You are on page 1of 3

Bu derece düşük bir ahlak görmedim 16 Şubat 2014

BİR toplumu yıkmak, dağıtmak istiyor musunuz?

Yapacağınız ilk iş onların ortak düşünce ve dillerini yok etmektir. AKP iktidar olurken
gerçek niyeti neydi bilemem, ama başardığı en önemli iş, Türkiye Cumhuriyeti halkının
‘ortak düşünce haznesini darmadağın edip’ bireylerini birbirlerini anlayamaz hale getirmiş
olmasıdır. Eskiden bir suç, gerek fiil gerekse de sadece iddia olarak ortaya çıktığında,
durumu tespitten adaletin sorumlu olduğu konusunda ortak bir inanç vardı. Şimdi bizzat
adalet mekanizmasının suç işlediğini duyuyoruz, suçlananlar ise mağdur durumundalar.
Ama bu herkesin gözünde böyle değil. Kimisi, adalet mensuplarını korumaya soyunurken,
diğerleri onları suç mekanizmalarının ortağı ilan ediyor. Bir diğer grup vatandaşımız ise ne
olduğunu anlamaya çalışıyor ama nafile. Birisi telefonda milletin bilmem neresine
koyacağız diyor; bir gazete yazarı ise bu iğrenç ifadeyi (kime söylenmiş olursa olsun)
önemsizleştirmeye çalışırken bu konuşmanın özel kalması gerektiğini söylüyor. Ancak özel
yaşamın mahremiyetini anlatan muhterem yazarımız özel yaşamı perişan eden kim, onu
söylemiyor. Halk da ambale durumda: Bu dinlemeleri kim yaptırdı? Paralel olan mı,
paralel diyen mi? Yoksa paralellikten evvel tek bir çizgi gibi olanların ikisi el ele mi?
2003’ten önce milletimizi kurtaranlar, koruyanlar belliydi. 2009’dan sonra bu kavramlar
tam ters döndü sandık: Kurtaran zorba, kollayanların bir kısmı ‘darbeci’, diğerleri ise
‘kahraman’ oldu. Ama ne hikmetse çok geçmeden o kahramanların bir kısmının da ‘paralel
hainler’ olduğunu duymaya başladık. Hem de Yüce Meclis’in çatısının altından!

POLİTİKA NE İÇİN YAPILIR

Ben politika millete hizmet için yapılır diye öğrenmiştim. Şimdi bir de bakıyoruz ki, birisi
istediği adaylığı kapamadı mı, ertesi gün kendi partisine demediğini bırakmıyor. İnsan
sormadan edemiyor: Bu zat hizmet etmek mi istiyor, yoksa kendisine hizmet ettirmek
peşinde mi? Ben dünyada Antarktika dışındaki tüm kıtaları gördüm. Hem de turist olarak
değil. Oralarda bir bilim adamı olarak çalışarak. Hem entelektüelleri, hem şehir ahalisini
hem de arazide çalışırken köylüsünü, çobanını tanıdım. İngiltere’de Prens Philipp’in,
Çin’de Deg Xiaoping’in misafiri oldum. İngiltere’nin de Çin’in de köylüsünün evinde
konukluk ettim. Hiçbir toplumda bu kadar kesif bir kavram karmaşası, bu derece düşük bir
ahlak görmedim.

BUNDAN KÖTÜSÜ OLAMAZ

Bu rezilliklere sebep olan, en azından izin veren, bir iktidarın devamına müsaade eden, ona
müstahaktır (bir memlekette bunlar on iki senedir oluyorsa, kimse çıkıp da “Aman efendim
iktidarın ne suçu var?” diye soramaz. Sorana dangalak derler). Unutmayın: Demokrasinin
temel sorusu “Kim yönetsin?” değil, “Kim yönetmesin?”dir. Sanırım on iki senenin
sonunda kimin yönetmemesinin gerektiği yeterince anlaşılmış olmalı. Anlaşılmamışsa,
zaten kim gelirse gelsin fark etmez, zira getirenler, yönetilmek değil, güdülmek istiyorlar
demektir. 
Aman sakın yanlış anlamayın: Onun yerine gelecek olanın daha iyi olacağı garantisi
yoktur! İki şaraptan hangisinin daha iyi olduğu kendisine sorulan Bektaşi babasının
muhteşem mantığını unutmayın: İlk bardaktakini içtikten hemen sonra “Öteki daha iyi”
demiş. “Daha ona bakmadın ki” diye itiraz edene: “Gerek yok! Bundan kötü olamaz”
cevabını yapıştırmış.
Prof. Dr. H. C. Mult. 
Celal ŞENGÖR
 5

Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp OkuyabilirÜye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorumKupürü Satın
Almak İstiyorum
ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör lanan araştırmaya göre, Vikingler güneşin kesin yerini
saptamak için kalsiyum karbonattan yararlanıyorlardı. Kalsit olarak da isimlendirilen bu mineral,
kısa bir süre önce İngiltere’nin Anderley adasında incelenen 16.yy’a ait bir batıkta bulunmuştu.
Vikinglerin İzlanda ve Grönland istikametine doğru binlerce kilometreyi geride bıraktıkları ve
tahminen de Amerika kıtasını Kristof Kolomb’dan çok daha önceleri keşfettikleri bilinmekte. Fakat
kutup gecesi veya kar fırtınası gibi çok uygunsuz koşullarda bile bu kadar uzun mesafeleri pusulasız
ne şekilde katettikleri bilinmiyordu. Fransız, Kanadalı ve Amerikalı bilim insanlarından oluşan bir
ekip, şimdi yanıtı bulduğuna inanıyor. Kalsit İskandinavya’da sık olarak görülen saydam bir taştır
diyor Rennes Üniversitesi’nden Guy Ropars. Kalsitten bakıldığında güneş ışığına ait iki farklı demet
görülür, bir düzenli ve bir düzensiz ışın. Işık demetini iki kez kıran taşın döndürülmesi halinde iki ışık
demetinin yoğunluğuna eşit bir pozisyon elde edilebilir. O anda kristal tam olarak güneşin yönünü
gösterir. Saydam taşla güneşin pozisyonunu yakalamak çok düşük güneş ışığında bile mümkün diyen
uzmanlar, Vikinglerin bu yöntemi pusulanın bulunuşundan sonra da kullanmaya devam ettiklerini
düşünüyor. Nitekim pusulanın manyetik etkisi, gemilerdeki metalden mesela toplardan
etkilenebilirdi. Bir tür optik pusula olarak kullanılan “Güneştaşı” bu yüzden Vikingler için yaşamsal
önem taşıyordu. 8 Mayıs 1794’te modern kimyanın babası olan büyük Fransız doğa bilimcisi Antoine
Laurent de Lavoisier, kıymetli başı Fransız ihtilâlcilerinin mahkemesi tarafından giyotinle
koparılmadan önce, mahkemeden bir deneyini bitirebilmek için izin istemişti. Akademi tısına doğru
yüzmesi bekleniyor. NASA’nın üç boyutlu görüntüleri, buzuldaki dev çatlağı gösteriyor. Çatlak
neredeyse 30 km. uzunluğunda ve 80m genişliğinde. Çatlağın hızla büyüdüğünü ve kopmanın sadece
bir zaman meselesi olduğunu söyleyen bilim insanları kopmayı izleyebilecekleri için heyecanlılar.
Michael Studinger “IceBridge” NASA projesi çerçevesinde PineIsland buzulunu yıllardan beri izliyor.
PineIsland, sonsuz buzdaki en büyük ve hızlı hareket eden buzul. Aşağı yukarı on yılda bir de
kopuyor. Son kopma 2001’de yaşanmıştı ve bilim insanları artık yeni bir kopmanın meydana
gelmesini bekliyorlardı. Buzdağı, gemi yolculukları, hayvanlar ve çevre için tehlikeli olabilir. Mesela
çok büyük olduğu için hayvanların av bölgelerine giden yollarını kapayabilir. Ve eğer eriyecek olursa
milyonlarca ton tatlı su ve besleyici madde denize yayılacak ki bu da aşırı miktarda yosunun
üremesine neden olacak. Dev buzdağının doğuşu doğal bir süreç olmasına rağmen bilim insanları yine
de endişeliler. Çok büyük olan PineIsland buzulu dayanıksız, bu nedenle de deniz seviyesinin daha
fazla yükselmesi riski söz konusu. Robotlar masa tenisi oynuyor Çin’deki Zhejang Üniversitesi bilim
insanları İnternetin ağırlığı bir çilek kadar Amerikalı bir matematikçinin verilerine göre İnternetin
ağırlığı hesaplandı. Buna göre İnternet sadece bir çilek ağırlığında. New York Times gazetesi kısa bir
