Professional Documents
Culture Documents
ABSTRACT
The amount of drinkable fresh water in the world is fast running out and the possibility of
whether there will be enough water for the future generations or not is under great risk.
Almost one third of the world population today is experiencing inability of obtaining drinking
water and they are facing of catching water born diseases. Today, we know for sure that the
world by itself cannot increase of its current fresh water supply, thus we must do what is
necessary to improve the present situation by implementing some important processes so
that we protect the available water resources to be sustained for the future generations.
Water borne diseases are responsible for 80 per cent of illnesses and deaths in developing
world and killing a child every eight seconds. Furthermore, 2.1 million people die every year
from diarrhoeal diseases including cholera associated with inadequate water supply,
sanitation and hygiene (WHO, 2004).
Despite the fact that 70 percent of the earth's surface is covered with water, only less than one
per cent of that is fresh water which is available in easily accessible lakes and rivers. Most of
the world's fresh water sources lie beneath Antarctic glaciers and approximately one-quarter
of the world's drinking water supply is located in Lake Baikal in Siberia, Russia. While many
consider water to be renewable resource, there is only finite amount available at any given
period of time. In a constant cycle, water flows through land into the oceans, evaporates to
form clouds, and then returns to land as rainfall. This finite amount of water must supply the
daily drinking, agriculture, manufacturing, and other needs for the world population
(UNESCO, 2003).
Within the last few years, the effects of global warming on climate and weather changes have
been experienced by a great deal in some parts of the world. Hurricane Katrina struck the city
of New Orleans – USA in August of 2005 and left more than 1,800 deaths and in excess of 80
billion dollars damage behind. Little over two years have passed since the tragic event but
nevertheless the city is still not in livable condition in most parts. It is very hard to forget the
Tsunami which hit mainly the city of Sumatra in Indonesia along with other three neighboring
countries in December of 2004 taking more than 225,000 lives and causing billions of dollars
in damage.
Key Words: World water supply, global warming, water management, Turkey
Dünya Sularının Durumu, Küresel Isınmanın Su Kaynakları Üzerindeki Etkileri, Su
Yönetimi Ve Türkiye
John TASKINSOY
Istanbul Aydın University, Istanbul – Turkey
jtaskinsoy@yahoo.com
ÖZET
Dünyadaki mevcut taze içilebilir (fresh water) su miktarı hızla azalmakta ve gelecek nesillerin
ihtiyacını karşılayabilecek içilebilir suyun bulunmama riski her geçen gün artmaktadır. Dünya
nüfusunun neredeyse üçte biri bugün su bulamama tehlikesi altında yaşamakta ve su kaynaklı
hastalıklara karşı yaşam mücadelesi vermektedir. Bugün şunu net olarak biliyoruz, var olan
mevcut erişilebilir su kaynakları fiziksel bir şekilde artırılamaz, o halde bizler bu kaynakların
bugün alacağımız ve uygulamaya koyacağımız önlemlerle varlıklarını koruyabilir ve gelecek
nesillere de yetmesi için devamlılığını sağlayabiliriz. Gelişmekte olan ve gelişmemiş
ülkelerdeki hastalıkların ve ölümlerin yüzde 80’ni su kaynaklıdır ve her sekiz saniyede bir
çocuğun ölümüne sebep olmaktadır. Aynı şekilde her yıl 2,1 milyon insan kirli ve hastalıklı
suları kullanmaktan dolayı ishal, kolera ve benzeri hastalıklardan hayatlarını
kaybetmektedirler (WHO, 2004).
