Professional Documents
Culture Documents
Ayışığında "Çalışkur"
8. basım
T.C. Milli Eğitim
Bakanlığının
100 tem el eser
listesi kapsamında
BÜTÜN HİKÂYELERİ- 2
ISBN 9 7 5 - 4 9 4 - 3 4 8 - 6
2 0 0 5 .0 6 .Y .0105.2506
Sekizinci Basım
Haziran 2005
BİLGİ YAYINEVİ
Meşrutiyet Caddesi, No: 46/A, Yenişehir 06420 / Ankara
Tlf : (0-312) 434 49 9 8 -4 3 4 49 9 9 -4 3 1 81 22
F a k s: (0-312)431 77 58
İstanbul Temsilciliği
İstiklâl Cad., Beyoğlu İş Mrk. No: 365, A Blok,
Kat: 1/133 Beyoğlu 80070 / İstanbul
Tlf : (0-212) 244 16 51 -2 4 4 16 53
F a k s: (0-212) 244 16 49
BİLGİ KİTABEVİ
Sakarya Caddesi, No:8/A, Kızılay 06420 / Ankara
Tlf : (0-312) 434 41 06 - 434 41 07
F a k s: (0-312) 433 19 36
BİLGİ DAĞITIM
Narlıbahçe Sokak, No: 17/1, C ağaloğlu 34360 / İstanbul
Tlf : (0-212) 522 52 01 - 520 02 59
F aks: (0-212) 527 41 19
www.bilgiyayinevi.com.tr e info@bilgiyayinevi.com.tr
HALDUN TANER
Bütün H ikâyeleri - 2
BİLGİ YAYINEVİ
kapak fotoğrafı: ara güler
H a ld u n T an er B ib liy o g r a fy a s ı .............................................................. 7
A y ışığ m d a “Ç a lış k u r ”
Ayışığında “Ç alışkur”............................................................................. 127
H ikâyenin Tepkileri................................................................................. 1 4 2
S o n u ç ............................................................................................................. 1 5 9
E p ilo g .............................................................................................................2 2 5
S onucun T ep k ileri...................................................................................2 3 0
5
HALDUN TANER
BİBLİYOGRAFYASI
YAŞAM ÖYKÜSÜ
Bibliyografya 7
Haldun Taner, Türkiye'de kabare tiyatrosunun temelini attı ve *H al
dun T aner T iyatrosu’ ekolünü oluşturdu. 1967 yılında Zeki Alasya, Me
tin Akpınar ve Ahmet Gülhan’la birlikte Türkiye’nin ilk kabare tiyatrosu
olan Devekuşu K abare Tîyatrosu’m ı kurdu. Günümüzün büyük tiyatro
ustalarına esin kaynağı oldu. Bütün oyunları yüzlerce kez sahnelendi.
1969’da Münir Özkul ile birlikte Bizim lîy atro’yu. kurdu. Sersem K oca
nın K urn az K arısı oyunuyla perdelerini açan bu tiyatroda ve Ahmet
Gülhan ile TEF K abare ’yi kurduğu yıl olan 1979’da ÎGSA Tiyatro Kürsü
sü nde dramaturji dersleri verdi. Başta K eşan lı A li D estam olmak üzere,
kimi oyunları yurtdışında da büyük ilgi gördü. Taner’in Türk tiyatrosu
na verdiği emek, birçok değerli tiyatro sanatçısının yetişmesiyle değerini
buldu. Deneme ve öyküleriyle de Türk edebiyatında seçkin bir yere sahip
oldu, öyk ü ve oyun yazarlığı yanında, 1955’te Tercüman gazetesinde fık
ra, makale ve gezi notları yazmaya başlayan Taner, sonraki yıllarda M il
liyet gazetesinde yazmayı sürdürdü ve ölümüne kadar bu yazıları okur
lara sunuldu, bazıları kitaplaştırıldı. Büyük ustamn, edebiyatla, tiyatroy
la, kültürel faaliyetlerle dolu yaşamı 7 Mayıs 1986 günü İstanbul’da son
buldu.
Bibliyografya 9
1957’de D ağlar D elisi F erh at adlı senaryosu ile Taner, Basın Ya
yın Senaryo Armağanı’m kazanır. Aynı çalışmayla Lütfü Akad ve O rhan
Kemal de ödüllendirilir.
1968-69 sezonunda Bu Ş ehr-i S tan bu l k i adlı oyun yazara Musa-
hipzâde C elâl ödülü'nü kazandırır.
1972 yılında Sersem K ocattın K urn az K arısı adlı oyun iki ödül bir
den kazanır. Taner, Türk D il Kurumu Tiyatro Ödülü ve Sarıatsevenler
Derneği'nin En İyi Yerli Oyun Ödülünü alır. 1984-85 yılında Sanat Kuru
mu yazara Tiyatro Onur Ödülü’nn verir.
Haldun Taner’in gazete yazıları da ödüllendirilmiştir.
1982 yılında güncel yazı dalında Türk G azetecilik B aşarı ödü lü ’nn
alır.
1984’te ise Ç ok G üzelsin G itm e D ur adlı kitapta toplanan yazıları
ile fikra.dalında G azeteciler Cemiyeti Ö dülüne hak kazanır.
Haldun Taner özellikle 19701i yıllardan itibaren çevre sorunları ile
yakından ilgilenmiştir. Bu alandaki çalışma ve çabaları 15 Ekim 1981'de
Peyzaj M im arisi Derneği tarafından Üstün Hizmet Belgesi ile ödüllendi
rilir.
Tüm bu ödüllerin yanı sıra Haldun Taner, hem yurtiçinde hem yurt-
dışında, edebiyat, tiyatro ve kültürel faaliyetlerindeki başarıları nedeniy
le plaketlerle ödüllendirilmiş, antolojilere alınarak ölümsüzleştirilmiştir.
1976 yılının Mayıs ayında U luslararası Şahsiyetler R ehberinde Hal
dun Taner’in adı yer alır.
1976-77’de yayımlanan International Authors & Writers Who is Who
adlı eserde Haldun Taner’e yer verilir ve sanatçı kişiliği anlatılır.
Tiyatro alanında dünya milletleri tarafından önemli bir kaynak olarak
kabul edilen The R eader’s Encyclopedia ofW orld D ram a adlı eserde Hal
dun Taner’in Sersem K ocanın K urn az K arısı adlı oyununun çevirisi
yer alır.
Prag’da yayımlanan Dünya Tiyatro Yazarları Ansiklopedisi, Türk ti
yatro yazarları içinde bir tek H aldun Taner’e yer verir. Viyana’da Schaus-
pielführer adlı eser için Haldun Taner’in beş piyesi çevrilir.
Bibliyografya 11
1967 yılında yayımlanan K on çin alar, yeni ve özgün bir kitap değil-
dir. Varlık Yayınevi tarafından Taner’in hikâyelerinden seçmeler yapıla
rak hazırlanmıştır.
Bibliyografya 1 3
Ş aban sahneye konulmuş, B u Ş eh r-i S tan bu l k i ise ancak 1968’de sah-
nelenebilmiştir.
Bu dönem oyunları: Bu Ş ehr-i S tan bu l ki, Vatan K urtaran Şaban ,
A stronot N iyazi, H a Bu D iyar, D ün... Bugün, M evzum uz A şk ü Sev
d a, D ekorum uz D eniz D erya, D ev A ynası, Yar B an a B ir Eğlence, H a
n eler, Ç ıktık A çık A lınla, Yalan D ünya, H ayırdır İn şallah , K ap ılar.
Düz Yazıları:
Ö nce İn san - D eveku şun a M ektu plar-1 (1. basım 1960; 1957-
1960 yılları arasında Tercüman gazetesinde yayımlanan yazılardan
oluşan kitap, ilkin D evekuşuna M ektuplar-1 adıyla 1960 yılında ya
yımlandı.)
Yaz B oz T ahtası - D eveku şun a M ektu p lar-2 (1. basım 1977;
19 7 4 -1 9 77 yılları arasında M illiyet gazetesinde yayımlanan yazılardan
oluşan kitap, ilkin D evekuşuna M ektuplar-2 adıyla 1977 yılında ya
yımlandı.)
ö lü r s e Ten ö lü r C an lar ö le s i D eğil (1. basım 1978)
H ak D ostum D iye B aşlay alım Söze (1978; 1974-1975 yılları arasın
da M illiyet gazetesinde yayımlanmış yazılardan oluşmakta.)
D üşsem Y ollara Y ollara (1. basım 1979)
Ç ok G üzelsin G itm e D ur {1. basım 1983; 1976-1982 yılları arasında
M illiyet gazetesinde yayımlanmış yazılardan oluşmakta.)
B erlin M ektu pları (1. basım 1984; 1980-1983 yıllan arasında, Al
manya izlenimlerini anlattığı yazılar.)
K oym a A kıl Oyma A kıl (1. basım 1985; 1971-1985 yılları arasında
yazılıp yayımlanan yazılardan oluşmakta.)
Bibliyografya 1 5
Devam eden yıllarda ödülü kazanan yazarlar sırasıyla şöyledir:
1988 : Nazlı Eray - K aranfil Gece Kursu
1989 : K ürşat B aşar - D ışarda Kötülük Vardı
1990 : M ario Levi - Bir Şehre Gidem em ek
1991 : Adnan Ö zyalçıner - C am bazlar Savaşı Yitirdi
1992 : N urten Ay - Gizli K alm ış B ir İstanbul Masalı-, Didem Uslu
- Tutkulu B ir İstanbul Üçlemesi; Yavuzer Çetinkaya - Sa
vaş ve Doğum
1993 : Erhan B ener - A labalık
1994 : Zeyyat Selimoğlu - Derin Dondurucu İçin öykü
1995 : Ayşe Kulin - Foto Sabah Resim leri
19% : N ecati Tosuner - Armağan
1997 : Erendiz A tasü - Taş Üstüne Gül Oyması
1998 : M ehm et Zam an Saçlıoğlu - Topaç
1999 : Seçici Kurul ödül vermedi
2000 : Ayşe K ilimci - Yıldızları Dinle
2001 : ö z e n Y u la
2002 : Yiğit O kur - O Zam an Kim Söyleyecek Şarkıları
VeKİŞNEDİ.
B urada iki ihtim al akla gelebilir:
A ) Kalender, aynada gördüğü atın kendi hayali olduğunu anla
mıştı. Ki bu takdirde kişneyişi, h er şeyi büyük, kendini de dolayı
sıyla küçük görm eye alışmış bir m ahlukun, nihayet kendini gerçek
büyüklüğü ve öz değeri ile keşfetm iş olm asından ileri geliyordu.
A m a böyle b ir h ükm e varabilm ek için, K a le n d e rin kendi
ni evvelce başka h içb ir y erd e g örm em iş olm ası şarttır. H albu
ki Kalender, y irm i bir yıl gibi uzu n bir hayat sü resi b oy u n ca ve
hele İstanbul gibi büyük bir şeh rin içinde, kendini evvelce hiçbir
yerde g ö rm em iş olam azdı. A ynada olm asa bile, b ir çeşm e y ala
ğında, bir su ken arın d a veya bir ça m u r birikintisinde m uhakkak
g örm ü ştü r. H a tta çö p çü çö p leri arabaya b oşaltırk en , o, ça m u r
sath ına v u ran aksinin hafif b ir rü zg ârla nasıl kırışıp ürperdiğini,
suya eğilm iş başının, gökyüzündeki m avi fonla ve u çu şan beyaz
bulutlarla n e tatlı bir ahenk teşkil ettiğini sü zgü n gözleri ile uzun
uzun seyred ip oyalanm ıştır. Fakat kendini b ir su birikintisinde
seyretm ek le aynada görm ek arasın d a hayli fark vardır. Su b iri
kintileri, ister istem ez d ü zlem esine d u rd u klarından, insan, oraya
Kalender K İ Ş N E D İ.
Korkudan, şaşkınlıktan, hayal kırıldığından, şuur altında saklı
kalmış herhangi karışık bir refule duygudan, şundan veya bundan,
her nedense neden, kişnedi. Acı acı, sinirli sinirli kişnedi. Ve her
ürken at gibi, gemi azıya alıp gerisin geri gitmeye başladı. Sokak
zaten yokuştu, yerler de yağmurdan kaygan... Araba o hızla gitti
gitti, kaldırıma çıkıp oradaki elektrikçi dükkânının vitrinini şangır
şungur yere indirdi.
Başka bir Amerikalı aklıevvel çıkıp da, atın kulak zarından
mikrofon yapmak suretiyle plak almayı akletmediği için, seslerin
beygir kulağına kaç misli kuvvetli aksettiğini henüz bilmiyoruz.
Fakat yine herhalde çok kuvvetli aksediyor olmalı ki, Kalender bu
şangırtıdan ve hele vitrinden yere düşüp patlayan yüz mumluk bir
ampulün gürültüsünden büsbütün ürktü. Ve arabayı dörtnala ileri
sürdü.
İşte asıl kaza da o anda oldu.
3) "İstanbul'dan ne haber?"
4) "Ne dediniz?"
K üçük Helga;
“N o ch eins Papa, bitte n o ch eins!”5 diye yalvarıyordu.
Alois M o rgen ro t, kızına üç ay evvelki Fran kfurter Zeitung ga
zetesinden, d ö rt yelkenli kayık yapm ıştı. Kızın yalvarm ası üzerine,
yine eski bir gazetenin tic a re t sayfasını kopardı. Ü zerinde hükm ü
geçm iş liberasyon listesi bulunan bu soluk sayfadan çıksa çıksa iki
yelkenli d aha çıkabilirdi.
H elga, papatya sarısı saçlarım yüzüne dökm üş; deniz farzettiği
yırtık bir kilimin üstünde kayıklarını yüzdürüyordu.
Alois M orgen ro t, “İyi ki H elga öbü r kız ço cu k ları gibi taşb e-
beklere heves etm iy or” diye düşündü.
İçerd e teneke sesli b ir Volksem pfaenger, Sm etana'nın “Satıl
m ış N işanlı” uvertürünü çalıyordu.
Alois M o rg en ro t yaptığı son kayığı kilimin üstüne bırakıp
penceren in önüne gitti.
D ün gece yağan kar, H am b urg’un sefaletini b ir hayli ö rtm ü ş
gibiydi. M o rgen ro t, yıkıntıların ortasın d a blok halinde yükselen
yeni ap artım an lara uzun uzun baktı. G özü ne vakit bu yeni yapı
lara ilişse içini üm ide benzer, cesarete b en zer sıcak bir his ısıtır-
Tİ “Hele şükür.”
Şişhane'yeYağm urYağıyordu 3 7
lacak bir su ratım da kalm am ış ya” diye düşünm üş olabilir. Ki böyle
düşünebildiği takdirde, atların d a insanlar ve bazı gelişmiş m ay
m unlar gibi, tecrü b ed en ders alm a kabiliyetine ve geçm işle gele
cek arasın d a b ir m antık köprüsü kurabilm e m elekesine sahip ol
duklarına inanm ak gerekiyor.
B) Y ah u t da, evet, yahut d a - b u ikinci ihtim al akla çok daha ya
k ın d ır- o gün sad ece yorgundu, bir canı sıkkındı, n e bileyim ben,
gece belediye ahırında öbü r beygirlerle çıkan bir yer çekişm esin
den ö tü rü uykusuzdu, keyfi yok tu d a on d an kişnem eye, ürkm eye,
iki gün evvelki gibi etrafı gürültüye verm eye, üşendi. Kısacası, kiş-
nem eyişinin psikolojik olduğu k adar birtakım akla yakın, fizyolo
jik sebepleri d e vardı.
H er neyse, ister birinci, ister ikinci ihtim al v arit olsun, önem li
olan o rası değil, asıl on d an sonrası:
K alender K İŞN EM ED İ.
Aynadaki hayaline ters ters bakıp başını ö b ü r yana çevirdi.
Son ra, olgun yaşına yaraşan bir ağırbaşlılıkla, tem kinli temkinli,
efendi efendi yoluna d evam etti.
4 8 Şişhane'yeYağm urYağıyordu
vim li yapar, ö y l e ki, dam gası olm ayan b ir K aro beyi görsek, bayağı
yadırgar, b ir eksiklik duyarız.
