You are on page 1of 203

298

5
haldun
taner �
- .

Düz Yazıları- s

önce insanDevekuşuna Mektuplar/I

·-


c
:Q

Bİ i YAYINEVi
BİLGİ YAYlNLARI: 298
HALDUN TANER, DÜZ YAZlLARI: 5

Birlnd Basım
Temmuz 1960
İkinci Basım
Mart 1987

BILGI YAYlNEVI
Meşrutiyet cad. 46/A
Telf: 3181 22-31 16 65
Yenişehir-Ankara
BILGI DACiiTIM
Babıali Cad. 19/2
Telf : S 2252 01
Cağaloğlu -Istanbul
HALDUN TANER

•• •

Once Insan
Devekuşuna Mektuplar 1

BİLGİ YAYINEVİ
kapak düzeni : fahrl karagözoiJu

olpç basınıevi - ankara


i ÇiN D E K i L E R

Önsöz 7
Bilanço 9
Dört Heceyi Söylememek Inadı Yüzünden 14
Vatandaşa Sahip Çıkmak 17
Fikir YaKmak 20
Beklerken 23
Oç Ihtimal 24
Demokrasimizin Alaturka Tarafları 27
Bari Bugün 30
Muvazene Supabı 33
Yokluicta ... 36
Ramazan Ilaveleri 33
Çarkın Öğüttükleri 40
Susup Susup 44
Yeni Valiye Mektup 46
Asıl Suçlu 50
Iki Mektup 53
Hediyelik Demokrasi 56
Sokratesimiz 59
Kapıdan Dönenler 61
Dünya Ölçüsünde Devlet Adamı 64
Sis 67
Söz Atmak 69
Bir Tarif 72
Profesörler Evinde Yemek 76
Önde Giden Adam 80
Önce Insan 84
Gençliğin Ostonlüğü 87
Çöpçülüğü Tercin Eden Adam 91
Ne Ekersen 94
Pilav 97
Çünkü 101

5
Son Mitingierin Manası 104
Transferler Diyarı 107
Önünü Ardını Gözetmek 1 1O
Brüksel'den Sevgiler 113
Hafifletici Sebepler 115
Gole Gideni Biçrnek 118
Bayrak Adamlarımız 120
Başlarken 124
Köprü 126
Bir Hatıra. . . 128
Ya Ya Ya Şa Şa Şa Demokrasi Çok Yaşa 131
Devridaim . . . 133
Eksiğimiz: Sağlama Basan Aydın 135
Herkesle Gelen Düğün Bayram 139
Herkes Gider Mersine 144
Pusula 147
lik Tepki 150
Ille Bir Kıyaslama Gerekirse 152
Kimin Hesabına 157
Baba Korkusu Ev!at Sevgisi 160
Üniversitenin Cevabı: SSO 163
Asıl O Gün 166
Faydalı Ayaklar 169
Aydın Düşmanlığı i 73
Biraz Ölçü i75
Oy Hazretlerine Secde 178
1960'a Girerken 181
Bir lskandi: ...
183
Okuyucu Mektupları 187
Alaturkalığın Saşı: Yumuşak Aydınlar 190
Akıntıya Karşı 193
Sosyalist Parti Yahut Ikinci Bakkal Dükkanı 196
Tavizler Yokuşu 200

6
ONSOZ•

Bu satırların yazarı, Türkiye'de her devirde,


her iktidara karşı tarafsız bir aydınlar denetleme­
sinden yana oldu.
Uzun yüzyıllar kültür, düşünce özgürlüğü, eleş­
tirme ve demokrasi geleneğinden yoksun kalmış ge­
ri toplumlarda, başıboş bırakılmış iktidar hevesinin
ve dar parti tekelciliğinin insanları ne zorba/ık/ara,
ulusu ne çıkmaz/ara götürebileceğini tarih bize bir
kereden fazla gösterdi.
Yakın tarihimizin özellikle pek bahtsız bir bas­
kı dönemine rııstlayan 1957-1960 yılları arası, Ter­
cüman'da Devekuşuna Mektuplar adı ile yayınla­
dığım yazı/arımdan bir kısmını, Dost Yayınevi bu
çekişmelerin bir anısı olarak toplamış bulunuyor.
27 Mayısla açılan geleceğin bizi böyle acı ko­
n�mak zorunda bırakmayacak gerçek bir demok­
rasiyi geliştirmesini dileyelim.

Haldun Taner
12 Haziran 1960, Cevizlik

• Bu önsöz, yapıtın 1960 yılında yapılan lik baskısı


Içindir.

7
Bİ LA N CO

Tarafsız bir i l i m adamı, kendi alanına


düşen bir konuda düşündüğünü vata ndaşlarına
açı klayabilir mi, açı klayamaz mı? Açıklayabilir.
Hatta açı klamaması vatan sevg isi ne, insa n l ı k
ödevine, dürüstl ü k d uygusuna yaraşmaz. Ş u
halde i stanbul Ün iversitesi Anayasa Profesörü
sadece vazifesini yapmıştır.

Demokrat bir rej i m i n devlet adamları, açık­


ladığı fi kirlerinde kendi ya nlarını tutmuyor d iye
bir i l i m adamının iyi n iyetinden şüphe edeb ilirler
mi, edemezler mi? Etmemeleri gerekir. Ne var
ki, etmişler, sözü geçen profesörü s iyaset yap­
tığı, parti tuttuğu töhmeti ile vekô; l et emrine al­
m ış ve bu hükümlerinde haklı old uklarını h a l k
efkôrına inandırmak için Ü n iversite Senatosu­
nu da şahit göstermek istemişlerdir.

Demokrat bir ü l ken i n , tarafsız ü niversitesi­


n i n senatosundan her h ü kü met emrine esbabı
mucibe hazırlaması, i ktidarı n presti j i bozu lma­
sm kaygısı ile uyd urma fetva vermesi beklene­
bilir mi, beklenemez mi? Beklenemez. N itekim
senato profesörün siyaset yapmadığını, sadece
ob jektif kanaatini açıklad ığını bi ldirmiş, böylece
vekölet emrine olma kararını yersiz ve usu lsüz
bulduğunu h a l k efkörı önünde açı kca belirtmiş­
tir.

Profesörü suçlandırmak icin kullandıkları


silahın tam tersine kendileri n i sucladığını gören
bu maka m la rı n bu hezi m et karşısmda, h isleri n i ,
sabit fi kirleri n i bir ya na b ı rakıp zuhul leri n i ka­
bul lenmeleri, hatta demokrasi teamülü icabı, tek
suçlu o sayı lrnesa bile, h i ç değilse, görünüşü
kurta rmak icin o emrin altında imzası bulunan
veki l i feda etme leri gerekir m i idi, gerekmez mi
idi? Elbette gerekirdi. Ne var ki bunları n h i çb i ri
olmamış. bunun yerine aleyhte tezah ü r eden
senato kararı h i çe say ı l ı p i l k kararda d i renilmiş­
tir.

M ütalaası böylesine cıgnenip geçi len, tu­


tumları kötü niyetli olara k yorumla nan i l i m
adamları n ı n , böyle b i r d u rumda kend i leri n i b u
derece küçü k düşüren ve böylesine h i çe sayan
bir zihn iyete karşı sempati leri a rtar m ı , aza l ı r
mı? Elbette aza l ı r. Nitekim gerek bu i n d i m üda­
hale, gere k bu h i çe sayış h ocaları ve öğrenci le­
riyle bütün üniversite camiasında kötü bir tep­
ki yaratmıştır.

Vatandaşlar a rasında ahenk ve anlayışa


önem verdiğini söyleyip duran bir başveki l i n
ü n iversite i l e h ü kümet a rasındaki l üzumsuz b i r
gerginliği kayıtsızca ka rş ı layocağı beklenebi l i r

10
m i , beklenemez m i ? Elbet beklenemez. Nitekim
olayların , başta «umuld u ğu ndan» bambaşka bir
seyir a lması karşısında başveki l müdahale lü­
zumunu duymuş, önce dekanları Ankara'ya ca­
ğırtmakla, sonra da senatörlerle birli kte Perapa­
las'ta, Profesörler Evi nde, Park Otelde dostea
yemek yemekle, Üniversite i môr Kooperatifi
hakkında onlara kolayl ıklar gösi.ermekle, bozu­
l a n havayı yumuşatma siyasetini tercih etmiş­
tir.

Bu hava n ı n bir sonucu olara k meslektaşla­


rının yakında kürsüsüne iade edi leceği i masına
sevinen dekanları n pişmiş oşa su katmaması
icin, ateş li profesörlerden şu ara, hükümetin
presti jini yaralayacak bir söz sarf etmemes i , su­
sup beklemesini rica etmeleri uyg u n bir taktik
sayı labi lir mi, sayılamaz mı? Susup beklemek
hakları n ı savunmaktan vazgecmek demek ola­
mayacağına göre el bette oportü nist bir hareket
sayılamaz. Nitekim profesör de dostları n ı n öğü­
d ü nü d i n lemiş. sabırla susup beklemiştir.

Kürsüsüne iadesini başından beri bir hak­


sızlığm tamiri sayan profesör, şimdi bunun ken­
disine bir lütufmuş gibi veri lmesi ve haftalard ı r
sabırlı v e o l g u n susuşu n u n , islahıhal etmiş b i r
i l kokul çocuğu pişmanlığı şekl i nde gösterilmesi
karşısı nda mahut susma perhizini bozabilir m i ?
Bozamaz m ı ? Boza b i l i r. Nitekim profesör d e
kararın gazetelerde yayı m ianmasının ertesi g ü ­
n ü aynı gazetelere b i r d emec vermekten v e şim-

11
diye kadar olduğu gibi bundan sonra da doğru
bildiğini savu nacağını açı klama ktan kendini
alamamıştıır.

i şin gürü ltüsüz patı rdısız, kimseyi geeun­


durmadan hal ve fasl olunmasından başka ar­
zu ları olmayan , hatta k i m bilir, belki de bu ara­
da i ktidara karşı meslektaşları n ı nad i m g i bi
göstermeyi uyg un bulmuş olan bazı senato
üyelerince profesörün şimdi kendileri n i yalancı
cıka ra n ve i ktidara karşı güc duru ma sokan bu
demeci, kusur bildirm e cezasını hak edecek bir
hareket m id i r, değ i l m i d i r? Bu o üye leri n yaşına.
m izacına, anlayışına göre değişebilecek bir h u­
sustur. Nitekim demec, bu senatoca onaylan­
mamış. tersine cezayı mucip görü l müştür.

Bu kusur bildirm e cezası yetmez g i bi , Rak­


törün* tekl ifi ile senato n u n aldığı ikinci tedbi r,
yan i aylardır bir vekô l et emri ile kürsüsü nden
mah rum bırakılan hocayı tam ona kavuşmak
üzere iken bu sefer de bir senato kararı ile ora­
dan bir ay dqha uza klaştırma kararı. hocalarına
kavuşma n ı n sevinci ve kazanılmış bir davanın
zafer havası içinde i ktidarın hiç a rzulamadığı
baz· ı gösteri ler yapması mümkün genelerin bu
hareketleri n! de, tesadüfen , önlemiş ol uyor mu,
olmuyor mu? Evet tesadüfen önlemiş ol uyor.
Hatta karar, kabi l i temdit olduğuna göre, bir
yeni uzatma i le yaz tati line hadisesizce g irme

ı.
Sayın Sıddıl: Sami Onar'dan önceki rektör.

12
imkCin ı n ı dahi -tabii yine tesadüfen- sağlamış
buı l un uyor.

Buraya kadar h ep ben sordum ben cevap


verdim.
Şu son iki sual i n cevapları n ı da size bırakı­
yorum sevg i l i okuyucularım:
Aleyhte tezah ür ettiği za man kanaatleri
alınıp satı l mayan, çiğnenip geeilen senaton u n
sayın üyeleri. l ehte tezah ü r ettiği i c i n bazı ma­
kamları n pek h oşuna g iden bu yeni kara rların­
dan ötürü şimdi bu can ipierden sayg ı ve sevgi
dolu kompl imanla ra mazhar olmakla öğün meli
m idi rler, yoksa yeri nmeli midirler?

Senatonun bir profesör hakkında verdiği


idari bir kararı kendi kozları icin bulunmaz fırsat
sayıp profesörü daha başta n suçl u , onu vekôlet
emrine alan zih niyeti ise daha başta haklı gös­
termeye savaşa n, ve Devlet ŞOrasında kaybedi­
leceği muha kkak bir d avayı ve h ü kümetin bu
kon udaki ilk tutumunun yarattığı ciddi presti j
kaybını ağız kalabalığı He örtbas etmeye calı­
şan bazı gayretkeşlerin herkesi budala yerine
koyan bu demagojisine g ülmeli mi, yoksa ağla­
malı mı?
Ocak 1957

13
DÖ RT H ECEYi
SÖYLEM E M EK iNADI YÜZÜNDEN

Kapa nmak üzere i ken, büyük bir taktik


yaniışı i l e yeniden uya ndırılan, basmda yen i
baştan çalkantılar yarattı ktan son ra şimdilik bir
m üddet icin yine d u rulan ama üç hafta son ra,
tekra r günün hadisesi haline gelecek olan şu
mahut meseleye, arada n geçen zaman mesa­
fesi nden ve h issiyattan a rınmış objektif bir göz­
le bakacak olu rsak icler acısı hal i m ize acımak­
tan kendimizi alamayız.
Taşra kasabası ya da mahalle kahvesi sevi­
yesini aşmayan bir sen ben cekişmesi i çi nde bu
işi de nas ı l bir kulüpcü l ü k , partic i l i k acısına in­
d i rd i k . Nasıl prensi pl erinden çok «miş mişııli ri­
vayetlere dayanıp ona buna kara çaldık.
Şöyle bir kısa biıla n co yapsak gü l ü nclüğü­
müz büsbütün meydana c ıkar. Düşünün, bakın:
Senato bu yüzden kaç kere toplandı.
Rektör ve dekanlar Ankara'ya kac defa ca­
ğ ı rı ldı lar.
Başve kil, hiç ddeti değil ken, kaç defa pro­
fesörlerle yemek yeme l üzumunu d uydu .
Büyük M i ll et Meclisi k a c saatini bu işin tar­
tışmasına ayırd ı . iktidarı s uçlayan m uhal ifler,
kendilerini savunan Demokratla r kaç defa kür­
süye ir.ip C!kmak zorunda kaldılar.
HCıkümet üyeleri a ra larında kaç saatleri n i
bu konuya harcadılar.

14
Muhalifler bu kon udan nasıl faydala nacak­
ları ha kkında ne kadar kafa yordu la r.
Ta lebeler bu a rada kaç Anayasa H u kuku
dersinden mahrum kaldı lar.
Gizli pol isler ve askeri birli kler üniversite­
yi kaç defa kuşattılar.
Kaç gene muhabir, profesörden, vekilden.
rektörden, dekanlardan iki kel ime koparabil­
mek icin, kaç defa , kar altında, rüzgôr ağzında.
bekleyip d urdu.
Arabul ucu Prof. G ürkan onları atiatmak
icin, kaç defa espri yapmak zoru nda kaldı.
Kaç yüz bin vata ndaş, radyodan, gazete­
lerden, ağızdan , kulaktan, bu yılan h i kôyesini,
kaç gün, kaç hafta, kaç ay, takip edip kaç a ra­
ba dolusu ılaf ve zama n harcadı.
Ve n i hayet insanl ığın ölümü, kalımı ile ilgili,
atom silahsızlanması g i bi , füze üsleri nin tak­
simi g i bi , önemli meselelerin dü nyayı sardığı bir
anda. bizim asl ı nda pek manasız meselelerle
Bizanslılar g i bi birbirimizin başını yiyiŞimiz kar­
şısında, kaç dostumuz bize icin için acıdı, kaç
düşmanımız. icin için sevi ndi.
Bu çocukça çekişme. bu pireyi develeştir­
me, l üzumsuz gerg i n l i k neden?
Bütün bu vakit. heyecan, enerj i , kôğıt, mü­
rekkep kaybı ne için?
Bir tek kişi n i n çıkıp da, bu g i bi yan l ış
adımlarda bat ı l ı devlet adamları n ı n s ı k s ı k kul­
landığı, ve söyleyeni küçültmek şöyle dursun.
tersine h erkesi on u n tolera nsına ve olg unluğu­
na i nandıra n , dört hece l i k bir cümleyi söyleme­
yi onuruna yed irememesinden ..

15
iş i bu derece şirazes i nden çıkarmadan, da­
ha başından bıcak gibi kesecek ola n bu sihirli
dört heceyi, bizi m devlet adamlarından d uyma­
ya hic a l ışık olmamam ıza rağmen, belki yine de
hatırlayacaksınız:
«Zuhul ettim.»
Ocak 1957

16
VATANDAŞA SAHiP CI KMAK

Aram ızda dü rüst i nsan lar, namuslu vatan­


daşlar herhalde hayli azalmış olmalı ki, her­
hangi bir toplumda en olağan bi r insa n l ı k, va­
tandaşlık borcu sayı lan şeyleri olağanüstü bir
büyü klük ve ka h raman l ı k örneği sayar olmaya
başladık.
Yerde bulduğu altmış bin l i rayı polise tes­
l i m eden memuru n nam usu karşısmda küçü k
dili m izi yutacak oluyor, a rkadaşı narnma aldığı
bi lete vuran büyü k i k ra miyeyi tek kuruşuna do­
kunmadan sahibine yol layan teğmeni hayran­
l ı kla a l kışl ıyor, kendi iht isas a!an ına düşen bir
hükü met icraatı karşısında kanaatini açı klayan
bir profesörü n otomob i l i n i havalara ka ldırıyo­
ruz. Bu gidişle, pek yakında rüşvet almayan, zi­
na. yapmayan , yere tükürm eyen, dü kkônının
önünü temiz tutan vata ndaşiara madalya takar­
sak şaşmayalım.
Batı toplumunda pa ra bulup iade eden her­
hangi bir kimsenin i ri ma nşetlerle gazete sütu­
nuna geçtiği henüz vaki değ ildir. Oysa ki orada
da hela'l süt emmiş insanlar pek çoktur. Ve bel l i
bir şey ki orada da b i r sürü paralar bu lunup
polise, sahibine iade edilmekted i r.
Hele kanaatini açıklayan bir i l i m adamının
medeni cesaret kahramanı sayılması orada gö­
rü l müş, işitilmiş şey deği ldir.

17
M üsaadenizle iki örnek vereyim:
Fransa'yı, hatta müttefikleri, i l k Cihan Sa­
vaşında galip çıkartan ihtiyar kaplan Cleman­
ceau zaferden sonra cumhurreisliğine adaylı­
ğ ı n ı koym uştu . Ama son derece m i nnettar ol­
ması gereken Fransa parlamentosu çoktan hak
ettiği bu mevkiye onu değ i l de tutup sil ikliğin­
den başka bir meziyeti olmaya n Paul Descha­
ne'i seçti.
i kinci Cihan Savaşında i ngi ltere'yi uçuru­
mun kenanndan zaferin doruğuna çıkaran
Church i l l ' i n zekası, inancı ve iradesi olmamış
m ı idi? Ona min nettar olması gereken i ngiliz­
ler, savaş ertesi ilk seçimde aynı Churchill'i
düşürüp i ktidarı i şçi Partisine verdi ler.
Fransızlar kendi leri n i Clemanceau'ya, i ngi­
l izler de Ch urch i l l'e borçlu saymıyorl ardı. On­
larca bu iki büyü k devlet adamı. tıpkı kendileri­
ne veri len işi dürüstçe yapmış m i lyon larca va­
tandaşları gibi, tarihin kritik bir anı nda aldık­
ları soru m l u ödevi başarı ile yapmış birer in­
san d ı lar. O kadar! ..
Bütün bu vata ndaşlar, o topluml arda, gök­
lere çıkarı lmaz. onlara mersiyeler yazı lmaz, hey­
kelleri dikilmez.
Ne var ki, böylece o m i l letin kıymetli bir va­
tandaşı olmak hakkını kazanmak da insana ge­
çici mersiyeler toplamaktan daha sağlam bir
garanti temin eder. Nitek im onlara karşı yapıla­
cak en küçük bir haksızılık, na nkörl ü k karşısında
sade bir iki cesur taraftarı değ i l , bir iki tirai
meraklısı gazete de değ i l , bütün bir m i l let. on­
lara sahip çı kar. kol kanat gerer, kı llarına dahi
doku ndurmaz.

18
Nitekim, i şci Pa rtisinin Maliye Nazırı Sör
Stafford Cri pps bir meclis tartışması sırasında
aynı Church i l l 'e « Korka k» diyecek olu nca bü­
tün parlamentcyu, başta kendi partisi üye leri
olduğu halde. bir kaya gibi dimdik karşısına di­
ki· l miş buldu. M i l letin vekilie ri particiliği filan
unutmuş. sayg ısızca «Sözünü geri a l>> d iye ba­
ğ ı rıyorlard ı .
Dürüst adam ı n , vazifes i n i yapa n. a ç ı k fikri ­
n i vazife hissi ile ortaya atan adamın m i l letten
bekleyeceği belki biricik ama en büyük m u köfat
da işte budur. bu olma l ıd ır.
Bu konuda biz de m i l letce bir nefis muha­
sebesi yapacak olsak acaba kendim ize koc
numara atard ı k dersiniz?
Şubat 1957

19
F I K i R YAKMAK

Fikrini. taşa. papirusa, parşömene yazı ha­


l i nde döken i nsan mevcut olduğu g ü nden beri ,
bu topta n, tüfekten de zorlu silohio savaşıldı
d u ruldu.
Basıı l ı yazıya, azı l ı kati liere ya pılan bütü n
muameleler reva görüldü. I clerinde l i n e edilen­
ler old u. Idam olunanlar, vata n haini sayıl•ıp kur­
şuna dizilenler oldu. Sürekli ya da geçici hapse
tıkılanlar, sürülen. göz hapsi nde tutulanlar ve
ni hayet toplanılıp bir a rada ya kılanlar old u.
Ya ngın aslı nda ışıklı bir şeyd i r, ama onun
bu çeşidi, tari h i n yüzkarası olarak d uruyor.
Toplu olara k i l k kitap ya ktırma şerefi (!) es­
ki Cin d i ktatörü Shi .. Huang - Ti 'ye aittir. Ken­
disi Taohist olduğu için Konfüçyüs ekideleri n i n
amansız düşmanı idi. Yurdunu taştan bir setle
nasıl d ışarı d ü nyad a n ayırd ı ise, a�h sıra bir
sansür d uvarı ile de işi ne gelmeye n fikirlerden
koruyacağ ı n ı sa nıyord u . Kafası daha kızı nca
zararlı saydığı bütü n k itapları toplatıp ateşe
verd i . Bu el yazması kitapların yal n ız birer nüs­
hasını al ıkoyarak sarayının kütüphanesi nde,
ayrı bir böl ümde, kilit a lt ı nda bulundu ruyord u .
Eczanelerde, üzerinde « Ö l ü m Tehl ikesb>
yazılı zehirli i laçlar dalobı olur ya, işte o dolap­
tan hususi reçete ile ilaç a l ı r gibi, i nceleme ya­
pacak i l i m adamları da, bunları a ncak yüksek

20
makamlardan özel m üsaade aldıktan sonra
okuyabiliyorlardı .
Shi - Hua ng- Ti'nin. tarih boyunca. ta klitci­
si cak oldu .
Hitler d e 1 933'te bu çeşit b i r gösteriye
özen mişti. Nasyonalsosyal izme aykırı sayd ı k­
ları bütün Alman kitap, dergi, gazete lerini top­
layıp yakan. sonra da alevlerin ışığında barbar­
ca gülüp eğlenen bu h ışır fanati kler. Al ma nya'
yı Almanya yapan bütün ma nevi değerleri kül
ettiklerinin farkı na bile varma mışlardı.
I nsanoğlu. demek. gözü kızınca fikirleri bile
yakmaya yelteleniyor.
Bu satırları. bir ic politika haberi yüzünden
yazd ığımızı anlamış olacaksınız. Bir sevim l i vi­
layetimizde cereyan ede n o müessif olayla yu­
karda anlattıklarımız arası nda elbette ki bir öz
benzerliği bulmaya imkôn yoktur. Ama metot ve
zih niyet, maalesef. aynı: Karşı fikre tahammül­
süzl ü k ..
Ya k ılan gazetede ne yazı l ı olduğunu bilmi­
yorum . Merak da etmedim. Ama ne olursa ol­
sun. bir gazetenin, bir kitabın. bir fikrin yak�l­
mak istenmesini kafama sığdıramıyoru m .
Demokrasi. h e r şeyden önce. bir g e n i ş gö­
rü rlük. bir tahammül re j i midir. Söze sözle, fikre
fikirle karşılık vermek sabır ve olgunluğunu gös­
teremeyip de. vakıcıl ık. yıkıc ı l ı k gibi zorbalıklar­
la fi kri sindirip susturacakları n ı sa nanlar her
şeyden önce kendılerine güvensizl iklerini. ve tek
taraf l ı l ı klr.ırını ilan etmiş olu rlar.
Bir i nsan ya n ı l ıvarsa ya nlışını. dönekse iki­
yüzl ülüğünü. düze nbazsa foyasını. fikirle. sözle
ortaya koymak gerek . . .

21
Hangi sebeple olursa olsun, kimden, hang i
partiden gelirse gelsin, demokratik b i r rej i mde
yeri ol maya n bu g ib i taşkınlıklar daima geriye,
sa h ibine tepen zararl ı s i l ahlardır.
18 Ekim 1957

22
B EKLERKEN

Güreş bitti . Seyirc i lerin alanı i n leten teşci


avazları artık duruldu. Herkes sus pus olmuş.
G ücleri n i n son damlası n ı minderde yitiren iki
g ü reşçi şimdi köşelerinde bitkin bekl iyorlar. Bi­
ri n i n kaşı patla mış, iki dişi kırılm ış; öbürünün
kolu çıkmış. burnu kan ıyor. Ama seyi rcilerin
di kkati artık onlarda değil. Ringin kenarında
nerdeyse yanaca k olan hakem fenerleri nde.
Biraz sonra jürinin kararı belli olup da kazıtına­
n ı n kolu kaldırı l ı n ca, bu g erg i n sessizlik bir an­
da yırtılacak, tribünlerdeki halk yeniden birbi­
rine girecek.
Bir yanda a l kış h u rra , öte yanda oha, yu ha.
Centil men seyircilerimizin her maçta n son­
ra ki candan tepkisi.
Mac sporlmence m i geçti? Taraflar aynı ki­
loda, eşit şartlario m ı ca rpıştılar? Güreş m i l l et­
l erarası n iza rni ara göre m i yapıldı? Artık bunla­
rı tartışmanın sırası değ i l . Olan olmuş, boğuşma
artık durmuştur.
Şimdi iş yanacak j ü ri fenerleri nde.
Ondan sonra, a rtık, kazananla, kaybedenin
arkadaşca öpC:şüp kol kola halkı, jüriyi «Va r ol,
var ol, var ol» diye üç kere selamlamaları ka­
l ıyor.
Güreş pek seviyel i o l madı, bari sonu sporı­
mence bitsin.
2 7 Ekim 1957

23
ÜÇ i HTi MAL

Fırtınalı bir denizde, azgın dalgalarla bağu­


şan gemici leri kuytu bir sahilden seyretmek gi­
bi keyifli şey olur mu?
Lucreti us üstad ı m ız böyle buyu ruyor. Ger­
cekten de öyledir. Ne var ki, bunun keyfi ne
varabiirnek icin biraz m erhamets iz olmak şart.
Bizi m Bektaşi , bu bakımdan Lucreti us'tan hiç
değilse daha az siniktir.
i cleri nr'le Bektaşi n i n de bulunduğu bir ker­
vanı yolda eşkıya lar çevi rmiş. «Soyu nun» de­
mişler yolculara. Zava· l l ı lar paraları söküle, el­
biseler! soyunadursun, eşkıya üstü başı. lime
l i me Bektaşiyi fark etm i ş:
«Ne işin va r se nin bunların aras ı nda?»
«Ben de yolcuyum.»
«Gee sen şöyle beri, işe yaramazs ın.»
Bektaş! beri geçmiş. Kulağ ı n ı n arkas ında
bir sigara varmış. onu da bir güzel ya kmış. Gü­
lümseyerek öbürkileri seyrederm iş. İçlerinden
biri nin ka nına doku nmuş:
«Ne sırıtıyorsun orada?» diye sorm uş.
Bektaşi,
«Cok m u gördün a h bap» demiş. «Tanrı
nası lsa bir fırsat verdi e lime. Bir ke recik de fa­
kirliğin keyf!n i çı ı karıyoru m.»
Gerçi onunki gibi bir züğürt avu ntusu,
ama şu son gürılerin keyfi ni de en iyi cıkaran

24
tarafsızlar oldu. M uhalif, muvafık koc aday ta­
nıyorsam -çoğu da eski ku rt hani- başuela­
rında Koral, B rom inal, Luminal, uyku verici,
tansiyon düşürücü ilaçlar . . . Seçim heyacanı
eczacı ları Asya gribinden daha çok ihya etmi­
şe benzer.
Ama bu kadar telaşı anlam ıyorum doğru-
su.
Seei mierin amacı kaza nmaktır. Kaza nan
muradına erdi demekt i r. O şı kkı bir kalem ge­
çelim.
Kaybedeniere geli nce, evvel Allah, onlara
da b i rta kım avuntula r bulunabi l i r. Icabında
fe lsefe ya rdıma cağrı labilir. Atasözleri nden, öz­
deyişlerden destek bulunabi l i r.
Sonra Avrupa'da k i n i n tam tersi ne. siyaset
adamları m ızı n zekôları n ı . seciye leri, ne hi kmet­
se i ktidarda iken değ i l de, muhalefette iken da­
ha bir gösterme imkônı buldukları da su götür­
mez bir gerçektir. Hal böyle olunca . oy kaybı­
n ı prestij kazancı ile kapatma k imkônı daima
var demekti r. Daha hangi birini saymalı. I ktidar­
da i ken kims3n i n sevip okumadığı sade paket
sarmaya yarayan parti gazeteleri, muhalefete
bir geçmeye görsün, tira j ı o saat artar, kapış
kapış okunur olur. Aydınlar düştü diye düşen
partiyi tutmaya başlarlar. I ktidardan istediğini
koparamaya n muha lefete geçer. M uhalefet öy­
le kuvvetlenir, öyle kuvvetlenir ki. dört yıl son­
ra iktidara yine Koraller, Luminal ler icirtecel<
hale gelir.
Diyeceğim, kaybetmenin de sayısız kazanc­
ları vard ı r
Ş u halde �unda da korkulaca k bir taraf yok

25
demektir. Bizim için en kritik d u rum. olsa olsa
bir partinin öbüründen küçük bir farkla i ktidara
gelmesi nden doğabilir. Norma l olara k bunda da
bir risk olmaması gereki r. Mesela, geçen Avus­
turya meclisinde Ha l k Parti si. Sosyal istlerden
ya l n ız sekiz mebus fazla çıkarabildiği için i kti­
darı dört yıl elinde tuttu. Ne var ki, ora larda, me­
.buslar. kör değneğini beliemiş g i bi, bir tek par­
t iye g i rer, başka parti yokmuş gibi, öld üm Allah
öm ürleri boyunca siyasi ka naatleri n i değişti r­
mezler.
Bizde öyle mi ya? Değ işen memleket men­
faatieri n i n seyri ne göre. ittihat Terakkiden, Mü­
dafaayı Hukuka, Terakkiperver F ı rkadan, Cum­
h uriyet Ha l k Parti si ne, oradan Serbest Fı rkaya
sonra yine Halka, son ra Demokrata, Mıllete.
Hü rriyete. ve sırf mecl iste ka l ı p memlekete.
hizmet düşü ncesiyle bugün de yine şu veya bu
parti l istesine geçmiş nice idealist mebusum uz.
adayımız vard ı r.
Ücüncü ş ı kte ki teh l i ke ancak bunlardan
gelebi l i r.
O radan oraya geçmeye a l ış ı k bu ideal ist
vatandaşların beşi onu bakarsı nız el ele verip
bir şantaj partisi kura rlar. Reyleri n i öbür kefe­
ye atı p dört yılda değişen i kt idarı dört saat için­
de değiştirme tehdidi i l e her başvekili kalaba l ı k
muhalefet parti lerinden fazla korkuta bilirler.
Biz bu demokrasi yolu nda henüz çok yeni­
yiz. Öyle olduğu halde bakın meseleye ne ye­
ni perspektifler geti riyoruz. Hele d u run, Avrupa'
nın. Ameri ka'nın yakında bizden çok öğrene­
cekleri olacak.
27 Ekim 1957

26
DEMOKRASi M iZiN
ALATURKA TARAFLARI

Biz, günü gününe uymaz, nedir ne değildir


beNi ol maz, eserekli tutaraklı bir milletiz Deve­
kuşu.
Ö ğrenci i ken bütün yıl dersleri serer serer
de i mti han gelip çatı nca kitap kurd u kesiliveri-
riz.
Spor!a, fi kstürle pek ilgimiz yoktur ama,
bir Galatasaray - Fener maçı olmayagörsün,
evvel Al lah, sabah karanlığmda, stat kapısında
herkesi ite kaka kuyru klara gireriz.
Yılda i ki gün m uhafazakô rlığı mız tutar: Kur­
ban ve şeker bayramları nda . Hatta o gün bay­
ram narnazı na bile gitti ğimiz olur.
Yılda üç gün de koyu Atatürkçüyüzdür ha­
n i . . . 19 Mayıs, 29 Eki m , bir de 10 Kasımda. O
günler Atatürk der de bir daha demeyiz. Üç
gün için devri mierin üzeri ne titreriz.
Tıpkı onun g i bi dört yıl susar oturur. beğen­
mediğimiz icraata , hürriyet sınırlarnalarına ko­
yun g i bi boyun eğer, ama seçim vakti hakl arını
titizl i kle savunan birer aslan kesi l iveririz.
Kesi l i riz de ne olur. O da geçer. Seçi mler
biter. Bit de yine dört yıl sürecek o miskin kış
uykumuza yeniden dalarız.
Geçen gün de Sukuşu ile bunu konuşuyor­
duk.
O. bizi m demokrasi anlayışımızı, bu bakım-

27
dan pek aiaturka bulduğunu söylüyordu ki,
haklı. Sukuşuna inanırı m . Onun batı ü l ke lerinde
de ka lmışlığı vard ır. Gercek demokrasi nas ı l
olur, ya kından bilir.
Gercek demokraside vata ndaşın olg unluk
derecesi . uyuyup uyuyup uyand ı ktan sonra gös­
terdiği fevri şa hlanışla rla değil, hep uya n ı k ka ­
l ı p, her gün gösterdiği az ama sağla m , ölcülü
ama hic şaşmayan karşı koyuşlada ölçülür.
S u kuşunun özled iği demokrasiye ne za man
kavuşacağız biHyor musunuz?
Dört yılda bir, ya lnız seçim sezonu göster­
diğimiz titizlik ve uyanıklığın binde biri n i her
günkü vatandaş l ı k tutumu muzda göstermesini
becerebildiğimiz za man.
Geçen paza rki mektubumda seçim cekiş­
meleri n i seviyesiz bulan sözlerime tutulmuşsun.
Ta bii seviyesiz olur. Çü n kü, demokrasimizin bir
i kinci alaturka lığı da pa rtiler dışında kalan ger­
cek ve tarafsız ayd ınları hice sayması, onların
hükümleri n i , tepkileri n i , ada let duyg u larını ve
vicda n larını hiç m i hic kaale a lmamasıd ı r.
Başka ü lkelerde, halbuki, bu çeşit olgun ve
vatansever aydı nlar toplumun en itibarlı, e n
sayılan, kendi lerinden en ceki n i lan vatandaşları
sayı 1 l ırlar. M i lletin sağd uyusunu, i l m i , müspet
düşünce yönünü onlar temsi l ederler. Mem leke­
tin manevi değerler geleneğini, ve bu geleneğ i n
istikrarını daha çok onlar korurlar. Yoksa i kti­
dar çekişmeleri içinde günlük s iyaseti n dar
ufukla rından ötesi n i görecek hal leri olmayan
fa natik particHer deği l .
Bu çeşit tarafsız ve bağımsız ayd ı n lar biz­
de ne yazık ki sayı ba kı m ı ndan azı n l ı k la rdan bi-

28
le azınlı ktadırlar. Ve yine ne yazı ktı r ki, oyla­
rı. sadece seçim mazbatası n ı bir a rttır·ı p ya da
bir eksiiten herhangi başka anonim bir oydan
fa rkl ı görül memektedi r.
Evet bil iyoruz, demokrasi iki sırık hama l ı n ı n
bir ord i naryüs profesörü, üç carşaflı kadının i k i
ü n iversitel iyi azı nlıkta bırakabi ieceği b i r çoğun­
luk egemenl iği rej i m idir. Ne var ki, ayd ına cahi­
li aydın latma hü rriyeti tam olarak veri ldikten
sonra. Demokrasiyi demagoj iden ayıran da bu­
dur.
Bu vatansever tarafsız ayd ı n ları , s ı rt sayı­
ları nın azl ığından ötürü küçümsemek. onları
umursamama k ve herbirine kötü n iyet yorarak
üyey evlat muamelesi yapmak topl umun bu na·
zım unsuru n u sindirip kabuğuna ce kil meye zorla­
mak olur ki, i nan bana Devekuşu bu, önünde so­
nunda geriye tepecek bir s i lahtır.
istediğimiz büyü k bir şey değ i l . Biz bu yur­
d u n politi k cıkarlar d ışındaki tarafsız aydınları na
en az, d i n oltası i le oy aviaya n vaizler, parti pro­
pagandasında vazifelandirilen futbolcular ve
kemi kler kadar sayg ı gösteri lmesini bekl iyoruz.
Daha fazla değ i l .
Dü nya tarih i nde Eflatu n'dan. H . G. Wels'e
kadar bilge ayd ı n ı topl u m u n en kuvvetl i dayana­
ğı sayıp hatta devletin idaresini bunlara ver­
mek tezini savun muş. nice zorl u düşü nürler çık­
mış. Öl mez eserl eri, su g ötürmez değerleri mey­
donda. Yine dü nya tari h i nde, Neron'dan Peron'a
kadar, ayd ı n ı , bilgini. bilgeyi kend i ne baş düş­
man saymış. nice zorba müsveddesi zavallılar
türemiş. Bunların da encamı ortada.
lncm mazsa n Sukuşuna sor.
3 Kasım 1951
29
BARi BUGÜN

Umarım ki, h i ç deği lse bu sabah, dokuzu


beş gece. saygı du ruşu nda bulunmak için başı­
n ı kumdan çıkarm ışsındır.
Bunu bulu nmaz fırsat sayıp sana o eşsiz
şefin yüzlerce yönünden sadece ücünü bel i rten
üç küçük hatı ra anlatacağım.

Anatartalar kahramanı, büyük ihti , l alci, ls­


tiklal Savaşının ünlü başkom utanı, Türkiye
Cumhuriyetinin kurucusu, bu nca köklü devrim­
• l erin öncüsü Atatürk'ün e n sevdiği, en övündü­
ğü, hayatında en derin huzuru duyduğu biricik
gün, hangi gün olmuş bil iyor mu�un?
Bilemezsin, tah min bile edemezs i n .
B u n u bana, onun en ya kınlarından biri ,
otuz yıllık yaveri Muzaffer Kılıç anlatmıştı. Ben
de sana tekrarl ıyoru m:
Ankara Hukuk Fakü ltesi ni kurduğu gün . . .
Dünyanın gördüğü e n büyük askeri şefler­
den birinin h u ku k devletine karşı duyduğu bu
her şeyden bCıyük saygıya bundan ôlô belge
olur m u dersin?

Atatürk çok sevd i ğ i bir mücadele arkadaşı­


n ı mebus yapmak ister. Bunu da i l g i l iı l ere söy­
ler. Parti sekreteri ada m ı nası lsa aday l istesi ne
geçirmeyi u nutur. Sonra da e l l erini ovuşturarak

30
özürler d i ler, hatasmı nasıl düzelteceğini bile­
mez olur.
Atatürk' ü n sözlerine bak:
«Dil ve tarih b i l g i n lerinden olmamak şar­
tıyla. herhangi b i r adayı si l i n, yeri ne onu yazın.»
Görüyor musun Devekuşu, bilgini sayma
ve sayd ı rma kayg usu en ya kın a rkadaşı n ı kayır­
ma hissi nden de üstü n . .