süre önce Kaliforniya Üniversitesi informatik profesörü John D.Kubiatowics’e, verilerin bir ağırlığı
olup olmadığını sormuştu. Profesörün hesaplarına göre ekitap okuyucuları her yeni elektronik kitapla
ağırlaşmakta, fakat hiçbir terazi bu kadar hassas bir şekilde ayarlanamadığı için ölçülememekte.
Kubiatowics’e göre, bu aşağı yukarı bir atogram yani 0,000 000 000 000 000 001 veyahut da bir
gramın trilyonda biri kadardı. Komik veriler ve sonuçlar üzerinde uzmanlaşmış olan bir Amerikan
web sitesi şimdi bir YouTube videosunda bu verilere göre İnternetin ağırlığını hesapladı. Web sitesi
çalışanları İnternetin 50g ağırlığında olması gerektiği sonucuna vardılar ki bu da aşağı yukarı bir
çileğin ağırlığıdır. Burada söz konusu olan, İnternetin ayakta tutulması için gerekli elektrikteki
elektronlardır. Yani dünya genelindeki yaklaşık 75 ila 100 milyon sunucunun elektriği. Buna
evlerdeki PC’ler dahil değil. Bu 40 milyar vatlık elektrik demek ki bu da hesaba göre yaklaşık olarak
50 gram ediyor. Hesaplara evlerdeki bilgisayarlar da eklendiğinde sonuç olarak aşağı yukarı üç çilek
elde ediliyor. masa tenisi oynayabilen insansı robotlar geliştirdiler. Xinhua haber ajansına göre “Wu”
ve “Kong” olarak isimlendirilen robotlar 1.60m boyunda ve 55 kilo ağırlığındalar. Robotların
gözlerindeki kameralar, saniyede 120 gerçek zamanlı görüntüyü işlemciye aktarıyorlar. Robotların
pinpon toplarının hızına ve geliş yönüne tepki vermeleri 50 ila 100 milisaniye kadar sürüyor. Topun
düşeceği yeri göreceli olarak iyi tahmin edebilen Wu ve Kong, en fazla 2,5cm’lik bir hata payıyla
çalışıyor. Wu ve Kong isimlerini Çin edebiyatının dört büyük klasik romanından biri olan Batı’ya
Yolculuk’ta bir Budist rahibin koruyucularından biri olan ve hareketliliği ve zekâyı sembolize eden
Sun Wukong’dan almakta. Masa tenisi oynayan robotlar sağ ve ters vuruş yapabiliyor. İnsan ve robot
arasında oynanan masatenisinde rekor top dokunuşu 144. PongBot’ların üçüncü nesli olan Wu ve
Kong, dört yıllık bir proje sonucunda geliştirilmiş. 880 km²’lik bir alanı kaplayan ve 60m
yüksekliğindeki dev bir buz dağının bu yılın sonunda PineIsland buzulundan kopup Antarktika’nın ba
Nilgün Özbaşaran Dede CBT 1287/ 5 18 Kasım 2011 Güney Kutbu’nda yeni bir buzdağı oluşacak Buna
mahkeme başkanı JeanBaptiste Coffinhal’in (17621794) verdiği cevap insanlık tarihinin en iğrenç
ifadeleri arasında kendine pek özel bir yer edinmiştir: «La République n’a pas besoin de savants ni
de chimistes; le cours de la justice ne peut être suspendu» (Cumhuriyetin ne bilginlere ne de
kimyacılara ihtiyacı vardır; adalete ara verilemez). Sevgili okuyucularım, bu sözler tanıdık geliyor
mu sizlere? Aynı ihtilâlciler, 1635’de kurulmuş olan Fransız Akademisi’ni de, bilim yapan elitistlere
ihtiyaçları olmadığı gerekçesiyle 1793’te kapatmışlardı. Kendilerine Convention Nationale (Millî
Meclis) adını yakıştıran ama Robespierre gibilerinin sindirdiği kişiler, önce 1792’de, Akademi’nin üye
seçmesini yasakladılar. Bu da herhalde size tanıdık gelecektir. Bu da yetmedi; 1793 terör döneminde
Akademiyi tamamen yok ettiler. Terör, yani ihtilâli yapanların önce sözümona ihtilâl düşmanlarını,
sonra da birbirlerini temizleme hareketi, 28 Temmuz 1794’e kadar sürdü ve bu arada 16.000 ile
40.000 arasında tahmin edilen bir sayıda insan (ve bu arada pek çok bilgin ve bilim insanı) giyotinde
