ; diyorlar.
Bence bu haberlerin en doğrusu (Yıldırım) ın kendi kendini öl-
dürmüş olmasıdır.
Nasıl öldürdüler?
Nasıl öldürdü?
Bir insan kendini bir çok vasıtalarla öldürebilir. Fakat (Yıldı­
nm ) kuvvetli bir ihtimale göre zehir içti ve bu suretle kendini öl­
dürdü.

110
Hastalık neticesinde, ecelile öldü diyenler, bir Müslüman pa­
dişaha intihan yaraştıram.ıyanlardır. Çünkü, böyle bir hal şeriatte
yasaktır. Hatta, Solakzade, " intihar misilli mugayiri şer'i şerif bir
takım hareketler izafesi mahz ikzibtir" der.
Halbuki (Yıldııım) çağııu hemen hemen yaşamış, (Murat ll)
ile İkinci Kosova meydan muharebesinde bulunmuş olan (Aşık Pa­
şazade), (Tevarihi Ali Osman) mda:
" Kendi kaydin görüp Hak'km rahmetine kavuştu." der.
Yme bu çağa en yakın olanlardan (Lutfi Paşa) , tarihinde :
" Kendi maslahatm görüp " diyor.
Bu tarihçilerimizin her ikisi de, bir gün, (Demir) in, (Yıldınm)
a " Semerkanda gidelim, seni oradan yine memleketine gire gön­
deririm " demiş olduğunu, intihan sebebi ol&rak göstermektedir­
ler. Son tarihçilerimiz Akşehir'c:ıe nüzulden öldüğünü yazıyorlar.
Bu rivayetlerin en doğrusu (Yıldınm) zamanma en yakın olan ta­
rihçilerin rivayetidir. Çünkü, bir kere onlar, yaşadıklan zaman iti­
barile hakikata daha vıik:f olabilirlerdi. Sonra, (Yıldın.m) m ahlıikı
böyle bir hareketi icap ettirdi. Her önüne çıkanı yenmeğe, kendini
Tarırının memuru sayan bir kahraman, esarete, ne kadar izzet ve
ikraın görse de dayanamazdı. Hususile kendisi esir ve memleketi
düşman ayağı altmda çiğnenirken.
(Yıldınm) gibi bir Türk yiğitine, krallan, prensleri kıllema baş
eğdirmiş esir etmiş bir cihan kahramarıma, esirlik değil, ölüm ya­
raşırdı. " O, kendine yaraşanı yaptı. Hakkın rahmetine kavuştu . . .

Demir'in Ölümü
Demir devlet hayatında, gözlerini elde silah açtı. (Otrar) da
yetmiş yaşmda Çirle girmek üzere iken ordusunun başmda elde
silah kapadı.
Ölümünden biraz önce, hakimi (Fazlullah) kendisine her şeyi
açık söyledi.
" Çare yok ! " dedi
Bütün çocuklarını torunlanru, prensleri, prensesleri başucu­
na çağırdı. İçlerinde (Şahruh) yoktu. Uzaklarda idi. Onu görmedi­
ğine pek çok sıkıldı. Ve :

111
"Biricik yandığun ve acıdığun şey, oğlum (Şahruh) u görmek­
sizin öleceğimdir. Fakat ne yapabilirim, Tann böyle murat etmiş. "
dedi.
Çocuklanna şu vasiyette bulundu:
" Çocuklanın ! Tebaanın rahatını başarmak için, benim sizlere
bıraktığun vasiyeti, düsturları unutmayınız. Halkın dertlerine der­
man bulunuz. Zayıfları koruyunuz. Fak:irleri, zenginlerin zulmün­
den siyanet (koruyunuz) ediniz. Tefecilere, faizcilere meydan ver­
meyiniz. Bunlar Allahtan korkmazlar ki, onun kullarına acıs�ar.
Her işinizde kılavuzunuz adalet ve iyilik olsun.
Kılıcı ihtiyat ve liyılkatle kullanınız. Aranıza ayrılık tohumu
atıimamasma çok dikkat ediniz. Nedimleriniz, düşmanlannız ar­
dınıza ayrılık tohumu saçmağa çalışacaklardır. (Tüzeler) imdeki
idare usulüne sadık kalırsanız, taç daima başınızda kalacaktır. "
Sorıra, kumandanlarını çağırdı. Saray adamlan önünde, bun­
lara:
" Pir Mehmet Cihangire, bana itaat eder gibi itaat edeceksi­
niz. Bunun için, bağWı.k andı almanızı isterim. " dedi. Bütün ku­
mandanlar, ağlıya ağlıya (and) aldılar.
(Demir) bir aralık bayıldı. Fakat aklını büsbütün kaybetmedi.
(MeUihibetullah) ı istedi. Yanı başına getirilmesini işaret etti. Ge­
tirdiler. Ona, (Kur'anı Kerim) okuttu. Sorıra onun yüzüne baktı ve :
" L§. ilılhe ill§.llah, Muhammedürresillüllah " . dedi.
Gözlerini bir daha açmamak üzere bu geçici dünyaya yumdu.
Cesedi mumyalandı. Ve çok büyük bir cenaze törenile (Semer-
kand) da gömüldü.
Fakat evlatları, torunlan onun nasihatlerini tutmadılar. Kısa
bir zaman içinde, kurduğu cihan imparatorluğu, (Büyük İsken­
der) in devleti gibi parça parça dağıldı

IV- OSMANLI KAPİTÜLASYONLARI REJİMİ

(TÜRKLERE BİR İMFARATORLUK KAYBETTIREN


YABANCI HAKLARI)

112
Bu kitap Fransızca olarak ve İsviçre Fribourg Üniversitesi Hu­
kuk Fakültesinde okuduğu 1918 yılında doktora tezi olarak hazır­
lanmıştır. Bu tezirı 25 Mart 1919 tarihinde incelenerek kabul edil­
miş olduğu ve ancak İstanbul'da, 1928 tarihinde basılmış olduğu
için, doktora diplamasınırı 25 Aralık 1928 tarihli olduğu, diplama
aslının incelenmesinden anlaşılmıştır.
Bu kitapta en dikkati çekici taraf " Kapitülasyonlar taraf ül­
kelerden birinin zaranna işlediği taktirde, zarar gören tarafın bu
sözleşmeleri tek taraflı olarak iptal edebileceği, görüşünün açık­
ça savunulmuş olması ve tezimi kabul ettinn esidir. Kısaca Türk
hükümetleri kapitülasyonlan tek taraflı olarak feshederse bunun
devletler hukukuna uygun olacağı ifade edilmiştir. Fakat kapitü­
lasyonlar ancak Lozan Antıaşması ile kaldırılabilmiştir. (4 Tem­
muz 1923).
V- DEVLETLER ARASI HAK
(Hukuku Düvel)

Kitabın incelerunesinde şu hususlar dikkati çekmektedir :


Devletler Hukuku, konusu incelenirken, Türk tarihinden se­
çilen örnekler yerinde ve isabetle kullanılmıştır. Devletler Huku­
kunun gelişmesinde diğer milletler olduğu kadar Türk ve islam
aleminin de büyük bir payı olduğu ortaya konulmuştur.
Kitapta kullanılan dil, zamanına göre çok sade ve herkesçe
anlaşılacak kadar güzel bir halk dilidir. Bu durumu eseri herkesçe
okunabilecek bir kültür ve tarih eseri olarakta değerli kılmaktadır.
Eserin en büyük eksiği, her ilmi eserde mutlaka bulunması
gereken, bir " içindekiler" kısmının bulunmayışıdır. Atatürk İh.tild­
li, kitabında da bulunan bu eksiklik eserlerinin değişik maksatlar­
la ve kısmen incelenmesine imkdn vermediği gibi, sistemli bir ko­
nu bölünmesi ve her konunun unsurlannın kendi içinde incelen­
mesi yoluna gidilınediği için, eserin ve amaemın anlaşılınası araş­
tırıcıyı çok fazla yormaktadır.
Fakat bu eserde, Atatürk İhtilAI.inin aksine, kullanılan Türk
Tarihine ait malzeme ile her zaman iftihar edilmiştir. Kullanılan ta­
rihi belgelerle, tarihte insan haklan olsun, medeniyetin gelişme-

113
sinde olsun, Türk Milleti'nin de büyük payı olduğu açıkça belirtil­
miştir. Özellikle, bu konuda kendilerinden başka hiç bir millete
pay vermeyen batılllara karşı Türk Milli varlığında mevcut ve mil­
letlerarası hukuka kaynaklık eden nefis belgeler sergilenmiştir.
Bu sebeple bu kitap bir genel kültür eseri olarak ta yeniden yayın­
lanmalıdır.
AVRUPA'NIN İNSANLIK ANLAYIŞI
M. Esat Bozkurt, bu kitapta haklı olarak şu tespiti yapılıyor.
Avrupalı gözünde insanlık üç kısımdan ibarettir. Burılarda ;
a- Medeni Milletler,
b- Yarı Medeni veya yan vahşi milletler.
c- Vahşi Milletler dir. (s, 29 - 32)
Avrupalıya göre medeni milletler, hiç şüphesiz Avrupa'da ya­
şayan ırklar Amerika'nın çoğu ( siyahlar hariç) ve Ruslardır. Kısaca
hınstiyan milletleridir.
Türkler ve Japorılar gibi bir kısmı milletler, XIX . Asırdan son­
ra yan medeni s ayılabilirler.
Geriye kalan bütün İslam ve gayri müslim milletler ise yabani
veya vahşi kavimlerden ibarettirler. Bu arılayış farkının, devletler
arasında meydana gelen hakiann alınmasında büyük farklılıklar
yarattığını bilmek gerekir. Kısaca-özetlersek, medeni bir millet, di­
ğer medeni bir milletten hakkını devletler hukukuna göre isteye­
bilir ve alabilir. Yani dava açabilir, davacı veya davalı olabilir.
Fakat yan medeni bir millet ile vahşi sayılan bir milletirı me­
deni milletlerden hak alması söz konusu olamaz. Yan medeniler
içirı belki kısmen olabilirse de, vahşilerin, medenilerden bir talebi
olamaz. Olsa da, milletlerarası mahkemelerde irısan sıfatı ile da­
vacı ve davalı olarak dirılenmezler. Medeni millet sayılma mücade­
lesini bütün doğulu milletler vermek zorunda kalrrıışlardır. Buna
misal olarak:

. . .Von Listz'in ifadesirıce, bu savaşta Japonya hem büyük,


kuvvetli bir asker olduğunu gösterdi ; hem de, bütün savaş esna­
sında (Devletler arası hak) kaidelerirıe riayet etti. Muharebeden
muzaffer çıktı. Ve bunu takiben 1899 yılında medeni devletlerle
bir seri muahedeler iınzaladı. Bu muahedelerle kapitülasyorılar­
dan kurtuluyor, devletler arası kamuna girmiş bulunuyordu. Bun­
dan sorıra mevzuatında teceddüt (yenilik) yaptı. Avrupanın her
1 14
yönüden en ileri kanunlarını aldı. Latın kısası, adliye sini, ve idare
makinelerini Avrupai bir halde getirdi.
Türkiyemize gelince; Türkiyemizde teceddüt (yenilik) hare­
ketleri Japonyaya tekaddüm eder. 1839 da Gülhane hattı hümayu­
nile, ki buna tanzimat denilir, Osmanlı İmparatorluğunu Avrupalı­
laştırmak, batı medeniyetirıi ona mal etmek için ilk büyük adunı
Koca Reşit Paşa atmış bulunuyordu. 1856 ısıahat fenrianı ile Ali
Paşa atılan adunı kuvvetiandirdi ve teyit etti. Gene 1856 Paris mu­
ahedesinin 7 nci maddesile Osmanlı imaratorluğu Avrupa konse­
rine kabul olundu. Bunun marıası, imparatorluğun devletler ka­
mununa girmesi ve kapitülasyonlardan kurtulması idi. Fakat kur­
tulamadı. Neden? Bu haktan istifadesine, imparatorluğun za'fı mı
sebep oldu? barıa öyle geliyor ki böyle bir mazeret ileri sürüle­
mez. O sıralarda ve o sıralardan önce, Avrupa diplomasisi, ve
umumi efkan tam manasile lehimizde idi. 1848 ihtilruinde Macar
mültecilerinin Rusya ve Avusturya ile savaşı bile göze aldırarak
Osmanlı imparatorluğunun iade etmemesi yüzünden Avrupa bizi
al.kışlıyordu. Londrada büyük elçimiz İngiliz Parlamentosuna gi­
derken üniversite talebesi tarafından arabanın atları çıkarılarak
hurralarla çekildi, ve bu halde Parlamentoya götürüldü.
İtalya Başvekili Cavour Paris kongresinde Osmarılı İmparator­
luğunu göklere çıkarıyordu. Kanunlanmızın, bilhassa ticaret ka­
nunlanmızın o çağların en yüksek kanunlan olduğunu söylüyor;
ve idari teşkilatunızın modemliğinden durmadan bahsediyordu.
(x) Kongre üyeleri İtalyan Başvekilinini fikirlerine iştirak ediyorlar­
dı. Bir yandan da gazeteler, mecmualar lehimizdeki nüşriyata de ­
vam ediyorlardı.
Devletler arası hak (Revue de droit irılernationale Public)
mecmuasında zamarım en büyük ruiınlerinden Pradie Fodere yaz­
dığı makalesinde Osmanlı İmparatorluğunun, medeni bir devlet
olduğunu ileri sürüyor; ve kapitülasyorılara layık olmadığını delil­
lerle isbat ediyordu. Ve diyordu ki: " Mujikler idaresinden başka
bir kabiliyat gösteremiyen müstebit Rus İdaresine kapitülasyon
rejimi tatbik edilmediği halde, modem cihazlarla mücehhez,

x Paris kongresi protokol/an.

115
modern idare kabiliyetini göstermiş bir devlete, Osmanlı impara­
torluğuna bu rejim nasıl reva görülebilir? Bu İmparatorluğa nasıl
olur da yan medeniler muamelesi tatbik edilir?"
İşte moral bakımından 1856 da böyle bir durumda bulunuyor­
duk.
Maddi bakıma gelince, Kınm zaferini kazarunıştık. Zaferi ka­
zanan Osmanlı silahlarının namlularından henüz duman tütüyor­
du. Bundan daha kuvvetli maddi bir durum tasavvur olunabilir
mi?

Şu halde neden kapitülasyonları ( 1923 Lozan muahedesi) ne


kadar kaldırınağa muvaffak olamadık?
J. Westlacke bunu, şöyle anlatmak istiyor: Kazanılıp da istifa­
de edilemiyen haklar arasına kaydetmekle (x) Taliin çok acı bir is­
tihzası.
Soruyu tekrarhyabiliriz . Neden (Devletler arası kanun} a gir­
medik? Hem de girmek hakkını ihraz etmişken. Neden kapitülas­
yonlardan kurtulamadık? Hem de kurtulmak hakkını kazanmış­
kan.
Bana öyle geliyor ki işin önemini ve genişliğini arılıyamadık.
Hele Reşit Paşa ve Ali Paşa öldükten sonra tam manasile işlerden
gafil kaldık. Ve bundan en çok devlet adamlanmızla hukukçuları­
mız mes'uldur. Zaten o devirlerdeki hukukçulanmız yeni amme
haklan anlamına büyük ekseriyetle yabancı idiler. Modem bilgile­
re }{arşı olan yabancılığımız, bizi yarım asırdan fazla bir zaman hak­
lı olduğumuz halde haksız gösterdi. Büyük devlet adamlarımız,
zaman oldu ki menfaatlerini korumak için, kapitüHisyonlardan is­
tifade ettiler. (Şapur) lakabile anılan Sadrazam Sait Paşa sıkışınça,
İngiliz elçiliğine, yine Sadrazam Kamil Paşa İzmir vaWiği sırasında
sarayla arası bozulunca, Fransız konsoloshanesine iltica etmişler­
di. Bu adamlar günün birinde nasıl olur da kapitülasyonların lağ­
vını Osmanlı İmparatorluğu narnma yabancılardan istiyebilirler­
di? ! Ve istedikleri zaman yabancılar, bu zatlara, hem de hakkile :
" Siz mi kapitülasyonların ilgasını istiyorsunuz? Siz öyle mi? Fakat
daha dün canınızı, ırzınızı, malınızı kurtarmak için bize iltica eden
siz değil mi idiniz? Bizzat idarenize sizlerin itimadınız yok iken, biz

116
tebamızı kayıtsız ve şartsız sizin mahkemelerinize ve idarenıze
nasıl teslim edebiliriz? " diyemezler mi di? Müracaat eden bu zat­
lar değil, başkaları da olsa, orılara da ayni şeyleri söyleyeceklerin­
den şüphe yoktur. Nitekim söylediler de.
İltica etmesirıler de ne yapsırılar? denemez . Başlarını mı kay­
betsinler? denemez.
Bir devletin bahtını idare etmeği omuzlarına yüklenmiş
insanlar icabında bunu da göze almağa borçludurlar. Ömürleri­
ni bir yabancı elçiliğinde konsololshanesinde dilenerek, devleti
ve milleti fena akıbetiere sürüklemektense, devlet adamına
düşen borç, kendi topraklarında kendilerini müdafaa ederek
ölmektir. Müdafaa da elinden gelmiyorsa sadece ölmeli ve mil­
letin kalbine gömülmelidirler.
Şimdi, böyle bir hüküm vermek kolaydır. Fakat o zamarıları ya­
şasaydınız bunları söyliyemezdiniz, bu tenkitleri yapamazdınız
demeyiniz. Moral ve vazife icaplarının zamanı ve mekanı yoktur.
Her vakit için birdir ve aynidir. Yeter ki burılar duyulabilsin.
Fakat o zamarılan da ele alarak diyebiliriz ki, elçiliklere, kon­
solosluklara o vakitler dahi kaçabilecekler vardı. Hatta burılara el­
çilikler, konsolosluklar kapılarını arkalanna kadar açmış bulunu­
yorlardı. Fakat buna tenezzül edip gitmediler. Fizan çöllerirıi boy­
lamağı, Marmarada bocrulmağı ilticaya tercih ettiler. Hclla kulakla­
nnızı Marmaranın derinliklerine verir dinlersek iskelet olmuş bo­
yurılannda kalan zincirlerle irıleyen (Ahrarı) duyanz.