Başku manda n l ı k M eydan M u harebesi nden


son ra savaş alanını gezen Atatürk yerde ca­
murlara bulanmış b i r Yunan bayrağını görür.
Hemen emirberine seslenir:
«Kaldır onu ayak altından. B i r m i l letin bay­
rağı o m i l letin isti klal sembol üdür. »
Yurdunu isti laya kalkmış. köyleri n i y ı k ı p ya­
kan, siviıl iere akla gelmedik katliamlar yapa n .
i nsa n l,ı ktan , harp kanun ları nda n ve ahiakından
nasipsiz. şımarı k ve gaddar b i r düşman karşı­
sında bile. onunla ya pılmış e n kıyasıya, e n ka n l ı
ve h ı nclı b i r ölüm ka l ı m dövüşü n ü n hızıyla d a h i
görüyorsun ki, centilmenliğinin, efendi l i ğ ini n ,
i nsan l ığının zerresini kaybetmemiş.
Bir de sonra. gadda r bir düşmana değ i l ,
kendi ö z kardeşine a ğ ı z dolusu söven, b i r istila
savaşı nda değil, e n olağan bir aile gecimsizli­
ğinde bi rb i ri n i n bayrağını , şerefini, namusunu
ayaklar altına alan kendini u nutmuş bugunkü
Atatürk çocuklarına bak.

Bugün hepimiz m i l letce bol bol Atatürk'ü


düşünelim Devekuşu.

31
Onun insanlı�ını, efendili�ini anmak ba kar­
::ıın, kend imizi, şu son zamanlarda bize a rız olan
küçü klüklerden sıyırmaya ya rayabil ir.
Bu 10 Kası m günü, bu m i l l et babasının ha­
tırası, belki de kaybolmuş kardeşl i k duyguları­
mızı yeniden uya ndırıp canland ı rabil ir.
Am in de de, öyle olsun Devekuşu.
1 0 Kasım 1957

32
M UVAZENE SU PABI

Geçen hafta g ü n l ü k gazetelerin birinde bir


resim vardı. Bi lmem senin de gözü ne i l işti
mi Devekuşu?
Resim Alman Cumhurreisi Dr. Theodor He­
uss'i.i, yeni kurulan Adenauer Kabi nesi üyeleri­
ne verdiği bir davetten sonra köşkünün kapısın­
da gösteriyord u .
Sayılı bir kültür tariheisi olan cumhurreisi­
nin, hepsi birbirinden kültürl ü ve çok yön l ü ka­
bine üye leriyle ya ptığı bu davette, üç saat bo­
yu, neden konuşul muş bil iyor musun?
Hayır, bi lemezsin.
Seçim meselelerinden değ i l .
Mecl ise geti ri lecek yeni ka nunlardan de-
ğil.
Gecim darlığından, i ktisat pol itikasından.
devalüasyondan, iç veya d ış pol itikadan da de­
ğil.
Sadece sanat v e fel sefeden.

Hafta l ı k bir dergide de başka bir resim


vardı. Altında şu yaz ı :
Dani marka Kral'ı i l e Başvekilinin devlet iş­
lerinden baş aldıkça konuştukları başlıca orta k
konu opera imiş. Hatta öyleki, Kral cenapları
geçen hafta birden rahatsızianan bir tenorun

33
yerine sahneye çıkıp zor bir aryayı söyleyiver­
m iş.

Cörçil'in geçen harbin hararetli anları nda


ışı gücü bı ra kıp bir i k i gün için kafasını d inle­
mek üzere Afrika 'da resi m yaptığ ı n ı , üstelik ya­
zarl ı ktaki usta lığ ından ötürü kend isine bir de
Nobel Armağa n ı veri ld i ğ i n i herhalde duymuş
olaca ksın.

Es ki Ameri ka Cumh urreisi Roosewelt'i n


boş zama nlarında pul koleksiyonu i l e uğraştığı­
n ı , şimd i ki Başkan Eisenhower' i n ise tati l saat­
lerinde a laba l ı k avlam ıyorsa muhakka k golf oy­
nadığ ı n ı bilmeyen kalmadı.

Bu örnekleri çağaltmak işten değ i l .


Bence bil hassa siyaset ada m ı n ı n , meslek
dışında iHe böyle bir m era kı olması şart Deve­
kuşu.
Muhakkak sanat, felsefe demiyorum. Ama
satranç, bahçıva nlık, spor merakı, kiiap kolek­
siyonculuğu , c iltçilik, ne bi leyim ben, bir şey, bir
şey lazım.
Hasta bir doktor, nas,ıl müşteri leri n i n güve­
nini kaza namazsa masasının üstü ka rma karı­
şık bir gazeteciden nasıl derl i toplu bir yazı
umu lama:::s a, kendini yal nız ihtirasına kaptı r­
mış. işleri n içinde bunalmış, onların üstü ne çı­
ka mamış bir dev1et adamından da sağlam, isa­
betli. ölçü lü ka rarlar beklenemez.

34
Meslek dışı amatörce ilgiler ve meraklar
devlet adam ı n ı n m uvaze n e supaplarıdır.
Bak. mesela Hitler' i n böyle bir merakı yok­
tu Devekuşu.
17 Kasım 1957

35
VOKLU KTA

i mrahor. rahmetli Fai k Paşa,


«Bir adama kırk gün iyilik edin, kı rk b i rinci
gün iyi l iğ i eksiltin, sizden kötüsü olmaz» derd i .
Paşa n ı n bu kaziyesi belki bütün i nsan lık
icin doğru olmayabil ir, ama bizim şu andaki
topl um psikolojimize çok uygun düşüyor.
Nitekim bunu tersine cevirsek de doğru.
Bir adam kırk gün prensipleri n i mevkine
feda etse, eyyam adamı olsa da kırk b i rinci g ü n
tesadüfen dürüst davra nacağı tutsa, eski yap­
tıklarını u n utup ondan kahramanı yok sanıveri­
yoruz.
Şu son yılla r, resimli siyaset derg i ' l eri n i n
kapa kları . hemen her hafta bize bu çeşit b i r
ucuz kahramanı tanıttı d u rdu.
Uzağa g itmeye ne hacet.
Bir zama nlar ayd ı n ların ca nına ot tıkaya n,
gazeteleri kapata n örfiida reci b i r parti bugün
eski yaptı klarının tam tersi n i savunduğu icin al­
kış toplam ıyar mu?
Şu son günleri n hü rriyet şampiyonlarından
biri, kurulduğu günden beri bütün sorumluluğu­
na katıldığ ı partis i nden henüz geçen ay istifa
eden, şimdi de çoğ u n u n a ltında kendi imzası
bulunan icraatın tenkid i n i yapmaya başlaya n
bir ü niü siyasetcimiz değ i l mi?
Daha d ü ne kada r i ktidara tempo tuta n bir

36
günlük gazete, birden dümeni kırıp muhalefete
geçince düşük tira j ı üç m isli artmadı m ı ?
H e r iktidara, « i şte i stanbul Paşam» diyen,
yeri nde kalmak için her çareye başvuran zeki ve
sevimli va l imiz bir düşmeye görsün. şimdi on­
dan seciyeli bir prensip adamı, ondan mağdur
bir siyaset kurba nı, ondan üstün bir medeni ce­
saret kahramanı tanımaz olduk.
G ü l ü ne oluycruz Devekuşu, çok g ü l ü nç ..
Dün ıslıkladığımızı bugün alkışl ıyoruz. Bu­
gün övd üğümüzü ya rın yuhal ıyoruz.
Ve işin kötüsü, bütü n bu nları h iç yadırga­
mıyor, olağan bu luyoruz.
Sukuşu, geçen g ü n , bunu. bizim ku rbağa­
lar g ibi hafızasız bir m i l let oluşumuza, iyi liği ol­
sun, kötü lüğü olsun. ça buk u nutuşumuza veri­
yordu ki, doğru.
Hafıza gal iba ahiakın ilk şa rtı.
Ama ben, bunu, hafızasızlı kta n çok, başka
bir şeye daha yoruyorum Devekuşu:
Gercek kahraman yokluğunda, eldeki mev­
cuttan ya la ncı peh livan yaratma ihtiyacına ..
24 Kasım 1957

37
RAMAZAN i LAVELER i

Ramaza nın geldiğini, sokakta çoğa lan be­


rel i lerden, m i narelerdeki mahya lardan ve iftar
topunda n önce gazetelerin ma nzarasından an­
lamak mümkün .. Ücüncü sayfa ların hepsi nden
i nsa n ı n yüzüne bir gül suyu kokusu. ayı nları
çatiatarak vaaz eden davudi bir imam sesi n i n
yankısı taşa r g i b i ol uyor.
Bir za manlar spor sayfası, dedi kodu sü­
tunu yarışında birbirini atlatmaya cal ı şa n yazı
işleri müdürleri, şimdi bütün gayreti ramazan
i lavesine toplamış b u l u n uyorlar.
Duvarlardaki rengörenk afişlere bir göz
atın:
«Gazetemizin ra maza n sah ifesini Üstadı
Ekrem Fazııı Muhterem bilmem kim hazırl ıyor.»
« Ramazanda herkes fa lanca gazeteyi oku­
ya cak Çünkü fala n cam i i n haşimarnı büyük d i n
adamı. i slnm mütefekkiri Nurettin Nefti'nin
vaazlarını g:·ı n ü gününe noktası virgülüne kadar
yal nız gazetemiz vermekted ir.»
«Büyük hafızların biyografisi falan gazete-
de.»
« Hazreti Ö mer tefrikam ıza ra mazanın i l k
g ü n ü t;aşlad ı k . »
«Ayeti kerimelerin hadisi şeritleri n en v u ­
ı
kut u tefsiri bizim gazetede.»
Sanki seçim gü nleri, dini olta yapan parti-

38
lere «Devrimler elden g id iyor» diye cıkışan bu
gazete ler değiıl .
Radyocia mevlüt yayımlamakla, sütunlarını
vaazlara ayırmak arası n da bilmem sen bir fark
görüyor musun?
Kimin kime ne demeye hakkı var? Biri n i n
gayesi oy, öbürününkü tiraj. Yarı nki seei mierde
oy pusu lası ile beraber bedava bir kısası enbiya
hediye edecek partiyi aynı eseri ramazanda
tefrika ed i p okurlarına sunmuş gazete m i ten ­
kit edecek?
Oy, tiraj derken g a liba nereye gittiği mizin
farkında değiliz . ..
Atatürk. kald ırıp başını şu hal imizi b i r gör­
se idi, rahmetlinin ka l ı n koşları o saat di ken
d i ken olurdu.
Ne den i r? Ne denebiıl i r?
Yaşasın demokras i ! . .
Kasım 1957

39
ÇARKIN ÖG ÜTT Ü KLER I

Hocanın eski aylardan yıldız yapışı gibi,


i ktidar partisi de seçil meyen eski bakanları n ı .
mebusları n ı şimdi kırpıp kırpıp, umum müdür.
vali, büyü kelçi , rektör, şOrayı devlet rei si, Av­
rupa talebe müfettişi yapıyor.
Bu da bir siyasettir. Ne denir? .. Böyleli kle
hem eski yôran memn u n ed i l miş, hem sadaka
saraydan çıl<ma mış olur.
Ama b� arada bu i şlere onlardan çok daha
ehil, m eslekten yetişme uzman elemanların
hakkı yen iyormuş, kimin umuru. «Bizden olma­
ya n bize karşı sayılır, tarafsız ya da muha l if
uzmandan gelecek hayır Allah'tan gelsin» diye
düşü n ü l üyor. Yazık. Kaybeden kim ol uyor? Hem
o parti , hem memleket.
Ama bu takti k, itiraf etmeli ki yeni bir icat
değildir Saltanat devri nde de vard ı . Hatta Halk
Pa rtisi d i k ô l ôsı n ı tatbi k etti. Kanımıza işlemiş.
bir kere . . . Ben sade bunun değiı l , zaten bugün
ya kınd ı ğ ı mız dertl erin çoğunun kaynağını eski
idarede a ramak gerektiğini savu nanlarda n ı m .
Demokrat Pa rtinin büyü k ya nlışı. o örneği de­
vam ettirm�si, o za manki tek tarafl ı l ı ğ ı n öcünü
tam tersine bir tek tarafi ı i ı kie almak hevesinden
kendini ku rta ..cmaması . bu öcü artı k fazlası ile
a ld ı ğ ı n ı n fa rkı nda görü nmemesid i r.

40
Bu memleket ne Demokrat Partinin, ne de
Halk Partisi ni ndir. Müsaade ederlerse, biraz da
bizimdir, tarafsızlarınd ır. i ki parti birbirinden öc
alacak diye arada memleket me nfaatleri n i n gü­
me g itmesini bu tarafsız kütle hic ama hiç iyi
karşıılam ıyor.

Bu yan l ış taktiğin partiza n l ı k , adam kayır­


ma g i bi kayg ılar dışında bir de zorunluktan
doğd uğunu takdi r etmez değ i l i m : Boşta kalan­
lara bir tazminat verme duyg usu .
Partilerin �ecimlerde o y avlamak ici n . ken­
di alanlarınrio ü n yapmış memleket ayd ı n larını
ayartıp l istelerine almalarını tabii görmek gerek.
Siyaseti n kendilerine vaat ettiği çabuk ve ko­
lay mevki leri, yeni kudret ve kuvvet ufukları n ı
v e hele maddi rahatı ke ndi meslekleri nin, ih­
tisasları n ı n gerektirdiği çetin çal ışmaya, emin,
ama yavaş ve miitevazi gelişmeye tercih eden
nice profesör, mühendis, doktor, idareci ve her
meslekten uzman ı n böylece politika carkına ta­
kılıp öğütüldüğünü ve standart bir partizan ha­
l i ne getirildiğini sade şu so n sekiz yıl içinde de­
ğil, kendim iz: bi ldik bileli görmüyor m uyuz?
Ama işte günün bi rinde, bu uzman aydı n ­
lar, bir seçim şanssızl ığ ı , y a da bir gazaba ge­
liş, gözden di"ışüş neticesi aynı pol itika çarkı
tarafından posa g i bi geldi kleri yere, hayatı n içi­
ne fırlatııl ı nca iş asıl o zama n sarpa sarıyor.
Kan ı na pol itika ve partizanlık mi krobu bir
kere g i rdi ya, ortada damdazlak kalan bu ünlü
kişi artık kolay kolay eski Işine dönemez olu-

41
yor. i şte ün ıversiteyi bıra kıp siyaseti seçen pro­
fesörler. Hangisi kürsüsüne dönebildi? Kimi
böyle bir teşebbü ste bul u ndu, ama üniversite
a lmadı. Kimı çıkarıp attı ğı cü ppeyi sırtına geçir­
meye utandı. Kimi de günün birinde i l k fı rsatta
yeniden faal politi kaya atılma ihtirasıyla şimdi­
l i k, büyü kelçil ik, avukatl ı k, tü ccarl ı k g i bi geçici
bir iş tuttu.
i şte, mühendisliği, daktari uğu bırakıp siya­
ı:;et sah nesine atılan uzmanlar . . . Hangisi seç ile­
meyi nce eski işine dön mek gücünü kendi nde
buldu. Bir vakitler ve kili olmayı kurduğu ve­
kôlei:te k i küçük ama şerefli işinin başına geç­
mek tevazuunu ve olgunluğunu gösterebildi?
H içbiri ayıplanamaz. Ded i m ya, politika in­
san ı aylaklaştı rıyor. Ondan sonra gelsin, uydur­
ma işler. yen i mevkiler mansaplar .. Ama işin acı
tarafı şu ki, elde bulunan az sayıda değerli ay­
d ı n da bu yolda harca n ı p gid iyor.

Bunun çaresi mi ned ir?


i,l i m adamların ı n , uzma nların işleri n i her şe·
yin üstü nde sevi p sayması ve seçi m zama nlan
kapı kapı dolaşıp,
«Tarafsı7 kalınacak, kendi ihtisasın ıza dalı­
na ca k znman deği l . Kitaplarınızı kapayın. bizim
safımızda yer a l ın. Memle ket blr dönem nokta­
sında. Bu kavçıada siz de zekônızı seferber et­
mek zorundasın ız,}} diye adam nya rta n partici­
leri n suratına kapıyı çat diye kapaması..
Memleket, partici likle değil, geçici politika
careyan ların ın berisinde tarafsız ve yü ksek bir

42
bölgede, ka lıcı değerler peşi nde d i rsek cü rüten
bilgi ve ihtisas adamlarının şaşmaz gayretiyle
ka lkınır. Dünyanın her yerinde bu böyle olmuş­
tur. Bizim bir türlü kalkınamayışımız da işte
yine bundan ol uyor.
Kasım 1957

43
SUSUP SUSU P

« Kırık camlarıılın yerine gazete kôğıdı ya­


pıştırı lmış pencerelere bakmak içimi karartıyor.»
«Şehrir. fuzuli kalabalığına. kahvelerde pi­
nekleyen tembel alayına, nakil vasıtalarının şu
icler aoısı durumuna tutu l uyorum.»
«Sulh günü nde bir l okma et icin, ü c saati m i
kuyruklarda harcama zorunluğu beni deli ed i­
yor.»
«Sanki artan istihlaki daha fazla istihsalle
karşılama� hükü metin e n basit borcu değilmiş
g i bi, kuyruğu refah sembolü sayıp üstelik bun­
dan bir de övü nc payı cıkarmaya kalkan zihni­
yeti n pişkinl iğine şaşıp şaşıp kal ıyoru m.»
«Ak mayan musluklar, işlemeyen telefonlar
asabı m ı bozuyor.»
« Kôğıt dağıtımının b i r ödü l ve ceza konusu
haline geti rilişini havsa lama sığd ı ram ıyorum.»
«Yurt rlışına cıkabi i rnek icin türlü forma li­
telerden gecmek, nice kapılar aşınd ı rmak, bin
dereden su getirmek, yine de olmaz cevabını al­
mak beni deli ediyor. Kendimi mahpus hissedi­
yorum.»
«Sokakları dolduran bereli lere, vaaz eder
g i bi yazan fı kra m uhari rleri ne, Allah korkusun­
dan nasibi ()lmad ığı halde. sokak d i lenci leri gi­
bi Allah lafını ağızlarından ve konuşmalarından
düşürmeyen pol itikacılara fena halde icerl iyo­
rum.»
44
«Calışıp kC'!zana mayanların teve kkülü, ça­
l ışmayıp kazana nların ktbri, taha kkümü sabrı­
m ı taşırıyor.ıı
« Kavuk sallamaya n ı yiğ it. fikrini açı kca
söyleye n i kahramanlar kahramanı saymak aşı­
rı lığına düşmemizi idra k i m almıyor. »
«Her işleri tı kırında g ittiğ i halde, kitlenin
derd i i le bir g ü n dahi i lg ilenmemiş bencil bezir­
gônların, muhalefet para getiriyor, şöhret geti­
riyor d iye, sırf menfaatle ya da snopl uktan,
ucuz idealist rol ü oynayıp parsa toplaması beni
zıvanadan çıka rıyor.»
«Ve hepsinden cok bunların. hepsini kaÇ'I­
n ı l maz b i r a l ı nyazısı i m i ş g ibi karşılayıp, boynu
bükük katla nan. sus deni nce susan, d u r d iyince
d u ran, üste lik de bunu bir nevi olg unluk. siya­
set, filozofl uk sayan , şu uyuşuk alaturka ve
onursuz zihniyete kızıyorum, öfkeleniyorum,
küplere biniyorum.»
. . . ded i ğ i icin dün Sukuşunu götürdüler.
Evet böyie konuştu. Bunca zaman susan,
hatta bilirsin ya herkese, hepimize ölçü, ılım lıtık,
sa lık veren o Sukuşu, ü c gün üc gece, önüne
geldiği yerde böyle konuştu. Sonra da, ded iğim
g ibi gelip götürdüler.
Üzülme ama. Vatana hiyanet suçuyla ha­
pishaneye değ i l . I lkin l bibik kuşu ile biz de öyle
sa nmıştık. Hayır. Bakırköy Akl iye Kliniğine . .
Klinikte zapta bakmışlar: Bunla rı bu devi r­
de bu kadar yad ı rgayara k, açık açık söyleye­
bilişi nden şuurunun yerinde olmadığ ı n ı anla­
m ışlar.
Ya işte böyle Devekuşu!
Kasım 1957

45
YEN i VAL i YE MEKTUP

i stanbulumuzun sayı n yeni va l isi,


Duydum ki bu şeh i rde doğmuşsunuz. Ama
biz sizi burada pek ta n ı m ıyoruz. Herha lde i s­
tanbu l 'dan ayrı lalı hayl i zaman oldu. Baksa n ıza.
ünü nüzü bile daha cak i zmir'de. An kara'da yap­
mışsınız. Şimdi yıllar sonra doğduğunuz şehre
va l i olarak dön üyorsunuz. Hoş geld i n iz. sefa
geldiniz.
Siz görmeyel i Kava klar'la Kızkulesi arasın­
da cak sular aktı. i sta n bu l artık sizin bildiği niz
i stanbul deği l . Şeh i r halkının yarısını d ışarıdan
gelenler teşkil ed iyor. O caanım, o eşsiz. o ata ­
sözü haline gelmiş i sta n bul i nceliğ i n i n . i stan bul
efendi l iğinin yeri nde yel ler esiyor. Eskiden i s­
tanbu l'un bir havası. bir üslubu iyi kötü bir ken­
d ine görel iği vard ı . Şimdi i stanbu l bir celişme­
ler şehridir. Gü ngörm üş bir kişizadenin seta let
gü nleri ndeki kompleksleri içi nded i r. Bir yanda
H i lton , �öte yanda gecekondu kul übeleri. Bir ta­
rafta l üks gece lokalleri, öbür ta rafta bitli sa­
bahcı kahveleri. Bir tarafta New-York'ta kilere
taş cıkartan meydan lar. caddeler. beride iki in­
sa nın yan yana geçemeyeceği yol lar. gecitıler.
Caddelerimizde ortaçağdan kalma yük araba la­
rı eşek leri n ya n ı sıra. ta ksiye çıkmış 56 model
Mercedesler. Buiekler i şler. Şeh rin sarayları n­
da balolar. resm i kabuller veri l i rken, öte yan-

46
da en ufak yağ murda kablolar bozulur, ele k­
trikler kesi l i r. Soka kları nda, otel lerinde, tokal ­
leri nde dünyanın en çe kici, en pahalı g iyinen
kadınl arı gezinir. Ama evlerinde, apartma nların­
da i kide bir terkos kesild iğ inden bunlar çoğu
zaman yalapşalap kolonyalı bir pamu kta s i l i nir.
Işte bu çelişmeler şehri nde yaşayan i s�an­
bullu da ister istemez çelişmelerle dol u , öfkesi
burnunda bir vatandaş ol u p c·ı kmıştır. Nasıl ol­
masın? Sabahleyin işine gitmek, a kşamieyin
evine dönmek için yaz ı n kızgın güneşin altında,
kışın serpintili ayazı n altında günde i ki öğ ün
tarım saat dol muş kuyruğuna g i rmek, istiap
haddinin üç misli yolcu n u n koyun gibi itiş kakış
tıkıldrğ ı vapurlarda, ayakta, burun burna ıslak
pa lto kokusu. öğürtücü sarhoş netesi koklaya
koklaya her gün muayyen bir eziyet küründen
geçmek zorundad ır. Bürosuna gidince telefonu
işl emez. Trafik tıka n ı kl ığ•ı yüzünden iş ra ndevu­
tarı nın hiçbiri zamanınd a yerine getiri l mez.
Bu şehri n esnafı, şoförü de havası gibi
kaprislidir. $oför, yağ m u r olur sizi al maz; esnaf.
molı olur size vermez.
Daha hangi birini sayayım. Heps i n i bireı
birer görü p öğreneceksi niz.
i şte böyle acayip, eserekli bir şehrin orta­
sına düştü nüz sayı n va l i . Hemşehrileri nizle işi­
niz var. Onl ara kendinizi kolay kolay beğendi­
remeyeceksiniz. Onun içi n , müsaadenizle size
bazı acizane tavsiyelerde bulunmak isterim .
Çok çalışkan oldı..:ğ unuz söylen:yor. Ama
günde 24 saat de çalışsanız bu dertterin hepsi­
n i birden ka ldıramayacağınıza göre bunun yanı
�ıra başka careler aramak, kestirme yoldan gi-

47
dip, halkın sempatisi n i kaza nmak hic fena ol­
maz.
Mesela arada Zeytinburnu gecekondu ma­
hallelerine babaca bir ziya ret yapmak neşel i
b i r yüzle s ı k s ı k Gülhane Pa rkı ndaki halk eğlen­
celerine katılmak. cuma günü işi gücü bırakıp
cuma narnazına gitmek, denen miş, daima iyi
semereler vermiş usullerdend i r. Hemen fa kir
babası, dini-bütün adam gibi sıfatlar kazanmış
olursunuz.
Gazetecileri. bil hassa foto m uhabirieri n i kü­
çük adlarıyla tanımak, basın toplantılarında on­
ları kaza nacak espri ler ya pmak da ayrıca fay­
dadan hali değildir. Gazetelerin i l k sayfa larında
poz poz gü lec resimleri çıkan bir va l i n i n sern­
patisi el bette ki başka olur.
Biyografi nizden öğrendiğime göre hukuk­
culuğu nuz. mal iyeci liğiniz ve maa rifci liğiniz de
varmış. Calışma Bakan l ığınız herkesin maılumu.
Aman bun ları iyi kullanın. Biri nci siyle bütün hu­
kukçu çevre leri. ikincisiyle bütün memurları.
üçüncüsü ile üniversiteyi . öğretmen leri. bütün
gençl iği. dördüncüsüyle de işei leri kaza nmanız
güc ol mayacaktır. i şci toplantıları nda onların
ba basısınız. Memurlar toplantısında onlarda n
biri, Ü niversitenin acıld ığı ı gün ise müşfik bir ter­
biyeci . Her zaman. her yerde nabza göre bir
küçük n utuk atmasını ve a l kış toplamasını be­
cerebi lmelisiniz sayı n va l i . Hatta bu n utuklar.
icin küçük bir ses makinesi de tavsiye edi lebi l i r.
Söyleyeceğ i nizi önce ona söyler, kendi sesi nizi
dinler, sonra gereken toplantılarda tekra r
edersi niz. Böylece sevimli sıfatı n ı da kaza nmış
ol uyorsunuz.

48
Divan edebiyatma vukufunuz var mıd ır?
Aruz üzere ş i i r kaleme a labi lir misiniz? Peki siz­
den kaside i l e kahve rica edecek edebiyat
profesörü dostlarımza nasıl cevap vereceksi­
niz? Kahve dedim de hatı rıma geldi. Carneg ie'
n i n kitabı nda yok ama, ba kın dost kazanma
yollarında n biri de odur. •
Bütün bunlar dışında, iktidarın valisi ola­
ra k, i ktidarın gözü nde kalabilmeniz icin za man
zaman zecri tedbirlere başvurman ız, sekiz yılda
bir de eeladet gösterir g i bi yapıp, muhalefeti de
kazanmaya kalkmanız i stanbul gibi her partili
vatandaş ı n bol olduğu b i r diyarda makbul sa­
yılan hareketlerdendir. Fakat zinhar bu arada
boş bulunup da Dahi liye Vekil i nizi zor duruma
düşürecek demeelerde bulu n mayı n . Sonra An­
kara lara gidip tarziye vermek zorunda kalırsı­
n ız.
Yeni sayın va l i miz.
i şte size doğ ma büyüme cet be cet i sta n­
bullu naciz bir hemşehrinizin halisane tavsiye ­
l eri . Ister d i n ler, ister kulak asmazsınıız. Şehri
bu mi nvol üzere idare edenler hiç zarar etme­
di ler. Mamafih bütün bunlara başvu rmada n da
iyi bir Istanbul va lisi olu nabi lir. Ö rneği yok ama,
olunabilir. Böyle bir deneme hiç deği lse mera­
ka değer. i stanbullular alışıktır. Her iki şı kta da
al kışiarını sizden esirg emezler. Sizi uğ uriorken
de arkanızdan yaşl ı mendil sa'lar, acıklı marsi­
yeler düzerler. Seeeceğiniz yolda başarı lar ve
iyi şanslar d i ler saygılarımı sunarı m .
1 Aralık 1957

O tarihte kahve gOrnrüklerden geçmlyordu.

49
ASIL SUÇLU

Nazi şefleri n i n özel doktoru bir Fin profe­


sörü . H itler'in frengili olduğunu. ve bütün o çıl­
g ı nlıklar,ı bu hasta lığın tesiriyle yaptığını ifşa
ediyorm uş. Aslı var mı d iye soruyorsun.
Ne yazık ki sana b u konuda kesin bir ce­
vap veremeyeceğim Devekuşu. Belki frengili idi .
belki d e değildi ama. kaç defa konuşurken gör­
düm. Bel l i bir şey ki, su götürmez deli idi. Bu
bakı mdan yaptı kların ı n çoğ undan sorumlu tu­
tulamaz.
Sen i n bu sorun beni birden yirmi dört yı l
öncesine götürdü.
H itler i ktidara geldiği sıralarda Alma nya'da
öğrenci idim . O tarihte siyasete meraklı oldu­
ğum, üstelik de siyasal bi ; J giler okud uğum için
ortasında bulunduğum o dağdağa l ı günlerin olay­
larını adım adım büyük bir ilgi i l e takip ederdim.
Her hafta sana kendi çevremizden. kendi
kusurl a rım ızdan söz açacak deği l i m ya , gel is­
tersen bu hafta da sana bi raz H itler'i tamtayım:
Demokrati k yol la i ktidara çıkan hazretin ilk
işi , kendini bu mevkie eriştiren merdivene bir
tekme atmak oldu. «Şu mektepler olmasa maa­
rifi ne g üzel idare ederi m» diyen Haşim Paşa
misa l i . o da «Şu muhalefet bir ortadan ka l ksa
Almanya'yı idare etmek rahat olurdu» diye dü-

50
şünmüş olacak k i , ilkin Re ischtag'ı kundakcı la­
ra yaktırıp bu sucu komün istlerin üstüne attı,
halkın nefreti n i onlara yükled i . Sonra kendini
bildi bileli ifrit old uğu Yahud i leri kova ladı. işi­
ne gel meyen kitapları toplayıp yaktırd ı . Daha
sonra ne Ya hudi, ne de komün ist olan, l iberal
düşünüşlü tarafsız ayd ı n ları hasta kafasının sa­
bit fikirlerine engel bil ip, on ları parmağ ına dola­
dı. Öylek i, Thomas Mann g ibi, Berthold Brecht
g i bi yurtları kadar, hatta yurtlarından çok ger­
çeğ i seven yiğit düşünürler kurtuluşu kacışta
buldular. Geri ka ' l an ayd ı n ların çoğ u, ya kendi
memleketlerinde suya sabuna dokunmadan bir
yabancı g ibi yaşar old u la r, ya da «vi ran olası
hanedeki evlad-ü ayal» düşüncesi ile ister iste­
mez Nazi safinnnda yer al maya başlad ı la r.
H itler Almanya'yı arzuladığı g ibi, kendi
keyfine, esereğ ine, sözümona, Tanrı verg isi ön­
sezisine göre yılla rca, rahat rahat idare etd.
Etrafındaki dostları fermanlı deli hazre'derini
gazaba getirmernek icin h içbir hareketini önle­
mek, tenkit etmek cesa retini gösteremediler.
Üstelik, «Sen. Nitzche'nin anlattığı üstün i nsa­
n ı n ta kendisisin» d iye zaval l,ıya tempo tu:tular.
Dışarıdan çırpınan yurtsever Alman aydın ları­
nın i kazı ise ona bir sinek vızıltısı gibi gel iyord u .
Son unda üstün insan, fikirlerinin d e , siya­
se�inin de. Tanrı vergisi önsezisi n i n de iflasını
görd ü . Ağzı na S!ktığ ı bir k urşunla hesap dahi ver­
meden korkakca sıvıştı g itti ama, olan Alman­
ya'ya old u.
Şimdi Alman kabineleri yirmi beş yıl sonra
hôlô o pirincin taşını ayıklayıp duruyorlar.

51
Ben bu Alman hailesindeki büyük sucu o
zava l l ı deliden çok, onu fren lemeyen. üste l i k de
büsbütün zıvanadan c ı kartan etrafında kilerde
bulurum.
Bilmem sen nasıl düşünüyorsun Devekuşu?
8 Aralık 1957

52
i K i M E KTUP

i ki mektup va r önümde. Biri Baykuştan,


öbürü i spi nozda n .
Baykuş diyor k i : Devekuşuna yazd ıklarını
ister istemez ben de okuyoru m . Anladık, iktida­
rın bazı hareketleri n i beğenmiyorsun, ama bakı­
yorum muhalefeti de pek tuttuğun yok. Evvelki
mektubunda Halk Pa rtisini bir vakitler gazete
kapata n, ü n iversite muhta riyeti tanı mayan , Var­
l ı k Verg isi, Ö rfiidare g i bi ted bi rlerden kaçınma­
yan bir parti olara k vasıflandı rıyor, şimdi bu nun
tam tersini savu nup alkış toplamak istediğine
işa ret ediyordun.
Ayrıca Sukuşundan da duym uşluğum var.
Sen bugünkü a ksa kl ıkların çoğunun o devirde
ekildiğ i ne inanıyormuşsu n .
Peki bi rader, onu tutmuyorsu n , bu n u tut­
muyorsun. sen ne tarafta nsın?

i spi noza geli nce, o söze dost acı söyler di­


ye başlamış. Ben seni aklı başında bir şey sa­
n ı rdım. Hakkı var Devekuşunun sen i kös di nle­
mekle, diyor. Gercekleri görmek hususunda sen
ondan da gafi lsin. TPk başına, pir aşkına akın­
tıya kürek cekrnek neyi ne. Kuzum karşıma, en
aptal ımız serceleri, kargala rı bile kah kahalarla
gü ldü recek ideal, i nsan lık, vata nseverl i k gibi
keli melerle çıkma. Bunlar bugün i l kokul kitap-

53
ları i le eski l ügatiarda kaldı. Gözünü açıp iyi
ba karsan bugün her m u hal efetin ardında bir
menfaat bulacaksın.
Sizin vatan şa i ri dedi ğiniz Namık Kemal,
Kızıl Sultona H ü rriyet icin m i kafa tutmuştu sa­
n ıyorsun? Ziya Beyi paşa yaptı da n iye beni
yapmadı diye. i dealist idi de, neden sonunda
mücadeleden vazgeçip a h ı r ömründe aynı Ab­
dül hamit' i n mutasarrıfl ığını kabu llendi.
Jön Türkler Mustafa Fazıl Pa şanın altınia­
rına güvenmeseler o kadar eeladet gösterebi­
l i rler m i idi? Öyleyd i de paralar suyu n u cekince
niye b i rer i kişer dehalet ettiler.
i lkin l sti brlada son ra da i tti hat - Tera kk!
despotluğuna kafa tutan Fi kret, arkasını Ameri­
kan Kolejinin altın iarına daya mamış m ı idi?
i pibullah, sivri külah b i r tek mücadeleci
gösteremezsin bana. Olmaya ki aklından zoru
ola.
En di kbaşlılar, di kkat et bak, i lle bir kapının
kuludurlar. Sırtını böyle bir zorlu kapıya verip
mücadele edenleri bir dereceye kadar anlarım.
Çünkü bir yandan riske gi rer. öte ya ndan pa rsa
topları1ar. Hiç deği lse za hmetleri n i n karşı l ı ğ ı n ı
a l ırlar. Basit b : r denklem meselesi..
Muhal!f pa rtinin gazetecisi topun ağzında­
dır, ama bu yüzden ti ra j ı n ı yü kseltir, müşterisi­
n i a rttı rır. Hapse g i rse bütün parti teşki latı se­
ferber olur, dava sını yüzlerce avukat a l ı r. Mah­
kum olsa yine bu teş kilat marifetiyle «martynı
haline getiri l i r. Yarın öbürgün de partisi i ktida­
ra geçince hapishaneden omuzlar üstü nde alı­
nıp mebusl u k, vek i l l i k sandalyesine geçi ri l i r.
Çekti kleri n i n m Cıkôfatı sekiz on misli öden i r.

54
Peki ya sen ve senin gibi budalalar?
Söyle bana sen k i m i n tekkesini bekliyor.
kimin çarbasını içmeyi kuruyorsun? Kimsenin.
Başına bir ta l!hsizl i k g else kimin um urunda
olur. kim kurtarır seni? Kimse.
Ö yleyse zoru n ne kardeşim? K:m etti sana
bu kôrı tekl if?

Belki bun lara ne cevap verdim diye mera k


edersin Devek uşu.
Galatasarayl ı mısın . Fenerba hçeli mi? diye
sorar gibi Hle tuttuğum tarafı öğrenmek isteyen
Bayk uşa. «Ben ne onu ne bunu, M i l l i Ta kımı tu­
tarım» diye cevap verebi l i rdim, ama vermedim.
Çünkü bu da pek tamam olmazd ı . Ben bir titiz
seyirciyi m dedim ona. Sporu kul üpleri n üstü nde
seven tarafsız bir seyirc i . Şunu bunu değ i l en
efendice, en sportmence aynaya nı severim. i ş­
te hepsi bu kadar.
Her hareketin ardında ille bir menfaat ara­
yan sinik i spi noza geli nce, onu bu ya nlış yol u n ­
dan uyarmak güç olacaktı. Sözü kısa kesrnek
için ona, onun a nlayacağı bir mantıkla ceva p
verdim.
«Evet her hareketi n ardında bir menfaat
gizlidir i spi nozıı dedim, «hiçbir kapının kulu ol­
madığım haılde fikirleri m i açık söyleyişimin bir
gizli sebebi var: Geceleri başka türlü rahat uyu­
yam ıyoru m . ıı
Uyku dedim de hatırıma geldi. S e n i n uykun
ne ô lemde Devekuşu?
22 Aralık 1957


HED i YEL i K DEMOKRAS i

« Demokrasi güc rejimdirıı diyorsun Deve­


kuşu. « Böyle bir re jimde i ktidara gelmek düş­
man başıma. Kolay mı bunca muhalefet orta ­
sında h ü kümet idare etmek, yen i hamlelere g i ­
rişmek? N e desen bir a ra ba lafla cevap verirler.
ne yapsan inadına te rs i n i savunurlar. i nsanda
ne sinir kal ı r. ne uyku. Z ıvanadan cıkmak işten
değ i l » diyorsun.
Halbuki demokrasi hic de güc rejim değ i l ­
dir Deve kuşu . N e v a r k i , daha başından öyle
bir zihn iyetin içinde doğup yetişmiş olmak şar­
tıyla. Bize güc gelişi, ona sonradan yanaştı ğı­
m ızdan . . . Onun icin değil midir ki, onunla i l k
karşı laştığı mız ş u son yarım yüzyıl içinde ona
bir türlü ayak uyd uramadık, onu her seferinde
kendi anlayışımıza göre kesip, budayıp kuşa
döndürd ük.
Jön Türklerin demo krasi kavgası sosyal b i r
zoru nluktan değ i l , daha çok Abdül hamit'e m u ­
halefetten i leri gel iyord u . Nitekim günün birin­
de i ttihatcılar Kız�l Sultanı a laşağı edince, mem­
lekette demokrasi kuru l madı. Abdülhamit'e taş
cıkartan başka bir zorbal ı k rejimi kuruldu. Hat­
ta sustu rulamayan ideal ist muhalifler sokak or­
talarında vuruldu.
Başkası da beklenemezd i . Baskı gören ler.
baskı yapmaya en müsait olanlard ır.

