You are on page 1of 304

NEW YORK T I M E S B E S T S E L L E R

BUZLAR ÜLKESİ

JOHN FLANAGAN
İngilizce a s l ı n d a n ç e v i r e n : Ç a ğ d a ş Ö z k a n
ARALUM ve
KOMŞULARI
MS. 643
KARAKTCRLER VE YARATIKLAR

Will: Araluen Krallığı'ndaki R e d m o n t Eyaleti'nde, Baron


Araid'ın koruması altında büyüyen ufak tefek, çelimsiz bir
yetim olan Will, yetimhanede şövalyelik hayalleri kurarken,
kendini O r m a n Muhafızı H a l t ' m çırağı olarak bulur.

Halt: Gelmiş geçmiş en iyi O r m a n Muhafızlarından biri olan


Halt, gölge gibi hareket edebilir, yayı ve oku kusursuz kul-
lanır. Halt, yıllar önce Morgarath'ın ordusunun yenilmesini
sağlamıştır.

Horace: Yetimhanede yetişen iriyarı H o r a c e , başta Will ile


anlaşamasa da sonradan iyi dost olurlar. Savaş Okulu'na
kabul edilen H o r a c e , kusursuz kılıç kullanır.

Gilan: H a l t ' ı n eski çırağı. Esprili ve çok becerikli bir Orman


Muhafızı.

K r a î Duncan: Araluen'in kralı ve gözüpek bir savaşçı.


Evanlyn: Krai D u n c a n ' i n kızı Prenses Cassandra, hayatta ka-
labilmek için Evanlyn kimliğiyle yaşamaya devam ediyor.

Erak: Skandiyalı kuvvetlerden birine komuta eden Erak, Will


ile Evanlyn'i esir almış olsa da ikisine de sempati duyuyor.

Crowley: Orman Muhafızları'nın komutanı.

Ragnak: Skandiyalı kontlann en kıdemlisi; Yüce K o n t ' u

Borsa: Ragnak'ın sağkolu ve ülkenin günlük işlerinin yürü-


tülmesinden sorumlu yönetici.

Deparnieux: Halt ile Horace'ı Gallica'daki şatosu


M o n t s o m b r e ' a hapseden kara şövalye; son derece acımasız
ve küstah biri.

Slagor: Kurt Dişi gemisinin Skandiyalı kaptanı. Erak, ondan


hiç hoşlanmıyor.

Baron Arald: R e d m o n t Eyaleti'nin lordu. Adil bir yönetici


ve cesur bir savaşçı.

Sör Rodney: Savaş Okulu'nun başkanı ve savaş sanatlan us-


tası.
BIR

K urt gemisi, şiddetli fırtmaya yakalandığmda Shelter


B u m u ' n d a n yalnızca birkaç saat uzaklıktaydı.
Üç gündür çarşaf gibi d ü m d ü z olan denizden, kuzeydeki
Skandiya'ya doğru yol alıyorlardı. Will ve Evaniyn, denizin
bu halinden m e m n u n sayılırlardı.
" D u r u m u m u z o kadar da kötü değil," dedi Will, küçük gemi
denizi kolayca y a n p geçerken. İnsanların seyir halindeki ge-
milerde şiddetli hastalıklara yakalandıklarına dair korkunç öy-
küler dinlemişti. Ancak bu hafif sallantılan endişe verici bul-
muyordu.
Evaniyn başmı salladı; o, b u n d a n Will kadar emin değildi.
Tecrübeli bir denizci olmadığı kesindi, ancak önceden denizde
bulunmuşluğu vardı.
"En kötüsü buysa haklısın," dedi Will'e. G e m i n i n kaptanı
Erak'ın endişeyle kuzeye doğru baktığının ve Kurt Rüzgârı "nm
kürekçilerini hızlanmaya zorladığının farkındaydı. Erak kendi
adına, bu aldatıcı sakinlikteki havanın fırtına öncesi sessizlik
olduğunu biliyordu; hem de berbat bir fırtına. Kuzey ufkunda
belirmekte olan kara fırtına bulutlarını belli belirsiz seçebili-
yordu. Shelter B u m u ' n u zamanında geçip geniş kara parçasına
sığmamazlarsa, fırtınanın tüm gücüyle üstlerine çullanacağının
farkındaydı. Birkaç dakika boyunca sürat ve mesafe hesaplan
yaparak, saldırıya geçmiş olan bulutların hızını gemininkiyle
kıyasladı.
"Başaramayacağız," dedi sonunda Svengal'e. Yardımcısı
da başını sallayarak "Öyle görünüyor," dedi soğukkanlılıkla.
Erak, sert bakışlarını gemi boyunca gezdiriyor, ortalıkta
koruma altma alınması gereken başıboş teçhizat var mı diye
kontrol ediyordu. Etrafına bakımrken gözleri, pruvada birbir-
lerine sokulmuş iki tutsağa kaydı.
"Şu ikisini direğe bağlasan iyi olur," dedi Svengal'e. "Ve
dümen küreğinin* etrafını da kaplamamız gerek."
Will ile Evanlyn, Svengal'in onlara doğru geldiğini gördü-
ler. Adamın elinde bir kangal hafif kenevir ipi vardı.
"Neler oluyor?" diye sordu Will. "Kaçmaya çalışacağımızı
düşünmüyorlar herhalde?"
Ama Svengal direğin yanında durmuş, acelesi varmış gibi
ikisine işaret ediyordu. İki Araluenli, ayaklanarak kararsız
adımlarla o tarafa gittiler. Will, geminin artık daha çok sal-
landığını ve rüzgârın şiddetini arttırdığını fark etti. Svengal'e
doğru yürürken tökezledi. Arkasından, sendeleyerek baldırını
kalın direğe çarpan Evaniyn'in, bir hanımefendiye hiç de ya-
kışmayan bir şekilde küfür ettiğini duydu.
Svengal, saks bıçağını çekti ve kangaldan iki boy ip kesti.
* Skandiyahlar'ın gemilerinde, tıpkı eski Viking gemilerindeki gibi, kıç
kısmında bulunan büyük bir kürek dümen görevi görür. (Ed. N.)
"Kendinizi direğe bağlayın," dedi onlara. "Fırtınaların fırtı-
nası her an kopabilir."
"Yani denize düşebiliriz mi diyorsun?" diye sordu Evaniyn,
şüpheyle. Svengal, Will'in kendisini direğe düzgün bir gemici
düğümüyle bağladığını fark etti. Kız ise düğüm atmayı becere-
memişti. Bunun üzerine Svengal ipi kaptı ve belinin etrafından
geçirerek kızı da güvence altına aldı.
"Olabilir," diye yanıtladı Svengal soruyu. "Muhtemelen
dalgalar sizi denize sürükler."
Birden Will'in yüzünün korkuyla solduğunu fark etti.
"Yani dalgaların gerçekten d e . . . güverteye kadar yüksele-
ceğini mi söylüyorsun?" dedi Will. Svengal öfkeyle, keyifsiz-
ce sırıttı.
"Evet, öyle," diyerek, koca d ü m e n küreğinin etrafını kap-
lamaya başlayan kaptana yardımcı olmak üzere, hızla geminin
kıç tarafına gitti.
Will, birkaç kez yutkundu. Böyle bir geminin dalgaların
arasından martı gibi süzüleceğini sanmıştı. Oysa şimdi, ona
dalgalann m u h t e m e l e n güverteye vuracağı söyleniyordu. Bu-
nun olması halinde, geminin nasıl su üzerinde kalacağını m e -
rak etti.
Birden "Ah, Tanrım... bu da nedir?" dedi Evaniyn, yumu-
şak bir sesle kuzeyi işaret ederek. Az önce Erak'ın görmüş
olduğu o ince, kara bulut hattı, çeyrek kilometre öteden sü-
ratle üstlerine doğru gelen kara bir kütleye dönüşmüştü artık.
Direğin dibine çömelen Will ile Evaniyn, kollannı kaba çam
sütunun etrafına dolamaya çalışarak, tutunabilecekleri girinti-
ler anyorlardı.
Fırtına gemiye vurduğunda, güneş de kaybolup gitmişti.
Will, inanılmaz bir hızla esen rüzgâr nedeniyle zar zor ne-
fes alıyordu. Bu, daha önce denk geldiği rüzgârlara hiç benze-
miyordu. Vücudunu çevreleyen, insanı sağır edip körleştiren,
ciğerlerindeki havayı çekip çıkartarak yenisini almasını önle-
yen zalim, canlı, kadim bir güçtü bu; pençesinden kurtulmaya
çalıştıkça daha da boğuluyordu. Çaresizce direğe t u t u n m a y a
çalışırken, gözlerini sıkıca yummuştu. Uzaklardan Evaniyn'in
çığlık attığım duydu ve kızın ondan uzaklaşmaya başladığını
fark etti. Önünü göremediği halde, uzanarak kızı yakaladı ve
kendine doğru çekti.
İlk büyük dalga gemiye vurduğunda, kurt gemisinin pru-
vası korkutucu bir açıyla yan yattı. Dalganın yüzeyine doğru
yükselmeye başladıklarında, gemi duraksayarak savrulmaya
başladı. ileri ve geril Svengal ile Erak, vargüçleriyle kürek-
çilere bağırıyorlardı. Sesleri r ü z g â n n içinde kaybolup gitse de
sırtlarını fırtınaya vermiş olan tayfalar, onların vücut hareket-
lerinden ne söylediklerini anlayabiliyordu. Kürekleri kaldırıp
çeviriyor ve geminin hareketini kolaylaştırıyorlardı. G e m i ,
dalgayı t ı r m a n m a y a başladı; giderek daha ioikseklere çıkıyor,
yavaşladıkça yavaşlıyordu. Bir an sonra Will, berbat bir inişe
geçmiş olduklarını anladı.
Ve sonra, dalganın zirvesi kirlarak geminin üzerine boşaldı.
Tonlarca su, kurt gemisini aşağı çekip, bir daha asla geri dö-
nemeyecekmişçesine uzaklara savurmuştu. Will, yaşadığı deh-
şet karşısında kesik bir çığlık attı. Buz gibi tuzlu su çocuğun
ellerini direkten koparıp ciğerlerine dolarken halat onu durdur-
muş ve su etrafından akıp gidinceye dek sağa sola savrularak
korumuştu. Gemi k o n u m u n u düzeltirken, Will de güvertede
bir balık gibi çırpmıyordu. Evaniyn de yanındaydı; o itiş kakış
içinde, ahşap direğe çaresizlikle bir kez daha sanidılar.
Derken gemi öne doğru atıldı ve yeniden dehşetle çığlık
atarak dalganın gerisindeki boşluğa düştüler.
Geminin pruvası, dalganın yarattığı boşluğa daldı ve suyun
üstlerine savrulmasına neden oldu. Bir kez daha, güvertenin
üzerinden su fışkırdı. Ancak bu seferki, ilk dalga kadar güç-
lü değildi; Will ile Evaniyn direğe tutunmayı başarabildiler.
Bellerinin hizasındaki su, yanlarından akıp gidiyordu. Derken
narin kurt gemisi, silkinerek üzerindeki bu yoğun kütleden
kurtulur gibi oldu.
Kürekçilerin arasındaki yedek kuvvetler çoktan işe koyul-
muş, suyu kovalarla geminin kenarından boşaltıyordu. G e m i -
nin en korumasız noktasında bulunan Erak ile Svengal de ken-
dilerini d ü m e n küreğinin her iki tarafına bağlamıştı. N o r m a l
küreklerin bir buçuk katı uzunluğunda, kocaman bir kürekti
bu. Fırtına hallerinde daha küçük dümenlerin yerine kullanılı-
yordu. Böylece dümenci, bu büyük kürek sayesinde geminin
b u r n u n u döndürürken kürekçilere yardımcı olabiliyordu. Bu
güçlü fırtınada ise küreği iki kişi zor kontrol edebilmişti.
Rüzgârın gücü, dalgaların arasındaki boşlukta zayıflamış gi-
biydi. Will, gözlerine yapışan tuzu silerek öksürdü ve yuttuğu
deniz suyunu güverteye kustu. O sırada bakışlari Evaniyn'in
dehşet dolu bakışlarıyla karşılaştı. Kıza güven verecek bir şey-
ler yapması gerektiğini hissetti. Ama ne diyeceğini bilemiyor-
du. Geminin bu güçteki ikinci bir dalgaya dayanabileceğine
inanmıyordu.
Bu arada, ikinci dalga yola koyulmuştu bile. İlkinden de
büyük olan dalga, birkaç yüz metrelik açıklık boyunca üstleri-
ne doğru geliyor, R e d m o n t Kalesi'nin duvarlarından bile yük-
seğe çıkıyordu. G e m i o korkunç, yavaş tırmanışına yeniden
başlarken, yüzünü direğe gömen Will, Evaniyn'in de aynı şeyi
yaptığım fark etti.
Dalganın üzerinde daha da yükseğe tırmandılar. Tayfalar,
Kurt Rüzgârı 'm dalganın üzerinden aşırıp rüzgâr ve denizden
uzaklaştıraıak için ciğerleri paralamrcasma küreklere asılı-
yorlardı. Will, dalga üzerlerinde patlamadan önce, geminin
son mücadelesini kaybetmekte olduğunu fark etti. Mutlak bir
felakete doğru giderken, korkuyla gözlerini açtı. Ve sonra,
dalga üstlerine vurduğunda, güverteye doğru savrularak onu
koruyan ipe yapıştı. O sırada ağzına çarpıp canım acıtan şe-
yin Evaniyn'in dirseği olduğunu fark etti. Su, üzerinden gür-
leyerek geçtikten sonra, pruva bir kez daha ileriye atıldı. Ve
Kurt Rüzgârı, bir kez daha hızla boşluğa doğru dalmaya, bir
ördek yavrusu gibi denizi yarmaya başladı. Will artık çığlık
bile atamayacak kadar güçsüz düşmüştü. Hafifçe inleyerek di-
reğe doğru emekledi. Evanlyn'e bir göz atarak başını salladı.
Buradan kurtulamayacağız, diye düşünüyordu ve aynı korku-
yu kızm gözlerinde de görebiliyordu.

Kurt Rüzgârı dalgaların arasındaki boşluğa çarpınca, tüm


gövdesi sarsıldı. Pruvanın her iki tarafından su akarken, Erak
ve Svengal kendilerini sıkı sıkı direğe bağlamışlardı. Şiddetle
savrulan gemi, k o n u m u n u yeniden düzeltti.
" G e m i iyi dayanıyor!" diye bağırdı Svengal. Erak, ümit-
sizce başını salladı. Will ile Evaniyn'in ödleri kopsa da, kurt
gemisi böyle azgın bir denizle başa çıkması için tasarlanmıştı.
Ama bu geminin bile smırlan vardı. Ve Erak, o sınırların zor-
lanması halinde, hepsinin öleceğini biliyordu.
"Şu deminki dalga, neredeyse sonumuz oluyordu!" diye ya-
nıtladı. G e m i , geri geri giderek iki dalga arasında kalmaktan
kürekçilerin son andaki çabasıyla kurtulmuştu.
Erak, "Gemiyi döndürüp fırtınanın önüne geçirmemiz ge-
rek!" diye seslendi. Svengal da rüzgâr ve tuz yağmuru karşı-
sında kısılan gözlerini ileriye çevirerek başıyla onayladı.
"Şundan sonra," dedi. Bir sonraki dalga, öncekine kıyasla
biraz daha küçüktü. Tabii "daha küçük", göreceli bir kavram-
dı. Skandiyalılar, d ü m e n küreğine sıkıca tutundular.
Sudan oluşmuş dağ tepelerinde yükselip Kurt Rüzgârı bir
diğer yavaş, istikrarsız tırmanışına başladığında, Erak "Çekin,
lanet olasıcalar! Kürek çekin!" diye bağırdı kürekçilere.
"Hayır. Lütfen, lütfen, yeter artık..." diye inledi Will, ge-
minin dalganın zirvesine oturduğunu fark ederek. Yaşadığı
korku, gücünün tükenmesine neden oluyordu. Bu kâbus bitsin
istiyordu artık. Gerekirse, diye düşündü, gemi de batsın. Bıra-
kalım gitsin. Sonumuz gelsin. Yeter ki şu çektiklerimiz bitsin.
Yanındaki Evaniyn'in korkudan ağladığını duyabiliyordu. Bir
kolunu kızın beline sardı ama onu teselli edecek başka bir şey
gelmiyordu elinden.
Yine yükseldiler; bunu üstlerine boşalan deniz suyunun o
bildik gümbürtüsü takip etti. Ardından geminin pruvası, zir-
venin içinden geçerek dalganın arka tarafına çarptı ve aşağı
düştüler. Will çığlık atmaya çalıştı, ancak boğazı kurumuş ve
yorgunluktan tükenmişti. Yalnızca hafifçe iç geçirebildi.
Kurt Rüzgârı, dalganın dibinden yeniden denizin içine kay-
dL Erak, bağırarak kürekçilere talimat veriyordu. Yaklaşmakta
olan diğer dalganın gölgesinin altında çok az z a m a n l a n vardı
ve geminin dönüşünü h e m e n tamamlaması gerekiyordu.
"Sancak tarafına!" diye kükredi Erak. Sesinin uzaktaki kü-
rekçilere ulaşamaması ihtimaline karşı, elleriyle dönüşün yö-
nünü işaret ediyordu.
Kürekçiler, ayaklanm ahşap desteklere dayadılar. Sancakta-
kiler, yani geminin sağ tarafmdakiler, kürek kollannı kendile-
rine doğru çektiler. Sol taraftaki kürekçiler ise küreklerini ileri
doğru itiyorlardı. G e m i n i n k o n u m u düzelirken, Erak kükredi.
"Şimdi!"
Kürekler denize daldı. Bir taraf kürekleri itip diğerleri çe-
kerken, Erak ve Svengal ağırlıklarım d ü m e n e verdiler. U z u n ,
ince gemi, neredeyse bir tek nokta üzerinde, zarifçe döndü ve
kıç tarafım rüzgârla denize çevirdi.
"Çekin şimdi!" diye gürledi Erak ve kürekçiler şevkle işe
koyuldular. Gemi, fırtınadan hızlı hareket etmeliydi yoksa
hepsi boğulacaktı. Direğin dibinde birbirlerine sarılmış, peri-
şan halde duran Araluenli genç tutsaklara bir göz attı Erak.
Ardından da geminin kıç tarafında uygulayacağı manevraları
düşünerek onları unuttu. Tek bir hatası gemiyi yana kaydıra-
cak, bu da hepsinin sonunu getirecekti. G e m i n i n artık daha
kolay hareket ettiğinin farkındaydı. Ama dikkatini dağıtacak
zaman değildi bu.
Will ve Evanlyn'e kalırsa, gemi hâlâ korkutucu bir şekil-
de batıp çıkıyor, zaman zaman on beş metre birden düştüğü
oluyordu. Ama artık hareketleri daha kontrollüydü. Denizle
mücadele etmiyor, o n u n önünde ilerliyorlardı. Will, geminin

14
daha kolay manevra yaptığmı fark etmişti. Su, belli aralıklarla
üzerlerine vuruyordu hâlâ ama o, insanı dehşete düşüren geri-
ye kayma olmuyordu artık. G e m i , altından ve yanlarından ge-
çen tonlarca suyun arasından yolunu bulurken, Will de küçük
bir kurtuluş ümidi beslemeye başlamıştı.
Ama küçük bir olasılıktı bu. Üzerlerine gelen her dalgada,
yüreğini ağzına getiren o dehşeti tekrar tekrar yaşıyordu Will.
Her seferinde sonuncu dalgayı atlattıklarını sanıyordu. Kolla-
rını Evaniyn'in beline dolamıştı; kızın da kollarını o n u n boy-
n u n a sardığını fark ediyor, buz gibi çenesini kendisininkinde
hissediyordu. Aradıkları teselli ve cesareti ancak bu şekilde
buluyorlardı. Zavallı Evaniyn korkudan inliyordu. Şaşkınlıkla
fark ettiği üzere Will de farklı bir durumda değildi; tekrar tek-
rar anlamsız kelimeler mırıldanıyor, H a l f a , Çekici'ye, sesini
duyup yardım edebilecek olan herkese sesleniyordu. Ancak
dalgalar birbirini takip edip Kurt Rüzgârı aralarından sıyrıl-
dıkça, yaşadıklan dehşet azaldı ve yerini tedirgin bir bitkinliğe
bıraktı. Böylece Will, bir süre sonra uykuya daldı.
Takip eden yedi gün boyunca güneyin derinliklerine doğru
savrularak Dar Geçit'ten çıktılar ve Sonsuz Okyanus'un kıyı-
lanna ulaştılar. Will ile Evaniyn bu süreyi, birbirlerine sokula-
rak direğin yanında geçirdiler; yorgunluktan harap olmuşlardı
ve sırılsıklamlardı. Üstelik donuyorlardı. Felaket korkusu, zi-
hinlerinden hiç gitmiyordu, ancak gitgide kurtulma ihtimalleri
olduğuna inanmaya başladılar.
Sekizinci gün, güneş nihayet yüzünü gösterdi. Güçsüz ve
silik bir güneşti, ama güneşti işte. Bata çıka ilerlemeleri sona
erdi ve gemi, bir kez daha suyun üzerinde rahatça yol almaya
başladı.
Saçı ve sakalı tuzla kaplanmış olan Erak, yorgun hareket-
lerle dümen küreğine asıldı ve düzgün bir dönüş manevrasıyla
geminin burnunu kuzeye çevirdi.
"Haydi beyler. Shelter B u m u ' n a gidelim," dedi tayfalara.
IKI

H aydutlar arabanın etrafını sarmak üzere o r m a n d a n fır-


ladıklarında, Halt, bir meşe ağacının kocaman gövde-
sine yaslanmış, kımıldamadan duruyordu.
Aslında ortalık yerdeydi a m a kimse onu görmüyordu. Bu-
n u n nedeni, biraz da soyguncuların, t a m a m e n zengin bir tüc-
car ve karısından ibaret olan avlarına odaklanmış olmalarıydı.
Çiftin dikkati de aynı oranda dağılmıştı. Açıklıktaki arabaları-
nın etrafım sarmakta olan silahlı adamlara korku dolu gözlerle
bakıyorlardı.
Ancak görünmemesinin esas nedeni, H a l t ' u n pelerininin
kukuletasını yüzünün gölgelerde kalmasını sağlayacak şekilde
başına geçirmesi ve ölü gibi kımıldamadan duruyor olmasıydı.
Tüm O r m a n Muhafızları gibi Halt da görünmez olmanın sırrı-
nın, herkes dosdoğru ona bakıyor olsa bile, hareketsiz durmak-
tan geçtiğini biliyordu.
Görülmediğine inan, diye tekrar etti Orman Muhafızı ki gö-
rülmeyesin.
O sırada t a m a m e n siyahlara b ü r ü n m ü ş iriyarı bir şekil,
ağaçların içinden çıkarak arabaya yaklaştı. H a l t ' u n gözleri bir
saniyeliğine kısıldı, ardından sessizce iç geçirdi. Al sana bir
yanlış kovalamaca daha, diye düşündü.
Adam, H a l t ' u n Morgarath'la yapılan savaşın sonundan bu
yana takip ettiği Foldar'ı andınyordu biraz. Foldar o z a m a n -
lar Morgarath'ın kıdemli komutanlarından biriydi. Lideri öl-
düğünde kaçmayı başarmış, Wargallardan oluşan ordusu ise
dağılmıştı.
Ama Foldar, bir Wargal gibi akılsız değildi. Düşünen, plan
yapan bir insan evladıydı. Ayrıca kafadan çatlaktı ve yüreği
kötülükle doluydu. Soylu bir Araluen ailesinin oğluydu ve bir
at yüzünden çıkan tartışmada annesiyle babasını öldürmüştü.
O zamanlar gençliğe henüz yeni yeni adım atıyordu; Yağmur
ve Gece Dağları'na kaçarak kurtulmuş, burada rastladığı M o r -
garath da onu kafa dengi bularak ordusuna almıştı. Foldar, ar-
tık Morgarath'ın ekibinin hayattaki tek üyesiydi ve Kral D u n -
can, onun yakalanıp hapsedilmesini, Krallık silahlı güçlerinin
öncelikli meselesi haline getirmişti.
Sorun şuydu ki, her yanda Foldar taklitçileri türüyordu ve
genellikle hepsi, H a l t ' u n karşısındaki gibi, sıradan haydutlar-
dı. K u r b a n l a n n a korku salıp onları kolayca soyabilmek için
F o l d a r ' m adım ve zalim şöhretini kullanıyorlardı. Ve ne za-
m a n bir Foldar taklidi ortaya çıksa. Halt ile diğer muhafızlar
onun peşinden giderek zamanlarını boşa harcıyordu. Bunu
düşündüğünde, H a l t ' u n içinde bir öfke dalgası kabardı. Oysa
ilgilenmesi gereken başka sorunlar vardı. Bir söz vermişti ve
bu aptallar, onun asıl işinden alıkoyuyordu.
Sahte Foldar, arabanın yanına gelmişti şimdi. Yüksek yaka-
li siyah pelerini, Foldar'ınkini andınyordu. Ama Foldar züp-
penin tekiydi ve kusursuz siyah kadife ve satenden bir pelerin
giyerdi. Buna karşılık haydutunki kabaca işlenmiş siyah deri-
den bir yakası bulunan, kötü boyanmış, yamalı, basit bir yün
pelerindi.
Adamın kınşmış, hırpani bir başlığı vardı. Şapkanın üzeri-
ni süsleyen -ve muhtemelen umursamaz bir haydudun üzerine
oturup ezmiş olduğu- kara kuğu tüyü, ortasından yamulmuştu.
Haydut konuşmaya başlamıştı artık, ancak F o l d a r ' m peltek,
alaycı sesini taklit etme çabaları, ağır taşra aksanı ve berbat
dilbilgisi nedeniyle heba oluyordu.
"Beyfendi ile hanimefendi, arabadan ininiz," dedi beceriksiz-
ce eğilip selam vererek. "Korkmayınız sevgili b a ' a n , asil Fol-
dar sizin gibi zarif birine asla zarar vermez." Kötü adamlara
has, alaycı bir kahkaha atmaya çalıştı. Ancak boğazından çıka
çıka hafif bir kıkırtı çıktı.
'Sevgili b a b a n ı n zarafetle uzaktan yakından alakası yoktu.
Orta yaşlı, aşıri kilolu ve son derece sıradan bir kadındı. Ama
bu, korkutulmasını gerektirmez, diye düşündü Halt. Araba-
daki kadın, siyahlı adamın karşısında korkudan sızlanıyordu.
' F o l d a r ' öne doğru bir adım attı; sesi sertleşmiş, ses tonu daha
tehditkâr bir havaya bürünmüştü şimdi.
"Aşağı inin, hanımefendi!" diye bağırdı. "Yoksa kocanızın
kulaklarını veririm elinize!"
Sağ eli, kemerindeki uzun hançerin sapına gitti. Kadın bir
çığlık atarak geriye çekildi. O n u n yaşadığı dehşeti paylaşan
ve kulaklannm yerinden m e m n u n olan kocası, kadını arabanın
kapısına doğru iteklemeye çalışıyordu.
Bu kadar yeter, diye düşündü Halt. Kimsenin ondan tarafa
bakmadığma emin oldu ve bir ok çıkanp yayma yerleştirdi.
Ardmdan kirişi gerip, çevik bir hareketle oku fırlattı.
Asıl adı Rupert Gubbiestone olan "Foldar", bir an burnunun
hemen önünde ışıldayan bir şey gördüğünü sandı. Bunu takiben
pelerininin kabank yakasında bir hareketlenme oldu ve kendisi-
ni, tahtaya gömülen titrek kara bir okun ucunda, arabaya saplan-
mış bir halde buldu. İrkilerek bir çığlık koyuverdi ve dengesini
kaybedip tökezledi. Boğazında sıkışıp nefessiz kalmasına neden
olan pelerini sayesinde düşmekten kurtulmuştu.
Diğer haydutlar okun nereden geldiğini görmek için döner-
ken. Halt, birden ağaçtan uzaklaştı. Orman Muhafızı, şaşkına
dönen haydutlara sanki kocaman meşenin içinden çıkıyormuş
gibi görünmüştü.
"Kralın Orman Muhafızı!" diye bağırdı Halt. "Silahlarınızı
indirin."
Hepsi silahlı, on kişiydiler. Bir teki bile verilen emre uyma-
mazlık etmedi. Bıçaklar, kılıçlar ve sopalar tangır tungur yere
düştü. Orman Muhafızı'nın kara büyüsüne ilk elden şahit olmuş-
lardı. Vahşi avcı, canlı bir meşe ağacının gövdesinden çıkıvermiş-
ti. Şu an bile, üstündeki o garip pelerin tuhaf bir şekilde panidıyor,
adama odaklanmalannı zorlaşünyordu sanki. Hem zaten teslim
olmalan için, büyüden daha pratik bir neden vardı: Kirişine bir
diğer kara saplı ok gerilmiş olan kocaman, uzun bir yay.
"Yüz üstü yere yatın! Hepiniz!" Kelimeler haydutların üs-
tünde bir kırbaç gibi sakladı ve hepsi birer birer yere devrildi-
ler. Halt, on beş yaşından büyük görünmeyen, kirli yüzlü bir
çocuğa işaret etti.
"Sen hariç!" diye seslenince, oğlan dört; ayak üzerinde du-
raksayarak başını kaldırdı. "Sen kemerleri toplayıp hepsinin
ellerini arkalarından bağlayacaksın."
Dehşet içindeki oğlan, art arda birkaç kez başını salladıktan
sonra, yerde 3aizükoyun yatan yoldaşlarına yöneldi. Halt, ona
ek bir uyan yapınca, anında durdu.
"Sıkıca bağla o n l a n ! " dedi Orman Muhafızı. "Bir tek gev-
şek düğüm bulursam, seni..." Uygun bir tehdit arayarak du-
raksadı. "Seni şuradaki meşe ağacının içine hapsederim."
Bu k a d a n ona yeter, diye düşündü. Ağacın içinden olağa-
nüstü bir şekilde çıkmış gibi görünmesinin, bu eğitimsiz taşra
insanları üzerindeki etkisinin farkındaydı. D a h a önce de bir-
çok kez kullanmış olduğu bir hileydi bu. Oğlanın yüzünün kir
tabakasının altmda korkudan bembeyaz kesildiğini görünce,
tehdidinin etkili olduğunu anladı. Dikkatini, hâlâ nefesini kes-
meye devam eden pelerinin yakasına asılı duran Gubbiestone'a
çevirdi. Adamın yüzü kıpkırmızı olmuş, gözleri fal taşı gibi
açılmıştı.
H a h , büyük saks bıçağını kınından çıkardığında, gözleri ne-
redeyse yuvalanndan fırlayacaktı Gubbiestone'un.
"Rahat ol," dedi Halt sinirle. İpi hızla kesti ve birden ser-
best kalan Gubbiestone, bir çuval gibi yere devrildi. Orada, o
parlak bıçağın erişemeyeceği noktada kalmaktan hoşnut gibi
duruyordu. Halt, arabanın sahiplerine doğru baktı. Çiftin yü-
zünde, rahatlamış bir ifade vardı.
"Yolunuza devam edebilirsiniz," dedi canayakın bir ifadey-
le. "Bu beyinsizler, sizi daha fazla rahatsız etmeyecek."
Karisını arabanın dışma itmeye çalıştığını suçlulukla hatır-
layan tüccar, bu rahatsızlığının üzerini atıp tutarak kapatmaya
çahştı.
"Asılmayı hak ediyorlar. Orman Muhafızı! Asılmayı diyo-
rum! Zavallı k a n m ı korkutup beni tehdit ettiler!"
Halt adamı, öfke dolu sözleri bitinceye dek kayıtsız tavır-
larla izledi.
" D a h a da kötüsü," dedi alçak sesle, "zamanımı boşa harca-
dılar."

"Cevabım hayır, Halt," dedi Crowley. "Tıpkı geçen sefer


sorduğunda olduğu gibi."
Crowley, eski dostu H a l t ' u n öfkeden titrediğini görebi-
liyordu veyapması gereken şeyden nefret ediyordu. A m a
emir emirdi ve O r m a n M u h a f ı z l a r ı ' n m k o m u t a n ı olarak,
emrin yerine getirilmesini sağlamak o n u n göreviydi. Ve
t ü m O r m a n Muhafızları gibi, Halt da emirlere uymakla yü-
kümlüydü.
"Bana ihtiyacınız yok ki!" diye patladı Halt. "Will'in p e -
şinden gitmem gerekirken, bu sahte Foldarları avlayarak boşa
zaman harcıyorum!"
"Kral, Foldar'ı bir numaralı önceliğimiz haline getirdi,"
diye hatırlattı Crowley. "Er ya da geç, gerçeğini yakalayaca-
ğız."
Halt, boş versene dercesine bir el hareketi yaptı. "Elinizde
bımu becerebilecek kırk dokuz tane muhafız var zaten!" dedi.
" T a n n aşkına, bu kadarı yeter de artar bile."
"Kral D u n c a n diğer kırk dokuz muhafızın bu işle ilgilenme-
sini istiyor. Senin de öyle. Sana güveniyor ve ihtiyaç duyuyor.
Elimizdekilerin en iyisi sensin."
"Ben payıma düşeni yaptım," diye yanıtladı Halt usulca;
Crowley bunları söylerken H a l t ' u n canının ne kadar yandığını
biliyordu. Verebileceği en iyi yanıtın sessiz kalmak olduğunu
da. Bu sessizlikle H a U ' u ikna etmeye çalışıyordu aslında ama
Orman Muhafızı'nın b u n d a n nefret ettiğinin de farkındaydı.
"Krallık oğlana borçlu," dedi Halt, net bir şekilde.
"Oğlan bir Orman Muhafızı," dedi Crowley soğuk bir sesle.
"Bir çırak," diye düzeltti Halt. Crowley, sandalyesini şid-
detle devirerek ayağa fırladı.
"Bir çırağın görevleri de O r m a n Muhafızlan'nmkilerle
aynıdır. Hepimiz böyle yaptık, Halt. Kural, her muhafız için
aynıdır; krallık daima önce gelir. Yeminimiz böyle. Sen bu ye-
mini ettin, ben de ettim, Will de etti."
İki adam arasında öfkeli bir sessizlik yaşandı; dost ve silah
arkadaşı olarak geçirdikleri yıllar göz önüne alındığında, daha
da çirkinleşen bir sessizlikti bu. Crowley, Halt'un muhtemelen
hayattaki en yakın arkadaşı olduğunu fark etti. Ama şimdi bura-
da durmuş, karşılıklı tehditler savuruyor, öfkeyle tartışıyorlardı.
Devrilen sandalyeyi düzeltti ve H a l f a bir uzlaşma işareti yaptı.
"Bak," dedi daha alçak bir ses tonuyla. "Yalnızca şu Foldar
işini halletmeme yardımcı ol. İki, olmadı üç ay sürer. Ondan
sonra Will'in peşinden gitmene izin veririm."
H a l t ' u n kır saçlı başı, daha Crowley sözlerini bitirmeden iki
yana sallanıyordu.
"İyi de iki ay içinde Will hayatını kaybedebilir. Ya da bir
köle olarak satılıp sonsuza dek kaybolabilir. İzler h e n ü z tazey-
ken, şimdi gitmem gerek. Ona söz verdim," dedi, ıstıraptan
boğulan sesiyle.
"Hayır," dedi Crowley, kesin bir sesle. Bunu duyan Halt,
omuzlarını dikleştirip, "O z a m a n ben de krala çıkarım," dedi.
Crowley bakışlarını yere dikti.
"Kral seninle görüşmeyecek," dedi ifadesiz bir sesle. H a l t ' a
baktığmda Orman M u h a f ı z ı ' n ı n şaşırmış ve ihanete uğramış
gibi bakan gözlerini gördü.
"Görüşmeyecek mi? Beni geri mi çeviriyor?" Halt, yirmi
yılı aşkın zamandır kralın en yakın sırdaşlarından biriydi ve
kral dairesine sorgusuz sualsiz giriş izni bulunuyordu.
" O n d a n ne isteyeceğini biliyor. Halt. İsteğini geri çevirmek
istemediği için de görüşmüyor seninle."
H a l t ' u n şaşkın gözlerinde öfke vardı şimdi. Alev alev ya-
n a n bir öfke.
"Öyleyse onun fikrini değiştirmem gerekecek," dedi usulca.
K urt gemisi, b u m u n etrafmdan d ö n ü p koya sığmdığm-
da, dev dalgalar da zayıflamıştı. U z u n , kayalık çıkıntı-
lar küçük, doğal limanın içinde rüzgârın ve dalgaların etkisini
azaltıyordu. Dolayısıyla deniz çarşaf gibi d ü m d ü z d ü ve suyun
yüzeyi, yalnızca kurt gemisinin arkasında bıraktığı izle bölü-
nüyordu.
"Burası Skandiya m ı ? " diye sordu Evanlyn.
Will, tereddütle omuz silkti. Beklediği gibi bir yer olmadı-
ğı kesindi. Kıyıda bir kasabaya dair hiçbir işaret görülmüyor,
yalnızca birkaç küçük, köhne kulübe bulunuyordu. Ortalıkta
da kimsecikler yoktu.
"Yeterince büyük görünmüyor, değil m i ? " dedi.
Yakınlardaki bir ipi kangala dolamakta olan Svengal, onla-
rın cehaletine güldü.
"Burası Skandiya değil," dedi ikisine. "Skandiya'ya giden
yolu ancak yanlayabildik. Burası Skorghijl."
İkilinin şaşkın bakışlarım görünce, açıklamaya başladı.
"Skandiya'ya şu an geçemeyiz. Dar Geçit'deki o fırtına bizi
çok geciktirdi ve bu sırada Yaz Rüzgârları kıyıya doğru ilerle-
di. Rüzgârlar duruluncaya dek burada barınacağız. Kulübele-
rin burada b u l u n m a nedeni de bu zaten."
Will, şüpheli gözlerle yıpranmış ahşap kulübelere baktı.
Çirkin ve rahatsız görünüyorlardı.
"Burada ne kadar kalacağız?" diye sorunca, Svengal omuz
silkti.
"Altı hafta, iki ay. Kim bilir?" İp kangalını omzuna atıp
uzaklaşarak, gençleri etrafı gözlemlemek üzere yalnız bıraktı.
Kasvetli ve sevimsiz bir yer olan Skorghijl, çıplak kayalık-
lar, dik uçurumlar ve tuzdan beyazlaşmış kulübelerin güneşle
iç içe geçtiği küçük, düz bir kumsaldan ibaretti. Ortalıkta ne
yeşillik ne de bir ağaç vardı. Kayalıkların tepesinde bembeyaz
kar ve buz taneleri görülüyordu. Adanın geri kalanı ise siyah
ve donuk gri renkli kayalarla çakıllardan oluşuyordu. Skandi-
yalılar her ne tanrısına tapıyorlarsa, o tanrı bu küçük kayalık-
tan tüm renkleri alıp götürmüş gibiydi.
Kürekçiler, ters dalgalarla mücadele etme ihtiyacı hisset-
meksizin, bilinçsizce yavaşlamışlardı. G e m i , koy boyunca ça-
kıltaşlarıyla kaplı kumsala doğru süzüldü. D ü m e n d e k i Erak,
gemiyi, gıcırtıyla kumsala çıkardı ve kurt gemisi, günlerden
beri ilk defa dinlenme olanağı buldu.
Will ile Evaniyn, geçirdikleri hareketli günlerin ardından
kararsızlıkla titreyen bacaklarıyla ayaklandılar.
Kürekler içeri çekilip istiflenirken, gemi, sürtünme sesleriy-
le inliyordu. Erak, dalgaların hareketiyle takırdamaması için
dümeni deri bir bez parçasıyla bağladı ve iki esire bir göz attı.
"İsterseniz kıyıya çıkın," dedi. Ellerini bağlamaya ya da
yanlarına muhafız katmaya nasılsa gerek yoktu. Skorghijl,
en geniş yerinin çapı iki kilometreyi ancak bulan bir adaydı.
Adayı Yaz Rüzgârları sırasında Skandiyalılar için m ü k e m m e l
bir sığınak haline getiren bu doğal limanın dışında Skorghijl
kıyıları, denize dimdik uzanan sarp kayalıklardan oluşan, ke-
sintisiz bir hattan ibaretti.
Will ve Evanlyn, içecek variUeriyle çuvallar dolusu kuru gı-
dayı, orta güvertenin altında kalan korunaklı bölmelerden kıyıya
taşımakta olan Skandiyahlar'ın yanından geçerek, geminin pru-
vasına doğru yürüdüler. Will küpeşteye' tırmandı ve birkaç sa-
niye sallandıktan sonra kendisini aşağıdaki çakıl zemine bıraktı.
Geminin bumu kumsala sürtünürken yükseldiğinden, yerle arala-
n n d a ciddi bir mesafe oluşmuştu. Evanlyn'e yardım etmek üzere
döndü, ama kız, aşağı atlamak için çoktan hareketlenmişti bile.
Kararsız bir şekilde, öylece durdular.
"Tanrım," diye mırıldandı Evanlyn. Yer ayaklarının altın-
dan kayıyormuş gibi gelirken, olduğu yerde sallandığım hisse-
diyordu. Sendeleyerek bir dizinin üstüne çöktü.
Will'in durumu da farklı değildi. Ayaklannm altındaki kuru
toprak, kabarıp onları sarsıyordu sanki. D ü ş m e m e k için bir
eliyle geminin k e n a n n a t u t u n m a k zorunda kaldı.
"Nedir b u ? " diye sordu kıza. Tümsek ve tepecikler oluşma-
sını bekleyerek, ayaklannm altındaki zemine baktı. Ama top-
rak, düz ve hareketsizdi. Karın boşluğunda mide bulantısının
ilk işaretlerini hissediyordu.
"Hey oradakiler, dikkat edin!" diye bir uyarı geldi yuka-
n d a n ve bir çuval kuru sığır eti, gürültüyle y a n l a n n a düştü.

* Teknelerin iskele ve sancaktaki üst yüzeyi. (Ed. N.)


Will, belli belirsiz sendeleyerek yukarı baktığında, tayfalardan
birinin sırıtan yüzünü gördü.
"Kara yalpalanmasına yakalandınız, değil mi?" dedi tayfa,
sevimli bir tavırla. "Birkaç saat içinde düzelirsiniz."
Will'in başı dönüyordu. Evaniyn ise ayaklannı yeniden his-
sedebiliyordu artık. Hâlâ yalpalıyordu ama en azından midesi
Will'inki gibi bulanmıyordu. Oğlanın kolundan tuttu.
"Haydi," dedi. "Şu kulübelerin yanında birkaç sıra var. Bi-
raz oturursak kendimize gelebiliriz."
Sarhoş gibi yalpalayarak çakılların içinden geçtiler ve ku-
lübelerin dışına kurulmuş olan kaba ahşap sıralarla masalara
doğru ilerlediler.
Will, başını ellerinin arasına alarak dirseklerini dizlerine
dayadı ve minnetle sıralardan birine çöktü. Yeni bir bulantı
dalgası içini kaplarken, ıstırapla inledi. O n d a n biraz daha iyi
d u r u m d a olan Evaniyn, oğlanın o m z u n u okşadı.
" N e d e n oluyor b u ? " dedi hafifçe.
"Birkaç gün gemide yolculuk edince olur," diyen Kont
Erak, arkalarından yaklaşmıştı. O m z u n a atmış olduğu erzak
çuvalını, hafif bir hırıltıyla kulübelerden birinin kapısının önü-
ne fırlattı.
"Her nedense," diye devam etti, " b a c a k l a n m z hâlâ geminin
güvertesinde olduğunuzu zannediyor. Kimse nedenini bilmez
b u n u n . Birkaç saat sonra iyileşirsiniz."
"Bir daha iyileşebileceğimi hiç sanmıyorum," diye inledi
Will, boğuk bir sesle.
"İyileşeceksin," dedi Erak, oğlana. Sonra sert bir sesle "Bir
ateş yakın!" diye emretti. Başparmağını en yakın kulübenin
birkaç metre ötesinde bulunan kararmış taş çembere doğru
uzattı. "Midenize sıcak bir yemek girince kendinizi daha iyi
hissedersiniz."
Will, yemek sözünü duyunca inledi. Yine de yalpalayarak sı-
radan kalktı ve Erak'm uzattığı çakmaktaşmı aldı. Evanlyn ile
ikisi, taş çembere doğru yürüdüler. Taşlann hemen yanında, gü-
neş ve tuz sayesinde kurumuş olan bir odun yığını duruyordu.
Odunların bir kısmı, elle kınlabilecek kadar çürüktü; Will onla-
n, taş çemberinin ortasında piramit şeklinde dizmeye başladı.
Evanlyn de çalı çırpı görevi görmesi için kucak dolusu kuru
yosun toplamış ve beş dakika içinde küçük bir ateş yakmışlardı
bile. Alevler, çembere eklemiş oldukları ağır odun parçalarını
keyifle yalıyordu.
"Tıpkı eski günlerdeki gibi," diye hafifçe sırıtarak m ı n l -
dandı Evanlyn. Will de gülerek hızla ona döndü. Morgarath'ın
köprüsünün üzerinde, katranlı iplerle reçine kaplı çam sütun-
ları ateşe verdiklerini hatırlayabiliyordu. Derin bir iç geçirdi.
Ona bir şans daha verilse, yine aynı şekilde hareket ederdi.
Ama Evaniyn'in işe kanşmamış, onunla birlikte yakalanma-
mış olmasını tercih ederdi.
Bunları düşünürken, kızın, ıstıraplı hayatında parlayan tek
yıldız olduğunu fark etti Will. O olmasaydı, tek mutluluk kay-
nağı da yok olacaktı.
Aklının karıştığım hissetti. Şaşkınlıkla Evaniyn'in, hayatını
yaşamaya değer kıldığının farkına vardı. Uzanarak, hafifçe kı-
zın eline dokundu. Evanlyn, bakışlarinı kaldırdı ve bu kez ilk
gülümseyen Will oldu.
"Seçme şansm olsa, aynı şeyleri bir daha yapar miydin?"
diye sordu kıza. "Yani, köprü ve diğerlerini?"
Evaniyn, bu kez gülümsememişti. Birkaç saniye boyunca
ciddi ciddi düşündükten sonra konuştu.
"Hiç düşünmeden. Ya sen?"
Will başını evet anlamında salladı. Ve tüm geride bıraktık-
lannı düşünerek yeniden iç geçirdi.
Erak, iki gence fark ettirmeden bu duygulu anlara şahit
olmuştu. Kendi kendine başını salladı. Yanlarında birer yol-
daşları olması ikisi için de iyi, diye düşündü. Hallasholm ile
R a g n a k ' m sarayına vardıklarında hayat onlar için çok zorla-
şacaktı. Köle olarak satılacak ve ağır çalışma şartlan altında,
tatil ve özgürlük hakkı t a n ı n m a d a n zor bir hayat geçirecekler-
di. Aylar aylan, yıllar yıllan izleyecekti. İnsanın hayatı böyle
olunca, mutlaka bir arkadaşa ihtiyaç duyardı.
Erak'ın iki gençten hoşlandığını söylemek abartılı olurdu
ama onun saygısını kazanmışlardı gerçekten. Skandiyalılar,
dövüşte gösterilen cesarete ve kahramanlığa her şeyin üzerin-
de kıymet veren, savaşçı bir ırktı. Hem Will hem de Evaniyn,
Morgarath'ın köprüsünü yok ederek cesaretlerini kanıtlamışlar-
dı. Oğlan tam bir savaşçı, diye geçirdi Erak aklından. Şu küçü-
cük yayıyla Wargallan adeta ipe dizmişti. Erak, daha hızlı ve
hîissas bir nişancılığa hayatı boyunca pek az rastlamıştı. Bunun
Orman Muhafızlığı eğitiminin bir sonucu olduğunu tahmin etti.
Kız da epeyce yiğitlik göstermişti; ilk olarak köprünün
hakkıyla alevlere boğulmasını sağlamıştı. Ardından, Will, bir
Skandiyalı'nm attığı taşla sersemleyip yere devrildiğinde, yayı
bizzat kaparak ok atmaya çalişmıştı.
İnsanın kendisini bu ikisine yakın hissetmemesi zordu. Her
ikisi de, önlerinde uzun bir hayat olması gereken, gencecik ço-
cuklardı. Hallasholm'a vardıklarında, işleri onlar için kolay-
laştırmayı denemeyi düşündü Erak. Ama elinden pek bir şey
gelmezdi. Derken öfkeyle silkinerek üzerine çöken bu düşün-
celi havayı atıverdi.
"Lanet olası duygusal bir herif oluyorum!" diye mırıldan-
dı kendi kendine. Kürekçilerden birinin yakınlardaki bir erzak
çuvalından esaslı bir et parçasını yürütmeye çalıştığını fark
etmişti. Sessizce adamın arkasına geçti ve poposuna attığı tek-
meyle ayaklarını yerden kesiverdi.
"O ellerini kendine sakla!" diye hırladı. Kafasını eğerek ka-
pıdan geçti ve en güzel yatağa kapılanmak üzere, is kokulu,
karanlık kulübeye girdi.
DORT

A lçak tavanlı, dumanlı ve pis han izbe, küçük ve değersiz


bir yerdi. Ama başkente ticari mal getiren büyük gemi-
lerin yanaştıkları rıhtımların yakininda olduğundan, genellikle
tıklım tıklımdı.
Bununla birlikte, o gün işler kesattı. Bunun nedeni de, şö-
minenin yakınlarındaki lekeli, çıplak masalardan birinde otu-
ran adamdı. Kafasını kaldırıp karmakarışık kaşlarının altındaki
alev alev gözleriyle hancıya baktı ve boş kadehini, kaba ahşap
masaya vurdu.
"Yine boşaldı," dedi öfkeyle. Sesinde, hancıya bunun ka-
dehi, sekizinci ya da dokuzuncu dolduruşu olacağını hatırla-
tan, hafif bir pelteklik vardı. İş iştir, diye düşündü hancı, ama
bu müşteri, patlamaya hazır bir barut fıçısı gibiydi. Hancı da
bütün kalbiyle adamın gidip başka bir yerde patlamasını arzu
ediyordu.
Esrarengiz bir şekilde, sorun yaşanacağını anlayan müşte-
rilerinin çoğu, ufak tefek adam içeri girip kararlı bir biçimde
içmeye başlayınca ortadan kaybolmuştu. İçeride yalnızca ya-
nm düzine müşteri kalmıştL Bunlardan biri olan iri bir hamal,
ufak tefek adama şöyle bir göz atmış ve onun kolay lokma
olacağım sanmıştı. Müşteri her ne kadar kısa boylu ve sarhoş
olsa da, gri-yeşil pelerini ve sol kalçasındaki çifte bıçak kmı,
onun bir Orman Muhafızı olduğunu gösteriyordu. Ve Orman
Muhafızları, aklı başında olanların bildiği üzere, dalga geçile-
cek insanlar değillerdi.
H a m a l bu gerçeği, acı bir tecrübeyle öğrenmek zorunda
kalmıştı. Kavga yalnızca birkaç saniye sürmüş, adamcağız
baygın bir şekilde yere serilmişti. Hamalın arkadaşları, daha
güvenli bir yer bulmak için hızla handan ayrılınca, O m ı a n
Muhafızı, kadehinin yeniden doldurulmasını işaret etti. Hancı,
baygın hamalın üzerinden atlayarak ürkek hareketlerle Orman
Muhafızı'nın kadehini doldurduktan sonra, nispeten güvenli
olan arka tarafa çekildi.
Esas sıkıntı da o zaman başladı.
"Dikkat ettim de," dedi O r m a n Muhafızı, kelimeleri, gere-
ğinden fazla içtiğinin bilincinde olan bir kişi gibi telaffuz ede-
rek, "bu toprakların efendisi, sevgili kralımız D u n c a n , ödleğin
teki."
Barın gerilimli ortamında kıvılcımlar uçuşmaya başlamıştı
artık. İçeride kalan birkaç müşterinin gözleri, masada oturan
ufak tefek a d a m a kilitlenmişti. Kırlaşmış sakalıyla bıyıkları
arasında zorlukla seçilen minik, gaddar bir tebessümle etrafına
bakındı adam.
"Bir ödlek. Bir korkak. Ve bir budala," dedi açıkça.
Kimse yerinden kımıldamadı. Tehlikeli sözlerdi bunlar. Nor-
mal bir vatandaşın kralı halk içinde böyle aşağılaması, ciddi bir
suçtu. Bunu bir Orman Mulıafızı'nm, la-ahn özel kuvvetlerinin
yeminli bir üyesinin yapması ise, vatan hainliğiyle eşdeğerdi. Te-
dirgin bakışmalar oldu. H a n d a kalan birkaç müşteri, patırtı kop-
madan oradan aynima niyetindeydi. Ancak Orman Muhafızı'nm
sakin bakışlanndaki bir şey, onlara bunun artık m ü m k ü n olma-
dığını söylüyordu. Adamın arkasındaki duvara yaslanmış olan
yayın çoktan gerilmiş olduğımu fark ettiler. Ve yan tarafındaki
kılıf da okla doluydu. Ön kapıdan çıkıp gitmeyi deneyecek ilk
kişiyi yere indireceğini hepsi biliyordu. Ve yine hepsi, Orman
Muhafızlan'nm, hatta sarhoş Orman M u h a f ı z l a n ' n m bile, he-
deflerini nadiren şaşırdıklarından haberdardı.
Öte yandan. O r m a n Muhafızı krala hakaretler saydırırken
mekânda kalmak da aynı derecede tehlikeliydi. Birilerinin olan
biteni duyması halinde, sessizlikleri, duruma rıza gösterdikleri
şeklinde yorumlanabilirdi.
"Güvenilir kaynaklarım var," diye devam etti O r m a n M u -
hafızı, neredeyse neşelenerek. "Şu Sevgili Kral D u n c a n ,
tahtın meşru sahibi değil. Onun aslında, sarhoş bir krallık
h i z m e t k â n n ı n oğlu olduğunu duydum. Bir başka rivayete gö-
reyse, babasının gezgin bir dansçıyla yaşadığı aşk sonucu doğ-
muş. İstediğinizi seçin. Her iki durumda da bir krala uymayan
bir soyağacı söz konusu, öyle değil m i ? "
İçeridekilerden biri, endişeli bir tavırla iç geçirdi. D u r u m
giderek daha tehlikeli bir hal alıyordu. Hancı, ürkek adımlarla
barın arkasına kaydı; arka odadaki hareketlenmeyi fark edince
kapıdan içeri geçti. Elindeki tatlı tabağıyla meyhane tarafına
gelmekte olan kansı, O r m a n Muhafızı'nın sözlerini duyunca
donakalmıştı. Kadın, bembeyaz kesilmiş yüzüyle öylece duru-
yor, sorularla dolu bakışları, kocasınınkilerle kesişiyordu.
Hancı, Orman Muhafızı'na hızh bir bakış fırlattı ama onun
dikkati, b a n n öteki u c u n d a kendini gözden kaybettirmeye ça-
lışan bir arabacının üzerindeydi artık.
"Sizce de öyle değil mi, bayım... siz, lekeli sarı ceket giyen
beyefendi... böyle birinin bu zarif ülkenin kralı olmayı hak et-
mediğine katılmıyor musunuz?" diye sordu Orman Muhafızı.
Onunla göz göze gelmek istemeyen arabacı, ağzında bir şeyler
geveleyerek sandalyesinde kımıldandı.
Hancı, çaktırmadan başını arka kapıya çevirdi. Karısı da önce
o tarafa, ardmdan da şüpheyle kalkan kaşlanyla hancıya bak-
tı. Hancı, "Muhafızları çağır," diye fısıldadı kansma. Kadının
gözlerinden, dediklerini anladığını okudu. Kadın, hafif adım-
larla ve Orman Muhafızı'nın görüş alanının dışında kalmaya
devam ederek arka odaya geçti ve dışarıya çıkarken kapıyı
elinden geldiğince sessiz bir şekilde arkasından kapattı.
Tüm dikkatine rağmen, minik bir tıkırtı çıkarmıştı. Orman
Muhafızı'nın kuşku dolu gözleri, aniden hancıya odaklandı.
"O da neydi?" diye sordu. Hancı, nemli avuçlarını tedir-
ginlikle lekeh önlüğüne silerek omuz silkti. Konuşmaya çalış-
madı bile. Boğazının kelime kuramayacak kadar kuruduğunun
bilincindeydi.
Bir an. Orman Muhafızı'nın yüzünden bir memnuniyet ifa-
desinin gelip geçtiğini sandı ama sonra bu düşünceyi saçma
bularak aklından uzaklaştırdı.
Dakikalar geçtikçe. Orman M u h a f ı z ı n ı n Kral D u n c a n hak-
kındaki hakaret ve karalamalan çirkinleşerek artıyordu. Hancı
tedirginlikle yutkundu. Karısı gideli on dakika olmuştu. Şim-
diye dek mutlaka bir müfrezeye rastlamış olmalıydı. Askerle-
rin ham basıp bu tehlikeli adamı tutuklamaları ve bu haince
konuşmalara son vermeleri an meselesiydi.
Tam bunları düşünüyordu ki, ön kapı ardına dek açıldı ve
bir onbaşının önderliğindeki beş kişilik müfreze, loş odaya
daldı. Askerlerin her biri, uzun bir kılıçla kemerlerinde asılı
duran kalın uçlu, kısa birer topuz taşıyor, hepsinin sırtında da
yuvarlak birer kalkan bulunuyordu.
Adamları arkasında odaya dağıhrken, onbaşı da içeriye göz
gezdirdi. Kamburunu çıkarmış oturan adamı görünce gözlerini
kıstı.
"Burada neler oluyor?" diye sordu. O r m a n Muhafızı gülüm-
sedi. Hancı, onun gözlerinin içinin gülmediğini fark etmişti.
"Politika konuşuyorduk," dedi Oranin Muhafızı alaylı bir
dille.
"Ben öyle duymadım," diye yanıtladı onbaşı, sertçe. " H a i n -
ce konuşmalar yapıyormuşsun."
Orman Muhafızı'nın ağzı kuşkuyla açıldı ve kaşlan, sahte
bir şaşkınlıkla havaya kalktı.
"Hain mi?" diye tekrarlayarak, gözlerini merakla oda bo-
yunca gezdirdi. "Birileri kulağına bir şeyler mi fısıldadı yani?
Birileri bir hikâye mi uydurdu yoksa; h e m e n keselim... dille-
rini!"
Her şey o kadar hızlı olup bitti ki, hancı b a n n arkasına at-
layacak zamanı ancak buldu. Orman Muhafızı son kelimesini
söylerken, bir şekilde yayını kapıp kirişi germiş ve okunu fır-
latmıştı bile. Ok, hancının bir saniye önce durmakta olduğu
noktanın arkasından duvara saplandı ve çarpmanın etkisiyle
zangırdayarak ahşap p a n o n u n derinliklerine kadar gömüldü.
"Bu k a d a n yeter..." diye konuşmaya başladı onbaşı. Öne
doğru birkaç adım attı, ama Orman Mulıafızı yayına inanılmaz
bir hızla yeni bir ok takmıştı bile. Okun parlak geniş ucu, on-
başının alnım nişan alıyordu. Ölümle yüz yüze gelen onbaşı,
durdu.
"İndir şunu," dedi. A m a sesinde otorite yoktu ve bunu o
da biliyordu. Rıhtımdaki sarhoşlarla serserileri yola getirmek
başkaydı, yetenekli bir dövüşçü ve eğitimli bir katil olan bir
Orman Muhafızı'nın karşısına çıkmak başka. Bir şövalye bile
böyle bir dövüşe kalkışmadan önce iki kez düşünürdü. Sıradan
bir onbaşının yeteneklerinin çok ötesinde bir şeydi bu.
Bununla birlikte, onbaşı ödlek bir adam değildi ve yerine getir-
onesi gereken bir görevi olduğunu biliyordu. Birkaç kez yutkundu
ve A ardindan, elini hafifçe Orman Muhafızı'na doğru kaldırdı.
"Yayı... aşağı... indir," diye tekrar etti. Karşıdan cevap gel-
medi. Ok, onbaşının göz hizasında alnını ortalayacak şekilde
durmaya devam ediyordu. Adam, duraksayarak öne doğru bir
adım attı.
"Yapma."
Kelime, ağzından d ü m d ü z ve şüphe götürmez bir biçimde
çıkmıştı. Onbaşı, dev bir davul gibi gümbürdeyen kalp atışla-
n n ı odadakilerin de duyup duymadığını merak etti. Derin bir
nefes aldı. Krala sadakat yemini etmişti. Bir asilzade ya da
şövalye değil, yalnızca sıradan bir askerdi. Ama etmiş olduğu
yemine, herhangi bir soyludan daha az önem verdiği anlamı-
na gelmiyordu bu. K o n u m u n d a n gelen nüfuzu yıllardan beri
memnuniyetle kullanmış, sarhoş ve adi suçlularla mücadele
etmişti. A m a iş artık ciddiye binmişti, hem de çok ciddiye.
Otorite ve saygı dolu o yıUann karşılığını ödeyeceği zaman
gelmişti.
Bir adım daha attı.
Okun serbest kalışıyla çıkan tınlama, gerilimle yüklü odada
bulunanlan neredeyse sağır edecekti. Onbaşı, içgüdüsel olarak
irkildi ve bir adım geriye atarak okun acısıyla kesin bir ölümün
karanlığını beklemeye başladı.
Ve birden neler olduğunu anladı. Yayın teli, çatırdayarak
kopmuştu.
Orman Muhafızı, şaşkın gözlerle elindeki işe yaramaz sila-
ha bakakalmıştı. Odadaki herkes, beş saniye boyunca donakal-
dı. Sonrasında ise onbaşı ve adamlan öne atılıp kısa ve kalın
topuzlannı çekerek grili-yeşiUi ufak tefek adamın üzerine çul-
landılar.
Orman Muhafızı darbelerin altında büzülüp devrilirken, ya-
yın telini koparmak için kullandığı küçük bıçağı elinden bırak-
tığını kimsecikler görmemişti. Ama hancı, iki katı iriliğindeki
bir hamalı kolayca alt eden muhafızın neden birden hantallaşıp
savunmasız kaldığını merak ediyordu.
Bes

