Professional Documents
Culture Documents
Aklama Kararları
Her iki görüşme, Devlet Güvenlik Mahkemesi kararlarıyla aklandı. Bu kararlar yetmedi. Yapılan suç
duyuruları üzerine İstanbul C. Başsavcılığı takipsizlik kararı verdi.
Türkiye, kendisine yeni bir gelecek arayan her ülke gibi, çelişkiler beşiğiydi. İstanbul DGM Öcalan'ın
anlattıklarını yayımladığım için aklanmamıza hükmederken, Diyarbakır DGM kendi konuşmalarım
nedeniyle gıyabi tutuklanmama karar veriyordu. Şam'da Abdullah Öcalan ile yapılan görüşme
özgürlüğe kavuşurken; Diyarbakır, Siverek, Nusaybin, Batman ve Van'da yaptığım konuşmaların her
biri için beşer yıl hapsedilmem isteniyordu.
Hükümet, bir yandan Sansür-Sürgün Kararnameleri çıkarıyor, 2000'e Doğru dergisinin yayınlarını
süresiz durduruyor. Ama, bir yandan da Türkiye'nin yüz yıllık özgürlük dinamiği istim üzerindeydi.
Diyarbakır Cezaevi'nde 1990 yılı güzünde üç ay tutuklu kaldıktan sonra, konuşmalarımız nedeniyle
açılan davalarda da aklandık.
Türkiye, ABD emperyalizminin çıkarları uğruna Suriye'deki irticai terörü desteklemekten vazgeçse, Suriye
PKK'ye olan desteğini kesmeye hazırdı. ABD'nin Ortadoğu'daki gerici terörüne alet olan Ankara'daki
Amerikancı yönetim, Suriye'yi karşısına alarak, ülkemizdeki teröre geniş bir zemin yaratmış oldu.
1990'lara doğru ABD'nin Körfez'e silahlı müdahale hazırlıkları, durumu daha tehlikeli kılıyordu. ABD'nin
bölgeye silahlı güçleriyle yerleşmesi, PKK'ye çok geniş olanaklar sağlayacaktı. Nitekim öyle oldu. 1991
yılında ABD'nin Irak'ın kuzeyinde kukla Kürdistan'ı kurmasından sonra, PKK hızla gelişti.
İşte biz, bu olası gelişmeleri önceden görmüştük. Suriye'nin yönlendirdiği Abdullah Öcalan ile 2000'e Doğru
dergisi adına bu koşullarda görüşme yaptık.
Abdullah Öcalan, yakalandıktan sonra
verdiği ifadede görüşmeyi şöyle özetledi:
'Perinçek, bize ABD'nin ve Avrupa'nın
peşinden gitmeyin. Bu yoldan bir yere
varamazsınız. PKK'yi dağıtın, Türkiye'nin
bütünlüğü içinde yer alın telkinlerinde
bulundu.
Genel Başkanı olduğum İşçi Partisi'nin Güneydoğu bölgesi halkımıza yapılan baskılara karşı çeşitli düzlem-
lerde yürüttüğü mücadeleler de eleştiri konusu olmaktadır.
Partimiz, 1991 Körfez Savaşı öncesinde ve sonrasında, Kürt halk kitleleri üzerindeki baskı ve eşitsizliklere
karşı kararlı olarak mücadele etti. Türkiye'nin birliğinin ve bağımsızlığının, eşitlik ve özgürlük sağlanarak,
sağlam bir temele oturtulacağını savunduk. Türkiye, Kürt kitlelerinin taleplerini karşılamalı ve kendi Kürdünü
kazanmalıydı. Kürdümüzü ABD'ye kaptırmamalıydık. Irak bize ders olmalıydı. Kürdünü ABD'ye kaptırmış ve
bölünmüştü. Duyarlılıklarımız doğrudur ve haklı çıkmıştır. İşçi Partisi, her zaman halk kitleleri üzerindeki
baskı ve eşitsizliklere karşı mücadele etti. Bu mücadeleyi, ABD emperyalizmine karşı bütün milletimizin
birliği açısından yürüttük ve yürütüyoruz.