Kapitülasyonlar kalkacaktı. Hem de tek bir darbeyle : Fakat


adamım, adamlarını bekliyorlardı. 1914 Dünya Savaşı'nda İttihat­
çılar bunu kaldırdıklarını devletlere bildirdiler. Protestolara rağ­
men fiilen kaldırdılar. Fakat hukuken kaldıramadılar. Dünya Sava­
şı sonunda ise bütün ağırlığı ile iade edildiler. Fakat kapitülasyon­
lar kalkacak ve Türkiye (Devletler arası kamun)a girecekti. İş,
adarrılannı bekliyordu. lstikl,cll Savaşı'ndan sonra adam meydana
çıktı: Atatürk ve İnönü. ( 1923 Lozan muahedesi) ile asırlarca sü­
ren bu rejim fiilen ve hulruken tarihe karıştı. Bugün Türkiyemiz
medeni devletler kamunu üyesindendir.

Medeni devletler karnunu ve buraya girmek ne demektir?

117
Medeni devletler karnununa girmek demek ; (Devletlerarası
hak)tan mutlak surette istifade etmek demektir. Yan medeniler,
yahut vahşiler gibi hususi muameleye tabi tutulmamak demektir.
Bütün medeni devletlerin mazhar olduklan muarnelere tamamıy­
le ve müsavi surette mazhar olmak demektir. Medeni devletler
birbirine ne gibi hak ve ödevlerle mükellef iseler o gibi hak ve
ödevlerle mükellef olmak demektir. Türkiyemiz, medeni karnun
üyesi olmak sıfatıyla (Devletlerarası hak) karşısında bugün İngil­
tere, Almanya, Birleşik Amerika, Fransa vesaire ne ise aynı du­
rumdadır. Ne fazla, ne de eksik.
Medeni kamuna girmek için teminat nasıl verilir?
Bu teminatın en kestirme belgesi medeni devletlerce, mede­
ni illernce kabul edilmiş yaşama prensiplerini benimsemektir. Za­
hiri değil, fakat samimi bir şekilde benimsemektir. Bu benimse­
menin icaplan hukukta ve idarede de kendini göstermeli ve tatbi­
kata girmelidir. Japonya' nın, Türkiye'nin yaptığı gibi. Türk ihtilıili­
nin büyük bir kısmını bu reformlar teşkil eder. (x)
Yarı medeni devletler, (Devletler kamun)una dahil değil­
dirler. Bunlar medeni devletlerle imzaladıkları muahedelerin
tanıdığı haklar derecesinde bu kamunla ilgilidirler. Yarı mede­
ni devletler hakkında, (Devletler arası hak), bir mavi mukavele
hakkıdır. Muahedelerde kabul edilen nisbette bundan faydal�­
nırlar. Bu devletleri medenilerden ayıran karakter bunların ka­
pılarım yabancılara tamamen açmamasıdır.
Bu teorinin ve devletler arasındaki bu bölümün ileri gelen
şampiyonu Edinbourg Üniversitesi profesörlerinden Lorimer'dir.
xx Lorimer, Devletlerarası hak konusunda milletleri üçe ayırır : Me­
deni, yarı medeni, vahşi.
Medeniler tam ve kamil anlamıyle devletler arası haktan isti­
fade ederler. Yan medeniler biraz önce tesbit ettiğimiz prensip
mucibince istifade ederler. Vahşiler hiçbir suretle bundan fayda­
lanamazlar. Haklarında insanlığın icabınca muamele yapılır.
Bunlara sadece insanın tabii hakları reva görülmektedir.

x Atatürk ihtilılli. Mahmut Esst Bozkurt.

ırx Droit Uıtsmai:ionsl. Loriıner.

118
Bu teori ne dereceye kadar doğrudur?
Ve bu teorinin tehlikeleri?
Bu teori pratik bakırndan şüphe yok ki doğrudur. Bütün mil­
letleri ve bütün devletleri bir seviyede görmek, hakikati görme­
mek demektir. Siyasal teşekküller arasında, devlet zihniyet ve te­
lakki.leri baloınından çok farklar vardır. Bu realite ortada durup
dururken, devletleri kısunlara ayırmamak, işleri, düpedüz gör­
mekten başka birşey olamaz. Tasmanya vahşilerini, yahut Hotan­
tolan, İsviçre ile müsavi görmek hepsine aynı müsavi hakları tanı­
mak imkanı var mıdır? Bu vahşiler devletler arası hakların icap et­
tirdiği ödevleri başarabilider mi? Durum böyle mütaUia edilince
Lorimer'in realist teorisine hak vermemek mümkün değildir.
Fakat bu teori, isabetli olduğu kadar; tehlikelidir de. Her tür­
lü fenalıklara yol açabilirLTeorinin korkunç yanı şudur : Bu husus­
ta ölçü ne olacaktır? devl.,;tter arasındaki medeniyet farkı ne ile öl­
çülecektir? Teorinin daha korkunç yanı da şudur : Ölçünün bulun­
duğu farzedilse bile, bunu kim lrullanacaktır? İşte bu soruların
karşılığı bulurunadıkça Lorimer teorisi her türlü fenalıklara mey­
dan verebilir. Emperyalistlerin el1nde, (Devletlerarası hak) bir ta­
hakküm ve tagallüp vasıtası olabilir. Rusya, Buhara devletini,
İngiltere, Hindistan'ı ve Mısır'ı, Fransa Tunus ve Fas'ı, İtalya Ha­
beşistan'ı ve Arnavutluk'u geri görebilirler. Ve bunlar hakkınd a
müsavi hak muamelesi yapmazlar. Önce bu devletleri himayeleri­
ne alırlar ve sonra ilhak edip işin içinden çıkarlar! Meselanin dü­
ğümü buradadır. (Devletlerarası hak) kı emperyalizmin ilitiraslan­
na hizmetçi kılmaktadır. x
Nitekim Lorimer Osmanlı İmparatorluğu'nu yarı medeniler
arasına koyuyordu. Bol keseden hovardalık! Von Listz gibi kılı kır­
ka yaran bir müellif bile endişeye düşmeksizin devletler arasında
fark kabul etmekte ve bunları yarı medeniler diye ikiye bölmekte­
dir. Yarı medenilere, (Devle�lerarası hak)tan tam istifade hakkını
reddediyor. Von Listz ' e göre, bunlar medeni devl e t l e rle yaptıkları

H Bu babiste endişeielimize iştirB.k eden müellif (Bonfils)dir. Teoriyi reddile Avrupanın istila·
suıa düşen yan medeni ve vahşi denilen milletierin istiklıilleıini son kan damlalanna ka·
dar m u dafaa et tiklerinı ılen s urerek hürriyet ve istiklal tadını bu kadar d uyan miJJetlere
nasıl yarı medeni. nasıl yarı vahşi denilebılır diyor.

119
muahedelerin tanıdıklan derecede devletler arası haktan istifade
edeceklerdir. O kadar. Yalnız aralannda elçi göndermek ve kabul
etmek cari ise ayn bir muahedeye lüzum yoktur. bu hususta dev­
letler arası hakda medeni milletiere tanınan usul cari olmak lazım­
dır. Yani yan medeni ve medeni devletler arasında elçilerin imti­
yaz ve masuniyeti, mütekabilen tatbik olunur.

Yan medenilerle imzalanan muahedelerin sakit olduğu yer­


lerde ve vahşilere karşı muamelelerirıde medeni devletler hare­
ketlerinde serbesttirler. Ancak moral prensiplerle bağlıdırlar. Mo­
ral prensip demek, klasik devletler arası hak müelliflerine göre (x)
Hıristiyanlık ve insanlık duygulandır.

Yan medeni sayılan Türkler ve Japonlar gibi bir kısım millet­


ler, karşılıklı antlaşmalardan doğan haklannı istiyebilirlerdi. Hak­
sız fiillerden veya kazalardan doğan haklan ise yarı medanilere
vermek bir medeni içirı acizlik ve eksiklik olarak telıikki edilirdi.
Bir Türk gemisi ile Fransız gemisirıirı, Adalar denizirıde çarpışma­
sı ve 8 Türk denizcisirıirı boğulmalan hadisesirıin, Adalet divanın­
daki muhakemesi sırasında, gözlemci İngiliz hukukçusunun, Tür­
kiye'yi temsil eden M.Esat Bey' e söylediklerini ekli sayfalarda ib­
retle okuyacaksınız. (s. 428-429).
Vahşi milletler veya insanlar, Afrika'da, Asya'da Amerika'da
(zenci ve kızıl derili) yaşarlardı. Bunlar için batının insanlık anlayı­
şında ise hiç yeri yoktu. Bunlar insan değildiler. Batının gözünde
esasen Hıristiyan olmayanın insan sayılması söz konusu olamaz­
dı.

Bu insanlarla olan her türlü insani ilişkilerde ! " Hıristiyanlık


ve irısanlık duygulan" onl�a yapılacak zulm.ün tek sının olabile­
cekti. tabü, o sözde medeni de irısanlık ve Hıristiyanlık da varsa ..

(S. 32) .
Aslında vahşi olmayan ve batılıdan çok daha da medeni olan
fakat batının vahşi saydığı irısanlara ve milletlere, batılılann çok
rahat ve huzur içinde zulüm ve işkence yapabilmesirıirı temel ruh
yapısı bu anlayıştadır. 1926, Lotus-Bozkurt davasında da Mahmut
Esat'm karşısma aynı zihniyet çıkmakta idi.

x Von Listz, Devletlerarası hak, S. 6.

120
Şimdi bunları kendi satularından takip edelim . . .
Mahmut Esat Bey'in bu eserine göre, biz türkler 1856 Paris
Antiaşması ile Avrupalı Milletler, yani Mederıi Milletler arasına
hukuken girdik, fakat bunu kabul ettiremedik. Şimdi Lozan ile gir­
dik ve kabul ettirdik. Halbuki batılının kafasındaki Türk Milleti,
fikri el an çokça değişmemiştir. Şimdi A.E.T. 'ye alınmay1şımız ile
Avrupa'da uygulamadan kaldınlan vize uygulamasının Türklere
uygulanmayışında, hep bu aynlıklar ve tarihten gelme yar1 mede­
rıi veya vahşi kabul eelilişin izleri vardrr. Hatta büyük harflerle ya­
zalım TÜRKLER TARili BOYUNCA MEDENIDİRLER BUNUN
HİÇBİR MİLLETİN VEYA TEŞEKKÜLÜN �ULÜNE VEYA
TASTİKINE İHTİYACI DA YOKTUR.
Ancak Avrupalıların ürkütmeden elimizden aldıkları haklarla
bizi hem sömürıneye devam etmesi söz konusu idi. Hem de verdi­
ğimiz haklar sebebi ile yarı medeni sayılmamız söz konusu idi. Bu
kapitülasyonlar devam ettiği süre içinde de mederıi sayılmayaca­
ğıınız belli idi . . .
Cenevre'ye Lotüs tahkimnamesim imzalamak için gelen
Fransız murahhası Mösyö Fromajo şöyle diyordu :
"Haklısınız. Bu hadise, İngiltere ile Fransa arasında zuhur
etseydi, mesele olmazdı. Fakat sizi Avrupa henüz tanımıyor.
Tanıması için zaman ister. Zamanı gelecek bu gibi hadiseler
mesele olmayacaktır."
Promajo'ya şu cevap verildi.
"Bizi mahkeme huzurunda tanıyacaksınız. Bunun için çok
zamana hacet kalmıyacaktır! "
Bunlar1 kayıttan maksadım, genç Türk hukukçuluğunu uya­
nıklığa davettir. Şunu da ilaveye lüzuın görüyorum ki, Türkiyemi­
zin haklarını kıskançlıkla, titizlikle beklerken, devletler arası hak­
kın yabancılara, yabancı memleketlerde tarııdığl haklara, harfi har­
fine hürmet etmek ödevi hiçbir vakit ihmal edilmemelidir. Böyle
bir ihmal, devletler arası hakka riayetsizlik ifade eder. Devletlera­
rası hakka riayet etmeyen milletierin ondan istifade hakkı olmaz.
Bu bir prensiptir.
Tek cümle ile, Lozan muahedesi, Türkiye'yi medeni devlet­
lerle bir yapan eserdir.

121
OSMANLI KAPITÜLASYONLARI
VE DEVLETLERARASI HAKLAR
M.Esat Bozkurt' un, Fransızca olan " Osmanlı Kapitülasyonla­
rı Rejimi" adlı ve özetini sunduğumuz eserinde, bu konuda yeterli
bilgi varsa da, konu burada da değişik açıdan ve ilgi çeken örnek­
lerle verildiğinden ayrıca incelenmeye değer bulunmuştur. (S.
102-105, 108-108, 129-133, 151 ) .
Yazarın temas etmediği bir hususa burada temas etmekte ya­
rar görülmektedir. Osmanlılann, İmparatorluk topraklanndan ge­
çen tarihi İpek ve Baharat yolundan büyük ticari, iktisadi ve siyasi
menfaatleri vardı. Ancak XV. ve XVI. asırlarda Ümit Burnu'nun
keşfi, okyanuslara açılan büyük gemilerin yapılması Amerika kıta­
sının bulunması gibi olaylar karayolu ticareti yerine denizyolu ti­
caretinin tercih edilmeye başlandığı devirlerdi.
İşte Osmanlı hakanlan yabancı ülkelere bazı ticari, iktisadi
faydalar sağlayarak, karayolu ile ticareti Türk topraklarından de­
vam ettirmek istemişlerdir. Çünkü Avrupa ve Afrikalıların, İpek ve
Baharat yollan ile yapılan kervan usulü ticaret yolu boyunca birçok
Han, Karvansaray ve Şehirlerin kurulmasına ve buralardaki işyer­
lerinde· milyonlarca insanın çalışarak geçinmesine fırsat veriyor­
du. Yabancıların bu yollardan ticareti devam ettirmesinin Osman­
lılar bakımından can alıcı noktası bu idi. Bu yollarda ticaret durun­
ca o hanlar, kervansaraylar ve şehirler terkedilmiş yok olup gitmiş­
tir. Belde ve insanlan fakirleşmiştir. İşte bunu önlemek için yaban­
cılara Kapitülasyon denilen bazı haklar verilmiştir. Bu tek taraflı
bir bağış niteliğinde olmuştur.
Kapitülasyon konusu bazı çevrelerde Osmanlı Türklerini kı­
namak için ele alınmıştır. İşin bu tarafı düşünülmemiştir. Şimdi ül­
kemiz, karayollarından geçen ve bütün Doğu Asya ve Arabistan ül­
kelerine giden T.I.R. (Transit International Route) milletlerarası
nakliyatı yapan büyük kamyonlardan geçmişin İpek ve Baharat
yolu gibi istifade edebilmeyi düşünmemiz gerekirdi. Şimdilik bu
araçlardan ücret alıyorsak, onların ülkemizden gitmeye devam et­
mesi için onlara, bazı kolaylıklar sağlanması, nasıl ki akılcı bir ha­
reketse, Osmanlı Hakanlarının yaptığı da aynı şeydi.