56
Atatürk'ün demokrasi davası bambaşka,
köklü bir a nlayışa daya nııyordu. O, batı<lı bir top­
lum olmak icin, batı n ı n y üzyıllar boyu denenmiş
sosya l müesseselerini kestirme yoldan bu raya
geti rmenin zorunluğuna inan mış bir insandı. Fi­
kir hürriyeti, münakaşa h ürriyeti bunların başın­
da gel iyordu. Ama bir za man sonra gördü ki,
değil büyü k hal k kütleleri , sofrasına davet etti­
ği memle ket i leri gelenleri bile bu işin gerektir­
diği olg u n l u kta n hayli u za ktı rlar. Rahmetlinin,
«Ben her şeyden önce b i r i l kmektep hacası ol­
mak isterd im» sözü, öyl e san ıyorum ki, bu acı­
dan anlaşılmal ıdır.
Atatürk'ten sonra devrin «Tek şef, tek par­
ti>> zihn iyeti ni ve bunun a rtık klişe haline gelmiş
kötü örnekleri n i , gel izni nle, tekrar etmeyelim.
8•.! tekelci zilı n iyetle halhamur olan kuşa klar
günün biri nde bir sürprizle karşı laştılar: Hükü­
met San F rancisco Anlaşmas ı n ı imza layora k
resmen demokrasiyi benimsediğim izi ilan edi­
yordu.
Bunun sonucu olara k, Türkiye'de yapılan
ilk serbest secimde i ktidara başka bir parti gel­
di. Ama hu «başka parti» de gökten i nmemişti .
Bunlar da tek şef, tek parti sistem i içinde ye­
tişmiş, hatta rol almış, yani aynı zi hniyette i n ­
san lardı . Nitekim b i r m üddet sonra itha l malı
olara k kabul edilen demokrasiyi onlar da, tıpkı
ağabeyleri qibi, memleket zoruretleri ba kımın­
dan kırpmak, budama k , alatu rka laştırmakta n
kendileri n i olamadılar. Ortaya da bugünkü du­
rum çıktı.
Bir bakıma bunu da tabii karşılamak lazı m .
Demokrasiye b i r imza i l e ba l ı klama g i ri nce

57
olacağı budur işte. Dikkat et bak, zaten biz her
şeye bir i mza i le girmişizdir Devekuşu. Gülhane
Hattıı Hümayunu, 1 876 Ka n u n u Esasisi, laiklik,
kıyafet devri mi, d i l devrimi, Serbest Fırka tec­
rü besi.
Onun icin çoğ u tutmadı. Bir müddet için
tuttu ise b i le sürmed i , soysuzlaştı.
Demokrasi için de öyle oldu. Biz demolua­
siyi sosyal bir mücadele i l e değ i l , hediye ola­
rak aldık. Onun kodri n i bi l meyişimiz, istendiği
g i bi kesi l i p bi leilmesine ses cıkarmayışımız bun­
dan. Devrimlerimizin d e bırtakım demagoji l er
bahasına elden gider oluşu yine bundan.
Biz, b!ze hediye edilmeyen, bizden sımsıkı
esirgenen bir tek şeyi, ca n ı mızı dişi mize taka­
ra k, uğrunda en büyük feda kôrlıklara katla na­
ra k, ölümü göze a larak, ya l n ız bir şeyi didine
didine kaznndık. Ya l n ız bir tek şeyi layı k ola­
rak elde e�tik, o da isti klalimiz . . . O nu n için de
ona böylesine sahip çıkıyor, hassasiyetle üzeri­
ne titriyor. e n küçük bir taviz iması n ı dahi hep
birden dimdik reddediveriyoruz.
Devri mlerimiz ve demokrasimiz de uğrun­
da didişilmiş, feda kô rl ıklara g i rişiimiş ve nice
zahmetlerden sonra elde edi lmiş şeyler olsa­
lard ı , bugün kimsenin eli varıp da onlardan de­
ğil koca koca maddeler, bir virgül dahi cıkarma­
ya yeltenemezd i . M i ll etçe, kaya gibi, karşısına
d i k i l iverirdi k.
Neylersin Devekuşu. Böyle gelmiş, böyle
gidiyor. Fert olarak, toplum olarak bu nesneleri
canımızın bir parçası sayacak seviyeye gelme­
dikce bize her şey meheldir.
5 Ocak 1958

58
SOKRATES i M i Z

Gözl üklü iki genç, on beş adım ötelerinde


yü rüyen bir adama ba kıyorlar. i kisinin de ba kı­
şında büyük bir hayra n l ı k :
«Hangisi, hangisi?»
«Şu önden giden.»
« Kahverengi trençkotlusu mu?»
«Hayır, onun önündeki. Siyah paltolu . . . Ha-
fif beyaz saçlı.»
«Ha gördüm, görd ü m şimd i . .. Aslan.»
«Gazetelerdeki resminden ta nıdım ben . »
«Ana lar neler doğu rurmuş b e . Yanına g i -
dip tebrik edelim va llaha.»
« Boş ver. Başımıza bir iş çıkabil ir.»
« Neden.»
«Arkasındaki trençkotl u sivil olabilir. »
«Yapma . »
«Her şey mümkün kardeşim.»
Karşıdan gelen iki emekli de «Asl a n » ı ta n ı ­
mışlard ı :
«Vah vah diyor biri. Ne olaca k acaba şim-
d i?»
« Col u k çocuğuna a cıyorum ben daha çok. »
« Kader, tece l l i . »
«Allah ya rdı mcısı o l s u n , Al:lah m i l lete ba­
ğışlası n . »
«Dünya zaten böyle leri yüzü suyu hürmeti­
ne duruyor. »

59
Bu beyaz saçl ı , olgun görünüşlü ada m ı n
kaderi. halk efkôrını tek seçicinin m i l l i takım
listesi, ya hut Zeki Müren'in yeni filmi kadar ilgi­
lend i riyor.
On gündür koca koca resiml eri gazetelerin
ilk sayfasında.
On g ü nd ü r her g i rdiği yerde al kıştan konu ­
şam ıyor.
Aklı başında kimseler içinde, onu ba ldıra n ­
otu içmeye zorla nmış Sokrates'e benzetenler
bile oldu .
B u büyük v e eşsiz kahramanın kim oldu -
ğunu merak edersin bel ki..
Hayır. bu bir sputn i k pilotu değ i l .
Bir i l i m . fen ku rba n ı değ i l .
Bir kutup kôşifi; şefi de deği l .
Sadece v e sadece, 1 958 Türkiyesi nde. doğ­
ru ya da ya nlış. sam imi kanaatini açıklamış ya ­
ni verg i ödemek, askere gitmek g i bi en basit
vatandaşl ı k ödevi ni ya pmış. kendi halinde, orta
seviyede bir hukuk hocası.
Bir ya şına daha bastın değil mi Devekuşu.
Bu gidişle biz seni çabuk ihtiyarla tırız.
1 9 Ocak 1958

60
KAPl DAN D Ö NENLER

Gazetelerin i ri baş l ı klarına, tramvayda, va­


purda, otobüste sürüp giden tartışmalara ba­
kılırsa geçen haftanın en önemli meselesi n e
Kıbrıs davası, n e Dul les'in mesa j ı , n e de yurtta­
ki i laç darl ığıdır. i l l e de i l le Beşi ktaş - Galatasa­
ray macı.
Sürekli yen ilgi l erle taraftarları n ı ü m itsizliğe
düşürmeye başlayan Beşi ktaş futbol ta kımı
şampiyon luk adayı kuvvetli Galatasaray'ı dize
geti rmiş, üstelik fi kstürü allak bullak edip Fe­
n erbahce'nin ekmeğine yağ sürmüş.
Neden olması n . Spor da biraz siyasete ben­
zer. Baştayım, öndeyim diye böbürlenmeye gel­
mez. Hiç olmadık bir ra kip hiç ummadık bir za­
manda adamı alt ediverir. Bravo Beşi ktaş'a.
Bu gali biyette Beşiktaş'ın emekli oyuncusu
Recep'in büyük rolü olduğu söylen iyor. Hem go­
lü o atmış. hem de ta k ı m ı n ı o şahlandırmış. De­
mek ki, yaşından ötürü yitirdiği h ızını kafasıyla.
usta�ığı i l e kaparnayı bilmiş, yirmi yaşındaki kıp­
kızıl delika n l ı ra kipleri n i gafil avlamış, sporda
bile kafan ın, ta ktiğin, ustalığın ve moralin üs­
tünlüğünü bir kere daha göstermiş. I ki katl ı
aferi n öyleyse Recep Efendiye.
Yine gazeteler yazıyor: Golden sonra Be­
şi ktaşlı bir idareci macı şeref tribününden sey­
reden başvekile eği lip,

61
« Fahri başkanımız olan zatıöli nizin huzur­
ları bize şans getirdi. Bu sayede şeytan ı n aya­
ğını k•ı rd ı k,» demiş.
Bir fahri başkan, bu söz üzerine, ne cevap
verir, başvekil de:
« Memnun oldum. Çocu kların gözlerinden
öperi m, mealinde bir karşı l ı k vermiş.»
Buna da bir diyeceğ imiz yok.
i dareci, fa hri başka nın gercekten şans ge­
tird iğine inanmış ve bunu açıklama ktan kend ini
alamamış olabi lir. Fahri başkanın ise bu kornp­
limana hatır alıcı bir sempati mesajı i l e cevap
vermes i olsa olsa normal ve nazi k bir hareket­
tir.
Ama ertesi günü gazetelerde çıkan resme
ne dersin Deve kuşu .
Resim vilayeti n ka pısında başvekil tarafın­
dan kabu l edil meleri ni bütün bir g ü n bekleyen
dört adamı gösteriyor.
Bu adamlar, kabi neleri n i n başkanı ile isti­
şareye gelen vekiller deği l , i mar Bürosu i leri
gelenleri, �ıbrıs Türkleri n i n l iderleri de değil,
Arnari kan yardımı tems ilci leri, yabancı devlet
diplamatları da deği l .
B i r g ü n evvel fahri başkanları n ı n mesa jın­
dan cesaret alıp başvekile daha yakından hulus
çakmak. e l öpmek, sadakat ye nilernek isteyen
o kulü bli n dört gayretkeş idarecisi.
Bir gün önceki haklı spor başarısını bir an­
da hiçe indiren sporla sporcu tevazuu ve ağ ır­
başl ı l ı ğ ı ile hiç ilgisi olmayan alelade bir arzı­
ubud iyet pol itikası.
Her g ü nkü karışık işleri n i n içinde bir gün
öncenin ne macı nı, ne Recep'ini, ne gol ü n ü hat-

62
ta belki yüzlerce bu g i bi fa h ri baş kanlı ğ ı içinde
bir de bu kull.i bünkünü elbette ki u n u Lmuş olan
başvekil kendilerin i kabul edemem iş, pekôlô
isabet de etmiş.
Söyleyecekleri cümleleri içeri girince nası i
davranacakların ı , a kılla rında tekrar e d e ede
ka pıda dört saat, belki de fazla, bekled ikleri
holde içeri alınmaya n ve elleri boş, tırıs tırıs ev­
leri n i n yolun u tutan bu kulüpçüleri düşündükce
i çi m i küçü k bir umut ısıtıyor Devekuşu.
Sade bugün değ il, oldum olası her devirde
«Büyü klenı e her f,ırsattan faydalanarak, h ulus
cakmak sada kat yenilernek için gelen bütün o
h eyetler bugüne kadar o kapıdan o idarecilerin
o gün gördüğ(!, o tesad üfi istis kali görselerd i ,
milletce ruh umuza işlemiş bu ta basbus h uyun­
dan acaba biraz olsun kurtula maz mıyd ı k diye
düşünüp duruyorum .
Ama, y i n e de g e ç kahnmış sayılmaz. ben-
ce.
Elverir ki, bu i stiskal tesadüfili kten çıkıp
şaşmaz bir prensip haline gelsin.
O günler acaba çok uzak m ı dersin?

26 Ocak 1 958

63
DÜ NYA Ö LÇ ÜS Ü NDE
DEVLET ADAMI

Ahmet Emin Ya irnan üstad ımızın zaman za­


man olayları ve i nsanla rı toz pembe bir göz­
lükle görebilme hassası na oldum olasıya hayra­
nımdır. Bu çocuksu iyimserlik onun naif kalmış
bir yönünü mü ifşa eder, yoksa bu onun kendi
kendi n i a�datma, avutma i htiyacından doğma
şuurlu bir oyu n u mudur, pek kestirebllmiş deği­
lim.
i stedi ğ i zaman topl u m umuzun a ksa kl'lkları­
nı, eksikli kleri n i pekôlô rea l ist bir şekilde res­
medebilan kalemi bakars ı n ız bazen de öyle ger­
çekle hiç i l işiği ol maya n , haya l i suluboya man­
zamlar çizme sevdasına kapıl ır. Hani Victor
Pochet'nin. Dale Carneg ie'nin «Yaşama Sa na­
tı» konulu kitaplarında « bü nyenizi karamsarlı­
ğın zehi rl erinden kurtarmak için olayların ve i n­
sanların kötü tarafla rı n ı unutup yalnız iyi taraf­
ları n ı görü nüz» meal inde basmaka l ı p öğütler
vard ı r ya . . . i şte Sayın Yairnan da za man zaman
kanını temizlemek için kendini öyle bir iyi mser­
l i k kürüne çekmiş görü n ür.
Onun . batıda örneği n i görü p özlemini çek­
tiği ideal devlet adamı meziyetleri n i yerl i bir
devlet adamına bol keseden maled iverme ôdeti
gazetesi n i n başmakale sütunlarına, rahmetl i
Saraçoğ lu'na. Refik Saydam'a, sabı k ve la hik

64
başve kiliere ait nice parlak biyografiler kazan­
d ı rm ıştır.
Sayın Ya irnan bu sefer de tutmuş adam
kıtl ığ ında eski i stanbul Va lisi, yeni Bern Elcisini
göklere çıkarıyor. «Gö kay - diplomat» başlığı
ile üç sütu n üzerine yayımladığı yazısında daha
önce bu gibi iyimser biyografi lerinde ku llandığı
övme kalıplarına rastlamamıza şaşmamalı.
Yeni Bern Büyü kelcimiz, «Batı l ı calışma di­
siplinini be nimsem iş», «içkiden. kumardan, eğ­
lenceden hoşlanmaya n » , «zevkini sade işi nden
C'lamı , «yaman sezişl i » , « derin vu kuflu » , «dü nya
ölçüsü nde b i r devlet adamı» imiş. Üste l i k ba­
sınla dostea işbiriiği z i h niyetini daha ucak a la­
n ı nda i svicre gazetecilerine de gösterip onların
da ka lbini kaza nmış. Ö yleki, i svicre basını nda
hakk>ı nda yazı lan sütu n l a r dolusu övücü yazıyı
görünce Yairnan üstadımız ı n da «göğsü iftiharla
kabarmış» , «herkesin de kabarmalıymış» . «Gö­
kay gercekten dü nya ölçüsü nde bir devlet ada­
mı» imiş
Sayın Yai rnan'ın b u iyimserliğini bulan­
dı rmaya gönlümüz razı olmaz. Ne den i r. Ö yle
bilsin. Yahut öyle göstersin. Kaldı ki. dü nya ça­
pı, ideal devlet adamı, göğüs kabarma meselesi
filan hariç söyled i klerinde bir gercek payı da
yok değ il.
Sayın eski va limizin içkisiz, kumarsız, beş
vakit namazı nda bir vata ndaş olduğunu hep bi­
liriz. Yaman sezişini ise. kimse inkôr edemez
sanırım. Bunlar hep doğ ru . Ama ne var ki. Sayın
Yairnan 1919'dan beri ta nıdığını söyılediği Gö­
kay'ın hayatındaki zigza kların onda birini Jün­
ya ölçüsü nde h erh ang i b i r devlet ada m ı n ı n ha-

65
yatı nda bulmakta hayli zorl uk çekecektir. Yed ı
yıl önce kendini va l i ya pan bi r partinin şefine
« i şte i stanbu l Paşam» d iye göze g i rmeye çalı­
şan, i ktidara çıkan öbür parti şeflerine de aynı
huluskörl ı kla « Kader birliğini yaptığım sayın
partimiz» d iye reveran s yapabilen dünya ça­
pında bir başka idealist göstermek belki de
m üm kü n ol mayacaktır.
Ama yine de bili nmez. Bu gibi dönekli kleri ,
kaypaklı kları, belki de Yairnan üstad ımız ayrıca
dü nya ölçüsünde devlet adamı meziyetlerinden
sayıyor olabi l i r. Buna da hiç şaşmam. Ama o
takd i rde örnek devlet adamının örnek meziyet­
leri olarak bunları yazısında belirtmeden geç­
mesi affedilemez bir eksi klik teşk�l eder.
Sayı n Ya irnan'la Sayın Gökay üzeri nde bir­
l i k olduğum tek nokta yazısının başl ığ ıdır. O da
küçük bir takd i m teh i r şartı ile. Ben, «Gökay ­
Diplomat»tC"n çok, « Diplomat Gökay» başl ığı­
n ı tercih ederd i m .
Eski sevi m l i va limiz a s ı l şimdi mizacına, ka­
bil iyetine en uygun yeri bulmuş oluyor. Bu asıl
mesleği nde başarı kazanamaması içi nse hiçbir
sebep gösterem iyoru m .
Biılmem b u konuda s e n ne düşü nüyorsun
Deve kuşu?
2 Şubat 1958

66
si s

Bir haftadır şehri n üstüne i nen kesit sis


bütün iş leri aksattı, ista n bul'un hayatı nı telce
uğrattı .
Kurt duma n l ı havadan hoşlanı r tehvası nca
sisi n imet bilip bardan bara sürten kocalar mı
arars ı n ız, vapur işiem iyor diye, kim bilir hangi
ahbap evlerinde saba h iayan kadınlar mı? Va ­
purlarda geeel eyen vata ndaşla r, mektebi serip
s ü rten kızlario delikanlı;l ar tam bir karnaval ba­
şıboşl uğunu doya doya tattılar. Bir yanda barcı­
lar. gece loka l i sa hipleri, otelciler ve kahveciler
y ı l başı gecesi kaza nd ı k ları n ı n iki mislini vurur­
larken, öte yanda, seterierin ya pılmamasından
ötürü Den izyol ları idaresi, mem urlarının gele­
m ernesi yüzi"ı nden de resmi dairelerle hususi
şirketler büyü k za rariara uğrad ılar.
Meraklılar üşenmemiş hesap etm işler: Sis
şehre ilk gC!n. yüz altmış bin, ikinci gün yüz bin,
üçüncü gün seksen bin, dördüncü gün de kırk
bin iş saati ne mal olmuş. Her iş saatini ortala­
ma olara '< �c liradan h esapla rsak cema n bir
m ilyon kırk bin l i ra l ı k bir kaybı mız varmış.
M i l l etçe sana ne kada r benziyoruz Deve­
kuşu.
Kırk yı lda bir böylesine bir yoğunlukta kar­
şım ıza çıkan a rızi bir sisin iş saati ba kımından
sosya l bünyemizdeki za ra rlarını inceden ince­
ye hesaplarız da yaz kış. lodos poyraz, s itti n

67
sene şehrin ve yurdun üstü ne çökmüş. kal kma­
ya n, bambaşka. deva m l ı ve miskin bir sisin m i l­
ya rlara varan kaybı n ı bir g ü n olsun hesaplama­
yı a k ı l etmeyiz.
Sen tembelliğin, uyuşu kluğun, aylaklığın
bu derece korunduğu, resmi ağızların verdiği
ra kamlara göre. her yüz hemşehrisine bir kah­
vehane düşen böyle bir başka şeh ir tan ıyor
musun?
Şehri ve mem leketi dold ura n bu kahveha­
nelerde sabahın erken saati nden gecenin yarı­
sına kadar altmışaltı, pişpirik, aşcı iskam bili.
domino oynayarak vakit öldüren bu kullanı lma­
yan kuvvetlerin m em le ket iktisadiyatında actıığı
büyük gediğin iş saati ve gücü ba kımından bir
hesapını cı karacak olsan başın döner. tansiyo­
n u n yükselir.
Hesaplanacağı hesaplamamakta. küçük
şeyleri ise kııl ı kırk yarareasma önemsemekte
üstümüze yok.
Sisin zararı her günkü küçük za ra riarım ız­
dan sadece biri , belki de en önemsizidir. i ran'
daki ve Avrupa'daki yüksek basınç merkezleri
ile Karadeniz'in kuzeyinde ve Akdeniz'in güne­
yindeki a lcak basınç m erkezleri a rasındaki ha­
reketsizlik bir atmosfer değişikliği i l e ortadan
kalkı nca bizi sadece beş gün üzen sis o saat
sü prCıldü g i tti. Ama her gün farkında olmadan
bize mi lyon lara mal olan öbür köklü, ağ,ır sis ne
zaman dağılacak. kahveleri dolduran bu uyu­
şuk. bu aylak ve parazit alayını hangi rüzgôr
dağ ıtacak. onları calışma gücü hali nde n e vakit
müsbet alan lara savuracak. Bunu soran. he­
saplayan henüz yok Devekuşu.
23 Şubat 1958
68
SÖZ ATMAK

Bizimki kadar, söz atmaktan hoşlanan,


söz atmadan edemeyen bir toplum gösterebilir
m isin Devekuşu?
üc yaşındaki cocuğun en sevd iği oyun pen­
cereden yolculara tükürüp kaçmak.
Okul cağ ı ndakinin e n makbul esprisi, hoca­
nın dersine kamış koymak.
Macta karşı takım kalecisinin karısına yah ut
ofsayt vermeyen hake m i n sülalesine en suntur­
l u , en akla gelmed i k küfrü kim salarsa, ta raftar­
lar arasında en büyü k takdiri o topluyor.
Sinemada, en dramatik anda kedi gibi mi­
yavlarr!ak, çe>kingen ve romantik ôşığa «Atlasa­
na ulan deve» diye yol göstermek. öpüşme sah­
nelerinde « iyi m uz» diye bağ ırmak en rağ bette
n ü kteler.
Sokakta tek giden kad ına söz atmak başka
yerde görgüsüzlüğün terbiye eksi kliğinin, bizde
ise erkekliğin, zampara l ı ğ ı n alameti. Bir nevi
kuvvet gösterisi.
« Dışardan gazel okumak yasaktır» i htarına
se n , bizden başka dünya n ı n h erhangi bir calgılı
kahvesinde ya da bahçel i gazi nosunda rastla­
ya bilir misin? Yrıbancı lar, bıra k bunun l üzumunu,
manasını bile anlayamazlar. Ama biz de yine de
d ı şardan gazel okumaktan kend imizi alamayız.

69
Kanımıza işlemiş bir kere .. Adeta hep d ışardan
gazel okumak için yaratılmışız.
Çocuklukta, gençlikte bu gelenekle yeti­
şen, olg u n l u kta bunu ka nıksamış bir çevrenin
içinde yaşamakta devam eden i nsanda n da
başka türlü bir davranış beklemek elbette hayal
olur.
Böyle bir i nsan, tesad üfen gazeteci olmuş­
sa vaktiyle derste hocasına yaptığ·ı gibi e lbette
şimdi de sütununda, ona buna kamış koyacak.
edebiyat eleştirmecisi ise, tıpkı vaktiyle so ka­
ğa tükürdüğü gibi ona buna çamur atıp kaça­
cak, mebus olup meclise girmişse, si nemoda
yaptığı g i bi. otu rd uğu yerden kürsüdekinin sö­
zünü kesip n ü kteler savuracak. daha olmazsa
sırasının kapağ ı n ı vurup işi maçtaki gibi gürül­
tüye getirmeye çal ışaca k.
Her şeyi böyie, kestirmeden, bir a lay, bir
küfü r. bir espri i le halletmeye a l ışık olduğumuz.
hallettiği mizi sandığımız, kend imizi buna inan­
d ırdığ ımız içindir ki, karşımızdakini bu yoldan
a lt edemey i nce bunların en ya kını ndaki bir o
kadar kestirme ve bir o kadar iptida i vası�aya,
yumruğa, tokata başvurma kta n da çekin miyo­
ruz.
Nemize gerek, işin uzununa. zahmetlisine
gitmek, konuyu cidd iye alıp enine boyuna i nce­
lemek, hücu mlara dört başı marnur ağ ırbaş l ı
inand ırıcı cevaplar hazırlama k.
Esprinin sağlam muhakemeden, küstahlı­
ğ ı n olgun tevazudan kaypak a laycılığın cesur­
ca cephe a l ışta n makbul sayıldığı bir çevrede
bunlar a ptnl harcı say ı l ıyor.
Bunun yerine iki a laycı ke lime ile yahut bir

70
galiz küfürle işln içinden çı kıvermekle hem kafa
ütü l ememiş. hem kendimizi yormamış. hem de
zekômızı herkese -ta bii bizim çevremizde­
kabul ettirmiş oluyoruz.
Hasılı söz atmada , hazırcevaplıkta . nü kte­
danlıkta, bunlar sökmeyi nce de, işi yumruğa
tokata bindirmekte üstü müze yok Devekuşu .
Hav a klımızia bin yaşaya lım e mi?
2 Mart 1958

71
BiR TARiF

Bir başyaza rı n «dü nya ölçüsü nde devlet


adamı» adlı maka lesine karşı lık kaleme aldığım
alaylı yazı o başmuharrirden ve makalesinde
övü len dü nya ölçüsünde (!) devlet adamından
cok Maltepeli bir okuyucumuzu sinirlendirmiş.
Üslubundan ve sözleri nden bu her iki zatın da
hayra nı olduğu kolayca sezi len okuyucumuz
bana, edep da iresinde bir hayl i verişti rd i kten
sonra, « Peki sizce dü nya ölçüsünde devlet
adamı kime denir»? diye soruyor.
Sana yazdığım mahrem mektupları n onu.
bunu kırıp gücendirdiği n i , bazı kimseleri rahat
i n a nciarı ndan ettiği'ni bu ceşit başka tepkilerle
de görü p üzCılmekteyim . Ne yapayım ki, bu sü­
tun herkes i n nabzına göre şerbet veren « d ert
ortağı» yahut «ya nık ka lplen> sütu nu deği l . Se­
n i nle benim dertleştiğimiz samimi bir mek: :J p
sayfası. Onun icin pembe gözl ükle her Ş8y; gül
gülista n görmek isteye n leri ted irg i n edebilir.
Bun lardr!n biri old uğuna şüphe etmediğim
okuyucumuzu yeniden s i n i rlendirmek ve bana
Arap harfleri ile yeniden dört koca sayfa cevap
yazmaya kışkırtme k istemezd i m . Kaldı ki, soru­
su da l üzumsuz. Sana yazdığım mektu pları ilk
gü nü nden beri okuduğunu söyled i ğ i ne göre.
dü nya ölçüsünde devlet adamı konusunda sa­
mimi fikri m i n ne olduğ u n u aşağı yukarı biliyor

72
demektir. Ben bu bil m ez görünürlüğün, okuyu­
cumun üslubuna uygun deyi mi i l e, bu tecahülü
arifanenin arkası nda b i r başka maksat sezm i­
yor da değ i l i m . Ama madem sorm uş, cevap
verelim:
Bence gercek devlet ada m ı n ı günlük poli­
t i kacıdan ayıran en bel i rl i öze l l i k biri n i n dü rüst­
lüğüne, seciyeli bir prensip adamı oluşuna kar­
ş ı l ı k beri kinin kaypaklığı, oyna klığı, isti krarsız­
�ığıdır.
G ü n l ü k poltikacının gözü hep dışa rdadır.
Göze g irmek, yeri nde kalmak, oy avlamak,
kendini kurtarmak mera kındadır.
Gercek devlet ada m ı n ı n ölçüsü kend i vic­
danı ve vatan sevgisidir. Ö nce bunun gereğ i n i
yeri ne geti rir. Alkışı, yuhalanmayı hiç düşü nme­
den ..
G ü n l ü k pol itikacının kendine güveni yok­
tur. Çok konuşur, edebiyat yapar, demagoji ya­
par, gerçeği sa kla r, ya ld ızlar, hata ları ona buna
dış kuvvetlere. eski idarelere, karşı partiye, te­
sadüfe, kedere yü kler, sorumlulukta n sıyrı lıır.
Gercek devlet adamının kendine güven i
tamdır. Az kon uşur, çok iş görür, gerektiğinde
soru mluluğunu mertce yüklenir, hatası n ı ol­
gunca kabu l lenir.
Biri ncisi ya lta klanıcıdır. Büyü kleri vardır.
El öper, ka rşıcı gider.
I kincisi vakurdur. Büyü kleri, küçü kleri yok­
tur. Herkese aynı sayg ıyı gösterir. H itaplarında
ya ranma takısı kullanmaz. i şini her şeyin üstün­
de tuttuğ unda n , bir protokol zorunluğu olmak­
sızın kimseyi ka rş ı lamak icin garlara, limanla ra,
ucak alanlarına koşmaz. Kend ine çok saygısı

73
old uğundan kimseye sifti nmez, insanlığa saygı­
sı old uğ undan başkas ı n ı kend isine sifti ndirmez.
Gerçek devlet adam ı n ı eyyamcı politikacı­
dan ay ı ran asıl büyük öze l liği en sona sakladım.
Bunu bir örnekle na kledeyim:
i kinci Di"ınya Savaşının en civcivli bir anın­
da Churchill'in a klına eser, işi gücü yüzüstü bı­
ra kıp şoförü ne,
«Cek savaş pi lotlarını yetiştiren kampa,»
d iye emir verir.
Yağmur altında. Londra ' n ı n ki lometrelerce
uzağ ı ndaki kampa vard ı kları nda kend i n i sırı lsık­
lam görüp şaşıran kom utana ilk suali şu olur:
«Siz ilk Cihan Harbinde de Air Force'da
vazife görm üştü nüz. Birinci Cihan Harbinde sa­
vaş pi lotlarını d i n lendirrnek için ne yapard ı nız?»
Kom utan,
« i k i taarruz arası d i n ianebi ldi kleri kadar d i n­
len irlerdi,» diye cevap verir.
« Öyle değ i l . Başka ne gibi ted birler alırd ı -
n ı z i y i d i n lenmel eri için?»
«Hiiiç. . . . »
ChurchHI,
«Bu mesele çok önemlidir.» der. « bunun
üzerinde ısrarla duru n . » Ve geld i ğ i gibi çıkıp
gider
Bir yıl sonra Britanya meydan m uharebe­
si nde. i ngiltere'yi Alman isti lasından kurtaran
bir avuç i ngi liz havacısı bu mucizeyi sade hür­
riyet aşkı, vatan aşkı i l e mi yarattı dersin De­
vekuşu. Hayır, daha çok Churc h i l l ' i n vakti nde
i kaz' ve o ikazrlan sonra seferber ed i len psi ko­
logları n . doktorların yarattığı yeni di nlenme
psikolojisinin �etird iği üstü nlük·le . .

74
Başka bir deyimle g ercek bir devlet adamı
olan Church i l l ' i n günü kaza nma kta n çok uzun
vadeli düşünmeye alışık, ileri görüşlü m uhayyi­
lesi sayesin de.
Gercek devlet adam ı n ı küçü k pol itikacıdan
ayıran öze l l i klerin başı nda şu halde ileri görüş
ve i:leri ted !::ı i r geliyor. Avrupa'da işçi sigortala­
rını i l k kura n Sismark d a işte bu çapta bir dev­
let adamı idi.
Bizde böyle devlet adam ları yetişmedi m i ?
Elbet yetişti .
işte M i<:hat Paşa . . i şte Atatürk . . .
Daha özel alanlard a n ya kın örnekler ister­
sen, ilkokul mecburıyeti, köy enstitü leri, klasik
eserlerin tercümesi, geniş çapta yol davası
gibi icraatı gösterebilirim.
Herkesi n kendine göre bazı ölçüleri ve bu
ölçülere daya n a n birtakım tarifleri vardır.
Gercek devlet adamı deyince. benim gözü­
mün önüne küçü k g ü n l ü k hesaplar peş i nde ko­
şa n , oy avcısı, parlamento takti kçisi, kulis arka­
sı cam bazıı, alaturka pol itikacılar değ i l . işte yu­
karda a n lattığım çapta , bu tip insa nlar gel iyor
Devekuşu
16 Mart 1958

75
PROFES Ö RLER EV i NDE YEMEK

Evvelki a kşam başvekil, ün iversite rektör­


lerine, deka niarına ve senetörlerine bir z iyafet
çekti. Geçe n hafta da ü n iversite rektörleri, de­
kanları ve senetörleri başvekile, Profesörler
Evind.e bir yemek verdil er.
Gazeteleri n, ka rşı lanış törenini, masa lar­
daki sıralanışı ve yemek listesi n i uzun uzun
bildirmesine karşı l ı k asıl ca n alıcı noktadan,
konuşula n mese lelerde n bahsetmeyişi, birçok
merakl ıyı bizzat yarumculuk yapmaya kışkırt­
mış oldu. Bunlar ilkin, d iıl i sıkı deka nların değ­
me diplamatlara ta ş çıka rtan lastikli beya nla­
rından bir mana cı karmaya uğraşhlar. Daha
sonra birl i kte çıkmış resimdeki yüz ifadelerinde
bir ipucu a ramaya ka lkıp başvekilin zaten her
za manki, ya n ı ndaki ve kil lerle bazı profesörie­
rin ise o andaki, gülec yüzleri ne ka rşı,l ı k Sıddık
Sa m i Onar üstadımızı n bu ifadelerle çelişme
hal i ndeki keyifsiz cshresine ba kıp ahköm çı­
ka rmaya kalktılar.
Bu yemekte Kubalıı meselesi konuşuldu
mu, konuşu1 madı mı?
Konuşuldu ise, başvekil üniversite temsilci­
leri ne herha ngi bir vaatte bulundu mu, bulun­
madı mı?
Ya hut bazı gazetelerin iddia ettiği gibi, pro-

76
fesörler h erhangi bir tavizde bulundular m ı . bu­
lunmadılar m ı ?
Kuvvetle san ıyoru m ki bunların h i çbiri o l ­
m a d ı . Bu kC'nuya şimd i l i k doku n u lmad ı .
Ç ü n k ü . profesörleri n çoğ unu tanırım. Çatı­
ları n ı n altına ya bancı o la ra k gelen bir m isafire
gösterd i kleri iyi kabu lden, yed ird i kleri güzel ye­
m eklerden sonra eminim ki, keyif kaçı ncı, haz­
mı gücleşti rici. böyle nevra l j i k bir konuyu sofra­
ya getirm eyecek kadar ince ve tedbirli i nsanlar­
dır. Yine o gazeteci n i n iddia ettiği gibi sade ha­
vadan sudan konuşmuş, yahut m isafirlerinin en
sevgi l i teması olan imardan söz açıp kendi yapı
kooperatifleri icin bir vaat koparmış olsa lar bi le,
yine de ayıplanamazlar. işe önce karşısındakini
kolaycc ikna edebi leceğ i konulardan başlamak,
bil iyorsun k: Devekuşu, Sokrates' i n de çok de­
nenmiş ve t:�p iyi sonuc vermiş bir usulü id i .
Herhalde orofesörler de, başvekil icin bir
kere bize Içi ısınsı n . ayağı bu raya a l ışsın. biz­
den korkmas ın. bizi partici, düşman sanmasın
d iye düşünmüş olacaklar. ö nce bir kere tanış­
mak. iyi n iyetini, tarafs ızl ığm ı karşısındakine
i nandırmuk gerek. Bir kere bu denli konuşma­
lar gelenek haline gelsin. başvekil mem leketin
beyni dem�� olan ü n iversite çevreleriyle yılda.
iki yılda bir değil de her fı rsatta sık sık görüş­
mek ôdetini edi nsin, onla rı hiç değilse mebus­
ıları kadar bi raz yakından tanısın, iyi n iyetleri n e
inansın. gerisi kolay. O n d a n sonra en çetin me­
seleleri, e n d i kenl i a n laşmazl ı kları d a karş ı l ı k l ı
konuşmak hatta kıyas ıya tartışmak m ü m kün
olur.
Profesörlerin nazi k bir ta nışma yemeğinde

77
biraz güleryi.'ı zlü davranmaları n ı n bence tavizci­
l i kle hiçbir Hgisi yoktur.
Bence bir ilim adamı kendi alanındaki bilgi
ve tecrü besini sade öğrencilerine değ i l . vatan­
daşlarına da u laştırmalı; hürriyeti n sınırl a nma­
sını, budanmasını kabul ettiği gün zaten ilim
adamı olmak dürüstl üğü nden istifa etm iş ve ida­
reimaslahatçı bir memur seviyesine düşmüş
olur ki, bunu o toplantıya katıılan profesörlerin
hiçbirine yakıştıramayız.
Öte yemden bir başvekil. ilim adamları n ı n
ille de i l l e kendi icraatı na tempo tutmasını is­
ter, karşı düşüncelere ta hammül göstermez,
bunların sahiplerini kötü niyetli saymaya kalkar­
sa, bu her şeyden önce kendi kendi siyle çeliş­
meye düşmPk, kendini i n kör etm ek olur ki. bu­
nu da biz Demokrat adını taş ıyan bir parti n i n
l iderine h i ç yakıştırmayız. H e l e bu başvekil b i r
zamanlar despot bir idareye karşı toleransı n .
fikir hürriyetinin müdataasım ces urca yapmış
biri ol ursa . .
Hükümet idare etm enin kendi icraatına
karşı sandıkl arı n ı bertaraf etmek demek olma­
dığını, kend! tec rü beleri ile herkesten iyi bilen
başvekilin, ün iversite çevresi ile yaptığı ve ya­
pacağı temasların bu bakımdan çok faydalı ola­
cağı ve aradaki anlaşmazl ığın gerçek bir dev­
let adamına yaraşır b i r tolera ns zihniyeti i l e
hallolunacağ,ı hususunda, b e n ü m i d i kesmiş
değilim.
Her olayı bir onör ve prestij meselesi ha·line
getirmek kom pleksi. geri , dar ve alaturka bir
anlayışın i�oretidir. Memleket mesel elerinde bu
gibi küçü k l<ompl ekslerden sıyrılıp yanlışını ka-

78
bul etmek ise ol gunluğ u nun belgesini vermek
olur ki, biz, sade bugü n kü değ il bütün gelmiş ve
gelecek devlet odomlorım ızı işte bu çeşit bir
gen işgörü rlük ve suples içinde görmek istey ip
durmuşuzdur.
Öye deç] i l mi Deve kuşu?
23 Mart 1958

79
Ö NDE G i DEN ADAM

Mister D'n i n karısı ve iki kızı atom silahlan­


ması aleyhine bir topla ntıya g itmek üzeredi r­
ler. Ama Mister D. kendisi. bu martava l iara boş
veren bir adamdır. E l inde purosu, önünde viski­
si, yumuşak koltuğunda umursuzca gazetesini
okumaktadır. Biraz son ra uyku bastmr, başı
önüne düşer ve korkunç bir rüya görmeye baş­
lar. Gökten düşen bir h id rojen bombası bir an­
da şeh ri ve evi n i harabeye çevi rm iştir. Çökmüş
bir tavanın altından nas ı lsa sağ kurtulan M ister
D., o ana baba gününde karısını ve kızları n ı
a ramaya başlar. Kızları ndan b i r i ölmüş. öbürü
kör olmuştur. Karısır ise yıkıntırarın altında ağır
yaralı olarak yatmaktad ır. Mister D., yaralıları
kurtarmak için uğraşı rken dehşetle görür ki.
bomban ı n zehirli şuaları sağ kalanlar üzerinde
de öldü rücü tesi rin i göstermeye başla mıştır.
Tabancasını çeker, önce karısı nıı. sonra kızını.
sonra kend i n i bu azapi r ölümden kurtarı r.
Bu cinayetten suçlandınldığı u h revi mah­
kemede M ister D. beraatin i ister. O hidrojen
bombasının uzun ve işkencel i ölümünü çekme­
rnek için işi kısa kesm iş. sevd iklerini bir an ev­
vel kurtarm ıştır. O kada r. Asıl suçlu başkaları­
d ı r. Uhrevi hôkim bu <<ası·l suçlu»yu bulup ge­
tirmesi icin kendisine yarım saat m ü h let verir.
M ister D. ilk olarak bombayı atan Rus pilotu-

80
nun yakasına yapışır. Ama pilot emir kuludur.
Bombayı genera l i n emri üzerine atmıştır. Ge­
nera l i ise m üttefi k;lerin Rus roket üslerine karşı
niyetlend i kleri bir baskı nı önlemek icin hücum
e mri vermiştir. Amerikan generaline geli nce, o,
Ruslar hücuma ka lkmadan onlardan önce dav­
ra nmak istem iştir. Bütün suc zava l l ı bir Rus
erinde toplan ır. Bu acemi er, mevkii dolayların­
da bir i nfi lak olunca ya nlışlıkla « kaza» düğme­
sine basacak yerde. « h ücum» d üğ mesine bas­
mış ve bu karışı klığa sebep olmuştur.
Asl ında suc bu Rus nöbetçisinde midir?
Hayır. Rus generalinde, Amerikal•ıda mıd ır?
Hayır. Atom masraflarını finanse edebilmek
icin British Museum'u Ameri kal ılara satmayı
düşünen I ng i l iz pol itikacısında mıdır? Hayır, o
da hayır.
Mister D., bütün bu kovuştu rması sonunda
dehşetle görüp anlar ki, asıl suc kendisi ndedi r.
Bu konuya başlangıçta böylesine boş verişinde,
umursamayışında, i nsa n l ığ ı yeryüzünden silip
s Cı pü;ecek bu afeti n önüne gecmek icin en kü­
çük bir gayret sarf etm eyişinded i r.
Korkulu rüyasının bu yerinde uya nan Mis­
ter D. yeri nden fırlar, şapkası n ı kaptığı gibi ka­
rısının ve kızları n ı n peşi nden atom harbi oley­
h i ndeki toplantıya koşar.
Biraz seni andıra n bu Mister D'nin h i köye­
sinden sonra atom sila hsızla nması topl a ntısı­
nın tartışma larına şahit oluruz. Silahianma le­
h i nde konuşan iki politi kacıdan sonra buna şid­
detle karşı koyan bir rah i p ve bi r i l i m adamını
görür ve dinleriz. Ama burada televizyonun ek­
ra n ı na kısa boylu, beyaz saçl ı , gözlüklü bir