hayatlarını kaybettiler. «İhtilâl hükumeti, özgürlüğün hoyratlığa karşı uyguladığı despotizmdir»
sözüyle meşhur olan Maximilien François Marie Isidore de Robespierre (17581794) terörün
elebaşısıydı. Ölüme gönderdiği onbinlerin arasında Danton gibi en yakın arkadaşları da vardı.
Sonunda Fransız milleti Robespierre’i giyotine gönderdi ve Fransa yıllar sonra rahat bir nefes
alabildi. 1795’te Fransız Enstitüsü adı altında elit bilimcilerin oluşturduğu yeni bir bir kurum
kurulabildi. Ancak Akademinin tekrar canlandırılması, Napolyon gibi aydınlanmaya yürekten inanmış
bir askerin idareyi ele almasından sonra olabildi. Bugün Fransız akademileri dünyanın en saygın bilim
kurumları arasındadır. Fransız dilinin bekçiliği görevini üstlenmiş bir dil müessesesi olan Fransız
Akademisinin akabinde Fransız Bilimler Akademisi, Fransız Yazıt ve Edebiyat Akademisi, Güzel
Sanatlar Akademisi, Ahlaki ve Politik Bilimler Akademisi adı altında dört akademi daha oluşturuldu.
Bunlardan Güzel Sanatlar Akademisi, 1816 yılında daha 1648’de kurulmuş olan Resim ve Heykel
Akademisiyle, 1669’da kurulmuş olan Müzik Akademisinin birleşmesiyle ortaya çıkmıştır. Onların
oluşturduğu meşhur Fransız Enstitüsü’ne dokunmak ne bir hükumetin ne de Millet Meclisinin
haddidir. Bütçelerini devletin, yani halkın verdiği bu kurumlara dokunmaya kalkanın aklına, 1793’de
akademileri kapatanların bugün nasıl anıldıkları geldiğinden asla öyle bir fiile cesaret edemezler.
Ama bir politikacının aklına 1793’de olanların gelebilmesi için, kendisinin önce, bahis konusu
olayların öğretildiği bir tahsile ve görgüye sahip olması gerekir. Buna sahip olmayanlar, bir
akademinin ne olduğunu bilemeyecekleri için ona istediklerini yapabilirler. Ama, «akademi» kavramı
yalnızca bağımsız bilimsel, elit gruplara aittir. Her isteyen akademi kuramaz, bir akademiyi
değiştiremez veya dönüştüremez. Politika akademiye dokunduğu an o akademi akademilikten çıktığı
için, politika gene de akademiye dokunamamış olur. Dünya çapında bilim insanlarının gördüğü
saygıyı ve otoritelerini kıskananlar onların üstüne çıkmaya çalışabilirler. Fransız ihtilâlcileri, buna en
güzel ve tarihte en iyi bilinen örneği oluştururlar. Onların önce özgürlüğünü elinden aldığı sonra da
kapattığı akademi bugün hayattadır. Halbuki ona sataşmaya tevessül edenler o günden beri tüm
uygar âlemce lânetle anılmaktadırlar. Hitler ve Stalin gibi diktatörler, ülkelerindeki akademileri, bu
akademi içindeki üyelerin kendi sempatizanları marifetiyle yönetmeye kalkmışlardır. Albert
Einstein, Prusya Bilimler Akademisinden Nazi hükumetinin isteği üzerine Max Planck imzasıyla
kovulmuştur. Ama bu fecî olay Max Planck’ın büyük bilimsel şöhretinin üzerinde iğrenç bir leke
olarak durmaktadır. Einstein’ın ise bu akademiyle ilişkisini bile hatırlayan var mıdır? Einstein tek
başına Leibniz tarafından kurulmuş olan bu eski ve saygın akademiden bile büyük olabilmiştir.
Bilimin tek patronu doğadır. Ona patronluk taslamaya kalkan devlet ve politikacıların isimlerini
bugün tarihin çöplüğünde görüyoruz. Bu yazıyı artık ülkemin bir akademisinin olmamasının verdiği
hüzünle bitiriyorum. TÜBA kurucu üyeliği bana büyük şeref vermiştir. Bu şerefi müteveffa TÜBA’nın
eski kurucu üyesi sıfatıyla her zaman taşıyacağım.

You might also like