You are on page 1of 189

Şeyh İsmail Ankaravi'nin

MINHACU,L-FUKARA
Adlı Eserinin Özü

-Fukarinın Yolu-

Afif Tektaş

ı<

e EREN
Eski zamanlardan beri gönül ehli önderler insanları
a?dınlatmayı, yolunu kaybedenlere yol göstermeyi ibadet telökki
etmişler, bu konuda adeta yol haritası çizmişlerdir.
Bu 7ol aşk yoludur, yolcular aŞka tabidir, rehber de aşktır,
Bu yolda bir çok derece uardır, Bu dereceler aşıldıkça iki cihan
saadeti elde edilir. zekıit da bu derecelerden bir derecedir sadece:
Zenginlerin zekötı fakirlere ihsandır, Deuletin zekdtı zajııJlara
yardımdır. Eulidın zekdtı, yetim çocuklııra ihsandır. Euin zekAtı
misafire ikramdır. Sohbetin zekdtı isyandan kaçmaktır.
Dinin zekö,tı, şE)tanc. karşı getmektir. İlmin zekatı taliptere
öğretmektir, Zira ilim bir hazinedir ki onun da bir zekötı uardır.
Zekdtı uerilmeyen hazine gibi, sahip olduğu ilimden talibine
uerrnejen kimse kıyamet gÜnÜnde azap 8ÖrÜr.

1 .00/1
Düzenlenen konserler, sergiler ve
konf eranslara dünyaca tanlnmlş sanatçllar

F-- iştirak eder. 1951ylılnda eşinin erken


VefatIndan sonra duran faaliyetler, 1970'li
yıllarda kendisini Ve dostlarl taraflndan
yeniden canlandlrılır, istanbul Kültür Ve sanat
Vakfı kurucular| araslnda yer alarak ikinci
başkanl olur, ayrlca istanbul Filarmoni Vakfl
başkanllğlnl yürütür, Vefatlndan bir süre önce
ı radyoda kendisiyle yapllan söyleşide musikiyi
AfifTektaş, üç erkek kardeşin en küçüğü olarak e5rarenqiz, kutsal bir Iisan olarak tanlmlar ve
1905 yllında lstanbul'da dünyaya geldi. DüyOn- Mesnevi'de musikl ile ilgili şu sözIefi aktarır:
l Umumiye müdürlerinden Ömer Besim Bey'in "Hz, Adem'in evlatlarlylz. Hz. Adem cennette
oğludur- Annesi Macjde hanım, Priştine'de iken feleğin seslerini (ritmini) işitti. Bu onda
doğup sonradan istanbul'a yerleşen bir Türk çok büyük te5ir yaptı. Bizİer de her zaman
ailesinin ktzldlr. Afif Tektaş'ln dayls! Besim onun ha5reti iÇinde yaşıyoruz ve o qünleri
Ömer Paşa, zamanının tanInmış doktorlarından hatlrl!yoruz. ondan dolayl musikiden zevk
ve Hilal-i Ahmer'in kurucularlndandır. Ağabeyi allyoruz."
zeki Tektaş dayl5|nln izinden giderek Jinekolog
olmuştur. llk eşi Frumet Tektaş'ın ölümünden sonra
kaylnValidesi Fatine DaVaz Vasltaslyla Münir
Af if Tektaş eğitimini Galatarasay Lisesi'nde,
Çelebi ile tantşarak tasavvut alemine girer.
1924 yıllnda tamamlaİ. Aynlzamanda da Esasen batl tarzl eğitim ile yetişmesine karşln
KonservatuVar'da müzik eğitimine devam eder, dinine Ve inançlarlna son derece bağll bir
Piyanist olma arzu5u taşlmaslna rağmen, kişiliğe 5ahip olan Afif Tektaş, bir yandan iş
Ankara konservatuvarı kuruculaılndan violonist hayatlna devam etmiş, akşamlarl ise sürekli
büyük ağabeyi Ekrem Tektaş onu bu okuyup yazmlş, Münir Çelebi ile yaptlklarl
sevdaslndan Vazgeçirmeye uğraşlr. Çünkü o 5ohbetleri değerlendirmiştir_
dönemde müzisyenlikle havatlnl sürdürmesi
zordur, Hayat şartIart onu başka alanlara Bu sohbet Ve okumalar|n sonucu ortaya çlkan,
sevkeder. 1931 ylllnda Merkez Bankasl'nda geride manevi miras olarak blİakt|ğı eserler
çallşmaya başIar, Aynl zamanda Hukuk bir dizi haİinde ilgililelin okumaslna
Fakültesi'ni de bitirerek avukathk stajln| yapar, sunulacaktlr. Elimizde Afjf Tektaş'ün el yazlsı
lş Bankasl Ve Merkez Bankasl'nda müdürlük ile Arap harfleriye yazllmlş on defter
görevlerini sürdürür, 1945 yllında Birtaş bulunmaktadlr. Bu defterler incelendiğinde,
şirketini kurar. 1946-77 yıllarl araslnda Afif Tektaş'ın son derece titiz, düzenli Ve
kurucularlndan olduğu Garanti Bankas|'nln sablrı| bir 5ahsiyet olduğu göze çarpmaktadır.
ldare Meclisi'nde yer allr. Bu defterler zaman içinde yaytnlanacaktlr.

1937 ytIlnda Roma Ve Paris büyüke|çisi suat YayInlanmlş bulunan birinci kitabl,
Davaz'ın klzı Frumet Hanlm ile eVlenir, Bu "MevIana'nln lşlğında Ramazan sohbetlerİ"
evlilikten Ömer Ve Aylin adll iki çocuğu olur. adıyla ocak 2oo4 y|lında yaylnevimizce
1961'de eşinin vakitsiz ölümünden sonra, 1965 basılmlştlr,
yllında Frumet Tektaş'ın ablasl Refika Hanlm
ile evlenir.

Meslek olarak müzisyenliği seçemese de


müziğe karşü olan sevgi5i heİ zaman devam
eder. 1945 ylllnda yakln dostlarl ile Fjıarmoni lsBN 9z5637203_6
Derneği'ni kurar. Bu dernek, eşi ressam
Frumet Tektaş'ln yönetiminde sanatseVerlere
büyük hizmet Vermiştir.
, llilJililll|lll]l]ilü]lLlI
Şeyh İsmail Ankaravi'nin
vıiışırAcü,L-FUKARA
Adlı Eserinin Ozü
Hazırlal,an: Mustafa ÇiÇEKLER
İsıınbııl. Mayıs 2004
ISBN 975-6372_03-06

Birinci baskı
5(n adet

Bütün haklarü saklıdır,


Taınamen ,eya kısııen iklibas edilemez

ofseı Hazırlık: Yücel DAĞL|


Baskı: Mart Matbaacülık sanatlarl Ltd. Şti

EREN Yaylncllık
Kitap Dağühm Tic. ve san. Ltd. Şti,
Tünel, Istikla] cad_ Sofyall Sokak No. 34
80050 BEYoGLU - ISTANBUL
Tel.: (2l2) 25| 2l158 (2|2) 252 05 60
Fax: (2l2) 243 30 16
e mail: çEa@lglf,.lg
www.eren.com.tr
Afif Tektaş

Şeyh Ismail Ankaravi'nin

MINHACU,L_FUKARA
a

Adlı Eserinin Ozü

Fukarinın Yolu
- -

Hazırlavan

Mustafa Çiçekler

e EREN
IÇINDEKILER
..... l l
..... I 3
.....17

MinhAcü'l-fukarA Adlı Eserinin Özü


Mukaddime ..2l

Birinci Kısım: Tarikatin AdAbı


Birinci Bab: Mevlevi Tarikatinin Mahiyeti ve Fukaranın
Meşreblerindeki ihıilaf .....,............. 24
[kinci Bab: Hilaferi ilahiyye, Nebeviyye, Mevleviyye,
Adaleı, Istiva......... 26
Üçünücü Bab: Şeyhlik Rüıbesi. Sdliklerden Hangisi İktidaya
Ldyıklır................. 28
Dördüncü Bab: Ta]ibe Hayarta Bulunan Bir Mürşit Lazümdır 29
Beşinci Bab: Hırka Giymek ve Şeyhe Teslim Olmak ,.......,... 3l
Allncı Bab: Tekyede Oturanların Faziletleri -
Fukari Arasındaki Tarikat Ad6bı ...3 3

Yedinci Bab: Fukarinın Seyahati - Süret Seferi ve Minevi Sefer.... ...34


Sekizinci Bab: Seferin ve Tekyeye Gelmenin Adabr, Musahabe
ve Tanışma........... .37
Dokuzuncu Bab: Sem2'ın Nevileri. Fukaranın Sema'da Olan Adab
ve Erkinı.......,...... 39
Onuncu Bab: Mukabele Kelimesiırin Sını, Sem6'ın Nüktesi,
Müriılerin Devri. Üç Devrin ve Üç Selimın Rumuzu............. 42

İkinci Kısım: Şeriatin Sırları


Birinci Bab: Tarikata Girdikten Sonra Şeriatin Başlangıcında
Ne Lizım Olur?.... .....48
6

Ikinci Bab: Tah6retin (Temiz]iğin) Süıcti ve Haklkati,.. 50


Üçüncü Bab: Kelime-i Tevhidin. İsm-i Celi]in ve İsm-i "hüvc"niıı
Fızileıi r e EsrArı .......,.....,...,. ..52
Dördüncü Bab: Namazın Esrirl ve Adibı..... ..54
Beşinci Bab: Zekdtın Nevileri, Cömertlik, Hasislik ve Mal
Sevgisinin Fenalık ları............ 58
Altüncı Bab: Orucun Nevileri, Açlığın Fazileti Yemek Yeınenin
Adib ve Erkinı 60
Yedinci Bab: Hac (Z6hiri ve MAnevi) Uzerine Vacip Olmadığı
Halde Hacca Gideır Dervişin Zararı... 62
Sekizinci Bab: Bek6r Olanların Ahvali, Evli O]anların Faziletleri,
Nikahın Esrdrı...... 64
Dokı.ızuncu Bab: Kazananlar ve Tevekkül Eyleyenler Makbuldür,
İstemek ve Dilencilik Çirkindir.,,,.,..,..........,..,..,. 66
Onuncu Bab: Nefisle Mücadele, lhtiyAri Olüın ve Aşk Kılıcıyla
Şehit Olanların Fazileti....,.......,.......... 70

Üçüncü Kısım: Sültkun Mcrtebeleri, Yüz Dercce nin İzahı


Birinci Bab: Sülikun Başlangıcındaki Derece]er,.. 74
Birinci Derece: Yakaza..,.,............ 74
,75
ikinci Derece: Tö\ be .....,.....,......
,76
Üçüncü Dereee: İnabeı,.,...,......,.,...
Dördüncü Derece: Muhasebe 77
Beşinci Derece: Tefekkür...... 79
Alııncı Derece: İ'ıisam...,...... 80
Yedinci Derece: Firar.,..,...... 8z
Sekizinci Derece: Halveı...... 84
Dokuzuncu Derece: Uzlet .... 85
onuncu Derece: R iyazet...... 86
İkinci Bab: Sül0kun Kapıları Olan Dereceler 87
Birinci Derece: Hüzün.,._...._ 81
İkinci Derece: Hav[.......,.,.... 88
Üçüncü Derece: RecA,.......... 90
,7

Dördüncü Derece: Huşü ..........90


Beşinci Derece: Züht.......................... ..........91
Aluncı Derece: Takva.......................... ..........92
Yedinci Derece: Vera.......................... ...,.,.,..93
Sekizinci Derece: Tebenül.................. ..........94
Dokuzuncu Derece: ibadet Ye Ubudet ,..,......94
Onuncu Derece: Hürriyel................... .,.,.,...,96
Üçüncü Bab: Sülükta Olan Muameleler..... ..........98
Birinci Derece: Murakabe .................. ,...,.,...98
İkinci Derece: Hürmet ve Riayet......., .....,....99
Üçüncü Derece: İnlas......................... ........l00
Dördüncü Derece: Tehzib.................. ,.,.,...l00
Beşinci Derece: İstikamet...........,.,.,.,. ,.,.....l0l
Altıııcı Derece: Tevekkül..................... ,.......l02
Yedinci Derece: Tefviz...................... ..,..,..l03
Sek izinci Derece: S ik a.... .. ... .. .. ... , .. .... ,.......l04
Dokuzuncu Derece: Teslim................ ........l05
Onuncu Derece: Tasavvuf ............ ... . ,......,l06
Dördüncü Bab: Ahlik-ı Hamide................ . ........l07
Birinci Derece: Hulk .,.,.,.................... ...,.,..l07
Ik inc i Derece: Tevazu......................... .....,.,l07
Üçüncü Derece: İsir.......................... ...,....l07
Dördüncü Derece: Fütüvvet.. ........l08
Beşinci Derece: Sıdk .....,.,.,.,.,....... ........l09
Alııncı Derece: Hay6..,...................... ........ l l0
Yedinci Derece: Ş ü k ü r... ... ....... ... , .. . ..,..... l l l

Sekizinci Derece: Sabır.....,.. ........| |2


Dokuzuncu Derece: Rıza.......,. ...,.... l l 5

Onuncu Derece: İnbisat.................._ ........ l l5


Beşinci Bab: Sülükun Asılları, Esasları Olan Dereceler ...-.....l l7
Birinci Derece: Kası.................. . . ........I l7
8

İkinci Derece: Azm..,.........,....................._ .._.. l l8


Üçüncü Derece: İradet ve Mürit............... ..... i l9

Dördüneü Derece: Muraı ..... .....l 19


Beşinci Derece: El.p,.............................. .....,.zo
Alnncı Derece: Yakin ......,......................... ..... |2z

Yedinci Derece: (ıns......,.......................... ..... |23

Sekizinci Derece: Zikr-i kalbi ve hakiki... .....l?4


Dokuzuncu Derece: Fakr......._ ..... t25

Onuncu Derece: Cıni.,.......,.. .,.,.L26


Altıncı Bab: Sülük Vadilerinde Olan DereceIer.. .....l27
Birinci Derece: İhsan....,..................._....... .....l27
ikinci Derece: ilim..,......,,......................... .....lz7
Üçüncü Derece: tlikmet,.,,.,.,.,.......,......... .,...l29
Dördüncü Derece: Basiret....... ,.,.. l30
Beşinci Derece: Firaset.,..,.,.,.. ..... l 31

Alttncı Derece: İüham .....,.,.,.,.,. ..... l 3l


Yedinci Derece: Sekine-i kalb. .....l33
Sekizinci Derece: Tume'ninet-i nefs ,...,|34
Dokuzuncu Derece: Himmet._. .....l34
Onuncu Derece: Kurbet-i Hak ..... l 35
Yedinci Bab: Snlikin Geçirdiği Hallerde Bulunan Dereceler. ,.,..l37
Birinci Derece: Muhabbeı.,........... ..,..L37
İkinci Derece: Aşk...,.,......,........., ..... l 3 8

Üçiincü Derece: Şevk ve İştiyak..... .....l39


Dördüncü Derece: Vecd ve Tevacüd.,..,........,..,..,........, .....l39
Beşinci Derece: Berk ve Zevk........ .....l40
Altıncı Derece: Aış ve Şurb........... ,...-l41
Yedinci Derece: Dehşet .....,.....,..,.,. ,.,., l4l
Sekizinci Derece: Hayret ve Heyeman..............,.......... ..,..l42
Dokuzuncu Dere.,e: Kalk...,............. .....|43
Onuncu Derece: Gayret..,,.,.,..,.,,.,., ...,.I43
9

Sekizinci Bab: Velilik Mertebesinde Olaır Dereceler..........- .............l45


Birinci Derece: Vel6yet Nedir ve Veli Kimdir?,.,.....,., ............, l45
İkinci Derece: Sır Nedir? Sır Eöabı Kimlerdir?.....-.., .,............l47
Üçüncü Derece: Gurbet - Garip Kimdir?................... ............,l49
Dördüncü Derece: İstiğrak.... .............l50
Beşinci Derece: Gaybeı...............,. .............l5l
Altrncü Dercce: Vakil................,.,.. .............l5l
Yedinci Derece: Salı ...................... .............l52
Sekizinci Derece: Sürur....... .............l53
Dokuzuncu Derece: Telvin..,.............. ,.,..........l55
Onuncu Derece; Temkin,.,.,........... ,.,.,........l 56
Dokuzuncu Bab: Hakikat Mertebesinde Olan Dereceler..... .............l57
Birinci Derece: Mükaşefe..........,... ...,.,.......l5,7
İkinci Derece: Müşahede,.,....,..... .,...........l58
Üçüncü Derece: Tecelli.........,..,...,. ..........,., l59
Dördüncü Derece: Hayat,...., ......,...,.. |60
Beşinci Derece; Kabz..................... .............l6l
Alrıncı Derece: Bast...................... ...........,.|62
Yedinci Derece: Sekr.............._....... .............162
Sekizinci Derece: Sahv,.....,........ .............l64
Dokuzuncu Derece: Fası l .............l64
Onuncu Derece: Vası]..................... .............l65
Onuncu Bab: SülOkun Nihayetinde Olan Dereceler....,....... ,.,..........16,7
Birinci Derece: Miri[et.................. .........,...l67
İkinci Derece: Feni..................... ............. l68
Üçüncü Derece: Bekd...............,..., ..........,..17 l
Dördüncü Derece: Tahkik...,. .............l12
Beşinci Derece: Telbis.....,....,..,..... ,.,..,.,.....l73
Allıncı Derece; Vücuı.................... ............. t75
Yedinci Derece: Tecriı .,...........,......... .............l76
Sekizinci Derece: Tefrid................... .............l77
Dokuzuncu Derece: Cem' ve Cem' u'l-cem.........,.,..., ............, t78
Onuncu Derece: Tevhit.................. .,........,..1,79
SUNUŞ
Babam Afif Tektaş, üç erkek kardeşin en küçüğü olarak 1905 yılında
İstanbul'da dünyaya geldi. Düyün-ı Umümiye ınüdürlerinden Ömer Besim
Bey'in oğludur, Annesi Macide hanım. Priştine'de dogup sonradan Istanbul'a
yerleşen bir Türk ailesinin kızıdır. Afif Tektaş'ın dayısı Besiın Ömer Paşa,
zamanının tanınmış doktorlarından ve Hilil-i Ahmer'in kurucularındandır.
Ağabeyi Zeki Tektaş dayısının izinden giderek Jinekolog olmuştur.

Afif Tektaş eğitimini Galatasaray Lisesi'nde, 1924 y/,nda ıamamlar.


Aynı zamanda Konservatuvar'da müzik eğitimine devaır-ı eder. Piyanist olrna
arzusu taşımasına rağmen, Ankara KonservatuvaIü kurucularından violoırist
büyük ağabeyi Ekrem Tektaş onu bu sevdasündan vazgeçirmeye uğraşır.
Çünkü o dönemde müzisyenlikle hayatünü Sürdürmesi çok zordur. Hayat şart-
ları onu başka alanlara sevkeder. l93l yılında Merkez Bankası'nda çalışmaya
başlar. Aynı zamanda Hukuk Fakültesi'ni de bitirerek avukathk stajını yapar,
İş Bankası ve Merkez Bankası'nda müdürlük görevlerini sürdürür. l945
yılında Birtaş şirketini kurar. 1946-77 yı|ları arasında kurucularından olduğu
Garanti Bankasfnın İdare Meclisi'nde yer alır.

l937 yılında Roma ve Paris büyükelçisi Suat Davaz'ın klzı Frumet


Hanım ile evleırir. Bu evlilikten Ömeı ve Aylin adh iki çocuğu olur. l96l'de
eşinin vakitsiz ölümünden sonra, l965 yılında Frumet Tektaş'ın ablası Refika
Hanım ile evlenir.

Meslek olarak ınüzisyenliği seçemese de müziğe karşı olan sevgisi her


zaman devam eder Afif Tektaş'ıı,ı. 1945 yılında yakın dostları ile Filarmoni
Derneği'ni kurar, Bu dernek, eşi İesSam Frumet Tektaş'ın yönetiminde sanat-
severlere büyük hizmet vermiştir. Düzenlenen konserler, sergiler ve konfe-
ranslara dünyaca tanınmış sanatçülar iştilak eder. l96l yılında eşiırin erken
vefatından sonra duran faaliyetler, l970'li yıllarda kendisi ve dostları tarafin-
dan yeniden canlandırılır. İsranbul Kültür ve Sanat Vakfi kurucularr arasında
yer alarak ikinci başkanı olur, ayrıca İstanbul Flarmoni Vakfı başkantığını
|2

yürütür. Vefatından bir süre önce radyoda kendisiyle yapı|an söyleşide


musikiyi esrarengiz, kutsal bir lisan olarak tanımlar ve Mesnevlde musiki ile
ilgıli şu söz|eri aktarır: "Hz. Adem'in evlat|arıyız. Hz. Adem cennetto iken
feleğin seslerini (ritmini) işitti. Bu onda çok büyük tesir yapn. Bizler de her
zama]ı onun hasreti içinde yaşıvoruz ve o günleri hatırIıyoruz. Ondan dolayı
musikiden zevk alıyoruz,"

İlk eşi Frumet Tektaş'ün ölümiinden sonra kayınvalidesi Fatine Davaz


vasrtaslyla Münir Çelebi ile tanüşarak tasavvuf alemine girer. Esaselı batl tazl
eğitim ile yetişmesine kaçın dinine ve inançlarına son derece bağlı bir kişiliğe
sahip olan Afif Tektaş, bir yandan iş hayatına devam etmiş, akşamları ise
sürekli okuyup yazmüş. Münir Çelebi ile yaptıkları sohbetleri değerlen-
dirmiştir.

Bu sohbet ve okulnaların sonucu ortaya çıkan, geride manevi miras


olarak bıraktığı eserler bir dizi halinde ilgililerin okumasıııa sunulacaktır,

Babamın l98O'de vefatından sonra geriye kalan bu on defter, çocuk-


luğunda öğrendiği ve seri olarak yazdığü Arap alfabesi ile yaztlmıştI. Bir
sonraki nesil olarak bizler için bir bilmece teşkil ediyordu. Nihayet uzun
senelerden sonra defterlerin cıkunması ve değerlendirilmesi tirsan doğdu. Bu
çaJışma aşamasrnda Mustafa Çiçekler. YüceI Dağlı ve İskender Türe'nin
büyük emekleri geçti, Kendilerine en derin şükranlarımı sunarım. Ayrıca
tecrübelerini benimle paylaşan ve yardımını esirgemeyen arkadaşım Halice
Aynur'a ve beni her zanıan destekleyen ağabeyim Öıner Tektaş'a teşekkür-
lerimi arz ederim.

Aylin TEKTAŞ
İstanbul
öxsöz
Büyük mutasavyuf ve Türk düşünijIü Mevlina'nın ve onun öğrerileri
doğrultusunda kurumsallaşan MevIevi|iğin gerek irfanımızda gerek edebiyat
ve kültüIümüzde derin resirleri olmuştur. Mevl6na'nın tasavvuf vadisinde
yazdığı, engin bir birikimin mahsulü olan eserleri insanlar tarafından büyük
ilgi görmüş, adeta onun etrafında geniş bir ilim ve marifet halkası oluşmuştur.
Öüümünün, kendi ifadesiyIe "Düğün gecesi"nin üzerinden uzun yıllar geçmiş
olmasına rağmen, dünya edebiyatında benzerine pek rastlanmayan Mesneı,t'si
hdl6 okunup faydalanılmaya deyam etmektedir. Bu sırlarla dolu eserin
anlaşılabiImesi için şerhler yazılmış, o marifet denizinden susamış gönüllere
serinletici damlalar sunulmuştur. Şüphesiz bunların en önemlilerinden birisi,
kendisi de Mevlevi olan İsm6il Ankaravi'nin yazmış olduğu şerhtir. Yıllarca
okuyanlara feyiz vermiş, yeni eserler yazılmasına ilham kaynağı olmuştur.
Mevlina'nın eserlerini, özellikle Mesncvlnin Ankaravi şerhini okuyup feyiz
alan ve bunu derlediği eserlere aksettiren münevverlerden birisi de, Mevl6na
işığı, müsikişinas Afif Tektaş'nr.
Afif Tektaş'ın ilgi alanı Mevlini ve Mesnevi merkez]i o|mak üzere
tasavvuftur. Be sebeple tasavvuf sahasında, özellikle Mesnevi ve Mevleviliğe
dair olan eserlere çok al6ka duymuş, bunlardan azami derecede istifade
etmiştir.
Afif Tekıaş'ın Mevleviliğe olan yakın ilgisinin, tabiatında bulunan aşk
coşkusundan kaynaklandığı düşünülebilir. Kendisinde bu aşk o derecedir ki,
20 Temmuz l963 tarihinde Budapeşte'de bulunduğu sırada Mesnevi'deki
beyitlerden ılhamla şu dizeleri yazrrırştıI:

İbadeı in zevkl eri gönül de n silinmeli


Bunda Hakk'ın eli. kalbinde Hakk'ın enri
Eğilmeli secdeye kapanmalı kul gibi
Güneş her giin nasıl doğup balıyorsa
Yağmur nasıl irüdesiz yağD,orsa
i htiyarsız, Se S Siz, dijşünc e S iz
14

Aşk ile ibaı-let kısnıet olıuıı bi:,e


lihütun iLhamı1,la eseıı riizgar gibi
Afif Tektaş'ın Mesnevi, Mevlevi]ik ve genei olarak tasavvufla olan ilgi
Ye alakasıtlln Semeresi olarak itina ile Seçtiği, tertip e(iği ve düZenli bir şekjlde
yazıya geçirdiği on defter bulunmaktadır. Bir krsmı müsvedde olarak hazırla-
nan bu defterlerin muhteva]an şu şekildedir:

Birinci dcfter:
* Askeri Dtvinı: Nefsin mertebeleri, tevhid makamına erinceye dek
sdliklerin makamları, İslAmın şartlarının hakikati, marifet, ilmin
çeşitleri vs. konular anlatılır.
* Perde gazelleri: "Perde" kelimesinin geçtiği ve "perde" redifli
gaznl|er,
* Risnle-i Niy6zi -es'ile ve ecvibe-i mutasavvufine-: Tasavvuf hakkrn-
da sorulan sorulara verilen cevaplar.
* Niy6zi-yi Mısri'nin Esm6-i Halvetiyye Şerhi: Allah'ın isimlerinden
l l tanesinin açıklanması.
x Niyizi-yi Mısrtnin Hrzır kıssasını tefsir eden risilesi.
* Ris0le-i SAlihiyye: Tecelliy6t-ı ilihiyye, ıevhidin makamIarı vs.
tasavvuf konuları anlatı]rr.
* Niyizi-yi Mısri'nin ibadet ve iman]a al6kalı bir risAlesi.
* Niyiziyi Mısri'nin kardeşi Ahmed Efendi'ye gönderdiği mektubun
Sureti.
* ibn-i Arabi'nin "Nefsini Bilen Rabbini Bilir" hadisini şerh eden
"Ris6le-i Ehadiyye"si.
* İsmail Hakkı Bursevi'nin Halvetiyye ve Celvetiyyenin manası ile
ilgili yazısı.
* Ankaravlnin "Minhlcü'l-fukari"adlıeserininhül6sası.
* Seyr ü sül0kta nefsin geçirdiği ahvil, nefsin mertebesi ve o merte-
bedeki sıfatları.
* Muhyiddin Arabi'nin Fus0sü'|-hikem'inden parçalar.
* Muhammed Ali Aynlnin bir yazısı.
+ İsmail Hakkı BursevlninRühu'l-beydn'ından bölün,ıler.
* Ayet ve hadislerle tercümeleri
* Nazif Mevlevi'nin bir yazısı
* "Kur'6nı Aziınüşşinln Bize Öğrettikleri" başlıklı bir yazı.
l5

İkinci Defıer:
Bu defterdeki yazılar, birinci defıerde bulunan yazıların müsveddeleri
mahiyetindedir.

Üçüncü Defter:
Aniaravi'nin Mesnevi Şerhi'nde geçen iyet ve hadisler yer ahr.

Dördüncü Defıer:
Ankaravi'nin Mesnevi şerhi esas alınarak, burada geçen s0re ye ayetler,
şerhteki sayfa numaraları ile birlikte verilmiştir.

Beşinci Defter:
Mesnevi Şerhi'nde geçen hadisler alfabetik olarak karşülarına tercü-
meleri yazılmış, ayrrca şerhteki cilt ve sayfa numaraları gösterilmiştir,

Alnncı Defıer:
Bu defterde sırasıyla şu yazılar bulunmaktadır:
* Ramazan Sohbetleri
* Ahmed Remzlnin 6 ciltlik Mesnevi-yi Şeriften seçilen "Münöcdt-ı
Mevldna" melni Ve teIcümesi.
* Div6n-ı Kebir'den seçmeler
* Sultin Divini Muhammed Sem6i'nin sözleri
* Mevlini'nin münacat ve na'tları
* Osman Kemili'nın İmam Hüseyin Mersiyesi, Fatine Davaz'|n
şiirleri, Div6n-ı KemA]lden bölümler
Yeünci Defter:
* Tercüme-i TecelliyAıı Hüd6i Mahmud Efendi
* Mesnevi-yi Şerif şerhinde zikri geçen hadisler
* Evr6d-ı şeı'ife şerhi
* Ramazan Sohbet]eri
* Ahmed KemAllnin risileleri
Sekiınci DejIır:
Çoğunluğu birinci defterde bulunan yazılar yer alır. Miııhacii'l-fuka-
rd'nrn tam metni vardır.
l6

Dokuz ve onuncu Defnrler:


Gülşen-iTevhid'in metni ve Türkçe çevirisi

Daha önce serinin ilk eseri olan "Mevldna'nın lşığında Ramazan


Sohbetleri" adlı eserin yayımlanmasından sonra, ikinci eser olarak MevLevi
geleneğinde önemli bir yeri olan İsmail Ankaravi'nin bu vadide yazdığı
M ıhacü'l-fukıra adlı eserinin AfifTektaş tarafından yapılan hülAsasını/özünü
yayıma hazırlamış bulunuyoruz.

]smail Ankaravi Minhdcü' l-fukıırE' yı, meylevi dervişlerini/fukar2sını


irşat ile memur olduğu zaman onların bir kısmının Mevlevi tarikatine muhaIif
hareket ettiklerini, diğer bir kısmının da şeriat ve tarikali bilmediklerini, 6dab
ve erkindan habersiz olduklarını. bazılarının ise sülOkun mertebelerinden.
tarikat ve hakikatin inceliklerinden habersiz o]duklarınl görüp, bunlall tenvir
etmek, yolunu kaybedenlere yol göstermek düşüncesiyle yazmüşhr.

MiııhEt,ü'l-fukara, Bulak (1256) ve ݧtanbul Rıza Efendi Matbaasında


(12 Rebiülevvel l286) Arap harfli olarak yayımlanmıştır. Sadettin Ekici rara-
fından kısmen sadeleştirilerek İnsan Yayınlan neşriyatr arasında l996 yılında
basülmıştür.

Afif Tekraş M inh6cü'1-1ukarA'nın -belki de istifade etmek isteyen[erin


daha kolay anlayabilmelerin i arzu ettiğinden dolayı- son derece özlii bir
şekilde hüldsasını yapmışhr.
Eser yayıma hazırlanrrken Afif Tektaş'ın üslubuna bağlı kalınmış, bazı
yerlerde metinde çevirisi yapılmayan iyet, hadis, şiir ve ibarelerin kaşılıkları
dipnotlarda verilmiştir. Bu aşamada eksiklik ya da gözden kaçmış olan
lrususların oIması muhtemeldir. Okuyucudan müsamaha gösterecekl erin i
umuyofl.ız. Ayrıca bu çalışmanın Tasavvufun ve Mevlevi ad6b ve erkdnııın
tantnmasına vesile olacağını düşünüyor, marifet dünyasından günümüz insanı-
na bir pencere açacağ]nı ümit ediyoruz.

Mustafa ÇIÇEKLER
Ismail Rusühi ANKARAVi

XVl. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan (ö. I04l / l63l) Mev]evi
şeyhi ve Mesnevi şarihidir. Ankara'da doğdu. Doğum tarihi bilinmemektedir.
İlk tahsiline doğduğu yer olan Ankara'da başlayan Ankaravi, tasavvufa intisap
etmeden önce dini ilimleri tahsil etmiş, Afapça ve Farsça'yı öğIenmişıir. iIk
önce Ankara ye çevresinde yaygın olan Bayramiyye tarikatına intisap ederek
şeyhIik makamına kadar yükseldi, Halvetiyye tarikatından da icazet aldı.
Bayrami şeyhi olarak irşad vazifesine devam ederken gözlerinden rahatsulan-
dı. Tedavi maksadıyIa giniği Konya'da Mevlevi dergihı şeyhlerinden Bostan
Çelebi ile tanışarak onun teşvikiyle Mevleviyye rarikanna girdi. Mevleviliğin
usul, Adib ve erk6nın] küsa sürede öğrenip seyr ü sül0kunu tamamladı. Daha
sonra İstanbul'a gini. Kısa sürede ilim ve tasawuf çevrelerince tanındı ve saygı
gördü. l6l0 yılında Galata Mevlevihanesi şeyhi oldu ve öIümüne kadar yirmi
bir yıl bu makamda ka]dı. Mezarı adı geçen mevlevihanenin haziresindedir.
Mevlina Cel6leddin-i Rümi'nin Mesnevlsine yazdığı şerhle meşhur
olan ve bundan dolayı "Hazreri Şirih" diye de anılan Ankaravi, çağındaki
ilim ve fıkir hayatına h6kim olan şerhçiliğin resiriyle Herevi. İbnü'l-Arabi,
ibnı'|-Farız ve Mevl6na gibi büyük mutasavvlflarln eserlerini şerhetti. Çok
geniş tasavvuf kültürü sayesinde meselelere getirdiği yorumlar bakımından
eserleri şerh ve haşiyenin de ötesinde bir değer taşn. ÖzellikJe Mesnevi'ye
yazdığı şerh sebebiyle büyük bir otorite olarak kabuI edilir.
Ankaravi, Mevleviliğin esaslanna ve Ehl-i sünnet ilkelerine bağlı bir mu-
tasavvıftrr. Hizmeti inzivadan daha önemli saymüştır. Bu anlayış ve tutumunun
bir sonucu olarak hem şeriatın zahiri hükümlerine önem vermeyen mutasay-
vıflara karşı cephe almış, hem de tasavvufu tamamen yeya geniş ölçüde bid'at
sayan zahir ulemlsına ve medrese mensuplarırıa reddiyeler yazm§tr. Bu
çalışmalarının yanı sıra Türkçe, Arapça ve Farsça şiirleri de vardır. Galata
MevIevihanesi'nin inşa tarihini (897lI49l -9z) gösteren "er-RuSOh" ke]ime-
sini Rusühi şeklinde mahlis olarak kullanmıştır.
l8

Sade bir dille kaleme aldğı ve çoğu Türkçe, bir kısmı da Arapça olan
eserleri orta seviyedeki okuyucular için faydalı olmuş, bilhassa iIk ve ana
kaynaklarla olan bağın koptuğu sonraki dönemlerde sürekli olarak tesirini
göstermiştir. Eserlerinin bazıları şunlardır:
M ecmf«u ü' l - l et aif v e nıa' ınii retü' l - nıaE r if . " M e sn ev i Şerhi " adıyla
bilinen ve kendisine "Hazret-i Şarih" unvanını kazandıran bu eser, gerek ilmi
kudretini göstermesi gerekse bıraktığı tesirler bakımından Ankaravi'nin eser-
leri içinde en dıkkate değer olanıdır. Ankaravi bu eserinde bir yandan Mevl6-
ni'nın fikirlerini açıklarken diğer yandan tasavvufun umumi kaidelerini sade
bir ifadeyle ortaya koymuştur.
Ankaraviden sonra gelen Mesnevi şarih ve mütercimleri onun inceleme
ve yorumlarından geniş ölçüde faydalanmışlardır.

CEmiu'l -ayat. Mesneı,ldekj Ayet ve hadislerle Arapça beyitlerin ve


anlaşılması güç bazı terimlerin şerhidir.
Ha ll-i M üşkilöt-ı Mesncyi Mesnefdeki hikAyeleri açıklar.
Tııhfetti'l -berere, Mesııevfden seçilen bazı beyitlerin şerhi olup içinde
Ankaravi'nin şiirleri de vardır.
SinEtü'l-mükınin. Mesnevinin dibacesini şerheden Arapça bir risaledir.
Bunlardan başka İbnü'l-Firız'ın "Td'iyye", "Mimiyye" ve "Hamriyye"
kasidelerini de şerhetmiştir. Bu kasideleri şerhederken Abdurrahın6n-ı C6-
mi'nin eserlerinden fayda]anmıştür.
Tasavvufa dair yazdığı en öıiemli eseri, Miııhdcü'l -fukarE'dır. Iu]inhE-
cü'l-Jukara'daki konuların tekrarlandığı Derecdtü's-sElikiıı ve Şeyhülisl6m
Yahya Efendi'nin isteği üzerine yazd ığı Nisab-ı Mevlevi adlı eserleri de tasav-
vufa aiıtir. Sem6 ile ilgili olarak da bir risAlesi MinhAcü']-f ukari'nın sonunda
basıtmıştır. Tefsir ve hadis gibi İslimi ilimlere dair başka eserleri de vardır.
Hayatı ve eserleri ile ilgili geniş bilgi ve kaynakça için bk. Erhan Yetik,
"Ankaravi, İsmi] Rusühi", Tiirkiye Diy«neı Vakfı İstdm Ansiklopedisi. c.lll,
s,211-2l3.
Şeyh Ismail Ankaravi'nin
ıı,ıİNırAcÜ,L-FUKARA
Adh Eserinin Özü
-Fukarinın Yolu-
MiNH^Cü,L-FUKARA

Bisrnillahirrahmanirrahim

Mukaddime
Mesnevi şarihi Hazret-i lsmail Ankaravi fukarayı irşat ile mernur oldu-
ğunda, bir kısmının meylevi tarikatine muha]if hareket ettiklerini, diğer bir
kısmının sü|ükun nimetlerinden ve ifni-yı vücudun lezzetlerinden tamamen
habersiz kalıp şeriat ve tarikati bilmediklerini, dd6b ve erkin nedir duymamış
olduklarını, bazılannın ise ilim ve marifet tahsil eylemekle ye şeriat ve tarikatin
idibına vakıf olmakla beraber nefislerine ve şeytana uymuş bulunduklarını,
nihayet bazılarının da akideleri pak, derun|an n0r-ü ilm ve marifetle aydınlan-
mış, fakr ve kanaatle ahliklanmış ve ibadet ve riyazetle hakikate varmış olma-
larına rağmen sülOkun menebelerinden ve tarikat ve hakikatin inceliklerinden
bi-haber kaldıklarını ve ancak Mesnevi-yi şerifin zahirine ve belki bir miktar
derünuna vakıf olabildiklerini müşahede eylemiştir.
Bu YaZiyette bunlarl tenvir etmeyi münasip gcirmüşlerdir. Yolunu kay-
bedene yol göstermek en büyük ibadettir. Zira öğrenen kimseye olduğu ka-
dar mürşit olana da mükafat ye fazilet vardır. Allah'ın kullaIına nasihat etmek
dinin esasıdır. söz tutmaz larsa onlarla mücadele etmelidir.
Hazreri şirih, tarikatte bir çok kimseyi te'viliıı batılaya meyilli gör-
müş ve sülOkun mertebelerinden, tarikatin 6d6bından ve vel6yeıin erkAnından
tamamen gafil ve Atıl bulmuştur. Sohbetlerinde dostlarını ve ihvnnı irşat
ederlerdi. Ancak sülükun idAbını bilmeyenlere ve sonradan gelenlere kolaylık
olmak üzere ve tarikate dil uzatanlara hüccet ve burhan teşkil etmek üzere bu
kitabü telif etmeye karar vermişler,

Bu kitabı tetkik edenler bilmelidir ki tarikimizin her hali ve ef'dli


Kur'6n ayetleri ve hadisten ve meşayihin Asir ve ahbirından me'huzdur. Zira
silikin tariki, Kur'in ayetleri ve sünnet ve meşayih sözleri yani tarik-ı müsta-
22 AFlF TEK]-As

kim (doğru yol) olmalıdır. Peygamberimiz bizinr için biI hatrı müstakim
çekmiş ve bunun dışındaki hatlann üzerinde şeytanın daima nası kendi yoluna
çekmeye çallştığını ihtar buyurmuşlardır.

Ayeıi kerime: lt*ij- jl


ğl,ıJ., lı.i _ı Yani "Şu hatt-ı nıüstakim benim
sıratımdır" buyurmuştur. Bu yol, tevhit yolu ve muhabbet köprüsüdür. H.rz-
ret-i Mevlina:

" Aşk est lurtk-i pel,gamber-i ma

Ma fibi'-i aşkim ' aşk rehber-i ma"


diyorlar
"Aşk est tadk-i rdh-ı peygamber-i m6
Mi zdde-i aşklm u aşk bud mAder-i m6
Ey mi der mA nihufte der çAduı-ı nıi
PinhAn şude der tabi'at kAfir-i m6"
Min6sı; Peygamberimizin yolu aşk yoludur, biz aşka tabiyiz ve aşk bi-
zim rehberimiz.
ifrat Ve tefritten dzdde, itidal üZere ortalama doğru yolu takiP etr_ıek
lAzıındır. Hazret-i Mevl6na da, vecd ve cezbe zuhur etmedikçe itidal yolundan
aynlmamışhı
Hak teala acaba neden sı16t-ı müstakim (doğru köprü) demiş de
sebilü'|-müstakim (doğru yol) dememiş? Zira bu dünyada olanlar, cehennemi
hatırlaıan köprüden (sürattan) daima korku içinde kalmalıdır. Sırat ikidir:
Dünyaya ait olan sırat, Peygamberimizin şeriati ve evliya tarikatlerinden, me-
sel6 Mevlevi taıjki gibi olanıdır. Ahirete ait olan sırat ise, hadis_i şerifle sabittir
ki cehennem üzerine kurulmuştur. Kıldan ince kılıçtan keskindir. Cehenııenı
üzerine kuru]an bu köprüden kimisi şimşek gibi geçer, kimisi kuş gibi uça-
rak geçer, kimisi yürüye yürüye geçer, kimisi de takılır kalır...
Peygamberlerin ve enbiyanın köprüsü de, ahirette olan slratülü eşüdir,
Nefis cehnneminin üzerine kuruImuştur. Buradan kimisi uçarak geçer, kiınisi
de takılır ve düşer.
Silike 1Azım olan, Hak yoluna basiretle gitmek, yo|daki tehlikelerden
kendisini korumaktür, Evliya yolu ince. dar ve karanlık bir yoldur:

l En'am sOresi, ayet 1_53


MiNHAcü,L-FUKAR^,NıN özU 23

S6lik evvel6 şeriat ışığını ele alarak yola çıkmalı ve hakikati bulmaya
çalışmalıdır. Hazreıi Mevlina Mesnevi'nin beşinci cildinin mukaddimesinde
şeriat, tarikat ve hakikat hakkında bazı misaller veriyor:
[. Şeriat ışığını ele almakla beraber tarikate (Hak yoluna) gitmez ve ona
göre hareket etmezsen, varmak istediğin yer olan hakikati ve vuslatı (kavuş-
mayı) bulamazsın, Şeriat meşalesini ele almakla beraber, ona uygun olarak iş
görür, tarikat yoluna girer, nafileleri ve farzları eda ederek Allah'a yakınlık
duyar ve kendini Hak'ta fani kılarsan işte buna hakikat derler.
2, Şeriat kimya ilmi gibidir. Bir kitaptan veya bir üstattan öğrenebilir-
sin. Tarikat bu ilmi kitapta yazılı olduğu veya üstadln öğrettiği gibi tatbik
etmektir. Hakikat ise. bu ilmin tamam o]masından sonra bakınn altın olmasr ve
bakır|ıktan kurtulması gibidir,
3. Şerıat ıp ilmini
öğrenmek gibidir. Tarikat, bu ilmi tatbik ederek per-
hiz etmek, ilaç kullanmak gibidir. Bu devilardan sonra hastanın sıhhate
kavuşması, şifa bulması ise hakikat gibidir.
Demek ki şeriatsiz tarikat olmadığı gibi, tarikatsiz da hakikate varnıak
mümkün değildir. Şeriat Nüh'un gemisi gibidir. Ona tutunanlar, günah tu-
fanından kurtulur[ar. Gerçi düşünülebilir ki hakikat denizi bir tektir ve bahr-i
vahdetten (birlik denizinden) ibarettir. Ancak uçsuz bucaksız birlik denizinde,
muhte]if esma ve zıt sıfatların dalgalan (cemal ve celAl) coşkunluk halindedir.
Bu iki nev dalga aynı deryadan hasıl olursa da biri birine hiç rastlamazlar.
Aralarında berzah vardır.
Bazı kimselerin vücudu kunuluş rüzgarıyla lütuf denizine doğru gider-
ken, hevi-yı nefsin fırtınasına tutularak yanlış yola saparlar. Akıllardan edeb ve
feraset öğrenelek şeriat ye tarikat üzere gitmek ve Hak yolunun endişesini
duymak lizımdır. Kurtuluş yolu, ya bir mürşidin ağzından veya bu ilimde ya-
zılmış bir kitabın m6ndsından sülük ilmini öğrenmekle bulunur. Ondan sonra
sal6h ve kurtuluş mertebesine yol açılmış olur. Bu halde Mesnevi, sülük
ilminde eşsiz bir rehberdir. Zira Mesnevi'nin manalan tamamen Kur'6n 6yeı
leri ve Peygamber'in hadisleri üzerine bina edilmiştir.
Tarikin birinci şartı, kalbi mAsividan (Allah'tan başka her şey) temiz-
Iemek, ikinci şarfi kalbin Allah\n muhabbet ve bilgisinde istiğrikı ve son şanı
da fendfillah (Allah'ta yok olma) mertebesidir.
Bu kitap 3 kısım,30 bab ve l00 derece üzerine tertip edildi ve ismine de
"MinhAcü'l-Fuka16" yani "FukarAnın yolu" denildi.
24 AFIF TEKl,AŞ

BiRINCIKISIM
TARiKATiN ADABI

Birinci Bab: Mevlevi Tarikatinin Mahiyeti ve Fukarinın


Meşreblerindeki ihtiıefı Bildirir
Mevlina hazretlcrinin tariki ve erkan ve 6yini tasavvuftur. Kendileri s6fi
ve halifeleri süfrdirler.

l. KAmillerin
mertebesine erişenlere, beşeriyetten ve mAsivAdan tama-
men kurtulanlara "ebü'l-vakt". zamanın hdkimi olanlara da "s6fi" denilir.
2. İbnü'l-yakt olanlara ve içlerini sifi kılanlara süfi denilir.
Yolumuz, tasavvuf yoludur. Tasavvuf yolunun yapısı fakrdır (yokiuk-
tur). Esası ve rükünleri her şeyi bezJ etmek, cömertçe vermek ve ihtiyarı terk
etmektir. Yani bu yol, aşk, muhabbet ve yokluk yoludur.
Süfiye neden süfi demışler? Şu sebeplerden bahs edi]ir:
l, İçlerini dedikodudan ve kalplerini m6siv6dan ve temiz o|mayall şey-
lerden pak ve sAfi kıldıklan için.
2. Sofdan hırka giydikleri için.

3, Ash6bı suffeye benzediklerı için (Peygamberimiz zamanında vatan-


laIünü terk edip mescit suffesinde ibadet ve tnat ile meşgul olan 40() kirnseye
ash6b-ı suffe tabir olunmuştur.).
SOfi ismi, Mev|evi, Gülşeni, Halveti vb. gibi tarikat ehlini ihtiva eder. Bu
yolda olanların tarikine tasavyuf, şeyhlerine de meşdyih-i süfiyye derler.
Mutasawıfa kinılere denir?
Nefislerinin bazı sıfatlıırrndan kurtulmuş, sOfilerin hallerinden ve sıfat-
larından haz duymuş ve onlara benzemiş. ancak beşer sıfatlarından tamamen
halis bulmadık]anndan süfilerin mertebesinden geri kalmış kimselere muta-
sawıt]ar denir.
Fukara kimlere denir?
MiNHAcÜ,L FUKARA,NIN ozÜ 25

Dünya mallarından ve masiva sebeplerinden bir şeye malik değillerdir.


Malik oldukları şey|eri Hakk'ın rızasıııda ve Allah'ın muhabbetinde terk etmiş-
lerdir. Fukara iki nevidir;
l. Sffret itibariyle fakir (fakir-i süıi): Malı olmayan kimselerdir.
2. M6nA itibaıiyle fakir (fakir-i minevi): Beşer sıfatlanndan çıkmlş olup
kendini bir şeye malik görmeyen, fini gören kimsedir. Minevi fakir, kendini
fena-yı mutlak mertebesinde gören, Hakk'ın bekisıyla dahi bAki olmayan
kimsedir. SOfi ise, feni menebesinden sonra Hakk'ın vücuduyla b6ki olup
fakrda ve zenginlikte Hakk'ın iradesine ıabidir. Fen6 ve bekd onun için müsa-
vidir. Eğer fakr irade ederse haktır, devlet ve zenginlik irade ederse yine hak-
tır. M6nevi fakir, devletten ve zenginlikten çekinir. Bazı sütiler Allah'ın iradesi
iktizası zengin olabilirler ve bu sıfatlarla gizlenirler. Ancak bunların sahihleri
ve taklit olanları vardlr.

Tarikimizde bir de MelAmiyye sıfatıyla sıfatlı olanlar vardır ki, bunların


da sahih olanları ve taklit olanları vardır. Hayırlarının ve iyiliklerinin halhn na-
zarından mahfuz kalmasını tercih ederler. Hatta bazı hoş görülmeyen sıfatlar
göstererek kendilerini gizlerler de kalp huzuruyla ibadetle meşgul olurlar.
Bundan maksatları şöhret bulmalarına meydan vermemektir. Tarikimizde
melimet yolunu ihtiyar etmek için iki sebep oIabilir:
l. Şeyh makamında olan arif, dervişinde bazı sıfatlar görür ki onların
onadan kaldırılması ancak melAmet ile mümkün olabilir. O zaman dervişe bu
emre uymak l5zım gelir.
2. Melameti ihtiyar eden kimse, şeyhi olınaz da, kendisi kendi nefsinin
hilelerini bilir. Halk ise kendisinin hüsn-i h6Iine rağbet eder, Halkın bu iltifatü
ve bu rağbeti onun sülikuna ve zevkine zırrar verir. O zaman bu hile yoluyla
halk arasında şöhret bulmaktan kurtulur.
Mamlfih bu melAmiyye: Vücutları aziz kimseler olmakla beraber, vücut
kaydından kurtulmamış, tevhit mertebesine ermemişleıdir. Zira halkı ağyAr
(yabancı) görüyoIlar. Halbuki süfi mertebesinde o]anlar, halh ağy6r görmez-
ler ve hayır ve hasenelerini saklamazlar, bu hayırlan kendilerinden bilmezler.
Mel6miyyede iki sınıf vardır ki bunlar da müteşebbihe (özenti)dir, Sa-
hıh müteşebbih olanlar, halka karşı ibadet ve üat krlmazlar ama, farzları ve va-
cipleri gizlice eda ederler. Bu sınrf, riyasız olduklarından Melimiyye'ye ben-
zerler, likin bir bakımdan da benzemezler.
26 AFiF TEKTAŞ

Taklit olan müteşebbihler ise, "6şıkların küfrü imandır" diyerek her ıür-
lü taşkınlığı yaparlar. Bu kimselerden çoğuna sonradan Allah'ın inayeti rehber
olur da mertebeleri geçerek saadete ererler, Nicesi de olduğu gibi kalıp, göçer
gider,
Tafkimizden bir çok kimseler de meczup olmuşlardır, Meczupların da
sahih olanları ve taklit olanlarü vardır. Sahih olanlar, Allah'ın cezbesi galebe
ederek, tedbir ve tasarruflarından mahrum olmuşlar, vahdet denizine dalnıış-
lardır. Bunların bazan aklına cezbe galebe eder, müstağrak ve şaşkın bir halde
olurlar. Kih da akılları avdet eder, yine ibadet ve tiatle meşgul rılurlar.
Tak]it olan meczup ise, afyon ve şarapla aklını kaybeder. Şeytan haya-
liyle kendini Hakk'ın meczubu tiırz eder. Ta ki tarikimizden bir halife çıksın
da onu iş6da muktedir olsun.

İkinci ltab: HilAfet-i IlAhiyye, HilAfct-i Nebeviyye, Hilifet-i


Mevleviyye, Adalet. İstiva Mertcbesi
Bakara s0resi 6yet 30: "Rabbin meleklere dedi ki: 'Ben yeryüzünde
mutlaka bir h life yaratacağım'" Halife, bir kimsenin yerine kiim olan lim-
seye derler. Aslü haliftir, Halifenin mdn6sı, bir kimsenin ardından gelici ve biı
kimsenin ardından gelınmiş demektir. Asıl maks0d olan, cem' m6nAsıdır
(Ardından gelinmişler demektir.). Yani haliti,r]en murat, evlad-| Ademdir. Zira
Arlemin ardından geldiler ve bazısı bazısının makamına k6im oldular. Bir sual
sorulabilir ki. halife, aciz olan ve gaybın sırlarına vakıf olmayan kimselere
16zım olur. Cendb-ı Hak her şeye kddirdir- Halifenin faydası nedir? Halife.
ha|ifenin hitap ettiği kin,ıselerin kusurundan dolayı lizımdır. Zira Hak ile halk
arasında yasıtadır. R0haniyetleri cihetiyle esrdrı ve ahkdmı Hak'tan alırlar, cis-
maniyetleri cihetiyle halka verirler ve halkı terbiye ve irşat ederler. Bu nokta-
dan müstahlifin (halifeliği veren) ilmiyle, ahkdmıyla, sıfat ve ahlhkıyla. esrıirıy-
la ve nurlarıyla hareket ettiklerinden bir cihe(le müstahlifin aynıdır,

Mesnevi:
"Ey süret-perest, niibi ve ınenübu (niiblik edilen) iki zannetme, ikisi
birdir. "

O halde Allah'ın hildfetinin şartı, keırdi nefsiırden fini (yok olma) ve


Hakk'ın bekisıyla bAki olmaklır, Peygamberlerin ve evliyanın hildfetleı,i bu
cinstir. AhkAını tebliğ eyleyen (ulem6-yı billah) da Allah'ın halifeleridir. Pey_
gamberimizin sünnetini yerine getiren kimse, peygamberiınizin haLifesidir.
MlNHAcU,L-FUKARA,NtN ozU 21

Yani AIlah'ın halifesidir. Emr-i ilAhiyi ve peygamberimizin sünnetini, tarikat


pirinin gidişatına uygun olarak yerine getiren ve taliki ihya eyleyen kimse,
hem pirin, hem Res0lün, hem CenAb-ı Hakkln halifesi olur. Cen6b-ı Hakk'ın
hilafeti bütün insanlarda istidat olarak mevcuttur, Ancak herkesin istidadı
miktannca muayyen hissesi vardIr (Padişahın memleketinde, valinin vil6yetin-
de, ev sahibinin evinde ve nihayet herkesin kendi vücudundaki tasam;fu gibi).
Herkesin derecesi başka başkadır. Nitekim sül0k mertebelerinde töybe
derecesinden ta tecrit ve ıevhit derecelerine kadar mertebelef vardır, Biitün
mertebeleri kendinde toplayan, cem'eden kimse insan-ı kdmildir, Her hangi
mevzuda ilmi ziyade olan kimse, ilmi olınayan kiınseden daha makbuldur.
Cenib-ı Hak Hazreli Adem'i iliın sebebiyle halife kıldı da melekleri halife
krlmadı. Adem'i meIeklere ilim sebebiyle tercih eni.
Adalet: Hilafette Hak dairesinde hükm etmek lAzlmdır. Bu da bilgisiz
mümkün değildir. Hil6fetin en büyük rüknü adalettir. Her halif'eye vacip olan,
Cenibı Hak mallarda ve rızıklarda ve cümle tasamrf edilen
adalet eylemektir.
şeylerde insanı halife kılmıştır. Lakin bütün bunlar Hakk'ındır. Halife vekil
gibidir. Ve Cen6b-ı Hak halifesinin adalerle hareket edip etmediğine gözcü-
dür. Adil olanIara tarikte "muksıtin" derler. Bunlar her şeyde adaletle hareket
ederler. Halife olan kimse adil olnralı ve her şeyde cebr-i mutavassıt ile hare-
ket etmelidir.
İstivO: İşte tarikimizde bu itidal sıfatına, isıiv6 mertebesi derler. Bu mer-
tebeye vasıl olanlar, başlarına istiv6 çizgisi çizerler. 8unun manesı: Bütün
sözlerimde, fiillerimde, ahv6limde, müstevi ve müstakim oldum demektir.
Ama taklit suretiyle değil, hakiki olarak bu mertebeye ulaşmak l6zımdır.
İstivAnın üç mertebesi valdır:
Aşağı mertebesi: Şeriatin hududundan ye tarikatin dairesinden çıkma-
mak. daldlet ve fesat yoluna gitmemek, seyyiattan kurtulmak, beş vakit namızı
cemaatle kılmak, iyi amellerde bulunmaktır,
Orta mertebesi: Allah'ın emrine itaat etmek: İbadet ve riyazet yoluna
gitmek, oruç ve namaza muntazam devam suretiyle karanlık nefsi, nurani ve
ruhani bir hale getirip rüh-i ildhiye benzemektir.
Yüksek mertebesi: Aşk ve muhabbetle bütün mertebeleri aşarak, sevinç
ve gam, zevkle elem ve medh ve zemm, lütuf ye sitem tamamen müsavi olur.
Zahirde Ve bahnda f6ni ve Hakla bAki ve k6im olan, taşla altünü müsavi bu]an,
gaybın esr6rına ig6h olan silik, isdvanün yüksek mertebesine varmış demektir
28 AFIF TEKTAŞ

(Hazret-i Peygamber'in oğulluğu olan Zeyd gibi). Işte bu mertebeye varan


sAlik, şeyhlik makamına malik olur ve ha]it'clik vermeye kidir olur.
Hilafetin süreti, m6n6sı ve hakikati vardır. Bir şeyh bir kimseye tckye-
nin idaresi için hilAfet verebilir, Bu halifede ilim o]mayabilir. Buna hil,iferi
süriye (süret itibariyle hil6fet) derler. Hilet'et-i maneyiyye (m6n6 itibariyle
hil6fet) ise, sülük mertebe]erine Alim olmak ve zuhtritı il6hiyyeye ve Altah'ın
esm6 ve sıfhtına şuur hasıl etnıektir. Bir kiınse bir sAliki terbiye ile bu makam-
lara eriştiriıse, bu silik mAnen o kimsenin halifesidir. HilAfet-i hakikiyye
(hakikat itibariyle hilafet) ise, min indillah nAsın irşadına memur olmaktır.
Şeyhlik mertebesinde olan kAmilin terbiyesi a]tında bazı kimsede hiliifetin
süreti ve manasü ve hakikati üçü birden cem'olur, toplanır, Bazısında ise yal-
nız bıri veya ikisi bulunur. Üçü birden cem'olan kimse şeyhlik mertebesinde
buluııur,

Üçüncü Bab; Şeyhlik Rütbesi - SAliklerden Hangisi İktida5a


Liyıktır?
Hadis-i şerif: "Allah'ın sevgili kulları o kimselerdir ki Al]ah'ı kullarına ve
kuIları Allah'a sevdireler."

Şeyh, Peygamber efendimizin sünnet-i seniyyesine ve dll siretire uy-


malıdır ki Allah'ın sevgili kulu olabi]sin. Allah'ın muhabbetine sebep. Pel,gam-
ber efendimize mütabaatt]r. Peygamber efendimize zahireı,ı ve batıı)en n-üüta-
baatı olan şeyhin talibi olan kimse, onun temiz nefeslerinden müstefit olur ve
Hakk'a yol bulur. Yoksa Resüle mütabaatı olmayan şeyhin talibi ııncak
dalalete düşel.
Ehl-i tahkik şeyhleri dört nev'e taksim etmişlerdir. Zira din yolunıın sA-
likleri dört kısımdır:
| . Sırf s6liktir: Şeyhliğe ve iktidaya l6yık değildir. Zira nefsi sıfatlannın

bakiyyeleri ondan henüz silinmemiş ve yok olmamüştür. Mücahede ınakamrn-


da ilahi tevhitten ve Rabbnni vuslattan mahcubdur (perdelidir). Başkasını kur-
tarmaya takati yoktur.
2. Sırf meczubtur: Bu da şeyhliğe ve iktidaya lAyık değildir, Zira iIihi
cezbe onu kendi vücudundan çükartarak nıüstağrak ve fini kılmışnr. Bundan
da irşat gelemez. Eğer aleldde hirikalar da sad]r o|sa felih bunda değildir.
Zira meczub kesret aIeminin menifiini bilmez. Şeriatin ve tarikatin faydılannı
anlamzz. Muamelede noksanı vardır,
MINHACU,L-FUKARA,NlN ozu 29

3. Meczub olan siliktir: Bunlara iktida caız olmaz. Zira şeyhlik merte-
besini elde edememiştir. Meczub olan silik nedir? İbtide-y! halde mücahede
iIe riyazetle ibadet ve thatle ve hizmetle tarikate sülük eder. Nihayet illhi cezbe
ve Rabbani muhabbet zuhur edip z6t ve sıfiıl
ilAhıyyenin tevhidine vası| olur.
Vahdet zevki meşıebine galip olur, ama temkin mertebesini bulamaz. Bundan
dolayı iktidaya lAyık olmaz.
4. S6lik olan meczubtur: Sül0ktan evvel cezbeye tutu]muştur. Bunlar
temkin menebesini bulup şeyhliğe ve iktidaya l6yık olurlar. Haki'ın tecelIi-
siyle beşeriyetten kunuldular. Kendilerinden fini olduktan sonra Hakla bAki
oldu|ar. Kendileri mahv ve feni bulduktan sonra sülük ile sahv (uyanıklık)
Alemine geldiler. Kesrette vahdeti müşahede eylediler, mahbubiyet (sevgililik)
makamına vasıl oldular ve Hakk'ın hi]afeti mertebesini kazandılar. İşte bu sü-
retle sıfatlanan azizler Peygamber'in ve CenAb-ı HaiiLn halifesidir.
Herhangi tarikatten de olsa bu mertede olanlara iki türlü benzeyenler
vardır. Bunların biri hakiki, diğeri taklittir: Hakiki benzerler, menebelerine
bilgi sahibi olup, onlar gibi davranırlar. Ancak hakikaten o mertebeye nail ol_
mamışlardır. Nefislerinin, vücutlarının bakiyyesi vardır. Ekseri halkı ancak
takliden davet ederler. Netice itibariyle mertebede hakiki şeyhlere benzerlikle-
ri vardır. Ama onlann mertebesinde değillerdir ve hakka'|-yakin ile göremez-
ler. Bunlara ikıida etmekten bir zarar geImez. Çoğu da itikat yoIuyla kemale
erer. Taklit o|an benzerlerden farklı ve yüksekıirler.