Dünya yüzeyinin yüzde 70’inden fazla bir bölümünün sularla kaplı olmasına rağmen, sadece
bunun yüzde 1 kısmından azı insanların ulaşabilecekleri şekilde göllerde ve nehirlerde
bulunmaktadır. Taze-içilebilir suların dörtte üçüne yakın bir bölümü Antarktika buzullarında
ve içilebilir suların dörtte biri ise Rusya’nın Sibirya bölgesindeki Baikal gölünde donmuş bir
şekilde durmaktadır. İnsanların çoğu suyu yenilenebilir bir kaynak olarak düşünse de,
maalesef su sonsuz bir kaynak değildir ve sadece bulunduğumuz zaman diliminde yeterli
olabilir. Devamlı bir döngü içerisinde olan su ya topraklardan geçerek denizlere veya
okyanuslara dökülmekte, ya da buharlaşıp bulutları oluşturmakta ve sonrasında da yağmur
olarak tekrar yeryüzüne düşmektedir (UNESCO, 2003).
Son yıllarda küresel ısınmanın iklim üzerindeki etkileri dünyanın farklı bölgelerinde belirgin
ve ciddi bir şekilde yaşanmış ve yaşanmaya da devam etmektedir. 2005 yılının Ağustos ayında
Amerika Birleşik Devletleri’nin Louisiana eyaletine bağlı olan New Orleans şehrinde yaşanan
Katrina faciası geride 1,800’den fazla ölü ve 80 milyar doları aşan maddi hasar bırakmıştır.
Üzerinden iki yıl geçmiş olmasına rağmen şehrin büyük bir bölümü bugün bile halen
yaşanmayacak durumdadır. 2004 yılının Aralık ayında Hint Okyanusunda meydana gelen
depremin yol açtığı büyük tsunamiyi unutmak mümkün değildir. Tsunami, Endonezya’nın
Sumatra şehrinde başlamış ve daha sonra da dört farklı ülkeyi etkisi altına alarak geride çok
büyük maddi hasarın yanında 225.000’i aşkın can kaybı bırakmıştır.
Giriş
Su, hayat demektir. Çünkü yaşamın var olması ve devam etmesinde su yegâne rol
oynamaktadır. Anatomik olarak vücudumuzun büyük bir bölümünün (4/3) sudan oluşmuş
olması sebebiyle bu kaynağa olan ihtiyacımız her geçen gün daha da artmaktadır. Petrolsüz
bir yaşam kesinlikle sürdürülebilir ama içilebilir taze susuz bir yaşamı düşünmek tamamen
mantık dışı olur, dolayısıyla mümkün değildir. Dünya üzerinde yaşayan insanlar maalesef
gereksizce ihtiyaçlarından daha fazla su tüketmekte ve bu durum gelecek nesillere yetecek
suyun bulunup bulunmayacağı problemini ortaya koymaktadır. Yapılmış araştırmalara göre
zengin ülkelerde özellikle Amerika Birleşik Devletlerinde yaşayan insanların su tüketimi fakir
ülkelerde yaşayanlarınkinden nerdeyse on kat daha fazladır. Doktorlar normal yetişkin bir
insanın sağlıklı bir yaşam sürdürmesi için günde yaklaşık 2 litre veya sekiz büyük bardak
dolusu su içmeleri gerektiğini önermektedirler. Amerika ve batı ülkelerinde nüfusun
tamamına yakın bir bölümünün içilebilir suya ulaşması en azından günümüzde bir problem
olarak gözükmemektedir.
Irak’ta yaşayan Dennis Warren su hakkında şunları söylemiş: ‘Eğer su yaşamsa, bunu ticari bir
ürün gibi en yüksek fiyat verene satmamayı veya bunun seçkin bir gruba ait olmadığını, fakat
tüm insanlığın var olması için en temel kaynak olduğunu öğrenmeliyiz. Bizler yalnız suyu eşit
ölçülerde paylaşmayı değil, aynı zamanda bize suyun devamlılığını sağlayacak gerekli
teknolojileri ve doğayı koruyan değerleri de öğrenmeliyiz’ (Kirby, 2003).