122
Fakat duraklama ve yıkılış devirlerinde, dış borçlarla birlikte
kapitülasyonlar "Düyun-u Umumiye " " Genel Borçlar İdaresi"
adıyla kurulan, alacaklı yabancı devletlere ait teşkilat, Osmanlı
Devletinin, iktisadi ve siyasi istikliilini elinden almıştu. Bu esaret
zincirini kırmak şerefi ancak Lozan Muahedesi ile Türkiye Cumhu­
riyeti Devletine nasip olmuştur.
Bütün bu konularla ilgili geniş bilgi kitabın 102. ve devam
eden sayfalarında vardu. Araştıncı ve meraklılar için aşağıdaki bil­
gileri ilave etmekte yarar vardu.
1 - Kanuni Sultan Süleyman'ın 1533 yılında Fransızlara verdiği
ilk kapitülasyonlannın özeti 109- 112 sayfalarda
2- Karlofça Anlaşması'nın (1699) metninin 128-130 sayfaların-
da,
3- Prut Banş Anlaşması'nın metni 130 ve devam eden sayfa­
larda,
4- 1740 kapitülasyonlarının metninin 152-176. sayfalarda bu­
lunduğuna işaret edelim.
Bütün bu anlaşmalarda, Türklerin lehine ve aleyhine tesis
edilen durumlar çok can alıcı şekilde ortaya konulmuştur. Mesela
Karlofça Anlaşması'nın, psikolojik yönüne bile parmak basılarak
Karlofça Anlaşması, düşmana sağladığı maddi faydadan daha
önemlisi, Avrupalıların kalplerinde yerleşmiş olan Osmanlılann
heybatinden (korku ve saygı duygularnun uyandığı hal ve görü­
nüşler) hasıl olmuş korkuyu (korkaldığı) ortadan kaldumış olması­
du, 1699'datı önce bütün Avrupalıların Türklerden korktuğunu ve
ondan sonra bu korkunun kalmadığını ifade ediyor. (S. 131 ) .
Bunlara ilaveten, bir kısım Doğu Avrupa ve Balkan devletle­
rinde vukuu' bulan siyasi ayaklanmalar sonunda yurtlarını terke­
dip Türkiye'ye sığınan, siyasi suçlulann, bütün ısrarlarına rağmen
devletlerine iade edilmemesi ve hatta bunun için harbi dahi göze
alması, Türklerin, siyasi suÇluların iade edilmeyeceğine dair dev­
letler hukuku kaidesirıi, eskiden beri uygulamakta olduğunu gös­
termektedir. bu durum Türkiye aleyhine faaliyetlerin yürütüldü­
ğü toplantılarda yine insaf ehli bir kısım Avrupalı delegeler tara­
fından dile getirilmiştir. (S. 102-109, 129-133-151. ve devamı)

123
TORKLERİN AVRUPALI SAYILMALARI
(ZORAKI NİKAH)
1856 Kırım Savaşı'ndan sonra imzalanan Paris Antiaşması ile
Osmanlı Türk Devleti Avrupalı sayılıyor ve toprak bütünlüğü Rus­
ya'ya karşı İngiltere ve Fransa tarafından teminat altına alınıyor­
du. (S. 281-282)
Tabii ki bu kağıt üzerinde ve yazı ile oluyordu. Fiilen Türklerin
batılı medeni milletler arasında düşünülmesi söz konusu değildi.
Paris Antıaşması'ndan yetmiş yıl sonra, ( 1926) Lotus-Bozkurt ge­
milerinin Ege'de çarpışmalanndan doğan, milletlerarası davada,
İngilizlerin gözlemcisi olan hukukçu bu davada Türkiye'yi temsil
eden M.Esat Bey' e, " bu olay Fransız gemisi ile İngiliz gemisi ara­
sında olsaydı, hiçbir mesele olmaz hatta Adalet Divarıma bile gel­
mezdi, fakat bir taraf Türk olunca (yan medeni demek istiyor) on­
lara medeni milletlere karşı hak tanımak zortaşıyor " diye söyleye­
bilmiştir.

Esasen bu anlayışından Avrupalının vazgeçtiğini, bunun ar­


tık utanılacak bir düşünce tarzı olduğunu itiraf ettiğine ve edece­
ğine dair belirtiler çok azdır. Bu gün ( 1987) değişen şey geri kal­
mış milletlerin, kendilerini yenileyerek kuvvet haline gelmeleri­
nin , Batı tarafından istenıneden katlanılmasından başkası değil­
dir. Avrupalıyı veya Hıristiyanlan, diğer milletierin ve insanların
da kendileri gibi aynı Allah tarafından yaratılmış, şerefli ve hatta
onlar kadar insan haklanndan yararlanmaları gerektiğine samimi
olarak inandırmak için çok zamana ve emeğe ihtiyaç olduğunu ak­
lı selim sahibi herkes kabul etmelidir. İnsanlık bunu başardığı
gün, büyük sıkıntılarına çare bulmuş olacaktır.
Bugün ise birçok mill et ve biz Türkler Avrupalı olduğumuzu
ispat edip batılıların gözüne girmeye çalışıyoruz. Eğer A.E.T. 'ye
alınınakta Batı bize sırtını dönınüşse, yukarıdaki anlayış farkın­
dan olmaktadır. Medeniler ancak medenilerle ortak bir aile olabi­
lir. Yarı medeni ve vahşilerle asla! Eğer Türkler bazı ve Türklerin
aleyhine olacak hesaplar ve yükler altına alınarak Avrupa ailesine
hukuken ve kağıt üstünde alınırlarsa, ilerde bundan doğacak bü­
yük aksaklıklar da olacağını şimdiden bilerek hareket etmeliyiz.

124
Bunu Belçika'nın A.E.T. temsilcisi çok açık ve samimi olarak die
getinniş bulunmaktadır.
Bu noktada Mahmut Esat Bey'in bir tenakuzuna işaret et­
mekte fayda var. Diyor ki - Avrupalının gözünde insanlık üç kısım­
dır. Medeni onlardır. Hıristiyan olmayan diğer milletler, '1.-a.hşi veya
yan vahşidir. Bu iki sınıfın insan haklanndan istifade�i adeta söz
konusu olamaz.
Biz Türkler ve Müslümanlar ise, renk, ırk, din, mezhep ayrımı
yapmadan bütün insanlan yaratan ve tek olan Allah'ın kulu saya­
nz. bu sebeple de bütün insanlarm "insanlık haklanru, doğuştan
kazanmış olduğuna" dinimiz gibi inanırız.
Bunu anlamak için İslam dinini okumaya da gerek yok. Yunus
Emre'nin ilahilerini okumak yeter ve artar bile. Fakat bizim Mak­
yavel'in ttahi Komedya'sını okumaktan, Yunus Emre'yi bile okuma­
ya vaktimiz kalmamış galiba. . .
Şimdi, Türk tarihini ve insanlık anlayışını da çok iyi bilen, M.E.
Bozkurt'un "Avrupa Konseri" dediği toplumun zihniyetine dahil
olmaktan duyduğu büyük sevinci ne ile izah edebiliriz? Bu soruya
siyasi zaruretlerin gerektirmesinden başka cevap verilemez. As­
lında yüksek seviyeli ve bütün insanlan eşit haklara sahip kabul
eden zihniyet bizde olduğuna göre, Avrupa'nın, bizim düşünce­
mize iltihak etmesi gerekir. Esaseil mesele bu günde budur. Siya­
si ve iktisadi zaruretlerle de olsa onlarm arasına katılıyorsak Avru­
palıya-Hıristiyana- herkes gibi insan olduğunu, kimseden üstün
tarafı olmadığını, bu sebeple de hiçbir milleti veya din mensubu­
nu sömürmeye haklı olmadığını öğretip kabul ettirmek Türk Mille­
tiıtin asil görevi olarak durmaktadır. Bu mesele, sağ duyu sahibi
Avrupalı aydınlarm ve filozoflarm da samimi olarak ortaya koy­
dukları bin insanlık ve insanlığın geleceği meselesidir. Bu sebep­
le bütün milletierin bu konuya hassasiyetle eğilmeleri gerekir.
Mesele Avrupalı olmak değil, Avrupalıya diğerlerinden farksız in­
san olduğunu kabul ettirınek olarak bilinmelidir.
Bütün bunlar arasında, milletinden hiçbir şey feda edemeyen
M.Esat Bey bir k:uluçkanın, civcivleri üzerindeki telaşeye dönmüş
sevgisi ve titizliği ile, kim nerede Büyük Türk Milleti için ne dedi
onu arar bulur, yazar ve durmadan tekrar ederdi. Türk milletine

125
karşı olan, saldınlara ise, sükunetle ve çok medeni olarak başla­
yan cevaplan köpüren bir nefret ve heyecanla devam ederdi.
Şimdi onun ruhuyla beraber, düşman kalemlerinin Türk Mille ­
ti için yazdığı birkaç güzel hakikatı birlikte okuyalım . . . (S. 217-
223). Bunlan takibende bu yazının başındaki kağıt üzerinde Avru­
palı olup, bunun faydasını elde edemeyişirı sebeplerine dair kı­
sıınlan sabırla okuyalım. Çünkü bunlar Türk Devleti içirı bugün de
gündemdedir. Avrupalı oldun derler, yükümlülükleri sırtırmza '
yüklerler, nimetiriden istifadeye gelirlee yirıe yan çizebilirler.
Hatta toprak bütünlüğünü ve istiklftlini dün teminat altına
alanlar, bugün yirıe topraklannı ve istiklftlini elirıden almaya kalkı­
şabilirler. Onların doğalannın yasalannda bunlar vardır ve de çok
normaldir! Türkler hakkında beyanatında çok haklı olarak Moltke,
şunları söylüyor: (x)
"Müsellah (silahlı) milletin en canlı örneği Türklerdir. B_u di­
yar köylüsünün orak, katibinin kalem ve hatta kadınlannın etek
tutuşunda silaha sarılmış bir pençe kıvraklığı vardır. Türk ata bi­
ner gibi oturur ve keşfe yollanan nefer gibi uyanık yürür. Silalım
ruha verdiği emniyeti, her Türkup bakışında görmek mümkündür.
O, doğduğu günden beri müsellahtır. Bundan dolayı da hayata ve
hadiselere arnniyetle bakmayı öğrenmiştir.
Türkiye'ye adım atar atmaz bu kanaatı edindim. Müsellah bir
milletirı içirıde yaşadığıma inandun. Nezip, bu kanaatı ne sarstı,
ne de giderdi. Çünkü orada yenilen Türk değildi ; kumandandı. Ye­
nen de öbür taraf olmayıp hurafelerdi. Harp plftnını münecciınler
vasıtasıyla çizen, hücum emrini yıldızlardan bekleyen kumandan­
lara karşı cesur Türk ne yapabilirdi?
Müneccimin Türkiye'den kovulduğu ve yıldızların harp işleri­
ne kanşmatanrım yasak edildiği gün Türkün ruhu yeniden parlı­
yacak ve silah kullanmak için doğan bu kahraman milletin tarihi
eski ışığını bulacaktır. "
Atatürk, bir gün ilk Mecliste İstiklw savaşlarının hesabını ve­
rirken şu mütalaada bulunmuştur. " Türk yeniidi derlerse inarıma­
yınız. Yenilen kumandandır! " x x

x Turhan nı.n. 7lirihte Türkler için söylenen büyük sözler. S. 68.


xx Meclis za.bıtlan.

126
... Yunan İsyaru sırasında kafile kafile gönüllüler Yunan asileri­
ne iltihak ediyorlardı. Bunlar arasında meşhur İngiliz şairi Lord
Byron da bulunuyordu. misolonki, de bir rivayete göre yeniçeri kı­
lıncından geçerek, bir rivayete göre de sıtmadan öldü. Yunan me­
deniyeti ve milleti hakkında uzun yazılarla Avrupa gençliğini ga­
leyana getiren bu adamın Türkler hakkındaki düşünceleri de bu­
rada kayda değer.
Lord Byron diyorki:
"Türkler ne iki yüzlüdür, ne de yalancı ; gerçi birçok milletie­
rin hürriyetlerini yıktılar ve onları alçaltmış oldular. Lakin kendile­
ri hiçbir zaman alçalmadılar. Harbederken öldürmeyi bildiler hem
de iyi bildiler. Savaş haricinde ve yurtlannda ise asla katil olmadı­
lar. Kılıcı insafsız bir meharetle kullanan Türk eli, mağlup ettiği ın­
sanların yarasını sarmakta da ustadır.
Türkler kendi aralarında yaşarnalanna müsaade ettikleri ve
itikatsız tamdıkları insanlan -Avrupa'nın birçok yerinde ve asırlar­
ca yapıldığı gibi- ateşe yakmadılar. Onların dinlerine ve büyükleri­
ne sadakatleri engizisyonsuzdur. Bu sadakati başka milletiere
yükletmeyi hatta düşünmediler. " (x)
Şairin bu şehadetinden bir kere daha anlıyoruz ki Türkler isti­
la ettikleri yerlerde zulüm yapmadılar. Her halde tarihin kaydetti­
ği istilaciların en merhametlisi, en illi.cenabıdırlar. . .
. . . 1870-1871 Savaşı'nda Fransa Almanlara yenildL IDüncü Na­
polyon Sedanda kılıncıru Prusya kralına teslim etti. Alman birliği­
ne engel olan lolıç kınlınıştı. Alman birliği Versay'da ilan olundu.
Prusya kralı Almanya İmparatoru oldu. 1871.
Bir yandan Almanlar Fransa'yı işgal ederken diğer yandan
İtalyanlar papalar şehri olan Roma'yı istila ediyorlar. İtalyan birli­
ğini tamamlıyordu.
Bu çağın devletler arası hak balomından bir kazancı da, Kızıl­
haç = Kızılay teşkilatı oldu. 22 Ağustos 1864 Cenevre mukavele­
siyle devletler bunu kabul ettiler. Ve savaşların tevlit ettiği acıları
elverdiği kadar tatmine çalıştılar.
x : Turhan TlinTarihte Türkler için söylenen büyük sözler. S. 81.
Lord Byron. Şiyon mahpusu. (Fnwsızca, !ngilizce, Türkçe).

127
1868 Petersburg mukavelesi de dum dum kurşunlannın kulla­
nılınasını yasak etti.
1874'de Brüksel'de savaş hakiorun bir kanun haline konması
hakkında devletler arasındaki konuşmalar bir netice vermedi.
1864'de devletler arasında ölçü işlerirıe (1865) de telgraf birliğine
dair imzalanan mukavele serileri devletler arası hakka yeni teka­
mili ufuklan açıyordu. 23 İkinci kanun 1860 tarihli Fransa-Alman­
ya arasındaki muahede Avrupa'da serbest mübadele sisteminin
muvaffakiyeti daha doğrusu liberal okulun bir zaferi gibi görüldü.
Fakat çok sürmedi.

