Professional Documents
Culture Documents
7
haldun
taner�.:--
-
Düz vazııarı-7
�
..c
1
,a::
jz
'W
�.
z
:::>
l
c
__,
c:ı:
I
BİLGI YAYlNLARI : 298
HALDUN TANER, Dtl'Z YAZlLARI 7
RILGI YAYlNEVI
Moı,ırutlyot cad. 46/A
lnll 1318122·1311665
Ynrıltınlılr Ankara
HALDUN TANER
BiLGi YAYlNEVi
kapak düzeni fahrl karagözoğlu
Köprümüz 7
Kültür Politikası 14
Ünlülerin Eşleri 24
Stadyumda Tiyatro 31
Duydunuz mu... Duydunuz mu? 39
Milleti Çocuk Yerine Koymak 46
Çocuk Eğitimi Üzerine 52
Dönüyorlar 58
Söz •lnflation•u 63
Birikimsiz Uygarlık Olmaz 69
Eski Hisar Sırtlarında 77
Yazık Oldu Willy Brandt'a 83
Hafta Sonu Tatili 89
Yine Bekleriz Dr. Kimble 94
Bayram Yazısı 102
Bölük Pörçük 108
Siyasi Espri Üzerine 115
Bir Seminer, Bir Forum 120
Gerçek Eşitliğe Doğru 127
Yine •Kadın Yılı• Üzerine 134
Kadının FEndi 139
Uzayda Aşk Başkadır 143
Leonardo da Vinci 149
Haftanın Seyir Defteri 155
Televizyon Denen Şu lşıklı Pencere 161
TRT'de Shakespeare 167
Oyunun Kurallarına Uymak ya da Uymamak 172
Matematiksiz Olmaz 179
Ümmiler Uyanmasın 187
On Kasım 194
Bir Adaylık Serüveni 199
5
KÖPRÜ MÜZ
7
su n diye, «Asya'nın güneşi başka yakar» diye
cek oldum! Hazret ona bile seve seve i nandıy
dı . . .
Kırk yıldır. evet tam kırk yıldır, Kadıköy va
puru ile, her g ü n i ki öğü n. kıta değiştirir duru
rum. bir gün olsun övü nmek aklımın köşesi nden
geemed i .
8
birer görmemi şzadelik a n ıtı gibi ufkumuzu bar
bar yırtan Sheraton'un , H ilton'un, l nterconti nen
tal'ın hacı ağa zevksizli ğ i nden hemen ayrıl ıyor.
Köprün ü n tam orta yerinde bunları düşün
düm. Bir an, a ltımdaki Boğaz'ı yalı' l ardan, koru
lardan, vapurl � rdan soydum.
inek Geeidi
9
ağma düşürü p murad ına erer. Sonra da onu
nacaklı karıs ı n ı n hışmından korumak için i nek
haline getirir. Hera hi leyi yutmaz. ineğin peşine
bir at sineği musallat eder. At sineğ i kova lar.
i nek kaçar. Kaça kava laya boğaz kıyılarına va
rırlar. i nek bir yol unu bulur, kapağı şimdiki Ka
dı köy'ü n olduğu canibe atar. işte dil bilgin lerine
göre buraya Bosporus =inek geçidi= i nek ka
pısı denişin i n nedeni budur. io'cuk daha sonra
M ıs ı r'a gider. i nsan kişi' l iğine kavuşur. Yaşlı sev
gil isi Zeus'la bul uşur. Nil kıyı larında, Hera'ya
i nat, ikinci bir balayı yaşarlar.
Haya li değil de, gercek tari he kulak vere
cek olursak bu boğaza ilk köprüyü kuran Da
rius'tur. Ve abartma yoksa, yedi yüz bin kişilik
ordusunu, gem i ler üzerine oturtulmuş geçici bir
köprü ile öbür yana gecirm iştir.
Diyeceğ im, Köprüm üz gecm ışı oldukca
yüklü, serüveni bol , efsanesi zengin bir çatiağı
birleştiriyor. Hadi istanbul'u almakla ortaçağ
dan yeniçağa bir köprü kuran Fatih, iki kıtayı
birleştiren bir köprü kurmayı gereksiz buldu
diyel im. Peki Koca Sinan'a ne buyrulur? Dri
na'nın dik ôlôsını Boğaz'a kondurmaz mı idi
yani?
Abdü lham it. kendine önerilen Ham idiye
Köprüsünü, kulelerinden ötürü veto etti. Maaz
allah, ya mü nafıklar o ku lelere saklan ı p köprü
ye ve üstünden geeeniere bir fenalık yaparlarsa
d iye. Bugün olsa dikersin makineli tüfekli i ki
nöbetçi, bu sakı nca kal kar ortadan.
Sözün kısası , Boğaz Köprüsünü kurmak
onuru bugün külere kısmet olacakm ış.
10
Önce Kim Geçecek?
En Kôrlı Vat1nm
ll
layınca da artık bankalarımız gibi her geçiş bi
leti ne bir piya ngo numa rası verenler mi i stersi
n iz, Köprü üstünde Sulukule ekibine göbek at
tıra n la r, saz heyetine fasıl yaptıra n la r mı i ster
siniz . . .
Ya nımızda n uygar bir homurtu hali nde,
kamyonlar, kamyonetler, minibüsler, dolmuşlar,
özel a rabalar ve g ündüz olmasına karşın ta nker
ler vızır vızır geçiyor.
Dil Köprüsü
13
KÜLTÜR POLiTiKASI
14
amacı , dağınık Yunan kra l l ı kları n ı tragedya n ı n
yoğ un v e kaynaştırıcı havası nda manevi b i r bir
liğe hazırlamaktı . Bal g i bi kültür politikası . . .
Ortaçağda kilise n i n müziğe, edebiyata, ti
yatroya el atıp, kendi konu ları n ı sunuşu, bu sa
notları amacına a rac edişi, nedir? Bal gibi kül
tür, pol itikası . . .
Rönesans prensleri n i n, devirleri n i n seekin
mimar, ressam, heykeltıraşları n ı çevrelerine
toplayıp eserler ısmarlaması da öylesi ne.
15
etekleri dalgalana dalgalana hünkôrı n huzuru
na koşup,
«Bundan geru ne ırzım, ne namusum kal
mıştı r. Padişahım ol habisin katl i ne izi n ihsan
eyle,» diye ağlanı r. Son uc: Nef'i'nin katl i ne fer
man cıkar. Kinci vezir öldürmeden önce cektir
rnek icin koca şai ri bir hafta od unlukta bekletir.
Sonra boğdurup cesed i n i Marmara'ya attırır.
Ned i m'i koru mak okşayıcı, Nef'i'yi boğdur
mak sind i rici, ama her ikisi de önünde sonun
da bir kültür pol itikası değil m idir? Hele sonun
cunun günüm üzde de bol bol uygulandığı orta
dadır.
Nef'i boğdurulunca büyüklere yaranmak
meraklısı bir şair de cıktı .
«Gökten nazire i nd i Sihamı kazasına.
Nef'i d i l iyle uğradı Hakkı n belôsı na» diye
bir de beyit döktürüp Bayram Paşadan ihsan
aldı.
Bütün sindirme eylemleri nin bir amacı da,
böyle, vicdanını satmış, sifti n i k sanatçıları n ye
tişmesine yol açmak değ i l midir?
Toka Kokona
16
Abdü lhamit ise okuma memklısı, kafası iş
leyen, hem de gereği nden biraz fazla işleyen
bir hükü mdarmış. Kuruntulu mu kuruntulu. Ruh
doktorla rı� kuruntuyu, çoğu kez rayı ndan çıkmış
bir m uhayyi leni n ü rü nü sayıyorlar ki, doğrudur.
Bul utta n nem kapan bu ada m ı n kültür politikası
da d ışarda sevilen, tutulan gözde sanatçı ları
saraya a l ı p, onları n halkla i'l işki leri ni kesmek,
bir « m ü nafıklık» etmesini önlemekti . Saray ti
yatrosu ve M ızı kayı H ü mayun bunlarla dol uydu.
Altın gücüyle bende edemed i kleri n i , zaptiye gü
cü ile yakalatıp Magosa 'ya yollard ı . Her ikisi de
cok etkili i ki metottu. Saraydakiler kuzuya dö
ner, zinda nda n gelen' l er de eski keskinl ikleri n i
kaybetmiş olurlard ı . lhtilalci likle başladığı haya
tını durm uş oturmuş Sakız M utosarrıfl ığı ile bi
tire n Na mık Kemal Bey gibi.
17
yediği n izdi r, memek bizim zı kkımla ndığımız. El
bise, sizlerin giydikleri n iz, melbise ise bizim cu-
1umuz. Sarayda siz oturuyorsunuz, ma rayda
biz.» Ve n ü ktesi n i yapıştırıverir.
«Padişah rahmetli ecdadınızdı, madişah da
siz.»
Düdük içinden anlatmak, c i naslı söylemek,
örtü lü anlatmak m izaha daha da bir i ncel i k ve
rir. Kal ı n ka lın söylemekten çok daha etkilidir.
Çünkü alıcının zekôsı n ı pohpoh lar. Onu övü ndü
rür. Alman hicivcisi Wedekind,
<<Sa nsüre çok şey borçluyum,>> derdi. <<0
olmasa üslubumu bu rütbe törpüleyemezdim.»
Zaten en iyi espri ler a nlatonla aniayan ı n
anladığ, ı , aradaki sansü reünün anlayamayacağı
espri ler değil midir?
<<Yaşasın Hürriyet
Musavat, Adalet
Uhuvvet, Aman!»
18
Ama bu söz daha kursağında sarayın pilavları
duran bir adamdan geli nce kom i k olmaz, acın
d ırıcı olur. ittihat ve Terakki l iderleri n i n ise hele
başlangıçta böyle numara ları yutmayacakları
ortada idi. ittihat ve Terakki devri n i n bir kültür
peygamberi , vardır. Ve de gali ba içlerinde, tek
okuryazar, aklı felsefeye, şuna buna eren yal
nız odur: Ziya Gökalp. Devri n yeni yetişen ya
zarlarım bulup çıkaran, koruyan hep odur. Ay
rıca reji m i n i deologyasın ı da hazırlamıştır. Bun
ları daha sonra halkın kolay aniayıp aklında tu
tabileceği özdeyişler haline de getirdi:
«Gözlerim i kaparım,
Vazifem i yaparım» gibi.
19
Halkçı Bir Kültür Politikası
21
Ve Sonrası
22
Evet, kültür pol itikası kavram ı bel ki yenidir.
Ama bizler Mösyö Jourdain gibi, farkında ol
madan, hep birtakım kü ltür politikaları n ı n çeşitli
etkisinde, koşullana yoğrula, bugüne kadar gel
mişizd i r.
Ne mutlu bize!
1974
23
ÜNLÜLERIN EŞLERI
24
tepkiyi, kendi yen i bulmuş g ibi de sevincliyd i .
israil'in Francoise Sagan'ı sayılan Jal Dayan'ın,
belli bir yazarlık yeteneği olma· k la birlikte, kitap
l arı , o tarihte daha cok baba evi nde, dört duvar
a rasında geçen tartışmaları dışarıya taşırdığı
i ç i n kapışıl ıyordu. Dedi kodu, hele ü n lü lerin yaşa
mıyla i lgili ise, d ü nyanın her yeri nde edebiyattan
çok daha geçer akcedir. Genera l i n savaş alan
larındaki başarısını, kendi evi nde kocalık öde
vi nde aynı orantıda s ü rdüramediği o küçük ül
kede herkesin bildiği bir şeydi . General, o a ra
yine arka plana çekilmiş, hatta kırk beş yaşın
dan sonra, iktisat tah s i l i ne başlamış, kend i n i
politik kariyere hazırlıyordu. Dolu bir yaşamı
vardı. Her i htiraslı i nsan g ibi hırçınlı kları ola
bil i rd i . Bu kadar ünün, uğraşın ortasında örnek
bir eş olarneyışına şaşmamalı. Son yıllarda Da
yanlar cocuklarını evlend i rd iler. Moşe Dayan da
birkaç süredi r i'lgi lendiği bir bayonla evlenmeye
karar verd i . Ve a i le yıkıldı. Şimdi eski Bayan
Dayan'ın sözlerin i okuyunca bütün bunlar gö
zümün önünden bir daha geçti.
25
adını, «Picasso ile yaşamak mı, d üşmanımın ba
şına » , kord u. Oysa Baya n Gi lot, Sezar'm hak
kını Sezar'a veriyordu, « Evlendiğ imizde ben yir
mi, o a ltmış iki yaşında idik» d iyor. « Bu yaş ay
rılığım bir gün duymad ı m . Ba na bir baba gerek
ti. Ama her an ışıl ışıl g üneş g ibi parlaya n bir
baba. Hem ışık, hem sıcakl ı k yayan . Onu nla
beraberken otuz yaşındaki erkekleri bile yaşlı
bu lurdum» d iyor. Ama biraz sonra da Picasso'
nun kusurları n ı açığa vurmaya başlıyordu: Pi
cassa'nun en sevdiği anekdot, seramiklerini ısıt
t:ığı soba soğumasın d iye mobilyalarını bile yak
maktan ceki nmeyen sanatçı nın a nekdotu imiş.
Picasso,
« Böyle bir durumda ben, salt mobilyalarımı
değil, karı mı, cocukları m ı bile yakarı m,» dermiş.
Picasso'ya göre dişi mil leti iki türe ayrı lırmış;
Tanncalar ve paspaslar. Birinci lere tapılır, ikin
cilere aya k silinip gecil irmiş. Ta nnca sayd ı kla
rının encamıı da ortada . Onları da yirmisinde
a l ı p otuzunda bırakıvermiş.
,
Kend i n i d ü nya n ı n evreni saya n, her şeyi sa
nat yaratmasına görecelikle değerlendiren, bir
yılan gibi durmadan deri değiştiren bu kadar
bencil bir i nsa nla, sağlam, g üven li bir yaşam
kurmak kolay olmasa gerek. Yine rekor, Baya n
Giı l ot'da ka lmış. On yıl dayanmış. «Kiş i l i k sahibi
olmasam daha da daya n ırdım» d iyor kad ın. «Bir
gün bu bağlılığı hasta bir a l ışka n l ı k olara k gör
düm. Onda n kopmayı a klıma koydum. O bunu
sezdi . Bıçağı kim kime sapiayacak diye aramız
da suskun bir savaş geri• l i m i vard ı . Ben im onu
bırakmam on un icin ye nilgi, yaşlılık, ölüm ola
caktı. O daha önce davrandı, ayrıldık» d iyor.
26
«Yaratıcı i nsan bir bakıma bir canava rd ı r»
diyen Fa ul kner ha ksız sayılamaz. Mega loman
ya, hırs ve aşırı benci l l i k ka rışımı bir i nsa n, ya
ratma cabasın ı n h ı rcınlığı içinde ya kın larının
içinde neleri yıka r geç i ri r bir düşünel im.
27
öfkesini yenemeyip başından bir !eğen bulaşık
suyunu boca edişini de sineye çekmiş. Onun bu
hazımlılığını merakla izleyen yanındaki öğrenci
sine de şöyle demiş:
«Bundan doğal ne olabilir? önce şimşek
çaktı. Belli bir şey ki, a rkasından yağmur ge
lecekti.»
« Evlenin, evlen i n, karı n ız iyi cıkarsa mutlu.
kötü cıkarsa filozof olursunuZ» diyen de yi ne
Sokrates'tir. Dilimizde zeyt i nyağıı gibi üste cık
mak d iye bir deyim var. Sokrates'i n bu eforiz
ması da durumun üstün e filozofca çıkma örneği
sayılabi'lir.
Vur Abalıya
28
Bu iğreti g iysiler zama nla herkesin üstünden
d üşer. Kendi kişiliğ· i bütün kusur ve meziyetle
riyle ortaya cı kar. O zaman da şöyle cıktı, böyle
çıktı suclaması hazırd ı r.
Sanki birinin iyi ya da kötü çıkması, kar
şısındaki n i n ona karşı davranışı ile hiç mi hic
ilgisizmiş gibi. Bel l i bir davranışın, i nsandaki
bel l i çekirdekleri, şuraya ya da buraya gel iştir
me gücü yokmuş gibi.
Yine konuya dönel i m. Bir a'landa başa gü
reşmek büyük çabaları, dolayısıyla tükenmez
yorgunl ukları gerektirir. Büyük bir tutku ile ken
dini bir işe adamış, gözü başka bir şey görmez
hale gelmiş, h ı rslı bir ü nl ü nü n, ayrıca mevkiinin,
ü nü n ü n kendi n i bağladığı görünüşü korumak
icin, yapmak zoru nda olduğu şeyleri n hesabı
yoktur. Uyan ı kken ve uykuda, b i l i nci ile b i l i neal
tı ile, hep kend isiyle dolu bir ü nl ü n ü n içinde
başka şeylere ayıracağı yer cok olmasa gerek
tir. Evet. eşi bunlardan biri olabi l i r. O da, ona
ayak uydurabildiği, onun e·ksikliğini dold urabil
diği, onun dalga uzunluğu, yaşayış temposu ile
bağdaşabi ldiği ölçüde.
Yok, eşi kendi egosantri· k ôılemini savuna
cak olursa yandı zava l l ı . Anlaşmazl ı k er gee
patlak verecektir.
l skender'in, Atilla'nın, Ondörd ü ncü Louis'
n i n , Atatü rk'ün eşieri ne sorula. Acaba hangisi
kocalarına on üzerinden beş verebilirler?
Ünl ülerin eşleri bu hayal kırı klığı ile çoğ u
zaman, öc alıp onurl arı na bir denge sağlama
yol una g iderler. Kimi vırvı rı i'le adamı bezd i ri r.
Kimi daha da ileri gjder. Inat olsun d iye onu
a ldatır. Ünlü adamlar içinde a ldatı lanların yük-
29
sek oranına dikkatin izi cekerim. işte Agamem
non, işte Mol iere, Napoleon. Victor Hügo.
Stri ndberg. Daha sayayım mı?
Bazısı da başka türlü öc a l ır. Geçirir eline
kalemi ya da mi krofonu kitap yazar. demec ve
rir. Bunu beceremeyen , kırk kapının ipini çeker.
eski kocas ının ipliğini pazara çı karır. Hatta ba
zısının hıncı adamın ölümünden sonraya bile
uzar ki, en tehlikelisi de budur. Çünkü temyizi
yoktur.
Bazısı da büyü klü k bende kalsın deyip su
sar ve işte asıl o zaman karşısı ndaki n i ezer. . .
diyecektim ama. nerde ş i mdi bu hakaretten an
layacak babayiğit? Pişkinl ik. dünyayı fethedeli.
bu çeşit yüce soylu davranışlara bile boş veri lir
oldu.
Güctür güc. evl i l i k sanatı. Hele eşierden
biri biraz sivril miş bir kişiyse büsbütün güçtür.
Zaten, öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, bir
başına. kendi kend isiyle bozuşmadan yaşamak
bile güc.
1974
30
STADYU M DA TiYATRO
3!
«Biz vurtta bi rlikten yanayız. Bölgeciliğe
karşıyız,» demişler de ondan . Eğer doğru ise
hazırcevap ortaoyu ncularımızın bile bulamaya
cağ ı tra j i komi k bir replik ola ra k tiyatro tarihi
m ize geçecektir.
32
dan bunalanlar biraz gevşesin, rahatlasın diye.
Bugünkü sansürün bıra kmayacağı bu kaba ve
erotik güld ürülere sıra geli nce amfiteatrondaki
kad ı n ve cocuk seyirciler dışarı cı karı l ırd ı . Fut
bol macı g i bi erkek erkeğe oyna n ı rd ı .
33
Sade geemiş değil, günümüzde, sokak ti
yatroları. yeniden moda olan çad ır tiyatroları.
alan tiyatroları ile büyük ka laba l ı klara g itmiyor
mu? Tiyatroyu seekin geeinen bir avuç varlıkl ı
nın tekelinden cı karma k i c i n uğraşmıyor mu?
34
lerce, on binlerce gömlekli geçm iş. Bu i nsan
akışı bir türlü tükenmemiş. Törehan,
«Bunlar kimd i r?» d iye sual eWkte,
«Bunlar maç seyirc i lerid i r efend im,» ceva
bını almış.
Törehan hemen gazeteye gelmiş, yazı işleri
müdürü ne,
«Meğer biz ne kada r gafil davranmışız, bu
yurmuş.» Spor sayfas ı n ı büyütm üş.
Ertesi ay Türkiye'de i' l k günlük spor gaze
tesini cı karan da yine, aynı Törehan olmuş.
Hazretin gerçekçi piyasa adamı yanı da elbet
bu esnekl iğinde çok yardımcı olmuş.
Neden bug ünkü gazetelerimizin en yüksek
bord rolu böl ümü spor böl ümüdür? Neden bütün
firma lar stadyum duvarları n ı reklamlarla donat
ma kta yarışıyorlar? Neden kültüre on beş gün
de yarı m saat ayırdığını kataya kakan TRT'm iz,
önemli maçları iki devre olarak yayı mlamek zo
ru nluluğunu duyar? Onları kınadığ ı m ız sa n ı lma
sın. Hepsi gerçekçi davran ıyorlar. Bunlar akıl la.
mantııkla, açı klan ması g üc ama, psi kolojik ola
rak nedenleri ne i n i l mesi kolay bir fenomen i n
önüne salt bizde değ i l , bütün dünyada geçi le
mez bir zorun luğudur. Buna isterseniz futbol
sapla ntısı , tutkusu, hasta lığı diyelim. Tıpkı tele
vizyon hastalığı gibi dü nyayı kaplamış olan bu
i htirası ortadan kald ı rmak, yerine, ona uyu p on
dan şu, ya da bu şeki lde yararlanma yolunu se
cenler, yani kul üpler, gazeteler, TAT gibi, Muh
sin Ertuğrul da bu meraktan kend i alanı için bir
yarar cıkartmaya ka' l karsa neden ayıpla nsı ı n?