Taklit olanlar ise eyliyantn, ıstılah ve ibarelerini öğrenip, nefsini tasfiye


etmeden şöhret ve şeref kaygısıyla nası i§at etmeye heveS eden müteşeyyih-
lerdir. Bunlara iktida edenler n6kıs kalır ve din ve yakinden behreleri olmaz.
Eğer tasadüfen sadık bir mürit kemal mertebesine vaIırsa kendi çalışmalarının
ve has itikadının berekitıdır. Yoksa şeyhinin işat ve himmetinin eseri değildir.
Hakiki şeyh, fiiliyle ve haliyle ve ahl6k-ı hasene göstermekle müridinin iç
dlemini aydınlanr.

Dördüncü Bab: Talibe Hayatta Bulunan Bir Müşrit L5zımdır


Cebriil aleyhisselAm, Hazret-i Peygamber'in muallimidir. Zira Resül
hazretlerini, insanların veya meleklerin peygamberi o]ması hususunda Cen6b-ı
Hak taraindan kendisine bırakılan ihtiyar mevzuunda irşat eyledi ye insanları
tercihe sevk eyledi. CebrAil şeyh ve muallim, HazreÇi Muhammed aleyhis-
selam mürit ve t2lebe menzilesinde bulundu.
30 AFiF TEKTAŞ

Hazret-i Muhammed, Kur'6n'ın nüz(llu esnasında ahz hususunda acele


ederlerdi. Vahiy n6zil oldu ki; "Acele etıne, Cibril'e tabi ol!"
S6lik de şeyhine tekaddüm etünemeli ve onun muradına hilif hareket
eylememeli. Eğer şeyhi yoksa canlı bir mürşide vasıl olmaya gayret etmeli.
Zira bu evliya tariki dar ve karanlık bir yoldur. Mürşitsiz bu yol kat edilmez
ve yalnız kitapla da maksada vasıl olunmaz, Şeyhi olmayanın şeyhi şeyıan
olur. Nefsin ağacında bir ekici btılunmazsa, ne yetişebilir? Talibe, canlı bir
mürşidin hizmetinde bulunmak ye ()na tam bir tesJimiyet altında buluıımak
vaciptir. KAbil, HAbil'i katl ettiği zaman bir karganın irşadına muhtaç olmadı
mı? Şeyhler ittifak halinde olarak derler ki. mürşitten murad olan canlı bir
müIşıttir. Yoksa dünyadan ahiret ilemine üntikal eden mürşit değildir. SAlik,
bazı dar zamanlarında. ahirete inrikal eımiş mürşidin ruhundan yardıIn i\tese,
hatta nadiren bil irşat da vaki olsa, yine de sü]Okün edeplerini, mertebelerini
ve sırlarını öğrenebileceği kin,ıse ancık hayatta olan mürşittir. İrşal, bu A]emin
işidir. Hizmet ve ubOdiyet ister. Mürşit, vefatından sonra ildhi zevke dılmış
iken bu kült'ete neden girsin? İşle, halife ıasb edilmesinin hikmeti de bura-
dadır. Bii husus ki Hazret-i Peygan,ıber de:
"Ben, m6nn ileminde irşat ederim" dememiş, ve kendisine halife nasb
eylemiştir. Hazret-i MevlAna da "Talibe mutlaka bir pir ve mürşit J6zıındır"
dediği zaman. canlı bir müşıdi kası etmiştir.
Kitap dahi, bir kimse taratından m6nisı nakl ediJmedikçe mürşit 1erine
geçemez. Nakl eden kimsedir ki mürşit olur. Kitap ancak alet olur. Tabii ki-
tabı nakl eden kimse, kıtap mücibince amel eden, yalnız ibareleıi değil, hakı-
kati bilen bir kimse olmak şartıyIa. I-6zım olan şey, kitap ve sünnet üzere ve
tarikat pirinin kel6mına muvafık ve onun es16rına ve hakikatlerine mazhar,
6lim ve Amil ve n6hk bir mürşide biat etmek ve ona teslim olmaktür. Hazret-i
Mevlina: "Pirin eline elini ver ki, onun eli Allah'ın elidir." dıyorlar. Tarikimiz-
de buna biaı diyorlar. Ash6b-ı ResOIün peygamberimize biatı gibi: "Biz
Resüle biat eyledik. Emrini işitip tutacağız. Ona itaat ve inkiyad eyleyeceğiz.
Güçlük ye kolaylık halinde, neşe ve keder vaktinde ve Hakk'ın keliimıııı her
nerede olursa söyleyip, melAmet eyleyenlerin ta'nından ve melimetinden
korkucu olacağız."
Talip de şeyhi, Resülün kAim-i makimı bilerek ona biat eder. Bugün
arttk eI ele almak usülü terk edilmiştif. Her talip baş eğip teslim olduktıı biat
minAsı ınevcut olur. O zaman şeyhin bAlnından bir nur müridin batının:r inti-
kal eder ve onun da ruhu bu nurla aydınlanır ve parlar.
MlNHAcU,L_FUKARA,NIN oZU 3l

Asül tarikatin en büyük rüknü teslimiyettir. FelAh yolu budur. Bu tarikte


bir kimseyi mürşit inihaz ettikten sonra iradet getirip vücudunu ve cümle
varlnü ona teslim etmek gerektir. Kendi iradesinden ve tasanutundan boşalır,
şeyhin htikmünü Allah'ın hükmü bilir, Onu CenAb-ı Hakk'ın ve ResüIullah'ın
halifesiolarak ıanır, ona itaati Cen6b-ı Hakk'a ve Resülullah'a itaat, ona muha-
lefeti Allah'a ye Res0l'e muhalefet sayar, aırcak o zaman şeyhten feyz alır.

Beşinci Bab: Hırka Giymek ve Şeyhe Teslim Olmak

Şeyh elinden hırka giymek sünnettir. Bu, teslimiyetin bidayeti, iradet ve


inkiyidın başlangıcıdır. Ümmü Hdlid hazretleri rivayet ederler ki, Hz. Pey_
gamber, kendisine hediye getirilen kaftanlar arasında bir eski kilimi seçerek
kendi eliyle Ümmü H6lid'e giydirmiş ve "Bunu eskit ve parala, bu kilim ha-
senedir, hasenedir (iyiliktir, iyiliktirı," demişIer, Ayet-i kerimede dahi hırka
giymeye ve hayırlı olmasına işaret vardır.2
Hırka ve kıyafeı iki nevidir:
l. Teberrük hırkası: Hakiki müride benzeyen, fukara meclisinde hazır
bulunan ve tarikat pirinin sözlerinidinleyen kimsenin giydiği hırkadır. Buna
muhib hırkası da denir. Bunu giyen, henüz şeyhin tahıı iridetine girmeyen
kimsedir.
2. İradet hırkası: Gece gündüz şeyhin hizmetinde, iradetinde ve huzu-
runda olan kimseye mürit derler. Şeyhin sohbetinde bulunan bu kimseler
iradet hırkası giyerler. Bazıları, esitane görmeyen kimse mürit olamaz derler.
(Asitdne: Büyük dergih, çile çıkarılan tekyeye derler. Küçük clergaha, çile
çrkarılmayan tekyeye zaviye derler) Asitine ile iradetin bir alikası yoktur.
AsitAne görmeyen nice derviş|er vardır ki,dsitine görenlerden daha ileri
gitmişlerdir.
Hazreıi Mevldna, hırkaya "ferci" tabir ederlerdi. Kendi mübarek eIle-
riyle az kimseye f'erci giydirmişlerd ir. Şeyh bir müride hırka giydirirse onu
nefsani hapisten kunarıp ruhani feraha kavuşturur: Hazret-i Yakub'un Hazret-
i Yusufa giydirdiği gömlekten Hazreli Yusuf ferah ve sürur buldu. Hazret-i
İbrahim'i ateşe atmak istediklerinde Cebr6il aleyhissel6m cenneı-i a'ladan bir
beyaz ipek gömtek getirip Hazret-i İbrahim'e giydirdi. Bu sürette Nemrud'un
ateşinden onu kurtardı. HazreÇi İbrahim bu gömleği sakladı. İsmail'i kesmeye

2 A'.ef süresi, ayet 26


32 Al-iF TEKTAŞ

götürdüğii zaman ona giydirdi. O da kurtuldu. Sonra bu gömlek Hazreıi


ıshak'a miras kaldı ve Hıuret-i yakub'a kadar intikal etti.
Yakub Yusufu ziyade sevdiğinden bu gömleği Yusufun gerdenine
koydu. Yusuftı kardeşleri kuyuya athkları vakit Cebrail gömleği Yusufa
giydirdi, Ve Yusuf da kurtuldu. Ayrılık müddeti hitama erince Cen6b-ı Hak'-
tan v6ki işaret üzerine Hazreıi Yusufgömleği babası Yakub'a kardeşi YahOda
vasıtasıyla gönderdi. Hazre!i Yakub girmleğin kokusunu uzaktan duydu. Ya-
h0da gömleği getirip Yakub'un yüzüne sürünce Yakub'un gözleri açıldı ve
kendisi feraha kavuştu.
Büyük şeyhler, Yusufun gömleğinin sırrını hırkada bulup onu bir dervi-
şe giydirirlerse, derviş nefs-i Nemrud'un ateşinden kurtulur. Yusuf gibi tabiat
kuyusundan çıtar ve Yakub gibi de gözü hakikate açılır.
Ancak hırkanın tasavVuftaki minisı kıyafet olmayıp, deron hırkasıdlr.
Maksat şıJdur ki:
Sdlıkin nefsi hırka içinde kırılmalı. Şeyh-i Ekber hazretleri (Hazreıi
Muhyiddin-i Arabi) diyorlar ki:
Sülı]kta (ÖImeden evvel ölmede) dön türlü ölüm vardıI:
l. Mevti ebyaz (beyaz ölüm) açlık ve riyazet
2. MevlJ esved (siyah ölüm) halkrn eza ve cefasına sabır
3, Mevt-i ahmer (kırmızı ölüm) nelie muhalefet
4. Mevli ahdar (yeşil ölüm) hırka giymek, yani şevhine zahireıı ve
bhtınen teslim olmak.

Şeyh, Hazreıi Peygamber'in halifesi olduğundan ona gerek zahirerı ge-


rekse bdtınen itaat olunmazsa feyz hasıl olmaz. Sdlik, şeyhiıden izinsiz scfere
çıkmaz. Yiranla otururken şeyhten izin alnradan gitmez, yatmaz, bir işe gir-
mez, Yemeye veyir söze şeyhten evvel başlamaz. Şeyhin sözünü kesmez.
Ayeli kerime: "Allah ve Resülü size hükm eylemezden evvel bir emri
kat' eylemekten ve bir işi kendiliklerinden işlemekten, Allah'ın emrine muha-
lefet etmekren (Allah'tan) korkun, Allah teela sözlerinizi işitir ve işlerinizi bi-
lir. "3

] Hucüırat soresi, ayet l


MINHACU,L-FUKARA,NlN ozU 33

Altıncı Bab: Tekyede Oturanların Fazilet|eri - Fukara


Arasındaki Tarikat Adebı
Bir hadis-i şerif var: "Allah'ın öyle kulları vardır ki enbiya ve şüheda
değillerdir, Likin enbiya ve şüheda onlaıın makamtanna gıbta ederler." İşte
tekyede oturan fukara kiyle fazilet sahibi oImalıdırlar. Zira onlar, muhtelif di-
yarlardan gelirler. Aralarında s0ret itibariyle hiç bir yakınlık yoktur. Fakat
ruhi yakınlıkla ve mAnevi akrabalıkla biribirine lillah ve fillah (Allah için ve
Allah indinde) muhabbet ederler. Minevi akrabalık ehlullah nezdinde süret
itibariyle akrabalıktan üstündüI. Tekyede oturan fukara, ash6b-ı suffeye ben-
zerler. Ash6b-ı suffe dört yüz kişi kadardı ve bir mescit suffesini kendi|erine
ocak yaparak dünyayı terk etmişler ve kendilerini ibadete vermişlerdi.
Allah kapısının fukarası da kendilerini ibadete terk ederler ve herkesin
rızkınt veren Cendb-ı Hakk'a tevekkül ederler. Fukara sözde ve yemekte top-
lanmış bir haldedirler. Bu ictima ve birlik sayesinde adeta yek yücud olullar.
Asıl müminlik de budur. Hadis-i şerif: "Müminler bir kimse gibidir; bir vücut
gibi birinin eleminden diğeri müteellim olur." Fukara arasında bu sıfatlar
mevcuttur. Birinin hastahğından veya kederinden diğerleri üzülürler. Derviş
böyle olmayınca imanın zevkini ve yokluğun hakikatini bilemez.
Mesnevi: "KöpekIerin, kurtların canlan ayn ayrı candır. Allah'ın arslan-
larının canı birdir"
Aralarında düşmanlık ve dargınlık katiyyen caiz değildir. Meğer ki bu
nefret ve ayrılık şeyhin vücudundan hasıl ola. Zira onun iradesine itiraz yok-
tur. Ancak sabür ve tahammül etme]idir. Belki bir kaç arkadaş bir araya gelip
münasip s0rette şeyhe ihsas edebilirler. (Hazret-i Ömer demiş ki: "Benim
aylblmt göSterene CenAb-ı Hak merhamet eylesin") Eğer kavga fukaranın
kendi aralarında ise, nefis mertebesinde olan ve gazaba ve hiddete kapılan
kimseye karşı yürekle ve ruhla mukabele etmelidir. Fukara kendi kavgalannı
mümkün olduğu kadar şeyhe belli etmeden kendi araIannda halletmelidir.
Eğer bu mümkün olmazsa şeyh duyar, onları azarlar, hatta sopa bile
attırır, Fakir tövbe eder Ve töVbeSi kabul olunursa, kudreti yetıiği şeyin üçte
veya dörtte birini diğer fukaraya verir. Şeyhin, tarike muhalif bir hareketinden
dolayı dervişe karşı bir krrgınlığı olursa, bu kızgınlık, deronundan (töVbe yo-
luyIa) sılininceye kadar, derviş semA'a ve yemeye dahil olmamalı, zira zevk-i
ruhani bulamaz. Sülük kapanır, tekyede oturan fukaranın mübtedllerine ve
taliplerine ta orta mrtebeye gelinceye kadar hizmette bulunmak ve ağırlıktan
J+ AFiF TEKTAş

kurtulmak lAzımdır. Cen6bı Hak: "Bana talip ve 6şık bir kimseyi görünce he-
men ona hizmet et ki benim rızamı ele geçiresin" buyuruyor. CenAb-ı Hakk'ın
taliplerine hizmet etmek, nafile ibadetten üstündüL Hizmet makamı yüksek
bir makamdır. Yalnız şu şartla ki, hizmeti iki yüzlülük şüphesinden s6fi oisun.
Böyle olmazsa hizmet Hak için olmaz ve enbiya ve evliya nezdinde makbul
olmaz. Hizmet edenler bir kaç türlüdür,
Birisi lillah ve fillah (Allah için ve Allah indinde) hiznıet ederler. Buna
hidim denir- Asıl makbul olanı budur. Birisi eğer nefsi zevk alırsa hizmet
eder. zevk olmazsa hizmet etmez, Bunlara mütehadim denir. Mütehadim.
hizmete mukabil sevap kazanır ama hidim saadete erer. Bir nevi daha vardır ki
ya dünya umtru için yahut riya ile veya fukaraya veya halka kendısini
göstermek için hizmet eder. Bu nevi hizmet eden|er fel6h bulmaz. Ve bir
kaşılığa nail olmaz.

Yedinci Bab: FukarAnın Seyahati, Süret Seferi ve MAnevi Sef'er


Hadis-i şeıii "Sefer ediniz, sıhhat bulursunuz, ganimet elde edersiniz."
İzahı: "Zahir hareketiyle bedenlerinizi, ibret yoluyla da batrnınüzı tashih
ediniz. Sefer esnasında bulacağınız şeyhlerin sohbetiy]e ve fazl ve ilm yoluyIa
ganimet elde ediniz."
Bu hadis-i şerifteki seferden murat, din ilminin tahsili, yakin ehlinin
ziyareti ve güzide şeyhlere hizmet için olan seferdir. Dervişe l6zım olan, k6mil
bir şeyhi bulmak, bulaınazsa rühen fel6h bulmuş bil zatın gözüne girereK on-
dan sül0k ilmini ve nefsini ifnA etmenin usülünü öğIenmektir. "FelAh bul-
muşlan görmeyen katiyyen felih bulmaz."
Hadis-i şerif: "Çin'de biIe olsa ilmi talep ediniz!" SAlik, her şeyden ev-
vel talip olmalüdür, Bu hadiste Çin'den murat, yakin ehlinin vücududur. Ialip
böy|e bir mürşidi bulmak için vatanından sefer ve seyahat eder. Ayet-i keri-
me: "Eğer bilmiyorsanız zikir ehlini bulunuz."
TaIip, bir 6rif-i billah bulduğu zaman artük sefer ve seyahat ona haram
olur. Bulduğu müşide iradet getirip ondan ilim ve din tahsil eylemesi, tırika-
tin edeblerini ve hakikatin sırlannı öğrenmesi gerektir. Hadis_i şerif: ''Ya 6lim
ol, ya ta]ebe yahut dinleyici ol, dördüncü olma, hel6k olursun.''
Mürşidi vefat ederse veyahut nefsini tasfiye ettikten ve marifet tahsilini
tekmil eyledikten sonra ya hacca veya Hazret-i Mevl6na'nın dsitAnesini veya-
MlNHACU,L-FUKARA,NlN ozu 35

hut bazl arif zatları Ziyarete 8,itmek içın icazet isteyebilir. Mürşidi can Ve gö-
nülden razı olursa sefere çıkar. Rızası can ve dilden değilse ihtiraz etmelidir.
Bu rızayı istihsal ederek sefer ve seyahate çıkan derviş, gittiği yollarda
ve şehirlerde evliyaulllah aramalı ve seferin faydalarından nasip bulmaya
çalışmahdır. Zira seyahatten maksat ehlullah bulmaktır. Yoksa ömrü boş yere
sarf etmek değildir. Ayet-i kerime: "Ey beni Adem, seyr eyleyin yeryüzünde
ve nazar eyleyin ki Allah bu halkı nasıl muhtelif tavırlarda ve değişik tabiat-
|erde ve ahlAkı şett6 üzere bed' eyledi."a

Sefere, sefer denmesinin sebebi ahlAkı isfar eylemesinden ileri gel-


miştir.
sefer iki kısımdır: süri sefer, m6nevi sefer
Asıl ehlullah nezdinde makbul olan. minevi seferdir. Amma süri seferin
de faydalan vardır: Bir kere nefsi alışkanlıklarından ve haz duyduğu şeylerden
kesilir ve dostlarından sevdiklerinden ayrılarak bir nevi yok olma lezzetini
bulur. Ve ölüme istidadü uyanıI. Sonra da gayrıl < sıfalını \hraz eder. "Ve fiba
li'l-kurba" (ne güzel gariplik!) Bir de bi.nAmlık (tanınmış bir kimse olmaktan
kurtulmak) sıfatını kazanır ki bu da tarikatin bir rükn-i a'zamrdır.
İbn-i Ata: "Vücudunu bi-namlık toprağına defn eyle ta merd6n-l ilxhinin
zevkine eresin."

Şirin-i H6nse: "Zikrini bi-n6m eyle!"


Hadis-i şerif: İki şerden korkaıım: Ademe dinde ve dünyada parmakla
işaret oluna, yani bu filandır denile."
Mesnevi: "Halk arasında nam kazanmak kutlu bir bağdır."
İbn F6rız: Beni kemil-i tevizum bi-nAm kıldı. Gerçi bi-n6m olmak, dur-
duğu yerde de olur, ama seferde daha ziyade o|ur."
Derviş bir şehirde çok karar kılmamalı ki o diyara gönü| bağlamasın,
halkü rahatsüz etmesin, kendisi de değişmesin. ibn-i Haris: "Seyahat ediniz ki
durgun su bile bozulur."
Hazret-i Mevl6n6: "Eğer ağaç hareketli olsaydı, ne testerenin ne de bal-
tanın acısını çekerdi."
Mesnevi: "Ay seferde şah olur. Sefer etmese idi, bedr-i tim nası] ola-
bilirdi?'

4 Ankebüt s0resiayet 20
_Jt AFiF TEKTAŞ

Şeyhlerden bir zat: "Denize doğru koş ki çamura düşmeyesin!" "Mes-


cidin misafirliğne gayret et, bır menzilde karar kılma|.."

Şeyhlerin çoğu sefer ve seyahat etmişler, diyarlarını terk etmekle Datın


zevkine erişmişlerdir. Sefer ve seyahatten muratlalı ıslih-ı deründur. Yoksa
bazılarının duyduğu gibi seyr u seyahatte bulunduklan nefsani zevki, nıhani
bir zevk sayıp seyahate talip olanlardan olma! Sonra şeytana uyarsın.
Mesnevi: "Eğer bir nurlu kimsenin bendesi olursan, süret padişahlarının
üstünde olmaktan daha iyidir," Şahların tokadını ye, hasisIerin balını yeme!"
Zahir seferi hakkında söyleyeceklerimiz bu kadardır.
Gelelim bdtın selerine: Bitın seferi yapanlar, gafletten Hakk'a. kötülük-
ten iyiliğe, nefis ve şehvet sahalanndan, sübharıi sırlara ve Hakk\n müşahedesi
makamına vasıl oluncaya kadar seyrederler. İbn Firız der ki: "İlme'I-yakinden
ayne'l-yakine ve hakke'l-yakine müSaferet eylerim ki hakikat mertebesinde-
dir-"
Hazreıi Şeyh F'üt0haı'ta buyururlar: "Ey sAlik-i mAnevi! Bil ki tari-
kulIahda müsifir, ya fikriyIe ma'kıildtta veyahut a'maliyle sefer eder. Fikriyle
ma'k0latta sefer eden kimse, hdlikının vücuduna ve şühuduna ıa hakka'l_yaki_
ne kadar talep veya ölüme kadar ve ondan sonra menziller kat' ederek ta diri-
lik menziline varıncal,a kadar müsat'eret eder. Ve ondan sonra haline miinasip
olan merkeb-i a'mAle binerek dhr-ı saAdete vasıl olur. Ama, a'miliyle müsafir
olan kimse kötiilükten iyiliğe sefer eder. Bazı s6lik zahirde sefer etmese dahi
bAtınında olan muhabbeti ve teveccühü dolayısıyla menzil alr ve maksüdı biz-
zin bulur."
Ey s6lik, gönül seferi yap, vücut seferi değil, o zaman hakikati bulur-
sun. Minevi sefer. ehlullah indinde dört ttirlüdür;
l. Seyrü ilallah (AlJah'a sefer): Nefis mertebesinden vücüd-ı hakiki ta-
rafına sefer etmektir, Vahdet yüzünden keslet perdesi kalktığında bu sef'er ni-
hayete erer. Ondan sonra:
2. Seyrü fillah (Allah indinde sefer) gelir: Allah'ın sıfatlanyla sılatlan_
mak, Allahln esm6sı1,1a bilgili olmak, Allah\n ahlAhyIa ahlAklanmak deınektir.
Bütün beşer sıfatlan fdni olur, ortadan yok o|ur. Bu seferin nihayeti ilim yü-
zünden perdenin sıyrıhp ledıin ilminin keşfidir. Ondan soııra:
3. Seyrü mea|lah (Allahla sefer) gelir: SAlikin her mertebede ı\llahla
olan seyridir. ikiüigin tamamen kalkması ve birliğe terakki eylenıesidir. Bu
MlNHAcU,L,FUKARA,NIN oZU 37

mertebye "makam-ı kabe kavseyni ev edna" denilir ki veIdyetin ta kendisidir,


Bu seferin nihayeti aynü'l-cem' mertebesinde zıtların zahiren ve b6tınen mahv
olmasıdır. ondan sonra da:
4. Seyrü anill6h (Allah'tan sefer) gelir ki: Vahdet[en kesrete, birlikten
çokluğa doğru olan seyirdir. Bu sefer, talipleri ve silikleri ıerbiye için vAki
olur. Bu sefere fenidan sonra bek6 ve mahvdan sonra sahv ve cem'den sonra
fark der]er. Bu seferin nihayeti Hak'mn halka istikamet ve adaletle geri dön-
mek olup vahdeti kesrette ve kesreti vahdette görmektir.

Sekizinci Bab: Seferin ve Tekyeye Gelmenin Adflbı - MusAhabe


ve Tanışrna

Evvela silike 16zım olan budur ki, farzlardan vaciplerden, şeriat ahki-
mından ve tarikat adabından hiç birini terk etmeye ve daldlete gitmeye, ta ki
günah çamuruna batmaya|. " er-Refikü, sünınıe't-tartk" fehvisınca, nefs-i em-
m6re mertebesinde olan talibe dindar ve muvdfik bir arkadaş lAzımdır.
" Hayru'r-rufeka seMseıün" ıneseline uygun olarak seyahat eden kim-
selerin en aşağı üç kışi olması muvafıktır. İçlerinden tecrübeli, cömert ve din-
dar birinı 6mir addetsinler ve ona tabi olsunlar.
Hadis_i şerif: s
ŞJ.-ı ı.ru r;iı J ij)/.'ıj) Sünnet budur ki sefere
-:_(
karar veren kimse dostlarına, veda ederek hayır dualannı almalıdır. Bir kimse-
den ders gördüyse ondan izin istemelidir. Bir şehir veya kasabaya geldiğinde
hamama gider ve gusül abdesti aldıktan sonra o şehirde tarikat dostlarından
veya hakikat ehlinden ziyareti l6zım gelen bir kimse varsa onu ziyaret eyele-
me]i; zira hadis-i şerife göre dostların ziyareti müstehaptır. Ancak edeb budur
ki, ziyaret ettiğin kimse senin sohbetinden haz duyuyorsa bir müddet nezdin-
de kal, l6kin meşgul ise kalmayıp veda et ve işine git! Bir şehre geldin ki
orada şeyh ve fukara ve tekye vardır. Eğer ikindi vakti olduysa tekyeye girme.
Münasip bir yerde geceleyip seher vakti tekyeye dahiI ol. Peygamberimiz
seferden gelse bir yerde vakit geçirip seherle beraber şehre dahil olurlardı.
Tekyeye girdikte: " BismillahinahmAnirrahim" der ve eğer fukaradan
bir kimse görürse aşk verir, yani; "Aşk olsun!" der, diğeri de; "Aşkın cemdl
olsun!" diye cevap verir. Beraberce musafaha ederler. Tanıdık ise kucaklaşır-
lar. Zira bu Sünnettir ve tarikate uygundul. Musafaha ve kucaklaşma hakkın-

5 "Bir scfere üç kişi beraber çıkınca. birini emir (başkan) yapın."


38 AFiF TF-KTAs

da hadis-i şerifler vardır. Mesnevi'de de tabib-i i]6hinin padişaha gelip kııcak-


laştığına dair işaret vardır ve fukaraya da bunu öğretir.
Hazıı olan fukara da; "tr'lerhaba merhaba hoş geldin!" derler.
Misafiı,eğer cemaath6neyi biliyorsa oraya iner. Bilmiyosa bir kinıseye
sorar. Böylece eyvela cemaathaneye gelip orada bulunanlarla musdfaha eder.
Mutfakla meşgul olan kimse, onun önüne ekmek parçası bile olsa. hazır ne
varsa onu getiril (Hazret-i Peygamberi ziyarete gelen bir zata Hazret-i Aiş-
e'nin hazır yiyecek olaı,ı hurma vermesine işarettir.).
Bundan sonra, tekyenin hXdimi, şeyhi ko|lar ve izin alabilirse misafiri
şeyhe girtürtiir, Ondan sonra derviş cemaathineye gelir, tekyenin h6djmine
bir kaç para verir ki akşama fukara için bir şey hazırlasın.
Zira hediye tarlkimizin adetlerindendir. Yemekten sonra derviş, papuç-
luktan geçip şeyhin elini öpel, ondan sonra yine papuçluğa varır ve ayakta
durarak dua eder. Duadan sonra tekrar şeyhin elini öper ve sağ taraftan !ıaşla-
yarak fukaranın ihtiyarlarının ellerini öper. Gençlerle musafaha eder. Sıra ta-
mam olunca bu defa soldan başlar ve tamam oldukta mutfağa giderek 1emek
pişirenlerle ve hizmet edenlerle de ınusafaha eder. Sonra gelip yerine oturur.
Ondan sonra bu gelen derviş, şeyhi tarassut eder. Eğer şeyh dindar ve esrAr
menbaı ve mürşit bir zat ise, bu aziz kimsenin sohbetini arar ve bu tekyeden
ayrılmaz, Sohbetin tcsiri çok büyiiktür. Talip her kimin sohbetine can ve
gönülle iştirak etse, bundan çok faydalar hasıl olur. Hadis-i şerif: "Sa]ih olan
kimse ile oturmak misk gibidir. Ondan güzel koku bu]ursun. Sali| kim-
selerin thydaları çoktur. Kötü kimse ile oturmak körükçü ile oturmak gibidir.
Ondan fesaı kokusu bulursun ve feni koku sana da sirayel eder."
Ey derviş| Güzel kokulu olan azizlerle musahabet eyle ve huyları güzel
olan ariflerle otur ki senin de huyun ve kokun güzel olsıın... Her tarikin bir
şanı var: Kimi halveti, kimi uzleti... Mevlevi taliki de sohbetidir. Musatıabetin
şartı, sohbet eden kinıseye kalbini rabt eylemek ve kendi şeyhine ve üsndına
gösterdiğin tazim Ye hürmeti ona da göstermek ve zahiren olsun bitıneıı olsun
ink6rdan ve sü-i zandan çekinmek ve edep yoluna gitmektil. Büyük bir itaat
ve iıkıyat lnzımdır. Sohbetin sohbet olması için şeyhin tarikatte ve şeriatte ak-
ranı ola, ancak mind yolunda ondan aşağı menebede ola. Din ve tarikat için
onunla sohbet eyleye l...
Hizmet ve iradette olan kimselere gelince: Onlar şeyhin hizmete ve ta-
sarrufu altına koyduğu kimselerdir. Bunlar kemale ermeksizin şeyhe vasıl
MINHAcU,L-FUKARA,NIN oZU 39

olan ve iradet getiren kimselerdir. Şeyhe mertebe ıtibariyle eşit ve akran men-
zilesinde olmadıkça o kimselere iradet ve hizmette denir. Tarikatin edebi,
şeyhlik mertebesine vasıl olanlara hizmet ve iradet kılmayı icap ettirir. Yalnız
süret itibariyle halife olup da şeyhlik hakikatine ermeyenlere; "Hem-sohbet
oldum" dersin. Sohbetin edebi, kalp ve nefs ve mülk olmaksızm ve bir karşılık
beklemeksizin, lillAh ve fillAh (Allah için)sohbet etmededir. İşıe şeyhlerle
olan sohbetin edebi budur.
Gelelim fukara ile ve dostlarla olan sohbete:
Derviş fakir ve ihvanIa tanışlp görüşmeli, huysuzluk edip tek kalmamalı.
Zira dostluk göstermeyen ve gönle girmeyen kimseler, görüşmeye ve sohbete
l6yık değillerdir. S6like 16zım olan, itikadı temiz olmayan ve din ve tarikatte te-
miz oImayan kimselerle mus6habet eylememektir. Zira onlar]a musahabetten
ise tek oturmak ve köşesine çekilmek daha hayırlıdır.
Mesnevi: "Kötü arkadaş körü yılandan daha fenadır."
Sohbet eden iki kimse biribirine kırgın bile olsa, biribirini arkadan
zemm etmemeli. AyrıImaya sebep olan kimseye de hiddetlenmeyip, olsa olsa
ondan sAdır olan kötü işe gücenmeli ve sahibini o yakışıksız olan işten ayrı
turrnah, ona gücenmemeIi.
Sohbet de Allah için ve ayrılık da Allah indinden olmalı. Yoksa bir kim-
senin malı veya güzelliği için olmamalı. Bilhassa yakışıklı gençlerle musdha-
beti tarikat hoş görmez. Zira fenalığı çoktur, Şeyh hazretleri Fütüh6t'ında;
"Taze ile ve kadınlarla sohbet etme, fitneden ve nefsin şehvetinden çekin!"
diyor. Mesnevi'de de bu hususta tenbihler ve nasihatlar vardır. İşte silik bu
tehlikelerden uzak durmalı ki dini ve imanı s6lim olsun.

Dokuzuncu Bab: Sem6'ın NeviIeri - Fukarinın SemA'da Olan


AdAb ve Erkinı
Semi', ruhun gıdasıdır, ruhani nefhate ve lütfı il6hiye sa'yidir. Sem6'-ı
ilAhi bir merdivendir ki: Bu merdivende yükseleır kimsenin kalbi kasvet ve
gafletten kuftulur ve ruhani hazlara kavuşur. SemA' içimizden ayrılığı siler,
gönle cila bahşeder, SemA'ın faydaları çokfur, esrAnna nihayet yoktur. Sem6'
rikkati celb eder. Kalbin rikkati ise Allah'ın rahmetini mücip olur. Sem6' ne
şeriatte, ne akül aleminde ve ne de tabiatte zem ve inkir edi]memelidir. Halbuki
sem6'ı inkAr edenler çok olmuştur. Bunlar üç kısımdan ibarenir.
40 AFlF TEKTAŞ

I. Hazreçi Peygamber'in sünnetinden ve ahb6rından cahildir. (Habeşe


kıssasını ve Hazreıi Aişe'nin muganniye cariyelere def çaldırıp Hazret-i Pey-
gamber'in de yattığı yerde dinlediğinı bilmıyorlar mı?)
2. Sünnet-i Resülü bilir ama, s0rette kalan fakihlerin ve ulemanın bildiği
gibi bilir. Onları taklit eder. Hazret-i Peygamber'in haberlerinin esr6nııı ve
sünnet-i Resil'den evliyaullahın çıkardığı min6yı bilmez.
3. Ruhani zevklerden bi-haber ve vurdum duymazrn biridir. Canı evliya-
ya uymamrş, illetli ruhu da semd'ın lezzetine va-rmamıştür,
SemA'a ehil olanlar kimlerdir? Semi'a ehliyet üç türlüdür. Bundan
gayrisi zaten sema'a ehIiyetsiz ve n6-mahreın sayllır:
l. Tabiatle ve tekellüfle olan semA'dır. Bu da iki türlü olur. Eğer maksat
nefsani şehvetlerin teheyyücü ve cismani zevkler ise bu, Kur'nn-ı kerim'in
" la'bıın ve lehvun" tabir ettiği zararlı oyundan ibarettir Ye haram hüklnün-

dedir,
Yok eğer murat tevAcüd, yani vecdi harekete getirmek ve zevk-i n.ıhani
bulmak ise o zaman sem6' beğenilecek ve aranacak bir halet olur,
2. SemA'dan murat kişinin haline, makamına ve vaktıne rücisudur. Ni-
tekim Hazret-i Peygamber, beşeriyet galebe kıhp rühaniyet örtülü olduğu
vakit, ruhani zevke rücü için: J\ Lı G_.,l (Teganni et ya Bilal!) btıyururdu.
Ve o semd'ın zevkiyle rahat ederler ve lezzeli ruhaniyibuIurlardı,
3. SemA' esnasında Hakk'ın hitabına ve mük6]emesine ve ondan duygu-
lanmaya rücü edenlerin sem2'ıdır.
Hasılı, herkes menebesi ne ise onun hükmüyle sem6'eder. Semi', ehl-i
nef'sin nefsiniyetini, ehl_i rihun rühiniyetini, ehl-i Hakk'ın hakk6niyetini zi-
yadeleştirir. herkesin mertebesine göre bir kapı açar. SemA' bir vesiledir ki
herkesi kendi vatanına, kendi maksadına çeker.
SemA'üç kısımdır: Semi'-ı ilhhi, SemA'-ı ruhani, Sem6'-ı tabii
]. Sem6'-ı il6hi: Her şey nefsü'l-emrde (aslında) Hazreri AlIah'ın keli-
matüdlr. Zira "Kün" emrinin eseridir. KelimAıı Hakk'ı dinleyen evliyaullahın,
o nihayetsiz kelimAt kadar nihayetsiz duyguları vardır. Cemi' esm6-i ildhiy-
yenin sırlarına vakıf olan arif kelımatullahü işjtir, dinler. Şeyh Hazretleri
(Hazreı-i Muhyiddin-i Arabi) Fütühafta: "Esmi-i il6hiyyeden her bir ismin
bir lisanı ve her lisanın bir söyleyişi vardır. Her söz için bizden ona biı kulak
vardır. Halbuki konuşanın ve dinleyenin hakikatte zatı birdir, tekdir." buyuru_
MINHACU,L FUKARA,NIN ozu 4l

yorlar. Bu mertebede olanlar halkla konuşsalar Hak'la mükdleme eylerIer.


Bayezid-i BistAmi hazretleri: "Otuz seneden beri Allah'la söyleşirdim, halk da
kendileriyle söyleşirim zanneder." diyorlar. Yine Şeyh hazretleri Fütühifta:
"Bu makam sahibinin kel6m-ı küllisi naibliktir. Yani konuşmada ve dinle-
mede Hakk'ın nAibidir (O'nun yerine konuşur ve dinler)." diyorlar. Bazı kim_
seler vardır ki, onlarda Hazreli Allah, kulunun lisanıyla söyler, diğer kimseler
de vardır ki kendi zannınca kul kendinden söyler. Hakikane yücutta bir gayr
yoktur. Hakikane söyleyen ve dinleyen de yoktur. Söyleyenler gibi dinleyen-
ler de böyle taksim olmuştur. Kimi Rabbisiyle işitir (bunlar Hak teala'ntn,
"Ben onun kulağı olurum, kul benimle işitir" dediğidir). Kimi de, kendi zan_
nınca kul kendinden işitir. Hazıet-i pir MevlAna; "SemA', Allah'la olmakttr.
Oraya ne melek, ne peygamber çıkmaz, semA' Cen6b-ı Hakk'a vasıtasız ulaş-
mak0r." diyorlar.
2. Semi'-ı ruhani: Ruhun kulağıyla her şeyin Allah'ı tesbih kıldığını
duymaktır. Ve onun mdn6sını zevkle anlamaktır. Cenibı Hakk\n kaleminden
sidır olan kelime]er, sesler ve harfler ne ise, ruh duygusuyla mdnisını işirip
ona göre haıeket etmektir. Bu mertebede her şeyin tesbihinı akıl kulağıyla
duymaktır. Sazlar çalındığı vakit bir tiirlü ve çalınmadığı vakitte bir türlü tesbih
eder ki, çalındığı vakine gibi değildir. Bu mertebeleIe vasıI olanların zahiıi olan
sem6'a ihtiyacı kalmaz. Bunlarda ilim ve marifetin zevki hasıl olur. Ve bı.ı
vecd ve zevk, raks etmeden, hareket eylemeden de olur. Zahir cesetleriyle rak-
sı ve vecde muhtaç olmaksızın bitınen raks ve hareket eylerler.

3. Sem6'-ı tabii: Bundan murat. zahiri olan semi'dır. Yani nice kimse-
nin bir yere top]anıp güzel nağmeIeri dinlemesine derler. Tarikimizde fuka-
ranın n6y ve def ve kudtm dinledikleri gibi. Bu semd'ın zahir ve bAtın 6dibı
vardır, EvvelA: Sem6h6neye şeyhten evvel gelip toplanırlar. Edep ve vakar|a
otururlar. Can ve gönüIle dinlerler, uyuklamazlar... Na't okuyan Ye ney çalan
nağmeye başladığında murakabe şeklinde sükOnla oturup uyanük gönülle ve
nefsini yok ederek güzellik içinde dinlerler. Eğer gönlü uyanık değil de ölü
gibi ise, muhakkak muhtelif sebepleri vardır. Evvela: farzların ve vaciplerin
yerine getirilmemesi kalbin ölümüne sebebiyet verir. İkincisi:Tarikatin Ad6-
bında kusuru ve ihmali olmaması ldzımdır. Üçüncüsü: Dünyaya sevdasr ve
m6siv6ya meyliolmamalı; kin, kibir, haset, hiddet, dedikodu gibi kötü ahlak
sahibi bulunmamalı. Zira bunlar il6h1 zevkIerı ve ruhani vecdi ihl6] eder.
Semizen olan kimse, kendinde kötü süfatlarün galebesini hissederse raksa
girmemeli, ta ki bu sıfatlardan kUrtulup saf ve tertemiz oluncaya kadar. Semd-
AFİF TEKTAŞ

zenjn bir edebi de budur ki kalbe zevk geldiğinde bağrrmadan, haykırmadan


çekinmeli, şeyhin huzurunda vecd galebe eylese bile kendini zabt etmeli. Eğer
henüz raksa kalkmadan bu vecd hasıl olursa harekete ve raksa dahil olmamalı.
Salike yakışan sükuttul.
Ama hakiki vecd hasıl olursa başka! Hırkasını çıkarıp meydana vevahut
mutriblere atmak sünnettir. Bu hırka artık geri alınmaz. Hırka yahut paıa ke-
sesi gibi şeyler vecd esnasında düşerse, bunlar fukaranın olur. Bedir gaz6.-
st'nda Hazret-i Peygamber ganimetleri müsivAt dairesinde cümleye bahş
etmiştir.6 Ka'b İbn Züheyr Hazret-i Peygamber'in meclisinde Kaside-i Bür-
de'yi okudu, Hazreli Rest] kendi hırka-i şeriflerini şairin sırtüna aıtI ki,
Osmanlı padişahlarına kalmış bulunan Hırka-i Nebevi buduı,.

Onuncu Bab: Mukabele Kelimesinin Sırrı, SemA'ın Nüktesi,


Müritlerin Devri, Üç Devrin ve Üç Selimın
Rumuzu
SemA'ın kısımlarını ve id6bını öğrendin. Bunda nice rumuz, esı,6r ve
nükteler vardır ki bunları herkes bilmez, Bunlan öğrenmeye çalışalım:
l. Sema' gününe mukabele günü derler. Bunun için ki o gün ihvan gıl
giiıi biri
ü gışsız (yani hile ve kinden temiz olarak) bir yere toplanıp aynalar
birine mukabil olurlar. Yüzyüze mtıkabil bulunarak; "el-LIü'ıninü nıir'dıii'l-
mü'nıin" (Mimin müminin aynasıdır) mdnAsınca, kalp kalbe karşı cil6h ayna-
lar gibi mukabil olup, birleşnıenin ve birliğin esr6rını müşıhede ederler- Mu-
kabe]e sözüIıün asıl sırrı işte budur.
Aynı zamanda fukaranın ve ariflerin cennet-i acile (şimdiki, hazırdaki
cennet) sahipleri olduğu murat edilünişıir. Cennet iki kısımdır: Cennet-i 6cile
(hazırdaki cennet) ve cennet-i 'Acile (ileride hasıl olacak cennet). Salik eğer
ölmeden evvel ölmek mertebesine varırsa vücudu kendi mezarı hükmünde
olur ve maril'et cennerine dahil o]ur. A]]ah'ını müşahede gözüyle görür Dün-
yada cennet-i '6cileye varanlar ahirette de icil cennetine girerlel.
2. İşte cennet-i '6cile sahiplerı olan fukara ve arifler mukabele gününde
bir yere toplanır ve Allah'ı zikir ve tefekkür bahçelerinde canları rüh6niyet
gülleriyle ve vahdet sırlarırun sünbülleriyle gıddlarur.

6 Ent'6l süresi, ayet l


MiNHACU,L FUKAR^,NüN öZiJ 43

3. Bu cennet-i'Acile içinde Tübd ağacına misal olan şeyhin yücudunun


gölgesine toplanıp onun vücud ağacındaıı hasıl o|an marifet meyveleriyle
beslenir]er. Yani cennet ağaçlarına kavuşup onun ka[binin köklerinde akan
esr6r ırmaklarından içerler ki bu ırmaklar, su, şarap, süt ve bal ırmaklarıdır.
yani ilim, marifet, ruhani zevk ve muhabbet ırmaklandır.

Mesnevlden:
" Baz ekm neşrah revan kun çEr sfr der stne-em
Ctıy-ı Eb u ciy-ı hamr u cay-ı ştr u engibtn"
(cü=ırmak)
Bu dört ırmaktan içip nimetlendikte sem6'la dahi lezzet bulmak iSterler.
4. Nitekim hadis-i şerif vardır ki: Cennet-i 'dcile sahiPleri de cennet
meyvelerini yedikten sonra sem6'a nail olacaklardır. Cennet ağaçlarının üze-
rinde çanlar, rüzgArda sallaırarak güzel sesler çıkaracak, ehl-i dünya bunları
dinleyecek.
Bunun gibi cennet-i 'acile sahipleri fukara ve arifler, marifet ziyafeti
tamam olduğu zaman sem6'la lezzet bulmak isteyecek "cennet-i '6cile ağaç-
ları olan niyzenIere dönecekIer. Hak teaIa onlarün iç köklerinden nefes rüzgA-
rını estirip, çanlar gibi neylere dokundukıa her birinden nefis sesler çıkacak,
işıkların ruhları ondan mest olacaklar. Bu s0retle beden makberelerinde
cennet-i'6cile zevkleri ile lezzetlenmişken,
1
=-- * ı,s<.lı ,t ",*i" i:.,:ıı r;Üı ; jı;p
sadisı ve Avizı yükselir ve bu şevk ve zevkten yeni bir hayat bulup derhal me-
zarlarından kıyam eden mevtilar gibi ellerini yere urup kıyama gelirler ve
kıy6meli suğrAyı (küçük kıyamet) gösterirler ve lisin-ı halle:
"Ey gaflet uykusunda yatanlar| Sürun üfüIülüşünden sonra, bütün
mevtalar kabirlerinden bu şekılde kalkar ve hayar bulur" derler. "işte sen de
bizim gibi bu sürrı görür hazır ve müheyyA olarak kıyamet-i kübrA (büyük
kıyamet) için tedarikli oI! Vücud dairesinin merkezi olan azizin etrafını dolan,
ta ki ahirette herkes kendi kabuğuyla davet kılındığı zaman sen de Hüdi'nın
makbulü olan yolda davet olunasın!"

1 Müddessir süresi, ayet 8 l0: "Sİra üIürü]diiğü zanrat] var ya, işte o 8ün zoı,Iu bir
8ündür. Kafirler için (hiç de) kolay değildir."
M AFlF TEKTAş

5. Bu mukabeleden devr bitince geri dönüş sırrını bildirip ahiret


ahvAline işaret ederler. Bu devr tamam olup şeyh ortadan çıkrp makamına ge-
lir ve ikinci devre teveccüh olundukta, başlangıç ve varışın sırlarına, 1lemiır ve
6demin zuhuruna işalet ederler. MeMe've me6dın (başlangıç ve vanşın) sımnı
bilmek için mukaddime olarak bazı izahat vermek lizımdır ki fukaranın
ahv6linden ve erkdnından bu min6nın anlaşılması kolaylaşsın.
6. Bu nıukaddime şudur: Süfi şeyh]eri derler ki; "Bu vücud, vüc0d-ı
devriyedir" Meseld Cen6b-ı Hakk\n birliği bir nokta farz olunur. Bu Alern ve
adem bu nokıadan başlayıp tamamlanan bir daire gibi temsil edilir. Noktanın
sağ tarai zuhür 6lemi sııl tarafı batün alemi nsavvur olunur. Noktanın mukabil
tarafına insan menebesi denir. BinAenaleyh 6lem ve 6dem nokta-i z6tın tece]li-
sinden zuhura gelip viicud dairesi üzerinde seyr ederek; "Halk olduğıınuz
yere döneceksiniz" mAııisınca geldiğı madene Ve ayrıldığı noktaya doğnılup;
" Küllii
şq"in yerci'u ilE aslihi" muktezAsınca "ve ileyhi'l-ııııısir" mücit,ince
aslıııa yasıl olur. cümle Alem ve 6dem bu mevhum hat üzerinde misafirdir,
|6kin, cüınlesi başlangıcını ve varacağı yeri bilmez. Bunu bilenler peyganıber-
ler, evliyı ve ariflerdir.
7. Bu enbiya, evliya ve arif'ler de iki kısımdır:
Birisi ta hakikat noktasından başlayarak ruhu nasıl seyretti ve bu insa-
niyet Alemine ne kadar mertebeden geçerek geldi, iırsan olmadan evvel btınları
bilir. Diğer bir kısmı ise hakikat başlangıcından ruhunun nasıl zuhur el iğini
ve bu zahiri ileme gelinceye kadar ne mertebelerden geçtiğini bilmez. Likin,
insaniyet Alemine geldikten sonra ona bir ilim gelir ki bu da bir başlangıçtan
zuhur edip bu Aleme geldi ve bunda dahi kalmayıp ona gidecektir. İşte bu
kısım, evve]6 ilimle bdtın ıaratlndan kalbin ve ruhun mertebelerini geçerek seyr
eder. Nihayette hakiki başlangıcını bulur. Bu sırrı bu|duğu zaman Hak tea]a
ona isim-i sel6mla tecelli eder. O zaman bir ilim zuhur eder ki bu nüertcbeye
ilme'l-yakin denir. Bundan sonra, rüh-ı hakiki menbaından nasıl zuhur etti,
akıl ve ruh mertebelerini, felek|eri ve anisırı nasıl geçip ınsan mertebesine
geldi, bazı enbiya ve evliya insan olmadan evvel bunları bildikleri gibi, bunlar
da cümle mertebeleri bu devrde ayne'l-yakin olarak müşahede ederler ve in-
san mertebesinden hakiki baş|angıçlarına varıncaya kadar bütün kalp ı,e ruh
mertebeleriıri geçip bu defa ayne'l-yakin ile başlangıca vasıl oIurlar, Cendb-ı
Hak bunlara ism-i se]dmın tesir ye tecellisini bildirir. Onlara hakka'l-yakin
nurunu bahsedip bu nirı ilihi ile bunlar bıdiyet-i vücuddan nihayete varın-
caya kadaı devr ve seyr ederler. Seyrleri başlangıç noktasına vardıkta,
MlNHAcU,L-FUKARA,NlN ozu 45

başlangıçla varışı bir görür[er. Ahiri evvelin aynı bulurlar. B6tını zahirin aynı
olarak görürler. 8 ;Jl Jl jpi Ju makamı ne imiş bilirler ve hakiki miraca
ererler.
8. Velhasıl bu mukaddimeden maksud olan şudur:

Şeyhler, yukarıda bahsi geçen bu devrleri ve sırları talip olanlara anlat-


mak için temsil tarikiyle hareket ederler. Meseld kimisı Cendb-ı Hakk'ın
birliğini bir noktaya benzetir. Bu nokta süratle hareket eylerse daire şeklinde
görünür ama bu daire tamamıyla hayalidir. Vücudu yoktur. Daire şeklinde
görünen yine bu noktadan ibarettir. Bir perger ile çizilse evvelini sonuna
ulaştınrlar. Noktanın sağ tarafı zuhur 6lemi, sol tarafı iç llemi (batün alemi) iti-
bar edip sırları bunda gösterirler.

9, Pir hazretleri bu sırları iyinde gösterir: Şeyh gelip makamında durur.


Ve vücudun başlangıç noktasını temsil eder. Sol tarafı bAtın Aleminin
nümunesidir. Fukara o taraftan zuhula istidat gösteren tek tek ruhIaI gibi ses-
sizce ve hareketsiz gelip vücudun başlangıç noktası olan şeyhe yaklaştık-
larında ellerini göğüslerine koyarak ta'zim ederler. Şeyhin sağ tarafına geç-
mek ve herkes kendi isıidadınca o tarafta vücudunun merkezi üzerinde
dönmek hususunda lis6n-ı halle izin isterler. Hakk'ın kiim makamı olan şeyh
bunlara sır lisanıyla "dön!" emrini verir. Onlar da vücutlarının merkezi
üzerinde döne döne, adım adım ve menebe mertebe Seyrederek zuhur ta-
rafındaki yarı daireyi geçeıler. İnsan mertebesini temsil eden mecazi şeyhe
vasıl olurlar. Tarikin şartı mücibince orada kalmayarak adım adım dönerek ha-
reket ettikleri noktaya dönerler, Yani sol tarafı da geçerek baş|angıç noktasına
gelirler. Bu defa Hak teAlA'nın makamına kiim olan şeyh bunlara Hakk'ın
sel6mını tebliğ edip ism-i selimın sırrını bildirir. Şeyh bir kaç adım makamın-
dan ileri gelir ki bu da menAzileye işarettir. Menazile şu demektir: Kul, kendi
Vücudundan fen6 (yok olma) makamına tenezzül edel, Cenib-ı Hak da
seldmıyla ve rahmetiyle kulun makamına yaklaşır. Bir hadis-i şerif vardır:
"Gecenin üçte biri geçtiği zaman Cen6bı Hak dünya semasına iner ve: 'Bir
şey isteyen yok mu?' diye sorar." Demek ki kendi mertebesinden çıkıp Hakk
rcala tarafına doğrulan Aşık, hakikat merkezine yaklaşmış olur. Cen6b-ı Hak
da kudretinin ve istiğnaslnln yüksek mertebesinden lütuf ederek o 6şıka yak-
laşır. İşte şeyhin kendi makamından ayrılıp selim verdiği yere menAzile maka-
mı derler.

8 Necm süresi, nyet 9; "Birleştirilmiş iki yay arası kadar. hana dahı da yakın oldu."
46 AFiF TEKTAş

Böylece birinci devr nihayete erdi, Yukarıda 5. fıkrada zikr olunan m6-
niya uygun olarak ikinci devre başlanır.
lO. İkinci devrde, birinci devre nazaraır daha ziyade hararet, vecd ve iç
6leminin coşması hasıl olur ki, bir çoklarını (ayne'l-yakin) menebesine eriş-
tirir. Bu devr de bu haletle bittiği zaman Hakk'ın halifesi olan şeyh. mürid]ere
minA yüzünde olan Hakk!n seldmını ve O'nun esrArını bi|dirir.
l 1, Bu selimdan sonra üçüncü devr baş|ar. Bu devrde artık herkesin
mertebesine ve istidadına göre istiğrak başlar. "Nereye dönerseniz Allah'ın
cem6li vardır."9 srrrı ekserisine hakka'l-yakin ve bir çoklarına da ilme'l-yııkin
ile yüz gösterir. Bu devr de bittikten sonra şeyh seldma başlar ve menAzile
makamına gelip üçüncü sel6mını tebliğ eder.
l2. İşte bu üç kere devr etmeniır ve her devr sonunda üç kere seldmın
sırrı budur. Bu tarikatte arif olan bu incelikleri ve nükteleri bilme]i, bu haki-
katlere ve işaretlele 6g6h olmal.
Bu dönüşlerin ruınuzlarından biri de budur ki mevlevi fukarasının sü-
l0kları devriyedir.
Zahirleri devr eylediği gibi iç aleminde de devr ederler, yani tarik-i
müstatile sahip|eri gibi değillerdir,
Zira Hak talipleri iki kısımdır:

- Bir hsmı biliğ olduktan ta ölüme kadar şeriat ve [arikatte kalırlar. Ru-
hani ve cismani her ne mertebeye erseler, Hak te6li'yı O'ndan hariç biiirler ve
tenzih ederler ve Hakk'ı kendilerinden daha a'lA mertebede yahut büsbütün
mertebesiz sanırlar! uZun uzun talep kılarlar. işte bunlara tarik-i müStati|e sa-
hibi denir.

- Diğer bir kısmı ise CenAb-ı Hakk'ın inayeti ve mürşidin himmetiyle


talika sülok ettiğinde vahdeıi vücud ona keşfolur. Her ne mertebeye ererse
en;in "Nereye dönerseniz Allah'ın cemali vardır." sımnı bu]ur. Her makamda,
her yerde ve her şeyde Hakk'ın tecellisini görür. İşre bu kimselere tarik-i dev-
riye sahibi denir. Bunların sırları, Hak'tan Hakk'a, Hak'ta ve Hakk'la beraber
olur. Cen6b-ı Hakk'ın her şeyi kapladığını bilip gören kimsenin müşahedesi
de sülOku da devriye olur.

9 Baka.a saresi, ayet l 1_5


MINHAcU,L-FUKARA,NIN oZU

Bu devrin bir sırrı, bir nüktesi de budur ki: bütün zaman, mekdn ve
cihan hep dönüş halindedir. Vaktin azlığına ve çokluğuna zaman diyoruz.
Hak teala semalarü ve arzr yarattlğündan beri bu heyet üzere dönüştedir. Zama-
nın devrinden dön mevsim de dönmektedir. zamanın devri feleklerin devrin-
den hasıl olur. Her bir feleğin de ayrı devri vardır. Her felekte olan yıldızlar bir
türlü devr eder. Ay gün, gece gündüz hep devrdedir. Felekler gibi melekler de
devrdedir, SAlikin de bu devri zahirde tarik olarak seçmesinden tabii ne ola-
bilir? Bu devrin bu kadar sırları ve nükteleri bulunmasından başka pek çok da
faydaları vardır. Bu zikr olunan nükteler ve sırlardan başka nice nice gizli
sırlar vardır ki onlann anlatılması bu esere sığmaz.
iKiNci KIsIM
"Şeriatin Sırları"

Birinci Bab: Tarikate Girdikten Sonra Şeriatin Başlangıcında


Ne L6zım Olur?
Niyet: Bir işe başlandığında halis niyetle niyet eylemek lAzımdır. J nsan
neye niyet ederse ona yası] olur. Bir hadis-i şerif vardır ki; "Hicret A]lah'a
doğnı olursa, Allah'a vasıl olunur. Dünya için hicret eden ise dünya malına
veya zevceye vasıl olur,"

Niyet, kalbin bir işe azm ve kasd eylemesine derler. S6like lizım olan,
ibadette ve hizmette maksadı dünya sebeplerinden ve nefsin paslarından
yıkanmış ve temizlenmiş olsun. Zira ibadet ve hizmetin kabulü, niyetin halis
olmasrna bağlıdır. Herkesin niyeti ne ise akıbet onu bulur. Yukarıda bahsi
geçen hadİs-i şerifte de Hazret-i Resül: dJ]_,-!r u Jl .-F+ buyurdu. Yani
neye hicret edersen ona vasıl oluısun, Hicret iki kısımdır. Zahiri, m6nevi.
Zahiri hicret; Bir kimsenin vatanından Allah nzası için ve Peygan,ıber'e
itaat ederek ayrılması rlemektir.

Mdnevi hicret: Bir kimsenin men edilen şeylerden ve günahlardan mu-


haceretine derler. Hadis-i şerif: "],J\ uç |' rsa:r,-::$1 Yani. Allah'ıı men
ettiği şeyden muhaceret eden kimse muhacirdir.
Muhaceretin niyetle münasebeti nedi r?
Bir kimse ki vatanından ayrılması veya hevd-yı nefsinden aynlın:sı Allah
rızası için ve peyganıbere itaat içindir, onun hicreti Allah'a ve Resüluli6ha
varır, Allah ve Peygamber nezdinde makbul olup mükifatını bulur, Bir kimse
ki hicreti ve niyeti dlinya devleti veya bir kadın içindir, onun da nıuhııcereti
dilediği şeye varır. Allah'ın indinde ona mükAfat yoktur,
Hulusi niyet: Silik, ibadetine ve hizmetine karşılık gerek şimdiki haya-
tından gerekse ahiretıeki safidan, cismanl ve ruhani her ne ise hiç bir şey iste-
memeli. Hizmeti ve ibadeti mutlaka Cenab-| Hakk'a müteveccih olınal, Yani,
MINHACU,L_FUKARA,NlN oZU 49

Cen6b-ı Hakk'ın cemAlini talep eden kimse, iyi işler işlemeli, ve işlerinde riya
ve lekeden eser bulunmamalı. Beyddvi hazretlerine göre halka iki yüzlülük
etmek veyahut Rabbinden karşılük talep etmek, Rabbisinin ibadetine ortak
kılmaktır. Demek ki dünya ve ahifetten ecir (karşılık) istemek, şirk-i hafidir
(gizli bir onaklıktır). Onun için Hazret-i Peygamber; "Dünya ahiret ehline
haramdır. Ahiret dünya ehline haramdır. Her ikisi de ehlullaha haramdır."
buyurmuşlardır.
HülAsa sAlik bu tarika girdikten sonra hulusi niyyete muhtaçtır ki
minevi hayat bulabilsin. Şeyh Hazretleri Fütohafta niyeti, nebatlalı can-
landıran suyu getiren buluta benzetir. Yeryüzü bulutun yüzünden, cisim ruh
yüzünden hayat bulduğu gibi, yapığımız işler de niyet sebebiyle hayat bulur.
Bunda da hulis şarttır. Ancak kem6l-i hulis odur ki, yapttğın hizmet ve ibadet
göZüne gözükmesin. "Hizmet ve taatin kabuIü, ancak o hizmet Ve taati unuC
makla ve gözünü onlardan ayırmakla olur." Halkın sana iltifaı, medih veya
zemmetmesi senin için müsavi olmalı. Hadis-i şerif vardır ki: Halkın ne
dediğine ehemmiyet verenin imanı kimil olmaz. İbrahim Edhem hazretleri
şöhreıten kaçmak için Mekke'de kendisinin İbrahim Edhem olduğunu giz-
lemiştir. Zaten evliyaullah ilk zamanlarda daima sak]anır, adeta sinerlerdi.
lizım olan iyi huylardan birisi de sükuı
Susmak: Talibe ilk zamanlarda
tur. Yani gönlünü mAldyaniden, yani boş şeylerden kesmektir. Mil6yani,
kendine ldzım olmayan sözü söylemek, kuru yere lakırtı etmektir ki ne öğren-
mek veya öğretmek için, ne din ve dünya icabı oIa, hatta hayür da söylemeyip
sözü boşluk veyahut fenalık getire. Mümin olan kimse bu türlü sözleri terk
etmeli. Hadis-i şerif: "Mümin olan ya hayır söylesin veyahut sussun." Yine
Hazret-i Peygamber: l0 Ç ,:-_" ı. buyurdu. Zahiri ve mdnevi beldlar ek-
seri insanın dilinden gelir. HazreÇi Mevl6na da sükut hakkında Mesnevi'nin
bir çok yerlerinde işarette buIunmuştur. Sükutu pek sevdiğinden bir mahl6-
sını " hEmiış" olarak seçmiştir.
Sül0kun i|k zamanlarında dervişe susmak ve sade kulak kesilmek ge-
rektir. Çocuk da böyle değil midir? Söz öğreninceye kadar sadece dinler. Söz
taraflna kuIaktan gidilir. Söz afet]erinden kurtulduğu ve söz söylemeye Al-
lah'ın rızasıyla k6dir olduğu ve Cendbı Hak'tan söylemeye izin verildiği vakit
ne kadar söylese caizdir. Allah teAlA indinde izne kavuşan sözün tarifi budur:
"Lill6h ve fillih ve meallah." Yani, "Allah için, Allah indinde ve Allah ile"

l0 "Kim susarsa kunuluşa erer."