Batı Türkleri.
Bu çağ içinde (XIX) , Osmanlı imparatorluğu'nun yıldızı -bir ba­
kımdan- birdenbire parladı. Koca Reşid'in kurmaya çalıştığı yeni
Osmanlı Devletinin prestiji Avrupa'da günün meselesi idi. Bütün
Avrupa hatta Amerika Osmanlılara hayrandı.
Rusya bir türlü rahat duramıyordu. Tanzimatın sözden, bir ta­
kım beylik vaitlerden başka bir şey olmadığını iddia ediyordu. Gü­
ya Osmanlı İmparatorluğunda her şey " eski tas eski hamarn i "
imiş ! Bu bir yalandı. Tanzimat çok samimi bir eserdi. Ve verimleri­
ni ümidin üstünde bir bollukla veriyordu. O sıralarda Fransız hü­
hükümeti narnma Osmanlı İmparatorluğu'nda ve İran'da bir seya­
hat yapan hell (H.de) (x) hükümetine verdiği raporda Tanziııiatı
hayranlıkla anlatmaktadır.
Diyor ki: Vılayetlerde �azalarda her tarafta vilayet meclisleri
muhtelif ırk ve diniere mensup Osmanlı tebasından teşkil edil­
miştir. Bunlar memleketin mukadderatında söz sahibidirler. Hatı­
ra gönüle bak:ılmamaktadır. memleket tam bir ılhenk içerisinde­
dir. ttah. . .
Fransa hariciye nazm meşhur şair Lamartin, sekiz ciltlik Os­
manlı Tarihinde Osmanlı İmparatorluğunu göklere çıkarmaktadır.
Lamartin Türkler için diyor ki:
" Türkler -Bir ırk ve bir millet olmak haysiyetiyle- yeryüzünün
en şerefli insanlandır. Seeiyeleri pek necip ve yücedir. Şecaatlan,

x Vayage en 7Urquie et en perse (ex�te par Pordre de gouvemement trançais.) Vol. 4

128
bozulınaz bir kudret halindedir. Dini, vatani faziletleri her bitaraf
ruha hürmet ve hayranlık verir. Necabetleri alınlannda ve fiilierin­
de yazılıdır. İyi kanunlan, daha münevver hükUmetleri olsaydı
dünyanın en birinci milleti olmak hakkını kazanulardı. Bütün sev­
kitabiileri asilanedir. Vecd ile yaşıyan duygulu bir millettir. Onla­
rın yurdu efendiler diyandır. Kahramanlar, şehitler ülkesidir. Ben­
ce insaniyete şeref veren böyle bir milletin düşmanı olıiıak, insan­
lığın düşmanı olmaktan farksızdır. Böyle bir lekeden Allah Beni
korusun (x) "
Fakat bu sırada Rusya'nın politikası başında, Demir Çar laka­
bıyle arıılan Nikola bulunuyordu. Osmanlı illerinde vücude getiri­
len yenilikleri bir türlü hoş görmüyordu. O, Osmanlı İmparatorlu­
ğUnu " Hasta adam i " diye anıyor ve öyle görmek istiyotdu. Onca
matlup olan, Kaynarca ile Rünkar İskelesi mukavelesini ve Edirne
muahedelerinin hükümlerini bir daha cebren elde etmekti. Böyle­
likle Osmanlı İmparatorluğı1nu parçalamak, parçalaya parçalaya
hayatma son çekmekti.
Binenalsyh bütün Avrupa'yı Osmarılılar, eski Osmarılılardır.
Hıristiyarılığı bu barbarların elirıden kurtannalt lazımdır velvelesi­
le doldurmaya çalışıyordu. İşin tuhafı şu ki, çar bu propagandası­
na olanca şiddetiyle devam ettiği sırada, kendi memleketi rejimie­
rin en gerisini yaşıyordu. Rusya'da bu çağda feodalite mezcilimi
hüküm sürüyordu. Zaten maksat bir hakikatı meydana koymak
değil, Osmanlı imparatorluğtlııa karşı, Rus politikasının icaplarmı
galebe ettirmekti. Fakat bu defa çar istediğinde muvaffak olama­
dı. Ve yaya kaldı. Devletin başmda işten anlar adamlar vardı. Ve
Avrupa kendi selametini Rusya'nın genişlemesinde değil; Os­
manlı İmparatorluğu'nun yaşamasında buluyordu.

. . . Paris muahedesiyle Osmarılılar yepyeni bir duruma giriyor­


lardı. Bu muahedenin Türkler hesabına kazandığı en büyük mu­
vaffakıyet VTiinci maddesi· idi. Bu madde mucibince Osmanlı
İmparatorluğu Avrupa devletleri Konserine dahil oluyordu. Bu-

x : Lama.rtin. Doguda seyahat. Fransızcadır.

Turhan Thn. Tlirihte Türkleriçin söylenmiş büyük sözler. S. 92.

129
nun açıkça manası, devletler arası hak prensiplerinden istifa­
de etmek, kapitülisyonlara kat'i surette nihayet vermekti.
lşle biraz meşgul olmak, bu neticeyi elde etmeye yeterdi. Fa­
kat elde edilemadil Paris Muahedesinin VIIinci maddesi, zaman
zaman söylenir, söylenmakle teselli bulunur, 18fzi murat bir ka­
zanç halinde kaldı. Yolunda bu kadar uğraşılan, bu kadar kan dö­
külen, bu çapta bir davanın böyle verimsiz kalışının sebeplerini
(x) ,düşündükçe, insanın saçlanndan, tırnaklanna kadar lozarma­
masma imkan yoktur. Larm kısası, bu büyük kazanç, muahede
sayfalan arasmda ta 1923 Lozan muahedesinin imzasına kadar,
madde halinde kalmaktan ileri gidemedi. Demek oluyor ki dava"
nın halli adamlarını bekliyordu. lstiklal savaşlan adamlan verdi ve
bunlar işin hakkından geldiler. Burılar Atatürk ve lnönü'dürler.
Yeri gelmişken şunu kaydetmek borcundayıın ki, memleketi­
miz modern bilgilerinin eksikliği yüzünden, çok acı hadiseler ve
gürıler yaşamıştır. Bu yalnız yeniçerilik ve askerlik yüzünden de­
ğil her yöndendir. Şüphe yok ki vaktiyle askerliğimizin geriliği, bi­
ze çok pahalıya oturmuştur. Bu diğer geriliklerin hiç biriyle mu­
kayese edilemez. Fakat sivil alarıl&:rdaki bilgisizliğimiz de bundan
pek aşağı değildir. Mesela 1908 ihtilaline kadar ana haklar (huku­
ku esasiye) arılarmndan habersiz kalışunız, uzun asırlar istibdat
ve keyfi idareler altında irıleyişimizin büyük sebeplerinden birini
teşkil eder.
Denmesin ki, "Ana haklar bilgisi bizi müstebit idarelerden
kurtarmaya, müstebitlerin elinden milli haklan almaya yeter miy­
di? "
Şüphe yok ki bilgili bir milletle bilgisize tahakküm etmek ara­
smda çok fark vardır. Haklarına tecavüz edilen bilgili bir millette
isyan kabiliyeti, ihtilal kudreti vardır. Hakkın, hukukun ne demek
olduğunu arılamaktan aciz milletlerde ise bu haslet yoktur. Elbet­
te ikincisine (galibiyet) birincisiyle loyas kabul etmez. Fransız bü­
yük ihtilalinin, bizimkileri en azdan yüz sene örılemesinin sebep­
lerinden birisi de yine şüphe yok ki Fransızlarm modem bilgi ile

x: Devletler Arası Hak., S. 25 · 29.

130
teçhiz etmek hususunda erken davranmış olmalandır. 1789
Fransız milli meclisinde dinlediğimiz nutuklar, şahidi olduğumuz
münakaşalar, hep bu görüşün canlı birer belgeleridir. Mesela kra­
lın iradesiyle meclisin dağılması lazım geldiğini söyleyen adama,
Mirabo'nun verdiği cevap, aradan yüz elli sene geçtiği halde, hala
kulaklarda çırılaınakta, bugünkü nesillere bile, milletin ne demek
olduğunu, kim olduğunu ihtar etmektedir.

131
BİRİNCİ DÜNYA HARBİ VE
TÜRKLERiN YENİDEN DOÖUŞU
1914 - 1922
1783 İkinci Viyana Kuşatması ile başlayan ve devam eden bü­
tün bu yenilmeler ve yıkılışlar sanki zafermiş gibi, kimden neyi na­
sıl alacağunız belli olmadan, Birinci Dürya Harbi'ne girmişiz veya
payıaşılmak için zorla itilmişiz.
Gerçekte o zaman dünyanın parçalanmasına karar verdi@ es­
ki ve dev cüsseli devleti Osmarılı İmparatorluğu idi. Onu hem düş­
marılan ve hem de müttefik olduğu Almanya harbe sokacaklardı.
Elbetteki bu üstün gaye için, iki Alman gemisi (Goben-Breslav)ni
İngilizler kavalayacak arılar kaçacak, Çanakkale'ye sığınacak,
sonra İngilizler orılan Akdeniz'e çıkann diyecek, Alman müttefiki­
miz olduğu için bunu Türk Hükümeti yapmayacak, Almanlar ge­
mileri sözde bize verecek, arılan çalıştıracak zabit ve deniz eri al­
madığı için Alman Subay ve erieri türk askeri libaslannı giyecek.
tabü ki Alman komutanı Türk libası giymekle Türk olmayacaktı.
Emri Alman komutanından aldığı gibi Karadeniz'e açılıp Sivasto­
pol'u topa tutacak ve Osmarılı Devleti harbin içine itilecekti. Bu
senaryo bugün bile muhasım devletler arasında rahatlıkla ittifak
edilerek oynanacak basit bir oyundur. Bu oyunu unutursan, bu­
gün bile ne alacağını ve ne kaybedeceğini bilmediğin savaşlara
sokulur ve olan yurdunu da kaybedebilirsin. . .

Devletler arası Haklarm savuncusu gibi görünen Avrupa mil­


letleri ile dokuz ayn cephede (x) harbederek sonunda imzaladığı­
mız Mondros Mütarekesi ile (30 Ekim 1918) devlet olma haklmnızı
batılı medanilere terkettikten sonra, binbir baskı altında Şura-i
Saltanatça imzalanan Sevr Arılaşması, bazılarına göre Osmarılı­
nın, bazılarına göre Türklerin sonu olarak görülüyordu.

x : Bu dokuz cephenin birisi de Macaristan"ın kuzeyindeki.,Qaliçya cephesidir. Burada c:la..!!!.:..


man men/aatlan uğruna 18.000 Türk evl§dı ttl.lit olm••� XlMacaristan bizden aynlah
&kaç asır olmuştu. Orada 'lüİ"k askeri ve subay:ı hangi menfaatınuzı koruyabilirdi? Bunu
öğrenmesi gereken gençleriınize, '1lirih kitaplannda Birinci Dünya Savaşı'ndaki dokuz ay­
n cephesi tek tek yazıhp öğretilmelidir. Halbuki bugünkü kitaplarda bu durum saklı tutul­
maktadır Bu dokuz cephe nereleridir ve oralarda Türk askeri kime hizmet etmiştir?

132
Ölümden sonra dirilmek için, önce ölmek gerekiyordu. Mede­
niler de Türk Milletini, hükmen ve antlaşmalada öldürdüler. Türk
Milletine, Paris Antlaşmasıyla tanıdıkları "Yarı Medeni ve himaye
edilecek " ülke statüsünü de çok gördüler. Türk'ü tarihin derin me­
zarlığuun en altına attılar.
Bundan sonra, artık SÖZ MİLLETİNDİR . . . devri başlıyor. Dev­
let iken haritadan silinen bir millet olduk. O hale getirildik. Bu
ağır yenilgi ve darbe bize yeniden dirilmeyi ve millet olmayı hatır­
lattı. Bizzat hak almayı hatırlattı. Orta Asya'dan beri nice Türk
devletlerini ve atalarunızı hatırlattı. Kalktık yeniden ayağa, millet
olmaya andiçtik. Sonra bastığı.mız yerlere yeniden sahip olmanın
yolunu bulduk. Kan verdik, can verdik ve yeniden devlet olduk.
Devlet olmayı, millet olmayı sağlayan İstiklal Muharebeleri desta­
nını yazdık ve yaşadık.

İşte M. E. Bozkurt ve onun gibiler, yeniden dirilmenin heyeca­


nınıyaşamış ve bunu genç nesillere intikal ettirmek için her vası­
taya başvurmuşlardır. Oruar aruamışlardı ki Türkiye ; bu dolu diz­
gin heyecanı olmayan, bu heyecanı her an yaşamayan milletiere
vatan olmaz.
1918-1922 İstiklal Savaşlarından sonra, bizi yok ederuere, öl­
dürdük diyeruere, yeniden dirildiğimizi ve gerekirse yüz defa da­
ha dirilebileceğimizi, elleriyle imzalatıp tastik ettirip, tükürdükle­
rini yalattık. İşte Lozan Antıaşması'ndaki asıl sevinç ve gurur kay­
nağı buradadır. Ondan sonra kirnin ne yaptığı ve ne yapacağı ayn
konudur. İnsan olmadığı.mızı, yok efendim yarı medeni, yan vahşi
olduğumuzu iddia �den yamyam davranışhlara, oruardan da üs­
tün olduğumuzu imzaları ile kabul ettirdik. İşte ondan beri binbir
güçlük çıkarsalar da bastıra bastıra oruardan hem kendi hakları­
mızı hukuk içinde veya gerekirse zorla alabileceğimizi oruara ka­
bul ettirtik. Şimdi korkuyorlar, sömürdükleri, Asya Türkleri ve bü­
tün milletler Türkiye Türklerinden örnek alıp uyanırsa, gelecekle­
ri ne olacak?
Bizim oruarı inkar etmemiz için sebep yok. Bir aile gibiyiz
dünyada. Nasıl ki bir evde bile, iyi ve kötü düşünen ve yaşayan her
türlü insan varsa ve birarada yaşamaları gerekiyorsa, dünyada öy­
ledir. Burada her çeşit insan vardır ve olacaktır. Mesele oruar ara-

133
sında, her türlü fitneye ve fesada rağmen varlığını devam ettirme
meselesidir. Yoksa bu, evini darıldım küstüm diye terkeden so­
rumluluk duygusu gelişmemiş, şımank gencin akıbetine benzer.
Türkler, başkalan ne düşünürse düşünsün, dün olduğu gibi, bu­
gün de ve yannda insanlık ailesinin şerefli bir temsilcisi olmaya
devam edecektir. Haklannı hukuk içinde alacaktır. Bütün medeni
ve hukuki yollar denenmesine rağmen, hakkımız teslim edilmez­
se, o zaman Mehteran Bölüğümüz yine cenk marşını çalacak,
Türk Milleti cenk donunu giyecektir.
Çünkü, "TÜRK, MEDENİYET İÇİN BİR LAZİMEDİR" (Lüzum­
ludur) . Çünkü Türk Medaniyeti dünya milletlerinin haklarını ala­
bilmeleri için gereklidir, zaruridir. (S. 435).
Şimdi, bu uzun bölümü kitabından birkaç sayfa ile takip ede­
lim .
Göben ve Breslav adındaki Alman savaş gemileri İngiliz tilola­
rının takibatma rağmen Cezayiri topa tutuktan sonra amiral Şo­
son kumandasında ÇanakkalE'ye ilticaya muvaffak oldular. Go­
ben'in adı Yavuz, Breslav'ın adı da Midilli'ye çevrildi. Ve Türk tilo­
suna ithal edildiler. İngilizlerin protestalarma ehemmiyet verilme­
di.
Asırlardır haksız olarak Osmarılı İmparatorluğunda tatbik
edilen kapitülasyorıları hükümet devletlere yaptığı bir tebligat ile
ilga etti. Yapılan protestolara rağmen bunda çok haklı idi. (x) Mu­
ahede faslında bu konuya tekrar döneceğiz.
1914 yılının 29 birinci teşrininde Karadeniz bağazı açıklarında
Türk filosu yeni gemileriyle manevra yaparken vukua gelen bir ha­
dise, Osmanlı İmparatorluğunun savaşa girmesine sebep oldu.
Harp halini ilan eden Osmanlı resmi tebliğinde şurıları okuyoruz.
" Şehri halin 29uncu günü, donanınayı hümayunun bir kısmı
tarafından Karadeniz'de manevra icra edilmekte olduğu sırada,
Karadeniz boğazına torpil dökmek vazifesiyle hareket ettiği bila­
hare arılaşılan Rusya donanmasından bir takımı, mezkür manev­
raları ihlal ve müteakiben izharı muhasama ile bağaza doğru hare-

x Rudolf van Wert. Thnnenberg.

134
ket etmeleriyle donanınayı hümayunumuz tarafından mukabele
olunınakla beraber şayanı teessüf olan şu hadise hakkında hükü­
meti seniyece Rusya devletine müracaat ile tahkikat ve vakanın
esbabının zahire ihracı teklif ve bu suretle bitaraflığı muhafazaya
ihtimam edilmiş olduğu halde, Rusya devleti müracaati vakıaya
cevap vermeksizin setirini geri celp eylediği gibi, kuvayi askeriye­
si de Erzurum hudutlarını muhtelif noktalardan tecavüz etmesi­
ne . . . " (x)
Yıne resmi malumata göre Osmanlı filosu 27 ve 28 birinci teş­
rin günleri Rus donanmasının tecavüzüne uğramış, 29 perşembe
günü taarruz a geçmeye mecbur olmuş, bu suretle bir gemiyi zap­
tetmiş , bir topçekerle bir gambotu torpillemiş, bir torpitoyu da
tahrip etmiş ve 72 neferle üç zabit de tutsak yapılmış;
İşte bu hadiseden sonradır ki, Osmanlı devleti biraz önce kay­
dettiğimiz resmi beyannameden de anlışılıyar ki 1914 yılının 29 bi­
rinci teşrininden itibaren Almanya, Avusturya-Macarista:riıa bera­
ber müttefiklere karşı savaşçı durumuna girdi.
Sonraları Bulgaristan da bizim saflarda yer aldı.
İtalya ; Almanya ve Avusturya-Macaristan'ın müttefiki oldu­
ğu halde müttefikleri aleyhine itilaf devletleri saflarında savaşa
girdi.
Dört yıl süren savaş biterken savaşçılar iki cepheye ayrılınış­
lardır :
1) Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı İmparatorluğu,
Bulgaristan.
2) İngiltere, Fransa, Rusya, Japonya, şimali ve cenubi Ameri­
ka Devletleri, Asya Devletleri, Çin de dahil . . . Afrika kolonileri hat­
ta Liberya Cumhuriyeti bile karşunıza dikilmiş bulunuyorlar idi.
Dünya tam anlamıyle dört yıl bir hercümerç içinde kaldı.
Avrupa'da yalnız İspanya, Hollanda ve İskandinavya Devletle­
ri yansız kalmışlardı.

x Cemil Bilsel, Lozan cilt 1, S. 171.

