You are on page 1of 177

/

[Type text] [Type text] [Type text]


2
Dr. Ali Nazmi Çora

1947 Yılında İstanbul’da doğdu. Sırası ile Moda İlkokulu, Selimiye Askeri
Ortaokulu, Kuleli Askeri Lisesi ve Kara Harp Okulunda eğitim gördü.
1967 Yılında Muhabere Teğmen olarak Türk Silahlı Kuvvetlerine katıldı.
Çeşitli Birliklerde Görev yaptı.

Daha sonraki yıllarda Kara Harp Akademisini, Milli Güvenlik ve Silahlı


Kuvvetler Akademisini bitirdi ve TSK’lerinin muhtelif karargahlarında
Kurmay Subay olarak çalıştı.

Pakistan Command and Staff Kolejini tamamladı. Pakistan Beluchistan


Üniversitesinde harp sanatı konusunda Master yaptı, ABD Maryland
Üniversitesinde bilgisayar eğitimini aldı ve Almanya’da NATO kursları
gördü.

TSK’leri Harp Akademilerinde uzun süre öğretim üyeliği yaptı ve yüzlerce


kurmay subayın yetişmesine katkıda bulundu.

Türk Silahlı Kuvvetlerinden kendi isteği üzerine ayrıldıktan sonra


Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsünde Doktora
eğitimini tamamladı ve 2000 senesinde Doktor Ünvanını kazandı.

3
Bir Şirketler Grubu’nun Yönetim Kurulu Başkanlığını Sürdürürken, Fahri
olarak Genelkurmay ATESE Başkanlığı Türk Askeri Tarih Komisyonu
(TATK) Kurulu üyeliği, Stratejik Araştırmalar Merkezinde (SAREM)
Milli Güvenlik Dış Uzmanlığı çalışmalarına katıldı.

2000 senesinde ABD’lerine yerleşen ve ABD’de Tarih, Uluslararası


ilişkiler ve Strateji “History and International Relations and Strategy”
konularında iki doktora onayı alan Dr. Ali Nazmi Çora’nın Amerikan
Üniversitelerinde faydalanılması amacıyla ingilizce araştırma kitapları da
yayımlandı. Kitapları “Kindle” sisteminde de bulunmakta olup internetten
indirilebilinmektedir.

Aşağıdaki kitapları yayımlandı;

İngilizce Araştırma Kitapları;

“Atatürk Faunder Father of the Modern Turkey”, 2019, Atayurt Yayınevi


“Atatürk The lider of the Century and Atatürk’s Thought System” 2019,
KDP Amazon.com
“Atatürk and Turkism, Turkish Idealism” 2019, KDP Amazon.com
“Economic Growth And Poverty Reduction”, 2018, KDP Amazon.com
“Hydrogen Fuel of the Future”, 2017, KDP Amazon.com
“Globalization and Regional Economic Integration”, 2017, KDP
Amazon.com
“Global Governance and Globalization”, 2016, KDP Amazon.com
“The Global Economic Crises” 2016, KDP Amazon.com
“Armenian Genocide a Big Lie”, 2015, KDP Amazon.com
“ISIS The Most Dangerous terrorist group” 2015, KDP Amazon.com
“Grand Turkey”, 2013, KDP Amazon.com
“Development Among Turkey, NATO. European Union (EU) and
European Security”, 2013, KDP Amazon.com
“Patton vs Rommel”, 2013, KDP Amazon.com

Türkçe Araştırma Kitapları:

“Atatürk Ülkücülüğü ve Türkçülük”, (2019), Atayurt, Ankara


“Atatürk, Atatürkçü Düşünce Sistemi”, (2019), Atayurt, Ankara

4
“28 Şubat Davası” 2018, KDP Amazon com
“Atatürk, Türk Tarih tezi ve Kayıp Kıta MU” 2018, KDP Amazon com
“Dağlık Karabağ Sorunu” 2018, KDP Amazon com
“Türkiye’nin Stratejik Önemi” 2019, KDP Amazon com
“Terör, Trörizm ve Ayrılıkçı Kürt Sorunu” 2018, KDP Amazon com
“Ermeni Mezalimi ve Ömer Necati Gören tarafından anlatılanlar”, 2015,
KDP Amazon com
“Kürtler Türk’müdür?, 2015, KDP Amazon com
“Ayrılıkçı Kürt Sorunu”, 2015, KDP Amazon com
TAVİSTOCK, Dünyayı Yöneten Örgüt”, KDP 2015, Amazon com
“ÖRTÜLÜ SAVAŞ”, 2015, Amazon com
“Sessiz Savaş ABD ve AVRUPA Sivil Toplum Örgütlerini (NGO)
Kullanarak Bağımsız Ülkeleri Nasıl Yönetiyor”, 2015, KDP Amazon com
“Evrende Yaşam” 2015, KDP Amazon com
“Uzay ve zaman” 2015, KDP Amazon com
“UFO ve Zaman Yolculuğu Teknolojisi-Time Travel Technology”, 2015,
KDP Amazon com
“Geleceğin Dünyası”, 2014, KDP Amazon com
“Türk Birleşik Devletleri, Türk Birliği”, 2014, KDP Amazon com
“Türkçülüğün Esasları”, 2014, KDP Amazon com
“Tarih Türklerle Başlar”, 2014, KDP Amazon com
“Atatürkçü Düşünce Sistemi, Uygarlık İdeolojisi”,2014,KDP Amazon com
“Atatürk ve Din, ”, 2014, KDP Amazon com
“AGARTA”, 2014, KDP Amazon com
“İnsandan Evrene”, 2014, KDP Amazon.com
“Çekiç Güç, Tarihimizdeki Kara Leke”, 2014, KDP Amazon com
“Atatürkçü Düşünce Sistemi, Uygarlık İdeolojisi”2014, KDP Amazon com
“Atatürk’ün Fikirleri ve Düşünceleri”, 2013, KDP Amazon com
“Çekiç Güç, Operation Provide Comfort,Huzur harekatı, Düzeltilmiş ikinci
baskı”, 2013, KDP Amazon com
“Ne Çektinbe Abi Şu E maillerinden-5”, 2013, KDP Amazon com
“Ne Çektinbe Abi Şu E maillerinden-4”, 2013, KDP Amazon com
“Ne Çektinbe Abi Şu E maillerinden-3”, 2013, KDP Amazon com
“Ne Çektinbe Abi Şu E maillerinden-2”, 2013, KDP Amazon com
“Ne Çektinbe Abi Şu E maillerinden-1”, 2013, KDP Amazon com
“Azınlık Faaliyetleri”, 2013, KDP Amazon com
“Türkiye’nin Stratejik Önemi”, 2013, KDP Amazon com

5
“ABD’nin Milli Menfaatleri, Stratejisi ve Kuvvet yapısı”, 2013, KDP
Amazon com
“Nağme-I İştiyak”, 2013, KDP Amazon com
“Türkiye, NATO, Avrupa Birliği (AB), Avrupa Güvenlik ve Savunma
Politikasındaki (AGSP) Gelişmeler” (Tez), 2013, KDP Amazon com
“İstiklal harbi Sırasında Atatürk’ün Nutkuna ve Diğer Resmi Belgelere
Göre Azınlıkların Faaliyetleri, Bunlara Karşı alınan Tedbirler”, 2013, KDP
Amazon com
“Yalan Ermeni Soykırımı İddiası”, 2013, KDP Amazon com
“Yalan Ermeni Soykırımı İddiasının Bugünkü Durumu”, 2013, KDP
Amazon com
“Sözde Ermeni Soykırımı İddiası”, 2013, KDP Amazon com
“Sözde Ermeni Soykırımı İddiasının Bugünkü Durumu”, 2013, KDP
Amazon com
“İçimizdeki şeytanlar”, 2008, Toplumsal Dönüşüm
“Uluslararası terorizm ve failleri”, 2008, Toplumsal Dönüşüm
“Çekiç Güç’ün Kürdistan Tuzağı”, 2008, Toplumsal Dönüşüm
“Çekiç Güç’ün Gizli Günlüğü”, 2008, Toplumsal Dönüşüm
“Tarihimizde Kara Leke Çekiç Güç”, 2008, Toplumsal Dönüşüm
“Türk Komutanın İzlenimleri ile Çekiç Güç”, 2008, Toplumsal Dönüşüm
“İrtica ve Terör”, 2008, Toplumsal Dönüşümı
“Kürt Sorununun Geleceği”, 2004, Q Matris
“Birleşik Türk Devletleri”, 2004, Q Matris
“Türkiyenin geleceği”, 2004, Q Matris
“Cybervision-Büyük Türkiye”, 2000, İrfan

Kadim Seri Kitapları

İngilizce;

Esoterica”, 2014, KDP Amazon.com


“Re-Youth”, 2014, KDP Amazon.com
“Rejuvenate” 2013, KDP Amazon.com

Türkçe;

“İnsanları Anlamak”, Kadim Seri No:3, 2017, KDP Amazon.com

6
“Yaşamından Zevk al”, Kadim Seri No:2, 2017, KDP Amazon.com
“Düşüncenin Gücü”, Kadim Seri No:1, 2017, KDP Amazon.com
“Bedenini sev”, 2015, KDP Amazon.com
“Mutlu Bir hayat İçin”, 2013, KDP Amazon com
“Düşüncenin Gücü”, 2013, KDP Amazon com
“Hayat basittir”, 2013, KDP Amazon com
“Yeniden Gençlik”, 2013, Amazon com

Şiir Kitabı;

“Ben Seni Sevdim”, 2018, KDP Amazon.com


“Aşkıma Şiirler”,2015, KDP Amazon.com

Harp Akademileri Kurmay Subayların Eğitiminde Kullanılan


Kitaplar;

“Grup Çalışma tekniği” 1986, Harp Akademileri yayınları


“Yönetim” 1986, Harp Akademileri yayınları
“Askeri Mesele Çözme Teknikleri, Durum Muhakemesi, karargah Etüdü ”
1986, Harp Akademileri yayınları
“Karargah Etüdü” 1986, Harp Akademileri yayınları
“İkinci Dünya Harbinin Unutulmayan İsimleri Patton ve Rommel” 1984,
Harp Akademileri yayınları

7
Bu kitabı beni sevgiyle besleyen, koruyan ve beni her zaman destekleyen
biricik eşim Nedret Çora’ya ithaf ediyorum

8
28 ŞUBAT
DAVASI

9
Dr. Ali Nazmi CORA
Dr. Ali Nazmi Çora

1947 Yılında İstanbul’da doğdu. Sırası ile Moda İlkokulu, Selimiye Askeri
Ortaokulu, Kuleli Askeri Lisesi ve Kara Harp Okulunda eğitim gördü. 1967
Yılında Muhabere Teğmen olarak Türk Silahlı Kuvvetlerine katıldı. Çeşitli
Birliklerde Görev yaptı. Daha sonraki yıllarda Kara Harp Akademisini,
Milli Güvenlik ve Silahlı Kuvvetler Akademisini bitirdi ve TSK’lerinin
muhtelif karargahlarında Kurmay Subay olarak çalıştı.

Pakistan Command and Staff Kolejini tamamladı. Pakistan Beluchistan


Üniversitesinde harp sanatı konusunda Master yaptı, ABD Maryland
Üniversitesinde bilgisayar eğitimini aldı ve Almanya’da NATO kursları
gördü.

TSK’leri Harp Akademilerinde uzun süre öğretim üyeliği yaptı ve yüzlerce


kurmay subayın yetişmesine katkıda bulundu.

Türk Silahlı Kuvvetlerinden kendi isteği üzerine ayrıldıktan sonra


Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsünde Doktora
eğitimini tamamladı ve 2000 senesinde Doktor Ünvanını kazandı.

Bir Şirketler Grubu’nun Yönetim Kurulu Başkanlığını Sürdürürken, Fahri


olarak Genelkurmay ATESE Başkanlığı Türk Askeri Tarih Komisyonu
(TATK) Kurulu üyeliği, Stratejik Araştırmalar Merkezinde (SAREM) Milli
Güvenlik Dış Uzmanlığı çalışmalarına katıldı.

2000 senesinde ABD’lerine yerleşen ve ABD’de “International Relations ve


Strategy” konularında doktora onayı alan Dr. Ali Nazmi Çora’nın
Amerikan Üniversitelerinde faydalanılması amacıyla İngilizce araştırma
kitapları yayımlandı. Kitapları “Kindle” sisteminde de bulunmakta olup
internetten indirilebilinmektedir.

Aşağıdaki kitapları yayımlandı;

İngilizce Araştırma Kitapları;

10
“Hydrogen Fuel of the Future”, 2017, Amazon.com
“Globalization and Regional Economic Integration”, 2017, Amazon.com
“Global Governance and Globalization”, 2016, Amazon.com
“The Global Economic Crises” 2016, Amazon.com
“Armenian Genocide a Big Lie”, 2015, Amazon.com
“ISIS The Most Dangerous terrorist group” 2015, Amazon.com
“Grand Turkey”, 2013, Amazon.com
“Development Among Turkey, NATO. European Union (EU) and
European Security”, 2013, Amazon.com
“Patton vs Rommel”, 2013, Amazon.com

Türkçe Araştırma Kitapları:

“28 Şubat Davası” ” 2018 Amazon com


“Dağlık Karabağ Sorunu” 2018 Amazon com
“Terör, Terörizm ve Ayrılıkçı Kürt Sorunu” 2018 Amazon com
“Ermeni Mezalimi ve Ömer Necati Gören tarafından anlatılanlar”, 2015,
Amazon com
“Kürtler Türk’müdür?, 2015, Amazon com
“Ayrılıkçı Kürt Sorunu”, 2015, Amazon com
TAVİSTOCK, Dünyayı Yöneten Örgüt”, 2015, Amazon com
“ÖRTÜLÜ SAVAŞ”, 2015, Amazon com
“Sessiz Savaş ABD ve AVRUPA Sivil Toplum Örgütlerini (NGO)
Kullanarak Bağımsız Ülkeleri Nasıl Yönetiyor”, 2015, Amazon com
“Evrende Yaşam” 2015, Amazon com
“Uzay ve zaman” 2015, Amazon com
“UFO ve Zaman Yolculuğu Teknolojisi-Time Travel Technology”, 2015,
Amazon com
“Geleceğin Dünyası”, 2014, Amazon com
“Türk Birleşik Devletleri”, 2014, Amazon com
“Türkçülüğün Esasları”, 2014, Amazon com
“Tarih Türklerle Başlar”, 2014, Amazon com
“Atatürkçü Düşünce Sistemi”, 2014, Amazon com
“Atatürk ve Din, ”, 2014, Amazon com
“AGARTA”, 2014, Amazon com
“İnsandan Evrene”, 2014, Amazon.com
“Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri”, 2013, Amazon com

11
“Çekiç Güç, Operation Provide Comfort, Huzur harekatı, Düzeltilmiş
ikinci baskı”, 2013, Amazon com
“Ne Çektinbe Abi Şu E maillerinden-5”, 2013, Amazon com
“Ne Çektinbe Abi Şu E maillerinden-4”, 2013, Amazon com
“Ne Çektinbe Abi Şu E maillerinden-3”, 2013, Amazon com
“Ne Çektinbe Abi Şu E maillerinden-2”, 2013, Amazon com
“Ne Çektinbe Abi Şu E maillerinden-1”, 2013, Amazon com
“Azınlık Faaliyetleri”, 2013, Amazon com
“Türkiye’nin Stratejik Önemi”, 2013, Amazon com
“ABD’nin Milli Menfaatleri, Stratejisi ve Kuvvet yapısı”,2013, Amazon
com
“Nağme-I İştiyak”, 2013, Amazon com
“Türkiye, NATO, Avrupa Birliği (AB), Avrupa Güvenlik ve Savunma
Politikasındaki (AGSP) Gelişmeler” (Tez), 2013, Amazon com
“İstiklal harbi Sırasında Atatürk’ün Nutkuna ve Diğer Resmi Belgelere
Göre Azınlıkların Faaliyetleri, Bunlara Karşı alınan Tedbirler”, 2013,
Amazon com
“Yalan Ermeni Soykırımı İddiası”, 2013, Amazon com
“Yalan Ermeni Soykırımı İddiasının Bugünkü Durumu”, 2013, Amazon
com
“Sözde Ermeni Soykırımı İddiası”, 2013, Amazon com
“Sözde Ermeni Soykırımı İddiasının Bugünkü Durumu”, 2013, Amazon
com
“İçimizdeki şeytanlar”, 2008, Toplumsal Dönüşüm
“Uluslararası terorizm ve failleri”, 2008, Toplumsal Dönüşüm
“Çekiç Güç’ün Kürdistan Tuzağı”, 2008, Toplumsal Dönüşüm
“Çekiç Güç’ün Gizli Günlüğü”, 2008, Toplumsal Dönüşüm
“Tarihimizde Kara Leke Çekiç Güç”, 2008, Toplumsal Dönüşüm
“Türk Komutanın İzlenimleri ile Çekiç Güç”, 2008, Toplumsal Dönüşüm
“İrtica ve Terör”, 2008, Toplumsal Dönüşümı
“Kürt Sorununun Geleceği”, 2004, Q Matris
“Birleşik Türk Devletleri”, 2004, Q Matris
“Türkiyenin geleceği”, 2004, Q Matris
“Cybervision-Büyük Türkiye”, 2000, İrfan

Kadim Seri Kitapları

İngilizce;

12
“Esoterica”, 2014, Amazon.com
“RE-YOUTH”, 2014, Amazon.com
“REJUVENATE” 2013, Amazon.com

Türkçe;
“İnsanları Anlamak”, Kadim Seri No:3, 2017, Amazon.com
“Yaşamından Zevk al”, Kadim Seri No:2, 2017, Amazon.com
“Düşüncenin Gücü”, Kadim Seri No:1, 2017, Amazon.com
“Bedenini sev”, 2015, Amazon.com
“Mutlu Bir hayat İçin”, 2013, Amazon com
“Düşüncenin Gücü”, 2013, Amazon com
“Hayat basittir”, 2013, Amazon com
“Yeniden Gençlik”, 2013, Amazon com

Şiir Kitapları;

“Ben seni sevdim” 2018, Amazon.com


“Aşkıma Şiirler”,2015, Amazon.com

Harp Akademileri Kurmay Subayların Eğitiminde Kullanılan Kitaplar;

“Grup Çalışma tekniği” 1986, Harp Akademileri yayınları


“Yönetim” 1986, Harp Akademileri yayınları
“Askeri Mesele Çözme Teknikleri, Durum Muhakemesi, karargah Etüdü ”
1986, Harp Akademileri yayınları
“Karargah Etüdü” 1986, Harp Akademileri yayınları
“İkinci Dünya Harbinin Unutulmayan İsimleri Patton ve Rommel” 1984,
Harp Akademileri yayınları

13
Bu kitabı beni sevgiyle besleyen, koruyan ve beni her zaman
destekleyen biricik eşim Nedret Çora’ya ithaf ediyorum

14
İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ 8
GİRİŞ 9
1.BÖLÜM 28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MGK TOPLANTISI VE 20
ALINAN KARARLAR
2.BÖLÜM TÜRKİYE EMEKLİ SUBAYLAR DERNEĞİ 27
BİLDİRİSİ
3.BÖLÜM BAŞLANGIÇTAN BUGÜNE 28 ŞUBAT DAVASI 31
4.BÖLÜM 28 ŞUBAT SANIKLARININ TUTUKLULUK VE 65
TAHLİYE BİLGİLERİ

5.BÖLÜM SANIKLARIN O ZAMANKİ ADRESLERİ 75


6.BÖLÜM 102 NCİ CELSE 87
7.BÖLÜM ALİCAN TÜRK’ÜN SAVUNMASI 93
8.BÖLÜM SON DURUŞMA-DÜŞÜNCELER 146
9.BÖLÜM SENARYONUN SONU 149
10.BÖLÜM SONUÇLAR-GERÇEKLER 154

15
ÖNSÖZ

Davanın adı 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu'nda


(MGK) alınan bir dizi tedbire dayandırılarak "28 Şubat
Davası" olarak konmuştur. Cumhuriyet tarihimiz açısından
oldukça önem taşıyan bu dava her ne kadar bir "Darbe
Davası" olarak adlandırılmaktaysa da, soruşturma, iddianame
ve dava sürecine bakıldığında aslında bu davanın
cumhuriyetin temel değerlerini ve bilhassa lâiklik ilkesini
taviz vermeden savunan - TSK dahil - bütün kişi, kurum ve
kuruluşlara bir "gözdağı verme" ve bir "intikam alma" davası
olduğu açıkça anlaşılmaktadır.

16
GİRİŞ

28 Şubat davası, 28 Şubat sürecinde "Türkiye Cumhuriyeti


Hükümetini cebren devirmeye, düşürmeye iştirak"la suçlanan 103
sanık hakkında 2 Eylül 2013’de, Ankara 13ncü Ağır Ceza
Mahkemesi'nde başlayan davadır.

Sanıklar ilk defa 2 Eylül 2013'te hakim karşısına çıktı. Davada 76'sı
tutuklu, toplam 103 sanık vardır. Davanın sanıkları arasında
bulunan eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı sağlık
sorunları olduğu için duruşmaya katılmadı.

17
Dönemin hükümet ortağı DYP‘nin Genel Başkanı Tansu Çiller ile
İçişleri Bakanı Meral Akşener‘in, "mağdur" olarak gösterildiği
iddianamede, eski Bakanlar Hasan Celal Güzel, Teoman Rıza
Güneri ve Şevket Kazan, kapatılan Refah Partisi’nin
milletvekilerinden Şeref Malkoç ve Mehmet Bekaroğlu ile
kapatılan Fazilet Partisi‘nden 1999‘da millet vekili seçilen,
ancak TBMM‘de yemin edemeyen Merve Kavakçı, eski Emniyet
Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu‘nun
da aralarında bulunduğu 481 kişi "müşteki/ mağdur" olarak yer
aldı.
76 tutuklu sanıkla başlayan davada 19 Aralık 2013 tarihinde

"Tutuklu süreleri göz önüne alınarak ve delilleri karartma


şüphesinin ortada kalkması" sebebiyle adli kontrol şartıyla tahliye
kararı verilmiş ve Emekli Orgeneral Çevik Bir, Emekli
Orgeneral Çetin Doğan, Emekli Tümgeneral Erol Özkasnak,
Emekli Tümgeneral Kenan Deniz ve Tuğgeneral İdris Koralp
tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştır. Böylece Balyoz
davasından hüküm giyen Emekli Orgeneral Çetin Doğan dışında
tutuklu sanık kalmamıştır.

Dönemin Başbakan yardımcısı, DYP Genel başkanı Tansu Çiller 18


Temmuz 2017 tarihinde İstanbul'dan telekonferans sistemiyle
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesine bağlanarak ifade verdikten sonra
tarafların sorularını yanıtlarken "Amaç hükümeti götürmekti,
bunun için DYP'yi parçalamak lazımdı, parçaladılar, Refah
Partisini de kapattılar... Bu bir darbedir, başka türlü ifade etmek
mümkün değildir" demiştir.

İlkler
Mahkeme Heyeti
 Hakim Tayyar Köksal (heyet başkanı)
 Hakim Süleyman Köksaldı
 Hakim Hakan Oruç

18
 Hakim Kadriye Çatal (yedek üye)
Sanıklar
İsmail Hakkı Karadayı (Dönemin Genel kurmay Başkanı)
Çevik Bir (emekli orgeneral)
Çetin Doğan (emekli orgeneral)
Erol Özkasnak (emekli orgeneral)
Ahmet Çörekçi (eski kuvvet komutanı)
Hikmet Köksal (Eski Kuvvet K.)
Teoman Koman (edki Kuvvet K.) sağlık nedeni ile tahliye
Fevzi Türkeri (eski kuvvet komutanı)
Erdal Ceylanoğlu (eski kuvvet komutanı)
İlhan Kılıç (eski MGK Genel Sekreteri)
Engin Alan (MHP milletvekili, emekli korgeneral)
Kemal Gürüz (eski YÖK Başkanı)
Savunma avukatları[
 Şule Nazlıoğlu
 Mustafa Bir

28 ŞUBAT DAVASI SAVCISI FETÖ'DEN TUTUKLU VE


İÇERİDE
6 yıldır devam eden bir dava bu. Bunun iddianamesini
hazırlayan savcı FETÖ'den tutuklu. Bu belgeleri getiren
kişinin FETÖ'cü olduğu ve firar ettiği ortaya çıktı. Belgelerin
sonradan tanzim edildiği, gerçekte delil diye dosyaya
konanların delil olmadığı bilirkişi raporlarıyla tespit edildi.
Buna rağmen savcı toplam dört celseye katıldıktan sonra bu
mütalaayı verdi.

19
Başta Mesut Yılmaz olmak üzere o dönemin en kilit iki ismi
Meral Akşener ve dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan'dı.
Her ikisi de geldi ve tanıklık yaptı. Her ikisi de bunun bir
darbe olmadığını söyledi. Bir tek Tansu Çiller buna darbe
dedi, çünkü yeni hükümet kurulurken başbakanlık görevi ona
verilmedi. Aklı sıra intikamını alıyor.

Şevket Kazan partisinin en önemli ismi. Sonrasında Şevket


Bey'in bu ifadesini yaşlılığına vererek geri aldırmak istediler.
Rahmetli Necmettin Erbakan'a boncuk boncuk terlettirilerek
imzalatıldığını söylendi. Ama bizzat Tansu Çiller'in ona
mecliste imzalattığı ortaya çıktı.

28 Şubat süreci, Necmettin Erbakan'ın başbakan, Tansu


Çiller'in dışişleri bakanı olduğu 28 Şubat 1997'de olağanüstü
toplanan Millî Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu açıklanan
kararlarla başlayan ve irticaya karşı, ordu ve bürokrasi
merkezli süreç. Türkiye siyasi tarihine geçen kararlar ve bu
kararların uygulanması sırasında Türkiye'de siyasi, idari,
hukuki ve toplumsal alanlarda yaşanan değişimlere neden
olan bir süreçtir. Yaşananlar, post-modern darbe olarak da
adlandırılmıştır. "İrticayla mücadele eylem planı" ile anılan bu
süreçte verilen kararların ve yaptırımların uygulanıp
uygulanmadığı denetlemek için Çevik Bir öncülüğünde Batı
Çalışma

 Grubu kurulmuş, 28 Şubat sürecinin yargılamaları ilk


kez Ergenekon davaları ile başlamıştır.

20
Refah Partisi 1995 genel seçimlerinde birinci parti olmuştur.
1996 yılında, seçimlerin ardından kurulan DYP-ANAP
koalisyon hükümeti, Refah Partisi'nin güven oyu için gereken
273 sayısına ulaşılamadığı için (257 kabul) güven oylamasının
geçersiz sayılması gerektiğini belirterek Anayasa Mahkemesi
ne yaptığı başvuru haklı görülerek güven oylaması geçersiz
sayıldığından dağılmıştır. Bunun üzerine TBMM'de birinci
parti durumunda olan Refah Partisi ile ikinci parti olan DYP
arasında kurulan 54. Hükümet (Refahyol hükümeti), 8
Temmuz 1996'da TBMM'de yapılan oylamada güvenoyu
almayı başarmıştır.

28 Şubat ortamı : 4 Şubat 1997'de Sincan'dan geçen tank.

RP-DYP Koalisyonu kurulmasının ardından bu dönemde


yaşanan bazı olayların, 28 Şubat sürecini tetiklediği ve
hızlandırdığı düşünülmüş, 2 Ekim-7 Ekim 1996 tarihleri
arasında Başbakan Necmettin Erbakan sırasıyla Mısır, Libya,
Nijerya'yı ziyaret etti. Libya'da, Kaddafi'nin bir çadırda
Erbakan ile yaptığı görüşmede sarfettiği sözler muhalefet ve
basın tarafından ağır bir şekilde eleştirildi.

6 Ekim 1996'da Ankara Kocatepe Camii'nde "şeriat isteriz"


diye bağıran sakallı, cübbeli ve asalı Aczmendiler gösteri
yaptı.

3 Kasım 1996'da Susurluk'ta meydana gelen trafik kazasında


mafya-siyasetçi-polis ilişkileri açığa çıktı. Başbakan Erbakan
'fasa fiso' dedi, Adalet Bakanı Şevket Kazan ise, aydınlık için
bir dakika karanlık toplumsal eylemi için "Mumsöndü
oynuyorlar" dedi.

21
Yine Kayseri'nin Refah Partili Belediye Başkanı Şükrü
Karatepe, 10 Kasım 1996 tarihli Refah Partisi İl Divan
Toplantısındaki konuşmasında, Türkiye'de henüz gerçek
demokrasinin olmadığını, hâkim güçlerin herkesi kendi
görüşleri doğrultusunda hareket etmeye zorladığını söyledi.
Karatepe konuşmasında 28 Şubat süreci içindeki kararları
eleştirerek "Refah Partili olarak yeryüzünde tek başıma da
kalsam, bu zulüm düzeni değişmelidir. İnsanları köle gibi
gören, çağdışı bu düzen mutlaka değişmelidir. Ey
Müslümanlar sakın ha içinizden bu hırsı, bu kini, nefreti ve bu
inancı eksik etmeyin. Bu bizim boynumuzun borcudur."
demiştir. Ancak Karatepe bu konuşması nedeniyle 1 yıl hapis
ve 420.000 lira ağır para cezasına mahkûm edildi.

Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan, 11 Ocak 1997 günü,


Başbakanlık Konutunda tarikat liderleri ve şeyhlere iftar
yemeği verdi. Görüntüler kamuoyunda geniş yer bulmuş,
Türk Silahlı Kuvvetleri'nde (TSK) tepkiye neden olmuş ve
komuta kademesi, Başbakan Erbakan ve yardımcısı Tansu
Çiller'i eleştirmeye başlamıştır. Yüksek rütbeli subaylar 22
Ocak 1997 tarihinde Gölcük'te toplanarak irticanın iktidarda
olduğunu tartışırlardı.

30 Ocak 1997'de Sincan Belediyesi "Kudüs gecesi" düzenledi.


Belediye başkanı Bekir Yıldız, İran büyükelçisinin misafir
olduğu gecede sahneye konulan cihat oyunu basında tepki
oluşturdu. Star muhabiri Işın Gürel saldırıya maruz kaldı.
Bekir Yıldız tutuklandı, mahkûm edildi.

3 Şubat 1997'de, Ankara'da Star TV muhabiri Işın Gürel'in


muhafazakar biri tarafından saldırılarak dövülmesi toplumda
büyük bir tepkiye neden oldu.

22
4 Şubat'ta Sincan'da askerler 20 tank ve 15 zırhlı araçla geçiş
yaptı.

5 Şubat'ta Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan


Erbakan'a uyarı mektubu gönderdi. Deniz Kuvvetleri
Komutanı Oramiral Güven Erkaya İrtica, PKK'dan daha
tehlikeli' dedi.

11 Şubat'ta Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü Ankara'da yapıldı.

23 Şubat 1997'de Fatih Camii'nde öğlen namazının ardından


bir grup ellerindeki yeşil bayraklarla "şeriat isteriz", "yaşasın
Hizbullah" sloganlarıyla yürüdü. İslamcı gazeteci Yaşar
Kaplan, gerektiğinde İslam uğruna şehit olacaklarına dair bir
açıklama yaptı.
28 ŞUBAT'TA YAŞANANLAR
28 Şubat'ta yapılan MGK toplantısı 9 saat sürdü. MGK
laikliğin Türkiye'de demokrasi ve hukukun teminatı
olduğunu vurguladı. 28 Şubat 1997'deki MGK'nın tavsiye
kararları hükümete bildirildi. Kararda, laiklik için yasaların
uygulanması istendi, tarikatlara bağlı okullar denetlenmeli ve
MEB'e devredilmeli, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmeli,
Kuran kursları denetlenmeli, Tevhidi Tedrisat uygulanmalı,
tarikatlar kapatılmalı, irtica nedeniyle ordudan atılanları
savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medya
kontrol altına alınmalı, kıyafet kanununa riayet edilmeli,
kurban derileri derneklere verilmemeli, Atatürk aleyhindeki
eylemler cezalandırılmalı, deniyordu.

28 ŞUBAT SONRASI GELİŞMELER

23
4 Mart'ta dönemin Türkiye Başbakanı Erbakan, MGK kararları
yumuşatılmazsa imzalamayacağını söyledi ve daha sonra da
imzalamadı.

21 Mayıs'ta Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, ‘‘Ülkeyi iç savaşa


sürüklediğini’’ söyleyerek, RP'nin kapatılması için dava açtı.

3 Haziran'da Susurluk Davası 7 ay aradan sonra DGM'de


başladı.

7 Haziran'da Genelkurmay, irticai faaliyetleri desteklediğini


iddia ettiği firmalara ambargo koydu.

10 Haziran'da Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay


başkan ve üyeleri Genelkurmay Başkanlığı'na çağrılarak
kendilerine irtica konusunda brifing verildi.

18 Haziran'da Necmettin Erbakan başbakanlıktan istifa etti.


İstifasının nedeninin başbakanlığı Tansu Çiller'e devretmek
olduğunu belirtti.

Ertesi gün 19 Haziran'da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel,


hükümet kurma görevini o sırada arkasında TBMM
çoğunluğu olan DYP lideri Tansu Çiller'e vermeyip, ANAP
Genel Başkanı Mesut Yılmaz'a verdi. 30 Haziran'da Mesut
Yılmaz, Bülent Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk'la birlikte
ANASOL-D Hükümeti'ni kurdu.

SÜREÇ İÇERİSİNDE DEĞERLENDİRMELER

24
Fazilet Partisi 18 Nisan 1999 tarihinde yapılan seçimlerde 111
milletvekili çıkarmış ve meclisteki yerini almış, İstanbul'dan
milletvekili seçilen Merve Kavakçı 28 Şubat sürecinin ve
başörtüsü yasağının devam ettiği o günlerde başörtüsü
nedeniyle daha seçildiği ilk günden itibaren Türkiye
kamuoyunda yer bulmuş dönemin meclisin en yaşlı üyesi
TBMM geçici başkanı Ali Rıza Septioğlu ise Atatürk'ün şapka
devrimini işaret ederek ve Kavakçı'nın başörtüsüyle meclise
genel kuruluna giremeyeceğini ve yemin edemeyeceğini
söylemiştir.

Daha sonra 2 Mayıs 1999 tarihinde Yüksek Seçim Kurulu'ndan


mazbatasını aldıktan sonra meclisin açılış oturumuna katılmak için
Merve Kavakçı, Nazlı Ilıcak'la beraber TBMM Genel Kurul
Salonu'na gelmiş ancak başörtüsüyle meclis genel kuruluna girmesi
üzerine Demokratik Sol Parti (DSP) milletvekilleri sıralara vurarak
ve yuhalayarak Kavakçı'yı protesto etmişler, bu sırada DSP Genel
Başkanı Bülent Ecevit meclis kürsüsüne gelerek şu sözleri sarf
etmiştir
"Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Türkiye'de hanımların
giyim kuşamına, başörtüsüne özel yaşamlarında hiç kimse
karışmıyor. Ancak, burası hiç kimsenin özel yaşam mekanı
değildir. Burası, devletin en yüce kurumudur. Burada görev
yapanlar, devletin kurallarına, geleneklerine uymak
zorundadırlar. Burası, devlete meydan okunacak yer değildir!
Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz!"
(Bülent Ecevit, 2 Mayıs 1999
(TBMM Meclis Genel Kurulu konuşması)

25
28 Şubat sürecinde dikkat çeken isimlerden Fethullah Gülen
olmuş, 11 Ocak 1997'de Necmettin Erbakan, Ramazan
nedeniyle 51 tarikat ve cemaat liderini Başbakanlık Konutu'na
iftara çağırmış, Fethullah Gülen de çağrılanlar arasında olmuş
ancak iftar yemeğine katılmamış, olay kamuoyunda yoğun
tartışmalara neden olmuştur.

Sürecin önemli isimlerinden Deniz Kuvvetleri Komutanı


Oramiral Güven Erkaya'nın 25 Şubat 1997’de devletin
geleceği için birinci tehdit PKK terörünün kontrol altına
alındığını bundan sonra aşırı dinci akımların PKK tehdidinden
daha büyük bir tehlike olduğunu iddia etmiş, bu kesimin laik
cumhuriyete tehdit oluşturduğunu "Bu defa silahsız kuvvetler
gereğini yapsın" sözleriyle savunmuştur.

TİSK, TESK, Türk-İş ve DİSK'in yayınladıkları "Laiklik ve


demokrasi sahipsiz değil" bildirisi ise Erkaya'nın belirttiği
silahsız kuvvetleri oluşturuyordu.

Yine dönemin Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit, 23 Ocak


1999'da Hürriyet gazetesine verdiği röportajda ordu ile
hükumet ilişkilerini değerlendirirken "28 Şubat sürecinin
defteri kapandı" sözlerinden 5 gün sonra 28 Ocak 1999
tarihinde yapılan MGK toplantısında dönemin genelkurmay
başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu 28 Şubat sürecini Refah Partisi,
Necmettin Erbakan ve destekçilerini işaret ederek; irticai
faaliyetlerde bulunan bir parti ve onunla işbirliği içerisinde
olanlara ve neticesi; laik Türkiye'yi korumak maksadıyla
yapılmış bir hareket olarak tanımlamıştır.

26
28 Şubat'ın en dikkat çeken isimlerinden birisi de dönemin
Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel olmuştur. Süreç
içerisinde "irtica" ile mücadelesi için silahlı kuvvetleri
desteklemiş, Refahyol hükümetinin uygulamalarını eleştirmiş
ve Türkiye'de askerî müdahalelerin ağır sonuçları olduğunu
söyleyerek bir topluluk konuşmasında "Çıkın sokaklara, yıkın
bu hükümeti" demiştir. Demirel, 2006 yılında Habertürk'te
Melih Meriç'in sunduğu bir televizyon programında başörtüsü
yasağıyla ilgili olarak şöyle konuşmuştur:

«Orası üniversite, oranın kuralları var. Danıştay, Anayasa


Mahkemesi karar vermiş. İlle başı bağlı okumak istiyorsan,
başı bağlı olarak okunabilen yerler var, oraya git. Arabistan'da
falan öyle yerler vardır, oraya gidin, orada okuyun!
Türkiye laiklikten vazgeçemez. Herkes aklını başına toplasın.
Bu ülkenin halkı yüzde 99'u Müslüman diye, Müslümanlığı
istismar ederek, bu milleti arkamıza düşürürüz diye düşünen
varsa aldanıyor. Hem de çok aldanmaktadır. Cumhuriyet
5'inci neslini yetiştirmiştir ve bu nesil cumhuriyete
sahip çıkmaktadır.
Türban özgürlük falan değildir. Bu gericiliktir. »

(Süleyman Demirel (Habertürk, "Basın Odası" programından)

2013 yılında MGK'da alınan 28 Şubat kararlarının 1997


yılından 2009 yılına kadar da uygulandığını söylemiş, 28
Şubat'ın darbe ve yanlış olmadığını savunmuş, Erbakan
hükumetinin istifası sonrası hükümeti kurma görevini Tansu
Çiller'e değil Mesut Yılmaz'a vermesine yönelik eleştirilere
karşı "Takdir Cumhurbaşkanı'nın diyor Anayasa. Yani benim
takdirim." demiştir.

27
YARGILAMALAR

2012 yılında ise TBMM, darbeleri araştırma komisyonu


kurmuş ve 28 Şubat başta olmak üzere askeri darbeleri
araştırmaya başlamıştır. Bu sürecin yargılanması ise 28
Şubatta etkin rol oynayanların tutuklu yargılanması ile
başlamıştır. 2 Ekim 2012 tarihinde Dönemin Başbakan
Yardımcısı ve DYP Genel Başkanı Tansu Çiller 'mağdur'
sıfatıyla ifade vermiştir. Dönemin 54. Türkiye Hükümeti'ni
"cebren devirmeye, düşürmeye iştirak"la suçlanan aralarında
dönemin genelkurmay başkanı İsmail Hakkı Karadayı,
dönemim YÖK başkanı Kemal Gürüz, dönemin orgeneralleri
Çevik Bir ve Çetin Doğan'ın da olduğu 103 sanık hakkındaki
dava Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlamıştır.