Eğer Türkiye Partimizin Tutumunu Benimseseydi
Eğer yönetim, Körfez Savaşı öncesinde Partimizin politikasını benimseseydi, Türkiye halkı birleştirilebilir,
bölücülük etkisiz hale getirilebilir ve bugünkü bölünme ve parçalanma tehdidi çok daha zayıf olurdu. Dahası
Suriye, Türkiye ile işbirliğine hazırdı. 1990 öncesinde Kürtlerin hak ve hukukunu tanımayan hükümetler,
daha sonra ABD ve AB'nin dayatmalarıyla İkiz İhanet Yasalarını bile çıkardılar. Türkiye'nin vereceği
demokratik hakları Batı devletleri sağlamış oldu. Kürt halk kitleleri böylece Türkiye'ye değil, Batı'ya bağlandı.
1991 yılı Ekim ayında yapılan genel seçimlerde Erdal İnönü-Deniz Baykal'ın yönetimindeki SHP, PKK ile
seçim ittifakı yaptı. Ama hiç kimse bu konuda bir kampanya yürütmedi; yürütmez. Çünkü o ittifak, ABD
merkezli sistemin içindeydi. Bu ittifakın içine 1991 seçiminde Doğu Perinçek'in Genel Başkanı olduğu Sosy-
alist Parti'yi de katmak istediler. Ancak bunu reddettik.
PKK'nin Avrupa Temsilcisi, hatırladığıma göre, o zaman PKK'nin bugünkü lideri Murat Karayılan idi. 1991
Genel Seçimi öncesinde beni Ankara'daki evimizden telefonla arayarak, SHP'nin bir protokolle HEP'e verdiği
22 milletvekilliğinden dördünü Abdullah Öcalan'ın bizim partimize önerdiğini belirtti. Hatta bu öneride,
Diyarbakır, Şırnak ve Mardin gibi illerin birinci sıra adaylığı da belirtildi. Biz, öneriyi parti organlarında
tartışmaya bile gerek görmeden anında reddettik. Bizim açımızdan bu öneriyi kabul etmenin herhangi bir
tehlikesi de yoktu. Perinçek ve arkadaşları, SHP listelerinden milletvekili olacaklardı. Ama bizler için mesele,
milletvekili veya bakan olmak değil, Türkiye'nin bağımsızlığına, bütünlüğüne ve emekçilere bağlı bir çizgide
ısrar etmekti.
Bizzat Apo, 1991 yılı sonunda, Milliyet ve Sabah gazetelerine yaptığı açıklamalarda, Perinçek'e dört milletve-
kili önerdiğini ve parlamentoya girerek, SHP listesinden seçilecek 22 milletvekilinin başına geçmesini rica
ettiğini açıklamıştır.
Apo, Perinçek'e dört milletvekili önerisini, 3 Mayıs 1993 tarihli Gündem gazetesinde de anlatmış ve bu öner-
iyi reddettiğimi birkaç kez vurgulayarak dile getirmiştir:
"Sayın Doğu Perinçek de buraya geldi. İlk pratik politika önerim şu oldu. Dedim ki, bir devrim merkezi var,
onun parlamenter sözcüsü ol. Bu güzel bir şey… Eğer bir parlamenter sözcüsü olsaydı, Kürt-Türk birlikteliği
de çok iyi gelişebilirdi. Kim kardeşlik istemiyor. Bize ikide bir milliyetçi diyorsunuz. Seni kendi ülkesinde ve
devrimin bir merkezinde milletvekili adayı önerecek kadar Enternasyonalizme yatkınlık gösteren bir hareket
mi milliyetçidir, yoksa buna tenezzül etmeyen, kendini çok üstte gören bir anlayışın sahibi mi milliyetçidir?
Ve ben fazla anlamlı bulamadım… Tenezzül etmediler."
Yine Öcalan, Hasan Cemal'e 14 Nisan 1993 günü yapılan söyleşide, Doğu Perinçek'in SHP listesinden
milletvekilliği önerisini reddettiğini belirtmektedir.
Apo'nun SHP listesinden dört milletvekilliği önerisini niçin reddettiğimizi ve PKK ile SHP arasındaki seçim
ittifakına niçin katılmadığımızı, 12 Mayıs 1992 günü Anayasa Mahkemesi'nde yaptığım savunmada
anlattım. Tutanaktan aynen aktarıyorum:
"Bugün koalisyonu paylaşan Sosyal Demokrat Halkçı Parti'nin listeleri içinde milletvekillikleri bize teklif
edilmiştir. (…) PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan, Milliyet ve Sabah gazetelerine açıkladığı için ve gaze-
telerde yazıldığı için bunu söylüyorum. Orada diyor ki, 'Sosyalist Parti'ye, bize SHP'den verilen milletvekil-
liklerinden dördünü vermek istedik. Reddettiler bizi.' Demek ki, SHP seçimlere girerken PKK'ya 21 tane
milletvekilliği vermiştir. PKK da bunun dördünü Sosyalist Parti'ye önermektedir. 'Gelin 4 tane de size vere-
lim, ayrı parti olarak girmeyin, hepimiz SHP olarak girelim' demiştir. Sosyalist Parti bunu reddetmiştir.
