Professional Documents
Culture Documents
Farzet Ki Öldün - Haris El-Muhasibi
Farzet Ki Öldün - Haris El-Muhasibi
Polen Yayınları
FARZET KĐ ÖLDÜN…
Hâris el-Muhâsibî
FARZET KĐ
ÖLDÜN… Yayına Hazırlayan
Polen Yayınları
Kapak Tasarım
Ramazan Erkut
Baskı
Fecr. Kahire
5 6
Hâris el-Muhâsib î
7 8
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
toplanacaklar. İnsanların dünyada yaptıkları her şey bir reni ve mükemmel insanı yaratıp da sonunda onları bü-
sayfa içerisinde kendilerine verilecek. Büyük bir mah- tün bütün yok etmesi çok anlamsız olur.
keme kurulacak. İnsanlar yargılanacak. Ömrünü ne yol- Bir bahçıvan, binbir emek ve özenle kurduğu bahçe-
da tükettiği, bildiğiyle neler yaptığı, malını nasıl kazanıp sini ateşe verip yok eder mi? Meyvelerini çukurlara dol-
nereye harcadığı, vücudunu hangi yollarda yıprattığı durup çürümeye terk eder mi? Öyleyse, Allah da şu ev-
sorulacak. Bu mahkemede, hiçbir şeyi inkâr etmek reni daha güzel ve sonsuza dek sürmesi için Âhireti geti-
mümkün değil. Çünkü, insanın eli, ayağı, gözü, kulağı, recek. Çiftçi, çürüyüp yok olsun diye tohumu toprağa
hatta günah işlediği yerler dile gelecek, yaptıklarına ta- saçmaz. Filizlenip boy atsın diye tarlaya eker. İnsan da
nıklık edecekler. Birbirleri hakkında insanların tanık- ölüp toprağa girer. Fakat çürüyüp yok olmak için değil.
lığına da baş vurulacak. Arkasından insanların yaptıkları Âhirette, yepyeni ve sonsuz bir hayata gözünü açmak
iyi ve kötü işler, nasıl olduğunu kesin olarak bi- için.
lemediğimiz bir terazide tartılacak. İyilikleri ağır gelen-
ler Cenneti, kötülükleri ağır gelenler ise Cehennemi Ölüm bizim için ikinci bir doğuştur. Allah anne kar-
hakedecek. Bu teraziye Mizan adı verilir. nında bizi dokuz ay özenle besleyip geliştirdi. Dünyada
gerekli her türlü cihazla donattı. Ondan sonra da do-
Bundan sonra, Cehennemin üzerinde, nasıl olduğu- ğumla bizi dünyaya gönderdi. Ölümle ikinci bir defa da-
nu Allah’tan başka kimsenin tam olarak bilemediği bir ha doğacağız. Anne karnından dünyaya gönderen Allah,
köprü kurulacak. İnsanlar iyiliklerine göre farklı biçim- dünyadan da Âhirete gönderecektir. Dünyada durumu-
lerde Sırat denilen bu köprüden geçecekler. Bazıları şim- muz, yumurtadaki civcivin durumuna benzer. Ölümle
şek hızıyla geçip Cennete girecekler. Kötü insanlar, Sıratı kabuğu çatlatır, apayrı ve sonsuz bir hayata gözümüzü
geçemeyecek ve Cehenneme düşecekler. açarız.
Her ülkede yasalara uyan, vatandaşlık görevlerini
Âhiret Gününe Niçin İnanırız? eksiksiz yerine getiren dürüst vatandaşlar ödüllendirilir.
Öldükten sonra dirilip hesap vemeye inanmak ima- Yasaları çiğneyen, herkesin huzurunu kaçıran kötü kim-
nın bir şartıdır. Âhirete inanmayan kimse müslüman seler ise cezalandırılır. Hiç katillerin, hırsızların,
olamaz. Geceden sonra sabahın, kıştan sonra baharın eşkiyaların, dolandırıcıların elini kolunu sallayıp serbest
gelmesi ne kadar kesinse, öldükten sonra diriliş de o gezdiği bir ülke düşünebilir misiniz? Böyle olan bir ülke-
kadar kesindir. Her şey Âhiretin varlığını gerektiriyor. de adaletten söz edilebilir mi? Dünya denilen memleke-
Allah’ın varlığını kabul edip de Âhireti inkâr etmek, gü- tin sahibi de Allah’tır. Allah sonsuz adalet sahibidir. İyi
neşi kabul edip de ışığını inkâr etmek kadar akıl dışıdır. ve sevgili kullarını ödülsüz, kötülerini de cezasız bırak-
Çünkü Allah, insanları tekrar diriltip hesaba çekeceğine mayacaktır. Oysa bu dünyada bu adalet tam olarak gö-
söz vermiştir. Bunu gönderdiği bütün peygamberler ve rülmüyor. Zalim ve mazlum, ezen ve ezilen aynı toprağın
kutsal kitaplar aracılığıyla bildirmiştir. Allah’ın sözün- altına giriyorlar. Demek ki, hesapları büyük bir mahke-
den dönmesi mümkün mü? mede görülecektir.
Allah, hikmet sahibidir. Her şeyi yerli yerince yapar. İnsanın iki türlü yaratılışı var. Birincisi, dünyaya ge-
Boş ve anlamsız iş yapması düşünülemez. Şu güzelim ev- lirken yaratılışı. İkincisi de Âhirette ki yaratılışı. Aslında,
9 10
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
ikinci yaratılışımız, birincisine göre daha kolaydır. Çün- İnsan bu dünyada her istediğini elde edemez.
kü birincisinde bütün organ, sistem ve duyularımız bir Âhirete inanan insan, Cennette bunlara kavuşabileceğini
tek hücreden yaratılıyor. İkincisinde ise, dağılan vücu- düşünür. Teselli ve huzur bulur. İyi bir insan olmaya
dun atom ve hücreleri toplatılıyor. Bir şeyi yoktan yap- çalışır. Kimsenin elindekini kıskanmaz. Ruhsal bunalıma
mak mı, yoksa dağılan bir şeyi toplamak mı daha kolay? girmez. Âhirete inanan kimselerin en belirgin iki özelliği
Bizi yoktan yaratıp dünyaya gönderen Allah, ikinci bir vardır: (1) Bollukta, verdiği nimetlerden dolayı Allah’a
defa da yaratacaktır. şükretmek. (2) Sıkıntı ve darlıkta ise sabretmek ve Rab-
Âhiret inancının sayısız faydaları vardır. Her şeyden bine isyan etmemek.
önce, insan için büyük bir teselli kaynağıdır. Doğan be-
bek, anne karnından daha güzel bir dünyaya geldiğini Cennet ve Cehennem
bilseydi ağlar mıydı? İşte, Âhirete inanan kişi de ölümü Dünya bir tarla, mahşer bir harman, Cennet ve Ce-
sonsuz bir dünyaya doğuş olarak görür ve ölümden
hennem ise birer ambardır. Dünyada iyilik ve kötülük,
korkmaz. Askerliğini bitirip, teskeresini alan asker sevi- çirkinlik ve güzellik, faydalı ve zararlı, iyi insanlar ve
nir. Çünkü, görevini yapıp memleketine dönüyor. Yüz- kötü insanlar iç içe bulunuyor. Âhirette bunlar birbirin-
lerce akraba ve yakınlarına kavuşuyor. Uzak bir ülkeye den tamamen ayrılacak. Bütün iyilikler, güzellikler, fay-
okumaya giden bir öğrenci vatanına döndüğünde ağlar dalılar ve iyi insanlar Cennette toplanacak. Her türlü
mı? İşte dünya hayatı da insanlar için bir askerliktir. Bir
kötülükler, çirkinlikler, zararlılar ve kötü insanlar Ce-
eğitim ve öğretim sürecidir. Ölüm ise, bir terhistir. Ger- henneme yığılacak. Diğer bir değişle, Cennet dünyadaki
çek vatanımız olan Cennete dönüştür. Âhirete göçmüş iyilik ve güzelliklerin meyvesi, Cehennem ise kötülük ve
milyonlarca akraba, dost ve yakınlarımıza kavuşmadır.
çirkinliklerin ürünüdür. İnsan, dünyada neyi ekerse Âhi-
Âhiret inancı, birey için olduğu gibi, toplum için de rette onu biçecektir. Yaptıklarının meyvesini toplayacak-
biricik huzur ve mutluluk kaynağıdır. Âhirette hesap tır.
vereceğine inanan kimse, kolay kolay kötülük yapmaz. Cennet, Allah’ın sevdiği iyi kulları için hazırladığı
Zulüm ve haksızlıktan titizlikle sakınır. Davranışlarına sonsuz bir mükâfat yurdudur. Kulakların duymadığı,
dikkat eder. Elinden geldiğince iyilik yapmaya çalışır. gözlerin görmediği, hatır ve hayale gelmeyen nimetlerle
Çünkü ne kadar çok başkasına faydalı olursa Âhirette o doludur. Dünyanın binlerce yıl mutlu hayatı Cennet ha-
kadar çok mutlu olacağını düşünür. Böylece hem kendisi yatının bir anına bile değmez. Cennetin anahtarı iman-
ve hem de toplum huzurlu ve mutlu olur.
dır. İmanı olduğu hâlde, kulluk görevinde kusur işleyen,
Hayatta, yangın, deprem, hastalık gibi musibetler insanlara kötülük yapan kimseler Cehennemde cezaları-
eksik olmaz. Hatta bazen bu felâketler insanın nesi varsa nı çektikten sonra Cennete gireceklerdir. Cennet, gökleri
hepsini alıp götürürler. Bu gibi durumlarda inançlı in- ve yeri kaplayacak kadar geniştir. İçinde çeşit çeşit ırmak
san, teselli bulur ve sabreder. Kendini yiyip bitirmez. ve çağlayanlar akar. Zümrüt gibi yeşillilklerle dolu bah-
Bunalıma girmez. Çünkü kaybettiği şeylerin kendisi için çelerden meydana gelmiştir. Köşkleri inci, yakut ve mer-
sevap kazanmaya sebep olduğunu düşünür. canlardan yapılmıştır. Cennetlikler, sonsuza kadar genç,
11 12
Farze t k i Öldün…
Abdülaziz Hatip
13
Hâris el-Muhâsib î
15 16
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
Kendisi hakkında İbnü’l-Esîr şöyle der: “Allah’ın sı- şeriflerden delil getiriyor. Onu dinlemek istemez misi-
fatlarını isbat konusunda ilk söz söyleyen zattır. Onun niz?” Ahmed bin Hanbel: “Evet, dinlemek isterim.” dedi.
güzel sözlerinden biri şudur: ‘Kim içini murakabe ve Nihayet bir gece yanına gitti. Gece sabaha kadar sohbe-
ihlasla düzeltirse, Allah da onun dışını mücahede ile süs- tini dinledi. Hâris el-Muhâsibî ve yanındakilerde dinen
ler.’ “ sakıncalı olan bir şeye rastlamadı. Ahmed bin Hanbel
Hafız ez-Zehebî de şöyle der: “Muhâsibî arif-i billah orada gördüklerini şöyle anlatmaktadır: “Akşam ezanı
bir zat olup pek çok eseri vardır. Çok doğru bir zattır.” okununca, öne geçip namazı kıldırdı. Namaz kılındıktan
sonra yemek geldi. Yemeğe oturdular. Hâris el-Muhâsibî
İbnü’s-Sübkî, et-Tabakât isimli eserinde şöyle der: hem konuşuyor hem yemek yiyordu. Zaten yemek yer-
“Muhâsibî şüpheli bir yiyeceğe elini uzatınca, hemen ken güzel şeylerden bahsetmek sünnete de uygundur.
parmağının damarı hareket etmeye başlardı. Eğer bu Yemek yendikten sonra, ellerini yıkadılar. Sonra bera-
harekete engel olamazsa o yiyeceğin haram olduğunu berce oturdular.
anlar ve yemekten vaz geçerdi. Muhâsibî’nin şöyle dediği
nakledildi: ‘Benimle Allah arasında bir bağ vardır. Eğer Herkes yerini alınca, “Bir sorusu olan var mı?” diye
yiyecek helâl değilse, o yemekten burnuma bir koku yük- sordu. Riya, ihlas ve daha değişik konularda sorular sor-
selir. Artık canım onu hiç yemek istemez.” dular. Sorulara cevap verdi. Ayrıca delillerini de söyledi.
Kur’ân-ı Kerîm okundukça ağlıyor, inliyor ve göz yaşları
Muhâsibî, kendi dönemindeki alimlerden farklı ola- döküyordu. Kur’ân-ı Kerîm okunması bitince Hâris el-
rak, sadece ayet ve hadisleri nakletmekle yetinmemiş, Muhâsibî hafifçe dua yaptı, sonra namaza kalktı. Sabah
üzerinde akıl yürüterek, manalarını özümseyerek ve on- olunca, Ahmed bin Hanbel, Hâris el-Muhâsibî’nin fazi-
ları ifadelerine sindirerek aktarmıştır. Onun alışılmamış letli bir zat olduğunu söyleyip takdirini bildirdi.”
bu üslubu, döneminin âlimleri tarafından tenkid edil-
miştir. Gerçekten de elinizdeki risalesi okunduğunda, Hâris el-Muhâsibî’nin şu sözleri ne ibret vericidir:
sanki yaklaşık 1200 sene önce değil de günümüzde ya- “Nefsini hesaba çeken muhasebe ehlinin belli nitelikleri
zılmış gibi orijinal ve güzel bir üsluba sahip olduğu görü- vardır. Bunları tecrübe ve tatbik edince Allah’ın ihsanıyla
lür. İmam Muhâsibî’nin bu özelliği ve özellikle yüce makamlara ulaşmışlardır. Her şey güçlü bir azimle
Mu’tezile’ye cevap verirken önce karşı tarafın görüşünü ve kötü arzuları tamamen terketmekle elde edilir. Çünkü
ortaya koyması, sonra da ona cevap vermesi tenkid azmi sağlam olanların nefsin heva ve hevesine karşı
edilmiştir. Özellikle Ahmed bin Hanbel bu noktada ken- durmaları basitleşir. O hâlde kuvvetli bir azimle şu hu-
disini tenkit etmiştir. Gerekçe olarak da, çürütmek için suslara uy:
de olsa yer verdiği bu görüşlerin okuyucu ve dinleyicinin 1. Ne doğru ne de yalan yere yemin etme.
zihninde kötü izler bırakacağı endişesidir. Muhâsibî’nin 2. Yalan söylemekten sakın.
zühd ve takva ile ilgili söz ve yaşayışı ise, İbn Hanbel
dahil herkes tarafından takdir edilmiştir. 3. Zulüm bile yapmış olsa hiç kimseye lanet etme.
Kaynaklarda belirtildiğine göre bir gün Ahmed bin 4. Vefalı olma imkânı bulduğun sürece, vefasızlık
Hanbel’e dediler ki: “Hâris el-Muhâsibî zühdle ilgili ko- edip ahdinden dönme.
nulardan bahsediyor. Bunlara âyet-i kerîme ve hadis-i
17 18
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
5. Kimseye beddua etme. Yaptığın iyilik için karşılık tul maları için, büyük peygamberlerden şefaat dileyişle-
bekleme. Allah’ın rızasını kazanmak için tahammüllü ol. rini, hiçbir peygamberin buna cesaret edemeyip, sadece
6. Halka karşı merhametli ol. Allah’ın gazabından Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Allah’ın huzuruna vararak bu
uzak kalmak için en uygun yol budur. isteklerini arzedişini canlı bir tablo hâlinde tasvir ediyor.
