Professional Documents
Culture Documents
Cuma Mektupları 5 - Ismet - Ozel-1989-247s
Cuma Mektupları 5 - Ismet - Ozel-1989-247s
Telif Eserler: 18
CUMA MEKTUPLARI
V
İsmet Özel
(tO M M U m
7
korumamız gerek. Geçerli olan düşünce ve düşünme olun çevenin, yeni ve istenilir bir açılıma ulaşmak üzere yapılan
ca insanlar arasında iyinin yaygınlık kazanmasına imkân eleştiri sonucunda elimize geçen bazı tutamak noktalarıyla
veren bir yumuşama doğar. ilgilidir. Eğer dünyada işlerin iyi yürümediğini düşünü
iyinin yaygınlaşması demekle pek de anlaşılır bir söz et yorsak ve bu yürüyüşün iyiye şevkini gerçekleşebilir sayı
mediğimizi biliyorum. Başımdaki zorluk günümüz dünya yorsak anlama çabalarımız önümüze dünya sistemini çıka
rıyor. Bu sistem içinde de bozukluğun kaynağını merkezde
sında kelimelerle anlaşmanın engelleriyle ilgili. Müslü
man olmanın merkezde olmaya delâlet ettiğini söylemeye buluyoruz. Bu tanılamada (teşhis usulünde) birleşirsek sa
kalkışınca önce aklımıza iyi bir durumdan mı, yoksa kötü ğaltmada (tedavide) buna uygun bir yol tutturmamız gere
bir durumdan mı sözettiğimiz sorusu takılmaz mı? Merkez kecek. Düzelmenin ya merkezden (metropol ülke veya ül-
iyi bir şey mi? Meselâ "polis merkezi"? Yetke (otorite) ile kelcden) yahut çevreden başlayıp daha geniş alanları kap
merkez arasında her zaman bir bağlantı kurulabildiğine sayacağını savunabiliriz. Bu konuda çok sayıda teori üreti
göre, yelkenin insan için olumsuz bir anlam taşıdığını dü lebilir. Birileri bu teorileri üretirken, başka birilcri de dün
şünenler aynı zamanda merkezin de olumsuzluğuna hük ya sisteminin ömrünü uzatabilmek ve gücünü tartışılmaz
metmekle yerinde bir görüş ileri sürmüş olmazlar mı? Ni kılabilmek için farklı şeyler yapıyorlar. Yapılan şeylerin
tekim, dünya sisteminden sözederken bir merkez-çevre başında merkezin fiili denetimini artıracak ve kaçılmaya
ilişkisini anlama çabasına girişiyoruz. Merkezin (metro cak ölçüde pekiştirecek bazı siyasî, İktisadî ve sosyal dü
polün) çevreyi (periferiyi) denetim altına aldığını, bağımlı zenlemeler var. Son yıllarda Sovyet rejiminin çözülmesi,
kıldığını, yoksullaştırdığını, kendine hizmete mecbur etti Doğu Avrupa’nın çöküşü ve Basra Körfczi'ndeki müdaha
ğini ve nihayet çevre insanlarının gelişme imkânlarını tah- leyle başlayan ve halen devem eden Orta-Doğu düzenle
rib ettiğini kabul ediyoruz. Bu durumda, çevrede olan in mesi dünya sistemine mahsus merkezin fiilen yaptığı şey
san için merkez, kendisine karşı özerkliğin ileri sürülmesi ler arasında. Bu fiilî değişmeler cereyan ederken şu veya
bu sebeple İslâm ve müslümanlar bir belirginlik kananıyor.
gerektiği, kendisinden bağımsızlığın özlenir bir şey oldu
ğu, kendisine karşı korunulması zorunluluğunu doğmuş Neden?
bulunan ve kendisiyle kaçınılmaz bir savaşım göze alın Gerçekleştirilen değişmeler sadece insanların günlük
ması gereken bir vakıa olarak vardır. Eğer merkez-çevre hayatlarının akış seyriyle ilgili değil. Bir de insanların dü
ilişkilerinin sağlıksız ve yıkıcı özellikle olduğu kabul edi şünüş, olayları algılayış ve nelerin olup bitliği konusunda
lirse, merkezde bulunmanın veya merkez teşkil etmenin de da bazı değişmeler sözkonusu. Dünya sisteminin merkezi
ahlâkî bir sorgulamayı davet ettiğini de kabul etmemiz ge zihinlerde de bir operasyon yapma faaliyeti içine girmiştir.
rekiyor. Yani merkezde olmak isabetli bir konumu benim Bu operasyonun en önemli noktası insanların dağınıklık
içinde, çok farklı ve biri diğerinden bariz üstünlüklerle ay
semekten oldukça uzaktır edinilebiliyor.
rılmamış düşüncelerle yerküre üzerinde bulundukları gö
Yukarıdaki mülahazalar günümüz dünyasında insanla rüşünü beslemeye matuf. Batı'da doğmuş ve Batı'yı Batı
rın yaşama alanlarını ve yaşama biçimlerini belirleyen çer yapan düşünceler de dahil olmak üzere; Bau'da doğmuş ve
9
fakat Batı’nm gücüne gerek ahlâkî, gerekse mantıkî itiraz kımından anlam sahibidir. Müslüman olmanın merkezde
lar yönelten düşünceleri önemce küçülten bir eğilimin güç olma mânâsına delâlet etliğini söylemekle, yürürlükte
kazanması isleniyor. Böylelikle Batı dışında temelleri olan metropol hegemonyasının dışında bir hayal sahası
olan düşüncelerin belli bir yarışma hızı kazanarak belirgin açacak özlem ve cesareti gündeme getirme çalışmasını
lik kazanması da önlenmiş oluyor. Yine de, düşünceler, başlatmış oluruz. Yaptığımız başlangıç insanın yaratılışın
inançlar, hayal tarzları arasında Islâm'ın özel bir yeri oldu dan beri kendisine tanınan yerin ele geçirilmesi veya elden
ğu ve Müslümanların dünyaya verilmek istenen yeni şekil bırakılmaması çabası olması bakımından bir ihya sayılır;
altında dahi kalın çzigilerle kendini ortaya koyan bir yola yoksa antik, arkaik kültürlerin veya Ortaçağ kültürlerinin
yöncldikeri gerçeği bütün bütüne gözden uzak tutalamı- ihyası anlamına gelmez.
yor. Özetle, siyasî, sosyal, ekonomik müdahalelerle insan Modem dünyanın doğuşundan önce insanlar merkez
hayalının sıradanlaştırılması, küçültülmesi ve hatla baya- kavramına yabancı değillerdi. Bilâkis, merkez belki de en
ğılaştırılması karşısında ve düşünme-inanma tarzlarının çok önemsenen ve insan hayatının idamesi göz önüne alın
birbirlerine derinlik ve etki bakımından eşitlenmeye çalı dığında dayanak kabul edilen bir kavramdı. Çünkü modem
şılması çabası karşısında Islâm ve müslümanlar bir direniş dünyanın günümüze varan biçiminin ilk adımları atılma
odağı, bir uyumsuzluk gücü, bir ayrı açılım olarak dan önce geleneksel kültürlerin hepsi yaşadıkları ülkeyi,
merkezîleşme özelliği kazanıyor. birlikte bulundukları kavmi, mensub oldukları dini mer
kez alarak bir bakış sahibi olmayı esas saymışlardı. Yunan
O halde merkez kelimesinin günümüz şartlan bakımın
lılar kendi dışlarında kalanlara barbar, Yahudiler goyim,
dan gözle görülebilir iki anlamı yüklendiğini söyleyebili
Araplar acem diyorlardı. Müslüman olmak, merkezde ol
riz. Bunlardan biri tahakküm, hegemonya ve baskı uygula
maktır dediğimiz zaman işte bu dar kalalı ve satdil (naivc)
yabilmek için ihdas edilmiş olan merkezdir. Bunun teccs-
kavmiyetçilik dışında kalan bir "merkez" anlayışını be
süm elmiş hali dünya sisteminin kurup pekiştirdiği siyasî,
nimsemek ve elbette sonu kendi dışındaki kültürleri baskı
İktisadî, sosyal ilişkilerde ortaya çıkıyor. Diğeri tahakküm
altına almaya varan, gerektiğinde kendinden başkasını yo-
ve baskıya karşı hakkaniyet ve ihya özlemlerinin odaklan
keımeye girişmekten çekinmeyen "merkez" anlayışını ge
dığı merkezdir. Her ne kadar iki vakıayı da aynı kelimeyle
çersiz kılmak üzere bir anlayışa doğru yol alıyoruz.
ilade etmek mecburiyeti altında kalmış olsak da, iki mer
kezden sözederken mahiyetleri farklı iki ayrı şeye atıfla Dışarda bıraktığımız anlayışların içine modern dünya
bulunduğumuzu akılda tutmalıyız. Tahakküm ilişkisi için nın oluşumunda rol oynayan bir başka merkez kavramı da
de merkez-çevre ilişkisinden sözedebildiğimiz halde; ih giriyor: Rönesans sonrasında hesaba katılan Tanrı-mcr-
yayı hedefleyen merkezin kurduğu ilişkilerde sadece bir kezli (theocentric) dünya anlayışına karşı insan-mcrkczli
"inşa" faaliyetinden sö/.cdebiliriz. Bu, dünyanın aldığı ye (anıhropocenlric) dtinya anlayışının konulması paralelin-
ni biçim içinde doğan ve ilk defa anlaşılır hale gelen bir ol 'e bir oluşumu göz önüne alarak müsltiman olmak, mer
gudur. Dolayısıyla, günümüz dünyasının alacağı şekil ba kezde olmaktır görüşünün savunmasını yapamayız. Tanrı
10 lı
merkezli dünya anlayışı ile insan-merkezli dünya anlayışı sınırlan reddetmek isteyenlerin görüşlerini yansıtır. Çün
birbirleriyle zıtlaşırken gerçekte skolastik mi, yoksa hü- kü insanın dünyada bulunuşunun bir açıklaması vardır ve
manizma mı üstündür tartışmasını yürütüyorlardı. Bu tar insanların riayet etmesi gereken hadleri geçerlidir diyebi
tışmanın içinde yer almak hegemonya kavramını ister iste len herkes,ilk bakışta ve ilk adımda birbirlerinden farklı
mez benimsemeyi zorunlu kılacağından müslüman o l açıklamalan ve farklı sınırlan benimsemiş olsalar bile; ak-
makla bağlantılı değildir. Skolastik-hümanizma çatışması letme yoluyla daha sarih bir açıklamaya doğru ilerleme, ar
bu iki düşman kardeşin birbirlerine deliller sunarak 16. dından da insana yaraşır suıırlann neler olduğunu farketme
yüzyıldan sonra Avrupa'da dünya sisteminin zihnî temel başarısına ereceklerdir.
lerini atmasına sebep olmuştur. Geçirdiği istihaleler ne
Baskı ve tahakküm merkezi gücünü daha geniş alanlar
olursa olsun Katolik kilisesinin günümüz dünyasında mer
da hissettirmek için dünyada yaşayan insanların bulun
kezin bir şeriki olması bu çatışmanın bir ürünüdür. Hüma-
dukları durumdan uzaklaşmalarını, çıkmalarını vc dışa
nizma gerek Protestan formlarıyla, gerekse Yahudi mani-
doğru açılmalarını ister. Bir kopmayı telkin eder ve elinde
pülasyonlarıyla dünya sisteminin imtiyazlı merkezine
ki gücü bu kopmanın gerçekleşmesini sağlayacak gibi kul
malzemeler sağlamışur. Demek ki müslüman olmak, mer
lanır. Gönüllüce sevkedemediği zaman zor kullanır. Hak
kezde olmaktır denildiğinde ne geleneksel kültürlerin
kaniyet ve ihya merkezi ise yakınlaşmayı, girmeyi ve içe
merkez anlayışına bir dönüşü, nc de modem dünyanın olu
döğru açılmayı verir. Birleşebilmek için kendini açar ve
şumundaki metafizik dayanakları ön plana çıkarmayı he
muhatabının açılmakla güvenliğini kaybetmeyeceği bir
def saymamız hiç sözkonusu değil. Açıklıkla telaffuz ede
alan sağlar. Bu alan içinde biriken güç tahakküme, baskıya
biliriz ki müslüman olmakla başlayan merkezde oluş ta
ve hegemonyaya karşı direnişi mümkün kılan birçok çare
hakküm merkezine karşı alternatif sayılabilecek bir iktidar
üretir. Baskıcı merkez kendi canlılığını ve üstünlüğünü sü
merkezi oluşturmayı gözetmiyor. Yani merkezde olmak
rekli kılacak "bilgileri" telkin eder, şartlanmalar yoluyla
ve merkezle olmak hiçbir zaman bir merkez olmak değil.
öğretir ve bilinen konular yardımıyla geçim sağlanabilen
Demiştik ki tahakküm ve baskı merkezi karşısında, ma bir düzen kurar. Bu merkezin geçerlilik sahibi olduğu dü
hiyet bakımından ondan farklı bir hakkaniyet vc ihya mer zende anlama öğrenmeden sonra gelir. Anlamaya ya geç
kezi vardır. Bu merkez insanın dünyada buluşunun açıkla kalınmıştır veya öğrenilmiş olanlar yüzünden anlama tat
masıyla bir manaya sahib olabilir ancak. Yani hadlerin ta
min olunamayan bir çarpıklıkla yaralıdır. Hakkaniyet ve
nınması ve sınırların bilinmesiyle farkcdilmesi mümkün
ihya merkezinin tanıdığı sınırlar içinde öğrenme vc anlama
olan bir merkezden sözediyoruz. Diyebilirsiniz ki insanın
birbirinden kopmamış olarak insana ulaşırlar. İnsanlar an
dünyada bulunuşunun bir çok farklı açıklaması olabilir ve
cak anladıkannı öğrenir vc öğrendikeleri sadece anladık
bu açıklamalar arasındaki uyuşmazlık, hadlerin neler ol
tandır. Böylece insan bilgiyle kaynaşık bir tarzda hayatını
duğu hususunu da karanlıkta bırakır. Bu itiraz, gerçekten
kurar. Hatta, hayatı bir bakıma bilgisidir. Birisine verile
kendi ileri sürdüğü görüşün doğru olduğuna inanan tarafın
değil, ortaya çıkarılan açıklamayı örtmek ve ifade edilen cek zarar, diğerine dokunur.
12 13
insanın dünyada bulunuş sebebi konusunda bir açıkla
ması olan herkes, bu açıklama eksik, hatalı ve muğlak bile
olsa, yerini hakkaniyet ve ihya merkezi çevresinde bula
caktır. Bu merkez dolayısıyla kurulan ilişkiler merkez-
çevre bağlantısını bir hegemonya olarak anlamamızı ön
ler. İki merkez arasında belki en önemli ve derin fark bu-
dur. Çünkü insanın sınırları konusunda, insanın riayet et
mesi gereken hadler konusunda peşin kabulleri olan herkes MİLLİ DAVAM IZ BEYNELMİLELDİR
merkeze kendi aleyhine konulmuş kuralları güçlendirmek
üzere yönelemez. Riayet edenlerin dönüşünün merkezde Silkin olun! Sakin olun! Herkesin kolayca tenkisini ccl-
olmak ve merkezle olmak gibi bir güvenilirliği vardır. Bu bcdccck bir başlık attığımı biliyorum. "Millî” kelimesinin
güvene dayanarak dünya sisteminin avı olmaktan kurtulu ülkemizde nasıl endişe verici bir kelime olduğunun bilin
şun yolu genişletilebilir. "Kendine gel" komutunu kendi cindeyim. Türkiye’nin yeni ve arzu cditir bir hayauı doğru
değişim geçirmesini isleyen ¡er bu kelimeye yüklenen an
kendine vermeyi başaranlar merkezde olmayı da başar
mak için ilk eylemi gerçekleştirmiş olurlar. lamı hem olumlu, hem de olumsuz biçimde yorumlanabi
leceğini kabul ediyorlar. Müslümanlar millî denildiği za
man ümmeti çağrıştıran - aklaşımlar hesaba katılıyorsa bu
na pek itiraz eünezler... Lâkin İslâmî tavırları baskı altına
alan bir cumhuriyetçi yaklaşımın simgeleriyle dolu bir ya
pı akla geliyorsa tedirginliklerini hemen dışa vurabiliyor
lar. Demokratlar devletin mutlak gücünü işaret eden bir
millî tutumu açıkça eleştirmekten çekinmiyor artık. Ülke
nin bağımsızlığını bir değer sayan demokrat düşünceli ki
şiler varsa, onlar için millî kelimesi sadece böyle bir gerek
çeyle ağza alınması tahammül edilebilir bir kelime, Sosya
listler için "millî" kelimesinin olumlu çağrışımı hemen he
men yok gibi. Onlara göre millî değerler toplum planında
kendi ideallerini baltalayıcı unsurları ihtiva ediyor, devlet
planında ise üzerlerinde baskısını hissettikleri güçlerin be
lirgin simgeleri. Iıiral euneli ki Türkiye'de millî kelimesi
ne dayanarak konuşanlar genellikle eli sopalılar veya bu eli
sopalılardan bir ulufe bekleyenlerdir. Geride kalanlar has
sasiyetle tasrih edilmiş alanlar içinde millî kelimesine ko-
14 15
nuşmalannda yer verirler. Ben de bu sonunculardan biri minin payı büyük. Belki radikal İslamcıların mukabil bir
yim ve ben de hassasiyetle tasrih ederek kullanacağım enternasyonalizm öne sürmelerinden de beynelmilel sözü
"millî" kelimsini. kuşku verici özelliğini artırmıştır. Doğrusu, her iki anlam
da da sözü edilen beynelmilelciliğin temelsiz ve zaman
Dava kelimesinin fazlasıyla muğlak bir ifade olduğu
kaybettirici olduğunu ben de düşünüyorum. Entemasyo:
nun da farkındayım. Hele millî dava denilince çoğunluğun
nalizmde güven verici olmayan taraf bunu destekleyenle
itirazlarını önlemek, sesini kesmek ve çoğunluğu istese de
rin tezlerini güçlendirmek için derin tahlillere veya elle tu
istemese de bir tespit edilmiş yöne sevketmek için baskıcı
tulur gelişmelere değil sadece heyecanlara başvurmaları
güçlerin hangi kandırmacalan yürürlüğe soktuğunu hatır
dır. Beynelmilelcilik her haliyle hayalleri kışkırtan bir ta
layacak olursak bu ibareyi siyaset sözlüğünden çıkarmak
sarı. Bir o kadar da gerçeklerin kavranılmasına zorluk çı
bile isteyebiliriz. Günümüz dünyasında herhangi bir dava
kardığı belli. Ama bu yazının başlığında millî davamızın
yı gütmenin zemini yoktur diyenler ağır basıyor. İnsanlar
beynelmilel olduğu yazılı. Yani önümüze üç netameli kav
daha çok, kısa vadeli ve çabuk fayda sağlayan işleri takip
ramdan oluşan çelişik bir ifade var. Mecbur muyuz böyle
eU ıckle kârlı çıkacaklarını hesaplıyorlar. Bir davanın ta
zıtlıklarla boğuşmaya? Bu meselelerin rahatça kavranılan,
kipçisi olmak onlara göre hesaplı değil. Üstelik toplumun
gündelik mantıkla kolay çözümlere giden bir yolu yok mu?
çoğunluğunu ilgilendiren ve bu çoğunluğun desteğini ala
Sanırım yok ve en güvenli yol karmaşık ifadeleri anlaya
bilecek bir dava kalmadığını; belki hiçbir zaman böyle bir
cak gayreti göstermekten geçiyor. Anlamanın ve öğren
davanın olmadığını düşünenler topluma etkide bulunabili
menin bir arada olduğu zamanlarda doğruya yaklaşabile
yor. Böylesine çözülmüş, bencillikten başka çıkar yol bu
ceğimizi hep hatırda tutalım.
lamamış insanlar arasında davadan sözetmek belki işilil-
memeyi peşinen kabul etmek anlamına geliyor. Hele bir de İki merkezden sözettiğimizi hatırlayacaksınız. Bunlar
"millî dava" derseniz alaya alınmak tehlikesi bile var. Bü dan biri dünya sisteminin merkezi, metropolü. Diğeri ise
tün bu rizikolara rağmen bu ibareyi kullanmak zorundayız. insana dünyada bulunuş gayesini gösteren merkez. Müslü
Çünkü daha başından bize dayatılan dili kullanmak zorun man olmanın andığımız ikinci merkezde olmakla, bu mer
da almak demek, başarısızlığı peşinen kabullenmek de kezle olmakla bağlantılı olduğunu da söylemiştik. Dünya
mektir. Kelimelerin bizim yüklediğimiz anlamlarla geçer sisteminin merkezinin mekan olarak belli bir zaman içinde
liliğini sağlamakla bizi kıskıvrak bağlayıp gütmek iste belli olduğunu, inasnın hakikatle bağını kuran merkezin
yenler karşısında üstünlüğümüzü ortaya çıkarmış olur. ise hakkaniyet ölçüsünü getirdiğini ifade etmiştik. Acaba
Zorluğun beynelmilel kelimesiyle daha da çoğaldığını iki ayrı merkezden sözederken aynı zamanda maddi-ma-
söyleyebiliriz. Ülkemizde beynelmilel her zaman "gayri nevi ayrımına mı varmak isliyoruz? Diyebilir miyiz ki bir
millî", devlet aleyhtarı ve toplumun yerleşik değerlerine maddi merkez vardır ve bu dünyadaki hegemonyanın mer
zıt önerilerin yuvalandığı bir kavram olagelmiştir. Bunda kezi ve insanların dünya hayatında servete, zenginliğe ka
genellikle sol ideolojileri satıhta kalan entemasyolanilz- vuşmak için hizmete mecbur oldukları merkezdir. Diğer
16 17
tarafla ise bir manevi merkez vardır ve bu merkezin hiz zat müslümanlardan müslümanca beklentileri uzaklaştır-
metinde olanlar ahiret hayaünda kazançlı çıkmayı seçmiş makur. Bu bakımdan Türkiye'nin dikkate değer ve vazge
lerdir. Bir bakıma dünya sisteminin merkezini kıble ya çilmez bir yeri var.
panlar kâfirlerdir, böylece mahvolmuşlardır. Hakk ı üstün
Maddî-manevî ayırımını Islâm sözkonusu olduğunda
tutarak, rabbim Allah diyen müslümanlar dünyayı
yapamıyoruz; bu yaklaşım bize sözkonusu ayırımının ya
kâfirlere terkedcrek imanlarını güçlü kılmak suretiyle kur
pıldığı alanlardaki aldatmacanın farkedilmesi imkânını da
tuluşa yönelmişlerdir. Hayır. Meseleyi yukarıdaki tarzda
veriyor. Yani, sadece maddiyat alanını ilgilendirdiği iddia
va'zcuiğimi düşünenler hata ederler.
edilen konularda gerçekte belli bir manevî yapının dayatıl
Öncelikle maddî-manevî ayırımının müslüman haya dığını görebildiğimiz gibi bize maneviyatmış gibi gösteri
tında yapılamayacağını kesin bir bilgi olarak kabul ediyo len hususların da hangi maddî sonuçların uzantısı olduğu
rum. Müslümanların Allah'a kulluğu ne kadar manevî de nu görme üstünlüğünü elde edebiliyoruz. Böylece dünya
rinlik sahibiyse o kadar maddî tezahüre sahiptir Aynı za- sisteminin neden küfür sistemiyle ayniyet taşadığını anla
manda müsîümanların maddî alanda takındıkları tavırlar ma kolaylığına sahip oluyoruz. Dünya sisteminin iktisadi
onların manevi teçhizatıyla doğrudan ilintilidir. Hatta yapısı başta olmak üzere, siyasi düzenlemesinin ve sosyal
müslümanlar arası, insanlar arası münasebetlerde bir kim yapılanma usulünün görünüşteki maddiyat süsüne rağmen
senin zahiren nasıl davrandığı ister istemez önem kazanır. esasında manevi bir despotluğu kökleştirmesinin tezahürü
Bâtınî yorumlara sığınarak kendini haklılaştırmak iste olduğunu görebiliyoruz. O halde iki ayrı merkezden söze-
yenlerin özdeki değerler bakımından da kaçamak peşinde derken maddî sonuçları ve manevî dayanakları farklı iki
olduğu her zaman düşünülcbilmiştir. Nitekim dünya siste merkezden ve birinin diğerine yaşama alanı tanımadığı iki
minin bütün geleneksel değerleri kendi çarkına uydurarak merkezden sözettiğimizi farkclme durumundayız.
öğüttüğü halde, Müslümanlık karşısına çıkınca aşamadığı
Dünya sistemi bir hükümranlık mihveri etrafında hiye
bir engele çarpmasının sebebi budur. İslâmiyet bir zihin
rarşik bir köleleştirme mekanizması ihdas ediyor. Bu siste
meselesi haline getirilerek kişi veya kişilerin özel hayatla
mi işlemez hale getirmek mekanizmanın çalışma tarzın
rına hapsedilemiyor, insanlar arası, müslümanlar arası
dan zarar görenlerin başkaldırmasıyla mükün değil. Çün
münasebetler ancak tanınan sınırlar içinde düzenlendiği kü dünya Sistemi bugün ulaştığı aşamada sistem aleyhtar
zaman bir İslâmî hayal tezahür edebiliyor. Tezahür etme larının bile ancak sisteme hizmet ederek canlı kalabilecek
diği zaman ona İslâmî hayat demlemiyor. Dünya sistemi leri bir işleyişi temin edebilmiştir. Sistemin teknolojisi,
müslümanları yeryüzünden silmedikçe ve müslümanca sermayesi ve ilişkiler bütünü sisteme karşı harekete geçen
beklentileri yok etmedikçe kendi mutlak hükümranlığını leri ancak sistemi güçlendirerek güç sahibi olabilecekleri
unlamayacak. Fiilen müslümanları yeryüzünden silmek bir mevkie yerleştirebilecek yeterlikte. Sovyet sisteminin
ulaşılması zor ve belki de imkânsız bir hedef olacağından; çöküşünün, Japonya'nın her atılımda sisteme daha büyük
dünya sisteminin deneyeceği ve denemekte olduğu iş biz fidye öder duruma düşmesinin, Almanya'nın birlcşmesi-
18 19
nin bedelini iktisadi sarsıntıyı kabul ederek karşılamasının
sebebi bu. Esasen dünya sistemi gayri müslim dünyadaki Türkiye'nin bir İslâmî dönüşüm yaşaması insanlığın
muhtemel rakiplerini en can alıcı yerinden yakalamış du
dünya sistemi hegemonyasından kurtuluşunun başlangıcı
rumda. Dünya sistemine karşı çıkabilmek için yeni bir ha dır derken hem sistemin açmazlarının bizim ülkemizde en
yat teklif etmek gerekiyor. Yeni hayatın dayandığı yeni de bunalımlı noktaya ulaştığını, hem de Türkiye'nin kendi
ğerler olmalı. Oysa sistemin, gayri müslim rakipleri, başa çizgisinde geçirdiği değişmelerin böyle bir dönüşüme en
rıya ulaşmak için sistemin değerlerini daha üst düzeyde ye elverişil zemini doğurduğunu söylemek istiyoruz. Türki
niden inşa etmekten başka bir çıkar yol bulabilmiş değil ye'de millî kelimesi milliyetçilikle özdeş kılınmayacak bir
lerdi. ağırlığa sahip. Hem toplumun bütününe işaret ediyor, hem
Amaç sisteme başkaldırmak değil, insanların tahakküm de ümmet kavramı bu kelimeyle canlılığını kaybetmiyor.
altında kalmaksızın, kendi varoluş gayelerine uygun bir Böylece ülkemizde cumhuriyetçi ideolojinin restorasyonu
hayatı idame ettirebilecek bir yaşama imkânına kavuşma sözkonusu olmaksızın bir milli bütünleşmeden bahis aç
larıdır. Müslümanlar için özlenen düzen Allah'a kullukla mak en kuvvetli ihtimal. Diğer yandan Türkiye'nin İslâmî
rını yerine getirmede konulan engellerin kaldırıldığı bir dönüşümü başka bir restorasyonu öngörerek başarıya git
düzendir. İşte gayri müslimlerin sistemden zarar gördük mek zorunda değil. Ne Osmanlı klasik çağının günümüzde
leri hususlarla, müslümanlarm sistemin cenderesinden yeniden hayata geçirilmesi bir politik hedef olarak kabul
kurtulmak istedikleri hususlar bu alanda kesişir, sistemin ediliyor, ne de Osmanlı batılılaşmasının kurulu düzeni
tahakkümü altındaki gayri müslimler, müslümanlarm kul kurtarma ideolojisine sığmalarak bir siyasi hareketi yürüt
luklarını yerine getirmeyi en uygun hale sokan düzenleme mek mümkün. Buna mukabil hem Akdeniz havzasındaki
sinin sistemin despotluğunun dışına çıkma olduğunu göre bütün İslâmî geçmiş, hem Selçuklu ve Osmanlı deneyleri,
bilirler. Dünya sisteminin homojen ve standart düzenle hem de dünya sisteminin zorlamalarıyla yaşanan değişim
mesinin dışında yalnızca müslüman hayatının kendini ye lerden toplum zemininde kazanç hanesine yazılma gücünü
niden inşa etme gücü var. Bu imkân gören gözler için in göstermiş tecrübeler müslümanlarm açacağı yeni hayat sa
sanlığın imkânıdır. O halde dünyanın neresinde olursa ol
hasına katkıda bulunacaklardır. Yani Türkiye’nin bir
sun İslâmî bir hayatın korunabilmesini mümkün kılan bir
İslâmî dönüşüm geçirmesi bir geriye çekilme, bir büzülme,
gelişme bütün insanların kendi varoluş gayelerini arayıp
bir kapanma değil; bilâkis istikrar, insicam, tesanüt arayan
bulma için kullanmaya muhtaç oldukları bir fırsatı işaret
bütün toplumlarm dikkatlerini yöneltecekleri, yeni yaşa
eder. Bu yönüyle her İslâmî hayat deneyimi beynelmilel
ma yoluyla Türkiye'nin dünyayla hem ticari, hem kültürel
bir geçerlilik taşır. Ancak anlaşıldığı kadarıyla dünyanın
bağlarını artırdığı ve sözü dolayısıyla yeri olan bir milletin
geçirdiği tecrübeler bu fırsatı kullanmaya sadece bir ülke
tebellür etliği bir istikamet tayini olacaktır.
nin, Türkiye'nin müsait olduğunu gösteriyor. Bu yüzden
Türkiye'nin millî davasının beynelmilel bir önem arzeui- Türkiye'de yaşayan müslümanlarm modemizm ve radi
ğini kabul etmeliyiz. kalizm karmaşalarına kapılmadan "biz bir millî dava yürü
tüyoruz” demeleri en sağlıklı tutumdur. Bu tutum-bizi hem
20
21
satıhta kalan ve her güçlü iktidar odağının kullanabileceği
enternasyonalizm tuzağından kurtaracak, hem de bütün
insanlığa açık bir beynelmilel davanın güdücüleri haline
getirecektir. Üzerinde yaşadığımız topraklara ve içlerin
den biri olduğumuz insanlara karşı sorumluluğumuzu ye
rine getirmek, merkezden muhite bir aydınlanmayı üstlen
mek müslüman olarak hiç birimizin vazgeçemeyeceği bir
şahsiyet özelliği olmuştur. Bu şahsiyet özelliği yardımıyla İŞE YARAM AZ ADAM/
Türkiye'nin bir İslâmî dönüşüm geçirmesinin yolu kısalı KULLANIŞLI ADAM
yor.
Okuyucularımdan biri Cuma Mektuplan’nm diğer yazı
larıma oranla daha anlaşılır oluşunu bu yazıların aktüel ko
nuları ele alışına bağlayınca, doğrusu şaşırdım. Çünkü
güncel konulan dilime dolayarak okuyucuya bir şeyler ak-
farmak benim amacımın epey uzağına düşüyordu. Yani kı
sa bir zaman dilimi içinde ve kasıtla sınırlandırılmış bir
siyasî tercih güç kazansın diye Cuma Mektupları’nı yaz
mak, benim düşüncemin tamamen dışındaydı. Gerçi yaşa
dığımız günlerin meşeleriyle örülmüş yazılar olduğu bir
gerçek Cuma,Mektuplarının. Hatta, gün be gün karşımıza
çıkan zuhurat yazdıklarımın şöyle veya böyle biçim kazan
ması yönünde beni kışkırtıyor; ama aktüel yazılar yazdığı
mı bir türlü kabul edemiyorum. İtirazımın dayanağı şu:
Türk basınında gerçekten aktüel, gerçekten güncel yazılar
yer almaktadır ve bu yazılar onları yazanların basında tut
tukları yerin kaçınılmaz gereğine hizftıet ettikleri için oku
yucuya ulaşma imkânına sahip olmaktadır. Yani aktüel ya
zılar yazarlannı belli odaklar nezdinde kollamak, o yazar
ların meslekî hayatlarını idame ettirmek için basında yer
tutuyor. İşte, Cuma Mektupları cn azından bu yönüyle ak/
tüel değil. Bu mektupların yazarı kendisine bir başkası ta
rafından verilmiş bir görevi yerine getirmiyor. Dolayısıyla
yazdıklarıyla da günccl işini yapmış olmuyor.
22 23
Kolayca dilimize geliveren şu aktüel (veya güncel) keli yoketmeye başlamıştır. Şimdiki zamanda olup biten şeyle
mesinin anlamı ne ola ki? Kelimenin felsefe ve hıristiyan rin bir kısmı bu anlamda gerçekten aktüel özellikte, yani
ilâhiyatı çerçevesinde sahip olduğu anlamı bir kenara bıra gerçekleşmesiyle birlikte yokoluşunu da devreye sokan
kalım. Yaygın anlamıyla aktüel denilince şimdiki zaman özelliktedir. Oysa şu anda yaptığımız bazı işler, hemen ta
da olanları anlıyoruz. Bu anlamıyla 18. yüzyıl Fransasında kındığımız bazı tavırlar vardır ki, onlann sadece beklenen
tıp dilinde kullanılmış aktüel sözü. Etkisini bir anda göste sonuçlan gözönüne alındığı için bizim için önem taşırlar.
ren şeyi ifade etmek için söylenmiş. Zaman içinde aktüel Aktüel olan içinde geleceğin tohumlarını taşımaz; nasıl
olanın alanını bir biçimde ayırmış insanlar. Şimdiki za geçmişin bariz temayüllerini yansıtmıyorsa. Cuma Mek
manda olan herşeye aktüel demiyoruz. Meselâ bir bakanın tuplarında mahallî seçimlerden Körfez savaşına kadar
verdiği balo aktüel olaylar arasında kolayca kendine yer içinde yaşadığımız zaman diliminde vuku bulan bir çok
bulabiliyor da, aynı bakanın aynı gün imzaladığı bir siyasî olay konu edildiği halde benim bu yazılara aktüel özellikte
belgenen "aktüel" olmaktan öte bir anlamı, bir çağrışımı yazılar gözüyle bakmayışım, onların doğrudan doğruya
var. Oysa verilen balonun siyasî bir yönü ve ağırlığı da geldiğimiz yer ve gitmekte olduğumuz yer arasındaki şim
sözkonusu olabilir. Aktüel dediğimiz bir bakıma müessir diki zamanla ilgili oluşlan ve fiilen kullanılabilir mahiyet
özellikleri değil de, münfail özelikleri ağır basan dediği te bulunmayışlarıdır.
miz olaylara yakıştırılan bir sıfat. Yazılar için de öyle.
Vakit geçirmeden bana Cuma Mektupları ne işe yanyor
Belki aktüel olanı zıddmdan anlamak daha oklay. Eğer diye sorabilirsiniz. Ben de böyle bir soruyla karşılaşmanın
aktüel şimdiki zamanda gerçekleşen olayları işaret etmek memnuniyeti içnide size keyifle şu cevabı veririm: Cuma
üzere dile getiriliyorsa, tersi geçmiş zamana ilişkin vakıa Mektupları hiç bir işe yaramıyor. Bu kadarla kalmıyor üs
lara bağlı olacak demektir. Acaba geçmiş gerçekten geç telik, dahası da var: Bu yazıları yazan da bir işe yaramıyor.
miş midir? Şimdiki zamanda vuku bulan bazı şeylerden sö- Yani ben işe yaramaz bir adamım. İşe yaramaz bir adam ol
zederken olan bitenin öyle bir boyutunu farkedebiliriz ki, duğumu Goethe'den öğrendim. Almanların büyük sanatçı
şu anda gerçekleşenlerin bazı aslî temayüllerle örtüştüğü- sı ve düşünürü şöyle diyor:
nü anlarız. Bu durumda aktüel içinde bulunduğumuz za
"İşe yaramaz adam kimdir?"
man parçası içinde olan biten herşeyi değil, ihmal edilebi
lecek değerdeki değişmeleri kapsar. Cuma Mektupları her Emretmeyi ve itaat etmeyi, bilmeyendir.
ne kadar yürürlükte olanla sıkı ilişkide bir tutumun uzantısı
Anladığım kadanyla emretmeyi bilmek ve itaat etmeyi
ise de, yürürlükte olanın edilgince izinde giden bir çizgiyi
bilmek için insanın iki ayn yetenek geliştirmesine gerek
benimsemediği için "aktüel” yazılar arasında sayılmaz.
yok. Birini yapabilen, diğerini aynı kolaylıkla yapabiliyor.
Aktüel kelimesinin zıddı kabul edilen kelimelerden biri ve
Bir müslüman olarak bizim "işittik ve itaat ettik" diyen in
belki birincisi potansiyel kelimesidir. Ne ki potansiyeldir,
sanlar arasında olmamız apaçık ortadayken ve her müslü-
aktüel değildir ve ne ki aktüeldir, artık potansiyel gücünü
manın iyiliği "emretmesi" üzerinde bir mükellefiyet sayıl
24 25
mışken, acaba ben neden emretmeyi ve itaat etmeyi ken dan en silik olanına kadar siyasî oyun içine girmek isteyen
dimden u/ak tutabilmek için "işe yaramaz adam" olmayı ler öncelikle kendi kullanılabilirliğini göstermeyi vazife
kabullenecek kadar olaya farklı bakıyorum? sayıyor. İşe yarar adam demek kullanışlı adam demek.
Mâfevk tarafından tayin edilmiş istikamette en büyük me
Gördüğüm ve görülmesini umduğum husus insanların safeyi en kısa zamanda katetme başarısına talip olan rakip
birbirleriyle ve kurumlarla olan ilişkilerinin düzeyini in lerini geride bırakıyor. Bir de mafevkin her zaman işe yara
sanların hakikatle, insanların Yaratıcı'larıyla ilişkilerinin mak için hazırladığı, bazan yedekle beklettiği ve bazan da
düzeyiyle karıştırmaları tehlikesidir. Bir müslümanın iyi işi yürüteni kızıştırmak için yetiştirilmiş elemanlar var.
liği emretmesi asla kendinden menkul bir buyruğun teza Bunlar da hep pürüz çıkaran veya işe yaramakta yavaş ka
hürü değildir. Aynı şekilde bir müslümanın itaati ancak ha lanın yerini doldurmak üzere el altında tutuluyor.
kikatin tecellisi ile bağlantılı olduğu oranda gerçekleşebi
len veya meşruiyyeii bariz olarak bilinen bir kabul, bir rı Böylesine "al gülüm-ver gülüm" düzeni içinde hiç bir
zadır. Kısacası, müslümanların gerek insanlarla ve gerek işe yaramayan yazılar yazmak ve işe yaramaz adam olmak
se eşya ile olan münasebeti itikadı bir dolayımdan geçmek özelliğini üstlenmek yalnızca doğru bildiğini yapmaktan
sizin kurulamayacak mahiyet taşır. İslâm kaynakları tara doğan bir iç huzurunun dışında insana işe yarayan adamla
fından meşruiyyeti teyid edilmemiş bir anlayışla emretme rın düştükleri tuhaflıklar karşısında bir keyif de veriyor.
ye yeltenmek ve aynı anlayışla itaate gitmek insanları "işe Ama işe yaramazlığı bir eğlence olsun diye benimsemekle
yarar” hale getirir. Ama kimin işine? ilgisi yok içinde bulunulan durumun. İşe yaramazlığı seç
mek insan şerefine sahip çıkmanın da bir belirtisi. Çünkü
İşe yarar veya işe yaramaz oluşumuz büyük ölçüde kullanışlı adamlar etten kemikten robotlar olmanın ötesin
siyasî sonuçları itibariyle önümüze gelen bir mesele. Nite de bir şahsiyete kavuşmuyorlar. İşe yaramaz adam olma
kim hayatımızın düzenlemesinde verilen emirler ve bu nın kazancı kişilik kazanmaktan da öteye varıyor. İşe yara
emirlere itaat siyasî yapı dolayısıyla karşımıza çıkıyor. maz yazılar yazanlar işe yaramaz çalışmaları yürütenler
Bugün siyasî çerçevede bütün işe yarar adamlar emrcuncyi dünya sisteminin hegemonyasının nüfuz edemediği bir
bilen ve itaat etmeyi bilen kimselerdir. Dünya ölçüsünde alanı büyüterek önce müslümanlara, sonra bütün insanlara
finans kuruluşlarının ihdas ettiği bir emir-komuta zinciri yeryüzünde bulunmanın kaybedilmiş mânâsını izah etmiş
yürürlükte. Her /aman sisile-i mcralip gözetilmemiş bile oluyorlar. Ben bu izahattan hiç bir şey anlamadım diyenler
olsa emir alan ve emir veren; itaat eden ve itaat edilen iliş kolaylıkla gidip itaat edilecek bir merci, kendi emirleri altı
kisi içinde kurulmuş bir düzenin şartları siyasî yapıda yer na alabileckleri uyruk bulabilirler. Ama işe yaramaz adam
almak için birer ön şart niteliği kazanmış durumdadır. lar kendilerini islâh ediciler gibi gösterip yeryüzünde fesat
çıkaranlardan biri olmadıkları için emretmeyi kabul etme
Yapının bu bariz özelliği gözler önünde bulunduğun
yecek ve insanın dünyada bulunuş gayesine ters düşen
dan siyasî mekanizmada kendine bir yer edinmek isleyen
herkes bilerek ortaya atılıyor. En iri kivim olanın emirlere itaati reddedecekler.
26 27
Yalnız müslümanlar değil, kâfirler de korku ve ümit
arasındadır. Mesele korkunun ve ümidin kaynağının nere
de bulunduğudur. Kâfirler mâfevkten korkar ve
mâfevkten ihsan ümid ederler. Müslümanların içindeki
Allah korkusu insanoğlunun kaderine duyduğu ilgiyle irti
batlıdır. Müslümanların Allah’tan ümid kesmeyişleri dün
ya sisteminin işine yaramadıkları halde, bu sistemin işe ya ÇIKAR YO L/Ç IK M AZ SOKAK
ramaz addettiği unsurlar sayılmaları yüzünden üstünlükle Bşkalarını bilmem, ama ben sadcce vardığım bazı so
rinin hiç bir zaman ellerinden alınamayacağı sebebiyledir. nuçları bir başkasına aktarmak üzere yazılar yazıyorum.
Çıkar yolun hangisi olduğunu keşfetmenin sorgu sual ge
rektirmez makamına kurulup başkalarına yol gösterme ça
basına girmiş değilim. Bu anlamda emretme iddiasını ken
dimden uzak tutabildiğime inanıyorum. Öte yandan, öğ
rendiklerim ve yaşadıklarım yardımıyla nerelerde çıkmaz
sokak bulunduğu hususunda fikirlerim var. Yazılarımın
konusunu bilhassa bu fikirler teşkil ediyor. Çıkar yolu bul
duğu zanıyla, insanlara zihninde hitama ermiş vargıları ak
tararak başkalarını sevketmek isteyenlerin, bir kısım insa-
na veya bütün insanlığa rehberlik edcbilccck mevkiye_ge-
genlerin söylediklerinde hangi çıkmaz sokakların farkedi-
lebilecegi hususunda fikirlerim var. Bu anlamda kendimi
itaatten uzak tutabildiğime inanıyorum. Yazar olmak çıkar
yolu bilenlerden biri olmak demeye gelmez. Yazıları ilgiy
le izlenen bir yazar, belki çıkar yolu arama ehliyetini ele
geçirdiğini gösterebilmiştir. O kadar. Yazılarının ilgiyle
izleniyor oluşu çıkar yolu arayan başkalarının kendilerine
bir dert ortağı buluşlarından kaynaklanır. Hepsi bu. Neden
bu iş böyledir?
Çünkü bir insandan diğerine iyilik sözle ulaşmaz. Nerde
kaldı ki yazı gibi sözün soyutluğunu alabildiğine arttırdığı
bir araç bu işi yapabilsin. Sözle iyilik vaadedebiliriz, sözle
29
28
insanları teselli edebilir, yatıştırabiliriz. Bu yaptıklarımı Sözle sadece yardım istenebiliyorsa ve elle ulaşmayan
zın gerçekten iyilik haline gelmesi, ancak vaadimizin yeri yardım sahicilikten mahrumsa, yazarla okurun durumları
ne getirilmesi, tescilimizin boşa çıkmaması, teskin elliği nın ilk düşündüğümüzden oldukça farklı bir tarzda anlaşıl
miz insanın o hususta gerçek tatmin imkânlarına kavuşma ması gerektiğini düşünmeli değil miyiz? İşini yalnızca ya
sıyla mümkündür. Eğer böyle olmazsa, sözle iyilik niyeti zıyla yürütebilen yazar olsa olsa imdat isteyen mevkiide
ne yapılanlar, izale etmek istedikleri kötülükten daha beter olabilir. Bu mesele kültürün merkezinde yer alan bir mese
belâlara vesile olurlar. Hatta yaptıkları yıkıntıyla birer belâ le olarak anlaşılmalıdır. Bir toplumun düşünceyle ilişkisi o
olurlar. Söz, sadece söz olarak kalmazsa ancak iyiliğe dö toplumun hayatiyetinde düşüncenin yerini vazgeçilmez
nüşebilen sayan bir ortamın tesis edilip edilmediğiyle ortaya çıkar.
Buna mukabil, sözle bir insanı uğraması muhtemel bir Eğer toplum düşünceyle içli dışlı olacak kişileri seçkin kıl
zarardan sakındırabiliriz. Düşeceği kötü durum konusun mışsa, sözkonusu toplumun düşünce dünyası zenginleşme
da bir insanı uyarabiliriz. Sözün yaşayışımızdaki dolaysız fırsatı bulmuş olur. Bu yönüyle ele alındığında bilimsel
etkisi böylece belirir. Yani sözle bir şeyi fiilen "yapmış" araştırmalardan felsefi yayınlara, edebiyat çalışmaların
olmasak bile, sözle bir şeyi yıkılmaktan "korymuş" oluruz. dan siyasi düşüncelere kadar zihin faaliyetlerini esas kabul
İşini sözleri ortaya dökerek yapan yazarın durumu düşün eden alanların hepsinin ancak muhafaza altına alınmakla
dürücüdür. Acaba bir yazar okuyucularına yardımcı olabi yaşayıp gelişebilen alanlar olduğu kolayca anlaşılabilir.
lir mi? Hiç sanmıyorum. Yukarıda söylediklerime uygun Düşüncenin rahatça gelişip serpileceği ortamı bizzat dü
olarak şöyle diyebilirim: Bir yazar okuyucularını uğrama şünce üreten kişilerin kurup koruyamayacağı bilinirse, bir
sı muhtemel zararlara karşı uyanda bulunabilir. Okuyucu düşüncenin canlanması konusunda imdat isteyenin "düşü
nun gerçekleştirmeyi düşündüğü işler hakkında gücünü nen" olduğu ve yardım elini uzatacak olanın da o düşün
ceyle ilişki kurmaktan bir yarar sağlanacağına inanan çev
toparlamasına katkıda bulunabilir. Yine de gücü ona ulaş-
re olduğu anlaşılır.
tıramaz. Bir yazann eli okuyucusuna ulaşamaz. Çünkü dil
le yerine getirilen şey hiçbir zaman elle yerine getirilenin Diyebiliriz ki eğitim kurıımlarının toplumu çekip çevir
yerini tutamaz. Tehlikede olan biri "imdat" diye bağırabi mek gibi bir güç göstermesi olacak iş değildir, ama kendi
lir. Sözle, dille yardım istenebilir yani. Yardım çağrısını al ne çeki düzen vermek isteyen bir toplumun eğitim kuram
larının sağlık şartlarını temin etmek elindedir. İlköğretimi
mış ve imdada yetişmek isteyen insan dille ne yapabilir?
sağlam esaslara dayanarak kurulmuş ve yerinde bir işleyiş
Belki o da "dayan, geliyorum" diye bağıracaktır. Bu haykı
gösteren toplumda bütün sınıf vc zümreler arası üretken
rışın gerçeklen yardıma dönüşmesi için, vaadinden cay
bağlantıyı kurmak kolaylaşır. İlk öğretim kurumlarınm
maması gerek. Gerçekten gelirse yardım yerine ulaşmış doğru ve sağlıklı çalışması konusunda titizlik göstermek
olur. Yalancı çıkarsa belki sıkıntıda olanın başının çaresi topluma düşer. Bu titizlikten mahrum oluş o toplumun
ne bakmasını geciktirdiği için tehlikeyi artırmış bile olabi kendi mevcudiyeti hakkında bilinçten mahrum oluşunun
lir. göstergesidir. Aynı şekilde üniversitelerin veya yüksek
30 31
öğrenim kurumlannın adlarına yakışır biçimde üst düzey hareket etmeye zorlayan dünya sistemi tarafından başany-
deki düşünce alanlarında etkinlik göstermeleri o toplumda la kullanılmıştır.
yalnızca günübirlik işleyişine duyarlık gösterilmekle ka
İnsanın düşünceyle bağlantısı pratik ihtiyaçlar dışında
lınmadığını, sözkonusu toplumun dünya toplumlan içinde
hangi amaçlar gözönüne alınarak kurulabilir? Bu sorunun
güzide bir yer edinmek üzere çabaladığını belli eder. Eğer
cevabı düşüncenin mahiyetini bilmekle verilebilir ancak.
toplum veya toplumdaki etkili çevreler bu kuramların ken
Düşünce tıpkı erdem gibi amacı kendine dönük bir değer
dilerine yakışır bir özellik kazanması için özel çaba harca
dir. Yani üst düzeyde düşünmeye kavuşmuş olmak artık alt
mıyorlar ve gerekli tedbirleri almakta umarsamaz davranı
düzeyde kalmamış olmaktan başkaca bir amacı istihsal et
yorlarsa kendi düzeylerini belirtmiş ve seçkinlikten uzak
kaldıklarını itiraf etmiş olurlar. Toplumun eğitim kuram mez. Yine de bu sonucun gösterilebilir bir değeri olmalı di
yebilirsiniz. Nitekim vardır. Bir toplumun, bir çevrenin,
larıyla bağlantısının bir paralelini yazar okur bağlantısı is
tikametinde de çizebiliriz. Yazar okurunu seçemez, ama bir insan kümesinin üst düzeyde düşüncelerle bağlantı ku
okur yazarını seçebilir. Böylece okur hem neye liyakat racak işlenmişliğe ulaşması o tüplümün, o çevrenin, o in
san kümesinin diğer toplumlar diğer çevreler, diğer küme
kesbettiğini göstermiş olur, hem de neyi beslediğini göste
rir. ler arasımla kendine kimsenin elinden alamayacağı bir yer
açması, kedi alanını inşa euniş bulunmasıdır. Düşünceyle
Dile getirdiğim hususlar akla, insanların düşünceyle üst düzeyde bağlantı kurmayı başarmış bir toplum yalnız
ilişkilerinin pratik ihtiyaçlar düzeyinde ele alındığı izleni kendi sağlamlığını güvence altına almış olmakla kalmaz,
mini verir gibi. Oysa ne bir toplumun eğitim kuramlarına aynı zamanda başka toplumların, başka çevrelerin, başka
verdiği yer, ne de yazar okur bağlantısının sonunda elde öbeklerin alanlarında da bir çözülmeye, bir dağılmaya se
edilmesi düşünülen şeyin pratik ihtiyaçların giderilmesi bep olur. Çünkü bir ilgi odağı olma başarısına ermek o
olmadığı ve bilâkis bu alanlarda gösterilen titizliğin bütü merkeze ilgi duyanların bir önceki irtibatlarını gevşetme
nüyle insanın kendi haysiyeti ve sahip olduğu mânâ ile lerini zorunlu kılar.
bağlantılı olduğu kesinlikle bilinmelidir. Düşünceyle bağ
lantısını pratik ihtiyaçlar seviyesinde ele alan toplum veya Gelişmeye açık ve yükselmeyi gözeten düşünce bağ
çevreler sonunda kurdukları yapının bir mekanizmaya lamışını yakalamış olan toplum, çevre, öbek artık çıkmaz
vardığını ve böylece kendilerini anlamak, kendi mahiyet sokaktan dönmüş ve çıkar yola girmiş sayılır. Çıkar yol
leri hakkında kapsamlı bir kavrayışa ulaşmak yerine güç- herkesin ilgisini çekecektir. Çıkmaz sokak ise herkesin
lüler tarafında kullanılabilen bir işleyişe vardıklarını far- içinde korku üretir. Düşünceyle ilişkimizde biz insanlara
kedecektir. Lâik Türkiye'de en aşağıdan en yukarıya kadar çekici gelen sadece çıkar yolun bulunması ve çıkmaz so
bütün eğitim kurumlan devletin pratik ihtiyaçlarını göze kaktan kurtulunması olgusudur. Temel yapımızda bu yön
terek devreye sokulduğu ve üzerinde yapılan bütün deği
arama, doğrultu tespit etme, kıble bulma duygusunu taşı
şiklikler aynı pratik zaruretleri sürekli olarak gözönüne
yoruz. Dilimiz de içimizdeki bu aslî duygunun ifadesine
alarak yapıldığı için günümüze kadar Türkiye'yi bir yönde
uygun kılınmış. Meselâ şu iki ibarenin tersini söylcyemi-
32 33
yoruz: Çıkar yol / çıkmaz sokak. Yani hiçbir zaman çıkmaz rın elde ettiği başarılara hayatını bağlayan kimselerce
yol, çıkar sokak demiyoruz. Çıkmaz yol denemiyor, çünkü "mutlak doğru" sayıldı. Yani hiçbir bilim adamı bu benim
yol ancak yüründüğü zaman yol olma özelliğine sahip. Bir bir yaklaşımımdır deme gereğini duyarak bilimle meşgul
yol her zaman bir yere çıkar yeter ki yürünsün. Yürünmesi olmadı. Yirminci yüzyılda bilimin kurulabilecek muhte
içinse yürüyenin olması gerek, işte insanların insanlarla mel düşünce alanlarından yalnızca biri olduğu anlaşıldıysa
bağlanüsı bir yol açmaklığı yüzünden doğru bağlantı özel da vakit çok geç olmuş ve yerküre bilimin mutlak doğru
liği kazanabilir, insanların düşünceyle ilişkisinde yürüne kabul dilmesiyle uğranılan değişmeleri yaşar hale gelmiş
cek yolun oluşması birinci sıradaki hadisedir. Bir yazarın ti. Günümüzde bilimin mutlak doğru olduğunu varsayma
yürünmemiş yolu göstermeye yeltenmesi sanırım ki onun nın bir çıkmaz sokak olduğu görülmüştür, ne var ki hayatın
yalancılığının kanıtından başka bir şey olmaz. O halde, bir' düzenlenme tarzı ile herkes içinde bulunulan durumun acı
yazar ancak yolun yürünebilir kılınmasında okurundan larıyla karşı karşıyadır. Bilim hiçbir zaman "senin bilimin
yardım bekleyebilir. Okurun bir yol yürümeye liyakatini sana, benim bilimim bana" demediği ve her farkettiği ger
taleb edebilir. çeği pratik çıkarlar elde etmek üzere uygulamaya koyduğu
için yani teknolojiyi ürettiği için insanlığı bir çıkmaz soka
Dilimizde çıkmaz sokak gibi bir ifade yer aldığı halde,
ğa itmiştir.
