Professional Documents
Culture Documents
MINHACU,L-FUKARA
Adlı Eserinin Özü
-Fukarinın Yolu-
Afif Tektaş
ı<
\§
e EREN
Eski zamanlardan beri gönül ehli önderler insanları
a?dınlatmayı, yolunu kaybedenlere yol göstermeyi ibadet telökki
etmişler, bu konuda adeta yol haritası çizmişlerdir.
Bu 7ol aşk yoludur, yolcular aŞka tabidir, rehber de aşktır,
Bu yolda bir çok derece uardır, Bu dereceler aşıldıkça iki cihan
saadeti elde edilir. zekıit da bu derecelerden bir derecedir sadece:
Zenginlerin zekötı fakirlere ihsandır, Deuletin zekdtı zajııJlara
yardımdır. Eulidın zekdtı, yetim çocuklııra ihsandır. Euin zekAtı
misafire ikramdır. Sohbetin zekdtı isyandan kaçmaktır.
Dinin zekö,tı, şE)tanc. karşı getmektir. İlmin zekatı taliptere
öğretmektir, Zira ilim bir hazinedir ki onun da bir zekötı uardır.
Zekdtı uerilmeyen hazine gibi, sahip olduğu ilimden talibine
uerrnejen kimse kıyamet gÜnÜnde azap 8ÖrÜr.
1 .00/1
Düzenlenen konserler, sergiler ve
konf eranslara dünyaca tanlnmlş sanatçllar
1937 ytIlnda Roma Ve Paris büyüke|çisi suat YayInlanmlş bulunan birinci kitabl,
Davaz'ın klzı Frumet Hanlm ile eVlenir, Bu "MevIana'nln lşlğında Ramazan sohbetlerİ"
evlilikten Ömer Ve Aylin adll iki çocuğu olur. adıyla ocak 2oo4 y|lında yaylnevimizce
1961'de eşinin vakitsiz ölümünden sonra, 1965 basılmlştlr,
yllında Frumet Tektaş'ın ablasl Refika Hanlm
ile evlenir.
Birinci baskı
5(n adet
EREN Yaylncllık
Kitap Dağühm Tic. ve san. Ltd. Şti,
Tünel, Istikla] cad_ Sofyall Sokak No. 34
80050 BEYoGLU - ISTANBUL
Tel.: (2l2) 25| 2l158 (2|2) 252 05 60
Fax: (2l2) 243 30 16
e mail: çEa@lglf,.lg
www.eren.com.tr
Afif Tektaş
MINHACU,L_FUKARA
a
Fukarinın Yolu
- -
Hazırlavan
Mustafa Çiçekler
e EREN
IÇINDEKILER
..... l l
..... I 3
.....17
Aylin TEKTAŞ
İstanbul
öxsöz
Büyük mutasavyuf ve Türk düşünijIü Mevlina'nın ve onun öğrerileri
doğrultusunda kurumsallaşan MevIevi|iğin gerek irfanımızda gerek edebiyat
ve kültüIümüzde derin resirleri olmuştur. Mevl6na'nın tasavvuf vadisinde
yazdığı, engin bir birikimin mahsulü olan eserleri insanlar tarafından büyük
ilgi görmüş, adeta onun etrafında geniş bir ilim ve marifet halkası oluşmuştur.
Öüümünün, kendi ifadesiyIe "Düğün gecesi"nin üzerinden uzun yıllar geçmiş
olmasına rağmen, dünya edebiyatında benzerine pek rastlanmayan Mesneı,t'si
hdl6 okunup faydalanılmaya deyam etmektedir. Bu sırlarla dolu eserin
anlaşılabiImesi için şerhler yazılmış, o marifet denizinden susamış gönüllere
serinletici damlalar sunulmuştur. Şüphesiz bunların en önemlilerinden birisi,
kendisi de Mevlevi olan İsm6il Ankaravi'nin yazmış olduğu şerhtir. Yıllarca
okuyanlara feyiz vermiş, yeni eserler yazılmasına ilham kaynağı olmuştur.
Mevlina'nın eserlerini, özellikle Mesncvlnin Ankaravi şerhini okuyup feyiz
alan ve bunu derlediği eserlere aksettiren münevverlerden birisi de, Mevl6na
işığı, müsikişinas Afif Tektaş'nr.
Afif Tektaş'ın ilgi alanı Mevlini ve Mesnevi merkez]i o|mak üzere
tasavvuftur. Be sebeple tasavvuf sahasında, özellikle Mesnevi ve Mevleviliğe
dair olan eserlere çok al6ka duymuş, bunlardan azami derecede istifade
etmiştir.
Afif Tekıaş'ın Mevleviliğe olan yakın ilgisinin, tabiatında bulunan aşk
coşkusundan kaynaklandığı düşünülebilir. Kendisinde bu aşk o derecedir ki,
20 Temmuz l963 tarihinde Budapeşte'de bulunduğu sırada Mesnevi'deki
beyitlerden ılhamla şu dizeleri yazrrırştıI:
Birinci dcfter:
* Askeri Dtvinı: Nefsin mertebeleri, tevhid makamına erinceye dek
sdliklerin makamları, İslAmın şartlarının hakikati, marifet, ilmin
çeşitleri vs. konular anlatılır.
* Perde gazelleri: "Perde" kelimesinin geçtiği ve "perde" redifli
gaznl|er,
* Risnle-i Niy6zi -es'ile ve ecvibe-i mutasavvufine-: Tasavvuf hakkrn-
da sorulan sorulara verilen cevaplar.
* Niy6zi-yi Mısri'nin Esm6-i Halvetiyye Şerhi: Allah'ın isimlerinden
l l tanesinin açıklanması.
x Niyizi-yi Mısrtnin Hrzır kıssasını tefsir eden risilesi.
* Ris0le-i SAlihiyye: Tecelliy6t-ı ilihiyye, ıevhidin makamIarı vs.
tasavvuf konuları anlatı]rr.
* Niyizi-yi Mısri'nin ibadet ve iman]a al6kalı bir risAlesi.
* Niyiziyi Mısri'nin kardeşi Ahmed Efendi'ye gönderdiği mektubun
Sureti.
* ibn-i Arabi'nin "Nefsini Bilen Rabbini Bilir" hadisini şerh eden
"Ris6le-i Ehadiyye"si.
* İsmail Hakkı Bursevi'nin Halvetiyye ve Celvetiyyenin manası ile
ilgili yazısı.
* Ankaravlnin "Minhlcü'l-fukari"adlıeserininhül6sası.
* Seyr ü sül0kta nefsin geçirdiği ahvil, nefsin mertebesi ve o merte-
bedeki sıfatları.
* Muhyiddin Arabi'nin Fus0sü'|-hikem'inden parçalar.
* Muhammed Ali Aynlnin bir yazısı.
+ İsmail Hakkı BursevlninRühu'l-beydn'ından bölün,ıler.
* Ayet ve hadislerle tercümeleri
* Nazif Mevlevi'nin bir yazısı
* "Kur'6nı Aziınüşşinln Bize Öğrettikleri" başlıklı bir yazı.
l5
İkinci Defıer:
Bu defterdeki yazılar, birinci defıerde bulunan yazıların müsveddeleri
mahiyetindedir.
Üçüncü Defter:
Aniaravi'nin Mesnevi Şerhi'nde geçen iyet ve hadisler yer ahr.
Dördüncü Defıer:
Ankaravi'nin Mesnevi şerhi esas alınarak, burada geçen s0re ye ayetler,
şerhteki sayfa numaraları ile birlikte verilmiştir.
Beşinci Defter:
Mesnevi Şerhi'nde geçen hadisler alfabetik olarak karşülarına tercü-
meleri yazılmış, ayrrca şerhteki cilt ve sayfa numaraları gösterilmiştir,
Alnncı Defıer:
Bu defterde sırasıyla şu yazılar bulunmaktadır:
* Ramazan Sohbetleri
* Ahmed Remzlnin 6 ciltlik Mesnevi-yi Şeriften seçilen "Münöcdt-ı
Mevldna" melni Ve teIcümesi.
* Div6n-ı Kebir'den seçmeler
* Sultin Divini Muhammed Sem6i'nin sözleri
* Mevlini'nin münacat ve na'tları
* Osman Kemili'nın İmam Hüseyin Mersiyesi, Fatine Davaz'|n
şiirleri, Div6n-ı KemA]lden bölümler
Yeünci Defter:
* Tercüme-i TecelliyAıı Hüd6i Mahmud Efendi
* Mesnevi-yi Şerif şerhinde zikri geçen hadisler
* Evr6d-ı şeı'ife şerhi
* Ramazan Sohbet]eri
* Ahmed KemAllnin risileleri
Sekiınci DejIır:
Çoğunluğu birinci defterde bulunan yazılar yer alır. Miııhacii'l-fuka-
rd'nrn tam metni vardır.
l6
Mustafa ÇIÇEKLER
Ismail Rusühi ANKARAVi
XVl. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan (ö. I04l / l63l) Mev]evi
şeyhi ve Mesnevi şarihidir. Ankara'da doğdu. Doğum tarihi bilinmemektedir.
İlk tahsiline doğduğu yer olan Ankara'da başlayan Ankaravi, tasavvufa intisap
etmeden önce dini ilimleri tahsil etmiş, Afapça ve Farsça'yı öğIenmişıir. iIk
önce Ankara ye çevresinde yaygın olan Bayramiyye tarikatına intisap ederek
şeyhIik makamına kadar yükseldi, Halvetiyye tarikatından da icazet aldı.
Bayrami şeyhi olarak irşad vazifesine devam ederken gözlerinden rahatsulan-
dı. Tedavi maksadıyIa giniği Konya'da Mevlevi dergihı şeyhlerinden Bostan
Çelebi ile tanışarak onun teşvikiyle Mevleviyye rarikanna girdi. Mevleviliğin
usul, Adib ve erk6nın] küsa sürede öğrenip seyr ü sül0kunu tamamladı. Daha
sonra İstanbul'a gini. Kısa sürede ilim ve tasawuf çevrelerince tanındı ve saygı
gördü. l6l0 yılında Galata Mevlevihanesi şeyhi oldu ve öIümüne kadar yirmi
bir yıl bu makamda ka]dı. Mezarı adı geçen mevlevihanenin haziresindedir.
Mevlina Cel6leddin-i Rümi'nin Mesnevlsine yazdığı şerhle meşhur
olan ve bundan dolayı "Hazreri Şirih" diye de anılan Ankaravi, çağındaki
ilim ve fıkir hayatına h6kim olan şerhçiliğin resiriyle Herevi. İbnü'l-Arabi,
ibnı'|-Farız ve Mevl6na gibi büyük mutasavvlflarln eserlerini şerhetti. Çok
geniş tasavvuf kültürü sayesinde meselelere getirdiği yorumlar bakımından
eserleri şerh ve haşiyenin de ötesinde bir değer taşn. ÖzellikJe Mesnevi'ye
yazdığı şerh sebebiyle büyük bir otorite olarak kabuI edilir.
Ankaravi, Mevleviliğin esaslanna ve Ehl-i sünnet ilkelerine bağlı bir mu-
tasavvıftrr. Hizmeti inzivadan daha önemli saymüştır. Bu anlayış ve tutumunun
bir sonucu olarak hem şeriatın zahiri hükümlerine önem vermeyen mutasay-
vıflara karşı cephe almış, hem de tasavvufu tamamen yeya geniş ölçüde bid'at
sayan zahir ulemlsına ve medrese mensuplarırıa reddiyeler yazm§tr. Bu
çalışmalarının yanı sıra Türkçe, Arapça ve Farsça şiirleri de vardır. Galata
MevIevihanesi'nin inşa tarihini (897lI49l -9z) gösteren "er-RuSOh" ke]ime-
sini Rusühi şeklinde mahlis olarak kullanmıştır.
l8
Sade bir dille kaleme aldğı ve çoğu Türkçe, bir kısmı da Arapça olan
eserleri orta seviyedeki okuyucular için faydalı olmuş, bilhassa iIk ve ana
kaynaklarla olan bağın koptuğu sonraki dönemlerde sürekli olarak tesirini
göstermiştir. Eserlerinin bazıları şunlardır:
M ecmf«u ü' l - l et aif v e nıa' ınii retü' l - nıaE r if . " M e sn ev i Şerhi " adıyla
bilinen ve kendisine "Hazret-i Şarih" unvanını kazandıran bu eser, gerek ilmi
kudretini göstermesi gerekse bıraktığı tesirler bakımından Ankaravi'nin eser-
leri içinde en dıkkate değer olanıdır. Ankaravi bu eserinde bir yandan Mevl6-
ni'nın fikirlerini açıklarken diğer yandan tasavvufun umumi kaidelerini sade
bir ifadeyle ortaya koymuştur.
Ankaraviden sonra gelen Mesnevi şarih ve mütercimleri onun inceleme
ve yorumlarından geniş ölçüde faydalanmışlardır.
Bisrnillahirrahmanirrahim
Mukaddime
Mesnevi şarihi Hazret-i lsmail Ankaravi fukarayı irşat ile mernur oldu-
ğunda, bir kısmının meylevi tarikatine muha]if hareket ettiklerini, diğer bir
kısmının sü|ükun nimetlerinden ve ifni-yı vücudun lezzetlerinden tamamen
habersiz kalıp şeriat ve tarikati bilmediklerini, dd6b ve erkin nedir duymamış
olduklarını, bazılannın ise ilim ve marifet tahsil eylemekle ye şeriat ve tarikatin
idibına vakıf olmakla beraber nefislerine ve şeytana uymuş bulunduklarını,
nihayet bazılarının da akideleri pak, derun|an n0r-ü ilm ve marifetle aydınlan-
mış, fakr ve kanaatle ahliklanmış ve ibadet ve riyazetle hakikate varmış olma-
larına rağmen sülOkun menebelerinden ve tarikat ve hakikatin inceliklerinden
bi-haber kaldıklarını ve ancak Mesnevi-yi şerifin zahirine ve belki bir miktar
derünuna vakıf olabildiklerini müşahede eylemiştir.
Bu YaZiyette bunlarl tenvir etmeyi münasip gcirmüşlerdir. Yolunu kay-
bedene yol göstermek en büyük ibadettir. Zira öğrenen kimseye olduğu ka-
dar mürşit olana da mükafat ye fazilet vardır. Allah'ın kullaIına nasihat etmek
dinin esasıdır. söz tutmaz larsa onlarla mücadele etmelidir.
Hazreri şirih, tarikatte bir çok kimseyi te'viliıı batılaya meyilli gör-
müş ve sülOkun mertebelerinden, tarikatin 6d6bından ve vel6yeıin erkAnından
tamamen gafil ve Atıl bulmuştur. Sohbetlerinde dostlarını ve ihvnnı irşat
ederlerdi. Ancak sülükun idAbını bilmeyenlere ve sonradan gelenlere kolaylık
olmak üzere ve tarikate dil uzatanlara hüccet ve burhan teşkil etmek üzere bu
kitabü telif etmeye karar vermişler,
kim (doğru yol) olmalıdır. Peygamberimiz bizinr için biI hatrı müstakim
çekmiş ve bunun dışındaki hatlann üzerinde şeytanın daima nası kendi yoluna
çekmeye çallştığını ihtar buyurmuşlardır.
S6lik evvel6 şeriat ışığını ele alarak yola çıkmalı ve hakikati bulmaya
çalışmalıdır. Hazreıi Mevlina Mesnevi'nin beşinci cildinin mukaddimesinde
şeriat, tarikat ve hakikat hakkında bazı misaller veriyor:
[. Şeriat ışığını ele almakla beraber tarikate (Hak yoluna) gitmez ve ona
göre hareket etmezsen, varmak istediğin yer olan hakikati ve vuslatı (kavuş-
mayı) bulamazsın, Şeriat meşalesini ele almakla beraber, ona uygun olarak iş
görür, tarikat yoluna girer, nafileleri ve farzları eda ederek Allah'a yakınlık
duyar ve kendini Hak'ta fani kılarsan işte buna hakikat derler.
2, Şeriat kimya ilmi gibidir. Bir kitaptan veya bir üstattan öğrenebilir-
sin. Tarikat bu ilmi kitapta yazılı olduğu veya üstadln öğrettiği gibi tatbik
etmektir. Hakikat ise. bu ilmin tamam o]masından sonra bakınn altın olmasr ve
bakır|ıktan kurtulması gibidir,
3. Şerıat ıp ilmini
öğrenmek gibidir. Tarikat, bu ilmi tatbik ederek per-
hiz etmek, ilaç kullanmak gibidir. Bu devilardan sonra hastanın sıhhate
kavuşması, şifa bulması ise hakikat gibidir.
Demek ki şeriatsiz tarikat olmadığı gibi, tarikatsiz da hakikate varnıak
mümkün değildir. Şeriat Nüh'un gemisi gibidir. Ona tutunanlar, günah tu-
fanından kurtulur[ar. Gerçi düşünülebilir ki hakikat denizi bir tektir ve bahr-i
vahdetten (birlik denizinden) ibarettir. Ancak uçsuz bucaksız birlik denizinde,
muhte]if esma ve zıt sıfatların dalgalan (cemal ve celAl) coşkunluk halindedir.
Bu iki nev dalga aynı deryadan hasıl olursa da biri birine hiç rastlamazlar.
Aralarında berzah vardır.
Bazı kimselerin vücudu kunuluş rüzgarıyla lütuf denizine doğru gider-
ken, hevi-yı nefsin fırtınasına tutularak yanlış yola saparlar. Akıllardan edeb ve
feraset öğrenelek şeriat ye tarikat üzere gitmek ve Hak yolunun endişesini
duymak lizımdır. Kurtuluş yolu, ya bir mürşidin ağzından veya bu ilimde ya-
zılmış bir kitabın m6ndsından sülük ilmini öğrenmekle bulunur. Ondan sonra
sal6h ve kurtuluş mertebesine yol açılmış olur. Bu halde Mesnevi, sülük
ilminde eşsiz bir rehberdir. Zira Mesnevi'nin manalan tamamen Kur'6n 6yeı
leri ve Peygamber'in hadisleri üzerine bina edilmiştir.