BİRİNCİ BÖLÜM

28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MGK TOPLANTISI


VE ALINAN KARARLAR

28
Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde (Çankaya) saat 15.00'de başlayıp
gece yarısına kadar (yaklaşık 9 saat) süren toplantıda ana
gündem konusu irticadır. Gündem kapsamında MİT
Müsteşarı Sönmez KÖKSAL, İçişleri Bakanlığı temsilcisi ve
Genelkurmay Bşk.lığı'ndan Gnkur. İKK ve Güv.D.Bşk.
Tümg.Fevzi TÜRKERİ irticaın geldiği noktayı anlatan birer
sunum yaparlar. Sonuçta MGK'nın 406 Sayılı Kararı ve o
kararın Ek'i olarak "Rejim Aleyhtarı İrticai Faaliyetlere Karşı
Alınması Gereken Tedbirler" başlıklı 18 maddelik bir önlem
paketi kararı alınır.

MGK'nın 406 SAYILI KARARI:

29
1. MGK, 28 Şubat 1997 günü Sn. Cumhurbaşkanı
başkanlığında Başbakan, Gnkur.Bşk., Dışişleri Bak. ve Bşb.
Yrdc., MSB, İçişleri Bak., Kuvvet K.ları, J.Gn.K. ve MGK
Gensek.'nin iştirakiyle aylık olağan toplantısını yapmıştır.

2. Kurul'un bu toplantısında, esasları ve nitelikleri


Anayasa'da belirlenmiş, Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletimizi ve cumhuriyet
rejimimizi yıkmak, onun yerine bir siyasal dinî düzen
kurmak amacıyla yürütülen yıkıcı faaliyetler ve yapılan
beyanlar ile, bunların oluşturduğu tehdit ve tehlikeler gözden
geçirilerek değerlendirilmiştir.

3. Yapılan bu değerlendirmeler sonucunda:

a. Ülkemizde şeriat hukukuna dayalı bir İslâm


Cumhuriyeti kurmayı hedefleyen grupların, Anayasa'nın
tanımladığı demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletimize
karşı çok yönlü bir tehdit oluşturduğu,

b. Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı aşırı dinci


grupların lâik ve anti lâik ayrımı ile demokratik, lâik ve sosyal
hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendikleri,

c. Türkiye'de lâikliğin sadece rejimin değil, aynı


zamanda demokrasinin ve toplum huzurunun da teminatı ve
bir yaşam tarzı olduğu,

d. Devletin yapısal özünü oluşturan sosyal hukuk


devleti ve adalet ilkeleri anlayışından vazgeçilemeyeceği,

30
yasalar göz ardı edilerek yapılan çağ dışı uygulamaların
takipsiz kalmasının hukukun üstünlüğü ilkesiyle
bağdaşmayacağı hususlarında görüş birliğine varılmıştır.

4. Bu görüş ve değerlendirmeler sonucunda:

a. Türkiye'de şeriat hukukuna dayalı bir İslâm


Cumhuriyeti kurmayı amaçlayan aşırı dinci grupların,
demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti olan
Cumhuriyetimize karşı oluşturdukları çok yönlü tehdidin
önlenmesi amacıyla, EK-A'daki tedbirlerin kısa, orta ve uzun
vade içerisinde alınmasının Bakanlar Kurulu'na
bildirilmesine,

b. 2945 Sayılı MGK ve MGK Genel Sek.liği


Kanunu'nun 9'ncu maddesine uygun olarak, MGK Gensek.liği
tarafından; EK'te belirtilen tedbirlere ilişkin Bakanlar Kurulu
Kararları ile Bakanlar Kurulu Kararı haline getirilmeyen
uygulamaların sonuçları hakkında belli süreler içerisinde
Başbakan, Cumhurbaşkanı ve MGK'ya bilgi verilmesi
kararlaştırılmıştır.

EK-A - "REJİM ALEYHTARI İRTİCAİ FAALİYETLERE


KARŞI ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER" (18 Maddelik
ek kararlar) :

1- Anayasamızda  cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer


alan ve yine anayasanın 4'üncü maddesi ile teminat altına alınan
lâiklik ilkesi büyük bir titizlik ve hassasiyetle korunmalı,
bunun korunması için mevcut yasalar hiçbir ayrım gözetmeksizin
uygulanmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz görülüyorsa yeni
düzenlemeler yapılmalıdır.

31
2- Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar,
devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhid-
i Tedrisat Kanunu  gereği Milli Eğitim Bakanlığı'na devri
sağlanmalıdır.

3- Genç nesillerin körpe dimağlarının öncelikle cumhuriyet,


Atatürk, vatan ve millet sevgisi, Türk milletini çağdaş uygarlık
düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve
çeşitli mihrakların etkisinden korunması bakımından:

a- 8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya


konulmalı.

b- Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine


bağlı olarak, devam edebileceği Kuran kurslarının Milli Eğitim
Bakanlığı sorumluluğu ve kontrolünde faaliyet göstermeleri
için gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

4- Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve inkılâplarına sadık,


aydın din adamları yetiştirmekle yükümlü, milli eğitim
kuruluşlarımız,  Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun özüne uygun
ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır.

5- Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dini tesisler belli çevrelere


mesaj vermek amacıyla gündemde tutularak siyasi istismar
konusu yapılmamalı, bu tesislere ihtiyaç varsa, bunlar Diyanet
İşleri Başkanlığı'nca incelenerek mahalli yönetimler ve ilgili
makamlar arasında koordine edilerek gerçekleştirilmelidir.

32
6- Mevcudiyetleri 677 sayılı yasa ile men edilmiş
tarikatların ve bu kanunda belirtilen tüm unsurların
faaliyetlerine son verilmeli, toplumun demokratik, siyasi ve
sosyal hukuk düzeninin

zedelenmesi önlenmelidir.

7- İrticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek Askeri Şura kararları ile


Türk Silahlı Kuvvetleri'nden (TSK) ilişkileri kesilen personel
konusu istismar edilerek TSK'yi dine karşıymış gibi göstermeye
çalışan bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları
aleyhindeki yayınları kontrol altına alınmalıdır.

8 - İrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasadışı örgütlerle


irtibatları nedeniyle TSK'dan ilişkileri kesilen personelin diğer
kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna
imkân verilmemelidir.

9 -  TSK'ya aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için mevcut


mevzuat çerçevesinde alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve
kuruluşları, özellikle üniversite ve diğer eğitim kurumları ile
bürokrasinin her kademesinde ve yargı kuruluşlarında da
uygulanmalıdır.

10 - Ülkemizi çağ dışı bir rejimden ve din istismarının sebep


olabileceği muhtemel bir çatışmadan korumak için İran İslâm
Cumhuriyeti'nin ülkemizdeki rejim aleyhtarı faaliyet, tutum
ve davranışlarına mani olunmalı. Bu maksatla İran'a karşı
komşuluk münasebetlerimizi ve ekonomik ilişkilerimizi bozmayacak,
fakat yıkıcı ve zararlı faaliyetlerini önleyecek bir tedbirler paketi
hazırlanmalı ve yürürlüğe konulmalıdır.

33
11 - Aşırı dinci kesimin Türkiye'de mezhep ayrılıklarını
körüklemek suretiyle toplumda kutuplaşmalara neden olacak
ve dolayısıyla milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına
yol açacak çok tehlikeli faaliyetler yasal ve idari yollarla
mutlaka önlenmelidir.

12 - T.C. Anayasası, Siyasi Partiler Yasası, Türk Ceza


Yasası  ve bilhassa Belediyeler Yasası'na aykırı olarak sergilenen
olayların sorumluları hakkında gerekli yasal ve idari işlemler kısa
zamanda sonuçlandırılmalı ve bu tür olayların tekrarlanmaması için
her kademede kesin önlemler alınmalıdır.

13 - Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan ve


Türkiye'yi çağdışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara mani
olunmalı, bu konudaki kanun ve Anayasa Mahkemesi kararları
taviz verilmeden öncelikle ve özellikle kamu kurum ve
kuruluşlarında titizlikle uygulanmalıdır.

14 - Çeşitli nedenlerle verilen, kısa ve uzun namlulu silahlara


ait ruhsat işlemleri polis ve jandarma bölgeleri esas alınarak
yeniden düzenlenmeli, bu konuda kısıtlamalar getirilmeli, özellikle
pompalı tüfeklere olan talep dikkatle değerlendirilmelidir.

15 - Kurban derilerinin, mali kaynak sağlamayı amaçlayan ve


denetimden uzak rejim aleyhtarı örgüt ve kuruluşlar tarafından
toplanmasına mani olunmalı, kanunla verilmiş yetki dışında
kurban derisi toplattırılmamalıdır.

34
16 - Özel üniforma giydirilmiş korumalar ve buna neden olan
sorumlular hakkında yasal işlemler ivedilikle sonuçlandırılmalı ve
bu tür yasadışı uygulamaların ulaşabileceği vahim boyutlar dikkate
alınarak, yasa ile öngörülmemiş bütün özel korumalar
kaldırılmalıdır.

17 - Ülke sorunlarının çözümünü "millet kavramı yerine


ümmet kavramı" bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan
ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda yaklaşarak onları
cesaretlendiren girişimler yasal ve idari yollardan önlenmelidir.

18 - Büyük Kurtarıcı Atatürk'e karşı yapılan saygısızlıklar


ve  Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındaki 5816 sayılı
kanunun  istismar edilmesine fırsat verilmemelidir.

35
İKİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYE EMEKLİ SUBAYLAR


DERNEĞİ BİLDİRİSİ (15.04.2013)

36
YÜCE TÜRK MİLLETİ

Bugün 28 şubat soruşturması kapsamında tutuklanan


silah arkadaşlarımız cezaevinde de birinci yılını tamamlam
ıştır. Ne ile suçlandıklarını bilmeden, yani iddianame
hazırlanmadan geçen bir yıl.

Tutuklamada çok acele davranan savcılarımız, iddianame


hazırlamakta oldukça ağırdan almaktadır. Yasada belirlenen
şartlar oluştuğunda oldukça kısa süreli bir tedbir olması
gereken tutuklama, artık bir peşin yargısız infaz haline
dönüşmüştür

37
Tutuklamalar başladığından bu yana “28 şubat soruşturması”
kapsamında basında yer alan eksik/yanlış bilgiler,
meslekdaşlarımız aleyhine ciddi haksızlıklara neden
olmaktadır. onların , devlet terbiyesi ve vakar içerisinde
gösterdiği sabır, sanki kendilerinin suçu sabitmiş ve
yapılanlar adalete, hukuka ve yasalara uygunmuş gibi
değerlendirilmekte ve kamuoyu yanlış yönlendirilmektedir.
Bu nedenle, vatandaşlarımızın doğru bilgilendirilmesine
ihtiyaç duyulmuştur.

Biri Genelkurmay Başkanı, beşi Kuvvet Komutanı, ikisi


Jandarma genel komutanı olmak üzere 76 emekli 13
muvazzaf Sb ve Astsb. kapsamdadır.

SİLAH ARKADAŞLARIMIZ NE İLE SUÇLANIYORLAR?

Bütün gelişmiş dünya ülkelerinde olduğu gibi, iç ve dış tehdit


değerlendirmesi yapmak, tehditlere karşı tavsiye kararları
almak, ülkenin huzur ve refahı için milli güvenlik siyaset
belgesi hazırlamak ve uygulamasını takip etmekten
sorumlu anayasal bir kuruluş olan Milli Güvenlik Kurulu,
1997 yılı için birinci tehdit kabul edilen irtica ile mücadele
edilmesi tavsiye kararını aldı. Kararı, cumhurbaşkanı,
Başbakan, Başbakan yardımcıları ve tüm katılanlar
imzalayarak yürürlüğe soktu.

Sonra Başbakan ve Bakanlar kurulu bir genelge yayınlayarak


bu tedbirlerin uygulanmasını emretti ve bunu da Başbakan,

38
Başbakan yardımcısı ve tüm Bakanlar imzaladı. Bu karar
ları uygulamak için, devletin tüm kurum ve kuruluşları,
(Bakanlıklar, MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü, Valilikler,
Kaymakamlıklar gibi) takip ve koordinasyon kurulları kurup,
rapor sistemleri geliştirdiler ve çalışmalara başladılar.

TSK’da o anda görev yapanlara deniyor ki,“ Neden


Başbakanın emrettiği irticayla mücadele tedbirlerini
aldınız, Hükümetin görevi bırakmasına neden oldunuz, yani
darbeye teşebbüs ettiniz?”Ama, bu sadece TSK mensup
larına soruluyor. Aynı tedbirleri alan ve uygulayan diğer
devlet kurumlarına bir şey sorulmuyor. Bu durum
soruşturmanın TSK’ne yönelik ve maksatlı olduğunu
göstermektedir.

İleri yaşta ve ilaçla zor ayakta duran bu arkadaşlarımız bir


yıldır yetersiz sağlık ve beslenme koşullarında yaşam
mücadelesi vermektedir. Tutuklulukta makul süre aşılmıştır.
Haklarında suç iddiası varsa elbette yargılansınlar, ancak
tutuksuz olarak da yargılanabilirler. Savcılık yeterli delil
toplayamadıysa neden bu kadar değerli insan bir yıl önceden
zindanlara hapsedilmiştir?

Günler önce basında tutuklanacakları yazıldığı halde


kaçmayan, evlerinde savcının gelmesini evlerinde oturan
insanların delilleri karartabileceğinden bahsedilmektedir.

Görevli hakimler, yasanın açık hükmüne rağmen tüm


tutuklular için basmakalıp gerekçeler yazmakta , her bir kişi
için ayrı ayrı somut olgulardan bahsetmemekte ve meclisin
çıkardığı yasayı hiçe saymaktadırlar. Esasen, 15 yıl önceki
soruşturmada yargı mercilerince takipsizlik kararı verildiği

39
halde şimdi yeniden siyasi mülahazalarla başlatılan bu
soruşturmanın, hukuki ve yasal dayanaktan yoksun olduğu
ve daha soruşturma aşamasında çöktüğü açık bir şekilde
görülmektedir.

Bugüne kadar devletine, milletine ve silahlı kuvvetlerimize


büyük bir onur ve şerefle, fedakârca hizmet etmiş olan
değerli silah arkadaşlarımız; haklılıklarına olan inançları,
ülkelerine olan sevdaları ile adaletin gerçekleşmesini sabırla
beklemektedir.

SONUÇ OLARAK,
1. İddianamenin bir an evvel hazırlanmasını ve davanın
açılmasını,
2. Bütün tutukluların serbest bırakılmasını ve yargılamanın
tutuksuz yapılmasını,
3. Halkın rahatlıkla izleyebileceği bir ortamda yapılmasını,
4. Duruşmaların TV’den yayımlanmasını istiyoruz.
Şu anda tutuklu bulunan tüm silah arkadaşlarımıza buradan
sesleniyoruz: sizler, daha önce defalarca vatan için hayatınızı
hiçe saymış kahramanlarsınız. Sizinle gurur duyuyoruz.
Sizler meslek hayatınız boyunca içinde bulunduğunuz
şartların çok daha zorlarına vatan için katlandınız.

Türkiye Emekli Subaylar derneği olarak hep yanınızda


olacağız. Saygıdeğer ailelerinizi merak etmeyiniz. Onlar da
bizlere emanettir. Biz artık, bu davanın ve benzeri
davaların takipçisi olacağız. Tüm adaletsizlikleri ve hukuka
aykırılıkları milletimize anlatmaya devam edeceğiz. Sizlerin
dışarıdaki sesiniz, haklarınızın koruyucusu olacağız. Bizler
inanıyoruz ki, gerçek yargı milletimizin yargısı olacaktır
Emekli Subaylar Derneği

40
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

BAŞLANGIÇTAN BUGÜNE 28 ŞUBAT DAVASI

28 Şubat soruşturması ve davası; TSK'nin yalnızlaştırılması,


itibarsızlaştırılması, halktan koparılması ve "susturulması"
amacıyla çeşitli kumpaslarla başlatılıp sürdürülen Ergenekon,
Balyoz, Amirallere Suikast, Askeri Casusluk vb. bir dizi
davanın son halkasıdır.

Davanın adı 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu'nda


(MGK) alınan bir dizi tedbire dayandırılarak "28 Şubat
Davası" olarak konmuştur.(1) Cumhuriyet tarihimiz açısından
oldukça önem taşıyan bu dava her ne kadar bir "darbe davası"
olarak adlandırılmaktaysa da, soruşturma, iddianame ve dava

(1)
"Türkiye'de şeriat hukukuna dayalı bir İslâm Cumhuriyeti kurmayı
amaçlayan aşırı dinci grupların, demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti olan
Cumhuriyetimize karşı oluşturdukları çok yönlü tehdidin değerlendirilmesi"
amacıyla toplanan 28 Şubat 1997 tarihli MGK'da alınan 406 Sayılı Kararlar bu
kitaba bir bölüm olarak konmuştur..

41
sürecine bakıldığında aslında bu davanın cumhuriyetin temel
değerlerini ve bilhassa lâiklik ilkesini taviz vermeden
savunan - TSK dahil - bütün kişi, kurum ve kuruluşlara bir
"gözdağı verme" ve bir "intikam alma" davası olduğu açıkça
anlaşılmaktadır.

28 Şubat döneminin Başbakanı Necmettin ERBAKAN'ın


2011'de vefatını müteakip temelleri atılan ve günümüzde
kadar süren soruşturma ve dava sürecine baktığımızda, bu
süreci şu başlıklar altında incelemek uygun olacaktır:

a. Soruşturmanın Başlaması ve Tutuklamalar


Süreci
b. Tutukluluk ve Cezaevi Süreci
c. Mahkeme Süreci
d. Duruşmalar Sırasında Ortaya Çıkan Tarihsel
Gerçekler

Şimdi bu alt başlıklar altında konuyu kısa kısa inceleyelim.

A. SORUŞTURMANIN BAŞLAMASI VE
TUTUKLAMALAR SÜRECİ

Yukarıda belirtildiği gibi, soruşturma, 28 Şubat döneminin


Başbakanı Necmettin ERBAKAN'ın 27 Şubat 2011'deki
vefatından sonra, Yunus AKYOL adında bir avukatın "28
Şubat'ın bir darbe olduğu ve ilgilileri hakkında dava açılması"
talebine ilişkin dilekçesi üzerine Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığınca Nisan 2011'de başlatılmıştır.

Hiç kuşkusuz bu davayı açabilmek ve o dönemde iktidarda


olan 54'üncü Cumhuriyet Hükûmetinin (kısaca REFAHYOL

42
Hükûmeti) 18 Haziran 1997 tarihinde istifa etmesini bir darbe
ile ilişkilendirebilmek için dönemin Başbakanı Erbakan'ın
ölmesi beklenmiştir. Erbakan'ın sağlığında böyle bir
soruşturma ve dava açmaya kimse kalkışmamıştır,
kalkışamazdı da; çünkü buna itiraz edecek ilk kişi Erbakan'ın
kendisi olurdu. Zira merhum Erbakan, yaşadığı müddetçe,
başında bulunduğu 54'üncü Hükûmet'in istifa gerekçesini
hiçbir şekilde ve hiçbir yerde askeri darbeye bağlamamış,
askeri darbe ile düşürüldüğünü söylememiş, bir askerî
darbeden şikâyetçi olmamıştır.

Başlatılan soruşturma - ne tesadüftür ki tıpkı diğer kumpas


davalarda olduğu gibi - bir şahsa (ki bu şahıs "Fethullahçı"
olduğu gerekçesiyle 1997 yılında TSK'nden atılan Tamer
TATAR adlı bir Tabip Binbaşı'dır(2)) gönderilen bir klasör
belge ile bir DVD ve bir CD'nin (3) 22 Aralık 2011'de Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı'na ulaştırılmasıyla derinleştirilmiştir.

Davanın savcıları Mustafa BİLGİLİ ve Kemal ÇETİN'dir.


Mustafa BİLGİLİ aynı zamanda "Kozmik Oda"
soruşturmasını da yürüten savcıdır (ki o soruşturmadaki
hukuksuz ve yanlı tutumu nedeniyle hakkında bilahare tahkikat
açılmış, Şubat 2016'da HSYK tarafından görevden uzaklaştırılmış,
nihayet 15 Temmuz "ihanet kalkışması" sonucu FETÖ üyeliği
gerekçesiyle hem savcılıktan ihraç edilmiş hem de hakkında yakalama
kararı çıkarılmış, yaklaşık 4 aylık bir firar döneminden sonra 09
Kasım 2016'da sahte bir kimlikle Ankara'da yakalanmıştır.
Yardımcısı Kemal ÇETİN de davanın ilerleyen aşamalarında önce

GATA'da göz doktoru iken TSK'dan ihraç edilen Tamer TATAR'ın bilahare
(2)

FETÖ'nün Afrika'daki faaliyetleri kapsamında birçok hastanede 100'den fazla göz


ameliyatı yaptığı tespit edilmiştir.
(3)
Davada "5 No'lu CD" olarak geçmektedir.

43
başka bir göreve atanmış, 15 Temmuz kalkışmasından sonra o da
tutuklanmış ve meslekten ihraç edilmiştir.)

Savcılık - yine tıpkı diğer davalarda olduğu gibi - kendisine


gönderilen belgelerin doğruluğunu araştırmaya bile gerek
görmeden "darbeci askerlere 'ağır darbeler'" indirmek üzere
işe koyulmuş, Fethullahçı Binbaşı Tamer TATAR'ın
gönderdiği CD ve belgelerden 4 ay sonra gözaltı ve
tutuklamalar için düğmeye basmıştır. Böylece dönemin
Genelkurmay 2'nci Başkanı Org. Çevik BİR'in de aralarında
bulunduğu 31 askerin 12 Nisan 2012'de gözaltına alınması ve
18'inin çıkarıldıkları mahkemece tutuklanması ile ilk
tutuklamalar başlamıştır.

İlk gözaltı ve tutuklamaları dalgalar halinde gelen diğer


tutuklamalar izlemiştir. 12 Nisan 2012 - 06 Mart 2013 tarihleri
arasında irili ufaklı 12 dalga halinde yürütülen gözaltı ve
tutuklamalar sonunda 103 kişi sanık sandalyesine
oturtulmuş, bunların 76'sı tutuklanmış, aralarında dönemin
Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı KARADAYI'nın da
bulunduğu 23 asker tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol
tedbirleri ile serbest bırakılmış, haklarında tutuklama kararı
çıkarılan 4 kişi teslim olmamış, ancak tutuklama kararı
kaldırılınca - biri hariç diğerleri - duruşmalar sırasında
mahkemeye gelip ifade vermişlerdir.(4)

Yine tıpkı diğer kumpas davalarda olduğu gibi - sanıkların


önemli bir bölümü arandıklarını televizyonlardan öğrenince
kendi ayaklarıyla savcılığa müracaat edip ifade vermeye

(4)
28 ŞUBAT DAVASI Sanıklarının Tutukluluk ve Tahliye Bilgileri EK-A'da
sunulmuştur.

44
gelmişler (ki aralarında yurt dışından bile koşup gelenler
vardır), ancak "kaçma şüphesiyle" tutuklanmaktan
kaçamamışlardır.

Tutuklananlardan sadece biri - dönemin YÖK Başkanı Prof.Dr.


Kemal GÜRÜZ - sivil olup diğerlerinin tamamı asker kökenli
kişilerdir.

Sanıkların büyük çoğunluğuna isnat edilen suç Batı Çalışma


Grubu (BÇG) üyeliğidir. Savcılık, 28 Şubat MGK
kararlarından sonra bölücü terör örgütü PKK ile beraber bir
diğer "iç tehdit" olarak tanımlanan ve aralarında Fethullah
Gülen cemaatinin de bulunduğu irticai yapılanmaları -
devletin diğer resmi kurumlarıyla birlikte - takip etmek
amacıyla Genelkurmay bünyesinde kurulan BÇG'yi
"hükümeti yıkmak üzere oluşturulmuş yasadışı bir cunta
yapılanması" olarak görmüş ve kabul etmiştir. (Oysa
Genelkurmay Başkanlığının emirleri ile 10 Nisan 1997
tarihinde kurulan BÇG hakkında daha o tarihlerde
kamuoyuna bilgi verilmiş, kuruluşu Genelkurmay
açıklamalarına yansımıştır.

Söz konusu açıklamalardan tatmin olmayan Hasan Celal


GÜZEL ve Orhan KAVUNCU gibi bazı milletvekilleri konuyu
hem TBMM'ye hem de mahkemeye taşımış, mahkeme daha
1997 yılında BÇG'yi "TSK'nin yasal görevleri çerçevesinde ve
emir komuta zinciri içinde kurulmuş bir birim olduğunu"
onaylayarak takipsizlik kararı vermiştir. Böylece, hakkında
kesinleşmiş takipsizlik kararı bulunan bir dosya, söz konusu
karar kaldırılmadan yeniden kovuşturma konusu yapılmıştır.
Dolayısıyla soruşturma daha başlangıç safhasında çok önemli
hukuk ihlalleriyle başlatılmıştır.)

45
Aralarında Kuvvet Komutanlığı yapmış ve yaşı 80'i geçmiş
orgenerallerin de bulunduğu toplam 102 asker sanığın son
rütbelerine göre dağılımı şöyledir: 14 Org./ Ora., 17 Korg./
Kora., 15 Tümg. / Tüma., 15 Tuğg. / Tuğa., 37 Alb., 1 Bnb., 3
Astsb.

Sanıklardan 6'sı (Org.Çetin DOĞAN, Org. Şükrü SARIIŞIK,


Korg.Engin ALAN, Korg.Metin Yavuz YALÇIN, Korg. Doğan
TEMEL ve Korg.Tevfik ÖZKILIÇ) aynı zamanda Balyoz
kumpasında da yargılanmışlardır. (Adı geçen komutanlar o
davada FETÖ mensubu hâkimlerce çeşitli cezalara
çarptırılmış, ancak Yargıtay kararı ve AYM'nin hak ihlali
tespitinden sonraki yargılamada ise beraat etmişlerdir.)

B.TUTUKLULUK VE CEZAEVİ SÜRECİ(5)

Ankara Emniyeti Terörle Mücadele Şubesinde süren 3 günlük


gözaltı süresinin sonunda mahkemeye çıkarılan ilk grup 14 -
15 Nisan 2012 tarihinde tutuklanarak cezaevlerine konmuştur.

Dava kapsamında tutuklanan 76 sanıktan 65'i Sincan 1 No'lu F


Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevinde, muvazzaf olan 11'i
Mamak Askeri Cezaevinde kalmıştır.

İlk grubun cezaevine girmesinin hemen ertesinde (17 Nisan


2012) dönemin Başbakanı R.Tayyip ERDOĞAN Meclis’te AKP
Grup Toplantısında yaptığı konuşmada 28 Şubat

(5)
28 Şubat soruşturmasının tutukluluk ve cezaevi sürecinin tüm detayları,
28 ŞUBAT-SİNCAN'DAN TARİHE NOTLAR başlığı altında iki ciltlik "anı -
belgesel" kitap olarak yayınlanmıştır. Alibi Yayıncılık tarafından basılan kitaplar
Haziran 2017'de piyasaya çıkmıştır. Detaylı bilgi için anılan kitaba bakılması
önerilir.

46
tutuklamalarına değinerek "Bugün sabrın selamete erdiği,
mazlumun âhının aheste aheste çıktığı gündür. Bugün adaletin
tecelli ettiği, bağımsız yargının hiçbir baskı olmadan vazifesini
yerine getirdiği gündür" şeklinde söz etmiştir.

Hiç kuşkusuz bu sözler yargılamayı etkileyecek, yargı


üzerinde baskı oluşturabilecek talihsiz sözlerdi(r).
(Hatırlanacağı gibi dönemin Başbakanı Erdoğan, Ergenekon
soruşturmaları için de "davanın savcısıyım" demişti.)

Soruşturmanın 3'üncü dalgasında (26 Nisan 2012)


tutuklanarak Mamak Askeri Cezaevine konan Topçu Alb.
Mehmet HAŞİMOĞLU yaklaşık 2 ay sonra rahatsızlanarak
hastaneye kaldırılmıştır. Hastanede iki ayrı ameliyat geçiren
Alb. HAŞİMOĞLU hakkında tahliye kararı vermemekte
direnen mahkeme, artık hasta ölüm döşeğinde iken tahliye
kararı çıkarmış; ancak bu karardan iki gün sonra
Alb.HAŞİMOĞLU - 13 Ağustos'ta - hastanede vefat etmiştir.
Böylece 28 Şubat Davasında da ilk can kaybı yaşanmıştır.

Sanıklar cezaevinde iken TBMM'nde de AKP'li milletvekili


Nimet BAŞ başkanlığında "Darbeleri ve Muhtıraları
Araştırma Komisyonu" adı altında bir komisyon
kurulmuştur. Söz konusu komisyon diğer darbelerle birlikte
28 Şubat sürecine ilişkin de uzun uzun inceleme yapmış, bu
kapsamda dönemin önde gelen siyasetçi ve devlet adamları, iş
çevreleri, basın mensupları, sanatçılar vb. 113 kişinin bilgisine
başvurmuştur. Aslında yasadışı olan (çünkü 28 Şubat
konusunda mahkemelerce hukukî bir süreç başlatılmışken bir başka
oluşum tarafından konunun araştırılması yasalara aykırıdır) bu
uygulamanın amacı hiç kuşkusuz savcılara Meclis eliyle de
suç kanıtları sağlayabilmektir. Ancak Komisyonca hazırlanan

47
raporda en uzun ve kapsamlı bölüm 28 Şubat dönemi
olmasına rağmen, 28 Şubat için bir askerî darbe olduğu açıkça
söylenememiştir. İşin en ilginç yanı, ilgili ilgisiz o kadar kişiyi
dinleyip görüşlerine başvuran Meclis Darbeleri Araştırma
Komisyonu, 28 Şubat'ın en çok konuşulan ve sembol
isimleri olan Aczmendiler grubunun lideri Müslüm
GÜNDÜZ, Fadime ŞAHİN ve yine bunlarla bağlantılı sözde
tarikat şeyhi Ali KALKANCI gibi isimleri çağırmamış ve
dinlememiş, hatta açıkçası dinlemekten kaçmıştır. (Hal
böyleyken, çağrılmayan, dinlenmeyen bu kişiler hakkında
raporda "provokasyon amaçlı kullanılmış oldukları yapılan
tetkiklerde görülmüştür" diye yazmaktan kaçınılmamıştır.)(6)

Sanıkların cezaevi süreçleri devam ederken, ilk


tutuklamaların ardından yaklaşık 9 ay geçtikten sonra, yani
sanıkların neredeyse hepsi cezaevinde iken savcılıkça hâlâ
dönemin Gnkur.Bşk. Org.İ.Hakkı KARADAYI'nın bilgisine
başvurulmaması ve başvurulmayacağının da anlaşılması
üzerine Çevik Paşa bu konuda bir dilekçe vermiş, söz konusu
dilekçe üzerine davanın 1 Numaralı sanığı olan Karadayı Paşa
03 Ocak 2013'te savcılıkça adliyeye çağrılarak ifadesine
başvurulmuştur. Ama ne gariptir ki bütün tutuklu askerlerin
amiri konumunda olan Karadayı Paşa karargâhtaki erlerin
bile bildiği Batı Çalışma Grubu hakkında savcılığa verdiği

(6)
İlginçtir ki, 15 Temmuz ihanet kalkışmasını araştırmak üzere yine bir AKP'li
milletvekili olan Reşat PETEK başkanlığında oluşturulan TBMM 15 Temmuz
Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu da olayın en kritik isimleri olan
Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi AKAR ve MİT Müsteşarı Hakan FİDAN'ı
dinlemekten ısrarla kaçınmıştır. Bu durum, bizde, her iki olayın da üstünün
örtülmeye çalışıldığı izlenimini uyandırmış, en azından bazı gerçeklerin ortaya
çıkmasının istenmediği şeklinde bir değerlendirmeye yol açmıştır. (Komisyon
Başkanı Reşat PETEK milletvekili olmadan önce 28 Şubat davasında bazı
müştekilerinin avukatlığını yapmaktaydı. Kendisi aynı zamanda "mağdur - müşteki"
olarak 28 Şubat davasında yer almaktadır.)

48
ifadede "Batı Çalışma Grubunu hatırlamadığını" söylemiş,
sorgusu sonunda mahkemece adli kontrol tedbirleri ile serbest
bırakılmıştır. Başka bir deyişle, bütün sanıkların komutanı
konumundaki kişi adli kontrol tedbirleri ile serbest
bırakılırken, maiyeti (emri altındakiler) "kaçma şüphesi" ile
aylarca tutuklu kalmıştır.

Sanıklar cezaevinde yatarken hükümetçe hazırlanan iki yargı


paketi (3 ve 4'üncü Yargı Paketleri) Meclis'te yasalaşmıştır.
Ancak bu paketlerin yasalaşmasıyla birlikte aralarında
PKK'lılar ve Hizbullahçıların da bulunduğu ağır cinayet
hükümlüsü pek çok mahkûm salıverilirken, ne 28 Şubat
tutuklularının ne de diğer kumpas davalardaki asker
tutukluların yararına olabilecek hiçbir somut adım
atılmamıştır. Özellikle 4'üncü Yargı Paketinden sonra 28 Şubat
Davasına bakmakla görevlendirilen Halil İbrahim KÜTÜK,
Nihal USLU ve Abdullah BAHÇECİ adlı hâkimler,
yurtdışından bile kendi ayaklarıyla savcılığa gelenler
hakkında dahi "kaçma şüphesi" gerekçe göstererek
"tutukluluğun devamı" kararı vermekten çekinmemişlerdir.(7)

FETÖ üyesi olduğu anlaşılan savcı ve hâkimlerin hukuk dışı,


keyfi yaklaşımları cezaevi sürecinde başka hukuk
rezaletlerinin de yaşanmasında rol oynamıştır. Örneğin yine
sanıklar hakkında - kaçma şüphesinin yanı sıra - "delilleri
karartma olasılığı" gerekçe gösterilerek tutukluluğun

Kamuoyunda "Özgürlük Hâkimleri" olarak bilinen bu kişiler de Savcı M.BİLGİLİ


(7)

gibi "Kozmik Oda" davasında hâkim olarak görev yapmışlardı. Adı geçen şahıslar
da Şubat 2016'da HSYK tarafından açığa alınmışlar, 15 Temmuz ihanet
kalkışmasını müteakip bunların üçü de FETÖ üyeliği gerekçesiyle hâkimlikten
ihraç edilmiş, haklarında tutuklama kararı çıkarılmıştır. Nihal USLU ve Abdullah
BAHÇECİ cezaevine konurken Halil İbrahim KÜTÜK adresinde bulunamamıştır. Bu
yazı hazırlandığı tarihte adı geçen hâkim hâlâ firari durumdadır.

[Type text] [Type text] [Type text]


devamına hükmedilmiştir. Yani, neredeyse tamamı emekli
olmuş bu kişilerin serbest bırakılırlarsa Genelkurmay
karargâhına girip, 15-16 yıl önceki suç evraklarını (!) bulup
yok edecekleri farz ve kabul edilmiştir. Çocukların bile
güleceği bu gerekçeler ne yazık ki karar metinlerine
yazılmıştır.

Öte yandan soruşturmanın gizliliği öne sürülerek suçlama


kapsamında sanıklara veya avukatlarına hiçbir bilgi ve belge
gösterilmemiş, suçlamaya konu olan 5 No'lu CD ve DVD'nin
imajı verilmemiş, dahası, sanıkların görev yaptığı
kurumlardan kendilerini aklamaya dönük bilgi ve belge
temini dahi savcılık kanalıyla engellenmiştir. (Bu kapsamda
duruşmalar sürerken Savcı Bilgili'nin hukuk dışı ve keyfî
yaklaşımlarına en büyük desteği veren Genelkurmay Adli
Müşaviri Hâkim Albay Muharrem KÖSE hakkında da sanıklarca
suç duyurusunda bulunulmuştur. Kaderin bir cilvesi, uzun süre
hakkında hiçbir işlem yapılmayan Albay Muharrem KÖSE'nin 15
Temmuz 2016 ihanet şebekesinin elebaşılarından biri olduğu
anlaşılmış, o FETÖ'cü kalkışmanın ertesi günü tutuklanarak
TSK'dan ihraç edilmiştir.)

Davanın iddianamesi ilk tutuklamalardan yaklaşık 13,5 ay


sonra (Mayıs 2013 sonunda) çıkmıştır. Ankara Cumhuriyet
Savcısı Mustafa BİLGİLİ imzasıyla yayınlanan ve "BÇG - 28
ŞUBAT" adını taşıyan iddianame 1309 sayfa ve 355 Ek
Klasörden oluşmaktadır.

İddianamenin yayınlanmasıyla ilginç bir durum daha ortaya


çıkmıştır: Yukarıda, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu
Raporu'nda bile 28 Şubat'ın bir "askerî darbe" olarak
tanımlanamadığını belirtmiştik; aynı durum İddianame için de

[Type text] [Type text] [Type text]


geçerlidir. İddianamenin hiçbir yerinde 28 Şubat hakkında
doğrudan bir "askerî darbe" olarak bahsedilmemekte, hep
"süreç" nitelemesinde bulunulmaktadır. Hatta İddianamenin
sonundaki SONUÇ ve DEĞERLENDİRME bölümünde,
"Askerî Müdahale Kavramı" başlığı altında "1960 Askerî
Darbesi", "12 Mart 1971 Muhtırası", "12 Eylül 1980 Askerî
Darbesi" ismen tek tek sayılıp anlatıldıktan sonra sıra 28
Şubat'a gelindiğinde sadece "Batı Çalışma Grubu" diye bir
başlık atılmış, 28 Şubat'ın adı bile yazıl(a)mamıştır.

İddianamenin sonuç cümlesi çok ilginç, çok şaşırtıcıdır. Şöyle


söylenmektedir:

"Sonuç olarak, yapılan soruşturma ve toplanan delillere göre;


dönemin Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve
Jandarma Genel Komutanının bilgisi dahilinde, Genelkurmay
II. Başkanı Çevik Bir ile Genelkurmay karargâhı ve bağlı
birliklerinde görevli general ve amirallerin fikir ve eylem
birliği içinde, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde ancak hiyar şik
yapı dışında oluşturdukları Batı Çalışma Grubunda görevli
bulunan... şüpheliler hakkında iddianame düzenlenmiştir".

TSK'da bir olayın hem en üstteki bütün komutanların bilgisi


dahilinde, hem fikir ve eylem birliği içinde ama hiyerarşik
yapı dışında olması ne derece mümkündür? Bir ilkokul
çocuğunun bile yazmaya çekineceği böyle bir cümle ile, suç
tarihinde rütbesi henüz astsubay kıdemli çavuş olan tutuklu
astsubay Adem DEMİR ile Gnkur.Bşk. Org. İ.H.KARADAYI
dahil tüm sanıklar aynı suçla - "T.C. Hükümetini cebren
devirmek, hükümetin görevlerini kısmen veya tamamen
engellemek, engellemeye teşebbüs etmek, darbeye teşebbüs
etmek" suçuyla itham edilmişlerdir. Tabii bu durumda tüm

[Type text] [Type text] [Type text]


sanıklar için istenen ceza da ortaktır: Müebbet!

İddianamede - aralarında Tansu ÇİLLER, Meral AKŞENER,


Şevket KAZAN, Hasan EKİNCİ, Merve KAVAKÇI, Şeref
MALKOÇ gibi dönemin önemli siyasi aktörlerinin de
bulunduğu - 481 kişilik bir "müşteki" grubuna yer verilmiştir.

Hâkim Tayyar KÖKSAL başkanlığında, Hâkim Süleyman


KÖKSALDI ve Hâkim Hakan ORUÇ'tan oluşan 13'ncü Ağır
Ceza Mahkemesi iddianamenin yayımlanmasını müteakip 14
Haziran 2013 tarihinde (yani ilk gözaltı ve tutuklama dalgasından
14 ay sonra) sanıkların gıyabında verdikleri ilk kararda 37
sanığın tutuksuz yargılanmak üzere tahliyesine karar
vermiştir.

C. MAHKEME SÜRECİ

Duruşmalar 02 Eylül 2013 tarihinde Ankara Adliyesi - 13. Ağır


Ceza Mahkemesinde başlamıştır.

02 - 20 Eylül 2013 tarihleri arasındaki ilk 15 celse


iddianamenin okunmasıyla geçmiştir. Ergenekon davasında
olduğu gibi bu iş için de TRT'den spiker getirilmiştir.