çıkar sokak demiyoruz. Çünkü sokak bir şehrin içinde ya
şayanların denetiminde ve sadece belli bir işe yaraması Oysa din daha başından "senin dinin sana, benim dinim
için, sınırlı bir amaç hesaba kaülarak inşa edilmiştir. İnsan bana” demiştir. Burada bir görecelik, bir izafiyet öne çıka
lar düşünceyle ilişkilerinde böyle bir usûl kullanmazlar. rılıyor zannına kapılmak ifadeyi yanlış anlamlandırmk
Yani düşünce insanları belli kalıplarda dondurmak üzere olur. Din yürünmeyen yolun çıkar yol olmadığını bize öğ
bavşurulan bir insan etkinliği değildir. Elbet düşünce belli retiyor. Bir yolun ancak o yolu yürüyerek katedenler tara
sınırları gözetir, ancak onun yürünebilir bir yol olması fından yol kılındığını ve böylelikle yürüyenlerin çıkmaz
na,şeriat içinde bulunmasına yetecek bir tedbirdir bu. Oysa sokaktan çıkışı bulabildiklerini anlamamız, biz insanların
gerektiğinde "çıkmaz" olan sokak önceden kapatılmış bir önce yeryüzünde bulunuşumuzun ne anlama geldiği husu
alan içinde pratik çıkarları üretmek üzere tesis edilmiştir. sunda iüninan sahibi olarak bir yola girebileceğimizi anla
Çıkar yol ile çıkmaz sokak arasındaki fark bize belki din ve mamızı kolaylaştırıyor. Birdin içinde yer alışımızı pratik
bilim arasıdaki farkı da açıklayabilir. ihtiyaçlar gibi bir sebebe bağlarsak veya kalkış noktamız
bu olsa bile o noktadan çıkar yola varan geçişi yapamamış
Avrupa'da 17. yüzyıldan itibaren felsefesi ve teorik ça
sak yalnız kendimizi çıkmaz sokakta bulmakta kalmayız,
lışmalarıyla belirmiş bulunan bilim tıpkı bir şehrin sokak
aynı zamanda gözle iletişim kurduğumuz insanlara yalan
larının tesis edilmesi gibi kendini önce denetim altına alı
söylemiş, eğer onların bizden bir beklentisi varsa bunu bo
nabilecek alanlarda hükmünü yürütebilecek esaslara daya
şa çıkararak onların zarara uğramasına vesile olmuş olu
narak kuruldu. Yirminci yüzyıla gclininceye kadar bilim
ruz.
bu alanda çaba harcayan insanlar tarafından ve bu insanla
34 35
Düşmanın yeri mi dedik? Bir mekândan, bir mahalden
sözediyoruz öyleyse. Şiarımızda da "dışarı” ve "içeri" gibi
yer bildiren kelimeler geçiyor. Düşman nerede diye sora
cağız madem, önce yerler hakkında biraz bilgilenelim. Sö
zünü cuiğimiz yer bir anlayış mekânı, bir kavrayış mahalli
dir. Dünyanın bugünkü düzeninin deveranında sahip olu
nan yer ve bir insan olarak dünyada bizi bir anlam sahibi kı
ÇIKABİLİRSEN ÇIK, lan yer. Bu iki yer hakkında belli bir anlayışa, keskin bir
GİREBİLİRSEN GİR kavrayışa ulaşmamız gerek. O zaman nereden çıkılacağı
Şiarımız (sloganımız) şöyle: Dışarı çıkabilirsen çık ve nı, nereye girileceğini farkedebiliriz. Ancak o zaman düş
içeri girebilirsen gir; ama kendini dışarı attırma ve kendini manın nerede olduğunu görebiliriz. Demek ki iki ayrı yer
içeri tıktırma. Ne anlaşılıyor bu sözlerden? Öncelikle insan sözkonusu ve fakat her iki yer yek diğerinin alanını etki al
olma şerefine sahip çıkmayı öğütleyen sözler gibi görünü tında tutuyor. Bu yerleri elden geldiğince basitleştirerek
yor bunlar. Hayatımızla ilgili kararı başkalarına ve bilhas açıklamaya gayret edelim.
sa güçlülere bırakmamamız gerekliğini söylüyor. Gücünü
Bir dünya sisteminin tahakkümü altında yaşıyoruz. Bu
sarf et, ama israf etme diyor. Yapabileceğin bir şey varsa
söz doğruysa kurtulmak istediğimiz şeyi bulduk sayılır.
onu yerinde ve zamanında yap. Seni istiskal etmelerine
Bir bakıma nereden çıkmamız gerektiğini bildiğimizi id
meydan verme ve kuşatıldığın /.aman kuşatmayı yar. Bu
dia edebiliriz. Dünya sisteminin hegemonyasını kurduğu
öğütleri almak bir şey, ama bu öğütleri lutmak başka bir
yerden çıkmamız gerek. Ama nereye? Bildiğimiz kadarıy
şey. Bir çok kişi aldıkları öğüdü tutamamanın bir mazereti
la dünya sisteminin hegemonyası bütün yer küreyi kapla
ni bulabilir. Yap diyorsun, ama bakalım bu yapılabilir bir
mış durumda. Adı üstünde bu hegemonyacı güç, sistemini
iş mi? Şakird böyle bir itirazla gelirse, ustası da ona şunu
dünya ölçüsünde yaygınlaştırabildiği için böyle anılıyor.
söyler: Yapmak istemediğin için ne kadarını yapabileceği
Demek ki dünya sisteminin tahakkümünden kurtulmak
ni farkedemiyorsun. Eğer yapmak isteseydin gücünü bunu
için kendimize bir coğrafî bölge seçme imkânına sahip de
yapmaya yetip yetmeyeceğini sormadan önce, ne kadarını
ğiliz. Hicret'i daha derinden kavrama mecburiyetiyle yüz-
yapabileceğini denerdin ve belki de görürdün ki giriştiğin
yüzeyiz. İşin tuhaf taralı dünya sistemi hegemonyasını, ta
iş bitmiş, başarılmış bile. Sparta Kralı Agis'in sözünü hatır
hakkümünü ortaya imtiyazlı coğrafi alanlar çıkarak kuru
lıyorum hemen: "Dövüşülecek ne kadar düşman var diye
yor vc yürütüyor. Daha doğrusu sistem yayılmasını tahak
sormamalı, ancak düşman nerede diye sormalı." Bir yolu
küm ilkesinin geçerli olduğu ilişkileri ihdas ederek tamam
nu bulup dövüşten kaçmak isteyen için düşmanların sayısı
lıyor.
bir mazeret olabilir, ama düşmanın üstüne atılmak isteyen
için gerekli bilgi düşmanının yeri olsa gerek. Günümüzde dünya sisteminin imtiyazlı alanı Kuzey
Amerika, yani ABD vc Kanada'nın belli zengin bölgelcri-
36
37
dir. Dünya sisteminin yan imtiyazlı alanı Batı Avrupa ve için bazı kararlar alırlar. Bu kararlar uygulayacak olan sıra
Japonya'dır. Geri kalan bütün alan sistemin denetimi altın sıyla bir alt basamaktan sonuncuya kadar bütün mekaniz
da bulunan "çevre" yani "dış" bölgeleri kapsar. Sistem, madır. Aşağı mevkidekiler kendi geçimlerini temin ede
çevre ülkelerden her tür değerin ve/veya sistemin ayakta cek mali gücü ve kültürel değeri ele geçirmek ve/veya mu
kalmasını temin ettiği kabul edilen değerli şeylerin imti hafaza edebilmek için yukanda alınan kararın uygulayıcısı
yazlı alanlara taşınması, akianlması sureliyle işler. Bu işle olmak durumundadırlar. Yani üstten alla verilen emir şu
yişi kaim kılmak için bir iktisadi-askeri-kültürel kompleks dur: Yaşamak istiyorsan sistemi çalıştır. Bu emre itaat
hareket halindedir. Sistem hem imtiyazlı bölgelerde, hem eden aynı emri bir alımdakine verir ve ilh. Böylece dünya
de çevre ülkelerde aynı mekanizmanın çalışmasını sağla sisteminin "çevre" insanları "merkez” insanların istekleri
mıştır. Bu mekanizma hiyerarşik bir hegemonya ilişkisi doğrultusunda kendilerini dışarı attırmış ve içeri tıktırmış
nin yukandan aşağıya kurulması demektir. Yani her yuka- olurlar. Karar verme ihtiyarının dışına atılmışlar ve veril
ndaki birim bir altındakini kendi sözcüsü, temsilcisi, ajanı, miş kararların doğurduğu mekanizmanın içine tıkamışlar
yürütücüsü durumuna sokmuştur. Böylece imtiyazlı böl dır.
gelerin dışında olmak, (dışına atılmak) mekanizmanın dı
Acaba dünya sisteminin bugünkü işleyiş düzeninde mc-
şında kalmak anlamına gelmez. Sistem bütün bölgeleri hi
kainzmanın dışına çıkmak ve karar verme imtiyazını ele
yerarşik bir irtibata icbar ettiği için aynı mekanizmanın iş
geçirecek alanın içine girmek için bir yol, bir usul var mı?
lediği yer küre üzerinde bir alan diğerine göre daha kârlı,
Evet, var. Hem de bir değil iki yol var böyle amaçlan ger
daha kolay kazançlı duruma getirilmiştir. Ncw York'ta ya
çekleştirebilmek için. Birinci yol dünya sisteminin ayakta
şamak Berlin'de yaşamaya göre daha elverişlidir. İstan
durmasını temin eden değerleri bir emri yerine getirmek
bul'da yaşamak Konya'da yaşamaya göre daha elverişlidir.
üzere değil, o değerlerin kendi ehemmiyetlerine binaen
Maraş'ta yaşamak Andırın’da yaşamaya göre daha elveriş
üretmek. İkinci yol dünya sisteminin hayatiyetine hizmet
lidir. Bu yüzden insanların büyük çoğunluğu şu veya bu se
etmeyen farklı değerler üretmek. Demek ki sistemin üzeri
beple nispeten çevre sayılan bölgeleri terkedip daha mer
kez durumundaki alanlara kayma eğilimindedirler. Orada mizdeki tahakkümünü iki usulle ortadan kaldırabiliriz.
bazı şeyleri hazır bulacaklarını düşünürler ve bu düşünce Hegemonya ya içinden zorlanarak berhava edilecek veya
leri sistem taralından doğrulanır. dışından söndürülecek.
Dünya sistemi tahakkümü altında tuttuğu insnlan imti Demiştik ki dünya sistemi kendi işleyişini kaim kılmak
yazların dışına atar ve fakat mekanizmanın içine tıkar. için bir iktisadî-askerî-küllürel kompleksi hareket geçir
Gerçek imtiyaz karar verme yetkisidir. Bu yetkiyi kullana mektedir. Bu kompleks de hiyerarşik bir yapıya ihtiyaç
bilmek için bazı malî ve kültürel güçleri elde tutmak gere göstermektedir. Dünya sisteminin üzerimizdeki tahakkü
kir. Sistem yukarıdan aşağıya hiyerarşik bir düzende işle müne son verebilmek için, sözkonusu hiyerarşiye doğru
diği için üst makamları işgal edenler kendi durumlarını pe dan karşı çıkmaksızın ve fakat bu sıralanmada kendi yeri
kiştirmek, daha zengin, daha güvenli şartları ele geçirmek mizin kendi kaynaklarımıza dayanarak korunmasını sağ
38 39
lamak yolunu seçebiliriz. Hususen Türkiye gözönüne alı yişi öngören, dünya sisteminin askeri boyunduruğu karşı
nırsa şu sözler söylenebilir: İktisadi yönüyle Türkiye 1838 sında değişik bir direniş odağı oluşturacak bazı hazırlık kın
Ticaret Anlaşmasfndan bugüne yaşadığı tecrübelerin ka yürüten ve kültürel değerler bakımından dünya sistemini
zanç ve kayıplarını gözönüne alarak hangi meseleleri nasıl ayakta tutan bakış açılarını etkisiz kılmaya dönük temel
çözebileceğini dair bir programı serbest piyasa ekonomisi değerlere dayanan yoldur. Hususen Türkiye gözönüne alı
şartlan altında uygulamaya koyabilir. Bunun için bir mo nırsa, bunun adı şöyle konulabilir: Dünya sisteminden çık
del ithal etmesi gerekmez, bilakis bir model üretmesi zo mak İslama girmek. Genel bir teori geliştirip bütün top-
runludur. Zaten bir model ithal etmesi demek dünya siste lumların Islama girmesinin dünya sisteminden çıkış yolu
mi tahakkümünü bütün sonuçlarıyla kabul etmesi, bir mo nu bulması anlamına geleceği iddia edilebilir. Benim bura
del ürütmesi demek ise sistemin içinde kalmayı ancak ta da bu genel teoriyle bir alıp vereceğim yok. Zira önümde
hakkümün dolaylı yoldan gcrekleşmcsini sağlayacak ba (Türkiye'de yaşayan herkesin önünde) açık seçik bir vakıa
şarıya ermesi demektir. Meselenin askeri yönü iktisadi ya duruyor. Biliyoruz ki, Türkiye'nin dünya sistemine duhulü
pı hakkında söyleneceklerden daha net bir görüntüyü ge ancak süreç içinde ve derece derece İslamdan uzaklaşmak,
rektirir. Türkiye'nin hangi askeri ittifak içinde olmasından bir bakıma İslamdan çıkmak, irtidad euııek sureliyle ger
çok, askeri güç bakımından kendi varlığına güvenip da çekleşmiştir. Dünya sisteminin hegemonyası altında yaşa
yanması ön plana çıkar. Sistemin içinde olmak bir şeydir, dığımız doğruysa, bunun izalesi en azından Türkiye için
ama sistemin içinde varlık gösterebilecek vasıta ve İslama yönelmekle mümkün olabilir. İnsan oluşumuz bize
imkânlara sahip olmak başlı başına bir şeydir. Kültürel ba hilkat taralından bir maddî gerçeklik olarak verilmiş değil
kımdan mesele dünya sisteminin etkinliğini pekiştiren he dir. Yani insan olmak bir biyolojik türe mensup.olmak an
gemonyaya malzeme olabilecek kültürel değerlerin yay lamı taşımaz. Daha keskin bir yargı olarak şunu söyleyebi
gınlaşmasına hizmet edip etmemekte düğümlenir. Dünya liriz: Erekleri dışında insan yoktur. İnsan sadece erekleri
sisteminin imtiyazlı alanlarındaki kültür değerlerini kendi içinde varlığını anlamlandırabilen bir yaratıktır. Acaba in
vasıllarındaki besleyici tarafı işlemek üzere ele almakla, sanın ereklerini neler oluşturur ve belirler? İnsanın erekle
bu değerlere boyun eğilmesini icbar edici "kolonizatör" rini belirleyen onun hemcinsleri içnide tuttuğu yer olsa ge
yaklaşım arasındaki seçim Türkiye'yi sistem hegemonya rek. işte bu yere varmak, bu yere girmekle insan "insan"
sını ağır bir yük olarak üstlenmekle, bu hegemonyadan çı olur. Giderek şöyle demeli: İnsan ancak ailesi, yaşama gü
kış için kendi gücünü toplamak seçimini yapma durumuna cünü kazandığı çevresi, kavmi, milleti, toplumu, devleti
sokar. içinde anlam sahibi olabilir. Dünya sistemi insanın anlamı
Dünya sisteminin hegemonyasına son venııek iizer onu nı ve mevcudiyetini bu saydıklarımızdan yalnızca sonun
içten zorlamak bir yol olarak gözönüne alınabilse bile, bu cusunun yani devletin çizdiği çerçeve iç inde,’ devletin be
yolun gerçeklik kazanması ancak ikinci yolu esas kabul lirlediği ölçüler tahtında sunuyor. Lâkin bu nasıl devlet?
eden bir yaklaşımla mümkün olabilir. İkinci yol bugünkü Bir kavmin, bir milletin kendi kimliğini ifade etmek üzere
dünya sisteminden esas bakımından farklı bir iktisadı işle ve o milletle yer alan insanların kendi kişiliklerini bulmak
40 41
üzere inşa ettikleri bir devlet mi? hayır. Dünya sistemi yu tiyazlı alanlara girebilecek gücü gösterebiliriz ve hem de
karıda dile getirmeye çalıştığımız imtiyazlı alanların hiye eleştiriyi gündeme getirme farklılığını ortaya koyabildiği
rarşik bir yapıyla korunmasını öngören dünya devletini in miz için dünya sisteminin hegemonyacı boyunduruğunun
san anlamına bağımlı kılıyor. Belçika, Pakistan, Türkiye dışına çıkabilme ihtiyarını elimizde tutarız. Müslüman
gibi devlet "görünümlü" organizasyonlar yalnızca dünya oluşumuz ve müslüman kalışımız buna yeter.
devletinin bir katmanında yer alan aygıüardan ibaret.
42 43
mekanizmasındaki tahakkümü, zihinler üzerinde bir zihin
çalışmasının üstünlüğünü kurmak suretiyle haklılaştırdı
veya haklılaşmış gibi gösterdi. Ve nihayet Turgut Özal gi
bilerin dilinden çevrecilik ve benzeri kelimelerin dökül
mesinden anlıyoruz ki dünya sisteminin beyni artık çevre
ciliği ultra-gerici bir kavram haline'getirmeyi başarmıştır.
46 47
ler sözkonusu olunca dünya sistemi bir sindirim sistemi gi
üzere ortaya atılıp savunulan ve sonra "resmî" görüş haline
bi çalışıyor. Ne zaman ki imtiyazlı bölgelerin çıkarları söz
getirilen eğilim vc yaklaşımlar hayatın tek boyuta indir
konusu oluyor işte o zaman dünya sistemi bir sinir sistemi
genmesine matuftur, insanların hayatından ahirel boyutu
ne benziyor, örgüüer eliyle nişan aldığı yeri vuruyor. Ama
nu çıkarmakla tahakkümünü daha kolay devam ettireceği
her zaman ateşli silahlarla değil. Çoğu zaman IMF, Dünya
ni bilir. Bu yüzden dünya sisteminin beyni bütün gelenek
Bankası gibi örgütleri kullanarak denetimi altındaki böl
sel kültürlere, otantik inançlara düşmandır. Günümüz dün
gelerde tahakküm operasyonları düzenliyor.
yasında esasını muhafaza etme gücünü göstermiş tek gele
neksel kültür, yegane otantik inanç İslâm çerçevesinde - Bu bakımdan NATO'nun fazlasıyla özel bir yeri var.
kaldığı için de modern dünya sisteminin beyni İslâm'a doğ NATO bir askeri pakt ve fakat savaşmamaya yemin etmiş
rudan cephe almıştır! Bu durumun ilginç sonuçlar doğru- gibi. Kapitalist Batı ile Komünist Doğu daha 1950 yılında
duğunu belirtmeliyiz. Sistemin beyni İslam'a düşman vc Kore'de karşı karşıya geldiklerinde (NATO 1949'da kurul
bu yüzden her İslâm düşmanı kaçınılmaz olarak dünya sis muştu) Batı'nın kullandığı örgüt NATO değil, yine tıpkı
teminin ordusunda yer almak zorunda kalıyor. Yani bir Körfez harekatında olduğu gibi Birleşmiş Milictlcr'di.
yerde İslâm düşmanlığı gördüğümüz zaman burada siste 1956'da Sovyet tankları Macaristan’a, 1968’de Çekoslo
min emrinde bir unsur bulunduğunu akla getirmeliyiz. vakya'ya girdiklerinde NATO kılını kıpırdatmadı. İşin tu
haf tarafı Doğu Bloku'nun çökmesiyle birlikte kuruluş ge
Şimdi ilk sorumuza dönebiliriz: Sistemin lodrlan her işi
rekçesi ortadan kalkan NATO dağılmıyor. Hatta daha ctkli
bırakıp kendilerini çevrecilikle uğraşmaya mı verdiler?
bir askeri güç durumuna geçmeye çalışıyor. Güçlü bir ordu
Elbette, hayır. Sistemin beyni bizzat kendisi çevrecilikle
var, savaşmıyor, üstüne üstlük düşmanı yok; bu NATO ne
uğraşmıyor. Onun yaptığı denetiminde tuttuğu insanları
yin nesi? Askeri görünüm altında bir siyasi birlik mi? Yok
çevrecilikle uğraştırmak; böylece insanların gerçek
sa siyasi bir ittifakın üniformalı bir tezahürü mü? Hem biri,
imkânlarını ellerinden almak. Sistemin beynini en çok
hem diğeri. Ancak iki halde de göründüğü gibi değil.
kendi güvenlik alanlarını sağlama almak meşgul ediyor.
Bu bakımdan insanlar üzerinde yaygın etkide bulunan ide Dünya sistemi imtiyazlı bölgeleri ihdas eder etmez Ku
olojileri değil, etkisini nişan aldığı yerde hissettirebilecek zey Atlantik Paktı kuruldu, ama o zaman adı daha NATO
örgütleri ön sıraya koyuyor. Son Körfez harekatında gör değildi. Kolonyalistlerin içlerinde hangi menfaat çatışma
düğümüz neydi? Birleşmiş Milletler Teşkilatı tamamen sın! yaşarlarsa yaşasınlar topluca dışa karşı yani sömürge
sistem adına hareket elti. Milli vasıllarını koruma gayre leştirdikleri bölgelere vc sömürgelerini ellerinden almaya
tinde olan devletler bile ancak sistemin değirmenine su ta yeltenecek güçlere karşı yekvücut oldukları gizli birlik
şırlarsa olayları lehlerine çevirebileceklerini düşündüler. NATO kurulmadan önce de vardı. Bu yönüyle Rusya vc
Hatta durum biraz daha feci sayılırdı. Çünkü milli endişe Almanya meselenin özü itibariyle NATO dışında idiler.
leri olan devletlerin asıl korktukları sisteme hizmet etme Dikkal ederseniz Almanya NATO'ya Türkiye'den bile
miş olmaktan dolayı sistemin hışmına uğramaktı. İdeoloji sonra, 1955'te katılmıştır. İtalya ise İkinci Dünya Sava
48 49
şı'nın mağluplarından biri olmasına rağmen NATO'nun
sinlik kazanmadı. Çünkü Islami tutumların içinde çeşitli
kuruluşundan beri içindedir, çünkü bu ülkenin tarihi konu
özlem ve beklentilerin tohumları aynı anda bir arada bulu
mu gizli birlikten istifadesine imkân verir. Farkedilmesi
nuyordu. Yansıtılan İslâmî davranışlar hem doktriner en
gereken şudur ki NATO'nun ne elinde tuttuğu askeri güç,
dişelerin, hem milliyetçi yaklaşımların, hem halktan yana
ne hukuken bünyesinde yer alan devletlerin sayısı bu
tedbirlerin, hem haksızlıklara karşı duruşların gereklerini
teşkilâün esas karakterini ele vermez.
yerine getirmek üzere ortaya konuyordu. Türkiye'de yaşa
Dünya sisteminin beyni muvâcchesinde NATO’nun te yan insanlar İslâmî tavırlarıyla bugüne kadar toplum ola
mel fonksiyonları ikidir: Birincisi inzibatî görev; yani bi rak yaşama iradelerinin ve varolma güçlerinin kararlılığını
zatihi NATO içinde yer almış ülkelerdeki sistem aleyhtarı göstermiş oldular. Ne var ki, gsöterilen bu kararlılık aynı
cereyanları söndürmek, mümkünse kökünü kazımak. Bu zamanda olgunlaşan bir programı ifade etmiyor. İşlenme
na bağlı olarak NATO içinde yer alan ülkelerin kendi baş ye ve istikamet kazanmaya elverişli bir birikimle hem iç
larının çaresine bakabilecek ordulara sahip olmasını önle içeyiz, hem karşı karşıyayız. Vardığımız bu noktada bir
mek. Andığımız fonksiyonları yerine getirmesi için NA yandan dünyada gerçekleşen değişmelerin önümüzde aç
TO'nun savaşa girmesine gerek yoktur, dışarda bir düşman tığı yollar bakımından, bir yandan da Türkiye'nin iç geliş
tayin etmesine gerek yoktur; iç düşman ona yeter. Bir za melerinin sağladığı yürüyüş hızı hesaba katılarak; önü
manlar iç düşman De Gualle Fransası idi» bugün belki müzdeki ilk onyılın bir kesin tercih dönemi olduğunu dü
Gensçher Almanya'sıdır, dünya sisteminin beyni işini bi şünebiliriz. Ülkemizdeki İslâmî tavır ya bir "İslâmî hare
52
53
Ne oluyor kardeşim? Yukarıdaki soruların neden olum
toplumun hayatında yüzyüze geldiğimiz olayların tek an
lu veya olumsuz tek cevabı yok? Türkiye’de seçkinler de
lamlı, tek boyuüu, tek yönlü olmadığını farketmekten iba
ğişecek mi diye soruyoruz. Hem değişecek, hem değişme
ret. Başımıza neler geldiğini ancak bu kapsayıcı anlayış
yecek diyoruz. Bu değişme içten mi dıştan mı olacak diye
içinde kavrayabiliriz. Hemen demokrasi tarihimizin dö
soruyoruz. Hem içten hem dıştan diye cevaplandırıyoruz.
nüm noktalarındaki çelişkilere dikkatlerimizi çevirerek
Bunlar çelişkili sözler değil mi? Bize bir tek dümdüz cevap
durumumuza bir bakalım:
lâzım. Hiç de değil. Bize bir tek ve dümdüz cevap gerekti
ğini düşünenler başından beri şikâyetçi olduğumuz tutumu 1950-1960 arasnıdaki DP dönemi Türkiye'nin Batı'ya
sergilemekten başka bir iş ortaya koymazlar. Başımıza ne açılarak, genel olarak kapitalizme, özel olarak dünya siste
ler geldiğini bilemeyenler dümdüz cevap peşinde koşarak mine teslimiyetin bir tezahürü mü idi? Yoksa Türkiye'nin
kendileri eleştirme yetkisini kullanan güçlü odakların kendine mahsus dinamikleri harekete geçirerek dünya sis
oyuncağı olmuşlardır. Çelişkiyi göze alacağız. Çünkü ba temi içinde, bu sisteme darbe vurmaya dönük bir milliyetçi
şarmaya niyet ettiğimiz bir veya birçok iş var. Çelişkisiz kalkışmanın başlangıcı mıydı? Hem biri, hem diğeri. DP
kalmaya özen gösterenler, aynı zamanda bulundukları dönemi düzene uygun bir müslüman tipinin doğmasına mı
yerde durmaya çabalayanlardır. Hayatın kendisi bir zıtlaş sebep oldu, yoksa düzen karşısında kendi şahsiyetini koru
ma, çatışma ve savaştır. Yapısında hiç bir zıtlık, çaüşma ve yup sonunda Türkiye'yi İslâmî bir dönüşüme uğratacak
savaş barındırmayan bir tek gerçek, gerçeklik ve doğru bi müslüman tipinin tohumlarını mı ekti? Hem birini yaptı,
liyoruz: Ölüm. hem diğerini. 27 Mayıs 1960 darbesi Türkiye'de Kemaliz-
min yeni şartlarda ihyasına mı yaradı, yoksa Kemalizmdcn
Yaşayan insan, yaşayan toplum çelişkileriyle mesafe hareketle yeni hedefler gözeten unsurların bir daha geri dö
kateder. Hayatiyete sahip düşüncenin de içinde zıtlıklar, nemeyecek bir tarzda Kemalizmc dirsek çevirmelerini mi
çelişkiler, çatışmalar ve üstelik iç çatışmalar vardır. Bir bu zorunlu kıldı? İkisini de aynı anda üstelik aynı yöntemleri
çatışmaları aşma çabasıyla kendimiz için iyi olana ulaşma uygulayarak başardı. 12 Mart 1971 müdahalesi Türki
ya gayret ederiz. Migucl de Unamuno'nun bir sözünü hatır ye’nin dünya sistemine uydu kılınmasında kararlı bir adım
lıyorum: "Eğer bir insan" diyor İspanyol düşünürü. "Ken atılmasını gerçekleştirdi mi? Yahut aynı müdahale siyasi
disiyle asla çelişmiyorsa, bunun sebebi onun hakikatle hiç çözümlerin dar kadrolarda aranması çabalarına son vere
bir şey söylemediği olsa gerektir." Şimdi bu sözü duyduk rek dünya sisteminden kurtuluşun halka yaygın beklentile
diye kendimizi bütün tutarlı davranışlardan uzaklaştırıp, rini mi canlandırdı? İkisini de yaptı. 12 Eylül 1980 harekatı
gönüllü olarak çelikşiler içine mi salacağız? Neden öyle Türkiye’de islâmi bir hareketin doğmasına müsait zemini
yapalım? O zaman tıpkı çelişkiden kaçarak kendimizi kö tahrip mi etti, yoksa düzene uygun müslümanların tasfiye
türüm kıldığımız gibi, çelişki tek gerçektir deyip aynı ata
sini kolaylaştıran bir uygulamayla tslami dönüşüme lal ip
leti ters yönden davet etmiş oluruz. Yapacağımız şey gerek
müslümanların daha sağlıklı karar verip daha güvenli bir
tek insan olarak kendi küçük dünyamızda, gerekse bütün
yol bulmalarına sebep mi oldu? Elbette bunların biri oldu
54
55
ğu kadar diğeri de oldu. Bugün bütün bu çelişkili gelişme oldu) yoksa pompanın Türkiye’de kurulduğu bir kan dola
lerin hasılasını taşıyan bir durumu üstlenmek zorundayız şımı şeklinde mi? İslâmî dönüşümün gerçekleşmesi ikinci
ve elbette yeni çelişkilere açık da olsa yürünecek bir yolu ihtimalin de gerçekleşmesidr bir bakıma.
göze alacağız. Büyük müslüman çoğunluk 1945 yılından
İslâmî tavır, bugüne kadar batılılaşma, lâiklik, Sömür
bu yana Türkiye'nin İslâmî bir dönüşüme elverişli bir ko
geleşme, sömürge kültürünü yüceltme karşısında müslü
numa geçmesi için üzerine düşeni yaptı. Bundan sonra ka
man toplumun temel tercihlerinin nasıl biçim alacağıyla il
zançlar ya zevkle yaşanan bir köleliğin sermayesi haline
giliydi. Bu tavrın devamı Türkiye'de İslâmî bir hareketin
dönüşecek veya bu kazançlar istihsal edildiği topraklara
doğmasına yetmez ve gerekli kılmaz. Bugünden itibaren
geri dönccek. —
İslâmî tavır müslüman toplumun beklenti! rrinin hangi
Günümüze kadar Türkiye'de yaşayan müslümanlar bü mecrâdaycnldcn nasıl biçim alacağıyla ilgili olmak zorun
tün dünya müslümanlarının sorumluluğunu üstlenerek dadır. Bu yapılmadığı takdirde yalnızca Türkiye'de İslâmî
belli bir birikimi sağladılar. Yeryüzünde en batılılaşmış tavrın sönümlenmesi sonucu doğmaz, aynı zamanda Tür
kültürü İslâm kaynaklarından en çok koparılmış ve 27 yıl kiye'nin dünyadaki yerinin silinmesine varacak gelişmele
lık tek parti dönemi boyunca inançları ve inançlarına uy rin de başlangıcı yaşanır.
gun davranışları baskı altına alınmış, yıldırılmış bir müslü
Türkiye'deki İslâmî tavır ülke çapında bir genişliğe sa
man kitle, kendi mevcudiyetiyle ülke çıkarlarının aynı
hip ve aynı ölçüde etkinliğini gösterebiliyor; ama bu tavır
doğrultuda olduğunu gösterebilecek bir kıvama ulaşmış
belli bir yönde hareketi sağlayacak bir yoğunluğu elinde
tır. Dünyanı hiçbir yerinde müslüman yığınlar Türkiye’de
bulunduramıyor. Çünkü İslâmî tavır yaygınlığı ve müesse-
olduğu gibi dünya sisteminin mancvralarnı inançlarının
riyeti içinde kendi başını üretememiştir. Bu durumun ken
gereği olarak saf dışı etmek gibi bir zorlukla karşı karşıya
disi de, eğer durumu menl’ı adededersek çözümü de bir çe
kalmamıştır. Çünkü bizim ülkemiz dışında müslümanlar
lişkiyi, bir çok çelişkiyi ihtiva ediyor. Türkiye'deki İslâmî
inançları yönlendirilerek baskı altında tutulmuşlar, Türki
tavrın bir İslâmî harekete dönüşmeyişinde ve dolayısıyla
ye'de ise her İslâmî tavır dünya sistemi karşısında bir mu
kendine bir baş üretemeyişinde bugüne kadar üst konumda
kabil başarıyı gerektirmişür. Bu başarılar Türkiye'nin çev
bulunanların altlarında "söz dinleyen" kalabalıklar bulun
resine bakılarak görece bir üstünlük arzcımcsine yol açtı.
masını arzulamalarının büyük payı var. Belki de başa baş
Dünya sistemi önce Doğu Avrupa'yı çökertti, ardından Or
eğmeyenlerin gönüllüce başlarına buyruk olmaktan çık
ta Doğu'yu. Bu düşüş öylesine bariz ki Türkiye yörede bir
malarını sağlayacak olgunluğa varmaları bu çelişkiyi ç ö
ada gibi duruyor. İşte bu noktada dünya sistemi Türkiye'yi
zecek. Yani ancak söz hakkı olanların söz dinlediği bir or
de elindckini kendi lehine kllanamaz bir konuma sürükle
tamda İslâmî tavır İslâmî hareketJıaline gelecek ve değiş
yecek bir yola itme çabasındadır. İşte buradaki çelişkiyi
me Türkiye'yi İslâmî dönüşüme götürecek.
kavramak zorunluluğu karşımızda: Türkiye dışa açılımını
kan kaybı şeklinde mi yürütecek (ki bugüne kadar böyle
56 57
red karan vermek mi kaldı? Tam olarak böyle değil, ama
bu noktadan fazla uzakla sayılmayız. Türkiye’deki müslü-
manlara dünya sisteminin devesini gütmek ve/veya deve
nin güdülmesine yardımcı olmak, katkıda bulunmak teklif
ediliyor. Üstelik bu teklif pek yeni de değildir. Cumhuriyet
tarihimiz cumhuriyetçi kaldığı sürece emperyalistlerin de
vesinin güdülmesinde Müslümanların edilgin ve boyun
eğici katkısını taleb ederek yaşandı. Demokrasi tarihimiz
BU DEVEYİ GÜTMEYECEĞİZ VE demokratik kaldığı sürece müslümanlara emperyalistlerin
BU DİYARDAN GİTMEYECEĞİZ devesini güttürdü. Böyle oldu, zira şimdiye kadar şartlar
dünya sisteminin dayatmalarının ülke yönetimi bakımın
Altını ısrarla çizmek gereği duyduğumuz sonuç şu: Tür
dan ağırlıklı kabul edilmesine elverişliydi. Şimdi ise şart
kiye Cumhuriyeti'nin altmışsekiz yıllık, Türk demokrasi
lar farklı. Dünya sisteminin Doğu Avrupa'yı çökertecek di
sinin kırkbeş yıllık tarih ülkemizdeki müslümanlan ve ül
namikleri harekete gcçirecck gücünün ve Orta-Doğu’yu
kemizin Islâm'la bağlantısını bir karar aşamasına getirdi.
dize getirecek silahlarının Türkiye sözkonusu olduğunda
Bugüne kadar yaşadığımız siyasi, sosyal, iktisadi vakıalar
etkisinin sıfıra müncer olduğunu söylemek mümkün. Tür
dolayısıyla bir dönemi geride bırakıyoruz. Belki insanoğ
kiye'deki müslümanlara daha önceleri "ya bu deveyi güde
lunun geçtiği her evrede, geçirdiği her değişiklikte kendini
ceksin, ya bu diyardan gideceksin" denilebiliyordu. Artık
bir karar verme durumunda bulduğu söylenecektir. Dola
şöyle deniyor: "Madem bu diyardan gitmiyorsun, şu bizim
yısıyla insan her zaman "bir dönemi” geride bırakabilecek
deveyi güt bari". Vereceğimiz karar emperyalistlerin de
bir serbestiyi elinde tutar haldedir. Yine de, verilecek kara
vesini güderek, onların zengin hizmetkârı olmakla, başı
rın ağırlığı, vehameti, etkisi bakımından bütün zamanlar
mıza buyruk efendi olmayı seçme arasında...
birbirine eşit değil. İnsan her zaman verebileceği kararın
elverişli şartlarına yakın olmayabilir. Acaba Türkiye’deki
Doğu Avrupa rejimleri kolayca çöktü. Çünkü bu yöne
müslümanların geldiği karar aşamasının karakteri nedir?
timler halkın rızasına dayanmayan sentetik yapılara sahip
Verilecek kararın şartları nelerden oluşuyor? İçinde bu
li. Oria-Doğu ülkeleri hem siyasi kadroları bakımından
lunduğumuz zaman parçasının ayırıcı vasfı vereceğimiz
hem de ahalinin beklentileri itibariyle kolayca dize getiril
karar ve bu karara etki cdecck şartların içiçe geçmiş olu-
di. Çünkü sözkonusu bölgede hiç bir zaman toplumların
şundadır.
yaşama iradesi devreye girmemişti. Kısacası, Osmanlı
Sözü dolandırmaya gerek yok: Vereceğimiz karar ülke klasik çağında ulaşılan en geniş sınırların üzerinde kurul
yönetiminin sorumluluğunu üstlenip üstlenmeyeceğimize muş olan çağdaş devletler arasında biri -Türkiye- hariç
ilişkindir. Diyeceksiniz ki, ülke yönetimi biz müslümanla- dünya sistemine organik tepki gösterme imkânını elinde
ra tepsi içinde sunuldu da, şimdi bize bu teklifi kabul veya tutan devlet yok. Türkiye’nin de bu imkânını kullanıp kul
58 59
devrimi ve bu ikisine bağlı olarak ateşli silahlarla donatıl
lanamayacağını henüz bilmiyoruz. Bu konudaki kararı
mış ordulara sahip olması sonucunda dünya sistemi karşı
kim verecek? Verilen karar hangi istikamette olacak? Ya
sında ciddi bir engel olarak duran müslüman devlete ülti
şayan görür.
matomunu verdi: "Ya bu deveyi güdeceksin, ya bu diyar
Bir yandan bir çöküşü yaşarken, diğer yandan kurulma dan gideceksin." Tarihte bu hadiseye Tanzimat adı verilir.
sı hızlandırılan yeni dünya düzeninden medet uman Doğu Osmanlı devleti gücünü korumak, topraklarını kaybetme
Avrupa ve Orta-Doğu'nun irili ufaklı devletlerinden Tür mek için sistemin reform tekliflerine boyun eğmiş olsa bile
kiye'yi ayıran özellik kabaca iki noktada toplanabilir: Dış müslüman kimlikten sıyrılamadı. Yani deveyi istenildiği
ilişkileri bakımından Türkiye dünya sistemiyle zıtlaşma gibi güdemedi. Bunun sonucu Avrupa'daki topraklarının
nın ekseni olmaktan hiç bir zamap çıkmamıştır. Üzerinde elinden alınmasına vardı. Bir diyardan gidildi. Asya top
yaşadığımız toprakların müslüman kimliği dünya sistemi raklarının elde tutulması ancak "ümmet" anlayışına sadık
için her zaman halledilmesi zaruri bir mesele olarak kal kalmakla mümkündü. Ne var ki bu da devenin güdülme-
mıştır. Birinci nokta bu. Fakat ikinci nokta olmasaydı andı mesi anlamına geliyordu. Böylece bugün üzerinde yaşadı
ğımız bu özellik önemini kaybedecekti. Türkiye'nin ayırı ğımız toprakların dışındaki diyardan gidilmesi kaçınıl
cı vasfa sahip olmasını sağlayan ikinci nokta iç dinamikle mazdı.
rini sadece müslümanlık aracılığıyla harekete geçirebili
Dcmk ki bugün üzerinde yaşadığımız topraklarda "kalı
yor uluşudur. Müslümanlık seviyesinde organik bir yapıya
şımız" deveyi güunekle yakından alakalıdır. Türkiye'de
kavuşma başarısını gösteren Türkiye dünya sistemiyle iç
yaşayan insanların İslâm kültüründen kopartılması deveyi
ten içe de zıtlaşıyor. Cumhuriyetçi bir tutumla dünya siste
güdüyor Almanın teminatı yerine geçecekti. Türkiye
mi ile Türkiye arasındaki dışa sızan çatışma yokedilmck 1923'tcn 1945'e kadar dünya sisteminin tekerleğine taş
istenmesine rağmen ve demokratik bir tulumla Türki koymayan bir siyaset güunc titizliğini ispat ile vakit geçir
ye'nin dünya sistemi eline bırakılmış bir işleyişi uygulama di. Dünya sistemine zıt gitmemek demek metropol ülkele
sı sağlanmış olmasına rağmen bu ülke sistem açısından ra rin imtiyazlarına halel gelmeyecek yenileşmeleri yürürlü
hatsız edici bir pürüzdür. ğe koymak demekti elbetıe. Seçilen hedefler dünya siste
minin hegemonyasından nisbeten zarar gören Batılı ülke
Bugün dünya sisteminin iktisadi şartları düzenlemek
lerin hedefleriyle ister istemez paralellikler gösterecekti.
üzere kurullar oluşturması, her yeni durumda yeni kararlar
Bu yüzden 1917'de Rusya'da iktidara el koymuş bolşcvik-
almak mecburiyetini duyması ne anlama geliyorsa; onbe-
lerin, 1922'de Roma’ya yürümüş olan İtalyan faşistlerinin
şinci yüzyıldan onyedinci yüzyılın ortalarına kadar Avru
ve 1933'te seçimle iktidara gelen Nasyonal Sosyalist A l
pa'da toplanan konferansların, barış anlaşmalarının Türk-
manların uygulamalarından etkilenen bir rejim Türkiye’de
lcre karşı tedbirleri tartışıyor olması aynı anlama geliyor
dünya sisteminin devesini güttü. Güçlü, mütehakkim bir
du. Yani dünya sisteminin ana vatanı kendi hayatiyetiyle
devlet, zayıf ve fakir bir millet. Yirmiycdi yıllık tek parti
müslüman bir devletin etkinliği arasındaki zıtlaşmayı en
yönetiminin özeti budur.
başından göze almıştı. Kapitalizmin hakimiyeti, sanayi
61
60
Demokrasi uygulaması İkinci Dünya Savaşı sonrasın siyasi tavrın dışa vuruşudur. Dahası da var, Türkiye'de top
daki siyasi ortamın bir dayatmasıydı. Türkiye’de devenin lumun iç dinamiklerini harekete geçiren İslâmî tavır bili
‘ğüdülmesine engel olmayacak bir tedbirler pakeliyİe se nen müslüman grupların etkinliklerinin ve benim veya bir
çimlere gidildi. Alınan tedbirler ne olursa olsun Türkiye’de başkasının kurguya dayalı İslâmî anlayışının üstünde bir
yaşayan müslümanların bir kez manevra alanı bulmuş ol bileşkeyi gündeme getirmektedir.
maları toplumun iç dinamiğinin harekete geçmesine yol Türkiye'nin iç dinamiği müslümanların sosyal hayat
açtı. Türkiye’de iç dinamik dolaysız bir biçimde İslam’la, içinde daha etkin, daha çok imkânı kullanır hale gelmele
bu toprakların müslüınan kimliğe kavuşmasıyla ilgiliydi. riyle harekele geçiyor ve bu hareketliliğin billûrlaştığı dü-
Müslümanlık Osmanlı yönetimi boyunca iç dinamikte yo şünce-davranış alanı müslümanlıktır. Türkiye'de ülke ça
ğunlaşmış değildi. Daha ziyade devlet örgülüne bir çerçe pında yaygın tasavvuf eğilimli gruplar var: Çok sayıda
ve sağlamak ve ordu ile halkın irtibatını kuran bir ideolojik Nakşibendi meşrebini benimsemiş olan ve sayıları o dere
gerekçe sağlamak üzere işleyiş gösteriyordu. Tek parti hü cede yüksek olmayan Kadiriler. Aralarındaki bölünme
kümranlığı süresince etkinliğini gösteren cumhuriyetçi günden güne artsa da sayıları oldukça kabarık Risale-i Nur
dönemde müslümanlık devlet karşısında milletin türdeşli talebeleri hesap dışı tutulamayacak bir yekûn teşkil ediyor.
ğini ve yckvüculluğunu bilinç kalına çıkardı, işte demok Birgivi Mchmed’ıen bir tek satır okumamış olsa da Kadıza-
ratik uygulama başlar başlamaz bu bilinç eyleme dönüştü. dclilerin adını hiç işitmemiş bile olsa onların çizgisini de
vam ettiren binlerce insan ülke sathında İslâmî etkinlikle
Buraya kadar üzerinde yaşadığımız, topraklarla ve bir
bulunmaktan geri durmuyor. Bu grupların herbiri bir diğe
likte bulunduğumuz insanlarla bağlantılı müslümanlıkıan
rini bariz bir biçimde etkiliyor ve bunlar tek tek veya birlik
defalarca söz ettim. Sözü edilen bu müslümanlığın neyi
te İslâmî tavra uzak düşen insanları etkiliyorlar. Ama ne
işaret etliği sorulabilir. Türkiye'de farklı müslüınan grup
olursa olsun Türkiye’de dikkat çeken ve Islâm düşmanlan
lar var ve gerek ülkemizde gerçekleştirilmesi beklenen de
taralından endişeyle karşılanan İslâmî tavır belli bir gru
ğişmeler ve gerekse tarihin yorumlanmasında bu gruplar bun, meşrebin, doktrinin kendini ortaya koymasından ve
oldukça farklı yaklaşımlara sahip. Türkiye'de iç dinamiği gitıikçe güç kazanmasından doğmuş değil. İslam düşman
harekete geçiren müslümanlık dediğim zaman bunlardan larını korkutan lopyekün bir siyasi talebin kendini dışa
biri veya birkaçını mı kastediyorum? Yoksa kendi müslü- vurmuşolmasıdır. Her ne kadar bu siyasi lalep RP dolayısı-
manlık anlayışımın yürürlükteki yaklaşımlara tekaddüm la bir yoğunluk gösterse de, bütün siyasi tercihlerde ağırlı
etmesini mi ön görüyorum? Hayır, ne ülkemizdeki müslü- ğını hisscitirecek ölçüde belirgin. Bu yüzden müsiümanla-
man öbeklerin biri veya birkaçı Türkiye'nin iç dinamikleri rı ve müslümanlığı istismar etmesi esas uğraşlarından biri
nin temsilcisi olma ağırlığına sahipıir, ne de ben zihnimde haline sokmuş olan ANAP bile dünya sistemiyle iyi ilişki
lerini sağlamlaştırmak için müslünıanlara ve müslümanlı-
kurduğum bir İslâmî çerçeveyi geçerli ve üstün kılmak için
bir teori ortaya koyuyorum. Türkiye ile müslümanlığın ğa karşı tedbirler almak mecburiyetini aralıksız hissedi
yor.
bağlantısı bunların hepsini içine alabilecek genişlikte bir
62 63
Siyaset sahnesinin aldatıcı görüntülerini aşarak mesele sidir. Üstelik bunu ülke aleyhine alınan kararlan her fırsat
yi kavramaya çalıştığımızda olayın Türkiye'deki iç dina ta lehe çevirme çabasını terketmeyerek sağlamıştır. Henüz
mikle dünya sistemi arasındaki çatışmada odaklandığını bir müslüman yönetimimiz yok; lâkin bunun pek yakında
farkederiz. Müslamanlıkla özdeşlik gösteren iç dinamik gerçekleşmesini önleyecek unsurlar da ortada görünmü
önce dünya sistemi tarafından verilen talimatlara tepki ola yor. Türkiye'nin İslâmî bir yönetime kavuşmasını hedef
rak canlılık kazanıyor, sonra da toplumun sosyal ve iktisa saptırarak önlemenin çareleri araştırılıyor. Bunun bir ör
di yapısına müdahale şeklinde tezahür ediyor. Müslüman neğini Türkiye Cumhuriyeti kanunları muvâcehesinde
lık dolayısıyla ortaya çıkan canlılık ve müdahale eğer dün cumhurbaşkanlığı mevkiinde bulunan zatın sunduğuna şa
ya sisteminin muhafızları, sözcülcri tarafından kendi kaçı hit olduk: Bu zat yirmibirinci asrın bir Türk asn olabilece
nılmaz yönünden saptırılmayacak, elde edilen birikim ğinden bahsediyor. Buram buram dünya sistemi mutfağı
dünya sisteminin sıhhati lehine boşa harcanmayacak olur nın kokulannı getiren bu sözleri ciddiye almak mümkün
sa Türkiye'nin haysiyetli ve verimli bir yaşama yoluna ko mü? Eğer böyle bir ihtimalin ciddi dayanakları olsaydı bir
yulacağına kesin gözüyle bakılabilir. Çünkü kırkbeş yıllık Türk yetkilisi düşmanlannı ürkütmemek için asla böyle bir
demokrasi tarihimiz boyunca Türkiye müslümanları bü ifadeyi ağzına almazdı. Nitekim Almanya'nın birleşmesi
tün engellemelere ve sert kesintilere rağmen lâik tezleri arefesinde Alman yetkililer yirmibirinci asnn bir alman as-
hem teoride, hem praükıe iflas ettirmiş; toplum haynna bü n olmayacağını, yirminci yüzyıl gibi onun da bir Amerikan
tün etkinliklerde katkısını esirgememiş ve toplumu fantazi asrı olacağını vurgulamak zorunluluğunu hissettiler. Zira
tasarılara kurban etmeye çalışan bütün girişimleri güdük hedeflerinin saptınlmasından, Almanya'nın gücünü topar
bırakmıştır. Böylece Türkiye Cumhuriyetinin elinde sağ lamasına engel olacak tedbirlerini hızlandırmasından
lıklı bir yapıya kavşuma çabalarında müslümanlıktan baş korktular. Ama Türkiye'de ülkenin en büyük mülki maka
ka dayanabilecek bir değer kalmamıştır. Bu canlılık ve atı mının şâgili rahal rahat yirmibirinci asrın bir Türk asrı ola
lım gücü karşısında dünya sistemi hesabına çalışanların bileceğini telâffuz edebiliyor.
yapabileekleri tek şey kendi durumlarını sağlama almak
Diyeceksiniz ki, ona bakma, o eskiden beri böyle sözler
için müslümanların geliştirip su yüzüne çıkardığı değerleri
etmeyi pek sever. 1982 yılının Ocak ayında Başbakan Yar
yozlaştırmak, soysuzlaştırmak olabilir. Denenmekte olan
dımcısı iken "Türk mucizesi 1982 yılında yaratılacak" de
da budur. memiş miydi? O günden bu yana nelerin gerçekleştiği gö
Her ne kadar siyasi dönüşüm yaşamadıysa da günümüz rüldü. Altı oyulmuş ANAP iktidarı bir kandırmaca peşinde
de müslümanlıkla Türkiye insanının geleceğe açılımı şim nefes tüketiyor. Yirmibirinci asır Türk asrı olacakmış!
diden kenetlenmiş, iç dinamizm kırkbeş yılda böyle bir Türkiye’de önemli bir atılım gözlemlenebilir, ama bu dün
mutabakatı sağlamıştır. Orta-Doğu ülkelerinden, Balkan ya sisteminin sahte cennet vaadi ile ilgili bir olay değil.
ülkelerinden, Latin Amerika ülkelerinden Türkiye’nin far Sahte ve saptırılmış bir hedefle bizden kopartılmaya çalışı
kı bizim ülkemizin üç yüz yıllık dünya sistemi dayatmala lan ne? Yürütülen politikaları eleştirmekten geri durma
rını, yarım asırda boşa çıkarma başarısını göstermiş olma- mız isteniyor. Güçlü bir İslâm odağının ülke şartlarına va
64 65
ziyet etmesinden korkuluyor. Yani müslümanlar Türki
ye'ye organik bir işleyiş getirme yoluna girdiler. Bunun bir
verimli sonuç hasıl etmesi engellenmek isteniyor. Bizim
bu diyardan gitmeyeceğimiz kesinleştiğine göre, dünya
sistemi aldatmaca yoluyla ve rica minnet kendi devesini
güttürmeye çalışıyor. Ne istiyorlar bizden? Birlik ve bera
berlik. Biz müslümanlar olarak elbette birlik ve beraberlik
çabalarını göstermekten geri durmuyor ve üstelik bunda LAİKLİK BİTİNCE NE BAŞLAYACAK?
olumlu sonuçlar da elde ediyoruz. Ne isteniyor bizden?
Türkiye’de islami bir dönüşümün yaşanması demek,
Güçlü bir hükümete destek vermemiz? Niçin güçlü bir hü
kümet kurma fırsatımızı, aleyhimize çalışan güçlü bir hü cumhuriyetin kuruluşundan ondört yıl sonra bir anayasa
hükmü olarak benimsenen laiklik ilkesinin bütün boyutla
kümeti destekleme adına terkedelim? İslâmî bir dönüşüm
rıyla elden geçirilmesi demektir. Artık laik olmayan Türki
ertesinde kurulacak hükümet ve hükümetler zaten güçlü
ye nasıl bir Türkiye'dir? Son yirmi yıllık siyaset literatürü
olacaktır. Neden deve gütme hükümetlerinin gücüne kat
müzde böyle bir sorunun cevabı koskocaman ve uğultulu
kıda bulunalım. Bizi bu diyardan sökemeyceklerine göre
bir boşluk. Laik olmayan Türkiye nasıl bir Türkiye olabilir
develerini de güttüremcyecekler.
sorusunun cevabı büyük bir susuş ve koskoca bir boşluk,
çünkü verilmek istenen uygun bir cevap önceden hazırla
namamış. Çünkü müslüman çoğunluğun siyaset sahnesin
de etkin temsilciler buluşu doğrudan doğruya İslâmî bek
lentileri hayata geçirme endişelerinden değil, İslâm düş
manlarının bir yenilgiyi tatmalarından ve toplumun yaşa
ma iradesini ortaya koyuşundan ötürü. Türkiye'nin siyaset
sahnesinde müslümanların bulunuşu dünya sisteminin on
lara uygun bir rol vermek üzere bazı unsurları istihdam
ediyor oluşundan değil, kaçınılmaz bir vakıa bu. Üstelik
dünya sisteminin her dakika üzerinde bir operasyon düzen
lemek ihtiyacını duyduğu ve yönsüz bırakmaya çabaladığı
bir vakıa. Dolayısıyla Türkiye'de dünya sistemini hege
monyasına hizmet edenler "laiklik bilerse nc olur?" soru
sunu önce mümkünse sordurmamaya çabalar, kızarak so
rulmuşsa bunu duymazlıktan gelir ve susarak geçiştirir
ler.
66 67
Gerçi "laiklik biterse, ne başlar?" sorusunun telâffuz
edilmiş bir cevabı yok, ama bu yolduk içinde bir varlığı ba
belli bir tarihte yaptığı bir seçme bahis konusu değil. Belki
rındırıyor. Sorunun cevap yeri boş, ama bu uğuldayan bir
böyle olmadığı için etkili bir eylem bu. Kimilerine "toplu
boşluk. Hissedilen boşluğun uğultusu tarihten geliyor.
mun en özgür kesimi müslümanlardır" dedirtecek kadar et
Kendini bulmaya çalışan bir toplum, kendinden zorla ve
kili bir eylem. Müslüman çoğunluk dinini yaymak, toplum
baskı uygulanarak koparılan değerlerinin yeniden teces-
içinde kabul edilebilir kılmak için içinden çilekeşler üre
süm etmesi için gereken hazırlığın sıkıntısını yaşıyor. Sı
ten, sivrilmiş din önderleri çıkarmayı gözeten bir yolu be
kıntının büyük bir kısmı ise bilgi noksanlığından. Kendi
nimsemiş değil. Yapılanlar çok sayıda insanın benimsem-
nin dünyadaki yeri konusunda yarım asır boyunca haysiyet
diği davranış kalıplarını yaygınlaştırmak suretiyle yapılı
kırıcı bir ilgisizlik içine bırakılmış bir toplum ancak anlamı
yor. Buna bir de ekonomik gücün aynı oranda yaygınlaştı
sadece bazı sembollerin neye delalet ettiklerinin çözülme
rılması tutumunu eklememiz gerek. Yani müslüman ço
si suretiyle kavranılacak bir dille konuşmaya çabalıyor.
ğunluk kendi içindeki mali dolaşımı toplumun bütününde
Şimdilik Türkiye'de yaşayan müslüman halkın ne gerçek
etkinlik sağlayacak bir tarzda gerçekleştiriyor. Dolayısıy
ten "konuşma" aşamasına geldiğini ve ne de böyle bir ko
la müslümanlar Türkiye'nin bütün sathında imha edilmek
nuşmayı mümkün kılabilecek elverişli, uygun dili buldu
için yalıtılamayan, enterne edilemeyen bir kesim olarak
ğunu söyleyebiliriz. Diyeceğimiz büyük susuşun içinde
büyüyor. Sözkonusu büyüme, müslümanların protestosu
büyük bir uğultunun yer aldığıdır. Gündelik uygulama
nu İslâm düşmanlarının göze alamayışı noktasına kadar
içinde ”uğultu"nun belli başlı iki belirtisi var: Toplumun
varıyor. Defalarca tekrar ettiğimiz gibi Türkiye'de İslâm
büyük çoğunluğu, sınıf farkı, yöre farkı, etnik farklılık,
düşmanlarının ellerindeki yegane silâh müslümanları yan
cinsiyet farkı, yaş farkı gözetmeksizin İslâmî talim ve ter
lış yönlendirme gayrcücrinden, onları müslümanca tavır
biye için küçümsenemeyecek bir çaba gösteriyor. Elimde
larından saptırmak özlemlerinde ibarettir. Bu yüzden
karşılaştırma yapacak rakamlar yok, ama İslâmî yayınlar
İslâm düşmanları "laiklik bitince ne başlayacak" sorusunu
bakımından Türkiye'nin üstün bir yeri olduğu en kaba göz
müslümanlardan önce cevaplandırmaya ve böylece müs-
lemlerle bile anlaşılıyor. Ayrıca Türkiye müslümanlan de
lümanların tarihten gelen yönelimlerini saptırmaya çalış
neme yanılma yöntemiyle de olsa bir yaşama üslûbunu
maları beklenebilir.
keşfetmenin zorluğunu üstlenmiş görünüyorlar. Yani Tür
kiye'de din, Allah katında geçerli olan din, toplumun her İslâm düşmanlarının şimdilik laiklik sonrası Türkiye
kademesinde ve kesiminde ilgileri üzerinde toplayan bir konusunda açık anlaşılır bir cevabı yok. Sorulmasını iste
"değer”i teslim ediyor. Uğultunun belirtilerinden biri bu. medikleri bu soruyu zımnen ve ters bir yaklaşımla cevapla
ma durumundalar. Onlar henüz bütün kozlarını kullanma
İkinci belirti hayatın akışı içinde yadırganmayan bir
dıklarına inandıklarından ve dünya sistemini arkalarına
İslâmî eylem tarzının müslüman çoğunluk tarafından se
alarak Türkiye’deki zulüm düzenini idame ettireceklerine
çilmiş oluşuyla farkediliyor. Gprçi belli bir karar organının
olan inançlarını kaybetmediklerinden olsa, gerek bu mese
leyi laikliğin üstünlüğünü vurgulamak suretiyle çözmeye
68
69
veya lehlerine işleyen bir tarzda ele alınmasına çabalıyor diğerini söylemezsiniz. Daha da tuhafı laiklik ilkesini be
lar. İslâm düşmanlarına bakılırsa "lâiklik" Türkiye'yi Orta nimsemiş bir Türkiye'nin Osmanlı batılılaşmasını daha
Çağ karanlığından çıkarmış veya kurtarmıştır (!). Eğer bu ileri noktalara götürdüğünü de öne süremezsiniz. Yani
yargının yerinde bir yargı olduğunu kabul edecek olursak, lâiklik bir kurulu düzen savunucusu zümrenin tasfiye edil
aksini kabul etmemiz de kolaylaşacak, yani laiklik bitince mesi sonucunda değil, bilakis tanzimatlar, ıslahatlar, meş
Türkiye Orta Çağ karanlığına geri dönecek. Tarihi bazı ıs rutiyetler suretiyle yenileşmeyi uygulamakta olan bir kesi
marlama kalıplarla açıklama gayretlerinin oldukça kaba min görevsiz bırakılması sonucunda hükmünü yürütebil-
bir tezahürü olan bu yargı her şeyden öne Batı Avrupa tari miştir. Lâiklik yapılmakta olan bir işin terkcdilmcsini zo
hinin bütün toplumların tarihini anlama ve anlamlandır runlu kılmıştır. Ama acaba yerine bir başka iş koymuş mu
mada tek kalıp olduğu yanılgısına dayanıyor. Fransa’da dur?
klerikalizmin mağlup edilmesi, eşittir lâiklik, o da eşittir
Terkedilen iş modern Batı medeniyeti karşısında, bu
Orta Çağ dan kurtuluş. Eğer düşünceyi ve kendi hayalını
medeniyetle kültürel temelleri müşterek olmayan bir dev
ciddiye alan insanlar olmayı gözetirsek bu ve benzeri yak
letin varlığını koruma çabalarıdır. Bu çabalar '■erçevesin-
laşımların yetersizliğini çabucak kavramamız gerek.
de bilim anlayışından, hukuk anlayışına; edebiyatın yeni
Ismarlama kalıplarla düşünmeyi terketmek, ancak dü den biçimlenişinden, ailenin yeniden biçimlenişine kadar
şünmeye konu olan hususlarda gerçekleri hesaba katmakla bir çok tecrübe göze alınmıştı. Batı medeniyetinin başarı
mümkün. Biz müslümanlann layık olduğu tarz budur. He ları kuşku yok ki liberal, dindar, muhafazakâr ve pozitivist
men bakalım gerçekten laiklik Türkiye'yi nereden çıkar bütün Osmanlı batılılaşması yandaşlarının gözlerini ka
mış ve nereye sokmuş? Laikliğin Türkiye bakımından bir maştırıyordu. Ama bunlar içinde devletin selâmetini
siyasi ve bir kültürel anlamı var. Siyasi anlamı doğrudan umursamayan küçük bir azınlık dışında herkes Türki
doğruya Birinci Dünya Savaşı'nın mağluplan arasında yer ye’nin değişen şartlar karşısında bir senteze kavuşarak bu
alışıyla bağıntılı. Yani galiplerin dayatmaları Türkiye'de gücünü yeniden kazanmasını veya en azından dünya kültür
laikliği mümkün kılacak ön siyasi hazırlığın yapılmasını mozayiği (bu moda tabiri bilmeseler bile) içinde halın sa
sağlamıştır. Saltanat ve hilâfetin kaldınlması bu babtandır. yılır yerini korumasını bekleyen bir eğilimi yaşatıyordu.