Demiştir ki, 'ben ayrı, bağımsız bir partiyim, fikirlerim var, hiç kimsenin sırtından da Meclis'e girmem, ayrı
kimliğimle ve kişiliğimle toplumun karşısına çıkarım'. Ben bunu niçin söyledim? En yasadışı olan PKK bile
Türkiye'de yasal politik hayatın içine girmiştir. O kadar içine girmiştir ki, arlamentoda sandalye pazarlığı
yapabilmektedir. İktidar partileriyle anlaşmalar yapabilmektedir. İktidar partisi olacaklardan milletvekillikleri
alabilmektedir ve o aldığı milletvekilliklerini sağa sola dağıtabilmektedir."
Rekor Kıran Fotoğraflar
Bu fotoğrafların gizli saklı bir tarafı yoktur. Görüşme dergide yayımlanacağı için fotoğraflarla da görüntül-
endi. Görüşmelerde 2000'e Doğru görevlileri olarak, Ömer Özerturgut ve Ramazan Duran da bulundu. Hem
2000'e Doğru muhabiri Ramazan Duran hem de PKK görevlileri fotoğraf çektiler. 2000'e Doğru, kendi
çektiği fotoğrafları yayımladı. Basında kampanya halinde çıkan fotoğraflar ise, ilginçtir PKK'nin çektiği
fotoğraflar.
Perinçek, ne zaman Türkiye'yi savunan bir meseleyi kamuoyu önüne getirse, ne zaman ABD emperyal-
izminin planlarını bozsa, Apo ile görüşme fotoğrafları, basında boy gösterir. Bu görüntüler, Türkiye'de son
yirmi yılda en çok yayımlanan fotoğraf unvanını kazanmış bulunuyor.
MİT Fotoğraflar Karşılığında PKK'ye Ne Verdi?
Çarpıcı olan, fotoğrafların o zaman Emniyet İstihbaratı'nın başında bulunan Bülent Orakoğlu-Hanefi Avcı
ikilisine PKK tarafından teslim edilmiş olmasıdır. CIA-MOSSAD-Fethullahçı Gladyo bağlantılı Tuncay Güney,
İstanbul Emniyeti'nde 2001 yılı Mart ayı başında yapılan Mülakat'ta, Doğu Perinçek'in Apo ile görüşme
fotoğraflarını Suriye'de PKK'den alıp Emniyet İstihbaratı'na getirdiğini şöyle anlatıyor:
"Pasaportumda giriş-çıkış tarihi olacak, Suriye'ye gittim (…)
Gaziantep'in Kilis Öncüpınar kapısı diye bir kapısı vardır. O kapı
ben gittiğimde yeni açılmış, (…) gümrük olmuştu. O zaman
polisler benden Doğu Perinçek ile Abdullah Öcalan'ın benden
fotoğraflarını aldılar (…) Bunları piyasaya çıkartan Hanefi
Avcı'dır. Gazetelere çıkartan, Aksiyon' a şuraya buraya. O
fotoğrafları benden alırken kimliğimin fotokopisini aldılar. Bir
de kendim verdim diye kapıda gündüz gözüyle imzamı aldılar
(s.24). Ben kumpasa gelmişim (…) Onlar da alır almaz zaten
hemen yayımlamadılar. Yani belli bir dönemden sonra
yayımladılar." (s.100)
Özeti, o zamanki Emniyet İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı, PKK ile bir sözleşme yapmış,
Tuncay Güney'i yollayıp Suriye'ye PKK'dan o fotoğrafları almış. Daha sonra Fethullahçı basın ve diğer
denetlediği yayın organları aracılığıyla piyasaya sürmüş. Emniyet istihbaratının PKK ile yaptığı fotoğraf
alışverişini İsveç'te yaşayan Mahmut Baksı da, Bekaa kampında bulunan kardeşinin tanıklığına dayanarak
bana anlatmıştı.