Ne var ki, öbürkü ler halkın futbol merakını
okşayıp. besleyip, ta hri k ed i p gid iyorlar, ya n i
35
halka tempo tutuyorlar. Oysa M uhsin Ertuğru l,
mac icin toplanmış kalabal ığa mac dışı, mac
üslubu ile aykırı bir gösteriyi fırsattan faydala
nıp sunmayı düşünüyor.
Mac seyircisi, mac dışı bir şeyi o psi koz
icinde kabul edebil i r mi, edemez mi? Işte Ham
let'in sorması gereken soru bu?
36
merdivenden h iç a l ışık olmad ığı g iysilerle bir
oyuncu topluluğunun a lana ilerlediğini görürse
ne yapar?
Elbet biraz bozu lur. Çünkü o normal bir in
san değild i r o anda. i l kel tepkileri ile tam bir
cocuktur. Ona i l le tiyatro oynanacaksa cocuk
tiyatrosu oynansın, s i rklerdekine benzer soyta
rı numaraları yapı'lsı n önerisi de a kla gelebil i r.
Ama maç seyircisi bu n u da ka ldıracak b i r co
cuk değ ild i r. H ı rsız pol i s oynayan çocu kla avci
l i k, misafirci lik oynan maz. Alanda kinin attığı
golle övünmek, yed iği golle yerinmek için oraya
gelen bu ak saçl ı cocuklar da başka, bambaşka
bir özdeşleşmenin peşi nded i rler. Herha ngi baş
ka esteti k, artistik bir özdeşleme onlara kolay
kolay seslenemez, hele onları kolay kolay etki
leyemez.
Münich Olimpiyatla rında seyircilere tiyatro
sunuldu. Ama ala nda değil. Alan kapısı önün
deki acıkl ıklarda. Yarışma sırasında değ i l . Çok
öncesinde, ya n i o, spor seyircisi psikolojisine
g i rmeden önce. Sonra futbol maçında değil, at
letizm, yüzme gibi yarışmalarda. Sonuc fena sa
yı lmazd ı.
Oynanan şeyler yine sporla ilgili güld ü rü
lerd i . K·ı sa, vurucu, ilginç. Sözden çok görüntü
ye dayanan.
Sokakta ki insa n ı tiyatro ile ilgilendirmek
için kahveler bize stadyumdan daha uygun gö
rün ü r. Orada seyirci sizi dinlemeye daha ha
zırd ı r. Eğer vereceğ i n iz şey tavladan , demino
da n daha i lg i ncse. ÜsteHk, seyirciyi kahveler
den kazan ı rsak, mi• l yon ları kaza nmış oluruz.
Statlara yüz bin kişi gider, kahvelere yarı Tür
kiye . . .
37
Ama Türk tiyatrosunun, tartışmasız en bü
yük ül kücüsü, aklına bir şey koym uşsa. o işte
bir iş var demektir. Ara r tarar. yolunu, çözü mü
nü bul ur. ol mayacağı oldurur. Maçtan önce ti
yatro da oynatır. Başta ütopya san ı lan bir şey,
bakarsınız bir gün olağanlaşıverm iş.
Muhs i n Ertuğrul'un yaşamı, her büyük ü l
kücü nünkü gibi, hep böyle ol mazların oldurul
ması ile doludur.
1974
38
DUYDUNUZ MU . . . DUYDUNUZ MU? . .
39
Helena'ya diş bil iyor olma l ı idi ler. Bu sansas
yonel manşeti duydukı l arı an kim bilir, nasıl göz
leri parlamış, burun kanatları kinle titremiş bo
yun damarları kabara kabara, canı gönülden,
«Orospuu.» d iye icleri n i boşaıtmışlard ı r
Tabii, hemen bunun arkasmdan d a , zavallı
krala acıma numarası gelm iştir. Ona ne kadar
acı n ı rsa, Helena o rütbe batırılmış olacaktır d i
ye.
Erkeklere gel in ce, onlar da Menelaos'u ol
dum bittim kıskanadu rm uşla rd ı r. Herif de kral
l ı k var, para var. talih var, bir de üstüne üstl ük
sen kal k, i nat gibi, anti kiten i n Brigitte Bardot'
su ile gerdeğe g i r. işte budur sonunda olacağı.
Oh olsun! Meheld i r ona, d iye geçirm işlerdir iç
leri nden.
Evet, ilkin Menelaos'un başına gelenden
sevi nmiş, gizli gizl i öc almışlard ı r. Kızmak, bu
nu ulusal bir hınc ve bir savaş nedeni yapmak,
daha sonra ekıliarına gelmiştir. Bir kere rahat
ladıktan sonra. belki de bu sinsi sevi ncin vicdan
azabı ile, birden, krala acır olmuş. kraldan çok
kralcı kesilip, başka mahalleden gelip, kend i
mahal leleri ndeki kızı kocıran bıckına hadd ini
bildirmek icin horozlan maya başlamışlard ı r.
Sonuc malum. On yıl boyu Truva önlerinde
dövüş babam dövüş.
Helena Truva l ı sevg i l isi ile yeni bir balayı
yaşarken, onu orospu d iye yaftalayan Yunanlı
kadın ların çoğu on yııJ . bazısı da yaşam boyu,
erkeksiz kalmışlard ı .
Neyse, uzatmayal ı m . Konumuz Truva Sava
şı değ i l . Ded ikodu. Ve Truva Savaşı da, ded i ko
du yüzünden çı kan savaşların ne ilkidir, ne de
sonu.
40
Öfkenin baldan tatlı olduğu söylenir ya.
Dedikodu öfkeden de tatlıdır.
Dedikoduyu kadınlara mal etmek erkekle
rin bir mugalatasıdır. Dedikodu, kadın erkek, in
sanoğlunun orta k bir zaafıd·ır.
27 Mayıs ihti lal i nden sonra, Gürsel Paşa
kend ini ilk defa ziyaret eden i nön ü 'yü Milli Bir
lik Üyesi arkadaşlarına an latırken,
«Gerdeğe g i recek gene bir damat gibiyd i,»
demişti.
Buyrun size dedikodunun ôlösını. Bu ne
demektir? Bu iki kelime ile i nönü 'yü iktidara
hevesli göstermektir. Harcamaktır. Zaten her
dedikodu biri n i harcar. Çekiciliğin bir yanı da
buradan gelir.
Psikologlar ded ikoduyu anon i m kitle top
iumunun kitle içinde eriyen bireyciHğ i n bir çeşit
sübabı sayıyorlar ki, doğrudur. Dedikodu bir ce
çit öc alma olanağı sağl ıyor onurlara. Ayrıca
ded i kodu bireye öbür bireylerle yakınlaşma ola
nağı veriyor. Dedi kod uyu yapan lar bir süre icin
dedi kod usu yapı lana karşı birleşm iş, dayan ış
mış oluyorlar.
Oh Olsun!
41
işte bu keyifsiz gidişin bir yerinde, bir sa
bah, büroya g i riyorsunuz ki, yüzler gül üyor, göz
ler parl ıyor, millette bir neşe, iyimserl ik, bir ge
nel ra hatl ık. Anlam veremiyor, şaşkı n şaşkı n
ba kın ıyorsunuz.
Böyle şaşk ın ba kınışınızı da onlar yadırgı-
yorla r.
Biri,
«Duymamış galiba , » d iye yoruml uyor.
«Neyi?»
«Ben demedi m mi size. Duymamış.»
Araları nda bakışıp gül üşüyorlar. Tahrirat
keti binin ne de güzel dişleri varmış meğer. Nec
la'nın gülerken yanakl a rı ne güzel gamzelenir
miş. Ahmet, Şevki ile dargın değ i l mi idi? Dar
g ı nlar ba rışmış, somurtuklar yumuşamış, ortak
bir sı rra va kıf ol ma bilinci heps i n i bir a nda
kaynaştı rm ış.
Biri kulağ ı n ıza eğ il iyor,
«Patronun» diyor, «kolejdeki kızı Amerikalı
zenci bir cavuşla sevişiyormuş.»
«Ne diyorsun?»
«Hem de dört buçuk ayd ı r. »
«Ya pma yahu . . . »
Nedenini bilmeden sizin de içinizi birden
bir sıcaklık ka plııyor. B i ricik kızı nın, patronu n
hayatında n e büyük b i r yer tuttuğ unu bildiğiniz
den, şimdi bu da rbenin onu ta can evi nden vu
racağım tah m i n ettiğin izden olaca kları tasavvur
ediyorsunuz. Kıvırcık saçl ı esmer bebekle evden
kovulan kız. Sacı n ı baş ı n ı yolan patronun karıs ı .
Uzun elleri n i beyaz saçiarına geçirmiş kara ka
ra düşünen patron.
Dünya n ı n en kend i n i beğen miş, en kendine
42
güvenli en zart zurt insanıın ı , birden bu dereke
ye getiren, balon unu delip bırakan zenci çavu
şu kend i n ize çok yakın çok sempatik buluyor
sunuz o an.
O gün kenti nde yemek daha iştah·la yeni
yar. Kadınla r daha bir çekici. Erkekler daha bir
hazırcevap. Büroda işler daha iyi görülüyor.
Randıman çok daha yü ksek. Zaten psikologlar
da ayn ı şeyi söylüyorlar. Dedi kod u çalışma gü
cünü kırbaçlarm ış. O kadar mutlu, rahatsınız ki,
Haderne Ramazan'ın mazlum hali size o gün.
daha bir dokun uyor. Kutsal sırrı ona da ilet
mek, onun da moralini yü kseltmek geliyor içi
nizden. Nerdeyse şu formüle varacaksı nız:
« Dedikodu yapan i nsancıl bir ödev yapar.
Ded i koduyu başkas ına iletmek i nsan sevgisin
den doğar.»
Ramazan'a da sırrı siz söylüyorsunuz. De
m inki bilmezliğin acısını bilgiç biı l giç çıkararak.
Patronu. en küçük müstahdeminin önünde bir
kere daha alçaltarak. Ve de Ramazan Efend i n i n
umduğumuz kadar sevinmeyişinden hayal kırık
lığı duyarak. Yahu bi z i nsanlar ne aşağı lık ya
ratıklarız be!
43
vi necek aşağ ılığa yen i mi düştü dersiniz? San
ma m. Oldum olası mayasında bu haslet var
onun. Ba kın ta lsa'dan önce de durum pek baş
ka değ i lmiş. Üstelik bilge olmak, filozof olmak
bile insanı dedi koduya hedef olmaktan kurtara
mazmış.
Biri Aristoteles'e ya kın bir dostunun onu
gıyabında cekiştirdiğini yetişti rmiş. Aristoteles'
in ceva bı şu olmuş:
«Gıyabı mda olduktan sonra isterse beni
dövsün.»
Onun ustası Eflatun da dedi koducuıcra
kızmazmış. Dedi koduya karşı en güçlü panze
h i ri n gercek olduğunu savununnuş.
«Siz öyle yaşayın ki, kimse a ksi söylenti le
re i n a nmasın,» d iye öğütlenniş.
Ama bence dedikoducuıcra karşı en filozof
ca tutum u öneren bir halk fi lozofudur. Yan i
Nasreddin Hocamız:
« Hoca bizi m maha lleye bir tepsi bakiava
g i rd i . »
«Bana ne.»
«Ama sizin eve g irdi.»
«Sana ne.»
Ne var ki, «Bana ne» tutumu da bugünün
yaşamına pek uym uyor.
Dedikodunun yaşayıp gelişmesi onun bir
i htiyacı karşıladığıını gösteriyor.
Gazetecilik aslında nedir? O da i nsanda
ki tecessüs ve dedi kodu damarı üzerine kurul
muş bir endüstri değH m i ?
Dedi kodu gerçeği n tuzu biberidir. Gerçeğ i
bazen carpıtır, ama çoğu zaman süsler, zen-
44
g inleştirir. Bütün dedi kodulam kulak tıkadığı
m ızı kabul edelim.
Olup bitenin biraz d ışında kalmış olmaz mı
idi k?
Dedi kodu, yirm inci yüzyıl ı n hasta i nsania
rına bir kırbaç, bir boşalım, bir arınım sağladığı
na göre sürüp g idecek. Neylersiniz.
1974
45
Mi LLETi ÇOCUK YERiNE KOYMAK
46
mağlarımıza telkin ed i lmek istenen bir ta rih çiz
gisi vardı. Hele Kurtu luş Savaşını ve devrimleri
i nceleyen, dördüncü ci lt. büsbütün tek yan lı
idi. Bu tarihe g i rmek ve g i rmernek siyasi m ü
la haza lara bağlı idi. O resmi oku l tari h kitabın
daki bazı yanl ışlıkları d üzeltmeye kalkan eski
paşalar, Kurtuluş Savaşının gözden düşmüş es
ki kahraman ları konuşmaya kalkınca, susturu
luyor, yazmaya kalkınca yazı ları h içbir yerde
basılmıyordu. Çünkü tepelerinde Takriri Sükun
Ka nunu vard ı .
Biz o dönem i n carpıtma ları n ı , çok daha
sonra yayımlanan, yayımlanabilen anılardan,
incelemelerden, araştı rmalardan öğrendik. ör
neğin, izmir Su ikasti Muhakemeleri n i n bazı
mantıkdışı hükümlerini, Halit Paşa cinayeti n i n
gerce k nedenlerini, ü n l ü bir Ord. Prof. 'ümüzün
verdiği «delidir» raporu n u n hatırlı bir zatı nası,l
terayağından kıl çeker g i bi kati l l i kten sucsuzl u
ğa çıkardığını, evet. bu ve buna benzer kulis
oyunları n ı ancak o zaman bütün ayrıntıları ile
izieyebi ldi k.
Her devir, kirli çamaşı rları nı g izleyeceğ i n i
s a n ı r. A m a bu nda aldanır.
Bir ara, gazetelerim izi istila eden konu şu
olmuştu:
«Abdülaziz i ntihar mı etti? Öldürüldü mü?»
Daha son ra Enver Paşa. Talôt Paşa, Cemal
Paşa üzerine anılar, incelemeler yayımlandı.
Abdü lhamit baskısına karşı. hü rriyet adına, i k
tidarı alan ittihat ve Terakki'n in, kendi işlerine
gelmeyen hür düşü neeli ayd ı nları kiralık katil
lere sokak ortasında nasıl öld ürttüğünü de ay
rıntısı ile bunlardan öğrendik.
47
Zoraki Vasiler
48
1 2 Martın kulis arkası dört yıl sonra ayd ı nlatı lı
yor. Bu bile. başlıbaşına bir teselli sayılamaz
mı? Üstelik şimdi ki yen i kuşaklar o kadar kolay
kül yutm uyor. Pol itik olayları daha uyanık bir
mantığın eleğ i nden geçi rmesi n i biliyor. Onları
oyalamak. aldatmak eskisi kadar kolay değil..
Daha olaylar olurken . tahm i n i n i teşhisini koya
biliyor. Mi lleti n gözü açıldı. Yahut acı lmak üze
re.
Gecikmeli Tanıklor
49
başına gelebi lecek aks i l iklerden korkmak mı?
Yoksa mil let denen cocuğun biraz daha büyü
mesini beklemek isteyişten mi?
Mil leti cocuk saymak zihniyetinden yöneti
ci kadrolar ne zaman, nasıl kurtulacak? Ceva
bını hemen verelim. Mi llet cocuk olmadığ ını is
pat ettiğ i za man.
50
bi lseyd iler. Arcayürekler, Selekler, Dinamolar.
Kemal Tah irler, çok yaya kalı rlardı.
Politikacıyı çirkin yapan da, güzel yapan
da, kendi tutumudur. N ixon, Watergate olayını
hasıraltı etmeye ka lkmakla ne kazandı? Kam u
önünde kend i prestijini sıfıra i nd i rmekten baş
ka ..
Bir an icin, onları n görüşleri n i varsayalım.
Diyelim ki, m i l let cocuktur, kendi leri de milletin
babasıd ı rlar. G ü n ü n biri nde, bir cocuğun, o gü
ne kadar çok sayıp güvend iği babasının, bir ya
lanını, bir yanl•ışını keşfettiğ i n i düşünelim. Onun
düş kırıklığı n ice olur? Aldatılmış ve adam ye
rine konulmamış olma kızgınlığı, yüreğine otur
maz mı? Babası, az ya da çok, gözünden düş
mez mi?
Özlemimdeki devlet adamı tan ı m ı şu:
Gercek devlet adamı, m i l leti n i de, cocukları
da adam yerine koyandır. G ı l l ıgıştan kacand ı r.
Hem yürekl i, hem açıkyürekl i oland ı r. Gerçeği,
gercekciliği geçici prestij i neten üstü n tutand ı r.
Acaba yanıl ıyor m uyum? Çok mu naifim?
Yoksa devlet adamı başka şey, adam başka şey
midir?
1974
51
COCUK EGiTiMi ÜZERiNE
52
Cocuklar Ana Babayı Ele Veren
Şaşmaz Birer Araçtır
53
Daha son ra kız çocuklara reverans (knik)
öğretmek moda olm uştu. Eve misafir gelince
cocuk marifetini göstermek zorunda bırakılan
bir maym un yavrusu gibi, eteğini tutup bir bo
cağını geri atar ve eğilip büyüklere selam ve
rirdi.
Buna hele bir de,
«Baleye de gidiyor amcası ,» eklendi mi
ailenin batı uygarlığının ta doruğunda oturduğu
na kanaat getirir,
« Maşallah» l arı art arda yapıştı rırsınız.
Çocuğu, evde aslında mevcut olmayan bir
kültür ve eğitim seviyesini var göstermek ici n
yalancı bir vitrin gibi ku11lanmak da, galiba yalnız
bize vergi bir huydur.
Evde siz size iken, senlibenli, hatta bazen
de hayvanlı eşekli hitap tarzınız misafir ön ünde
birden incelir. Çocuğa,
«Özdemir, size söyl üyorum, hadi alın kar
deşinizi de bahçeye gidip oynayın l ütfen,» diye
bir sesieniş ki, kendi ses tonu nuzu kendiniz ta
n ımaz ol ursunuz. Oğlan da bu aşırı incelikten
anlamaz, şaka mı, yoksa arkası ndan tokat mı
gelecek diye, şaşkın şaşkın bakakalıır. Siz tek
rar edersiniz:
«Ne diyorum size ama. Lütfe n . ))
Bu seferki l ütfende kaşlar çatıldığı icin oğ
ian an lar. Bahçeye seğirtir. Misafirler de bacak
kadar çocuğa «siz» diyen , büyük saygı gösterip,
kişiliğini geliştiren bu Belçika yahut Ingi liz Kra
l iyet sarayı adetlerine hayran kal ı r. Eğer aptal
sa tabii.
işte bizim özenti eğitim metotlarımız bu ka
dar soytarıcadır.
54
Şimdilerde, artık çocu klar, ailenin yaşamı
na o kadar ortak, evdeki dalovereler ve tartış
malarla o kadar övür oldular ki, yukarda sözü nü
ettiğ imiz numara ları, oyun olarak bile kabul et
miyorlar. Sen de sen, ben de ben .
«Oğlum ben sen i n yaşı ndaykan hiç yalan
söylemezdim,» demeyegörü n .
« Peki baba kaç yaşı ndan sonra başladın»�
yapıştınveriyorlar ada mın suratı na .
Gelelim biz yine Ameri kan eğiti mine.
55
1974'de aynı Dr. Spock birden yüz seksen
derecelik bir dönüş yaptı. Bilim adamı değil mi?
Gerçeği, ününden, efsa nesi nden çok seviyordu.
Yirmi sekiz yılın ürününe ba kıp,
«Yahuu. Ben ya nılmışım,» demek yürekl i
l i ğ i n i gösterdi.
Dr. Spock d iyor ki:
«Yüzyı lımızda ana ba balara, cocuklarının
eğitim i konusunda tek söz sahibi ola nların psi
kiyatrlar, psikologlar ve kendim gibi pediatrlar
olduğu kanısı yerleştirildi. Maa lesef bu zehabı
onlara biz aşıladı·k. Çocuk eğitimi üzerine yazıp
çizd i kleri m iz hep bu merkezde idi. El bet bunu
da bütü n iyi n iyetim izle, inancımızla yaptık. Ama
şimdi, çok geç olmada n , anladık ki, bu üstten
alan öğretimizin pek yararı olmadı. Zararı ise
büyük oldu. Ana ba baların kendi lerine güvenini
mayı nladık böylece.»
Bu itiraftan sonra Dr. Spock tecrübeden
olg unlaşan yeni görüşleri n i açı kl ıyor: «Ana ba
ba nın yumuşaklığı düş kırıkilkiarı n ı yok edemez.
Tersine onları ôdeta çağırır. Ana baba n ı n sert
liği cocukları daha m utlu yapar. Büyükler içi n
d e d e belli b i r i ş i olan, disipl i n l i ça lışanlar, başı
boş, avara kasnak gezenlerden her zaman da
ha mutlu. olumlu ve dengelidi rler.»
Dr. Spock'un bu d ön üşü Ameri ka'yı allak
bullak etti. Ona uyup cocuk yetiştirenler şimdi
yaya ka lmış tatarağasına döndü ler. Onlar da
ha ksız değ i l . Ama ne yapsıındı adam? Zararın
neresi nden dönü lse kôrdı r, diye açıkladı bug ün
kü görüşünü. Dr. Spock'un bu değişmesine se
bep ned i r dersiniz? Herhalde onun da bu öğreti
lle yetişmiş öz cocukları, toru nları olacak, evin-
56
de. Dü nyada h içbir belge, i nsa n ı n kendi evi n
deki somut belgelerden daha etkiııi olamaz. Za
va l l ı kim bilir onlardan ne çekti ki, şimdi dün
yaya telkin veriyor.
Hası l ı güçtür cocuk eğitimi .