Laiklik ilkesinin benimsenmesiyle birlikte yukanda sözü
Laikliğin Türkiye için kültürel anlamı ise gerçekleştirilen
değişikliğin "Osmanlı batılılaşmasının temin ettiği bir ze-' nü ettiğimiz sentez çabası tcrkcdildi. Terkedilen yalnızca
min üzerine oturmuş olmasıdır. Yani lâiklik ilkesini kabu scnicz beklentisi değildi elbet. Onunla birlikte dünya mil
lüyle birlikte Türkiye bir karanlıktan kurtuldu diyebilmek letleri içinde dikkate değer, hesaba katılır bir yer sahibi ol
için önce Osmanlı batılılaşmasının bir karanlık çağı temsil ma arzusu ve şevki de tcrkcdildi, söndü. Laiklik bütün bu
etliğini ileri sürmek, arkasından da Osmanlı baulılaşması- bırakılan hedeflerin yerini doldurmak üzere ne sundu top
na saltanat ve hilâfet makamlarının muhalefet ettiklerini luma? Baü siandartlannı bir bütün olarak Türkiye'de yaşa
iddia etmek zorunludur. Oysa bunlardan birini söylerseniz yan insanlara zorla giydirilmesi... Bau medeniyetine, daha
71
doğrusu dünya sistemine verilen mesaj: "Ben de senin gi gözlemim var. Benim iyi niyet gösterisi gibi, övgü gibi, bö
biyim"; Türkiye'de yaşayan insana verilen mesaj: "Sen de bürlenme gibi görünen sözlerimin temelinde şu gerçek yer
onlar gibisin.” Her iki mesajın da inandırıcı bir yanım ya- alıyor: Türkiye'deki müslümanların toplum hayaündaki
kalamak mümkün değildi elbet. Sonuç, güçlü düşmanları etkinlikleri tersinmez bir vakıadır. Tersinmez oluşunun
nın küçümsediği, alaya aldığı bir Türkiye. Dcvlet-millet açıklaması Türkiye'de organik toplum olma aşamasının
bölünmesinin ıstırap verici bir mekanizmaya dönüştüğü ancak sunnî müslümanlığın genel çerçeveyi çizmesiyle
bir Türkiye. gerçekleşebileceğinde bulunabilir. Eğertoplumların kendi
Bunca tercübe sonrasında lâikleşmiş bir Türkiye'nin ül organik yapılarına kavuşmalarına bir sağlık belirtisiyse
ke insanların Orta Çağ karanlığından kurtarmak yerine ül Türkiye’nin toplumsal sağlığına başka bir yoldan kavuşa
keyi cahili ve okumuşu, zengini ve fakiri, doğulusu ve batı- bileceğini iddia etmek sadece bir fuzuli heveskârlık olabi
lısıyla Modem Zamanlar'a mahsus bir şaşkınlık içine salın lir. Türkiye'de laiklik sonrasında İslâmî bir hayat biçminin
masıyla bir sonuca ulaşüğını söyleyebiliriz. Ulaşılan ger inşa edilmesine itiraz etmek, anladığım kadarıyla "sağlıklı
çekten bir SON-UÇ'tur. Böyle bir sonuca başka şartlar al toplum" düşüncesinin terkedilmesi gereğini vurgulamak
tında ve çok farklı tecrübelerden geçerek sosyalist ülkeler demektir.
de ulaştılar. Ne var ki onlar uğradıkları şaşkınılğı kültürel Bugün bir susuş ve boşlukla karşılanan "laiklik bitince
temellerini paylaştıkları Batı medeniyeünin türdeşleşme ne başlayacak" sorusunun müslümanlar tarafından verile
adına sunduklarını gecikmiş de olsa bünyelerine uyarlaya cek cevabı İslâm düşmanlan tarafından belirlenmiş bir ze
rak atlatabilirler. (Belki Çin özel konumunu korumakla de mini de ortadan kaldırmayı gözetecek bir cevap olmalıdır.
vam eder). Dünya üzerindeki devletler arasında laikliğin Hcrşcyden önce meselenin olduğu yerde kavranılmasını
SON-UÇ haline geldiği tek ülke Türkiye. Çünkü yalnız teklif ediyoruz. Bir: Lâiklik ilkesinin yürürlükle oluşu Tür- V
Türkiye'de müslümanlar modem zamanların hayatlarını kiye'nin yaşayan insana düşünce katında, davranış alanın
kasteden dayatmaları karşısında önce mevcudiyetlerini da ve ilişkiler bütünü içinde bir zihin açıklığı, bir eylem
korumayı başarmışlar, sonra yeni şartlarda hayata müda doğrultusu ve yaşama tarzında belirginlik sağlamış mıdır?
halenin bir yolunu bulmuşlar ve nihayet topluma sunacak Yoksa düşüncede şaşkınlık, davranışta çarpıklık ve ilişki
bir yaşama uırzını temsil ettiklerini belli eden bir olgunlu lerde samimiyetsizlik lâiklik ilkesinin hükümranlığı ile
ğa ermişlerdir. birlikte daha çok ağırlık mı kazanmıştır? İki: Türkiye'de
lâiklik ilkesi bir sosyal gereklilik temeline sahip midir?
Müslümanların Türkiye'deki durumunu bir iyi niyet be Yoksa mutlak bir politik gerekliliğin uzantısı mıdır? Yani
lirtisi olarak abarttığımı, haksız bir övgüye meydan verdi Türkiye'nin bu ilkeyle alış verişi kendi iç meselesi olarak
ğimi veya olmasını istedğim şeyi olmuş gibi gösterme gay- kalabilir mi? Üç: Lâiklik Türkiye'de demokratik uygula
reü içine düştüğümü söyleyebilirsiniz. Oysa bu tarz yargı mayla birlikte fiilen yaşamakta mıdır?
ları sıralayacak herhangi biri kadar Türkiye’deki müslü- Türkiye'de lâiklik bitince ne başlayacağının anlaşılması
manların nitelikleri ve kapasiteleri hakkında bilgim ve için toplumun atılım gücünün harekete geçirilmiş olması
72 73
ön şarttır. Çünkü yeni bir atılım için gücünü ortaya koyma
mış bir toplumda üretken ve verimli düşüncelere ihtiyaç
olmayacaktı. Lâiklik olduğu yerde kalabilir. Kendi kimliği
konusunda bir sarahate varmak istemeyen bir toplumda bir
şahsiyetli hayat tarzı inşa edilemeyecektir. Laiklik olduğu
yerde kalabilir. Yabancı güçlerin emirlerini yerine getir
mekle iktidarını sağlama alan yönetimlerin geçerliliğini
koruduğu bir toplumda bir istiklâl harbi daha gerçekleşe
HEM İÇİNDEYİZ SİSTEMİN,
meyecektir. Laiklik olduğu yerde kalabilir. Ama bu du
HEM BÜSBÜTÜN DIŞINDA
rumda olduğu yerde kalan yalnızca laiklik değildir. Bütün
kir ve yalan da olduğu yerde kalır. Türkiye Cumhuriycti'nin 1960-1980 arasında yaşadığı
çalkanulı yirmi yıl, ülkenin çıkış yolunu hangi ideolojik
yaklaşıma bel bağlayarak bulabileceği tartışmaları ve bu
tanışmaların kaçınılmaz sonucu olan çatışmalarla geçti.
Bu dönemde Sosyalizm, Türkçülük ve İslam birer hedef
olarak Türkiye'nin geleceğiyle ilgilenen herkesin günde
mindeydi. 1980-1990 arası sosyal hareketlilik bakımından
fazla canlı değildi ve fakat ülkenin önünde duran tercih
sözkonusu olduğu takdirde daha kesin, daha keskin bir tav
rı gerektiren bir tartışmanın başladığı gözlemlendi. Türki
ye ya üç asır süren Batılılaşma (veya batıllaşma) girişimle
rine devam edecekti veya hem kimlik bunalımını aşmak,
hem de kronikleşmiş dertlerine çare blmak üzere aslına
rücû edecek, yani müslüman bir ülke olmanın gereklerini
yerine getirecekti. 1990 sonrasında ise tartışmalar yerini
yavaş yavaş endişelere bırakıyor. Şimdi artık Türkiye
Cumhuriycti'nin bir devlet olarak gcleceği merakları kış
kırtan bir soru haline geldi.
İçinde bulunduğumuz durum henüz yüksek sesle dile
getirilmiyor. Ancak parça parça ifade edilen endişeler bir
araya gteirilince karşımızda tek meselenin olduğunu far-
kcdcbiliyoruz. Sorular ilk bakışta arızi bir meselinin halli
ni taleb eden mahiyettedir. Türkiye Kıbrıs'tan taviz vere
74 75
de, birçok başka bakımdan da sistemin tamamen dışında
olduğumuzu anlayabiliriz.
cek mi? Verecekse boyutları ne olacak? Doğu (bilhassa
Güneydoğu) Anadolu’da olup bitenler nerelere varabilir? Bildiğiniz gibi, bir ülkenin dünya sistemi içinde tuttuğu
1980 sonrası iktisadi yapılanmanın siyasi sonuçlan ne ola yer o ülkenin şu veya bu yönde hareket etmesine sebep olu
cak? Türkiye'nin beynelmilel finans kuruluşlarıyla girdiği yor. Mekanizmanın çalışma düzeni içinde metropolitan
bağımlılık ilişkisi beraberinde neler getirecek? Dış poliü- özellikleri ağır basan ülkeler çıkarlannın korunması konu
kada Türkiye'ye yüklenmek istenen görev veya görevlerle sunda daha rahat hareket edebilirken, periferik özellikleri
(İsrail’le ilişkileri, Orta Asya Cumhuriyetleriyle ilişkiler, ağır basan ülkeler sadece sevkedildikleri yönde hareket
AT ilişkileri) Türkiye Cumhuriyeti'nin altmış yılı aşan dış edebiliyorlar. Bu iki tür ülke arasındaki çıkar alış verişi so
politika çi/.gisi uyumlu hale getirelibilir mi? Bu sorulara nuçta sistemin beyninin kazançlı çıktığı bir hiyerarşik dü
cevap ararken kendimi keyfi olarak smırlandırabilir ve di zende cereyan ediyor. Mcrkez-Çcvrc ilişkisi içinde birinin
ğer şartlar sabit kaldığı takdirde bu meselelerin şöyle ve kazancı ister istemez diğerinin kaybı haline geliyor. Türki
böyle çözülebileceğini ileri sürebiliriz. Bu ise kendimizi ye'nin de hızlı bir periferileşme süreci yaşaması bu acıma
aldatmaktan başka bir işe yaramaz. Çünkü yukarıdaki so sız çaresiz ezici sonuçlarıyla yüzyüze gelmesi demekti.
ruların herbiri bütün diğerlerinin nasıl cevaplandınklığını Bunun tipik bir örneğinin ülke yetkililerinin ve ülkede et
bildiğimiz takdirde açıklığa kavuşabilir. Demek ki veha- kili olan kimselerin turizm karşısındaki tutumlannda göre
meti kavranılsın veya kavranılmasın Türkiye Cumhuriyeti bildik. Altmışlı yılların başlarında yalnız Türkiye'nin de
bizatihi kendi varlığının tartışma konusu olduğu bir durum ğil, herhangi bir başka yoksul ülkenin turizmle kalkınabi
karaşındadır. leceği görüşüyle sadece alay ediliyordu. Bugün de fazla
ciddiye alınır bir görüş sayılmaz. Ama bir çok insan geliri
"Ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün" olduğu söyle ni şimdiden bu sektöre bağlamış durumda ve turizm yatı
nen Türkiye dünya sistemi içinde tuttuğu yer bakımından rımları aksamadan devam ediyor. Böylece maskelenmiş
zorluklarla karşı karşıya. Eğer bu zorlukların aşılması bek bir kolonyalizm hükmünü yürütüyor. Demek ki periferik
leniyorsa, dikkatlerimizi sistemin dışında kalınarak ülke özelliklerini arttıran bir ülke karar mekanizmalarının hare
mizin kazandığı (varsa) yeni özelliklere, ülke insanın siste kete geçirilmesinde ihtiyarını kullanamıyor ve arzularının
me rağmen yürüttüğü kimlik savaşına çevirmemiz gereki hilafına biçimlenen yapıya müdahale edemiyor.
yor. Kısacası, başımıza dünya sistemine mccrubiyetimiz
Ne var ki, insanı ilgilendiren konuların tümünde olduğu
dolayısıyla bela gelmişse, belayı defetmenin yolunu sis
gibi, dünya sisteminin işleyişi konusunda da fizik kanunla
temle irtibat kurmadığımız bölgede aramak zorundayız.
rına benzer bir kesinlik getirmeye çalışmak saçmadır. Bu
Acaba Türkiye'nin dünya sistemiyle bağlı ve sistemden
alanda şemalaştırmaya çalıştığımız hususlar bir kavrayış
kopuk bölgeleri nerelerde yoğunlaşıyor? Bunu tezelden
tarzını derinleştirmeye yardımcı olabilir ancak. Kavrayış
bilmek kolay değil. Zihnimizde kabaca bazı ayırımları
tarzımız ne oranda derinleşirse ilk yaklaşımımızdaki şe
canlandırabiliriz. Eğer belli tutamak noktalan elde edebi
lirsek, o zaman bir çok bakımdan sistemin fazlasıyla için 77
76
matik özelliklerin o oranda azaldığı ve olguların anlamına küçümsenemeyecek bir rol varsa da bu uzlaşmalara zemin
daha çok yaklaştığımızı farkederiz. Bilhassa dünya siste hazırlayan bir organik tepkinin, yani sadece gaza ruhuyla
minin işleyişi sözkonusu olduğunda gözönünden uzak tu başanya götürülebilen İstiklal Harbi'nin payı gözden uzak
tamayacağımız husus, her toplumun kedi hayatiyetiyle tutulamaz. Bu bakımdan Mareşal Tito'nun önderliğinde
bağlantılı bir biçimde toplumsal kuramlara tepki gösterdi yürütülen partizan savaşıyla İstiklal Harbi'nin karşılaştır
ği hususudur. Yani bir toplumun organik vasıflan ne ölçü mak elde edilen sonuç bakımından çok ilginç açıklamalar
de canlı ise o toplum verdiği tepki yoluyla kurumlan yoğu sunabilir. Türkiye'de milletle siyasi organizasyon arasında
rur ve yapısına uygun kılar. Organik vasıflan diğer top- hangi dolaytmdan geçilerek bağ kurulabileceği, toplumun
lumlara oranla daha canlı kalmış toplumlar hem düzenin hayatiyenini ve iç dinamiğinin hangi temellere sahip oldu
akışında, hem de ilişkiye girdikleri toplumlarm hayatında ğu böylece anlaşılabilir. İstiklal Harbi’nin büıün veçhele
daha derin izler bırakır. Bu yüzden "Türkiye'yi nasıl bir ge riyle anlaşılması bize Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşunun
lecek bekliyor?" sorusunu, "Türkiye ülkesi ve milletiyle ne oranda ülke insanının varlığının hesaba katılması mec
bölünmez bir bütün olma özelliğini organik bir vasıf haline buriyetinden gelen bir pazarlıkla bağlantılı olduğunu gös
geürdi mi; yoksa sözü edilen bütünlük bir retorikten mi terir. Bir ülkenin mekanik müdahalelere açık olup olmadı
ibaret?" sorusuyla değiştirmemiz gerek. Yani Türkiye pa ğı o ülkenin teşkilatlandırılmasında dünya sistemiyle uz
zarlık gücü üstün ve etkileme imkânı büyük olan "mali- laşmanın mı, yoksa dünya sistemiyle yapılan bir pazarlığın
kültürel-askcri kompleks" elinde zavallı bir oyuncak duru mı ağır bastığıyla ilgilidir. Türkiye Cumhuriyeti bir pazar
muna düştü mü, yoksa kendi yolunu bulmak üzere hareke lık sonucu doğmuştur ve bu yüzden ülkenin uğradığı her
te geçebilecek dinamiklere halen sahip mi? değişme dünya sisteminin lordlan bakımından endişe ve
rici ve onlar adına vazife yüklenenler baktmından da yoru
Konuya açıklık getirmek için bir karşılaşürmadan ya
cu olmuştur, olmaktadır. Eğer Türkiye beynelmilel uzlaş-
rarlanmak zorundayız. Gerek Doğu Avrupa'da gerekse
malann yapay bir biçimde türettiği bir ülke olsa idi; üzerin
Orta-Doğu'daki son birkaç yılda yaşanan değişme, dünya
de yaşadığımız toprakların İslam'a açılışının anlamıyla
sisteminin mekanik işleyişinin sözünü ettiğimiz bölgeler
bağlantılı olarak verilen bir savaşın dayanaklarıyla yapılan
de etkiye maruz kalan ülkelerdeki organik tepkiye baskın
bir pazarlığın neticesi olmasaydı; Doğu Avrupa'nın uğra
çıktığını gösterdi. Zira bu ülkelerde yönetimin, sınırların
dığı operasyonlardan çok daha önce sistemin sadık mütte
ve sosyal hayatın düzenlenmesi daha önce (Yani Birinci,
fiki özelliğinden yararlanılarak yeniden ve elbette siste
İkinci Dünya Savaşları sonrasında yapılan düzenlemeler
min mutlak çıkarları doğrultusunda biçimlendirilir,Orta-
de) büyük güçlerin uzlaşması sonucunda bir şekle sokul
Doğu'nun hallaç pamuğu gibi atılmasından çok daha beter
muştu. Buralarda yeniden şekillenmenin mekanik usûller
bir tarzda ezilirdi.
le gerçekleşmesi de böylcce kolaylaşmış oldu. Oysa Türki
ye'nin doğuşu bütünüyle masabaşı çalışmalarının ürünü Türkiye Cumhuriyeti'nin coğrafi anlamda kendine ya
değil. Her ne kadar masa başı uzmanlaşmalannın oynadığı kın düşen diğer ülkelerden farkı yalnızca doğuşundaki fark
78 79
değil. Aynı zamanda periferileşme süreci içinde de bizim
rinde bugüne ulaştığını isabetle anlamamız gerek. Türkiye
ülkemiz başka ülkelerde yaşanmayan tecrübeler silsilesi
tarihteki yerini modem zamanlara açılan çağda varlık gös
ne sahip oldu. Daha III. Selim döneminden başlayarak
termesine borçludur. Bu yönüyle modem devler soyunun
Türkiye'nin dünya sistemi boyunduruğuna girmesi için
ilk nesline mensuptur. Bugün dünya sisteminin baskısı al
yapılan her operasyon, beraberinde ülkenin kendi gücüyle
tında oluşu itibariyle de Ispanya ve Portekiz'in tarihteki ye
ayakta durmasına yol açacak çözümleri üretme yönünde
rine yakın durur. Ne var ki Akdeniz havzasının en özgün,
faaliyet gösteren unsurları getirdi. Birbirleriyle çelişen bu
en benzersiz ülkesi olma imtiyazı halen Türkiye'nin elin
iki durum, bir yandan Türkiye'yi sistemin içine soktu, sis
dedir. Bu hem Avrupa'yı oluşturan kültür temellerinden
temin pençelerine bıraktı, bir çevre ülke olarak metropole
farklı kaynaklardan beslenmiş oluşu yüzünden, hem de
bağımlılığını artırdı fakat diğer yandan sistemin tamamen
devlet örgütlenmesinin seyri, mahiyeti bakımından böyle-
dışında tutulmasına sebep olacak bir duruma getirdi. Ülke
dir. Bir gaza beyliğinin diğer gaza beyliklerin önüne geçe
mizin sistem içinde olan yanı tamamen mekanik işleyişi il
rek kurduğu devlet, İstanbul'un fethiyle birlikte merkezi
gilendiren kısmıdır. Bu kısım günlük hayatı, düşünce tarz
etkinliğini artırmış ve kültür bütünlüğünü sağlamıstır.
larını ve yaşama araçlarını ne ölçüde kontrol altında tutarsa
Dünya sisteminin yerküre üzerinde etkisini hissettirme
tutsun ülke insanlarının İslam'la olan bağlarını koparmak
siyle ters orantılı olarak kültürünü ayakla tutan kurumlar
için yeterli nüfus gücüne eremiyor. Diğer kısım, yani Ak
güçlen düşmüş ve bizi bugüne getiren erime yaşanmışür.
deniz havzasının belirgin ve belirleyici kültürünü keşfedip
Bu noktada günümüzü ilgilendiren husus şu olsa gerek:
üstlenmesi bilinci Türkiye'nin organik bütünleşmesine hız
Türkiye'nin yönetim biçimi, tarzı ve dünya sistemiyle he
kazandırıyor. Bu ikinci kısım Türkiye'yi kendi niyetleri
saplaşması birbirinden kopartılmayacak bir yapıda karan
bakımından sistemin dışında tuttuğu gibi, sistemin lordla-
lık yansıtır. Devletin kendine yeni bir şekil vermesiyle top
rının da Türkiye'yi sistem içinde itibarlı alanların dışında
raklarını elinde tutması arasında koparulamayacak bir iliş
tutmalarına sebep oluyor, işte bu zıtlaşma Türkiye’nin
kisi vardır.
içinden yönetime etki edenleri de, Türkiye'nin dışından ta
leplerde bulunup tavizler isteyenleri de belirsizliğe sürük Bir slogan olarak Türkiye'nin bir Vietnam olmadığını,
lüyor. Türkiye için hangi planlar hazırlanmış olursa olsun, bir Kuveyt, bir Slovenya olmadığını söyleyebiliriz. Ama
hangi köşebaşları tutulmuş olursa olsun bir kez harekete ileri sürdüğümüz bu benzemezliğin doğrulanması için
geçildiğinde toplumun kendine nasıl bir yol seçeceği kesti- dünya sistemiyle ilişkilerini gözden geçirme fırsatını kul
rilemiyor. Bu yüzden de siyasi faaliyetlerin tamamı büyük lanmamız gerekecek. Eğer sistemin içine bir sömürü me
çoğunluğun eğilimlerinin yansıtılamadığı alanlara kaydı kanizması içinde tıkılmış ve Balı kültürünün besleyici
rılıyor. Her seviyede süzgeçler kullanılıyor. ürünlerinden yararlanamayacak biçimde sistem tarafından
dışlanmışsak Türkiye'nin organik tepkisinden ve iç dina
Ülkenin geleceği konusunda sağlıklı bir tespitte bulu miğinden sözcunck bizi gülünç hale sokar. Ama eğer sahip
nabilmek için önce ülkenin geçmişinin hangi temeller üze olduğumuz tslami değerler dolayısıyla sistemin dışında
80
81
kalmayı başarmış ve buna mukabil Batı kültürünün bizim
için kayıp deve mesabesinde olan değerleriyle bağlamımı
zı kurabilmişsek gerçekleştireceğimiz Islami dönüşümle
birlikte çıkış yoluna adım atabileceğiz demektir. Bunun
anlamı yeni bir istiklal Harbi midir? Evet diyenler bizim
tarafla kalmış olur.
KORKAK M UHAFAZAKÂRLIK VE
ALÇAK ALDIRMAZLIK ARASINDA
Ondokuzuncu yüzyıl Virginia devlet adamlarından
Benjamin Watkins Leigh şunları söylemiş: "İktidar ve
mülkiyet cebren veya hile ile bir zaman için birbirlerinden
ayrı tutulabilirler -fakat asla birbirlerini boşamazlar. Zira
aynalık acısı hissedilir hissedilmez mülkiyet iktidarı satın
alacak ve yahut iktidar mülkiyeti teslim alacakür. Ve her
iki yolda da, serbest yönetime son verilmesi zorunludur."
Bu sözler insanların bir "serbest yönetim” hayalini zihinle
rinde canlı tuttukları bir dönemde söylenmişti. Avrupa kö
kenli zihniyet yeni bir toplum modeline ulaşma idealini
onsekizinci yüzyıldan itibaren adeta bir muhkem kaziye
haline getirmişti. Bu durum günümüze, yirminci yüzyılın
sonlarını kadar geçerliğini korudu. Baü medeniyeti kendi
türettiği değerlerin gücünden ve yararından emin olduğu
zamanda da, bu değerlerden şüpheye düştüğü zamanlarda
da yeni, hiç şüphesiz ki daha iyi olacağı farzedilen toplum
tarzını gönlünden söküp atmayan insanların medeniyeti
vasfını elde tuttu. Böyle bir özellik dolayısıyla son iki yüz
yıl boyunca Batı'da dikkate değer düşünceleri dile getiren
ler açıkça veya üstü kapalı olarak, doğrudan veya dolaylı
bir biçimde, içinde bulunulan zaman parçasının bir "geçiş
dönemi" sayılması gerektiğini vurguladılar. Yaşadığımız
günle "geçiş dönemi" anlayışının sona erdiğini ortaya çı
karması bakımından önemli.
82 83
Yeni bir toplum modelinin zihinlerde canlt tutulduğu
zamanlarda toplum hayatında görülen her değişme "geçiş masındaki yapısal bozukluk yatmaktadır. Ne var ki, hem
dönemi"nin icabı olarak anlaşılıyordu. Yaşanan değişme bu açıklamayı benimseyip hem de Baü medeniyetinin sun
gözlemciye göre olumlu sayılmışsa bunu o kişi yeni toplu duğu zihniyete sadık kalmak imkânsız. Eğe yaşadığımız
mun bir işareti olarak görür, olumsuz sayılan bir değişmey günlerdeki belâlar Batı medeniyetinin yapısındaki bozuk
le karşı karşıya gelinmişse yaşanan vakıa "geçiş dönemi luktan türemekteyse çözümü aynı yapıyı güçlendirmekte
nin sıkıntılarından biri" addedilirdi, günümüzde yine bir aramamız abestir. Oysa çağdaş eğitim bizi abesle iştigale
çok değişmeyle içiçeyiz. Bunlar arasında huzursuzluk ve icbar ediyor. Bu şaşkınlık içinde yeni ufuklar aramanın bo
renler olduğu gibi umutla dikkatlerin yoğunlaştığı değiş şuna olduğunu düşünmek de, mevcut ufuklardan ürküntü
meler de var. Buna rağmen yaşadığımız günlerin yeni bir duymak da imkân dahiline giriyor. O zaman toplumun ge
topluma varan çizgide geçiş dönemi niteliği taşıdığını söy- çerli alanlarında yer tutmak isteyen kimselere ya korkak
lemkten yana insan bulmak zor. Yeni ufuklardan sözedil- muhafazakârlık veya alçak aldırmazlıktan birini seçmek
miyor artık, bilâkis şu anda ufkumuzda olanlar endişe veri düşüyor. Bazan sıfatların yer değiştirdiğini de söyleyebili
yor. riz: Alçak muhafazakârlık ve korkak aldırmazlık gibi...
Ne oldu? Batı medeniyeti insanlığa bütün dertlerin hal Baü medeniyetinin yapısındaki bozukluk demek dünya
line imkân veren bin yıllık hayat sahası mı sağladı? Bunun sisteminin işleyiş tarzı demektir. Yapı belli bir biçimde ku
için mi artık yeni bir toplum modeli düşüncesi batılı top rulduğu için sistem belli bir doğrultuda işleyiş gösteriyor;
lumda sönükleşti? Hayır, hiç öyle değil. Gören göz, işiten sistemin o doğrultuda işleyiş göstermesi yapıyı pekiştiri
kulak, anlayan kafa için insanlığın önündeki meseleler ço yor. Oysa gerek kurumlaşmış eğitim yoluyla, gerekse kitle
ğaldığı kadar ağırlaşıyor. Dünyada açlık, yoksulluk, pis iletişim araçlarının yapüğı yaygın propaganda eşliğinde
lik, ihanet, cehalet, şerefsizlik ve zulüm var. Eğer Batı me insanlara sistemin işleyişinden çok, her an meselelerin çö
deniyeti insanlığa bir hayat sahası açmış olsaydı diyecek zümünü yapıyı sağlamlaştırmada aramak, yapıdan doğan
tik bu kötülükler varılacak yeni dünyada sadece birer pü bozukluğun giderilmesini sistemin işleyişini etkin kılarak
rüz, birer aksama, teknik bir aksama yüzünden ortaya çı sağlamak öneriliyor. Bu yüzden göze batar kötülüklere
kan kısmî bir bozukluktur. Ama öyle diyemiyoruz. Çünkü karşı birşeyler yapmak isteyen insanlara sadece korkak
Batı medeniyeti artık yeni ufukların da bu belâlara yenile muhafazakârlık yolu açık bırakılıyor. Bu tutum korkak,
rini eklemesinden korkar durumda. O halde, dünyadaki bu çünkü eleştirisini yapıya değil, yapının tezahürlerine yö
kötülükler arızi değilse aslî midir? Yani insanoğlu dünya neltebiliyor ancak. Bu tutum muhafazakâr zira gördüğü
ya belâya uğramak ve aşağılanmak üzere mi gelmiştir? Bu kötülüklerin giderilmesinin ancak belli kurumlann işleyi
nu da söyleyemiyoruz. şinin muhafazası sayesinde gerçekleşeceğini düşünüyor.
Geriye akla yakın bir tek açıklama kalıyor: Dünyadaki Bu korkak muhafazakârların karşısında alçak aldırmazlar
yer alıyor. İkincilere göre sistemin işleyişiyle insanın ka
kötülüklerin temelinde insan ilişkilerinin teşkilatlandırıl
deri birbirinden ayırdcdilemez; dünyanın aslî yapısı toplu
84
85
m un yapısal dokusundan başka bir şey değildir. O halde te asgari müdahalesini öngörüyor. Yani sistem işlerse tehlike
zahür eden kötülüklere karşı duygusal tepki göstermek ge üretecek. Tehlikenin önüne geçmek için de sistem kendi
reksiz ve dolayısıyla ahlâki bir tutum takınma mecburiyeti muhalifini üretmek zorunda. Bu tuhaflığın pratik çözümü
anlamsızdır. Bir de alçak muhafazakârlar ve korkak aldır sistemin ehlileştirilmiş bir muhalif kesimle kendi yapısal
mazlar var. Alçak muhafazakârlar dünyadaki kötülükler çarpıklığını güvence altına alması tarzında bulunuyor.
den servet yapmaya çalışanlar, korkak aldırmazlar da ha Yapısal çarpıklık insanların insanlara baskısını da artı
yatlarını idame ettirebilmek için her düzenlemeye razı olan rıyor. Ancak bu ba3kı ondok uzunıU yU/.yılda harİ7 bir SC-
ve kendilerini çaresiz kabul eden büyük çoğunluktur. kilde vurgulanan sınıf farklarından doğan baskı şeklide te
zahür etmiyor. Toplumun bütünü içinde fiili imkânlar yü
İslâm'ın devre dışı bırakılması sağlandığı ölçüde bütün
zünden insanlar insanlara yapısal baskı uyguluyorlar.
insanlık muhafazakârlık ile aldırmazlık arasında sıkıştırıl
Bunda gelir düzeyinden çok topluma kaülma gücü rol oy
mış ve mahpus kılınmış durumdadır. Tavşana kaç, tazıya
nuyor. Zihin ve beden bakımından özürlü olanlar, çocuk
tut yöntemi dünya çapında uygulanıyor. Dünyadaki açlık
lar, kadınlar, yaşlılar sistemin işleyişi ve düzenin yapısal
ve yoksulluğun çok sayıda insan üzerinde büyük tahribat
kuruluşu dolayısıyla muhtaç oldukları imkânlardan mah
yaptığını görmemek imkânsız, ö y le ki açlık çeken ülkele
rum bırakılıyorlar. Onlara imkân sağlamak ise ancak yü
rin bir çoğu dünya pazarlarına yiyecek ihraç ediyor. Yapı
rürlükteki kurumlan daha etkin ve verimli çalıştırmak yo
daki bu bozukluğun sistem tarafından giderilme yolu ser
luyla mümkün olabilir. Oysa kuramların etkinliği bekle
best piyasa ekonomisinin daha başarılı uygulanması gibi
nen özgürlüklere kayıtlar koymakla sağlanabiliyor. Yine
gösteriliyor. Ne var ki, serbest piyasa ekonomisi denilen
işleyiş gerçek anlamıyla serbest bir işleyiş değil. Güçlü fi bu alanda da şikayeti giderebilmek için şikayete sebep olan
nans odaklarının bütün ürcüm ve dağıtım sürecinin dene unsurlardan yardım beklemek mecburiyeti doğuyor.
tim altında tutmasından başka bir şey yapılmıyor. Çoraklaşan yalnızca topraklar değil, insanların ruhu da
Yaygın bir şikâyet olarak insanların yaşama alanlarının kuruyor. Sadece denizlerde ve atmosferde kirlenme cere
yan etmiyor, insanların bilinçleri de kirleniyor. Yalnızca
daralması, çoraklaşması ve kirlenmesi farkediliyor. Or
bitkilerin ve havyanların dünyadaki gerekli yerinin anla
manların, denizlerin, akarsuların, ekilebilir toprakların, at
mosferin ve bütün canlı türlerinin tehlikede olduğu belirti şılmasında başarısız kalınmış değil, insanlann da birer de
liyor. Kimya sanayiinin yaygınlaştırılması, nükleer enerji ğer olduğu gerçeği gözardı ediliyor. Kuramların işleyişi
kullanılan alanların artması, büyük ölçekli üretim projele insanı küçülttüğü gibi, muhatabımız olan insan varlığının
rinin uygulamaya konmasının andığımız tehlikeyi artırdı nelerin taşıyıcısı olduğu gerçeği unutuluyor. İnsanın çap
ğı da bilinen bir gerçek. Bütün bunlara karşı önerilen ve tan düşmesi yoksul ülkelerde kabaca bir eğilim meselesi
uygulamaya konan çözüm yolu devletlerin bünyesinde olarak görülebilir. Çünkü bu ülkelerde asgari eğitim şartla
çevre bakanlıklarının kurulmasından başka bir şey değil. rını temin etmenin zorluğu yaşanıyor. Oysa bu şartlar sağ
Oysa sisteminin işleyişi devletlerin piyasa ekonomisine landığı zaman da mesele çözülmüş olmuyor. Tersine he
87
86
nüz başlamış oluyor. Çünkü eğitim için daha geniş lendiği zaman dünya sisteminin lordlan büyük bir manev
imkânları kullanan ülkelerde de bilgi ile insan arasındaki ra alanı ele geçirmiş oluyorlar. Yani neyin iyi, neyin kötü
ilişkinin tek boyuta indirgenmesi gibi bir mesele var. Etkin olduğunu tamamlama gücü ortaya çıkan bozukluğun mü
ve bol imkânlı eğitim sağlamak zengin ülke insanlarının sebbibi veya müsebbiblcri tarafından tanımlandıkça yuka
sığ ve çapsız kalmalarını gidermiyor. Böyle bir insansız- rıda sözünü ettiğimiz hapishaneden çıkmanın bir yolunu
laşma karşısında batı medeniyetinin, dünya sistemini gay bulmak imkânsız. Sadece tanımlarını kendi getiren bir kar
ri samimi olarak eanMığı kurtuluş simidi "insan hakları şı çıkış, gerçek çıkışı keşfedebilir.
kavramıdır. Her özel durumda yeniden tanımlanması ge
reken bu kavram karışıklığın artmasından ve gerçek mese Farkedilmesi gereken husus, modem zamanlarda ikti
lelerin çözülmesini ertelemekten fazla bir işe yaramıyor. darın devrimci tezleri ileri sürüyor olmasıdır. Açlık ve
Çünkü "insan haklan” kavramıyla birlikte yapısal bozuk yoksulluk mu var, buna karşı sistem maddi çıkarların yasal
luk söze konu edilemiyor. güvencesini çare olarak gösterecektir. Kirlenme mi var,
çözüm çevre korumacılığındadır. Sosyal baskıya karşı öz
Nihayet, dünyada batan çıkan diktatörlükler var. Günü gürlük hareketlerini destekleyecek, insanların ezilmesine
müz dünyasının siyasi kötülüğü olarak bunlar biliniyor. karşı insan haklarını koruyacak örgütler vardır. Diktatör
Ama nedense bu diktatörlüklere İkinci Dünya Savaşı'nın lükleri önlemenin yolu demokrasiden geçer. Bütün bu si
sona ermesinden bu yana yalnızca çevre ülkelerde rastlanı hirli formüller, her türlü iyileştirme çabasının "resmi” tem
yor. Bu gerçek de hemen akla bütün diktatörlüklerin met silcilerini ortaya çıkarır. Böylece oyun yalnızca lisans sa
ropol ülkelerden bazı destekler bulması halinde ayakla du hibi elemanlar tarafından oynanabilir. Netice: Dünya sis
rabileceği düşüncesini getiriyor. Dolayısıyla metropolden teminin bütün muhaliflerini içinde eriterek büyümesi,
duyulan ihtiyaca cevap veren diktatörlüklerden sözetmek yaygınlığını ve etkinliğini artırmasıdır, iktidar öncülüğü
akla yakın. Dünya sistemi diktatörlükler dolayısıyla iki muhalefetin elinden kapatarak muhtemel seçeneği yok et
yönlü bir kazancı devam ettiriyor. Bir yönden bu diktatör me çabasını yürütür.
lükleri istekleri doğrultusunda sıkıştırma imkânını kulla
Bu kurnazca kurulmuş oyunu bozmanın bir yolu var el
nıyor, diğer yönden bu ülkelere demokrasi getirerek dene
bet. Bu yolun başlangıcı neler yapacağını bilmeden önce
lim mekanizmasındaki etkinliğini artırabiliyor. Siyasi
neler yapmayacağını bilmekten geçer. Yani yürürlükteki
belâlar sözkonusu olduğunda da sistemin işleyişiyle yapı
bozuklukların kaynağına "hayır" diyebilmek ilk iş sayıl
j
sal bozukluk arasındaki birbirini ilkah edici ilişkiyi görü
malıdır. O zaman hayatımızdan neleri tasfiye etmemiz ge
yoruz^
rektiğini anlar ve dünya sisteminin iplerini elinde tutan
Dünya meselelerine akıl erdirmeye çalışan ve insanlı güçlerin tuzağına düşmekten kurtuluruz. Yani bizim için
ğın geleceği konusundaki hassasiyetini kaybetmemiş kişi asıl olan yürürlükteki belâya ortaklık etmekten imtina et
ve topluluklar korkak muhafazakârlığa sevkedildiği ve ak mekten ibarettir. Suça iştiraki reddettiğimiz zaman, neler
lı ermeyen bencil çoğunluk da alçak aldırmazlığa sürük le iştigal edeceğimiz kendiliğinden ortaya çıkar.
88 89
kontrolden çıkmaması esastır. Bu esası korumak üzere gi
rişilen faaliyetler Rusya'da çok başlı br yapının doğması
yönündedir. Böylece her küçük baş, Baü'da büyük başa
bağlanabilir. Türkiye'de ise aynı esası korumak için yapı
lan şey ülkenin yaşama gücünü israf etme politikasının ıs
rarla ve titizlikle uygulanmasıdır. 1917’de Rusya, 1923'te
Türkiye sonu Batı dışında bir çıkış yolu bulmaya yaraya
KÜÇÜK İNSANLARIN KATILDIĞI rak sıyası, sosyal, iktisadi araçları terketti. Soğuk savaş adı
BÜYÜK MUHAREBE altında bir tiyatronun devam edebilmesi için Batı'ya bir
Türkiye'de ANAP bahane edilerek yürütülen sisteme korkuluk "düşman" gerekiyordu. Bu görevi Rusya üstlen
engetrasyon hamlesi Rusya'daki perestroykadan çok daha di. Yani bir dönem Rusya'nın düşmanlık rolüne Batı'nin ih
feci bir fiyaskoyla sonuçlandığı halde bizim ülkemizde bir tiyacı vardı. Türkiye'nin ise büyük projelere tevessül etme
darbe teşebbüsü ihtimali yok; zira onun sıkıntılarını izale mesine muhtaç olan Batı idi. Bu yüzden Türkiye'nin asgari
decek bir erken seçim yaşayacağız. Yine bir cümleye bir düzenin, sağlayacak "küçük" işler başarmasının önüne sü
yığın muamma sıkıştırdım. Rusya ve Türkiye bir karşılaş rekli engeller kondu. 1920'lcrden 1980'lere kadar Rusya şi-
tırmaya konu olacak kadar ortak noktalara sahip mıdır. şırılirken Türkiye bü/.üldü, öğütüldü, törpülendi. Kim
Her iki ülkedeki son değişimler bir paralellik arzedıyor yapu bunları? Ve her iki ülke yöneticileri kendilerine dün
mu? Nihayet, Rusya'nın ve Türkiye'nin alacağı biçim hu ya sistemi tarafında biçilen yeri açacak beceriyi niçin gös
susunda istek ve karar sahibi olanlar meseleye birbirine teremediler? Her iki ülke de düşmanı içerde aramak gibi
benzer tedbirlerle mi yaklaşmaktadırlar? Ben sanki bu uç bir tuzağa düştü. Türkiye ve Rusya modem zamanların ge
soruya da olumlu cevabım varmış gibi bir yargılar silsilesi reklerini yerine getirmek için güçlenme ihüyacı duydukla
takdim ediverdim. Böyle yapmamam lâzım. Böyle yaptı rında çözümü birbirini tasfiyede bulan siyasi kadroların
ğım için birçok okuyucu yazılarıma nüfuz edememekten elme bırakıldı. Bu kadroların iç düşman korkusuyla hep
şikâyet ediyor. Ne kadar haklı bir şikâyet! Ama yazıları dışta bir destek aramaları kaçınılmazdı. Dolayısıyla Rus
mın birbirini tamamlayan tarafına dikkat gösterme ¿ah re ya yı yönetenler şişirilmeye, Türkiye'yi yönetenler acıma
tine katlanan okurlarımdan aynı şikayeti duymak sözko- sızca törpülenmeye engel olabilccek güveni kendi toplum-
nusu değil. Çünkü onlar dünyadaki değişimleri dünya sis larından devşiremedi.
teminin bünyevî bir hareket sayarak değerlendirdiğimi bi
liyorlar. Bu noktadan bakınca Rusya’nın ve Türkiye nın 1980'lere varıldığında dünya sisteminin merkezi gücü
müşterekleri daha belirgin görünüyor. bakımından Türkiye ve Rusya'ya uygulanan denetleme
yönteminin ortak hale gelmesi andığımız ülkelerdeki ben
Dünya sisteminin merkezî gücünün menfaatleri açısın
zerliklerden değil, sistemin askeri, mali-hukuki komplek
dan hem Rusya’nın, hem Türkiye'nin el altında tutulması,
sim etkili bir şekilde çalıştırabilecek olgunluğa erişmiş ol
90
91
olan rakip şirketler tarafından zaafa uğratılıyordu. Bilim-
masından doğmuştur. Dünya sisteminin merkezi gücü yal
sel-tcknolojik devrim 19701i yıllarda bu meseleyi çözdü.
nız Türkiye veya Rusya'ya değil, herhangi bir siyasi orga
Once endüstrilere yatırılan büyük sermaye (yani elektro
nizasyona isteklerini dayatabilecek yapısal rahatlığa bu
nik, biyoteknoloji ve mikro-işlem gibi alanlara verilen
yıllarda ulaşmışü. Rusya'daki değişmeler ve teşkilâtın ön
ağırlık) bütün piyasayı hassas noktalardan denetim altına
ceki disiplini terkedip, bir anlamda dağılması karşısında
alabilecek bir yapı kurdu. Dünya Bankası, IMF gibi büyük
"komünizm çöktü” demek bana sorarsanız hiç doğru sayıl
finans kuruluşlarının mali güdücülüğüyle birleştiğinde bu
maz. Bunlar göz boyayıcı sözlerdir, asıl mesele göçülme
yaptığı gizli bir teşkilâtın yapabileceği her şeyi açık bir po
sin diye ortalıkta dolaşunlan lâkırdılardır. Asıl mesele mil
litika (kitle iletişim araçlarının etkinliğini düşünürseniz
letlerin tarih sahnesine yeniden çıkıp çıkmayacaktan me
fazlasıyla açık bir politika) aracılığıyla yürütüyor. Kısaca
selesidir. Bugün Rusya'da komünistlere muhafazakâr ve
sı, sistemin metropolde bir muhalifi, bir karşı çıkan rakibi
gerici sıfatlarının yakışürılması onların Rus milliyetçiliği
yok. Sonuç metropolün bütün ağırlığıyla çevreyi biçim
davası gütmeleri sebebiyledir. Karşılarında liberalizm,
lendirecek politikaları yürütebilmesi, çevrede doğan ra
açıklık, piyasa ekonomisi iddialarıyla arkalarını büyük fi
hatsızlıklar yüzünden herhangi bir meseleyi çözmede ace
nans odaklannın muhtemel desteğine vererek dünya siste
leci davranmayacak ölçüde rahat oluşudur.
minin şirketler iktidannı savunan unsurlar vardır.
Bu durumda dünya sisteminin güçlen düşmesi için belki
Sovyet yönetimi en şişirlimş zamanlarında bile dünya
üç beklenti dile getirilebilir. Birincisi sistemin yapısında
sistemine tehdit oluşturacak etkili araçlardan mahrumdu.
taşıdığı bozukluklar dolayısıyla kendi kedine çöküşe uğra
Bu yüzden başansız darbe sırasında BaU herhangi bir sar
yacağıdır. Bu beklentide olanlar haklı görüşler ileri süre
sıntı hissetmedi. Darbe başarılı olsaydı ve Rusya perest-
bilmek için sistemin ekonomik çıkmazlarını veya sosyal
royka öncesi politikasına dönseydi bile (ki böyle bir ihti
felaketleri işaret ediyorlar. Halbuki dünya sistemi daha en
mali düşünen zaten yoktu) dünya sistemi gücünden her
başından yani onaluncı asırdan beri kendi bozukluklarını
hangi bir şey kaybetmeyecekti. Nitekim, Çin'in sosya
yiyerek besleniyor. Herşeyi ticarî hale sokuyor, daha doğ
lizmden vazgeçmediğini ilân etmesi hiçbir yankı bulmu
rusu ıcad ettiği laızci ticarct ahlâkının kuralları içine dahil
yor sistemin güçlü çevrelerinde. Çünkü dünya sistemi ken
ediyor. Dünya sisteminin ticarct anlayışıyla İslâm’ın ön
di sıhhat şartlarını temin edecek tedbirleri kendi merkezle
gördüğü ticaretin birbirine taban tabana zıt olduğunu bil
rinde alıyor. Bir zamanlar Rusya ve Çin'de sosyalist rejim
mezsek bunu doğru kavrayamayız. Netice-i kelâm, dünya
lerin dünya olaylarında oynadıkları etkili rol, bu ıkı ülke
sisteminin kendi kendine yıkılıp çökeceğini beklemek boş
nin üretip yaygınlaşurdıklan çözüm yollanndan ötürü de
bir avuntudur. Eğer bir .şey yıkılacaksa onun bir yıkıcısı ol
ğil, Avrupa ve Amerika'da dünya sisteminin gücüne mey
malı. O haldcjkinci beklentiyi zikretmeliyiz. Dünya siste
dan okuyan muhalif unsurların etkinlik gösterme gücünü
mi metropol ülkelerden doğacak bir aykırı unsur tarafın
ellerinde tutmalarından ötürüydü. Dünya sisteminin şir
dan yıkılabilir. Bu demektir ki sistemin enternasyonal ka
ketler iktidarı her Avrupa ülkesinde millî çözüm peşinde
93
92
rakterini bozacak bir nasyonal hareket hegemonyacı yapı ru larm, Nkrumah'ların, Peronların yapmaya yeltendikle
yı sona erdirecektir. Bu beklentinin de boş olduğunu söyle rini dilinin ucuna alma ehliyet ve samimiyetini gösterecek
meliyiz. Görünürde böyle bir nasyonal gücün sadece Al çevre ülke yöneticisi kaldı mı acaba?
manya'da doğma potansiyeli var. Ancak eğer Almanya sis
Eğer çevre ülkelerin bağlantı kurup dayanışmaları mu
temin işleyişini tamamen lehine çevirebilecek ölçüde güç
hal ise, acaba yalnız başına dünya sistemini hegemonya
lenirse bunun varacağı sonuç, sistemin ortadan kaldırılma
zincirini kırma yeterliliğini gösterecek bir ülke var mı? Bu
sı değil, merkezinin yer değiştirmesidir. Zira Almanya
ülke Türkiye olabilir mi? Benim Cuma Mektuplan'nda bu
dünya sisteminin koyduğu kurallar içinde kalıyor ve oyu
güne kadar yazdıklarım her iki soruya dâ "evet" diye cevap
nunu sistem hiyerarşisini yıpratarak ve çaresiz bırakarak
vermemi kaçınılmaz kılıyor. Türkiye dünya sisteminin te
değil, bilâkis hiyerarşiyi pekiştirerek ve bu düzenlemede
kerleğine çomak sokabilecke yegane ülkedir. Böyle bir va
imtiyazlı bölge olarak yerini bir üst katmana çıkarma gay
kıanın gerçekleşmesinin ön şartının da Türkiye’de İslâmî
retini göstererek oynuyor.
bir dönüşümün yaşanması olduğunu defalarca tekrarla
Üçüncü beklenti ve ihtimal dünya sisteminin çevre ül dım. Meselenin bu zeminde anlaşılması kaç kişinin şahsi
kelerden gelecek bir karşı çıkışla yıkılacağıdır. Bu ihtimal derdi olmuştur? Büyük soru budur. Türkiye'nin tarihi şart
ele alındığında önümüze iki şık çıkıyor: Ya çevre ülkeler lan, coğrafî konumu, nüfus kompozisyonu, iklim ve hatta
birbirleriyle irtibat kurup dayanışarak metropol ülkelerin aşması zorunlu olan meseleler, önündeki zorluklar ülkenin
çıkarlarına kendi millî sınırları itibariyle bir set çeecekler, dünya sistemi karşısında bir yeni yol açabilecek fırsatları
veya bu ülkelerden yalnızca biri dünya sisteminin hege elinde bulundurduğunu gösteriyor. Ama crken seçim kara
monya zincirini kırıp diğerlerinin kendi başianna çevresi rının alınmasında bile dış belirleyicilere böylesine boyun
ne bakmalarına yarıyacak bir yolun açılmasına sebep ola eğmiş bir ortamda bu sözlerin ne anlamı var?
cak. Çevre ülkelerin kendi aralarında bir işbirliği ortamı
20 Ekim de yapılacak seçim küçük insanların katıldığı
oluşturmaları 1955'te gerçekleştirilen Bandung konferansı
büyük bir muharebe olacak. Dünya sistemi erken seçim is
çizgisinde yürütülen hareketler aracılığıyla denenmiş ve
tedi, çünkü yakın gelecckte yapacağı operasyonlar için
başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu başarısızlığın hiçbir şaşı
Türkiye dahilinde kimlerle pazarlık yapacağını netlikle
lacak taralı yok. Çünkü çevre ülkelerin yönetim kadroları
bilmek istiyor. ANAP yönetimi dünya sisteminin yükünü
şu veya bu yolla merkez ülkelerin tayin ve takdirleriyle or taşıyamayacak kadar güçten düşıü. Türkiye’de zaman ka
taya çıkmış birimlerdir. Onların efendilerinin bahşişini zanmak istiyor dünya sistemi. Ne var ki ülkemizde mesele
tersleyecek tavırlar içinde olmaları insanı ancak güldürür. nin ciddiyetini kavramış insan sayısının tatmin edici bir
Kenan Evren'in Islâm Konferansı yetkililerinden biri oldu miktar tutmadığını itiraf etme sıkıntısını yaşıyoruz. Seçim
ğunu yaşayarak gördük. Yeltsin’lcrin, Özal'ların, Esedle- siyasiler tarafından bir yağma fırsatı olarak algılanıyor.
rin, Kaddali'lerin bir araya gelip sistem aleyhtarı bir hare Diyebilirsiniz ki seçim siyasiler için her zaman bir yağma
ket yürütebileceklerini kim düşünür? Bir zamanlar Neh- fırsatı olmuştur. Yine de Türkiye'de ülkenin alacağı yön
94 95
bakımından kurtuluş arayışlarının ağır bastığı seçimler
hep olmuştur. Oysa bugün korkak muhafazakârlık ve alçak
aldırmazlık arasında seçime giriliyor. Bu seçimde aykırı
düşünceler yer almayacak. Küçük insanların seçimi bu.
Tavanda arkasını sisteme dayama gayreti ile kışı külhanda
geçirmek için herşeye razı küçük adamlar. Tabanda gün
lük ekmeğini kaybetmemek için bütün kararlara rıza göste
recek, arkasızlığın sıkıntısını çaresizlikle kaynaştırmış kü
çük adamlar.
ARTILAR EKSİLERİ GÖTÜRMÜYOR
Önümüzdeki seçim yine de büyük bir muharebe olacak. Çıkmadık canda umut var. Türkiye'nin canı çıkmadı;
Çünkü, Türkiye'nin şartları bu ülkede yaşayan insanların ama canının çıkıp çıkmadığı merak konusu olabiliyor.
dinamizmini ve beklentilerini dışa vuracak. Eğer seçim so Çünkü durumu gerçekten ağır, Türkiye'nin canının çıkma
nuçları sadakatle ilân edilirse hepiniz şaşıracağız. Hepi sından sözederken ülkenin siyasi haritadan silinmesi veya
miz bu kadarını beklemiyorduk diyeceğiz. Ama önümüz milletin kültürünün lahribaıa uğrayarak dağılıp kaybolma
deki seçim sadece bir muharebedir, savaş değil. Halta biraz sından sözetmiyoruz şimdilik. Bunlar uzak ihtimaller ol
da kör dövüşü. Kimin kime vurduğu oldukça bulanıklaşU- mamakla birlikte Türkiye'nin gündeminden çok uzakta tu
nldı günümüz Türkiye’sinde. Bu bulanıklığın izalesi an tuluyor. Türkiye topraklan üzerinde bir Kürdistan kurul
cak ülke içinde ve ülke için bir uzlaşmanın gerekçeleriyle masının hemen ardından Ermenistan'ın loprak taleplerinin
birlikle hedeflerinin sarahatle ortaya konması sureliyle ya müstâccl hale geleceğini bilmeyen yok. Bu noktada dünya
pılabilir. Tahlillerin ülkenin hayatiyetini artırmaya yara kamuoyunda tartışmalann İstanbul üzerinde yoğunlaşma- ^
yacak yönde temellendiren, yağmacı anlayışa yüz verme sı da mümkün. Dünya sisteminin lordlarınm İstanbul'u Yu
yen büyük adamlara ihtiyacımız var. Meselelerimiz husu- nanlılara bırakın Çankaya size yeter, dedikten sonra, ora
suda sarahate varmak küçük adamların harcı değil. nın da gerçekte Galatlara ait olduğunu ifade edecekleri gün
pek uzakta olmayabilir. Bugün Leningrad Petersburg’a dö
nüşlü, yarın Kaliningrad Königsbcrg’e dönüştükten sonra
hangi plânların uygulamaya konacağını bilemeyiz.
96
97
vuşabilecek türden bir vakıa değildir. Canlı bir Türkiye mece yanını fazlasıyla göze batıracak ve siyasî kurumların
devlet yapısının üzerinde yaşadığımız toprakların dar ül- itibarını zedeleyecek ve belki de sıfıra irca edecekti. Bu bir.
Islâm olduğunu resmi görüş haline getirmiş bir anlayışla İkincisi ve sistem açısından çok daha önemli olanı Türki
düzenlendiği Türkiye olabilir. Açıkçası Türkiye'nin siyasi ye'de oluşmakta bulunan İslâmî gücün hem kadro devşir
kadrolarınınyönctme yetkisini dünya sisteminin lodrlann- mek, hemde kamuoyunda meşruiyyet kazanmak bakımın
dan dilenmeyen kişilerden oluşması ülkenin hayatiyetinin dan bu tıkanıklıktan yararlanabileceği ihtimaliydi. Yani
korunması için zorunludur. Önümüzdeki seçimler bu ba eğer yapılan seçimler sonucunda iktidarda ve muhalefette
kımdan bize bazı işaretler sunacak mı? Yaşayıp göreceğiz. sağcılık iddiasında iki büyük parti olursa müslümanlar
kendi farklarını çok kolayca ortaya koyabilecekler ve belki
Ne demiştik? Çıkmadık canda umut kesilmez. 12 Eylül de birbiriyle yarışan yeni İslâmî eğilimler toplumda yay
1980 darbesinin gerçekleştirmek istediği bir çok hedef var gınlık kazanabilecekti. Sistemle uzlaşmış yönetim kadro
dı. Bunlar arasında dünya sistemiyle Türkiye'nin ilişkisi larının tek alternatifini İslâmî esaslardan hareket ederek
bakımından en önemlisi ülke içinde sorumluluk yüklene siyasî çizgisini tespit etmiş unsurlar olacağı anlaşılmıştı.
cek bir İslâmî gücün oluşmasını önlemek sayılmalıdır.
Sağ iktidar karşısında sağ muhalefet doğma ihtimalin
1980 sonrasında Türkiye'de oluşmakla bulunan İslâmî güç
den kurtulmanın yolu 1980 öncesi siyasi eğilimlere sistem
bir yandan ANAP aracılığıyla evcilleştirildi. Yani dünya
le uzlaşma şansının verilmesi formülüyle bulundu. İlk aşa
sisteminin taleplerine hizmet eder bir kalıba sokuldu ve
mada ANAP ve SHP gibi 1980 sonrası şartlarının ortaya
dünya sisteminin çizdiği sınırlardan çıkamayacak bir zih çıkardığı eğiimlerle, DYP ve DSP gibi 1980 öncesi eğilim
niyet içine tıkıştırıldı. Diğer yandan şiddetle ezilmek islen lerinin kalıntıları arasında bir farklılık sistemin zaman ka
di. Ancak Türkiye'de oluşmakta bulunan İslâmî gücün şid zanma laktiği olarak işe yaradı. 1980 öncesinin kalınuları
detle ezilcbiimesi için kamuoyu önünde müşahhas bir gör- Türk siyasî hayatından temi/.lcnemcyince bunların yeni
nütüye sahip olması gerekiyordu. Bu noktada tezgahlanan şartlara intibakı sağlandı. DYP ve DSP kendi gelişmeleri
bütün provakasyonlar boşa çıkü. Böylcce Türkiye de ge nin dünya sistemine ANAP ve SHP'den daha sadık kala
nel sağcı eğilimlerden bağımsız, üzerinde yaşadığımız caklarını ispat etmek suretiyle Türkiye'nin siyasî arenasın
toprakların yeniden fethini öngören bir İslâmî eğilim ve bu da kendilerine açılan yeri genişletmeye çabalıyorlar. Ge
eğilimi taşıyan insanların korudukları bir İslâmî güç varlı nel seçimlere bir ay, bir hafta kala durum dünya sisteminin
ğını devam etlirdiğii dünya sistemine hissettirdi. Dünya tedirgin olmasını gerektirmeyecek bir siyaset tarzını göz
sistemi 1980 sonrasında Türkiye'yi manipüle etmede bü ler önüne seriyor. 26 Mart 1989 belediye seçimlerinde gizli
yük başarılarına rağmen bazı zorluklarla karşılaştı. Bunla bir ANAP - SHP ittifakı vardı ve fakat seçim sonuçları seç
rın ilki Türkiye’de 1980 sonrası siyasî yapılanmanın sağ ik menin beklentilerinin Türkiye’de temelleri olan siyasi eği
tidar karşısında sağ muhalefet oluşturma ihtimaliydi. Eğer limlere dönüş olduğunu gösterdi. İslâmî gücün hesap dışı
Türkiye'de sağ eğilimli iktidar karşısında yine sağ eğilimli
tutulamayacak ağırlıkla olduğunun farkedilmesi de sistem
bir muhalefet olacak olursa sistem bundan zarar göreceğini
adına tedbir alınmasını gerektiren bir hadiseydi.
anladı. Çünkü bu Türkiye'deki demokratik işleyişin düz
99
Dünya sistemi tedbirlerini almakta gecikmedi. Bunun
İslâmî bir yönetim sağlama amacıyla harekete geçenler ha
en bariz belirtisi seçimin bir "erken seçim" oluşudur. Bir
riç bütün siyasî kuruluşlar Türkiye'nin düşmanlan tarafın
başka belirti de İslâmî alternatif karşısına ikili ittifak çıka
dan kolaylıkla yönlendirilebilir şartları, siyasetin gerek
rılmış olmasıdır. 20 Ekim 1991 seçimlerinde bir yanda
şartları olarak benimsemekten çekinmiyorlar. Bu kaygan
ANAP- DSP ittifakı diğer yanda DYP-SHP ittifakı yer al
lığın, bu hafifliğin, bu sorumsuzluğun ve bize "acaba Tür
mış görünüyor. Yani bir yanda dünya sistemine kayıtsız
kiye'de söz sahibi 'millî' herhangi bir unsur kaldı mı?" dye
şartsız tam teslim olanlar, diğer yanda dünya sisteminin
sormak rahatsızlığı veren gelişmenin sebebi ne? Sanıyo
teslim olurken kendilerinden kayıt ve şart almak ihtiyacı
rum bunun sebebini kendi tarihimizle şu anda yürürlükte
duyacakları. ANAP'ın tam teslimiyetçi kanatta yer alması
olan kurumlanınız arasındaki ilişkide, bağlanuda veya da
mevcudiyet sebebinin bu teslimiyette bulunuşu yüzünden-
ha doğrusu ilintisizlikte ve kopuklukta aramak gerekiyor.
dir. ANAP dünya sisteminin inşa edip bugüne getirdiği bir
Türkiye'nin toplum yapısında her toplumda olduğu gibi,
nesne. DSP'nin tam teslimiyeti ise mevcudiyetinin gereği
bazıolumluözelliklevar. Yine Türkiye'de her toplumda ol
dir. Dünya sistemi DSP eliyle hiçbir temel ilkesinin zarar
duğu gibi yanlış işleyişler, çarpıklıklar ve bozukluklar var.
görmeyeceğinden emindir. Bu yüzden bu parti sistem
Ancak ne var ki, Türkiye'de olumlu özellikler, şu veya bu
aleyhtarı slogan kullanmaktan çekinmez. Nasıl olsa temel
oranda bozuklukları izale edecek yönde kullanılamıyor.
bağlantısı sistem adına sağlamdır.