135
Savaşın kabahati kimde?
Savaş önlenebilir miydi?
Osmanlı devleti savaşa kanşmalı mıydı?
Bunlara benzer daha bir alay sorularla, 1914-18 Dünya Savaşı
gibi muazzam bir hadise hakkında karar vermek mümkün değil­
dir. Bugünkü hukukun ölçüleriyle bu mümkün olsa bile, pek basit
ve düpedüz bir hüküm olur.
Dünya savaşının asıl suçlusunu ve sebeplerini, tarihte ve re­
jimlerin icabında aramalıdır.
1914-18 Dünya Savaşı birçok safhalardan sonra Almanya ve
müttefiklerinin aleyhine neticelendi. Bu savaşta en büyük ve ağır
rol Almanlada Türklerin omuzuna yüklendi.
Almanlar bir hamlede Lüksemburg'u, Belçika'yı istila ediver­
diler. Omulmayacak kadar kısa, kısacık bir zaman içinde şimali
Fransa'yı çiğneyerek Paris önünde göründüler. Milyonlar ve mil­
yonlar sayarı çar ordularını Mazuri bataklıklarında imta ettiler (x)
Wilson ise meseleyi şöyle anlatıyordu :
"Milletlerin mukadderatını bizzat tayin etmeleri hakkı bir
cümleden ibaret değildir. Bu, bir prensiptir. Bundan sonra, devlet
adamlan bunu ancak kendi zararıanna ihmal edebilirler. " (XX}
Savaş sonunda yapılacak her türlü arazi tahavvülleri alilka-
dar halkın menfaatlerine göre yapılmalıdır. Yoksa rakip milletler
arasında bir anlaşma konusu olmamalıdır. "
Mançini'nin XIXuncu asırda (Milliyet prensipleri). adile orta­
ya atıp müdafaa ettiği bu fikir bu suretle sözde tatbikat alanına
korunak isteniyordu.
Jean Devaur devam ile diyor ki:
" Bu banş muahedelerine hakim olan iki, fikir; devamlı bir dev­
letler arası nizamın tesisi idi. Bir surette ki, bu nizarn ile zaman ve
mesafe içinde milliyet prensibinin tatbiki mümkün olsun. (illuslar
Kurumu) bu fikrin verimidir. (xxx) "

x : Robert Hov.udbrd. 1�18·19'da PariSte olan şeyler. S. 66. Ftansızca.


xx Max Son Engestrom i919-20 muahedelerine göre milliyetielin değişmesi. S. 8, Fhınsızca.
XXX : Jean Devaux. S. 32.

136
Fakat biz, doğruyu görelim ve düşünelim. Hakikaten Jean De­
vaur, Wılson, Howard'ın dedikleri gibi mi oldu?
. . . Hayır ve asla !
Kısaca tahili ettiğimiz muahedelerin arılamı bizi teyit eder.
Hakikati daha fazla görmek istiyerılerin metirılere müracaat et­
meleri lazımdır.
Hele Sevr ile Türklere reva görülmek istenilen muameleler
milliyet prensipleri bakımından yürekler acısıdır. Yüz kızartıcı
şeylerdir.
Sevr projesi (Osmarılı Kanunu Esasisi) ne muhalif olarak
Sultan Vahdettin'in reisliğinde toplanan ve (Şiirayı saltanat) adı
verilen ve manası olmayan bir heyet tarafından kabul olundu.
Kabule bir kişi muhalif kaldı. Topçu teriki rahmetli General Riza . . .
Heyet içirıde ayağa kalkarak Vahdettin'e dedi di: "Biz, bu projeyi
kanunu esasiye muhalif olarak hangi sal&h.iyetle kabul ediyo­
ruz? Memleketin asıl sahibi olan millet bu hususta sözünü söy­
ledikten sonra, bizim kararımızın ne ehemmiyeti olur? ! "
Koca general haklı idi. Ne yazık ki Türk milleti sözünü söyle­
yip de Sevr projesini bir paçavra gibi parçalayıp bütün bir düşman
aleminin yüzüne attığı zaman, o, gözlerini hakkın rahmetine ka­
pamış bulunuyordu.
Türk İstiklal Savaşlan üç yıl sürdü. Müttefi.klerle imzalanan
Mudanya Mütarekesiyle sona erdi. Murahhaslanmız ve bütün
müttefikler murahhasları Lozan'da toplandılar. Bizim murahhas­
lar heyetirıe İsmet İnönü Türk Hariciye vekili sıfatıyle reislik edi­
yordu. Uzun süren ve bii aralık akamete uğrayan müzakerelerden
sorıra muahede imzalandı...
Bu çağın Batı Türkleri yönünden en büyük hadisesi, sultan­
lıkla hilılfeti ilgası ve laik Türk Cumhuriyetinin kuruluşudur.
Türk Cumhuriyeti, Os.marılı İmparatorluğu'nun bütün hesap­
ıamu tasfiye etmiş ve B atı Türklerini yepyeni ve dipdiri modern bir
devlet halirıe getirmiştir. 1919'dan beri birbirini güden iç ve dış
muvaffakiyetler, Türk Cumhuriyeti'nin eserleridir. Yeni bir kalkın­
ma içirıdeyiz . Türk ulusunun dünya bahtında söyleyecekleri bit­
memiştir ve bitmeyecektir.

137
Türk, medeniyet için bir lizimedir.
Sekizinci çağ, 1939 yılında Avrupa savaşıyle bafl81Dlf bu­
lunuyor. Bahbnı kan ve ateşle yazmaktadır. Her halde yannlar,
yani bir hak anlamı, yepyeni bir dünya rejimi hazırlamakta-
dır...

138
NiHAYET LOZAN ANTLAŞMASI
24 Temmuz- 1923

Bu konuda önce 1927 yılında Atatürk'ün mecliste verdiği iza­


hatı okuyalım.

Lozan muahedesi. (21 Temmuz 1923)


Sevr projesinin ve bundan sonra milli hükümete yapılan
tekliflerle Lozan muahedesinin ne olduğunu ve bunların mukaye­
sesini Türk ihtilcilinin Şefi Atatürk'ün ağzından dinliyelim. Kurul­
tayda (1927) parti murahhaslanna hitaben yaptığı söylevde Ata­
türk şunlan anlatıyor. (x)
" Efendiler; Mondros mütarekesinden sonra Türkiyeye muha­
sım (düşman) devletler tarafından dört defa sulh şeraiti (banş
şartlan) teklif edilmiştir. Bunlann birincisi, Sevr projesidir. Bu pro­
je, hiçbir müzakerenin mahsulü (ürünü) olmayıp düveli itilafiye
(İtilaf devletleri}?xxJtarafından Yunan Başvekili Venizelos'un da işti­
rakiyle tanzim ve Vahdettin'in hükUmeti tarafından 10 Ağustos
920'de imza edilmiştir.
Bu proje, Türkiye Büyük Millet Meclisirıce bir zemini münaka­
-şa (tartışma ortamına alınmamıştır) bile addedilmemiştir.
İkinci sulh teklüatı, Birirıci İnönü Muharebesi'ni müteakip ini­
kad (toplanan) eden Londra konferansının hitamında (sonunda) 12
mart 921 tarihinde vakı olmuştur. Bu teklifat, Sevr muahedesirıde
bazı tadilat1 muhtevi (değişikliği içirıe alsa da) ise de meskılt (ka­
palı) bırakılan meselelerde Sevr projesirıdeki mevaddın (maddele­
rirı) kamilen ipka, edildiğini (olduğu gibi bırakıldığını) kabul et­
mek lazımdır.
Bu teklüat, bizce münakaşayı mucip (gerektirmeden) olma­
dan İnönü muharebesinin başlamasıyle neticesiz kalmıştır.

x : Atatürk, Nutuk S. 453-465.


xx : Birinci Dünya harbinde Türkiye ile (Osmanlı lmp.) harbeden devletlere bu ad verilmiştir.
Bu devletler Ingiltere, ftansa, !talya, Rusya, l'Unanistan olupAmerika tarabndan da des·
teklenmişlerdir. C. Y.

139
Üçüncü sulh teklifatı, 22 Mart 922'de, yani Sakarya muzafferi­
vetinden ve Fransızlada akdolunan Ankara itilatından sonra ve
yakın bir taarruzumuza intizar olunduğunu (taarruzumuzun bek­
lendiği) sıralarda, Paris'te içtima eden düveli İtilafiye Hariciye na­
zırları tarafından yapılmıştır. Bu teklifatta, İşe Sevr esasından
başlamak esası terkedilmiş ise de, esasatı (ana unsurları) itibarile
arnali milliyemizi (milli emellerirnizi) tatminden uzak idi.
Dördüncü teklif, Lozan muahedesinin akdile neticelenen mü­
zakemtt1r.

Düveli İtilatiyece Türkiyeye tatbiki tasavvur edilen esasatla,


harekatı milliye sayesinde vasıl olunan (ulaşılan) neticeyi bariz bir
suretle mütalaa etmek için bu dört nevi teklif arasında en mühim
hususata münhasır olmak üzere kısa bir mukayese yapmayı fay­
dalı addederim.

Yukarıdaki ifadelerden açıkca arılaşıldığına göre, Batılı Dev­


letler bize Lozan'dan önce de üç ayrı arılaşma metni teklif etmiş­
lerdir. Fakat burıların hepsinde de Sevr paçavrasının havası korun­
maya çalışıldığından hiçbiri kabul edilmemiştir. Nihayet milyon­
larca Türk'ün kanı ve canı pahasına süngümüzün hakkı ile en mü­
sait olan Lozan Antiaşması ile hasım devletlerle arılaştık.
Devletler Arası Hak, kitabının 409-426. maddelerinde Ata­
türk, Türkiyemizin en ciddi meselelerini birer birer sayarak, bu
dört antlaşmanın burılara getirdiği çözümleri arılatmış ve önceki
üç arılaşma teklifine nazaran Lozan'ın üstürılüğünü ortaya koy­
muştur.
Bu antlaşmalada ne gibi meselelerin çözüme kavuşturolmak
istendiğini ve üzerinde yaşadığımız toprakların, resmen vatan ol­
ması için nasıl çileler çekildiğini ve ülkemizin dantel örer gibi dört
yanındaki sıkıntılarını hiç olmazsa madde başlıklarıyla bilmenin
bile faydalı olacağını düşünerek, buraya alıyoruz. Burılar için ge­
niş izahat adı geçen eserde mevcuttur.
1 - Hudutlar
a- Trakya Hududu
b- İzmir Mıntıkası
c- Suriye Hududu

140
d- Irak Hududu
s- Kafkas Hududu
ş- Boğazlar Mıntıkası
2- Kürdistan
3- İktisadi Menatıkı nüfuz. (x) (İktisadi tesir sahası)
a- Fransız Mıntakai nüfuzu. (Fransızların sözünün geçtiği yerler)
b- İtalyan Mıntakai nüfuzu. (İtalyanların sözünün geçtıği yerler)
4- İstanbul
5- Tabiiyet (xx) (vatandaşlık)
6- Adli Kapitülasyonlar.
7- Ekalliyetlerirı Himayesi (xxx) (Azınlıkların korunması)
8- Alıkarnı Askeriye (silahlı kuvvetlerle ilgili hükümler)
9- Ceza
10- Alıkarnı Maliye (xxxx) (maliye ile ilgili hükümler)
1 1 - Alıkarnı :brtisadiye (İktisatla ilgili hükümler)
12- Boğaz Komisyonu gibi meseleler hakkında yapılan teklif­
ler tek tek incelenmiştir. Türkiye devletinin hiçbir şeyi hazu bul­
madığını, her şeyi yeniden kazanmak zorunda kaldığını düşün­
dürmesi balaınından bile bu konulara kuşbakışı göz atmak faydalı
olur diye düşündük.
Ve takdir böyleydi. Dünyanın dört bucağında harbedip tüken­
ıneye yüz tutan Türk nesiinin yeniden çoğalması için, Türklerin
kaybolan isim ve bir kısım milli hasletlerini yeniden kazanması
için, Türklerin geçmişte olduğu gibi yeniden millet olup, milletle­
re yol gösterecek ilmi gelişme yapabilmesi için, Türklerin inançla­
n içinde kendilerirıe has ve bütün insanlığın takdirini kazanacak
olan Türk Medeniyeti'ni yeniden kurabilmeleri için böyle olmalıy­
dı.

X: lktisadi tesir sahası.

xx .1 Vatandaşlık
:ıcıcx : Azuılıklann (Yahudi, Rum, Ermeni vatandaşlanmızm) hiınayesi.
ıacxx : Askerlik/e ilgili hükümler. Maliye ve iktisat ile ilgili hükümler.

141
V I VE SON ESERi
'�TATÜRK iHTiLALi"

Eserin Genel değerlendirmesi ve ihtilalci görüşün ten­


kidi.
Bu kitap, İstanbul Üniversitesi, İnkılap Tarihi Enstitüsü tara­
fından 1940 yılında İstanbul'da yayınlanmıştır. En çok okunan ve
tartışılan kitabıdır. Bu kitapta da Osmanlı Kapitülasyonları Reji,ıni
adlı eserinde olduğu gibi her ilmi ıserde bulunması gereken
" içindekiler" lo.smı yoktur. Atatürk tarafından, istendiği için kale­
me alınmıştır. Ancak kitap onun ölümünden sorıra basılmıştır.
İhtil8.llerin hukuka uygunluğunun veya meşruluğunun açıklan­
ması gayesiyle kaleme alınan bu kitap iyi bir Türkçe ile yazılmıştır.
Yazar ne kendisine verilen konu ile ilgili, ne de Atatürk'ün şahsına
karşı son derece saygılı ve ona bağlı olduğu için, tarafsız ve ba­
ğımsız olamamıştır. Kitabın yazıldığı devir, İkinci Dünya Harbin­
den az önce ve bu harp seneleri içinde olduğundan, o zamanın bir
numaralı adamı Hitler ve rejimine büyük ilgi duyulmuştur. Kendi­
si de ihtil8.lci olduğu için, ihtil8.llerin tenkidine hemen hiç yer veril.­
merniştir.
Bütün ihtil8.llerin geçerliliği, insan haklarını (kamu hakları)
teminat altına almasına bağlı olduğundan, batı kültürünün de te­
siri ile Türk Milletinin, Kuvayi Milliye harekatı ile başlattığı Milli
Mücadelesinin ortaya koyduğu yeni Türk Devlet' inin de feisefe te­
melini, zulme veya zclliıne direnme şeklinde görmüş ve Türk İnkıla­
bını, Magna Carta ile başlayıp 1789 Beyannamesi ile devarn eden
çizgide görmüştür. Bu çizginin devamı ise 1839. Tanzimat Ferma­
nı, 1876 ve 1908 Kanuni Esasi'lerini tak:ıben Cumhuriyet devri

anayasalanna bağlarunıştır.'
Aslında Türk Milleti, kuvayi Milliye döneminde, bağımsızlığı­
nıelde etmek için işgalci Avrupalılarla ve Rusya ile harbetmiştir.
Mille t, mücadele ilhaınını, 1789 beyarırıamesinden değil, kendi
milli ve manevi değerlerinden almıştı. Mahmut Esat Bey'in, buna
aykın görüşleri, tamamen batıcı fikir akımına aittir. Devlet tarafın­
dan da benimsemdiği için okullarda ve fakültelerde, kamu haklan