Tarikin birinci şartı, kalbi mAsividan (Allah'tan başka her şey) temiz-
Iemek, ikinci şarfi kalbin Allah\n muhabbet ve bilgisinde istiğrikı ve son şanı
da fendfillah (Allah'ta yok olma) mertebesidir.
Bu kitap 3 kısım,30 bab ve l00 derece üzerine tertip edildi ve ismine de
"MinhAcü'l-Fuka16" yani "FukarAnın yolu" denildi.
24 AFIF TEKl,AŞ
BiRINCIKISIM
TARiKATiN ADABI
l. KAmillerin
mertebesine erişenlere, beşeriyetten ve mAsivAdan tama-
men kurtulanlara "ebü'l-vakt". zamanın hdkimi olanlara da "s6fi" denilir.
2. İbnü'l-yakt olanlara ve içlerini sifi kılanlara süfi denilir.
Yolumuz, tasavvuf yoludur. Tasavvuf yolunun yapısı fakrdır (yokiuk-
tur). Esası ve rükünleri her şeyi bezJ etmek, cömertçe vermek ve ihtiyarı terk
etmektir. Yani bu yol, aşk, muhabbet ve yokluk yoludur.
Süfiye neden süfi demışler? Şu sebeplerden bahs edi]ir:
l, İçlerini dedikodudan ve kalplerini m6siv6dan ve temiz o|mayall şey-
lerden pak ve sAfi kıldıklan için.
2. Sofdan hırka giydikleri için.
Taklit olan müteşebbihler ise, "6şıkların küfrü imandır" diyerek her ıür-
lü taşkınlığı yaparlar. Bu kimselerden çoğuna sonradan Allah'ın inayeti rehber
olur da mertebeleri geçerek saadete ererler, Nicesi de olduğu gibi kalıp, göçer
gider,
Tafkimizden bir çok kimseler de meczup olmuşlardır, Meczupların da
sahih olanları ve taklit olanlarü vardır. Sahih olanlar, Allah'ın cezbesi galebe
ederek, tedbir ve tasarruflarından mahrum olmuşlar, vahdet denizine dalnıış-
lardır. Bunların bazan aklına cezbe galebe eder, müstağrak ve şaşkın bir halde
olurlar. Kih da akılları avdet eder, yine ibadet ve tiatle meşgul rılurlar.
Tak]it olan meczup ise, afyon ve şarapla aklını kaybeder. Şeytan haya-
liyle kendini Hakk'ın meczubu tiırz eder. Ta ki tarikimizden bir halife çıksın
da onu iş6da muktedir olsun.
Mesnevi:
"Ey süret-perest, niibi ve ınenübu (niiblik edilen) iki zannetme, ikisi
birdir. "
3. Meczub olan siliktir: Bunlara iktida caız olmaz. Zira şeyhlik merte-
besini elde edememiştir. Meczub olan silik nedir? İbtide-y! halde mücahede
iIe riyazetle ibadet ve thatle ve hizmetle tarikate sülük eder. Nihayet illhi cezbe
ve Rabbani muhabbet zuhur edip z6t ve sıfiıl
ilAhıyyenin tevhidine vası| olur.
Vahdet zevki meşıebine galip olur, ama temkin mertebesini bulamaz. Bundan
dolayı iktidaya lAyık olmaz.
4. S6lik olan meczubtur: Sül0ktan evvel cezbeye tutu]muştur. Bunlar
temkin menebesini bulup şeyhliğe ve iktidaya l6yık olurlar. Haki'ın tecelIi-
siyle beşeriyetten kunuldular. Kendilerinden fini olduktan sonra Hakla bAki
oldu|ar. Kendileri mahv ve feni bulduktan sonra sülük ile sahv (uyanıklık)
Alemine geldiler. Kesrette vahdeti müşahede eylediler, mahbubiyet (sevgililik)
makamına vasıl oldular ve Hakk'ın hi]afeti mertebesini kazandılar. İşte bu sü-
retle sıfatlanan azizler Peygamber'in ve CenAb-ı HaiiLn halifesidir.
Herhangi tarikatten de olsa bu mertede olanlara iki türlü benzeyenler
vardır. Bunların biri hakiki, diğeri taklittir: Hakiki benzerler, menebelerine
bilgi sahibi olup, onlar gibi davranırlar. Ancak hakikaten o mertebeye nail ol_
mamışlardır. Nefislerinin, vücutlarının bakiyyesi vardır. Ekseri halkı ancak
takliden davet ederler. Netice itibariyle mertebede hakiki şeyhlere benzerlikle-
ri vardır. Ama onlann mertebesinde değillerdir ve hakka'|-yakin ile göremez-
ler. Bunlara ikıida etmekten bir zarar geImez. Çoğu da itikat yoIuyla kemale
erer. Taklit o|an benzerlerden farklı ve yüksekıirler.
kurtulmak lAzımdır. Cen6bı Hak: "Bana talip ve 6şık bir kimseyi görünce he-
men ona hizmet et ki benim rızamı ele geçiresin" buyuruyor. CenAb-ı Hakk'ın
taliplerine hizmet etmek, nafile ibadetten üstündüL Hizmet makamı yüksek
bir makamdır. Yalnız şu şartla ki, hizmeti iki yüzlülük şüphesinden s6fi oisun.
Böyle olmazsa hizmet Hak için olmaz ve enbiya ve evliya nezdinde makbul
olmaz. Hizmet edenler bir kaç türlüdür,
Birisi lillah ve fillah (Allah için ve Allah indinde) hiznıet ederler. Buna
hidim denir- Asıl makbul olanı budur. Birisi eğer nefsi zevk alırsa hizmet
eder. zevk olmazsa hizmet etmez, Bunlara mütehadim denir. Mütehadim.
hizmete mukabil sevap kazanır ama hidim saadete erer. Bir nevi daha vardır ki
ya dünya umtru için yahut riya ile veya fukaraya veya halka kendısini
göstermek için hizmet eder. Bu nevi hizmet eden|er fel6h bulmaz. Ve bir
kaşılığa nail olmaz.
hut bazl arif zatları Ziyarete 8,itmek içın icazet isteyebilir. Mürşidi can Ve gö-
nülden razı olursa sefere çıkar. Rızası can ve dilden değilse ihtiraz etmelidir.
Bu rızayı istihsal ederek sefer ve seyahate çıkan derviş, gittiği yollarda
ve şehirlerde evliyaulllah aramalı ve seferin faydalarından nasip bulmaya
çalışmahdır. Zira seyahatten maksat ehlullah bulmaktır. Yoksa ömrü boş yere
sarf etmek değildir. Ayet-i kerime: "Ey beni Adem, seyr eyleyin yeryüzünde
ve nazar eyleyin ki Allah bu halkı nasıl muhtelif tavırlarda ve değişik tabiat-
|erde ve ahlAkı şett6 üzere bed' eyledi."a
4 Ankebüt s0resiayet 20
_Jt AFiF TEKTAŞ
Evvela silike 16zım olan budur ki, farzlardan vaciplerden, şeriat ahki-
mından ve tarikat adabından hiç birini terk etmeye ve daldlete gitmeye, ta ki
günah çamuruna batmaya|. " er-Refikü, sünınıe't-tartk" fehvisınca, nefs-i em-
m6re mertebesinde olan talibe dindar ve muvdfik bir arkadaş lAzımdır.
" Hayru'r-rufeka seMseıün" ıneseline uygun olarak seyahat eden kim-
selerin en aşağı üç kışi olması muvafıktır. İçlerinden tecrübeli, cömert ve din-
dar birinı 6mir addetsinler ve ona tabi olsunlar.
Hadis_i şerif: s
ŞJ.-ı ı.ru r;iı J ij)/.'ıj) Sünnet budur ki sefere
-:_(
karar veren kimse dostlarına, veda ederek hayır dualannı almalıdır. Bir kimse-
den ders gördüyse ondan izin istemelidir. Bir şehir veya kasabaya geldiğinde
hamama gider ve gusül abdesti aldıktan sonra o şehirde tarikat dostlarından
veya hakikat ehlinden ziyareti l6zım gelen bir kimse varsa onu ziyaret eyele-
me]i; zira hadis-i şerife göre dostların ziyareti müstehaptır. Ancak edeb budur
ki, ziyaret ettiğin kimse senin sohbetinden haz duyuyorsa bir müddet nezdin-
de kal, l6kin meşgul ise kalmayıp veda et ve işine git! Bir şehre geldin ki
orada şeyh ve fukara ve tekye vardır. Eğer ikindi vakti olduysa tekyeye girme.
Münasip bir yerde geceleyip seher vakti tekyeye dahiI ol. Peygamberimiz
seferden gelse bir yerde vakit geçirip seherle beraber şehre dahil olurlardı.
Tekyeye girdikte: " BismillahinahmAnirrahim" der ve eğer fukaradan
bir kimse görürse aşk verir, yani; "Aşk olsun!" der, diğeri de; "Aşkın cemdl
olsun!" diye cevap verir. Beraberce musafaha ederler. Tanıdık ise kucaklaşır-
lar. Zira bu Sünnettir ve tarikate uygundul. Musafaha ve kucaklaşma hakkın-
olan ve iradet getiren kimselerdir. Şeyhe mertebe ıtibariyle eşit ve akran men-
zilesinde olmadıkça o kimselere iradet ve hizmette denir. Tarikatin edebi,
şeyhlik mertebesine vasıl olanlara hizmet ve iradet kılmayı icap ettirir. Yalnız
süret itibariyle halife olup da şeyhlik hakikatine ermeyenlere; "Hem-sohbet
oldum" dersin. Sohbetin edebi, kalp ve nefs ve mülk olmaksızm ve bir karşılık
beklemeksizin, lillAh ve fillAh (Allah için)sohbet etmededir. İşıe şeyhlerle
olan sohbetin edebi budur.
Gelelim fukara ile ve dostlarla olan sohbete:
Derviş fakir ve ihvanIa tanışlp görüşmeli, huysuzluk edip tek kalmamalı.
Zira dostluk göstermeyen ve gönle girmeyen kimseler, görüşmeye ve sohbete
l6yık değillerdir. S6like 16zım olan, itikadı temiz olmayan ve din ve tarikatte te-
miz oImayan kimselerle mus6habet eylememektir. Zira onlar]a musahabetten
ise tek oturmak ve köşesine çekilmek daha hayırlıdır.
Mesnevi: "Kötü arkadaş körü yılandan daha fenadır."
Sohbet eden iki kimse biribirine kırgın bile olsa, biribirini arkadan
zemm etmemeli. AyrıImaya sebep olan kimseye de hiddetlenmeyip, olsa olsa
ondan sAdır olan kötü işe gücenmeli ve sahibini o yakışıksız olan işten ayrı
turrnah, ona gücenmemeIi.
Sohbet de Allah için ve ayrılık da Allah indinden olmalı. Yoksa bir kim-
senin malı veya güzelliği için olmamalı. Bilhassa yakışıklı gençlerle musdha-
beti tarikat hoş görmez. Zira fenalığı çoktur, Şeyh hazretleri Fütüh6t'ında;
"Taze ile ve kadınlarla sohbet etme, fitneden ve nefsin şehvetinden çekin!"
diyor. Mesnevi'de de bu hususta tenbihler ve nasihatlar vardır. İşte silik bu
tehlikelerden uzak durmalı ki dini ve imanı s6lim olsun.
dedir,
Yok eğer murat tevAcüd, yani vecdi harekete getirmek ve zevk-i n.ıhani
bulmak ise o zaman sem6' beğenilecek ve aranacak bir halet olur,
2. SemA'dan murat kişinin haline, makamına ve vaktıne rücisudur. Ni-
tekim Hazret-i Peygamber, beşeriyet galebe kıhp rühaniyet örtülü olduğu
vakit, ruhani zevke rücü için: J\ Lı G_.,l (Teganni et ya Bilal!) btıyururdu.
Ve o semd'ın zevkiyle rahat ederler ve lezzeli ruhaniyibuIurlardı,
3. SemA' esnasında Hakk'ın hitabına ve mük6]emesine ve ondan duygu-
lanmaya rücü edenlerin sem2'ıdır.
Hasılı, herkes menebesi ne ise onun hükmüyle sem6'eder. Semi', ehl-i
nef'sin nefsiniyetini, ehl_i rihun rühiniyetini, ehl-i Hakk'ın hakk6niyetini zi-
yadeleştirir. herkesin mertebesine göre bir kapı açar. SemA' bir vesiledir ki
herkesi kendi vatanına, kendi maksadına çeker.
SemA'üç kısımdır: Semi'-ı ilhhi, SemA'-ı ruhani, Sem6'-ı tabii
]. Sem6'-ı il6hi: Her şey nefsü'l-emrde (aslında) Hazreri AlIah'ın keli-
matüdlr. Zira "Kün" emrinin eseridir. KelimAıı Hakk'ı dinleyen evliyaullahın,
o nihayetsiz kelimAt kadar nihayetsiz duyguları vardır. Cemi' esm6-i ildhiy-
yenin sırlarına vakıf olan arif kelımatullahü işjtir, dinler. Şeyh Hazretleri
(Hazreı-i Muhyiddin-i Arabi) Fütühafta: "Esmi-i il6hiyyeden her bir ismin
bir lisanı ve her lisanın bir söyleyişi vardır. Her söz için bizden ona biı kulak
vardır. Halbuki konuşanın ve dinleyenin hakikatte zatı birdir, tekdir." buyuru_
MINHACU,L FUKARA,NIN ozu 4l
3. Sem6'-ı tabii: Bundan murat. zahiri olan semi'dır. Yani nice kimse-
nin bir yere top]anıp güzel nağmeIeri dinlemesine derler. Tarikimizde fuka-
ranın n6y ve def ve kudtm dinledikleri gibi. Bu semd'ın zahir ve bAtın 6dibı
vardır, EvvelA: Sem6h6neye şeyhten evvel gelip toplanırlar. Edep ve vakar|a
otururlar. Can ve gönüIle dinlerler, uyuklamazlar... Na't okuyan Ye ney çalan
nağmeye başladığında murakabe şeklinde sükOnla oturup uyanük gönülle ve
nefsini yok ederek güzellik içinde dinlerler. Eğer gönlü uyanık değil de ölü
gibi ise, muhakkak muhtelif sebepleri vardır. Evvela: farzların ve vaciplerin
yerine getirilmemesi kalbin ölümüne sebebiyet verir. İkincisi:Tarikatin Ad6-
bında kusuru ve ihmali olmaması ldzımdır. Üçüncüsü: Dünyaya sevdasr ve
m6siv6ya meyliolmamalı; kin, kibir, haset, hiddet, dedikodu gibi kötü ahlak
sahibi bulunmamalı. Zira bunlar il6h1 zevkIerı ve ruhani vecdi ihl6] eder.
Semizen olan kimse, kendinde kötü süfatlarün galebesini hissederse raksa
girmemeli, ta ki bu sıfatlardan kUrtulup saf ve tertemiz oluncaya kadar. Semd-
AFİF TEKTAŞ
Mesnevlden:
" Baz ekm neşrah revan kun çEr sfr der stne-em
Ctıy-ı Eb u ciy-ı hamr u cay-ı ştr u engibtn"
(cü=ırmak)
Bu dört ırmaktan içip nimetlendikte sem6'la dahi lezzet bulmak iSterler.
4. Nitekim hadis-i şerif vardır ki: Cennet-i 'dcile sahiPleri de cennet
meyvelerini yedikten sonra sem6'a nail olacaklardır. Cennet ağaçlarının üze-
rinde çanlar, rüzgArda sallaırarak güzel sesler çıkaracak, ehl-i dünya bunları
dinleyecek.
Bunun gibi cennet-i 'acile sahipleri fukara ve arifler, marifet ziyafeti
tamam olduğu zaman sem6'la lezzet bulmak isteyecek "cennet-i '6cile ağaç-
ları olan niyzenIere dönecekIer. Hak teaIa onlarün iç köklerinden nefes rüzgA-
rını estirip, çanlar gibi neylere dokundukıa her birinden nefis sesler çıkacak,
işıkların ruhları ondan mest olacaklar. Bu s0retle beden makberelerinde
cennet-i'6cile zevkleri ile lezzetlenmişken,
1
=-- * ı,s<.lı ,t ",*i" i:.,:ıı r;Üı ; jı;p
sadisı ve Avizı yükselir ve bu şevk ve zevkten yeni bir hayat bulup derhal me-
zarlarından kıyam eden mevtilar gibi ellerini yere urup kıyama gelirler ve
kıy6meli suğrAyı (küçük kıyamet) gösterirler ve lisin-ı halle:
"Ey gaflet uykusunda yatanlar| Sürun üfüIülüşünden sonra, bütün
mevtalar kabirlerinden bu şekılde kalkar ve hayar bulur" derler. "işte sen de
bizim gibi bu sürrı görür hazır ve müheyyA olarak kıyamet-i kübrA (büyük
kıyamet) için tedarikli oI! Vücud dairesinin merkezi olan azizin etrafını dolan,
ta ki ahirette herkes kendi kabuğuyla davet kılındığı zaman sen de Hüdi'nın
makbulü olan yolda davet olunasın!"
1 Müddessir süresi, ayet 8 l0: "Sİra üIürü]diiğü zanrat] var ya, işte o 8ün zoı,Iu bir
8ündür. Kafirler için (hiç de) kolay değildir."
M AFlF TEKTAş
başlangıçla varışı bir görür[er. Ahiri evvelin aynı bulurlar. B6tını zahirin aynı
olarak görürler. 8 ;Jl Jl jpi Ju makamı ne imiş bilirler ve hakiki miraca
ererler.