Resim li kâğıtlar içinde k am m en ço k K upa kızına kaynar. Kupa
kızı, etin e dolgun, d uru beyaz, hanım h an ım cık bir tazedir. Ü ni
versiteyi filan bir kalem geçin, g ü ç hâl ile bitirdiği o rta d a n so n ra,
liseyi bile okuyam am ıştır. O lsa olsa, san at enstitüsü m ezunudur.
H erkesin okum aya m erakı olm az, buncağızın da başka m arifetleri
var: Dikişle nakışın h e r türlüsü, ö rgü işlerinin daniskası... Eteği b e
linde, bü tü n evi o çeviriyor. Yeni yetişirken m ahalledeki oğlanlarla
m ektup alıp verdiği olm uş gerçi. Cahillik işte. H oş görm eli. A m a
evlenince eşi bulunm az bir hayat arkadaşı olacaktır. Buna em inim .
Bir kere k ocasın a ukala ukala karşılık v erm ez. S onra bu cins ka
dınlar ço cu k ların a d a düşkün olurlar. D aha ne?
O nunla evlendiğiniz takdirde, kaynınız K upa oğlu olacaktır ki,
A llah için, uslu akıllı, yum uşak başlı, kendi halinde bir çocuktur.
Babaları Kupa papazına gelince, sizden iyi olm asın, pek baba
can , pek ca n a yakın bir adam dır. H oş fıkralar anlatıp göbeğini hop
lata h oplata güler. D aha co şarsa, küt küt karşısındakinin sırtına vu
rur. Evde teklif tekellüf hak getire... Sen de sen , b en de ben. C an dan
insanlardır vesselam , ö y l e b ir aileye d am at girm ek isterim .
İspati kızına gelince, bakın ondan h er türlü sinsilik umulur.
Siz on u n öyle sakin ve m asu m göründüğüne bakm ayın, o n e h i
noğluhindir o , o ne içinden pazarlıklı aşiftedir o. İskambilin ü s
tü n d e görd ü ğü n ü z onun bayram lık resm i. O , bu m asu m bakire
pozunu, fotoğrafçıd a resim çektirirken bir, b ir d e pazarları kiliseye
giderken takınır. Şöyle kulağınızı verin de b ir dinleyin m ahalleyi.
M açan ın oğlu ile sinem a locaların d a, plaj kabinlerinde yapm adı
ğı kalm am ış. Hal böyle iken, yine de bilm eyenlere karşı kendini
dirhem d irh em satar. İspatinin oğlu ablasının kirli çam aşırlarını
herk esten iyi bilir, bilir am a gel g ö r ki ablası d a o n u n k u m ar b o rç
larını öder, evden şunu bunu götü rü p satışını gizler. Babaları da
zaten itin biri. Bu yaşa gelm iş hâlâ sefih, kum arb az, bir gün olsun
ayık gezdiği görü lm em iş. T en cere dibin k ara hikâyesi, kim in kim e
ne d em eye hakkı var.
Konçinalar 4 9
K aro lara gelince, o n lar kişizade, görm ü ş g eçirm iş b ir ailedir.
Bakm ayın şim di biraz düştüklerine. B ab alan h âriciyeden emekli.
Z an n ed ersem şehbenderm iş. Eski usul, m ukaffa ve m usan n a bir
İstanbul Türkçesi konuşur. K ızları, nörsler, m atm azellerle, el b e
bek gül bebek büyütüldü. B eş sen ed ir İngiliz Filolojisi’n e gidiyor,
bitirem edi. Bitirem ez de elbet. Allah’ın günü kantinde h a ha h a, hi
hi hi, ak şam ü stü de oğlanlarla altı buçuk m atinesi. Erkek kardeşini
sorarsan ız, al onu v u r o n a. K aron u n oğlu da, hop p ala p aşam , h op
pala beyim dadılar tayalarla şım artılm ış, kuş sütüyle beslenm iş,
beyaz, tüysüz, oğlandan ço k kıza yakın, tasv ir gibi b ir civan. En
iyi m ekteplere verdiler, okum adı. G ünahı boynuna, birtakım uy
gunsuz, m eym en etsiz heriflerle geziyorm uş. A llah bilir, eroin de
çekiyordun G özlerinin h er d aim m ah m u r bakışını b en pek hayra
yoram ıy oru m . Öyle efendi baban ın ço cu ğ u böyle soysuz çıksm ,
yazık, ço k yazık...
M açalar bir E rm en i ailesidir. G edikpaşa’da oturuyorlar. P e
der koyu bir Katolik papazı. B asb ariton, tum tu rak lı bir sesi vardır.
O ğlu M ahm utpaşa'da bir tuhafiye m ağazası işletiyor. İspati kızı ile
m aceraların a yukarda az b u çu k dokunduk. A blası M a ça kızı, e s
m er, kara kaşlı, kara gözlü, bazı yerleri m uhakkak ki aşırı tüylü,
gerçi sıcak, gerçi güzel am a n em e lazım , duasında niyazında, dini
bütün bir tazedir. Belli ki, babasına çekm iş, istavrozunu bir gün
göğsünden eksik etm ez. K ardeşinin İspati kızıyla yaptıklarım duy
sa, u tan cın d an yerin dibine geçer. Ö ylesine kaba sofi ki, m alum
günlerde erotik rü yalar görd ü ğü zam an bile, şuuraltısının kendine
oynadığı bu oyuna içerler, sabahleyin alelacele banyo yapıp tövbe
istiğfar eder. İyi bir d rah om ası var.
Şim di g en ç değil, şöyle kırkını, kırk beşini aşm ış, efendiden
ağırbaşlı b ir k ısm et bekliyor. Hayırlısı.8
Resim li kâğıtlardan so n ra, ilk ağızda, O nlularla D okuzlular
gelir. O nlularla Dokuzlular, resim siz kâğıtlar içinde önem li oyu n -
8) Bakmayın, Maça kızının adı edebiyata kötü geçmiş. Onun, kendisine yorulan uğursuz kadın,
çok bilmiş dül, yuva yıkan vam p dişi vasıfları ile ilişiği yoktur, iftira, tevatür, hele bizim
klasik Tekel takımlarındaki Maça kızının, İspati kızınınki gibi numaradan değil, gerçekten
m asum yüzüne bakınca, bana büsbütün hak vereceksiniz.
Konçinalar 51
liler asıl değerlerine indirilsin, Beşliler Kızları, D örtlü ler O ğlanları
alabilsin, alay bu ya, icabında b ir kılkuyruk Ü çlü, d ö rt Papazı bir
den sustaya durdurabilsin. Fakat olm uyor beyler. A slard a o küçük
dağları ben y arattım diyen h eyb et, Papazlarda o bü tü n güvenini
sakaldan, asadan, baltadan alan azam et varken, o güdük, o sü m
sük, o boynu bükük K on çin alar on lara bir türlü el kaldıram ıyorlar.
Sinmiş b ir kere içlerine, alışkanlık deyin, çekingenlik deyin, aşağı
lık, d aha doğru su Konçinalık kom pleksi deyin, yapam ıyorlar işte,
ellerinden gelmiyor.
Bunu anladığım gün d en b eri yeni oyunlar aram ak tan , eskileri
ni de o yn am ak tan vazgeçtim . H e r kâğıda eşit d eğer tanıyan biricik
oyun olduğu için şim di yalnız Pasyans açıyoru m .
JtLski bir stilo m u d aha iyi yazar, yenisi m i? N eden kem anın
çok çalınm ışı daha m akbul oluyor? O tom ob ilden anlayanlara so
ru n , size m o to ru n ancak iki yüz-iki yüz elli k ilom etreden so n ra
açıldığını söyleyeceklerdir. İşte tıpkı bunun gibi kadınların da...
Yok, hayır; genç bir kadının p ortresin e bu şekilde başlam ak
pek yakışık alm ayacak. H em b en o tarih te böyle düşünm üş de o la
m am . K adınlar üzerindeki stajı iki-üç k om şu kızını aşm ayan to y
bir delikanlıya otu z beş yaşının objektif görüşlerini m al etm eye
kalkm ak, olsa olsa İstanbul'un fethinde p araşü tçü kıtaların rolünü
araştırm ak kabilinden b ir an ak ron izm ö rn eği olur.
H ikâyeye n erd en g ireceğim i hâlâ k estirem iyoru m . G aliba
yine en iyisi h er şeyi b aşın d an alıp kronolojik sırayı takip etm ek
o lacak .
Efendim , biz o sab ah ü ç ark ad aş A u guste C o m te 'ta n b ah se
diyorduk. Bu kadın yalınayak önü m ü zd en g eçti. Dikkat buyurul
sun: V aka, üniversitenin avlusunda geçiyor. K ad m -erk ek , g e n ç-
ih tiyar y az kursları için gelm iş y ü zlerce taleb en in o rtasın d a b ir
g e n ç kadın iskarpinlerini, ço rap larm ı fırlatm ış, yalınayak, bale
kızları gibi, p arm ak ların ın u cu n a b asa b asa, g ü n eşten kızm ış t a ş
ların ü zerin d e su şıpırtısını an d ıran tatlı b ir ses çık ara çık ara,
d an s e d e r gibi ö n ü m ü zd en geçiyor. Tabii d erh al teşhisi koyduk:
"Y a deli, y a A m erikalı!”
Ablam 5 3
Fakat o, etrafına m etelik bile verm edi. O yuk tabanlarını ve kır
m ızı topuklarını göstere göstere gitti, yem yeşil İngiliz çim i döşeli
tarhların ü zerine oturuverdi.
Bizim h enüz o tarih te ne H en ry ’den hab erim iz vardı, ne de
onunla tutuştukları acayip bahisten... Pansiyon k om şu m L oth ar;
“Kendine baktırm ak için güzel usul d oğru su ” dedi. G özünü
kadının kar beyazı bacaklarından alam ayan M o issen et ise;
“Vöila une fem m e, une vraie femelle”9 diye kötü kötü soludu.
B en kadının suratın a bakakalm ıştım . Tuhaf şey, çok tuhaf...
Ben bu delişm en gözleri, bu havaya kalkık çilli burnu, bu alaycı
ifade ile kapanan b u ram b u ram ihtiraslı dudakları n erde görm ü ş
olabilirim?
G e n ç kadın bacaklarını teklifsizce serin çim lerin üzerine u za
tıp arkadaşlarına seslendi:
“H ello boys, co m e on.”
Ve A m erikalı oldukları h er hallerinden belli, iki kızla ü ç deli
kanlı, avluyu geçip ortadaki çim lere çöm eliverdiler.
A rtık on d an so n ra A uguste C o m te’u kim takar! Sade bizim
değil, avluyu d old u ran bütün talebelerin de, em in im ki o gün için
bütün k on u şm a konusunu bu kadın teşkil etti.
O gün d en so n ra artık h e r hareketini takibe başladık. Neydi,
nenin nesiydi, hangi m illettendi, içinden çıkam ıyorduk. Bir gün
A m erikalılarla düşüp kalktığına bakarak onu A m erikalı sanıyor,
bir başka g ü n P aris aksam ile F ran sızca konuştuğunu görerek te ş
hisim izde yanıldığım ızı anlıyorduk. Ç ok m u güzeldi? Pek evet di
y em eyeceğim . A m a belki de ço k güzeldi. M uhakkak olan bir şey
varsa, herk ese benzem ediği idi.
B en o zam an a k adar insan vücu d un d an çık an radyoaktif şu
alar teorisin i m artaval diye dinlem iştim . Fakat b ir kere onun baş
d ön d ü ren rüzgârıyla sarsıldıktan so n ra, bu teoriye inanm am ak
olam azdı. İn san onun yanından geçerken sıcak b ir rad yatörü n ya
nından g eçm işe dönüyordu. N o rm al h araretin in 3 7 ’nin çok üs
tünde olduğuna kalıbımı basarım .
Ablam 5 5
oğlu’nıın riyasetindeki Türk h eyeti dün akşam M o n trö ’ye hareket
etti.”12
"Bırakın şim di M en em en cioğlu ’nu” diye kestim . “Siz nasıl olu
y o r da...”
“N e nasıl oluyor?”
“Şey... Ö yle ya... Affedin, ne söyleyeceğim i şaşırdım.”
H ayretim d en hoşlanm ış görünüyordu:
“T ürküm dedim am a” dedi. “M azi sigası kullanm ak daha d oğ
ru olacak.”
“Şim di değil m isiniz?”
“Şimdilik Amerikalıyım .”
“Ya so n ra?”
“Kimbilir, so n ra da belki Çinli olurum .”
“Şakadan hoşlanıyorsunuz” dedim .
“Vallahi şaka değil” dedi. “Biz İstanbul’dan çıkalı ta m on iki yıl
oluyor.”
“Peki sebep?”
“A n lasan ıza a can ım , sürüldük işte.” - B u kelimeyi öyle sevimli
söylüyordu k i.-
“Yoksa” diye kekeledim, “yoksa siz Sultanlardan m ısınız?”
Sinirli ve zoraki bir gülüşle güldü. S on ra h er yeni A lm an ca ö ğ
ren en gibi, h enüz bellediği b ir tab ir kullanm anın heves ve acele
siyle;
“G o tt sei dank, n ich t”13 dedi.
“O halde?”
“B ab am m ab eynd e idi. K endi isteğim izle çıktık.”
“N eyse, olan olm uş... Bu Türklükten istifa etm en ize sebep te ş
kil e tm e z ... Siz isteseniz...”
“H ayır” diye kesti. “İstem iyoru m . Bu işe basit b ir tabiiyet ilm ü
hab eri zaviyesinden bakm ak d o ğ ru olm az. Bunun ço k d ah a derin
sebepleri var. Bu daha ziyade b ir bünye, bir yaradılış m eselesi. Bil
m e m anlatabiliyor m uyum ? B e n m uayyen b ir m illetin ferdi olm ak
Ablam 5 7
H oppala, m en çi gûyem , tan b u rem çi gûyet...
“T am yedi senedir g örm ed im onu ” diye içini çekti. “O bizden
daha vatan sever çıktıydı. A n k ara Lisesi’nde okuyor... A dı da sizin-
kine ben zer zaten. Zavallı H alûkçuğum .”
“Bırakın şim di Halûk B ey ’i” dedim . “İnanır m ısınız, ben de sizi
ilk görd ü ğü m günden b eri birisine b en zetiyoru m am a kim e ben
zettiğim i bir türlü çıkaram ıyorum .”
“Sahi m i?” diye doğruldu. “A llah aşkınıza söyleyin. Kim e b en
ziyoru m ?”
“D aha ilk gününden beri sizi çok tan d ır tan ıyorm u şu m hissine
kapıldım. Avluda yalınayak dolaştığınız günden beri.”
“Anladım ” dedi. “Türk olduğum içindir. İnsan kendi m illetin
den birini böyle yüzlerce yaban cı içinde, bazen bakışından, yü rü
yüşünden, ne bileyim ben, ad eta havasından anlayıverir işte... Bir
nevi iniu ition ...”
"H ayır” dedim . “Sade bu değil. Sizi m uayyen bir kim seye b en
zetm ek istiyorum . Sanki evvelce ço k görm ü şü m , g örü şm ü şü z gibi
bir his...”
“Tu h af” dedi. “C idden tuhaf. Yoksa ilk dünyaya geldiğim izde
tanışm ış olm ayalım ? Sahi siz ikinci gelişe inan ır m ısınız?”
H enry, k onuşm am ızdan bir şey anlam adığı için yavan yavan
esniyor ve alenen burnunu karıştırıyordu.
N ihayet dayanam adı:
* “Hello boys, çıksak artık ” dedi. “M an h eim e, N atio n a l T h eat-
re’a gitm eyecek m i idik?”
A blam ı ertesi günü üniversitede yine o m ah u t A m erikalı g ru
bu ile buldum . Sırtında, kendi tabiriyle şık ve s a n b ir ja k et... Ya-
rabbim kim e benziyor bu kadın? Bir ara onların arasın d an koptu
geldi:
“B on jou r H alûk” dedi. “Bakın size Halûk d iyoru m artık. Siz de
bana...”
“Abla diyeceğim ... Peki olu r ablacığım ” dedim . "B iz iki h asret-
zedeyiz zaten. V atan ve kardeş hasretini birbirim izde gideriyoruz.
H angi d erse gireceksiniz?”