Dünya sisteminin denetimi alünda olan bir çok ülkede
DYP'nin dünya sistemi karşısında şartlı teslimiyet kate
aynı sıkıntının yaşandığını iddia edenler çıkabilir. Ancak
gorisine girmesi mirasçısı olduğu veya olduğunu iddia etti
bu toplumların çoğu bir çıkış yolu bulabilmek için elinde
ği harekelin sicili yüzünden, DYP dünya sisteminin bir de tuttuğu olumlu unsurlarla, o toplumu çıkmaza sürükleyen
diğini iki etmeme sözü verdiği zaman bile bu sözünde ne nakısalar arasında değer bakımından bir mütekabiliyetsiz-
ölçüde duracağı sistemin lordları bakımından şüpheyle lik yaşarlar. Oysa Türkiye'nin elinde tuttuklan aradığı çö
karşılanabilir. Sanırım hâlâ öyle olmaktadır. SHP 1980 zümlere tekabül eder. Buna rağmen Türkiye çapraşık me
sonrası şartlarının getirdiği bir eğilimi temsil ettiği oranda seleler içine salınmış durumdadır Böyle oluşu ülke
tam teslimiyet kampında yer alması gerekirken yapısında imkânlarından yararlananlann ahlâkî seciyeleri, seviyele
bulundurduğu denetlemesi güç yapılan unsurlar yüzünden riyle yakından ilgilidir. Türkiye’de arular eksileri götür
şartlı teslimiyet kategorisine giren bir kuruluş. Ayrıca oy müyor. Siyasî arenanın hem karma kanşık, hem de verim
potansiyelinin endişe vcrici oranda düşme ihtimali dünya siz düzenlenebilmesinde ve bu düzenlemeden dünya siste
sisteminin SHFnin tam teslimiyetini tek taraflı olarak iptal minin kolayca yararlanabilmesinde andığmız bu uyum
etmesini gerektirmiş de olabilir. suzluğun payı çok büyük.
Eğer yukarıda yapılan çözümlemelerde gerçeklerle ör- Bir çıkış yolu bulmada Türkiye'nin artılarını üç başlıkta
toplayabiliriz: 1) Türkiye modem dünyanın uluşumunda
tüşen taraf ağır basıyorsa diyebiliriz ki, Türkiye'de siyaset
son derecede oynak bir zeminde yapılmaktadır. Üstelik birinci sırada yeri olan, tarih sahnesinin ön plânında yer tu
tan bir ülke. Yani yapay bir "millî" varlık üretmek mecbu
100
101
riyeti altında değil. Bu yüzden de siyasi rejim oluşturmada
aşırı ideolojik saplantılardan medet ummasına gerek yok.
2) Türkiye'nin meselelerinin çözümüne yetecek ölçüde
sermaye birikimi var. Bunun içine yetişmiş (vasıflı) insan
gücünü de dahil ederseniz Türkiye'nin hesaba katılış bir
potansiyeli temsil ettiğini (Türkiye düşmanlarını ürküte
cek ölçüde) görürsünüz. 3) Türkiye'de devletin katkısı ol
mayan bir toplumsal dayanışma ve iletişim kolaylığı var. ÇOĞULCULUK
Eğer artılar eksileri götürmüş olsaydı bu üç olumlu özelli NE KADAR ÇOĞULCUDUR?
ğin şu kaçınılmaz sonuçlan doğmuş olurdu. Yani 1) Türki
Biz müslümanlara dışımızdan soruyorlar: İşleyişi müs-
ye'de köklü bir geleneğe dayalı ve sürekliliği itibanyla be
lümanların etkinliğinde yürüyen bir toplum çoğulcu ola
raber sağlanmış bir eğitim kurumu faaliyet halinde olurdu.
cak mı? Böyle bir toplum demokratik olacak mı? İnsan
Bu kurumun verdiği eğitim üstün başarıyı gerektirecek öl
haklarına saygılı olacak mı? Daha doğrudan meseleye yak
çüde yüklü olmakla birlikte, işlevi yüzünden dünya ölçü
laşanlar da olmuyor değil, onlar şöyle koyuyor soruyu:
sünde çekiciliğe sahip olurdu. 2) Türkiye dünya ticaretinde
Ben bir müslim değilim, herhangi bir dinle bir ilgim de
hesaba kaulır bir pay sahibi oluru. 3) Ülke insanlarının ya
yok; müslümanlarm yönetimde olduğu toplumda bana ya
şama şartlarını düzene bağlamak ve günlük hayatın akışını
şama hakkı tanınır mı? Bunlar ve bunlara benzer sorular
kolaylaşurmak bir mesele olmaktan çıkardı.
karşısında kültürü ne olursa olsun bütün müslümanlar ya
Oysa Türkiye Islâmi dönüşümden uzak durduğu oranda şanan hayattan üzerlerinde taşıdıkları etkiler çerçevesinde
elinde tuttuğu imkânların ne işe yarayacağını bilmeden ve bazı cevaplar yetiştirmeye çalışıyor. Bazıian bir savunma
içinde bulunduğu çarpıklığın çarelerini elinde olmayan ya geçerek beyanlarda bulunuyor. Bazıları müslümanları
araçlarda arayarak bir uyumsuzluğu yaşıyor. Müslüman ve müslümanlığı bizim dışımızdakilere beğendirme çaba
kimliğini resmi görüş haline getirmediği için yerleşik ve
sıyla nefes tüketiyor. Bazıları da İslam kaynaklarında yer
temcileri toplumda bulunan bir eğitim kurumuna kavuşa
alan bilgilerle çağımızın gerçekleri arasında mütekabili
mıyor. Sermayesini ve insan gücünü çoğunluk çıkarını gö
yetler bulma endişesinde teorik açıklamalarda bulunuyor.
zetecek biçimde örgütleyemiyor. Türkiye’de yaşayan sıra
Acaba bu yaklaşımlar ne kadar yerinde ve ne ölçüde müs-
dan insan bütün iyi niyetine rağmen genel aksayışıın ceza
sını çekiyor. Eğer 20 Ekim 1991 seçim sonuçları Türki lümanlarm yaşama alanlarını genişletici, yapabilirlik alan
ye’de Islâmi dönüşümün yolunu genişleten bir işafet sunar larını artırıcı? Tersine böyle sorulara cevap yetiştirmeye
sa aruların eksileri götürdüğü bir tetabuk yönünde mesafe çalışmak bizi biraz daraluın, biraz gücümüzü azaltan cıki
katcdcbilcceğiz demektir. Ama bu sefer de dünya-sistemi mi yapar? İşin bu.tarafını düşündüğümüzde bize böyle so
nin tuzağına düşmek hoşa giden bir tavır sayılacaksa, biz rulan hangi amaçla, neyi sağlamak üzere sorulduğunu bil
yine çıkmadık canda umut vardır, diyeceğiz. mek gerekliğini hesaba katmalıyız. Karşımızdaki yaşanan
102 103
hayat karşısında çaresiz kalmış biri olabilir veya yaşanan zor durumda bırakacağını hesaplayank "tslâm düzeni ço
hayat içinde başkalarının çaresiz bırakılmasında rol almış ğulcu mudur?” diye soruyor. Bu soru tıpkı bir zamanların
biri olabilir. Önce bunu anlamaya çalışalım. "İslâm terakkiye mani midir?" sorusuna benziyor. Kille
iletişim araçları yoluyla etki albnda tutulan insan yığınları
İçinde yaşadığımız toplumun baskı düzeninden kurtul
nın şartlanmalarının istismarını öngören bu yaklaşım mo
mak için ve uğradığı haksızlıklardan ötürü müslümanlara
dem zamanların başlangıcından beri savaşmak zorunda
"sizin toplumunuz çoğulcu olacak mı?" sorusunu sorarak
bıraktı müslümanları. Dünya sistemi yerküre üzerinde
bir çare bulma umudunu dile getiren kişiye "bir yeryüzü
mutlak hakimiyetini kurma gayretini gösterdiği dönemde,
cenneti” tasviri sunmak yerine, ona dünya sisteminin ihdas
yani ondokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren "ilerle
ettiği zulüm mekanizmasının en az kendisine verdiği kadar
me" düşüncesi efsanevi bir üstünlük sahibiydi. Avrupa'nın
müslümanlara zarar veren bir şekilde işlediğini göstermek
kendi dışındaki bütün bölgelere medeniyet götürme iddia
elimizdedir. Böylece müslümanlarm mücahedeyi insan
sı Avrupa'nın gücünü hissettirdiği her yeri ilerlemeye açık
yığınlarının yeni efendileri olmak üzere değil, insanın yer
kabul etmesi demekti. Kolayca müstemleke haline getiri
yüzünde bulunuş gayesinin anlamına ulaşmak üzere yü
len bölgelerde "Terakkiye mani olup olmamak" önemli bir
rüttüklerini göstermiş oluruz. Çare arayan kişinin gerçekte
mesele değildi. Ama Balı medeniyetiyle bir polemik yü
çoğulcu toplum lafzını bahane ederek sorduğu "müslü-
rütme yeterliği gösteren Osmanlı topraklarında bu konu
manların insafına sığınılabilir mi” sorusudur. Bu tarzda bir
büyük bir tartışmanın malzemesi haline geldi. Dün toplu
soru ile gelen insan kendi kurtuluşunun olduğu kadar, in
mun ilerlemesine engel olan İslâm'dır diyenler, bugün
sanlığın kurtuluşunun da İslam'da bulunup bulunamaya
İslâm'a sadık kalınarak kurulacak toplum düzeninde ço
cağını merak noktasına gelmiştir. Tıpkı cennette kırmızı
ğulculuğa yer yoktur diyenlerle aynı anlayış tarzını payla
tüylü develerin bulunup bulunmadığını soran bedevi gibi.
şıyorlar ve aynı niyetlerinin takipçiliğini yapıyorlar.
Ona verilecek cevap bir insanın hakka, hakikate muhalefet
etmedikçe ve başkalarına zarar vermek, zulmetmek üzere
İslâm dünyasının Batılılaşma ile yüzyüze geldiği dö
harekete geçmedikçe müslimlerin yaşayış çerçevesinden
nem boyunca belki ilerlemenin sonuçları ve etkilerini tar
hiç zarar görmeyeceği, tersine bu çerçeveden istifade ede
tışmaya açan zihinler, eylem adamları vardı; fakat bizzat
ceğidir.
ve bizatihi "ilerleme” düşüncesi tartışmaya konu olmadı.
Fakat mesele çare arayan adamın sorduğu sorudan ötürü Çünkü müslümanlarm yaşadığı ülkelerde zihinleri en çok
çıkmıyor. Kafasında İslâm’la ilgili olumsuz önyargılar ba meşgul eden, gayretlerin odaklandığı alan sadece bir çökü
rındıranların veya ne olursa olsun kendi çıkar ilişkilerinin şü engelleyecek ve mümkünse bir direnişi devam ettirecek
sarsılmasından korkanların endişelerinden ötürü çıkan bir görüşlerle doldurulabiliyordu. Temelleri İbranî-Hırisliyan
mesele uğraştırıyor bizi. Niyeti İslâm dolayısıyla insanla kurtuluş özlemleriyle mayalanmış, harcı Yunan-Roma ha
rın şimdi olduğundan daha geniş bir hayat sahasına ulaş yat görüşünün malzemesiyle karılmış Bau medeniyeti kar
malarını önlemeye dönük kişiler vereceğimiz cevabın bizi şısında yükselen bir İslâm kültürünü bulmadı. Bilâkis
104 105
müslümanlar içi boşaltılmış bir devlet felsefesi, verimlili leri inanışından güç alıyorlardı. Oysa bugün Batı medeni
ğini yitirmiş bir eğitim düzeni içine sıkıştırılmış haldeydi. yetinin bir teklifiyle karşı karşıya değiliz. "Islâm toplumu
Devlet felsefesinin kofluğu OsmanlIların kendi kurumla- çoğulcu olacak mı?" diye soranlar, bizim teklifimizin ma
rıyla kendi kimlikleri arasıdaki irtibaü yeniden üreteme- hiyeti hakkında bilgi edinmek istiyorlar. Yoksa onların
yişlerinden doğuyordu. Yani Osmanlı tekebbürü sanayi vermeyi vaad ettikleri bir değerler skalası sözkonusu değil.
devriminden geçmiş Avrupa karşısında kejıdi insan üret
kenliğini ve sahip olunan değerlerin yeniden anlamlandı Bu yönünden ele alındığında "çoğulculuk", "demokra
rmasını önleyen bir unsur oldu. Medrese eğitimi kendi is si", "insan hakları” taleplerinin dünya üzerinde yaşayan in
tikametinde bile bir aşama kaydetme kaygusunu taşımak sanlar için yeni bir açılım temsil etmek üzere sunulan de-
yolunu benimsemedi. Böyle bir ortamda "ilerleme" düşün ğerlcreâüfiabulunmadığı; bilâkis geçirli olduğu çok sayı-
cesi gereken ortamlarda -siyasi organizasyon ve ilmî çev daTnsana kabul ettirilmiş bazı önyargıların yardımıyla bazı
re- tartışılabilir olmaktan uzak kaldı. Bütün meseleler dev yapılanmaların yangından mal kaçırırcasına korunması
letin bekası ve otoritenin korunması anlayışı içinde ele endişelerini yansıtuğı anlaşılabilir. Dün "ilerleme" düşün
alındığından düşünce üretmek Batı'dan en çok etkilenen cesi dolayısıyla düşülen hatanın bugün "çoğulculuk" ve
yeni unsurların uhdesinde kaldı. Onların da "ilerleme” dü benzeri düşünceler dolayısıyla tekrar edilmemesi ancak
şüncesini insana ve toprağa bağlı bir esasa dayandırarak çağımızda Batı medeniyetinin teklif gücünü sıfıra irca etti
ele almaları muhaldi. ğinin anlaşılmasıyla mümkündür. Yani dünya sistemi bu
gün (her ne kadar gücünü korumak için hırçın tasallutlarda
Bütün bu olumsuz cereyan tarzına rağmen toplumun bulunsa da) savunma halindedir. Neye ve kime karşı savu
varlık şartının hissedildiği bir gelişmeye ülke insanını aça nuyor dünya sistemi kendini? İslâm'a karşı. Müslümanla
bildi. Dün "ilerleme" düşüncesini tartışabilecek bir zemin rın dünya sistemi karşısında, bu sistemin yıkıp yokettiği
den mahrumduk, ama bugün "çoğulculuk", "demokrasi", yaşama tarzını esas alarak bir teklif getiriyor oluşu böyle
"İnsan hakları" düşüncelerini tartışabilecek bir zemin üze bir savunmayı zorunlu kılıyor. Eğer sistem kendi iç çelişki
rindeyiz. Bunun hem iç hem dış sebepleri var. Dış sebepler leri sebebiyle çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış ol
dünya sisteminin veya Batı medeniyetinin vaadlcrinin so saydı belki eksiklerini gidermek üzere bazı tedbirler alır,
na erişiyle ilgilidir. Iç sebepler ise Türkiye’nin sistemle belli unsurlarını tamire çabalardı. Fakat böyle yapılmıyor.
arasındaki bağlanuyı dünyada yaşayan ve sistemden zarar Sistemin varlığını idame ettirmek üzere kalıba döküp am
gören bütün unsurların lehine olmak üzere yeniden düzen balajladığı bazı kavramlar devreye sokuluyor. Bunların
lemek gücüne sahip tecrübeleri geçirmiş olmasıyla ilgili bazan göz boyama ve bazan tehdit yoluyla zihinleri işgal
dir. Dün "İslâm terakkiye mânidir" diyerek bize saldıran euııcsi sağlanıyor. Dünya sistemi ipleri elinde tutmaya de
lar, dünya ölçüsünde bir ilerleme efsanesinin gölgesinde vam etme umudunuTnsarTtarın umudunu k'ayBclmcTcrinc
hareket ediyorlardı. Batılı olsun, doğulu olsun bütün insan bağlamış durumdadır. Çünkü Batı medeniyetinin besleyip
ların gelecekteki bir toplum tasarısından yararlanabilccck- büyüttüğü ama aynı zamanda varlığını idame ettirecek bi
106 107
lar içinde bunaldığı bir hayattan kurtuluşun çıkış yolunu
çimde belirlediği bazı kavramlar (çoğulculuk, demokrasi,
işaret etlikleri bir ortamda atılım için en uygun zemini bu
insan haklan, sivil toplum ve benzeri daha niceleri) yeryü
lurlar. Türkiye geçirdiği laiklik tecrübesi ve ülke insanla-
zünde yaşayan insanların beterin beteri vardır korkusuyla
nn en kötü şartlan dahi aşmada gösterdikleri metanet dola
sarılmaya çalıştığı, yani toplumun dönüşümünün korkulu
yısıyla dünya ülkeleri arasında bu uygun zemini teşkil et
bir düş olarak anlaşıldığı kavramlardır.
me imtiyazım elde tutan ülkelerin başında yer alır.
işte bu yüzden müslümanlara getirecekleri toplumsal
Dünya sistemi baskısı altında yeni bir dönüşüm umudu
işleyişin dünya sistemi tarafından türetilmiş kavramlara
nu kaybetme tehlikesiyle yüzyüze kalmış toplumlar ara
tercüme edilip edilemeyeceğini soruyorlar. Gerçekte bu
sında sistemciler bağdaşıklığı yöneticiler düzeyinde tam
soru Islâm'a sadık bir toplum örgüsü teklif edenlerin gücü
olan Türkiye'nin gelecek toplumun çoğulcu olup olmaya
nü ve imkânlarının sağlığını ispat ediyor. Yürürlükteki dü
cağı konusunda komplekse kapılmadan vereceği bir ceva
zeni savununlar müslümanlardan söz almak istiyorlar.
bı vardı. Çünkü çoğulculuğun ne anlama geldiği en iyi Tür
Müslümanların şimdiden bir taahhüt altına alinmasını te
kiye'de anlaşılabilir. İslâmî bir loplum kuruluşu sonrasın
mine çalışıyorlar. Oysa müslümanların böyle bir soruya
da bile devamı beklenen çoğulculuk gerçeklen ilk izlenim
muhatap olabilecek hazırlığa erişmeleri gayri-müslimle-
de sanıldığı gibi farklı kültürlerin, farklı anlayışlann, farklı
rin bu tarzdaki sorularını ters çevirmeyi başarmalarıyla
yaşama biçimlerinin bir arada bulunduğu bir uzlaşma dü
gerçekleşmiştir. Yan dünya sisteminin sunduğu biçimiyle
zenine, bir "conccnsus" toplumuna yakışan bir isim midir?
demokrasinin halkın yaşama gücüne katkısı olabilecek bir
Yoksa tıpkı Türkiye'de modernleşmenin cer<!yan tarzında
muhtevası var mıdır? insan hakları insanın dünya üzerin
görüldüğü gibi bir otoritenin kendi varlığını korumak ve
deki bulunuş sebebine uygun bir anlam veriyor mu? Ve ni
güvence aluna almak için muhalefet bile olamayacak insan
hayet: Çoğulculuk ne kadar çoğulculudur? Müslümanları
öbeklerini loplum içinde hakları olmayan bir etkinlik ala
karşı soruları yürürlükteki toplumun temelden eleştirisini
nına kavuşturması mıdır? Elbette ikincisi.
ihtiva ediyor. Gayri müslimlerin sorulan ise bizim eleştiri
mizi yıpratmak, örtmek geçersiz kılmak çırpınışının bir so Dünya sisteminin çoğulculuk adına metropol bölgeler
nucu. de uyguladığı yöntem sistemin iskeletine ulaşması müm
kün olmayan ve bu yüzden işleyişin hangi yöne çevrilece
Bir İslâm toplumunun zorunlu ve kaçınılmaz olduğu
ğine bir etkide bulunamayacak ölçüde bölünmüş farklı
düşüncesi, içinde yaşadığımız toplumun hastalıklı hastalık
meşreblerin (bunlar politik görüşler olabileceği gibi, kül
üreten ve insanın sağlık konusundaki düşüncelerini çarpık
türel aynmlar ve bazan mesleki özellikler de olabilir) ha
kılan bir toplum olduğu düşüncesiyle atbaşı gider. Toplu
yatta kalmalarını destekler. Böylece yüzeyde bir "çoğul
mun bu işleyiş tarzından kurtulmak gerek! Bu nida duyul
cu" görüntü elde edilmiş olur. Gerçekte ise bu "fraklı" un
muyorsa, böyle bir yaklaşım canlılıktan mahrumsa İslâmî
surlar otoritenin daha büyük sayıda insan üzerinde baskısı
bir toplum beklentisinin maya tutacağı alan çok daralmış
nı devam ettirebilmek için birer katalizör görevi üstlcnir-
demektir. Müslümanlar gayri-müslimlerin dahi dar boğaz
109
108
ler. Yani dünya sisteminin sunduğu kadarıyla "çoğulcu"
toplum büyük çoğunluğun rıza ile yer alacağı "kimlik be
lirtici disiplin"i ortadan kaldırmış ve onun yerine bazan kâr
motivasyonu ve bazan da kitle iletişim araçlarıyla şartlan
dırılmış seçmelerle denelim mekanizması kurmuş bir top
lumdur. Metropol ülkelerde "çokluk" toplum dışında tu
tulmanın bir ifadesi olarak bir tekel olarak ipleri elinde tut
maktadır. İnsanlar bu lekelin varlığını ancak gerçekten ay
KİMİN SEÇİMİ, HANGİ POLİTİKA?
rı bir kimlik isledikleri zaman farkedebilirler.
Denetim alünda tutulan ülkelerde ise çoğulculuk adına Bu haftaki mektubun başlığını gören bazı arkadaşlar
oynanan oyun birbirinin etkinliğini azaltarak hayat hakkı "dediğini yapmadı" diye söylenecekler. Çünkü yakın çev
nı koruyabilen, böylcce sisteme zarar verecek etkinliğe as remdeki dostlara koyacağım başlığın "köşeyi dönırçek is
la ulaşamayan birçok kutup sağlamaya dönüktür. Metro lersen, gel sen de bize takıl" şeklinde olacağını bildirmiş
pol ülkelerde farklı meşrebdeki insanlar birbirlerine do tim. Niyetim 12 Eylül sonrasında Türkiye'de yaygınlaşan
kunmadıkları için toplumu çoğulcu (!) kılarlar; çevre ülke ahlâkın önümüzdeki seçimlerin işleyiş tarzını nasıl belirle
lerde yani denetim altındaki bölgelerde meşrebi farklı in diğini göstermekti. Bu konuda diyeceklerimi yine yazıya
sanlar birbirlerini yıpratmayı, hatla ezmeyi başardıkları dökeceğim; ama ilk düşündüğüm başlığı yazıma kondur
oranda sistem nezdindc çoğulcu olma başarısına erebilir maktan caydım. Yazacaklarımın yalnızca köşeyi dönmek
ler. Böyle sinsice ve melun bir çoğulculuğun İslâm toplu- ve bir şeye, bir türlü takılmak çerçevesinde kalmasını iste
munda olup olmayacağı sorulursa bizden, cevabımız kesin miyorum. Bu çerçeveyi taşmalı yazacaklarım ve seçim
bir "hayır" olacaktır. sonrasında müslümanların takınacakları tavır için bir yol
açmalı. 20 Ekim seçimleri dolayısıyla endişeli ve tedirgi
nim. Hiç olmazsa seçim sonuçları alınıncaya kadar dilimi
tutsam iyi olacak.
110 111
/
argo biçimiyle bile bize verilmiş bir gerçekliktir. İkinci se katılmak suretiyle sistem tarafından geçerli olarak tanım
bep, dilin gerçekliğine başvurarak hayatımızın diğer yan lanmış özellikleri elde tutmadadır. Diyeceksiniz ki Türki
larındaki gerçeklikleri tanımada daha doğru ve daha gü ye 12 Eylül öncesinde dünya sisteminin işleyişinden pek
venli bir yol izleyebileceğimizle bağlantılıdır. Dilin gös mi uzaktaydı? Ülkenin sisteme yamanması sadece son on
terdiğinden rahatsız olduğumuz için gerçeklerden kaçma yılın bir ürünü müdür? Elbette değil. Ancak, 12 Eylül ön
malı, tersine dilin ifşa etliğinden yararlanıp gerçeği tanı cesinde Türkiye'de esen hava dünya sisteminin işleyişine
malı. Gerçek karşısındaki tulumumuzu da böylece ortaya kayıtsız şartsız teslimiyeti kabullenen bir hava değildi.
koymalı. Aradan geçen on yıl siyasi, ekonomik ve sosyal yapılan
Gerek "köşeyi dönmek" ve gerekse "takılmak” ibareleri mada sistemin dayatmalarının kaçınılmazlığını benimse
12 Eylül 1980 darbesinden önce de Türkçe içine girmişti. yen insanların galibiyetini sağladı. Bugün zihinleri işgal
Ne var ki andığmız tarihten itibaren bu ibareler daha kapsa eden yaygın düşünce "köşeyi dönmek” yani sistemin ge
yıcı hale geldi. 12 Eylül sonrası düzen bu sözlerin gerçek çerliliğini benimseyerek kendine geçerli bir yaşama alanı
likle önüşme alanım genişletti ve bu sözler 12 Eylül sonra açmak düşüncesidir.
sında yürürlüğe konan düzenlemenin veciz ifadeleri haline
Buraya kadar söylediklerim dolayısıyla beni anlatıla
geldi. Bu tetabuk ve tevafukun hangi anlama geldiğini far-
cak şeyi basitleştirmekten ziyade karmaşıklaştırmama
kclmek için Cumhuriyet tarihi içinde 12 Eylül'ün yaptığı
suçlayabilir ve bizim köşeyi dönmekten anladığımız sade
köklü değişikliğin muhtevasını bilmemiz gerek. 12 Eylül
ce yüklü bir paraya konmaktır. Sistem-mistem bunlar uzun
1980 (Lu besi Türkiye'nin dünya sistemine yamanmasıyla
iş, diyebilirsiniz, itirazınızı haklı buluyorum. Köşeyi dön
sonuçlanmıştır. Bir çok bakımlardan "köşeyi dönmek" ve
mek son-uç olarak mali gücün artmasından ötede bir kaza
"takılmak" dünya ¡»isteminin işleyiş tarzıyla ve bu işleyişin
nımı ifade etmez. Yine de fazladan bir şey öğrenmek ister
Türkiye’deki yansımasıyla irtibatlıdır.
seniz, eklemem zaruri olan bazı hususlar var Bir kere "kö
Akılda tutmak gerekir ki, dünya sistemi silsü'* merati- şeyi dönmek" zengin olmak değildir. Yani köşeyi dönenler
pe uygun bir altlık-üsllük ilişkisisini ihdas edip ıv '>-uyarak zenginlere mahsus bir dünya kurmazlar kendilerine, dün
ayakta durur. Her aşamada biri diğerine göre imtiyazlı ya yaları niteliksiz, cılız ve her türlü derinlikten yoksundur.
şama alanları icad edilmiştir. Yani insanların önüne dönül İçine girdikleri imtiyazlı alanın gereklerini yerine getirir
düğü uıkdirde imtiyazlı alanın imkânlarından istifade ede ler o kadar. Bu gerekleri yerine getirebilecek paralarının
bileceği "köşeler" konulmuştur. Dünya sisteminin bu ol olması onların köşeyi döndüklerinin göstergesidir. Siste
gunlaşma çağında işçi ve işveren arasındaki fark gölgclcn- min işleyişine yaptıkları kakıdan ötürü bir zulüm mekaniz-
mişlir. Geleneksel yapının bütün ayırımları, bilgili/cahil, masınınbasit, vasılsız memurları olduklarını anlamaya ye
güzel/çirkin, fa z ile t li/k u s u r lu , şerefli/şerefsiz gibi ayırım tecek kadar bile kapasiteleri yoktur. Köşeyi dönenleri "za
lar ikinci plana düşmüş, hatta pek çok bakımdan oriauan lim" diye vasıllandırmak oldukça zordur. Çünkü böyle bir
kalkmıştır. İlk sırada olan sistemin işleyişine etkin olarak özelliği taşıyacak kadar bile bilinç düzeyi arzcdcmczlcr.
112 113
İnsanlar köşeyi dönmekle "burjuvalaşmış" da olmazlar. fından başlatılması ve yürütülmesi yaşadığımız rezalete
Hem batı medeniyetinin türettiği anlamda bir burjuva geç çare sunacak bir yol açar. Meraka değer olan bu Müslü
mişleri olmadığı, böyle bir ortamın şartlarından yararlan manların kim oldukları, nerede bulunduklarıdır. Müslü
mak gibi bir süreçle ilgileri olmadığı için. Hem de burjuva manların bir imkân olarak sunduklan (sunmaları onlara
ziye has özellikleri taşımadıkları için. Dünya sisteminin vecibe haline gelmiş) uzlaşmanın faşizan emek-sermaye
olgunluk döneminde metropol ülkelerin dışında, yani çev uzlaşmasından hangi ölçülerde farklılaştığını anlayacak
re bölgelerde beliren köşe dönücü, paralı insan tipi burju bir zihniyet, zevk, bilgilenme ve şevk ortamına sahip oldu
vaların sahip oldukları tarzda bir rasyonaliteye yabancıdır. ğumuz takdirde mücahade yolunun da genişlediğini göre
Bağımsız karar alma, riziko yüklenme, çıkarlarını koru bileceğiz. Ne var k i , şimdilik "Nâle-i cangâhı cânân duy-
maya yarayacak yan tedbirleri alıp bu yan tedbirlerin şart muyör/Neyleyim tedbire takdir uymuyor". 12 Eylül sonra
ları koruma gibi burjuva vasılları üzerinde taşımaz. Burju sı hükümranlığını bütün ülke çapında genişletmiş olan
vaların sermayeleri korkak olabilir; ama köşe dönücülerin köşeyi dönme ahlâkı, insanların kimlik belirlemede belli
bizzat kendileri tabansızdır. Eğer marksist terminolojiye düşüncelerle, ilkelerle, hedef gözeten tedbir ve eylemlerle
rağbet edecek olursak bunlara belki "lümpen burjuva" di kişiliklerini oluşturma yöntemini terketmelerine sebep ol
yebiliriz. Veyahut "para görmüş ayak takımı." du. insanlar bazı temellere derinden bağlı olma duygusunu
12 Eylül sonrasında Türkiye’de sınıflar arası uzlaşma içlerinde gevşettiler. Sebebi ne olursa olsun gittikçe yay
bir zorluğu aşmak ve toplumun tamamının yararlanabile gınlaşan bir yüzeyselleşme, kolaycılık ve hafiflik geçerli
ceği bir görevi yerine getirmek üzere başvurulan bir çare lik kazandı. Şiddetli siyasi baskı insanlarımızın kendile
olarak değil, toplumun tamamının bir zorluktan kaçabil rinde gördükleri kusurları haklılaştırmalarını kolaylaştır
mek ve görev duygusunu üzerinden atabilmek rahatlığını dı. 12 Eylül’ün hemen sonrasında bir yılgınlık olarak beli
elde edebilmek üzere yakalanan bir fırsat olarak gerçekleş ren bu ruh durumu, zaman geçtikçe kökleşti ve bugün alı
ti. Köşeyi dönmek sınıflar arası uzlaşmanın sloganı oldu. şılmış hale geldi; nihayet başka türlüsü düşünülemez bir
Son on yılda fuhşun her çeşidinin toplumca tabii karşılan şartmış gibi algılandı.
masının, kumar ve benzeri meşguliyetlerin kabul edilebilir
işte bu yukarıda dile dökmeye çalıştığım kimlik belirle
meslekler arasında sayılmasının; sağcı solcu demeden bü
me tarzının göze batar ifadelerinden biri "takılmak" keli
tün köşe dönücülerin ANAP'ta toplanabilmesinin açıkla
mesiyle özetlencbidi. Artık insanlarımız bir şey yapmıyor,
ması Türkiye'de negatif ve dünya sisteminin bariz güdü
bir şey seçmiyor, bir şey benimsemiyor: Sadece takılıyor
münde bir sın111ar arası uzlaşmanın fiiliyata girmesinde
lar. Takılmak esaslı bir birleşmeyi, bütünleşmeyi, uyumu
aranmalıdır.
anlatmaz. Kısa süreli, güvensiz, duygusal bağlanmadan
Türkiye'de bu negatif uzlaşmanın rcddiyle başlayan ve uzak ve büyük ölçüde olumsuz bir teması anlatır. 12 Eylül
sonu toplum tabakaları ve varsa eğer sınıfları arasındaki 1980 rejiminin başlangıç yıllarında, öncelikle okur yazar-
pozitif uzlaşmaya varan bir gelişmenin Müslümanlar tara lamız, üniversite çevresi bir şeylere takıldı. Yeni rejimden
114 115
I
hilâfeti kaldıran, elifba yerine alfabe getiren, devletin İs
doğrudan ve huzur bozucu biçimde etkilenen ilk onlar oldu lâm esaslarına yabancı bir işleyişe geçmesini resmileştiren
çünkü. Dolayısıyla ilk moda tabir "entel takılmak" oldu. cumhuriyet rejimi bile Türkiye'de yaşayan büyük çoğun
Yani insanlar zihin yeteneklerini hayatlarının ekseni kılma luğu böyle derinden etkilememiştir. 27 Mayıs 1960 darbe
konusunda bir gelişme geçirmeksizin ve esaslı bir inşa ça si daha 1961 anayasası oylanır oylanmaz gücünden pek
basına girişmeksizin entel takıldı. Üniversite çevrelerinde çok şey kaybediverdi. 12 Mart 1971 müdahalesi dokuz ay
daha sonra "Müslüman takılmak" sözkonusu olabildi. Bu içinde ikinci Erim hükümetiyle beraber yetersiz ve yetkiz-
dönem boyunca "devrimci takılmak" ve "milliyetçi takıl liğini izhar etmek zorunda kaldı. Ama 12 Eylül 1980 dar
mak" oldukça sönük bir manzara arzetti. Bunun neden besi yönetim kadrolarında ufak tefek nöbet değişiklikleri
böyle olduğunun izahı uzun sürer. Ancak şu kadarım belir olmakla birlikte toplum üzerindeki baskısını ve yön tayin
telim ki takılmaya takılan herkes anlamını içinde bulundu edici etkisini muhafaza etmektedir. Bugün 12 Eylül ün
ğu bir değere bağlanmaktan uzak durup gösterdiği zaman eleştirilebilmesi ve benim bu yazıyı yazabilmem meseleyi
prim yapacağı bir "şey" bulmakla "malı götürdüğüne" ina ve meselenin ortaya çıkardığı sonuçlan değiştirmiyor. 12
nan insanlardan biridir. Eylül öncesindeki rejim değişiklikleri insanımıza kendi
İnsanların neye takıldıkları kadar, nasıl takıldıkları da ahlâkını şırınga edebilmiş değildi. Oysa bugün "köşeyi
önem kazandı 12 Eylül sonrası Türkiye'sinde. Birçoğu dönme" ahlâkı bütün ülke sathında yaygınlık kazandı. İn
avantacı takıldı, bazısı yağcı. Kimine kabadayıca takılmak sanlarımız şuraya veya buraya takılıyorlar. İnsanlarımız
düştü, kimine pazarlamacı takılmak. Hiç kimse hiçbir şeyi şöyle veya böyle takılıyorlar. Önümüzdeki 20 Ekim erken
inanarak yapmadığı gibi, karşısındakinin de kendine inan seçimi de böyle bir zemini tahrib edebilecek bir hazırlıkla
madığını bilerek yürütüyordu işini. Çünkü muhatabının da uygulamaya konamayacak.
bir türlü takıldığını hesaba katıyordu. Bu takılmacı takımı Dünya sisteminin iplerini elinde tutan iktidar odaklan-
nın yalanları bile yalancıktandı, sahtekârlıkları bile sahte. nın Orta-Doğu'da yakın geleceğe ilişkin ne gibi hazırlıklar
Yalandan yalancılık olur mu, demeyin; insan zavallılaştı yürüttüğünü bilmem bahis konusu olmadığı için Türki
mı bu düşüşün sınırını tanımak zordur. Düşüş ancak sona ye'deki erken seçimler sonucu doğacak yeni durumun ne
erince tanıyabileceğimiz bir sınıra sahip olmuş demektir. lere gebe olduğunu kestirmede zorluk çekiyorum. Her zor
12 Eylül sonrası yaygınlaşan ahlâkî düşüşün sona erdiğini lukla birlikte bir kolaylık olduğuna derinden iman ettiğim
nasıl bileceğiz öyleyse? Kolay fakat şerefsiz kazanç yolla için meyus değilim. Haynn ve şerrin Allahu Teâlâ'dan gel
rının kapandığı bir zamanda kazanç yollarını kaybetme diğine kesinlikle inandığım için mükellefiyetlerimizi yeri
mek için şeref sahibi olmaya mecbur kalmış bir kimsenin ne getirmekten başka bir şeye gücümüzün yetmeyeceğini
ne kadar şerefli olabileceğini doğrusu ben de bilmiyorum. de biliyorum. Türkiye'yi denetim altında tutmak isteyen
Etkisini ve hâkim kıldığı yaşama tavrını en uzun süre kâfir tasallutunun sona ermesi için yapılacak işler önüme
yürürlükte tutan askeri müdahale 12 Eylül olmuştur. Onbir geldiğinde elimden geleni esirgemeyecek kadar belimi dik
yıldır bu darbenin baskısı altında yaşıyoruz. Saltanatı ve
117
116
tutacak gücüm olduğunu hissediyorum. Her aklı başında
insan gibi havf ve recâ arasında kalrrta çabasındayım. Gö
relim mevlâm neyler. Köşelerin dönüldüğü, birilerinin bir
yerlere, bir türlü takıldığı bir ortamda hiç olmazsa seçim
sonuçlan alınıncaya kadar dilimi tutsam iyi olacak.
118 119
ikinci ihtimal "ben siyâsetten ¿uıiafiRî" diyen adamın anladığını öne süren insanlar yine bu gün de bazı manevra
saçmalamış olma ihtimalidir. Aklı başında bir adam tutup lar peşindeler, lâkin siyasetten anlamayanlar ne yapıyor?
da siyasetten anladığını söylemek gereğini duymaz. Çün Gerek Slav cumhuriyetlerini, gerekse Asyalı cumhuriyet
kü siyaset anlaşılmak için değil, uygulamak, yürürlüğe leri dolduran milyonlarca insan çeşitli yönlerden esen
konmak için varolan bir şeydir. Her zaman syaset yapan in rüzgârların etkisine kapılmış olarak sürükleniyorlar ve bu
sanlar vardır ve olmuştur. Kimileri başarıya ulaşır, kimileri nun adına da demokratikleşme deniyor. Eski Sovyet devle
başarısızlığa uğrar. Siyasî alanda başarıyı ve başarısızlığı tinin hükümran olduğu topraklarda şimdi açlık tehlikesin
aynı insan dönemden döneme tadabilir. Yani siyasette an den söz ediliyor ve insanlar gelecekleri konusunda korku
lamak, anlamamak olmaz; yapabilmek ve yapamamak içindeler. Ama bu insanlar Sovyet devletinin şaşaalı kabul
olur. "Ben siyasetten anlarım" sözü bir deli saçmasıdır. edilen dönemlerinde de pek iç açıcı durumda değillerdi.
Rusya'nın bir "süper güç" olarak dünya siyu .etinde rol oy
Gelelim üçüncü ihtimale. Belki de "ben siyasetten anla
nadığı zamanlarda az sayıdaki bürokratik zümre dışında
rım" diyen kişi bir kelime oyunu, bir muziplik yapmakla
kalan ahali günlük hayatını idame ettirebilmek için günde
dır. Bu sözü söyleyen bensem eğer, bilin ki muziplik yap
lik eziyetini yaşamak zorundaydı. Slalin dönemi bu eziye
maktayım. Kendime vc dünyaya. İşin içinde sadece mu
tin katlanılması güç boyutlara vardığı bir zamandı. Yaşa
ziplik olsa neyse, bir de kara mizah var. Hangi türden kara
ma kolaylıklarını sağlayan araçlar kıttı ama, siyşasî
alaya daldığımı pek merak ediyorsanız, buyrun meselenin
lâfazanlık çok boldu, herkese yetip artıyordu. Siyasetten
mahiyetini açığa kavuşturmak niyetiyle modası geçmiş bir
anladığını söyleyenlerin açık bir mazereti vardı: Gelecek
fıkraya başvuralım.
kuşakların refahı, özgürlüğü, gelişme imkânları uğruna
Sovyet komünizminin bütün yoğunluğuyla yaşandığı şimdiki kuşağın ezilmesi.
Stalin döneminde dikkat çekecek kadar güzel bir Rus kadı
nı hissettiği şiddetli ağrılar sebebiyle Moskova'nın ünlü İşte güzel Rus kadını böyle şartlar hüküm sürerken he
hekimlerinden birine başvurmuş. Fıkrayı bölmek pahası kime gitmiş. Ama hekime ihtiyacı olan yalnızca o mu? Zor
na, bu kısa girişten sonra bazı noktalar üzerinde konumuz yaşama şartları sürekli olarak hasla üretiyor. Herkes mua
gereği durmak zorundayız. Sovyet komünizmi Marksist yene olabilmek için sırada. Hele andığımız hekimin ünlü
dünya görüşünün büründüğü siyasî kılıklardan biridir. Ya biri olduğunu düşünürsek, müşterilerinin yoğunluğunu siz
ni siyasetten anladığını iddia eden bazı insanların eseridir. tahmin edin. Doktor randevu deflerini uzun uzun incele
Bu insanlar önce dünyanın halini vc gidişini doğru çözüm dikten sonra güzel kadına, "Sizi ancak iki ay sonra muaye
lediklerini kabul etmişler vc ardından bu duruma ve yöne ne edebilirim" diye söze başlamış. Ne var ki, kadın şiddetli
lişe karşı en doğru tulumu takınabilcccklerini varsaymış- ağrılarına bir süre boyunca katlanamayacağını bilmektir.
lardır. Siyasetten anlama iddiasının nereye vardığını hep Gözyaşları içinde yavlarırcasına "-Başka bir çare yok mu,
birlikle gördük: Bir kaç gün dcnebilccek kısa bir zaman di doktor" demiş, "beni en kısa zamanda muayene edemez
limi içinde Sovyet devleti ortadan kalkıverdi. Siyasetten misiniz?" Ünlü hekim güzel kadına bir göz attıktan sonra
120 121
Bir çare var" demiş. Gözlerinde ümit parıltısıyla alelacele yapabileceği şey biraz şaşmak, ama çokça da gülümse-
sormuş kadın: "Nedir bu çare?" "Eğer" demiş doktor, "bir mektir. Muziplik olsun diye "ben siyasetten anlanm" deyi
geçinizi bana ayırırsanız, sizin için bir şeyler yapabilirim." şim bundandır.
Kadın bu teklif karşısında sarsılmış. Fakat bu konuşma ce
Millî Gazete'de Cuma Mektupları'na verdiğim son te
reyan ederken bile ağrıları bedeninde hissetmekte imiş. Bir
neffüs sırasında aldığım mektuplardan birinden şöyle bir
süre düşündükten sonra katlanamayacağı ağrıların korku
not çıktı:
suna yenilmiş ve "Peki, doktor" diye cevap vermiş "bir ge
Sayın ismet Özel,
cemi size ayıracağım". Bunun üzerine hekim gülümseye
Ben ilk mektubunuzda şu konulara temas etmenizi isti
rek "Peki güzel" deyip pencereye doğru ilerlemiş. "Bakın
şu karşıdaki kasap dükkânını görüyor musunuz? Bu akşam yorum:
dükkânın önündeki et kuyruğuna gireceksiniz. Siz bütün Birincisi; milletvekili adayı olmanız için size teklif geti
gece kuyrukta bekledikten sonra yarın sabah saat yedide rildiğini duyduk-okuduk. Doğru mudur ve sonucu ne ol
karım gelip sizin sıranızı alacak. Sizi muayene cdebilecek du? İkincisi; "Seçim sonuçları alınıncaya kadar dilimi tut
zamanı bu takdirde bulabilirim. sam iyi olacak" diyorsunuz. Endişeniz nedir, dilinizi tul-
masanız kötü mü olacak?
Fıkramızda belki doktor "bir gecenizi bana ayırın"der- Selâm ve hürmetlerimle
ken muziplik yapmıyordu. Ama ben "ben siyasetten anla
Bir okurunuz
rım" derken yapıyorum. Çünkü insanların siyasetten ne an
Bir okurumun merak ettiği ve açıklığa kavuşturulması
ladıkları beni pek eğlendiriyor. Giderek benim yazılarım
nı istediği hususlar bakımından pek yalnız kalmadığımı
daki siyasî yaklaşıma hangi gözle baktıklarını farkedince
düşünyorum. Yıllar boyunca siyasî konuları da bolca içine
bira/, şaşkınlıkla, ama çoğu kez gülümseyerek karşılık ve
alan yazılar yazan ve belli bir tavrı göstermede titizlik gös
riyorum. Osmanlı devlet geleneğinden devraldığımız bir teren birinin yürürlükteki siyasî oluşumlar karşısnda hangi
anlayış var: Eğer bir insanın sosyal çerçevede bir göze gö konumu benimsediği haklı olarak merak edilmektedir.
rünür başarısına şahid olunmuşsa, sanat, bilim, askerlik gi Okurumun istediğini açık sözlülükle, ama genel çerçevede
bi alanlarda öne çıkmasını gerektiren bir başarının sahibi yerine getireceğim. Bildiğiniz gibi Cuma Mektupları iste
bir insan sözkonusuysa sonuç bu kişinin devlet kademele yin çalalım programı değildir. Ancak bu istekler bir notla
rinde ehven bir makam elde edebilmesiyle bağlanır. Dev bana ulaşmamış olsa idi bile, bu konulara temas etmek ge
leti çok yücelten Osmanlı zihniyetinin uzantısı olarak bun rekecekti. Çünkü bazı zamanlarda, bazı konularda konuş
da herhangi bir uyumsuzluk elbette yoktur. Ne var ki ben mak ne kadar bozucu tesir yaparsa, başka bazı zamanlarda
bu anlayışa hayat çizgim içinde alabildiğince yabancıyım. ve başka konularda durumu susarak geçiştirmek de sami
Benim gibi bir kişinin, aldığı eğitimin gereği olarak Bakî miyetle bağdaşmaz. Kimin ne zaman konuştuğu ve ne za
efendinin şair kişiliğini kendi kendine gölgeleyerek man sustuğuna bakarak, o kimselerin şahsiyetleri hakkın
şeyhülislâm olmak için ısrarlı çabalar gösterişi karşısında da ve nihayet hüviyetleri hakkında bir fikir ediniriz.
122 123
Genel çerçevede söyleyeceğim ana husus şudur Benim
kişi olarak siyasetle ilgim bir ahlâkî sorumluluğu yerine Endişem Türkiye'nin pek uzak olmayan bir vadede İslâmî
getirmekten öteye geçmez. Bu yönüyle çok kararlı, her bir dönüşüm yaşama fırsatı ve ihtimalini baltalayacak giri
noktası elden geldiğince iyi hesaplanmış bir çizgiye sahip şimlerin ortama hakim olması ve gerçekten böyle bir dönü
olduğumu biliyorum. Bu çizginin başında, ortasında veya şüm için hayatını yönlendirmiş kendi aleyhlerine yürütü
sonunda milletvekilliği gibi bir şey yok. Neden diye soru len faaliyetleri memnunlukla karşılayacak bilgisizlik gös
lacak olursa yine yukarıda temas ettiğimiz konuya döneriz: termeleridir. Daha da kötüsü bu bilgisizliğin kısa vadeli çı
Kendime biçtiğim yerle siyasî mevki diye bilinen alanlar karlarla ateşli bir "militan" tavra dönüşmesidir.
arasında bir uyuşmazlık var. Benim tutumuma göre kendi
Türkiye'de İslâmî bir dönüşüme ulaşacak yolun açılma
siyasî yaklaşımımın semerelerinden biri milletvekilliği
sı ve yürünmesi öncelikle bu dönüşüm için görev üstlene
olabileek gibi değil. Bu konudaki (yani benim milletvekil
cek insanların birbirleri ile olan bağlantısına ihtiyaç göste
liğine aday olduğum konusundaki) haber Türkiye'nin lâik-
rir. Bu yönüyle sözünü ettiğim kararlı, iyi hesaplanmış çiz
batıcı basın kaynaklarından çıkma bir asparagasür. Gayet
giyi koruma titizliğini elden bırakmamaya çabalıyorum.
tabiî ve yerinde davranılarak bana adaylık teklifi getirilme
Hamburg'dan yazan K.Şahin'in Cuma Mektuplan'nın bir
miştir. Çnükü benim bu sahaya adım attığım hiç vaki değil
kaç hafta yayınlanmaması üzerine "Neden bizleri terkedi-
dir. Basında yer alan haberler karşısında benim yaklaşı
yorsun?" diye sorması bana biraz haksızlık olur. 1977 yı
mım tahmin edeceğiniz gibi bende biraz şaşkınlık ve bolca
lında gazete yazarlığına Yeni Devir'de başladım ve Millî
gülümseme uyandırmıştır. Üzerinde uzun uzun durmayı
Gazcte'de bugüne kadar devam ettim. Bir gün hiç gazete
gerektirecek bir mesele yok.
yazısı yazmayacak olsam bile bu benim ruhen akraba oldu
Seçim sonuçlan alınıncaya kadar dilimi tutsam iyi ola ğum insanları terketmemin göstergesi olmaz. Geçtiğimiz
cak dedim. Bunun sebebi Türkiye'de müslümanlarm yü yıllarda görüşü İslâmî dönüşüme yatkın da olsa bir başka
rüttüğü siyaset içinde aşırı hassasiyet gösterilmesi gerekti günlük yayın organında yazmayışımın çok bariz bir tercih
ğine dair olan inancımdır. Hangi türden olursa olsun, bir le açılanabileeğini düşünüyorum. Çünkü yazarlığımın da
çözülme ve dağılmaya yol açacak bozguncu bir davranışı yanağının edindiğim kültürel birikimde zekâmda veya
kendimden uzak tutmaya çalışırım. Yürütülen politikala siyasî ilişkilerimde olduğunu sanmıyorum. Bu dayanak
rın eleştirisi eğer yapılmakta olanın yerine geçebilecek sadece hatası ve sevabıyla "biz" olmaya gayret eden insan
ağırlıkta birpolitikayı devreye sokacak gücü gösteremi- lar topluluğundadır. Biz birbirimizi daha iyi bildikçe yürü
yorsanız bir bozgunculuktan başka bir şey değildir. Bu yö necek yolun genişleyeceğine, yürünürken daha az zahmet
nüyle dilimi tutmamam halinde en azından kendi hassasi çekileceğine inanıyorum, işte benim anladığımı öne sür
yetimi terketmem ve her zaman müslümanlarm yapacak düğüm siyaset bu. Birileri daha bunu bile anlamadı, ama
işleri olduğuna dair sahip olduğum görüşü zaafa düşür onlar bunu anlamadı diye onlara "ne halin varsa gör" diye
mem bakımdan "kötü" bir sonuç doğacaktı. Endişemin ne cek değilim. O zaman kendimi kendime izah edemem, mu-
olduğunu soran okuruma sarahaten şunu söyleyebilirim: cizpilk olsun diye "ben siyasetten anlarım" diyemem.
124
125
SSCB ortadan kalktığına göre artık kutuplardan biri tek
kutup olarak ABD dünyanın itiraz götürmez, dediği dedik
tam hakimi durumuna mı gelmiştir? ABD hakimiyetinin
göze çarpan örnekleri ortada: Eski SSCB topraklarında ce
reyan eden değişmelerin hemen hepsinde ABD vizesi ge-
çerliydi. Körfez savaşında ABD hem savaş teknolojisi ve
hem de kitle iletişim araçlarının etkisindeki tartışılmaz üs
DÜŞMANI OLMAYAN DÜŞMAN
tünlüğü bakımından bir meydan okuma sergiledi. Orta-
Günümüzün siyaset dilinde iki kutuplu dünyanın sona Doğu barışı (?) görüşmelerinde dc ABD'nin öncü rolü apa
erdiğini belirten ifadelere sık sık rastlıyoruz, tik bakışta çık belli. Bir bakıma dünyanın yeni düzeni denilince dün-
çok doğru bir söz gibi görünse bile, "Dünyada artık iki ku . yaya ABD'nin vermek istediği düzen anlaşılıyor gibi. Bü
tup yok yargısı manuki sonuçları sorgulandığı zaman sa tün bu göstergelere rağmen bazı farklı sonuçlara takılma
nıldığı kadar isabetli bir yargı olmadığnı ele veren belirti dan edemiyoruz. Sözgelimi, ABD Çin topraklarında hâlâ
ler gösteriyor. Son beş yıldaki siyasî değişmeler İkinci kendi beklentisine uygun bir dcmokratiklcmcyi gerekleş-
Dünya Savaşı sonrasında ihdas edilmiş olan siyasî düzenin tiremedi. Almanya’nın Slovcnya ve Hırvatistan'ı tanıması
eskisi gibi korunmadığını açık seçik ortaya koydu. Bir şey nı önleyemedi. ABD'nin diplomasi alanındaki başarıları
lerin sona erdiğini, bilip tükendiğini hep birlikte görüyruz. daha çok "müdahil" sıfatıyla elde edilebilen türden başarı
Nc var ki, bitCnin yerine neyin başladığını sorduğumuz za lar. Dünyanın candarması olmaya "iki kutuplu" denilen
man ccvabı bulmada zorlandığımız da söylenebilir. dönemde yapabildiği kadar bile lâyık değil artık. Hatla di
yebiliriz ki dünyada ABD aleyhtarlığının çok canlı olduğu
Eğer iki kutuplu dünya artık geride kalmışsa, onun yeri
6()'lı yıllarda ABD vurucu güç olarak "rakipsiz" kabul edi
ni bir başka dünya almış olmalı. Nasıl bir dünya? Şimdi tek
len günümüzde olduğundan çok daha etkiliydi. Demek ki
kutuplu dünyamız mı var? Yoksa kutupların sayısı arttı da,
ABD bir devlet, bir siyasî organizasyon olarak düzen sağ
çok kuluplu bir dünyada yaşıyoruz mu demeliyiz? Daha
layıcı, düzen dayalıcı bir etkinlikte bulunamıyor; fakat bel
köklü bir değişiklikle yüzyüze gelmiş de olabiliriz belki.
li değişmelerin zemininin hazır bulunduğu bazı bölgelerde
Bundan böyle kutupsuz bir dünya içinde hayatımızı sürdü
düzenin dayanağı olarak ağırlık sahibi olabiliyor, işlevle
receğimiz ileri sürülebilir mi? Daha dün iki kutup vardı,
rini yerine getirmek üzere şartlarını temin etmiş düzenin
bugün hiç kutup yok. Bütün bu yaklaşımlar başlan benim
sediğimiz önermenin yani "iki kutuplu dünya sona erdi” destekleyicisi olabiliyor.
önermesinin bizi gözönüne almaya mecbur ettiği yakla
iki kuluplu dönem bitti, tek kuluplu dönemi yaşıyoruz
şımlardır. Şimdi bu görüşleri birer birer yoklayalım:
tezini savunanlar meselenin yalnızca devletler ve siyasî or
Diyelim ki geçtiğimiz dönemde iki kutup vardı ve bun ganizasyonlar bakımından ele alınmakla kalınmayıp aynı
lardan birini ABD, diğerini de SSCB temsil etmekleydi. zamanda İktisadî düzen açısından da olaya bakılmasını
126
127
teklif edeceklerdir. Diyecklerdir ki soğuk savaş dönemin ğunu şimdiden kanıtlamış halde. Çin bir blok olarak oldu
den başlayarak son kırk yıl dünya sosyalizmle kapitaliz ğu yerde duruyor. Afrika'da gücünden hiç bir şey eksilme
min rekabetine sahne oldu ve insanların önünde iki tercih, miş bir Güney Afrika Birliği var. Çok kutuplu bir dünyada
iki kutup biri diğerini nakzeden İktisadî düzen olarak varo- yaşadığımız fikrine kendimizi kaptırırsak, bunun sonu bi
lageldiler. Şimdi bunlardan biri, yani sosyalizm sahneden zim kutupsuz bir dünyayı düşünmemiz gerektiği noktasına
çekildi, geriye onun rakibi, bu yarışmanın galibi olarak ka kadar varır. Daha şimdi kutup olmaktan çıktığını söyledi
pitalizm kaldı, işte böyle sözler edecek olursak bir disiplin ğimiz Rusya'nın yeni kimliğiyle saydığımız kutuplar ara
olarak tarihle ilgimizin pek gevşek, bilgi birikimimizin de sında yer almayacağını kim söyleyebilir? İki kutup, tek ku
pek düşük düzeyde olduğunu meseleye vakıf olanların gö tup, çok kutup, hiç kutup... Bu kutup içinde bir sakatlık var
zünde ispat etmiş oluruz. Ama ideolojik olarak sosyalizm sanki. Sona eren belki de iki kutuplu dünya değildi de baş
yıkıldı, geriye kapitalizm kaldı demek uygun ve isabetli ka bir şeydi. Neyin değiştiğini, değişmenin nerede cereyan
dir. Dar ideolojik alanı aşar aşmaz görürüz ki çöken sosya etliğini keşfetmeye çalışalım.
lizm ve onu çökerten kapitalizm gibi adlandırmalar yaşa
nan olayları açıklamaya yetmez. Yine de olayların kavra Olayı doğru kavrayabilmek için herşeyden öne anlayış
nılmasında bu iki kavramın derinliğine anlaşılmasının yar tarzımıza yöneltilmiş bir büyüyü bozmamız gerekir Ger
dımı olacağını akılda tutarak kaç kutuplu dünyada yaşadı çek değişme değişim hareketliliğinin göze battığı bölge
ğımız sorusuna dönelim. lerde değil, adeta tabiî seyrini yaşıyormuş gibi görünen
bölgelerde cereyan etti ve ediyor. Bu yazının başından beri
Bir başka ihtimal de kutupların sayısının azalacağına sözünü ettiğimiz "kutup" kavramını gözönünc alacak olur
arttığını ileri sürmemizdir. İkinci Dünya Savaşı sonunda sak, yok olan kutup ABD'dir, SSCB değil. Sovyetler Birli
şanlar iki kutup oluşturmuştu ve bugün gerek İktisadî olu ği bir isim olarak, görünürdeki bir siyasî organizasyon ola
şumlar, gerekse siyasî değişmeler yeni güç odaklarının be rak ortadan kalkmıştır, ama bu yokoluş dünya sisteminde
lirmesine yol açmıştır diyebiliriz. Evet, SSCB yok artık, bu bölgeye biçilen yer bakımından büyük bir değişiklik
ama Atlantik'te ABD bir güç olarak varlığını koruyor, Pa doğurmamıştır. Oysa bütün dünyaya düzen telkin ediyor
sifik'te dünya pazarlarına etkisi gözden saklanamaz bir Ja gibi görünen ABD içinde bulunduğu düzen açısından teh
pon gücü var, Avrupa'da bütünlüğünü sağlamış ve nüfuzu likeler altındadır. Bir yanlış anlamaya meydan vermemek
nu her geçen gün artıran Almanya'nın ağırlığı hissediliyor, için hemen eklemeliyim ki bu söylediklerimin "sosyalizm
nihayet Yakın Doğu da Iran, hiç olmazsa politik söylemi çöktü, kapitalizmin de çöküşü yakın" diyenlerin kullan
bakımından, hesaba katılmayı gerektirecek kadar dikkat dıkları ideolojik ifadelerle benzerliği yoktur. Kapitalizm
çekici. Çok kutupluluğun bir vakıa olduğunu benimsem- den eğer 16. yüzyılda ekonomik işleyişinin esaslarını tesis
miz halinde kutupların sayısını ister istemez artıracağız de etmiş, 17. yüzyılda enıcllektüel temellerini atmış, 18. yüz
mektir. Çünkü İsrail Orta-Doğu'da kendi aleyhine hiç bir yılda iç bütünleşmesini tamamlayıp, 19. yüzyılda dünyayı
gelişmeye meydan vermeyecek ölçüde bir güç odağı oldu denetim altına alma girişimine hız vermiş ve nihayet 20.