Mahkemenin başlamasıyla birlikte mevcut müşteki grubuna


yenileri eklenmiştir; neredeyse birbirinin aynı dilekçelerle
belli merkezlerden yönlendirildikleri çok bariz olan "yeni"
müştekiler davaya müdahillik için başvurmuş, böylece sayı
binlere ulaşmıştır. Aralarında Cumhurbaşkanı R.Tayyip
ERDOĞAN'ın 28 Şubat döneminde biri 16 diğeri 12 yaşında
olan iki kızının da bulunduğu bir kısım müştekinin

[Type text] [Type text] [Type text]


başvurusu mahkemece kabul edilirken bir kısmınınki
reddedilmiştir.

Duruşmaların daha ilk gününde sanık avukatlarınca


iddianamenin başta usûl kuralları olmak üzere bazı yönlerden
sakat olduğu vurgulanmış, ancak özellikle şu iki husus ısrarla
dile getirilmiştir:

(1) Sanıklar arasında Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet


Komutanları vardır ve mahkeme bu kişileri yargılamaya
yetkili değildir; bu kişiler yasalara göre ancak Yüce Divan'da
yargılanabilirler.(8)
(2) İddianamede suç tarihi "54'ncü Hükûmetin
kurulduğu 08 Temmuz 1996 ve sonrası" diye geçmektedir.
Sanık avukatları hukuken bu şekilde bir suç tarihi
olamayacağını ve kesin bir suç tarihi belirlenmesi gerektiğine
ilişkin defalarca talepte bulunmasına karşın mahkeme bu
konuda adım atmamıştır. Buna karşılık her ne kadar 54'üncü
Hükûmetin istifası 18 Haziran 1997 ise de, bu tarihten
yaklaşık 10 yıl önceki ve 10 yıl sonraki mağduriyetler bile
suç kapsamına dâhil edilmiştir.

Duruşmaların başlamasının ikinci günü (03 Eylül 2013'te),


5'inci dalgada gözaltına alınarak tutuklanan dönemin
Jandarma Genel Komutanı Teoman KOMAN Paşa tam 15
aylık tutukluluğun ardından sağlık durumu gözetilerek
tahliye edilmiştir. Koman Paşa duruşmalar başladıktan sonra

Bu talebin ne kadar haklı olduğu Yargıtay'ın "Ergenekon" kararında görülmüştür.


(8)

Hatırlanacağı gibi Yargıtay 16. Dairesi, Nisan 2016'da, Ergenekon davasında


yargılanan 26'ncı Genelkurmay Başkanı (E) Org. İlker BAŞBUĞ'un "Genelkurmay
Başkanları ve Kuvvet Komutanlarının Yüce Divan'da yargılanması gerektiği"
yönündeki talebini haklı bularak dosyayı usûlden bozmuştu.

[Type text] [Type text] [Type text]


tahliye edilen ilk tutukludur. Cezaevine girdiğinde de
Parkinson hastası olan ve yürüme problemi nedeniyle kaldığı
hücrede ayrı bir yatma tedbiri alınan Koman Paşa öyle
rahatsızdı ki, mahkemeye çıktığında oturduğu sanık
sandalyesinde bile yere düşme tehlikesi geçirmişti. Buna
rağmen bazı müştekiler ve müşteki avukatlarınca "numara
yaptığı" ifade edilmiş, tahliyesi Savcı Kemal ÇETİN tarafından
da engellenmeye çalışılmıştır. Tahliye edilir edilmez hastaneye
kaldırılan Koman Paşa bir daha çıkamamış, tam 3 ay sonra, 14
Aralık 2013'te vefat etmiştir.

Mahkeme sürecinde sanıklardan üçü daha yaşamını


kaybetmiştir; bunlardan biri - hakkındaki tutuklama kararına
uymayıp duruşmalara hiç gelmeyen tek sanık olan (E) Dz.Alb.
Eser ŞAHAN (vefatı 13 Şubat 2015), diğeri ilk dalga
tutuklularından (E) J.Alb. Salih ERYİĞİT (vefatı 05 Nisan 2016),
üçüncüsü ise 4'üncü dalgada tutuklanan (E) Korg.Tevfik
ÖZKILIÇ'tır (vefatı 08 Ağustos 2017). Böylece 28 Şubat davası
başladığından beri davanın sonucunu göremeden yaşamını
yitirenlerin sayısı 5'e çıkmıştır.

Koman Paşa'nın tahliyesinden sonra Eylül, Ekim, Kasım ve


Aralık 2013 aylarındaki duruşmalarda verilen tahliye kararları
ile tüm sanıklar peyderpey tahliye olmuştur. (Aslında diğer
kumpas davalara bakıldığında herkes için çok şaşırtıcı olan bu
durum Mahkeme Başkanı Hâkim Tayyar KÖKSAL'ın diğer
davalardaki hâkimlere göre nispeten daha insancıl yaklaşımından
kaynaklanmıştır diyebiliriz. Buna mukabil duruşma savcısı olup
halen FETÖ'cü olduğu iddiasıyla yargılanan Kemal ÇETİN, Koman
Paşa'nınki de dâhil - tüm tahliye taleplerine hep itiraz etmiştir.)
Böylece 28 Şubat soruşturması kapsamında ilk dalgada
gözaltına alınan ve en son tahliye edilen Çevik BİR ve İdris

[Type text] [Type text] [Type text]


KORALP Paşalar yaklaşık 21 aylık tutukluluk süresi ile en
uzun süre tutuklu kalan kişiler olmuşlardır.

Tahliyelerden sonraki duruşmalar önemli bir gerçeğin daha


kanıtlanmasına vesile olmuştur. Şöyle ki, ilk gözaltılardan
itibaren "kaçma" şüphesiyle tutuklanan ve bu gerekçeyle
haklarında tutukluluğun devamına karar verilen sanıkların
hiçbiri tahliye edildikten sonra kaçmamış, aksine
duruşmalardan vareste tutulmalarına rağmen neredeyse
hepsi tam kadro duruşmalara gelip katılmışlardır. Böylece
savcılığın sanıklar aleyhinde nasıl bir önyargı ve yanılgı içinde
olduğu da tescillenmiştir.

Duruşmaların ilk 65 celsesine Hâkim Tayyar KÖKSAL'ın


başkanlığındaki 13'üncü Ağır Ceza Mahkemesi bakmıştır (ki
diğer üyeler yukarıda belirtildiği gibi Hâkim Süleyman
KÖKSALDI ve Üye Hâkim Hakan ORUÇ, savcı ise Kemal
ÇETİN'dir)(9). En son 04 Şubat 2014 tarihindeki 65'inci celseye
başkanlık eden Hâkim T.KÖKSAL ve mahkeme heyeti bu
celseden sonra başka bir göreve atanmış, dava Mart 2014
ayında Hâkim Fevzi ŞİNGAR'ın başkanlığındaki 5'inci Ağır
Ceza Mahkemesi'ne devredilmiştir. (Diğer üyeler: Hâkim
Hasan ÇAVAÇ, Hâkim Turhan KÖK, Savcı Levent SAVAŞ.)
Yeni heyet 27 Haziran 2014 tarihindeki 66'ncı celse ile
birlikte göreve başlamıştır.

Ancak bu heyet de duruşmaları ancak 86'ncı celseye kadar


götürebilmiş, Ocak 2017'de Mahkeme Başkanı Hâkim Fevzi
ŞİNGAR'ın Bölge Adliye Mahkemesi'ne atanması sonucu

(9)
Hâkim Hakan ORUÇ da 15 Temmuz sonrası yürütülen FETÖ
soruşturması kapsamında meslekten ihraç edilmiştir.

[Type text] [Type text] [Type text]


yerine Şubat 2017'de başkanlığa Hâkim Mustafa YİĞİTSOY
atanmıştır. Mustafa YİĞİTSOY 22 Şubat 2017 tarihinde yapılan
87'nci duruşma ile birlikte ilk duruşmasına girmiştir.

Lakin mahkeme heyetindeki değişim kısa bir süre sonra


duruşma savcısına da yansımıştır; duruşmalar sırasında çeşitli
kereler "bu mahkemenin görev yönünden bu duruşmaya
bakmaya yetkisi olmadığını" dile getiren Savcı Levent
SAVAŞ Nisan 2017'de başka bir göreve atanarak, yerine 23
Mayıs 2017'deki 88'nci duruşma ile birlikte yeni savcı Mehmet
Hanefi YILDIRIM görevlendirilmiştir.

Bir dava içinde hiçbir makul gerekçe olmadan 3'ncü kez


hâkim değiştirilmesi son derece manidardır. Hele ki
yaklaşık 90 celseden sonra, yani artık duruşmaların
sonlarına gelinmişken heyetin değişmesi hiç de hayra
alâmet olarak yorumlanmamakta, "siyasetin davaya
parmağı" olarak görülmektedir.

Balyoz Davasının 5 No'lu Harddisk'i gibi bu davanın da 5


No'lu CD'si bulunmaktadır. Davanın iddianamesini
hazırlayan Savcı Mustafa BİLGİLİ tarafından HASH değeri
tespit edilmeden ve içerisindeki tüm dijital belgeler doğru
kabul edilerek tutuklamalarda kullanılan bu CD hakkında
savunma tarafı ısrarla imaj kopyası istemesine rağmen
yaklaşık 3 yıl boyunca CD'nin imajı verilmemiştir. Nihayet 08
Ocak 2015'te temin edilen CD imajı Türkiye'nin sayılı adli
bilişim uzmanlarından Tuncay BEŞİKÇİ'ye inceletilmiş, adı
geçen uzman 2,5 ay sonra hazırladığı raporda söz konusu
CD'nin delil olarak kullanılamayacağını, üzerinde tahrifat
bulunduğunu açıklamıştır. Savunma tarafı raporu mahkeme
heyetine sunarak yeniden bilirkişi incelemesi talebinde

[Type text] [Type text] [Type text]


bulunmuş, bu kez mahkeme 07 Eylül 2015 tarihinde inceleme
işini ODTÜ Bilgisayar Bölümü'nden Prof.Dr. Ahmet COŞAR
başkanlığındaki bir heyete vermiştir. Heyetinin yaklaşık 7
aylık incelemeden sonra (01 Nisan 2016 tarihinde)
mahkemeye gönderdiği raporun sonucu aynen şöyledir:

"Sonuç olarak; CD5’in adli bilişim


tekniği açısından CMK134’e uygun olarak elde
edilmemiş olduğu; genel bütünlüğünün şüpheli,
içindeki iki dokümanın bütünlüklerinin
bozulmuş olduğunun ise sabit olduğu; bu
nedenlerle de, adli bilişim açısından güvenilir
olmadığından delil niteliğinin bulunmadığı
değerlendirilmektedir."

Duruşmalar sırasında 28 Şubat sürecinde başbakanlık,


bakanlık ya da üst düzey bürokratlık görevi yapan birçok
şahsiyet dinlenmiştir. Bunlar arasında REFAHYOL
Hükûmetinin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu
ÇİLLER, İçişleri Bakanı Meral AKŞENER, Adalet Bakanı
Şevket KAZAN, Milli Savunma Bakanı Turhan TAYAN, eski
Orman Bakanı ve DYP Gn.Bşk.Yrd. Hasan EKİNCİ, eski Milli
Eğitim Bakanı Köksal TOPTAN, REFAHYOL Hükûmetinden
sonra kurulan ANASOL-D Hükûmetinin (55'inci Hükûmet)
Başbakanı Mesut YILMAZ, eski Devlet Bakanlarından Hasan
Celal GÜZEL, İlhan AKÜZÜM, Edip Safter GAYDALI,
dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör
ÖZDEN, dönemin Başbakanlık Basın Başdanışmanı Mehmet
BİCAN, Emniyet İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Bülent
ORAKOĞLU, T.Çiller'in danışmanlarından ve halen AKP
İzmir Milletvekili Hüseyin KOCABIYIK gibi isimler de
bulunmaktadır.

[Type text] [Type text] [Type text]


Her biri uzun saatler boyunca mahkeme huzurunda söz alan
bu şahıslardan Tansu ÇİLLER, H. Celal GÜZEL,
B.ORAKOĞLU ve H.KOCABIYIK haricindekilerin hiçbiri 28
Şubat'ı bir darbe olarak tanımlamamış, askerden şikâyetçi
olduklarına ilişkin tek bir ifadede dahi bulunmamıştır. Adı
geçen tanıklar arasında en sert olması beklenen RP'li Adalet
Bakanı Şevket KAZAN bile "ben vicdan sahibiyim, şikâyetçi
değilim" diye konuşmuştur. (H.C.GÜZEL'in normalde 28 Şubat
döneminde ne RP ile ne DYP ile ne de REFAHYOL Hükûmeti ile
hiçbir bağı yoktur. 28 Şubat'ı darbe olarak tanımlayan bu üç kişinin
verdiği ifadelerin tamamı da kişisel yorumların ötesine
gitmemiştir.)(10)

Buna mukabil REFAHYOL Hükûmeti döneminde


partilerinden istifa eden ve aralarında Cavit ÇAĞLAR, Emre
GÖNENSAY gibi eski bakanlar ile Gencay GÜRÜN, Erkan
KEMALOĞLU, Nuri YABUZ, Mehmet KORKMAZ, Şamil
AYRIM gibi milletvekillerinin bulunduğu gruba "istifalarında
kendilerine askerlerden ya da herhangi başka bir kişi ya da
gruptan baskı, tehdit olup olmadığı" sorulmuş, ancak adı
geçen şahısların tamamı en küçük bir baskı ya da tehdit
almadıklarını mahkemede çok açık ve net biçimde ifade
etmiştir.

(10)
Mahkemece kendisine yapılan yedi çağrıya rapor alıp katılmayan Çiller,
nihayet 8'inci çağrı sonunda, 18 Temmuz 2017'deki 89'uncu duruşmaya SEGBİS
(ses ve görüntü bilişim sistemi) yoluyla İstanbul'dan katıldı. Tansu Hanım, 28
Şubat'la ilgili geçmişteki konuşmalarının neredeyse tamamında "bu olay
askerlerden ziyade Çankaya darbesidir" derken, mahkemede şaşırtıcı bir şekilde
askerlerin rolünü öne çıkaran bir anlatım sergiledi. Ancak yine de "şikâyetçi
olmadığını" belirtti. Bu tutum değişikliğinde, Çiller'in 15 Temmuz olaylarının birinci
yıldönümü nedeniyle İstanbul ve Ankara'da düzenlenen anma / kutlama
etkinliklerine Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görülen yakınlığının önemli rolü olduğu
değerlendirilmektedir.

[Type text] [Type text] [Type text]


Öte yandan; 28 Şubat döneminde DYP'den ayrılarak
Demokratik Türkiye Partisi (DTP) adıyla yeni parti kuran ve
böylece REFAHYOL Hükûmetinin yıkılmasında en büyük
rollerden birine sahip eski TBMM Başkanlarından Hüsamettin
CİNDORUK, DYP'den ayrılıp ANAP'a geçen eski Sağlık
Bakanlarından Rifat SERDAROĞLU, yine DYP'den ayrılarak
yeni kurulan Mesut YILMAZ Hükûmetinde Bayındırlık ve
İskân Bakanlığı yapan Yaşar TOPÇU ile; o dönemde Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı olup Refah Partisi'nin kapatılması için
dava açan ve nihayet hem partiyi kapatan ve hem de başta
merhum Erbakan olmak üzere birçok RP'li milletvekiline 5 yıl
seçilme yasağı getirilmesini sağlayan Vural SAVAŞ'ın tanık
olarak dinlenmesi konusunda sanıkların müteaddit talepleri
mahkemece reddedilmiştir.

Oysa anılan kişiler sıradan kişiler olmayıp tanıklıkları maddi


gerçeğin açığa çıkması açısından son derece önemlidir. Zira
kendileri o dönemde REFAHYOL Hükûmetinin yıkılmasında
oldukça etkin roller oynamışlardır. Ayrıca bu kişilerin,
Çiller'in mahkemede verdiği beyanların doğru olmadığına
ilişkin basına yansıyan çok önemli açıklamaları mevcuttur.

Siyasilerin dışında; 28 Şubat döneminden sonra Genelkurmay


Başkanı olan (E) Org. Hüseyin KIVRIKOĞLU ile Jandarma
Genel Komutanı (E) Org. Fikret Özden BOZTEPE ve Deniz
Kuvvetleri Komutanı (E) Ora. Salim DERVİŞOĞLU da tanık
olarak dinlenmiştir. Her üç komutanımız da BÇG'nin Silahlı
Kuvvetler Karargâh Hizmetleri Yönergesi'ne göre yasal olarak
komutanlık emriyle kurulmuş çalışma grubu olduğunun altını
çizmişlerdir.

Duruşmalar sırasında en çok dikkati çeken hususlardan biri

[Type text] [Type text] [Type text]


de, siyasi iktidara yakın bazı sivil toplum kuruluşlarının
otobüslerle mahkemeye izleyici taşımasıdır. Bazı AKP'li
milletvekilleri de müştekilik başvurusunda bulunarak ve
duruşmalar sırasında avukatların yanında oturarak davayı
izlemeye özen göstermektedirler. Bu tür davranışların
mahkeme üzerinde bir baskı oluşturmak amacı taşıdığı çok
açıktır.

Özellikle siyasi iktidar yanlısı gruplar ve medya bu davadan


mutlaka bir cezalandırma çıkması için olağanüstü bir çaba
harcamakta, mahkeme üzerinde ağır bir kamuoyu baskısı
oluşturmak için her fırsatı değerlendirmektedirler.

Öte yandan müşteki hanımların beyanlarına bakıldığında,


neredeyse tamamının türban nedeniyle mağdur oldukları
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla dava bir "darbe davası" olmaktan
çıkıp "türban - başörtüsü davası" haline dönüşmüştür.

02 Eylül 2013 tarihinde başlayan mahkemenin 21 Aralık 2017


tarihinde yapılan 93'üncü duruşmasında, 5'inci kez
duruşmalara katılan yeni Savcı Mehmet Hanefi YILDIRIM
savcılık mütalâasını vermiştir. Savcı Yıldırım toplam 99
sanıktan 60'ının "ağırlaştırılmış müebbet" ile cezalandırılması,
39 sanığın beraatını talep etmiştir.

D. DURUŞMALAR SIRASINDA ORTAYA ÇIKAN


TARİHSEL GERÇEKLER

Mahkeme sürecinde - tam da beklendiği gibi - tarihe not


düşülen yeni bilgiler de ortaya çıkmıştır / çıkmaktadır.
Bunları aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

[Type text] [Type text] [Type text]


1. İki cilt halinde ve toplam 1309 sayfa tutan savcılık
iddianamesinin hukuk adına tam bir rezalet, tam bir kepazelik
olduğu görülmüştür. Şöyle ki;

(a) Normalde icabında sanıklar lehine olabilecek bilgi


ve belgeleri de toplaması gereken savcılık, aksine, sanıkların
lehine olabilecek tek bir bilgi ya da belgeyi bile
iddianameye almamıştır.

(b) Adı "28 Şubat Davası" olan bir iddianamede, 28


Şubat 1997 tarihinde MGK'da alınan "406 sayılı MGK
Kararları"na ve o kararların "Rejim Aleyhtarı İrticai
Faaliyetlere Karşı Alınması Gereken Tedbirler" başlıklı 18
maddelik ekine ilişkin tek bir cümle dahi edilmemiştir.

(c) MGK kararlarının görüşüldüğü ve tereddütsüz


kabul edildiği 13 Mart 1997'deki Bakanlar Kurulu Toplantısı
ile o toplantı sonucuna göre ertesi gün (14 Mart) Başbakan
Erbakan'ın imzasıyla bütün bakan(lık)lara / icracı kuruluşlara
yayınlanan "Hükümet olarak 28 Şubat kararlarını aynen
benimsediklerine, kararların arkasında olduklarına ve
uygulanmasına" ilişkin BAŞBAKANLIK DİREKTİFİ
tamamen görmezden gelinmiştir. (Oysa sözde savcı geçinen
zatlar sadece 13 Mart tarihli Bakanlar Kurulu Tutanağına baksaydı
orada merhum Erbakan'ın 28 Şubat MGK Kararları hakkında ne tür
sözler ettiğini görebilir, dava açmaya utanırlardı.)

(d) Söz konusu Başbakanlık Direktifi'ni müteakip irtica


ile mücadele esaslarını içeren ve dönemin İçişleri Bakanı
Meral AKŞENER tarafından imzalanarak bütün il valilikleri
ve emniyet teşkilatına gönderilen, içerik itibariyle "ülkemizi
çağ dışı bir rejimden ve din istismarının sebep olabileceği

[Type text] [Type text] [Type text]


muhtemel bir çatışmadan korumak amacıyla tarikat ve
cemaat bağlantılı iç ve dış odaklar üzerinde istihbarat
çalışmalarının yoğunlaştırılmasını","irticai nitelikte ve
bölücü kişilerin kamu kurum ve kuruluşlarına sızma
girişimlerine karşı tedbirli olunmasını", "bazı tarikat ve dini
gruplarca işletilen yurt, pansiyon, dershane, kurs, matbaa vs.
yerlerin sıkı sıkıya denetlenmesini ve buralarda din
istismarının tespiti halinde kapatılmasını", "şartlar ne
olursa olsun kamu görevlilerinin kılık kıyafet başta olmak
üzere mevcut yasalara uymak mecburiyetinde olduğunu",
"Türk Hava Kurumundan başka özel ve tüzel kişilerin kurban
derisi ve bağırsak toplamalarının engellenmesini", "valilerin
her gün düzenli olarak yaptıkları toplantılarda bu sayılan
konularda duyarlı olmalarını" ve bunlar gibi daha pek çok
konuyu emreden 28 Mart 1997 tarihli "ANAYASA VE
YASALARIN UYGULANMASINDA UYULACAK USUL
VE ESASLAR" başlıklı genelge yine yok sayılmıştır. (Oysa o
dönemde valiliklerin, emniyet müdürlüklerinin bu genelge
kapsamında yaptıkları bütün bu işler bazı çevrelerce sanki TSK
tarafından yapıldığı izlenimi oluşturulmuş, TSK zan altında
bırakılmıştır.)

(e) Aynı şekilde, Adalet Bakanı Şevket KAZAN


tarafından imzalanarak Cumhuriyet ve DGM
Başsavcılıklarına gönderilen, "Cumhuriyetin demokratik, lâik
ve sosyal hukuk devleti ilkesini bozmaya ya da Anayasa'da
belirtilen temel hak ve özgürlükleri kaldırmaya yönelik
suçları işleyenlerin süratle mahkeme önüne çıkarılmasının"
vurgulandığı 11 Nisan 1997 tarihli "KANUNLARIN
TİTİZLİKLE UYGULANMASI HAKKINDA" konulu
genelge sanki hiç yazılmamıştır.

[Type text] [Type text] [Type text]


(f) O dönemde MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nce
Cumhurbaşkanı'na ve Hükûmete verilen ve irticai tehdidini
açıkça ortaya koyan brifinglerden, raporlardan eser yoktur.
Yani bu ülkede sanki - örneğin - "Kahrolsun lâik
diktatörlük!", "Lâik devlet yıkılacak elbet", "Yaşasın
Hizbullah, Yaşasın Şeriat!, "İslâmî Hareket engellenemez" vb.
sloganlarla demokratik lâik düzene kastedilmemiş, bu
sloganlarla Türkiye'nin aydın insanları öldürülmemiş, onlarca
insan ağır işkencelerden sonra domuz bağı ile bağlanıp "mezar
ev" diye anılan evlerin bodrumlarına canlı canlı gömülmemiş;
sanki "çatlasanız da patlasanız da ben Hizbullah'ım", "kan
dökülecek fıstık gibi olacak", "bu düzen değişecek, ama
bakalım geçiş dönemi tatlı mı olacak kanlı mı olacak"
sözünü eden, "RP cihad ordusudur, RP'ne oy vermezsen
patates dinindensin" fetvası veren, İslâm dünyasının en kutsal
mekânı Kâbe'yi bile miting alanına çeviren siyasiler bu
ülkede hiç yaşamamıştır... Evet, 1309 sayfalık iddianamede
bunlardan bir tek kelime ile bile söz edilmemiştir.

(g) Başbakan Erbakan'ın 18 Haziran 1997 tarihinde


Cumhurbaşkanı Demirel'e verdiği ve "Refah Partisi ve Doğru
Yol Partisi arasındaki Koalisyon Protokolü'ne uygun olarak, bu
bir yıllık süreden sonra başbakanlığın Doğru Yol Partisi'ne
geçebilmesi için, yapmış olduğumuz taahhüde ve iki parti
arasındaki mutabakata uymak üzere başbakanlık görevinden
istifa ediyorum." şeklindeki istifa dilekçesine tek kelime ile
değinilmemiştir,

(h) Aynı şekilde, söz konusu istifa mektubundan birkaç


gün sonra merhum Erbakan'ın Başbakan Yardımcısı Tansu
ÇİLLER ve hükûmeti destekleyen BBP Genel Başkanı
merhum Muhsin YAZICIOĞLU ile birlikte bütün

[Type text] [Type text] [Type text]


kameraların önüne çıkıp istifa gerekçesini detaylı biçimde
açıkladığı basın toplantısı görmezden gelinmiştir.

(i) Cumhurbaşkanı Demirel'in Meclis Darbeleri


Araştırma Komisyonu'nda söylediği ve o dönemde tüm
sorumluluğun kendisine ait olduğuna ve tüm faaliyetlerin
anayasa ve yasalar çerçevesinde yürütüldüğüne ilişkin hiçbir
beyanı iddianameye alınmamıştır.

(j) Dönemin Adalet Bakanı Şevket KAZAN'ın bizzat


kendi yazdığı "Öncesi ve Sonrası ile 28 Şubat" ve "Refah
Gerçeği" adlı kitaplarda hükümetin istifasının tamamen iki
parti arasındaki protokole dayalı bir ahde vefa ilişkisi
olduğuna ilişkin açıklamalarının hepsi es geçilmiştir.

(k) Türkiye Cumhuriyeti'ne yönelik iç ve dış


tehditlerin belirlendiği ve başta TSK olmak üzere devlet
çapında güvenlikten sorumlu bütün kurumlara düşen
görevlerin yer aldığı en önemli ve en temel kaynak olan Milli
Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) hiç gündeme bile
getirilmemiştir. Hâlbuki Bakanlar Kurulu'nca imzalanan o
belgeye bakılsaydı, İÇ TEHDİTLER başlığı altında "irticanın
ve bazı İslam Devletlerince desteklenen şeriat taleplerinin ciddi bir
tehlike teşkil ettiği"nin belirtildiği görülecekti ve böylece başta
TSK olmak üzere devletin güvenlikten sorumlu bütün
birimlerinin o belge gereğince görevlerini icra etmiş oldukları
anlaşılacaktı. Savcılık makamı bunu bilerek gözardı etmiştir.
(Duruşmalar sırasında söz konusu belgenin Başbakanlık ve /
veya MGK Genel Sekreterliğinden getirtilmesi taleplerinde
bulunulmuş, ancak mahkeme bu konuda gerekli özeni
göstermemiş, MGK'nın gönderdiği ve bilerek ya da
bilmeyerek hedef şaşırtıcı birkaç cümlelik cevabı yeterli

[Type text] [Type text] [Type text]


görmüştür. Mahkemenin MGSB konusundaki bu tutumunun
da sanıklarca tuhaf karşılandığını belirtebiliriz.)

(l) Bütün bu gayrı hukukî tutum yetmezmiş gibi,


iddianameyi hazırlayan savcıların hukuka aykırı biçimde delil
topladıkları, sırf sanıkları suçlu göstermek için ahlâksızca bir
yaklaşımla resmî belgelerdeki cümleleri / ifadeleri bile tahrif
etmekten kaçınmadıkları; dahası, 19 Şubat 2015 tarihli celsede
de anlaşıldığı üzere, sorguya çağırdığı bazı sivil memurları
sanıklar aleyhinde ifade vermeleri için korkuttuğu ve
psikolojik baskı kurduğu ortaya çıkmıştır. Nitekim
duruşmalar sürecinde bu durumlar anlaşılınca bir kısım
sanıklarca davanın savcıları Mustafa BİLGİLİ ve Kemal
ÇETİN hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur.

(m) Ve nihayet, FETÖ'cü olduğu iddiasıyla 15 Temmuz


ihanetinden sonra meslekten atılan ve 4 ay kaçtıktan sonra
sahte kimlikle yakalanarak cezaevine konan Mustafa
BİLGİLİ'nin iddianameye müşteki olarak koyduğu 196 asker
kökenli şahıstan 49'unun Fethullah Gülen cemaatiyle
ilişkisi nedeniyle TSK'dan Yüksek Askeri Şûra kararıyla
ihraç edildiği anlaşılmıştır. Yani iddianameye bakıldığında bu
davanın asker kökenli müştekileri arasında FETÖ'cülerin yer
aldığı görülmektedir. Bu tespit, sayıları askerlerden çok daha
fazla olan sivil müştekiler arasında da FETÖ'cüler olabileceği
konusunda kuvvetli şüphe uyandırmaktadır.

Kısacası, bu davanın - başta FETÖ olmak üzere siyasal


İslâm'ı savunan köktendinci tarikat ve cemaatlerle neden
mücadele ettiniz?", "neden türbana karşı çıktınız" davası
olduğu ve TSK'ya karşı ideolojik intikam güdüsü ile açıldığı
tüm çıplaklığıyla açığa çıkmıştır.

[Type text] [Type text] [Type text]


2."Askerlerin Başbakan Erbakan'a 28 Şubat kararlarını baskı
ile imzalattığı" şeklindeki bilgilerin tamamen yalan olduğu,
MGK'daki toplantıda asla nezaketsiz bir durumun
yaşanmadığı bizzat MGK toplantısına katılan Meral
AKŞENER ve Turhan TAYAN gibi tanıkların ifadelerinden
anlaşılmıştır. (T.ÇİLLER de MGK toplantısında baskı ve cebir
gibi hususların asla olmadığını, sözel anlamda bir
nezaketsizlik yaşanmadığını, ama vücut dili itibariyle bir
soğukluk olduğunu (!) ifade etmiştir.) Ayrıca yukarıda da
değinildiği üzere MGK kararlarını görüşmek üzere 13 Mart
1997 tarihinde toplanan Bakanlar Kurulu Toplantısı'na
ilişkin tutanak da mahkeme tarafından Başbakanlık'tan
istenmiştir. Görevlendirilen naip hâkimler tarafından
incelenen ve mahkemede açıklanan tutanakta 406 Sayılı
MGK kararlarının uygulanması konusunda hükûmet üzerinde
hiçbir baskı olmadığı, Başbakan Erbakan'ın bu kararları
tamamen benimseyerek ertesi gün (14 Mart) "GEREĞİ" için
bakan(lık)lara direktif verdiği çok açık biçimde anlaşılmıştır.

Kaldı ki, asıl önemlisi, söz konusu 406 Sayılı MGK


Kararlarını imzalatmak için Erbakan'a götürenin de askerler
değil, Başbakan Yardımcısı Çiller olduğu ortaya çıkmıştır.

3. Darbenin sembol eylemi olarak gösterilen "Sincan'da


tankların yürümesi" olayı dönemin Kara Kuvvetleri
Komutanı (E) Org. Hikmet KÖKSAL'ın birinci ağızdan
anlatımlarıyla netleşmiştir. Köksal Paşa, Sincan Belediyesi'nin
31 Ocak 1997 tarihinde düzenlediği tartışmalı Kudüs Gecesiyle
04 Şubat'ta tankların Sincan'dan geçmesinin bir ilgisinin
olmadığını, normalde 07 Şubat tarihinde Akıncı üs bölgesinde
plânlanmış bir özel görev tatbikatı olduğunu, kendisinin de bu
tatbikatı izlemek istediğini, ancak aynı tarihte katarakt

[Type text] [Type text] [Type text]


ameliyatı için kendisine gün verildiğini, bu nedenle tatbikatı
izleyebilmek amacıyla kendi emriyle 3 gün erkene aldırdığını;
tatbikatın intikal güzergâhı üzerinde bulunan bir menfezin
yıkılmış olması nedeniyle tankların Sincan şehir merkezinden
geçmek durumunda kaldığını, olayın bundan ibaret
olduğunu, Kudüs Gecesi olayı ile tanklar arasındaki ilgiyi
medyanın kurduğunu ve sansasyonel haber olarak yaydığını
belirtmiştir.

4. Dönemin sembol ifadesi olarak Gnkur. 2'nci Bşk. Org.


Çevik Bir Paşa'ya atfedilen "Demokrasiye balans ayarı
yaptık" sözüne de yine bizzat Çevik Paşa açıklık getirmiştir.
Bu sözü kendisinin hiçbir zaman kullanmadığını belirten
Çevik Paşa, Türk - Amerikan İş Konseyi'nin davetlisi olarak
ABD'ye gittiğinde Somali Harekâtı sırasında tanıştığı ve
harekâtın sorumlusu olan BM Genel Sekreteri Kofi Annan'a da
bir nezaket ziyareti düzenlediğini, ziyaret çıkışında
gazetecilerin "Annan'la ne konuştunuz?" diye sormaları
üzerine "Sayın Annan TSK'yı övgü ile anmış ve TSK'nın
Türkiye'de demokrasi için bir balans olduğunu söylemiştir"
şeklinde bir yanıt verdiğini, bu açıklamadan sonra "Annan'ın
'denge unsuru' anlamında söylediği 'balans' kavramı medyada
sanki ben söylemişim gibi bana atfedilmiştir" diye vurgulamıştır.

5. Bir diğer sembol ifade olarak kayıtlara geçen


"postmodern darbe" sözü ise dönemin Genelkurmay Genel
Sekreteri olan (E) Tümg. Erol ÖZKASNAK tarafından
açıklanmıştır. Bu kavramın kendisine ait olmadığını, gazeteci
Turan ALKAN ve Cengiz ÇANDAR tarafından kullanıldığını
vurgulayan Özkasnak Paşa, telefonla katıldığı bir televizyon
programında "buna birileri 'postmodern darbe' lafını yakıştırmış"
diye belirtmesine rağmen ısrarla bu sözün kendisine mal

[Type text] [Type text] [Type text]


edildiğini, 28 Şubat'ın asla bir darbe olmadığını her yerde ve
her fırsatta dile getirdiğini, nitekim daha 28 Şubat'ın hemen
ertesinde - 01 Mart 1997 tarihinde - kendisini arayıp MGK
kararlarının bir darbe olarak yorumlanıp
yorumlanamayacağını soran gazeteci İsmet BERKAN'ı da "21.
yüzyılda Türk Ordusunun darbelerle işi olmaz, darbeler geride
kaldı" diye yanıtladığını ifade etmiştir.

6. Gerek kılık kıyafetleri ve gerekse ilişkileri ile 28 Şubat


döneminin sembol isimleri olan Müslüm GÜNDÜZ, Fadime
ŞAHİN, Ali KALKANCI gibi şahısların "irtica tehdidi algısı
yaratmak amacıyla askerlerce kullandığı" iddialarının da
tamamen uydurma olduğu, ne TSK'nın bu şahıslarla ne de bu
şahısların TSK ile hiçbir bağlantılarının olmadığı - dönemin
Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu ÇİLLER,
İçişleri Bakanı Meral AKŞENER ve Adalet Bakanı Şevket
KAZAN'ın da mahkemedeki kabulleriyle - çok net biçimde
açığa çıkmıştır. Buna mukabil bu şahısların TSK ile değil, o
dönemde iktidara yakın kimselerle bağlantıları olduğu ve
bunun araştırılması gerektiği dile getirilmiştir.

7. 28 Şubat'ta irticanın da bir tehdit olarak tanımlanmasını


müteakip bütün diğer kamu kurum ve kuruluşlarında da bu
kapsamda tedbirler alındığı ve BÇG benzeri birimler
oluşturulduğu, Başbakanlık nezdinde önce "Sürekli İzleme
Merkezi (SİM)" sonra da "Başbakanlık Uygulamayı Takip ve
Koordinasyon Kurulu (BUTKK)" adıyla bir merkezin
kurulduğu anlaşılmıştır. Dahası, irtica ile mücadele
kapsamında alınan bütün tedbirler ve verilen direktiflerin 14
Aralık 2010 tarihli Başbakanlık genelgesine kadar
yürürlükte kaldığı tespit edilmiştir. (Söz konusu genelgeyle
irtica bir tehdit olmaktan çıkarılmıştır.) Başka bir deyişle,

[Type text] [Type text] [Type text]


1997 ve sonrasında irtica ile mücadele kapsamında alınan
kararlar, tedbirler, verilen emirler R.Tayyip ERDOĞAN'ın
başbakanlığı döneminde de - Aralık 2010'a kadar -
geçerliliğini sürdürmüştür.

8. Toplam 7-8 kişiden oluşan ve Genelkurmay Harekât


Başkanlığı bünyesinde kurulan BÇG'nin ayrı bir istihbarat ve
icraat merkezi değil, kendisine çeşitli kanallardan ulaşan
bilgileri bir rapor haline getirip Komuta Katına arz eden bir
birim olduğu; hiçbir operasyonel faaliyeti, yaptırım gücü,
yazışma yetkisi olmadığı; BÇG'ye ulaş(tırıl)an söz konusu
bilgilerin ezici bir çoğunluğunun ise MİT ve Emniyet Genel
Müdürlüğü'nden geldiği, TSK'nın da öncelikle MİT'in
analizlerinden yararlandığı öğrenilmiştir. Başka bir deyişle,
BÇG'nin kimseyi "fişlemediği", böyle bir işlem de
yapmadığı, irticai faaliyetlerle ilgili olduğu öne sürülen kişi
ve kuruluşlara ilişkin bilgilerin çok büyük bölümünün söz
konusu kurumlardan geldiği açığa çıkmıştır.

9. YÖK tarafından master - doktora vb. eğitim amacıyla


yurt dışına gönderilenlerin bir kısmının yurda geri
çağrılmasının 28 Şubat dönemiyle hiç ilgisinin olmadığı;
bunların 1996 yılında dönemin MEB.lığı, Cumhurbaşkanlığı
Genel Sekreterliği ve Başbakanlık Güvenlik İşleri
Başkanlığı'nın kararları / yazıları dahilinde "usulsüz
gönderildikleri" gerekçesiyle geri çağrıldıkları öğrenilmiştir.

10. Soruşturmanın başından beri sözde "darbenin sivil


ayağı" denen medya, iş çevreleri ve bazı sivil toplum
kuruluşları için ayrı bir soruşturmaya gidileceği söylenmesine
rağmen bu konuda yaklaşık 6 yıldır tek bir adım
atıl(a)mamıştır. (İddiamız odur ki, böyle bir adım atıl(a)mayacaktır

[Type text] [Type text] [Type text]


da... Çünkü ortada bir "suç" yoktur.) Böylece bu tür ifadelerin
kamuoyuna yönelik bir göz boyama, aldatma, sahte
kahramanlık gösterisi olduğu, ayrıca medya üzerinde de bir
baskı, tehdit ve şantaj aracı olarak kullanıldığı net olarak
ortaya çıkmıştır.

ÖZET VE SONUÇ

Bütün yukarıda sayılanları özetleyecek olursak; 28 Şubat


davası da - askerlere yönelik bütün diğer davalar gibi - bazı
siyasi çevrelerden güç alan FETÖ'cü yargı mensuplarının el
ele vererek askerler üzerinde itibarsızlaştırma, saygınlığına
gölge düşürme, susturma amacıyla kurguladıkları ve servis
ettikleri kumpas davalardan biridir. Tam bir FETÖ
operasyonudur. Nitekim bu davada da süreç - tıpkı öbür
davalarda olduğu gibi - sözde kimliği meçhul kişilerin
savcılığa bilgi ve belge ulaştırmalarıyla başlamış, ıslak imzalı
tek bir doküman bile olmadan ve üzerinde tahrifat yapılan
düzmece CD ve belgelerle pek çok asker gözaltına alınıp
tutuklanmış, kendi ayaklarıyla ifade vermeye gelen kişiler bile
kaçma şüphesi ile tutuklanarak bir kısmı 2 yıla yaklaşan
sürelerde cezaevlerinde kalmışlardır. Ayrıca yine terfi
etmesine kesin gözüyle bakılan pek çok başarılı albay ya da
general bu dava ile emekliye sevk edilmiş ve üniformayı
çıkarmak durumunda kalmışlardır.(11)

(11)
28 Şubat Davası'nın başlangıcından bugüne soruşturma ve kovuşturma
aşamalarında yer alan hâkim ve savcıların % 90'ı bugün meslekten ihraç edilmiş,
bir kısmı tutuklu, bir kısmı firari durumdadır. Bu konuda daha detaylı bilgi için altta
linki verilen "28 Şubat Davasında FETÖ'nün Rolü" başlıklı inceleme yazısın
öneririz.

https://www.facebook.com/permalink.php?
story_fbid=893483594114971&id=301039466692723&substory_index=0

[Type text] [Type text] [Type text]


08 Ocak 2018 tarihinde 94'üncü duruşması ile devam edecek
olan davanın en acı ve vahim tarafı işte budur. Yani
savcısından hâkimine, adli müşavirinden bilirkişisine kadar
hukukî prosedürde yer alan hemen herkes FETÖ'cülük
suçlamasıyla cezaevlerinde iken, böyle bir ekibin hazırladığı
iddianameyle dava sürdürülmekte ve bugüne kadar sadece 4
kez duruşmalara giren Savcı Mehmet Hanefi YILDIRIM o
iddianameye dayanarak çıktığı 5'nci duruşmada 60 sanık
hakkında ağırlaştırılmış müebbet cezası isteyebilmektedir.