8. Velhasıl bu mukaddimeden maksud olan şudur:
8 Necm süresi, nyet 9; "Birleştirilmiş iki yay arası kadar. hana dahı da yakın oldu."
46 AFiF TEKTAş
Böylece birinci devr nihayete erdi, Yukarıda 5. fıkrada zikr olunan m6-
niya uygun olarak ikinci devre başlanır.
lO. İkinci devrde, birinci devre nazaraır daha ziyade hararet, vecd ve iç
6leminin coşması hasıl olur ki, bir çoklarını (ayne'l-yakin) menebesine eriş-
tirir. Bu devr de bu haletle bittiği zaman Hakk'ın halifesi olan şeyh. mürid]ere
minA yüzünde olan Hakk!n seldmını ve O'nun esrArını bi|dirir.
l 1, Bu selimdan sonra üçüncü devr baş|ar. Bu devrde artık herkesin
mertebesine ve istidadına göre istiğrak başlar. "Nereye dönerseniz Allah'ın
cem6li vardır."9 srrrı ekserisine hakka'l-yakin ve bir çoklarına da ilme'l-yııkin
ile yüz gösterir. Bu devr de bittikten sonra şeyh seldma başlar ve menAzile
makamına gelip üçüncü sel6mını tebliğ eder.
l2. İşte bu üç kere devr etmeniır ve her devr sonunda üç kere seldmın
sırrı budur. Bu tarikatte arif olan bu incelikleri ve nükteleri bilme]i, bu haki-
katlere ve işaretlele 6g6h olmal.
Bu dönüşlerin ruınuzlarından biri de budur ki mevlevi fukarasının sü-
l0kları devriyedir.
Zahirleri devr eylediği gibi iç aleminde de devr ederler, yani tarik-i
müstatile sahip|eri gibi değillerdir,
Zira Hak talipleri iki kısımdır:
- Bir hsmı biliğ olduktan ta ölüme kadar şeriat ve [arikatte kalırlar. Ru-
hani ve cismani her ne mertebeye erseler, Hak te6li'yı O'ndan hariç biiirler ve
tenzih ederler ve Hakk'ı kendilerinden daha a'lA mertebede yahut büsbütün
mertebesiz sanırlar! uZun uzun talep kılarlar. işte bunlara tarik-i müStati|e sa-
hibi denir.
Bu devrin bir sırrı, bir nüktesi de budur ki: bütün zaman, mekdn ve
cihan hep dönüş halindedir. Vaktin azlığına ve çokluğuna zaman diyoruz.
Hak teala semalarü ve arzr yarattlğündan beri bu heyet üzere dönüştedir. Zama-
nın devrinden dön mevsim de dönmektedir. zamanın devri feleklerin devrin-
den hasıl olur. Her bir feleğin de ayrı devri vardır. Her felekte olan yıldızlar bir
türlü devr eder. Ay gün, gece gündüz hep devrdedir. Felekler gibi melekler de
devrdedir, SAlikin de bu devri zahirde tarik olarak seçmesinden tabii ne ola-
bilir? Bu devrin bu kadar sırları ve nükteleri bulunmasından başka pek çok da
faydaları vardır. Bu zikr olunan nükteler ve sırlardan başka nice nice gizli
sırlar vardır ki onlann anlatılması bu esere sığmaz.
iKiNci KIsIM
"Şeriatin Sırları"
Niyet, kalbin bir işe azm ve kasd eylemesine derler. S6like lizım olan,
ibadette ve hizmette maksadı dünya sebeplerinden ve nefsin paslarından
yıkanmış ve temizlenmiş olsun. Zira ibadet ve hizmetin kabulü, niyetin halis
olmasrna bağlıdır. Herkesin niyeti ne ise akıbet onu bulur. Yukarıda bahsi
geçen hadİs-i şerifte de Hazret-i Resül: dJ]_,-!r u Jl .-F+ buyurdu. Yani
neye hicret edersen ona vasıl oluısun, Hicret iki kısımdır. Zahiri, m6nevi.
Zahiri hicret; Bir kimsenin vatanından Allah nzası için ve Peygan,ıber'e
itaat ederek ayrılması rlemektir.
Cen6b-ı Hakk'ın cemAlini talep eden kimse, iyi işler işlemeli, ve işlerinde riya
ve lekeden eser bulunmamalı. Beyddvi hazretlerine göre halka iki yüzlülük
etmek veyahut Rabbinden karşılük talep etmek, Rabbisinin ibadetine ortak
kılmaktır. Demek ki dünya ve ahifetten ecir (karşılık) istemek, şirk-i hafidir
(gizli bir onaklıktır). Onun için Hazret-i Peygamber; "Dünya ahiret ehline
haramdır. Ahiret dünya ehline haramdır. Her ikisi de ehlullaha haramdır."
buyurmuşlardır.
HülAsa sAlik bu tarika girdikten sonra hulusi niyyete muhtaçtır ki
minevi hayat bulabilsin. Şeyh Hazretleri Fütohafta niyeti, nebatlalı can-
landıran suyu getiren buluta benzetir. Yeryüzü bulutun yüzünden, cisim ruh
yüzünden hayat bulduğu gibi, yapığımız işler de niyet sebebiyle hayat bulur.
Bunda da hulis şarttır. Ancak kem6l-i hulis odur ki, yapttğın hizmet ve ibadet
göZüne gözükmesin. "Hizmet ve taatin kabuIü, ancak o hizmet Ve taati unuC
makla ve gözünü onlardan ayırmakla olur." Halkın sana iltifaı, medih veya
zemmetmesi senin için müsavi olmalı. Hadis-i şerif vardır ki: Halkın ne
dediğine ehemmiyet verenin imanı kimil olmaz. İbrahim Edhem hazretleri
şöhreıten kaçmak için Mekke'de kendisinin İbrahim Edhem olduğunu giz-
lemiştir. Zaten evliyaullah ilk zamanlarda daima sak]anır, adeta sinerlerdi.
lizım olan iyi huylardan birisi de sükuı
Susmak: Talibe ilk zamanlarda
tur. Yani gönlünü mAldyaniden, yani boş şeylerden kesmektir. Mil6yani,
kendine ldzım olmayan sözü söylemek, kuru yere lakırtı etmektir ki ne öğren-
mek veya öğretmek için, ne din ve dünya icabı oIa, hatta hayür da söylemeyip
sözü boşluk veyahut fenalık getire. Mümin olan kimse bu türlü sözleri terk
etmeli. Hadis-i şerif: "Mümin olan ya hayır söylesin veyahut sussun." Yine
Hazret-i Peygamber: l0 Ç ,:-_" ı. buyurdu. Zahiri ve mdnevi beldlar ek-
seri insanın dilinden gelir. HazreÇi Mevl6na da sükut hakkında Mesnevi'nin
bir çok yerlerinde işarette buIunmuştur. Sükutu pek sevdiğinden bir mahl6-
sını " hEmiış" olarak seçmiştir.
Sül0kun i|k zamanlarında dervişe susmak ve sade kulak kesilmek ge-
rektir. Çocuk da böyle değil midir? Söz öğreninceye kadar sadece dinler. Söz
taraflna kuIaktan gidilir. Söz afet]erinden kurtulduğu ve söz söylemeye Al-
lah'ın rızasıyla k6dir olduğu ve Cendbı Hak'tan söylemeye izin verildiği vakit
ne kadar söylese caizdir. Allah teAlA indinde izne kavuşan sözün tarifi budur:
"Lill6h ve fillih ve meallah." Yani, "Allah için, Allah indinde ve Allah ile"
söylemektir. Söz, Cen6b-ı Hakk'ın velilerine bahş ettiği azim bir mucizedir.
Allah nzası olmayan sözden çekinmek s6lik için en liizumlu bir şeydir.
Oyun, eğlence (la'bun ve lehvun): Dervişe l6am olan bir şey de, boş
oyun ve eğlenceden çekinmektir. Satranç ve tavla gibi oyunlar sülOka mani-
dir. Avama mübah olan şeyler ehl-i tarika haramdır. Hazret-i Şems satranç
oynamış diyorlar... Bir kAmilin, nefis mertebesinde olan bir kimse ile kıyıısı
caiz olmaz, Onlar ermiş kimselerdir. Onlarla başkaları bir tutulamaz,
Kahkaha: Dervişliğin iddbından biri de kahkaha ile gülmemek, 16zım
gelirse yalnızca gülümsemektir. SAlik, gözü yaşh, seher vakitlerinde uyanık.
sabah zamanlarında tövbe ve istiğfar içinde olmalı.
Seherde uyanıklık: Mesnevi'nin bir çok yerlerinde tenbihler vardır:
Uyuma, az uyu, seherlerde tövbe ve istiğfar eyle... Seherde kalkmanın faydası
ve esrArı pek çoktur, Uyuyakalmanın da zararı çoktur. Hazrcri Ali: "Nııv-
mü's-sublıı yemna'u'r-rılk6" I t buyurdu.
Rızık, zahiri de olur, m6nevi de olur. Sabah uykusu her ikisine de mıni
olur. Hak teala seherlerde uyanık olan kullarının kalplerine tecelli eder Ve ()n-
dan haberdar olur. Tarikatin şarıı, gecelerde uykusuz olmak ve gecenin üçte
birini dua ve yaJvarma ile geçirınek ve geceleri böylece can]andırmanın zev-
kini ve ]ezzetini, evliyanın bulduğu gibi bulmaktır. Miiteheccid olanlar (gece
uyanık olanlar) CenAb-ı Hakk'ın uzaklaşmasından ve cezasından korkar]ar.
O'ntın rahmetini ve ona kavuşınak saadeıini rec2 için uyanık dururJar.
Aşıklara yakışan uyanıklıktır. Sevda ile uyku bir araya gelmez. Ebu'l-Muğis
yastığa bile dayanmaz ve yanl üzerine de yatıp uyumazdı. Uyku üste gelJrse
başını dizleri tizerine koyar da uyuklardı. Eğer yatarsanüz yatmanın edebini
gözelinjz. Yani kıbleye ka§ı veyahut mümkiin olmazsa sağ ıaraf üzerine bes-
mele ile sağ eli yüzüne koyup bildiğiniz. duaları ve ayetleri okuyarak yatınız ve
taharet üzerine yatınız. Ayaklarınızı uzatmay:.[:,lz. Sırt üStü yatlp ayak uzatn,]ak
caizdir, ölüye benzediği için...
zahir ye batün temizliğine bağlıdır. Hadis-i şerif: "Temizliğe devam et, rüzkü
aItınr. "
Sırrın temizliğinin şartü işte budur. Eğer slrrını tathire kudretin yoksa,
ahl6kını temizle ki, sırrın taharetine yol açar. Ah|6k temizliğini elde edeme-
dinse, uzuvlarını temizle, bunu da yapamadınsa, zahir taharetine devamlü o] kj,
batıntna kuvyet verip ışık saçar. Zira zahir işler. b6tına tesir eyler. İnsanın zahi-
rinden bAtınına ve b6tınından zahirine geçit vardır. "el-Mü'minü l6-yencisii"|4
diyerek, battn temizliği elde edildikten Sonra Zahir temizliğine ne lüzunr vardır
neticesine varmak ne kadar hatalıdır,., lila "g.-\Ehirü ünvanü'l-bö.tın" |5.
Taharet, lügat man6sı ile mutlak temizliğe derler. Ama şeriatte bazü uzuvl;tnn
guslüne derler ki, bundan maksal abdest almaktır. Mümin, daima abdestli
olmalıdır. Abdest müminin sildhıdır. Zira şeytan ve nefs düşmanlık edemez.
Abdestli olan kimsenin ölümü gelse, şehit sayılır ve elem ve ızdırap da gelnıez.
Cesette dahi taharet olmasa, namazı makbul olmaz. Abdesti olmayan insanın
da namazı makbul değildir. "U salate illE bi't-tuhfrr"|6. Silike tahıret
vaciptir. AMestin AdXbı malumdur. İsIamın beş şanı vardır: Bunların ilki keli
me-i tevhittir.
Bir kimse "li ilAhe illallAh" derse, bütün batll ilahlarü onadan kaldtrür.
Hak olan mabudu ispat edel. Tevhit dairesine dahil olur ki, Allah'ın kalesidir.
Şirkten (ortaklüktan) ve küfürden kurtulur. Eğer hakke'l-yakin ile Allah\n vah-
detini müşahede ederek, bu kelime ile ve rnüşahede yoluyla bütün mAsivAyı
yok edene, gizli şirkten ve gizli küfüIden kurtulur.
Tevhid-i ildhi halkı şirkten ve Allah'ın azabından korur. Onun için ke-
lime-i şehadete kelime-i himayet der|er. Kelime-i şehadet Hakk'ın tevhidini
beyan eylediği için cennetin bedeli oldu.
Kelime-i tevhidin fazi]etlerine ve esr6rına nihayet yoktur. SAIik bu keli-
meye devamlı bağlı kalmalı ki, vahdetin ışıkları içine doğsun. Kesretin ve
ayrılığın karanlığı kaybolsun. Bir mertebeye erer ki Allah'tan gayri bir şey
görmez olur. L6 i|6he illaldh derken: LA mevc0de illallah der ki, hasların
hasının tevhidi de budur.
Zikr: "L6 il6he illalldh"... Sen (l6)dan geçmeden (hüve=hi)ye geçe-
mezsin. Bu kelimenin sair ke]ime]erden daha yüksek olması şundan ileri gelir
ki, il6hi vahdeti bildirir. Bu büyük kelime ile devamlı olarak Hakk'ı zikreden
sAlik, m6siv6nın paslarından temizlenir ve kalbinin aynası cil6lanır. Görücü
oian gözünde artık zikr eden i]e zikr edilen birleşir. Keslette (çoklukta)
vahdeti (ekliği) görücü olur. Zikr dediğimiz budur, Yoksa hakikati bilmeden
bir çok kere aynı şeyi tekrarlamak gafletten ibarettir. Zikri zikr edilenle
birleştirmelidir. Gerçi bidayette, zikr eden, zjk edilenden kendini uzak bulur.
Ama vahdeı nuru zuhur edip, hikmet beşeriyeti aydünlattığü zaman görür ki,
zıkr eden. zikr edilen ve zikr hep aynı nur imiş.
MAsivAdan kalbi pak eylemek (yani Allah'tan gayri her şeyi kalpten
çıkarmak), Allah'ı zikr etmekIe olur. A]lah isım]erinden her hangisini zikr ey-
lesen, ona zikr denir. LAkin esm6-i ilAhiyyeden cümlesine nazaran bazı
şeyhler (efdalü'z-zikr: Ld ilihe illal16h) deyip kelime-i tevhidi tercih ederek,
bunu iç alemlerini pak kılmak için en iyi yol olarak seçmişlerdir. "L6 il6he
iIlallah" hem nefy hem de ispat kelimesidir, bütün esma-i ilAhiyye bunda bu-
lunur demişlerdir. Bazl büyükler tarikatlarınü esma-i ildhiyyenin usolü üzerine
tertip ederek esrArı bulmuşlardır. Bazı muhakkikler ve kimiller ise yalnız Al-
Iah ism-i celiliyle yednmişlerdir. Şeyh-i Ekber hazretlei Ftitfthölta: "|,A ilihe
illall6h derken ortada kalırım, yani Cenib-ı Hak nefsimi alıverir diye korkarüm.
Onun için yalnız 'Allah' derim." buyuruyorlar. Hazret-i Mevlina da diğer
esm6-i ildhiyyeye nisbet büyüklüğü ve şerefliliği sebebiyle ism-i Azam olan
"Allah"l tercih etmişlerdir, Zira "Allah" ismi, zat ismidir. Ve bütün sıf6t-ı il6-
54 AFlF TEKTAş
hiyyeyi içinde toplar. Diğer esmO buna sıfat o|ur, "AIlah" ismi ebedi nıevsuf-
tur. Bu isimde olan kemal diğer esm6-i il6hiyyede yoktur. Bütün isımlerin
m6n6sı bu ismin içinde vardır, Bütün Kur'An bu ismi tefsir eder. Es6s-ı tevhid
bu isme dayanır. K6fir imana geldikte, bu ismi zikr eder. Bu isim düııya
yüzünde zikr edildiği müddetçe kıyamet kopmaz.
Fukara gece gündüZ ıekyede hep bir yere toplaşıp yüksek ses|e bu ism-
i şerifi zikr ederler. Talibe de lizım olun budur ki, tarikte mutemed olan bir
ha]ifeden bu ism-i şerif için izin istesin ve kendi kendine temiz abdestle üç
bin kere zirk etsin, ta kalb zikine ve kalb zikrinden de sır zikrine erinceye ka-
dar.,. ondan sonra dil ile zikr etmese de olur, zira artık bu mertebede kendisi
zikrin aynı olur.
İsm-i 6zamın bir sını da budur ki, diğer esmd-i i16hiyyenin hangi harfini
onadan ka]dırsan mAnisı değişir, Halbuki bu ism-i şerifin hangi harlıni kaldı-
nnan geriye kalan harflerde aynı m6n6 doğru olarak kalır:
Allah, lillAh, lehü, h0. (Hüve) lifzında (vav) fazladır ve sonradan 6rız
olmuştur. Nitekim ikili ve cemi sigalarında (hümi) ve (hüm) deniı. "Al]ah"
lAfzında ası] ism-i Hak (hO)dur ki, gaybde olan hüyiyetin ifadesidir. İsm-i
Hak (hA)dır. (H6) veya (hü) veya (hüve) denilsin, mAnAsı (AIlah) demektir
Tarikatimizde kelime-i tevhid ve ism-i celile ve ism-i hüve zikr oIunur.
İsm-i Celdle her gece ve her gündüz zikr olunmalı. Derviş kendi kendine bu-
nunla meşgul olursa çok mertebelerden geçer, Mevlina hazretleri ekseri va-
krtlerde k6h ism-i celdleyi k6h hüve ismini tekrarlaldı.
Zikri terk eden silikin [ikri donar. İç safası azalır, k:ılp gözü görmez
olur. Şeytanln ve nefsin musallat olması ve galebe eylemesi de zikr ııok-
sanından ileri gelır. Hak teAl6 üç şeyi büyük telakki eder: Bır znt-ı şeıifidir ki
(Allahu ekber)dir. Diğeri latif olan rızasıdır ki (rıdv6nullahu ekber)dir.