7. Ne içinden ne de dışından asla günah işlemeye yö- Sonra insanların Sırattan geçişini, Cehennemin aza-
nelme, azalarının tamamını günahtan uzak tut. bını ve Cehennemliklerin feryat ve figan edip de imdatla-
rına cevap verilmeyişini çok etkili bir üslupla anlatıyor.
8. Hiç kimseyi incitme. İster az, ister çok olsun veya
ihtiyacın olsun yahud olmasın hiçbir hâlde kendi yükünü Arkasından, Allah’ın mü’minler için hazırladığı Cen-
kimseye yükleme. net ve nimetlerini tasvir ediyor. Cennetliklerin içinde
yaşadıkları saraylarını, hizmetçilerini, zevcelerini,
9. İnsanlardan hiçbir şey bekleme ve sahip oldukları perdedarlarnı ve konforlu hayatlarını canlandırıyor.
hiçbir şeye göz dikme. Cennetin otağ ve çadırlarını, kurulu taht ve koltuklarını,
10. Dünya ve Âhiretin yüksek makam ve izzeti, Al- serili minder, halı ve döşeklerini tarif ediyor. Cennetlik-
lah’ın dilemesine ve vermesine bağlıdır. Binaenaleyh lerin karşılıklı tahtlara kurularak sohbet edişlerini, Cen-
kendini, karşılaştığın hiçbir insandan üstün görme.” netin süt, bal, şarap ve sudan nehirlerinin kıyılarında
mesireye çıkarak meclisler düzenleyişlerini anlatıyor.
Elinizdeki “Kitabü’t-Tevehhüm” adlı hacmi küçük,
Daha sonra bütün Cennet nimetlerini gölgede bırakan en
fakat değeri çok büyük olan bu eser, son derece nefis ve
büyük bahtiyarlık ve mazhariyeti, Allah’ın cemalini mü-
emsalsiz bir kitaptır. Bir insanın, dünyaya gözünü yum-
şahede edişlerini ve bunun üzerlerinde bıraktığı Cennet-
duğu andan itibaren nelerle karşılacağını gayet akıcı ve
lere değişilmez sevinç, güzellik ve hoşnutluğu anlatıyor.
etkili bir üslupla anlatmaktadır. Eserin dikkatleri çeken
en önemli bir özelliği de “havf ve reca=korku ve ümit” Kitabın sonunda da, takva sahiplerinin mükâfatına
dengesini hemen her satırında korumaya çalışmasıdır. erişmek için salih amellerle Allah’ın rızasını kazanmamız
Hemen her cümlesinde her iki noktaya da dikkat çeker. gerektiğini tatlı ve etkileyeci bir üslupla belirtiyor.
Kitap, ölüm anı ve acısıyla; ölüm meleğinin görülmesini, Ünlü Mısırlı âlim Prof. Dr. Ahmed Emin bu eser ve
o anda karşılaşılan iyi veya kötü haberi canlandırmakla müellifi hakkında şunları söylüyor:
başlıyor. Sonra, kabirde sorgucu meleklerin gelişini ve
kişiye sorular sormasını, sorulara doğru cevap verip “Müellif, bu eserinde orijinal bir yol tutmuştur.
vermeme durumuna göre, kabrin Cennete veya Cehen- Başkalarının yaptığı gibi korku ve ümit hakkında varid
neme açılmasını tasvir ediyor. Daha sonra yeniden diriliş olan âyet ve hadisleri sıralamakla yetinmemiş, aksine
ve mahşer yerine sevkedilişi ele alıyor. Göklerin yarılma- onları kendi düşüncesiyle yoğurmuş ve manalarını hayal
sını, güneşin insanların tepesine yaklaştırılmasını, in- gücüyle tasvir etmiştir. Cennet ve Cehennem ehlinin
sanların terler içerisinde kalışını, herkesin canının der- neler hissettiklerini, saadet veya azap olarak nelerle kar-
dine düşüşünü, anne, baba evlat ve kardeş gibi en yakın şılaştıklarını canlı sahneler hâlinde anlatmıştır. Sözün
akrabalarından bile kaçışını anlatıyor. Yine, mahşer eh- dizginini hayalinin eline verip, hayal ettiklerini kaydet-
linin bir an evvel hesaplarının görülüp o sıkıntıdan kur- miş, olayları canladırabildiği kadar canlandırmıştır. Ese-
19 20
Farze t k i Öldün…
21
KİTABÜ’T-TEVEHHÜM
23
GİRİŞ ÖLÜM
25 26
Farze t k i Öldün…
27 28
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
Kabrin Cennet ve Cehenneme Açılması karşılaşacağı Allah’ın gazab ve azabının veya O’nun rıza
ve mükâfatının bekleyişi içinde bulunacaktır.
Ya kesin veya şaşkın ve şüpheli cevabını düşün! Şanı
yüce Allah sana sebat ihsan etmişse o iki meleğin sevinç- Sen bunu bekleyip dururken ruhun Cennetteki ma-
le sana yöneldiklerini, Cehenneme kapı açmak için ayak- kamına veya Cehennemdeki yerine arzedilecektir. Ru-
larıyla kabrin yanlarına vurduklarını bir düşün! Sonra hunun hasret ve üzüntüleri ya da neşe ve sevinci ne bü-
Cehennemin, ateşiyle kızışıp kaynayışını, o anda melek- yük olacak! Nihayet ölülerin bekleme süresi tamamlana-
lerin seninle olan konuşmalarını göz önüne getir. Cenab- cak. Yer ve gök, sakinlerinden boş kalacak. Hepsi bir
ı Hakk’ın seni koruduğu bu manzaraya bakıp duruyor- zamanlar canlı ve hareketliyken sönüp kalacaklar. Artık
sun. Bundan dolayı gönlünün neşe ve sevinci bir kat da- ne duyulan bir ses, ne de görülen bir karartı vardır. Sa-
ha artar. Acz ve zaafına rağmen nasıl bir ateşten kurtul- dece O En Yüce Cebbar olan Allah Tealâ kalmıştır. Tıpkı
duğunu gözlerinle görüp inanırsın. azamet ve yüceliğiyle tek ve yalnız olarak ezelde olduğu
gibi!
Sonra o iki meleğin, ayaklarıyla kabrinin yanlarına
yeniden vurduklarını, mezarının, ziynet ve nimetleriyle
Cennete açılışını ve meleklerin şu sözlerini bir tahayyül
et: “Ey Allah’ın kulu! Cenab-ı Hakk’ın senin için hazırla-
dıklarına bak! Bu senin makamın ve kavuşacak yerin-
dir!” Bu Cennet nimetlerini ve saltanatının gözalıcılığını
ve bu müşahede ettiğin nimetlerle parlak güzelliklere bir
gün kavuşacağını görmekten gönlünün sevinç ve ne-
şesini düşün!
Eğer böyle değilsen, bütün bunların tersini; azarlanı-
şını, Cenneti görüp de meleklerin sana söyleyecekleri,
“Aziz ve Celil olan Allah’ın seni mahrum bıraktığına
bak!”; Cehhenemi görüp de sana yöneltecekleri, “Allah’ın
senin için hazırladıklarına bak! Bu senin yurdun ve vara-
cak yerindir!” şeklindeki sözlerini düşün! Bu ne büyük
tehlike!
Bu iki hâlden hangisinin kabirde senin hâlin olaca-
ğını öğreninceye kadar, dünyada sana ne büyük gam ve
üzüntü vardır! Sonra yokluk ve peşinden de imtihan!
Nihayet eklemlerin parçalanacak, kemiklerin mahvola-
cak, vücudun da çürüyüp dağılacak. Fakat, ölüm meleği-
nin verdiği müjdenin hüzün veya sevinci ruhundan hiç
geçmeyecek. Canın, sürekli olarak yeniden diriliş anında
29 30
Hâris el-Muhâsib î
Mahşere Sevk
Göklerin Yarılması
Mahlukatın kalabalığı içerisinde korku, üzüntü, gam İnsan, cin, şeytan, vahşi ve yırtıcı hayvanlar, davar
ve kederinle yalnız başına çıplaklık ve zilletini göz önüne ve sığır gibi evcil hayvanlar ve haşereleriyle bütün yeryü-
getir! Herkes çıplak, yalınayak, suskun; zillet, meskenet, zü ahalisinin sayısı tamamlanıp arz ve hesab durağında
korku ve dehşet içindedir. Onların ayak seslerinden ve hepsi yerlerini alınca, üstlerinden göğün yıldızları saçılır,
İsrafil’in çağrısının yankısından başka bir şey duyamaz-
sın. Senin de içinde bulunduğun mahlukat ona doğru
31 32
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
güneş ve ayın ışığı giderilir, kandil ve nurunun sönme- bir biçimde bulutların arasından inişlerini bir tahayyül
siyle yeryüzü karanlığa bürünür. et!
Senin de içinde bulunduğun yaratıklar bu vaziyettey- Nitekim Yahya bin Ğaylan el-Eslemî bana demiştir
ken, üstlerinden dünya seması çatırdamaya ve onca bü- ki: “Ruşdeyn bin Said’in, Ebü’s-Semh’ten, onun da Ebû
yüklüğüyle tepelerinde dönmeye başlar. Sen de bu tehli- Kabîl’den onun da Abdullah bin Amr bin el-Âs’tan nak-
keli manzarayı gözlerinle izlersin. Sonra dünya seması lettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
beşyüz senelik kalınlığına rağmen yarılır. Onun parçala- “Allah’ın bir meleği vardır. İki göz pınarları ile göz kuy-
nışı senin kulağında ne korkunç bir ses yapar! Sonra ruğu arası yüz senelik yürüyüş mesafesi kadardır.” Yine
Kıyamet gününün azamet ve dehşetinden yırtılıp pa- Yahya bin Ğaylan el-Eslemî bana demiştir ki: “Ruşdeyn
ramparça olur. Parçalanıp yarılan gökleri kuşatan me- bin Said, İbn Abbas bin Meymun el-Lahmî, onun da Ebû
lekler, o göklerin etrafında ayakta dururlar. Onca büyük- Kabîl, onun da Abdullah bin Amr bin el-Âs’tan nakletti-
lüğüyle göğün parçalanış dehşetini ne zannediyorsun? ğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
Rabbi, onu Kıyametin dehşetiyle eritip içine sarılık karı- “Allah’ın bir meleği vardır. İki kaşının arası yüz sene
şan eriyik gümüş hâline getirir. Tıpkı Celîl ve büyük olan kadardır.”
Allah’ın buyurduğu gibi: “Gök yarılıp da, kızarmış yağ İnen meleklerin kendileri için geldiklerini düşünen
renginde gül gibi” olur (Rahman Sûresi: 37) veya: “O gün mahlukat onlara şöyle sorduklarında senin de korkun ne
gökyüzü erimiş maden gibi olur. Dağlar da atılmış yü- yaman olur: “Rabbimiz aranızda mı?” Melekler onların
ne döner.” (Mearic Sûresi: 8-9). bu sorusundan ve Sultanlarını (Allah) aralarında bu-
(Müfessirler derler ki: Âyette geçen “el-Mühl” içine lunmaktan tenzih ederek ürperirler ve yeryüzü ahalisinin
sarılık karışmış eriyik gümüştür. “el-Ihn” ise, atılmış bu düşüncelerinden Allah’ı tenzih için yüksek sesle şöyle
renkli yündür. “Verdeten keddihan” ifadesi ise, kırmızı nida ederler: “Haşa! Rabbimizi tenzih ederiz. O aramız-
atın rengi demektir.) da değildir. O gelecektir.” Nihayet, o günün verdiği ezik-
likten dolayı başları önlerine eğik bir vaziyette, mahluka-
Meleklerin İnişi tı kuşatarak saflar hâlinde yerlerini alırlar. Onca azamet-
li yaratılışları içerisinde kanatlarına bürünmüş, Rableri-
Dünya semasının melekleri o semanın kenarlarında ne zillet, mahviyet ve saygı ile başlarını önlerine eğmiş
iken, birden bire Cenab-ı Hakk’a arz ve hesap için yeryü- vaziyetteki hâllerini düşün! Sonra her şey aynı biçimde
zündeki mahşer yerine inerler. O melekler, muazzam bü- ve yedinci kat semaya varıncaya kadar bütün gök halkı
yüklükleri, Allah katındaki değerleri ve kendisine sunul- sayılan ve büyüklükleri katlanarak iner. Her bir göğün
mak ve huzurunda hesaba çekilmek üzere kendilerini ahalisi yaratıkların etrafında ayrı bir saf tutar.
zillet ve meskenetle toplu hâlde indiren Yüce Sultan’ı
takdis ile yükselen sesleriyle göğün iki tarafından yeryü-
züne doğru hızla inerler. Muazzam kıymetleri, dev cisim-
leri, dehşetli sesleri ve şiddetli korkularıyla, Aziz ve Celil
olan Allah’a arzedilmenin zilletinden boyunları bükük
33 34
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
Mahşerin Hararet ve Sıkıntısı nuna kadar yükselir.” Abdullah’a sordular: “Bu neden
Nihayet bütün yedi gök ve yedi yer ahalisi mahşer- ileri gelir ya Eba Ab-durrahman?” Abdullah: “İnsanların
deki yerlerini tam olarak alınca güneşe on yıllık hararet çektiği sıkıntıyı görmesinden” cevabını verdi.
giydirilir ve yaratıkların tepelerine bir veya iki yay kadar İbn Ömer (r.a.)’den, Resûlullah (s.a.v.)’in şöyle bu-
yaklaştırılır. Rabbû’l-Alemînîn arşının gölgesinden baş- yurduğu nakledildi: “Kişi (bir defa da ‘kâfir’ dedi) Kıya-
ka hiç kimsenin gölgesi bulunmaz. Arşın gölgesinde se- met günü, duruşmanın uzunluğundan dolayı kulakları-
rinlenenler ve güneşin hararetiyle kavrulanlar vardır. nın ortasına kadar ter sızıntısının denizi içerisinde ayak-
Güneş, altındakileri hararetiyle kızdırır. Hararetten on- ta dikilir.” Yine Hz. Peygamber (s.a.v.)’den naklen Ab-
ların keder ve endişeleri şiddetlenir. Sonra ümmetler dullah’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “O günün uzun-
dalgalanmaya ve itişip kakışmaya başlar. Birbirlerini ca bekleyişinden, Kıyamet günü ter, kâfiri ağzının hiza-
sıkıştırır ve ayakları gider gelir. sından gemleyecek derecede kaplar (Ali, beklemenin
Susuzluktan boyunları kopacak gibi olur. Güneşin sı- uzamasından’ dedi.) Öyle ki, ‘Ya Rabbi! ateşe göndermek
caklığı, mahlukatın nefesleri ve izdihamın verdiği hara- bile olsa beni rahatlat’ diye yalvarır.”
ret birbirine eklenir. Bunun üzerine onlardan öyle bir ter Hiç şüphesiz sen de onlardan birisin. Kederinle
akar ki, yeryüzüne yayılır. Sonra da amellerinin derece- başbaşa kalmış, ter kaplamış ve gam bürümüş, şiddetli
sine ve Allah katındaki saadet ve şekavet durumlarına ter, korku ve ürküntüden nefesin daralıp bunalmış bir
göre vücudlarını kaplar. Öyle ki ter, bazılarının topukla- hâlde kendini düşün! İnsanlar da seninle birlikte saadet
rına, bazılarının göbeğine, bazılarının kulak memelerine veya mutsuzluk yurduna gönderecek hükmün veril-
kadar yükselir. Bazıları da neredeyse teri içerisinde kay- mesini beklerler.
bolacak hâle gelir. Ter kimisinin göbeğine kadar çıkar.