En son "Mustafa Balbay'ın Günlükleri"nde yazdığına göre, 13 Haziran 2003 Cuma günü MİT Müsteşarı
Şenkal Atasagun'un Marmara Köşkü'nde Cumhuriyet gazetesi yöneticileri İlhan Selçuk, İbrahim Yıldız,
Cüneyt Arcayürek ve Mustafa Balbay'a verdiği yemekte, sohbetin başında Doğu Perinçek'in Abdullah
Öcalan ile röportaj fotoğrafları dağıtılıyor. 14 yıl geçmiş. 2003 yılına gelinmiş. MİT Müsteşarı hâlâ o
fotoğrafları servis etmekle meşgul. Hem de kimlere? İlhan Selçuk'lara, Mustafa Balbay'lara…
Perinçek'in Apo ile görüşmesinin fotoğrafları 2000'e Doğru dergisinde çıkmıştı. Hatta Apo'nun Perinçek'e
gelincik uzatan bir fotoğrafı derginin kapağında yayınlanmıştı. Bu fotoğraflardan utanılsa, herhalde
yayınlanmazdı. Nitekim bütün gazeteciler, Güneri Cıvaoğlu, Fatih Altaylı, Hasan Cemal, Yalçın Doğan,
Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar ve diğerleri kendilerinin Apo ile görüşme fotoğraflarını yayımladılar.
Ancak yirmi yıldır Haçlı İrticanın yayın organlarında çıkan Perinçek-Öcalan görüşme fotoğrafları, 2000'e
Doğru'nun çektikleri değil. Bunlar, PKK'nin Emniyet İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı'ya
gönderdiği fotoğraflar. Bu fotoğraflar karşılığında Hanefi Avcı'ların PKK'ye ne verdiği araştırılmalıdır.
Fotoğraf bombardımanının arkasında Emniyet içinde yuvalanan Fethullahçı CIA ekibinin bulunması, yapılan
işin doğası gereğidir. Türkiye düşmanı güçler, Sevr tehdidine karşı en kararlı tavrı alan İşçi Partisi'ni
yıpratabilmek için ne yapacaklarını şaşırmışlardır.
Yüzlerce kez yayınlanan bu fotoğraflar, İşçi Partisi'nin ve Doğu Perinçek'in hiçbir lekesinin bulunmadığının
en güzel kanıtıdır. Bütün MİT ve Emniyet İstihbaratı dosyaları karıştırılmış, CIA'dan yardım istenmiş, İşçi
Partisi'nin bir açığını bulmak için özel araştırma birimleri kurulmuş, telefonlar yıllarca dinlenmiş, ancak bir
şey bulamamışlardır. Böylece bir dergi röportajında çekilip, benzerleri yayımlanmış fotoğraflara muhtaç
kalmışlardır.
PKK’nın Üç Dönemi
Abdullah Öcalan ile görüşmeleri anlamak için, PKK tarihinin üç dönemini bilmek gerekir.
Birinci dönem, 1975-1980 yıllarıdır. SüperNATO veya yaygın adıyla Gladyo, PKK'yi Güneydoğu bölge-
sindeki Sol'u temizlemek amacıyla kullanmıştır. PKK, o yıllarda devlet kuvvetlerini hedef almamış, başta
bizim Partimizin önderleri ve Aydınlık dergisi yanında diğer Sol grupları hedef almış; yüzlerce devrimciyi
şehit etmiştir. Türkiye'yi bölme operasyonu, Güneydoğu'da Sol'u ezerek başlamıştır. PKK'nin ilk görevi bu
olmuştur. Çünkü Sol, Türkiye'nin birliğinden yanaydı; Kürt halk kitlelerini Türkiye'ye bağlıyordu; etnik
bölücülük temelinde değil, emperyalizme karşı mücadele ekseninde, mücadele yürütüyordu. Solun tasfiyesi
Kürt halk kitlelerini Türkiye'den koparmak için şarttı. Bugünkü bölünmenin temelleri o zamanlar atıldı.
Gladyo, PKK'yi 1980'lere kadar bu amaçla kullandı. "Komünizm düşmanlığı"nı esas alan güçler bu plana
hizmet ettiler.