W ill, bolca rüzgâr alan, çorak Skorghijl adasında koşu-


yordu.
Çakıltaşlarıyla dolu kumsalda beş tur atmıştı. Minik lima-
nın üzerinde yükselen dik kayalıklara çevirmişti yönünü artık.
Tırmanmak için harcadığı çabayla bacakları yanıyor, uyluk ve
baldırlarındaki kaslar isyan ediyordu. Kurt gemisinde hafta-
larca hareketsiz kaldığı için formunu kaybetmeye başlamıştı.
O formu yeniden kazanmaya, kaslanm güçlendirip vücudunu,
H a l t ' u n istediği hale getirmeye kararlıydı.
Oklarını ya da bıçaklarını kullanamayacaktı belki, a m a en
azından, kaçma şansı elde ettiğinde v ü c u d u n u n b u n a hazır ol-
masını sağlayabilirdi.
Ve Will, bu şansı y a k a l a m a y a kararlıydı.
Minik taşlan ve çakılları a y a k l a r i m altında gıcırdatarak
dik yokuşu tırmandı. Rüzgâr, tepelere çıktıkça hızını arttırı-
yordu. Nihayet kayalığın tepesine vardı ve kuzey rüzgânnın
-Skandiyahlar'ın verdiği isimle. Yaz Rüzgârları'nm- gücüne
tanık oldu. Adanın kuzey tarafında dalgalar, boyun eğmek bil-
meyen siyah kayalara çarpıyor, havaya su fışkırıyordu. Will'in
arkasında bulunan liman, denizi, etrafını kayalıklarla bir at
nalı gibi sararak rüzgârdan koruyordu. Bu nedenle nispeten
daha sakindi.
Will, bu tepeye her varişinda yaptığı gibi, görünürde bir
gemi var mı diye okyanusa baktı. Ama her zamanki gibi, in-
safsızca ilerleyen dalgalardan başka bir şey yoktu.
Bakışlarını tekrar limana çevirdi. Geniş kulübeler, bulun-
duğu noktadan minicik görünüyordu. Bir tanesi, Skandiyah
tayfaların uyuduğu yatakhaneydi. Diğeri ise, zamanlarının ço-
ğunu tartışarak, kumar oynayarak ve içki içerek geçirdikleri
yemek salonuydu. Erak'ın Will ve Evaniyn'e ayırdığı kulübe,
yatakhanenin yan tarafındaki uzun duvarlardan birine yaslanı-
yordu. Küçük bir yerdi ama en azından odalannı Skandiyalı-
larla paylaşmak zorunda değillerdi; Will, Evaniyn'e biraz ol-
sun mahremiyet sağlayabilmek amacıyla odanın ortasına eski
bir battaniye asmıştı.
Evaniyn, kulübenin dışında oturuyordu. Kızın o m u z l a n n m
keyifsiz bir şekilde çöktüğünü uzaktan bile görebilen Will,
kaşlarını çattı. Birkaç gün önce, ona birlikte spor yapmayı
önermiş ama Evaniyn bu teklifi reddetmişti. Başımıza gele-
cekleri kabullenmekten başka çaresi kalmamış gibi duruyor,
diye düşündü Will. Evaniyn pes etmiş ve Will'in kıza moral
vermeye çalışıp kaçma ihtimalinden söz ettiği son birkaç gün
boyunca, ki şimdiden bir kaçış planı vardı, karşılıklı gerginlik-
leri artmıştı.
Kızın tavri karşısında şaşkına dönen Will'in kalbi kırılmıştı.
Bu yeni Evaniyn, köprüde yanında mücadele veren Evanlyıî'e
Will'e yardım etmek için kendi güvenliğini hiçe sayarak dar
kirişlerin üzerinden koşturan ve Skandiyalılar aradaki mesafe-
yi kapattığında onları geri püskürtmeye çalışan cesur, kararlı
arkadaşına- hiç benzemiyordu.
Ayrıca kız, garip bir biçimde keyifsizdi. Olumsuz tavrı,
Will'i şaşırtıyordu. Oysa onu, ne olursa olsun hedefinden vaz-
geçmeyecek biri olarak tanımıştı.
Belki de kızlar böyledir, diye düşündü. A m a aklından geçen
bu fikre kendisi bile inanmıyordu. Kızın, ona söylemediği baş-
ka bir derdi olduğunu hissediyordu. Bu düşünceleri aklından
uzaklaştırarak bir kez daha kayalıktan aşağı koşmaya başladı.
Yokuş aşağı koşmak, yokuş yukarı koşmaya göre daha ko-
laydı, ama çok da kolay sayılmazdı. Ayağının altındaki kaygan,
güvenilmez zemin, dengesini sağlamak üzere hızım sürekli ar-
tırması ve geçtiği noktalarda minik heyelanlara yol açması an-
lamına geliyordu. Yokuş yukarı koşu, uyluk kaslarının yanma-
sına neden olurken, aşağı inerken baldırlarıyla ayak bilekleri
ağrıyordu. Yokuşun dibine nefes nefese vardı ve şmav çelcmek
için çakıltaşlarınm üzerine attı kendini.
Birkaç dakika içinde omuzlan yanmaya başlamıştı ama
kendisini zorladı. Gözlerinin içine kadar akan terle önünü gör-
meden, gücü tükeninceye dek çalışmaya devam etti. Kolları,
ağırlığını taşıyamaz olunca, soluk soluğa yüz üstü çakılların
üzerine uzandı.
Şinav çekerken Evaniyn'in yaklaşan ayak seslerini duyma-
mıştı. Kızın sesi, aniden irkilmesine neden oldu.
"Will, zamanım boşa harcıyorsun."
Evaniyn'in sesinde, son birkaç gündür hissedilen 'tartışma'
tonu yoktu bu kez. Neredeyse uzlaşmacı bir sesle konuşuyor,
diye düşündü Will. H o m u r d a n a r a k kalktı ve ellerindeki ıslak
kumu temizleyerek kumsala oturdu.
Kıza gülümseyince, Evaniyn de karşılık vererek yanma çöktü.
"Ne konuda boşa zaman harcıyorum?" diye sordu Will.
Evaniyn, onun şmav çekmekte olduğu kumsalı ve tırmanıp in-
diği kayalığı gösteren belli belirsiz bir işaret yaptı eliyle.
"Tüm bu koşmalar ve egzersizler. Tüm bu kaçış planlan..."
Will, kaşlarım hafifçe çattı. Evaniyn ile bir tartışmaya gir-
mek istemiyordu, dolayısıyla kızın sözlerine şiddetli tepki ver-
memeye dikkat edecekti. Mantıklı, tarafsız bir dil kullanmayı
tercih etti.
" F o r m d a kalmak, asla zaman kaybı değildir," dedi.
Evaniyn, çocuğun hakkını teslim ederek başıyla onayladı.
"Belki de öyledir. A m a ya şu kaçma işleri? Buradan hem de?
Ne kadar şansımız var ki?"
Will, dikkatli olması gerektiğini biliyordu. Evaniyn'i azar-
lıyormuş gibi bir tavır takınırsa, kız yeniden kabuğuna çeki-
lip ondan uzaklaşabilirdi. Ama o, bu tür durumlarda u m u t l a n
canlı tutmanın ne kadar önemli olduğunun farkındaydı ve bu
gerçeği Evaniyn'e de aktarmak istiyordu.
"Olasılıkların pek de u m u t vaat etmediğini itiraf ediyorum,"
dedi. "Ama gün doğmadan neler doğar. Moralimizi bozma-
malı, pes etmemeliyiz. Halt bana bunu öğretti. Asla pes etme,
çünkü karşına bir fırsat çıktığında, o fırsatı kullanmaya hazır
olmalısın. Lütfen pes etme, Evaniyn."
Kız yine başını iki yana sallıyordu ama hiç de tartışmak
istiyormuş gibi bir hali yoktu.
" D e m e k istediğimi anlamıyorsun. Ben pes falan etmedim.
Sadece b u n u n vakit kaybı olduğunu söylüyorum, çünkü buna
gerek yok. Kaçmamız gerekmiyor. Başka bir çıkış yolumuz
var"
Will, sanki bu diğer çıkış yolunu görebilecekmiş gibi, etra-
fına bakındı.
"Öyle m i ? " dedi. " K o r k a n m ben o yolu göremiyorum."
"Fidyeyle serbest kalabiliriz," dedi kız. Bunun üzerine Will
-hakaret amacıyla değil ama kızın saflığından samimi bir keyif
alarak- kahkahalara boğuldu.
"Hiç sanmıyorum. Bir muhafız çırağıyla bir hizmetçiye kim
fidye öder ki? Yani, eğer yapabilse Halt yapardı ama o kadar
parası yoktur. O kadar parayı kim öder ki bizim için?"
Evanlyn duraksadı, ardından bir karara varmış gibi bir tavır
takındı.
"Kjral," dedi yavaşça. Will, kıza aklını kaçırmış gibi baktı.
İşin aslı, bir an için kızın gerçekten çıldırdığım düşünmüştü.
Evaniyn'in akh başka yerlerde gibiydi.
"Kral m ı ? " diye tekrarladı Will. "Kralın bize ilgi göstermesi
için bir neden var mı ki?"
"Ben onun kızıyım."
Will'in yüzündeki tebessüm kayboldu. Doğru duyduğun-
dan emin olamayarak, gözlerini kıza dikti. Derken Gilan'm
Keltika'daki sözlerini hatırladı. Genç OrmanMuhafizı, Evaniyn'in
hikâyesinde doğru olmayan bir şeyler var, demişti ona.
"Sen k r a l ı n . . . " diye başladı ve durdu. Aklının alamayacağı
kadar büyük bir olaydı bu.
"Kızıyım. Çok özür dilerim, Will. Sana daha önce söyle-
meliydim. Beni bulduğunuzda kılık değiştirmiş, Keltika'ya
seyahat ediyordum," diye açıkladı Evaniyn. "İnsanlara gerçek
adımı söylememek bende alışkanlık haline geldi. Gilan yanı-
mızdan ayrıldıktan sonra söyleyecektim sana. Ama söylersem,
beni derhal babama götürmekte ısrar edecektin."
Will başını salladı; anlatılanlan takip etmeye çalışıyordu.
Etrafı kayalarla kaplı, minik liman boyunca bakındı.
"Kötü mü olurdu?" diye sordu kıza, acı bir ses tonuyla.
Evaniyn, kederli kederli gülümsedi ona.
"Düşünsene, Will. Kim olduğumu buseydin eğer, Wargalla-
rı asla takip etmezdik. Köprüyü de asla bulamazdık."
"Asla yakalanmazdık da," diye ekledi Will, a m a kız başını
bir kez daha iki yana salladı.
"Morgarath savaşı kazanırdı," dedi basitçe.
Will gözlerinin içine baktığı an kızın haklı olduğunu anladı.
Aralarında uzun bir sessizlik yaşandı.
"Yani senin a d ı n . . . " Will duraksaymca, cümleyi onun ye-
rine Evaniyn tamamladı.
"Cassandra. Prenses Cassandra." Ardından pişmanlık dolu
bir tebessümle ekledi. "Ve son birkaç gündür prenses edalarına
girdiysem, senden özür dilerim. Sana gerçeği söylemediğim
için kendimi kötü hissediyordum. Hırsımı senden almak iste-
mezdim."
"Hayır, sorun değil," dedi Will, belli belirsiz. Bu sürpriz
karşısında hâlâ şaşkındı. Derken aklına bir fikir geldi. "Erak'a
ne zaman söyleyeceksin?"
BUZLAR ÜLKESİ

"Ona söylemesem daha iyi olur," dedi Evanlyn. "Bu tür


şeyler, üst düzey kişilerle halledilir. Erak ile adamları, korsan-
dan fazlası değil. Ne tepki verirler, bilmiyorum. Bana kalırsa,
Skandiya'ya varıncaya dek Evanlyn olarak k a l m a m en iyisi.
Sonrasında yöneticilerine yaklaşmanın bir yolunu b u l u r u m ;
neydi adı?"
"Ragnak," dedi Will zihni kanşarak. "Yüce Kont Ragnak."
Evanlyn elbette haklı, diye düşündü. Araluen Prensesi Cas-
sandra, Yüce K o n t ' u n küçük bir servet kazanmasını sağlaya-
caktı. Skandiyalılar temelde paralı asker olduklarından, kızm
fidye karşılığı salıverileceğinden şüphesi yoktu.
Öte yandan, o n u n durumu, ayrı bir meseleydi. Bu sırada,
kızm yeniden konuşmaya başladığını fark etti.
"Onlara kim olduğumu açıkladıktan sonra, ikimizin de fid-
ye karşılığı kurtulmamızı ayarlayacağım. Babamın b u n a onay
vereceğine eminim."
Sorun da buydu zaten ve Will, d u r u m u n farkındaydı. Bel-
ki de prensesin babasına bizzat başvurma şansı bulunsaydı,
ikna olabilirdi. A m a mesele, Skandiyalılar'a kalacaktı. Kral
D u n c a n ' a kızının ellerinde olduğunu haber verip bir fidye ra-
kamı belirleyeceklerdi. Soylular ve prensesler fidye karşılığın-
da kurtarılabilirdi; işin aslı, savaş zamanlarında sıkça görülen
bir şeydi bu. A m a savaşçılar ve O r m a n Muhafızları'na gelince,
iş değişiyordu. Skandiyalılar, çırak bile olsa, ileride onlara so-
run çıkarabilecek bir O r m a n Muhafızı'nı salıvermek isteme-
yebilirlerdi.
M a d a l y o n u n bir de diğer yüzü vardı. Mesajın Araluen'e
varması için aradan aylar, belki de yılın en güzel zamanlarının
geçmesi gerekecekti. D u n c a n ' i n yanıtı da bir o kadar z a m a n
geçtiicten sonra gelecelcti. Sonrasında da görüşmeler başlaya-
caktı. Tüm bu süre zarfında, Evaniyn güvende tutulacak ve ra-
hatı yerinde olacaktı. Neticede değerli bir kişiydi. Ama Will'in
başına ne geleceğini kim bilebilirdi? Fidye ödendiğinde ölmüş
bile olabilirdi çocuk.
Evaniyn belli ki bu kadar kapsamlı düşünmemişti. Kendi
fikri üzerinden konuşmaya devam ediyordu.
"Görüyorsun Will, tüm bu koşup tırmanmalara ve kaçış
planlarına hiç gerek yok. Hem Erak da kuşkulanmaya başladı.
O, aptal bir adam değil. Onu seni izlerken gördüm. Rahatla ve
her şeyi bana bırak. İkimizi birden eve götüreceğim."
Will, düşüncelerini dile getirmek üzere ağzını açtı ve ye-
niden kapattı. Birden, kızın onun bakış açısını kabullenme-
yeceğini anlamıştı. Kararlı ve iradeli bir insandı Evaniyn;
dediğim dedikti. Will bunu şimdi anlıyordu. Eve dönüşlerini
ayarlayabileceğine ikna olmuştu ve Will'in söyleyeceği hiçbir
şey, onun fikrini değiştiremeyecekti. Kıza gülümseyip başıyla
onayladı. Her zamanki tebessümünün kötü bir kopyasını kon-
durmuştu yüzüne.
Eve dönüş yolunu tek başına bulması gerektiğini içten içe
biliyordu.
ALTI

K ral D u n c a n ' m hüküm sürdüğü topraklarin merkezi olan


Araluen Şatosu, inanılmaz güzellikte bir yapıydı.
Sivri uçlu, uzun kulelerle gök5aizüne yükselen kemerli pa-
yandalar*, şatonun gücünü ve dayanıklılığını gölgede bırakan,
neredeyse canlıymış gibi duran bir zarafete sahipti. Bal renkli,
devasa taş bloklarla inşa edilmiş olan şato gerçekten de çok
güzeldi, ama ele geçirilmesi de bir o kadar olanaksızdı.
Çok sayıdaki yüksek kule, şatoya aydınlık ve ferahlık katı-
yordu. Bir yandan da şato sakinlerine, duvarlara h ü c u m etme
gafletinde bulunacak saldırganların üzerine ok ve taş yağdırıp
kaynar yağ dökebilecekleri siperler sağlanmış oluyordu.
U z u n süreli bir kuşatma halinde geri çekilip savunması kolay
bir dizi geri siper oluşturulmasını sağlayan duvar, demir par-
maklık ve asma köprülerin içine yerleştirilmiş olan taht odası,
şatonun tam kalbinde yer alıyordu. Çok yükseklerdeki kemerli
tavanı ve siyahlı pembeli mermer karolardan oluşan taş zemi-
niyle taht odası da şatonun her yeri gibi devasa boyutlardaydı.
Binayı dengede tutabilmek, çökmesini ya da kaymasını engellemek
amacıyla kullanılan ahşap ya da betondan dayanak.
Pencerelere kış güneşi altında ışıldayan vitraylar takılıy-
dı. Duvarların gücüne güç katan sütunlar gruplara ayrılmış ve
odanm içindeki aydınlık ve mesafe oyunlarinı arttırmak üzere
içlerine oluklar açılmıştı. D u n c a n ' m basit meşe tahtının üze-
rinden, kuzey duvarına h ü k m e d e n bir meşe yaprağı oyması
geçiyordu. Odanm öteki ucunda, D u n c a n ' m kabinesi için ah-
şap sıra ve masalar tahsis edilmişti. Ortada kalan bölge, saray
erkânından birkaç yüz kişinin ayakta durabilmesi için boştu.
Saraylılar, merasim günlerinde ortaya toplanıyor, parlak renkli
kıyafetleri ve annaları, vitrayların kırmızı, mavi, sarı ve turun-
cu renklerini yakalıyordu. Böylece cilalı zırhlarıyla miğferle-
rinden etrafa parlak ışıklar saçılıyordu.
O gün, D u n c a n ' m emri üzerine, yalnızca on iki kişi vardı
içeride. Kanunlara göre en az bu sayıda insanın adaletin ye-
rine getirildiğine şahitlik etmesi gerekiyordu. Kral, önündeki
davadan hiç de hoşnut değildi. Ve gerekeni yaparken, yanında
olabilecek en az sayıda sabitin bulunmasını istemişti.
Çatık kaslarıyla tahtına oturdu, gözleri odanın öteki u c u n d a -
ki yüksek kapılara kilitlenmişti. Kabzasına D u n c a n ' m simgesi
olan leopar kafası kazılı büyük kılıcı, kınının içinde, tahtın sağ
tarafına dayalı duruyordu.
Son on beş yıldır D u n c a n ' m teşrifatçılığını yapmakta olan
Lord Anthony, tahtın yan tarafında ve birkaç adım aşağısında
duruyordu. Anlamlı gözlerle krala baktı ve h ü k ü m d a n n dikka-
tini çekmek için özür dilercesine boğazını temizledi.
D u n c a n ' m sorulmamış bir soruyla kalkan kaşlannm altın-
daki mavi gözleri ona döndüğünde, teşrifatçı başını salladı.
" Z a m a n geldi, majesteleri," dedi usulca.
Kısa boylu ve aşın kilolu bir adam olan Lord Anthony, bir
savaşçı değildi. Silah kullanmasını bilmiyordu ve bunun sonu-
cu olarak da yumuşak ve eğitimsiz kaslara sahipti. Onun de-
ğeri, yöneticiliğindeydi. Araluen Krallığı, büyük ölçüde onun
katkısı sayesinde, insanlann uzun zamandan beri bolluk ve re-
fah içinde yaşadıkları bir ülkeydi.
D u n c a n , sevilen ve adil bir kraldı. Ancak bu, onun güçlü bir
hükümdar ve altı yüz yıldır ataları tarafından yazılıp korunmuş
kanunları icra etmekte kararlı olmadığı anlamına gelmiyordu.
D u n c a n ' ı n içindeki sıkıntıyla çatık kaşlanmn nedeni de
buydu. Zira, o kanunlardan birini, arkadaşı ve sadık hizmetkârı
olan bir adamın üzerinde uygulaması gerekecekti şimdi. Aslın-
da, D u n c a n ' m her şeyini borçlu olduğu bir adamdı bu; son yir-
mi yıl içinde Araluen'in korkunç bir yenilgi sonucu bir delinin
ellerine düşmesini iki kez engellemişti.
Lord Anthony, huzursuzca kımıldandı. D u n c a n onun bu ha-
reketini görünce, yenilgiyi kabul ettiğini gösteren bir el hare-
keti yaptı.
"Pekâla," dedi. "Haydi şu işi bitirelim."
Anthony, yüzünü taht odasına doğru çevirdi. Orada toplan-
mış olan birkaç kişi hareketlenerek beklentiyle bakışlarını ka-
pılara çevirmişti. Teşrifatçının m a k a m sembolü, çelik üzerine
mıhlanmış uzun, abanoz bir asaydı. Asasını kaldırarak taş ze-
mine iki kez vurdu. Çeliğin taşa vurmasıyla duyulan çınlama,
oda boyunca yankılanarak kapalı kapıların arkasında bekle-
mekte olan adamlara kadar ulaştı.
Küçük bir duraksama yaşandı; ardından kapılar, m ü k e m -
mel bir biçimde yağlanıp dengelenmiş menteşeleri neredeyse
hiç ses çıkarmadan ardına dek açıldı. İçeri giren minik grup,
yavaş tören adımlanyla ilerleyerek tahtın önündeki geniş mer-
divenlerin başında durdu.
Topu topu dört kişiydiler. Üçü, Kral M u h a f ı z l a n ' n m tu-
nik, zırh ve miğferlerini giyiyordu. Dördüncüsü ise, yeşil-gri
karışımı kıyafetler içindeki ufak tefek bir adamdı. Kelleşmiş
kafasındaki kır saçlan dağınık ve kötü tıraşlıydı. Öndeki iki
muhafızın arasında ilerliyor, üçüncü muhafız ise hemen onun
arkasından geliyordu. Kısa boylu adamın yüzünün kurumuş
kanla kaplı olduğunu gördü Duncan. Ayrıca sol yanağının üst
kısmında, gözünün kapanmasına neden olmuş, çirkin bir yara
bulunuyordu.
"Halt?" dedi Duncan, kendine engel olamadan. "İyi misin?"
H a l t ' u n bakışları kralınkilerle karşılaştı. Duncan, bir an için
orada, tarifsiz bir keder gördüğünü sandı. H e m e n sonrasında ise
o kederin yerini alaycı ve öfkeli bir kararlılık aldı.
"Olabileceğim kadar iyiyim, majesteleri," dedi Halt, kuru
bir sesle.
Lord Anthony, ani bir tepkiyle "Çeneni tut, tutuklu!" diye
bağırdı. Bunun üzerine, H a l t ' u n yanında duran onbaşı, tutuk-
luya vurmak üzere elini kaldırdı. Ama darbeyi indiremeden,
D u n c a n tahtından kalkacak oldu.
"Yeter artık!" Sesi, neredeyse bomboş olan salonda yankı-
lanınca, utanan onbaşı elini indirdi. D u n c a n ' m aklından, oda-
daki kimsenin bu durumdan hoşnut olmadığı gerçeği geçiyor-
du. Halt, tüm krallıkta tanınan ve saygı duyulan bir kişilikti.
Ne yapması gerektiğini bilen ama bundan nefret eden Duncan,
duraksadı.
"Suçlamaları okuyayım mı, majesteleri?" diye sordu Lord
Anthony. Bunu aslında D u n c a n ' m ona söylemesi gerekiyordu.
Kral gönülsüz bir biçimde elini salladı.
"Evet, evet. Devam et bakalım," diye mırıldandı. Ona ba-
kan A n t h o n y ' n i n yüzünde alınmış bir ifade vardı. Kral, birden
verdiği karardan pişman oldu. Anthony de bunu yapmak iste-
miyor, diye düşünerek, özür dilercesine omuz silkti.
"Affedersiniz, Lord Anthony. Lütfen suçlamaları okuyun."
Anthony b u n u n üzerine tedirginlikle boğazını temizledi.
Kralın resmiyeti bir yana bırakmış olması yeterince kötüydü.
Ama bir de ondan özür dileme ihtiyacı hissetmesi, teşrifatçıyı
iyice utandırmıştı.
"Majesteleri'nin ordusundan bir O r m a n Muhafızı, kralın
hizmetkân ve G ü m ü ş Meşe Yaprağı taşıyıcısı olan Tutuklu
Halt, kralın şahsiyeti, doğum hakkı ve soyu hakkında hakaret-
lerde bulunmuştur, majesteleri," dedi.
Küçük şahit grubundan yükselmeye başlayan zayıf uğultu,
taht kürsüsünde durmakta olan ikiliye kadar geliyordu. Dım-
can başını kaldırarak uğultunun kaynağını aradı. R e d m o n t
Şatosu'nun sahibi ve H a l t ' u n hizmet verdiği toprakların hû-
k ü m d a n olan Baron Arald olabilirdi. Belki de Orman Muhafızı
Birlikleri'nin Komutanı Crowley idi. Bu ikisi, H a l t ' u n en eski
dostlarıydı.
"Majesteleri," diye devam etti Anthony, "size şunu hatır-
latırım ki, kral hakkındaki bu yorumlan tutuklunun sadakat
yeminini ihlal etmekte ve böylece vatana ihanet suçlamasını
gerektirmektedir."
D u n c a n , teşrifatçısına kırgın bir ifadeyle baktı. Vatana iha-
net konusundaki kanun çok açıktı. Bu suça verilebilecek yal-
nızca iki ceza bulunuyordu.
"Elbette, Lord Anthony," dedi. "Öfke dolu birkaç söz söy-
lemek istersiniz herhalde?"
Anthony, hayretler içindeydi. Kralın bu konuda onu etkile-
meye çalışmayacağını umut etmişti.
"Majesteleri, bu durum, edilen yeminin ihlalidir. Sorun söy-
lenen sözlerde değil, tutuklunun yeminini o sözleri halk içinde
sarf ederek bozmuş olmasındadır. Bu konudaki yasa çok açık-
tır." H a l f a baktı ve çaresiz bir ifadeyle ellerini iki yana açtı.
Yüzü yara bere içinde olan Orman Muhafızı, hafifçe gü-
lümseyerek "Ve krala haber vermeseydiniz, siz de kendi ye-
mininizi ihlal etmiş olacaktınız, Lord Anthony," dedi. Bu kez
Anthony, sessiz kalmasına dair bir şey söylemedi. Üzgün bir
tavırla başını sallayıp söylenenleri onayladı. Halt haklıydı.
Saçma sapan sarhoş tavırlarıyla içinden çıkılmaz bir durum
yaratmıştı.
Duncan bir an duraksayıp konuşmaya başladı.
"Halt, burada mutlaka bir yanlış anlama olmalı, öyle değil
mi?" diye sordu. Orman Muhafızı'nın suçlamalardan bir şekil-
de paçasını kurtarması ümidiyle. Halt, omuz silkti.
"Suçlamaları reddedemem, majesteleri," dedi tarafsızca.
"Sizin hakkınızda pek de... hoş olmayan şeyler söyledim."
Halt'un bu hakaret dolu yorumlan en azından altı şahidin
önünde yapmış olması da içinde bulundukları açmazın bir di-
ğer yönüydü. D u n c a n arkadaşı olarak Half u affedebilirdi; ke-
sinlikle affederdi de. Ama bir kral olarak, mevkisinin itibarını
korumak zorundaydı.
"Ama... neden, Halt? Bunu bize neden yapıyorsun?"
Omuz silkme sırası Orman Muhafızı'ndaydı şimdi. Gözle-
rini kralınkilerden kaçırdı. Kısık sesle, D u n c a n ' ı n anlayamadı-
ğı bir şeyler mırıldandı.
"Ne dedin?" diye sordu Duncan, kendine bir çıkış yolu ara-
yarak. Halt, başını kaldırarak ona baktı.
"Haddinden fazla içtim, majesteleri," dedi yüksek sesle.
Keyifsiz bir tebessümle ekledi. "İçkiyle aram asla iyi olma-
mıştır. Belki suçlamalara sarhoşluğu da eklemek istersiniz, ha
Lord Anthony?"
A n t h o n y ' n i n protokolcü tavrından eser kalmamıştı artık.
"Lütfen H a l t . . . " diye söze başladı. Orman Muhafızı'ndan
kovuşturmayı hafife almamasını rica edecekti. H e m e n arkasın-
dan kendisini toparlayıp krala döndü.
"Suçlamalar bunlar, majesteleri. Tutuklu tarafından da itiraf
edildiler."
D u n c a n , uzun bir süre konuşmadan oturmaya devam etti.
Halt'un gözlerindeki küstah ifadenin ötesine geçip, ufak tefek
adamın hareketlerinin nedenini anlamaya çalışıyordu. Orman
Muhafızı'nın, çırağını kurtarmasına izin verilmediği için kız-
gın olduğunu biliyordu. Ama Duncan, Halt'un, Foldar mese-
lesi çözülünceye dek Araluen'de kalması gerektiğine yürekten
inanıyordu. Morgarath'ın eski yardımcısı, her geçen gün daha
büyük bir tehlike haline geliyordu ve Duncan, en yetenekli da-
m ş m a n l a n n ı n bu meseleyle ilgilenmelerini istiyordu.
Ve Halt da en iyilerden biriydi.
D u n c a n parmaklarini, tahtın ahşap kolunda sinirle oynattı.
Hiç de H a l t ' a özgü tavırlar değildi bunlar. Birbirlerini tanıdık-
lan bunca yıl boyunca, Halt, kendi çıkarlarını asla krallığınki-
lerin önüne koymamıştı. Şimdiyse sözümona intikam alıyordu.
Kralı şahitlerin önünde alenen küçük düşürmüştü. Ne görmez-
den gelinebilir ne de arkadaşlar arasında sarf edilmiş öfke dolu
birkaç kelime diye geçiştirilebilirdi hareketleri. D u n c a n , eski
dostu ve danışmanına çevirdi bakışlarını. Halt, yere bakıyordu
artık. Belki de af dilese, tahta verdiği eski hizmetlerinden do-
layı hoşgörülmek istese, herhangi bir şey yapsa...
"Halt?" diye farkına varmadan konuşmaya başladı D u n -
can. Orman Muhafızı başını kaldırınca, çaresizce bir el işareti
yaptı. Ama H a l t ' u n bakışları, kralınkilerle buluştuğunda bile
sertti. D u n c a n , o gözlerde hiçbir merhamet arayışı b u l u n m a -
dığını görebiliyordu. Halt kırlaşan başım iki yana sallayınca,
D u n c a n ' m kalbi iyice buruldu. Bir kez daha uzlaşmayı denedi.
Anlayışlı, ufak bir tebessüm oturttu yüzüne.
"Şunu u n u t m a ki. Halt," dedi makul bir ses tonuyla, "ne
hissettiğini anlamıyor değilim. Öz kızım da çırağının yanında.
Krallığı kendi haline bırakıp kızımı kurtarmaya gitmek iste-
medim mi sanıyorsun?"
"Ortada oldukça büyük bir fark var, majesteleri. Bir kralın
kızına, basit bir Orman Muhafızı çırağından daha iyi davranıl-
ması olasıdır. Sonuçta değerli bir tutsak olacaktır kızınız."
D u n c a n , sandalyesinde geriye yaslandı. H a l t ' u n acı sesi,
yüzüne bir tokat gibi inmişti. D a h a da kötüsü, H a l t ' u n haklı
olduğunu fark etmişti. Skandiyalılar'm, Cassandra'nın kimli-
ğini öğrenmelerinin ardından fidye beklenirken, kıza iyi dav-
ranılacaktı. Kederlenerek, Halt ile aralarındaki mesafenin daha
da açıldığını fark etti.
Aralarındaki sessizliği bölen Anthony oldu.
"Kendisini savunmaması halinde, tutuklunun suçlu olduğu-
na hükmedilir," diye uyardı Halt'u.
Ancak H a l t ' u n gözleri hâlâ kralın üzerindeydi ve bir kez
daha, başım iki yana salladı. Anthony, tereddüt içindeydi; oda-
daki diğer soylularla görevlilere bakıyor, birilerinin H a l t ' u
savunmasını umuyordu. Ancak söylenecek hiçbir şey yoktu.
Teşrifatçı, Baron Arald'm kahn omuzlarının kederle çöktüğü-
nü, bakışlarmı öteye çeviren Crowley'nin yüzüne yayılan acılı
ifadeyi izledi.
"Tutuklu suçludur, majesteleri," dedi Anthony. "Size de ce-
zasını ilân etmek kalıyor."
Bir kral olmanın sizi asla hazırlamadıklan cilvelerinden biri
daha gelip çatmıştı işte. Bir tarafta sadakat, dalkavuklar, güç
ve törenler; öteki tarafta ise konforlu bir yaşam, güzel yemek
ve şaraplarla en kaliteli kıyafeüer, atlar ve silahlar yer alıyor-
du.
Ve ardından, insanın tüm bunların bedelini ödemesi gereken
anlar geliyordu. Şimdiki gibi, k a n u n u n uygulanması gereken
anlar. Geleneklerin korunması gereken anlar. Mevkisinin say-
gınlığıyla gücünün, en değerli dostlarından birini yok etmek
pahasına olsa bile korunması gereken anlar.
"Yasa, ihanet suçu için iki olası ceza öngörmektedir, majes-
teleri," diye yeniden hareketlendi, D u n c a n ' m bunun her daki-
kasından nefret ettiğini bilmekte olan Anthony.
"Evet, evet biliyorum," diye öfkeyle mırıldandı D u n c a n ,
ama A n t h o n y ' n i n sözünü kesebilecek kadar hızlı davranama-
mıştı.
"Cezası, ölüm ya da sürgündür. D a h a azı olmaz," diye cid-
diyetle ilan etti teşrifatçı. O konuşurken, D u n c a n , içinde bir
u m u t ışığı doğduğunu hissetti.
"Seçeneklerimiz bunlar mı. Lord A n t h o n y ? " diye sordu
emin olmak için. Anthony, ağırbaşlı bir tavırla onayladı.
"Başka ihtimal yok. Ya ölüm ya da sürgün olmalı, majes-
teleri."
D u n c a n , usulca ayağa kalktı ve sağ elindeki kını öne doğru
uzattı. İçi huzurla doluydu. Emin olmak için sorusunu iki kez
tekrarlamıştı ne de olsa. Teşrifatçının sözleri, taht odasındaki
şahitlerce, kelimesi kelimesine du3aılsun diye.
"Halt." Kesin bir ifadeyle konuşuyor, odadaki tüm gözlerin
üzerinde olduğunu hissediyordu. "Eski R e d m o n t Orman M u -
hafızı, bu vesileyle seni, Araluen ülkesinin yöneticisi sıfatıyla,
tüm topraklarımdan sürgün ediyorum."
Dinleyiciler, cezanın ölüm olmamasından dolayı rahatlar-
ken, salonda yeniden iç geçirmeler duyuldu. Kimsenin ölüm
cezası beklemediğini biliyordu D u n c a n . A m a artık sıra, işin
beklenmedik tarafına gelmişti.
"İhlal edilmesi halinde karşılığı ölüm cezası olmak üzere,
bu krallığa..." H a h ' u n gözlerindeki kederi, kır saçlı Orman
Muhafızı'nın artık saklayamadığı acısını görünce bir an tered-
düt etti. Ama yine de sözlerini tamamladı.
"...bugün itibanyla, bir yıl boyunca girişin yasaklanmış-
tır."
Taht odasında ani bir hareketlenme yaşandı. Yaşadığı şok
yüzünden okunan Lord Anthony, öne atıldı.
"Majesteleri! İtiraz ediyorum! Bunu yapamazsınız!"
D u n c a n ' m yüzüne hâlâ ciddi bir ifade hâkimdi. Ama diğer-
lerinin kendilerini kontrol edebildikleri söylenemezdi. Baron
Araid'm yüzüne geniş bir gülümseme yaydmıştı, ağzı kulak-
larına varan Crowley ise, yüzünü Orman Muhafızı pelerini-
nin gri kukuletasına saklamaya çalışıyordu. H a l t ' u n , konuş-
manın seyri karşısında ilk defa şaşkına döndüğünü fark eden
D u n c a n ' ı n içi, zalim bir tatminle doldu. Ama durumu yüksek
sesle protesto etmekte olan Lord Anthony kadar şaşıranş ola-
mazdı Halt. Kaşları şüpheyle yukarı kalkan kral, teşrifatçısına
döndü.
"Yapamam mı dediniz. Lord Anthony?" diye sordu, krallara
yakışır bir saygınlıkla. Krala emir vermenin ona düşmediğini
fark eden Anthony, hızla sözlerini yutmak zorunda kaldı.
"Yani, majesteleri... sürgün... şey, sürgündür," diye yanm ya-
malak tamamladı cümlesini. Duncan ciddiyetle başını salladı.
"Kesinlikle," diye yanıtladı. "Ve senin de söylemiş olduğun
üzere, iki seçenekten biri sürgün."
"Ama majesteleri, sürgün... sürekhdir! Ömür boyu sürer!"
diye itiraz etti Anthony. Yüzü, utancından kıpkırmızı kesilmişti.
H a l t ' a karşı kin beslemiyordu. İşin aslı, kralın itibarını ayaklar
altına aldığı için tutuklanıncaya dek. Orman Muhafızı'na kar-
şı, uzaktan uzağa hayranlık duyuyordu. Ama sonuçta, hukuk
ve mülkiyet konularında krala tavsiye vermek de görevinin bir
parçasıydı. ,
"Bu durum yasada açık seçik izah edilmiş mi?" diye sordu
D u n c a n . Bu süre zarfında makam asasını düşürmesine ramak
kalan Anthony, başını iki yana sallayıp çaresizliğini ortaya ko-
yan bir el işareti yapmak zorunda kaldı.
"Şey, açık seçik değil, hayır. Buna gerek yok ki. Sürgün,
daima ömür boyu olmuştur. Geleneksel olarak böyledir!" diye
ekledi.
"Aynen öyle," dedi Duncan. "Ve gelenek, kanun değildir."
"Ama..." diye başladı Anthony ve h e m e n arkasından, ne-
den bu kadar çok itiraz ettiğini merak ederken buldu kendini.
D u n c a n , hem Halt'u cezalandıracak bir yol bulmuş hem de
merhametli bir hükümdar olduğunu göstermişti işte.
Odadaki tereddütlü havayı fark eden kral, yeniden söz
aldı.
"Konu hallolmuştur. On iki aylığına sürgün edildin, tutuk-
lu. Araluen sınırlarını terk etmek için kırk sekiz saatin var."
D u n c a n ' i n gözleri, Halt'unkilerle son bir kez buluştu. Or-
man Muhafızı, saygı ve minnet dolu bir ifadeyle yana eğdi ba-
şım. Duncan iç geçirdi; Halt'un durumu neden bu kadar zor-
ladığına dair hiçbir fikri yoktu. Belki de, aradan bir sene geç-
tikten sonra öğrenecekti. Birden, tüm bu meseleye karşı içinde
yükselen tiksinti dalgasının farkına vardı. Bu arada kmındaki
kılıcı kemerine soktu.
"Bu mesele kapanmıştır," diye ilan etti. " M a h k e m e bitmiş-
tir."
Arkasını döndü ve sol taraftaki küçük kabul salonuna ge-
çerek taht odasını terk etti. Salondakileri inceleyen Anthony,
omuzlarım silkti.
"Kral konuştu," dedi; tüm bu olanlardan ne kadar bunaldı-
ğı, ses t o n u n d a n anlaşılıyordu. "Tutuklu, on iki aylığına sür-
gün edilmiştir. Muhafızlar, götürün."
Sözlerini bitirince, kralın ardından taht odasını terk etti.
YEDI

W
liyordu.
ill, kumsalda bir tur daha atıp ardından hızla on şinav
çekerken, Evanlyn, onu giderek artan bir hiddetle iz-

Will'in bu saçma egzersiz programında neden ısrar ettiğini


bir türlü anlayamıyordu. Yalnızca formda kalmak için yapsa,
anlayabilirdi; Skorghijl'de yapılacak çok az şey vardı sonuçta
ve bu da oyalanmanın bir yoluydu. Ama Evanlyn, işin için-
de başka bir iş olduğundan şüpheleniyordu. Birkaç gün önce
yapmış oldukları sohbete rağmen, Will'in hâlâ kaçış planları
peşinde olduğuna emindi.
"Keçi gibi inatçı, budala," diye mırıldandı kız. Tipik bir oğ-
lan çocuğu işte, diye düşündü. Kendisinin, yani bir kızm ipleri
eline alarak Araluen'e dönüşlerini planlamasını h a z m e d e m i -
yormuş gibiydi Will. Kaşlarını çattı. Oğlanın Keltika'daki ta-
vırları hiç böyle değildi oysa. Morgarath'ın devasa köprüsünü
yok etmeyi planladıkları sırada, Evaniyn'in fikirlerine çok de-
ğer veriyordu. Will'deki değişiklik, kızın merakını uyandırı-
yordu.
Bu sırada Will, kumsala inip geminin filikasıyla kıyıya yanaş-
makta olan Svengal'in yanına gitmişti. Skandiyah komutan yar-
dımcısı, başanlı bir balıkçıydı. Filikayı hava elverdikçe, hemen
her sabah denize çıkanyor, Skorghijl limanının soğuk, derin deni-
zinde yakaladığı taze morina ve levrek, tuzlanmış et, balık ve lifli
sebzelerden oluşan menülerinde tatlı bir değişiklik yaratıyordu.
Will Skandiyah ile konuşurken, Evaniyn, içi kıskançlıktan
cız ederek onları izliyordu. Will'in insanlarla kolayca anla-
şan, arkadaş canlısı mizacına sahip olmadığının farkındaydı.
Will'in açık ve dostane tavırları, yeni tanıştığı kişilerle bile
h e m e n derin bir sohbete dalmasını sağlıyordu. İnsanlar, sanki
içgüdüsel olarak seviyorlardı onu. Öte yandan Evaniyn, ya-
bancıların yanında huysuzlaşıp geriliyordu. Bunun, bir prenses
olarak yetiştirilmesinden kaynaklanabileceği, aklına bile gel-
miyordu. O sabah Will'e öfkelenmişti; oğlanın minik filikayı
kabaran denizin üzerinden savaşçıyla beraber kıyıya çekişi ise
yalnızca bu kızgınlığın artmasına yol açmıştı.
Kumsaldaki bir taşa öfkeyle tekme savurdu. Taş sandığın-
dan büyük ve sert çıktığında, küfredip topallayarak Will ile
yeni arkadaşını göremeyeceği kulübeye girdi.

"Balık vurdu m u ? " dedi Will, tarih boyunca tüm balıkçılara


yöneltilmiş olan soruyu sorarak. Svengal, başını teknenin di-
bindeki balık yığınına doğru çevirdi.
"Şurada güzel bir tane var." Sekiz ya da dokuz tane küçük
ama iş görür balığın arasında, kocaman bir m o r i n a balığı duru-
yordu. Etkilenen Will, başını salladı.
" H e m de ne güzelmiş," dedi Will. "Temizlerken yardım is-
ter misin?"
Nasılsa balıklan temizlemesi söylenecekti ona. Her türlü
temizlik, yemek pişirme ve servis işi, ondan ve Evaniyn'den
soruluyordu. Ama Will, Svengal'la arkadaş olmak istiyordu.
Bu sayede çocuk temizlikle uğraşırken Skandiyalı da yanın-
da kalıp onunla sohbet edebilirdi. Fark etmiş olduğu üzere,
Skandiyahlar'ın çeneleri, -özellikle karşılarındaki meşgulken-
iyice açılıyordu.
"Sen bilirsin," dedi iriyarı Skandiyalı, küçük bir bahkçı bı-
çağım balık yığınının üzerine fırlatarak. Will, balıklan dışarı
taşıyıp p u l l a n kazıma, bağırsakları çıkarma ve temizlemeden
oluşan pis işlere başlayınca, savaşçı da filikanın siperliğine
oturdu. Will, Svengal'in o n u n yanında kalacağını biliyordu.
Skandiyalı'nın k o c a m a n morinayı kulübeye bizzat götürerek
hava atmak isteyeceğinin farkındaydı. Balıkçılar övgüye ba-
yılırdı.
"Svengal," dedi Will, levreklerden birinin pullarına odakla-
nıp sıradan bir sesle konuşmaya dikkat ederek. "Balığa n e d e n
her gün aynı saatte çıkmıyorsun?"
"Gelgitten dolayı, evlat," diye yanıtladı Svengal. "Deniz
yükseldiğinde balık tutmaktan hoşlanıyorum. G ö r d ü ğ ü n gibi,
balıklan limana getiriyor."
"Gelgit mi? Nedir o?" diye sordu Will. Svengal, Araluenli
oğlanın doğa olayları karşısındaki cehaleti karşısında başını
iki yana salladı.
" G ü n içinde limandaki suyun yükselip alçaldığını fark et-
m e d i n m i ? " diye sordu. Will başıyla onaylayınca devam etti.
"İşte O olaya gelgit denir. Deniz suyu yükselir ve alçalır. A m a
bu olay, her gün bir önceki güne kıyasla birkaç dakika geç
meydana gelir."
Will, kaşlarını çatıp "İyi de, su nereye gidiyor ki?" diye sor-
du. "Ayrıca nereden geliyor?"
Svengal, düşünceli düşünceli sakalını sıvazladı. Bunu daha
önce hiç düşünmemişti. Gelgit, balıkçılık hayatının bir parça-
sıydı ama nedenini araştırmayı başkalarına bırakmıştı.
"Bu olayın Büyük Mavi Balina nedeniyle gerçekleştiği riva-
yet edilir," dedi, çocukken duymuş olduğu bir masalı hatırlaya-
rak. Will'in bir şey anlamadığını görünce devam etti. "Korkarım
sen balinanın ne olduğunu da bilmiyorsun?" Oğlanm boş bakış-
lan karşısında iç geçirdi. "Kocaman balıklara balina denir."
" K o c a m a n dediğin, morina kadar mı?" dedi Will, Svengal'in
avına atıfta bulunarak. Deniz kurdu, keyifli bir kahkaha attı.
"Biraz daha büyüğü, evlat. H e m de epeyce büyüğü."
"Bir mors kadar mı yani?" diye sordu Will. G e m i n i n demir
attığı noktanın güney ucundaki kayalıklarda, hantal hayvan-
ların bir kolonisi bulunuyordu ve bu ismi tayfaların birinden
öğrenmişti. Svengal, otuz iki dişini göstererek güldü.
" D a h a da büyük. N o r m a l bir balina, bir ev kadardır. Koca-
man hayvanlar işte. Ama Büyük Mavi Balina, bambaşka bir
şeydir. Sizin şu şatolar kadardır büyüklüğü. Suyu içine çekip
tepesindeki bir delikten dışarı fışkırtır."
"Anlıyorum," dedi Will dikkatle. Biraz daha bilgi almak is-
tiyordu bu konuda.
"Yani," diye sabırla devam etti Svengal, "o nefes aldığında
su çekilir. Sonra da içine çektiği t ü m suyu geri fışkırtır..."
"Tepesindeki delikten mi?" diye sordu Will. Balıkları temiz-
lemeye başlamıştı. Tüm bunlar, ona olağanüstü bir hikâyeymiş
gibi geliyordu; suyu içlerine çekip bırakan, üzerlerinde delik-
ler bulunan balıklar falan. Sözü kesilen ve sesinden Will'in
ona inanmadığını fark eden Svengal, kaşlarını çattı.
"Evet. Tepesindeki delikten. O bunu yaptığında, su yeniden
yükselir. Bunu günde iki kez yapar."
"Acaba neden her gün aynı saatte yapmıyor b u n u ? " diye
sordu Will. Bu kez Svengal'in yüzünde bir sıkıntı ifadesi be-
lirdi. Açıkçası, bu konuda hiçbir fikri yoktu. Efsane, işin bu
yanını ele almamıştı.
"Çünkü o bir balina, evlat! Ve balinaların saatin kaç oldu-
ğundan haberi yoktur, öyle değil mi?" Kızgın hareketlerle te-
mizlenmiş balıklardan oluşan sicimi yakaladı. Bıçağı da aldı-
ğından emin olduktan sonra kumsaldan ayrıldı ve ellerindeki
balık kanıyla pulları temizlesin diye Will'i yalnız bıraktı.
Svengal kumsaldan yukarı çıkarken, Erak, yemek salonu-
n u n dışındaki bir sırada oturuyordu.
"Güzel morina," dedi. Bunun üzerine Svengal başını salla-
dı. Erak, parmağıyla Will'in olduğu yeri işaret ederek ekledi.
"Orada neler oldu?"
"Ne? Haa, şu oğlan mı? Büyük Mavi Balina hakkında ko-
nuşuyorduk sadece," diye yanıtladı Svengal.
Erak, düşünceli bir tavırla çenesini kaşıdı.
"Öyle mi? O konuya nereden geldiniz?"
Svengal durup sohbetlerini düşündü. "Gelgit hakkında so-
rular soruyordu, hepsi bu." E r a k ' m söyleyecek başka bir şeyi
var mı diye bekledikten sonra, omuz silkerek içeri girdi.
" D e m e k öyle h a ? " dedi Erak kendi kendine. Oğlanın başına
birini koymak gerekecek, diye düşündü.
Erak, sonraki birkaç saat boyunca, güneşleniyormuş n u m a -
rası yaparak dışarıda oturmaya devam etti. Ama O r m a n M u h a -
fızı çırağının t ü m hareketlerini dikkatle izliyordu. Birkaç saat
sonra, oğlanın suya dal parçaları attığını ve yükselen suyun,
dalları denize sürükleyişini dikkatle izlediğini fark etti.
"İlginç," diye mırıldandı kurt gemisi kaptanı kendi kendine.
Derken Will'in ayağa kalktığım ve elini gözlerine siper ederek
liman girişine doğru baktığını fark etti. Oğlanm bakışlarım ta-
kip ettiğinde şaşkınlıktan ayağa fırladı.
Yan yatmış, neredeyse suya gömülecekmiş gibi duran ve
düzensiz kürekleri çekildikçe h o m u r t u l a r çıkaran bir kurt ge-
misi, limana giriyordu.
sekiz

G riler içindeki süvari, tarlalar boyunca akıp giden puslu


yağmur altında pelerinine sarınmış, perişan halde at sü-
rüyordu. Birini binmek, diğerini ise yük taşımak için kullandı-
ğı atların toynakları, yoldaki suyu etrafa sıçratıyordu.
Bir tepeye vardığında, arkasındaki Araluen Şatosu'nun gri
gökyüzüne yükselen kulelerinin oluşturduğu o m ü k e m m e l
manzaraya bakmadı bile. Bakışlarını önündeki yola dikmişti.
Arkasındaki atlıların seslerini, dakikalar önce duymuştu as-
lında. Abelard'ın kulakları, ortalığı inleten toynak gürültüleri
karşısında dikilmiş. Halt da midillisinin tavırlarından, gelenle-
rin Orman Muhafızı atlan olduğunu anlamıştı. Yine de dönüp
arkasına bakmadı. O iki atlının kim olduğunu biliyordu. N e -
den geldiklerini de. Hayal kırıklığıyla doldu içi. Sürgün edilişi
sırasında yaşanan şaşkınlık ve üzüntü sırasında, iade etmek zo-
runda olduğu o küçük nesneyi Crowley'nin unutacağını u m u t
etmişti.
İç geçirip kaderine razı olarak Abelard'ın dizginlerine ha-
fifçe dokundu. Eğitimli muhafız atı derhal durdu. Arkasındaki
yük atı da ona uydu. Halt, toynak sesleri yaklaşıp Crowley ile
Gilan yanma geldiklerinde bile anlamsız bakışlarla önüne bak-
maya devam etti.
Atlar, birbirlerini selamlayarak hafifçe kişnediler. Üstlerin-
deki üç adam ise birbirlerine biraz daha mesafeli duruyorlardı.
Aralarındaki nahoş sessizliği nihayet Crowley bozdu.
"Erkenden ayrılmışsın. Halt. Sana yetişebilmek için çok
hızlı at sürmek zorunda kaldık," dedi, üzüntüsünü gizleyen
sahte bir samimiyetle. Halt, ilgisiz bakışlarla atları süzüyordu.
Hayvanların ağzından çıkan buhar, soğuk ve nemli havaya ka-
rışıyordu.
"Görebiliyorum," diye yanıtladı Halt, sakin bir sesle. Gilan'm
genç yüzündeki ıstırabı görmezden gelmeye çalışıyordu. Eski
çırağının, ustasının anlaşılmaz hareketleri nedeniyle acı içinde
olduğunu biliyordu. Genç Orman Muhafızı'nın üzüntüsünden
etkilenmemek için, kalbinin etrafına bir duvar örmüştü.
Crowley de içtenliğini kaybetmişti artık. Ciddileşen yüzüne
sıkıntılı bir ifade hâkimdi şimdi.
"Halt, sanırım bir şeyi u n u t t u n . Üzgünüm ama bu konuda
ısrar etmek d u r u m u n d a y ı m . . . " Duraksadı. Bu ojoınu sonuna
dek oynamaya karar vermişti.
"Krallıktan aynimak için kırk sekiz saatim var," diye yanıt-
ladı Halt. "Süre, bu sabah şafak vakti başladı. Kırk sekiz saate
sının geçmiş olurum. Bana eşlik etmeniz gerekmiyor."
Crowley, başını salladı. Halt, göz ucuyla G i l a n ' ı n bakış-
larını önüne diktiğini fark etti. Bu durum, hepsine birden acı
veriyordu. Crowley'nin neden geldiğini biliyordu. Pelerininin
içine uzanarak boynunda asılı duran gümüş zinciri yakaladı.
" U n u t u r s u n diye u m m u ş t u m , " dedi usulca. Boğazı düğüm-
lenmişti. Crowley, kederle başını salladı.
"Meşe Yaprağı'nın sende kalamayacağını biliyorsun. Halt.
Sürgüne gönderilmiş biri olarak, teşkilattan da ihraç edildin."
Halt, başıyla onayladı. Boynundaki zincirden çıkardığı kü-
çük gümüş sembolü O r m a n Muhafızı K o m u t a n ı ' n a verirken,
gözlerinin yaşarmakta olduğunu hissetti. Metal, hâlâ sıcacık-
tı. Crowley'nin parmakları Meşe Yaprağı'nı kavradığında,
H a l t ' u n gözleri yaşardı. Küçücük bir metal parçası sonuçta,
diye düşündü, ama onun için anlamı o kadar büyüktü ki. Meşe
Yaprağı'nı, Orman Muhafızları'na has bir gururla, uzun yıllar
taşımıştı. Ve şimdi, onu kaybediyordu.
"Özür dilerim Halt," dedi Crowley üzüntüyle.
"Önemli değil," dedi Halt, omuz silkerek.
Aralarında yeniden bir sessizlik oldu. Crowley'nin gözleri,
H a l t ' u n gözlerini örten perdenin ötesini seçmeye çalışıyordu.
Yapmacık bir perdeydi ama m ü k e m m e l bir şekilde muhafaza
ediliyordu. K o m u t a n nihayet at sırtında öne eğilerek H a l t ' u n
kolunu sıkıca tuttu.
" N e d e n , Halt? N e d e n yaptın b u n u ? " diye sordu hiddetle.
Karşılık olarak yine o insanı çileden çıkaran aldırmaz ifade ve
silkilen omuz geldi.
"Söylediğim gibi," dedi Halt, "konyağı fazla kaçırdım. İç-
kiye pek dayanıklı olmadığımı bilirsin, Crowley."
Bunlan söylerken gülümsemeyi bile başarmıştı. Tebessü-
mü, bir ölüm maskesi gibi eğreti duruyordu yüzünde. Crowley,
onun kolunu bırakıp hayal kıriklığıyla başını sallayarak geri
çekildi.
"Yolun açık olsun, Halt," dedi sonunda titreyen bir sesle. Ve
dizginleri hiç de ona has olmayan sert bir hareketle çekip, atını
Araluen Şatosu'na giden yolda dörtnala sürmeye başladı.
Halt, onun arkasından baktı; Crowley'nin alacalı O r m a n
Muhafızı pelerini, bir süre sonra puslu yağmurun içinde kay-
bolup gitti. Bunun üzerine eski çırağına döndü. Bu kez yüzün-
deki keder de tebessüm de samimiydi.
"Hoşça kal, Gilan. Bana veda etmeye gelmene çok sevindim."
Ama genç Orman Muhafızı, başını iki yana sallıyordu.
"Sana veda etmeye gelmedim," dedi kaba bir sesle. "Senin-
le geliyorum." H a l t ' u n tek kaşı havaya kalktı. G i l a n ' m öylesi-
ne iyi bildiği bir hareketti ki bu.
"Sürgüne m i ? " diye sordu Halt. Gilan başmı bir kez daha
iki yana salladı.
"Amacının ne olduğunu biliyorum," dedi. Abelard'ın arka-
sında sabırla bekleyen yük atım işaret etti başıyla. "Çekici'yi
yanına almışsın. Will'in peşinden gideceksin, değil mi?"
Halt, bir an için hayır demek istedi. Ama yüreği bu n u m a -
raları kaldırmıyordu artık. Bir kerecik olsun gerçeklerden söz
ederse, yüreğinin ferahlayacağını hissediyordu.
"Mecburum, Gilan," dedi usulca. "Ona söz verdim. Ve bu
da, kendimi kovdurmanın tek yoluydu."
"Sürgün olarak mı?" G i l a n ' ı n sesi, kuşkulu bir tona bürün-
müştü şimdi. " D u n c a n ' m seni öldürtebileceği ihtimali geldi mi
aklına hiç?"
Halt, omuz silkti ancak alaycı görünmek değildi amacı.
Yalnızca teslimiyetin göstergesiydi bu.
"Öldürteceğini sanmıyordum. O riski almam gerekiyordu."
Gilan kederle başıni salladı. "Eh, sürgün ya da değil," dedi,
"seninle geliyorum."
Halt, başinı öteye çevirdi ve derin bir nefes alıp bıraktı. Tek-
lifin çekici olduğunu itiraf etmeliydi. Gilan'in yol arkadaşhğınin
-ve belki de kılıcının- çok işine yarayacağı, uzun, zorlu ve tehlike-
li bir yolculuğa çıkıyordu. Ama Gilan'm hizmetine başka yerlerde
ihtiyaç duyuluyordu ve vazifesine ihanet ettiği hissiyle zaten içi
yanan Halt, genç adamın da aynı şeyi yapmasına izin veremezdi.
"Olmaz Gilan," dedi basitçe. Gilan yanıt vermek için nefes
aldığında, durması için elini kaldırdı. "Bak, Will'in peşinden
gidebilmek için izin istedim ben," dedi "ve bana burada ihti-
yaçları olduğunu söylediler."
Sustu. Gilan da ustasını anladığını beUi ederek başını salladı.
"Eh, bence bana o kadar da ihtiyaçları yok. Ama bu benim
fikrim ve yanlış düşünüyor olabilirim. Şu Foldar meselesi teh-
like arz ediyor, hem de çok. Ve bu işin bir an önce halledilmesi
gerekiyor. Adamın aranması, takip edilmesi ve pusuya düşü-
rülmesi gerek. Ve açıkçası, bu iş için senden daha uygun bir
Orman Muhafızı düşünemiyorum."
"Sen hariç," diye lafı yapıştirdı Gilan; Halt da başım hafifçe
eğerek gerçeği kabullendi. Övünmek değildi amacı; gerçekti bu.
"Haklı olabilirsin," dedi, "ama bu, benim tezimi destekli-
yor. İkimiz birden ortadan kaybolursak, Crowley'nin bu iş için
bir başkasını bulması gerekecek."
" U m u r u m d a değil," diye inatlaştı Gilan; elinde tuttuğu diz-
ginleri sıkıca çekip serbest bırakarak. Halt, genç a d a m a nazik-
çe gülümsedi.
"Benim u m u r u m d a , Gilan. İnandığm değerleri bir yana
bırakıp gitmenin nasıl bir his olduğunu bilirim. Çok derin ve
acılı bir duygudur, inan bana. Ve bunu kendine y a p m a n a izin
vermeyeceğim."
"Ama Halt," dedi Gilan üzüntüyle ve kır saçlı, ufak tefek
adam, oğlanın ağlamak üzere olduğunu fark etti. "Will'i terk
eden benim. Keltika'da onu yalnız bıraktım! Onunla kalsay-
dim, Skandiyalılar tarafından yakalanmayacaktı!"
Halt, başını salladı. G e n ç adamı avuturken sesi daha nazik
çıkıyordu şimdi.
"Bundan dolayı kendini suçlayamazsın," dedi genç Orman
Muhafızı'na. "Yaptığın şey doğruydu. Onun yerine, bu işlere
girişecek onur ve cesarete sahip bir çocuğu çırak aldığım için
beni suçla. Ve onu, o şekilde tavır almasına neden olacak şe-
kilde eğittiğim için."
Sözlerinin bir etkisi oluyor mu diye bakmak üzere konuş-
maya ara verdi. G i l a n ' ı n tereddüt içinde olduğunu biliyordu.
Nihayet son darbeyi de indirdi.
"Anlamıyor musun Gilan, senin burada olmana güvenerek
bırakıyorum görevimi. Benim işlerimi görebileceğini biliyo-
ram çünkü. Eğer bunu reddedersen, hiçbir yere gidemem."
Bunun üzerine, G i l a n ' m o m u z l a n yenilgiyi kabullenerek
düştü. Gözlerini bir kez daha önüne dikerek boğuk bir sesle
m ı n i d a n d ı , "Pekâlâ, H a l t . . . a m a bul onu. Bul ve geri getir, sür-
gün falan dinleme."
Halt, gülümseyip o m z u n d a n yakalamak üzere G i l a n ' a doğ-
ra uzandı.
"Yalnızca bir senecik," dedi. "Sen daha farkına bile varma-
dan geri d ö n m ü ş oluraz. Hoşça kal, Gilan."
"Yolun açık olsun, Halt," dedi genç O r m a n Muhafızı, titre-
yen bir sesle. Gözyaşları önünü görmesini engelliyor, kıyıya
doğru ilerleyen Abelard ile Çekici'nin boğuk toynak sesleri
kulağına çalınıyordu.
Rüzgâr, at üstündeki H a l t ' a önden vuruyor, çiseleyen yağ-
muru da beraberinde getiriyordu. Muhafızın yıpranmış yüzüne
düşen minik damlalar, yanaklarından aşağı süzülüyordu.
Garip bir şekilde, damlaların bazılarında tuz tadı vardı.
DOKUZ