Umeyr bin Said der ki: “Ben İbn Amr ve Ebû Said el- Herkes Canının Derdine Düşer
Hudrî’nin yanında oturuyordum. Cuma günüydü. Birisi Nihayet, senin ve diğer yaratıkların meşakkati doru-
ötekine dedi ki: “Ben Resûlullah (s.a.v.)’i şöyle buyurur- ğa ulaşır. Konuşmadan ve işlerine bakılmadan uzun
ken dinledim: ‘Kıyamet günü ter insanoğlunun neresine uzun beklerler. Üç yüz sene hiç konuşmadan, bir lokma
kadar varır?’ Orada bulunanlandan birisi: ‘Kulak me- yemek yemeden, bir yudum su içmeden, yüzlerine bir
melerine kadar’ bir diğeri: ‘Ağzına kadar’ dedi. İbn Ömer tek hoş esinti ve serin meltem değmeden, bu bekleyiş ve
(r.a.): (Kulak memesinden ağıza doğru eliyle bir hat çize- ayakta dikilişten doğan çekilmez ve katlanılmaz derece-
rek) ikisinin de eşit olduğunu görüyorum” dedi. deki yorgunluğu giderici bir an bile istirahat etmeden
Hayseme, Abdullah’ın şöyle dediğini bildirdi: “Kı- beklemelerini ne zannedersin?
yamet günü yeryüzünün hepsi âdeta ateş kesilir. Ötesin- Katade veya Ka’b’den rivayet edilmiştir ki: “O gün
de ise Cennet bulunur. İnsanlar, onun hurilerini ve ka- insanlar, âlemlerin Rabbinin huzurunda duracaklar”
dehlerini görürler. Abdullah’ın canı, kudretinin elinde (el-Mutaffifîn Sûresi: 6) âyetini okudu ve şu açıklamayı yaptı:
bulunan Allah’a yemin ederim ki, kendisine hesap do- ‘Üç yüz sene kadar duracaklar.” Yine o, Hasan-ı
kunmadığı hâlde bir kişi o kadar ter döker ki, döktüğü Basrî’den şöyle duyduğunu söyledi: “Uzunluğu elli bin
ter kendi boyunca yeryüzüne yayılır. Sonra bu ter bur-
35 36
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
sene olan bir zaman, ayaklarının üzerinde Azîz ve Celîl Allah katındaki değerlerine ve yüksek makamlarına
olan Allah’ın huzurunda ayakta dikilen insanların hâlini rağmen Âdem Safiyullah, İbrahim Halilullah, Musa
ne zannedersin?! Onlar orada ne bir şey yemişler ve ne Kelimullah, İsa Ruhullah ve Kelimetullah’tan herbirinin
de bir şey içmişlerdir. Öyle ki susuzluktan boyunları in- Rabbinin şiddetli gazabından korkarak: “Nefsî nefsî!”
celmiş. Açlıktan içleri yanmış. Bu onları ateşe sevk etmiş diye seslendiği bir günü ne zannedersin?! O günkü kor-
de sıcağı yaklaşmış ve esintisi şiddetlenmiş, yaklaşan kun, telaşın, üzüntün ve endişenle kendini onlarla mu-
kızgın bir pınardan sulanmışlardır. kayese edebilirmisin?
37 38
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
ki, ‘hesaba getirilenlerden benden başkası kast edil- içerisindeyken, bir de bakarsın ki Cehennem ikinci bir
miyor.’ kez haykırmıştır.
Senin ve onların korku ve endişesi bir kat daha artar.
Cehennemin Kükreyişi Arkasından üçüncü bir kez kükrer. Yaratıklar peşpeşe
Sonra Yüce Allah: ‘Ey Cebrail, bana Cehennemi ge- yüzüstü dökülürler. Gözleri belerir ve ateşin kendilerini
kapıp götürme korkusuyla göz ucuyla gizli gizli bakarlar.
tir!’ buyurur. Cebrail yanına varıp, ‘Ey Cehennem, gel!’
dediği zaman Cehennemi bir düşün! Allah’ın başka bir O zaman zalimlerin yürekleri hoplar ve gırtlaklarına da-
varlık yaratıp da kendisini onunla azaplandıracağı kor- yanır da yutkundukça yutkunurlar. Yutkunuşları boğaz-
larında düğümlenir. Akıllar uçar, iyi ve kötü bütün in-
kusuyla ıstı-rabını ve titremesini bir tahayyül et! Çalka-
lanıp coştuğu ve parlayıp yaratıklara uzak yerinden bak- sanların akılları şaşar. Hiçbir peygamber ve seçkin hiçbir
tığı ve onlara doğru iç çekip kükrediği anı bir düşün! salih kul kalmaz ki bundan dolayı aklı şaşmasın.
Allah’ın emrine muhalefet edip asi olanlara karşı Rabbi-
nin gazabından dolayı gazablanarak mahlukatın üzerine Peygamberlerin Korkusu
hücum ederken bekçilerini sürükleyişini düşün! İç çekiş O anda Aziz ve Celil olan Allah, yolunun davetçileri
ve kükreyiş sesini, dalgalar hâlinde birbiri arkasından ve kullarına karşı delilleri oldukları için mahlukatın en
gelen o homurtuları düşün! Kulağın o uğultularla dol- değerlileri ve kendisine en yakınları olan peygamberlere
muştur. Korku ve heybetten yüreğin ağızına varmış ve yönelerek, kendilerini kullarına ne ile gönderdiğini ve
uçacak hâle gelmiştir. Yaratıklar onun kendilerine doğru kullarının kendilerine ne cevap verdiğini sorarak bu-
kükreyişinden şiddetle kaçarlar. yurur: “Size ne cevap verildi?” Onlar da düşünüp hatır-
İşte o gün, çağrışma ve karşılıklı feryat günüdür. Ce- layan değil şaşırıp unutan akıllarıyla: “Hiçbir bilgimiz
hennem sesinin yankılarını duyunca arkalarını dönüp yok. Şüphesiz ki gaybleri bilen yalnız sensin!” (Maide
kaçarlar ve birbiri arkasına, Cehennemin etrafına, dizüs- Sûresi: 109)
tü çökmüş vaziyette dökülürler ve gözlerinden yaşlar bo- Bu ne büyük korku ki, Allah’a olan yakınlıkları ve ka-
şanır. tındaki değerlerine rağmen peygamberlerde öyle bir
noktaya varmış ki akıllarını şaşırtmış da, ümmetlerinin
Zalimlerin Feryadı kendilerine ne cevap verdiğini dahi bilemez hâle ge-
tirmiştir!
Cehennemin iç çekiş ve kükreyişi esnasında mahlu-
katın birbirine karışan ağlama sesini bir düşün! Zalimler Ebü’l-Hasan ed-Dimeşkî’nin şöyle dediği rivayet
feryat ve figan ederek yok olup gitmeyi dilerler. Her bir edilmiştir: “Ebû Kurre el-Ezdî’ye dedim ki: ‘İnsanların
seçkin, sıddık, şehid, kısaca bütün halk: “Nefsî, nefsî!” kalbi Kıyamet gününün dehşetli hâllerine nasıl dayanır?”
diye bağırır. Düşün bir kere: Mahlukatın peygamberlere Dedi ki: “Onlar yeniden diriltildiğinde buna güç yetire-
çağıran seslerini! Onlardan her kul: “Nefsî, nefsî!” diye cek bir yapıda yaratılırlar.” Ebü’l-Hasan dedi ki: “İshak
seslenir. Sen de aynı şeyi söylersin. Sen de mahlukatla bin Halef’e Yüce Allah’ın peygamberlerine söylediği:
birlikte şiddetli tehlikeler ve yürek ürperten korkular ‘Size ne cevap verildi? (sorusuna) onların: Bilmiyoruz’
(Maide: 109) sözünü sordum ve onlar dünyada kendilerine
39 40
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
ne cevap verildiğini bilmiyorlar mı?’ dedim. Dedi ki: lanıp dürüldüğünde, yıldızlar (kararıp) döküldüğünde,
“Kendilerine bu soru yöneltildiğinde duydukları heybe- dağlar (sallanıp) yürütüldüğünde...” (Tekvîr Sûresi: 1-3) tâ
tin büyüklüğünden akılları şaşar ve dünyada kendilerine “...Kişi neler getirdiğini anlamış olacaktır” (Tekvîr Sûresi:
ne cevap verildiğini bilemezler. Dolayısıyla doğru söylü- 14) ayetine veya surenin sonuna varıncaya kadar... Sonra
yorlar. Nihayet kendilerine gelirler ve dünyada kendile- şöyle devam etti: Beni dinleyiniz! O bekleyişte onlar ara-
rine nasıl cevap verildiğini hatırlarlar.” sında senin hâlin ne olacak?! Onların maruz kaldığı kor-
Ebû’l-Hasan “Bu cevabı Ebû Süleyman’a naklettim. ku ve dehşete; hatta kalbin güç yetiremeyecek, vücudun
O: ‘İshak doğru söylemiş. Peygamberler o andaki sözle- kaldıramayacak kadar büyüğüne senin de maruz kalaca-
rinde doğrudurlar. Nihayet kendilerine gelince, kendile- ğını biliyor musun? İşte görüyorsun, o durakta pey-
rine ne cevap verildiğini hatırlarlar.” dedi. Ebû Süley- gamberlerin bile akılları şaşmış. Sen ise, âsi, günahkâr ve
man dedi ki: “Birinin, arkadaşına: ‘Benimle senin aranda Rabbinin hoşlanmadığı işlere devam edip dururken ak-
Sırat vardır’ dediğini duyduğunda bil ki o Sıratı tanımı- lın ne hâle gelir ve hâlin nice olur?
yor. Eğer tanısaydı, Sıratta bir kimseye takılmayı veya
birinin kendisine takılmasını istemezdi.” En Yakın Akrabalar Bile Birbirinden Kaçar
O korku, dehşet, titreme, yalnızlık ve şaşkınlıktan
Kıyametin Manzarası ve Tekvîr Sûresi dolayı evlat, baba, kardeş, eş ve akrabaların senden kaç-
“Allah’ın, peygamberleri toplayıp da: ‘Size ne cevap tıkları, senin de hepsinden kaçtığın o anı düşün! Nasıl da
verildi?’ dediği gün...” (Maide: 109) âyeti hakkında birbirinizi yüz üstü ve yardımsız bırakırsınız! Eğer o gü-
Mücahid’in şöyle dediği nakledildi: “Onlar korkarlar ve: nün büyük korkusu olmasaydı, annenden, babandan,
‘Bizim hiçbir bilgimiz yok’ derler.” Yine “O gün her üm- eşinden, çocuklarından ve kardeşinden kaçman mertlik
meti diz çökmüş görürsün” (Casiye: 28) ayeti hakkında şöy- ve vefakârlık sayılmazdı. Fakat tehlike büyüktür, korku
le dediği bildirildi: “Yani, diz üstü sürünerek...” Mücahid şiddetlidir. Bu yüzden ne sen onlardan kaçtığından dola-
devamla şunları söyledi: “Abdullah’ın şöyle dediğini yı kınanırsın ne de onlar kınanırlar.
duydum: ‘Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: “Sizi mah- Neden diğer insanlardan değil de özellikle bunlar-
şerde Cehennemin korkusundan diz çökmüş olarak gö- dan kaçıyorsun? Onlara kızdığından dolayı mı? Nasıl
rür gibiyim.” Yine Mücahid dedi ki: “Abdullah bin Ömer onlara kızarsın veya onlar sana kızarlar ki? Öyleyse ne-
(r.a.)’ın şöyle dediğini işittim: ‘Hz. Peygamber (s.a.v.) den özellikle onlardan kaçıyorsun? Kızdığından mı? Oy-
şöyle buyurdu: ‘Kıyamet gününün manzarasına bakmak sa onlar, dünyada iken candaşların, gözünün nurları ve
isteyen, “Güneş katlanıp dürüldüğünde...” (Tekvîr Suresi: gönlünün sürurlarıydılar. Fakat onlardan birinin sende
1) suresini okusun.” Amr bin Zerr’in şöyle dediği bildiril- bir hakkı bulunup da yakana yapışarak Aziz ve Celil olan
di: “Sabahleyin hayır aramak üzere çıkan kişi, hayır bu- Rabbinin huzurunda seninle hesaplaşmasından korkar-
lur. Gözlerinizin yaşarmamasını ve kalblerinizin katılığı- sın. Sonra belki de davayı kazanır da, kurtuluş ümidin
nı bana mı yüklüyorsunuz? Eğer bugün size Allah’ın Ki- olan iyiliklerinden kendisine verilir. Böylece sevap-
tabından bir öğüt dinletmezsem, o zaman suçu bana larından ayrılır ve bu yüzden de Cehenneme girersin.
yükleyin.” Sonra şu âyet-i kerîmeleri okudu: “Güneş kat-
41 42
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
43 44
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
Adın Okunur seni Rahman olan Allah’ın arşına kadar götürerek, elle-
Sen bu hâlde iken, birden bire yüksek sesle adın rinden fırlatışlarını ve Allah’ın ulu kelamiyle seni çağır-
okunur. Gelmiş geçmiş bütün mahlukatın huzurunda masını bir düşün! “Ey Âdem oğlu, yaklaş bana!” Nuru-
isminle şöyle çağırılırsın: nun içine kaybolmuşsun. Çırpınan, hüzünlü, ürperen ve
korku dolu bir gönül; endişeli, korkulu ve kırık bir göz;
“Nerede falan oğlu falan?! Aziz ve Celil olan Allah’a uçmuş bir renk ve titreyen mustarib organlarla tıpkı an-
takdim edilmeye gel!” Zaten melekler seni almak için nesinin yeni doğurduğu küçük yavru gibi, Aziz, Celil,
görevlendirilmiş. Nihayet seni Rabbine yaklaştırırlar. Kebîr ve Kerîm olan Rabbinin huzurunda durursun.
Söz konusu çağrıyla istenenin sen olduğunu bildikleri
için isim benzerliğinin bulunması kendilerini şaşırtmaz.