Üçüncüsü de (zikrullah)tır. Allah'ı zik eylemek en büyük bir nimettir ki, her-
kese nasip olmaz.
"Eğer namazdan daha makbul bir şey olsaydı, meIekler CenAbı Hakk'a
onunla ibadet ederlerdi. Meleklerden bazısı rükuda, bazısı secdede, bazısı kı-
yamda bazısı da ka'dededir." (Hadis-i Şerif)
Namaz kılan bunların dördünü de toplamıştır. Namaz, ibadetlerin en
makbulüdür ve imanın alAmetidir. Allah'ın bir nurudur ki, onunla karanlık
gönüller Iştğına kavuşur. Namaz hakkında bir çok hadis-i şerif vardır:
"Bir kimsenin kalbine nurdur. Allah isterse onu nurlandırır."
"Namaz cennetin anahtarıdür."
"Namaz dinin direğidir, onu diken dini diker, onu yıkan dini de yıkar."
sAlik namazı nasıl terk etsin ki, müminin miracı namazdır. Gözünün
nuru namazdır. Namazın aşağı mertebesi: Allah'ı görür gibi veyahut Allah seni
görür gibi namaz krlmaknr.
Namazın yüksek mertebesi: Hazret-i Ali'nin buyurduğu gi6il "Lem
a'bud Rabben lem erohu" - "Görmediğim Allah'a ibadet etmem" Bağsız, teş-
bihsiz, keyfiyetsiz, kemiyetsiz, basiret ve sır gözüyle Hakk'ı müşahede eı
mektir. Zira Cenib-ı Hak namazı kuluyla kendi arasında taksim eylemiştir.
Kul Haki'a hitap eder, Hak dahi kula hoş sözlerle mukabele eder. Kulun hi-
tabı zahirdir. Hakk'ın sözü gizlidir. Herkes onu anlayamaz,
Hadis-i kudsi: "Ben namazı taksim eyledim, benimle kulum arasında;
yansı benim, yansı da kulum içindir."
(el-Musallt yunEct Rabbehu) "Namaz kılan A|lah'a münacat etmek-
tedir." mAn6sınca namaz kılan her vakitte Allah'a münacat Ve hacet|erini arz
ederek, Hakla konuşmaktadrr. O halde, Hak huzurunda büyük bir huşu ha-
linde olma|ı, sağa sola iltifat etmemeli, kalbi Hak'tan gayriye katiyyen gitme-
melidir.
Hadis-i şenf: "Bir kul namaza durdu mu, artık Rahminln önündedir."
Namazda huşusuzluk, kalbin huzuru olmamaktan ileri gelır. (li sahte
illE bi-huziıri'l-kalbl) "Huzir-ı kalble olmayan namaz sahih olmaz."
Ta'dil-i erk6n (Namaz usüllerine uymak) ve taz im olmaksızın yatıp kal-
karak namaz kılanlara Hazret-i Peygamber (eşerri n6s) halkın en kötüsü bu-
yurmuştur. N6sın hırsızlık noktasündan en fenası namazdan hırsızlık edendir.
Yani zevksiz ve tenbellikle namaz krlar. Bir haz duymaz. Bu kimseler kurtuluş
yüzü göremez. Namazı gönül alçakhğı ve zevkle kılan|ar ise Al|ah aşkından ve
muhabbetinden nasip alan müminlerdir.
56 AFiF TEKTAş
1,7
Mİ'minOn süresi, dyeı 9: "Ve onlar kl, namazlarlna devam ederleü'."
l8 "Aşlklar için oIan namazda daim olmak vardır."
l9 Al i Imran. ayet 3l,
2o saffat süresi. ayet 96.
21 "Fakir olanın Allah'a ihtiyacı yoktur. Zira fakr tamam olunca o bizzat Allah ()lur,
Allahla feni bulut,"
MINHAcU,L-FUKARA,NIN ozU 57
Ama, bundan daha güç bir mertebe vardır ki, Yahdet nuru kesret ahka-
mıyla tecelli eder ye tecelli eylediği zatın bir taraftan vücudunu, irade ve
ihtiyannı mahv eyler, diğer taraftan da mahv eyIemez de, beşeriyetin hükmün-
de kalır. Bu mertebede sAlik hayran olur. Hayranlık en yüksek bir mertebedır.
Şeyh Şibli gibi:
Namaza durduğu anda kesret Aleminin hükmü galip imiş. Namaza
başladığında vahdet 6Iemi kendisine açılmış ve görmüş ki itaat edenle edilen,
kul ile Rab hep beraber olmuş. Eğer kendini mibuddan gayri sayıp kul ayrı,
Rab ayrı gibi namazınt kılsa, vahdet nuıunu ink6r etmiş oIuyoı. Yok eğer
m6bud ile ibid, mescüd ile s6cid, hep bir olmuş diye namazı terk eylese k6fir
oluyor,., İşte bu makamda evliya hayran kalır. Bu mertebede Şeyh hazretle-
rinin dediği gi6i: (el-abdü Rabbüıı ye'r-Rabbij abdün) der.
Ancak şunu söyleyelim ki, ehlullah katında (ld mevctııle illalhh) ndnd-
sınca hakikatte yalnız Allah vardır ki, esmi ve sıfdtla tecelli etmiştir ve bu
kesret alemi onun esma ve sıfatınln tezahürüdür. Bu takdirce kul kendinde
zuhur eden tecelli itibariyle Rab, Rab da bu mukayyed vücuttan zuhur etmesi
58 AFiF TEKTAŞ
Burada dikkat edilecek bir şey var: Daima müstahak olan kimseden ehil
olan kimseden bahsediliyor. Ehil olmayandan ilmi sakIamak vaciptir. Şeyh
hazretlerine göre Hazret-i Peygamber buyurmuş ki:
MINHAcU,L-FUKARA,NlN ozU 59
Silike l6zım olan budur ki, kendisi için en kıymetli her ne ise, ilim, mal
veya beden her ne ise onu mahbub yoiunda harc eyleye ki, onun vus|atına ve
yakınlığına nail ola.
Yine Ayet-i kerime vardır ki,22 kendisine en sevgili olan şeyi bağışlama-
yan kimse Hakk'ın kurbuna nail olmaz. Zaten ne bağış]arsan, onu bulursun.
Yiyecek bağışlarsan, nzrk bulursun. Can bağışlarsan canana vuslatı bulursun.
Cananın müşahedesi canı bağışlamaya bağlıdır. Canana varmak 6şık için her
şeyden daha kıymetlidir. Can vermeden canana eremezsin... Bu yoIda hasislik
arikatin küfrüdür. hakikanen uzak kalmaktır.
Malını farz olan sadaka ile tezkiye eyleyen feldh bulduğu gibi, nefsini
de mal muhabbetinden, hlrstan ve sair kötü ahlaktan tezkiye krlan, felAh bu_
lur.23 Kötü ahlAkların en çirkini mala tapmak ve hırstır. SAlik nefsini bunlar-
dan temizlemelidir.
Ayeıi kerime budur ki, "Ta Hazret-i Adem'den beri bütün enbiyay., ve
ümmete oruç farz olduğu gibi, Allah'a iman getirenlere Ran,ıazan orucu i arz
olundu."24 Orrıcun güzellikleri ve iyilikleri çoktur.
l - Hadis-i kudsi vardır ki: Oıuçlunun ağzı miskten daha güzel kokar.
Bundan maksat derun taat ye ibadetinin güzel kokusudur.
2- Oruçlunun uykusu ibadet yerine ve sükutu tesbih ve taat yeıine
geçer,
Lokman oğluna dermiş ki: "Ey oğulI Mide dolarsa fikir uyur, hikınet
kapanır, bedenin uzuvları ibadetten geri kalır," Midesi dolu olan kimse tabiann
karanlık]anndan kurtulmaz. Aklının alevi marifet nuruyla nurlanmaz.
Eh]-i tahkik indinde orucun üç mertebeSi Yardür:
l- Avamın orucu ki, karnını yiyıp içmekten ve kendisini cinsi münııse-
betten korumaktır.
2- Havasın orucu ki elini, ayağını, gözünü ve kulağını haramdan pak kıl-
mak, azasını men edilen şeylerden korumaktır.
3- Ehass-ı havasın orucu ise, CenAb-ı Hak'tan başka her şeyden (mAsi-
vidan) perhiz eylemek, cümle heVa ve hevesten Vazgeçmek ve Allah muhab-
betinin lezzetiııi bulmaktır.
Buna göre, yemek içmekten oruçlu olan avam, sabahtan akşama kadar
riyazet çekip akşam vakti iftar ederek rahat eder- Cürümden ve günahlardan
perhiz kılan havas ise, ruh güneşinin batmasına kadar oruçludurlar ve ölüm-
den sonra dünya muhabbetlerinden azad olup ahiret nimetlerine nail o]urlar.
Zira on|a4 "Ömür yalnız bir gündür ve havas da oruçludur." mAnAsrnca ömrü
bir gün sayıp onda da günahlardan perhiz kılarlar. Ehass-ı havasa gelince,
cümle m6sividan perhiz eden ve ağyardan oruçlu olan bu kimseler, ta Allah
sevgisinin zuhurundan, tek olan Allah'ın zatına vasül oluncaya kadar
oruçludurlar. Oraya vardıktan sonra onlara ağyar, yar gibi olur. Maşukun
yüzü her şeyde zuhur eder. Vuslat bayramına ererler, vahdet bahçelerine gi-
rerler. Onlara riyazet kalmaz.
Ey silikI Sana lAzım olan ekseri vakitlerde oruca devam etmektir. Yani
bir gün ye, bir gün yeme. Yahut pazartesi perşembe günleri oruçlu oI. Veya-
hut eyyam-l beyza dedikleri ayın l3, |4 ve lS'inci günleri oruç tut. Ta ki
şehvetin esiri olmakıan kendini kurtarasın! Derviş o kimsedir ki: Midesi ney
gibi boş o1a, ta ki aşk meydanında dua ve yalvarma ile hoşça bir sada bıraksın.
Midesi boş olmak herkese nasip olmaz. Bu mertebe Hakk'ın haslarına
ve CenAb-ı Allah'ın makbullerine verilmiştir, Orucun ve açlığın sırrı ve hikmeti
nedir? Oruçtan ve aç kalmaktan maksat şehveti ve nefsi kırmaktır. Ruhaniyeti
bulmaktır. Ama şehvetten kurtulmuş ve kendisi f6ni olmuş kimse ibadet ve
taate kuvvet buIacak kadar i'tiden lillah yese, aç kalandan ve oruçludan daha
makbuldür.
Dikkaı! Ekseri şehYetperestler ve ten-perverler nefislerini oruçtan,
açlıktan kaçırıp, Kur'6n-ı kerim; 25" ır;ı,ış , " diyor diye bol bol yiyip
içip şeytana ııyarlar. Zira şeytan insana ne tuzaklaI kurar! Silik nefsani
hazları ve şeytani vesveseleri terk edip yapabildiği kadar Peygamberimizin
sünneti üzere davranmal ıdır.
Peygamberimizin sünneti ve Mevlevi tarikatinin edebi şunları iktiza et-
tirir:
Acıkmayınca yeme, yemeye başlarken besmeleyi unutma. Zira besme-
lesiz yenen yemekte şeytanün hissesi vardır. Sağ elinle ye, iç. Solak olma. Zira
şeytan solaktür. Ayakta yeme ve içme. Hazret-i Peygamber her ikisini men
etti. Yemek sıcaksa üfleme, Zira yemeye "üf'demek bereketini giderir. Hiz-
mette olan]ara bir kaç lokma ikram et. Bir kaç kimse yemek yerken bilerek
üzerlerine varma, Bir yere daveI olunsan önüne ne getirirlerse onu ye, sakın
beğenmemezlik etme.
'Iarikatimizin şeyhleri buyurmuşIar ki, bir lokmanın on iki şartı varclır.
Dördü farz. dördü sünnettir. Dördü de cdebdir.
l- Dört farz şunlardır: Birincisi lokma helal ola. İkincisi lokmanın hAlikı
Hak olduğunu bil. Üçüncüsü lokmayı kendi kazanç ve buluşundan bilmevip
sadece Cen6b-ı Hakk'ın sana lüıuf ve nimeti olduğunu bil. Dördüncüsü kık-
manın mukabilinde şüket!
2- Dört Sünnet şun]ardır: Bismillah deınek, yemekten evvel elini yıka-
mak, solia ve kAse kenanna oturmak. yemekten sonra elhamdüllillih demek,
3- Dön edep şunlardır: Sol ayağı üzerine oturmak, başkasının yediğı ne
ve lokmasına bakmamak, kendi clnünden yiyip ağzını şapırdatmamak, yemek-
ten sonra elini yıkamak.
Acaip değil midir ki fukaranın vücOdı şöhrette m6nevi hacc etmek her
an nasip iken, fakir, kendisine farz olmayan zahiri hacca rağbet eder?... Farz-
larda vaciplerde kusuru olup onları eda etmek ve onların ilmini öğrenmek
16zım iken kalkıp hac yoluna düzülür.
Bir kere gözü haramlardan muhafaza eyler, insanr zinadan masün tutar.
Hadis-i şerif vardır ki: "Yedirip giydirmeye, yani nik6ha kudreti olan kimse
evlensin, zira haramdan ve zinadan muhafaza olur. Nikiha kudreti olmayan ve
şehvetleri galip olan kimse oruç tutsun, zira oruç şehvetleri keser." Tabi bu
sözler yemeye içmeye, cismani lezzetlere ve nefsani şehvetlere esir olan kim-
se|er içindir. Yoksa bunlardan kendini pak kılan kimseler, ister bek6r, ister
evli olsunlar, makbuldürler. Bunlar İsa ve Yahya meşrebinde oIan kimseler-
dir. Yani nefislerini hırslarün, şehvetlerden hıfz ve haps edebilenlerdir. Sülük
ehline zamanı gelmeden evlenmemek, helal edi]rniştir. Hadis_i şerif: "Bir za-
man gelecek, erkeğin ölümü, karısı ve çocukları elinden olacak. Zira bunlar,
onu değiştirirler, olur olmaz yollara sevk ederler. Din yolundan çıkar, bu yüz-
den helAk olur. Hal hıiiyle olunca bekirlık helAldir."
Fitnenin en büyüğü kadındır. Akıl ve dinde zayıf olan kimselere kadın
fitne menbaıdır. Peygamberimiz efendimiz: "Kendimden sonra sizin haktınız-
da korktuğum şeylerin ziyade korkulusu, fitnesi yüzünden kadındır. Kadın-
dan çekininiz, ondan perhiz eyleyin." buyurdular. Kadın, şeytanın bağı ve ahir
zamanın fitnesidir. Kadının hilesi şeytanın hilesinden fazladır. Kadın hilesin-
den hemen Cen6b-ı Hakk'a sığınmak gerek. Bek6rlığın ilacı kadının ilacından
kolaydır.
S6lik evli ise bile, gece gündüz kadınla konuşmaktan ve düşüp kalk-
maktan çekinmelidir, Kadınla devamlı olarak düşüp kalkan kimse fel6h bul-
maz. Zira zayıf dijşer. Bu vaziyet sAliki mücahedesinden geri bınkır, yemeye
içmeye mübtela eyler.
Bütün bu söylediklerimizle bekhrlığı meth ettik, eyliliği zemmettik. Bu
sözlerimiz, din yolunda zayıf olan ve karısının haklannı helAliyle eda edeme-
yen kimselere göredir. Evlilikten korku ve çekinmek, evliliğin muhitaraları
dolayısıyladır. Yoksa elbene nikah makbul bir şeydir. Sünnettir Ve vuslat eh-
linin muradıdır. İslimın çoğalmasına sebep olur. Bu kadar himmeti 6li kerim-
ler bu vesile ile dünyaya gelir. Hazret-i Peygamber: "Ey ümmetim, çok nikdh
kılın, nesliniz çok o|sun. Ben bundan iftihar duyarüm." dediler. Bu hadis ni-
kAhın faziletine delildir. Bazı şeyhler ve ulemi nikahta bu fazileti ve hikmeti
müşahede ederek bir kadünla kanaat etmemişlef, dört hatun bir çok da cariye-
ler almışlardır. Nitekim Hazreıi Ali dört hatuna ve l9 cariyeye sahip idi. Evli
bir kimsenin bir rekaı namazı, bir bekdrın yetmiş rekatına bedeldir. Zira evIi
kimse Peygamberimizin sünneti yolundadır.
ları rızık olarak verdik." buyurdu. Cümleye helAl istemek ve haramdan sakın-
mak vaciptir.
Yine başka bir hadise göre: "Yedıği içtiği haram olan kimse, seferde se-
yahatte veya riyazene de olsa, duası müstecab ve makbul olmaz."
Sülükun en büyük esaslanndan birisi helil yemektir, He|6l lokma ye-
mede tarikimiz iki kısma ayrılmıştır: Bir kısmı kazanmayı tercih etmiş, diğer
bir kısmı da keırdisine ne nasip olursa onu yiyip tevekkül yoluna gitmiştiI.
Hazret-i Mevl6na Mesnevi-i şerifinde kih kazancı tevekküle tercih etmiş, kah
da tevekiülü kazanca üstün tutmuştur. Mevlevi fukarası bu iki yoldan bırini
seçmişler, dilenciliğı katiyyen uygun görmemişlerdir. Evvel6, hayatlarını ka-
zanan kimselerin faziletini tetkik edelim:
Hadis-ı şerif: "Allah'ın nebisi olan Davud aleyhisseldm, kazandığını
yerdi. Elinin k6rından yedığinden, hayırlı olmayan tek bir yemek yemedi." Bu
hadiste helil istemeye ve kazanca teşvik vardır. Zira enbiyanın sünnetidir.
Mesnevi: "el-K6sibt| habtbullah'tır. O halde tevekkülde olmak suretiyle
sebepten ve kar u kesbten geri kalma. Tenbel ve 6tıl olma."