Su, aslında gelişmiş ülkeler için çok ciddi bir sorun teşkil etmemektedir. Çünkü gelişmiş
ülkeler (Amerika başta olmak üzere, Kanada, Avustralya ve Avrupa’daki birçok ülke) yüzey
(yağmur ve karlardan oluşan) sularının muhafaza edilmesi, korunması ve sürdürülebilmesi
konusunda sayısız metotlar geliştirmişler ve suyun verimli ve etkin bir şekilde üretiminin
sağlanması kapsamında teknolojiyi her anlamda kullanmaktadırlar. Su aslında gelişmekte
olan ve fakir ülkeler için hayati önem taşımakta ve belki de günümüzde en büyük problem
olarak listenin başında yer almaktadır. Afrika’nın birçok yerinde ve diğer gelişmemiş dünya
ülkelerinde insanlar günlerini su temin etmek için uzun mesafeler yürüyerek
geçirmektedirler. Suyun bu ülkelerdeki değerinin hayati önem arz etmesi batı dünyasında
sıklıkla karşılaşabileceğimiz ama bu ülkelerde nadir veya hiç rastlayamayacağımız
alışkanlıkları da beraberinde getirmiştir. Örneğin, çiçek sulama ve su fıskiyeleri görmek pek
mümkün değildir, hatta suyun el yıkamak için dahi kullanılması suyun gereksiz yere israf
edilmesi şeklinde değerlendirilmektedir.
Geçtiğimiz son yirmi yıl içerisinde yayınlanan bilimsel raporlar küresel ısınma ve insan
aktiviteleri arasında yakından ve doğrudan bir ilişki olduğu konusunda ortak bir sonuca
varmıştır. Hatta olup bitenlerin ciddiyetini tüm dünyaya göstermek için Norveç Nobel Barış
komitesi 2007 yılının ödülünü eski ABD başkan yardımcısı Albert Arnold Gore Jr. (Al Gore) ve
IPPC’ye (The International Plant Protection Convention) verme kararı almıştır. Nobel
komitesi, iklimde meydana gelen bu ani değişikliklerin insanoğlunun yaşam koşullarını büyük
ölçüde tehdit edeceğini ve dolayısıyla ciddi göçlere sebep olabileceğini açıklamıştır. Olası
doğabilecek bu göçler sonucunda da yeryüzündeki mevcut kaynaklar için rekabetin hızla
artacağını belirtmiştir (Global Envision, 2007).
Amerika’da okullarda yapılan bir araştırmaya göre bir kişinin gün içinde (24 saat) su içmek,
duş almak, yemek yapmak, bulaşık yıkamak, diş fırçalamak ve bahçe sulamak gibi aktiviteler
için ortalama 100 gallon (379lt) su kullandığı tespit edilmiştir (URL1). ABD’de günlük su
tüketiminin ayrıntılı dağılımı aşağıdaki Tablo 1’de verilmiştir (1 ABD gallon = 3,79 lt).
Tuvaletteki su sızıntıları 5 19
Banyo yapmak 9 34
Çamaşır makinesi 22 84
Tuvalet sifonu 28 106
Bulaşık makinesi 3 11
Duş almak 21 80
Çeşme kullanımı 12 45
Toplam 100 379
Kaynak: Purdue Üniversitesi
97,5% Tuzlu su
Dünya Suları
2,5% Taze su
2,5% Taze suyun
0,3%’ü erişilebilir
göl / nehirlerdedir.
Kaynak: UNEP (United Nations Environment Programme) http://www.unep.org/
Şekil 1’deki diyagramda görüldüğü üzere, dünya sularının yüzde 97’den biraz fazla bir bölümü
tuzlu (denizler ve okyanuslar) sulardan oluşmaktadır. Taze suların üçte ikisinden fazlası
dağların tepelerindeki karlarda veya buzullarda kilitlenmiş vaziyettedir ve diğer üçte biri ise
yerüstü (yağmur ve kar) sularından oluşmaktadır. İnsanların yaşamlarını sürdürebilmesi için
ulaşabileceği noktalardaki su kaynakları göller ve nehirlerdeki sudan ibarettir ve bu da temin
edilebilecek su miktarını sadece yüzde 0,3 yapmaktadır. Kısacası, her geçen gün artan ve
bugün itibariyle 6,6 milyar olan ve 2050 yıllarında 9 milyar olması tahmin edilen dünya
nüfusunun kullanabileceği tüm su miktarı dünyadaki mevcut içilebilir suyun sadece onda biri
kadardır (UNEP, 2007).