Amel Sayfası
Talha bin Amr bize haber verdi ki: Bana İbn Ebî
Rabah şöyle dedi: Ey Talha! Senin ismin ve benim ismim Elinde, işlediğin hiçbir günahı ve gizlediğin hiçbir
gibi kim bilir ne kadar çok isim vardır?! Kıyamet günü: sırrı bırakmayıp hepsini içeren yazılı bir sayfa titremek-
“Ey falan!” dendiğinde hemen kastedilen kişi kalkar. tedir. Sen içindekileri yorgun bir dil, geçersiz bir delil ve
Başkası kalkmaz. Çünkü kalbine sen olduğuna dair bilgi kırık bir gönül ile okursun. Hâlâ sana ihsanda bulunan
doğmuştur. Hemen ayağa fırlarsın. Bütün vücudun tit- ve kusurlarını örtmeye devam eden Mevlâ’dan utanç ve
rer. Organların çırpınır. Rengin uçar. Korkan, ürken ve korkun acaba ne derecededir?!
titreyen yüreğin göğsüne küt küt vurur. Seni almakla İşlediğin çirkin fiillerinden ve büyük günahlarından
görevli melekleri görünce, seni müthiş bir ıstırap, titre- seni sorguya çektiği zaman ne dille cevap verirsin? Yarın
me ve korku tutar. Kullar içerisinde çağrılanın senden O’nun huzurunda hangi ayakla durursun? Hangi gözle
başkası olmadığını çok iyi bilirsin. Melekler ellerini sana O’na bakarsın? Hangi yürekle O’nun ulu ve yüce söz-
uzatır, seni kıskıvrak yakalarlar. Sonra uysal hayvanların lerine, sorgulama ve azarlamasına dayanabilirsin? Küçü-
çekilmesi gibi seni çeker götürürler. Aziz ve Celil olan Al- cük vücudunla, titreyen organlarınla ve çarpıntılı yüre-
lah’a arzedilmek ve O’nun huzurunda durup dikilmek ğinle kendini bir tahayyül et! Günahlarını hatırlatıp kö-
üzere sürükleyerek safların arasından geçirirler. Sen tülüklerini ortaya döken ve seni durdurup gizlediklerini
aralarından Rabbine doğru çekilip götürülürken bütün bir bir itiraf ettiren kelamını işitmektesin. Bu hâldeki
yaratıklar, gözlerini sana dikmişlerdir. durumunu ve binbir tehlikenin seni çepeçevre sarışını
bir tasavvur et! Kim bilir kaç günahı unutmuşsundur ki
Ulu Divan Allah onları sana hatırlatmıştır!
Kalbin titreyerek, ıstırap ve ürpertiyle huzurda dur- Sakladığın kaç gizli sır vardır ki, Allah hepsini açık-
duğun anı bir düşün! Seni yakaladıkları zaman elleriyle layıp ortaya dökmüştür. Kim bilir nefsin isteklerine olan
pazularını tutuşlarını ve o anda avuçlarının sertliğini bir meylin ve gafletin sebebiyle- ihlaslı yaptığını ve ifsad
düşün! Elleriyle kıskıvrak yakalanışını ve safların ara- edici arızalardan uzak olduğunu zannettiğin nice amelin
sından geçirilişini bir düşün! Kalbin uçar, gönlün yerin- vardır ki, Allah hepsini geri çevirmiş ve boşa çıkarmıştır.
den fırlar gibidir. Yine ellerinde bulunuşunu, bu şekilde
45 46
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
47 48
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
şeylere giderken Ben onların üzerinde gözetleyici değil Af Müjdesinin Verdiği Sevinç
miydim? Sana helâl olmayan şeylerle kalben ilgilenip Üzüntüden, sorgulamanın verdiği, utanma ve sıkıl-
dururken Ben, kalbinin üzerinde murakıp değil miydim? madan ve yaptığın kötü işlerin sayılması karşısında duy-
Yoksa sana olan yakınlığımı ve sana gücümün yettiğini duğun sıkıntıdan sonra yüzünde sevincin nur ve aydınlı-
inkâr mı ettin?” ğı parlamaya başlar. Gönlündeki keder ve hüzün neşeye
dönüşür. Yüzün açılır, rengin ağarır. Bizzat Cenab-ı
İki Büyük Olay Hak’tan, senden razı oluşunu duyduğun anı bir düşün!
Ey Âdemoğlu, sen iki büyük olayla karşı karşıyasın: Gönlün hoplar, sevinç ve sürurla dolar. Neredeyse neşe-
Ya Allah seni rahmetiyle karşılayacak, cömertlik ve ke- den ölür ve mutluluktan uçar gibi olursun. Hakkındır
remiyle ihsanda bulunacak ya da seni inceden inceye da... Öyle ya! Hangi sevinç, Aziz ve Celil olan Allah’ın
hesaba çekecek ve Cehenneme götürülmeni emredecek- rızasından duyulandan daha büyük olabilir? Vallahi,
tir ki, ne kötü dönüş yeridir orası! Mücahid’in şöyle de- dünyadayken Allah’ın Âhirette senden razı olacağını dü-
diği rivayet edilmiştir: “Kıyamet günü, kul şu dört şey- şünüp sevincinden ölürsen, bu sana çok görülmez. Her
den sorguya çekilmedikçe Allah’ın huzurundan adımını ne kadar Âhiretteki bu hoşnutluk tam kesin değilse de,
bile atamaz: Ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne bunu umman bile böyle bir sevinç için yeterli.
amel işlediğinden, bedenini nerede yıprattığından, malı- Öyleyse bir de Allah’tan, senden hoşnut olduğunu
nı nereden kazanıp nereye sarfettiğinden.” bizzat işitip, için güvenle dolsa, endişen tamamen dağıl-
Allah sana olan ihsanını, buna karşılık senin ise O’na sa, ebedî mutluluğa olan ümit ve emelin kesinleşse, son-
muhalefet edişini, O’na karşı hayasızlığını tekrar tekrar suz, kesintisiz, eksilmez ve şüphe götürmez nimetleri
ifâde ederken, kendinin ve kalbinin hâlini düşünebiliyor elde ettiğine kesin kanaatin gelse, durumun nasıl olur?
musun? O ne büyük duruşmadır! O ne yüce sorgu- Bir de bunu düşün!
layıcıdır! Hiçbir şey Kendisine gizli kalmaz. O’na olan Aziz ve Celil olan Allah’ın huzurundasın, sana karşı
itaatındaki ihmal ve O’na karşı isyanından dolayı içini hoşnutluğu belli olmuş. Kalbin sevinçten uçuyor. Yüzün
dolduracak üzüntü, keder ve hasret ne büyüktür! Sende ağarıyor, parlayıp aydınlanıyor, yaradılışı âdeta hâl de-
gam, keder ve haya doruğa ulaşınca iki durumdan birisi ğiştiriyor ve çehren sanki dolunay gibi oluyor. Sonra sen
belirir: Ya gazab ya da hoşnutluk ve muhabbet. mahlukatın huzuruna sevinçli bir yüzle çıkıyorsun. Yü-
Allah diyecek ki: “Ey kulum! Ben bunları dünyada zün en mükemmel güzelliğe erişmiş, ışıltısıyla pırıl pırıl
senin için örttüm. Bugün de onları senin için bağışlıyo- bir nur yayılıyor ve sen kitabın sağ elinde, güzellik, nur
rum. İşte büyük olan günahlarını ve çok olan hatalarını ve parlaklıkta diğer insanları geçmiş bir durumda iken
affettim. Az olan iyiliklerini de kabul ettim.” Bundan kendini bir düşün! Kolundan bir melek tutmuş ve herke-
dolayı gönlünü sevinç ve neşe kaplar. Bundan ötürü yü- sin ortasında:
zün ışıl ışıl parlar. Bunu sana söylediği zaman kendini “Bu falan oğlu falan, bir daha asla mutsuz olmayaca-
bir düşün! ğı bir saadete ermiştir!” diye seslenir. Rabbin, yaratıkları
huzurunda senden hoşnut olduğunu ilan etmiştir. Sana
49 50
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
iyi zan besleyenlerin bu zanları gerçekleşmiş, seni itham için örttüm. Bugün de onları senin için bağışladım.’ Son-
edenlerin karalamaları boşa çıkmıştır. ra da iyilik defteri kendisine verilir.”
51 52
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
Başka bir durum da Rabbinin sana şöyle buyurma- lece seni, davranışlarında Kendisine tercih ettiğin kimse-
sıdır: “Kulum, ben sana kızgınım. Lanetim üzerine ol- ler yanında rezil etmiştir. Çünkü sen, Allah’ın övgüsü
sun. İşlediğin büyük günahlarını senin için asla bağışla- yerine, Allah’a olan ibadet ve taat konusunda o kulların
mayacağım. Yaptığın iyilikleri asla kabul etmeyeceğim. övgüsüne razı olup memnun olmuştun. Bir o durumu
Bunu sana bazı büyük günahlarını gösterip şöyle sordu- düşün bir de bunu! Bu tehlikeyi hatırla! İki durumdan
ğu zaman söyler: “Bunları biliyor musun?” Sen: “İzzetine hangisinin seni yücelteceğini ve iki durumdan hangisi-
yemin ederim ki, evet!” diye cevap verirsin. Bunun üze- nin senin için hazırlandığını dikkatle düşün!
rine sana gazap eder ve: “İzzetime yemin ederim ki, on- Ka’b’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Bir kişinin
ları Benden kurtaramazsın” buyurur. Arkasından zeba- Cehenneme götürülmesi emredilir edilmez, yüz bin me-
nileri çağırarak şu emri verir: “Alın şunu!” Ulu sözü, lek üzerine birden hücum eder.” Ebû Abdullah dedi ki:
heybet ve celâliyle bunu söylerken Aziz ve Celil olan Al- “Bana şöyle bir bilgi ulaştı: Kul Allah’ın huzurunda dur-
lah’ı ne zannediyorsun? durulup da beklemesi uzayınca melekler şöyle derler:
Düşün bir kere, Allah seni affetmezse, sen izzet ve “Allah’ın lanetine uğrayası kul! Aziz ve Celil olan Allah’a
kudret sahibi Allah’tan gazabını işitmiş ve O seni, aşağı- bu kadar çok mu karşı geldin? Oysa dünyada güzel bir
latıcı ve kuvvetli pençeleriyle zebanilere havale etmiş- dış görünüş sergiliyordun.” Ebû Abdullah sözlerine de-
ken, sen ensen ve boynunda onların pençelerinin şiddetli vamla şöyle dedi: “Kim ki Allah’ın sevmediği işlerle ken-
dokunuşundan başka bir şey duymazsın. Sen zebanilerin dini insanlara sevdirmeye çalışır ve Allah’ın hoşlanma-
elinde, yüzün kara olarak Cehenneme götürülürken, he- dığı şeylerle O’na kafa tutarsa, o kimse izzet ve celâl sa-
lak olduğuna kesin olarak inanmış ve perişan bir vaziyet- hibi Allah’a, kendisine hiddet ve gazab etmiş olarak ka-
te Cehenneme doğru sürüklenirken kendini bir tahayyül vuşur.”
et! Kararmış yüzünle, kitabın sol elinde, yaratıkların
arasından feryat ve figan ederek geçip gidiyorsun. Melek
de kolundan tutmuş şöyle sesleniyor: “Bu falan oğlu fa-
lan öyle bir mutsuzluğa çarptı ki, bundan böyle asla mut-
luluk yüzü göremeyecektir!” Allah seni gazap ve öfkesiyle
teşhir etmiştir. Mahlukatına rezil ve rüsvay olmuşsun-
dur. Senin hakkında iyi düşünenlerin bu düşüncesi boşa
çıkmış, hakkında kötü zan besleyenlerin bu zanları ger-
çekleşmiştir.
Gösterişin Cezası
Belki de Allah sana bunu, dünyada iken Kendi katın-
daki makam ve dereceni kaybetme pahasına kulları nez-
dinde makam ve mevki arayarak O’na olan itaat ve iba-
detinde yapmacık davranışın yüzünden yapmıştır. Böy-
53 54
Hâris el-Muhâsib î
55 56
Farze t k i Öldün…
57 58
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
Hakk’ın seslenişini, hem de Cehennemin şu cevabını Ateşin harareti son dereceye ulaşmıştır. Sen ise bir
işitirsin: “Daha var mı?” (Kaf Sûresi: 30) Sen ateşin içinde ferahlık ararsın. Kaynar su ile ateş arasında da bir ferah-
iken, alevleri vücudunu sararken ve yaraları bedenini lık duyamazsın. Serinlik istersin ama asla bulamazsın.
kaplarken Yüce Allah: Sıkıntı, susuzluk ve yorgunluk dayanılmaz dereceye va-
“Boş yerin var mı?” der. Sonra çok geçmeden vücu- rınca Cennetleri hatırlarsın. Aziz ve Celil olan Allah’ın
dun akar, etlerin dökülür, sadece kemiklerin kalır. Sonra yakınlığını ve Cennet nimetlerini kaybetmekten gelen acı
ateş içine salıverilir. Orada ne varsa hepsini yer bitirir. bir hüzün ve burukluk kalbinden boğazına doğru tırma-
Sen feryat edip ateş de ciğerlerinin içine girerken, o ci- nır. Sonra Cennetin içeceklerini, soğuk suyunu ve hoş
ğerlerinin hâlini düşün! Sen ağlayıp pişmanlığını hay- yaşayışını hatırlarsın. Bundan yoksun kalmanın hasreti
kırdığın hâlde bile artık sana acınmaz. Bir daha günaha gönlünü parçalar.
dönmeyeceğim diye söz versen bile artık tevben kabul
edilmez ve feryadına cevap verilmez. Cevapsız Kalan Feryat
Sonra Cennette baba, anne, kardeş ve benzeri bazı
Cehennemin İçeceği akrabalarının bulunduğunu hatırlarsın, yanık bir
Orada kalışın uzamışken hâlini bir düşün! Azap şid- kalbden yükselen hüzün dolu bir sesle onlara şöyle ses-
detlenerek devam eder. Sıkıntı zirveye ulaşır. Susuzlu- lenirsin: “Ey anneciğim! Ey babacığım! Ey kardeşim! Ey
ğun şiddetlenir. Dünyadaki içecekleri hatırlarsın. Ce- dayıcığım! Ey amcacığım! Veya ey kız kardeşim! Ne olur
henneme sığınırsın. Sana azap vermekle görevli meleğin bir yudum su! Onlar da sana red cevabı verirler. Böylece
elinden kabı alırsın. Eline alır almaz altında avucun ya- ümidini boşa çıkartmalarından ve Aziz ve Celil olan
nar. Hararetinden ve kızgınlığından elin parçalanıp etle- Rabbinin sana olan gazabından dolayı onların da sana
ri dökülür. Sonra o kabı ağzına yaklaştırırsın. Yüzün kav- öfke duyduklarını görmenin hasret ve üzüntüsünden
rulur. Sonra yudumlamaya çalışırken boğazının derisini kalbin parçalanır. Bunun üzerine dünyaya seni geri gön-
soyar. Karnına ulaşınca iç organlarını parçalar. dermesi ümit ve dileğiyle hemen feryat ederek Allah’a
sığınırsın.
Sen feryat ve figan edersin. O anda dünya içecekleri-
ni, onların soğukluk ve lezzetini hatırlarsın. Sonra hara- Ne var ki uzun bir süre, sana değer vermediğini gös-
retini dindirmek ister ve dünyada alıştığın gibi yıkanmak termek için cevap vermez. Kuşkusuz sesin O’nun nez-
ve suya dalmak sûretiyle serinlemek maksadıyla hamîm dinde menfurdur. Makamın O’nun yanında düşüktür.