K urt gemisi, berbat durumdaydı. Tuiıafbir şekilde salla-


narak, E r a k ' m tayfalarının gemiyi izlemek üzere kulü-
beden dışarı fırladıkları kumsala yaklaşıyordu. F e n a halde yan
yatmıştı ve suya gerekenden daha fazla batmış gibi duruyordu.
Geminin alt tarafındaki güvenlik parmaklığıyla suyun arasın-
da on santim ya vardı ya yoktu.
"Slagor'un gemisi bu!" diye bağırdı kumsaldaki
Skandiyalılar'dan biri; yamuk pruva direğindeki kurt kafası
armasını tanımıştı.
"Burada ne işi var ki?" diye sordu bir diğeri. "Biz Araluen'e
gitmek üzere ayrıldığımızda, o, Skandiya'da emin ellerdeydi."
Will de dallan suya attığı kayalıklardan koşarak gelmişti.
Evaniyn'in kulübeden çıkıp kıyıya indiğini görünce, ona katıldı.
Bu yeni gelişme üzerine kız, az önceki öfkesini unutmuştu.
"Bu gemi de nereden çıktı?" diye sorunca. Will omuz silkti.
"Hiçbir fikrim yok. Kayalıklardaydım, kafamı kaldırmamla
gemiyi görmem bir oldu."
G e m i , kıyıya iyice yaklaşmıştı artık. Will, tayfaların çok
yorgun göründüklerini fark etti. Geminin gövdesini oluştu-
ran tahtalardan bazılarmm arasmdaki boşlukları ve ana dire-
ğin kırılıp güverteye devrildiği noktadaki kaba kök parçasını
seçebiliyordu. Geminin bu halini fark eden Skandiyalılar da
yorumlar yapıyordu.
Çarşaf gibi d ü m d ü z denizin üzerinden "Slagor!" diye ses-
lendi, Erak. "Hangi c e h e n n e m d e n kaçtın da geldin böyle?"
Kıç tarafında geminin dümen küreğini yönetmekte olan
iriyarı adam, elini salladı. Bitkindi ve limana girmekten çok
m e m n u n olduğu yüzünden anlaşılıyordu.
Tayfalardan biri, geminin pruvasına çıkarak Erak'ın kum-
salda bekleyen adamlarına kaim bir halat fırlattı. Birkaç saniye
içinde ipe sarılan bir düzine Skandiyah, kurt gemisini kıyıya
çekti. Ayakta duracak halleri kalmayan kürekçiler, minnetle ar-
kalanna yaslanmıştı. Serbest kalan kalın ahşap kürekler suyun
içinde oraya buraya sürükleniyor, cansız bir şekilde geminin
yan tarafına çarpıyorlardı.
Tekne gıcırtıyla kumlara sürtünerek durdu. Suya Kurt
Rüzgârınum daha çok battığı için, kumsalın içlerine kadar gi-
rememişti. Pruvası sarsılarak olduğu yerde kaldı.
Güvertedeki adamlar gemiyi boşaltmaya, pruvadaki par-
maklıklardan kumsala atlamaya başladılar. Tökezleyerek ka-
raya çıkan kürekçiler, yorgun iniltiler eşliğinde kendilerini
bıraktıkları kumsalda ölü gibi yatıyorlardı. Kıyıya çıkan son
kişilerden biri de Kaptan Slagor olmuştu.
Skandiyah, bitkin bir halde kumsala atladı. Saçı sakalı tuz-
la kaplanmış, bembeyaz kesilmişti. Kıpkırmızı gözleri, hiç de
tekin bakmıyordu. Erak ile yüz yüze geldiler. Birbirlerini, âdet
olduğu Üzere, kollarından tutarak selamlamamışlardı. Will,
kaptanların birbirlerinden pek hoşlanmadıklarını fark etti.
"Yılın bu vaktinde burada ne arıyorsun?" diye sordu Erak.
Slagor, başını tiksintiyle salladı. "Bu lanet olası yere gelebil-
diğimiz için çok şanslıyız. Fırtına koptuğunda Hallasholm'dan
ayrılalı iki gün olmuştu. Kale büyüklüğünde dalgalar ve kutup
kaçkını rüzgârlarla uğraştık. Ana direk ilk bir saat içinde k m l -
dı, ucunu da kesip koparamadık. Direği kurtarmaya çalışırken
iki adamımı kaybettim. Ucu suya vurdu ve güvertede bir delik
açılmasına neden oldu. Ne olduğunu bile anlayamadan kama-
ralardan birini su basmış, üç tanesinde de sızıntılar başlamıştı
bile."
Sıradan gemileri tanimalarina rağmen kurt gemileri, as-
lında denize son derece dayanıklı teknelerdi. Bunun en büyük
nedenlerinden biri de geminin tasarımıydı. Ana güvertenin
alt tarafında, kürekçilerin oturdukları yerlerin arasında kalan,
dört su geçirmez bölme vardı. Beyaz Fırtına Denizi boyunca
seyreden devasa dalgaların bastırması halinde bile gemileri su
üstünde tutan şey, bu bölmelerin yüzebilmesiydi.
Will'in bakışları Erak'a çevrilmişti şimdi. İri yan kontun
Slagor'un sözleri üzerine kaşlarını çattığını fark etti.
"Denizde ne arıyordun ki?" diye sordu Erak. "Beyaz
Fırtma'yı aşmaya çalışacak zaman değil ki."
Slagor, Erak'in adamlarından birinin uzattığı şişeyi aldı.
Erak'm tayfaları, küçük liman boyunca yorgun hemşerilerine
içecek bir şeyler getiriyor ve fırtmada yaralananlarla ilgileni-
yorlardı.
Slagor'un teşekkür n a m ı n a hiçbir şey yapmaması üzerine,
Erak kaşlarını çattı. Will, bir kez daha iki kaptan arasında hu-
sumet olduğu hissine kapıldı. Başlarına gelen talihsizliği anla-
tırken bile kavgacı bir tavır takınmıştı Slagor; sanki t a m a m e n
savunmaya çekilmiş gibiydi. Şişeden büyük bir yudum alarak
içeceğin yansım midesine indirdi ve cevap vermeden önce eli-
nin tersiyle ağzım sildi.
"Hallasholm'da hava açılmıştı," dedi kısaca. "Fırtına böl-
gesini geçebilecek fırsatımız olduğunu d ü ş ü n d ü m . "
Erak'ın gözleri, fal taşı gibi açıldı.
"Yılm bu zamanında m ı ? " diye sordu. "Delirdin mi sen?"
"Becerebiliriz sandım," diye tekrarladı Slagor inatla. Will,
Erak'ın gözlerinin kısıldığını fark etti. İriyarı kont, tayfaların
duymaması için sesini alçalttı. Söylediklerini yalnızca Will ve
Evaniyn duyuyordu.
"Lanet olsun sana, Slagor," dedi kızgınlıkla. "Yağma sezo-
n u n u erken açmak istedin, sebep bu."
Slagor, diğer kaptana öfkeh bir bakış fırlattı. "îstediysem ne ol-
muş? Bir kaptan olarak bu, benim karanm. Başka kimsenin değil."
"Ve verdiğin karar iki adamın hayatına mal oldu," diye işa-
ret etti Erak. "Verdiğin kararlar ne kadar aptalca olursa olsun,
sözünden çıkmayacaklarına yemin etmiş olan iki adama. D a h a
az deneyimli bir kaptan bile denizi aşmak için mevsimin henüz
çok erken olduğunu bilirdi!" .
"Hava iyiydi diyorum!" diye bağırdı Slagor. Bunun üzerine
Erak, tiksintiyle homurdandı.
"İyiymiş! Ara ara iyi olur hava! Bir ya da iki gün sürer. A m a
denizi aşmak için bu kadarı yetmez ve sen b u n u biliyorsun. Ah
şu lanet olası açgözlülüğün yok mu, Slagor!"
Slagor ayağa kalktı. "Beni yargılamaya hakkın yok, Erak.
Kaptan, gemisinin efendisidir ve sen de bunu biliyorsun. Tıpkı
senin gibi, benim de istediğim zaman istediğim yere gitmeye
hakkım var," dedi. Sesi E r a k ' m k i n d e n daha yüksekti ve Will,
adamın kavgaya hazırlandığını fark etti.
"Verdiğimiz savaşta bize katılmadığını sana hatırlatırım,"
dedi Erak, karşısındakini küçük gören bir sesle. "Savaş sıra-
sında evde oturup sonra aradan sıvışarak ganimetleri herkesten
önce cebe indirecektin."
"Bu, benim seçimim," diye tekrarladı Slagor, "ve akıllıca
bir seçim olduğu da ortada." Sesi, küçümser bir hal almıştı
şimdi. "İşgalinizin pek de başarılı geçmediğini fark ettim, ha
Kont Erak?"
Erak, Slagor'a doğru birkaç adım attı. Gözlerinden, uyarı
dolu alevler fışkırıyordu.
"Sesinin t o n u n a dikkat et, sinsi hırsız. En yakın arkadaşla-
n m ı gömdüm de geldim buraya."
" D u y d u ğ u m kadarıyla, arkadaştan da fazlasını bırakmışsın
geride," diye yanıtladı Slagor cesaretlenerek. "Ragnak, onun
oğlunu geride bıraktığın için özel bir teşekkür sunacak sana."
Ağzı şaşkınlıktan açık kalan Erak bir adım geriledi. " G r o -
nel yakalanmış mı?"
Onu gafil avladığı için gülümseyen Slagor, başım sallı-
yordu şimdi. "Yakalanmamış. Dikenli ağaç Savaşı'nda öldü-
rülmüş diye duydum. Gemilerin bazıları, fırtına kopmadan
Skandiya'ya dönmeyi başardı."
Will'in düşünceleri birden o tarafa kaydı. E r a k ' m gemisi
Kurt Rüzgârı, Araluen kıyılarından ayrılan son gemi olmuştu.
H o r t h ' u n talihsiz keşif gezisinden hayatta kalanlar, güç bela
gemilere dönüp yaşanan yıkımla ilgili haberler getirerek yel-
ken açtıklarında, tayfalar henüz Erak'ın dönüşünü bekliyordu.
Will, daha sonradan Kurt Rüzgârı tayfalarının kendi arala-
rında Dikenliağaç Savaşı hakkında konuştuklarını duymuştu.
D u n c a n ' m ana gücünü arkadan kuşatmak amacıyla uygun
adım yürüyen Skandiya ordusunu yok eden kralın güçlerine,
biri kısa boylu ve kır saçlı, diğeri genç ve uzun boylu iki Or-
m a n Muhafızı komuta etmişti. Will, bunların Halt ile Gilan ol-
duklarına emindi.
Erak başını kederle salladı. "Gronel iyi bir adamdı," dedi.
"Yokluğunu fazlasıyla hissedeceğiz."
"Babası zaten hissediyor. D u n c a n ' a karşı Yalla Yemini
etti."
"Bu doğru olamaz," dedi Erak, inanmazlıkla kaşlarını çata-
rak. "Valla Yemini, yalnızca ihanet ya da cinayet söz konusu
olduğunda edilir."
Slagor omuz silkti. "O Yüce Kont. Bana kalırsa, ne isterse
yapabilir. Tann aşkına, bu Allah'ın unuttuğu adada yiyecek bir
şeyiniz var mı yahu? Bizim erzak deniz suyu yuzünden berbat
oldu."
Bu yeni haberlerden dolayı aklı başka yerde olan Erak,
yakınlardaki Will ile Evaniyn'i fark etti. Kafasını kulübelere
doğru salladı.
"Bir ateş yakın," dedi çocuklara. "Bu adamlarin sıcak bir
yemeğe ihtiyaçları var."
Slagor ona yapması gerekenleri hatırlattığı için öfkeliydi.
Adamı sevmiyordu belki, a m a başlarina gelen onca olaydan
sonra tayfaların yardıma ve ilgiye iiıtiyaçlan vardı. Will'i ku-
lübeye doğru sertçe ittirdi. Sersemleyen oğlan, h e m e n arkasın-
daki Evanlyn ile koşmaya başladı.
Will'in içinde kötü bir his vardı. Valla Yemini hakkında bir
fikri yoktu ama bir tek şeyi iyi biliyordu. O da, Evaniyn'in
kimliğini gizli t u t m a n ı n , bir ölüm kalım meselesi haline gel-
miş olduğuydu.
ON

ki yandaki ağaçlar giderek okyanusa yaklaşan yolun üze-


İ rine kapanırken, verimli, ekili topraklar da yerlerini or-
manlık bir araziye bırakıyordu.
Yol kenarındaki kalin ağaçların pusu kurmaya fırsat tanıdı-
ğı, huzurlu gezginlerin soyulma korkusu yaşadıkları türden bir
araziydi burası. Halt, bu tür bir korku içinde değildi elbette.
İşin aslı, bir soygun denemesini bile heyecanla karşılayabile-
cek kadar karanlık bir ruh hali içindeydi.
Ağır saks bıçağı ile fırlatma bıçağı, pelerininin içinde kolay-
ca ulaşabileceği bir yerdeydi; uzun yayını ise. O r m a n Muhafızı
tarzında, eyerin t o p u z u n u n üzerine yatırmıştı. Pelerininin ucu
-ki özel olarak bu amaçla dikilmişti- o m z u n d a n geriye doğru
kıvrılmıştı. Ayrıca hızla ve kolayca eline alabilmesi için kılı-
fındaki iki düzine okun tüylü uçları açığa çıkmıştı. Her Orman
Muhafızı'nın ok kılıfında yirmi dört hayat taşıdığı söylenirdi;
ok ve yay söz konusu olduğunda o kadar nişancıydı her biri.
Bu dışarıdan gözüken silahlan ve tehlikeyi anında kavrayan
muhafız içgüdülerinin yanında, H a l t ' u n potansiyel bir saldır-
gan karşısında iki gizli kozu daha vardı. Muhafız atlan Çekici
ile Abelard, kendilerine yaklaşan yabancılan fark ettikleri an
sessiz uyarılarda bulunmak üzere eğitilmişlerdi. Ve şimdi. Halt
yoluna devam ederken, Abelard'ın kulakları art arda seğiriyor.
Çekici ile birlikte başını hızla çevirip kişniyordu.
Halt, öne uzanıp nazikçe atmm boynunu okşadı.
"Aferin oğullanma," dedi usulca ve söylediğini anlayan
atların kulaklan birden dikiliverdi. Pelerinli süvari, dışandan
bakıldığında yalnızca atım yatıştınyormuş gibi duruyordu;
son derece normal bir görüntüydü bu. Ama aslında sezgileri
keskinleşmiş, aklından ihtimalleri geçiriyordu. Bir tek kelime
çıktı ağzından.
"Nerede?"
Abelard başmı hafifçe sola eğerek, yaklaşık elli metre ötele-
rindeki, yola yakın duran ağaç kümesini işaret etti. Hızla arka-
sına dönen Halt, usulca arkasından gelmekte olan Çekici'nin
de aynı yöne doğru baktığını fark etti. Atların ikisi de ağaçların
içindeki yabancının ya da yabancıların varlığını sezmişti. Halt,
yeniden konuştu.
"Serbest."
İşaret ettikleri istikametin anlaşıldığını anlayan atların baş-
lan öne çevrildi. Orman M u h a f ı z l a n ' n a hayatta kalma ve teh-
likeyi önceden sezme kudretini veren şey, bu tür özel yetenek-
lerdi işte.
Ağaçların içinde birilerinin bulunduğundan habersizmiş
numarası yapan Halt, ağır t e m p o s u n u koruyarak ilerlemeye
devam etti. A t l a n n ona, yalnızca etrafta birileri olduğu bilgi-
sini verebileceklerini hatırlayınca, kendi kendine gülümsedi.
Saklananlann dost mu düşman mı olduğunu kestiremiyordu
midilliler.
Onu da bilebilseler, gerçekten de doğaüstü bir güç olurdu
bu, diye düşündü kendi kendine.
Ağaçlarla arasında kırk metre kalmıştı artık. Yanm düzi-
neydiler; gür çalılarla çevrili, dallı budaklı ağaçlardı. Pusu
kurmak için m ü k e m m e l bir fırsat sunuyorlardı. Son on saattir
çiselemekte olan yağmurdan korunmak isteyen birileri için sı-
ğınak görevi görüyor da olabilirler, diye aklından geçirdi Halt.
Kukuletasının altından gür çalılığı tarıyordu. Muhtemel tehli-
keye artık daha da yaklaşmış olan Abelard, boğazının derinlik-
lerinden bir homurtu koyuverdi. Belh belirsiz bir sesti aslında
ve binicisine sanki atın kamı guruldamış gibi gelmişti. H a h , atı
bir diziyle dürttü.
"Farkındayım," dedi usulca, kukuletasının dudak hareketle-
rini gizleyeceğini bilerek.
Sonunda yeterince yakma geldiğine karar verdi. Arada belli
bir mesafe olduğu sürece, yayı, ona avantaj sağlıyordu. Diz-
ginleri usulca çekince, Abelard da arkasındaki Çekici de dur-
du.
H a h , yavaş ve seri bir hareketle kılıfından bir ok çekerek
yayma geçirdi. Kirişi germeye gerek görmedi. Yıllardır düzen-
li olarak yaptığı idmanlar, göz açıp kapayıncaya kadar kirişi
germesini, nişan almasını ve okunu bırakıp hedefini vurmasını
m ü m k ü n kılıyordu.
"Açığa çık bakalım!" diye seslendi gür bir sesle. Bir anlık
tereddüdün ardından ağaçlann arasından çıkan yapılı atlı, yo-
lun kıyısındaki boşluğa geçip durdu.
H a l t ' u n , kollarıyla boynunun etrafındaki zincirden zırhın
donuk parıltısından anlayabildiği kadariyla, bir savaşçıydı bu.
Yağmurdan k o r u n m a k amacıyla bir pelerin geçirmişti üzerine.
Eyer topuzuna koni biçimli, basit, çelik bir miğfer asılıydı. Yu-
varlak, armasız bir kalkanı ise sırtına asmıştı. G ö r ü n ü r d e kılıcı
ya da başka bir silahı yoktu ama Halt, atlının bu tür bir silahı,
büyük ihtimalle O n n a n Muhafızı'nın uzağında kalan sol tara-
fında taşıyacağım tahmin etti. Doğal olarak atlının silahlı ol-
duğunu varsayması gerekiyordu. Yan yarıya zırh kuşanıp eline
silah almadan dışarı çıkmanın bir anlamı yoktu sonuçta.
Öte yandan savaşçı, bir yanıyla H a l t ' a tanıdık geliyordu.
Bir an sonra atlının kim olduğunu anladı. Rahatlayarak yayın
ucundaki okunu aynı seri, deneyimli hareketlerle kılıfına geri
koydu.
Atlıyı selamlamak üzere Abelard'ı öne doğru sürdü.
"Burada ne işin var?" diye sordu, yanıtın ne olacağını çok
iyi bilmesine rağmen.
"Seninle gehyorum," dedi Horace, H a l t ' u n şüphelerini doğ-
rulayarak. "Will'i arayacaksın, ben de sana katılacağım."
"Demek öyle," dedi Halt; oğlanın yanına gelince dizginleri
çekerek midilliyi durdurdu. Uzun boylu H o r a c e ' m savaş atı da
Abelard'dan birkaç kanş uzundu. Orman Muhafızı, genç savaş-
çıyla yüz yüze gelebilmek için başım yukarı kaldırmak zorunda
olduğunu fark etti. Oğlanın yüzünde kararlı bir ifade vardı.
"İyi ama yokluğunun farkına vardığında ustan ne diyecek
sence?" diye sordu.
"Sör Rodney mi?" diye omuz silkti Horace. "O zaten bili-
yor. Ayrılacağımı söyledim ona."
Halt, başmı şaşkınlıkla eğdi. H o r a c e ' m ona katılmak için
birliğinden kaçtığını sanmıştı. Ama savaşçı çırağı, hile ve kur-
nazlıkla işi olmayan dürüst bir çocuktu. Geri adım atmanın
H o r a c e ' m karakterinde olmadığını fark etti Halt.
"Bu ciddi haberi nasıl karşıladığını merak ediyorum?"
Anlamayan Horace, kaşlarinı çattı.
Kararsızlıkla "Efendim?" deyince, Hak, usulca iç geçirdi.
"Ona bunu söylediğinde ne dedi? Kafana bir tane patlatmış-
tır herhalde?" Rodney, asi çıraklara karşı gösterdiği hoşgörüyle
tanınan biri değildi. Çabuk öfkelenirdi ve Savaş Okulu'ndaki
çocuklar da bunu tüm şiddetiyle hissederlerdi.
"Hayır," dedi Horace, ifadesiz bir sesle. "Sana bir mesaj
iletmemi söyledi."
H a h , merakla başını sallayarak "Neymiş bu mesaj?" diye
sordu. H o r a c e ' m yanıt vermeden önce at sırtında huzursuzca
kımıldandığını fark etmişti.
"'Bol şans,' dedi," diye yanıtladı oğlan sonunda. "Ve sana
onun onayıyla geldiğimi söylememi istedi; gayrıresmi olarak,
tabii."
"Elbette," dedi H a h , Savaş Okulu k o m u t a n ı n d a n gelen bu
beklenmedik destek karşısında düştüğü şaşkınlığı başanyla
gizleyerek. "Sürgün edilmiş, kanundışı bir adamla gitmene
resmen izin veremezdi, değil mi?"
Horace bunu düşündü ve başıyla onayladı. "Sanırım öyle.
Yani seninle gelmeme izin verecek misin?"
Halt başını iki yana sallayıp "Elbette vermeyeceğim," dedi sert-
çe. "Gittiğim yerde bir de seninle ilgilenecek vaktim olmayacak."
H a l t ' u n onu hafife alan ses tonu karşısında, oğlanın yüzü
öfkeden kıpkırmızı kesildi.
"Sör Rodney aynca, yolda arkanı kollayacak bir savaşçıya
ihtiyaç duyabileceğini de söylememi istedi sana," dedi Horace, i
Halt, konuşurken uzun boylu delikanlıyı dikkatle inceliyordu. ;
"Tam olarak böyle mi dedi?" diye sorunca, Horace başını
salladı.
"Tam olarak değil."
"O zaman tam olarak ne dedi, onu söyle b a n a ? " diye ısrar
etti Halt.
Horace derin bir nefes aldı. "Tam olarak söylediği... 'Arka-
nı kollayacak iyi bir savaşçıya ihtiyacın olabiHr' idi."
Halt içinden gelen gülümseme isteğini bastırdı.
"Kimi kastederek?" diye itiraz etti. Atının üzerinde küple-
re binerek kızaran Horace, cevap vermedi. Verebileceği en iyi
karşılık da buydu zaten. Halt, çocuğu yakından inceliyordu.
R o d n e y ' n i n tavsiyesini önemsiyor ve H o r a c e ' m çok cesur ol-
duğunu biliyordu. Bunu, Uthal Ovaları'nda Morgarath'ı düel-
loya davet ederek kanıtlamıştı zaten.
Ama çocuk, aşırı özgüvenli ya da aldığı çok sayıda övgü
nedeniyle başı dönmüş biri de olabilirdi. O durumda, savun-
maya çekilerek H a l t ' u n alaycı itirazlarına cevap yetiştirmekle
meşgul olacaktı. Keskin çizgilerle dolu yüzüyle önünde otu-
ruyor olması, çocuğun karakteriyle ilgili çok şey anlatıyordu
Halt'a. Nasıl da değişiyorlar, diye düşündü Orman Muhafızı.
Küçükken H o r a c e ' i n kabadayının teki olduğunu hatırlıyordu.
Savaş Okulu disiplini ve aradan geçen birkaç senenin ilginç
değişikliklere imza attığı belli oluyordu.
Oğlanı yeniden inceledi. Bir yol arkadaşı, hiç de fena ol-
mazdı doğrusu. Gilan'ı, ona Araluen'de ihtiyaç duyulacağı
için reddetmişti. Ama Horace başkaydı. Ustasından -gayrıres-
mi de olsa- izinliydi. Çok iyi kılıç kullanıyordu. Üstelik sadık
ve güvenilir bir çocuktu.
Ve tüm bunların haricinde, itiraf etmeliydi ki Will esir düş-
tüğünden bu yana, gençlerle yan yana olmayı özlemişti Halt.
Gençlerin beraberlerinde getirdikleri heyecanı ve coşkuyu öz-
lüyordu. Sonu gelmek bilmeyen sorulanm bile.
H o r a c e ' m da onu dikkatle süzdüğünü fark etti. Çocuk
H a l t ' t a n bir yanıt bekliyordu ve şu ana kadar, Sör Rodney tara-
fından ileri sürülen "iyi savaşçı" kimliğini alaycı bir dille red-
dedişi dışında hiçbir şey duymamıştı H a l t ' u n ağzından. Halt,
derin bir iç geçirdi ve kaşlannı çatıp alnını kmştırdı.
"Korkarım beni gece gündüz sorulara boğacaksın, ha?"
dedi. Ses tonu, H o r a c e ' m omuzlarının çökmesine neden oldu
ama birden, sözlerin anlamını kavrayıverdi oğlan. Yüzü aydın-
landı ve omuzlarını yeniden dikleştirdi.
"Yani alacak mısın beni yanına?" dedi, heyecanlı sesi ni-
yetlendiğinden daha tiz bir perdeden çıkmıştı. Bakışlarını yere
diken Halt, gerekmediği halde eyer çantasının kayışını düzelt-
ti. Yıpranmış yüzündeki hafif tebessümü oğlana göstermek is-
temiyordu.
" G ö r ü n e n o ki, almak zorundayım," dedi isteksizce. "Kaç-
tığına göre, Sör R o d n e y ' n i n yanına da geri dönemezsin artık,
öyle değil mi?"
"Hayır, d ö n e m e m ! Yani... bu harika! Sağ ol. Halt! Pişman
olmayacaksın, söz veriyorum! İşin aslı, kendi kendime Will'i
bulup kurtaracağıma dair söz vermiştim." Oğlan, isteğinin ka-
bul edilmiş olmasının coşkusuyla lafı ağzında geveliyordu.
Halt, Abelard'1 diziyle dürttü ve arkasındaki Çekici ile iler-
lemeye başladı. Horace da savaş atım Abelard ile aynı hizaya
getirmiş, teşekkürlerini sunmaya devam ediyordu.
"Will'in peşinden gideceğini biliyordum. Halt. Kral
D u n c a n ' l a bu yüzden takışmış numarası yaptığını biliyordum!
Olan biteni duyduğumuzda kimse inanamamıştı ama ben, gi-
dip Will'i Skandiyalılar'dan kurtarmak için yaptığını biliyor-
dum..."
"Yeter!" dedi Halt sonunda; yağmur gibi yağan kelimeleri
durdurmak amacıyla bir elini kaldırmıştı. Cümlesi yarıda ka-
lan Horace, özür diler gibi başını eğdi.
"Peki. Elbette. Affedersin. Tek kelime dahi e t m e m , " dedi.
Halt, minnettarlıkla başını salladı. " U m a n m öyle olur."
Uslanan Horace, doğu kıyısına doğru yol alırlarken yeni
ustasının yanında sessizce at sürüyordu. Yüz metre kadar iler-
lemişlerdi ki, dilini daha fazla tutamadı.
"Nereden gemiye bineceğiz?" diye sordu. " H a y d u t l a n n ar-
dından dosdoğru Skandiya'ya mı yelken açacağız? Yılın bu
vaktinde deniz aşılabilir mi?"
At sırtında yan dönen Halt, genç adama uğursuz bir bakış
fırlattı.
"Çoktan başladın, bakıyorum," dedi sertçe. Ama içten içe,
kendisini haftalardır hissetmediği kadar hafiflemiş hissediyor-
du.
ON BİR

S lagor'un gemisi Kurt Dişinin beklenmedik


Skorghijl'deki hayatı iyice tatsızsızlaştırmıştı.
gelişi,

Bir kişilik yere iki kişi gelince, tıklım tıkış yaşam şartlan
iyice kötüleşmişti. Ve bu dip dibe yaşam, beraberinde kavgaları
da getiriyordu. U z u n süre hareketsiz kalmaya alışkın olmayan
Skandiyalılar, zamanlarını, içki içmek ve kumar oynamakla
geçiriyorlardı. Belaya davet çıkarmanın en kesin formülüydü
bu. Aynı ekibe dâhil olan tayfalar söz konusu olduğunda, orta-
ya çıkan sorunlar genellikle hızla hallediliyor ve unutuluyor-
du. Ama farklı gruplardan birileri tartışınca sabır tükeniyor,
olaylar büyüyor ve bazen, Erak m ü d a h a l e edemeden, silahla-
rın çekildiği bile oluyordu.
Slagor kavgaları ayırmak için parmağını bile kıpırdatmıyor,
diye düşündü Will. Kurt Dişi'nin kaptanıyla vakit geçirdik-
çe, adamın gerçekten çok az nüfuz sahibi olduğunu ve diğer
Skandiyalılar'dan pek az saygı gördüğünü fark etmişti. Kendi
tayfası bile, a d a m a sadık olduklarından değil, kazanacakları
para için yanındaydı kaptanlarının.
Will İle Evaniyn'in işleri de ilci katina çıkmıştı elbette.
Eskisinin iki katı yemek pişimıeleri, hizmet etmeleri ve te-
mizlik yapmaları gerekiyordu. Onlara yapmaları için görev-
ler veren iki katı Skandiyalı vardı ortalıkta. Ama en azından
yaşam alanlarım korumuşlardı. İkisinin kaldığı kulübe, iriyarı
Skandiyahlar'ın kalmak istemeyeceği kadar dar bir yapıydı.
Devler tarafından tutsak edilmiş olmanın avantajı da bu, diye
düşünüyordu Will.
Ama Will ile Evaniyn'in hayatını zehir eden şey, dövüşler
ve fazla mesai değildi. Ragnak'ın Valla Yemini ettiği haberi,
prensesi harap etmişti. Tehlikedeydi artık; en küçük bir hata,
ağızlarından kaçacak minicik bir kelime, hayatını sona erdi-
rebilirdi. Will'e dikkatli olması, ona gerçek kimliğini açıkla-
m a d a n önceki gibi davranması için yalvanyordu. Will'in gös-
tereceği en küçük saygı belirtisi bile şüphe çekebilir ve kızın
sonunu getirebilirdi.
Will, doğal olarak sırrıni koruyacağına dair temin etmişti
kızı. Kendi kendine onun Cassandra olmadığını telkin ediyor,
düşüncelerinde bile Evanlyn ismini kullanmaya çalışıyordu.
Ama o uzak durmaya çalıştıkça, Cassandra ismi kendiliğinden
dilinin ucuna yapışıyordu sanki. Dikkatsiz davranıp kızin kim-
liğini ele vereceği korkusuyla yaşıyordu.
Can sıkıntısı ve düş kınklıkları sonucunda yaşadıkları tat-
sızlıklar, bu yeni ve son derece gerçek tehlikenin ışığı altında,
kaybolup gitmişti. Eskisi gibi müttefik ve dosttular; birbirleri-
ne Keltika'daki gibi destek oluyorlardı.
Evaniyn'in fidye planı artık paramparça olmuştu elbet-
te. Ailesinin tüm bireylerini öldürmeye ant içmiş bir a d a m a
kimliğini açıklayamazdL Buna bir de mecburen yaptığı kaba,
aşağılık işler eklenince, kızın Skorghijl'deki hayatı cehenne-
me dönmüştü. Hayatının tek aydınlık noktası Will idi. Çocuk
her an neşeli, pozitifti ve kızı yüreklendiriyordu. Evaniyn, oğ-
lanm hiçbir şey söylemeden en beter, en pis işleri m ü m k ü n
olduğunca üstüne aldığını fark ediyordu ve b u n d a n dolayı ona
minnettardı. Birkaç gün önceki tavırlarını hatırladıkça utanı-
yordu. Ama özür dilemeye kalktığında -hatalı olduğunu itiraf
edecek kadar açıksözlü davranmıştı- gülümseyerek geçiştir-
mişti Will.
"Kapalı alan, hepimizin sinirlerini bozdu," demişti kıza.
"Buradan ne kadar çabuk kurtulursak, o kadar iyi."
Hâlâ kaçmayı planlıyordu ve Evaniyn, onunla birlikte git-
mesi gerektiğini fark etti. Will'in bir şeyler tasarladığının bi-
lincindeydi, ama çocuk planı üzerinde hâlâ çalışıyor olmalıydı
ki şimdiye dek pek detaya inmemişti.
Akşam yemeği bitmiş ve bir sürü tahta tabak, kaşık ve bar-
dak, deniz suyuyla temizlenmek üzere bir kenara yığılmıştı. İç
geçirerek bulaşıklara doğru eğildi Evaniyn. Yorgundu ve yağlı
bulaşıkları yıkamak için bileğine dek soğuk suya girme düşün-
cesi, dayanılacak gibi değildi.
"Ben yaparım," dedi Will usulca. Skandiyalılar'dan biri on-
ları izliyor mu diye bakındıktan sonra, ağır çuvalı kızın elin-
den aldı.
"Hayır," diye itiraz etti Evaniyn. "Haksızlık b u . . . " A m a
Will, kızı susturmak için elini kaldırdı.
"Kontrol etmek istediğim bir şey vardı zaten. Bu iyi bir bahane
olacak," dedi. "Hem kötü günler geçirdin. Git de dinlen biraz."
Sonra sırittı. " D a h a iyi hissedeceksen, yarin yıkanacak bol
bol tabak çanak olacağını hatırlatayım. Ve ertesi gün de. Ben
dalga geçerken hepsini temizleyebilirsin."
Kız, yorgunlukla gülümseyerek minnet dolu bir hareketle
onun elini sıktı. Sert yatağında gerinerek hiçbir şey y a p m a m a -
nın düşüncesi bile gerçek olamayacak kadar güzeldi.
"Teşekkürler," dedi sadece. Oğlan gülümsedi. Evanlyn
onun, ilişkileri normale döndüğü için son derece m e m n u n ol-
duğunu biliyordu.
"En azından misafirlerimiz yemeklerini büyük bir hevesle
yiyor," dedi Will neşeyle. "Tabaklarda pek artık bırakmıyor-
lar."
Çuvalı ve tmgırdayan kap kaçağı omzuna atarak kumsala
yöneldi. Kendi kendine gülümseyen Evanlyn, eğilerek kulü-
beye girdi.

D u m a n l a kaplı, gürültülü kulübeden çıkan Kont Erak, so-


ğuk deniz havasını derin derin içine çekti. Ada hayatı canını
sıkmaya başlamıştı, hele ki Slagor disiplini sağlamak için kı-
lım bile kıpırdatmazken. Öflceyle herif işe yaramaz sarhoşun
teki, diye geçirdi aklından. Slagor savaşçı falan değildi zaten;
yalnızca hafif korunaklı yerlere baskın yaptığı ve savaşa asla
katılmadığı da bilinen gerçeklerdi. Erak, az önce kendi adam-
larından biriyle Kurt DişVma kanun kaçağı bir tayfası arasında
çıkan kavgaya müdahale etmek zorunda kalmıştı. Slagor'un
adamı, hileli bir zar kullanıyordu ve bu durum yüzüne vurul-
duğunda, saks bıçağını çekerek rakibini tehdit etmişti.
Erak araya girerek sert bir yumrukla Kurt Dişi tayfasını
yere devirmişti. Sonrasında, tarafsız olduğunu göstermek adı-
na kendi adamına da bir tane patlatması gerekmişti.
Skandiya usulü hakkaniyet, diye düşündü bezginlikle. Sol
kroşe ve sağ direkten ibaret.
Kumsaldaki çakıllardan gelen ayak sesini duyduğunda ba-
şını kaldırdı ve su kıyısına doğru ilerleyen karanlık şekli fark
etti. D ü ş ü n c e h bir tavırla kaşlarını çattı. Araluenli oğlandı bu.
Gizlice oğlanı takip etmeye başladı. Kumların üzerine atı-
lan tabak çanağı ve temizleme seslerini duydu. Belki de yal-
nızca bulaşık yıkıyordur, diye düşündü. Belli olmaz. Dikkatli
adımlarla biraz daha yaklaştı.
Erak'ın hareketleri, O r m a n Muhafızı standartlarını yakala-
yamıyordu. Sesi duyan Will, o sırada seıvis tabaklanm ovuş-
turmakla meşguldü. Ya biri geliyor ya da morsun teki kumsala
çıktı, diye düşündü.
Arkasını döndüğünde, Erak'ın cüsseli vücudunu tamdı; kes-
kin rüzgârdan korunmak için giydiği ayı derisinden pelerinle
karanlıkta daha da iri görünüyordu adam. Kararsız kalan Will
yerden kalkarken, elinin bir hareketiyle oğlanı durdurdu.
"İşine devam et," dedi, ters ters. Will bulaşıklan ovalamaya
devam etti. Göz ucuyla demirli gemiye bakarak fırtınanın ge-
tirdiği havayı koklayan Skandiyah lideri izliyordu.
"Burası leş gibi kokuyor," diye m ı n i d a n d ı Erak nihayet.
"Daracık yerde çok fazla insan var," demeye cesaret etti
Will. Hâlâ önüne bakıyor ve tabakları temizliyordu. Erak, oğ-
lanın ilgisini çekiyordu. Sert bir adam ve merhametsiz bir sa-
vaşçıydı ama aslında zalim biri değildi. Will'e karşı, -zaman
zaman kaba bir biçimde de olsa- neredeyse arkadaşça bir tavır
içindeydi.
Erak da Will'i inceliyordu. Neyin peşindeydi bu oğlan? M u h -
temelen bir kaçış yolu anyordur, diye düşündü Erak. Onun ye-
rinde olsa, o da öyle yapardı. Muhafız çırağı, akıllı ve becerikli
bir çocuktu. Kararlıydı da. Erak onun zorlu egzersiz programına
nasıl bağlı kaldığını izlemiş; hava iyi ya da kötü olsun, kumsal
koşulanm mutlaka tamamladığına dikkat etmişti.
Bir kez daha muhafız çırağına saygı duyduğunu fark etti.
Kıza da saygısı büyüktü, o da büyük yiğitlik göstermişti.
Kız akima gelince, kaşları çatıldı. Er ya da geç, o tarafta da
arıza çıkacaktı. Özellikle de Slagor ve adamlarıyla. Kurt Dişi
tayfası, sefillerden oluşuyordu; büyük çoğunluğu, hapishane
kaçkını ve adi suçlulardı. Şerefli bir adam, Slagor'un emri al-
tına girmezdi zaten.
Eh, dedi soğukkanlılıkla, öyle bir şey olursa, birkaç tanesini
daha dövmem gerekecek. Otoritesinin, Slagor'un adamları tü-
ründen ayaktakımı nedeniyle sarsılmasına izin vermeyecekti.
Tutsaklar, E r a k ' m malıydı. Felekatle sonuçlanan Araluen se-
ferinden elde ettiği tek ganimet onlardı ve birinin kılma bile
dokunacak olurlarsa, karşılarında onu bulacaklardı. Bunları
düşünürken, yalnızca yatınmım korumakta olduğunu söylü-
yordu kendi kendine. Ama b u n u n doğruluğundan o kadar da
emin değildi.
"Kont Erak?" dedi çocuk, karanlığın içinden. Sesi, Skandi-
yalı lidere soru sorma izni olup olmadığını merak edercesine,
kararsız çıkmıştı. Erak, homurdandı. Çıkan ses pek anlaşılma-
sa da. Will bunu devam etmesi y ö n ü n d e bir izin gibi algıladı.
"Kont Slagor'un sözünü ettiği şu Valla Yemini nedir?" diye
sordu, sesinin sıradan bir soru soruyormuş gibi çıkmasına dik-
kat ederek. Erak, oğlanm kullandığı unvan karşısında kaşlarını
çattı.
"Slagor bir Kont değil," diye düzeltti. "Yalnızca denizci, bir
kurt gemisi kaptanı."
"Özür dilerim," dedi Will saygıyla. Erak'ı öfkelendiraıek,
en son istediği şeydi. Slagor'u ona eşit koşarak, adamı kızdır-
dığı belli oluyordu. Duraksadı, ancak Erak'ın öfkesi geçmiş
gibi duruyordu, o yüzden bir daha sordu.
"Peki ya Valla Yemini?"
Erak, alçak sesle geğirdi ve sırtını kaşıyabilmek için hafifçe
eğildi. Pirelerin adaya Slagor'un adamlarıyla geldiklerinden
emindi. Bir o eksikti zaten. Soğuk, nem, is ve kötü kokulara
şimdi bir de pireler eklenmişti. Kim bilir kaçıncı kez, Slagor'un
kurt gemisinin Beyaz Fırtına Denizi'ndeki fırtınalarda batmış
olmasını diledi.
"Ragnak'm etmiş olduğu yemin," dedi, hiç de açıklayıcı ol-
mayan bir şekilde. "Bir amacı olduğundan değil ya. Eğer biraz
mantıklı biriysen, Vallalar'ı kolay kolay rahatsız etmezsin."
"Vahalar mı?" diye sordu Will. "Kim ki onlar?"
Erak, çömelmiş karanlık şekle doğru çevirdi başını. Şaşkın-
lıkla başmı salladı. Şu Araluenliler de ne kadar cahil oluyordu
canım!
"Vallalar'dan söz edildiğini duymadın mı hiç? O rutubetli
adada ne öğretiyorlar size yahu?" diye sordu. Will, akıllılık
ederek yanıt vermedi. Sessizlik içinde geçen birkaç saniyenin
ardından, Erak sözlerine devam etti.
"Vallalar, evlat, intikam tanrılarıdır. Üç tanedirler. Köpek-
balığı, ayı ve akbaba görünümündedirler."
Söyledikleri anlaşıldı mı diye bekleyerek sustu. Will, bir
yorumda bulunması gerektiğini hissetmişti.
"Anlıyorum," dedi kararsızlıkla. Erak, alaycı bir dille h o -
murdandı.
"Anlamadığına eminim. Aklı başında olan biri, Vallalar'a
asla bulaşmaz. Aklı başında olan biri, onlar adına yemin de
etmez."
Will, Skandiyalı'nın sözlerini düşündü. "Yani Valla Yemini,
bir intikam yemini mi?" diye sordu. Erak, acımasızca başını
salladı.
"Toptan intikam," dedi. "Sana yanlış yapan kişiden o kadar
nefret edersin ki, yalnızca ondan değil, ailesinin tüm fertlerin-
den de intikam alacağına dair ant içersin."
"Tüm fertleri mi?" dedi Will. Erak bir an, bu soruların ar-
kasında özel bir nedenin yatıp yatmadığını merak etti. Ama bu
tür bir bilginin adadan kaçmalarına bir faydası dokunmayaca-
ğını düşünerek devam etti.
"Sonuncusu da ölünceye dek," dedi Erak. "Bu bir ölüm ye-
mini elbette ve bozulması m ü m k ü n değil. Bir kez edildikten
sonra, yemini eden kişi sözünden cayarsa, Vallalar onun yerine
yemini eden kişi ile ailesinin canını alırlar. Tanışmak isteyece-
ğin türden tanrılar değiller, inan bana."
Yeniden bir sessizlik yaşandı. Will, çok ileri gitmiş olabile-
ceğinden endişelenerek, konuyu değiştirmeye karar verdi.
"O kadar korkunçlarsa, Ragnak neden?.." diye başladığı
sözleri Erak tarafından kesildi.
"Çılgının teki de ondan!" diye patladı Skandiyah. "Sana
söyledim, ancak delinin teki Valla Yemini eder! Ragnak'm
aklı hiçbir zaman başında değildi, oğlunun kaybı onu hepten
çıldırtmış olmalı."
Bir tiksinti işareti yaptı. Ragnak ve dehşet verici Vallalar
hakkında konuşmaktan usanmış gibiydi.
"Duncan'in ailesinden olmadığına şükret, evlat. Ya da
Ragnak'mkinden." Şömine ateşinin kulübe duvarlarındaki bir
düzine çatlaktan sızarak nemli çakıllarda uzun, garip şekiller
oluşturduğu tarafa yönelerek, Will'e arkasını döndü.
"İşine dön artık," dedi öfkeyle ve uzun adımlarla sıcak, ağır
kokulu kulübeye yürümeye başladı.
Tabakların sonuncusunu soğuk deniz suyuna daldıran Will,
onu izliyordu.
"Buradan gerçekten kurtulmamız gerek," dedi usulca, ken-
di kendine.
ON IKI

I zleyip dinleyecek o kadar çok şey vardı ki, Horace başını


önce hangi tarafa çevirsin, bilemiyordu.
Etrafındaki liman şehri La Rivage'dan hayat fışkırıyordu
adeta. Rıhtımlar, gemilerle dolup taşıyordu; Yan yana bağlı
duran basit balıkçı tekneleriyle çift direkli ticari gemiler, göz
alabildiğince uzanıyor gibi görünen bir direk ve halat curcu-
nası yaratıyordu. H o r a c e ' m kulakları, dümenlerini temizleyen
balıkçılar tarafından limana fırlatılan kırıntılar uğruna birbir-
leriyle kapışan martıların canhıraş feryatlarıyla çınlıyordu.
Büyüklü küçüklü gemiler, limanın sakin denizinde alçalıp
yükselerek salınıyor, bir an bile sabit durmuyordu. Martıların
tiz seslerinin arkasında ise, gemilerinin gövdelerini komşula-
rından koruyan yüzlerce hasır korkuluğun düzenli gıcırtıları
duyuluyordu.

H o r a c e ' m burun delikleri ise pişen yemeklerden çıkan koku


ve dumanla doluyordu; R e d m o n t Şatosu'nda çıkan sade yeme-
ğe kıyasla çok farklı, egzotik, heyecan verici ve yabancı öğeler
barındıran kokuları olan yemeklerdi bunlar.
yatında ilk kez yabancı bir ülkeye ayak basıyordu. Keltika'yı
ziyaret etmişti elbette, ama orası yabancı ülke sayılmazdı;
Araluen'in bir uzantısıydı. Burası ise çok farklıydı. Etrafında
öfkeli ve m e m n u n sesler yükseliyor, insanlar birbirlerine ses-
leniyor, karşılıklı hakaretler yağdırıp gülüşüyordu. Ve Horace,
bu sınır lisanının tek kelimesini bile anlayamıyordu.
Halt, Dar Geçit'i Galya'daki tabakhanelere getirilen leş
kokulu hayvan derileri eşliğinde güvertesinde geçtikleri ufak
tefek, tıknaz yük gemisinin sahibine ödeme yaparken, atların
dizginlerinden tutan Horace da limanda etrafı gözlüyordu.
Hayvan derilerinden oluşan kaskatı yığınların dibinde geçiri-
len dört günün ardmdan, b u n d a n böyle deri kıyafet giyip giye-
meyeceğini merak ediyordu Horace.
Uzanıp kemerinden yakalayan bir el, irkilerek o tarafa dön-
mesine neden oldu.
İki büklüm olmuş, solgun yüzlü yaşlı bir kadın, karşısında
durmuş gülümsüyordu; dişsiz ağzıyla sırıtarak açtığı avucunu
öne uzatmıştı.
Kadın, paçavralar içindeydi; başına, bir zamanlar renkli
olsa da artık kirden rengi belli olmayan bir b a n d a n a sarmış-
tı. Yerel dilde bir şeyler söyleyince, H o r a c e ' m tek yapabildiği
omuz silkmek oldu. Hiç parası yoktu ve kadının bir dilenci
olduğuna da emindi.
Gülümseyen surat, birden asılarak tehditkâr bakışlar fırlattı
ve kadın öfke dolu bir şeyler söyledi. Konuştuğu dille alakası
olmasa da, bunun bir iltifat olmadığını anlamıştı Horace. Yaşlı
kadın arkasını döndü ve havaya çapraz çizgilerden oluşan tu-
haf bir işaret çizip topallayaralc uzalclaştı. H o r a c e ' a da çaresiz-
ce başmı sallamak kaldı.
Gülüşme sesleri duyarak arkasını döndüğünde, yaşlı kadınla
aralarında geçenlere şahit olup kıkırdayan, m u h t e m e l e n kendi-
sinden birkaç yaş büyük kızları fark etti. Ağzı açık bakakaldı.
Elinde değildi. H o r a c e ' a göre her biri son derece çekici olan
kızlar, açık saçık olarak nitelendirilebilecek kıyafetler içindey-
di. Hele birinin giydiği etek o kadar kısaydı ki, bacaklarının
ancak küçücük bir kısmını kapatıyordu.
Kızlar yeniden onu işaret ediyor, şaşkın bakışlanm taklit
ediyorlardı şimdi. Horace, hızla ağzını kapattığında kızların
kahkahaları iyice yükseldi, içlerinden biri, oğlana bir şey söy-
leyerek onu yanlarına çağırdı. Horace, kızın söylediklerinin
tek kelimesini bile anlamıyordu. Kendisini cahil hissetti ve ya-
naklarının utançtan kıpkıraıızı kesildiğini fark etti.
O n u n bu hali, kızların iyice kahkahaya b o ğ u l m a l a n n a ne-
den olmuştu. Ellerini yanaklarına götürüyor, oğlanm utanıp sı-
kılmalarını taklit edip o tuhaf lisanlarında konuşuyorlardı.
"Bakıyorum da şimdiden arkadaş edinmişsin," dedi Halt,
arkasından. Horace, suçlulukla ona doğru döndü. Orman M u -
hafızı -Horace, Halt'u başka bir kimlikle özdeşleştiremiyor-
du- kızlarla çocuk arasında yaşananlardan dolayı eğleniyor
gibiydi.
"Dillerini konuşabiliyor musun. H a l t ? " diye sordu Horace.
Garip bir şekilde, bunun onu şaşırtmadığını fark etti. Orman
M u h a f ı z l a n ' n m bazı gizli yetenekleri olduğuna inanmıştı hep
ve şu ana dek yaşananlar da bu varsayımı doğruluyordu. Yol
arkadaşı başmı salladı.
"Derdimi anlatacak kadar," diye yanıtladı Halt ve Horace,
çaktırmamaya çalışarak kızlan işaret etti.
"Ne diyorlar?" diye sordu. Orman Muhafızı, H o r a c e ' m ya-
kından tanımaya başladığı o ciddi yüz ifadesini takınmıştı.
"Belki de bilmemen daha iyi," dedi Halt sonunda. Horace
başmı salladı; bir şey anlamamıştı aslında, ama daha da budala
bir duruma düşürmek istemiyordu kendini.
"Belki de," diye onayladı. Halt, ustalıkla Abelard'ın sırtına
atladı ve Horace da savaş atı Vurucu'ya binerek onu takip et-
meye başladı. Bu hareketlenme, kızlardan büyük bir tezahürat
kopmasına neden olmuştu. Horace, kanın yeniden yanaklanna
hücum ettiğini hissetti. Halt, hem muzip hem de şefkatli denebi-
lecek bir ifadeyle baktı ona. Başını sallayarak deniz kıyısındaki
dar, kalabalık sokak boyunca küçük konvoyun başını çekti.
Horace, at sırtında olmanın verdiği o tanıdık güven hissi-
ne kavuşmuştu artık. Atının üzerindeyken kendisini bu hırgür
meraklısı, telaşlı yabancılarla aynı seviyedeymiş gibi görüyor-
du. Sanki artık kimse onunla dalga geçmek ya da para dile-
nip hakaretler yağdırmak için üzerine gelmiyor gibiydi. Atlı
ya da silahlı adamlar, yaya halktan doğal bir saygı görüyordu.
Araluen'de de daima böyle olmuştu bu ama Galya'da atlı ol-
mak, fazladan bir avantaj sağlıyordu sanki. Galyalılar, atlılarla
arkalarındaki gürbüz yük atma yol verebilmek için hızla çeki-
liyordu önlerinden.
H o r a c e ' i n aklına, Galya yasalarının kendi memleketindeki
kadar adil olmaması ihtimali geldi. Araluen'de yayalann atlı-
lara yol vermeleri bir zorunluluk değildi. Burada ise yayalar,
atlılardan tedirgin oluyor, hatta onlardan korkuyorlardı. H a l t ' a
tam iki ülke arasmdaki farkı soracaktı ki durdu. Halt, bitmek
bilmeyen sorularından dolayı onu sürekli azarlıyordu ve Hora-
ce, bu kez merakını derinlere gömmeye kararlıydı. Sorularını
öğle yemeği için durduklarında sormaya karar verdi.
Verdiği karardan m e m n u n kalarak, hafifçe başını salladı.
Birden aklına gelen başka bir düşünceyle kendini tutamayarak
" H a l t ? " dedi çekingenlikle. Yanında at süren ince yapılı ada-
mın derin bir iç geçirdiğini duydu. Kendi kendine -içinden de
olsa- bir tekme attı.
"Hastalanıyorsun sandım," dedi Halt soğuk bir ifadeyle.
"İki, üç dakikadır hiç soru sormadın."
İyice yüreklenen Horace devam etti.
"O kızlardan biri," diye söze başladı ve O r m a n Muhafızı 'nın
bakışlarını anında üzerinde hissetti. "Çok kısa bir etek giyi-
yordu."
Minicik bir sessizlik anı yaşandı.
"Ne olmuş?" dedi Halt, konuşmanın amacını anlayama-
yarak. Horace rahatsızlıkla omuz silkti. Kızın ve biçimli ba-
caklannın görüntüsü, yanaklarının yeniden kızarmasına neden
oluyordu.
"Şey," dedi kararsızlıkla, "buralarda normal bir şey midir
bu, merak ettim... hepsi bu."
Halt, çocuğun ciddi yüzünü gözden geçirerek, birkaç kez
boğazını temizledi.
"Sanirim Galyalı kızlar, bazen habercilik yapıyor," dedi.
Horace hafifçe kaşlarını çattı. "Habercilik mi?"
"Habercilik. Bir kişiden diğerine mesaj götürüyorlar. Ya da
kasaba ve şehirlerdeki bir ticarethaneden diğerine." Halt, H o -
race anlattıklarına inanıyor mu diye oğlanın yüzüne bir bakış
attı. Aksini düşünmesi için bir sebep olmadığını düşünerek ek-
ledi. "Acil mesajlar."
"Acil mesajlar," diye tekrarladı Horace, bağlantıyı hâlâ ku-
ramayarak. Ama H a l t ' u n dediklerine inanıyor gibi duruyordu,
o yüzden tecrübeli muhafız konuşmaya devam etti.
"Ve sanırım çok acil bir mesajı iletebilmek için koşmak ge-
rekiyor"
Oğlanın gözlerindeki anlayış parıltısını görebiliyordu artık.
Bağlantıyı kuran Horace, birkaç kez başını salladı.
"Yani, o kısa etekler... daha rahat koşmalannı mı sağhyor?"
diye sordu. Başını sallama sırası H a l t ' a gelmişti şimdi.
" U z u n mesafeler boyunca koşacaksan eğer, kesinlikle uzun
eteklerden daha mantıklı bir kıyafet." Dalga geçtiğini anlıyor
mu diye H o r a c e ' a bir bakış fırlattı; oğlan boş konuştuğunu an-
ladı mı diye merak ediyordu. Ama H o r a c e ' m samimi yüz ifa-
desi, savaşçı çırağının ona yürekten inandığını gösteriyordu.
"Öyledir herhalde," dedi Horace nihayet. "O şekilde daha
hoş göründükleri kesin."
Halt, bir kez d a h a göz attı çocuğa. A m a H o r a c e , aldığı
y a n ı t t a n m e m n u n gibi duruyordu. O r m a n Muhafızı bir an
için suçluluk hissetti ve onu kandırdığına p i ş m a n oldu. Ne
de olsa H o r a c e , ona g ö n ü l d e n bağlıydı ve o n u n l a bu şekilde
dalga geçmek, ç o c u k oyuncağıydı. O r m a n Muhafızı, savaş-
çının berrak mavi gözleriyle m u t l u , samimi yüz ifadesine
bir göz attığında, içindeki t ü m pişmanlık hissi kaybolup git-
ti. H o r a c e , hayatın acımasız yanlarını yeterince tattı, diye
düşündü. Bu m a s u m i y e t i n i , bir süre daha k o r u m a s i n i n bir
sakincası yoktu.
La Rivage'ı kuzey kapısmdan terk edip şehrin etrafını çev-
releyen tarım arazilerine doğru yol aldılar. Yol onları tarlalar,
ekinler ve çiftliklerin arasından geçirirken bir sağa bir sola
bakman H o r a c e ' m meraklı doğası, her zamanki formunday-
dı. Buradaki kırsal alan, A r a l u e n ' d e n farklıydı. Ortalıkta daha
fazla ağaç çeşidi bulunuyordu ve b u n u n sonucu olarak da yeşi-
lin farklı tonları mevcuttu. Bazı ekinler de pek tamdık değildi;
sapların u c u n d a yer alan insan kafası büyüklüğünde yapraklar
kurumaya bırakılmış ve görünen o ki t o p l a n m a d a n kurumaya
başlamıştı. Horace, birkaç geniş, açık uçlu depoda asılı duran
yaprakların iyice kurumuş olduklarını fark etti. B u n u n ne tür
bir ekin olduğunu merak etti. A m a daha önce yaptığı gibi, soru
sorma hakkını idareli kullanma kararı aldı.
Anlaşılması biraz daha ustalık isteyen bir fark daha vardı
aslında. Horace, bir süredir b u n u n varlığının bile farkında de-
ğildi. A m a sonra, olan biteni anladı. Tarlalarda ve ekinlerde
bir karmaşa havası göze çarpıyordu. Bakımları yapılmış, tarla-
lann bazıları sürülmüştü bile aslında. Ama Araluen'deki tarla
ve ekinlerde göze çarpan titiz, sevgi dolu bakım yoktu sanki
burada. Çiftçilerin tarlalara pek ilgi göstermedikleri belli olu-
yor, bazı ekinlerin içlerinde büyümüş olan zararlı otlar göze
çarpıyordu.