81
adam çıkar hatip!eri n söz ünü kesip ha l ka şöy­
le seslen ir:
« Bu konu sade bu dört hatibi değ i l , asıl
siz, mi lyon ları ilgi lendirmelidir. Uya n ı n . silkinin,
insan lığı tehdit eden en büyü k teh l i ke i l e karşı
karşıyayız. Bu konu üzerinde ciddi olarak ka­
fa yarma n ı n ve harekete geçmenin, cephe al­
manın zamanıı dır. »
i n g i l i z devlet radyosu BBC'den d a h a fazla
dinleyicisi olan bu hususi televizyon istasyo­
n u nda, i l kin o demi n k i skeci, sonra da bu söz­
leri ile altı buçu k m i lyon di nleyi cisi n i uyandıra n ,
gü nümüzün en a ktüel v e kritik b i r konusu üze­
rinde cephe a l maya çağıra n ve Da ily Mail'in
yaptığı bir soruştu rma n ı n son ucuna bak ı l ı rsa
d i n leyi cileri n yüzde 67's i n i , iki tarafl ı topyekun
bir atom silahsızlan ması tezi için kaza nan bu
küçücük adam, ne bir demogogd ur, ne bir parti
şefi, ne de bir siyasi.
Piyesleri ve roma n l a rı ile ün yapmış i ng i l iz
yazarı i . B . Priestley'd ir, ya n i sadece uya n ı k ve
düşünür bir i ng i l iz vata ndaşı . i n sa n l ı k ödevini
sonuna kadar savu nmayı kend ine borç bilen,
sorumluluk duygusu ku vvetli bir sanatç ı .
Sanatçınıı n topl uma borcunu sade uzun va­
deli eserler ve etki lerden i baret saymayan , her
aktüel konuda da kol ları sıvayıp mil leti n i n önü­
ne dCışmesi gerektiğini savu nan ve Hitler afe­
tine karşı Avrupa'yı uya ndı rmaya ka-l kan Tho­
mas Mann soyu ndan bir kalem sahibi . .
Niteki m onun v e Priestl ey'in örneğine uyan
40 Alman yazarı ve sanatçısı da evvelki hafta
Fra n kfurt'ta atom ha rbi ne karşı bir miting ter-

82
tipleyip seslerini duyurdular. Bu soruml uluğun
şuuruna vard ı kları n ı n belgesini verdi ler.
Bir de bizi düşün Devekuşu.
Sanatçının sa natı ndan, ilim adamının ta k­
rirleri nden dışarı çıkmas ı n ı çizmeden yu karı
gitmek sayan bir anlayış açısından yukanki ör­
neklere ba kılın ca, hepsine re ngôrenk siyasi
suçlar sıvamak işten bile değiıl .
Günün meseleleri karşısında milletin en
uya n ı k insanların ı n ağzını kapamak. kusura
bakma ama. senin başı nı kurnun altına sakla­
mandan farks ız.. Başını kuma sokmak sadece
ya klaşan fela ketleri görmemeye yarar Deve­
kuşu. Onları ön lemeye değ i l .
30 Mart 1 958

83
Ö NCE i NSAN

Pol itik icapl a r mı önde gitmel i , yoksa vic­


danın sesi mi?
Hayır Devekuşu. Bu gazetelerde her gün
rastladığın fakülteler a rası b i r tartışma konusu
değ i l , bütün Fransız efkörı nın, çözü münü, Be­
sancon'daki bir muha kemeden bekled iği bir i k i­
lem i n verisidir.
Suçlu sandalyesinde iki kiş·i oturuyor. Yir­
mi bir yaşında bi r F ra nsız kızı ile dört cocu k
babası yiğit ba kışlı b i r rahip.
Büyü k suçları : Cezayir M i l l i Hü rriyet cep­
h esi şefleri nden Seyit Ali'yi pol isin ta kibinden
k u rtarıp ii c gün boyunca saklamak sonra da
otomobille isvicre 'ye kaçmasını sağlamak.
Rah i p Math iot, bel l i bir şey ki bunu siyasi
bir ina nçta n çok, i nsa n i bir duyguyla yapmış.
«Zorba l ı kta n , terörden, işkenceden nefret ede­
rim» diyor. «Gene Cezayirliyi F ransız pol isinin
eline düşmemesi için sakladım ve kaçmasına
yardım ettim.ıı
Ta nı kların anlattığı na göre . kendisi, F ran­
sa'nın işgal yılları nda bi rçok Yahudiyi, daha
sonra şahsen m ukavemet hareketi n i n ünlü bir
şefi olmasına rağmen tekibatta n korkan n ice
Vichy tarafta rı n ı evi nde saklamış. Nitekim po­
l isler rahibi al maya gel d i kleri nde yine evi nde

84
bir Macar mültecisi i'l e bir Parisli kacağ�ı ya ka­
lamışlar.
Gene kıza gelin ce, o bütün Fransız ü n iver­
sitel ileri g ibi, haksız bir dava uğruna e l i n i kana
bu layan hükümetine ve ondan aldığı em irle ma­
sum insanları öldü ren Fransız askerlerine n ef­
retini g izlem iyor. Fas'ta geçird i ğ i bir yıl boyun­
ca islam halkını daha yakından tanıyıp sevmiş.
H ü rriyet davalarına bir kat daha inanmış. Etik
değerlere bağ l ı vicda n ı bu cinayeti bir türlü ka­
bul edemed iğinden cek inmeden savaşcılar sa­
fında yer aılmış. Besancon'a döner dön mez de
ken d i l iğ i nden gön ü l l ü olara k bir hürriyetci şefin
S . Ali'nin sekreterl iğine ta lip olmuş.
Bir yanda savcı, öte yanda suçl ular.
Asl ında çarpışan iki ayrı zihn iyettir.
Bu yandakiler icin en büyü k gercek m i l l et­
tir. Yan i daha geniş anlamıyla sosyolojik grup­
lard ı r. Bunların sağ l ı ğ ı n ı , varl ığını korumak icin
başvurulan her vası to mübahtır.
Ö bürküler icin ise. serbest karar babında
insa n ı n m ihenk taşı pol itik icaplar yahut hükü­
metin menfaati değil, sadece kendi v icdanıdır.
Ve insa n ı n insan olara k bağ l ı olduğu etik d eğer­
ler, çoğ u zama n , sosyolojik ve siyasa l g rupların
menfaatinden daha ağır basabilirler.
Onlar bunu, öbürkü ler onu savu na d u rsun
Besancon mahkemesi,
« Fransa'nın en teh l i kel i düşmanlarından
olan S eyit Al i'yi kocırma ktan dolayı vatan a hi­
yan et suçuyla» Francoise Rapine'yi iki yıl, Ra­
hip Math iot'yu da yed i ay hapse mahkum etm iş
bulunuyor. Besancon mahkemes inden de başka
türlüsü beklenemezd i doğrusu .

85
Meselan in çözü münü bu emperya l ist zihni­
yetin mahkemelerinde a ramak naifliğ ini göster
meyen bizlere ise ü l kücü Fransız kızıyla yiğit
Fransız ra h i bin i uza ktan a l kışlamak düşüyor.
Çağ ımızın gidişi böyle tek tek yiğ itçe ve
insanca hareketleri s i l i p süpü ren bir menfaat
çığ ı na benzeti lebil ir.
« M i l l i menfaatlerimiz » , «devlet görüşü-
müz » , «amme selameti » , «büyüklerin arzusu » .
«politik icaplan> , « idari mü lahaza lar» . «siyasal
gidişimiz ba kı m ı ndan » , «görülen lüzum üzeri ne))
gibi form üllerin ard ı ndaki zihn iyet. her olayı vic­
dan ölçüsüne vurma huyundan bizi her gün bi­
raz daha uza klaştı rıyor.
insan toplumlarının ka l kı n ması, bu dar zih­
niyete ra kip Mathiot, üniversiteli Rapine gibi y i ­
ğitçe meydan okuyuşların çoğalması, d i renme­
si ile olaca ktır g i bime gel iyor.
Sen bu kanıda değ i l misin Devekuşu?
13 Nisan 1958

86
GENÇL i G i N Ü STÜNLÜGÜ

Şehrin en sev iyeli tiyatrosu, Genç Oyuncu­


lar Topl uluğu geçe n gün Pangaltı'daki lokai'le­
rinde, yirmi yaşında bir arkadaşları n ı n yazdığı
yerli oyunu oynad ı lar.
Bu topl uluğun güzel bir ödeti var Her oyun­
dan sonra , tıpk,ı a ntik tiyatro bayramlarında
ödet olduğu g i bi seyirci lerin oyu n hakkı nda ki fi­
kirleri n i açı kca öğrenmek istiyorlar. Bu seferki
tartışmada da genç yazarın oyu n u n u beğenen­
ler ve yeren ler çıktı. B u ndan tabii ne olabi l i r.
Oyu nu beğe nmeye n lerden biri yazarın yirmi ya­
şında olmasının hafifletici bir sebep olmadığ ını
savundu. Beni oyun kadar, belki oyundan da
çok düşünd üren bu iddia oldu Devekuşu.
Sence gençlik gercekten hafifleti ci bir se­
bep sayıla bilir mi, sayılmaz mı?
Diyeceksin ki eskiden beri . «En iyi roman
kırkında n , en iyi piyes de e l lisinden sonra ya­
zıl:ırıı diye birta kım iddialar vard ı . Oldum olas ı .
yaratma ka biliyeti i le yaş arasında b u n a benzer
bağlantılar a ra nagelmiştir. Doğru, okurları bi­
yografi lerde en çok ilgi lendiren nokta lardan bi­
ri, adı geçen insan ı n kaç yaşı nda olduğudur Bu
da doğru. Yaşayan bir yazarın başka bir yazar­
dan on yaş küçü k olması ka rşısı nda küçük ola­
n ı n bu on yıl içinde büyüğe yetişip geçme şan-

87
sını bir avantaj saymakta n, hele olgu nlaşsı n, şu
kadar yaş daha yaşasın, d ü nya görgüsü, i nsan
bilgisi, tecrübe stoku, yazma a l ışka n lığı, daha
gelişsin, kafası cok daha işleyip duyg u ları daha
deri nleşs i n baka l ı m o zaman neler yapa cak diye
ümitlenmekten kendimizi alamayız. Bütü n bun­
lar cok doğru. Genelik sadece bir başlang ıctır.
Gelecek yıllar, ümitler, imkônlarla doludur. Kim
i n kôr edebilir?
Ama biraz di kkat edersen göreceksin ki,
bunlar sade bat ı l ı sa natcı,lar icin doğru olan
şeylerdir. Bizimkiler i ci n , ne yazık ki, iş ta m ter­
s i ne tece l l i ed iyor. Türk sanatcısı icin ava nta j l ı
olan o l g u n l u k değ i l gencl i ktir.
Bug ünkü Tü rkiye'de sanat, batıdaki gibi
topl umun vazgeçil mez, onsuz ed i lemez bir mü­
essesesi midir, yoksa dostlar a l ışverişte görsün
misa l i , ayıp olmnsın diye müsamaha edi,le n bir
lüzumsuz l ü ks müdür? Acı ama şunu kabul et­
meliyiz k i . şu yoksul hayatı mız ortası nda H i lton
atmosferi ne kadar suni ve yaba ncı bir görünüş­
se, estetik değerlere sırt dönmüş bir menfaatler
cekişmesi ortası nda sanat da öylece bir zora ki
haya l , bir soyutlaşma, bir kendi kend i n i ka nd ı rış
olma kta n öteye gecemeyecektir. Ünlü bir düşü­
nürümüzün, Türkiye'de sanat ya pmaya ka l ka n
insan ları, karş ı ci nsten tatm i n göremeyip kendi
ke nd ine tatm i n araya n ci nsel sa pıkiara benzeti­
şi boşuna değiL
Bizde sanat topl u m u n org a n i k bü nyesin­
de sağlam yeri ni bulmuş bir faal iyet alanı ol­
madıkça birta kım naif dervişleri n kendi ara la­
rındaki gafil cırpı nışları olmaktan kurtulama-

88
yacaktır. Bu gibi pir aşkına mücadele ise kabul
edersin ki daha çok toyları n , gençleri n , körıdıır.
Yurdumuzda bu durum devam ettiği müddetçe
sanata gençl erden ve gene ruhlu ka lmış birkaç
yaşl ıdan başka heves l i ve hevesl i bulunamaya­
cağı aşikördı r.
Düşman ve ilgisiz bir çevrede bu işe devam
eden inatçılar ise akı ntıya karşı yüzenler gibi
er geç yııpranacak, her yıl cesaretleri n i . ideal le­
ri n i , diğerkômlıkların ı . a raştırma ve ca l ışma h ız­
ları n ı biraz daha yiti recek, açı kgözl üğün, yüze
gülücülüğün, politi kacıl ığın çok daha makbul
sayıldığı bütün parsayı bu hasletlerin toplad ığı
bir acaip değerler sisteminde. ya bu manasız
idealizmden büsbütün vazgeçmek, yahut da
işin ucuzuna çıidip soys uzleşma k zorunda kala­
caklardı r.
Bu ba kımda n . ben şahsen, yurdumuz reeli­
teleri içinde gençl iğin büyük bir ava nta j olduğu
kanaati ndeyi m .
Dünya n ı n her kültür memleketinde gençli­
ğin bir eksiklik ve toyl uğun, olgunl uğun ise mü­
kemmeliyete daha ya kmlığın bir tarifi sayılması­
na rağmen yurdumuzda bu gerçeği maalesef,
tersine çevirmek gerektiğine inananlardanıım .
Bütün toyluğuna, eksikliğine, acemiliğine
ra ğmen gençliğin h i ç deği lse bir zaman için kir­
lenmekten, aşınmakta n , masun kalacağına ve
iyi kötü ortaya cıka racağı eserlerle gerçek sa­
natın zirvesine cıkmasa bile, . h iç değilse yoluna
biraz yaklaşacağ ına i n a n ıyoru m .
Sanat a l a n ı n ı sözgelişi seçtim . Bu inancım
toplum hayatı m ızın her a la n ı için de doğrudur.

89
i nsanları yıldan yıla yı pratıp adi leştiren,
kendi carkma a l ı p manen yok eden bir aca i p
devra n i ç i n d e tükenip g idiyoruz.
Hic değilse sen i n böyle bir derd i n yok De­
vekuşu . Bi lsen bazen sana ne kadar gıpta edi­
yoru m.
2 0 Nisan 1958

90
Ç Ö PÇÜ LÜGÜ TERC i H EDEN ADAM

Sitem l i mektubunu aldım. Haksızsın Deve­


kuşu. Geçen hafta seni ihmal etm iş değ i l i m .
Mektu bumu c u m a g ü n ü h e r zamanki posta ile
sana gönderdim. Pazar günü eline varmayışı n ı n
sebebi herhalde, benim ihmalim değ il, postala­
rın (!) aksaklığıdır. Hele şu g ü nlerde postac ıla­
ra h ü kü metten ü n iforma dağıtıl ıyor. Netarnel i
mektu pları taşımak :stememelerini, tabii karşıla­
malı. O eline va rmayan geçen haftaki mektubu
başka bir vas ıto ile göndermek zoru nda kald ı m .
Gelelim ş i m d i bu hafta ki mahzursuz mektubu­
ma.
Geçen haftalar içinde Alma nya 'nın Offe n­
burg şehrinde ilgi çek ici bir mu hakeme görü l d ü .
Davacı : Topta ncı tüccar. Ya hudi Kurt
Li eser.
Dava l ı : Ortaokul öğ retmen i , Kurt Zind.
Bu iki K u rt'u birbiri ne d üş ü ren suc: Zind ' i n .
Lieser'e v e onun şahsı nda Ya hudiliği alenen
tahkiri.
Duruşmadan a nlaşıld ığına göre. Ya hudi
düşma n ı olan Zind konuşmalarında, hatta ders­
l erinde. bunu açı kca bel i rtmekten ce kinmezmiş.
Amirleri, öğrencileri ve öğ renci vel ileri ta rafın­
dan hiçbir şi kôyet uyand ırmayan bu hareket
tarzı. a ncak bir gece lokalinde tapta ncı tücca r
Lieser'i ve onun şahsında Ya hudil iği alenen

91
tahkire vard ıktan sonradır ki, mahkemeye inti­
kal etmiş.
Tan ı k olara k d i nlenen Zind'in öğrenci leri
el lerinden geldiği kadar hoca larını kurtarmaya
ve onun Yah ud i düşma n l ı ğ ı propagandası yaptı­
ğını gizlerneye ça lışmışlar.
Gece kul übündaki tanıklar ise Ya hudi top­
ta ncının şikôyetini destekleyici şahadette b u ·
lun muşlar. Hatta , «Tanrı H itler'in belası n ı ver­
sin ki sizin kökü nüzü kazıyamadııı ded iğini an­
latmışlar.
Buna rağmen davacı suçluyu affetmeye
hazır, eğer tarziye verirse . .
H ô k i m suçl uya soruyor:
«Tarziye verecek misin iz?»
Zind'in ceva bı kesin:
« Katiyel"!,» diyor. « Kendimi bildim bileli
inand ığım bir fi kri şimdi. h ü kümetin ratası de­
ğişti diye, inkôr edecek tıynette bir insan deği­
l i m . Ben . Hitler gelmeden önce de Yah udi düş­
manı idim. O devri l i p gittikten sonra da öyle
ka lacağ ım. Samimi kanaatimi değişti rmektense,
birçoklarının yaptığı g i b i , başka düşünüp baş­
ka kon uşmak küçüklüğüne düşmektense, öm­
rüm boyunca çöpçü l ü k etmeyi tercih ederi m . »
H ô k i m inatçı suçl u n u n bu d i renişi karşısın­
da günah benden gitti demiş. Alma nya 'nın he­
nüz küllenmek üzere olan bir yüzkarasını yeni­
den tazelerneye ka lkan Kurt Zinder'i n öğret­
men l i kten müebbeden aziine ve bir yııl da hapis
cazasıncı çaptı nlmasına karar vermiş.
Hôkim yerden göğe kadar adil ve h a k l ı .
Tapta ncı Y u h u d i tüccar da mağdur ve hak­
l�d ı r.

92
Irk a yrılı kiarına ve düşma n i ı kiarına yer
vermeyen yirminci yüzyılda fa nati k bir ırkçıl ığın
mü mess i l i olan Zinder ise el bette geri ve hak­
s ızd ır.
Ama her şeye rağmen elini vicda nına koy
ve söyl e Devekuşu.
Fi krinin, kanaati n i n sorumluluğunu erkek­
ce. mertce yüklenen, menfaati, mesleği, istikba­
l i pahasına en küçük tavize yanaşmayan Zind'in
bu hareketi ve tutumunda karakter bakımından
ibret a l ınacak bir şeyl er görmüyor musun?
Zora geli nce parti yeni leyen, iş ciddileşin­
ce tarziye veren, en küçük cıkara karşı dünya
görüşünü değiştiren olgun siyasi lerin Zind'in
m u ha keme önündeki bu eeladetine üç h ecel i k
bir i lave yapaca kları m u ha kkaktır: Enayi . . .
Belki bu mektup da e l i ne geçmez diye fazla
a h kôm cıkarmaya korkuyorum . Hoşça kal
Devekuşu.
4 Mayıs 1 958

93
NE EKERSEN . . .

Hikôyeyi biliyorsun: Dünya gazetesi sahip


ve yaza rları ndan Bay Bed ii Faik, Tekelanya
Cumhuriyet i adıyla mizahi bir roman yazm ış.
Gazete kaç zamandır bunun sosyal bir h iciv ola­
cağı n ı ilan edip d urdu . Ayrıca eserin özü , teması
hakkı nda okuyuculara fikir verd i . Bunlardan an­
l ıyoruz k i , y�zar, bi rçok mizahçı meslektaşının
başvurduğu bir yol tutturmuş, her şeyin bir par­
tinin tekel inde bulunduğu m u hayyel ve tota l i ­
ter bir Te kelanya ülkesi ni tasvir ve karikatürize
edip kandi toplumumuzun bazı aksa klıklorını
dol ayısıyla göstermek istemiş. Bizde aksak l ı k ­
t a n bol ne arars ı n . Aksaklıksa gazetec inin vel i­
ni meti, c>kmek parası. başl ıca sermayes idir.
isteyen buna dobra dobra parmak basar; iste­
yen de bu !şi dclambaçlı yoldan benzetmelerl e
im alar!a yapr:ır Buna kimse n i n ka rışmaması
gerekir.
Buraya kadar hepsi iyi hoş. Gel gör ki bir
karışan çıkmış işte . . . Romanın gazetede yayım­
l a nacağı q ü nden bir gece önce savcı, yaza rla
gazete n i n yaz ı işleri müd ürünü h uzuruna çağ ı ­
rıp, bir rivayete göre romanın basılmasını res­
men ya'3Clk etm iş. ama başka bir rivayete göre
de, sadece dostça ikazda bulunmuş, belki de
Bay Bedii Faik'in eski bir davasını hatırlayarak,

94
«Nenize laz ım, yine baş ı n ız derde giren> diye
ağabeyl ik etmiş, onu korumuş.
Yaza rın buna verd i ğ i ceva p koskoca bir,
« Hay hay» dır.
Sonra biliyorsun, romanın basılmasından
vazgec i l d i .
N e yazık ki b u paragrafa d a i y i hoş diye­
m iyoruz. Çünkü h i kôye n i n burası ne iyi, ne de
hoştur.
Savcının şiddeti, celadeti, sertl iği ne kadar
sindirci yahut ağabeyliği, i nsa n iyeti, i kazı ne
kadar sa mimi ol ursa olsun, yaza rın direnmesi,
kendini savunması, eserinde suc u nsuru bulun­
madığını iddia etmesi gerekmez m i idi? Neden­
se bu ya pılmamıştır.
Sadece, birkaç gün sonra Dünya Başyaza­
rı Falih Rıfkı Atay bu mesele ile ilgili bir başya­
zısında romanın Gü ney Amerika d i ktatörlü kleri­
n i hicvettiğ i yol unda bir müdafaa yapmıştır.
Ne ya lan söyleyeyi m Deve kuşu, yaza rın su­
suşu kada r Atay üsta d ı n bin dereden, bu ara ­
d a Gü ney Amerika 'dan su getirişi d e hic hoşu­
ma g itmed i .
Bence i nsan y a bir işe girişip sonunu geti r­
mel i , tevile, i n kôra sa pma malı ya da öyle bir
işe hic kal kmama,l ı , oturduğu yerde oturma l ı .
H e m ra hatına v e cıka rı na yapışmak, h e m d e
ucuzca, kolayca riske g i rmeden ka hraman ol­
mak. Nerde bu bol luk!
Gel istersen şimdi sana daha enterasan bir
h i kôye a n latayım:
Ben bir vakitler bugün Dü nya yazarı n ı n
düştüğü duruma düşen bir yazar ta nırım. O da
başka bir töhmet altında bıra kılmış, onun da

95
bir piyesi yasak edilip sah neden i nd i ri lm işti.
I şin t uhafı bir hayırhah vali de onun sırtını ok­
şayı p «an layış» göstermesini istemişti. Ne var
ki o, « hay hay» demedi. iste n i len anlayışı gös­
termedi. Sonuna kadar mücadele ett i . Ol mayın­
ca eseri n i cayır cayır bastırdı. ilk mücadelede
onu destekleyen Dü nya gazetesinin tiyatro eleş­
tirmecisi Adnan Benk o l muştu. Dünya 'da acı­
lan ka m pa nyaya za manla bütü n öbür gazeteler
de katıldı. Son unda va l i de birtakım karşı ted­
birler almak zorunda kaldı. iş, tam kıvamında
i ken bu işten i l k cayan, üste l i k de gazetesinde
bu kon uda tek kel ime dahi yayımianmasını men
eden tek patron kim oldu biHyor musun? Bu­
günkü Tekelanya kurba n ı Bay Bed i i Faik.
insan ne ekerse onu biçiyor, Devekuşu .
O zaman bana ya pılan bu oyu nbozanlığ ı n
hatırası n ı ben hafıza mdan çoktan sil m iştim .
Ama koderin şu acayip cilvesi o n u bana ister
istemez hatıriatmış oldu .
Sen yüreğ i m i bilirsin Devekuş u . . . Böyle ko­
n uşuyorum ya, yine de kalbirn kon uşturu l mayan
gazeteciden yanadır. Romanıı n ı n bir a n evvel ya­
yımlanmasını candan d i l iyoru m . Şahsen bu
uğurda onu nasıl deste klemek gereki rse des­
teklemeye bile hazırı m .
Kıssadan h isse:
Ortak dertlerim izde birbirimizi tutacak,
destekleyecek yerde a rkadan celmelemeye de­
vam edersek, hatırlar, gönül ler, küçük çıkarlar,
hesaplar uğruna birtakım haksızl ıklara tempo
tutarsa k, günün birinde o h a ksızlığın güm d iye
kendi başım ızda patiayacağ ı n ı u n utmaya l ı m .
1 8 Mayıs 1 958

96
PiLAV

Haziranın i l k haftas ı b i r bah çede toplanırı z


Deve kuşu.
Hazira n ı n ilk haftası bir kat daha çocukla-
ş ı rız.
Çünkü Ga latasaraylı normal hayatta da co­
cukluğunu bira kmayan, yaşlandığını kabul et­
meyen adamd ı r .. Saçları ağarmış, göbeği fırla­
mış. boynu t ıkızlaşmış, soluğu sıkiaşmış da ol­
sa o, kafasının ve ruh u n u n bir ta rafı i le , hôlô
mektep yaş ını sürd ü re n bir delikanlıdır.
Kerli ferl i , e l l i beşl i k bir Galatasarayl ı
umum müdür bir sokaktan gecerken ayağına
bir tOIJ gelmeye görsü n , h emen duru r, topu dü­
zeltir, pena ltı çeker, mahalle ta kımına korner
dersi vermeye kal ka r.
Ben ömrümde ihtiyar, yan i kend i n i bırak­
mış tek Ga latasaraylı görmed im.
Seksenindekinin gözü nde bile Galatasaray­
l ı l ı ğ ı n o muzip, o a laycı, o çapkın parıltısı zaman
zaman ça kıp sön er.

Haziranın i l k haftas ı o ba hçede toplanırız


Deve kuşu.
itiş ka kış. birbiri m ize ta kıl ış, çift kale, a ltı
okka, uzun eşek, bird i rb i r.
Vekilin afisi kapıya kada rdır.

97
Büyü k ed iplik bah çeden içerde sökmez.
Ordinaryüs eşiği aştı mı ortaokul 'Lal ebes i-
dir.
Büyükelçinin borusu sefaretinde öter.
Orgenera l sivil gelse çok daha iyi eder.
Taş yerinde ağır. Rütbeler, sıfa .lar, tavırlar,
böbürler l ütfen gardroba bırakıla. Aksi halde in­
sanı hemen h i zaya geti rirl er. H izaya geti rmek
Galatasarayl ı l ı ğ ı n şanmdandır. Daha yurtta de­
mokrasinin d'si yokken burada ne şehzadeler.
ne ekabirzadeler, a lay, dayak, yontula törpüle­
ne yola geti ri l m iş, adam edilm !şlerdir.

Haziranın ilk haftası o bahçede bir tambur


işitilir Devekuşu.
Biz, koca herifler, tambura uyar, ikişer iki­
şer konferans salonunu n yol unu tutarız.
Orada kü rsüye bir emekli büyü kelçi , bir es­
ki veki l , bir yeni vek i l . b i r gazeteci, bir idareci,
bir bilmem neci çıkarl a r.
Eldivenli emekli elçi daldığı tari h i teferrua­
tın içinden cıkamayarak, hoşsohbet gazeieci
hatıralarına tesirl i mübalağalar katıp yaldızlaya­
ra k, beri ki meclis retori ğ i nden a rta kalmış bir
sahne romantizmine başvura ra k. öbürü kuru iş­
adam ı üslubunu klişe n üktelerle süslemeye
kal karak aşağı yukarı hep aynı hatıraları anla­
tırlar:
Rah metl i müdür Sal i h Arif Beyden nasıl to­
kat yem iştim.
Yata khe neden resim sınıfına i p sarkıtıp na­
sıl kopye verd iydik.
Arka bahçedeki duva rdan kocarken nasıl
yakalandıydım.
98
Müd ürün evine giden muhal lebiyi iki arka ­
daş nasıl aşırm ı ştık.
Ama öyle na ifçe bir neşe, öyle sari bir hoş­
görürlük havası içindesindir ki, başka zama n
din lemeyeceğ i n bu martava liara sırıtık b i r bay­
ram çocuğu hevesiy,le g ü lersin, el çı rpa rsın.

Sonra yine tambur ça lar Devekuşu. Bu se­


fer i kişer i kişer, uslu uslu değ i l , yüz me .re tu­
lesi i le, bir pilav yarışıdır başlar. Yemekha neye
i l k vara n ı n işi elçabukluğu ile ya n ı ndakilerin ye­
meğini saklamaktır. Ma ksat g ülrnek eğlenmek
değ i l mi?
Yine kavga gürültü. Açı kgözleri n Iki ü ç,
bazen dört, sünepelerin de ancak yarım porsi­
yon yediği yemekten de kalkılır. Ağızlar kuru­
l a nara k abideye çelen k koymaya gidilir. Daha
doğrusu, toplu yürüyüş ka nunu cana m i n net bi­
l i n i p bu vazife genç izei lere devred i l ir.

işte her hazira n ı n i l k haLası böyle bir pilav


töreni yaşa rız Devekuşu.
Ama di kkat etmiş imdir h i çbir hazi ra nda
hiçbir Galatasarayl ının a kl ı na bir nefis muhase­
besi yapmak gelmez nedense.
Tevfi k Fi kret'i n konferans salonundaki
portresi her yıl kürsüye çıkan hatipiere hayret­
le ba kar, onlardan boşu na bir şeyler bekler gibi
gelir bana. Ama kimse ara l ı bile olmaz.
Kaçımız i l k gençlik çağ ında onun şiirleri ni
ilk okuduğumuz zama n k i tertemiz idea l izmi ta­
vında tutabildik. Hang i m iz Ahmet Sam i m gibi

99
bu yolda seve seve ölebildik. Kacımız akıntıya
karşı g itmekte. «doğru bildiğimiz bir yolda>> ,
« kendi Izierim ize basa basa » , «tek başımıza yü­
rü mek» te d i rend i k. Ve yine kacımız böylesi da­
ha işim ize geldiği icin bütü n bun ları ham bir
genel i k hü lyası sayıp, işin kolayına, cıka rına
kaydı'k. Kaç a ra baya binip kaç ayrı türkü çağ ı r­
dık. Kacı m ız bize bu catıda kutsal b i rer varl ı k
d iye öğretilen ilim zihn iyeti, fikir h ü rriyeti, tar­
tışmada sportmenlik uğruna savaştık. Kacımız
bunlara ucuzca iha net ettik.
B i r kelime ile, şimdi, kacımız duvardaki ül­
kücü müdürü n temiz gözleri ne utanmadan ba­
kabil iyoruz, kacımız bakam ıyoruz.
Pi lav gününün bu sathi ve aşırı g ü rü ltüsü­
n ü ben bi raz da bazılarımızın için icin duyduğu
bu sinsi vicdan azabı n ı g ü rü ltüde boğmak ihti­
yacında bu lur g i bi oluyoru m .
Böyle bir üzüntü duymak o n u g ü rü ltü için­
de boğ mak isternek de bir şeyd i r d iyece ksin.
Ona ne şüphe.
Sana her Galatasa rayl ının içinde bir m i ktar
o eski ideal ist gençl iği yaşar demem iş mi idim.
Bu kü çük azap dahi onun temizliğini gösterir.
Yine de ci"ımlemizin pilavı kutlu olsun.
8 Haziran 1958

100
ÇÜNKÜ . . .

Memur her a n işinden atılabi l i r.


Gazeteci her gün h apse g i rebilir.
Profesör her dakika vekôlet emrine a l ına­
bil ir.
Yarın ne olacağ ını kimse bilemez. Faal iyet
planını uzu n bir süreye göre ayarlayabilmek.
aile bütçes ini bugünkü d u rumuna göre tasarla­
yabilmek, a ncak mebus lara verg i . Hiç deği lse
onların dört y ı l l ı k dokunu lmazl ıkları var . . .
Yazarsan, tıkra larına boykot edild i , roman ı n
geri çevri ldi m i halin duman.
işada m ı isen döviz a lamadın, tahsisden fay­
daıla namad ın, ith a l at yaparnad ı n m ı . iflas kapı­
da . . .
Gazeteci isen kağıdın kesildi, ilanın kısıldı.
hakkında iki dava acıldı m ı . tamam.
Kol lamak zorundas ı n Devekuşu.
Hele «vira n olası h anede evladü aya l ıı varsa.
Hele rahat döşeğ ine, perh iz yemeğ i ne, ufak
tefek zevklerine fazlaca düş kü nsen.
Karın evhamlı ise ona acıyaca ksı n . Anan
hasta ise onu hesaba kataca ks ı n . Oğlun tahsil­
de ise verilen dövizin hatırını sayaca ksı n .
Bütçe ged iğini kapayan, k u m a r borçlarını
karşılayan küçü k ava nta:!ar. ek vazifelerin yüz­
suyu h ü rmeti ne a lttan a lacaksın. Şunun şura-

101
sında gelmiş gid iyorsu n . Biraz yaşamak da la­
zım değil mi beycağızım.
Hem böyle suyuna suyuna gider, hem de
tenhada, dostlar arasında, yine şecaat arz ede­
bilirsin. «Ah, ah, biliri m ben yapacağ ımı. Gel gör
ki boynum kıldan ince. Ailevi durumum iflahımı
kesiyor. Kendimi değil, onları düşünüyorum»
diye kahrama nlık kompleksine türlü teviHer ara­
yabil irsin.
Neden küçük cıkariara böyle onursuzca
susta duruyoruz.
Neden şahsiyetimizi bozu k para g i bi harct­
yoruz?
Neden böyle yapmaya nı, direneni, Don Ki­
şot, sivri a k ı l l ı sayıyoruz.
1- Karaktersizliğim izden, öd lekliğimizden,
yüreksizliğim izden,
2- Tembell iğimizden, kuvvetsizliğimizden.
kendim ize güvensizliğim izden.
En küçük. en haksız hötten si nişimiz kendi­
m ize g üvensizliğimizden. G üvensizl iğimiz ise ko­
raktersizliğimizden i leri gel iyor. Fasit bir daire . . .
Işinden ayrı l ı nca, m evki i nden düşünce, geli­
rinden olunca e l i ayağı titreylp teslim bayrağını
çeken. her tavizi. her tarziyeyi, her ü ltimato­
mu kabule hazır adam ömrü boyunca bu nasılsa
konduğu işine, mevki ine, geliri ne değ i l de sade­
ce kendine g üvenebilse idi. o işi. o mevkii, o ge­
liri veya benzerleri n i . s ı rf kendi azm i ve cal ış­
ması Be yeni baştan yaratabileceğine ina nsa idi.
yel kenlr:ıri böyle kolayca mayna eder m i idi
dersin?
O evdeki karı. o ihtiya r ana, o tahsildeki
oğu l haysiyetsizlik mahsulü böyle bir rahatı en

102
büyük mahrumiyatl erden daha üzücü bulsay­
dılar, vicdan rahatı lafı nı, kendi gözünde düş­
mernek kavramını, miadı geçmiş müzelik b i r ro­
man ağzı saymasaydı la r, tavize kayan kocayı,
eviadı ya da babayı affetmeyecek kadar ayıpla­
saydılar, o koca, o evlat. o baba, bu kadar dü­
şer. düşerken de bu derece pişkince sırıtabiıl i r
mi idi?
Teslimiyetimizin sucunu sade bir tarafa.
sindirme. korkutma politi kasına yüklern eyelim
Deve kuşu.
Bu kurşun lşliyorsa zırh ı mızın cürük olu­
şundan.
15 Haziran 1958

103
SON M i T i NGLER i N MANASI

Yum urta kapıya gelince, bıçak kemiğe da­


ya n ı nca, işler sarpa sa rınca bizden yavuzu yok
Devekuşu. Kü kremiş b i r arslan gibi bütün en­
gel leri devi ri r geçeriz o zaman .
Her memlekette her çeşitten bir sürü og­
renci gördüm. Üç yüz otuz gün dersleri serip
son otuz günkü humma l ı çal ışması ile bütün b i r
yılın avareliğini kapata b i len yalnız bizim m i l letin
gençleri idi.
Sistemsiz, taktiksiz, rastgele oynaya n , ama
milli on u ru n ba his konusu olduğu zorlu imtihan­
larda şa h l a n ı p coşarak bilgisizliği, idmansızlığı.
n efessizliği, ener!i ve heyeca n ı ile telafi edip ol­
mayacak galibiyetler kazanan yal nız bizim milli
takımlarımız olmuştur.
Ta rihte de böyle değil m i ? Kurtuluş Savaşı
yüzyıl boyu uyuyan hasta adamın gerektiği za­
man nasıl ca nlanabi leceğ ine, genera l inden eri ­
ne, ayd ın ından ı rgatına kadar çol uk çocuk, yaş­
l ı genç nasıl en olmayacakları oldurttuğuna şa­
hane örnek değil mi?
Va radıl ışımız böyle. Denebilir ki ta rihimiz
hep böyle şahlanıp sönüşlerin sön ü p şahlanış­
ların bir mün hcmisidir. işin kötüsü şu ki şah la n ­
dığımız za manki enerjiyi uzun b i r s ü reye yayıp
devam ettirmemişiz.

104
impa ratorl uklar kurmuşuz. sonra pisi pisine
kaptı rmıışız.
Bir za man dünyanın en teşkilatlı mi Meti i m i ­
şiz, sonra kırtasiyeciliğ i n en sunturlusuna dalıp
pusalayı şaşırmışız.
Şahlandığımız za man ka rşım ızda kimse du­
ramamış. gaflete dalı nca en pısı rık azınlıklar
ka nımızı sömürmüş.
Bu m izacım ıza rağ men bugün dünya üze­
rinde yaşayabiliyorsa k, bunu ha g itti, ha gid iyor
durumlarda qösterdiğimiz akıl a·l maz e nerjiye
ve mucizeye, silki nip d i ri l işlere borçluyuz.
Dünyada hiçbir m i l lette olmayan bu hasle­
timizle ne kada r övünsek yeri. Yeri ama, acaba
asıl ma rifet bu m u ders i n Devekuşu?
Yoksa kritik anlarda pariayıp sönen o ener­
jinin yarısı n ı değil, dörtte sekizde biri n i de de­
ğ i l . eliide birini daha baştan ama deva m lıı ama
i natla ama sistemli bir şekilde kullanmasını be­
cermek mi?
Bütün bunları sana ne vesile ile söylediğimi
o n la mışsı nr!ır.
Kıbrıs davası ndaki tutumumuz aynı mizac ı n
y e n i bir tezahürü değ i l mi? Kı brıs'ı n ka l leşçe
gürü ltüye getirilmek iste n mesi karşıs ı ndaki hak­
lı, asil, yiğit tepkimiz. hayli gee ka lmışa benze­
mez m;?
Daha başı ndan. yani Kıbrıs ingi ltere'ye
geçtiği g ünden itibaren bu davaya imanla. i nat­
la sa rılsa k. daha i l k gü n ü nden Kıbrıs'la i lgi mizi
hiç eksik etmesek, on yıllar boyunca bu hissi
daimi kültür bağ,ları. toplu konferans gezileri,
Kıbrıs gün leri ile ayakta tutsak bütün hariciye ve
basın ateşel i kleri teşkilatı mızia bu davayı yavaş

105
yavaş, sind ire sindire bütün dü nyaya tan ıtsok,
an latsak, acnba şu son m iting ierin elde edebile­
ceğ inden çok fazlasını, hem de kolayca elde
edemez mi idik dersin?
Kıbrıs ıiavasındaki tutumumuz umumi ve
kökleşm iş bir marazımızı n yeni bir tezah ü rü ol­
du Devekuşu: B i r davayı prensip meselesi hall­
ne gelirip d evamlı ve ısra rl ı bi r şekilde savuna­
mama eksiğimiz. Öyle o l masa devlet adamları­
mız bugün harici pol itika mızın bir numaralı me­
selesi olan Kı brıs davasını bir za manlar tıs ge­
çer, zorlandıkla rı zaman da «Kıbrıs meselesi di­
ye bir şey yoktur» d iye kesti rip atabi·l i rler mi idi?
Öyle olmasa, dün bu konuda m i l l etin h islerine
tercüman oldukları için takibata uğratıılan, hap­
se tıkılan g ençler, bug ü n miting yapmak için
kürsü başl arına çağrılır, dört ay suc sayılan
idea lizmleri bug ü n ta kdir ed i l ir, desteklenir ml
idi?
Kıbrıs davası Insan ha kları bakımından, dev­
ıe·bler h u ku k u bakımından, sağduyu ve insanlık
bakım ından Tü rkiye'n i n yüzde yüz haklı olduğu
bir davadır. Ama kabul et ki, bizim bu davadaki
tutumumuz her iki parti devrinde de bermutat
çok ihmalcl ve cok beceri ksizce olmuştur.
Sade hakl1ı olmak marifet değ i l , Devekuşu.
Marifet ha kkı n ı akıl l ıca korumasını, savun ma­
sını bilmek . . .
I şte bugün mll letçe bu ihmali ve beceri ksiz·
liği telafi için çabalayıp d u ruyoruz.
Z2 Haziran 1958

106
TRANSFERLER DIYARI

Fenerbahçe idareci leri ayarttıkıları Vefa ka­


lecisini eski kulübü geri alamasın diye Erdek'in
bir köyüne kacırm ışlar. Kaleciye adanan trans­
fer ücreti 3C bin Türk Lirası.
Karagümrüklüler, a l lem edip, kallem edip,
Galatasaray'ın soliçini kend ilerine mal etti ler.
Sol ice veri len transfer ücreti, 57 bin Türk Li­
rası. Başka bir kulübe g i rmek üzere olan Lef­
ter'i , kendi kulübü güc h a l ile kadrosunda muha­
faza edebildi. Lefter'i i kna ücreti, 20 bin peşin,
30 bin üç ta ksitle.
Istanbu lspor sağ içini Galatasaray'ın solbekl
lle takas ediyormuş.
Ada let yeni oyuncular satın alabilmek icin
beş oyucustmu arttırmaya cıkaracakmış.
Beykoz. Altaylı bilmem kime bilmem ne ka­
dar hin peşin, ne kadar yüz de, aylık teklif edi­
yormuş.
i dareciler avukat yazıhanelerinde, kumpas
kurup yen i cyu ncu ayartma peşinde Mene jer­
ler ayartılan ları köy kahvelerinde kordon altın­
da m uhafaza etmede.
i nsan bunları görd ükçe ister istemez eski
gün leri hatırl ıyor.
Hatırlar mısı nız, o tarihlerde maddeci zihni­
yet henüz spora girmemişti. Sporda da bir idea­
lizm, bir fa natik renk aşkı vardı.