50 AFIF TEKTAŞ

söylemektir. Söz, Cen6b-ı Hakk'ın velilerine bahş ettiği azim bir mucizedir.
Allah nzası olmayan sözden çekinmek s6lik için en liizumlu bir şeydir.
Oyun, eğlence (la'bun ve lehvun): Dervişe l6am olan bir şey de, boş
oyun ve eğlenceden çekinmektir. Satranç ve tavla gibi oyunlar sülOka mani-
dir. Avama mübah olan şeyler ehl-i tarika haramdır. Hazret-i Şems satranç
oynamış diyorlar... Bir kAmilin, nefis mertebesinde olan bir kimse ile kıyıısı
caiz olmaz, Onlar ermiş kimselerdir. Onlarla başkaları bir tutulamaz,
Kahkaha: Dervişliğin iddbından biri de kahkaha ile gülmemek, 16zım
gelirse yalnızca gülümsemektir. SAlik, gözü yaşh, seher vakitlerinde uyanık.
sabah zamanlarında tövbe ve istiğfar içinde olmalı.
Seherde uyanıklık: Mesnevi'nin bir çok yerlerinde tenbihler vardır:
Uyuma, az uyu, seherlerde tövbe ve istiğfar eyle... Seherde kalkmanın faydası
ve esrArı pek çoktur, Uyuyakalmanın da zararı çoktur. Hazrcri Ali: "Nııv-
mü's-sublıı yemna'u'r-rılk6" I t buyurdu.
Rızık, zahiri de olur, m6nevi de olur. Sabah uykusu her ikisine de mıni
olur. Hak teala seherlerde uyanık olan kullarının kalplerine tecelli eder Ve ()n-
dan haberdar olur. Tarikatin şarıı, gecelerde uykusuz olmak ve gecenin üçte
birini dua ve yaJvarma ile geçirınek ve geceleri böylece can]andırmanın zev-
kini ve ]ezzetini, evliyanın bulduğu gibi bulmaktır. Miiteheccid olanlar (gece
uyanık olanlar) CenAb-ı Hakk'ın uzaklaşmasından ve cezasından korkar]ar.
O'ntın rahmetini ve ona kavuşınak saadeıini rec2 için uyanık dururJar.
Aşıklara yakışan uyanıklıktır. Sevda ile uyku bir araya gelmez. Ebu'l-Muğis
yastığa bile dayanmaz ve yanl üzerine de yatıp uyumazdı. Uyku üste gelJrse
başını dizleri tizerine koyar da uyuklardı. Eğer yatarsanüz yatmanın edebini
gözelinjz. Yani kıbleye ka§ı veyahut mümkiin olmazsa sağ ıaraf üzerine bes-
mele ile sağ eli yüzüne koyup bildiğiniz. duaları ve ayetleri okuyarak yatınız ve
taharet üzerine yatınız. Ayaklarınızı uzatmay:.[:,lz. Sırt üStü yatlp ayak uzatn,]ak
caizdir, ölüye benzediği için...

Ikinci Bab: Taharetin (Temizliğin) Sffreti ve Hakikati


Taharete (temizliğe) zahiren ve bdtınen devamlı bulunmak s6lik ıçin
16zım ve vaciptir. Zahiren ve bitıı,ıen rızkı geniş olur.
Zira rızkın genişlenresi

II "Sabah uykıısu nzka mAnidir."


MINHAcU,L-FUKARA,N lN ozU 5l

zahir ye batün temizliğine bağlıdır. Hadis-i şerif: "Temizliğe devam et, rüzkü
aItınr. "

Taharet, temizlik demektir, Zahiıi ve batıni o]ur. Rtzk, nimet demektir. O


da zahiri ve b6tıni olur. Demek ki zahiri temiz tut, zahir rızkın çok olsun. BXtı-
nını pak eyle, b6tın rızkın geniş olsun. BAtını şirk ve hatadan temizleyen,
imandır. Onun için Peygamberimiz: "Taharet imanın yarısıdır." demişlerdir.
Allah teil6'nın sevgili kullan, içi dışı temiz olan kullarıdır. Cenab-ü Hak, töYbe
edenleri ve temiz olanlan sever, S6lik zahirini ve b6tınını pak kıImayınca Hak-
k'a yaklaşamaz.
Taharet iki kısımdır.

l. Müminin elbisesini ve bedenini pislikten temizlemesidir. Şeriat ki-


taplarında yaz mış olduğu gibi.
2. Ruhu ve ka]bini kötü ahlaklardan ve mdsividan pak eylemesidir,

İmam Kuşeyri hazretleri: "Bedeni su iIe, kalbi nedametle, haya ile,


korku ile tathir et!" buyurdu. İnsan kalbi, Hüd6'nın nazargAhıdır. Yani Cen6b-ı
Hakk'ın nazarı kalbedir. O halde sAlik kalbini m6siv6dan şeytani fikirlerden,
nefsani hevidan ve dünya sevdasından pak kılmalı ta ki Hüd6'nın mazharı ol-
maya liyık olsun. Hazret-i Allah Peygamberimize: "Elbiseni temiz tut!"I2 bu-
yurdular. BeydAvi'ye göre bu demektir ki: "Ya Muhammed, nefsini kötü huy-
lardan ve kötü fiillerden temizle." Burada elbiseden murat, nefisleri veyahut
peygamberlik elbisesi olsa gerektir.
Taharetin dört mertebesi vardır:
l. Zahir pisliklerden temizlemek
2. Azi-yı bedeni günahlardan pak kılmak

3, Nefsi ve kalbi kötü sıt'atlardan ve huylardan pak kılmak


4. Sını mdsivallahtan pak kı|mak (enbiya ve evliyanın tahareti budur)
Zahir kirlerin ve pisIiklerin temizleyicisi sudur. Cürümlerin, zelil fiille-
rin temizleyicisi taat Ve ibadet Ye hasenattür. ü]JÇ_Jıj;! .rı. Lı ;ı Her
kötülüğü bir iyilikle ortadan kaldırmakla veya tebdil eylemekle de taharet
kılınır. Bunlar o tövbekAr]ardır ki bunların kötülüklerini Cen6b-ı Hak iyiIiğe

l2 MüddesIr so.esi, ayel 4.


l3 Hud s0resi, ayet l l4: "iyilikler k6tü!iikleri(8unahları) giderir,"
52 AFIF TF.KTAŞ

tebdil eyler. Ayıp ve günah karşılığında daima tövbe ve istiğfar eylemelidir,


Zlra tövLıe ve istiğfar günahlan ıemizler.
Ama sını ağyardan ve masivadan, yani Cen6b-ı Allah'tan maada şeyler-
den tathir eden ilm-i tevhiddir, yani kendini fani kılan ve Hak]a b6ki o]an
kimsenin mertebesidir. Eğer vücud bakiyyesi kalmış ise, hakiki temizlik ta-
mamlanmamlş demektir. Sadık olan Aşık, sırrını göz yaşıyla ve kanıyla t6hir
kılmazsa, ıramazı dürüst olmaz. Aşk ve muhabbet çeşmesinden abdest alnıa-
yan ve dört terk tekbirini hlmayan kimsenin can yüzü hakiki kıbleye doğrul-
muş sayılmaz. Dön terk dediğinıiz şunlardır:
Terk-i düny6 (düıyayı terk), terk-i ukb6 (ahireti terk), terk-i hesti
(Vücudu terk), terk-i terk (terki terk).

Sırrın temizliğinin şartü işte budur. Eğer slrrını tathire kudretin yoksa,
ahl6kını temizle ki, sırrın taharetine yol açar. Ah|6k temizliğini elde edeme-
dinse, uzuvlarını temizle, bunu da yapamadınsa, zahir taharetine devamlü o] kj,
batıntna kuvyet verip ışık saçar. Zira zahir işler. b6tına tesir eyler. İnsanın zahi-
rinden bAtınına ve b6tınından zahirine geçit vardır. "el-Mü'minü l6-yencisii"|4
diyerek, battn temizliği elde edildikten Sonra Zahir temizliğine ne lüzunr vardır
neticesine varmak ne kadar hatalıdır,., lila "g.-\Ehirü ünvanü'l-bö.tın" |5.
Taharet, lügat man6sı ile mutlak temizliğe derler. Ama şeriatte bazü uzuvl;tnn
guslüne derler ki, bundan maksal abdest almaktır. Mümin, daima abdestli
olmalıdır. Abdest müminin sildhıdır. Zira şeytan ve nefs düşmanlık edemez.
Abdestli olan kimsenin ölümü gelse, şehit sayılır ve elem ve ızdırap da gelnıez.
Cesette dahi taharet olmasa, namazı makbul olmaz. Abdesti olmayan insanın
da namazı makbul değildir. "U salate illE bi't-tuhfrr"|6. Silike tahıret
vaciptir. AMestin AdXbı malumdur. İsIamın beş şanı vardır: Bunların ilki keli
me-i tevhittir.

Üçüncü Bab: Kelime-i Tevhidin (LA ilAhe illalIAh), İsm-i celilin


(A|lah) ve İsrn-i hüvenin (hü) Faziteti ve Esrirı
Hadis_i şerif; İslAın beş esas üzerine bına lo]ındı. Kelime-i şehadet, na-
maz, zek6t, oruç, hac. Evvela kelime-i şehadetin fazilet ve esr6rını tetkik ede-
lim:

L4 "Müm,n pis değildir."


l5 "Düş 3örünüş batünün ünvanldtr."
16 "Abdestsiz kılınan namaz kabul olunmaz."
MiNHACü,L-FUKARA,NlN öZü 53

Bir kimse "li ilAhe illallAh" derse, bütün batll ilahlarü onadan kaldtrür.
Hak olan mabudu ispat edel. Tevhit dairesine dahil olur ki, Allah'ın kalesidir.
Şirkten (ortaklüktan) ve küfürden kurtulur. Eğer hakke'l-yakin ile Allah\n vah-
detini müşahede ederek, bu kelime ile ve rnüşahede yoluyla bütün mAsivAyı
yok edene, gizli şirkten ve gizli küfüIden kurtulur.
Tevhid-i ildhi halkı şirkten ve Allah'ın azabından korur. Onun için ke-
lime-i şehadete kelime-i himayet der|er. Kelime-i şehadet Hakk'ın tevhidini
beyan eylediği için cennetin bedeli oldu.
Kelime-i tevhidin fazi]etlerine ve esr6rına nihayet yoktur. SAIik bu keli-
meye devamlı bağlı kalmalı ki, vahdetin ışıkları içine doğsun. Kesretin ve
ayrılığın karanlığı kaybolsun. Bir mertebeye erer ki Allah'tan gayri bir şey
görmez olur. L6 i|6he illaldh derken: LA mevc0de illallah der ki, hasların
hasının tevhidi de budur.
Zikr: "L6 il6he illalldh"... Sen (l6)dan geçmeden (hüve=hi)ye geçe-
mezsin. Bu kelimenin sair ke]ime]erden daha yüksek olması şundan ileri gelir
ki, il6hi vahdeti bildirir. Bu büyük kelime ile devamlı olarak Hakk'ı zikreden
sAlik, m6siv6nın paslarından temizlenir ve kalbinin aynası cil6lanır. Görücü
oian gözünde artık zikr eden i]e zikr edilen birleşir. Keslette (çoklukta)
vahdeti (ekliği) görücü olur. Zikr dediğimiz budur, Yoksa hakikati bilmeden
bir çok kere aynı şeyi tekrarlamak gafletten ibarettir. Zikri zikr edilenle
birleştirmelidir. Gerçi bidayette, zikr eden, zjk edilenden kendini uzak bulur.
Ama vahdeı nuru zuhur edip, hikmet beşeriyeti aydünlattığü zaman görür ki,
zıkr eden. zikr edilen ve zikr hep aynı nur imiş.
MAsivAdan kalbi pak eylemek (yani Allah'tan gayri her şeyi kalpten
çıkarmak), Allah'ı zikr etmekIe olur. A]lah isım]erinden her hangisini zikr ey-
lesen, ona zikr denir. LAkin esm6-i ilAhiyyeden cümlesine nazaran bazı
şeyhler (efdalü'z-zikr: Ld ilihe illal16h) deyip kelime-i tevhidi tercih ederek,
bunu iç alemlerini pak kılmak için en iyi yol olarak seçmişlerdir. "L6 il6he
iIlallah" hem nefy hem de ispat kelimesidir, bütün esma-i ilAhiyye bunda bu-
lunur demişlerdir. Bazl büyükler tarikatlarınü esma-i ildhiyyenin usolü üzerine
tertip ederek esrArı bulmuşlardır. Bazı muhakkikler ve kimiller ise yalnız Al-
Iah ism-i celiliyle yednmişlerdir. Şeyh-i Ekber hazretlei Ftitfthölta: "|,A ilihe
illall6h derken ortada kalırım, yani Cenib-ı Hak nefsimi alıverir diye korkarüm.
Onun için yalnız 'Allah' derim." buyuruyorlar. Hazret-i Mevlina da diğer
esm6-i ildhiyyeye nisbet büyüklüğü ve şerefliliği sebebiyle ism-i Azam olan
"Allah"l tercih etmişlerdir, Zira "Allah" ismi, zat ismidir. Ve bütün sıf6t-ı il6-
54 AFlF TEKTAş

hiyyeyi içinde toplar. Diğer esmO buna sıfat o|ur, "AIlah" ismi ebedi nıevsuf-
tur. Bu isimde olan kemal diğer esm6-i il6hiyyede yoktur. Bütün isımlerin
m6n6sı bu ismin içinde vardır, Bütün Kur'An bu ismi tefsir eder. Es6s-ı tevhid
bu isme dayanır. K6fir imana geldikte, bu ismi zikr eder. Bu isim düııya
yüzünde zikr edildiği müddetçe kıyamet kopmaz.
Fukara gece gündüZ ıekyede hep bir yere toplaşıp yüksek ses|e bu ism-
i şerifi zikr ederler. Talibe de lizım olun budur ki, tarikte mutemed olan bir
ha]ifeden bu ism-i şerif için izin istesin ve kendi kendine temiz abdestle üç
bin kere zirk etsin, ta kalb zikine ve kalb zikrinden de sır zikrine erinceye ka-
dar.,. ondan sonra dil ile zikr etmese de olur, zira artık bu mertebede kendisi
zikrin aynı olur.
İsm-i 6zamın bir sını da budur ki, diğer esmd-i i16hiyyenin hangi harfini
onadan ka]dırsan mAnisı değişir, Halbuki bu ism-i şerifin hangi harlıni kaldı-
nnan geriye kalan harflerde aynı m6n6 doğru olarak kalır:
Allah, lillAh, lehü, h0. (Hüve) lifzında (vav) fazladır ve sonradan 6rız
olmuştur. Nitekim ikili ve cemi sigalarında (hümi) ve (hüm) deniı. "Al]ah"
lAfzında ası] ism-i Hak (hO)dur ki, gaybde olan hüyiyetin ifadesidir. İsm-i
Hak (hA)dır. (H6) veya (hü) veya (hüve) denilsin, mAnAsı (AIlah) demektir
Tarikatimizde kelime-i tevhid ve ism-i celile ve ism-i hüve zikr oIunur.
İsm-i Celdle her gece ve her gündüz zikr olunmalı. Derviş kendi kendine bu-
nunla meşgul olursa çok mertebelerden geçer, Mevlina hazretleri ekseri va-
krtlerde k6h ism-i celdleyi k6h hüve ismini tekrarlaldı.
Zikri terk eden silikin [ikri donar. İç safası azalır, k:ılp gözü görmez
olur. Şeytanln ve nefsin musallat olması ve galebe eylemesi de zikr ııok-
sanından ileri gelır. Hak teAl6 üç şeyi büyük telakki eder: Bır znt-ı şeıifidir ki
(Allahu ekber)dir. Diğeri latif olan rızasıdır ki (rıdv6nullahu ekber)dir.
Üçüncüsü de (zikrullah)tır. Allah'ı zik eylemek en büyük bir nimettir ki, her-
kese nasip olmaz.

Dördüncü Bab: Namazın Esr5rı ve Adabı - Namaz


Kı|mayanların Kusuru ve Perişanlığı
"Namaz, farz olan ibadetlerin en büyüğüdür (tevhitten sonra). Hak
teala'nrn tevhitten sonra halkına farz ettiği şeylerin en makbulu namazdrr."
(Hadis-i şerifl)
MlNHACU,L_FUKARA,NIN ozU 55

"Eğer namazdan daha makbul bir şey olsaydı, meIekler CenAbı Hakk'a
onunla ibadet ederlerdi. Meleklerden bazısı rükuda, bazısı secdede, bazısı kı-
yamda bazısı da ka'dededir." (Hadis-i Şerif)
Namaz kılan bunların dördünü de toplamıştır. Namaz, ibadetlerin en
makbulüdür ve imanın alAmetidir. Allah'ın bir nurudur ki, onunla karanlık
gönüller Iştğına kavuşur. Namaz hakkında bir çok hadis-i şerif vardır:
"Bir kimsenin kalbine nurdur. Allah isterse onu nurlandırır."
"Namaz cennetin anahtarıdür."
"Namaz dinin direğidir, onu diken dini diker, onu yıkan dini de yıkar."
sAlik namazı nasıl terk etsin ki, müminin miracı namazdır. Gözünün
nuru namazdır. Namazın aşağı mertebesi: Allah'ı görür gibi veyahut Allah seni
görür gibi namaz krlmaknr.
Namazın yüksek mertebesi: Hazret-i Ali'nin buyurduğu gi6il "Lem
a'bud Rabben lem erohu" - "Görmediğim Allah'a ibadet etmem" Bağsız, teş-
bihsiz, keyfiyetsiz, kemiyetsiz, basiret ve sır gözüyle Hakk'ı müşahede eı
mektir. Zira Cenib-ı Hak namazı kuluyla kendi arasında taksim eylemiştir.
Kul Haki'a hitap eder, Hak dahi kula hoş sözlerle mukabele eder. Kulun hi-
tabı zahirdir. Hakk'ın sözü gizlidir. Herkes onu anlayamaz,
Hadis-i kudsi: "Ben namazı taksim eyledim, benimle kulum arasında;
yansı benim, yansı da kulum içindir."
(el-Musallt yunEct Rabbehu) "Namaz kılan A|lah'a münacat etmek-
tedir." mAn6sınca namaz kılan her vakitte Allah'a münacat Ve hacet|erini arz
ederek, Hakla konuşmaktadrr. O halde, Hak huzurunda büyük bir huşu ha-
linde olma|ı, sağa sola iltifat etmemeli, kalbi Hak'tan gayriye katiyyen gitme-
melidir.
Hadis-i şenf: "Bir kul namaza durdu mu, artık Rahminln önündedir."
Namazda huşusuzluk, kalbin huzuru olmamaktan ileri gelır. (li sahte
illE bi-huziıri'l-kalbl) "Huzir-ı kalble olmayan namaz sahih olmaz."
Ta'dil-i erk6n (Namaz usüllerine uymak) ve taz im olmaksızın yatıp kal-
karak namaz kılanlara Hazret-i Peygamber (eşerri n6s) halkın en kötüsü bu-
yurmuştur. N6sın hırsızlık noktasündan en fenası namazdan hırsızlık edendir.
Yani zevksiz ve tenbellikle namaz krlar. Bir haz duymaz. Bu kimseler kurtuluş
yüzü göremez. Namazı gönül alçakhğı ve zevkle kılan|ar ise Al|ah aşkından ve
muhabbetinden nasip alan müminlerdir.
56 AFiF TEKTAş

ü7, urriÇ f-i,)ü- J, ı+..]


jJü
- ,

Sadık olan işık, beş Vakit namazryla Allah'ının hizmetine Ye ibadetine ve


maşukun müşahedesine Ve mükalemesine her an hazr olur. Bir vakit nan]aZ
kıhnca hemen ondan sonraki vakti beklemeye başlar. Mahbubun davetine,
onun müşahede ye münAcatından lezzet aldığından dolayı koşar. Böyle bir
bekleyiş içinde bulunan ve en bdyük haz ve lezzeti namazda bulan Aşık daima
namazda sayılır. Bunlann namazına salat-ü daimün denir.

"AşıkEn ra fi saLa n daırııan"lts bu demektir. Yoksa, biz daimi tlak


müşahedesine erdik, bu beş vakitte miişahedeye ihtiyacımız kalmadı, denıek
değildir. Peygamberimize itaat şarttür, A]lah teala; "Söyle e),Resül, 'Allıh'ı
seviyorlarsa bana tabi olun ki Allah'a muhabbet hasıl olsun.'de."l9 buyurdu.
Eğer bir silik Cen6bı Hakk'ın emrine isyan ederken muhabbet dayasını ileri
sürerse, yalancı ye inatçüdlr, Zira günahta ısrar eylemekle AlIah'ı sevmek bir
arada olamaz. Hem mahbubu sevmek hem de emrini yerine getirmeınek ol-
maz.
Bu vaziyete düşenlerin çoğu şeyhlerin sırlarını bilmediklerinden ve
hakikati anlamaya da muktedir oImadıklarından işin zahirine bakarak hataya
düşerler ve kendi dostlarını da beraber sürük]erler.20'ısi-;, J'Ja- J
^!
demek, halka izafe edilen işlerin hepsini meydana getiren Allah'tüI, demektir.
"et-Teyhiılü iSkaıij'l-izafat" demektir. Tevhit odur ki, halktan izafatü iskat
(bağlan çözüp mahv etmek) edip, h6likını Hak bilmektir. Böyle nice ince sırlar
vardır. Enbiya ve evliya vahdet sırlannın bekçisi oldukları halde bu sırları
meydana vurmayıp kulluktan başka bir fiilde bulunmamışlardır. Ey silikl
Vahdet nuruna ne kadar dalmış olursan o], şeriat hududundan ve kulluktan
ayrılma! Ta ki Hakk'ın Muzıll (azdıran) ismi ve mekkirlığı (aldaücılığ0 seni
VuSlaftan ayımrıLsın.
Bazıları da "el-fak'irü la-l,afuacü ilıı'llEh ve izE lemme'l-fakrü fe,
hüve'lldh"z| sözlerinden yanlış mOn6lar çıkarmış|ardır. Derler ki fakir, yoklu-
ğun kem6line ererse, artık kendi kalmaz ve Hakk'a muhtaç olmaz. Gayrılık

1,7
Mİ'minOn süresi, dyeı 9: "Ve onlar kl, namazlarlna devam ederleü'."
l8 "Aşlklar için oIan namazda daim olmak vardır."
l9 Al i Imran. ayet 3l,
2o saffat süresi. ayet 96.
21 "Fakir olanın Allah'a ihtiyacı yoktur. Zira fakr tamam olunca o bizzat Allah ()lur,
Allahla feni bulut,"
MINHAcU,L-FUKARA,NIN ozU 57

ortadan kalkar, Allah olur. Ölmezden evvel ölür, şeriatin mükellefliğinden


kurtulur. Hakk'a muhtaç olmayan fakir, ancak fakirliği tamam olandır. Yani
tamamıyla fdni olur, Haki'rn nuru olur. Bedeni ateşe girerse yanmaz, suya
batmaz, yemeğe muhtaç değildir. Cel6l ve cemil, gazap ve safa onun için
müsavidiı. Hakk'a muhtaç olmayan fininin süfa işte budur. Kabir ehli
olanlardan da yüz derece ziyade fani olmuştur.
Halbuki yiyip içmenin lezzetini bilen ve nefsiı hazlarıyla bedenini bes-
leyen, daha beşeriyet aleminde olan bir kimse nasıl kendini ölü sayarak nefse
izin verir ve kendinden iskat-l teklif edebilir'] Ölü mertebesine vasıl olmak ne
kadar güçtür? Bütün alem onu rezi] eylese, sopalarla vursalar, hiç ızdırap
duymayacak ve yokluğun kemal derecesine varmış olacak. Nerede kaldı ki
yüz derece bundan ileri gitsin.,. Akıl menebesinde oldukça bir kimse farzları
ve vacipleri terk edemez.

Sahihten fakır ve fini olan kimse eğer istiğrak mertebesine varsa!


Cenib-ı Hak onun elini ayağını ve bütün azasını şeriat kaidelerine uygun ola-
rak muhafaza eyler. O kimseden şer'a muhalif bir hareket sadır olmaz. Evli-
yaullah istiğrak esnasında Hak tarafından mahfuzdur, Aşıkın iradesi ve ihtiyarı
fini olduğuna göre bu mertebede CenAb-ı Hak onun kimliğini, kendiliğini alır
ve onu edebe uygun olmayan ha]lerden muhataza eyler.

Ama, bundan daha güç bir mertebe vardır ki, Yahdet nuru kesret ahka-
mıyla tecelli eder ye tecelli eylediği zatın bir taraftan vücudunu, irade ve
ihtiyannı mahv eyler, diğer taraftan da mahv eyIemez de, beşeriyetin hükmün-
de kalır. Bu mertebede sAlik hayran olur. Hayranlık en yüksek bir mertebedır.
Şeyh Şibli gibi:
Namaza durduğu anda kesret Aleminin hükmü galip imiş. Namaza
başladığında vahdet 6Iemi kendisine açılmış ve görmüş ki itaat edenle edilen,
kul ile Rab hep beraber olmuş. Eğer kendini mibuddan gayri sayıp kul ayrı,
Rab ayrı gibi namazınt kılsa, vahdet nuıunu ink6r etmiş oIuyoı. Yok eğer
m6bud ile ibid, mescüd ile s6cid, hep bir olmuş diye namazı terk eylese k6fir
oluyor,., İşte bu makamda evliya hayran kalır. Bu mertebede Şeyh hazretle-
rinin dediği gi6i: (el-abdü Rabbüıı ye'r-Rabbij abdün) der.
Ancak şunu söyleyelim ki, ehlullah katında (ld mevctııle illalhh) ndnd-
sınca hakikatte yalnız Allah vardır ki, esmi ve sıfdtla tecelli etmiştir ve bu
kesret alemi onun esma ve sıfatınln tezahürüdür. Bu takdirce kul kendinde
zuhur eden tecelli itibariyle Rab, Rab da bu mukayyed vücuttan zuhur etmesi
58 AFiF TEKTAŞ

itibariyle kul olur. Tevhit sahibinin müşahedesi bu menebeye varınca her


yerde ve her şeyde ancak ve yalnız Rabbini görür. Kesret ileminin hükmü
galip olursa da kulu mükellef bulur. Eğer vahdetle kesretin hükümleri aynı
zamanda zahir olursa hayran kalır ve "Mükellef kimdir, nasılbileyim?" der.
Bir kimse bu mertebeye varmayınca bıınu anlayamaz. Bu ahvAl ve esrd-
ra vakıf olmak dahi k6fi değildir. Bu bir vicdani halettir ki, onun içine dalma-
yan için kavramak mümkün değildir. Binaenaleyh beşeriyet mertebesinde ve
kesret dleminde bulunan irfan ehli bu nevi kemal erbabı ile kendini kıyas
etmesin!...
Hak Aşıkı olan s6lik, beş vakit namazını ihmal etmesin ve hatta cemaatle
krlsın..,

Beşinci Bab: ZekAtın Nevileri - Cömertlik - Hasislik ve Mal


Sevgisinin Fenalıkları.
Zekat, müminin borcudur. Tabi, şeriatin çizdiği nisaba malik ollnak
şartıyla. Zekit, verilmesi mecburi o[an sadakadır. İhtiyari oIan sadaka, nihayet
bir borç vermekten ibarettir. O halde, bir kiınsenin zaruri ihtiyaçlarından arta
kalan malından bir kısmını şeriatin tespit ettiği nisbetlerde, l1yık ve salih ,ılan
fukaraya vermesi ldzımdır.
sorulsa ki, tarikatimiz fakirlik tarikatidir. zek6t verecek malımız var mı
ki? Cevap şudur: Her şeyin zekAtı vardır, Zenginliğin zekatı fakire malından
vermektir. Fakirin zekitı gönlünden zengine güvenmektir. Aşıkların zekAtı,
ruhlarını Allah'ın muhabbetine vermektir. Ariflerin zek6tı, taliplere irfhnlann-
dan vermektir.
Zenginlerin zek6tı fakirlere ihsandır. Devletin zek6tı zayıflara yardınrdır,
Evladın zekitı yetim çocuklara ihsandır. Evin zekAl misafire ikramdır. Sohbe-
tin zekatü isyandan kaçmakır. Dinin zek6tı, şeytana karşı gelmektir. ilmiıı ze-
katı taliplere öğretmektir. Zira ilim bir hazinedir ki onun da bir zekdtı vardır.
Zekatı verilmeyen hazine gibi sahip olduğu ilimden talibine vermeyen kJmse
küyamet gününde azaP görür.
Hadis-i şerif: "ilmi biüen kimse onu isteyen talipten ve layık olan kim-
seden esirgerse, kıyamet gününde ağZrna ateşten dizgin urulacak."

Burada dikkat edilecek bir şey var: Daima müstahak olan kimseden ehil
olan kimseden bahsediliyor. Ehil olmayandan ilmi sakIamak vaciptir. Şeyh
hazretlerine göre Hazret-i Peygamber buyurmuş ki:
MINHAcU,L-FUKARA,NlN ozU 59

"Hikmeti ehli olmayana vermeyin, zira eğer verirseniz, o hikmete zulüm


etmiş olursunuz. Ehlinden de esirgemeyin, zira bu sefer de hikmetin ehline
zulüm etmiş olursunuz."
Yine Şeyh hazretleri der ki: "Hikmeti vermek aynen hikmetin zekitıdır,
Zek6t, ehli olana verildiği gibi, hikmet de ehline verilmelidir. Zira hikmet ehil
olmayana verilse, zayi olur."
Mesnevi:
"Soysuza ilim öğretmek, eşkiyaya kılınç vermek gibidir."
O halde malın ehline verilmesi lnzım olduğu gibi, ilmin de ehline veril-
mesi ldzımdır. Zira ilim ve marifet dünya malından daha kıymetlidir. İlim
cömertliği, cömertliğin tam mertebesidir. Dünya malı fAnidir ve verdikçe aza-
Iır. Halbuki ilim bunun aksine daim ve b6kidir ve verildikçe ziyadeleşir. Ba-
kara süresi'nin ikinci ayetinin tefsirinde Beydivi:
"Müttakiler o kimselerdir ki, gayba iman ve salita ik6me ederler ve bi-
zim onlara tahsis ettiğimiz maIifet nurlarından taliplere infak ve efiza eyler-
ler. " diyor.

Silike l6zım olan budur ki, kendisi için en kıymetli her ne ise, ilim, mal
veya beden her ne ise onu mahbub yoiunda harc eyleye ki, onun vus|atına ve
yakınlığına nail ola.
Yine Ayet-i kerime vardır ki,22 kendisine en sevgili olan şeyi bağışlama-
yan kimse Hakk'ın kurbuna nail olmaz. Zaten ne bağış]arsan, onu bulursun.
Yiyecek bağışlarsan, nzrk bulursun. Can bağışlarsan canana vuslatı bulursun.
Cananın müşahedesi canı bağışlamaya bağlıdır. Canana varmak 6şık için her
şeyden daha kıymetlidir. Can vermeden canana eremezsin... Bu yoIda hasislik
arikatin küfrüdür. hakikanen uzak kalmaktır.
Malını farz olan sadaka ile tezkiye eyleyen feldh bulduğu gibi, nefsini
de mal muhabbetinden, hlrstan ve sair kötü ahlaktan tezkiye krlan, felAh bu_
lur.23 Kötü ahlAkların en çirkini mala tapmak ve hırstır. SAlik nefsini bunlar-
dan temizlemelidir.

22 Al i imdn sİresi, ayet 92


z1
Şems süresi, ayeı 9.
60 AFiF TEKTAŞ

Altıncı Bab: Orucun Nevileri - Açlığın Fazileti - Yernek


Y€menin AdAb ve Erkanı.
Oruç, lügat minAsıyla imsak yani (çekinmek) demektir. Şeriatte fecr-
den güneş batana kadar yemek ve içmekten ve cinsi münasebetlerden çekin-
mektir. Şeyh hazretleri FütOhat'ta:
"Savm yani oruç lügatte rif'at (yiikseklik) minAsına da gelir. Orucun
sair ibadetlerden derecesi daha yüksektir." diyor.
Bu cihe(ten orucun benzeri yoktur. Nitekim oruçlu kiınse samediyyet
(yani yemek içmekten münezzeh olmak) sıfatına nail olur. Onıçta sıhnyet sürrı
bulunur. Bundan dolayı Cen6b-ı Hak; "Oruç benim içindir. mükAfatını lıen
veririm." buyurdu. (t e;a-l üi; J ıı_jı ) -hadis-i kudsi- Ancak batıni heva
ve nefs ile dolu olmamal şanıyla..,,

Ayeıi kerime budur ki, "Ta Hazret-i Adem'den beri bütün enbiyay., ve
ümmete oruç farz olduğu gibi, Allah'a iman getirenlere Ran,ıazan orucu i arz
olundu."24 Orrıcun güzellikleri ve iyilikleri çoktur.
l - Hadis-i kudsi vardır ki: Oıuçlunun ağzı miskten daha güzel kokar.
Bundan maksat derun taat ye ibadetinin güzel kokusudur.
2- Oruçlunun uykusu ibadet yerine ve sükutu tesbih ve taat yeıine
geçer,
Lokman oğluna dermiş ki: "Ey oğulI Mide dolarsa fikir uyur, hikınet
kapanır, bedenin uzuvları ibadetten geri kalır," Midesi dolu olan kimse tabiann
karanlık]anndan kurtulmaz. Aklının alevi marifet nuruyla nurlanmaz.
Eh]-i tahkik indinde orucun üç mertebeSi Yardür:
l- Avamın orucu ki, karnını yiyıp içmekten ve kendisini cinsi münııse-
betten korumaktır.
2- Havasın orucu ki elini, ayağını, gözünü ve kulağını haramdan pak kıl-
mak, azasını men edilen şeylerden korumaktır.
3- Ehass-ı havasın orucu ise, CenAb-ı Hak'tan başka her şeyden (mAsi-
vidan) perhiz eylemek, cümle heVa ve hevesten Vazgeçmek ve Allah muhab-
betinin lezzetiııi bulmaktır.

24 Bakara s0resı. avet l8 ]


MiNHACü,L FUKARA,NüN özü 6l

Buna göre, yemek içmekten oruçlu olan avam, sabahtan akşama kadar
riyazet çekip akşam vakti iftar ederek rahat eder- Cürümden ve günahlardan
perhiz kılan havas ise, ruh güneşinin batmasına kadar oruçludurlar ve ölüm-
den sonra dünya muhabbetlerinden azad olup ahiret nimetlerine nail o]urlar.
Zira on|a4 "Ömür yalnız bir gündür ve havas da oruçludur." mAnAsrnca ömrü
bir gün sayıp onda da günahlardan perhiz kılarlar. Ehass-ı havasa gelince,
cümle m6sividan perhiz eden ve ağyardan oruçlu olan bu kimseler, ta Allah
sevgisinin zuhurundan, tek olan Allah'ın zatına vasül oluncaya kadar
oruçludurlar. Oraya vardıktan sonra onlara ağyar, yar gibi olur. Maşukun
yüzü her şeyde zuhur eder. Vuslat bayramına ererler, vahdet bahçelerine gi-
rerler. Onlara riyazet kalmaz.
Ey silikI Sana lAzım olan ekseri vakitlerde oruca devam etmektir. Yani
bir gün ye, bir gün yeme. Yahut pazartesi perşembe günleri oruçlu oI. Veya-
hut eyyam-l beyza dedikleri ayın l3, |4 ve lS'inci günleri oruç tut. Ta ki
şehvetin esiri olmakıan kendini kurtarasın! Derviş o kimsedir ki: Midesi ney
gibi boş o1a, ta ki aşk meydanında dua ve yalvarma ile hoşça bir sada bıraksın.
Midesi boş olmak herkese nasip olmaz. Bu mertebe Hakk'ın haslarına
ve CenAb-ı Allah'ın makbullerine verilmiştir, Orucun ve açlığın sırrı ve hikmeti
nedir? Oruçtan ve aç kalmaktan maksat şehveti ve nefsi kırmaktır. Ruhaniyeti
bulmaktır. Ama şehvetten kurtulmuş ve kendisi f6ni olmuş kimse ibadet ve
taate kuvvet buIacak kadar i'tiden lillah yese, aç kalandan ve oruçludan daha
makbuldür.
Dikkaı! Ekseri şehYetperestler ve ten-perverler nefislerini oruçtan,
açlıktan kaçırıp, Kur'6n-ı kerim; 25" ır;ı,ış , " diyor diye bol bol yiyip
içip şeytana ııyarlar. Zira şeytan insana ne tuzaklaI kurar! Silik nefsani
hazları ve şeytani vesveseleri terk edip yapabildiği kadar Peygamberimizin
sünneti üzere davranmal ıdır.
Peygamberimizin sünneti ve Mevlevi tarikatinin edebi şunları iktiza et-
tirir:
Acıkmayınca yeme, yemeye başlarken besmeleyi unutma. Zira besme-
lesiz yenen yemekte şeytanün hissesi vardır. Sağ elinle ye, iç. Solak olma. Zira
şeytan solaktür. Ayakta yeme ve içme. Hazret-i Peygamber her ikisini men
etti. Yemek sıcaksa üfleme, Zira yemeye "üf'demek bereketini giderir. Hiz-

25 Bakara s0resi. iyet l87


62 AFiF TI-aKTAs

mette olan]ara bir kaç lokma ikram et. Bir kaç kimse yemek yerken bilerek
üzerlerine varma, Bir yere daveI olunsan önüne ne getirirlerse onu ye, sakın
beğenmemezlik etme.
'Iarikatimizin şeyhleri buyurmuşIar ki, bir lokmanın on iki şartı varclır.
Dördü farz. dördü sünnettir. Dördü de cdebdir.
l- Dört farz şunlardır: Birincisi lokma helal ola. İkincisi lokmanın hAlikı
Hak olduğunu bil. Üçüncüsü lokmayı kendi kazanç ve buluşundan bilmevip
sadece Cen6b-ı Hakk'ın sana lüıuf ve nimeti olduğunu bil. Dördüncüsü kık-
manın mukabilinde şüket!
2- Dört Sünnet şun]ardır: Bismillah deınek, yemekten evvel elini yıka-
mak, solia ve kAse kenanna oturmak. yemekten sonra elhamdüllillih demek,
3- Dön edep şunlardır: Sol ayağı üzerine oturmak, başkasının yediğı ne
ve lokmasına bakmamak, kendi clnünden yiyip ağzını şapırdatmamak, yemek-
ten sonra elini yıkamak.

Yedinci Bab: Hac (Zahiri ve MAnevi) Üzerine Yacip Olmadığı


Halde Hacca Giden Dervişin Zararı
Eğer ailesinin ve kendisinin nafakasından artan miktar müsait ise ]ıer
müslüman mükellefin, hür ve biliğ olmak şanıyla hac etmesi farzdır. Cendb-ı
Hak beytullaha hac etmeye kudreti olanlara haccı farz etti. Bu şartlarü cami
oIduğu halde hacc etmel,enlere lyeıi kerimede bir çok şiddetli korkulu lra_
berler vardır. Bu şiddet, hac şartları bir kimsede mevcut olduğuna görerlir.
Fukara bunların dışındadır.
Fukaraya 16zııı olan mAnevi hactır. Zahiri olan hac, Hak talibi olanl.ıra
lisin-ı haliyle işaret edip der ki; "Ey beşeriyet şehrinde kalan kimse! Neclen
bu hayvanlık makamında kalıp hevA ve heves yoluna gidersin? Sen de hacı]ar
gibi kalk, azlmet kemerini canına kuşan, oyuııu bırak. ayağını Allah'ın yolu ta-
rafına koy. temiz niyetle vuslat kAbesi tarafına doğrul. Evvela nefs ve ht.vi
çöllerini geç, sonra gözvaşı suyuyla gusül eyle, şüphe ve şek elbisesini at,
itaat ihramına sarı1,6şık6ne (lebbeyk) ve (sa'deyk) nidasıyla Cen6b-ı Hakk'a
yakınlık harem-i harimine yol bul! İrfan arafatına doğru git. orada bir müddet
dur, sonra aşk ve muhabbet-i men6sika gel! Nefs ve şeytana redd taşını ıır!
Muhabbeıi menAsikte nefsini kurban eyle, ta ki hakiki hac kılmış olasın. Ve
vuslat kibesinin harimine giresiı.
MINHAcU,L-FUKARA,NIN ozU 63

Acaip değil midir ki fukaranın vücOdı şöhrette m6nevi hacc etmek her
an nasip iken, fakir, kendisine farz olmayan zahiri hacca rağbet eder?... Farz-
larda vaciplerde kusuru olup onları eda etmek ve onların ilmini öğrenmek
16zım iken kalkıp hac yoluna düzülür.

Süret k6besi HüdA'nın Halllinin binası ve HazreCi MevlAna'nın mübarek


türbesidir. Ama hakiki kıble ve pirimizin tekyesi ve enbiya ve evliyanın esr6-
rının medfeni, mürşidin vücududur ki K6be'den ve rckyeden eşref ve a'lidır.
Avam, yarin küyını ziyareti kastederler. Havas ise maşukun yüzünü
müşahede yoluna giderler. Avam haneyi ister, havas hanenin sahibini arar.
K6be'ye de gitse. rckyeye de gitse, evinde de yatsa, arifin muradl daima
Hak ve maksudu da n0r-ı mutlaktır. " Kalbü'l-mü'nıiııi beyıullahi" ve
" Kalhü'l-mü'mini arşullahi"nin sırrı budur.
Hakıki hac, gönül haccıdır, Toprağa taIip oImak gafilin işidir. Zahir
kAbesi Allah\n rızasının yeridir. Bann kabesi n0r-ı ilAhinin mazharıdır. Birinin
ihramı elbiseden soyunmaktır. Diğerinin ihram, iki cihandan kurtulmaktür.
CenAb-ı Hak buyurdu ki (hadis-i kudsi): "Ben arz ve semaya sığmadım,
müminin kalbine sığdım."
Mesnevi: "Bir gün Bayezid-i Bist6mi bir şehre geldi ve orada mertebesi
büyük bir zata rastladı. Bu aziz, Bayezid'e nereye gittiğini sordu. Kdbe'ye hac
niyeti ile gideceğini öğrenince; "Yanında ne kadar paran var?" diye sordu.
Bayezid miktarını söyledi, P'ir kendisine; "O akçeleri bana ver ve benim etra-
fımı yedi kere tavafeyle, hac eylemiş olunun," dedi,
Fakat biliniz ki, bir çok da müddei ve müzevvir vardır ki bu nevi kelime-
leri ve ıstılahları öğenir. Aslında puthane olan kalbini naza196h-ı Hüd6 sanar.
Etrafındakileri irşada yeltenir ve halkı evliyanın kullandığı kelimeler ile avlar.
Bunlara müteşeyyihler derler. Arif-i bill6h olmayandan sakınınız, Cen6b-ı
Hakk'ın bütün esma ve sıfatıyla kendisinde teceIli ettiği arife 6rif-i billah denir.
Bazı esmdya arif olan, Arif-i billah değildir. Zira c6miiyyet mertebesini bul-
mamıştrr. L6fzı celAle, ism-i zat ve bütün süfatın toplamıdır, Bir kimse bu ismi
bi]se, bütün esmayı bilir. Ne mutlu o sadık işıka ki bir Arif-i bjllaha vasıl ola
ve onun etrafını gece gündüz tayaf eyleye, ve onda yarin cemalini müşahede
eyleye...
64 AFiF TEKTAŞ

Sekizinci Bab: Bekir Olanların AhvAli - EvIi Olanların


Faziletleri - Nik6hın EsrArı
Hadis-i şerTf: "Tibiin ve ensdrımın aıasında en gıbta edilecek olanı ve
ahseni o mümindir ki. onun ehli ve iyali ve kesreCi iştiğali olmaya ve sal6l ve
ibadetten hazz sahibi ola ve Rabbisinin ibadetini güzel kıla ve ona sırrında ve
bAtınında muti ola ve nns arasında glmız ola yani öülü|ü ve binam olup par-
makla göSterilenlerden olmaya Ve nzkı dahi ancak ölıneyecek kadar oIa ve o
miktar ile sabreyleye. Evliyanın en gıbta edileni de ol kimselerdir kı ölümü
kolay ola. Zira ekseri nisın ölümü güç olması ehl ve iya]e ve esbab ve mala
alikası oltluğtı içindir. Öldükten sonra da ağlayanları az ola. Mirası da az
ola."
Bu hadis-i şeıif bekarlığın faziletini bildirmiştir. Ama bekarlığın zamanı,
evlenmenin de zamanı vardr. Tarikimizde Alim ve mutehakiık olanlar masla-
haıı vakti bekirlıkta bu]urlarsa bek6r kalırlar. Eğer evlenmede bulurlarsa ev-
lenirler, yani nasıl iktiza ediyorsa ona göre hareket ederler.
Sahih olan mevlevi, ilim ve marifet sahibidir. Bekarlığı veya evlenmesi
Allah içindir, Daima vakte nazar eder. Eğer dinine, meşrebine faydalı olan ev-
lenmek ise evlenmelidir, yoksa bek6r kalmalı. Vaktinden evvel evlenmekte
acele etmemeli, zira çoluk çocıığun geçim gaileleri onu oyalar, kendini şeyta-
na kaptırır. Ey]enmek için olguıluk zamanını beklemelidir.

Bayezid hazretlerıne sorulduğu zaman "Hele şu nefsimi boşayayım da


sonra evlenirim." demişti. S6like ldzımdır ki nefsinin kadınından kurtulsun,
soret dünyasündan halAs bulsun, Halbuki çoluk çocuk başladı mı, btı tuzak-
lara düşmek zaruridir. Huzursuzluk, gam ve mihnetin mayası, ayrılıkların,
elemlerin sebebi olan kadından kendini kurtarması sAlik için en büyük salta-
nat ve nimettir. "Bekirlık su]tanlıkıır. kadınııı esiri olan uzun seneler kuıtul-
madü."

Halbuki diğer taraftan nikdh sünneli ResOldür, Hazret-i Peygamber'in


sünneti sayılan bir şeyi kenara koyup bekar kalmaya nastl müsaade mevcut
olabilir?
Cevabı şudur: Peygamber efendimiz hem bekArlığın hem evliliğin lazi-
letlerini mertebelerine göre beyan buyurmuştur. SAlikin dinine ve sülükuna
hangisi faydah ise onu seçmesi lnzımdır. Zira nik6h, sünnet ehli indinde farzı
kif6yedir, Onun terk edilmesiyle günahkAr olunmaz, Ama evlenmeye hal ve
vakti yerinde olan kimse için evliliğin faydaları çokfur,
MINHACU,L-FUKARA,NIN ozu 65

Bir kere gözü haramlardan muhafaza eyler, insanr zinadan masün tutar.
Hadis-i şerif vardır ki: "Yedirip giydirmeye, yani nik6ha kudreti olan kimse
evlensin, zira haramdan ve zinadan muhafaza olur. Nikiha kudreti olmayan ve
şehvetleri galip olan kimse oruç tutsun, zira oruç şehvetleri keser." Tabi bu
sözler yemeye içmeye, cismani lezzetlere ve nefsani şehvetlere esir olan kim-
se|er içindir. Yoksa bunlardan kendini pak kılan kimseler, ister bek6r, ister
evli olsunlar, makbuldürler. Bunlar İsa ve Yahya meşrebinde oIan kimseler-
dir. Yani nefislerini hırslarün, şehvetlerden hıfz ve haps edebilenlerdir. Sülük
ehline zamanı gelmeden evlenmemek, helal edi]rniştir. Hadis_i şerif: "Bir za-
man gelecek, erkeğin ölümü, karısı ve çocukları elinden olacak. Zira bunlar,
onu değiştirirler, olur olmaz yollara sevk ederler. Din yolundan çıkar, bu yüz-
den helAk olur. Hal hıiiyle olunca bekirlık helAldir."
Fitnenin en büyüğü kadındır. Akıl ve dinde zayıf olan kimselere kadın
fitne menbaıdır. Peygamberimiz efendimiz: "Kendimden sonra sizin haktınız-
da korktuğum şeylerin ziyade korkulusu, fitnesi yüzünden kadındır. Kadın-
dan çekininiz, ondan perhiz eyleyin." buyurdular. Kadın, şeytanın bağı ve ahir
zamanın fitnesidir. Kadının hilesi şeytanın hilesinden fazladır. Kadın hilesin-
den hemen Cen6b-ı Hakk'a sığınmak gerek. Bek6rlığın ilacı kadının ilacından
kolaydır.
S6lik evli ise bile, gece gündüz kadınla konuşmaktan ve düşüp kalk-
maktan çekinmelidir, Kadınla devamlı olarak düşüp kalkan kimse fel6h bul-
maz. Zira zayıf dijşer. Bu vaziyet sAliki mücahedesinden geri bınkır, yemeye
içmeye mübtela eyler.
Bütün bu söylediklerimizle bekhrlığı meth ettik, eyliliği zemmettik. Bu
sözlerimiz, din yolunda zayıf olan ve karısının haklannı helAliyle eda edeme-
yen kimselere göredir. Evlilikten korku ve çekinmek, evliliğin muhitaraları
dolayısıyladır. Yoksa elbene nikah makbul bir şeydir. Sünnettir Ve vuslat eh-
linin muradıdır. İslimın çoğalmasına sebep olur. Bu kadar himmeti 6li kerim-
ler bu vesile ile dünyaya gelir. Hazret-i Peygamber: "Ey ümmetim, çok nikdh
kılın, nesliniz çok o|sun. Ben bundan iftihar duyarüm." dediler. Bu hadis ni-
kAhın faziletine delildir. Bazı şeyhler ve ulemi nikahta bu fazileti ve hikmeti
müşahede ederek bir kadünla kanaat etmemişlef, dört hatun bir çok da cariye-
ler almışlardır. Nitekim Hazreıi Ali dört hatuna ve l9 cariyeye sahip idi. Evli
bir kimsenin bir rekaı namazı, bir bekdrın yetmiş rekatına bedeldir. Zira evIi
kimse Peygamberimizin sünneti yolundadır.

Şimdi biraz da nik6hın esrirından bahsedelim:


66 AFiF TEKTAŞ

Hazret-i Peygamber: "Sizin dünyanızdan bana [üç şey] sevdiriIdi; ka-


dın, güzel koku ve namazda göz nuru." buyurdu. Dikkat edilirse kadın, güzel
kokudan da, namazda göz nurundan da evvel geliyor. Bunıın sırrı şudur ki
kadın, yaratılışın aslında insanın bir parçasıdır. Belki hakikatte erkeğin aynıdır.
Küllün cüze olan sevgisi, sair şeylere olan sevgisinden ziyadedir. Hazreli
Peygamber'in kadına muhabbeti, kendi cüzüne, belki kendi aynına muhablıeıi
gibidir. Aklı kütlün tabiat-i külle ve nefs-i kiille olan iştiyakı gibidir.
Hazret-i Muhyiddin-i Arabi: "Erkek kadına muhabbet eylediği vakit,
muhabbette olan vuslatı talep etti. Kadının srıretinde birleşmeden daha büyük
bir vuslat olmamıştır, Bu unsur dünyasının neşesinde bu birleşmeden büyük
bir vuslat olmadığı içindır ki Hazret-i Peygamber kadına muhabbet eylemiştir,
onlarün vücut aynasında Cenib-ı Hakk'ı kemaliyle müşahede eylediği için.
Zira Cen6b-ı Hak zahirden ayrı olarak müşahede olunmaz. Çünkü Ceniib-ı
Hak bu ilemden müstağnidiı." diyor.
Böyle olunca, enbiya ve evliya Hakk'ı müşahede kıidıklarında zahiriyIe
müşahede eylerler. Güzellere ne kadar baksalar onların vücut aynalarında
Hakk'ın güzelliğini ve Hakk'ın tecellisini görürler. O güzellik Hakk'ın ceına-
linden ariyettir. Arif olan kimse mutIak cemali, mukayyed cemalde müşahede
eyler.
Mesnevi:
"Ey Allah'ımI Sen sUretten münezzehsin, ldkin surette nrevcUtsun,.."
Şeyh hazretleri de şöyle diyorlar: "Mahb0b-ı hakikinin hakikatine ve
nuruna ilmi ve marifeti oIduğundan şu had üzere kadına muhabbet kılan kim-
se hakikatte Allah'a muhabbet eylemiştir. O kimse ki kadına tabiT şehvelleri
yüzünden muhabbet kıla, bu muhabbete göre kadın ruhsuz bir suretten ibaret
olur. Yani aslında ruh sahibi ise de rOh_ı hakiki gizli ka|mıştır, görülmemişrir.
Bu sebepten ruhsuz bir suret gibidir,"
K6mil insan karısında ve sevgilisinde bu sırları görür ve her rızvunu,
Hak buyurduğu yerde isti'mal eyler. Kemal erbabının şanı budur.

Dokuzuncu Bab: KazananIar ve Tevekkül Eyleyenler Makbul-


dur. İstemek ve Dilencilik Etmek Çirkindir
Hazret-i Peygamber: "Siz tayyibattan, yani üzerinde haram şüphesi ol-
mayan helAlden yiyiniz ey mümin|er, siz o tayyibattan yiyiniz ki biz size on-
MINHACU,L FUKARA,NlN oZU 67

ları rızık olarak verdik." buyurdu. Cümleye helAl istemek ve haramdan sakın-
mak vaciptir.
Yine başka bir hadise göre: "Yedıği içtiği haram olan kimse, seferde se-
yahatte veya riyazene de olsa, duası müstecab ve makbul olmaz."
Sülükun en büyük esaslanndan birisi helil yemektir, He|6l lokma ye-
mede tarikimiz iki kısma ayrılmıştır: Bir kısmı kazanmayı tercih etmiş, diğer
bir kısmı da keırdisine ne nasip olursa onu yiyip tevekkül yoluna gitmiştiI.
Hazret-i Mevl6na Mesnevi-i şerifinde kih kazancı tevekküle tercih etmiş, kah
da tevekiülü kazanca üstün tutmuştur. Mevlevi fukarası bu iki yoldan bırini
seçmişler, dilenciliğı katiyyen uygun görmemişlerdir. Evvel6, hayatlarını ka-
zanan kimselerin faziletini tetkik edelim:
Hadis-ı şerif: "Allah'ın nebisi olan Davud aleyhisseldm, kazandığını
yerdi. Elinin k6rından yedığinden, hayırlı olmayan tek bir yemek yemedi." Bu
hadiste helil istemeye ve kazanca teşvik vardır. Zira enbiyanın sünnetidir.
Mesnevi: "el-K6sibt| habtbullah'tır. O halde tevekkülde olmak suretiyle
sebepten ve kar u kesbten geri kalma. Tenbel ve 6tıl olma."
Tevekkül, ilim ve marifete çahşan, iyi işler işyleyen ve ibadete devam
eden ve hayattnı kazanan kimselere layüktür. Cenab-ü Hak battallarü sevmez.
Merkeb, temyiz kudretinden mahrumdur, miskindir ama daima yük
çekicidir. Ondan dolayı azizdir. Battal olan kimseler ise ekseri dilencilik eden
Hazreli Peygam-
ve k6se yaIayıcı olan kimselerdir. Gerek Hak te6l6 gerekse
ber ve Hazret-i Mevl6na, dilenci olmayan fukarayı meth etmiş|er, dilenci
olanları zemmeylemişlerdir,
CenAb-ı Hak buyuruyor: "Allah yolunda ibadet, taat veya cihat olsun,
yeryüzünde kesb ve kAr için gitmeye ve rızık ve maişetlerini talep etmeye
-ibadetle ziyade meşgul olduklarından dolayı- manileri olan fukaraya malınız-
dan veriniz, Sadaka onlar içindir. Ey zenginlerI Bunlar müstağni göründiik-
leri için hallerini bilmeyenler zengin zannederler. BunIar kimseden para iste-
mezler."26
Kazanmak ayıp değildir. İstemek ziyadesiyle ayıptır, Hazret-i Ali efen-
dimiz bile zarureti dolayısıyla bir kimsenin kuyusundan su çekerek günde-
liğini kazandı.
Hadis-i şerif vardır ve MesnevTde de bu hadis nazma getirilmişıir:

26 Bakara s0resi, ayeı 273


68 AFiF TEKTAŞ

"Cenneti isteyen, kimseden bir şey istemez. Ben ona cenneti tekelfül
ederim."
Derviş, Hazreli İbrahim meşrebinde olur. Halka arz-ı hacet etmeyip
yalnız Hakk'a doğrudur, Her ne dilerse Hak'tan diler: Hatta O'ndan dahi is-
temekten utanır, HazreÇi İbrahim'ı mancınıka koydular, havaya attılar. Derhal
Cibril-i emin gelip dedi ki:
"Ne istersin?" Hazreli İbrahim: "Biz Hüd6'dan gayrı hiç arz-ı h6cet
etmeyiz. Bir aba yetişir. Arifiz, ehl-i diliz, başka kapı istemeyiz." dedi,
Müminler, İbrahim'in milletinden olur. Cen6bı Hak ümmetine: "Sizin ba-
banız İbrahim'dir." buyurdu. Hazret-i İbrahim'in hasleti, halka arz-ı hacet et-
memek,27" ._-ı '! " minXsınca uf0l eden, zail olan şeylere muhabbet
"ı!ı
etmeyip Hakk'a teveccüh kılmaktır. SiIike lizım olan da, misividan kendini
kurtarmak, başkasından bir şey istememektir. Kimden istiyorsun ki, o da se-
nin gibi acizin birisi!... Mesnevi:

"Ey bed tinet! Ne istiyorsun? İhtiyacını halka ne söylüyorsun? O da


muhtaç,., Allah'tan iste, gayriden isteme! Suyu deryadan iste, kuruluktan is-
teme!"
Halka arz-ı ihtiyaç etmek iki türlü olur: Ya açlk açık söyleyerek, yahut
lisnn-ı halle anlatarak. Ekseri kimseler açık bir tarzda istemekten ve arz-ı ih-
tiyaçtan kurtulmuşlardır, ama lisin-ı halle istemekten halis olmamışlardır.
Halktan ümit ve rec6sı olan kimse, lisAn-ı ha|le istemekten kolay hal6s olamaz,
Ancak o zaman kunulur ki: Kendi rızkının kendisine 6şık olduğunu göıiir,
Veren alan Allah olduğunu bulur, Ondan sonra gönül ferahlığıyla Allah'a
tevekkül eder.
Mesnevi:
" Rızk-ı tu ber tu zi tu dşIk-ter eSı"
Yani senin rızkrn sana senden daha dşıktır. Salih kullar rızık ve geçim
kaydında olmaz. Kendisine l6zım ve vacip olanı eda etmeye çaJrşır, gayret eder.
üst tarafinı Cen6bı Hakk'a bırakır.

İnsanın dünya için çektiği rezaleı ve zillet, hep tamahtan hasll olur. 'ra-
mah eden köledir. Kanaat eden hürdür, Hazret-i Peygamber:

'' ğn am sure§l, ayet /o


MiNHACU,L-FUKARA,NıN öZü 69

A]Jr j-.:-ü buyurdular. Şimdi ikinci krsmın, yani tevekkül


"İ_!r,a,
edenlerin faziletini tetkik edelim:
Bunlar o kimselerdir ki, Allah'ın kefaleti kendilerine zahir olmuştur.
Rızık için dünya ehline boyun eğmezler. Fakr ve kanaatlerinin yüzü suyunu
yere dökmezler. Bunlara göre rızık mukadderdir. Hakk'ın verdığini kimse
men edemez. Hakk'ın men ettiğini kimse veremez. Sen tek Allah'ta ol. Rızka
noksan gelmez. Bunlara gayb aleminden her ne açılırsa onunla kanaat ederler
ve onu mahzi Allah'ın bir ihsanı bilirler. Hadis-i şerif vardır ki: "Bir kimseye
istemeksizin ve nefsin beklemediği bir zamanda bir ihsan gelse, rızıktan bir
şey verilse onu kabul eylesin." Şeyhler, bu tür|ü ihsanlarün alınmasında te-
reddüt etmemişlerdir. Ama zekAtın alınmasünda tereddüt etmişlerdir. Bazısı ih-
tiyaç doIayısıyla zekAtı kabul etmişler, bazısı ise nazlanmışlardır. Hazret-i
Mevldna'ya zekat akçesi ge|irse reddederdi. Şeyh Sadreddin fukarasına
göndertir, beklenmeyen bir hediye gelirse onu reddetmeyip fukaraya bahş
ederdi. Yalnız hediye, aklı yerinde olan kimseden kabul edilmeli. DeIi, bunak,
küçük çocuk, köle yahut hilek6r bir kimse verirse reddetmeli. Zalimden kabul
etmemeli. bir de kazancrn haram ve hel6line vakıf olmayan kimsenin elinden
alınmamalı. 56lik için en iyi yol, daima Rabbisine müftekir olmak, Allah zen-
ginliğiyle zenginleşmek ve halkın zenginliğinden müstağni olmaktır. Ehl-i
tevhid her ihsanı Allah'tan bilir, fenAh-ü mutlak olarak yalnız Allah'ı tanır.

Şeyh hazretleri Füühat-ı Mekkiyye'sinde fütühu, (yani lütuf Ve nimet-i


il6hiyi) üç nevde mutalaa eylemiştir: "Ey sAlikI Bil ki sana bir iş görmeden
gelen ve beklemediğin ve istemediğin bir zamanda ortaya çıkan şeye fütüh
derler. Zahir füt0hu da olabilir (giyecek, yiyecek, para gibi), bitlni fütühu da
olur (ilim ve irf6n, zevk ve vicdan gibi). FütOh üç nevdir:
l. Zahirde ibare ve kelimın fütühudur. Bu kelhmın açılışına sebep mu-
ratta ve kasıtta halis olmaktır. Peygamberimizin Jn' c,'r- j-i,Jl buyurmasü
bu söz nimetlerinden sayılır. Zira ekseri hadisler düşünce mahsüIü değil,
ilham mahsulüdür. Kur'6n mucizesi bu kelimdandır. Zira vahy-i ildhidir.
Bunda da fikretin ve ru'yetin bir dahli yoktuı. İbare fikrın neticesi olma-
malrdır.

28 "Tamah eımekten Allah'a sığınırım."


70 AFiF TEKI,AŞ

2. Batüna tatlülık ve derüna zevk ve lezzetin açılmasıdır. Bazılan derler ki


b6tının bu tatlülüğlna sebep, Hak teala'nın kuluıu merhamet ve muhabbetle cezb
eylemesidir ve bAtın haliveti o cezbenin hassasıdır.
3. MükAşefe füt0hudur: Bazı şeyhler der ki bu füt0hun sebebi, Hak'la
bilmektir.

Onuncu Bab: Nefis|e Mücadele, İhtiyari Ölüm ve Aşk Kılıc|yta


Şehit Olanların Fazileti
Mademki müslümanlardan bir cemaat kifirler]e mücadele ve mücahede
eder, gazaya gitmeyen günahkAr olmaz, gazaya gitmek farz-ı kifayedir, Ama
nefisIe mücadele herkes için 16zım ve vaciptir. Cihat, Allah'ın düşmanIarıyla
muharebeye denir. Düşmanların en büyüğü insanın kendi nefsidir. Cih6d-ı
ekber denilen asıl büyük cihat, nefisle mücadeledir. Mevl6na hazretleri bu
husustaki hadis-i şerifin ıefsirinde diyor ki:
"Küçük cihattan geldik, büyük cihattayız. Saflarü yaran arslanla muha-
rebe kolaydır. Arslan odur ki nefisle mücadeIe eyleye."