Ablam $ 9
hal ile d e rt anlattık. Kapı açık kalm ak şartıyla y a rım saatlik b ir m i
safirliğe lütfen rıza gösterdi. Yukarı çıktık. K utuyu çıkardım . Bal-
rengi gözlerini açarak dikkatle baktı baktı. S o n ra aynanın karşısı
na gidip kendine baktı. “H ayret” diyordu. “C id d en h ayret. Bu ka
d ar olur yani.”
İkide bir, yüz kiloluk bir ikaz sem bolü gibi d ışarda dolaşıp du
ran, gelip gelip kapıdan içerisini gözetleyen p an siyon cu karıya boş
vererek biraz daha oturduk. A ile resim lerini, İstanbul gazetelerini
karıştırdık, ayrılırken;
“D em ek böyle jeune h o m m e” diyordu. “D em ek bilm eyerek ta -
nışıyorm uşuz.”
A blam ertesi gün, ilk plan g ereğin ce Berlin’e h arek et etse de,
iş burada tadın d a bitse ya... Hayır... O lacağı v arm ış işte... Register
M ark14 m eselesi yüzünden bankanın havaleyi o n gün geciktirm esi
kaderde yazılı im iş...
Bu aksilik çık m asa idi o nu n la olan sam im iyetim iz -ilk p eşrev
ler bir y a n a - abla-kardeş sınırlarım asla aşm ayan n orm al bir se
yir takip etm iş olacaktı. Fakat dediğim gibi, işe şey tan ın karışm a
sı m ukadderm iş. Şu da v ar ki, bunda tesadüflerin olduğu kadar,
H en ry ’nin de kusuru oldu. Bakınız neden: B en o gün e kadar bir
takım d ü rü st düşüncelerle ablam ı b ir kere olsun otelinde ziyaret
etm iş değildim . O gece sin em a dönüşü şöyle b ir hatırını sorm ak
isteyişim tam am en rasgele oldu. Ben H enry'nin o ra d a olm adığı
nı katiyen bilm iyordum . H atta onların birbirine geçilen odalarda
yattıklarından da h ab erim yoktu. N ihayet aym ailedendirler, orası
bizi ilgilendirm ez.
A blam beni tiril tiril bir k im on o ile karşıladı. B ü tü n elektrikle
ri sön d ü rm ü ş, yalnız başucundaki abajuru açık b ırakm ıştı. Eşikte
duraladığım ı g örü n ce;
“G irin içeri” dedi. “H en ry nereye gitti biliyor m usunuz? Kırk
yıl düşünseniz aklınıza gelez: V öm itorium ’a ,15 ev et V om itorium ’a.
14) Almanya'da bloke edilen ecnebi sermayeye mukabil turistlere verilen ucuz mark.
15) Tarihi kusma mahalli.
Ablam 61
den ağlıyordu. Bütün rim ellerini silip g ötü ren b ir gözyaşı sağana
ğı içinde;
“N eden yaptınız bunu çılgın ço cu k ?” diye inledi. “Gidin b u ra
dan, h em en , derhal. G idin diyorum size.”
Ben sersem , ben budala, ben m ankafa işte an cak o zam an an
layabildim ki, onun indinde, hiç, am a hiçbir vakit, ben, ben ola
m am ışım . B en onun gözünde sad ece ve sadece kardeşiyim . H a
lûk’um , H alûk’u h atırlatan bir sem bolden, boş bir kalıptan fazla
bir şey değilim . İçim d e tu h af bir eziklik duyuyordum . Bir çöküntü,
bir boşluk... K oşup koşup da tren i kaçırm ış olanların u tan çla ka
rışıp o acayip öfkesi.
Ö erhal kapıyı vurup çıkm akla, kalıp onu yatıştırm ak şıkları
arasında b ocalark en H enry çıkageldi. Kendini bilm eyecek kadar
içm işti. V om itorium ’d a boşaltam adıklarının gerisini küvette ta
m am ladı. S on ra elbise ile gitti, ablam ın yatağında sızdı. Bana da
kös kös pansiyonun yolunu tu tm ak düştü.
Biz T ü rk ler bu h u su slard a h iç de realist o lam ıy o ru z v esse
lam . L ü zu m su z b ir o n u r d u ygu m u z var, elim izi k olu m u zu b ağ
lıyor. H albuki ısrar edeb ilird im , ısra r e d e r m uvaffak d a olabilir
dim . Fak at d ed im y a, serd e toylu k vard ı. F ırsatları k açırm ak ve
k açan fırsatların ark asın d an h ayıflan m ak o y aşların icap ların -
dandır.
A blam ı so n hafta içinde b ir kere olsun aram ad ım . Bu zam an
içinde yeni yeni ahbaplar edindiğini, h atta M o issen et ile dahi tan ı
şıp sam im iyeti pek ileri götü rd üğü n ü b izzat bu hergelenin ağzın
d an ö ğren d im . Sözün kısası, giderayak işi o d erece cıvıttı, kepaze
liği o m e rteb e açığa döktü ki, yaptıklarından sanki sahici ablam
m ış gibi b en u tan m ay a başladım . İlk zam an lar bizi b erab er görüp
de m analı m an alı göz kırpm ış olanların şim di y üzü n e bakam az
olm u ştu m . H ele, Türk olm adıkları, kardeşini de hatırlatm adıkları
için, en fazla m üsaadeye m azh ar devlet m uam elesi g ö ren o itoğlu
itleri elim e g eçirsem b ir kaşık suda b oğacak tım . H ani m ahalleniz
den bir kıza, başka m ahallenin oğlanları dad an ır d a nasıl bir h o-
rozlaşır, m ara z a ararsınız, öyle b ir hal.
Ablam 6 3
ATATÜRK GALATASARAY’DA
Atatürk Galatasaray'da 6 5
Kafile b ir an duraladt. S o n ra sınıfın kapısı ardına k adar a çı
larak önde A tatürk, arkasında m u tat zevat içeri girdiler. O anda
k om uta alm ış bir bölük asker gibi rap diye ayağa kalkıp dim dik
h azır ol vaziyetinde durduk. - O yaştaki ço cu k lar böyle askerce
hareketlere ne kadar te şn e d irle r.- Biz rap diye kalkınca, son rad an
büyük m evki sahibi olan arkadaşım ızın kucağındaki kitap d a p at
diye y ere düşüverdi. Ç o cu ğ u n yüzü ibik gibi kızardı. Bereket, o te
laşta kim se işin farkına varm ad ı.
A tatü rk bize “O tu ru n ” dedi. Yok, hayır bize değil de h o cam ıza
"O tu rsu n lar efendim” dedi. H o c a da bize dönüp, “O tu ru n ” dedi.
Biz de oturduk. H o cam ız şim di, öyle pek aşırı değil, ta m k ara
rında eğilm iş, efendi efendi kendini tanıtıyordu:
“Bendeniz M alum atı Vataniye muallimi H...”
H albuki rahm etli aynı zam an d a İstanbul’un M aarif M üdürü
de olurdu. Niye M aarif M ü d ü rü olduğunu söylem edi de kendini
sad ece M alum atı Vataniye M uallim i olarak eksik tanıttı diye d o ğ
ru su h ayret ettik. M aarif M ü d ü rü olduğunu söylese herhalde A ta
türk kendisini daha bir m ühim serdi. H er neyse...
A tatü rk , hocaya;
“D ersi kitaptan m ı takip ediyorlar, yoksa tak rird en m i?” diye
sordu.
M ü d ü rle h o c a ikisi birden;
“K itaptan” diye atıldılar. Ve A tatü rk ’e “H angi kitaptan” diye
so rm ay a vakit bırakm adan, tetik te bekleyen sınıfın birincisi 1 4 0
M ah m u t Efen d id en , bir h afta evvel sınıflara dağıtılan ve sayfaları
bile d o ğ ru d ü rü st açılm am ış Â fet H anım ’ın m ah u t kitabını istedi
ler. A tatü rk , uzatılan kitabm kabına şöyle b ir göz atıp, “Ç ok güzel”
buyurdular.
T an rı korusun, birim ize, kitaptan rasgele b ir şey soracak olsa,
yandığım ız gündü. B ereket sorm ad ı. Z aten d u ru m u n vaham etin i
sezen m ü d ü rle h o ca , işi gürültüye boğm ak için A tatü rk ’e m ü fre
d at p ro g ram m a ilişkin b ir şeyler anlatm aya başladılar.
A tatü rk ’e bakıyorum , resim lerinde sık sık görd ü ğü m ü z p o z
ların d an birinde: Sol elinin iki parm ağın ı ü st yelek cebine takm ış,
Atatürk Galatasaray'da 6 7
m , içlerinden birinin kucağındaki kitabı dü şü rü p kulaklarına ka
d ar kızaracağını, kendisine, sayfaları bile açılm am ış b ir kitabın,
işte bu okutuluyor, diye yutturulm ak isteneceğini, d aha sabah
leyin, buraya gelm eden, sarayın m erdivenlerini inerken bilmek
te idi. Böyle b ir insanın hayatında hiçbir sü rp riz olam azdı beyler.
Yaşam ak, onu n için sad ece, tahm inlerinin d oğ ru çıkışını idrak e t
m ek dem ekti.
Evet, h e r şeyi, kim in h angi d u ru m d a n e söyleyeceğini evvel
den biliyor, yine de işte, ayıp olm asın diye, âd et yerini bulsun diye,
karşısındakini dinler görü n ü yord u . A m a ne yapsa, ne etse, bu an
lattığım ifadeyi yüzünden silem iyordu. Şim di m ü d ü rü dinlerken
de bu gözler, bu biraz b ezgin ce çatılm ış g ü r kaşlar ve hele bu, alay
cı bir kıvrım ı güç zap t ed er hissini veren, in ce dudaklar;
"Anlat bakalım küçük ad am ” d er gibiydiler. “Sen bana m ü fre
d at p ro gram ın a dair bir şeyler anlatıyorsun am a b en senin sesin
den, sözlerinden nasıl b ir ad am olduğunu, h angi sem tte otu rd u
ğunu, K âtip Çelebi'yi, tu ru n cu rengi, fasulye pilakisini, nargileyi
sevip sevm ediğini, kahveyi o rta şekerli m i yok sa sade m i içtiğini
anlayabilirim.”
E vet, ço cu k kafam ın o n u n hakkındaki ilk teşhisi işte bu oldu.
B u rad a şöyle b ir sual akla gelebilir: Peki, m ad em ki A tatü rk
h e r baktığı insanın ciğerin i dahi okuyordu, nasıl olup da etrafını
saran m id eci dalkavukların ikiyüzlülüğünü anlayam ıyordu?
B u soru n u n cevabı zihnim i sonraları da b ir hayli kurcalayıp
du rm u ştu r. B an a kalırsa, A tatü rk , hiçbir zam an onların oyununa
kanm ış d eğ ild i B en ce, o n lara bile bile yüz verm esin in tek sebebi,
ev et tek sebebi... sad ece biraz gülüp eğlenm ek ihtiyacından ileri
geliyordu. Z ira dünyada h içb ir şey, karşısındakini kandırdığını sa
n an b ir budalanın sevinci k ad ar kom ik değildir.
Bu, acizan e, b endenizin bulduğu, uydurduğu b ir izah şekli.
B eğen m eyen kabul etm ez.
A tatü rk , böyle m ü d ü rle, hocayla konuşurken m aiyetindeki
m u ta t zev at d a em ir kulları gibi hareketsiz d u rm am ış olm ak, b a ş
larına buyruk kişiler olduklarını gösterm ek ister gibi harekete g e ç
Atatürk Galatasaray'da 6 9
da bile y azılıd ır.- Tabii içeri girm iş. H ocaya ö ğren cilerd en birini
kaldırm asını söylem iş. H o ca d a tabii sınıfın birincisini kaldırmış.
O na rağm en ço cu k bir şaşırsın, bir bocalasın. İki m eçhullü basit
bir d iscu ssioriun içine dalm ış, çıkam az da çık am azm ış: “M ad em
x , y ’den büyüktür” dem iş. “O halde y, x ’ten küçüktür.”
M . Dellou;
“Voyons, M onsieu r Bülent” dem iş. “Voyons, voyons. II ne s’a-
git pas de ça . Tenez: Si x tend vers zero, y ten d ra vers l’infini. N 'est-
ce p as?”
A m a ço cu k h iç oralı o lm azm ış. Bir kere bozuk plak gibi takıldı
ya, d ön er d ön er bildiğini okurm uş:
S ix > y
alors y < x
D edim ya, rahm etli anlayışlı adam dı. B akm ış, bunlardan bir iş
çıkacağı yok, ısrar etse, “D u ru n yahu, bu ne b içim discussion? Al
şu tebeşiri eline oğlum , yaz bakalım ” diye işe k arışacak olsa, h o ca
ile talebe o rad a ortak laşa, Einstein’mkilere taş çık artan çok d ah a
acayip form üller yum urtlayacaklar. U sulca o rad an ayrılmış. D oğ
ru büyük resim salonuna. R esim salonunda, resim h ocası ortay a
bir arab a m odeli koym uş, ço cu k lara resim y aptırırm ış. Tarih ki
tapları A tatü rk ’ün resm e m erakı olup olm adığını pek yazm ıyorlar
am a, h erhalde yine m eraklı olm alı ki, bir b ir talebelerin yaptığı
resim lere bakm ış. S on ra o rad an d a ayrılm ış. Ç o cu k lar anlatıyor;
o çıktıktan so n ra resim h ocasın a bir hal olm u ş; o rd a n o raya gi
der, "M aru zatım vardı, bak görd ü n m ü, söyleyem edim işte” diye,
kendi kendine dövünür d u ru rm u ş. M eğer m aarif h izm etine gireli
otu z altı yılı doldurduğu halde bir tarih yanlışı dolayısıyla h izm et
süresi vekâletteki künyesinde otu z ü ç sene olarak görünüyor, bun
dan ö tü rü de em sali bir ü st d erece m aaş aldığı halde zavallı re
sim h o cam ız m ağd ur d u ru m a düşm üş bulunuyorm uş. A tatü rk ’ün
m ektebe geleceğini duydu ya, kendi kendine tasarla r du ru rm u ş:
“Paşa H azretleri sınıfımı teşrif buyururlarsa, bir punduna getirip
d u ru m u m u açayım ” diye. İhtim al k aç gece yatağında uzun uzun
düşünm üş, “ilkin şöyle girişirim , arkasını şöyle getiririm ” diye uy
19) Atatürk'ün kahve içtiği fincanı müdür, hemen o gün yıkatıp Galatasaray müzesine kaldırttı
idi. Bir sonraki müdür, daha akıllı davranmış. Atatürk ikinci defa mektebe geldiğinde, fin
canını yıkatmadan müzeye koydurmuş. Biri telveli, öbürü yıkanmış bu iki fincan öyle sanı
yorum ki hâlâ müzededirler.
20) Sonra çoğaltılıp bütün sınıflara dağıtılan "Galatasaray’a" ithafiyeli bir portre, bugün de
mektebin bütün odalarını süsler.
Atatürk Galatasaray'da 71
açılm ış cü m le kapısına d oğ ru y ü rüm eye başladık. A tatürk, yüzü
nü d ah a iyi görebilm ek için y en g eç gibi y am p iri yam piri h atta g e
risin geri yürüyen bir sürü ço cu ğ u n arasında, iki eli ceketinin iki
yan cebinde, gururlu ve gülü m ser ilerliyordu.
Büyük kapının önüne bin lerce m eraklı birikm işti. El ele ver
m iş polisler kaldırım lardan taşan halk kitlesini z o r zaptediyorlar-
dı. K arşı ap artım an ların h e r b ir penceresin d e, b en diyeyim on, siz
deyin y irm i baş.
A tatü rk g örü n ü n ce bir alkıştır koptu. Aklım ıza gelm iş gibi biz
de on lara uyduk. A tatü rk bu alkışlar arasm d a otom obiline bindi.
O tom ob il, m otosikletli polislerin ortasın d a harekete geçti. Kendi
lerine güçlükle yol açan m u tat zevat da onun peşi sıra otom obille
riyle uzaklaştılar. Bizlere de tırıs tırıs geri dön m ek düştü.
A k şam , etü tte yoklam a yapılınca, o kargaşalıkta iki açıkgöz
arkadaşım ızın neharilere karışıp m ek tepten kaçtıkları anlaşıldı.