Tevekkül, ilim ve marifete çahşan, iyi işler işyleyen ve ibadete devam
eden ve hayattnı kazanan kimselere layüktür. Cenab-ü Hak battallarü sevmez.
Merkeb, temyiz kudretinden mahrumdur, miskindir ama daima yük
çekicidir. Ondan dolayı azizdir. Battal olan kimseler ise ekseri dilencilik eden
Hazreli Peygam-
ve k6se yaIayıcı olan kimselerdir. Gerek Hak te6l6 gerekse
ber ve Hazret-i Mevl6na, dilenci olmayan fukarayı meth etmiş|er, dilenci
olanları zemmeylemişlerdir,
CenAb-ı Hak buyuruyor: "Allah yolunda ibadet, taat veya cihat olsun,
yeryüzünde kesb ve kAr için gitmeye ve rızık ve maişetlerini talep etmeye
-ibadetle ziyade meşgul olduklarından dolayı- manileri olan fukaraya malınız-
dan veriniz, Sadaka onlar içindir. Ey zenginlerI Bunlar müstağni göründiik-
leri için hallerini bilmeyenler zengin zannederler. BunIar kimseden para iste-
mezler."26
Kazanmak ayıp değildir. İstemek ziyadesiyle ayıptır, Hazret-i Ali efen-
dimiz bile zarureti dolayısıyla bir kimsenin kuyusundan su çekerek günde-
liğini kazandı.
Hadis-i şerif vardır ve MesnevTde de bu hadis nazma getirilmişıir:
"Cenneti isteyen, kimseden bir şey istemez. Ben ona cenneti tekelfül
ederim."
Derviş, Hazreli İbrahim meşrebinde olur. Halka arz-ı hacet etmeyip
yalnız Hakk'a doğrudur, Her ne dilerse Hak'tan diler: Hatta O'ndan dahi is-
temekten utanır, HazreÇi İbrahim'ı mancınıka koydular, havaya attılar. Derhal
Cibril-i emin gelip dedi ki:
"Ne istersin?" Hazreli İbrahim: "Biz Hüd6'dan gayrı hiç arz-ı h6cet
etmeyiz. Bir aba yetişir. Arifiz, ehl-i diliz, başka kapı istemeyiz." dedi,
Müminler, İbrahim'in milletinden olur. Cen6bı Hak ümmetine: "Sizin ba-
banız İbrahim'dir." buyurdu. Hazret-i İbrahim'in hasleti, halka arz-ı hacet et-
memek,27" ._-ı '! " minXsınca uf0l eden, zail olan şeylere muhabbet
"ı!ı
etmeyip Hakk'a teveccüh kılmaktır. SiIike lizım olan da, misividan kendini
kurtarmak, başkasından bir şey istememektir. Kimden istiyorsun ki, o da se-
nin gibi acizin birisi!... Mesnevi:
İnsanın dünya için çektiği rezaleı ve zillet, hep tamahtan hasll olur. 'ra-
mah eden köledir. Kanaat eden hürdür, Hazret-i Peygamber:
Yani: Sükut, açhk, tenhatık ve uykuyu terk. İşte bunlar nefis mücadele-
sinin silahlandır.
Mansıjr'un duası:
" tlkıLınnt ukıultınl ya sikit - İnne Ji kaıli hay1ıü fr ha!,at"
Ayet-i kerime: "Allah yolunda öldürülenlere ö]ü demeyin. OnIar diridir,
ama siz anIamazsınız. "29
32wr;ı"|.i.ıı ,r.iı
ır; ıJüTJJı Ç1 ü+
Şeyh hazretleri diyorlar ki; "Ne zaman Hakk'a muhalefet ettim ki tö\,be
edeyim'| Onun için tövbeyi terk eyledim, Zira tövbeyi terk etmek, Hakk'ın
müşahedesine işarettir."
Kendini daima Allahla bilen ve Cen6b-ı Hakk'ın her şeyi, her şeyi kap-
ladığı ve Cen6b-ı Hakk'ın kendisine biitün insanlardan daha yakın olduğunu
(Idkin insanlar bu yakınlığı görmez,..) bilen kimse tövbe etmez, O halde tövbe,
tövbenin terkidir demişlerdir. Ve tövbeden tövbe kılmışlardır. Ancak bu mer-
tebe, ehl-i şühüdun mertebesidir.Ehl-i vücOdun mertebesi değildir. Beşeriyet
derecesinde kalanlar için deği|dir. Bir gün sen de bu mertebelere erişir, bu
zat]arın gördüğünü sen de görürsen, o zaman bu sözler sana helil olur. Sen
şimdi tövbeden sonra inabet kıl (yani Hakk'a rücü eyle) ve inabet nedir ontı
öğren,..
Bir kimsenin 6.m6l ve taati tslah etmek cihetinden Haki'a rücü eylemesi
için Allah'la kendisi arasında ne kadar günahları ve ayıplarr varsa ondan tövbe
etmesi ve hatalarından kötülüklerinden pişman olması ve kaçırdığı farzlan ve
vacipleri ve hak|arı eda etmesi, yerine getirmesi lizrmdır.
Ahde vefa etmek cihetinden Hakk'a rüc0 için günahların lezzetinden
kurtulması, günahkirlara hakaretle bakmaması ve onlara Hakk'tan rahmet ve
mağfiret dileyip nefsini onlardan daha günahkir ve Asl bulması ldzımdır.
37 Bakara sürcsi. iyer l52: "Öyle ıse siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi ana) ım,"
38 Al-i imrin süresi, Ayet l9l, "Coklerin ve yerln yaratlllşı hakkrndit derin derin diişü_
niirler,"
39 Al-i imran süresj. ayet I03.
MlNHAcU,L FUKARA,NIN ozU 8l
2. Ehass-ı havas olan ariflere hitaptır 11, aı'.İlt ı---iİı " buyurdu.
Bunda vasıta kalkmıştır,
Henüz süret ileminde bu]unan avam Cen6b-ı Hakk'a vasıtasız i'tisam
edemez. Ama k6mil kimseler sebeplerden, vasıtalardan kurtulmuş, sebeplerin
46
Şuari süresi. iyet 20-2l-
4,7 "Allahlm! işlemiş olduğun günahlarln zaiaflndan sana slğınırlm."
84 AFIF TEKTAŞ
"Zaln vahdetinin keşfi halvete manidir, hatta halvette bile olsa. Mutlak
vahdet keşf olup ağyar kalmadığı anda, halvet sahibi bilir ki artık haIvette de-
ğildir. Faraza bu keşiften sonra halveti araması, halvet sahibinin cahilliğine
delilet eder. İnsan zahirde ve mAnida Allah'ından gayri görmeyince halvet
ortadan kalkar ye buna yani halveti terk eylemeye celvet derler.
Uzlet için dön haslet l6zımdır. Uzlet kelimesinin her bir harfi bir haslete
del6let eder:
Bunun mAn6sı şudur ki: Cen6b-ı Hakk'ın esm6 ve sıfAtı biribirine zıt ve
mukabildir.
Mün'im-Müntakim, KAbız-B6sıt, M6ni'-Mu'ti gibi. Bunların muhtelif
eserleri bu ilemde zuhtıra gelmiştir. On|arı yok edip cümle süfatıyla tecelli
eden, cem' mertebesine yükselir.
MINHAcU,L_FUKARA,NIN oZU 87
Şeyhler mekri böyle tarif ederler ki: Bir kul muhalefet ve isyan
işledikçe Hak teAl6 ona nimet ve ihsanını ziyade eyler ve onu hemen cezalan-
drrmaz. O kul kendini Allah'ın azabından emin olmuş zanneder. Ve hatta
Hak]<'ın makbulu olduğunu vehm eyler. Haberi yok ki buna mekr-i ilAhi der_
ler. Mekr-i il2hi öyledir ki, hileye kurban olan kimse Allah yolunda olduğunu
Ancak ariflerin lisanında huşü o halete derler ki, korku ve sevgi ile
karışık ola. Mahbüb-ı ilAhinin azemet ve cel6li korkusundan nefs yanmış ve
kırılmış bir hale gelmiş ola. Alçak gönüllülük, tarikat ehline 16zım sıfatlardan-
dır.
Huşo öyle bir sıfattır ki ilahi tecelliden hası] olur. Hak tedli hangi şeye
tecelli eylese. o ıecelli dolayısıyla o şey bilinir. yani iIim hası| olur. İüim ise te-
vazu ve korkuyu davet eder. Onun için CenAb-ı Hak'tan korkanlar ve a|çak
gönüllü olanlar Alim|erdır. Hadis-i şerif: "Allah'ı en çok bilenlerdenim,
O'ndan korkanm."
Bir kimsenin kalbi mütevazi olmazsa, bedeninin azası da huşüya vara_
maz. Nitekim Hazreıi Peygamber bir kimseyi namazda sağa sola iltifat eder-
ken gördü. "Bu adamın kalbi huşü duysaydı, azası da öyle olurdu." buyurdu.
Zahirdeki huşü noksanı, b6tına da sirayet eder. (ez-7-öhirü ünvdnii'Lbann).
S6lik bu menebeye gelinceye kadar soreten ve m6nen çok şey terk ey-
lemesi gerektir. Hatta bu mertebe onun hali olmalıdır. Haramı terk etmeli. Al-
92 AFiF l,EKTAŞ
lah'ün tekdirinden korkarak, malda ve rızıkta şüpheli olan şeyleri terk etnıeli,
Nefsin hakkı ne ise yetecek kadannı alıkoyup üst tarafinı Allah yolunda terk
etmeli. Bu menebeden de sonra terakki ederek Hüd6'dan gayri mdsivA hük-
münde olanı da terk etmeli, hatta kalbinde HüdA'dan gayriye muhal,ıbet
kalmamalı. Bu s0retle ariflerin zühdüne vasıl olmuş olur.
Hülasa zühdün üç derecesi şöyle tarif edilebilir:
l, Zühdü'l-ayam terkü'l-haram (avamın zühdü haramü terk)
2, Zühdü'l-havAs. terkü md zi,de ald kadri'z-zarire (havassın zühdü
zaruri ve l6zım olandan fazlasını terk)
3, Zühdü'l-irifin, ıerkü m6siva'llih (arif'lerin zühdü Allah'tan başka her
şeyi terk)
Bir kere mdsivdnın muhabbeti kalpten silindikten sonra bütün dünya
mülkün olsa zaral etmez. Nitekim Halil ibrahim hazrerleri, Hazreıi Siileyınan
ve nice evliyaullahın mülk]eri ve zenginlikleri vardı, ama onlar Hüd6'dan gafil
olmadıklarından rızık ve malonlara perde olınazdı. Bundan dolayı Peyganıbe-
rimiz: "Seni Allah'tan alıkoyan her şey dünyadır." buyurdular.
Mesnevi:
"Dünya nedir? Allah'tan gafil olmaktır
Kumaş, para. oğul, kadın. dünya değildir
Malı mülkü gönülden çıkarmaklığın içın
Bu sebeptendir ki Süleyman kendisine miskin dedi"
Nazım:
"ibadet eı ve abd o|
Bu ikisiııdeıı gönlün ebedi hayat bulur
58 Furkin siresi, dyet 43: "Kötü duy8ulannı kendisine lann edinen kimseyi goıdün mü?"
96 AFlF TEKTAŞ
Ehl-i tarikate ]azım olan, heVa ve heYeSi terk edip Hüda-perest olmaktür.
Allah'a ibadet edenler dört kısımdır: (Bunlardan ancak birisi hakiki Allah'ı se-
vendir. Diğerleri bir cihetten hev6-perestlikten kurtulmamıştır,)
1. İbadeti cennet ve mAfThi için kılanlar (Bunlar tacirler ve ücretlilerdir)
Silik bunlara esir olmaktan kurtulup Allah'ın kulu olmakla sevinçli ol-
sun.
"O gönül ki, Allah'ın kulluğuyla şAd olur
o her iki ilemin kederinden 6zat olur"
Hürriyetten murat, sair eşyanın kaydündan azat olup yalnızca Allah'a kul
olmaktır. Masiva'llahtan hüI olan kimseyi hiç bir şey köle yapanaz. Gerçi bir
çok silikler paranın esiri olmaktan kurtuImuşlardır. Ama ten ve beden kaydın-
dan kurtulamamrşlardrr.
Uçüncü Bab:
Sültkta Olan Muameleler (Bu bab da on dereceye bölünmüştür)
Şeyhler demişler ki: "Eğer Allah'a isyan etmek istersen onun görme),e-
ceği bir yerde isyan et..."
Cen6bı Hakk'ın daima ve daima huzurunda bulunduğunu bil de kötü
işlerden ve fena sözlerden sakın,.. Mesnevi:
"Cen6bı Allah buyurdu ki: Ben görücüyüm
Gözünü her an kötülükten çek
Cenıib-ı Allah buyurdu ki: Ben işiıiciyim
Dudağınü kötü sözlerden muhafaza et
Cen6bı Allah buyurdu ki: Ben biliciyim
Katbini kötü şeylere verme"
63 Zumer siiresi,6yet 3,
64 "lhlAs. kendinl ihlaslı görmemendir "
MINHAcU,L-FUKARA,NIN ozU l0l
Tehzib, hulis ve safa bulan ve mizacı sahih olan kimselere l6zım olmaz.
Belki sülükun başlangıcında o|anlara ve riyazet sahiplerine lAzım olan mezi-
yetIerdendir.
Sülükta başlangıç erbabına ldzımdır ki ah!Aklarını yaramaz huylardan
temizlesinler ve edeplerini yükseltsinler. ilimlerini cehaletten. ameIlerini riya-
dan, ibadetlerini 6det halinde olmaktan kurtarmak yoluna gitsinler. Zira 6det
ile ibadet oImaz. Adet ikinci bir tabianir. Tabiata uyularak yapılan iş ibadet
sayılmaz.
Bazı şeyhler demişler ki: İnsanın tabiatle işlediği iş, ibadetten sayılmaz.
Keza ddetle işlediği iş dahi ibadetten sayılmaz. Belki ibadete halis niyet ve
hevA ve nefse muha|efet lXzım ve vaciptir. Onun için meseld her gün oruç tu-
tan hakkünda ne oruçludur ne de oruçsuzdur denildi. Nefsin alışkanlığı ve
orucun artık tesir etmemesi dolayısıyla böyle telakki olundu.
Bu sebeple Hazret-i Davud'un orucu (bir gün yer bir gün aç) efdal
o|du. zira bunda tabiate ve 6dete muhalefet vardır. Adet lekesinden kurtulan
ibadette, istikamet (doğruluk) hasıl oIur. Bu mertebeye eren kimseye müsta-
kim denir.
Hadis-i şerif: "Ey ümmetim! Siz istikamet eyleyin! Halbuki siz istika-
metin sevap ve cezasını saymaya kadir değilsiniz. Bilin ki, sizin hayırlı ameli-
niz namazdır ki, her türlü ibadeti cem eder. EvvelA onda istikamet eyleyin."
Namazda istikamet iki türlü olur:
|. Zahıren,. Namazda tAdil-i erkAn denen usuIe riayet edip kıyam, kuüd,
sücüdu din Alimlerinin yazdığına uygun olarak eda eylemektir,
2. Bitınen: Namazda riyadan ve benzeri zararlı şeylerden kalbini muha-
faza etmektir ki asıl hakiki taharet (temizlik) buna derler. Müstakim olan
mümin. hidayet nurunu bulan, ka]bini beşeriyet ve tabiat kirlerinden temizle-
yen, ağyar ve mAsividan kurtulan kimsedir. İstikamet, Cenib-ı Hakk'ın
nzasıdır. Ehl-i Hak, hevd-yı nefsten geçerek Allah'ın nzasına kavuşmak ister.
Keramet de istikametin husulüdür. Bir kimseye istikamet hasıl olmadan ke-
ramet oılaya gelmez. Kul ancak istikamete haris olmalıdır. Zira keramete ıah-
kik ehli hiç itibar etmez|er. Ziıa tahkik ehli nazarında kerametlerin en büyüğü
ahl6k ve sıf6ı tebdil etmektir. Bundan dolayı kemal ehli kerameti (ricılin
hayzı) diye terk etmişleI, nefsi ıslah ve istikamet yoluna gitmişlerdir. "Fil6n
kimse bir saatte Mekke'ye gidiyor, ne keramet!" demişler. Cevap vermişleı,ki:
"Şeytan da şarktan garba bir anda gider, ama Allah'ın l6netine çarpıImüştür.'
Büyük Zatlal kerametin mekrinden Cen6bı Hakt'a sığınmlşlardır.
Tasavvuf eöabı muratlarınt Hakk'ın muradında terk edip f6ni olmuşlar-
dır. Tasarruf erbabında muradın lekesi mevcut olduğuna göre "Tasavvui ile
tasamrf birleşemez. " demişlerdir.
Tevekkül derecesi, avam için derecelerin en gücü, havas için ise derecelerin
en zayıfidır.
gelen şeyden bir şeyi sizden def'e kadir değilim, zira bir kimse için hüküm
yoktur, il16 Allah için. Ben ona tevekkül eyledim. yani ben oıru sizin korun-
manıza da vekil jttihaz eyledim."l0
İşte bu misal sebebin vukOundan sonrasınadır ki, evlidın korunmasıdır.
Başka bir misal:
Hazret-i Peygamber ashabıyla beraberdi. Kendilerine dedi]er ki:
"Müşrikler sizi öldürmek üzere toplanırlar, onlardan korkunuz." Hazret-i
Peygamber'in cevabı şu oldu: "Bize Allah kifayet eder ve o ni'me'l-vekildir. "
Bu tevekkül de sebebin vuküundan sonrasına aittir,
Sebebin vuküundaır evvelkine misal: Hazret-i Peygamber, yattıktan za-
man. 7l glJl u;,-l j; , ı;ı a;;ı:,İ+lJ J-tJı .--jj c__1-1 (J,ü f+ul buyurur-
lardı.