Halt, iç geçirdi. "Erkekler savaşta olunca bunun zararını


toprak çeker," dedi usulca. Horace ona bir göz attı. Kır saçlı
Orman M u h a f ı z ı ' n ı n sessizliği bozduğu nadiren görülürdü.
"Kim savaşıyor ki?" diye sordu Horace, ilgilenerek.
Halt sakalını kaşıdı. "Galyalılar. Burada güçlü bir merkezi
idare yoktur. İrili ufaklı düzinelerce soylu ve baron bulunur;
adına savaş ustalan de istersen. Sürekli aralarında savaşırlar.
Tarlaların bu kadar özensiz olmasının nedeni de bu. Çiftçilerin
yarısı şu ya da bu orduya yazılmıştır."
Horace, yolu her iki yandan kuşatan tarlalarda gezdirdi
gözlerini. Savaşa dair bir işaret yoktu ortalıkta. Yalnızca ihmal
edilmiş ekinler görülüyordu. Aklına bir fikir geldi.
"İnsanların bizden birazcık... ürküyormuş gibi davranma-
larının nedeni bu m u ? " diye sorunca, Halt başmı salladı.
"Anladın değil mi? Aferin sana, evlat. O kadar da u m u t -
suz değilsin. Evet," diyerek H o r a c e ' m sorusunu yanıtladı. "Bu
ülkede silahlı ve atlı adamlar, potansiyel birer tehlike olarak
görülür; barış gücü değil."
Araluen'de askerler, çiftçileri ve tarlalarını potansiyel iş-
galcilerden koruyacak silahlı güçler olarak görülürdü. Burada
ise, H o r a c e ' m da farkına vardığı üzere, askerler tehlikenin ta
kendisiydi.
"Ülke, tam bir çalkantı içinde," diye devam etti Halt. "Kral
Henri zayıf biri ve ülkede otoritesi bulunmuyor. Dolayısıy-
la baronlar da kendi aralarında savaşıyorlar. Aslında çok da
büyük bir kayıp değil bu. Ama zavallı masum çiftçileri -hem
de yalnızca yollanna çıktıkları için- öldürmeleri, korkunç bir
haksızlık. Bizim açımızdan da sorun çıkabilirdi aslında, ama
demek ki... ahh, lanet olsun."
Son iki kelime ağzından usulca çıkmasına rağmen, deminki
kadar samimi bir havada konuşmuştu. H a l t ' u n gözlerini takip
eden Horace, bakışlarını önlerindeki yola çevirdi.
Her iki yani sık ağaçlarla çevrili yol, küçük bir tepeyi aşa-
rak yokuş aşağı iniyordu. Tepenin dibinde, tarlalarla ağaçlann
arasından akan küçük bir derenin üzerinde taş bir köprü vardı.
Huzur verici, gayet normal ve hoş görünümlü bir manzaraydı
aslında.
Ama H a l t ' u n dudaklarından usulca dökülen heyecanlı keli-
melerin nedeni ne ağaçlar ne köprü ne de dereydi. Atının üze-
rinde yolu tıkanmakta olan zırhlı savaşçıydı.
ON UÇ

E vaniyn, Will'in o m z u n a hafifçe dokunduğunu hisse-


dince hafifçe irkildi. Uyanık olmasına rağmen, oğlanm
yaklaştığını duymamıştı.
"Merak etme," dedi usulca. "Uyanığım."
"Ay battı," dedi Will aynı hafif ses tonuyla. "Gitme zamanı."
Evaniyn battaniyeleri üstünden atarak doğruldu. Botları
hariç, t a m a m e n giyinikti. Onlara uzanarak ayağına geçirme-
ye başladı. Will, battaniyesinden kestiği bir paçavra yığınını
uzattı ona.
"Bunları botlarına bağla," dedi kıza. "Çakıllara basınca çı-
kan sesi azaltır." Evaniyn, onun kendi ayakkabılarına da ku-
maş parçaları sarmış olduğunu fark etti ve hızla aynısını yap-
maya başladı.
Kulübeyle yatakhane arasındaki ince duvardan, adamların
horultularıyla uykularında çıkardıkları sesleri duyabiliyorlar-
dı. Skandiyalılar'dan biri, aniden öksürük nöbetine tutuldu ve
Will ile Evaniyn, sesin birilerini uyandırıp uyandırmadığını
anlamak için oldukları yerde kalakaldılar. Birkaç dakika son-
ra, y a t a k h a n e y e n i d e n s a k i n l e ş t i . E v a n l y n k u m a ş l a r ı b o t l a r ı n a
b a ğ l a y ı p a y a ğ a kalktı v e k a p ı y a d o ğ r u Will'i t a k i p etti.

Will, k i l e r d e n aldığı y a ğ l a k a p ı n ı n m e n t e ş e l e r i n i y a ğ l a m ı ş t ı .
N e f e s i n i t u t a r a k k a p ı y ı açtı v e e n u f a k bir ses b i l e ç ı k m a y ı n c a
r a h a t l a d ı . G ö k 3 m z ü n d e a y y o k k e n k u m s a l k a p k a r a bir b o ş l u ğ u ,
d e n i z d e y a l n ı z c a y ı l d ı z ı ş ı k l a n m y a n s ı t a n k a p k a r a bir ö r t ü y ü
a n d ı n y o r d u . H a v a , son birkaç g ü n d ü r iyice y u m u ş a m ı ş t ı . Sa-
kin bir g e c e y d i v e r ü z g â r d a o l d u k ç a hafiflemişti. A m a a d a n ı n
e t r a f ı n d a k i sert d a l g a l a r ı n s e s i n i h â l â d u y a b i l i y o r l a r d ı .

E v a n l y n , k u m s a l a çekilmiş o l a n iki kurt g e m i s i n i n karanlık göv-


delerini zorlukla seçebiliyordu. Bir tarafta d a h a k ü ç ü k bir şekil yer
alıyordu; Svengal tarafindan son b a l ı k seferinin a r d m d a n k u m s a l a
bırakılan filikaydı bu. Onlar da o tarafa gidiyorlardı zaten.

S a b ı r l a h a r e k e t e d e n Will, k ı z a seçtiği r o t a y ı işaret etti. G e -


cenin erken saatlerinde planın üzerinden geçmişlerdi aslında
a m a k ı z m her şeyi h a t ı r l a d ı ğ ı n d a n e m i n o l m a k i s t i y o r d u . G ö -
r ü l m e d e n h a r e k e t e t m e k , Will için ç o c u k o y u n c a ğ ı y d ı , a n c a k
Evaniyn'in açıklığa çıktığında tedirgin olacağını biliyordu.
Ç a b u c a k gemilere u l a ş m a k isteyecekti.

S ü r a t l i h a r e k e t e t m e l e r i h a l i n d e g ü r ü l t ü çıkarabilirler, g ö r ü -
lebilirler y a d a y a k a l a n a b i l i r l e r d i . Will, k ı z ı n k u l a ğ ı n a " S a k i n
ol. Ö n c e sıralar, s o n r a k a y a l a r , s o n r a g e m i l e r . B e n i o r a d a b e k -
le," diye fısıldadı.

E v a n l y n , b a ş ı n ı s a l l a d ı . Will o n u n t e d i r g i n l i k l e y u t k u n d u -
ğunu görebiliyordu; kızın n a b z ı n ı n h ı z l a a t m a k t a olduğunu
f a r k etti. U z a n ı p h a f i f ç e o m z u n u o k ş a d ı .

" S a k i n l e ş . V e birileri dışarı ç ı k a r s a , o l d u ğ u n y e r d e k a l m a y ı


unutma. Her nerede olursan ol."
Böyle loş yerlerde yapılabilecek en iyi şeydi bu. Bir göz-
cü, olduğu yerde kımıldamadan duran birini göremeyebilirdi.
Ama en küçük bir kımıltı bile anında dikkat çekerdi.
Evaniyn yeniden başını sallayınca, Will nazikçe onun om-
zunu okşayarak "Haydi bakalım," dedi. Kız yeniden derin bir
nefes alarak açıklığa çıktı.
Kulübelerden on metre uzaklıkta bulunan güvenli sıra ve
masalara doğru yümrken, Evaniyn, kendisini inanılmaz savun-
masız hissediyordu. Belli belirsiz parıldayan yıldızlar, artık ışıl
ısıldılar. Yavaş yürümek için kendisini zorladı; adımlarım kas-
ten ağır ağır atıyor, güvenli alana koşma isteğini bastırıyordu.
Botlarına sardığı kumaşlar, sesleri çok iyi boğuyordu ger-
çekten. Ama yine de, taşlardan çıkan tıkırtılar, kulakları sağır
edecek kadar yüksekti sanki. Dört adım d a h a . . . ü ç . . . iki...
bir.
Kalbi deliler gibi atarak, kaba masaların ve sıraların göl-
gesine sığındı Evaniyn. Kumsala inen yolun ortasında küçük
bir kayalık vardı. Bir sonraki hedefi, orasıydı. Masanın rahat
gölgesinde kalmayı tercih ederek bir an duraksadı. Ama bir
an önce hareket etmezse, kımıldayacak cesareti asla bulama-
yabileceğini de biliyordu. Kararlı hareketlerle adımlarını bi-
rer birer atmaya başladı; ayaklarının altındaki taşlardan gelen
boğuk tıkırtılardan ürküp geri çekiliyordu. Kaçışın bu kısmı,
onu dosdoğru yatakhane kapısının önüne götürecekti. O sırada
herhangi bir Skandiyah dışarı çıkarsa, kesinlikle görülecekti.
Kayalara vardığında, gölgelerin bir kez daha onu sararak
koruduklarını hissetti. Kaçışın en zor kısmı sona ermişti. N a b -
zının yavaşlaması için birkaç saniye bekleyerek gemilere doğ-
ru hareketlendi. Artık çok az mesafe kaldığı için, içinden koş-
mak geliyordu. A m a bu isteğe direnerek yumuşak adımlarla
yavaşça Kurt DişVmn yan tarafındaki karanlığa girdi.
Nefes nefese kalıp geminin tahtalarına dayanarak nemli taş-
lann üzerine çöktü. Arkasından gelecek olan Will'i izlemeye
koyulmuştu artık.
Gökyüzünde dağınık bir şekilde seyreden b u l u t l a n n koyu
renkli gölgeleri kumsala düşüyordu. Will, hareketlerini
rüzgârın ritmiyle bulutlara göre ayarladı ve ayağını yere sıkı-
ca basarak, Evaniyn'in biraz önce geçmiş olduğu yol boyunca
ilerledi. Birkaç metrenin ardmdan hareketli ışık ve gölgelere
karışıp arazinin bir parçası haline gelerek ortadan kayboldu-
ğunda, Evanlyn, şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı neredeyse.
Will'i kısa bir süreliğine önce sıraların, h e m e n sonra da kaya-
ların dibinde görebilmişti. Sonrasında ise sanki birkaç metre
ötesinde yerden bitmişti Will. Evanlyn, başını hayranlıkla sal-
ladı. Milletin Omtian Muhafızları'nı büyücü sanması boşuna
değil, diye düşündü. Kızm düşüncelerinden habersiz olan Will
ise gülümsedi ve konuşabilmek için onun yanına geldi.
"Tamam mıyız?" diye sordu alçak sesle. Kız başını salla-
dığında da ekledi, "Bu işe devam etmek istediğine emin mi-
sin?"
Bu kez hiç duraksamamıştı Evanlyn. " E m i n i m , " dedi kesin
bir ifadeyle. Will, onu cesaretlendirmek için omzunu yeniden
okşadı.
"Harika," diyen muhafız çırağı, etrafına bakındı. Kulübe-
lerden yeterince uzaktaydılar artık; seslerinin duyulma olasılı-
ğı çok azalmıştı. Hem eskisi kadar şiddetli olmasa da, rüzgâr
da yeterli koruma sağlıyordu. Evaniyn'in bir miktar cesaret-
lendirmeye ihtiyaç duyabileceğini hisseden Will, filikayı işaret
etti.
" U n u t m a , bu küçük bir araç. Kurt gemileri gibi değil. Bü-
yük dalgaların içine girmeyecek, üzerlerinden kayıp gidecek-
tir. Yani bir evin içindeymiş kadar güvende olacağız."
Son iki cümlesinden pek emin değildi ama sözleri kulağa
mantıklı geliyordu. Adanın etrafındaki martılarla penguenlerin
dev dalgalarla mücadelesini izlemişti ve görünen o ki, ufak
nesneler dev dalgaların üzerinde daha kolay hareket edebili-
yordu.
Erzak dolabından çaldığı büyük bir şarap t u l u m u n u taşıyor-
du Will. Şarabı dökmüş ve tulumu suyla doldurmuştu. Suyun
tadı pek hoş olmasa da onları hayatta tutacaktı. H e m tadı ne ka-
dar kötü olursa o kadar az içeriz, diye düşündü. Tulumu dikkat-
le filikanın dibine yerleştirip birkaç dakika boyunca kürekler,
dümen, küçük direk ve yelkenin yerlerinde olup olmadıklarını
kontrol etti. Su, filika boyunun üçte birine kadar yükselmişti
şimdi ve bunun, ulaşacakları en yüksek nokta olacağını bili-
yordu Will.Birkaç dakika içinde deniz çekilmeye başlayacaktı
ve Evaniyn ile ikisi, bu fırsattan yararlanıp kaçacaklardı. Tö-
tonya kıyılarının, güneyde bir yerlerde olduğunu şöyle böyle
biliyordu. Hatta, Yaz Rüzgârlan artık sakinleşir gibi olduğun-
dan, bir gerniye bile rastlayabilirlerdi. İleride neler olacağına
çok da fazla takılmıyordu. Tek bildiği, b u n d a n böyle tutsak
olmayacağıydı. Eğer iş o noktaya gelirse, özgürlüğünü kazan-
maya çalışırken ölmeyi tercih ederdi.
"Bütün gece burada oturamayız," dedi. "Öteki tarafa geç de
su filikayı denize indirelim artık. U n u t m a , önce k a l d m p sonra
ittireceğiz."
Her iki taraftaki küpeştelerden tutarak filikayı kaldırdılar,
îlk denemede çakıllara takıldılar. Ama ağırlığı yüklenip hafif-
letince, daha kolay kaymaya başlamıştı filika. Az sonra suya
indirdikleri filikaya tırmanıyorlardı. Will, ayağını kıyıya daya-
yıp filikayı son bir kez ittirdi ve kumsaldan uzaklaşmaya baş-
ladılar. Muhafız çırağı, içinde bir zafer coşkusu hissetti ama
h e m e n sonra kendi kendini tebrik edecek zamanı olmadığını
fark etti. Tekne minik dalgaların içinde bir beşik gibi sallanır-
ken, yüzü bembeyaz olmuş, gergin Evanlyn, her iki yandaki
küpeştelere sıkı sıkı tutunmuştu.
"Şimdilik iyiyiz," dedi kız. Ama ses tonu, tedirginliğini ele
veriyordu. Will, acemi hareketlerle kürekleri deliklerine geçirdi.
Svengal'i bunu yaparken defalarca izlemişti. Ancak izlemekle
uygulamanın iki farklı şey olduğunu anlıyordu şimdi; planının
kusursuzluğundan ilk kez şüphe etti. Boyundan büyük bir işe kal-
kışmıştı belki de. Kürekleri acemice çekerek suya daldırdı. Sol-
daki kürek suya temas etmeyince, filika kendi etrafında şöyle bir
döndü; Will, neredeyse döşeme tahtalannın üzerine devriliyordu.
"Yavaş ol," dedi Evanlyn. D a h a dikkatli bir şekilde, bir kez
daha denedi Will. Bu kez filikanın makul bir şekilde hareket
ettiğini fark etti. Svengal'in, her kürek çekişinin ardından,
suya dalmalarını engellemek için kürekleri havaya kaldırdığını
hatırladı. Kürekleri büktüğünde, hareket ettirmesi daha kolay-
ladı. Kendine güveni artarak biraz daha kürek çekti ve filika,
sorunsuzca ilerlemeye başladı. Deniz çekilmeye başlamıştı
artık; kumsala bakıp ne kadar ilerlemiş olduklarını görünce,
Evaniyn'in yureği korkuyla doldu.
Will onun endişesini fark etmişti.
"Gelgitin içine girdiğimizde daha da hızh yol alacağız,"
dedi, "uçundayız şu an."
"Will!" diye bağırdı Evaniyn korku dolu bir sesle. "Filika-
nın içine su doluyor!"
Ayaklannm etrafındaki paçavralar, o ana dek suyu hisset-
mesini engellemişti. Ama artık ıslaklık içeri işliyordu ve aşağı-
ya baktığında, yerdeki tahtaların üzerinden aşmakta olan suyu
görebiliyordu.
"Yalnızca biraz su sıçramış," dedi Will ilgisizce. "Liman-
dan çıkınca boşaltırız."
"Sıçrama falan değil!" diye bağırdı Evaniyn çatlak bir ses-
le. "Filika su sızdırıyor! Baksana!"
Will, o tarafa bakınca yüreği ağzına geldi. Evaniyn haklıy-
dı. Yerdeki tahtaların üzeri, birkaç santim yüksekliğinde suyla
kaplıydı ve su seviyesi, giderek yükseliyordu.
"Aman Tanrım!" dedi Will. "Boşaltmaya başla, çabuk!"
Evaniyn, arka taraftaki minik kovayı kapıp, çılgınlar gibi
suyu boşaltmaya başladı. Ama su, içeri daha hızlı doluyordu
ve Will, suya battıkça filikanın ona daha hantal tepki verdiğini
hissedebiliyordu.
"Geri dön! Geri dön!" diye bağırdı Evaniyn. Tüm o gizh
saklı tavırları terk etmişti artık. Konuşamayacak kadar meşgul
olan Will, bir baş hareketi yaptı ve çaresizce küreğin tekine ası-
larak tekneyi kumsala doğru döndürdü. Artık gelgitle de müca-
dele etmesi gerekiyordu; yaşadığı panik onu yeniden acemi bir
çaylağa dönüştürmüştü. Bir an için dengesi yeniden bozuldu;
neredeyse küreklerden birini suya düşürüyordu. Uzanıp onu
son anda yakaladığında, korkudan dudaklan kurumuştu. Suyla
çılgın gibi boğuşan Evaniyn, dışarı boşalttığı kadar suyu içeri
döktüğünü fark etti. Yüreğini kaplayan panik hissiyle savaşa-
rak, soğukkanlıhğmı b o z m a d a n su boşaltmaya zorladı kendi-
ni. Böylesi daha iyi, diye düşündü. A m a filika öyle hızla su
alıyordu ki, kızm çabası yetersiz kalıyordu.
Neyse ki Will tekneyi, gelgitin o kadar da kuvvetli akıntı ol-
mayan u c u n a doğru yan çevirmeyi akıl etmişti. Ana akıntının
pençesinden kurtulan filika, daha hızlı yol almaya başladı. Üs-
telik hâlâ suya gömülüyordu ve gövdedeki su miktarı arttıkça,
kürek çekmek giderek zorlaşıyordu.
"Kürek çekmeye devam! Bütün gücünle çek!" diye oğlanı
cesaretlendirdi Evaniyn. Will homurdanarak çaresizce küreklere
asıldı ve hantal filikayı kıyıya doğru götürmeye başladı. Neredey-
se varmışlardı zaten. Kumsalla aralannda üç metre mesafe kaldı-
ğında, minik filika tamamen suya gömüldü. Her iki küpeştenin
üzerinden aşan deniz suyu, filikayı batmnıştı. Bel hizalanna gelen
suyun içinde yorgunluktan tökezleyerek bata çıka ilerlerlerken
Will, vücut ağırliklarindan kurtulan filikanın, su yüzeyinin hemen
altmda yeniden yukan fırladığını fark etti. Bir ucundan tutarak,
arkasındaki EvanIynle birlikte sığlığa doğru çektiler filikayı.
Birden "Kendinizi öldürmeye mi çalışıyorsunuz?" dedi sert
bir ses. Başlarını kaldırdıklarında su kıyısında durmakta olan
Erak'ı gördüler. Gevrek gevrek sırıtan birkaç adamı da arka-
sında duruyordu.
"Kont E r a k . . . " diye başladı Will ve sustu. Söyleyecek bir
şey yoktu. Erak, elinde tuttuğu küçük bir şeyi çeviriyordu.
Nesneyi Will'e fırlattı.
"Bunu u n u t t u n u z s a n ı n m ? " dedi uğursuz bir sesle. Will,
nesneyi inceledi. Yaklaşık altı santim boyunda ve iki santim
eninde, ahşap bir silindirdi bu. Ne olduğunu anlamadan baka-
kaldı.
"Biz basit denizcilerin tıpa dediği şey," diye alaycı bir dille
açıkladı Erak. "Tekneye su dolmasına engel olur. Yerine takılı
olup olmadığını kontrol etmek, genellikle faydalıdır."
Will'in omuzları düştü. Son on dakikadır yaşadıklan kor-
kulu anlardan dolayı sırılsıklam olmuş, bitkin düşmüştü ve
titriyordu. En beteri de, başarısızlıklarından dolayı hissettiği
yoğun üzüntüydü. Bir tıpa! Planlan sinir bozucu bir tıpa yü-
zünden berbat olmuştu! Derken güçlü bir el gömleğinin ya-
kasından tutarak ayaklarını yerden kesti; yüzü, E r a k ' m öfkeli
suratından yalnızca birkaç santim uzaktaydı şimdi.
"Beni sakın aptal yerine koyma, evlat!" diye h o m u r d a n -
dı Skandiyalı. "Bir daha böyle bir işe kalkışırsan kamçılarım
seni!" Evanlyn'i de tehdit etmek üzere döndü. "İkinizi de!"
Uyarısının gerekli yerlere ulaşmasını bekledikten sonra
Will'i fırlatıp attı. Tamamıyla yenik düşen O r m a n Muhafızı
çırağı, kumsaldaki sert taşların üzerine iki seksen uzanmıştı.
"Şimdi dönün bakalım kulübenize!" diye gürledi Erak.
ON DÖRT

'tahmin edebileceğin üzere," dedi Halt, tiksinti dolu


bir sesle.
H e m e n önlerindeki küçük derenin üzerinde bir kemer köprü
yükseliyordu. Gezginlerle köprü arasmda ise tam takım zırhlı
bir atlı duruyordu.
Halt, omzunun üstünden uzanarak kılıfından bir ok aldı ve
ne yaptığına bile bakmadan kirişe yerleştirdi.
"Neler oluyor Halt?" diye sordu Horace.
"Tam da acelem varken Galyalıların kalkışacakları türden
bir saçmalık," diye mırıldandı, başını sıkıntıyla sallayan Halt.
"Bu salak, değerli köprüsünden geçmemiz karşılığında bizden
haraç isteyecek."
D a h a o konuşurken, zırhlı adam elinin tersiyle miğferinin
siperliğini kaldırmıştı bile. Beceriksiz bir hareketti bu ve elin-
de tutmakta olduğu üç metrelik mızrak yüzünden daha da beter
bir hale gelmişti. Siperliğini açmakla uğraştığı miğferinin yan
tarafına çarpan mızrağı neredeyse elinden düşürüyordu; çarp-
ma sonucu çıkan boğuk tıngırtı, atlılara dek ulaştı.
"Arrêtez la mes seigneurs, avant de passer ce pont-ci!" diye
seslendi atlı, oldukça tiz bir sesle. Horace söylenenleri anla-
yamıyordu, a m a bunun, karşısındakine tepeden bakan bir ses
tonu olduğundan şüphesi yoktu.
"Ne dedi?" diye sordu Horace ama Halt, yalnızca başmı
sallamakla yetindi.
"Konuşmak istiyorsa bunu bizim dilimizde yapsın," dedi
öfkeyle ve daha yüksek bir sesle bağırdı. "Araluenliyiz!"
Aralarındaki bunca mesafeye rağmen Horace, ülkelerinin
adının anılması üzerine adamın omuzlarını küçümseyerek
silktiğini fark etmişti. Derken şövalye, pek de anlaşılamayan
ağır aksanlı bir dille yeniden konuştu.
"Siz, beyefendiler, bana haraç v e r m e d e n köprümden geçe-
messiniz!" diye bağırdı. Bunun üzerine Horace kaşlarinı çattı.
" N e ? " diye sordu H a l f a dönerek; Orman Muhafızı da ona
doğru dönmüştü.
"Barbarca, değil mi? Şöyle diyor: 'Siz, beyler' - b u biziz,
t a b i i - bana haraç vermeden k ö p r ü m d e n geçemezsiniz.'"
"Haraç mı?" diye sordu Horace.
"Bir çeşit sokak soygunculuğu," diye izah etti Halt. "Bu
saçmasapan ülkede gerçek bir kanun olsaydı, bu tür hareket-
ler yapanların yanma kalmazdı. G ö r ü n e n o ki, isteyen istediği
gibi at oynatıyor. Şövalyeler köprü ya da kavşaklara yerleşerek
geçmek isteyenlerden böyle haraç istiyorlar. Gezginlerin hara-
cı ödeyecek durumları yoksa eğer, şövalyeyle dövüşmeyi de
seçebilirler. Gezginlerin çoğu, tam takım zırhlı bir savaşçıyla
dövüşebilecek d u r u m d a olmadıkları için, haracı ödüyor."
H o r a c e , a t ı n ı n ü z e r i n d e arkasına yaslanarak atlı a d a m ı
inceledi. Şövalye, şüphesiz ki cesaretlerini k ı r m a k amacıy-
la, atını ileri geri k o ş t u r u y o r d u . U ç u r t m a şekilli kalkanı,
kaba bir geyik başı sembolüyle süslenmişti. Aynı sembolü
taşıyan mavi tuniğinin altına da z i n c i r d e n zırh giymişti. M e -
tal eldivenleri, baldırlarında zırhlı plakaları ve y a n a doğru
kayarak açılan -ki şu an açıktı- siperlikli, k a d e h şeklinde bir
miğferi vardı. Siperliğin altında ince bir surat ve çıkıntılı
bir b u r u n göze çarpıyordu. Kalın bir bıyık, siperliğin yanla-
n n a doğru taşıyordu. H o r a c e ' m aklına, siperliği indirdiğin-
de a d a m ı n bıyık uçlarını miğferin içine tıkıştırmak z o r u n d a
kaldığı gerçeği geldi.
"Peki ne yapacağız?" diye sordu.
"Şey, sanırım salak herifi v u r m a m gerekecek," diye yanıtla-
dı Halt, uysal bir sesle. " D ü n y a n ı n kendisine bedava bir hayat
borçlu olduğunu sanan her b u m u büyük hayduda haraç verir-
sem ne olayım. Başımıza dert açılabilir gerçi."
" N e d e n m i ş o?" diye sordu H o r a c e . "Dövüşmek için herke-
se sataştığına göre, öldürülmesine kim aldırır ki? H a k ediyor
bunu."
Halt, kirişine h e m e n bir ok sürdüğü yayını eyerin üzerine
yatırdı.
"Bu salakların şövalyelik dedikleri şeyle alakalı," diye açık-
ladı. "Eğer bir başka şövalye tarafından şövalyece dövüşerek
öldürülür ya da yaralanırsa, bu m a z u r görülebilir. Ü z ü c ü olur
belki, a m a mazur görülebilir. Öte yandan, o boş kafasına bir ok
gönderirsem, bu hilekârlık olarak algılanacaktır. E m i n i m bu
yakınlarda arkadaş ya da akrabaları vardır. Bu dangalaklar, ge-
nellikle grup halinde gezerler. Ve onu öldürürsem, peşimizden
gelmek isteyeceklerdir. Dediğim gibi, al basma belayı."
İç geçirerek yayını kaldırmaya başladı.
Horace, bir kez daha önündeki bu zorbaya bir göz attı. Kan-
lı bir ölümden yalnızca birkaç saniye uzakta olduğu gerçeğin-
den habersiz gibiydi adam. Belli ki Orman M u h a f ı z l a n ' n ı ta-
nımıyor ve giymekte olduğu t a m takım zırhına güveniyordu.
H a l t ' u n istese, okunu miğferin kapalı siperliğinin içinden bile
geçirebileceğinden haberi yoktu. Açık siperlik. H a h kadar be-
cerikh biri için çok kolay bir hedefti.
"Bu işi b e n i m halletmemi ister misin?" diye sordu H o r a -
ce nihayet, duraksayarak. Yayını y a n yarıya atış pozisyonuna
kaldırmış olan Halt, şaşırmıştı.
"Sen m i ? " dedi.
Horace başını salladı. " H e n ü z gerçek bir şövalye olmadım,
biliyorum, a m a s a m n m onunla başa çıkabilirim. Ve arkadaşla-
n da o n u n bir başka şövalye tarafından alt edildiğine inandığı
sürece, kimse peşimizden gelmeyecektir, öyle değil mi?"
" B a y l a a r ! " diye sabırsızca seslendi atlı, "tallebbime bi ce-
vap vermenis lasım!" Horace, H a l t ' a bir bakış fırlattı.
"Talebine cevap vermemiz lazımmış. Bu işin boyunu aşma-
yacağından emin misin?" dedi O r m a n Muhafızı. "Ne de olsa
t a m teçhizatlı bir şövalye var karşında."
"Şey... evet," dedi Horace acemice. H a l t ' u n , o n u n böbür-
lendiğini sanmasını istemiyordu. "Ama aslında o kadar da iyi
değil, h a ? "
"Öyle m i ? " diye alaycı bir dille sordu Halt. Oğlanin ciddi
ciddi başını sallaması, onu şaşırttı.
"Hayır. Hiç de iyi değil. Atına nasıl bindiğine bir baksa-
na. Çok dengesiz. Ve mızrağını fazla sıkı tutuyor, gördün mü?
Sonra bir de kalkan meselesi var. Kalkanı o kadar alçakta tutu-
yor ki, ani bir Juliette'e karşı hiç şansı yok, öyle değil m i ? "
H a l t ' u n kaşları çatıldı. "Juliette de neyin nesi?"
H o r a c e , O r m a n M u h a f ı z ı ' n ı n sesindeki alayı fark e t m e -
miş gibiydi. İfadesizce açıklamaya başladı: " M ı z r a k l a ani-
den yapılan h e d e f değişikliği. Önce göğüs yüksekliğindeki
kalkanı hedef alır, derken son a n d a m ı z r a ğ ı n u c u n u miğfere
doğru kaldırırsın." Sustu ve özür diler gibi bir sesle ekledi,
"Adına n e d e n Juliette dendiğini b i l m i y o r u m . Bize öyle öğ-
rettiler."
U z u n bir sessizlik yaşandı. Halt, oğlanın boş yere övün-
m e d i ğ i n i görebiliyordu. N e d e n söz ettiğini g e r ç e k t e n de
biliyor gibi d u r u y o r d u . O r m a n M u h a f ı z ı , düşünceli bir ifa-
deyle yanağını kaşıdı. H o r a c e ' m ne k a d a r iyi o l d u ğ u n u gör-
m e k açısından faydalı olabilir, diye d ü ş ü n d ü . İşlerin k ö t ü y e
gitmesi h a l i n d e A p l a n ı n a dönebilir ve boşboğaz k ö p r ü m u -
hafızını zımbalayabilirdi de. A n c a k geriye k ü ç ü k bir p r o b -
lem kalıyordu.
"Şu 'Juliette' d e n e n şeyi yapamayacaksın yalnız. Mızrağın
yok ki."
Horace başıyla onayladı. "Evet. İlk geçişte onun mızrağını
bertaraf etmeliyim. Çok zor olmasa gerek."
" B e y l e r ! " diye seslendi atlı. "Bi cevap vermeniz lazim !"
" K e s sesini be," diye mıriidandı Halt. "Yani sorun çıkmaz
diyorsun, öyle m i ? "
Horace dudaklarini büzerek, kararlı bir tavırla başıni salladı.
"Şey, a d a m a bir baksana. Halt. Biz burada otururken mız-
rağı t a m üç defa elinden düşürüyordu az kalsın. Bir çocuk bile
elinden alabilir mızrağı."
Bu sözler, H a l t ' u güldürmüştü. Çocukluktan yeni çıkan H o -
race, karşısında durmuş, y o U a n n ı tıkayan şövalyenin elindeki
mızrağı bir çocuğun bile alabileceğini iddia ediyordu. Derken
Halt, H o r a c e ' m yaşındayken yaptıklarını ve oğlanm, köprüde-
ki gülünç savaşçıya kıyasla çok daha tehlikeli bir rakip olan
Morgarath'la dövüştüğünü hatırladı. H o r a c e ' ı son bir kez in-
celediğinde, genç yüzündeki azimli ifadeyi ve sessiz özgüveni
fark etti.
"Gerçekten de n e d e n söz ettiğini biliyorsun, değil m i ? "
dedi. Ağzından bir soru gibi çıksa da, gerçeğin beyanıydı bu.
Horace yeniden başmı salladı.
"Bilemiyorum Halt. Bu tür şeyleri hissedebiliyorum. Sör
R o d n e y bana doğuştan yetenekli olduğumu söyledi."
Gilan da Uthal O v a l a n ' n d a k i savaşın ardından H a l t ' a aynı
şeyi söylemişti. Halt, aniden kararını verdi.
"Pekâlâ," dedi. "İstediğin gibi olsun."
Sabırsız şövalyeye dönerek seslendi.
"Bayım, yol arkadaşım sizinle d ü e h o etmeyi seçiyor!" dedi.
Savaşçı bunu üzerine atında doğrularak kaskatı kesildi. Halt,
bu beklenmedik haber karşısında adamın dengesini kaybetme-
sine ramak kaldığını fark etti.
"Düollo m u ? " diye cevap verdi atlı. "Sisin arkadeş şövval-
yediilki!"
Halt adamın görebilmesi için abartıyla başını eğdi.
" H e m de ne şövalye!" diye seslendi. "Feuille du Chêne
Tarikati'ndan Sör Horace'tır kendisi." Durdu ve kendi kendine
m m i d a n d ı , "Yoksa Crêpe du Chêne mi olmalıydı? Neyse."
"Ne dedin ona?" diye sordu Horace, sırtındaki yuvarlak
kalkanını indirip sol koluna geçirerek.
"Senin Meşe Yaprağı Tarikatı'ndan Sör Horace olduğunu
söyledim," dedi Halt ve kararsızca ekledi. "En azından öyle
söylediğimi sanıyorum. Meşe Kozalağı Tarikatı'ndan olduğu-
nu da söylemiş olabilirim."
Horace, gözlerindeki hafif hayal kırıklığıyla Orman
Muhafızı'na bir bakış fırlattı. Şövalyelik kurallarını çok cid-
diye alıyor ve "Sör H o r a c e " unvanını kullanmaya hakkı olma-
dığını biliyordu.
"Bu gerekli miydi?" diye sorunca. Orman Muhafızı başını sal-
ladı.
"Evet. Herhangi biriyle dövüşmez bunlar. Gerçek bir şövalye
olmalı. Üzerinde zırh olduğunu fark ettiğini sanmıyorum," diye
ekledi, Horace koni biçimh miğferini sıkıca başına geçirirken.
Çocuk, zincirden zırhmın başlığını çoktan yerine geçirmişti bile.
Pelerinini çıkarıp bırakacak bir yer arandı. Halt, "Ben tutayım,"
dedi, pelerini alıp eyerin üzerine atarak. Pelerini eyere uzun yayı-
na değmeyecek şekilde yerleştirdiği, Horace'm gözünden kaçma-
mışü. Savaşçı çırağı, uzun yaya bakarak başını salladı.
"Ona ihtiyacın olmayacak."
"Bu hikâyeleri çok işittim," dedi Halt ve köprü bekçisi on-
lara seslenirken bakışlarım kaldırdı.
"Arkadaşın mızraa yok," dedi şövalye, üç metrelik demir
uçlu sopasıyla işaret ederek.
"Sör Horace, dövüşü kılıçla yapmanızı öneriyor," diye ya-
nıtladı Halt ve şövalye sertçe başım salladı.
"YokiYok! Ben mızraamı kullancam!"
Halt, tek kaşını H o r a c e ' d a n yana kaldırdı. " D e m e k ki şö-
valyelik ölmemiş," dedi usulca, "ama eğer rakibine üç metre-
lik bir avantaj sağlayacaksa unut gitsin."
Horace omuz silkmekle yetindi. "Sorun değil," dedi sakin-
ce. Birden aklına gelen soruyu sordu. "Halt, onu gerçekten de
öldürmem gerekiyor m u ? Yani, bu işi o kadar ileri gitmeden de
halledebilirim."
Halt, bunu düşündü.
"Şey, mecbur değilsin," dedi savaşçı çırağına. "Ama risk
almana da gerek yok. Sonuçta öldürülmeyi hak eden biriyle
karşı karşıyasın. Yoldan geçenleri haraca bağlamak neymiş
anlasın."
Kaşının tekini kaldırıp surat asma sırası, H o r a c e ' a gelmişti.
Halt, omuz silkti.
" N e d e n söz ettiğimi biliyorsun," dedi. "Yalnızca kendine
dikkat et demek istiyorum."
" B a y y ı i m ! " diye bir çığlık attı şövalye, mızrağını kolunun
altına sıkıştırıp mahmuzlarım atının böğrüne geçirerek. "Hazır
olım! Sissi öldürmeye geliyooom!"
Çeliğin deriye sürtünme sesi duyuldu ve Horace uzun kılı-
cını kınından çekerek üzerine gelmekte olan rakibiyle yüzleş-
mek üzere Vurucu'yu döndürdü.
Halt'a dönüp, "Bir dakika bile sürmez," dedi ve ardmdan Vu-
rucu firladı gitti; birkaç metre içinde dörtnala hıza ulaşmışt bile.
ON BEŞ

B aşarısız kaçma girişimlerinin ardından, Will


Evaniyn'in kulübelerden elli metre bile uzaklaşmaları
yasaklanmıştı. Kumsalda tur atmalar, egzersiz yapmalar yok-
ile

tu artık. Erak, yatakhanedeki döşeklerin yeniden örülmesinden


tutun da Kurt Rüzgârı nın alt gövdesindeki çatlakların katran
ve halat parçalarıyla kapatılmasına varıncaya dek, tutsakla-
ra bir dizi yeni angarya yüklemişti. Sevimsiz ve ağır işlerdi,
ancak Evanlyn ile Will soğukkanlılıkla kabul etmişlerdi yeni
görevlerini.
Bu kısıtlı hayatları çerçevesinde, iki Skandiyalı grup arasın-
da giderek artan gerginliği fark etmemeleri m ü m k ü n değildi.
Canları sıkılan ve kendilerine eğlence arayan Slagor ile a d a m -
ları, Araluenlilerin kamçılanması gerektiğini yüksek sesle dile
getiriyorlardı. Hatta Slagor, nemli dudaklarını yalayarak bu
görevi bizzat yerine getirmeyi bile önermişti.
Erak ise lafını sakınmadan Slagor'a kendi işine bakmasını
söylemişti. Slagor'un önderliğini yaptığı alaycı, palavracı ta-
vırlarla adamlarının hile yaparak her fırsatta Kurt Rüzgârı tay-
falarına sataşmalarından gitgide sıtkı sıyrılıyordu. Slagor bir
korkak ve kabadayıydı. Erak, onu tutsaklarıyla kıyasladığında.
Will ve Evaniyn Te aralarında hemşerisine göre çok daha faz-
la ortak yan bulunduğunu şaşkınlıkla fark ediyordu. Kaçmayı
denedikleri için çocuklara karşı kin gütmüyordu. Yerlerinde
olsa o da aynısını yapardı. Slagor'un kendi çarpık zevkleri için
intikam araması, Erak'ı bir şekilde çocuklara daha da yakm-
laştırmıştı.
Slagor'un adamlarına gelince, Erak, her birinin Skorghijl'in
temiz havasım kirlettiğine inanıyordu.
İşlerin çığırından çıkışı, bir gece akşam yemeği sırasında
oldu. Will servis tabaklariyla et bıçaklarını bir masanın üzeri-
ne yerleştirmekle meşguldü. Evaniyn ise geniş bir tencereden,
Erak ile Slagor'un üst düzey tayfalarıyla birlikte oturdukları
masaya çorba servisi yapıyordu. Tam Slagor ile ikinci kap-
tanının arasındayken, Slagor, bir adamının anlattığı bir şeye
gülmeye başladı. Gülerken, sandalyesinde kollarını iki yana
açmıştı. Bu sırada ağzına kadar dolu olan kepçeye çarpan eli,
sıcak çorbanın çıplak koluna dökülmesine neden oldu.

Slagor acıyla feryat ederek Evaniyn'i bileğinden yakaladı


ve öne doğru çektiği kızı, kolunu bükerek masanın üzerine ya-
tırdı.
"Lanet olası kız! Yaktın beni! Şuna bir baksana, seni tem-
bel Araluen domuzu!" Sırılsıklam kolunu, diğer eliyle tuttuğu
kızm yüzüne yaklaştırdı. Evaniyn adamın hırıltılı nefesini du-
yabiliyor ve pis kokusundan rahatsız oluyordu.
"Özür dilerim," dedi aceleyle, adam kolunu büktükçe acıy-
la yüzünü buruşturarak. "Ama kepçeyi sen devirdin."
"Yani benim suçumdu lia? Bir denizciyle nasıl konuşulur
öğreteceğim sana!"
Belinde taşıdığı üç uçlu, kısa kamçıya uzanırken, yüzü öf-
keden kıpkırmızı kesilmişti. Yüreklendirici adını verdiği kam-
çısını yalnızca tembel kürekçiler üzerinde kullandığım iddia
ediyordu Slagor ama onu tanıyanların kesinlikle inanmadıkları
bir iddiaydı bu. Slagor'un iriyan bir kürekçiye vurmaya cesa-
ret edemeyeceği, herkes tarafından biliniyordu.
Söz konusu olan genç bir kız olunca, işler değişiyordu el-
bette. Hele de şimdiki gibi sarhoş ve öfkeliyse.
Salona bir sessizlik çöktü. Dışarıda, ahşılagelmiş rüzgâr,
kulübenin tahtalarını inletiyordu. İçeride ise, şömine ve odada-
ki gaz lambalarının bulanık, belirsiz aydınlığı eşliğinde, hayat
bir an için donup kalmış gibiydi.
Slagor'un karşısında oturan Erak, kendi kendine küfretti.
Odanın öbür ucundaki Will, tabakları sessizce bıraktı. Herkes
gibi onun bakışlan da Slagor'un kıpkırmızı suratına ve kalın
dudaklanm ıslatmak üzere eğri büğrü, lekeli dişleri arasında
kımıldanan diline odaklanmıştı. Orman Muhafızı çırağı, fark
edilmeden bıçaklardan birini kaptı; tuzlanmış etleri porsiyonlara
ayırmak üzere kullanılan, çift uçlu, ağır bir bıçakü bu. Yaklaşık
yirmi santimlik boyuyla, Halt'la saatler boyu yaptıkları idman-
lardan alışık olduğu küçük saks bıçaklanndan farklı değildi.
Nihayet Erak konuştu. Sesi alçaktı ve makul bir tonla ko-|
nuşuyordu. Bu bile, onun tayfalannın doğrularak dikkat kesil-
melerine neden olmuştu. Erak bağırıp çağırıyorsa, genellikle
şaka yapıyor olurdu. Ama sakin ve ciddi bir dille konuşuyorsa,
b u n u n onun en tehlikeli hali olduğunu hepsi bilirdi.
"Kızı bırak, Slagor," dedi Erak.
Verilen e m r e v e a r k a s ı n d a y a t a n k e n d i n d e n e m i n ses t o n u n a
hiddetlenen Slagor, kaşlarını çatarak somurttu.
" Ç o r b a y ı ü s t ü m e d ö k t ü ! " diye b a ğ ı r d ı . " B u n u b i l e r e k y a p t ı
ve cezasını çekecek!"

E r a k k u p a s ı n a u z a n a r a k b i r a s ı n d a n d e r i n bir y u d u m aldı.
Y e n i d e n k o n u ş t u ğ u n d a , d e n i z c i d e n sıkılmış gibiydi sesi.

"Bir kez d a h a söylüyorum. Kızı bırak. O b e n i m k ö l e m . "


"Köleleri disipline e t m e k gerekir," dedi Slagor, bakışlarını
hızla oda b o y u n c a gezdirerek. " H e p i m i z , b u n u senin y a p m a k
istemediğini gördük, d e m e k ki birilerinin senin adına y a p m a
zamanı gelmiş!"
A d a m ı n d i k k a t i n i n d a ğ ı l d ı ğ ı m fark e d e n E v a n i y n , k o l l a r ı m
t u t a n p e n ç e d e n k u r t u l m a k için h a r e k e t l e n d i . A m a b u n u fark
e d e n S l a g o r , kızı k o l a y c a y e n i d e n kıstırdı. Ç o ğ u s a r h o ş o l a n
b i r k a ç Kurt Dişi t a y f a s ı , koro halinde kaptanlarının sözlerini
onaylıyordu.

Erak, duraksadı. İşe koyulup S l a g o r ' u yere serebilirdi.


B u n u yerinden k a l k m a d a n bile yapabilirdi. A m a bu kadarı,
yeterli o l m a y a c a k t ı . Salonda bulunan herkes onun kavgada
S l a g o r ' u y e n e c e ğ i n i b i l i y o r d u v e b u n u y a p m a s ı n ı n bir a n l a m ı
o l m a y a c a k t ı . H e r i f t e n o k a d a r sıkılmıştı ki artık, h a k a r e t e u ğ -
r a y ı p u t a n c ı n d a n ö l m e s i n i i s t i y o r d u . S l a g o r rezil o l m a y ı s o n u -
n a k a d a r h a k e d i y o r d u v e E r a k d a b u n u nasıl y a p a c a ğ ı n ı ç o k
iyi b i l i y o r d u .

T ü m bu olanlardan sıkılmış gibi iç geçirdi ve m a s a n ı n


üzerinden öne doğru eğilerek sanki düşük zekâlı birine hitap
e d e r m i ş gibi t a n e t a n e k o n u ş m a y a b a ş l a d ı . A s l ı n d a S l a g o r ' u n
z i h i n s e l k a p a s i t e s i d ü ş ü n ü l d ü ğ ü n d e , b u n u n ç o k d a y a n l ı ş ol-
madığını düşünüyordu.
"Slagor, z o r l u bir sefere ç ı k t ı m v e e l d e e d e b i l d i ğ i m t e k
ö d ü l , b u ikisi. B i r i n i ö l d ü r m e n e izin v e r e m e m . "
Slagor, z a l i m z a l i m g ü l ü m s e d i . " B u ikisine y u m u ş a k davra-
n ı y o r s u n , E r a k . S a n a iyilik y a p ı y o r u m . H e m tatlı bir kırbaç kızı
ö l d ü r m e z . Y a l n ı z c a g e l e c e k t e d a h a itaatkâr o l m a s ı n ı sağlar."

" B e n k ı z d a n s ö z e t m i y o r d u m , " d e d i E r a k d ü z b i r sesle.


"Oğlanı kastettim."

Başıyla Will'in odanın öteki tarafında, titrek g ö l g e l e r i n


i ç i n d e d u r d u ğ u y e r e d o ğ r u işaret etti. S l a g o r d a diğerleri gibi
o n u n b a k ı ş l a r ı n ı t a k i p etti. .
" O ğ l a n m ı ? " A n l a m a d a n k a ş l a r ı n ı çattı. " O n a z a r a r v e r m e -
ye niyetim yok."
E r a k b i r k a ç k e z b a ş ı n ı s a l l a d ı . " B i l i y o r u m , " d i y e c e v a p ver-
di. " A m a k ı z a o k a m ç ı y ı v u r d u ğ u n a n d a , b ü y ü k i h t i m a l l e seni
öldürecektir. Ve b e n de ceza olarak onu ö l d ü r m e k zorunda ka-
l a c a ğ ı m . V e k o r k a r ı m b u k a d a r z a r a r e t m e y e hazırlıklı d e ğ i l i m .
O y ü z d e n ş i m d i b ı r a k kızı."

Diğer Skandiyalılar'dan bazıları, E r a k ' ı n kullandığı ger-


ç e k ç i ses t o n u k a r ş ı s ı n d a g ü l ü ş m e y e b a ş l a m ı ş t ı b i l e . S l a g o r ' u n
a d a m l a n bile g ü l ü y o r d u .
S l a g o r ' u n yüzü karararak öfkeyle kasıldı. E r a k ' m şakala-
rının hedefi o l m a k t a n nefret e d i y o r d u ; o n u n l a birlikte diğer
a d a m l a r ı n ç o ğ u , A r a l u e n l i u f a k t e f e k o ğ l a n ı n o n u d ö v ü ş t e alt
edebileceğini iddia eden E r a k ' m amacının, Slagor'u aşağıla-
m a k t a n ibaret o l d u ğ u k o n u s u n d a hemfikirdi.

" S e n aklını k a y b e t m i ş s i n , E r a k , " diye d u d a k b ü k t ü . "Bir


tarla faresi ne k a d a r t e h l i k e l i y s e o ğ l a n da o k a d a r tehlikeli. İ s -
tesem tek elimle b o y n u n u kırarım."
B o ş t a k a l a n eliyle işaret etti.
E r a k o n a g ü l ü m s e d i . T e b e s s ü m ü n d e ş a k a c ı l ı k t a n eser y o k t u .
" O n a d o ğ r u t e k bir a d ı m bile a t a m a d a n ö l d ü r e b i l i r s e n i , "
dedi.
S e s i n d e , ş a k a y a p m a d ı ğ ı n ı g ö s t e r e n bir n e t l i k v a r d ı . S a l o n -
d a k i l e r d e b u n u fark e d e r e k ö l ü m s e s s i z l i ğ i n e g ö m ü l m ü ş l e r d i .
S l a g o r d a n e o l u p b i t t i ğ i n i n f a r k ı n d a y d ı . K e n d i n e bir çıkış y o l u
a r a y a r a k k a ş l a r ı n ı çattı. İ ç k i , a k l ı n ı n k a r ı ş m a s ı n a n e d e n o l m u ş -
tu. A n l a y a m a d ı ğ ı bir şey v a r d ı . K o n u ş m a y a b a ş l a d ı a m a E r a k ,
elini k a l d ı r a r a k o n u s u s t u r d u .

" K e n d i s i n i k a n ı t l a m a s ı için seni ö l d ü r t e m e y i z h e r h a l d e , "


d e d i isteksiz bir i f a d e y l e . B a k ı ş l a r ı m o d a d a g e z d i r e r e k m a s a -
n ı n u c u n d a k i yarı d o l u bir fıçıda k a r a r kıldı. E l i y l e işaret etti.
" Ş u fıçıyı b u t a r a f a i t b a k a l ı m , S v e n g a l , " d e d i . İ k i n c i k a p t a -
nı, bir u c u n d a n t u t t u ğ u k ü ç ü k fıçıyı k a b a m a s a b o y u n c a k a p t a -
n ı n a d o ğ r u ittirdi. E r a k , fıçıyı titizlikle i n c e l e d i .

" B u fıçı, s e n i n k a l ı n k a f a n ı n b ü y ü k l ü ğ ü n d e , Slagor," dedi


d o n u k bir g ü l ü m s e m e y l e . A r d ı n d a n m a s a d a n k e n d i b ı ç a ğ ı n ı
a l a r a k fıçının k o y u renkli y ü z e y i n e iki a d e t b e y a z ç e n t i k attı.

"Diyelim ki bunlar da gözlerin olsun."


F ı ç ı y ı m a s a b o y u n c a iterek n e r e d e y s e d i r s e ğ i n e d e ğ e c e k
şekilde Slagor'un y a n m a koydu. İşin n e r e y e v a r a c a ğ ı n ı m e -
rak eden salondakiler arasında heyecanlı mırıltılar dolaşıyor-
d u . N e l e r o l u p bittiğini, y a l n ı z c a S v e n g a l v e E r a k ile k ö p r ü d e
d ö v ü ş e n H o r a k a n l ı y o r d u . O ğ l a n ı n bir O r m a n M u h a f ı z ı çırağı,
d o l a y ı s ı y l a s a y g ı n bir r a k i p o l d u ğ u n a ilk e l d e n şahit o l m u ş l a r -
di. A m a b u k e z ç o c u ğ u n e l i n d e y a y ı y o k t u . Ü s t e l i k W i l l ' i n sağ
k o l u n u n i ç i n d e bir b ı ç a k g i z l e d i ğ i n i d e b i l m i y o r l a r d ı .

"Haydi bakalım evlat," diye devam etti Erak, "gözle-


r i b i r a z fazla b i t i ş i k a m a s o n u ç t a S l a g o r ' u n g ö z l e r i b u n l a r . "
S k a n d i y a h l a r ' ı n a r a s ı n d a keyifli k ı p ı r d a n m a l a r y a ş a n d ı ; Erak
d o s d o ğ r u onlara hitap ediyordu şimdi. "İkisini de dikkatle iz-
l e y e l i m ; b a k a l ı m a r a l a r ı n d a bir şey b e l i r e c e k m i ? "

V e b u n u s ö y l e y e r e k , t ü m d i k k a t i n i m a s a n ı n ü z e r i n d e k i fıçı-
ya vermiş n u m a r a s ı yaptı. K a ç ı n ı l m a z olarak salondaki herkes
o n u taklit e t m i ş t i . Will, bir a n için t e r e d d ü t etse d e E r a k ' a g ü -
venebileceğini hissediyordu. S k a n d i y a l ı liderin o n a g ö n d e r d i -
ğ i m e s a j ç o k açıktı. G e r i çektiği k o l u n u h ı z l a i n d i r e r e k b ı ç a ğ ı
d ö n e d ö n e o d a n ı n ö b ü r t a r a f ı n a d o ğ r u fırlattı.

D ö n e n b ı ç a k , g a z l a m b a l a r ı y l a alevlerin kızıl p a n i t ı s m ı y a k a -
l a y a r a k bir an için ışıldadı. Ve gürültülü bir sesle, t a h t a y a - y o n -
t u l m u ş g ö z deliklerinin t a m o r t a s ı n a o l m a s a d a - s a p l a n ı v e r d i .
F ı ç ı , d a r b e n i n etkisiyle e n a z o n s a n t i m geriye k a y m ı ş t ı .

İrkilerek bir çığlık a t a n S l a g o r , g e r i l e d i . F a r k ı n d a o l m a d a n


Evaniyn'in kolunu bırakmıştı. Çabucak adamdan uzaklaşan
kız, E r a k ' m işaret ettiği k a p ı d a n ç ı k a r a k , fark e d i l m e d e n kar-
m a ş a d a n uzaklaştı.

B i r anlik k a r m a ş a n i n a r d ı n d a n E r a k ' ı n a d a m l a r i g ü l m e y e v e
m ü k e m m e l nişancılığı a l k ı ş l a m a y a b a ş l a d ı l a r . Bir süre s o n r a al-
kışa öfkeyle etrafındakilere b a k ı n m a k t a o l a n S l a g o r ' ı m a d a m l a -
n bile katılmıştı. P o p ü l e r biri değildi Slagor. A d a m l a r i n i n o n u n
p e ş i n d e n g i t m e l e r i n i n tek n e d e n i , b a s k ı n l a r a g e m i t e d a r i k e d e -
cek kadar zengin olmasıydı. Şimdiyse, adamlarindan bazılari,
b ı ç a k fıçıya s a p l a n d ı ğ ı n d a attığı k a b a çığlığı taklit e d i y o r d u .
Erak, oturduğu yerden kalkarak m a s a n ı n etrafından dolan-
dı; bir y a n d a n d a k o n u ş u y o r d u .

" G ö r ü y o r s u n Slagor, eğer ç o c u k yanlış tahta kafaya nişan


a l m ı ş o l s a y d ı , ş i m d i ö l m ü ş t ü n v e b e n d e c e z a o l a r a k o n u öl-
dürmek zorunda kalacaktım."

Will'in y a n m a g e l i p d u r d u . B u n d a n s o n r a b a ş ı n a n e g e l e c e -
ğini b e k l e y e n S l a g o r ' a g ü l ü m s ü y o r d u .

" Ş i m d i y s e , " d i y e d e v a m etti E r a k , " y a l n ı z c a s e n i n k a d a r


ö n e m l i bir ş a h s i y e t i k o r k u t t u ğ u için a ğ z ı n ı n p a y ı n ı v e r m e k l e
yetineceğim."

V e Will d a h a d a r b e n i n f a r k ı n a bile v a r a m a d a n , E r a k k a f a s ı -
n a bir y u m r u k p a t l a t ı p o ğ l a n ı y e r e devirdi. Svengal'e bakarak
k u l ü b e n i n k a b a a h ş a p z e m i n i ü z e r i n d e b a y g ı n y a t a n şekli işa-
ret etti.

" B u s a y g ı s ı z k ö p e ğ i k u l ü b e s i n e a t i n , " diye e m r e t t i . V e s a l o -


n a a r k a s ı n ı d ö n e r e k g e c e n i n k a r a n l ı ğ ı n a çıktı.

Dışarıdaki temiz soğuk havayı soluduğunda, bakışlarını yu-


karı k a l d ı r d ı . G ö k y ü z ü aydınlıktı. R ü z g â r h â l â e s i y o r d u b e l k i ,
a m a artık ş i d d e t i hafiflemiş v e d o ğ u y a k a y m ı ş t ı . Y a z R ü z g â r l a r ı
sona ermişti.

" B u r a d a n g i t m e n i n z a m a n ı geldi artık," dedi yıldızlara doğru.


O N ALTI

D övüş, a d ı n a dövüş denilirse tabii, birkaç s a n i y e d e n faz-


la s ü r m e m i ş t i .

S ü v a r i l e r , s a v a ş a t l a r ı n ı karşılıklı s ü r e r k e n , atların t o y n a k -
ları y o l u n p ü r ü z l ü y ü z e y i n d e g ü m b ü r d e y i p t o z u d u m a n a kattı.

Galyalı şövalye, mızrağını öne doğru uzatmıştı. H o r a c e ' m


ş ö v a l y e n i n t e k n i ğ i n d e g ö r d ü ğ ü h a t a y ı artık H a l t d a g ö r e b i l i -
y o r d u . A d a m ı n b u a ş a m a için g e r e ğ i n d e n sıkı k a v r a d ı ğ ı m ı z -
rağı, a t m hareketiyle sallanıp titriyordu. Oysa d a h a h a f i f v e es-
nek tutsa, silahın doğrudan hedefe yönelmesini sağlayabilirdi.
Ş i m d i y s e m ı z r a k , atın her a d ı m ı y l a a l ç a l ı p y ü k s e l i y o r v e iki
yana doğru yalpalıyordu.

Ö t e y a n d a n H o r a c e , o r a z u n d a k i k ı l ı c ı y l a atını k e n d i n d e n
emin sürüyor, dövüş vakti gelinceye dek enerjisini s a k l a m a k -
tan m e m n u n görünüyordu.