Oysa son mahkeme heyetine kadar yapılan duruşmalarda


kuşku götürmez bir gerçek olarak anlaşılmıştır ki, "askerî
darbe" olduğu propagandası yapılan 28 Şubat kesinlikle bir
darbe değildir. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman
DEMİREL bunu açıkça dile getirmiş ve o dönemde bütün
sorumluluğun kendisinde olduğunu çok net biçimde ifade
etmiştir. Ancak herkesçe malûm bazı çevreler uydurdukları
ve ısrarla tekrar ettikleri yalanlarla toplumda bir darbe
algısı oluşturmuşlar, bunu da "mağduriyet edebiyatı"yla
süsleyerek siyasi rant elde etmeye çalışmışlar, ne yazık ki
toplumun unutkanlığını ve bu konudaki bilgisizliğini de
çok iyi kullanarak oldukça başarılı olmuşlardır.

Ama artık yeter!.. Artık kimsenin bu "darbe tuzağı"na


düşmemesi, "darbe yalanları"na kanmaması gerekir. Ortada
ne bir askeri darbe ne de bir suç vardır. Zaten bir suç
olsaydı, askeri darbenin varlığına ilişkin bugüne kadar
somut bir gerekçe ya da belge ortaya konmuş olsaydı
yaklaşık 6 yıllık soruşturma ve dava sürecinde sanıkların ipi
elli kere çekilir, hak ettikleri cezalara çoktan çarptırılırlardı.
Ama duruşmalar sürecinde hâkimler de ortada bir suç
olmadığını, her şeyin devletin en üst sivil kurumlarınca,

[Type text] [Type text] [Type text]


anayasa ve yasalar çerçevesinde geliştiğini anlayınca davayı
sürekli uzatmak durumunda kalmış, o da yetmeyince
mahkeme heyetleri değiştirilmiştir.

Kaldı ki bugün yaşadığımız olaylar 28 Şubat döneminde, yani


bundan yaklaşık 20 yıl önce askerlerin irtica konusunda kaygı
duymakta ne kadar haklı olduğu apaçık ortaya koymuştur.
Anayasamızın "DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ"nin
düzenlendiği 24'ncü maddesinde "Kimse, devletin sosyal,
ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de
olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel
çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa
olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan
şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz." diye
vurgulansa da, ne yazık ki bugün başta Kur'an olmak üzere
İslâm'ın bütün kutsal değerleri siyasetin ve siyasetçilerin
elinde oyuncak ve istismar aracı olmuştur.

Yüce dinimizin bu kadar ayaklar altına alınması,


sömürülmesi, siyasete alet edilmesi ancak lanetle anılabilecek
bir olaydır. Ayrıca bir barış dini olan İslâm'ın yanlış ellerde
nasıl bir tehlike haline geldiğini çok yakınımıza kadar giren
FETÖ ve IŞİD terörü ile de görülmüştür.

SONUÇ İTİBARİYLE;

a. 28 Şubat kesinlikle bir askerî darbe değildir, darbe ve


/ veya darbecilikle hiçbir ilgisi yoktur.

b. 28 Şubat, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığının,


gericiliğin, dini cehaletin, din istismarcılığı yaparak
yürütülen tarikat ve cemaat örgütlenmesinin, yüce dinimizi

[Type text] [Type text] [Type text]


siyasete alet etmenin Türkiye'yi nerelere sürükleyeceğinin
tam 20 yıl önce TSK (ve devletin diğer ilgili güvenlik kurumları)
tarafından tespit edildiğinin kanıtıdır.

c. 28 Şubat, başta FETÖ olmak üzere bugünkü IŞİD


(DAEŞ) ve benzeri köktendinci terör tehlikesine tam 20 yıl
önce dikkat çekildiğinin resmidir.

ç. 28 Şubat, meseleyi sanki kadınların başörtüsü


meselesiymiş gibi göstererek özü toplumdan saklanan bir
siyasi rant ve ayrıca devletin rejimi ile cumhuriyetin
değerlerine karşı açılmış savaş meselesidir.

d. 28 Şubat, siyasilerin kendi şahsi çıkarları, iktidar


hesapları ve hırsları ile askerler üzerinden iktidarı kapma
sevdası ve savaşıdır.

e. 28 Şubat suçlaması, siyasilerin kendi


beceriksizliklerini, başarısızlıklarını, hatta yanlışlarını
örtmek için suçu askerlerin üzerine atma kolaycılığına, daha
doğrusu "gaflet ve dalaletine" düşmelerinin bir başka
biçimidir.

Şurası bir gerçektir ki, bundan tam 20 yıl önce MGK'da


alınan ve hükümetçe de aynen benimsenip kabul edilen o
kararlar eğer istismar edilmeseydi, sulandırılmasaydı,
sonradan gelen hükûmetlerce (siyasilerce) gereği gibi
uygulanıp takip edilseydi bugün kesinlikle 15 Temmuz
ihaneti de, FETÖ belâsı da yaşanmazdı.

Dolayısıyla BU DAVA SİYASİ RANT ELDE ETMEYE


DÖNÜK VE TAM ANLAMIYLA SİYASİ BİR DAVADIR.

[Type text] [Type text] [Type text]


İşleyişi tam bir psikolojik harekât (algı operasyonu) plânları
çerçevesinde yürütülmektedir. Türkiye'de siyasetin yargı
üzerindeki etkisi dikkate alındığında, sadece Sayın
Cumhurbaşkanı'nın kızlarının bu davada müşteki
olmasının bile mahkeme üzerinde çok önemli bir baskı
unsuru olduğu aşikârdır.

28 Şubat "sanıkları" olarak bu davanın sonuna kadar üzerine


gidilmesini, hiçbir şeyin üstünün örtülmemesini, her şeyin
bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmasını öncelikle biz askerler
istiyoruz. Çünkü çok iyi biliyoruz ki ASIL SUÇLULAR 28
Şubat'ı bir darbe gibi gösterenler ve bu manipülasyondan
nemalananlardır.

Nitekim ta ilk günden beri ısrarla vurguladığımız ASIL


KAÇANLAR BU DAVAYI AÇANLAR OLACAKTIR
sözünün ne kadar isabetli olduğunu yaşananlar göstermiştir.

Not: Bu bölümde, bu davanın tüm gelişmelerini bizzat yaşayan


sayın (E) Alb. Alican TÜRK’ün izinleri ile onun notlarından
faydalanılmıştır.

[Type text] [Type text] [Type text]


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
28 ŞUBAT SANIKLARININ TUTUKLULUK
VE TAHLİYE BİLGİLERİ
(İDDİANAMEDEKİ SIRAYA GÖRE)

S. TUTUKL
TAHLİYE
N ADI SOYADI ANMA DİYECEKLER
TARİHİ
O TARİHİ
Org.İ.Hakkı 8'inci Dalgada (03.01.2013) savcılıkça ifadesi alındı,
1 adli kontrol tedbirleri ile serbest bırakıldı.
KARADAYI
2 Org.Çevik BİR 15.04.2012 19.12.2013 1'inci Dalga
5'inci Dalga, ayrıca
Org. Çetin BALYOZ
3 28.05.2012 19.12.2013
DOĞAN davasından
hükümlü
Tümg.Erol
4 20.04.2012 19.12.2013 2'nci Dalga
ÖZKASNAK
Tümg.
5 M.Erdal 09.05.2012 01.10.2013 4'üncü Dalga
ŞENEL
Tümg.Kenan
6 22.06.2012 19.12.2013 6'ncı Dalga
DENİZ
Org.İlhan
7 29.05.2012 05.09.2013 5'inci Dalga
KILIÇ
Korg. Yıldırım
8 26.04.2012 01.10.2013 3'üncü Dalga
TÜRKER
Korg. Çetin
9 09.05.2012 05.09.2013 4'üncü Dalga
SANER
Korg. 5'inci Dalgada
gözaltına alındı,
10 Kamuran 03.06.2012 05.09.2013
serbest bırakıldı,
ORHON tekrar tutuklandı

75
Korg. Vural
11 28.05.2012 07.11.2013 5'inci Dalga
AVAR
Ora. H.Bülent
12 13.02.2013 01.10.2013 9'uncu Dalga
ALPKAYA
Org. Hikmet
13 29.05.2012 05.09.2013 5'inci Dalga
KÖKSAL
Org. Ahmet
14 29.05.2012 05.09.2013 5'inci Dalga
ÇÖREKÇİ
Org. Teoman 5'inci Dalga,
15 03.06.2012 03.09.2013
KOMAN VEFAT (14.12.2013)
Tuğg. İdris
16 14.04.2012 19.12.2013 1'inci Dalga
KORALP
Org. Fevzi
17 26.04.2012 01.10.2013 3'üncü Dalga
TÜRKERİ
Tümg. Çetin
18 09.05.2012 07.11.2013 4'üncü Dalga
DİZDAR
Korg. Hakkı
19 09.05.2012 05.09.2013 4'üncü Dalga
KILINÇ
Korg. Mustafa
20 09.05.2012 14.06.2013 4'üncü Dalga
BIYIK
1'inci Dalgada
Alb. İ.Selman gözaltına alındı,
21 02.05.2012 14.06.2013
YAZICI serbest bırakıldı,
tekrar tutuklandı
Alb.A.Yavuz
22 14.04.2012 14.06.2013 1'inci Dalga
GÜRCÜOĞLU
Alb. Serdar
23 15.04.2012 14.06.2013 1'inci Dalga
ÇELEBİ
Alb. Mustafa
24 14.04.2012 14.06.2013 1'inci Dalga
BABACAN
Alb.Orhan
25 14.04.2012 14.06.2013 1'inci Dalga
NALCIOĞLU
Alb. İsrafil
26 14.04.2012 14.06.2013 1'inci Dalga
AYDIN

76
4'üncü Dalgada (09.05.2012) gözaltına alınmak
istendi, adresinde bulunamadı; mahkeme
Tümg.C.Teme
27 başladıktan sonra ilerleyen celselerde hakkındaki
l ÖZKAYNAK tutuklama kararı kaldırılınca mahkemeye gelip
ifade verdi.
4'üncü Dalgada (09.05.2012)gözaltına alınmak
Alb.Eser
28 istendi, adresinde bulunamadı, duruşmalara hiç
ŞAHAN gelmedi / VEFAT (13.02.2015 - Romanya)
Prof.Dr.H.Ke
29 25.06.2012 05.09.2013 6'ncı Dalga
mal GÜRÜZ

6'ncı dalgada (22.06.2012) gözaltına alındı,


serbest bırakıldı, tekrar tutuklama kararı
Korg. Sedat çıkarıldı, adresinde bulunamadı; mahkeme
30
ARITÜRK başladıktan sonra ilerleyen celselerde hakkındaki
tutuklama kararı kaldırılınca mahkemeye gelip
ifade verdi.

6'ncı dalgada (22.06.2012) gözaltına alınmak


istendi, evinde bulunamadı, hakkında
Korg.Erdoğan tutuklama kararı çıkarıldı; mahkeme
31
ÖZNAL başladıktan sonra ilerleyen celselerde
hakkındaki tutuklama kararı kaldırılınca
mahkemeye gelip ifade verdi.
7'nci Dalga, ayrıca
Korg. Engin 22.10.
32 14.06.2013 BALYOZ davasından
ALAN 2012
hükümlü
Tümg.Ayhan 14.02.
33 07.11.2013 9'uncu Dalga
CANSEVGİS 2013
Org. Orhan 13.02.
34 07.11.2013 9'uncu Dalga
YÖNEY 2012
9'uncu Dalgada (13.02.2013) gözaltına alındı,
Tümg. Ersin
35 tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol
YILMAZ tedbirleriyle serbest bırakıldı.
36 Korg. Köksal 13.02. 07.11.2013 9'uncu Dalga

77
KARABAY 2012
10'uncu Dalgada (21.02.2013) gözaltına alındı,
Korg. Doğan ayrıca BALYOZ davasından hükümlü;
37
TEMEL tutuksuz yargılanmak üzere 28 Şubat
davasından serbest bırakıldı.
11'nci Dalgada (27.02.2013) gözaltına alındı,
Tümg.Mehmet
38 tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol
BAŞPINAR tedbirleriyle serbest bırakıldı.
Tümg.Fuat 9'uncu Dalgada (14.02.2013) gözaltına alındı,
39 BÜYÜKCİVELE tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol
K tedbirleriyle serbest bırakıldı.
Alb. Hüsnü 14.04.
40 07.11.2013 1'inci Dalga
DAĞ 2012
Alb.Oğuz 15.04.
41 01.10.2013 1'inci Dalga
KALELİOĞLU 2012
5'inci Dalga, ayrıca
Korg. Metin 28.05.
42 14.06.2013 BALYOZ davasından
Yavuz YALÇIN 2012 hükümlü

9'uncu Dalgada (14.02.2013) gözaltına alındı,


Tüma.Mustafa
43 tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol
ÖZBEY tedbirleriyle serbest bırakıldı.

Tuğa. İ.Ruhsar 15.02.


44 01.10.2013 9'uncu Dalga
SÜMER 2013

Tümg. Şevket 15.02.


45 07.11.2013 9'uncu Dalga
TURAN 2013

Tuğg. Metin
14.02.
46 Yaşar 01.10.2013 9'uncu Dalga
2013
YÜKSELEN
47 Alb.A.Ziya 9'uncu Dalgada (14.02.2013) gözaltına alındı,
ÖZTOPRAK tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol

78
tedbirleriyle serbest bırakıldı.
10'uncu Dalga, ayrıca
Org. Şükrü 21.02.
48 07.11.2013 BALYOZ davasından
SARIIŞIK 2013
hükümlü
11nci Dalgada (27.02.2013) gözaltına alındı,
Org. Aslan
49 tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol
GÜNER tedbirleriyle serbest bırakıldı.
9'uncu Dalgada (14.02.2013) gözaltına alındı,
Korg. A.Atalay
50 tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol
EFEER tedbirleriyle serbest bırakıldı.
Tuğg. Refik 14.02.
51 07.11.2013 9'uncu Dalga
ZEYTİNCİ 2013
Tümg. Yücel 27.02.
52 01.10.2013 11'nci Dalga
ÖZSIR 2013
Alb. Cengiz 14.02.
53 14.06.2013 9'uncu Dalga
KOŞAL 2013
Tümg.Kurtuluş Gözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere
54
ÖĞÜN adli kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı.
Kora. Altaç
55 13.02.2013 07.11.2013 9'uncu Dalga
ATILAN
Kora. Aydan
56 15.02.2013 07.11.2013 9'uncu Dalga
EROL
Alb. M.Hakan
57 20.04.2012 14.06.2013 2'nci Dalga
BURAL
Alb. Y.Kemal
58 26.04.2012 14.06.2013 3'üncü Dalga
YAKIŞKAN
Astsb. Adem
59 26.04.2012 14.06.2013 3'üncü Dalga
DEMİR
1'nci Dalgada (14.04.2012) gözaltına alındı,
Alb. M.Şinasi
60 tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol
ÇALIŞ tedbirleriyle serbest bırakıldı.

61 Tuğg. Gözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere


Ertuğrulgazi serbest bırakıldı.

79
ÖZKÜRKÇÜ
Alb.Y.Cem
62 15.04.2012 14.06.2013 1'nci Dalga
ÖZARSLAN
Alb. Ziya
63 07.05.2012 14.06.2013 4'üncü Dalga
BATUR
Alb. Bahaddin
64 20.04.2012 14.06.2013 2'nci Dalga
ÇELİK
Alb. Yüksel
65 15.04.2012 14.06.2013 1'nci Dalga
SÖNMEZ
1'nci dalga,
Alb. Salih
66 14.04.2012 14.06.2013 VEFAT
ERYİĞİT (05.04.2016)
Alb. Ruşen
67 15.04.2012 07.11.2013 1'nci Dalga
BOZKURT
Tuğg. M.Faruk
68 09.05.2012 12.07.2013 4'üncü Dalga
ALPAYDIN
Alb. Osman
69 20.04.2012 14.06.2013 2'nci Dalga
BÜLBÜL
1'nci Dalgada (14.04.2012) gözaltına alındı,
Tümg.Ümit sağlık nedenleri de dikkate alınarak tutuksuz
70
ŞAHİNTÜRK yargılanmak üzere adli kontrol tedbirleriyle
serbest bırakıldı
Alb. Ahmet
71 20.04.2012 14.06.2013 2'nci Dalga
DAĞCI
72 Alb. Veli SEYİT 20.04.2012 14.06.2013 2'nci Dalga
Alb.Seyfullah
73 20.04.2012 14.06.2013 2'nci Dalga
SÖNMEZ
Tuğg. Ünal
74 15.04.2012 07.11.2013 1'nci Dalga
AKBULUT
Alb.Aydın
1'nci Dalgada (14.04.2012) gözaltına alındı,
KARAŞAHİN
75 tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol
tedbirleriyle serbest bırakıldı

76 Bçvş.Hamza 1'nci Dalgada (14.04.2012) gözaltına alındı,

80
tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol
ÖZALTUN
tedbirleriyle serbest bırakıldı
Alb. K.Sezai
77 14.04.2012 14.06.2013 1'nci dalga
ÖKTE
Alb.Cengiz
78 15.04.2012 07.11.2013 1'nci dalga
ÇETİNKAYA
1'nci dalgada
gözaltına
alındı, serbest
Bnb. Ahmet
79 03.05.2012 14.06.2013 bırakıldı,
AKA savcılığın itirazı
üzerine tekrar
tutuklandı.
Alb. Alican
80 15.04.2012 14.06.2013 1'nci dalga
TÜRK
Alb. O.Atilla
81 26.04.2012 14.06.2013 3'üncü dalga
KURTAY
4'üncü dalga
Korg.Tevfik
82 09.05.2012 07.11.2013 VEFAT
ÖZKILIÇ (08.08.2017)
1'nci dalgada
gözaltına
alındı, serbest
Alb. M.Kemal
83 02.05.2012 14.06.2013 bırakıldı,
SAVCI savcılığın itirazı
üzerine tekrar
tutuklandı.
Tümg.Berkay
84 09.05.2012 14.06.2013 4'üncü dalga
TURGUT
1'nci Dalgada (14.04.2012) gözaltına alındı,
Alb. Arslan
85 tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol
DAŞTAN tedbirleriyle serbest bırakıldı
Tuğg. İ.Hakkı
86 26.04.2012 14.06.2013 3'üncü dalga
ÖNDER
87 Alb. Nazmi 02.05.2012 14.06.2013 1'nci dalgada
SOLMAZ gözaltına

81
alındı, serbest
bırakıldı,
savcılığın itirazı
üzerine tekrar
tutuklandı.
1'nci Dalgada (14.04.2012) gözaltına alındı,
Bçvş.Necdet
88 tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol
BATIRAN tedbirleriyle serbest bırakıldı
Tuğg. Mehmet
89 09.05.2012 14.06.2013 4'üncü dalga
Ali YILDIRIM
Tuğg. Metin
90 09.05.2012 14.06.2013 4'üncü dalga
KEŞAP

TUTUK
S.N TAHLİYE DİYECEKL
ADI SOYADI LANMA
O TARİHİ ER
TARİHİ
Tuğg.Celalettin
91 09.05.2012 14.06.2013 4'üncü dalga
BACANLI
Alb.Mustafa
92 26.04.2012 14.06.2013 3'üncü dalga
KÖSEOĞLU
11'nci Dalgada (27.02.2013) gözaltına alındı,
Alb.Cumhur
93 tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol
YATIKKAYA tedbirleriyle serbest bırakıldı
Alb.M.İhsan
94 20.04.2012 14.06.2013 2'nci Dalga
TAVAZAR
Tuğg.Abdullah
95 14.04.2012 05.09.2013 1'nci Dalga
KILIÇARSLAN
Tuğg. Lokman
96 26.04.2012 14.06.2013 3'üncü dalga
EKİNCİ
4'üncü Dalgada (09.05.2012) gözaltına
Alb. Erkan
97 alındı, tutuksuz yargılanmak üzere serbest
YAYKIR bırakıldı
98 Alb.Mehmet 3'üncü Dalgada (26.04.2013) gözaltına
AYGÜNER alındı, tutuksuz yargılanmak üzere serbest
bırakıldı

82
Org.Erdal
99 27.02.2013 14.06.2013 11'nci dalga
CEYLANOĞLU
9'uncu Dalgada (14.02.2013) gözaltına
Org. Ergin
100 alındı, tutuksuz yargılanmak üzere adli
CELASİN kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı
Korg. İzzettin
101 06.03.2013 05.09.2013 12'nci dalga
İYİGÜN
3'üncü Dalgada (26.04.2013) gözaltına
Alb. C.Hakan
102 alındı, tutuksuz yargılanmak üzere adli
PELİT kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı
9'uncu Dalgada (14.02.2013) gözaltına
Tuğg.İzzettin
103 alındı, tutuksuz yargılanmak üzere adli
GÜRDAL kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı

NOT 1: 3'üncü dalgada (26 Nisan 2012) tutuklanan,


tutukluluğu sürecinde rahatsızlanarak hastaneye kaldırılan,
geçirdiği ağır ameliyatlar sonrası 13 Ağustos 2012'de vefat
eden Alb. Mehmet HAŞİMOĞLU hakkında vefatından 2 gün
önce hakkında tahliye kararı verilmişti. Adı bu nedenle
iddianamede geçmediği için listede yer almamıştır.
NOT 2:Bu bölümde, bu davanın tüm gelişmelerini bizzat
yaşayan sayın (E) Alb. Alican TÜRK’ün izinleri ile onun
notlarından faydalanılmıştır.

83
BEŞİNCİ BÖLÜM

SANIKLARIN O ZAMANKİ ADRESLERİ

Vardiya Bizde Platformundan alınan adresler aşağıdadır 


 
 
SİLİVRİ CEZAEVİNDE KALANLAR
 
Sevgi ERENEROL

Semizkumlar Mah., Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü, 8


nolu L Tipi Cezaevi, C-1 Koğuşu Silivri/İSTANBUL
 
E.Orgeneral Çetin DOĞAN
E.Tümamiral Deniz KUTLUK
E.Tümamiral Aydın GÜRÜL

84
Semizkumlar mahallesi, Silivri Ceza İnfaz Kurumları
Kampüsü, 5 nolu L tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Koğuş F-9
Alt Silivri/İSTANBUL
 
E.Org. İlker BAŞBUĞ
E.Org. Hurşit TOLON
E.Tuğamiral Alaettin SEVİM

Semizkumlar mahallesi, Silivri Ceza İnfaz Kurumları


Kampüsü, 5 nolu L tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Koğuş F-9
Üst Silivri/İSTANBUL
 
E.Hv.Korg. Rasim ASLAN
E.Tümamiral Cem GÜRDENİZ
E.Tuğamiral S.Okan KIRÇİÇEK
E.Hv.Tuğg. Haluk SELVİ
E.Tuğamiral Levent ERKEK
E.Dz.P.Kur.Alb. Dursun ÇİÇEK
E.Jan.Alb. Cemal TEMİZÖZ
E.Hv.Alb Yusuf Ziya TOKER
E.Alb. Sedat ÖZÜER
E.Alb. Cemal GÖKÇEOĞLU
E.Alb. Fuat SELVİ
E.Alb. Hulusi GÜLBAHAR

Semizkumlar Mah., Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü Silivri 5


nolu L tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Koğuş C-10
Silivri/İSTANBUL
                 
E.Orgeneral Hasan IĞSIZ
E.Tuğamiral Hasan HOŞGİT

85
E.Tuğamiral Hüseyin HOŞGİT
E.Tümamiral Özer KARABULUT
E.Koramiral Feyyaz ÖĞÜTÇÜ
E.Tümamiral Engin BAYKAL
E.Dz.Kur.Alb. Ümit ÖZCAN
E.Alb. Ökkeş Alp KIRIKKANAT

Semizkumlar Mah., Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü 5


nolu L tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Koğuş C-19
Silivri/İSTANBUL
 
E.Hv.Korgeneral Korcan POLATSÜ        
E.Hv.Korgeneral Ziya GÜLER                            
E.Hv.Tümgeneral Beyazıt KARATAŞ                  
E.Hv.Tümgeneral Nedim Güngör KURUBAŞ
Semizkumlar Mah., Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü 5
nolu L tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Koğuş C-8
Silivri/İSTANBUL
 
E.Kora. Lütfü SANCAR
E.Korg. Hayri GÜNER
E.Tüma. Taner BALKIŞ
E.Tümg. Gürbüz KAYA E.Tuğa. Mustafa KARASABUN
E.Tuğa. Turgay ERDAĞ

Semizkumlar Mah., Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü 5


nolu L tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Koğuş C-4
Silivri/İSTANBUL
 
E.Tümg. Uğur UZAL
E.Tüma. Fikret GÜNEŞ
E.Tuğa. Cem Aziz ÇAKMAK

86
E.Tuğa. Ahmet TÜRKMEN
E.Tuğa. Hakan ERAYDIN
E.Tuğa. İsmail TAYLAN
E.Tuğa. Fatih ILGAR
E.Tuğa. Abdullah GAVREMOĞLU
E.Kur.Alb. Yüksel YALÇIN
E.Kur.Alb. Ahmet TOPDAĞI
E.Kur.Alb. Ali Rıza SÖZEN

Semizkumlar Mah., Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü 5


nolu L tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Koğuş C-2
Silivri/İSTANBUL
 
E.Korgeneral Metin Yavuz YALÇIN
E.Tümgeneral Mert Ali KARABABA
E.P.Kur.Alb. Suat AYTIN
E.Alb. Mehmet YOLERİ
E.Alb. Fuat PAKDİL
E.J.Alb. Kubilay AKTAŞ
E.Kur.Alb. Kemal DİNÇER

Semizkumlar Mah., Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü Silivri 5


nolu L tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Koğuş C-8
Silivri/İSTANBUL
 
Eski Havelsan Gn.Md. Ömer Faruk Ağa YARMAN

Semizkumlar Mah., Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü Silivri 5


nolu Kapalı Cezaevi, Koğuş B-9 ÜST Silivri/İSTANBUL
 
E.Korgeneral Engin ALAN
E.Tümgeneral Tuncay ÇAKAN

87
E.Tümg. Salim Erkal BEKTAŞ E.Tuğgeneral Mehmet Kaya
VAROL
E.Tuğg. Halil KALKANLI
E.Tuğg. İzzet OCAK
E.Alb. Bülent TUNCAY
E.Alb. Erdal AKYAZAN

Semizkumlar Mah., Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü Silivri 5


nolu Kapalı Cezaevi, Koğuş B-10 Silivri/İSTANBUL
 
E.Korg. Mehmet ERÖZ
E.Korg. İsmail Hakkı PEKİN
E.Tümg. Ahmet YAVUZ
E. Tümg. Hasan Fehmi CANAN
E.Tümg. Abdullah DALAY
E.Tümg. Bekir MEMİŞ
E.Tuğg. İhsan BALABANLI
E.Tuğg. Kasım ERDEM
E.Tuğg. Gökhan GÖKAY

Semizkumlar Mah., Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü Silivri 4


nolu L tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Koğuş B-11
Silivri/İSTANBUL
 
E.Tümg. Behzat BALTA
E.Tümg. R.Rıfkı DURUSOY
E.Tuğg. Bulut Ömer MİMİROĞLU
E.Tuğgeneral Faruk Oktay MEMİOĞLU
E.Tuğgeneral Süha TANYERİ
E.Tuğgeneral Mustafa Kemal TUTKUN
E.Kur.Alb. Mümtaz CAN
E.Korgeneral Ayhan TAŞ

88
Semizkumlar Mah., Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü 4
nolu L tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Koğuş B-8
Silivri/İSTANBUL
 
E.Oramiral Özden ÖRNEK
E.Orgeneral Halil İbrahim FIRTINA
E.Orgeneral Şükrü SARIIŞIK
E.Alb. Mehmet Kemal GÖNÜLDAŞ
E.Alb.Harun ÖZDEMİR
E.Alb. Ali İhsan ÇUHADAROĞLU
E.Kur.Alb. Recai ELMAZ
E.Üsteğmen Ahmet ŞENTÜRK
Semizkumlar Mah., Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü 4
nolu L tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Koğuş B-7
Silivri/İSTANBUL
 
E.Kora. Mehmet OTUZBİROĞLU
E.Kora. Kadir SAĞDIÇ        
E.Korg. Korkut ÖZARSLAN
E.Hv.Korg. Yurdaer OLCAN
E.Tüma. Haydar Mücahit ŞİŞLİOĞLU
E.Hv.Tümg. A. Bertan NOGAYLAROĞLU
E.Hv.Tuğg. Mustafa İLHAN
E.Hv.Alb. Hakan BÜYÜK

Semizkumlar Mah., Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü,


4  no.lu  L Tipi Cezaevi, B-5 Koğuşu, Silivri/İSTANBUL
 
E.Jan.Yb. Mustafa DÖNMEZ

89
Semizkumlar Mah., Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü,
4 no.lu  L Tipi Cezaevi, B-4 Koğuşu, Silivri/İSTANBUL
 
E.Alb.R.H. TUFAN

Semizkumlar Mah., Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü 4


nolu L tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Koğuş B-2
Silivri/İSTANBUL
 
Erkan ÖNSEL
Turhan ÖZLÜ
Mehmet Bedri GÜLTEKİN

Semizkumlar Mah., Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü Silivri 1


nolu Kapalı Cezaevi, Koğuş F-8 Silivri/İSTANBUL
 
Mehmet DEMİRTAŞ

Semizkumlar Mah., Silivri Kapalı Cezaevi ve İnfaz Kurumları


Kampüsü, L Tipi, 1 nolu Cezaevi, F-7 Silivri/İSTANBUL
 
E.Yüzbaşı Muzaffer TEKİN – Ergenekon 1

Semizkumlar Mah., Silivri Kapalı Cezaevi ve İnfaz Kurumları


Kampüsü, L Tipi, 1 nolu Cezaevi, F-9, Üst koğuş,
Silivri/İSTANBUL
 
Hikmet ÇİÇEK – Ergenekon 1
Deniz YILDIRIM - Islak İmza

Semizkumlar Mah., Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü Silivri 1


nolu Kapalı Cezaevi, F-7 Koğuşu Silivri/İSTANBUL

90
 
Soner YALÇIN – Oda TV
Oktay YILDIRIM

Semizkumlar Mah., Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü Silivri 1


nolu Kapalı Cezaevi, Koğuş F-2 Silivri/İSTANBUL
 
Prof. Dr. Yalçın KÜÇÜK – Oda TV – Ergenekon 2
Prof.Dr. Fatih HİLMİOĞLU – Ergenekon 2
Mehmet Bora PERİNÇEK

Semizkumlar Mah., Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü Silivri 1


nolu Kapalı Cezaevi, Koğuş B-2  Silivri/İSTANBUL     
 
E.Alb. Hasan Atilla UĞUR – Ergenekon 2
E.Dz.Yzb. Hasan Ataman YILDIRIM – Ergenekon 2 ve
İnternet Andıcı

Semizkumlar Mah., Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü Silivri 1


nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Koğuş B-1
Silivri/İSTANBUL
 
 
 
TECRİT HÜCRELERİNDE TUTULAN 10 TUTUKLU:

E.Dz.Bnb. Levent BEKTAŞ


E.Alb.Mustafa Levent GÖKTAŞ
Doğu PERİNÇEK

91
Semizkumlar Mah., Silivri Kapalı Cezaevi ve İnfaz Kurumları
Kampüsü, L Tipi, 1 nolu Cezaevi, F-6, Alt koğuş,
Silivri/İSTANBUL
 
Tuncay ÖZKAN
Mustafa BALBAY

Semizkumlar Mah., Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü, 1


nolu Cezaevi, F-3 Alt Koğuş, Silivri/İSTANBUL
 
Fikret EMEK

Semizkumlar Mah., Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü, 1


nolu L Tipi Cezaevi, F-3 Üst Tecrit Hücresi,
Silivri/İSTANBUL
 
Semih Tufan GÜNALTAY

Semizkumlar Mah., Silivri Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumları


Kampüsü, L Tipi, 1 nolu Cezaevi, F-6 Üst Koğuş,
Silivri/İSTANBUL
 
Durmuş Ali ÖZOĞLU
İbrahim ÖZCAN
Gazi Üsteğmen Av.Serdar ÖZTÜRK

Semizkumlar Mah., Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü, 1


nolu L Tipi Cezaevi, B-3 Üst Tecrit Hücresi,
Silivri/İSTANBUL
 
 

92
SİLİVRİ’DE OLAN ANCAK CEZAEVİ VE KOĞUŞU BELLİ
OLMAYANLAR
 
E.Org. Ergin SAYGUN
E.Tümg. Halil HELVACIOĞLU
E.Tümg. Abdülkadir ERYILMAZ
E.Tuğg Ali AYDIN
E.Öğr.Alb. Berna DÖNMEZ
E.Alb.Erden ÜLGEN
E.Alb.Yavuz KILIÇ
E.Dz.İk.Yb. Turgay YAMAÇ
E.Astsb. Tuncay KÜÇÜK
E.Alb.Mehmet Fikri KARADAĞ
 YERİ BİLİNMEYENLER

93
Dz.Kur.Alb. Alpay Çakarcan, Halil Yıldız, Refik Hakan Tufan,
Erhan Kuraner, Mustafa Çalış, Fatih Altun, Behçet Alper
Güney, Emin Küçükkılıç, Mehmet Alper Şengezer, Doğan
Fatih Küçük, Timuçin Erarslan, Dursun Tolga Kaplama,
Doğan Temel, Hamdi Poyraz, Hasan Hakan Dereli, Aytekin
Candemir, Bahtiyar Ersay, Nedim Ulusan, Soydan Görgülü,
Ayhan Gedik, Fatih Uluç Yeğin, Hakan İsmail Çelikcan,
Kahraman Dikmen, Erdinç Atik, Abdurrahman Başbuğ,
Ahmet Tuncer, Mehmet Ulutaş, Doğan Uysal, Refik Levent
Tezcan, Ahmet Hacıoğlu, Armağan Aksakal, Aşkın Öztürk,
Aydın Sezenoğlu, Ayhan Türker Koçpınar, Aykar Tekin, Aziz
Yılmaz, Bahadır Mustafa Kayalı, Dz.Alb.Binali Aydoğdu,
Celal Kerem Eren, Derya Günercin, Devrim Rehber, Erhat
Kubat, Gürkan Yıldız, Gürkan Koldaş, Hakan Ilıca, Hannan
Şayan, Hüseyin Dilaver, İlker Yunus, E.Alb. Kadri Sonay
Akpolat, Kürşad Güven Ertaş, E.Dz.P.Alb.Mehmet Aygün,
Dz.Bnb. Mehmet Cem Çağlar, Mehmet Koray Eryaşa, Mehmet
Seyfettin Alevcan, Muharrem Selçuk Ünal, Alb. Mustafa
Haluk Baybaş, Osman Başıbüyük, E.Dz.Kur.Alb. Osman Fevzi
Güneş, Dz.Kur.Alb. Ramazan Kamüran Göksel, Şenol
Büyükçakır, Yaşar Dilber, Yusuf Afat, Yusuf Volkan Yücel,
Yüksel Gamsız, Nurettin Işık, Gökhan Murat Üstündağ, Emin
Hakan Özbek, Dz.Kur.Alb. Alpar Karaahmet,
Dz.Kur.Alb. Bayram Ali Tavlayan, Enver Aksoy, Oğuz
Türksoyu, Dz.Alb. Sencer Başat, Özgür Ecevit Taşçı, Turgay
Bülent Göktürk
 
 

28 ŞUBAT SORUŞTURMASI (TOPLAM 58 TUTUKLU)


 

94
MAMAK ASKERİ CEZAEVİ  (12 kişi)
Tümgeneral Mehmet Faruk Alpaydın
Tuğgeneral İsmail Hakkı Önder
Tuğgeneral Lokman Ekinci
Tuğgeneral Celalettin Bacanlı
Tuğgeneral Metin Keşap
Albay Mustafa İhsan Tavazar
Albay Mustafa Hakan Bural
Albay Ahmet Dağcı
Hv. Albay Seyfullah Sönmez
Albay Mustafa Köseoğlu
Albay Yahya Kemal Yakışan
Astsb. Üçvş. Adem Demir
 
SİNCAN CEZAEVİ  (43 kişi)                 
E. Orgeneral Çevik Bir                          
E. Orgeneral Fevzi Türkeri                 
E. Orgeneral İlhan Kılıç                          
E. Orgeneral Hikmet Köksal                 
E. Orgeneral Ahmet Çörekçi               
E. Orgeneral Teoman Koman
E. Korgeneral Yıldırım Türker                 
E. Korgeneral Mustafa Bıyık                 
E. Korgeneral Hakkı Kılınç                 
E. Korgeneral Vural Avar                 
E. Korgeneral Kamuran Orhon
E. Korgeneral Tevfik Özkılıç
E. Tümgeneral Erol Özkasnak        
E. Tümgeneral Erdal Şenel                 
E. Tümgeneral Çetin Dizdar                 
E. Tümgeneral Çetin Saner                 
E. Tümgeneral Berkay Turgut

95
E. Tuğgeneral Ünal Akbulut                 
E. Tuğgeneral Abdullah Kılıçarslan
E. Tuğgeneral İdris Koralp
E. Tuğgeneral Mehmet Ali Yıldırım
E. Albay Hüsnü Dağ
E. Albay Sezai Kürşat Ökte
E. Albay Ahmet Nazmi Solmaz
E. Dz. Albay Serdar Çelebi
E. Albay İbrahim Selman Yazıcı
E. Albay Bahattin Çelik
E. Albay Osman Bülbül
E. Hv. Albay Veli Seyit Akarbaşı
E. Albay Yüksel Sönmez
E. Albay Yahya Cem Özarslan
E. Albay Ruşen Bozkurt
E. Albay Oğuz Kalelioğlu
E. Albay Cengiz Çetinkaya
E. Albay Alican Türk
E. Albay Abdurrahman Yavuz Gürcüoğlu
E. Albay İsrafil Aydın
E. Albay Mustafa Kemal Savcı
E. Albay Ziya Batur
E. Binbaşı Salih Eryiğit
E. Binbaşı Ahmet Aka
E. Yüzbaşı Mustafa Babacan
E. Yüzbaşı Orhan Nalcıoğlu
 
 

ALTINCI BÖLÜM

96
102 NCİ CELSE

Bu celsede Esas hakkındaki mütalaasında 60 sanık hakkında


ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteyen Savcı Mehmet
Hanifi Yıldırım bugünkü duruşmaya katılmazken yerine
bakan geçici savcı Mahkeme Başkanı Mustafa Yiğitsoy'un
sorusu üzerine "Mütalaamızı aynen tekrar ediyoruz" dedi. 
Bugünkü celsede ilk savunmayı dönemin Zırhlı Birlikler
Okulu ve Eğitim Tümen Komutanı Kara Kuvvetleri eski
Komutanı Erdal Ceylanoğlu'nun Avukatı Erol Aras savunma
yaptı. Sincan'dan tankların geçişini anlatarak Ceylanoğlu'nun
bu davada sanık değil ancak tanık olabileceğini belirten Av.
Aras şunları söyledi:

"Mesele yürüyen tanklar değil orada meydana gelen


olaylardır. O gün 15 asker silahsız yemeğe çıksa bile
medya 'Askerde hareketlilik' diyecekti. Gözdağı vermek veya
Sincan'daki olaylara tepki için aklını kaybetmemiş hiçbir TSK
mensubu bunu yapmaz. Kim ne derse desin bu kesinlikle bal
gibi eğitim tatbikatıdır. "

Av. Aras diğer müvekkili Ruhsar Sümeri'nin de savunmasını


yaptıktan sonra Başbakan Binali Yıldırım'ın dava ile ilgili
açıklanmasını şöyle eleştirdi: "Bu açıklamalar bizden önce
heyetinize haksızlıktır. Biz burada bağımsız mahkeme önünde
savunma yaptığımıza tiyatro oynanmadığına verilmiş kararı
tebliğle görevli bir heyetle karşı karşıya olmadığımıza
inanıyoruz.  Bu açıklamaların iki anlamı vardır. Ya siz
kararınızı verdiniz hükümete bildirdiniz ya da hükümet
kararını verdi bize tebliğ etmek üzere size bildiriyor. " 

97
Mağdur müşteki avukatlarından biri bu sözlere "İftira" diye
tepki gösterirken Aras şöyle devam etti:
"Biz buraya hiçbir zaman süklüm püklüm de gelmedik.
Sadece sayın heyete hürmetimizi gösterdik. Asla kişilik
bozukluğu olarak süklüm püklümlüğümüz yok. "

“BU NASIL BİR DARBEDİR Kİ…”


Sanıklardan dönemin KKK İstihbarat Başkanı Cevat Temel
Özkaynak da savunmasında Mahkemenin önceki celsede
izlenmesini reddettiği dönemin Başbakanı merhum Necmettin
Erbakan'ın basın toplantısı metnin deşifresini okudu. İstifadan
sonra Refahyol hükümetinin 12 gün daha göreve devam
ettiğini hatırlatan Özkaynak "Bu nasıl bir darbedir ki BÇG
tarafından yıkıldığı söylenen hükümet göreve devam
ediyor?" diye sordu. Özkaynak savunmasını şöyle tamamladı:
"28 Şubat davası TSK'nın yalnızlaştırılması itibarsızlaştırılması
halktan koparılması ve susturulması amacıyla başlatılan bir
dizi davanın son halkasıdır. Bu öylesine siyasi bir dava ki
iktidar yetkililerinin açıklamaları ve medya yayınları ile biz
sanıklar büyük bir baskı altına alınıyoruz. İktidar yetkililerinin
burada mağdur-müşteki avukatlarının yanında en önde
oturması da bizi yeise ve şaşkınlığa düşürmektedir. "

"ZARARLI VİRÜS VE GAYRI NİZAMİ UNSULAR”

Duruşmanın saat 14.00'te başlayan öğleden sonraki bölümünde


sanıklardan emekli Tümgeneral Çetin Dizdar'ın avukatı söz alarak,
Dizdar'ın bir hasta bakım evinde, bilinci kapalı ve solunum cihazına
bağlı olduğunu anlatıp, "Ceza verilmesine yer olmadığı veya beraat
kararı verilmesini" istedi.
28 Şubat sürecinde Genelkurmay Harekat Başkanlığı İç Güvenlik
Plan Şube'de Albay rütbesiyle görev yapan İdris Koralp de esasa
ilişkin mütalaaya karşı savunmasında, Fetullah Gülen

98
cemaatini, "Zararlı virüs ve gayrı nizami unsular" olarak
nitelendirip, TSK'nın bunlara karşı çeşitli tedbirler aldığını, çalışma
grubu kurulmasının da bunlardan birisi olduğunu söyledi.
İddianameyi hazırlayan, "FETÖ"den tutuklu eski savcı Mustafa
Bilgili'nin BÇG'yi karalamak için sahte, kurgulanmış belgeler
kullandığını kaydeden Koralp, BÇG'nin kimlerden oluştuğunu,
hangi görevleri yaptığını anlattıktan sonra şöyle konuştu:
"BÇG kimsenin türbanı, sakalı, işinden aşından atılmasıyla
uğraşmamıştır. Sıradan bir karargah faaliyetidir. Asla bir gizli
örgüt ve cunta değildir. Asla emir-komuta dışında faaliyette
bulunmamıştır."