107
Arkasını i ş Ba nkasına dayayan para ba­
bası Gü neş Kulübü ilk k u rulduğu zaman, Gala­
tasaray'ın as oyuncularını ilk defa para kuvve­
ti'(lle bu yeni kul übe apartmıştı.
Para peşi nde idea llerini feda eden bu tüc­
car sporcula ra biz Galatasaraylı olara k tam a ltı
yıl selam vermedik. Adamdan, sporcuda n say­
madık.
Onlar da bunu bir kara ktersizlik, döneklik,
i mkônsızlık saymış olmalıdır ki, kusurlarını bi­
lerek, başları yerde gezip d u rurla rdı. Maddi re­
fah babındaki kazançları, manevi prestij kaybı
yanında pek silik kaldı i d i .
Halbuki şimdikiler açık açık bağırıyorla r:
«Ben her şeyden önce profesyone l i m. Kim
daha arttı rırsa onun üstünde kalırım.»
Bu satı rlarla , satılığa çıkan. a rttırılan. ta­
kas edilen, karşı taraf kandırmasın diye bucak
bucak kaçırılan futbolcuları yerrnek istediğimi
sanma. Devekuşu. Böyle ucuz yüklenmeler ben­
den uzak ..
Hem ne yüzle. kime çatacaksın?
Futbolcular ve idareci leri, yukanki cümle­
lerdeki kulüp adlarını parti, sporcu adlarını da
politikacı adları ile değ iştirseler, siyaset alanı­
na a kta rılan bu acı g e rçeğe itiraz edebi l i r mi
i dik?
Siyaset piyasamız d a b i r vekôlet, b i r me­
busluk, bi r idare aza l ı ğ ı , b i r komi syon üyeliği,
b i r borç affı karşılığı ayartıl1p transfer edilen
menfaat düşkünü dönek profesyonel lerle dol u
değ i l_ m i ?
Bu kerl iferl i , sözü mona şahsiyet ve sosyal
mevki sahibi koskoca yaşlı başlı adamlara çat-

108
maz. catamaz, gördüğü m üz yerde başımızı ce­
viremezken . şimdi öcümüzü şu toy ve basit co­
cuklardan mı al maya kal kacağız?
Biz, topyekun bir transfer memleketiyiz De­
vekuşu. Sporda. siyasette . sanatta. ahlakta .
Durum hep ayn ı .
Sade paralar değişiyor.
13 Temmuz 1 958

109
ÖNÜNÜ ARDIN I GÖZETMEK

Batı di!inde centi lmen, Türkcemizde ise ce�


lebi, efendi denen insanı. iki aya klıdan ayıran
başlıca özAllik sence nedir bilmem ama. bence
her şeyden önce fren l i olabilmektir.
Beklenmedik, nahoş. menfaatine aykırı bir
olay karşısı nda kültürlü kültürsüz her insanın ilk
andaki atavik tepkisi aynı olur. Eski ler buna
«sademeyi ulöyi» derlerd i . « i lk şok» eskilere gö�
re. «bir i nsandan ne münasebetsiz hal sadir
olursa işte musibetin i nsana ilk carptığı o neta�
meli anda olur Sademeyi ulöyi geçi rdi kten son�
ra kan ı n geleyanı kesbi sükunet ederek artık
vücudül i nsanda tedbir yine a kl ı n eline geçer de
masiahat olunur gider. Sabır sademeyi ulöda,
yani aklın i şten tedbirden el cek . iği sırada ıla�
zımdır ki, akıl sızlıkla yapılan bir şeyi n maza rra�
tından insan kendini vi kaye etm iş olsun, son�
radan onu tamiri hal için kendi n i sıkıntıya koş�
masın.»
Atalarımızın davra n ışını düzenl eyen n ice
hadisl eri n, atasözleri n i n , manzum öğütlerin bir
haylisi bu kon udadır.
«Insanın hayırl ısı pek geç gazaba gelip pek
çabuk geçirendir.»
Bir Hadis:
« Hiddet ettiğin izde kaim iseniz oturu n» di-

110
yor. «Gaza bınız bu tedbirle dahi za i l olmazsa
o zaman yan üstün yatın.»
Kimin yazdığını u n uttuğum şu beyit de ne
açı ktır:
Oniin ardın gözet. fikri dakik et, onda bir söyle
Oğii:me ağzına her ne gelirse asıyap asa (değir-
men gibi)_
Bugü n ü n ilim dili d e bu «Sademeyi ulô»
prensibini sa�ece des�ekl iyor.
Kiiltürlii, terbiyeli. tedbirl i , soğukkanlı dedl­
.ğimiz i nsan işte bu ilk atavik şoku hatasız gaf­
sızca geçişti rip teh like karşısında aklını. mantı­
ğını harekete geçiren i nsandır. Sıra adamı Ise
ilk şokta paniğe kapılan. ana avrat g i rişen. freni
patlamış bir otobüs gibi oraya buraya bindiren.
çok sonra aklı başına oturu nca da kırdığı sayı­
sız potlara . devirdiği koca camiara hayıfla nan
ya ratıktır.
Kendine hôkim olma, diline fren koyma her
medeni Insandan beklenen bir hasrettir ya. bunu
bir m i lletin m u kadderatı na tesir edecek d u ru m ­
da ve sorum luluğu nda o l a n devlet adamların­
da n daha da büyü k ölçüde beklemek gerekir.
Devlet adamı herkesten daha ölçü lü. frenleri
herkesten kuvvetli. kendine herkesten hôkim
bir kişi olmak zorundadır. Burnundan kı'l aldır­
maya n, ata k. sinirli, esereği cinli. heyheyli kim­
selerin devlet adamı kabul m uayenesinde lik
ağ ızda clirüğe çıkmaları gerekir.
Hele bu devlet adamı harlciyeci ise her sö­
zünü yedi kere değil, on yedi kere tartma k, önü­
nü a rdını gözetmek zorundadır.
Hariciyeciliğin «Olduğundan » . «bulunduğun­
dan» ları sırarayıp bir saat konuştuğu halde yine

111
de hiçbir şey söylemem iş olmak sanati olduğu­
n u iddia edenler şüphesiz bir kariketür aşırılı­
ğına düşmektedi rler. Ha riciyecilik elbette ki bu
değ i ld i r. Ama herhalde o n keli mede dokuz cam
devi rmek de h i ç değ ildir.
isterse üçüncü kôti p olsun, herhangi b i r
hariciyec iliğin başka b i r memlekette ki beklen­
med i k bir olay karşısındaki gazabı, Cibali Kara­
kolu komiserinin huzuruna geti ri lmiş bir sabıka­
l ıya çı kışması nevinden olamaz. Olmamalıdır.
Bir hariciyeci hiçbir zaman, hatta harp halin­
de bile ağzı n ı boza maz. Çünkü frensizliğinin ce­
zasını kendı değ i l m i lleti çeker. Bunla rı n iye mi
yazıyoru m . Devlet adamı yetiştiren Siyasa l Bil­
g i ler Okuluna, öğrenci, Hariciye Ve kôletine de
müsa b(]ka i le genç adaylar a l ı nacağı şu mev­
sim bütün bu gerçekleri sana b i r kere daha ha­
tırlatma kta fayda gördüm de ondan . .
Başka d a h a nasılsın. Boğaz da b u yaz hayli
rüzgôrlı geçiyc r. Haberi n va r mı?
Yeni I rak Hü kümetini de ta nıdık artık.
Hayırlı olsu n .
3 Ağustos 1958

J1.2
BRÜKSEL'DEN SEVGiLER

Her m i ! let. kendi pavyonunun en görü nür


yerine kond urd u ğu bir panoda Nobel kazanmış
i l i m ve sanot adamları n ı n büyütü l müş portre le­
rini teşhi r ed iyor. Haklı bi r övünc.
Bizim pavyonun g i ri ş kapısı yanında da bir
pano var: Ortasına tek g özlüğü i le Abdülhak Ha­
mit'in bir fotoğrafı n ı koymuşlar. Etrafına da Do­
ğan Kardeşin yayı m lad ı ğ ı , Türk ed i pleri n i n kart­
postalları n ı .
Gelen geçen. « Ki m bun lar?» d iye soruyor.

Türk pavyonunda ilk merhabalaştığ ı m zat


sivil pol ismiş. Biraz ötede uzun boylu, nazik,
yakışıklı bir gene. «Hoş geldiniz» dedi. Kon u­
şunca anladım ki, o da emniyet amiri . Biz konu­
şurker. yan ı m ıza başka biri geld i . Emniyet ami­
rine, «0 meseleyi hallettim şef ded i » . A, ücün­
cü polis. Allah bi lir hasteslerden biri de kad ı n
polisti.

Ameri ka pavyon u . i nsanoğluna bir kat da­


ha konfor kazandırmaya ca!ışan buluşları n .
a letlerin meşheri.
Hele «Ramac» adlıı otomatik bir makine
var. isa'n ı n doğuşundan beri bütün tarihi olay­
ları on d i l üzeri nden cevapland ırıyor.

113
Ö yle b i r makine ki, buraya gelse Faruk Ye­
ner'in «Bilen kazan ıyor» progra mlarında bütün
21 puanları top lar, redyoda firma lara top attırı r.
Biraz terietmek icin makineye güc b i r sual
sordum: 29 Mayıs 1453'te ne olduğunu I laiyon­
ca cevaplandırsın, dedim.
Birtakım çarkları n dönmesinden, ışıkların
yan ı p sönmesinden anladık ki, makine düşün­
meye haşl ıyor. Bir a ra d u ru r gibi oldu . Tam ton­
gaye bastıırd ı m d iye ü mitleniyordu m ki, otoma­
tik cevap kôğ ıdını uzattı lar:
« i sta nbul'un Türkler tarafı ndan fethi �
..

Sevi ndim. Ö vündüm.


«Siz Türk müsünüz?» d iye sordu.
« Evet.» dedim.
O maki neyi ben bul muşum gibi kaba ra ko­
bora orada n uza klaştım.

Biraz ötede de başka bir makine var. Ame­


rika seeim lerinde kullanıla n otomatik oy maki­
neleri. Beğendi ğ i n adayın ya n ı ndaki düğmeye
basınca, tartı makinelerindeki g ib i küçük b i r co·
nağa oyu n yazı lmış ola ra k düşüveriyor.
B!rkac kere dened i m : Mükemmel.
Boş bulunup,
« Peki ama» dedim, «Bu oyu n sandıkta be­
nim yazd ığım şekilde kalacağını garanti leyen
başka b i r icad ın ız yok m u?»
Hayretle yüzüme baktılar.
Kim olduğumu soracaklar d iye oradan na­
sıl kactığımı tah m i n edersin.
Brükael, 3 1 Ağustos 1 958

114
HAF i FLET i CI SEBEPLER

Okudun m u bilmem. Gece bekçisini kafası�


na vurmak suretiyle taammüden öldüren dev
katil Hasan Kôhyaoğ l u d u ruşmasında şöyle de�
m iş:
« Dü nya Kil iseler B i rl i ğ i bana ü ç yıldır yap­
tığı yardımı kesi nce sebebini sordum. 'Sen
Türk as�llısın. onun icin sana yardımda bulun­
mayacağız' d iye ben i kovdular. Bir ev yaptıra­
caktım. Param yoktu . Onun üzerin e ben de bu­
rayı soymaya kara r verd i m . Kasayı kırıp parayı
tam alıp kacıyordum k i , önüme biri çıkt ı . Ben
bunu orada bulunan bir Rus sanarak kafasına
kazma i l e vurdum. Bu kadarı n ı hatı rlıyorum . Be­
ş i ktaş'a gidince el bisemdeki kan lekeleri n i gör­
düm. Bir cinayet i şledi ğ i m i o zaman anladım.»
Haklı adam . . . üc yıldır heleşten aldığı pa­
rayı kesiyorlar. Sonra da utanmadan «Sen Türk
asıllısın, ondan kest i k» d iyorlar. Nası l ayranı ka­
barmasın. M i l l i hisleri nasıl geleya na gelmesin .
Ba ksa na, fukara ev d e yaptı raca kmış. Elbette
soyar gôvurun kasasını. Orayı soymasın da
darphaneyi m i soysun. Kasayı kırıp parayı alıp
güzel güzel giderken n e vardı önüne di kilecek.
Ecel ine susamak derler buna. Hasan Kôhyaoğ l u
b e l k i o n u sadece i t i p g eçecek, a m a Urus sanı­
yar karşısındakini. Türk olsa hic vurur mu. Ama

115
U rus u fırsat d üşmüşken temizleme l i . . . i nd i riyor
baltayı.
Hey koca Hasan. Vatan sana m i n nettard ı r.
Hassas adam milliyetperver adam. o kadar
kendi nden geçmiş ki, yakasındaki ka nları ancak
Beşiktaş'ta fark ediyor.
Bereket ki Türk hôkim leri böyle demagoj iye
pabuc bırakmıyorlar.
Ya maazallah h uzurlarına çıkan öbür suc­
l u lar da Hasan Kôhyaoğ lu'nun yol u ndan gidip
şu yolda müdataalar yapsalar, halimiz nice
ol urdu.
«Bankanın idare meclisinden aldığım ayl ı k
son günlerde kesi l m işti . Sebebini sord u k d a dü­
şen vekilierden biri n i n adamı olduğumu söyle­
yerek hakaret ettiler. O s ı rada karım da aksi
gibi kürk istiyordu. Aldı ğ ı m avansların senetle­
ri n i muhasehecinin cekmecesi nden aşırıp imha
etmek üzere idim ki, içeri Ahmet g i rdi. Ahmet
bi rkoc ışiiri solcu bir derg ide çıkmış, üstelik ban­
ka kentininin yemekleri n i beğenmeyen ihtilalci
m izaclı bir adamdır. Kaptığım gibi iskem leyi ko­
tasına gecirdim. Kendime geldiğimde yerde
cansız yatıyordu.»
Ya hut:
«Soka k�a ta nıştığım iki gene kız kütüpha­
nemi görmek isted il er. Eve g ittik. Banyo yaptık.
Nasıl olsa bir basın toplantısı yapıp bana iftira
atacakları n ı düşünerek bari boş yere töhmet
altıı nda kal mayayım dedim. Kend ime geldiğ imde
iş işten geçmişti.»
Ya hut·
«Calıştığım şi rket döviz kaçakçılığı yapı­
yordu. Üstel i k müdür muav i n i bir ra kı masasın-

116
da büyü kleri m ize de sövm üştü . Buna kızarak . . . »
Yah ut:
«Baca nağ ımı karımla gizli bir lokalde baş
başa ya kalad ı m . G eçen devre Ba l ı kesi r'den
Ha lk Pa rtisi adayı olduğunu da hatıriayı nca ta­
bancama sarıl ıp . . . »
Ve n ihayet:
« Bakkal Ta naş borcunu istedi. Ay sonu ol­
duğu icin beklemesi n i söyled im. Ağ,ız dalaşına
başladık. Ben, ' Kıbrıs Tü rktür' dedim. O aksini
iddia etti . Tepem iyiden iyiye atmıştı. Kundu­
racı bıcağ ı m ı cıka rdığ ı m ı hatı rl ıyoru m. Gerisini
bilmiyorum.»
Şaka bir ya na, öy le bir demagoji havası
i çi nde yaşıyoruz ki dev katil Hasa n Kôhyaoğl u
b i l e iki para l ı k aklı ile bundan faydalanmaya
kalkıyor
Ne demeli.
2 1 Eylül 1958

117
GOLE GI DEN! BICMEK

Toplumu muzda en sevilen, en Ilgi çeken


konu futbo l .
Başka yaz·ılara karşı hasis davranan gaze­
teler ona koca sayfal a r ayı rıyorlar. Herkesi n a k­
l ı nda futbol , dmnde futbol .
Baksanıza Mecl is I kinci Başka n ı mız bile
Macarları futbolde yenişimizi Lunik ll'nin aya
varışı i l e b i r tuttu. Ne denir.
Onun icin kusura kalmayı n , ben de bu h af­
taki yazımın başlığını futbolden a l d ı m . Demek
istediğimi futbol dil ine çevirip söyleyeceğim.
Sin i rl enmemek icin maca seyrek gidiyoru m .
Gidi nce de va Lefter'i . ya Metln'i seyretmeliyim .
Ha ngi alanda olursa ols u n , u sta,l ığına hayranım.
Ben Zekiler, Bekirler, N ihatları da gördüm. Bi­
zim Lefter 'ıir yana , şu M etin kadar kafası na
vücuduna ayağ ına egemen başka Türk futbolcu
tan ı m ıyorum .
Boş duru rken bile n e yaman oyu ncu oldu­
ğunu bel l i edivor, bir d e ayağına top geçti mi
doğru gole gidiyor.
Ama di kkat ettim, her seferinde de geçtiği
oyu ncular tarafı ndan beline sarı lanara k d u rdu­
ruluyor, fau l l e kesil iyor, celme ile yıkıl ıyor, ya
da tel<me l l e hicil iyor. Mayamız bu: Ustal ı kta,
hünerde kaybedince gelsin zorba l ı k . kal l eş l i k.
Gazetede okudum, geçen hafta da çocuğu

118
has�anel i k etmişler. Görü rsünüz gunun b i ri nde
sa katlayıp hiç oynayamaya ca k d u ru ma da geti­
ri rler. Spordan bezd i ri rl er. Usta lıOa, üstünl üOe
tahammülümüz yok. M i l l i takım zayıf düşenniş
kimin umuru . . .
Meti n'in kaderi ile orta k, her alanda nice
Metinl9rimiz var. Onlar da, işleri n i n eh l i . usta
oldukla rı içın küçük cıkar esnafla rı ta rafından
biçildiler bicil iyorlar. Er alanında yenilerneyi n­
ce sinsice hesaplar, tilkice tuzaklario a rkadan
eelmelen iyorla r.
Toplu mu muzda işinin ehli olmanın. ustalı­
Oc varmanın. aOzı ile kuş tutmanın deOeri pek
kalmadı dostları m .
Şirret. sinsi, mugalatacı, iki yüzlü pol itikacı
olmadan hiçbir alanda artık kolay tutanomazsı-
nız.
Çevremiz gizli fau l le r, açık fau l lerle dolu.
Ha kem d iye bak ı n ıyoruz. Ortada hakem
kalmamış.
Bilmem dediOiml a nlatabildim mi?
4 ftlm 1 !59

119
BAYRAK ADA MLARl MlZ

Hü rriyet Partisi i ktidarı alt etmek içi n öbür


partilere yeni bir tekl if ya pmış: Birleşmek.
Bu yeni bir keşif olmasa gerek. Geçen se­
çim lerden önce de böyle bir teklif Mil let Parti­
sinden gelmişti. Ada larda. Taşlı klarda buluşul­
du. Hararetl i demeçler verild i . Hatta belki kuru­
lacak ko binede vazife taksimi bile ya pıldı. Ama
sonunda i ktidar partis i bu şeki lde bir cephe
ku rmayı muvazaa soyacağ ı n ı bildirip meclisten
ale lacele cıka rdığı bir kanunla işi önled i .
Yurtta m uha l iflerin sayısı m uvafıklardan aş­
kın olmasına rağmen i kt idar yine iktidarda ka ldı.
Asl ı nda demokratik bir re j i mde muhalif par­
tilerin bir seçim kampanyası boyu, ya da daha
uzun zaman anlaşıp ortak bir cephe kurdu kları
sık sık görü len şeylerdendir. Orada buna kanuni
engeJ.Jer ya ratıl maz. Bir vakitler Fransa'da Sos­
ya l istlerin önaya k old ukl ari . bütü n solcu part i le­
ri içine alan Halk Cephesi. seei m i bu yolla ka­
zanmış. Leon Blum'un ku rd uğu Halk Cephesi
Hükümeti. Fransa'yı yıllarca bu a nlayışla idare
etmişti.
Ama orası ora, burası bura. Sade bugün
değ i l , i smet Paşa zama n ı nda da bizim demek­
rasi m izle Avrupa demokrasisi arasında daima
bazı büyü k fa rklar olagelmiştir. Bize çok tabii
gelen , ama Avru pa l ıyı hayretler içinde bırakan

120
bu fa rklardan biri , mesela, bizim demokrasi­
m izde kralcı ve solcu partilerin kurulamaması
keyfiyetidir. Biz bize benzeriz fe hvas ınca de­
mokrasimizi de> kendimize benzettiği mize göre,
bu usulsüzlü l<lere fazla şaşmamak gerek.
Her neyse . Kan unen böyle bir ortak cephe­
ye müsaadP ed i l mediğ i n e göre muhalif çevreler
şimr:li IJil hassa iki fikir üzerinde duruyorlarmış:
1
- Bütün parti·lerin kendileri n i feshedip
yeni bir parti !ıalinde birleşmeleri.
2
- Ö bür üc pa rtinin kendilerini feshed i p
CHP çatısı a ltında toplanmaları.
Onlar bu konu üzerinde ta rtışedururken el­
bet iktidar da bu yen i teşebbüsleri nasıl önleye­
ceğ i n i araştırıp durma ktad ır. Her iki tarafı da bu
gayretleriyle baş başa bırakıp tarafsız bir va­
tandaş olarak sana kendi fikri m i açı klayayım mı
Devekuşu?
Ben bu yen i hamlen i n de cıkar yol olmadı­
ğ ına inan ıyoru m .
Neden d iyeceksin. Prensipler bir yana i t i l i p
de, iktidar, ne pahasına olursa olsun i ktidar ar­
zulanırsa o işten hayır ç ı kmaz da onda n . Fran­
sa'daki Halk Cephesi iyi kötü aynı prensipteki
partilerin birleşmP.si idi. Bizde ise M i l let Pa rtisi
ile CH P gibi iki ayrı kutbu secim bir araya geti­
riyor. ya h ut getirmek istiyor. Eğer programların,
u mdelerin bir değeri varsa böyle bir şey i mkan­
s ızd ı r. Zihniyet ba kımından, hatta Demokrat
Parti nin CMP. yahut Demokrat Pa rtinin CHP ile
birleşmesi bile mantığa bu i l k örnek kadar aykı­
rı dağ i ldir denebi lir.
Hadi bunlar da bir yana. i si mleri geçen, ye­
ni başkanlar üze rinde şöyle bir d üşünmek bile

121
bu işin ne kadar sakat b i r yolda olduğunu gös­
termeye yeter. Yeni cepheye yahut pa rtiye bay­
ra k olaca k isimler a rasında Rauf Orbay, Reşat
Nihat Belger, ve F . K. Gökay'ın adları geçiyor.
Rauf Orbay, muvafık muhalif. her Türkün.
vata nperverl iği ne, karakteri ne, i nandığı !htiras­
sız. olgun ve tamamen tarafsız bir m ü kemmel
i nsandır. Ama türl ü ihtirası n, küçü k hesapların
mu hatabı olaca k bir acaip ve m uhata ra l ı mev­
kii, prensipsiziikten başka bariz b i r prensibi ol­
mayacak bir parti n i n liderliğ i n i alacağ ı n ı h i ç
sanmıyoru m. Adı n ı a n a n l a r h erhalde o n u n b ü ­
yü k prest i j i n i reklam gibi kullanmak isteyenler­
d i r. Onun m uhterem a d ı n ı kon umuzun dışı nda
bırakıp, öbür iki isme geli nce, bunlardan biri­
n i n adına bugüne kadar yurdum uzda kurulmuş
siyasi parti lerin çoğ u n u n üye l istesinde rastla­
yabi!irsin. Korn i l b i r insan olmasına rağ men
herhalde siyasi prensip bakımından çok titiz
olduğu iddia edi l emez. Üçüncüsü ise cevval
zekôsı na, geniş kültürü n e rağmen kü rsüsünü
siyasete feda etmiş, her i ktidarla hoş geci nmiş.
her i ktidara. « i şte i stanbul paşam» demiş, ye­
ri nde kalabilmek için b i r i l i m adam ının tenezzül
etmeyeceği tavizlerde bulunmuş. ancak men­
kup olunca, büi.ün bunlar u n utulup şimdi b i r koz
sanılmaya başlanmış b i r sevimli, ama herhalde
idealizmden çok oportün izme daha ya kın bir zat­
tır.
Beğenmedi kleri i ktidarı n karşısına yine o
i ktidarın gön ü l l ü h izmet karı olmuş b i ri i l e cık­
manın sokarl ı ğ ı n ı o nlayamayacak bi r top l u l u k
nası l b i z i m itimadımızı kaza nabi l i r.
Ama , belki de, b i r g ü n orda n öbür gün bur-

122
dan olan i nsan ları ne oradan, ne buradan olan
bir parti n i n başına en uygun lider saym ış ola­
caklard ı r.
Ben bütün bunları daha çok asıl ciddi tasa­
rıları örtrnek için ortaya atılmış birer şa ka balo­
nu saymak tarafl ısıyım. Aksi halde bu, mantığı
ve hafızası yerinde tarafsız vata ndaşiara büyük
bir ha karet onları bir h i çe sayış olurdu.
Bil iyorum. Beni d i n l e rken bıyı k altından gü­
ler gibi olduğunu da seziyorum .
Eski Halk Parti l i leri n koyu Demokrat, eski
Demokratların koyu H a l k Pa rtili olabild iği aydın­
larının, siyasileri n i n çoğ u yarı gafil, seçmenle­
ri n i n büyü k kısmı unutkan bir topl umun kördö­
vüşü içinde, varsın muhalefet cephesinin baş­
kanı da bu kıratta insanlardan olsun d iyorsun.
Haklısın. Nemiz doğru ki, bu iş eğri olacak.
Biz gerçekten her şeyimizle ya l n ız kendi­
m ize benziyoruz Deve kuşu.
12 Ek im 1 958

123
BAŞLARKEN

Ziya Paşa iyi ki o lafı etmiş. Artık kime taş


atı lsa kendini meyveli ağaç sanıyor.
Taş ya lnız draht-ı meyvedar üzre mi atı l ı r?
Küçü k olmak şartıyla bazen cama da atı l ı r.
Sevg ili, yatağ·ı ndan ka lkıp pencereye gelsin di­
ye . . .
Sonra taş ci rkefe d e atı l ı r, esma etrafa
sıcratılır. Böyle taşla rla kurutu lan nice bata k l ı k­
lar bil irim.
Sırca köşkte oturan başkaları n ı taşlarno kta
elbette i htiyatlı olma l ı .
Çok şükür böyle bir engelim yok; olmadı
da . . . Ama yine de taşlamaktan h oşla nma m .
Arada b i r estikce yazacağ ı m şu köşede, ol­
sa olsa bazı zihn iyetieri -kişilerle işim yok­
tiye alaca ğ ı m .
Tiye a l mak, hep bildiğiniz gibi, bir bahriye
tabiridir. Bir tilonun öbür filodan çabuk davra­
nıp önünü kesmesi, T harfinin üst çatısı şeklin­
de yolunu kesip ateş a çmasına denir.
Gelgelelim öyle bir devirde yaşıyoruz ki,
zihn iyetieri bile Ti'ye a l ma k netameli.
Böyle zamanda m izah dergisi cı karan Se­
m i h 'le Ferruh'a doğrusu şaşıyorum . Ne iyimser
çocuklar.
Miza h , artık bu d iyordan göceceğe benzi­
yor. Halbuki vaktiyle d ü nyan ı n en n ü kte seven,

124
kendi kendisiyle en alay eden m i l letleri nden bi­
ri de bizd i k. işte Bektaşi fıkraları. Hoca Nasret­
tin, Bekri Mustafa. ineili Çavuş.
Mizah. karanlık gü n leri n ışığı, ümitsiz anla­
rı n güneşidir. M iza h ma nevi bir müshildir. Sıh­
hatli bir boşalma.
Atatürk. sanatsız m i l leti anadamarlar·ı kop­
muş bir uzviyete benzetmişt i . Doğru. Hele m izo­
h ı baltaianmış m i l let. kanadı kopmuş kuşa. ya
da mumu sönmüş fenere benzer.
Ben devlet ada m ı olsam. i nsanları cesaret­
lendirrnek icin m izah. karamsarları uya ndırmak
icin mizah. ahiokı düzeltmek icin mizah. hata­
lara. i htiraslara ayna tutmak icin m izah. yaşayı­
şı monotonlukta n kurta rmak için mizah. muha­
lefete. düşmana kızıp yorgan yakmamak icin
mizah. kendi kendime. olaylara karşı mesafe
kazan ıp serin kanla sıh hatl i ve özg ü r düşüne­
bilmek icin. bol bol bütün stokları m ı piyasaya
döküp, m izah kullan ı rd ı m .
Patron olsam, gündelik gazeteleri n i l k say­
faları nı. başmakale. haber vs . yerine karikatürle
doldu ru rdum.
Vali olsam. komedi. sosyal h iciv oynayan
tiyatrolam sübvansiyon verirdim.
M izahı geniş memlekette öc. kin, kardeş
kavgası g i bi kompleksler dikiş tutturamaz.
Bir kahkaha sisleri dağıtı r. ya n l ış i nsanları
h izaya getiri r. topl umu adam ediverir.
Aman mizahı boğmaya lım beyler.
Bilakis. elimizdeki bu yaman devadan ala­
bildiğine fayd alanmaya baka lım.
18 Ekim 1958

125
KÖ PRÜ

Modern tıbbı n son ihtiyaçlarına göre teçhiz


edilmiş tek hastanem iz yok. kalkmış b i rtakım
kışlavari yapıları n kapısına hastane levhası as­
mayı marifet sayıyoruz.
Ö zg ür düşünebilen, batılıı ayd ı n seviyesin­
de yüz i nsanımız yok, tutup okuma yazma bilir
sayısının istatistik a rtışı i l e böbürleniyoruz.
Kal iteleri n i n seviyeleri n i n on yıl öneeye kı­
yasla ne kadar d üştüğ ü n ü n farkı nda değil iz, ga­
zetelerin yükselen tirajı i l e kurul uyoruz.
Devri mleri n i , ideal lerini yolup kuşa cevird i k.
sonra utanmadan her 1 0 Kasım Atatürk'ü n kab­
rine huşu i l e celenk koyuyoruz.
Gururumuz: Güreşciler.
M üziğ imiz· Ma nolya .
Edebi övü ncümüz: Sahibini Arayan Kad ı n.
Düşünürl erimiz: Vaizler. beş vakit namazı n-
da fıkra yazarları.
Akademik tartışmam ız: Kuran'ın Türkçe ya­
:zıı lması caiz m i . değ i l m i ?
G ü n l ü k konumuz: Karagümrük Fenerbah-
çe macı.
i kti sadiyatı mız: Amerikan yardımı.
Demokrasimiz: Post kavgası.
I c pol itikamız: Partiden partiye tra nsfer.
Dinimiz iman ımız: M enfaat, m evki para ya
da tevekkül, beddua .
126
Sonra da Boğaz'a k u rulacak köprü Asya'yı
Avrupa'ya bağlayacakmış. Laf . .
Bu g idişle olsa o l s a Asya i l e Afrika'yı bağ-
�cı r.
26 Ekim 1958

121
BiR HATIRA

Miza h ı n topl umdaki rol ünü belirtmeye çalı­


şan yazı m, «Bir dokun bin ah işit» fehvasınca
bazı okuyucularımı harekete g etirdi.
Geçen hafta bu konuda çeşitli mektuplar
aldım. Bazı te!efon dertleşmelerine muhatap ol­
dum.
Bunl ardan biri. Fransız gazeteleri n i n , reisi­
cumhurları n ı . ayan reisi eri ni bile nası l gülünç­
l eştirdiğini söyierke n . bir başkası 1 936 yılı nda
sevilen ve sayılan bir başvekilken Leon Blum'un
kendini sahnede dantel alı bir donla gösteren
bir revüye nas ı l herkesten fazla g ü ldüğüne biz­
zat şahit olduğ unu bel irtiyordu.
Bundan tabii ne olabilir. Kend inden emin in­
sanı . kari ka!ü rü n üzde istediği niz kadar çi rki n­
l eşti ri n , yazılarmızda istediği niz kadar gülünç­
l eştiri n, bana mısı n demez. Bunlara kızmak bir
nevi ham kalmışlığıı n , refu l manların. kompleks­
l eri n, kısaca, kendine g üvensizl iğin tepkisi deği l
d e nedir?
Tota l iter reiimlerde mizaha narh konuşu­
nun sebebi n i başka tarafta aramama l ı .
Ama m izclı i nsanoğ l u n u n mayasına öyle­
sine işlemiş bir cevherd i r ki. ne yapı lsa nafile . . .
Toprağ ı n ı istediğiniz kadar kireçleyin, suyunu,
gü neşini kes!n, o ne yapar yapar bir taraftan
yine pı rtlayıverir.

128
Kôğ ıdı kalemi ortadan ka ldırsanız. kanuna
türlü müeyyideler koysanız bu sefer de kulak
yolu ile hükmünü icra eder. Ücüncü Reich'ın
sansürü bu kadar sıkı olmasa, H itler, Göri ng,
Göbels hakkında cıkarı lan fıkraların sayısı bu
kadar yü ksek, alayı bu derece i nsafsız olur mu
idi sanıyorsunuz.
Ücüncü Reich, sansürü ded i m de aklıma
geld i . O ta ri hte Alma nya'da okurken bizzat şa­
h id : old uğum bir va kayı ibret için burada nakle­
deyim:
Çok sevilen korn i k ierden biri bir monolog
numarası sırasında, Hitler'in m uhafız kıtası olan
SS kıtaları n ı n hep l ü ks otomobiHerde gezme
mera kı na şöyle bir doku nup gecmek icin aynen
şu cümleleri kullanmışt ı :
«0 s ı rada yanımızd a n gıcır gıcır b i r Merce­
des geçt i : 3ir de baktım. Tabii içinde SS subay­
ları . »
A s ı l h i kôyenin dışında. bir teferruat olara k
veri len ve h a l k ı n hafifçe gülüp geçti ği b u zarar­
sız espri bile Gestapoyu o kadar sinirl end i rm işti
ki, hemen o a kşam kom iğin merkeze ca ğrı lıp
bir güzel zılgıt yed i ğ i bütün şeh i rde duyu ldu.
Ertesi gece aynı kem i kten aynı numarayı
d i n lemeye giden mera k lılar içinde ben de var­
dım. Hikôyenin orası geli nce adam aynen şöyle
kon uştu :
«0 sırada yan ı m ızdan gıcır gıcır bir Mer­
cedes geçt i . Bir de baktım: içinde SS subayları
yoktu beyler. Evet yoktu.»
Salonun bir gün öncekinin on misli ka h ka­
halara boğulduğunu bilmem söylemeye lüzum
var mı?