Tevekkülle tefviz arasında umum ve husus farkr vardır. Yani tefviz geniş
mAnida ve tevekkül dar m6nAda olur. Tevekkül tefvizin bir şubesi gibitlir.
Tefviz tevekkü|den geniş ve edebe daha uygun ve minA itibariyle s6like en
l6yık olanıdır, Zira tefviz kendi kuyvet ye kudretinden vazgeçip kendisini .Al-
lah rızası için kendi tasam.ıfundan çıkarmak ve Cen6b-ı Hakk\ kendi yerine
her türlü tasarrufta k6im kılmakır. Ve Cen6bı Hak her ne işlerse ona razı ol-
maktır. Tevekkül ise nefsine ait hususlarda CenAb-ı Hakk'ı kendine vekil itti-
haz eylemektir. Ve bir bakıma sO_i edepten iri değiIdir. Hülisa, insan bütün
işlerini CenAb-ı Hakk'a tefviz edip ondan ne gelirse " KiiLlii şey'in mine'l-
hab?bi lıabtbün"12 deyip Hakk'ın köleliğine razı olmalıdır.
,70
Yİsuf sİresi, ayet 67.
1| "Allah'ımI Kendimi sana emanet Ve ıeslim ediyorum. slnımı sana dayıyoİunı ve
,72
işlerimi sana havale ediyorum, "
"sevgiliditı (Allah'tan) gelen her şey sevimlidir."
MlNHAcU,L-FLIKARA,NlN ozu l05
,73
Kasas süresi, ayet 7,
71 Nisa s0resi, ayet 78,
,75
Ra'd soresi, ayet l6.
,76
Hadid saresi, ayet 22
|06 AFlF TEKTAŞ
bunların hepsi vuküu ldzım olan şeylerdir ve hakikatlerin iktiza ettirdjği şey-
lerdir, Hikmet üzerine v6kidir, abes değildir (boş yere olmamıştır).
Sdlik sülükunda ne kadar mihnetlere, feIAketlere uğrasa, kendini Hakk'a
teslim ve her halini ona tefviz edip katiyyen ıztürap duymasın, zira bu afetler,
sAlikin terakkisi içindir. İsterse m6likü'l-mülk onu hel6k eder, isterse koı,ur.
Asıl teslim budur.
Şeyh hazretleri buyurur ki: "Tasawuf, bütün bütüne hulktur. Kim huy-
Hazreli Aişe'ye sorulan suale cevaben
da üStün ise tasavvufta da üStün oluı."
kendileri: "Hazret-i Peygamber Efendimizin ahl6kı Kur'6n'drr." buyurdular.
Hak teilA hazretleri Peygamberimizi 11
rr, aJ'
diye tavsif buyurdu. Zira
kendi]eri hulku Kur'6n'dan öğrendiIer ve Kur'6n-ı azimü'ş-ş6nın edebiyle
edeplendiler. Bundan maksat: "Afv i]e kabul et -örf ile emr et* cahillerden
yüz çevir." emridir. Hadis-i şerif de bu mdniyadır: "Allah beni en güzel
edeplendirdi," Hazret-i Peygamber'in güzel huyu tarif ve tavsife sığmaz.
nefsin hazlarına. dostlann hazlaIünü tercih etmek ve onların hazlarııı öır sa]ia
tutmaktlr.
Enes hazretleri rivayet eder ki, ash6b-ı Resül'ün birisine bir kızarmış baş
hediye olundu. Kendisi, kendinden daha muhtaç saydığı bir başka kimseye
gönderdi. O da bu sefer daha mı.ıhtaç birisine gönderdi. Böylece bu baş, yedi
kapı do|aştıktan sonra nihayet birisi onu alıkoydu.
Vaktiyle süfilerden iki zatı, Bağdat ha|if'esi idama mahkum eder. Bu iki
zatmn birisi arkadaşından evvel idam olunmak ister ve der ki: "Bu saatte ih\a-
nımı kendi hayahma tercih eylerim," Bağdat meIiki bu hali görünce ağlayarak
onları affeder.
Hakikaten is6r eden kimse, kendine ait dünyevi, uhrevi, nefsani, ruhani
ne kadar haz varsa o hazlara ihv6nını yani dost|arını ihtiyar ve tercih eder. I}u
güzel huyun sahibi futüvvete mazhar olur.
Şükür eden, nimete şükürden kendini aciz görmeli. Onun için "Şükür
eden, şükürden aczini gören kimsedir," demişler. Allah'ın kulu, şükretmekle
Al|ah'a şükredemez, ancak kendisini kemaliyle aciz görürse ve zatını f6ni
(yani yok olmuş) bulursa ve şüke muvaffakiyeti ve bütün nimetleri Hak'tan
bilirse o zaman şükretmiş olur. Hadis-i şerif: "Bütün nimet|erin Hak'tan
olduğunu görürsen, şükretmiş olursun.
Ehass-ı havas, Hak'tan ne gelirse cümlesini, nimet ve rahmet olsun, zah-
met olsun, hel ne ise, ayn-ı Allah'ın rahmeti bilirler. Şeyh hazretleri, bundan
l12 AFiF,rEKTAS
zamanını beklemek ibadettir. Hadis-i şerif: 'clü ,ıJr;ü 3,!.Jü Jr.",l " Rahatlık
zamanını düşünmek, Hazreti Eyyüb'ün nefsine bel6yı kolaylaşhrdü. Hazret_i
Mevlina'nın Mesnevi'sinin ikinci cildinde (Lokmanla hocasının görüşmesi)
buna misaldir.
2. Sabrın ikinci derecesi, ceza korkusuyIa günahlardan nefsini koru-
maktıI. Bundan daha makbulü, Allah'tan utanarak günahlardan sabr etmektir.
3. Sabrın üçüncü derecesi ibadet üzerinde kendini devam|ı olarak
muhafaza etmek suretiyle sabırdır. Bu ibadet ve taati ih]asa riayetle ve bilgi
yoluyla bu ibadeti güzel kılmakla sabr etmektir.
Sabnn bu üç derecesi hakkındaki 6yet-i kerime:
l14 AFiF TEKTAs
4. Sabru fillih, Hak yolunda ve Hak rızasından olan belA ve ezaya sabr
etmektir.
5. Sabru meall6h, azap ve beldda hakiki azap vereni görmek ve All;ü'a
meyl etıTıeye derler.
6. Sabru anillAh, Allah'tan sabretmek demektir. Mahbub, muhiblerin
uzaklaşmasını murad eylediği zaman, 6şıkın, Allah nzasından dolayı bu ayrılığa
tahammül ve sabr etmesidiI.
ret-i Peygamber, müminin şakacı ve hoş sözlü olmasünı ister. KendileriDin pek
çok şakalan ve latifeleri vardır. Hazret-i Mevl6na'nın da meşrebi inbisat üzere
idi. Nice hikiyeieri vardır.
2. Hak'la olan inbisat: Korkusunu ve rechsını Hak'tan saklamamaktır.
Zira korku ve rec6 nefsin halidir ve sülükun bidayerinde olan süfatlardtr. Ama
inbisat, ariflerin hali ve gönül sahiplerinin sıfaldır. Korku ve sıkıntı, cel6l hle-
mindendir. İnsanı deliliğe kadar götürür. Halbuki inbisat ve reca cemal ale-
minden ve Allah'a yakınIıktan hasıl olur. Korkuyu ve zahmeti ortadan kaldınr.
İnbisat, CenAbı Hakk'a ziyade yakınlıktan ve cemulullahla sıkı münasebetten
zuhura gelir. Bıı mertebede inbısat sahibiyle Cenibı Hak arasında halk mani
teşkil etmez.
Enbiya ve evliyadan çok kimseler, sıfatlannın galip olduğu zamanlarda
Cen6b-ı Hak'la inbisat üzere konuşmuş ve hareket etmişlerdir. Hazret-i Musa
zamanında Berh-i siyah denilen, Hakk'ın makbulü bir kimse vardı. Bir gün
Hazret-i Musa, kavminin isteği üzerine Hak'tan yağmur diledi. CenAb-ı Hak:
"Ya Musa! Benim Berh-i siyah'ım istesin, yağmur vereyim" buyurdu. Berh-i
siyah Cendbı Hakk'a kiırşı: "Madem bu halkı yarattün, niçin yağmur vermi-
yorsun? Yoksa k6dir değil misin?" dedi ve hemen yağmur yağmaya başladı.
Hazret-i Musa. bu suretle hitaba üzüldü, fakat sabr eyledi. Ertesi gün rast
geldiğinde Berh_i siyah Musa'ya: "Cördün mü ya Musa! Senin Rabbine ne
söyledim?" dediği gibi. Hazret-i Musa gazaba gelip sopasını kaldırdı, onu
dövmek istedi. O anda Cibril-i emin nnzil olup, Cen6bı Hakk'ın selAmını
söyledi ve dedi ki: "CenAb-ı Hak diyor ki, benim Berh-i siyah'ımı incitmeye-
sin! O benim her gün rahmetimi nice kere ilemin halkı üzerine coşturdu..."
Demek oluyor ki, Allah'ın nedimi olanlardan bu nevi latifeler ve inbisat
a]dmetleri hiç bir suretle küstahIık sayılmaz, likin bu fani bağlardan kuıtul-
mayan, fenA fillah mertebesine ermeyen kimseler, bu türlü inbisata cesaret et-
seler, elbet küstahlık olur, cen6b-ı Hak'tan uzak ve iman ve İslimdan mahrum
kalır.
Mesnevi: "Sen onu senet ittihaz etme. Ey fenA aleminin bağlarından
kurtulmayan kimse! Sen Allah'tan mahvı, sekri ve inbisatı ne bileceksin?..."
MINHACU,L-FUKARA,NIN ozu 1,17
Yine meseli: Kendi nefsine veya gayriye Cen6b-ı Hak'tan ne gelirse iti-
raz eyleme. Kalbini bozuk fikirlerden ve lisanını şikayet edici kelimelerden
muhafaza et. 13azı şeyhler dediler ki: "Ben bir günah işledim, tövbesinin ka-
bulu için altmış yıldan beri dua ederim. Bu günah nedir? dediler; Bir kere bir
şey için;'Ne olurdu şu şey şöyle olsa idi.'dedim."
4. Hakikatin edebi: Hazreli Allah'a mahsus edeptir ki, Hazret-i Pey-
gamber'in Hazret-i Hak huzurunda olan edebidir. CenAb-ı Hak dedi ki: "Haz-
ret-i Peygamber'in müb6rek gözü acaibe ve garaibe bakmaya meyl etmedi ve
dalmadı."'rl Yani Hazret-i Peygamber'in mukaddes kalbi m6siv6dan o kadar
ayrıldı ki ve Rabbi'ne o derece bağlandı ki dünya lezzetlerini ve ahiret zevkle-
rini tamamıyla rerk edip yalnızca Cen6b-ı Hakk'a doğruldu. Hazreli Allah'ın
edebi, misiv6ya en ufak bir meyl göstermemektir. Gayr hükmünde c,lan
şeylere bakmamaktır.
Asıl ünsü billAh (Allahla alışkanlık, yakrnlık) öyle bir şeydir ki Allah hiç
bir halde sAIikten ayrılmaya. Bazı kimse bir halle üns eyler (alışır), ya zikrul-
|ah ile veya Allah'a şük ile ve zann eder ki işte bu, Cenib- ı Hakla ünsiyettir.
Halbuki o hal ile enistir (arkadaştür). Yoksa ünsü bill2h değildir. Zira Cendb-ı
Hak ile enis olanın ünsü her halde sabittir, değişmez, hiç bir s0retle kaybol-
maz.
|?4 AF|F TEKTAŞ
lamazsın. Ayeıi keıime: C2.--: |,| !)r'r';\\: Yani Allah'ı zikr et (Rabbinden
gayriyi UnuttuğUn zaman). Şeyh hazretleri diyor ki: "Rabbimi zikr ettim
gayriyi unuttum, demekle bu zikrin içine nefis bile dahil oldu. O halde
nefsini dahi Rabbi zikrederek unuttuğun vakitte, onu zikr et demek oluyor.
Zira zikr ettiğin hakikaten mezkür olması o vakitte olur ki, gayriyi ortadan
kaldırasın. Asıl gayr, nefsin benliğidir. EvvelA onu kovmak, çıkarmak lAzımdır.
3. Hakiki zikir: Zikrinle bu mertebeye erdiğin zaman, Rabbin zikrinde
kendi aynının zikrini unutursun. Bundan sonra her zikri onun zikrinde unu-
tursun ve her şeyi anlamış olursun. Znkir (zikr eden) mezkür (zik edilen) ve
zik hepsi bir olur, tek olur. Bu mertebede zikr, hakiK zikri bulur.
Hakiki zikir, Hak teala'nın seni ezelde zikr eylemesini müşahede et-
mektir ve kendi zikrini görmekten kurtulmaktür. Hadis-i şerif: "Ya Davud,
sıddık olan kullarıma söyle, hemen benimle ferahlansınlar ve hemen benim
onları zikr eylediğime nimetlensinler. " Yani benim onları ezelde zikr ey-
lediğime nimetlensinler ki bunların o mertebede dahi vücutları yok idi. Eğer
böyle olmazsa bunların zikri ifetlerden ve illetlerden 6ri değildir. Ama
Hakk'ın kullannı anmasında noksan yoktur.
" el- Fakru sevaddii' l-vechi fi 'd-ddrey n" dedikleri, fen6fi llah mertebesi-
3. Vıcdan ilmi: Bu ilme ilm-i ahvil derler. Akıl bu ilme karışmaz. Sa-
dece tasayvur ve istidldl ile bu ilmin anlaşılması mümkün olmaz. Balın tatlülığü,
sabnn acılığı, vuslahn lezzeti, salhoşluk gibi şeylerin akılla anlaşılması miım-
kün olmadığü gibi, aşk, şevk, vecd, zevk ve bunlara benzer hallerin lezzeti.
"Tatmayan bilmez, anlanıaz" cinsinden olan ilimdir.
4. Ledün ilmi: Buııa ilm-i esrir da derler. İlm-i ledün denilmesinin se-
bebi, Al]ah tarafından evliyasına ilham yoIuyla hediye ve ihsan olunmasıdır.
"Biz ona ilm-i ledünni öğrettik"93 Xyeıi ketimesi mücibince bu ilmin mrıal-
limi Hak'tır. Bu ilmi evliya, Cen6bı Hak'tan alır. Bu ledün iIminin bir derecesi
vardır ki. sül0k erbabının akl-ı selimi onu idrak edemez. Nerede kaldı ki sfırel
ehlinin aklı... Bu ilm-i esr6rı ağyar idrak edemez. Bu ilmin erbabını ink6r
ederler. Kendilerini açıklasalar öldürülürler.
Mesnevi;
"Bu şahlar avamdan can korkusunu görmüş. Çünkü bu avam körler
güruhudur, şahlar ise bi-ııişandrr. Enbiyaya kavimleri dediler: Ahmaklıkta biz
sizden şeAmet duyduk, halis altın için kuyumcuda tehlike vardır. Hain cenkler
bu yolda çoktur,"
Bu iIim inkdr edildi ve sahibi açığa vuracak olsa taşlandı ve katl ediidi.
Nitekim Eb0 Hüreyre buyurur: "Ben Peygamber hazretlerinden iki i]im
öğrendim. Birisini halka açıkladım, ama diğerini açıklasam, benim boğazım
kesilirdi." Ayeı-i kerime: "Bir Allah'tır ki yaratrruştür yedi göğü ve yeryüzünü
de onun misli olarak yedi kat halk etmiştir. Bunların arasında emri inip dur-
maktadır."q
Bu ayeti okuyan ibn-i Abbas'tan rivayet olunur ki şöyle buyurdular:
"Eğer bu ayetin hakikatini tefsir etseydim, taşlanırdüm ve öldürülürdüm." Bu
sırlara bilgisi olan büyükler bu esrir ilmini yabancıIardan gizlediler.
*P _,u,rl,. rUı ıfS, fehvasınca herkese aklı . ,. kadar söylediler.
Nl-ehilden gizlediler.
Bu ilmin talibi, bu ilmin sahibi bulunduğu zaman, Musa hazretleri, Hızır
hazretlerinin hükmü altına girdiği gibi ona iradet getirmeli ve her türlü inkdr-
dan çekinmeIi ta ki, bu ilmi o Alim ondan gizlemesin. Eğer sllik bu ilmin eh-
lini bulamazsa, bildiği ilmi dürüstlükle tatbik etsin, ta ki Hak te6l6 ona bu
miras o]an ilmi ihsan eylesin. AIim bi-emrill6h (Allah'ın emriyle ilim olan)
kimse ki, ilmine uygun o|arak davranır, sonunda 6lim billAh mertebesini
bulur. Alim billih o kimseye derler ki, Cendb-ı Hakk'ın bilgisi (m6rifeıi
ilnhiyye) onun kalbini kaplamıştır. Ve Hak nurlarının müşahedesi onu istiğ_
raka daldırmıştır. Alim bi-emrillah o kimsedir kı helili ve haramı ve ahkamrn
hakikatlerini bilir. L6kin celdl-i il6hinin esr6rını. cemAl-i il6hinın marifetini
sezmemiştir. Bunların ikisi de öyle ilimlerdir ki hem Hak'tan ayrı değillerdir,
hem de halkla muamelededir]er- Alim bi-emrillah olanlardan, l6zım olunca
fetva isteyin, onlardan süal eyIeyin. Aüim biüüah oüan hakimler ile temas edin,
zira faydası çoktur. Hakimler, ilmini ve amelini yakin derecesine getirmiş
olanlardlr. Aıim tiıan ile ve ilim bi-emrillah ile görüşmekte salik için büyük
faydalar ve menfaatler vardır.
"Merdin_ı HüdA ile bir an sohbet, yüz sene ibadetten hayırlıdır. Allah
nasipleri verir, hidayeti ihsan eyler."
Hakim o kimsedir ki her şeye hakkını verir ve onun haddini tecavüz etmez.
Bir şeyi vakti gelmeden yapmaz, acele etmez.