Dünya üzerindeki kıtalar ve bu kıtalar üzerinde yer alan ülkeler barındırdıkları nüfus ve sahip
oldukları su kaynakları açısından büyük farklılıklar göstermektedirler. Herhangi bir küresel
facia yaşanmadığı sürece insan nüfusu artışını sürdürmeye devam edecektir. Fakat mevcut su
kaynakları nüfusun aksine devamlı olarak yıllara göre çoğalan bir kaynak olmadığı gibi aksine
alarm derecesinde azalmakta olan bir kaynaktır. Özellikle son yıllarda tüm dünyaca tecrübe
ettiğimiz küresel ısınmanın derin ve belirgin etkileri su kaynaklarının azalmadaki hızını
maalesef biraz daha hızlandırmıştır. Dünyanın ‘süper güç’ (Amerika başta olmak üzere sekiz
ülkelerin oluşturduğu güçlü grup) olarak nitelendirdiğimiz ülkeleri son zamanlarda medyanın
küresel ısınma ve etkileri konusuna geniş yer vermesiyle bir şeylerin yapılması hususunda az
da olsa ikna olmuşlardır.
Tablo. 2 Farklı kıtaların nüfus ve sahip olduğu su kaynaklarının yüzde oranları
DÜNYA MEVCUT SU
BÖLGELER DÜNYA NÜFUSUNUN %
KAYNAĞININ %
Kuzey & Orta Amerika 8% 15%
Güney Amerika 6% 26%
Avrupa 13% 8%
Afrika 13% 11%
Asya 60% 36%
Avustralya <1% 5%
Tablo 2’ye baktığımızda, su kaynakları açısından en rahat gözüken bölgeler olarak Güney
Amerika’yı ve Avustralya’yı, en fazla stres yaşayan bölgeler olarak da Afrika’yı ve Asya’yı
özellikle Çin’i gösterebiliriz (URL3). Çin, 2007 itibariyle 1,32 milyar nüfusu ile dünya
nüfusunun (6,6 milyar, 2007) beşte birini barındıran ve dünyadaki mevcut içilebilir suların da
üçte birinden biraz fazlasına (36%) sahip olan bir ülke olarak suyun öneminin farkında
olmasına rağmen büyüme uğrunda bu alanda yapılması gerekenleri maalesef görmemezlikten
gelmektedir. Çin, son on yıldır muazzam büyüyen bir ülkedir (11,4%, 2007) fakat bu hızlı ve
eşi nadir görülen büyümesinin yüksek ve geri dönüşü zor olan faturası su kaynakları üzerinde
ciddi ve aşırı kirlenmelere sebep olmuştur. Çin’deki birçok büyük nehir ve göller ağır
sanayinin suya bıraktığı kimyasal artıklarla aşırı derecede kirlenmiş ve buradaki suların
içilebilmesi için biyolojik ve ileri arıtma tekniklerinin kullanılmasını zaruri kılmıştır.
Çevremize veya dünyanın farklı bölgelerinde küresel ısınmanın etkileriyle ortaya çıkan
olaylara baktığımızda, tüm gözlemlediğimiz işaretler bizlere eğer bir önlem alınmazsa her
şeyin daha da kötüye gidebileceğinin habercisidir. Bütün bu makro-ekonomik aktivitelerin
fakir ülkeler üzerindeki etkileri tamir edilmesi güç faturalar ortaya çıkarmakta ve birçok can
ve mal kaybına sebep olmaktadır. Kirli suları içmeye maruz kalmaktan veya bu suların
çevresinde yaşamaktan dolayı hastalanan ve ölen insanların sayıları milyonlarla ifade
edilmektedir. Araştırmalara göre suyun yol açtığı hastalıklardan her sekiz saniyede bir çocuk
daha hayatını kaybetmektedir (Kirby, 2003).