129
Adam bu espri uğruna temerküz kampını
boyladı, ama Alman m izah tari hine de Hitler­
den, Gestapolardan cak daha ömürlü, u nutu l ­
m a z bir hatıra bıra kmış oldu.
Diyeceğim, m izohio hiçbir kuvvet. hiçbir
sansür baş edemez.
Ona karşı en akıllı davranış geniş görüşlü
olmaya ca l ışma ktır.
Hatta icinizden gelmese bile. Sırt mert l i k
bende kalsın d!ye . . .
1 Kasım 1958

130
YA YA YA ŞA ŞA ŞA
DEMOKRASi ÇOK YAŞA!

Cumhuriyet Halk Parti sini kuranlar Anado­


lu ve Tra kya M üdataayı Hukuk Cemiyetini kur­
muş olan lardı.
Terakkıperver Fırkasının. daha sonra ikti­
dara namzet olacak kadar taraftar toplayan
Serbest Fırkosı n ı n liderleri CHP'nin bir vakitler
en gözde üyeleri idi ler.
Demokrat Partiyi kuran Dörtler gökten mi
i nd i ler. yoksa yerden mi bitti ler?
Daha sonra M i l let Partisi bayrağı a ltında
topla nanlar Demokrat Parti n i n en ateşli ele­
manlan değ i l m i idller?
Tıpkı onlor gibi Ondokuzlar da yine Demok­
rat Partiden ayrılıp H ü rriyet Pa rtisini kurmadı ­
lar m ı ?
Meşrutiyetten beri politi kacısı. gazetecis1
ile bizden başka hiçbir yerde örneği bulu nmaya n
bir acayip gelenekle haşır neşir olduğumuz için
şimdi Hürriyetcileri n birdenbire Halk Parti sine
g eeişine heyret bile etmiyoruz.
Halk Parti sinin en gözdeleri , günün biri nde
gömlek değiştirircesi ne iktidarın partisine g i rip
bug ü n onun en gözde adamı olabiliyor da De­
mokrat Pa rtiden kopup Güçbirliğine el uzata n
üç mebus, neden muhal iflerden daha muhalif
kesilmesi n?
Profesyonel l i k kabul edildikten sonra kulüp

131
değişti rmek nasıl müba h oldu ise. hele demok­
rasi kuruldu kt�n sonra partiden partiye trans­
fer olmak bizde bü sbüt ü n meşrulaştı.
Biri çıkıp da.
«Yahu sizde fi kir haysiyeti , vicdan kanaati
yok mu?» d iye kafa tutacak olsa . kon uşan,
«Ya sende?» sorusu ile zınk diye mat et­
mek işten deği l .
Tencere d i b i n kara meselesi .
Falan polit i kacının. fi lan gazetecinin siyasi
kanaati ned i r sorusuna. hangi tarihte diye bir
kayıt eklemek zoru nluğu ya lnız bizi m toplumu­
m uzda var.
Dü n Köylü Partisi canı çekti M i llet Partisi­
ne dehalet ett i . , Bugün H ü rriyetci lerin a kl ı na es­
ti CHP'ye katıldıla r. Hepsi aynı hamur değ i l mi.
yarı n bakarsın Yayiacı iarı n ya rısı M i l let pa rtisi­
ne. yarısı da Gücbirl i ğ i n e geçebil ir. Bir başka
gün bir yeni duru mdan da usanan gayri mem­
n u nlar hep birl i kte yeni baştan Vatan cephesi ne
göç ederler. Başı nız dönmezse seyred ip durun
bu köşe kapmacayı.
Günün biri nde bel ki. bir de gözü nüzü acar­
sınız ki Demokratların yeri nde Ha l k Pa rtili ler.
muhalefette Demokratlar.
Hera kl i t ne demiş. Her şey d u rmadan a kı ­
yor.
Ama bizim nehir de d urmada n a kıyor. Ne
var ki dönüp dolaşıp başlad ığı yere gel iyor.
Son olaylar bir kere daha açı kca gösterdi ki
programlar. prensipler. idealler bizde sadece
göstermel i k birer vasıtadırlar.
Gaye, nasıl olursa olsun i ktidard ı r.
Mü barek olsun.
30 Kasım 1958
132
D!::V R i DA i M

Geçen g ü n üniversite kütüphanesinde bir


araştı rma vesi lesiyle eski gazeteleri ka rı ştırı­
yordum.
Bilmem eski gazetelere bakmayı sen de se­
ver misin Deve kuşu?
Ben pek hoşlanırım: Bake rsın ki, bugünün
yaş l ı , şişman . beyaz saçlı bir politikacısı o za­
man ların zayıf, çevik, atak bir orta yaşiısı imiş.
Bugünün dahi geei nen ona yaşlı şairleri, o za­
man san at derg i lerin i n okuyucu sütununa a k ı l
dan ışan sivilceli birer l i s e öğrencisi imişler. Bu­
günün boya lı saçlı, iki ceneli sosyete hanım­
efendiıleri o tari hte sülün boylu birer afetmişler
O zaman baş ı m ızda bir pa rti varmış: Fikir
h ü rriyeti n i salla maz, ten kitten , tartışmadan hoş­
lanmaz, işine gelmeyeni susturur, gazete kapa­
tır, vatandaşları tabutl u klarda i n leti r, gereğinde
cenaze tören lerine bile müdahale edermiş. Bü­
tün ceşme başları. onun elinde imiş. Kaza n a n .
vurg u n vura n tüccarları h e p onlar a l ı r, bütün
mevki ler, mrmsaplar hep onun tarafta riarı n a
ata n ı rm ış.
O zaman da bütün bu haksızlı klara isyan
eden bir gözü pek muha lefet varmış. Bütün en­
gellere, radyonun kendisine yaylım ateş a çma­
sına rağmen yurtta fikir hürriyetini, insan hakla­
rını hökim kılmak icin keHe koltukta bu tek par-

133
ti idaresine bu inh isarcı gidişe karşı koymuşlar
yurdu gezmişler, halkı uyandırmaya ca lışmışlar.
O zaman da bir halk varmış. Vur ensesi ne
a l lokmasını. Mazlum sessiz, mütevekki l . .. Yıllar
yılı çektiği gecim s ı kıntısının, i lti mas ın, baskımn
vurgunculam lokma olmanın, hasılı i nsan yeri ne
konuimamanın öcünü, n i hayet kendi haklarını
savunanların safı na katılıp onları i ktidara ge­
tirmekle almış.
Bugün de halkın bezdiği bir idare ve halkın
haklarını savunmayı üzeri ne almış görünen gö­
züpek bir muhalefet var. Ayn ı insanlar değ i l ger­
ci. Farkı şu ki, yer değ iştirmişler. Aç, herhangi
bir 1948 gazetesi n i oku . . .
i nön ü 'nün 1958 turnesinde i ktidara yaptı­
ğı i htarları o zamanki m uhalefet şefleri n i n nu­
tuklarında kelimesi kel i mesi n e bulabBirsin.
Yarın bugü n kü h ü rriyetci. yani d ü n kü tek
partici leri n i ktidara gecerse, dünkü ideal ist ya­
n i bugünkü oportünistlerin yine aynı celadeti
gösterecekleri nden şüphe olmasın.
Ta rih aslında bir tekerrür değildir, ama onu
tekerrür haline getiren bizim siyasi mayamız.
Bunu görmek icin eski kol eksiyon la rı karış­
t ı rmaya lüzum bile yok.
14 Aralık 1958

134
EKS i G i MIZ :
SAGLAMA BASAN AYDIN

Geçen hafta ki Devridaim adl,ı yazımın ne­


dense tepkisi büyü kçe oldu. Kıstası, önümdeki
okuyucu mektupları. Belki bunda o yazı mı bir
iki gazete n i n i ktibas etmesinin de rol ü var.
Bana gelen mektupları n çoğu ü n iforma l'ı bir
parti görüşünden hareket eden, şu yahut bu
partiyi savunan, tek taraflı cinsi nde n . Küçük bir
kısmı ise, asıl değer verdiğim, tarafsız, bağ ım­
sız, henüz bir parti klişesine g i rmeyi kabul et­
memiş vatandaşlardan geliyor.
Bunlardan b i ri şöyle d iyor:
«Muhalefet l ideri n i n 1 958 turnesinde yaptı­
ğ ı i kazları 1 948'de Demokratların kendisine ya ır
tığını, bizde muhalefeti n daima idealist, i ktida­
rı n daima oportü n ist ol maya mahkum olduğu­
nu, ycırın da bugünkü muhalefet i ktidara geçer,
bugünkü i ktidrır muha lefete düşerse aynı oyu­
n u n yer değ iştirerek devam edeceğ i n i söylüyor­
sunuz. D iyel i m ki bu görüşü nüz bir gerçeği be­
l i rtiyor. Öyle bile olsa, hiç de iç açıcı bir görüş
değ il bu. Hiçbir ya raya merhem olmuyor. H i ç
değ i lse bug ü n şikôyetçi olduğumuz d u ru m u dü­
zelteceklerini vaat edenleri tutmak daha müspet
bir davranış olmaz mı? Bugün artık ta rafsız ka­
lınacak zaman değ ildir. Kaldı ki Halk Partisinin
eskiden yaptığı baskı ve hataları bir daha tek-

135
rarlamayacağı muha kka ktır. Halk Pa rtisi, artık
eski Halk Pa rtisi değ i ld i r. Bütü n ayd ı n la r şimdi
onun safı nda toplanmış gibidir. Liderleri nin
eski h uyları tepse bile, bu şuurlu kitle onu bu
sefer bu yolda n men edecektir. i nkar edemez­
siniz ki, bugünün bütün ümidi i nönü'de toplan­
mış bulunuyor. Onu desteklemek, iki ya na karşı
da şüphecilik göstermekten eli kolu bağlı pasif
bir tarafsızlı kta n daha ya pıcı bir iş olmaz m ı .
O şöyle bu böyle dersek biz k i m i tuta lım?.»
Bugün birçok ba ğımsız vata ndaşın bu oku­
yucum g i bi düşündüğünü bil mez değ i l i m . Böy­
lelerine ne ya lan söyleyeyim, aşırı iyimserl ikle­
rinden ötürü gıpta bile ed iyorum. Ama ne ya­
zık ki, ben.- bu kada r iyi mser ola mıyorum.
Bu memlekette i tti hat Tera kki'den beri her
yen i parti vata ndaşın hep bu kolay inan ırlığ ına
safca sına iyimseııl iğ i ne basa ra k i ktidara yük­
selmiş. i ktidarda ka lmış. ama her parti de bir
müddet sonra ayn ı vatandaşı haya l kırıklığına
uğratmıştır. Pol itikadan nefret ettiğim, ne bu,
ne de şu pa rtiden en küçük bir menfaat bekle­
mediğim için hamdolsun bugüne kadar kalem i ­
m i ya lnız kendi görüşüme, düşün üşüme göre
kulla n d ı m . Bunun için kimin i nanarak, kimin
ya rın kapaca ğ ı mevkileri menfaatleri düşüne­
rek sırf göze g irmek için muha lefet yaptığını da
çok iyi bi liyoru m . Yine yarın bugünkü imanlı ( ! )
ideal istlerin başım ıza ne bela kesi leceğ i n i görür
g i bi ol uyorum. Okuyucu m u n Halk Partisi kadro­
su içinde topland ığını söyled iği ayd ı n lar içinde
bir kı smı maa lesef bu soydan i nsanlard ı r. Ama
kabul ederim ki . coğun luğu memleket hayrı na,
ça lışmak, yurtta gercek demokrasiyi yerleştir-

136
rnek isteyenler teşkil ediyor. Şimdi sorarım si­
ze, iktidardakiler muha lefette i ken iyi n iyetıli ide­
alist aydın ların çoğu , bu parti saflarında top­
lanmış değ i l mi idi ler? Demek ol uyor ki biz i m
aydın lar, hakl•ı olarak, hep gayri memnunların
safın ı terci h ediyorlar. Ama sonra iktidara ge­
çi nce ya başları dön üyor, idareimaslahatçı olu­
yor, ya da istifa ed i p muha lefete geçiyorlar. Bu­
günkü m uha·lefeti n safla rında gördüğümüz ay­
dınların yarısı eski demokratlardır. Yarı nki mu­
ha lefeti n aydı nları n ı n b i r büyük kısmını şimd i ki
Halk Partisinden ayrı lacakları n teşkil edeceği
gibi.
Bugünün bütün ümidi inönü'dür lafını da
çok alaturka bulduğumu söylemeliyi m . ille bir
put bulup ona sarılmak bizim uyuşukluğumu­
zun, şahsiyetsizliğimizi n . sorumsuzluk temayü­
l ümüzün bariz bir delilid i r. Biz ancak i nsanları
putlaştırıp her şeyi onlardan be klemek h uyu­
muzdan sıyrı l ıp, prensiplere. ideal lere bağlanıp,
onları tek başı m ıza, sonuna kadar savunmak
sorumluluğunun şuuruna vardığımız gündür ki.
i leri bir toplum olmanın eşiğine basmış olacağız.
Okuyucumun. «0 şöyle, bu böyle; peki biz,
kimi tutalımıı sorusuna, iyiyi doğ ruyu demekten
başka bir diyeceğim yok. Bunu pa rtilerden bi­
rinde görüyorsa ne ôlô. Yok göremiyorsa, eiıve­
nişar düşüncesiyle birine bağ lanması n ı ben d ü­
rüstl ükle. batııl ı l ıkla bağdaştıramam. Beni hoş
görsün.
Okuyucumun beni m enfi ve karamsar sanı­
şına karşı dn söyleyecek iki lafım var. Ben asıl,
çaresizl ik içinde, bile bi le, tam i nanmad ığı bir
partiyi desteklerneyi üm itsizl ik alameti saya rım .

137
Bana gelince, ben i m tam i nandığım büyük bir
ideal var: Bu yu rtta şu parti nin, bu parti nin, fa­
lan paşa nın, filan beyin sözü nün değ i l , i l min,
i l i m görüşünün hôkim olması icin uğraşmak,
pol itika alanının cok üstünde bir tarafsız aydın­
lar otoritesinin, kemiyet bakımından ol masa da
keyfiyet bakımından kendini d uyuracağ•ı günü
gercekleş li rmeye çalışmak . . . Bence bir memle­
ketin asıl sah ibi ne oy kalabalığı ne şu parU, ne
bu parii, ne o paşa, ne bu beyd ir. O memleke­
tin ayd ı n , olgun, i l i m ve sanat adamları, düşü­
nürlerid i r. Çünkü zamanla değişen h ü kümetlere,
i ktida ra rağ men, h i ç değ işmeyen, iyiye doğru
yönelmiş bir pusula rol ü oynaya n , yurd u n , asıl
temsilcisi değerler ölcüsünün nazımı, böyle şu­
urlu ve bağ ı msız bir ayd ı n lar kitlesidir. Küçük
h esapla rın, egoist menfaatleri n , mü ptezel pol i­
tika oyu nları n ı n dışında ve üstünde böyle nazım
bir değerler ölçüsü kuru labilmesi ise bu vasıfta
ayd ı n la rı n bu fikri son una kadar savunması lle
olur. Yoksa parti leri n ökselerine kapılıp eriyişi
ile değ i l .
Bu şuurdaki aydınlarımızın sayısı zaten az­
ken onları da türlü yemlerle, ya da en zayıf nok­
taları olan ideal lerinden ya kalaya n ve bir bağ ım­
sız aydınlar murakabes i n i , otoritesini daha ba­
şından baltelayan partilere biraz da bundan kız­
gımm. Bil mem maksadımı anlata bildim m i ?
2 1 Aralık 1958

138
HEKESLE G ELEN DÜ G ÜN BAYRAM

Kalaba l ı k, iskeleye sığınan taksilerin dur­


duğu yere doğru taşmıştı.
Camları buğulu tramvaylar, yağ murdan
parlaya n otobüsler ve camurları yara yara ge­
len dolmuşları n getirip getirip attığ ı , erken kal k­
manın karamsarl ığı som urtuk suratlarında n
okunan yeni gruplar, bu i l k kalabalığı rıhtım
parkına doğ ru yaymaya, beled iye dairesine doğ­
ru uzatmaya başladı lar.
Sacasından cıkması ile yü kselerneden sert
rüzgôra katııl ıp Haydarpaşa'ya doğru savrulan
siyah dumana ve bu ayazda g üverteleri nden
sa lkım sacak taşan yolcu larına bakınca i nsana
hemen kalkocağı h issi n i veren vapur, ne hik­
metse hep öyle istim üzere durması na rağmen
bir çeyrekten beri kal ka m ıyordu.
Sis yoktu . Lodos yoktu. Ama vapur olduğu
yerden kıpırdamıyordu.
Yeni gelen ler, daha önce bekleyenlere ne­
dense bunun sebebini sormaya cekin iyar gibi
idi ler. Belki de ke ndileri nden önce sebebi soru­
lup araştı rıl mış, cevabı çokta n alı nmış bir şeyi
yeniden sormak safl ı ğ ı na düşmernek icin ola­
cak, neden bek!end i ğ i n i bilir gibi kalabalığa ka­
t ı l ıyor, hatta kend i lerinden sonra gelip aynı me­
ra kı göstermeye kalkanların yüzüne tecessüsü­
n ü doyurmuş gözlerle bakıp onları da aynı ol-

139
gun teve kküle adeta zorluyorlard ı . Sağ olsun yi­
ne cocuklar ve kad ınlar. Her şeye rağ men te­
cessüslerini i l k açı klayan yine onlar oldu lar.
«Ne olmuş kuzum? Niye kal kmıyor bu
vapur?»
işte o zaman anlaşıldı ki. o ol gun tevekkü­
le, o çok bilmiş susuşa rağmen bunun gerçek
sebebini pek bilen yoktu .
« Uskuru bozulmuş galiba.»
« H ı rsız a rıyorlarmış teyze.»
« Hayır katil varmış. Jandarmaların e l i nden
kurtulmuş. Sivil polisler girdi bi raz önce.»
«Yok efendim. Onlar l i man sü rvey kurulu­
nun müfetti şleri . Bir tanesi bizim hacanağın
komşusu olur.»
« Haddi istiabiden fazla yolcu varm ış. On la­
rı i ndirmek istiyorlar.»
«Her Allah'ın günü böyle gitmiyor muyuz?»
«Böyle saçma teftiş mi olurmuş. Bin lerce
kişi yağmur altında sucuğa dönd ük yarım saat­
tir.»
«Zannetmem bu işte başka bir iş olacak.»
Hangisinin doğru hangisi n i n yanlış olduğu
kesti rilemeyen bu tahmin lerle kafa ları bir kat
daha karışan ta l i hsiz ve mazlum yolcular orada
üst üste .
Poyrazın ağzıı nda, yağmurun altında, tur­
gondaki koyu nlar g i bi bekleşiyoriardı . Bir çey­
re k daha beklediler. Yirm i dakika daha.
Ö nden, çok önden camlı kapıdan, vapuru
görebi lecek yerde olanlardan, arkalardaki kader
yoldaşlarıno arada bir gelişmenin safhalarını
bildiren haberler gel meye başladı.
«Başmemur geldi .»

140
« Kaptan gitmem diye ısra r ed iyor.»
«Yolcuları i nd i rmek istiyorlar.»
Arada öten bir düdük. Koşuşan iki insan
büyü k kitlede büyü k b i r ümit dalgalandırıyordu.
Ama sadre şifa verecek bir değişi kl i k olduğu
yoktu.
Bu suratsız kış sa bahı, erken saatte sıcak
yata klarından fırladı kla rına göre hepsinin ışı
vardı. Kimi mektebe koşuyordu. Kiminin davası
vardı. Kimi eksiltmeye g i recekti. Kimi ders ve­
recekti . Kimi hayatı n ı n dönem ini teşkil eden bir
önem l i konuşmaya gid iyordu.
i laç icin b i r tek kişi çıkıp da,
«Ya h u nedir bu rezalet?» diye bir tepki gös­
termiyordu. Bir ya rım saat daha geei nce telefon
edenler oldu:
«Ben Nuri. Kad ı köy vapuru kalkm ıyor. Sen
Rıza Beyi idare et. Kısmetse öğleye doğru ge­
l i ri m.»
«Anneciğim sen soğu kta bekleme. Seferler
d u rmuş. Beni teyzam lerde bekle. i stanbul'a ge­
cebi l i rsek sana telefon ederi m.»
Zayıf, beyaz saçl ı , bereli bir zat,
«Böyle bir muamele i le karşılaşan halk dün­
ya n ı n hiçbir yeri nde bu miski nce tepkiyi göster­
mez» diye m ı rıldandı. « Kendini bilen insan işi ne,
menfaatine gem vuran böylesine karakuşi bir
d u rum karşısında. amme hizmetinin bu a ksama­
sı karşısında. ci leden c ı ka r, bağırı r. çağırı r, cın­
gar çıkarı r. Biz burada uslu uslu, koderimize ra­
zı, boynu bükük bekl iyoruz. Meheld i r ama bize.
Billahi meheldir.»
Böyle dedi ama, ke ndi de hesap sormadı.

141
Bağ ı rıp cağırmadı. Bunla rı söyleyip boşa ldı. Ga­
zetesini açtı. Beklerneye koyuldu.
Hası l ı o binlerce kişi orada kırk dakika, elli
dakika, bir saat. bir saat bi r çeyrek bekledi. Li­
man sürvey kuru l u müfettişleri olduğu söylenen
kimseler teftişleri n i biti rmiş olacaklar ki, o dolu
vapura I sta nbul'dan ce lp edilen boş bir vapur
yanaştı. Onun yolcuları bu yeni gelene a ktarıldı.
B i ri boş, biri dolu o iki i skeleden uzaklaştı. Ses­
siz ve boynu bükük yolcular yine kuzu kuzu bir
yirmi dakika bekledi ler. Yeni bir boş vapur geldi.
O kalaba l ı ğ ı n üçte biri n i aldı gitti. Bi r başka va­
pur geldi. Ka lanlar ona bindi.
Dem i n bizdeki miski nce tepkisizli kten yakı­
nan zatın iki adım ötesinde d u ran gene bir
adam, herhalde a rada d üşünmüş taşı nmış, me­
deni bir i nsan olmanın gerekleri n i onurunun di­
binde duymuş olma l ı ki, birden oradaki bir De­
nizyolları memurl!nun yakasına ya pışt ı .
« Ne demek» diye bağ ı rıyordu. «Ne demek
ben karışmam. Sen ka rışmazsan kim karışır.
Onu bul getir karşıma. M u hatabım kim bileyim
ba ri. Adam yeri ne koyup özür bile di lem iyorsu­
nuz. Neden bekled iğimizi, ne kadar bekleyece­
ğ i mizi söylemiyorsunuz.»
Etrafına büyük bir kalaba l ı k toplanmıştı.
Delikanlı büsbütün coştu . Araya g i ren iki kişi
onu yatıştı rmaya ça l ıştı lar. Yatıştıramadılar.
Başka iki kişi geldi koluna g i rip bir yere sürük­
lediler. Belki kara kola. Hasılı delikanlı vapura
da binemedi.
Vapur ka l ka rken memurlar bi rkaç yolcuya
delikanlı meselesindeki suçsuzlu kları n ı an lat-

142
maya çalışıyor, yolcular, «Sizin ne kusurunuz
var a canım>) d iye onların gönl ü n ü at ıyorlard ı .
B u n u n giinlük b i r röportaj olmad ı ğ ı n ı sosyal
yaşayışımızın, halk psikolojimizin küçük bir olay
kadranına indirilmiş bir tasviri olduğunu anla­
dıınsa Denizyolları n ı n ney i , yolcuların kimi, mıni­
danan zatın neyi ve i ş i şten geçti kten son r,J
şecaat arz eden ateşli deli kanıl ının da kimi sem­
bol ize ettiğini umarım ki kestirmişsindir.
Hay aklınla yaşa benim akıllı Devekuşum .
1 Mart 1959

143
HER KES GiDE R M ERSiNE. . .

Almanların büyük strate j i ustası Klause­


witz' i n tarihe. her günkü konuşma dil ine geemiş
özdeyişleri vardır. Mesela, «En iyi müdafaa
h ücumdunı sözü bunlardan biri.
Napolyon'un da böyle özdeyişleri olduğu
söyle nir. «Aşkta en a kıHı tabiye kaçma ktır» sö­
zü onunmuş.
Koca Ka n u ni'nin. « Olmaya devlet cihanda
bir nefes sıh hat gibi» sözünü dünyada bil meyen.
işitmeyen kal mış mıd ır?
Gecende Büyü k M i llet M ecl isinde, Kı brıs
Anlaşmasının tartışması sırasında bu örneklere
bir yenisi. bir üstü nü. bir şah eseri eklend i . Kıb­
rıs işinde h ü kümetin başta ki i h mal i n i , zi kza klı
rotasını hatta celişmelerini yaylım ateşi ne alan­
lara karşı Sayın Ha riciye Veki l i n i n verdiği cevap
sırasında nazil olan bu özdeyiş en az Ka n u ni'
ninki kadar güzel. Napolyon'u nki kadar espri l i ,
Klausewitz'inki kadar paradoksl u . Sayın Zorl u .
« i nsa n. bir istikamete g itmek icin bazen
başka bir isti kamete gider,» buyu rmuşlar. Hari­
ciye Veki limizin dudaklarından meclis salonu­
na. ama oradan da dü nya edebiyatı nın i ncileri,
süzme sözleri a rasına karışan bu büyük gerçe­
ğ i n üzerinde ne kadar durulsa yeri. Söz değ il,
umman. Duyduğum günden beri üzeri nde düşü­
nüyoru m . Hdld bütün i m konlarını yitiremed im.

144
Sen de düşün bak, Devekuşu. Hayat ı n her
alanı, her olayı icin doğru . Diyel im ki Beyazıt'ta­
sın. Ga latasaray'a gideceksi n. Bu trafi k keşme­
keşinde bunun en iyi yolu Galatasaray'a değil.
tam ters yöne, Aksaray'a doğru gitmek, Atatürk
Bulvan Unkapa n ı yol u i-le menzi line varmaktır.
Spor alanından bir örnek: Santroforsun.
ama karşı taraf m üdataası sana gedik vermiyor,
göz actırm ıyor. Taraftarla rının yuhalamasından
sıryrıima n ı n yolu i-leri yerine geri pas vermek,
beceri ksizliğini arkadaşlarına sektirmektir. Hem
bazen geri pasla kendi kalene gol atmak bile
mümkün olur
Diyelim ki. diplomats ı n . Yeni kurulan bir hü­
kü meti tanımak için en iyi yol , onu kuranlara
i l k günü veriştirrnek son ra elini yüzü nü yıkayıp
iki gün önce i htilalci, baldırı çıplak sayd ı ğ ı n i n­
sanların elini saygıyla sıkmaktır. Böylesi, onları
düpedüz ta nımaktan elbette daha bir değerlidir.
ic pol itikayı, bas ı n temasları n ı a l . Baz ı
meml eketlerde demokrasiyi yerleştirmek ıçın
demokrasiye karşı tedbirler gereki r. Bahar ha­
vasına fırtınalardan, anlaşmalara boğ uşma lar­
dan, fi kir h ü rriyet i ne hapishanelerden gidi lir,
i-nsan haklarını savu nan Fransa i hti lalini Bastil­
le kavramından ayırabi l i r misin?
inceliğin basamağı çoğu zaman kalabalık,
hürriyetin zorbcılık, iyi l i ğ i n fena l ı ktır.
Belki bütün bunlar sana aykırı gelebi lir. Ba­
na da aykırı gelebi lir. Ne var ki bize aykırı gel ­
mesi onlara ayk ı rı gelmeyebilir Doğru doğru
dosdoğ ru, dobro dobra . içi neyse d ış ı da o ta­
rafl ısı. bizeeleyin saf ve toy, olayları hep tek

145
hatlı . tek ray üzerinden düşünmeye al ışmış ba­
sit vatandaşların avuçiçi kadar küçük mantığı
bunlara ermez, el bette.
Pol itika kolay m ı , ne sandındı sen Devekuşu.
8 Mart ·1959

146
PUSU LA

Valery'nin bir sözü vardır,


«Taraftarları n ızın yarısını kaybedecek, ama
geri kalan ya rısının saygısını iki misli a rttıraca k
hareketlerden kaçı nmayının der.
Ne var ki, siyasal partilerin taktiği, hele yur­
dumuzda, bunun tam zıddı ol uyor. Va lery gibi.
H uxlek gibi vicdan uzmanları yeri ne, Ma kyavel
gibi kalpa ustalarından akıl alan bu teşekkül ler
icin, birinci amac tarafta rları nın sayısını a rttır­
maktır. Hatta bazen ayd ı n taraftarları n ı n partiye
karşı i nanç ve sayg ısı n ı yarı yarıya kaybetme
pahaS'ına.
Çünkü i ktidarda ka labilmek icin ölçü ay sa­
yısıd ır. aydınların prestiji değ i l . Çünkü demokra­
si aylamalarında an ü m m i sırı k hama l ı , dokuz
ardina ryüs prafesörü her zama n azınlıkta bıra­
kabilir. Durum böyle olu nca, kılı kırk yoran, ka­
�ay memnun edilemeyen bu titiz azı n l ığa hoş gö­
rünmeye kalkmak yerine kitlenin nabzına göre
şerbet vermek ilk ağızda elbette ki daha karlı
görü lebilir. Ne var ki. kitlenin hoşuna gitme ya­
rışındaki tavizler topl u m u i leri götü rmek yerine
geri götürür ve günün birinde i ktidar hatırı icin
başvurulan bu sokar tedbirlerle i ktidar kendi
bindiği dalı kestiğ i n i dehşetle fark eder.
Bu nları san günlerde yine meydanı baş bu­
lan geri,l ik hareketlerini ve bunların gençlik, ay-

147
d ı nlar çevresi ndeki tepki leri ni kastederek yaz­
d ığ ımız belli bir şeydir. Soka kları al kan ıara bu­
laya n deve kurba nları. resmi cami töre nleri ve
başka ld ırmaya yeltenen Attıtürk düşma n l ı ğ ı , acı
söylüyoruz. ama gerçek , bizi yine yeşi l bayrak­
ların sakla ndıkları yerlerden çıkarı lmas ı na, bir
yeni Bursa hadisesine, hatta bir Menemen ayak­
lanma s ı na bile götürebil ir. Bir zama nlar tek par­
ti zorba l ığ ı na ve yolsuzlukianna bir ayd ı nlar
tepk isi olarak ortaya çıkan ve bu yüzden des­
tekled iğimiz Demokratlar. büyük kitle n i n sem­
patisini kaybetmek korkusu ile bu gerici hare­
ketleri önlememek, hatta onları destekler gö­
rünmekle tarih önü nde ağ!r bir sorumlu luğa
düşmekte olduklarını a caba ne zaman fark
edecekler?
Onların bu konuda k i tutumları muhalefeti
otomatik olarak Atatürk'ün ve devri m ieri n savu­
n u cusu durumuna geti rm iş bulunuyor. Yurd u n
bütün i l eri fikirli ayd ınlarının l a i k l i k konusunda
Holk Partisinin tarafı n ı tutmak durumuna düşüş­
leri de i.şte bu yüzden olmuştur.
Zaten ne h i kmetse bizim memle kette her
i ktidar ayd ı nları kücümsemiş, her muhalefet on­
ları n sözcü lüğünü yapmaya calıışm ıştır. Bundan
ötürü şimdi bu konuda ve daha başka konular­
da muhalefetle ayd ı nların bu arizi birl i ğ i n i bü­
yümsememek ona fazla bel bağlamamak da ge­
rekir.
«Bütün ayd ı nlar CHP safları nda birl eşi niı»
parolası n ı n savunucuları, bu arizi birl i kten kendi
savunuları na pay cıka rmaya kalkmama l ıdırlar.
Bugün icin Demokrat Pa rtiyi bu teh l i ke l i gi­
d işten uyarabi lecek bir önem kazanabilen bu

148
birlik de, ne yazı k ki yine güvenil ir, sağlam, uzun
vadeli bir kuvvet değildir. Bugün devri mler ko­
nusunda i nsan hakları, basın hürriyeti konusun­
da daha başka i l kelerd e aydın ların tezini sav u ­
nan bir parti n i n , sırf siyasi gereğ i , sırf parti
özelliği gereğ i . bu ülkülerden ai veya çok uzak­
laşacak zamanlar da olabilecektir. Bu bakımdan
bugünkü arizi ve görüşteki birliğin olsa olsa si­
yasal bir önemi olabilir. Esasl ı bir etkisi olamaz.
Mesele dön üyor dolaşıyor, yine bizim bu
sütu nlarda h er zaman her fırsatta i leri sürdüğü­
müz bir teze dayan ıyor. Biz memleketin ana da­
valarında pusula rol ünü şu ya da bu partinin de­
ğ i l , yurdun düşünürleri n i n , ilim ve sanat adam­
larının en uya n ı k ve ileri fertlerinin oyna masını
savunuyoruz. Bugün pol itik cıkarı gereği nce ay­
d ı na uya r görünen partilerin yarın aydına nasıl
sırt cevi rdi kleri, yeter bollukta örnekleri ile önü­
müzde değ i l m i ?
Biz, ana davalarımızı, Atatürk'ün devri mle­
rini en sağlam en güve n ! i ve isti krarl ı olarak
ya lnız ve ya l n ız partiler içinde erimemiş, bağım­
sız, tarafsız, h erhangi b i r siyasal cıkar peşinde
olmayan, serin kafalı ayd ı n ların savu nabilecek­
lerine inan ıyoruz.
Her yeni olay bize böyle bir manevi otorite­
n i n varlığ ına ne kadar m u htaç olduğumuzu ye­
niden duyuruyor.
22 Mart 1959

149
ILK TEPKI

Iki haftadır sana mektup yazamayışımı


umarım bağ ışlarsın. Her g ü n ü ne b i r hafta n ı n
yaşa ntısını sığd ı rmaya ca lıştığım cak ilgi değer
on beş günlük bi r yakı ndoğu gezisinden yen i
döndüm. Bu uzun susuşu n acısı n ı artık durma­
dan konuşara k gördüğümü, öğrend iğimi, yaşa­
dığımı sana ve sevg i l i okurlarıma a nlatarak çı­
karmaya cal ışacağım.
Bugü nlük sana sadece başımda n geçen ga­
rip bi r olayı a nlatmak i st iyorum.
Yolculuğa çıktığırnı n ücüncü sabahı idi. Bir­
den kendimi iyi bulmad ım. Başım dönüyor, ba­
ca kları m kesil iyordu. Tek başı na. yol culuk sıra­
sı nda, yaba n el lerinde h asta lanmak kadar kötü
şey yoktur. Ateşime baktım 36,5 ama bi r de
nabzımı yokladım ki: 1 1 0.
Ote l i n doktoru koştu geldi. Uzun uzun göğ­
sümü, sırtımı di nledi. B i r sürü soru sordu. Bu
acayip carpıntıya bir sebep b ulamad ı .
Bereket b i raz sonra be ni ziyarete gelen ls­
tanbu l l u b i r dosta, d u rumu a nlatınca güldü.
Daktorun ici nden cıkamadığı hasta l ı ğ ı n sebebi­
ni o keşfett i .
« Kahve,» ded i .
Uçağa ad ımımı attı ğ ı m a ndan beri üç g ü n­
dür sabahları , öğleleri. a kşamüstl eri ve gece­
leri k ıtl ıktan ç ı kmış gibi dev i rdiğim dört öğün

150
kahve aylard ı r -hangi aylard ı r- yıllard ı r kah­
ve perh izine al ışmış zava l l ı bü nyemde işte böy­
Je bir oyun oynam ı ştı.
Dostum .
«Yurt dışı na çıkıp da bu çeşit kahve vaga­
tonisine tutulan i l k Türk sen değilsin!> dedi.
Sonra hüzü nlü bir g ü l ümseme ile,
«Bunların sayısı son g ü n lerde bCısbütürı
arttı.» d iye ekled i .
Tabii ertesi g ü n kahveyi kestik.
Akşam tekrar beni yoklamaya gelen yaba­
n ı n doktoru na bunu nasıl iti raf eders i n .

Yanımda nazik m i hm andarım, g ü n ü n o n iki


saatini dakikası dakikasına dolduran yoğun bir
programı sa n iye sektirmeden gercekleş�i rmek
ici n altım ızdc araba oradan oraya koştuğumuz
günlerden biri. B i r köşebaşında bir Fransız ki­
tapcısı gördüm. Vitrinde ne zamandan beri öz­
lemini duyduğum, kend i n i getirtemediğlm icin
üzerine yazılmış ten k i tleri okumayıı bi.Je kôr say­
dığım b i r k itap. üstelik orta yerinden açılmış.
Yarı soyunuk güzel bir kad ı n g i bi bana göz
ediyor.
Farkına varmadan i çeri g i rmişlm. Kitabı eli­
me alm ışım. Kendimden geeerek okuya dalmı­
şım. Nazik m ih mandarım beni uya rmaya kıya­
mamış. Taksi kapıda bekler d u rurmuş. Ben ken­
d i me geldiğ imde a radan tam üç çeyrek saat
geçmişti. Kita pcıda n, m lh mandarımdan özür di­
ledim. Tekrar yola düzüld ük.
Ö nce uzun uzun düşündüm.
Beni aylar -sanki aylar- yııllar yılı kitaba

151
aç bıra kmasa lar bu terbiyesizl iği yapa r mı idim?
Günde bir fincan kahveyi bir Türk ayd ı nına çok
görmeseler ben yaban i l i nde rezi lcesine kahve ··
den hasta olur mu idim?
O an içinde bulund uğum ülke harp halinde
m ütareke ha l i nde bir ülke idi. Ama orada ayd ın­
lar dünya n ı n dört ya nından gelen kitaplarla bes­
len iyor, yemekten sonra şapır şupur kahveleri n i
içebi l iyorlard ı .
Benim ü l kem i k i n c i C i h a n Harbine bi·le g i r­
memiş, uzun bir sulhun bütün n imetleri nden tay­
da lanmış nad ir mutlu ü l kelerden biri idi. Memle­
ketimin bu içinde bulunduğum kaşı k kadar ü l ke­
ye kıyasla büyük topra kları, zeng i n madenleri ,
tabii kaynakları vardı. M emleketim durup durup
l ü ks araba ithal i için izin ler bile çıkarıyordu da
bir Türk vatandaşına insanın içini ıısıtan , yaşa­
mayı renklendiren o küçük ama vazgeçi l mez
mutl ulukları. mesela bir yaba ncı kitabı bir fin­
can kahveyi fazla buluyor, l ü ks sayıyor -ve şu
işe bak- şimdi bunun uta nması bana düşü­
yordu .
Kahvenin, kita bın bol olduğu d iyarda b i r
daha ne birine, ne ötekine başımı çevirip d e
bakmadım.
2 6 Nisan 1959

152
i LLE BiR KlYASLAMA GEREKSE

Roma 'ya yürüyüşten , Hitler'in SS' Ierinden


söz ed ildiği, i leri geri k ıyaslamalar ya pıldığı şu
gün lerde ben i m de sana bu konu ile i l g i l i bir olay
aniatmarn vacip old u Deve kuşu.
Musol i n i ' n i n Roma 'ya yürüyüşüne pek im­
ren miş olan Hitler, 1 923 yı l ı n ı n 9 Ekim günü, Bi­
rinci Dü nya Savaşının ünlü Generali Ludendorf'u
da kandıro ra k Münih 'te büyü k bir gösteri yürü­
yüşü yapmaya kara r verd i . Bu gösteri, d u ruma
göre bir hükümet darbesine doğru geliştirilebi­
lecek şekilde hazırla ndı.
Rosenheimer Strasse'den kal kan Naziler
alayı Ludwigs Brü kce Köprüsüne geldiği za­
man bir pol is birliği ile karş ı laşıldı ise de bunları
aşıp gecmek zor olma d ı . Marienplatz'a varı lı n­
ca göstericiler yoğu n b i r halk yığını ta rafından
a l kışlanıp desteklendiler. Bu yeni hızla, ama hep
öyle düzenl i ve sekizer kişilik s ıra lar halinde,
Rosidenz Stra sse'den aşağı doğru ilerlemeye
başladılar. En önde bayrak taşıyan iki Nazi gi­
diyor, beş on adım gerilerden de sekizer kiş i l i k
sıralar ile koca alay gel iyordu. Hitler en ön s ı ­
rada idi. Bir ya n ı nda. ya kın arkadaşı Schoub­
ner - Richter. öbür ya n ı nda ise sad ı k koruyucu­
su U lrich Graf va rd ı . Ortada melon şapkasının
kenanndan görü nen ak sacları ve elinde bestonu
ile General Ludendorf yü rüyor, dahd ya nda ise

153
iri gövdesi ile Herma n n Göring ve üstağmen
Brücker görülüyordu.
Onlar bu yürüyüşü yaparken pol is kuvvet­
leri de boş durmamış. beled iye dairesine giden
yol üzeri nde en stratej i k yer olan Feldherren­
hall e'de yeni harp kahramanları anıtının içi nde
ve önünde yer almışlard ı. Son dakika Freiherr
von Godin'in kamutasında yeni bir silah l ı pol is
birliği koşar adım gelerek bunl ara katıldı.
Alay gitgida ya klaş ıyordu. Pol is komutanı­
n ı n «silah hazır» kam utası duyuldu. Mermer av­
lunun içi bir an şarjör şakırtıları ile ya nkılandı.
Alay alanın başında görünm üştü. Işte bu sı­
rada silahlarını doldurmuş bekleyen pol is kuv­
vetleri içi nden bir komi ser koptu geldi. En iler­
de yürüyen bayrakçının göğsüne ta bancası n ı
dayadı. Adam silah ı şöyle ya na itti. Ta banca bo­
şa patladı. Ve işte ne oldu ise o zaman oldu.
Feldherrenhal le'n i n içinde siper alan polisler
göstericiler ii::>:erine yayl ı m ateş actılar. H itler'in
koruyucusu k urşunlardan koru mak için efendi­
sine siper oldu.
«Tesl im olun, tesl i m ol un» diye bağ ıran
Scheubner - Richter'in sözleri ağzında kaldı. O
da kalbi nden v umlmuşt u . Düşerken eli nden tut­
tuğu Hitler'i de yere çektiğinden Avusturya lı on­
başı da bu a rada dir.seğ inden ya ralanmış ol du.
Baldırından önemli bir yara alan Göring sürüne
sürüne kurşun yağmurundan kaçmaya çal ışıyor­
du. Tam bir ana baba g ü nüydü bu. Ka hramanlar
çil yavrusu gibi kaç ıyord u . Asfaltın üstü kan l ı
ölüler, inleyen ya ral ılarla dolmuştu. B u karışık­
l ı k ortasında yal n ı z bir kişi, bütün bu olan bitene
umursamadan. iki yan ından v ızlayarak geçen

154
kurşu nlam aldırmada n , aynı tempo i le, aynı gü­
ven le, hiçbir şey olmamış g i bi yürümesine de­
vam ed iyord u : Gen eral Ludendorf.
Polis kom uta n ı ifrit old u :
«Gelmeyin general i m . Gel meyin diyoru m.
Ateş etmek zoru nda ka lacağım» diye bağ ırmaya
başlad ı. Sesinde komutadan, korkutmadan çok
ya karma, hatta isterik bir korku ton u gizli idi.
Ve Birinci Dü nya Savaş ı n ı n a k saç lı Alman ko­
mutanı, elinde bastonu, başı nda melon şapkas•ı,
onu adam yeri ne bile kaymada n, söz leri ne pa­
puç bıra kmadan i lerliyordu.
Biliyordu ki, şu alanı bir anda kana bu layan
Alman polisleri ona ateş açamazlard ı . Bi·liyordu
ki, aklı, i rısaf ı, sağduyusu, sağlam bir bel leğ i
olan herha ngi bir Alman, insanlıktan çı kmadan,
Alman l ı ğ ı n ı irikôr etmed en, soysuzluğu ve nan­
körl üğü göze almadan namlusunu ona çevire­
mez, nGmlusu ona çevri l m iş bir :cilah ın tetiğine
eli varıp çekemezd i . Yaşl ı general milleUni iyi
tan ıyormuş. Düşüncesi doğru çıktı. Ve Ludendorf
onların gözünün içine baka baka yürüd ü . Ta
ya nlarına kadar geldi. Kimse silah atmak şöyle
dursun, kılına bile dokunamad ı. H itler ve arka­
daşları n ı beşer yıl ağır hapse mahkum eden
mahkeme bile onu heraat ettirmek zorunda koi­
dı.
Düşün ki, Devekuşu bu, herhangi bir gös­
teri de değildi. Bunun b i r ihtilal, bir h ü k ü met
darbesi başla ngıcı olduğu hükümet tarafından
haber alınmış ve gerektiğinde ateş aç emri ve­
ri lmişti . Ona rağmen h i çbir Alman tarih olmuş
bir u l u i htiyara ateş açamamıştı.