1974
57
DÖNÜYORLAR
58
Yaşasın Milli Saltanat
59
aklı başında i nsanlar mıdır? Değ ildir tabii. Hak
lısı nız. Örnekleri taptaze ortada . Tutalım ki, bu
sivri akıllılardan birkaçı yen iden h ilafet ve sal
ta nat maskesi a ltı nda bir şeyler karıştırmaya
kalksınlar. Böyle bir şey, olsa olsa politika sah
nemizdeki şokiabanla rı n sayısını ve çeşidini bi
raz daha a rttı rmış olur. Kaldı ki, Osmanoğulla
rının bugünkü kalıntıları içinde politik yatı rım
lara yatkın kişiler bulmaları da kolay olmaya
caktır. Eşref bel ki endişelenmekte haklı idi. Ama
bizler bu konuda biraz daha rahatız.
Şa ir Eşref'e,
«Vahdeddin'in bir erkek çocuğu oldu ,» de
mişler. «Adını da Ertuğru l koydu la r.»
Eşref,
«Vay ca nına,» demiş, «yüzdük yüzdük kuy
ruğuna getird i k d iye sevi n iyorduk. Desene ye
ni baştan başlıyorlar.»
Sürgündeki Hanedon
6()
sultan hanı mlar da Nice'de idiler. Osmanlı Prens
de Galles'i Faruk Efendi de oradayd ı . Dürrü
şehvar Ha nım ya H i ntli mihraceye yen i everilmiş,
ya da everil mek üzere idi. Bir ara Refet Paşa nın
da, tıpkı Enver Paşa g ibi, Osma noğu l larına ka
pılanıp Damadı Şehriyari olacağı söylentileri çık
tığ ı nda, bu kızcağız, on beş Y?şında ya var, ya
yoktu.
Osma noğulları ve kızları daha sonra sıkın
tılara düştü ler. Hazır yemeye a l ışık i nsanların
çoğu gibi, hayat savaşında cok fire verd iler.
61
sulbü nden gelmektelerse de, çoğunun ana tara
fı karışı ktır. Bunu deşeled iğimiz za man valde
sultanların çoğ unun soy kütüğünün ya Ba l,ka n
ların ya Kafkasya 'nın esir pazarlarına uzandığı
n ı görebil iriz.
Aslında hanedana taze kan karışmıştır.
Halk ka n ı karışm ıştır. Hatta yabancı kanı ka
rışmıştır. Yani hanedan olmaktan çıkmıştır.
Bu onların lehine ku llanı labi lecek bir koz
ken, çevreleri bu gerçeğ i es geçmiş. üstü n ü ört
müş, eşeletmemiş ve zava llı,l arı. sahiden Avrupa
di nastileri gibi mavi ka n l ı bir d i nasti olduğuna
inandırmıştır.
Zaten Türkiye'de herkes kend inin ne ol
duğunu araştı rmaz. Sadece kend i n i bir şey sa
nır. Kimi kurnaz devlet adamı sa nır kend ini, ki
mi büyü k yazar. kimi eşsiz profesör. kimi işada
mı. kimi sanatım ızın g üneşi. kimi sah nem izi n
kral içesi . kimi don juan, kimi bası n kra l ı .
i l işmeyelim. Varsın bunlar da mavi kanlı
haneda n sansınlar kend ileri n i .
Hoş görmeli. Gülüp geçmeli. Madem dönü
yorlar. Buyursu nlar. Uzu n süren bu ha ksızl ık gi
deri ldi diye memnu nuz.
Aramıza hoş gelsin ler, sefa gelsinler. Olan
bitene sünger çekip yurtları n ı benimsesinler
Ayrıca l ı ktan ayrı lıp, biraz da herkesle eşit hak
lara sahip basit yurttaş olma nın zevkini dene
sin ler.
1974
fi 2
SÖZ « i N F LATiON» U
63
sayfalar dolusu cevaplar yazanlar hocaıarca
hep pohpoh lan ırdı. Okulda, sokakta, kahvede,
kulüp loka llerinde, adl iyede, ağzı laf yapanlar
hep baskın cıkarlardı.
Oysa, «Konuşmada n önce düşü n » , «Kızınca
hiç kon uşma», «ilk şoku geciştirmeden lafa gir
me», «Az ama öz kon uş» d iye öğütleyenler de
yine bizim büyüklerimizdi.
Ne var ki bunlar sözde, atasözünde ve kô
ğıt üstünde kalm ıştı.
Eğiti m sistemi nde, metotlu bi r şekHde ele
alınmamış, geneleri boş lafta n , konu dışına ka
ya n laftan kurtaracak a l ışkanlıklar sağlanama
mıştır.
Gecende rastlad ığım, değerli dost Halıs
Kurtea i le oku llar arası yarışmalar kon usunda
görüşü rken söz l ise ve ortaokullarda uygU'lana
bi lecek yeni deneyiere de uzand ı . Sayın M i l l i
Eğitim Müdürümüz bu konuda beni m önerim
olup olmadığ ı n ı öğrenmek teveccühünü göster
diler:
«Milli kusurlarım ızdan biri , konuşması n ı bi l
memek,» dedim. «Bunun başl ıca nedeni de din
lemesini bi lmemek, düşü nmes i n i bi lmemek. Ko
nuşmayı, bilgiel i k taslamak, yahut karşısındaki
nin tezi n i bir araba laf ka laba lığı ile bastırmak
sayd ı kca bu işin düzeleceği de yok. Ortaokul
lara ve liselere özetierne temrinleri koyabilir mi
si n iz? Cocuk kendine veri len dört sayfa lık bir
metni dikkatle okusun. Ana fikrini kavrasın, son
ra onu i lle metinde kuJıJan ılan keli meleri kullan
mak zorunluğu olmaksızın, yarım sayfa içi nde
özetlesi n . Özlü olma n ı n yol u, özü kavrama·ktır.
Bunu kavrasın. Özlü olmanıı n bir i ki nci yolu da
64
bunu az ve öz kelime i l e yansıtmaktır, buna da
alışsın. Takdir buyurursunuz ki, bu sadece bir
kompozisyon temri n i değildir. Çocuğu yepyeni
bir hayat üslubuna götü rebi lecek olumlu bir
alışkanlıktır.»
Bana hak verdiler. Sağduyu sah ibi herke
sin de aynı şekilde düşü neceği doğaldır.
65
nış olduğu icin ben ini bu değerle ndi rme ayrıca
lığımı doğal karşı layın .»
İki batı lı siyasi l ider karşı'laştılar d iye bir
manşet okuyunca d i kkat edin. Bu konuşma ne
kadar sü rmüş? Ya yirmi beş dakikadır, ya otuz.
Bir saati bulan yoktur. Bizde yarım saat a ncak
hal hatır sormaya, kahve i çmeye ve soruna ya
vaş yavaş girmeye yarar. Konuşmanın normal
süresi bir buçuk iki saattir. Çok daha uzun sür
düğü de va kidi r. Radyo ve televizyon spikerle
rinden sık sık duyduğumuz şu formü l bunu ne
güzel ya nsıtır:
«Haber yayına sunulduğu zaman Bakanlar
Kurulu, yahut fa lan teşekkü lün yöneti m kurulu,
yah ut iki şefin ikili konuşması devam etmekte
idi.»
Batılı pol iti kacı, batı lı aydın, bir konuya tam
hazırlıklı geldiği icin soruna ba lıı kiama dalar.
İki taraf da ne istediğini çok kes i n bildiği için
�onuşma sadece görüşlerin bir karşılaştırması
na yarar. İlk on beş dakika buna harca n ı rsa.
son on beş daki ka da, bu görüş ayrı lı kları ara
s ında bir asgari müştereki n bulunmasına har
canı r.
Oysa, bizde pol iti kacı konuşmaları çoğ u za
man iki tarafın birbiri ne elense çektiği, birbiri ni
iska ndil ettiği, ağız aradığı bir taktikle başlar.
İki taraf çoğu zaman daha önceden uzma nlar
ca enine boyu na saptanmamış konuya bu ko
nuşmaları n harareti ve geri l i mi i çinde daha yo
ğun bir şeki lde g i rer, ya n i bir ba kıma konuşa
konuşa kendi görüşlerin i ôdeta orada keşfeder
lm.
66
Konuşmadan Düşündüğümü , Nasıl
Bilebilirim
67
« Kısa mı olsun, uzun mu?• diye sormuş.
«Ne farkı var ki?»
« Uzun olursa yarım, kısa olursa bir altın
isterim de ondan,» demiş üstat.
Kısahk, özlülük yazandan da okuyan ve
dinleyenden de elbette çok daha fazla zihin
gücü i ster.
Buna ola na k ve zaman bulamayanlar, i şte
başkalarının vaktini ve dikkatin i alan uzunluk
lara başvururlar.
Sözlerim i lsa'dan 600 yıl önce yaşamış bir
düşü nürün, Lao Tseu'nün sözleri ile bitireyim:
«Az konuşun ki , siz siz kalın.»
i şte size, özün özü bir deyiş. Onu açıp yo
rumlamak, büsbütü n tadına varmak icin zihin
gücü nüzü biraz seferber etmeniz gerekecek.
Amo ıdeğmez mi?
1974
68
BiRi KiMSiZ UYGARLIK OLMAZ
69
Münster'de Bir Türk Edebiyatı Ses Arşivi
70
tım. Abd i Efend inin, Harndi Efendinin, Küçük
isma i l Efend inin, Meddah ismet' in, Kadri Efend i
n i n , Eliza Bi nemecıyan'ın, M uva hhid'in, Şadi Fik
ret'in, Burha nettin Teps i ' n i n, hatta Reşit Rıza '
nın sesleri n i ki mse zapted i p geleceğe bırakma
yıı düşün memiş. «Bak ne suret gösterir seyreyle
ibret perdesi» adı ile sunduğum o programda
sadece o devri yaşa mış canlı tanıkların onları
tarifleri ile ve i nceleyicUerin yoru mları ile ye
tindim. Bir de günümüze kalabilmiş yaşlı sanat
çıları mikrofona getird i m .
Hiç değ ilse onların sesini zaptetmiş olduk.
Ayrıca başka bir ves ile ile rahmetl i Behzat Bu
tak'ta n rica ederek on u n « Meraki » n i n başında
ki unutul maz tirad ı n ı ses olarak zaptettim. Bu
tak'ın bunun icin isted i ğ i 500 lirayı o tarihte bi
raz yüksek bulan kuruluş, şimdi el i ndeki bu ta
rih i materyail i n değeri n i acaba bil iyor mu dersi
n iz?
«Sersem Koca nın Kurnaz Karısı» n ı yazd ı
ğım sıralarda bir de Mınakyan'ın sesini d i n le
miştim. Evet, ya nlış okumadın ız, 191 0'da Paris
Pacavracıları oynanırken bir tiyatro ve ta rih
meraklısı bunu o zamanın tekniği olan tell i rulo
sistemi ile tespit etm iş. Başka bir tiyatrosever
de o rulodan gelen ses i bir ses bend ına almış.
Çok cızırtıı l ı olmakla birl ikte M ınakyan'ın bütün
ses hünerleri bu kısa pasajda bel irli bir şekilde
yansıyordu.
ilk Türk operetleri n i n , ismail Hakkı Beyin,
Cuhacıyan'ın müzi·kleri n i n, Cemal Sahir operet
leri n i n bizde en küçük bir ses kal intısı yoktur.
Neden? içi nde bulunduğumuz zaman sü
resince pek değerini bil mediğimiz bu olayların
71
yirmi, elli, yüzyıl sonra ne zengi n tarihi bir biri
kim teşkil edebileceğ i n i a klımızın köşesi ne dahi
getirmediği m izden.
Bu ra mazan da bu sefer televizyon yöneti
ci leri benden yine eğitici n itel i kte beş yayı n i s
tedikıleri zama n aynı materya ls izli-k güçlüğü ile
karşılaştı m. Görüntüye sunulabilecek es·ki tiyat
ro a ktör ve temsi l fotoğ raflarıını topladım. Eski
film arşivlerin i taradım. Bir yangından nasılsa
kurtulmuş Hözım'ın kendi sesi ile aynattığı bir
Karagöz'le, Korniki Şeh i r Naşit'i n Kavuklu Ali
Beyle bir oyun sah nes i n i n sadece bir buçuk da
ki karl ı k bi r sesli film seansını oğ lu Selim'den
bulup d i nleyici lere sunma'k ola nağ ı na kavuştuk.
Ama, hepsi o kadar. Ta rihi nitelik kaza nan bu
dokümanların bir kopyesi , bi r tiyatro müzemiz
olsa . hemen oraya veri lebi lirdi. TRT a rşivi nde
kaybol uncaya kadar şimd i l i'k orada duraca klar.
72
1 955'te Viyana'da d üzenlenen Uluslararası
Tiyatro Sergisi başta olmak üzere çeşitli ülke
lerde çeşitli tiyatro müzeleri gördüm. Birkaçın
da çağrıl ı olarak eski h a l k temaşamız üzerine
konferanslar verdim. Batıda sade başkentlerde
değil, öbür kentlerde de tiyatro müzeleri var.
Hatta tiyatrola rı n kendi özel müzeleri var.
Ayrıca Stanislawski Müzesi gibi yalnız bir
büyük rej isöre ayrılmış kişisel müzeler, Max
Rah inhardt a rşivi gibi, kişisel arşivler var.
Toneel Museum
73
ri hi tiyatro kostümıleri, tiyatro afişleri, el ilanla
rı, a ksesuar ve requ isit sergilen iyor. En üst
katta müze müdürünün bürosu bulunuyor.
74
i le ilgili literatür bulunabi l i r. Georg Jakob, lg
naz. Kunoş, Theodor Menzel. Helmut Ritter,
Teodor Kasab, Selim Nüzhet, Sabri Esat, Ah
met Kutsi Tecer, ismayil Hakkı Baltacıoğ l u gi
bi halk temaşamıza, Refik Ahmet Sevengiıl, Ah
met Harndi Tanpınar gibi bütün temaşamıza yö
nelmiş, eski i nceleyicileri n eserleri, resimleri
bu böl ümde sunulur.
Alfabetik bir kartateks bütün yerli ve ya
bancı i ncelemeleri ve inceleyicileri toplayabil ir.
Eldeki bütü n tiyatro eleştiri kupürleri, program
dergileri, biıletleri, el ve duvar ila nları da ayrı
bir köşeyi kaplayabi lir.
Arşiv böl ü m ü nde eski ortaoyunu, tekerle
me, Karagöz, meddah, tul uat. köy oyunları me
tinleri , mümkü nse el yazısı i le manüskript ola
rak biriktiri lir.
Fotoğraf arşivi, eski tiyatro binaları n ı , eski
sanatçı ları, yazarları , temsi l resimleri n i , dekor
resimleri n i kapsayabi l i r.
Bir başka böl üm, kostümleri serg iileyebi l i r.
Mesela Naşit Beyin vaktiyle zeng i n bir gardro
bu vard ı , heba oldu g itti . Harnd i ' n i n kavuğu,
Abd i ' n i n cübbesi sağ kalıp böyle bir sergiye
konsa ne kad ar sıcak ve renkli bir şey olurdu.
Eski oyu nları n tari h i aksesuarıı, örneği n
tarihi «Taş Parcası » n ı n , oyu nda Remzi'yi (Ra
şit Rıza'yı) öld üren tuğlası. Mınakyan'ın zeh i rl i
yüzüğü. Eliza Bi nemecıyan'ın kolyesi ve ben
zerleri de bir müzenin can alıcı objelerid i r.
Ses arş ivi eldeki mevcut tırtııllı rulo, tel,
plak, ses bandıı aracılığı ile tespit ed ilmiş ses
lerin topl andığı böl üm olabilir.
75
Müzik a rş ivi, müzik l i eserler, sahne müzik
leri üzerine fikir verir.
Film arş ivi, eski film lerdeki eski sanatçıla rın
görüntü leri n i bir araya getirir. Yukarda sözü
nü ettiğim N aş it Sekansı gibi . . .
Hasılı bir Türk tiyatro müzesi n i oluştura
ca k böl ümler çoktur. Ceşitl idir. B irikim vardır.
Ama dağınıktır. .
Bütün iş bunun i l k adım ının atılmasında
d ı r. Gerisi m uhakkak gelecektir.
76
ESKi H iSAR S I RTLARlNDA
77
günkü uğraşınızdan uzaklaşın. Demirci ya da
mara ngozsa n ız, kitap okuyun; postacı ya da
ta hsildarsanız, sı rtüstü yatı p dinlenin. Yazar
çizer takımı ndansanız yan ı n ıza kitap kalem al
mayı n . Bol bol yüzün, yü rüyü n.»
Ben uzman sözü d i n lerim. i l k üç gün sa lık
verileni yaptım. i nsan her günkü uğraşı n ı bıra
kıp dinlenekalınca daha bir küngürd üyor. Belki
de bütü n yılın yorgunl uğu işte ası l o zaman
ortaya çıkıyor. Ama, buna da daya nmak gerek.
Çünkü, iki gün son ra o yorg unl uk ve ca n sıkın
tısı da geçiyor. Bu sefer dolayı gezmek, yeni
bir şeyler görmek hevesi kapl ıyor içinizi.
Laubali Bir Ok
78
gelmişti k. Sura n ı n turisti k bakımdan ilgi çeken
bir yer olduğu besbelli bir şeydi . Anka ra asfal
tına üç dakika uzaklıkta idi. Ama gelenleri,
«Acaba ya nl ış mı geldik» h issine kaptıran bir
lauba l i l i k karşılıyordu. Buraya bir Mausoleum
yaptırmak, üzerine bir kitabe yazd ı rmak Tu
rizm ve Tan ıtma Bakanlığına kaça mal olurdu?.
79
de ayrıca fiili ordusunu, Roma lı ları şoşı rtmok
icin Pirenelerden Alplerden oşırtıp, arkadon ku
şotışını nasıl ocı,kloyobileceksin iz?
Bu sefer sırasında, çoğu Afrikolı olon as
kerlerin soğukton kırıld ı ğ ı n ı ve 50.000 kişiıl ik or
d udan a ncak, 20.000 kişi n i n kaldığı n ı söylerler.
Antbol sağ kalon larla üstüne üç dalga hal inde
gelen Romalı komutanla rı, Tessi n'de, Trebi'de,
Arezzo Aretiyum'do toz eder. Roma'yı kuşat
mayı, stratej i k ve siyasal neden lerle sokıncolı
bulup Adriyati k üzeri nden Gü ney ltolyo'yo sor
kor. Daha büyük bir ordu ile karşısına çıkan
Konsül Pol Emil'in ordusunu do Kon Savaşı nda
yener. Romalı ların bu savaştaki kaybı 70.000'i
geçer. Konsül esir d üşer (M.Ö. 216).
Anibol görülüyor ki, Roma'ya iyice duman
arttırmış. Ama sonunda Scipios, Zama dolay
larında l l . Pön Savaşı adı veri len bir savaşta
onu moğlup eden tek komutan olmuş.
Rivayet olunur ki, Sci pios'un bu zaferin
den sonra, komutan ları ndon biri Anibol'o sor
muş:
«Sizce d ü nya n ı n en ünlü komutan ı kimdir?»
« lskender'di r,» demiş. «Sonra Pyrrus ge
lir, sonra do ben.»
« Peki oma Scipios sizi yend i?»
«Evet yendi. Yenmese idi zaten kendimi
birinci soyacoktım.»
Yen il·g iden sonra y urdundan kocmak zo
runda ko lon An ibol, Kral Antiochus'un yanına
iltica edip ona siyasal ve askeri danışman ol
muş. Antiochus'un Roma hiara yenilmesinden
sonra Anibol, Britanya Kra l ı Pruslos'ı n yanına
kaçmış. Eski H isor dolaylarında yaşamış bir
80
Romalı elci onun kend ilerine · tesl im ed ilmesini
isteyince zeh i r içip canına kıymış.
Yani adamcağız d ü nya tarihinin en ilginç
kişilerinden biri olmak için el inden geleni yap
mış ve son uykusuna da bizim topra klarımızda
dalmış. Böylece bize baha biçi lmez turistik bir
olanak sağlamış. Ama biz bunu umursamamı
şız. i şte Eski Hisar'ın, romanti k kalıntılarına
baıka n selvilerle çevril i bir rüzgôrl ı tepede bir
Türk işeisinin çizi ktirdiği Anibal yazılı bir taşın
altında, dünya tarihinin öyle mutsuz bir kah
ramanının yattığ ı sanıl ıyor.
81
d ü rü olması yeter. insan olması, insanları sev
mesi yeter.
Bakın Çayı rova istasyonunda, i nsana umul
mad ık bir iyi mserli k aşılayan bu atıılırnın öncü
sü, istasyon Müdürü Adnan Peşkircioğlu yine
duvara ası l ı bir manzumesi nde ne d ivor:
EL ELE
82
YAZlK OLDU WI LLY BRAN DT'A
83
yardımcıl ığını yapan l hsan, C ingöz Reca i'nin
ta kendisi değ il mi imiş.
Wil ly Bra ndt'ın özel Kalem Müd ürü Gün
ter Guillaume da, tıpkı Server Bed i 'nin hayal
ürünü Komiser i hsan g ibi, yıllardır arnırının
ense kökünde casusl u k yapar dururmuş da,
kimsenin ruhu duymazmış. Nerden şüphelen
s i nıJer.
Şantalın Adisi
84
Aynı şey, bir işadamının, bir mimarın, bir
sa natcınıın başına gelse, ki msen i n ru hu duy
maz, örtbas ed i l i r, üstünden geçilip gidil i r,
pek önemsenmez de, bakın bir devlet adamı
aynı ihtiyats ızlığı yapınca iş ayyuka çıkıyor, bir
anda d ü nyaya yayıl ıyor.
Profumo ska nda lı henüz belileklerde taze
d i r. O h i kôyede de Dr. Word adı nda, yabancı
a janla r emri nde calışan bir aracı, Christine
Keeller'i, Ma ndy'yi d üzenlediği seks elemlerin
de olta gibi kulla n ı p, i ng i l iz imparatorluğu'nun
Milli Savunma Baka n ı nıı , hatta yakışıklı Eyüp
Han'ı tavlamamış mı idi?
Keeller ve Mandy bir günün içinde meşhur,
Profumo bir günün içinde rezil olurken, Eyüp
Han olaydan ucuz sıyrı ldı, Dr. Wo rd ise bu nu
hayatı ile öded iyd i .