142
bu temele dayandırılmıştır. Esasen bilindiği gibi, Magna Carta,
İngiltere'de imzalandığı zaman ve ondan öncede Türkler birkaç dü­
zine Devlet kurup yıkmışlardı. Devlet olan yerde ve özellikle Türk­
lerde hem yabancılar hem de Türkler için insan hakları, çok daha
üstün bir mahiyette bulunmakta idi. Bu sebeple Türklerin İnsan
Haklarını, Magna C arta'lara değil, Türk tarih ve kültürünün ortaya
koyduğu, bu gün arşivlerimizde bulunan belge ve kitaplanmıza
bağlamak daha yerinde olur.
Niçin daha yerinde olur? Çünkü, bugün devletimizin fikri te­
melini, Magna Carta ve 1789 İnsan Hakları çizgisine bağlarsanız,
o fikir ve felsefenin ortaya çıkmasını sağlayan, ihtilalcı ruhu ve kül­
türü, Türk gençlerine de aşılarsınız.
Yani ülkede, bir kısım yabancı kültürler egemen olur. Bundan
yetişen insanlarda, yabancı ülkelerin vatandaşı gibi, görür ve dü­
şünürler. Bu suretle de kendi milletlerine yabancılaşırlar. Bugün
ülkemizde on yılda bir ihtilal yapılmasında, bu kültür ve ruh yapı­
sınırı büyük tesiri olduğu söylenebilir. Sebep ise her zaman kamu
haklan ve anayasa çiğnenmesidir. İktidar meşruluğunu kaybet­
miştir. Rejim ihl8.1 edilmiştir. Çare, bütün devlet güçleri sivil, asker
el ele verip, aksayan tarafları hukuk içinde düzene sokmak yerine,
Yurtsuz Jan durumuna düştüğü ka�ul edilen iktidarı ihtilalle de­
virmek ve yerine oturmak şeklinde tecelli etmektedir. halbuki
1215 yılının İngiliz ileri gelenleri, krallarını tahttan indirmemiş,
ona Büyük Şart denilen senedi imza ettirmişlerdi.
Bu kitabın incelenmesinde, geçmiş ihtilalleri olduğu kadar,
bundan sorıra yapılacaklan da meşrulaştıran bir hava sezdiğirnizi
ifade etmeyi, yazarlık görevi sayıyoruz. M. Esat Bey'e göre ihtilal . . .
yeni ve ileri bir nizarn kuran harekettir. ( S . 65) Yeni ve ileri adı veril­
miş bazı ihtilallerin insanlığı asırlar boyu kan gölü içirıde bıraktığı­
nı hatırlamak gerekir. Özellikle ileriliğin ve yeniliğin, tarifinin, bin­
bir çeşit yapıldığı XX. asır dünyasında . . .
" İhtilallerin felsefesirıirı " yapıldığı eserin 7-500. sayfalarda,
Magna Carta'dan başlayan, ihtilaller için geçerlilik çizgisinin, Le­
nin'irı yaptığı, Komunist ihtilali de içirıe aldığı açıkca görülmekte­
dir. Atatürk 1htil8.li de aynı çizgide irıcelemektedir. Pek tabü bu bir­
çok bakımdan, doğru görünmekte ise de, Atatürk, yaptığı işleri

143
her zaman Türk Milletine mal ederek, yapmayı arzulamış ve ilmi
araştırmalarla, yaptığı yeniliklerin felsefi temelini Türk tarihinde
ve kültüründe bulmak istemiştir. Bu temel araştırma meselesi
devlet ve eğitim için şu bakımdan önemlidir. Cumhuriyeti yaşat­
mak ve ilerietmek içirı, elbette ki geliştirip değiştirmek gerekir.
Bu ciddi yaşatma işini yürütecek gençlere, tamamen ihtilalcı ve
batı temeline dayanan bir kültürmü verilmeli, yoksa Türk Tarih ve
kültür temeline dayanan bilgiler mi verilmeli? Buna gerekli cevap
verildikten sonra, devlet ve millet barajında birikecek ve artacak
su (kültür) miktarlarına göre sosyal ve siyasi hayattaki değişme ·
ler kendiliğinden oluşur. İşte bu sosyolojik değişmelere, siyasi
dengede payı az olanla, çok olan-ilme saygısı varsa- boyun büker.
Bu durum iktisattaki, fiyatların teş ekkülünü izah eden " serbest
piyasa ekonomisi" görüşünün sosyal ve siyasi hayata da aynen
yansırnasıdır. Ancak burada gerekli olan sosyal uyum ve uyuşma,
ilme inanç kadar, ülkenin sivil, asker bütün okullannda, aynı de­
ğer hükümleri içinde eğitim (terbiye) ve öğretim verilmesine bağ­
lıdır. Birinin " hoş " dediğine , diğer okul talebelen " nahoş " diyor­
larsa, barajda biriken su seviyesi ve değişik sulara ait dengelerin,
yani nispetlerirıin değişmesine razı olmayacaklanndan, durumu
lehlerine çevirmek içirı, barajı yıkabilecekleri gibi kapaklarını açıp
suyu tamamen veya kısmen boşaltacaklannı da kabul etmek ge­
rekir.

Verilen bilgilerin ortaya çıkaracağı değişmelere kısa zaman­


da uyum sağlamak ve onları hazınetmek yerine, onları da önle­
mek ve siyasi yapıdaki ağırlık dengesini korumak içirı, ihtilru yapıl­
ması yolu açılmış olur.

İşte bu kitaptan, ihtila.Ilere getirilen geçerlikten sonra hiç ol·


mazsa, sosyal değişmelerin, kendi sosyolojisi içinde teşekkülüne
saygılı olmak neticesi çıkmadığı ve yerıiden ihtilrue kapı açılır gibi
görüldüğü için bu yorumun yapılmasına zamret görülmüştür.
Gençlerin bu kitabın vardığı sonuçlara varmak yerine onu, bir bil­
gi hazirıesi (ansiklopedi) gibi değerlendirmeleri çok daha faydalı
olur. . .

- Bu eserde verilmek istenen şeyler.


1 - Atatürk İlıtilali tarihi gelişmesi içinda haklıdır ve yerinde-
dir.

144
2- Başarılmasında Atatürk'ün liderlik vasfı büyük yer tutar.
3- Kemalizm diğer sistemlerden ayrı ve altı ok ile kısaca ifade
edilebilen bir sosyal ve siyasi sistemdir.
4- Laiklik ve Türk Milliyetçiliği birbiri içinde incelenmekte dir.
5- Geniş bir ihtilal tarihi bilgisi vardır.
6- Faşist ve sosyalist rejiınlerle, Atatürkçülüğün farklan belir­
tilmiştir.
7- Osmanlı Türk Tarihi'nin aksayan tarafları birinci plana alı­
narak incelenmiş ve bu aksaklıklar, yeniliğin gerekçesi olarak ve­
rilmiştir.
8- İslam dini de yukandaki gibi, kötü uygulama örnekleri veri­
lerek Türk Milletinin gerileme arnili olarak gösterilmiş. Bazen de
tam bunun tersine İslam büyüklerinin davranışlarından çok güzel
örnekler verilmiştir.
9- Atatürkçülüğü diğer rejiınlerle mukayese etmişse de, İsla­
mın, devlet, siyaset ve sosyal hayata dair hükümleri ile diğer sis­
temler arasında mukayese yapmamıştır.
10- İslam dininin uygulamadaki aksaklıklan ve islama zıt uy­
gulamalar islam dinine mal edilerek, bu kötü örneklerden ihtil8.1-
ler için haklılık çıkarılırken, Türk Milletinden yalnız islam dinine
girerılerin, bugün Türk Milleti olarak kalabildi.klerini, islam dinine
girmeyerllerin ise Türklüklerini kaybetmiş olduklarını gözden ka­
çırmıştır. İslamın Türklerin hayatındaki yerini ihmal etmiştir.
1 1 - Bir kclinat düzeni arzusu içinde, birçok millet arasında,
Türk Milleti'nin en azından islam milletleri arasında, yerinin ve is­
minin kaybolma tehlikesi geçirdiği sırada, Türkiye Cumhuriyeti'
nin bu kötü gidişi durdurduğu hakkındaki yerinde düşüncesini
takdirle karşılamak gerekir.
12- Ancak Türk Milliyetçiliği, tezi ve gerçeği savunulurken,
milletimizin tarihinden ve onu şereflendiren hususlardan hangi­
lerinin korunacaQı hakkında bir açıklama getirilmemiştir. Tama­
men yüzeyde, bugürıkü Türk Milletine alıştınlması zor bir Türk
sevgisi yerleştirilmek istenmiştir.
13- Atatürk İhtil§li kitabının, en ciddi ve üzerinde durulması
gereken tarafı, ihtil8.llere açık kapı bırakmasıdır. Sarıki bir ülkede

145
vuku bulacak siyasi, toplumsal ve iktisadi bulıranların tek ve en
iyi çözüm yolu ihtilaldir. Bu ise çok hatalı bir görüştür. ihtilal, en
son olarak bütün çıkar yolların tıkandığı zaman başvurulacak bir
yol olarak bilinmelidir.

Ayrıca üzerinde durulacak bir önemli nokta da, M . E sat Boz­


kurt, birçoklannın da ifade ettiği gibi, Türk Milliyetçiliğine , bugün
temsilcileri azalmışta olsa, kendine has bir anlam vermiştir. Milli­
yetçidir. Fakat fikir adamı olarak bununla yetinmemiş, bu fikrin ta­
rihte ve gelecekte te alması gerekli şeklini tespit yerine , çeşitli
zikzaklar çizerek, bazen sosyalizmi ve onun devamı olan komÜniz­
me de aşın iltifat ettiğini, görmekteyiz. Bununla da kalmayarak,
Hitler Faşizmi'nin, Atatürk'ün görüşlerinin biraz değiştirilmiş
şekli olduğunu ortaya atmıştır. Bütün bu değişken yelpaz e içinde
yazanınızın yaşadığı ve özellikle bu eseri yazdığı yiliann ( 1937-
1941) ve o zaman dünyayı titreten, Lenin ve Hitler gibilerinin bu­
lunmasının büyük tesiri olduğu açıktır.
Gerçi yazanmız, hüner odur ki bu hak (ihtilal yapma hakkı) lü­
zumunda kullanılsın, suistimal edilmesin" diye yazmalrta ise de
(başlangıç S. VIIT) kitap okundukça bu teminni çoktan unutulmuş
olmaktadır. Bundan da önemlisi, ihtilalleri önleyecek ve istikrar
içinde gelişmeye fırsat verecek ilmi araştırmalar ve bundan doğa­
cak neticelere saygılı olmak ve çözümü ilim, alol ve araştırmada,
yani ilirnde aramak gerektiğini ortaya koymamış olmasındadır. Ve
her aksaklıkta, akla yeni bir ihtilaiın gelmesi de bundan kaynak­
lanmaktadır.
Milletine ve onun kendi öz temsilcileri ile idare edilmesine
büyük önem veren M. Esat Bey'in, çıkar yol gibi ihtilali göstermek
yerine, işlerin çıkmaz sokağa girdiği durumlarda, herşeyden ön­
ce, Türk Milletlnin görüşü nedir sorusuna cevap bulmak gerekti­
ğini ve bunun içinde derhal bir halk oylamasına gidilmesinin daha
doğru ve Anayasaya bu hakkın konulmasının yerinde olacağını
savunması temel düşüncesine daha uygun olurdu;
14- Bu haklı ihtilaııer zincirinden çıkarılabilecek bir sonuç da,
Atatürk'ün yaptığı ihtila.Iin de, sondan bir evvelki ihtilal olduğu ve
sosyalist ihtilali olmadığı şeklindeki bir kanaatın edinilmesini
yolaçmasıdır. Öyleyse şimdi de sosyalist ihtilAl yapılmalıdır, şek-

146
lindeki bir görüş devam edip gidebilecektir. Kitaptan bu sonucun
çıkanlması mümkün olduğu gibi, bugünkü Türk Milli Eğitim siste­
minden de bu sonucu almak kaçınılmazdır. Çünkü okul kitapların­
da, özellikle Tanzimattan beri, gençlerinrize en büyükler olarak
tamtılan, gıpta ettirilen, orılar gibi olması arzu edilen Türk aydın­
lannın hemen hepsi zamanına göre, düzene baş kaldırmış ve ihti­
lalci tiplerdir. Burılan ideal tipler olarak örnek alacak olan gençle­
rin, bugüne ve düzene karşı çıkmadan büyük adam olunamayaca­
ğına dair bir kanaat ile okullarından mezun olduklarında şüphe
yoktur.
Daha önce de temas ettiğimiz gibi, bütün bu ihtilal açıklama
lanndan sonra, devletimizin her türlü aksaklıklanm düzeltip, ge·
lişmesini sağlamamn yolunun, bir " serbest piyasa sosyolojisi" ile
olacağının öğretilmemiş olmasıdır. Atatürk ihtiliHi, eserinin ve bu­
günkü eğitim sistemimizin de bu yolda eksiğinin tamamlanması,
kısa süreli ihtilalleri önlemenin de en iyi çaresi olacaktır.
15- Bu kitapta, Hıristiyan ve İslamın peygamberleri ile İslam
'
büyüklerinin, İslam Dininin kaidelerine uygun olarak yaptıkları ve
bütün insarıların beğendikleri işleri, sosyalist ihtilalcı doktrin için­
de mütalaa edilmiştir. Gerçi, Hazreti İsa Peygamberin ve Hazreti
Muhammed' (S. A.) 'ın yaptıklan bütünü ile, bulundukları toplum­
ların hayat, inarıç ve davranışlarını toptarı değiştiren birer ihtilıü­
dirler. Fakat, bütün burılan sosyalist ihtilal ile kanştırmak büyük
hatadır. Çünkü, Hz. İsa Peygamberin ve Hz. Muhammed'in yaptık­
lan ihtilal, bugünkü sosyalizme karşı ve onu ters yüz edecek bir ih­
tilıü niteliğini el'arı korumaktadır. Bu konularda, M. Esat Boz­
kurt'un, Max Beer'in tesirinde kaldığı arılaşılınaktadır. Eserin ya­
zıldığı yıllarda (1941 ) bugünkü kadar inceleme ve ciddi eser yoklu­
ğu da yanlış yorumu benimseme sebebi olabileceğini hesaba kat­
mak gerekir.
Çok kısa bir açıklama ile, İslamiyet, Allah inancına dayanan,
demokrasiler Allah'a karşr tarafsız veya saygılı olan, sosyalist sis­
temler ise Allahı irı.kar eden rejirrılerdir. İnsanlığın, sosyal, siyasi
ve ekonomik meselelerine getirdikleri çarelerde bu temel farklılı­
ğa göre değişiklikler gösterir.

147
16- Her şeye rağmen bu kitapta, Mahmut Esat Bey'in, 1940
yıllarında, demokrasi için verdiği mücadeleyi her türlü takdirin
üstünde değerlendirmek gerekir. Onun, parçalar aldığımız kü­
çük eserlerinde tarifini yaptığı demokrasi bugün için bile ideal ol­
ma niteliğini korumaktadu. O, bir kuvayi milliyeci idi. Başını mille­
ti için her türlü sıkıntıya sokmaktan zevk alırdı. Ömrünü kalemiy­
le hizmet ederek bitirdiği, son nefeslerinde bile, yine Kuvayı Milli­
yeci gibiydi. Önceleri ne kadar tehlikeler içinde ve canını feda ede­
rek hizmeti göze almış sa, son nefesini de düşmanlannın tehditle­
rine aldırmadan verdi. milleti için . . .
İşte b u eserin b u ilk bilgilerin ışığı altında okunmasını, muh­
temel neticelerini önlemek açısından önemli bulduk. Aşağıda, bu
kitaptan dikkat çekici, güzellikleri ve çelişkileri gösterecek parça­
lan da bu kitaba ilave ediyoruz. Takdir elbetteki okuyucunun ola­
caktır.
Eser üç bölümden ibarettir.
Birinci bölüm : Bütürı ihtilılllerin felsefesi,
İkinci bölüm : Türk Milletihin yeniden ayağa kalkışı ve yeni
devletin kurulmasına ait hadiseler.
Üçüncü bölüm : Yeni Türkiye Devletinde, özel haklar, kamu
haklan ile sosyal ve siyasi haklar incelenmektedir.
Diyor ki M.Esat Bozkurt, "kanwıların müeyyidesi devlettir. "
Daha açık bir deyimle, devletin polisi, jandarması ordusudur..
Fakat bunun, bunların üStürıde bir müeyyide vardu ki bu da
milletin kendisidir, kendi varlığıdır. (S. Başlangıç ill)
Bu varlığa, müeyyidelerin müeyyidesi demek çok yerinde bir
şey olur.
İnsanlığın bir takım mukaddes şeyleri vardu ki -vatan, hürri­
yet, istiklai, ana kanun, milli namus gibi- bunlan ancak bu müey­
yide ayakta tutabilir.
İşte esas yaptırıcı ve yapmaya mecbur edici güç milletin ken­
disi olabildiği zaman, demokrasiden beklenen, insan hakianna
saygılı sonuç, elde edilebilir. Bu güzel tespiti ile M.Esat Bey'i al­
kışlamak gerekir. Herkes yani devletin en üst kademedeki görevli­
si bile bir icraata girişirken, "yaptığım iş hakkında milletimiz ne

148
der" sorusunu kendine soracak Milletin sevmeyeceğini yapma­
yacaktır. İkincisi de şayet millet nazara alınmazsa, millet kendili­
ğinden ayağa kalkıp yasal yollar içinde olmazsa; ihtilcll ile kendi
iradesine aykın hareket edeni milli kuvveti ile durduracaktır. İşte
demokrasinin ülkemizdeki esas müeyyidesi (yaptınmı-teminatı)
budur.