Şeyh hazrerleri buyuruyor ki:


"insana en yakın nefsidir. Allah'ın nimetine nefisten daha kAfir bir şey
de yoktur. Nefisle mücadele cihid-ı ekberdir. Nefisle mücadele bir gızli
emirdir ki, ondan Allah'tan gayrisinin haberi olmaz ve bu mücadele de zaten
AJlah için olur, Gerektir ki hemen siIik kendi nefsinin düşmanı kesile ve
onun şerrinden daima Hakk'a sığına,"
Nefisle mücadele nasıl olur? Evveli onu hev6 ve iştihasından, arzu ve
lezzetlerinden men edersin. Her ne isterse onun aksine gidersin. Ondan sonra
onu güzel yemeklerden. güzeI elbiseler giyınekten mahrum eder, ölınezden
evvel onu öldürüp. kuru odun haline geıiresiıl.
Mesnevi:
"O kimse ki nefsiyle harp eder
Bedeninde zecr ve addlet kullanır
Kibil oldukça enbiya ve evliya yolunda cehd eyle

Ben k6fir olayım AIlah yolunda"


Mesnevi'den: "Hançer-i h6nıtış, şinışir-i cii', nize-i tenlıöyi, terk-i
nucu
,ll
MINHAcU,L-FUKARA,NtN oZU

Yani: Sükut, açhk, tenhatık ve uykuyu terk. İşte bunlar nefis mücadele-
sinin silahlandır.

Nefsini bu silahlarla öldüren ve üil Jl }i üiy mnndsınca ölmezden


evvel ö|en kimseyi CenAb-ı Hak ebedi hayata ye saadete kavuşturur.
ölmezden evveI ölmek dön türlüdür:
l. Mevıi Ebyaz (B"yuz Öltim;, Açü,k
2. Mevt-i Esved (Siyah Öltim): Halkın eziyeti
3. Mevıi ahmer (Kırmızı Ölüm;: Hev6 ve nefse kaşı gelmek
4. Mevıi Ahdar (Yeşil Öltim): Hırka giymek, yani şeyhe teslim olmak.
Bu ölümlerle nefse karşı koymak Cen6b-ı Hakk'ı müşahedeye ve vus|at-
ı ilihiyyeye yol açar. İhtiyari ölümle ölmeyen kimse, CenAb-ı Hakk'ı bu
dünyada göremez, yuslatlna eremez. Zira Hak'la kul arasında kalın perde, nef-
sin mahbüsiyetidir. Onun ortadan kalkmasü, vuslata vesile olur.

( .1J-1 ılJl ; , Jrj", -1r* cL,l )

Mansıjr'un duası:
" tlkıLınnt ukıultınl ya sikit - İnne Ji kaıli hay1ıü fr ha!,at"
Ayet-i kerime: "Allah yolunda öldürülenlere ö]ü demeyin. OnIar diridir,
ama siz anIamazsınız. "29

Bu iyeıi kerimenin tefsiri işte bu yolda yapülmüştür:


Aşk kılıcıyla ölmeyen kimseler, yarın fenitill6h n]ertebesine varanların
makamlarını gördükleri zaman nefislerini öldürmediklerine teessüf edecek_
lerdir. Saadet o kimseye ki muhabbet meydanında yarin kılıcıyla ölüme
kavuşur, Zira yarin krlıcı ile ölenin diyeti, yarin vuslatüdır.
Hadis-i kudsi:
aı> L;lş a+ı Jo .r : ^ı, .,.].^i,-t,i j,.4:Li G::l J,
MinAsı: Kim beni severse onu katl ederim, kat] edince diyetini veririm.
Diyeti de ben olurum.
Muhabbet yolunun şartı, nefsi ölmezden evvel öldürmektir. Şu aziz
ruhu mahbubun vuslatına kaYuşturmaktır. Allah'a vasıl olanlar, bu yolu tut-

29 Bakara süresi, ayet l54


72 AFiF TRKTAs

muşlar, ebedi hayata varmışlaldır. Olmezden evvel ölen ashabın (peygambe-


rimizin dostları) en güzidesi Ebubekir-i Sıddik hazretleridir. Onun şAnı
şerifinde Peygamberimiz: "Arz üzerinde ölmüş kimsenin yürüdüğünü gör-
mek isteyen, Hazreli Ebubekir'e baksın." buyurmuşlardır.
Nefsi ölmezden evyel öldürmek mertebesine varmak, arzuya kaşı gel-
mekle, tövbe etmekle, Hakk'a rücü eylemekle olur. İsrailoğu lları ntn tövbesi
zahiren nefsi katletmek oldu ama. bu ümmetin hakiki tövbesi minen nefsi
öldürmektir. Ama Kuşeyri hazletleri buna ait olan ayet-i kerimenin30 tet'si-
rinde şöyle buyuruyor: "Buzağıya tapmakla siz nefsinize zulm ettiniz, netıs-
lerinizi öldürmek suretiyle tövbe ediniz." Nefse karşı gelmekte her an ölüm
vaıdır. Halbuki ölüm hakikatte bir keredir. o halde ölmezden ewel ölmek ef-
daldir.
SAlik, nefsini öldürünceye ve ebedi hayatı görünceye kadar mücadele-
den geri kalmamall, ta ki müşahedesi tam ve k6mil ola, hakikati enbiya ve
evliyanın gördüğü gibi o da doğru dürst göre "el-Müşahedetti tahstLeıiin bi-
kaderi' l-mücahedeıl" yani müşahede mücahedenin derecesine göre tehassul
eder, "Ve ecriküm bt-kadri teabikum" ecri (karşılığı) da srkrntısı mi]<tanncadır.
Cen6bı Hak
_, , Uİ- n-tr r*j Ç'ıİ,Ç;ı., ı
Yani: "Bizim talikimizde veya bizim hakkımızda mücahede eden kimse-
lere elbette yolumuzu rızamız için hidayet ederiz." buyurmuştur.
Hazret-i Peygamber: "Cennet yüz derecedir. Kendi yolunda mücahede
edenlerin aralarında dereceler vardır. Her derecenin arası yer ile gök arasın-
daki mesafe kadardır." dedi. Bu cennet-i icilede olan yüz derecenin ash, sülük
cennetinde bu]unan mertebeler ve derecelerdir ki, Allah yolunda mücahede
eden kimse bu derecelere bu dünyada vasıl olur. Kimisi bütiin deıeceleri ve
menebeleri, mücahede edip görür ve bir haletten daha yüksek bir halete
geçer. Bazrsı sülük mertebelerinden bir mertebede kalır ve o mertebeden
lezzet a|ır. O mertebe artrk ona makam oluı. Eğer o mertebeden terakki etmez-
se, o mertebenin düşüklüğünü bilmez ve kendi üstünde olan mertebelerin ve
makamların esrdrrndan haberi olmaz. Hazret-i Peygamber azamet ve cel6l
derecelerine yükselmede kemal mertebesinde idi ve bir haletten diğer bir hale-

30 Bakara siresi, ayet 54,


]l Ankebot siresi, ayet 69
MINHACU,L-FUKARA,NlN ozU 73

te yükselip evvelki halindeki noksanlarü düşünselerdi, hemen o mertebeden


istiğfar ederler ve onu güya günah addederlerdi. Halbuki o evvelki mertebe
başkalarına kryas olunsa ne kadar yüksek ve şerif bir mertebe sayıhr...
Yine Hazret-i Peygamber'in yarisi olan mukarribler, erdikleri her meıte-
beden geçip ta fen6 mertebesine ve "ev edni" makamına varıncaya kadar yük-
selirler. Nitekim Hazreli MevlAna Mesnevi'de: "Bir yere ulaştın orada dur-
ma, " buyurdu. Sd||k ta "fena ender fena" buluncaya ve " bekl ender bek6"ya
erinceye kadar mücahede eder. Derecelerden, mertebelerden birine aldanmaz
ta ki hakikaten kamil ve mükemmel ve Hakk'a vasıl ola!

İleriki bahislerde bu dereceleri ye mertebeleri birer birer inceleyeceğiz.


Böylece s6lik mertebeleri anlar ve kendi makam ve menzilini bilir. Bazan
sAlik bu meıtebeleri biliı ve görür, l6kin vicdanen kendi hali olmayınca, merte-
beleri yalnızca bilmek ve anlamak fayda vermez. Mertebeleri bilmekten mak-
sat tatbik etmektir. Eğer tatbik etmezse bu mertebelerden hiç birine vasıl
olmuş sayılmaz.
Sülük derecelerinin başlangıç mertebesi tövbe, son mertebesi, tevhittir.
Bunları yalnrzca öğrenmek değil, fiiliyatla öğrendiğini ispat etmek gerektir.
MeseIi sAlik evveli bütün günahlarından tövbe etmeli. Ondan sonra inabet
eylemeli, yani tövbe ile beraber Hakt'a rücü etmeli, ondan sonra her an kendi
ahvAlini muhasebe etmeli...
Sülokun yüz derecesini on baba taksim ettik. Eğer s6lik, bu yüZ dere-
cenin sırlarına vakıf olursa, Allah ile kul arasında nur ve zulmetten ne kadar
makam varsa hepsini öğrenir. Gerçi kul ile Hak arasında bin makam var de-
mişler. L6kin bu bin makam aslında zikr ettiğimiz yüz makamın müfredatıdır.
Her dereceyi izüederken, evliyaullahın sözlerinden o dereceye müna-
sip misaller ve deliller de zikr edildi. Ta ki s6lik pirlerin sözlerinden fayda-
lansın....
UÇUNCU KISIM
"Sülikun Mertebeleri, Yüz Derecenin İzahı"
(Yüz derece, her biri on dereceye böIünerek on bab üzere tetkik edildi.)

Birinci Bab: Sülükun Başlangıcındaki Dereceler

Biriırci Derece: Yakaza (Uyanıklık)


Allah te6li hadis-i kudsisinde Hz. Davud'a şöyle hitap ediyor: "Ey Da_
vud! Uyanık ol. dinde olan ihvana yumıışaıkIıkla muamele et, benim taatim hu-
susunda sana uymayan her dost seııin düşmanındır. Onunla arkadaşlık etme!"
Bu hadiste uyanıklıktan maksat, gaflet uykusundan uyanmaktır. Salik
gaflet uykusundan uyanacak, Hakk'ııı rızası için ayttğa kalkacaktür. İnsan, lra-
yatün başlangıcında gaflet uykusunda ve cahillik beşiğinde tabiaı icabı uyku-
dadır. Nefsani istekleri dolayısıyla hayvanlardan farksızdır. Mesnevi:
"Madem ki hayatımız Hak'la uyanmadı, uyanıklık da bizim için cir
bağdır." (Yani hakiki uyanmak ancak Hak'la uyanmaktır.)
Hazret-i Peygamber buyurdu ki: "İnsanlar gaflet uykusundadır, ancak
öldükleri zaman uyanırlar." L6kin tarikte silik olanlar, ölmezden evvel ölüp ve
gaflet uykusundan kunulup uyanıklığa kavuşurlar. Bir kimsenin kalbi ve ruhu
uyanık olursa, zahiren giizleri uykuda olsa da o kimseye (ul uyor) denmez.
Zira onuıı ııykusu, Hazret-i Peygaınber'in uykusu gibidir. Hazreıi Peygam-
ber şöyle buyrırdu: "Gözlerim uyur l6kin benim kalbirn bütün insanların
Rabbi olan Allah'tan uykuda değildir." Demek ki uyanıklıktan maksat kalbin
ve nıhun uyanıklığıdır. Onu uyandırmak için bir uyandırıcı, bir üstad ldzımdır.
Bir kere uyandıktan sonra kendisini görür, ne makam ve ne menzilde bu-
lunduğunu anlar. Uyandığına alimet odur ki, talip, nefsinin fesatlarını, kabahat
Ve günahlannı giirür, anlar. ondan sonra tövbeye Ve pişmanllğa gider.
MtNHACU,L_FUKARA,NlN ozU 75

Ikinci Derece: Tövbe


Ayet-i keıime:

32wr;ı"|.i.ıı ,r.iı
ır; ıJüTJJı Ç1 ü+

Min6sı: "Ey inanan]ar! Allah'a nasuhlann tövbesi ile tövbe ediniz."


Tövbe lügatte günah ve kabahatten rüc0 yani dönmek demektir. Şeyhler
tövbeyi: Allah'a karşı gelmekten yüzünü çevirmek ve AJlah yoluna gitmek."
diye tarif ederler. Bu dönmekten murad. kalbin rüctsudur. Yani insan kalbiy-
le değil de yalnız diliyle tövbe etse, ona töybetü'l-kezzibin (yalancıların
tövbesi) derler. Yalancnın tövbesi, yalııız lisanından çıkan tövbedir.
Bu izahata göre yukarıda zikr edilen nyeli kerimenin mAnisını şu su-
retle açabiliriz: "Ey müminler! Bütün günahlardan ve CenAb_ı Hakk'ın men
ettiği şeylerden ve suç şüphelerinden, içinizden samimiyetle, halisane,
sadıkane, Allah rızasına uygun olarak rücO ediniz."
Hazreri Peygamber'e tövbe-i nasüh (yani halisane, safiyane tövbe) ne-
dir? diye sordular: "Allah'a tövbe eyleyen kimse, o günaha bir daha dönmez.
Niıekim inek memesinden gelen süt geri gitmez." buyurdular. Hazret-i
Mevlina bunu tarif ederek buyuruyor ki: "Tövbe-i nasüh sahibi günahını bir
daha arzu ile hatırlamaz. Her an ondan nefret eder. Bu, Allah tarafından tövbe-
sinin kabulüne işaıettir."
Tövbe üç kısımdır: Avamrn (Eağı sınıfın) tövbesi
Havasın (mümtaz sınrfın) tövbesi
Ehass-ı havasın (en mün,ıtaz insanların) tövbesi
Avamın tövbesi: Hatalardan töVbedir. Havasın töVbesi: gafletteır tövbe-
dir. Ehass-ı havasın tövbesi; kendi iyiliklerini görmekten tövbedir.
Zira ehass-ı havas hayırları, iyilikIeri, ibadet ve t6atı kendilerinden bil-
mezler. Kendilerini görmezler. Onların nazarında vücudlarını görmek ve bir
şeyi kendilerinden bilmek büyük günahtIr. Hazreli Peygamber; "Vücudunu-
zu görmekten büyük günah yoktur" buyurdu. Bunlar tövbeyi, kendi vücudla_
rından ve bütün masivadan (yani AlIah'tan gayri her şeyden) ederler.
Belki asül tövbe, tövbeden tövbe etmektir.

l0nrlm suresl. ayct 6


,76
AFIF TI]KTAŞ

Mesnevl: "Ey bi-haber! Sana haber vericiden (Cenib-ı Hak) haberler


var. Senin tövben günahından beterdir, Ey kimse! Sen geçmiş zamandan
tövbe edersin, bu tövbeden nasıl tövbe edersin? F6nilik yolu bambaşka bir
yoldur, işte bu tövbe günahından da büyüktür."
olgun kiimillerin töVbesi bu türlü tövbedir. Bunlar nazarrnda geçmiş
zaman zikr olunmaz. Geleceğe de nazar kılınmaz. Halden tövbe etmek de gü-
nahtır. ibnü'l-vakt (vaktin evladı) olan bu zatlarln indinde geçmiş zamaılın
tövbesiyle meşgul olmak, vaktin hükmünü zAyi etmektir. Vaktin hüknıü,
bütün masivadan töYbe ediP, belki töVbe eden kimse kendi vücudundan da
töYbe edip Hakk'ı bulmakır. FOni olanlarla zahitlerin tövbeleri bir deği|(lir.
F6nilerin nazarında akıl lleminde bulunmak dahi günahtır. Zira bunun m6nisı
vücud sahibi olmak ve hayırlan iyilikleri kendinden bilmektir.

Şeyh hazretleri diyorlar ki; "Ne zaman Hakk'a muhalefet ettim ki tö\,be
edeyim'| Onun için tövbeyi terk eyledim, Zira tövbeyi terk etmek, Hakk'ın
müşahedesine işarettir."
Kendini daima Allahla bilen ve Cen6b-ı Hakk'ın her şeyi, her şeyi kap-
ladığı ve Cen6b-ı Hakk'ın kendisine biitün insanlardan daha yakın olduğunu
(Idkin insanlar bu yakınlığı görmez,..) bilen kimse tövbe etmez, O halde tövbe,
tövbenin terkidir demişlerdir. Ve tövbeden tövbe kılmışlardır. Ancak bu mer-
tebe, ehl-i şühüdun mertebesidir.Ehl-i vücOdun mertebesi değildir. Beşeriyet
derecesinde kalanlar için deği|dir. Bir gün sen de bu mertebelere erişir, bu
zat]arın gördüğünü sen de görürsen, o zaman bu sözler sana helil olur. Sen
şimdi tövbeden sonra inabet kıl (yani Hakk'a rücü eyle) ve inabet nedir ontı
öğren,..

Üçüncü Derece: İnabet


Ayet-i keıime: "Siz Rabbinize rücO eyleyiniz ve onun emrine boyun
eğiniz, size birdenbire azap gelmeden evvel, şu halette ki siz onu bilmezsi-
niz, "]]
İnabet de tövbe gibi lügatte rücü minAsınadır. Tövbe ile inabet ansında
şu fa rk var:
Tövbe, Hakk'ın emrine karşı gelmekten, bu emre uymaya rüc0 etmektır.
İnabet, Allah'ın emnne uygunluk varken Allah'a rücü etmektir.

Zumcr suresl. ayet )4


MlNHACU,L_FUKARA,NlN ozU 77

Pişmanlık, tövbeden büyüktür. Pişman olan kimse bütün varlığından


rücü eder. (Zira Allah'ın emrine uymak da bir varlıktır). Ebu Ali Dekidk haz-
fetleri tövbeyi üç mertebeye taksim edıp inabeti töVbenin orta mertebesi ad-
detmiştir.

Şeyhülisl6m hazretlei M enaziüj's-sairin'de şöyle buyuruyorlar: İnabet


üç şeydir:
ü. ibadet ve t6ati ıslah etmek cihetinden Hakk'a rüco etmek (nasıl ki
tövbede Hakk'a i'tiz6r etmek yolundan günahlardan vazgeçmek vardı)
2. Ahdine vefa eylemek cihetinden Hakk'a rücü etmek (nasül tövbeyi
akd eylemek cihetinden rücü' vardı)
3. Hal cihetinden Hakk'a rücü'etmek (nasıl ki rövb€de

34" jP}tl !l ı-.-"-2- 4u1 tJJü


ıri J '' emrine icabetle rüco etmek vardı)

Bir kimsenin 6.m6l ve taati tslah etmek cihetinden Haki'a rücü eylemesi
için Allah'la kendisi arasında ne kadar günahları ve ayıplarr varsa ondan tövbe
etmesi ve hatalarından kötülüklerinden pişman olması ve kaçırdığı farzlan ve
vacipleri ve hak|arı eda etmesi, yerine getirmesi lizrmdır.
Ahde vefa etmek cihetinden Hakk'a rüc0 için günahların lezzetinden
kurtulması, günahkirlara hakaretle bakmaması ve onlara Hakk'tan rahmet ve
mağfiret dileyip nefsini onlardan daha günahkir ve Asl bulması ldzımdır.

Hal cihetinden Hakk'a rüc0 için, :s" j *Lİ l. J


"J:j.r; .i-.lı;
" ayetine
uygunluk olarak fiillerin hAlikı ve a'mAlin sahibi yalnız Cendbı Hakk'ı bil-
mesi, kendisini CenAb-ı Hakk'ın elinde aciz ve ona kemaliyle muhtaç görmesi,
nıhayet kendisini imil ve tövbe eden bilmekten ve ihsan eden zannetmekten
kurtulması, ölmezden evvel ölüp hesap olunmazdan evvel hesap oIunması
l6zımdır...

Dördüncü Derece: Muhasebe


Hadis-i şerif: "Ey ümmetim, nefsinizi kıyamet gününde muhasebe
olunmazdan evvel siz muhasebe eyleyiniz. Mahşer gününde tanılmadan evvel
a'm6linizi akrl ve şeriat terazisiyle tartünız_"

34 NOr siresi. ayet 3l.


35 Saffiı süresi. Ayet 96
78 AFtF TEKTAŞ

Nefsi bu dünyada muhasebe etmek ve ahirete tartılmış ve emin olarak


gitmek gerektir.

Şeyh hazretleri Füt0hat'tn otuz üçüncü babında şöyle btıyuruyorlar:

"Bizim şeyhlerimiz lJ-Ç uıJj -<-Jl ı_r-L- [ndi5_i şerifine uyarak


nefislerini hesap ederlerdi. Sözlenni ve hareketlerini bir deftere kaydeder-
lerdi, Sonra evde deftere bakıp nefislerini muhasebe ederlerdi. Yaptıklaır iş
istiğfarı icap ettiriyorsa istiğfar, töVbeye müstehak ise tövbe, şükre lAyık ise
şükr edip ondan sonra uyurlardı." Şeyh hazretleri bu türlü iki zat tanüdığrnı ve
bunların niyet edicilerin kutuplau olduğunu söylüyorlar.
Ey derviş! Şu kıymetli ömrünü her gün boş yere zayi eylersen Hakk'a
nasıl talip olursun? Hadis-i şerif: "Bir kimsenin iki günü birbirine müs6v'] ise
o kimse kaybedicidir. İkinci gün yapttklarü kötülük ise zaten mahrum demek-
tir. İkinci günü iyilik cihetinden birinciden ziyade oImadı ise noksan demek-
tir. Eğer noksanlar birbiri ardından geliyorsa o kimsenin ölmesi hayırlıdır. '
Her gün için, zahir ibadetlerden namaz, oruç vesair vacipler gibi ve
batın ibadetlerden de dualar, yalvarmiılar, tecelliler, varidat gibi ibadetIe. vaz
olunmuştur. Eğer bir ibadet vakti kaçsa ve bu ibadeti başka bir vakine kaza
etsen, bu sefer kaza eyIediğin vaktin hassalarl kaybolur. Cüneyd hazretleri bir
gün mahzun görünüyordu. Sebebi sorulduğunda, "Zikrimi kaçırdım, ondan
mahzunuın. Hazır vakit. geçmiş Yakitten daima daha iyidir." buyurdu.
Mevlina hazretleri, kendisini artık kemale varmış sayarak ibadet ve taaı
rcn gaiıl ve 6tıl olanlar hakJanda diyor ki:
"Ben o kimsenin bendesiyim ki o kendini k6mil görmedi
Bunu terk eden kimse, bir günlük yol gidemez
Noksanını gören kimse, ıınun ikmiline gayret eder
İnsanın kendini kimil görmekten daha biiyük bir illeti yoktur
Senin canın yok mu? Eğer canını bilsen
Kanlı gözyaşları rlökerdin, ta ki kurtulasün"
Yine MevlAnA hazretleri. sadece lakırtı o|sun diye: "FilAn paşa geldı, şe-
hirde debdebe ile karşılandı, fil6n bey hiddetle şehri terk etti." gibi boş siizler
söyieyen birisine şöyle buyurdu:
"Bunlardan bize ne fayda var? Öküz geIdi, eşek gitti. Bu kıyınetli ha-
yatın her zerresinin kadrini bil, bu kavgadan bize ne?" Bu Alemin ahvaliyle
meşgul olmak. şu az iz iimrü telef etmektir.
MlNHAcU,L_FUKARA,NlN oZU 79

"Telef ettin boş yere ömr-i nAzenini


Hiç söylemez,sin bu ne iştir?"
Müminin ömrünün bakiyyesıne paha biçilemez. Zira iyilikten kaçan
fırsatları insan, ömrünün son zamanında anlar. Bari bakiyye-i ömründe tamir
eyle. Ve bu da mümkün değilse, ömrünün bakiyyesini dindaraıre bir tehassür
ve teessüfle geçir ve bu hüzünle dünyayı terk eyle.,.
Mesnevi:
"Ey yolcu bil ki az vakit kaldı
Ömrün güneşi kuyuya gidıyor
Elinde kalan şu aZ miktarda tohumu
Bari şu bir kaç gün içinde oynat ki
Uzun ömür yolundan şu bir kaç anda istifade et
Bu alev sönmeden evvel fitile yağ koy"

Beşinci Derece: Tefekkür (Düşünce)


Hadis-i şerif: "Tefekkür gibi büyük ibadet yoktur, Tefekkür, kalb ile
olur." Zira kalb, uzuvların en şereflisidir. Başka bir hadis-i şerifder ki:
|a-;,V w J.>arL;<; " Bir saat tefekkür bir sene ibadetten
hayırlıdır. Ama tabii bu düşünce, ahiret hakkında veya Hakk\n sıfatı veya sıf6t-ı
ilAhiyye veya Allahln nimetleri hakkında olmak gerektir. Allahln zaı hakkrnda
olmamalı, zira bu men edilmiştir. Bu hususta hadis-i şerif vardır. Zira Allah'ın
zatı hakkında tefekİür etmek tahsil-i hisıl (yani esasen meYcUt olan şeyi iste-
mek) ve binl bir hayal ve tamamen faydasız bir endişeden ibarenir.
"Allah'ın bahşişlerini düşünmek taıikin şartıdır
Allah'ın zatını düşünmek tamamen günahtır
Zat-l Hak hakklnda endişe b6tıldır
Zira tahsil_i hAsıl beyhudedir, imk6nsızdır"

36, LL A, JJ-r"*2 ) 1 '' manasınca Cendb-ı Hak kimsenin malumu ola-


maz. Cendb-ı Hakk'ın gaybi hüviyetini hiç bir akıl idrak edemez.

36 Taha süresi. ayet l10


80 AFiF TEKTAŞ

S6like düşen şey, eşyanın acaipliğini, güzelliğini düşünmek, Cenıibı


Hakk'ın yarattlğı güzellikleri tahlil etmektir. Bu tarzda tefekkür, cehli. gururu
onadan kaldlrlr. neşe ve meserret getirir,
'Bu tefekkür seni ren hanesindeır a'lAya çıkarır
Seni sır perdelerinin sarayına götürür"
Bu tarzda düşünme şeriat çocuklarının fikridir. Ama hakikat sahipleri-
nin fikri, güzel mukaddes düşüncelerde, tecellilerin güzelliğinde ve Cenıib-ı
Hakk'ın sıf6tının esıirında olur. Esere baksalar yaratanı görürler. Yaratandan
eseri istidlil edip, onun nuruyla bu eşyayı bilirler. Bu türlü düşünceler şeriat
ve tarikatin acemilerine nasip değildir, Abdurrahman Sülemi'ye srırdular:
"Zikir mi iyidir, yoksa fikir mi']" "Zikir daha iyidir" diye cevap verdi. Zira
Allah,ın sıfatlanndandf 37 (
4_ijı .Jj_ı_SjG ),

Fikir halkın sıfan o|ma|l 38 (


J,,)-l , ;ır.Jl ;L aP iJŞ,;1 " )

Zikir fikırden iyidir, zira Iikir doııarsa zikir ile açıhr.


Mesnevi:
"Ben bu kadar söyledim
BAkisini sen düşün
Fikrin dondu ise zikr et
Zikr ederken fikre düşünce gelir
Çünkü fikir dondu
Hemen zikr et"

Altıncı Derece: İ'tisam (Bir şye sıkı yap|şma, günahtan kaçınrna)

Allah teil6: ]9 ı-:--(1ll J; \,,,_-.:ı,\'r,, buyurdu. Hab| lügaıte urgan


demektir. Habl, Kur'Xn'a ve ahde istiare tarikiyle denir. İ'tisam: Bir şeye sım-
sıJo yapışmaya derler: "Kur'An-ı mübiı in ve Allah'ın metin uıganına yap4ınız.
Toplu olduğunuz halde ey müminler.." demek oluyor,

37 Bakara sürcsi. iyer l52: "Öyle ıse siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi ana) ım,"
38 Al-i imrin süresi, Ayet l9l, "Coklerin ve yerln yaratlllşı hakkrndit derin derin diişü_
niirler,"
39 Al-i imran süresj. ayet I03.
MlNHAcU,L FUKARA,NIN ozU 8l

Gerektir ki s6lik Kur'6n urganına yapışarak ve Kur'An'ın buyurduğu


yola giderek ten tehlikesinden ve beden kuyusundan kurtulsun ve m6nA 6le-
minde yol alsın.
Hazreı-i Mevlina buyurur ki:
"Ey Yusuf, canı bil ki neden şu beden kuyusunda kaldın
Kur'6nln urganına yapış! Arş-ı ilihiye yüksel!"
İ'tisamın üç derecesi vardır:
l. Avamın i'tisamı: Kur'6n'ın ve hadis-i şeriflerin zahir m6n6larına ve
kaür Cen6b-r Hakkln emirlerine ve
ahiret azabına inanmaktür. Elinden geldiği
nehiylerine uyup Allah\n mağfiretine yapışmaktür, ümit bağIamaktır.
2. Havassın i'tisamı: Kur'An ve hadislerin b6tın mdnAlarına bağlanmak,
dünya ile ilişiğini ve bağlannı zahiren ve b6tınen terk edip Allah muhabbetine
sımsı]<r tutunmaktır. *oİr' ;Jl!
.:-]--^_-:-ı rö
A!Iah sevgisinin pek sağlam
kovasına yapışmaktır. AIlah sevgisi öyle kuvvetli sağlam bir urgandır ki ona
sımstkı tutunanlar zulmet kuyusundan kurtulur ye Allah'a i'tisam mertebesine
vasıl olur.
3. Ehass-ı havasın i'tisarru: Bunlar masivadan tamamüyla yüz çevirip
+ı'lA"1'9
^ıl
ı" ı.İı_2 emrine uyarak doğrudan doğruya Cen6b- ı
Hakk'a i'tisam eylemiştir (sığınmışlar, yapışmışlardır).
AlIah'a doğrudan doğIuya tutunanlar doğru yola nail olan kimselerdir.
Allah'a i'tisam etmenin min6sı, Cendbı Hakk\ m6sivA olmaksızın müşahede
eylemek, ona vasıtasız tutunmaktır. Kur'dn-ı azimü'ş-şanda da iki türlü hitap
v6ki olmuştur:

l. Avama ve havassa hitapır ki: 42 Ç".- .iJl J; ır*;1 _ı buyruldu.

2. Ehass-ı havas olan ariflere hitaptır 11, aı'.İlt ı---iİı " buyurdu.
Bunda vasıta kalkmıştır,
Henüz süret ileminde bu]unan avam Cen6b-ı Hakk'a vasıtasız i'tisam
edemez. Ama k6mil kimseler sebeplerden, vasıtalardan kurtulmuş, sebeplerin

40 Bakara sürcsi, ayet 256,


4l Hacc siiresi, ayet 78; Nis6 süresi,6yeı l46
Al-i imran süresi, ayet l03.
4] Hacc süresi, iyet 78; Nisn siresi, dyet 146
82 AFiF TEKTAŞ

sebebi olan Hakk'ın müşahedesine ermişlerdir. Onlara hitap da


44,))\\r-;| olarak vasıtasız vasıl olmuştur. Seyyidü't-t2ife hazretlerj bu
mevzuda: "İ'tesima bi ahi aıi'l-i'tisami bi-hablilltıh" "Allah'ın urganrna
yapışmaktan Allah'a sığınınız." diyor ki "CenXb-ı Hakk'a vasıta ile i'ıisamdan
kurtulunuz ve onun cenabrna vasıtasız vasıl olunuz" demek oluyor.

Yedinci Derece: Firar, Halktan ve Vasıtalardan Kaçmak


Ayeıi kerime: 45 U;i L -3 , ır7
.Uı .rıı Allah'a firar ediniz, o
sizin için hayrı ve şerri, hak ve batılı fark ettiren korkutucudur.
Maksat, vücrıdu olmayan halktan, vücudu daim ve b6ki olan Allah';ı fi-
rar eyIemektir. Hak teala bir kimseyi kendisine cezb etmek istese alameti bu-
dur ki halk ona hiddet ve düşmanlık gösterir, eziyet eder. Onun da kaIbi halk-
tan usanıP Hakk'a firar eder.
Halka inanıp ona kanmış kimseler, Cen6b-ı Hak'tan uzak ka|ır, yani
halkın sdlike muhabbeti hakikatte düşmanlık, ihaneti de bir nimet vc saııdet
sayılır.
Mesnevi:
"Dostlann hakikatte düşmanlanndır
Ki seni CenAbı Hak'tan uzak ve meşgul kılarlar
cihanda halkın sana cefası
Sana bir hazine getiriyor
HalkI seninle kötü huylu ederler
Ta ki çaresiz kahp Allah'a gidesin
Sen bu cefaIardan şikayet etme
Budalanın ve cahilin methinde bulunma
Hakk'a şükret ve ekmek bahşet
Kisen onların çuvalına girmedin
Bu çuvaldan çabuk kaç
Ta ki ebedi dost olan Allah'ı bulasın"

41 Hacc §Oresi, ayel 78; Nisa sOresi, ayet 146,


45 Ziriyat s6resi, iyet 50
MlNHAcU,L-FUKARA,NlN oZU 83

Hak teala Kur'an-ü kerim'de Hazreli Musa hakkında hikAye buyururlar


ki;
"Musa Firavun'a ye Al-i Firavun'a dedi ki: Ben sizden kaçtım, o vakit
kaçtım ki sizin şerrinizden korktum. Bu kaçış sebebıyle Rabbim bana
hikmetler verdi ve beni peygamber yaptı."46

Şeyh hazreıleri buyurur ki: "Musa'nın firarı kendisine peygamberlik ve


halifelik getirdi. Bu halkın kötülüğünden kaçan 6şıklara da Cenab-I Hak hali-
felik ve vuslat zevki ve yakınlık bahş eder."
a7
'; w
Avamın firarı. eşyadan Allah'a olur. ,:--,-.-2 J!jr,ü .J.rı r+rrü

Havasın firarı, slfattan sıfatu'l]aha olur (Gazabından affina ve rızana


sığınırım.).
Ehass-ı havasın firaıı, Hüd6'dan yine Hüd6'yadır (Eazu bike mtnke-
senden sana kaçarım).
Demek oluyor ki firarı üç dereceye bölmek mümkündür:
l. Avann firarı: Bilgisizlikten bilgiye, cahillerden din nlimlerine ve ya-
kin sahiplerine tirardır. Tenbellikten vazgeçip ibadete azm etmeye, darlüktan
genişliğe firardır.
2. Havasın firarı: Kur'6n-ı kerim ayetlerinden ve hadis-i şeriflerden,
müşahede tarafina firardır. Yani bdtın m6n6larına gitmektiı. Nefsin hazlarından
cismin zevklerinden ayrılmak ye kurtulmak tarafına firardır.

3. Ehass-ı havasrn firarı: MAsivddan Hakk'a doğrudur. Ancak bu türlü


kaçış da vücud şüphesinden büsbütün kurtulmuş sayülmaz. Bu itibarla böyle
yüksek mertebedeki zatlar, Hakk'a firar eylemek fikrinden dahi Hakk'a firar
eylerler. Halbuki bu firarda bile bir cihetten vücud şüph€si bulunduğundan,
ondan sonra Hakk'a firar eylemekten de firar ederler. Kaçan kaçılan hepsi bir
olur. İkilik ortadan kalkar.

46
Şuari süresi. iyet 20-2l-
4,7 "Allahlm! işlemiş olduğun günahlarln zaiaflndan sana slğınırlm."
84 AFIF TEKTAŞ

Sekizinci Derece: Halvet (İbadet ve zikir ile meşgul otmak üzcre


tenhaya çekilme)
Hadis-i kudside Hak teala Hazreci Davud'a dedi ki: "Ya Davud, benim
için bir eV boşalt ta ki ben onda olayım." Maksat kalp evini gayr düşüncesin-
den boşaltmaktır. Kalp sarayını ağyardan boşaltmayı murat eyleyen kimse,
beş duygusunun kaprlannl ve kuruntu yo|larını kapamahdır. (El işte gönül sev-
gilide) olmak bu mAn6yaüı. Mesnevi:
"Ak,I o]an kimse kuyunuu dibini seçti
Zin halvette gönül safiları vardır
Kuyunun dibindeki zulmet halkrn zulmetlerinden iyidir
Halkın ayağınm altında kalan kendi başını kurtaramadı"
Halvet eylemek sünnettiL Nitekim Hazret-i Peygamber Hıra dağındaki
mağara içinde ta vahy-i ilAhi gelinceye kadır, uzun müddel halvet eylenıiş-
lerdir. Hazreli Mevlina da bidayette sık sık halvete çekilmişler ve ancak
Şems-i Tebrizi ile mülakattan sonIa halveti terk ve celveti (halvetin aksi, her-
kesle oturmak) ihtiyar eylemişlerdir. Şibli hazretleri diyor ki:
"Halveti ihtiyar et
Halkın dilinde gezmekten kunu]
Etrafını duvarla çevir
Ta ki sana öldü desinler"
Ekseri arifler halveti terk ye celveti tercih eylemişlerdir. Zira halveıten
maksat, kalb hanesini ağyardan boşaltmaktır. Yarla kalp hanesinde başbaşa
sohbet etmektir. Bu meziyete aırcak mdsividan perhiz etmekle, nefsi riyazetle
eritmekle vasıl olunur. Halbuki bu vuslata eren kimse halvete neden itibar et-
sin? Onun için tarikimizde halvet terk edilir ve celvet ihtiyar kılınır. Mesnevi:
"Ağyardan halvet l6zım, yoksa yardan değil
Kürk kış içindir, yaz için değil"
Hakikat, kalp halveth6nesini ağyardan ve m6sivXdan boşaltmak, vari
gönül halveth6nesinde tenha ve yalnız o|arak bulmak ve kesret içinde vahdette
olmaknr.
Hazret-i MevlAna Hak lisanından şöyle buyuruyor: "Gönlünü ağyardan
boşaIt çünkü bizim küyumuza gelmek istiyorsun. Bizden gayrisine bakma,
çünkü bizim cemalimizi istiyorsun. "
MlNHACU,L FUKARA,NIN oZU 85

Gönül ağyardan ve m6siv6dan boşalıp y6rin vahdeti zuhura gelip iyilik


ve kesret ortadan kalktığı zaman s6lik, ister halvette olsun, ister kesrette bu-
lunsun, birdir. Şeyh hazretleri diyor ki:

"Zaln vahdetinin keşfi halvete manidir, hatta halvette bile olsa. Mutlak
vahdet keşf olup ağyar kalmadığı anda, halvet sahibi bilir ki artık haIvette de-
ğildir. Faraza bu keşiften sonra halveti araması, halvet sahibinin cahilliğine
delilet eder. İnsan zahirde ve mAnida Allah'ından gayri görmeyince halvet
ortadan kalkar ye buna yani halveti terk eylemeye celvet derler.

Dokuzuncu Derece: Uzlet (İnziva, bir tarafa çekilip kendi ken-


dine tenha oturma)
Hadis-i şerif: Hak ted|6 Hazret-i Davud'a vahy eyledi ki: "Ya Davud!
Sen ne sebepten uzlete çekilirsin ve yalnızlığı ihtiyar eylersin?" Davud der ki:
"Ya Rabb! Halkı senin için terk ettim." Hakk teali buyurdu ki: "Ya Davud!
Bunu bil ve uyan ve nefsin için dinde dost]ar edin. Benim taatim üzere sana
uygun olmayan dosttan uZaklaş. Yalnızlığı tercih et Ve o dostla münasebetten
kaçın, zira o sana düşmandır."

Bu hadis-i şerif, Hak talibi olmayan kimselerden uzleti öğretiyor. tari-


kimizin de şartı halkın avam sınüfündan uzlet etmektir. Hayır işlemek, dünyada
ve ahirette halktan uzlet etmeye bağlıdır. Doğruluğun ve ihl6sın hasıl olması,
halktan çekinip halkın muhabbetini kalpten çıkarmakla olur. Eğer s6likin uz-
leti Allah rızası için olmaz da, mevki hırsı, şöhret arzusu ve halkln ziyaretine
rağbet gibi sebepler|e olursa bu uzletten ancak fitne hasıl olur. Asıl uzletten
maksat, halkın cisminden uzaklaşmak değildir, gönlünü halktan kurtarmaktır.

Uzlet için dön haslet l6zımdır. Uzlet kelimesinin her bir harfi bir haslete
del6let eder:

l. (Ayın) ilim,2. (ze) Zühd,3. (L6m) lillah olması 4. (te) tükd


UZ]ette (ayün) olmasa (zillet) olur, (ze) olmasa (illet) olur. Bunlar her
ikisi olmasa sırf meşakkat olur. (ldm) eksik olsa izzet ve riyaset maksud olur.
Ve eğer (te) olmasa halktan (azil) olduğu kalır. Uzlet edene bu dört haslet
16zımdr.
86 AFiF TEKTAş

Onuncu Derece: Riyazet (Nefsi kırma, züht ve takva mak-


sadıyla perhizk6r ve kanaatkAr yaşayış)
Riyazet lügatte: Haşarı atı mat etmeye derler. Şeyh hazretleri buyurur
ki: "Riyazet nefis atını zelil etmek ve rıbudiyet yularıyla yularlamaktır. Nefsi
toprak gibi kılmaktır ki iyi de kötü de ayak koysa elem çekmeye." Mesnevi:

"Toprak ol ki gül bitsin


Topraktan başkasııra gül nasip olmaz.
Baharda kayanın üstünde yeşillik biter mi?

Toprak ol ki renk renk gül bitsin"


SOtiyye şeyhIeri indinde riyazet iki kısımdır:
l, Edeb ıiyazeti: Nefsin tabiatınden çıkınaktır.
2. Ta|ep riyazeri Muradın sahih ve dürüst olmasıdır. Taleple nruradın
sahih olması, murddı Hak olduğu zaman hasıl olur. Bize göre riyazet, ahl6kın
güzelIeştirilmesidir. Her kötü olan huyu terk ederek yerine Allah'ın ahlnkıyla
ahldklanmaktır. Riyazet üç derecedir:

l. Avamın riyazeti: İlimle giizelleştirmek, iyi ahlAk ve hulOs-i kalble


işlerini ve hareketlerini s6fi bir hale koymakıı. Halkla olan muamelede hak-
lara hürmet, yani insaf ve ihsan hakları verip herkes için iyılik söylemek ve
Hakla olan muamelede hak]ara hürmet, ibadeı ve taati ihlas ile kılmaktır,
2. Havasın riyazeti: Batın ihtilaflarından kurtulup, Hakk'ın ibadetine kalp
huzuruyla doğrulmaktır, Bir makam ve mertebeyi aştlğında, geçtiği makama
iltifat etmeyip daha yüksek meılebelere terakki eylemektir.

3. Ehass-ı havasın riyazeti: Gören ve görülenin ikiliğinden kurtu]up,


cem'ü'l-cem' merlebesine yükselmek, esmi ve süfatın ihtilaflarınü ortadan kal-
dırmaktır.

Bunun mAn6sı şudur ki: Cen6b-ı Hakk'ın esm6 ve sıfAtı biribirine zıt ve
mukabildir.
Mün'im-Müntakim, KAbız-B6sıt, M6ni'-Mu'ti gibi. Bunların muhtelif
eserleri bu ilemde zuhtıra gelmiştir. On|arı yok edip cümle süfatıyla tecelli
eden, cem' mertebesine yükselir.
MINHAcU,L_FUKARA,NIN oZU 87

İkinci Bab: Sülfikun Kaprları Olan Dereceler


(Her bir derece sülOka bir giriş kapısıdır. Bu ikinci bab da birinci bab
gibi on dereceye bölünmüştür.)

Birinci Derece: Hüzün


Hüzün lügatte sevincin aksidir, Şeyhlerin lisanında ise, geçmişte kaçan
şey için bdtının elemine derler. Kaybolan şey, ya yerine konabilir veya yerine
konamaz.
Tamiri kabiI oIanlar: Namazın, orucun vesdir kaçırılan vaciplerin kazası
gibidir.
Tamiri kabil olmayan: Ölümle kaybettiğimiz bir insanın tekrar dirilme-
sini istemek gibidir.
Bizim bahsimizdeki hüzünden maksat. bunlardan birincisidir. yani
kaçan ibadet ve taatin kaybolmasından mahzun olmaktır. Tenbellik, uyuşuk-
|uk, günah ve isyanda geçen ömlüne esef ve hasret duymaktır. Hazret-i
Peygamber:
a8
.;r *j J5 --5ı AXlil buyurdu. Bu tüIlü hüzün, sülük mertebe_
Ieri ansında makbul bir mertebedir. Hüznün de üç deıecesi vardır:
l. Avamın hüznü: Cen6b-ı Hakk'a karşı hizmette kusurdan ve Allah'a
ibadette kaybolan günIerden dolayı duyulan hüzündü. Şartı budur ki, k6dir
oldukça kaybolan ibadeti kaza ede ve kaybolmayan ibadete devam eyleye!
BöyIe olmazsa hüznü sahih olmaz.
2. Müritlerin hüznü: Gönülleri Hakk'ı görmekten mahrum ve içleri
mAsiv6ya (Allah'tan başka şeye) meyyal olduğu zaman duydukları hüzündür.
3. Ehass-ı havasın hüznü:Onların hüznü yoktur. Zira hüzün, eksik olan
şeyden duyulur. Ehass-ı havas vicdan ehIıdir. Onlara hüzün olmaz, Bunlar,
19 Ji?-e. ) ı r+=,"'j} ! ..n.b..ine ermişlerdir.
Ancak bazı 6rızi sebeplerle ve ancak gayr için, yani kendilerinden baş-
kası için hüzün duyarlar. Hazreti Peygamber'in, ümmeti için olan hüznü

48 'Allah bütün hüzünlü kalp sahiplerinı sever."


49 Bakara süresi, 6yeı 38: "onlar için herhangi bir korku yokıur ve onlar üzüntü
çekmezler."
88 AFIF TEKTAŞ

gibi. Hadis-i şerif: "Kıyamet gününde bütün mAsivA, 'nefsi nefsi'diyecekler,


Hazret-i Peygamber 'ümmeti ümmeti' diyecek."

İkinci Derece: Havf (Korku)


Hadis-i kudsi: "Ben ku]um üzerine iki korkuyu birleştirmem ve iki
eminliği birleştirmem. Eğer dünyada benden korkarsa ahirette korkmaz ve
eğer dünyada benden emin olursa ahirette olmaz."

"Ahirette Allah huzurunda kiim olup hesabl görülmekten korkan ve


nefsini hev6 ve hevesinden boşaltan kimsenin yeri cennet-i a'lidır."50
Korkuda olanlara "Korkma!" emri geldi. Ey korkan, emin ol. Korkulu gönlü
teskin ederler. Hüzün geçmişteki şeyler için duyulan elemdir. Havf ise gele-
cekteki şeyler için duyulan elem ve ezadır. Korkunun üç derecesi vardır:
1.Avamın korkusu: Cezadandrr. Cezadan korku ile iman sahih olur.
Zira iman Peygamberimizin haber verdiğini ve Cen6b-ı Hakkln Kur'in-ı
kerim'de buyurduğunu tasdik etmektir. Eğer korkan kimse ahireti tasdik e!
meseydi, içine korku düşer mi idi.
2. Havasın korkusu: Yani murakabe ve müşahede ashabının korkrısu-
duı. Bunlar Cenib-ı Hakk'ın mekrinden (hilesinden) ve istidracınden (aldat-
masından) korkarlar. Ayeli keıime: "Allah'ın mekrinden korkmayanlar ancak
hüsranda kalanlardır."5l Şeyh hazretleri, Füt0hat'ln 23l'inci babında bu-
yururlar ki: Mek-i jlAhi nedir?
"Bil ey s6lik, mekr, bizim indimizde şudur ki: Bir kula yapacağı iş için
bilgi verilir ve ona göIe hareket etmekten mahrum o[ur. Yahut bazan olur ki
hareket imkanı da verilir, lAkin onda ihldstan mahrum olur, Bu zikr olunan
meziyeti kendi nefsinde veya gayride gören ve bu vasıfla vasıflanan kiırıse
mekre kurban o]muştur, Allah'ın hayır murat eylediği ve mekrden muhafhza
eylediği kimse, şeriat terazisini elinden bırakmaz. "

Şeyhler mekri böyle tarif ederler ki: Bir kul muhalefet ve isyan
işledikçe Hak teAl6 ona nimet ve ihsanını ziyade eyler ve onu hemen cezalan-
drrmaz. O kul kendini Allah'ın azabından emin olmuş zanneder. Ve hatta
Hak]<'ın makbulu olduğunu vehm eyler. Haberi yok ki buna mekr-i ilAhi der_
ler. Mekr-i il2hi öyledir ki, hileye kurban olan kimse Allah yolunda olduğunu

50 Naziat s0resi, ayet 40-4l


5] A'Iaf süresi, eyet 99.
MiNHAcü,L FUKARA,NIN öZü 89

vehm eyler, halbuki hiç öyle değildir. Bu mekrin bu kimse|erin vehmine


yerleştirilmesinin sebebi budur ki, bunlan Hak teA16 bilmedikleri yerden hel5-
ke yaklaştınp kahreder.

Şeyh hazretleri der ki: Tenkit ve muaheze edilmemek avamın mekridir.


Ama tarikat erbabının ve tahkik sahiplerinin mekri budur ki, onlara keramet ve
veliyet gelir. Onlar buna mağrur olup derler ki: Eğer biz CenAb-ı Hakk'ın
sevgili kulu olmasa idik, bizden bu vuslat zevki kesilirdi. Şeyh hazretleri bu-
yururlar ki:
"Mağrib'te ve Rum beldelerinde çok kimseler gördük. SO-i edeb ve
küstahlıklarda bulunurlardı. Bununla beraber mekr-i ilAhiden dolayı keramet-
leri ziil olmazdı. Onlar zannederlerdi ki eğer bu hususta Cen6b-ı Hakk'ın yo-
lunda olmasalardı bu haller değişirdi." Cenib-ı Hak: "Biz bu türlü kimseleri
aldatırız." buyururlar. Yani azaba derece derece yaklaşrınrız. Zevkin devam et-
tirilmesi ve cezanın geciktirilmesi böyle. Bunlar bilmezler ki bu, aldatmaktır.
CenAb-ı Hak buyurur ki: "Ben bunlara mühlet veririm. Benim mekrim kuv-
vetlidir. Hiç bir şeyle def olmaz."52
Havasın mekri hakkında Şeyh hazretlerı derler ki: Allah'ın izni ol-
maksızın harikalar ve kerametIer göstermektir, Zira şan budur ki, evliyaullahın
kerametleri örtülü olmak l6zımdır. Halbuki mürseline yani Allah'ın gönderdiği
peygamberlere bu kerametler vaciptir. Zira peygamberler Allah'a davete me-
muı edilmişlerdir. Veli ise Allah'a davet eylemez, ancak RasOlün lisanıyla da-
vet eder ve onun davetini hikaye etmekle davet eder, yani kendi lisanıyla davet
edemez.
Bazı şeyhler, bu keşiflerle ve kerametlerIe aldatılmış olur. Bu sebeple
gurura düşer, yolundan şaşar, İşte havasın korkusu bu zikri geçen mekrler-
dendir.
3, Ehass-ı havasın korkusu: Bu makamda yukarıda zikr olunan cinsten
korkular yoktur. LAkin bunlan heybet ve celil istila eder. Korku derecelerinin
en yükseği de bundan ileri gelir, Zira Hakk'ın heybetinin ateşine tahammül
etmek kolay iş değildir. İlahi izzet öy]e çarpar ki buna en kimil olanlar bile

tdkat getiremez.53 ü-- ,5,y'J-'.) bu mAnAya delilet eder. Beyit:

52 A'.af s0.esi, ayet 183.


53 A'raf s0resi, ayet l43| "lRabbi o dağa tecelli edince, onu parampaİça etti,l Musa da
bay8ün düştü."
90 AFiF,I,EKTAŞ

"Heybet ateşi ziyadeleşince onuı) tablndan kebap olur ciğer


Kahr denizi bir dalga getirirse bu varlık harap olur"

Üçüncü Derece: Rec5


RecX ariflerin en zayıf derecesidir. Taliplerin mertebelerinin en güzeli-
dir. Talibe nisbetle faydalı bir srfattır. Likin bir bakımdan Cendb-ı Hakk'ın
iradesine karşı gelmektir. Zira CenAb-ı Hak her şeyin malik ve sahibidir.
Malikin şanı mülkünde dilediği gibi tasarruf etmektir, Kul recAya müracaat
etmekle Hakk'ın muradına karşı gelmiş olur. Yani recd eden kimse, kendi
muradını Cenib-ı Hakk'ın muradına tercih etmiş olur. Halbuki asıl kulluk, ma-
likinin emrine ve iradesine teslim olmaktır ve kendi iradesinden fAni olmaktır.
"Vuslatınü istedim. sen aynlık istedin
Ben muradı terk ettim, senin muradın olsun"
Recd edenin mertebesi zayıf olduğu için o kimse Ceniib-ı Hakk'ın mu-
radının hilAfını reci etmiş olur. Ama ariflerin muradı, Hakk'ın muraüdır. Iiğer
Cen6b-ı Hak, ariflerden dua ve recA isterse o zaman rec6 ederler. Yok eğer
Cen6b-ı Hak sükut ye tesIimiyet isterse, arifler s6kit olup teslim olur]ar.
Ancak recA aslında faydalıdır. ye'si;r ve korkunun ateşini söndiırür.
Eğer korku reciya galip olursa, s6lik yeis içinde boğuJur. "Kdfir olanlaı,dan
gayrisi Allah'tan me'yus olmaz." Eğer recA korkuya galip o]ursa mahrum ve
mutazarrır olur. O halde kula yakışan havf ve rec6 arasında olmaktır ve ken-
dine bu iki sıfarı kanat olarak ku]]anmakıır. Kulun korkusuyla recisı tartıliıcak
olursa, ikisi eş olmalı. Recanın faydasü kuvvet vermesi, Hakk'a güvenmeye ve
Hakk'ın ihsan edici ismine gönül bağlamaya teşvik etmesidir. Eğer recii ol-
mazsa kul hizmette ibadette Ve taatte kalır, çaIışmaktan geri kalır. Yüksek
derecelere ulaşmaktan mahrum olur. ^tıl SülOkun ibtidasında s6like havf ve ıec6,
lizım olan sıfatlrırd ır.

Dördüncü Derece: Huşi (Gönül alçaklığı)


Huşü, kalbiıı rikkatine ve Cenib-ı Hakk'a tevazuyla boyun eğmesine
derler.Ayeli kerimede: "Ey müminler! Al]ah'ın zikri için kaIplerin mütevazi
olması vakti gelmedi mi?"5a buyurulııyor. Yani müminlerin kalplerinin teva-
zusuna özür ve bahane yoktur demek oluyor.

54 Hadid s0resi. dyet 16


MINHACU,L FUKARA,NIN OZU 9l

Ancak ariflerin lisanında huşü o halete derler ki, korku ve sevgi ile
karışık ola. Mahbüb-ı ilAhinin azemet ve cel6li korkusundan nefs yanmış ve
kırılmış bir hale gelmiş ola. Alçak gönüllülük, tarikat ehline 16zım sıfatlardan-
dır.
Huşo öyle bir sıfattır ki ilahi tecelliden hası] olur. Hak tedli hangi şeye
tecelli eylese. o ıecelli dolayısıyla o şey bilinir. yani iIim hası| olur. İüim ise te-
vazu ve korkuyu davet eder. Onun için CenAb-ı Hak'tan korkanlar ve a|çak
gönüllü olanlar Alim|erdır. Hadis-i şerif: "Allah'ı en çok bilenlerdenim,
O'ndan korkanm."
Bir kimsenin kalbi mütevazi olmazsa, bedeninin azası da huşüya vara_
maz. Nitekim Hazreıi Peygamber bir kimseyi namazda sağa sola iltifat eder-
ken gördü. "Bu adamın kalbi huşü duysaydı, azası da öyle olurdu." buyurdu.
Zahirdeki huşü noksanı, b6tına da sirayet eder. (ez-7-öhirü ünvdnii'Lbann).

Beşinci Derece: Züht (Perhizk5rlık, nehy edilen şeylerden


çekinip ibadet etmek)
Züht lügatte terk demektir. Tasavvuf lisanında bütün eşyadan toptan
isteğini kesrnek, dünyadan ve ona ait şeylerden vaçgeçip nefsi, Cen6bı Hak'-
tan gayriolan şeylere muhabbet ve meyl etmekten kurtarmaktür.
t. Avamın zühdü: İnsanı Hakk'a yaklaştırır. Talep mertebesinde olanları
olgunluğa kavuşturur, Kemale yasıl olanlar bu mertebeyi alçak buIur. Avam
dünyayü terk etmekle Cen6b-ı Hakk'a yakınlığa yol bulur.
2. Müridlerin zühdü; M6siv6dan nefsi ayırmakla b6tında yalnız Allah'la
meşgul olmaya kavuşurlar.
3. Ehassı havasün zühdü: Bunlara göre zühd alçak bir derecedir. Zira
onların şuhOd gözünde Hak'tan gayrının kadri kıymeti yoktur. Onlar bu dün-
yaya Allah gözü ile bakarlar. Böyle olunca bu dünyanın onlar nazarında
sivrisinek kanadı kadar kıymeti yoktur. Hadis-i şerif: "Bunu terk eyledim de-
mek, k6mil olan insan için alçaklık ve hasislik sayılır."
Ekseri talip mertebesinde olanlar kendilerini bu menebeye varmlş san]r-
lar da sonra bir şeyi zayi olsa müteessir ve muzdarip olurlar. Halbuki büyük-
lerin şanı odur ki bütün dünya ve kdinata ma]ik olsa da hepsini bir anda kay-
betse gönüllerine elem ve ıztüraP gelmez.

S6lik bu menebeye gelinceye kadar soreten ve m6nen çok şey terk ey-
lemesi gerektir. Hatta bu mertebe onun hali olmalıdır. Haramı terk etmeli. Al-
92 AFiF l,EKTAŞ

lah'ün tekdirinden korkarak, malda ve rızıkta şüpheli olan şeyleri terk etnıeli,
Nefsin hakkı ne ise yetecek kadannı alıkoyup üst tarafinı Allah yolunda terk
etmeli. Bu menebeden de sonra terakki ederek Hüd6'dan gayri mdsivA hük-
münde olanı da terk etmeli, hatta kalbinde HüdA'dan gayriye muhal,ıbet
kalmamalı. Bu s0retle ariflerin zühdüne vasıl olmuş olur.
Hülasa zühdün üç derecesi şöyle tarif edilebilir:
l, Zühdü'l-ayam terkü'l-haram (avamın zühdü haramü terk)
2, Zühdü'l-havAs. terkü md zi,de ald kadri'z-zarire (havassın zühdü
zaruri ve l6zım olandan fazlasını terk)
3, Zühdü'l-irifin, ıerkü m6siva'llih (arif'lerin zühdü Allah'tan başka her
şeyi terk)
Bir kere mdsivdnın muhabbeti kalpten silindikten sonra bütün dünya
mülkün olsa zaral etmez. Nitekim Halil ibrahim hazrerleri, Hazreıi Siileyınan
ve nice evliyaullahın mülk]eri ve zenginlikleri vardı, ama onlar Hüd6'dan gafil
olmadıklarından rızık ve malonlara perde olınazdı. Bundan dolayı Peyganıbe-
rimiz: "Seni Allah'tan alıkoyan her şey dünyadır." buyurdular.
Mesnevi:
"Dünya nedir? Allah'tan gafil olmaktır
Kumaş, para. oğul, kadın. dünya değildir
Malı mülkü gönülden çıkarmaklığın içın
Bu sebeptendir ki Süleyman kendisine miskin dedi"

Altıncı Derece: Takva (AIlah korkusuyla yasaklardan çekinınek)


Ayeli keıime: "ALlah nezdinde cümleclen ekem ve eşref olanlar, miitta-
ki olanlardır."55 Dünyada zengin olanlar kerim ve şeriftir. Ama ahirette ek-
rem ve eşref olanlar takva ehlidir. (Hadis-i Şerif;
Haseb, neseb, ecdad, oğul sebep olmaz. Allah nezdinde Allah'tan kor-
kan, haramdan perhiz kılan kimse, ekrem ve eşreftir_ Hadis-i şerif vardıı ki:
Bir kimsenin f'azileti ancak takva ile olur.
Takva, Iügane kendini fazlasıyla korumak demektir. Ahirene zarar vcren
şeylerden perhiz etmeye ve nef'si onlardan korumaya derler. Takvanın üç de-
recesi vardr:

55 HııOurat sOresi, eyet 13


MtNHAcU,L FUKARA,NlN ozu 93

l. Ayamın takvası: Şirkten ve küfürden çekinmek süretiyle nefsi ebedi


azaPtan kurtarmaktır.
2. Havasın takvası: Küçük büyük bütün hatalardan çekinmektir. Şeriat
ehlinin bildiği takva da budur. Mesnevi:
"Münaki o kimsedir ki bizir oldu
Hazreli Musa gibi Firavunluk yolundan çekildi"
Peygamberimiz buyurur ki;
"Müttaki de[eceSine yarmak için zararı olan şeyin korkuSundan hatta
zararı olmayan şeyden bile çekinmek lAzımdır." Şeyhlerimiz müttaki olan
kimseleri şöyle tarif ederler:
"Peygamberin yoluna s6lik oldu. Dünyayı terk etti. ih|as ile vefa ile ve
haramdan, günahtan, cefadan çekinmekle nefsini mükeIlef krldı."
3. Ehassı havasın takvası: MAsivA'llah'tan çekinmek ve kurtulmak, sımru
gayriden temizlemektir. Ayeli kerime: "Allah'a muttaki olunuz,"56
Nazım: "Yirin halvetine sana bir yol verilmez
Ta gayrin kavgasından kunulmadıkça"
Hakiki takva, Allah'tan başkasına bi-murAd oImaktrr. İmam Kuşeyri
hazretleri buyuruyor ki: "Takvayı görmekten dahi kurtu]mak, kendini müttaki
bilmekten çekinmek, daima AIlah'ın Iahmetine ve fazlına dayanmak ve
güvenmektir."
"Sülükun yolunda daima Allah'ın lütfundan iste
itaate ve takvaya sakın güvenme"

Yedinci Derece: Vera (Haram şüph€si o|an şeylerden çekinmek)


Vera, lügatte şüpheli olan şeylerden perhiz etmeye derler. Hakikaten
hel6l ve haram bi|inen şeylerdir. Ama ikisinin arasında bir çok şüpheIi şeyler

vardır. Bu takdirde hadis-i şerif .:IJ.:-i:-1 mücibince kalbinden fetva iste.


Eğer bu şeyler kalbine ıztrrap ve helecan verirse terk eyle ve eğer heldl oldu-
ğuna kalbin emin ve kararlı olursa kabul eyle.
Zira kalbin ızt]rabı ve he|ecanı, o şeyin haram olmasına alAmettir.
Sükünu ve emniyeti, hel6l olmasına delildir. S6like vera'dan iyi bir haslet ve

56 Al i Imran s0resi. ayet 102


94 AFiF,rEKTAŞ

meziyet olmaz. Bütün has]etlerin Ve fiilIerin en makbulu ve en güZeli vera'dür,


Bu hususta hadis-i şerif vardır. Başka bir hadis-i şerifte Hazret-i Peygamber
vera için (melldk-i din) buyurdular. Şibli hazretlerine göre vera: "Kalbin Al-
lah'tan uzak olmasından çekinmektir," Havas için: "Kulun Allah'tan başka bir
şeyle konuşmaması, gazap vaktinde oIsun, rıza vaktinde olsun ancak Hakla
tekellüm eylemesidir."