Biraz daha geri gidelim. I kinci Dü nya Sa
vaşının en i lg i nç casusluk olaylarından biri,
Cicero'nun, ingiliz Büyükeleisi Sör Hugne
Knatchbul - Hugessen'in gizli evrakını aşırışı
idi. Ciceron, büyükelci n i n nesi idi? Od a hizmet
cisi. Büyükeleiye kad ı n i kram etmed iği muhak
kaktı. Ama başka şeyler i kram ettiği söylentisi
ortada dolaştı. Herkes i n zaafı aynıı olmaz.
Çok daha geri lere g idersek, Amerika Bir
leşik Mil letleri tari hinde de, bazı bel i rg i n örnek
lere rastlaya biliriz. Mesela Hard i ng'i alalım.
Cumhurbaşkanl ığına adaylığ ı n ı koyd uğu za man,
kazanma umudu azd ı . Iki gözde aday yenişe
meyince, Kongre onu seçti. Harding'in on do
kuz yaşında bir kızla evl i l i kd ışı ilişkisi vard ı .
Böyle bir durum, o n u n cumhurbaşkanı seei lme
sine engeld i . Ama cumh urbaşkanlığı andınıı ic-
85
tiği sırada, «Bu ödevi yüklenmenize engel bir
durum unuz -var mı?» sorusuna rahatça «Hayır»
d iye cevap verd i . Onun bu yalan ı n ı ya da un ut
kan lığını koz olarak kullanan parti arkadaşları,
adamı olmayacak usuls üzlü klere sürdüler. Dev
leti n petrol rezervleri n i özel şi rketlere kiraya ve
rip, vurgun vurdu lar. Sonra hepsi birlikte mah
kemelik oldular. Bir cumh urbaşkanıı nın seksüel
zaafı , bakın ız, durduğu yerde ne işler açmıştıı .
Periki es ve Sukarno
86
« Ekselans gal iba ben i başka biriyle karış
tırmış olacaklar. O alanda size yard ımcı olmak
ihtisasım dahilinde değ ild i r.»
Politikacıları n seksüel zaafları n ı , kimi sö
murur, kimi şa ntaj belgesi olarak kullanır.
Yassıada Savcısı, tarihe eU nde ada let terazisi ile
deği l, bir kad ı n ki lotu ile geçm işti. Ve bunu ya
parken bir de ma rifet yaptığını sanm ıştı. Oysa,
o anda aransa suçlu i skemiesinde oturmaya n
ların da evlerinde. garsoniyerlerinde n ice kirli
çamaşırlar çı kardı .
.Politikacılar da insand ır
87
amansız ve susturucu bir si la·h olarak ku llanı
lır.
Ense kökünde casusluk yapıp koca Brandt'
ın s iyasi hayatına son verişi yetmez gibi, Gün
ter G u i l laume, şimdi de tutmuş, onu seksüel ya
şamı n ı açı klama ile tehdit etmektedi r. Savaşta
her a ra ç meşru olabilir. Casusluk da. Ama Guil
laume'un son tehdidinde çok aşağ ı l ı k bir şey
vardır.
Devlet adamları! Uyanrk olun, ayağı nızı
denk alın. Casuslardan, kad ı n simsarları ndan,
şantajcıla rdan sa kı nın.
88
HAFTA SONU TATiLi
89
pazarları ayakta bile yer bulun mayan ada va
purları şimdi cumartesileri de ana baba g ü nüne
dönecek, Karaköy'den kalkan dolmuş motorları,
şu canım kıyılarda lağ•ımsız deniz bulamayan
vata ndaşları minibüs plakları nın eşliğinde da
ha az lağımlı kıyılara götürmeye, pazar yerine
cumartesiden başlayacak, baş başa kalan karı
kocaların hafta sonu tartışma ve dalaşmaları
şimdi iki misli artacak. Komprador cocu kları bir
güne sığdırmak zoru nda kaldı kları azgml ıklarını
şimdi uzun sürel i, gece yatı l ı toplu orj iler haline
getirme olanağ ı n ı resmen kazanmış olaca klar.
Trafik kaza ları, cinayet olayları, hafta sonu bi
raz daha a rtacak vb . . . vb . . .
Türkiye, batı n ı n end üstri uygarlığına benze
meyen acayip bir ül·ked ir. Türkiye'de ekmeğini
kazanmak, başı ndaki sekiz n üfusu insan altı bir
seviyede de olsa besieyebilmek için, gece g ü n
d üz, yaz kış demeden, calışan bir yoksul kitle
vardır. Bunların çoğu fiziksel bitki nl ik ve mad
di ola naksızlık bakı mından hafta sonu tatilin
den yararlanacak duru mda zaten değildir. Sö
mürü d üzen inin kolplan ile büyük firmalar kur
muş, büyük vurgu nlar vurmuş açı kgözler ise,
film lerde gördüğümüze benzeyen -kendi de
yim leri i le- «Week-End» leri, kararnamen in lüt
fu olmadan da, hafta n ı n her istedikleri günü is
tedikleri uzun lukta zaten alabilen mutlu bir azı n
lıktır.
Bunların ikisinin ortasında büyü k bir me
mur kalabalığı vardır ki, yeni hafta son u tatili
kararı n ı n işte bunlar icin alındığıı acııkça anla
şıl ıyor.
Memur denilen yurttaşı alalım. Bunların
90
kacta kaçı isted iği lşte çal ışmaktadır? Kişisel
özlemi ile mesleği n i özdeştiremeyen bir i nsa
nın çalışma sevinci calışma mutluluğu d iyeceği
m i z huzura varması beklenebilir mi? Kend i n i
ruhsuz b i r araç ve işi n i n emri nde i radesiz bir
esi r sayan bir insa n ı n işini bir angarya olarak al
masından doğal ne olab i l i r? Lise mezunları nı n
özled i kleri fakü ltel ere bile giremed i kleri, daha
yü kseköğretimden başlayara·k, mecburen baş
ka mesleklere itildi kleri bir düzende calışma se
vinci olamayacağı g ibi, onun zoru nlu bir bütün
leyicisi olan d i n lenme sevi nci de olamaz.
91
Ama bu görüşün kimin i ş•ne geldiği orta
da değil mi? Herkes onlara uysa, del i dünyamı
zın bugünkü d üzeni sürgit değişmeyecektir.
Tüketim yarışından cebi n i doldura n acık
gözleri n tam karşısına, tü keti m d üşmanlığı ve
i nsa n mutluluğunun savunucusu ola rak cıkan
ların bir kısmı, bi lerek, b i lmeyerek, aynı açıkgöz
lerin ekmeği ne yağ sürmüş olmuyorlar mı? Her
kes iki hacağ ı n ı uzatıp, onların önerdiği kı rsa l
ve bencil bir m i n i mutl uluğun uyuşukıl uğuna
yatsa, d ü nyamızın içinde bulunduğu büyük hak
sızl ık, eşitsizl ik, i n safs,ızl ık d üzeninden, bizi kim
kurtarır dersi n iz? Başka gezegenlerden i necek
hayı rseverler mi?
92
Bizde, hobby fikri gelişmediği icin, postacı
mız hafta tatilinde mektup dağ ıttığı soka klarda
piknik yaparsa, sandalcı mız hafta sonu bir spor
kulübü nde kürek çekerse, şaşmayalım. Bizde
koleksiyonculuk, resim yapma, bir müzik a leti
ça l ma, herha ngi bir sporla a ktif olarak ilgilen
me, vurdu bi·li ncli bir şekilde ka rış ka rış gezip
öğrenme, gönüllü kurul uşlara katılma, eksik ka
lan kültürü nü tamamlama, bir yaba ncı dil öğ
renme gibi aktif eğlenceler yerleşip gelişmediği
icin, bizler ister istemez bu hafta tatilini yine
pasif eğlencelerle doldurma yolunu tutacağız.
Mac seyredeceğiz, kumar oynayacağız, kahve
ye bir gün daha fazla g ideceğiz, cene yarıştıra
cağız. «Anasını sattığ ım, vur patlasın, cal oyna
sın. Bu hayat böyle geçer. Battıı bal ı k ya n gider»
deyip kadahimizi yeni hafta tatilinin şerefine
ka ld ı racağız.
Hafta tatili bugünkü haliyle memura verilen
bir avuntudur. Elle tutulan tek avanta jı, bir gün
lük ca1lışmasız mesai ücretidir. Hafta tatilini ka
bul etmekle, boş zama nları verimli ve uygarca
değerlendirmek ayrı ayrı şeylerdir. Birinciler
icin bir kararname yeter. ikinciler icin oturaklı
uygar bir ortamın yaratı l ması şartt ı r. Bilinçli, uz
ma nca ön çalışmalar, organizasyonlar gerekli
dir. Bu olmazsa, ister istemez insa n ı n aklına iki
eski söz geliyor. Biri,
« Dostla r a l ışverişte görsü n.»
Öbürü,
«Oturup ehli hava her biri bir saz çalar.
Çelebi böyle olur bizde konser dediğin.»
Yine de, hafta tati li niz kutl u olsun, dostla-
rı m.
1975
93
YiNE BEKLERiZ DR. KIMBLE
94
n ız. Sanat güneşi miz Zeki M ü ren'in, milli övü n
cümüz futbolcu Cemil'i n pabucu nu dama attı
nız. Artık varsa Kaçak. yoksa Kaçak. Hele ha
nımlar s izi dil lerinden d üşü rmüyorlar.
Ne Şundan, Ne Bundan
95
Görüyorsunuz ki, bu gerekce de pek tutmu
yor Sayın Dr. Richard Kimble.
« Kişi l i k sah ibiyim de ondan» buyurmuşsu
nuz bir gazeteciye. Kişil ik sahibi olmadığınız id
dia edilemez el bet. Ed ilemez de, o ekranda mil
letin sizden başka kişi l i k sahibi i nsan görmed iğ i
de pek iddia edilemez. Televizyonda mecburen
a bonesi olduğumuz, Hüsamettin Çelebiler, Hal i l
Tunclar, Mehmet Barlas·J a r sizden d a h a mı az
kişilik sahibi kimseler ya ni? Olmad ı . Bu da tut
madı . Üstelik sizin alça kgön üllü, efendi yaratı
lışı nıza pek uymad ı .
96
kanl ı, bakışları nız ü rkek deği l . Yürüyüşünüz du
ruşunuz namuS'Iu. iyi bakıyorsunuz i nsanlara.
Sevgi ile, anlayışla. Yumuşak bir sesiniz var,
güven veren. I nsan ruh u n u n i ki penceresi olan
gözler ve ses, daha ilk baştan ilan ediyor sizin
sucsuzl uğunuzu, iyiliğinizi. Buna karş ı n kova
lan ışın ız, bir polis meka n izmasının a ğ ı ndan kur
tulmaya çabalamanız s ize karşı ola n sempati
ora n ı nda bir de aoıma d uygusu yaratıyor lehini
ze. ister emekli eşi olsun , ister meslek kad ını,
ister daktilo, ister sosyete kadını, işte bütün ka
d ı nıla rı n size sahip cıkması icin bu yetiyor. Eh
hepsi kad ı n deği l mi, hepsinde bir de analık duy
gusu var. Yağmurda ısianmış evsiz barksız bir
çocuğu korur gibi sizi korumak istiyorlar. Koca
l arından korkmasalar hand iyse alıp sizi evlerin
de saklayacaklar.
ikinci ve önemli bir n iteliğiniz: Doktorsun uz.
Kaza h a l i nde lik Yardım El Kitabı gibi, kim ba
l ı ktan zeh i rlense, kime g ü neş carpsa, kimi yı
lan soksa, yapılaca k en süratıl i en etki l i i l k mü
dahaleyi bil iyorsunuz. Kişil iğinizin ortaya cık
ması rizikosunu h içe sayıp bir hayat kurtarma k
icin hemen kolları sıvıyor, yardıma koşuyorsu
nuz.
Doktorl uktan, doktorl uk mesleğ inden i leri
gelen bir yardım etme, bir i n sa n l ı k -hepsinde
yoktur ya neyse- yan ı n ız var. Sığındığınız a ile
nin yen i yetişen oğl u babası ile kuşak dalaşına
m ı g i rmiş, yaşlı kocan ı n gene ve « nymphomane»
karısı seks bunal ımıları içine mi d üşmüş, kasa
ban ı n şerifi ile everilecek gene kız, şerifi değil
de, a lkol i k bir serseriyi mi seViyormuş, ruh du
rumlarının ustası olara k siz hemen, işi ele alı
yor, anlayışsızl ık içinde birtakım cılgınl ıklaro
97
kal kışacak olan zavallı11arı yatıştı rıyor, sorunla
rını açı k seçik seriyor, sonra da en olumlu çö
zümü bulup onları rahatlatıyor, dolayısıyla çev
releri ile olan uyumsuzluktan kurtarıyorsunuz.
Bu arada pol is peşinizded i r; çevrenizdeki cem
ber g itg ide daralmaktadıır. Manyak bir telaş ve
sodik bir i htiras içinde olduğu her ha;l i nden oku
nan, Komiser Gerard s izi g itgide kıstırmakta
d ır. Zarar yok. Siz Hazreti isa gibi dünyaya iyi
lik için geldiğinizden, kendi n izi düşünmüyorsu
nuz bile. Maksat, bir gencin istikba l i , bir kadı
n ı n a i le mutlul uğu kurtulsun. Deği l mi Sayı n Dr.
Kimble. insanlık ölmedi ya!
Tabii bu fedekôrlığınız, kendinizi bile bile
tehli kelere atışınız da size haklı olarak puan ka
zandırıyor. Bu arada rastlad ığınıız, gene yaş l ı ,
evl i, dul, bütün kadı nların s ize tutulmasına şaş
mamak gerek. Aranızda hep şöyle d iyaloglar
geçiyor:
«Ben de senlen geleceğ im.»
«Gelemezsi n.»
« Ben kararımı verdim.» ( Bavulunu yapma-
ya başlar.)
«Beni tanımıyorsun ki. . . »
«Bana dayanacağ ım biri lazı m.»
«Ya ben katilsem?»
«Sen kimseyi incitemezsin.»
«Hayır sen burada ka lacaksın. Sen i n yerin
kocan ı n yan ı . »
«Beni b u n a zorlayamazsı n . O zaman tek
başııma g iderim.»
«Hayır o serseri ile evlenme. Mahvol ursun.
Dinle ben i . Evind� kal.»
«Ama seni seviyorum. Öp ben i , n 'ol ursun
öp beni . »
98
« (Ainından öperek) işte oldu mu? Hoşca
kal» ( Hızla cı kar.)
Ve size tapa n gene ve güzel bir kad ı n ı i n
c e gecef iği ile bırakıp yollara düşüyorsu nuz yi
ne. Yağmurun a ltında, rüzgarın ağzında, evsiz
barksız kacıyor, kacıyor, kacıyorsunuz. Bir daha
haftaki serüvene kadar.
Oysa gencsiniz, yakışıklısınız, sıhhatlisiniz.
Birtakım i nsa ni ve hayvani Ihtiyaclar içindesi
niz. Karı n ız öld ü rü l müş, tek kaıl mışsın ız. i çiniz
bir dişi özler, iki kişilik bir yatak özler. Hayır, siz
keşiş gibi, topl umdışı bir yaratık gibi, d ü nya n i
metlerine s ı rt çeviri p kacıyorsunuz. Arada bi r,
kad ı n ı n gönlünü hoş ettiğiniz de olmuyor değil
Sayın Dr. Richard Kimble. Ama onu da doktorca
bir tedavi d üşü ncesi i le, hastaya bir deşarj
sağlamak düşü ncesi ile yapıyorsunuz. Deği l mi?
Bil mez miyim. Hepi miz bNiyor, görüyoruz.
Siz bu hal inizle topluma cok faydal ı bir un
sur oluyorsu nuz. Dünya uyuşumsuzluk içinde.
Yan ya na oturan insanlar kafa yorup birbirleri ni
a nlamaya cal ışmam ışla r. Vakitleri yok buna.
Herkesin bir ana soru nu var. Öbürü nden başka .
Bunların farkına varan biri çıkınca herkes gü
nah cıkarıcı papaz gibi, ona açılıyor. Ona a cı
lı rken de kendini ta nımayı öğreniyor. Başkala
rına tolera nsla bakmayı öğreniyor. Siz, bir ha
vari gibi, her geçtiğiniz a iıleye h uzur ve mutluluk
dağıtarak durmadan kacıyorsu nuz.
Yolunuzu Gözlüyorduk
99
de bir -çoğu defa da i ki- kadın, bir delikanlı
sorunlarını size açıp öğütlerin izden faydalan
mak icin gözleri yolda sizi koJıJuyordu. Kaynana
larından yakınan geli n l er, geli nleri ile geeine
meyen görümceler, seks h ayatın ı ayarlayama
yan gene kızlar, üç dersten bütün lerneye kaldığı
icin babası ile çekişen geneler son umut yatırı
mını size ya pmışlardı. Geldi n iz. Tabii hepsi ile
görüşemedi n iz. Bol tarafından yiyi p daha bol
tarafından ictiniz. Afiyet şeker olsun. Dizinizde
ki gibi, tek tek herkes i n sorunlarına eğilemedi
niz. Ama gelmeniz de bizim i c i n büyük n imet
oldu. Sizi a ramızda gördük. iyi mserliğinizle,
esprilerin izle içimizi actınız. Mora l imizi d üzelt
tiniz. Gitti niz. Şimdi dizinizi daha bir ahba pça,
daha bir yakınJrıkla seyredeceğiz. « Bakalım bi
zim Kimble bu hafta ne yapacak?» diye, sizi
daha bir beni mseyeceğiz.
Siz nereye gitseniz, bu böyle olacak Sayın
Dr. Richard Kimble. Dünyanın her yerinde mil
yonıJarca televizyon seyircisi var. Dolayısıyla
bir o kadar çok da saf i nsan . Bunların da yüzde
seksenin i n uyuşumsuzlukl arı, kompleksleri .
aile sorunları var. Hepsi böyle bir kurtarıcı bek
liyor. Yirm i dakikalık bir televizyon kurdelası
süresince olsun, siz onlara bir umut getiriyor
sun uz. i cleri ndeki bir boşluğu dolduruyorsunuz.
Onları n tek korkusu sizin bir gün yakalan
man ız. Ama ben onları temin edeyim ki, siz ko
l ay kolay yakalanmazsın ız. Neden mi? Sizin ül
kenizi n poli si o kadar becerikli olsa şimdiye dek
Watergate'in baş soru mlusunu yakalamış ol ur
du,
Onun icin kendinizi üzmeyin. Güzel güzel
100
kacmanıza devam ed i n . Bakın, Turizm ve Ta
n ıtma Ba kanımız s ize bir de fah ri büyükelci l i k
payesi verd i . Artık ABD'de bize kim dil uzatırsa.
ağzı n ı n payını vereceks i n iz.
Biz sizi pek sevd i k Dr. Kim ble. Biz zaten
sevmeye pek teşne bir milletizd i r. Sevecek in
san ararız durmadan. inşa l lah siz de bizi sev
mişsinizd i r.
Yolunuz açık olsun Dr. Kimble. lik fırsatta
yine bekleriz.
1975
101
BAYRAM YAZISI
102
çocuklara ana bab01lar hediye a l ırlar. Adet ol
muş. Zengin ana babalar lise öğrencisi playboy
özentisi oğullarına otomobil, orta halli ana ba
balar kıziarına pikap a l ı rlar örneğ in. Fa·kir ana
babalar da, bayramda olsun, eviatiarına et ye
d i rme olanağı bulurlarsa övü nc duyarlar.
Bayramı yaşl ı lar da sever. Yaşam temposu
nun başdöndürücü h ızı ortası nda onları genel
olarak kimse yeteri g i bi alıp satmadığı icin, bay
ramda olsun; gelenek gereği, sayı lma k, hoşları
na g ider. Gururları nı çok kısa da olsa okşar. El
lerini bir yıllık unutkan hğın acısını cı kartma k is
ter gibi kücü klerin burnuna dayarılar.
Bayramı kadınlar da sever. Bitip tükenme
yen isteklerinin aranıp bulunamayacak bir ge
rekcesi de bayram olu r. «Bayramda herkesin
içine çıkacak doğru dürüst bir elbisem bile yok»
girizgôhı i le bayra mın g etirdiği hoşgörü ve cö
mertl i k havasından elden geldiğince faydalan
mak yol larını arar . . . Ve bulurlar.
Bayramı sade kocasından öteberi kopar
mak isteyen kadınlar değ il, bütün kadınlar se
ver. KendHerinden a ltı ay büyüğünün eline ya
pışıp, «Sen benim ablamsın, ver elini öpeyim»
demek olanağını ancak bayramda bu lur. Ve bi
rine abla deyince de g ene kızlık yaşına dön
müş gibi sevin ir, tay g i bi kişner.
103
de tortU'Ianıp bilinea ltın a otu rur. Zaman gecer,
dargınl1k pekleşir, kökleşir. Bazı nedeni unutul
muş n ice dargınttkların alışkan lık gereğ i, sürüp
gittiği bile görü l ü r.
Karı koca a rasında ise, eğer tam bir ahenk
yoksa, ki yüzde seksen yoktur, dargınl ıklar ek
sik olmaz.
işte bayram bu toksinlerden temizlenme
icin güzel bir nedendir.
Bayramın, olağan g ü nler d ışındaki kendine
özgü, olağanüstü, d insel ve barışçı n iteliği in
san davra nışlarını da kuvvetle etki ler.
Bu naif Iyimserl i k havası icinde herkeste
hoşgörü sahibi olmak hevesi belirir. Bir kusuru
affetmekte aslında bencilce bir böbür de vardır.
Barışmak ve effetrnek d urumunda olan kişi, ba
rış isteyen , af bekleyene karşı kendi n i üstün
h isseder. Lütfedip, kerem edip, onu affetmek
le kendi n i büsbütü n güçlendird iğ i , yücelttiği ku
runtusu na kapılır.
Tamam, unuta lım bunu.
üstünd� durmaya değmez.