G eçm iş zam an , kendilerine idarece bir ceza verildi m i idi, pek h a
tırlam ıyoru m . Galiba, bu tarih i günün yüzüsuyu hü rm etin e, B e-
yoğlu'nda sü rtü p durdukları yanlarına kâr kaldı idi.
E, artık o kadar d a olm asın m ı?
Fasarya 9 3
plonjonları vardı. En tutu lm az penaltıları çek er a m a bazen de b a
karsın b acak arasın d an en olm ayacak golleri yerdi. Bekler: N e ca
ti, Küçük N uri. H aflar: Fasarya, Büyük N uri, ben. Forlar: H ikm et,
Iska Fethi, E rcü m en t, A sım , Niko.
B en im gözüm açıklarda idi. Sağ veya sol, hangisi olursa. A m a
neylersiniz ki sağaçık H ik m et takım ın en iyi oyu n cu su idi. Solaçık
Niko’ya gelince, o, onun klasında değildi am a ço k inatçı bir oğlan
dı. “Ben solaçık otu razayim ” diye tutturur, taş çatlasa başka yerde
oynam azdı. Takım kaptanı E rcü m en t de o n u tuttu ğu n d an bana
yine kılkuyruk haflık kalırdı.
Takım kaptanım ız E rcü m en t m ebus oğlu idi. Toplarla fo rm a
ların parasını o veriyordu. O nu n için kim se on u n sözünden çıka
m azdı. İlle san trfor durur, d u rdurm ayacak olu rlarsa topunu for
m alarını alıp giderdi. Kaptanlığı da kim seye bırakm ıyordu. A slın
da gerek ustalık gerek eskilik bakım ından kaptanlık bal gibi sant-
rh a f Büyük N uri’nin hakkı idi. A m a dedim ya; top la form alar m e
selesi.
E rcü m en t koleje gidiyordu. Ç ok fiyakacı b ir oğlandı. Yazı tu ra
atılacağı zam an karşı ta ra f kaptanı ile b ir el sıkışm ası vardı, eh gö
rülm eye değerdi. Sanırsınız Zeki Rıza y ah u t A slan N ihat. Z aten
lig m açların d a sımsıkı o n lara dikkat eder, sahaya çıkışlarından
fotin bağlayışlarına, pas verişlerinden şu t atışların a kadar bütü n
jestlerini bir bir beller, so n ra gelir m ahalle alanında aym sm ı bize
satardı.
E rcü m e n t’in bütün futbol d onatım ı tam am d ı. Takım o yu n cu
larını bu bakım dan ü çe ayırm ak m üm kündü. Kim inin hiçbir şeyi
yoktu. M esela A n d on , K üçük N uri, F asarya... Bunlar h er günkü
ayakkabıları ve iç donlarının yahu t m ayolarının üzerine geçirdik
leri form alarıyla oynarlardı. H atta Fasarya oyun kızıştı m ı kundu
ralarını atar, yalınayak oynardı. Yalınayak oyn ayın ca daha iyi oy
nuyordu. O nd an so n ra yarı donatm alılar gelirdi. Yani futbol ayak
kabılarını takım ın çıkarı için arkadaşları ile paylaşanlar. Bu şekilde
bütün sağ kanat oyu n cu ları sağ ayaklarında futbol ayakkabıları,
sol ayaklarında adi pabuçlar; sol kanattakiler ise sol ayakları futbol
Fasarya 9 5
Fasarya h er boyaya boyanıp çıktı dem iştik ya, bir ara C ad de
b ostan G azinosu’nda garsonluk bile etti. A n cak , onurunu oldum
bittim pek yüksek tutm aya alışık olduğundan garsonlukla h iç m i
hiç bağdaşam adı. Yanındaki kıza afi yapm ak için onun önüne, di
lenciye sadaka v erir gibi bahşiş fırlatan bir züppeyi, bıraksalar öl
dürecekti. Tabii, ertesi gün işinden oldu. İşinden olu n ca, o da gitti,
askere yazıldı.
K üçüklüğünden beri bütün hevesi bahriyede idi. Sandalcılıktan
tanıdığı bir L az oğlan buna akıl öğretm iş: “Z an aatın ı sordukların
da ‘c e t be c e t kayıkçıyız’ dersin” dem iş. G erçek ten de, “Kayıkçı
yım ” deyince, Fasarya’yı deniz hizm etine ayırdılar.
ilk haftası b ayram ço cu ğ u gibi, ü n iform aların ı giym iş geldi.
A rtık aynalarda, p en cere cam ların d a, belli etm ed en hep kendini
seyrediyor. İkide bir siyah fiyongunu düzeltm eler, eğilip kalkıp
bol p açaların ın tozunu süpürm eler, elbisesinin leke tu tan yerleri
ni tükürükleyip kolunun yeni ile bir tem izlem eler. Kendisini ta
ram a b otların d an birine verm işler. Sevin cin d en u çacak fakir. N e
k adar da teşn e im iş askerliğe. İki ay so n ra Ege m an ev raları b a ş
layınca, sanki sahici savaşa gidiyorm uş gibi, m ahalle yaşlılarının
ellerini öpüp dualarını alarak , kendi yaşıtları ile de sarılıp helal-
laşarak gitti.
M an evralar bittikten so n ra, bir pazar, b ir de bakıyoruz, F asar
ya çıkageldi. O pek sevdiği bahriye elbiselerini çıkarm ış, yerine
kendine biraz bol gelen, bol geldiği için de o n u büsbütün şapşal
g österen açık renk bir k ostü m giymiş. Sırtında tiril tiril sadakor
göm lek, boynunda dallı çiçekli bobstil k ravat, sağ yakasında bir
m enekşe, solunda bir Fen er rozeti. Tut gülm eni tutabilirsen.
E n sabırsızım ız b aytar Vakkas B ey ’m iş:
“U lan, bu ne hal bu, cu m artesi kibarı gibi?”
A n lattı: G em id e bir te ğ m e n v arm ış. Bunu çağırıyor. “Bak K â
zım E fen d i” diyor. “Şu b o tta bu k ad ar er var, içlerin d e g özü m b ir
seni tu ttu . Seni em ir eri olarak teyzem in y an m a g ö n d ereceğ im .
Yaz kış B o sta n cı’da otu ru rlar. Y an larınd a şöyle güvenilecek b ir
erkek lazım . H izm etçid en aşçıd an san a iş d ü şm ey ecek bile. Ü s-
Fasarya 9 7
bunları o hergeleye karşı koruyacakm ışım . -C e b in d e n g ıcır g ıcır
bir W a lter ç ık a rd ı- Bunu d a teğ m en verdi” dedi. “D okuz m ilim et
re am a inzibatların kullandığı Kırıkkale tipi zan n etm e ha, A lm an
m alı, hakiki Walter.”
H iç u n u tm am , karpuz m evsim i idi. Kelek bir karpuz alıp o n
adım ö tey e koyduk, nişan talim i yaptık. B en ü ç kurşundan birini
v u rdu m . Fasarya hiçbirini vuram ad ı.
“T am m uhafız yapacak adam ı bulm uşlar” dedim . “Sana güve
nenin aklına şaşayım.”
D edim am a ağzım dan çıktıktan son ra anladım ki, bunu söyle
diğim e iyi etm ed im . O ğlan g ö sterm ese bile, belli ki fena korkuyor.
Erkeklik belası, işi b ir k ere ü stü n e alm ış. D ön em ez de artık . B ir de
m aneviyatını kırm anın âlem i v a r m ı?
Ö b ü r hafta m ahalleye geldiğinde yüzü gülüyordu:
“B en sana bir şey söyleyeyim m i ağabey?” dedi. “M artaval bü
tü n bu m esele. Bak göreceksin. B ir kerem öld ü recek adam , öldü
receğ im diye c a r t c a r t ö tm ez, sıkı ise gelir öldürür. B enim anladı
ğım , h erif bunlardan p ara sızdırm ak için yapıyor.”
“O rası pek belli o lm az” dedim . “Sen yine tetik te bulun.”
G üzid e H anım da öyle sü rtü k , öyle keyfîne, eğlencesine m e c
b u r b ir kadın ki, tehdide rağ m en gideceği yerlerin hiçbirinden kal
dığı yok. Bugün Ç am lıca, y arın G öksu, ö b ü r gün Hünkâr, d aha
ö b ü r gün bilm em neresi. Şoförü n yanm da, silahı dolu Fasarya var
ya, gönlü rahat.
Vukuatsız g eçen h er haftadan so n ra Fasarya biraz daha kaba
dayılaşıyordu. D örd ü n cü h afta son u n da, afra tafra, bir geliş geldi
ki, tanıyam adık. Başı o m u zları içine göm ülü, H um ph rey B o g art-
vari b ir acayip yürüyüşler, iki d e bir kılıfından çıkardığı tab an cası
nı tek elinde afili afili döndürüşler... D eğm e dedektif olup çıkm ış
oğlan.
O ara, bir iş için H atay ’a gönderildiğim den, olayların akışını
takip ed em ed im .
D ön d ü ğü m d e gün lerd en cu m a idi. -F a s a ry a ’nın izin g ü n ü .-
Fasarya görü n m ed i. Kahveye çıkıp sord u m . Yüzü m e baktılar.
Fasarya 9 9
leşin, n e hali varsa görsün. Ya pisi pisine geberip gitseydin? Senin
de an an var, o na acım adın m ı?”
“Ayıp ettin ağabey” diyor. “Ayağını öp eyim konuşm a böyle.
B an a b u n un için m i ekm ek yedirm işler? B en vazifem i yaptım . Ben
helal sü t em m iş ad am ım ağabey.”
Fasarya, helal süt em m iş olm anın cezasını K asım paşa D eniz
H astan esi’nde ta m üç buçuk ay çekti. G üzide H anım ’la N on o ş ilk
zam an lar sadık fedailerini sık sık gelip yokladılar. Yokladılar d e
diysek, ördek m uhabbeti gibi, sad ece, vah vah vah. A rad a galiba
yalnız b ir defa on u n çok sevdiği cıg ara böreğin den getirm eyi akıl
ettiler. S on ra son ra ziyaretler seyrekleşti. G itgide büsbütün tav
sadı. Bir-iki kere şoförü yolladılar. Sonra kim se Fasarya’yı arayıp
so rm a z oldu. G üzide H anım 'ın yeğeni artık kodesi boyladığından
m uhafıza d a lüzum kalm am ıştı. T optan bir ü ç y üz lira vererek h e
sabı kapadılar. Fasarya’nın, G üzide H anım ’ın m u h afızlığından ka
zanıp kazanacağı, o rd a kaldığı ü ç ay içinde yediği güzel yemekler,
İstanbul’un m esire yerlerin e otom obille yaptığı bedava g ezm eler
ve bir de, h er istediği yana çevirem ediği, an cak birtakım sayılı h a
rek etler yaptırabildiği çolak b ir sol kol oldu.
B ari fedakârlığı da b ir işe y arasa, teğm en e bile yaram ad ı. Z aten
teğ m en d e G üzide H anım ’a y aran am am ıştı. A nlaşılan o n a, sırf b e
lalı yeğenin şerrin d en sığınm ış bulunuyorlardı. Bu tehlike o rtad an
kalkınca, teğm en e yüz v erm ez oldular. A slında N o n o ş n e z a m a n
dır Ayvalıklı b ir zeytinyağ tü cca rm ın oğlu ile sevişir d u ru rm u ş.
Zeytinyağ tü ccarın ın oğlu d a teğ m en k adar h atta ondan daha ya
kışıklı idi. A z buçuk Glen F o rd ’u da andırıyordu. Üstelik, kırm ızı
bir Rolls R oyce’u, bir de M o d a D eniz Kulübü’ndekilerin eşi, son
m od el C rist C raft’ı vardı. Ve nihayet iş üniform aya binerse, o da
yedek subaylığını Heybeli D eniz Koleji’nde yapm ıştı. N etice, N o
n oş Ayvalıklı tü ccarın oğlu na k açtı. Teğm ene de hava alm ak d ü ş
tü. O lağan işler...
F asary a kolundan ö tü rü terh isin e altı ay kala çü rü ğ e çıkarılınca,
n e yap acağım şaşırdı. Ç olak kolla yük taşıyam az, kundura boyaya-
m a z , biletçilik, sandalcılık edem ezdi.
Fasarya 101
Fasarya’ya hem en bir g ece bekçiliği verdiler. Ayda yüz o n kâ
ğıt. D aha ne ister.
Gelip bunları anlatınca, kahvedekiler, “V urdun yine uğursuz”
diye oğlana takıldılar. Bazı kim se saadetinin asıl farkına, başkala
rının gıptasından son ra varıyor. Bizim Fasarya da bu soydan. H ele
m aran goz Halil’in gözünü de denem iş. N azara gelm em ek için
kendi kendine okuyup üflüyor, nerde tah ta g ö rü rse tak tak v u ru
yor. B ir tütsülenm ediği kaldı.
A m a n e yapsa nafile, aym a kalm adan eli b öğrü n d e çıkagelm ez
m i? “Senin o gök gözün v a r m ı yok m u ?” diye kabahati Halil'e bu
luyor.
A tılışının sebebi g ö rü n ü şte b ir iftira. U stab aşı ço k ustalıkla
a p arttığı u n la şekeri fab rikadan çık aram am ış, sakladığı y erd e
g ö rü lü n ce de işi Fasarya’n ın ü zerin e atıverm iş. A m a asıl sebebi
bu değil. B ir kere sözü n e in an salar ustabaşıyı n ed en işinden a t
sınlar. P atro n , Fasarya’n m su çsu z olduğunu an lam ış, anlam ış ya,
o sırad a teğ m en kızıyla b ozu şu p gittiğinden, h ın cın ı on u n ad a
m ın dan alm aya kalkm ış. B irin in ad am ı olm an ın işte bazen b öy
le k ötü ta rafları d a oluyor. D ediğim gibi F asary acık elinde yirm i
ü ç kâğıt, süklüm püklüm çıkageldi. M evsim k apanm ış, artık lig
m açları d a yok ki teğ m en e trib o n d a rastlasın . R astlaşa da, ken
di m u h ta cı h im m et b ir d ed e... O lm aya ki yeni b ir fab rik atör kızı
yakalam ış olsun.
Fasarya 1 0 3
“O rası kolay, can ım . B en im an am on u n d a anası. A m a daha
bir karşı karşıya görüşem edik ki şöyle. Yalnız sokağa bilem bırak-
m ıyorlarm ış.”
“Şim di k aç g ö ç kaldı m ı ya?”
“Kalm asın. M ad em on lar eski usul üzerine h areket ediyorlar,
an am yarın gidip görecek. O biyenirse benim de kabulüm.”
A nladım ki, Fasarya kim olsa alm aya razı. Değil m i ki kız bir
kere bunu biyenm iş, ö m rü n d e ilk defa karşısına, Fasarya'yı candan
beğenen, o na inanan, hayatını onunla paylaşm aya razı bir kadın çı
kıyordu. B ir kadm tarafından beğenilm ek... A m a çirkin, am a uyuz,
am a ucube, zarar yok. Beğenilm ek. Bu, ne büyük kelim edir farkında
mısınız beyler! Fasarya hep önüne bakıyor, sevincini gösterm em e
ye çalışıyor, gösterm ediğini sanıyor am a belli ki b ir zilleri eksik.
Ayıplanm az da. H angim iz öyle değiliz? Sabahleyin bir dişi ağızdan
çıkm ış ü ç kelimelik bir pöh p öh cüm lesi, ondan so n ra tu t bizi tu ta
bilirsen. K o ca öküzler, bütün bir gün kendim izden, dünyadan, in
sanlardan m em nunuzdur artık. Ü ç kelimelik b ir p ö h pöh cüm lesi,
tam am ... Troya m uharebesi bundan çıktı. C üm le harplerin sebebi
bu. Bütün cinayetler bundan işleniyor. H ayat pahalı ise bundandır.
K araborsanın sebebi bu. M üteahhidin çü rü k tuğla kullanışı, m e
m u ru n zim m etin e p ara geçirişi, partilerin tartışm ası, gazetecilerin
çekişm esi, A h m et’le M ehm et'in takışması, Ali’nin Veli'yi yerinden,
ağabeyin kardeşi evinden edişi hep bundan.