Sekizinci Derece: Tebettül (Allah'a teveccüh etmek)


Ayeri kerime: "Rabbinin adını aıl ve gönlünü ona tam olarak bağla "5?
Bunun yolu, geceli gündüzlü tesbih, hamd etmek. namaz kılmak,
Kur'inı kerim okumak ve ilim öğrenerek Allah'ın daima zikrinde bulunınak-
tlr. Tebettülün mAn6sı: Cemi mdsivAdan kesilerek Allah'a teYeccüh etmektir.
Hatta tahkik ehlı indınde, cennetten ve ahiretten dahi nefsini ayırmak de-
mektir. Meseli bir kimse, cennet için ve ahireti hazırlamak için dünyadaıı ke-
silse, o kimse hakikaten Allah\na teveccüh etmiş sayılmaz. Belki ahirete te-
veccüh etmiş sayılır. Halbuki tebettül; Bütün m6sivAdan yalnız Allah'a doğn_ıl-
mak üzere kesilmektir, yani s6lik. kendi nefsinden ye hevasından ve ona tabi
olmaktan kurtulmak, bu nlemin halkıııa güvenmekten, onlardan korkup oıılara
reca etmekten. onları mani olan ve ihsan eden olarak bilmekten. onları zararlı
veya faydalı oIarak bilmekten, tamamen ayrılıp yalnız Allah'a bağlanmaktır.

Dokuzuncu Derece: İbadet ve Ubudiyet (Kulluk)


İbadet: Alçak gönüllülük ve kendini hakir görmenin soır derecesiıre
derler (tarik-i ma'bed) ibadetle ubudet arasında büyük fark vardır. İbadet kul-
luktur, ubudet kul olmaktlr. İbadet sahibi abit (ibadet eden)ttir. Ubudet sıhibi
abd (ku])dur.
Bu her iki sıfat da s6like lüzumludur. İba<let sırIarını cem etmeyen, ubu-
det nurlarını kendinde toplamayan kimse, Hakk'ın makbulu olmaz, sülikta ke-
male ermez.

Nazım:

"ibadet eı ve abd o|
Bu ikisiııdeıı gönlün ebedi hayat bulur

5'7 Müzzemmil sOresi.5yer 8


MlNHACU,L-FUKARA,NIN oZU 95

cönüI ibadeti, gayriden kunulmaktır


Kulluk ise, zamanın sahibi olan Allah'a götürür"
Cen6bı Hakk'a ibadet ikj türlü olur:
l. İbadet-i zdtiyye-i mutlaka: Her şey Hakk'ın bilgisinde iken (kün) em-
rine uyarak tayini ve var etmeyi kabul edip vücuda gelmesidir. Bu ibadet
daimi olarak mevcuttur. Rahmnn'ın geniş rahmeti mukabelesinde meydana
gelmiştir. Bu rahmet bu iş mukabilinde olmaksızın her şeyin vücuduna şamil-
dir, Her şey teklifsiz teke]lüfsüz bu yüzden Allah'a kuldur ve fermanına
tabidir.
2. İbadet-i sıfntıyye-i mukayyede: CenAb-ı Hakk'ın hususi rahmeti mu-
kabelesinde meydana gelmiştir. Peygamberler ve nebiler vasıtasıyla halka tek_
lif olunan ibadet budur. A]lah teil6'nın has ve rahim rahmetinin yetişmesine
bu ibadet şarttür. Bu ibadet ihtiyarla olan ibadettiı. Ve i116 her şey CenAb-ı
Hakk'a ihtiyarsız olarak ibadet edicidir.
Mesnevi:
"ibadette ihtiyar, yemekte tuz gibidir
Yoksa bu efldk ihtiyarsız olarak döner"
Kulların halleri arasındaki farkIar ibaderi sıf6tıyye ile meydana çıkar.
Kimisi ihtiyartyla perestiş ve itaat eder. Kimisi de isyan ye muhalefet taraftna
gider. İhtiyarla (bilerek. isteyerek) iıaat edenler, en yüksek derecelere ve ni-
metlere vasıl olurlar. İhtiyarla isyan edenler ise en alçak derecelere düşerler,
Mesnevi:
"Biri ibadetle yükselir
Bir diğeri kuyuya gider
Bendelik kıymet ölçüsü oldu
Böylece herkesin ayarı belli o]du"
Hakka ibadet, Hüdn'nın fermanını, hev6 ve hevesin fermanına ihtiyarla
tercih yoluyla olur. Hevö ve hevesiniıı emr ü fermanına karşı durmadan Al-
lah'ın fermanına tabi olmak mümkün değildir. Zira bu iki ferman bir arada bu-
lunamaz. "Ya dostun rızası, ya kendi hevi ve hevesin, ikisinden birisi."
Heva-perst olan Hüdi-perest olmaz. Hev6sına uyan Hüdi'sını bulmaz.
Ayeıi * L_ro'"4ı'i;jı
kerime:
- <)_l'rı

58 Furkin siresi, dyet 43: "Kötü duy8ulannı kendisine lann edinen kimseyi goıdün mü?"
96 AFlF TEKTAŞ

Ehl-i tarikate ]azım olan, heVa ve heYeSi terk edip Hüda-perest olmaktür.
Allah'a ibadet edenler dört kısımdır: (Bunlardan ancak birisi hakiki Allah'ı se-
vendir. Diğerleri bir cihetten hev6-perestlikten kurtulmamıştır,)
1. İbadeti cennet ve mAfThi için kılanlar (Bunlar tacirler ve ücretlilerdir)

2. İbadeti cezadan korktukları için edenler (Bunlar hademe ve bende-


gnndır)

3, Allah'tan utandkları için ibadet edenler (Bunlar sadıklar ve müriller-


dir)
4, Allah'ın vechine muhabbetten Allah rızasını isteyerek ibadet edenler
(Bunlar işıkların haslarıdır)
Ashabdan R1bia (radıyallahu anh6) dedi ki: "Ya Rab! Senin kurbun ve
cel6lin hakkı için ben ateş korkusuyla veya cennet Iağbetiyle ibadet etmiyo-
rum. Yalnız vech-i kerimin için ibadet ediyorum." İbadetle ubudetin bir farkı
da şudur:
ibadet, külfet Ve meşakkatle, korku ve reci ile olan bendeliktir, Ubudet
ise külfet, meşakkat, korku, recA olmaksızın zevkle ve şevkle olan bendeliklir.
İşte havasın tiati daima zevkle ve şevkle olur. Avamın taati ise isteı is-
temez olur. Biiyle ister istemez olan ibadette Asuman, zemin ve mafihA müş-
terektir,

Enbiya ve meldike-i mukarrebin ve evliya Cenib-ı Hakk'a isteyerek


zevkle ve şevkle ibadetten ve "Bjz kuluz" demekten utanmazlar, Ayeıi keri-
me: "İsa ben Allah'ın kuluyum demekten çekinmez"59 Bütün enbiya ve ev]iya
kemali kullukta bulmuşlardır. Hazreıi Mev16na diyor ki:
"Ben ku] oldum. kul oldum
Senin hizmetinde baş eğdim
Hür olan kul ş6d olur
Ben sana kul olmaktan şdd olayım"

onuncu Derece: Hürriyet


Hürriyet, dünyanın sihrinin kemendinden kunulmaya derler. Paranın
kölesi iken halAs olup gönlü sevince kavuşmaya derler. Mesnevi:

59 Nisa süresi, eyet l72


MINHAcU,L-FUKARA,NlN ozU 97

"Bağı kopar azat ol oğul


Ne zamana kadar altünın gümüşün bendesi olacaksın?"
İnsanların her birisi bir şeye kul olur ye o işi kendisine m6bud kılar.
Kimisi paraya, kimisi gaddar nefsine, kimisi midesine, kimisi şehvetine...
Peygamberimiz bu kimseIere beddua eder:
"Helik olsun dünyanın, paranın, midesinin ve şehvetinin kölesi olan-
lar... "

Silik bunlara esir olmaktan kurtulup Allah'ın kulu olmakla sevinçli ol-
sun.
"O gönül ki, Allah'ın kulluğuyla şAd olur
o her iki ilemin kederinden 6zat olur"
Hürriyetten murat, sair eşyanın kaydündan azat olup yalnızca Allah'a kul
olmaktır. Masiva'llahtan hüI olan kimseyi hiç bir şey köle yapanaz. Gerçi bir
çok silikler paranın esiri olmaktan kurtuImuşlardır. Ama ten ve beden kaydın-
dan kurtulamamrşlardrr.

"Eğer ten lezzetinin esiri olursan


Gönül 6leminde olan ebedi ziyafeti göremezsin"
98 AFiF TEKTAŞ

Uçüncü Bab:
Sültkta Olan Muameleler (Bu bab da on dereceye bölünmüştür)

Birinci Derece: Murakabe (Vahdaniyete dalıp ruhani Aleme


bakma)
Murakabe, lügatte intizar, bekleme m6nAsınadır. Şeyhler lisanında mu-
rakabe, CenAbı Hakkl kalbiyle düşünmeye derler. Hazreri Hakk'ı bu m6n6da
düşünrnek, onu daima hAzır ve n6zır, sözlerini işitir, hareketlenni görür ve bllir
olarak bilmekle ve onu müşahede etmekle (görmekle) olur. Zira hakikaten
Hak te6lA kullarının her halini, cüz'i ve külli bütün işlediklerini görür ve bilir.
Ayeli kerime: "Yd Muhammed! Sen bir k6rda olmazsın ve dahi
Kur'Xn'dan bir miktar okumazsın ve dahi siz ey kullarım, bir iş işlemezsiniz,
ill6 ki biz sizin üzerinize nizır ve şahidiz. Şol vakitteki siz o işe dahil olur,
suya girersiniz."@
Talip bilsin ki her yerde Hakk'a murakıb olmah ve onu kendisine nAzır
bilmeli. Ayeli kerime: "Asi ve k6fir olan bilmez mi ki CenAbı Hak heıkesin
ahvalini görür ve sırlarına muttali olur ve ona göre onlara ceza krlar."61 Bu
demektir ki: Ey 6si, tövbe eyle ki Allah günahını bilir ve ey iki yüzlü! İşinde
ihl6s ile hareket eyle ki Cenöbı Hak senin srrrını bilir. Ey mümin bir yeri
tenha zannedip hata işleme ki CenAb-ı Hak her yerde h6zır ve n6zırdır."

Şeyhler demişler ki: "Eğer Allah'a isyan etmek istersen onun görme),e-
ceği bir yerde isyan et..."
Cen6bı Hakk'ın daima ve daima huzurunda bulunduğunu bil de kötü
işlerden ve fena sözlerden sakın,.. Mesnevi:
"Cen6bı Allah buyurdu ki: Ben görücüyüm
Gözünü her an kötülükten çek
Cenıib-ı Allah buyurdu ki: Ben işiıiciyim
Dudağınü kötü sözlerden muhafaza et
Cen6bı Allah buyurdu ki: Ben biliciyim
Katbini kötü şeylere verme"

60 Yİnus s0resi, ayet 6l


61 Alak süresi, Ayet 14.
MINHAcU,L-FUKARA,NIN oZU 99

Murakabe Hakk'ın sana daimi olarak görünmesidir ye senin de onu


kendi üzerine daima bakıcı, görücü ve şahit olarak müşahede kılmak|ığınür.
Alçaklıkla onun fiiline karşı gelmemektir! İstenilene, onun iradesine muhale-
fet etmemektir. Onun işleyip dilediğinden başka bir şey işlememek ve dile-
memektir. Bu menebeye varan ve bu müşahedeyi kılan kimselerde hürmet ve
riayet meziyeti vücuda gelir ve muameleleri hürmet ve riayet dairesinde olur.

İkinci Derece: Hürmet ve Riayet


Hürmet, Hakk'ın emrine ta'zimdir. Bu da emr edi|en şeyi yerine getir-
mek, nehy olunan şeyi yapmamak; Rabb'in azametini bilmek, ona hürmet ve
ta'zimle ibadet kılmak, murakabeye erip müşahede mertebesini bulmak sure-
tiyle olur. Hürmet ve riayet, kalkmak, oturmak, yatmak ye yürümek gibi
gündeIik hareketlerde dahi yerine getıi|ir, Zira padişahlar padişahı huzurunda
kul çaresiz edepli ve ehl-i hürmet oIur. Mesnev'i;
"Hürmet eden hürmet bulur

Şeker getiren helva yer"


Kemal erbabı, neşe geldiğinde asıl hürmet kılmalı, neşenin verdiği taş-
lonlığa kapılmayıp bazı isteklere cüret, cesaret eylememelıdir. MeselX Cendb-ı
Hak Hazret-i Musa'ya neşe halinde iken buyurdu ki: "Ya Musa, muradını iste,
tuz, hamur, merkebinin arpasına kadar iste." Bu lütufla Hazıet-i Musa mest
olup: J]=JlFi çı1 ,,,ı =Kendini göster ey Allah'ım" dedi: "Len ter6ni"
kılıcıyla bu arzu derhal kesi|di.62 Bu mAnA da ispat eder ki sAlik HazreÇi
il6hiyyeye daima hürmet ktlmah, cüret ve cesalete kendini kaptırmamalı... Bu
mevzuda ehlulalh üç nev'dir:
l. Neşe halinde olsun, her haIinde olsun daima hürmet ve edepte bulu-
nur ve ni-mahremlerden vahdet sırrını gizler.
2, il6hi sırları hürmet ve tazim yoluyla açıklar, lakin kemal dairesinde
neşelenerek hürmeti terk eylemez.
3. Kemaliyle neşelenir ve hürmeti terk edip şaka, hatra saçma sözler
söyler.
Birinci kısmın misali Cüneyd hazretleri, ikincinin misali Şibli hazretleri,
üçüncünün misali HallAc-ı Mansur hazretleridir.

62 A'raf s0resi, ayet l43


l00 AFIF TEKTAŞ

Üçüncü Derece: İhlas 1Riyasız ve sahih inanış ve ibadet)


Hadis-i kudsi: CenAb-ı Hak buyurur ki: "İhlas benim sırlarımdan azim
bir sırdır. Ben onu kullarımdan sevdiğim kimsenin kalbine emanet koydum."
İhlas: A'mali ve dini riyadan ve hi]eden halis krlmaya derler.
Allah için olan din, riyadan ve hileden halis ve sAfi olan dindir. Cenibı
Hak buyurdu; o:"aĞıa.ı.lı .i,: !1 ,

İhlasün bir tarifi de budur: "Amelini görmekten ve mukabilinde bir şey


istemekten kurtulmaktlr."
İhl6s, amelini görmekten kurtulmak ve ona güvenmemektir. Zira ame-
line güvenmek irfan eksikliğine delAlet eder. Gördüğü işi, karşılık bekleyerek
ve sevap için kılmak da ihlisı bozar ve nefsin hazzı lekesini taşır. İhlas bun-
lardan dahi ameli halis kılmaktır. Belki asıl ihl6s, kendini muhlıs (yani itikat ve
ibadeti halis ve sahih) görmemektir. Onun için, "el-ihMsu en lE ıerEke
muhlisan"64 ded||er. Zira ihl6s, ihlisı görmekle bozulur, m6lül o]ur.
Hakikatte muhlis o kimsedir ki. bütün kuvvet ve kudreti Allah'ta bile ve
ibadet ve taatın ancak tevfik-i il6hi ile olduğunu anlaya. Böyle gören kimse,
ameli kendinden bilmez. Onun mukabilinde bir şey talep etmez. Belki onu da
Hak'tan mutlak kerem ve ihsan bilir. Bu mertebede ilim ve amelini şirk leke-
sinden tehzib eder (temizlel).

Dördüncü Derece: Tehzib (Temizleme)


Tehzib, ilim ve amelin her birini l6yık olmayan şeylerin lekesindeır te-
mizlemektir. Riyasız, edepli ve ahlhk]ı olmaktır. Bu temizleme dahi halis ol-
mayan ve safa bulmayan kimseler içindir. "Tenkih ve tehzib hastalara nıah-
sustur. " deniImiştir, Mesnevi:

"Bu cefa bu riyazet onun içindir


Ta ki gümüşü temiz bir hale getire
Onun içindir bu imtihanlar
Altırun s6fi o|ması içindir"

63 Zumer siiresi,6yet 3,
64 "lhlAs. kendinl ihlaslı görmemendir "
MINHAcU,L-FUKARA,NIN ozU l0l

Tehzib, hulis ve safa bulan ve mizacı sahih olan kimselere l6zım olmaz.
Belki sülükun başlangıcında o|anlara ve riyazet sahiplerine lAzım olan mezi-
yetIerdendir.
Sülükta başlangıç erbabına ldzımdır ki ah!Aklarını yaramaz huylardan
temizlesinler ve edeplerini yükseltsinler. ilimlerini cehaletten. ameIlerini riya-
dan, ibadetlerini 6det halinde olmaktan kurtarmak yoluna gitsinler. Zira 6det
ile ibadet oImaz. Adet ikinci bir tabianir. Tabiata uyularak yapılan iş ibadet
sayılmaz.
Bazı şeyhler demişler ki: İnsanın tabiatle işlediği iş, ibadetten sayılmaz.
Keza ddetle işlediği iş dahi ibadetten sayılmaz. Belki ibadete halis niyet ve
hevA ve nefse muha|efet lXzım ve vaciptir. Onun için meseld her gün oruç tu-
tan hakkünda ne oruçludur ne de oruçsuzdur denildi. Nefsin alışkanlığı ve
orucun artık tesir etmemesi dolayısıyla böyle telakki olundu.
Bu sebeple Hazret-i Davud'un orucu (bir gün yer bir gün aç) efdal
o|du. zira bunda tabiate ve 6dete muhalefet vardır. Adet lekesinden kurtulan
ibadette, istikamet (doğruluk) hasıl oIur. Bu mertebeye eren kimseye müsta-
kim denir.

Beşinci Derece: İstikamet (doğruluk)


İstikamet, yemek içmekte, inanış ve davranışta, halde ve sözlerde, belki
her şeyde ifrattan ve teritten kaçmaktır. Sülüke, kasdın itidali ile gitmektir
(yani orta karar gitmektir). (iStiva kastıyla gitmektiı) (el-istikimetü hiye is-
ı iv a ü' l- ka S & fi 'S - S ü l tı ki)

Ayet-i kerime: "Allah bizim Rabbimizdir diyen bu rubübiyet ve vahda-


niyeti ikrar eyleyen ve ondan sonra a'm6lde ve ahvAlde istikamet üzere olan
kimselere rahmet melekleri nüzül eyler."65

Öıüm veya ö|ümden sonra dirilme an|nda 66i,ü;F ; ü;uJ !r "


tebşiri onlar içindir. Yine Ayet-i kerime şu müjdeyi veriyor: "Beşaretlenin ey


müminler! Şol cennetle ki siz dünyada vaad olundunuz idi..."o7 Bu Ayeli
kerime ilmi ve ameli cAmi'dir. İlmin hülasası tevhittir. Amelin hülisası istika-
mettir. İstikamet, ame|in hülAsası olduğu için bunun sevabı ve cezası sayılmaz.

65 Fussılet sOresi, ayet 30.


66 Fussület s0.esi, ayeı 30.
6,7 Fusslleı sOresi, ayet 30.
loz AFiF TEKTAş

Hadis-i şerif: "Ey ümmetim! Siz istikamet eyleyin! Halbuki siz istika-
metin sevap ve cezasını saymaya kadir değilsiniz. Bilin ki, sizin hayırlı ameli-
niz namazdır ki, her türlü ibadeti cem eder. EvvelA onda istikamet eyleyin."
Namazda istikamet iki türlü olur:
|. Zahıren,. Namazda tAdil-i erkAn denen usuIe riayet edip kıyam, kuüd,
sücüdu din Alimlerinin yazdığına uygun olarak eda eylemektir,
2. Bitınen: Namazda riyadan ve benzeri zararlı şeylerden kalbini muha-
faza etmektir ki asıl hakiki taharet (temizlik) buna derler. Müstakim olan
mümin. hidayet nurunu bulan, ka]bini beşeriyet ve tabiat kirlerinden temizle-
yen, ağyar ve mAsividan kurtulan kimsedir. İstikamet, Cenib-ı Hakk'ın
nzasıdır. Ehl-i Hak, hevd-yı nefsten geçerek Allah'ın nzasına kavuşmak ister.
Keramet de istikametin husulüdür. Bir kimseye istikamet hasıl olmadan ke-
ramet oılaya gelmez. Kul ancak istikamete haris olmalıdır. Zira keramete ıah-
kik ehli hiç itibar etmez|er. Ziıa tahkik ehli nazarında kerametlerin en büyüğü
ahl6k ve sıf6ı tebdil etmektir. Bundan dolayı kemal ehli kerameti (ricılin
hayzı) diye terk etmişleI, nefsi ıslah ve istikamet yoluna gitmişlerdir. "Fil6n
kimse bir saatte Mekke'ye gidiyor, ne keramet!" demişler. Cevap vermişleı,ki:
"Şeytan da şarktan garba bir anda gider, ama Allah'ın l6netine çarpıImüştür.'
Büyük Zatlal kerametin mekrinden Cen6bı Hakt'a sığınmlşlardır.
Tasavvuf eöabı muratlarınt Hakk'ın muradında terk edip f6ni olmuşlar-
dır. Tasarruf erbabında muradın lekesi mevcut olduğuna göre "Tasavvui ile
tasamrf birleşemez. " demişlerdir.

Altıncı Derece: Tevekkül (Umürunu Allah'a terk ile kaderin


hükmüne razı olrna)
Hadis_i şerif: "Ümmetimden yetmiş bin kimse hesap sorulmadan cen-
nete dahil olur. Bunlar onlardır ki bir şeyi uğursuz saymazlar, bir şeyde
falcılık etmezler ve yalnız Rablerine mütevekkil olurlar."
Tevekkül iki kısımdıı: Avamrn ve havasün tevekkülü
Avamün tevekl<ülü: İnsan bilir ki Allah'tan başka müessir yoktur. Yiye-
cek doyurmaz, ancak Allah'ın emriyIe doyurur. İlaç şifa vermez, illi A]lah'ın
emriyle. Zehir öldürmez, ateş yakmaz, illA Allah'ın emriyle.
Havasın tevekkülü: Nefsin tedbirini terk edip Allah'ın elinde ölü gibi
olurlar. Tevekkül, emri malikine teslim edip onun yekaletine itimat etmektir.
MlNHAcU,L-FUKARA,NlN ozu l03

Tevekkül derecesi, avam için derecelerin en gücü, havas için ise derecelerin
en zayıfidır.

Avama güç olması şu cihettendir ki, avamın nefisleri, sebeplere muhab-


bet etmekle, sebepler onlara Hak'tan perde olmuştur. Allah'a güvenmekten,
sebeplere güvenmeleri ziyadedir. Bundan dolayı tevekkül yoluna gidemezler.
Sebepsiz olarak bir şey zuhura geleceğini akıl ve havsalalan aImaz. Sebep or-
tada bir düşünce vasrtasıdür, ama avam tiiyle bilmedikleri için onIara tevekkül
güç gelir.
Mesnevi: "Cehaletinden sebeplere yaptştün, Müsebbib'ten gafilsin.
ÖrtUlere meyl ediyorsun. "

Şeyh hazretleri buyururlar ki: "Tevekkül, kalbin Allah'a güvenidir. Se-


bepler ortadan kalkrnca kalp ıztırap duymaz. O sebepler ki bu hleme yerleşti-
rilmiştir. Bunlara meyl etmek nefislerin şanındandrr. Ancak gençlik dolayı-
sıyla kalp muztarip olursa tevekkül duyamaz. Bu tevekkül makamrna erenlerin
hali, bazısı Allah'ın elinde ceset gibi olur. Ve bazısının hali de kölenin
efendisiyle olan hali, yahut oğulun babasıyla olan hali gibi olur."
Havas indinde, tevekkülün çok zayıf bir yol olmasına gelince "Her emir
Allah'tandır" ve "Bu emirlerde senin bir dah|in yoktur."68 6yeli kerimeleri
mdnAsınca, havas bilir kı mülk O'nundur. O halde ne şeyde O'nu vekil yapsın-
lar? Bunun için tevekkül, havas için zayıf bir yol sayılır. Belki havas bütün
umürunu Hakk'a tefviz eylemişlerdir. Ve O ne işlerse ona razı o|muşlardır.

Yedinci Derece: Tefviz (her şeyi CenAb-ı Hakk'a havale etmek)


Ayeıi kerime: "Al-i Firavun'a dedi ki: Ben emrimi Allah'a tefviz eyle-
rim, Allah kullarını görücüdür."69
Bendeye liyık olan, her halini ve kdrını Allah'a tefviz külmaktür. Tefviz,
tevekkülden daha yüksektir. Zira tefviz mdn6 itibanyle tevekkülden geniştir.
İşaret itibariyle de tevekkülden daha büyük güzellikleri c6mi'dir. Zira te-
vekkül sebebin v6ki olmasından sonra hasıl olur. Tefviz ise hem evvel hem
sonra viki olur. Kur'6n-ı kerim'den misaller:
"Yakub aleyhissel6m dedi ki: Ey oğullarım! Mısır'a girdikte, cümleniz
bir kapıdan girmeyin, belki her biriniz ayn kapılardan girin ve ben Allah'tan

68 Al i İmran süresi, ayet l28


69 Mü'min s0rest, ayet 44.
l04 AFiF TEK,IAŞ

gelen şeyden bir şeyi sizden def'e kadir değilim, zira bir kimse için hüküm
yoktur, il16 Allah için. Ben ona tevekkül eyledim. yani ben oıru sizin korun-
manıza da vekil jttihaz eyledim."l0
İşte bu misal sebebin vukOundan sonrasınadır ki, evlidın korunmasıdır.
Başka bir misal:
Hazret-i Peygamber ashabıyla beraberdi. Kendilerine dedi]er ki:
"Müşrikler sizi öldürmek üzere toplanırlar, onlardan korkunuz." Hazret-i
Peygamber'in cevabı şu oldu: "Bize Allah kifayet eder ve o ni'me'l-vekildir. "
Bu tevekkül de sebebin vuküundan sonrasına aittir,
Sebebin vuküundaır evvelkine misal: Hazret-i Peygamber, yattıktan za-
man. 7l glJl u;,-l j; , ı;ı a;;ı:,İ+lJ J-tJı .--jj c__1-1 (J,ü f+ul buyurur-
lardı.
Tevekkülle tefviz arasında umum ve husus farkr vardır. Yani tefviz geniş
mAnida ve tevekkül dar m6nAda olur. Tevekkül tefvizin bir şubesi gibitlir.
Tefviz tevekkü|den geniş ve edebe daha uygun ve minA itibariyle s6like en
l6yık olanıdır, Zira tefviz kendi kuyvet ye kudretinden vazgeçip kendisini .Al-
lah rızası için kendi tasam.ıfundan çıkarmak ve Cen6b-ı Hakk\ kendi yerine
her türlü tasarrufta k6im kılmakır. Ve Cen6bı Hak her ne işlerse ona razı ol-
maktır. Tevekkül ise nefsine ait hususlarda CenAb-ı Hakk'ı kendine vekil itti-
haz eylemektir. Ve bir bakıma sO_i edepten iri değiIdir. Hülisa, insan bütün
işlerini CenAb-ı Hakk'a tefviz edip ondan ne gelirse " KiiLlii şey'in mine'l-
hab?bi lıabtbün"12 deyip Hakk'ın köleliğine razı olmalıdır.

Sekizinci Derece: Sika (Emniyet ve itimat)


Sika, kalbin Hakk'a itimadı ve hükmüne güvenidir (vüsük). Tevekkül-
den de, teslim ve tefvizden de daha yüksek bir menebedir. Zira sevAd-ı ayn
dedikleri gözbebeği tevekkül ise, göZün yuvarlak noktası tefviZ ve SüVeydjı-yü
kalb dedikleri. kalbte hayat Veren küçük siyah nokta teslimdir. Bütün bu !na-
kamIarın istinat noktası ve hayatı sikadır. Yani sika ruh, diğerleri beden
gibidir.

,70
Yİsuf sİresi, ayet 67.
1| "Allah'ımI Kendimi sana emanet Ve ıeslim ediyorum. slnımı sana dayıyoİunı ve
,72
işlerimi sana havale ediyorum, "
"sevgiliditı (Allah'tan) gelen her şey sevimlidir."
MlNHAcU,L-FLIKARA,NlN ozu l05

Nitekim göz, sevadla görür Ve yuvarlak nokta üzerinde döner. Kalp de


süveyda sayesinde yaşar. Cen6bı Hak buyurdu:
"Ey ümmü Musa! Şol vakitte ki sen Musa'nın üzerine korkasrn, sen
onu deryaya bırak."73 Musa'nın anası Cen6bı Hakk'a itimat edip onu deryaya
bıraktı. Cen6b-ı Hakk'a emniyeti (sikası) olmasaydı, çocuğu denize atar mıydı?
Bu meılebeye varanlar kaza ve kaderin sımna kemaliyle ermişlerdir. Zira Al-
lahln hükmü hilffinda bir şeyın mümkün olmadığını bilirler.
ı+
^İıı , ı s ,;'ş';ı_€',ill
-,- İ,.1İ,ı., Jİmücibince bu esrAra vakıf
olan kimse kendi kuvvet ye kudretini terk edip Allah'ın hükmüne visik olur
(güvenir) ve rahat eder. Artük rahmet ve meşakkat çekmez. Ayeli kerime:
"Yeryüzünde küt (krtlık), t6un, veba gibi bir musibet isabet etmedi, nefsinize
afetlerden ve belAlardan bir maraz isabet eylernedi "illEfi kitabin mübin",yani
il]6 o musibet kitabı mübinde sabit ve Allah'ın hükmünde bilinmiştir. -Biz o
musibeti ve yahut sizin nefislerinizi halk eylemezden evvel- ta ki fevt olana
üzülmeyesiniz ve i't6 olana da sevinmeyesiniz. "76
Bir kimse ki yaratılan şeylel üzerinde yürüyen hükümlerin hepsi
Cen6bı Hakk'a ait bilgilerin muhtelif suretleridir diyebiIir ve levh-i mahfuzda
yeri olduğunu da bilir, o kimse mihnetten, istemekten ve üzülmekten kurtulur,
Allah'ın hükmüne v6sik (emin) olur. Ondan her ne gelirse teslim olur.

Dokuzuncu Derece: Teslin


Teslim, gayb aleminden zuhura gelen um0ra razı o]maktır. Neslin veya
kazancın yok olması vaktinde Allah'ın hükmüne razü olup üztırap ve elem duy-
maksrzrn boyun eğen kimseye teslim müyesser olur.
Zira o kimse bilir ki kaza ve beldnın vuküu Allah'ın iradesiyledir ve
Hüd6'nın iradesi ilim ve hikmete tAbidir. Hikmet mücibi olan şey boş yere
olmaz ve hakime de itiraz edi]mez. O halde sırrı malum olmayan şeyde kula
yakışan, teslim olmak ve Hakk'ın kazasına razr olmaktır. HattA bir cahilin bir
6lime, bir zalimin bir adile galip olmasr ve çıeygamberlere eziyet edilmesi gibi.
Akla muhalif ve gönüle eziyet veren haller kaşısında dahi itiraz edi]mez, zira

,73
Kasas süresi, ayet 7,
71 Nisa s0resi, ayet 78,
,75
Ra'd soresi, ayet l6.
,76
Hadid saresi, ayet 22
|06 AFlF TEKTAŞ

bunların hepsi vuküu ldzım olan şeylerdir ve hakikatlerin iktiza ettirdjği şey-
lerdir, Hikmet üzerine v6kidir, abes değildir (boş yere olmamıştır).
Sdlik sülükunda ne kadar mihnetlere, feIAketlere uğrasa, kendini Hakk'a
teslim ve her halini ona tefviz edip katiyyen ıztürap duymasın, zira bu afetler,
sAlikin terakkisi içindir. İsterse m6likü'l-mülk onu hel6k eder, isterse koı,ur.
Asıl teslim budur.

Onuncu Derece: Tasawuf


Tasavvuf eöabı iddialannı terk ederler ve vardıklan, anladıklan mAnAlan
gizlerler... "Sudüru'L-ahrar kubtıru'l-esrdr" manasınca bütün büyüklerinıiz,
Idyık olmayanlardan ve ağyardan (yabancı|ardan) Allah'ın esrAnnı gizlemişler,
bilmez anlamaz gibi görünmüşlerdir. Ağyar (yabancı) dediğimiz, beşeriyet
tuzağına düşmüş olan kimselerdir. Tasavvuf erbabı beşerin üstünde zevk bu-
lan kimselerdir. Öyle bir zevk ki onda insanhk nişanlarr mahv olmuştuü ve
nefs aldmetleri kalmamışlr.

Zira bu mertebeye varan kimse Hak'tan gayri görmez, halka güven[lez.


Tasavvuf, bütün bütüne Cenab-ı Hakk a bağIanmak ve halkı görmekten zııhi-
ren ve bitınen vazgeçmektir. Böylece bir kimsenin sım Hak'la birleşir. Ve
kendisi Allah'ın nurunun azametinde yok olur, fen6 bulur. Tasavvuf sahibi bu
fendyı bulduktan sonra, bekAya geldiği, mahvdan sonra uyandığı ve Ceniib-ı
Hakk'ın ahl6kıyIa ahl6klanıp AIlah'ın yarattıkları ile Hazret-i Muhammeıl'in
ahl2kı üzere muamele kıldığı zaman mutasavvlf olur. Ebu Muhammed Hariri
demiştir ki: "Tasavvuf, kötü ahlaktan çükmak ve her türlü yüksek ahldka gir-
mektir." O halde asıl tasavvuf, hulktan ibarettir (iyi huydan, iyi ahldktan iba-
rettir).
MINHACU,L-FL,KARA,NIN ozU 107

Dördüncü Bab: Ahl6k-ı Hamide (İyi, güzel huylar)

Birinci Derece: Hulk (Güzel huy)


Hulk, lügatte huy demektir. Şeyhlerin lisanında, öyle bir nefsani alış-
kanlığa derler ki o alışkanlığa kavuşmuş kimseye güzel işleri göstermek ve
kötü işlen anlatmak kolay olur. Bundan evvelki bahsimizde tasawuf ehlinin
yüksek huy sahibi kimse olduğunu görmüştük.

Şeyh hazretleri buyurur ki: "Tasawuf, bütün bütüne hulktur. Kim huy-
Hazreli Aişe'ye sorulan suale cevaben
da üStün ise tasavvufta da üStün oluı."
kendileri: "Hazret-i Peygamber Efendimizin ahl6kı Kur'6n'drr." buyurdular.
Hak teilA hazretleri Peygamberimizi 11
rr, aJ'
diye tavsif buyurdu. Zira
kendi]eri hulku Kur'6n'dan öğrendiIer ve Kur'6n-ı azimü'ş-ş6nın edebiyle
edeplendiler. Bundan maksat: "Afv i]e kabul et -örf ile emr et* cahillerden
yüz çevir." emridir. Hadis-i şerif de bu mdniyadır: "Allah beni en güzel
edeplendirdi," Hazret-i Peygamber'in güzel huyu tarif ve tavsife sığmaz.

İkinci Derece: Tevazu (kibirsizlik)


Ayeli kerime: "Allah'ın makbul kulları o kimselerdir ki yeryüzünde
mütevazi ve mülayim oldukları halde yürürler, cahiller bunlara fena muamele
etseler, bunlar onlara sel6m derlerdi ve didişmeyi terk edip geçip giderlerdi."

K6mil olan müminin srfatı yumuşak ve mütevazi olmaktır. Evliyaullah


nefislerine hiç kıymet Vermezler. Bunu da bilmeli ki vücuduyla, nefsiyle te-
vazu eyleyen kimse, tevhid ehli nezdinde kibirlidir.
Z\ra teyazıJ ehli kendinde nefsi görür ve onu tahkir edip alçak kılar.
Ama ehl-i tevhid kendilerinde nefsi görmezler, hatta kendilenni bile görmez-
ler ki onu alçaltıp yükseltsinler. Eğer bunlardan tevazu da zuhur etse, onu da
Allah'tan bilirler.

Üçüncü Derece: İs6r (tercih etme, ikrarn etme)


is6r, lügatte ihtiyar (seçme, tercih etme) demektir. is6r, sülükta fukara
için medh ü sen6ya ldyık biı huydur. Asıl is6r, dünyevi ve uhrevi her türlü

'l'| Kdem si]resi, ayet 4


l08 AFIF TEK,tAş

nefsin hazlarına. dostlann hazlaIünü tercih etmek ve onların hazlarııı öır sa]ia
tutmaktlr.
Enes hazretleri rivayet eder ki, ash6b-ı Resül'ün birisine bir kızarmış baş
hediye olundu. Kendisi, kendinden daha muhtaç saydığı bir başka kimseye
gönderdi. O da bu sefer daha mı.ıhtaç birisine gönderdi. Böylece bu baş, yedi
kapı do|aştıktan sonra nihayet birisi onu alıkoydu.
Vaktiyle süfilerden iki zatı, Bağdat ha|if'esi idama mahkum eder. Bu iki
zatmn birisi arkadaşından evvel idam olunmak ister ve der ki: "Bu saatte ih\a-
nımı kendi hayahma tercih eylerim," Bağdat meIiki bu hali görünce ağlayarak
onları affeder.
Hakikaten is6r eden kimse, kendine ait dünyevi, uhrevi, nefsani, ruhani
ne kadar haz varsa o hazlara ihv6nını yani dost|arını ihtiyar ve tercih eder. I}u
güzel huyun sahibi futüvvete mazhar olur.

Dördüncü Derece: Fütüvvet (kerem ve cömertlik, yiğitlik)


Hazret-i Musa Cendbı Hakk'a sordu: "Ya Rab fütüvvet nedir?" Hak
teilA buyurdu ki: "Nefsini senin bana günahlardan ve kötti ahlAklardan ıemiz_
lenmiş olarak geri vermendir. Zira sen benden onu pak ve temiz olarak kabu]
etmiştin. "

Nefsin tahareti, nefsani hazlardan çıkmakla, Hakk'ın emrini yerine ge-


tirmek|e ve Hazreli İbrahim gibi nefsini aşk ateşine atmakla olur. Hakiki
fütüvvet budur.

Şeyh hazretleri, FütühAt!nda buyurdular: "Fütüvvetin aslı, Rabb'in tev_


hidini tercih ve ihtiyar ederek nefsin hazzından çıkmaktır. Nitekim Hazreıi
İbrahiın, Rabb'in tevhidini ihtiyar ederek nefsin hazzıodan çıktı ve nefsini
ateşe verdi. Eğer nefsi ateşe vermesi Allah'ın emrinden oldu ise, fütüvvetin en
büyüğüdür. Eğer Allah'ın emriyle olmayıp kendiliğinden hasıl olan niyet ve
kasd ile oldu ise fetadlr (yiğitlikıjrü.
I.'ütüvvetin hakikati, Cendb-ı Hak'tan peygamberlerin lisanıyla varid oIan
meşrü ilmi, insanın hev6-yı nefsi ve akıl delilleri üzerine ihtiyar ve tercih eyle-
mesidir. FütüVvet üç dereceye taksim olunmuştur:
l, Nelsinin diğer bir kimse üzerine üstünlüğünü görmeyesin ve senin
için hiç bir kimse üzerine bir hak görmeyesin. Bilikis başkalarının senin
üzerine hakkı olduğunu göresin.
MINHACU,L_FUKARA,NtN oZU l09

Bir kimse ile Hak'tan veya gayriden dolayı düşmanlık etmeyesin ve


2.
eğer dostlanndan bir alçaklık zuhur ederse bilmemezliğe, görmemez|iğe gele-
sin, hatta onun özür dilemesine de meydan vermeyesin. Bir kimseden sana
eziyet ve elem gelse derhal onu unutasün. Ona kin beslemeyesin ve kırılma-
yasln.
3. Senden uzak olana sen yaklaşasın, seni inciden olursa onu sayasrn,
sana karşı bir suç işleyene sen i'tizar edesin. Gazap ve kini yutmak süretiyle
değil de hakiki civanmertlik suretiyle, yani bAtınen elem dahi duymaün..
Enbiya ve evliyanın fütevvet ve mürüvvet en güzel meziyetlerindendir.
Ve köt[ilük mukabiIinde saygı, güzel ahldklarıdır, İmam Ebü Hanife hazretle-
rine bir gün birisi bir tokat vurdu. Cevaben: "Şdd ol! Yarın kıyamet gününde
Hak teAl6 beni cennete koyarsa sensiz cennete girmeyeyim." buyurdular. Bu
adam da bu kimsenin İmimı Azam olduğunu bilip derhal tövbe eyledi.
Hazreçi MevlAna da cefaya karşı Iütuf ile karşülık Yerirdi. FütüVVet ma-
kamının sultanı Hazret-i Ali'dır. Hazret-i Peygamber:
"t_0 fetd illA Ali
L6 seyfe illi Zülfik6r" buyurdu.

Beşinci Derece: Sıdk (doğruluk)


Hadis-i şerif: "Ey ümmetim! Sizin üzerinize sıdk l6zım o|sun. Zira sıdk
hayır ve ihsana hidayet eyler ve hayır cennetine delAlet eyler. Bir kimse sıdka
devamlı olarak bağlı kalsa, sıdkı arayıp yoklasa, hatta o kimse Allah indinde
sıddik yazılrr ve gerçekler makamrnı bulur."
S6lik, sıdk adımıyla merhaleleri aşar ve nefs ve hevAdan kurtulup inda|-
tah makbul olur. Ayeli kerime: "Ya Muhammed! Sen beşaret ver mümin
olup iyi işler işleyen kimselere, bunlar için Rabbileri nezdinde yüksek men-
ziller ve şerif makamIar vardır."78 Bu yüksek mertebelere söz doğruluğu ve
niyet doğruluğu i]e vasıl oldukları için "kadem-i sıdk" yani doğruluk adımı
denilmiştir. Ayet-i kerime:
"CenAb-ı Hak kıyamet gününde diye ki, bugün bir gündür ki, sadıklara
sıdkları faydalı olur."79 Demek ki sadık olmayan, o günde zarar eyler.

78 Yıinus siresi. dyel 2,


19 Ma'ide soresi, ayet l l9
ll0 AFIF TEKTAŞ

Büyük şeyhler nezdinde ism-i a'zam budur. Sıdkla hangi murada


doğrulsalar. o murad yerine gelir. Sadık olmayan bundan mahrum kalır.
Bayezid-i Bistami hazretlerine: "İsm-i a'zam nedir?" diye sordulıır.
"Siz ism-i asğar-ı gösteriniz, ben de size ism-i a'zamı göstereyim." diye cevap
verdi. Fi'l-hakika esm6-i ildhiyyenin tesiri sıdkladır. Sıdk olmaksızın bunlar da
faydalı olmaz. İçten sıdk keskin bir kılıç gibidir. Hangi şeye dokundursan el-
bette kesmesi mukarrerdir. Mesnevi:
"Sıdk keskin kılıçtır
Neye koysan keser
Aşıkın sıdkr cem6dah bile urur
Acayip midir ki insan gönlüne tesir etsin
Musa'nın sıdkrnın asası dağa vurdıı
Belki deryaya tesir etti
Hazret-i Muhmmed'in sıdkı ayı ikiye böIdü"
Sadık, sıdka bağlı kallp devam etmekle sıddık olur. Sıddık o kimsedir ki,
sözlerinde, hareketlerinde, bütün hallerinde ve meziyetlerinde sadık oIırr.
Doğruluğun faziletlen pek çoktur.

Altıncı Derece: HayA (utanma, mahcubiyet)


Bir gün Hazreri Muhammed ashabına dedi ki: "Ey ashabım! Allah'lan
hakk-ı hayi ile istihyA eyleyin (utanın)". Ash6b-ı kiram dediler ki: "Ya Mu-
hammed! Biz hepimiz Allah'tan utanırız," Hazret-i Muhammed dedi ki: "HayA
bu değildir. O kimse ki Allah'tan hakk-ı hayi ile utanır, o kimse kulağını,
gözünü, dilini haramlardan korusun ve içini de haramdan ve zinadan muha-
faza eylesin ye ijIümü zikreyler. Mezarda eskiyip bozulmayı anlar. O kimse
ki ahireti diler, dünya zinetlerini terk etsin. Bu zikr olunanları işIeyen kimse
Allah'tan hakk-ı hayi ile utanmış sayılır ve bunları işlemeyen kimse de Allah'_
tan hakk-ı hay6 ile utanmış sayılmaz." Hay6, iyi bir huydur. Bütün şeriatlerde
beğenilen ve aranılan bir meziyettir, Hayi etmeyen kimse her istediğini vanın
işlesin... Hak'tan ve halktan hayA etmek bütün şeriatlerde el-an dahi mak-
buldür.
Hayi, murakabe erbabının sıfatıdır. Zira bu kimseler Rabblerini her
yerde müşahede ederler. Amel]er ihsan tarikiyle olur. İhsan demek, Hak scni
görür gibi veya sen Hakk ı görür gibi muamele etmeye derler.
MINHAcU,L-FUKARA,NIN oZU lll
"Tehalleki bi-ahl6killEh" mindsınca mümin hay6 ile sıfatlanmalrdır.
Zira haya Hak sıfatlanndandır. Hakk'ın haydsı, kulunun sözünü yalancı çlkar-
mamasıdrr. Hadis-i şerif: "Kıyamet gününde Cenibı Hak bir ihtiyara sordu:
"Ey kul! Şu işi şüphesiz yaptın!" İhttyar cevaben; "Hayır ben bunları
işlemedim." dedi. Melekler, bu adam yalan söylüyor dediler. Cen6b-ı Hak
meleklere "Bunu cennete götürün, ihtiyarlığından utandım, yalancı çıkarma-
dım." dedi.

Cen6bı Hak bile, ihtiyar olan kuIlarını yalancı çıkarmaktan mahcubiyet


liyık olan hayd sıfatıyla sıfatlanmaktır. Hak'tan ve ha|ktan utan-
duyarsa, kula
mak, din ve tarikatte eski ve ihtiyar o|anlara hürmet ve tazim külmaktır.
Hayanün bütünü hayıIdır. Haya getirmez, illA hayır götiirür.

Yedinci Derece: Şükür

Şükür, lügatte bir ihsan sahibini, verdiği ihsan mukabilinde hürmet ve


tazim ifade eden sözlerle meth etmeye derler. Yani şükür öyle bir fiildir ki bir
iyılik ve ihsan sahibini hürmetle ağırlamayü ifade eder. Şükür üç şeyden iba-
rettir:

l. Lisanla meth etmek


2. Erkinlyla ame| etmek (yani esaslarına uygun olarak hareket etmek)
3. Gönlüyle marifet (bilgi)

Bunlardan en iyisi kalple yapılan şükürdür. Gerçi lisan i|e ve bedenin


Azdsıyla yapılan şükür muteber şeylerdir, ama kalbin şükrü ve ihsan süibinin
nimetlerinin ilmi ve bilgisi ile birleşmezse muteber olmaz. O halde kalbin
şükrü, bütün nimetleri hakiki in'6m ve ihsan sahibinden bilmek ve şükür et.
meyi dahi bir nimet olarak anlamaktır.

Şükür eden, nimete şükürden kendini aciz görmeli. Onun için "Şükür
eden, şükürden aczini gören kimsedir," demişler. Allah'ın kulu, şükretmekle
Al|ah'a şükredemez, ancak kendisini kemaliyle aciz görürse ve zatını f6ni
(yani yok olmuş) bulursa ve şüke muvaffakiyeti ve bütün nimetleri Hak'tan
bilirse o zaman şükretmiş olur. Hadis-i şerif: "Bütün nimet|erin Hak'tan
olduğunu görürsen, şükretmiş olursun.
Ehass-ı havas, Hak'tan ne gelirse cümlesini, nimet ve rahmet olsun, zah-
met olsun, hel ne ise, ayn-ı Allah'ın rahmeti bilirler. Şeyh hazretleri, bundan
l12 AFiF,rEKTAS

dolayı "Kullardan şükreden azdır."80 6yet-i kerimesinin tefsirinde şöyle


brıyurdular: "Şükredenler o hasların haslarıdır ki, kendileri hakkında ve Al-
lahln siir kulIarı hakkında Allah'tan her ne şey oldu ise onun hepsini Allah'ın
nimeti olarak görürler. Gerek gazapta olsun. gerek rızada olsun bunlar her h6l
ü k6rda şükrederler, Allah'ın kulları arasında bu sınıf az oldtığu için Ceniib-ı

Hak, 8l, ]J<ll t,)r-r".r"N':" buyurdu.

Sekizinci Derece: Sabr


Ehlullah indinde sabır, Cendb-ı Hak'ıan gayrisine şikiyet etmekten ve
sabırsızlık göstermekten nefsi men ve haps etmeye derler. Ama Allah'a şik'ayet
ve sabırsızlık g<istermek sabra m6ni değildir,
Ayeli kerimede: Hazrelı Eyyüb Cen6bı Hakk'a: "Şüphesiz bana zararı
dokundu ve azap verdi.'|82 diye şikAyette bulunuyor. Buna mukabil 1ine
Cendb-ı Hak onu: "Şüphe yok ki biz onu sabırlı bulduk, ne güzel bir kul idi
ve şüphe yok ki daima Rabbi'ne dönen, tövbe eden bir kul ıdi."83 diye meth
ediyor.
Cen6b-ı Hakk'a aczini ifade ve şikayer etmek sabır bahsinde makbu]dür
ve Allah'a karşı inat Ve sabıI etmek ayıptür, Şeyh hazretleri FütOhat'ta şaiyle
nakl eder: "Semnün bir gün germiyete gelip cesaret ve serkeşlik göstermiş ve
'Başka bir şeyden zevk yok bende / Beıri ne ile ibtila edersen et' demiş. }lak
te2l6 ona derhal bir idrar zorluğu vermiş. Semnün bu deiı dayanamamış,
şikayete başlamış, kendine'Semnün-ı kezzAb (=yalancı Semnün) diye l6kap
takmüş."
Yine Şeyh hazretleri FütOhAfta şöyle diyorlar: "Avamın bildiği sabırda
kahrı ilAhiyyeye mukavemet etmek vardır ve Allah'a kaşı edep noksanı vaıdır.
Zira Cenib-ı Hak kullarını neden bir bel2ya düçar eder? Tek ona yalvarsııı ve
belidan kurtulmayı istesin diye... Zira yüksek insanlar nei'islerini Cen;ib-ı
Haki'a şikayetten a|ıkoymazlar. Ama halka katiyyen şik6yet etmezler. Evliya
büyüklerinin ınezhebi budur."

80 Sebe s0İesi. ayeı l3.


8l sebe siresı. l3
82 Enbi)a süresi,^yel
ayet 83
8] Sad süresi. ıiyet 44,
MINHAcU,L-FUKARA,NlN ozU l13

Şeyh Bayezid bir gün açlıktan ağlıyordu, Müridleri kendisine sordular;


"Sizin gibi bir zat açlıktan ağlar mı?" Bayezid; "Hakk'ın bana açlık vermesin-
den muradı benim ağlamamdır." diye cevap verdi.

Hazreli Mevlnna Mesnev?'de şu misaIi veriyor: "Ashabdan birisi ahiret


azabrndan korkarak dedi ki: 'Ya Rab! Beni dünyada beldya düçar et, tek ahi-
ret azabı çekmeyeyim.' Bunun üzerine hasta oldu. Hazret-i Peygamber
hatlnnı sormaya geldi ve uğradığı musibetin sebebini sordu. Sebebi anlayınca
Hazret-i Peygamber dedi ki: Bir daha böyle dua etme, zira küstahlıktır. Şöyle
dua et ki, edep budur: Sen " Rabbena atina fi'd-dünyE haseneıen" duaslr,ı,|
oku!.." (Yani Hazret-i Peygamber hastaya şunu anlattı: Sen bu dünyada Al-
lah'ın cefasını nasıl çkenin?)
S6lik, belAya düçar olduğunda Hakk'ın rızasına bakmalı. Eğer rızA-yı
ilahiyi sükutta görürse susmalı. Eğer rız6-yı ilahiyi talepte ve süalde görürse o
zaman istemeli. Rızi-yı ilihiye alimet nedir? Beli geldiği zaman, o belddan
gönlüne lezzet ve din ve yakinine kuvvet gelirse ve nefsin hevA ve hevesi kay-
bolursa ve beliya sabır dolayısıyla Cen6b-ı Hakk'a yakınlık ve kalbe aşinalık
gelirse, sabr etmek iyidir. Ama bunun aksine olarak bu bel6dan gönül lezze-
tine noksan gelirse ve din ve yakin zayıflarsa, Hakk'a şik6yet ve yalvarma
caizdir. Nitekim Hazreıi Eyyüb evve]6 uzun müddet sabretti. Çünkü Hakk\n
nzasını sabürda gördü. Sonradan duada ve yalvarmada bulundu, zira onun da
vakti gelmişti. Ehlullah indinde sabnn üç mertebesi vardır:
l. Sabrın birinci derecesi belaya sabretmektir. Bu sabır, sabr eden
hakkında mükafatı ve ruhun sevince kavuşmayı beklemesi süretinde olur.
(Meserreti beklemek ibadettir) mdnAsınca, belAdan sonra, sabır ile meserret

zamanını beklemek ibadettir. Hadis-i şerif: 'clü ,ıJr;ü 3,!.Jü Jr.",l " Rahatlık
zamanını düşünmek, Hazreti Eyyüb'ün nefsine bel6yı kolaylaşhrdü. Hazret_i
Mevlina'nın Mesnevi'sinin ikinci cildinde (Lokmanla hocasının görüşmesi)
buna misaldir.
2. Sabrın ikinci derecesi, ceza korkusuyIa günahlardan nefsini koru-
maktıI. Bundan daha makbulü, Allah'tan utanarak günahlardan sabr etmektir.
3. Sabrın üçüncü derecesi ibadet üzerinde kendini devam|ı olarak
muhafaza etmek suretiyle sabırdır. Bu ibadet ve taati ih]asa riayetle ve bilgi
yoluyla bu ibadeti güzel kılmakla sabr etmektir.
Sabnn bu üç derecesi hakkındaki 6yet-i kerime:
l14 AFiF TEKTAs

aa,\P,\.) ı\,/Ç'j|J;||;İİjJı Çl ı9 , dur. Bu iyet_i kerime: .Beli_

dan sabrediniz, günahtan sabrediniz ve t6at ve ibadete merbut olunuz." diye


tefsir olunmuştur. Ehlullah nezdinde sabır bir kaç nev'dir:
Sabru litlAh (Allah için) / Sabru billah (Allah'ın tevfikiyle) / Sabru
al6llah (Allah üzerine) / Sabru fillah (Allah'da) / Sabru meallAh (Allah ile) /
Sabru anillah (Allahtan)
1. Sabru lill6h, günahtan Allah için olan sabırdır. Yahut ibadet ye taat
mukabilinde Allahln verdiği sevap ve ihsan için sabırdır.
2. Sabru biil2h, Allah'ın kuvvet ve inayetiyle olan sabır olup, sabru
lill6hın üstündedir. Bu sabır, müritlerin sabrıdır. Zira müritler, kendi kuvve!
lerinden vazgeçip, Cendbı Hakk\n kuwet ve inayetiyle sabrr ve şükr ederler.
3, Sabru alillah, Allahln hiiküm ve kazasına boyun eğerek sabır demek-
tir.

4. Sabru fillih, Hak yolunda ve Hak rızasından olan belA ve ezaya sabr
etmektir.
5. Sabru meall6h, azap ve beldda hakiki azap vereni görmek ve All;ü'a
meyl etıTıeye derler.
6. Sabru anillAh, Allah'tan sabretmek demektir. Mahbub, muhiblerin
uzaklaşmasını murad eylediği zaman, 6şıkın, Allah nzasından dolayı bu ayrılığa
tahammül ve sabr etmesidiI.

"Senin vus]atını istedim, sen ayrılık istedin, senin istediğin olsun."


Ehlullah indinde bu sabır, en güç olanıdır. Hazret-i Şibli'nin bir sayha
atarak yüülması bunun misalidir.
Mesnevi:
"Ey sen ki sabrın yoktur
Dünyadaki alçak nimetlerden ayrılmadan
Dünya melalarından sabr edemiyorsun
Onlan döşeyenden nasıl sabr ediyorsun?
Burarun nimetlerinden sabnn yok
Kerim olan Allah'tan nasıl sabr ediyorsun?"

84 Al-i imran süresi, ayet 200.


MiNHACü,LFtJKAR^,NüN ozü l l5

Dokuzuncu Derece: Rrza


Allah'ın kuldan razı olması menebesi var. Bir de kulun Al]ah'tan razı
olması rnertebesi vardır. Kul, Allah'ın emrine uyup nehy ettiği şeyden çekinir
ve iyi işlerde bulunursa o zaman Allah kuldan razı olur. Ayeli kerime: "Şol
kimseler ki iman getirdiler ve amel-i s6lih kıldılar hemin bu sıfatIa mevsuf
olanlardır: Halkın hayırlısı, bun]arın a'm6l-i s6liha ve ef'6|-i marziye mukabe-
lesinde karşılıkları Adn cennetleridir ki, onun altında ırmaklar akar, o cen-
netlerde bunlar ebediyyen yaşarlar. İtaalleri ve inkıyatları sebebiyle Allah bun-
lardan razı oldu ve onlar da Allah'tan razı oldular."85
Haşyet yani korku, Allah'ın u]emasına mahsustur ve rıza makamrna ve-
sile olur. Nesf-i mutmainne mertebesine varmadan rıza mertebesine vaITnaz.
Nefis ne zaman mutmainne olur? Ne zaman fdni lezzetleri terk ve nefsani
hevAyı izale ederse. Mutmainne olduktan sonra Cenib-ı Hak indinde mar-
ziyye olur, yani ondan ne gelirse razı olur, Nimet gönderse nimet bilir. BelA
gönderse, neşelenir.
"Kul ne zaman razı olur? Nimet geldiği zaman olduğu gibi musibeı gel_
diği zaman da sevinirse." Rıza, Allah'ın hükmü yerine gelirken kalbin
sükOnudur. Rıza. kazanın zuhurunda kalbin sevincidir. Bistnmi hazretleri di-
yor ki: "Cenib-ı Hak kimden ıazı olsun? O kimseden razı o]sun ki cehenem-
de sağ tarafına atsa sol tarafına dönmeyi dahi istemesin..."

Bu mertebe, tam m6nisıyIa fAni fillah olanIarın mertebesidir. (Cen6b-ı


Hak'ta kendini yok edenin mertebesidir.)

Onuncu Derece: İnbisat (iç açılma, ferahlanma)


inbisat lügatte ihtişamı terk etmeye derler. ihtişam bir kimseden utan-
maya ve onun gazabıııdan kolkmaya derler. İhtişam ve istihya, vahşetten çe-
kinmektir. O halde inbisat, çekinmeyi terk etmeye derler.
l. Halkla olan inbisat: Halkla karışmak ve onlarla sohbette bulunmak,
kendini yüksek görmeyi ve vakarı, meşhur ve tanınmış olmayü terk etmek,
ldubAli ve açık yürek|i, açık sözlü olmak, şaka ve gönül alma yoluna gitmekle
olur. Ancak şeriatin hududundan, talikatin çerçevesinden taşmamak şartüyla.
L6tife, l6tif olursa hoştur. Edepten taşmamalü. Mümin, hiddetli huylu
olmaktan, terslikten kurtulmak, neşeIi, latifeci, açık yüzlü olmak gerektir, Haz-

85 Beyyine süresi, ayeı ?-8


l16 AFIF TEKTAŞ

ret-i Peygamber, müminin şakacı ve hoş sözlü olmasünı ister. KendileriDin pek
çok şakalan ve latifeleri vardır. Hazret-i Mevl6na'nın da meşrebi inbisat üzere
idi. Nice hikiyeieri vardır.
2. Hak'la olan inbisat: Korkusunu ve rechsını Hak'tan saklamamaktır.
Zira korku ve rec6 nefsin halidir ve sülükun bidayerinde olan süfatlardtr. Ama
inbisat, ariflerin hali ve gönül sahiplerinin sıfaldır. Korku ve sıkıntı, cel6l hle-
mindendir. İnsanı deliliğe kadar götürür. Halbuki inbisat ve reca cemal ale-
minden ve Allah'a yakınIıktan hasıl olur. Korkuyu ve zahmeti ortadan kaldınr.
İnbisat, CenAbı Hakk'a ziyade yakınlıktan ve cemulullahla sıkı münasebetten
zuhura gelir. Bıı mertebede inbısat sahibiyle Cenibı Hak arasında halk mani
teşkil etmez.
Enbiya ve evliyadan çok kimseler, sıfatlannın galip olduğu zamanlarda
Cen6b-ı Hak'la inbisat üzere konuşmuş ve hareket etmişlerdir. Hazret-i Musa
zamanında Berh-i siyah denilen, Hakk'ın makbulü bir kimse vardı. Bir gün
Hazret-i Musa, kavminin isteği üzerine Hak'tan yağmur diledi. CenAb-ı Hak:
"Ya Musa! Benim Berh-i siyah'ım istesin, yağmur vereyim" buyurdu. Berh-i
siyah Cendbı Hakk'a kiırşı: "Madem bu halkı yarattün, niçin yağmur vermi-
yorsun? Yoksa k6dir değil misin?" dedi ve hemen yağmur yağmaya başladı.
Hazret-i Musa. bu suretle hitaba üzüldü, fakat sabr eyledi. Ertesi gün rast
geldiğinde Berh_i siyah Musa'ya: "Cördün mü ya Musa! Senin Rabbine ne
söyledim?" dediği gibi. Hazret-i Musa gazaba gelip sopasını kaldırdı, onu
dövmek istedi. O anda Cibril-i emin nnzil olup, Cen6bı Hakk'ın selAmını
söyledi ve dedi ki: "CenAb-ı Hak diyor ki, benim Berh-i siyah'ımı incitmeye-
sin! O benim her gün rahmetimi nice kere ilemin halkı üzerine coşturdu..."
Demek oluyor ki, Allah'ın nedimi olanlardan bu nevi latifeler ve inbisat
a]dmetleri hiç bir suretle küstahIık sayılmaz, likin bu fani bağlardan kuıtul-
mayan, fenA fillah mertebesine ermeyen kimseler, bu türlü inbisata cesaret et-
seler, elbet küstahlık olur, cen6b-ı Hak'tan uzak ve iman ve İslimdan mahrum
kalır.
Mesnevi: "Sen onu senet ittihaz etme. Ey fenA aleminin bağlarından
kurtulmayan kimse! Sen Allah'tan mahvı, sekri ve inbisatı ne bileceksin?..."
MINHACU,L-FUKARA,NIN ozu 1,17

Beşinci Bab: Sülükun Asılları, Esasları Olan Dereceler


(Bu bab da on dereceye bölünmüştür)

Birinci Derece: Kast (niyet, tasavvur)


Ayet-i kerime: "Kim ki Allah ve Peygamberi uğrunda evinden çıkıp hic-
ret eder, ve maksadına ermeden ona ölüm gelip çatarsa onun ecri Allah'a air
tir."b
Yani Allah onun ecrini zayi kılmaz, be|ki maksadrna ulEtırır.
Aşıklann ecri Hakk'rn vuslatıdır. CenAb-ı Hak onlara vuslatını ihsan ey-
ler. Kast, lügatte bir şeye teveccüh etmeye derler. Şeyhlerin lisanında sAlikin,
mahbubun rızası için her şeyden geçmeye niyet ederek azm ve himmet etme-
sine derler.
Mesnevi:
"Şu gönül k| talePten halidir
Daima meşakkatte olur

Şu başta ki Allah'ın muhabbeti yoktur


Ona öz deme. posnan ibarenir
o can yoktur, Allah'ı aramıyor

Ölüdür, canlı değildil"


Ehl-i hakikat o kimselerdir ki, ta hakikl maksata erinceye kadar dünya
ve ahiret mertebelerinden, süret ve mdni makamlarından her hangi mertebeye
varsalar, bu tecellilere kanmayıp kast ve taleplerini Cenibı Hak tarafina tevcih
ederler.