Şu fa ni d ünyada değer mi çekişmeye . . .
Gel öpüşelim, bu dava bitsin, gibi lütufkôr
formüllerle büyü klük tas lar. Atfettiği icin alkış
bekler, çevreden.
Oysa bayram gecer. Her günün d üzayak ru
tini başlar. O dargınlığın tortusu yine i nsanın
icine cöker, kırı lan kalbin çatiağı yine icin icin
s ız lar.
104
masmı izlemiştim. Dış politika konusunda konu
şurken, « pol·itikada kinin sağlıklı bir düşünüş yo
lu olmadığını. sevg i n i n , barışın ise olumlu ve
sağ l ıklı bir tutum olduğunu» be l irtiyordu. Onu
d i n lerken Gandhi'yi d i n ler gibi oldum. Devlet
adamlarında bir mi·ktar bi lgelik olunca sözleri.
düşünceleri de ne ışıklı boyutlar kazanabil iyor. . .
Ama gönle v e kulağa çok hoş gelen bu söz
ler gerçeklerin merceğ i ne vuru lunca, her zaman
geçerliğini muhafaza edebilir mi?
Ben sanmıyorum.
Ki nden yana olaca k, aklı başı nda bir ayd ı n
d üşü nemiyorum. Deve k i n i güdenler. kafaları nı
bir tarafa takmış, sapiantı i ı insan lard ı r. Bütün
beyin güçleri n i herha ngi bir işe tam seferber
edemezler.
Kin ve öfke bizim ic g ücümüzü yer. kemiri r.
biti rir. Hele politikada kin, partileri, m i lletleri
ya nlış yerlere götürür.
Bütün bunlar böyle de, acaba. özel haya
tı nda, i nsan her şeyi bir ses ba ndı gibi bel le
ğ i nden ve bilinea ltı nda n büsbütün silebi lir mi?
Bütün gücü ve iyi n iyeti ile istese de, geemiş
teki bir haksızlığı n , bir suçun, öcü nden kendi
n i büsbütün arıtabilir mi?
Tepkisini gizleyip Içinde boğum boğu m et
mek mi, yoksa dışarı vurup rahatlamek mı daha
sağlıklı bir yoldur? Bugünkü psikiyatrlar ikinci
yolu öğ ütlüyorlar.
Sonra affetmek, el sıkışmak, öpüşmek, bir
suçun üzeri n i örtüp barışçı bir aşamaya gec
mek, eğiti msel bakımdan . o sucu cezaland ı r
maktan, acaba gercekten daha yararlı bir metot
mudur?
105
Affedi lmek bazı insanları daha a rsız ve
sayg ısız yapmaz mı? Yapmıyor mu?
106
«Bayramda dargınlar barışını demişler, «Bir Müs
l ü ma n ı n darg ı n l•ığ ı bir tülbent kuruyana kadar
sürer» demişler. «Tatl ı y iyel im tatl ı söyleyel im»
buyurmuşlar. «Ne kadar bağışlarsanız o kadar
bağ•ı şla n ı rsınız» d iye hoşgörüyü salık vermişler.
Bu yazı alışageld iği n iz bir bayram yazısı ol
madı ise siz de ben i bağışlayınız.
Sevd iklerinizia n ice bayra mlara .
1975
107
BÖLÜK PÖRCÜK
Dokunulurlarla Dokunulmazlar
108
yor. i çimizden beş a ltı yüz kişinin dokunulmaz
lığı va r, gerisi nin yok. Dokunu lmazlığı olanlar,
Grek Tan rıları gibi, isted i klerini söylüyor, iste·
diklerini yapıyorlar. Kimse onlara karışmıyor.
Örneğin, geçen g ü n sayın bir mil letvekili
çıktı, bir devlet baka n ı n a Meclis ön ü nde, mil let
ön ü nde resmen. «Meczup», dedi.
« Devlet Baka n ı n ı n sözleri i l kel, muvazenesi
olmayanların, ceza i ehl iyeti olmaya n ların sözle·
rid ir. Müşahade a ltına a l ınması gerekir» dedi.
Bildiğimiz kadarı ile, bu suclamayı yapan
sayın mil letvekili ruh hasta lı kları doktoru da de·
ğildi. Diyelim ki, o doktor, karşısındaki de has·
ta olsaydı , yine de bir hastaya sen delisin de·
menin tıbbi ba kımından saka riiğı bir yana, onu n
deli olduğunu kamuya açıklamanın meslek sı rrı
ve ahiokı i le bağdaşamayacağı da ortada idi.
Gelelim adı geçen Sayı n Devlet Baka nına,
o da geri kalmadı . Bu haka ret karşısında daha,
savcı işe el koymadan. soruşturma acılmadan.
bir ya rg·ıya va rılmadan. kend il iğinden birta kım
önyargılara va rdı , i leri geri suclamalarda bu lun·
du.
Bir de, biz basit yu rtta şları, yan i «dokunu
l u n> ları a l ı n . Biz birine -töbe töbe estağfu ru l·
ılah- «meczup» desek, yohut adalete i ntikal et·
miş bir olay ha kkında peşin suclamo lara giriş·
sek. soluğu o saat hapiste a l ı rd ı k.
Güzel iş doğrusu ş u dokunu lmazl ık.
Mecliste birbirine ya lancı, iftiracı. dönek
diyen diyene. Bir zama nlar bir başbakan da
muhalefet l iderine.
« Psikopat.» demişti . Işin tuhafı o da psiki·
yatr filan değild i . Emekli bir askerdi. Bunun üze-
109
rine muhalif mil letvekil leri toptan Mecli si terk
etmişlerdi.
Mecl iste daha bu n u n gibi ne ağ ı r laflar edil
miştir. Öyleki, bunların bir kısmı sonradan zabıt
lardan sili nmek gerekmiştir. Tarih ayıplamasın
diye.
Şu son transfer ded ikodu larından sonra, ay
nı çatı altında m i l letveki lleri nin bi rbirleri ne, hele
oylamoda parti değiştireniere söyledikleri n i n
onda biri n i b i r gazeteci yazsa, kariyeri mahvo
labi l i rdi.
Milletveki lleri nin, doku nulmazl ığın özgürlü
ğü içinde, kayg ısızca icleri n i dökmesi, genel ola
rak karşı lıklı oluyor. Biri biri n i ağır bir sıfatla
suçlarsa, karş ısındaki de a ltta kalm ıyor.
Ya maazallah, bir dokunulmaz, bir doku nu
lura bir «tecavüzü lisa n iye»de bu11un ursa, işte
o zaman ortada denge filan da kalm ıyor. O size
veryansın ediyor, siz i se doku nulmazlığınız ol
madığı icin, boynu nuz bükük, susuyorsu nuz.
Ortada apaçı·k bir ayrıca lık var. Bunu kal
d ırmak gerek Nasıl mı? Ya mi llete de, m i l letve
ki lierine tanınan söz özgü rlüğü tanınsın, ya da
m i l letveki l leri nden ağır konuşma, u luorta suc
lama dokunu lmazl ığı geri a l ı nsın.
ücüncü bir şık daha aklııma geliyor. Hışmı,
öfkeyi , ağır sözü, ön suclam ayı bırakıp, belge
lere, gereekiere daya n ı p karşı karşıya, kafa ka
faya, sakin ve ölcülü tartışmak. U nutmamalı ki,
sükCınetle, ama ezici bir üstü nlü kle bitirilen bi
limsel bir tartıışma, ra·k ibi çok daha etkili bir şe
ki lde küçük düşürür. Ama zordur bil iyorum. Öf
ke baldan tatlıdır. Üstelik bu memlekette bağı
rarak söylenen şeyler, çoğu zama n, o şeylerin
110
kofluğ unu örtmeye yara r. Sü kCı netle konuşmak.
nezaketle konuşmak, belgeleri a raştırı p, bilim
sel kuramlarla tartışmak icin. i nsa n ı n kendi ic
disipl i n i n i sağlamış olmasıı lazımdır. l nsafl ı ol
ması. i nsancıl olması . tarafsız a raştı rmaları gö
ze a l ması. gerçeği kend i nden ve partisi nden çok
sevmesi lazımdır. Ded i m ya g üçtür.
Bu sıca kta. şu ölümlü dü nyada, tatlı can ı n ı
bu kadar sı kıya sokmak değer m i ?
lll
madı idi. Milli Birlik Komitesi bu tarihi yanılg ıyı
on sekiz ay sonra, kend i anlayıp, d üzeltmese
idi, yine de kimsen i n sesi cı kmayacaktı. Diye
ceksiniz ki, o i htilaldi. O zaman pabuc pahalı
idi. Ben de size derim d eri m ki: Uygar yürekl ilik
yalnız pabucun ucuz olduğu zamanlar mı işler?
ittihat Terakki'nin Maarif Nazırı Şü krü B6y,
sözümona hasta l ığ ı ndan, a ma daha çok h ü kü
metle bağdaşmayan l iberal düşüncelerinden
ötürü matematikci Sa l i h Zeki'yi azlediverm işti .
O zaman da yine kimse «g ı k» dememişti. Pabuc,
o zaman da pahalı idi. Yalnız bir kişi çı ktı: Za
manın Yüksek Öğretim Genel Müdürü Prof.
Ahmet Selahattin , Sa l i h Zeki'ye yapılan b u
haksızl ığı protesto etti. ittihat Terakki'nin
bu yüz kızartan sucuna katı lmayacağ ı n ı ve Yük
sek Öğretim Genel M üd ü rl üğ ünden hemen o
g ü n istifa ettiğ i n i bi ld i ren tokat gibi bir mektubu
Maarif Nazı rı n ı n önüne attı. Beş parasız, aç açık
ka ldı. Zira sadece pabuc değil, hayat da paha l ı
idi o zaman. Ama kimse o n a istifasını geri a l
dırtmad ı . Kaldı k i , Sa lih Zeki'yi şahsen de ta nı
mazd ı . Sırf, kendine, vicdanına, insa n l ı k onu ru
na ters düşmernek icin yapmıştı bunu. Bundan
ötürü de evladü aya li sıkıntıya d üştü. iki üç yıl
sonra öld üğ ünde de, cebinden yalnız yetmiş beş
kuruş çıktı.
Uygar yüreklilik d iye, işte ben buna derim.
Yoksa bir parti'l i n i n başka bi r partiliyi, parti cı
karı uğruna, ya rı na yatırım olsun düşüncesi ile,
savu nması değ i l .
Gercek demokrasi iyi rej i md i r, iyi rej imdir
de güç rej i md i r. Kültür ister, seeiye ister.
ll2
Şunu kabul edel i m ki, bizler henüz il kel ben
cillik dönemini pek aşamamışız.
Bunu, şimdilik aile benci l l iğini, sınıf benci l
l·iğini, ku lüp benci lliğini, parti bencilliği h a l i nde
sürd ürüyoruz.
Uzmanlığa Saygı
113
Hem islam, hem petrol ülkesi ola n yerlere
atanacak büyü kelci lerin , dini koşulları yerine
getirdikten başka, yüksek petrol mü hendisi ol
maları da elbet tercih nedeni olmalıdır.
Elci l i kler uzmanlığa bi nerse, sosyal ist ül
kelere de sosyal ist, yahut sözkonusu Cin Cum
h uriyeti ise, Maoist eğ i l i m l i elçilerin yetiştiril
mesi gerekecektir.
Siya h Afrika ü l kelerine, örneğ i n Ghana Bü
yü kelciliğine esmer yurttaşlarımız a rasında n,
Vati ka n Büyükelçiliği icin de Katel i k yurttaşla
rı mız arasında n atama düşü nülebi l i r.
Bir de sürekli bir rejimi olmayan, sık sık i k
tidar ve rejim değiştiren ü l keler var ,ki, buradaki
temsilcilerim izden olağanüstü esneklik bekle
mek gerekir. Bunlar icin de, her rej imle çok ko
lay bağdaşan, gömlek değ iştirir gibi fikir değ iş
tiren bazı tarafsız mil letvekil lerimiz biçilmiş
kaftan sayılabi l i rler. Hasılı, her hal ve şarta gö
re elimizde yeterl i eleman var demektir.
Haydi hayı rlısı . . .
1975
114
SiYASi ESPRi ÜZERiNE
115
Yaşl ılığın getirdiği filozoflu k ve kalenderl ikle
son zama nda birden ne kadar sevimli olmuştu.
Başl ıca esprisi de:
« Hadi ca nım sen de,» idi.
Demirel de bir ara seçim kampa nyası s ıra
sında, cart curtu bırakıp, halkı güldürmeye yö
neldi. Köy meydanlarında köylü diyelegi i le yap
tığı konuşmalar oldukca başarıl ı ve etkili olduy
du. Ama hazretin seçim sonucları nda n sonra
keyfi ve mizah hevesi kaçtı. Çağlay'angil'in özel
sohbetlerde g üzel fıkra anlattığı, hazı rcevap
ve hoşsohbet olduğu söylenirse de, bu özellik
leri, özel sohbetlerden kamuoyuna pek taşmadı.
Bugü nkü ka binenin de s iyasi espri bakı
mından pek parlak bir örnek verdiği iddia edi,Je
mez.
Espri, ister istemez, birini, bir şeyleri har
car. Başvekil o kadar nazi k ki, kimseyi ineitme
rnek icin, icinden gelse bile, espri yapmıyor.
Ha ndiyse, hayva nlar da belki a l ı n ı r d iye La Fon
taine'in masalları n ı bile anlatmayacak.
Erba ka n deseniz, kerli fel l i, mütedeyyi n bir
I nsa nın bu çeşit hafifl ikleri kendine yakıştırma
d ı ğı aşikôrdır.
Maliye Baka n ı na, hele bu sıkışık duru mda
gül mek, güldürrnek hiç yaraşmaz. Adamcağız
fazla neşel i olsa,
«Mali durum iyiden lyiye bozuldu herhalde.
Boksa na, bakan keçileri kacırd ı , » derler.
Koca kobi nede durumu yine tek başına Dış
i şleri Bakanı kurta rıyor. Ciddi havaya arada bi r
nefes aldırıyor. Espri leri ni beğenirsiniz, beğen
mezsiniz, artı k o sizin zevki n ize kalmış. önemli
olan bir tutumdur. Ve iyi bi r tutumdur.
116
Harry Truman'a sormuşlar:
«Mizah ı sever misiniz?»
« Mizah sevmesem, işi filozofl uğa vurma
sam, bu bad i ranin içinde aya kta kalabi lir miy
d i m,» demiş.
Biri nci Dünya Savaşında Clemenceau, i k i n
ci Dünya Savaşında Ch u rch ill, en sı kışık d urum
larda espriler yaparak zihi nleri n i cilalamışlardır.
117
«Teessürünüzü çok iyi anl ıyorum madam.
Şu anda oğ lunuzun yaşıtları cephede öl üyorlar.
Bu ödevden kaçanıları n mü kôfatı daha hafif
olursa, haksızlık olmaz m ı?»
Nezaketle kesinliği bir espri i çi nde eriten
bir başka örnek de Lincoln'dan verelim. iç sa
vaş sırasında, genera lleri nden biri n i n , çekingen
ve hareketsiz kalışına çok sinirlenen Li ncoln,
hemen otu ru p şu mektubu yazm ış:
«Pek sayı n generalim,
Ordu nuzu kullanmak n iyeti nde deği lseniz,
bir süre için onu başka bir generole vermeyi
düşün üyorum. izn i nize g üvenerek en derin
saygılarımın kabulünü di'lerim.
Li ncol n . »
Yine Frensıziara dönel im. De Gaul le'del') b i r
özdeyiş :
«Bir politikacı , kendi söyled i klerine asla
ina nmadığı için, buna i nanan başkalarına çok
şaşa r.»
118
med i . Tersine ben i çok şaşırtan büyü k bir se
vinç gösterd i.»
Siyasi espri lerin seviyesi bir ü l kenin siya
set adamları n ı n seviyesi ile orantı lıdır.
Bizde de bu çeşit s iyasi esprilerin bollaş
ması, siyaset d ü nyamızı ren klend irecektir.
1975
119
BiR SEMiNER, BIR FORU M
120
nın şart olduğu» anlaşıldı. Anlaşıldı da, yine de
sorun tam cözümlenebilmekten uzak kaldı.
Bu esnek şemaların, çok olumlu işieyebi
l ecek mekanizmalar hal ine gelebilmesinin de
bazı koşulları olduğu u nutul mamalı. Şimdiki ka
tı kanunu esnek ve uygar bir çerceve kanunla
değiştirmekle her iş hallol up bitmiyor. Kanun
l a r, onla rı uygulayanın ba kış açısına, kültü r ve
uygarl ık ölçü lerine göre verimli veya verimsiz
olabil iyor.
Semi nerde yalnız bunlar tartışılmadıı. Öğre
tim ve araştırmavı sade profesör ve doçentie
rin tekel i nde bıra kmamak, doktora yapmış ele
manları da devreye sokmak, ü niversite mezun
larının kal ite kontrol ünü sürdürmek, fakülte
içinde sürekl i calışan bir eğitim planlama ve
koord inasyon kurulunun eğ itimi denetlernesi
gibi yara111ı öneriler yapıldı.
« Bi lg il i ler ilgisiz,
ilgililer Bil g isiz Olunca. .. ••
121
Bizim darülfün unumuz daha sonra da, ye
ni adı ile üniversitemiz, bu fonksiyonu her za
man tam olarak yerine getirmi ş midir?.
Bu soruya birkaç istisna dışında evet di
yemeyeceğiz.
Üniversite hocaları genel olarak daima,
«Biz bilim adam ıyız, başka şeye karışmayızıı ,
kaçarnağı i le, yurt sorunlarına, genelik sorun
larına ·göz ve kulak tıkamış, ve bir marifetmiş
gibi de bununla övünmüşlerd i r.
Aydını bol, yabancı dil bileni, dünyada
olup biteni izleyeni bol ülkelerde, yurt sorunla
rına ışık tutan, politi k yanlışları uyaran, çeşitli
gücler vardır: Basın, yazarlar, aydınlar. Kaldı ki,
orada parlamentolar da orta mın genel kültür
seviyesine uygun bir seviyededir.
Bizim gibi, aydını az bir ortamda, üniversi
telere ve ün iversite hocalarına sadece bilim ada
mı olmak, araştırma yapmak, öğrenci yetiştir
mek dışında, fazladan ödevler düşmektedir.
Üniversite hocaları, devekuşu g i bi , olana
bitene sırt dön üp kita plarına dalmak·la kend ile
rine düşen sorumlul uktan kurtuldukları sanısın
da devam ettikçe, hang i yeni kanunu getirseniz
üniversiteler veri mli olamayacaklardır.
Oysa gene ü niversiteliler her devirde, icin
de uzun s ü re yaşayaca kları yaşa ma, bu içi gee
miş, ne şiş yansın, ne kebap kafasındaki ödüncü
kuşaktan çok daha fazla i l g i l i ve bağlı idi ler. Bi
rer gene olarak bütün uyanık antenieri ile ola
n ın bitenin içinde idiler. Kendi uzmanlık dalın
dan öteye kafa i şletmeyen, bunu belki de be
lalıı bulan yaşlı hocaıcra kıyasla g ü ncel geliş
meleri çok daha iyi ve yakından izliyorlardı.
122
Mütarekenin en kara günleri nde, « Kayıtsız
şartsız istiklal» tez i n i n i l k hukuki savu nucusu
gene bir hukuk profesörü* Fatih miti ngi nde
Türk ulusunun hakları n ı müttefik işgal kuvvet
leri ne vargücü i le haykırı rken, Fati h Meydanı
n ı doldura n ve hocalarını a l kışlayan lar, hep
gene ü niversiteli lerdi.
Hocaların çoğu o karışık günlerde, tantuna
gitmemek icin bir köşelere büzülmüşlerdi.
Hocalarla gençleri n ; toplumsal soru nlarda
ortak i lg i ve işbirliği gösterd i kleri durumlar, bir
elin parmakları i le sayılacak kadar azdır.
Genel görünüş, hocaların, genelerin soru n
iarı nı, görüşleri n i kücümsed.i'k leridir. Elleri ndeki
not vermeme m üeyyides i n i n baskısı ile hocalar
kuşağ ı, tek yanlı olarak, uzmanı oldukları bili
m i olduğu gibi, cak su götürür dü nya görüşle
rini de, genelere tel kin etmeyi olağan görmüş
lerd i r. Onlarla anlaşamayacakları n ı a nlayan
geneler de « Köprüyü g eei neeye kadar» a lttan
almak taktiğine başvurmuşlardır. 1960'a kadar
hocalarla öğrenciler a rası nda acılan uçurumun
nerelere vardığını hep gördük.
Öğrenci - hoca tartışmalarında hocaların
yen ik d üşüşünde şaşılacak bir şey yoktu. Bu,
yıllar yılıı onların, gelişen koşullara sırt çevirip
kulak tıkayışın ı n ü rünü i d i .
Cerrahpaşa'daki semi nerde konuşulan ko
nulardan biri, yu karda da belirttiğim gibi ben
ce en i l g i nci, hoca öğrenci i lişkileri ndeki bu ak
sa klıktı. Öğrenci, kişi l iğ i n i , seciyesini, yürekli l i
ğ i n i , tolera nsını ta kdir edeceği hoca arar. Bu-
123
nu buılamazsa, karşısında ki d ünya n ı n en büyük
uzma n ı olsa, bilimini alıır, adamı posa sayıp
bırakır.
istisnalar
124
lış ve tek ya nlı tutumla rı ndan yakındılar. i nsa n
olarak tek tek değerlend i ri l mek, önem kazan
mak, sevgi ve şefkat görmek i htiyaçlarını dile
getirdiler.
Hele i çleri nden kafası fiki r, ağzı da laf yapan
kişi cevherli kız, büyü kler toplumunu ya man bir
eleştiriden geçirdiler.
Derse 1 5 dakika geç gelen öğretmenin, ay
nı gecikmeyi yapan öğrenciye ceza vermesi n i ,
h e r konuşanı sabırıla d i nlemeyi öğütleyen bi r
öğretmenin, öğrencis i n i n lafı nı kesmesi n i , yala
n ı ayıplayan bi r ana ba ba n ı n gerektiği nde ço
cuklarına yalan söylemesini tenkit ettiler.