TÜRK KÜLTÜR BİRLİGİNİN ANA KAYNAGI DİL


Türklük ve Türkçe dil ortaklığı. (ekler sf. 231 -500) .
Türk Milletine gelince, Sibirya'lardan, Baykal Gölü Kıyıla­
nndan tutunuz da: İran, Rusya, Azerbaycanlanndan, bütün Doğu
Tiirklüğünden ; ta Akdeniz kıyılarına kadar yayılan Batı Türkleri
birbirlerini anlamakta zorluk çekmezler.

Temiz ve sade Tiirkçemiz, edebiyat Türkçemiz, edebiyat


Türkçesi olduğu gün, birbirini anlayan Türk dünyası da nasıl bir
Türk kültür birliğinin doğacağını tahmin etmek zor birşey olmaz.
Atatürk yalnız geçmişi tavsiye etmedi. O yalnız hali tahkim
etmedi. Yarını ve yarınlara hakim olacak en radikal temelleri de at­
tı.

Tiir:Kün bütün geçirdiği felaketiere rağmen millet halinde tu­


tunmasının saikini, Türk severlerden meşhur Leon Kahon Türk di­
linin selabetinde bulur. (x)
Ali Şir Nevai (xx) ve Fuzuli ne diyor.
Ali Şir Nevai'nin, Türkçe Türkçe diye ettiği feryadı, dört asır
sonra Atatürk'ün hamlesi teskin etmiş bulunmaktadır.

X : Leon Kahun. lntroduetion B J"histone de J'aise.


xx Ali Şir Nevai 1440· 1501 yıllan arasında yaşamış. Orta Asya Türklerindendir. Türkçe ile
Farsçayı mukayese ederek Türkçe'nin üstünlüğünü ispat ettiği (Muhakemetül Lugateyn)
eseri ile Türk Milliyetçiliğine büyük hizmette bulundu. Bu eseri dışında birçok Türkçe ki·
taplan bulunmaktadır. (REHBER ANSIKLoPEDlst. Ali Şir Nevai maddesi)

149
Bu Türk devlet adarnma ve büyük şaire göre türkçe dillerin en
zenginidir. Dille rin destamdır. Türkçe konuşmak ve türkçe yaz­
mak lazımdır. (1) Fuzuli de (2) bu fikirdedir. Şemseddin Sami'nin
Türkçe Karnusu Mukaddimesi de bunu teyid etmektedir. (x)

Kemalizm Komünizmden Şu Farklarla Aynhr:


1) Kemalizm rejimi milliyetçidiL
Bunun anlamı kısaca şudur :
Herşey ve herşey önce Türk milleti içindir. lslBmhk, insanpır,
bundan sonra gelir.
Komünizm de, teori olarak, milliyet yoktur: Ars ulusallık vardır.
Şu üç mısra ile bu iki rejimi birbirinden ayırt edebiliriz:
Komünizm:
"Vatanım ruy-ı zemin, milletiın nevi beşer " diyor. (xx)
Türk ihtilBli ise:
"Ben bir ti;rküm, diniın cinF'm uludur"
Sinem, özüm ateş ile doludur. "
diyor. (xxx}
2) Komünizm bütün insanhğı bir rejim içine almak, Komünist
Federasyon halinde yaşatmak davasını güder, emperyalizmin
şekli değiştirilmiştir.
Türk ihtila.Ii; her millete istiklBl hakkını tanır. Her millet kendi
mukadderatını istediği gibi tayine salahiyetdardır;

Ali Şir Nevai. Muhakemetül Lügateyn Şamseddin Samikamusi Türki.

2 Fuzuli Di11811.1. Başlangıç Sadri Maksıldi. Türk dili için.


Köprülüoglu Mehmet Fuat. Türk dili ve edebiyatı.

x Şemseddin Sami Kamus-i Türki Önsöz. Tercüman-Yapı Kredi Bankası Yayını, S, XXI-XXVI,
lst. 1985.
xx Bu şiir. nwn:ır nlı:ret'e aittir. "Milletim bütün insanlık. vatsnun yeıyüzüdür" anlamında
olup, milliyetçilik ve vatan fikrinin karşısında olan bir görüşü ifade etmektedir.
xxxM-ehmet Emin. ÇBill saluzı, Çoban armağanı. Mehmet Emin Yurclakul'a ait olan "Ben bir
7Yirküm, dinim cinsim uludur" mısralan için Atatürk, "ben milli benliğiini bu IDJsralarda
buldum " demiştir: Evet cinsimizde uludur. dinimiz de uludur. Bunun loymetini bilmek ge·
rekir.

150
3) Komünizm, proleter diktatörlüğüne dayanır. Türk rejimi,
ne şekilde olursa olsun dilrtatörlüğü reddeder.
4) Komünizm, ferde mülkiyet hakkını ve ekonomik alanda te­
şebbüs saliilı.iyetini tanımaz. Fert yoktur, karnun vardır, der.
Türk rejimi, devletçiliği, devlet sosyalistliğini kabul et­
mekle beraber, ferde mülkiyet haklmıı ve ekonomik alanda faali­
yet saliilı.iyetini tanır. . .

151
İHTİLALİN BAŞARISINDA LİDER - MİLLET
İTTiFAKININ ÖNEMİ

Kendi hesabıma son sözüm şudur:


Bir ihtilal, hangi millet hesabına yapılırsa, mutlaka o milletin
öz eviadının elile yapılmalı ve onun elinde kalınalıdır.
Mesela :
Türk ihtililli, öz Türklerirı elinde kalınalıdır. Hem de kav.ıtsız
ve şartsız.
Yabancıların yardımıyle başarılan ihtilaller, yabancılara borç­
lu kalırlar.
Bu borç ödenmez.
Türkün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir. Geç­
mişte Osmanlı İmparatorluğUnun bahtsızlğı, ekseriya, mukadde­
ratını Türklerden başkasının idare etmiş olmasıdır. . .
. . . Fakat Türk, milletlerirı e n asili olan bu varlık, Türküm! diyemi­
yor. . . O sadece :
"Osmanlıyıın ! . . Elhamdülillıllı müslümanım ! " diyebiliyordu.
Türkün, dindaşlan olan; Amavuda, araba, çerkeze gelince
burılarda müslümanlığı benimseıniyorlardı, burılarda kendilerirıe
ne olduklan sorulunca :
Göğüslerini gererek:
Arnavudum ! arabım ! çerkezim ! diye cevap veriyorlardı,
Hiç unutmam meşrutiyette sadrazam İbrahim Hakkı Paşa,
henüz Türk süngüsü ile bastırılan arnavut isyanından Osmanlı
meclisinde bahsederken şöyle demişti.
"Arnavutlar, Osmanlı İmparatorluğu tacının en kıymetli bir
pırlantasıdır ! "
Acaba Türkler bu tacın nesi idi?
Onu düşünen, akla getiren bile yoktu.
Araplar ise Kavmi necip arap unvanını taşıyorlardı !
Meşrutiyet ilan olunur olunmaz, İstanbul'urı Divan yolurıda
bir alay kulübler belimıişti.

152
Kürt Teavün Cemiyeti, Çerkes Teavün Cemiyeti, Arnavut Baş­
kım Kulübü, Arap Birliği. . . vesaire
Beyoğlunda; Etnikieterya, Adelfiya Taşnaksutyon kulüpleri
Rum ve Ermenileri temsil ediyorlardı. Yahudilerin bile Alyaus İzra­
elit'leri vardı�
Türk kulübü, Türk birliği diye bir şeye tesadüf olunrnuyordu.
Sadece İttihad ve Terakki Gerniyeti vardı. Fakat ne ittihadı, ne te­
rakkisi bunu bilen bile yoktu ! Mevhum Osmanlılığın İttihadı ve
Terakkis i!
Ancak Balkan Savaşı'ndan sonra Hamdullah Subhi Tann­
över'in gayretileridir ki Türk Ocakları açılmaya başladı.
Ve hemen, Türk olmayan unsurların müthiş itirazlanyle karşı­
landı !
İşirı asıl yanık tarafı, bu itirazlara bazı öz Türk seslerinin karış­
masıdır.
Yara, yar elinden olunca acısı fazla olur.
Bunurıla beraber, Türk Ocaklan memleketin dört bir ucunu
kaplaınakta gecikme di. . .
Tarih bizleri, askerlik san'atının mucidieri olarak tanımak-
tadır.
Kaşgarlı Mahmud'un dediği gibi, Tanrı Tür:ıru, insanlığı, şerir-
Ierin şerrinden esirgesirı diye, kendine has asker olarak yarattı. "
Bundan benim arıladığım şudur:
Türk = Tanrının has askeri !
teabırıda Türkün en küçük şerefi, namusu, Türk ilinin bir çakıl
taşı içirı milyarıla Türk feda olalım . . .
Fakat Yemen çölleri içirı, amansız idealsiz hilafet müessesesi
içirı değil, bütün bir dünya için dahi tek bir Türk gencinin burnu­
nun kanamasına milli nz.a yoktur ve olmayacaktır.
Bütün bir dünya tek bir Türk delikanlısının burnunun kana­
masına değmez.
Bütün bir irısarılıktan bir şey duymuyor musun? İnsanlığı
sevmiyar musun?

153
Çok ve pek çok şeyler duyuyorum ve seviyorum.
Fakat ıssız dağlar başmda koyunlarını güden yanın çanldı
Türk çobanı, bana daha çok şeyler duyuruyor, daha çok sevgiler
sindiriyari
O kadar ki, insanlık eski Mısırlanyle Yunanistanlanyla, Roma­
lanyle ve bunlar bütün bedii eserJeriyle ayağa kalksalar ve yani
başlannda bugünün kendi verimleri olan bütün medeniyeti, mu­
sikisiyle, şiirleriyle, sanatlanyle ve bütün eserleriyle gözümün
önüne dikseler, dikilseler. . . benim gözüm, benim duygum, beni;m
sevgim, yine ıssız dağlar başında yanık kavalını üfleyen, yanm ça­
nklı Türk çobanındadır.

O bunlann hepsinin üstündedir.

154
BİR DEVLETi KURAN MiLLET
ONUN HER ZAMAN BAŞlNDA
KALMASINI BİLMELİDİR

Türk devleti işlerini Türkten başkasına inanii).ayalım. Türk


devleti işlerinin başına öz Türkten başkası geçmemelidir.
Ali Seydi rahmetli merak etmiş, Devleti Osmaniye tarihinde
bir istatistik çıkarmış, buna göre (200) kadar sadrazamdan % 10'u
türk olup üst tarafı yabancı milletlerdendir i
Bu hallere göre, kötü idareden şikayet biz Türklerin hakkı
iken, talibin ne hazin cilvesidir ki fenalıkların belli başlı sebebi
olan gayrı Türkler Türkten şikayetçi olmuşlardır!
Tarih diyor ki:
Devlet işlerinin başına devletin kurucusu olan kavimden
başkalan geçince o devlet inkiraz bulur (yakılır). Yani millet is­
tiJdilini kaybeder...
Bütün bunlardan sonra, hatırlamak gerektir ki modem devle­
tin amacı kendisini vücuda getiren insan karnununun manen ve
maddeten saadetini temin ve istihsaldir.
Bu amacı şöyle, kısaca ifade mümkündür.
Her şey halk için ve halkla beraber.
Bunun içirıdir ki cumhuriyetin birinci Teşkilatı Esasiye'sinde :
H8ki.ıniyet bila kayt ve şart milletindir. İdare usulü halkın biz­
zat ve bilfiil mukadderatıru idare etmesi esasına müstenittir. " de­
niyordu.
Türk Cumhuriyeti'nin hareketi ve bütün faaliyeti, kendisini an­
cak türk milletinin menfaatları için ifade etmelidir ve edecektir.
ınus egemenliği, kayıtsız ve şartsız halk egemenliğidir. bu
egemenlik, bu irade anealt Türk ulusunun, Türk halkının menfaat­
leri içirı tezahür ve tecelli eder. Türk demokrasisinin anlamı bu­
dur.
Türk ihtilalinin verimi olan halkçılık prensibi budur.

155
GEÇMiŞTE VE BUGÜN
TÜRK MiLLETİNİN SEViYESİNİ TARTlŞAN VE
HÜRRİYETÇİ REJIMLERİ HAK ED EMED İGİNİ
SÖYLEYENLERE İKİ MÜNASİP CEVAP

Batı medaniyeti ve herhangi bir medeniyet, (x) bir küldür (bir


bütündür) ayrılık kabul etmez. Ya hep alınır. Yahut alınmaz. Tıpln
dinler gibi.
Nasıl arzedeyim?
Mesela birisi diyor ki, ben müslüman olacağım amma, na­
mazla orucu kabul etmem. Üst tarafını benimserim. Böyle müslü­
marılık olmayacağı gibi ; Hıristiyanlık da bunun gibidir.
Türk milleti için seviye bahse konu olamaz. O rejimierin en
yükseklerine layıktır. Onun seviyesini yüksek görmeyerıler kendi
alçak seviyelerini ifade etmektedirler.
Milletinin seviyesini alçak görenden daha alçak bir kimse ta­
savvur olunamaz.
Seviye ve tekamül şarlatalığına, susturucu bir cevap :
İlk (Meclisi Mebusanı Osmani'nin) içtimalarında müşahit sı­
fatiyle hazır bulunan Taymis ve Tan muhabirieri gazetelerine ver­
dikleri haberlerde, aşağı yukarı şu tarzda mutalaa yürütüyorlardı.
Osmarılı parlamentosu toplandı. Bu ilk meclistir, fakat buna
u

ilk meclisdemek çok zordur. Mebuslar o kadar güzel münakaşalar


ediyorlar; millet işlerini o kadar iyi takip ediyorlar; hükumeti o ka­
dar güzel murakabe ediyorlar ki, sanki İngiltere, Fransa parla­
mentoları karşısındayız gibi bir şey. . . (xx) u

x Osmanh-Rus seferi. Ali Fuad.


xx Medeniyet bir bütündür, sözü bazı yazarlarra, din, ahlak, öd 119 adetleriyle, maddi 119 ma­
nevi bir bütün olarak ifade edilmi,ıir. M.E. Beyl:le bu konuda açıklık yoksa da "Batıb ol­
mak; her şeyleriyle, hatta Hıristiyan dinine geçmek suretiyle mümkün olacaktır" şeklin­
de de ifade edilmiştir. Fakat medeniyet ınilletlemıası, kültür ise (inançlar, din, ört. adet, ta­
rih, dil vs) millidir, tezi bugün benimsenen görüş olmaktadır.

156
Yabancılar Türk kabiliyetini bu kadar yüksek görürken, bizim­
kilerin alçak görüşüne ne demeli?
Bunun cevabını bıraz önce vermiştik.
Milletler için seviye, tekfunül yok . . sonsuz hamleler, sıçrayış­
Iada ilerlemeler var.
Tekamül, fizyolojik meselelerde bahse konur olabilir. Mesela
çocuk doğar, büyür, inkişaf eder ilah . .
büyük davalar peşinde koşan ihtila.l şefi için arkadaş s e ç
rnek en önemli işlerden birini teşkil eder.
Bunları isabetle seçemeyen şefin muvaffak olmasına imkan
yoktur. En çok dikkat edilecek cihetlerden birisi de budur. Belki
de birincisi . . .
Arkadaşların ; kanaatte, seciyede, azimde sarsılmaz kimseler
olması gerektir. Atatürk ve Lenin, Hitler, Mussolini böyle arkadaş­
ları buldular. Ve bu arkadaşlar, bu şefierin muvaffakiyet sırrını teş­
kil ettiler.
Şef kinli olmıyacak, müteyakkız olacak, dedikodulara kulak
asmıyacaktır. Kendisini sevdirecektir. Kinli ve dedikodulara kulak
asan, sevimsiz kimseler bir defa devlet adamı olamazlar. Bu gibi­
ler yalnız kendi kuyularını değil, davanın da kuyusunu kazmış
olurlar.
Kin, kıskançlık ve dedikodu imparatorluklar yemiş, muvaffak
ihtilalleri, muvakkat olsa da çökertmiştir.
Osmarılı İmparatorluğu, 1789 Fransız ihtilali, Endülüs tarihi
bunun en canlı misalleridir. Bu yüzden Osmanlı Devletınde nice
değerli şahsiyetler ya bir köşede atılmış kalmış, yahut ekseriya
katledilmiştir. Robespiyerin kini ve kıskançlığı başta Danton ol­
mak üzere nice liderleri giyotin altına sürüklemiş, nihayet kendisi
de aynı yoldan geçip gitmiştir. Tarihci Aullard'ın dediği gibi Dan­
to'nun öldürülmesiyle C�mhuriyet topallamış, Robespiyerin de
idamiyle iki ayağından mahrum kalmış , sonra, sürünen Cumhuri­
yetin üzerine Napolyon bir kartal gibi kanarak imparatorluğu kur­
muştur.
Rus ihtilalcilerinin son zamanlarda bu yoldaki İcraatından ih­
tilal hesabına korkulabilir.