Küresel ısınmanın artık günlük konuşmalara yansıdığı şu günlerde bizlerin aslında bunun tüm
etkilerinin neler olabileceğini bütün ayrıntılarıyla kestirmemiz pek mümkün olmayabilir ama
şunu kolaylıkla tahmin edebiliriz, iklim üzerinde meydana gelen küresel ısınma kaynaklı
değişikliklerin suya olan negatif etkileri muhakkak ve kaçınılmaz olacaktır. Mevsim
normallerinin dışında yaşanan iklimsel farklılıklar birçok kasırga, fırtına ve selleri de
beraberinde getirecektir. Amerika’nın New Orleans şehrinde 2005 yılında yaşanan Katrina
kasırgası ve sebep olduğu maddi hasar ve can kaybı bunun en bariz örneğidir. Tabii 2004
yıllında Endonezya’nın Sumatra şehrinde başlayan ve komşu ülkeleri de etkileyen Tsunami
faciasını ve geride bıraktığı yüz binlerce ölüyü de unutmamak gerekir. Kürenin normalden
daha fazla ve kısa sürede ısınması bazı bölgelerin sular altında kalmasına, çöllerin alanlarını
genişletmesine, nehirlerin çekilmesine, normalde yağış görmeyen yerlerin daha fazla yağış
almasına, yağış alan yerlerin ve küçük su kaynaklarının da kurumasına sebep olabileceği
tahmin edilmektedir.
Şekil. 2 Dünya mevcut su kaynaklarının kullanım alanları
22% Endüstriyel
8% Mesken Kullanım
Meskenlerdeki suyun
yaklaşık 88% israf
edilmektedir.
Tarımdaki suyun
yaklaşık 27% israf
edilmektedir.
Kaynak: UNEP (United Nations Environment Programme) http://www.unep.org/
Şekil 2’de görüldüğü gibi mevcut suların yüzde 70’i tarım alanlarında (2.770.980 km2)
kullanılmaktadır ve bu durum suyun yönetimi açısından ciddi bir önem teşkil etmektedir
(URL4). Türkiye’de su tüketiminin nasıl yapıldığını bilmeyen yok ama su yönetiminin
yapılmadığı da maalesef bir gerçektir. 2006–2007 yıllarında Türkiye’nin bazı belediyelerinde
yaptığım su-projeleri çalışmalarında gördüğüm manzara içler acısıydı. Her gittiğim belediye
mali imkânlarının yeterli olmaması ve yasal ortamın (mevcut belediye yasaları) getirdiği
kısıtlamalar nedeniyle ellerinde bulunan veya yapmayı planladıkları projeleri hayata
geçirememişler ve bu sebeple birbirinden kopuk ve sorunlu alt yapılarıyla halka su ve
kanalizasyon hizmetleri vermeye çalışmaktaydılar. Su ve kanalizasyon hizmetleri sorunlu da
olsa bir şekilde yürütülmeye çalışılıyordu ama bu söz konusu olan şehirlerin çoğunda atık su
arıtma tesisleri yoktu ve olanlar da verimli bir şekilde çalışmadığı gibi tüm ihtiyacı
karşılamakta da maalesef yetersiz kalıyordu.
Tablo 3’de görüldüğü üzere dünyadaki erişilebilir mevcut su kaynaklarının (2,53%) yüzde
70’lik bir bölümü tarım amaçlı tüketilmektedir. Ticarethanelerde ve organize sanayilerinde
kullanılan toplam su miktarı ise yaklaşık yüzde 22’dir. Bütün bu kullanımlardan sonra
evlerimizde su içmek, yemek yapmak, çamaşır yıkamak, banyo yapmak, bulaşık yıkamak, diş
fırçalamak ve diğer tüm aktivitelerimiz için kullanabileceğimiz toplam su miktarı sadece
yüzde 8 civarındadır (URL5).