155
Demokratik olduğ u n u savunan b i r re1 ı m ı n
içinde, bir muha lefet başka n ı n ı n . kanunların
kendine verdiği en meşru hakka dayanarak par­
ti arkadaşları i le yurt i ç i nde bir propaga nda ge­
zisine çıkışını Faşistlerin Roma'ya, Nazilerin Mü­
n i h'e yürüyüşüne benzetmeye kalkmak hangi i n ­
safa, hangi an layışa . hangi sağduyuya sığar.
bunun ya rgısını sana bı ra kıyorum Devekuşu.
Ama ille bir benzetme yapmak. bir kıyasla­
moda bulu nmak şartsa. bu a nlattığ ı m olayla
bizdek i olaylar arasında başka bir kıyaslama
yapılabil i r.
Orada soysuzlaşmış bir savaş sonu Alma n ­
yasında bile, b i r ihtilal sırası nda bile yurda bü­
yük h izmetleri doku nmuş bir genero l e el kald ı ­
ramayan bir kad irbil irlik. Uşa k'ta i s e ömrü b u
mil lete h izmetle geçm i ş bir başka tarih olmuş
genera l i n bir eski devlet başka n ı n ı n kafasına
hem de sırf meşru parti ödev i n i ya parken f·ı rla­
tılmış bir taş var. Fikirl e gözden düşüremedik­
leri bu ak saçl ı i ht iya rı kol kuvveti i le yere düşü­
rüp susturacak. elden gelse daha fazlasını da
ya pmaktan çeki nmeyecek kadar gözü nü hırs
bürümüş b i rkaç da olsa . na nkör, soysuz var.
Biz m i l letçe Almanlardan daha mı nankö­
rüz? Asla Uşa k olayının fa i l ieri aranıp ortaya
çıkarılacak olsa . bunları n ne Türklükle, ne de
i nsanlıkla i lgisi ol maya n b i rtakım i l kel, zava l l ı .
ümmi yaratıklar olduğ u n u görüp, öğ renip, biraz
olsun ferahlayacağız.
10 Mayıs 1959

156
KiMi N HESABl NA?

Siyasal partileri n meclis içi tart ışmaianna


bir göz atı n :
Bel l i b i r konuda hazırla n ı p gelen, konu dışı­
na taşmada n , düşüces i n i kesti rme yoldan, ol­
gun ve ölcülü b i r tonla açıklamasını beceren
kac sözcü gösterebil irs i n iz? Buna karşılık topu
b ı ra kıp adama vuranlar çoğ unl ukta kal ıyor.
Meclis tartışmaları hele son günlerde kar­
şılıklı b i r yıpratma taktiğ inin savaş alanı oldu
oı ktı. Muhalefet daha g eçen gün, eline geçen
güzel bir kozu bu yüzden kacırd ı . Türkiye ile
Amerika a rasındaki istimlak ve müsadere ga­
ra ntisi anlaşmasının onayia nmasına ait kanu­
nun hukuki gedi kleri n i belirtmek icin hazı rlanmış
b i r muhalefet sözcüsünün tezi yine gereksiz bi r
sözden ötü ri.'ı raydan cıkarıldı ve meclis iki celse
boyu asıl konuyu b ı ra kı p aşağ ı l ı k d uyg usu deyi­
m i n i n a lealtıcı ol up olmadığını tartışma k icin
saatlerce b i rbirine g i rd i .
Ağ ı rbaşlıl ıkları, ölcülü kon uşma ları i l e ta­
n ı n m ış olan beş on sözcü bir ya na, kürsüye cı­
kan muhalif ya da m uvafık her sözcü nün, «Sö­
zünü geri alıı . «Sensi n» , «Ta rziye versin» sesle­
n işleri ile kesilmesi, daha da olmazsa üzerine
yürünmesi gelenek oldu cıkt ı .
Yurdun o n a davaları böyle ta ktikler içinde
güme gidiyor.

157
Partil er, karşı tarafın adamını kol lamaktan
kendi yapacaklarını düşünmeye vakit bulamı­
yorlar. Demagoji, alanı boş bulup geliştikce ge­
lişti. Artık şefi erin en küçük hareketi l nönü'nün
ramqzan günü sigara icişi, başvekilin elinde
tespih bulunuşu, kitlenin sevgisi ya da nefreti­
ni sömü rmek icin silah g i b i kullanıl ıyor.
i şin kötüsü, «Dervişin fikri ndeki ne ise zik­
rindeki de odur» gibilerden artık partiler dışın­
daki her günkü yaşayışta , her basit vatandaş ı n
her basit hareketinin altında da bir taktik arar
olduk. Ali Bey, gecim sıkıntısı ndan m ı yakı nıyor.
Taktik: Vel i Bey Ameri ka'dan gelen tavu kları mı
beğenmiyor: Taktik . .
H e r hareketi ille bir siyasal cıkar ölçüsüne
vura n bu garip anlayışı n hele geçen hafta şa­
heser bir örneği ile karşıl aştık:
Ramazandan cesaret alan bereii i eri n genc­
lere büsbütün düşmanca baktığı, spor kul üple­
ri n i n önemli maciardan önce, evde kalmış kart
kızlar gibi Eyüp Sultanda adak adadığı, din tö­
renleri n i n devlet el iyle camil erden sokaklara.
radyol am taşırıldığı, gericilik ile tanınmış gaze­
tecilerin basm alanında yine at oynatmaya baş­
ladığı bir anda uyanık Türk genel i ğ i n i n soru m­
luluğunu duyup sesi ni işittirmesini b i le bir kış­
kırtı sanmak kadar i leri g idenler ol du. Geneler
bu yüzden sorguya çek i l d i . On altı saat ac. uy­
kusuz, a i leleri telaş içinde bırakıldı. Kendi lerine
kimin hesabına. ne maksatla böyle davrandıkla­
rı soruldu.
Aslı nda bunun da olağan sayılmaması ge­
rektir. Ya biz yinP. siyasal partilerin her davra ­
nışı nda bir cıkar aramavı bir derece anlayalım.

158
Ama ne olur, ne olur, tertemiz pırıl pırıl, taraf­
sız olabi lecek kadar kendine güvenli ve ülkücu
Türk gencliğini böyle kışkırt ı lara, cıkar oyu nla­
rına, oy avcı l ı klarına pabuc bıra kacak tay bir
sürü san ma kta n vazgeçe lim. On ları olsun, sizi
kim kışkırtt ı . kimin hesabına böyle davran ıyor­
sunuz gibi soru larla kirl etmeyelim.
Çünkü her seferinde bu soruların karşılığı
aynı olaca ktır.
Bizi kim m i kışkırttı, Atatürk. Kimin hesa­
bına mı ça l ışıyoruz: Bize emanet edi len devri m­
leri korumak, ortaçağ geriliğinden sıyrılmış ile­
ri bir toplum olma ülküsü hesa bına . . .

159
BABA KORKUSU
EVLAT SEVG i S i

Geçen hafta ki mektubum yine eline geçme­


miş. i ki elim kanda olsa sen i n mektubunu sav­
saklamam. Bunu sen de bilirsin. Ne var ki pos­
ta her yazdığımı sana u laştırmavı uyg u n bulmu­
yor. Geçen hafta ki bundan ötürü sana varama­
dı. Sağ lık olsun.
Gelelim bu hafta ki ne . . .
Bilmem gazeteleri okuyar musun? Okuyar­
san son günlerde maciardan çok mecl iste kavga
çıktığını görüyorsu ndur. Sayı n m iolletve ki llerimiz
i çerde kapışıyor. koridorlarda dövüşüyorlar.
Bir hafta önce de ü n iversite öğrenci leri n i n
ko ngresi nde geneler bi rbirlerine gird i ler. Kimi­
nin ü zeri nde sustalı. kiminde ise sustasız cakı
bu lundu.
Geçen gün de bizim Sadun Ta n j u 'yu so­
kağ ı n köşesinde kırbaclayıp kaçtı lar.
Düşünce çatışması n ı mahalle kavgası pla­
nına i ndirmekte her çevre birbi riyle yarışa çı ktı .
Baka lım sonu neye varacak.
Aslına ba karsan biz, birey olarak da toplum
olarak da karşı düşü nceyi sabırla d i n lemek öze l­
liğinden. oldum olasıva yoksu n yaratık larız De­
vekuşu. Pad işahlar devri ne bak. Abdü lhamit'in
sindirme politi kasına ba k. Onu tahtından indirip
«Yaşasın. Hü rriyet. Adalet. Müsavat» marşları

160
i l e i ktidara gelen ama işine gel meyen gazeteci
Ahmet Samim'i köprü başında öldürmekten ce­
kinmeyen i ttihat Terakkiye bak.
Düşünce erki nliği yönünden hep bu çeşi t
zorbalıkların at aynatt ı ğ ı geçm işimize bakınca,
Atatürk zamanını yine de bir i nsaflı, geniş görüş
devr1 saymamak elde m i ? i htilal i n i l k yıllarındaki
bazı haksızl ıkkır bir yana bırakılırsa, tek parti
tekeli ne, Takriri SükOn Ka nuniarına rağmen bu
devrin yine de özel bir olgunluğu olduğu, hele
bulunduğumuz acıdan g eri bakılınca, büsbütün
ortaya çıkıyor.
O devir demokrasiye gerçi çok uzaktı, ama
bazı bakımlardan bugünkünden yine de biraz
daha yakındı. Arif Oruc'u düşün Devekuşu .
Adam neler yazardı da yine hapsi boylamazd ı .
Şeh i r Tiyatrosu ne piyesler oynar, Ankara Cad­
desinde ne kitaplar bas ı l ı rdı da savcı bana mısın
demezd i .
M ecl iste yumruk kavga n e kelime? Birbi­
ri ni senlemek, bel i rl i saygıı sın ırları nı aşmak ki­
min haddine? Ö ğrenci kongreleri nde, değ i l bir­
biriyle boğuşmak, dış d üşmana bile yüce gön ül­
lülük gösteri l ird i .
H i ç u n utmam, Razgrad'daki Türk mezarl ı­
ğ ı na saldıran Bulgarlam karşı yaptığımız bir öğ­
renci gösterisinde Şişl i 'deki Bulgar mezarl ığına
bir celenk koymuş o ba rbarl ığa bu i neel ikle kar­
şılık verip ölülere nasıl devranılması gerektiğini
o sansar ru h l u yaratıklam göstermek istemişti k.
O yıllarda bir gene cekinmeden Atatü rk'e,
«Sa na .i i ktatör d iyor.Janı d iye bir çıkış ya­
pa bilir. Atatürk de ona gü lerek, « Öyle olsa sen
şimdi bana bu soruyu soramazdı n ıı diye cevap

161
verebi li rdi. Bütün bunlar bugün mümkün mü?
Neden? O ta rihlerde birden. m i ll etçe, geniş
görüştü, olgun . demokrat birer i nsan m ı ol uver­
m iştik? Hiç sanm ıyoru m .
Sadece onu saydığımızdan, onun bizi batı
ölcüaünde t-ir toplu m olma yol u nda görmek is­
teğ i n i bildiğ! m!zden.
Dış görünüşü müze, kılığı mızn, nası l onun
hatırı icin çeki düzen veriyor idiysek. i ç hayatı­
mıza dn onun gösterd i ğ i yönlerin değer ölçüle­
rini yer!eşti rmeye ca l ışıyord u k .
Içimizden geldiği icin m i? Sırf çok sevip
sayd ığ·ı mız babamız bizi böyle görmek istiyor.
kızmasm. kırılmasın d iye . . .
O devrin bu zorlama olgunluğunda onun uc­
ları havaya ka l k ı k sarışı n kaşla rı n ı n payı büyük­
tür.
O gür kaşlar ortadan ka l kı nca öğretmen­
siz kal mış sın ıfta ki ya ramaz öğrenci lere dön­
dük . . . Artık birbirimizin kafasına s ilgi fırlatıyor,
iskemieleri ne iğne koyuyoruz. i ç i m izde yerleş­
miş bir demokrasi duyg usu zaten bulunmad ığı
icin düşü nce tartışmasını bir yana bı ra ktık, öl­
cüsüz, frensiz, bütün i l kel i çgüdülerimizle birbi­
rimize saldırıyoruz.
Bizi tutacak baba sayg ısı, baba korkusu
kalmadı ise, evlat sevg isi de m i yok dersin De­
vekuşu.
En görgüsüz ana baba bile terbiyeleri bo­
zulmasın d iye cocu kları nın önünde kavga et­
mezler.
Bizi böy l e görüp böyle yetişecek demokra­
siyi bu sanacak ya rınki kuşaklara yazık değil
mi? Bari onları düşüneli m . . .
24 Mayıs 1959
162
ÜNIVERS i TENIN CEVABI : SSO

Emekli Harbiye Nezareti n i n toplantı odası


iki yılda bir, bir haziran sabahı, olağan üstü bir
g ü n yaşar. Çeş i il i bilim kollarında iyi kötü ad
yapmış bütün ord . profesörler, profesörler, bü­
yük eyle manın önemli a ktörleri olarak birer
ikişer beli rmeye başlarlar.
Kendi leri ni tan ımasa n ız bHe gelen lerin han­
g i fa külteden old ukları n ı gel işlerinden kolayca
ayırt edebi l i rsin iz:
Tıp profesörleri n i n hepsi n i n özel a ra ba ları
vardır. Huku kcularla fenciler taksi ile geli rler.
Orman profesörlerini fa kültenin özel kaptı kaçtı­
sı getiri r. Iktisatçı lar orta klaşa dolmuş tutup ge­
l i rler. En son olarak da edebiya tcılar görü nür.
Tabii yaya olarak.
Bu yıl da öyle oldu. Ne var ki, rektör seeimi
bu yı,l ayrı ve önemli bi r anlam taşıyord u . Aday
gösterme sırası tüzüğe göre bu yıl Hukuk Fakül­
tesi nde iken birden bu s ı rayı bozma meraklıları
türedi. Bunlar değerli b i r bilim adamı olmakla
birlikte başbakana ya k ı n l ı ğ ı ile de ta n ı nan bir tıp
profesörü n ü ille rektör seetirrnek için u ğraşıyor­
lard ı . Sayın Egel i 'yi rektör görmek isteyen leri n
eli nde kandı rıcı kozlar da yok değ Hdi: Hükümet
ve Demokrat Parti çevreleri g üvendi kleri bir
şahsın rektör ol masından elbette pek sevi ne­
ceklerdi. Çeşitli güçlükler i çi nde bulunan ünl-

163
versitenin işl eri di kbaşlılıkla değ i l , olsa olsa
böyle karşı,l ıklı bir dostluk ve uysa l l ıkla yürürdü.
Başba kanın özel doktoru, yakın dostu, yol ar­
kadaşı bir rektör, ü niversite icin bulu nmaz bir
nimetti . 1
Buna karş ı l ı k Sıddık Sami Onar'ın rektörlü­
ğünü destekleyenler ise, h er şeyden çok onun
kuvvetli kara kteri n i ve seeiyesini göz önünde
tutuyorlard ı . Onar'ın ü n ü ya lnız kendi dalıında
milletlera rası büyü k bir otorite olmaktan gelmi­
yordu. O, olduğu günden beri haksızl ıkla, zorba­
l ı kla her gördüğü yerde savaşmış, bilimsel ta­
rafsızl ığın ve bağımsızl ı ğ ı n vurd umuzdaki baş
savunucusu olmuştu. Üniversiteye yapılan her
karışma, profesörlerin d üşünce bağ ımsızl ığına
yönelmiş her bas kı, karşısında Sıddık Sami
Onar' ı bul uyor, onun olgun kişi liğinden, bükül­
meyen seeiyesinden cekin iyord u .
Kubalı meselesindeki usulsüzlük karş ısında
Onar' ı n h ü kü meti dava etmeye kalkışı ve dava
sonunda h u ku ken suçlu düşürme ihtima l i n i n ik­
tidarı nasıl korkuttuğu hatırlardadır. O mesele­
nin tatı<ıya bağ lanmasında bu vukuflu d i renişin
rol ü pek büyük olm uştur.
işte onun bu hakcı yönünden ötürü, onu tu­
ta nlar bil iyorl ardı ki, Sıddık Sami Onar rektör
olursa ü niversitenin bilimse l onurunu her şeyin
üstünde tutaca k, h erhangi bir tavize asla ya­
naşmayaca k, yersiz ve ham karışma ları daha
eşikten geri püskürtecektir.
Seçim günü sıra meselesini hiç tartışmayıp,
kend i lerine olup bitti şeklinde sunu lan adayları
oylamaya geçen ve son u nda Sıddık Sami Onar'ı
üstün çoğ u n l u kla rektörl üğe seçen profesörler

164
ü n iversitenin onuru n u , tavize ve oportün ist bir
tutumu yeğ gördüklerini açı kça bel i rtmiş, olgun­
luk sı navla rı n ı vermiş ve böylece halk gözünde
de tem ize çıkmış oldular
Prof. Sıddık Sa m i Ona r'm on iki yı l sonra
kendine çok yaraşan rektörlük koltuğuna oturu­
şu ya lnız ü n iversiten i n h ocala rı n ı , öğrenc ileri n i ,
hademeleri n i değil, b ü t ü n aydı nları , bütün ul usu
da ne kadar sevindirse ye rid ir.
Rektörlüğe SSO seçi l mese idi. Ya kında bu
biricik fikir ka ıl emiz i n burcundan da acıklı bir
SOS çeki lmesi pek m u htemeld i .
28 Haziran 1 959

1 65
ASIL O GÜN

Evvelki gün, sözü mona, iki mutlu yıldönü­


münü birl i kte kutlad ı k Deve kuşu. Biri, i kinci
Meşrutiyeti n i lanı, dolayısıyla sansü rün kaldırı lı­
şı, öbürü siyasi ve i ktisad i bağıms·ı zlığımızın baş­
lang ıcı olan Lozan Anlaşmasının i mzası.
Gazetecilerin, Türkiye'de ilk matbaanın ku­
rulduğu, ilk gazetenin çı ktığı tarihleri bırakıp, 24
Temmuzu kendilerine bayram seçmeleri n i n özel
anlamını k'Jvramakla birlikte, ne yalan söyleye­
yim, bu seeişi yine de pek onaylayamadı m .
Ç ü n k ü , kanımr:ı göre, 2 4 Temmuz Tü rkiye'de
basın h ü rl üğünün kurulduğu değ i l , olsa olsa
kuruldu sanıld ığ·ı bir ta rihtir.
Ulus çapı nda hazırl ıklı ve şuurl u bir şahla­
n ışte n çok. bir avuç yarı aydının öneyak olduğu
yarı ülkü cü, yarı siyasal hareket olarak gercek­
·leşen Ikinc i Meşrutiyet h ızını fikirden fazla ihti ·

restan aldığı ve bunu gerçekleştirenlerin maya­


El, kuşaklar boyu demokrasi , düşünce hürlüğü
gibi kavramlarla yağ u ru l m uş olmaktan uzak bu­
l unduğu için kısa zama nda soysuzlaşmış, o
özenti cilasını kabuk kabuk dökmüş ve altın­
dan Abd ü lhamit zorba l ı ğ ı na pek yak ı n bir san­
sür re j i m i bütün alaturka!ığı ve yobazl ı ğ ı ile
kend i n i göstermekte gecikmemişti.
«Sinei m iHetten kooup şahi kayı iktidara»
çıkmanın sarhoşl uğu i ç i ndeki bu yarım devlet

166
adamları n ı n özrü de Abdülham it' i n k i n i n aynı idi.
M i l letin selameti namına . . .
Görü nüşte b u özürle, ama aslı nda sımsıkı
yapışt·ıkları i ktidarı kaptırmamak korkusu i l e,
i l k ülkücülü klerine taban tabana z ı t bir fikir ta­
assub u na kapılan, Prens Sabahattin'i yurt dışı­
na kacıran, mizahı dahi hazmedemeyip Refik
Halit'i Sinop'a süren , i sta nbul'da kileri si ndiren,
rejimin kirıl i camaşıriarı n ı korkusuzca ortaya dö­
ken tertem iz ülkücü Ahm et Samim'i sokak orta­
larında öldürtüp terör yarata n insanlara bol ke­
seden Türkiye'de bas ı n h ürlüğünün öncüsü gibi,
ü n ler bağışlamak tarih i kahkahal arla güld ürse
yeridir.
Bu bakımdan 24 Temmuz sadece kurusıkı
bir bas ı n h ürlüğü özlem i n i n belirtilmesinden öte­
ye gidemem iştir. Arkası gelmem iştir. Gerçekle­
şernemiştir
Sade o devirde değ il bugüne kadar da.
M ütareke devri gazete koleksiyonları n ı n
gravyerpeyniri görü nüşlü makal elerine bir göz
atarsan sansür biti n i n o devirde de fikir ürün­
leri ni ncı s ı l kemlrd l ğ i n i anlarsın. Atatürk'ün za­
m a n ı n ı , tı Cı1.ü n olumlu devrimlerine rağmen, dü­
şünce hürlüğü ba kımından. bas ı n h ürlüğü yö­
n ü nden örnek bir devir saymaya ne yazı k ki pek
lmkôn yoktur. Tertipli ve tehl ikesiz Ali Rana Tar­
han m u hclefetinden gayrısına tahammül ed il­
med iği. örfiidaren i n cart curt gazete kapattığı
Inönü devri de öyles ine.
Va sonra ki·ler? Gercek ve katıksız bir de­
mokrasiyi getirecekleri n i umdurup içimizi kal­
dırd ı ktan sonra başa geeince ayıpladıkları o es­
ki ve aynı yol u n yolcusu olan hatta Türk düşün-

167
ce ve bası n tari h i nde en fazla gazeteciyi hapse
atma rekoru kıran şimd i k i ler mi?
Sen i n anlayacağm sevgili Devekuşum, bi­
zim memlekette her re j i m bir öncekini devirmek
için düşünce ve oas ı n hürlüğüne tarafl ı görün­
müş, ama bir kere başa geçince «sela meti mil­
let» , «u lusal me nfaatlen> , «Türkiye'nin özel du­
ru m u » , «içi nde bu l u nduğu muz kritik devir» gibi
sınırlama sebepleri i le o hürlüğü hep kendi cı ka-­
rına yontara k kesip kuşa çevi rmiştir.
Oysa ki. basm hürlüğü, dünya n ı n bütün sağ­
duyu memleketleri nde bir ve ayn ıdır. Ben i m an­
ladığım, bize göre . . . gibi özel yoru m la ra , kısıntı­
Icra e lverişl i değildir. Bunun e n basit ölçüsü, ga­
zeteci nin, belgesi ni gösterabiieceği her gerçeğ i
e ngelsiz olamk yaza bilme hakkıd ı r. Başta kilerin
işine gelsin ya da gelmesin. Çünkü bas ın geçici
olan başta k i leri n değil ka lıcı ola n kamu n u n .
toplumun h izmeti nded i r.
Gerçe k basm hürlü ğ ü , gerçe k sansürden
kurtu lma bayra m ı n ı biz asıl toplumca bu gerce­
ği beni msediğ imiz. kendi kend imizi aldatmak­
tan vazgeçtiği miz g ü n kutlayacağız Devekuşu.
2 6 Temmuz 1959

168
FAYDALI ALAYLAR

Polanya'da bir gezi yapı p dönen ve ilgi de­


ğer izienimlerini Dü nya gazetesinde bir dizi ya­
zı olarak yayımiayan gazeteci arkadaşımız As­
lan Tufan Yazman orada Buffo Tiyatrosunda
karşı laştığı şaşı rtıcı bir olayı iki yazısına konu
yapmıştı. Bu yatıı ları ok uya nlar bir demirperde
ü l kesi sa ndıkları Polanya'da sa nsürün tiyatro
kapısından içeri g i rerned iğini ve tiyatroda rej im ­
l e b i l e alay ediılebildiğ i n i öğrenerek şaştılar.
Gazeteci arkad aşın röporta j ı n ı burada özet­
l emek niyetinde değ i l i m . Olsa olsa buna kend i
bildik lerimi de ek lemek isteri m .
Y i n e Varşova'da 1 955'te Ruslar tarafından
yapı lan büyük kü ltür sa ray ı n ı n tam karşısında
tahta bir baraka içinde kulübe anlamına gelen
Stodo!a adlı küçük bir kabare vard ı r.
Kü ltü r Sarayı yapı·l ı rken işçileri barındıran
ve sa ray yapıld ı ktan son ra Varşova Tekn ik Üni­
versitesi n i n sanat k u l ü bü olarak ku l lanı lagelen
bu ba rakada gençler Bu ffo Tiyatrosunu çok ge­
ride bırakan hicivli oyu nlar oynamakta ve halk
bu küçük tiyatronun kapısında kuyruk bekle­
mekted ir.
Belli bir ü l kücülük açısından, bir gençlik h ı ­
z ı v e ateşi ile el e a l ı nan programın bütün amacı

169
rejimin aksaklıklarıyla, ahlak düşüklükleriyle ve
bilhassa bir toplum için en büyük tehl i ke olan
bireylerin kendi kabuğuna büzü lme ve nemela­
zımc ı l ı k tutumu ile savaşmakiır.
Gomulka rejiminin g en işgörürlüğünden fay­
dalanan bu gençler, ne yaz·ık ki h ü kü met değişi­
m i i le birlikte güçlü k lerle karşı laştı lar. Sansür
tepelerine bindi. Sansüre göre programları pa rti
çevre lerince onaylanamayacak kadar ağ ırdı. Ne
var ki. geneler bu durum karşıs ında u mutlarını
yitirmed i ler. Ikinci programlarını hazırlamış bü­
yük masraflara g irmişlerdi. Bunu bir kere parti
temsi lci·leri ve sansür memurları önünde oyna­
mayı teklif ettiler.
Bu a laydan a n lamayan, som u rtuk, on. on
beş resmi seyirci önünde bütün prog ram ı olanca
h eves leri, can l ı l ı k!arı, h ızlar·ıyla oynad ı lar. Bü­
tün espri ler bir duvara çarpm ış g i bi etkisiz kalı­
yordu . Ama i ki nc i kısımda, o asık suratların bile
yüzü yavaş yavaş gevşemeye, azarlamaya a l ış­
mış o sert dudaklarda yumuşak kıvrımlar bel i r­
meye başlad ı . Bir kahkaha buzları eritt i . Ondan
sonra sa nsür kurulunun da bazı ları robotlardan
değ i l , i nsanlardan kurulu olduğu a n laşıldı. Sa nat
ve m izah sansürü yen m işti.
Şimdi aynı kabare b i rkaç ufak değişi k l i kten
f.onrn programına yeniden başlamış bulunuyor.
lsra i l 'e g ittiğ i mde bende en büyük izienim
bırokan olayinrdan birinin bir kabarede gördü­
ğ ü m çok ağır dozlu bir siyasal revü olduğunu
!sra i l no �ları m arasında değerl i okuyucuları ma
bildirmiştim Oranın bamte l i olan tabu kon u, di­
ne ve d i n adnmlarına bile d i l uzatan bu revüde

170
günün siyasi olayları ve adamlarıyla da olmadık
alaylar yapılma kta idi.
Gerek bu kabareden, gerek lsraH radyo­
sundaki bir m izah yayın ı ndan gocu nan bazı me­
busları n h ü kümelin d i kkati n i çekmeleri üzerine
Başvekil Gerian 'un tepkisini burada tekra r et­
mekte fayda vard ı r Bunları dinlemediğini, dinle­
d i kten son ra bu konuda düşü ncesi n i bildireceği­
n i söyleyen başvekil, e rtesi <?tu ru m mebuslara
şöyle demiş: « Di n ledim, aleyh ime olmasına rağ­
men cak güldüm. Böyle hoş bir programı kes­
meye benim elim varmaz. Va rsın devam etsin­
ler.»
M ü n i h'teki Kleine F reiheit (Küçük Hü rriyet)
adlı kabaredeki skecler ise Fransa'daki benzer­
leri nden hiç de nşağı kalır soydan değildirler.
Başveki l ieri dantelalı donla sa hneye cıka­
ra n Fransız kabare ve revülerini ise hiç anmıyo­
rum.
B ı rakın, Fransa g i b i hürriyetin kaynağı ya
da Alma nya gibi hü rriyetten uzun zaman yoksun
kalmış olsa bile yine de Avrupa'nın kültür ve
edebiyat temelleri nden b i ri olan bir ü l keyi, tek
parti i·le idare edi len Polonya'da, israil gibi dört
bir ya n ı teh l i ke i le sarı l ı her an teti kte küçücü k
bir ülkede bile mizahın vazgeçil mez bir ru h su­
pabı ve k ı rıoı, yıkıcı tenkidi n ya da sinsi kinleri n
panzeh i ri olduğu, o ksa k hkları düzeltme bakı­
m ı ndan ciddi makalelerin yapamadığı n ı yaptıığı
Iki kere i ki dört eder gibi anlaşılmış bulunuyor.
Kendi kendisi i l e alay edebilmek, kendi ku­
surılarına karşı tarafsız bir uzaklık kazanabil­
mek, daha iyiyi özleyen , daha kusursuza yöne­
len bir ru h tutu munun i l k aşamasıd ı r.

171
Te nkidi kald ı ramayanlar. şokayı kakaya
alanlar. hücumdan korkanlar. o layı doğmadan
boğmaya kalkan lar, yal n ı z kendilerine yön vere­
cek olumlu b i r ışıktan olmuyorlar. Toplumu da
en fayda l ı bir kuvvetten yoksu n bırakıyorlar.
6 Eylül 1959

172
AYDIN D Ü ŞMANLIGI

«Taraftarlarınızın yarısını kaybedecek, ama


öbür yarısının saygısını iki misli kazanacak ha­
reketlerden kacın mayı n ıı diyen Valery'nin bu gü­
zel öğüdü sanki havaya söylenmişe benzer. Şim­
di herkes süzme ta raftarlarının saygısını iki mis­
l i kaybedecek, buna karşılık büyük kitlen i n oyu­
nu kazanacak manevra lar peşinde.
Demokrasiyi bir oy tutarı dolayısıyla avam
egemenliği anlamına alanlar için, aydının bütü n
önem i , ateş olsan cürmün kadar yer yakersın
hesabı, oy sandığına atacağı bir tek oy pusula­
sından öteye geçmez.
On ümminin bir profesörü azınlııkta bırako­
bildiği geri ü lkelerde i ktidarın profesöre hoş gö­
rü n meyi bırakıp, ü m m i l eri avia rnaya kalkışı nda
sadece riyazi bir mantık vardır. Bu mantığın ge­
misine bini nce gelsin a rt ı k din alanı nda laiklikle,
devrimcili kler, bağdaştı rıla mayacak tavizler.
kü ltü r alanı nda ucuz zevklere tempo tutmalar,
piyasa alan ında seemen avia rnaya yönelmiş ya­
ra nıcı icraat.
Şimdiki i ktidarın aydın düşmanı old uğunu
savunan muhalefetin de işbaşında iken aynı av­
d ına ne üvey evlat mua melesi ya ptığını u n utma­
dık. Her ne h i kmetse Tü rk i ktidarları. old u m bit­
tim, aydını kendilerine d üşman saymış, okullar
olmasaydı bakın maarifi ne güzel idare ederdim

1 73
diye hayıflanan Haşim Paşa misali, «ŞU ukala
aydınlar olmasa» yurdu daha iyi idare edecek­
leri n i sanıp durmuşlardır.
Köyl ünün gön lünü hoş etmek icin, tücca rın
oıka rını gözetmek icin, zenginin otomobi l i n i yur­
da rahat sokabi lmesi, vatandaşı n bol bol i skoc
viskisi icebi l mesi icin sayı l ı dövizi mizi cömertçe
harca ma kta n cekinmeyen hükümetimiz, bir çöl
sessizliği ve hareketsizl i ğ i icindeki kültür cevre­
m izde aydının tek gıdası olan yabancı kitabı,
ucuz, ucuzu geçti k, karaborsa fiyatından aşağ ı
ithal etme kon usunda en küçü k bir cabayı lü­
zumsuz saymakta d i ren miştir.
Ayn ı makam lar, Avrupa'ya dinlenme gezisi­
n e cıkan olaturka ses sa natkö rianna binlerce
lira l ı k dövizi h ediye ederken aydınları n , hele mü­
zisyenlerin kaçını lmaz i htiyacla rından olan kla­
sik müzik pla kları n ı lüzumsuz bir l ü ks sayıp on­
dan döviz esi rgemişlerd i r.
Bereket versin, geçen gün gazetelerde cı­
kan bir haber bundan böyle bu sokar yol un i k­
tidar tarafından da fark edi ldiğini umduracak
soydandır. Hükümetin klasik plak ithali icin dö­
viz ayıraca ğını müjdeleyen bu havadisi şu kitap
karaborsasına da son veri l eceği müjdesi n i n ta­
kip etmesi ni dileyel i m .
Ama, aslında b u n l a r şimdiye kadar h içe a l ı ­
n a n aydına ya pılmış tavi zler olmaktan cok sade­
ce bir haksızl ı ğ ı düzeltme yol undaki i l k küçü k
adımlar sayı lmalıdır. Ö nemli olan, tek tek şu ya
da bu icraat değ i l , ayd ı n ı hiçi mseyen tutumun
kökünden değişmesidir.
Büyük u l uslar aydınları lle övü neb i len u l us­
lardır.
11 Ekim 1959
174
BIRAZ Ö LÇÜ

Hafta geçmiyor ki gazetelerde şöyle bir ha­


ber okumaya l ı m �
«Bir Amerika l ı denizci y i n e direğe tı rmanıp
Türk bağrağını yı rltı.»
«Bir Amerikan subayı motosikletini karıştı­
ran Türk çocuğ u n u yara.ladı.»
«Bir Ameri ka l ı cavuş lzmir'de bir sporcunun
karısına sataştu
« Dört Amerikalı asker Türk parasını parca­
ladılar.»
«Beş Ameri kalı asker dolar kaça kçı l ığ ı ndan
yaka landılar.»
«Bir Ameri kal ı subay Bol u 'da bir Türkü ez­
d i . Sonra kaçtı.»
«Bir Amerikalı a l bay saf halindeki jandar­
malara bindird i . Birini öldürdü. Bi rçoğ unu yara­
ladı . »
Geçen gece de Adana'da biri albay, i k i
Amerikan subayı minareye çıkıp ya pmadıklarım
bırakmamışlar.
« Ne ol uyor bu ada mlara? Zorları ned i r? Bu
şımarı k l ı k doha ne kadar sürecek? Amerikan
üst makamla rı bun ları kökünden önlem eye­
cek m i ?» d iye hep soruştu ruyoruz. üzülerek söy­
leme l i ki. bu tel� tek cıvı klıklor. artık, Türk - Ame­
rikan dostl uöunun hatırı icin dahi hoş görüiecek
sınırı cektan aştı . Türkler gerçi dünyanın en ko-

175
nu ksever, en an layış l ı u l uslarından biridir, ama
kon uğun bu kadar sayg ısızma da kimsenin ta­
hammülü ölcüsüz değ i ld i r.
Ameri kalılar acaba neden böyle davran ı­
yorlar?
Bunun i ki sebebi olabil ir:
1
- Ya özellikle bize. Türklere bir h ı ncları .
cocukluktan beri a leyh i mizde aldı kları kötü tel­
kinlerin, ana babalarından duyageldik leri yanlış
bilginin etkisi ile bir garezleri var ve şuuraltın­
tındaki bu küçü mseme ve kin tortusu bi raz icin­
ce yüzeye çıkıp bu gibi aşırıl,ı klara sebep ol uyor.
2
- Ya hut da Türkiye'ye karşı herhangi bir
kuyruk acıları yok da bu onların genel olarak bir
hastalığ ıdır. Belki de, her ü l kede, her u l usa kar­
şı aynı şımarıklı kları yapıyor, direkiere tırmanıp
o ulusun bayrağını parcalıyor, can kulelerine fır­
layıp o ü l kenin mukaddesatma küfü r ed iyorlar.
Eğer birinci şık varitse, bunun pek yersiz
bir şey olduğunu sevimli dostlarım ıza hatı rlat­
mak isteriz Kendileri n i n ki nden cok daha eski
ve köklü bir medeniyeti n varisi olan bir u l usun
insanları n ı . bugün biraz sıkıntıdalar diye hor
görmeye kalkmak pek çocu ksu bir tutum olur.
Evlerinde aldı kları tek tarafl ı kötü propaganda­
nın etkisinde kalmış olsalar bile, bunu daha
Türkiye'ye aya k basar basmaz düzeltmemiş ol­
ma ları . olsa olsa kötü n iyete ya da i nada yahut
da kötü n iyetli bir i nada verilebi lir. Kendi ü l kele­
rinde hôlô yirminci yüzyı l ı n ortası nda, Hitler'de
ayıpladıkları ırkçılığın siyah beyaz çekişmesini
olağan görmeye a l ışmış sevi m l i dostları mızı n . ta
on beşinci yüzyıldan beri bütün azınlı klarla çe­
şitli din görüşleri n i n ya n yana kardeşçe yaşa-

1 76
d ığ ı bu genişgörü rl ük ü l kesi ne biraz daha say­
g ı l ı olmaları h i ç deği lse, bu saygı ile içlerinden
sökemed i kleri antipati leri n i . sahte de olsa di plo­
matik neza ketle pe rdelerneleri gerekmez mi?
Yok, eğer i ki nci şık varitse. ya n i bu ahbap­
ıar her gittikleri yerde böyle davranıyorıarsa. o
za man hatı rıatal ım ki. biz herkes değiliz. Ame­
rikalıların işgal bölgeleri nde yapt,ıkları n ı Türki­
ye'de de yapmaya kalkmala rı saygısızl ığın da­
niskası olur. Her ulusun tahammül sın ı rı kendi­
n e göred ir. Un utmamalı ki Türkler, m üterakede
işgal a ltı nda i ken dahi bu şekil hareketlere mü­
saade etmem iş. her terbiyesizl iğin cezasını ken­
di leri vermesini bilmişlerd i r.
Bazı meselelerde, hatta demokratik hak,ları
üzerinde pek titiz davra nmadığı icin pek kalen­
der sa nılan bu ulusun. ulusal onur ve kutsal
değerler konusu nda h iç , ama hiç şa kasıı yoktur
Ameri kalı dostlardan ricamız, dışa rı gönde­
recekleri askerleri n i hiç değ i lse küçük bir ulus­
la rarası adabımuaşeret kursu ndan gecirmeleri.
gittiğ i yerde sekiz yaşında bir cocuk psikolojisi­
ne yaraşır şımarıklıkla ra m üsait olanları yu rttan
dışarı sal ıvermemeleridir
1 5 Kasım 1 959

1 77
OY HAZRETLEH i NE SECDE

i ktidar h ı rsı. oy bezirgônlığ•ı uğruna ideoloji­


den feda kôrl ı k etmek ya l n ız bizim partil ere ver­
gi değilmiş Devekuşu. Bunun sunturl u bir ör­
neği n i gecende Alman Sosyal ist Partisi verd i .
Bad Godesberg 'de toplanan bu olağan üstü
kongreda Alman sosyalistleri ü n l ü 1 925 Heidel­
berk tüzüklerindaki bütün Marksist i l kelerini
yalanlayıı p bunun tam karşıtı bir yeni program
üzeri nde birleşti ler. Ö yleki bu yen i programı
okuyunca i nsanın kırk yıll ı k sözl ükl erdeki sos­
yalist sözcüğünün kavram değiştirdiğine hük­
medeceğ i geliyor.
Parti bundan böyle Karl Morx'ı i n kôr ed i p.
kend ine fikir babası olarak çok daha ı l ı m l ı Far­
dinand Lasal·le'yi seçiyor. toprak mülkiyeti n i ka ·
bul ediyor. «kapitalistlerin sömürücü el inden
ku rtarıp kam uya mal edeceğ ini» vaat ettiği ma­
denleri. ormanları tabii servetleri ve enerji kay­
naklarını devletleştirmekten vazgeçiyor. haaa ki­
l ise i l e işbirliğinin kapı larını ardına kadar açıyor.
Bir yaşına daha bastın değil mi Devekuşu?
Tartışması ü ç gün süren. 1 6'ya karşı 340
oyla oneıy ianan bu yen i program üzeri nde söz
alan Knoeri ngen gibi, Prof .. Carlo Sech mid gibi
sosyal ist l iderler ideoloj i soru ml ul uğunu bir ya­
na atmış meseleyi ya lnız ve yal n ız oy ve sec!m
kayg ısı acısından almış görü n üyorlar. Bunlara

178
göre Sosya l ist Partinin kuruluşundan bu ya na
100 yıldan beri ancak dört buçu k yıl i ktidara ge­
l i p 95,5 yıl muhalefette pi neklemek zorunda ka­
lışının sebebi. seçmenierin sosya l istleri de ko­
mün istler g i bi Marksizmin, dolayısıyla da sınıf
kavgası ve işçi ihtila l i n i n bir organı görmeleri
imiş. Şimdi bu ideolo j i k i l keleri safra g i bi atıp ha­
fifleyince manevra ka biliyetleri genişleyecek, ye­
ni ve tavizci bir programla partiye sevki -açık­
cası oy- toplamak çok dahC' kolay olacağ ı n ı
san ıyorlar. Nitekim b u ma ksatla ilkin Marks'ın
«afyon» sayıp karşı olduğu, sonra Erfurt tüzü­
ğünde dnha hoş görü r g i bi açıda n . herkesi n ken­
d i bileceğ i «özel bir vicdan meselesi» olara k
kabul ed ilen d i n kon usu yimi programda büsbü­
tün başka bir acıdan ele alınma kta, kilisen i n
faa l iyetine saygı göstermek ve b u n u devletçe de
desteklemek gereği savunul ma ktadır. Bundan
ötürü de Almr.m Sosya l i st Partisi n i n kol ları bü­
tün Hıristiyan1nra sevgi ile açılmıştır. Bu kuca­
ğın bi rkaç mi lyon oy toplayocağı umulur. Ayrıca
yine bu yeni prog ramda şahsi teşebbüsün des­
teklenmesi de karar a r ı na a l ınmış parti orta sı­
nıf cıkarla rı n ı n da sözü mona bir sözcüsü pozuna
bürünmüştü r. B! rkac m i lyon oy da bu canipten
ka zanılırsa a kılları nca i ktidar h ü lya larına hayli
ya klaşmış oluca klar.
Bu sade olağan üstü deği l , olağanüstü ga­
rip de olan kongrenin hayli i lg i nç geçtiği a n laşı­
l ıyor. Bu tra j i komedya nın son perdesi n i n en
sürprizli sahnesi o zamana kada r aşırı Marksist­
liği ile ta n ı nmış Herbert Wehner'in Itiraz etmek
Icin çıktığı sanılan kü rsüden:
«Ben yan ı l mışım a rkadaşlar, ya nlışımı şim-

1 79
d i görüyoru m» d iye başlayıp yeni prog ra mı bir
vakitler Marksizmi savu nduğu kadar içten savu ­
nan acıklı tiradı olmuş.
Yeni prog ram ları. sosyal istler icin bir ikti­
dar basamağı olabilecek mi? Laftan çok fiiliya­
ta bakan or�a sınıf sanayici leri bu kuru laflara
pabuc bırakacaklar mı? Sosyal ist partinin aç­
tığı kucağa dair hölö h erhangi bir yorum yap­
maktan cekinen kil ise çevreleri böyle bir işbir­
liğinden kendi hesapları na bir menfaat umabile­
cekler mi, kesti ri lemez.
Şimd i l i k bu yeni programın ilk tepkisi ku­
lakl arı na inana mayan kom ünistlerin büyük şaş­
kınlığı olmuştur. Niteki m bu şok geçtikten son­
ra o çevreler sosya l istlerin bu yeni taktiğini «iş­
ci sınıfına yapılan en büyük ihanet» olarak va­
sıfland ırmışlardır.
Bizce önemli olan bu yeni tutumun Alman­
ya'daki tepki leri değildir.
Hatta yarın bizde kuru lacağı söylenen Sos­
yal ist Pa rtinin bu progra mdan örnek alıp alma­
yacağ ı da değ ildir ..
Biz bu yazıyı sırf bizdeki oy tuzakcılarına
bir avuntu vermek, bu alanda tek olmadıkları n ı
belirtmek, icin yazd ık.
Bu gidişle orada d a Cumhuriyetçi Kraliyet
Parti leri n i n . Marksist Klerikal Partilerin zuhuru­
nu görmek insanı şaşırtmayacak.
Görüyorsun ya Devekuşu!
Oy hazretleri Avrupa'nın ortas ı nda bile in­
sanlara ne taklalar arttı rm ıyor.
6 Aralık 1959

180
1 960'a G i RERKEN

Yeni yılmız kutlu olsun sayın okuyucularım.