157
Yıl 1940'lar olursa yanılmak çok daha kolay olacaktır. Zira o
yıllarda dünyanın en başarılı liderleri olarak, Hitler, Mussolini, Le­

nin ve Atatürk olarak görünüyordu. Diyor ki M. Esat Bey, liderlerin


" arkadaşları kanaatte, seciyede, azimde sarsılmaz kimseler olma­
sı gerekir. Atatürk, Lenin, Mussolini ve Hitleri böyle arkadaşları
buldular. Ve bu arkadaşlar, bu şefierin muvaffakiyat (başarı) sırn­
nı teşkil ettiler. " (S. 152).

Halbuki, bu satırların yazılmasından iki üç yıl sonra, Hitler ve


Mussolini, yok olup, rejimleriyle beraber gittiler. Lenin ise, yine
yazanmızın ifadesine göre " komünizm hayatı tarihin en ilerisinde
arıyor. Düşecektir. Hayatın dışında kalacaktır. Düştü ve hayatın dı­
şında kaldı. " demektedir. (S. 398) . Buna ilaveten, " devletçi sis­
tem, komünizmaya şu cihetten faiktir ki (üstündür) komünizma.

tahakku k etmeyen ve etmeyecek olan bir dava peşindedir.. (S.


397) dediğine göre, 152. sayfada başarılı olduğunu yazdığı bu
dört liderden ilk ikisi yok olmuş ve kendi ifadesine göre komünizm
de yok olup gidecektir. Fakat bu üçüncüsü halen hayatiyatini de­
vam ettirmektedir.

O zamanlar elde, komünizmirı ne olduğunu, komünizme sa­


miıniyetle irıanıp 1940 yılında Rusya'ya kaçarak, 30 yıl sonra Türki­
ye'ye dönebilen ve hatıralarını İNANMlŞTIM . . . adlı eserde topla­
yan Türk Subayı, Yusuf Yıldınm'ın kitabı gibi eserler de yoktu. (x)

Ekler XVTI: (S. 463-464).

Namık Kemal, Hürriyet adlı yazasında şu mütaleada bulunu­


yor:

" . . . Amma denilecek imiş ki halkımız maarifçe daha hür ola­


cak derecelere gelmemiştir. Evet ! Biz de teslim ederiz ki çektiği­
miz taaddiyatın çoğu noksanı martfetten geliyor. Eğer halkın ter­
biyesi tam olaydı. Bin yerde emsali görüldüğü gibi hürriyetini der­
hal istihsal ederdi .
n umu-
. . . Lakin ahatiyi hakkından müstefit etmek için galeya
mıdır?
miye irıtizar edip durmak , bir hükümete layık

x : Yıldınm Yusut. lnanmıştım. . . Altmak Matbaası. Ankara 1972.

158
Maarüçe hürriyete mütehaınmil olmak tabirinden aniaşılma­
sm ki cahil bir halka, hukuku siyasiye ve şahsiyesi verilirse idare
muhtel olur. Ta yanmuzdaki Karadağın hali bu davanın butlanına
delil kafidir. (x)

Şimdi de Namık Kemal'le bugün konuşulan dilimizle konuşa­


lım. Bakalım yüz yıl önce, hürriyet ve milletimizin daha iyi idarele­
re layık olduğunu ifade etmek için ne demiş?

"Ama denilecek ki halkımız eğitim ve öğretim seviyesi düşük


olduğu için hürriyeti henüz hak edecek derecelere gelmemiştir.
Evet bizde kabul ederiz ki çektiğimiz adaletsizliğin bir sebebi de
eğitim ve öğretimdeki eksiklikten gelmektedir. Eğer halkın terbi­
yesi (eğitimi) tam olsaydı, bin yerde benzeri görüldüğü gibi, hürri­
yetini bizzat kendisi elde ederdi.

. . . Şu kadar var ki halkımızı hakkından (hürriyetten) yararlan­


dırmak içirı genel bir ayaklanmayı beklemek idare edenlere yakı­
şır mı?

Eğitim ve öğretinlde hürriyete tahammül etmek sözünden, ­


anlaşılmasın ki cahil bir halka siyasi ve şahsi hürriyet verilirse,
idare ortadan kalkar. (Cahil halka siyasi ve şahsi hürriyet verilme­
siyle devletin idaresi imkansız olmaz) . Hemen yanmıızdaki Kara­
dağ'ın (Romanya) durumu bu davanın (iddia veya gerekçenin)
yokluğunu (anlamsızlığını) ispatlamak içirı yeter, diyerek sözünü
noktalamıştır.

Artık merhum Mahmet Esat Bey'le konuşmalanmız sona er­


mek üzere, elveda demeden önce, onun hakkında yazılmış birkaç
yazıyı da fırsat vermeyen sayfa sınırlaması sebebiyle hiç olmazsa
ismen verelim. Kopuz'daki yazıyı da okuyalmı.

ır Ebuzzjya Tevtik. Nümuneiedebiyatı Osmaniye.

159
Mahmud Esad Bozkurt
Dr. Fethi Tevetoğlu

21 İlkkılnun 1943 Salı günü saat 18'de, dimağ damarlan kana­


ması neticesinde, katıksız Türk ve koyu Türkçü Mahmud Esad Boz­
kurt hayata gözlerini yummuştur.
Bir gün: "Herşeyi Türk, üstün ve büyük Türkiye'yi görmeden
ölmem derd.im. Bugün artık Büyük Türkiye'yi görür gibi oluyo­
rum. " demişti. Mes'ut ölmüştür. Ulu Tann ona rahmet etsin.
Yırmi yıllik Türk inkılabı, yeni rejim, bugünün gençliğine nasıl
milli bir terbiye vermiştir? Bu sorunun karşılığı ararursa, büyük bir
boşluk ve yoksulluk karşısında Mahmud Esad Bozkurt'un yüce ru­
hu ve varlığı yükselir. Türk olmanın gururu ondan taşardı. Türkü
baş etmenin acele lüzumuna o çok inanmıştı.
Türk olmıyanlarm binlerce nankörlüğüne uğramış bu vatan ve
milletin Türkçü taşkınlığına herkesten ziyade o önverir, hatta öna­
yak olurdu.
"Bizim de, idare başına Türkten gayrilerinin geçmesi yüzün­
den çektiğimiz ıztıraplar nazan itibara alınırsa, bu hususta ne ka­
dar ifrata varılıısa varılsm kabul etmek._ lazımdır.
Şunu bilmeli ki, Türk milletinin başına felaketler getiren en
mühi.m. sebep yabancı unsurlarm içimize kanşmasıdır. " diyordu.
"Neden milliyetçiyiz?" sorusuna: "Böyle olmadan yaşanmaz da
onun için! " diye karşılık vermişti.
Bu vatanda Türkün başa getirilmesini görmek onun en ulu di­
leğiydi: " 1908 meşrutiyet ilarum müteakip, Osmanlılığı teşkil
eden bütün unsurlar milliyetlerini haykırmak hakkını elde ettikleri
halde, biz "Türküz i " diyemiyorduk. Araplardan "Kavmi necib-i
Arab! " diye bahsedilirdi. Sadrazam Haklo Paşa Meclis kürsüsün­
den bağınyordu : " Osmanlı tacının pırlantalan Arnavutlar, Çerkes­
ler. . . Şimdi biz de diyoruz ki, Türkiye Cumhuriyeti tacının yegAne
pırlantası Türklerdir ! . . "
Türk milleti bir büyük evladını, Türkçü gençlik bir yüce ağabe­
yini kaybettiğinden yaslıdır.
Onun: " Türkün en kötüsü, Türk olmıyarun en iyisinden onbin
kerre iyidiri " diyen erkek sesi daima kulağunızda çınlayacak ve
herşeyi Türk, büyük Türkiye'yi yükselttiğimiz gün onun toprağına
gökten nur yağacaktır. {x)

X KOPUZDergisi. Aralık 1943 - Ocak 1944. Samsun. Sayı: 8 - 9


160
MAHMUT ESAT BOZKURT İÇİN
YAZILANLAR

- İnkılap Adliyesi ve Mahmut Esat Bozkurt. Ali Rıza Türel. Adliye


Vekili
- Mahmut Esat Bozkurt. Farettin Karaoğlan. C. BaşmÜddeiumu­
misi.
- Kendi Sözleri ile Mahmut Esat Bozkurt. B aha Arıkan. Ceza İşle­
ri Umum Müdürü
- Prof. M. E . Bozkurt ve bir yabancı gözü ile Türk Hukuk İnkılabı.
Dr. K. Fikret Arık.
- Ceza Mevzuatımız ve M. E. Bozkurt. Dr. Nurullah Kunter.
- M. Esat Bozkurt. Dr. S. Şükrü Pamirtan.
- M . Esat Bozkurt. Orhan Rahmi Gökçe. Anadolu Gazetesi.
- Heyecan, inan ve inkılap adamı Mahmut Esat. Cemil Bilsel .
- Bir İnkılapçının ölümü. Falih Rıfkı Atay.
- Ölümü dolayısıyle M. Esat Bozkurt. Fahri Ecevit. Ulus Gazete-
si.
- Hatırasını Anarken. Mahmut Esat Bozkurt. Prof. Nihat Erim.
- Mahmut Esat Bozkurt. Şükrü Kaya. Cumhuriyet Gazetesi.
- Mahmut Esat Bozkurt Öldü. Faruk Nafiz Çamlıbel. Yedi Gün
Mecmuası.
- M. E. Bozkurt'un Ölümü. Vatan mahzun biz mahzun. Murat Çı­
nar.
- M . E . Bozkurt. Mahmut Hıfzı Nalbantoğlu.
- M . E. Bozkurt'un tabutunun arkasından giderken. Ali Agah Di-
nel.
- M. Esat Bozkurt'un cenaze töreni. Hakkı Süha Gezgin. Vakit
Gazetesi.
- Mahmut Esat Bozkurt. Faruk Nafiz Çamlıbel. Cumhuriyet Ga­
zetesi.
- Mahmut E sat'tan Hatıralar. İsmail Habip Sevük. Cumhuriyet.
- La Hey Zaferi Huzurunda. Mithat Cemal Kuntay. (şiir)
- Mahmut Esat Bozkurt'un arkasından. Cemal Bora. (ştir)
- Mahmut Esat Bozkurt . Fethi Tevetoğlu.

161
BİBLİYOGRAFYA

Arık Remzi Oğuz. Türk İnkılabı ve Milliyetçiliğimiz. Ank-1981.


Taneri A. Atatürk ve Milli Hakimiyet. Ank-1983.
Ağaoğlu S. Kuvayi Milliye Ruhu. İst-1964.
Belen F. Atatürk'ün Asker Kişiliği. İst.1963.
Türkdoğan O. Kemalist Modelde Fert ve Devlet. Erzurum-19'n.
Eroğlu H. Türk İnkılap Tarihi. İst- 1982.
Okyar F. Üç Deviide Bir Adam. İst-1980.
Yamakoğlu Cihan. Devlet Olmak İçirı. Ank- 1983.
Kitapçı Zekerya. Türk Dünyası Tarih Dergisi. Sayı 1, İst- 1987.
Yazgan T. Sosyal Bünye ve Sosyal Siyaset.
T.B.M.M. Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu yayınlan:
Milli Egemenlik, Yurtta Sulh, Cihanda Sulh İlkeleri ve Atatürk. İst-
1986.
milli Egemenlik Kavramının Fikri Gelişmesi. Samsun-1986.
Milli Mücadelede Ankara. Ank- 1986.
Milli Egemenlik İlkesirlin Kabulu ve Gelişimi. İst-1986.
Milli Egemenlik Fikrinin Tanımı, Unsurlan ve Gelişimi. Diyarbakır-
1986.
1982 Anayasasmda, Yasama, Yürütme ve Yargı ilişkileri. İst- 1986.
Milli Egemenlik Düşüncesinin Gelişimi, İzmir-1986.
Milli Egemenlik Sempozyuınu. Ank- 1986.
Işıtman T.Z. Mahmut Esat Bozkurt. İzmir- 1944.
Adliye Dergisi. Mahmut Esat Bozkurt Nüshası. Ank-1944.
Kanat H.F. Milliyet İdeali ve Topyekün Milli terbiye. Ank -1942.
Kafesoğlu İbrahim. Türk Milli Kültürü. Ank-1976. (TKAE)
Kafesoğlu İbrahim. Türk Milliyetçiliğirıin Meseleleri. Ank- 1966.
(TKAE).
Güngör Erol. Türk Kültürü ve Milliyetçilik. İst-1980.
Beer M. Sosyalizm ve Sosyal Mücadeleterin Tarihi. İst- 1980.
Tansel S. Mondrostan Mudanya'ya Kadar. C. 1-n-m-ıv. Ank- 1978.
Yıldırun Yusuf. İnanmıştım. Ank-1972.
Eren K. Orhan. İşçi ve İşveren Rehberi. Ank- 1969 .
Cunbur M. Atatürk ve Milli Kültür. Ank-1981.
Turhan Mümtaz. Garplılaşmanm Neresindeyiz? İst-1967.

162
Turhan Mümtaz. Kültür Değişmeleri. İst-1972.
Ögel B ahaeddin. Türklerde Devlet Anlayışı. Ank- 1982.
Safa P. 20. Asu Avrupa ve Biz. ist- 1976.
Haldun İbn. Maddime. Çev. Süleyman Uludağ. Dergah Yay. İst-
1982.
Erem Faruk, 50. Yıl ve Mahmut Esat Bozkurt. Ank- 1973.
Rehber Ansiklopedisi. İst- 1984.
Yeni Türk Ansiklopedisi. İst- 1985.
Meydan Larousse. İstanhul-1979.
Sami Şemsettin. Kamus-i Türki. İst- 1985.
Fatih Fıfkı Atay çankaya. İst- 1969.
Tevetoğlu Fethi. Hamdullah Suphi Tannöver. Hayatı ve Es erleri.
Ank- 1986.
Kopuz Mecmuası. Aralık 1943-0cak 1944 Samsun. Sayı 8-9.
Öztuna Yılmaz. Türkiye Tarihi. İst-1964.
Atabinen Reşit Saffet. Türklük ve Türkçülük izleri. Ank- 1930.
Eanarlı Nihat Sami. Resimli Türk Edebiyatı Tarihi. İst- 1971- 1976.
Beyatlı Yahya Kemal. Siyasi ve Edebi Portreler. İst- 1968.
Bıyıklıoğlu Tevfik. Trakya'da Milli Mücadele. 2 cilt. Ank- 1955.
Kandemir Feridun. Siyasi Dargınlıklar. c. 2 . İst- 1955.
Kandeinir Feridun. Milli Mücadeleye Başlarken. M. Kemal Arka­
daşları ve Karşısındakiler. İst- 1964.
Kuntay Mithat Cemal. İstikla.I Şairi Mehmet Akif. Ank- 1944.
Orkun Hüseyin Namık. Türkçülüğün Tarihi. İst-1944.
Sevük İsmail Habip. Tanzimattan Beri. 1 - 2 . 1st. 1943- 1944.
Tevetoğlu Dr. Fethi. Büyük Türkçü Müftüoğlu Ahmet Hikmet.
Ank- 1951.
Tevetoğlu Dr. Fethi. Açıklıyorum. Ank-1965.
Tevetoğlu Dr. Fethi. Türkiye'de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler.
Ank- 1967.
Togan Prof. Zeki Velidi. Hatualar. İst-1964.
Us Asun. 1930-1950 Hatua �otları. İst-1966.
Toros Taha. Türk Hatipleri. Ank- 1950.
Us Asrm. Gördüklerim Duyduklarını duygulanrn. İst- 1966.
Uşaklıgil Halit Ziya. Kuk Yıl. İst-1936.
Ünaydın Ruşen E şref. Diyorlar ki. İst- 1918.
Müderrisoğlu Alptekin. Kurtuluş Savaşının Mali Kaynakları. Ank-
1974.
Çelik Osman. Genar-Kafkasya L Ankara- 1981.
163

You might also like