Evlerimizde kullandığımız tüm su miktarı dünyadaki mevcut içilebilir suların maalesef yüzde
10’undan daha azdır. Eğer gerçekten insanlık ve tabiatı korumak adına su problemini çözmek
istiyorsak, o zaman suyun en çok kullanıldığı alana yani tarımdaki su kullanımına
yoğunlaşmamız gerekmektedir. Türkiye’de küçük ölçekli tarımcılık daha yaygın olduğu için
maalesef verimi artıracak ve su kullanımını daha etkin hale getirecek sistemlerin kullanımı
yok denecek kadar azdır. Bu ufak tarım alanları doğal olarak damla sistemi (yağmur etkisi
yaratan ve aynı mantıkla çalışan maliyetli bir sistem) yerine pek fazla maliyet gerektirmeyen
ama verimi az olan ve yüksek miktarlarda su kullanımını gerektiren kökten sulama sistemi
kullanmaktadırlar. Küçük tarım alanlarında toprakta ellerle veya çapa yardımıyla açılan
kanallar yoluyla yapılan bu sulamada, su kanallardan hızlı ve etkisiz bir şekilde akmakta ve bir
kısmı toprak tarafından emilerek bir kısmı da başka yerlere akarak kaybolmakta ve bu da
ciddi su israfına sebep olmaktadır. Ticarethanelerdeki ve endüstriyel firmalardaki su tüketimi
hükümet tarafından sağlanacak teşviklerle daha etkin hale getirilebilir. Sağlanan bu
teşviklerle söz konusu firmalar gerekli yatırımları yaparak su tüketimlerini azaltabilir ama
aynı zamanda verimlerini artıracak teknolojileri yerleştirebilirler. Kısa vadede bu ciddi bir
yatırım gibi gözükse de, su maliyetlerinden elde edilen tasarruflar söz konusu firmaların uzun
vadede kar sağlamalarını ve daha verimli bir şekilde çalışmalarını sağlayacaktır.
Kaynak: Kreith, M., (1991). Water Inputs in California Food Production, Teknik Rapor, Water
Education Foundation.
Tablo 4’de yer alan figürler Marcia Kreith’in Davis Üniversitesi için hazırladığı ‘Kaliforniya
Yiyecek Üretiminde Kullanılan Su Miktarı’ adlı teknik raporundan uyarlanmıştır. Bu raporda
yiyeceklerin soframıza gelene kadar geçtiği süreçlerde kullandıkları toplam su miktarları
ölçülmüştür. Örneğin 1 kg dana etinin mutfağımıza gelene kadar geçtiği süreçlerde 20 tondan
fazla su kullanması hepimizi şaşırtmaya yeter ama maalesef bu bir gerçektir. 1 kg domatesin
üretiminde yaklaşık 240 litre su kullanılmış olması aynı şekilde bizleri su kullanımında biraz
daha düşündürmelidir. Amerika’da tarım alanında yapılan araştırmalar göstermiştir ki bir
dönüm arazinin sulanması için yıllık yaklaşık 4 milyon litre (4.000 ton) su kullanılmaktadır
(Purdue Üniversitesi). Amerika’daki tarım alanlarının muazzam büyüklüğünü düşünürsek ne
kadar fazla su kullanıldığını tahmin etmemiz de pek zor olmayacaktır. Tarımsal üretim daha
çok Amerika’nın batısında özellikle Kaliforniya eyaletinde yapılmaktadır. Amerika’nın batı
eyaletleri, toplam nüfusun beşte birinden daha az bir bölümü oluşturmasına rağmen, tarımsal
su kullanımın çok fazla olması sebebiyle Amerika’nın batı kesimi günlük su tüketiminin
4/3’nü tarımsal üretim amaçlı kullanmaktadır.
Su ile ilgili bütün sorunları çözmemiz elbette mümkün olmayabilir ama problemleri en aza
indirgemenin en temel yolu su yönetimidir. Türkiye’de yıllardır su yönetimi diye bir kavram
telaffuz edilmezken son yıllarda bu konu ile ilgili bazı önemli adımlar atılmıştır. En büyük
problemlerden biri; Türkiye’de su üretimi, dağıtımı ve kullanımı ile ilgili standartları
belirleyecek ve bunların takibini yapacak ve gerekirse kimseye hesap vermeden yaptırımlar
uygulayacak bir kurumun bulunmamasıdır (İngiltere’de OFWAT örneğinde olduğu gibi).