Birbirlerine yaklaşırken süvariler doğal olarak kalkanlarını


k a l d ı r d ı l a r . H a l t , i ç t e n içe H o r a c e ' m M o r g a r a t h ' a k a r ş ı kul-
l a n d ı ğ ı taktiği t e k r a r l a y a r a k , atını s o n a n d a d i ğ e r t a r a f a çevir-
m e s i n i b e k l i y o r d u . A n c a k s a v a ş ç ı ç ı r a ğ ı , atını s ü r m e y e d e v a m
ederek saldın hattını korudu. Rakibine on metre kala, sırtında-
k i k ı n ı n d a n ç ı k a r d ı ğ ı kılıcıyla h a v a d a d a i r e l e r ç i z d i . S o n r a u ç
kısmı kalkanını hedefleyen mızrağı zarifçe yakalayıp kafasının
üzerine doğru savuruverdi.

Sanki ç o k b a s i t bir h a r e k e t m i ş gibi d u r u y o r d u a m a Halt, izler-


k e n o ğ l a n m g e r ç e k bir silah ustası o l d u ğ u n u n farkına vardı. M ı z -
r a ğ m ı n H o r a c e ' m k a l k a n ı n a ç a r p m a s ı n a h a z ı r l a n a n G a l y a h şöval-
ye, b i r d e n ö n e d o ğ r u fırlarken b u l d u kendini. A t m m sırtından dev-
r i l m e k ü z e r e o l d u ğ u n u fark e d e r e k şöyle bir sallandı. D e n g e s i n i
k o r u m a k için ç a r e s i z c e eyer t o p u z u n a s a n i m a k z o r u n d a kalmıştı.

B u n u sağ eliyle y a p m a y ı t e r c i h e t m i ş o l m a s ı , t a l i h s i z bir


h a r e k e t t i e l b e t t e , zira h a n t a l m ı z r a ğ ı n ı d a aynı eliyle k o n t r o l
etmeye çalışıyordu. H o r a c e ' m d a i r e l e r ç i z e n kılıcıyla y u k a r ı
doğru bükülen m ı z r a k da kendi etrafında bir daire çiziyordu
ş i m d i . Aynı a n d a h e m atın s ı r t ı n d a k a l ı p h e m d e m ı z r a ğ ı t a -
ş ı y a m a y a c a ğ ı i ç i n , m i ğ f e r i n d e n s a v u r d u ğ u b o ğ u k bir k ü f ü r l e
mızrağını b ı r a k m a k z o r u n d a kaldı.

Ö f k e d e n d e l i y e d ö n e r e k ikinci k e z H o r a c e ile y ü z y ü z e gel-


m e k için ç ı l g ı n l a r gibi k ı l ı c ı n a u z a n d ı .

N e y a z ı k k i ikinci bir k a r ş ı l a ş m a o l m a y a c a k t ı .

H a l t , H o r a c e ' m s a v a ş m a n e v r a l a r ı n ı s e s s i z bir h a y r a n l ı k l a
i z l i y o r d u . M ı z r a ğ ı n d e v r e dışı k a l m a s ı ü z e r i n e H o r a c e , d i z l e -
riyle d i z g i n l e r i t u t a n k a l k a n elini k u l l a n a r a k V u r u c u ' y u d e r h a l
durdurmuş ve Galyalı şövalye daha yanından geçip gitmeden
atını a r k a a y a k l a r ı ü z e r i n d e d ö n d ü r m ü ş t ü .

Seri v e hafif b i l e k h a r e k e t l e r i y l e h â l â m i n i k d a i r e l e r ç i z -
m e k t e o l a n kılıç, b u k e z bir y a r ı m d a i r e d a h a ç i z e r e k g ü m b ü r -
tüyle şövalyenin miğferinin arkasına çarptı.
Ç ı k a n s e s i n zırhlar i ç i n d e k i a d a m ı n k u l a k l a r i n d a n a s ı l bir
etki y a p a c a ğ ı n ı h a y a l e d e n H a l t , i r k i l e r e k geri ç e k i l d i . B i r t e k
darbenin sağlam metali yarıp geçmesini beklemek, iyimser-
lik o l u r d u . B u n u n için b i r d e n f a z l a d a r b e y e i h t i y a ç v a r d ı . A m a
ş ö v a l y e n i n m i ğ f e r i n d e ciddi bir g ö ç ü k o l u ş m u ş v e d a r b e n i n
sarsıntısı d a ç e l i ğ i n i ç i n d e n g e ç e r e k , d o s d o ğ r u ş ö v a l y e n i n k a -
fatasında yankılanmıştı.

A d a m ı n Araluenliler tarafından görülemeyen gözleri odak-


l a n a m ı y o r d u artık; e t r a f l a r ı n d a k ı v ı l c ı m l a r u ç u ş u y o r d u .

Ş ö v a l y e , y a v a ş ç a e y e r d e n k a y a r a k t o z l u y o l a devrildi v e
hareketsiz kaldı. D ö r t n a l a k o ş u s u n a birkaç metre d a h a d e v a m
ettikten s o n r a b i n i c i s i o l m a d ı ğ ı m fark e d e n atı ise y a v a ş l a y a -
r a k k a f a s ı n ı e ğ m i ş v e yol k e n a r ı n d a k i u z u n ç i m l e r i k e m i m ı e y e
başlamıştı.

H o r a c e , atım yavaşça sürerek, y o l d a yatan G a l y a l ı şövalye-


nin yanında durdu.
O l d u k ç a c i d d i b i r s e s l e "îyi bir d ö v ü ş ç ü o l m a d ı ğ ı n ı s ö y l e -
miştim sana," dedi Halt'a.

T e p k i s i z t a v ı r l a r ı y l a gurur d u y a n O r m a n M u h a f ı z ı , y ü z ü n e
yayılan gevrek tebessümü engelleyememişti.

" E h , b e l k i d e ö y l e d i r , " d e d i , g e n ç a d a m a . " A m a s e n d e ol-


dukça başarılıydın."

H o r a c e o m u z silkti. " B u n u n için e ğ i t i m a l d ı m , " d e d i s a d e c e .

H a l t , o ğ l a n ı n g a l i b i y e t i y l e h i ç d e ö v ü n m e d i ğ i n i f a r k etti.
S a v a ş O k u l u ' n u n H o r a c e ü z e r i n d e ç o k iyi bir etkisi o l d u ğ u
belli oluyordu. Çocuk, kendine gelmeye başlayan şövalyeyi
işaret etti. K o l l a r i v e b a c a k l a r i u ) m m s u z c a k ı m ı l d a n ı y o r , a d a -
m a y a r ı ö l ü bir y e n g e ç g ö r ü n ü m ü v e r i y o r d u .
" O d a b u n u n için e ğ i t i m a l m ı ş o l m a l ı , " d e d i H a l t v e e k l e d i ,
"aferin sana, genç H o r a c e . "

Oğlan, Halt'un övgüsü üzerine keyifle kızardı. Orman


M u h a f ı z ı ' n ı n d u r d u k y e r e iltifat e d e c e k biri o l m a d ı ğ m ı bili-
yordu.
" Ş i m d i b u n u ne y a p a c a ğ ı z ? " diye sordu kılıcının ucuyla
y e r d e k i r a k i b i n i işaret e d e r e k . H a l t , ç a b u c a k a t ı n ı n s ı r t ı n d a n
inerek şövalyeye yaklaştı.

"Onunla ben ilgilenirim," dedi. "Zevkle."

Y e r d e k i a d a m ı k o l u n d a n y a k a l a y ı p oturttu. Şaşkın şövalye


m i ğ f e r i n i n i ç i n d e n bir şeyler m ı n i d a n d ı ; artık b u tür a y r ı n t ı l a r a
a y ı r a c a k z a m a n ı o l a n H o r a c e , k a p a l ı s i p e r l i ğ i n iki y a n ı n d a n
taşmakta olan bıyık u ç l a n n ı görebiliyordu.

"Sağ olunuz, b a y ı m , " diye anlamsızca mırıldandı şö-


valye. Halt onu dimdik oturturken. Ayağa kalkmaya çalışarak
y o l u e ş e l e d i a m a H a l t p e k d e n a z i k o l m a y a n bir h a r e k e t l e tek-
rar y e r i n e o t u r t t u o n u .

" B u n a gerek yok d o s t u m , " dedi Orman Muhafızı. A d a m ı n


ç e n e s i n i n a l t ı n a u z a n ı n c a , H o r a c e , H a l t ' u n iki b ı ç a ğ ı n d a n k ü -
ç ü k o l a n ı e l i n d e t u t m a k t a o l d u ğ u n u fark etti. D e h ş e t e d ü ş e n
o ğ l a n , bir a n için H a l t ' u n ş ö v a l y e n i n b o ğ a z ı n ı k e s e c e ğ i n i s a n -
dı. D e r k e n H a l t , b e c e r i k l i bir h a r e k e t t e ş ö v a l y e n i n m i ğ f e r i n i
t u t a n deri ç e n e k a y ı ş ı n ı kesti. K a y ı ş k e s i l i n c e , m i ğ f e r i a d a m ı n
k a f a s ı n d a n ç ı k a r a r a k y o l k e n a r ı n d a k i ç a l ı l ı k l a r ı n i ç i n e fırlat-
tı. B ı y ı k u ç l a r ı h â l â k a p a l ı o l a n s i p e r l i k t e n k u r t u l a n ş ö v a l y e ,
a c ı y l a inledi.

H o r a c e , nihayet şövalyenin tehlike arz e t m e d i ğ i n d e n emin


olarak kılıcını kınına soktu. M a ğ l u p savaşçı, ciddi gözlerle
H a l t ile a t ü s t ü n d e k i g e n ç s a v a ş ç ı y ı g ö z l ü y o r d u . G ö z l e r i n i h e -
n ü z bir n o k t a y a o d a k l a y a m ı y o r d u .

" D ö v ü ş e a y a k t a d e v a m e t m e m i ş g e r e k , " d i y e s a r s a k ç a ilân


etti. H a l t , sırtına attığı o k k a l ı ş a p l a k l a a d a m ı n g ö z l e r i n i bir k e z
d a h a y u v a l a r ı n d a n fırlattı.

" Ö y l e bir şey o l m a y a c a k . Y e n i l d i n , d o s t u m . A d i l bir d ö v ü ş


sonucu atından düştün. Du Feuille du C h e n e Tarikatı'ndan şö-
v a l y e S ö r H o r a c e , h a y a t ı n ı b a ğ ı ş l a m a y ı k a b u l etti."

" Ş e y . . . sağğolsun," dedi sarsak şövalye, H o r a c e ' d a n yana


belli b e l i r s i z bir s e l a m g ö n d e r e r e k .

" A n c a k , " d i y e d e v a m etti H a l t z a l i m c e bir keyifle, " ş ö v a l -


yelik k u r a l l a n u y a r ı n c a , s i l a h l a r ı n , z ı r h ı n , a t m v e d i ğ e r v a r l ı k -
ların artık S ö r H o r a c e ' a aittir."

"Öyle m i ? " diye sordu H o r a c e , hafifçe şüphelenerek.

Halt başıyla onayladı.

"Öyle."

Ş ö v a l y e bir k e z d a h a a y a ğ a k a l k m a k için ç a b a l a d ı a m a H a l t
onu yine durdurdu.

" A m a b a y y ı m m . . . " d i y e itiraz etti ş ö v a l y e . "Sikalarımla


zırhım haa? Eminmisiniz?"

" E m i n i z , " dedi Halt. Şövalyenin zaten sarsılmış ve solgun


g ö r ü n e n y ü z ü , gri p e l e r i n l i y a b a n c ı n ı n n e d e n s ö z ettiğini kav-
rayınca iyice solmuştu.

" H a l t , " d i y e a r a y a girdi H o r a c e , " s i l a h l a n -ve atı- o l m a d a n


h i ç b i r şey y a p a m a z k i . "

"Evet, kesinlikle öyle," diye yanıtladı Halt, m e m n u n i y e t l e .


" B ö y l e c e köprüyü g e ç m e k isteyen m a s u m gezginlere sıkmtı
vermesi de zorlaşacak."
H o r a c e neler o l u p bittiğini ş i m d i a n l a m ı ş t ı . " H a a , " dedi
dikkatle, "anlıyorum."
" T a m a m , " d e d i H a l t , a n l a m l ı b a k ı ş l a r l a . " B u r a d a iyi bir i ş
ç ı k a r d ı n , H o r a c e . Ş u d a v a r k i , " diye e k l e d i , " d ö v ü ş , iki d a -
k i k a b i l e s ü r m e d i . A m a işte b u s o y g u n c u y u i ş i n d e n ettin v e
y o l u h a l k için b i r a z d a h a g ü v e n l i h a l e g e t i r d i n . V e elbette k i
şu p a h a l ı z i n c i r d e n zırhını, kılıcı, k a l k a n ı ve g ü z e l a t ı m da bir
sonraki köyde satmak üzere yanımıza alacağız."

" B u n u n k u r a l l a r a u y g u n o l d u ğ u n a e m i n m i s i n ? " diye s o r d u


H o r a c e . H a h ' u n ağzı kulaklarına vardı.
" E v e t . S o n d e r e c e adil v e h a k k ı n o l a n bir ö d ü l . B u n u o d a
biliyordu. M e y d a n o k u m a d a n ö n c e bizi b i r a z d a h a dikkatli
incelemesi gerekirdi. Şimdi, tatlım," dedi ayaklarının dibinde
s ü k l ü m p ü k l ü m o t u r a n ş ö v a l y e y e , "çıkar b a k a l ı m ş u z ı r h ı . "

Sersemleyen şövalye, isteksizce s o y u n m a y a başladı. Halt,


g e n ç y o l d a ş ı n a b a k a r k e n g ö z l e r i n i n içi g ü l ü y o r d u .

"Galya'yı beklediğimden de fazla sevmeye başladım,"


dedi.
ON YEDI

K urt Rüzgârı, iki g ü n s o n r a S k o r g h i j l l i m a n ı n d a n a y n l a -


rak k u z e y d o ğ u y ö n ü n e , S k a n d i y a ' y a d o ğ r u y o l a çıktı.
Memleketlerine d ö n m e d e n önce gemilerinde geçici onarımlar
yapmaları gereken Slagor ve a d a m l a n , arkada kalmıştı. G e m i -
leri b a s k ı n s e z o n u b o y u n c a b a t ı y a d e v a m e d e m e y e c e k k a d a r
çok zarar görmüştü. S l a g o r ' u n l i m a n d a n e r k e n a y r ı l m a kararı,
ona pahalıya mal oluyordu.

Haftalardır kuzeyden esen rüzgâr, artık b a t ı y a k a y m ı ş v e


Skandiyahlar'ın kocaman ana yelkeni açmalarına izin ver-
mişti. Kurt Rüzgârı gri denizin üzerinde kolaylıkla süzülüyor,
suyu ikiye y a r a y a r a yol a l ı y o r d u . M e s a f e kat e t t i k ç e g e m i n i n
seyri t a y f a l a r ı c o ş t u r u y o r , m e m l e k e t l e r i n e y a k l a ş ı r k e n m o r a l -
leri yükseliyordu.

Y a l n ı z c a Will ile E v a n l y n , g e m i s a k i n l e r i n i n n e ş e s i n i p a y l a -
ş a m ı y o r d u . S k o r g h i j l sefil, ç o r a k v e h i ç d e d o s t c a n l ı s ı o l m a y a n
bir yerdi. A m a e n a z ı n d a n o r a d a g e ç i r d i k l e r i aylar, birbirlerin-
den ayrılma olasılığını biraz olsun geciktirmişti. H a l l a s h o l m ' a
v a r ı n c a k ö l e o l a r a k s a t ı l a c a k l a r ı n ı b i l i y o r l a r d ı v e b ü y ü k ihti-
m a l l e farklı bir e f e n d i l e r i o l a c a k t ı .
Will, bir k e r e s i n d e m u h t e m e l a y r ı h k l a r ı h a k k m d a E v a n i y n ' i
neşelendirmeye çahşmıştı.
" D e d i k l e r i n e g ö r e H a l l a s h o l m p e k d e b ü y ü k bir yer d e ğ i l -
m i ş , " demişti, "yani ayrılsak bile birbirimizi g ö r m e y e d e v a m
edebiliriz. Yedi gün, yirmi dört saat ç a l ı ş m a m ı z ı beklemiyor-
lardır h e r h a l d e . "

Evaniyn yanıt vermemişti. Skandiyalılar hakkında şimdiye


dek edindiği tecrübeler, o n a hiç de öyle s ö y l e m i y o r d u .

Erak, ç o c u k l a n n suskunluklarıyla üstlerine çöken melanko-


lik h a v a y ı fark e t m i ş v e o n l a r a k a r ş ı bir y a k ı n l ı k h i s s e t m i ş t i .
E l i n d e n ayrı k a l m a m a l a r ı n ı s a ğ l a y a c a k bir şey g e l i p g e l m e y e -
ceğini merak ediyordu.

K u ş k u s u z ki k ö l e o l a r a k s a k l a y a b i l i r d i ikisini de. A m a
h i z m e t k â r a gerçekten de ihtiyaç d u y m u y o r d u . S k a n d i y a h bir
savaş k o m u t a m olarak, i h t i y a ç l a r ı n ı n e m i r erleri t a r a f ı n d a n
görüldüğü subay kışlasında yatıp kalkıyordu. Araluenlileri
kendine saklaması halinde, b e s l e n m e ve kıyafet masraflarını
karşılaması, ayrıca sorumluluklarını da taşıması gerekecekti.
Başını öfkeyle sallayarak uzaklaştırdı bu düşünceyi aklından.

" C a n l a n c e h e n n e m e , " d i y e s e r t ç e m ı r ı l d a n d ı , ikiliyi a k l ı n -


dan çıkarıp gemiyi rotasında tutmaya yoğunlaşarak. D ü m e n i n
yanındaki pusulanın iğnesini izlerken kaşları çatılmıştı.

Y o l c u l u ğ u n o n ikinci g ü n ü n d e , S k a n d i y a kıyıları tam da


E r a k ' ı n k a r a y a v a r a c a k l a r ı n ı t a h m i n ettiği n o k t a d a - g ö r ü n d ü .
Will, a d a m l a r i n k o n t a fırlattıkları h a y r a n l ı k d o l u b a k ı ş l a r d a n ,
b u n u n hatırı s a y i h r b i r b a s a n o l d u ğ u n u a n l a y a b i l i y o r d u .
T a l a p e d e n g ü n l e r b o y u n c a kıyı ş e r i d i n e g i d e r e k y a k l a ş t ı -
lar; Will ile E v a n l y n , g i d e r e k d a h a f a z l a ayrıntı s e ç e b i l i y o r l a r -
dı. Y ü k s e k k a y a l a r v e k a r l a k a p l ı d a ğ l a r , S k a n d i y a ' n ı n b a ş l ı c a
c o ğ r a f i ö z e l l i k l e r i gibi d u r u y o r d u .

" E r a k akıntıyı ç o k iyi y a k a l a d ı , " d e d i S v e n g a l ç o c u k l a r a ,


direğin tepesindeki g ö z c ü noktasına t ı r m a n m a y a hazırlanırken.
N e ş e l i ikinci k a p t a n . Will ile E v a n i y n ' d e n ç o k h o ş l a n ı y o r d u .
K ö l e olarak geçirecekleri hayatın zor ve a c ı m a s ı z geçeceğini
b i l i y o r d u v e b u d u r u m u , her fırsatta g ü l e r y ü z l ü bir s o h b e t l e
telafi e t m e y e ç a l ı ş ı y o r d u . N e y a z ı k k i iyi niyetli d e o l s a bir
s o n r a k i y o r u m u , Will'i d e E v a n i y n ' i d e teselli e t m e k t e n ç o k
uzaktı.

" E h y a n i , " d e d i , k e n d i s i n i d i r e ğ i n t e p e s i n e ç e k e c e ğ i ipleri


yakalayarak, "iki y a d a ü ç s a a t i ç i n d e e v d e o l u r u z . "

Yanılmıştı. N i h a y e t k ü r e k l e r i n e k a v u ş a n kurt g e m i s i , bir


s a a t i n s o n u n d a H a l l a s h o l m l i m a n ı n ı n girişini k a p l a y a n y o ğ u n
sisin i ç i n e g i r m i ş t i b i l e . H a l l a s h o l m k a s a b a s ı sisin i ç i n d e b e -
l i r d i ğ i n d e . Will ile E v a n l y n s e s s i z c e g e m i n i n o r t a k ı s m ı n d a
bekliyorlardı.

B ü y ü k bir k a s a b a değildi burası. Ç a m ağaçlarıyla kaplı d a ğ -


l a n n d i b i n e s ı ğ ı n m ı ş gibi d u r a n H a l l a s h o l m , taş ç a t l a s a elli b i -
n a d a n o l u ş u y o r d u . B i n a l a r ı n h e p s i t e k katlıydı v e g ö r ü n d ü ğ ü
k a d a n y l a , h e r biri ç a m k ü t ü k l e r i n d e n i n ş a e d i l m i ş , ç a t ı l a r ı o t l a
kapatılmıştı.
Binalar, iskelelerde bağlı duran ya da yan y a t m l a r a k göv-
deleri t a m i r e d i l e n , g ü v e r t e t a h t a l a r ı n ı d e v a m l ı k e m i r e n d e n i z
p a r a z i t l e r i y l e s a v a ş h a l i n d e k i bir d ü z i n e d e n f a z l a kurt g e m i -
sinin k a p l a d ı ğ ı l i m a n ı n u ç t a r a f ı n a sıkışıp k a l m ı ş t ı . B a c a l a r ı n
çoğundan d u m a n tütüyordu. Soğuk hava, y a n m a k t a olan ç a m
kütüklerinin baş d ö n d ü r ü c ü kokusuyla doluydu.

Yönetim binası olan R a g n a k ' i n Büyük Salonu da kasabada-


k i diğer evler gibi k ü t ü k l e r d e n i n ş a e d i l m i ş t i . A m a d i ğ e r l e r i n -
d e n d a h a b ü y ü k , d a h a y ü k s e k v e d a h a genişti. A y n c a b i n a y ı ,
d i ğ e r l e r i n i n ü z e r i n d e bir kule gibi y ü k s e l t e n e ğ i m l i bir çatısı
vardı. K a s a b a n ı n t a m ortasındaki m a n z a r a y a h ü k m e d e n bina-
n ı n etrafı, kuru bir h e n d e k ve bir çitle ç e v r i l i y d i ; Will b u r a -
d a d a ç a m kütükleri b u l u n d u ğ u n u fark etmişti. Ç a m a ğ a c ı n ı n ,
S k a n d i y a ' d a e n sık k u l l a n ı l a n i n ş a a t m a l z e m e s i o l d u ğ u b e l -
liydi. A n a i s k e l e d e n ç ı k a n u z u n , g e n i ş bir y o l , çitin o r t a s ı n d a
b u l u n a n a n a giriş k a p ı ş m a a ç ı l ı y o r d u .

L i m a n d a k i ç a r ş a f gibi d ü m d ü z d e n i z i n ö t e s i n d e n k a s a b a y ı
g ö z l e y e n Will, z a m a n v e şartlar farklı o l s a , a r k a l a r ı n d a y ü k -
s e l e n k o c a m a n , karlı d a ğ l a r l a d ü z g ü n bir b i ç i m d e s ı r a l a n m ı ş
evleri o l d u k ç a h o ş b u l a c a ğ ı n ı d ü ş ü n d ü .

O y s a ş i m d i , y e n i evlerini b e ğ e n i l i r k ı l a c a k hiçbir şey g ö -


r e m i y o r d u . İkili m a n z a r a y ı i z l e r k e n , i n c e d e n bir kar y a ğ m a y a
başlamıştı.

"Sanirim s o ğ u k bir h a v a bizleri b e k l i y o r , " d e d i Will u s u l c a .

E v a n i y n ' i n b u z gibi e l i n i n k e n d i elinin i ç i n e k a y d ı ğ ı n ı his-


setti ve o n u c e s a r e t l e n d i r m e k için k ı z ı n elini h a f i f ç e sıktı. O an
a k l ı n d a n hiç d e c e s a r e t l e n d i r i c i d ü ş ü n c e l e r g e ç m i y o r d u aslın-
da.
ON SEKIZ

H alt, " K a l k a n ı n d a k i o s e m b o l ü n y o l c u l u ğ u k o l a y k ı l a c a -
ğ m ı s ö y l e m i ş t i m s a n a , " d i y e hatırlattı H o r a c e ' a .

At sırtında rahatça oturuyorlardı. H a l t bir b a c a ğ ı n ı e y e r


t o p u z u n u n üzerinden atmıştı; önlerindeki kavşağa geçişi en-
g e l l e y e n G a l y a l ı ş ö v a l y e n i n atını m a h m u z l a y ı p d ö r t n a l a y a -
kınlardaki k a s a b a n ı n güvenliğine k a ç ı ş ı m izliyorlardı. Hora-
c e , H a l t ' u n r e s m i v e b a s i t k a l k a n ı ü z e r i n e ç i z m i ş o l d u ğ u yeşil
m e ş e y a p r a ğ ı n a bir g ö z attı.

"Bildiğin gibi," dedi d u r u m u p e k o n a y l a m a d ı ğ ı n ı belli eden


bir s e s l e , " r e s m e n ş ö v a l y e ilan e d i l m e d e n ö n c e h e r h a n g i bir
a r m a taşıma yetkim yok." H o r a c e , Sör R o d n e y ' n i n komutası
a l t ı n d a o l d u k ç a sıkı bir e ğ i t i m a l ı y o r d u v e b a z e n H a l t ' u n ş ö -
valyelik kurallarına gereken ö n e m i vermediğini düşünüyordu.
Sakallı O r m a n Muhafızı onu kuşkulu gözlerle süzerek o m u z
silkti.

" O n a b a k a r s a n , " d i y e hatırlattı, " u s u l e u y g u n bir ş e k i l d e ş ö -


v a l y e ilan e d i l m e d e n ö n c e b u ş ö v a l y e l e r l e d ö v ü ş m e h a k k ı n d a
yok. A m a b u n u n seni engellediğini s ö y l e y e m e m . "
K ö p r ü d e k i ilk d ö v ü ş ü n a r d ı n d a n iki g e z g i n k a v ş a k l a n , k ö p -
rüleri v e d a r g e ç i t l e r i t u t m u ş o l a n e n a z y a r ı m d ü z i n e ş ö v a l y e
t a r a f ı n d a n d u r d u r u l m u ş t u . A d a m l a n n h e r biri, kaslı s a v a ş ç ı
ç ı r a ğ ı t a r a f ı n d a n k o l a y l ı k l a alt e d i l m i ş t i . H a l t , g e n ç a d a m ı n
doğal yeteneği ve becerilerinden çok etkilenmişti. Ç o c u k , yol-
l a r ı n a ç ı k a n l a r ı bir bir a h e d i y o r d u . B a ş l a r d a kılıcıyla b i r k a ç
b e c e r i k l i d a r b e v u r u y o r , s o n l a r a d o ğ r u d a , ele g e ç i r d i ğ i k a l ı n ,
g ü z e l m ı z r a k l a r a k i p l e r i n e h ü c u m e d i p a d a m l a n d ö r t n a l a gi-
d e n a t l a r ı n d a n m e t r e l e r c e u z a ğ a fırlatıyordu. G a n i m e t o l a r a k
t o p l a d ı k l a r ı ç o k m i k t a r d a zırh v e silah, ele g e ç i r d i k l e r i a t l a r a
y ü k l e n m i ş t i . H a l t a t l a n , silahları v e zırhları y o l ü s t ü n d e k i ilk
büyük kasabada satmayı planlıyordu.

H o r a c e ' m yeteneklerine duyduğu tüm hayranlık ve kabada-


yıların alt e d i l m e l e r i n i i z l e m e k t e n aldığı b ü y ü k k e y f e r a ğ m e n ,
y o l c u l u k l a n n ı n u z a m a s ı n d a n dolayı öfkeliydi. Bu gecikmeler
y a ş a n m a s a b i l e , ilk kar fırtınaları sınırı a ş ı l m a z h a l e g e t i r m e -
den ö n c e , uzaktaki S k a n d i y a sınırına v a r m a k t a zorlanacakları-
nı düşünüyordu.

D o l a y ı s ı y l a , b e ş g e c e ö n c e , terk e d i l m i ş bir çiftliğin yıkık


dökük a h m n d a kamp kurduklarında, p a s l a n m a k t a o l a n alet
e d e v a t ı e l d e n g e ç i r m i ş v e k u r u m u ş , eski bir f ı r ç a y l a k ü ç ü k bir
k u t u yeşil b o y a b u l m u ş t u . B u n l a r ı k u l l a n a r a k H o r a c e ' m k a l k a -
n ı n ı n ü z e r i n e yeşil bir m e ş e y a p r a ğ ı ç i z m i ş t i . S o n u ç b e k l e d i ğ i
gibiydi. M e ş e Yaprağı Tarikatı'ndan S ö r H o r a c e ' m şöhreti, ön-
lerinden gidiyordu. Artık 'eşkıya' şövalyeler, H o r a c e ' m kalka-
nındaki armayı görür g ö r m e z t a b a n l a n yağlıyorlardı.
"Kaçmasına üzüldüğümü söyleyemem," dedi Horace,
Vurucu'yu az ö n c e b o ş a l a n kavşağa doğru hafifçe dürterek.
" O m z u m henüz tam iyileşmedi."
Bir önceki rakibi, diğerlerine kıyasla oldukça yetenek-
li çıkmıştı. K a l k a n d a k i meşe yaprağından etkilenmediği ve
H o r a c e ' m ş ö h r e t i n d e n k o r k m a d ı ğ ı belli o l a n a d a m , şevkle d ö -
vüşmeye başlamıştı. Birkaç dakika süren m ü c a d e l e sırasında
ş ö v a l y e n i n g ü r z ü n d e n g e l e n bir d a r b e , H o r a c e ' m kalkanının
t e p e s i n i s ı y ı r a r a k k o l u n u n üst k ı s m ı n a g e l m i ş t i .
N e y s e ki darbe, büyük ölçüde kalkan tarafından engellen-
misti, aksi t a k d i r d e H o r a c e ' m k o l u n u n k ı r ı l m a s ı işten bile d e -
ğildi. G ü r z ü n ç a r p t ı ğ ı n o k t a m o r a r m ı ş t ı v e ç o c u k , k o l u y l a o m -
zunu p e k rahat hareket ettiremiyordu.
Horace'in, g ü r z ü n k o l u n a i s a b e t e t m e s i n i n ü s t ü n d e n bir
s a n i y e bile g e ç m e d e n elinin tersiyle s a v u r d u ğ u kılıç d a r b e s i , '
b e r b a t bir t a n g ı r t ı y l a diğer ş ö v a l y e n i n m i ğ f e r i n d e p a t l a m ı ş , ar-
k a s ı n d a c i d d i bir g ö ç ü k b ı r a k a r a k a d a m ı n b i l i n ç s i z c e o r m a n l ı k
zemine devrilmesine neden olmuştu.
O o l a y d a n b e r i d ö v ü ş m e k z o r u n d a k a l m a d ı ğ ı için ç o k m e m -
nundu Horace.
" K a s a b a d a bir g e c e g e ç i r e c e ğ i z , " d e d i H a l t . " B e l k i b i r k a ç
şifalı o t b u l u r u z d a k o l u n a s ü r m e k için l a p a h a z ı r l a r ı m . " H a l t ,
o ğ l a n ı n k o l u n u s a k ı n d ı ğ ı n ı fark e t m i ş t i . Şikâyet etmemesine
r a ğ m e n , H o r a c e ' m acı çektiği belli o l u y o r d u .

" S e v i n i r i m , " dedi H o r a c e . " B u k a d a r u z u n süre a r a z i d e kaldık-


tan sonra g e r ç e k bir y a t a k t a u y u m a k , hoş bir değişiklik o l u r d u . "

H a l t , a l a y c ı bir tavırla " S a v a ş O k u l u eskisi gibi değil a n l a -


ş ı l a n , " d i y e h o m u r d a n d ı . " B e n i m gibi yaşlı bir a d a m a r a z i d e
r a h a t ç a u y u r k e n bir ç o c u ğ u n r a h a t s ı z o l m a s ı n e g a r i p bir şey."
H o r a c e o m u z s i l k e r e k " H e r n e y s e , " d e d i , "bu g e c e bir y a -
t a k t a u y u y a c a ğ ı m için ç o k s e v i n ç l i y i m . "
İşin aslı, H a l t d a o n u n l a aynı d u y g u l a n p a y l a ş ı y o r d u . A m a
H o r a c e ' m b u n u b i l m e s i n e izin v e r m e y e c e k t i tabii.
" H a y d i h ı z l a n a l ı m , " d e d i , " v ü c u d u n iflas e t m e d e n r a h a t y a -
tağına kavuşturalım seni."
A b e l a r d ' ı y a v a ş ç a s ü r m e y e b a ş l a d ı . Ç e k i c i d e d e r h a l hızını
o n a u y d u r d u . G a f i l a v l a n a n v e ele g e ç i r d i k l e r i atlarla m e ş g u l
o l a n H o r a c e , d a h a y a v a ş bir t e m p o y l a o n l a n i z l i y o r d u .

Z ı r h l a r v e s i l a h l a r l a y ü k l ü s a v a ş atları k o n v o y u , s o k a k l a r ı n -
d a d o l a ş t ı k l a r ı k a s a b a d a e p e y c e ilgi ç e k i y o r d u . H o r a c e , i n s a n -
l a n n her z a m a n k i gibi s a v a ş a t m m ö n ü n d e n a c e l e y l e k a ç ı ş t ı k -
larını g ö r d ü . O n a a t ı l a n k a ç a m a k b a k ı ş l a n fark etti v e y a n l a -
n n d a n g e ç t i k ç e i n s a n l a n n " C h e v a l i e r d u c h ê n e " gibi bir şeyler
fısıldadıklarını duydu. M e r a k l a H a l t ' a d ö n d ü .

" B u çenelerle ilgili söyledikleri şey de n e d i r ? " diye sordu. Halt,


H o r a c e ' m kalkanındaki m e ş e y a p r a ğ ı s e m b o l ü n ü işaret etti.
" Ç e n e d e ğ i l , " d e d i g e n ç s a v a ş ç ı y a , ' c h ê n e ' diyorlar. B u k e -
l i m e , o n l a r ı n d i l i n d e m e ş e a n l a m ı n a geliyor. S e n i n için M e ş e
Ş ö v a l y e s i diyorlar. Belli k i ş ö h r e t i n iyice y a y ı l m ı ş . "

H o r a c e k a ş l a r i n ı çattı. B u d u r u m u n o n u m e m n u n e d i p et-
m e d i ğ i n d e n emin değildi.
"İnşallah başımızı belaya s o k m a z , " dedi kararsızlıkla. Halt,
o m u z s i l k m e k l e yetindi.
" B ö y l e k ü ç ü k bir k a s a b a d a m ı ? H i ç s a n m a m . Bence tam
tersi."
G e r ç e k t e n d e bir k ö y d e n ç o k d a farklı o l m a y a n , k ü ç ü c ü k
bir k a s a b a d a l a r d ı . T e k a n a c a d d e s i , n e r e d e y s e a t l a r ı n ı n y a n
yana ilerleyemeyeceği kadar dardı. Kasabalılar yoUanndan
ç e k i l m e k z o r u n d a kalıyor, atlıların g e ç e b i l m e s i için ara s o k a k -
lara g i r i y o r v e atlar u s u l c a ikiliyi t a k i p e d e r k e n , y e r l e r i n d e n
kimildamiyorlardi
S o k a ğ a asfalt d ö ş e n m e m i ş t i ; tozlu yol, y a ğ m u r y a ğ ı n c a hız-
la yapışkan bir ç a m u r a d ö n ü ş ü y o r olmalıydı. G e n e l l i k l e tek
katlı o l a n evler, n o r m a l e v l e r e k ı y a s l a k ü ç ü k gibi d u r u y o r d u .

" G ö z ü n ü d ö r t a ç d a bir h a n b u l a l ı m , " d e d i H a l t h a f i f ç e .

K ö t ü ş ö h r e t i y l e ü n s a l m ı ş bir a r k a d a ş l a s e y a h a t e t m e k . H a l t
a ç ı s ı n d a n g a r i p bir t e c r ü b e y d i . A r a l u e n ' d e y k e n . O r m a n M u h a f ı -
z ı Birliği ü y e l e r i n i n ş ü p h e v e z a m a n z a m a n k o r k u d o l u b a k ı ş l a r -
l a k a r ş ı l a n m a l a r ı n a alışkındı. G e n i ş kukuletalı a l a c a pelerinler.
K r a l l ı k v a t a n d a ş l a r ı için t a n ı d ı k bir g ö r ü n t ü y d ü . G a l y a ' d a ise,
m e m n u n i y e t l e fark e ü n i ş o l d u ğ u ü z e r e , O m ı a n M u h a f i z ı ü n i -
f o r m a s ı v e u z u n y a y ile çifte b ı ç a k l a r d a n o l u ş a n k e n d i n e h a s
silahları, ya ç o k az ilgi çekiyor, ya da hiç ç e k m i y o r d u .

H o r a c e ise b a m b a ş k a bir m e s e l e y d i . Belli k i ş ö h r e t i ö n l e r i n -


d e n g i d i y o r d u v e i n s a n l a r o n u , H a l t ' u n yıllardır alışkın o l d u -
ğu kuşku ve kararsızlık dolu bakışlarla süzüyordu. Bu durum,
H a l t ' u n da h o ş u n a gidiyordu. Başlarının derde girmesi halin-
d e e s a s t e h l i k e n i n i r i y a n , zırhlı g e n ç a d a m s a n ı l m a s ı , i k i s i n e
avantaj sağlayacaktı.

O y s a , grili yeşilli p e l e r i n i i ç i n d e k i kır s a ç l ı a d a m , o ğ l a n a


g ö r e ç o k d a h a b ü y ü k b i r t e h l i k e teşkil e d i y o r d u a s l ı n d a .

" Ş u r a d a , " dedi H o r a c e , H a l t ' u hayallerinden uyandırarak.


O r m a n M u h a f ı z ı , o ğ l a n ı n p a r m a ğ ı n ı t a k i p etti. Ç o c u k , s o k a ğ a
t e p e d e n b a k a n ikinci k a t ı y l a p ü r ü z l ü m e ş e s ü t u n l a r ı n ü z e r i n d e
k a r a r s ı z c a a y a k t a d u r a n bir b i n a y ı işaret e d i y o r d u . Üzerinde
k a b a r t m a şeklinde kaba bir şarap kadehi ve y e m e k tabağının
b u l u n d u ğ u yıpranmış bir levha, rüzgârda hafifçe sallanıyordu.
" G e c e y i y u m u ş a k , lıoş bir y a t a k t a g e ç i r m e h a y a l i k u r m a , "
diye uyardı Halt oğlanı. " O r m a n , buranın döşeklerinden daha
bile y u m u ş a k o l a b i l i r . " T e m i z l i k k o n u s u n d a k i f i k r i n i ise k e n -
dine saklamayı daha uygun gördü.

A n c a k yanılmıştı. K ü ç ü k binanın duvarları y a m u k y u m u k -


tu. A y n c a a l ç a k v e p ü r ü z l ü bir t a v a n ı v a r d ı v e o d a l a r ı n a bir g ö z
a t m a k için m e r d i v e n e y ö n e l d i k l e r i n d e , b a s a m a k l a r b a s t ı k l a r ı
t a r a f a d o ğ r u b e l v e r i y o r gibi d u r u y o r d u .

A m a en azından odaları temizdi. Üstelik taze öğleden sonra


e s i n t i s i n i n içeri g i r m e s i için a r d ı n a d e k a ç ı k d u r a n g e n i ş c a m -
l ı bir p e n c e r e s i b u l u n u y o r d u . Farklı eğimlere sahip çatıların
üzerinden dışarıya bakarken, yeni sürülmüş tarlalann kokuları
burunlarına kadar geliyordu.

H a n c ı ile karısı y a ş ı n i b a ş ı n i a l m ı ş i n s a n l a r d ı , k o n u k l a r ı n a
karşı s ı c a k v e g ü l e r y ü z l ü y d ü l e r . Ö z e l l i k l e d e h a n ı n d ı ş ı n a sıra-
l a n a n b i n i c i s i z atların ü z e r i n e yığılı silah v e zırhları g ö r d ü k t e n
s o n r a . G e n ç ş ö v a l y e varlıklı biri h e r h a l d e , diye d ü ş ü n m ü ş l e r -
di. V e t ü m i ş l e m l e r i , grili y e ş i l h p e l e r i n i i ç i n d e k i a s ı k suratlı
u ş a ğ ı n a b ı r a k t ı ğ ı n a g ö r e , o l d u k ç a d a ö n e m l i bir kişi o l m a l ı y d ı .
D o ğ u ş t a n s o y l u kişilerin, g e c e l i k o d a ü c r e t i gibi s ı r a d a n m e s e -
lelerle i l g i l e n m e y e t e n e z z ü l d a h i e t m e y e c e k l e r i n i v a r s a y m a k ,
h a n c ı n ı n z ü p p e l i k a n l a y ı ş ı n ı n sınırları d â h i l i n d e y d i .

K a s a b a d a g a n i m e t l e r i n i p a r a y a ç e v i r e b i l e c e k l e r i bir p a z a r
b u l u n m a d ı ğ ı m ö ğ r e n e n H a l t , seyis y a m a ğ ı n ı n o g e c e l i k a t l a -
rıyla i l g i l e n m e s i n e izin v e r d i . A b e l a r d v e Ç e k i c i d ı ş ı n d a k i -
lerle, elbette. M u h a f ı z atlarını k e n d i s i b e s l e d i . H o r a c e ' m d a
V u r u c u ' y u b i z z a t b e s l e d i ğ i n i keyifle fark etti.

A t l a n yerleştirdikten sonra o d a l a n n a döndüler. Hancının


karısı, a k ş a m y e m e ğ i n i n bir iki s a a t dalıa hazır o l m a y a c a ğ ı n ı
söylemişti.
" B u a r a d a ş u k o l u n a bir g ö z a t a l ı m , " d e d i H a l t . G e n ç a d a m ,
m i n n e t t a r l ı k l a y a t a ğ a o t u r a r a k keyifle i ç g e ç i r d i . H a l t ' u n b e k -
lentilerinin a k s i n e , kalın, t e m i z b a t t a n i y e l e r v e b e y a z , b a k ı m l ı
çarşaflarıyla yataklar, gayet y u m u ş a k ve rahat görünüyordu.
H a l t ' u n işareti ü z e r i n e a y a ğ a k a l k a n o ğ l a n , z i n c i r d e n zırhıyla
t u n i ğ i n i çıkarttı. K o l u n u o m u z s e v i y e s i n i n ü s t ü n e k a l d ı r m a s ı
gerekince, acıyla inlemişti.

M o r l u k , üst k o l u n u n t a m a m ı n a y a y ı l m ı ş , k o y u t o n l a r d a k i
m a v i - s i y a h l a r d a n u ç k ı s ı m l a r d a k i çirkin g ö r ü n ü m l ü sarılıkla-
r a v a r m c a y a d e k s o l u k renkli bir y a m a l ı b o h ç a o l u ş t u r m u ş t u
adeta. Z e d e l e n e n bölgeyi dikkatle inceleyen Halt, k ı n k k e m i k
b u l u n m a d ı ğ ı n d a n emin oldu.
"Ah!" diye bağırdı H o r a c e , O r m a n M u h a f ı z ı ' n ı n p a r m a k l a -
n morluğun etrafım yoklayıp dürtünce.

" A c ı d ı m ı ? " diye s o r d u H a l t , H o r a c e ' m öfkeli b a k ı ş l a r ı n ı


üzerinde hissetmişti.

" E l b e t t e a c ı d ı , " d e d i o ğ l a n ters ters. " O y ü z d e n ' a h ! ' d e d i m


ya zaten."

H a l t , " H ı m m m m , " diye m ı r ı l d a n d ı v e H o r a c e a c ı d a n d i ş -


lerini s ı k a r k e n , o ğ l a n ı n k o l u n u k a l d m p ileri geri oynattı. R a -
h a t s ı z l ı ğ ı n ı artık s a k l a y a m a y a n H o r a c e , s o n u n d a k o l u n u geri
çekti.

" B u n u n g e r ç e k t e n d e işe y a r a y a c a ğ ı n ı d ü ş ü n ü y o r m u s ı m ? "


diye s o r d u , h ı r ç ı n bir sesle. " Y o k s a b a n a a c ı ç e k t i r m e k t e n k e -
yif m i alıyorsun?"
"Yalnızca yardım etmeye çalışıyorum," dedi Halt, kibarca.
B i r Icez dahıa o ğ l a n ı n k o l u n a u z a n d ı a m a H o r a c e k e n d i n i geri
çekti.
" Ç e k e l l e r i n i , " d e d i . " O r a y ı b u r a y ı m ı n c ı k l a m a k t a n başka
bir şey y a p t ı ğ ı n y o k . B u n u n b a n a n e f a y d a s ı o l a c a ğ ı n ı a n l a m a -
dım ben."
" K ı r ı k v a r m ı d i y e b a k ı y o r d u m , " d i y e a ç ı k l a d ı H a l t . Ama
H o r a c e , b a ş m ı sallıyordu.
" H i ç b i r y e r i m kırilmadi . B i r a z c ı k k o l u m m o r a r d ı , h e p s i bu."

H a l t , p e s e t m i ş t i . H o r a c e ' a o n a y a l n ı z c a y a r d ı m e t m e y e ça-
lıştığını s ö y l e y e c e k t i ki, işler k e l i m e n i n t a m a n l a m ı y l a çığınn-
dan çıkıverdi.
H a f i f ç e ç a l i n a n k a p ı , bir a n s o n r a a r d ı n a d e k a ç ı l m ı ş v e ehn-
deki yastıklarla h a n c ı n ı n k a n s ı içeri d a l ı v e r m i ş t i . İ k i s i n e de gü-
l ü c ü k l e r a t a n k a d ı n ı n b a k ı ş l a n H o r a c e ' m k o l u n a t a k ı l m c a , gü-
l ü m s e m e s i bir a n d a yerini e n d i ş e h v e a n a ç b a k ı ş l a r a bıraktı.
K a d ı n , G a l y a d i l i n d e bir şeyler s ö y l e d i k t e n s o n r a yastıkla -
n y a t a ğ ı n ü z e r i n e a t a r a k h ı z l a H o r a c e ' a d o ğ r u k o ş t u . Uzanıp
y a r a l ı k o l u n u t u t a r k e n , ç o c u k o n u k u ş k u l u g ö z l e r l e süzüyor-
du. K a d ı n d u r d u , d u d a k l a n n ı b ü z d ü v e g ü v e n v e r i c i bakışları,
H o r a c e ' m g ö z l e r i y l e b u l u ş t u . G ö r d ü k l e r i n d e n t a t m i n o l a n şö-
v a l y e ç ı r a ğ ı , k a d ı n ı n k o l u n u i n c e l e m e s i n e izin v e r d i .

K a d ı n m o r l u ğ u n a z i k ç e k o n t r o l etti; hafif d o k u n u ş l a r i , ne-


r e d e y s e h i s s e d i l m i y o r d u b i l e . K e n d i s i n i k a d ı n ı n y a r d ı m eline
t e s l i m e d e n H o r a c e , y ü z ü n d e a n l a m l ı bir i f a d e y l e H a l t ' a dön-
dü. O r m a n M u h a f ı z ı , s u r a t ı n ı a s a r a k m u a y e n e y i i z l e m e k üzere
y a t a ğ a o t u r m u ş t u . N i h a y e t geri ç e k i l e n k a d ı n H o r a c e ' ı kolun-
dan tutup yatağın k e n a n n a oturttu. H e r i k i s i n e b i r d e n hitap
e d e b i l m e k ü z e r e a r k a s ı n ı d ö n e r e k , s o l g u n k o l u işaret etti.
" K e m i k k i r i l m a y o k , " dedi kararsızca. Halt, b a ş ı n ı salladı.

" O k a d a r ı n ı b e n d e a n l a d ı m , " diye y a n ı t l a d ı . K a d ı n , bir y a


d a iki k e z b a ş ı n ı s a l l a d ı k t a n s o n r a , k e l i m e l e r i d i k k a t l e s e ç e r e k
s ö z l e r i n e d e v a m etti. A r a l u e n d i l i n e hiç d e h â k i m d e ğ i l d i .

"Morluklar," dedi, "kötü morluklar. L a z ı m . . . " Kelimeyi


a r a y a r a k d u r a k s a d ı v e b u l d u . " Ş i f a l ı . . . b i t k i . . . " İki eliyle b i r -
d e n o v a l a m a işareti y a p a r a k , o t l a r d a n k a r ı ş ı m h a z ı r l a y a c a ğ ı n ı
tarif etti. " O t l a r ı k o p a r t . . . ş u r a y a k o y . " Yaralı k o l a bir k e z d a h a
d o k u n d u . Halt, tekrar b a ş ı m salladı.

" G ü z e l , " d e d i k a d ı n a . " L ü t f e n d e v a m e d i n . " H o r a c e ' a bir


g ö z attı. " Ş a n s l ı y ı z , " dedi. " B u işten a n l a y a n b i r i n e b e n z i y o r . "

" Ş a n s l ı y ı m d e m e k i s t i y o r s u n h e r h a l d e , " d e d i H o r a c e sert


sert. "Senin insafına kalsaydım, muhtemelen k o l u m d a n ola-
caktım."

Seslerin keseldiğini duyan ama kelimeleri s e ç e m e y e n ka-


d ı n , o ğ l a n ı t e m i n e t m e k için hızla h a r e k e t etti. Ş a r k ı söyler
gibi sesler ç ı k a r ı y o r v e tüy gibi y u m u ş a k elleriyle m o r l u k l a r a
dokunuyordu.

"İki g ü n . . . ü ç . . . s o n r a m o r l u k yok. A c ı y o k , " d e y i n c e , H o -


race kadına gülümsedi.

" T e ş e k k ü r l e r , h a n ı m e f e n d i , " d e d i , g e n ç v e n a z i k bir ş ö v a l -


y e y e yakışır, saygılı bir sesle. " B u i y i h ğ i n i z i nasıl ö d e y e c e ğ i -
mi bilmiyorum."

K a d ı n o n a g ü l ü m s e d i v e o t s t o k l a r ı n a bir g ö z a t a c a ğ ı n ı i ş a -
ret etti. H o r a c e , a y a ğ a k a l k ı p k ı k ı r d a y a r a k o d a y ı t e r k e d e n k a -
d ı n ı n a r k a s ı n d a n e ğ i l e r e k a c e m i c e bir s e l a m v e r d i .

" B o ş v e r s e n e y a h u , " d e d i H a l t , g ö z l e r i n i devirerek.


ON DOKUZ

R a g n a k ' i n y e m e k s a l o n u , s o n d e r e c e sıcaktı.

İ ç e r i d e b u l u n a n ç o k s a y ı d a i n s a n l a s a l o n u n bir t a r a f ı m
n e r e d e y s e t a m a m e n işgal e d e n d e v a s a , a ç ı k ş ö m i n e , d ı ş a r ı y a
h â k i m o l a n k a i m kar ö r t ü s ü n e r a ğ m e n ısının f a z l a s ı y l a a r t m a -
sına n e d e n o l u y o r d u .
D e v a s a salon, uzun ve basık tavanlıydı; R a g n a k ' i n m a s a s ı ,
o d a b o y u n c a u z a n a n iki m a s a n ı n u c u n d a , a t e ş i n t a m k a r ş ı s ı n -
d a y d ı . D ü z e n s i z şekilleri i ç i n d e k i b o ş l u k l a r k a y a gibi sert bir
çamur-balçık karışımıyla sıvanmıştı ve kabaca b u d a n m ı ş ç a m
kütükleri, salonun d u v a r l a n m oluşturuyordu.
Yer yer bir m e t r e k a l ı n l ı ğ ı n d a k i sıkıştırılmış s a z l a r d a n o l u -
şan çatıyı t a ş ı m a k için, s a l o n u n k ö ş e l e r i n e ç o k s a y ı d a ç a m k ü -
tüğü yerleştirilmişti. Çatı k a p l a m a s ı yoktu. Sazları taşımaları
için s ü t u n l a r ı n ü z e r i n e k a b a k e r e s t e d e n i n c e çıtalar takılıydı.
Y e m e k y i y e n , g ü l e n v e b i r b i r l e r i n e b a ğ ı r a n y a k l a ş ı k y ü z elfi
S k a n d i y a h ' d a n ç ı k a n g ü r ü l t ü , k u l a k l a r ı sağır e d i y o r d u . E r a k ,
etrafına bakınarak gülümsedi.
Yeniden evde o l m a k güzeldi.
R a g n a k ' ı n s a ğ k o l u B o r s a ' n i n u z a t t ı ğ ı bir d i ğ e r b i r a y ı keyif-
l e k a b u l etti. R a g n a k Y ü c e K o n t ' t u ; y a n i t ü m S k a n d i y a h l a r ' ı n
k ı d e m l i K o n t ' u . B o r s a ise ü l k e n i n g ü n l ü k işlerinin y ü r ü t ü l m e -
sinden sorumlu yöneticiydi. T a r l a l a n n ekilmesini, vergilerin
ödenmesini, baskınlann zamanında yapılmasını ve ganimetler-
d e n R a g n a k ' a d ü ş e n p a y ı n -yani t ü m g a n i m e t l e r i n d ö r t t e biri-
n i n - kurt g e m i s i k o m u t a n l a r ı n c a ö d e n m e s i n i s a ğ l a y a n kişiydi.

" İ ş l e r her y e r d e k ö t ü y e g i d i y o r E r a k , " d e d i B o r s a . U ğ u r s u z


A r a l u e n seferi h a k k ı n d a t a r t ı ş ı y o r l a r d ı . " U z u n v a d e l i bir s a v a -
ş a a s l a g i r m e m e l i y i z . B i z e h i ç u y m u y o r . B i z , süratli b a s k ı n -
l a r d a b a ş a r ı l ı y ı z . İ ç e r i gir, g a n i m e t i a l v e geri d ö n . B u ş e k i l d e
olmalı. Hep de böyle olmuştur."

E r a k , b a ş ı y l a o n a y l a d ı . R a g n a k , o n u sefer için g ö r e v l e n d i r -
d i ğ i n d e d e aynı şeyi d ü ş ü n m ü ş t ü . A m a Y ü c e K o n t , o n u n ver-
diği t a v s i y e y i d i n l e y e c e k bir r u h h a l i n d e d e ğ i l d i .

" Y i n e d e M o r g a r a t h ö n ö d e m e y a p m ı ş t ı , " d i y e d e v a m etti


B o r s a . E r a k ' ı n k a ş l a r ı y u k a r ı kalktı.

"Öyle m i ? " Bu k o n u d a n yeni haberi oluyordu. A d a m l a r ı y l a


ele g e ç i r e c e k l e r i g a n i m e t i ç i n s a v a ş t ı k l a r ı n ı s a n m ı ş , d o l a y ı s ı y -
l a d a seferin b a ş a n s ı z l ı ğ a u ğ r a d ı ğ ı n a i n a n m ı ş t ı . A m a a r k a d a ş ı ,
k e s i n bir b i ç i m d e b a ş ı n ı s a l l ı y o r d u ş i m d i .

" E v e t , e l b e t t e . K o n u p a r a y s a , R a g n a k işini g a r a n t i l e r . S e -
ninle a d a m l a n m n ücretini M o r g a r a t h ' d a n almıştı. Hepinize
ödeme yapılacak."

N i h a y e t , d i y e a k l ı n d a n g e ç i r d i E r a k , s o n b i r k a ç aydır ilk
kez yüzleri gülecekti a d a m l a n m n . A m a B o r s a , hâlâ Araluen
s e f e r i y l e ilgili ş i k â y e t l e r i n i s ı r a l ı y o r d u .
" E n b ü y ü k s o r u n u m u z nedir, b i l i y o r m u s u n ? " d e d i v e E r a k
y a n ı t bile v e r e m e d e n d e v a m etti. " G e n e r a l i m i z y a d a akıl h o -
c a m ı z yok. S k a n d i y a l ı l a r b i r e y s e l s a v a ş ç ı l a r d ı r . Ve o a l a n d a
d ü n y a n ı n e n iyisiyiz. A m a p a r a l ı a s k e r o l d u ğ u m u z d a , bizleri
z a f e r e g ö t ü r e c e k l i d e r l e r i m i z eksik. D o l a y ı s ı y l a b i z d e M o r g a -
rath gibi s o y t a r ı l a r a g ü v e n m e k z o r u n d a k a l ı y o r u z . "

E r a k , b a ş ı n ı s a l l a d ı . " A r a l u e n ' d e y k e n , o n u n p l a n l a r ı n ı fazla


karmaşık ve kurnazca bulduğumu söylemiştim."
B o r s a , kalın işaret p a r m a ğ ı n ı havaya kaldırdı. E r a k a d a m ı n
coşkulu tavırlarına şaşırmıştı.
"Ve h a k l ı y d ı n d a ! Ş u A r a l u e n l i O r m a n M u h a f ı z l a r ı gibi bir-
k a ç kişi n e i ş i m i z e y a r a r d ı a m a , " diye ekledi B o r s a .
"Ciddi m i s i n ? " dedi Erak. "Onlara neden ihtiyacımız olsun
ki?"
" M u t l a k a o n l a r o l m a k z o r u n d a değil; o tür i n s a n l a r d e m e k
i s t i y o r u m . P l a n l a m a v e taktik ü z e r i n e e ğ i t i m g ö r m ü ş , o l a y l a r a
farklı a ç ı l a r d a n b a k a r a k a s k e r l e r i m i z i etkili bir ş e k i l d e k u l l a n -
manın yöntemlerini bilen komutanlar."

Erak, onun haklı olduğunu kabul etmek zorundaydı. A n c a k


O r m a n M u h a f ı z l a n ' n d a n s ö z e d i l m e s i . Will ile E v a n i y n m e s e -
lesini g e t i r m i ş t i a k l ı n a . T ü n e l i n u c u n d a p r o b l e m i o r t a d a n kal-
d ı r a b i l e c e k bir y o l g ö r ü y o r d u .

" B ü y ü k S a l o n ' d a iki y e n i k ö l e y e ihtiyaç v a r m ı ? " diye sor-


du öylesine. B o r s a h e m e n b a ş ı m salladı.
"Yeni k ö l e l e r e d a i m a i h t i y a c ı m ı z olur," d e d i . "Aklında bi-
rileri var, değil m i ? "
" B i r kız v e b i r o ğ l a n , " d e d i E r a k . Will'in bir O r m a n M u -
hafızı çırağı o l d u ğ u n d a n s ö z e t m e m e y i d a h a u y g u n g ö r m ü ş t ü .
" K u v v e t l i tipler. S a ğ l ı k l ı v e zekiler. Keltika sınırında yaka-
ladık. T a y f a l a r ı m a ö d e m e y a p a b i l m e k için s a t a c a k t ı m o n l a r ı .
A m a ö d e m e yapılacak diyorsan, onlan sana vermekten mut-
luluk d u y a r ı m . "
Borsa m e m n u n i y e t l e başını salladı. "Kesinlikle işime yarar-
İ£ir," d e d i . " Y a r m g ö n d e r ikisini d e . "

"Oldu bu iş!" dedi Erak neşeyle. Ü s t ü n d e n ağır bir y ü k


k a l k m ı ş g i b i y d i . " Ş u b i r a testisi n e r e y e gitti y a h u ? "

Erak kaderlerini belirlerken. Will ile Evanlyn, Kurt


Rüzgârı nın d e m i r l e d i ğ i i s k e l e n i n y a k ı n l a r ı n d a k i bir k u l ü b e y e
k i l i t l e n m i ş l e r d i . E r t e s i s a b a h B o r s a ' n i n e k i b i n d e n bir S k a n d i -
yalı t a r a f ı n d a n u y a n d ı r ı l a r a k B ü y ü k S a l o n ' a getirildiler. B o r s a ,
ç o c u k l a r ı d i k k a t l e i n c e l e d i . Ç e k i c i bir kız, d i y e d ü ş ü n ü y o r d u ,
a m a h a y a t ı b o y u n c a p e k ağır i ş y a p m ı ş a b e n z e m i y o r d u . Öte
y a n d a n o ğ l a n , u f a k t e f e k o l m a s ı n a r a ğ m e n , k a s l ı v e sağlıklı bir
görünüyordu.