128 129
yüzyılda bütün geleneksel alternatiflerini haritadan silmiş tedbirler aldığını sözlerime ilave ettim. Durum gerçekten
DÜNYA SlSTEMl’ni kastediyorsak, bu sistem bütün gü bu merkezde. Dünya sistemi bir kültürel çeşitlilikten yana,
cü ve ağırlığıyla hayatımızda yerini korumaktadır. Dünya ancak bu kültürel farklılıkların verili yani kâr motifiyle ha
sistemi açısından zor durumda olanın Rusya'dan daha zi rekete geçen bir zeminde geçerliliği tanınabilir türden ol
yade ABD oluşu, birincisinin yapacağının yeni şartlara in masını bekliyor. Eğer kâr güdüsünden başka dayanaklar
tibaktan ibaret olmasına rağmen, İkincisinin böyle bir inti aramakla oluşturulmuş bir kültürel özerklik sözkonusuysa
bak için yıkımını göze almasının çok pahalıya patlayacağı dünya sistemi bütün gücünü kullanarak bu oluşuma engel
kurum ve değerlere sahip oluşu yüzündendir. olmak, özerk kültürel varlığını ezmek yolunu seçiyor.
Farklı kültürel değerlerin yaşayıp serpilmesini isteyen in
Sözün kısası, dünya sistemi yeni bir aşamadadır ve asıl
san öbekleri sistemin bu tuzağına yakalanmakta gecikmi
değişen doğudan ziyade batı, güneyden ziyade kuzeydir.
yorlar. Kâr güdüsüyle harekete geçmeyi sakıncalı görme
Bu değişmenin acısını batı yerine doğu, kuzey yerine gü
yerek, dünya ekonomik işleyişinde itibarlı bir mevki edin
ney çekiyor, çünkü sistemin tabiatı böyle. Kabaca, kaim
me, en azından bu işleyiş içine sığma, sığışma çabasını ka
çizgileriyle dile getirecek olursak Batı Medeniyeti, ömek
çınılırız görüyorlar, işte bu yüzden dünya sistemi kendi
medeniyet olma iddiasını, vasfını, dirayetini bile isteye ter-
kültürel varlığını geliştirip daha zengin bir hayat kurmak
kediyor, bunun yerine hem kendini, hem de dün çekip çe
isteyen insan öbeklerinin önünde düşman olmayan düş
virmeye pek özen gösterdiği çevre bölgeleri bir kültürel
man özelliği kazanıyor. Gerçekte dünya sistemi bütün kül
dağılmaya bırakıyor. Zira ancak böyle yapılırsa sistemin
türlerin (batı kültürünün bile) can düşmanıdır. Çünkü kâr
sıhhat şartı yerine getirilmiş olacak. Dünya sistemi makro
güdüsünden başka hiç bir harekete geçirici tanımayan tek
düzenlemelerle eline geçirdiği imkânları özerk kültürel
boyutlu bir cendere içine bütün insanlık alınmak isteniyor,
oluşumlar lehine kullanacak birimleri yoketmeyi, bunun
insanların kaçabildiği kadar acılardan uzak, ulaşabildiği
yerine kâr güdüsüyle programlanmış mikro birimlerin (ça
kadar hazlara yakın bir motivasyonu benimsemeleri İnsanî
pı ne olursa olsun işletmelerin, şirketlerin ve iş kollarının)
değerler bakımından bir çürümeyi içselleştirme anlamı ta
yürürlükteki ekonomik işleyişi kolaylaştıran bir yola gir
şır. Bütün kültürler (batı kültürü başta olmak üzere) böyle
melerini hedefliyor. Böylelikle sistem dolaylı denetim ri
bir çürümeye bir deva zannıyla kucak açmış durumda.
zikosunu asgariye indirebilecek ve irili ufaklı bütün birim
Dünyada demokratikleşme çabalan adı altında yürütülen
leri bütün içinde doğrudan denetleyecek. Eğer sistem
çalışmalar her zaman kâr güdüsünün dokunulmazlığım
aleyhtarı eğilim taşıyan birimler varsa onları zahmetsizce
özenle koruduğu için insanları başlangıçta demokratik
yani işleyiş içinde tasfiye edebilecek.
ideallere yönelten endişeleri izale ederek yürütülüyor. Ya
Yukarıda size çelişkili gibi görünmesi muhtemel bir ifa ni demokratikleşme demokrasiden beklenen muhtevaya
de yer alıyor: Hem dünya sisteminin kültürel bir dağılmaya ilişkin değerleri yıkmak suretiyle gerekleşiyor. insan hak
istekli olduğunu söyledim, hem de ardından aynı sistemin ları kavramı kâr güdüsüyle harekete geçmenin insan hakkı
özerk kültürel oluşumlar ortaya çıkmasına engel olacak olabileceğini de içine alarak anlaşıldığından dönen büyük
130 131
olmayan bir medeniyet sadece baskı gücünü ve bu gücün
dolabın gıcırtısız dönmesine yardımcı oluyor. Özgürlük
dayandığı mekanizmayı ayakta tutmak için aynı mekaniz
için yola çıktıklarını sananlar esaret şartlarına can atar hale
maya farklı kültürden unsurları da dahil ediyor. Buna karşı
geliyor, insan haklarına sahip çıkabilmek için insanlıktan
bir düzen teklifi getirme çabası SSCB tecrübesini tekrar et
çıkmayı savunacak kadar şaşkınlığın olağan karşılandığı
me hevesinden başka bir şey olamaz, işin özü gündelik ha
bir ortam yaygınlaşıyor. Yani tam bir kısır döngü.
yatın hangi eseslar dahilinde düzenlendiği sorusunda yatı
Dünya sisteminin gücü ve hakimiyeti arttıkça insanlar yor. Eğer gündelik hayat bir siyasî, iktisaî veya kültürel
yalnızca kısır döngüye kapılmış olmuyorlar, aynı zaman projenin bir gün hayata geçirileceği varsayımıyla kâr mo
da bir fasid daire içine de girmiş oluyorlar. Şimdi siz diye tifli işleyişi geçerli sayılarak devam ettirilecekse, bu eğili
ceksiniz ki aynı kavramın bir yeni Türkçesini söylüyorsun, min varacağı sonuç katılanılan zilleti nimet sanmaktır.
bir de Osmanlıcasını ve sanki iki ayrı şeyi söylüyormuş gi Ama eğer gündelik hayat itikat ve ibadet esasları dahilinde
bi yapıyorsun. Hayır, sandığınız gibi değil. Düşmanı olma yürütülmeye başlanırsa tuzakian kurtulmanın yolu bulun
yan düşmanın emrine girmekle yalnızca kısır bir döngüye muş demektir. Bu genellemenin yeterince açıklayıcı olma
kapılmadığımızı, aynı zamanda fasid daire içine girdiği dığını biliyorum. Çıkış yolunu bir çeşit "câmi cemaati" ha
mizi kasten belirliyorum. Kısır döngü, çünkü üretken de line gelmede mi görüyorum? Hangi itikaddan, ne gibi iba
ğil, daha doğru bir tâbirle bereketi yok. Fasid daire, çünkü detten dem vuruyorum? Bunların söze gelir hususlar olma
bozulmuş, bozucu yani fesadı yayıp yaygınlaştırıcı bir dığını, ancak harekete geçerek tebellür edebileceğini dü
çember. Nasıl olur da bereketi olan bir yola girebilir, nasıl şünüyorum, lâkin kâr motifiyle harekete geçerek değil.
olur da salih bir tuluma bağlanabiliriz? Bütün mesele duru
mun gerçekten böyle olup olmadığını kendi hayatımızda
hissetmemizle alâkalı. Kimse ne yapmalı diye sormasın,
herkes ne yapıyorum diye sorsun. Bu bir. ikincisi, herkes
kimlerle birlikte olduğuna baksın. Bu bakış sonunda ya
olan bitenin devamında ne kadar menfaati olduğunu göre
cek ve önceden şikayet ettiği hususların ne kadar beyhude
olduğunu anlayacak veya birlikte olduklarının şikayetleri
nin kaynağı olduğunu görerek yeni bilgi alanlarına açılma
ihtiyacı duyacak.
132 133
bu yöne etki edebilecek gücü toparlayabilmiş değil. Dola
yısıyla dünyadaki hareketlilik hem bir yandan sistemin
kendi sağlık şartlarını yerine getirmek üzere yürürlüğe ko
nan türden, hem de sistemin lordlannm kendi aleyhlerine
güçler oluşmasını önlemek üzere teşvik ettikleri hareketle
ri yansıtıyor. Yani dünya milletleri otobüse mahsus bir slo
ganla dolmuşa bindiriliyor. Dolmuşu icad eden bir ülke
GERİYE DOĞRU olarak Türkiye daha şampiyonluğu elinden kaçırmış değil.
İLERLEYELİM BEYLER! Dünyanın dolmuşa binme şampiyonuyuz biz.
Otobüs yolcularının aşina olduğu bir hitaptır: Geriye Dünya sisteminin etkinliğinden ve olayları gütmedeki
doğru (arkaya) ilerleyelim beyler! Bazan bu ifadeye şoför başarısından sıkça sözettiğimiz zaman, bunun bir tepkiyi
"inişler arkadan" gibi bir ilave yapar. Bütün bu haykırışlar davet ettiğinin farkındayız. Sistemin gücünü abarttığımızı
dan elde edilmek istenen fayda otobüsün içinde aracın gi sananlar kadar biz de dünya sistemi adın; verdiğimiz
diş istikametinin tersi yönde ilerlenirse o toplu taşıma vası "dünyevî" iktidarın insanların, milletlerin kaderini ellerin
tasında bulunanların daha rahat seyahat edecekleri yolun de tutan insanların yönetiminde olduğu fikrine yabancıyız.
dadır. Geriye doğru ilerlenirse otobüse daha çok yolcu alı Bütün mesele kimin elindeki imkânları kendi lehine ne öl
nabileceği veya belli alanlardaki sıkışıklığın giderileceği çüde kullandığında odaklanıyor. Sonuçta galip durumda
düşünülmektedir. Benzetme uygun düşerse içinde bulun görünen her zaman daha başlangıçta kendi çıkarının nere
duğumuz dünya düzeninin hali budur. Dünya düzeni belli de olduğu konusunda açık seçik bir anlayışa kavuşmuş
bir yönde topluca seyretmekte iken düzen içindeki düzen olanlardır. Ulaşılmak istenen hedeflerle gerçek çıkarlar
leme sisteme dahil edilmiş unsurların geriye doğru ilerle arasında bir uyuşmazlık varsa bundan hem hedeften uzak
mesini temin suretiyle yapılıyor. Enternasyonal bir haki laşmak, hem de çıkarı koruyamamak gibi bir sonuç doğar.
miyetin pekiştirilebilmesi için nasyonal ayrımlar destekle Aynı oyunda yer alan unsurlardan biri veya birkaçı hedef
niyor. Tek dünya devleti piyasa aracılığıyla yürütme gücü lerle çıkarları kaynaştırabilmişse, uyumsuzluk yaşayanın
nü kullanabilmek için millî devletlere piyasaya yön verici bütün kayıplarını kendi hanesine kazanç olarak aktarabile
müdahalesini sona erdirme buyruğu veriyor. Teknoloji te cektir. İşte dünya sisteminin etkinliği ve başarısının açıkla
meline oturmuş standardize ve homojen bir kitle kültürü ması budur. Dünya sisteminin genel başarısının bir alt ba
nün yaygınlaştırılması kolaylaşsın diye bütün yöresel kül samağında yer alan başarılara, devletlerin kendi etkinlik
tür kalıntılarının korunmasına çalışılıyor. Bununla da kal lerini koruma başarısına bir bakalım: Kâğıt üzerinde İkinci
mayıp modernleşme süreci içindeki her farklı evre (merha Dünya Savaşı'mn galiplerinden biri olan Rusya imparator
le) kültürel özerklik kapsamı içine sokuluyor. Dünya siste luğu elinde tutamayacak bir zaafa düştü. Buna mukabil çok
minin bir gidiş yönü var. Sistem aleyhtarı eğilimler bugün ağır mağlubiyet şartları yaşamak zorunda bırakılmalarına
134 135
0
ve dünya siyasetinde yeniden söz sahibi olmalarına engel lerin denetimiyle ilgilidir. Bu konudaki herhangi bir çar
olucu bir çok tedbir alınmasına rağmen Almanya ve Japon pıklık bütün topluluğun çarpıklığı anlamına varır, işte bu
ya, olayın üzerinden yarım yüzyıl geçmeden kendi ağırlık yüzden bir toplulukta işlerin nasıl yürüdüğünü anlamak
larını itirazsız kabul ettirecek konumlara sahip oldular. için fakirlerin değil, zenginlerin neler elde etmeye yöneldi
Çünkü Rusya'nın SSCB hedefleriyle kaynaşık, ayrışmaz ğine bakarız. Siyasî nüfuzu olanların bunu hangi amaca
çıkarlarından söz edilemezdi. Buna mukabil Almanya ve hizmet edecek şekilde kullandıkları önem kazanır, yoksa
Japonya hangi rejim altında olurlarsa olsunlar varlık şartla âcizlerin meşguliyetlerini göz önüne alarak bir olaya açık
rıyla hedeflerini biri diğerinden ayrılamayacak tarzda bir lama getirmemiz mümkün değildir. O topluluk içinde yer
leştirebilecek bir başlangıç yapmışlardı. Daha düz bir anla alıp da belli bir bilgi birikimine ulaşmış kişilerin sahip ol
tımla diyebiliriz ki Bismark, Hitlcr ve Gcnscher kolaylıkla dukları bilgilerin aslî karakteri, hem de bilgili kimselerin
birbirine dönüşebilen tipler olarak karşımıza çıkabilirler. şahsiyet bakımından karakterleri seviyenin ne olduğunu
Burada dikkatle anlaşılması gereken hususun çıkarlarla belli eder, yoksa cahillerin cehaletleri dolayısıyla göster
hedeflerin müşterekliğine kimin karar vereceği husus ol dikleri vasıflar veya şahsiyet zaafları değil. Kısacası, ct-
duğu besbellidir. Zaman ve mekan bakımından daha yakın kinligi, sonuca giden yolu ortaya çıkaran iyilerin ne kadar
bir örnekle konuşacak olursak Türkiye'de enflasyonun iyi olduklarıdır, kötülerin ne kadar kötü oldukları değil.
durdurulması meselesinin bahse konu edebiliriz. Eğer Türkiye’de yaşadığımız sarsıntılar da, tıkanıklıklar da ül
Türkiye'de iş yapan büyük sermaye sahipleri uzun vadeli kemiz ölçülerine göre, 'ileri gelen' niteliğindeki kişilerin
çıkarlarının toplumun büyük çoğunluğunun çıkarlarıyla durumlarıyla sıkı sıkıya irtibatlı. Dünya sisteminin lordlan
paralel olduğu görüşünü benimserlerse enflasyonun dur bir hedefi gerçekleştirmede başarılı oluyorlar veya zor du
durulması yönünde olumlu bir adım atılabilir. Yani top rumda kalıyorlarsa olay tamamen her ülkede, devlette bu
lumda hedef birliğinin mimarı ancak bazı imkânları kul lunan ’ileri gelenler' ile sistemin manipülasyonuna katkıda
lanma gücünü elinde tutanlar olabilir. Eğer cnflesyonun bulunanlar arasında cereyan etmektedir.
zengini daha zengin fakiri daha fakir yaptığı doğruysa işi
Yaşadığımız günlerde gerek dünya sisteminin lordlan
oluruna bırakarak enflasyonun devamını sağlayanların
arasında, gerekse millî devletlerin ileri gelenleri arasında
zenginler olduğunu ve bu tutumlarıyla toplumda bir hedef
sistemin maddî gücünün pekişmesi yönünde ne kadar ra
birliği tesis etmek yükünden yine onların kaçtığını farket-
mek için fazla zeki olmaya gerek yoktur. hatlık hissediliyorsa, sistem içinde sistem adına dolaşıma
girecek ideoloji bakımından o kadarda rahatsızlık hissedi
Demek ki hangi ölçekte olursa olsun bir insan toplulu liyor. Günümüze kadar Batı medeniyetinin etkisinin uzan
ğunda istenmeyen sonuçların doğmasında sorumluluk pa dığı her bölgede ''ilerleme, evrim, gelişme" sloganlarının
yı her zaman İktisadî, siyasî ve kültürel alanda 'ileri gelen' yerleşmesine elverişli bir propaganda faaliyeti uygun ve
mevkiini işgal edenlere düşer. Aynı şekilde olumlu sonuç yeterli sayılıyordu. Çünkü sistemin maddî gücünün böyle
ların şeref payı olduğu kadar diğer imkânları da ileri gelen bir ideolojik payandaya ihtiyacı vardı. Yani sistem gele
136 137
neksel yapılan yıkmak için insanlık için "nurlu ufuklar" Dünya Savaşı'nın yegane galibi bütün milletlere bir hayat
vaadetmek zorundaydı. Oysa bugün günübirlik, çıkarlar biçimi telkin eden dünya sistemi idi.
sunarak yerleşebilecek maddî performans gösterebiliyor.
Bu gerçeğin anlaşılması gecikmedi. Birinci Dünya Sa-
Giderek önceden ortaya atılmış sloganlar sistemin rahat iş
vaşı'nm ertesinde milletlerin milliyetçi bir tutumla kendi
leyişine ayak bağı olabilecek bazı zorluklara da sebep ol
üstlerinde tahakküm aygıtı olarak işleyen sisteme tepki
makta. Çünkü günübirlik çıkarlarla nurlu ufuklan bağdaş
verdikleri görüldü. İtalya'da Mussolini, Almanya'da Hit-
tırmak pek kolay değil, işte bu yüzden günümüzün sloganı:
ler, Rusya'da Stalin bu tepkinin sembolleri olarak belirdi.
Geriye doğru ilerle! olabiliyor ancak.
Rusya Sovyet ideolojisi ve yapılanması bakımından dünya
Kimilerine oldukça soyut bir anlatım gibi görünebile sistemiyle uzlaşmaya müsait olmakla birlikte varlığını ko
cek bu sözleri gerçeği olduğu yerde işaret etmek suretiyle ruma gerekleri bakımından sistemle çatışmak zorundaydı.
somutlayabiliriz. Yirminci yüzyıl tarihi "ilerleme" anlayı Rusya'nın (o zamanki adıyla SSCB'nin) bu ikili karakteri
şındaki bu değişmenin tarihidir. Yirminci yüzyıla gelince Sovyet sisteminin dünya sistemi kontrolü alünda gücü bü
ye kadar dünya sistemi yayılmasını her bölgede bir "millî yüyen bir örgüt olmasına yolaçü. İkinci Dünya Savaşı bi
pazar" kurmak suretiyle gerçekleştiriyor. Bu yüzden milli rincisinden farklı olarak sistem içinde üstünlük isteyenle
yetçi tutum takınmakla kapitalizmden yana olmak kolayca rin hırçmlıklan yüzünden değil, sistemin zincirlerini üzer
birbirini destekleyen tutumlar oluyordu. Metropol ülkeler lerinden atmak isteyenlerin hezeyanları yüzünden çıktı,
daha çok kapitalistleşmeyi (gerek teknoloji ve gerekse ye ikinci Dünya Savaşı bu yönüyle birincisinden çok daha so
ni piyasa işleyişi alanındaki düzenlemeler yardımıyla ge nu belli bir çatışma sayılır. Nitekim dünya sistemi İkinci
leneksel toplumda kalan her şeyi tasfiye etmeyi) uydu ül Dünya Savaşı'ndan galip çıkarken kendinden çok emin dü
keler daha çok milliyetçi uygulamalarda bulunmayı ilerle zenlemeler yapabilmiştir. Gücünü ve etkisini günümüze
menin, kalkınmanın, evrime ayak uydurmanın ve geliş kadar koruyan örgütlenmelere gitmiştir. Birleşmiş Millet
mişlerle aynı masaya oturmanın ön şartı saydılar. Bu dö ler, NATO, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu gibi
nemde dünya demek Avrupa ve bu kıtanın yakın ilişkide örgütler, önce adı Avrupa Ekonomik Topluluğu olan ve
bulunduğu bölgeler demekti. Dünya sistemi bütün millet sonra AT adını alan kuruluş, nihayet haritada diğer devlet
ler içinde aynı usullerle işleyen düzenini kurmakla enter ler arasında sözümona devletmiş gibi duran, gerçekten
nasyonal rabıtalar ihdas etti, fakat devlet örgütlemesi bakı dünya sisteminin bir taşra şubesi olmaktan fazla özelliği
mından nasyonel karakterli iktidann artan gücü her unsur bulunmayan İsrail. Bütün bunlar geride bırakuğımız dö
da (her millî yapılanmada) tek başına hakimiyet ihtimalini, nem boyunca ilerleme, evrim, gelişme sloganlanna muh
hevesini körükledi, ilerlemeye önceden başlamışlar ile taçtı. O kadar ki son yarım asir yayın organlannı ve okur
ilerlemeye fiilen öncülük edenler arasında üstünlük yarışı yazarların tartışmalarım fazlasıyla işgal eden demokrasi,
başladı. Bu üstünlük yanşmın sonucu Birinci Dünya Sava- sosyalizm, faşizm gibi kavramlar her zaman ilerleme ze
şı'na vardı. Savaşan bütün milletler savaşı kaybetti. Birinci mini üzerinde ele alınmaktaydı. Y ani nurlu ufuklara sosya
138 139
lizmle mi, faşizmle mi, demokrasi ile mi varılacak? Mila
muşa binme şampiyonu olarak tuzaktaki İç Asya halkları
dın yirminci yüzyılı sona ermek üzereyken ilerleme fikri
de sönmeye yüz tuttu. Çünkü dünya sistemi için Herlene na yönelme yemini güzelce ısırdıklarını söyleyebiliriz.
cek alan kalmadı belki. Birleşmiş Milletler örgütü siyoniz- Türkiye kendi gündelik meselelerini ve onların çözümüne
mi ırkçılık saymayan bir karar alabildikten sonra daha ne giden düşünce meselelerini bir hal yoluna koymadan gücü
reye Herlenecek? Cevap: Geriye doğru ilerlenecek. nü nereye varacağını bilemeyeceği projeler uğruna israf ve
heba ederse dünya sistemi şimdi aldığından çok daha rahat
Dünya sisteminin geriye doğru ilerleme sloganını (he bir nefes alacak. Bu konuda bilgi ve bilinç sahibi olması
nüz böyle bir slogan yok elbet, biz "lisâıı-ı hâl"i lisâna ter gereken zevat keskin bir tercih ile karşı karşıyadır.
cüme ediyoruz) ortaya atmasının sebebi yalnızca günübir
lik çıkarlar yemiyle bütün milletleri tuzağına sokabilmek-
ten dolayı kendinde hissettiği güven değil; aynı zamanda
dünya sisteminin lordları bir imân-küfür kutuplaşmasın
dan korkuyor. Müslümanların ilerleme, evrim, gelişme
sloganını derinlemesine deşerek buradan hiç beklenmedik
sonuçlar istihsal etmesinden endişe ediyor. Yeryüzünde
bugün üzerinde her türlü operasyon yapılmış olmasına rağ
men bir "İslâm dünyası" var. Ekonomik bakımdan siste
min ağına düşmüş, siyasî bakımdan feci şekilde parçalan
mış, kitle iletişim araçlarının zehirli etkisinden gün be gün
fazlasıyla nasibini almakta, ama kendi şaşkınlığının farkı
na varacak kadar kimlik sahibi. Dünya sistemi İslâm dün
yasının elinden kaçırmadığı bu kimlik edinme cehdiyle
sistem karşısında bir kutup oluşturmasından ölümcül bir
korku duyuyor. Çünkü müslümanlar günlük hayatın dü
zenleniş tarzından devlet örgütlenmesine, yeryüzü kay
naklarının kullanım biçimine getirilecek önerilerden insan
düşünme yollarının istikametinin neler olabileceğine ka
dar dünyada oluşumuzu anlamlandırma başarısına aday
dır. Müslümanların bu adaylığını iptal etmenin yolunun
onları dolmuşa bindirmekten geçtiğini dünya sisteminin
lordları geniş tecrübeleri sayesinde gayet iyi biliyorlar.
140
141
İslâmî bir dönüşümün temin edebileceğini cevaplayalım.
Yalnız karmaşık siyasi, ekonomik, kültürel unsurların bir
birini etkilediği bir ülkede değil, bütün topluluklarda, basit
bir ticari işletmede bile meselelere çözüm getiren bir "baş"
vardır. Bu "baş"ın bir tek kişiden, bir tek heyetten veya un
surdan olması şart değildir. Fakat başın bir olması, tek vü
cuda tek baş ilkesinin yürürlükte olması şarttır. Türkiye Bi
DEMİREL’E BEŞYÜZ GÜN YETMEZ rinci Dünya Savaşı'ndan mağlup çıkmakla bu tek başlılık
özelliğini kaybetmiş ve hâlâ bu kaybından doğan sıkıntıla-
Türkiye'nin siyasi hayatı yanıtı asra yaklaşan demokra
n yaşar durumdadır. Bir savaş sonucunda baş.aı kaybeden
si tecrübesinin katmerli çarpıklığını yedinci Demirci hü
yegane ülke Türkiye değil elbet. Başka ülkelerde aynı zor
kümetiyle yaşıyor. Görünüşte geleneksel sağ kanatla gele
luğa çattılar. Ama ülkeler arasında siyaset ve siyasetin do
neksel sol kanat koalisyon yapmış durumda. Yine görü
ğurduğu sonuçlar bakımından en esaslı fark başını koruyan
nüşte ülke çıkarlanyla beynelmilel iktidar odaklarının ül
(bazen kesilen başını da koruyan) ve başını korumayı bil
keden taleplerini uzlaştırma eğilimi olan bir yönetim iş ba
meyen, bunda acz gösteren ülkeler farkıdır, işte Türkiye'de
şında. içinde bulunduğumuz durum gerçek ile görünüşün
çarpıklığı ortadan kaldırma zemini aynı zamanda bir başın
çatışmasını olduğu kadar istek ve beklentilerimizin de ça
mekan tutacağı zemin olmak zorundadır. Demirci bugün
tışmasını yansıtıyor. 20 Ekim 1991 seçimlerinin sonuçla
Türkiye'nin başındadır, fakat Türkiye'nin başı değildir.
rına bağlı olarak beliren hükümet Türkiye'nin süregelen
Hatta Türkiye'nin başının bir parçası bile değildir. Bu yüz
çizgisinde iyileşmeye doğru bir değişim olmayışını vakit
den Türkiye'nin düze çıkmasını şahsen çok istese dahi böy
darlığına bağlıyor. Henüz hükümet kurulalı az zaman geç
tiğini, iyileşmenin daha önce vadettikleri gibi beşyüz gün le bir sonuca varmak için ona beşyüz gün yelmez, beşbin
sonunda gerçekleşeceğini ifade ediyorlar. Bu haftaki Cu gün bile yetmez. Zira ülkenin içine düştüğü çarpıklığa çare
ma Mektubu'nda Türkiye'nin dünya sistemi dümen suyun olacak çözümler kişilerin yetenekleri, zekâları ve yorucu
da kalarak bile düze çıkması için göstereceği çabalar bakı çabalan ile ürelilemez. Çözümü sağlayacak olan tek vücu
mından Demirel'e beşyüz günün yetmeyeceğini, düzelme da tek baş ilkesinin her iki tarafça da benimsenmesidir. Ya
nin çarpıklığın giderilmesine taalluk ettiğini ve çarpıklığı ni gövde "bu benim başım", baş da "bu benim gövdem" de
ortadan kaldırma zemini oluşturmak için herhangi bir ça medikçe ülkede basit gündelik meseleler bile çözüme ka
banın gösterilmediğini dile getirmeye çalışacağız. İslâmî vuşamaz. Türkiye'de bu zeminin teşkil edilmesine dönük
bir dönüşüm yaşamadıkça Türkiye'nin basit gündelik me çabalar esas istikamet diye bilinmedikçe görüntüde çok
selelerini bile çözmede aşılmaz zorluklarla yüzyüze oldu şey değişebilir, ama Türkiye kendi yattığı hapishaneyi ta
ğunu bilmem kaçıncı defa söyleyeceğiz. mir eden bir ülke olmaktan kurtulamaz.
Sondan başlayalım ve çarpıklığı hangi türden bir zemi Türkiye'nin irili ufaklı bütün meselelerini çözüme ka
nin ortadan kaldırılabileceğini, bu zemini niçin yalnızca vuşturmada islâmi dönüşümle sağlıklı bir yola gireceğini
142 143
geçirdiği siyasi tecrübelerin yükünü taşıyan Süleyman De
ifade ettiğimiz zaman, bununla mücerret bir ideolojik be
mirci olarak değil, bir başkası olarak, bir Bedrettin Dalan
yanı tekrar etme mevkiinde değiliz. Bizatihi ülkemizin bir
olarak yönetim fırsatı elde edebilmiştir. Demirel geçirdiği
baş edinme yolunda sahip olması gereken ilke ve ilkeleri
siyasi tecrübeleri makyajının silinmesini geciktirmekteki
İslâmî dönüşümle ele geçirebileceğini savunuyoruz. Israr
ustalık şeklinde kullanabilir ancak.
la vurgulamak ihtiyacında olduğumuz husus da Türki
ye'nin bir İslâmî dönüşüm geçirmesinin önündeki engelle Neden askeri müdahaleler Türkiye’nin siyasi yapısını
rin ülke içinde bulunmadığı ve her zorluğun "ithal" edilmiş çarpıtmış veya Birinci Dünya Savaşı sonucu ortaya çıkan
olduğudur. Eğer bu yargıda iki doğruluk payı kavranabilir çarpıtmanın katlanarak devamını sağlamıştır? Nasıl Fran
se Türkiye'de İslâmî dönüşüme karşı duran her davranışın sız ihtilâli katolik Fransa’nın yapısında temel bölünmeye
kaçınılmaz olarak varlık gösterme çabasında bulunan bir yol açmışsa, laik Türkiye'de yaşama araçlarına sahip çık
Türkiye'ye karşı duran davranış olduğunu da anlamak ge mada toplumun dayandığı gerekçelerle, toplumu yöneten
rekecek. Türkiye'nin kurtuluşu eşittir İslâmî dönüşüm for lerin gerekçeleri arasındaki bölünmeyi getirmişti. Tek par
mülünün bir ideolojik lâfazanlık olmadığını içine düştüğü ti yönetiminin sona ermesi bu bölünmeyi asgariye ı.ıdir-
müz siyasi, ekonomik, kültürel çarpıklığı ana hatlanyla çö menin işaretlerini verdi. Hemen ekleyelim ki on yıllık
zümlemek suretiyle farkedebiliriz. CHP-DP rekabeti her iki tarafın da kendine "baş"lık veh
metmeleri dolayısıyla yaşanan bir çatışmanın ürünüydü.
Sözünü ettiğimiz çrapkılık kasdi bir çarpıtmanın ürünü
Oysa onlar yalnızca parçalanmış gövdenin iki yanından
dür. Çarpıtmanın müsebbibi de son otuz yılda yaşanan üç
başka özelliğe sahip değildiler. İşte 27 Mayıs 1960 ihtilâli
askeri müdahaledir. Kısa yoldan söyleyebiliriz ki Türkiye
bu parçalanmayı pekişLirdi. Otokratik, muhafazakâr ve
bu müdahalelere maruz kalmasaydı bu süre içinde ülkeye
şiddet yanlısı bir sol kanatla, ne yapması gerektiğini muha
bir baş edinme konusunda hesaba katılır kazanımlar sahibi
lefet ettiği görüşten öğrenen bir sağ ortaya çıktı. 12 Mart
olacaktı. Yani en azından siyasi çarpıklığı büyük ölçüde
1971 askerî müdahalesi sonrasında sol da, sağ da bölündü.
gidermiş olacaktı. Olmamış şeylere ve kaçırılmış fırsatlara
Bu bölünme Cumhuriyet rejiminin getirdiği temel bölün
vahlanarak vakit geçirme niyetinde değiliz. Ancak durum
meyi toplumun bütün birimlerinde hissedilir hale getir
kavranılmazsa atılacak adımların neler olduğu konusun
mekle kalmadı, bir de siyasi mekanizmaya etki eünek ve
daki tehlikelere karşı toplum bünyesi silahsızlandırılmış
yön vermek sözkonusu olduğunda belli yeterliliklerin ve
olur. 12 Mart ve 12 Eylül askeri müdahalelerine muhatap
toplumun kendini koruma tedbirlerinin önemi tahribata
olmuş bir siyasi şahsiyet olarak Süleyman Demirci özel bir
uğradı. Kısacası toplumun kendi yapısından kendi mesele
yere sahiptir. Ne var ki bugünkü hükümet her iki müdaha
lerine çözüm getirebilecek unsurlar yetiştirmesi için ge
lenin Türkiye'yi sürüklediği mahkumiyete zıt bir politika
rekli olan devamlılık aranır olmaktan çıktı. Böyle bir me
yı temsil edecek bir işaret taşımıyor. Hatta böyle biranış-
sele olduğu bile bilinmez oldu. 12 Eylül 1980 askeri darbe
urmaya sebep olmamak için özen gösteriyor. Yıllar önceki
si ise Türkiye'nin layin edilmiş eyalet valisi veya valileriy
bir Cuma Mcktubu’nda belirttiğim gibi Süleyman Dcmirel
145
144
le kolayca yönetilebileceği kanıtlandı. Tayin, terfi ve kıde
kiye’nin meseleleri en yoğun olan şehri İstanbul'da kalaba
mini dünya sistemine borçlu olan bir yönetici kadronun
lık, hareketli, karmaşık, her türlü eğilimin canlı tutulduğu
Türkiye'de parlama şansı olduğunu 12 Eylül rejimi ve
ilçelerden biri Bakırköy. Siyasi katılımın çözüm üretme
ANAP iktidarı sayesinde öğrendik. Çoğu kimseye bir açı
yeceğini düşünen insanlar seçime ilgi göstermekten imtina
lım, bir fırsat gibi görünen 20 Ekim 1991 seçimleri 12 Ey
ettiler.
lül 1980 rejiminin Türkiye'de yaşayan insanlara yapacağı
nı yaptıktan sonra gerçekleşti. Basında bu seçimlerin hem Siyasi katılımın çözüm üretmeyeceğini düşünmek top
ülke içinden, hem de ülke dışından takdir topladığını öğ lumdaki organik işleyişin geçerli olmadığını düşünmekle
rendik. Avrupa'da bile az rastlanan bir olgunlukta geçmiş paraleldir. Eğer organik işleyişten bir beklenti yoksa top
son genel seçimler. Taşkınlıklar olmamış, heyecan göste lumda "baş" ve "gövde” anlayışının da hesap dışı tutuldu
rilmemiş v.s... ğunu söyleyebiliriz. O halde hesabın içinde ne var? Orga
nik işleyiş çözümlendiği oranda kuvvet kazanan mekanik
Bu olayda farkedilmeyen Türkiye'de yaşayan insanla işleyiştir. Yani toplumda yine bir üst kesim, kararların
rın ne büyük bir yılgınlığa kapıldıklarıdır. Üç askeri müda alınmasına etki eden bir tabaka var, bunun karşılığı olarak
hale ülkemizde yaşayan insanların belkemiğini öylesine da bir alt kesim, alınan kararların sonuçlarından etkilenen
kırmıştır ki siyasi irade gösterme çabası yalnızca lüks ve (bir bakıma bu kararların ceremesini çeken) alt kesim var.
gülünç bir işgüzarlık olarak değil, aynı zamanda ucu ölüme Ama bunlar birbirlerine bir vücudun hassasiyetiyle değil
varan bir tehlike olarak anlaşılır olmuştur. Türkiye insan bir makinanın çalışma düzenine uygun şekilde irtibatlan-
ları 20 Ekim seçimlerini alülı ganyan oynar gibi, spor-toto dınlmış. Dolayısıyla alt ve üst arasındaki ilişki "birlik" iliş
kolonu doldurur gibi katılmışlardır. Seçim propagandaları kisi değil.
da seyirlik oyun gibi tezgahlanmıştır. Bu yüzden seçimin
sonuçlanmasına hayıflanan bir çok insana rastlamak Mekanik ilişkilerin yalnızca alt ve üst arasında değil,
aynı zamanda alt-üst ve üst-üst arasında da ihdas edildiğini
mümkündü 20 Ekim sonrasında. Herşeyin çok eğlenceli
söyleyebiliriz. Nitekim, hükümetin teşkili de böyledir. Ne
olduğunu ve bu oyalanma fırsaunın kısa sürmesinden pek
hoşlanmadıklarını açıkça ifade ediyorlardı. Diyeceksiniz DYP Türkiye'nin demokratik uygulanr^ya geçiş sonrasın
daki "tarih"i yüklenerek hükümet kurmuş, ne de SHP Tür
ki, genel seçimlere kauima oranı yüksek olduğuna bakarak
kiye'nin modernleşmesindeki işlevini devreye sokarak bu
Türkiye'de yaşayan insanların ülke yönetimiyle yakından
koalisyona iştirak etmiştir. Hükümeti kuran kısa vadeli si
ve ciddi bir tarzda ilgilendikleri söylenebilir. Hayır. Kaül-
yasi ömür fikridir. Bu hükümeti bu şekilde teşkil etmese-
ma oranının yüksekliğine oy kullanmayanlara para cezası
lerdi her iki taraf da siyasi ömürlerinin sona ereceği korku
uygulanması rol oynamıştır. Nitekim, kısa bir süre sonra,
sunu şiddetle yaşamışlardır. Gerçi, yazının başında da be
yapılan Bakırköy belediye seçimlerinde para cezasının
lirttiğim gibi hükümetin teşkilinde gerçekten iki taraf yok
sözkonusu olmayışı seçime kaulma oranının dikkat çeke
tur. Yani laf olsun diye söyledikleri gibi Türkiye'nin gele
cek oranda düşük kalmasına sebep olmuştur. Halbuki, Tür
neksel sağı ile Türkiye'nin geleneksel solu bir ortak yöne
146
147
tim temini yolunu seçmiş değillerdir. Her ikisi de şu anda
midir? Eğer böyle ise, Almanya'nın, Japonya'nın, İtal
yürürlükte olan iktisadi işleyiş içinde kârlı çıkmak isteyen
ya'nın "baş" üretme deneyine neden çok yabancı kalmıştır?
unsurların (veya yakın geçmişte zarara uğradığına inandı Adını andığımız ülkelerle Türkiye'nin tavır bakımından
ğından bunu telafi yolunu seçen unsurların) siyasi farkı yalnızca sanayii devrimine bağlı sebeplerle mi açık
shovv'una katılan heveskarlardan oluşan birer ekiptirler.
lanabilir, yoksa Türkiyi sadece ve sadece İslâmî bir kültür
Türkiye'de yaşayan insanların büyük çoğunluğunun çerçevesinden ısrarla uzak tutulduğu için mi (bazılarının
yılgınlığa kapılıp çaresizlik içinde uçtan uca savrulduğu, pek övünerek dile getirdiği) modernleşmeden bile bekle
toplum adına bir hedefi benimsemede yetersiz kalarak gö nen faydayı ele geçirememişlir. Giderek, gerek Osmanlı
zünü hep yağmalanacak birşeyler aramaya diktiği bir or batılılaşmasının gerekse Cumhuriyet dönemi yenileştir
tamda; yönetim kademelerini oluştururken aşağıda yer melerinin dünya kültür bütününe bir bağlantı noktası oluş
alanlardan hiç de farklı bir ruh durumuna sahip olmayan turmaktan ziyade birer boyun cğdirici halka durumuna gel
üst tabakaya mensup kişilerin pervasız bir manevra alanına mesinin sebebi nedir? işte İslâmî dönüşüm bu soruları üst
sahip oldukları bir ortamda yığılan Türkiye meselelerinin lenen ve böylelikle gövdenin başına yakışan zümrenin ese
beşyüz günde değil, beşbin günde bile düzelemeyeceğini ri olarak anlaşılmalıdır.
bilmek için etrafa biraz nazar atfatmek yeter. O halde du
rum umutsuz mudur? Eğer İslâmî bir dönüşüm dışında bir
çözümü arıyorsanız, evet durum umutsuzdur. Pahalılık
günden güne artacak, Türkiye en basit gündelik meselele
rini çözüm yoluna sokmakta aciz kalacak, insanlar güven
sizlik içinde daha acımasız, daha hilekâr, daha rahatsız ve
bu yüzden de daha çok rahatsızlık verici olacaklar. Dünya
sisteminin Türkiye yönetimine biçtiği yer dolayısıyla ülke
kaynakları üretken olmayan alanlarda heba edilecek, bu
nun sonucu olarak*da bugün zorluk çıkaran siyasi, ekono
mik, kültürel dertler büyük çoğunluğun aleyhine sonuçla
ra hızla ilerleyecek.
148 149
meydan okuyucu bir tutuma sahip değil. Böyle bir sonucun
hem tarihten gelen, hem de Islâm dininin hükümlerinden
doğan sebepleri var.
150 151
(ki bu alan Osmanlı Devleti'nin hükümran olduğu alandı) İslâmiyet'i değişime uğratma çabalarıyla yürürlüğe koy
Avrupa devletleri, kapitalizm, dünya sistemi (adına ne der muştur. Sıradan sömürgecilik yerli kültürleri yok Sayma
seniz deyin) farklı bir yöntem kullandı. ya, müslüman erkin geriletilmesi ise Islâm kültürünün ye
niden biçimlendirilmesine dönüktür, işte iki yöntem ara
iki yöntem arasındaki fark ne idi? Sıradan sömürgecili
sındaki fark budur.
ğin uygulamaya konulduğu alanlarda Avrupa'lı güç kendi
değerlerini bir paket halinde yerli halka dayattı. Olay bir Avrupalı güçler Mağrip'te Osmanlı otoritesini kıracak
Afrikalının çok güzel formüle ettiği biçimde cereyan etti. bir İslâmî yönelimi desteklemekte sakınca görmedi. Mı
Şöyle diyor Afrikalı: "Beyazlar geldiği zaman bizim top sır'da merkezi yönetime rakip olacak bir Batılılaşmaya
raklarımız elimizdeydi, beyaz adamın elinde ise Incil var destek verdi ve Arap yarımadasında Vahhabi 'ğilime arka
dı; şimdi bizim elimizde Incil var ve topraklar beyaz ada çıktı. Andığımız alanlarda bu faaliyetleri sürdürürken Os-
mın." Çok köklü bir kültüre sahip ve öyle olduğu için öz manlı merkezi yönetiminin de yenileşme adı altında Avru
günlüğünü bu asrın başına kadar koruyabilen Çin bile sıra pa güçlerinin avı olacak şekilde biçim değiştirmesi içinde
dan sömürgeciliğin doğrudan biçimlendirme çabaları kar bir dizi etkinlik içine girdi. Böylecc din ve devlet birliği
şısında bir alternatif üretemedi. Çünkü kolonyalizme mu çok yönlü bir parçalanmaya uğrayabiliyordu. Hem mer-
hatap olmuş öteki bölgelerde olduğu gibi Çin'de de din ve kez-çevre ilişkisi Osman!ı bünyesinde onarılamaz bir da
devlet birliğini öngören bir kültür mevcut değildi. Din ve ğılmaya uğradı, hem de merkezin bizatihi kendisi din ve
devlet birliğini öngören kültür yalnızca müslümanlann ya devlet birliğinin devre dışı bırakılmasına yol açacak yönde
şadığı bölgelerde hayatiyet sahibiydi. Osmanlı Devleti'nin yenilenmeye sürüklendi. Din ve devlet birliği aleyhinde
varlığını devam ettiriyor olması da bu kültürün ete kemiğe yürütülen çok çeşitli faaliyetlerin bir tek noktada odaklan
bürünmüş bir halde modem dünyada yer tutmasına, söz sa dığını dikkatlerden kaçırmamamız lâzım: Hedef alınan
hibi olmasına imkân tanıyordu. Avrupa devletleri, kapita Islâm'ın o güne kadar anlaşılandan daha farklı bir yoruma
lizm veya dünya sistemi Islâm dünyasında müslüman er uğratılmasıdır. Hedef dinin değiştirilmesidir. Bu yapıla
kin geriletilmesi programını iki koldan uygulamaya soktu. bildikten sonra devletin manipüle edilmesinin ne kadar ko
Bir yandan Osmanlı topraklarının işgali, diğer yandan Os lay olacağı erkenden Avrupalı güçler tarafından keşfedil
m anlI merkezi otoritesinin mahiyet değiştirmesi. Müslü mişti. Belki burada şöyle bir soru akla takılabilir: Gerçek
manlarla meskûn Osmanlı topraklarının işgali ile merkezi ten İslâm'ın yeniden anlaşılması, teceddüde uğraması
otoritenin mahiyet değiştirmesi programı aynı esas üzeri zaruri değil miydi? Hatla din ve devlet birliğinin idamesi
ne oturtulmuştu: Islâm dinine yeni bir yorum getirmek. için bile bir teceddüde gerek yok muydu? Bu soru elbette
Demek ki Avrupa gücü sıradan sömürgecilik uygularken yerinde ve haklı bir sorudur. Ne var ki bütün değişme ve
kendi kültürünün üstünlüğünü doğrudan sunduğu halde yenileşmeler Avrupa güçlerinin nüluz alanlarının genişle
müslüman erkin geriletilmesi bahis konusu olduğunda mesi yönünde uygulamaya konuldu ve günümüze kadar
Avrupa kültürünün üstünlüğünü dolaylı bir sunuşla yani gelen bir din ve devlet kopukluğu vakıası ile yüzyüzc gel
152 153
dik. Olmamış şeyler üzerine fantastik görüşler ileri sürme venini elinde tutuyor. Buna mukabil dünya sistemi karşı
nin faydasına inanmam, ama şu soru benim zihnimi meş sında denetim altında tutabilse bile bir İslâmî kutup doğ
gul eder: Acaba Yeniçeri ocağının kanlı bir şekilde lağvı masını istemiyor. Denetim altında tutabilse bile diyoruz zi
yerine yeniçeriliğin değişen dünya şartlan ve İslâm'ın ha ra gerek bugünkü ekonomik işleyiş gerekse media yöne
yat verici ilkeleri doğrultusunda yeniden biçimlendirilme limli teknolojik kültür müslümanların kısa vadede dünya
si göze alınacak bir çaba değil miydi? Bu soru üzerine yo ölçüsünde etkileyici bir varlık gösterecek hazırlığı tamam-
ğunlaşma gereğini duyuşum din ve devlet birliğinin dağıl lamalanna imkân verecek gibi değil. O halde dünya siste
ma vakıası da dahil olmak üzere İslâm dünyasını son üçyüz minin müslümanlardan korkusu neden? Bu sorunun her
yıldır zorluğa sürükleyen, zorluklan aşmada ciddi engelle kes tarafından sarahatle anlaşılabilen bir cevabı var:
ri müslümanların önüne yığan şeyin kurumların devamlı İslâmiyet "ben müslümanım" diyen kişinin günlük haya
lıktan mahrum kalışı olduğu görüşüne varmam yüzünden- tından tefekkür hayaüna, sosyal çerçevede tutacağı yerden
dir. Islâm dünyasında kurumlann kendilerini yenilemele iktidar ilişkilerine kadar her alanda belli bir doğrultu, bir
ri, yeni şartlarda daha verimli ve üretken duruma geçmek istikamet sağlayan bir din. Bu istikamete sahip olunduğu
için değişmeleri değil; kurumların tahrip edilerek yerine taktirde günümüz dünyasında yürürlükte olan tahakkü
işe yaraması için zaman gerektiren farklı kurumlann ihdas mün uzun ömürlü olamayacağı, çünkü İslâm'ın, dünyada
edilmeye çalışılması yürürlüktedir. bulunuşun anlamını Allah'a kullukta olduğu, konuya vakıf
olanlar tarafından biliniyor. Kısacası, dünya sisteminin
Bütün bu olumsuzluklara ve müslümanların hem anla müslümanların etkinlik göstermeleri karşısında duyduğu
yış hem de tutum bakımından delik deşik halde bırakılma korku müslümanlann bu gün sahip olduklan özelliklerden
sına rağmen Sovyet imparatorluğunu bir haftada dağıtabi değil, dinin hükümlerinden geliyor.
lecek gücü gösteren dünya sistemi yeryüzünün herhangi
bir yerinde bir İslâm! iktidar kurulmasına endişeyle bakı Dünya sistemiyle müslümanlar arasındaki ilişki bu se
yor. Iran yönetiminin bütün dünyaya gözü dönmüş terörist bepten dolayı bir tek yolla kurulabilir: Dünya sisteminin
takımı gibi sunulmasında, bir kukla olduğu çok kolay anla müslümanlan baskı alünda tutması. Eğer baskı altında tut
şılmasına rağmen Saddam'a İslâmî bir hava verilerek "kötü mayacak olursa, yani sadece denetlemekle yetineceği bir
adam" eşittir müslüman görüntüsünün yaygınlaşmasına uygulama müslümanlara tanıyacak olursa, bunun bütün
ihtiyaç duyulmasında, Cezayir'deki gelişmelerin silâh teh dengeleri altüst edebileceğini görüyor. Bu yüzden de müs-
didiyle sona erdirmeye çalışılmasında ve daha bir çok lümanların yönetimde söz sahibi olmak üzere harekete
olayda bu endişenin payı büyük. Dünya sistemi budist kö geçtikleri her yerde, Bau kültürüyle donatılmış kamuoyu
kenli (seçkin zümresi hesaba kaulır ölçüde Hıristiyanlaş na müslümanlann bir teokratik devlet kuracak lan, yani de
mış) Japonya'nın, Hıristiyan köklerini hiç ihmal etmeyen mokratik devleti ortadan kaldıracaklarını ilân ediyor. Ki
Almanya'nın büyüyen gücü karşısında telaş göstermiyor. mi müslümanlar da bu ilânın doğruluk payı taşıdığını dü
En azından bu alanda alabileceği bazı tedbirler olduğu gü şünmeye başlıyorlar.
154 155
Müslümanların teokratik bir devlet kuracakları iddiası muştur" böylelikle devletten dinin yerini tutması beklene
benim sahib olduğum İslâmî anlayışa göre bir mugalatadan mez. Belki teokrasi böyle bir sonucu doğurma ihtimali ba
ibarettir. Teokrasi demek Tanrı iktidarı demektir. Bir müs- kımından müslümanlar tarafından uzak durulması gerekli
lüman Allah’ın kaadir-i mutlak olduğuna inanmadan zaten bir ifade sayılmalıdır. Ama en önemlisi yürürlükteki zıtlı
müslüman olamaz. Ben bir müslüman olarak şu anda da ğın demokrasi ile teokrasi arasındaki zıtlıkmış gibi sunula
Allah'ın iktidarını bütün mükemmeliyetiyle üzerimizde rak, müslümanların kendi haklarını arama yolunu bir ta
göstermekte olduğuna inanıyorum/Teokratik devlet özle hakküm aracı ele geçirme faaliyeti haline dönüştürme tu
mi yakıştırması Hıristiyan tarihinden ödünç alınmış bir ifa zağıdır. Müslümanların kendi haklarını arama yolu hiç
dedir. Katolik kilisesinin hiyerarşik örgütlenmesini bütün kuşkusuz ki bir tarih muhasebesini de içine alır. Dünya sis
dünya işleri için geçerli olmak üzere etkin kılma çabaları teminin iplerini elinde tutanlar teokratik devlet yakıştır
karşısında protestanlar mukabil bir teokrasi, ruhban üstün masıyla nereden nereye gelindiğini gözönüne almayan bir
lüğüne değil de, yazılı metinlerin geçerliliğine dayalı bir İslâmî harekete göz kırpabileceklerini akıldan uzak tutma
teokrasi önermişlerdir. Bir Cizvit veya bir Kalvinist teok mak gerek. Tersi olur da, müslümanlar ve bilhassa Türki
ratik bir devlet özlemiyle harekete geçmiş olabilir, bugün ye'de yaşayan müslümanlar yürüttükleri hak arama çaba
de fanatik Hıristiyan akımlar benzeri eğilimlerini şu veya larını tarih anlayışıyla anlamlandırabilccek bir olgunluğa
bu şekilde ifade ediyor olabilir. Onlar için Tanrı iktidarı erişebilirlerse toplumun belkemiği yerine geçebilecek bir
kendilerini Tanrı yerine koyma gayretlerinin bir yansıması "sorumlu zümre"nin teşkiline vücud verebilirler.
olabilir sadece. Biz müslümanlar için ise birinci sıradaki iş
kulluğumuzu yerine getirebilme şartlarına sahip olma işi-
din ^u yazının başından beri sözünü ettiğimiz din ve dev
let birliği bu şartlan sağladığı için bir değer sahibidir. Yok
sa Kur'ân hükümlerinin ve Rasulullah'm sünnetinin yerine
geçmek üzere üretilmiş bir devlet tasarısının müslim ve
gayri müslim insanlar üzerinde hakimiyet kurmasına din
ve devlet birliği nazanyla bakılamaz. En azından bu bakış
bir müslüman bakışı olamaz.
156 157
bir baskı rejimi uygulamaya gitmeyi zorunlu kılmıştır. Ba-
Ulı güçlerin yed-i emini durumunda bulunan ekip oyla ikti
darın belirlenmesi vakıasına nza göstermek mecburiyetiy
le yüzyüze gelmiş, sonuç her kurtuluş çabasında müslü-
man toplumun gösterdiği tepkiye varmış ve Allahüekber
nidalan yeniden duyulmuştur. 1946 yılında Türkiye'de ya
pılan seçim ile 1992 yılında Cezayir'de yapılan seçim bir
bakıma aynı şeydir. 1946 seçimleri "açık oylama, gizli tas
HALİFESİZ BİR HİLAFETİN
nif' esasına müsteniden yapılmasına rağmen bir çok seçim
ZORLUKLARI
sandığının imha edilmesini, kaçırılmasını gerektirmiştir.
Cezayir milâdî takvimin 1992 nci yılında Türkiye'nin Yani 1946 seçim sonuçları da kitabına uydurulmuş bir as
aynı takvime göre 1946 yılında karşı karşıya geldiği mese' keri darbe sayılabilir. Türkiye ve Cezayir Dünya Siste
lelerin benzerini yaşıyor, tki yıl arasındaki kırkaltı yıl dün mi'nin İslâm'a karşı tutumu açısından bazı benzerlikler
ya şartlan bakımından bir çok farkın gözönüne alınmasını gösterir. Her iki ülke de Batı karşısında aşağılık komplek
gerektiriyor elbet. Bugün Cezayir'de olanlarla İkinci Dün sine kapılmayacak ölçüde bauyla hemhal olmuş unsurlan
ya Savaşının hemen ardından Türkiye'de olup bitenler yal bünyesinde barındırmaktadır. Bu unsurların bir kısmı ter
nızca zaman farkından doğan değişiklikleri içine almıyor, cihlerini Batı lehine, bir kısmı ise kendi ülkeleri lehine kul
aynı zamanda tarihe, coğrafyaya, kültüre bağlı bir çok et lanma yandaşıdırlar. Günümüzde hem Türkiye'de hem de
men İslâmî Selâmet Cephesi'nin atılımıyla Demokrat Par- Cezayir'de dünya sisteminin manevra alanını artıran güç
ti'nin girişimini birbirine benzemeyen iki olay saymamızı böyle bir bölünmeden besleniyor. Türkiye'de ve Ceza
kolaylaştırıyor. Ne var ki gerek Dünya Sistemi'nin İslâm yir'de kendi insanları, kendi kültürleri, kendi dilleri, kendi
karşısındaki tutumu bakımından ve gerekse her iki ülkede dinleri velhasıl kendi lopyekün varlıkları uğruna bazı ça
de millet-devlet ilişkisini kapsayan meseleler bakımından baları göze almak gereğini duyan insanların tek cepheyi
1946 Türkiyesinin 1992 Cezayirine benzediğini gözden oluşturmaları çıkış yolunu açacak ve genişletecektir. Ama
kaçırmamak zorundayız. nasıl?
Türkiye'de istilâcılara karşı, Cezayir'de kolonyalistlere Çağımızdaki İslâmî hareketlerde pek sık telâffuz edil
karşı savaş "Allahüekber!" nidalanyla yürütülmüştür. Her meyen "hilâfet" kavramı meselenin özünü teşkil eder.
iki ülkede de elde edilen askeri ve siyasi başarı yönetimi Dünyanın bir çok yöresinde gücü ve niteliği ne olursa ol
ele geçirme manevrasından da başarılı çıkan ekip tarafın sun bir çok islâmi hareketin gözle görünür olmasına rağ
dan Batı kültürüne yönelimli çevreler lehine, batılaşmacı men hilâfet yönelimli çalışmaların olmayışı ve hatta bu ke
düşünceler lehine ve kaçınılmaz olarak Baü lehine transfer limeden çoğu kez kaçılır gibi uzak durulması bir yönüyle
edilmiştir. Bu başarı transferi halkın üzerinde uzun süren müslüman çoğunluk üzerindeki gayri müslim yıldırmanın
158 159
etkili olduğunu belli eder. Diğer yönüyle hilâfetsiz islâmi
ğişmeye kendi müdahaleleri yüzünden uğramalar’, bahis
hareket bir hakikatin tezahürüdür. Bu hakikat de çağımız
konusu değildir, insan dışındaki yaratıkların kendinden
da hilâfetin bir çok bakımlardan "ümmet"e intikal etmiş ol
sonra gelenlere bile-isteye bir şey devretmeleri beklen
duğudur. Çağımızdaki oluşumlar karşısında ümmetin ni
mez, sonradan gelenin de bir öncekinin veya öncekilerin
teliği ve kendi inançları, fikri olgunluğu doğrultusunda tut
bıraktıklarına sahip çıkması diye bir şey olmaz. Hilâfet in
turacağı yön ve imkânlarını kullanmada göstereceği üs
sana mahsusdur. Bu yüzden insanın insan oluşunda ye in
tünlük hilâfetin yeniden anlamlandınlmasına, cesamet ka
san kalışında akıl değil, nakil esastır.
zanmasına sebep olabilir. Bu konuda temele oturtulması
gereken husus müslümanlann siyasi tavırlarını tespit eder Kültürel yapısında kendi insanlığını bulan müslüman
ken bir ağırlıklı merkeze gerek duyup duymadıklarıdır. topluluklar da hilâfeti tamamen siyasi bağlamda anlam
Meseleye yaklaşmak için Islâm'da hilâfet neyi ifade ediyor landım ışlardır. Halifenin Kureyşi olması da dahil olmak
sorusundan başlayabiliriz. üzere meselenin fıkhî yönü uzmanlar tarafından tartışıla
bilir. Müslüman toplumlara mensup fertler olarak bizim
Hilâfet kavramını hem insanın yeryüzünde bulunuş dikkatimizi cemaatin kendini dışa karşı savunmasında
amacına açıklık getirmesi bakımından, hem de günümüz hangi siyasi etkiyi doğurduğu çekiyor. Bu yönüyle
dünyasında müslümanlann kendi kültürel çerçevelerine hilâfetin Yavuz Sultan Selim'iıl hükümdarlığı sırasında
sahip çıkmalan, bunu yaparken de siyasi bir seçimin tebel Osmanlı hanedanına devralması o çağın en önemli vakıası
lür etmesi bakımından anlamalıyız. Allah insanı bir halife
gibi algılanmadığını farkeımemiz gerekir. Osmanlı salta-
olarak yaratmışur. Bu gerçeği bazıları modem burjuva dü
nau o dönemde yükselen baulı güçler karşısındaki yegane
şüncesinin etkisi altında ve halta modem çağı besleyen
islâmi otoriteyi temsil ediyordu. Devletin müslüman böl
tbranî-Hırisliyan önyargıların izlerine hayal hakkı tanıya geleri savunma ve düzene sokma, gayri müslîm tasallutun
rak insanın Allah'ın yeryüzündeki halifesi olduğu yolunda dan koruma gibi işlevleri yarine getirebildiği oranda hali
yorumlamışlardır. Bu yorumun Islâm kaynaklarınca doğ feliği göze batar biçimde öne çıkarması gerekmedi. Os-
rulanabilir delillere dayandığını sanmıyorum. İnsan bir manlı hanedanının sancak-ı şerifi uhdesinde bulundurma
halifedir, bu onun sıfatı değil, yüklemidir. İnsan ancak sı hem iç sarsıntıların yaşandığı dönemlerde hem de müs
devraldıklarıyla mahiyeti anlaşılabilen bir şeydir, insan lüman bütüne karşı dışardan tehditler yöneldiği zaman
olmak demek halef-selef ilişkisi içinde bulunmak demek önem kazandı. Gerek II. Abdülhamid döneminde ve gerek
tir. Bu ilişki içinde olmadığı zaman insan diğer varlıklar se VI. Mehmed döneminde hilâfetin çok önemli bir kurum
arasında farkedilebilir bir yere sahip olamaz. İnsan kondu olarak öne çıkması bu zamanların ınüslümanlan bir bütün
ğu kültürel miras içinde insanlığını elde eder ve bu elinde olarak hesaba katan siyasi tavrın kurtuluş yolu olarak algı
kine verdiği biçimi kendinden sonrakilere miras bırakır. lanması sonucudur.