Hikmet iki krsımdır: Birisi söylenmiş, diğeri sükut edilmiş hikmettir.
l. Söylenmiş olan hikmet: Şeriat ilmi ve akla ait marifetler.
2. Sükut edilmiş hikmet: Ledün i]mi ve hakikat esr6rı. Cen6bı Hakk'ın
bazı kullarına azap etmesi, bazr yeni doğmuş çocuklann ölmesi ve celıen-
nemde babalarıyla kalması gibi bazı şeylerin hikmetinden sükut edilmiştir.
Cen6b-ı Hak bazı büyüklere bu sırlan keşf ve izhar etmiştir, liikin bun|ar haber
vermeyip sükut etmişlerdir. Mesnevi:
"Her kime ki Allah'ın esrAnnı öğrendiler
Mühür vurdular ve dudağünI büktüler
İl6hi sır|an o kirnseye an|atmak layüktür ki
Ağzını lif söylemekten muhafaza eyler"
Ancak bu sırlara vakıf olmayan ve hakikate ermeyen kimse bilmeli ve
inanmalı ki Cendb-ı Hak'tan abes (boş yere) bir fiil zahir olmaz ve "Erhanıe'r-
rahimin" kuluna zulüm etmez. Faraza bütün ömIünde s6lih olan kimseyi
ebedi ateşe atsa Ve ömrünü günahla geçiren kimseyi cennete atsa yine zulüm
değildir. Zira hikmete dayanır. Garazsız ve illetsizdir. Hazret-i Peygamber
buyurdu ki: "Allah'tan kuluna vAki olan kazadan hayırlısı odur." Zira CenAbı
Hak, lAyık olandan bir şey esirgemez. "Hüküm kazasını da şeı üzerine krlnraz.
Ondan her sadır o|an mahzA hayırdrr."
ferasetinden korkunuz, zira Allah nuruyla nazar eyler." Bazı şeyhler demiş|er
ki: K6mil mümin olan]ar ve hakiki firaset mertebesini bulanlar gönül casus-
landır. Kalplere firaset nuruyla girerler ve kalbin sırlarını anlarlar. BunIarla
görüşürken sıdk (doğruluk, açıklık) ile görüşünüz. Kalbiniz saf olsun ki, edep
noksanü göstermeyesiniz.
Şeyh hazretleri diyor ki: İlahl feraset, saidi şakiden fark edip bilmeyi
öğIetir. Ve insandan zuhur eden hareketin marziyye ve marziyye olmayan ha-
Ieketten farkınü bilmeyi bahş eyler. Vaki olan hareketin ibadet veya günah
olduğunu da bilir. Bu feraset istidldlle veya tecrübe ile olmaz. Bir ilihi nurdur
ki gayb hükmünü kavrar, idrak eder. Reml atarak veya yıldızlara bakarak
gaybtan haber vermek kehanettir. Halbuki evliyada olan feraset keramettir ki
Hakk'ın gözü ile bir şeyi anlaf]ar ye ilAhi ilham ile müşahede ederler.
9,7 "Bu ne ylldüz bilgisi, ne remil. ne de rüyal Allah en doğrusunu bilir ya, vahy i
il6hidir"
MINHAcU,L-FUKARA,NIN oZU l33
Himmeti 6li olan s6lik dine ait meselelerle meşgul oIur ve dünya umOrundan
nefret eder.
Aüi himmet kalbi muhafaza eder. FAni ve geçici şeylerden alıkoyar.
B6ki olana sevk eder. B6ki ve daim o|an ancak Hak'tır. Başka her şey finidir,
b6tıldır.
Ali olan himmet insanı kederden ve Hakk'ı talepte gösterdiği kusur ve
ihmalden sAfi kılar. Zira fütur ve yorgunluk da keder gıbidır. Ali olan himmet,
sahibini bu kederlerden kurtarır, temizler, Allah'ın yakınına götürür.
Kurb-ı nevdfil (nafile ibadetten olan kurb) ile kurb-ı feıdiz (farzların
edasından hasıl olan kurb) arasındaki fark budur ki, birincisinde CenAb-ı Hak
ku|a alet oluyor. Zira kul bu mertebede Hak'la görür, biIir ve işitir. Kurb-ü
ferAizde ise kul Hakk'a alet oluyor. Cen2b-ı Hak onunla nice kudret ve hik-
metini icn ve ızhar eder.
Bir kimse A|lah'a muhabbet iddia etse ve yine CenAb-ı Hakk'ın haram
kıldığı şeye meyl ve muhabbet etse, yalancı olur. Muhabbet iki kısımdır:
]. Bir kısmı, nefsi neyi severse, neden haz ederse Cenib-ı Hakk'ı o yüz-
den sever.
2. Diğer bir kısmı nefsaniyet maksatlafindan vazgeçip CenAb-ı Hakk'a
kayıtsüZ şartsız muhabbet eder. Tarikte makbul olan muhabbet budur.
yakünlük veril Eğer kemalin tecellisinden ise temkin ve sükun verir. Eğer
celilin tecellisinde ise ızdırap, korku, hüzün, dehşet gibi haller verir. Umumi
yetle kulu kendinden geçirir. Kalbi evvelki halinden çıkarıp Hak tarafına cezb
eder. vecd. cen6bı Hak tarafindan hazır olucu bir haldir. kalbi evvelki halin-
den koparıp CenAb-ı Hakk'a doğrultur."
Vecd iki kısma ayrılır: Mük6şefat, hdldt
1. Gayb ilemine ait hususlardan ve il6hi tecelliden kalp ve rııha
çalışmaksızın, düşünmeksizin keşf olan h6leıi mük6şefdt cinsindendir. Kalb
bu halefte evvelce görmediği, farkrna varmadığı m6nilan bulur.
2. o
halet ki kalbe hücUm eder ve kalbi değiştirir, hatta tesir edip raks
ve harekete getirir veya bağırma, inleme, ağlama gibi şeyler yaptınr, buna hilAt
derler. Bu hAlet de iki kısımdır.
Bir kısmı zahmetsiz, tekel]üfsüz. sebepsiz yahut da gönilen veya duyu-
lan şeylerden doğarak kalbe hücum eder. Buna vecd derler. Hazret-i
Mevl6n6'ya Zerkübi Konevi'nin çekiç sadasından hücum eyleyen vecd gibi.
Yahut İbn Flrızln Mısıı'claki vecdleri gibi,
Diğer bir krsmı ise tekellüf ile olur 1İsteyerek. zahmet ederek olur). Ona
rcvacüd derler. Yani vecdi celb ve davet etmektir. Vecdi celb etmenin yolu,
vecd ehli işıklarla bir mecIiste oturmak. Onlara vecd geldiğinde, ka|bine hal
gelmeyen kimse de onlara uyar. Onlar gibi hareket eder. Ona da aynı hXlet
hasrl olur. Zira kendini benzetmenin ve tekellüfün (uğraşmanın), halin cel-
binde büyük tesiri vardır, Bunun için Hazreli Peygamber Kur'6n-ı kerim
okurken ağlamayan kimselere: 'Ağlar gibi ve mahzun imişsiniz gibi yapınız."
diye emr eyledi.
Berk ise s6liki kurb-ı Hakk'a (Allah'a yakınlığa) götürür. Güya ki mahbubun
yüzü ona aşik6r olur ve mahbub onu birleşmeye davet eder.
(Zevk)e gelince: Zevk, lügatte tatmaya derler. Şeyhler lisanında, Hazret-i
şeyhin buyurduğu gibi: "Zevk, her tecellinin başlangıcı dır. Znvk bir müddet
devam ederse ona şurb (içme) denir."
Zevk insana tecelli miktannca bilgi verir. O bilgiden tece]linin ölçüsünü
ve mertebesini anlar ve l6yık olduğu şey ile edeplenir. Zevk, tecellinin cinsine
göre başka başka olur. Eğer tecelli sOretinde ise, zevk tamamen hayalidir.
Eğer esmd-i ilihiyede olursa, o zaman zevk ak]i ve ruhani olur.
l. Hayali olan zevkin eseri nefistedir. Bedene savaşma arzusu verir:
Açlık, susuzluk, gece kalkmaIar, gündüz oruç tutmalar, lisanen zikr. Kur'6n
okumak gibi ibadetler ki bunlar hayaIi olan zevkin eseridir. İlahi tecelliden
hasıl olur. silik bunlardan lezzet bulur.
2. Akli olan zevkin eseri kalptedir. Ahlikın temizlenmesini mücib oluı
ve zevk sahibi, CenAb-ı Hakk'ın ahI6kıyIa ahl6klanıp beşer sıfatlarını yok et-
meye ve ildhi sıfatlarla sıfatlanmaya susamış olur.
(uyanırIar) bazıları ise hayranlükta kaltp meczup olurlar. Hayret ile heyemanın
farkı da şudur:
Hayret itidalle akla galip olur. Heyeman ise aklı yok eder. Sahibi divane
mecnun kalır. Mest ve müstağrak olur. Bu mertebede olanIarın hali deliliktir.
murad, alem ve ademdil. Bir bakıma bunlar gayrdır. Ziıa gayreı-i Hak zuhur
ederse Cen6bı Hak ister ki, kulu kendinden başka mahbub ve mabud görme-
sin. Gerçi hakikatte kendinden gayri yoktur. Likin gayr ve m6siv6 hükmünde
olan zuhurata muhabbet ve ubüdiyet tılduğunu istemez. Gayreli ilAhiyyc bu
yüzden olur.
Gayret kula nisbeı olunursa, şu üç gayret bulunmazsa, o zaman nefsani
ve şeytani olur:
Mesnevi:
"Her deviıde bir veli vardır
İmtihanı kıyamete kadar devam eder
Velinin eteğine yapış
ısteı Ömer. ister Ali neslinden olsun"
Veliyet, nurunu Hazret-i Muharnmed'den almıştrr. Cen6b-ı Hak Haz-
reli Muhammed'e:
Ayet-i kerime: "De ey Muhammed! Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana
tAbi olunuz ki Allah da sizi sevsin."1M buyurdu. Peygamber güneş ise, veli
ayd|I. Ay güneşe ne kadar karşı olursa, o kadar nurdan istifade ettiği gibi veJi
de peygambere ne kadar uyarsa o kadar kemal bulur. Hazret-i Peygamber
gibi mahbub olur.
"Muhabetten Hakk'ın mahbubu olursun
Talip idi, matlub oldu
Muhabbetten ateş nur olur
Muhabbetten şeytan huri olur"
Veli, kendinin veli olduğunu bilir mi? Bilmez mi? Ve halk arasıııda
meşhur olur mu, olmaz mı?
Bu hususta şeyhler arasında ihtil6f vardır. Bazılan şöyle dediler:
"Kendinin veli olduğunu bilmek caiz değildir. Zira bunu bilmesi neti-
cesinde onda akıbet korkusu kalmaz. Akıbet korkusunun kaybolması ona
emniyet verir. Bu emniyet de kulluğun köleliğin yok olmasına sebep olur.
Halbuki k6mil olan kendini bilmekle beraber mertebesi ne icap ettiriyorsa
(ub0diyet ise ubüdiyet) onu icra eder. K6mil olan velinin, kendinin veli oldu-
ğunu bilmesi, emniyetini artınp ubüdiyetin ortadan kalkmasına meydan
vermez. Buna göre bazı şeyh|er: " Yeciızu en ya'rift'l-veliyyü velğeıehu" ve-
linin veliyetine vairf olması caizdir, demişlerdir.
Şimdi geJelim ikinci bir meseleye, yani velAyetin halk nazannda zahir ve
meşhur olmasrna: Ehl-i tahkikin sözü budur ki: kAmıl olan veli kendi isteğiy|e
halka kerametini göstermez, hatta bu kerametin ortaya çıkmaslnı bile Hak'tan
istemez. Eğer kerametini ızhar ederse iddialı sayılır. Kerameti ortaya çıkar-
Bu sırrı arayan kimse kendine bir mürşit bulmahdır. O zaman sır sahibinin sır
olarak işadıyla bu esrira vakrf olabilir. Sır sahibi olan kimdir?
Hüldsa, Cen6b-ı Hak bazı kullannı sOret kerametleriyle avama ızhar ey-
ledi. Bazısını avamdan gizleyip havasa ızhar eyledi. Bazısrnı hem avama hem
havasa ızhar eyledi ve bazısnr hem avamdan hem hayastan örttü. Bazr evliya
vardır ki, baş|angıçta açrklar, sonunda gizlenir. Bazısı aksine başlaıgryla giz-
lenir, sonunda açıklanır. Bazısı gizli gelir, gizli gider, Bazısı halkın irşadı için
zahir olur da hakikatte gizlenir ve bu cihetten sır ehlinden ve gizlenenlerden
olur.
Hakla b6ki olur. il6hi sıfatlarla sıfatlanır, ondan sonra her ne sudur etse Hak'-
tan sudur eder.
Vakit, Cendb-ı Hakk'ın kaza edip senin üzerine icra eylediği şeydir.
Yani senin üzerine hükm eden ve hükmünü icra eden şey vakittir. Vakit ha-
kimdir. Vakitten murat o haldir ki kul üzerine vaktinde galip olur. Kendi
hükmüyle evvelki vaktin hükmünü kesen kılıç gibidir."
Vakit kula v6ki olan, onu tasamıfu a]lna a[an, hükmünü, korku, hüziin,
sevinç veya ferahla imza eden ha]dir. Yani kula gelen ilahi varidat ye tecelli-
yatın zamanıdır ki bu varidat o vakitte kula tasarruf eyler ve hükmünü kul
üzerine imza eyler. Eğer kolku ve hüzün iktiza eylerse, kul korkulu ve
hüzünlü olur; eğer sevinç, ferah iktiza ederse, kul sevinçli ve ferahlı olur.
Yine FütOhit'ta Şevh hazretleri diyor ki: "Kul, vaktindeır bu tasamrflan
ve Varidatr bildiği zaman, hükmü o vakitte Allah'a teslim eder ve Hakl'ın
hükmüne boyı.ın eğer. Hak te6l6 o hükmü imza eyler. Kul kendi nefsi için
istediği şeyin hükmünde olmaz." İşte bu kimselere ibn-i vakt (vaktin oğlu)
denir. Zira vaktin hükmündedir. Vakit bunlara hükmünü icra ettiği Jçin ve
mazi ve istikbal kaydı kalmadığı için böyle denmiştir.
Ebü'l-vakt (vaktin babası) o kimselerdir ki, vakit ve hal onlara tasarruf
etmez. onlar bu muhtelif ahval ile değişmezler. Zira vücuttan safi olmuşlar ve
mAsivAdan kurtulmuşlardır. Mesnevi:
l l0 Yusuf siresi, dyet 94: "[Kafile Müsür'dan aynlınca, babalarr yanındakilere:] Eğer
bana bunamış demezsenız inanln ben de Ytısufun kokusunu alıyorum. dedi."
l58 AFiF TEKTAŞ
Eğer sAlik nefsaniyet sıfatını yok etse, vücut bağından kurtulup Allah'ta
fani olmak mertebesini bulsa, ona kabz gelmez, bast da gelmez. Kabz, bast,
gam ve sevincin ötesinde bir daimi zevk bulur ki tarifi mümkün değildir.
ibn Fanz demiş ki; "Vakta ki benim uyanıkhğım ve akrl Aleminde bulun-
makhğım geçti, o zaman ben Cenib-ı Hakk'ın vuslatını istedim, halbuki kor-
kumun kabzı, Hazreri Hakk'ın bast ve açıklığından bana gelmedi. Zira k;ı6z,
sahvsız yani uyanmadan olmaz. Çünkü akıl 6leminde iken Hazret-i Hakk'ın
azamet ye celdli ve nefsin a|çaklığı da ayıpları ile müşahede olunur. Bunun
neticesinde kabz ve korku gelir. Ama mestlik (sarhoşluk) vaktinde korku
kalmaz, bast ve alışkanlık, yakınlık el verir. Bir l6uba|ilik gelir, ama klmil
olanlar hem mest, hem de akıllan uyanık olurlar ve kudretleri yettikçe edepten
dışan çıkmazlar.
"Sekr hali beni arş-ı muhit ve müstedir (şu bizi çepeçevre çeviren ve
dönmekte olan kubbe) üzerine oturttu. Kavmi, şar6b-ı il6hi ile dolu kAse-i
s0ret mesk0r kı|dı (sarhoş etti). Benim sekrim, onu müdir olan HAlik-ı ka_
dirden oldu. Sekre alim ve habir olan bir şaiı benden evvel söyledi:
"Sarhoş olduğum vakit ben Rabb-i seririm
Akıl haline geldiğim vakit ben mAlik-i basirim"
Bu şairin sekri (sarhoşluğu) tabii sarhoşluktur, Halbuki Şeyh hazretle-
rinin buyurduğu, ilAhi sarhoşluktur (sekr-i il6hi).
Sekr-i tabii (tabiT Sarhoşluk), insan arzu ettiği şeyi elde etmesiyle, lezzet
ve sevinçten bu sarhoşluğa varır. Tabiati icabı neden haz ediyor, neyi arzu
ediyorsa, ona kavuşursa onunla sarhoş olması tabiidil. Nitekim sarhoş oldu-
ğu şeyden uzak kalırsa mahmur olur.
Sekr-i ilihi (il6hi
sarhoşluk) hakkında Hazret-i Peygamber şöyle bu-
yurdu: "Allah'ım! Senin müşahedende benim hayretimi ziyade eyle!" Yani
"Sarhoşluğumu ziyadeleştir" demektir, Sekr veren halle başka haller arasın-
daki fark şudur: Ferah ve açılma veıTneyen ve ilihi esr6rı açığa vurmayan hal,
sekr değildir. Belki tarikat ahvalinden başka bir haldir (gaybet, mahv, feni
gibi), Sekr halinde ise, ferah, neşe ve esrArın meydana çıkması vardır.
Şeyh hazret|eri diyor kj: "Sekr-i ı|6hi, ziyade sevinç ve ferah duymaktır.