Eski savcı Mustafa Bilgili'den söz ederken, "sayın" ifadesini


kullanan, ancak hemen peşinden, "Düzeltiyorum, Mustafa Bilgili"
diyen Koralp, "FETÖ" sanığı Bilgili'nin iddianameyi bilerek ve
kasıtlı olarak karıştırıp, hayali, düzmece bir senaryo ile masum
insanlara suç isnadında bulunduğunu bildirdi.

“ADI DÜN CEMAAT BUGÜN FETÖ OLAN ÖRGÜTÜN


ÜYELERİNİ…”

Sanıklardan dönemin DKK İstihbarat Başkanlığı İKK (İstihbarata


Karşı Koyma) Şube Müdürü emekli Albay Mehmet Aygüner
savunmasında, amirleri tarafından verilen ve yönergelerde yer alan
görevleri yaptığını belirterek, bu yönergelerden birisinin 1995
yılında çıktığını, 2000 yılına kadar uygulandığını, halen de
güncellenmiş şekilde kullanıldığını söyledi.

Gölcük Donanma'dan bazı evrakları çaldığı ortaya çıkan Kadir


Sarmusak'ın hakkındaki iddialarının iftira olduğunu bildiren
Aygüner, DKK'nda BÇG benzeri bir yapının oluşturulmadığını,
Genelkurmay'daki BÇG'de de herhangi bir görev yapmadığını
anlattı. Yapılacak darbeyi engelleyecek askerleri tasfiye etmekle
suçlandıklarını hatırlatan Aygüner, "DKK İKK şube müdürü

99
olarak TSK ve devletimizi ele geçirmek için faaliyet gösteren adı
dün cemaat, hizmet hareketi, bugün FETÖ olan örgütün üyelerini
tespit için çalışmalar yapılmıştır. Ayrıca DKK'nı her türlü bölücü,
yıkıcı faaliyetlerden korumak için gayret sarfedilmiştir" dedi.
Aygüner'den sonra dönemin YÖK Başkanı Kemal Gürüz'ün
savunmasına geçilirken, Mahkeme Başkanı Mustafa Yiğitsoy, 10
sanığın kaldığını, gelecek duruşmanın 12-13 Mart'ta yapılacağını
açıkladı.

Savunmasında Refahyol iktidarı döneminde bir yönetmelik


çıktığını, Erbakan imzalı bir yazının rektörlüklere gönderildiğini, bir
de YÖK Yürütme Kurulu'nca denklik kararı alındığını, bunların
hükümeti cebren düşürmeyle ilgisinin bulunmadığını, ayrıca
tamamının BÇG'nin kuruluş öncesine ait olduğunu söyleyen Prof.
Gürüz, şöyle devam etti:

"BÇG'nin kurulduğu 10 nisan 1997 ile hükümetin istifa ettiği 18


haziran 1997 arasında ise YÖK'ün hiçbir icraatı yoktur. aslında
savunmamı burada sonlandırabilirim. Fakat akıllarda hiçbir
istifham kalmaması içın iddia makamınca kanıt olarak öne sürülen
hususlar hakkında ayrıntılı bilgi sunacağım. İddianamede sözü
geçen "BÇG” belgelerinin varlığından ilk savcılık sorgusunda
haberdar oldum. Belgelerde adım geçmediği gibi YÖK başkanı
tabiri dahi yoktur. sadece YÖK başkanlığı denilmektedir. bu da
Başbakanlık, Başkanlık, Müsteşarlık, Genel Müdürlük denmesi
gibidir. Yine belgelerde görüldüğü üzere, ben dahil hiçbir YÖK
temsilcisi bu toplantılara katılmamıştır. Bu bağlamda
iddianamedeki bir çelişkiye daha dikkat çekmek istiyorum.
Genelkurmay ve MGK genel sekreterliğinden YÖK başkanlığına
gelen ve YÖK başkanlığında yerleşik usüllere göre arşivlenmiş
yazılar ortadayken, BÇG ile YÖK arasında kuryeler vasıtasıyla sanki
ayrıca gizli bir haberleşme kanalının bulunduğunu ileri sürmek
kendi içinde tutarsız ve abestir. İddianameye göre, Genelkurmay ve
MGK'dan çok sayıda kuruma daha belge gönderilmiştir. Hal
böyleyken neden sadece YÖK, daha doğrusu kurulun başkanı

100
olarak ben suçlanmaktayım? Anayasal kurumlardan resmi
kanallardan gelen ve başka bir anayasal kurumda arşivlenen resmi
yazıları, darbe teşebbüsünün kanıtı olarak kabul etmek hukukun
ötesinde mantık ve vicdana sığar mı?" 

Hakkındaki tüm suçlamalara tek tek cevap verirken, "Dönemin


Başbakanı Necmettin Erbakan adına yazılan yazıların gereğini
YÖK Başkanı olarak yapmış olmaktan dolayı, aynı hükümeti
cebren düşürmeye iştirakle suçlanıyorum" diyen Prof. Gürüz, El
Ezher Üniversitesi diplomalarının denkliğinin kendisinden önce
Mehmet Sağlam döneminde kaldırıldığını hatırlatarak, şöyle
konuştu:
"El Ezher'in ne menem bir yer olduğu, ülkemizin başbakanı ve
dönemin diyanet işleri başkanı tarafından, yıllar sonra da olsa dile
getirilmesi çok önemli bir tespittir. Fakat başkanı olduğum YÖK ‘ün
bu gerçekleri, ülkemizin en önde gelen ilahiyat profesörlerine
danışıp, yıllar önce görerek bu ve benzeri kurumların denkliğini
kaldırması darbeye teşebbüs ettiğim iddiasının delili olarak hala
kullanılabiliyor. Ne acı değil mi?"

İktidarın 28 Şubat'a yönelik eleştirileri arasında yer alan üniversite


sınavlarında katsayı uygulamasını da çok detaylı şekilde anlatan
Prof. Gürüz, "YÖK'ün yaptığı düzenleme, Genelkurmay'ın
önerilerinin tam tersidir. Bu konu o günden bu yana sürekli
olarak, 'Çevik Bir emretti, Gürüz yaptı' yalanıyla istismar
edilmiştir. Ayrıca yeni sınav sistemine ilişkin kararın alındığı
tarih 30 Temmuz 1998'dir, iktidarda da Refahyol değil Anasol-D
vardır" dedi.

Prof. Gürüz, savunmasını şu sözlerle bitirdi:

"5 aralık 2003 günü yök başkanlığından ayrıldıktan birkaç gün sonra
bu davanın 1 numaralı mağduru olarak gösterilen Tansu Çiller
telefonla arayarak, YÖK başkanlığım sırasında yaptığım başarılı

101
hizmet ve çalışmalarımdan dolayı tebrik ve teşekkürlerini iletti. Ne
gariptir ki, bugün Tansu Çiller'in ortağı olduğu hükümeti cebren
devirmekle suçlanıyorum. Aldığımız kararların hepsiyle gurur
duyuyorum. Bugün de olsa aynı kararları alırdım. Türk milleti'nin
geleceği, Türk varlığının bu topraklarda sürmesi için alındı o
kararlar"
Gürüz'ün Avukatı Nevra Didem Yaşar'ın da savunmasını
yapmasının ardından bugünkü celse saat 20.35'de sona erdi.

YEDİNCİ BÖLÜM

102
ALİCAN TÜRK’ÜN SAVUNMASI

5. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA


ANKARA
21.12.2017 TARİHLİ SAVCILIK MÜTALÂASINA YANIT
OLARAK KİŞİSEL SAVUNMAMDIR
(Alican TÜRK, Sanık)

Sayın Başkan ve Değerli Heyet;

Ben de bundan önceki tüm sanıklar gibi sözlerime


mahkemenizi ve salondaki herkesi saygı ile selamlayarak ve
ayrıca bu soruşturma ve dava sürecinde yaşamını yitiren
değerli komutanlarım (E) Org. Teoman KOMAN, (E) Korg.
Tevfik ÖZKILIÇ'a, (E) Albaylar Mehmet Haşimoğlu, Eser
ŞAHAN ve Salih ERYİĞİT'e ve dahi son 10 yıldır TSK'ya
kurulan kumpaslarda yaşamını yitiren komutan ve silah
arkadaşlarım ile çeşitli mesleklerden sivil dostlara Allah'tan
rahmet dileyerek sözlerime başlamak istiyorum.

Ayrıca, geçen duruşmada bir hasta bakım evinde, bilinci


kapalı biçimde yaşama tutunmaya çalıştığı söylenen (E) Tümg.
Çetin DİZDAR'a da şifalar diliyorum.

Aslında savunmam hazır... Şu elimde gördüğünüz iki ciltlik


"28 Şubat - Sincan'dan Tarihe Notlar" kitabı... Bunlar okunmak
ve dosyaya konmak üzere başkanlığınıza iletilmişti, ama
sanıyorum bazı teknik nedenlerden dolayı mahkemeye
ulaşmamış. Okunmadığını tahmin etmiştim, zira Savcı Bey en
azından ilk sayfalardaki "Adalet Personeline Bir Sesleniş"

103
yazısını okusaydı belki biraz ürperir, böyle bir mütalaa
hazırlayamazdı diye düşünmüştüm.

Bundan önce savunmamı yaptığım tarih Ocak 2014'ün ilk


günleriydi. O günlerde 17/25 Aralık olayları ve FETÖ
meselesi çok gündemdeydi, ama bugünkü kadar ayyuka
çıkmamıştı. Hele Savcı Bilgili ve yardımcısı Kemal Çetin'in
FETÖ ile bağlantısı hiç meydanda yoktu. O zamanki
savunmamda savcıları kastederek şunları söylemiştim:

"Hz. Mevlâna'nın 'Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi


ol' sözünü çok sever ve günlük yaşamımda uygulamaya
çalışırım; ama korkarım bu kez bunu yapamayacağım.
Kusurları örtmek bir yana, aksine, hepimize büyük acılar
yaşatan bu davayı, davanın iddianamesini ve iddia makamını
eleştirmede elimden gelen en sert tutumu takınmaktan imtina
etmeyeceğim."

Evet, o savunmamda savcılar Mustafa Bilgili ile Kemal Çetin'i


en ağır biçimde eleştirmiştim. Hatta o gün iddia makamının
yerinde oturan Savcı Kemal ÇETİN'e; “Şu anda sanık
kürsüsündeyim... Burada olmayı kimse istemez. Ancak
şerefimle temin ederim ki, şu anda bu kürsüde bulunmayı
sizin oturduğunuz o yerde olmaya tercih ederim, diye
seslenmiştim.” Haklı çıktım!

Korkarım şimdi savunma yaparken yine iddia makamı


hakkında güzel, hoşa gidecek sözler söylemeyeceğim. Tabii
elbette kabalığa kaçmadan, "nezaketin bir erdem olduğu"
bilinciyle...

Sayın Başkan ve Değerli Heyet,

104
Ben bir askerdim. Hâlâ askerim... Çünkü askerlik bir "yaşam
biçimidir" denir... Emekli olsanız bile o yaşam biçiminizden
sıyrılamazsınız. Bir askerin icabında vatan, millet ve görev
(vazife) gibi değerler uğruna gözünü kırpmadan ölüme
gidebilen yüksek bir ruh yapısına, doğruluk ve mertlik gibi
sağlam bir karaktere sahip kişi olması beklenir.

Meslek yaşantım içinde bana bu öğretildi, ben de öyle olmaya


çalıştım. Astlarıma, öğrencilerime de her koşulda mert, doğru,
özü - sözü bir kişiler olmalarını, ceza almak pahasına bile olsa
asla doğruluktan ayrılmamalarını öğütledim.

Nitekim cezaevinde kaldığım sürece en çok ağrıma giden


konu, hâkimlerin doğru söylediğim(iz)e inanmamalarıydı.
Yani bizleri cezaevine atmaları ve tutukluluk sürelerimizi
uzatmaları bana göre "Sen koskoca bir albay olarak yalan
söylüyorsun! Sana inanmıyorum!" anlamına geliyordu, yani
ben öyle algılıyordum. (Evet, cezaevinde en çok buna
üzülüyordum, ama işin içerisinde başka işler, kirli tezgâhlar
varmış, sonradan öğrendik.)

Sayın Başkan, ne bugüne kadar mahkemeye yalan söyledim


ne de bundan sonra söylerim. Bilmenizi isterim ki ceza benim
için hiçbir ortamda caydırıcı, ürkütücü, korkutucu bir faktör
olmadı. Mesleki yaşantım sürecinde de ne ödül beklentisiyle
görev yaptım, ne de ceza korkusuyla... Şimdi de ceza alırım
korkusuyla mesleki onurumu, kişiliğimi ayaklar altına alıp da
size yalan söyleyecek değilim. Bu konuşmalarımın sonunda
da bana verilebilecek bir cezadan korkuyorsam da namerdim.

105
O yüzden tane tane, ama açık ve net konuşacağım. Gelelim
savunmama...

Sayın Başkan ve Sayın Heyet! İddia makamı, hakkımda


ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istediği son mütalâasında
bana 4 adet suçlama getiriyor:

1. 1996 - 2005 yılları arasında Genelkurmay Psikolojik


Harekât Daire Başkanlığında görev yapmak,
2. BÇG Cari Harekât Bölümünde Psk.Hrk. Plân Subayı
olarak görev yapmak,
3. REFAHYOL Hükûmetini takip ve düşürmek için
faaliyet göstermek üzere kurulan BÇG'nin faaliyet yürüttüğü
alana giriş yetkisi verilen personele ait isim listesinde ismimin
bulunması,
4. BÇG telefon rehberinde ismimin geçmesi...

Önce kısaca 2-3 ve 4 no'lu suçlamalar üzerinde durayım:


Kısaca diyorum, zira aynı kapsamda suçlanan birçok sanık var
ve hepsi de isimleri şu meşhur 5 No'lu CD içinde geçtiği için
sanık konumundalar. Ben de onlarla aynı durumdayım, adım
o CD içinde geçtiği için sanığım. Ve herkes savunmasında bu 5
No'lu CD'nin üretilmiş ve üzerinde oynanmış olduğunu
söyledi, bununla ilgili bilirkişi raporlarına değindi. O nedenle
ben değinmeyeceğim. Ancak önce BÇG üzerinde biraz
durmak ve bir tespitimi aktarmak istiyorum.

BATI ÇALIŞMA GRUBU

2012'deki ilk gözaltılarla birlikte BÇG konusunda biz


sanıkların farklı tutumları, söylemleri oldu. Özellikle bazı üst
seviyedeki komutanlarımızın iddianameye de yansıyan

106
savcılık ifadelerine bakıldığında, sanki "BÇG”den
kaçılıyormuş" izlenimi doğacak anlatımlar ortaya çıktığını
gördük. Bunun nedenini çok geçmeden anladım. Mesele,
savcının soruları hazırlama, sorgulama biçimi ve oluşturduğu
psikolojik atmosfer ile ilgiliydi. Savcının taktiği şuydu: Önce
sizin önünüze altında Çevik Paşa'nın imzası görünen 4-5 adet
yazıyı peş peşe koyuyor ve sonra söze şu girişle başlıyordu:

- Genelkurmay Başkanlığından gelen belgelerden de


anlaşıldığı gibi... Veya,
- Soruşturma kapsamında gözaltına alınan sanıkların ev
ve iş yerlerinde yapılan aramalardan ele geçen belgelerden
anlaşıldığı üzere... Ve dahi
- Bu yazının altında imzası görünen Çevik Bir'in de
kabul ettiği gibi...

İşte bu kalıp haldeki üç cümle ile söze girip, devamını


şöyle getiriyordu:

- Genelkurmay'da oluşturulan Batı Çalışma Grubu'nun


28 Şubat'ta mevcut Hükûmeti devirmek için yasadışı biçimde
kurulmuş bir cunta yapılanması olduğu anlaşılmıştır.

Sonra da ifade şöyle sürüyor: Söz konusu belgelerden, sizin de


bu yasadışı oluşum içinde yer aldığınız anlaşılmıştır. İşte bu
girişten sonra bir anda bütün işin rengi değişiveriyor. Savcının
kendi yargısını size "kanıtlanmış gerçek" olarak sunması,
önünüze koyduğu yazıları da "yasak", "yasa dışı" ve "ele
geçmiş belgeler" olarak empoze etmesi önce sanığı bir anda
demoralize ediyor, ardından sanık "demek benim bildiğim
BÇG'nin bilmediğim başka derin ve yasadışı uzantıları varmış,
adamlar onu tespit etmişler herhalde" vehmine kapılıyor,

107
sonra da "iyi ama benim bunlardan haberim yok, bunlar
yapılmışsa yanlış yapılmış" diyerek geri çekilmeye, BÇG'yi
reddetmeye, hatta giderek belki başkalarını suçlamaya
başlıyor. Eh, zaten olayların, dönemin, evrakların üzerinden
15 yılı aşkın bir zaman da geçmiş... Yani hatırlan(a)mayan
olayların, evrakların stresi de işin cabası...

İşte savcılar, ilk başta sanıklar üzerinde kurdukları bu


psikolojik baskı ve ortam ile belki aralarında Genelkurmay
Başkanımız İsmail Hakkı KARADAYI da dahil olmak üzere
bazı sanıkları "bilmiyorum, duymadım, görmedim" deme
noktasına sürüklediler. Tabii zamanla gerçek anlaşıldı, olayın
savcıların empoze etmeye çalıştığı gibi olmadığı, Bilgili ve
Çetin'in sorguya aldığı kişilere kötü bir tuzak kurduğu ortaya
çıktı. (Nitekim ilk ifadelerinde BÇG'yi bilmediğini söyleyen
Karadayı Paşam bile avukatı aracılığıyla "BÇG'nin karargâhın
amiri olan 2. Başkan tarafından kurulmuş yasal bir çalışma
grubu olduğunu, kendisinin bu gruptan haberdar olduğunu,
aradan bu kadar çok zaman geçtiği için detayları haliyle
hatırlamadığını beyan etmiştir.)

Şimdi, bu açıklamayı niye yaptım? Çünkü BÇG konusunda


kafalarda oluşan soru işaretleri giderildikten sonra da "BÇG'ye
gitmedim" diyen çok sayıda sanık oldu. Yani başlangıçta
birçok sanık tuzağa düşürüldükleri için BÇG'den korkup
kaçmaya yönelmişlerdi, ama daha sonra durum anlaşıldıktan
sonra da birçok sanık "Ben BÇG'de görev almadım" ya da
"BÇG'ye gitmedim" dediler. Niye? Hâlâ o korkunun etkisi mi
var? Hayır! BÇG'de görev yapanlar zaten "Evet, gittim, görev
yaptım" dediler. Ama "Orada görev yapmadım" diyenlerin
farklı bir nedeni var ki o da şu meşhur CD 5 faktörü...

108
Bu kapsamda ben de hemen bir parantez açıp huzurunuzda
ifade edeyim ki;

Ne 28 Şubat döneminde, ne de daha sonra, ne BÇG’de görev


aldım, ne BÇG’ye gittim, ne de toplantılarına katıldım... O
tarihte Genelkurmay Psikolojik Harekât Dairesinde "eğitim
öğretim" faaliyetleri ile görevli bir yüzbaşıydım ve hiç kimse
“Haydi Yüzbaşım, seni BÇG’de görevlendirdik, gidip - kısmen
ya da tam gün - şurada (BÇG Cari Harekât Bölümünde veya
başka bir alanında) çalışacaksın, şu şu görevleri yapacaksın”
diye ne şifahen, ne de yazılı olarak bana hiçbir emir / görev
vermedi. Bana gösterilen görevlendirme çizelgesinde adımın
karşısında yazılı telefonu da hiç bir zaman kullanmadım.
(Benim Genelkurmay'daki telefonum çok özel bir numaraydı:
1881... Onu nasıl unuturum? Bu numarayı kullandığım için
kendimi çok şanslı hissediyordum.) Orada görev yapan
personel de benim BÇG'de görev YAP-MA-DI-ĞI-MI net
olarak ifade ettiler. Tuzağa düşürülerek ve korkutularak
ifadesi alınan ve benim BÇG'ye gelip gittiğimi söyleyen üç
sivil memur ile bir astsubay arkadaşımız da huzurda verdiği
beyanlarında savcılıktaki ifadelerini reddetmiş, benim BÇG'de
görev yapmadığımı açıkça belirtmişlerdir.

İşte tam bu noktada, bir başka hususa dikkat çekmek


istiyorum:

Duruşmalar süresince gerek iddia makamının tezlerinden,


gerekse müşteki ve müşteki avukatlarının ifadelerinden BÇG
hakkında akla hayale gelmedik senaryolar üretildiğini
gözledim. Her şeyden önce bu BÇG sanki ülkenin her yerine,
her kurumuna, bütün kılcal damarlarına kadar kadar sızmış,
her yerde eli - kolu, gözü kulağı olan bir yapılanma olarak

109
tasavvur edilip öyle anlatılıyor; böyle bir algı oluşmuş ya da
oluşturulmuş. Size bir örnek vereyim: Geçtiğimiz celselerde
müşteki olarak burada sizin huzurunuzda ifade veren, sık sık
bir kısım televizyonlarda ve gazetede açıklamalarda bulunan
asker kökenli bir müştekinin Aralık 2017 sonlarında
gazetelerde çıkan bir demecini okuduğumda çok şaşırdım.
Diyor ki bu arkadaşımız, “Ben 28 Şubat sürecinde generallik
bekleyen albaydım. Beni ‘Gaziantep Batı Çalışma Grubu
(BÇG) Komutanı' dönemin yüzbaşısı (falan kişi) 'irticacıyım’
diye ihraç etti"... Yazıyı okuyunca "yuh!" dedim içimden...
İnsaf! Birincisi bu kişi benim alt devrem biri... Yani ben o
tarihte yüzbaşıyken o albaymış. İkincisi, bu zatın sınıfı da
benim gibi "öğretmen"... Biz yardımcı sınıf personeliz ve
öğretmen sınıfından general olmaz (ya da çok çok nadir olur;
meslek yaşantım süresince general olan öğretmen subay sayısı
sanıyorum 2 idi). Üçüncüsü, "Gaziantep BÇG Komutanı"
diyor... Bakın Sayın Başkan ve Değerli Heyet, TSK'nde ne 28
Şubat döneminde ne de sonrasında ne BÇG Komutanlığı diye
bir komutanlık var, ne BÇG'nin böyle görevlendirdiği
personel var, ne de böyle bir kadro var... Yani insanlar BÇG
üzerine kendilerince obsesif bir dünya kurmuşlar, tam bir
"takıntı" halinde BÇG'yi her yeri ahtapot gibi saran, her yerde
insanları takip eden ve TSK'dan ayırmaya çalışan bir birim
olarak kendi hayal dünyalarında bir yerlere oturtmuşlar.

Oysa öyle bir gerçeklik yok!

TSK'da şüpheli bir personelin takibi, gözlenmesi ve gerekirse


ihraç edilmesi işlemlerinin neye göre ve nasıl yapıldığı, bu
konuda hangi raporların ve formların tanzim edileceği vs.
burada defalarca anlatıldı. En son Erkan YAYKIR Albayım da
Mehmet AYGÜNER Albayım da (hatta birkaç kişi daha) bunu

110
teferruatlı olarak ortaya koydular. Kısaca özetlemek gerekirse,
bütün bu faaliyetlerin;

- Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nde (MGSB)


belirtilen İç Tehdit Dokümanı çerçevesinde tanımlanan
tehditler kapsamında, (Ne yazık ki savunma açısından yasal
dayanak niteliğindeki bu belgenin getirilmesine onay
vermediniz.)
- İç Hizmet Kanunu ve Yönetmeliğinde "Garnizon
K.lıklarının yetkilerini" belirleyen maddeler çerçevesinde,
- TSK'da İstihbarata Karşı Koyma Koruyucu
Güvenlik ve İşbirliği Yönergesi (MY 114 -1) esaslarına göre,
- En son da 13 Nisan 1990 tarih ve 20491 sayılı
Resmi Gazetede yayınlanıp yürürlüğe giren Güvenlik
Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği esaslarına
uygun olarak yürütüldüğünü açıkladılar. (Hatta halen de aynı
mevzuata göre yürütülmekte olduğunu belirttiler.)

Erkan Albay'ım çok çarpıcı örnekler de verdi... Örneğin İKK


Koruyucu Güvenlik ve İşbirliği Yönergesi'ndeki formlara göre,
bir personelin örneğin şu özelliklerine bakılır dedi:

- Yıkıcı - Bölücü ve İrticai amaçlı toplantılara


katılıyor mu? Temasta olduğu sivil ve asker kişilerden yıkıcı -
bölücü ve irticai faaliyetleri tespit edilenler var mıdır?(TSK
literatüründe "yıkıcı" kavramı ile "aşırı sol" ideolojiler,
"bölücü" kavramı etnik kökenleri ön plana çıkararak yapılan
siyaset ve ideolojiler, "irticai" kavramı ise mevcut anayasal
sistemi ve Anayasamızla teminat altına alınan lâik düzeni
değiştirerek yerine şer'i hükümlere dayanan ya da din eksenli
bir sistem getirmeye dönük çabalar kastedilmektedir.)

111
- Özellikle yıkıcı - bölücü ve irticai türdeki
yayınları izlemekte midir? Bunların isimleri nedir? Bu
yayınları ast ve arkadaşlarına öneriyor mu?

- Yüksekokul veya fakültelerdeki yıkıcı - bölücü


ve irticai çevrelerde teması var mıdır?

- Ailesinin (anne, baba, kardeş eş ve çocuklarının)


ideolojik görüş tutum ve davranışlarının tespiti ile bunlardan
haklarında yasal işlem yapılan ve tespit edilen var mıdır?
Kendisi veya ailesinden çağdaş olmayan inkılap kanunlarına
aykırı siyasi dini bir akım ve ideoloji belirleyen kılık ve
kıyafette olanlar var mıdır?

- Eşi çalışıyor ise çalıştığı işyerinde ideolojik


faaliyeti var mı? Başka yan geliri var mı? Gelir - gider arasında
denge var mı?

- Çocuklarından yıkıcı - bölücü ve irticai faaliyet


yürüttüğü tespit edilen yurt, okul ve dershanelere giden var
mıdır?

- Son günlerde meydana gelen politik ve siyasi


gelişmelerle ilgi yorum yapıyor mu? Yapıyor ise konu ile
düşüncelerini hangi yönde savunur? Düşüncelerinde ısrarcı
mıdır?

gibi hususların da incelenmesinin emredildiğini belirtti. İşte


bunların İKK Güvenlik ve İşbirliği Yönergesi gereği bir görev
olarak yapıldığı açıklandı. Yani bu faaliyetler 28 Şubat
döneminde değil, 1970'lerden beri, 1980'lerden beri TSK'da
yapılan, yürütülen işlemler...

112
Şimdi bakın, bu kapsamda bir noktaya daha
değineyim. Terörist olduğu iddiasıyla halen cezaevinde
bulunan Bilgili adlı şahıs iddianamede diyor ki:

"Müştekinin YAŞ'a sevk yazısında 'Fethullah


GÜLEN Nurcu grubu mensubu' olduğu, (...) suç olarak
değerlendirilebilecek bir faaliyetinin ortaya konamadığı, ileri
sürülen iddiaların müştekinin askerlik görevi dışında, suç
teşkil etmeyen, toplum içerisindeki özel yaşamı konusundaki
tercihleri ile ilgili olduğu, bunların TSK'dan atılmasına
gerekçe yapıldığı..."

Yani "Kardeşim, bunlar kişinin özel yaşamıyla ilgilidir,


askerlikle ne alakası var, sana ne, seni ne ilgilendiriyor?
Bunlara dayanarak insanları TSK'dan ihraç ettiğin için suç
işlemişsin" diyor.

Sayın Başkan, Sayın Heyet... Bu adam ya askerlik kurumunun


ne olduğunu bilmiyor, ya burada da çarpıtma, bir algı
operasyonu yapıyor, ya da ikisi de... Bakın az önce
belirttiğimiz yönergeye göre personelin güvenlik soruşturması
ve arşiv araştırması yapılırken başka neler deniyor:

"Şeref ve haysiyetini ihlal edecek ve görevine


yansıyacak şekilde kumara, uyuşturucuya, içkiye, paraya ve
aşırı şekilde menfaatine düşkün olup olmadığı, ahlâk ve adaba
aykırı davranıp davranmadığı..."

Şimdi bunlar özel yaşamla ilgili değil mi? Peki bir asker şahıs
kalkıp, "Sana ne kardeşim, ben mesaiden sonra kör kütük, zil
zurna sarhoş oluncaya kadar içerim, kalkıp gider kumar
salonlarında sabahlarım, kadınlarla düşüp kalkarım, seni

113
ilgilendirmez" diyebilir mi? Diyemez! Bu hususlar da özel
yaşamla ilgili olmasına rağmen komutanlar astlarının bu gibi
özel durumlarını da takip etmekle yükümlüdür ve - personel
uyarılara rağmen kendisine çeki düzen vermediği takdirde -
bu gibi haller de yasal dayanakları gereğince TSK'dan ihraç
nedenidir.

Bir başka husus derneklerle ilgili... Yasalarımıza göre herkes


dernek kurma ve üye olma hakkına sahiptir. Ancak kanun
TSK personelini muaf tutuyor... "Türk Silahlı Kuvvetleri her
türlü siyasi mülahaza ve tesirlerin üstündedir." denilerek şu
ilke yasal bir norm olarak konmuştur: Silahlı Kuvvetler
mensuplarının hükümet tarafından tasdikli veya tasdiksiz
siyasi parti ve derneklere girmeleri ve bunların siyasi
faaliyetleriyle münasebette bulunmaları ve her türlü siyasi
gösteri, toplantı ve seçim işlerine karışmaları ve bu maksatla
nutuk, beyanat vermeleri ve makale yazmaları, kanunla
kurulan meslek kuruluşlarına üye olmaları ve organlarında
görev almaları yasaktır. (Yani, ben şimdi kalkıp örneğin
"Sosyologlar Derneği"ne gidip üye olamam. Üye olunabilecek
bütün dernekler MSB'lığınca belirlenmiştir, başka bir derneğe
üye olunamaz.)

Hal böyleyken hiçbir TSK personeli çıkıp "Yahu kardeşim, ben


günlük mesaimde hiçbir siyasi faaliyete katılmam, ama mesai
sonrası benimsediğim partinin rozetini yakama asıp gezerim
ya da onun sembollerini üzerimde taşırım, buna kimse
karışamaz, o benim özel yaşamımla ilgilidir" diyemez.

Evet, semboller sözsüz iletişimin en önemli öğeleridir. TSK'nın


özellikle siyasi simgeler konusundaki duyarlılığı en üst
noktadadır. Asla taviz verilmeyen bir husustur. Bu konuda

114
çok çarpıcı örnekler vardır. Örneğin bıyık meselesi... TSK'da
1970'lerin ortalarına kadar personelin bıyık bırakması
serbestti. Yani bizim subay - astsubaylarımızdan isteyen bıyık
bırakabilirdi. Ama dikkat edin, bıyık bir dönemde bir siyasi
simge haline geldi, insanların siyasi tercihleri bıyıklarının
şekline göre anlaşılır oldu. İşte olay bu mecraya dökülünce
TSK'da bıyık yasaklandı. (Sahi, şimdi personel "kardeşim,
bıyık benim özel yaşamımla ilgilidir, TSK benim bıyık bırakıp
bırakmama ne karışırmış" diyebilir mi? Saç uzunluğu, saç
kesimi bile kurallara bağlanmıştır, "ben saçımı böyle
keseceğim, şöyle uzatacağım" diyebilir mi?)

Yine bir başka simge kot pantolon... Burada bir sayın avukat
arkadaşımız da kısmen değinmişti, 1990'ların ortalarına kadar
kot pantolonla orduevlerine girmek bile yasaktı... Neden?
Çünkü kot pantolon 12 Eylül döneminde sol grupların bir
simgesi olarak kabul ediliyordu. Yani düşünebiliyor
musunuz, bir siyasi simge olduğu için yasaktı. Peki, türban
konusu farklı mı? Hayır! Geçmişte Anayasa Mahkemesi
türbanın bir siyasi simge olduğu konusunda karar vermiş.
Hem de üç kez... Tıpkı bıyık meselesinde olduğu gibi, tıpkı
kot pantolon meselesinde olduğu gibi, "eğer devletin en üst
yargı mercii bunun bir siyasi simge olduğunu söylüyorsa ben
kışlamdan içeri siyaset sokmam" mantığı işlemiştir burada...
Yani sembollerin iletişimdeki yeri ve önemi TSK'yı belli tutum
ve davranışlara sevk etmiştir. Sosyoloji eğitimi almış biri
olarak benim bu konudaki kişisel tespitim ve kanaatim budur.

Şimdi buraya kadar anlattıklarımıza şöyle bir bakacak


olursak; yürürlükteki mevzuata göre TSK'da İKK Koruyucu
Güvenlik ve İşbirliği Yönergesi kapsamındaki faaliyetleri
kimler yürütüyor? İstihbarat ve İKK kadrolarına atanan

115
personel... Yani onların asli görevi bu yönergeye göre gerekli
kontrolleri yapmak... Yani BÇG'ye gerek yok ki! Savcılık
(İddia makamı) TSK'daki işleyişi bilmediği için bu görevi
yapan herkesi BÇG'ci diye görüyor, öyle tanımlıyor.

Sadece savcılık mı? İşte yukarıda örneğini verdiğim öğretmen


arkadaşım da, diyelim ki Gaziantep'te kendi birliğindeki İsth.
İKK Subayını BÇG Komutanı olarak tanımlıyor. Çünkü
TSK'dan ihracından sonra kafasında öyle bir algı şekillenmiş.

İsth. ve İKK subayları BÇG personeli değildir. Neden? Çünkü


ikisi ayrı başkanlıklara bağlıdır. İsth. ve İKK Subayları
İstihbarat Şubelerine bağlıdır. Onları silsile ile takip edersek
en üstte Genelkurmay'da J2 olarak tanımlanan İstihbarat
Başkanlığına bağlıdır. Hâlbuki BÇG nereye bağlıydı? J3'e, yani
Harekât Başkanlığına... Şimdi bunu ete kemiğe
büründürürsek, İsth. ve İKK subayları Korg. Çetin SANER'e,
BÇG ise Korg. Çetin DOĞAN'a bağlıdır.

Yani görüldüğü gibi BÇG'nin istihbaratla organik hiçbir bağı


yok... Komutanları farklı... Dolayısıyla ilgi alanları da farklı...
BÇG'nin bu durumda TSK personelini "şüpheli personel",
"sakıncalı personel", yok şu - bu diye ayırma, tasnif etme,
"fişleme" vs. gibi bir görevi yok, hiçbir zaman da olmamış.

İşte burada savunmalarını yapmak için söz alan kişiler "Ben


BÇG'de çalışmadım" derken doğru söylüyorlar Sayın
Başkanım! Çünkü BÇG personelinin sayısı binlerce falan
değil... Her birlikte BÇG personeli falan yok! Esas BÇG
personeli Genelkurmay İç Güvenlik Harekât Dairesinde ve
sayıları 7-8 civarında... Bazı ifadelerde 17 rakamı zikredildi,
ama o sayının da dışarıdan takviyelerle gelip günde 10.00 –

116
10.45 saatleri arası BÇG'de görev yapanlarla birlikte olduğunu
düşünüyorum. (Hatta 17 kişiye bile hiçbir zaman
erişilemediğine kalıbımı basarım, ki İç Güvenlik Harekât
Dairesi (İGHD)'nde görevli İdris Koralp Paşam da bunu açıkça
zikretti.) Oysa iddianamede ve CD 5'te BÇG personeli olarak
adı geçen 45 - 46 kişi var. E ne yapsın şimdi insanlar?
Gitmediği yere gittim mi desin? Sonra da birileri çıkıp "yok
efendim sanıklar inkâr yoluna sapıyorlar" falan diye haber ve
propaganda yapıyor. Hayır, kimse burada inkâr yoluna
sapmadı... Çalışanlar "ben çalıştım" dedi, çalışmayanlar ise
kendilerine yöneltilen bu durumu "hayır, çalışmadım" diye
yanıtladı.

Ben de bir asker olarak BÇG'de görev yapmadığımı


belirtiyorum. Eğer yapsaydım ben de asla bunu saklamazdım.
En nihayetinde biz askeriz, bizde emir verilir ve yerine
getirilir! "Evet, ben böyle bir emir aldım, gittim, şurada şu şu
görevleri yaptım" derdim.