Biri , henüz gelişmekte olan bu küçük var
lıklara, suc ve ceza sözcükleri n i n uygulanma
sını n acayipliğine parmak bastı. Küçük öğren
c i n i n yaptığı kusura suc değ i l , yanılgı denme
sinin daha uyg u n olaca ğ ı n ı önerdi.
Cocuklar d isipli n kelimesin i n de hep çatı k
kaşlı bi r umacı gibi kullan ı l masından yakı ndı lar.
Disiplinin, cocukları s usturmak i ç i n değil, bilinc
li ve sorumlu bir i nsan olara k yetiştirmek için
bir a raç olduğ unu bel irtt i ler.
Çağdışı Zorbalık
125
Düşüneeye karşı şiddetli korkuyu ve kaba
kuwet'i kullan ır. Çağdışı bir zorbahktı r.>>
O küçük, i nançlı bir öfkeyle bunları söyler
ken, gözlüğüm buğulandı.
Sanki yal nız yaşıtla rını değil, kaba kuvve
tin kurbanı bütün fiki r savaşcııl arını savunuyor
du bu yavrucak. icimi sıcak S'ıcak bir şey
doldurdu. Yaman bir yeni kuşak yetişiyor, d iye
sevindim. Hem de çarpık bir eğitim sistemi n e
karşın, kendi yolunu ke ndisi arayıp bulara k . . .
Eğitim s istem i n i n yıllanmış, kireclenmiş engel
leri n i n üstünden atlayarak.
Orta tribünde oturan uzma nlar, cocuklar
konuşurken cok şaşırdılar. Ama son ra cocuk
psi kolojisiyle, değişen d ü nyanın gelişen koşul
larıyle ilgiılenmeye va'kit bulabiimiş sorumlu
birer ayd ı n , gercek birer eğitimci olarak cocuk·
lara hak vermekten başka bir şey yapmadı lar.
Hatta o içten tepkileri daha bilimsel gercekler
le güclend i rdiler.
Cocu kları, özellikle bunların ici nden ikisini,
kendi lerinden de iılerde bulduklarını itiraf etmek
civanmertl iğin,i gösterd i ler.
Bir semi nerle bir forumu bir a rada ele olma
mın nedenini sevgi l i okuyucularım a nlamışlardır.
Gençlik, uyanık bir potans olara k gelişiyor.
Onu, forumdaki eğitmen leri n JyQ n iyeti ile destek
leyelim. Buna gücümüz ve a klımız yetmezse ba
ri i l kel ve çağdışı araçla rla onu boğmaya kal k
mayalım. Madem demokrasi oyununa çıktık.
Hiç değilse oyunun kuralları na uya lım. Uyar
görünelim.
1975
126
GERÇEK EŞiTLiC�E DOGRU
127
ruğu haline getirilmiş bütün kad ınları kapsamı
na a ld ı . Ama her haklı başkaidırıyı ve mevcut
düzeni zedeleyecek her akımı daha başı nda
boğma kta çok usta ola n tutucu çevreler, bu
haklı davayı kısa zamanda yozlaştı rmak için var
güçlerin i seferber ettiler. Din adamları doku
naklı sesleri ile kutsal kitaplardan kanıtlar su
narak, düşünürler özel yaşamları nda kad ı n lar
karşısı ndaki başarısızlı kla rı n ı n ve kuyruk acıla
rın ı n hı ncı ile kaleme sarılara k, doktorlar fizyo
loj ik ta hli l lerden girip, psi·koloj ik ahkômlardan
çıkıp kad ı n ı n erkeğe kıyasla eksikl iğini belgele
yerek, edebiyatcılar femi nist kart bir zampara.
ya da şefkatli bir ağabey numarası i le, zaafla
rın ı kabul etmelerine karşın. kadınları yine de
a rkalayıp onlara şefaat eden laf cambazlıkları
yaparak. işi ilk sağlıklı rayı ndan çı kard ı lar.
Hası lıı doğru. gerçekçi , sağlıklı başlaya n
başkaldırı , giderek roma ntik, platonik bir soru
na dönüştü rüldü.
Kadın Düşmanlığı
128
riyordu. Güneş saatleri de herhalde saba h ı n
yedisi n i , ya da sekizin i . . .
Tüm Avrupa ülkeleri n i n bir numaralı esin
kaynağı olan G rek Mitologyasma bir göz ata
lım. Burada birbirinden şi rret kad ı nlar. kötülük
yarışındad ı r. Zeus i nsa nlara bütün mele netleri
ki min aracılığıyla yollar? Pa ndrona'nın. Truva
Savaşı 'ki m i n yüzünden patlak verir? Helena'nın.
Klytemnestra. za n iyeliğin ve koca katilliğinin,
Medea, kıskanchktan gözü dönüp cocukları n ı
öldüren i htirasın, Phaedra. gene üvey oğl una
abayı ya kan azgın şehvetin simgesi olup çık
mamışlar mıd ır? Euripides Hippolytos adl ı tra
gedyasında daya namaz: «Ey Zeus» d iye haykı
rır. «Şu kad ı n taifesi ni , şu baştan cı karıcı bü
yük afeti neden yeryüzü ne i nd i rd i n?»
Zaten başka ci nsel hevesierin alıp yürüdü
ğ ü G rek topl umunda, kad ı n ı n yatmadan yat
maya bile olsa. pek çekiciliği kalmamış gibidir.
Aristoteles gibi, akl ı başında bir filozof bile.
« Kadın eksik bir erkekti r» demez mi?
Ortocağın kili se büyü kleri de vur a ba l ıya.
kadına, yüklenirler. TestuHian, kadını, «şeytanm
bir aracı» sayar: «dünyan ı n kapısı n ı şeyto na
kad ı n ı n araladığı» i nancındad ı r.
Evet Avrupa'da şövalyeli k dönemi ile birli k
te kad ınlara karşı horgörü bırakılır, bunun ye
ri n i saygı alır ama, bu dönemde sırası n ı sav
dıktan sonra. bir ya nda n edi nilmiş basmakalıp
muaşeret kura llarına uyul urken, öbür ya ndan
icin icin, ya da açıkta n açığa kad ı nlar kücüm
seni l i r.
129
«Kadına Yaklaşırken
Kırbacı Unutma>>
1 30
Baba ibsen «Nora»sı i l e kad ı n mi lleti n i budala
ve mağrur erkeklere başkald ı rmaya cağıırmak
tadır.
On dokuzuncu yüzyılda yavaş yavaş biline
lend i ri len gene kuşaklar, kad ı n haklarını sa
vun maya başlayı nca . kad ı n d üşmanları yine
cemkirmeye başlarlar.
Kerli ferli bir filozof çıkıp.
«Kad ınların çoğu reşit olamayan yaratık
lard ı r» diyebi lir. «Yaşa mları boyunca onların bir
erkeğ i n . bir dinin. bir ahiakın otoritesine ve vesa
yetine ihtiyacları vardın> d iyebil ir.
Asıl Neden
1 31
duyar. Eksi,ldiği, g ücsüzleştiği duygusuna kapı
l ır. Kadına büsbütün kızar.»
Freud ne derse desin, görünen köy kılavuz
istemez.
Zorba lığı, kaba kuvveti bir matah sanış. işi
ne gelmeyeni hor görüş ve gösteriş, ister po
litika alanında olsu n, ister cinsiyet d ü nyasında,
şu i ki şeyi belgeler: ilkel l i k ve kend ine güvene
meyiş.
Kad ı n d üşma niarına bakın. Çoğunun ya
şam kavgasımn başka alanlarında da çeşitli
yenilgi:ler, onur kırıklıkları ve ezikl i klerle boğuş
tuğ unu göreceksiniz.
Kad ını hor görmek ve göstermek isteyen
ler, onunla baş edemeyeceğ i nden cekinen ler,
kadının özgü r bir varlık olarak, kend i erkek ki
şilikleri ni etki leyeceğ i nd en, zayıflatacağından,
hatta yok edeceğ inden korka nlardır.
Daha kısacası, erkek adam yürekli adam
dır. Kendine güven li adamd ı r, bundan ötürü ka
dının etkisini zararlıı değ il, yararlı olarak kulla
na n adamdır. Bu durumda onu neden küçü k
görsün? Bu dünya n imetini neden h icimsesin?
Tam tersine, onu neden vazgeci'lmez bir bütü n
leyici olarak, başka yapıda, başka meziyetlerle,
kendi eksi'kieri n i daldurucu bir arkadaş olarak
sayıp sevmesi n?
işte bu son dönem gercekten uygar bir
dönem sayılabil ir. Türkiye'de henüz böyle bir
ortama va rı lamamıştır. Ama er gee va rı lacaktır.
Bunun icin kad ını önce iktisad i özg ürlüğü ne,
sonra da kişisel on uruna kavuşturmak gerekli
d ir.
ister istemez, Osma nlı erkeğ i n i n bütün de-
132
ğer yargıla rını, şartla ndırılmoları n ı bili nçaltında
taşıyan bugü n ü n Türk e rkekleri, elbet bir yerde,
dünya nın gidişini de uygarl ığın gerekleri n i de
görmekte, ama bun lara tam uymak işlerine gel
memekted ir. Ne var ki, atavik kalı ntıya karşı ge
l işmenin savaşından galip çıkan i ki ncisi olacak
tır.
Bu hep böyle olmuştur. Hiç merak etmeyin.
1973
133
YiNE «KADlN YILI» ÜZERiNE
134
en bağ ı rgan belgesi değiıl midir? Batı uyga rl ığı-.
na yönelik çabalarımız bizleri bu konuda yal
nız üst baş. kılık alanında biraz değ işti rmiş, a ma
kad ı n erkek il işkilerindeki derebeylik düzeni ka
lıntılarını ne yazık ki, kökünden kazıya mam ıştır.
Bırakın köyleri, kasaba ları da, kentl i , büyük
kentl i a i leleri a l ı n , konu komşu önü ndeki iğreti
ve zorlama nezaket kabuğunu biraz kazıyı nca ,
a ltından o geleneksel zorba lık sı rıtıverir. Kentl i
elbet, « Parası n ı verdim, aldım» tü rncesi n i söy
lemeyecek kadar sözü nü sa'kınır olmuştur. Ama,
davranışları n ı her zama n o kadar uyga rca sakı
nomaz.
Sultan Gelin
135
Bir defa para say�lı p satın alınmış olan Sultan
Gel i n de, g üveyi n yedi yaşındaki kardeşine ni
kôhlanıp evde ka lır, eve h izmetci lik, tarla işine
yard ımoılık, küçük oğla na da dadılık eder. Yıllar
geçer. Oğla n büyür. Su ltan kocar. Gercekten
gerdeğe g i recekleri gece, cocuk başka bi ri n i
sevd i ğ i n i söyler. Sultan g e l i n anlayış gösterir.
Koşa koşa sevg ilisine g iden cocuğun arkasın
dan bakakal ır.
Bir güçlü eser, bazen ciltlerce kita bın, yüz
lerce yazının, konfera nsların, açı kotu rurnların
yapamadığını yapar. Türk kad ı n ı n ı n acınaca·k
durumunu Türk i nsa nlarının gözünün önüne,
unutamayacakları gibi serer.
Kentli han ımlar bu oyu nu, Adalet Ağaoğlu'
nun «E�cilik» oyu nu nu, Gü ngör Dilmen 'in «Ku
ma» oyu nunu seyredi p Türk kad ı n ı n ı n ci lesine
üzü lürler. Ama kendileri nin de bu zorba erkek
d üzeninin bi r uydusu olduklarını pek hatırlamaz
lar. Eılbet, onla r biraz daha onurla nan, göza lıcı
ödünlerle avutulan bir uydudurlar. Bu oyu nları
erkekler de görü r ve kendileri n i oyu ndaki erkek
lere görel i kle daha uygar bulup kurulurlar.
Tiyatro ve Kadın
136
«Sen bana i l k hafta ki temsiller icin i ki yüz
davetiye verebilir misin?» diye sormuş.
Yazar,
« Ne yapacaksın bunla rı?» demiş.
«Nene lazım senin. Ver sen ba na.»
« Benim her temsi lde a ncak iki kontenja
nım var.»
«Öylleyse gerisini bilet olara k satın a l . Ba
na ver.»
Ma rceau, eşi n i n ded i ğ i n i yapmış. ücüncü
haftada n sonra oyu n kapa l ı gişe oynamaya
başlamış. Yazar, gülü msayerek eşi ne sormuş:
«Şimdi söyle bakalım. Bu biletleri ki mlere
verdin?»
Kadın,
«Cok basit,» demiş, « Pa ris'in bütün büyü k
kadı n barberieri n i davet etti m. Bu i l g iden pek
duyguland ılar. Şimdi makasiarı ve elleri kadar
oynak çeneleri ile her müşterileri ne senin oyu
nundan bahsediyorlar.»
Tiyatro d ü nyasına kad ı n mi l'leti n i n bu kat
kısının yan ı s ıra, yine herkes tarafından sapta n
m ı� bir gercek de şudur:
Dü nya n ı n en tutan oyu n ları n ı n çoğu, bir ka
d ı n ı eksen alan oyunlard ı r: Elektra, Antigone,
Medea, Phaedra , Fraulein J u l ie, Nora, M i nna
Von Barnhelm, Emi lia Galotte, Stella, Penthe
silea , Agnes Bernauer, la Dame Aux Camelias,
Jeanne d'Arc, Euridice, Yiğit Ana ve benzerleri.
Bu nun sebebi nedir? Basit. Çoğunluğunu
kadı nların oluşturduğu seyirciler, bi r kad ı n ı n so
ru nuna daha yakın ilgi duyarlar, bu bir. Erkek
ler de, yaşam ı n ruti n i içi nde pek tan ımak, öğ
renmek gereğini duymadıkları kad ı n psi kolojisi-
137
n i yoğ un ve ilginç bir kadı n kahrama n ı n sahne
deki yaşamından öğrenmek fırsatını kaza n ı rlar.
bu i ki . Hem sonra, kad ı n kahramanlar, zeng i n
duygu skalaları . gözü pekli kleri, büyük ihtiras
ları, değişken li kleri, beklenmed i k ve sevimli pa
tavatsızlıkları ile sahne gereklerine cok uyan
bir kişi l i k arzederler. Hesapcı, içi nden pazar
lıklı, erkeklik gururu i ç i nde hapsolmuş erkek
kahramanlara kıyasla, çok daha ilginç görünür
ler, bu da üç.
Bir başka neden daha var. Kad ı n h ızla de
ğ işen, oluşan -buna itiraz edenler çok olabi l i r
bir yaratıktır. Tiyatro piyesi de gel işen kara kteri
sever.
Kuş Cenneti
1975
138
KAD I N I N FENDi
139
cindirmesid i r. Evlenmek, a i le sahibi olmak, ka
bil olduğu kadar cok calışıp, kabil olduğu kadar
onları konfor içi nde yaşatmak, erkeğ i n boynu
nun borcudur. Bu düzen, beşikteki ninni lerden,
ölüm sonrası anılara kadar i nsanı telkini a ltın
da tutar.
140
beygiri gibi somurme sanatının çeşitli psi kolo
j i·k hi lelere daya ndığını bel i rtiyor.
Bunlardan biri de övme taktiği, «Erkekler
birer koca cocuktun> d iyor. «Önce anaları, on
ları öve payiaya eğitirler, sonra bu işi karı ları
üzerine alır. Böylece, dozunda ayarianan övgü,
erkeğin verimliliğini, ya ni eve daha cok para
geti rişini sağlayabilir. Övü leni övene uyruk kı
lar.. Her gün küçük dozlarda erkeğ i n i ufak tefek
övgülerle pohpoh lamaya a lı ştıran kadın, bu öv
güyü bir gün kesse, ada mcağız kend ine g üven i
n i kaybeder. O övgüyü kaza nmak icin dalkavuk
luğa bile kalkar . . . »
141
gizl ilikten çıkıp, açıklığa erişmesi n i de kolaylaş
tı rıyor.
Eskiden erkeklerin e l i ndeki bazı avantajlar
ve baskı araciarı şimdilerde kadınların lehine
olarak ortadan bir bir kal kıyor.
örneğ i n eş dost. es,k iden kocaya, «Bir iki
cocuk yap, karın onlara dalar, sen de rahat
edersin» öğüdünü verirlerd i . Bug ü n doğum
kontrol tekn iği, erkeklerin bu taktiğini etkisiz
bırakıyor. Kadın bug ü n iktisadi güvence zorun
luğunu, koca nın dışında, kendi meslek yete
nekleri nde de arar ve bulur olmaya başlad ı . Bu
da ona , olaylara daha objektif, daha bağ ımsız
bir gözle bakma yürekl i l iğ i n i sağlıyor.
Ama, kadının eşitl iğini mutlak ve kesi n
olarak e l e gecireceği gü nler elbette yine d e cok
ya kınlarda umulmamalı.
Yen i gel işmeler, yen i bakışlar, yen i tezler
bu soru nun sadece daha net olarak görülme
sini sağladı. Gerci. bu da büyük bir şeydi r. Ama.
çözü mü görmekle ona varmanıın arasına elbet
yine de uzunca zaman süreleri girecek.
Binlerce yıllık köklü al ışkanlıkların, şa rtlan
maların etkisini büsbütü n kazımak icin üc dört
kuşağ ı n değişmesi gerek.
Hatta, o zaman bile, bili nealtına işlemiş bu
atavik kalı ntıları n erkeklere ve kad ı nlara, za
man zaman bazı oyu nlar oynamayacağı idd ia
edilemez.
1975
142
UZAYDA AŞK BAŞKADIR
143
Astronotlar Nasıl insanlardır?
144
teknik bilgi ve eğ itim ondan sonra geliyor. Böy
le dört başı marnur sıhhatte ve gene olan astro
notları, bu Tanrı yapısı mükemmel organizma
ları da elbet uzmanlar en azından uzay a letleri
!(adar titizlikle korumayı kendi lerine iş edine
cekler.
Elektronik Aşk
145
giH Ue gerdeğe girebi lecek. Kendini yeryuzun
de sanacak. Siz keli men i n ci lvesine bakın, biz
yeryüzünde buna benzer mutlulukları a n latmak
için kendimi gökyüzünde san ıyorum deriz.
Uzmanlar elektron i'k titreşimle elde edi len
bu sentetik aşkın, tüpten yenen pirzoladan çok
daha aslına yakın olabileceğini söylüyorlar. Ya
pılan ilk deneyler bu a n lattığımız şeylerin pek
de ütopya olmad ığını kan ıtl ıyormuş.
Şimdi bi rçok zihinlerde bu çeşit sentetik
bir aşkı n sade astronotlara değil yeryüzü foni
leri ne de sağlanmasından yana bir istek bel i re
bilir. Öyle ya! Bas düğmeye gelsin. Bas düğ me
ye gitsin. Böyle ideal bi r eşi kim istemez. Aşkın
sade tatlı ya nını yaşamak, d ırd ı rından , komp
li kasyonlarından kurtulmak fena mı? Birbiri n i
kırmak yok, kıskanolık, düş k•ı rıkl ığı yok. Göz
yaşları yok. Ayrı lma yok. Nafaka yok. istediğin
zaman kırılma ihtimali yok, Düğ meye basınca
gelen sevgilinin kalbi yok ki kırılsın. Kalbi ol
mayınca da sevmez. sevmeyince de acı çekmez.
Acı çekmeyince de başkasına acı çekti rmeye
kal kmaz.
146
(Ve beraberinde getirdiği sefertasından
pür iştah, pastırrnasını. kuru fasuılyesini, soğa
nını. ekmeğini çıkarıyordu.)
Diyeceğim şu ki, etl i can l ı insanın yerin i
h içbir şey tutmaz. Teknik ileriediği kadar i ler
lesin, ben elektronik dalgalar a racılığı ile ikin
ci elden sevmeyi, sevişmeyi an layamıyorum.
Bir deniz kena rında, bir papatya tarlasın
da, bir ormanda, sevd i ğ i kadınla yan yana ol
mak, onun va rl,ığını duymanın, kendi varlığının
farkında ol manın. yeri n i ne tutabilir.
Bu yen i deney kullanı lacak hale geldikten
yıllar sonra. bir astronot, elektronik aşktan be
zip de bazı del il ikler yapmaya kalkarsa h iç şaş
mam. Örneğ in, dünyaya dönüş sırasında Cap
Kennedy'ye i necek yerde, dümen i n i yeryüzü nün
kırsal bir bölgesine çevi rmesini, bütün alarm
işaretlerine, uzay merkezinin bütün sert uyarı
larına karşın. kapsü lü bir çiçek tarlası ortasına
indirmesini, orada ilk rastladığı dişiye roman
tik duygular açıklamas ı n ı hiç yadırgamam.
Kim ne derse desi n, hatta zaman zaman
bizler de, romantizme ileri geri atıp tutal ım, yi
ne de aşk roma ntizm olmadan gal iba düşünüle
mez. Çok mu geri kafalıyım dersiniz? Sanmam.
Bakınız. Sovyet Kozmenotu N ikolayev de uzay
gemisine sentetik aşk yerine etli canlı gercek
bir kadın al mayı öneriyor. Araştı rmaları n bu
yönde yapılması, bütün sakıncalarına karşın.
bundan son ra cıkılacak uzunca uzay seferleri
ne kad ınların da katı l mas,ı gereği, ileri sürü l ü
yor. Uzaycılar belk i ben im roma ntik acımdan
değil de, bunu teknik bir zorunluk olarak öne
riyorlar. Örneğin, Mars gezegen ine yapılacak
147
bir sefer ne kadar sürüyormuş biliyor musunuz?
Gidişgeliş a ltmış yıl. imdi, uzay gemisini ora
ya vardıran kuşak, dönüşte yaş haddi nden ötü
rü ölmüş olacağına göre, gemiyi dünyaya dön
dürecek olan mürettebatın, yol boyunca pey
dahlanması zorun luğu kendiliğinden ortaya
çıkmıyor mu? Diyeceksi n iz ki, uzman lar o za
mana kadar suni döllenme tekniğini de gelişti
rirler. O da mümkün tabi i . Ama ben , yine de,
her şeyin doğa lını seviyoru m. Cicek tarlasında
yeşeren aşkı. .