“Hayırlı olun, Fasarya” dedim . “İnşallah m esu t olursun.”
“Sağ ol ağabey” dedi. “D an sı başına.”
O hafta anası gitm iş, kızı beğenm iş. G erçi yaşı F asary ad an bi
raz büyükçe im iş am a, “Pekâlâ” diyorm uş. "K ıvrak, eteği belinde,
yüzüne bakılm ayacak gibi çirk in de değil.”
M ahallenin isteği ile, kız tarafı, nişanı Feyzullah’ın kahvesinde
yapm aya razı oldu. H uriser’in hanım ları zengin filan am a, alçak
gönüllü insanlar. Kızın hatırı olsun diye nişana cü m b ü r cem aat
katıldılar. A rtık dünyalar Fasarya’nm ...
N e de sevdirm iş herkese kendini... N işanın şerefine kasap Şa
ban bile zeybeğe kalktı. Kasap Şaban ki, kendi çocu k larının sün
Fasarya 1 0 5
sarya da içlerinde tabii. Bir kere nişanlısı A cıb ad em ’de oturuyor.
Sonra m alu m a, serde itfaiyecilik de var. Yangın yeri bir m ahşer.
Söndürm e ekipleri zam anında yetişm iş am a alev alm ış yürüm üş,
kam panalar, düdükler, gecen in içinde bağrışıp çağrışanlar, h ar har
karanlığı yalayıp d u ran şey tan dili gibi alevler, yandıkça çatırd a
yan, so n ra kopup yıkılan ihtiyar kaplamalar. Evdekilerin hepsi ilk
ağızda dışarı uğram ışlar. H uriser neden so n ra akıllarına geliyor.
K ızcağızın uykusu ağır olduğundan başm d a to p atsalar uyanm az-
m ış. O ilk v artad a h içb ir şeyin farkına v arm am ış olacak ki, şimdi
evde kapalı kalm ış. L am ı cim i yok, diri diri yanacak . C iğerparesi,
bir tanesi içerd e alevler içinde ca n verirken F asary a buna seyir
ci m i kalacak. K ord on u y arm ası ile eve d oğru seğirtm esi bir olu
yor. “Y apm a, etm e, eylem e. Ev yıkıldı, yıkılıyor...” K im dinler! Fa-
sarya'yı, polisi itip o y engeç bacakları ile erkek erkek eve ilerlerken
g örü r gibi oluyorum . D oğru m erdivenlere saldırm ış. B oğu cu bir
dum anla p en çeleşe p ençeleşe kendini ilk katın sofasına atm ış. Yan
odalardan birinden b ir ço cu k ağlam ası:
“A nne, an n eciğim , uyansana anneciğim yam yoruz.”
Fasarya sesin geldiği kapıya bir tekm e atıp içeriye dalıyor ki,
ne görsün. H uriser hâlâ h oru l h orul uyum akta. Yanı başında da ü ç
yaşlarında bir kız ço cu k onu çekiştirip duruyor. Fasarya ana-kızı
böyle g ö rü n ce şaşkınlığından yangını filan u n u tm u ş. B ereket itfa
iye kom utan ı dışardan;
“M erd iven yıkıldı, çab u k p en cered en atlayın” diye b ağırır
d u ru rm u ş. F asary a aklını b aşın a topluyor. Ç o ğ u arkadaşı olan it
faiye erleri aşağıda b ez g erm iş bek lerlerm iş. Evvela küçük kızı
atıyor. A rk asın d an hâlâ açılam am ış, sersem sepeltek H uriser'i
atlatıyor. E n so n ra d a kendi atlıyor. A şağıd a alkış, sevinç, kıya
m e t... G en çler, ço cu k lar, g ün ü n k ah ram an ın a çılgın ca tezah ü rat
yapıyorlar.
H anım ları hayatlarından üm idi kestikleri H u riser’le kızm a ka
vuşm anın sevinci içinde... Yalanlarının o rtay a çıkışının bile far
kında değiller. A m a F asary ad a su rat bir karış. Kalabalığı yarıp ka
ranlığın içinde kayboluveriyor.
Fasarya 107
Fasaryacığım . Yo istağfurullah d em e, bu böyle, sen ne kadar fa
sarya isen b en de o kadar fasaryayım . O lsa olsa senin fasaryalığm
küçük harfle yazılır, benim ki belki büyük harfle. E m in ol, farkımız
bu kadar.”
K aşlarını kaldırm ış, şaka m ı ediyorum diye bakıyordu:
“Sen n ed en fasarya oluyorm uşsun ağabey?” dedi. “Sen neden
b ana benzeyecekm işsin? Bugüne bugün bir efendi evladısın sen.”
“D u r dinle bak” dedim . “Sen aval gibi G üzide H am m ’la N o-
noş'a atılan kurşunlara siper olup yaralandın. B en budala, üstelik
senin gibi aylıklı m uhafız da olm adığım , bu y üzd en ekm ek de ye
m ediğim halde, d ost sandığım kim selere atılan başka türlü kur
şunlara siper olup, başka türlü am a senden ağır yaralandım . Yalan
mı?”
“D oğru ” dedi. Ben im h esabım a üzgün, başım ön ü n e eğdi. - S a ğ
olsun ço k d a yufka yüreklidir.-
“Sonra” dedim . “Sevgilinin, ço cu k lu olduğunu anlam an, yala
nını tu tm an için, senin A m erik an filmlerindeki gibi, yanan bir eve
tırm anıp alevlerle p en çeleşm en gerekiyorm uş. B en halbuki, sevgi
limin yalanlarını ve iki - k a ç iki, d ö rt, beş, sekiz, o n - yüzlülüğünü
yattığım yerden, yahut bir çay m asası başından kolayca yakalayı-
verirdim.”
Fasarya, “A llah karı m illetinin cezasını versin” dedi.
“G örü yorsu n ya, hayatım ızı neresinden alsan birbirine b en
ziyor” dedim . “Seni teğm en e bel bağlayıp girdiğin bisküvi fabri
kasından nasıl yürüttülerdi. Beni, kim senin de adam ı olm adığım
halde girdiğim nice bisküvi fabrikalarından yürütürlerken uydur
m a sebeplere bile lüzum görm ezlerdi.”
İkimiz de içim izi çektik.
ö ğ le yaklaşıyordu. K om şu köşklerden kopup gelen fasulye ko
kulu bir rü zg âr yüzüm üzü yalayıp geçti. Fasarya dalm ış, düşünü
yor.
“H atırlar m ısın” dedim . “Yıldırım spor’da oynadığım ız zam an
ları?”
Birden canlandı:
Fasarya 1 0 9
M EM ELİ HAYVANLAR
Memeli Hayvanlar 1 1 3
arasında bu rn u m a taze sü t kokusu geldi. Taze sü t kokusu d a değil
de, hani em zikli kadınlara, sütn in elere has, o biraz ekşi, kekrem si
koku v ard ır ya, o. Nasıl? Bilm ez m isiniz? Dikkat etm em işsinizdir
d e ond an . M alum uâliniz, kadınların emzikli iken öyle bir koku
ları oluyor. Bazı erkek bu konuda huylanır. B acanak nakleder bi
zim , baldız cariyeniz Erdoğan'a sü t verirken, aylarca m ukareneti
cinsiyede bulunm am ış. Bendenizde ise berakis. Küşayiş v erir ba
na bu koku. İstidlâlen şunu da arz edeyim ki, koku alm a hassam
ziyadesiyle münkeşiftir. H ele sü t kokusuna karşı... İnanm azsınız
belki, bir keresinde yanım da o tu ran kadının sütnine olduğunu sırf
bu kokudan teşhis etm iştim de, teşhisim son rad an doğru çıktı idi.
N e diyordum . Ağır, sıcak b ir lodos öğlesi... G özlerim kapanı ka-
panıveriyor. D alm ışım . Uyku arasında bu rn u m a arz ettiğim koku
geldi. Bir de gözlerim i açayım ki, hissim beni yanıltm am ış. Tam
karşım daki sıranın köşesinde, g en ç irisi bir taze sol m em esini ç ı
karm ış, yavrusunu em ziriyor. K am arada bizden başka bir de ihti
yar kadın var. H erhalde kızcağız bendenizi uyuyor sanm ış olmalı.
H oş uyanık da olsam , biz sindekileri artık erkekten saym azlar ya...
N em e lazım , yine belki sıkılır diye gözlerim i kapadım . M aah aza,
arada bir kirpiklerim in arasın d an on lara bakıyorum . O ğlanın key
fini görm elisiniz bey kardeşim . O küçücük tom balak elleri ile, bir
yandan anasının kar beyazı, şeffaf tenli, küçük m avi dam arcıkları
g örü n en , k o cam an m em esin i mıncıklıyor, bir yandan da "glu glu”
diye h om urdan arak sütü tehalükle bir em işi var. M em ed en sahibi
nin ağzın a intikal eden sütün akışı, yavrucağın inip çıkan m in na
cık gırtlağında ad eta bir nabız gibi atıyor. D edim ya, hava ağır bir
lodos. A n an ın gözleri ufalm ış, ufalmış, o da nerdeyse uyudu uyu
yacak . N ihayet b ir ara başı yan a düşüverdi. Belli ki, yorgun taze. O
yaşta ço cu k , insana g ece ra h a t uyku m u uyutur? M asu m , bir şeyin
farkında değil, anasının m em esin i biteviye em iyor da emiyor...
O an d a zihnim den m ecn u n an e bir fikir geçiverdi. Sabiyi şöy
le bir an için kenara çekip d e uyuyan kadının bu iri, bu etli ve b e
reketli m em esin i sağacak olsam , öyle geldi ki bana, tıpkı bir inek
m em esi gibi şarıl şarıl sü t verecektir.
Ayı$ığında‘Çalışkur' 1 1 9
“Ç alışkur” ap artım am nın gölgesi de yere gerçektekinden çok
d aha iri ve heybetli v urm u ş. S ırf gölgesine bakan, onu pekâlâ kü
çük ça p ta bir H ilton O teli sanabilir.
K apıcı katından bir ço cu k ağlam ası geliyor. Yine Saim e’nin
piçi olacak.
Kunduraları yeni olduğundan Saim e on u n ayak sesini tanıya
m am ıştı. D üdüğü duyunca, başım yer katından uzattı.
“Al g ö tü r şu yum urcağı bekçi em cesi” dedi, “gene bana gahır
veriy, uyumiy.”
Bekçi, başparm ağı yeni kayışının tokasına takılı, eli göbeğinin
üstünde, karşı kaldırım da öyle heykel gibi duruyor.
“A lacan değel m i? H a alacan ?”
“A lacam ” dedi bekçi, “su sm azsa garagola götürecem .”
Ç o cu k sinm iş, korkulu gözlerle bir bekçiye bir anasına bakı
yor. Birden yum uk ellerini kadının boynuna dolayıp göğsüne bü
züldü.
A nası yum uşayıverm işti:
“G e t Zulfıkar em cesi g et” dedi. "G et de sen ırsızları gatilleri
götü r garagola. Ben paşa oğlu m u v irm em sağa.”
P aşa oğlu, g etti m i diye bekçiden yan a bakıyor. Yaşları süm ük
lerine karışm ış, kıvırcık saçları terd en alnına yapışm ış.
K adın ço cu ğ u usulca y atağ a bıraktı. Ç ocu k yapm a bebek gibi,
h em en gözlerini kapadı. S o n ra açtı. Yine kapadı. A ç a kapaya, uyu
m a taklidi yaparken yaparken, biraz so n ra gerçek ten uyuyakaldı.
Ç o cu k uyuyunca kadm kapım n önüne çıkm ış, duvarm dibine
çöm elm işti:
“B ir cig ara vir Zulfıkar” dedi.
“Buyur.”
Zulfıkar kibrit de çıkarıyordu. Kadın onun elinden sigarasını
alıp kendininkini on d an ateşledi.
Bekçi ile m em leketli oluyorlardı. K ocası İlyas bir alacak yü
zünden, yanında çalıştığı ciğerciyi vurup d a m ap u sa girin ce onu
bu kapıcılığa Zulfıkar kayırm ıştı.
“N eredeydin dün gece?” dedi.
Ayışığında"Çalışkur' 1 2 3
Yine kapıştılar. Bu defa da C engiz’le Ö zgür. İtişip kakışma, sö
vüşüp gülüşm e, Erdal’ın anası ile babası Tarsus’la Akdeniz gezisi
ne çıktıklarından, ev onlara kalm ış. G ençlik işte, ekip halinde eğ
leniyorlar.
Ayışığında "Çalışkur" 1 2 5
Cem il;
"Sersem lik etm e” dedi. “H ayat kısadır” da diyecekti. Baktı pek
film ağzı olacak, “Sersem lik etm e” diye tekrarladı.
Sevim gözlerini kapam ış, kendini bırakm ıştı. Ay bu gece er
kekler için çalışıyor.
Kızın sırtı erkek gibi sert ve adaleli idi. Sevim aslında kadınlar
arası sırtü stü yüz m etre şam piyonu. A m a bu yıl rekorunu kırdılar.
M am b o C em il ise, m am b o yaptığı kadar, yüzüstü iyi kravl yüzer.
Bu yüzden enişte-baldız iyi uyuşuyorlardı.
Birkaç dakika ayı, ayışığını görem ed en durdular.
A ltıncı kürtajdan son ra gerçekten kansız kalan M am b o’nun
karısı, yatağında hafif hafif horluyordu.
Ayışığında*Çalışkur" 1 2 9
“A h iç öyle kapıdan k u tlam ak olu r m u ?” dedi B eyhan’ın a n
nesi.
“Bab am evde bekliyor teyzeciğim . Bakın ablam dan valizi al
dım . H azırlanacağım .”
Kâm il Erciyaş;
“İşittin m i, H üsam ’ın kızı yine sefere çıkıyor” dedi.
“İşittim.”
“G ene B ey ru t’a m ı dersin?”
“Herhalde.”
“H er yıl d ö rt övün yolluyor kızı. N e g etirir ne g ötü rü r bilen
yok. A l sana bob.”
“Bob olsun, aç kâğıtlarını bakalım. Kim dem iş onu? N e getir
diğini bilen var.”
Sevim kendinden konuşulduğunu sezm iş gibi, onlara bakı
yordu. D oktorla göz göze geldiler. Kız d ok toru saygıyla selamladı.
N e olur, ne olm az günün birinde lazım olabilir. Şekerlem eyi L ö-
bon’dan, çiçeği Sapuncakis’ten yaptırm ak neyse, kürtajı Epkem ’e
yaptırm ak da öyle...
“Ablanız nasıl, hanım kızım ?”
“Ç ok iyi efendim . Verdiğiniz ilaca devam ediyor.”
“Ped ere hürmetler.”
“Başüstüne efendim.”
Ayışığında'Çalışkur" 131
Ay bu sırada, Ç alışkurlar’ın yaptırdığı an n ex e in şaatı aydınla
tacak b ir açıya gelm iş bulunuyordu.
K ireç kuyusu. Keresteler... Tuğlalar... Elek... B ir kum yığını...
K um yığınının arkasından da, biri sarışın, öbü rü sim siyah iki baş.
M elâhat;
“Bak ay bizi aydınlattı” dedi. “Haydi artık kalkalım.”
“Barakanın arkasına gidelim . O rası gölge” dedi N uri.
“Yok yok, kalkalım. G e ç oldu zati. O n b ir vapu ru n u k açırm a
yalım.”
“K açırırsak ne olur? B u rad a sabahlardık. Bak m ehtap ne kadar
güzel.”
“A h iç olu r m u ?” dedi g en ç kız.
S on ra kızardığı görülecekm iş gibi de, başım ötey e çevirdi.
“K orkuyor m usun yoksa?” dedi N uri. “İnan olsun, sabaha ka
d ar kardeş gibi o tu ru rd u m şenlen. H iç dokunm adan. A yakucun-
da. Uslu bir köpeğin gibi...”
Kız;
“A , o nasıl söz, estağfurullah” dedi.
“D aha istem ezsen beş m e tre öted e du ru rd u m . C eketim i üstü
ne ö rter, seni uyutur, bekçilik ederdim.”
“Biliyorum ” dedi g en ç kız, m innetle. “İtim atsızlıktan değil.
Vallayi değil. A m a ablam fena şeyler düşünsün, istem em .”