" K ı z yemek salonunda ve mutfakta çalışsın," dedi yardım-


cısına. "Oğlanı da avluya götürün."
YİRMİ

t e r k e d e r e k a k ş a m y e m e ğ i i ç i n h a n ı n alt k a t ı n d a k i m e y -
hane kısmına inmişti.

H a n c ı n ı n karısı, k o c a bir t e n c e r e b a h a r a t l ı g ü v e ç h a z ı r l a -
mıştı. S a l o n u n bir t a r a f ı n ı k a p l a y a n d e v a s a ş ö m i n e n i n ü z e r i n -
d e asılı d u r a n t e n c e r e , ağır ağır k a y n ı y o r d u . Bir h i z m e t ç i kız,
d u m a n ı t ü t e n y e m e ğ i ikiliye g e n i ş t a h t a k â s e l e r d e servis etti.
Y e m e ğ i n y a n ı n d a , H o r a c e ' m d a h a ö n c e h i ç g ö r m e d i ğ i şekilleri
bulunan uzun ekmek s o m u n l a r ı n d a n da getirmişti. Çok uzun
ve inceydi somunlar, ekmekten çok mızrağa benziyorlardı. Dış
tarafları sert v e k a b u k l u , içleri ise s o n d e r e c e y u m u ş a k v e le-
zizdi. V e s a v a ş ç ı ç ı r a ğ ı n ı n k ı s a s ü r e i ç i n d e fark e d e c e ğ i ü z e r e ,
y e m e ğ i n lezzetli s u y u n u s ı y ı r m a k a ç ı s ı n d a n d a s o n d e r e c e i d e -
aldiler.

Halt, y e m e ğ i n yanında b ü y ü k bir kadeh kırmızı şarap içmiş,


H o r a c e ise s u y l a y e t i n m i ş t i . K o c a m a n birer dilim böğürtlen
tatlısını m i d e y e i n d i r d i k t e n s o n r a , f i n c a n l a r ı n d a k i lezzetli k a h -
velerini y u d u m l u y o r l a r d ı şimdi.
H o r a c e ' i n f i n c a n i n a b ü y ü k bir k a ş ı k l a b a l katısı, Orman
M u h a f ı z ı tarafından çatık kaşlarla izleniyordu.
"Kahvenin tadını mahvediyorsun," diye m ı r ı l d a n d ı H a l t .
H o r a c e , s ı r ı t m a k l a y e t i n d i . Yol a r k a d a ş ı n ı n b u s a h t e c i d d i y e -
tine giderek alışıyordu.

" S e n i n ç ı r a k t a n ö ğ r e n d i m , " d e d i . B i r a n için ikisi d e s e s s i z -


leştiler; Will'i, E v a n l y n ile b a ş l a n n a n e l e r geldiğini d ü ş ü n ü -
yor, i k i s i n i n d e g ü v e n d e v e iyi o l m a l a n n ı u m u t e d i y o r l a r d ı .

Bu düşünceli ruh halinden, başıyla şöminenin yakınlarında


o t u r a n k ü ç ü k g r u b u işaret e d e n H a l t s a y e s i n d e kurtuldular. H o -
r a c e ile ikisi, s a l o n u n a r k a t a r a f ı n d a k i b i r m a s a d a o t u r u y o r l a r -
dı. H a l t ' u n t a r z ı d a i m a b u o l m u ş t u ; a r k a s ı n ı d u v a r a v e r i p o d a y ı
g ö z l e m l e y e b i l e c e ğ i bir y e r e oturur, b u n u y a p a r k e n d e d i k k a t
ç e k m e m e y e özen gösterirdi.

O n l a r y e m e k l e r i n i y e r k e n , içerisi d e y e m e ğ e y a d a eve git-


m e d e n ö n c e birkaç kadeh şarap ya da bira içmeye gelen kasa-
balılarla dolmuştu. O r m a n Muhafızı, salondakilerden birinin
ç a n t a s ı n d a n bir g a y d a seti ç ı k a r d ı ğ ı n ı , bir diğerinin ise a r m u t
gövdeli, s e k i z telli bir çalgı aletini a k o r t e t m e y e u ğ r a ş t ı ğ ı n ı
fark etti. '

" E ğ l e n c e b a ş l a m a k ü z e r e gibi g ö r ü n ü y o r , " dedi H o r a c e ' a .

Onlar konuşurken, salondaki kasabalılar sandalyelerini ate-


ş e y a k l a ş t ı r m ı ş , h a n c ı ile h i z m e t k â r l a r d a n k a d e h l e r i n i d o l d u r -
malarını istiyorlardı.

G a y d a c ı , h ü z ü n l ü b i r ezgi t u t t u r d u . Telli çalgı ise hızlı, s a r -


sıcı d a r b e l e r e ş l i ğ i n d e , a n i d e n y ü k s e l i p a l ç a l a n m e l o d i n i n ar-
k a s ı n d a k e s i n t i s i z , tiz bir r i t i m l e ç a l ı n ı y o r d u . G a y d a d a n ç ı k a n
yabani ve kederli sesler salonu d o l d u r u y o r d u ; m h u n derinlik-
lerine i ş l e y e n v e g e ç m i ş t e y a ş a n a n l a r l a u z u n z a m a n ö n c e k a y -
b e d i l e n d o s t l a r ı a k l a y e n i d e n g e t i r e n bir m e l o d i y d i b u .
N o t a l a r sıcak salonda yankılanadursun, R e d m o n t Ş a t o s u ' n u
çevreleyen o r m a n d a geçirilen uzun yaz günlerini ve b i t m e y e n
s o r u l a r ı y l a h a y a t ı n a y e n i bir enerji k a t a n , u f a k tefek, h a r e k e t l i
çocuğu hatırlarken buldu kendini Halt. Z i h n i n d e Will'in y ü -
zünü canlandırabiliyordu. Saçları kukuletasının içinde karma-
k a r ı ş ı k o l m u ş , k a h v e r e n g i g ö z l e r i ışıl ışıl v e z a p t e d e m e d i ğ i
bir ş a k a c ı l ı k l a p a r l ı y o r d u o ğ l a n ı n . W i l l ' i n Ç e k i c i ' y e g ö s t e r d i ğ i
ö z e n i , k e n d i a t m a s a h i p o l m a k t a n d o l a y ı t a k ı n d ı ğ ı g u r u r l u tav-
n ve i k i s i n i n a r a s m d a k i o ö z e l b a ğ ı d ü ş ü n ü y o r d u .

Belki de H a l t ' u n böyle d ü ş ü n m e s i n i n nedeni, s a k a h n d a k i


kırlar ç o ğ a l ı r k e n yılların ağırlığını ü z e r i n d e h i s s e d i y o r o l u -
ş u y d u . A m a Will'in, o n u n h a y a t ı n a , bir O r m a n M u h a f ı z ı ' n d a n
sık sık a d ı m l a m a s ı i s t e n e n k a r a n l ı k v e tehlikeli y o l l a r a t a b a n
t a b a n a zıt bir g e n ç l i k v e enerji hissi g e t i r m i ş o l d u ğ u d a bir
gerçekti.
Halt, H o r a c e ' d a n Will'in K e l t i k a ' d a y k e n Wargal güçleri-
ni takip etmeyi üstlendiğini dinlemişti. Evaniyn köprüjoi ya-
karken ç o c u ğ u n Wargallarla Skandiyalılar'm k a r ş ı s ı n d a tek
b a ş ı n a d u r d u ğ u n u d i n l e r k e n n a s ı l g u r u r d u y d u ğ u n u d a hatır-
l ı y o r d u . Z a p t e d i l m e z bir r u h t a n f a z l a s ı v a r d ı W i l l ' d e . C e s u r ,
becerikli ve sadıktı. O ğ l a n d a n h a r i k a bir O r m a n M u h a f ı z ı
olurdu, diye d ü ş ü n d ü Halt ve h e m e n ardindan da, sanki böyle
bir şey artık m ü m k ü n d e ğ i l m i ş gibi fikir j o i r ü t t ü ğ ü n ü fark etti.
Gözleri nemlenince sandalyesinde rahatsızca kımıldandı. Dış
d ü n y a y a bir d u y g u e m a r e s i g ö s t e r m e y d i ç o k u z u n z a m a n o l -
m u ş t u . O m u z silkti. Will, b e n i m gibi kır saçlı bir e n k a z ı n d ö -
k e c e ğ i b i r k a ç d a m l a g ö z y a ş ı n ı d a h a k ediyor, d i y e d ü ş ü n e r e k
g ö z l e r i n i s i l m e y e ç a l ı ş m a d L G ö z y a ş l a r ı n ı fark e d i p e t m e d i ğ i n i
a n l a m a k için y a n g ö z l e H o r a c e ' a b a k t ı , a m a m ü z i ğ i n e t k i s i n e
kapılan çocuk, yan yana oturdukları sırada öne doğru eğilmiş,
dudaklarım hafifçe aralamıştı. Farkında olmaksızın, parma-
ğıyla t e m p o t u t u y o r d u . A m a n n e y s e , diye d ü ş ü n d ü H a l t , k e n d i
kendine pişmanlıkla gülümseyerek. Oğlanın, kulağına gelen
ilk k e d e r l i m ü z i k t e g ö z y a ş l a r ı n a b o ğ u l d u ğ u n u g ö r m e s i n i iste-
miyordu. O r m a n Muhafızları, özellikle de krala hakaretlerde
b u l u n a n eski v e h a i n O r m a n M u h a f ı z l a r ı ' n ı n k a y a gibi s a ğ l a m
o l d u k l a r ı sanılırdı.

N i h a y e t s o n a e r e n m ü z i k , s a l o n d a k i l e r d e n y o ğ u n bir alkış
almıştı. H a h ve H o r a c e da coşkulu alkışa katıldılar ve H a l t bu
a n ı , g ö z l e r i n i g i z l i c e s i l m e k için k u l l a n d ı .

İzleyicilerin sanatçıları, kurnazlıkla ters çevrilip hemen


yanlarındaki zemine bırakılan şapkaya bozuk para atarak ödül-
l e n d i r d i k l e r i n i fark e t m i ş t i . H o r a c e ' a b i r k a ç m a d e n i p a r a u z a -
t a r a k m ü z i s y e n l e r i işaret etti.

" Ş u n l a r ı o n l a r a ver," d e d i . " H a k ettiler."

H o r a c e başmı sallayarak ayaklandı ve tavanı destekleyen


k a i m s ü t u n l a r ı n a r a s ı n d a n g e ç e r e k s a l o n u n öteki u c u n a gitti.
Ş a p k a y a p a r a a t a n s o n kişi o y d u . Kafasını kaldıran çalgıcı,
karşısında gördüğü yabancı sima karşısında eğilerek teşekkür-
lerini s u n d u . V e g a y d a n ı n k ö r ü k l e r i n i bir k e z d a h a h a r e k e t e
g e ç i r d i . A k ı l d a n ç ı k m a s ı ç o k z o r o l a n o sesler, bir k e z d a h a
yükselerek salonu doldurmaya başladı.

H o r a c e d u r a k s a d ı ; y e n i bir şarkı b a ş l a d ı ğ ı için y e r i n e d ö n -


mek gelmiyordu içinden. H a l t ' u n gölgeler içinde oturduğu
yere bir b a k ı ş attı v e o m u z silkerek s a n a t ç ı l a n n e t r a f ı n d a k i
küçük topluluğun h e m e n köşesinde durmakta olan m a s a n m
üstüne oturuverdi.

İ k i n c i ş a r k ı y a , farklı bir h a v a h â k i m d i . Bu kez daha ön


p l a n d a o l a n telli ç a l g ı n ı n k a i m n o t a l a r ı y l a s ü s l ü , zarif bir z a -
fer m e l o d i s i y d i ç a h n a n . G e r ç e k t e n d e a r m u t b i ç i m h ç a l g ı d a n
ç a ğ ı l d a y a r a k ç ı k a n k ı r ı l g a n n o t a l a r , kısa s ü r e i ç i n d e liderliği
g a y d a d a n a l m ı ş , s a l o n d a k i l e r i n t e m p o t u t a r a k o n l a r a eşlik et-
melerini sağlamıştı. H o r a c e ' m y ü z ü n e m e m n u n i y e t dolu bir
t e b e s s ü m y a y ı l d ı ; s o k a k k a p ı s ı a ç ı l ı p r ü z g â r içeri d o l d u ğ u n d a ,
yeni gelenin farkına bile varmamıştı.

A n c a k k a s a b a l ı l a r v e yıllardır k a r ş ı l a ş t ı ğ ı t e h l i k e l e r i n b i -
lediği s e z g i l e r i y l e H a l t , s a l o n u n h a v a s ı n d a k i d e ğ i ş i k l i ğ i n far-
kındaydılar. Müzisyenlerin etrafındaki kasabalılar, endişe ve
k u ş k u d o l u bir tavır t a k ı n m ı ş l a r d ı artık.

G a y d a c ı b a ş m ı k a l d ı r ı p içeri g i r e n a d a m a bir g ö z a t t ı ğ ı n d a ,
m ü z i ğ i n a k ı ş ı n d a bir d u r a k s a m a y a ş a n d ı . Şarkının ritminde,
n e r e d e y s e fark e d i l m e y e n , a m a H a l t ' u n a l a r m a g e ç m e s i n e y e -
t e n bir kesinti o l m u ş t u .

H a l t , içeri g i r e n kişiye ç e v i r d i b a k ı ş l a r ı n ı . Ondan muhte-


m e l e n o n y a ş d a h a g e n ç , u z u n b o y l u , yapılı b i r a d a m d ı . S i y a h
s a ç l a n v e s a k a l l a r ı y l a k o y u renkli, k a l ı n k a ş l a r ı , a d a m a h i ç
d e t e k i n o l m a y a n bir g ö r ü n t ü v e r i y o r d u . S ı r a d a n bir k a s a b a l ı
olmadığı belliydi. Pelerinini çıkardığında, zincirden zırhının
üzerine giymiş olduğu beyaz kuzgun armalı siyah tuniğini
gözler ö n ü n e sermişti.

D o n u k b i r ş e k i l d e p a r ı l d a y a n , k a b z a s ı altın k a p l a m a d a n kı-
lıcı, b e l i n e asılıydı. Y u m u ş a k d e r i d e n u z u n b i n i c i ç i z m e l e r i ,
o n u n b i r atlı o l d u ğ u n u g ö s t e r i y o r d u . Ü s t e l i k , t u n i ğ i n d e k i ar-
m a y a bakılırsa bir şövalyeydi. Savaş atının hanın h e m e n dışın-
da bağlı olduğuna emindi Halt; yabancının renk tercihleri göz
ö n ü n e a l ı n d ı ğ ı n d a , s i m s i y a h bir a y g ı r d ı m u h t e m e l e n .

İ ç e r i g i r e n a d a m ı n b i r i n i a r a d ı ğ ı belli o l u y o r d u . H ı z l a s a -
l o n u t a r a y a n g ö z l e r i , a r k a t a r a f t a k i belli b e l i r s i z a d a m ı fark
etmeden H o r a c e ' m üzerine odaklandı. K a ş l a n m hafifçe çatan
ş ö v a l y e , b a ş ı n ı s a l l a d ı . M ü z i ğ i n b ü y ü s ü n e k a p ı l a n H o r a c e ise
ş ö v a l y e n i n içeri g i r d i ğ i n i o n u t e p e d e n t ı r n a ğ a s ü z d ü ğ ü n ü fark
etmemişti.

A m a b u n u u m u r s a y a n b a ş k a birileri v a r d ı . H a l t , işlerin n e -
r e y e v a r a c a ğ ı n ı b e k l e y e n h a n c ı y l a k a r ı s ı n ı n telaşlı tavırlarını
fark e t m i ş t i . K a s a b a l ı l a r ı n b a z ı l a r ı d a , s o r u n ç ı k a c a k m ı ş gibi
davranıyorlardı.

H a l t ' u n eli, m a s a n ı n a l t ı n d a k i o k kılıfına k a y d ı . H e r z a m a n -


k i gibi s i l a h l a n , y e m e k y e r k e n b i l e k o l a y c a u l a ş a b i l e c e ğ i b i r
m e s a f e d e y d i . A r k a s ı n d a k i d u v a r a d a y a l ı d u r a n y a y ı n teli g e -
riliydi. K ı l ı f t a n aldığı o k u , m ü z i k dinletisi b i t e r k e n ö n ü n d e k i
masaya koydu.

B u k e z s a l o n d a alkış k o p m a m ı ş t ı . Y a l n ı z c a H o r a c e c o ş k u y l a
ellerini ç ı r p ı y o r d u . B i r a n s o n r a , alkış t u t a n t e k kişi o l d u ğ u n u
fark e d e r e k d u r d u . Şaşırmış ve utandığı için y a n a k l a n kızar-
mıştı. D ü ş m a n l ı k sınırlarında dolaşan ifadesiyle onu süzmekte
o l a n , ü ç a d ı m ö t e s i n d e k i silahlı a d a m ı n f a r k ı n d a y d ı artık.

İstifini b o z m a d a n a d a m a s e l a m v e r d i . H a l t , H o r a c e ' m s o -
ğukkanlılığını kaybedip bakışlarını arka tarafa ç e v i r m e m e s i n e
m e m n u n olmuştu. Oğlan tatsızlık y a ş a n m a s ı olasılığını sezmiş
v e a v a n t a j l a n n m , H a l t ' u n gizli k a l m a s ı n d a n g e ç t i ğ i n i fark et-
mişti.
Şövalye, nihayet kalın ve rahatsız edici sesiyle konuştu.
H e m e n h e m e n H o r a c e k a d a r u z u n b o y l u y d u v e ç o k iriyarıydı.
H a l t , a d a m ı n bir s o k a k d ö v ü ş ç ü s ü o l m a d ı ğ ı n a h ü k m e t t i ; tehli-
keli biriydi b u .

A l a y c ı bir dille " M e ş e y a p r a ğ ı süvarisi s e n m i s i n ? " d i y e


s o r d u ş ö v a l y e . A r a l u e n dilini, u f a k bir G a l y a a k s a n ı y l a d a o l s a ,
o l d u k ç a iyi k o n u ş u y o r d u .

" Ö y l e d e a d l a n d ı r i y o r u m s a n i r i m , " d e d i H o r a c e , bir a n l ı k


bekleyişin ardından. Ş ö v a l y e b u c e v a b ı d e ğ e r l e n d i r i y o r gibiy-
. di; d u d a ğ ı k ü ç ü m s e m e y l e k ı v r ı l m ı ş , b a ş ı n ı s a l l ı y o r d u .

" S a n ı y o r s u n d e m e k ? " dedi. " B a ş k a neler sanıyorsun p e k i ? S o -


kaklarda havlayan A r a l u e n h yalancı bir k ö p e k o l m a y a s m s a k ı n ? "

Ş a ş ı r a n H o r a c e , k a ş l a r ı n ı çattı. T u h a f bir h a k a r e t d e n e m e -
s i n d e b u l u n m u ş t u a d a m . Bir ş e k i l d e o n u k ı ş k ı r t m a y a ç a l ı ş t ı ğ ı
belli oluyordu. Tek b a ş ı n a bu bile, H o r a c e a ç ı s ı n d a n tahriklere
k a p ı l m a m a k için yeterli bir n e d e n d i .

"Öyle diyorsan öyledir," diye yanıt verdi sakin sakin. Yüzü,


a d e t a bir a l d ı r m a z l ı k m a s k e s i n i a n d ı n y o r d u . A m a H a l t , o ğ l a -
n ı n sol e l i n i n u s u l c a v e n e r e d e y s e i ç g ü d ü s e l bir ş e k i l d e , n o r -
m a l d e k ı l ı c ı n ı n asılı o l d u ğ u sol k a l ç a s ı n a u z a n d ı ğ ı n ı fark et-
m i ş t i . K ı l ı ç , ü s t k a t t a k i o d a d a , k a p ı n ı n a r k a s ı n d a asılıydı. O an,
H o r a c e ' m ü z e r i n d e y a l n ı z c a bir h a n ç e r b u l u n u y o r d u .

Şövalye de bu istemdışı hareketi sezmişti. Dudaklarını za-


l i m c e b ü k e r e k g ü l ü m s ü y o r d u ş i m d i . K a s yığını ç o c u ğ a d o ğ r u
bir a d ı m attı. G e n ç a d a m ı z i h n i n d e t a r t ı y o r d u . G e n i ş o m u z l a r ,
i n c e bir b e l v e eğitimli a d a l e l e r . A y r ı c a u s t a b i r s a v a ş ç ı o l d u -
ğ u n u b e l l i e d e n d o ğ a l bir z a r a f e t v e d e n g e y l e h a r e k e t e d i y o r d u
Horace.
A m a g e n c e c i k biriydi s o n u ç t a v e y ü z ü n d e n d ü r i i s t l ü k akı-
yordu. R a k i p l e r i y l e art a r d a ö l ü m ü n e d ö v ü ş m e y e alışkın bir
savaşçı değildi. Ö l ü m c ü l dövüşler okulunda karanlık yetenek-
lerini g e l i ş t i r m i ş bir s a v a ş ç ı d a d e ğ i l d i . T ı r a ş o l m a y a bile y e n i
b a ş l a m ı ş t ı d a h a . K u ş k u s u z k i e ğ i t i m l i v e saygı d u y u l m a s ı g e -
r e k e n bir d ö v ü ş ç ü y d ü .

Y a n i a d a m ı n ç e k i n m e s i n i g e r e k t i r e n h i ç b i r şey y o k t u .

D e ğ e r l e n d i r m e s i n i bitiren ş ö v a l y e , o ğ l a n a bir a d ı m d a h a
yaklaştı.

" B e n i m a d ı m D e p a r n i e u x , " d e d i . A d ı n ı n bir a n l a m i f a d e


e t m e s i n i b e k l e d i ğ i belli o l u y o r d u . H o r a c e , m u z i p bir i f a d e y l e
o m u z silkmekle yetindi.

" P e k g ü z e l , " ş e k l i n d e k i y a n ı t ı , o k a r a k a ş l a r ı n bir k e z d a h a


çatılmasına neden oldu.
" D ü z e n b a z l ı k l a r ı n l a alt ettiğin s o k a k s e r s e r i l e r i n e b e n z e -
m e m b e n . B e n i b i r ç o k h e m ş e r i m e y a p t ı ğ ı n gibi k o r k a k ç a tak-
tiklerinle h a z ı r l ı k s ı z y a k a l a y a m a y a c a k s ı n . "

H a k a r e t l e r i n i n b e k l e d i ğ i etkiyi y a p ı p y a p m a d ı ğ ı n ı a n l a m a k
için d u r d u . A n c a k H o r a c e , s o ğ u k k a n l ı l ı ğ ı n ı k o r u y o r d u . Bir k e z
d a h a o m u z silkti.
" B u n u a k l ı m d a t u t a c a ğ ı m d a n e m i n olabilirsin," d e d i kibarca.

B i r a d ı m d a h a a t a n iriyarı ş ö v a l y e , ç o k y a k ı n m d a y d ı ar-
tık. Y ü z ü , H o r a c e ' m v e r d i ğ i y a n ı t v e h a k a r e t l e r i k a r ş ı s ı n d a k i
u m u r s a m a z tavrı n e d e n i y l e alev alev y a n ı y o r d u ö f k e d e n .

" B e n b u b ö l g e n i n e n u s t a s a v a ş ç ı s ı y ı m ! " diye b a ğ ı r d ı a d a m .


" B u ü l k e d e b e n i m k a d a r ç o k A r a l u e n k ö p e ğ i alt e t m i ş bir b a ş -
k a ş ö v a l y e yoktur. İ n a n m ı y o r s a n sor b a k a l ı m ş u n l a r a ! " K o l u n u
a t e ş i n e t r a f ı n d a k i m a s a l a r d a g e r g i n bir b i ç i m d e o t u r a n k a s a b a -
lilara doğru savurdu. Bir an yanıt g e l m e y i n c e , hiddetli bakışla-
rını m e y d a n o k u r c a s ı n a k a s a b a l ı l a r ı n ü z e r i n e ç e v i r d i .

Kasabalılar, g ö z l e r i n i k a ç ı r a r a k h e p bir a ğ ı z d a n i d d i a l a r ı
doğrulayan birkaç sözcük mınidandılar. Şövalyenin bakışları,
bir k e z d a h a m e y d a n o k u r c a s ı n a H o r a c e ' a o d a k l a n m ı ş t ı . O ğ -
lan, aldırış e t m e d e n k a r ş ı l a d ı b u b a k ı ş l a r ı , a m a y a n a k l a n y a v a ş
y a v a ş k ı z a n y o r d u artık.

" D e d i ğ i m gibi," diye yanıtladı dikkatle. "Söylediklerini ak-


lımda tutarım."

Depamiuex'nun gözleri, ateşler saçıyordu artık. "Seni,


s a h t e k â r l ı k l a r ı y l a G a l y a l ı s a v a ş ç ı l a r ı ö l d ü r ü p z ı r h l a n n a , atları-
n a v e m a l v a r l ı k l a r ı n a e l k o y a n bir k o r k a k v e hırsız ilan e d i y o -
r u m ! " d i y e b a ğ ı r a r a k bitirdi s ö z l e r i n i .

S a l o n d a u z u n bir s e s s i z l i k y a ş a n d ı . H o r a c e , n i h a y e t c e v a -
bını verdi.

"Bence yanlış düşünüyorsun," dedi konuşma boyunca


koruduğu kibar ses tonuyla. Salondakiler, nefeslerini tut-
muş konuşmayı izliyorlardı. Öfkeyle gürleme sırası t e k r a r
D e p a r n i e u x ' d e y d i şimdi.

" B a n a yalancı mı diyorsun?" diye sordu.

H o r a c e b a ş ı n ı s a l l a d ı . " K e s i n l i k l e hayır. Y a n l ı ş d ü ş ü n d ü ğ ü -
n ü s ö y l ü y o r u m . B e l h k i birileri s e n i y a n h ş b i l g i l e n d i r m i ş . "

D e p a m i e u x ellerini a ç a r a k s a l o n d a k i l e r e d ö n d ü .

" D u y d u n u z ! Y ü z ü m e k a r ş ı bir y a l a n c ı o l d u ğ u m u s ö y l e d i !
B u k a d a r ı d a f a z l a artık!"

T ı p k ı p l a n l a d ı ğ ı gibi, ellerini y a n l a r a açtığı h a r e k e t i n bir


d e v a m ı o l a r a k , k e m e r i n e s ı k ı ş t ı r m ı ş o l d u ğ u deri e l d i v e n l e r d e n
birini, k i m s e y e r i n d e n bile k ı p ı r d a y a m a d a n H o r a c e ' a m e y d a n
o k u m a k üzere çıkardı.
B ü y ü k bir c o ş k u y l a eldiveni o ğ l a n ı n s u r a t ı n a v u r m a k için
öne doğru hareketlendi.
A m a t a m o a n d a , sanki g ö r ü n m e z bir e l e l d i v e n i e l i n d e n
k a p t ı v e o d a n ı n ö b ü r t a r a f ı n a s ü r ü k l e y e r e k t a n g ı r t ı y l a m e ş e sü-
tunlardan birine sapladı.
YÎRMİBİR

E h , k a d e r d e y o l l a r ı m ı z ı n a y r ı l m a s ı d a v a r m ı ş , diye d ü -
ş ü n d ü Will. Evanlyn, götürülürken dönüp omzunun
ü z e r i n d e n y a r a l ı bir b a k ı ş a t m ı ş t ı o ğ l a n a . Will ise kızı c e s a -
r e t l e n d i r m e k için sırıtarak e l s a l l a m ı ş , s a n k i kısa süre s o n r a
g ö r ü ş e c e k l e r m i ş gibi neşeli bir i f a d e t a k ı n m a y a ç a l ı ş m ı ş t ı .

K ı z ı n m o r a l i n i y ü k s e l t m e d e n e m e l e r i , k a f a s ı n a y e d i ğ i sert
bir ş a p l a k l a b o z u l d u . Kulakları çınlayarak birkaç a d ı m öteye
sendeledi.

" Y ü r ü s e n e b e k ö l e ! " diye h o m u r d a n d ı S k a n d i y a l ı avlu a m i -


ri Tirak. " B i r a z d a n ne kadar güleceğini g ö r e c e ğ i z . "

B u s o r u n u n y a n ı t ı , Will'in d e kısa z a m a n i ç i n d e k e ş f e d e c e -
ğ i ü z e r e , k o c a bir sıfırdı.

S k a n d i y a h l a r ' ı n t ü m esirleri a r a s ı n d a , e n ağır, e n b e r b a t iş-


ler, avlu k ö l e l e r i n e v e r i l i y o r d u . Ev k ö l e l e r i n i n - y a n i m u t f a k l a r -
dan ve y e m e k odalarından sorumlu olanların- en azından sıcak
bir o r t a m d a ç a l ı ş m a v e u y u m a lüksleri b u l u n u y o r d u . Günün
s o n u n d a yorgunluktan yataklarına devriliyorlardı belki, ama
e n a z ı n d a n y a t a k l a r ı sıcacıktı.
Öte yandan, açık havada yapılması gereken yorucu, kaba
işlerden o d u n k e s m e , kar k ü r e m e , t u v a l e t l e r i b o ş a l t ı p i ç i n d e -
k i l e r d e n k u r t u l m a , h a y v a n l a r a y e m v e s u v e r m e , ahırları t e -
m i z l e m e - ise avlu k ö l e l e r i s o r u m l u y d u . T ü m b u g ö r e v l e r i n ,
b u z gibi s o ğ u k h a v a d a y a p ı l m a s ı g e r e k i y o r d u . K a n ter i ç i n d e k i
köleler, üstlerine yapışıp vücut ısılarım çekip alan n e m h kıya-
fetleriyle o r t a l ı k t a k a l a k a l ı y o r l a r d ı .

D u v a r l a r ı s o ğ u ğ u o l d u ğ u gibi g e ç i r e n , yıkık d ö k ü k eski bir


a h ı r d a y a t ı p k a l k ı y o r l a r d ı . H e r k ö l e y e , b u z gibi h a v a y a r a ğ m e n ,
i n c e c i k b i r e r b a t t a n i y e v e r i l i y o r d u . K ö l e l e r , e l l e r i n e g e ç e n eski
p a ç a v r a v e ç u v a l l a r ı b a t t a n i y e l e r i n e ilave e d i y o r l a r d ı . P a ç a v r a -
ları o r a d a n b u r a d a n ç a l ı y o r y a d a e l d e e t m e k için y a l v a r y a k a r
o l u y o r l a r d ı . A r a l a r ı n d a sık sık k a v g a l a r ç ı k ı y o r d u . İlk ü ç g ü n ü
b o y u n c a Will, iki k ö l e n i n p a r ç a l a n m ı ş ç u v a l p a r ç a l a r ı u ğ r u n a
ö l ü m ü n e d ö v ü ş m e l e r i n e şahit olmuştu.

Avlu k ö l e l i ğ i n i n r a h a t s ı z l ı k t a n ç o k d a h a ö t e b i r şey o l d u ğ u -
n u fark etti. D ü p e d ü z ö l ü m c ü l bir işti.

Ç a l ı ş m a sistemleri de bu tehlikeyi arttınyordu. Avlunun yö-


n e t i m i T i r a k ' a aitti a s l ı n d a , a m a T i r a k , y e t k i l e r i n i K u r u l o l a r a k
b i l i n e n k ü ç ü k , a h l a k s ı z bir k ö l e ç e t e s i n e d e v r e t m i ş t i . E k i p h a -
l i n d e d o l a ş a n v e a r k a d a ş l a r ı y l a ilgili t ü m k a r a r v e r m e y e t k i s i n i
e l l e r i n d e t u t a n y a r ı m d ü z i n e eski k ö l e d e n o l u ş u y o r d u K u r u l .
A v l u y u a c ı m a s ı z bir d i s i p l i n a l t ı n d a tutuyor,, d i ğ e r k ö l e l e r a r a -
sında görev dağılımı yapıyorlardı. İtaat edip yahaklananlara
e n k o l a y işler v e r i l i y o r d u . K a r ş ı ç ı k a n l a r ise k e n d i l e r i n i e n
n e m l i , e n s o ğ u k v e e n tehlikeli işlerin k u c a ğ ı n d a b u l u y o r d u .
Tirak, K u r u l ' u n aşırılıklanna aldırmıyordu. Yönetimi altında-
ki köleler, u m u r u n d a bile değildi. Hiçbir kölenin ö n e m i yoktu
ki; K u r u l ' u n d ü z e n i s a ğ l a m a s ı h a y a t ı n ı ç o k k o l a y l a ş t ı r i y o r d u .
A r a sıra ö l d ü r ü l e n y a d a s a k a t k a l a n bir iki asi k ö l e , b u a ç ı d a n
k a t l a n ı l a b i l i r bir b e d e l d i .

H a k s ı z l ı ğ a t a h a m m ü l ü o l m a y a n Will'in K u r u l ' l a s o r u n y a -
şaması kaçınılmazdı. N i t e k i m a v l u d a k i ü ç ü n c ü g ü n ü n d e bir
o l a y y a ş a n d ı . Will, o d u n t o p l a m a g ö r e v i n d e n d ö n m ü ş , a ğ z ı n a
d e k d o l u bir k ı z a ğ ı i n c e kar ö r t ü s ü n ü n ü z e r i n d e s ü r ü k l ü y o r d u .
K ı y a f e t l e r i , ter v e ü z e r i n d e eriyen kar n e d e n i y l e s ı r ı l s ı k l a m
o l m u ş t u , işini bitirdiği a n d a t i t r e m e y e b a ş l a y a c a ğ ı n ı n farkın-
d a y d ı . K ö l e l e r e v e r i l e n a z m i k t a r d a y e m e k v ü c u t ısısını y e n i -
l e m e y e y e t m i y o r , her g e ç e n g ü n g ü ç t e n d ü ş ü p d a h a zor t o p a r -
landığını hissediyordu.

K ı z a ğ ı iki b ü k l ü m bir h a l d e a v l u y a k a d a r g e t i r m i ş , e v k ö l e -
lerinin k ü t ü k l e r i i n d i r i p s ı c a c ı k dev gibi o c a k l a r a t a ş ı y a b i l m e -
leri için m u t f a ğ ı n y a n ı n d a d u r u p , k ı z a ğ ı n a ğ z ı m y u k a r ı d o ğ r u
k a l d ı r m ı ş t ı . T a m d o ğ r u l u r k e n b a ş ı hafifçe y a n a d ö n d ü ; m u t f a k -
taki b ö l m e l e r d e n b i r i n i n a r k a s ı n d a n , ö n c e bir küfür, a r d ı n d a n
d a s ı z l a n m a sesleri ç a l ı n m ı ş t ı k u l a ğ ı n a .

M e r a k l a n a r a k kızağı oracıkta bıraktı ve gürültünün nede-


nini ö ğ r e n m e k için a r k a t a r a f a gitti. İ r i y a n bir g e n ç , e l i n d e k i
d ü ğ ü m l ü halatla yerdeki ince, hırpani oğlanı dövüyordu.

" A f f e d e r s i n , E g o n ! " diye a ğ l a d ı y e r d e k i ç o c u k . " S e n i n ol-


duğunu bilmiyordum!"

Will, o ğ l a n l a r i n ikisinin de köle o l d u k l a r i n i fark etti. A m a


iriyan o l a n ı , o l d u k ç a iyi b e s l e n i y o r m u ş gibi g ö r ü n ü y o r d u ; kıya-
fetleri p a r a m p a r ç a v e lekeli o l m a s ı n a r a ğ m e n sıkıca giyinmişti.
Will o n u n yirmili y a ş l a n n d a o l d u ğ u n u t a h m i n etti. A v l u d a yaşlı
k ö l e b u l u n m a d ı ğ ı dikkatini ç e k m i ş t i . B u n u n , avlu k ö l e l e r i n i n
uzun y a ş a m a m a s ı n d a n kaynaklandığına inanmaya başlamıştı.
"Hırsızın tekisin, U l r i c h ! " dedi iriyan oğlan. " E ş y a l a r ı m a
izinsiz d o k u n m a y ı g ö s t e r e c e ğ i m s a n a ! "

D ü ğ ü m l ü h a l a t ı ç ı l g ı n c a s a v u r a r a k k u r b a n ı n ı n k a f a s ı n a bir
t a n e g e ç i r d i . Will, ç o c u ğ u n y ü z ü n d e c i d d i bir y a r a a ç ı l d ı ğ ı n ı
fark etti. G ö z ü n ü n a l t ı n d a k i k e s i k t e n fışkıran k a n l a r , ç o c u ğ u n
y ü z ü n e a k m a y a başlamıştı. Bir çığlık k o p a r a n U l r i c h , çıplak
k o l l a r ı y l a y ü z ü n ü s a k l a m a y a ç a l ı ş ı y o r d u . İ ş k e n c e c i s i ise i y i c e
ç ı l g ı n a d ö n m ü ş t ü . Will, d u r u m a d a h a f a z l a d a y a n a m a d ı . Ö n e
a t ı l a r a k , bir d i ğ e r sert d a r b e h a z ı r h ğ ı y l a g e r i l e y e n E g o n ' u n
elindeki d ü ğ ü m l ü halatı yakaladı.

D e n g e s i n i kaybeden E g o n , tökezleyerek halatı bıraktı ve


ş a ş k ı n l ı k l a k e n d i s i n e m ü d a h a l e e t m e c e s a r e t i n i g ö s t e r e n kişiyi
g ö r m e k üzere arkasını d ö n d ü . K a r ş ı s ı n d a Tirak ya da bir b a ş k a
Skandiyalı'yı b u l m a y ı bekliyordu aslında. Bir K u r u l üyesinin
i ş i n e k a r ı ş m a y a b a ş k a k i m s e c e s a r e t e d e m e z d i ki. B ü y ü k bir
şaşkınlıkla, o n altı y a ş l a n n d a k i u f a k t e f e k , z a y ı f b i r o ğ l a n l a
yüz yüze buldu kendini.

" B u k a d a r ı y e t e r , " d e d i Will, h a l a t ı m u t f a k a v l u s u n d a k i ç a -


murlu karın ü s t ü n e fırlatarak.

Ö f k e d e n d e l i y e d ö n e n E g o n , ö n e atıldı. W i l l ' d e n h e m d a h a
iri h e m d e d a h a ağırdı v e g ö z ü p e k y a b a n c ı y ı c e z a l a n d ı r m a k
için c a n a t ı y o r d u . B i r d e n , y a b a n c ı n ı n g ö z l e r i n d e k i i f a d e v e p o -
zisyon alışındaki rahatlık onu durdurdu. Oğlanm gözlerinde
k o r k u d a n eser y o k t u . Z i n d e v e s a v a ş m a y a h a z ı r gibi d u r u y o r -
d u . H e n ü z a v l u y a y e n i g e l m i ş , d i y e d ü ş ü n d ü E g o n v e sağlığı
y e r i n d e . Z a v a l h U l r i c h gibi k o l a y bir h e d e f değil.

"Affedersin, E g o n , " dedi hırpani oğlan b o ğ u k bir sesle. K u -


rul ü y e s i n e d o ğ r u e m e k l e y e r e k k a f a s ı n ı o ğ l a n ı n e p r i m i ş ç i z -
m e l e r i n i n ü z e r i n e k o y d u . " B i r d a h a y a p m a m . " E g o n artık ilk
k u r b a n ı n a k a r ş ı ilgisini k a y b e t m i ş t i . Oğlanı ayağının ucuyla
ittirdi. U l r i c h b a ş ı m k a l d r i p E g o n ' u n d i k k a t i n i n d a ğ ı l d ı ğ ı n ı
gördüğü an k a ç m a y a yeltendi.
Egon, o n u n gidişini görmemişti bile. Bakışlarını Will'in
ü z e r i n e d i k m i ş , o ğ l a n ı t a r t ı y o r d u . B u ç o c u k , k o l a y bir h e d e f
olmayacaktı. A m a sorun çıkaranlarla mücadele etmenin başka
yolları vardı.

" A d ı n n e s e n i n ? " d i y e s o r d u . G ö z l e r i k ı s ı l m ı ş t ı , sesi i s e öf-


keden alçak çıkıyordu.
" B a n a Will d e r l e r , " d e d i O r m a n M u h a f ı z ı ç ı r a ğ ı . E g o n , b a -
şını b i r k a ç k e z u s u l c a s a l l a d ı .
" B u n u u n u t m a y a c a ğ ı m , " dedi.
E r t e s i g ü n Will, k ü r e k ç i e k i b i n d e g ö r e v l e n d i r i l m i ş t i .

K ü r e k ç i e k i b i n d e g ö r e v a l m a k , avlu k ö l e l e r i n i n e n k o r k t u k -
l a n işti.
Hallasholm'un içme suyu, Ragnak'ın Mekânı'na bakan
m e y d a n ı n o r t a s ı n d a b u l u n a n g e n i ş bir k u j o ı d a n s a ğ l a n ı y o r d u .
Havalar soğudukça, ilgilenilmediği takdirde, kuyudaki su do-
nup kuruyordu. Dolayısıyla Skandiyalılar tarafından kuyuya,
suyu sürekli k a r ı ş t m p buzları s e r t l e ş m e d e n k ı r m a k ü z e r e u z u n
ahşap kürekler m o n t e edilmişti. Suyun içindeki hantal ahşap
k ü r e k l e r i ç e v i r e n k o l l a r i sürekli i n d i r i p k a l d ı r m a k g e r e k i y o r -
d u . T ı p k ı kar k ü r e m e k gibi, n e m l i v e s o ğ u k bir o r t a m d a i n s a n ı
t a k a t t e n d ü ş ü r e n bir işti.
Will, s a b a h ı h e n ü z y a r ı l a m ı ş t ı , a m a y o r g u n l u k t a n ö l ü y o r d u .
K o l l a r ı , sırtı v e b a c a k l a r ı n d a k i b ü t ü n k a s l a r a ğ r ı y o r d u .

Hayatları çoktan son b u l m u ş kölelerin ellerinde y ı p r a n m ı ş


kollan kaldırıp indiriyordu. K u y u sujoınun yüzeyini son ka-
rıştırmasından bu yana henüz birkaç dakika geçmiş olmasına
r a ğ m e n , ş i m d i d e n i n c e bir b u z t a b a k a s ı o l u ş m a y a b a ş l a m ı ş t ı
bile. Tahta kürek içine saplanıp hızla sağa sola k ı m ı l d a y ı n c a
b u z l a r kırıldı. K u y u n u n ö b ü r t a r a f ı n d a k i m e s a i a r k a d a ş ı k e n d i
k ü r e ğ i n i i n d i r i p kaldırıyor, o t a r a f t a k i s u y u n b u z l a n m a s ı n ı ö n -
leyip r a h a t ç a a k m a s ı n ı s a ğ l ı y o r d u . K u y u n u n b a ş ı n a g e l d i ğ i n d e
Will'in başıyla verdiği selamı a l m a m ı ş t ı diğer köle. Sabahtan
beri, kürek çekerken çıkardıkları homurtular hariç, sessizce
çalışıyorlardı.

Nezaretçilerinin elinde taşıdığı kaim deri kayış, Will'in


o m u z l a r ı n a indi. S e s i d u y m u ş , d a r b e y i h i s s e t m i ş t i . A m a c a n ı
hiç y a n m ı y o r d u . S o ğ u k , omuzlarını u y u ş t u r m u ş t u .

" D a h a derine daldır!" diye gürledi nezaretçi. "Yalnızca j m -


zeyi k a r ı ş t ı r ı r s a n , s u y u n alt tarafı b u z t u t a r . "

H a f i f ç e i n l e y e n Will, k e n d i s i n d e n i s t e n e n i y a p t ı v e p a r m a k
u ç l a r ı n d a y ü k s e l i p t a h t a k ü r e ğ i b u z gibi s u y a d a l d ı r a r a k s u y u
h a v a y a sıçrattı. B u z gibi s u y u n v ü c u d u n a ç a r p t ı ğ ı n ı hissetti.
Sırılsıklamdı zaten. B u r a d a kuru k a l m a k olanaksız gibiydi.
K ı s a m o l a l a r d a k ü r e ğ e a s ı l m a y ı b ı r a k t ı ğ ı a n , b u z gibi k ı y a f e t -
lerinin v ü c u t ısısını e m e c e k l e r i n i v e t i t r e m e n ö b e t l e r i n i n y e n i -
d e n b a ş l a y a c a ğ ı m adı gibi b i l i y o r d u .

Will'i e n ç o k k o r k u t a n şey, ö n ü n e g e ç e m e d i ğ i b u n ö b e t l e r d i .
Vücudu soğuduğu anda titremeye başlıyordu. Kendini kasarak
titremesini durdurmaya çalışsa da, başaramıyordu. V ü c u d u n u n
kontrolünü kaybetmiş olduğu gerçeğini -acı da olsa- kabullen-
di. D i ş l e r i t a k ı r d ı y o r , elleri t i t r i y o r d u v e b u n u e n g e l l e m e k için
y a p a b i l e c e ğ i h i ç b i r şey y o k t u . Y e n i d e n ı s ı n m a n ı n t e k y o l u , ç a -
lışmaya tekrar b a ş l a m a k t a n geçiyordu.

Bir s ü r e s o n r a , n ö b e t i s o n a erdi. Skandiyalılar bile kürek


b a ş ı n d a hiçbir kölenin dört saatten fazla ç a l ı ş a m a y a c a ğ ı m ka-
b u l l e n m i ş l e r d i . Y o r g u n l u k t a n t ü k e n e r e k t i t r e y e n Will, t ö k e z l e -
y e r e k b a r a k a s ı n a d o ğ r u ilerledi. O n a a y r ı l m ı ş o l a n y e r e y a k l a -
şırken d e v r i l d i , a y a ğ a k a l k a c a k k a d a r b i l e enerjisi k a l m a m ı ş t ı .
İ n c e b a t t a n i y e s i n i n y e t e r s i z s ı c a k l ı ğ ı m a r z u l a y a r a k elleri v e
dizleri ü z e r i n d e e m e k l e d i .

B o ğ u k bir çığlık, b o ğ a z ı n d a t ı k a n ı p k a l d ı . B a t t a n i y e s i git-


mişti!

S o ğ u k z e m i n e ç ö m e l e r e k a ğ l a m a y a b a ş l a d ı . Dizlerini k e n d i n e
çekerek, y i t i r m e k t e o l d u ğ u v ü c u t ısısını k o m m a y a çalışıyordu.
E r a k ile a d a m l a n t a r a f m d a n y a k a l a n d ı ğ m d a kaybettiği sıcacık
O r m a n M u h a f ı z ı pelerini geldi a k i m a . T i t r e m e nöbeti b a ş l a m ı ş t ı
işte. T ü m v ü c u d u n u n gevşediğini h i s s e d i y o r d u . S o ğ u k , etinin içi-
ne işliyor, k e m i k l e r i n e , r u h u n u n derinliklerine dek u l a ş ı y o r d u .

S o ğ u k d ı ş ı n d a h i ç b i r şey y o k t u . D ü n y a s ı s o ğ u k l a s ı n ı r l a n -
m ı ş , s o ğ u k . Will o l u p ç ı k m ı ş t ı . O n d a n k a ç a m ı y o r , d a h a f a z l a -
sını k a l d ı r a m ı y o r d u . H a y a t ı n d a e n u f a k bir s ı c a k l ı k t i t r e ş i m i
bile yoktu.

Yalnızca soğuk vardı.

B i r d e n p ü r ü z l ü bir şeyin y a n a ğ ı n a değdiğini hissederek


gözlerini açtı. Ü z e r i n e eğilmiş, titreyen v ü c u d u n u n üzerine
k a b a bir ç u v a l ı g e ç i r m e k l e m e ş g u l o l a n biriyle y ü z y ü z e g e l d i .
H e m e n a r d ı n d a n y u m u ş a k bir ses ç a l ı n d ı k u l a ğ ı n a .
"Haydi dostum, güçlü olmalısm."
U z u n b o y l u , sakallı v e h ı r p a n i g ö r ü n ü m l ü bir k ö l e y d i k o n u -
şan. A m a Will'in esas dikkatini çeken, o n u n gözleri o l m u ş t u .
Ş e f k a t ve a n l a y ı ş v a r d ı o g ö z l e r d e . Will, d o k u n a k l ı bir h a r e k e t -
le v ü c u d u n a d o l a n a n k u m a ş a sarındı.

" U i r i c h ' e y a r d ı m e t m e y e çalıştığını d u y d u m , " dedi kurta-


ncısı. " B u r a d a hayatta k a l m a k istiyorsak, birbirimize destek
olmalıyız. Bu arada, adım Handel."

Will, y a n ı t v e r m e y e çalıştı a m a dişleri t a k ı r d ı y o r , k o n u ş a -


m ı y o r d u artık.
"Al, ş u n u bir d e n e , " d e d i H a n d e l , i z l e n m e d i k l e r i n d e n e m i n
o l m a k için e t r a f ı n a b a k ı n a r a k . " A ç a ğ z ı m . "
Will, takırdayan dişlerini zorlukla birbirinden ayırarak
H a n d e l ' i n a ğ z ı n a b i r şeyler t ı k ı ş t ı r m a s ı n a izin v e r d i . K u r u o t
gibi bir şey o l m a l ı , d i y e d ü ş ü n d ü .

" B u n u dilinin altına yerleştir," diye fısıldadı H a n d e l . " B ı r a k


erisin. K e n d i n e g e l e c e k s i n . "

V e b i r k a ç s a n i y e i ç i n d e , dilinin a l t ı n d a k i n e s n e t ü k ü r ü ğ ü y l e
ı s l a n d ı ğ ı n d a , h a r i k a bir s ı c a k l ı ğ ı n v ü c u d u n u s a r m a y a b a ş l a d ı -
ğ ı m hissetti Will. S o ğ u ğ u dışarı a t a n m ü k e m m e l s ı c a k l ı k , d a l -
ga dalga p a r m a k u ç l a r m a yayılıyordu. Hayatı b o y u n c a kendisi-
n i h i ç b u k a d a r iyi h i s s e t m e m i ş t i .

Sıcaklık hafifçe v ü c u d u n u sarmalarken, titreme nöbetleri de


hafifledi. G e r i l e n k a s l a r ı r a h a t l a m ı ş , yerini e n f e s bir h u z u r a b ı -
r a k m ı ş t ı . Will b a k ı ş l a r ı n ı k a l d ı r d ı ğ ı n d a , g ü l ü m s e y e r e k b a ş ı n ı
s a l l a y a n H a n d e l ile g ö z g ö z e g e l d i . O s ı c a c ı k , h a r i k a g ö z l e r i n
içi, o n a g ü v e n v e r i r c e s i n e g ü l ü y o r d u ; her ş e y i n y o l u n a g i r e c e -
ğini b i l i y o r d u artık.
" N e d i r b u ? " d i y e s o r d u , a ğ z ı n d a artık iyice ı s l a n a n m i n i k
nesneden dolayı peltek peltek konuşarak.
" S ı c a k o t u , " d e d i H a n d e l n a z i k ç e . " B i z i h a y a t t a t u t a n şey."
U z a k t a s a k l a n d ı ğ ı k ö ş e d e n ikiliyi i z l e y e n E g o n , g ü l ü m s e d i .
H a n d e l , görevini yerine getirmişti.
YİRMİ ÎKÎ

E
vurdu.
ldiveni e l i n d e n k a p ı p g ö t ü r e n o k k a i m m e ş e a ğ a c ı n d a n
s ü t u n a s a p l a n d ı ğ ı n d a , k a r a ş ö v a l y e oklcalı bir k ü f ü r s a -

G ö z l e r i , bir a n için s ü t u n a s a p l a n a n o k a k a y d ı . A r d ı n d a n
onun nereden fırlatıldığını g ö r m e k üzere şüpheyle arkasına
döndü. Salonun arka tarafındaki gölgelere saklanmış duran
karaltıyı y e n i fark e d i y o r d u . H a l t , m a s a n ı n a r k a s ı n d a n ışığa
d o ğ r u ç ı k t ı ğ ı n d a , o n u n ikinci bir o k u n takılı o l d u ğ u u z u n yayı
t u t t u ğ u n u fark etti ş ö v a l y e . O k ç u , kirişi g e r m e ihtiyacı h i s s e t -
m e m i ş t i a m a D e p a r n i e u x o n u n u s t a l ı ğ ı n a şahit o l m u ş t u bir
kere. G ö z a ç ı p k a p a y ı n c a y a d e k n i ş a n alıp o k u n u f ı r l a t a b i l e c e k
y e t e n e k t e biriyle karşı k a r ş ı y a o l d u ğ u n u b i l i y o r d u . Öfkesini
zorlukla kontrol ederek yerinden kımıldamıyordu. Hayatının
b u n a bağlı olduğunun farkındaydı.

"Ne yazık ki ş ö v a l y e l i k kuralları uyarınca," dedi Halt,


" M e ş e Yaprağı Tarikatı'ndan şövalye Sör H o r a c e , omzundaki
incinmeden dolayı nazik davetinize cevap v e r e m e y e c e k du-
rumdadır."
A y d ı n l ı ğ a ç ı k m ı ş t ı artık; D e p a m i e u x , o n u n y ü z ü n ü net b i r
ş e k i l d e s e ç e b i l i y o r d u . S a k a l l ı v e a c ı m a s ı z y ü z ü n , t e c r ü b e l i bir
a s k e r e ait o l d u ğ u b e l l i o l u y o r d u . Soğuk gözlerinde kararsız-
lıktan e s e r y o k t u . Ş ö v a l y e , o n u n d i k k a t e d i l m e s i g e r e k e n bir
a d a m olduğunu h e m e n kavramıştı.

Salondaki k ö y l ü l e r d e n biri k ı k ı r d a m a s ı n ı b a s t ı r a m a y i n c a ,
G a l y a l ı ş ö v a l y e i ç t e n içe k ö p ü r d ü . Sese d o ğ m d ö n d ü ğ ü n d e ,
b a ş ı n ı ö n ü n e e ğ e n bir m a r a n g o z a takıldı g ö z l e r i . D e p a m i e u x ,
a d a m ı a k l ı n a n o t etti. B u n u n h e s a b ı n ı s o r a c a k t ı . G ü l ü m s e m e k
için kendini zorladı.
" Ç o k yazık," dedi okçuya, " G e n ç şövalyeyle dostça cenk
e t m e y i u m u y o r d u m ; iyi niyet ç e r ç e v e s i n d e e l b e t t e . "

" E l b e t t e , " diye t e k r a r l a d ı H a h . D e p a m i e u x o n u n , s ö y l e d i k -


lerine bir a n için b i l e i n a n m a d ı ğ ı n ı a n l a m ı ş t ı . " A n c a k d e d i ğ i m
gibi, sizi h a y a l k ı r ı k l ı ğ ı n a u ğ r a t m a k z o r u n d a k a l a c a ğ ı z , z i r a
ö n e m l i bir g ö r e v l e s e y a h a t e t m e k t e y i z . "
D e p a m i u e x ' n u n k a ş l a r ı , s o r g u l a y a n bir h a v a y l a n a z i k ç e h a -
v a l a n d ı . " Ö y l e m i ? G e n ç e f e n d i ile y o l u n u z n e t a r a f a d ü ş ü y o r
acaba?"
" G e n ç efendi" ifadesini, sakallı a d a m ı n üzerinde yaratacağı
etkiyi g ö r m e k için e k l e m i ş t i s ö z l e r i n e . İ p l e r i n g e n ç ş ö v a l y e n i n
elinde olmadığı anlaşılıyordu. Depamieux, sakallı o k ç u n u n
üstüne giderek hata yapmasını sağlamayı umuyordu.

A n c a k b u u m u d u kısa s ü r e c e k t i . O k ç u n u n g ö z l e r i n d e b e l i -
ren v e ş ö v a l y e n i n o y n a d ı ğ ı o y u n u n f a r k ı n d a o l d u ğ u n u g ö s t e -
ren keyifli parıltıyı fark etti D e p a m i e u x .
" O r a y a b u r a y a , " diye b e l i r s i z bir y a n ı t verdi H a l t . "Sizin
gibi bir ş ö v a l y e n i n ilgisini ç e k e c e k k a d a r ö n e m l i b i r g ö r e v d e -
ğil." Sesinin t o n u şövalyeye, nihai hedefleri, hatta istikametle-
r i h a k k m d a b i l e bilgi v e r m e y e c e ğ i n i a n l a t ı y o r d u .
" S ö r H o r a c e , " diye e k l e d i , o ğ l a n ı n h â l â k a r a ş ö v a l y e n i n y a -
k ı n ı n d a o l d u ğ u n u fark e d e r e k , " n e d e n ş u r a y a o t u r u p k o l u n u z u
dinlendirmiyorsunuz?"

H o r a c e b a ş ı n ı çevirdi. H a l t ' u n n e d e n s ö z ettiğini a n l a y ı n c a


ş ö v a l y e d e n u z a k l a ş a r a k a t e ş i n u c u n d a k i bir s a n d a l y e y e ç ö k -
tü. S a l o n a bir ö l ü m sessizliği h â k i m d i artık. K a s a b a l ı l a r , karşı
k a r ş ı y a g e l e n ikiliyi s ü z ü y o r , b u ç ı k m a z ı n nasıl s o n u ç l a n a c a -
ğım merak ediyordu. Şövalyenin aklından geçenleri yalnızca
H a l t v e D e p a r n i e u x b i l i y o r d u . H a l t o k u n u a t a m a d a n rakibini
öldürüp öldüremeyeceğini tartıyordu kara şövalye. Deparnie-
u x d u r a k s a d ı v e O r m a n M u h a f ı z ı ' n ı n t e r e d d ü t s ü z bakışlarriyla
karşılaştı.

" B e n o l s a m bunu d e n e m e z d i m , " dedi Halt kibarca. Kara


ş ö v a l y e o n u n g ö z l e r i n d e k i m e s a j ı o k u d u v e n e k a d a r hızlı olur-
s a o l s u n , H a l t ' u n o n d a n d a h a hızlı h a r e k e t e d e c e ğ i n i a n l a d ı .
D u r u m u k a b u l l e n d i ğ i n i b e l i r t i r c e s i n e h a f i f ç e b a ş ı n ı eğdi.

Yüzüne z o r a k i bir t e b e s s ü m oturtarak H o r a c e ' d a n yana


a l a y c ı bir s e l a m v e r d i .

" O z a m a n bir b a ş k a sefere, S ö r H o r a c e , " d e d i u s u l c a . "İyi-


leştiğinizde sizinle bir d o s t i u k d ü e l l o s u y a p m a y ı d ö r t g ö z l e
bekliyorum."

O ğ l a n ı n y a n ı t v e r m e d e n ö n c e yaşlı y o l d a ş ı n a h ı z l a fırlattığı
bakış, bu kez g ö z ü n d e n k a ç m a d ı . "Bir b a ş k a sefere," diyerek
onayladı Horace.
S a l o n d a k i l e r i hafif bir t e b e s s ü m l e s e l a m l a y a n D e p a r n i e u x ,
t o p u k l a r ı n ı n ü z e r i n d e d ö n e r e k k a p ı y a d o ğ r u ilerledi. Kapıya
v a r d ı ğ ı n d a bir a n d u r u p bir k e z d a h a H a l t ' u n g ö z l e r i n e b a k t ı .
T e b e s s ü m ü k a y b o l a n y ü z ü n d e n ç o k a ç ı k bir m e s a j okunuyor-
du. Bir dahaki sefere, dostum. Bir dahaki sefere.
K a p ı ş ö v a l y e n i n a r k a s ı n d a n k a p a n ı n c a , d a k i k a l a r d ı r tutul-
m a k t a o l a n n e f e s l e r bir a n d a b ı r a k ı l d ı . K a s a b a l ı l a n n a r a s ı n d a
mırıhılı s o h b e t l e r b a ş l a d ı . O n l a r a a y r ı l a n v a k t i n s o n a erdiğini
fark e d e n m ü z i s y e n l e r , ç a l g ı l a r ı n ı k a l d ı r a r a k h i z m e t ç i kızın
getirdiği i ç e c e k l e r i m e m n u n i y e t l e k a b u l ettiler.