;U!ı 1 -1' "UfOt edenleri sevmem"87 iyet-i kerimesi mücibince her


şeyden vazgeçerler. Nazm:
"Merd odur ki, daima talepte olur ve saadetini bekler
Her anda yüz can feda eder
Ne talepten sakin olur

86 Nisa soresi, ayet l00.


87 En'am soresi, ayet 76.
ll8 AFiF TF.KTAŞ

Talepsiz ise rahah 1,oktur


Talepten bir zaman geri kalırsa
K6fir olur, hem de bu yolda bi-edeb olur"

Ikinci Derece: Azm


Ayeli kerime: "Ya Muhammed! Bir şeyi işlemeye nefsin azm eylese ve
işe başlasa, Allah'a tevekkül eyle."88
Kast ile azmin arasında fark şudur:
Kast. kalbin niyetine ve içten gelen isteğe ve meyl ve muhabbete der]er.
Azm ise mürit (talep eden) ve müttaki (AIlah'tan korkan) mertebesinde bulu-
nanların faziletleri ndend ir ve şuna denir ki: Kast, meydana geldikten sonra,
niyet olunan ye istenen şeye başlanmasına denir. Azm, müritlerin meziyetle-
rinden olduğu kadar, murad (istenen) mertebesinde olanların noksanınclan
sayiır, Zira müritler, u!ışılmak istenen şeyi kendilerinden uzak görüp ()na
yaklaşmak ve ona yakınlık duymak yoluna doğrulurlar. Yani kast ve azimet
ederler. Bu kast ye azimeti yani bu niyeti ve gidişi kendi nefislerinden bilirler.
Ama murat mertebesinde olan Allah'ın yakınları, azimeti kendilerinden değil,
Hak'tan biIirler. Azmi, bir illet olarak görür|er, zira her halinde Allah'Ia birlikte
olan ve her an onu müşahede eden bir kimse ne tarafa azm eylesin?
Mürit olanlar, bu nıakama gelinceye kadar, evvelA vefaya (sadakat, söz-
de durmak) azm etmeli, sonra aşinalığa (Allah'ı bilmek) azm etmeli, aşina ol-
duktan sonra azimden vazgeçmeyi azm etmeli, en son da azmden vazgeçnrek
kaydından ve külfetinden de kurtulmalı ki bu da fen6fillah menebesidir.
Bu mertebede kdsıd (kast eden), maksid (kast edilen), maksat (niyet
edilen şey) ve kast hepsi birleşir.
Mesnevi:
"Allah'ın vuslatını arayan herkes, Hak gelince arayan yok oIur. Bu vus-
lat bek6 içinde bek6dır. Ama evvelA fen6 içinde bekAdır. Nur zuhur edince
gölge yok olur."

88 Al-j İmr.an s0resi, ayel |59


MINHAcU,L_FUKARA,NIN oZU ll9
Uçüncü Derece: Iradet ve Mürit (istek, dilek ve tasavYufu
öğrenen talip)
Mürit üç kısımdır: Dünya müridi, ahıret mündi, Mevla müridi.

Şibli hazretlerine: Mürid-i Mevlö kimlerdir? diye sordular. Buyurdu ki:


o kimselerdir ki, söylese sözü daima HüdA olur, sussa içi O'nu talep eder.
Mürit o kimsedir ki, yalnız Allah'a bağlanır ve kendi isteğinden tama-
men boşalır. Zira bu mürit bilir ki Allah\n dileğinden başka vücutta bir şey
meydana gelmez ve halkın dilediği zuhura gelmez. Mürit şöyle düşünür:
"Allah\n bilgisinde olan şeye benim bilgim yoktur. Olur mu olmaz mı, bile-
meyeceğim bir şeyi ne diye dileyeyim? O halde ancak Allahln dilediğini dile-
yeyim." Böylece mürit, Cen6bı Hakk\n dileğinde kendi dileğini terk eder.
Ebü Yezid hazretleri Cen6b-ı Hakk'a dedi ki: "Dilerim bir şey isteme-
yeyim." Yani bu sözlerle nefsinden iradeti mahv eylemeyi diledi. Bu sözü
kendi nefsinin dileği ile söyledi. Kendinden dileği kaldırdıktan sonra dedi ki:
"Madem ki ben muridım (istenen), sen müritsin." Bu hitap Cen6bı Hakk-
'adır. Zira bildi ki Hakk'ın dileğinin aslı yokluktur. Muradın da yok|uk olması,
vücudu olmaması [6zımdır. Vücud ile sıfatlansa dahi yokluğa gitmesi mümkün
olduğunu gördü. Bundan dolayı ben muradım, yani ben yokum. Sen müritsin,
zira mürit ölmez. ancak mevcut olur dedi.

Dördüncü Derece: Murat (iradet edilen, aranan şey)

Şeyh hazretleri buyurdular: "Bilin ey sAlikler ki tasawuf lisanında mu-


rad, iradetinden meczub olan velidir ki onun için umur bitmiştir, yani mesele
kalmamıştır. Bu veli, makamları meşakkatsiz olrak geçer. Zevkle, yumuşak-
lıkla aradığını bulur. Bütiin güçlükler onun için kolaylaşır.
Bunu söylemekle, murad mertebesinde ve mahbub olanların belA ve
meşakkat çekmediklerini söylemek istemiyoruz. Nitekim ekser kimseler
mürit ile muradın farkını anlamamrşlardrr. Şöyle düşünmüşler ki, eğer müridin
dileğini Allah murad eylemeseydi, bu mürit zaten s6lik olmazdı. Zira Cend6-ı
Hakk'ın isteğinden başka mevcudattan hiç bir şey meydana gelmez. Böyle
olunca mürit bu mana üzere murad oluı. Ama şeyhler ikisi arasındaki farkı
şöyle anlatruşlardır:
Mürit onlardır ki çalrşıp çabalamaları keşfe yani esr6rı meydana çıkar-
maya sarf edilir ve süliku yani tarikate intisabü, cezbeye matuftur. Murad ise
bunun aksidir. Şeyhler, murad makamında olanlan, mürit makamrnda olanlara
|?0 AFiF,lEKTAŞ

tercih ederler. Murad makamında olanları, bunlar Allahln seçtiği ve makbul


tuttuğu kimseleldir diye, şu hadis-i şerife dayanarak tarif ve tavsif ederler:
"Allah'ın halkı arasında kendi tarafına seçtiği kullarr vardır ki, onlara kendi
cem6linin nurunu giydirdi (Bu nurdan maksat Cenib-ı Hak'tan onlara
akseden nurdur ki, onlara elbise oldu ve bıı nurla, günahların karanlığından
kurtulup mahbubiyet makamına erdiler) ve Cendbı Hak bunları rahmetinde
ilimle ve hikmetle gıdalandırdı ve terbiye eyledi. Bunlan afiyette diri tutıır ve
afiyette öldürür (yani pak gelip pak giderler). Murat, bu seçkin insanları ta
çocukluktan ölümlerine kadar hayatlarında günah ve muhalefete kapılmaktan
muhafaza eyler ve ruhlan da bu hal üzere kabz olunur, ebediyete intikal etler.

Beşinci Derece: Edeb


Hazreli Peygamber buyurdu: "Rabbim beni edeplendirdi ve edelıimi
Silike ]6zım oIan, Hazret-i Peygamber'in edebiyIe edeplenmek-
güzel eyledi."
tir. Zira sülük ve tasawuf dedik]eri baştan başa edeptir. Ebu Hafs buyuruyor-
lar: "et-Tasayvufu küllühu edebun ve li-külli vakıin edebun ve li-külli haLfu
edebun ve li-kiilli makimin edebun."
Hazreli Mevl6na bir gazelinde edebi meth ediyor:
Bil ki insanın vücudunda can edeptir
Göııül nuru ve mertlerin gözbebeği edeptir
Bil ki 6dem Alemde yüksektir, süfii değildir

Bu devranın parlaklığı ve gidişi edeptir


Eğer sen ayağını şeytanın baştna koymak istersen
Gözünü aç ve gör şeytanın katili edeptir
Ademoğlu eğer bi-edeb ise fulem değildir
Ademoğlunun cismiyle hayvan arasındaki fark edepdr
Gözünü aç ve gör cümle keldmullahı
Ayet 6yet hemen bütün Kur'fln'ın mdnAsı edeptir
Akıldan şu suali sordum; İman nedir?
Akıl gönlümün kulağına dedi ki: İman edepıir
Şems-i Tebriz sen sus ki HüdA'nın sınısın
Allah'a yakınlığın ışığının en nurlusu ve efdali edeptir"
MiNHACü,L FUKARA,NIN öZü 1zl

Gerektir ki s6lik, ehl-i dil huzurunda gönlü edepli ola. Ta ki tarikat ve


şeriate muhalif olmak süretiyle cezaya müstahak olmaya.
Mesnevi:
"Ehl-i dil nezdinde edep baündadır
Çünkü onlar sırlara vakıftırlar
Ehl-i ten için edep zahirdedir
Zira Hüdi onlardan gizli yazıcıdır
Tevfik-i edebi Hüdi'dan arayalım
Edebi o|mayan kimse Rabb'in lütfundan mahrumdur
Allah yolunda edepten çıkan
Allah'ın mertlerinin yoluna gitse bile yine de n6-merttir"
İçi ve dışı edepli olan derviş, kdmil olur. Zahirin edebi şeriat edebiyle
edeplenmiş olmazsa o]maz. Dört tiirlü edep vardır:

Şeriatin edebi, tarikatin edebi, marifetin edebi, hakikatin edebi

l. Şeriatin edebi: 89 ırr-'JL'!Ç;r',rİ:!-İı'!;ıu , 6yeıi


kerlmesi mOcibince, Peygamberimiz CenAb-ı Hak'tan ne getirdi ise tutmak ve
her neyi yasak etti ise ondan kaçmaktır.
Ve Allah'ın hududunu muhafaza etmektir. Şeriatte caiz olmayan şeyler-
den kaçınmak, kalben ve cismen şer'-i şeıife uymaktır.
2. Tarikatin edebi: Bu kiıabın birinci kısmında tafsilatıyla anIatıldı.

3, Mdrifetin edebi: Mesel6: Korkunun rec6ya galip olmaması gibi, ta ki


yeise düçar oImayasın. Reci da korkuya galip olmamalı ki, emniyet derece-
sini bulmasın. Korku galip olursa, yeis kaplar ki bu da küfürdür. Ayeli
kerime:

"Allah'tan yeis getiren k6firdir, Rahmetim gazabıma üstündür." Yine,


"Rahmetim her şeyden v3si'dir." Yine, "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyi-
niz, şüphesiz AIlah günahIarı affedicidir."a
İşte bu ayetler ve nice hadis-i şerifler mücibince ne yeis faz|a o|malı, ne
de emniyet. Zira her ikisi de edebin noksanr sayılır.

89 Haşr sOresi, iyet 7.


90 Zümer sOresi, ayet 53
l22 AFiF TEKTAS

Yine meseli: Kendi nefsine veya gayriye Cen6b-ı Hak'tan ne gelirse iti-
raz eyleme. Kalbini bozuk fikirlerden ve lisanını şikayet edici kelimelerden
muhafaza et. 13azı şeyhler dediler ki: "Ben bir günah işledim, tövbesinin ka-
bulu için altmış yıldan beri dua ederim. Bu günah nedir? dediler; Bir kere bir
şey için;'Ne olurdu şu şey şöyle olsa idi.'dedim."
4. Hakikatin edebi: Hazreli Allah'a mahsus edeptir ki, Hazret-i Pey-
gamber'in Hazret-i Hak huzurunda olan edebidir. CenAb-ı Hak dedi ki: "Haz-
ret-i Peygamber'in müb6rek gözü acaibe ve garaibe bakmaya meyl etmedi ve
dalmadı."'rl Yani Hazret-i Peygamber'in mukaddes kalbi m6siv6dan o kadar
ayrıldı ki ve Rabbi'ne o derece bağlandı ki dünya lezzetlerini ve ahiret zevkle-
rini tamamıyla rerk edip yalnızca Cen6b-ı Hakk'a doğruldu. Hazreli Allah'ın
edebi, misiv6ya en ufak bir meyl göstermemektir. Gayr hükmünde c,lan
şeylere bakmamaktır.

Altıncı Derece: Yakin (şek ve şüphesiz bilme)


Arabiden biri Hazret-i Peygamber'e sordu: Şu adam hakkında ne dersi-
niz ki köttilüğü az, iyiliği çoktı.ır, Ancak şek (şüphe) onu hiç terk etmez. Bu-
yurdular ki: Onun şekki amelini örtüyol. Onun üzerine Arabi yine dedi ki: Ya
şu adame ne dersiniz ki, ameli az, günahı çoktur, ancak Rabbi'nden yakin
üzeredir. Hazreli Peygamber sükut etti. Arabi dedi ki: Birincisinin şekki
amelini kapadıysa ikıncisinin de yakini günahını öftel. Hazret-i Peygamlıer:
"İsabet ettin, iyi bildin." buyurdular.
Yakin, lügatte bir şeyi olduğu gibi bilmeye derler. Bu nevi yakine
şeyhler ilme'l-yakin derler. Yakin üç mertebeye taksim olunur.
l. İlme'|-yakin: Peygamberimizin Cen6b-ı Hak'tan getird|ği şeriat
hükümlerıni ve dine ait emirleri kabul etmek ve ahiret umurundan ve iIAhi
sıfatlardan verdikleri habere bilgi edinmektir. Şeyh hazretleri derler ki:
"Mekke şehrinde K6be denilen bir yer bulunduğunu ve her sene oraya hac
edildiğini iIim ile bilirseniz, buna ilme'l-yakin denir. Kibe'ye gider ve oı,ayı
gözünüzle görürseniz ayne'|-yakin hasıl olur. orasını gördükten sonra nefSi-
nizde bir zevk hasıl olursa buna da hakka'l-yakin denir. Mesncvi:
"Bütün insanlaı ona dediler
Din yolunda senin eşin yoktur dediler

9l Necm süresi, ayet 17


MiNHACü,L_FUKARA,NIN öZü I23

O onların sözünden neşelenmez


Onun canı, onların yayı ile çift o|maz
Ona deseler ki yolsuzların en yolsuzusun
Sen kendini tane sanırsın, halbuki saman çöpüsün
o onların bu sövmelerinden dertlenmez
Derya ve dağlar ona: Sen kimilsin deseler
Sen yolsuzun yolsuzu oldun deseler
Zene kadar hayaline şüphe gelmez, kaıiyyen bu yüzden elem duymaz"
2, Ayne'l-yakin: Şeyh hazretlerinin tarifine göre, ayne'l-yakin bir şeyi
idrak etmek]e istidlAlden kurtulmaktür (Yani delillerinden bir netice çıkarmak-
tan kurtulmaktır). O şeyi delile hacet kalmaksızın keşfetmek ve gözle apaçık
görmekle, habere ve izaha muhtaç olmaktan kunulmaktır.
3. Hakka'l-yakin: Yine Şeyh hazretlerinin tarifine göre: Hakia'I-yakin,
keşf lüzumunun dahi kaybolması ve hakikat tecellisi nur|arının, kulun süret
karanlıkları üzerine parlamasıdır, Hazret-i Peygamber dedi ki: "Hakka'l-yakin
bir nurdur ki, doğar ve ezel sabahından zuhur eder, Tevhid ehlinin vücuduna
o nurun eserleri yazıIır. "
Ondan sonra yakin külfetinden, zahmetinden kunulmaktır. Ziıa yakin
ehli olmak bile bir yakindir ki ondan da kunulmak 16zımdır. Ondan sonra
hakka'l-yakinde fAni olmaktır. Yani yakin sıfalnı Hak ilminde f6ni kıIıp ilm-i
Hak'la ve illhi nurla gerçekleşmektir.

Yedinci Derece: Uns (ünsiyet, alışkanlık)


Hadis-i kudsi: "Beni zikr eyleyen kullarımla otururum ve benimle üns
eyIeyen (alışkanlık peyda eyleyen) kullarımın enisiyim (arkadaşıyım, hemde-
miyim). Bazıları: "el-ünsü biLlahi, el-ünsü bi-zikrillah" demişler ve bazılan da
"Allah'a ünsiyet, kulun her türlü mdsiv6dan yüz çevirmesidir, ancak ehlullah-
tan değil." demişlerdir.

Asıl ünsü billAh (Allahla alışkanlık, yakrnlık) öyle bir şeydir ki Allah hiç
bir halde sAIikten ayrılmaya. Bazı kimse bir halle üns eyler (alışır), ya zikrul-
|ah ile veya Allah'a şük ile ve zann eder ki işte bu, Cenib- ı Hakla ünsiyettir.
Halbuki o hal ile enistir (arkadaştür). Yoksa ünsü bill2h değildir. Zira Cendb-ı
Hak ile enis olanın ünsü her halde sabittir, değişmez, hiç bir s0retle kaybol-
maz.
|?4 AF|F TEKTAŞ

Şeyh hazretleri şrıyle buyurdular (FütOhat): Allahla olan ünsün alameti


vardır. Allah'la ünsü, hal ile olan ünsten bir çok kimseler ayıramadılar.
Bunlardan bazıları bir lral ile enis olup bunun ünsü billih olduğunu sanırlar.
Halbuki Allah'la üns bir kimseye vdki olursa, her hangi halde ise de bu üns
mevcut olur. Meseld bir kimseye halyette iken Allah'la üns viki olsa ve kes-
rette bu üns kaybolsa, bu kimsenin ünsü halvetle olmuştur, Allah'la değil. Zira
Allah her yerde hAzır vc nAzırdır. Allah']a eıris olanın ünsü hiç bir halle eksil-
mez. Celdl ve cemal her ne yüzden olursa onunla ünsten aynlmaz.

Sekizinci Derecc: Zikr-i kalbi Nedir? Zikr-i hakiki Nedir?


Hakikat ehli indinde zikr üç kısıma ayrılmüştır: Lisan zikri, kalp zikri,
hakiki zikir.
l. Lisanen zikir: Bu kitabın ikinci kısmının üçüncü babında izah edildi.
Asıl zikirden maksat kalbin zikri ve hakiki zikirdir. Zira bunlar olmazsa yal-
nızca kelimelerin ve esm5nın zikriyle s6like ancak sevap geIir, fakat Allah'ına
varmak yolu açılmaz, Mesnevi:
"Sıfattan ve isimden hayal olmaz
O hayal vuslata delil olur
Sen bir isim gördiin mü ki hakikati olmasın?
Yahut da sen (k6i) i|e (l6m) ile gül devşirdin mi?
ısim okudun. müsemrnasınü iste
Ayı yüksekte ara, su içinde değil
Eğer harften. namdan geçmek istersen
Pak eyle kendini, kendinden igdh ol baştan başa
kendini kendi sıfatlanndan sifi krl
Ta ki zdıı p6k-i ilihiyi hakikati ile göresin"
2. Kalbin zikri: Yukarıdaki beyitler zikr-i kalbiye işareıir. Zikr-i ka|bi,
iç hisleriyle duyulan ve kalp huzuruyla olan zikirdir, Gayriyi unutmadatı ve
m6sivAyı lerk etmeden, zikr edileni bulmak ve onu ka|pte hazır kılmak müm-
kün olmaz. MAsiv6yı baştan başa unutmazsan zikr ettiğini de tamamıyla bu-

lamazsın. Ayeıi keıime: C2.--: |,| !)r'r';\\: Yani Allah'ı zikr et (Rabbinden

92 Kehf süresi. ayet 24


MINHAcU,L_FUKARA,NİN ozU l25

gayriyi UnuttuğUn zaman). Şeyh hazretleri diyor ki: "Rabbimi zikr ettim
gayriyi unuttum, demekle bu zikrin içine nefis bile dahil oldu. O halde
nefsini dahi Rabbi zikrederek unuttuğun vakitte, onu zikr et demek oluyor.
Zira zikr ettiğin hakikaten mezkür olması o vakitte olur ki, gayriyi ortadan
kaldırasın. Asıl gayr, nefsin benliğidir. EvvelA onu kovmak, çıkarmak lAzımdır.
3. Hakiki zikir: Zikrinle bu mertebeye erdiğin zaman, Rabbin zikrinde
kendi aynının zikrini unutursun. Bundan sonra her zikri onun zikrinde unu-
tursun ve her şeyi anlamış olursun. Znkir (zikr eden) mezkür (zik edilen) ve
zik hepsi bir olur, tek olur. Bu mertebede zikr, hakiK zikri bulur.
Hakiki zikir, Hak teala'nın seni ezelde zikr eylemesini müşahede et-
mektir ve kendi zikrini görmekten kurtulmaktür. Hadis-i şerif: "Ya Davud,
sıddık olan kullarıma söyle, hemen benimle ferahlansınlar ve hemen benim
onları zikr eylediğime nimetlensinler. " Yani benim onları ezelde zikr ey-
lediğime nimetlensinler ki bunların o mertebede dahi vücutları yok idi. Eğer
böyle olmazsa bunların zikri ifetlerden ve illetlerden 6ri değildir. Ama
Hakk'ın kullannı anmasında noksan yoktur.

Dokuzuncu Derece: Fakr


Hazret-i MevlAna buyururlar:
"Fakr cevherdir, gayrisi fdnidir
Fakr şif6dır, gayrisi hastalıktır
Bütün alem baş ağrısı ve gururdur
Fak ilemden sır ve garazdır"
Fakr, kendinde mülk görmemektir. Yani, "Kölenin nesi varsa efendisi-
nindir." m6n6sınca nefsinden ve mülk görmekten ve kendine mensup olan
şeyden kurtulmaktır. Ve cümleyi gani-yi mutlakın (kayütsüz şartsız olarak her
şeyin ma|iki ve hiç bir şeye muhtaç olmayanın) bilmektir. Ve bilmeyi dahi
ondan bilmektir. Bu mertebeye fenifillah (Allah'ta yok olma) denir. Bu
mertebede s6lik benIikten kunulur ve sAlik tarafından tasarrufu cen6b-ı Hak
kılar. Şeyh Anar hazretleri diyor ki:
"yedinci vadidir fak ve fen6
Fakat sana gidiş olrnaz
Sen bir cazibeye düştün
Citmeklik kayboldu
Eğer bir katre olursan
Seni deniz gibi deniz yapar"
l26 AFIF TEKTAŞ

" el- Fakru sevaddii' l-vechi fi 'd-ddrey n" dedikleri, fen6fi llah mertebesi-

dir. Seviddü'l-vech tamamıyla yok olmaya işarettir ki, dünyada ve ahiı,ette


kendinde bir vücud görmez, kendinde olan vücudu ve a'mAli (iş, hareket),
ahv6li (halleri), makamlan, esren ve kemalitı sadece Allah'tan kerem ve ihsan
olarak bilir. Hatta amelleri ve halleri de görmekten kurtulur. Kendinden amel
görmek, amellere ve hallere hak iddia etmek vücuda lüzum hasıl eder. Vücud
ise bir günahtır ki ona başka bir günah kıyas olunmaz.
Bahsimizin başındaki beyitlerde Hazret-i MevlAna dedi ki: "Fakr, 6lem-
den srr ye garazdır, bunu izah ede]im: A]em ve Adem mümkünü'l-vücüddur.
Mümkünü'|_vüc0d ise her halde vicibü'l-vücOda müftekirdir.

Onuncu Derece: GınA (zenginlik, hiç bir şeye muhtaç olmarnak)


Hadis-i şerif: "Gın6, mal çokluğundan olan gıni değildir. Neisin
gınAsıdır ki, kanaattir." Nefsi, ilmin ve amelin kemalinden ruhani zevk bulur ve
kalbı zengin olur. Ahvile ve sebeplere ihtiyacı kalmaz, Allahla gani olur.
Sahihten de gın6, sebeplerin ve eşyanln perdesinden kurtulmak ve Hakla gani
olmaktür. Onun ıçin " el-Fakiru hiivellezi ld-yahıdcii ill külli şcy'iıı" yani. hiç
bir şeye muhtaç olmayandır, demişler, Hiç bir şeye muhtaç olmaz, heınen
Hakk'a muhtaç olur. Hiç bir şeye muhtaç olınayan gani olur.
Bir de "el-Faktru hüvellez.i yahficü ila kü i şey", yani fakir her şeye
muhtaç olandır. demişler. Bu iki söz birbirine zıt gibi görünür. İzahı şöyledir:
Birincisi. fakir o kimsedir ki, sebeplerden ve eşyadan ayrılmüştır, \,ani
zatını mdsivAdan kurtarmıştır ve fenifillah menebesini buImuştur. Bu menebe
sahibi hiç bir şeye muhtaç olmaz. GınA-yı Hakla galıi olur.
İkincisi: Fakir o kimsedir ki, bu eşyaya bakıkça Cen6b-ı Hakk'ın zuhu-
runu ve Allah'ın tecellilerini görür. Allah'a fakir olan kimse her şeye fııkir
olur.
Bu mertebede fakr ve gın6 birdir. Cani de aynı fakirdir. Bunun ıçin
Hazreli A|i buyurdular: "Fakrla gıni iki binek hayvanıdır ki ayırmam. Han-
gisinin sırtına binsem birdir. Fakr ve gın6 itibari yani farazi olan iki şeydir.
Arifin nazarında her iki hal de müsavldir.
MINHAcU,L-FUKARA,NlN ozu l2,1

AItıncı Bab: Sülük Vadilerinde Olan Dereceler


(Bu bab da on dereceye bölünmüştür)

Birinci Derece: İhsan


Bu babtaki her bir derece s6like güyi mukaddes bir vadidir. Onda il6hi
tecelli parlar ve Cendb-ı Hakk'ın nurlan her tarafi aydınIatır. Ama bu vadilerde
korku ve tehlike çoktur. Ayak kayar, vehim kaplar. Eğer Allah'ın nuru ve te-
cellisi olmasa, şeytan ve dev sAliki bu vadilerde avlar.
İhsan, lügatte:iyilik, güzellik etmektir. Şeriat ve tarikatte ise, müşahede
yoIuyla (yani Hakkl görerek) ibadet eylemektir. Yani Cen6b-ı Hakk'ı görür
gibi, yahut Cenib_ı Hak seni görür gibi ve görüşür gibi ibadet eylemektir.
Bunda ihlns, ta'zim ve huşü m6nisı vardır, Böyle ibadette ihsan olursa onun
mükAfatı da ihsandır, yani Allahln hoşnutluğudur. SAlike yalnız ibadene değil,
her şeyde ihsan eylemek lAzımdır.
Hadis-i şerif: "Cen6bı Hak her şeye ihsan eylemek emr eyledi. Bir
kimseyi katl ey|erseniz, kolay olan katl ile ihsan eyleyin. Bir hayvanı kurban
edecek o]sanız, kolay sOrette kurban ediniz. Niyetlerde, namaz vakitlerinde ve
hallerinizde olsun her şeyde ihsan eyleyin. Niyetlere ihsan, niyeti halis eyle-
mektir. Namaz vakitlerini müşahede yoluyla ihsan eyleyin. Hallerinizde olan
ihsan ise, şeriat hudutlarına riayet eylemek ve onu yalnızca Allah'ın lütuf ve
ihsanı bilmektir.

İkinci Derece: İlim


Hadis-i şerif: "İ]im cinsinden gizti bir hazine olan şeylerin heyeti ve
süreti gibi bir ilim vardır ki onu ancak ulemn-yı billah (arifler) biIir. Bu ılmi
söyleseler, gaflet ve sOret ehlinden başkası ink6r etmez, zira bu ilim, ak|-ı
türin ı n (Tur dağı) ötesindedir."
ilim dört klsma aynlmüşnr:
l. Şeriat ilmi: Fıkıh, ferAiz, tefsir, hadis ve usül ilimlen gibi.
2. Akıl ilmi: Kel6m, hey'et, hendese, hesap. nüc0m, felsefe ilimleri gibi.
Akli ilimler de iki kısımdır, zaruri ve istidlAli
Zaruri olan, düşünce ve deli] istemeyen ilimdir. Meseld, acıkmaya olan
bilgi gibi. İstidldli ise, delillerin incelenmesi ve neticelerin çıkarılması yoluyla
hasıl oIan ilimdir.
|28 AFiF TEKTAŞ

3. Vıcdan ilmi: Bu ilme ilm-i ahvil derler. Akıl bu ilme karışmaz. Sa-
dece tasayvur ve istidldl ile bu ilmin anlaşılması mümkün olmaz. Balın tatlülığü,
sabnn acılığı, vuslahn lezzeti, salhoşluk gibi şeylerin akılla anlaşılması miım-
kün olmadığü gibi, aşk, şevk, vecd, zevk ve bunlara benzer hallerin lezzeti.
"Tatmayan bilmez, anlanıaz" cinsinden olan ilimdir.
4. Ledün ilmi: Buııa ilm-i esrir da derler. İlm-i ledün denilmesinin se-
bebi, Al]ah tarafından evliyasına ilham yoIuyla hediye ve ihsan olunmasıdır.
"Biz ona ilm-i ledünni öğrettik"93 Xyeıi ketimesi mücibince bu ilmin mrıal-
limi Hak'tır. Bu ilmi evliya, Cen6bı Hak'tan alır. Bu ledün iIminin bir derecesi
vardır ki. sül0k erbabının akl-ı selimi onu idrak edemez. Nerede kaldı ki sfırel
ehlinin aklı... Bu ilm-i esr6rı ağyar idrak edemez. Bu ilmin erbabını ink6r
ederler. Kendilerini açıklasalar öldürülürler.
Mesnevi;
"Bu şahlar avamdan can korkusunu görmüş. Çünkü bu avam körler
güruhudur, şahlar ise bi-ııişandrr. Enbiyaya kavimleri dediler: Ahmaklıkta biz
sizden şeAmet duyduk, halis altın için kuyumcuda tehlike vardır. Hain cenkler
bu yolda çoktur,"
Bu iIim inkdr edildi ve sahibi açığa vuracak olsa taşlandı ve katl ediidi.
Nitekim Eb0 Hüreyre buyurur: "Ben Peygamber hazretlerinden iki i]im
öğrendim. Birisini halka açıkladım, ama diğerini açıklasam, benim boğazım
kesilirdi." Ayeı-i kerime: "Bir Allah'tır ki yaratrruştür yedi göğü ve yeryüzünü
de onun misli olarak yedi kat halk etmiştir. Bunların arasında emri inip dur-
maktadır."q
Bu ayeti okuyan ibn-i Abbas'tan rivayet olunur ki şöyle buyurdular:
"Eğer bu ayetin hakikatini tefsir etseydim, taşlanırdüm ve öldürülürdüm." Bu
sırlara bilgisi olan büyükler bu esrir ilmini yabancıIardan gizlediler.
*P _,u,rl,. rUı ıfS, fehvasınca herkese aklı . ,. kadar söylediler.
Nl-ehilden gizlediler.
Bu ilmin talibi, bu ilmin sahibi bulunduğu zaman, Musa hazretleri, Hızır
hazretlerinin hükmü altına girdiği gibi ona iradet getirmeli ve her türlü inkdr-
dan çekinmeIi ta ki, bu ilmi o Alim ondan gizlemesin. Eğer sllik bu ilmin eh-
lini bulamazsa, bildiği ilmi dürüstlükle tatbik etsin, ta ki Hak te6l6 ona bu

93 Kehf sOresi. 65.


94 Talak siresi, ^yet
ayet ]2
MINHAcU,L_FUKARA,NlN oZU l29

miras o]an ilmi ihsan eylesin. AIim bi-emrill6h (Allah'ın emriyle ilim olan)
kimse ki, ilmine uygun o|arak davranır, sonunda 6lim billAh mertebesini
bulur. Alim billih o kimseye derler ki, Cendb-ı Hakk'ın bilgisi (m6rifeıi
ilnhiyye) onun kalbini kaplamıştır. Ve Hak nurlarının müşahedesi onu istiğ_
raka daldırmıştır. Alim bi-emrillah o kimsedir kı helili ve haramı ve ahkamrn
hakikatlerini bilir. L6kin celdl-i il6hinin esr6rını. cemAl-i il6hinın marifetini
sezmemiştir. Bunların ikisi de öyle ilimlerdir ki hem Hak'tan ayrı değillerdir,
hem de halkla muamelededir]er- Alim bi-emrillah olanlardan, l6zım olunca
fetva isteyin, onlardan süal eyIeyin. Aüim biüüah oüan hakimler ile temas edin,
zira faydası çoktur. Hakimler, ilmini ve amelini yakin derecesine getirmiş
olanlardlr. Aıim tiıan ile ve ilim bi-emrillah ile görüşmekte salik için büyük
faydalar ve menfaatler vardır.
"Merdin_ı HüdA ile bir an sohbet, yüz sene ibadetten hayırlıdır. Allah
nasipleri verir, hidayeti ihsan eyler."

Uçüncü Derece: Hikmet


Hadis-i şerif: "Bir kimse kırk sabah CenAb-ı Hakk'a ihlAs ile amel ey-
Iese, hikmet çeşmeleri onun kalbinden zuhur eder ve lisanrna aks eder". Hik-
met için şeyhler muhtelif sözler söylemişlerdir:

"Hikmet, sözde ve davranışta isabettir."


"Hikmet, ilmin tahkiki ve amelin şüphesiz ve sağlam yakinidir."
"Hikmet bir isimdir ki, hükümlere vaz' olunduğu şey üzerine her şeyi
yerli yerine vaz' eder." gibi.
Bir şeyi yerli yerine koymayr sağlamlaştırmak, eşyanın hakikatlerine
ilmin tam bilgisini gösterir. Ve haline, hassalarına, zahir ve b6tın vasıflanna,
iyiliğine veya kötülüğüne vakıf olduğunun işaretidir. Bir kimse eşyanın haki-
katlerine dlim olsa, icabına göre davransa, her şeyi yerli yerine koysa, ona
hikmeıi cAmi'a sahibi denir. (Adalet de zaten bundan ibarettir). Bu hikmetler
büyük hayırdır ve Cen6bı Hak dilediğine venr.
Ayeıi keıfme: "Cen6bı Hak dilediği kula hikmeti verir ve o kimseye ki
hikmet veriIdi, şüphesiz o kimseye azim kesretli hayır venldi. Bu m6n6yı zikr
eylemez, illA vehim şüphelerinden halis olan akıl sahipleri zikr eyler."95

95 Bakara süresi, ayet 269


130 AFIF TEKTAŞ

Hakim o kimsedir ki her şeye hakkını verir ve onun haddini tecavüz etmez.
Bir şeyi vakti gelmeden yapmaz, acele etmez.
Hikmet iki krsımdır: Birisi söylenmiş, diğeri sükut edilmiş hikmettir.
l. Söylenmiş olan hikmet: Şeriat ilmi ve akla ait marifetler.
2. Sükut edilmiş hikmet: Ledün i]mi ve hakikat esr6rı. Cen6bı Hakk'ın
bazı kullarına azap etmesi, bazr yeni doğmuş çocuklann ölmesi ve celıen-
nemde babalarıyla kalması gibi bazı şeylerin hikmetinden sükut edilmiştir.
Cen6b-ı Hak bazı büyüklere bu sırlan keşf ve izhar etmiştir, liikin bun|ar haber
vermeyip sükut etmişlerdir. Mesnevi:
"Her kime ki Allah'ın esrAnnı öğrendiler
Mühür vurdular ve dudağünI büktüler
İl6hi sır|an o kirnseye an|atmak layüktür ki
Ağzını lif söylemekten muhafaza eyler"
Ancak bu sırlara vakıf olmayan ve hakikate ermeyen kimse bilmeli ve
inanmalı ki Cendb-ı Hak'tan abes (boş yere) bir fiil zahir olmaz ve "Erhanıe'r-
rahimin" kuluna zulüm etmez. Faraza bütün ömIünde s6lih olan kimseyi
ebedi ateşe atsa Ve ömrünü günahla geçiren kimseyi cennete atsa yine zulüm
değildir. Zira hikmete dayanır. Garazsız ve illetsizdir. Hazret-i Peygamber
buyurdu ki: "Allah'tan kuluna vAki olan kazadan hayırlısı odur." Zira CenAbı
Hak, lAyık olandan bir şey esirgemez. "Hüküm kazasını da şeı üzerine krlnraz.
Ondan her sadır o|an mahzA hayırdrr."

Dördüncü Derece: Basiret (kalp gözüyle görme)


Ayeli kerime: "De ey Muhammed! Şu tarik-i tevhid ki sır6rı rnüstakim
ondan ibarettir, benim yolumdur. Ben yalatülanlan davet eylerim, cemi' esma
ve sıfAtı c6mi olan Hazret-i müsemmallaha ve bana ıabi olan varislerim dahi
bu yola davet eder|er.96'| ıJ!= " ve ayAnun gayri amy6.
"J"
Bu dyet-i kerimenin mdnisrnda hakikat ehli der ki: Alemdeki şahıslar-
dan her bir şahıs esm6-i ilihiyyeden bir ismin mazhan ye mahkOmu olmuştur.
Hazreri Peygamber ve ona tabi olan her veli, yaratılanlan, bağlı olduklan cüz'i
esmddan ve ayrılık erbabından bütün esm6-i ilAhiyyeyi kendisinde rcplayan
müsemma'llah'a basiret üzere davet ederler. Birlik, ehadiyet hüviyeti bütün

96 Y0suf sfiresl, ayet l08


MlNHAcU,L-FUKARA,NlN ozU l3l

eşyada meYcuttur. Basiret, o kudsi kuvvete denir ki Hakk'ln hidayetiyle kuv-


yetlenmiş ve kudsi nurlarıyIa aydınlanmıştır. Bu kudsi kuvvet, kalbe ve akla
göz yerine geçer. İdrak bununla olur ve sahibini şekten ve hayretten kurtarür.
Basiret sahibi kimse ne yapsa, onun akibetinden korkmaz. Ona bir zarar ve
belA gelmez. Şeyhlerin çeşm-i bAın dedikleri ve gönül gözü, can gözü diye
anlatılan işte bu nurdur. Can ve kalp gözü doğuştan olur veya sonradan
kazanılır. İlim ve marifet öğrenilerek ve içi temizlenerek elde edilir. Bu nur
hasıl olduktan sonra sahibine basiret sahibi yahut firaset sahibi denir.

Beşinci Derece: Firaset (zihin uyanıklı$, ziyade idrak)


Hadis_i şerif: ü\ ))- },:,. n|J iJ-A| A-|}|İ| " Yani k6mil müminin
"

ferasetinden korkunuz, zira Allah nuruyla nazar eyler." Bazı şeyhler demiş|er
ki: K6mil mümin olan]ar ve hakiki firaset mertebesini bulanlar gönül casus-
landır. Kalplere firaset nuruyla girerler ve kalbin sırlarını anlarlar. BunIarla
görüşürken sıdk (doğruluk, açıklık) ile görüşünüz. Kalbiniz saf olsun ki, edep
noksanü göstermeyesiniz.

Şeyh hazretleri diyor ki: İlahl feraset, saidi şakiden fark edip bilmeyi
öğIetir. Ve insandan zuhur eden hareketin marziyye ve marziyye olmayan ha-
Ieketten farkınü bilmeyi bahş eyler. Vaki olan hareketin ibadet veya günah
olduğunu da bilir. Bu feraset istidldlle veya tecrübe ile olmaz. Bir ilihi nurdur
ki gayb hükmünü kavrar, idrak eder. Reml atarak veya yıldızlara bakarak
gaybtan haber vermek kehanettir. Halbuki evliyada olan feraset keramettir ki
Hakk'ın gözü ile bir şeyi anlaf]ar ye ilAhi ilham ile müşahede ederler.

Altıncı Derece: IIham


İlham lügane, bir m6n6yı kalbe koymaya ye anlatmaya derler. Tasavvuf
lisAnında AIIah'ın feyziyle kalbe konuveren m6nAlara denilir. Vahiy de ilham
min1sına kullanılır. Vahiy lügatte gizli işarete denir. İlham ise m6n6|arın kalbe
konulmasına derler.
Molla Cnmi diyor ki: "ilahi feyzlel kullann kalbi üzerine iki türlü vaki
olur:
Biri o feyzdir ki Alah bunları meldike vasıtasıyla gönderir. (Mesel6
Kur'6n-ı azimü'ş-şan gibi). Diğeri mel6ike vasıtasını kullanmaksızın minAları
feyizlendirir (hadisler gibi). Bu feyizler yalnız peygamberlere mahsus değil-
dir. Evliyaya ve sAlih olan müminlera de şamildir. Mesnevi:
|32 AFiF TEKTAŞ

"ın ne necm est u ne reml esı u ne hEb

Vahy-i Hak AIlEhu a'lem bi's-sayEb"g1


Mesnevi'nin vasıtasız bir feyz olduğuna işarettir. Vasıtalü olan feyze
"vahy-i celi", vasıtasız o]ana "vahy-i dil" ve "vahy-i hafi" denir.
Nefsani tehlikelerden sAfi olan gönül, ilXhi ilhama mahal olur. Bir şeyin
halli için o kimse artık kalbinden fetva alır. Kalbinin emrine ka§ı gelirse, artük
Allah'a 6si olur. Bu menebeyi insan ancak nefsinin muhataralarını yendikten,
mahv eyledikten sonra kazanır. ilhamdan başka insanda dön tür]ü duygu
vardır:

Birincisi: İlka-i meleki dedikleri meleğin ilham ettiği duygu.


ikincisi: iüka-i şeyt6ni dedikleri şeytanın ilham ettiği duygu.
Adem oğullarına şeytanln işareti vardır, meleğin işareti Vardür. Şeytanün
işareti bir çok şeyler yaat edeL Yani kötülüğü süsler ve hakkı yalanlayıp
alçaltmaya çalışır. Meleğin işareti ise hayrı, iyilikleri, ibadet ve taad vaat eder
ve Hakk'ı tasdik eder. Kalbinde ilk6-i meleki bulunan kimse bilsin ki bu işaret
Allah'tandıi ve Allah'a hamd eylesin. İ]ka-i şeytaniyi bulan kimse ise şeyıan-
dan Allah'a sığınsın.
Üçüncüsü: İlka-i nefsani dediğimiz nefsin ilham ettiği duygudur. Nef-
sin hazz ettiği lüzumlu gördüğü ve iştiha eylediği duygu|ardır.
Dördüncüsü: Melbüs olan yani kıyafet değiştirerek gelen tehlikelerdir.
Nefis Ve şeytan hakkaniyet elbisesiyle süslenip s0ret-i Hak'tan görünür.
Maksadı hiledir, hoş görünmektir. S6lik bu tehlikeleri bu duygulan biri birin-
den ayırmak, farkını kavramak mecburiyetindedir. Zira ibadetin sıhhati buna
bağlıdır. Hele başka kıyafetle görünen, kendini gizleyen kötü duygulann anla-
şı|ması ziyade lizımdır. Harama meyli olan ve nefsine uyan kimse bunları
nasıI ayın edebilir? Bir gönül ki nefis illetlerinden temizlenmemiştir, bu fırrk-
ları katiyyen idrak edemez. Zira insan sevdiğinin sözünü doğru bilir,
başkasının sözünü doğrıı olsa bile yanlış anlar. İmam Cazzali diyor ki: "Nefis
sevilmiş bir düşmandır, insan sevdiğinın ayıbını görmez. Görmek bile istenıez.
Onun ayıbını tefrik edemez."

9,7 "Bu ne ylldüz bilgisi, ne remil. ne de rüyal Allah en doğrusunu bilir ya, vahy i
il6hidir"
MINHAcU,L-FUKARA,NIN oZU l33

Yedinci Derece: Sekine-i Kalb (kalbin rahatı ve sükuneti)


Ayeli kerime: "Ol Allah'tır ki müminlerin kalbine sebat ve tume'ninet
indirdi, mahz6 fazl ve inayetinden ve imanlan evvelki imanlanna il6ve olmakla
ziyade oImadan dolayı ve yahuı Allah teilA bunların kalbine süktn indirdi
Resülü'nün getirdiği emirlere ta ki bu emir|ere ve nehiy|ere olan imnları
Hakk'ın birliğine olan imanlarına makrun ve munzam olmakla ziyade olsun
diye."98
Sekine, sAliklerin kalbinde bir nurdur ki, muztarip ve korkulu olsa,
onunla sükun bulur. Hüzünlü olsa onunla teselli bulur. Bir kuvvettir ki,
b6tından zahire sirayet eyler. Ashdb-ı Res0l bu iç rahatlığının nuruyla vekar
içinde idiler.
Sekrden (sarhoşluktan) ve mahvdan sonra sahv (uynıklığa) gelen
kdmillerin sekinesi, kazaya nza göstermektir. Bu sekinenin sahibi, mertebesi-
nin haddini bilir ve kulluk mertebesini aşmaz. "Allah rahm eylesin o zata ki
miktarını bildi ve hududunu aşmadı." Bu sekine ancak Peygamber'in veya
k6mil olan velinin kalbine iner. Sekine (şath)a yani şakaya m6ni olur. Kaba
şaka Hak'la ve ilimle bağdaşmaz, şeriat hududunu aşar. MeselA "Leyse fi
cübbeıi sivdlldh" yahııt "el-Faktrü lt-yahficu ilalhh" sözleri gibi ki hal
sarhoşluğundan vahdetin galebesinden söylenmiş sözlerdir. Aslında doğru ve
sadık ise de dava ve öyünmek ifade ettiği için makbul değildir. Şath (taşkın
şaka), Hak teil6'nın verdiği mertebeyi haber verir. LAkin övünmek yoluyla
olur ve açıklanmasına da emr-i i]ihi ve Allah'ın rızası bulunmaz. Eğer övün-
mek maksadıy|a olmayıp Allah'ın emri ile olursa ona şath denmez. Mesela
Hazret-i Peygamber'in ,-.ı ) J .)i -J..J.. ; uı hadis_i şerifi gibi.

Şath, nefsin ahmaklığını, gevezeliğini ve övünmesini ifade ettiği için ehl-


i tahkikten asla sadır olmaz.Zira kimil olan insan için Allah'ından gayri bir
müşahede yoktur. Allah'ı üzerine iftihar ve iddia eylemez. Bildkis kulluğuna,
köleliğine sımsıkı sarılır. Bu mertebede sekine-i kalb hasıl olur. Şath-ı fdhiş
dedikleri kaba şakalardan kurtulur. Zira şath-ı f6hiş halka karşı öyünmekten
ibarettir.

98 Feıh siresi, aye! 4


|34 AFiF TEKTAŞ

Sekizinci Derece: Tume'ninet (nefsin itminanı, emniyeti)


ıtminan, sebat, sükin ve istikrardan ibarettir. Nefsin itminanı zikrullah
ile olur. Zira zikrullah sayesinde kalp bir l6hza Cen6b-ı Hak'tan gafil olmaz.
Cönülde bir kuvetli bilgi hasıl olur ki asla şüphe artık ona sıkıntı ver-
mez- Bütün şek ve şüphe lerden mutmain olur, yani emin olur, Ondan sorıra
görür ki bütün olan bitenler herhalde tek yaratıcıya muhtaçtür. o zaman büttin
m6siv6dan ona sığınır ve gayrın (yabancının) sıkıntısündan kurtulur, mutm,ıin
olur. Tume'ninet makamı, sekine-i kalb makamından üstündür. Gerçi ikisi de
sükun min6sına geliyor, Ilkin tume'ninet sekineden daha yüksektir. Şeyh
hazretleri diyor ki: "Sekine öyle bir hamledir ki kulun kalbinde hasıl o|ur ve
heybetten hasıl olan hararetin sükünunu verir. Onun için sekine için menzil
tabiri kullanılır (yani konak). Ama tume'ninet böyle değildir. Tume'niııet
daımi istirahati ifade eder. Sekinenin verdiği rahatlık gibi zaman zaman hzsıl
olup birden bire kalbe inen bir duygu değildir. Yani ikisinin farkı budur ki,
sekine nadiren sahibinde devamlı olarak kalır ve ona sıfat olur. Ekseriya za-
man zaman Allah tarafından nüz0l eder. Tume'ninet ise daimi bir sıfattır ye
sahibinden hiç eksilmez.

Dokuzuncu Derece: Himmet (kast, niyet)


Hadis-i şerif: "Kişinin kıymeti hımmetidir. Himmeti midesine ise,
kıymeti vücudundan çıkandır." Sülükta sOrete itibar edilmez, herkesin him-
metine baktlır. Himmeti her ne şeye ise o şey ona krymet olur. Himmet. lü8at-
te kasd demektir. Tarikat lisanında kemale varmak için kalbin Allah'a doğrul-
masıdır. Himmet, silike kanat gıbidir, Onunla hakikat yuvasına uçar ve elra-
diyet (birlik) dlemine varır:
"Kuş yuvasına kanatla erişir"
ınsanın kanatları hiınmetidir"
Himmet sahibi olan salik ta fenafillaha Ye hakikat mertebesine varıncaya
kadar yol alan kimsedir ki hakiki aradığını bulsun. Şeyhülisl6m hazretleri di-
yorlar ki: "Hazret-i Peygamber Hak te6l6'ya teveccüh eylediklerinde himmet-
lerini tamamıyla bu tarafa topladılar, mAsivAya katiyyen iltifat etmediler.
Himmet sahibi olan si]ik de Allah'a olan seyrinde (yol aIışında) böyle olmalı-
dır. Yani dünya ve m6-fih6yı terk etmeli. Zira bütün mevcüddt f1nidir ve yok
olmaya mahkumdur. Hazret-i Peygamber: Jtr_)ı r' i_{Jl;., buyurdu.
MiNHAcü,L-FUKARA,NlN oZü l35

Himmeti 6li olan s6lik dine ait meselelerle meşgul oIur ve dünya umOrundan
nefret eder.
Aüi himmet kalbi muhafaza eder. FAni ve geçici şeylerden alıkoyar.
B6ki olana sevk eder. B6ki ve daim o|an ancak Hak'tır. Başka her şey finidir,
b6tıldır.
Ali olan himmet insanı kederden ve Hakk'ı talepte gösterdiği kusur ve
ihmalden sAfi kılar. Zira fütur ve yorgunluk da keder gıbidır. Ali olan himmet,
sahibini bu kederlerden kurtarır, temizler, Allah'ın yakınına götürür.

Onuncu Derece: Kurbet-i Hak (Allah'a yakınlık)


Ayeıi keıime: "Şüphesiz biz insanı halk eyledik ve biz biliriz insanın
nefsinin vesvesesini ve kalbine gelen h6tıra ve ehidis-i nefsAniyesini. Biz in-
sanın şah damarından daha yakınız."9
Ayet_i kerime: "Ey beni Adem biiiniz ki Allah insana o kadar yakrndır
ki kalple insanın arasında h6il oIur."lm Yani azimlerini yok eder, maksatlannü
değiştirir. Hidayet dilediğini kötü yoldan alıkoyar. Dalileı dilediğini doğru
yoldan men eder. Keyfe yeşd, nasıl isterse değiştirir.
Bu m6n6lann hepsi kurb-ı Hakk'a delalet eder. Kurb_ı Hak hiç başka
bir yakınlığa benzemez. Ancak insan dünya ve beden al6kalanyla ziyade meş-
gul olduğundan bu yakınlığın müşahedesinden perdelenmiştir. Bu yakınlığa
kurb-i hmme diyorlar, Bir de ariflerin kurbu vardır ki iki nevidir: Evveli nafile
ibadetle, ikincisi farzlann edası ile hasıl olur.
l. Naiıle ibadetle kul bir mertebeye erer ki Hak'la görür, Hak'la bilir,
Hak'la işitir. Hadis_i kudsi: "Kulum daima nafile ibadetle bana yaklaşır, ben
onu severim. Onu sevdiğim zaman onun kulağı olurum benimle işitir, gözü
olurum benimle görür, elinde olan kudret benim kudretim olur, ayağı benim
kudretimle yürür. İşte bu mertebeye şeyhler kurb-ı nevdfiI derler (nafile iba-
detten hası] olan yakınIık).
2. Farzları eda etmekle de bir yakınlık hasıl olur ki bu yakınlık evvelkin-
den daha makbuldur, Hadis-i şerif: "Yakınlarım bana, onlara farz kıldığım
farzların edasından daha sevgili bir şeyle yaklaşmadılar."

99 Kaf süresi, ayet 16.


l00 Enfal sOresi, ayet 24
l36 AFiF TEKTAŞ

Kurb-ı nevdfil (nafile ibadetten olan kurb) ile kurb-ı feıdiz (farzların
edasından hasıl olan kurb) arasındaki fark budur ki, birincisinde CenAb-ı Hak
ku|a alet oluyor. Zira kul bu mertebede Hak'la görür, biIir ve işitir. Kurb-ü
ferAizde ise kul Hakk'a alet oluyor. Cen2b-ı Hak onunla nice kudret ve hik-
metini icn ve ızhar eder.

Ayeli kerime: l}l g')',JJ\',),<') J'r\ı ı',':ru', Hazret_i Muhamnıed


toprak attığı zaman Cen6b-ı Hakk'a alet olmuştur. Hazret-i Muhamme<l'in
vücüd-ı şeıifinden zuhur eden kuvvet ve kudret Cen6b-ı Hak'tandır.

l0l Enfa] siresi. ayet 17


MINHACU,L-FUKARA,NlN oZU l37

Yedinci Bab: S6likin Geçirdiği Hallerde Bulunan Dereceler


(Bu bab da on dereceye kilünmüştür)

Birinci Derece: ]Vluhabbet


Hal, lügatte evvelkı halinden dönüp değişmeye derler. Ama şeyhler li-
sanında hal şu demektir:
Hal, kalbe varid olan şeydir ki bir amelden veya istekten doğmaksızın
sadece Allah'ın ihsanı ola. MeselA; muhabbet, şevk, zevk, vecd vb... gibi. Bu
zikr olunan hallerin her biri nefsanl sıfatların zuhuru ile kaybo|ur. Fakat bir
hal, bir kimsede devamIı olursa ona makam derler.
"Hal, cilve gibidir. O güzel dilberin cilvesi gibi. Makam ise gelinle hal_
vet olmak gibidir."
Demek oluyor ki muhabbet, bazısına hal, bazısına makamdrr,
Muhabbet, kalbin ve ruhun bir şeye meyl etmesidir. Bu meyl o şeyde
kemal gördüğü için o|ur. Bir kul bilir ki hakiki kemal Hazreıi Al|ah'a mah-
sustur. O kul ki nefsinde ve gayride kemal görür, bilir ki Al]ah'tandır, Allah
kudretiyledir ve Allah'a aittir. O kulun muhabbeti Allah için ve Allah nzasında
ve Allah müşahedesinde olur, Bu m6nd mahbuba ibadeti icap ettirir.
Ama. arifler derler ki: Cenib-ı Hak mahbubun fi-zatihi (zatı itibariyle
mahbub)dur ve mahbübı hakikidir. Bunu arifin can gözü müşahede eder ki
bütün cemal ve kemal Hazret-i Hakk'ındır. Eşyada görünen kema1,6riyettir.
Muhibbin Hakk'a bu muhabbeti vicdani bir husustur ve zevkten ibaretdr (meıı
lem yezuk lem yedri = Tatmayan anlamaz.).
Muhabbet bütün mevcudata yayılmıştlr. Bütün mevcudat aşktan başl
dönmüş ve muhabbetten hayrandır. Cümle alem muhabbetten zuhur etmiş ve
muhabbet üzerine yaratülmışttr. Alem muhabbet için geldi ve muhabbet için
makbul oldu. LAkin heıkes haline münasip, istidadına uygun bir aynada bu
yakinlerdeki sıf6t-ı cemileye 6şık ve meşguldur. Ancak o kimseler ki içlerinde
doğan aşk ve muhabbetin kuvvetiyle ve bir mürşidin irşadı ve yol göstermesi
ile, s0ret aleminden muhabbeti keserek cem6l-i mutlak-ı hakikiyi görürler,
bunlar k6millerdir.
Aşık-ı s6dık, cemil-i mukayyede meyl ve muhabbet etmesin. Bunlarla
dostluk ve sohbet eyIemesin, ta ki cemiI-i mutlak gönül aynasında zahir ol-
sun.
l38 AFiF TEKTAŞ

Bir kimse A|lah'a muhabbet iddia etse ve yine CenAb-ı Hakk'ın haram
kıldığı şeye meyl ve muhabbet etse, yalancı olur. Muhabbet iki kısımdır:
]. Bir kısmı, nefsi neyi severse, neden haz ederse Cenib-ı Hakk'ı o yüz-
den sever.
2. Diğer bir kısmı nefsaniyet maksatlafindan vazgeçip CenAb-ı Hakk'a
kayıtsüZ şartsız muhabbet eder. Tarikte makbul olan muhabbet budur.

İkinci Derece: Aşk


Şeyh hazretleri buyururlar ki: Aşk, muhabbetin ınuhib üzerine
dolaşmasü, hatta bütün eczasına karüşmasıdır. Onu bel6 ve şiddete uğramış gibi
kılmasıdır. "Aşka" sarmaşık demektir. Aşk da aşığa sarmaşık gibi sararmış...
Ziyade muhabbet demektir. Kur'6n-ı keıim'de muhabbet vardır, aşk yoktur.
Ama şiddeıi muhabbet vardır ki bu da aşk demektir.

l02 ..ül Ğ J-:i ü;T:- j]ı 1 yani k6firlerin putlara muhabbetinden,


müminlerin Allah'a muhabbeti daha şiddetlidir. Müminler Rabblerine işıktır.
Aşkın kemali odur ki, işık f6ni ola,
"Aşk o şuledır ki orada parladı
Maşuktan başka herkesi yakl "
Allah tarafına, aşk yolundan daha yakın bir yol yoktur. Allah yolunda
bütün tarikIerin usulü üçtür:
l, Tarik-i ahyir: Ziy ade namaz, oruç, Kur'in okuma, hac, cihat, salah,
doğruluk ile yola çıkarlar, Bu yolla Allah'a vasıl olan son derece azdır ve pek
de uzun sürer.
2. Tarik-i ebrAr: Bilnı tasfiye, ahl6kı temizleme yoluyla kurb-ı ilihiye
giderleı. Bu yolla Hakk'a vasıl olanlar, evvelkinden çok olmakla beraber yine
binde biri bulmaz,
3. Taıik-i şenAr: Aşıkların yoludur ki benliği terk ettiIer. Senden benden
8eçtiler. Ağyarü ve misivayı gönülden çıkardılar. Yarin yüzünü gönül ay-
nasünda gördüler. Evliya ittifak etmiştir ki: Aşıkların başlangıcı, zahitlerin,
abitlerin sonudur. Onlar korku ve recA iIe giderler. Bunlar Htid6'nın cezbesi
ve aşkr ile giderler.

l02 Bakara süresi, 6yet l65


MlNHAcU,L-FUKARA,NIN ozu |39

Üçüncü Derece: Şevk ve İştiyak


Şevk ve iştiyak lügatte nefsin bir şeye çekinip arzu kılmasına denir, Ta-
savvuf lisanında ise " eş-Şevku hübibli'l-kalbi ilE gayb" yani şevk, kalbin kay-
bolan mahbub tarafına esmesi ve talepte hareket eylemesidir.
İmam Fahr-i R6zi buyurur ki: "Şevk ancak bir cihetten idrak olunan ve
diğer cihetten idrak olunmayan şeye hissedilir. Hiç idrak olunmayan şeye
iştiyak olmaz. Nitekim bir kimse bir şahsı göImese ve mnlmasa ona iştiyakı
olmaz. Buna mukabil kemaliyle idrak olunan şeye de iştiyak olmaz."
l. Evve|i maşuku görürsün, sonra kaybolursa onu görmeye müştak
olursun.
2. Bir kimse mahbubun yüzünü görür likin başka güzelliklerini
görmez. Mahbubun görmediği güzelliklerininin inkişafüna müştak o|ur.
Her iki türlü şevk Cenib-ı Hak'ta tasavvur edilir. Birincisi: 56likler
"elest" dleminde Rablerini gördüler, "beli" deyip ikrar eylediler. Bu Aleme
geldiklerinde beşeriyet perde oldu, Rü'yetten mahrum kaldılar ve bu dünyada
o rü'yete aşık oldular, iştiyak kıldılar. Ebrirın Hakk'ın yüzüne iştiyakları,
müşahede ve rü'yet iştiyakıdır. Cen6b-ı Hakk'ın da bunlara iştiyakı, kendisini
görsünler ve cemaliyle lezzet duysunlar diyedir.
ikincisi: iüahi arifler gerçi bu alemde gönül aynasında yarin yüzünü
müşahede eylediler, I6kin ilihi tecelliyat çokn]r. Kemaliyle rü'yet ve vuslat bu
bedende müyesser değildir. Bunlar ahiret neşesinde tecellilere ve göz nurun-
dan gizlenen müşahedelele müştakhrlar.
Bu aşk ve şevk sebebiyledir ki müminler melAikeye tercih olunabilir.
Zira mel6ikede aşk ve şevk yoktur. Her biri malum bir makamda ibadet, t6at,
tesbih ve zikir ederler. Amma ademoğIunun suratünda aşk nuru ve şevk ateşi
vardır. Raksta ve devıanda fukaranın şevkle olan dönmesi, şevksiz olandan
süraı itibariyle kolaylıkla ayrılıı.