A blası işi biliyor, nasıl olsa evlenecekler diye, gezm elerine göz
yum uyordu. A m a “O n ikide evde olacaksın” diye de şa rt koşm uş
tu.
“K orkm a” dedi N uri gülerek, “bak d ah a o n bire çeyrek var, bol
bol yetiştiririm .”
Kız on u n ellerini şefkatle sıktı. N uri’nin elleri pü tü r pütür,
kaba, iri, frezeci elleri...
M elâhat;
“Türkân'ın ablası v a r ya, Sabahat” dedi. "H an i kocasından ay
rıldı g eçen ay. O şim di gezici köy h ocası olm u ş. Yatak odası takı
m ım satıyor."
“K aça?”
Ay ışığında "Çalışkur” 1 3 3
“Frezeci N u ri Alpaslan”, kırm ızı üstü n e beyazlan, tabelada nasıl
d u ru r acab a?
“Türkân'ın ablasından yatak odası takım ım alırız. İki-üç p arça
da koltuk filan. Bir de taksitle radyo... O lm az m ı?”
“M aalim em nuniyetle” dedi N uri. “D aha n e em redersen.”
“Sen sabahları dükkâna gidince ben de konu kom şuya dikiş di
kerim u cu za, b o rcu öderiz.”
M elâh at ille boş d u rm am ak istiyordu.
“Kız seni çalıştırm am d em ed im m i?”
“Bak unuttum .”
“Sen A n k ara kedisi gibi sedirde büzülüp beni bekleyecen ak
şamları...”
“Başü stü ne N uri Usta.”
N u ri güldü. İlk tanıştıklarında kız o n a “N u ri Efendi” dem işti.
Son ra, “N u ri Usta.” Ablasının yanında ise “N u ri Bey.” H âlâ b ir tü r
lü “N uri” diyem iyordu. Bu tip kadın, erkeğine d oğru d an doğruya
“kocacığım ” der. O da olacak yakında.
“A k şam ları alıp seni M arm ara Sinem ası’n a götü rü rü m . Yahut
da Sadi Tek’e.”
“P azarları yem ek yapar, Beykoz’a, Bend’lere, G öksu’ya, yoğurt
yem eye K anlıca’ya gideriz. B en im Kanlıca'da tey zem de var.”
“Olur, gideriz. A rtık kim seye eyvallahım ız olm ayacak.”
“O lm ayacak.”
“K im senin ağız kokusunu dinlem eyeceğiz.”
“D inlem eyeceğiz.”
D enizden d oğru esen se rt bir rüzgâr, yerdeki kuru yaprakları
uçurdu, kerestelerin üstüne atılm ış bir küçük çuval parçasını kum
yığınına d oğ ru sürükledi.
M elâhat;
“R üzgâr çıkıyor” dedi.
“Ü şüdün m ü ?”
“Yo üşüm edim .”
“Bak ellerin buz gibi. Bakayım , b urnun d a üşümüş.”
“Senin ellerin, ne iyi, hep sıcak.”
Ayışığında "Çalışkur" 1 3 5
“O lsun, belediye nizam atı... Yürü sen hele b ir m erkeze de orda
anlat.”
“G idelim , sen zararlı çıkarsın. B en senin ne istediğini çok iyi
biliyorum . A m a yanlış kapı çaldın.”
“Y apm a, kuzum yapm a, bir hadise çıkm asın” diye, kız d u rm a
dan yalvarıyordu.
“Sen beni item ezsin efendi.”
“S en beni itiyorsun asıl.”
“S en vazifeni yapm ıyorsun.”
“Vazifemi sen m i bana ö rg etecen ?”
“Ö ğreteceğim .”
"ö rg etem ezsin .”
“Ö ğretirim .”
“M ad am gizlin sakim yok, neye sindiniz âlâm ın bahçasına?
O rta yirde o tu r sananız.”
N u ri öylesine sinirli ki, adam ın dem in u m u m i yer dediğini
şimdi âlâm ın b a h ça sı yapışını fark etm edi.
“O rası senden sorulm az."
“Sorulur. Ben bu m ahallenin bekçisiyim.”
Yukarı katın arka p en cerelerin den biri aydınlandı. Saim e de
aşağıdan gürültüyü duym uş, dışarı uğram ıştı.
“N e olm uş Zulfikar Efendi?” dedi.
Zulfikar cevap verm ed i. D od o balkondan havlıyordu.
Sandal sefasından evlerine d ön en büyükbaba, baba, ana, üç
ço cu k , kalabalık bir aile, geçerk en durm uş bakıyorlar.
Bekçi onlardan cesaret alm ış gibi, şimdi daha yüksekten ko
nuşuyordu.
•"öpüşecekseniz plaj v a r” dedi. “Sınam a locası var, efendim e
söyleyim , ran d evu evi var. Elâlam ın ortasın d a o lm az böyle rezalet.
Belediye n izam atı var. A r var, edep var.”
“A ğzım top la yoksa ağzını yırtarım ” diye kükredi N uri. “Bu kız
senin anan d an nam usludur, ayı oğlu ayı!”
Sokaktaki grup M elâhat’le N uri’ye tiksinçle, Zulfıkar’a da “A fe
rin aslan, vazifeni yapıyorsun” d er gibi bakıyor.
Ayışığında"Çalışkur" 1 3 7
N uri’ye kalsa, budur deyip, adam ın çenesine bir kroşe yapış
tıracak. Kumkapı G ençlik Kulübü’nde boksa çalışm ıştı. Bekçiyi
tek yum ru kta yere yıkacağından em indi. Sonra ne olursa olsundu.
A m a M elâhat nerede ise düşüp bayılacak.
“Yalvarırım gidelim karakola” dedi kız. “İş gittikçe büyüyor.
N ’olursun, dinle beni.”
Erdal’ın büyükbabası bile hadiseyi duym uştu. D ürbününü
şimdi karşı a p a rtm a n la rd a n bu yana çevirm iş, bakıyor. Erdal’la
Vural m erak tan aşağı k adar indiler.
Bekçi öbü r m ahallenin bekçisine;
“G el götürelim şunları b erab er” dedi.
Ö bü rü , zaten dünden hazırdı.
“Y ürüyün bakalım” dedi N uri. "B en de size g ö sterm ezsem er
kek d em esinler bana.”
Külçe haline gelen M elâh at’i kolundan tu tarak ö ne düştü.
Sokaktakiler açılıp yol verdiler.
Bekçi, ileri geri söylendi y a, şim di içine b ir ürküntü gelmişti.
Herif, “B en size gösteririm ” dedi. Ya sahiden gösterirse... B ir ke
resinde böyle baltayı taşa v u rm u ş, zorlulardan birinin oğluna ça t
mıştı. A z daha, işinden oluyordu.
Yapı yerinden çıkıp da, sokak fenerinin altına geldikleri vakit,
bekçi, N uri’ye iyice baktı: G en ç adam ın yakası yağlı, kol ağızları
aşınm ış. Pantolon p açaların dan biri de lime lim e idi. Elleri kirli,
işçi elleri. Bu ad am zorlu birinin oğlu olam az.
“B ir de h en t h en t ötüyon” dedi. “N e yaparm ışsın bahalım.
Elinden geleni ardına gom a.”
ö b ü r bekçi;
“Bırak artık, uzun etm e ” dedi.
Rüzgâr çoğalm ıştı. G ökte iri bulutlar uçuşuyordu.
Erdal’la Vural bir m ü d d et onlarla birlikte yürüdüler.
Erdal;
“Bırak yahu” dedi Zulfıkar’a. “İkisi de g enç. Bu gece m ehtap,
olur böyle şeyler. Büyüklük sende kalsın.”
N uri arkasına bile bakm ıyor, yum ruklarını sıkmış yürüyordu.
Ayışığında "Çalışkur" 1 3 9
HİKÂYENİN TEPKİLERİ
İK İ ELEŞ T İR M E
Hikâyenin Tepkileri 1 4 3
B İR K A Ç M EK T U P
Abdülkadir H ızır
Kadıköy Emniyet Amirliği
Hikâyenin Tepkileri 1 4 5
Kim bu hatun kuzum ? C idden m erak oldu. Cevabınızı sa
bırsızlıkla bekliyoruz. Okula telefon da etseniz olur... Selam ve
saygılarımızla.”
Oğuz N. Başak
Smıf Arkadaşın
Mucip Erkmen
B İR E L E Ş T İR M E
B İR K A Ç M E K T U P D A H A
İhsan Arman
Özlem Film
“Ağabey,
Bizim W eissm üller A bdi diye bir arkadaş var. Basketçi Erdal
ve arkadaşları ile m atrak g eçen hikâyeni okum uş, oğlana fena koy
du. A kşam kulüpte bize de okudu. D oğrusu biz de içerlem edik
d esem yalan. Bizi argo konuşan, öm ü rleri kız dalgası peşinde ge
Hikâyenin Tepkileri 1 4 7
çen g en çler olarak g ö sterm en doğru m u? Z aten m a ç prim lerini
artırm ıyorlar diye üzgündük. Bu da tüy dikti dün g ece. M illet bü
tün basketçileri de Erdal gibi sanır, çıkar. D urduğunuz yerde bunu
neden yaptınız ağabey? Ayıp ettin doğrusu. Sen de bilirsin ki b as-
ketçiler sp o r kollan içinde en kültürlü ve efendi olanlarıdır. Bizim
an tren ö r ve hakem Feridun A ğabey var. G alatasaray’dan sınıf ar
kadaşı oluyorm uşsunuz. Fi tarihinde aynı ekipte basket oynadı
ğınızı söyledi. Yani sen de basketçi imişsin vaktiyle... Yoksa ağa
bey artık ciğere yetişem eyen kedi m eselesi m i? Şimdi yaşlandın,
ham ladın, senden geçti, diye m i bize bu yüklenişin? Arkadaşlarla
hakkınızda m ünakaşa ettik. W eissm üllerle Fil Selim sizi d övm e
ye bile kalktılar. O gece K o ço ’nun gazinosunda imişsiniz. Feridun
Ağabey, ben, bir de Eralp zo r bela yatıştırdık. Bunlara inanılm az,
bakarsın yine eser. Sen istediğin kadar koluna güven. Fil Selim’in
de eli çok ağırdır hani. H er ihtim ale karşı tetik bulunun diye söy
lüyorum , ağabey.
Bizi sorarsan bildiğin gibiyiz. Ben, biliyorsunuz, bir dersten
taktığım için şimdilik bir bankada çalışıyorum . A n n em ler bu kış
Erenköy’de kaldılar. Ben h aftanın beş günü şehirde ablam larda ka
lıyorum . En iştem ... (...)”
Turhan Temizer
B İR EL E Ş T İR M E D A H A
B İR K A Ç M E K T U P D A H A
Hikâyenin Tepkileri 1 4 9
olsun diye tasv ir etsen iz bile, h am ervah on d an intibah hasıl edip
ibret alacak yerde, ilham alıp, kendine örn ek edinir. Şerrin tasvi
rini hayata bırakıp, siz bize güzel şeyler nakletm eye bakınız. C e
m iyetim izde hayatları ile ö rn ek teşkil edecek d ereced e, seciye ve
salâbeti ahlakiye sahibi insanlar h iç m i yok? N ed en böylelerini hiç
tasvir etm ez, m esküt g eçe r d e m ünhasıran m ü zah rafatı ve olm a
dık kötülükleri teşhirden zevk alırsınız? H ürriyeti kalem ve kelam,
hiçbir zam an bir edibe, içinde yaşadığı cam iayı iğren ç bir şekilde
ak settirm e hakkı v erm ez ve v erm em esi de iktiza eder. Bir m em le
ketin üdebasına düşen vazife cam ian ın m aneviyatını takviye, ah
lakını tarsin edici irşatlardır. Yoksa kötülüğün bim ahaba tasviri de
ğil. Ö yle ki, m ü talaa ettiğim iz h er eseri edebi, bizi insanlığım ızdan
istikrah ettirm ek şöyle dursun, içim ize bir inşirah, bir itm inan ve
nihayet bir huzu ru vicdan versin. C esaret ve itim adım ızı tezyit et
sin. Bizi birbirim izden so ğ u tacak yerde, tesanüdüm üzü perçin leş
tirsin. M arazı teşrih değil, sad ece tedavi yoluna gitsin. Bilm em ki
yanlış m ı düşünüyorum . M ünasebeti düştüğü için m üsaadenizle
size bir fıkra nakledeyim . H o c a m erh u m bir gün... (...)”
R A D Y O İD ARESİ T E M S İL B Ö L Ü M Ü
Oğuz Başak
Sabunculuk T.A.Ş.
v e ... Bankası İdare M eclisi azasından
Falan Festekiz
B İR K A Ç E L E Ş T İR M E D A H A
“(...) ihanet etm ektedir. İm aj? Yok. Espri? Yok. İfade? Yok. Sos
yal m uhteva? Z aten yok. Estetik m anasıyle m uhteva? M evcu t d e
ğil. G örü ş özelliği? A ram a. Dil ve anlatış yeniliği? N e gezer. Bu
böyle o lu n ca biz daha kestirm ed en gidip hikâyenin adını değişti
riyor ve ‘A yışığının altında hiçbir şey yok’ diyoruz...”
Nejat Düzyol
Ali Kozan
Küçük Alemdar
Oğuz Başak
R A D YO İD A R ESİ D E N E T İM K U R U LU N A
Hikâyenin Tepkileri 1 5 3
3- H al böyle iken y azarın ille o m ütereddi istisnaları ele al
m ası ve bunları adı da bahusus “Ç alışkur” olan bir ap artım am n
d ö rt -k a p ıcı katı da say ılırsa- beş katına toplam ası m anidar g ö
rüldü.
4- Bu çeşit insanların, farzı m uhal, bir ap artım am n beş daire
sine toplanabileceği bir an için kabul edilse dahi, evvelem irde o n
ların kötülükleri yanında iyi taraflarını da işlemek bir hakkaniyet
b orcu değil m i idi?
5- Bekçi ile Saim e’nin, Sevim ile M am b o C em il’in, söz ve fi
illeri, büyükbabanın dalaleti cinsiyesi, 1 ve 2 N o. kiracılarının bazı
m uhavereleri ayrıca edebe aykırı görüldü.
6- Bahtiyar B ab cu n tipi de hakikate uym am aktadır. Bu olsa
olsa y azarın hasta m uhayyilesinde m ev cu t zo rlam a bir tipdir. Bu
gibi Eyyam adam larının zam an ım ızd a artık nesli tükenm iş bulu
nuyor. Kaldı ki, böylesi devri sabıkda dahi yoktu.
7- Yazarın, ap artım an kiracılarını kötü gösterm esin e m uka
bil N uri ile M elâhat’i aşırı d ereced e tem iz ve g ad re uğram ış iki fa
zilet m eleği şeklinde tasvir etm esi de yine m an idar görüldü. Bu gi
biler içinde iyilerin de bulunduğunu b ervech i peşin kabul etm ek
le beraber, acab a h iç de m i kusurluları yok diye so rm ak tan insan
kendini alam ıyor. Bilakis okum am ış v atan d aşlar arasında m aale
sef böyleleri de vardır. Y azarın b u rad a da ekseriyeti bırakıp istis
nalar üzerind e du rm ası m an id ar görüldü.
8- Bu gibi skeçlerin sade m ünevverler tarafınd an değil ya-
rım ü n evverler ve ü m m iler tarafınd an da dinlendiği göz önünde
tutularak vatandaşlarda kötü tesirler yapacak konulardan kaçınıl
m ası ve bilhassa aydınlatıcı, öğretici, uyarıcı ve yapıcı konuların
işlenm esi zaru reti son top lantım ızd a b ir kere d aha tekit edilm iş
bulunduğu veçhile, eserin, bu noktai n azard an d a incelenm esi n e
ticesinde m aalesef yukarda serdedilen m ü sb et taraflard an m ah
ru m bulunduğu neticesine varıldı.
9 - Bununla b erab er hikâyede yer yer m üsait pasajlar da yok
değildir.
Raportör
Fikret Kozdağ
İK İ M E K T U P D A H A
Hikâyenin Tepkileri 1 5 5
SONUÇ
AYIŞIGINDA “ÇALIŞKUR”
Yassiada üstlerinde bir yıldız, onun çıkışı ile rah atı kaçm ış
gibi olduğu yerden kaydı, gökyüzünde ışıklı bir yol çizerek gözden
kayboldu.