Hayvanlar, bitkiler ve organik olmayan yaratıklar da za
Gücünü cemaatin desteğinden alan vc Islâm hükümleri
man içinde değişmelere uğrayabilirler, ama onların bu de
ne sadakatiyle belirginlik kazanan bir İslâmî yönetimin sa
160
161
dece halife ile mümkün olup olmadığı sorulduğunda bu so lipleri mağlup ettikleri Osmanlı devletinden aldıklan
runun şartlardan bağımsız olarak cevaplandınlamayacağı- hilâfeti herhangi bir kukla yönetimin uhdesine devrederek
nı hesaba katmalıyız. Herşeyden önce "ideal bir islamî yö müslümanlar üzerinde keyfi yönlendirmelerde bulunmayı
netim" tasarısının günden güne müslümanlar lehine bir ya deneyebilirlerdi. Bunu yapmadılar. Çünkü hangi etkiler
şama alanının inşaası için girişilecek çabaları çelmeleyip altında olursa olsun müslümanların bir halifesinin bulun
çelmelemediğine dikkat etmeli. En iyi iyinin düşmanıdır. ması, hilâfet makamının hayatiyetini gözler önünde de
Müslümanların dünya üzerinde muhatap oldukları bağım vam ettirmesi ister istemez müslümanlann bir bütün olarak
lılık, yoksulluk, husumat ve hor görülme karşısında yapıla düşünülmesi gerekliği fikrini de canlandıracak veya bu
cak irili ufaklı bir çok faaliyet vardır. Kendimize bu faali yönde çalışmalara cesaret verecekti. Bu yüzden yalnızca
yetlerden kaçabilmek için bir mazeret uydurabilir ve yapıl halife ve hilafet ortadan kaldırılmakla yetinilmedi, aynı za
makta olan bazı verimli çabaları "ideale uymuyor" gerek manda hilafet düşüncesinin zihinlerden uzak tutulmasına
çesiyle desteksiz bırakabiliriz. Bunu bilhassa demokraük ve bir halifenin yeryüzünde bulunduğu, bulunabildiği gö
işleyişten müslümanların yararlanıp yararlanmayacakları, rüntüsünün de gözlerden silinmesine çalışıldı. Bunda mu
geçerli kurumlarda etkinlik sağlayıp sağlamayacakları ko vaffak da olundu.
nusundaki tartışmalarda görüyoruz. Mesele ağırlığı bütün
dünya müslümanları tarafından hissedilen bir siyasî oda Modem ve modernist düşüncelerin hürriyetçi iddialarla
ğın belirmesi ve güç kazanmasıdır. Bir İslâm odağına ihti okur yazarlar nezdinde coşturulması bir yandan her türlü
yacımız var. Islâmi yönetim halifesiz olmaz veya halife milliyetçiliği (milliyetçilik bazan kavmiyetçilik olarak
gerçek (ideal?) İslâmî yönelime engeldir diye kestirip ata desteklendi, bazan bir yörenin kavim esas alınmadan ait ol
rak teorik tanışmalar içinde boğulmak bütün müslümanla- duğu bütünden kopanlması şeklinde körüklendi) kışkırttı,
rı kötürüm eder. Bu yüzden oluşmamış şanların faraziye- bir yandan da hilâfetle saltanatın birbirinden ayrı düşünül
mesi için bir çok teorik malzemeyi ortaya döktü. İslâm
leri tahtında nasıl bir halife adayı belirlenebileceğini ve ha
life seçiminin nasıl yapılacağını tespite yönelmek belki bir dünyasının son üç yüz yıl boyunca karşı karşıya bulunduğu
zorluklar tamamen topyekün hareket etme başansına ere-
zihin alışürması olarak insana bir yarar sağlayabilir, ama
müslümanların günlük hayatlanna dayalı yürüttükleri va meyişlerinin sonucudur. Modernist islâmcılar bu bakım
dan yangına körükle gittiler. İslâm'ın âlemşümul ilkeleri
rolma çabasına doğrudan katkısı olmaz.
nin üstünlüğünü savunmalannın yanısıra milliyetçiliği de
Hilâfet 1924 yılında Türkiye'de kaldırılmış ve bir başka vazgeçilmez değerler arasında yücelttiler. Bu bölünmüş
ülkede halifelik iddiasıyla ortaya çıkan bir yönetici görül kafa yapısı hilâfetin saltanattan ayn düşünülmesi zarureti
memiştir. Bu çok dikkat çekici bir noktadır. Eğer Osmanlı ni de güçlü bir tez olarak yaygınlaştırdı. İşin gerçeğine ba
hilafeti bir zaman Almanların, bir zaman Ingilizlcrin men kacak olursak siyasi gelişmeler içinde hilâfeti saltanattan
faatine olmak üzere gayri müslim güçlerin lehine istismar ayıran özelliğin sadece gücün soya bağlı el değiştirmesi
ediliyor, edilebiliyor idiyse; Birinci Dünya Savaşı'nın ga noktasına inhisar ettiğini görürüz. Yani saltanat babadan
162 163
ojhıia geçer, ama hilâfet geçmez. Ama hilâfetin Kureyşlili- krallık rejimlerini koruma başanst gösteren toplurnlara ba
gi konusunu hesaba katınca bu alanda da düşünülmeye de kın: Onlar dünyaya demokrasi ve insan haklannın en olgun
ğer bir çok husus olduğu karşımıza çıkar. Bütün mesele örnekleri olarak gösterilmiyorlar mı?
müslümanlar arasında ileri gelen mevkiinde bulunan in
Demek ki müslüman olarak bizler saltanat ve hilâfet
sanların İslâm adına gerçekleştirmek istedikleri bazı he
meselesini gözönüne aldığımızda ensemize vurularak bize
deflere sahip olup olmadıkları ve kendi düşüncelerinin
öğretilen batılı kalıpların içinde gerçekten ne bulunduğu
gayri müslim güçlerin ustaca yönlendirmesinden hangi
nu bilerek düşünce ufkumuzu geniş tutmak, gelişmeyi ce
oranda etkilendiğini fehmedip etmedikleri noktasında top
saretle göze almak zorundayız. Belki bugün Osmanlı ha
lanıyordu. Ne yazık ki o dönemin insanları arasında etkile
nedanından bir padişahın iktidara geçmesi için siyasi faali
yici çapta olanlar hem nereye bakacakları konusunda, hem
yette bulunmak gülünçtür. Öte yandan hilâfet taleplerini
de baktıkları şeyde neleri görmeleri gerektiği konusunda
yeni bir İslâmî Vatikan diye düşünmek de abesle iştigal
büyük nıüslüman çoğunluğun sorumluluğunu üstlenme
edildiğinin göstergesi olabilir. Ama hem Türkiye’deki,
ehliyetini ibraz edemedi. Sonuç kendilerini zor durumda
hem Cezayir'deki, hem de dünyanın herhangi bir yöresin
bırakan Batı güçlerinin, bu zor durumda bırakma gücünün
deki müslümanın bir siyasi karar odağının ağırlığı sayesin
kaynağını anlamamaya vardı.
de faaliyet gösterme ihtiyacı sarahaten ortadadır. Bu ihti
Batida galebe çalanlar kendilerinin birer halife, koru yacı gidermenin birinci şartı sözünü ettiğimiz siyasi karar
duklarının da hilâfet olduğunu anlamış bulunan unsurlar odağının bir mirası devraldığını belli etmesiyle ilgilidir.
dı. O kadar ki BaU dünyasında yenildiği zaman gücünü ye İnsan olarak hilafetimiz bize nakledüeni devraldığımızı
niden toparlayabilenîer mağlubiyetleriyle ellerinden alı kabul ile başlar çünkü. Daha sonra bu siyasi karar odağı
nanı yeniden ele geçirme çabasının ardını koyvermeyenler devredilmeye değer ve devredildiği zaman bir sonraki nes
oldu. Bugün de Baü âleminde istikran ve tesanüdü {bu iki lin hayatına katkıda bulunabilecek bir birikime emek ver
sine bağlı olarak refah ve iktidan) koruyabilen toplumlar meli, böyle bir birikimin sağlanması için titizlik gösterme
bir bakıma saltanatlarını elden çıka;mamış olanlar, hatta lidir. Dünya Sistemi kendini müslümanların bütününden
saltanatlarından hilâfetlerini ayırmamış olanlardır. Eğer şu veya bu yolla yalıtmış bir İslâmî hareketi kendi hayatı
iki dünya .savaşından da yenilmiş olarak çıkan Alman bakımından ölümcül bulmayacaktır. Dünya Sistemi'nin
ya'nın başarısının nerede saklı olduğuna bir açıklama getir gücünün tükendiğinin işareti ancak müslümanların kendi
me arayışına girecek olursanız görürsünüz ki bu toplumun lerine nakledilenin ne olduğunu anlamalaııyla gözler önü
insanları saltanat ve hilâfet konusunda ısrarlı çabalarını ne serilebilir. Adı hilâfet veya saltanat olsun veya olmasın
gevşemeden devam ettirmişlerdir. Nerede onların saltana müslümanlara mahsus bir mihverin hayatiyet kazanması
tı, nerede hilâfeti diye soracak olursanız size bu milletin yönünde yapacağımız her şeydir ve yapılması zaruri olan,
her dönemde miras almak ve miras bırakmak hususunda yapılmaması halinde sorumluluğundan kaçamayacağımız
çok titiz davrandığını söyleyebilirim ancak. Öte yandan bir şeydir.
164 165
çeklerdir ki, bizim geleceğin yepyeni durumlar doğuraca
ğına ve bunun olumlu sonuçlara varacağına umudumuz
tamdır. Böyle bir itirazın ortaya konulması sevindiricidir.
Gelecekten diri ve dinç bir imkanı beklemek insan olarak
hepimizin hal-ı hazırda tazelenmemize yol açar. Benim
gelecekten hayat verici, doğurgan ve besleyici beklentile
rimiz yoktur deyişim, olduğu varsayılan beklentilerin had
dinden fazla eskimiş kalıplar çerçevesinde kalışı yüzün-
BİR DEMOKRATLAŞMA dendir. Bugün Cezayir dolayısıyla görülen çok şeye karşı
ÖNERİSİ OLARAK HİLÂFET lık az şey söylenebilmesinin böyle bir eskimişlikle ilgisi
Cezayir'de olup bitenler dünyada geçerli olan siyasi dü var.
zen hakkında açık seçik bir görüntüyü ortaya koydu. De Eskiyen kalıplar hem demokrasiyi s a v u n a n la r ın hcın
mokrasinin esas itibariyle ne anlama geldiği, demokrasi de demokrasiye karşı çıkanların kafalarındadır. C ayir’de
nin zengin (mali gücü yüksek) ülkelerde ve yoksul (her ba serbest seçimlerin ikinci turunun engellenmesi sonucunda
kımdan bağımlı) ülelerde ayrı ayrı anlamlar taşıyıp taşıma alman tepkiler gözönüne alınınca "demokrasiyi savunan
dığı Cezayir olayları vesilesiyle yeniden, canlı bir biçimde lar" ibaresinin pek yerine oturmadığını farkediyoruz. Bu
tartışılmıyor. Çünkü tartışma ortamına egemen unsurlar, nun yerine "demokrasiyi savunduğunu iddia edenler" de
yani iletişim araçlarını ve media imkânlarını elinde tutan mek daha uygun görünüyor, işte bu iddia sahiplerinin kafa
unsurlar açılacak bir tartışmada güçlü tezler ileri sürebile larında eskimiş bir demokrasi kalıbı var. Kalıbın eskiyen
cek durumda değiller. Birilerinin kalkıp Cezayir’de de tarafı biçimsel denebilecek özellikleriyle ilgili değil. Yani
mokrasinin katledildiğini söylemesi gerek. Ne var ki bunu bir ülke yönetiminde halkın oyuna başvurulması, siyasi
söylemeye önceden beri yatkın çevreler, eğer bu sözleri kararları verecek mercilerin halk tarafından seçilmiş in
telâffuz ederlerse bir bakıma suçlarını itiraf etmiş olacak sanlardan oluşması ve o ülkede yaşayan insanların ister ço
lar. Öte yandan Cezayir’de demokratik işleyişin kesintiye ğunluğu oluşturan unsurun bir parçası olsunlar, isterse
uğramasından zarar görenler ve onların yandaşlan da yük
azınlıkta kalan unsurlara dahil olsunlar yasalarla tanımlan
sek sesle "demokrasi katledildi" diye haykıramıyor. Zira
mış hakları çerçevesinde siyasi katılımlarının tanınması
onlar siyasi programlarını demokrasinin üstünlüğü ve do
eskimiş, eskidiği için geçersiz sayılan anlayışlar, kavram
kunulmazlığı üstüne oturtmuş değiller. Cezayir’den dolayı
lar, uygulamalar değil. Bilakis, dün olduğu gibi bugün de
bir çok şey görülüyor, işitiliyor, hissediliyor. Gel gör ki
demokrasi derdemez bu biçimsel özellikler akla gelir. De
pek az şey söyleniyor, söylenebiliyor. Neden? Çünkü olay
mokrasiyi savunma iddiasında olanlara mahsus demokrasi
lara eskimiş kalıplarla bakıyoruz bu bir. İkincisi gelecek
kavramını eskimiş bir içi boş duruma getiren de bu biçim
ten hayat verici, doğurgan, besleyici beklentilerimiz yok.
sel özelliklerdir. Hiç kimse demokrasi istiyorum, ama ser
Bu son söylediğime çabucak itiraz edenler olacaktır. Diye-
166 167
best seçimler olmasın diyemiyor. Hiç kimse demokrasiye (yani biçim) demokrasiyi bir silâh olarak kullananların
evet, ama insanların siyasi kimliklerine hayır diyemiyor. düşmanlan dışında bazı açılımlara imkân tanıdı ve ne za
Böyle denilemediği için siyasi arenaya demokrasi savunu man ki demokrasiyi özlenir kılan muhteva anlamını, değe
sunu ilk sıraya alarak çıkmak isteyenler zor durumda kalı rini, geçerliliğini ve giderek doğruluğunu kaybetu işte o
yorlar. Çünkü onlar demokrasilin biçimsel özelliklerini zaman işler çatallaştı. Günümüzde demokratik işleyiş çok
ancak belirli bir muhteva ile birlikte kabul ederek yola çık kasıtlı yönlendirmeler yedeğinde uygulanmadığı takdirde
mışlardı. Sözkonusu muhtevanın çeşitli sebeplerle çağı zcngin-iakir bütün ülkelerde tedirginlik verici bir yöntem
mızla uyuşmaz bir duruma girdiği besbelli. Eğitiminde dir. Bir dönem Almanya'da Yeşiller'in, başka bir dönem
böyle bir muhtevaya yer vermiş kişilerin öğrendiklerini bi Fransa'da aşın sağcı Le Pcn taraftarlannın birer demokrasi_
rer takıntı saydıkları sürece zorluklarla başbaşa kaldığını pürüzü lıaiine geldiklerini akılda tutmalı. Fakat bunlardan
bugün görüyoruz. Demokrasi uğruna girişilen çabalara 18. çok daha önemle üzerinde durulması gereken demokrasi
yüzyıldan bu yana hız kazandıran muhteva öncelikle iler nin bir muhteva kaybına uğrayışıdır. Demokrasiyi savun
leme, evrim ve gelişme kavramlarının kesin doğrular oldu ma iddiasında olanların kafalarındaki kalıpları eski kılan
ğu inancından güç almıştır. Yani demokrasi düşüne bel vc giderek onları ne dediğini bileme/, duruma sokan işte bu
bağlayanlar, insan topluluklarının tarih içinde basitten bi- muhteva kaybıdır.
Icşige, ilkelden gelişmişe ve nihayet kötüden iyiye doğru
ilerlediklerine inanmışlardı, ilerleme bir tekâmülü izhar Batı medeniyetinin dünyaya demokrasi pazarladığı
ediyor, sonra gelen öncekinin eksik ve istenmeyen özellik çağda batılı insanın zeltgeist'ı köklü bir değişmeye uğra
lerini ortadan kaldırarak mükemmelleşmeye gidiyordu. mıştır. İnsan topluluklarınınjlkcldcn gelişmişe vc hele kö-
Her yenileşme bir gelişmenin belirtisiydi. Demek ki de tüden iyiye tekâmül gösterip ücrledigi hiç kimseye inandı
mokrasiyi savunmak bu ilerleme, evrim, gelişme yolunu rıcı gelmemektedir. Sosyal değişmglenn_hirgi/.gi üzerinde
açık tutmanın bir ön şaru sayılmalıydı. Eğer demokrasi yo seyretmediği ve pekâla her düzeyde çevrimlerin yaşana-
lu açık tutulursa "eski" siyasi kurum ve güçler ortadan biİdiği açık seçik göriiiür olmuştur. Bau medeniyetinin ör-
kalkar, onların yerini yenileri alır ve belki de hiçbir kuru nek alınacak bir zirveyi temsil etmediği, belki dc tersine bir
mun, hiçbir gücün insan hayatını ipotek altına almadığı bir çözülmenin, insanlık adına bir çöküşün işaretlerini taşıdığı
gelişmeye ulaşılırdı. kolaylıkla düşünülcbilmcktedir. insan tekinin her zaman
akla uygun kararlan alabilme yeterliliğinde olmadığa akıl
Diyebiliriz ki demokrasi bugün de vazgeçilmeyen bi dışı bir çok etkilerle hem kandi hayalını hem de toplum ha
çimse! özelliklerini belli bir dönemin eski-yeni mücadele yalını tehlikeye atabilecek eğilimler gösterdiği kabul edi
sinde yenilerin, yenileşmelerin tarafını tutanların bir silahı lebilir gerçekler arasına girmiştir. E^crjojıjum üstün tutul
olarak edinmiştir. Demokrasi belli bir düşmanın dize geti ması gereken bir değer sahibi ise, toplum içinde sorumlu
rilmesi için kullanıldığı sürccc bir biçim-muhleva çatış vc doğru davranışı gözeten fcrdlcrin etkisi önceden inanıl
ması sözkonusu değildi. Ne zaman ki demokratik işleyiş dığından çok az olduğu, kitlelerin niteliksiz insanlar tara
168 169
fından yönlcndirilebildiği, ortak kararlar alma noktasında lefet biçimlerinin üretilebildiğinden haberdar olmamak
bayağılaşmayı önleyici bir güvenilir tutamak noktası bulu- demektir. Ayrıca Balı'nın kendi değerler sisteminden ne
namayabilecegi endişeyle farkedilmiştir. Bil imin ve tek ölçüde şüphe duyduğunu, toplumdaki nazik dengeyi koru
nolojinin her zaman insanlık haynna işlemediği ve toplum mak için çok pahalı tedbirlerin ve mükellef bir ideolojik ih
bütününü koruyucu ilkeleri bilimden elde etmenin müm- timamın uygulandığını anlamamaktır. Batılı olmayan top-
kün olamayacağı bilgisine yaklaşılmıştır. Başlangıçta de lumlarm, özellikle müslümanların demokrasi aleyhtan gö
mokrasi havarisi olarak ortaya çıkan düşünürlerin efsane rünmeleri Batı'da kitleler gözünde şüphe duyulan değerler
ve hurafe olarak gördükleri kimi manevî değerlerin gerek sisteminin gücünü pekiştirmekte, zaman zaman nezaketi
insan teki ve gerekse toplum bütünü bakımından kurtuluşa artan dengenin daha kaba çizgilerle korunur hale gelme
götüren bir gücü temsil ettiği gö/.önüne alınabilmektedir. sinde yardımcı olmaktadır. Yani zengin ülkelerde baskı
Toplum yönetiminde halkın rızası değil, fiilen daha etkili uygulayan unsurlar dün komünistleri nasıl öcü diye göste
olan ayırımcı güçler rol oynamaktadır ve yukarıda saydığı rebilmişlerse, yeni öcünün demokrasi aleyhtarı müslü-
mı/. sebepler doğrultusunda.dcmokrasi: sarahatle görülen manlar olduğunu söyleyebilmektedirler. Demokratik işle
çarpıklıklara, çekilen acılara karşı tejçaKuölarakönc sürü yişe müslümanlar tarafından muhalefet edilmesi iki ba
temiyor. Çağımızın /.eltgeist'ı sanki şövle bir alanda dönüp kımdan hatalıdır: Önce, tarihi vakıa bize İslâmî bir öneri
dolanıyor: Demokrasi istiyorum, ama demokrasiden bir nin hep (gizlice veya açıkça Baü destekli) diktatörlükler
faydaJxdcl.CTiiyoruıtL Çok saçma görünse de böyle. tarafından menfi karşılandığını ve ezildiğini göstermekte
dir. Sonra demokratik işleyişin uygulama buluşu İslâm
Pazarlanan demokrasinin gerçek niteliğini vurgulama
karşıtı baskıcı güçlerin yumuşak karnına ışık tutabilmek
dan önce, demokrasi düşmanlarının da en az savunucuları tedir. Bu imkânı gönüllüce reddetmek demokrasiyi kafa
kadar kafalarında eski kalıplan barındırdıklarını, bu kalıp sındaki eski kalıplarla savunanların tuzağına düşmek veya
lar yüzünden verimli bir yâtınm yapmaktan mahrum kal onlar tarafından köşeye kıstırılmak demektir.
dıklarını belirtelim. Demokrasiye karşı çıkanlar eğer bir
Demokratik işleyişi bir siyasi başan için geçerli saymak •
diktatörlük kurulması adına, bir baskı mekanizmasının iş
kültürel kökleri batılı olmayan bir toplumda dayatılmış ya
lemesini kolaylaştırmak için böyle bir muhalefet yapmı
bancı değer ve yapılara boyun eğmenin bir belirtisi midir?
yorlarsa ya dünyadaki siyasi yapılanma hakkında yetersiz
Kültürel kökleri batılı olmayan bir toplum kendi gelenek
bilgileri olduğu için veya bir tuzağa yakalandıkları için de
sel yapısını korumakla siyasi kimliğini zararlı etkilere ka
mokrasi karşıu bir tutumu benimsemiş durumdadırlar. Ye
patmış olmaz mı? Bunların ne derecede çetin sorular oldu
tersiz bilgilenme Bau dünyasındaki çağdaş zeitgeist'i tanı
ğunun bilincindeyim. Bir yanda tarihî gerçekler var: De
mamakla, bu zeltgeist'tan nasibini alamamakla açıklana
mokratik işleyiş her ülkede kendine göre seyretmiş bir sü
bilir. Yani demokrasi istemiyorum, çünkü bu siyasi rejim
reçtir. Üstelik hiç bir ülke siyasi tecrübelerini yalnızca o ül
bir batılı hakimiyetinin hazırlığı veya önşarudır demek gü
ke insanlarının yönetcn-yönctilcn ilişkisi çerçevesinde ge
nümüz dünyasında baülı hakimiyetine batıda hangi muha
çirmiş değildir. Her çağda ve her kültürel ortamda dış poli
170 171
tika ve iç politika birbirlerini yoğun bir biçimde etkilemiş min hazırlayacak şartların çerçevesidir. Dikkat edilecek
tir. Anadolu beyliklerinin Osmanlı Padişahı Yıldırım Be olursa demokrasi diğer iki unsurla "insan hakianmn gü
yazıd'a karşı Timurlenk'le olan anlaşmalarını düşünürsek vence altına alınması" ve "sermaye hareketlerinin serbes
demokratik işleyişin hiç bahis konusu olmadığı ortamlar tiydi" unsurlarıyla birlikte sunulan bir siyasi rejim diye ka
da ve dönemlerde de iç ve dış etkileşimlerin hep olageldi bul edilmektedir. Artık demokrasi denilince yüz yıl önce
ğini kabul zorunda kalırız. Günümü/de batı etkisinin hangi sinin temeli hümanizimaya dayalı değerlerini anlamaktan
siyasi yapılara uygun düştüğünü bilmek gibi bir kolaylık ziyade piyasa mekanizmasının her alanda geçerli sayılma
elde edebilseydik mesele yoktu. Diyebilseydik ki demok sına yol açan kültürel yapılanmayı anlamak durumunda
ratik işleyişi reddetmiş rejimler batı etkisinden kurtulma yız. Sunulan, pazarlanan bu demokrasi tarzı karşısında ka
yolunu da bulmuş oluyorlar; o zaman demokratik işleyişi baca üç farklı tavır göstermek mümkün olabilir. Birincisi
kabul etmekle Batı tarafından dayatılmış değerlerin bo sunulanı bütün şartlarıyla, bütün ambalajıyla ve doğuraca
yunduruğu altına girildiğini öne sürmek bir anlam taşıya ğı bütün muhtemel sonuçlarla birlikte kabul etmek. Buna
caktı. Halbuki, Batı ülkelerinde olduğu kadar, kültürel kısaca dünya sistemiyle bütünleşmek, entegre olmak diye
kökleri batıdan farklı oian ülkelerde de ycrytı/ündeki bas biliriz. Sistem tarafından ambalajlanmış demokrasinin ka
kıya, zulme, haksızlıklara karşı harekete geçme düşünce bulü, bir ülkenin sistemin güçlü üst birimleri tarafından ta
ve tutumunda olan insanlar baü medeniyeti hakkında bilgi yin edilmiş yere oturmaya boyun eğmek anlamı taşır. Bu
lenme fırsatı bulmuş insanlardır. Vakıa şu ki bunlar baü teslimiyetçi tavır her ne kadar sistemin dayatmalarına dire
tarzı bir eğitim almışlardır. İsler islâıni gerekçelerle ve is niş göstermediği halde, süreç içinde o ülke insanlarının bir
terse başîca gerekçeler göstererek batı medeniyetinin tasal çok kargaşaya ve sıkıntıya muhatap olmayacağı demek de
lutuna karşı başabaş kavga veıcbilmek daha ziyade mo ğildir. Bilakis, dünya sisteminin metropolündeki çatışma
dern dünyanın mahiyetinden doğru haber alabilmekle lardan doğrudan etkileneceği için bu ülke güçlülerin bir
mümkün. Eğitimi geleneksel kültürün alanına münhasır birlerine karşı güç gösterisi yapma fırsatı buldukları bir
kalanlar, duyguları itibariyle batıya hasmane bir doğrultu bölgeye mahsus çalkantıları yaşamaya mahkûm olur, İkin
yu baiiimscseler bile, tercihlerinde isabet kaydeunetie ba ci tavır demokrasinin tümden reddi şeklinde gösterilebilir
tılı eğitim alanlar kadar başarılı olamıyorlar, Bir bakıma Demokrasiyi tümden reddetmek batı medeniyetinin dıştan
"demokrasi istemiyorum" demek ccsaretini veren de batılı kuşattığı bir diktatörlüğü seçmeye varır. Bunların örnekle
bir eğilim tarzının kazandırdıklarıdır ri Latin Amerika'da, Suriye, Irak ve Libya rejimlerinde gö
rüldü. Bu tiir rejimler dünya sisteminin oynadığı büyük
Bütün bu söylediklerimiz pazarlanan demokrasinin bir oyunda vakti geldiği zaman joker olarak kullanılabilecek
nimet, baştacı edilmesi gerekli bir siyasi imkân olarak an özellikte yapılandırılmışlardır. Demokrasiyi tümden red
laşılmasına bahane edilmemeli. Elbet anlamalı ki günü detmenin öteki kanadı piyasa ekonomisine yabancı, sosyal
müzde demokrasi diye denetim alünda tutulan ülkelere da ilişkilerin düzenlenmesinde bauda yaşanan tecrübeleri he
yatılan şey o ülkede şirketler iktidarının pekişmesine ze saba katmayan veya bu tecrübelerin sonuçlarını bilmeyen
172 173
bir yol tuttunmuş ve siyasi örgütlenmesinde katılıma, siya man toplumlarda demos (halk) bütününün bir veya tek
si güç dengesinin açık tezahürlerine yer vermeyen, kısaca mümessili olma gibi bir özelliği vardır. Dolayısıyla müslü-
sı bir toprak parçasında bir doktrini tecessüm ettirmeye ça manların demokratik talebi hilâfet gözönüne alınmadığın
lışan bir rejime varır. Bunun örneğini de ömrü üç çeyrek da bir demos talebi olmaktan çıkar ve dünya sistemi tara
asır süren Sovyetler Birliği'nde gördük. Bu iddialı rejim fından ambalajlanmış dayatmanın bir tezahürü olur.
hem dünya sisteminin demokrasi ambalajını teslimiyetçi Hilâfet bir demokratlaşma önerisidir, çünkü demokrasinin
bir tavırla kabul eden ülkelerin çektiği acıları misliyle in en göze batar mahzurunu yani cahil halk yığınlannın yöne
sanlarına çektirdi, hem diktatörlüklerin dünya sisteminin tim mekanizmasını ifsad edebilecek bir etkinlik sahibi ol
elinde joker olma rolünü oynadı. Buzdan bir heykeldi masını önler ve/veya cahil halk yığınlarının n ’eliksiz ayı
SSCB, şeklini koruyabilmesi ancak ortamın belli bir ısının rımcılar tarafından yönlendirilmesini imkansız kılar. Da
altında tutulmasıyla mümkündü. hası, bir demokratlaşma önerisi olarak ortaya çıktığında
hilafet tarihin bir milletlin varoluş şartlan muvacehesinde,
Eğer dünya sistemi tarafından ambalajlanmış demokra
doğru yorumlanmasına sebep olur. Hilâfetin geçerli oldu
siyi tamamen kabul etmek de, onu tamamen reddetmek de
ğunu ve geçersiz olduğunu öne süren taraflar demokratik
bir felâketi mûcib ise ne yapılabilir? Yapılacak şey demok
bir tartışmada milletin siyasi kimliği konusunda olgunlaş
rasiyi kabul etmek, ambalajı reddetmektir. Demokratik iş
ma çabalarına karşılıklı katkıda bulunurlar.
leyişin kabulü suretiyle dünya sisteminin demokrasi sa
vunması bahanesiyle bir milletin varolma şanlarını ezme Bitirmeden, bu yazının başlığında neden teklif değil de
ye yönelik saldırıları savuşturulur. Ambalajın bizatihi mil öneri kelimesini kullandığımı açıklama gereği duyuyo
let eliyle yapılması suretiyle de o milletin direniş imkânlan rum. Hilâfet bir demokratlaşma teklifi olarak, hatla her
pekiştirilir, atılım gücü harekete geçirilir. Ambalajını ken hangi bir siyasi teklif olarak gözönüne alınmamalıdır. Tek
di eliyle yapan millet örneğini Almanya'da görüyoruz. Ein lif kelimesini sözlük şöyle açıklıyor: Teklif (külfet’ıen) bi
Volk hilft siclı selbst. Bir millet kendine yardım eder. Da rinden eziyetli, fakat başkası için faydalı olan bir iş isteme.
ha güzel bir Türkçeylc: Bir millet başının çaresine bakar.
Bu açıklama doğrultusunda belki dünya sistemine hilâfeti
Bu ilke 1871'den bu yana bir an bile icrkedilmcmiştir. Al
teklif edebiliriz, ama müslümanlar olarak birbirimize de
manya iki savaş kaybetmiş ve her seferinde galiplerin şart
ğil. Biz müslümanlar birbirimize hilâfeti bir demokratlaş
larını biçimsel olarak kabul etmiştir. Ancak, bu biçime
ma önerisi olarak anlatabiliriz. Sözlük şöyle diyor: Öneri:
muhteva kazandırmak Almanlara kalmıştır. Müslümanlar
Bir sorunu çözmek üzere öne sürülen düşünce. Ne var ki
sözkonusu olduğunda hilâfetin kendi ambalajını kendi el ben kelimenin yapısına dikkat çekmek istiyorum: Ön-eri.
leriyle yapma yolunu açabileceği düşüncesi hesaba kaul-
Yani önceden bir kavrayış alanına ermek bu kelime içinde
malıdır. Hilâfet bir demokratlaşma önerisi olarak ortaya
saklı. Önceden ermeyi, girişilecek çabanın hangi temellere
sürülebilir.
dayandığı hususunda bir erginliğe varmayı başaramayan
Demokratlaşma ile hilâfetin nasıl bir bağlanüsı var diye ların bir demokratlaşma önerisi olarak hilâfeti kavramak
sorabilirsiniz. Öncelikle hilâfetin modem dünyada müslü tan âciz kalacaklarını iyi bilmek gerek.
174 175
Bu yüzden Latin Amerika'nın muz cumhuriyetlerinin
bürokratik kadrosu sadece borsa şartlanyla ve borsalan ha
rekele geçiren güçlerin telkinleriyle şöyle veya böyle dav
ranabilecektir. Buna karşılık ABD'nin ticaret bakımından
"bağımsız" olan firması o muz cumhuriyetinde bir askeri
darbe tezgahladığı zaman ABD bürokrasisi bu darbeden
YETİŞKİNLERE HOROZ ŞEKERİ doğacak pürüzleri kendi ülkesi (kendi bağımsız firması)
lehine temizlemekle kendini görevli sayacaktır.
Dünya şartlan Türkiye'nin idari mekanizmasının bir
çok faktörün etkisi altında işler halde tutulması konusunda Türkiye gibi hem devlet geleneği çok güçlü olan, hem
icbar edici bir rol oynuyor. Dünyada bulunup da dünya de kapitalist iktisadi işleyişi laklid etmeye çalışan ülkeler
şartlannın zorlamalarını beklenmemiş hiçbir devlet, hiçbir den bürokrasinin bağımsızlığı iki unsurdan birine ağırlık
toplum organizasyonu yok elbet. Yine de bu zorlamalan vererek ve belki de akıllılık gösterip her iki ur.f run avan
yüklenen devletler kolaylıkla ikiye aynlabilir. Bir kısmı tajlarını devreye sokarak kurabilir. Ama Türkiye için bu
zorlamalara boyun eğdikleri için hem maddi kayıplara uğ yollar tıkalı gibi. Çünkü Türkiye'de bağımsızlık bir kapita
ruyor, hem de millî bağımsızlıklarından fcdakâklık edi list işleyiş gücünü gösterebilecek yeterlikte (çapta veya
yorlar, diğer kısmı ise zorlamalarla maddi menfaatleri ve kimlikte) firma yok. En büyük sermayenin bile altından
millî şahsiyeti arasında bir denge kurma çabası gösterebili bürokratik desteği çekiverseniz tek başına üstesinden ge
yor. Sözünü ettiğimiz bölünme bürokrasinin de iki tip ola lemeyeceği zorluklar içine yuvarlanacağı gün gibi açık.
rak belirmesini kolaylaştınyor. Bazı üleklerin bürokratik Oysa bağımsız firma bürokrasiden yardım dilenerek değil,
işleyişi dünya şartlarının zorlamalarını kendi ülkesinde kendi faaliyetlerine yeterli desteği sağlamadığı veya kendi
hakim kılmaya yarıyor, diğer bazı ülkelerin bürokrasisi ise kazancının artışına hizmet etmediği gerekçesiyle çalışır
milli çıkarların dünya sisteminin zorlamalarıyla dengede olmalıdır. Bağımsız firmayı bürokrasinin yön tayin edicisi
tutulmasına hizmet ediyor. Bu da bir tür bağımsızcık eğili
kılan özelliği onun bütün üretim sürecinin efendisi olma
mi olarak o bürokrasiye yön veriyos.
sıyla kazandığı özelliktir. Yani firma yolunu, köprüsünü
Bağımsızlığın önşarü yine bağımsızlıktır. Eğer bazı ül barajını yapacak güçle, hammaddesini denizaşırı ülkeler
kelerin bürokratik işleyişi o ülkenin bağımsızlığını artıncı den taşıyacak yeterliktedir. Böyle bir firmanın bürokrasi
bir fonksiyon yüklencbıliyorsa, görülecektir ki o ülkede den beklediği yalnızca taşıma yollarının jandarmalığını
bürokrasi dışında kalan unsurların bağımsız olma özellik
yapması, üretim sürecinde önüne çıkabilecek gayri iktisa
leri vardır. Kapitalist ekonominin küresel bir tarzda yürür
di zorluklan gidermede ona yasal yardım sağlamasıdır.
lükte, olduğu günümüz dünyasında sermaye birimlerinin
bağımsızlıklara! kullanma gücü bağımsız tutum takınma Tarih bilincinin bir ülke bürokrasisinde bağımsızlığa
nın motoru haline gelebilmiştir. hizmet eder durumu yansıtması için ülkede yaşayan insan
çoğunluğu ile devletin mevcudiyeti arasında hiçbir çatla
176
177
ğın bulunmaması gerdelidir. Yani o ülke insanlarının varlı ceğinde bir dahli olacaktır. İşte bu noktada Türkiye'nin
ğı ve o devletin varlığı eşanlama gelmelidir. Macaristan'ın "genç" yöneticileri mutlak bir hazırlıksızlık içindedirler.
bir zamanlar Doğu Bloku denilen ülkelerin en "baülı"sı ol Çünkü onların siyasi bilincini oluşturan tartışmalar İkinci
masında, beynelmilel anlaşmaların ağır mecburiyetlerine, Dünya Savaşı sonrasındaki soğuk savaşın tartışmaları
1956 ayaklanmasının ezici şartlarına rağmen bağımsızlık içinde oluşturmuş ve günümüz yöneticileri bu tartışmada
ta bütün peyk ülkeleri aşan bir üstünlüğe sahip olmasında ki bir tarafın yani Amerikan tezlerinin ortaya çıkardığı at
rol oynayan unsur Macar millî varlığı ile Macaristan ara mosferin şartlan içinde belirginleşmiştir. Uzun yıllar onla
sında istikamet sapması bulunmayışıdır. Türkiye, millî rı meşgul etmiş bulunan anti-komünizm artık yaşayan bir
varlığına sahip çıkan insanların tekliflerinin, dünya şartla düşünce olmaktan çok uzak. Türk yöneticilerin elinde kala
rının zorlamalarından daha önemsiz bir müeyyideyi icab kala Amerika'nın kendilerine dayattığı kararları Türk hal
ettirdiğine inanan bir bürokratik kadroya sahip oldukça ta kına benimsetme "fonksiyonu'* kalmıştır.
rih bilincinin bağımsızlık lehine devreye sokabilen bir ülke
Dikkat edilirse Türkiye'de artık "istiklâl-i tam" anlayışı
durumuna yükselemez.
yüksek sesle ve vurgulanarak dile getirilemiyor. Türki
Türkiye’nin bürokratik yapılanmasına baktığımızda bu ye'yi yönetenler, şu veya bu karan aldıklarında fiillerinin
gün belli kararları alma yetkisine sahip insanların nisbî bağımsızlık gereği olduğunu haykıramıyorlar. Çünkü on-
olarak "genç" olduklarını söyleyebiliriz. Aynı şey Rusya lan yönetici mevkiine yükselten kendi tezleri arasında ül
için de geçerli. Hem Türkiye’de, hem Rusya'da "devrim" kenin yaşama şansının (firenk dilinde söyleyecek olursak)
heyecanını kendi özel hayatının bir döneminde tatmış bu "indépendance" fikrine sıkıca sarılmaktan değil, "inter
lunan insanlar değil, bu devrimi mektep kitaplarından, ya dépendance" şartlarını kabul etmekten geçtiğini savun
yın organlarından öğrenen, bu yüzden de devrim hakkında mak var. Bugün Türk yöneticileri için iftihar vesilesi olan
övgücü veya yergici kanaatlerin ördüğü bir ortam içinde hususlar, İMF veya Dünya Bankası gibi finans kuruluşları
büyümüş insanlar iş başında. tarafından takdir edilmek, Avrupa Topluluğu tarafından
Hem Rusya'nın, hem de Türkiye'nin yöneticileri artık üyeliğe alınmaya lâyık sayılmak, NATO tarafından vaz
devrim idealleriyle değil, kendi toplumlarının derinlerinde geçilmez kabul edilmek gibi hususlardır. Bu hususlann her
yaşayan İnsanî özelliklerin doğurduğu meselelerle kendi biri Türkiye'nin kendi ayakları üzerine durmaya yeterli ba
iktidarları arasındaki ilişkiyle uğraşıyorlar. Rusya'da artık şarılara yöneldiğinin değil, yaşama şansının bağımlı olu
dünya sistemi içinde nasıl bir yer alınabileceği birinci me nan kuruluşun iki dudağı arasına sıkıştırılmış bulunduğu
seledir. Aynı mesele Türkiye'yi yönetenlerin de başında nun göstergeleridir.
dır. Bu duruma düşülmesinde okumuşların hezimetinin bü
Ne var ki Türkiye'de sosyal dinamik olarak İslâm özel yük payı var.
bir yer tutmaktadır. Hangi mesele, nasıl çözüme kavuştu Günümüz Türkiyesinde eğilim görmüş, belli mevkileri
rulmak istenirse istensin Müslümanlığın Türkiye'nin gele işgal etmek için belli diplomalar elde etmiş insanların top
178 179
tüsü okumuşlar kendi itibarlarının neden kaynaklandığını
bilmeyecek kadar meseleden uzaktılar. Onların bütün bil
lu hayatında hesaba katılır bir etkinliği kalmadı artık. Yani
gileri Batılı yaşama tarzına uyum gösterme gayreti içinde
Türkiye'nin geleceğini belirlemede bilgiye ve kapsamlı
bulunan ülkemizde günlük hayatın yeniliklerine daha ça
düşünceye tanınan yer yön tayin edici olmaktan çok u/ak.
buk intibak edebilecek hünerleri göstermekle sınırlı kaldı.
Okumuşlar ve diploma sahipleri sadece belirlenmiş yön
Bunlar kıravat bağlamaktan muhasebe defteri tutmaya ka
doğrultusunda hizmetlerini sunabildikleri ölçüde yer ala
dar uzanan bir dizi teknik bilgi idi. Yani Batı'da uşakların
biliyorlar toplum hayatının etkili mekanizmalarında. Du
iyi uşak olabilmek için öğrendiklerini Türkiye'de efendiler
rumun bu merkezde oluşuna bir bakıma okumuşların önce
efendiliklerinin dayanağı yaptılar. Buna mukabil yüzünü
leri sahip oldukları yerin zıddına inkılâb edişi denebilir. Zi
Batı'ya çevirmiş Türkiye'de Batı ile boy ölçüşecek değer
ra Tanzimat sonrasında okumuşlar idare mekanizmasının
lerin yeniden üretimi, Batı dünyasının gücü karşısında kal
tümüne, istikamet verici bir ağırlıkla hakimdir. Tanzi
kan vazifesi görecek kurumların ihyası veya ihdası yeter
mat'tan milâdi yirminci asrın ikinci yarısına kadar süren
siz kaldı veya bu yöndeki çabalar Batılı ve Batıcı ajanlar ta
okumuş hakimiyeti geleneksel Osamlı düzeninin "ilmiy-
rafından baltalandı.
ye" itibarının devrahnmasıyla mümkün olmuştu. Gelenek
sel düzende mektep, medrese görmüş insanların büyük Okumuşların yüzeyde kalan adaptasyon hünerleri, bun
prestiji elde edilen bilgilerle toplumun varlık şartı arasın lara bilgi diyebilirsek "bilgileri" kolaylıkla sıradan insan
daki dolaysız bağdan güç alıyordu. Gaza temelleri üzerine lar tarafından edinilip aşılabiliyordu. Böylesi gelişmeler
kurulmuş Osmanlı Devleti toplum mekanizmasının beka- karşısında okumuşların yaptığı temellere inip kendini to
asmı İslâm'dan kaynaklanan sofistike bir hukuk sisteminin parlamak değil adaptasyonlarını aşın noktalara götürmek
işleyişinde görüyordu. Bu sistemi işletebilme gücünü gös şekline büründü. Eğer sıradan insanlar kıravat bağlıyorlar
terenler ise mektep-medrese görmüş insanlardı. Okumuş sa, okumuşlar da kadm-erkek ilişkilerinde Batı'dakine
"benzer" bir pervasızlığı kendilerine adapte edebilirlerdi
lar Osmanlı toplumunun kaba kuvvete dayalı inzibati yapı
vs... Bütün bu süreç içinde Türikye'de eğitim görmüş in
ya tümden teslim edilmesini engelledikleri için de muteber
sanlarla diğerleri arasındaki fark diplomaların işleyen me
bir yeri hakediyorlardı.
kanizmanın hangi noktasında işe yarayacağı noktasına ka
Tanzimat'tan İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar Tür dar indirgendi. Yani esas olan mekanizmanın işleyişi idi ve
bu işleyişi okumuşların etkilemeleri günden güne azalan
kiye'de devam eden okumuşlar saltanatı dini duygulardan
bir seyir takip ediyordu. Çünkü İkinci Dünya Savaşı sonra
kaynaklanan bir itibarın istismarından fazla bir şey değil
sı şartları paranın hakimiyetine ülkemizde büyük bir yer
dir. Çünkü yüzyıllar boyunca "okumuşluk" İslâmî bilgile
açmıştı. Bugün üniversiteden ayrılan bir öğretim görevli
rin hayatın gereklerine uyabilecek tevil potansiyelini uh
sinin bir reklâm firmasında çalışmasına kimse şaşırmıyor
desinde bulundurma anlamını taşıdı bu topraklarda. Tan
sa bunun temelinde üniversitenin Türkiye açısından işlevi
zimat sonrasında Batı'ya teveccüh eden okumuşların ikti-
nin dikkate değer olmayışı ön kabulü yatıyor.
sab ettikleri de halk tarafından yüzyıllar boyunca yapılan
tevilin bir parçası sayıldı. Ama böyle değildi. Daha da kö
181
180
Günümüz Türkiye'sinde okumuşlar ve devlet kademe iddia etmek hiç zor değildir. Öyleyse Türkiye'de yaşayan
lerinde yüksek yerleri işgal edebilmek için bazı bilgilere insanlara gürûh havası baskın durumdadır demek oldukça
ihtiyaç duymakta iseler bunların hepsi teknisyen seviye isabetli bir yaklaşımın ifadesi olacaktır.
sindeki bilgilerdir. Çizilmiş bir politik çizginin daha etkin
Türkiye'de insanlar arasındaki bilgi, edeb, zekâ farkları
yürütülmesi için gerçekte böylesi uzmanca bilgilere de ge
sosyal ilişkileri düzene sokmada belirleyici bir etken ol
rek olup olmadığı sorulmaya değer bir sorudur. Okumuşlar
maktan gitgide uzaklaşırken bir başka fark da belirleyicili
politikacılara kavuk sallayarak veya bizzat politikacılaşa-
ğini artan bir güçle hissettirmektedir. Bu da gelir farkıdır.
rak mekanizma içindeki yerlerini koruyabilirler. Onlara
Ancak gelir farkının toplum ilişkilerinde hissedilen tarafı
yerlerini bazı şeyleri bilmeleri değil de bazı şeyleri bilmez
banka kayıtlarından, maaş bordrolarından, yapılan cirolar
likten gelmeleri sağlıyorsa günden güne önemsiz birer un
dan doğan farkta odaklanmıyor. Hatta üretim araçları üze
sur olmalarına hiç şaşmamak gerek.
rindeki mülkiyet veya hisse senetleri mülkiyeti dolayısıyla
Türkiye'de okumuşların etkisiz, yetkisiz ve tepkisiz du insanlar arasındaki farklar Türkiye’deki gelir farkının
ruma gelişleri onların kolayca gürûh içinde bir şube olma özellikle vasfını anlamamızda kolaylık sağlamıyor. Esa
larıyla sonuçlandı. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Tür sen buna gelir farkı demek de belki doğru bir adlandırma
kiye’de de güruhun temel karakteri maddi motiflerle hare değil. Çünkü gürûhlaşmış Türkiye'yi mütehavvil kılan in
kete geçirilebilmesidir. Gürûh denildi mi artık kendi hayat sanlar arasındaki tüketim farkı, tüketimin gösterişe açık
tarzı, davranış biçimi ve gideceği istikamet hakkında karar kısmıdır. Gerçi gelir miktarındaki artış büyüdükçe tüketi
alabilen insanlar topluluğu sözkonusu değildir. Genel akış me konu olan nesnelerin daha rafine, daha zor farkedilen
İçinde birbirine benzer hayat formlarını üstünkörü kendine ayrınulardan oluştuğunu kimse inkâr edemez, ama bütün
uygun kılan, herkesin yaptıklarını yapmakta bir sakınca gelir gruplarında tüketimin bir üstünlük gayretinden hız al
görmeyen, tersine herkesin yaptığını yapma konusunda dığı gerçektir.
çevresiyle bir yarışı sürdüren ve nihayet akış istikametinde
Türkiye’de insanlar günden güne "bana da horoz şekeri"
yol alırken varılacak noktayı sorgulamada bulunmayan,
diye tutturan çocuklara benzemektedirler. Hükümet her
daha doğrusu böyle bir sorgulamayı yapmaktan aciz insan
kese yetecek kadar horoz şekeri ithal etmiş olmakla övün
Kalabalığıdır gürûh. Bir insan topluluğunun gürûh haline
mekte, siyasi programlar ülkeyi horoz şekersiz bırakma
gelmesinde en dikkate değer husus bu insan topluluğunun
yacak şekilde düzenlenmeye çalışılmaktadır. Nedir bu ho
asabiyetten mahrum oluşudur. Günümüz Türkiye'sinde
roz şekerinin aslı esası? Dünyanın denetim altında tutulan
hangi toplum değerlerine dayanılarak toplumun "kendili
bütün ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de sosyal alış
ğinden" yek vücut hale getirilebileceği ve inşa edici bir
kanlıklar ve günlük hayatın gerekleri beynelmilel ticaretin
mecrada mesafe katedebileceği ciddi bir mesele haline gel
şartlarına sıkı sıkıya bağlanır, bir ülkede iktisadi hayatın iş
miştir. Buna mukabil atomize bireylerin kişisel çıkar duy
leyebilmesi için gerekli finans musluklarının vanası bey
gusuna hitab edilerek şu veya bu yöne sevkedilebileceğini
nelmilel şebekelerin eline teslim ediliyor. Bu horoz şekeri
182 183
nin sap kısmıdır. Görünürde kırmızı ve parlak cilalı bir şe
ker vardır. Otomobiller, elektrikli ev araçları, nadide yiye
cekler vs. Evet, yabancı hakimiyeti sayesinde elde edilen
refah seviyesi bir horoz şekerine benzer. Bu horoz şekerini
belli zaman aralığında rahatça yalarsınız ve ağzınıza tad
verir ve lâkin bir süre sonra görürsünüz ki elinizde sadece
horoz şekerinin sapı, bir kazık kalmıştır.
184 185
Soğuk savaş bir devletler savaşıdır diyecek olursak, bir koyamamış, haklılığını her zaman kapitalist ekonomik sis
tarafta ABD ve müttefiklerinin, karşı tarafta da SSCB ve temin canlı kalması işine gelmiştir. Öte yandan kapitalist
uydularının bulunduğunu söylemek gerek. Soğuk savaş sı ekonomik yapı, adına "reel sosyalist" denen ülkelerdeki
rasında Avrupa ve hele General de Gaule Fransası status quo’yu zamanı gelince alaşağı etmek beklentisinin
ABD'nin müttefiki sayılabilir miydi? Tito-Nasır-Nchru rahatlığı içinde "desteklemiştir." Yani sermayenin zaferi,
üçlüsünün başını çektiği bağlanüsızlar hareketi neyin ne galibiyeti soğuk savaşın sonunda değil, başında bulunabi
siydi? Öte yandan Çin bu savaşta hangi taraftaydı? Kültür lir.
İhtilâli'yle birlikte taraf mı değiştirdi, yoksa hem ABD,
Bütün bu söylediklerimiz olaylan kavramada yeni ni
hem de SSCB ile savaşan üçüncü bir taraf mı oldu? Son
rengi noktalan bulmamız gerektiği düşüncesine götürüyor
kırk yılın siyasi olayları incelendikçe devletler arası müna
bizi. İşi "soğuk savaş vardı, bitti” diye özetlemek bir göz
sebetlerde öyle vakıalar karşımıza çıkar ki iki veya daha
boyacılığıdır. Aynı göz boyamayı "dünyadaki iki süper
fazla devlet arasında bir soğuk savaşın yaşandığına şahit
güç vardır" derken de yapmışlardı. Eğer SSCB bir zaman
olmak yerine bütün devletlerin yapısal bir sarsıntının sı
lar süper güç idiyse, onun bugün bir harabesi, bir enkazı
kıntısını yaşadıklarını görürüz. Bittiği söylenen soğuk sa
kalması gerekirdi. Nasıl oldu da ba süper güç buharlaştı?
vaş devletlerin kendi dayanaklarım sınavdan geçirmele
rinden doğan bir sarsıntıydı yalnızca. Türkiye'de yaşayan bizler soğuk savaş yutturmacasımn
zararını çekmeye devam ediyoruz. Son kırk yılda yaşanan
Eğer soğuk savaşın devletler arası değil de ideolojiler
olayların elle tutulur, gözle görülür bazı sonuçları var.
arası bir savaş olduğu öne sürülecek olursa, hem bu ideolo
SSCB’nin ortadan kalkması, komünist devlet, sosyalist
jilerin neler olduğunu dile getirmekte zorluk çekeriz (ko-
ideoloji, ekonomik sistem gibi kavramların insanlann zih
münizm-sosyali/.m-milliyetçilik-diktatörlük-demokrasi-
ninde solan renkler gibi kalması dışında toplumlann dün
kapitalizm-liberalizm-gelenek-vs... bunların hangisiyle
yada aldıkları gerçek yer bahse değer. Bizi elbet Türki
savaştı?) hem de ideolojik savaşın neden 1945 sonrasına
ye'nin yeri iyiden iyiye ilgilendiriyor. Kazanılan savaşta
münhasır kılınması gerektiğini ne anlayabilir, ne de anlata
Türkiye hangi tarafta kaldı? Mevhum soğuk savaşta
biliriz. 1917'de Rusya'yı ele geçiren komünist ideoloji so ABD’nin kopmaz, kopamaz müttefiklerinden biri olan
ğuk savaş yapmak için 1945 sonrasını mı bekledi? Türkiye, soğuk savaşı kazanma teorisine göre galipler ara
sında yer alması gerek. Ama tuhaf bir şekilde farkediyoruz
Ne devletler, ne ideolojiler, ekonomik sistemlerdi birbi-
ki mağlup sayılıyor bu yolda galip. Yenen tarafın yenilene
riyle soğuk savaş halinde bulunan denilecekse ve sosyalist
tahakküm etmesi beklenir. Türkiye'nin tahakküm ettiği
(veya komünist) ekonomik sistemle kapitalist ekonomik
alan neresi?
sistemin birbirlerini yıkmaya uğraştıkları iddia edilecek
olursa, bu iddianın da kendini ispat edecek gücü ele geçire- Yeni dünya düzeninin kuruluşunda galiplerin avantajlı
meycceği bariz. Sosyalist ekonomik sistem geçen süre bo çıktıklan bazı yerler olmalı. Şöyle bir baktığımızda bazıla
yunca "işte ben buyum” diye hiç bir ülkede kendini ortaya rının avantajlannı farketmemek imkânsız. Hangi ülkelerdi
186 187
soğuk savaşta ABD politikasına sadakatleriyle dikkati çe
ken? Avrupa'da Batı Almanya, Uzak Asya'da Tayvan ve
göstermiştir. Unutmamalı ki 1962 Ekonomideki Küba bu
Güney Kore, Orta Doğu da İsrail ve Türkiye. ABD'nin baş
nalımı sırasında Rusların pazarlık için terazinin bir kefesi
ka sadık müttefiki yok muydu? Elbet vardı, ama yukarıda
ne koydukları şey Türkiye'deki ABD üsleriydi. Netice iti
saydıklarımız, ABD politikasıyla soğuk savaş sırasında
bariyle, eğer bir soğuk savaş olmuş ve kazanılmışsa, bunun
sürtüşmesi hiç mesabesinde olanlardır. Mezkur devletle
göze görünen galiplerinin başlıcalarmdan biri Türkiye ol
rin Türkiye dışında kalanlarının bugünkü kazançlarına ba
malıydı. Oysa ki Türkiye'nin durumu savaşın farazî mağ
kacak olursak onları gerçekten galipler arasında saymamız
luplarından bazılarının durumuna kıyasla çok daha kötü
gerekecek. Almanya bölünmüşlükten kurtuldu, Tayvan ve
dür. Macaristan, Polonya ve Çekoslovakya savaşı kaybe
Güney Kore dünya ticaretinde ihmal edilemez bir yere sa
dip eski düşmanlarının malî korumasından bol bol yararla
hip oldu, İsrail hem Rusya'daki Yahudilerin göçüyle kan
tazeledi, hem de düşmanlarının iplerini eline alacak bir ra nabildiler. Bu sırada Türkiye faiz borcu ödemekle ve yurt
hatlığa ulaşü. Ya Türkiye? Ülkemiz soğuk savaşın galiple taşları arasında gelir uçurumları açarak sosyal çatlakları
çoğaltmakla meşguldü.
rinden biriyse meselelerinin çözümünde hangi kolaylıkla
rı ele geçirebildi? Yahut ödediklerinden hangisinin karşılı Komşularıyla ilişkileri bakımından Türkiye anlaşıla
ğını aldı? Bırakın kârlı çıkmayı, Türkiye neden sermaye maz ölçüde hırpalanmış bir görüntü arzetmektedir. Düne
den yemek mecburiyetiyle yüzyüze bırakılıyor? Bu soru kadar Rus politikasının maşalığını yapan Suriye bugün
ları yönelteceğimiz mercii bulmakta zorluk çekiyoruz. ABD himayesinden cömertçe yararlanıyor. NATO'nun as
Kendileriyle galibiyeti paylaştıklarımız olsaydı "komşuda keri kanadından çekilme pervasızlığında bulunan Yina-
pişer, bize de düşer" di. Lâkin, ne gezer? Galibin de, mağ nistan, Avrupa Topluluğu'nun en çok kaynak aktardığı ül
lubun da gözü aşımızda. ke olma avantajını elinde bulunduruyor. Soğuk savaşta
SSCB'nin resmî politikasından kıl payı ayrılmayan, dola
Türkiye resmî tutumu itibariyle soğuk savaşa en erken
yısıyla mağlupların en cezaya müstahak olanı diye görül
giren ve bu savaşı en geç bırakan ülkeler arasındadır. Tür
mesi gereken Bulgaristan'ın yükü yine kısmen Türkiye'nin
kiye 1951, Almanya ise 1955 yılında NATO'ya girmiştir.