Horace, H a l t ' u n okunun eldiveni sapladığı sütuna doğru


y ü r ü d ü . D u v a r d a n ç ı k a r d ı ğ ı o k u H a l t ' a geri v e r i r k e n , e l d i v e n i
de m a s a l a r d a n birine bıraktı.

" B u d a n e y d i b ö y l e ? " diye s o r d u s o l u k s o l u ğ a . H a l t , a r k a t a -


raftaki m a s a l a n n a d ö n e r e k , u z u n y a y ı m tekrar d u v a r a d a y a d ı .
" B u , " dedi oğlana, "şöhret k a z a n m a y a başladıkça başına
g e l e c e k o l a n şeydir. D o s t u m u z D e p a m i e u x , belli k i b u b ö l -
g e n i n y ö n e t i c i s i v e seni d e y ö n e t i m i a ç ı s ı n d a n p o t a n s i y e l bir
tehlike o l a r a k g ö r d ü . D o l a y ı s ı y l a d a s e n i ö l d ü r m e k ü z e r e b u -
raya geldi."

H o r a c e , ş a ş k ı n l ı k l a b a ş ı n ı iki y a n a s a l l ı y o r d u . " A m a . . . n e -
d e n ? B e n i m o n u n l a bir d e r d i m y o k ki. F a r k ı n a v a r m a d a n bir
kabahat mi işledim acaba? N i y e t i m kesinlikle o değildi," dedi.
H a l t , sertçe b a ş ı n ı salladı.

" K o n u o değil," dedi genç çırağa. " S e n , o n u n umrumnda


b i l e d e ğ i l s i n . Y a l n ı z c a bir fırsat s u n m u ş o l d u n o n a . "
" F ı r s a t m ı ? " diye s o r d u H o r a c e . " N e f ı r s a t ı ? "

" B ö l g e h a l k ı n a g ü c ü n ü y e n i d e n k a n ı t l a m a s ı için b i r f ı r s a t , "


diye a ç ı k l a d ı H a l t . " B ö y l e a d a m l a r , g e n e l l i k l e e t r a f l a n n a kor-
ku salarak hükmederler. Dolayısıyla, bölgelerine genç ve şöh-
retli bir ş ö v a l y e g e l d i ğ i n d e , D e p a r n i e u x gibiler b u n u bir fırsat
o l a r a k görür. Aklı sıra seni k ı ş k ı r t a c a k , d ö v ü ş t e y e n i p ö l d ü r e -
rek ş ö h r e t i n i a r t ı r a c a k t ı . İ n s a n l a r d a o n d a n d a h a ç o k k o r k a c a k ,
otoritesini sorgulamayacaktı. Anladın mı ş i m d i ? "

Oğlan, usulca başını salladı. "Olması gereken bu değil,"


d e d i h a y a l kırıklığıyla d o l u bir s e s l e . " Ş ö v a l y e l i ğ i n a m a c ı b u
değildir."

" D ü n y a n ı n bu tarafında," dedi Halt, "budur."


urt g e m i s i k a p t a m v e R a g n a k ' i n üst d ü z e y k o n t l a r i n -
dan o l u ş a n y ü k s e k k o n s e y i n ü y e s i K o n t E r a k , h a f t a l a r -
dır H a l l a s h o l m d ı ş ı n d a y d ı .

S a l o n ' u n a ç ı k k a p ı l a r ı n d a n içeri u z u n a d ı m l a r l a g i r e r k e n ,
g ö r e v i n i y e r i n e g e t i r m i ş o l m a n ı n v e r d i ğ i keyifle ıslık ç a l ı y o r -
du. B o r s a o n u , bir k o n t u n ö d e d i ğ i v e r g i l e r d e y a ş a n a n k e s k i n
düşüşleri soruşturmak üzere ülkenin en güneyindeki yerleşim
alanlarından birine göndermişti. Bu durum, dört b e ş s e n e d e n
beri B o r s a ' m n dikkatini çekiyordu. G ö n d e r i l e n vergiler, her
sene biraz daha azalıyordu.

İşin i ç i n d e k i tutarsızlığı fark e d e b i l m e k için d e z a t e n B o r s a


gibi h e s a p k i t a p a d a m ı o l m a k g e r e k i y o r d u . R a p o r l a n a n gelir-
l e r d e k i d ü ş ü ş ü n , k ö y ü n k o n t s e ç i m l e r i n e d e n k g e l d i ğ i n i fark
e t m i ş t i . B u r n u n a k ö t ü k o k u l a r g e l e n B o r s a , olayı s o r u ş t u r m a k
- v e yerel k o n t u , R a g n a k ' a o l a n vergi b o r c u k o n u s u n d a d ü r ü s t
d a v r a n m a s m m k e n d i y a r a n n a o l a c a ğ ı n a dair i k n a e t m e k - ü z e -
re Erak'ı görevlendirmişti.

Bu n o k t a d a , E r a k ' ı n soruşturmasının, talihsiz kontu şafak


Öncesi s a k a l ı n d a n t u t a r a k u y k u s u n d a n u y a n d ı r m a k t a n ibaret
o l d u ğ u n u s ö y l e m e k gerekir. Erak, Hallasholm'a gönderdiği
v e r g i l e r d e a n i v e y ü k s e k bir artış o l m a m a s ı h a l i n d e a d a m c a -
ğızı b a l t a s ı y l a k a f a s ı n ı ikiye a y ı r m a k l a t e h d i t e t m i ş t i . O l d u k ç a
k a b a a m a etkili bir y ö n t e m d i k u l l a n d ı ğ ı . K o n t u n , g e c i k t i r d i ğ i
vergileri ö d e m e k t e n b a ş k a ç a r e s i k a l m a m ı ş t ı b ö y l e c e .

Will'in, t a m d a E r a k n e ş e l i a d ı m l a r l a k a p ı l a r d a n g e ç t i ğ i sı-
r a d a y o l d a k i karı t e m i z l i y o r o l m a s ı , t a m a m e n bir t e s a d ü f t e n
ibaretti.

Erak, k a r ş ı s ı n d a k i i ğ n e i p l i ğ e d ö n m ü ş , b i t k i n o ğ l a n ı ilk
a n d a t a n ı y a m a d ı . A m a o k e ç e l e ş m i ş , kirli k a h v e r e n g i s a ç l a r ı
bir yerden hatırlıyordu sanki. Çocuğa daha yakından bakmak
üzere durakladı.

"Karanlığın tanrılan adına, evlat!" diye mırıldandı. "Sen


misin b u ? "

Will, ilgisiz bir i f a d e y l e a r k a s ı n a d ö n d ü . Y a l n ı z c a d u y d u -


ğ u s e s e t e p k i v e r i y o r d u . K o n u ş a n ı t a n ı d ı ğ ı n a d a i r h i ç b i r işaret
g ö s t e r m i y o r d u . İri y a n S k a n d i y a l ı ' y ı i n c e l e y e n d o n u k g ö z l e r i -
n i n etrafı m o s m o r k e s i l m i ş t i . E r a k , y ü r e ğ i n i n d e r i n bir k e d e r l e
k a p l a n d ı ğ ı n ı hissetti.

S ı c a k o t u bağımliliığının belirtilerini t a b i i k i b i l i y o r d u v e
m a d d e n i n a v l u k ö l e l e r i n i k o n t r o l a l t ı n d a t u t m a k ü z e r e kulla-
nıldığından da haberdardı. Birçok kölenin'soğuk, kötü beslen-
me ve sıcakotunun neden olduğu, y a ş a m a isteklerindeki azal-
ma nedeniyle ö l d ü ğ ü n e şahit o l m u ş t u . S ı c a k o t u bağımlılarının
hayattan hiçbir beklentileri olmuyor, sırtlarını d a y a y a c a k l a r ı
k ü ç ü c ü k bir u m u t l a r ı b i l e k a l m ı y o r d u . U z u n v a d e d e ö l ü m n e -
d e n l e r i n d e n biri d e b u y d u .
O ğ l a n ı n d ü ş t ü ğ ü b u d u r u m , E r a k ' ı d e r i n d e n yaralamıştK B i r
z a m a n l a r c e s a r e t ve kararlılıkla dolu o l a n o g ö z l e r , bir u y u ş -
turucu bağımlısının boş ve beklentisiz bakışlarına ev sahipliği
y a p ı y o r d u artık.
Will, k e n d i s i n e bir e m i r v e r i l m e s i için b i r k a ç s a n i y e b e k -
ledi. İ ç i n d e bir y e r l e r d e , bir iki s a n i y e l i ğ i n e , h e m e n ö n ü n d e -
k i a d a m ı n y ü z ü ile b i r a z ö n c e d u y d u ğ u sesini i ç e r e n bir u z a k
bir hatıra c a n l a n m ı ş t ı . A m a s o n r a , eskilere d ö n m e k z o r l a ş t ı v e
z i h n i n i s a r m a l a y a n sis p e r d e s i k a l ı n l a ş t ı . O m u z l a r ı m hafifçe
silkerek E r a k ' a a r k a s ı n ı d ö n d ü v e karları t e m i z l e m e k ü z e r e
a y a k l a r ı n ı s ü r ü y e r e k k a p ı y a d o ğ r u ilerledi. B i r k a ç d a k i k a için-
de terden sırılsıklam olacaktı. Ter damlaları v ü c u d u n a yapışa-
c a k v e s o ğ u k , bir k e z d a h a i ç i n e i ş l e m e y e b a ş l a y a c a k t ı . S o ğ u -
ğ u iyi t a n ı y o r d u Will. E n s a m i m i a r k a d a ş ı y d ı artık. S o ğ u ğ u n
a k l ı n a d ü ş m e s i y l e birlikte, s ı c a k o t u n u n h u z u r u n a k a v u ş a c a ğ ı o
b i r k a ç d a k i k a y a dair b ü y ü k bir ö z l e m hissetti b e d e n i n d e .

E r a k , h a f i f ç e e ğ i l e r e k a c e m i a d ı m l a r l a işine k o y u l a n Will'i
izliyordu. K e n d i k e n d i n e bir k ü f ü r s a v u r a r a k a r k a s ı n ı d ö n d ü .
D i ğ e r avlu k ö l e l e r i , i ç m e suyu k u y u s u n d a k i k ü r e k l e r i n b a ş ı n a
geçmiş, gece b o y u n c a oluşan kalin buzları kırmakla meşgul-
lerdi.

E r a k , y a n l a r i n d a n hızla g e ç t i , d ö n ü p k ö l e l e r e b a k m a d ı b i l e .
Artık ıslık ç a l m ı y o r d u .

E v a n i y n , iki g ü n s o n r a g e c e g e ç v a k i t t e K o n t E r a k ' ı n o d a -
sına ç a ğ n i d ı .
Kızcağız, k e n d i s i n e g e c e b o y u n c a ü ş ü m e m e k için b ü y ü k
firnlara yeterince yakın a m a sıcaktan kavrulmayacağı kadar
u z a k bir d ö ş e k b u l m a y ı b a ş a r m ı ş t ı . U z u n bir g ü n ü n s o n u n d a , h
hasırlarin ü z e r i n e attığı b a t t a n i y e s i n i n i ç i n e k ı v r ı l m ı ş , y a t ı y o r -
d u . Y a s t ı k o l a r a k , y a k a c a k o d u n l a r ı n a r a s ı n d a n alıp e t r a f ı n a
eski bir g ö m l e k s a r m ı ş o l d u ğ u bir k ü t ü ğ ü k u l l a n ı y o r d u . Sırt
ü s t ü u z a n m ı ş , e t r a f ı n d a k i sesleri d i n l i y o r d u ş i m d i ; yılın b u z a -
m a n ı kar ve buzlarla kaplı S k a n d i y a ülkesinde y a ş a m a n ı n ka-
ç ı n ı l m a z s o n u c u o l a n hırıltılı ö k s ü r ü k l e r v e s e s s i z s o h b e t m ı -
rıltılanyla kaplıydı hava. Kölelerin kendi aralarında k o n u ş m a
özgürlüğüne sahip oldukları nadir z a m a n l a r d a n birindeydiler.
Evanlyn, genellikle bu d u r u m u n tadını ç ı k a r a m a y a c a k kadar
yorgun oluyordu.

A d ı m s e s l e n d i k l e r i n i d u y u n c a , hafif bir iniltiyle d o ğ r u l d u .


O d a k ö l e l e r i n d e n biri, y ü z ü k o y u n u z a n m ı ş k ö l e l e r i n a r a s ı n d a
g e z i n i y o r , ara sıra birilerini d ü r t e r e k E v a n l y n a d ı n d a k i A r a l u -
enli k ö l e y i n e r e d e b u l a b i l e c e ğ i n i s o r u y o r d u . A l d ı ğ ı y a n ı t , g e -
n e l l i k l e b o ş b a k ı ş l a r l a ilgisiz s i l k i n m e l e r d e n ibaret o l u y o r d u .
Yaşadıkları hayat, kölelerin yeni arkadaşlıklar kurmalarına
pek de yardımcı olmuyordu.

" B u r a d a y ı m ! " d i y e s e s l e n d i E v a n l y n . O d a k ö l e s i s e s i n gel-


diği t a r a f a d ö n e r e k , b e d e n l e r i n a r a s ı n d a n d i k k a t l e k ı z a y a k l a ş -
maya başladı.

" B e n i m l e g e l e c e k s i n , " d e d i , t e p e d e n b a k a n b i r ses t o n u y l a .


R a g n a k ' ı n M e k â m ' n d a k i dairelerden sorumlu olan oda kölele-
ri, k e n d i l e r i n i m u t f a k k ö l e l e r i n d e n yağ, ş a r a p l e k e l e r i v e y i y e -
ceklerin a r a s m d a yaşayan kölelerden- üstün görürlerdi.

" N e r e y e ? " diye s o r d u E v a n l y n . Oda kölesi, k ü ç ü m s e m e


d o l u bir tavırla b u r u n kıvırdı.
" N e r e y e g i t m e n i s t e n i r s e . " V e E v a n i y n k a l k m a k için h a -
r e k e t l e n m e y i n c e e k l e m e k z o r u n d a kaldı: " K o n t E r ^ k öyle d i -
yor." Her ne kadar kendisini onlardan üstün görse de, mutfak
k ö l e l e r i n i n ü z e r i n d e kişisel bir yetkisi b u l u n m u y o r d u . Skandi-
yalılar, a r a l a n n d a a y n m y a p m ı y o r d u ; k ö l e l e r i n h e p s i k ö l e y d i
v e a v l u d a k i ç e t e reisleri d ı ş ı n d a , b i r b i r l e r i n d e n h i ç b i r farkları
yoktu.

Yakinlarindaki kölelerin arasında bir kıpırdanma oldu.


S k a n d i y a h ü s t d ü z e y y ö n e t i c i l e r i n ş a h s i k ö l e l e r i n i çekici g e n ç
kızların a r a s ı n d a n seçtikleri, b i l i n e n bir u y g u l a m a y d ı .

N e d e n çağrıldığını a n l a m a y a çalışan Evaniyn, ayağa kalka-


r a k ö z e n l e k a t l a d ı ğ ı b a t t a n i y e s i n i , y e r i n i belli e t m e s i için a r k a -
s ı n d a b ı r a k t ı . Y o l u g ö s t e r m e s i için eliyle işaret ettiği kızı t a k i p
etmeye başladı.

Ragnak'in M e k â n ı , y e m e k l e r i n y e n d i ğ i v e r e s m i işlerin
yürütüldüğü merkezi Büyük Salon'un etrafındaki geçit v e
o d a l a r l a g e r ç e k b i r t a v ş a n y u v a s ı n ı a n d ı r ı y o r d u . H i z m e t ç i kız
E v a n i y n ' i bir dizi a l ç a k t a v a n l ı , loş g e ç i t t e n g e ç i r d i k t e n s o n r a
ç ı k m a z s o k a k gibi g ö r ü n e n bir y e r e getirdi. O d a k ö l e s i , d u v a -
n n u c u n a y e r l e ş t i r i l m i ş o l a n k a p ı y ı işaret etti.

" Ş u r a s ı , " d e d i . " G i r m e d e n ö n c e k a p ı y ı v u r s a n iyi e d e r s i n . "


V e a r k a s ı n ı d ö n e r e k k o ş a r a d ı m l a r l a geri d ö n d ü . Olan biteni
a n l a y a m a y a n E v a n i y n , bir a n l ı k d u r a k s a m a n ı n a r d ı n d a n s a ğ -
l a m m e ş e k a p ı y ı tıklattı.

" G i r i n . " C e v a p v e r e n sesi t a n ı m ı ş t ı . E r a k ' ı n ses telleri, fır-


tınada a d a m l a n n a kendisini duyurabilecek kadar güçlüydü.
Asla alçak sesle k o n u ş m u y o r d u sanki. Evaniyn, kapının dışın-
d a k i m a n d a l ı k a l d ı r a r a k içeri girdi.
E r a k ' i n s a d e bir d a i r e s i v a r d ı . K a ç ı n ı l m a z bir b i ç i m d e m e ş e
k ü t ü k l e r i n d e n i n ş a e d i l m i ş o l a n s a l o n d a bir o t u r m a o d a s ı , y a n
t a r a f t a d a y ü n bir p e r d e y l e a y r ı l m ı ş bir y a t a k o d a s ı b u l u n u y o r -
du. O t u r m a o d a s ı n ı n bir k ö ş e s i n d e , o d a y a h u z u r l u bir s ı c a k l ı k
y a y m a k t a o l a n bir ş ö m i n e y l e b i r k a ç o y m a m e ş e k o l t u k yer alı-
y o r d u . H a s ı r z e m i n , p a h a l ı v e E v a n i y n ' i n d e fark ettiği ü z e r e ,
y a b a n c ı bir ü l k e d e n g e t i r i l m i ş d o k u m a bir örtüyle k a p l a n m ı ş t ı .
E v a n l y n , E r a k ' i n halıyı G a l y a ' y a y a p t ı ğ ı b a s k ı n l a r d a n b i r i n d e
ele g e ç i r m i ş o l d u ğ u n u t a h m i n etti. A r a l u e n Ş a t o s u ' n d a g e ç i r -
diği yıllar b o y u n c a , b u n a b e n z e r b i r ç o k s a n a t eseri g ö r m ü ş t ü .
T i e r r e V a d i s i ' n d e k i s a n a t ç ı l a r t a r a f i n d a n g e n e l l i k l e o n yılı a ş -
kın s ü r e d e d o k u n a n b u halılar, k ü ç ü k bir servet karşılığı e l d e -
ğ i ş t i r i y o r d u . A n c a k E v a n l y n , E r a k ' m b u halı için p a r a ö d e m i ş
olduğunu hiç s a n m ı y o r d u .

K o n t , ateşin başındaki o y m a koltuklardan birinde arkasına


y a s l a n m ı ş t ı . K ı z a işaret e d e r e k o d a n ı n o r t a s ı n d a k i a l ç a k seh-
p a d a d u r a n şişeyle b a r d a k l a n g ö s t e r d i .

" İ ç e r i gel, k ı z ı m . B i z e b i r a z ş a r a p k o y v e o t u r b a k a l ı m . K o -
nuşmamız gerekiyor."

Evanlyn kararsız adımlarla ilerleyerek kırmızı şarabı kadeh-


lere d o l d u r d u . Bir t a n e s i n i S k a n d i y a l ı ' y a u z a t a r a k diğer k o l t u -
ğ a o t u r d u . A n c a k E r a k gibi y a y ı l ı p a r k a s ı n a y a s l a n m a m ı ş , her
a n k a ç m a y a h a z ı r m ı ş gibi e n d i ş e l i bir tavırla k o l t u ğ u n u c u n a
t ü n e m i ş t i . K o n t , kederli b a k ı ş l a r l a kızı i n c e l e d i k t e n s o n r a elini
salladı.

" S a k i n ol, k ı z ı m . S a n a z a r a r v e r e c e k s o n kişi b e n i m . Ş a r a -


bını iç."
Evanlyn ş a r a b ı n d a n t e d i r g i n bir y u d u m aldı v e h a y r e t l e r
İ ç i n d e çok lezzetli o l d u ğ u n u fark etti. O n u i z l e y e n E r a k , k ı z m
y ü z ü n d e b e l i r e n ş a ş k ı n l ı k i f a d e s i n i fark e t m i ş t i .
"İyi ş a r a p t a n a n l ı y o r s u n d e m e k ? " diye s o r d u kıza. "Geç-
t i ğ i m i z b a s k m s e z o n u n d a , bir F l o r e n t i n e g e m i s i n d e n fıçıyla
g e t i r m i ş t i m . H i ç f e n a değil, n e d e r s i n ? "

Evaniyn, başıyla onayladı. Birazcık rahatlamıştı ve şarap da


h a f i f ç e k ı z a r m a s ı n a yol a ç ı y o r d u . Aylardır a l k o l ü n hiçbir ç e ş i -
d i n e elini d a h i s ü r m e m i ş o l d u ğ u g e r ç e ğ i n i h a t ı r l a d ı . A d ı m l a n -
na dikkat etmesi gerektiği düşüncesi geldi akima. Ve diline.

S k a n d i y a h k a p t a n ı n k o n u ş m a s ı n ı b e k h y o r d u artık. Erak,
s a n k i nasıl d e v a m e t m e s i g e r e k t i ğ i n d e n e m i n d e ğ i l m i ş gibi t e -
r e d d ü t e d i y o r d u . S e s s i z l i k o k a d a r u z a d ı ki, bir s ü r e s o n r a d a -
yanamadı Evaniyn. Ş a r a b ı n d a n hızlı bir y u d u m d a h a a l d ı k t a n
sonra sordu.

"Beni neden çağırttınız?"

K o n t Erak, m i n i k ş ö m i n e d e k i alevlere dalmıştı. E v a n i y n dü-


şüncelerini b ö l ü n c e , şaşırarak b a ş m ı kaldırdı. Kölelerin onunla
k o n u ş m a s ı n a alışık değil, diye d ü ş ü n d ü E v a n i y n . O m u z silkti.
K o n u ş m a y a başlamazlarsa, bütün gece sessizce burada otura-
c a k l a r d ı . K o n t u n s a k a l l ı y ü z ü n e y a y ı l a n t e b e s s ü m , kızı şaşırt-
m ı ş t ı . F a r k l ı bir y e r d e , farklı şartlar a l t ı n d a o l s a l a r , S k a n d i y a h
korsana karşı sempati duyabileceğini geçirdi aklından.

" S a n d ı ğ ı n şey için d e ğ i l , " d e d i E r a k v e E v a n i y n bir c e v a p


v e r e m e d e n , n e r e d e y s e k e n d i k e n d i n e k o n u ş u r gibi, d e v a m etti.
" A m a b i r i l e r i n i n bir şey y a p m a s ı g e r e k i y o r v e b e n c e b u i ş için
s e n d e n d a h a u y g u n biri y o k . "
"Bir şeyler mi yapılması gerekiyor?" diye tekrarladı
Evalyn. "Ne konuda?"
E r a k , artık k a r a r ı n ı v e r m i ş gibi d u r u y o r d u . D e r i n bir i ç g e -
çirdi, k a d e h i n d e k i s o n y u d u m u d a içti v e d i r s e k l e r i d i z l e r i n d e ,
k e m i k l i , sakallı y ü z ü k ı z a b a k a c a k ş e k i l d e ö n e eğildi.
" S o n z a m a n l a r d a arkadaşını gördün mü h i ç ? " diye sordu.
" G e n ç Will'i?"
E v a n l y n , g ö z l e r i n i E r a k ' t a n k a ç ı r d ı . E v e t , Will'i g ö r m ü ş t ü ;
daha doğrusu, oğlanın dönüştüğü bilinci k a p a h enkazı g ö r m ü ş -
tü. Will, b i r k a ç g ü n ö n c e m u t f a ğ ı n h e m e n ö n ü n d e ç a l ı ş ı y o r d u
ve Evanlyn ona biraz yiyecek vermeye çıkmıştı. E k m e ğ i kı-
zın e l i n d e n k a p a r a k bir h a y v a n gibi m i d e s i n e i n d i r m i ş t i ç o c u k .
A m a Evanlyn onunla k o n u ş m a y a çalıştığında tek yaptığı, kıza
boş boş b a k m a k olmuştu.

Y a l n ı z c a iki h a f t a i ç i n d e E v a n i y n ' i , H a l t ' u v e R e d m o n t


Ş a t o s u ' n u n dışındaki o r m a n ı n kıyısında bulunan minik ku-
lübeyi silivermişti aklından. Kral Duncan'a ait ordunun
Morgarath'ın a c ı m a s ı z Wargal alaylarını yenilgiye uğrattığı
U t h a l O v a l a r ı ' n d a gerçekleşen savaşı bile u n u t m u ş t u .
Will'in, kısa y a ş a m ı b o y u n c a b a ş ı n d a n g e ç e n o l a y l a r h a k -
k ı n d a hiçbir f i k r i y o k t u artık. H a y a t ı v e varlığı, bir t e k şey ü z e -
rine k u r u l u h a l e g e l m i ş t i .

A ğ z ı n a a t a c a ğ ı bir s o n r a k i s ı c a k o t u n a .
D i ğ e r k ö l e l e r d e n biri o l a n y a ş l ı c a bir k a d ı n , o l a n b i t e n e şa-
hit o l m u ş t u . E v a n l y n m u t f a ğ a d ö n d ü ğ ü n d e u s u l c a ş ö y l e fısıl-
d a m ı ş t ı kızın k u l a ğ ı n a : " A r k a d a ş ı n ı u n u t . U y u ş t u r u c u n u n esiri
o l m u ş . Ç o k t a n ö l d ü sayılır."

"Evet, onu g ö r d ü m , " dedi Evanlyn alçak sesle.


" O l a n b i t e n l e hiçbir i l g i m y o k , " d e d i E r a k ö f k e y l e ; s e s i n i n
t o n u E v a n i y n ' i ş a ş ı r t m ı ş t ı . " H e m d e hiç. î n a n b a n a , k ı z ı m , o
lanet olası u y u ş t u r u c u d a n nefret ederim. İnsanları ne hale ge-
t i r d i ğ i n e şahit o l d u m . H i ç k i m s e b ö y l e k o r k u n ç bir h a y a t ı h a k
etmiyor." .

Evanlyn, gözlerini yeniden yukarı kaldırdı. E r a k ' ı n yürek-


t e n k o n u ş t u ğ u v e kızın, s ö y l e d i k l e r i n i k a b u l l e n m e s i n i b e k l e d i -
ğ i belli o l u y o r d u . B a ş ı n ı s a l l a d ı .

"Size inanıyorum."
E r a k a y a ğ a kalktı. Sanki hareket ederek Will'le t a n ı ş m a s ı n -
d a n b u y a n a i ç i n d e ç a ğ l a y a n ö f k e y i d i n d i r e b i l i r m i ş gibi, k ü -
çük, sıcak odayı aceleyle adımlıyordu.
" O o ğ l a n , g e r ç e k bir s a v a ş ç ı . B o y u m i n i c i k olabilir a m a
g ö ğ s ü n d e g e r ç e k bir S k a n d i y a h kalbi t a ş ı y o r . "
" O b i r O r m a n M u h a f ı z ı , " d e d i E v a n i y n v e E r a k b a ş m ı sal-
ladı.
" Ö y l e . V e b u n d a n d a h a iyisini h a k ediyor. L a n e t o l a s ı u y u ş -
t u r u c u ! R a g n a k ' m b u n a n e d e n izin v e r d i ğ i n i a n l a m ı y o r u m ! "
Bir a n k o n u ş m a s ı n a ara v e r e r e k ö f k e s i n i k o n t r o l a l t ı n a aldı.
A r d ı n d a n k ı z a d ö n ü p k o n u ş m a y a d e v a m etti.
" İ k i n i z i bir a r a d a t u t m a k için u ğ r a ş t ı ğ ı m ı b i l m e n i i s t i y o -
rum. B o r s a ' m n onu avluya g ö n d e r e c e ğ i n e dair hiçbir fikrim
y o k t u . İtibarlı bir d ü ş m a n a nasıl d a v r a m l a c a ğ m d a n h a b e r i y o k
herifin. A m a n e b e k l e r s i n ki? B o r s a bir s a v a ş ç ı d e ğ i l . H a y a t ı n ı ,
buğday çuvalı sayarak kazanıyor."
"Anlıyorum," dedi Evaniyn dikkatle. Anladığından emin
değildi aslında, a m a o n d a n bir c e v a p beklendiğini biliyordu.
E r a k sert b a k ı ş l a r ı n ı kızın y ü z ü n e ç e v i r d i ; b e n i d e ğ e r l e n d i r i y o r
o l m a l ı , d i y e d ü ş ü n d ü E v a n i y n . K o n t , k e n d i k e n d i n e bir k a r a r
v e r m e y e ç a l ı ş ı y o r m u ş gibi d u r u y o r d u .
" A v l u d a n k i m s e k u r t u l a m a z , " diye e k l e d i u s u l c a . E v a n l y n ,
s o ğ u k bir elin k a l b i n i s ı k t ı ğ m ı hissetti.
" Y a n i , " d e d i E r a k , "bu k o n u d a bir şey y a p m a k b i z i m eli-
mizde."

E r a k ' m s o z sözleri ü z e r i n e içi u m u t l a d o l a n E v a n l y n , b a ş m ı


kaldırdı.

" T a m olarak nedir aklınızdaki?" diye sordu; konuşmayı


d o ğ r u y o r u m l a d ı ğ ı n d a n e m i n o l m a k i s t i y o r d u . Bir iki s a n i y e l i -
ğ i n e d u r a k s a y a n E r a k , k e s i n k a r a r ı n ı v e r m i ş t i artık.

" B u r a d a n k a ç a c a k s ı n , " dedi sonunda. "Oğlanı da yanına


a l a c a k s ı n . B e n d e size y a r d ı m e d e c e ğ i m . "
YİRMİ DÖRT

Y o l a r k a d a ş l a r ı , sırayla n ö b e t t u t a r a k h u z u r s u z bir g e c e
geçirdiler. K a r a ş ö v a l y e n i n k a r a n l ı k t a s i n s i c e geri d ö n -
m e s i o l a s ı l ı ğ ı , ikisini d e e n d i ş e l e n d i r i y o r d u . A m a g ö r ü n e n o
ki, k o r k u l a r ı y e r s i z ç ı k m ı ş t ı . G e c e b o y u n c a D e p a m i e u x o r t a -
lıklarda g ö r ü n m e m i ş t i .

S a b a h l e y i n h a n ı n a r k a s ı n d a k i a h ı r d a atlarını h a z ı r l a r k e n ,
endişe içindeki hancı, H a l t ' a yaklaştı.

" H a n ı m ı t e r k e t t i ğ i n i z için ü z g ü n o l d u ğ u m u s ö y l e y e m e m ,
b e y i m , " d e d i ö z ü r diler gibi. H a l t , a d a m ı n o m z u n a d o s t ç a b i r
ş a p l a k attı.

" D u r u m u n u anlıyoruz, dostum. Korkarım kasabanın kaba-


d a y ı s ı n a k e n d i m i z i peic s e v d i r e m e d i k . "

H a n c ı , birileri o n u g ö r ü r d e s a d a k a t s i z l i ğ i n i D e p a m i e u x ' y e
rapor eder mi diye korkuyla etrafına bakındıktan sonra başını
s a l l a d ı . H a l t , b u tür o l a y l a r ı n k a s a b a d a s ı k ç a y a ş a n m ı ş o l d u ğ u -
nu tahmin ediyordu. Önceki gece kıkırdamasını bastıramaya-
r a k k a r a ş ö v a l y e y e y a k a l a n a n a d a m a a c ı d ı ğ ı m hissetti.

" O ç o k k ö t ü bir a d a m , o r a s ı k e s i n , b e y i m , " d i y e a l ç a k s e s -


-187
l e İtiraf etti h a n c ı . " A m a b i z i m gibilerin e l i n d e n n e gelir? A r -
k a s ı n d a k ü ç ü k bir o r d u s u var; b i z l e r s e s a v a ş ç ı d e ğ i l , y a l n ı z c a
tüccarız."
" K e ş k e size y a r d ı m e d e b i l s e y d i k , " d e d i H a l t , " a m a y o l u -
m u z a d e v a m e t m e m i z g e r e k i y o r . " Bir a n d u r a k s a d ı k t a n s o n r a ,
m a s u m c a s o r d u . " L e s S o u r g e s g e m i s i her g ü n k a l k ı y o r m u ? "
Les S o u r g e s , y a k l a ş ı k y i r m i k i l o m e t r e b a t ı d a b u l u n a n bir v
n e h i r k a s a b a s ı y d ı . H a l t ile H o r a c e ise k u z e y e g i d i y o r l a r d ı . A n -
c a k O r m a n M u h a f ı z ı , D e p a m i e u x ' n u n geri d ö n ü p h e r k e s i sor-
g u y a ç e k e c e ğ i n d e n e m i n d i . H a n c ı n ı n b u bilgiyi s a k l a y a c a ğ ı n ı
sanmıyordu. A d a m ı suçlayacak durumu da yoktu. Sorusuna
karşılık olarak başını sallıyordu şimdi hank

" E v e t , b e y i m , g e m i yılın b u z a m a n ı n d a h â l â ç a l ı ş ı y o r olur.


Ö n ü m ü z d e k i ay, d e n i z d o n u n c a l i m a n k a p a n a c a k v e g e z g i n l e -
rin C o l p e n n i e r e s ' d e k i k ö p r ü y ü k u U a n m a l a n g e r e k e c e k . "

H a l t , a t m a atladı. H o r a c e ç o k t a n a t m a b i n m i ş , g a n i m e t l e r i n
yüklü olduğu atlann dizginlerini tutuyordu. G e c e k i olayın ar
d ı n d a n , k a s a b a y ı bir a n ö n c e t e r k e t m e kararı a l m ı ş l a r d ı .
" G e m i y e y e t i ş e l i m o t a k d i r d e , " d e d i H a l t y ü k s e k sesle.
"Yol, k u z e y e d o ğ r u b i r k a ç k i l o m e t r e gittikten s o n r a ikiye ay-
nlıyor sanırım?"

H a n c ı , yine b a ş ı m salladı. " D o ğ r u , beyim. Karşılaşacağınız


ilk b ü y ü k k a v ş a k t a n s a ğ a s a p a r s a n ı z , yol sizi l i m a n a g ö t ü r ü n "
H a n c ı y a t e ş e k k ü r v e v e d a e t m e k için elini k a l d ı r a n H a l t ,
Abelard'1 m a h m u z l a d ı ve ahırdan çıkan kafilenin başını çek-
meye başladı.
O g ü n e p e y c e yol aldılar. K a v ş a ğ a vardıktan s o n r a s a ğ a d ö n -
m e d e n k u z e y e d o ğ r u d e v a m etmişlerdi. T a k i p edildiklerini g ö s -
teren hiçbir işarete rastlamadılar. A m a etraflannı saran tepeler ve
o r m a n l a r , bir o r d u y u bile gizleyebilecek k a d a r genişti. Halt, b ö l -
geyi iyi bilen D e p a m i e u x ' n ü n onlarla paralel d o ğ m l t u d a ilerleyip
y o l u n ilerisinde p u s u k u n n a s ı o l a s ı h ğ m ı g ö z ardı e t m i y o r d u .

G ü n ortasına d o ğ m , üzerinde haraç ödemelerini ya da onun-


l a d ö v ü ş m e l e r i n i ö n e r e n bir ş ö v a l y e b u l u n a n bir diğer k ü ç ü k
k ö p r ü y l e k a r ş ı l a ş ı n c a , k e l i m e n i n t a m a n l a m ı y l a h a y a l kırıklı-
ğına uğradılar.

İki y a d a ü ç yıl ö n c e e m e k l i y e a y i r i m ı ş o l m a s ı g e r e k e n k e -
m i k l i d o m bir a t i n ü z e r i n d e k i ş ö v a l y e , bir g e c e ö n c e y ü z y ü z e
g e l d i k l e r i yerel d i k t a t ö r d e n ç o k farklıydı. Ç a m u r l u t u n i ğ i yır-
tık pırtıktı. B i r z a m a n l a r sarıydı b e l k i , a m a artık kirli bir b e -
y a z a ç a l ı y o r d u rengi. Z ı r h ı n d a b i r ç o k y a m a v a r d ı v e ü ç t e biri
çıkıntılarla d o l u , k a b a c a b u d a n m ı ş bir a ğ a ç dalını m ı z r a k d i y e
t u t u y o r d u . K a l k a n ı n a bir d o m u z k a f a s ı ç i z i l m i ş t i . P a s l ı d o n a -
n ı m ı , yırtık p ı r t ı k kıyafetleri v e kirli v ü c u d u y l a a d a m a ç o k y a -
kışıyordu bu sembol.

M a n z a r a y ı i z l e y e r e k atlarını d u r d u r d u l a r . H a l t , b ı k k ı n l ı k l a
iç g e ç i r d i .

" B u işten ç o k s ı k ı l m a y a b a ş l a d ı m artık," diye m ı n i d a n d ı v e


o m z u n a a s m ı ş o l d u ğ u yayını ç ı k a r m a k için h a r e k e t l e n d i .

"Bir saniye. Halt," dedi Horace, y u v a r l a k k a l k a n ı n ı bir


o m u z h a r e k e t i y l e ö n e alıp sol k o l u n a g e ç i r i r k e n . " N e d e n m e ş e
yaprağı armasını gösterip fikrini değiştirmeyi d e n e m i y o r u z ? "

Önlerindeki yırtık pırtık şekle tehditkâr gözlerle bakan


H a l t ' u n o k kılıfına g i d e n eli d u r a k s a d ı .
" Ş e y , p e k â l â , " d e d i i s t e k s i z c e . " A m a t e k bir ş a n s ı var. K a -
b u l e t m e z s e o k u yer. B u heriflerden f e n a l ı k geldi a r t ı k . "
JOHN FLANAGAN

H o r a c e , p e j m ü r d e ş ö v a l y e y l e t a n ı ş m a k ü z e r e atını ileriye
doğru sürerken, eyerine yaslandı. Şu ana dek yolun ortasındaki
ş e k i l d e n ses bile ç ı k m a m ı ş t ı ; b u ç o k g a r i p , diye d ü ş ü n d ü H a l t .
Sokak dövüşçüleri, genellikle hemen meydan okumalarına
b a ş l ı y o r , k o n u ş m a l a r ı n ı sık sık " S e n , g e n ç s o y l u ! " , " G a r d ı n i z ı
alınız, sör ş ö v a l y e " v e b e n z e r i m o d a s ı g e ç m i ş h i t a p l a r l a s ü s -
lüyorlardı.

D a h a bunları düşünürken, zihninde uyarı çanları ç a l m a y a


başlamıştı bile. H e m e n , yirmi metre ötesindeki rakibiyle tanış-
m a k ü z e r e tırıs g i d e n g e n ç ç ı r a ğ a s e s l e n d i .

"Horace! Geri dön! Bu bir..."


A m a d a h a sözlerini bitiremeden, oğlanın başı ve omuzları,
y o l a d o ğ r u u z a n a n bir m e ş e a ğ a c ı n ı n d a l l a r ı n d a n d ü ş e n şekilsiz
bir c i s i m l e k a p l a n m ı ş t ı . H o r a c e , bir a n için etrafını s a r a n a ğ ı n
i ç i n d e b o ş y e r e d e b e l e n d i . G ö r ü n m e z bir e l ipe a s ı l ı n c a ağ, et-
r a f ı n a k a p a n d ı ğ ı o ğ l a n ı a t s ı r t ı n d a n g ü r ü l t ü y l e yere d ü ş ü r d ü .

İrkilen V u r u c u , d e v r i l e n b i n i c i s i n i n y a n ı n d a ş a h a k a l k a r a k
b i r k a ç a d ı m attı v e t e h l i k e d e o l m a d ı ğ ı n ı a n l a y ı p s a k i n l e ş e r e k
yorgun gözlerle olanları izlemeye başladı.

" . . . t u z a k , " d i y e u s u l c a bitirdi c ü m l e s i n i H a l t ; b u n u z a m a -


n ı n d a fark e d e m e d i ğ i için k e n d i k e n d i n e s ö v ü y o r d u . Kılıksız
şövalyenin garip g ö r ü n ü m ü y l e dikkati dağılmış ve bu d u r u m a
düşmelerine neden olmuştu.

K i r i ş e bir yay s ü r m ü ş t ü ş i m d i a m a k a d i n i s a v a ş a t ı n ı n ü z e -
r i n d e ses ç ı k a r m a d a n o t u r m a k t a o l a n ş ö v a l y e h a r i ç , g ö r ü n ü r d e
hiçbir hedef yoktu. K u ş k u s u z şövalye de dikkatle hazırlanmış
o l a n t u z a ğ ı n bir p a r ç a s ı y d ı . A ğ H o r a c e ' i n ü s t ü n e k a p a n d ı ğ ı n -
da, hiçbir şaşkınlık emaresi göstermemişti.
" P e k â l â , d o s t u m ; b u a l d a t m a c a d a her n e r o l ü n v a r s a , b e d e -
lini ö d e m e z a m a n m g e l d i , " d i y e m ı r ı l d a n d ı H a l t v e k a l d ı r d ı ğ ı
yayını, okun tüylü u c u çenesine d o k u n a c a k şekilde s o n u n a dek
gerdi.

" B e n o l s a m y a p m a z d ı m b u n u , " d e d i t a n ı d ı k bir ses. H ı r p a n i


ş ö v a l y e , s i p e r l i ğ i n i geri iterek D e p a m i e u x ' n u n k o y u y ü z h a t -
l a n m açığa çıkardı.

H a l t i ç i n d e n küfretti. Yayı s o n u n a d e k g e r i l m i ş h a l d e d u r a k -
s a m ı ş t ı ; y o l u n her iki y a n ı n d a k i ç a l ı l ı k l a r d a n g e l e n h a f i f sesleri
d u y a b i l i y o r d u . H e r biri ö l ü m c ü l m i n i k t a t a r y a y l a n t a ş ı y a n e n
a z ı n d a n bir d ü z i n e şeklin ç a l ı l a r d a n ç ı k t ı ğ ı m g ö r ü n c e , y a y ı m
gevşetti.

Tatar yaylarinin t a m a m ı üzerine doğrultulmuştu.

O k u n u s ı r t ı n d a k i kılıfa k o y a r a k y a y ı n ı i n d i r d i v e b a c a k l a -
rının ü s t ü n e yerleştirdi. H o r a c e ' m , e t r a f ı m s a r m a l a y a n a ğ l a r l a
h â l â m ü c a d e l e e t m e k t e o l d u ğ u n o k t a y a d o ğ r u u m u t s u z bir b a -
kış fırlattı. Y o l u n k e n a r ı n d a k i ç a l ı l a r d a n v e a ğ a ç l a r d a n d a h a
fazla sayıda a d a m çıkıyordu. Ç a r e s i z c e debelenen savaşçı çı-
rağına yaklaştılar ve dört tanesi tatar yaylarını oğlanın üzerine
d o ğ r u l t u r k e n , diğerleri a ğ ı n i l m e k l e r i n i g e v ş e t e r e k k ı p k ı r m ı z ı
k e s i l e n o ğ l a n ı a y a ğ a kaldırdılar.

M e m n u n i y e t l e g ü l ü m s e y e n D e p a m i e u x , k e m i k l i atını s ü r e -
rek yanlarına geldi K o n u ş m a m e s a f e s i n d e y k e n eğilerek üstün-
k ö r ü bir s e l a m v e r d i .

" P e k â l â , b e y l e r , " d e d i alaylı bir dille, "sizleri M o n t s o m b r e


Şatosu'nda ağırlamaktan memnuniyet duyacağım."

H a l t , t e k k a ş ı n ı k a l d ı r d ı . " B u teklifi nasıl r e d d e d e b i l i r i z k i ? "


d i y e s o r d u , m u h a t a b ı belli o l m a k s ı z ı n .
YİRMİ BES

E vanlyn'in Erak'in dairesine çağrılmasmdan bu yana beş


gün geçmişti.

Erak'in o n u n l a tekrar t e m a s k u r m a s m ı b e k l e r k e n , E r a k ' m


planmı u y g u l a m a y a b a ş l a m ı ş , a d a m ı n şahsi k ö l e l e r i n d e n biri
o l m a s ı i h t i m a l i n d e n y ü k s e k sesle şikâyet e t m e y e b a ş l a m ı ş t ı .
Uydurdukları hikâye uyarınca bu baltayı mutfakta bitirecek
ve ardından yeni görevine başlayacaktı. Erak'tan, özellikle de
a d a m ı n t e m i z l i k s t a n d a r t l a r ı n d a n t i k s i n d i ğ i n i itiraf ediyor, her
fırsatta a d a m ı n H a l l a s h o l m ' a g e l i r k e n o n a g a d d a r d a v r a n d ı -
ğından dem vuruyordu.

O birkaç gün boyunca Evaniyn'in ağzından çıkanları duyan


biri, E r a k ' m i ğ r e n ç bir c e h e n n e m z e b a n i s i o l d u ğ u n u d ü ş ü n e b i -
lirdi; ü s t e l i k n e f e s i de leş gibi k o k a n bir z e b a n i y d i .

Böyle geçen birkaç günün sonunda, yaşça büyük mutfak


k ö l e l e r i n d e n biri o l a n J a n a , b e z g i n bir i f a d e y l e E v a n i y n ' e d ö -
n ü p , " D a h a k ö t ü şeyler d e o l a b i l i r d i , k ı z ı m . Alış b u n l a r a , " d e -
mişti.

S o n r a d a E v a n i y n ' i n b i t m e k b i l m e y e n ş i k â y e t l e r i n d e n sı-
k ı l a r a k a r k a s ı n ı d ö n m ü ş t ü k a d ı n . A s l ı n d a , belli b i r i n i n k ö l e s i
o l m a n ı n a v a n t a j l a r ı d a y o k d e ğ i l d i ; d a h a iyi b e s l e n i p , d a h a iyi
kıyafetler g i y m e v e d a h a k o n f o r l u d a i r e l e r d e u y u m a i m k â n ı
vardı örneğin.
" K e n d i m i ö l d ü r ü r ü m d a h a iyi," diye s e s l e n d i E v a n i y n , k a -
dının arkasından. K o n t ' a duyduğu 'tiksintiyi' herkes ö ğ r e n m i ş
o l d u ğ u için m e m n u n d u . O s ı r a d a y a n ı n d a n g e ç e n bir m u t f a k
ç a l ı ş a n ı n ı n kızın e n s e s i n e p a t l a t t ı ğ ı t o k a t , k u l a k l a r ı n ı n ç ı n l a -
m a s ı n a neden oldu.

" İ ş i n e d ö n , y o k s a s a n a y a p a c a ğ ı m ı b i l i r i m , t e m b e l şey,"
dedi a d a m . Evaniyn, başını sallayıp nefretle a d a m ı n arkasın-
d a n b a k t ı k t a n s o n r a , R a g n a k v e a r k a d a ş l a r ı n a i ç e c e k servisi
y a p m a k üzere aceleyle koşturdu.

Y e m e k s a l o n u n a R a g n a k ' m b a k ı ş l a n a l t ı n d a g i r e r k e n , her
z a m a n k i gibi k a y g ı l a n d ı ğ ı n ı hissetti. H e r n e k a d a r m a n t ı ğ ı o n a ,
y i y e c e k i ç e c e k servisi y a p a n d ü z i n e l e r c e k ö l e a r a s ı n d a k a y b o -
l u p g i d e c e ğ i n i s ö y l e s e d e , D u n c a n ' i n kızı o l d u ğ u g e r ç e ğ i n i n
o r t a y a ç ı k a c a ğ ı n a d a i r d a i m i bir k o r k u i ç i n d e y d i . A r d ı a r k a s ı
k e s i l m e y e n işler k a d a r , i ç i n d e b u l u n d u ğ u b u e n d i ş e l i r u h h a l i
de yorgun düşmesine neden oluyordu.

A k ş a m m e s a i l e r i b i t e n köleler, memnuniyetle döşeklerine


d o ğ r u ilerliyorlardı. E v a n i y n , k ı z m E r a k ' l a ilgili ş i k â y e t l e r i n d e n
sıkılan J a n a ' n ı n , b a t t a n i y e s i n i o d a n m e n u z a k k ö ş e s i n e t a ş ı -
m ı ş o l d u ğ u n u fark etti. K ı z , b a t t a n i y e s i n i y e r e serdi v e eski
bir g ö m l e ğ i , k ü t ü k t e n y a s t ı ğ ı n ı n e t r a f ı n a s a r m a y a b a ş l a d ı . B u
s ı r a d a , g ö m l e ğ i n k ı v r ı m l a n a r a s ı n d a n k ü ç ü k bir kâğıt p a r ç a s ı
d ü ş t ü yere.

K a l b i deliler gibi ç a r p a n E v a n i y n , a y a ğ ı n ı k â ğ ı d ı n ü s t ü n e
koyarak etrafına bakındı. K â ğ ı d ı k i m s e c i k l e r fark e t m e m i ş t i
n e y s e ki, t ü m k ö l e l e r , u y k u h a z ı r l ı ğ ı n d a y d ı . E l i n d e n g e l d i ğ i n -
ce normal davranmaya çalışarak uzandı ve battaniyesini çene-
sine d e k ç e k e r e k , a v u c u n d a t u t t u ğ u k â ğ ı d a bir g ö z attı:

"Bu gece."

B i r k a ç d a k i k a i ç i n d e s a l o n a g e l e n bir m u t f a k ç a l ı ş a n ı l a m -
baları söndürmüş, s a l o n , y a l n ı z c a a l e v l e r d e n g e l e n ı ş ı k l a ay-
dınlanmaya başlamıştı. Bitkin düşen Evanlyn, ardına dek aç-
tığı g ö z l e r i y l e sırt ü s t ü u z a n d ı ; z a m a n ı n g e ç m e s i n i b e k l e r k e n ,
kalbi küt küt a t ı y o r d u .

S a l o n d a k i sesler, y a v a ş y a v a ş a z a l a r a k yerini u y u y a n k ö l e -
lerin d e r i n , d ü z e n l i s o l u k l a r ı n a b ı r a k ı y o r d u . O r a d a n b u r a d a n
hafif h o r u l t u l a r y a d a t e k t ü k ö k s ü r ü k sesleri g e l i y o r d u . Y a ş l ı c a
bir T o t o n k ö l e , u y k u s u n d a a n l a ş ı l m a z bir şeyler m ı r ı l d a n d ı .

M e ş a l e l e r i n ışığı z a y ı f l a d ı ğ ı n d a , Evanlyn, rıhtımdaki nö-


betçilerin g e c e y a n s ı m haber v e m ı e k üzere çaldıkları borunun
sesini işitti. S a b a h y e d i c i v a r ı n d a s ö k e n ş a f a ğ a d e k bir d a h a
b o r u sesi d u y u l m a y a c a k t ı . B e k l e y i ş i n e geri d ö n d ü . E r a k , g e c e
y a r ı s ı n d a n s o n r a bir s a a t d a h a b e k l e m e s i n i s ö y l e m i ş t i . "Bu,
etrafındakilere d e r i n bir u y k u y a d a l a c a k z a m a n ı v e r e c e k t i r , "
demişti planını açıklarken. " A m a z a m a n ı n d a hareket etmezsen
de uykusu hafif kölelerle yaşlılar tuvalete k a l k m a y a başlaya-
caktır."

T ü m gerginliğine rağmen, E v a n i y n ' i n göz k a p a k l a n ağırlaş-


m a y a b a ş l a m ı ş t ı bile v e b i r d e n p a n i k l e irkilerek, u y k u y a t e s l i m
o l m a s ı n a r a m a k k a l d ı ğ ı m fark etti. K o n t b e n i B ü y ü k S a l o n ' u n
d ı ş ı n d a b e k l e r k e n , b a t t a n i y e m e sarılıp h o r u l t u y l a u y k u y a dal-
s a m n e o l a y o l u r d u a m a , diye d ü ş ü n d ü . Sert z e m i n i n ü z e r i n d e ,
r a h a t s ı z bir p o z i s y o n aldı. B i r y a n d a n d a acı o n u u y a n ı k t u t s u n
diye t ı r n a k l a r ı n ı a v u ç l a r ı n a b a t ı n y o r d u . Dakikalan saymaya
b a ş l a d ı , a n c a k bir süre s o n r a , rutin s a y m a i ş l e m i d e u y k u s u n u
getirmeye başlamıştı.

N i h a y e t a r a d a n bir saat g e ç m i ş o l d u ğ u n a h ü k m e t t i . D i k k a t l e
b a t t a n i y e s i n i k a l d ı n p a y a ğ a k a l k t ı ğ ı n d a , m u t f a k t a u y a n ı k biri-
lerinin b u l u n d u ğ u n a dair hiçbir işaret y o k t u . Birileri a y a k l a -
n ı r s a , diye d ü ş ü n d ü , t u v a l e t e gittiğimi s ö y l e r i m . B o t l a r ı h a r i ç
kıyafetleriyle y a t m ı ş t ı z a t e n . B a t t a n i y e s i n i etraflarına sardığı
b o t l a n m y a n ı n d a t a ş ı y o r d u . A t e ş s ö n d ü ğ ü için o d a o l d u k ç a s o -
ğ u m u ş t u ; b u z gibi h a v a v ü c u d u n a t e m a s e d i n c e titredi.

H a f i f ç e a r a l a m a y a çalıştığı avlu k a p ı s ı , bir ö l ü y ü b i l e m e -


z a r ı n d a n k a l d ı r a c a k k a d a r g ü r ü l t ü ç ı k a r ı y o r d u . Ağır m e n t e ş e -
leri ü z e r i n d e b e r b a t bir gıcırtıyla a ç ı l d ı k a p ı . Seslerin kimseyi
u y a n d ı r m a m a s ı n a hayret eden Evaniyn, kapıyı dikkatle arka-
sından kapattı.

A y ışığı y o k t u . G ö k y ü z ü karanlık bulutlarla kaplıydı a m a


y e r d e k i kar, e n k ü ç ü k ışığı b i l e yansıtıyor, a y n n t ı l a n s e ç e b i l -
m e s i n i s a ğ l ı y o r d u . Avlu k ö l e l e r i n i n y a t ı p kalktıkları, o t u z kırk
m e t r e ö t e s i n d e b u l u n a n k a r a yıkıntıyı r a h a t l ı k l a s e ç e b i l i y o r d u
Evaniyn.

S e k e s e k e b o t l a r ı n ı giydi v e a n a b i n a y a sırtını v e r i p , E r a k ' ı n


t a l i m a t l a r ı u y a r ı n c a b i n a n ı n sol u c u n a d o ğ r u ilerledi. D u v a r ı n
s o n u n a v a r ı n c a , bir a n için n e f e s i k e s i l i v e r d i . B i n a n ı n g ö l g e s i -
n e s ı ğ ı n m ı ş i r i y a n bir şekil, o n u b e k l i y o r d u .

K o r k u d a n altına kaçıracağını sandı Evaniyn. Bir an sonra


onun K o n t Erak olduğunu anladı.

" G e ç k a l d ı n , " diye fısıldadı E r a k , ö f k e y l e . E v a n i y n , o n u n


d a ç o k g e r g i n o l d u ğ u n u fark etti. K o n t b i l e o l s a , bir k ö l e n i n
kaçmasına yardımcı oluyordu sonuçta ve bu gerçeğin bütü-
nüyle farkındaydı.

" B a z ı l a r ı u y k u y a d a l a m a d ı bir t ü r l ü , " diye y a l a n s ö y l e d i


E v a n l y n . Z a m a n ı ö l ç m e i m k â n ı o l m a d ı ğ ı n ı s ö y l e m e s i n i n bir
anlamı yoktu. Erak, yanıt olarak h o m u r d a n m c a , özrünün ka-
b u l e d i l d i ğ i n i t a h m i n etti. K o n t , m i n i k bir k e s e bıraktı kızın
ellerine.

" İ ş t e , " d e d i . " B u n u n i ç i n d e b i r k a ç p a r ç a g ü m ü ş var. Ç o c u ğ u


o r a d a n ç ı k a r a b i l m e k için b ü y ü k i h t i m a l l e K u r u l ü y e l e r i n d e n
b i r i n e rüşvet v e r m e n g e r e k e c e k . Bu g ü m ü ş l e r o işi görür. D a h a
fazlasını verirsem, şüphelenir ve kaynağını s o r g u l a m a y a baş-
larlar."

Evanlyn başinı salladı. T ü m b u n l a n , beş gece ö n c e E r a k ' i n


dairesinde konuşmuşlardı. Kaçışın, şüpheleri E r a k ' ı n üzerine
çekmeden gerçekleşmesi gerekiyordu. E r a k ' m , kızın b u s o n
b i r k a ç g ü n ü , k o n t u n k ö l e s i o l m a k t a n şikayet e d e r e k g e ç i r m e s i
t a l i m a t ı n ı v e r m e s i n i n n e d e n i d e b u y d u . B ö y l e c e k a ç m a girişi-
m i için m ü k e m m e l bir b a h a n e y a r a t ı l m ı ş o l a c a k t ı .

" Ş u n u d a a l , " d e d i E r a k , d e r i d e n kını i ç i n d e k ü ç ü k bir h a n -


çer u z a t a r a k . " R ü ş v e t i v e r d i k t e n s o n r a bir n u m a r a y a p m a y a
kalkarsa kullanırsın."

E v a n l y n , b ı ç a ğ ı alıp b e l i n d e k i g e n i ş k e m e r e sıkıştırdı. B a -
c a k l a n n ı s ı k ı c a s a r a n bir p a n t o l o n l a g ö m l e k g i y m i ş , b a t t a n i y e -
yi bir p e l e r i n gibi o m u z l a r ı n a s a r m ı ş t ı .

"Will'i ç ı k a r d ı k t a n s o n r a n e y a p a c a ğ ı m ? " d i y e s o r d u u s u l -
c a . E r a k , n h t ı m ı v e H a l l a s h o l m k a s a b a s ı n a i n e n p a t i k a y ı işaret
etti.
" Ş u y o l u t a k i p et. K a p ı d a n b i r a z u z a k t a , s o l a d o ğ r u , y o k u ş
y u k a r ı g i d e n bir b a ş k a p a t i k a var. O t a r a f a s a p . Y o l u n s o n u n a
y i y e c e k v e s ı c a k giysiyle y ü k l ü bir m i d i l l i b ı r a k t ı m . Will'i y ü -
r ü t m e n için ata i h t i y a c ı n o l a c a k . " Bir a n d u r a k s a d ı k t a n s o n r a
ekledi. " E y e r ç a n t a s ı n d a bir p a r ç a s ı c a k o t u d a b u l a c a k s ı n . "

E v a n i y n , ş a ş k ı n l ı k l a b a ş ı n ı k a l d ı r d ı . E r a k , g e ç e n g e c e o ot-
t a n n e f r e t ettiğini s ö y l e m i ş t i o y s a .

"Will'in o n a ihtiyacı o l a c a k t ı r , " diye k ı s a c a a ç ı k l a d ı E r a k .


" S ı c a k o t u n u bir a n d a k e s e r s e n , o n u ö l d ü r ü r s ü n . Z i h n i n i t o p -
layıp s ı c a k o t u o l m a d a n i d a r e e d e b i l e c e ğ i z a m a n a d e k , aldığı
miktarı haftadan haftaya azaltman gerekiyor."

" E l i m d e n geleni y a p a r ı m , " dedi Evaniyn ve E r a k cesaret


v e r i c i bir h a r e k e t l e k ı z m b i l e ğ i n i y a k a l a d ı . T e p e l e r i n d e k i a l ç a k
bulutlara bakarak havayı kokladı.

" Ş a f a k t a n ö n c e kar y a ğ a c a k , " d e d i . " İ z l e r i n i z i örtecektir.


B e n d e o r t a l ı ğ a s a h t e izler y e r l e ş t i r e c e ğ i m . D a ğ l a r a d o ğ r u gi-
din. O r t a d a k i n i n diğer i k i s i n d e n d a h a b ü y ü k o l d u ğ u ü ç ü z ka-
y a l a r ı n o r a d a n ikiye a y r ı l ı n c a y a d e k p a t i k a y ı t a k i p e d i n . S o n r a
s o l a s a p ı n ; iki g ü n s o n r a k u l ü b e y e v a r a c a k s ı n ı z . "

T e p e l e r d e , y a z s e z o n u n d a a v c ı l a r t a r a f ı n d a n k u l l a n ı l a n kü-
ç ü k bir k u l ü b e v a r d ı . Bu mevsimde kimse oraya uğramazdı.
B u s a y e d e , kış b o y u n c a ç o c u k l a r a g ü v e n l i bir s ı ğ m a k o l u r d u .