Sayın Başkan, Ocak 2014'te yaptığım savunmamda - ki o


zaman CD 5 ile ilgili bilirkişi raporları yoktu - neden BÇG'ye
gitmediğimi açıklarken bu belgenin ya sahte ya da taslak bir
belge olabileceğini söylemiştim. Gerçekten de - iyi niyetimi
muhafaza ederek - belki böyle bir evrak hazırlanmış
olabileceğini, ama bana tebliğ edilmediğini söyledim. Ve kendi
kendime düşündüğümde böyle bir emrin bana şu nedenlerle
tebliğ edilmemiş olabileceğini değerlendirdim:

1. O günleri oturup düşündüğümde, 28 Nisan - 02 Mayıs


1997 tarihleri arasında İngiltere'de NATO Psikolojik Harekât
Kursuna katıldığımı hatırladım. Kendi kendime, "herhalde bu
kursa tefrik edildiğim için bana tebliğ etmediler" dedim. Evet,

117
Sayın Başkanım, bizde bir personel yurtdışı bir kursa tefrik
edildiğinde adama "hadi yarın sabah yurt dışında şurada
kursa gidiyorsun" diye akşamdan tebliğ etmezler. O kişinin
kursa gideceği en geç 1 ay, hatta daha da öncesinden bellidir.
Kurs tarihi yaklaştığında o kişi "NATO Seyahat Emri"
çıkarılması, görev yolluğu ve harcırahının alınması, yurtdışı
görev brifingi, vb. bir sürü bürokratik işlemler için en az 15
gün öncesinden göreviyle ilişkisi kesilir, kurs ve yol
hazırlıklarına koyulur. Dolayısıyla benim de en geç Nisan
ortalarında görevden kopmuş olmam gerekir. Buradan şu
sonucu çıkardım: "İşte, eğer BÇG görevlendirme listesi diye
bir liste gerçekse ve beni BÇG'ye seçmiş olsalar da, belki
İngiltere'deki kurs nedeniyle bana böyle bir görev
verilmemiş / tebliğ edilmemiş olabilir." dedim. (O zaman
bütün iyi niyetimle böyle düşünmüş ve bunları söylemiştim.
Söz konusu kursun belgesini EK-A'da sunuyorum.)

2. Peki İngiltere'den dönüşümde (ki muhtemelen 03 veya 04


Mayıs'ta dönmüş olmalıyım) niye tebliğ edilmedi? O zaman
şunu hatırladım: Mayıs ortalarına doğru TSK'nın Kuzey Irak
bölgesinde bölücü terör örgütü PKK'ya yönelik ÇEKİÇ 97
Harekâtı vardı. Bu harekât bildiğim kadarıyla 12 Mayıs - 07
Temmuz 1997 tarihleri arasında icra edildi. Ve ben de bu
harekâtın psikolojik harekât desteğini sağlamak amacıyla -
dairemizden Cengiz ÇETİNKAYA ve Kürşat Sezai ÖKTE ile
birlikte - ki o tarihte onlar binbaşı rütbesindeydiler -
Güneydoğu'ya gittim. İşte "belki de Güneydoğu'ya gideceğim
için BÇG görevlendirilmesi bana tebliğ edilmemiş olabilir"
diye düşündüm. (Sayın Başkanım, anılan harekât sonrası
döndüğümde oradaki çalışmalarımızdan dolayı
ödüllendirildik. Tarafıma dönemin Gnkur.Bşk.Org.İsmail
H.KARADAYI imzasıyla TSK Başarı Madalyası tevcih edildi.

118
Söz konusu madalyaya ilişkin 15 Temmuz 1997 tarihli
Madalya Beratını EK - B'de sunuyorum.)

Yalnız burada bir hususu daha vurgulamak isterim. Anılan


operasyon her ne kadar Temmuz'un ilk haftasına kadar sürse
de, ben o tarihlerde operasyon bölgesinden daha erken
döndüğümü hatırlıyorum. Tabii aradan epey zaman geçtiği
için önceleri neden erken döndüğümü hatırlayamamıştım,
ama - sağ olsun - Sezai ÖKTE Alb. bu konuda bana yardımcı
oldu ve kendisinin 09 Haziran - 18 Temmuz 1997 tarihleri
arasında Psikolojik Harekât kursuna katıldığını, benim de o
kursta "Kurs Komutanı" olduğumu söyleyince o zaman
kafamda taşlar yerine oturdu. Evet, Çekiç 97 Harekâtı'ndan
Kurs Komutanlığı görevim nedeniyle Sezai ÖKTE ile birlikte
erken dönmüştük. Kurs yeri de Genelkurmay karargâhında
değil, karargâhın yaklaşık 3 - 4 km. ötesinde Kirazlıdere
Kışlasındaydı. Dolayısıyla "09 Haziran - 18 Temmuz 1997
tarihleri arasında da karargâhta olmadığım için BÇG emri
bana tebliğ edil(e)medi" diye düşündüm. (Söz konusu tarihler
arasındaki kurs komutanlığım Sezai ÖKTE'nin EK-C'de
sunduğum kurs diploması üzerindeki imzamdan
anlaşılabilir.)

Sayın Başkanım, bakın tekrar altını çizmek istiyorum ki, şu


anda bu sözleri söylemek, "Efendim şu tarihte şuradaydım,
buradaydım" demek gerçekten çok ağrıma gidiyor. Kendimi
olaydan kaçıyormuş gibi hissediyorum. O nedenle konuyu
burada kapatıyorum, bu konuda söyleyecek başka sözüm yok!

Tabii burada bir noktaya tekrar değinmek gerekecek


sanıyorum. Vasıflarını biraz sonra sayacağım malum savcı,
iddianamesinde, benim BÇG'ye gidenler arasında olduğumu

119
bazı sivil memurlar ile sanıklardan Hamza ÖZALTUN'un
beyanlarına dayandırmaya çalışmıştır. Oysa huzurda tanık
olarak dinlenen sivil memurlar da Hamza Özaltun da
isimlerin baskı altında alındığını, adını zikretmediği kişilerin
bile ifade tutanağına eklendiğini gördüklerini belirtmişlerdir,
benim BÇG'de görev yapmadığımı onaylamışlardır.

Bu konuda belki son olarak şunu vurgulamak isterim. Bir


kısım sanıkların altını çizdiği gibi, savcının "beraat" ve "ceza"
tasnifine benim de aklım mantığım ermedi... Çok garip
gerçekten... BÇG'ye Giriş Listesinde ve Telefon Rehberinde
adım geçiyor diye hakkımda ağırlaştırılmış müebbet talep
eden Savcı Bey'in aynı listede ve rehberde adı geçen birçok
sanık hakkında beraat istemesi sizce de garip değil mi? Böyle
hukuk, böyle adalet, yasalar karşısında böyle eşitlik mi olur?
Takdir heyetinizindir.

PSİKOLOJİK HAREKÂT

Sayın Başkanım, Değerli Heyet; Şimdi gelelim Psk.Hrk.D.’nde


görev yapma meselesine...

Savcı Bey, mütalâasında Genelkurmay Psikolojik Harekât


Daire Başkanlığında görev yapmış olmayı bir suç olarak
gösteriyor. Ben mi yanılıyorum, yoksa burada benim
anlamadığım başka bir durum mu var diye avukatıma birkaç
kez sordum, ama yanılmamışım; gerçekten bunu bize bir suç
olarak isnat etmiş.

Görünen o ki, Psikolojik Harekât Dairesi bir suç mekânı olarak


ve orada görev yapan bizler de suçlu olarak görülmüşüz.
Gerçekten dikkat ettim de, geçmişte o dairede görev yapan 6

120
kişi de cezalandırılması istenenler arasında yer alıyor. Bu
durum çok ilginç geldi bana... Bu konuda az sonra başka bir
değerlendirme yapacağım (Daire üzerine oynanan oyunlar ve
dairede görev yapanlar üzerine kumpaslar), ama önce şu
hususun altını çizmek istiyorum: Sayın Başkanım, sizin,
heyetinizin ve Savcı Bey'in görev yaptığınız bu 5. Ağır Ceza
Mahkemesine atanmanız ne kadar yasal ise, benim ve benim
gibi burada yargılanan 6 subayın Genelkurmay Psikolojik
Harekât Daire Başkanlığı'na atanması da o kadar yasaldır.
Adalet Bakanlığı nasıl ki bir tasarrufta bulunarak sizi bu
mahkemeye atamışsa, Genelkurmay Başkanlığı da benzer bir
tasarrufla bizleri o daireye atayıp istihdam etmiştir. Hiçbir
fark yoktur. Siz bu mahkeme heyeti olarak görevinizi ne
kadar onur duyarak yapıyorsanız, ben de atandığım görevde
aynı onuru duyarak görev yaptım.

Genelkurmay Psikolojik Harekât Dairesi de - Silahlı Kuvvetler


karargâhlarında oluşturulan bütün diğer kısım, şube, daire,
başkanlık vb. gibi tamamen yasal prosedüre göre
oluşturulmuş bir birimdir, atamaları bütün diğer birimlere
yapılan atamalar gibidir. Yani gizli saklı kurulmuş, atamaları
özel yapılan bir birim değildir.

Peki, nedir Psikolojik Harekât? Bu bize özgü bir yapılanma


mıdır, yoksa başka ülkelerin ordularında da var mıdır? Bunun
net olarak açığa çıkmasını önemsiyorum Sayın Başkan! Şimdi
kısaca herkesin bunu rahatlıkla anlayabileceği bir şekilde
anlatmaya çalışacağım.

Askerlikte hedef kitleler 3'e ayrılır: 1) Dost unsurlar, 2)


Düşman, 3) Tarafsız kesimler...

121
Bir muharebe alanını şekillendirirken dost unsurların moral
ve motivasyonunu yükselten, mücadele azim ve
kararlılıklarını artıran, onları sevindiren vs. aklınıza gelen her
eylem psikolojik harekâttır. Örneğin, muharebe öncesi
komutanın ortaya çıkıp askerlerine "Haydi yiğitlerim, sizden
bu millete lâyık evlatlar olduğunuzu göstermenizi istiyorum;
ölürsek şehidiz, kalırsak gazi..." diye seslenmesi, onları motive
etmesi dahi...

Buna mukabil düşmanın moral ve motivasyonunu bozan,


üzen, korkutan, savaş azmini baltalayan, kaçmaya ya da
teslim olmaya yönlendiren her şey yine psikolojik harekâttır.
Örneğin muharebe sırasında düşmana teslim olması için atılan
bildiriler, "etrafınız sarıldı, kaçacak yeriniz yok, gelin teslim
olun!" şeklindeki bir hoparlör harekâtı, düşman zayiatıyla ya
da firar eden askerlerle ilgili haberler, düşman askerleri
arasında emir komuta zincirini bozmaya dönük girişimler vs.
hepsi bu kapsamdadır.

Nihayet tarafsız kesimlerin desteğini almak, güvenini


kazanmak en azından düşman safında yer almasını önlemek
amacıyla yapılan her şey yine psikolojik harekâttır.

Yalnız burada da küçük bir parantez açacağım:

"Her şey psikolojik harekattır" dedik ama, yine de küçük ama


çok önemli bir ayrıntıya da değinelim: Bir faaliyetin psk.hrk.
olup olmadığının en temel ölçütü, öncelikle, o faaliyetin
davranışları etkileme amacıyla bilinçli ve planlı bir çaba olup
olmamasıyla ilgilidir. Yani eğer bir faaliyet insanları, toplumu
etkilemek amacıyla bilinçli olarak planlanıp icra edilmişse işte
buna psk.hrk. faaliyeti diyebiliriz.

122
Ancak bir de normal günlük yaşamda aslında planlı olmayan
ama bireyler ya da toplum üzerinde psikolojik etkisi olan
davranışlar vardır. Örneğin siz tamamen sıradan, gelişigüzel,
plansız programsız biçimde, yaşamın olağan akışı içinde bir
davranışta ya da faaliyette bulunursunuz, ama bir bakarsınız
o davranışın bireyler ya da toplum tarafından algılanışı ve
etkisi bambaşka olur. İşte buna psk. hrk. değil, "ETKİSİ
PSİKOLOJİK OLAN DAVRANIŞ / FAALİYET" adı verilir.

Bu olayın çok somut, çok tipik bir örneği Sincan'daki tanklar


meselesidir... Sincan'da 30 Ocak'ta düzenlenen Kudüs
Gecesi'nden 4-5 gün sonra tankların tatbikat amacıyla Akıncı
üssüne giderken Sincan'dan geçmek zorunda kalması (ki
yoldaki bir menfez onarımı nedeniyle şehir merkezinden
geçtiği açıklanmıştır) tam da "etkisi psikolojik olan faaliyet"in
tipik örneğidir. Yaşamın olağan akışı içindeki bir davranışınız
toplum ya da belli kesimler tarafından bambaşka şekilde
algılanmıştır.

Peki, işin psk. hrk.'a ilişkin boyutu ya da kısmı var mı?

Evet var! Bu faaliyeti medyanın reytinglerini ya da tirajlarını


artırmak, sansasyon yaratmak maksadıyla kullanması bir
psk.hrk'tır.

Şimdi parantezi kapayıp devam edelim:

Psikolojik harekât işlevi itibariyle bir ordunun en önemli


silahlarından biridir. Dostun savaş azmini yükseltirken
düşmanın moralini bozan bu silah, bir silahlı kuvvetler için
tam anlamıyla kuvvet çarpanıdır, güce güç katan bir silahtır;
düşmanı savaşmadan alt etmenin bir yöntemidir.

123
Dost, düşman ve tarafsız gruplarda arzu edilen davranış
değişikliklerini oluşturmak üzere yürütülen bu faaliyetler yeni
değildir, bütün insanlık ve harp tarihi boyunca vardır ve var
olmuştur.

Günümüzde de modern orduların hepsinde söz konusu


amaca hizmet etmeye dönük birimler vardır. Örneğin
NATO'da ve Amerikan ordusunda bu birimlerin adı yine
"Psikolojik Harekât" (Psychological Operations - PSYOPS)
iken, Almanlar bu birimlerine "Bilgilendirme Harekâtı"
(Informational Operations - Info Ops), İngilizler "Bilgi Destek
Harekâtı" (Information Support Operations) demektedir.
Üstelik bu ülkelerdeki yapılanma personel, teçhizat - araç -
gereç, bütçe ve bu birimlere verilen önem TSK'nin kat kat
üzerinde büyüklüğe sahiptir.

Psikolojik harekât belki askeri bir terimdir, ama sivil hayatta


da karşılığı vardır. Örneğin son zamanlarda herkesin çok iyi
bildiği "algı operasyonu" kavramı tam anlamıyla psikolojik
harekâtı anlatır. Siyasi partilerin aklınıza gelen bütün
açıklama ve eylemleri (örneğin grup toplantıları, mitingler,
seçim çalışmaları, vs.), ticaret dünyasındaki "reklâmlar"
psikolojik harekâttır. Ayrıca devletler arasındaki ilişkilerde
"Kamu Diplomasisi" kavramı da psikolojik harekât
kavramının karşılığıdır.

Böylesine önemli bir kavram, bizde ne yazık ki - bilhassa belli


çevrelerin yönlendirmesiyle - hep olumsuz anlamlar
çağrıştırmakta kullanılmış, psikolojik harekât personeline de
kötü gözle bakılmıştır. Örneğin yakın geçmişte yaşanan bazı
faili meçhul cinayetlerin dahi "psikolojik harekâtçılar"
tarafından işlendiği teması bilinçaltına yerleştirilmeye

124
çalışılmıştır. 2004 yıllında Taraf gazetesinin (ki bu gazetenin
ne olduğu, neye / kime hizmet ettiği herkesçe malûmdur)
"Uğur Mumcu'nun öldürülmesi de psikolojik harekât mıydı"
şeklindeki bir manşetini dehşetle hatırlıyorum. Sonuçta bunlar
Genelkurmay'da en üst düzey komutanlar arasında bile öyle
kafa karıştırdı ki, 1995 yılı sonlarında kurulan Psikolojik
Harekât Daire Başkanlığı, 2005 yılı başında adını değiştirmek
zorunda kaldı ve İngilizlerdeki gibi "Bilgi Destek Dairesi" adı
verildi. (Tıpkı Özel Harp Dairesi gibi... Oranın adı da belli
çevrelerce kasıtlı olarak "kötü ve pis" işlerle anılarak
gösterilince nihayet Özel Kuvvetler olarak değiştirilmişti.)

Şimdi, bakın, burada bir tahlilde daha bulunacağım:

2006 yılında Atabeylerle başlatılan kumpas davalarla üç


önemli hedef esas alınmıştır. Bunlardan birinci grup, TSK'nde
başarılı, kendi alanında temayüz etmiş ve terfi etmesine kesin
gözüyle bakılan ama FETÖ üyesi olmayan personeldir.
Kumpas davalarla bu personele saldırılarak önleri kapatılmış,
çeşitli kumpaslarla cezaevlerine düşürülmüş ve böylece
FETÖ'cü subaylara yer açılarak o makamlar ele geçirilmiştir.
Yani birinci saldırı noktası bunlardır. (Bizim davada var mı?
Elbette var! Örneğin rahmetli Tevfik ÖZKILIÇ, Berkay
TURGUT, Mehmet Ali YILDIRIM ve Lokman EKİNCİ Paşalar
ile Seyfullah SÖNMEZ, M.İhsan TAVAZAR, Mustafa
KÖSEOĞLU, Cumhur YATIKKAYA gibi albaylar aslında
kendi alanlarında terfi etmesine kesin gözüyle bakılan
komutan ve arkadaşlar olarak biliyorum. 28 Şubat
soruşturması ile bunların terfi etmeleri engellenmiş, bir
arkadaşımız hariç geri kalan hepsi emekliliğe mecbur
bırakılmışlardır.)

125
İkinci hedef Özel Kuvvetler ve bilhassa ona bağlı Seferberlik
Daire Başkanlığıdır. Kozmik Odaya girme meselesinin özü
budur; Kozmik Oda olayı ile bir savaş ve / veya işgal
durumunda işgale karşı direnişi yürütecek kesimlerin (yani
Kurtuluş Savaşımızda Kuvva-i Milliye olarak anılan ve
direnişi örgütleyecek kesimlerin) ortaya çıkarılması
hedeflenmiştir. Bu, çok önemli bir savunma kalkanımızdı(r).
Ne var ki Mustafa Bilgili denen hainin yine bir hain olan
Muharrem Köse ile birlikte yürüttükleri süfli (sefilce)
gayretlerle en önemli savunma kalkanımız delinmiş, yılların
birikimi ile oluşturulan ÇOK GİZLİ bilgiler "birilerinin" eline
geç(iril)miştir.

Biliyor musunuz, yurt savunması açısından böylesine önemli


ve kritik bir birlik, yani Seferberlik Daire Başkanlığı 2013'te
lağvedilmiştir, şu anda böyle bir birlik yoktur.

Saldırı altında bulunan üçüncü hedef ise psikolojik harekât


birimidir. Yani düşmanın yıkıcı propagandalarını bertaraf
edecek ve o propagandalara karşı önlem geliştirecek en
önemli savunma kalkanlarından diğeri de bu kumpaslarla
delinmiştir. Evet, kumpas davaların en büyük hedeflerinden
biri Psikolojik Harekât Dairesi ve o dairede görev yapan,
psikolojik harekâttan anlayan, bu konuda iyi kötü bir eğitim
almış personel olmuştur. İşte Alb. Dursun ÇİÇEK ile başlayan
saldırılarla o dairenin personelinden Tümg. İhsan
BALABANLI, Alb. Mücahit ERAKYOL, Alb. Fuat SELVİ, Alb.
Cemal GÖKÇEOĞLU, Alb. Ziya İlker GÖKTAŞ, Alb. Sedat
ÖZÜER, Alb. Hulusi GÜLBAHAR ve adını daha burada
sayamadığım birçok personelin kimi sözde İnternet Andıcı ve
Ergenekon, kimi Balyoz, kimi Kafes ve Poyrazköy gibi
kumpas davalarla gözaltına alınmış, her biri bir davaya monte

126
edilerek bazısının terfii engellenmiş, nihayet sonuçta TSK'da
psikolojik harekât birimi çökertilmiştir. O dairede görev yapan
ve dairenin kurucusu Oğuz Kalelioğlu, Cengiz Çetinkaya,
K.Sezai Ökte, Ahmet Aka ve Serdar Çelebi Albaylar, yani bu
davada yargılanan bizlerin nasibine de 28 Şubat davası
düşmüştür.

Evet, bizler Atabeyler, Ergenekon, Balyoz, Kozmik Oda,


Amirallere Suikast, Askeri Casusluk gibi bütün diğer kumpas
davaların son halkası olan 28 Şubat kumpas davasına monte
edilen personeliz.

Evet, dediğim gibi, TSK'nın psikolojik harekât birimleri yok


edilmiştir. 27 Ağustos 2009 tarihli bir emir ile Harekât
Başkanlığı bünyesindeki Bilgi Destek Daire Başkanlığı önce
teşkilat değişikliği yapılarak ve personel sayısı birkaç kişiye
indirilerek Genelkurmay Genel Sekreterliğine bağlanmış, 11
Ağustos 2010 tarihinde de lağvedilmiştir. Yani dünyanın
bütün gelişmiş ordularında mevcut olan ve bir savaş sırasında
silahlı kuvvetlerin en önemli destek silahlarından biri olan
psikolojik harekât birimi şu anda TSK'nde yoktur. Bu ne
demektir? Örneğin halen sürmekte olan Afrin harekâtının
bilimsel anlamda psikolojik harekât desteğini sağlayacak bir
psikolojik harekât birimi yoktur, biliyor musunuz?

Sahi, Silahlı Kuvvetlerin en önemli savunma kalkanlarının


böylesine tasfiyesi, yok edilmesi sizce tesadüf mü?

İşte benim kişisel kanaatim, bu kumpaslar bu işe yaramıştır,


bu amaçla tezgâhlanmıştır.

Şimdi gelelim bu Dairenin işleyişine...

127
Genelkurmay Psikolojik Harekât Başkanlığında görev
yaptığım 1996 - 2005 yılları arasında yasadışı hiçbir iş
yapılmamıştır. Yapılamaz da... Çünkü Sayın Başkan, TSK'da
psikolojik harekât bağımsız olarak planlanmaz... Bütün
psikolojik harekât planları devlet çapında hazırlanan ana
planlar çerçevesinde olur. Yani ana çerçeveyi devlet çizer...
Ana psikolojik harekât planlarının altında başbakanların
imzası vardır; başbakanın onaylamadığı hiçbir plan
Genelkurmay'a gelmez, Genelkurmay da o planı icra etmez!
Devletin bütün birimleri de işte o planda kendisine verilen
görevlere göre alt planlar hazırlar ve icra eder.

Peki, kim hazırlar bu plânları? O tarihte "devlet çapında


psikolojik harekât planlarının hazırlanmasından, takibinden,
kontrol ve koordinesinden" sorumlu makam Milli Güvenlik
Kurulu Genel Sekreterliği ve onun bünyesinde bulunan
Toplumla İlişkiler Başkanlığı idi. Burası, Milli Güvenlik
Siyaset Belgesi (MGSB - ki bakın işte, MGSB burada da
karşımıza çıktı. Sabahki oturumda Kenan DENİZ Paşam
"MGSB, TSK için bir emirdir!" demişti.) ve diğer özel milli
siyasetler doğrultusunda Psk.Hrk. plânlarını hazırlar, gelişen
koşullara uygun hale getirir ve BAŞBAKANIN onayına sunar.
Her bir planın bir adı olur. Plan Başbakan tarafından
onaylandıktan sonra da icracı kurum ve kuruluşlara
gönderilir. Başbakan tarafından onaylanmayan hiçbir plan
geçerli değildir.

Peki, icracı kurum ve kuruluşlar neresidir? Başta İçişleri


Bakanlığı olmak üzere aklınıza gelen bütün bakanlıklar (ki
buna sizin de bağlı bulunduğunuz Adalet Bakanlığı da
dahildir), Gnkur. Bşk.lığı, MİT, YÖK, Diyanet, TRT, Basın
Yayın Enformasyon, Anadolu Ajansı Genel Müdürlükleri vs ...

128
(Her hükûmette Devlet Bakanlıklarından biri "devlet
çapındaki psikolojik harekâttan" sorumludur.)

İşte iddianamede adı geçen ve bütün detayları sıralanan


YAVUZ PSK.HRK. PLANI da bunlardan bir tanesidir. Bu
planda VAZİFE; "TC Devletinin mevcut anayasal rejimini
yıkarak, yerine şer'i esaslara dayalı bir 'İslâm Devleti' kurma
amacını güden irticai unsurların yurt içi ve dışındaki hedef
kitleleri üzerindeki etkilerini yok etmek veya azaltmak
maksadıyla; Türk toplumunu irticai unsurlara karşı yapılan
mücadele hakkında bilinçlendirmek ve irticai faaliyetlere karşı
devlet çapında psikolojik harekâtın koordinasyonunu, icrasını
ve denetlenmesini sağlamak" olarak belirlenmiştir. Plan ilk
olarak 1992 yılında dönemin Başbakanı Süleyman DEMİREL
tarafından imzalanarak yürürlüğe girmiş, 1995 yılında
Başbakan Tansu ÇİLLER, en son 1999 yılında da dönemin
Başbakanı Bülent ECEVİT tarafından imzalanarak
güncellenmiştir.

Yani düşünün, irticai faaliyetler konusu 1992'lerde dahi


devletin gündemindeymiş.

Peki, başka planlar var mı? Evet, bu kapsamda örneğin PKK


ile mücadelenin psikolojik harekât desteği için hazırlanan plan
olduğu gibi, çevre ülkelerden gelebilecek tehlikelere karşı
(örneğin Yunanistan ve Güney Kıbrıs, Suriye, Irak, İran,
Ermenistan, Bulgaristan ve Romanya gibi), hatta "aşırı sol
"unsurlara karşı ve ayrıca "üniversite gençliğini iç ve dış tehdit
odaklı faaliyetlere karşı korumak" amacıyla oluşturulmuş
planlar dahi vardı ve yukarıda değindiğim gibi bunların her
birinin kendi adı olurdu. (Örneğin Kartal, Şahin, Ayyıldız,
Ümit, Selçuk, Dicle, Fırat, Bakır vs. gibi.)

129
Bu planların tamamı TSK'nın değil, devletin psikolojik harekât
planlarıdır ve GİZLİ gizlilik derecelidir. Bilgili denen zat
sadece art niyetliliğinden değil, aynı zamanda cehaletinden,
yani devletin nasıl çalıştığını, kurumlar arasındaki işleyişi ve
işbirliğini de bilmediğinden, devletin gizli kalması gereken
bilgilerini de ifşa ederek bu iddianameyle ayrı bir suç
işlemiştir ki bu da ayrı bir ihanettir. (Bunu ilk savunmamda da
söylemiştim.)

Yukarıda da arz etiğim gibi Psk.Hrk. planları 2004 yılına kadar


MGK Genel Sekreterliği bünyesinde hazırlanıyorlardı. O
tarihten sonra MGK Genel Sekreterliği Kanununda değişiklik
yapıldı, Toplumla İlişkiler Başkanlığı kapatıldı. Peki bu
durumda devlet çapında Psk.Hrk. planlaması bitti mi? Tabii ki
hayır! İhtiyaca binaen bu görev bildiğim kadarıyla bir
Müsteşarlık seviyesinde kurulan özel bir birime verildi.

Şimdi iddianameye dönecek olursak; deniyor ki, "efendim


Psikolojik Harekât Dairesi Doğruyol Partili Milletvekillerinin
partilerinden istifa etmesinin sağlanmasında ve Refahyol
Hükümetinin düşürülmesinde rol almış"mış. Bu konuda
milletvekillerine "Paşamızın selâmı var mümkünse istifanızı
istiyorlar" demek yeterliymiş.

Bunu yazan adamın bir ruh hastası olduğu belli...


Genelkurmay'da görev yaptığım yaklaşık 10 yıl boyunca tek
bir milletvekilini dahi tanımadım, tanışmadım, konuşmadım.
Zurnanın son delikleri olan yüzbaşı, binbaşı rütbesindeki
birileri olarak mı gidip milletvekillerine haber
götürecekmişiz? O dönem Daire Başkanımız olan Oğuz
Kalelioğlu Albay huzurunuzdaki ifadesinde "Ben emekli
olduktan sonra DYP'ne gidip görev yaptım... Görev yaptığım

130
partiye mi darbe yapacakmışım?" diye ifade vermişti.

Sayın Başkan, bu konuda şunu arz edeyim: Dönemin İçişleri


Bakanı Meral AKŞENER Hanım buraya gelip tanık olarak
ifade verdiğinde "O dönemde otel odalarında milletvekili
pazarlıkları yapıldığı, bazılarının baskıyla, bazılarının başka
yollarla istifa ettirildikleri kulağımıza geliyordu" mealinden
sözler demişti. Ben de bir vesileyle kalkıp söz istediğimde,
Başkan Fevzi Bey'e "Sayın Başkan, o dönem istifa eden bütün
milletvekillerinin tek tek buraya çağrılıp ifadesine
başvurulmasını ve istifa gerekçelerinin kendilerine
sorulmasını talep ediyorum" demiştim. Evet, bu benim
talebimdi. Ve söz konusu milletvekillerinin büyük bir kısmı
buraya geldi, bir kısmının ifadesine de bulundukları illerdeki
mahkemelerde başvuruldu. Sonuçta istifa eden
milletvekillerinin tek biri bile vazgeçtim Psikolojik Harekât
Dairesinden söz etmeyi, askerlerle ilgili hiçbir yerden en
küçük bir baskı ya da telkin gelmediğini açıkça ifade ettiler.

Psikolojik Harekâtla ilgili oluşturulan algılardan biri de


Aczmendiler meselesiydi... Sözde Aczmendiler psikolojik
harekât amacıyla ve toplumda "irtica algısı varmış" imajı
oluşturmak üzere yine psikolojik harekâtçılar tarafından
kullanılmışlar ve üstelik onların arasında % 40'ı da askermiş
falan... Sayın Başkan, bu Aczmendi meselesi üzerinde de şu
salonda yine en çok duran bendim. Çünkü bu adamların bizle,
yani psikolojik harekâtla bağlantılı olduklarının söylenmesi
çok ağrıma gidiyordu. Bu adamları şu kitaplarda da yazdım,
TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'na
çağrılmamalarını alabildiğince eleştirdim. (Evet, söz konusu
Komisyon 28 Şubat dönemiyle ilgili 113 kişiyi çağırıp
dinlerken, dönemin en sembol isimlerinden Müslüm

131
GÜNDÜZ, Fadime ŞAHİN ve Ali KALKANCI'yı çağırıp
dinlememiştir. Çünkü bence o Komisyon görevini doğru
dürüst yapmamış, hatta 28 Şubat'la ilgili bazı konuların
aydınlatılmasını istememiştir. Söz konusu kişilerle
görüşmemesine rağmen hazırlanan rapora "Bu kişilerin
provokasyon amacıyla kullanılmış oldukları yapılan
tetkiklerde görülmüştür" diye yazmaktan kaçınmamışlardır.)

Şimdi bakın, bu Aczmendiler meselesi ile ilgili olarak sizin


olmadığınız dönemde bu mahkemede yaşanan bir olayı
anlatacağım: 73'ncü celsede buraya tanık olarak dönemin
İçişleri Bakanı Meral AKŞENER Hanım geldi. Konuştu. Soru
cevap periyodunda ben de söz istedim ve kendisine çok net
olarak şu soruyu sordum:

- Sayın Bakanım, siz dönemin ülkenin iç


güvenliğinden sorumlu en üst yetkili idiniz. Bakanlığınız
döneminde size bağlı kurumlardan (valiler, emniyet,
jandarma, hatta MİT vs.) Aczmendilerin TSK tarafından
manipüle edildikleri ve psikolojik harekât amacıyla
kullanıldıklarına, bunlar arasında askerler olduğuna ilişkin
resmi ya da gayrı resmi bir bilgi geldi mi?

Sayın Akşener "Hayır, gelmedi" dedi.

Ondan iki gün sonra - 75'nci celsede - dönemin Adalet Bakanı


Şevket KAZAN Bey tanık olarak geldi. Yaklaşık bir saatlik
konuşmasının sonunda Başkan Fevzi Bey kendisine
sanıklardan şikâyetçi olup olmadığını sordu. Şevket Bey, kısa
bir duraklamadan sonra "Ben vicdan sahibiyim, hayır,
şikâyetçi değilim!" diye yanıtladı. Onun bu sözü üzerine
avukatı atılarak "Bir dakika Sayın Başkan, önünüze

132
koyduğumuz dosyada şikâyetçi olduğumuzu belirtmiştik.
Bunu müvekkilime bir daha sormak istiyorum" deyince
Başkan aynı soruyu tekrar sordu, Şevket Bey aynı şekilde
"Hayır, dediğim gibi, ben vicdan sahibiyim, şikâyetçi değilim"
diye tekrarladı. Öyle olunca bizim avukatlarımız da "Madem
Sayın Kazan şikâyetçi değil, o halde bizim de sorumuz yok!"
dediler. Ben el kaldırdım. Burada bizim avukatlarımız hepsi
"Hayır, gerek yok, sorma!" diye tepki gösterdiler. Ben ısrarla
söz aldım ve önce Sayın Kazan'a merhum Mehmet Ali
BİRAND'ın "Son Darbe: 28 Şubat" adlı belgeselinde
Aczmendilerle ilgili yaptığı açıklamayı hatırlattım. Belgeselde
Şevket Bey "O dönemde birden Aczmendiler denen bir grup
ortaya çıktı. Biz bunlar nereden çıktı derken öğrendik ki meğer
bunları JİTEM organize ediyormuş. Sisi adında kadın mı erkek
mi biri vardı, o bunları ayarlıyormuş. Gazetelerde çıktı bunlar"
mealinde açıklaması vardı. (Belgeseldeki açıklamasını aynen
bir kâğıda yazıp kendisine okudum.) Ve sonra Sayın
Akşener'e sorduğum soruyu, yani "Bakanlığınıza bağlı
birimlerden (mahkemeler, savcılıklar falan) size bu konuda
ulaşan herhangi bir bilgi, belge, doküman olup olmadığını"
sordum. Cevaben, "O günlerde ZAMAN gazetesinde çarşaf
çarşaf yayınlandı bunlar" dedi. İtiraz ettim, "Sayın Bakanım,
gazete kupürleri ile değil, ben size gazete kupürlerinin dışında
bakanlığınıza ulaşan bir bilgi olup olmadığını soruyorum"
dedim. Sayın Kazan da "Hayır, başka bilgi gelmedi" dedi. Ve o
zaman Mahkeme Başkanına dönerek:

- Sayın Başkan, bu bilgiler sadece tutanaklara


değil, tarihe girecek bilgilerdir... İki gün önce dönemin İçişleri
Bakanı Aczmendilerin askerlerle bir ilgisine dair kendilerine
ulaşan bilgi - belge olmadığı söyledi, şimdi de dönemin Adalet
Bakanı bunu teyit etti. Evet, ben de emindim zaten

133
Aczmendilerin askerlerle bağlantısı olmadığına. Artık bundan
sonra kimse Aczmendilerin askerlerle bağlantısı olduğunu,
psikolojik harekât maksadıyla kullanıldıklarını ileri süremez,

diye konuştum. Dahası, hatırlayacağınız üzere aynı soruyu


burada Sayın Çiller'e de yönelttim ve Tansu Hanım da
"onlarla ilgili bazı duyumlar vardı ama askerlerle ilgisi yoktu"
demişti.

İşte bugüne kadar hep psikolojik harekâtçıların üzerine atılan


Aczmendi meselesi ile ilgili gerçekler de böyle.

Bir başka konu: Neymiş Efendim, Psikolojik Harekât


Dairesinde RP aleyhinde broşür hazırlanarak basına
gönderilmişmiş... Sayın Başkan, Dairemiz işte bu alan kadar
bir yerdi. Ve eğer Dairemizde böyle bir broşür hazırlansa
mutlaka benim de haberim olurdu. Ama ne ben böyle bir
broşür hazırladım, ne dairemizde böyle bir broşür
hazırlanmasına tanık oldum.

Peki, görev yaptığım dönemde gazetecilerle de tanışıp


görüşmüşlüğüm oldu mu? Evet, oldu! Genelkurmay Genel
Sekreterliği'nce 1998 yılı içinde biri Güneydoğu'ya biri de TSK
eğitim kurumlarına olmak üzere iki gezi düzenlendi. Bu
gezilerde yerli ve yabancı basın mensupları topluca
Diyarbakır ve Şırnak çevresine götürülüp kendilerine terör
örgütünün bölgede verdirdiği zararlar ve örgütün içyüzü
anlatılacaktı. Bizim daireden de takviye personel istendi.
Daire Başkanımız beni görevlendirdi, Genel Sekreterliğe
katıldım - ki o dönemde Genel Sekreter Erol ÖZKASNAK
Paşam, Basın Halkla İlişkiler Daire Başkanı Hüsnü DAĞ
Albayım, devre arkadaşım M.İhsan TAVAZAR ile birlikte - o

134
görev çerçevesinde gazetecilere mihmandarlık yaptım, birlikte
yemek yedik, çay içtik, sohbetler ettik. (O gazeteciler arasında
burada tanık olarak ifade veren İlnur ÇEVİK de vardı. İlnur
Bey'in o dönem TSK hakkında yüceltici, övücü yazılarını
hatırlıyorum, bir de burada söylediklerini düşünüyorum da,
bu değişim karşısında şaşırmadım desem yalan olur. Neyse,
yorum yapmayacağım.)

Neyse, konuyu çok uzatmaya gerek olmadığını


düşünüyorum. Sonuç itibariyle belki kısaca şunu
söyleyebilirim: İddianamede Genelkurmay Psikolojik Harekât
Daire Başkanlığı'na atfedilen bütün suçlamalar baştan aşağı
deli saçmasıdır, gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Yukarıda da arz
ettiğim üzere, o dairede benim ilgi alanım eğitim öğretim
faaliyetleri ile PKK terörüydü. Tek bir gencimizin terör örgütü
saflarına katılmasını önlemeyi ya da örgüte katılmış bir
teröristin dahi dağdan in(diril)mesini sağlamayı çok
önemsiyorduk; çünkü bir teröristin örgütten kopması demek
bizim için bir Mehmetçik'in şehit olmasını, bir ocağa ateş
düşmesini önlemek demekti.

Yine yukarıda dediğim gibi o tarihlerde Dairemizden en az üç


kişi Güneydoğu'da teröre karşı yürütülen Çekiç 97
Harekâtında, kandırılarak dağa çıkan bir teröristi bile nasıl
teslim olmaya ikna edebiliriz, nasıl örgütten kaçmasını
sağlayabiliriz diye düşünüyor, o yönde bildiriler hazırlamaya
çalışıyor, Zaho bölgesinde Beyaz Dağlarda kıytırıktan bir
muhabere jipini radyo vericisi olarak kullanıp, yanımıza
aldığımız örgütten kaçmış bir teröriste teslim ol çağrıları
yaptırmakla uğraşıyorduk. Bizim ilgi alanımız çok büyük
ölçüde PKK terörüydü. Bir de Oğuz Kalelioğlu Albay'ın dediği
gibi, o dönemde bilhassa Rumların Kıbrıs'a S-300 füzelerinin

135
yerleştirilmesi konusundaki faaliyetlerine engel olmak üzere
Yunanistan ve Kıbrıs
üzerinde çalışma yürütüldüğünü hatırlıyorum, ama ben o
çalışmalarda yer almadım.

Bu konuyla ilgili bir bilgi daha vermek isterim: Genelkurmay


Psikolojik Harekât Dairesi'nde yanlış hatırlamıyorsam 1998
yılı sonlarında Grup Komutanlığı kuruldu, bunun icra organı
olarak da 3 adet Psikolojik Harekât Taburu teşkil edildi. Bu
taburlar nerelerde konuşlandırıldı, biliyor musunuz? Biri
İstanbul, biri Diyarbakır diğeri de Elazığ'da... Niye buralarda?

Çünkü bunların her biri bir Ordu Komutanlığı'nın (1'inci, 2'nci


ve 3'ncü Ordular) görev sahasında, onların askeri hedeflerinin
psikolojik harekât desteğini sağlamak amacıyla kuruldular.
(Bizde her bir Ordu Komutanlığı kendi bölgesindeki çevre
ülkelerden gelebilecek saldırılara karşı koymak üzere teşkil
edilmiştir.)