Büyüklere saygıları m ı , küçüklere sevgi leri­
mi sunarım.
Yeni yılın kutlu olsun vatanım.
Damar damar asfa ltlarında dizi dizi kam­
yonlar . . . Fabrika baca larında bayrak gibi dal­
golanan dumcmlar.
Ey bizlere fikir h ü rriyeti, m uhtar ün iversi­
te, hür basın. tarafsız radyo, h i lesiz seçi m , siya­
sal olg unluk, tartışma nezaketi, pol itika centi l­
menliği vererek bu demokrasi cenneti içinde ya­
şata n la r. M i n net size. Selam size. San olsun . . .
inşallah nice yılları siz başı mızda, hep bu
varl ı k ve m utluluk, hep bu gön ü l h uzuru, fikir
rahatlığı içinde kutlarıız.
Yeni yılın kutlu olsun taşra gazetecisi Mister
Pulliam. Size de iyi yılla r özel U l uslara rası Basın
Enstitüsü, burnunu ol madık işlere sokan yaba n­
cı gazeteler. a rada bir gözleri di nlendirrnek için
beyaz çıkan yerli basın.
Güzel yıl kır. h apisteki gazeteciler, girmek
üzere olanlar. yeni çıkanlar. önüm üzdeki yıl gi­
recekler.
Yeni yılınız son model a rabalarınız gibi
uğurlu olsun mebus beyler. Ayrım yapmaksızın
DP'Ii ler ve CHP'Ii ler.
Yeni yılınız kutlu olsun, gem isini kurta ra n

181
kaptanlar. tarziyeciler. pazarlıkçılar. tavizciler,
evet efendimc! ler. etliye, sütlüye karışmayan
çekingenler. yoğurdu üflemeden yemeyen tem­
kinliıler. m iskin mutl u l u k ia n na sımsıkı yapışmış
sinameki ler. her rejimde dört ayak üstüne dü­
şen açık gözler.
Yeni yılınız kutlu olsun emniyet mensupları.
rıhtım kahrama n ları. cop şampiyonları.
Selam size. kongre kütü kleri nde oyun ya­
pıp gelecekteki siyasi h ayatına sta l gören tale­
be cemiyeti idareci leri .
Şen ve esen bir yıl. vergi mükel lefleri. dar
gelirli ler, dullar. yeti mler. emekl i ler.
Yeni yılın kutlu olsun. Beyazıt M eydanı. Mo­
da Burnu. Golata Kulesi.
Iyi yılla r. i ma r alaca klıları . temizl i k amele­
leri . çöp kamyonları.
Sela m s ize . döviz kaçakçıları. karaborsacı­
lar. Lüks Nerm i n . Copkın Hırsız. Berbat Süley­
man.
Yeni yı·!ıınız uğurlu olsun Turgay, Can . Lef­
ter. M Cızeyyen Senar. Ah met üstün. halk türkü­
leri Sad i Yaver Ataman.
G üzel yıl lar. sağcı la r. solcular. yobazlar,
snoplar.
Iyi seneler Saidi Nu rsi. Bedi üzza ma n.
Böyle gelmiş böyle gider Devekuşu. Her·
kesle gelen düğün bayram.
1 Ocak 1 960

182
BIR ISKANDIL

Partiler. yılın son h aftası da falso yarışına


devam etti·ler.
CHP' n i n halk g özündeki son presti j i n i blr
kat daha aza l ta n otomobi l fiyaskosu karşısı nda.
sağ olsun bir DP'Ii mebus da partis i n i küçük dü­
şü rmed i . yılın son haftası giderayak sunduğu
bir kanun tasarısı i le ü n iversitenin muhta riyeti­
ni hudarnayı salık verd i .
Sayın Trabzon mebusunun tasa rısım göz­
den gecirince. bu konudaki yaboncılığı hemen
g öze çarpıyor. I nsan bir i l i m m ü essesesinin statü­
sünü değişt i rme teklifinde bulunurken h lc değ i l­
se g örünüş bakımından i lm i olmaya , hadi bu da
olmad ı. bari sağduyudan ayrı l mamaya gayret
etmel i . Hele hepsi iyi kötü en az DP mebus!a­
rı ndan iki üç misli oku muş. yazmış. eserler ya­
yımlamış. ele g ü ne karş ı Türkiye'deki Ilmin tem­
silcisi sayı lan ki mselere karşı şu ursuz sürüler
Icin kullanılan başıboşluk gibi sözler kullan­
maktan kend i n i koruyabilmeli.
Evet Sayı n Ta rakcıoğ l u'nun tasarıs ı n ı n ru­
hu ü niversiteyi işte bu « başıboş luktan kurtarıp» .
Maarif Vekôleti nin. daha ac: !<cası i ktidarın em­
ri ne vermeklir. Sayın Demokrat Parti mebusu
hunun icin şu t0k l iflerd e bulunuyor:
A) Genel kuru llar kaldırı l ıp yetkileri profe­
sörler k u ru l u na bıra kı lmalıd ı r. (Açıkcası. fakül-

183
ten i n güdümü nde ada mda n sayılıp oyları a l ı n a n
doçent ve öğretim görevlil eri, fakü lteleri n bu e n
faa l . d i n a m i k . ül kücü ve g e n e elemanları bir ka­
ıl em idari bakımdan bartaraf edilmelidir. )
B ) Deka n ları profesörler kuru l u n u n aday­
ları aras ı ndan Maarif Ve kili seçmelidir. (Bu su­
retıle profesörler arasından bir deka n seei l mesr
usulüne son veri l i p profesörlere b u ndan böyle
deka n değ i l . olsa olsa i ki deka n adayı seçmek
yetkisi tan ı n ma ktadır. Bu iki aday muhakka k or­
dinaryüs rütbesi nde yahut da böl üm başka n ı
olacaktır.
Bu iki adaydan biri n i , kendine ve şüphesiz
partisine en uyg u n ola n ı n ı seçmek ise Maarif
Ve ki l i n i n bi leceği iştir.)
C) Rektörü ise profesörl er kuru l u üyel eri
arasından doğ ruda n doğ ruya Maarif Veki l i se­
çecektir. (Rektörl ük konusunda profesörlere
aday seçme yetkisi dahi bırakılmam ıştır. Veki l .
profesör l istesini şöyle bir torodıktan sonra be­
ğendiğini ü niversitenin başına rektör yapacak.
hizmeti nden memnun kal ırsa . dört yıl sonra ay­
nı zatı n rektörlüğünü bir dört yıl daha uzatabile­
cektir. Ne hi kmetse. deka n l ı k için ord inaryüslü­
ğ ü ya da böl ü m başka n l ı ğ ı n ı şart koşan tasarı
rektörl ü k konusunda bu kadar i nce eleyip sık
dukunmuyor.)
i lk ağ ızda acayipl i ğ i , mantığa aykırı l ı ğ ı , Na­
zi ve total iter ü n iversite a nlayışları dışı ndaki
ü niversite kavra m ı ile bağdaştırılamayacak tek
ta rafl ılıı ğ ı , dar sınırl ı l ı ğ ı s ı rrtan bu tekl ifieri n giz­
li siyasal niyeti n i perdelemek, hafifletmek için
tasarı geniş çapta bir maddi tatm i n planı i leri
sü rmeyi elbet ihmal edemezdi. Asista n ların ha-

184
len aldığı tazmi natı 200 ,liradan 600'e; doçentle­
ri nkini 300'den 900'e; profesörleri n k i n i ise 400'
den 1 200'e cömertçe çıkartmakla üniversite
mensupları n ı n ağzına b i r parmak bal çalan ta­
sa rı sah i bi n iyetinin pek belirli olmasına rağ­
men yine de kurnaz sayı labilir.
Başveki l i n üniversitede yemek yediği gün,
profesör evleri için bazı ya rdım vaatlerinde bu­
lunuşunun o zaman bazı profesörlerin tutu muna
yine de biraz tesir ettiğini çok iyi bi len iktidar
mebusu şimdi de ma n evi alandaki bazı kısıntı­
�arı mJddi ale ndaki bazı önemli tatminlerle sa­
tın alabi leceği zehabına kapılmakta kendine gö­
re haklı sayılabil ir.
Bu tasarı mecl iste nasıl karşı lanacak, ne
şekilde sonuçlanacak kestiremem. Basının, ka­
munun bu konudaki tepkileri de belki Şah'la
Diba'nın. Fener'le Nice' n i n karşı laşma ianna kı­
yasla pek büyü k bir yer de tutmayabilir. Buna
da karışamam.
Ama ben i m bu konuda asıl merak etti ğim
m uhtariyeti bir nevi m üzayedeye çıkarı l m ış üni­
versitenin bu biraz kaba taktiğe karşı göstere­
ceği şiddeti n derecesidir. Bu tepki yeteri kada r
sert ve enerj i k olmazsa, Türk ilim adamları a ra­
sında maddi çıkarını ma nevi değerlerden üstün
tutanlar bulunur da muhtariyet konusunda ta­
vizlere taraftar görü n ürlerse ve bu g i biler ger­
cek ilim adamları n ı azı n l ı kta bırakırlarsa, o za­
man hiç üzü lmeye değmez, böyle bir ü n iversite
zaten muhtar olacak i l m i ve ahlaki seviyede de­
ğil demektir. Kendi ölümünü kendi i mzalar. Bize
de sadece acımak, çektiği miz nice yazıkiara bir­
çok tiraklı «Yazık» daha katmak düşer.

185
Bu iskand i l i n sonucu ilgi i l e beklenmeye de­
ğer.
Ne var ki Türkiye acısından ba kılı nca Ta­
ra kcıoğlu'nun tasarısı b i r batılı -ya görü nebi­
leceği kadar manasız da değ i ldir- tasa rı sah i­
bi ilim zih niyetini ilmin gel işmesi icin gereken
hürriyet havasının cah i l i olsa bile de hiç değilse
Türkiye'yi ve Türkiye'deki etki usul leri n i olduk­
ca iyi bilmekted ir.
Bekleyelim.
3 Ocak 1 960

186
OKUYUCU M EKTUPLARI

Konya'dan mektup yazan Zeki Losca l ı adlı


sayın okuyucum geçen haftak i yılbaşı yazı mı
-herhalde dalgınlı kla- ciddiye a,l mış olacak ki
« G ü ney sınırı m ızda ki kacakcılara, Sa id-i Kürdi'
ye dahi esirgemed iğimiz yeni yıl tebriklerini
Atatürk inkı laplarının bekçisi Atatürk Derneğin­
den ve insa n ların kardeşliği icin kurulmuş Ma­
son lar B i rliğinden esirgemişsin iz» diye gocu­
n uyor. Hatırı olsun. Kendisine de, adını andığı
o kurumlara da iyi yıllar di leriz.
Yozgat Hapishanesinden mektup yazıp
orada kurulacak kütüphane icin h i kôye kita pla­
rımdan birer cilt isteyen sayın okuyucumun bu
isLeğ i n i yerine getirememekten gercekten cok
üzgünüm. Yıllar önce yayımlanan bu kitapların
hiçbiri n i n ne yazı k ki mevcudu kalmamış. Bun la­
rı basmış olan yayınev i n i n keyfi gelip de ücün­
cü baskı ları n ı yapmaya karar verdiği gün ilk ha­
tı rlayacağım Yozgat Hapisha nesi olacak. Ora­
larla iyi geeinmek lazı m. Birçok arkadaşlar o ca­
tıların altında. Bakarsınız günün biri nde bizim
de yol umuz düşer. Şimd iden dostlar edinmek
hiç fena olmaz. Cü mles ine sabırlar diler yeni
yılları n ı kutları m .
An kara'dan mektup gönderen ve eski bir
Mülkiyeli old uğunu söyleyen Nahit Ülgen adlı
sayın okuyucum, aydı nları parti ler dışında kal-

187
maya, partilere karşı sağlam ve isti krarlı bir
manevi muraka be kurm aya davet eden ısra rl ı
yazılarımı i l k i n tasvip etmezken son olayların
ışığ ı nda -sağ olsun- bana hak verd i ğ i n i bil­
dirdi kten sonra, « i ki nci Meşrutiyet esnası nda
bir ara istisna edilirse, Tü rkiye 'de hiçbir zaman
tam bir hürriyet re jimi kurulamad ı ğ ı n ı , bunun
ancak prensip ve program partileri kurulduğu
gün mümkün olabi leceğ i n i » söylüyor.
Sizce Türkiye'de gerçek bir demo krasi n i n
kurula mayışı, demokrasi hevesleri n i n hep şe kil
ve satıhta kalıp deri ne, insana i nerneyi şinin ve
bu mucizeyi hep d ışta n, şekilden, kalıpta n bek­
:leme gafl eti mizin bir sonucudur. Siyasal kadro
hiç değ işmed i . CH P'yi i l k kuranların büyü k kısm ı
ya i ttihatçı id iler. ya da onları n görgüsü ile ye­
tişmiş olanlard ı . Serbest F ı rka n ı n l iderleri Halk
Partisinden. Demokratla r Halk Partisinden çık­
tıl ar. M i llet Partisi bayra ğ ı altında toplana nlar
ise Demokrat Part i n i n b i r vakitki en ateşli parti­
zanları id i . Hürriyet Pa rtis i n i Demokrat Part i n i n
eski ve kil ieri kurd u . Son u nda bunlar da dönüp
dolaşıp yine Ha l k Pa rtisinde kara r kıldılar. Siya­
si tari h i nde bizim pol i ti kacılar kadar kısa za­
manda bu kadar parti değiştiren. program ay­
rı l ı klarına rağmen yine aynı anlayışta kalan baş­
ka örnekler bulmak güçtür. Parti adları , parti tü­
zü kleri değişiyor, ama insanlar maa lesef hep
aynı kolıyor. Bundan ötürüdür ki bu çekişme bir
re j i m , bir hürriyet, bir prensip çekişmesi değ i l .
b i r iktidar ya rışı ol uyor. Rana Tarhan muhale­
feti, Serbest Fı rka muh alefeti , hatta kurulacağı
söyl enen Sosyal ist Parti denemesinin bir danı­
şıklı dövüş hcline gelmesi ve geleceğ i n i n sebe-

188
bini de yine başka yerde aramamalı. Sayın
okuyucu mun uzun uzun ba hsettiği otomobi l da­
vası bu acı gerçeği n sadece bir küçük görü nü­
şüdür.
Türkiye'de gercekten b i r demokrasi doğa­
caksa bu, partiler arası ndaki mücadeleden de­
ğ i l , tam tersine, bütün düşmaniı kiarına rağmen
aynı yol u n yolcusu. ayn ı anlayış,ın temsi lcisi bu
i ktidar yarışeılan ile gercek demokrasiyi , fi kir
hürriyetini ben i msemiş aydınlar cephesinin
carpışmasından doğacaktır Ta m bir demokrasi
eğitimi görmüş yeni bir pol itikacı kuşağ ı n ı n ye­
tişmesi ise, ancak bundan sonra mümkün olur.
10 Ocak 1 960

189
ALATURKALI G I N BAŞI :
YUMUŞAK AYDINLAR

Gazeteci öld ürme i l kel l i ğ i n i şükürler olsun


geride bıraktık. Ahmet Emin'e Malatya'da atıılan
kurşu n , bu barbarl ığın son ha lkasıdır. Ama, on­
dan sonraki demokrasilerimız de yine gazetecl­
yi sind irme metotlarından büsbütün vazgece­
med i . Arif Oruç'tan başlayarak, Orhan Birg it'e
kadar, bilinmey en, tutul maya n fai l i erden dayak
yiyen gazetP-cilerin listesi yapılsa, herhalde pek
göğüs kabartıcı bir manzara ile karşı laşmazdık.
Hür mil letler topluluğu içinde, yurdumuzun fikir
özgürl üğü ve tolera ns bakımından pek ön saf­
ta bul unduğu savunu lamaz. Henüz ki lometre­
lerce uzağında olduğ u m uz bu ön sota g idecek
yol da, bildiğini okumak, dediğine itiraz kabul
etmemek, karşı koya n ı işinden, ekmeğ i nden et­
mek, hapse atmak, ya da onun başında sopa
kırmak ol masa gerektir.
Gercek demokrasi n i n kuru l masını engelle­
yen sadece bu zorba lık ve tahammül süzl ük zih­
niyet i mid ir? Hayı r. Şu son g ü n lerde en cok bu
taraf gözüm üze batıyer da onu d i l i m ize dol uyo­
ruz. Bu dar görüş. bu tekelcilik acısı g ü n ü n bi­
rinde kü ltürle, i nsafla ortadan kal ktı diyelim, o
zaman her şey acaba yol una girecek mi dersin
Devekuşu? H i ç sa nmıyoru m . Demokrasi yolu n­
da eksiklerimiz o kadar çok ve değişik k i . . .

190
Katı ldığım baz ı ayd ı n toplantılarına ba kıye­
ru m da, gitgide umutsuzlaşıyoru m. Bunlara ka­
bla n lar. gözleri ni itiraz bürümüş pol itikacı lar,
ya da progrcmları n ! n h ızına ka pılmış pa rti ciler
deği l . Çoğ u beyaz saçlı, durmuş oturmuş, ağ ır­
başlı. i ki üç batı d i l i bilen, kendi bilim, ya da
sanat alan larında otorite sayılan bu memleke­
ti n ünlü ve saygıdeğer en süzme aydınları. Ne
var ki, kon uşmalarına, ta rtışmalarına, a l ı ngan­
lıkla rına, saldırga nlı kianna ba kı nca onlarda da
basit ve ham kişilerde görüp ya kındığımız a latur­
ka lıkların hemen hepsini -belki biraz daha ör­
tü l m üş. bel ki b!r nebze daha nazik ka l ı bo dökül­
müş olarak- çıörebi·liyors u n . Konu , sanat veya
bilim olduğu za man bile. politika kuralları hôkim
ol uyor. Akademi sayıla bi lecek bu kurarnlarda
bile. fa lan bey darı l ı r. filan zat gücenir d iye
prensip fedakôrl ı kları. karar düzeltmeleri yapı:ı­
yor. Orada da gruplar. peşi n düzenler. sa hte
bir tevazu maskesi altında nice i htiraslar göre­
bilirsi n . Aklı başında olgun bir üyen i n başka bi­
rinin ya p�ığı muga letayı deste klediğini görüp şa­
şıvorsun. Sebebini araştı rmca. o üyen i n . o muga ­
lataemın ya nında bir mem u riyeti, ya da herhangi
bir cı karı olduğunu görüyorsun. Falan patron u n
g azetesinde yazı ların ı n çıkması. fa lan beyin cı­
karccağı antoloj iye girernernek korkusu. bir üye ­
den. gelecek oturu mda kendini ilgi lend iren bir
önergeyi desteklemesi vaad i n i almış olması. bu
süzme nyd ı n l a rın elini kol u n u bağlayıp kişili kl eri­
n i ortadan ka ldırmaya yetebiliyor. Hatta bu g i bi
toplantılarda . konuşurken bir tezi tutup oyl ama­
ya geçince. o tezin al eyh ine el kaldıra n insanla­
ro bile rcıst.larsa n . yine h i ç şaşma.

191
Fi kirler bir sigara içimlik a rada değ i şebi li­
yor. Hası lı, pol itikada neden nefret ediyorsa k,
hepsi bu politika d ışı, sözümona kü ltürel top­
lantı larda da var.
Bu aydınla r topl u l u kları nda hiç mi olumlu
kişHer yok, h i ç mi iyi n iyetli, d ü rüst, cı kışiara
ra stlanmaz. Bunu demek istem iyoru m. Bild iğim
bir şey varsa, dost kaybetme korkusu n u n, işi
ol u runa bağlama rahatl ığının en d ü rüst ve ta ­
rafsız olanlrırımızı bile gerekli cıkışiardan engel­
leyecek. hiç değilse çeki mser yapaca k bir kuv­
vette old uğudur Durum böyle olduktan, aydın­
lar, süzme ':'!üşü nürler, böyle davrandıktan son­
ra gerisinden ne bekleyebilirsin?
1 4 Şubat 1960

192
AKl NTlYA KARŞI

«Halk Düşmanı» adlı piyesini, « Kalabalığa


boş verin, haklrı olan her zaman küçü k bir azın­
lıktır. Hele en kuvvet i isi tek i nsa ndır» d iye biti ren
i bsen boş konuşm uyor. Demokrasi ile demagoji ­
n i n ayrı liğı bir kıl payı d ı r. Gözü kızmış bir o y ka­
labalığının sağduyu kefesini havaya uçurduğu­
n u s ı k s ı k görmüyor muyuz?
Ya lnız siyasal tartışmalarda değ i l , bir mese­
lanin enine boyuna, derinine konuşulduktan
sonra kara ra bağ lanmasını gerektiren bil imsel
ve kültüre l toplantılarda bile sıkışılı nca parla­
mento usu l lerine başvurulduğu çok olmuyor mu?
Bir kaş göz anlaşması, bir yeterl i k önergesi,
oylama, tamam. işim ize gel meyen doğru sözl ü­
nün daha diyeceği kursağında iken ca n ı na ot tı­
kayıveririz.
Geçen haftaki «Yumuşak Ayd ı n lar» yazı m­
da da bel i rttiğimiz gibi, bilimsel ve kültü re l tar­
tışmalarda Ingiliz Ouaker'lerinin tarafsız, kinsiz,
hatta hakiıyı haksızı değil, ya l n ız doğruyu orta­
ya cıkarmaya ca l ışan, ayiarnayı bile gereks iz
bulan anlayışını a ramak boşuna. Bizde iyi n iyetli
gercek dostlardan çok, cem iyetler kan ununu ez­
berlemiş taktik uzmanla rı , hizipçilik kurtları , oy
ma nevracıları at aynatıyor ve ne yazık ki iste­
di klerine varıyorlar.
Durum böyle olunca iyi niyetli azı n l ığ a hele

193
bazen tek başına kalan i nsana ya paca k bir şey
kalmıyor g i bi gelebilir. Vurdumuzda ki çoğu ay­
dınların bugü nkü tutumu ne yazık ki bu.
Bence en küçü k yanlış bu kötümserl i kte.
Küçü k azınlığın, hatta tek i nsanın caresizlik
içinde bu kuru gürü ltüye pabuc bırakması, k>u
sürü psikolojisine uyması kadar ma nasıızl ı k ola­
maz. Bu i nsanl ıktan istifa etmek gibi bir şey.
Oylamaya geçil ince yenileceğ imizi bilsek
bile kararı n ya nlış olduğunu, günün biri nde bu
ya n l ışın ortaya çıkacağını bir kere daha bütü n
kuvvetimizle bağı rıp karşı m ızdakHeri uyandır­
maktan vazgeçmemek gerek. Bu çeşit direnişler
hiç değilse iz bırakır. Bunun ya n l ış olduğunu bi­
le bile yapa nları n , eğer kalmışsa v icda nlarına,
küçü k bir tortu cöktü rü r. Ka ldı ki, bu kendimize,
i nsan sorumluluğu muza karşı da bir borctur.
Topl u bir ya n l ışın ortas ı nda doğruyu görmüş ve
direnmiş olanların varl ığını, bir zaman sonra,
tari hin gözü ne serer, u l usun kendi şuuruna gü­
venci ni sağlar.
Bencil acıdan bakı nca da bu dire n iş kişiyi
kişi l iğini bulmaya, onu bu keşmekeş içinde pe k­
leşti rmeye yarar. H ux ley'i n dediği g i bi i nsan
kend i n i anca k a kı ntı karşısında yüze yüze kuv­
vetlendiri r. Insa nlığın, doğruluğun. iyinin, güze­
lin yol u nda yürü mekte olmanın eşsiz huzuru ve
benzersiz sev i nci ise, bütün rikslerine, bütü n
zarariarına rağ men bence hiçbir şeyle değişi le­
meyecek kadar büyı.i ktü r, başka dır. Bu yüce
mutluluğu. yaşa manı n a macını her rüzgôra uy­
mak, her kuvvete tempo tutup parsa toplama ktc
bulanların sınırl ı haya l g ücü tasavvur bile ede­
mez.

194
Yurdum uzda, bil:m, sanat. siyasal alanların­
da cok az da ka lmış olsa böyle insanlar yok de­
ğil. Bunlar ne d u rumda olurlarsa olsunla r, in­
san l ı k gereğ i n i yeri ne geti rmeye çal ışıyorlar.
Ama bir toplumun değeri bu nların sayısı ile
orantılıdır. Kendileri n i çevrenin bu yıpratıcı,
aşı ndmcı, yum uşatıp kendine benzetici etki­
lerinden beri t utabilen bu ü l kücü ayd ı nların
varl ığı cok daha um utlu bir ya rın icin tek
dayanağımız.
Bütün d i k katim iz, özenimiz bu ceşit i nsan­
ların bol yetişeceği kişi l i kleri n i n daha rahat ge­
l işeceği imkô n ları sağ lamak olma lıd ır.
21 Şubat 1960

19ö
SOSYALIST PARTI YAHUT
IKINCI BAKKAL DÜKKANI

Altı ayd ı r kuruldu kuru l uyor. söylentilerini


işitegeldiğimiz mahut Sosya l ist Parti nihayet
kurulmuş. Geçen hafta ki gazete ler yeni parti n i n
kurucularını. Şura Başkanını, Genel Sekreteri­
ni ta nıttı lar. «aşırı solcu bir pol itika gütmeyece­
ğini. uzun vadeli bi r programı olacağ ını. seeim­
ılere gi rmeyi düşünmediğ ini. şimdilik sadece bir
sosya list mektebi g i bi cal ışacağını» be lirtti ler.
Bu Ti.'! rkiye'de kurulan sosya l ist partileri n
kacıncısıd ı r. bunun kesin hesabını ancak dos­
tum Prof. Ta rı k Zafer Tu naya bi l i r. Benim hatı­
rımda ka lanlar Cami Beyin meşhur Ahra r Parti­
si. b i r de sonradan üyeleri a rasına gizli pol isle­
ri n sızdığı Esat Adil Müsteca blıoğlu'nun ta l i hsiz
Sosya l ist Pa rtis i . Bunlar d ışı nda kuru l u p bata n
daha kim bilir nice sosya l ist pa rti olm uştur.
Bir a ra lsmet Paşa devri nde Necmettin Sa­
dak'ın da b i r sosya lis1: parti k u racağı söylentisi
ç ıkmıştı. «Akşa m » ı n ra h metli başyazarı F ra n­
sa'da sosyoloji okumuş. yurda dönü nce Da rü l­
fünu nda bi r a ra Ziya Göka lp'ın, a ma daha son­
ra da Jean Jaures hayra m hoca mız Bonna­
fuss'u n ya nındC'! asista n l ı k ya pmıştı. l l ım l ı bir
sosya l izme kn rşı yakı n l ı ğ ı belki de b u radan ge­
l iyordu. Ne var ki Sada k'm kuvvetli muha keme­
si. duru ma ntığ ı , güzel d i l i ve sağlam karakteri

196
yan ı sıra bir öze l l i ğ i de kendini korumuş, tut­
muş, Dışişleri Bakan l ı ğ ı n a kadar cıkarm ış olan
l nö!lü'ye karşı büyük bağ l ı l ı ğ ı ve m i nnettarl ı ğ ı
idi. Bir partici ya da bir i n s a n olara k o n u n ka­
rakteri lehine yazı labilecek bu özelli k ne yazık
ki onun iyi bir sosyalist parti l ideri olması n ı en­
gel leyecek en büyü k sakı nca idi. Nitekim, belki
de bu duygunun etkisiyle, bu teşebbüs toh um
halinde öldü. Sadok d a hayatını M i l l i Şefine
bağ l ı bir Halk Partili olara k bitirdi.
CHP'nin çok tartışma götüren, devletcilik
umdesine dayanan bazı partili ler, sosyalist eği­
limde bir parti oldukl arın ı zaman zaman savun­
muşlard ır. Bu tavizci , lastikli acayip devletçilik
umdesi dışında, gercek bir sosyalist partisine
saldırı hedefi olacak başka nice umdeleri bulu­
nan Halk Pa rtisini sosyal ist ya da sosyalizan bir
parti saymak eğer safl ı kta n deği lse, m u hakkak
bir özenti hevesinden i le ri gel iyor olma l ı idi.
Kaldı ki, CHP'nin sol kanadı sayılan bazı
şah siyetlerin sosyalizmden ne anladı kları, Al­
m anya'daki Carlo Schm idt'in sosyal izmden baş­
ka her şeye benzeyen son tavizci progra m ı n ı a l­
kışla onaylamalarından da yeteri kadar beiH ol­
du . . .
Demokrat Partiye gelince, o dü pedüz bir l i­
bera l partidir. Böyle söylemekle onu büyü mse­
diğim sanılmasın, Halk Partisi nde olduğu g ibi
bu partinin de fi i l iyatma göre değ i l , a ncak ya­
z ı l ı programına göre konuşuyorum.
Görünüşteki bütün catışmalarına, oy ce­
kişmelerine rağmen, iki büyük partimiz de as­
l ı nda aynı yolu n yolcusudurlar, aynı ortak de­
ğer ölçülerine dayanırlar. Türkiye'de kurulacak

197
gercek bir sosya l ist parti bu bakımdan er gee
bu iki partiyi tek cephe teşki l etm iş ol arak kar­
şıısında bul maya mahkumdur. Bu ise siyasi tar­
tışmaları mahalle kahvesi adi l i ği nden prensip
tartışması seviyesine c ı karabi l i r.
Gercek bir sosya list partinin kurulması.
yal nız işçi l erin, calışan sınıfın haklarını savu n­
maktan, yurtta bir sosyal düzen ve g üven i n te­
essüsüne çal ışmaktan öteye, bizde demokrasi­
ye benzer bir demokratik hayatı n yerleşmesine
de yarayabilir.
Fikir özg ü rlüğünü. d emokrasinin çok taraf­
l ı l•ığını bel irtecek pol itik alanın renk pal eti ni zen­
ginleştirecek olan her yeni prensi p partisini.
sağ sol ayrı m ı yapma ksızın sevi nele karşılama­
lıyız.
Ama şunu da önemle bel irtelim ki. eğer
bunlar salt bir göz boyayıcılık ya da danışı klı
dövüş deği lse . . .
Biz. bu memlekette öylesine tertipli muha­
l efetler görd ü k ki. şimdi kolay kolay herkesi n
samirn iyet i ne de inanam ıyoruz.
Böyle durumlarda ben hep bizim eski ma­
hallenin hakka l ı n ı hatı rlarım.
Bütün mahaMenin tek bakkah olduğu ıçın
bakkal•ımızın işl eri tıkırında idi. Günün biri nde
köşede başkn hir bakkal dükkônı açıldı. Eski
bakkal ı n yüzü nden düşen bin parça olmalı idi .
Oysa onu çok neşel i gördüm:
«Rekabetten korkm uyor musun?» dedim.
«Nasıl korkmam bey» ded i . «Gece uyku
kalmadı. Korktuğum için o dü kkônı da ben aç­
tım ya. Hem yabancı g el emez artık. hem oğlan
da ekmek yer.»

198
Seçimlere g i rmeyeceğ ini, ı l ı m l ı b i r yol tu­
tacağını bildiren bu yen i sosyal ist part i n i n i kin­
ci bakkal dü k kônı olup olmad ığını icraatı gös­
terecek ..
Hayı rl ı sı.
24 Ocak 1960

199
TAVI ZLER YOKUŞU

Hangi pa rtiden olurlarsa olsunlar, siyasa


adamlarımız bence hep aynı ham urdan . .
Muhalefette i ken alça kgönüllü, ü l kücü,
ateşli, gençliğe, ayd ınlara sağduyuya bel bağ­
•amış görünen, ama i ktida ra geçti kten bir süre
sonra gercek bir demokrasi terbiyesi i l e yoğurul­
mamış olma n ı n sonucu ola rak a laturka h isleri­
n i pek çabuk ortaya v ura n pol itikacıların h ikô­
yesi pa rtiler değ işse de hep devam edeceğe
benzer.
Ya daha sonra gelecek kuşaklar? Onlar
hakkında fazla umutlu olabilir m iyiz? O da gö­
zünü tek taraflı görüşlerin, kinleri'n , baskıların,
asıl amacı oy kaza nmak olan ihtirasların içine
açmad ı m ı ? Geneli k daha talebe cemiyeti
kong relerinden iki partiye ayrı lm ıyor, burslar.
yardımlar. dövizler ya da vaatler omuz sıvazla­
malarla i k i pa rti için kaza nı l maya uğraş ılmıyor
ve n i hayet iskemle masa i k i parti g ibi birbi riyle
boğazlaşmıyor m u ?
Bu gidişle sağduyu sahibi, her i k i pa rtinin
de d ışında memleket gerceklerin i oy i htirasının
kızg ı n buğusundan değ i l , serin kafa i l e görecek
tarafsız geneler nasıl yetişecek?
Tesadüfen, türlü tertiplerden sıyrı l ı p ba­
ğımsızl ıklarını m uhafaza edebiimiş aydınlar bu-

200
nu daha ne zamana kadar muhafaza edebi le­
cek?
Bağımsızlık derken, ne yazık ki, tam anlamı
ile bir bağımsızl ık kasdedemiyorum. Aktif bir ba­
ğımsız l ı k artık yurdu muzda nadirattan oldu . Biz
pasif bir bağımsızlığa bile razıyız. Cephe alacak,
doğruyu d i k sesle hayk ı racak yüreklilikten geç­
tik. Bir vatandaşın yalana, yan lıışa, haksıza ka­
pılmaması bile şu i çler acısı duru m umuzda bi­
ze büyük bir meziyet g i bi görün üyor.
Yüzyıllar boyu çok çekmiş, kös dinlemiş ol­
manın a l ışkan l ığı, doğ uştan yumuşak başlı lığı­
mızın ve ezel i uyuşukluğ umuzun ürünü olan ne­
melazımc ılığ ımızla birl eşince, medeni cesaret
şampiyonlarının neden bu cılız tarlada yetişme­
diğine hiç şaşmamalı.
O'<uryazar ta kımının çoğunluğunu teşkil
eden memur kitlesi n i alın. Yıllar yı,l ı nice çaba
i le u laştığı mevki i n i , maaşını, gelecek güven i n i
h e p başta kilere nahoş görü nmemek taktiği i le
sağlamış memur kuşakları n ı n bugünkü halkası
da mecburen -atavik bir duygu i le diyelim: var­
lığını koruma i çgüdüsü i l e diyelim- tuttuğ u ay­
n ı yoldan bir gerçek aşkıı, bir haksızl ık isya n ı ,
bir prensip dovası uğruna kolay kolay ayrı l ı r m ı ?
ı<Viran olası h anedeki evlad ü aya l » heyu lösı bu
memlekette yüzyıllar boyu kaç m i lyon i nsana
siyaha beyaz ded i rtmiştir.
Bırakın evladü ayal sahibini. itaatli memur­
ları, sanki serbest meslek sahi pleri, sanki be­
karlar. ba5larına buyru k olanlar daha mı cesur
davran ıyorlar. Herkes şu ya da bu çıka rı He ete­
ğini bir kapının arasına kaptırmıış. i stediği gibi

201
rahat ve bağımsız konuşamıyor, hareket edemi­
yor.
Günlük hayatımızın küçük küçük ne sayısız
tavizlerle örülü olduğunu bi r düşündünüz mü?
24 saat içinde kaç ya lancının, kac döneğin bile
bile elini sıkıyoruz, yüzüne gülüyoruz b i r hesap­
ladınız mı? Kac haksızlıığ ı , o s ı rada cok daha
önem l i işl erle meşgu l m uşuz, dalgınlığı içinde
görmeme�liğe gelip kücümsediğim izin farkında
m ıyız?
Bize doğrudan doğruya zararı yok sana­
rak, Devekuşu misali, göz yumduğu muz bu ta­
vizlerin bi ri ke' birike bizi nerelere götürebi lece­
ğini, götürdüğünü hiç düşündük mü?
B i r kere dürüstl ükten, gercek kişiliğimizden,
özg ürlüğü müzden kayd ı k mı, bunla ra aldırmaya­
cak, umursamayacak kadar nasırlaştık m ı , a r­
tık i rademiz günden g ü ne fire vermeye başlaya­
caktı r.
Eş dost a rasında kişiliğini böyle bir taviz
yokuşu nun son unda yiti rmiş örnekler bulmaktan
kolay bir şey yoktur.
17 Nisan 1960

-·-

202
Devekuşuna Mektuplar 1, Haldun Taner'in düz yazılarını topladığı ilk kitapla­
rındandır. Taner'in bütün yapıtlarının yayımını sürdüren yayınevimiz, ÖNCE iNSAN
(Devekuşuna Mektuplar 1) adıyla, yapıtın 2. baskısını da okurlarımıza sunuyor.
Okurların da göreceği gibi, yazılarındaki kişilerin bugün birçoğu aramızda de­
ğil. Ancak aktanlan olaylar, sorunlar yazık ki, bugün de yaşanıyor. Taner, bir ede­
biyatçı, ülke sorunlarını bilen bir aydın gözü ve duyarlılığıyla ÖNCE iNSAN'da
eğitimci, politikacı, yönetici birçok insana eleştiriler yöneltiyor. Aynı duyarlılıkla
doğrudan, güzelden yana sesini duyurmaya çalışıyor.
"Haldun Taner Türk kültür hayatmda bir fenomendir.
Yaztlannda kul/andtğt dil, gazetedeki sütununda bile görülebilen, yüksek sevi­
yede, sanatsal ve biçimsel bir değer taşmlt. Aynt zamanda, üniversitedeki dersle­
rinde olduğu gibi, eğitici ve öğretici özellikleri de içerirdi.
Kendisinin edebiyat a/antnda benimsediği rol, ne okurlar önünde gereksiz tar­
ttşma/ara girişmek, ne de edebi gruplar oluşturarak on/an düşünsel yaşamm kav­
ga cephelerine sürüklemelcti. Eserlerinin değerlerini burda aramamak gerekir.
Haldun Taner, mümkün olduğu sürece çekişmelerden uzak durdu. Ama inan­
dtğt ve eserlerinde derin bir insan/tk sevgisiyle iç içe yoğunluğunu gördüğümüz
fikirlerinden asla ödün vermedi. Namus/u bir aydm tavnyla bunun sorumluluğunu
hep taştdt. "
Gyorgy l'iKLA·
.. ." - ı � ·.
1 • . .

% S KD\' uaiıjı 1200 Lifa

You might also like