Baka lım gelecek daha neler gösterecek.
1975
148
LEONARDO DA VINCI
149
evinde, üvey kardeşleri n i n onu «hizmetçi karının
piçi» d iye hor görmeleri nin de bu tedi rginl ikte
payı olsa gerektir.
Leonarda ve Freud
150
Akbaba Simgesi
151
yüyünce erkek çocuklara yönelmesi ve anasına
rakibe sayd ığı kızlara yüz vermemesi de bura
dan i leri gelmiş olabilir, d iye ekl iyor.
Bununla da yetinmiyor, ruhbilimin zehi r ha
fiyesi ... Leonarda'yu gerek delikanlılık çağında,
gerek olgu nluk çağında, onu ne his ne de şeh
vet ba kımından bir tek kadının etkileyemed iğini
de hatı rlatarak, hem sıhhatl i, hem a labildiğine
yakışıklı olduğu da söz götü rmed iğine göre, ku
surun kad ı nlarda aranmaması gerektiğine işaret
ediyor.
TV film inde de değ i nildiği gibi, Leonardo,
24 yaşında iken, adı çıkmış Jacopo Saltarelli ile
anormal i lişkide bulunduğu töhmeti ile mahkeme
ye veri lir. iki celse son ra hôkimler, onu beraat
ettiri rler. Güzel Saltarel'l i'nin ona sadece mo
dellik ettiği söylenir. Hayatının son una kadar da
öğrenci ve çırak olarak göze batıcı g üzellikte
cocukları çevresinde toplad ığı bi l i n i r. Bunlarda
büyük yetenek aramad ığı ve onlar tarafından
paraca sömü rüldüğü de idd ia edildi . Yaşamının
bu ayrı ntıları, onun belki « platon ik bir homosek
süel» olabi leceğini gösterebi l i r. Cinsel yaşamın
da bir aksaklık olduğu muhakkaktır. Böyle ol
duğu icin de var gücünü beyn i ne seferber et
miştir. Notlarında da öyle demiyor mu?
«Zihni ihti ras bütün öbür i htirasları kovar.»
Cocuklukteki akbaba a n ısı, on un insa n ı kanat
makinesi ile ucurma i htirasının bir ilk si mge
si sayı lsa yeridir.
Psikanalizin düş yorumları na göre, «uc
mak» ve uçmaya i lişkin d üşler, kuvvetli seksüel
özlemler ifade eder. Leonardo, çocukluğunda
bir retulman olarak, bir kôbus olarak üzerine
152
cöken a kbabada n kurtu l manın yolu nu, kafasını
ucmak üzerine işleterek bulmuş gibidir.
Böylece yaratmak ve durmadan a raştır
mak, onda ci nsel faal iyetin yeri n i tutan bir ihti
ras alanı olu r.
153
memişlerd ir. Bu suskun Sfenksin , acayip sihri
ile büyü k ustayı on i kiden vurduğu iddia ed il
miştir. Ama gerçek, gal i ba usta n ı n modeline ro
mantik bir i l g i d uymad ığı, sadece gülümseme
sini saptamaya değer bulduğu merkezinded ir.
Freud, gerek bu ü n l ü gül ümsemede, gerek
«Meryem-isa ve Anası» adlı üçlemes i ndeki ka
d ı n yüzlerin i n ifadesi nde, yine Leonarda'nun
anasının ve üvey a nası Don Albiera'nın ifadeıle
rin i tan ı r gibi olur.
Tan rı insanı psi kiyatrların d i l i ne düşürme-
sin.
1975
154
HAFTANIN SEYiR DEFTERi
9 Mayıs Ankara
155
Atatürk ve arkadaşlarının Samsun'a cık
tıkları sırada,
«Gü neş ufuktan şimdi doğar» sözlerine ve
marşın ca nlı ritmine kapılıp bu şarkıyı söylemiş
olma ları, nerdeyse, isvec bestesi ni ikinci milli
marşımız mertebesine çıkarmıştı. Dün Kabare
Tiyatrosu sanatçıları ile bi rHkte UNESCO Genel
Sekreteri Sayın Viıldan Aşır Savaşır'ın Ankara'
daki evine davetli idi k . . . Teyp, Romen şa rkıları
calıyordu. i ki saat içinde üc ü n l ü Osma nlı kan
tosunun, bu arada, «Kücücüksün» ile «Sarhoş
Rasi h» in Romen kökenli olduğunu saptadık.
Reşat Nuri Gü ntekin «Anadol u Notlam nda
bütü n gezici tul uat trupları repertuarı n ı n usta
l ı kla uygulanmış yabancı oyu nlardan oluştuğu
nu an latır.
Yeşilcam'ın konularıı nın yüzde yetmiş beşi
ni, öyle üstü kapa l ı fi lan değil, resmen, yabancı
film lerden, hatta plan plan kopye ederek, hatta
çoğu zama n ası l adı n ı değiştirmeye bile üşene
rek a ktard ığını görüyoruz . . .
Ankara'da Meclise d e uğradım. Parti değiş
tirmiş mil letvekilleri yen i partidaşları ile kol ko
la kuliste dolaşıyorlardı . . . Neylersin iz. Şarkıla
rımız apartma, filmlerimiz apartma, rejimlerimiz
apartma, fikirlerimiz apartma olursa, milletve
killerimiz de ayartma olacak ister istemez.
10 Mayıs istanbul
Necdet Tosun'un Ölümü
156
düktörleri, Yeşilça m'ı n süper starları, üzgün
yüzlerle cenazesi ne katıld ılar. Bu kadar fazla
kilonun zavallı Necdet Tosun'a günün biri nde
fena bir oyun oynayabileceğ ini h i ç biri mi düşü
nemed i? Hiç kimse de çekip, onun koluna g i rip,
NeCdet'i bir kan tah l i l i ne götürmeyi aklede
med i ?
Ortada o l a n bir şey varsa, o d a Necdet To
sun'un sırf şişma nlığı Icin sevi ldiği, ş işma n lığı
icin tutulduğu idi. Şişmanlığı onu n geçimi, ser
mayesi, yatırımı, geleceğ i idi. Elli kilo düşse.
sağ11 ıklı bir Necdet Tos u n olsa Yeşilcamoılar
icin ilginç olmaktan cı kacaktı. Kend i ne ki mse
iş vermeyecektl. Belki de günü n biri nde Suphi
Kaner gibi canına kıyacaktı.
Onu şişmanlığı geçi ndiriyor, ş işma n lığı ya
şatıyordu. Sonunda yine ş işmanlığı öldürdü.
Necdet Tosun'un ölümü, sanat ecirlerin i ne
kadar düşü ndürse yeri. Bu düzen içi nde çoğu
i nsan sırf yaşamak uğruna, böyle sağlıksız yol
lara, vakitsiz ölümlere itelenmiyor mu?
Çoğ umuz birer ip cambazıyız. Yaşamımızı
sağlamak için . . .
Sonra bir gün i pten düşünce de gelir beş
dakika icin ağlarlar başucumuzda . . .
1 1 Mayıs Istanbul
TRT Olayı
157
karısından» demiş, «Su bu tarafa akıyor. Suyu
nuzu nasıl kirletiri m?»
«Onu bunu bi'lmem, kirletiyorsun işte. üs
telik, geçen yı l bana küfretmiştin.»
«Nası l olur? Ben geçen y'ı l doğmamıştım
bile.»
«Öyleyse kardeşindi.»
«Kardeşim de yok.»
«Akraba nd ı . Hepiniz bana d üşma nsınız
soyca k.»
«inan olsun, değiliz.»
Kurt bakmış olm uyor:
«Ben seni yemeyi a klıma koydum arkadaş,»
demiş. «Ne desen boşuna artıı k.,
Ve kuzucuğu ham demiş, yutmuş.
ismai·l Cem'in görevinden azied ilişi La Fon
taine'in masa lına tıpı tıpına uygun cereyan etti .
Şimdi iş Danıştay'a gidecek. Ba kalım orası ne
d iyecek?
Ben ismail Cem'e derim ki, üzü lmesin, Tür
kiye'de bi r i ktidarın hışmına uğrayanı öbür i kti
dar baş tacı eder. Her azil bu ba kımdan ilerisi
icin iyi bir yatırımdır. i nsan oturduğu yerde,
mağd urluğ unun büyüd ü ğ ü n ü , efsanesi nin ge
liştiğini görür. Yarın ke ndisi n i TAT Genel Mü
dürü değ il, Turizm ve Ta mtma Bakanı görürsek
şaşmayalım.
i şinden atfedi len bir başka genel müdür,
«Her i ktidarın kend i kadrosu ile ça lışmak.
isteyişi doğaldır,» deyip fazla direnmed i .
B i r başka genel müdür de,
«Ne siz üzüılün, ne ben,» deyip emekliliğini
isted i .
N e var ki. TAT öbür genel müdürlü klerden
biraz farkl ı .
158
TAT'yi büyük kitlelere seslenen ve çok ko
lay beyin yı kayabilen bir telkin makinesi , dolayı
sıyla bereketli bir seçi m a racı sa nan düzeyde
politikacılar, kancayı ilkin buraya atmış lard ı .
Şimdi b u kaleden memleketi fethetmek kurun
tusundadıl'llar.
Taraf tutuyor diye suçlad ıkları yönetmen
lerin yerine kendi lldamları n ı geciri nce, onların
taraf tutmayaca kları n ı bilmem ki, kim garanti
edebilir?
Esasen tarafsızlık konusu da ta rtışmaya
değer. i nsa n kend i n i isted iği kadar tarafsız ol
maya zorlasa bile, yine de büsbütün tarafsız
olabi l i r mi?
TAT cekişmesi kara rnamen i n imzalanışı ile
biteceğe değ i l , daha da sert bir şeki lde sürece
ğe benzer.
Bu durumda ben im bir önerim olacak:
Türkiye'de neden bir ikinci, yahut ücüncü
TAT postası olmasın? Nası l falan gazete falan
sektörün filan gazete filan sektörün görüşünü
yansıtıyorsa . yurtta iki üç TAT olsun, isteyen
isted iğini seyretsin.
Böylece bir TAT tekelinden kurtulur daha
demokratik bir TAT düzenine varırız.
Üstel ik, pol itik rekabeti n yanı sıra , müzik.
film, kültür yayı nları nda da bir ka lite yarışması
başlayabilir.
Artık bu iki yahut üç TAT piyasadaki popü
ler hanendeleri, sevilen spikerleri, becerikli pro
düktörleri, tıpkı tarafsız mebuslar m isali, ayartıp
kend i TAT' lerine transfer etmek isteyecekler
dir.
TAT bir topl umun aynosıdır dendiğine göre.
159
çekişmeli üç dört TRT de, çekişmeli gazeteleri
mize, çekişmeli pariementomuza daha yakış
maz mı?
Zaten demokrasi bir bakıma çekişme de
mek değ i l midir?
Demokrasi çekişmed i r, çekişmedi r de, usul
ve adep içinde bir çekişmed i r.
i şte biz bunu henüz pek öğrenemedik ga
l iba.
1975
16()
TELEViZYON DENEN ŞU IŞIKLI PENCERE
161
d i p zevk alıyoruz, meneldir Dize. Daha beteri
bi le.
163
Avinesi iştir Kişinin
164
yapışı adamın siyas i gücünü azaltıyor, prestiji
n i düşürüyor mu acaba? Gazeteler yazd ı : Bi
zim çı karma haberimizi, hazret, bir güzellik ya
rışması n ı izlerken almış. Al ı r almaz da viski ka
dehini yarım bırakıp teletona sarı lmış. Önemli
olan bir adamın mizacının, özel hayatının bizim
kim bilir hangi basmakalıp koşullamalardan ge
len ölçütlerimize uyup uymaması değ i l . Yaptığı
iş, cı kardığı icraat. Sulu damgası bastığ•ı mız
Kissinger yine de dü nyayı parmağ ı nda dönd ü rü
yor.
Atatürk pek gül mezd i. Amenna. Atatürk bir
Mythe idi, efsa neleşm işti de ondan. Mi llet onu
Kocatepe'de eli cenes i nde, Türkiye'nin ölümka
lım kararları nı düşünürken, görmeye a•l ışm ıştı.
Anafarta lar'da d üşma n siperlerine bakarken
görmeye al ışm ıştı. Devrimleri tasarla rken gör
meye al ışmıştı. Ona baba d iye sarı lmıştı. Pad i
şa hlık devri n i n al ışkan l ı kları n ı tam atamamış
babaerkil bir toplumun otoriter babası olmas ı n
dan doğal bir şey yoktu. Otoriter baba ların da
az g ü ldüğü bir vakıa idi. Üstelik Atatürk gülmez
de değild i . Özel hayatında güler yüzlü olduğu
rivayet ed i l i r. Şu halde g ü lerdi de, şımarmaya
lım d iye bize göstermezd i .
165
de art>ık bu bakımdan çok geeerl i bir araç ol
muştur.
Atatürk, çoğu za man, önü kıvrık kolalı dik
yaka giyerd i . Şimdiki politi kacılar yum uşa'k,
hatta a'çık yaka ile geziyorlar. Güvercin ucurt
tuğu seçi m miti nginde Ecevit mavi bir gömlek
giymişti. O kılıkta kartposta ilan biıle var.
Eski pol itikacı kılığı ile birlikte eski politi
kacı yüzü ve kişiliği de gelişmeye uğrad ı . Çağ
yü rüyor dev ad ımlarla. Bu baylar her şeyi oldu
ğu gibi bu gerçeği de eteğ i nden tutup geriye
çekmek istiyorlar. Boşuna çaba .
1975
166
TRT'DE SHAKESPEARE
Abdullah Cevdet ve
Muhsin Ertuğrul
167
tiyatro sezonunu bir SAtı kespeare oyunu ile aç
mak geleneğ i, bu bili neli pla n ı n ürünü idi. Kırk
sekiz yıl önce Ham let ve Oniki Gece ile başla
ya n Sha kespeare serisi, onun bel libaşl ı eserle
ri n i bir bir sergi leyerek sürdü. Kuşaklar yeni
lendi kce. tekrar ed ildi.
Muhsin Ertuğrul'dan çok önce de, Türkler
içinde Shakespeare'in farkına varan tek tük in
san çıkmamış değildi. örneğ i n ; elim izde, H. V.
i mza lı bir Vened ik Taciri, Hasan Sırrı i mza l ı
bir Sehvi Mudhik «Vanlışlıklar Komedyası» çe
virisi var. 1 908'de Abdul lah Cevdet, d i l i m ize ilk
Hamlet ve ilk Jül Sezar çevirilerini kazandırmış.
Kıyıda köşede de kalmış olsa eli öpü lesi him
metler. . .
Avrupa repertuarları nın yüzyı llardır baş ta
cı ettiği Shakespeare'i, ölümünden iki yüz yet
m iş, evet iki yüz yetmiş yıl sonra da olsa, bu
harniyetli ayd ı nlar sayesinde öğrenebilm işiz.
Gee olsun da güc olmasın . . .
Arabın Hiddetinden,
Kon Davasına
168
da, Desdemona'yı aşk yüzünden boğup öldü
ren bu hiddetli Arabın, taşra eşrafı kıskanc ko
calarla kendi arası nda bir özdeşleşme olanağı
yarattığı, cinayeti ile onlara boşalım sağladığı,
onları rahatlattığı tah m i n edilebilir.
Bundan yıllarca önce La urence Ol ivier'n i n
başrol ünü oynadığı bir Ham let f i l m i gelm işti
Türkiye'ye. Filmi getire nierin « istanbul'da belki
şöyle böyle iş yapar, ama Anadolu tutmaz» d iye
düşünmelerine karşın Hamlet, dağıtıcı ları ya
n ı lttı. istanbul filmi tutmadı da, Anadolu ba
yıld ı . Hamlet, o yıl Anadolu'dan en çok hasılat
bıra ka n yabancı film old u. Hatta Gaziantep'te
hası lat rekorun u kırdığı söylendi. Buna hiç şaş
mamıştı m.
Hamlette,
Kulağa kurşun okıtma var (Ciaudius'un,
kral olan kardeşi n i öld ü rüşü ) ,
Yengesi ile evlenme v a r (Ciaudius'un, kar
deşinin dul karısı ile evleni p tahta çıkması),
Hayalet var (öldürülen kralın, oğ lu Hamlet'i
amcası a leyh ine öc aılmaya kışkırtışı),
Kan davası var (Hamlet'in, babasının öcü
n ü amcası ndan al maya a ndicişi),
Hi le, desise, ispiyon lama var ( Polon ius, Ro
sencrantz, Guildenstern ' i n entrikaları),
Cezası n ı buılan casus var (perde a rkasın-
da şişlenen Polonius),
Sahte del irme var (Ham let),
Sahici delirme var; i ntihar var (Ophelia),
Düelloda öldürülen (laertes) zehirl i şarabı
yanlışlıkla d iken (kral ice) kocarken Hamlet ta
rafı ndan ş işlenen (kral) ve n i hayet ucu zeh irl i
kılıçla yaralandığı i c i n d ü nya değiştiren (Ham
let) var.
169
Ceman ye kOn : Yedi ölü.
Anadolu seyircTsi, hatta bütü n Türk seyir
cisi, Ham let'i bol gollü bir maç nakli kadar, se
ve seve seyretse yeri değil mi?
170
edebiyatcılık sayı lmazmış. Halka yönelik, halk
arasından, halk icin bir yaratma alanı imiş.
Shakespeare, eserleri n i n , bütün insan ve konu
materyalini, dolu dolu, hep yaşamın ve her ce
ş it insa n ı n içinde yaşayarak edinm iş. Onun
eserleri n i , s-ı nırları. zamanı. kuşakları aşan öl
mezliğe evrenselliğe vardıran n iteli·k işte bu
halka dönüklük olsa gerek.
1975
171
OYUNUN KURALLARINA
UYMAK YA DA UYMAMAK
172
çiyor, olaylar bir bir üstü ne öyle çabuk bin iyer
ki, bunu doğal karşılamak gerek.
Günün Konusu
1 73
Şoka bir yana. Gereefe tuzağı üzücüden de
öteye bir olayd ı .
1 74
tat Savaşı sırasında Gereefe isya n ı n ı ayrı ntılan
ile anlatmıştı. Orman sorunılannda da. tecrübe
ye daya nan. halk psikolojisine daya nan, ni hayet
bir orman bölgesinin çocuğu olmaya dayanan
d üşü nceleri vard ı .
ikimiz de erkenci olduğumuzdan Sayın Ece
vit'in sabahın erken saatlerinde, ya n ı nda eşi.
yürüyüşe çıktığını görüyorduk. Ama Ecevit çifd,
akşamüstü bu yürüyüşten kalın dosya tarla dö
n üyorlard ı . ici içine sığmayan bu çalışkan adam
güya dinlenmes ine ayırd ığı iki üç günü de, bu
lunduğu orman bölgesi nin, Bolu 'nun. Gerede'
nin sorunları n ı bizzat yerinde saptamak, ilgili
lerle konuşup anlamak icin harcamayı yeğ
görmüştü. Kendisini Meh met Beyle de tanıştır
dım. Onun değerli ve amprik görüşlerini de bü
yük bir d i kkatle ve saatl erce d i nled i , not etti . üc
gün son ra da gercek ten sestelleri düzetmiş ve
orman dosyaları daha da kabarm ış olarak oteli
terk etti. Ka m panyaya katıldı. O gittiğ i gün ya
n ı mdakHere.
« Politika d ünyamıza , sessiz ve deri nden .
gercek b i r devlet a d a m ı geliyor,» d edim. «Her
yurt sorununu. yerinde i nceleyip yarınki atılım
ları n ı n malzemesini ve gerekceleri n i septayan
bu denli olumlu. metotl u . uyanık ve d i namik bir
i nsana ih liyacı m ız vard ı . Yarı n ı n bir numaralı si
yaset adamı olursa şaşmayalım,ıı dedim.
Bu kehanetimin ta nıkları, çok şükür hep
sağdırlar. Duygu sömürücülüğünün, demago j i
cambazl ığının. cıkar bezirgônlığının v e gözboya
yıcı lığın a t aynattığ ı poli ' i k ortamımızda. sorun
ların köküne inen. ra ka mlara. gereekiere yö
nelmiş. gene. uyan ık. dinamik, sistemli bir kafa-
1 75
nın er geç ağır basacağ ı n ı keşfetmek için kôhin
olmaya hacet yoktu. Sadece sağduyu bu işe
yeterd i .
S i z şimd i koderin şu cilvasine bakın; Ece
vit o tarihte hasta hasta Gerade'ni n dertleri ile
böylesine candan haşır neşir olmuşken, şimdi
ona atı lan, daha doğrusu attınlan taşlar da, ay
nı Gerade'den geld i .
Dişe Diş
1 76
Çünkü onu bize bayramlık konfeksiyon el
bise gibi g iyd irdi büyüklerimiz. Biz batı dünyası
gibi, demokrasi uğruna savaşmadık. Onu adım
adım kazanmadık. Okuma kitaplarına bile ge
çen bir kahp tümce: « U ğrunda savaşılmayan
toprak vatan deği ldir» der ki gerçeğin ta kendi
sidir.
Bu sözü. « Uğrunda savaşı lmayan demokra
s i . demokrasi olamaz» şekl ine uygulayabiliriz.
Vurdumuzdaki demokratik -daha doğrusu
demokratiğimsi- atıı lı mlar. bize hep yukardan
geld i . ittihat Terakki şeflerinden «Hürriyet. ada
let. musavat. uhuvvet» parolası. onlar Abd ülha
m it'i deviri nceye, iktidara cörekleninceye kadar
geeerl i idi. Kısa zaman son ra işlerine gelmeyen
gazetecileri, aydınla d öldü rmekten cekinmedi
ler. Demokrasiyi anlamamışlardı, ona kökten
inanmamışlardı. Sadece son moda bir araç ola
rak. geçici bir süre icin kullanmışlardı. Sözleri
ile eylemleri arasındaki tutarsızl ığı Ahmet Sa
mim'in kahpece vuruluşu m i l lete göstermiş ol
du.
i kinci Dünya Savaşı biterken San Frensis
ko Konferansına katı labi lmek, özgür ülkelerden
sayı labilmek icin tekrar demokrasicilik oynama
ya kaılktık.