Dördüncü Derece: Vecd (kendini kaybedecek kadar aşka dal-


mak) ve Tev6cüd-i nür6ni (vecdi celb etme)

Şeyh hazretleri Fütih6t'ta diyorlar ki: "Vecd şu halden ibarettir: Ka]be


uğrar ve kalb onu bulur ki bu hal kalbi müşahedesinden zenginleştirir. Pey-
gamber|ere vahyin birdenbire gelmesi gibidir. Birdenbire vecd ehlinin kalbine
Hak nrafindan atılır. Eğer o kalbe gelen hal cemAl-i ilAhinin tecellisinden ise
|40 AFIF TEKTAŞ

yakünlük veril Eğer kemalin tecellisinden ise temkin ve sükun verir. Eğer
celilin tecellisinde ise ızdırap, korku, hüzün, dehşet gibi haller verir. Umumi
yetle kulu kendinden geçirir. Kalbi evvelki halinden çıkarıp Hak tarafına cezb
eder. vecd. cen6bı Hak tarafindan hazır olucu bir haldir. kalbi evvelki halin-
den koparıp CenAb-ı Hakk'a doğrultur."
Vecd iki kısma ayrılır: Mük6şefat, hdldt
1. Gayb ilemine ait hususlardan ve il6hi tecelliden kalp ve rııha
çalışmaksızın, düşünmeksizin keşf olan h6leıi mük6şefdt cinsindendir. Kalb
bu halefte evvelce görmediği, farkrna varmadığı m6nilan bulur.
2. o
halet ki kalbe hücUm eder ve kalbi değiştirir, hatta tesir edip raks
ve harekete getirir veya bağırma, inleme, ağlama gibi şeyler yaptınr, buna hilAt
derler. Bu hAlet de iki kısımdır.
Bir kısmı zahmetsiz, tekel]üfsüz. sebepsiz yahut da gönilen veya duyu-
lan şeylerden doğarak kalbe hücum eder. Buna vecd derler. Hazret-i
Mevl6n6'ya Zerkübi Konevi'nin çekiç sadasından hücum eyleyen vecd gibi.
Yahut İbn Flrızln Mısıı'claki vecdleri gibi,
Diğer bir krsmı ise tekellüf ile olur 1İsteyerek. zahmet ederek olur). Ona
rcvacüd derler. Yani vecdi celb ve davet etmektir. Vecdi celb etmenin yolu,
vecd ehli işıklarla bir mecIiste oturmak. Onlara vecd geldiğinde, ka|bine hal
gelmeyen kimse de onlara uyar. Onlar gibi hareket eder. Ona da aynı hXlet
hasrl olur. Zira kendini benzetmenin ve tekellüfün (uğraşmanın), halin cel-
binde büyük tesiri vardır, Bunun için Hazreli Peygamber Kur'6n-ı kerim
okurken ağlamayan kimselere: 'Ağlar gibi ve mahzun imişsiniz gibi yapınız."
diye emr eyledi.

Beşinci Derece: Berk (şimşk) ve Zevk


Berk (yani şimşek), velilik yolunun başlangıcına ve Al]ah'ın tecellisine
ait nurların ilk parlamasına derler. Bir tecelli parlamasıdır ki, kulun kalbine ışık
tutar ve onu velilik yoluna girmeye davet eder. Velilik yolundaı maksat, seyr-
i fillAhtır. Yoksa seyr-i ildllah olan tasavvuf yolu değildir. Zira evveln kalbe
doğup seyr-i ilAllaha sebep olan yakaza (uyanma)dır (Sülükun başlangıcına
bakınız). Berk ile vecdin arasrnda ne fark var?
Vecd, hal nurlarından teşvik edici bir nuıdur ki şiddetli bir isteğe sebep
ve hallerde terakkiye vesile olur. Berk de hal nurlarından bir nurdur, lnkin
velilik mertebesine sebep olur. Vecd hallerde ona derecede olanlara v6ki o]ur.
MINHACU,L_FUKARA,NIN ozU |4l

Berk ise s6liki kurb-ı Hakk'a (Allah'a yakınlığa) götürür. Güya ki mahbubun
yüzü ona aşik6r olur ve mahbub onu birleşmeye davet eder.
(Zevk)e gelince: Zevk, lügatte tatmaya derler. Şeyhler lisanında, Hazret-i
şeyhin buyurduğu gibi: "Zevk, her tecellinin başlangıcı dır. Znvk bir müddet
devam ederse ona şurb (içme) denir."
Zevk insana tecelli miktannca bilgi verir. O bilgiden tece]linin ölçüsünü
ve mertebesini anlar ve l6yık olduğu şey ile edeplenir. Zevk, tecellinin cinsine
göre başka başka olur. Eğer tecelli sOretinde ise, zevk tamamen hayalidir.
Eğer esmd-i ilihiyede olursa, o zaman zevk ak]i ve ruhani olur.
l. Hayali olan zevkin eseri nefistedir. Bedene savaşma arzusu verir:
Açlık, susuzluk, gece kalkmaIar, gündüz oruç tutmalar, lisanen zikr. Kur'6n
okumak gibi ibadetler ki bunlar hayaIi olan zevkin eseridir. İlahi tecelliden
hasıl olur. silik bunlardan lezzet bulur.
2. Akli olan zevkin eseri kalptedir. Ahlikın temizlenmesini mücib oluı
ve zevk sahibi, CenAb-ı Hakk'ın ahI6kıyIa ahl6klanıp beşer sıfatlarını yok et-
meye ve ildhi sıfatlarla sıfatlanmaya susamış olur.

Altınct Derece: A§ (susamak, susuzluk) ve Şurb (içmek)


Atş, ziyade şevk ve düşkünlüğün çoğalmasına işarettir. Muhibbin atşı:
mahbubun tecellisinedir. Ancak beşeriyet peldesi bütün bütün kalkmadıkça
mahbubun tecellisi tamam olmaz. Vücud bakiyyesi fen6 bulmadıkça daima
bir perde kalır. Muhib de atşan (susamış) olmakta devam eder, Her tecelllde
müstağrak (dalmış) ve sarhoş olur. Her kim ki bu şarabı içer, kendinden
geçer. Evliya bu tecelli şarabının içiImesine terğib derler.

Şeyh hazretleri FütOhat'ta buyurur: "Tecelli şarabı ile mest oldukları


zaman bazı büyüklerin keşf etıikleri es16r, çok defa istidadı zayıfolan kimse-
lere fesat vermiştir."
Tecelli şarabı, s6likın istidat ve aklı miktarınca olursa kemaliyle zevk
bulur ve eğer aklına galebe ederse hayran kalır ve deheşete kapılır.

Yedinci Derece: Dehşet (korkma, ürkme)


Dehşet ve şaşkınlık, o hayrete derler ki birden bire gelir ve ku|u tama-
men kap|ar ve aklrna da galebe eder. Sabrını alır, ilmi, bilgisi varsa o da gider.
O kadınlar gibi ki Hazret-i Yusufu gördüklerinde hayret ve dehşete kapılıp
ellerini kestiler de farkına varmadılar. Mesnevi:
142 AFİF TEKTAŞ

"Akıllılrk, ateşperestlik ve hevA rüzgdndır


Ahmak ol ki gönül doğru olsun
Eblehlik dedim. maskaralık demek istemedim
Allah'ın hayranı olan eblehlik demek istedim
Allah\n hayran|ığı gelecek olursa
Her krlın başı akılla dolar"

Sekizinci Derece: Hayret ve Heyeman


Hayret öyle bir haldir ki, ya Allah\n sanat ve güzelliklerinin müşahede-
sinden veya ziyade aşk ve şevk-i ilAhiden silikin aklı aza|ır, bilgisi kaInıaz,
zek6ya ve dirayete mini olur. Mevl6na hazretleri diyor ki:
"Ashabtan az kimse hafız olabilirdi. Gerçi şevkleri çoktu. LAkin hayret
kapladığında Kur'6n'ı hıfz edemezlerdi. Birisi Kur'6n'ın dörtte birini hıfz etse
pek yüksek sayıhrdı."
Hayret iki kısımdır:
l. Memduh (makbul) olan hayret: Dinde olan ve Allah'ın nimetlerinin
müşahedesinden doğan ve Cenib-ı Hakkln esm6 ve sıfitından hasıl olan hay-
retliI.
2. Mezmum olan (makbul olmayan) hayret: Dünya ve mA-fihAdan ve
misiviya muhabbetten ve nefs ve hevAnın neticesi hasıl o|an hayrettir.
Hazret-i Peygamber'in "Al]ah'ım benim hayretimi ziyadeleştir." diye
dua ettiği, birinci küsımdaki makbul olan hayrettil. Hazret-i Mevl6n6 bu hu-
susta diyor ki:
"K6h böyle kAh şöyle gösıerir
Din işinde hayret vardır
Amma Allah'a arka çevirmekle değil
DoStun hayretinde mest olmaktır"
Eğer hayret itidal hududtınu aşarsa! ona heyeman diy<ırlar. Heyeman,
lügatte aşktan ziyade hayran olmak demektir. Şeyhler lisanında heyeman,
hayretten ve teaccüpten akıl ve fikrin kalkmasına derler. Heyeman sahibi
nefsini aklın hükmüyle zabta kadir olamaz. Dehşet ile heyemanın benzerliği
şuradadır ki, dehşet birdenbire gelir, çabuk geçer ama hayret ve heyenıan
uzun müddet kalır. Bazı kimseler nice müddet geçtikten sonra sahva geliı,ler
MlNHACU,L FUKARA,NIN ozu L43

(uyanırIar) bazıları ise hayranlükta kaltp meczup olurlar. Hayret ile heyemanın
farkı da şudur:
Hayret itidalle akla galip olur. Heyeman ise aklı yok eder. Sahibi divane
mecnun kalır. Mest ve müstağrak olur. Bu mertebede olanIarın hali deliliktir.

Dokuzuncu Derece: Kalk (sıklntı, ıztlrap)


Lügatte, gönül tırmalanlp sabürstz ve muztarip olmaya derler. Şeyhler li-
sanında o halete derler ki s6likin sabrı kalmaz. O kadar ıztırap duyar ki
CenAb-ı Hak'tan gayrisinden kaçar ve onsuz bir yerde karar kılamaz. Kalk,
şevkin sahibini Cen6b-ı Hak tarafına itmesidir. Sabrı kararı kalmaz. Mahbup-
suz duramaz ve ondan gayrisinden kaçar, yani halktan kaçar. Çünkü halkü
mahbubuna perde görür. Ondan dolayı halvet ve uzlet ile hoşlaşır. Ölümü üez-
zetli bulur. Çünkü ölümü Cen6b-ı Hakk'a kavuşmak bilip ona iştiha kılar.
Mesnevi:
"Gazne'de zarif bir zahit vardı. İsmi Muhammed idi. Kendinden bıkıp
dağa gini. Allah'a: Kendini göster, yoksa kendimi dağdan atarım, diye hitap
etti. Allah ona dedi ki: Sana keramet hali gelmedi. Eğer kendini atsan bile
ölmezsin. Zahit Allah'a muhabbetinden kendini dağdan attü. Bir derin suya
düştü ve ölmedi. Ölmedim diye ağladı, Benim hayatım ölümümdür, diye fer-
yat etti."

Bu kalk ve fttfiap, Hazret-i Muhammed'e ilk zamanlarda Hıra dağında


zuhul etti. Hazreli Cibril inip onu menziline götürdü.
Kalk hali ekseri 6şıklara semi' esnasında gelir. Onun için istemeksizin
üzttraba düşer, hatta kendini paralar. Hedefi, kendi kendinden kurtulup mah-
bubunu bulmaktır.

Onuncu Derece: Gayret


Gayret, il6hi bir sıfattır, Hadis-i şerifte buyuruldu: "Sa'd gayürdur, ben
ondan gayürum, Al]ah benden ziyade gayürdur. Zahiren ve bitınen zararlı
şeyleri haram eylemesi, Allah!n gayretindendir. "

CenAb-ı Hakk'ın gayreti bütün gayretlerin aslıdır. Kulların gayreti onun


bir fer'idir. Gayret, gayrin müşahedesinden hasıl olur. Eğer gayr mtilAhazası
olmazsa, gayret denilmez. Cenib-ı Hakk'ın gayreti, bu eşyanın onu gayri
olduğu cihetten olur, zira Hak kadar kul da taleptedir. Kul, yani (me'l0h)tan
|44 AFlF TEKTAŞ

murad, alem ve ademdil. Bir bakıma bunlar gayrdır. Ziıa gayreı-i Hak zuhur
ederse Cen6bı Hak ister ki, kulu kendinden başka mahbub ve mabud görme-
sin. Gerçi hakikatte kendinden gayri yoktur. Likin gayr ve m6siv6 hükmünde
olan zuhurata muhabbet ve ubüdiyet tılduğunu istemez. Gayreli ilAhiyyc bu
yüzden olur.
Gayret kula nisbeı olunursa, şu üç gayret bulunmazsa, o zaman nefsani
ve şeytani olur:

Üç gayret şunlardır: Gayretti lillih, gayretü fillah, gayretti alallah.


Gayretü lill6h, ve gayretü fillAh, muhıbbin mahbub için ve mahbubun
nzası için olan gayretidir (Hazlet-i Süleymanln ikindi namazını kaçırdığından
dolayı en makbul saydığı bin atı kesmesi gibi).

Şeyh hazretlerine göre halkın şeriat hududunu aştüğünı gören kımscnin


Hak yolunda gayretü lillAh ve gayretü fill2ha gelmesidir. Gayretü al6llah, im_
kansızdır. Zira bu mahbüb-ı hakiki, mecazl olan mahbublar gibi değildir ki,
onu gayrden sakınasın ve krskanasın. BilAkis halkr onun tarafına davet edesin.
Ancak gayretü a16lJah eğer n6-mahremden sır saklarnak süretinde tefsir olu-
nursa ciizdir. Zira eh]ullah Cen6b-ı Hakk'ın esrinnı kem6l-i gayret]erinden
nAmahreme bildirmezler ve ifşa etmezler. Nitekim Cenabı Hak dahi, kemAl-i
gayretinden bu esrXn avama ve nimahreme bildirmez (açıklamaz).

Şeyh hazretlerine göre, zakirden murat Hakk'ın kendisidir. Demek,ılu-


yor ki, ben o zaman rahal olurum ki. kendimi ona zakir görmeyeyim. Zira
kendini zakir görmek de bir perdedir. Zakir ve mezk0r aynıdır. Bir hatlis-i
şerifte: "Mümin nefsinin sevdiği şeyi kardeşi için de sever." bunu ifade eder.
Bir kimse Cenibı Hakk'ı bir mümin kardeşinden kıskansa ve "Allah'ı zıkr
etmesin" dese müminlikten çıkar, nerede kaldı ki veli olsun...
MiNHACü,L_FUKARA,NlN özü l45

sekizinci Bab: velilik Mertebesinde olan Dereceler


(Bu bab da on dereceye k lünmüştür)

Birinci Derece: Veliyet (velilik) Nedir ve Veli Kimdir?


Velilik, kulun kendi nefsinden f6ni olduğu Vakitte Hakla kaim ol-
masıdır. Bunun m6n6sı Hak te6lA kulun büıün umtr ve hususitına zatıyla veli
ol,ır. zira kulun asla vücudu ve tasarrufu kalmaz. vücud ve tasarruf Hakk'In
olur ve ku| mevhum olan vücudundan halds bulur. Hatta cen6bı Hak onu
kuö ve temkin makamlannın gayesine uIaştınr ki bu mertebe beşeriyetin fen6
bulup Hakla b6ki olmak mertebesidir. (eI-Veliyyü hüve'l-fanl filldhi ve'l-bakt
billah).
Bu mertebe-i fenidan sonra Cenibı Hak bunlarü göz yumup açüncaya
kadar bile kendi nefislerine teslim etmez. Böyle oIacak olursa Hazret-i Pey-
gamber'in:

/=iJü .l."! ,r' ;YSl r+Ul


gUj .ı ,1,1
,' _ı J4, d/L ğ__-n Jl ğ^ü<j Y f+lJü
Yani, "Allahım beni nefsime bırakma, göz yumup açrncaya kadar, hatta daha
az. Beni kundaktaki çocuk gibi himayene al." duası gibi, bunların da z6t-ı
lisAnı bu mdndyı recd eder. Bunlar Hakk'ın veIisi, Hak da onlann velisidir.
Ayeıi kerime: "Cenib-ı Hak kendisine ve peygamberine sıdk ile
mümin olanların muhibbidir ve bunların mütevellisidir. Her şanda bunlara
ehakk ve evladır. Bunlan şüphe zulmetlerinden yakin nuruna çıkarır."l03 Yani
nefis karanhklanndan il6hi sıfatlık nurlarına çıkanr, kesret karanlüğündan kur-
tarüp müşahede ve vahdet nuruna kavuşturur. Gayr ve m6sivX görmekten kur-
tulurlar, siret perdelerinden sıyrılırlar. Mesnevi:
"Hakk'ı gören, dosttan gayrini görmez
o bu Alemde özü görür. postu görmez
Diğerleri kabukta kalır, perdelenir
Veli ise her şeyin aslına bakar"
Veli, Allah isimlerinden bir isimdir. ilahi ahlak ile ahlaklanmış olan ve
zat ve sıfatını Hak'ta yok etmiş olan kimse bu ismin mazhan olur. Ona artık
evliyaullahtan denir. Her devirde bulunur.

|03 Bakara s0resi, iyet 257


146 AFiF TEKl,Aş

Mesnevi:
"Her deviıde bir veli vardır
İmtihanı kıyamete kadar devam eder
Velinin eteğine yapış
ısteı Ömer. ister Ali neslinden olsun"
Veliyet, nurunu Hazret-i Muharnmed'den almıştrr. Cen6b-ı Hak Haz-
reli Muhammed'e:
Ayet-i kerime: "De ey Muhammed! Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana
tAbi olunuz ki Allah da sizi sevsin."1M buyurdu. Peygamber güneş ise, veli
ayd|I. Ay güneşe ne kadar karşı olursa, o kadar nurdan istifade ettiği gibi veJi
de peygambere ne kadar uyarsa o kadar kemal bulur. Hazret-i Peygamber
gibi mahbub olur.
"Muhabetten Hakk'ın mahbubu olursun
Talip idi, matlub oldu
Muhabbetten ateş nur olur
Muhabbetten şeytan huri olur"
Veli, kendinin veli olduğunu bilir mi? Bilmez mi? Ve halk arasıııda
meşhur olur mu, olmaz mı?
Bu hususta şeyhler arasında ihtil6f vardır. Bazılan şöyle dediler:
"Kendinin veli olduğunu bilmek caiz değildir. Zira bunu bilmesi neti-
cesinde onda akıbet korkusu kalmaz. Akıbet korkusunun kaybolması ona
emniyet verir. Bu emniyet de kulluğun köleliğin yok olmasına sebep olur.
Halbuki k6mil olan kendini bilmekle beraber mertebesi ne icap ettiriyorsa
(ub0diyet ise ubüdiyet) onu icra eder. K6mil olan velinin, kendinin veli oldu-
ğunu bilmesi, emniyetini artınp ubüdiyetin ortadan kalkmasına meydan
vermez. Buna göre bazı şeyh|er: " Yeciızu en ya'rift'l-veliyyü velğeıehu" ve-
linin veliyetine vairf olması caizdir, demişlerdir.

Şimdi geJelim ikinci bir meseleye, yani velAyetin halk nazannda zahir ve
meşhur olmasrna: Ehl-i tahkikin sözü budur ki: kAmıl olan veli kendi isteğiy|e
halka kerametini göstermez, hatta bu kerametin ortaya çıkmaslnı bile Hak'tan
istemez. Eğer kerametini ızhar ederse iddialı sayılır. Kerameti ortaya çıkar-

l04 Al-i imram sOresi, ayet 30


,|47
MINHAcU,L-FUKARA,NIN ozu

makta mahzullar çoktur. Ama kendiliğinden ortaya çıkarsa mahzur yoktur.


Veli kendisi kerametini ızhar ederse, halk arasında şöhretini ve kendisinin de
kibnni mücib olur ki bunlar perdedir, noksanlıktır, neüzu billah sal6htan sonra
günahı macib olur. Halbuki Allah\n hikmetiyle keramet kendi zuhur ederse,
bu muhalefet kalmaz. Cen6b-ı Hak bu tehlikelerden korur. Mesnevi'de bu
hususta, eli kesik olduğu halde zenbil ören velinin misali pek güzeldir.
Velhasıl velinin kendi tarafindan keramet göstermesi ve velilik iddia ey-
lemesi caiz değildir. Hatta mekr-i Hak'tır (Hakk'ın hilesidir). Velilerde kera-
metin örtülü olmasr lazımdrr. Halbuki peygamber için mesele büsbütün
başkadır. Peygamberin, iddiasına uygun mucize göstermesi l6zımdır.
Hakikat ehli, sürete ait kerametlere iltifat etmemişler, minevi kerametleri
makbul tutmuşlardır.
Zira sürete ait kerametler, gizli mek demektir, meğer ki Allah tarafindan
zuhuru istenmiş olsun. Şeyh hazretleri kerametleri iki kısma ayırır: Hissi ke-
rametler, manevi kerametler.
Hissi kerametler, gaipten haber vermek, suda yürümek, karada uçmak,
duasının yerine gelmesigibi kerametlerdir ki, bunlardan avam anlar.
M6nevi kerametleri ise avam anlamaz ama havas bilir. Şeriat 6dlbının
muhafazasr, ahl6k güzellikleri, vacipierin vaktinde yerine getirilmesi, hayır
işlemek, kalbin bütün kötü sıfatlardan temizlenmesi, nefiste ve eşyada Allah
hukukunun korunması gibi AIlah'ın emirlerini yerine hakkıyla getirmek en
büyük keramettir, demişlerdir.

İkinci Derece: Sır Nedir? Sır Erbabı Kimlerdir?


Sır insanın hislerinden b6tın olan m6nidır. Bu hisler, o mlnAyı idrak
edemez. Kalp, safa ile ve kendini ayırarak ruh makamına yükselir. Kalp, sına
mahal olduğundan dolayı halin ismi, mecizi olarak bulunduğu yere de veril-
miştir. Bundan dolayı, sır sahibi kalbe de: Sır denir.
Cenib-ı Hak hadis-i kudside: "İnsan benim sırlarımdan bir sırdır."
(rsr u r .ıtjYl ) buyurdu. Rablik sırrını bilenler, Cen6b_ı Hakk'ın sırrı
olanlardır. Gizlenmesi \dzımür. jz.hdru sırru'r-rubibiyyeıi knPirı " demişler.
"

Bu sırrı arayan kimse kendine bir mürşit bulmahdır. O zaman sır sahibinin sır
olarak işadıyla bu esrira vakrf olabilir. Sır sahibi olan kimdir?

Şu kimselerdir ki bu hadis-i şerif onlar için varit oldu:


l48 AFiF TEKTAŞ

"Kulların en sevgilisi, gizleyen ve müttaki olandır. Allah onları kendi


hilkatinden gizler. Kimse onları bilmez. Kaybolsalar kimse onları anmaz."
Gizli olan bu sır sahipleri iki kısımdır:
l. Bir krsmı ismen ve resmen gizlidir ki halk arasında isimleri, keraıneÇ
leri ve kendileri meşhur olmamıştüI. Hatta halk deği|, evliyadan bir çok kimse
onlann kim olduğunu bilmez. Faraza bunlaıdan birisi halk içinde çıkıp "Ben
veliyim" diyecek olsa, halk buna deli gözüyle bakar. Ancak kendi mertebe-
sinde olan veli onun halinden anlar. "velileri ancak kendi faziletinde olanlar
bilir."
biı kısmı ise halk arasında ismen ve resmen meşhurdur. L,ikin
2. Diğer
mertebeleri onlardan gizlidir. Zira " Kellimu'n-nöse alö kadri ııkfılihim" mA,
n6sınca nasın aklı derecesine inmişlerdir. Herkes onlara aklı yettiği kadar bir
menebe tayin eder. onlar ise bütün mertebeleri ve makamları geçmişlerdir.
Acaiptir ki bU vaziyet gayet açık iken gayreıi Hak bunu örter. Güneşten daha
açık görünür olduğu halde zuhurlannın kemali buna perde olmuştur.
Mesnevi'de bu veIilerin şantnr ye tarifini Şeyh Daküki hazretlerinin
hik6yesinde bulmak mümkündür.
"Deme ki cihandan büyük]er gitti ye cihan boş kaldı
Cihan Şems-i Tebrizle doludur, nerede kaldı Mevlina"
Bist6mi hazretleri diyor ki: "Evliya. Allah'ın gelinleridir. Onları ancak
mahremleri görür, başkaları göremez."
Mesnevi:
"Zararsız bir mahrem gelirse uzaktan
Açılır o örtülü olanlar

Kapıdan bir nA-mahrem geline


Harem ehli perdeleri kapatır''
Sır sahiplerini Cen6b-ı Hak ehl-i s0rete ifşa etmez. Ehl-i z6hirin anIadığı
evIiya ancak süret keraıneti sahipleridir. Minevi evliyayı zahir ehli anlamaz.
Ama ehlullah bilir. Zaten Allah ehli olmayan; ehlullah kimdir, onu da bilmez.
ibn Ata diyor ki: "Allah\ gören göz sahibi olmayan, vahdet ha]vethıine-
sine yol bulmayan ve yarin yüzünü görmeyen kimseler, Cen6bı Hakk'ın ay-
nası olan mdnevi evliya ve gizli olan sdfileri göremez. Bun|ann visaline ere-
mez, Zira bunları bilmek, Allah'ı bilmeken daha güçtür."
MINHACU,L FUKARA,NIN OZU l49

Hüldsa, Cen6b-ı Hak bazı kullannı sOret kerametleriyle avama ızhar ey-
ledi. Bazısını avamdan gizleyip havasa ızhar eyledi. Bazısrnı hem avama hem
havasa ızhar eyledi ve bazısnr hem avamdan hem hayastan örttü. Bazr evliya
vardır ki, baş|angıçta açrklar, sonunda gizlenir. Bazısı aksine başlaıgryla giz-
lenir, sonunda açıklanır. Bazısı gizli gelir, gizli gider, Bazısı halkın irşadı için
zahir olur da hakikatte gizlenir ve bu cihetten sır ehlinden ve gizlenenlerden
olur.

Üçüncü Derece: Gurbet - Garip Kimdir?


Hadis_i şerif: "Allah'ın kullarının en sevgilileri gariplerdir. Garipler
kimdir? Halktan kaçan kimselerdir ki bunlar kıyamet gününde İsa ibn Mer-
yem ile haşr olurlar."
Garipler; " Men mEle gartben mate şehtden" mindsınca ölseler şehit
olurlar, Evliya nazannda asıl ganp, ya h6len, ya ilmen ve irf6nen garip olandır.
l. Hnlen garip ne demektir? Şeyhülislim hazretlen şöyle tarif ediyorlar:
"Fesat zamanrnda olan o doğru kimselerdir ki kendi aknnlanndan salAh
sıfatlarıyla ayrılırlar, Fesat zamanı demek, fitne ve mihnet ile dolu olan zamaı
demektir. F6sit olan kavim Hak yoluna girmeyip hev6-yı nefse dalmış cahi|_
lerden ibaret olan kavimdir. Bu cahiller o garibin rütbesini anlamazlar, kadir
ve kıymelini bilmezler. Garip de ıçi dışına benzemeyen bu kavmin içinde
kalmış doğnı kimsedir. Bu gariplerdir ki Hazret-i Peygamber onlar için üç
kere " LrJ.ıır " (Ne güzeldir garipler) buyurdu. Hadis-i şerif: "Din ehlı o
zaman garip idiIer ki halk onlan inkAr ederdi ve onlarla görüşmezdi. Bunların
akraba arasında geçimleri garipler gibi idi. Ahir zamanda da böyle olur, ilk
zamanlarda olduğu gibi. Güzellik ve saadet gariplere... (üç kere)."
2. İlmen ve irfinen garip olanlar kim|erdir?

O anflerdir ki can gözlerinden perde kalkıp hakikati bildiler. Mertebe-i


kemdli bulduIar. Gayb sırlannı ve b6tın hazinelerini buldular. Eğer menebele-
rinden birazcık gösterse|er, e|bette Xkıllar ve 6limler onlan inkAr eder. Bunlar
6kıllar ve ilimler arasında garipler gibidir. Söyledikleri zaman 6kılların aklı
yettiği yerden söylerler ve kendi halIerini gizlerler.
"Benim için bir hal vardır ki sana örtülüdür
Onu dosdoğru söyleyemem
Hazreli Peygamberi işaret ile söylerim
l50 AFIF TEKTAŞ

Ki garibim, zira dil bilrnem"


Şeyhülisl6m hazretleri diyor ki: "Arif garipliği, garipliğin garipliğidir.
Zira dünya ve ahirette gurbetliktir." Hazret-i Mevlina da buyuruyor. "Cihan-
da güneş gibi bir ganp yoktur. Zira şems-i b6ki ki ona gurub yoktur." Yani
dünya ehli ve ahiret ehli, hakikat güneşi olanların mertebelerine mahrem
değildirler, demektir.

Dördüncü Derece: İstiğrak (vecd ve hile dalma)


İstiğrak, velilik mertebesine vardıktan sonra hasıl olur. K6h olur ki ilihi
muhabbet kapladığı zaman mahbubun müşahedesine dalar, yani müstağrak
olur. K6h olur ki Hüdd'nın çekici kudreti onu kendinden fnni eylediği zanıan
vahdet denizine gark olur. İstiğrak ziyade o|ursa kendini bilmez, halkı da bi|-
mez. CenAb-ı Hakk'ın birliğine gark olur. Kendini denizle bir bu]ur.
Mesnevi:
"perdeli olan insan sfatündan Allah'ın sıfatını bulur

süfatta zat örtülüdür

Ama v6sıl olanlar zata gark olmuşlardır

onlar sıfata nasıl bakabilirler

Çünkü denizin dennliği senin başınü örttü


Deryanın içine daldıktan sonra suyun rengini nasıl görürsün?"

Bu mertebeye sifi şeyhlen: "lsıığrzitı'ş-şevdhidi fi'l-cemi"' derler.


İstiğrak üç dereceye bölünmüştür:
l. İstiğrAku'l-ilmi fi ayni'l-hal ( itmin ha|de istiğrakı.): i lmin halde istiğ-
rakı, i|im ahkimının hal ahkhmında erimesinden ibarettir. Halin ilim ve şuuru
kaplaması mdnAsınadrr. Bu mertebede ilmin ve aklın ahk6.mı tesirsiz kalır, ldkin
bu halin sahibi yanlış yola gitmez. Şeriate muhalif hareket elmez. Zia
Cen6b-ı Hak onu korur.
2. İstiğrAkü'|-işdre fi'l-keşf (İşaretin keşfte istiğrakı): İşaretin keşfte
istiğrakı, ruhun Hazreli Hakk'ın zatünın nurunu keşf ederek esm6-i ilAhiyye-
den zdlı ehadiyete yükselmesi demektir. Bu mertebede ruh, Hakkln maka-
mını bulur. Kalp, ruh makamını bulur ve esm6-i ilnhiyye arasındaki ihtilAt'lar
onadan kalkar. işaretler, z6ıı ilahiyyenin nurunda müstağrak olur.
MiNHAcü,L-FUKAR^,NIN ozü l5l
Bu mertebeden evvel kul, mesela işaret lisanıyla Cenibı Hakk'a ya
Cemil, Celil veya Kahhir derdi, muhtelif sıfatlarla sıfatlandınrdı. Zatın nuruna
Vardıkta bu ihtilaf ortadan kalkar, bu nevi işaretler mahv ve müstağrak olur.
Mesnevi:
"Sıfat nerede? Ben sıfattan ç*tım. Visalde 6yet (al6met, nişan) ve bey-
yinAt (ispat) nerede?"
3. İstiğrikü'ş-şevdhidi fi'l-cem' : (Cem'de şuh0dun istiğrakı) Bundan
maksat, tecelliyAt ve srfat misallerinin, cem' mertebesinde ehadiyet nuruyla
fend bulması ve isdrrnın da mahv olmasıdır. Bu mertebede kulun mevhum
vücudu kenziyette (ilemin yaratılışından eyvel) olan mertebesine avdet eder.
" Kane Ehu ve lem yekün meahu şey'ün, eLan kemd tdn" keldmınrn sırrı ile,

Hakla b6ki olur. il6hi sıfatlarla sıfatlanır, ondan sonra her ne sudur etse Hak'-
tan sudur eder.

Beşinci Derece: Gaybet (gaip olma)


Gaybet de velAyet mertebesinin derecelerinden biridir. Gaybet, eşyadan
gaip ve Hakla hazır olmaya derler. Gaybet mertebesinde bulunanlara gayb ve
huzzAr denir. (Gaybetü'l-muhibbi an külli ma-siva'l-mahbub) derler. S6lik
mertebesinde olanın gaybeti vardır, ama arifin gaybeti daha yüksektir. Zira
(Gaybetü'-s-saüki an rusamt'l-ilmi ve ileli's-sa'yi) diye tarif olunan, silikin
gaybetidir. Arifin gaybeti ise "Gaybetü'l-arifi an uyüni'l-ahv6li fi hrsni'l-cem"'
diye tarif olunmuştur. M6n6sı: Gaybet hali, sAliki kapladığı zaman, ilim ve akrl
hududundan kaybolur. Çalışmanın illetlerinden kurtulur. Zira H6lik'ın vecdi
ona hakim olur. Çalışmanın illetinden kurtulmak demek, çalışmalannı Allah\n
bir lütfu olarak bilmek ve kendini kibirden kurtarmaktır.
Arif, cem'kalesine sığınmakla, hali görmekten kurtulur, yani ne ahval
onu görür, ne de o ahvali görür. NOrı cemi' onu kaplar ve onu vakit ve halin
hükrnünden korur. Vakit ve halin hükmü ancak sAliklere geçer, arif ise bu
gibi değişmelerden kurtulmuştur.

Altıncı Derece: Vakit


Vakit de velilik mertebelerinden bir derecedir. Ya ebü'l-vakt (vaktin ba_
basl) yahut ibnü'l-Vakt (vaktin oğlu) olur. Vakit nedir? Fütühdt'taki tarifi
şudur:
|52 AFiF ,rEKTAŞ

Vakit, Cendb-ı Hakk'ın kaza edip senin üzerine icra eylediği şeydir.
Yani senin üzerine hükm eden ve hükmünü icra eden şey vakittir. Vakit ha-
kimdir. Vakitten murat o haldir ki kul üzerine vaktinde galip olur. Kendi
hükmüyle evvelki vaktin hükmünü kesen kılıç gibidir."
Vakit kula v6ki olan, onu tasamıfu a]lna a[an, hükmünü, korku, hüziin,
sevinç veya ferahla imza eden ha]dir. Yani kula gelen ilahi varidat ye tecelli-
yatın zamanıdır ki bu varidat o vakitte kula tasarruf eyler ve hükmünü kul
üzerine imza eyler. Eğer kolku ve hüzün iktiza eylerse, kul korkulu ve
hüzünlü olur; eğer sevinç, ferah iktiza ederse, kul sevinçli ve ferahlı olur.
Yine FütOhit'ta Şevh hazretleri diyor ki: "Kul, vaktindeır bu tasamrflan
ve Varidatr bildiği zaman, hükmü o vakitte Allah'a teslim eder ve Hakl'ın
hükmüne boyı.ın eğer. Hak te6l6 o hükmü imza eyler. Kul kendi nefsi için
istediği şeyin hükmünde olmaz." İşte bu kimselere ibn-i vakt (vaktin oğlu)
denir. Zira vaktin hükmündedir. Vakit bunlara hükmünü icra ettiği Jçin ve
mazi ve istikbal kaydı kalmadığı için böyle denmiştir.
Ebü'l-vakt (vaktin babası) o kimselerdir ki, vakit ve hal onlara tasarruf
etmez. onlar bu muhtelif ahval ile değişmezler. Zira vücuttan safi olmuşlar ve
mAsivAdan kurtulmuşlardır. Mesnevi:

" Stıfi ibnü'l-vakt bdşed der misdl


Ltk safi Jarig est e?, vakt ii haü" l05

Yedinci Derece: Safa (sAfi olmak)


Safa da bir vel6yet derecesidir. Tarifi şudur:
Safa, beşeriyetin kederlerinden kurtulmuş oImaktır. Vakit bahsinde zikr
edilen muhtelif ahval iIe renklenmekten kurtulmaktır. s6|ik, muhalefet tasvir_
lerinden, nakrşlarından içini tasfiye eer, temizler ve mAsivAnın renklerinden,
ayna gibi cilAlanıp renksizliğe kavuşursa safa mertebesini buIur.
"Şunun bunun rengine bağlanmak ne zamana kadar?
Renk görmekten gözünü bağla
Renksizlik tarafina eğer koşarsan
Bütiin renklerden haber alırsın
Ayna gönül pasından bizirdır

l05 "Hülesa sİn 'Ibnü'l-vakt'tir, fakat vakitlen de kunulmuştur, halden de,'


MINHACU,L-FUKARA,NlN ozu l53

Bütün renk üZere görünür"


Safanın üç mertebesi Yardır;
İlim safası, hal safası. ittisal (kavuşma) safası
l. İlim safası: Silikin yolunu Peygamber'in yoluna bu bilgi götürür ye
siliki temiz pak kılar, Peygamber'in edebi ile de edeplendirirse ve nihayet
sülüku (tarikat yolunu) ona gösterirse, işte buna ilim safası derler, Doğru ve
temiz olarak bu yola uymalarından dolayı CenAb-ı Hak onlara ön görmenin
(basiret) ışığını bahş eder. Hakikatin nihayetinde olan esrdrı daha sülükun
başlangıcında müşahede ederler. Niyetleri sahih olur. Gayra iltifat etmeksizin,
mertebeleri ve makam|an doğru bt himrnetle geçerler.
2. Hal safası: Esm6-i ihAhiyyeden kalbe ilham olan varidat ve tecelli_
yattır, Bu halle hakikat müşahede olunur. Zira bu tecelliler vuslatın yolunu
açar. Ha] s6fi olunca CenAb-ı Hakk'a yalvarmanın ve onunla görüşmenin
zevki bulunur. Dünya da bu saf6-yı h6lle ununılur gider. Beyit:
"Bu halin anlatılması dedikodu ile olmaz
Bunu ancak hal sahibi bilir"
3. İttisal safası: İttisal (birleşme) fen6 mertebesinin başlangıcıdır. Kul,
ef6lini (gördüğü işleri) Hakk'ın emsalinde, sıfatını Hakk'ın sıfatında, zatınü
Hakk'ın zatında ifna eylerse, bu fen6 sebebiyle Hakk'ın müşahedesi müyesser
olur. Beyit:
"Sen kalmadın, su yine suya geri gitti
Sen bir damla idin, sr denizinde yok oldun
İşte artık damlayı bulamazsın

Likin bu herkesin kirı değildir. Fen6da kaybolanlar bunu bilir"

Sekizinci Derece: Sürur (sevinç)


Safadan (s6filik) sonra, aşıka hakiki sürur (sevinç) hasıl olur, Sürur,
kulun b6tınını ve zahirini kaplayan sevinçtir (ş6diliktir). Ona hüzün lekesi ka_
tiyyen karüşmaz. BAtının safası ve safası zahirde de görünür. Ayet-i kerime:
"Nice yüzler o gün parlar, güleı, sevinir. " lffi sını bu menebede bulunur.
"Cihanın inyetinden kunuldu

l06 Abese siresi, iyeı 38-39


|54 AFiF TEKTAŞ

Aynı cariye gülzarında oturdu


Ali himmeti serire (tahta) 8ötürdü

Meclis ve can ve makam Ye rütbeye"

Aşıklann sürüru, devlet ve izzetle yahut kerametle ve veldyetle değiJdir.


Allah'ın fazl ve rahmetinden 2şıklara verdiği müşahede ve vuslatladır. Ayet-i
kerime:
"Dedi ki: Allah!n jhsanıyla, rahmetiyle, yalnız bunIarla ferahlanıp sevin-
sinler. Bu onlann derleyip top|adıklanndan daha hayırlıdır."lm
(Allah'ın fazl ve ihsanı, müşahedeye istidAda perdelerin kalkmasına ve
Vuslata işarettil.)

"Aşıklara sevinç, Hakkln gamryla gelir


Onun kaşılığı da kendisidir

Maşuktan gayrisi i|e şad olmak herzedir


Hiç bir şey yok, Hak var"
Sürurun da üç mertebesi vardır:
l, Zevk süruru: Zevkin verdiği sevinç, üç tüI|ü hüznü izale eder.
a. Allah yolundan kesilmek korkusunun verdiği hüzün (sdlikte bir alı-
şıklık hasıl olur, bu sayede bu korku kalmaz, yerini safa ve sürur alır.)
b, Cehl, bilgisizlik karanlığı, yani Allah yolunda cahillikten doğan
hüzün,
c. Bdtındaki aynl*lann verdiği yalnız[ıktan doğan hüzün.
2, SürOr-ı şuh0d keşf-i hicdbü'l-ilm: Yani, ilim perdesinin keşfinden
hasıl olan müşahedenin verdiği sürürdur. İnsanın kendi ilmi ve akh, ma]um
olana perdedir. İnsan kendi bilgisinden kurtulup ilm-i Hak'ta fena bulursa,
ilAhi gayb 6leminden ona ilim gelir. Bunu da iç 6leminin zevkiyle bilip mes-
rür olur (sevinçli oluı).

"İlim gaipten gelen bir hilet ki


onu ancak zevkle anlarsın
Sen gayret et kendinden kurtul
Bu ilim sana yeter, eğer kıymetini bilirsen

|07 Ytnus sffresi, nyet 58


MlNIIACU,L FUKARA,NlN ozu l55

Süret ilmi, su ve çamur gibidir


M6n6 ilmi can ve gönül rehberidir
Mdnevi ilim gizli bir hazinedir
kendinden kurtulursan"
3. Sürir-ı semAu'l-ic6bet: Cen6b-ı Hakk'ın duaya icabet ettiğinin du-
yuIması süruru
Sem6'-ı icibet süruru, fenA bulmak (kendinden yok olmak), dualarının
kabulünden hasıl oIur. Zat-ı Hakta fani olmak duasına icabetten ileri gelir ve
bu sürur, beşer sıfatIarının arta kalan kısmından hasıl o]an yabaniliği ortadan
kaldırır. Müşahede kap]lannı ardına kadar açar. Ruhu da bu gamdan hal6s
edip sürura gark eder.

Dokuzuncu Derece: Telvin (boyamak, renk vermek)


Telvin de velAyet mertebelerinin yüksek derecelerindendir. Şeyh hazrel
leri Fütühit'ta telvini şöyle tarifeder: "Telvin, bir halden başka bir hale geç_
medir. Ve halden daha yüksek olan sıdka (hakikate) gitmenin delilidir."
Telvin mertebesi, bazı şeyhler nazarında nikıs (eksik), diğer bazıları indinde
ise kAmil (yüksek) bir makamdır. Şeyh hazretleri diyor ki: "Telvin, cemaatin
büyük kısmının indinde nAkıs bir makamdır. Fakat bu telvin, kulun kendi nef-
sani ahvalinde olan telvindir. Bazı şeyhler derler ki: Telvin, sahibinin ehl-i
tahkik ve il6hi k6mil olduğuna alamettir. Ben de bunu kabul ederim: Telvin,
ilahi bir süfattıL Telvin makamında bir kimse, bu makama yerleştiği kadar
kAmil olur. Her ilAhi sıfat bir kemaldir. Zira Allah'ta noksan yoktur. Kemal,
Allah'a mahsusdur. İlahi sıfat ile sıfatlanmayan insan k6mil olamaz. Kur'An_ı
kerim'den telvinin ildhi sıfar olduğuna işaret: Ayeli kerime:
108JL JJ,,iş "o hergün bir iştedir." Telvin dedikleri de budur.
Bu türlü telVin makbu]dür. Z|ra esml ve sıfat-ü ilahiyyenin tecellisinden
hasıl olur. Makbu| olmayan telvin, sülükun başlangıcında nefs ve hevddan
hasıl olan telvindir. Bunlar nefis rüzgArının önünde çöp gibidir. Halbuki
k6mil insan nefis rüzg6rı önünde dağ gibidir.
"RüzgAr saman çöPünü sahraya kadar götürür
Rüzg6r dağı nereye götürecek?"

l0E Rahman s0resi, nyet 29


l56 AFiF TEKTAŞ

Onuncu Derece: Temkin (yerleşme)


Temkin, şeyhler lisanında yakin makamı (kurb-ı il6hi, Allah'a yakınlık)
ve istikamet mertebesinde yerleşmiş olmaya derler. Yani velilik ve istikamet
makamında ziyade sebaı ve istikrardır. Cenib-ı Hak Hazret-i Muhammed'e
telvini ve hafifliği men ediyor: Ayeıi kerime: "YA Muhammed! Sana yakin
hasıl etmeyen kimseler seni haf]f ve mütelevvin (her an değişen) eylemesin-
ler."IB İşte bu m6n6, temkinin gayesine işarettir. Temkin, velayet ve istikamet
mertebesinde sebatlı olup bu makamın keşifleri ondan gizli olmamak ve bu
makamdan derecesi aşağı inmeyip noksan olmamak demektir. Yoksa
değişmez demek değildir.
Evet, temkinden maksat, ku1 değişmez demek değildir. Zira insantlır.
ılahi esmadan her bir ismin her bir tecellinin onda hükmü ve tesiri varrlır.
Temkinden maksat, kulun hakikat dleminden keşf ettiği m6n6dır ki, o m6ninın
artık o kuldan gizli tarafü kalmaz, O kul n6kıs olmaz, derecesi inmez, bil2kis
daima terakki edel, artar. İstikamette ye velayette daim ve sabit olur. Hazrcli
cem'de karar kılar ve talep perdelerinden halAs bulur.
Yani arifin temkini cem' makamünda istikar bulmaktür. Talep perdesini
aşıp orada yerleşmektir, Zira talep aleminde daha vücud bakiyyesi vardır. Hal-
buki talip matluba eriştiği zaman talebin perdesi kalkar. Arif mak6mı cem'de
yerleşir. FenAdan sonra Hak'la bAki olmak ve Hak vüc_lıdunun nuruyla
ışıklanmrş olarak...
Nazm:
"o cemaat ki kendinden kunuldu
Bi-hodluk (kendinclen kurtulma) makamına ulaşh
kendinden f6ni ve dosta b6ki oldu
Bundan hemen asıl oldu, postu talepten vazgeçti
Eğer bu insanlann hatır|annı alırsan
sana da bu minevi mülk teslim edilir"

l09 Rüm süresi. Ayet 60


MlNHAcU,L-FUKARA,NlN ozU l57

Dokuzuncu Bab: Hakikat Mertebesinde Olan Dereceler


(Bu bab da on dereceye aynlmışhr)

Birinci Derece: MükAşefe (Hakikat ehline iI6hi esrArın keşf olup


nür-ı ilAhiyi müşahedeleri)
MükAşefe, perdelerin ötesinde olan gayb Alemine ve hakikat mAndlanna
ig6h olmaya derler. İki krsımdır:
l. Süret-i zihirede olan mük6şefe: Alem-i misilde beş duygu ile olan
mükdşefedir.
MükAşefe ehlinin ruhani nurları görmeleri yahut Hazreri Peygamber'in
hurma ağacının sadasından kendilerine ndzil olan vahyi işitip Cenab-ü Hakk'ın
muradını anlaması gibi.
"Yemen tarafinda rahman nefsini bulurum." t Üveys el-Kardni) hadisi
gibi veya Hazret-i Yakub'un: Ayeri kerime:

ı ıo;r'j 3iŞ! ;i , e|j' jı buyurması gibi. Ve Bayezid hazreı


lerinin Ebü'l-Hasen HarkAni'nin kokusunu yüz elli sene evvel duyması gibi.
Di| Iezzeti ile olan misa||er: Misal 6leminin yemekerini bir arifin tatma-
sı, bir işıkın mAnevi şerbeti içmesi ve lezzetini anlaması, Hazreri Peygam-
ber'in; "Allah'ın nezdinde yattım, bana yedirdi, içirdi" buyurması veya Hazret-i
Peygamber'in; "Öyle bir süt içtim ki bütün vücudumda dolaştı" buyurması
gibi,
Elin dokunması yoluyla zahir keşfi cild tarikiyle idrak olunur. "Rab
elini omuzuma koydu, soğukluk duydum. Sem6ları ve arzı gördüm." hadis-i
şerifi gibi.
Bu mükişefe nevilerinin her birisi esm6-i ildhiyyenin tecellilerinden
hası| olur. Surete ait mükaşefeden makbul olan mük6şefeler bunlardır. Ama
dünya işlerine ait keşf (meselA bazr sırların açıklanması yahut onun bunun ne
yaptüğınI bilmek gibi) iltifata şayan değildir. Bazı kimseler bir takım usullerle
bu nevi keşiflere vasıl olup dünyadaki gaibleri bilmişler ama ehl-i tahkik bu

l l0 Yusuf siresi, dyet 94: "[Kafile Müsür'dan aynlınca, babalarr yanındakilere:] Eğer
bana bunamış demezsenız inanln ben de Ytısufun kokusunu alıyorum. dedi."
l58 AFiF TEKTAŞ

kula mekr (hile) ve aldatma teklAkki ederek buna tenezzül etmemişlerdir.


Cayretlerini fendfi l]aha ve bekhbillaha çevirmişlerdir.
2, Minevi mük6şefe: Allah'ın alim ve hakim isimleriniır tecellilerinden
hasıl olan saf hakikatler ve gayb alemine ait manalaıdır. Bu mükAşefenin de
mertebeleri vardır.
Fikir Aleminde olan minaların keşfi, bir noktadan hareket etmeden
I.
muhakeme ve kıyas yapmadan zihne kendiliğinden doğan bir m6nAdıı ki
keşf-i mdnevidir. Bu ilme hads derler.
lI. Düşünmeksizin akıl min6larını akrl kuvvetiyle keşf. Aklm bu merte-
besine nür-ı kudsi derler ki, yukarıda bahsi geçen hads mertebesi bu nOr-ı
kudsinin bir panltısından ibarettir.
III. Gayb Aleminin mAn6larının ve ledün ilminin kalbe keşf olması ki
buna ilham derler. Bu mertebede a'yAnı sdbiteye ve gayb 6leminin es16rına
vakıf olur. Bir şey vücuda geImeden halini bilirler. Beyit:
"K6miller uzaktan ismini ışittikleri vakrt
Senin derinliklerine kadar esrArına 6g6h olur
Belki de sen bu 6leme doğmadan evvel

Ne haller geçireceğini bitirler"

Ikinci Derece: Müşahede (gözle görme)


Müşahede, lügatte bir şeyi hazır görmeye derler. Şeyhler lisanında "e/-
Müşahedeıü siikfrtü'l-hicabi re'sen" (Müşahede, perdelerin açılmasıdır) diye
tarif ederler. Müşahede iki m6nida kullanılır:
l. Eşyayı tevhit deli]leri ile müşahede kılmaktır. Yani eşyayı Hakk'ın
birliğine delil olarak bulmaktır.
2. Eşyada Hak}<! görmektir. Bu cins müşahede hakikate yakrndır.
Mevzuyu biraz açalım. Mese16 CenAb-ü Hak ahiret gününde bazı kavme
temessül tarikiyle (yani o kılığa girerek) tecelli etse, bilmediklerinden tınu
ink6r ederler. bildikleri menebeden tecelli etse ikrar ederler. Ama bu da lıil-
mediklerinden ilen geldiğı için aynıdır.
Halbuki müşahede erbabının müşahedesi şüphe olmaksızın hakikate
yaklndür. Beyit:

"Şüphesiz arif odur ki basiret gözüyle görür


MINHACU,L-FUKARA,NlN ozu l59

Ne görürlerse onda Hakk'ı görürler


Eğer sana Cenibı Hakk\ gören ikı göz gelirse
iki cihanı dost ile dolu olarak gör
Eğerçi katreyiz, denize müstağrakız
Bütün Şemsiz, eğerçi zerre isek de"
Mükişefe ile müşahede arasında ne fark var?
MükAşefenin mevzusu mAnalar ve müşahedenin ait olduğu zevattlr.
Müşahede müsemma için, mükişefe ise esmA ve sıf6tın hükmü içindir. Mü-
şahede demek, rü'yet demek değildir. Bunlar da farklı şeylerdir.

Üçüncü Derece: Tecelli (Kudret ve esrar-ı ilAhinin eşhas ve


eşyada is6rı görünmesi)
Tecelli, gayb nurlarından kalbe zahir olan şeydir. Zdrı il6hinin ve sıf6-
tının ve ef'Alinin zuhurudur. Tecelli üç neve taksim olur: Zat tecellisi, sıf6t te-
cellisi. ef'Al tecellisi.
| . Zat Tecellisi: Eğer bir kimseye tecelli-yi zat olsa G',-' ş-J. f j me-
ndsınca o kimsenin z6[ ve sıf6tı tamamen yok olur. Bu mertebede rAi ve mer'i
(gören ve 8örülen) kendinden başkası değildir.

2. Halbuki tecelli-yi sıfAt: Kendisinde tecelli v6ki olan kimsenin zaıını


ifnA etmez. Ancak Hüdi'nın sıfatı onda zuhur eder_ Mesel6 Hazreli İsa'ya
halikıyyet (yaratıcılık) sıfatı tecelli etti, topraktan kuş yarattl.

ııı .:.\\,ı.is A\';J.::LJ \\ ) Yine Hazret-i isa'ya muhyi (can veren)


ve şdfi (şifa veren) ismiyle tecelli etti: Öluyti diriIni, anadan doğma körü ve
abras hastayı iyi etti. Hazret-i Meryem'e rezzAkiyet (besleyici) sıfatıyla tecelli
etti; Cayb aleminden nzık geldi. Hazret-i Eyyüb'e sabür (sabırlı) ismiyle te-
cel]i etti: Senelerce belAya sabr eyledı. Evliyadan Hazret-i Bayezid'e ızam
şanıyla tecetli etti: " Sübhani mE a':anıe şıini" dedinti. İbn-i Mansur'a mutlak
vahdet ile tecelli ettı: " Erıc'l-Hak" dedi.
Enbiya ve evliyaya viki tecelliler, her birine birer vakitte olan tecellidir.
safa erbabı bilir ki cen6b-ı Hak her lihza kullarının kalbine bir türlü zuhur
eder: KAh kabz ve kAh bast, kah sahv, k6h mahv... Basiret gözün varsa bir

l lI Meide soresi,6yet ]lO


l60 AFIF TEKTAŞ

mutlak vahdet müşahede edersin ki kesret mertebelerinde ve teayyüıı ve


teşehhus aynasında türlü resim ve isim iIe görünmüştür.
Mesnevi;
"Ayna yaPtı 6lemi, kendini o aynada gösterdi
Onun cemalinin aksidir gizli ve aşik6r ne varsa

Çünkü onun güzelIiği şu cihanın sanatında cilvedir


Aşikir oldu bu mekdnda ne varsa

Cayrden nam ve nişan nerede, gayr nerede?


Hakiki yar zahirdir, ne nam ve nişan varsa orada"

Dördüncü Derece: Hayat


Ayeıi keıfme: "Ol kimse ki cehl ile ölü idi, biz onu ilinı ve irfan ile ihya
eyledik ve ol kimse için bir nur kıldık ki nas içinde onun|a yürür. Bu sıfatlı
kimse şol sıfat|ı kimse gibidir ki zulumit-ı cehl ve isyanda yuvarlanmrş ola.
ondan hariç olmadtğt halde." ı ı2

Şeyhülisl6m hazretleri, Menazilii's-sairfu'de hayatü üç dereceye bölüp


buyurur Li:
l. Birinci derecesi: Kalbin cehl (bilgisizlik) ölümünden kurtulup ilimle
(bilgi ile) hayat bulmasıdır.
İlimle hayat bulan bir kalp, Hakk'ın talebinde hareker eyler. Zira hareket
hayy (canh) olanın hassasıdır. Cehil]e ölü olan kalp donmuş olur, ama nei'sani
hazzında hareket eder.

"Kalbin hayau için ilmı ganimet bil


Kalbin ölmemesi için cehilden çekin"
2. İkinci derece: " HayEtü'l-cem'i min nııvti'l-mütekrrlkaıi" yani kalbin
tefrika (ayn görmek) ölümünden kurtuluP cem'-i himmet ve muhataraları
nefy etmesidir (ortadan kaldırmasıdır), Hayit-ı cem'den maksat, muhataralann
cem'iyle kalbin diri olmasıdır. Zira cem'iyet, kalbi bütün m2siv6dan kesip
vAhid_i hakiki müşahedesine bağlamaktan ibarettir. Şeyhlerin ebedi hayat
dedikleri budur. Tefrika (ayrılıklar) ölü hükmünde olan müteaddit eşvaya

| |2 En'am soresi, ayeı l22


MINHACU,L-FUKARA,NIN ozu l6l

kalbi dağıtmaktan ve nefsin isteklerine uymaktan ileri gelir. Bu ise cem'ehli


indinde cansızlıktır, ölülüktür.
3. Üçüncü derecesi: Hay6tü'|-vücOd yahut hayatü bi'l-Haktır. Hayat-ü
vücuddan murat, Hak'la hayat bulmaktır. Hak'la hayat bulmak, kulun Hak'ta
fenA bulmasından ve bek6-yı Hak'la bAki ve hayilı Hak'la hay olmasından
(can kazanmasından) ibarettir. Ve kAim olmak demek, Hakk'ı her şeyde görüp
cemi' eşyayı onunla hay (can kazanmış) ve kiim müşahede etmek demektir.
Ayeli kerime: "Siz nerede iseniz ben sizinleyim" I ı3 Bu beraberlik, bir yakın-
lık demek değildir. Eşya ve m6siv6nın vücüd-ı hakiki olan Cen6bı Hak in-
dinde zaten vücudu yoktur. Bu k6inaı şeklinde olan karanlıklar, esmi ve sıfAtı
Hüd2nın eserleridir. Yani, Hüd6 bu muhteIif esma ve sıf6t ile yakin aleminde
tecelli etmiştir (lE mevcfrde illa hiiYl. işte bu zikr olunan Hakk'ln tekliğini
müşahede eden arif, güzel bir hayat ile hay olur.

Beşinci Derece: Kabz (tıkanma)


Ayet-i kerime: "Allah te6lA kabz eyler (tıkar, sıküşhrür) baSt eyler (açar).
Daima bu iki sıfatla ilemde tecelli eder."l]4 Bütün eşya Allah'ın kudret
elindedir. Kabz eylerse, kabz eyler, hatta bir şeyin bile takati kalmaz, Bast
eylerse bast eyler (açar), bir şeyin perdesi ka|maz. ikisi de kudsi hıi]etlerdir ki
muhabbet makamüna vasıl olan evliyada mevcut olur.
Henüz iman makamında olanlara, kabz ve bast geldi denmez. Onlara
havf ve reca denir. İman makamında o|an bir kimseye kabz ve bast gelse, o
kabz ve bast değildir. Buna şeyhler; nefsin endişesi yahut cismin sevinci
derler ve bunlar da nefisten zuhur eder. Kişi iman makamından terakki edip
yakin mertebesine erişirse, o zaman kabz ve bast olur,
Kabz hali, bast halinden daha iyidir. Zira basttan nefs haz duyar, ferah
ve sürur bulur. Halbuki kabzdan nefs haz etmez. kabz. nefsin hareketlerin-
den ve vücut ile sıfatlanmış olmaktan hasıl olur. Beyit:

"Gam karanlıklarından sana ne gelirce


O senin korkusuzluğundan ve küstahlığından gelir"

ll3 Hadid sOresi, ayet 4.


l l4 Bakam s0fesi, aye! 245
l62 AFIF TEKTAS

Eğer sAlik nefsaniyet sıfatını yok etse, vücut bağından kurtulup Allah'ta
fani olmak mertebesini bulsa, ona kabz gelmez, bast da gelmez. Kabz, bast,
gam ve sevincin ötesinde bir daimi zevk bulur ki tarifi mümkün değildir.

Altıncı Derece: Bast (açılma)


Şeyh hazretlen FütOh6t'ta buyururlar:
"Bast, bazı kimselerin indinde recA halinden ibarettir ki onda korku
yoktur. Ama bizim indimizde bast öyJe bir haldir ki, sahibine eşyaya geniş
olmaklığı ve kalbini bo] ve ferah tutmaklığı hükm eder. Hatta bast vaktiırde,
eğer nefse ve ruha elem ve sıkışıklık verecek bir şey bulunsa bile, ona sıkıntı ve
zahmet vermez. Halbuki hakikatte ona bir şey sığmaz. O halde mertebesi
yüksek olan büyüklerden başkasına bast olmaz, kabzda olduğu gibi, ister
sebepIi ister sebepsiz olsun."
Bast ta iki nevidir: ya sebepli olur, yahut sebepsiz.
Bastın bir sebep ile gelmesi az olur. Mesela ibadette hasıl olan bast gibi.
Yahut ilim ve marifetten, keşf ve kerametten. halkrn ziyade teveccühünden ya-
hut dünya malı, erzak yahut nimetlerin çokluğundan hasıl olan bast gibi ıeya
bunlara benzer sebeplerden zuhur eden bast gibi.
Bastın birden bire yani sebepsiz olması da az olur. Sahibine ansızın ge-
lir, sahibi de sebebini bilmez. Bast geldiğinde, sahibi edebe riayet etmeli ve
huz0r-ı Hak'ta lAubali olmamah. Zira; "Bast galip olur, sahibi de zevkin
çokluğundan boşalıverir. "

ibn Fanz demiş ki; "Vakta ki benim uyanıkhğım ve akrl Aleminde bulun-
makhğım geçti, o zaman ben Cenib-ı Hakk'ın vuslatını istedim, halbuki kor-
kumun kabzı, Hazreri Hakk'ın bast ve açıklığından bana gelmedi. Zira k;ı6z,
sahvsız yani uyanmadan olmaz. Çünkü akıl 6leminde iken Hazret-i Hakk'ın
azamet ye celdli ve nefsin a|çaklığı da ayıpları ile müşahede olunur. Bunun
neticesinde kabz ve korku gelir. Ama mestlik (sarhoşluk) vaktinde korku
kalmaz, bast ve alışkanlık, yakınlık el verir. Bir l6uba|ilik gelir, ama klmil
olanlar hem mest, hem de akıllan uyanık olurlar ve kudretleri yettikçe edepten
dışan çıkmazlar.

Yedinci Derece: Sekr (sarhoşluk)


Şeyh hazretlen FütOhat'ta sekr mertebesini şöyle meth ediyorlar:
MiNHACü,L-FUKARA,NIN öZü l63

"Sekr hali beni arş-ı muhit ve müstedir (şu bizi çepeçevre çeviren ve
dönmekte olan kubbe) üzerine oturttu. Kavmi, şar6b-ı il6hi ile dolu kAse-i
s0ret mesk0r kı|dı (sarhoş etti). Benim sekrim, onu müdir olan HAlik-ı ka_
dirden oldu. Sekre alim ve habir olan bir şaiı benden evvel söyledi:
"Sarhoş olduğum vakit ben Rabb-i seririm
Akıl haline geldiğim vakit ben mAlik-i basirim"
Bu şairin sekri (sarhoşluğu) tabii sarhoşluktur, Halbuki Şeyh hazretle-
rinin buyurduğu, ilAhi sarhoşluktur (sekr-i il6hi).
Sekr-i tabii (tabiT Sarhoşluk), insan arzu ettiği şeyi elde etmesiyle, lezzet
ve sevinçten bu sarhoşluğa varır. Tabiati icabı neden haz ediyor, neyi arzu
ediyorsa, ona kavuşursa onunla sarhoş olması tabiidil. Nitekim sarhoş oldu-
ğu şeyden uzak kalırsa mahmur olur.
Sekr-i ilihi (il6hi
sarhoşluk) hakkında Hazret-i Peygamber şöyle bu-
yurdu: "Allah'ım! Senin müşahedende benim hayretimi ziyade eyle!" Yani
"Sarhoşluğumu ziyadeleştir" demektir, Sekr veren halle başka haller arasın-
daki fark şudur: Ferah ve açılma veıTneyen ve ilihi esr6rı açığa vurmayan hal,
sekr değildir. Belki tarikat ahvalinden başka bir haldir (gaybet, mahv, feni
gibi), Sekr halinde ise, ferah, neşe ve esrArın meydana çıkması vardır.