(kızgın su) havuzlarına koşarsın. Kızgın suya dalınca, Sonunda Kendisine beslediğin bütün ümit ve emel bağ-
tepeden tırnağa bütün bedeninin derisi soyulur. Daha larını koparan şu sözleriyle sana seslenir: “Sinin orada
hafif olur ümidiyle bir daha ateşe koşarsın. Sonra yine Benimle konuşmayın!” (Mu’minûn Sûresi: 108) Sen, susup
ateşin yangını sana şiddetli gelince kaynar suya geri dö- sinmeni emreden ve senin gibilere cevap verilmeyeceğini
nersin. Böylece ateşle kaynar su arasında mekik dokur- belirten O’nun bu ulu seslenişini işitince, âdeta ağız ve
sun. burnuna gem vurulur. Ruhun bedeninde çıkmakla kal-
mak arasında tereddütle gider gelir. Göğsünde nefesin
59 60
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
daralır. Sesli sesli soluyan ve konuşmaya takat getireme- zabı onların üzerinedir. Onlardan sonsuza dek razı ol-
yen bir ıstırap içinde kalırsın. maz. Çünkü onlara gazab etmiştir. Allah’ın gözünden
düşmüşler ve değerlerini yitirmişlerdir. Bu yüzden de
Ümitsiz Çırpınış onlardan yüz çevirmiştir.
Sonra Allah ümitsizlik ve hasretini daha da artırmak Aç ve susuz bir hâlde, Cennet ehlinden yakınlarını
çağırdıklarında hâllerini bir görebilseydin? Şöyle yalva-
ister. Senin ve oradaki diğer düşmanlarının üzerine Ce-
hennem kapılarını kapatır. Eğer O seni affetmezse, Ce- rırlar: “Ey Cennetlikler, ey babalar, analar, kardeşler,
hennem kapısının gıcırdayıp üzerine kapandığını gördü- bacılar! Kabirlerimizden susuz çıktık, Allah’ın huzuruna
susuz vardık, susuz bir hâlde Cehenneme götürülüşümüz
ğünde hâlini düşünebiliyor musun? Üzerlerine Ce-
hennem kapıları kapatılırken gıcırtısını duyduklarında emredildi. Bize biraz su veya Allah’ın size rızık olarak
sen ve diğer Cehennem sâkinlerinin ümitsizliği ne büyük verdiklerinden bir şey gönderin!” Cennetlikler onlara
olacak. Çünkü, Allah‘ın kapıları bu şekilde üzerlerine “Susun!” diye cevap verirler. Yürekleri bir kez daha has-
kapatması, hiç kimsenin oradan çıkmaması için olduğu- ret ve nedametle dolar. Orada ümitsiz bir hâlde gidip
nu anlamışlardır. Ümitsizlikten kalbleri parçalanır. Ümit gelirler. Sonsuza dek yüzleri serin bir meltem görmez.
bağları tamamen kopar. Kendileri için sonsuza dek Al- Orada ebediyen ağızları soğuk bir şeye değmez. Hiçbir
lah’ın azabından hiçbir kaçış, kurtuluş ve necat kapısı zaman gözlerine uyku girmez. Onlar sürekli bir azap ve
yoktur. Önlerinde ölümsüz, sonsuz bir hayat, bedenle- kesintisiz bir horluk içerisindedirler.
rinden acısı hiç eksik olmayan bir azap vardır. Yürekleri
sürekli olarak yanıp kavrulur. Onlara ebediyen rahatlık Allah Affetmezse
ve ferahlık yoktur. Bitmez hüzünler, tükenmez gamlar, Allah seni affetmezse aynen bu örnekteki gibi olaca-
onulmaz hastalıklar, çözülmez kelepçeler, sonsuza dek ğını düşün! Azap görenlerin sûretlerini bir görebilsey-
çıkarılmaz bukağılar, ebediyen dinmeyecek susuzluklar, din! Ateş etlerini yiyip tüketmiş, yüz güzelliklerini silip
asla bitmeyecek sıkıntılar ve gırtlaklarında duran zak- götürmüştür. Vücutları mahvolup gitmiş. Sadece yanmış
kumdan başka hiçbir şeyle ve hiçbir zaman doyamaya- ve kararmış olarak birbirine ekli kemikler kalmıştır. Zin-
cakları açlıklar... cir ve bukağıları içerisinde endişe ve ıstırap çekmekte,
ölüm ve helaklarını feryatla istemekte, çığlıklarla ağlayıp
Allah’ın Rızasını Kaybetme Hasreti figan etmektedirler.
Onlar zakkumun üstüne boğazlarını açması için Onları bu hâlde görseydin, kötü manzaralarından
“Su!” diye imdad isterler de kendilerine verilen kaynar duyduğun korkudan kalbin erir, pis kokularından vücu-
su ciğerlerini parçalar. Aziz ve Celil olan Allah’ın rızasını dun zayıflar, cisimlerinin şiddetli sıcaklığı ve nefesleri-
kaybetme hasreti kalblerine oturur. Allah’ın Cennetteki nin hararetinden ruhun bedeninde duramazdı. Sen de
yakınlığından yoksun kalmanın acısı yüreklerini kanatıp orada, onlardan biri olarak, kalbinden ümit ve emel pa-
durur. Ağlamalarına acınmaz. Çağrılarına cevap veril- rıltısı kaybolup gitmiş, ye’s ve ümitsizlik seni kaplamış,
mez. Feryatlarına koşulmaz. Pişmanlıkları kabul edil- acıklı bir hâldeki bedenini göz önüne getirerek bir dü-
mez. Suçları bağışlanmaz. Aziz ve Celil olan Allah’ın ga- şün! Acaba hâlin nice olur?! Allah’ın sevip beğenmediği
61 62
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
şeylere bakmanın ceza ve karşılığı olarak iki gözüne ateş ölümle ona kavuşmadan önce kendini hazırla. Ölümün
dolar ve sen ateşin gözlerini yakarken çıkardığı sesi du- ansızın geldiğini kabul et ve sana yukarıdan beri anlat-
yarsın. Ateş kulaklarına nüfuz eder ve sen onun uğultu tıklarımı düşün! Kaldı ki ben sana ölümle ilgili çok az şey
ve gürültüsünü işitirsin. Ateş seni bürür ve kemiklerin- söyledim. Bunları, kendi aleyhinde işlediğin suçları ve bu
den etlerini silkeler. İçine kadar nüfuz eder ve ciğer ve suçlarla hakettiklerini kesin olarak bilip inanan sakin bir
bağırsaklarını yer bitirir. Kalbini hasret, pişmanlık ve kafayla düşün! Dinin hakkında başına gelecek musibeti
üzüntü kaplar. göz önüne getir! Aziz ve Celil olan Allah üzerinde musi-
bet acısının izlerini görsün. Belki sana merhamet eder,
Günahlarına Ağla! bağışlayıcılığı ve esirgeyiciliğiyle seni affeder.
63 64
Hâris el-Muhâsib î
65 66
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
67 68
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
kapısı kendilerine açılanların sevinci ne muazzam se- sana bütün bu şeyleri ihsan etmiş. Bu manzara karşısın-
vinçtir! da sevincinden ölsen bile sana çok görülmez. Nihayet
melekler Cennetin kapısını açınca, senin ve seninle be-
Cennete Giriş raber diğer Allah dostlarının yüzüne gülümseyerek sizi
karşılarlar. Sonra Allah’ın izzetine yemin ederek yaratıl-
Cennetin kapıları açılınca, güzel kokularının melte- dıkları günden beri ancak bu anda ve sizin için güldükle-
mi ve akar sularının hoş sesi dalga dalga yayılır. Yüzünü rini söylerler.
ve bütün bedenini âdeta okşar durur. Cennetin hoş rayi-
haları, keskin misk kokusu, kırmızı zaferanı, sarı kâfuru Sonra size “Selâmün aleyküm!” diye seslenirler. Mü-
kemmel sûretleri ve parlak nurları yanında bir de güzel
ve gri anberi, meyvelerinin nefis kokuları, güzelim ağaç-
ları, okşayıcı meltemleri her tarafta dolup taşar. Bu güzel nağmelerini, hoş sözlerini, tatlı selâmlarını bir tasavvur
kokular ve esintiler, koku alma duyunda birbirine karı- et! Sonra selâmlarına şu sözleri de eklerler: “Tertemiz
şır, nihâyet beynine ulaşır, hoşluğu kalbini doldurur, geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya!” (Zümer
Sûresi: 73) Cennetlikleri, her türlü kir, pas, kin ve sinsilik
oradan da bütün organlarından taşar. Gözünle Cennet
köşklerinin güzelliğine, yeşil zümrütten, kırmızı yakut- gibi maddî ve manevî pislikten temiz olmak ve dinî ve
tan, beyaz inciden büyük taşlarla örülmüş binalarına dünyevî bütün kötülüklerden uzak bulunmakla överler.
bakarsın. Nuru, parlaklık ve güzelliği her tarafı kapla- Sonra Allah adına, O’nun saadet yurdu olan Cennete
girmelerine izin verirler. Sonra orada sonsuza dek kala-
mıştır. Allah onları berraklık ve parlaklıkta mükemmel
yaratmıştır. caklarını bildirerek: “Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kal-
mak üzere girin buraya!” (Zümer Sûresi: 73) derler.
Bu ve Cenneteki diğer şeylerin nuru birbirine karış-
Sen ve seninle birlikte Allah’ın sevgili kulları bunu
mıştır. Oraya girdiğinde, çok büyük nimetlere ereceğini
ve Rabbinin cemalini seyredeceğini bildiğinden, gönlün işitince içeri girmek için kapıya koşarsınız. Kapılar giren-
sevinçle dolarak Allah’ın perdelerine bakarsın. Cennet lere dar gelir. Tıpkı Utbe bin Gazvan’ın Hz. Peygamber
(s.a.v.)’den naklen belirttiği gibi: “Cennetin kapısından
havalarının ve rüzgarlarının hoş kokusu, manzarasının
parlaklığı, meltemlerinin tatlı rayihası ve okşayıcı sıkışarak girmeleri benim için şefaatimden daha önemli-
dir.” Cennetin kapısı izdihamdan dolayı sıkışır. Kırk se-
serinlği bir araya gelmiştir. Bu, yüzüne ilk deyip okşaya-
cak olan güzel esintilerdir. nelik yürüyüş genişliğinde olan kapının, Rahman’ın
dostlarının kalabalığına dar gelmesini ne sanıyorsun?
Yakut ve inciden yapılmış saraylarının güzelliğini göre-
Nurlu Kafile rek koşan bu kalabalık ne değerli bir kalabalıktır!
Düşün bir kere! Cennete girmekle mesrursun. Kapı- Düşün bir kere! Mahşerin o kalabalığı içerisinde Al-
sının, senin ve seninle birlikte diğer Allah dostları için lah seni affetmiş. Cennetin kapısına doğru koşanlarla
açıldığını biliyorsun. Sevincin, baktığında gördüğün birlikte koşuyorsun. Temizlenmiş vücutlarla parlamış ve
gözalıcı güzelliği, ondan yayılıp gönlüne kadar ulaşan dolunay gibi aydınlanmış yüzlerle sevinenlerle birlikte
hoş kokusu, yüz ve bedenini okşayan nefis havası ve se- seviniyorsun. Vücutlarından güneşin ışınları gibi nurlar
rin melteminden ileri gelmektedir. Düşün bir kere! Allah saçılmaktadır! Sen Cennetin kapısını geçip toprağına
69 70
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
ayak bastığında bakarsın ki, o keskin bir misk ve üzerin- lince, sevinçten yerlerinde duramazlar. Eğer Allah çadır-
de olgun bir zaferan yeşermiştir. Misk, gümüş gibi par- larından dışarı çıkmamayı kendilerine zorunlu kılma-
lak bir zeminin üzerine serpilmiştir. Etrafında da zaferan saydı seni karşılamak üzere bizzat çıkacaklardı. Nitekim
bitmiştir. Mevlân şöyle buyuruyor: “Otağlar içinde sahiplerine
tahsis edilmiş huriler vardır” (Rahman Sûresi: 72) Ellerini
Ölümsüzlük Yurduna İlk Adım kapılarının kenarına dayayıp başlarını dışarı çıkarırlar ve
çehrenin ne zaman kendilerine görüneceğini, uzun has-
İşte bu, azap ve ölümden emin olarak ölümsüzlük retlerinin ve şiddetli özlemlerinin ne zaman dineceğini,
toprağına attığın ilk adımdır. Sen misk toprağı ve gözlerinin nuru, rahatlarını kaynağı, Rablerinin dostu ve
zaferan bahçesi içerisinde adım adım ilerliyorsun. İki Mevlâlarının sevgilisini görecekleri anı dört gözle bekler-
gözün, ağaçlarının güzelliğinden ve manzarasının göz ler.
alıcılığından doğan inci gibi parlak güzelliğine takılıp
kalmıştır. Sen işte böyle zaferan bahçelerinde ve misk Sen saraylarının parlak güzelliğine bakarak misk te-
yığınları içindeki Cennet topraklarında gezerken birden peleri ve zaferan bahçeleri arasında gezinirken, uşakların
Cennetteki zevcelerin, çocukların, hizmetçi ve uşakların olanca nur ve güzellikleriyle seni karşılarlar. Huzuruna
arasında -Ali bin Ebî Talib’ (r.a.)’ın belirttiği gibi- “Fa- gelen ilk uşağını öylesine büyük görürsün ki, Rabbinin
lanca geldi!” diye seslenilir. Hepsi de seni karşılamaya meleklerinden biri sanırsın. O sana şöyle der: “Ey Al-
lah’ın dostu! Ben sadece senin bir hizmetçinim. Senin
gelirler. Tıpkı dünyada kayıp kişisinin geldiği kendisine
müjdelenen bir kimsenin sevindiği gibi senin gelişinden emrine verildim. Benden başka yetmiş bin uşağın daha
dolayı sevinirler. vardır.” Sonra parlaklık ve nurlarıyla hizmetçiler birbiri-
ni takip eder. Her biri seni saygıyla selâmlar.