Sonuç 1 5 9
Gece sessiz ve sakin. D enizin ü stü san d allar san d allar... A çık ta
biri d en ize g irm iş, k u laçların ın sesi öyle belirli k i...
Bekçi, b aşp arm ağı yeni kayışının tokasına takılı, eli göbeğinin
üstünde, karşı kaldırım da öyle heykel gibi duruyor.
Sonuç 161
A nası yum uşayıverm işti:
“G et Zulfikar em cesi g et” dedi. “G et de sen ırsızlan gatilleri
götü r garagola. Ben paşa oğlum u virm em sağa.”
Sonuç 1 6 3
"İçtin m i gene? Eğlenm işsinizdir herhal.”
Tek tük gelip g eçen ler g örm esin diye, kadın d aha siper bir
köşeye büzüldüğünden, Zulfikar da ister istem ez çöm elip ona
sokulm uştu.
“Ç engi de v a r m ı idi?”
“A -ah , em m e H arm an d alı oynadı üç kişi. G elin tarafı
oluyorlarm ış.”
Bir m ü d d et sustular.
"O y u n h a v a la rı d a v a r m ı idi?”
"H a y ır, a m a y u r d d a n s e s le r p ro g ra m ı v a rd ı. Ü ç k ız sö y le d i
le r. S a d i Y a v e r in ta le b e s i oluyorlarm ış.”
B ir m ü d d et sustular.
Sonuç 1 6 5
Kayışın taze deri kokusu kadının hoşuna gitm iş olm alı idi.
Saim e’nin uzun parm akları usul usul bütün k em eri dolaştı, son ra
om u z kayışına tırm anıp ensed e k arar kıldı.
S o n r a Z u lfik a r’ın a rk a s ın d a n u z u n u z u n b a k a ra k ;
“N e n a m u slu a d a m ” d e d i. “N e te m iz y ü re k li in s a n . B a n a
şim d iy e k a d a r b ir d e fa , k a z a r a c a n ım , b ir te k d e fa , h a r a m g ö z
le b a k tığ ım g ö rm e d im . A lla h r a z ı o ls u n , A lla h n e m u ra d ı v a r
s a v e rs in . D ü n y a a h r e t k a rd e ş im o lsu n ...”
Sonuç 1 6 7
D ü n d a r Çalışkur, içerde, şirketinin id are heyeti rap oru n u
İn celeyip , birtakım n o tlar çıkarıyor.
“Yapm a G ülseren.”
“Y ap m a Gülseren.”
“A llo” dedi D ündar. Alıcıyı b ü rod a alışık olduğu gibi, kulağı ile
boynu arasın a sıkıştırıp b ir elinde rapor, öbü rü n d e kalem , y azm a
ya d evam ederek;
Sonuç 1 6 9
“V ar ya” dedi D ün d ar Çalışkur. “D ün az d aha unutuyordum .
G idince söyle kuzum Galip B ey ’e, nahiye m ü d ü rü n ün ceep i vardı
ya satılık, o n u d ö rt bine alıversinler.”
•M ufahham ;
“Beyefendi ben o ceep i görd ü m ” dedi. “Pek hurd a bir şey, bin
lira bile etm ez.”
M ü sta k im ;
“N e d e n beyefendi” dedi. “B en o ceep i g ö rd ü m p e k k e le p ir
bir şey. M o to r y e n i g ib i. B e ş y ü z k ilo m e tre y a p m ış . K a ro s e r i d e
m ü c e d d e d . İk i b in e b e d a v a d a n u c u z . S u iç in d e ü ç bin eder.”
Sonuç 171
Vural;
"îtsin ulan, it!” dedi. “B u n a itoğlu itlik denir. Söylem ezsem
nam ussuzum G ün n u r’a.”
C engiz;
“Bırak ulan serseriyi” dedi. "Belden aşağı şöyle bir yoklayalım
dedik. Vay efendim vay. M eğ er grek oro m en ci geçiniyorm uş
orosp un u n kızı. ‘B an a bak evladım ’ dedim , ‘b en yem em bu
num araları.’ Sungur’la A cısu ’daki hadiseyi bilm iyoruz sanıyor.”
E rd em ;
“S u n gu r’u şişirdi o ço k tan ” dedi. “Şim di M o d a sp o r’dan
S ek b anla nişanlanıyorm uş.”
Bu sefer de ö z g ü r ç a m u r attı:
“H adi ulan, çakal” dedi. “İpek gibi kız pekâlâ. S ana yüz verm edi
diye, değil m i?”
C engiz;
“Neme lazım” dedi. “Doğrusu çok dürüst, çok namuslu
kız. Anasının dizi dibinden ayrılmıyor. Daha eline erkek eli
değmemiş. Sinemaya bile hep ablasınlan gidiyor.”
E rd em ;
“Öyledir” dedi. “İşittiğim e göre son günlerde hayırlı bir
kısmeti çıkmış. Teknik Üniversitemden doçent Sekban’la nişan-
lanıyormuş.”
Ö zg ü r hayıflandı:
“Ah kardeşim ah” dedi. “Keşke sen daha evvel davransa
idin. Bilirsin felsefeci seni çok sever. Kızı da seni takdir eder.
Ne iyi anlaşırdınız.”
“Kısmet” dedi centilm en Cengiz. "Sekban çok olgun, kül-
türlü genç. İnşallah m esut olurlar.”
Sonuç 1 7 3
Yine kapıştılar. Bu defa da C engiz’le ö z g ü r. İtişip kakışma,
sövüşüp gülüşm e, Erdal’ın anası ile babası T arsus’la Akdeniz
gezisine çıktıklarından, ev on lara kalm ış. G ençlik işte, ekip halinde
eğleniyorlar.
1 7 4 Şişhane’yeYağm urYağıyordu
Yine d e rs le rin e d ö n d ü le r. Bu defa d a C en giz’le ö z g ü r b ir
b ir le rin i im tih a n e d iy o rla r. S o r u , ce v a p , te o r e m , p ro b le m .
Erdal’ın c o ğ ra fy a ö ğ r e tm e n i o la n a n n e si ile a rk e o lo ji p ro fe s ö
r ü o la n babası A n a d o lu ’y a in c e le m e gezisine çıktıklarından n e
y a p sın la r, o n la r d a işte b ö y le , g e ce y i g ü n d ü z e k a tıp , ekip halin
de im tih a n a ça lışıy o rla r.
Sonuç 175
"Sadistsin” dedi M am b o C em il. “Y alan m ı söylüyorum ,
sadistsin işte.”
"G elem ez. Çünkü ilacım içti, m ışıl mışıl u yu yor” dedi M am b o
Cem il.
"H an gi ilacını?”
Sevim ;
“Gidip bavulum u h azırlam am lazım ” dedi. "D aha yukarıya
uğrayıp B eyhan’ın yaş gününü kutlayacağım . V apur yarın dokuz
buçukta.”
“H angi ilacını?”
“T e v e cc ü h ü n , e v la d ım ” dedi B a b a C em il.
Sevim ;
“Gidip bavulum u h azırlam am lazım ” dedi. “D aha yukarıya
uğrayıp Beyhan’ın yaş gününü kutlayacağım . Vapur yarın dokuz
buçukta.”
Sonuç 1 7 7
M am b o C em il, upuzun boyu ile kızın önüne dikilmişti:
M am b o C em il;
“Sen Suriye’ye gidince ben...” diye yeni b ir cü m leye başlarken
birden h iç beklenm edik yeni b ir a t a k yaptı. Enişte-baldız dudak
dudağa geldiler. Sevim h iç o k ad ar nazlı değildi am a nedense bu
gece bir ağırd an alıyordu.
Sevim gülümsedi:
“Biliyorum” dedi. “Fakat ne yapayım, yaradılışım.”
İkisi de İngilizce bilmelerine rağm en, konuşurken konuşur
ken hiç İngilizceye çevirmezler, Türkçe başlayıp Türkçe bitirir
lerdi.
Baba Cemil;
“Sen doğuya gidince biz” diye yeni bir cümleye başlarken
balkona atılmış bir muz kabuğuna basarak hiç beklenmedik bir
şekilde kaydı. Enişte-baldız sırt sırta çarpıştılar. Cemil özür di
ledi. “Canın acımadı ya evladım” dedi. “Yo. Hayır.”
Sonuç 1 7 9
Cem il;
“Sersem lik etm e ” dedi. “H ayat kısadır” da diyecekti. Baktı pek
film ağzı olacak, “Sersem lik etm e ” diye tekrarladı.
Cem il;
“H ayat kısadır” dedi. “İnsan biraz da kendini düşünmeli”
diye arkasım getirecekti. Baktı, pot olacak. Bu kızcağız nasıl
olsa evlenemez. İyilik perisi gibi bir şey... “H ayat kısadır” diye
tekrarladı.
Dünyaya altıncı defa nur topu gibi bir erkek evlat getiren
ve biraz kansız kalan Baba C em il’in karısı, yatağında ödevini
yapmış anaların gönül rahatı ile, hiç horlamadan tatlı tatlı
uyuyordu.
“A n lam ıyoru m ” dedi zayıf bir misafir. “Ne kadar, tok gözlü
adam . İstese ne işler çevirip vurgunlar vurabilir. Ama yapmı
yor. Yeter bana bu kadarı, biraz da başkaları kazansın, diyor.
Dokunsa açılı açıhverecek kapıların topuzuna dahi uzanmıyor.”
Sonuç 181
B ah tiyar Bab cu n;
“Ş eytan tüyü filan değil, sad ece G ülseren gibi şah eser b ir karısı
var d ostu m ” dedi.
Sonuç 1 8 3
“Ç alışkurlar’a son gelen hediye O ldsmobiİi kastediyor da” diye
açıkladı.
Ö b ü r kızlardan biri;
“B en im bildiğim, iki bankada, ü ç de şirkette idare m eclisi azası
im iş” dedi. “O kadar.”
Ö b ü r kızlardan biri;
“B en im bildiğim, iki bankada, ü ç de şirkette idare m eclisi azası
im iş” dedi.
Sonuç 1 8 5
D em inki genç;
"Sade o k adar olsa...” dedi.
“H adi can ım ” dedi, “ne k u m aştır biliriz. K art zam p aran ın biri.
Babam ın idadiden sınıf arkadaşı oluyor. Babası A bdülham it’in
jurnalcılarındanm ış. O da öyle yetişm iş. S on ra İttih atçılar çıkınca
C em al Paşa’ya yanaşm ış, M ü tareked e D am at Ferit’e sırnaşm ış.
Bakm ış milli h arek et tutunuyor, soluğu A nkara’da alm ış. O zam an
vekil olan eniştesi sayesinde büyükler m eclisine kabul olunm uş.
Tilki gibi ku rn az, h er nabza şerb et verm esini bilen, allak herifin
biri. A yrıca güzel sesi vardır, taklit filan d a yapar. D üşünün,
rah m etli A ta bile bunun esprilerine gülerm iş. A ta ölü n ce İnönü’ye
yaran m ış. Şimdi de baştakilere şirin görü n m en in yolunu bulm uş.
Ö m rü yeterse bundan sonrakilere de sokulm asını bilecektir. Hasılı
hep d ö rt ayak üstüne düşüyor.”
Sonuç 1 8 7
D em inki hukuklu genç;
“G ünahı boynuna” dedi. “Galiba o na buna kadın bulm ada da
uzm anlığı varm ış...”
"D aha n eler” dedi Beyhan. “Yok devenin başı! Ayıp ayıp. G erçi
filozof, serb est düşünceli filan am a, bu kadarı da düpedüz iftira.”
“Rest.”
“G ördüm .”
“B en d e fiil var.”
“D ur bakayım . Tüh. D öp erd e kalmışım.”
“Atım alıyorum.”
“G ördüm .”
“B en d e fil var.”
“D u r bakayım . Tüh. Benim fillerin ikisi de gitmiş yahu.”
Sonuç 1 8 9
“Bu, fatu ralardan so n ra belli olacak ” dedi Kâm il Erciyaş
gülerek ve usul usul kulağının arkasını kaşıyarak...
H er davadan so n ra seyah at parası, otel ü creti, falandı filandı
diye alacağı ü crete yakın, d ü zm e m asraf g österm ek te üstüne
yoktu.
“Pas.”
“G ördüm .”
Eline iyi kâğıt geldiği için b ir kat d aha n eşelen en d ok tor Epkem
C an getir;
Gülüştüler.
“Servi.”
“B en iki kâğıt alıyorum.”
“ Şah.”
“ K a çtım .”
“P e k i y ıl s o n u n d a g e lir v e rg isi m e m u r la r ın a n e ce v a p v e r i
y o rs u n ? B u g id işle ü ste para verm iş büe görünebilirsin.”
Gülüştüler.
“B ir d a h a şah.”
“G ö rd ü m k a çıy o ru m .”
“A m a k a len g id e r efen d i.”
“G itsin , g ü le güle.”
Sonuç 191
Kapı çalınm ıştı.
Kâm il Erciyaş;
“İşittin m i, H üsam ’ın kızı yin e sefere çıkıyor” dedi.
“İşittim.”
Kâmil Erciyaş;
“İşittin mi, Hüsam'm kızı yine sefere çıkıyor” dedi.
"İşittim, biliyorum” dedi doktor. “Kızılay’a girmiş, pir aşkı
na hastabakıcılık etmeye gidiyor, bakımsız yurt bölgelerine.”
Sonuç 1 9 3
Sevim kendinden konuşulduğunu sezmiş gibi, onlara bakı
yordu. Doktorla göz göze geldiler. Kız doktoru saygıyla selamladı.
Ne olur, ne olmaz günün birinde lazım olabilir. Şekerlemeyi Lö-
bon’dan, çiçeği Sapuncakis’ten yaptırmak neyse, kürtajı Epkem’e
yaptırmak da öyle...
“Ablanız nasıl, hanım kızım?”
“Çok iyi efendim. Verdiğiniz ilaca devam ediyor?
“Pedere hürmetler.”
“Başüstüne efendim.”
Sevim’in doktorla konuştuğunu gören o üstüne ağırlık basmış
delikanlı, “Bu da, sağlam, doktorun müşterisi” diye düşündü.
“Pedere hürmetler.”
“Başüstüne efendim.”
“Sizin gibi hanım kızlarla iftihar ediyoruz, başarılar dile
rim evladım.”
“Sağ olunuz doktor bey, ben sadece vazifemi yapıyorum.”
Kendinde hafiflik hisseden delikanlı Sevim’in doktorla ko
nuştuğunu görünce, “İşte, geleceğin mutlu analarından biri”
diye düşündü.
Sonuç 1 9 5
“O lu r” dedi Sevim , "unutm am .*
“Ay vallahi çok şirin" dedi kadın terzisi Ceylan Hanım. “Galiba
bunda ayrıca teşhir hastalığı da varmış.”
Oyunu bitirip bir puro yakan doktor bir bir davetlileri süzer
ken gözü gazeteci geçinen delikanlıya ilişti. Şimdiki nesil de bizim
gibi, anlayışlı yetişiyor. Aferin Beyhan’a ki böyleleriyle arkadaş
oluyor hep. Baksana, tosun gibi, atletik bir tip. Üstelik bakışla
rında çok da yumuşak, sevgi dolu bir ifade var. Ah bu karşılıklı
anlayış, bu kıskançlıkların üstüne yükşelebiliş. Cemiyeti ayak
ta tutan da, bu değil mi zaten?
Sonuç 1 9 7
R om an cı kadm hep sin d en b ilgiç; “D esen ize, exh ib ition ist”
dedi.
Melâhat;
“Bak ay bizi aydınlattı” dedi. “Haydi artık kalkalım.”
“Barakanın arkasına gidelim. Orası gölge” dedi Nuri.
“Yok yok, kalkalım. Geç oldu zati. On bir vapurunu kaçırma
yalım.”
“Kaçırırsak ne olur? Burada sabahlardık. Bak mehtap ne kadar
güzel.”
Melâhat;
“Bak ay bizi aydınlattı” dedi. "Haydi artık kalkalım."
“Barakanın arkasına gidelim. Orası gölge" dedi Nuri.
“Yok yok, kalkalım. Geç oldu zati. On bir vapurunu kaçırma
yalım.”