Görev tanımları buna göre yapıldı. Yani tamamen askeri


görevleri icra etmek ve askeri harekât planlarının psikolojik
harekât desteğini sağlamak üzere... Ama az önce de dediğim
gibi, bu taburların hepsinin 2010'da lağvedildiğini öğrendim.
Yazık oldu! 28 Şubat davası da dahil olmak üzere bütün o
kumpas davalarla Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik psikolojik
harekât uygulandı ve nihayet o birlikler kapattırılarak TSK
çok önemli bir destek silahından ve savunma kalkanından
daha mahrum bırakıldı.

Son olarak, madem konu psikolojik harekât üzerine


yoğunlaştı, bu konudaki son sözlerimi şöyle bitirmek
istiyorum:

136
Psikolojik harekât mı dediniz? Söyleyeyim... Asıl
psikolojik harekât;

- TSK'nin halktan koparılması, etkisizleştirilmesi ve


susturulması amacıyla bu dava da dahil açılan bütün kumpas
davaların her biridir.

Psikolojik harekât mı dediniz? Asıl psikolojik harekât;

- Aslında içerik itibariyle toplasanız 130 sayfa bile


etmeyecekken köpürtüle köpürtüle 1300 sayfaya çıkartılan
böyle bir iddianamenin ta kendisidir. (Sayın Başkan, öyle ki
bu iddianame okunurken bile Mahkeme Başkanı Tayyar Bey,
çoğu yerde "Tamam, orayı atlayalım, daha önce aynısı
okunmuştu" diye geçiştirmek durumunda kalmıştı.)

Evet, psikolojik harekât mı dediniz? Asıl psikolojik


harekât;

- 99 sanıktan 60'ına ağırlaştırılmış müebbet, 39'unun


beraatinin istenmesidir.

Psikolojik harekât mı dediniz? Söyleyeyim... Asıl


psikolojik harekât;

- 28 Şubat meselesinin muhatabı olan dönemin


Başbakanının "biz iki parti arasındaki mutabakat nedeniyle
başbakanlığın ortağımıza geçmesi için ve bir ahde vefa gereği
istifa ettik" diye bütün kameralar önünde son derece net
ifadelerle yaptığı açıklamalara rağmen, bu olayı ısrarla "darbe"
olarak tanımlamak ve topluma öyle yansıtmaktır.

137
Psikolojik harekât mı dediniz? Asıl psikolojik harekât;

- İyi niyetli, hatta o günleri yaşamamış insanları


otobüslerle Türkiye'nin değişik yerlerinden mahkeme
salonlarına getirip, avukatlar arasında oturan
milletvekilleriyle mahkemeye baskı yapma girişimleridir.

Psikolojik harekât mı dediniz? Asıl psikolojik harekât;

- Kendisine "gazeteci" diyen bazı tetikçilerin "Kahraman


savcılarımız ve hâkimlerimiz adım adım bu tiplere cezasını
veriyor ve verecek. 28 Şubat'ın alçak darbecileri de çok
yakında ağırlaştırılmış müebbet cezalarını yiyecekler.
Milletimiz müsterih olsun, dinimize ve inançlı insanlarımıza
yaptıklarının bedelini ödemeyen kimse kalmayacak!" şeklinde
fütursuzca, pervasızca, vicdansızca kaleme alınan
makalelerdir.

Psikolojik harekât mı dediniz? Söyleyeyim... Asıl


psikolojik harekât;

- Milletvekili seviyesindeki bazı siyasetçilerin "Büyük bir


insanlık suçu olan 28 Şubat darbesinin hainlerinin yargılandığı
mahkemeleri yakından takip ediyoruz. 60 hainin hak ettikleri
en ağır cezaları alacaklarına inanıyoruz." şeklinde yaptıkları
basın açıklamalarıdır.

Bu sözlerin hepsini kendilerine iade ediyorum!

Bu listeyi o kadar uzatabilirim ki... Ama anlaşıldığını


düşünüyorum.

138
Mustafa BİLGİLİ

Şimdi savunmamın bu bölümünde, bu davanın


soruşturmasını yürüten, iddianamesini yazan Mustafa
BİLGİLİ ve yardımcısı Kemal ÇETİN hakkında bazı
açıklamalar yapmak istiyorum.

Sayın Başkan, başta da söylediğim gibi, ben nezaketin bir


erdem olduğuna inanırım. Gerçekten insanlar hakkında kötü
konuşmayı sevmem. Eşim, yakınlarım bana çoğu kez "Yahu
senin için kötü insan yok mudur?" diye kızarlar. Ayrıca
insanların arkasından konuşmayı da gerçekten sevmem. Hatta
öyle ki, cezaevindeyken hâkimlere yazdığım mektuplarda
dönemin Başbakanı hakkında olumsuz sözler sarf ettiğim için
o mektupları "Sayın Başbakanım, yazdıklarım hoşunuza
gitmeyecek, ama bu mektupları size göndermeseydim
hakkınızda dedikodunuzu yapmış hissedecektim" diyerek
kendisine de göndermiştim.

Şimdi, bu Mustafa BİLGİLİ için söyleyeceklerimi, sayacağım


nitelikleri kesinlikle hakaret amacıyla ya da o kasıtla
söylemiyorum Sayın Başkan... Bunlar bir tespit! Size tek tek
açıklayacağım bunları... Keşke kendisi de burada olsaydı da
söyleyeceklerimi yüzüne karşı söyleyebilseydim.

1. Bu adam bir savcı değil, teröristlik suçlamasıyla


yargılanan bir örgüt mensubu ve kulu olduğu o örgüt
aracılığıyla vatana kasteden, vatanın en gizli sırlarının başka
yerlere kaçırılmasında rol oynayan bir haindir...
2. İnsanlar hakkında sahte belgeler uyduran, devletin
resmi belgelerini bile tahrif etmekten çekinmeyen bir
sahtekârdır.

139
3. İnsanları icabında ölüme götürecek iftiralar atan bir
tetikçidir.
4. Medyaya bile gerçek dışı bilgiler vererek bilerek
kamuoyunu yanıltan bir yalancıdır.
5. Sanıklara karşı gerçek anlamda kin, nefret ve
husumetle hareket eden bir kindardır.

Her halükârda bu adam bir "kanun adamı" olamaz!

Bakın ben şimdi onun FETÖ'cülüğünü falan gündeme


getirmiyorum, kendimi aklamak için onun FETÖ'cülüğüne,
örgüt bağlantılarına falan sığınmıyorum; lanet olsun, yerin
dibine batsın onun FETÖ'cülüğü! Ama ben şimdi onun
sahtekârlığından söz ediyorum, insanlara attığı iftiralardan
söz ediyorum, yalanlarından söz ediyorum, bir savcı değil bir
tetikçi oluşundan, kısacası kişiliğinden söz ediyorum.

Evet, sahtekâr... Çünkü devletin resmi belgelerini bile istismar


eden, bambaşka anlamlar çıkarılacak biçimde evraklar
üzerinde oynayan birine başka ne denir? Bunun birçok
örneğini ilk savunmamda verdim, oradan çıkarılabilir.
Cumhurbaşkanlığı'ndan gönderilen belgelerde dahi tahrifat
yapmış, kelime ve cümlelerle tamamen farklı anlamlar çıkacak
şekilde oynamıştır. İşte örnek olsun diye sadece 3-4 tane bilgi
vereceğim. Örneğin belgenin orijinalinde:

 Laiklik aleyhtarı yayın yapan radyo, televizyon ve


yazılı basın neşriyatını,
1. Takip etmek ve izlemek,
2. Yayınların kanunlara uygun olup olmadığını tespit
etmek,

140
3. Varsa yasalara aykırı hareket edenler hakkında ilgili
mülki makamlarla koordine ederek tahkikat başlatılması,

şeklinde geçen yazıyı iddianameye "Batı Çalışma Grubunun


basın yayın organlarını takip ve denetim suretiyle sansüre tabi
tuttuğu görülmüştür." şeklinde geçirmiş. Orijinalde BÇG'nin
adı bile geçmiyor... Kırptığı yerleri ve anlamın nasıl değiştiğini
görüyor musunuz? Kaldı ki takip ve denetim ne zamandır
"sansür" diye tanımlanıyor?

Veya orijinali;

 Devletin laik ve demokratik yapısını hedef alan irticai


faaliyetlere destek veren,
1. Siyasi parti, vakıf ve dernekler,
2. Kurum kuruluş ve teşekküller,
3. Basın-yayın organları,
4. Finans kuruluşları ve holdinglerin ülkeye zarar veren
eylem ve yatırımlarını incelemek, ortaya çıkarmak ve bu
olumsuz çalışmalarını kamuoyuna vermek."

şeklinde geçen bir yazıyı "Batı Çalışma Grubunun, siyasi parti,


vakıf ve dernekler, kurum, kuruluş ve teşekküller, basın yayın
organları, finans kuruluş ve holdingleri takip ederek kendi
düşüncelerine uygun olmayan kurumları ve faaliyetleri
olumsuz olarak kamuoyuna yansıtmayı planladıkları
görülmüştür."

şeklinde iddianameye yazmış. Orijinalinde BÇG var mı? Yine


kırpılan ve bambaşka anlama gelecek yerlere bakar mısınız?
Birinde "olumsuz çalışmalar"dan söz ediliyor, diğerinde
"çalışmaları olumsuz olarak vermek"ten...

141
 Yine Ruhsar Amiral'in de anlattığı gibi slaytların yeri
ile oynayıp işine gelenleri alt alta dizerek özel bir anlam
çıkmasını sağlamış,

 "Tesettür ve simgesel kıyafet ile halk tipi giyim ve


başörtüsü" arasındaki farkı belirtmek için ilgili makamlardan
görüş talebinde bulunulan yazıyı bile iddianameye
"Bayanların giyimi ile ilgili olarak tesettür, simgesel kıyafet,
halk tipi giyim, başörtüsü şeklinde fark ve ayrımlara gidilmiş,
kendilerinin istediği şekilde giyinmeyenlere de çağdışı, irticacı
damgası vurulmuştur." şeklinde değerlendirerek koymuştur.

Ve daha neler neler...

Dediğim gibi bunların daha uzun ayrıntılı örneklerini, sayfa


numaralarıyla, yerleriyle ilk savunmamda vermiştim. Nitekim
sadece ben değil, burada savunma yapan hemen herkes bu
türden çarpıtma, saptırma, tahrifat, kelime oyunları, işine
gelen yerleri alıp gelmeyenleri ayıklama, son derece masum
bir olayı sanki büyük bir suçmuş gibi algı yaratarak sunma vb.
olaylardan örnekler verdiler.

En azından sanıkların lehine olabilecek tek bir belgeyi alıp


değerlendirmemesi bile bu adamın sanıklara karşı nasıl kin,
nefret, husumet dolu olduğunu gösterir. Bir savcı bunu
yapabilir mi Sayın Başkan? Sanık hakkında bir tane lehte belge
olmaz mı?

Kim olursa olsun bir hukuk adamı karşısındakine kin ve


nefretle yaklaşamaz. Her şeyden önce adil olması gerekir.
Hele ki din adına, Müslümanlık adına, İslâm adına hareket
ediyorsa... Öyle ya, bizim dinimiz değil midir ki birilerine olan

142
kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin" diye emreden?
Peygamberimize en başta adaletle yönetmesi emredilmemiş
mi? Hatta adalet konusunda Müslümanlarla Yahudiler,
Hıristiyanlar hatta putperestler arasında eşit olacaksın
denmemiş mi?

Şimdi bu şahsın benimle ilgili olarak toplumu nasıl


yanıltmaya çalıştığına dair iki somut olayı daha burada
açıklamak istiyorum.

Cezaevinde iken, 3'ncü Yargı Paketi ile 28 Şubat


soruşturmasına "Özgürlük Hâkimi" olarak atanan 3 hâkime
(Nihal USLU, Abdullah BAHÇECİ, Halil İbrahim KÜTÜK),
göreve başladıklarında bu süreçte yaşanan gelişmeleri
anlatmak amacıyla 27 Eylül 2012 tarihinde bir mektup
yazdım. Aynı mektubu dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah
GÜL başta olmak üzere Başbakan, Meclis Başkanı, Adalet
Bakanı vb. 30'u aşkın üst düzey devlet yetkilisine de BİLGİ
olarak gönderdim. Amacım, ülke yönetiminden sorumlu kişi
ve kurumların buradaki hukuksuzluk konusunda dikkatlerini
çekmekti. Zira bir ülkenin hukuk ve adalet sisteminde ciddi
yanlışlıklar oluyorsa, bunda en az yargıçlar kadar ülkenin
yönetici ve yasa koyucularının da sorumlu olduğuna
inanıyordum.

Gönderdiğim mektubun hiç bir yerinde Bilgili denilen zat ile


ilgili tek kelime "şikâyet" yoktu.

Lakin çok ilginçtir, 05 Mayıs 2013 tarihinde TARAF


Gazetesi'nde Mustafa Bilgili'ye atfen, "Emekli Albay'dan
Savcı'ya İlginç Mektup" başlığıyla şöyle bir haber çıktı: Sözde
ben soruşturmayı yürüten Savcı Mustafa Bilgili'ye 2 sayfalık

143
bir mektup göndererek "Sizi HSYK Başkanvekili Ahmet
HAMSİCİ, HSYK Üyesi Nesibe ÖZER, Adalet Bakanı Sadullah
ERGİN, Başbakan R.Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı
Abdullah GÜL de dahil 30 ayrı yere şikâyet ettim. Ancak
tamamından şikâyetiniz işleme alınmamıştır" yanıtı geldi
diyen Türk, ayrıca "Amacım sizi şikâyet etmek değil, hukuk ve
yargılama sistemindeki yetersizliklere dikkat çekmektir.
Şikâyetimin siz ve şahsınızla alâkası yok" demişim.

Bu haberi okuyunca şaşırdım ve 27 Mayıs 2013'te Bilgili'ye


kısa bir mektup daha yazdım. Mektupta, gazetenin bir
paragraflık haberini yazdıktan sonra aynen şunu belirtmiştim:

"1. Sayın Bilgili, kısacık bir paragraf içinde bile bu kadar


yalan, bu kadar çarpıtılmış, tahrif edilmiş bilginin yer alması
sizin işiniz mi, yoksa TARAF'ın malûm gazetecilik anlayışının
sonucu mu?

2. Eğer haberi bu haliyle siz verdiyseniz, sahi, 28 Şubat


iddianamesini de böyle mi hazırladınız?

Neyse, göreceğiz bakalım."

Yani görün işte... Bu sefil adamın nasıl bir iddianame


hazırlayacağı daha iddianame ortaya çıkmadan anlaşılmış.
Çünkü görünen köy kılavuz istemiyordu.

Bir başka sahtekârlığın sahipleri de Bilgili ile kol kola girerek


bizlere bu kumpasları tezgâhlayanlar arasında yer alan, şu
anda hepsi meslekten atılmış olan adları az önce yukarıda
zikredilen sözde Özgürlük Hâkimleri ile ilgilidir.

144
Hemen bir hatırlatma yapmak istiyorum. Gözaltına
alındığımda bize şu meşhur 5 tane evrakı göstermişler ve ona
ilişkin bildiklerimiz sormuşlardı:

- 10 Nisan 1997 tarihli BÇG konulu emri,


- 29 Nisan 1997 tarihli BÇG Rapor Sistemi,
- 06.05.1997 tarihli Batı Harekât Konsepti,
- 27.05.1997 tarihli Batı Eylem Plânı
- BÇG Çalışma alanı ve oluşumunu gösteren kroki

Gerek gözaltına alındığımızda, gerekse cezaevi sürecinde her


yerde bu belgeleri ilk defa gördüğümü, GİZLİ - KİŞİYE ÖZEL
yazılmış bu belgeleri o günkü rütbe ve pozisyonum gereği
görmemin mümkün olmadığını, BÇG'de hiç görev
yapmadığımı, o telefon rehberinde belirtilen numara ile ve
BÇG'ye Giriş kartımın hiç olmadığını defalarca, defalarca
belirtmiştim.

Oysa biz cezaevindeyken avukatım Atila BİNGÖL'ün


"Özgürlük Hâkimlerine" Ocak 2013 ayı içinde verdiği tahliye
dilekçesine şu anda firari konumda olan hâkim kılığına girmiş
terörist Halil İbrahim KÜTÜK "ret" cevabı verirken
gerekçesinde ne diyordu, biliyor musunuz? "Şüphelinin de
kabul ettiği gibi..." Yani hâkim diye atanan ve sonradan kim
olduğunu öğrendiğimiz bu şahıslar ret kararını yazarken
benim bu belgelerden haberdar olduğumu ve bana atfedilen
suçlamayı kabul ettiğimi yazmışlardı.

Bu kez oturup onlara da bir mektup yazdım ve şöyle dedim:


"Sayın Hâkimler, siz ya ellerinizdeki ifadelerimizi hiç
okumuyorsunuz, ya Allah'tan korkmuyorsunuz, ya da ikisi
de!......

145
Dipnot olarak şunu ekledim:

"Bir diğer seçenek olarak 'veya okuduklarını anlamıyorlar'


desem ben ayıp etmiş olurum; öyle ya, koskoca hâkim
okuduğunu anlamıyor olabilir mi hiç?"

İşte Sayın Heyet... Buradaki ben dahil bütün sanıklar böyle bir
tezgâhın içinden geçerek bugüne geldik.

Şimdi düşünebiliyor musunuz? Böyle sefil, terörist olduğu


iddiasıyla cezaevinde tutulan, en gizli ve hayatî vatan
sırlarının bile bir yerlere gitmesine önayak olan hain, yalancı,
kindar, sahtekâr insanların hazırladıkları iddianame kabul
görüyor... Milletin emrinde değil, ama kulu olduğu örgütün
emelleri doğrultusunda, ayarlarıyla oynanmış hukuk
terazisiyle tetikçilik yaparcasına hazırlanan "şey" ile
cezalandırılmamız isteniyor. Evet, bu bir iddianame değil, bir
"şey"dir... İnanılacak gibi değil! Teşbihte hata olmaz derler;
düşünün şimdi, ben hırsızlık yaparak (ya da suç işleyerek) bir
araba ediniyorum, o arabayla - "nasıl olsa çevremdeki polisleri
tanıyorum, onlardan bana zarar gelmez" düşüncesiyle 2-3 yıl
geziyorum, sonra da arabayı ve anahtarları götürüp bir
arkadaşıma "Al, bu arabaya ben epey bindim, bundan sonra
senin olsun, sen bin, güle güle kullan!" diye veriyorum. Ve o
kişi de, o arabanın çalıntı (ya da haksızlıkla veya suç işlenerek
edinilmiş) bir mal olduğunu bile bile, en azından böyle
söylentiler olduğunu bile bile hiç umursamadan o arabayı
sahipleniyor, çıkıp gezip dolaşıyor.

İşte şimdi Savcı Bey'in böyle bir iddianame ile, yani suç
işlenerek, ahlâksızlık yapılarak, suçlu üretmek için evraklarda
sahtecilik yapılarak, örgüt bağlarıyla hukuk çiğnenerek ve

146
hukuk dışı belli bir maksada dönük (TSK’ya kumpas)
hazırlanmış iddianame üzerinden bizim idam fermanımızı
talep etmesi tıpkı bunlara benzer bir durumdur. İddia makamı
"Hey, bir dakika kardeşim, bu araba suç barındırıyor, ben bu
arabaya ne binerim, ne gezerim" diyeceği yerde gayet
normalmiş gibi bunu kabulleniyor, anahtarı almış geziyor.

Ne diyebilirim ki? Elbette takdir yine sizindir. İsterseniz siz de


Savcı Bey'i onaylayabilirsiniz. Ama "Bir dakika arkadaş,
burada bir yanlışlık var!" diyeceğinizi umuyorum.

SONUÇ

Sayın Başkan, Sayın Heyet;

Yaklaşık 6 yıldır süren 28 Şubat kumpas davasının bugün


104'ncü duruşmasındayız.

Ankara dışında yaşamama rağmen bu 104 duruşmanın


103'üne geldim, katıldım ve sonuna kadar sabırla oturup
izledim. Sanıyorum bütün sanıklar, avukatlar, hatta
müştekiler arasında bile bu davanın en daimi üyesiyim. (Sahi,
buradan bazıları bir kısım medyaya açıklamalar yapıp biz
sanıkların kaçacağımızı ileri sürmüş ve tutuklanmamızı bile
istemişlerdi. Tabii ki o da bir psikolojik harekâttı.)

Sayın Başkan, yaklaşık 10 yıldır TSK üzerinde FETÖ eliyle


kurulan tezgâhlarda çok sayıda insan suçsuz yere büyük
acılar yaşadı. Aileler perişan oldu. Yargılanırken vefat edenler
ya da intihara sürüklenenler, kalıcı hastalıklara duçar olanlar
oldu.

147
Bizler de 6 yıldır bu dava ile cebelleşiyoruz. Burada
yargılanan birçok sanık gibi ben de 6 yıldır kendime, aileme
doğru dürüst zaman ayıramadım. Bazı konularda iş önerileri
aldım, ama halen devam eden bir davada sanık olmaktan
dolayı, hele hele 28 Şubat gibi bir davada yargılanıyor
olmaktan dolayı sırf insanları zor durumda bırakmamak için
kabul etmedim / edemedim. Ailemin rızkının önemli bir
kısmını yol paralarına, barınma ücretlerine harcamak zorunda
kaldım. Yazık!

Ama aynı zamanda bu süreç yarın öbür gün öyle kolayca


geçiştirilemeyecek... Nitekim bütün bu kumpas davalara
ilişkin yazılan kitaplar, romanlar, makaleler, şiirler, resimler
büyük bir külliyat oluşturdu, tarihe çok önemli notlar
düşüldü. Ve orada en çok yakınılan konular haksızlık ve
adaletsizliklerin bizzat hukuk ve adaleti sağlamak üzere
görevlendirilen savcı ve hâkimler aracılığıyla yapılması oldu.
Söz konusu davalarda görevli pek çok isim lanetle anılmak
üzere hukuk tarihinin sayfalarına yerleşti / yerleştirildi.
"Babanı Sana Şikâyet Ediyorum" diye kitaplar yazıldı. Yani
bazı insanlar kendi çocuklarına, torunlarına reddi miras bile
edemeyecekleri çok kötü miraslar bıraktılar.

İşte söz konusu miraslar elimdeki şu kitaplara da girdi.

Cezaevine girişimizin 1'nci yılında Özgürlük Hâkimlerine


(yani Nihal USLU, Abdullah BAHÇECİ ve Halil İbrahim
KÜTÜK adlı zevata) yazdığım mektupta aynen şunları
belirtmiştim:

"Her halükârda bu soruşturma sürecinin tarihine adınızı


yazdırdınız. Üstelik Türkiye'nin ilk Özgürlük Hâkimleri

148
olarak... Tabii ki Sayın Başbakan'ın propaganda
konuşmalarında Ziya Paşa'dan alıntıyla sık sık dile getirdiği
'Eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri' sözü sizler için
de geçerli... Yani görevde başladığınızdan beri 10 aydır
verdiğiniz kararlar eseriniz olarak tarihe yazıldı bile ve
bundan sonrakiler de yazılacak.

Elbette Sn. Savcı M.Bilgili ve K.Çetin'in hazırlayacakları 28


Şubat iddianamesi de onların eseri olarak hukuk tarihine
girecek.

Herkes bu eserleriyle anılacak.

Anılacak da, herkes eseriyle övünebilecek mi, işte doğrusu


bundan pek emin değilim."

Evet, böyle yazdım ve böyle düşünüyorum... İşte şu elimdeki


2 ciltlik "28 Şubat - Sincan'dan Tarihe Notlar" kitabı da benim
eserim. Ben onu çocuklarıma, torunlarıma ve bütün Türk
Milletine büyük bir iç huzuruyla bırakacağım... Çok uzun
yıllar sonra bu dönemi inceleyen, 28 Şubat soruşturmalarını
merak eden birileri bunları okuyacak ve kitapta adı geçenler
hakkında hüküm verecek.

İşte bu iki ciltlik iddianame de Mustafa Bilgili'nin eseri... O, bu


eseriyle çocuklarının, torunlarının yüzüne nasıl bakacak
bilmiyorum.

Ve dahi şu 40 sayfalık "Duruşma Tutanağı"nın 35 sayfalık


"Mütalâa" kısmı da Savcı Bey'in eseri... Keşke Sayın Savcım bu
eserinde Mustafa Bilgili denen ve niteliklerini yukarıda
saydığım o adamın eserine meşruiyet sağlayan, onu ibra eden,

149
onaylayan bir tutum içinde olmasaydı. Bu anlamda Savcı
Bey'in mütalâasını da kötü bir eser sayıyorum.

Bundan yaklaşık 1,5 ay kadar önce Sayın Cumhurbaşkanımıza


uzunca bir mektup yazdım. Çünkü yılbaşından önce Afrika
gezisine çıkarken 28 Şubat davası ile ilgili olarak yargılama
sürecinin tekrar başladığını, bu davada bazılarının beraat
ettiğini söylemişti. Eyvah, dedim, tıpkı "yanıldık" dediği diğer
konular gibi bu dava konusunda da yanıltılmaya çalışıldığını
hissettim. Ve mektubumda kendisine şöyle dedim:

"Sayın Cumhurbaşkanım, bu dava gerçekten her yönüyle


sakat, düzmece bir dava... Savcısından hâkimine, adli
müşavirinden bilirkişisine ve hatta polislerine kadar davada
görev üstlenmiş neredeyse tüm aktörler FETÖ'cülük
suçlamasıyla cezaevinde iken bu davayı sahiplenmeniz inanın
çok yanlış olacaktır ve 3-4 yıldır mücadele etmeye çalıştığınız
FETÖ'nün ekmeğine yağ sürecektir. Bir taraftan FETÖ'yle
mücadele ederken öte yandan bu ahlâksız, sefil adamların
hazırladığı iddianameyi kabul ediyor olmanız FETÖ'cülerin
tuzağına düşmeniz anlamına gelir. Ya siz ya da Sayın Adalet
Bakanımız talimat versin, savcılarımız - eğer gerçekten bizleri
darbecilikle suçlayabilecek deliller bulabilirlerse - yeniden adil
ve hukuka uygun bir iddianame hazırlasınlar ve bizler o
iddianame ile yargılanalım."

Evet, Sayın Başkanım, bu iddianameyle yargılanmak


gerçekten hukuksuzluktur, adaletsizliktir. Gerçekten ortada
bir suç olduğu düşünülüyorsa yeni bir iddianame
hazırlanmalıdır. Mevcut iddianameyle hiçbir hukukçu tarih
huzurunda "hukuk insanı" kavramıyla anılamayacaktır.

150
Mektuba devam edelim:

"2012 - 2013 dönemindeki 14 aylık cezaevi süreci de dahil


olmak üzere, 28 Şubat kumpas davasına bulaştırıldığım ve
haksızlıklara uğradığım süreçte susup kenara çekilmeyi hiç
düşünmedim. Gerçekleri öğrendikçe bu davanın bir kumpas
dava olduğunu topluma duyurmaya çalıştım. (...) Çoğu kez en
yakınlarımdan tepki aldım. Bana "sus, konuşma, başına belâ
mı arıyorsun? O kadar kişi varken o tarihte bir yüzbaşı olarak
28 Şubat'la ilgili konuşmak sana mı kaldı? Bir şey olsa davanın
1 Numaralı sanığı Karadayı Paşa'dan bile önce ilk seni
tutuklayacaklar!" diye tepki gösteriyorlar, uyarıyorlar. Hatta
suçum olmasa bile sırf çok konuştuğum için bana ceza
çıkarılacağını düşünüyorlar.

Ama benim için bu bir kişilik meselesi... Haksızlık karşısında


susan dilsiz şeytanmış, adaletsizlik karşısında eğilen şerefini
kaybedermiş. Çok şükür ki suçsuzum ve o nedenle 6 yıldır
bize dayatılan bu sıkıntılara onurlu bir asker tavrıyla göğüs
germeye çalışıyorum. Masumiyetin gücü her türlü zorluğa
galebe çalmaya yetiyor da artıyor bile... Eğer hapis cezası
almak, cezaevine düşmek beni tırnak ucu kadar korkutuyorsa
namerdim! Kendim için üzülüyorsam da namerdim... Ama
hukuk ve adalet adına kederliyim. Geçmişte bizi içeri atan ve
içeride tutan hâkim ve savcılar ile o süreçte "emeği geçenlere"
hep şunu söyledim: "Sizin yerinizde olmaktansa ömür boyu
içeride kalmayı tercih ederim!" Evet, aynen böyle
düşünüyorum; çünkü ben Allah'tan korkarım! Kendi
çıkarlarım, ikbalim için birilerinin yaşamıyla oynayamam."

Evet, Sayın Cumhurbaşkanı'na böyle yazdım. Ne yazık ki


söylediklerim doğru... "Kardeşim, sana mı kaldı?" diyorlar...

151
"Senden başka çıkıp konuşan var mı?" diyorlar... Ve Sayın
Başkanım, sırf bunun için, yani konuştuğum için sizin bana
ceza vereceğinizi söylüyorlar.

İyi de, niye? İnsanın masumiyetini haykırması suç mu? "Yahu


burada hukuka uygun olmayan bir şeyler var, hain adamların,
sahtekârların, yalancıların hazırladıkları bir tezgâh var, işte
bunlar da kanıtları" diye feryat etmek suç mu? Adaleti aramak
ve istemek suç mu?

Dedim ya, bu bir kişilik meselesi... Eğer haksızlıklara karşı


suskun kalsaydım işte o zaman kendimi bağışlamazdım... İşte
o zaman kendimi asker gibi görmez, yüksek bir ruh yapısına,
doğruluk ve mertlik gibi sağlam bir karaktere sahip
hissetmezdim.

Sayın Başkan ve Değerli Heyet,

Sayın Cumhurbaşkanı'na yazdığım gibi, eğer cezaevine


düşmekten, "ağırlaştırılmış müebbet hapsi" almaktan tırnak
ucu kadar korkuyorsam namerdim. Hatta - belki
biliyorsunuzdur, çünkü dosyada olması lazım - cezaevinden
de Özgürlük Hâkimlerine yazdığım bir mektupta "Özgürlük
Hâkimi olarak bizim bu davaya baktığınız sürece sizden hiçbir
şekilde tahliye talep etmediğimi, hakkımda herhangi bir
şekilde tahliye kararı vermemenizi özellikle rica ediyorum.
Zira açıkça belirtmek isterim ki, Temmuz 2012'deki ilk
kararınızdan beri yaklaşımlarınızı hakka ve adalete aykırı
buluyorum. O nedenle bugüne kadarki kararlarıyla
adaletsizliğini defalarca kanıtladığı için saygı duymadığım
birinden tahliye yazısı almak beni ancak üzer!" diye
yazmıştım.

152
Evet, o hâkimlerden tahliyemi istemedim. Çok şükür ki
onların elinden de tahliye olmadım.

Şu kitapta 04 Ocak 2013 tarihli günlüğüme ise şöyle bir not


düşmüşüm:

"Bizi içeri atanlar ve bundan nemalanmak isteyenler bize ceza


verdiklerini düşünüyorlar. Oysa burada olmak benim için bir
ceza değil ancak bir onur olur. Beni cezaevinde tutmakla
korkutamazlar. Dolayısıyla hâkimler hakkımda adli kontrol
tedbirleriyle tahliye ya da hatta beraat kararı verseler bile
savcı beni suçlamaya devam ettiği sürece kendi isteğimle
burada kalmayı, tahliye ya da beraat kararını kabul etmemeyi
düşünüyorum.

Yani ya savcı hata yaptığını kabul edecek ya da ben buradan


çıkmayacağım!

Bundan iki muradım var:

Birincisi, bilsinler ki masum biri olarak onların verecekleri


cezayı olsa olsa bir madalya olarak kabul ederim.

İkincisi, savcılar bir insan için öyle kolayca ceza talep


edememeli... Bir takım telkinlerle ya da siyasi mülâhazalarla
dava açarken biraz düşünmelerini, insan hayatına ilişkin
kararların basitçe geçiştirilemeyeceğini onlara anlatmak
istiyorum.

Anlarlar mı bilmem! Hiç umurlarında bile olmayabilir. Varsın


olmasın!"

153
Evet, cezaevine girişimin 9'uncu ayında günlüğüme işte böyle
yazmışım.

Bu kapsamda, işte son sözlerim:

Sayın Başkan, Sayın Heyet!

Ben suçsuzum! Bana atfedilen suçla en küçük bir ilgim dahi


olmadı. Buna rağmen 14 ay cezaevinde yattım, 6 yıldır
mahkeme kapılarındayım.

Bu ülkede şu anda en büyük sorunun adalet sorunu olduğu


artık herkes tarafından açık açık telaffuz ediliyor. Artık
arkanızdaki ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR yazısı sadece
harflerden ibaret bir metal yığını olarak algılanıyor... Ve mülk,
adaleti koruması gereken insanların eliyle çatırdıyor, çöküyor.

İşte hukuk ve adalet adına kılı kırk yarması gereken biri,


devletin "hukuk adamı" olan Sayın Savcı görüyorum ki elinde
beni suçlayacak hiçbir belge, hiçbir kanıt olmamasına rağmen,
terör örgütü üyeliğiyle yargılanan bir adamın, bir hainin, bir
yalancının, bir sahtekârın, bir kindarın sözleriyle hareket edip
hakkımda ağırlaştırılmış müebbet istiyor!

Savcının bu tavrını kabul etmiyorum... Bir insanın hayatıyla


oynamak öyle kolay olmamalı...

Sayın Başkanım, tabii ki bu duruşma sonunda kararı verecek


olan heyetinizdir. Ancak; usule uygundur veya değildir - çok
da umursamıyorum, bu noktada öncelikle ve özellikle
muhatap olarak İddia Makamını kabul ediyorum. Buna göre
Cumhuriyet'in adalet terazisi eline teslim edilmiş devletin

154
koskoca savcısı hakkımdaki mütalâasından vazgeçmediği
taktirde, onun dediği gibi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası
ile cezalandırılmamı talep ediyorum.

Savcı mütalâasından vazgeçmediği ve siz de bana böyle bir


ceza verdiğiniz takdirde bunu temyiz yoluna gitmeyeceğimi
de mahkemeniz ve bu salondaki tanıkların huzurunda beyan
ediyorum!

Ve kendimi hariç tutarak bir öngörüde bulunmak istiyorum:


Böylesi bir iddianame ile mahkûmiyet verilmesi halinde, bu
mahkûmiyetle sanıkların değil, bilhassa hukuk tarihi önünde
kararda imzası olanların zor durumda kalacağını
değerlendiriyorum.

Saygılarımla...

Alican TÜRK
Sanık

SEKİZİNCİ BÖLÜM

155
SON DURUŞMA-DÜŞÜNCELER

28 Şubat davasının son duruşması 13 Mart 2018 günü yapıldı.


Mahkeme Başkanı’nın açıklamasına göre önemli bir gelişme
olmazsa 13 Nisan’da karar açıklanacak. Duruşmayı akşam
saat 21 30’da bitiren başkan omuzlarından tonlarca yük atmış
gibiydi. Mutluydu, rahatlamıştı. Bana kalırsa salondan çıktığı
anda attığından kat kat fazlasını yüklendi omuzlarına.

MAHKEME BASKI ALTINDA

Duruşma sırasında Av. E. Aras, Başbakan’ın konuşmasına


değinerek mahkemenin baskı altında olduğunu ifade
etti.Başkan çok sert bir tonda, “ Bize kimse baskı yapamaz.
Kimse etkileyemez. Burası bağımsız Türk mahkemesi!” diye
gürledi.Avukat Aras bu yanıta memnun oldu. Gördüğüm
kadarıyla bazı sanıklar da aynı duyguyu paylaştı. Bense, yakın
geçmişe döndüm. Ergenekon, Balyoz vb. davalarına gittim.
“Biz Türk milleti adına karar veren bağımsız mahkemeyiz.
Kimseden emir almayız” diyen yargıçları anımsadım. Şimdi
tutuklu veya firardalar. Sahne tanıdık geldi.

DEĞİŞİKLİKLER OLUMSUZ

Özel yetkili mahkemeler kalktıktan sonra teşkil edilen 5. ACM


heyeti üç kez değişti. Hem de zorunlu gerekçeler yokken. Yeni
heyet duruşmaların çoğunda yoktu. Tutanakları okuyorlar
elbette ama yine de önemli bir eksikliktir. Savcı, mütalaasında
FETÖ’cü Mustafa Bilgili’nin iddianamesini aynen ileri sürdü.
Böylece, kovuşturma aşamasında gerek bilirkişi raporları ile

156
gerekse tanık ve sanık ifadeleri ile iddiaların çürütülmesini
görmezden geldi. Güven sarstı. Sanık ve avukatların
iddianameye yönelik tenkitlerine karşı kendini tutamayıp
müdahale etti. İlk defa bir savcının duruşma sırasında izinsiz
konuştuğuna tanık oldum.

MAHKEMENİN ÇABASI

İddianame, askerlerin zor ve şiddet yoluyla hükümeti


devirdiği savı üzerin oturtulmuştu. Devrin başbakanı rahmetli
Erbakan, Cumhurbaşkanı Demirel, “Bu darbedir “ diyen
Tansu Çiller ile hükümet üyesi ve milletvekillerinin neredeyse
hepsinin zorlama olmadığını açıklamaları bu savı zora soktu.
Mahkeme, elinde kalan iki konu üzerine abandı. Birincisi;
şiddet ve zor unsuru olarak tek tutamak, tankların Sincan’dan
yürütülmesiydi. Sanıklar, tankların planlı bir tatbikat için
yürütüldüğünü kanıtladılar. Yargıcın şüphesi bu kez tatbikat
gününün öne alınmasına kaydı. Tarih değişikliğinin komuta
kademesinin yetkisinde olduğu açıklandı. Kaldı ki, tanklar üç
gün sonra da yürütülse değişen bir şey olmayacak yine “Darbe
yaparım haaa!” diye yürütüldüğü söylenecekti. Mahkemenin
diğer çabası, kamuoyunun ve özellikle medyanın sanal
ejderhası Batı Çalışma Grubu (BÇG)’nun yasal olup
olmadığını ortaya koymaktı. BÇG’nin yasallığı benzer
örneklerle ve Gnkur. karargahının çalışma yöntemleri
anlatılarak açıklandı. Yani dava çöktü. Zaten FETÖ’cülerin
kumpasıydı.

TÜRBAN VE DİĞER MAĞDURLAR

Davada yüzlerce mağdur ve müşteki kabul edildi.Türban


yüzünden okuyamadığını iddia edenler çoğunluktaydı. İşin

157
ilginci o dönemde daha çocuk yaşta olanlar
(Cumhurbaşkanı’nın kızları gibi) hayli fazlaydı. Benzer
şekilde o dönemde irtica nedeniyle TSK’dan ilişiği kesilenler
veya memuriyetten atılanlar az değildi. Sebep olarak askerleri
görüyorlardı. Oysa Eski Başbakan Mesut Yılmaz konuyu o
kadar güzel bağladı ki; “ Türbanı biz siyasiler yasakladık.
Askerlerin ne alakası var!” diyerek . Davanın darbe davası
olduğunu unutan mahkemeye de uyarıydı aslında.

BAĞIMSIZ, TARAFSIZ, BASKI KABUL ETMEZ MAHKEME!

Şimdi yargı sınav verecek. Göreceğiz, mahkeme baskı altında


kalmış mı, kalmamış mı? Emir almış mı, almamış mı? Bu
davada en hafifinden ceza çıkması bile adaletsizlik olur.
Çünkü, 28 Şubat sürecinde yaşananların askeri darbe ile
uzaktan yakından ilişkisi olmadığı gün gibi ortadadır. Eğer
mahkeme ceza verip “Biz baskı altında kalmadık, hukuki ve
vicdani bir karar verdik” derse, kumpasçı yargıçlarının
kulakları çınlar. Haydi bağımsız ve tarafsız Türk yargısı.
Sınavı geç. Kimsenin kin ve intikam duygusunun; siyasi veya
ideolojik anlayışının aleti olma. Baskıya boyun eğme. Türk
milleti adına karar ver. Milletin yargısı ol.