Sen saraylarına bakarken, birden onların tatlı sesle-
rini ve hoş karşılayışlarını duyarsın. Bundan dolayı se-
Cennet Saraylarına Varış
vincinden uçar gibi olursun. Onların senin hakkındaki
tezahürat seslerini duyduğunda hissettiğin sevinçle ken- Sen Cennette iken gönlünün sevincini bir düşün!
dinden geçerken, uşaklar sana doğru hızla koşarlar. Uşakların, huzurunda ayakta beklemekte, sana saygı
Cennet çocukları yolunda saf bağlarlar. Uşaklar sana göstermektedirler. Arkasından sedeflerindeki incileri
doğru gelirlerken, sabırsızlıktan zevcelerini bir telaştır andıran hizmetçilerin seni karşılayıp selâmlıyorlar. Son-
almıştır. Her birisi senin gelişini görüp, dönerek kendi- ra gelip huzurunda divan duruyorlar. Daha sonra uşak
sine haber vermek ve bu sevinçli müjdeyi kendisine ulaş- ve hizmetçiler kafilesi arasında ihtişamla yürüyorsun.
tırmak için birer hizmetçisini gönderir. Seni karşılama- Sana, saraylarına, Mevlân ve Sultan’ının senin için hazır-
dan önce hizmetçiler seni görürler. Sonra her eşinin ladığı nimetlerin yanına kadar refakat ediyorlar. Sarayı-
hizmetçisi koşarak yanına döner. Senin gelişini kendisi- nın kapısına geldiğinde, perdedarlar kapıyı açıyorlar,
ne müjdelediğinde her birisi hizmetçisine: “Sen ger- perdeleri kaldırıyorlar. Hepsi de sana saygı ve tazim gös-
çekten onu gördün mü?” diye şiddetli sevincinden inana- tererek ayakta bekliyorlar. Saraylarının kapıları açılıp
mayacak. Sonra her birisi başka bir hizmetçi gönderir. salonlarının parlak güzelliğinden, süslü ağaçlarından,
Senin geldiğine ilişkin peşpeşe müjdeler kendilerine ge- nefis bostanlarından, parlak avlularından, aydınlık oda-
71 72
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
larından perde kaldırıldığı zaman göreceklerini bir ta- onları hafifleştirmiştir. Vücutlarının nazla beslenmesin-
hayyül et! den ve cisimlerinin ahenk ve mükemmelliğinden salına-
Sen bütün bunlara bakarken, birden bire hizmetçile- rak yürürler. Sonra onlardan her biri sana şöyle seslenir:
rin zevcelerine yüksek sesle müjdeyi iletiyorlar: “Bu fa- “Sevgilim, bize geç gelmene sebep olan nedir?” Sen şöyle
lan oğlu falandır. Sarayının kapısından içeri girmiştir!” cevap verirsin: “Allah şu şu günahımdan dolayı beni o
Onlar senin geliş ve saraya giriş müjdeni duyar duymaz, kadar çok bekletti ki, ben size kavuşamayacağımı san-
perdeler arkasındaki karyolalarına serili yataklarından dım.” Sündüs ve ipek giysiler içerisinde, sana olan özlem
aşağı atlarlar. Çadırlar ve kubbelerinin altında gözlerin ve sevgilerinden aceleyle yürüdükleri için lüks elbiseleri-
onlara bakmaktadır. Seni görmeye karşı duydukları se- nin eteklerini misk zemini üzerinde sürüyerek etrafa hoş
vinç ve özlemin kendilerini nasıl da hafifleştirdiğini ve koku yayılmasına ve zaferan otlarının dalgalanmasına
yataklarından inişlerini görmektesin. O nazlı, niyazlı, sebeb olurlar. Onlardan en önde olanı, Hz. Peygamber
hüsün ve cemalli güzellerin çalımla ileri doğru atılışlarını (s.a.v.)’in buyurduğu gibi, parmak uçlarını, bileklerini ve
bir tasavvur et! yüzüklerini sana uzatır.
Güzel çehreleri ile, hülle ve ziynetleri içerisinde, vü- Kâfur ve zaferandan yaratılmış, binlerce sene nazla
cutları nazla beslenip büyütüldüklerini gösterir biçimde beslenmiş parmakların güzelliğini bir düşün! Ellerini
her birisinin hızla ileri atıldığını bir düşün! Mükemmel sana uzattığında nasıl bir nurla parladığını ve nasıl bir
kametiyle divanından kubbesinin salonuna ve çadırının ışık saçtığını bir tasavvur et! Parmaklarını parmakların
ortasına inişini bir göz önüne getir! Çadır ve kubbeleri- arasına aldığında, nazla ve niyazla beslendiğinden ipek
nin kapısına ulaşıncaya kadar hızla ilerlerler. Sonra sen gibi yumuşaklığıyla neredeyse parmakların arasından
gelinceye kadar içinde bekletildikleri çadır ve otağlarının kayacaktır. Ellerine dokunmaktan aldığın latîf ve hoş
kapısının yanlarına ellerini dayarlar. Böylece ayakta du- duygu gönlüne ulaşır ulaşmaz sevincinden aklın uçar
rup baş ve çehrelerini dışarıya uzatırlar. Senin gelişinden gibi olur. Sonra onun nazlı ve niyazlı bedenine elini uza-
dolayı sevinç ve neşeyle dolu bir kalb ve büyük bir me- tıyorsun. O da seni bağrına basıyor. Elini boynuna dolu-
rakla sana bakarlar. yorsun. Ellerin gerdanlıklarına değiyor. Birbirinizi can-
dan kucaklıyorsunuz. Seni bağrına bastığında, cisminin
nazlılık ve nazeninliğinden âdete garkoluyorsun. Onun
Ceylan Gözlü Güzeller hüsn-ü cemalinden ve kucaklama lezzetinden duyduğun
Gönlünün sevinci ve kalbinin neşesiyle durumunu hazzı bir düşün!
bir düşün! Gözlerin onlara ilişmiş, güzel yüzlerine ve Sonra onun güzel ve hoş kokusunu koklarsın. Gön-
nazlı gözlerine bakışın takılmış. Onlarla yüz yüze gelince lün ondan başka her şeyden geçer. Öyle ki ona dokun-
gözlerin şaşar, gönlün sevinçle taşar, gözlerinin gördüğü, madan ve hoş kokusunu almadan ötürü ruhuna ulaşan
gönlünün hissettiği saadet duygusunun doldurduğu kal- sevince gark olur ve sürurla dolar. Sen bu hâldeyken
binin heyecanından şaşkın ve kendinden geçmiş gibi birden bire diğerleri de yanına üşüşürler, seni kucaklar
kalakalırsın. Sen onlara doğru haşmetle yürürken, bir- ve buseler kondururlar. Yüzün, onların buseler kondu-
den bire otağlarının kapısına kadar gelirsin. Onlar da ran gonca misali ağızlarıyla dolar. Yüz güzellikleri seni
hızlıca ve telaşla sana doğru gelirler. Aşk ve muhabbet kaplar. Saçlarıyla vücudunu örterler. Hoş kokuları bur-
73 74
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
nunu doldurur. Onlar böyle, seni öpüp koklarlarken ve bulursun. Çarşaflarının yüzünden yoğun bir nur yüksel-
nazlı bedenleriyle kucaklarlarken bir düşün! Sana olan mekte, kenarlarındaki ipek ve dibactan yeşil tüylerin
derin sevgileri ve uzun özlemleri nedeniyle sana sarıldık- güzelliği göz kamaştırmaktadır. Burası özel meclis fasıl-
larında büyük bir mutluluk hissederler. Seni bırakmak larının yapıldığı yerdir. Bunlara baktıkça gözlerin şaşar.
istemezler ve senin hoş ve nefis kokunla saadete gark Sonra tahtından, zevcelerin için kurulmuş özel mahfili
olurlar. seyredersin. Orada bir zevcen karyolasından yukarıdaki
tahtına bakıp durmaktadır.
Allah’ın Vaadi Haktır
Küçük Birer Cennet: Huriler
Sürur ve saadet gönlünde iyice yer edip, neşenin lez-
zeti bütün bedenine yayılınca, Allah’ın (dünyada) sana Kapıların, perdelerin, kubbe ve salonunun güzelliği-
olan vaadini hatırlarsın. Bunun üzerine sana verdiği sö- ni bir düşün! Güzel yataklarıyla, tahtlarıyla, sütunlarıyla,
zü gerçekleştiren ve vaadini yerine getiren Allah’a yüksek yüksekliğiyle, halılarıyla ve kurulu otağlarıyla hepsini bir
sesle hamd edersin. tasavvur et! Yatağına yaklaştığında, tahtınla birlikte du-
Sonra, iyi işlerde çaba ve gayretinle onları Allah’dan rursun. Zevcen önce oraya çıkar. Sen de peşinden çıkar-
istediğini hatırlarsın. İşte sen onları öpüp koklarken sın. Oraya çıkınca karşı karşıya oturursunuz. Bu şekilde-
dünyada işlediğin o salih amellerinin mükâfatıyla ki manzaranız ne güzeldir!
yüzyüzesin: “Çalışanlar böylesi bir başarı için çalışsın!” O, yüzünün hüsn-ü cemali ve cisminin nazlılığıyla
(Saffat Sûresi: 61) Sonra onlar sana, sen de onlara övgüler kıymetli elbiseleri ve ziynetleri içerisinde, kolunda bile-
yağdırırsınız. Sonra hepsi, güzel huylarıyla hayatını şen- zikleri, parmağındaki yüzükleri, ayağındaki halhalları,
lendireceklerini yüksek sesle şöyle dile getirirler: “Biz belindeki kemerleri, inci ve cevherle süslü atkıları, boy-
hoşnut olanlarız, hiçbir zaman kızmayız. Biz karar kıl- nundaki gerdanlıkları, bütün bunların üzerinde başında-
mışlarız, hiçbir zaman göçmeyiz. Biz ebedî yaşayanlarız, ki inci ve yakutla süslenmiş tacı, tacının altından ve
hiçbir zaman ölmeyiz. Biz nimetler içinde nazla büyü- omuzları üzerinden eteklerine ve ayaklarına kadar ser-
yenleriz, hiçbir zaman sıkıntı çekmeyiz. Müjdeler sana, pilmiş saçı bulunmaktadır.
sen bizimsin, biz de seniniz!” Sonra onlarla birlikte yü- Sen onun ayna gibi olan boynunda kendi yüzünü, o
rümeye devam edersin. Sen hurilerden, vildan ve hiz- da senin boynunda kendi yüzünü görebilmektedir. Cen-
metçilerden meydana gelen kafilenin arasında yürürken net çocukları çadırının etrafında senin ve zevcenin hiz-
ne güzel bir manzara arzedersin! metini beklemektedirler. Otağının kenarlarından ağaç
Nihayet bazı otağlarının yanına varırsın. Yakut ve dalları meyveleriyle sarkmakta, sarayının etrafında ır-
zümrütle süslenmiş içi boş bir tek inciden meydana ge- maklar muntazam bir biçimde akmakta, o ırmaklardan
len bir çadır görürsün. İçine bir göz atarsın. Yataklarını, kollar otağının üzerine uzanarak, şarap, bal, süt ve
halılarını, yastıklarını, odalarının güzel yapılmasını gö- selsebilini sana sunmaktadır. Senin ve zevcenin güzelliği
rürsün. Binaları, inci ve yakuttan büyük taşlar üzerinde doruğa ulaşmış bulunmaktadır. Sen de ipek ve sündüs-
katlar hâlinde örülmüştür. Sonra astarları ipek ve atlas- ten elbiseler giymiş, vücudunun her mafsalına altın ve
tan olan döşekler serili ve bütün yüksekliğiyle tahtını inciden bilezikler takmışsın. İnci ve yakuttan mamül
75 76
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
tacın, başının üzerinde durmaktadır. İnciden olan tacın toplanıyor. Senin gibi Cennette yaratılışı mükemmel ve
çehreni nur ile parlatmaktadır. Husûsî Cennetin ve bü- henüz tüyleri çıkmamış bir delikanlı hâline gelen, parlak
tün sarayların senin vücudunun parlaklığından ve yüzü- yüzlü, bembeyaz cisimli, şık elbiseli; içine yakutun kır-
nün nurundan pırıl pırıl aydınlanmaktadır. mızılığı, incinin beyazlığı karışmış som altından yapılmış
sarı ziynetli bir gencin (kendinin) saçlarını ne zanneder-
Cennet Irmakları sin! Zevce olarak sana ihsan edilen o gül yüzlü de ne gü-
zeldir!
Sarayların şeffaf olup içeriden dışarıyı gösterdiği için
bütün zevcelerini ve hizmetçilerini, saraylarının bütün Çocuk gibi masum, cana yakın, hoş sözlü ve mükem-
mel yaradılışlıdır. Yüzünün güzelliği ne harikadır! Gö-
binalarını görebilmektesin. Ağaçlarının meyveleri üze-
rine kadar sarkmakta, şarap ve süt ırmakların altından, ğüsleri ne beyaz, bedeni ne zariftir! Nazla beslenip büyü-
su ve bal ırmakların ise üzerinden akmaktadır. Sen zev- tülmesi kendisine mükemmel bir letâfet ve nezâket ka-
celerinle birlikte koltuklarında oturmaktasınız. Kapıları- zandırmıştır. Ceylan gözleriyle nazlı nazlı sana bak-
nın kanatlarını açmış, üzerine ise otağının perdesini makta, tatlı ve açık sözleriyle seninle konuşmakta, aşk,
çekmişsin. Hizmetçiler ve Cennet çocukları çadırının sevgi ve coşkuyla seninle oynaşmaktadır. Elinde, sadeliği
etrafını sarmışlar. Sen onların Rabbine olan tesbih sesle- ve cisminin inceliğiyle şeffaf ve eşsiz yakuttan veya göl-
rini işitmektesin. İçinden geçen her şeyden anında ha- gesiz saydam inciden bir kadeh bulunmaktadır. Elinin
berdar olur ve canının çektiği ve arzu ettiğin her türlü güzelliği ve yüzüklerinin nuruyla kadehin güzelliğine
nimet ve ikramı getirip sana sunmaktadırlar. daha bir güzellik katmıştır. Kendisinin beyazlığı, içeceğin
beyazlığı, tutanın elinin beyazlık ve güzelliğiyle kadehin
Sen ve zevcen, en mükemmel şartlarda ve eksiksiz güzelliğini bir tasavvur et! İnci, yakut veya gümüşten
nimetler içerisindesiniz. Onun hüsn-ü cemal ve mü- olan kadehin onun mükemmel parmakları arasındaki
kemmelliğine baktığında hayretten hayrete düşüp gözle- manzarasını bir göz önüne getir. İnci gibi güzel dişleriyle
rine inanamazsın. Güzelliğinden dolayı kalbin coşar. gülerek kadehi sana uzatıyor. Parmaklarının nuru, yüz
Sevimliliğinden dolayı gönlün kendisine ısındıkça ısınır. ve gerdanının nuruyla birlikte kadehe yansıyor.
Sen koltuğunun üzerinde otururken, o senin nedimin
Nur Üstüne Nur
olup, birlikte Cennet içeceklerinden içersiniz, inciden
kadehler ve gümüş gibi beyaz cam sürahilerle birbirinize Sen karşısında oturuyor ve sen de gülüyorsun. Elin-
Cennet şarabı, selsebil ve tesnîm ikram etmektesiniz. deki kadehin üzerinde, senin nurun, kadehin nuru, içe-
Onun elindeki yakut ve inciden kadehi bir göz önüne ceğin nuru, onun yüzünün, gerdanının, gülüşünün nuru
getir! ve Cennetin nuru bir araya geliyor. Kadehi bütün bu nur
İnci gibi parlayan güzel dişleriyle gülümseyerek sana ve ışıklarla bir tasuvvur et! Ellerinde pırıl pırıl parlıyor.
kadehi uzatıyor. Parmaklarının nuru, yüz ve gerdanının Ellerindeki bütün yüzük ve bilezikleriyle kadehi sana
nuru, Cennetin nuru ve karşıda duran senin yüzünün uzatıyor. O ne tatlı uzatma ve ne göz alıcı el!
nuru birbirine karışarak kadehe yansıyor. Parmakları Sonra o güven, lezzet ve sevinç ülkesinde peş peşe
arasındaki kadehte, kadehin parlaklığı, şarabın par- şarap kadehlerini sunuyor. Sen de elinden alıyor, dudak-
laklığı, yüz ve gerdanının parlaklığı, dişlerinin parlaklığı larının üzerine koyuyor ve yudum yudum içine çekiyor-
77 78
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
sun. Neşesi ta kalbine kadar sirayet ediyor. Lezzeti or- meleklerin kendilerinden izin istemelerine işarettir. Ka-
ganlarına yayılıyor. Ondan daha önce hiç tatmadığın bir pıda Allah’ın gönderdiği elçi şöyle seslenir: “Ey Allah’ın
haz ve lezzet alıyorsun. Cennet çocukları etrafında hiz- dostu, iznin alınmadan yanına girilemez. Ey Allah’ın
met için ayakta durmaktadır. Bunu düşün! Elinden ka- dostu, sen Allah’ın rızasına ermişsin, saltanat, arzu ve
dehi alıp içersin, arkasından ellerinle ona geri verirsin, o hayallerinin zirvesine ulaşmışsın.”
da gülerek ve güzel elleriyle senden alır. Bu ne tatlı gü- Perdedarlarının, yanına varmaları için senden izin
lüştür! Böylece kadeh ellerinizde dolaşıp durur. İçeceğin istemeyeceklerini söylediği zaman melekleri ve şu sözle-
nuru yanaklarına yansır. İkiniz de yüksek sesle Mevlânız rini bir tahayyül et: “Biz ona Allah tarafından gönderilen
ve Efendinize hamd ve tesbih edersiniz. Çocuklar ve elçileriz. Rabbinden birçok hediye ve armağanlarla gel-
hizmetçiler de size cevaben tesbih ve tehlil (lâ ilâhe illal- dik.” O zaman perdedarların hemen davranırlar ve yanı-
lah) seslerini yükseltirler. O saray ve otağlarda, nağme- na varmaları için senden izin isterler. Perdedarlarının o
lerle yükselen o ses ne güzeldir! Siz böyle lezzet ve sevinç andaki durumlarını bir düşün! Kapıyı çalmak üzere elle-
içerisindeyken, yüz yıllar geçmiş ve siz kalblerinizin ni- rini kırmızı altın tahtalar üzerinde inci ile süslenmiş ya-
metlerle meşgul olmasından farkında bile olmamışsınız. kuttan halkaya uzatır ve sarayının kapılarını çalarlar.