İkinci dönem, 1980-1990 yıllarını kapsayan Suriye güdümündeki dönemdir. Bu yıllarda PKK eylemleri,
Suriye'nin devlet politikasıyla açıklanabilir. Bu dönemde PKK, Hafız Esat yönetiminin ABD karşıtı ve laik
politikalarıyla uyumlu olarak, Güneydoğu'da ağalara ve şeyhlere karşı tavır olmış ve yoksul halk kesimleri
içinde güç toplamıştır. Türkiye yönetiminin Güneydoğu'da gericiliğe dayanan siyasetleri, PKK'ya büyüme ve
yayılma zemini sağlamıştır.
Üçüncü dönem, 1991'de ABD'nin Irak'ın kuzeyinde Kukla Devleti oluşturmasıyla başlar. Ancak ABD'nin
PKK üzerindeki denetimi 1999 yılında Öcalan'ın Suriye'den çıkartılıp Türkiye'ye teslim edilmesiyle
belirginleşir. 1991-98 arasında Suriye denetimindeki Apo ile Kuzey Irak'taki ABD güdümlü PKK arasında
çiftbaşlı bir durum ortaya çıkmıştı. CIA, Öcalan'ı 1999'da Türkiye'ye teslim ederek bu çiftbaşlılığa son verdi.
PKK bütünüyle ABD güdümüne girdi. ABD, Türkiye'ye pimi çekilmiş bir elbombası vermişti. Türkiye, o
zamandan beri bu bombayı ne yapacağını şaşırmış durumda, elinde taşıyor. 1999'da aynen böyle
yazmıştık. Şimdi yaşanıyor.
Halk Bizim Her Yaptığımızı Bilmeli
Abdullah Öcalan görüşmeleriyle Türkiyemize, halkımızın geleceğine bir hizmette bulundum. Doğru
yaptım. Önyargısız okuyanlar bunu görecektir.
Kimliğim, kişiliğim bellidir. Kendime güvenirim. Herkesle görüşürüm. Niçin görüştüğüm ve görüşmenin
neye hizmet ettiği önemlidir. Düşmanın saldırısından korkmam, gereğinde tehlikeleri üstlenirim.
ABD güdümlü hâkim güçlerin yirmi yıldır yürüttükleri, Türkiye tarihinde eşi az görülmüş psikolojik savaş,
yaptığımız işin doğruluğu nedeniyledir.
Halkıma karşı her zaman dürüst oldum. Her şeyim açıktır. Türkiye halkı, bizleri olduğumuz gibi tanımalı ve
değerlendirmelidir.
Bugün Türkiye'de Çankaya'da oturandan Başbakan koltuğunu işgal edene kadar, ABD'nin BOP Eşbaşkanlığı
görevlileri, Abdullah Öcalan ile çeşitli yollardan iletişim halindeler. Öcalan'ın beş kat altındaki görevlileriyle
sözümona "Kürt Açılımı" peşindeler. Devletin çeşitli kurumlarını da bu Washington güdümlü planın içine
çekmektedirler. Onların planı, ABD'nin planıdır.
Bugün Türkiye'yi AKP-PKK koalisyonu yönetiyor. Güneydoğu belediyeleri PKK yönetimine teslim edilmiştir.
En tehlikelisi Kürt yurttaşlarımızın ABD-AB denetimine terk edilmesidir.
Türkiye'nin önündeki sorun, 1980'lerden beri şudur: Kürtlerimizi ABD emperyalizmine kaptırmamak!
Dün ne yaptı isek, Kürdümüzü Kemalist Devrim'i tamamlama mücadelesine kazanmak için yaptık. Bugün
de aynı çizgideyiz.
İkinci tezi, en yalın ve anlaşılır ifadeyle E. Jnd. Alb. H. Atillâ Uğur dile getirdi: “Apo AKP’li olmuştur.”
(Aydınlık, 17 Şubat 2013).
O, olduğu yerde duruyor. Amerika’ya “Deliğe süpürülme” yetkisini vermişti ve oradan ayrılamaz.
Tayyip Erdoğan ve Abdullah Öcalan, el ele tutuşarak, ABD’nin “Kürt Koridoru” oyunundaki rolleriyle sahn-
eye çıkmış bulunuyorlar.
Böylece Kürdümüz dahil Türkiye halkının gözlerine perde çekme çabasına yardımcı olunuyor.