Dolayısıyla kaçak ve usulsüz kullanım ve tüketim her belediyenin başını ağrıtan fakat
çözülemeyen bir sorun haline gelmiştir. 2–3 yıl içerisinde su kaynaklarının özelleştirilmesi
sanırım biraz daha hız kazanacak ve Türkiye’deki su kaynaklarının kullanımı tam anlamıyla
yeniden gözden geçirilecektir.
Sonuç
Dünya nüfusu hızla artmaktadır ve tahminler 2050 yıllarında nüfusun yaklaşık 9 milyar insan
olacağı yönündedir. Bu da şu anlama geliyor, bugünkü nüfuzdan yüzde 30 daha fazla.
Kimilerine göre bu artış 40 yıl için çok fazla gelmeyebilir fakat su kullanımı açısından alarm
derecesindedir. Çünkü mevcut içilebilir ve ulaşılabilir su kaynakları fiziksel olarak artış
göstermediği gibi aksine küresel ısınma etkisiyle hızla azalmaktadır. Dünyadaki su kullanımı
1950 yıllarından günümüze kadar neredeyse üç katına ulaştı ve durmak bilmiyor, üzücü olan
ise çıkarılan suyun büyük bölümünün verimli kullanım yapılmaksızın boşa harcanmış
olmasıdır. Dünya taze sularının üçte ikisinden fazlası tarım için kullanılmaktadır ve bir
insanın günlük yiyeceğinin karşılanması için 2.000lt kadar su tüketilmektedir (UNEP, 2007).
Bütün bu problemler yaşanırken dünyada, bazı ülkeler özellikle İsrail ciddi hazırlıklar içine
girmiş ve su bulmak için seferber olmuştur. Belki de herkesin düşündüğü gibi Irak savaşının
temelinde yatan unsur petrol değildi. Arca Arıyoruk’ın 14 Ağustos 2003 tarihli ve “Turkish
Water to Israel” başlıklı İngilizce makalesinde, kişi başına düşen 2.150 metreküp ile bölgenin
en zengin su ülkesinin Irak olduğu ve ardından kişi başına 1.850 metreküp su ile Türkiye’nin
geldiği yazılmaktadır. İsrail’de ise kişi başına yaklaşık 325 metreküp su düşmektedir
(Ariyoruk, 2003). Tarih boyunca güçlü ülkeler zayıf olan ülkelerin ellerindeki kaynakları
almışlar veya bu kaynakları kullanmakta tüm dünyaya kendilerini haklı göstermişlerdir. İsrail
maalesef Türkiye’de de su kaynaklarına (Manavgat) sahip olmak ya da kullanım haklarını
kazanmak için ciddi gayretler sarf etmektedir.
Zaman azalıyor, bir şeyler yapılmalı ve derhal yapılmalıdır. Günümüz dünyasında son
zamanlarda yaşadığımız doğal afetler eğer ciddi önlemler alınmazsa daha kötü şeylerin
olacağının bizlere habercisidir. Ekonomiler, insanlar var oldukça (tüketici olarak) varlıklarını
sürdürebilirler, insanların küresel ısınmanın doğuracağı etkiler sonucu azalması veya yok
olması, ekonomilerin (ne kadar güçlü olurlarsa olsun) ve sahip devletlerin de sonun gelmesi
demektir.
Kaynaklar
Global Envision, (2007), ‘’Nobel Price Awarded to Al Gore and UN Climate Body’’,
http://www.globalenvision.org/library/1/1782/ (18 Ocak 2008, 11:00)
Kreith, M., (1991), Water Inputs in California Food Production, Technical Report, Water
Education Foundation. 717 K Street, Suite 517, Sacramento, CA. USA
UNESCO (The United Nations World Water Development Report), (2003), ‘’Water for People,
Water for Life’’
WHO (World Health Organization Report), (2004) ‘’Water, Sanitation and Hygiene Links to
Health’’