Yakuttan halkalar inci ve zümrütten olan sarayının kapı-
Ziyaretçi Melekler sına değince, duyabildiğin en güzel sesten daha güzel bir
ses çıkarırlar. Bu sesi duyanların kulakları haz, gönülleri
Birden grup grup melekler ziyaretine gelirler. Rab-
binden kıymetli ve latif hediyeler getirirler. Rabbinin bu neşeyle dolar. Ağaçlar kapının bu sesini duyunca meyve-
elçileri sarayını bekleyen nöbetçiler ve hizmetine amade leri birbiri üzerine eğilir. Bundan da hoş ve nefis kokulu
bir meltem yayılır. Sen yüzünün cemali ve nurunun par-
uşakların yanına vardıklarında onlardan, yanına varmak
ve Mevlândan sana getirdiklerini takdim etmek için izin laklığıyla otağından dışarı çıkarsın. Perdedarlar sana
isterler. O zaman nöbetçi ve perdedarların Rabbinin doğru koşarak gelirler. Hürmetlerinden ve nurunun göz-
lerini kamaştırmasından dolayı gözlerini kaldırıp sana
meleklerine şöyle derler: “Allah’ın dostu, eşleriyle birlik-
te meşgul ve istirahattadır. Biz ona olan saygı ve tazimi- bakamazlar. Şöyle derler: “Ey Allah’ın dostu, Allah’ın
sana gönderdiği elçiler kapıda bekliyorlar. Yanlarında
mizden rahatsız etmek istemiyoruz.” İşte büyük ve yüce
olan Rabbin bu gerçeğe şu âyetiyle işaret buyuruyor: Rabbinden getirdikleri kıymetli hediyeler vardır.” Sen
onlara şöyle cevap verirsin: “Mevlâ’nın elçilerine izin ve-
“...Cennetlikler, gerçekten nimetler içerisinde sefa sü-
rin!” Sen izin verir vermez, kapıcılar kendilerine sarayın
rerler.” (Yasin: 55) Müfes-sirler bu âyeti işaret ettiğimiz
şekilde açıklarlar. Bu ne büyük nimet, ne muazzam sal- kapısını açarlar. Sen koltuklarına yaslanıyorsun. Senin
tanat ki, Rabbinin elçileri bile yanına varmak için izin oturma salonuna girerler.
isterler! Cennet çocukları önünde el pençe divan durmuşlar-
Cennetinde dostlarının şanını yücelten Rabbin bu dır. Melekler, güzel sûretleriyle ellerindeki hediyeler
parıldayıp nurlar saçarak sana doğru gelirler. Değişik
saltanata şöyle işaret buyuruyor: “Ne yana bakarsan
kapılardan bulunduğun yere girerler ki, Rabbinin sana
bak yığınla nimet ve ulu bir saltanat görürsün” (İnsan:
20) Bu âyetin tefsirinde şöyle denilmiştir: Bu saltanat
verdiği, “her kapıdan bir selâm” sözü gerçekleşsin. Her
kapıdan güzel nağmeleriyle “Esselâmü aleyküm!” diye-
79 80
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
rek sana selâm verirler. Sonra da şunu eklerler: “Ey Al- yapısının çekiciliğine, avlusunun parlaklığına takılır.
lah’ın dostu! Rabbin sana selâm söylüyor. Sana bu hedi- Zevcenin içinde bulunduğu otağa bakıyorsun. Senin ve
ye ve armağanları gönderdi.” eşinin yüzünün nurundan zaten nuranî olan otağ daha
da aydınlanıp parlar. O seni ipek, atlas ve erguvandan
Beklenmeyen Yeni Mutluluklar döşekler üzerinden seyreder. Hemen tahtından iner.
Sana olan şiddetli özlem onu hafifleştirmiş, aşk onu ra-
Rabbinin sana olan armağan ve lütufları karşısında hatsız etmiştir. “Merhaba!” diyerek saygı dolu ifadelerle
kalbinin sevincini bir düşün! Melekler yanından ayrılın- seni karşılar. Sonra seni kucaklamak üzere yaklaşır. -
ca, Allah’ın sana bir nimeti olan zevcene bakarsın. Gözle- Nitekim Enes bin Malik (r.a.) Hz. Peygamber
rin şaşakalmış, sevincin kat kat artmıştır. Sen onunla (s.a.v.)’den, hurilerin Allah’ın dostunu karşılayıp onunla
birlikte son derece sevinç ve mutluluk içinde bulunur- tokalaştığını söylediğini nakletmiştir.- Olanca güzelliği
ken, Allah’ın senin için yarattığı bir başka zevcenden en ve eşsiz yüzükleriyle ipek gibi yumuşak ellerinin avu-
güzel bir nağme ve en tatlı bir ifadeyle şöyle bir çağrı cunda bulunuşunu bir tasavvur et!
gelir: “Ey Allah’ın dostu, bizim senden nasibimiz yok
mudur? Bize de bakma zamanın gelmedi mi?” Sen yüzünün güzelliği, cisminin nazlılığından, saç
tellerinin parıldamasından duyduğun hayret ve hayran-
Kulakların onun güzel sözleriyle dolar dolmaz, güzel lıkla kendinden geçmiş gibisin. Sonra elinden tutarak
nağmesine karşı içinde doğan aşk ve sevgiden dolayı birlikte senin kurulu tahtına geliyorsunuz. Birlikte tahta
neredeyse kalbin yerinden uçar. Hemen cevap verirsin: çıkıyorsunuz. Üzerinize muhteşem gerdek perdesi geri-
“Allah hayrını versin, sen kimsin?” Hemen cevap verir: liyor. Eşini kucaklıyorsun ve bu hâlde üzerinizden uzun
“Ben Allah’ın kendileri hakkında şöyle buyurdukların- zamanlar geçiyor. Sonra hizmetçi Cennet çocukları, sü-
danım: “...Onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç rahi ve kadehlerle huzurunuza gelip el pençe divan dura-
kimse bilmez.” (Secde Sûresi: 17) rak, saf hâlinde bekliyorlar. Sonra size sakîlik yaparak
Tahtından hızla inip otağının ortasına gelişini bir içecek ikram ediyorlar.
göz önüne getir! Sonra emrine verilen Cennet çocukları-
nın ve hizmetçilerinle birlikte yürürsün. Onun da çocuk- “Katımızda Dahası Vardır!”
ları ve hizmetçileri seni karşılıyorlar ve sana refakat edip
inci ve yakuttan bir saraydaki kırmızı yakuttan yapılmış Siz bu şekilde sevinç ve neşe doluyken, birden başka
bir otağa seni götürüyorlar. Sen sarayının kapısına yak- bir sarayından başka biri seslenir: “Ey Allah’ın dostu!
laştığında uşak ve hizmetçilerin sana kapıları açıyorlar. Bizim senden nasibimiz yok mu? Bizi özleyeceğin an
Sen mutluluk ve sevinç dolu olarak içeri giriyorsun. Sa- gelmedi mi?” Sen hemen sorusuna soruyla karşılık ve-
rayın kapısını, perdelerin güzelliğini, uşak ve hizmetçile- rirsin: “Allah hayrını versin, sen kimsin?” Sana şöyle
rin hüsün ve cemalini bir düşün! cevap verir: “Ben aziz ve celil olan Allah’ın kendisi
hakkında şöyle buyurduğu kişiyim: “...katımızda daha-
Sonra eşinin seni çağırdığı sarayının kapısından içeri sı da vardır.” (Kaf Sûresi: 35) Bunun üzerine sen onun ya-
giriyorsun. Girer girmez gözlerin yeşil zümrütten olan nına varırsın. Böylece saraylarındaki, ölmez çocuklar ve
duvarlarının güzelliğine, bahçelerinin, göz alıcılığına, itaatkâr hizmetçiler arasındaki eşlerini tek tek ziyaret
81 82
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
ederek sonsuz bir nimet ve mükemmel bir sevinçle dola- olarak ve Tuba ağacının gölgesinde sohbetler yaparak
şıp durursun. Her türlü sıkıntı senden uzaklaştırılmış. sonsuza dek orada ikamet edeceğini biliyorsun. Senin de
Her çeşit eksiklik senden giderilmiş. Her türlü kirden içinde bulunduğun Allah dostları Tuba ağacının gölge-
temizlenmişsin. Orada ayrılık nedir bilmezsin. Çünkü sinde sohbet ederken, Allah, meleklerinden birine emre-
Yüce Allah kalbine yönelerek üzüntülere şöyle buyur- derek, kendilerine verdiği sözü yerine getirmek istediği-
muştur: “Buradan yok olun ve sonsuza dek geri dönme- ni, gayet derecede ikram ve büyük bir sevince gark etme-
yin!” Sevince emrederek şöyle buyurmuştur: “Burada yi arzu ettiğini ilan etmesini söyler. Bunu da onları ken-
yerleş, sonsuza dek ayrılıp gitme!” Hastalıklara şöyle disine yaklaştırmak, “Hoş geldiniz!” dileklerini doğrudan
buyurur: “Bedeninden uzaklaşın, sonsuza dek de ona doğruya kendilerine iletmek, mübarek cemalini onlara
gelmeyin!” Sağlığa şöyle buyurur: “Bedenine yerleş, hiç- göstermek, böylece en üstün bir makama çıkmalarını,
bir zaman uzaklaşma!” sevincin doruğuna ulaşmalarını ve saadetin zirvesine
erişmelerini sağlamak istediğini ferman eder.
Öldürülen Ölüm
Rabbinden Gelen Davet
Senin gözlerin önünde (bir koç şekline getirdiği)
ölümü boğazlar. Sen artık ölümden emin kalmışsın ve O anda birden bire şöyle ilan eden meleğin sesini işi-
ondan hiçbir zaman korkmazsın. Sana Rabbinin yakınlı- tirsin: “Ey Cennet halkı! Allah’ın size verdiği bir söz var
ğı ve Cenneti ihsan edilmiş. Senden razı olduktan sonra ki, henüz yerine gelmemiştir!” Cennetlikler, kendilerine
bir daha ebediyen O’nun gazabından korkmazsın. Ni- ihsan edilenleri çok büyük gördüklerini belirterek cevap
metler içerisinde yüzersin, nikmet ve azabının gelece- verirler. Cennete girdirildiklerini, azabından emin kılın-
ğinden korkmazsın. Çünkü sen kesin olarak biliyorsun dıklarını, dolayısıyla mazhar oldukları lütuf ve ihsandan
ki, aziz ve celil olan Allah seni seviyor, senden razıdır ve daha ötesi olmadığını söylerler. Sen de onlarla birlikte
içinde yüzdüğün nimetlerden memnundur. Allah’ın saa- şöyle dersin: “Yüzümüze rahmetle bakmadı mı? Bizi
det yurdu ne muazzamdır! Allah‘ın yakınlık ve himayesi Cennete koymadı mı? Bizi Cehennemden kurtarmadı
ne büyüktür! mı?”
Arş seni gölgelendirmekte. Melekler, ölümle yok ol- Bunun üzerine melek kendilerine şöyle seslenir: “Al-
mayan sonsuz bir hayatta, gidecek diye korkmadığın lah, sizden Kendisini ziyaret etmenizi istiyor. O’nu ziya-
nimetler içerisinde Rabbinden sana sürekli lütuf ve ih- ret edin.” Onlar bu vaziyette iken, sevinç ve sürurların-
sanlar getirirler. Rabbinin azabından eminsin. Senden dan kalbleri, ruhları ile birlikte bedenlerinden uçacak
razı olduğuna kesin inancın var. Afvının serinliğini tâ gibi olurken bir de bakarlar ki, melekler yakuttan yaratıl-
kalbinde hissediyorsun. mış, sonra da ruh üfürülmüş, dizginleri altından cins
atlarla birlikte kendilerine doğru geliyorlar. Atların yüz-
Tuba Gölgesinde Sohbet leri parlaklık ve güzellik bakımından kandiller gibidir.
Küçük ve büyük pislikten temizdirler. Kanatlıdırlar.
Allah’ın diğer bütün dostlarıyla birlikte zamanın Eğerleri Cennetin kırmızı ipekleri ve bembeyaz tiftiğin-
musibetlerinden ve çağların nahoş hadiselerinden emin dendir. Sırtında kırmızı ve beyaz olmak üzere iki hat
83 84
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
vardır. Biçim olarak da dünyadaki en eşsiz cins atları Senin de aralarında bulunduğun diğer Allah dostları
andırmakla birlikte insanlar onlar gibi güzelini görme- bu sözleri duyunca, Rablerine olan sevgi ve özlemlerin-
mişlerdir. den dolayı hemen koşarak atlarına binerler. Rablerine
yakın olmak ve hakikî sevgililerini görmek için yüzleri-
Uçan Atlar nin güzelliği, nuru ve parlaklığıyla nasıl da hızla atılacak-
larını bir düşün! Sen de onların arasındasın! Sağ ayakla-
Hareket etmeye başlarken olanca kırmızılığı, parlak- rını yakut, zümrüt ve inciden yapılı özengilerine attıkları
lığı ve parıldayan nuruyla Cennetin yakutundan yaratı- anı bir tasavvur et! Ayaklarının güzellik ve yumuşaklığını
lan o cins atları ve ne kadar güzel olduklarını bir düşün! bir göz önüne getir! O ayaklar güzellik bakımından dün-
O atları, Cennet altınından yaratılan dizginlerini ve onla- yadaki yapı ve özelliklerinden tamamen farklı bir biçim-
rı getiren meleklerin yüz güzelliğini bir göz önüne getir. de yeniden yaratılmışlardır. Allah o ayakları Cennetinde
Melekler dizginlerinden tutmuş, senin de içinde bulun- her türlü afetten muhafaza etmiş ve yaratılışlarını boyalı
duğun Allah dostlarına doğru geliyorlar. Onlar koşarken yapmıştır. Sonsuza dek misk tepecikleri ve zaferan bah-
son derece güzel yürüyüşlü ve rahvandırlar. Çünkü cins çeleri arasında dolaşırlar. Allah dostlarının yakut ve in-
atlar olup, insanların eğitmesine ihtiyaç kalmadan ya- ciden özengilere uzattıkları o ayakların saçtığı nurun
ratılıştan eğitilmiş olarak var edilmişlerdir. Son derece güzelliğini bir düşün! En güzel Cennet atlarının en güzel
uysal olup hiç sıkıntı vermeden istenildiği yöne özengilerindeki o ayakların parlaklığını bir göz önüne
sevkedilebilirler. Meleklerin bu atlarla birlikte Cennet- getir. Hiçbir zorluk ve meşakkatle karşılaşmadan ikinci
liklere doğru gelişini bir düşün! ayaklarını da özengiye atarak, halis ipek ve erguvanla
Nihayet yanlarına geldiklerinde o atları çöktürürler. kaplı inci ve yakuttan binekleri üzerinde doğrulurlar.