158
DOKUZUNCU BÖLÜM

FETÖ SENARYOSUNUN SONU

159
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmaya sanıklar,
müdahiller ve tarafların avukatları katıldı. Tarafların salondaki
yerlerini almasının ardından mahkeme heyeti, duruşma salonuna
geldi.

Mahkeme Başkanı Mustafa Yiğitsoy, "Yüce Türk milleti adına


yargılama yapmaya yetkili ve görevli mahkememizce, hukukun
üstünlüğüne bağlı kalınarak, tarafsız ve bağımsız olarak dosyada
mevcut, hukuken geçerli kabul ettiğimiz belge, beyan ve delillerin
hukuki değerlendirmesi sonucunda, heyetimizce tüm hususlarda oy
birliğiyle vermiş olduğumuz kararı açıklıyorum." dedi ve hükmü
açıkladı.

Buna göre, sanıklardan dönemin Genelkurmay Başkanı emekli


Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, Genelkurmay 2. Başkanı emekli
Orgeneral Çevik Bir, Genelkurmay Harekat Başkanı emekli
Orgeneral Çetin Doğan, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı
emekli Orgeneral Ahmet Çörekçi, dönemin Genelkurmay MEBS
Başkanı ve eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Hayri
Bülent Alpkaya, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı emekli
Orgeneral Hikmet Köksal, dönemin Deniz Kuvvetleri Kurmay
Başkanı Aydan Erol, Kara Kuvvetleri İstihbarat Başkanı Cevat
Temel Özkaynak, dönemin Genelkurmay İstihbarat Başkanı Çetin
Saner, Genelkurmay İstihbarat ve İKK Daire Başkanı emekli
Orgeneral Fevzi Türkeri, dönemin Milli Güvenlik Kurulu (MGK)
Genel Sekreteri emekli Orgeneral İlhan Kılıç, dönemin Hava
Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanı Çetin Dizdar, eski YÖK
üyesi emekli Korgeneral Erdoğan Öznal, dönemin Genelkurmay
Genel Sekreteri Erol Özkasnak, dönemin Jandarma Genel
Komutanlığı Harekat Başkanı Hakkı Kılıç, dönemin Genelkurmay İç
Güvenlik Harekat Dairesi Plan Şube Müdürü İdris Koralp, dönemin
Genelkurmay İç Güvenlik Harekat Dairesi Başkanı ve Başbakan
Askeri Başdanışmanı Kenan Deniz, dönemin Genelkurmay Adli
Müşaviri Muhittin Erdal Şenel, dönemin Genelkurmay Plan
Prensipler Başkanı Vural Avar, dönemin Genelkurmay Personel

160
Başkanı Yıldırım Türker ve dönemin YÖK Başkanı Prof. Dr. Halil
Kemal Gürüz, suç tarihinde yürürlükte bulunan ve lehlerine olan
765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 147. maddesi uyarınca "Türkiye
Cumhuriyeti hükümetini cebren düşürmeye ve devirmeye iştirak"
suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırıldı.

Ancak mahkeme, sanıkların yargılama sürecindeki tutum ve


davranışlarını takdiri indirim nedeni kabul ederek, cezalarını
müebbet hapse çevirdi.

21 SANIĞA ADLİ KONTROL ŞARTI


Mahkeme, sanıkların yaş ve sağlık durumları ile ölçülülük ve
orantılılık ilkelerini de birlikte değerlendirerek, adli kontrol
kapsamında yurt dışına çıkışlarını yasakladı, ayrıca her ayın ilk
günü ikametlerine en yakın güvenlik birimlerine imza verme şartı
getirdi. Mahkeme, adli kontrol hükümlerine uyulmaması halinde
tutuklanabilecekleri konusunda sanıklara ihtarda bulundu.

Yargılama sürecinde hayatını kaybeden Teoman Koman, Eser


Şahan, Salih Eryiğit ve Tevfik Özkılıç hakkındaki dava, ölmüş
olmaları nedeniyle düşürüldü.

Mahkeme, 765 sayılı TCK'nin 147. maddesindeki "Türkiye


Cumhuriyeti hükümetini cebren düşürmeye ve devirmeye iştirak"
suçundan dava açılan sanıklardan Altaç Atılan, Ersin Yılmaz,
Kamuran Orhon, Köksal Karabay, Metin Yaşar Yükselen, Orhan
Yöney, Refik Zeytinci, Şevket Turan, Şükrü Sarıışık ve Yücel
Özsır'ın eyleminin, "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren
düşürmeye ve devirmeye iştirak"a ilişkin "gizli ittifak" suçu
kapsamında kaldığına hükmetti.

Bu suça ilişkin 765 sayılı Kanun'da 10 yıllık asli zaman aşımı süresi
bulunduğuna dikkati çeken mahkeme, bu sebeple sanıklar
hakkındaki kamu davasını zaman aşımından düşürdü.

161
68 SANIK HAKKINDA BERAAT KARARI
Mahkeme, 68 sanık hakkında ise yüklenen suçları işlediklerinin
sabit olmaması nedeniyle beraat kararı verdi.

Bu sanıklar şunlar:

"Abdullah Kılıçarslan, Abdurrahman Yavuz Gürcüoğlu, Adem


Demir, Ahmet Dağcı, Ahmet Aka, Ahmet Atalay Efeer, Ahmet
Nazmi Solmaz, Ahmet Ziya Öztoprak, Alican Türk, Arslan Daştan,
Aslan Güner, Aydın Karaşahin, Ayhan Cansevgisi, Bahaddin Çelik,
Berkay Turgut, Celalettin Bacanlı, Cemal Hakan Pelit, Cengiz Koşal,
Cengiz Çetinkaya, Doğan Temel, Engin Alan, Erdal Ceylanoğlu,
Ergin Celasin, Erkan Yaykır, Ertuğrul Gazi Özkürkçü, Fuat
Büyükcivelek, Hamza Özaltun, Hüsnü Dağ, İbrahim Selman Yazıcı,
İsmail Hakkı Önder, İsmail Ruhsar Sümer, İsrafil Aydın, İzzettin
İyigün, İzzettin Gürdal, Kurtuluş Öğün, Lokman Ekinci, Mehmet
Başpınar, Mehmet Aygüner, Mehmet Ali Yıldırım, Mehmet Cumhur
Yatıkkaya, Mehmet Şinasi Çalış, Mehmet Faruk Alpaydın, Metin
Keşap, Metin Yavuz Yalçın, Mustafa Köseoğlu, Mustafa Bıyık,
Mustafa Babacan, Mustafa Özbey, Mustafa Hakan Bural, Mustafa
İhsan Tavazar, Mustafa Kemal Savcı, Necdet Batıran, Oğuz
Kalelioğlu, Orhan Nalcıoğlu, Osman Bülbül, Osman Atilla Kurtay,
Ruşen Bozkurt, Sedat Arıtürk, Serdar Çelebi, Seyfullah Sönmez,
Sezai Kürşat Ökte, Ümit Şahintürk, Ünal Akbulut, Veli Seyit, Yahya
Cem Özarslan, Yahya Kemal Yakışkan, Yüksel Sönmez ve Ziya
Batur."

Sanık avukatları, kararı temyiz edeceklerini bildirdi.

MÜEBBET HAPSE ÇARPTIRILAN ASKERLERİN RÜTBELERİ


SÖKÜLECEK
Mahkeme, müebbet hapis cezasına çarptırılan 21 sanıktan eski YÖK
Başkanı Gürüz ile suç tarihinde TSK'den emekli olmuş, görevini
YÖK üyesi olarak sürdüren Öznal dışındakiler hakkındaki karar
kesinleştiğinde, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun 30. ve 31.

162
maddelerinin uygulanmasına hükmetti. Buna göre, karar
kesinleşirse 19 asker sanık rütbelerini kaybedecek.

1632 sayılı Kanun'un 30. maddesi, "Türk Silahlı Kuvvetlerinden


çıkarma cezası" başlığını taşıyor ve maddede "taksirli suçlar hariç
olmak üzere" kimi suçlardan mahkumiyet halinde kişinin TSK ile
ilişiğinin kesileceği belirtiliyor.

Kanunun "Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezasının niteliği ve


sonuçları" başlıklı 31. Madde sinde ise "Türk Silahlı Kuvvetlerinden
çıkarma cezasının niteliğinin, hükümlünün Silahlı Kuvvetlerle
ilişiğinin kesilmesi olduğu" kaydedilerek, "Bu ceza, ayrıca bir
hükme gerek kalmaksızın; askeri rütbe ve memuriyetlerin
kaybedilmesi, subay, astsubay, uzman jandarma ve devlet memuru
olarak tekrar Türk Silahlı Kuvvetlerine kabul edilmeme sonuçlarını
doğurur." ifadelerine yer veriliyor.

YARGILAMA GİDERİ ÖDEYECEKLER


Öte yandan, yine hükmün kesinleşmesi halinde haklarında
mahkumiyet kararı verilen sanıklardan sebep oldukları yargılama
giderleri ayrı ayrı tahsil edilerek, Hazine'ye irat kaydedilecek.

Aynı sanıklar, davaya müdahil olup kendilerini avukatla temsil


ettiren kişilere de Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 4 bin
360'ar lira ödeyecek.

AVUKATLARDAN İTİRAZ DİLEKÇESİ


28 Şubat Davası'nda müdahil avukatları, müebbet hapis kararı
verilen 21 sanığın tutuklanması talebiyle itiraz dilekçesi verdi.

VEEE SENARYO TAMAMLANDI.

163
ONUNCU BÖLÜM

SONUÇLAR-GERÇEKLER

28 Şubat Dava sürecinin aleni olmasına karşın, erenlerin hışmına


uğramamak için olacak, duruşmalarda ortaya çıkan gerçekler
topluma yansıtılamamıştır.

"Türk Adalet tarihinde özgün bir yer işgal edecek 28 Şubat


Davasınının yargı başlı başına ayrı olarak irdelenmesi ve hukuk
tarihinde ders olarak okutulması birgün gerçekleşeceğinden
eminim.

Sayın Cumhurbaşkanının "Adli Yıl" açılış mesajından her kesimden


alkış alması gereken cümleleri sırlayalım:

"Tarih bize, adalet terazisini gözetmeyi bırakanların, er ya da geç


zillet çukuruna gömülmeye mahkûm olduklarını gösteriyor… Bir
kez daha hatırlatmak isteriz ki “cihana adalet armağan etmek
için” yola çıkan bu millete hizmet eden tüm yargı mensupları,
tarafını daima “hukukun üstünlüğünden” yana seçmek
zorundadır. Yargı mensuplarının tamamı, adalet sancağını, her
hal ve şart altında dimdik ayakta tutacak cesarete sahip olmalıdır”

Yukarıdaki alkışlanası sözler ve de Ankara 5. Ağır Ceza


mahkemesinin kararı ile sonuçlanan 28 Şubat davası sonucu bize
Osmanlıca bir deyimi ve bu deyimin halk arasında evirilmiş
söylemini hüzünle anımsatmıştır. Söz konusu deyim
Osmanlıca "Kaziye-i anha öyle değil" ve de bunun Türk Toplumu
tarafından evirilmiş hali ise, "Kazın ayağı öyle değil" şeklindedir.

164
Bu yazıyı okuyanlar “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu”
söyleminin daha uygun olabileceğini de düşünebilir.

28 Şubat Dava sürecinin aleni olmasına karşın, erenlerin hışmına


uğramamak için olacak, duruşmalarda ortaya çıkan gerçekler
topluma yansıtılamamıştır. Yurtsever bir avuç yazarın davaya
ilişkin gerçeklere dikkat çekme çabası, yandaş basının "Bremen
Mızıkacılarını" anımsatan gürültüleri ile boğulmuştur. Davanın
başlarında Ana Muhalefet partisinden bir grup milletvekilinin
davaya ilgi göstermesinden duyduğumuz sevinç, ertesi gün "Genel
Merkezin Talimatı" ile son bulmuştur. Oysa 28 Şubat Davası gerek
açılma amacı gerek davanın kotarılması ve gerekse de dava
sürecinde yaşananlarla Türk Adalet tarihinde tıpkı Ergenekon,
Balyoz ve türevi kumpas davaları gibi ibretle incelenmesi gereken
bir davadır.

TSK ARA HEDEFTİR

“Batı Çalışma Grubu-28 Şubat İddianamesi” ile açılan davanın


ülkemizde açılmış Ergenekon, Balyoz ve türevi siyasi davalardan
esas itibariyle bir farkı bulunmamaktadır. Bu davaya ilişkin şaşırtıcı
bir tespitte bulunayım. 28 Şubat Davasında, TSK bir ara hedeftir.
Esasen 28 Şubat Davasına ilişkin resmi soruşturma dosyasının
açıldığı evrede daha once TSK için kurgulanan Balyoz Davası ile
istenen hedefe ulaşılmıştır. Davanın soruşturma sürecinde
tutuklanan sanıkların büyük çoğunluğunun da emekli subay olması
(topu topu 11 kişi) dikkatlerden kaçmamış olması gerekir. 

28 Şubat Davası ülkede bir kısım basın yayın organları, iş adamları


ve bazı siyasilerin üzerinde baskı oluşturmak, onları teslim almak
için kurgulanmıştır. Tezgâhlanan davalara ruhsat veren ve
kesintisiz güç kaynağı sağlayan hep ayni merkez olmuştur. Bunun
kanıtları çırılçıplak ortadadır. Davanın soruşturma kapsamında bazı
medya patronlarının ve köşe yazarlarının ifadelerinin alınmak üzere
Ankara Cumhuriyet Savcılığına çağrılmasının ardından

165
“çağrılmayanlar da var, onların da çağrılması gerekir, patronların
gizli kalan gerçekleri açıklaması lazım. Çünkü bu defter açıldı.
kolay kolay kapanamaz” diyerek yargıya açıkça talimat vereni
eminim sadece sanıklar hatırlıyordur.
Dava sürecini takip edenler hala bu kesimlerin başının üzerinde
eğreti olsa da "Demokles’in Kılıcının" tutulmaya çalışıldığını fark
etmişlerdir. Nihayet Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 13 Nisan
2018 tarihli gerekçeli kararından aşağıda yaptığımız alıntı söz
konusu kesimin bir bölümünü "Davanın Şerikleri" (Davanın
Ortakları) olarak nitelemiştir:

“Meslek ilkelerini askıya alarak 28 şubat darbesinin


gerçekleştirilmesine sınırsız lojistik destek veren, çok sayıda
-görüntülü - sesli - yazılı- medya kuruluşu ve medya mensubu,
Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının taleplerine ve
talimatlarına uygun haberler ürettiler. Gerçek olmayan haberler
yayınladılar, gerçek olan haberleri gizlediler, sanal irtica
haberleriyle gündem oluşturmaya çalıştılar.” “28 şubat darbesinin
gerçekleşmesinde, hürriyet gazetesi yayın yönetmeni Ertuğrul
Özkök, sabah gazetesi yayın yönetmeni Ergun Babahan, yazı işleri
müdürü Erdal Şafak, milliyet gazetesi yayın yönetmeni Halil Derya
Sazak başta olmak üzere, çok sayıda gazeteci, radyo ve TV, program
yapımcıları çok önemli bir rol oynadı.  Eğer medya desteği
olmasaydı, 28 Şubat darbesi gerçekleşmezdi.  Bu darbe sürecinde,
komutanların talimatıyla manşetler atanlar, haberler yapanlar,
anayasayı ilga ve hükümeti düşürme suçlarının şerikleridir.” 

Gerekçeli kararda 21 kişiye müebbet hapis cezası verilirken,


yukarıdaki alıntıda söz konusu edilen talimatlara ilişkin tek satır
gerçek bir belge bulunamadığını da belirtelim. Davanın asıl hedefini
oluşturan kesime dokunulamamasının nedeni ise, kumpasları fiilen
kotaranlarla siyasi iktidarın koalisyonunun son bulması, yollarının
bir noktadan sonra ayrılmış olmasıdır.

166
28 ŞUBAT DAVASININ NİÇİN TÜRK ADALET TARİHİNDE
ÖZGÜN BİR YERİ OLACAKTIR? 

Bu soruyu satırbaşları ile yanıtlayalım:


-Davayı kotaran, İddianameyi hazırlayan, tutuklamalara ve
tutuklamaların devamına karar veren 5 savcı, 13 hakim (bunların
6’sı özgürlük hakimi), TÜBİTAK’tan 3 bilirkişinin FETÖ’ne
mensubiyetleri nedeniyle meslekten atılmış, önemli bölümü de
halen tutukludur.

-Özel Yetkili Mahkemelerin lağvını takiben bütün sanıkların


tutuksuz yargılanmalarına karar veren duruşma Savcısı, Başkan ve
üyeleri değiştirilmiş; bunların yerine gelenlerinin de "görülen
lüzum üzerine" değiştirilerek üçüncü aşamada istenen kararı
verebilecek uygun bir heyet teşkil edilmiştir. Bunlar arasında sadece
üç duruşmaya katıldıktan sonra Esas Hakkında Mütalaa veren
duruşma Savcısının mahkemeye sunduğu metin yandaş medyada
büyük övgü ve beğeni ile karşılanmıştır. Mütalaa incelendiğinde, bir
bölümünün tamamen FETÖ mensubu eski Savcı Bilgili’nin
İddianamesinden kopyala-yapıştır usulü ile hazırlanmış metin
olduğu, duruşmalarda çürütülen ve yok hükmündeki sahte
delillerin esas alındığı görülecektir.

-Mahkemece verilen hüküm gerekçeli kararda "suçun sübutuna


ilişkin esas alınan deliller" olarak belirtilmiştir. Ne var ki, delil
olarak ileri sürülenlerin tamamı, gerçek delil olma niteliği
bulunmayan tamamı sahte veya tahrif edilmiş, ıslak imza taşımayan
dijitallerdir. Sanıkların lehine olan deliller göz ardı edilmiş, sanık
savunmaları özetlenirken, davanın bir kumpas davası olduğunu
ortaya koyan bölümler atlanmıştır.
-Soruşturma aşamasında davayı kurgulayanlar, başta Gnkur. Adli
Müşavirliği, Gnkur. Personel Başkanlığı ve Gnkur. Genel sekreterliği
ile bir kısım Hava Kuvvetleri Komutanlığı ve Jandarma Genel
Komutanlığı personelinin aktif işbirliği içerisinde bulundukları
tespit edilmiştir. Söz konusu personelin tamamı başta Gnkur. Adli

167
Müşaviri olmak üzere "15 Ağustos Darbe Girişimi" sonrası
tutuklanmışlardır. Soruşturma aşamasında yapılan bu işbirliğinin
somut kanıtları mahkemeye sunularak davanın genişletilmesi
yolunda yapılan talepler mahkemece reddedilmiştir.

-Atılı suça dayanak yapılan ve üzerinde ıslak imza bulunmayan


dijital delillerin kaydedildiği CD, değiştirilen Mahkeme Heyetince
Ortadoğu Teknik Üniversitesi uzmanlarından oluşan bir heyete
incelettirilmiştir. Bilirkişi Heyeti Mahkemeye, CD’in delil olarak
kullanılamayacağı yolunda kapsamlı bir rapor sunmuştur. Hükmü
veren son Mahkeme Heyeti söz konusu Bilirkişi Raporuna itibar
etmemiştir. Buna neden olarak bilimsel olmayan, uzman
mütalaasına dayanmayan sudan nedenler gösterilmeğe çalışılmıştır.

-Enteresan olan bütün düzmece delillerin kaydedildiği söz konusu


CD’nin üzerindeki seri numarasından, boş olarak Gnkur. Bilgi
İşlemler Başkanlığı deposundan 18 Haziran 2007 tarihinde
çıkarılarak çalındığı Genelkurmay Başkanlığının resmi yazısı ile
ortaya konmuş olmasıdır. CD’de bulunan kayıtların Gnkur.
Karargâhının dışında yapıldığı belirlenmiştir. Bu husus
Karargâhtaki bütün bilgisayarların 2004 yılında merkezi sisteme
geçmesinden dolayı söz konusu CD’deki kayıtların ana
sunucusunda (server) bulunmamasından anlaşılmıştır. Üstüne
üslük, söz konusu CD, Fethullah Gülen Cemaati mensubiyeti
nedeniyle TSK’dan ihraç edilen Tamer Tatar adlı bir şahıs
tarafından FETÖ’cü Cumhuriyet Savcısına elden teslim edilmiştir.
Dava dosyasında Tamer Tatar Müşteki sıfatı ile 664. sırada yer
almakta ve dosyada mağduriyet sebebi olarak "Fethullah Gülen
Cemaati mensubu" olmasından dolayı TSK’dan ihraç edildiği
açıkça yer almaktadır.

-Davanın müşteki/mağdurları ve bunlar içerisinde mahkemece


davaya müdahil olarak "katılan" statüsü verilenlerin gerekçesini,
dava ile ilişkilendirilmelerini hukuken anlamanın olanağı

168
bulunmamaktadır. Davanın mağdur ve müştekileri üç gruba
ayrılmaktadır.

Birinci Grupta; “başörtüsü yasağı” nedeniyle ülkemizdeki


üniversitelerde okuyamayan kızlarımız yer almaktadır. Bu konuda
Batı Çalışma Grubundan veya Genelkurmay Başkanlığından,
Üniversitelere ya da Millî Eğitim Bakanlığına, herhangi bir eğitim
kuruluşuna emir, talimat veya direktif yayınlandığına yahut şifahi
telkinlerde bulunulduğuna ilişkin hiçbir kanıt bulunmamaktadır.
Oysa 1970’li yıllarda üniversiteye ve kamusal alana başörtüsü ile
girilemeyeceği yönünde idarece konan yasağın kaldırılması
yönünde Anayasa Mahkemesine (AYM), Danıştay ve hatta Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine yapılan bireysel itirazlar reddedilmiş,
ANAP Hükümetinin 1989 yılında yasağın kaldırılması yönünde
çıkardığı yasa AYM tarafından iptal edilmiştir. 

Mağdur olarak dava dosyasında adı geçenlerin bir bölümünün 1997


yılı itibariyle çocuk yaşta olduklarından okula dahi gitmedikleri
belirlenmiştir. Mahkemenin siyasi otoritenin etkisinde karar
aldığının somut delili olarak, Sayın Cumhurbaşkanın her iki kızının
sadece müşteki değil, mahkeme tarafından davaya "Katılan" olarak
kabul edilmiş olmaları gösterilebilir. Basına da yansıyan Esra ve
Sümeyye hanımların Mahkemeye sundukları dilekçelerde
‘müşteki/mağdur’ olmalarının nedeni olarak "yurt dışında okumak
zorunda kaldıkları"  ifade edilmiştir. Oysa Esra Hanım 1981,
Sümeyye Hanım ise 1985 doğumludur. Her ikisi 1997 tarihi itibari
ile Kadıköy İmam Hatip lisesinde öğrencidir. Sayın
Cumhurbaşkanının büyük kızı Esra Hanım ilk defa üniversite giriş
sınavına 1999 senesinde girmiştir. Atılı suçun işlendiğini iddia
edildiği tarihlerde 12 ve 15 yaşlarında olan adı geçenlere
davaya "katılan" sıfatı ile müdahil olmaları hakkının verilmesini,
mahkemenin hangi kitaba sığdırabildiğini anlayan varsa beri gelsin!

- İkinci Grupta;  28 Şubat sürecinde çeşitli kamu kurum ve


kuruluşlarında görev yapanlar yer almaktadır. Mağduriyetlerinin

169
nedeni, görev yerlerinin değiştirilmesi, istifaya zorlamak
için "sürgüne gönderilmeleri" veya işlerine son verilmesidir. Bu
grubun mağduriyetlerinin sanıkların eylemlerin den
kaynaklandığını gösteren tek bir maddi kanıt bulunmamaktadır.

- Üçüncü Grubu ise Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) Kararlarıyla


TSK’nden irticai faaliyetleri nedeniyle ile ilişiği kesilenler
oluşturmaktadır. Yüksek Askerî Şûra 26 Temmuz 1972 tarih ve 1612
sayılı kanunla kurulmuştur. 1980 Sonrası kanunda yapılan
değişiklikle YAŞ kararlarına yargı yolu ile itiraz yolu kapatılmıştır.
İddianameye adı verilmiş “Batı Çalışma Grubu” 1970’li yıllardan
beri devam eden YAŞ kararları ile personelin TSK’dan ilişiği
kesilme işlemleri zincirinin hiçbir halkasında yer almamaktadır.
Ayrıca dava dosyasında yer alan belgeler Ordudan atılan subay ve
astsubayların önemli bölümünün Fethullah Gülen Cemaatine
mensubiyetleri tescillidir. Fethullah Gülen Cemaatine
mensuplarının TSK ile ilişiğinin kesilmesini, İddianameyi
hazırlayanlar açıkça bir mağduriyet olarak kabul ve ilan etmişlerdir.

Bu personele AKP yönetimi tarafından özlük hakları verilmiş,


Tamer Tatar gibi yüzbaşı rütbesi ile ilişiği kesilenler daha sonra Alb.
Olarak özlük haklarına kavuşturulmuşlardır. İşin gülünç tarafı
bunlardan bir bölümünün 15 Temmuz darbe girişiminden sonra,
verilen özlük haklarının ellerinden alınmış olmasıdır.

SÖZDE DARBEDE GERÇEK MAĞDUR/MÜŞTEKİ OLMASI


GEREKENLERİN BEYANLARI 

Gerçekte 54. Hükümete karşı bir ‘darbe’ suçunun işlenmiş olması


halinde bu fiilden doğrudan zarar görmüş olması gerekenler 54.
Hükümetin üyeleridir. Hukuki terimle davanın süjesi 54.
Hükümetin üyeleri olması gerekir. Oysa
Mahkemenin "Katılan" statüsü verdiği 388 mağdur/müştekilerden
birtek 54. Hükümet üyesi bulunmamaktadır. 54. Hükümetin

170
Başbakanı Merhum Erbakan’ın en yakın dava arkadaşı bilindiği gibi
dönemin Adalet Bakanı Sayın Şevket Kazan’dır. Kendileri 28 Şubat
sürecinin en yakın tanığı olarak 54. Hükümetin niçin istifa ettiğini
açıklayan "28 Şubat Gerçeği" adlı bir broşürile üç ciltlik "Öncesi ve
Sonrası ile 28 Şubat" adlı kitap yayınlamıştır. Bunların içeriklerinde
28 ŞubatDavası sanıklarını suçlayıcıyı hiçbir referans
bulunmamaktadır. FETÖ’cu savcılara "mağdur" sıfatı ile ifade veren
Sayın Kazan, 18.02.2015 tarihinde mahkemede ayrıntılı beyanda
bulunmuştur.

Beyanının ardından belirtilen tarihteMahkeme Başkanı olan Sayın


Fevzi Şıngar'ın, "Size yönelik tehdit oldu mu" sorusuna, "Hayır,
maruzatım bundan ibaret"yanıtını vermiştir. Mahkeme Başkanının
tekrar "Şikayetçi misiniz" sorusu üzerine, "Hayatımın en zor
kararıdır, bu dosya için şikayetçi olmak. Ben şikayetçi
değilim" diye cevaplamıştır. Şevket Kazan, Adliye çıkışında
bekleyen bir gazetecinin neden şikayetçi olmadığı yönündeki
sorusunu da "Herkesin bir vicdanı var" diye yanıtlamıştır.

Duruşmada, şikayetçi olmadığını beyan eden Kazan, daha sonra


avukatı tarafından kararından vazgeçilerek, avukatı aracılığı
mahkemeye bir dilekçe vermiş, sanıklardan şikâyetçi olduğunu
bildirmiştir. (Bu husus müşteki avukatlarının mahkemedeki topluca
itirazı beyanlarından açıkça anlaşılmaktadır) Mahkeme Başkanı
Sayın Fevzi Şıngar dilekçeye ilişkin kararını mahkemede
açıklayarak, “Huzurda verilen beyanın esas olduğunu, bu nedenle
dilekçenin dikkate alınamayacağını” belirtmiştir. Tanık/mağdur
sıfatı ile beyanları alınan Tansu Çiller dahil diğer bütün bakanlar da
sanıklardan şikayetçi olmadıklarını Mahkeme huzurunda beyan
etmişlerdir.

Ayni Mahkeme Başkanına 28 Şubat 1997 tarihinde alınan 406 sayılı


Milli Güvenlik Kurulu Kararlarının alınması için yapılan
müzakerelerde asker üyeler tarafından Hükümet üyelerine
herhangi bir baskı veya tehdit uygulanıp uygulanmadığını tespiti

171
içinçok gizli olan MGK tutanaklarının istenmesi talebinde
bulunulmuştur. Konuya ilişkin talebimizi Başkan Şıngar ‘Naip
Hakimler’ tayin ederek karşılamıştır. Aynı şekilde 54. T.C.
Hükümetinin 406 sayılı MGK kararlarının müzakeresi için13 Mart
1997 tarihinde yaptığı gizli toplantının tutanaklarının incelenmesi
talebimiz Mahkeme Başkanı tarafından kabul görmüş, bu amaçla
da "Naip Hakim" tayin etmiştir.

Naip Hakimlerin hazırladığı raporlar huzurda okunmuş,


içeriklerinde atılı suça dayanak yapılabilecek herhangi bir imanın
dahi bulunmadığı görülmüştür.Özellikle konunun 13 Mart 1997
tarihindeki Bakanlar Kurulu toplantısında Başbakan Yardımcısı T.
Çiller ve Merhum Başbakan Erbakan’ın MGK kararlarının kabulü
yönünde ikna edici konuşmalar yaptıkları dikkat çekmiştir. Bu
müzakerenin ardından Başbakan Erbakan, Bakanlar Kurulunun 13
Mart tarihindeki kararına atıf yapan irtica ile mücadele direktifini
14 Mart 1997 tarihinde yayınlamıştır.

54. T.C. HÜKÜMETİNİN İSTİFASINA İLİŞKİN DETAYLAR

Gerçekte Merhum Erbakan’ı istifaya zorlayan Başbakan yardımcısı


ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller’dir. Tansu Çiller ve kurmayları
Doğruyol Partisindeki huzursuzlukları gidermenin, partiden daha
fazla istifaları önlemenin çaresi olarak, koalisyon protokolünde
‘Hükümet Başkanlığı’ görevinin değişim süresinin iki yıldan bir yıla
indirilmesinde görmüşlerdir. Sayın Ekinci mahkemedeki
beyanlarında bu konuda Erbakan’ın nasıl ikna edildiğini ayrıntısı ile
açıklamıştır. Sayın Ekinci’nin Mahkemedeki beyanları Sayın
Kazan’ın kitaplarında vurguladığı şu hususlarla da örtüşmektedir:
“Mayıs 1997 sonuna gelindiğinde hükümetin küçük ortağı
doğruyol partisinden istifalar nedeniyle Refahyol hükümeti,
TBMM’sinde çoğunluğu kaybetmiştir. Bir gensoru ile hükümetin
düşürülmesi an meselesi haline gelmiştir. TBMM’sinde 8 üyesi
olan büyük birlik partisi (BBP) lideri Muhsin Yazıcıoğlu’dan

172
erken seçim vaadi ile Y. Çiller başkanlığında kurulacak hükümeti
destekleme sözü alınmıştır.”

31 Mayıs 1997 tarihinde yapılan yeni koalisyon protokolü ile


Haziran’ın ortasında Erbakan’ın istifa ederek Başbakanlık görevini
T. Çiller’e devretmesi öngörülmüştür. Anlaşmanın gereği olarak 18
Haziran 1997 tarihinde Erbakan istifasını vermek üzere Çankaya
Köşküne çıkmadan hemen önce Çiller ve Yazıcıoğlu ile birlikte
kameraların karşısına çıkarak kısa bir basın toplantısı yapmıştır. Bu
basın toplantının görüntülü kaydını mahkeme salonunda kurulan
bir barkovizyon vasıtası ile savunmada izletmek için yapılan talep,
Mahkeme Başkanı Sayın Mustafa Yiğitsoy tarafından
reddedilmiştir. Gerekçe olarak “Sanıklara ilişkin kararın salonda
bulunan izleyicilerin değil kendilerinin vereceğini, CD’yi
dosyaya koymamızın yeterli olduğunu”belirtmiştir.

Mahkemede duruşmaların, usul kanunun hükmü gereği ilke olarak


aleni olmasının nedeninin Başkan Yiğitsoy tarafından bilinmediğine
ihtimal veremiyorum. Yetkin hukukçuların duruşmaların ilke
olarak aleni (halka açık) yapılmasına ilişkin yazdıkları; “Adalete
olan güvenin sağlanması-korunması ile adil bir yargılamanın
gerçekleşmesi açısından vazgeçilmez olduğu, bu suretle halkın
adalet dağıtımını denetlemesine olanak sağlandığı, yargıçların
adil karar verme yükümlülüklerinin yerine getirmesi açısından
önemli bir işleve sahip olduğu” şeklinde özetlenebilir. Konuya
ilişkin diğer sanıklarca da yapılan taleplerin mahkemece ısrarla
reddinin uzun uzadıya ne anlama geldiğini yorumlamaya gerek yok
sanırım. Sanıkların yeni Mahkeme Heyetine başından itibaren
sarsılmış güven duygusu, Mahkeme Başkanının alıntı yaptığımız
sözleri ile tamamen yok edilmiştir.

“Tarih, ülkemizde ve dünyada muktedirlerin siyasi amaç ve


istemleri doğrultusunda nice davalar kurgulanarak hukuk
cinayetleri işlendiğine şahittir. Umarım ‘Batı Çalışma Grubu-28
şubat’ adını taşıyan iddianame ile açılan davanın görüldüğü bu

173
mahkeme, ülkemizde ‘adaletin mülkün temeli olduğu’
söyleminin sadece duvarlara kazınmış, göstermelik bir
bezemeden ibaret olduğu yaygın kanıyı yok eder. Bu davaya
ilişkin vereceğiniz karar sanıklardan daha çok türk adaleti ve
mahkeme heyetinin gelecek kuşaklara bırakacağı mirasa ilişkin
olacaktır.” Denmiştir… Ama,
Mahkeme Heyetinin sanıklar hakkında verdiği kararı, adaletin
ülkemizde mülkün temeli olmaktan çıkarak zulmün aracı haline
geldiğinin resmen bir kez daha tescilidir. Bu yalın gerçeği hiçbir
kuşkuya yer vermeden ortaya koymak için 54. Hükümetin istifasını
verdiği 18 Haziran 1997 tarihi ve sonraki gelişmeleri özetlememiz
uygun olacaktır:

Başbakan Erbakan söz konusu basın toplantısında özet olarak; “54.


hükümetin şimdiye kadar büyük hizmetler başardığını,
koalisyonun güç tazeleyerek daha büyük başarılara imza atmak
için,BBP’sinin desteğini de de alarak yaptıkları protokol gereği
görevi T. Çiller’e devretmek için istifasını sunmak üzere çankaya
köşküne çıkacağını ifade etmiş; TBMM’sinde yeni hükümeti
destekleyecek yeterli çoğunlukta “milletvekillerinin imzaladığı
listeyi de cumhurbaşkanına sunacağını”  belirtmiştir.
Konuşmasının hemen ardından Çankaya Köşküne çıkarak istifa
dilekçesini Sayın Demirel’e sunmuştur.

Merhum Cumhurbaşkanı istifayı kabulden önce “Niye istifa


ediyorsun, seni istifaya zorlayan mı var?” diye sorması üzerine
Erbakan, “Hayır yok, ülkede sıkıntı var” yanıtını vererek, Tansu
Çiller Başkanlığında kurulacak yeni hükümete destek vaat eden
milletvekillerinin imzalı listesini de Cumhurbaşkanına sunmuştur.
İstifayı kabul eden cumhurbaşkanı yeni hükümet kuruluncaya
kadar göreve devam etmesini istemiştir. Bundan sonraki
gelişmelere Merhum Cumhurbaşkanı Demirel, TBMM Darbeleri
Araştırma Komisyonundaki beyanları ile açıklık kazandırmıştır.
Demirel’in kendi ifadesiyle, “Söz konusu imzalı listede isimleri
bulunan birçok milletvekillerinin bir bölümünün doğrudan, bir

174
bölümünün da telefonla kendisini arayarak, attıkları imzaların
‘hatır imzası’ olduğunu belirtmişlerdir. ”Bunun üzerine,
TBMM’den güven oyu alacağını tespit ettiği Sayın Mesut Yılmaz’a
yeni Hükümeti kurma görevini vermiştir. 

Bunun üzerine MerhumErbakan 21 Mayıs 1997 tarihinde tekrar


üçlü bir basın toplantısı yaparak, bu gelişmeyi kınamış ve vakit
kaybı olarak nitelendirerek Sayın Yılmaz’ın TBMM’sinden güven
oyu alamayacağını iddia etmiştir. Bu basın toplantısının
Mahkemede görüntülü kayıtlarını izlettirmek için yapılan başvuru,
yine Başkan Yiğitsoy tarafından reddedilmiştir.

Mahkemede sanıklar tarafından Hükümetin istifasına ilişkin dile


getirilen çarpıcı sözleri bir kaç cümlede özetleyebiliriz:

“Bu ne biçim darbedir ki; darbe ile devrildiği iddia edilen 54. TC.
hükümeti istifasından sonra yeni hükümet kuruluncaya kadar 10
gün daha işbaşında bulunuyor? bu ne biçim darbedir ki; hükümet
ve parlamento görevine devam ediyor ve de hiç kimsenin kılına
dokunulmuyor? Bu ne biçim darbedir ki darbeyi yapanların bir
kısmı ağustos 1997 YAŞ kararları ile emekli ediliyor veya benim
gibi başka görevlere atanıyor. (15 ağustos 1997 tarihinde Gnkur.
Harekât başkanlığından ayrılarak Diyarbakır’da Jandarma Asayiş
Komutanı olarak göreve başladım.)"

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

1-Yapılan tüm açıklamalar Mahkemenin Gerekçeli kararında ifade


edilen “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Cebren Düşürmeye,
Devirmeye İştirak Etmek” suçunun gerçekleştiğine ilişkin hukuk
açısından ‘fiil ve fail’ bulunmamaktadır. Bu nedenle dava hukuki
değil, siyasi bir davadır.

175
2-3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu 1.
Maddesinde “Terörün” yapılan tanımında,“Cebir ve Şiddet
unsurunun kullanılması” esas alınmakta, yöntem olarak da
“Korkutma, Yıldırma, Sindirme veya Tehdit
Yöntemleri” sayılmaktadır. Aynı maddenin devamında terör
eylemleri sayılmaktadır. Aynı Kanunun 2. Maddesinde ise kişilerin
terör suçlusu olmasını “Birinci maddede belirlenen amaçlara
ulaşmak için meydana getirilmiş örgütün mensubu olma” şartını
belirtmektedir.

3-Yukarıda belirtilen yasalarda yapılan tarifler esas alındığında, 28


Şubat sürecinde, 54. T.C. Hükümetine yönelik atılı suça dayanak
yapılabilecek, ne bir “terör” veya “terör eylemi” ne de terör suçu
işleyen bir “terör örgütü” var olmuştur. Suç, kişinin, uymakla
zorunlu olduğu ceza hukuku kuralının ihlalidir. Batı Çalışma
Grubunun kuruluş amacı ve faaliyeti, T.C. Hükümetinin 14 Mart
1997 tarihinde yayınladığı talimat doğrultusunda, Genelkurmay
Başkanlığının yayınladığı 10 Nisan 1997 tarihli emirde belirtiliştir.
Bu emirde, "Siyasi İslam’a geçit vermemek için irticai olaylar
hakkında ilgilileri ve yetkilileri uygun ve yasal platformlarda
bilgilendirmek "ifadesi, emrin amacının irtica ile yasal zeminde
mücadele olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu grubu terör
örgütü saymak, Türk Silahlı Kuvvetlerini bir terör örgütü saymakla
eş anlamlıdır.

4-Kamuoyunda 28 Şubat Süreci olarak bilinen irtica ile mücadelenin


54. T.C. Hükümetinin istifasından sonra da birbiri ardından gelen
55., 56. ve 57. Hükümetler döneminde de devam ettiği, çıkarılan
talimat ve yönergelerden anlaşılmaktadır. Bu suretle, MGK’nın
tavsiye niteliğinde aldığı kararlar sadece 54. Hükümet tarafından
değil, peşi sıra gelen hükümetler tarafından da benimsenmiştir.

176
*Bu bölümde Çetin Doğan, Odatv.com dan faydalanılmıştır.

177

You might also like