Allah yolunda olan kimselerin bu sarhoşluğu, şarap içenlerin sarhoşluğuna
benzemez. Şarap sarhoşluğu bazan gam ye gözyaşı verir. Hak yolunda mest
olan Aşıklann sarhoş|uğu ise neşe ve ferahlığın o kimseyi kap|aması sebebiyle
ihtiyar ve iktidarı elinden gidip, sarhoş olup, birlik denizine dalmak demektir.
Şeyhülisl6m hazretleri diyor ki: "Sekr öyIe bir haldir ki onunla hakiki
bir sevinç içinde sabrın ve kudretin tükenmesine işaret olunur. Sekir bilhassa
muhibler makamıdır ve 6şıklara mahsustur. Fenafillah mertebesine eren arif-
lerin makamı değildir. ilim mertebelerinde kalan müminlerin de değil. Çünkü
fen6nın (yok olmanın) hakikatleri ve rü'yetleri sarhoşluğu kabul etmez. Fen6,
yok olma makamı, muhabbet makamına üstündüI. Sarhoşluk, hayret vechile-
dir. Fenida hayret olmaz. Fena mertebesi, vücud olmaksızın müşahede meıte-
besidir. İlim mertebelerinde olanlar da bu sarhoşluğu duymazlar. Çünkü ilim
mertebesi, muhabbet makamınün altındadır. sek, ilim hududunda kalan 6lim_
lere olmaz. Keza muhabbet hududunu aşan k6millere de olmaz. Zira onlar,
artık sahva (sarhoşluktan sonra ayılma) gelmişlerdir. O halde sekr, muhabbet
maiamrnda olan ildhi §ıklanndır.
|64 AFlF TEKTAŞ
"L6 a'rifu illallihe" diyenler ise, mesela bir yüzüne ve göklere nazar et-
seler ve eşyaya baksalar, her şeyi ancak Allah'ın esmi ve sıfitının mazharı ve
vücOd-ı mutlakın eserlerinin ve nurlannrn aynası olaIak göIürler. Bir kiınse
çölde güneşe bakıp dalınış olsa da, "Güneşten başka bir şey görmüyorLm"
dese, doğrudur. Bilen ve bilinen bir olur. Vahdet de hükmünü bulur,
"Hakikatü'l-ma'rifeti ittih6dü'l-nrifi bi'l-ma'rı]f' sözü bu miniya işarettir.
Beyit:
"Sual sahibi dedi: Cihanda derviş yoktur
Eğer dervişim derse, derviş değildir
Bek6 yüzünden onun zatı yok oldu
Onun vasfı (hüve)nin vasfidır
Kandilin fitili güneşin önünde yandığj zaman
Yok olur, her ne kadar hesAben (nazari olarak) var ise de"
Başka bir misal: 'Ateş sultanına düşen her şey onun kahrryla ve onun
sıfatıyla dolar. Çünkü ateş sUltanI onun vasfinı değiştirir. Hakiki sultanın ateşi,
ateş sultanündan daha kuvvetlidir. Bu tasarruf demirin vasfında mevcuttur. Her
ne kadar demir ateş olmazsa da ateşin vasıflanyla vasıflarur."
Beyit:
"Dostu bulmak istersen kendini yok et
Kim ki oıun yüzünden yok oldu. o zaman buldu"
Irdki -kuddise sımıhu- bu mevzuda diyor ki: "Bütün alem ondaydü, keş-
ke yok olsaydı. "
Cüneyd hazretleri diyor ki:
"Nice zan,ıanIar benim hayretinıde yer ve gök ağladılar
Öyle oldu ki ben de onlarün gaybetinde ağladım
Öyle oldu ki ne onlardan haberim var
Ne de kendimden. O halde ben, ben değilmişim
Bilmezem ben ben miyim, yoksa o muyum?
Acayip hiletteyim. ben ben değilim
Aşık mıyım ma'şuk muyum, aşk mıyım neyim?
Vahdet kadehinin sarhoşuyum, ben, ben değilim
Ben neyim? Namsız nişaıısız bir Ankiyım
Kurbı Hakk\n K6fındayım. Ben, ben değilim
Candan fhniyim, canin ıle bikiyim
Yükseklik tepesindeyim. Ben, ben değilim"
Feni, aslen budur ki: Misiv6 hükmünde olan eşyadan silike evveliı il-
men, saniyen hakkan feni gelir. Yani onlardan yok olur. O zaman b6ki yalnız
Hak kalır (el-Janaii iznihlalüı ın6-dı?ne'l-Hakkı ilmen sü ıme hakkon), O
halde fend, misivAnın yok oln,ıasıdır. İbtida salikin iIminde 11ri nıevcidı, il,
lollöh) ve sair eşya ondan gayri ve boş tasavvur olunursa, tamamen yoktur.
(Hadis Şerif: Ag6h olun. her şey AIlah'sız olursa yok olur.)
Bu fen6yı ilmen bildikten sonIa hakikatte kendini ve cümle eşyayı 1hni
görüp, bAki hemen yalnız Hakk'ı bulur. Hak']a k6im olur, bekibillah nedir, bi-
lir.
MlNHACU,L-FUKARA,NlN ozU I7l
Beyit:
"Kendimden finiyim, bekAnın aynıyım
Bütün mevcudatın vücudu biziz
Ölü cihanı her demde dinltiyofuz
Biz nihayetsiz rahmetin deryasüyız"
Şeyh hazret|eri Füt0hit'ta diyor ki: "Bekinın sırrını iyi bil ey talip: Bazı
kimselerin indinde bek6, ibadetin ve Allah'ın emirlerini yerine gelirmenin
bek6sıdır. Nitekim fena da, bun]arın indinde. Allah'ın emirlerine muhalefetin
fenasüdır. Nitekim Hazreıi Şems diyor ki: "Fen6, hevff ve hevesi terk etmektir.
dediler. Bekl, onun sıfatlarını saymaktadır." Bazı kimselerin indinde ise bekA,
kulun her şeyi Allah'la k6im ve Hakk'ı kayyüm-ı mutlak görmesidir. Nitekim
fen6, bunların indinde kulun Allah ile kiiın olması sebebiyle fiilini görmenin
fenisıdır. Yani tevhid-i ef'6lde feni bulup kendini ve fiilini Hak'la görmektir.
Bu mertebe hakkında Hazreri Şems diyor ki:
"Eğer sen kendini tevhitte yok ettin ise
Ebedi hayal Hak'la bulursun
giydirdi, Ona nis arasındaki isminden başka, kendi esm6-i hüsn6sından bir
isim verdi, Hakkl, ubudiyet makaınında Hak'la k6im olarak müşahede e(ler.
Benlik pasını gönül aynasından mahv edip siler ve şöyle söyler: Beyit:
"Bizim varlığımız 1,ok oldu
Dalgalar r urdu ebediyet denizine
Zaman zaman ben vaktin Maırsuruyum
Herkesin içinde'Ene'[-Hak' derim"
Yine Şeyh hazretleri FütOhit'ıa diyorlar: "Ey bek6 sınının talibi! Şu ev-
liya yolunda bekinın sAlike olan nisbeti, bizim indimizde fenAnın s6like olan
nisbetinden üstündür, Zira fen6 nedir? Şu şöyledir dediğin yücuttan seni fani
kılmaktır. Beki ise, senin Hakk'a nisbetin ve bağlılığındır. FenA. senin kAinata
nisbetindir, zira sen diyorsun ki: Ben. şu şeyden fini oldum. Senin Hakk'a
nisbetin, kAinata olan nisbetinden üstündür." Bu evliya yolunda, kendinrlen
fini olandan başkası bAki olmaz, beşeriyetle b6ki olandan başkası da fhni ol-
maz.
"Feni ile mevsuf o1maz ill6 hAl-i bekida
Bek6 ile mevsuf olınaz illA hil-i fenida
o halde bek6 hali. fenA halinden üstündür
Her ne kadar biribirlerine lüzumlu iseler de
Eğer bek6 istiyorsan f6ni ol
Fen6 alçak bir şeydir ki bekdyı doğurur"
Mesnevi:
"Sen atmadın ben attım, Ahmed oldu
Onun gözü, Hakk'ın gözii oldu
Yeryüzü onun nuruyla muammerdir
Neden semanın uzaklarına gideyim
iki söyı"-", iki bilme, ik j okuma
Kulu efendisinde mahv o|muş bil"
Ayeıi kerime: "Şüphe yok ki benim, senin Rabbin. Çıkar ayakkabı-
larını, kutlu vadidesin. TuValdasln. ll8 Ağaçtan, ateş suretiyle Hazret-i
Musa'ya tecelli eylemesi, keyfiyetsiz olarak o libasla libaslanması manaiına
geliyor. Nebattan ilihi tecelli oluyor da, insandan neden tecelli olmasın?
Beyit:
"Ağaçtan 'ene']-Hak' reva oluyıır da
İyi bahtlı insandan neden zuhur etmesın?"
Bi-husus bu hadis-i kudsi. insanda oIan zuhura delAlet eder:
,' . , , ., _"!. ,}| "ı s ,l.,-..6JJ\ ıra. j.J'] c^__.9 G
jJl .- - .:-JÇ "
Beyit: "O Allah güzelliğin oluşu idi ve cihandan nişan yok idi, e|-6n da
öyledir, biliyorum."
1,76 AFIF TEKTAŞ
"Ya Musa ! Ben senin Rabbinim. Nalinini çıkar. " l 19 K6ş6ni hazreıleri
deı ki: Nalin çıkarmak hakiki ıecrittir, Hakiki tecrit, hakikat mertebesini iki
cihandan ayırınakt ır. " Hul'-ı ı?a'lin" tabil ettikIeri nalin çıkarmak, iki düıya-
dan mücerret olmak için din ve ahiret fikirlerinden gönül aynasını temizlemek
minAsınadır. Ta ki hakikat ağyar ve mAsivi nişan ve alamedelinden ayrılmış
olarak b6ki kala ve s6lik ağy6r zahmetlerjnden hariç olarak vahdet (birlik)
mahremiyetine tamamen girmiş ola.
Beyit; "Dostun hareminin harimi mahrem olmaz, ağyar düşüncesinden
mücenet olmadıkça"
halde müceret olmaz ve hakikat nedir bilmez. Hakikatte mücerret odur ki, ev-
vela kendiliğinden mücerret olur. Sonra ağyar ve mAsiviyı terk eder, ta ki bir-
lik makamırıa ere ve tevhit nedir anlaya. Hazret-i Şems diyor ki:
"Bu yolda kişiye tecrit ve tefrid lhzımdır
Ta ki tevhit kapısı açıla
Ewela tecrit lazırn
Hak dünundan da tefrid lAzım"
Beyit:
"Kendinden geç, eğer Allah'ı istersen
Kendinden f6ni ol. bek6 istersen
Eğer sana vusIatın doğrusu lAzımsa
Mahv ol Allahu a'lem bi'l-yakin"
sahibine hakkını verir. Vahdet görüşü onu kesreti 8örmekten Ye Süret hüküm-
lerinden alıkoymaz. Keza kesret görüşü ve s0ret hükümleri, onu vahdeti
müşahededen alıkoymaz.
Beyit:
"KAmil odur ki ayan gözüyle
Ne görürse onda Hakk'ı ayan görür
Hak candır, cümle Alem tendir
Bütün kainatta o güneş gibi par|aktır"
l. Avamın tevhidi: Şahit ve delil yoluyla sahih olur. Onlar k6inanan onu
yaradana, yapılandan yapana, masnü'dan s6ni'a, istıdldl yoluyla varırlar. Bu
nev deliIler iIe Hakk'ın vücudunun ispatına çalışırlar. Şeyhler bu nevi tevhide
tevhid-i im6ni veya tevhid-i ilmi dahi derler, zahirden, delillerden ve eserlerden
istifade ettiği için. Taklit ve delil yoluyla sabit olduğu için. Bu tevhidin sahip-
l80 AFiF TEKTAŞ
leri ancak zahiri şirkten kurtulurlar ve rütbe-i islAma varırlar. Kanlan dökül-
mez, oğulları esir olmaz.
2. Havasrn tevhidi: Hakikatlerle sabit olur. Bu hakikatler zahiri sebep-
lerin her birini ortadan kaldırır (16 müessira il]allah). Her şeyde veren, miini
olan, zarar veren, fayda veren olarak ancak Hakk\ görür. Gayr görmeden kur-
tulur. İmam Gazdli hazretleri diyor ki: "Havasın tevhidini ekser mütekellimin
(yani ilm-i kelAma vakrf kimseler) anlamaz. Anlasalar dahi onunla sıfatlana-
mazlar. Havasın tevhidi öyledir ki her şeyin cümlesini Allah'tan görürler. Bu
görüş, sebepleri, vasrtaları ortadan kaldırır. Bunlar hayrı ve şerri görmezler.
Ancak Hakk'tan görürler. Bu yüksek bir mertebedir. Neticesi, semeresi de
tevekküldür. Halktan şikAyet kalmaz, onlara gazap ortadan kalkar. Zira bu
tevhit ehli, halkın teSirini ve tasarrufunu görmezler. Her kimden ise Hüdi'nın
hükmünden gayn bilmezler ve onun hükmünde de teslim ve razı olurlar. Bu
hal, tevhidin semeresidir.
Hazret-i EbObekir hastaydü, dediler ki: "Sana bir tabib getirelim mi?"
Buyurdu ki: "Tabib beni hasta etti." "Tabib sana ne dedi?" diye sordular,
Buyurdu ki: "Ben dilediğimi yapaıım." dedi.
Bu mertebeye şeyhlel, tevhld-i hAli diyorlar. Bu tevhit, sahibinın ayrıl-
maz bir sıfatı olduğu için ve vücut duygusu, bu tevhitte mahv ve fenA bulduğu
için bu ismi veriyorlar.
Beyit:
"kadim vasıflar tecelli edince
Hidis vasıflar kilimleri yakar"
Bu mertebede tevhit sahibi, şirk-i hafiden (gizli şirkten) kunulur ve zat
ve sıf6t denizine dalar. Gaynlık düşüncesi ortadan kalkar. Tevhit sahipliğini
bile Hakkln sıfatı olarak görür; bu görmeyi bile Hak'tan bilir.
Beyit:
"Bu teayyün, dostun yüzüne perde oldu
Zira teayyün kallanca yalnız o kaldı
O ki sen onu gece gündüz aramaktasrn
O da senin senliğinde gizli
Gönlün şundan bundan s6fi olunca
Biz ve ben perdesi senden kalkar
MINHAcU,L-FUKARA,N lN ozu l8l
Yüksek ve alçak s0reti yok olur
Her şeyin nakşında Hak ayan olarak görünür"
3. Havasü'l-havasın tevhidi: Buna şeyhIerimiz tevhid-i i16hi diyorlar.
Cenhb-ı Hakk\n tamarnıyla teklik, birlik vasfiyIa vasıflandığ tevhittir. Nitekim
ezelde: " Kane ahu ve lemyükün ma'ahu şey'ün" fehvasınca tek idi vAhid idi.
"el-an kema kEn" el-An da öyledir. Her şey aslında el-An hiliktir (yoktur).
Sonra, helAk diye bir şey de yoktur. Vahdetin müşahedesinin yarına bırakıl-
ması da bir perde ifade ediyor. Yoksa basiret sahipleri ve sır sahipleri, zaman
ve mekanün tazyikinden, gizli ve dşikare kaydından da kurtuImuşlardlr. "onlar
mutlaka yakın görürler, uzak görmezler." sözü bunu ifade ediyor.
Beyit:
"Gönül TOr'unda biz Musa gibiyiz
Allah'ın tecellisinde kendimizi kaybettik
Orada Allah bize cemalini gösterdi
Gösterdi ki ahirette vaat olunan şeyi biz gönlümüzde gördük
Ne görürsen sOrette gör
Gör, eğer dm6 değilsen"
C\;_,}
l
)
.,'" fr
a7" n,,n'o , }.ı
'))', ).pni,;.'.ı ,
/,, ,.;,| *j;ıı i,ı_.
,,', ı)'ı) ,ı,j, ,J/i ,-",.\,];, ,Ç;, ıı; , :," i,." ||)/ J ,,, ,,;':;
,,),
"./)--"
,,"1 ıLi f,,?,;; . r"ı, /,i i,u, J,( ,»y'} ,a, ,rw ül' ül)ı
'*.
"İ
",
Tarih Dizisi
Antlaşmas|. Hamur.
Fuat Andlç - süphan Andlç
Akdeni2 ve Akdeniz Dünyas|. 2. cilt.
Anadolu lslahat ve Ahmet Şakir Paşa Fernand BraudeI, Çev M. A Klhçbay, 1
(1838-1899). Hamur,
Ali ıGraca,
Akdeniz ve Akdeniz Diinyasl. 2. cilt
Manisa Ydn dileri: Fernand Blaudel, Çev. M, A. Klhçbay
Bir Gayrimüslim Topluluğun sos}İJl ve
EkonomikTarihi [.t cfine Bir Deneme, osmanll impaatoduğu'nda AşiEd€rin iskanl.
Feddun Emecen Cengiz orhonlu, istanbul
Ant€p Harbi. The seismicityof Turkey and adiacent
M Birol Güngör areas. A hastorical review, 150G18{x).
N. N, Ambraseys & c, F. Finkel.
o§manll imparatorluğu'nda t>rtend Te§kalat.
cenglz orhonlu, l hamur. stories of ottoman Men and women :
Emri oivanı.
M A. Yekta saraç
A süheyl Ünver. Hayab, Şahsiyeti ve Esefle.l.
1E9&1986.
Ahlned Güner sayar,
sözlük Dizisi
A sühey Ünver. Hayatl, Şahsiyeü ve
Eserleri. 1898-,| 986. c ltli.
Ahmed Güner sayar.
3. Yüzyldan GünihnüE Kadar Şii de Ye Halk
,l
{b
\ffiffiffiffiffi
ffiffiffiffi
ıl
ffiffiffi
ffiffiffirffiffi e4
ffi