üzerine yıkılmış haldedir. Bütün komşularıyla gerginlik
Üstelik Türkiye içinde Britanya, İran ve Pakistan’ın bulun
içinde olmanın sıkıntılarını çekişinin hemen ardından ba
duğu CENTO'da yer alarak yükümlülüklerini artıran bir
şından beri oyuna sokulmamış bulunduğunun şaşkınlığını
rol üstlenmiştir. Kore savaşlarına insan gücü olarak katkısı
yaşıyor.
dikkat çekicidir. Yani soğuk savaşın sıcağa dönüştüğü yer
de Türkiye kanını (diğer müttefiklerin tümünden daha he Durumun neden bu merkezde olduğunu bilenler bili
sapsız olarak) dökmüştür. Bununla da kalmamış, ülke top yor, ama gerçeklerin dile getirilmesi yetkili ve etkili odak
raklarını üzerinde yaşayan bütün canlılarla birlikte nükleer ların hiçbirinin işine gelmediği için yaraya hiç bir zaman
tehditin bir hedef tahtası kılacak uygulamaya gönüllü rıza neşter vurulamıyor ve yaranın yara olarak kalmasından
medet umuluyor. Ne yara kapansın diyenler Türkiye’ye
188 yön verme ehliyetini kazanabiliyorlar, ne de yaranın öldü
189
rücü derecede vücudu kapsamasına meydan veriliyor. Burada sormaktan bıkılmayan bir soru çıkar karşımıza:
Türkiye'nin mevhum soğuk savaş sonurida galipler tara Türkiye’nin hangi yönü tutluracağını anbe an gözeten ve
fında yer alması gerektiği halde, mağluplara uygun düşebi bu konuda kararlar alan bir merkez mi var ki, şöyle düşü
lecek dertlerle başbaşa bırakılmasının sebebi, bu ülkenin nülüyor, şöyle yapılıyor deyip duruyoruz. Olan biten kendi
müslümanlarla meskûn bir yer olması ve Türkiye Cumhu- akışı içinde yürüyüp gidiyor desek daha akıllıca olmaz mı?
riyeti'nin resmî politikasının toplumu İslâm kültüründen Bu bıkılmayan soruya bıkmadan vereceğimiz cevap tarih
kopartma esasına dayanmış olmasıdır. ten devralman mekanizmanın fiilen işlediğidir. Bugün sa
rahaten yürürlükte olan siyasi söyleme dikkat çekmek isti
Türkiye gündelik normal hayatını düzen içinde sürdü
yorum. Hal-i hazırda Türkiye'de iktidara talip olan, iktidar
rebilecek ölçüde işlerini yoluna koyamıyor. (Burada "me
da kalmak ve/veya iktidar imkânlarının elinden alınmama
selelerini çözemiyor" diyesim geldi, lâkin "mesele" keli
sını isteyen unsurlar iki tezde karar kılmış durumda. Tezle
mesini fazla ağır buldum. Zira Türkiye'nin hızlı nüfus artı
rini açık seçik beyan ediyorlar:
şı da dahil olmak üzere, ulaşım, yerleşim, eğitim, sosyal
güvence gibi alanlardaki bozuk işleyişi hal yoluna koyma Bir kesim diyor ki: Ey dünya sisteminin beyleri, ağaları,
sı için hazır kaynaklan var. Bu kaynakların rasyonel kulla lordları eğer siz dünyada bir İslâm tehlikesi olduğunu dü
nımı için de üstün zekâ gerekmiyor. Böyle bir kullanıma şünüyorsanız, müslümanlann sizin sisteminize zarar vere
niyet etmek yeterli. Mesele, gündelik hayatın düzene ko ceğini varsayıyorsanız, bizim güçlü olmamıza ve güçlü
nulmasında neler yapılabileceğini bilip bilmemekten de kalmamıza yardımcı olun. Çünkü -diyorlar- bizim laik,
ğil, bu düzelmeye hangi sebeple talip olunmayışıdır "me Atatürkçü, batıcı politikamız başarıya ulaşırsa büyük müs
sele" olan) Eğer Türkiye'de gündelik hayat ülke insanlan- lüman çoğunluk rahat yaşamanın İslâm'dan kopuşla sağla
nın asgarî sıkıntılarını ortadan kaldıracak seviyede düzene nabileceğini görür ve şeriatçı, fanatik, sistem aleyhtarı si
sokulabilirse, yani çalışma hayatı, ulaşım yerleşim, eğitim yasi odaklar halkın umudu olmaktan çıkar. Böylece her
bir kurala bağlanabilecek ölçüde "iyileştirilebilirse" bun islâmcı kıpırdanışı biz kendi ellerimizle bastırabiliriz.
dan en çok yararlanacak olan müslüman çoğunluktur. (Şu
anki durumda en çok zarar gören onlar çünkü). Bunun yani Diğer kesim bunun sonuç verici bir yol olmadığını be
Türkiye'de günlük hayatın sıkıntısız akmasını temin etme yan ediyor dünya sisteminin lordlarına, ağalarına ve bey-
nin kime ne zaran var? diye sorulabilir. Bunun dünya siste lerinp. Onlar da diyorlar ki, öyle tavizsiz bir laik politika,
mine büyük bir zaran var. Türkiye'de yaşayan büyük Müs Atatürkçülüğü fazlaca öne çıkaran bir tavır ters teper. G ö
lüman çoğunluğun gündelik normal hayatının düzene gir rüyorsunuz, bu millet dininden vazgeçmiyor. O halde ya
mesiyle siyasi taleplere dönük bir aşamaya geçeceğini an pılacak şey müslüman çoğunluğun sırtını sıvazlayarak on
lamamak için ebleh olmak gerek. Türkiye'de sosyal haya ları tehlikesiz hale sokmaktır. Tavizsiz laikleri değil, bizi
tın normal akışını temin edecek tedbirleri almak birer siya
yani çoğunluğa bir müslümanca görüntü verebilen müna
si başarı gibi takdim ediliyor. Böyle yapılıyor ki siyasi ba fıklan destekleyin. Biz dünya sistemine diğerlerinden da
şarının gerçekten neye taalluk etliği noktasına gelinmesin.
ha iyi hizmet edebiliriz. Bunun örneklerini de hep verme
190 191
dik mi? Biz fanatik laiklerin yaptığı gibi İslamcı kıpırda-
nışları bastırma yoluna gitmeyiz. Dünya sisteminin
kârhanesine daha fazla kâr akıtan bir yöntemimiz var. Biz
islâmcı eğilimleri pışpışlar ve müslümanca tavır koyma ni
yetini sezdiğimiz zümreleri dünya sisteminin değirmenine
su taşıyan bir hale sokarız. Ama yine de bazı çıkıntı tipler
belirecek olursa, onların kellelerini uçurmasını biliriz.
Hem de onları İslâmî gerekçelerle öldürürüz.
KEFFÂRET, FİDYE, DİYET, HARÂÇ
Uzun sözün kısası: Türkiye ne olduğu tarif edilemeyen
Süleyman Demirel'in yedinci kez başbakan olduktan
soğuk savaşta galiplerin yanında yer almış olmasına rağ
sonra yapüğı ilk ABD gezisi Türkiye’de yöneticinin veya
men, savaş sonunda mağluplara has zorluklarla kalakal-
siyasi liderin gerçekten nerede durduğu ve orada neyi yap
dıysa bunun sebebini ülkemizde etki ve yetki sahibi olanla
mak üzere durduğu konusunda enine boyuna düşünmemi
rın bu etki ve yetkilerinin kaynağını nerede aradıkları nok
zi zaruri kılıyor. Her ne kadar Demirci Atlantik'i aşıp yeni
tasında aramalıdır. Müslüman çoğunlukla hayat tarz ve he
dünya düzenine ağababalık yapan Yeni Dünya'da bir tur
defler bakımından müşterekler tesis edememiş hiç bir yö
atuysa da asıl görünmek istediği yer Türkiye idi. Yani Tür
netim Türkiye'de en basit günlük dertleri giderme tedbirini
kiye Cumhuriyeti’nin başbakanı yurt dışına çıkarak bir yurt
alma başarısına eremeyecektir. Çünkü varlık şartının gere
gezisi yapmış oldu. Gezinin amacı gözönüne alınarak çok
ği olarak bu türden bir başarıya talip bile değildir.
başarılı olduğu söylenebilir. Demirci öncelikle kamuoyu
na arkasının sağlam olduğu izlenimini vermeyi başarmış
tır. Türkiye'de siyasi liderler arasında eğer "seni değil, beni
tutuyorlar" tarzında bir münakaşa, bir yarışma varsa ve ka
muoyu kimi tutuyorlarsa ona rağbet etme temayülüne sa
hipse Demirel'in (sağladığı seçim başarısının ardından) ra
kibini veya rakiplerini hayli geride bıraktığı söylenebilir.
Türkiye'de işini gördürmek isleyen küçük insanlar için
onaylı bir başbakan var artık.
I
192 193
ma tarzında tezahür etmiştir. Günümüz şartları muvacehe Başbakanın son ABD gezisinin bir dış değil, iç gezi ol
sinde Süleyman Demirel bilhassa sivil-askeri bürokrasiye duğunu öne sürerken yaşanılan durumun Türkiye'de bir
kendinin nasıl bir demir leblebi oldğunu katiyyetle ispatla yöneticinin eri ve işlevi konusunda bizi düşünmeye sev-
ma amacını gütmüştür. Bu Demirel politikası bakımından ketmesi gerektiğini başlarken belirtmiştim. Bir devlet yet
kaçınılmaz bir zaruret haline gelmişti, iki kez askeri müda kilisinin dünyadaki bir çok güç odağının yoğunlukla üslen
hale ile makamını kaybeden bir siyasetçi olmanın yanlış diği bir ülke olan ABD'ye seyahat etmesi kadar makul ve
izlenimini silmeden iktidarının faaliyet alanını pekiştire- anlaşılır bir siyasi olay yoktur. Eğer sözünü geçiren veya
mezdi. Gerçi Türkiye'de bürokrasi tek parti dönemine geçirmek için faaliyette bulunan bir "güç" varsa, bu güçle
mahsus özellikleri kaybetmiş ve Demirel'in bir üçüncü kez ilişki kaçınılmazdır. Günümüz şartlarında her devletin
askerî müdahale ile yerinden edilme ihtimali yok denecek ABD ile bir alıp vereceği vardır. Bütün mesele neyin alınıp
kadar zayıflamıştır. Fakat günümüz başbakanının muhtaç neyin verildiğinde. Süleyman Demirel A B D ’deki güç
olduğu şey üzerinden bir tehtidi savuşturmak değil, elinin odaklarına Türkiye'de yaşadığı bir sıkışıklığı giderecek
alunda tuttuğu kadroları, yürüteceği siyaset doğrultusunda araçlan sağlamak üzere başvurmadı. Verirlerse almam de
takıntısız ve şevkle sevkedebilme rahatlığını elde edebil meyecekmiş, ama malî bir kredi istemeye gitmediğini ken
mektir. Bu ABD gezisi ona sözkonusu rahatlığı hediye etti. di söyledi. Öte yandan, Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu gibi hu
suslarda hazırladığı bir acil plan için müşahhas beklentiler
Nihayet, dahili ve harici sermaye sahiplerine, içerdeki
le ABD güç odaklanna başvurmadığı da "kamuoyuna yan
ve dışardaki iş adamlarına hem kendi politikasının kazanç
sıyan kadanyla bilinen bir gerçek. O halde bu seyahatte ne
için bir garanti olduğunu ve hem de yeni dünya düzeninde
alınıp ne verildi? Buraya kadar yazdıklarımız doğrultu
merkezi yeri işgal eden 'sermayenin üstünlüğü’ ilkesini
sunda Demirel'in son ABD gezisinden aldığı şeyin bir
kendinin de garanti ettiğini, bu çok eski ve çok yeni başba
prestij, bir itibar olduğunu söyleyebiliriz. (Her ne kadar
kan göstermek istemiştir. Kitle iletişim araçlarında ağır
Demirel gördüğü itibarın şahsına değil, devlete mütevec
lıklı olarak sunulduğu kadarıyla Süleyman Demirel, soğuk
cih olduğunu söylüyorsa da neyin ne olduğunu zaman için
savaşın ideolojik kalıplarının geçerli olduğu günlerde, her
zaman sermayeden yana bir görüntüye sahipti. Fakat bu de yüzyüzc geldiğimiz kimi sonuçlar bize öğretecek.) Or
görüntü karma ekonominin itibarda olduğu günlere ait bir tada alınan ve derhal transfer edilen bir itibar var, lâkin ne
görüntüydü ve günümüz başbakanının rakipleri onu eski verildi? Bunu oyunda seyirci mevkiinde bırakılan bizler
ilkelere bağlı kaldığı suçlamasıyla yıpratma yolunu seç sarahaten bilemiyoruz ve belki gelecek kuşaklar neyin ve
mişlerdi. Şimdi yeni Demirel, düğmesinin kopartılmasına rildiğini sadece bir 'tarih' olarak öğrenebilecekler.
razı olmayacağını söylediği devletin küçültülme operas Gelin, biz seyirciler de kendi oyunumuza bakalım ve
yonunda şampiyonluk peşindedir. ABD finans çevrelerin dünya şarilannın tanziminde eli altında bir çok koz bulun
den aldığı vizeyle ANAP’ı aratmayacağını göstermek üze duran, kimilerinin ’süper güç' dedikleri unsurla, tanzim
re kollan sıvayacaktır. Aksi halde hangi zorluklann kendi edilmiş şartlarda kendine bir manevra alanı açmak isteyen
ni beklediğini bilecek kadar tecrübe sahibidir. 'a y ıf unsur arasında nelerin alınıp verilebileceği husu
194 195
mekte, galibiyetinden elde edeceği kazancı yendiği tarafın
sunda bir kaç fikir serdedelim. Ortaya dökeceğimiz fikirler gücünü galip lehine harcamasında aramaktadır. Milletle
doğrudan doğruya Süleyman Demirel'in ABD'deki güç rin birbirleriyle münasebetlerinde, bilhassa savaş sonrala
odaklarına neyi verdiğini açığa çıkarmaya yaramayabilir. rında görülen bu durum içine bir meydan okumayı alır.
Ama neler verilebileceğini ve bunların neyin karşılığı ola Meydan okuyan unsur, hem muktedirden iktidarı kapmak
rak verileceğini kavrarsak bir ülkenin yöneten-yönetilen veya iktidarına sınırlar çizmek üzere ve hem de meydan
ilişkisi içinde tutturduğu istikameti de anlayabiliriz. Bir okumayı mümkün kılan vasıflarını sınamak üzere ortaya
toplum olarak bize gereken de istikamettir, başka bir şey atılmıştır. Yenilirse cüretinin keffâretini öder. Yenerse
değil. muktedir mevkiinden alaşağı ettiği unsura iktidarının
keffâretini ödetir. Keffâret ödeyen, ödediğiyle arınır ve ye
Kasıtlı bir sıralamayla 'muktedir' güce, 'zaafa düşmüş'
ni bir yapabilirlik alanına geçer. Milletler arası münasebet
unsurun ödeyebileceği şeylerin keffâret, fidye, diyet,
lerde Türkiye Cumhuriyeti hiç bir zaman keffâret ödeme
harâc olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu kelimeleri sıra
miştir. Çünkü hiç bir zaman meydan okumamış, meydan
larken başıma müşkil bir mesele açtığımı biliyorum. Bü
okumaya yol açacak araçlara talip olduğuna dair bir işaret
kere yukarıda andığım kelimeleri siyaset oyunu bahis ko
vermemiş, böyle bir istikamet arayan duruma özenmemiş-
nusu olduğunda lûgavî manâlarına sadık kalarak anlama
tir. Yakın tarihte İtalya'nın ve Almanya'nın durumu
nın işimize yaramayacağını biliyorum. Oysa ben sözlü an
keffâret ödeme bakımından mânidardır. İtalya İkinci Dün
laşmalarda lûgavî manâya sadakatin en iyi sonucu verece
ya Savaşı'na savaşın galibinin Almanya olduğu inancına
ği inancındayım. Diğer taraftan bu kelimelerin siyaset di
kapılarak galibiyetten pay almak üzere girmiş, yani mey
linde belirginlik kazanmış birer ıstılâhî manâsı da yok. Me
dan okumamıştır. Sonuçta da keffâret ödeyen bir konuma
seleyi çetin kılan başka bir nokta da andığımız kelimeler
düşmemiştir. Savaş sonrasında milli bütünlüğünü koru
den fidye dışında, kalan diğer üçünün, yani keffâret, diyet
yan, ordusu ve kültürüyle bir galibin kanadı altından, bir
ve harâc kelimelerinin İslâmî ıstılahlar arasında yeri var.
başka galibin kanadı altına giren bir ülke konumuna geç
Halbuki bir bu siyaset oyunu içinde bu kelimelere din dışı
miştir. Meydan okuyan ve keffâreti ödeyen Almanya'ydı.
anlayış alanında kazandıkları anlamlapa ağırlık vererek
Sonucu hepimiz gördük.
bazı açıklamalara giüne yolunu tutacağız. Okuyucunun
ferasetine sığmıyorum. Fidye, yani kurtulmalık, meydan okuma potansiyeli ta
şıyan unsurun (ülkenin) hazırlıklarını tamamlamak üzere
Zaafa düşmüş unsur galibiyet mevkiinde olan güce su iktidar mevkiindeki (Kİak veya odaklara ödediklerini kap
çunun keffâretini ödüyor olabilir. Sıralamamız içinde, alt sar. Zaafa uğrayan unsur yapmaya giriştiği işlerden ötürü
ta kalan tarafın ödeyebileceği en ağır bedel keffâret olsa iktidar tarafından sıkıştırılmış ve bir çıkış yolu aramak
gerek. Buna rağmen ödeyenin cn şerefli durumda kaldığı üzere iktidarın kendisinden istediği bedeli ödemek zorun
.şartlar keffâret ödeme olayında gizlidir. Bir taraf suçunu, da bırakılmıştır. Milletler arası münasebetlerde bu durumu
kabahatini, günahını kabullenmekte ve cezayı üstlenmek son otuz yıldır yaşayan Çin ve Japonya'dır. Çin toplumdaki
tedir. Diğer taraf gördüğü zararın tazmin edilmesini iste
197
196
yapısal değişmeyi sürekli olarak kendi bünyesinin gerek Peki, ne ödedi Türkiye ve neyi hâlâ ödemektedir? Sıra
lerinde aramak suretiyle, Japonya ise iktidarın başarılarını lamamızda bir kelime kaldı: Harâç. Evet Türkiye milletler
kopya ederek milletlerarası arenada kendilerine mahsus arası münasebetlerde kurulduğundan bu yana haraç ödedi
bir yer açma çabası gösteriyorlar. Bunu yapma çabası gös ve ödemekte. İddiasız bir ülkenin dinamik dünya şartları
terirken her sıkıştırıldıkları yerde bir fidye verip kurtulma içinde yapabileceği tek şey harâç ödemektir. Bir bedel de
yolunu seçiyorlar. Çin, Sovyetlerle uzlaşırken de, çatışır ğildir haraç, durumu kurtarmak için kaybedilen değerden
ken de, daha sonra Batı sermayesine ülkeye giriş şansı ta ibarettir. Türkiye Cumhuriyeü dünya sistemine hiç bir za
nırken de sadece potansiyelini heba etmemek için bir fid- man meydan okumadı. Meydan okumasına imkân verecek
yeinecat ödemesi gerekliği düşüncesiyle hareket ediyor potansiyeli ele geçirmek üzere kendine bir yol çizme giri
gibidir. Japonya'nın fidyeinecaü Batı’nın hedeflerine doğ-' şiminde bulunmadı. Bir kaçamakla düşmanını atlatmaya
rudan hizmet şeklinde ortaya çıkıyor. Son Körfez savaşı sı çalışarak bir kural dışı gelişmeye (cürme) tevessül etmedi.
rasında petrole bağımlılığı dolayısıyla olaydan olumsuz Dolayısıyla ne keffâret ödedi, ne fidye verdi, ne de diyet is
etkilenen bir ülke olmasına rağmen savaş sonrasının malî tenildi ondan. Ama bütün bunları yapacak bir mtum gös
yükümlülüklerini kabullenmesi sadece "fidye" kelimesiy termediği, gösteremediği için "harâç" ödemeye mahkûm
le ifade edilebilir. oldu. Yani yerinde saymasına müsaade edilsin diye iliği- ,
nin emilmesine müsaade etü. Acaba neden durum bu mer
Sıralamamız içinde diyeti Rusya’nın ödediğini öne sür
kezdedir?
mememiz mümkün. Rusya pogromlarda döktüğü kanın
bahasını 1917 ihtilâliyle ödedi. Daha sonra otuz yıllık Sta- Sıralamamızda ödenen bedelin ağırdan hafife gidişinde
lin döneminin diyetini de Sovyet yönetimin dağılmasıyla bir başka özellik daha var. Ağır bedeli ödeyen ülkeler dev
ödedi. Türkiye Cumhuriyeti ne fidye, ne de diyet ödemiş leti ve milletiyle en yoğun kaynaşmayı da sağlamış olan ül
bir ülkedir. Çünkü kendi gelişmesinde özgün yollar arayan kelerdir. Milletle devlet arasındaki mesafe ne kadar bü
bir resmi politikası yoktur. Bilakis resmi politikası oriji yükse beynelmilel iktidara ödenen bedel de öylece hafifle
nallikten bucak bucak kaçmaya dönüktür. Eğer Baü kültü mektedir. Türkiye en kolay ödenen yükümlülükle yüzyü-
rünü günlük münasebetlerden sanat verimlerine kadar bi zc, çünkü dünya sistemi karşısında en zayıf konumu be
rer kalıp bütünlüğü içinde üstüne iliştirmek tutumunu gös-
nimsemiş. Dünya milletleri arasında iz bırakıcı bir yere
termeyip yeni dünya şartlarında kendi kültürünün alacağı
ulaşmaya tevessül etmekle, her millet o ana kadar ödedi
şekli araşurma yoluna girmiş olsaydı, elbette bu gelişmele
ğinden daha ağır bir bedeli ödeme mecburiyetiyle karşı
rin tehlikesinden ürken Baü tarafından bir yerde köşeye sı
kıştırılacak, ama o da bu sıkınüdan fiyde verip kurtuiacak- karşıya kalıyor.
ü. Ama hiç böyle olmadı. Türkiye diyet ödcyecek bir cür- Bütün bu düşünceler tahunda diyebilir miyiz ki Süley
me de tevessül etmedi. Bütün uzlaşmalarda, yaptığı bütün man Demirci kazandığı itibar karşılığında Türkiye'nin
sözleşmelerde lehine sonuçlar çıkarmak üzere şartlan zor şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da dünya sistemi
lamadı. nin tavuğuna kış dememe mükellefiyetini sunmuştur? En
198
akla yakın cevap "evet" olacaktır. Ne var elinde Türki
ye'nin dünya sistemine tepsi içinde sunacak? Laiklik. La
ikliğin garnitürü ne? Demokrasi. Ama nasıl demokrasi?
Türkiye'de yaşayan insanların bir gelecek kazanmak üzere
birbirleriyle tesanüdünü, insicâmını sağlayan ve toplum
başarısının teminaü olmak üzere elde edilmiş olan istikra
rın ürettiği demokrasi mi? Ne gezer! Yöneticilerin dünya
sistemine tepsi içinde sundukları sadece müslümanlara da
tŞ HANGİ BAŞA DÜŞÜYOR?
ha acımasız davranacaklarının taahhüdü ve değeri ancak
ihraç malı olarak ölçülebilen demokrasidir. Haraç ödüyor Günümüz dünyası, bir bakış açısına göre, yepyeni bir
lar, ödemesine, ama hep müslümanların kesesinden. düzene doğru yol almaktadır. Bu bakış açısı günden güne
öylesine yaygınlaşıyor, ilgilenenlerin zihninde öylesine
yer ediyor ki, artık ona bir "bakış açısı" demek yeterli ol
mamaya başlıyor. Adeta yeni bir inanç gibi nüfuz ediyor
"yeni dünya düzeni". Her inanç gibi kendi merkezinden
muhitine yayılmakla kalmıyor "yeni düzen", daha şimdi
den bir otorite özelliği göstererek yukarıdan aşağıya gerek
lerini dayatıyor. Okur-yazarlar post-modemizm tartışma
larıyla yüksek kültür çevrelerinde yeni dünya düzenine bir
meşruiyyet alanı açıyor; siyasî liderler vaadlerini yeni dü
zenin daha etkin uygulanması yönünde yapıyorlar. Böyle-
ce pürüzlerden arındırılmış bir güzergah üzerinde büyük
sermaye sahipleri hegemonyalarım pekiştirme kolaylığı
elde ediyor.
200 201
zeninin yeniliği maddî kazançtan başka hiçbir toplum de ya düzenini kavramlar ve soyut kurumlar, zaruri mekaniz
ğerinin esas kabul edilemeyeceği noktasında yoğunlaş ma işleyişleri teklif etmiyor. Yeni dünya düzeninin fiili ve
maktadır. Denilebilir ki insanlık tarihi kadar eski bir anla- müstakbel sahibi insanlardır. Böyle olduğu için, yeni oldu
yış yepyeni bir görüş gibi algılandığında inandırıcılığın ğu söylenen düzenin lordları, rububiyet iddiasında bulu
dan çok şey kaybediyor. Doğru, maddî kazancı önemse nanlar karşılarında yayılmalarına dur diyecek insan veya
menin hiç bir yeni tarafı yok. Burada yeni olan "maddî ka insanlar bulmamanın keyfini yaşıyorlar. Dünyanın siyasî
zanç" güdüsünün tek toplumsal belirleyici durumuna yük haritasına bakınız: Şu anda herhangi bir yönetim mekaniz
selişi ve öteki toplum değerlerinin tümünün bu belirleyici masının başında bulunup da yeni dünya düzenine "hayır”
ye bağımlı kılınmasıdır. Yine olmadı. Hemen ortaya konu diyen bir siyasî önder görebiliyor musunuz? Bu soruya gö
labilecek itiraz şöyle olabilin Kapitalizmin doğuşuyla bir nül rahatlığıyla olumlu cevap veremeyeceksiniz. Belki
likte, bu söylediğimiz vuku bulmuştu zaten. Kapitalizm ru filânca ülkede, filânca eğilimin henüz dünya düzeninin ye
hunu maddî kazancın yön belirleyici sayılmasıyla kazan ni şekline intibak cunediğini .söyleyebileceksiniz, o kadar.
madı mı? Öyle oldu, ama milâdın 16. yüzyılından günü Bu vereceğiniz örnekler de dünya düzeninin bir önceki bi
müze kadar maddî kazanç güdüsü ve dürtüsü karşısında çiminin kalıntılarını taşıyan unsurlardan ibaret kalacak.
hep ciddi engeller buldu. Bu engeller dinden, ahlâktan, Yeni dünya düzenini teklif edenlerin gücü bu yönüyle artı
devletten ve insanların birlikte yaşama zevkinden kaynak yor zaten. Düzenin bir önceki hastalıklarını savunmak su
lanıyordu. Dörtyüz yıl bu engellerin bazan sert, bazan yu retiyle gidiş yönüne karşı çıkmanın verimsizliğini herkes
muşak bir biçimde kaldırılmasıyla geçti. İşte, yeni dünya kadar düzenin lordları da biliyor.
düzeninde yeni olan tek şey düzen koyucuların engelsiz
Adında yeni sıfau yer almakla birlikle, gerek öz gerekse
kalışlarıdır. Maddî kazanç peşinde koşmak için hiç bir en
biçim bakımından yenilikten mahrum kalan, ama büyük
gel yok ve önceden engelmiş gibi düşünülen unsurlar artık
insan topluluklarını baskısı altına almakta şimdiye kadar
birer muavenet unsuru olma katına çıkmış veya inmiştir.
başarı sağlamış bulunan "düzen" canlılığını korumak için
Olaya dikkatle bakan her göz yeni dünya düzeninde yu sadece kendini buduyor. Bugün tasfiye ettiği, dün besleyip
karıda ifade etme çabası gösterdiğimiz kadar bile yenilik büyüttüğüydü. Operasyonu yaparken işin içine yabancı el
olmadığını, dünyanın yepyeni bir düzene doğru yol aldığı karıştırmıyor; bir düzen alabilmek için önceden kazandığı
görüşünün kasti bir yanılsamadan başka bir özellik taşıma enerjiyi, hâlâ bir düzen kalabilmek için kullanıyor. Daha
dığını anlayabilir. Ama nerde o göz diyeceksiniz, o kadarı uygun bir deyimle sistem ve vasfı kazanabilmek için geçir
nı ben bilemem. Benim bildiğim, dünyanın son aldığı şekli diği tecrübeyi, sistemi itirazsız ve yegane güç kılabilmek
izaha kalkışüğımızda ruhunu maddî kazancın teşkil ettiği üzere devreye sokuyor. Yani bugün yeni dünya düzeni de
ni söylediğimiz kapitalizm kavramının bile bize fazlasıyla nilen şey bilenlerin çok iyi bildiği "eski" dünya sisteminin
yardımcı olamıyacağıdır. Gözlerimiz önünde cereyan cesametini sarahaten ortaya koyuşundan başka bir şey de
eden yanılsamanın bir ve bir kaç hokkabazı var. Yeni dün ğildir.
202 203
Dünya sistemi cesametini bugün neden sarahaten orta
ya koyma rahatlığı elde edebilmiştir? Çünkü bölünme ve lumlarda bölünme ve parçalanma yaşanmış ve en az bu bö
parçalanmayı (kendi fikrine göre) en ileri noktaya götüre- lünme ve parçalanma kadar önemli bir başka vakıa, her
bilmiştir de ondan. Dünya sisteminin kurmaylarına göre parçanın gücünü korumak veya idame ettirmek için elinde
günümüz dünyasında refaha ulaşmaktan başka, maddî ka maddî kazançtan başka bir etkili aracın olmadığını kabul
zanç için ilişki kurmaktan başka, kazanç piyasasında yer etmesi vakıası gerçekleşmiştir. Yaşadığımız günlerde
tutabilmek için çabalamaktan başka insanları bir arada tu dünya sisteminin keyfine keyif katan ve onu bütün insanla-
tan saik kalmamıştır. Dünya sistemi refahı temin eden ka nn üstünde bir havaya bürünerek size yeni bir dünya düze
nalları kontrol altına almak suretiyle itirazsız ve rakipsiz ni getiriyorum sloganıyla patronluk taslamasına sebep
iktidar olma gücüne ermiştir. Çok açık bir ifadeyle bugün olan husus doğulu veya batılı, kuzeyli veya güneyli bütün
yeryüzünde yürürlükte bulunan finans şebekesinin işleyi toplumlann din, milliyet, ırk, sınıf, birey gerekçeleriyle
şine uyum gösteren her birim sözkonusu iktidarın çarkında bölünmüş oldukları, her parçanın diğerinin gerekçesini
bir dişli olmaktan ötede bir işlev yüklenemez, dahası yüzü yok etmeden başanya eremeyeceğini düşünmesidir. Böy
nü ekşiterek bile yapsa bütün yapacağı dünya sistemine lesi bir dağınıklık içinde dünya sistemi yerini ve zamanını
hizmetten ibarettir. kollayarak bu unsurlardan her birini destekler bir konum
Toplumlann biçim alışında 1789'dan günümüze kadar elde edebiliyor. Hepsine prim veriyor ve hepsini hepsine
uygulanan bölünme ve parçalanma dünya sisteminin en karşı kullanıyor. Bu kullanımı kolaylaştıran da bir başarı
güçlü silâhıdır. Toplumlann kimliğinin tebarüz etmesinde sağlamak isteyen unsurun bu başanşında "maddî kazanç"
tanımı getirilebilir, dolaysız ve sadcce bir ibare çerçeve maddesini ihmal etmeyişi, ihmali bir yana bırakın, başan
sinde anlamı aranabilen dayanak sistem tarafından önce ya giden yolda en etkili araca maddî kazancı teminat altına
bölünür, sonra parçalanır. Süreç içinde şöyle bir sıralama almakla kavuşulabileceğine inanışlarıdır. Bu inanç hem
yapabiliriz: Dinin bir toplumun dayanağı olmaktan çıka dünya sisteminin, hem de yeni dünya düzeninin teminata
rılması için karşısına milliyet konulmuştur. Milliyetin bir kavuşmasına yetmektedir.
dayanak vasfı kazanacağı noktada bölücü unsur olarak ırk
Buraya kadar yeni dünya düzeni konusunda söyledikle
devreye sokulmuştur. Irkçılığın bir toplum dayanağı sayı
rimizi şu dört başlık altında toplayabiliriz: 1) Yeni dünya
labileceği ihtimali belirdiğinde sınıf hakimiyeti anlayışına
düzeni maddî kazancın tek değer olduğu ve diğer değerle
destek verilmiştir. Sınıf hakimiyeti kavramı aracılığıyla
rin ancak maddî kazanca yol açtığı kadar insan hayatında
bir toplum dayanağı bulunmak istendiğinde ise insan hak
yer alabileceği inancı üzerinde kurulmak istenmektedir. 2)
lan uıbir edilen bir tür bireycilik körüklenmiştir. Elbette
Yeni dünya düzeni müşahhas, nerede ve nasıl olduklan bi
yaptığımız sıralama soyut bir tabloyu yansıür ve 1789dan
linebilir kimseler eliyle kurulmak istenmekte ve onlar tara
günümüze kadar dünya toplumlan çok karmaşık ilişkiler
fından savunulmaktadır. 3) Yeni dünya düzeni her türden
içinde tarihlerini yaşayagelmişlerdir. Ne var ki, bütün top-
bölünme ve parçalanmanın yürürlüğe konduğu alanda
güçlenecek ve yerleşecektir. 4) Yeni dünya düzeni bu dü
204
205
zenden zarar göreceklerin desteğini kullanmak suretiyle nasıl bilebiliriz, sorusunun cevabını bulmaya çalışabiliriz.
kabul görmekten başka dayanağa sahip değildir. Yeni dünya düzenini reddetmek bir bakıma onun dayandı
ğı esaslardan kendimizi uzak tutma anlamına geleceğin
İrili ufaklı her kişinin karşısında bir soru duruyor Dün
den "ne yapacağımızı nasıl bilebiliriz" sorusunun cevabını
yaya verilmek istenen yeni düzene yandaş mı olmalı, yok
bu esasları geçersiz kılacak bir düşünme istikametinde bu
sa bu düzeni reddetmeli mi? Eğer biri çıkar da, hayır böyle
labiliriz.
bir soruya muhatap değilim; dünya düzeni benim çok üs
tümde bazı karar mekanizmalarının sonucu olarak sağlanı Yeni dünya düzeni eğer maddî çıkarın tek değer olduğu
yor; dünya düzeninin eskisine de yenisine de benim katkım nu yüceltiyorsa, bizim kıymetini bilmemiz gereken şeyin
olmaz; diyorsa bu kimse yeni dünya düzenini kurma girişi maddî kazanç dışındaki değerlerin korunmasında bulabi
minde bulunanların ordusuna kaydını yaptırmış demektir. leceğimizi fehmetmek zor değil. Acaba hangi değerler? İlk
Gerçekte bu orduya kaülmak için kayıt yaptırmaya da ge benimseyeceğimiz en yüce değen keşfedip ona sarılmak
rek yok. Dü/ene yandaş olup olmama sorusunu hiç işitme olmayabilir. İlk önce değerlerin değerini bilmeyi gözete
miş olmak, böyle bir soru sorulsa da olur, sorulmasa da di biliriz. Unutmamalı ki "değer bilmeyenin değeri olmaz.”
yenler de peşinen kuşatılmış olmak suretiyle ordunun Maddî kazanç dışında kalan değerlerin hangisine önem at
harekâtına hizmet eder hale getirilmişlerdir. Geriye ya. federseniz edin bu yeni dünya düzeninin kurulmasında rol
nızca yeni dünya düzenini kurmak için gönüllü ve alan kim olursa olsun onun önüne bir engel çıkaracaktır.
heveskâr bir çabaya girişenlerle, yeni dünya düzeninin ku Yani maddî kazanç gütmeyen her insanı kendimize dost
rulmasını, yaygınlaşıp yerleşmesini hayırlı, yararlı, olum bileceğiz; O halde maddî kazanç güden herkes düşmanı
lu bulmuyorum diyenler kalıyor. Bu İkincilerin bazısı ka mız mı olacak? Meselenin kalbi burada alıyor. Diyalektik
fasında neler yapması gerektiği konusunda belli taslaklar tuzağına yakalanmadan bu noktayı aşabilmemiz gerek.
taşıyor olabilir. Sanırım büyük bir kısmı şöyle düşünüyor. Maddî kazanç peşindeki düşmanımız olmayabilir. Düş
"Yeni dünya düzeninde bir habislik, bir melûn niyet oldu manımız bizi maddî çıkar gütmeye icbar edendir. Yani
ğunu kabul ediyorum. Lâkin hem bir yandan bu düzenin hamle eden kâfir odur. Biz dostlarımızı yanımıza almaya
çerçevesinde idame-i hayata mecbur olduğumu görüyor, uğraşırken, hayra engel olan düşman olur. Yoksa insanları
hem de bu çerçeveden çıkmaksızın düzeni nasıl reddede maddî çıkar peşinde koşanlar ve koşmayanlar diye ikiye
ceğimi kestiremiyorum." işte endişeleri bu merkezde top ayınp bir kanadı dost, diğerini düşman bellemek dünya sis
lanan kişilere söylenecek bir dostça söz vardır. teminin zaten işini kolaylaştırmak için hep uygulayageldi-
Elbette, düzeni, dünya sisteminin başımıza sardığı bu ği bölünmeyi benimsemek anlamına gelir.
püsküllü belâyı reddetmek için bir şeyler yapmak gerek. Bölünmeyi reddetmek bütünleşmeyi kabul etmek de
Yine de "bir şeyler yapmak"tan çok daha önemlisi neler mekse, insanları daha kolay yaşamak üzere bir araya geti
yapılacağı konusunda hangi temellerden kalkarak karar ren birlikleri, düşünce ve davranış birliklerini olumsuz ve
verileceğini bilmeye yönelmektir. Yani ne yapacağımızı zararlı saymamak demektir. İnsanları yaklaştıran her bera-
206 207
bertikte peşin bir olumluluk görmek, dünya sisteminin ru-
bubiyet iddiasına verilecek güzel cevaplardan biridir.
Bağları koparana şüpheyle bakmak, bağlan güçlendirene
zorluk çıkarmamak dünya sisteminin kurmaya giriştiği ye
ni düzeni reddetmenin çok etkili yöntemlerinden biri. İyi
ama, hangi bağlar? Bu soru mücerred ve peşin bir kararla
cevaplandınlabilecek bir muhtevaya kavuşlurulamaz. Ha
SİSTEMİN ŞANTAJ DÖNGÜSÜ
yatın dinamizmi ve bizim elde etmeye çalıştığımız hedef
ler her adımda hangi bağlann korunmaya müstahak oldğu- Dedik ki yeni dünya düzeni insanları gerek bireyler ola
nu gösterecektir. Eğer biz hangi bağlann korunmaya müs rak ve gerekse toplum planında hayatlarını maddi kazanç
tahak olduğunu bilemeyecek kadar şaşkın idiysek, zaten esasına göre düzenlemeye icbar ediyor. Daha doğrusu
düzeni reddetmek gibi bir yönü benimsemede liyakatsizlik maddi kazanç dışındaki değerleri itibardan düşürmek su
göstermişizdir. Hangi bağlan sıkılaştırmak gerektiğini bil retiyle insanlan maddi kazanç boyutundan başka bOj at
meyen zaten ölüdür. bilmez, tanımaz hale sokma çabasını elden bırakmıyor. Bu
çabası sonucunda ulaşuğı her başarı yeni dünya düzeninin
Son nokla dünya sisteminin kurmak istediği yeni düzen
bir kat daha pekişmesini temin ediyor, dünya sisteminin
de tek tek bütün insanlan sadece düzenin emrinde birer ba
(yani yeni dünya düzeninin) pekişme zemini olduğu her
sit cisim haline dönüştürmesiyle ilgili. Bu basit cisimler
kat ona daha başarılı olma fırsatı veriyor ve böylcce başarı
maddî kazançtan başka bir şeyi değerli sayamayacak kadar
nın pekişmeyi, pekişmenin başarıyı izlediği bir çark dön
insanı şereften mahrum sanma yanılgısına düşmüşlerdir.
meye devam ediyor.
Tek tek her insanın önemli ve değerli olduğunu anlama ve
bunu günlük hayal içinde gösterebilme kaabiliyeti yalnız Maddi kazanç dediğimiz zaman bu sözlerden yalnızca
ca sistemin bu yeni düzenine hayır deme tercihini yapanla para ile ölçülebilir kazancı anlamak yeterli değildir. Dünya
rın uhdesindedir. Dünya sistemi rakipsiz ve alternatifsiz sistemi daha karmaşık bir maddi kazanç yapısı veya bedeni
olduğunu karşısına dur deme ehliyetini göstermek suretiy bina cunckte, insanlan paranın ön sıraya çıkmadığı bir
le çıkan insan ve insanların bulunmayışıyla iddia edebili maddiyat bütünü içinde kalacakları bir anlayış alanında bı
yor. Bu iddianın ne derece kof olduğunun gösterilmesi tek rakmaktadır. Gcjrçi bu alanın, bu bedenin kan dolaşımını
tek her insanın yer yüzünde kalan son insanmış gibi bir na yine para ile ölçülebilir değerler silsilesi ve düpedüz para
zara muhatap olabilecek bir değerde ele alınmasıyla müm sağlamaktadır, ama insanlar paraya hizmet ettiklerini an
kün olabilir. Bu yönüyle yeni dünya düzeninin butlanını lamadan da sistemin buyruklarına uygun hareket ediyor
ilân etmek her birimizin yanındakini vazgeçilmez sayma
lar. Günümüzde adı yeni dünya düzeni diye konulmuş olan
sıyla mümkün. Sen ve ben, herkes bu vazgeçilmezlikten
çark, dönüşünü kolaylaştıran üç kavram ortaya atıyor: Ba
vazgeçemez. Yani iş başa düşüyor. Senin başına, benim
rış, çevrecilik, macera. Barış sağlansın, tabiat korunsun,
başıma...
209
208
her insan maceralar yaşayabilsin, tik bakışta benimsenip bir dinî cemaate mensub olmaktan doğan hedeflerdir. Eğer
kabul edilebileceği gibi bu dilekler insan lekinin yer küre insanlar bu hedefleri ancak kendilerine mahsus tezahürler
üzerinde sıkıntısız ve zevkli bir hayat sürebilmesine dö le göz önünde tutabil iyorlarsa; tezahürlerin yokedilmesiy-
nük. Böylesi dileklerin yerine gelmesi için bazı toplum ör le hedeflerin de silinmesi gerçekleşecektir. Kendi hedefle
gütleri ve devlet organları mı gerekli? Hayır. Toplum ör rinin kendi gözleri önünde hangi vesilelerle korunabildiği
gütleri bu dileklerin yerine getirilmesine yardımcı olabilir hususunda gaflete düşen insanlar gidenlerin neleri bera
ler, hatta olmalıdırlar, ama bu dileklerin toplum örgütleri berlerinde götürdüğünü bilmediklerinden maddi kazanç
eliyle, hele de devlet eliyle yerine getirilmesi istenmez. hakimiyetine varan yolda ne büyük bir adım attıklarını da
Böylesi bir müdahalenin andığımız dileklerin yerine geti bilemeyeceklerdir. Yani Ruslarçarsız daha Rus, Almanlar
rilmesine engeller çıkarabileceği büyük bir ihtimal olduğu Kaiscrsiz daha Alman, Türkler sultansız daha Türk kalabi
için de devletin ve toplum örgütlerinin etkinlikleri kısıdan- lecekleri zannma kapılabilirler.
malıdır. Yeni dünya düzeninin buyrukları bu doğrultuda Nitekim ikinci aşamada insanlar dinin yerine ikame et
dır. tikleri milliyete infisahlarının yeni hedefler doğurmasını
Dünya sisteminin böylesi buyruklar verebilecek yetkin beklemişlerdir. Maddi kazanç illeti bir kez bir cemaate
liğe erebilmesi için bir tarihî-siyasî süreç yaşandı. Bu süreç mensub olmanın doğurduğu hedefleri silince her toplumda
içinde insanların hayatından maddi kazanç dışında kalan farklı farklı arazların belirmesine yol açtı. Bir yandan ce
güdücü değerler birer birer ayaklandı. Sonuç bireylerin maati koruma güdüsü, öle yandan hedef arama ihtiyacı Al
kendi başlarına (atomize bireyler olarak) dünya sistemiyle manya’da ırkçılığı, Rusya'da sınıf esasına tutunmayı, Tür
ilişkilerini ayarlamaları noktasına vardı. Son derece sofis kiye'de laikliği baştacı eden; kurtuluşu ırkçılıktan, sınıf
tike kılınmış mekanizmalar aracılığıyla eğer bireyler sis gerçeğinden, laiklikten bekler duruma sokan eğilimleri az
temle uzlaşırlarsa ondan ihsan bekleyebileceklerini, sis dırdı. Ancak maddi çıkardan başka bir esasın toplumda
temle çatışmaları halinde de kabahatlerinin nev'ine, şidde kökleşmesine izin vermeyen dünya sistemi ister ırk, ister
tine göre sistem tarafından münasip görülen cezaya çarptı sınıf ve isterse laiklik esasına dayansın ümmetten güç alan
rılacaklarını anlar duruma sokulmuşlardır. Maddi kazanç hükümdarlıkların yerine geçmiş modem devletçiliği ya
tan başka bir boyutun hayatında belirleyici olmadığını ka şatmadı ve Nazizm, Komünizm, Kemalizm maddi çıkar
bul eden insanlar için sistemin çarkları feleğin çemberidir esası karşısında süngülerini düşürdüler.
anık. Farklı toplumlarda, farklı anlayış çerçeveleri içinde yü
Yaşanan tarihî-siyasî sürecin ilk aşamasında insanların rürlüğe giren aynı şeydi. Aynı felsefi yaklaşım bütün top
bir dinî cemaate mensub olmaktan doğan hedefleri gözden lumlarda tek boyutun hegemonyacı üstünlüğünü dayatan
çıkarmaları sağlanmıştır. Burada dikkat edilecek husus inkişafını yaşadı. Ancak burada unutulmaması gereken
saldırıya doğrudan muhatap olanın din ve hatta belli bir şudur: Dünya sistemi ancien regimc'i yerleştirirken, milli
dinî cemaat ol madiğidir. Saldırılan, yıkılmak istenen belli yet esasına dayanan devletleri kurarken ve ideolojilere da
210 211
yalı toplum örgütlenmelerini desteklerken hep maddi çı
karın daha rahat hareket edebileceği tarafı güçlendirerek Üçüncü esas insanoğlunun sonlu ve eksik olduğunu red
sanatını icra etti. Felsefî esaslarını hangi şartlarda daha ko de müteveccihtir. Dünya sistemi felsefî anlamda insanın
lay yayılma imkânı buluyorsa şartların o yönde düzenlen gelişmesini tamamlayabileceğini ve mükemmele ulaşabi
mesine destek verdi. Bu yüzden yerine ve zamanına göre leceğini öngörmek suretiyle bütün gücün dünya hayatında
kralcı, cumhuriyetçi, faşist, sosyalist, demokrat, dindar, saadet arayan insanda toplanabileceğini telkin eder. Eğer
laik oldu. Yeter ki maddi çıkar baştacı edilsin. insan bugün eksik ve kusurluysa bu onun yeterli gelişme
şartlarını elde edememiş olmasındandır. O halde insan ye
Neydi dünya sisteminin insanları güdebilmek için elden
tiştirilebilir. Hatta arzulanan vasıflarda insan imal edilebi
bırakmamakta titizlik ve hassasiyet gösterdiği felsefi esas
lir. Yaratılıştan insanın varabileceği sınırlar verilmemiştir.
lar? Birinci esas insanlar arasındaki ilişkilerde ve olayların
İnsanoğlu yeri yarabilir, göğü delebilir, yeter ki maddi çı
cereyanında hiç bir İlâhî müdahalenin sö/.konusu olmadı
karını iyi koruyabilsin, maddi imkânlarını iyi kullanabil
ğı, böyle bir etkeni hesaba katmanın insan ilişkilerini de
sin.
ğiştirmeyeceğini kabul ettirmekle temellendirilmişti.
Uhrevî hayat yoklu ve daha önemlisi Allah inancının in Keyfince belirleyebileceği ortamda yaşayan, bütün ge
sanlar bakımından yeri ve önemi algılanabilir dünya zaru lişme gücünü elinde bulunduran böyle bir insan şeması
retleriyle birebir mütekabiliyet taşıdığı anlayışı geçerli kı üzerine dünya sistemi dördüncü esasına oturtur: Hür irade.
lınmalıydı. Bu ideolojik bombardıman karşısında "muci Sistemin iddiasına göre insanlara doğru yolu Allah göster
ze" kelimesi dünycvîleşıi ve dindarlar bile eylemlerini ha- mez. İnsanlar Allah’ın emirlerine itaat etmeyi kendileri
sımlarınm yöntemlerine uyacak alanlara hasrettiler. için gerekli gördüklerinde sadcce bir teselli ıcmin ederler,
Dünya sisteminin elden bırakmadığı ikinci felsefi esas, Allah'ın kendileri için bîr yol çizdiği ve bu yolun da insan
hiç bir mutlak'm kabul edilemeyeceğini, ahlâkî emirlerin iradesinden bağımsız olarak katedildiğini kabul etliklerin
kaynaklandığı bir mutlak alanın bulunmadığı, uğruna ölü de ise hayatlarını belirsizliğe bırakmış olurlar. Dünya sis
necek bir mutlak değerin bulunmadığını telkin etmek üze temi der ki insanoğlu sadakatini yaratılış gayesine bağla
re ortaya konuldu. İnsanlara gerçekleştirmeleri için vazge yacağına ve kendini Yaratan'a sıdk ile kurtulacağına inana
çilemez, zaruri görevler tahsis edilemezdi. Uyulması gere
cağına, bütün ipleri kendi ellerine almalıdır. Kaderini ya
ken zaruretler her çağda değişebilirdi. İcabında böyle, ica
ratmada ve ortamını düzenlemede, çevresine biçim ver
bında şöyle davranmak (maddi çıkarın gerektirdiğini yap
mede hür iradesini harekele geçirerek davranmalı, kendi
mak) en uygun lutuın olmalıydı, insanların uydukları ku
gücüne güvenmelidir.
rallar; içine doğdukları toplumun alışkanlıklarından, ken
di yetişme usûllerinden, gelenekten ve toplum kurumları- Nihayet dünya sisteminin kendine güç devşirdiği beşin
nın korunma güdüsünden çıkartılmıştı. O halde biri diğeri ci felsefi esas, bütün sahiciliğin dünyadan ibaret olduğunu
nin yerine geçebilir, başka toplum kırdan değerler aktarıla vaz'eder. İnsan için tek gerçeklik dünyadır ve dünyadadır.
bilir ve hatta gününe göre yeni değerler uydurulabilirdi. Bu esas yalnızca ahirdi yok saymakla kalmaz, aynı za
manda doğaüstü güçlerin insan hayatındaki etkisini hesap
212
213
cinsiyet taşkınlıklanndan, gösteriş tüketiminin çeşit çeşit
dışı tutar, tutulmasını dayatır, insanoğlunun da duyularını
mallarına kadar her alanda macera yaşanabilir. Çünkü bu
aşan kavrayış bölgeleri yardımıyla öğreneceklerini kısıt
maccralann hepsi kâr motifiyle hareket eden sistemin ku
lar, bu yollan tıkamaya uğraşır. İnsan, dünya sisteminin
rumlan tarafından hesaplanıp ayarlanmıştır.
öğretisine göre, yaşarken dünyada mahpustur, yaşadığı sü
rece onun için bir geçit bulmak sözkonusu değildir ve öl Banş istiyorsan beynelmilel denetim gücünün etkinlik
düğü zaman herşey bitmiştir. le işlemesine yardımcı ol. Çevrenin korunmasını istiyor
san sistemin getirdiği yeni (geleneksel dinlerin ihtiva etti
İşte bu esasların yaygınlaştığı, geçerli sayıldığı, yürür
ğinden farklı) helallerin ve haramlann neler olduğunu öğ
lüğe girdiği dönem ve ortamlarda dünya sistemi insanı
ren. Senin için tehlike ahlâki davranış sonucu bir kurtuluşa
elinden bütün silâhlan alınmış bir halde, maddi çıkannın
erip ermeyeceğin konusundaki tavırlarından değil, ağaç
peşinden koşmaktan başka çaresi kalmamış halde yakalar.
sız, oksijensiz bir dünyada yaşamaktan geliyor. Macera is
Atomize birey başsız (hükümdarsız), devletsiz ve yurtsuz
tiyorsan yürürlükteki para kazanma yollarına uy.
dur. Değerlerini koruyan tutamak noktalarının ancak Al
lah'a râm olmakla, dinin sınırlarını kabul etmekle ve bir ce Sistem karşısında manevi donatımını kaybetmiş birey
maate mensub olmanın doğurduğu hedefleri gözönünde ler şöyle diyemiyor: Barış islemiyorum, çünkü sizin banş
bulundurmakla korunabileceğini bilmemek onu bu duru diye sunduğunuz sadece galiplerin ve şu anda büyük ço
ma düşürmüşiür. Eğer bu durum menfi ve içinden çıkılma ğunluğun ezilmesine, ruh yoksulluğuna uğramasına sebeb
sı beklenen bir durumsa, maddi çıkar dışındaki bu değerle olan çevrelerin sükûnet içinde ve ferah yaşamaları için
rin yeniden tanınmasından başka bir çözüm yok. Ama dün sağlanan çalışmasız bir düzenden başka bir şey değildir.
ya sistemi tarafından değerleri yaratılmış insanlar karşıla- (Kaldı ki o çevreler isledikleri zaman ateşli silahlan devre
nnda yine dünya sisteminin sunduğu başka değerleri koru ye sokuyor.) Çevreyi korumak istemiyorum, çünkü çevre
ma tercihlerini buluyorlar: Barış, çevrecilik, macera. yi korumanın bedeli haklıyı korumasız bırakmakla denge
Modem yaşama biçimine, dünyevi sınırlara hapsolun- lenmiş. Haklı korunsun, hak yerine gelsin, varsam çevre
muş insan için anık bu kelimelerin bütün aşkın (müteâl) bundan zarar görsün. Ne dünyanın, ne de tabiaün hakimi
anlamları kaybolmuştur. Bu da zaten dünya sisteminin is rolü insana düşmez. Maccra istemiyorum, çünkü bu hem
tediği şeydi. Şimdi barış denilince sulh kelimesinin intaç benim aleyhime işleyen bir finans şebekesinin çarklarını
ettiği kurtuluş beklenmiyor. Barıştan anlaşılabilen sadecc yağlıyor, hem de beni insan olma şerefimle mütenasip bir
insanlar arası silâhlı çatışmanın olmayışıdır. Çevrccilik yerden uzaklaştırıyor.
214 215
mazsa, bu beynelmilel gücün ekolojik denge için faaliyette
bulunması imkânsız hem barış ve hem çevre koruması için
gerekli araçlar ancak beynelmilel finans şebekesinin para
kazanma kanallarının tıkanmamasıyla sağlanabilir. Banş-
ekoloji-finans üçlüsü herbiri diğerine açılarak sıhhatini
korurken, dünya sistemi birine itiraz edenin diğer ikisini
elinden almakla tehditini, şantajını devreye sokuyor. Or-
du-teknoloji-banka üçlüsü iktidarını, güçlerinin devamını
SİSTEM İSLÂM’LA
sadece maddi çıkar fikrinden sapmayan insanlarla sağlı
HESAPLAŞACAK MI?
yor. Sistemin şantajına boyun eğerek yapılan işler İslâm'ın
reddine varan gidişatı izhar ediyor. Bünyesinden çıkardığı, kendi eliyle besleyip büyüttüğü
muhaliflerini yere sermenin keyfini yaşıyor dünya sistemi.
Adına liberal denilen düzen sağından ve solundan hücuma
uğrama tehlikesini bertaraf etti. Galip gelen, galebe çalan
taraf adlandırmaları da, tanımlamaları da hiçbir müdahil
olmaksızın kendisi yapabildiği için sözünü dinlemeye
mecbur tuttuğu insanları en iyi en isabetli sonucu elde etti
ğine inandırmakla meşgul. Gerçekte bu ikna faaliyeti sin
sice ve düşük seviyeli bir propagandadan ibaret. Belki bü
tün propaganda faaliyetlerinin aynı nitelikte olduğu söyle
nebilir. Eğer ortaya konulan beyanlar insanlara neleri ka
zandırıp neleri kaybettireceğini açıkça ortaya koysa, artık
o beyanda bulunana propaganda yapıyor denilmez. Aynı
şekilde verilen beyanatlar insanların seviyelerinin yüksel
mesine hizmet etse veya üst seviyede insanların ulaşabildi
ği bildirileri içine alsa o beyanatta bulunanlar propaganda
yapmak suçlaması altında kalmazlar. Gerçi günümüzde
kille iletişim araçları yoluyla yürütülen ikna faaliyeti için
kimse propaganda kelimesini kullanmıyor. Bunun bir se
bebi konuşan yalnızca tek tarafın kalmış olması, diğer bir
sebebi de meselenin nasıl cereyan etliğine aklı erenlerin bu
propagandadan zarar görmeyişleri, bilakis işlerinin bu
propagandayla kolaylaşmasıdır.