Türk Milliyetçiliğini PKK karşıtlığına, Kürt Milliyetçiliğini de Türk karşıtlığına indirgediğiniz zaman, kazanan
ABD emperyalizmi oluyor. Bu durumda Türk ve Kürt Milliyetçiliği üzerinden bağnaz ve saldırgan emperyalist
milliyetçiliğin değirmenine su taşınmaktadır.
ABD’nin Meselesi
ABD emperyalizmi, bugün Türk Milliyetçiliğini düşman tanımı içine almış bulunuyor. Çünkü emperyalizme
direnme gizilgücü olan, Türk Milliyetçiliğidir. O nedenle Türk Milliyetçiliğini bozmak ve ele geçirmek,
ABD’nin önemli meselesidir.
Türk Milliyetçiliği, iki yüzyıllık emperyalizme karşı savaş geleneğinden koparıldığı zaman, özünü kaybeder,
uydu milliyetçiliğe dönüşür.
Türk Milliyetçiliğini emperyalizme karşı iki yüzyıllık konumundan koparır ve PKK düşmanlığına indirg-
erseniz, buradan yalnız ABD değil, PKK da kazançlı çıkıyor.
Ama Türkiye’yi ABD bölebilir, bu ciddi bir tehdittir ve şu anda yaşanan olay budur. ABD’yi müttefik olarak
gören bir “Milliyetçilik” son kertede ABD planı içinde rol üstleniyor.
Hep birlikte doğru mevzide olmak bu, elbette hoşumuza giden bir durum değil.
Çünkü biz, ABD’nin Türkiye’yi bölme tehdidini milletimizin gücüyle etkisiz kılacağız. O nedenle, millete dahil
olan her örgütlenmenin, tehdide karşı doğru mevzide olmasını isteriz. AKP kitlesi de kuşkusuz milletin
önemli bölümüdür.
Siz şüphelenmiyor musunuz? O kozlarla hangi oyunlar oynanıyor? Paris ve Moskova cinayetlerini mi
araştırıyorlar? Barış içinse niçin halktan gizleniyor? Mektubu niçin açıklamıyorlar? Hangi sinsi planın sırdaşı
oldular?
Devlet terbiyesinde ve örgüt terbiyesinde teke tek görüşme olmaz. Ne var ki, devletinden ve örgütünden gizli
plan ve uygulamalar içinde bulunanlar, teke tek görüşürler.
Aslında Apo ile görüşen, Tayyip Erdoğan’dır. MİT Müsteşarı Hakan Fidan bu görüşmelerde, Tayyip
Erdoğan’ın temsilcisidir.
Siz şüphelenmiyor musunuz? Hakan Fidan ve Öcalan, gizli gizli hangi uygulamaları planlıyorlar? Gazeteler
açıkça yazıyor. Görüşmelerin dinlenmesini önlemek için, İmralı’da koğuşların ortasındaki yerde baş başa
konuşuyorlarmış.
O kozlarla hangi oyunlar oynanıyor? Görüşmelerin bittiğini, anlaşmanın bağlandığını daha önce yazdık.
Apo’nun Tayyip Erdoğan’a yolladığı biat mektubu, bağlanan sözleşmeyi kayda geçirdi. O mektup Tayyip
Erdoğan’ın elindedir ve en büyük kozudur.
Tıpkı Tayyip Erdoğan’ın ABD yetkililerine yazdığı mektupların Washington kasalarında saklanıyor olması
gibi. Bu kozlarla, hangi oyunlar oynanıyor?
Görüşmeler sözleşmeye bağlandığına göre neyi görüşüyorlar? Sakine Cansızların katilini bulmak için mi bu
görüşmeler? Yoksa Moskova’da öldürülen, PKK’ya silah sağlayan mafya liderinin katilini mi araştırıyorlar?
Barış içinse Niçin halktan gizleniyor?
Türkiye’nin devlet kurumlarından ve PKK örgütünden de gizleniyor! Hatta MİT’ten de gizli. Çünkü
görüşmeyi Hakan Fidan yalnız yürütüyor. Bu gizli görüşmelerde vatan bütünlüğüne, Cumhuriyete, milletin
birliğine karşı hangi suikastlar, hangi tertipler planlanıyor?
Abdullah Öcalan’ın Tayyip Erdoğan’a yazdığı mektup niçin açıklanmıyor? Tayyip Erdoğan bu mektubu
milletten niçin gizliyor? Abdullah Öcalan, o mektubu Kürt yurttaşlarımızdan ve bütün Türkiye halkından niçin
gizliyor?