1 946 oylamalarına d üşürülen gölgeler o za
manki tek parti nin övüneceği soydan değildi.
Şu g idişi değiştiren son oylamalarda da
m U ietce acayip olaylara tanık olduk. Pa rtiler
spor kul üpleri gibi. karşı taraftan mebus ayart
ma yarışına çıktılar. Transfer komiteleri kurdu
lar. M i lıliyetci Cephe son anda bir ayakoyunu
yaptı , dört mebusun oylamaya katılmamasını
177
sağlayıp, CHP'yi kontrpiyade bıraktı . Başa geci
verd i .
B u carı klı kurmay ückağıtcılıkları bizim saf
vatandaş vicdanlarımıza aykırı geldi ve geliyor.
Ama politikacılar, onları doğal birer demok
rasi ci lvesi sayıyorlar.
1975
178
MATEMATiKSiZ OLMAZ . . .
1 79
Mahmut Makal adı nda on yedi yaşında bir
cevherli cocuk, « Köyü m üz» adlı şaheserin i yaz
dığı zaman da, herkes yadırgamıştı, bu işi. Beş
yaşında beste yapan, idil de yadırganmıştı ilk
başta.
Güzel Sanatlar Akademisinde hoca olan
bir sınıf arkadaşı mın senin yaşında bir oğlu
var. Attığıı sorunlar, sorduğu soru larla, her gir
diği mecl isi all ak bul lak ediyor. Büyükler çevre
s i n i n kofluğunu ve içi gecmişliğini, uya nık ze
kôsı ile ortaya çıkarıyor.
Geçenlerde Türkiye'ye gelen Alman işçi ya
zar Max Von Der Grü n ' ü n son yapıtı üzerine bir
açıkoturumu yönetiyord um. O kadar kişinin
içinde, Alman yazarın çel işkilerin i vurgulayıp
onu en çok terleten, yine seni n kuşağından bir
Alman Lises i öğrencisi old u.
Bun lar, bizim bildiklerimiz. Kim bilir Türki
ye'de daha n ice Firdevsler, Aliler, Gülsümler,
Ahmetler, Mehmetler yetişiyor.
Hem de yetersiz bir eğitim sistemine kar
şın . . . Tutucu. statükoc u, i l kel çevrenin acı k,
s i nsi bütün beskılarına ve tepki leri ne karşı n . . .
180
tişme koşulları, el bet daha bir avantajllı idi. On
ların evleri ne senin deyi m i n le, «ayd ı n sayılabi
lecek» birtakım gazeteciler, yazarlar, salon sos
yal istleri, g i ri p çıkıyordu. H içbir şey okumasalar
bile, iyi kötü bir kulak dolgunlukları vardı. Siz
de o da yok. Ben sizi onun için anılarda n ayrı
tutuyorum. Siz el yardamı ile kara n l ı kta yolunu
bulan iki yolcuya benziyorsunuz.
Gelelim o sen i n de bir gün gidip görme
yi , anlamayı, yurdunla k ıyasla mavı düşü ndüğ ü n
batı ülkeleri ne .. Orada da senin yaşında erken
gelişmiş zekôlar yok değil. Hatta çok. Ama ,
oradaki gençler ka ranlı kta el yardam ı ile kendi
yol larını aram ıyorlar. Yollar projektörlerle ay
dmlatılmış. Ne ışık kısıtlaması var, ne de fikir . . .
Statükocu, tutucu çevreler orada da var ama,
onların tepkisi sen i n haklı olarak nefret etti ğ i n
kaba kuwete, zorba lığa dönüşemiyor.
Batı ül keleri i'le bizim yurdumuzun bir far
kı da gali ba şu : Bizde yetişen bu erken geli ş
m iş zekôları. ortam aşındıra aşınd ı ra , bir yaş
tan sonra yıpratıyor, törpü leyip kendine ben
zetiyor. Orada ise tam tersi ne, en ufak yetene
ği en iyi koşullarla gelişti rme yol la rı arıyor,
destekliyor.
181
n ıflardan başlaya rak Fransızca öğrenme·k.
Fransa tari h i ni, Fransız edebiyatını, matema
tiği -senin o sevmediğin matematiği-, tabii
yeyi, coğrafyayı, felsefeyi Fransızca olarak
okumak olanağı, kabul edersin, başlıbaşına bir
şanstı . Türkçe tarih hocasın ı n , içine duyg u
sa l l ı k karışan fütühat anlatıları n ı , Fransızca
tarih hocasının objektif tahlil leri ile dengeleye
bilird i n hic değilse. Son sın ıflarda ileri ci felse
fe hocalarında n ışıklanabi l i rdi n . Evet işte bü
tün bu avanta j'lara karşın, bu çok umutlar vaat
eden erken gel işmiş zeköl ı arkadaşlanmız hic
de umulanı veremedi ler. Gerçi biri ; ismi cok ge
çen bir devlet adamı oldu ama, tam ortamın is
tediği statükocu bir devlet adamı oldu. Olanak
larının uzantıs ından uzak, bir tavizci kesildi.
Öbürü , yine seçtiği bir başka devlet hizmeti n
de en yüksek mertebelere erişti ama, i nsan ola
rak, karakter olarak, durmadan geriled i . Kay
pak, bencil, ka Meş. tabansız bi r zava l l ı ol up
c ıktı.
Erken gelişmiş, ya hut normal gel işmiş ze
kö, insana okuyarak, düşünerek, gözlemleye
rek, tartışarak doğru yolları buldurtse bile, bun
da direnme gücünü her za man sağlayamıyor.
Bu direnme gücü insa n ı n kiş i l iğinde, ka rakte
rinde, mayasında olaca k. Olmadı mı o parlak
zekö bu cıkarcı ortam koşulları , bu gözdağcı
baskılar ortasında kısa za ma nda yozlaşıyor.
Va kişisel, m ıym ı ntı cıkarları n ı n peşinde bir
bencil, ya sömü rücü güçleri n h izmetinde, pes
paya bir uşak ol uveriyor.
Esk i kuşağın umut veren nice erken ge
lişmiş zekoları zamanla böyle yozlaştılar.
182
Bunları sana bizim kuşağ ı n i'ki erken gel iş
miş zekôsı n ı n hazin serüveni olarak a n lattım .
Oysa bugünkü kuşakların b u kadar kolay
yozlaşabi leceğ ini yozlaştırılabileceği ni a rtık san
m ıyorum. Size kurulmuş tuza klar elbet bugün
de var. Hem de daha sinsi, daha gü ler yüzlü,
daha kurnaz şekiller a l m ış olarak. Ama onların
ipliğini pazara çı karan gü çler de gelişti. Siz
ya lnız değilsi niz.
183
ma'k, nutuk atmok, söz cambazl ığı yapmak ko
lay. Güc ola n, olumlu bir davra n ışı. yi rmi dört
saate yaymak . . .
Geniş Acı
185
Tek varl ığım mütevazi kitapl ığım. bir de
naciz yaşam tecrü bem.
Her ikisi de emrin ize amade.
Sizlere en küçük bir yararım olabi lirse bü
yük sevine ve onur duyarı m.
1975
186
Ü M M I LER UYANMASIN
187
bağırmas ı, g iderek son gün lerde pek moda
olan taş yağmuruna dön üşmüş. Taşlardan bi
ri olayı yerinde yatıştırmaya gelen bir sorumlu
emn iyet am irinin göğsüne çarpmış. Bundan
sonra güvenlik kuvvetleri taş yağd ıran ları da
ğıtmış. Bir iki elebaşıyı yakalamış. Bu durum
karşısında Dost Oyu ncu lar, «can emn iyetleri
n i n sağla nmasını ve hemen dönecekleri ni >ı b i l
dirm işler. Erzurum'u terk etmişler.
işte Erzurum 'da tiyatroculara karşı giri
şilen kan unsuz g irişimin özeti .
188
şef, kibar bir şekilde hepsi n i bu sözle hizaya
getirmiş olacak.
Ania Atatürk'ün bu uygar davra n ışı bugü
ne kadar tam benimsenemed i . Sade tiyatrocu
lar değil, yazarlar, ressamlar, öbür sanatçılar
da hep şüpheli gözle görüldü.
Bakı nız yi rm i nci yüzyı l ı n ücüncü çeyreği n
de Türkiye'nin başkentinde Maksim Gorki'nin
bütün dü nya repertuarlarının demirbaşı haline
gelmiş Ana'sı yasaklanabiliyor. AST Tiyatrosu
kapotılabiliyor. istanbul'da bütün kış hiçbir ya
saklamaya uğrarnoyan Alpagut Olayı Erzurum'
da zor kullanılarak oynatı lmayabil iyor. Oyu n
cular kacırı l,ıyor.
« istemezük»
189
program dergisinde verdiği bilgiılere bir göz at
mamıştı. Sahneye fırlayıp bağıran tutucular
dan birinin ileri sürdüğü gerekce şuydu: ·
«Bu oyun imansız bir oyundur. Biz tek
Tan rı'ya inanırız. Bu oyu nda ise üç Tanrı var.»
Bu hesaba göre. cok Tanrı'lı Greg mitologyo
sının da ülkemizde yasaklanması gerekiyord u.
Klasik oyunların, örneg ın Ankara'daki
temsilinde büyüklerimizin duygulanıp a lkışla
dıkları Kral Öidipus'un da yasaklanması ge
rekiyordu. Bu ipsiz sapsız, « lstemezü k» lere ku
·l ak asılacak olunca, dü nya repertuarında piyes
kalmayacaktı.
Tepebaşı baskını polis m üdahalesi ile so
nuçland ı . Ama ertesi gün savcı lık oyunu dur
durdu. Tahki kat açtı . Hava bulandırılmıştı. Iste
nen olmuştu.
Iki örnek
1 9()
gi rişilen bu yasa klamayı protesto etti. Vali ve
belediye reisinin bana açıkladığı yasaklama
gerekcesi hôlô belleği mde taptazedir:
« Biz demokrasiyi bu mem lekette sevd ir
meye çalışıyoruz. Siz onun kirl i çamaşırları n ı
teşhir ed iyorsu nuz. Şu sırada b u n u sakıncalı
görü rü m.»
«Halkı ayd ınılatmek yazarın ödevi değil mi?
Siz bunu nasıl ön lersiniz? Ben bunu bir roma n
yapsa m o n u n da bask ısını durdurabilir misi
niz?»
Buna karşı adı geçen sayın val i n i n cevabı
büsbütün un utulmaz bir inci idi:
« Roman yazsanız kimse karışmaz. Çünkü
romanı yalnız ayd ı nlar okur. Ama tiyatroya üm
miler de gider.»
Ve ümmiler öğ renmesin diye oyun yasak
landı. Ta m sekiz yıl ram p ışığ ına cıkamadı. Ta
ki 1 960 devrimi oldu. O zaman sevgili Ulvi Uraz
onu ilk kurduğu özel topluluğunda 90 gece oy
nadı.
1 966'da yine ista nbuıl Şehir Tiyatrosu ko
medi kısmında sah neye konan « Eşeği n Gölge
si» adlı oyunun başına da karakuşi bir yasak
lama geldi. Ortam. tesadüfen, bir seçi m öncesi
orta mı idi. Oyunun sosyal içeriği, özellikle işçi
kesiminden sayın seyi rcilerin coşkun alkışiarı
na ve tezahüratına yol açıyordu. Demokratik
bir ortamda doğal karşıla nacak olan bu durum
ka rşısınd a tutucu bir gazete, şahsım ve oyu
num hak kında azg ı n bir kışkırtı ka mpanyası ac
tı. Bunun üzeri ne o zamanki savcılık oyu nu ya
saklad ı, hakkım ızda tahki ka·t a çtı. Ödevini ya
pan bir yazar ve bir tiyatro, böylece engelılen
miş oldu.
191
Tiyatrocunun Cilesi
1 92
bütün dünyaya teşhir edilmesi ve bu baskıların
d ü nyaca ayı planması» idi.
Kendi kendimizin kuyusunu kazmayalım .
Dışarda yeteri derecede anti propagandamızıJ
yapan sayısız d üşma n g ücler var. Bari biz on
lara katılmayalım. Kendi kendimizi d ünyanın
gözünden düşürmek icin onlara a radıkılan fır
satları sağlamayalım. Erzurum'da tiyatro ba
san, Ankara'da tiyatro kapayan güçlerin, d ü n
yadan haberi yok ki, tiyatrodan haberi olsun . . .
Ben gafletin bu derecesine kızamıyorum ,
sadece ve sadece acıyorum.
1975
193
ON KASIM
194
Bir de, karlar ortasında d i nienirken resimleri
vardır. Yine Atas ı n ı n yanı başı nda .
ilginç özelliği
• la Turquie resussltee.
196
bir hesarba dayanan gerçekçi bir tabiyeci ola
ra:k görünür. Öyledi r de. Bu sağlam hesap kur
tarmıştır bizi. Bu sağ lam hesaplar kurta racak
tır bizi. Safsata, edebiyat, vatan mil let Sakar
ya değ i l . Claude Fa rrere'in bu ilginç tan ıklığı
Tü rk milletine neden yansıtılmamıştır. B ile
mem. Belki Atatürk'ün mucizeler yaratan bir
şef olarak gösterilmesi bir süre daha yarar.lı
sayılmıştır. Bence mucizeler yaratan Atatürk'
ten çok, gerçeğe, rakama daya nıp istilacı
d üşmanı yenen bir Atatürk, daha övü n ülecek
bir Atatü rk'tür.
Evet, bunları söylem iştim orda. Benden
sonra askeri ataşerniz Atatü rk'ü n hayatı ve is
tiklal Savaşı ndaki stratejisi üzerine bilg i verdi.
Bu defa, 1 0 Kasıma kadar buralarda kal
mayacağımı sanırım. Ama biz 10 Kasım gelme
den de Prag sokaklarında gene hep Atatürk'
ten konuştuk. Kiminle mi? Koyu Atatü rkçü bir
tica ret ataşesi i le. Tü rk yokın ta rihini, Türk
edebiyatını özel bir merakla izleyen böyle bir
ticaret ateşesine ilk defa rastlad ığımı söyleme
l iyim.
B iz hepimiz, çoğu zama n, yan lış genel le
meler yaparız. Bir filozofu aydı n sanırız, bir ya
zarı duygulu tah m i n ederiz, tica retle uğraşan
bir uzma n ı ise başka alanlara belki biraz kapo
lı farz ederiz. Oysa adam felsefe okumuştur,
ama kafasını işletmeyi biı!mez. Bir şair en duy
gulu şiirleri yazar da özel hayatı nda pis bir
bencildir. Bu sözcükleri n çağrışımı ile onlara
bol keseden yapıştırdığımız bu etiketlere ken
d i m iz de inanır, kend imizi kand ırırız. Kôni Gün
gör, sade bizde değ il, başka milletierin ticari
197
m ümessilleri nde bile görü lmeyen bir kültür se
viyesi ve çok yanılılık sahibi idi. En g üzel i de
gösterişsiz, ama çok derinden bir Atatürkcü
oluşu idi.
Gen ç :Ataşe
198
BiR ADAYLI K SERÜVEN i
199
yiverdi. Kurultay karıştı. Atatürk kızıp loca
sından ayrı ldı. Başkan oturuma ara verd i . lkin
ci oturumda söz alan delegeler Caferoğlu'na
verişti rdiler. Basında bi rkoc gün a leyhi nd e
yazılar çıktı. Rahmetli n i n akademi k kariyerin
den uza klaştı rı lması söz konusu oluyordu. Ni
tekim doçentli kten çıkarıldı.
Caferoğl u bi r cuva l i neiri berbat etmişti.
Çoğu kimse, onu, ünlü bi r deyimdeki, hani
şu, bez geti rilmesini gerekti recek bi r marifet
yapan adaşı g i bi görmeye kal kmıştı. O deyim i
önceden bi lmeyen bazı ları d a , b u sözün özelli·k
le o g ü n orada Caferoğlu'nun o mü nasebetsiz
liği üzeri ne uyd urulduğunu sanacak kadar i leri
gidiyorlardı. Bir süre sonra gazap fırtı nast
d i nd i .
Işinden cı karı lan Caferoğl u o sırada Ata
türk'ün bi r yakıınına,
«Bizde insanı öldürmek icin karn ı ndan de
ğ i l alnından vururlar.» demiş. Bu söz Atatürk'e
u laşınca g ü lmüş. Caferoğ lu'nun eski görevine
alınmasını i rade etmiş.
Böylece i ş tatlıya d a bağ lanmış oldu. Yıl
lar geçti Caferoğ l u profesör oldu, ord i naryüs
oldu.
200
«Senden iyisini m i sececegız. Elbet, hak
kındır. Hemen adaylığını koy,» derler. Oturur
hesaplar yaparlar. Profesörler kurulunun esc
mi l istesi taranır. Kimin lehte kimin aleyhte, ki
m i n çekimser oy verabiieceğ i inceden ineeye
hesaplanır. Sonuc umut vericidir.
«On beş kişi bizim klik, olduğu gibi sana
verir hoca,» derler. «On yabancı Profesör de
bizim işeretimize bakar. Kararsızlardan da e n
az yedi oy alamaz mıyız? Etti m i sana otuz iki
oy. Zaten bütü n kurul topu topu kırk bir kişi.
Deka nlık centada kekUk.»
Hocayı böyle yüreklend i rdikten sonra ku
lis yapmak icin dağ,ılırlar.
Ertesi g ü n seçim yapılır. Karşı aday 27 oy
a l ıp dekan olur.
On iki kişi çekimser kalır. Bir tek oy da
Caferoğlu'na cıkar.
Hocanın haklı olarak tepesi atar. Odasına
çekilir. Biraz sonra en yakın arkadaşları nda n
biri gelir:
«Bunların i piyle kuyuya i n ilir mi? H içbiri
n i n sözüne güvenmemeliymi ş meğer. Ama
ben sözümde durdum. Oyumu sana verdim»
der. o cıkar bir i'kinci gelir:
«Ne kadar üzüldüğümü tahmin edemez
sin hoca,» der. «On,lar hesabına yeri n dibine
geçtim. Ama neyse ki, ben ödevimi yaptım.
Oyumu sana verdim. » Onu bir ücüncü izler:
«Al sana namus sözü. Iyi madik oynadılar
doğrusu. Ama ben . . . » deyince rahmetl i Cafer
oğlu dayanamaz, masaya yumruğunu vurup:
«Beli . Hepiniz yahşi danışırsı nız da özü
mün özüme verdiği oy ne oldi?» diye kükrer.
201
Talihsiz Bir Çıkış
202
ğunluğu kaypaktır. Askeri hesaplara pek uy
maz. Kimin kime oy vereceği h i ç bell i olmaz.
Gü rler Paşa mazurdur. Değ i l Gürler Paşa; hem
askerl ikten gelm iş, hem de politi kada pişmiş
eski kurt ismet Paşa bi1le son akşam yemeğin
de -pardon- son parti kurultayında bu ço
ğu nluğun azizliğine kurban g itmedi mi? Başkan
olarak başlattığı kongreden basit bir parti üye
si olarak ayrılmad ı m ı?
Gürler Paşa onurlu bir askerdi. Politikacı
olmadığı için bu ayak oyun ları n ı olağan karşı
layamıyordu. Çok üzüldü. Hatta bir ara sena
todan istifa etmeyi bile düşündüğü söylendi.
Gü rler Paşayı bu zor duruma sokan ların
kim olduğu tam an laşı l m ad ı . 12 Martta küçüm
sediği çoğun luğun, eline geçen ilk fırsatta on
dan böyle öç a ldığı n ı i ddia edenler olduğu g ibi,
bazı yakın dostlarının (!) çok netarnel i bir mev
ki olan Genelkurmay Başkanlığından onu an
cak böyle uzaklaştırabildi kleri n i savu nanlar da
çıktı.
Rahmetli paşa n ı n bırakmış olacağ ı not,(ar
herhalde bu konuda kendi izien imlerini bize
bir gün yansıtacaktır.
Bu adaylık serüven i i nsana ister istemez
ü n l ü bir devlet adam ı n ı n sözünü an ımsatıyor.
Bu devlet adamı her sabah dua edermiş:
«Ben düşmanları m ı kendi m haklarım. Sen
bana dostlarımla başa ç ı kacak g ücü ihsan ey
le yarabbi m.»
- 0-
HAK DOSTUM DiYE BAŞLAYALIM SÖZE, Haldun Taner'in hepsi öykü tadında
yazılanndan oluşan kitabıdır. Kendisiyle yapılan bir söyleşide Taner, "Hak Dos·
tum Diye Başlaya/tm Söze adtyla; rahat bir kır kahvesinin haslf iskemlesinden, nar
gilemi fokurdattrken okura hitap eder gibi bir üslup içinde yeni bir tür tutturduk.
Çok sevildi" diyor.
Gerçekten de Haldun Taner, hem öykülerinde, hem düz yazılarında, hem de
tiyatro yapıtlannda kendi kültürümüzle batı kültürünü birleştiren ve içten bir söy·
leşi havası içinde yazabilen sayılı yazarlarımızdandır. Bildiklerini alçakgönüllülük·
le okuruna aktaran, paylaşan çok yönlü bir insandır. Onun için yazılanlarda tek
sözcük, tek satır abartma yoktur:
"Gündelik bir olayt, stradan bir göz/emi, konuşma sanatinm bütün ince/ikleriy·
le şerbetlendirerek öyle bir aniatif ki... insana ve dünyaya bakmanm birinci niteli·
ğinin hoşgörü olduğunu hem bilir, hem bildirir. "
Doğan Hızlan, Hürriyet, 1 4.3.1984