O atların duruş ve oturuşlarının güzelliğini bir göz önüne Erguvanın kırmızılığı arasında incinin beyazlığı ne bü-
getir. O anda, onlardan birine binip Rabbini ziyaret yük bir güzellik arzeder! Sen ve onlar cins atlarınızın
edenler arasına katılacağını biliyorsun. Melekler o atları üzerine kurulunca, atlarını şahlandırırlar. Atların şah-
çöktürüp, atlar salih insanların istirahat yeri olan Tuba lanmasıyla ayakları altından savrulan misk tozları onla-
ağacı altında, zaferan bahçeleri içerisindeki misk tepe- rın elbiseleri ve üzerlerine serpilir. Sonra bütün atlar
cikleri üzerine ıhınca, melekler Allah’ın dostlarına döne- düzgün bir tek saf halinde dizilirler. Hiçbir eğriliği bu-
rek o tatlı nağmeleriyle şöyle derler: lunmayan dümdüz bir kafile oluşur. Biri diğerinin önüne
geçmez. Bu ne muazzam kafile ve ne muhteşem süvari
“Ey Rahman’ın dostları! Rabbiniz olan Allah size se-
topluluğu!
lâm söylüyor ve ziyaretine gitmenizi istiyor. Dolayısıyla
O’nu ziyaret ediniz ki, O size baksın, siz de O’na bakası- Dümdüz bir saf hâlinde uzanan atlarının ve yüzleri-
nız. O sizinle, siz de onunla konuşasınız. O size cevap nin sergileyeceği manzarayı bir göz önüne getir. Yüzleri-
versin, siz de O’na cevap veresiniz. Size olan fazl ve rah- ni bir nur halesi kuşatmış, başları üzerinde inci ve yakut-
metini artırsın. Hiç şüphesiz O, geniş bir rahmet ve bü- tan taçlar bulunmaktadır.
yük bir lütuf sahibidir.”
85 86
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
87 88
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
gerçek sevgililerinin söze başlamasını bekliyorlar. Mev- lekler seferber olurlar. İçinde temenni bile edemedikleri
lâları ve Sultanlarının, manevi derecelerine göre kendi türlü türlü yemekler ve çeşit çeşit meyvelerle dolu altın
yakınında onlara lütfedeceğine söz verdiği gerçek ma- tepsileri önlerine koyarlar. Rablerinin kendilerine olan
kamlarındaki oturuşlarını bir tasavvur et! ikramından dolayı büyük bir memnuniyet ve sevinçle
ellerini uzatırlar. Hiç şüphesiz her ziyaret edilen kişinin,
Allah’a En Yakın Olanlar ziyaretçisine izzet ve ikram etmesi hakkıdır.
Evet, onların orada Allah’a olan yakınlıkları, manevî Artık, O Kerîrn, Vahid, Cevad, Macid ve Azîm olan
mertebelerine göredir. Allah’ı en çok sevenler, O’na en Allah’ın ikramı nasıl olur? Düşün bir kere! Mevlâlarının
kendilerine olan ikramıyla mesrur olarak ve büyük bir
yakın oturanlardır. Çünkü, onlar dünyada en çok Allah’a
sevgi ve muhabbet beslemişlerdir. Allah’ın Arşına en ya- sevinç içerisinde yemeklerini yiyorlar. Nihayet yemekle-
kın oturanlar, insanlara karşı O’nun hükümlerini uygu- rini yiyince Yüce Allah meleklere: “Onlara içecek ikram
layanlar ve hüccetler ve delillerle dinini savunanlardır. edin!” diye emreder. Artık hizmetçiler ve Cennet çocuk-
Peygamberler ve Sıddîkler de makamlarına göre Aziz ve ları değil de bizzat melekler içi şarap, bal, su ve süt dolu
Rahim olan Allah’a yakın bulunurlar. Ziyaretine gidilen inciden sürahi ve kadehlerle yanlarına gelirler. Rah-
Zat ne büyük, ne yüce ve ne uludur! man’ın meleklerinin elindeki o sürahi ve kadehleri bir
düşün! Allah’ın dostları onlardan alıp içiyorlar. İçeceğin
Güzel izzet ve ikramları, yüzlerinin hüsn-ü cemali ve güzelliği ziyaretçilerin yüzlerine yansır.
parlaklığı ve arşın saldığı nur ve perdelerinin parlaklığıy-
la onların o meclislerini bir düşün! Sağlam bir akılla, o
“Dostlarımı Giydirin!”
meclislerini, koltuk ve minberlerinin parlaklığını ve mü-
şahede ettikleri Rablerinin cemalini bir düşün! Senin Melekler, Allah’ın emrettiği içecekleri kendilerine ik-
buna duyacağın özlem ve arzudan ruhun uçsa, çok gö- ram edince bu defa da Yüce Mevlâ şöyle buyurur: “Dost-
rülmez. Bu Allah’ı tanıyan, Rabbine ve O’nun cemalini larımı giydirin!” O anda melekleri bir göz önüne getir!
görmeye müştak olan her aklı başındaki insanın en bü- Cennette benzerleri hiç giyilmemiş çok kıymetli elbiseler
yük arzusu olduğuna göre bütün bunları sakin kafayla getirirler. Huzurlarında dururak o elbiseleri Allah’ın rıza
şöyle bir düşün! Belki bu vesileyle nefsin, seni bundan ve ikramına layık bu bahtiyarlara giydirirler.
mahrum bırakan her şeyden ve seni Rabbine manen Onları bir düşün! Elbiseleri başlarına koyduklarında
yaklaşmaktan alıkoyan her kötülükten elini çeker. ayaklarına varıncaya kadar üzerlerine oturur. Güzelliğiy-
le yüzleri parlar. Sonra O Yüce ve Ulu Allah: “Onlara
Meclis Tamam Olunca güzel koku ikram edin!” diye emreder. Bunun üzerine
Meclisleri tamam olup, herkes rahatça yerlerini alın- kendilerine türlü türlü misk ve daha önce hiç duy-
ca kendileri için sofralar serilir. Aziz ve Celil olan Allah madıkları diğer Cennet kokularını getirip serpmek üzere
bütün güzelliği, şiddetli parlaklığı ve göz alıcı nuruyla bir
ziyaretçilerine yemek ve meyvelerle ikramda bulunur.
Allah’ın ziyaretçileri ve sevgili kulları için sofralar kuru- bulut kalkar.
lur. Rahman’ın ziyaretçilerini ağırlamak için bizzat me-
89 90
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
91 92
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
Sonsuz Minnettarlık liyle yücedir. O öyle bir yücedir ki, O’na denk olacak hiç-
Onlar şöyle derler: “İzzet ve celâline, azamet ve yüce bir şey yoktur. O’na ortak olacak hiçbir şeriki bulunmaz.
makamına yemin ederiz ki, Senin yüceliğini hakkıyla Yaratmasını irade edip de kendisine zor gelecek veya
takdir edemedik. Hakkını tam olarak yerine getiremedik. yaratmasından aciz kalacak hiçbir şey yoktur. Zorba za-
Sana secde etmemize izin ver.” Bunun üzerine Rableri limler O’nun azametine teslim olup boyun eğmişlerdir.
onlara buyurur ki: “Ben sizden ibadet zahmetini kaldır- Evvelkiler ve sonrakiler O’nun hükmüne musahhar ol-
dım. Vücutlarınızı rahata kavuşturdum. Zaten siz dün- muşlardır. Olmuşuyla, olacağıyla ve olacaksa nasıl ola-
yada uzun uzun ibadetle onu oldukça yormuştunuz. cağıyla her şeye ilmi nüfuz etmiştir, ilmiyle bütün varlık-
Alınlarınızı benim için secdeye koymuştunuz. Şu anda ları kuşatmıştır. Hepsinin seslerini çok iyi duyar. Zatla-
ise siz benim kerem ve rahmetime koşup gelmiş bulunu- rını ihata eder, iradesi hepsine geçer. Meşieti hepsine
yorsunuz. Öyleyse dileyin benden dileyeceğinizi!’ Bir boyun eğdirir. Her şey O’nun tarafından çekip çevril-
başka hadiste şu ifadeler de yer almaktadır: mektedir. Bütün mevcudatı yoktan icad eder. Hiçbir şey,
O’nun istediği vakitten önce var olamaz. Hiçbir şey
“Rablerine bakınca, onun için hemen secdeye kapa- O’nun iradesine karşı gelemez. Öyleyse daha önce adı
nırlar. Bunun üzerine Allah Kendi yüce kelâmıyla şöyle bile anılacak bir nesne değilken, Vahid ve Kahhar olan
seslenir: ‘Kaldırın başlarınızı! Şimdi amel zamanı değil- Allah tarafından var edilen şeyler nasıl O’nun emri karşı-
dir. Şimdi sevinç ve cemalimi seyretme zamanıdır.” sında diretebilir?
Öyleyse aklınla, onların Sultanlarını gördükleri ve
gerçek sevgilileri, gönüllerinin sırdaşı, gözlerinin sevinci, Saraylara Dönüş
kalblerinin hoşnutluğu ve ruhlarının huzuru olan Al-
lah’ın kelâmını işittikleri zaman yüzlerinin nurunu ve Allah, sevgili kullarını Kendisini görmekle sevindi-
onlara gelen sevinç ve coşkuyu bir göz önüne getir! Baş- rip, onlara yakınlığıyla ikram edip şereflendirerek, doğ-
larını secdeden kaldırır ve hiçbir şey Kendisine benze- rudan doğruya Kendisiyle konuşmak ve yüce sözlerini
meyen Zat’ı gözleriyle seyrederler. Bu sayede şeref, ik- dinlemekle nimetlendirince, hazırladığı ikram, nimet ve
ram ve değerin doruğuna, memnuniyet ve yüksekliğin lezzetlerine dönüp gitmeleri için onlara izin verir. Onlar
nihayetine ererler. Hayallerin bile konamadığı, zihinle- da dönüp inci ve yakuttan birtakım atların yanına gelir-
rin kuşatamadığı, düşüncenin yetişemediği ve anlayışla- ler ki eyerlerinin üzerinde Cennetlerin bahçelerinde ka-
rın ihata edemediği aziz ve celil olan Allah’ın cemalini nat çırpıp uçan ve özel hazırlanmış tahtları vardır. İzzet
seyretmeyi sen ne sanıyorsun?! ve celâl sahibi Allah’ı gören ve O’nun mübarek kelâmını
işiten yüzleri ne zannedersin? Onların güzellikleri ve
O, akılların idrakinden şaşırıp hayretlere düştüğü cemali nasıl da kat kat artar ve bu bakış onların parlaklık
Kadîm olan Ezelîdir. Hiçbir anne rahmi ona mekan ol- ve nurunu nasıl da artırır?!
mamış, hiçbir babanın sulbünden gelmemiş, hiçbir cisim
sûretinde görünüp de şekil değiştirmemiştir. O bütün Yürümeye devam ederler. Nihayet saraylarını görür-
bunlardan münezzehtir. Diller O’nun sıfatlarına misaller ler. Hizmetçileri, uşakları ve çocuk hizmetkârları onları
getirmekten aciz kalır. O zatiyle tek olup başka varlıklara fark edince, herbiri sarayının kapısında onu karşılamak
benzemekten münezzehtir. Yaratıklara eş olmaktan celâ- için koşar. Sarayının kapısına geldiğinde, hepsi onun et-
93 94
Farze t k i Öldün… Hâris el-Muhâsib î
rafını sararlar ve ona saray ve otağına kadar refakat vilmeye bak! Muvaffakiyet ise Allah’ın sayesindedir ve
ederler. Saray ve otağının kapısına yaklaştığında perde- dönüş ancak O’nadır. Cennet ise mü’minlerin girip karar
dar büyük bir tazim ve saygıyla kalkıp sarayının kapısını kılacağı yerdir. Cennet, müttakilerin mükâfatı ve gönlü
açar. Zevceleri onu karşılamak üzere koşuşurlar. Zevcesi, kırıkların sevincidir. Kuvvet ve kudret ancak Yüce ve Ulu
yüzünün hüsn-ü cemaline bakıp da, güzellik, parlaklık ve olan Allah’ın yardımı iledir.
nurunun kat kat arttığını görünce, ona olan aşk ve mu-
habbeti daha da artar. Sarayları, otağları, kubbeleri ve
zevceleri, yüzünün nur ve cemaliyle parlar. Zevcelerinin
hüsün, cemal, nezaket ve haşmetleri ziyadeleşir. Sonra
atlarından inerler ve saraylarının salonlarına doğru iler-
lerler. Yataklarına kurulup konforlarına geri dönerler.
Derken dostlarının hoş ve tatlı meclislerini özlerler.
Hemen, cins at ve kısraklarına binip birbirlerini ziyarete
giderler. Cennet nehirlerinin kıyısında buluşurlar. Orada
misk ve kâfur tepeleri üzerinde kendileri için Cennet
minderleri ve halıları döşenmiştir. Dostlar sevinçle karşı
karşıya oturur, Cennet içeceklerinden içerler. Cennet
çocukları Cennetin şarap, tatlı içimli meşrubat ve
selsebil nehirlerinden sürahi, bardak ve kadehlerle ala-
rak kendilerine servis yaparlar. Cennet çocukları Allah
dostlarına ikram etmek için kadehleri alıp nehirlere dal-
dırınca, onlar ancak Allah’ın şu seslenişini duyarlar:
“Ey dostlarım! Dünyada çok kez sizi susuzluktan du-
dakları çatlamış ve boğazları kurumuş olarak gördüm.
Şimdi karşılıklı olarak isteğiniz kadar için ve nimetleri-
nizin arasına dönün. “Geçmiş günlerde işlediklerinize
karşılık afiyetle yiyin, için!” (Hakka Sûresi: 24) İnsanlar,
yaptıkları iyi işleri takdir ederek anlatan Mevlâlarının
sözünü işittikleri anda ve ehl-i dünyanın içki meclisleri-
ne karşılık, onların da kendi aralarında Cennette bu tür
meclisler düzenleyip karşılıklı Cennet içeceklerinden
içmeye çağrıldıklarında gönüllerinin sevincini mümkün
değil anlatamazlar. Mevlâlarının sözlerini işitmenin sü-
ruruyla parlamış iken onların yüzünü bir görsen! Ger-
çekten o ne büyük meclistir! O ne muazzam topluluktur!
Öyleyse Rabbine müştak olmaya, O’nun tarafından se-
95 96