216 217
Propagandanın esası şöyle bir cümleyle özetlenebilir:
parlak gelecek sahibi kabul edildiler. Propagandada Nas
Faşizm yenildi, komünizm yenildi; liberalizmin üstünlüğü
yonal Sosyalizmin ezildiği değil de Faşizmin ezildiği
ve haklılığı tartışılmaz. Propagandanın esası bu olmakla
lâfzının yer alması hem kolay karalanabilir bir isim seçme
beraber, kelimeler tıpatıp böyle kullanılmıyor. Çünkü yaşı
becerisinden, hem de kendisinden bir şeyler beklenebilir
otuzun altında kalan insanlar için bu kelimeler fazla şey
olan bir rejimi kendisinden hiç bir şey beklenemez rejimle
ifade etmiyor. Onların yetişme çağlarında doktrin tartış
eşdeğer kılarak gözlerden uzaklaştırma becerisindendir.
malarının modası geçmişti, onlar terörün siyaset ve ticaret
le içiçe tezahür ettiği zamanlarda büyüdüler. Gençler için Yıkılan Sovyetler Birliği olduğu halde dünya sistemi
propagandanın esası ahlâkî bir disiplinden uzak bir serbes- yıktığı şeyin komünizm olduğunu beyan ediyor. Propa
tiyet içinde, daha çok para kazanmak ve daha çeşitli tüke gandasını buna dayandırıyor. Gerçi burada isabetli bir
tim imkânı elde etmek şekline sokulmak suretiyle yapılı nokta var. Rusya'da Bolşevik ihtilali başarıya ulaşıncaya
yor. Bir bakıma hayatını sıkı altına almak faşizmi, tüketim kadar dünyada Kari Marx'm düşünceleri böylesine ciddiye
den mahrum kalmak da komünizmi temsil ediyor gibi. alınmıyordu. Marksizme dayalı bir komünist ütopya diğer
Dünya sistemi bu iki belâyı da yeni kuşaklar için defedi sosyalist ve komünist ütopyalar arasında seçkin bir yere
verdi. Onların önüne liberalizmin serazat kazanma yollan sahip değildi. Günümüzde dünya sisteminin Sovyetler
açıldı. Birliği'ni dağıtük diyerek değil de Komünizmi yıktık diye
rek propaganda etmesinin yakın tarihe ilişkin bir gerçeği
Gerçekte dünya sisteminin yenmekte övünç duyduğu
örtmek isteyişiyle bir bağlantısı var. Sovyet rejimi başın
rejim Alman Nasyonal Sosyalizmi olduğu halde ve yıktığı
dan itibaren dünya sisteminin kontrolü altındaydı. Aynca
düzen Sovyetler Birliği olduğu halde galip taraf faşizm ve
İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya sisteminin metro
komünizm kelimelerini kullanmayı tercih ediyor. Çünkü
polü haline gelmiş olan ABD ile Sovyet Rusya'nın geopo-
ancak bu kelimeler propagandaya elverişli. İtalyan faşizmi
litik bakımdan çıkarlarının çatışması zordu. Etkisiz hale
kendi doğduğu ülkede ciddi bir tepkiyle karşılaşmış, halka
getirilen Sovyet topraklarındaki nükleer silâhlar yanm as
verdiği imkânlar hep sınırlı kalmış ve dünya sisteminin iç
ra yakın bir zaman boyunca dünyada iki süper gücün oldu
(kültürel) desteğinden yoksun kalmamıştır. Buna bağlı
ğu "propagandasını" besledi. Oysa Rusya bolşevik uygu
olarak gerek dünya kamu oyu, gerekse yoksul ülkelerin ay
lamadan daha 1924'de NEP yoluyla vazgeçmiş, Stalin dö
dınları Faşizmi hiç bir beklenti taşımayan bir can sıkıcı
neminde Sovyet milliyetçiliğine zemin olabilecek bir han
belâ saymışlardır. Oysa Alman Nasyonal Sosyalizmi İtal
tal sanayileşme yürütülmüş ve dolayısıyla sosyalist veya
yan Faşizmiyle aynı belirtiler taşımadı. Nazi'ler iktidara
komünist ütopyanın istikameti kaybedilmiştir. 1960 yılın
demokratik bir seçim sonucu geldiler. Almanya'yı hedef
dan itibaren ise Sovyet iktisat düzeni "kâr" unsurunu kabul
lerine uygun bir tarzda yeniden örgütlediler ve savaşı kay
etmek suretiyle dünya sistemiyle bütünleşmenin yolunu
betmeye başladıkları noktaya varıncaya kadar gerek ülke
açmıştır. Sovyet düzeni gerek Bau sermayesinin kısmî akı
içinde, gerekse dünya kamu oyundan hem başarılı, hem de
şı, gerekse bir miktar teknoloji transferi yoluyla kendini
218
219
Madem dünya sistemi yıküğını söylediği şeyleri yık
dünya sisteminin sultası altına daha çok girmeye hazırla
madı, yaptığını söylediği şeyleri yapmadı, o halde neler ol
mıştı zaten. Yıkıldığı söylenen komünizm yıkılış anında
du? Sisteme sağdan ve soldan gelen tehditin kalktığı bir
mevcudiyeti farkedilemcz birşeydi ve mevcut olduğundan
vakıa değil mi? Adlandırmalarda propaganda gereği belli
taraftarları dahi hiç bir zaman bahis etmemişlerdi.
saptırmalar var, diyelim; lâkin bu saptırmaların ötesinde
Sağcı ve solcu iki totaliter rejimin yıkılması sonucu za sistem kendi sıhhatini bir şeyleri bertaraf etmekte bulmadı
fere ulaşan liberal demokrasi gerçekten liberal ve demok mı? Öyleyse neleri bertaraf etti? Bütün bu sorulara sarsıl
rat bir açılım getirdi mi? Propaganda yıktığını söylediği maz kesinlikte cevaplar bulamayız. Çünkü tarih bir satranç
şeyler konusunda yaptığı el çabukluğunu, galip tarafın maçı değil. Çünkü tarih her yorumlanışında yeniden anlam
özelliklerini ilân ederken de yapmıyor mu? Elbette yapı kazanır. Ama böyledir diye yukarıda soruların cevapsız
yor. Bir kere kazanan taraf hiç de özgürlükçü, yani liberal kalacağını söyleyemeyiz. Ancak cevaplanmızı neye baka
değil. Bir kere dünya sistemi son zaferini Basra Körfe- rak verdiğimiz kaydını düşmeliyiz. Cevaplarımızı dünya
zi'nde bir teknolojik-militarist bir müsamere düzenleyerek sisteminin elde etliği sonuca bakarak ve bu sonucu elde et
kutladı. Onun ötesinde günümüzde dünya sistemi ordula mek için asgari düzeyde bir hazırlıkla bulunup bulunmadı
rın zahiren farkedilen hakimiyet araçlarının yerine geç ğına bakarak vereccğiz.
mek üzere ve fakat karşı çıkılması nerdeyse imkânsız hale
Dünya sisteminin elde ettiği sonuç (ve kendi açısından
sokulmuş karmaşık bir güvenlik sistemi kuruyor. Bu gü
başarı) insan ilişkilerini yönlendiren belirleyici para ile öl
venlik sistemi bir devletin sınırlarını korumuyor. Aynı an
çülebilir bir değere indirgeyebilmiş olmasıdır. Sistem yer
da bankaları, şirketleri ve borsayı koruyor. Zafer kazanan
yüzü toplumlarının maddi kazanç dışında bir değere tutu
taraf demokrat değil, çünkü sistemin yönetimine katılım
narak sisteme kafa tutmalarını önlemek istemiştir. Balı
belli kararları vermek suretiyle değil; sistemin işleyişine
medeniyeti içinde kalan anlayış içinde bu değerler sağda
katılmak suretiyle oluyor. Yani dünyada demokrasi adı al
asabiyete tutunmak, solda adaleti aramak şeklinde tezahür
tında uygulamaya konulan işleyiş insanların kendi siyasi
etti. Ne var ki bu söylediklerimiz aşırı ölçüde soyutlanmış
olgunluklarına dayanarak alınan kararlan etkileme, yap
tıkları tercih yoluyla bir karar oluşturma hedefine yönel ifadelerden ibarettir. Olayların cereyan ediş sırası içinde
miş değil. Bugün dünyada yürürlükte olan demokrasi çok öyle vakıalar zuhur cüniştir ki başvurduğumuz soyutlama
üst mevkilerde alınmış kararların uygulanışına farklı farklı yı bir çok yönden yaralar. Bu yaralanmış, hırpalanmış ha
insan kümelerinin katkısını sağlamak suretiyle işliyor. De liyle de sistemin kendi bünyesinden çıkarıp kendi eliyle
mokratik yarışı kazanmak için sistemi daha iyi işleyecek büyüttüğü bu muhalefet biçimlerini gerçek karşı çıkışlar
bir program sunma zarureti var. Sistem aleyhtarı olmak de olarak görmekte zorluk çekeriz. Bir bakıma dünya sistemi
mokrasi dışında kalmak anlamına geliyor. Daha doğrusu sonunda ezebilmek için sağın asabiyete dayalı, solun ada
programınız sistem aleytan ise seçime giremiyorsunuz. let laleb eden dikkafalı tutumunu besleyip büyütmüştür di
Bir takım hünerler gösterip girseniz bile, seçimi kazanma yebilmemiz mümkün. Gerek Nazi Almanyası, gerekse
durumunda karşınıza demokrasinin sonu çıkıyor.
221
220
Sovyet Rusya gücünün yetmeyeceği hedefler doğrultu Bu kabil endişelerin sistem açısından haklı ve yerinde
sunda şişirilmişlerdir. İtalyan Faşizminin kalkış noktası sebepleri var. Bir kere İslâm, dünya sisteminin son asırda
Roma İmparatorluğu'nu yeniden kurmak, Alman Nasyo mücadele edip bertaraf ettiği faşizm ve komünizm gibi ide
nal Sosyalizminin kalkış noktası Alman ırkına bin yıllık olojilerin düzleminde bir anlayış, bir inanış değil. Dahası,
hayat sahası temin etmek, Rus Bolşevizminin kalkış nok dünya sistemi bütün yayılma, üstünlük kurma süreci içinde
tası ise dünya ihtilâli idi. Böyle hedefler doğrultusunda bü zaten İslâm'la sürtüşmeler yaşamış. Halta bu sürtüşmeler
yümeye kalkmak aynı zamanda öldürücü darbeyi yiyebi her zaman dünya sisteminin lehine sonuçlara açılmış ve
lecek kadar zaaflarını artırmak, büyütmekle mümkün ola İslâm dünyası gerek kültürel gerekse politik muhtariyeti
bakımından zarara uğramaktan kurtulamamış. Bütün bu
bilirdi ancak. Öyle de oldu. Zira dünya sistemi bu rejimler
değişmelere, bölünme ve parçalanmaya rağmen; Müslü
üzerindeki denetimini onların kendilerini denetleyemeye-
manlar arasında yoksullaşmanın artmasına, düşünce ala
cek kadar büyütmeleri suretiyle kurabileceğini anlamıştı.
nında tahribat ve tahrifatın yürürlüğe konmasına rağmen
Şimdi meselenin can damarına yakın bir yerdeyiz. Fa en yeni gelişmeler karşısında canlılığını fütursuzca izhar
şizm ve komünizm dünya sistemine birer alternatif olmak edebilen bir İslâmî lutum hâlâ var. Son üç yüz yıl boyunca
dünya sistemi tarafından müslümanlar ve müslümanlık
tan çıktı. Yer küre artık liberal-demokratik-sermaye düze
üzerinde uygulamaya konan operasyonlar İslâm'ın dünya
ni için dikensiz bir gül bahçesi haline mi geldi? Sistemin
sistemi karşıtı bir unsur olarak zikredilmesini önlemiş ol
zaferini kesin sayan çevreler de dahil olmak üzere, olan bi
malıydı. Ama, hayır, böyle bir durum doğmadı. Dünya sis
tene ciddiyetle eğilen bütün çevrelerde sistemin bugünkü teminin mekanizmasını harekele geçirenler için içinden
üstün konumuna direnen, farklı bir yol öneren ve giderek çıkılmaz bir bilmecc.
meydan okuma potansiyeli taşıyan bir güç olarak
Yahudilik ve Hıristiyanlık da dahil olmak üzere gele
İslâm'dan sözedildiğini biliyoruz. Henüz dünya sistemi
neksel bütün inançların modem dünyada bir tez, bir çıkar
İslâm'ı sarahaten kendi varlığına kasteden bir düşman ola
yol olarak kendilerini ortaya koyma gücü göstercmeyişle-
rak ilân etmedi. İslâm'la dünya sistemi arasındaki ilişki ne
rine rağmen İslâm’ın insanlığı maddi çıkar boyutuna hap
abartılıyor, ne de büsbütün gözlerden uzak tutulabiliyor.
sederek yönetmek isteyen dünya sistemi karşısında her dö
Neden böyle? Çünkü dünya sistemi İslâm'la açık bir hesap
nemde tazelenen bir güç olarak varlık göstermesinin sırrı
laşmaya girmek islemiyor. Öte yandan İslâm'ı sistemin iş
nedir? Bunun sırrı -doğrusunu Allah bilir- İslâm’ın iman,
leyişine engel olamayacak derecede törpülemek, ehlileş
ilikad, amel, cemaat, mükellefiyet, edep, örf, âdet, iliyat,
tirmek, yoğurmak ve deforme etmek istiyor. Yani dünya
tıynet ve nihayet devlet cihetiyle herbirinin bir diğerine
sistemi İslâm'ı karşısına açık bir hasım olarak aldığı takdir
autla bulunduğu bir bütün teşkil etmesi; bununla kalmayıp
de bu zıtlaşmanın kendisi için bir ölüm-kalım çatışmasına
saydığımız hususlardan birindeki noksanın adeta bileşik
varacağı tehlikesini görüyor. Ama eğer İslâm'ı bir biçimde
kaplar esasına uygun olarak diğerinde fazlalığa sebep ola
kendi deveranına dahil edemezse beklenmedik bir zaman
cak şekilde dengelenmesidir. Müslümanların avamı vc ha
da ve zeminde öldürücü bir darbe ile tarihten silinebileceği
vası da böyle bir dengelemenin içinde faaliyet gösterir. Bu
korkusunu da taşıyor. iki unsurdan birinin din karşısındaki tutumu diğerinin tutu
22. 223
munu tamamlar. Sonuç Islâm'ınasırlar boyunca reforma
uğramaksızm, değişen şartlarda bir hayat yolu olarak ge
çerliliğini sürdürebilmesine varmıştır. İşte bu yüzden dün
ya sistemi İslâm'la açık bir hesaplaşmaya, müslümanlığın
bertaraf edilmesi suretiyle sistemin hükümranlığının pe
kiştirilmesi tercihine yönelemiyor. Aynı anda çok esnek ve
çok sert olan bu bütünün hangi odağı tarafından dünya sis
temine öldürücü darbenin indirileceğini hiç kimse -müslü-
İSLÂM SİSTEMLE
manlarm kendileri bile- kolayca kesliremiyor.
HESAPLAŞACAK MI?
İnsan ilişkilerinin maddi çıkar esasına dayandırılması
Dünya sisteminin İslâm'la bir nihaî hesaplaşmaya gir
ile hakimiyetini pekiştirmek isteyen dünya sistemi müslü-
meye bir niyeti veya bir hazırlığı olmadığını düşünüyoruz.
manların yürürlükteki kazanç yollarını terketmek yerine
bu yollan helâl sınırları içinde nasıl geçerli kılabilecekleri Böyle düşünmemizin iki sebebi var: Birincisi, dünya siste
araştırması karşısında çaresiz kalıyor. İnsanlan din otori minin müslümanların yaşadığı topraklar üzerindeki fiilî
telerinden uzaklaştırmak için desteklenen haberleşme hegemonyadan doğuyor. Sistem gerek kolonyalizm ve ge
araçlarının ve eğitim usûllerinin müslümanlar tarafından rekse modernizasyon uygulamaları sırasında İslâmî anla
dinî mükellefiyetlerin tanınması ve rahat uygulanması uğ yış biçimleriyle, çeşitli müslüman zihniyetiyle ve bunlann
runa kullanılmasını engelleyemiyor. Demokratik işleyişe ürünü olan toplumsal yapılarla zaten hesaplaştı. Bu hesap
müslümanları katmadığı zaman biriken enerjiden, kattığı laşmadan belli bir sonuç da alındı. Sosyal sahada ümmete
zaman da devreye giren enerjiden tedirgin olan bir dünya dayalı duygudaşlık geriletildi ve siyasi sahada irtibatı, ile
sistemi kendi değerlerini müslümanlara dayattığı zaman
tişimi sağlama odağı (hilâfet) ortadan kaldırıldı. İktisadi
İslâm'ın daha doklrincr bir tutuma kaymasından korkuyor.
sahada gerçekleştirilen değişiklik tüketimin ve ticari iliş
Sistem kendi değerlerinden müslümanlar önünde tavizkâr
kilerin sistem lehine normalleştirilmesinden ibarettir. Bu
bir tavırla kuşkuya düştüğü zaman da müslümanlann üret
tikleri çözümlerin varacağı sonuçlardan korkuyor. da sistemin müslümanlar üzerinde hegemonyasının sür-
tüşmesiz tesisini kolaylaştırdı. Mamafih, bu süreç müslü-
Bu korkular yüzünden dünya sistemi faşizme ve komü
manların yaşadığı topraklarda yeni ve farklı dinamiklerin
nizme tanıdığı büyüme alanını İslâm'a tanıma yoluna gide
doğmasını engelleyemedi, bilâkis hegemonya karşıtı un
miyor. Bu yola gidemeyişi onun (dünya sisteminin) İslâm'ı
surların beslenebileceği bir karmaşıklığa yolaçtı. Sistemin
hesap dışı tutacak şekilde bertaraf etmesine fırsat vermi
İslâm’la nihaî bir hesaplaşmaya girmeyeceği yolundaki
yor. Bu gidişle de vermeyccck. Müslümanlar dünyanın ne
resinde olursa olsun her İslâmî kıpırdanıştan ümitleniyor düşüncemizin ikinci sebebi işte bu karmaşıklıktır. Sistem
lar, işin güzel tarafı şu ki böyle kıpırdanışlardan bekledik kendi dümen suyuna sokarak ihtiyarını gerilettiği, ama
leri sonuçlan alamadıkları zaman ümitsizliğe kapılmıyor kültürel muhtariyetini yokedemediği "İslâm âlcmi"ni doğ
lar. rudan karşısına alarak, İslâm âleminin belirgin savunma
mekanizmaları geliştirmesini istemiyor. Çünkü bu meka-
224 225
nizmalann nelere dönüşerek sistemi hangi açmazlara sü
etkinlik göstermediklerini, bilâkis şartların bazı müslü-
rükleyeceğinden emin değil.
manlan sürüklediği yerde biçim kazanma zorunda kalmış,
Islâm'ladünya sistemi arasındaki bu üstü örtük zıtlaş inisiyatifi ele alamamış (veya sevkedildiği için zaten böyle
mada, çatışmaya varan ilk adımı eğer sistem atmayacaksa, bir meselesi olmayan) ve kendi yerini kendi seçmek yerine
öncelikli girişim dünya sisteminin olmayacaksa zıtlaşan sosyal, siyasi, iktisadi oluşumların kendilerine tayin ettiği
diğeı' unsur yani Islâmâlemi inisiyatifi ele alacak ve sis yerde kalmaktan ötesini düşünememiş durumda bulun
temle hesaplaşacak mı? Durumu çözümleyebilmek için duklarını gözönüne almamız gerek. Son üçyüz yıl boyunca
kavramların nelere tekabül ettiğini bilmemiz gerek. Dün Batı'ya, sisteme direnen devletler veya örgütler değil, sıra
ya sistemi dediğimiz zaman bir hayaletten sözetmiyoruz. dan insanın İslâmî kültür bütünlüğüydü. Dolayısıyla dev
Dünyş sistemi Birleşmiş Milletler, Avrupa Topluluğu gibi letler ve örgütler İslâmî görünüm ve tutumlannı sıradan in
karar organlarını harekete geçirebilen, Dünya Bankası, sanın etkisinden aldılar. Tersi olmadı, devletler ve örgütler
Uluslararası Para Fonu gibi icra organlarını kullanan, dün müslümanların modem dünyada kendilerine mahsus bif
yadaki haberleşme ağını kontrolü altında tutan müşahhas yaşama alanını elde edip geliştirmeleri için öncü rolü oy
bir güçtür. Ama Islâmâlemi dediğimizde aynı oranda mü namadılar veya oynayamadılar. işte Islâm'ın sistemle he
şahhas bir unsura işaret edemiyoruz. Dolayısıyla belli sos saplaşması denildiğinde belki de böyle bir sonucun hedef
yal dinamiklerin temsilcisi veya belli sosyal güçleri hare ittihaz edilip harekete geçilmesini anlamamız gerekir.
kete geçirme yeterliliği olan bir İslâmî güç bahis konusu Müslümanlann son üç yüz yıl boyunca direnişini sağlayan
değil. Gerçi mahiyetleri birbirinden farklı bazı İslâmî ör toplum yapısında imtiyazlı yere sahip olmayan insanlardı.
gütler var. Bu meyanda belki IslâmKonferansı, Rabıta-ul Bundan sonra direnişin bir atılıma dönüşmesi ancak top
İslâm, îhvan-ı Müslimîn sayılabilir, İslâmî tezlerle devrim lum içinde imtiyazlı yere sahip olanlann tercihlerine kal
yapmış bir Iran, anayasasının Kur'an olduğunu öne süren mıştır. Günümüzde imtiyazın bir tek belirtisi veya şartı
bir Suudî Arabistan var. Ancak onların varlığı dünya siste sözkonusu olabilir: Malî imkânların kullanılması.
minin mekanizmasıyla kıyaslanamaz. Hatta sistemle iliş
Şu konuda zihnimizi açıklığa kavuşturmamız gerek:
kiler gözönüne alındığında ne gibi sonuçlar elde etmeye
Tarih bir faili meçhul olaylar dizisi değildir. Eğer olaylar
dönük aparatlar olduğu tartışmaya açıktır. Böyle bir tartış
şu veya bu yönde cereyan ettiyse bunda akış yönüne etki
mayı bir yana bırakıp andığımız ve benzerleri de anılabile
eden bazı insanlann tutumlanndaki süreklilik ağır basmış
cek örgüt ve devletlerin aslî özelliğini vurgulamamız ge
tır. Eğer günümüzde dünya sistemi Batı medeniyeti için
rek. Anlamak istediğimiz dünya sisteminin nasıl bir güç ol
den kendine alternatif ötebilecek eğilimleri ezip sahadan
duğunun teşhis edilebilmesine rağmen Islâm âleminin süpürmüşse ve sistem karşısında varlık gösterebilecek ye
hangi sebeple benzeri müşahhaslığa sahip olmayışıdır.
gane anlayış tarzı olarak Islâm kalmışsa bu durumun izahı
İslâm âleminin teşekkülü itibariyle bu devlet ve örgütle yine bazı insanlann tutumlanndaki devamlılıkla müm
rin sürükleyici, sevk edici, belirleyici bir rol sahibi olarak kündür. Dünya sisteminin metropolü olan Batı'da az sayı
226 227
bir siyasi (ve dolayısıyla sosyal ve iktisadi) dönüşüm yaşa
da insan büyiik miktarda sermayeyi denetim altında tut
nıp yaşanmayacağına sıkı sıkıya bağlı. Bu da hiç şüphesiz
mak suretiyle belli değerlerin savunmasını yapabildiler.
belli insanların belli tutumları gösterip göstermeyeceğiyle
Bugün Batı tarafından dünyaya dayatılan demokrasi, in
bağlıdır. Demek ki Türkiye'deki müslümanlann hangi ge
san haklan, hiir teşebbüs kavramları kitlevi hareketlerin
lir düzeyinde, hangi mevkiide ve hangi meşrepte olurlarsa
zorlamasıyla değil, siyasi aygıtların yukarıdan aşağıya
olsunlar önemi iyiden iyiye belirgin sayılır.
manipülasyonu suretiyle yaygınlaşıyor. Bu demektir ki
büyük sermayeyi denetim altında tutan az sayıda insan Türkiye'deki müslümanlar şu anda fiili tutumlarıyla
malî gücün gereğini yerine getirmekten fazla bir şey yapı İslâm'ın sistemle hesaplaşıp hesaplaşmayacağını karara
yor. Bir davayı güdüyorlar ve güttükleri dava ahiret düşün bağlıyorlar. Eğer hesaplaşmaya karar verilmişse bunun
cesinin insan zihninden silinmesi davasıdır. Buna mukabil hangi ölçülerde cereyan edeceğini de tespit ediyorlar.
İslâm âleminde çok sayıda insanın ahiret düşüncesini ko Açıkçası, Türkiye'deki müslümanlann bilinç durumu,
ruma yönünde bir direnişi var. Bu direnişin bir rövanş hali ahlâk seviyesi ve itikadî güçleri yalnız bu ülkede değil, bü
ne dönüşmesi sözünü ettiğimiz çok sayıda insanın içlerin tün dünyada müslümanlarla sistem'arasındaki münasebe
den mücahadeyi üstlenecek seçkin bir zümre çıkarabilme tin yönüne etki ediyor. Bu sözler bir çok okuyucu için çok
si ile mümkün olabilecek. şaşırtıcı görünebilir. Diyeceklerdir ki "Türkiye sözünü et
tiğin hesaplaşmanın gerektirdiği sosyal çalkantıyı yaşamı
Nasıl dünya sistemi bir hayalet değilse, İslâm âlemi de
yor ve bir hesaplaşmanın vuku bulduğuna dair hiç bir belir
bir heyûlâ değil. Beynelmilel bir İslâmî tasavvura bel bağ
gin işaret yok." Bu okuyucular böyle söylemekle gerçeği
layarak sisteme karşı seçkinlerin öncülüğünde bir müca-
dile getirmiş olurlar. Gerçekten Türkiye'de dünya sistemi
hadenin üstlenilemeyeceğini peşinen bilmek gerek. O hal
nin Türkiye'ye biçtiği yeri tartışma alanına sokma eğilimi
de bir millet bünyesinde ve bir devletin alacağı biçim çer
gösteren hiç bir siyasi eğilim belirgin değil. Tersine bütün
çevesinde dünya sisteminin davasının cerh edilmesi kaçı
konularda sistemin dümen suyundan gidildiğini ortaya çı
nılmazdır. Bunu belli bir ülke de, belli insanlar, müslüman-
karan, en azından sistemin direktiflerine direnilmediğini,
lar yapacak. Hangi ülkede? Hangi insanlar? Hangi müslü-
onların reddedilmediğini gösteren işaretler veriliyor. An
manlar? Dünya sisteminin müslümanlar üzerinde en yo
cak dünya sisteminin Türkiye'ye biçtiği yer o kadar mevcut
ğun operasyonları uyguladığı bir ülke olarak Türkiye'nin
duruma ters düşüyor ki çözümü gerektiren meseleler sü
bu soruların cevabını bulma bakımından özel bir yeri var.
rekli olarak üstüste yığılıyor. Türkiye resmi politikası iti
Dünya sistemi laikliğin çıkmazını bizim ülkemizde yaşadı
bariyle laiklikten vazgeçemiyor bu yığılma sebebiyle.
ve sistemin Islâm’la nihaî hesaplaşmaya girmekten geri
Ama değil tek parti döneminin laikliği yetmişli yıllann laik
durduğu tek ülke Türkiye’dir. Yer küre üzerinde son beş
politikasını bile devam ettiremiyor. Türkiye'nin tavizsiz
yılda gerçekleşen siyasi değişmelerin şimdiye kadar tut
bir laik siyaset gütmesi Rusya'da Komünist Parti'nin yeni
turduğu istikameti konıyup koruyamayacağı, yön değiştir
den canlanıp ülkede belirleyici rol oynaması gibi bir sonu
mesinin keskin olup olmayacağı büyük ölçüde Türkiye'de
229
228
ca mütealliktir. Buna ne ülke gerçekleri ne de sistemin Eğer Türîciye kendi başının çaresine bakabilen bir ülke
gündelik çıkarları elverir. Yine de Türkiye resmi laik poli olacaksa dünya sistemi için bir av olmaktan günden güne
tikasını hemen terkedemez. Çünkü yerine ne geçeceği ko çıkacak demektir. Ama Türkiye kendi başının çaresine ba
nusunda sistem taraftarları hazırlıksız, sistem karşıtlan ye kamayacak kadar yetersiz bir ülke olursa dünya sistemi ta
tersizdir. rafından avlanılmaya değemeyecek bir hale düşecektir.
Laiklik konusundaki belirsizlik geopolitik yönlendirme Şimdilik bu uyuşmazlığın çözümü gerek dünya sisteminin
lordlan tarafından gerekse Türkiye'de bu lordlann buyruk
bakımından da alabildiğince çapraşık hale geliyor. Dünya
sisteminin çıkarları Türkiye'nin Orta Doğu'da yürürlüğe larını yerine getirmek suretiyle imtiyazlı yerlere kavuşmuş
konulacak yeni düzenden elden geldiğince uzak tutulması bulunan zevat bakımından şöyle bulunmuştur: Türkiye ye
nı gerektiriyor. Böyle bir gerekliliğin bir çok sebebi var. terli ve bağımlı bir dengede tutulmalıdır. Yani Türkiye’nin
Orta Doğu'dan uzak tutulan Türkiye İç Asya'da yeni sistem maddi varlığı, örgütleri, organlan, insanları (ve nihaî du
tarafları rollere hazırlanması isteniyor. N e var ki Türkiye rumda müslümanları) kullanılabilecek bir yeterlikte olma
büyük bir Kürt nüfusu barındırdığı için Orta Doğu'dan lı, ama bağımsız kararlar alabilecek hedeflere sahip olma
malıdır.
kopma planının uygulanması yürürlüğe konamıyor. Dün
ya sisteminin Kürdistan politikası ile dünya sisteminin laik İstenilen bu sonucun elde edilebilmesi ancak tüketim
Türkiye’den bekledikleri arasında bir hedef çatışması var. ekonomisinin bilgisizlikle beslenmesi suretiyle mümkün
Türkiye'nin toprak bütünlüğü korunacaksa bunun ancak dür. Türkiye toplum olarak bilgiye kendini kapamış bir du
bu ülkenin bir Islâm devletine kavuşmasıyla mümkün ola rumda değil oysa. Üstelik tarihi birikimi de bilgiye açılma
bileceğini bilmeyen yok. Ama meselenin ne tarihi birikim sını kolaylaştırır özellikte. Türkiye'de tüketim ekonomisi
itibariyle, ne de ülkede bazı imkânları kullanma gücünü nin bilgisizlikle beslenir hale getirilmesi ülke çapında işle
elinde tutanlann kısa vadeli çıkarlan bakımından sadelikle yen her kuruluşta yetkililerin sadece direktif almayı başa
ele alınabilir durumda olmadığı da gerçek Sistemle hesap racak kadar bilgilenmiş veya ahlâkî standardları sadece
laşıp hesaplaşmama konusundaki belirsizlik Türkiye'nin emir almaya uygun kılınmış kimselerden oluşmasını sağ
mevcudiyetiyle üstlenmesi düşünülen işlev arasındaki zıt lamak sureliyle elde edilebilirdi. Büyük ölçüde uygulanan
laşmadan, uyuşmazlıktan, çelişkiden doğuyor. Türki da budur.
ye'nin varlığını korumak için ihtiyaç duyduğu şeyler (poli
Türkiye'de yürürlükteki sistem taraftarı veya sisteme
tikalar, örgütler, finansman yolları ve araçları) Türki
teslim olmuş politikayla sistemle zıtlaşmayı kurtuluşun ön
ye'den dünya sisteminin istediği hizmeti yerine getirmesi
şartı sayan çözüm arasındaki basınç farkını net olarak açı
ne engel olan şeyler, işte bu uyumsuzluk Türkiye'de yaşa
ğa çıkaran husus enflasyon konusundaki sözler ve gerçek
yıp da bazı imkânlan kullanan herkesi başından beri sözü
ler arasındaki mesafedir. Türkiye'nin enflasyondan kurtul
nü ettiğimiz hesaplaşmada dikkate alınması gereken bir
ması ancak çok kesin bir dönüşüm yapma kararının peşin
unsur haline sokuyor.
den gerçekleşebilir. Bu karan verecek olanlar kendi kısa
230
231
vadeli çıkarlarının zıddına karar verme durumundadırlar.
Dünya sistemi Türkiye'nin ancak enflasyonun devamı su
retiyle hem yenebilir büyüklükte, hem de ağıldan kaçma
yacak bağlantıda tutulabileceğini biliyor. Türkiye'nin va
rolma savaşı içinde kimlik kazanması ve dolayısıyla enf
lasyon, etnik bölünme ve laiklik gibi konularda sadece bir
likte yaşama iradesi göstermiş insanlar bütününe dayana
rak kararlar alması yani dünya sistemi tarafından denetle SİSTEME KARŞI KOYMANIN YOLU
nebilir olmayı reddetmesi bir hesaplaşmanın başlaması
Sisteme karşı koyma çabalarının iflas ettiği bir noktada
demektir. Daha açık bir deyişle Türkiye toplumun bütünü
hâlâ sisteme karşı koymaktan sözetmenin kolay olmadığı
nü gözeterek ele geçirebildiği her iyileşme ile dünya siste
nı biliyoruz. Üstelik çok mantıklı ve son dcrecedc ikna edi
miyle çatışacak, bu çatışmada sadece müslüman kimliği
ci ifadeler bularak sisteme hangi yolla karşı konabileceğini
nin yardımını görebilecektir. Türkiye'de consensus İslâmî
bir formüle bağlasak bile söylenenlerin derde deva olamı-
taleplerle laik politikaların karşılıklı tavizler vermek sure
yacağını, çünkü dünyayı değiştirecek olan etkenin düşün
tiyle bir noktada anlaşmaları sureliyle elde edilmez. Türki
celer değil, vakıalar olduğu da biliyoruz. Vakıaların mahi
ye'de consensus'u sağlayacak olan belli insanların başarı
yetini onlar vuku bulmadan önce anlayabilmemiz
larının ülke çıkarıyla özdeş olduğunun gösterilmesidir.
imkânsız. Olayları anlama çabamız ancak olayların ardın
Bunun altından kalkabilecek olan bilgili ve gözüpek müs-
dan yürürlüğe girebiliyor. Neler oldu sorusunun cevabını,
lümanlardır. Eğer bunlar kendilerini gösterebilirlerse dün
bu cevap yerine ve zamanına göre büyük değişiklikler gös
ya sistemi ile İslâm arasındaki rövanşın birinci raundu baş
terse bile bulabiliriz; ama neler olacak sorusunun cevabı
lamış sayılır. İslâmî dönüşüm dediğimiz de bundan başka
her zaman ve her yerde sadece birer yaklaşım, birer zann
bir şey değildir.
ve birer tahmin olmaktan öteye geçemiyor. Tahminlerimi
zin doğrulandığı durumlarda bir süre bizi 6 tahminlere sü
rükleyen düşünme yolunu benimsemek, uygulamak hoşu
muza gidiyor. Oysa bu hoşnutluğun pek uzun ömürlü ol
madığını da görüyoruz. İnsan olarak gerçek boyutlarıyla
düşünmeye daha çok nahoş durumlar sebebiyle dalıyoruz.
Nerede yanıldığımızı, hesaplarımızın neden tutmadığını
anlamaya yeltendiğimizde gerçekten düşünceyle temas
kurma başarısına erebiliyoruz.
232 233
ğini gözönüne almakla gerçek düşüncelere yakınlaşmış ta daha fazlasını yapmaya da kalkışmıştır. Ne var ki bu gi
oluyoruz. Dünya sisteminin yavrusu olan sistem aleyhtarı rişimlerin hepsi dünya sistemine hayat veren zeminden
çıkış veya tutumlar neden başanlı olamadı? Yakınlaştığı yükseldikleri için, yani gerek metafizik önermeleri, kazi-
mız gerçek düşünceler bu dairede şimdi. Belki sorunun ce yeierfbakımından ve gerekse nihahi varış noktası itibariy
vabı kestirmeden verilecek: Bu çıkışlar başarılı olamadı, le dünya sisteminin zeminini paylaştıkları için önce siste
çünkü zaten sistemin türettiği nesnelerdi. Baba çocuğunu me zarar vermede başarısız kalmışlar ve sonra sistem tara
yedi. Hayır, bu kestirme cevap tatminkâr değil. Tersi de fından zararsız hale getirilmişlerdir. Mütehakkîm, hege
olabilirdi. Çocuk babanın tahtını elinden alabilecek yeter monyacı dünya sistemi karşısında tahakkümü devralmak
liği gösterebilirdi. En azından neden bunu beceremediğini isteyen ve yeni bir hegemonyayı temsil etmek üzere ortaya
izah edebilmeliyiz. Doğrusu sistemle akrabalık bağını ko çıkan isyancılar bastırılmıştır. Neden her karşı çıkıştan
ruyan karşı çıkışlar yenilgilerini bu bağa borçludurlar. Ya dünya sistemi bir yara alarak gerilememiş ve neden her se
ni yirminci yüzyılda sistem karşıtı olarak göze çarpan ha ferinde yenilen taraf isyancı, yenen taraf dünya sistemi ol
reket ve girişimler dünya sistemleriyle aynı soydan geli muştur? Bunun izahlarından biri dünya sisteminin kendine
yorlardı. Bu soydaşlık, bu türdeşlik sebebiyle her birinin karşı çıkan güçlerden daha sağlam kökler sahibi olmasıyla
mağlub olması veya iflâs etmesi kolaylaştı. Ama bunların getirilebilir. Aynı zeminden yükselen iki düzenden daha
herbiri yine de bir karşı çıkış idi. Bu karşı çıkış özelliklerini müstakar olan diğerini altedcbilmişlir. açıkça söyleyecek
dünya sisteminin aslî vasıflarından daha faiklı vasıflara sa olursak iki küfr sisteminden yürürlükle olanı, yürürlüğe
hip olmaktan alıyorlardı. Ne var ki bu farklı vasıflar hiç bir girme çabası gösterene fırsat vermemiştir. Dökülen kanla
zaman dünya sisteminin yabancı saydığı, yabancı olduğu' ra, çekilen acılara ve harcanan nesillere rağmen yirminci
için hakkında gerekli tedbiri alamadığı, yabancılığı dola yüzyılda dünya sistemi ile rakipleri arasındaki mücadele
yısıyla sistemi kemirme gücü gösterebilen vasıflar değildi. nin anaç küfr sisteminin kendi sıhhatine hizmet için yavru
Buradan sisteme karşı koymanın yolunun sisteme entegre sunu kışkırttığı bir danışıklı döğüş olduğunu da hesaba kat
olmayan bir yabancı unsurun güç kazanmasından geçtiği malıyız.
ni çıkarsamalı mıyız? Sanırım evet.
Dünya sistemine karşı çıkışların başarısızlıklarının ne
Gerçekten bir sistem etkinliğini ancak kendi dışından denini sondan başlayarak anlamaya çalışalım. Böylece
bir yabancı unsurun işleyiş alanını daraltması ve belki de sisteme karşı çıkmanın yolunu bulamasak bile, hangi yol
devr-i daim yollarını tıkaması ile veya o yabancı unsurun ların ne sonuç verdiğini anlamak suretiyle uzak durmamız
iç yapıda yerleşerek işleyişe engeller çıkarması, akışın dü gereken tutumları teşhis edebiliriz. Sisteme karşı çıkışla
zenini bozması suretiyle kaybeder. Yani bir sistem ya dı rın sonuncusundan başlamamızın bir faydası da belki dün
şından muhasara edilir veya içinden fesada uğrar. Yirmin ya sisteminin hal-i hazırda hangi yönleriyle kendini güçlü
ci yüzyılda dünya sistemine karşı koyma girişiminde bulu hissettiğini bilmemiz olabilir. Sisteme en muhkem tarafın
nan yaklaşımlar zaman zaman bu iki yolu da denemiş, hat dan saldırmak enayiliğinden kendimizi korumuş oluruz.
234 235
Dünya sistemi son olarak Sovyet rejimini yıktı. Biz de bu
de dahil olmak üzere, peyklerinde ve üçüncü dünya ülkele
yıkılıştan başlayalım.
rinde bütün baskıcı ve anti-demokratik uygulamaları des
Sovyet rejiminin yıkılmasının sebebi neydi? Bir zulüm teklemesine vardı. Böylece dünya sistemi despotik rejim
mekanizmasıydı ve yıkılması mukadderdi, diyeceksiniz, lerin yıkılmasına yardımcı olmak suretiyle pazarım geniş
onu yıkan sistemin de bir zulüm mekanizması olduğunu letti. Bir bakıma Sovyet rejiminin sisteme düşmanca imiş
hatırlamak gerek. İlk bakışta Sovyet rejiminin teknolojide gibi görünen tezi, sonuç olarak sistemin işine gelen en dos
geri kalmaktan ötürü yıkıldığı, dünyada gelişen yeni tica tane hazırlık gibi oldu.
ret mekanizmalarına intibak edemediği için gerilediği akla
Sistem Sovyet rejiminden önce bir başka rakibini saf dı
yakın bir izah gibi görünüyor. Ama bütün bunlar Sovyet
şı etmişti. Bu da Alman Nasyonal Sosyalizmi idi. Gerçi ge
rejiminin çöküşünün sebebi değil, sadece belirlileriydi.
rek Alman Nazizmi, gerekse İtalyan Faşizmi savaş sonucu
Gerçek sebeb Sovyctlerin dünya sisteminin ana örgütü,
silah zoruyla ortadan kaldırılan rejimlerdir. Ama onların
ana mekanizmasıyla yarışmaya girmesi, ona önce yetiş da akıbetinin Sovyet rejiminden farklı olamıyacağını söy
meye ve sonra onu geçmeye çalışmasıydı. Örgütlenme ve
lemek mümkün. Çünkü onlar da dünya sisteminin yerini
bilgilenme bakımından dünya sisteminin ana mekanizma
alr>a (hiç olmazsa hükümran oldukları alanlarda en üstün
sından daha farklı bir yöntem seçmiş olsa bile Sovyet reji
otorite, en geçerli sistem olarak hüküm sürme) iddiası taşı
mi sistemin başarılarına talipti. Böyle olunca da onun dün
yorlardı. Naziler hegemonyacı gücün bir ırkın eline bıra
ya sisteminden her farklı olduğu husus onun elinde bir
kılması iddiasını taşıyorlar yani dünya sisteminin ayırımcı
silâh gücüne erişmedi, bilakis uyumsuzluğunu artıran bir
politikasının bir yönünü aşırı büyütmüş oluyorlardı. Sis
yük haline geldi. Demek ki Sovyet rejimi örgütlenme ve
tem içinden bir unsurun büyütülmesi, yayılması ve baskın
bilgilenme bakımından dünya sisteminin mekanizmasına
kılınması suretiyle yürütülecek politika bu konuda çok da
uzak durmakla onun iç yapısını ifsad etme şansını kullana
ha dengeli bir büyümeyi, yayılmayı ve tahakkümü başar
madı. Peki, dışlan kuşatabildi mi? Denedi, ama başarması
mış bulunan dünya sisteminin ana politikası karşısında is
imkânsızdı. Brcjnev dönemine kadar Sovyet tezi kapitalist
ter istemez başarısızlığa uğrayacaktı. Naziler sisteme bir
dünya sisteminin pazarlarının elinden alınması çabalarına
milliyetçi ruh katma gayretindeydiler. Yoksa mekanizma
dayandırılmaya çalışıldı. Bu iddiaya göre kapitalist pazar aynı hegemonyacı özelliklerini Naziler elinde de muhafa
dar bir alana sıkıştırılacak ve sistem içte karşılaştığı sıkın za ediyordu. Buna mukabil İtalyan Faşizmi emek-sermaye
tıları aşamayacağı için yıkılacaktı. Ama bunun tersi oldu, uzlaşması yoluyla dünya sisteminin dondurularak koruna
çünkü kapitalist sistemin pazarını daraltma girişimleri olsa bileceği bir çerçeve teklif ediyordu. Nasıl Sovyet rejimi
olsa belli toprak parçalarında ya devlet kapitalizmini uygu dünya sisteminin metropol alanlarındaki refaha, hayat
lamakla veya o toprakların yerli sermaye sahiplerinin hır standardına, yaşama biçimine önce yeüşmek ve sonra onu
çın talanına yolaçmakla mümkün olabilirdi. Netice itiba geçmek iddiasında idiyse, Nazizm metropol alanlarının
riyle, Sovyet rejiminin sistemi kuşatma tezi, kendi bünyesi refahına bir ruh kazandırmak, Faşizm de metropol alanla
rının tasallutundan salim kalmış bir hegemonya bölgesi el
236
237
de etmek iddiasını taşıyordu. Demek ki sisteme karşı koy edenlerde yürütmek zorunda kaldıkları pratik işlerin ne bu
maya çabalayan bu yaklaşımların her biri sistemin hayat işleri kendilerine ısmarlayan Avrupa güçleri, ne de müslü-
bulması için gerekli zemini kendileri için de zaruri sayı man bütünlüğün açık desteği olmaksızın nasıl başarıya gö
yorlardı. Zemine daha sağlam basan dünya sistemi bunları türebileceğini bilememenin sıkıntısını yaşadı. Buna rağ
tasfiye etmek başarısını böyle gösterebildi. İsyancılar ken men Osmanlı Devleti de kendine mahsus batılılaşması
dilerine mahsus bir savaş alanına sahip değillerdi, alan yi içinde kökeni müslüman olan bir toplumun modem dünya
ne dünya sisteminindi. da nasıl yer tutabileceği sorusuna karşılık olmak üzere yeni
ölçüler edinmek ve bir hayat sahasına sahip olmak için ça
Farklı alan sahibi olmaya yönelen sistem aleyhtarlan bir
ba göstermeye devam etti. Bu çabalar içinde bir s^ asî, sos
önceki dönemde tasfiye edilmişlerdi. Birinci Dünya Sava
şı sonunda Rus Çarlığı, Alman İmparatorluğu ve İslâm
Hilâfeti ortadan kaldırıldı. Bu yapılar dünya sistemi karşı
ması özel bir yer tutuyordu. Dünya sistemi t
yal ve kültürel güç olarak İslâm hilâfetinin an.jmiandırıl-
, ?ıan ve Rus
aristokratlarının kendi alanlarını c ’e geçirirken sisteme
sında ne Bolşeviklerin, ne Faşistlerin ne de Nazilerin hırçın
metropol bölge üstünlü?‘i •—’e» ülkebnn alanlarını daralt
muhalefetini göstermedi. Yaptıkları dünya sisteminin gü
masına gözyummadı. Oi.‘a:;? m ûaha değişik sebeplerle de
cünün erişemeyeceği bir alanı ellerinde tutma çabasından
olsa dünya sistemi İslâm hilâfeti ve Osmanlı Devleli'nden
ibaretti. Almanya'da Hohenzollem hanedanının, Rusya'da
kurtulmak istiyordu.
Romanov'lann modem dünyaya kendi topraklarıyla ve
milletleriyle bağlantılı bir yorum getirme, sistemin metro Birinci Dünya Savaş! öncesinde dünya sistemiyle uz
polünden farklı ve ona alternatif sayılabilecek ölçüler laşmazlığa düşen hanedan yönetimlerinin sistem karşısın
edinme denemeleri sisteme ciddi birer tehdit niteliğindey da zaafları yine sistemin temel taşlarından bazılarını bu ha
di. Osmanlı soyunun devamıyla birlikte yürüyen İslâm nedanların paylaşıyor olmalarından doğmuştur. En belir
hilâfeli'nin durumu bu saydığımız iki hanedandan çok leyici husus Alman, Rus, Osmanlı zadeganlarının ilerleme
farklıydı. Bir kere birbirine düşman olan Baü güçleri hep efsanesine kendilerini kaptırmış olmalarıdır. İlerlemeye
birlikte İslâm hilâfeti ve dolayısıyla Osmanlı soyuna düş olan inanç bu ülke seçkin zümrelerini dünya sistemi karşı
manlık gösteriyorlardı. Osmanlı Devleti Tanzimat'la bir sında ne kadar atılımcı ve üretken kılmışsa, aynı zamanda
likte balı kültürü dairesinde bazı yenileşmelere gitmiş, darbe yiyerek devrilmelerine yol açan şartları da hazırla
ama bu kimseyi memnun etmemişti. Bu değişmeleri Os mıştır. Her üç ülke yönetimi de içlen vurularak alternatif
manlI'lara dayatan Avrupa güçleri yenileşen unsurun tam olma özelliklerini kaybetmişlerdir.
lamına teslimiyet içine girmemiş olmalarından, hâlâ ken Özetle, sisteme karşı koymanın yolunun sisteme hayat
dilerine mahsus bir bileşim peşinde olmalarından rahatsız veren kaynaktan beslenmeyi reddetmekten geçtiğini söy
dı. Yerli halk düşüncesizce ve sorumsuzca, üstelik zorbaca leyebiliriz. Sistemle savaşabilmek için ne yapmayacağı
gerçekleştirilen yeniliklerin verdiği zararı günlük hayatın mızı bilebilir miyiz? Bu soruya ne kesinlikle hayır, ne de
da acı bir şekilde tattığından huzursuzdu. Bizzat hükümet kesinlikle evet diye cevap veremeyiz. Ne yapmamızın ge
238 239
rektiğini hiç bilmemiş olsak yönümüzü, istikametimizi de
kaybetmiş olurduk. O halde en azından istikamet tayini iti
bariyle kesin bilgilerimizin olmaklığı icab eder. Ama ne
yapacağımız hususunda ayrıntılı bir program çerçevesin
de bilgilerimiz var ve biz bu bilgilere güveniyorsak, bun
dan böyle kendimizi yapmayı düşündüklerimize mahpus
kılmış olur ve gerçekten bu yapmayı düşündüklerimizin
kurtuluşumuzla özdeş olup olmadığını sınama yetimizi
köreltiriz. O halde sistemle savaşın ön şartı bu savaşın yeri
MEKTUPLAR BİTİNCE
ne hiç bir şeyin konulamıyacağmı bilecek ölçüde uzlaş
NE BAŞLAYACAK?
mazlığı korumak ve yaşama biçimimizi bu savaşın gereği Bu hafta Cuma Mektupları sona eriyor. Üç yılı aşkın bir
ne uydurmaktır. Eğer düşünceler dünyayı değiştirmez de, süredir bazı okuyucularla bir yolu birlikte yürüdük. Böyle-
dünyayı değiştiren vakıalar ise; kendimizi bu vakıaların fa ce amacına ulaştı Cuma Mektupları, o halde, amacı neydi
ili olabilecek niteliklere yönlendirmekten başka bir açık Cuma Mcktupları'nın? Bunu daha ilk mektupta ortaya koy
kapı yok. muş bulunuyorduk: Türkiye'de bir müslüman olarak bu
lunduğumuz yeri ilgilendiren meseleleri kapsayan konula
Bütün meselelerin çözümünü itikad ve ibadette arayan
kişilerin yalnızca yürümek suretiyle sisteme karşı koyma rı enine boyuna ele almak ve gazete yazılarının herhangi
nın yolunu görüp gösterecek yeterlikte olduklarını anla bir meseleye şöyle bir dokunmakla iktifa eden ve bunu ya
parken de sözcülüğünü yüklendiği odakların kısa vadeli çı
mamız gerek.
karlarını gözeten sınırlarını aşmak veya zorlamak. Bir sö
zün tutulduğu gönül rahatlığıyla söylenebilir. İşte bugün
Rabbimiz böyle bir amaca ulaşmamızı bize nasib cui. Hat
ta, bu amaca ulaşmamız bir hedefi ele geçirmemiz demeye
geldiğini bile öne sürebiliriz. Yani bir menzilden bir sonra
ki menzile seyreyledik.
Bütün bu zaman içinde Cuma Mcktupları'nın ele aldığı
konular siyaset ağırlıklı oldu veya daha doğru bir ifadeyle
siyasi durumları yorumlamaya dönük bir yaklaşım Cuma
Mckıupları'nı daha çok işgal etti. Siyasi yaklaşımın öne
alınmasının bir sebebi olmalı. Cuma Mcktupları’nın yaza
rına göre Türkiye’deki bir müslüınanın bulunduğu yer doğ
rudan doğruya siyasi durumlarla ve siyasi gelişmelerle
bağlantılıdır. Yaşama şartlarının doğrudan belirleyicisi
240 241
olan siyaset miislümanın itikadi bütünlüğüne de etki eden azından öznel beklentilerle yaralanmamış yargılar ihtiva
bir müdahale alanına sahiptir. Demek ki önce içinde bulu eder. Umalım ki öyle olsun. Öyle olmuş olsun. Çünkü bir
nulan siyasi durumu doğru ve yerinde (en azından büyük görevin tamamlandığından sözediyoruz artık. Yazar siyasi
sapmaları dışta bırakacak ölçüde) çözümlemek ve sonra yaklaşımını sadece bir vebalden kurtulabilmek niyetiyle
bir siyasi başarıya ulaşmak için yol aramak, bu yolda me ortaya koydu. Gün gelir de elinde yazma imkânın vardı,
safe katetmenin çercsine bakmak bir zorunluluktur. Siyasi neden bunları dile getirmedin diye soracak olurlarsa vere
sonucu gözetmeyen çabalar ya müslümanca tutumların cek cevabı olsun diye. Siyasetin hangi sebeplerden ötürü
fayda sağlayacağı çevrelere ulaşmada büyük zorluklarla vazgeçilmez önemde olduğu, hangi dayanakları esas sa
karşılaşacak veya İslâm düşmanlarının kendi çıkarlarına yarsak müslümana yarar bir siyasi tutumu başanya götüre
uygun biçimler içinde bu çabalan eritip kullanmalannı ko bileceğimizi üç yılı aşan Cuma Mektupları alış-vcrişi için
laylaştıracaktır. de meselemiz kıldık. Hep yapageldiğimiz gibi meseleyi ta
nımaya, meselenin farkına varmaya öncelik tamdık. Peki,
Siyasi sonuç bu dercccde önemliyse bütün işi gücü bıra
ya çözüm? Çözüm hayatın bizzat kendisidir.
kıp siyasi alanı tam bir meşguliyet alanı olarak mı ilan et
meliyiz? Hiç de değil. Bize siyasi alanda gerekli olan bilgi Cuma mektupları ne bir siyaset kuramı, ne de bir siyasi
ve bilinçtir. Bilhassa siyasetle uğraşmamız ön sıraya konu reçeteydi. Sadece müslüman olarak aynı yeri paylaşan in
lamaz. Konulmadığı zaman siyasi başannın derecesi yük sanların bu paylaşımdaki rollerini hatırlatmayı üstlenmiş
selir. Siyaset dışındaki alanlarda belli başanlan elde etmiş metinlerdi. Gerçekten balığı yakalamış olan varsa ağı veya
insanların siyasetten beklentileri veya siyaseti siyaset dı oltayı bir kenara fırlatıp atabilir. Cuma Mektupları, bu ya
şında elde edilen başarılar için elverişli kılma bccerileri si zarın bütün kaleme aldıklarında olduğu gibi bir kalıcılık,
yasi doğrultuyu "sırf siyaset" yoluyla kazanç peşinde olan sürekli referans kaynağı olma endişesi gülmüyor ve böyle
ları yönlendirir. Bu bakımdan da Cuma Mcktupları’nın bir bir iddiayı üstlenmiyor. Kasten kaçmıyor bundan. Yazı-
dikkate değer özelliği olduğu söylenebilir. Çünkü siyasi lanlann bir kez bile, bir tek işe yaramış olması onun yazılı
tutumu böylesine önemseyen bir kalemden neş'et etmekle şına yeterli mazereti sağlamış olur. Cuma Mektupları'nın
birlikle, yazarının hiç bir siyasi ihtirası yok. Bu yüzden de bir siyaset kuramı veya bir siyasi reçete olmayışı bu mek-
iletilen bildiride bazı hususlar bilhassa öne çıkarılmış ve tuplann zaman zaman içinde bulunduğumuz olaylann bir
yine bazı hususlar bilhassa arka planda tutulmuşsa böylesi yönüne ışık tutmak, zaman zaman da çok uzun vadeli sos
bir tavrın tek açıklaması işin tabiatı bunu böyle gerektirdi yal, tarihi, siyasi oluşumlan üzerimizdeki etkilerine gön
ği içindir; yoksa yazarın şahsi işini kolaylaştırmak için de derme yapmak gibi ikili bir tulumu benimseyişiyle belirgin
ğil- kılmabilir. Geçtiğimiz üç yıl içinde olanları görmezlikten
Siyasetin önemine bu derecede inanan, ama siyasi saha gelmedik ve herşeyin olanlardan ibaret sayılamayacağını
ya aktör olarak girmeye niyeti olmayan, bunu hiç isteme görme çabasına daldık. Cuma Mektuplan bir yolculuktu.
yen birinin yazdıklan belki daha soğuk kanlı yargılar, en Nasıl bir yolculuk? Bu soruyu yolcuların kimler olduğunu,
242 243
hangi nitelikleri taşıdıklarını bilmek suretiyle cevaplandı rY uo hluun nu oznalas rnı.çağırm
ı ayocaksa.
rabiliriz. Bu yolculuk bir işe yaradı mı? Yaradıysa hangi
işe yaradı? N
i-lk icgeöy radzüğ şaü fnak l
ilaraın
m yllaarb aeraber
İnsanın yeryüzündeki macerası isabetli olarak yolcu
d ucor şk
u puFyelan ,iske e vç
inaçrle ş-
ı la vra ırm
n d aankiçin;
he adsem avleam re arlm ankı,iç ib
nanozvekehribarı
luklarla simgcleştirilmiştir. Modern insan İbrahim
s fi ca a
alcyhissclâmın manevi yolculuğunu, Odiseus'un lıaki'ye
d
L o
e lsml rig o n la urh, u
K i k lo p la rv d e n e. nın değil, bizatihi deneyi geçirmenin insan için kazanç sağ
244 245
de çelişkiler, tutarsızlıklar ve uyuşmazlıklar yakalamak Sözünü ettiğimiz kitabı Fransızcaya çeviren başlık ola
üzere okuyun. Eğer bir düşünce adamı insanlarla bağlantı rak "Hiç Bir Yere Varmayan Yollar" demeyi uygun gör
sı hesaba katılır düzeyde olan bir şeyler söylüyorsa yazdık müş. Gerçekte Holzwege ormanda ormana çıkan yollar
larında çelişkiler, tutarsızlıklar, uyuşmazlıklar bulunması demeye gelmeli. Bu yollar ormanın kalbine çıkıyor. Dü
kaçınılmazdır. Bu durumun birinci sebebi her doğru değer şünce alanında bizi meselenin içine getirme başarısını gös
lendirmenin ancak çok özel şartlar hesaba katılarak yapıla teren yollar olduğunu hesaba katışımız bu örnekle pekişti
bilmesidir. Bu özel şartlar her durumda tekrar gerçekliğiy rilmiş. Bir yolun erbabı olmak o yolun nereye çıktığım de
le yeniden ele alınmak zorundadır, ikinci sebep insan dü rinden farketmek demektir. Yol yürüyene, yürüyen de yola
şüncesinin ancak hareketlilik içinde işler halde kalabilme karışır zamanla. Oduncu ormanı, orman oduncuyu anlama
sidir. Tamamen tutarlı, her yönüyle uyumlu ve çelişkisiz kavuşturur. Şehirde oduncu ormanı hatırlatır, ama orman
bir düşünce hiç bir canlılık emaresi gösteremez. da oduncu şehri hatırlatmaz. Şehrin erbabı değildir odun
cu, ormana aittir, orman yollarının erbabıdır.
Eğer bir yolu birlikte yürüdü isek, şimdi nereye geldik?
Cuma Mektupları bitince ne başlayacak? Geldiğimiz yer Biz de yürüdüğümüz yol yüzünden belli özellikleri yan
olsa olsa işin içinde olduğumuzu anladığımız yerdir. Böyle sılan hale gelmişsek geldiğimiz yer olduğumuz yerdir. Si
bir anlayışa varamadıysak ne birlikte yürüdüğümüzü, ne yasi konumu belirgin kılmaya çabaladık. Bunu siyasetin
de bir yerlere ulaştığımızı öne sürme cesareti göstereme dışında neyin veya nelerin bulunduğunu kolayca görebil
yiz. Bir yönüyle kendimize çıkan bir yolu yürümüş olma mek için yaptık. Yaptık mı, yapabildik mi gerçekten? Alla-
lıydık. Başaramadı isek biten şeyin yeniden başlamasını hu a'lem.
beklemek veya dilemekten başka çaremiz yok. Martin He
idegger, Holzwege (bu kelimeyi "orman yolları" diye ter
o tl
koymuş: "....
ar a b
ü O
rü rnm
ü annd
p a
e,y
r
e çeoğauçkıle
zı,ğıba
d irn
dlea n
bla
cüme edebilir miyiz?) adlı kitabının başına şöyle bir sunuş
rve n , ş
ı irm eaky
aayn
boylu
ov
le
a-
r
ardır.
OnlaraH olzw egedenir.
m aInlezrabm
irainke
bn
idiiny
r i
nold
uin
u
ğ
eizin
r le
er,bae m
naea
z d y
i
ğniısaay
nılııro.rA
n m
manadb
au.Z
za
a
hirdekibirgörüntüdenbaşkabirşeydeğildir.
H O du nc ular b u ko r
uc u l
a r b u y o l a r ın e r ba
b ı
d ı
r .Bir
liro.lz."w eg'ekoyulm aknedem ektir,bunuonlarpekiyibi
246 247