“Kaçırırsak ne olur? Burada sabahlardık. Bak mehtap ne kadar
güzel.”
Sonuç 1 9 9
“A hiç olur mu?” dedi genç kız.
Sonra kızardığı görülecekmiş gibi de, başını öteye çevirdi.
“Korkuyor musun yoksa?” dedi Nuri. "İnan olsun, sabaha kadar
kardeş gibi otururdum şenlen. Hiç dokunmadan. Ayakucunda.
Uslu bir köpeğin gibi...”
Kız;
“A, o nasıl söz, ıstağfurullah” dedi.
“Daha istemezsen beş metre ötede dururdum. Ceketimi
üstüne örter, seni uyutur, bekçilik ederdim.”
“Biliyorum” dedi genç kız, minnetle. “İtimatsızlıktan değil.
Vallayi değil. Ama ablam fena şeyler düşünsün, istemem.”
“Korkma" dedi Nuri gülerek, “bak daha on bire çeyrek var, bol
bol yetiştiririm.”
Kız onun ellerini şefkatle sıktı. Nuri’nin elleri pütür pütür,
kaba, iri, frezeci elleri...
Melâhat;
“Türkân’ın ablası var ya, Sabahat” dedi. “Hani kocasından
ayrıldı geçen ay. O şimdi gezici köy hocası olmuş. Yatak odası
takımını satıyor.”
“Kaça?”
Sonuç 2 01
“Üç yüze bırakırım Melâhat’in hatırı için demiş”
“O hayretmez, değil mi ki ona yaramamış.”
“Neden hayretmesin, gönül isteği ile veriyor. Bundan ucuzunu
bulamayız.”
Melâhat minnetle;
“Böyle söyleyeceğini biliyordum zati” dedi.
Kendini bildi bileli, tam on yıldır, küfkokulu Tekel ambarlarında
anası ağlamıştı. Nuri’nin kollarını tuttu. Bu kuvvetli kollar, bu taş
gibi pazular oldukça, sırtları yere gelmezdi kolay kolay...
“Ben sana bir şey söyleyeyim mi, ben yatak odası, matak
odası alamam anlıyor musun” dedi Nuri.
Zaten kızı almaya niyeti yoktu. Savsaklayıp duruyordu,
ö b ü r yanda Melâhat da buna fitti. Çünkü patronunun metresi
oluyordu. Nuri ile evlenecek olsa, h erif onu işinden atardı.
M elâhat yerde bulduğu kuru bir dalla toprağa yuvarlak çizip,
ortasına bir kız başı yapıyor, bozuyor. Erkek başı yapıyor, bozu
yor. Birbiriyle öpüşen iki baş yapıyor, arsız arsız gülüyor.
“Rıza Bey kızdı mı ayrı dükkân açacağına?”
"İsterse kızsın, öm rüm boyunca ona çalışacağım diye taahhü
düm yoktu ya. Karagümrük’teki dükkân için sahabısı hava parası
istiyor. Yarın o Fatih’teki için konuşacaktı Necati.”
Dükkân açıp iş göreceği filan yoktu. “Beyaz”dan yeteri ka
dar kazanıyordu. Dükkân polise karşı göstermelik...
Melâhat minnetle;
“Böyle söyleyeceğini biliyordum zati” dedi.
Aslına bakılırsa, o da bu şekilde işletilmeye can atıyordu.
Kendini bildi bileli, hep böyle para kazanmıştı. Nuri’nin par
m aklarım tuttu. Bu çevik, bu becerikli parmaklar oldukça, sırt
ları yere gelmezdi.
Sonuç 2 0 3
“Nohut oda bakla sofa, bizim de bir evimiz olacak” diye
mırıldandı.
“Olacak” dedi Nuri. “Küçük müçük, fakir makir.”
“Neden fakir oluyormuş” dedi Melâhat. “Iş parada değil,
zevkte. Ne zenginler var ki evlerine bet bereket girmez. Bak ben
azlan neler yaparım göreceksin.”
“Biliyorum” dedi Nuri.
Nuri’nin omzuna dayadığı yanağı acıdığından kız bir ara doğ
ruldu. Nuri, acaba öpsem mi diye durakladı. Üç aydır sevişmeleri
ne, yakında evlenecek olmalarına rağmen iş öpüşmeye dayanmca,
işte hâlâ utanıyorlardı.
Sonuç 2 0 5
“Sen Ankara kedisi gibi sedirde büzülüp beni bekleyecen
akşamlan...”
“Başüstüne Nuri Usta.”
“Olmayacak.”
“Kimsenin ağız kokusunu dinlemeyeceğiz.”
“Dinlemeyeceğiz.”
Sonuç 2 0 7
N u ri iri elleriyle kızın p arm ak ların ı ovaladı:
“Ö m rü m b oyu n ca ısıtacağ ım bu ellerle sen i” d ed i.
Bekçi;
“Fazla laf istemem. Yürüyün merkeze” dedi.
“Çek elini bir kere sırtımdan, sonra konuşalım.”
"Çekmezsem ne oluyormuş?”
“Ne olacağını gösteririm şimdi.”
Sonuç 2 0 9
Melâhat sapır sapır titriyordu. Nuri onu omuzlarından tuttu.
“Korkma” dedi. “Heyecanlanacak bir şey yok.” Sonra, eli
tabancasının kabzasında bekleyen bekçiye;
“Nedir alıp veremediğin” dedi. “Yürü git işine. Belanı mı
arıyorsun gece vakti?”
Sonuç 2 1 1
“Yapma, kuzum yapma, bir hadise çıkmasın” diye, kız
durmadan yalvarıyordu.
“Sen beni itemezsin efendi.”
“Sen beni itiyorsun asıl.”
“Sen vazifeni yapmıyorsun.”
“Vazifemi sen mi bana örgetecen?”
“Öğreteceğim.”
“Örgetemezsin.”
“Öğretirim.”
“Madam gizlin saklın yok, neye sindiniz âlâmın bahçasına?
Orta yirde otursananız.”
Nuri öylesine sinirli ki, adamın demin umumi yer dediğini
şimdi âlâm ın bahçası yapışını fark etmedi.
“Orası senden sorulmaz.”
“Sorulur, ben bu mahallenin bekçisiyim.”
Zulfikar;
“B ir şey yok” dedi. “Hususi konuşuyoruz.”
Sonuç 2 1 3
“öpüşecekseniz plaj var” dedi. “Sınama locası var, efendime
söyleyim, randevu evi var. Elâlamın ortasında olmaz böyle rezalet.
Belediye nizamatı var. Ar var, edep var.”
“Ağzını topla yoksa ağzını yırtarım” diye kükredi Nuri. “Bu kız
senin anandan namusludur, ayı oğlu ayı!”
Sokaktaki grup Melâhat’le Nuri’ye tiksinçle, Zulfikar’a da
“Aferin aslan, vazifeni yapıyorsun” der gibi bakıyor.
Bekçi onlara döndü:
“Şahitsiniz ya!” dedi. “Duydunuz ya. Vazıfa halındaki mamura
küfür etti.”
Gürültüye koşup gelen öbür mahallenin bekçisi de; “Duyduk”
dedi. “Şahidiz.”
Kendine de iş çıktığı için memnundu.
Sonuç 2 1 5
Saime;
“Hayır hanımcığım” dedi. “Bekçi bahçada uygunsuz bir çift
yahaladı da.”
Üç numara da tam kadro ile balkona uğramış.
Kadın terzisi Ceylan Hanım;
“Neymiş kuzum, ne olmuş hanımefendiciğim?” diye yukarı,
Gülseren'e seslendi.
Gülseren;
Sonuç 2 1 7
Bekçi öbür mahallenin bekçisine;
"Gel götürelim şunları beraber” dedi,
öbürü, zaten dünden hazırdı.
“Yürüyün bakalım” dedi Nuri. “Ben de size göstermezsem
erkek demesinler bana.”
Külçe haline gelen Melâhat’i kolundan tutarak öne düştü.
Sokaktakiler açılıp yol verdiler.
Bekçi, ileri geri söylendi ya, şimdi içine bir ürküntü gelmişti.
Herif ben size gösteririm, dedi. Ya sahiden gösterirse... Bir
keresinde böyle baltayı taşa vurmuş, zorlulardan birinin oğluna
çatmıştı. Az daha, işinden oluyordu.
Sonuç 2 1 9
"Bir de hent hent ötüyon” dedi. “Ne yaparmışsın bahalım.
Elinden geleni ardına goma.”
öbür bekçi;
"Bırak artık, uzun etme” dedi.
Rüzgâr çoğalmıştı. Gökte iri bulutlar uçuşuyordu.
Erdal’la Vural bir müddet onlarla birlikte yürüdüler.
Erdal;
“Bırak yahu” dedi Zulfıkar’a. “İkisi de genç. Bu gece mehtap,
olur böyle şeyler. Büyüklük sende kalsın.”
Nuri arkasına bile bakmıyor, yumruklarını sıkmış yürüyordu.
Zulfıkar belki de bir büyüklük yapardı. Ne var ki, herif anasına
sövmüştü. Bunu affedemiyordu.
“Hadi bırak şu köşeyi dönünce” dedi Vural da... öbür bekçiye
kalsa, o da bırakmak taraflısı idi.
Zulfıkar;
“Olmaz beyim” dedi. “Olmaz. Bunca ehli ırz içinde olmaz
bu kepazelik. Getsinler gendi mahallalarmda istedikleri haltı
garıştırsınlar. Ben burda yaptırmam.”
“H...r ulan b...” dedi Erdal. “Canın isterse.” Sonra Nuri’nin
arkasından seslendi:
“Aldırma kardeşim, bunun cezası on iki Uradır”
Sonuç 2 2 1
Uygunsuz çiftle, iki bekçi, şimdi yalnız rüzgârdan sallanan
sokak fenerlerinin aydınlattığı çarpık yolda, sallanan gölgelerine
basa basa ilerliyorlardı.
Soruıç 2 2 3
EPİLOG
Epilog 2 2 5
avutmaya çalışıyordu. O aslan gibi, sporcu, en erjik,
id ealist D ündar Çalışkur, geçen yıl b ir fabrika kazasında
sizlere ömür... Yaa, içler acısı... Hem de arkasında b ir de
saçı bitm em iş yetim bırakarak... Gülserencik, yavrusu Filiz
Çalışkur’u bağrına basıp öm rü boyunca evlenmemeye karar
vermişti. Ne diyorduk, tövbekâr M elâhat’in çeyizini Gülseren
Çalışkur üzerine aldı. Kadın terzisi Ceylan Hanım’la,
doktorun hanımı maddi yardımda bulundular. Avukatınki
birkaç parça eşya verdi. Esasen kocası da Nuri’nin davasını,
her zam anki gibi bedava olarak üzerine alm ış, delikanlıyı
daha ağır cezalardan ku rtarm ıştı. Bu arada doğurgan eşi
sayesinde, b ir de ikiz çocu ğu n babası olan B aba C em il,
Nuri’ye b ir dükkân buldu. İyi kalpli, idealist vatandaş
Bahtiyar Babcun da cebin e serm aye koydu. Nuri de kollan
sıvayıp çalışmaya koyuldu. Zaten İm ralı’da Alpaslan soyadını
değiştirip Çalışkur soyadını alm ıştı.
İşe başladığının ikinci ayı nikâhları Beyoğlu evlendirme
dairesinde kıyıldı. Bütün Çalışkur kiracıları nikâhta
hazır bulundu. Yukarda sayılanlardan başka Amerika
fizik enstitüsünün, elektro m ekanik armağanını kazanan
Erdal da, Kızılay’a başhemşire olan, ayrıca uluslararası
K ızılhaçının, lam balı hem şire Florence Nightingal nişanı
ile m ükâfatlandırılan Sevim de, görgülü gazeteci gençle
evlenen Beyhan da, hep orada idiler.
Yeni evliler, Çalışkur kiracılarının aralarında topladıkları
para ile balayılarını, Bu rsa’da Çekirge’de geçirdikten
sonra, Dizdariye’de Zeynel Abidin Bey’in evinin üst katını
kiralayıp, bu muhterem ihtiyarın çatısı altında kumrular
m isali sevişerek im ran hayat eylemeye başladılar.
Evlendiklerinden dokuz ay on gün sonra, bu sevginin
meyvesi olarak, M elâhat dünyaya yumuk yumuk, b ir aslan
yavrusu getirdi. Nevzada Zulfikar adı konuldu. Çocuğu
babacan doktor Epkem C angetir yoksullar hayrına işleyen
kendi dispanserinde doğurttu.
Epilog 2 2 7
SONUCUN TEPKİLERİ
B İR K A Ç M E K T U P
Oğuz N. Başak
Denetim Kurulu
Adına
Sonucun Tepkileri 2 31
“(...) Prodüktör de çok beğendi. Bu filmin ayrıca takdirname
almasını muhtemel görüyoruz. Ancak Melâhat’in bar ve sefahat
hayatına dair sahnelerin bilhassa çok genişletilerek işlenmesi
ve bu arada birkaç dans numarasına da yer verilmesi lazımdır.
Filmin adını koyduk bile, ‘Kanlı Mehtap' yahut ‘Kahraman Bekçi
Zulfikar.' Rejisör arkadaşlar bekçinin kanları aka aka gece sokakta
sendeleyerek gidişi sahnesinden çok kuvvetli melodramatik
effekt umuyor. Aktör ve aktrisler seçilmiş gibidir. Ücret ve diğer
hususları konuşmak üzere yarın onda seni stüdyoda bekliyoruz.
Bize bu tarz bir-iki melodram daha yazabilirsen hem bizim için,
hem senin için (...)”
M. Çelebi
Türkiye Satranç Kulübü, Taksim
“(...) büyük bir inşirahı kalbi ile okudum, intibah hasıl etsin
ler diye akşam taamını müteakip kızıma damadıma hafidleri-me
de okudum. Hepimiz kahraman ve âlicenap bekçi Zulfikar’m
hazin macerasından son derece mütehassis olduk. Naçiz irşat
ve tavsiyelerimle memleket irfanında sizin gibi bir muharririn
yetişmesine karınca kararınca medar oldumsa bundan sadece
iftihar ve itminan duyarım. Tanrı muvaffakiyetinizi daim etsin
evladım. İlk mektubumda biraz sertcene ifadei meram ettimse
bunu sinnime bağışlayınız. Mamafih dost acı söyler derler. Ben o
zaman sizi öyle tenkit etmese idim, pek mümkin idi ki, siz bugün
doğru san dığmız o sakim yolda ısrar edecektiniz. Hatırımda
iken şunu da ilave edeyim ki, ilk hikâyenizi okuduğum zaman
vakadaki eşhasın hakiki olabileceklerini hiç düşünmemiştim.
Hikâyenizin Epilog ismi verdiğiniz, hatime faslında belirtti
ğinize göre tövbekâr çift bizim Dizdariye’deki evde de kiracı
olarak bir müddet oturmuş. Filvaki bundan iki sene mukaddem,
üst katımıza yeni evli bir genç karı-koca taşınarak altı ay kadar
ikamet etmiş idiler. Fakat tahattür ettiğime nazaran erkeğin
adı Nuri olmayıp Şahabettin, karısınınki de Melâhat olmayıp,
Dürdane idi. Ve bizde ikamet ettikleri müddetçe de çocukları
olmadı. Halim selim kendi hallerinde terbiyeli gençlerdi. Ama
pek mümkindir ki, tövbekâr olduktan sonra ahlakları ile beraber
isimlerini de tebdil etmiş olsunlar. Siz bakınız şu tesadüfe ki (...)”
Dainiz
Zeynel Abidin Hüdavendigâroğlu
Dizdariye
Sonucun Tepkileri 2 3 3
“...Ç o cu k la r ve halk için tertip led iğ im iz terb iy evi k itaplar
serisin d e sizin kıym etli im zan ızın da b u lu n m asın ı arzu
e ttiğ im izd en (...)”
Sınıf Arkadaşm
Kocaeli Milletvekili Abdarrahman
“...A şk o lsu n , k o n u şm u y o ru z . M e k tu b u m u za ce v a p v e rm e y e
bile te n e z z ü l e tm e d in iz . A m a biz o h an ım ın kim olduğunu
ö ğren d ik bile. Siz söylem ed iğin izle kalın. B u n d an so n ra
Velidüttin Erşafak