Şeyh hazret|eri diyor kj: "Sekr-i ı|6hi, ziyade sevinç ve ferah duymaktır.
Allah yolunda olan kimselerin bu sarhoşluğu, şarap içenlerin sarhoşluğuna
benzemez. Şarap sarhoşluğu bazan gam ye gözyaşı verir. Hak yolunda mest
olan Aşıklann sarhoş|uğu ise neşe ve ferahlığın o kimseyi kap|aması sebebiyle
ihtiyar ve iktidarı elinden gidip, sarhoş olup, birlik denizine dalmak demektir.

Şeyhülisl6m hazretleri diyor ki: "Sekr öyIe bir haldir ki onunla hakiki
bir sevinç içinde sabrın ve kudretin tükenmesine işaret olunur. Sekir bilhassa
muhibler makamıdır ve 6şıklara mahsustur. Fenafillah mertebesine eren arif-
lerin makamı değildir. ilim mertebelerinde kalan müminlerin de değil. Çünkü
fen6nın (yok olmanın) hakikatleri ve rü'yetleri sarhoşluğu kabul etmez. Fen6,
yok olma makamı, muhabbet makamına üstündüI. Sarhoşluk, hayret vechile-
dir. Fenida hayret olmaz. Fena mertebesi, vücud olmaksızın müşahede meıte-
besidir. İlim mertebelerinde olanlar da bu sarhoşluğu duymazlar. Çünkü ilim
mertebesi, muhabbet makamınün altındadır. sek, ilim hududunda kalan 6lim_
lere olmaz. Keza muhabbet hududunu aşan k6millere de olmaz. Zira onlar,
artık sahva (sarhoşluktan sonra ayılma) gelmişlerdir. O halde sekr, muhabbet
maiamrnda olan ildhi §ıklanndır.
|64 AFlF TEKTAŞ

Sekizinci Derece: Sahv (ayıkhk)


Sahv, sarhoşluk gidip ayılmaya derleı (es-sahvu fevka makamt's-sckr),
Sahvın, sekr makamından üstiin olması, şu sebepten ileri gelir: Sekr, in;anı
hayrete düşürür. Sarhoş iyiyi, kötüyü, hak ve batılı fark etmez. Edebe ri|ryet
edemez, Bundan doIayl sözü makbul olmaz. ilahi hiıafet makamını bulnraz,
Ona iktida etmek (tabi olmak, uymak) sahih o|maz velev ki veli ise de. Zira
ayılıp temyiz mertebesiııe gelmedikçe onun sözlerine, vecdine, hallerine, keşf
ve kerametlerine itibar olunmaz.

Şeyh hazretleri diyor ki: "Sarhoşlukıan sonra ayıkhğa gelenin sözü


makbuldür, Çünkü bi-taraf şahittir. Hak yolunda sarhoş olanın sözü Hak, ve
kendi biıaraf şahit olsa dahi, sözü yine makbul değildir. Zira mertebe itiba-
riyle noksanı vardır. Sarhoş olan, mertebeleri fark etmez, hepsinde Hakk'ı
görür. Mertebelerin hükümlerini anlaınaz, esrirını saklamaz. Ehil olsun, ehil
olmasın, herkese söyler gider. Gerçi sözü Hak'tır ama, her Hak olan, Allah
indinde makbul değildir, "
Yine Şeyh hazretleri buyuruyor:
"Sahv tarikatte yalnız sekrden sonra olur- Sekrden evvel olursa ona
sahv denmez. Evvela sarhoşluk lAzım ki, ondan ayılınca sahv denilebi]sin."

"Her sarhoşuğun ayıklığı, sarhoşluk sebebiyledir. Hak yolunda sarhoş


olan kimse, ayıldığı zaman mutlaka kendisine sarhoşluk zamanındaki gayb
Alemine seferinden bir ilim (bılgi) olsun. Sekrden sahva gelene ilim şarttır.
Bir kimsenin sarhoşluğrı Allah sarhoşluğu olursa, neden Cen6b-ı Hak o kim-
seye ilim vermesin? Ayılan sarhoş, gizlemesi l6zım gelen sırrı gizler,
açıklamaya l6yık olan sırrı açıklar. Herkese anlayacağı dereceden söyler, nıer-
tebeleri gözleyerek her şeyi |6zım geldiği gibi işler ve şeyi yerli yerine koyar.

Dokuzuncu Derece: Fasrl (ayrılma)


Faslın üç derecesi vardır:
l. lki cihandan ayn olmak. Yani dünya ve ahirete olan aldka ve ilıifat
nazarrnı ayrrmaktır, Her iki Alenre olan alAkayı kesip arananın zAhnı bulmaktır.
Birleşmenin (ittisal) şartı bu ayrılmadır. Seyrü ilillahda (Allah'a gidişte),
dünya ve ahiretten vazgeçmeyen kimse için visal (birleşme) imkinsızdır. Şibli
hazretleri, kulun Hakk'ın visaline olan mertebesini (hutüteyn = iki adım) tıla-
rak tarif ediyor. "İki adım" dediği, iki cıhandır.
MINHAcU,L-FUKARA,N lN ozu l65

2. Aynlmayı görmeklikten de ayrülmak0r, Yani dünya ve ahirenen aynlı-


ğı görmek de bir vücud bakiyyesine alAmettir. Ve dünya ve ahiretin makbul ve
aziz olarak görülmesine sebep olur. Gerektir ki her ikisini yok olarak göre-
sin. Ve biki ve daim olarak yalnız Hakk'ı bilesin. Bu minAya vardığtn zaman,
6J,a. , Ae'..S ue ,o,ı A- F rlJ.uü J6 , el-an kma kan, hadislerinin
sınını bulur ve ayrılma ve kavuşma kaydından kurtulunun.
3. Kavuşma zahmetinden ayrılmak: Zira kavuşma iki yabancı şeyin biri
birine ulaşmasına derler. Tek olan Allah, kendisine bir şeyin ulaşmasından
münezzehtir veyahut bir şeyin ondan ayrılmış olmasından münezzehtir. Son-
radan olan şeyin eskisiyle bir olması imkinsızdır.

"Eğer kendinden kurtulursan


Sen kendin mahv ol ve hemen gör ki, sen bensin"
Ayrılma ve birleşme, sllikin görüşüne nazaran " gayr" vücudu görüp
görmediğine göredir. ikiüik Ve gayrllk yok oldukta, birlik zuhur eder ve onu
yine tevhit nuruyla müşahede eder ve Hakk'a vasıl olur. Beyit:
"Ben biliyorum ki ondan gayrisi hiçtir
Ta ki k6dir olasın, sakrn zann ile gördüm deme
Kime söyleyeyim ki şöyle yahut kiyle
Ne şöyle gördüm, ne de böyle gördüm"

Onuncu Derece: Yası| (u|aşma, birleşme, sevdiğine kavuşma)


Muv6sala, ittisal, wslat aynı şeydir, M6nisı şudur:
Silik, yolunun başlangıcında kendini Cenibı Hak'tan ayrılıkta ve has-
rette Zan eder. Zira teayyünü ve beşeriyeti ona perde olmuştur. Kesret ve

beşeriyet Aleminden ]15.-ı§l'*İ.ı* "Uf0l edenleri sevmem" deyip, "Yüzü-


mü, yeri ve gökleri yaratan Allah'a çevırdim." mdndsınca kendi menebesinden
geçer ve Allah müşahadesine vasıl olur. Cen6b-ı Hak, kendisine bir şey vasıl
olmadan veya Cenib-ı Hak bir şeye vasıl olmadan münezzehtir. İttisal bir
şeyin bir şeyden kesilmiş ve ayrılmış olmasından sonra ulaşmasına derler.
Halbuki Cen6b-ı Hak, hiç bir şeyden hiç bir zaman ayrılmış değildir. Hiç bir
şey de ondan ayıılmış değildir. CenAb_ı Hak, bir surete bağlı olmaksızın ve
yakınlık da olmaksızın her şeyle birliktedir,

ll5 En'anı sOresi, nyeı 79


t66 AFiF TEKTAŞ

Şeyh hazretleri Füıüh6t'ta diyor ki:


"Cen6b-ı Hak ayrılıktan doğan birleşmeyi kabul etmez. Zira Ceniib-ı
Hak dünya ile daima vasıldadır. Vücudu mümkün her şeyin durmast Ceniib-ü
Hak'ladır. Allah teAl6: "Al]ah sizinle beraberdir, her nerede olursanız lılu-
nuz."] |6 buyı.ırdu.
Beyit:
"Biz cehalette gelirsek onun zindanındayız
İ|me gelirsek onun sarayındayız
Hiddet ve savaş onun kahrının aksidir
Barış ve tatlılık onun muhabbetinin aksidir"
"İttisal (birleşiklik) keyfiyetsiz ve kıyassızdır
NAsın canlarıyla ittisali keyfiyetsiz ve kıyassızdır
Biz kimiz bu cihaıda, karmakarışık
Elif gibi, hiç bir şeyimiz yok... "
Beyit: "Bizim gözümüz uyur, Bıı h6ne dost ile doludur. hul0] (bir şeyin
içine girme) ile değil"
Vücudun ittisali dedikleri. kulun fenA bulmasından, yok o]masından iba-
rettir. yani vücudun ittisali. kulun Hak vücudunda fend bulmasından ibarettir,
Bu ittisalin sıfatı, miktan anlaşılamaz. Zira sıtht, ikiliği icap ettirir. Vahdet ına-
kamı, ikiIik kabul etmez ye Hazret-i Allah'a gayr vasıl olmaz.
Mesnevi:
"Bu m6n6yı keşf etmek istersen
(LA) kılıncını Allah'tan gayrisine ur
Halkı inİAr ettikten Sonıa Hakk'ı ispat et
Ta ki z2ıı Hak denizinin aynı olasın
Arada biz ve ben ve sen kalkar
Hak'la f6ni olur şah ve tahı
O zaman vahdet dlemi yüz gösterir
Sana bütün söylediklenm doğrudur
Arifin sözü taklit ve zan değildir
Bu söz tamamıyla tahkik ve yakindir"

l 16 Hadid süresı, Ayet 4


MINHACU,L-FUKARA,NtN oZU |67

Onuncu Bab: SülOkun NihAyetinde Olan Dereceler


(Bu bab da on dereceye bölünmüştür)

Birinci Derece: MArifet (bilgi, hüner)


Minfet, bir şeyin hakikatini z6ıyIa ve sıfAtıyla idrak etmektir. Ama ilim
i|e değil. Zira ilim , bir şeyin hakltatini bütün levAzımıyla idrak etmeye derler.
Halbuki z6tını ve sıfAtını olduğu gibi idrak eyleyen yine Hakk\n kendi-
sidir. Ondan gayriye bu mümkün değildir. " li ya'rifii'lllahe ilhllah" yani,
Allah'ı ancak Allah bilir. Ben, ben oldukça seni bilmekten acizim. İdrak ede-
meyeceğini bilmek. asıl idrakıir. Beyiı:
"Akıl eğer senden iz izlerse
O akrl seni hakikate nasül götürebilir?
O alal orada sana mirifetle hemşire oldu
Ne vasıftır, ne de sıfaffır
O akıl ıle bir nişan bulunamaz

Çaresi ancak can saçmakla olabilir


Öyle olmazsa Allah'ı bilemezsin
İste onu, nur da olsa, karanlık da o|sa"

Şeyh hazretleri buyurdu: "Bazı şeyhler Hakk'ı kemaliyle bilmede hay-


rette kaldı ve idrakten acz idraktir.' dedi. Diğer bazısı ise bildi ve böyle
söylemedi." Bu birinciler mdritet. hayreı ve sükunel verdi. İkinci|ere ise şuur
ve temyiz verdi. Yani birinci]er "Men arefallöhe kelle lısdnuy'ıu=Allah'ı bilenin
lisanı tutuldu." sözünün mazharı oldular. Diğerleri "Men arefallahe üle
" li
lislnuhu=AIIah'ı bilenin lisanı açüldı." sözünün mazharı oldular.ya'rtful-
lahu iI16llah" <Jiyenler şu m6nAyı kast ettiler:
Arifin vücudu, her şeyin vücudu, Hakk'ın vücuduyIa mevcuttur. İlim ve
mirifet de vücuda tabidir. Bir kimsen in hakikatte vücudu olmazsa, ilmi ve
mArifeti de olmaz. Binaenaleyh Hakk'ı biJen yine ancak Hak'la bilir. Yani
bilen ve bilinen O olur. Beyit:
"Eğeı görürsen yakin nurlanndan
Arifi de ma'rüfu da ondan gayrı görme"
l68 AFiF TEKTAS

"L6 a'rifu illallihe" diyenler ise, mesela bir yüzüne ve göklere nazar et-
seler ve eşyaya baksalar, her şeyi ancak Allah'ın esmi ve sıfitının mazharı ve
vücOd-ı mutlakın eserlerinin ve nurlannrn aynası olaIak göIürler. Bir kiınse
çölde güneşe bakıp dalınış olsa da, "Güneşten başka bir şey görmüyorLm"
dese, doğrudur. Bilen ve bilinen bir olur. Vahdet de hükmünü bulur,
"Hakikatü'l-ma'rifeti ittih6dü'l-nrifi bi'l-ma'rı]f' sözü bu miniya işarettir.

İkinci Derece: Fcn6 (Yok olma, lnsanın kendinden ve bütün ma-


sivAdan geçip ehadiyyet deryasına müstağrak ol-
ması)
FenA ve bek6 tarifinde şeyhler çok müılakaşa ettiler. Her biri meşrebine
uygun bir mesleğe gitti. Bazısı, fenA demek, muhalefetlerin yok olmasıdır
(Allah'ın men ettiği şeylere mtıhalefet, yani sifiyet üzere gitmektir), demiş.
Bu, tövbe-i nasüh dedikleridir, Bazısı ise, fenidan murat, dünyaya ait hazl:ırın
yok oIııasrdır, demiş. Bu ise. zühd makamıdır. Bazısı da fen6dan murat.
dünyaya ve ahirete ait hazların yok olmasıdır, demiş. Bu mertebe ise sıtlk-ı
muhabbettir. Diğer bazıları, fend, eşyadan gaybettir, demiş, Bu mAni da başka
bir neticedir.

Şeyhlerin yukarıda işaret eylediklerinde, bir cihetten fen6 m6nisı vardır.


Lakin bütün bunlar, mutlak feni değildir. O halde fenA-yı mutlak nedir?
Hakk'ın emirlerinden bir emir ve bir şan, kulu tamamen kaplar ve Hakk'ın ol-
ması, kulun olmasına galip gelir,
FenA, zahir ve b6tın olmak üzere iki kısımdır:

l. Zahir fen6sı, yani fenAnın kemaliyle zuhuru, Cen6b-ı Hakk'ın, kula


kendi ef'Aliyle tecellisiyle oIur ve kulun iladet ve ihtiyarı ortadan kalkar. Kul,
bu mertebede nefsinin ve gayrinin ihtiyarını, iradesini ve fiilini görmez. An;ak
Hak'la görür. Ondan sonra her muamelesi Hak'la olur. Hak'la söyler, Hak'la
görür, Hak'la işitir, Hak'la hareket eder (r-4 c J::-4 Ji) ve Hakk'ün
sıfatıyla sıfatlanır, kemal mertebesini bulur.
Mesnevi:
"Kendinden hal6s tılmaklığı bulan kimse
Onun nurunun aksi aleme parlamüşttr
O cihanda vaktin Bayezidi olmuştur
kim ki kendi elinden eman buldu
MlNHACU,L-FUKARA,NIN ozu l69

Kendinin zannından harice çıkar


HakiK yari, zahirde ve batında görür"
2. B6tın fenAsı, kula keşf olunur. KAh Allahln sıfatlarının tecellisi, k6h
Cen6bı Hakk'ın zat nurlarının müşahedesi ve bu müşahededen batınına
Hakkln emrinin sirayet etrnesidir. Hatta o kimsede hanralardan, vesveselerden
ve beşeriyet sıfatlarından bir şey kalmaz. Tamamen Hakk'ın vasıflarıyla vasıf-
lanıp kendi kendinden büsbütün soyunul, kurtulul.
"Kul kendi vasıflarından f6ni olduğu zaman, bek6nın tamamınr idrak
eder."

" İza rcmme'l-fakrufehiivelhh" Fakrın tamamı, Hakk'rn varlığının tama-


mıdır.

Beyit:
"Sual sahibi dedi: Cihanda derviş yoktur
Eğer dervişim derse, derviş değildir
Bek6 yüzünden onun zatı yok oldu
Onun vasfı (hüve)nin vasfidır
Kandilin fitili güneşin önünde yandığj zaman
Yok olur, her ne kadar hesAben (nazari olarak) var ise de"
Başka bir misal: 'Ateş sultanına düşen her şey onun kahrryla ve onun
sıfatıyla dolar. Çünkü ateş sUltanI onun vasfinı değiştirir. Hakiki sultanın ateşi,
ateş sultanündan daha kuvvetlidir. Bu tasarruf demirin vasfında mevcuttur. Her
ne kadar demir ateş olmazsa da ateşin vasıflanyla vasıflarur."

Hazret-i Mevldna diyor ki:


"Demirin rengi ateşin renginde mahv olur
Ateşlikten dem vurur ama himüş gibidir
Çünkü altın rengi gibi kırmızı oldu
O demir ateş rengini aldığında söylemeden der ki: Ben ateşim
Renginden ve tabiatten muhteşem bir ateş oldu
Lisansız olarak der ki: Ben ateşim, ben ateşim..."
Keşfü'l-mahcOb'dan: "ZünnOn'un mürit]erinden biri, Hazreri Bis-
timlnin ziyaretine niyet etti. Tekyesine geldi. Kapıyı vurdu. Ebü Yezid sordu:
"Sen kimsin? Kimi istiyorsun?"
|7o AljlF TEKTAŞ

"Ebü Yezid'i istiyorum."


Ebü Yezid cevap verdi: "Ebü Yezid kimdir? Nerededir? Yüzü nasıldır?
Ben çok zamandır Bistdmi'yi anyorum. buIan,ııyorum."
Derviş geri geldi, Zünn0n'a söyledi, O da dedi ki: "EbO Yezid, yolu bul-
muş olanIarla AJlah'a gitti ve yok oldtı."

Beyit:
"Dostu bulmak istersen kendini yok et
Kim ki oıun yüzünden yok oldu. o zaman buldu"
Irdki -kuddise sımıhu- bu mevzuda diyor ki: "Bütün alem ondaydü, keş-
ke yok olsaydı. "
Cüneyd hazretleri diyor ki:
"Nice zan,ıanIar benim hayretinıde yer ve gök ağladılar
Öyle oldu ki ben de onlarün gaybetinde ağladım
Öyle oldu ki ne onlardan haberim var
Ne de kendimden. O halde ben, ben değilmişim
Bilmezem ben ben miyim, yoksa o muyum?
Acayip hiletteyim. ben ben değilim
Aşık mıyım ma'şuk muyum, aşk mıyım neyim?
Vahdet kadehinin sarhoşuyum, ben, ben değilim
Ben neyim? Namsız nişaıısız bir Ankiyım
Kurbı Hakk\n K6fındayım. Ben, ben değilim
Candan fhniyim, canin ıle bikiyim
Yükseklik tepesindeyim. Ben, ben değilim"
Feni, aslen budur ki: Misiv6 hükmünde olan eşyadan silike evveliı il-
men, saniyen hakkan feni gelir. Yani onlardan yok olur. O zaman b6ki yalnız
Hak kalır (el-Janaii iznihlalüı ın6-dı?ne'l-Hakkı ilmen sü ıme hakkon), O
halde fend, misivAnın yok oln,ıasıdır. İbtida salikin iIminde 11ri nıevcidı, il,
lollöh) ve sair eşya ondan gayri ve boş tasavvur olunursa, tamamen yoktur.
(Hadis Şerif: Ag6h olun. her şey AIlah'sız olursa yok olur.)
Bu fen6yı ilmen bildikten sonIa hakikatte kendini ve cümle eşyayı 1hni
görüp, bAki hemen yalnız Hakk'ı bulur. Hak']a k6im olur, bekibillah nedir, bi-
lir.
MlNHACU,L-FUKARA,NlN ozU I7l
Beyit:
"Kendimden finiyim, bekAnın aynıyım
Bütün mevcudatın vücudu biziz
Ölü cihanı her demde dinltiyofuz
Biz nihayetsiz rahmetin deryasüyız"

Üçüncü Derece: BekA (daim o|mak)

Şeyh hazret|eri Füt0hit'ta diyor ki: "Bekinın sırrını iyi bil ey talip: Bazı
kimselerin indinde bek6, ibadetin ve Allah'ın emirlerini yerine gelirmenin
bek6sıdır. Nitekim fena da, bun]arın indinde. Allah'ın emirlerine muhalefetin
fenasüdır. Nitekim Hazreıi Şems diyor ki: "Fen6, hevff ve hevesi terk etmektir.
dediler. Bekl, onun sıfatlarını saymaktadır." Bazı kimselerin indinde ise bekA,
kulun her şeyi Allah'la k6im ve Hakk'ı kayyüm-ı mutlak görmesidir. Nitekim
fen6, bunların indinde kulun Allah ile kiiın olması sebebiyle fiilini görmenin
fenisıdır. Yani tevhid-i ef'6lde feni bulup kendini ve fiilini Hak'la görmektir.
Bu mertebe hakkında Hazreri Şems diyor ki:
"Eğer sen kendini tevhitte yok ettin ise
Ebedi hayal Hak'la bulursun

Çünkü o seninle olsun, sen de onunla ol


Gönlünüzü dünyadan yıka, pak eyle"
Diğer bazı kimselerin indinde bek6, Hak'la bAki olmaktır. Yani Hakk'ın
bek6 ve devamıyIa b6ki olmakır. Hakk'ün sıfaüyla sıfatlanıp hayatıyla hayat
bulmaktır, Halk mdsivddan fen6 bulmak ve kurtulııaktır. Bu mertebe için
Hazreli Şems diyor ki:
"Her şeyi f6ni görüyorum
Beki içinde bekA, daim bek6dır
Ölüm olmaz asla evliyaya
Zira her s5fi ve müııekiye göre
Ölüm fen6 evinden beka eVine geçişten ibarettir
Kul, Hakk'ın vücuduyla mevcut ve Hakk'ın bek6sıyla bikidir"
Hakk'ın hayaıyla hay, Hakk'ın ilim ve iradetiyle 6lim ve mürit olur. Bu
bekibilllah makamına eren kul odur ki: Allah ona yüksek sıtatlarından cübbe
l72 AFilj l,EKTAŞ

giydirdi, Ona nis arasındaki isminden başka, kendi esm6-i hüsn6sından bir
isim verdi, Hakkl, ubudiyet makaınında Hak'la k6im olarak müşahede e(ler.
Benlik pasını gönül aynasından mahv edip siler ve şöyle söyler: Beyit:
"Bizim varlığımız 1,ok oldu
Dalgalar r urdu ebediyet denizine
Zaman zaman ben vaktin Maırsuruyum
Herkesin içinde'Ene'[-Hak' derim"
Yine Şeyh hazretleri FütOhit'ıa diyorlar: "Ey bek6 sınının talibi! Şu ev-
liya yolunda bekinın sAlike olan nisbeti, bizim indimizde fenAnın s6like olan
nisbetinden üstündür, Zira fen6 nedir? Şu şöyledir dediğin yücuttan seni fani
kılmaktır. Beki ise, senin Hakk'a nisbetin ve bağlılığındır. FenA. senin kAinata
nisbetindir, zira sen diyorsun ki: Ben. şu şeyden fini oldum. Senin Hakk'a
nisbetin, kAinata olan nisbetinden üstündür." Bu evliya yolunda, kendinrlen
fini olandan başkası bAki olmaz, beşeriyetle b6ki olandan başkası da fhni ol-
maz.
"Feni ile mevsuf o1maz ill6 hAl-i bekida
Bek6 ile mevsuf olınaz illA hil-i fenida
o halde bek6 hali. fenA halinden üstündür
Her ne kadar biribirlerine lüzumlu iseler de
Eğer bek6 istiyorsan f6ni ol
Fen6 alçak bir şeydir ki bekdyı doğurur"

Dördüncü Derecc: Tahkik (hakikati bilıne)


Şeyh hazletleri Fütühaftı diyorlar ki; "Tahkik makamı, şüphe kabul
etmez. Bu sıfatın sahibine muhakkik derler. Tahkik, her şeye l6zım ve vaeip
olanı bilınektir. o tiirlü ki o şeyin zAtı Hak'taıı onu ister. Ta ki Hak, bir kulun
gözü, kulağı olmayınca bu mirifet (bilgi) hasıl olmaz.
Yani mulrakkıkın şartı odur ki, Hak onrın gözü kulağı, eli ayağı olacak.
onu zabt edici bütün kuvyetleri olacak ve bu da, ona dahil olmaksızın ve
onunla birleşmeksizin olacak... Muhakhk olan kimse ancak Hak için ıasanuf
eyleyecek, Hak'ta Hak'la lasarruf edecek. Bu zikr olunan vasıflar ancak
Hakk'ın mahbubu olanda bulunur, Bir kimse Allah'a yakın olmadıkça, mah-
bub oImaz. Nafile ibadet olmadan insan AIlah'a yakın|aşmaz. Farzlırı
kemaliyle eda etmeden nafile ibadet ve hayır işleri sahih olmaz. Farzların da
MINHACU,L-FUKARA,NIN oZU l73

hukukunu yerine getirmeden bu farzlar da kimil olmaz. Bir kimsenin Cen6b-ı


Hak kulağı olursa, ona işittiği şeylerde şüphe dahil olmaz. Duyduğu sesin
hakiLaıini biIir. kimin|e işittiğini anlar. İşiııigi şey ne iktiza ediyorsa ona göre
hareket eder, kulağü asla hata etmez.

CenAb-ı Hak bir kimsenin gözü olursa o kimse kiminle gördüğünü ve


ne gördüğünü bilir, Nazarına şüphe dahil olmaz. Hislerine hata, aklına hayret
gelmez. Keza bütün hareketlerinde ve sükünetinde ne işlerse, şüphe ile işle-
mez. O kimse, Allah içindir ve Allah iledir. Bir kimsenin ki sıfatı budur,
imam. muhakhk o kimsedir.
Hazret-i Mevl6na buyuruyorlar:
"Arif o kimsedir ki ışık iIe beraberdir
kafi]enin rehberi ve önderidir
Bu rehberin kendi ışığı ona önderdir
Kendine t6bidir ama kendisi gidicidir
Eliniona vur. çünkü sen körsün
Ta ki o seni körlükten kurtardı
İmam, hddl ve mehdi odur, ey yolcu
Hem gizlidir, hem senin yanında oturmuştur"

Beşinci Derece: Telbis (libas giydirmek, kıyafete sokmak)


Telbis, libas giydırmeye derler. Şeyhler indinde tecelli eden (yani
Cen6b-ı Hak), kendisinde tecelli vXkr olan kimsenin kryafetine girip , tecelliye
mazhar olan kul, tecelli edenin (Cen6bı Hakk'm) sıfatlarıyla kıyafetlenir. İşte
telbis buna diyorlar,
Kur'in-ı azimü'ş-ş6n'da, Cen6b-ı Hakk'ın bir suretle libas giymesi ve
kulun Hakk'ın süfatlarüyla sıfatlanmas1 ink6r edilmedi. Telbis (libas giyme)
ayetlerle Ve hadislerle sabittir. Nitekim 6yeıi kefmede Habibi ve ashAb-ı ki-
ram hakkında şöyle buyuruldu:

;, \ı : -'"'.', v'r""|7 u' F ;


1 1
^))\'j9 J'.;',
1
erİ ;J Yani : Sen
atmadın ben attım, sen öldürmedin ben öldürdüm." Bu ayet hakkında Şeyh
hazretleri diyorlar: "Peygameber, Hakk'ın vücuduyla mevcuttur. Onun vücudu
Hak'hn ariyettir. Ve o hakiki atıcı olan Hak'la kaimdir."

l l7 Enfaı s0rcsi. ayet l7


114 AFiF 1,EK-tAŞ

Mesnevi:
"Sen atmadın ben attım, Ahmed oldu
Onun gözü, Hakk'ın gözii oldu
Yeryüzü onun nuruyla muammerdir
Neden semanın uzaklarına gideyim
iki söyı"-", iki bilme, ik j okuma
Kulu efendisinde mahv o|muş bil"
Ayeıi kerime: "Şüphe yok ki benim, senin Rabbin. Çıkar ayakkabı-
larını, kutlu vadidesin. TuValdasln. ll8 Ağaçtan, ateş suretiyle Hazret-i
Musa'ya tecelli eylemesi, keyfiyetsiz olarak o libasla libaslanması manaiına
geliyor. Nebattan ilihi tecelli oluyor da, insandan neden tecelli olmasın?
Beyit:
"Ağaçtan 'ene']-Hak' reva oluyıır da
İyi bahtlı insandan neden zuhur etmesın?"
Bi-husus bu hadis-i kudsi. insanda oIan zuhura delAlet eder:
,' . , , ., _"!. ,}| "ı s ,l.,-..6JJ\ ıra. j.J'] c^__.9 G
jJl .- - .:-JÇ "

Kendinden tamamen fini olan kimse. Hakk'ın sıfatlarıyla libaslanıp ve


Hakk'ın libasını giyip Cen6b-ı Hak da ona der ki: "Ey kulum! Kendi sıfatların-
dan çık! Seni gören beni gördü. Sana kast eden bana kastetti. Sana tAbi ıılan
bana t6bi oldu,"
Bu mertebede olan kimsenin kendini sevmesi, yalnızca Hakk'ı sevme-
sidir. O kimseyi dost tutmak, Hakk'ı dost tutmaktır. Bu iki dostluk arasında
hiç fark yoktur. Mevl6ni hazretleri buyurur ki:
"Bundan sonra dost tutarsan kendini tut
Bu Hak dostluğu olur, ey yiğit
Bu iki dostlukta fırk yoktur
Her iki taraf da güneşin ışığından ibarettir"

l l8 Taha süresı. ayeı l2


MlNH AcU,L_FUKA RA,N lN oztJ 175

Altıncr Derece: Vücut


S6lik, mecazl vücuttan kurtulduktan, beşeri sıfatlardan necat bulduktan
sonra il6hi sıfatlarla libaslanıp Hakk'ın vücuduyla mevcut olur, yani hakikat
mertebesine ulaşır. Şeyhler indinde vücut, bir şeyin hakikatine ulaşmaya der-
ler,
Bir şeyin hakikatine ulaşmak, o şeyin müşahedesi mertebelerinin en
yükseğidir. Kaş6ni hazretleri diyor ki: Süfi şeyhleri bu sözle şuna işaret ey-
lediler ki, Hakk'ın vücudunun görülmesinde kayd ve şan ve ikilik tamamen
yok olduğu yakitte bu müşahedenin tarifi ikilik mertebesinde bulunanlara ka-
tiyyen anlatülamaz. Zira bunun marifeti ayn-| vücuddur. Yani bunu bi]en,
vücudu anlar. Bu mertebe de " Ii nıevcade illalldh" merıebesidir. Kendisini
bilmez. Ancak kendi bilir ki "1l _ı.a'rife illalldh' demektir.
Vücut ismi üç m6ndya gelir:
l, Vücüd-ı ilm-i ledünni bi-kat'i ulOmi'ş-şevihid: Yani vücudun bu
mertebesi Allah indinde bilA-v6sıta hasıl olan ilmin vücududur ki deliIlerden
hasıl olan istidlali ilimleri kat eder, yani yok eder. Zira istidlile dayanan ilim,
müşahedeye dayanan ilimle ve ledün i|miyle bir araya gelmez. Şu sebepten ki
istidlali ilm, Alemden kaybolan şeyi delille bilmektir. Bu iIim, maluma perde-
dir. Ama keşf ilmi bunun aksinedir. Zira keşf ilmi, bir şeyi hakikatiyle bil-
mektir kı delile muhtaç değildir. Böyle olunca ledün ilmi istidlili olan ilmi kat
eder (yani keser, ortadan kaldırır).
2. Vücüdü'l_Hak munkati'an ani'l-işAre: Yani işaret kesilmiş olduğu
halde Hakk\n yücududur,
Zira hakikati rck olarak ayırdığın zaman işaret ondan anık kesilir.
3. Vücid-ı makam-ı izmihldl resmi'|-vücudu fihi bi'l-istiğrak fi'l-
eweliyye: Yani vücudunun aksi evvelde ve ezelde nasıl müstağrak idiyse, o is-
tiğrakla yok olduğu makamın vücududur ki bu mertebeye vücüd_ı mutlak
der|er. Resm-i vücuddan murad, mukayyet olan mevcutlardır ki haddizatında
akisten ve gösterişten ibarettir. Hddis olan şeyin aksinin, kadim nezdinde iti-
barı yoktur. F6nidir, yoktur. Bu mAndya bakanlar her şeyi hilik (yok olmaya
mahkum) görürler, Vücudu ancak vücüd-ı mutlak oIarak müşahede ederler.
,,.5- ^- Ş rJ: "lJı
;ıs , el-An kem6 kAn, hadis-i şerifinın m6nAsı budur.

Beyit: "O Allah güzelliğin oluşu idi ve cihandan nişan yok idi, e|-6n da
öyledir, biliyorum."
1,76 AFIF TEKTAŞ

SAlik o zamirn kAmil olıır ki daima vüc0d-ı mutlakı müşahede eder.


Başka bir vücudun onun rü'yet gözünde bir imk6nı ve itiban kalmaz. Grjl.§en-
i rd3 müellifi diyor ki:
"Arifin gönlü vücuda aşinadır
Vücüd-ı mullak orada görünür
Senin vticudun dikendir, süprüntüdür
Sen hepsini dışan at, pak ol

Çünkü sen aradan çıkınca o gelir


Sana sensiz kendi cemalini gösterir"

Yedinci Derece: Tecrit (ayırma)


Hazret-i Musa mukaddes vadide ateş 8örüp onu almaya teşebbüs edin-
ce CenAb-ı Hak dedı ki:

"Ya Musa ! Ben senin Rabbinim. Nalinini çıkar. " l 19 K6ş6ni hazreıleri
deı ki: Nalin çıkarmak hakiki ıecrittir, Hakiki tecrit, hakikat mertebesini iki
cihandan ayırınakt ır. " Hul'-ı ı?a'lin" tabil ettikIeri nalin çıkarmak, iki düıya-
dan mücerret olmak için din ve ahiret fikirlerinden gönül aynasını temizlemek
minAsınadır. Ta ki hakikat ağyar ve mAsivi nişan ve alamedelinden ayrılmış
olarak b6ki kala ve s6lik ağy6r zahmetlerjnden hariç olarak vahdet (birlik)
mahremiyetine tamamen girmiş ola.
Beyit; "Dostun hareminin harimi mahrem olmaz, ağyar düşüncesinden
mücenet olmadıkça"

Şeyhülisldm hazretleri diyor ki: Tecrit, hakikatin müşahesinde, s6ir


görülenleri görmekten tamamen vazgeçmektir." Hakikati, delilsız ve şahitsiz
müşahede eylemektir. Gerçi muayyen olan mevcudatrn her biri Hakk'ın
vücuduna bir şahittir, lnkin hakikatin ta kendisinin görülmesine bir ciherten
perdedir. Tecrit, bu teayyün etrniş olan mevcutlarü görmekten görüşünü kur-
tarıp hakıkati, teayyütlsüZ ye tekayyüdsüZ müşahede etmektil. Hatta:
"Şühüdumu tecrit ettim." demekten bile mücerret olmaknr.
Zaten tecridin de üçüncii derecesi, tecriti müşahede eylemekten bile
mücerret olmaktır. Zira silik mevcudattan nazarını aytrsa ye mutlak vahdeti
kendiliğinden bulsa, kendi vücüd-ı bakiyyesiyle müşahede kılmış olur. O

I l9 'Iiha sürcsı, ayeı l2


MINHAcU,L-FUKARA,NIN oZU 1,77

halde müceret olmaz ve hakikat nedir bilmez. Hakikatte mücerret odur ki, ev-
vela kendiliğinden mücerret olur. Sonra ağyar ve mAsiviyı terk eder, ta ki bir-
lik makamırıa ere ve tevhit nedir anlaya. Hazret-i Şems diyor ki:
"Bu yolda kişiye tecrit ve tefrid lhzımdır
Ta ki tevhit kapısı açıla
Ewela tecrit lazırn
Hak dünundan da tefrid lAzım"

Sekizinci Derece: Tefrid (Dünyadan ayrılıp yalnız Allah'la


meşgul olma)
Hadis-i şerif: "Seyr eyIeyin ey müminler! Allah yolunda tefrid sahipleri
herkesten öndedirler." "Bunlar kimdir ya Resullall6h ?" diye soruldukta bu-
yurdular ki: "Allah'ı çok zik eden erkekier ve kadınlardır."

Şeyhler lisanında müfenid, Allah'ı ağyar ve mAsiv6dan tefrid ve tevhit


eyleyen kimsediı. Başka bir m6ni ile, Cen6bı Hakk'ın 6lem halkından cezbe
ve muhabbetle ayırdığı ve pak krldığı kullardır. Tefridin ilk mertebesinde s6|ik,
Mevldsına olan iştiyakından dolayı niyetini, sürete ve m6n6ya ait her türlü
alAkadan masün kılar. NasıI ki, susamış insanın gönlü, sudan başka bir şey
istemezse, sdlikin de tek hedefi ve maksudu yalnızca Allah'tır. Muhabbeti de
misivAdan ve nefsani heyadan tamamen ayrılmıştır. Zira Cen2b-ı Hak:
ızo ı_'-
"2
!=li q S-S.hı [; ü
''Bir insana iki kalp vermedi ta ki onun
muhabbetinde 6şık tek gönüllü olsun ve başka şeyle alikası kalmasrn."
Nazm:
"Ey o ki senin krble-i vefandadır
Sana, özüne, neden postun perde oIdu
Gönül, bu özle post arasında olmak iyi değildir
Tek gönül götür ki bir dosta bir gönül iyidir"
Bu ilk mertebeden sonra şuna varmak l6zımdır ki Hakk'a kavuştuktan
sonra müşahedeyi de tefrid etmeli, yani visaline (kavuşmasına) f6ni o|up
Hak'la b6ki olrnalı. Bu kavuşmadan dolayı Hakk'ın müşahedesini gayr düşün_
cesinden tefrid etmeli ve bi-hodluk (vücudsuzluk) yoluna gitmelidir.

l20 Ahzab soresi. ayet 4.


l78 AFiF TEKTAŞ

Beyit:
"Kendinden geç, eğer Allah'ı istersen
Kendinden f6ni ol. bek6 istersen
Eğer sana vusIatın doğrusu lAzımsa
Mahv ol Allahu a'lem bi'l-yakin"

Dokuzuncu Derece: Cem' ve Cem'u'l-cem' Nedir?


Şeyhlerin lisanında "cem"'in aksi "fark"hr. Fark, halkla Hak'tan perde-
lenmeye derler. Cem', Hakk'ı halksız olaıak müşahede etmektir. Cem'u'l-
cem' ise, halkr Hak ile kdim bulmak demektir.
Nazım:
"Fark nedir? Aynı gayr zannetmektiI
Cem' ise gal ri yok bilmekıir
ınkir edenler ehl-i farktır
Ki o bu 6]emde Hak'tan bir nişan görmedi
Kim ki derse hiç gayr yoktur
Onun için mescit ve kilise birdir
Cem' sahibinde fark yoklur
Canı vahdet denizine daldı gini
Cem'u'|-cem haklı zahir görür
Kesret içinde dahi gönlü onunladır
Bu menebeye varan, k6mil olur

Çünkü o ve bu (keslet ve vahdet) ikisine de şamildir"


Cem', sAlikin fenA bulması (yok o|ması) mertebesidir, S6lik, vücuı
kaydından kunulmadıkça Hakk'ı, halkı görmeksizin müşahede edemez.
Cem'u'i-cem', sdlikin bek6billah ile sıfatlanmasıdır. Bütün mahl0kat ve
mevcud6tı Hak'la k6im bulmasıdır. Kesreti vahdette ve Vahdeti kesrette müşa-
hede kılmasıdır.

Bu makama sahv bade'l_mahv (mahvdan sonra dirilme), fark bade'l_


cem'(cem'den sonra fark), farkı s6ni (ikinci fark) ısimleri verilmiştir. Kimil
için yüksek bir makamdır, Zira her şeyi Hak'la hakikati üzere görür, her Hak
MiNHAcü,L-FUKAR-A,NIN öZü |79

sahibine hakkını verir. Vahdet görüşü onu kesreti 8örmekten Ye Süret hüküm-
lerinden alıkoymaz. Keza kesret görüşü ve s0ret hükümleri, onu vahdeti
müşahededen alıkoymaz.
Beyit:
"KAmil odur ki ayan gözüyle
Ne görürse onda Hakk'ı ayan görür
Hak candır, cümle Alem tendir
Bütün kainatta o güneş gibi par|aktır"

Onuncu Derece: Tevhit


Şeyhülisl6m hazretleri diyor ki: " et-Tevh?clü tenzihu ahi ani'l-har]esi"
Yani: Tevhit, Cen6b-ı Hakl<\ hadesten, yani sonra olandan tenzih etmektir.
Bütün akıllar, hekimler ve arifler hadesi kabul ederler ve ondan cendb-ı
Hakk'ı tenzih ederler. Ama Allah'ın arifleri asla hadesi kabul ve ispat etmezler.
Zira tevhit müşahedesi, buna m6nidir. Bunlar der|er ki, h6dis olmuş gibi
görünen kainat Ve teayyünat, Cenib-ı Hakk'ın muhtelif suretlerde biribirini
takip ederek ve değişik esmi ve sıf6tla zuhur krlmasından ibarettir.
Beyit:
"K6inat süretinde görünen yardir
Bu cihan nakşında yokluk göründü
ikilik hayali şaştlüğın alametidir
Mevc0datta ondan gayri bir şer yoktur"
Arifler indinde hudOs (yani zuhur, v6ki olma), Hakk'ın muhtelif ayna-
larda görünmesinden ibarettiI. Bundan dolayı arifler hades kabul etmezler.
Ama ikılların aklı tevhidin bu mertebesine ermez. Gayri görmekten ve Hakk'ı
ondan tenzih etmekten kurtulamaz. Bu itibarla muhakkıklar indinde tevhidin
üç mertebesi Vardür:

l. Avamın tevhidi: Şahit ve delil yoluyla sahih olur. Onlar k6inanan onu
yaradana, yapılandan yapana, masnü'dan s6ni'a, istıdldl yoluyla varırlar. Bu
nev deliIler iIe Hakk'ın vücudunun ispatına çalışırlar. Şeyhler bu nevi tevhide
tevhid-i im6ni veya tevhid-i ilmi dahi derler, zahirden, delillerden ve eserlerden
istifade ettiği için. Taklit ve delil yoluyla sabit olduğu için. Bu tevhidin sahip-
l80 AFiF TEKTAŞ

leri ancak zahiri şirkten kurtulurlar ve rütbe-i islAma varırlar. Kanlan dökül-
mez, oğulları esir olmaz.
2. Havasrn tevhidi: Hakikatlerle sabit olur. Bu hakikatler zahiri sebep-
lerin her birini ortadan kaldırır (16 müessira il]allah). Her şeyde veren, miini
olan, zarar veren, fayda veren olarak ancak Hakk\ görür. Gayr görmeden kur-
tulur. İmam Gazdli hazretleri diyor ki: "Havasın tevhidini ekser mütekellimin
(yani ilm-i kelAma vakrf kimseler) anlamaz. Anlasalar dahi onunla sıfatlana-
mazlar. Havasın tevhidi öyledir ki her şeyin cümlesini Allah'tan görürler. Bu
görüş, sebepleri, vasrtaları ortadan kaldırır. Bunlar hayrı ve şerri görmezler.
Ancak Hakk'tan görürler. Bu yüksek bir mertebedir. Neticesi, semeresi de
tevekküldür. Halktan şikAyet kalmaz, onlara gazap ortadan kalkar. Zira bu
tevhit ehli, halkın teSirini ve tasarrufunu görmezler. Her kimden ise Hüdi'nın
hükmünden gayn bilmezler ve onun hükmünde de teslim ve razı olurlar. Bu
hal, tevhidin semeresidir.
Hazret-i EbObekir hastaydü, dediler ki: "Sana bir tabib getirelim mi?"
Buyurdu ki: "Tabib beni hasta etti." "Tabib sana ne dedi?" diye sordular,
Buyurdu ki: "Ben dilediğimi yapaıım." dedi.
Bu mertebeye şeyhlel, tevhld-i hAli diyorlar. Bu tevhit, sahibinın ayrıl-
maz bir sıfatı olduğu için ve vücut duygusu, bu tevhitte mahv ve fenA bulduğu
için bu ismi veriyorlar.
Beyit:
"kadim vasıflar tecelli edince
Hidis vasıflar kilimleri yakar"
Bu mertebede tevhit sahibi, şirk-i hafiden (gizli şirkten) kunulur ve zat
ve sıf6t denizine dalar. Gaynlık düşüncesi ortadan kalkar. Tevhit sahipliğini
bile Hakkln sıfatı olarak görür; bu görmeyi bile Hak'tan bilir.
Beyit:
"Bu teayyün, dostun yüzüne perde oldu
Zira teayyün kallanca yalnız o kaldı
O ki sen onu gece gündüz aramaktasrn
O da senin senliğinde gizli
Gönlün şundan bundan s6fi olunca
Biz ve ben perdesi senden kalkar
MINHAcU,L-FUKARA,N lN ozu l8l
Yüksek ve alçak s0reti yok olur
Her şeyin nakşında Hak ayan olarak görünür"
3. Havasü'l-havasın tevhidi: Buna şeyhIerimiz tevhid-i i16hi diyorlar.
Cenhb-ı Hakk\n tamarnıyla teklik, birlik vasfiyIa vasıflandığ tevhittir. Nitekim
ezelde: " Kane ahu ve lemyükün ma'ahu şey'ün" fehvasınca tek idi vAhid idi.
"el-an kema kEn" el-An da öyledir. Her şey aslında el-An hiliktir (yoktur).
Sonra, helAk diye bir şey de yoktur. Vahdetin müşahedesinin yarına bırakıl-
ması da bir perde ifade ediyor. Yoksa basiret sahipleri ve sır sahipleri, zaman
ve mekanün tazyikinden, gizli ve dşikare kaydından da kurtuImuşlardlr. "onlar
mutlaka yakın görürler, uzak görmezler." sözü bunu ifade ediyor.
Beyit:
"Gönül TOr'unda biz Musa gibiyiz
Allah'ın tecellisinde kendimizi kaybettik
Orada Allah bize cemalini gösterdi
Gösterdi ki ahirette vaat olunan şeyi biz gönlümüzde gördük
Ne görürsen sOrette gör
Gör, eğer dm6 değilsen"

ŞeyhülislXm hazretleri diyor ki:


"Tevhidin üçüncü mertebesi öyle bir tevhid-i il6hidir ki Cen6b-ı Hak
onu kendi zaüna tahsis kı|dı. Gayr mertebesinde olanın bu menebeden nasibi
yoktuı, Zira bu tevhit cemian halkın fen6sı ve yalnız Hakk'ın bekdsıyla sabit
olur. Cen6bı Hak bu tevhitten bir yaprağı, fenifillaha vardrkları vakitte, safyet
sahibi kimselerin esıinna il6ve etti. Ve onlan bu tevhidin esrAnnı açığa urmak-
tan men eyledi, aciz kı|dı. Bunu tarif ve tavsif eylemekten dilsız etti. Zira bu
mertebede işaretler, sözler mahv olur, yok olur. Bu makamdan söylemek,
söylememektir. Tevhit eylemek, susmaktür."

Şeyh hazretleri diyorlar ki: "Tevhit hakikatte zahiren susmak, b6nnen


anlamak zevkine varmaktır. Söz yoktur. Sükut yokluğun sıfatıdır."
Beyit:
"Ey birader elini sözden çek
Ki Atlah ledün ilmini sana peyda eylesin

Söz buraya geldi, dil kapandı


|82 AFİF TEKTAŞ

Hakikat buraya geldi, kalem kınldı


Dudaklannı bağla...
Lisanına kolayl < da olsa, sükut er"
-Temme bi-avnillAhi ve fazlihi-
MlNHACU,L-FUKARA,NIN ozU l83

C\;_,}
l
)
.,'" fr
a7" n,,n'o , }.ı
'))', ).pni,;.'.ı ,
/,, ,.;,| *j;ıı i,ı_.

--i": , .;i)|/\ " i-li,l ..j;;-.,"r2,


"r2 >)ıüıu€ _,
. -[, a,- -,,^l,' ,İ-
|, c-" "i»:, ,)* ı)s' , .t'y,:' --ı)'g'
,r/', ı ,s'ı,' |\,,ı9y--/) ,,jJ n- v <lı2 ";,ıi .,)ljA,!/
. !ı-v ılı1 , ti., ı;." Ji-o
" -i,,!s
, Jl r
": ,*'.!ı; ".r;'
t.\ }süt--.:- t ,-_ ,*::::
-f*' trY ı "ı , ,1"")ıL ",_w'
} , ;;- " ,}ı. " ,):,r,,:. ;_r: _ ı
;Ş;.rrr'-; -E -,
a',s " L .;- {:,) l; Ç;' .;"-ı'rı,) "|.İ.d " i-İ, -,s^ - v
Ç,,'_^,$ 1Jz.6ol _*i1.. ,J;ç,a/- 2.ı -_ .\" ,
ııı"i,.,l | .,:, ?, *,,,i,r,i
;,t .,;: >{, ":i*:r;,

;,,,(,, .","-' ), .,,, ), q', /,j) J: ?o .,),/,.,,, L


ry' w;/ J', r, 6ü:}' r.

, ı, }, rr,,j,"'." J* ",ı rF"-, ;;/J,,r, ""r-'L; );i-.
'| ,,, "ıı'İ
,.: ,"o,
is.ıı "}!,".la;;5" ,.tsı |»" "'!- , .',)ı:.-'-, , aL.^u ;,
.. ,^;"i_, ,p _ ,r" !' li "_! y,

Afıf Tektaşln el yazısı ile yazılmış defterden örnek sayfa


t84 AFiF TI]KTAŞ

. ,/--! ı,+ı| \: |.,.,-J;\:; !_,_ı' i.,ı


,,l,ı,
_,,

.s|_ı ı.| -',,,


")u".},,,,,;,.u |, ,,"r.,;;) 7 ı,ı 1,s, - .

_u. ,f ,*l ,ju,l, ı, ;,ı,, ;ı'..,,;,,,l',

,,', ı)'ı) ,ı,j, ,J/i ,-",.\,];, ,Ç;, ıı; , :," i,." ||)/ J ,,, ,,;':;
,,),
"./)--"

.n2" ş'.7 ;,,.," ;,",,,\ 6İ,


1

,4 ,|y,: r,")ş "::,;-:;.-, -'. .'*,( ., ,!, |,l:,

,,"1 ıLi f,,?,;; . r"ı, /,i i,u, J,( ,»y'} ,a, ,rw ül' ül)ı
'*.

",

Afif Tektaş'ın el yazısı ile yazılmış defterden ömek sayfa


EREN Yayrncılrk
Basılmış Kitaplar Listesi

Tarih Dizisi

osmanll impaGtorluğu. Toplum ve Ekonomi. osmanll Döneminde Kuzey lrak


Halil .lnalclk (1831-1914)
sinan l\4arıJf
osmanll imparatorluğu'nun sosyaı ve
Ekonomik Taİihi. (,l«XFl914). ciıt l Bertrandon de la 8.oquiere'in
Halil inalclk, Denizaşln seyahati
Çeviren. Halil Berktay Giriş: semavi Eyice_ Ed. charles schete.
ortaç€ğ Franslzcaslndan ıürtçeye çevlren
llhan Arda
osmanll'da Devlet Hukuk Adalet.
Halil inalclk
osmanll oeVlet Anlaylşl
Yusuf oğuzoğlu
Tanzimat ve Bulgar Mesdۤi
(Dd<tqa Teihin fl- y l.
Halil inalcük. Eski Türklerde Yaz, Kağİt Kitap w Kağlt
Damgalan.
Balkanlaa. Araştlrma ve Makalele. ŞinasiTekln.
istanbul 1993.
Ed Halil lnalcük Hicaz Demiryolu
Ufuk Gülsoy.
Tanzimat ve sosyal Direnişler : Niş isyanl
uzerine AyrlntllI Bir lnceleme (1841). Rumeli Demiryollarl
Ahmet Uzun Vahdettin En9in.

Tarızimat Dönemi osmanh Merkez Te§kilatnda osmanll Devletinde Kardeş Katli


Reform (1 8iıG1 856}. Mehmet Akman
Al Akylldlz,
Türk D§ Poıitikası inceleürıele.i için Klavız
sadrazam Aıi Paşa Hayatl, zamanl Ve ( 91s199c).
siyasi lsmail soysal
Fuat Andlç-Süphan Andüç
Akdeniz ve Akdeniz Dünyas|. 'l. cilt.
&nm savaşı, Ali Pa§a ve Paris Femand Braudel, ÇeV. Mehmet Ali Klhçbay, 1

Antlaşmas|. Hamur.
Fuat Andlç - süphan Andlç
Akdeni2 ve Akdeniz Dünyas|. 2. cilt.
Anadolu lslahat ve Ahmet Şakir Paşa Fernand BraudeI, Çev M. A Klhçbay, 1

(1838-1899). Hamur,
Ali ıGraca,
Akdeniz ve Akdeniz Diinyasl. 2. cilt
Manisa Ydn dileri: Fernand Blaudel, Çev. M, A. Klhçbay
Bir Gayrimüslim Topluluğun sos}İJl ve
EkonomikTarihi [.t cfine Bir Deneme, osmanll impaatoduğu'nda AşiEd€rin iskanl.
Feddun Emecen Cengiz orhonlu, istanbul
Ant€p Harbi. The seismicityof Turkey and adiacent
M Birol Güngör areas. A hastorical review, 150G18{x).
N. N, Ambraseys & c, F. Finkel.
o§manll imparatorluğu'nda t>rtend Te§kalat.
cenglz orhonlu, l hamur. stories of ottoman Men and women :

establishin9 status, establishing control.


osmanl| Imparatorluğu'nda Derbend T€kilat. sıJraiya Faroqhi
cengiz orhonl0. lll. hamur,
Reform within İslam. The Taidid and
osrnanl imparatorluğu'nda Yaya-lü4üselle.n- Jadid MoVement among the Kazan
Tayq T€şkiıat. Tatars (1850-1917): concilaataon or
Halime Doğru. conflict?
Ahmet kanlldere
Eyyübl Efendi Kanunnamesi.
Abdülkadir ozcan The Egyptian ouestion, 1831-1841: the
expansionisı policy of Mehmet All Pasha
of Egypt, an syİia and Anatolla, and the
oğuz'dan selçuklu'ya (Boy, Konat ve reaction o' the ottoman Goveınment.
Devlet). Muhammed H. Kutluoğlu.
sencer Divitçloğlu,
Balkans: a mirro. of the new intemational
osmanll Beyliğinin Kuruluşu.
order.
sencer DiVitçioğlu.
Edited by Günay Göksu Özdogan-
Kemali saybaşlll,
Tü.k Bilim ve Matbaaclllk Ta.ihinde
Mühendishane, Mühendishane Matbaasl Ye
Redefining the Nation stale and cltlzen.
Kütiiphanesi.
Ed. by Günay Göksu Özdoğan-Gül Tokay
Kemal Beydilli.

Land an der Grenze. osmanische


19. Yüzyll osmanll Tanml uzerine
Verwaltung im heutigen ıii.kisch-syİisch-
Araştlrmalar.
irakischeİ! GrerEgebiet im 16. Jahrhundcİt
Teüik Güran
Nejat Göyünç- Wolf-Dieter Hütteroth,

osmanh Finans sisbminde Dönüm Noktasl:


La E|Ğcouverte de la caPPadoc€.
Kağ( Para ve sosyo-Ekonomik Etkileri.
AU dix-neuviğme siĞcle.
AliAkylldlz.
l. Anagnostakls-EVangelia Balta

osmanll Panaylrlan. (18.19. Yiizytl).


ömer Şen. osmanll Devleti'nde ceza Yargllamas|
I\,,t6hmet Akman

Biiyülo Divan, 18. Yairyll Fransa'slnda Türkler


Hatlrat Dizisi
Türİ Düny6l.
H. Desmetc.egoire. ÇeV. M. A K|llçbay
Aİalıirk ıre Piğğo caİıoııica, Eserl€.i !€ TüİldF
Essays in onoman History seyahahaİn€si ile Aİatiirtde Dai. Hatralan.
Halil lnalclk semavi Eyice.

Fiftgenth century ottoman Realities : Kaşgar ve Ötesi, Gezi Notlan, Anlıarvg


christlan Peasant Life on the Aegean oüşünceler.
Island ol Limnos. ciltli Muzatfer Maden.
Heath Lowry
usküda/dan Çlktlm Yola : Hattralaİ
Fifteenth century ottoman Reallties : Fuat Andlç
chrlstlan Peasant Life on the Aegean
lsland o' Llmnos. Kadon kapaklü
Heath Lowry
sanat Dizisi one Thousand Y€a.s oİ Turkish carpets.
oktay Aslanapa
Çev, William A. Edmords,

Kilim, cicim, zli, sumak Turklsh Flatweaves.


17-19. y. Konya Kapodokya Hallları. (TiEM
Belkls Balpınar-Acar. (ingilizce).
ve Gülgönen Koleksiyonlafl). Ayan
Gülgönen
Kilİms: Museum of Tllrkish and hlamic Art
Nazan Ölçer, Çeviren: william A. Edmonds
Türk Hall sanatnln Bin YdI
oktay Aslanapa.
Kilims: Musğ]m fiilTürkisdE und lshmisctıe
Kunst
Kilim, cbim, zli, sunıak - Tü.k Eİiz ooloJnıa Nazan Ölçel. Çev. lngrid iren.
Yrygllan. Belkls Balplnar-Acal

Kilimle.: Tü* ve islam Esedeİi Miiz€si.


Nazan Öçer.
lstanbul Yaylnlan Dazisi
Türk 'Hayatlü' Evi. Doğan Kuban

Bir Kent Tarihi : Kastamonu


Kemal K,rtgün Eyüpgiller isanbuı'un Tarihsel Topograrya$ ve Eski
Eseflefi (16. Yüzyll).
Türk Musikisi Gütteıeİ Aİıtoıoilsi. cift 1-1l
Pielle Gilles. Latinc€ asllndan çeviren]
Erendiz ÖzbayoğlU.
Etem Ruhi Üngöl,

Türkiye'de Avr§furyall sanat Tarihçilefi ve


istanbul B€az (,t6. Yiiry|l).
Piere G les. Latince Asllndan Çevi.en
sanatkirlar.
Erendiz Özbayoğlu.
oktay Aslanapa.
istanbul Tarahi: XV|l. Asl.da istanbul.
Anadolu selçuklu Mimarisinde Yazlnln
E, Ç. Kömürciyan, Çev., H,D, Andreasyan,
Dekorati' Eleman olarak KıJllanlllşl.
Metin Şahinoğlu ingilizce-Türkçe, Yeni notlarla ekler, K. Pamukciyan,

süle}İnaniye camii. Boğaziçi sayfiyeleİi (18. Yiizyll)


Tanju cantay, G. V incicyan
Yayüna Hazlrlayan: orhan Duru.

The Tu.kish 'Hayat' House


Doğan Kuban, 18. Yüzyllln sonunda istanbul'un Tasviri.
Cosimo comidas De carbognano, italyanca
ve Latince'den çeviren. Erendiz ÖzbayoğlU.
James Robertson: ploneer o' Photography in
the otbman EmFıire-
Bahattin Öztuncay xvt. rre Xv|l. YajEylba Lüanfufda Güİdelik
tlaıat
Robert Mant.an, Çev, Mehmet Ali K|hçbay
Konya cappadocia carPets, i.om the 17th
to 1gth centuries.
Ayan Gülgönen istanbul Florasl Araştlrmalarl
Turhan Baytop
Kilim, cicim. zli, sumak Türkiscfie
Flachger.,ebe. Boğaziçi ve istanbul. (19 Yüzyllsonu)
Belkıs Balplnar.Acar. (Almanca), Ph- A. Dethier. Çeviren: Ümiı Önürk.
Edebiyat Dizisi Dini Yayınlar Dizisa
Türk Edebiyatlnda italya: ita|ya ile ilgili
Yaz|lar Edebiyat Eserleri ve Gezi Kitaplarl Kl/anl Kerim \re Tüİkçe Açlkjama§l
uzerinde Bir oeneme.
ÇeV. osman Keskioğlu
oğuz Karakartal
Kuranl Keni.n ve Tü,kç4 Anlaml.
Türk Kültüründe italyantar I siyaset, Kültür ismail Hakkl izmirli, Şamua kağlt
ılişkilerive Türk Edebiyat|nda ltalyan lmajl
Uzerinde Bir lnceleme.
Kuranr Kefim ve TürkçeAnlaml.
oğuz Karakartal
lsmail Hakkl izmirti, l. Hamur kağlt,

Akabi Hikyayesi. ilk Türkçe Roman. (1851).


Mevlana'nln lşlğlnda Ramazan sohbetleri
Vartan Paşa.
Afif Tektaş
Hazürlayan: Andreas Tietze.

E§ war dnmal, es !ra. keinmal. Türkische


volksmarchen.
Barbara Pflegerl. Armağan ve Biyografi Dizisi

Emri oivanı.
M A. Yekta saraç
A süheyl Ünver. Hayab, Şahsiyeti ve Esefle.l.
1E9&1986.
Ahlned Güner sayar,
sözlük Dizisi
A sühey Ünver. Hayatl, Şahsiyeü ve
Eserleri. 1898-,| 986. c ltli.
Ahmed Güner sayar.
3. Yüzyldan GünihnüE Kadar Şii de Ye Halk
,l

Dilinde Atastİleri ve t eyimler. '|-2 cilt Bi.,iktisatçlnln Entel16ktüel Portresi : sabri


E. Kemal Eyüb€lu. F. ulgener
Ahmed Güner Sayar
Amanca - Türkçe Teknlk sözlük :
Technisches wörterbuch Deutsch - Prof. Doğan Kuban'a Armağan.
Türkisch Haz. zeynep Ahunbay V.d.
1. Auflage unte. Berücksichtigung de.
Neuen Rechtschreibung.
Ihsan Kanisübaşl

Çifte Dilli Bir Baklş.


Ayşe Ezel Kural Shaw
ffirffiffiffi
ffiffiffifffiffi
h
ffi
ffiffiffiffi
\

{b

\ffiffiffiffiffi
ffiffiffiffi
ıl

ffiffiffi
ffiffiffirffiffi e4
ffi

You might also like