" U n u t m a , " dedi Erak, "bahar gelip buzlar ç ö z ü l m e y e baş-


ladığında, oradan ayrılmanız gerek. Oğlan, o z a m a n a kadar
k e n d i n e g e l m i ş olur. A m a avcılar t a r a f ı n d a n y a k a l a n m a riskini
göze alamazsınız. K a r eridiği a n k u l ü b e d e n çıkın v e g ü n e y e
g i d i n . " D u r a k s a y a r a k , ö z ü r diler gibi o m u z silkti. "Elimden
d a h a fazlası g e l m i y o r , k u s u r a b a k m a . B u k a d a r k ı s a s ü r e d e a n -
cak bunları d ü ş ü n e b i l d i m ve eğer h e m e n harekete g e ç m e z s e k ,
Will d a h a f a z l a d a y a n a m a y a c a k . "

E v a n l y n , p a r m a k u ç l a n n d a y ü k s e l e r e k a d a m ı sakallı y a n a -
ğından öptü.

" D a h a ne y a p a c a k s ı n k i ? " diye sordu. " B u iyiliğini a s l a


u n u t m a y a c a ğ ı m . Kont Erak. Sana ne kadar teşekkür etsem az-
dır."

E r a k , kızin t e ş e k k ü r ü n ü o m u z silkerek g e ç i ş t i r d i . Bir kez


d a h a g ö k y ü z ü n e b a k a r a k , p a r m a ğ ı y l a avlu k ö l e l e r i n i n y a t a k -
h a n e s i n i işaret etti.

"Yola k o y u l s a n iyi o l u r , " d e d i kıza. Ve e k l e d i , "İyi ş a n s -


lar."
E v a n l y n a c e l e y l e g ü l ü m s e y e r e k yıkıntıya g i d e n ç ı p l a k y o l u
a d ı m l a m a y a b a ş l a d ı . K a r l a k a p l ı avlu b o y u n c a i l e r l e r k e n , f a z -
lasıyla g ö z ö n ü n d e o l d u ğ u n u h i s s e d i y o r , her a n a r k a s ı n d a n b i -
rileri s e s l e n e c e k m i ş gibi g e l i y o r d u . N e y s e k i k a z a s ı z b e l a s ı z
b i n a y a ulaştı v e d u v a r ı n d i b i n d e n g ö l g e l e r e k a n ş ı v e r d i .

B i r k a ç s a n i y e s o l u k l a n a r a k k a l p atışlarının n o r m a l e d ö n m e -
sini b e k l e d i v e d u v a r d i b i n d e n k a p ı y a d o ğ r u y ü r ü m e y e b a ş l a d ı .
K a p ı kilitliydi elbette a m a b a s i t bir sürgüyle, d ı ş a r ı d a n kilit-
lenmişti. K ı z , nefesini tutarak metal sürgüyü kendine doğru
çekti v e k a p ı y ı a r d ı n a d e k a ç a r a k içeri s ü z ü l d ü .

Y a t a k h a n e n i n içi, zifiri k a r a n l ı k t ı . E v a n l y n , g ö z l e r i n i n k a -
ranlığa alışmasını bekledi. Birkaç dakika sonra, paçavralarla
b a t t a n i y e p a r ç a l a r ı n a s a r ı n m ı ş h a l d e pis z e m i n d e u y u y a n k ö -
leleri s e ç e b i l i y o r d u . B i n a n ı n k a b a m e ş e d u v a r l a r ı n ı n a r a s ı n d a
yer a l a n ç a t l a k l a r d a n içeri, i n c e ışık h u z m e l e r i s ı z ı y o r d u .

Kurul üyeleri, demişti Erak, binanın uç k ı s m ı n d a , ısınmak


İçin m i n i k bir ateş bile y a k a b i l d i k l e r i bir b ö l m e d e kalıyorlar.
A m a içlerinden birinin ana binada nöbet tutuyor olması ihtima-
l i d e s ö z k o n u s u y d u . G ü m ü ş l e r i d e kıza b u y ü z d e n v e r m i ş t i .

Ve h a n ç e r i .
E v a n i y n , elini b ı ç a ğ ı n s o ğ u k k a b z a s ı n d a g e z d i r e r e k g ü v e n
tazeledi. Birkaç gün önce binada y a p m ı ş olduğu keşif sayesin-
d e Will'in n e r e d e y a t t ı ğ ı m a ş a ğ ı y u k a r ı b i l i y o r d u . Y e r d e y a -
tanların arasından dikkatle geçerek, o tarafa doğru ilerlemeye
b a ş l a d ı . G ö z l e r i , etrafı t a r a y a r a k Will'i arıyor; içini k a p l a y a n
ç a r e s i z l i k hissi d e g i d e r e k artıyordu. B i r d e n o ğ l a n ı n eski p ü s k ü
bir b a t t a n i y e n i n ü z e r i n e y a y ı l m ı ş d u r a n d a ğ ı n ı k saçları ç a r p t ı
g ö z ü n e . H e m e n d e r i n bir i ç g e ç i r e r e k o t a r a f a y ö n e l d i .

E n a z ı n d a n Will'i y ü r ü t m e s i s o r u n o l m a y a c a k t ı . H i s l e r i k ö -
r e l e n v e zihinleri s ı c a k o t u n e d e n i y l e u y u ş a n avlu köleleri, v e -
rilen her e m r e u y u y o r l a r d ı .
Evaniyn, yanına ç ö k t ü ğ ü Will'i omuzlarından sarsmaya
b a ş l a d ı ; ö n c e l e r i n a z i k d a v r a n ı y o r d u a m a bir n o k t a d a n s o n r a ,
o ğ l a n i n b u u y u ş u k haliyle k o l a y k o l a y u y a n m a y a c a ğ ı n ı fark
e d e r e k sert d a v r a n m a y a b a ş l a d ı .

"Will!" diye t ı s l a d ı oğlanın kulağına. "Kalksana. Haydi


uyan!"
Will, bir şeyler m ı n i d a n d ı . A m a g ö z l e r i h â l â s ı m s ı k ı k a p a -
lıydı v e d e r i n d e r i n n e f e s a l m a y a d e v a m e d i y o r d u . Evaniyn,
g i d e r e k a r t a n bir p a n i k hissiyle sarstı o ğ l a n ı .

" L ü t f e n Will," diye y a l v a r d ı . " U y a n artık!" V e a v u c u n u n


içiyle o ğ l a n ı n y ü z ü n e bir t a n e y a p ı ş t ı r d ı .
T o k a t işe y a r a m ı ş t ı . G ö z l e r i a ç ı l a n Will, b o ş bir i f a d e y l e
E v a n i y n ' e b a k m a y a b a ş l a d ı . K ı z ı t a n ı d ı ğ ı n a d a i r h i ç b i r işaret
yoktu gözlerinde a m a uyanmıştı en azından. Evanlyn, o m z u n -
dan tutup çekti onu.
" A y a ğ a k a l k , " d i y e e m r e t t i , "ve b e n i t a k i p e t . "

Ç o c u k o n a itaat e d i n c e , k ı z ı n kalbi s e v i n ç l e d o l d u . Will y a -


v a ş y ü r ü y o r d u b e l k i a m a y ü r ü y o r d u işte. H a l s i z l i ğ i n e r a ğ m e n
a y a ğ a k a l k m ı ş , k a r a r s ı z a d ı m l a r atıyor, E v a n i y n ' i n e m i r l e r i n i
bekliyordu.

A r d ı n a d e k a ç a r a k p a r l a k ışıkların içeri g i r m e s i n e n e d e n ol-


d u ğ u k a p ı y ı işaret etti E v a n l y n .

" H a y d i . K a p ı y a , " diye emretti ve a d ı m l a n n ı kontrol ede-


m e y e r e k diğer k ö l e l e r i n ü z e r i n e b a s a n Will, ağır a d ı m l a r l a
ilerlemeye başladı. Ş a ş ı r t ı c ı bir b i ç i m d e k ö l e l e r , b u n a h e m e n
hiç tepki vermiyor, mırıldanıp yan d ö n m e k l e yetiniyorlardı.
E v a n l y n , Will'i t a k i p e t m e k için a r k a s ı n ı d ö n d ü ğ ü a n d a , o d a -
n ı n d i ğ e r t a r a f ı n d a n g e l e n b u z gibi bir s e s l e d o n a k a l d ı .

"Bir saniye, küçük hanım. N e r e y e gittiğinizi s a n ı y o r s u -


nuz?"
Bir Kurul üyesiydi bu. D a h a d a beteri, E g o n ' d u . K o n t E r a k
haklı çıkmıştı; Kurul üyeleri, diğer kölelerin b a ş ı n d a sırayla
nöbet tutuyorlardı. E g o n üzerine doğru gelirken, Evanlyn de
a r k a s ı n ı d ö n d ü . T ı p k ı Will gibi. E g o n d a y e r d e u y u y a n l a r a al-
dırış e t m i y o r , ç o c u k l a r ı n ü z e r i n e b a s ı y o r d u .
E v a n l y n , k e n d i n i t o p l a y a r a k d e r i n bir n e f e s aldı v e e n c i d d i
ses t o n u y l a k o n u ş t u : " K o n t E r a k b e n i b u k ö l e y i b u l m a m için
g ö n d e r d i . D a i r e s i n e o d u n g e t i r i l m e s i n i istiyor."
Ç e t e reisi, d u r a k s a d ı . K ı z d o ğ r u s ö y l ü y o r o l a b i l i r d i . Ü s t d ü -
z e y bir k o n t u n g e c e n i n bir y a n s ı y a k a c a k o d u n g e t i r m e s i i ç i n
bir k ö l e y i g ö r e v l e n d i r m e s i , s o n d e r e c e d o ğ a l bir ş e y d i . B u n u n -
l a birlikte, i ç i n e bir k u ş k u t o h u m u d ü ş m ü ş t ü E g o n ' u n ; kızı d a
s a n k i bir y e r d e n hatırlıyor g i b i y d i .
" Ö z e l l i k l e b u k ö l e y i m i i s t e d i ? " diye s o r d u .
" A y n e n ö y l e , " d e d i E v a n i y n , k a y ı t s ı z bir ses t o n u y l a k o -
n u ş m a y a ç a l ı ş a r a k . H i k â y e l e r i n i n bir t e k y u m u ş a k k a m ı v a r d ı ,
o da b u r a s ı y d ı . E r a k ya da h e r h a n g i bir S k a n d i y a l ı ' n i n , b a s i t
bir o d u n t a ş ı m a g ö r e v i için h u s u s i bir k ö l e s e ç m e s i için h i ç b i r
neden bulunmuyordu.

" N e d e n b u k ö l e ? " diye ısrar etti E g o n . E v a n i y n , b l ö f ü n ü n


işe y a r a m a y a c a ğ ı m a n l a m ı ş t ı . B a ş k a bir taktik d e n e d i .
" Ş e y , ille de bu k ö l e o l s u n d e m e d i a s l ı n d a . G i t bir k ö l e getir,
d e d i . A m a Will b e n i m a r k a d a ş ı m v e i ç e r i n i n s ı c a ğ ı n d a b i r k a ç
s a a t ç a l ı ş ı p g ü z e l bir y e m e k y e s i n d i y o r d u m , y a n i . . . " C ü m l e -
y i t a m a m l a m a d a n b ı r a k ı p o m u z silkti v e a ç ı k l a m a s ı n ı n o ğ l a n ı
t a t m i n e d e c e ğ i n i u m u t etti. A n c a k E g o n , c e v a p v e r m e d e n kızı
seyretmeye devam ediyordu. Nihayet, d u m m u kabul ederek
g ö z l e r i n i kıstı.

" P e k â l â , " dedi. " G e ç e n gün de buradaydın. Seni etrafa ba-


k ı n ı r k e n g ö r m ü ş t ü m , değil m i ? "
Evaniyn, i ç i n d e n o ğ l a n a bir k ü f ü r s a v u r d u . Bu engelden
hızlı bir b i ç i m d e k u r t u l m a y a k a r a r v e r d i . M i n i k g ü m ü ş k e s e s i -
ni çıkararak salladı.
" B a k , b e n s a d e c e a r k a d a ş ı m a bir iyilik y a p m a y a ç a l ı ş ı y o -
m m , " dedi. " S e n i n de hakkını a l m a m sağlarım."
E g o n , s a ğ a s o l a hızlı b a k ı ş l a r a t a r a k etrafta k i m s e n i n b u l u n -
m a d ı ğ ı n d a n emin oldu. Sonra da keseyi kapıverdi.
" B ö y l e s i d a h a iyi," d e d i . " S e n b a n a iyilik y a p k i b e n d e
sana y a p a y ı m . " G ü m ü ş l e r i g ö m l e ğ i n i n içine tıkıştırarak kıza
yaklaştı; a r a l a n n d a yalnızca birkaç santimlik m e s a f e kalmıştı.
B a ş ı n ı a r k a y a ç e v i r e n E v a n l y n , W i l l ' i n ilgisiz t a v ı r l a r l a k a p ı -
d a b e k l e d i ğ i n i fark etti. B i r d e n kızı o m u z l a r ı n d a n y a k a l a y a n
E g o n , onu v ü c u d u n a bastırdı.

"Belki d e üzerinde birkaç p a r ç a g ü m ü ş d a h a vardır, h a ? "


dedi. A n c a k k a r ı n h i z a s ı n d a k e s k i n bir acı h i s s e d i n c e k a ş l a -
r ı ç a t ı l d ı ; a c ı y a n n o k t a d a n a ş a ğ ı y a s ı c a k b i r şeyler s ı z ı y o r d u .
E v a n l y n , b u z gibi g ü l ü m s e d i .

" B e l k i d e bir r i n g a b a l ı ğ ı gibi b a ğ ı r s a k l a r ı n ı d e ş m e l i y i r a ,


h a ? " d e d i sivri u ç l u h a n ç e r i o ğ l a n ı n d e r i s i n e bir k e z d a h a b a -
tırarak.
R i n g a bağırsakları hakkında hiçbir fikri yoktu. A m a oğlan
d a p e k b i l i y o r m u ş gibi d u r m u y o r d u z a t e n . H ı z l a geri ç e k i l i p
k ü f r e d e r e k k a p ı y ı işaret etti E g o n .

" P e k â l â , " d e d i . " D e f o l git. A m a geri d ö n d ü ğ ü n d e b u n u ar-


kadaşına ödeteceğim."

R a h a t l a y a r a k d e r i n bir n e f e s a l a n E v a n l y n , Will'i k o l u n d a n
t u t t u ğ u gibi d ı ş a r ı ç e k t i v e a r k a s ı n ı d ö n e r e k k a p ı y ı y e n i d e n
sürgüledi.

" H a y d i , Will. G i d e l i m b u r a d a n , " d e d i v e r ı h t ı m a i n e n y o l u n


b a ş ı m çekti.

Gölgelerin içinden o n l a n izleyen K o n t Erak, rahatlamıştı.

B i r k a ç d a k i k a s o n r a , ikiliyi t a k i p e t m e y e b a ş l a d ı . B u g e c e
y a p a c a k ç o k işi v a r d ı d a h a .
YİRMİ ALTI

K ü ç ü k atlı g r u b u , yol b o y u n c a k u z e y e d o ğ r u i l e r l i y o r d u .

H a l t ile H o r a c e , artık sırtına a l ı ş ı l a g e l d i k s i y a h zırhını


v e t u n i ğ i n i g e ç i r m i ş o l a n D e p a m i e u x ile g m b u n o r t a s ı n d a a t
sürüyorlardı. D e p a m i e u x ' n u n t u z a k s ı r a s ı n d a sırtına b i n d i ğ i
s ü t ç ü b e y g i r i , ekibi a r k a d a n t a k i p e d i y o r d u . Şövalyenin ahm-
d a , iri, s a l d ı r g a n v e - H a l t ' u n b e k l e d i ğ i gibi- s i y a h bir s a v a ş atı
vardı.
G r u b u n ö n ü n d e v e a r k a s ı n d a , e n a z iki d ü z i n e silahlı a d a m
y ü r ü y o r d u . B u n u n d ı ş ı n d a , b e ş e r l i iki g r a b a a y r ı l a r a k y a n l a r a
d a ğ ı l a n o n t a n e d e atlı m u h a f ı z v a r d ı .
H e m e n yanlarındaki askerlerin k u l l a n ı m a hazır tatar yay-
ları, Halt'un gözünden kaçmamıştı. K a ç m a y a kalkışmaları
h a l i n d e , H o r a c e ile o n a d ı m b i l e a t m a d a n d e l i k d e ş i k o l a c a k -
larına emindi.
U z u n yayı o m z u n d a asılıydı; H o r a c e ' m kılıç v e m ı z r a ğ ı d a
a l ı n m a m ı ş t ı . D e p a m i e u x , o n l a r ı esir a l d ı k t a n s o n r a , e t r a f t a k i
silahlı a d a m l a r ı işaret e d e r e k o m u z s i l k m i ş t i .
" K a r ş ı k o y m a n ı n bir a n l a m ı o l m a d ı ğ ı n ı görüyorsunuz,"
d e m i ş t i , " o y ü z d e n s i l a i ı l a r m ı z m s i z d e k a l m a s m a izin v e r i y o -
r u m . " A r d i n d a n H a l t ' u n eyer t o p u z u n a t a k d ı d u r a n u z u n y a y ı -
n a a n l a m l ı bir b a k ı ş fırlatmıştı. "Yine d e , " d i y e e k l e m i ş t i , " ş u
yayı o m z u n a geçirirsen k e n d i m i d a h a rahat h i s s e d e c e ğ i m . "

Halt da o m u z silkerek ona söyleneni yapmıştı. Bakış-


ları H o r a c e ' a , b u n u n s a v a ş a c a k d e ğ i l , söz dinleyecek za-
man olduğunu anlatıyordu. Horace da başını sallayınca
Galyalı despot şövalyenin peşine takılmışlardı; şövalye-
nin hizmetkârları da h e m e n arkalarından geliyordu. Halt,
D e p a r n i e u x ' n u n cömertliğinin g a n i m e t aldıkları at ve zırh-
ları k a p s a m a d ı ğ ı n ı n d a f a r k ı n d a y d ı . Ş ö v a l y e , sert bir sesle
atları bir a r a d a tutan dizginlerin, şu an g r u b u n en a r k a s ı n d a n
gelmekte olan a d a m l a r m d a n birine verilmesini emretmişti.
Tüyleri k a r m a k a r ı ş ı k o l m u ş midillinin diğer atlara bağlı ol-
m a d ı ğ ı n ı fark eden şövalye, metanetini koruyarak H a l t ' u n
y a n ı n d a beklemiş, kaşları m e r a k l a yukarı k a l k m a s ı n a karşın
bir y o r u m y a p m a m ı ş t ı .

K a r a şövalye, H a l t ' u şaşırtarak atının b u r n u n u kuzeye d o ğ -


r u ç e v i r d i v e kafile i l e r l e m e y e b a ş l a d ı .

"Bizi nereye g ö t ü r d ü ğ ü n ü z ü sorabilir m i y i m ? " dedi Halt.

D e p a r n i e u x , a l a y h bir n e z a k e t l e b a ş ı n ı eğdi.

" M o n t s o m b r e ' d a k i ş a t o m a gidiyoruz," dedi. " O r a d a kısa


bir s ü r e için m i s a f i r i m o l a c a k s ı n ı z . "

Halt, duydukları hakkında düşünürken bir y a n d a n da başını


sallıyordu. Bir soru daha sordu. "Peki bizi misafir etmenizin
nedeni nedir?"
Kara şövalye, gülümsedi. " Ç ü n k ü ilgimi ç e k i y o r s u n u z , "
dedi. " Y a n ı n ı z d a bir ş ö v a l y e ile d o l a ş ı y o r s u n u z v e e l i n i z d e
b a s i t çiftçi s i l a h l a r i var. A m a s a d e bir h i z m e t k â r o l d u ğ u n u z u
s a n m ı y o r u m , öyle değil m i ? "
Hah, c e v a p v e r m e k y e r i n e o m u z s i l k m e k l e y e t i n d i . Tilki
gibi g ö z l e r i y l e o n u izleyen D e p a m i e u x , s ö y l e d i k l e r i n i d o ğ m -
l a r c a s m a başını salladı.
" H a y ı r , d e ğ i l s i n i z . L i d e r o l a n s i z s i n i z b u r a d a . V e kıyafet-
leriniz ç o k i l g i n ç . Ş u p e l e r i n i n i z . . . " A t ı n ı n ü z e r i n d e n e ğ i l e r e k
H a l t ' u n lekeli O r m a n M u h a f ı z ı p e l e r i n i n i o k ş a d ı . " D a h a ö n c e
b u n u n gibi bir şey g ö r m e m i ş t i m . "

H a l t bir şey s ö y l e y e c e k m i , diye b e k l e d i . O k ç u n u n s e s s i z


k a l m a s ı , o n u n hiç ş a ş ı r t m a m ı ş t ı . D e v a m etti, " A y n c a u s t a bir
o k ç u s u n u z . H a y ı r , u s t a l ı k t a n öte bir şey. D ü n g e c e y a p t ı ğ ı n ı z
atışı b e c e r e b i l e c e k bir b a ş k a o k ç u t a n ı d ı ğ ı m ı s a n m ı y o m m . "

H a h , b u k e z itiraz e d e r gibi bir e l işareti y a p t ı . " O k a d a r d a


iyi bir atış d e ğ i l d i , " diye y a n ı t l a d ı . " A s l ı n d a b o ğ a z ı n ı z a n i ş a n
almıştım."

D e p a m i e u x , g ü r ü l t ü l ü v e u z u n bir k a h k a h a attı.

"Hiç s a n m ı y o m m , dostum. B e n c e okunuz, t a m da hedefle-


diğiniz noktayı buldu."

Yeniden güldü. Halt, adamın gözlerindeki ifadeden bu


abartılı k a h k a h a l a r ı n s a m i m i o l m a d ı ğ ı n ı a n l a y a b i l i y o r d u . " B u
y ü z d e n , " d e d i D e p a m i e u x , " b e n d e b ö y l e s i n e ö z e l bir t u t s a ğ ı n
d a h a fazla i n c e l e n m e s i g e r e k t i ğ i n e k a n a a t g e t i r d i m . İ ş i m e y a -
rayabilirsiniz, d o s t u m . Ş u sıra dışı p e l e r i n i n i z i n a l t ı n d a b a ş k a
ne yetenekler gizlediğinizi kim bilebilir?"

H o r a c e k o n u ş u l a n l a n dinliyordu. G a l y a h şövalye, o n a karşı


o l a n ilgisini t a m a m e n k a y b e t m i ş t i v e ç o c u k , b u n d a n d o l a y ı h i ç
de mutsuz değildi. S a r f e d i l e n hafif v e n e ş e l i s ö z l e r e r a ğ m e n ,
İ m a e d i l e n l e r i n s o n d e r e c e ö n e m l i şeyler o l d u ğ u n u a n l a y a b i l i -
y o r d u . T ü m b u n l a r o n u n b o y u n u a ş ı y o r d u v e H a l t ' u n liderliği-
ni takip etmekten m e m n u n d u .

" S i z e bir f a y d a m o l a c a ğ ı n ı h i ç s a n m a m , " d e d i H a l t , d e s p o t


şövalyenin son sözlerine cevap olarak. H o r a c e , D e p a m i u e x ' n u n
b u s ö z l e r d e k i gizli mesajı alıp almadığını merak ediyordu;
H a l t ' u n yeteneklerini şövalyenin h i z m e t i n d e k u l l a n m a y a hiç
mi, h i ç niyeti y o k t u .

K a r a ş ö v a l y e , m e s a j ı a l m ı ş gibi d u r u y o r d u ; bir a n için y a -


nında at sürmekte olan ufak tefek a d a m ı süzdükten sonra ceva-
bını verdi, " B a k a l ı m , göreceğiz. Arkadaşınızın kolu iyileşince-
y e d e k sizleri a ğ ı r l a m a m a izin v e r i n . " H o r a c e ' a d ö n ü p sırıtarak
ç o c u ğ u da sohbete dâhil etmiş oldu. " T a m olarak iyileşmediği
sürece bu yollarda güvende sayılmazsınız."

O g e c e , y o l u n h e m e n y a n ı n d a k i m i n i k bir a ç ı k l ı k t a k a m p
kurdular. D e p a r n i e u x , nöbetçileri tayin ettiğinde. Halt k a m p
içindeki nöbetçi sayısının, d ı ş a r ı d a n g e l e c e k bir saldırıya
karşı nöbet t u t a n l a r d a n fazla o l d u ğ u n u fark etmişti. Depar-
nieux, bu topraklarda kendini oldukça güvende hissediyor
o l m a l ı , diye d ü ş ü n d ü . D a h a ö n e m l i s i ise, ş ö v a l y e n i n k a m p
kurulduktan sonra silahlarını teslim etmelerini istemiş ol-
masıydı. S e ç m e şansları yoktu ve isteneni y a p m a k zorun-
daydılar.

D e s p o t şövalye, en azından daha fazla sahte dostluk gös-


terisinde b u l u n m a m ı ş , adamlarının hazırlamış olduğu çadırda
- r e n g i tabii k i s i y a h t ı - t e k b a ş ı n a y e m e ğ i n i y i y i p u y u m a y ı ter-
cih e t m i ş t i .

H a l t , k e n d i s i n i bir a ç m a z ı n t a m o r t a s ı n d a b u l u v e r m i ş t i . T e k
b a s m a seyahat ediyor olsa, silahlanm da alarak gecenin karan-
h ğ m a karışmak, çocuk oyuncağı olacaktı.
A m a H o r a c e ' i n O r m a n M u h a f ı z l a r ı gibi g ö r ü n m e d e n h a r e -
ket e t m e y e t e n e ğ i b u l u n m u y o r d u , d o l a y ı s ı y l a H a l t ' u n o ğ l a n ı
yanında götürme imkânı yoktu. Tek b a s m a kaçması halinde
ise, H o r a c e ' m u z u n süre h a y a t t a k a l a m a y a c a ğ ı n d a n e m i n d i .
Dolayısıyla bekleyip olacakları g ö r m e k t e n b a ş k a çaresi yok-
tu. E n a z ı n d a n , g i t m e k istedikleri y ö n o l a n k u z e y e d o ğ r u yol
alıyorlardı.

Ayrıca d ü n g e c e h a n d a y k e n , k u z e y d e k i T ö t o n y a ile h e m e n
yukarısında bulunan Skandiya arasındaki yüksek geçitlerin,
y ı l m b u z a m a n ı n d a k a r l a kaplı o l d u ğ u n u ö ğ r e n m i ş t i . Yani as-
l ı n d a ö n l e r i n d e k i bir iki a y b o y u n c a k a l a c a k yere i h t i y a ç l a r ı
olacaktı. M o n t s o m b r e Ş a t o s u ' n u n da onlar açısından herhangi
bir b a r ı n a k t a n farkı y o k t u . D e p a m i u e x ' n u n , m e s l e ğ i y l e ilgili
bir fikir e d i n m e y e b a ş l a d ı ğ ı n a e m i n d i H a l t . D e s p o t ş ö v a l y e n i n
o n u , r a k i p l e r i n e karşı v e r d i ğ i m ü c a d e l e d e k u l l a n m a k istediği
belli o l u y o r d u . Ş i m d i l i k , diye d ü ş ü n d ü , y e t e r i n c e g ü v e n d e v e
d o ğ m y ö n e d o ğ m g i d i y o r o l m a m ı z yeterli.

Z a m a n ı geldiğinde, bazı ayarlamalar y a p m a s ı gerekebilirdi.


A m a h e n ü z sırası d e ğ i l d i b u n u n .

Ertesi g ü n , d e s p o t u n ş a t o s u n a vardılar. Ö n c e k i iyi niyet g ö s -


terisinin a r d ı n d a n , D e p a m i e u x s a b a h l e y i n s i l a h l a n m geri v e r m e -
m i ş t i ; Halt, k e m e r i n d e k i b ı ç a k l a r ı n o t a n ı d ı k ağırlıklariyla o m -
z u n d a k i iki d ü z i n e ok o l m a d a n kendisini ç ı p l a k h i s s e d i y o r d u .
E t r a f ı o r m a n l a k a p l ı M o n t s o m b r e Ş a t o s u , d o l a m b a ç l ı , dar
bir p a t i k a d a n t ı r m a n ı l a n bir p l a t o d a y ü k s e l i y o r d u . D i k p a t i k a -
yı tırmanırlarken ormanlık arazinin çok aşağılarında kaldığım
fark ettiler. P a t i k a , a n c a k d ö r t a d a m ı n y a n y a n a i l e r l e y e b i l e c e ğ i
genişlikteydi. M ü t t e f i k o r d u l a r a yeterli e r i ş i m i s a ğ l a r k e n , g e -
niş i ş g a l c i o r d u l a r ı m u z a k t a t u t m a a m a c ı t a ş ı y o r d u b u . Savaş
u s t a l a r ı n ı n d a i m a m ü c a d e l e h a l i n d e o l d u ğ u v e her a n bir saldırı
r i s k i n i n b u l u n d u ğ u G a l y a ' d a k i d u r u m u hatırlatır gibiydi.

M o n t s o m b r e , kalın d u v a r l a r ı v e d ö r t k ö ş e s i n d e yer a l a n g e -
niş k u l e l e r i y l e b a s ı k v e g ü ç l ü bir ş a t o y d u . G ö k y ü z ü n e doğru
z a r i f ç e y ü k s e l e n R e d m o n t y a d a A r a l u e n Ş a t o s u ' n a hiç b e n -
z e m i y o r d u . Y a l n ı z c a s a v a ş l a r d a k u l l a n ı l m a k i ç i n inşa e d i l m i ş ,
k a r a n l ı k , sert bir y a p ı y d ı . H a l t , H o r a c e ' a M o n t s o m b r e k e l i m e -
sinin " k a r a n l ı k d a ğ " a n l a m ı n a g e l d i ğ i n i s ö y l e m i ş t i . D o l a m b a ç -
lı, eğri b ü ğ r ü y o l u n s o n u n d a yer a l a n kalın d u v a r l ı y a p ı y a ç o k
u y g u n d ü ş e n bir i s i m d i b u .

T e p e y i t ı r m a n d ı k ç a , ş a t o n u n a d ı , d a h a d a a n l a m l ı bir h a l e
g e l i y o r d u . Yol k e n a r l a n n d a , ü z e r l e r i n e d i k d ö r t g e n şekilli t u h a f
n e s n e l e r a s ı l m ı ş k a z ı k l a r yer a l ı y o r d u . İyice yaklaştıklarında,
H o r a c e d e h ş e t i ç i n d e b u n l a r ı n d e m i r d e n birer k a f e s o l d u ğ u n u
fark etti; y a l n ı z c a bir k u l a ç g e n i ş l i ğ i n d e y d i l e r v e i ç l e r i n d e , in-
s a n k a l ı n t ı s ı n ı a n d ı r a n bir şeyler v a r d ı . Yolla a r a l a r ı n d a e p e y c e
m e s a f e o l a n k a f e s l e r , p a t i k a n ı n üst k ı s ı m l a r ı n ı y a l a m a k t a o l a n
rüzgârda hafifçe sallanıyorlardı.

B a z ı k a f e s l e r i n aylardır asılı d u r d u ğ u belli o l u y o r d u . İ ç l e -


r i n d e k i şekiller, k a r a r m ı ş v e u z u n z a m a n d a n b e r i a ç ı k h a v a d a
oldukları için porsumus k u r u k a b u k l a r d a n ibaretti artık; ü s t -
leri ise ç ü r ü m e k t e o l a n p a ç a v r a l a r l a sarılıydı. A m a k a f e s l e r i n
bir k ı s m ı y e n i y d i v e i ç l e r i n d e k i i n s a n l a r s e ç i l e b i l i y o r d u . K a r e
ş e k l i n d e d e m i r ç u b u k l a r d a n i n ş a e d i l e n kafesler, kuzgun ve
k a r g a l a r m içeri girip etleri d i d i k l e m e l e r i n e o l a n a k t a n ı y o r d u .
Cesetlerin b i r ç o ğ u n u n gözleri, kuşlar tarafından oyulmuştu.
M i d e s i b u l a n a n H o r a c e , H a l t ' a d o ğ r u bir b a k ı ş fırlattı. B u h a -
reketi fark e d e n D e p a m i e u x , yol k e n a r ı n d a k i v a h ş e t gösterisinin
o ğ l a n m ü z e r i n d e bıraktığı etkiyle n e ş e l e n e r e k g ü l ü m s e d i .

"Tek tük rastlanan kanun kaçaklarımız," dedi basitçe. " H e r


biri y a r g ı l a n a r a k s u ç l u b u l u n d u tabii. M o n t s o m b r e ' d a huku-
kun üstünlüğü k o n u s u n d a ısrarcıyımdır."

" S u ç l a r ı n e y d i ? " diye s o r d u H o r a c e . K e l i m e l e r , d ü ğ ü m l e -


n e n b o ğ a z ı n d a n ç ı k m a k t a z o r l a n ı y o r d u . D e p a m i e u x , aynı k a -
yıtsız t e b e s s ü m ü n ü t a k ı n d ı . D ü ş ü n ü y o r m u ş gibi y a p t ı .

" ' M u h t e l i f suçlar' diyelim," dedi. " K ı s a c a s ı , b e n i m canımı


sıktılar."

Horace, d e s p o t u n keyif dolu bakışlarını birkaç saniye b o -


y u n c a k a r ş ı l a d ı k t a n s o n r a , b a ş m ı ö t e y e çevirdi. H e m e n y u k a -
r ı s ı n d a asılı d u r a n , p a ç a v r a l a r i ç i n d e k i z a v a l l ı l a r a b a k m a m a y a
ç a l ı ş ı y o r d u . T o p l a m d a y i r m i d e n fazla k a f e s asılı o l m a l ı y d ı t e -
p e l e r i n d e . B i r d e n , b a z ı t u t s a k l a r ı n h e n ü z c a n l ı o l d u k l a n n ı fark
e d i n c e y a ş a d ı ğ ı d e h ş e t d e ikiye k a t l a n d ı . K a f e s l e r i n b i r t a n e -
s i n d e k i t u t s a ğ ı n k ı m ı l d a d ı ğ ı n ı fark etmişti. İlk b a ş t a r ü z g â r d a
u ç u ş a n kumaşlar nedeniyle yanıldığını sandı. A m a onlar yak-
l a ş t ı k ç a d e m i r l e r i n a r a s ı n d a n bir e l u z a n m ı ş v e k a f e s i n için-
d e n , a n c a k ö l ü m d ö ş e ğ i n d e k i bir i n s a n a ait o l a b i l e c e k bir inilti
gelmişti.

B e l l i k i birileri m e r h a m e t d i l e y e r e k y a k a r ı y o r d u .
" A m a n T a n r ı m , " dedi H o r a c e usulca ve yanındaki Halt'ın
derin bir n e f e s aldığını d u y d u .
D e p a r n i e u x , icara atını d i z g i n l e y i p ağırlığını e y e r i n bir t a r a -
fına v e r e c e k ş e k i l d e d u r d u .

" T a n ı d ı n ı z m ı ? " d i y e s o r d u keyifli b i r s e s l e . " G e ç e n g e c e


tavernadaydı."

Şaşıran H o r a c e ' m k a ş l a n çatıldı. A d a m ı t a n ı y a m a m ı ş t ı . Z a -


t e n d e s p o t ş ö v a l y e y l e ilk k a r ş ı l a ş t ı k l a r ı g e c e , h a n d a e n a z ı n d a n
bir d ü z i n e k a s a b a l ı v a r d ı . B u a d a m ı a y r ı c a h a t ı r l a m a s ı n ı g e r e k -
tiren ş e y i n n e o l d u ğ u n u m e r a k etti. O s ı r a d a H a l t , b u z gibi bir
s e s l e a r a y a girdi.

"Gülen buydu."

D e p a r n i e u x , h a f i f ç e k ı k ı r d a d ı . " A y n e n öyle. E s p r i a n l a y ı ş ı
g e l i ş m i ş bir i n s a n k e n d i s i . O e ğ l e n c e l i r u h h a l i n d e n eser kal-
m a m ı ş o l m a s ı ne garip. Halbuki kalan saatlerini tuhaf şakalar
yaparak geçireceğini sanmıştım."

B u n l a r ı s ö y l e y e r e k d i z g i n l e r i çekti v e y e n i d e n y o l a k o y u l -
d u . A r k a s ı n d a k i kafile d e o d u r d u k ç a d u r u y o r , h a r e k e t e t t i k ç e
h a r e k e t e d i y o r d u . H a l t ile H o r a c e ' ı d a o n l a r a a y a k u y d u r m a y a
zorluyorlardı.

H o r a c e , bir k e z d a h a teselli a r a y a r a k g ö z l e r i n i H a l t ' a ç e -


virdi. Birkaç saniyelik b a k ı ş m a n ı n a r d m d a n O r m a n M u h a f ı -
zı, u s u l c a b a ş ı n ı s a l l a d ı . Ç o c u ğ u n n e h i s s e t t i ğ i n i a n l ı y o r , ş a h i t
olduğu aşağılık ve zalim m a n z a r a d a n tiksindiğini biliyordu.
H a l t ' u n bu hareketi, H o r a c e ' ı az da olsa rahatlatmıştı. Diziyle
Vurucu'nun böğrüne dokundu ve ilerlemeye başladı.

O n l a n beklemekte olan karanlık, ürkütücü şatoya doğru


h e p b e r a b e r a t sürdüler.
YİRMİ YEDl

m i d i l l i , t a m d a E r a k ' i n E v a n i y n ' e söylediği yerdeydi.

' * " K ü ç ü k bir a ğ a c a b a ğ l ı o l a n h a y v a n , sırtını kar b u l u t -


larını H a l l a s h o l m ' a t a ş ı y a n b u z gibi r ü z g â r a v e r m i ş t i . E v a n i y n
ipi ç ö z ü n c e , m i n i k at, u s l u u s l u k ı z m y a n ı n a g e l d i . T e p e l e r i n -
d e k i ç a m y a p r a k l a r ı n ı h ı ş ı r d a t a n r ü z g â r , k a r l a k a p l ı d a l l a r ı tit-
r e t i r k e n t u h a f sesler ç ı k a r ı y o r d u .

B i l i n ç s i z c e kızı t a k i p e d e n Will, n e r e d e y s e b e l i n e k a d a r g e l e n
k a r ı n i ç i n d e t ö k e z l i y o r d u . Evanilyn d e y ü r ü m e k t e z o r l a n ı y o r d u
a m a yetersiz b e s l e n m e v e b u z gibi s o ğ u k l a haftalardır g ö r d ü ğ ü
ağır işler y ü z ü n d e n b i t k i n d ü ş m ü ş o l a n o ğ l a n ı n işi d a h a z o r d u .
E v a n i y n , bir süre s o n r a d u r u p , E r a k ' i n m i d i l l i n i n sırtındaki ç a n -
t a d a o l a c a ğ ı m s ö y l e d i ğ i s ı c a k kıyafetleri ç ı k a r m a s ı g e r e k e c e ğ i -
ni biliyordu. Ayrıca şafak s ö k m e d e n biraz olsun ilerleyebilmek
için, m u h t e m e l e n Will'i m i d i l l i n i n sırtına b i n d i r m e s i g e r e k e -
cekti. A m a ş u a n için, hiçbir g e c i k m e y e t a h a m m ü l ü y o k t u . T ü m
içgüdüleri ona yola d e v a m etmesini, Skandiya kasabasıyla ara-
lanna m ü m k ü n olduğunca mesafe koymasını ve bunu elinden
g e l d i ğ i n c e hızli y a p m a s ı n ı s ö y l ü y o r d u .
E v a n l y n , h ı z l a e s e n r ü z g â r a karşı b a ş ı n ı e ğ i p bir eliyle m i -
dilliyi, d i ğ e r i y l e d e W i l l ' i n b u z gibi elini ü ı t a r a k d a ğ l a r a d o ğ r u
kıvrılan p a t i k a b o y u n c a ilerledi. Z a m a n z a m a n k a r ı n a l t ı n d a
k a l m ı ş a ğ a ç k ü t ü k l e r i n e v e k a y a l a r a t a k ı l a r a k , d e r i n kar t a b a -
kasının içinde bata çıka yürüdüler.

Yarım saatlik yürüyüşün a r d m d a n , Evanlyn, yüzüne çarpan


ilk kar t a n e l e r i n i h i s s e t m e y e b a ş l a d ı . B i r k a ç d a k i k a i ç i n d e kar
yağışı iyice hızlandı. D u r u p geride bıraktıkları p a t i k a y a baktı.
A y a k izleri y a n y a r ı y a ö r t ü l m ü ş t ü . E r a k , o g e c e tipi o l a c a ğ ı -
nı biliyordu, diye d ü ş ü n d ü . Denizci içgüdüleri, ona kaçak-
l a n n t ü m izlerinin silineceğini söyleyinceye dek beklemişti.
E v a n l y n , s a l o n u n k a p ı s ı n d a n ç ı k t ı ğ ı n d a n b u y a n a , k a l b i n i n ilk
k e z u m u t l a d o l d u ğ u n u hissetti. H e r ş e y e r a ğ m e n b u işten y a -
kayı sıyırabilirlerdi.

Bu arada, hemen a r k a s ı n d a k i Will, tökezleyip anlamsız


sözcükler mırıldandıktan sonra karın içine d ü ş m ü ş t ü . Evanlyn
arkasını döndüğünde soğuktan titreyen oğlanın morardığını
fark etti. Midilliye doğru k o ş a r a k ç a n t a n ı n içini a r a ş t ı r m a y a
başladı.

D i ğ e r n e s n e l e r i n a r a s ı n d a b u l d u ğ u k o y u n derisi c e k e t i tit-
r e m e k t e o l a n W i l l ' e giydirdi. O b u n u y a p a r k e n . Will d e b o ş
gözlerle E v a n i y n ' i izliyordu. B a ş ı n a her ne gelirse kabullenen,
a k ı l s ı z bir h a y v a n gibiydi. E v a n l y n , W i l l ' i n y ü z ü n e bir t a n e g e -
ç i r s e ç o c u ğ u n o n a karşı k o y m a y a c a ğ ı n d a n e m i n d i . O n u n eski
halini hatırlayarak oğlanın b o ş bakışlarını kederle izledi. H e r
n e k a d a r ş i m d i y e d e k ç o k a z s a y ı d a i n s a n b u illetten k u r t u l m u ş
o l s a d a E r a k , Will'in b ü y ü k o l a s ı l ı k l a i y i l e ş e c e ğ i n i s ö y l e m i ş t i .
W i l l ' i n b u k o r k u n ç illetten k u r t u l m a k için d a ğ l a r ı n g ö z l e r d e n
uzcik t e p e l e r i n d e b o l b o l z a m a n ı o l a c a k t ı . Skandiyalı kontun
haklı ç ı k m a s ı v e s ı c a k o t u b a ğ ı m l ı s ı a r k a d a ş m m t a m a m e n iyi-
l e ş m e s i için d u a l a r e d i y o r d u E v a n i y n .
K a r ş ı k o y m a y a n o ğ l a n ı m i d i l l i y e d o ğ r u iterek, hayvanın
sırtına ç ı k m a s ı n ı işaret etti. Will, bir a n d u r a k s a d ı k t a n s o n r a
a c e m i h a r e k e t l e r l e k e n d i s i n i e y e r i n ü z e r i n e attı. D a ğ l a r a d o ğ r u
u z a n a n p a t i k a b o y u n c a ilerlerken, e y e r i n ü z e r i n d e ş a ş k ı n l ı k l a
sallanıyordu.

B u s ı r a d a y o ğ u n kar y a ğ ı ş ı d e v a m e d i y o r d u .

E r a k , y o l a y r ı m ı n d a n t a r i f e t m i ş o l d u ğ u t a r a f a s a p a r a k or-
m a n ı n k a r a n l ı ğ ı n a k a r ı ş a n ikiliyi i z l i y o r d u . D o ğ r u y o l d a iler-
l e d i k l e r i n d e n e m i n o l a r a k a y n ı y o l u t a k i p etti, a m a d ö n e m e c e
g e l d i ğ i n d e d ü z d e v a m e d e r e k r ı h t ı m ı n y o l u n u tuttu.
Yılın b u z a m a n ı B ü y ü k S a l o n ' a nöbetçi k o n m u y o r d u . Etraf-
l a r ı n d a k i d a ğ l a n k a p l a y a n k a r l a r h e r h a n g i bir n ö b e t ç i d e n d a h a
etkili o l d u ğ u i ç i n , saldırı i h t i m a l i g ö z ö n ü n e a l ı n m ı y o r d u b i l e .
A n c a k rıhtıma y a k l a ş m a k t a olan Erak, tedbiri elden b ı r a k m ı -
y o r d u . K u r t g e m i l e r i n i k o r u m a k a m a c ı y l a r ı h t ı m d a bir n ö b e t ç i
ekibi t u t u l u y o r d u . A n i bir fırtına, g e m i l e r i n k a r a y a o t u r m a s ı n a
n e d e n olabilirdi; dolayısıyla tehlike halinde görevli tayfaları
u y a r ı p u y a n d ı r m a l a n için r ı h t ı m d a b i r k a ç n ö b e t ç i g ö r e v l e n d i -
rilmişti.

N ö b e t ç i l e r o n u k o l a y l ı k l a g ö r e b i l i r v e g e c e n i n bir yarısı
o r a d a n e işi o l d u ğ u n u m e r a k e d e b i l i r l e r d i . B u n e d e n l e e l i n d e n
geldiğince gölgelerden ayrılmamaya dikkat ediyordu Erak.
Hafif adımlarla iskeledeki gemisi Kurt Rüzgârına çıktı;
g e m i d e görevli tayfa olmadığını biliyordu. H a v a d u r u m u tah-
m i n c i l i ğ i n d e k i ş ö h r e t i n e d a y a n a r a k , b u g e c e ş i d d e t h bir r ü z g â r
e s m e y e c e ğ i n i i d d i a e t m i ş v e g e m i d e k i n ö b e t l e r i b i z z a t kaldır-
m ı ş t ı . A r k a t a r a f t a k i k o r k u l u ğ u n ü z e r i n d e n eğildi v e a r a d ı ğ ı
şeyi b u l d u . G ü n ü n e r k e n s a a t l e r i n d e y a n a ş t ı r d ı ğ ı f i l i k a , b ı r a k -
tırdığı y e r d e d u r u y o r d u .

Gemilerin bağlı olduğu iskeleye göz attığında, denizin hâlâ


çekilmekte o l d u ğ u n u anladı. İskeleye varışını, denizin çekil-
r p e s i y l e ç a k ı ş a c a k ş e k i l d e p l a n l a m ı ş t ı ; h ı z l a m i n i k k a y ı ğ a tır-
m a n a r a k arka tarafındaki tıpayı yerinden çıkardı. K a y ı ğ a bir
a n d a d o l a n b u z gibi su, ellerini ı s l a t m ı ş t ı . F i l i k a y a r ı y a n y a
d o l u n c a tıpayı y e r i n e taktı v e p a r m a k l ı ğ ı n ü s t ü n d e n kurt g e m i -
sine atladı. H a n ç e r i n i çekerek filikayı g e m i y e b a ğ l a y a n halatı
kesti.
B i r a n , h i ç b i r şey o l m a d ı . D e r k e n , z a t e n y a r ı y a r ı y a s u y a
b a t m ı ş olan minik filika, ö n c e yavaş, sonra çekilen suyla b e -
r a b e r hızlı bir b i ç i m d e g e r i y e d o ğ r u k a y m a y a b a ş l a d ı . K a y ı ğ ı n
içinde, deliğine geçirilmiş halde bir tek kürek b u l u n u y o r d u .
K ü r e ğ i , f i l i k a n ı n t a k i p e d e n b i r k a ç g ü n i ç i n d e b u l u n m a s ı ihti-
m a l i n e karşı, E r a k y e r l e ş t i r m i ş t i . Yarı y a r ı y a s u d o l u , t e k k ü r e -
ğ i eksik, b a t m ı ş bir f i l i k a ; t ü m b u n l a r , bir k a z a i h t i m a l i n i i ş a r e t
edecekti.

U z a k l a ş a n filika, rıhtımı k a p l a y a n geniş teknelerin arkasın-


d a y a v a ş y a v a ş g ö r ü ş a l a n ı n d a n ç ı k ı y o r d u artık. E l i n d e n g e l e n i
y a p t ı ğ ı n d a n e m i n o l a n E r a k , k ı y ı y a çıktı v e geliş y o l ı m d a b ı -
raktığı izleri t a k i p e d e r e k B ü y ü k S a l o n ' a d o ğ r u ilerledi. Y ü r ü r -
k e n , t i p i n i n ç o c u k l a r ı n izlerini y o k ettiğini fark e t m i ş v e ç o k
m e m n u n kalmıştı. S a b a h o l d u ğ u n d a , g e c e b u y o l d a n birileri-
n i n g e ç m i ş o l d u ğ u n a dair h i ç b i r i z b u l u n m a y a c a k t ı . K ö l e l e r i n
k a ç ı ş ı y l a ilgili t e k i p u c u , k a y ı p filika ile kesik h a l a t o l a c a k t ı .
Ormanın içinden geçen patika dikleştikçç, ilerlemek de
zorlaşıyordu. E v a n i y n hırıltıyla n e f e s alıyor, soluk verirken
ağzından buhar çıkıyordu. K a r başlayınca, az önce ç a m ağaç-
l a n m titreten hafif r ü z g â r d a s o n a ermişti. E v a n i y n ' i n ağzı v e
boğazı kurumuştu; a y n c a a ğ z ı n d a m a d e n i bir tat v a r d ı . Bir-
k a ç k e z y e r d e n t o p l a d ı ğ ı karı y e m e y i d e n e s e d e , s u s u z l u ğ u n u
a n c a k kısa s ü r e l i ğ i n e b a s t ı r a b i l m i ş t i . A ğ z ı n d a k i kar e r i d i k ç e
b o ğ a z ı n d a n g e ç e n b i r k a ç d a m l a su, b u z gibi s o ğ u k n e d e n i y l e
fayda sağlamıyordu.

D ö n ü p a r k a s ı n a b a k t ı . Ağır a d ı m l a r a t a r a k i n a t l a y o l u n a d e -
v a m eden midilli, b a ş m ı önüne eğmiş, soğuktan etkilenmiyor
gibiydi. K o y u n derisi c e k e t e s a r m a n Will, m i d i l l i n i n sırtına y a -
pışmıştı. H a f i f hafif i n l i y o r d u s ü r e k h .
E v a n i y n , bir a n için y ü r ü m e y e ara v e r d i ; hırıltılı n e f e s l e r
alıyor, b u z gibi h a v a y ı i ç i n e ç e k i y o r d u . A l d ı ğ ı h e r n e f e s , b o -
ğazını yakıyordu. Bel hizasına gelen karin içinde verdiği m ü -
cadele sonucu, b a c a k l a r ı a ğ n y o r ve titriyordu. A n c a k yorgun-
luktan t ü k e n i n c e y e d e k y ü r ü m e s i g e r e k t i ğ i n i n d e f a r k ı n d a y d ı .
R a g n a k ' m M e k â n ı ile a r a l a r ı n d a k i m e s a f e y e dair hiçbir f i k r i
y o k t u a m a p e k fazla y o l kat e d e m e m i ş o l m a l a r ı n d a n k o r k u y o r -
du. E r a k ' m s a h t e a y a k izi d e n e m e s i n i n b a ş a n s ı z o l m a s ı h a l i n -
d e , g ü ç l ü kuvvetli S k a n d i y a l ı l a r ' i n , Will ile aştıkları m e s a f e y i
bir s a a t t e n a z s ü r e d e kat e d e c e ğ i n d e n k u ş k u s u y o k t u .

E r a k ' ı n verdiği talimat, şafak s ö k m e d e n önce çıkabildikleri


kadar yükseğe çıkmalarıydı. B u n u takiben y o l d a n ayrılarak,
Will İle g ü n b o y u s a k l a n a c a k l a r ı k a l ı n a ğ a ç l a r ı n k o r u m a s ı n a
sığınmaları gerekiyordu.
G ö k y ü z ü n ü k a p l a y a n a ğ a ç l a r ı n i ç i n d e k i d a r b o ş l u ğ a bir g ö z
attı. K a l ı n b u l u t l a r , a y v e y ı l d ı z l a r a dair t ü m işaretleri gizli-
yordu. Saatin kaç olduğuna ya da şafağın sökmesine ne kadar
k a l d ı ğ ı n a dair h i ç b i r f i k r i y o k t u .

B a c a k l a r ı n d a k i t ü m k a s l a r ı n i s y a n e t m e s i n e r a ğ m e n , aldır-
m a z a d ı m l a r a t a n m i d i l l i e ş l i ğ i n d e , p e r i ş a n bir h a l d e y o l u n a
d e v a m etti. B i r a n , m i d i l l i n i n sırtına a t l a y ı p W i l l ' i n a r k a s ı n a
geçmeyi geçirdi içinden. A m a bu fikri h e m e n aklından uzak-
laştırdı. Y a n l a r ı n d a k i k ü ç ü k bir m i d i l l i y d i s o n u ç t a ; h e r n e k a -
d a r Will ile e ş y a l a r ı n ı ş i k â y e t e t m e d e n t a ş ı s a d a ikinci bir b i n i -
ci, h a y v a n ı n ç a b u c a k y o r u l m a s ı n a n e d e n o l u r d u . K a r ı ş ı k t ü y l ü
m i n i k y a r a t ı ğ ı n o n l a r için n e k a d a r ö n e m l i o l d u ğ u n u b i l d i ğ i n -
den, isteksizce de olsa, yoluna yaya d e v a m etmeye karar verdi.
H a y v a n y o r u l u r s a , Will'in ö l ü m f e r m a n ı n ı i m z a l a m ı ş b i l e o l a -
bilirdi. O ğ l a n ı b u b i t k i n v e g ü ç s ü z h a l i y l e a s l a y ü r ü t e m e z d i .

A ğ ı r a k s a k a d ı m l a r l a y ü r ü m e y e d e v a m etti; a y a k l a r ı n ı k a r -
dan çıkarıp havaya kaldırıyor, a d ı m a t m a y a çalışırken hafifçe
k a y ı y o r d u . G ü v e n l i bir n o k t a b u l u n c a y a d e k d i m d i k d u r m a y a
ç a l ı ş ı y o r d u . S o l . S a ğ . S o l . S a ğ . A ğ z ı iyice k u r u m u ş t u . Verdiği
s o l u k l a r , h â l â ortalığı b u h a r a b o ğ u y o r v e s a k i n g e c e n i n i ç i n d e
ilerledikleri p a t i k a y ı belli b e l i r s i z i ş a r e t l i y o r d u . D ü ş ü n m e k s i -
zin attığı a d ı m l a r ı s a y m a y a b a ş l a m ı ş t ı . B u n u n belli bir n e d e n i
yoktu. M e s a f e y i ölçüyor falan da değildi. M o n o t o n yürüyüş
t e m p o s u n a v e r d i ğ i bir t e p k i y d i y a l n ı z c a . İki y ü z e v a r ı n c a t e k -
rar s a y m a y a b a ş l a d ı , s o n r a y e n i d e n . B ö y l e bir s ü r e d a h a d e v a m
ettikten s o n r a , b i r d e n k a ç k e z iki y ü z e d e k s a y d ı ğ ı n ı b i l m e -
d i ğ i n i fark e d e r e k s a y m a y ı kesti. Y i r m i a d ı m s o n r a , y e n i d e n
s a y m a y a b a ş l a d ı . O m u z silkti. B u k e z , b a ş a d ö n m e d e n ö n c e
d ö r t y ü z e k a d a r s a y m a kararı aldı. Yeter k i d e ğ i ş i k l i k o l s u n ,
diye d ü ş ü n d ü sinirli sinirli g ü l e r e k .
K o c a m a n kar t a n e l e r i d ü ş m e y e d e v a m ediyor, Evaniyn'in
jmzüyle saçlarını beyaza buruyordu. Kız, uyuşmaya başlayan
y ü z ü n ü sertçe o v u ş t u r u r k e n elinin d e u y u ş t u ğ u n u fark e d e r e k
d u r d u v e ç a n t a n ı n içini bir k e z d a h a karıştırdı.

Will'in c e k e t i n i ç ı k a r ı r k e n , i ç e r i d e bir çift e l d i v e n ç a r p m ı ş -


t ı g ö z ü n e . İki p a r ç a l ı , k a l ı n y ü n eldivenleri b u l d u . E l d i v e n l e r i
d o n m a k t a o l a n ellerine g e ç i r d i k t e n s o n r a , k a n d o l a ş ı m ı n ı y e -
n i d e n s a ğ l a m a k için kollarını s a l l a d ı . S o n r a ellerini g ö ğ s ü n e
vurarak koltuk altlarına sokmayı denedi. Birkaç dakikanın so-
nunda, hafif bir k a r ı n c a l a n m a h i s s e d e r e k y e n i d e n y ü r ü m e y e
başladı.

Evanilyn d u r u n c a , m i d i l l i de d u r m u ş t u . O h a r e k e t l e n i n c e ,
h a y v a n d a sabırla a r k a s ı n d a n i l e r l e m e y e b a ş l a d ı .
K ı z , dört yüze gelince durdu ve s a y m a y a baştan başladı.
YİRMİ SEKÎZ

Halt, o n l a r a g ö s t e r i l e n g e n i ş d a i r e b o y u n c a e t r a f ı n a b a -
kındı.

" E h , " d e d i , " k ü ç ü k bir y e r a m a i d a r e e d e r i ş t e . "


İşin doğrusu, pek de gerçekleri yansıtmıyordu bu ifade.
M o n t s o m b r e Ş a t o s u ' n u n , D e p a m i u e x ' n u n y a l n ı z c a k e n d i ih-
tiyaçları ve konuklarının ihtiyaçları, diye de eklemişti alaycı
b i r dille için k u l l a n d ı ğ ı n ı s ö y l e d i ğ i m e r k e z i k u l e s i n d e y d i -
1er. G e n i ş v e o l d u k ç a r a h a t d ö ş e n m i ş bir o d a d a y d ı l a r . Y e m e k
y e m e k için o l d u k ç a u y g u n bir m a s a v e iki s a n d a l y e y l e g e n i ş
ş ö m i n e n i n her iki y a n ı n a y e r l e ş t i r i l m i ş , r a h a t g ö r ü n ü m l ü iki
k o l t u k v a r d ı o d a d a . H e r iki y a n d a k i k a p ı l a r , k ü ç ü k y a t a k o d a -
l a n n a a ç ı l ı y o r d u ; h a t t a bir k ü v e t l e l a v a b o n u n d a d â h i l o l d u ğ u
m i n i k bir b a n y o s u b i l e v a r d ı . T a ş d u v a r l a r d a bir çift t a b l o a s ı -
lıydı, z e m i n i n b ü y ü k bir k ı s m ı d a h a l ı y l a k a p l a n m ı ş t ı . O d a n ı n
a y r ı c a k ü ç ü k bir t e r a s ı v e ş a t o y a g e l i r k e n g e ç m i ş o l d u k l a r ı sar-
mal patikayla aşağılarda kalan o r m a n l ı k arazilerin görülebil-
diği bir p e n c e r e s i d e b u l u n u y o r d u . C a m s ı z p e n c e r e , r ü z g â r v e
diğer k ö t ü h a v a ş a r t l a r ı n a karşı, i ç t a r a f ı n d a n a h ş a p p a n j u r l a r l a
komnuyordu.
O d a n ı n d ü z e n i n e u y m a y a n t e k yer, k a p ı y d ı . İç tarafında
kapı kolu b u l u n m u y o r d u . Daireleri konforlu olabilirdi. A m a
burada tutsak olduklarını biliyordu Halt.

Ç a n t a s ı n ı y e r e fırlatan H o r a c e , keyifle a t e ş i n b a ş ı n d a k i a h -
şap koltuklardan birine gömüldü. H e n ü z öğleden sonra olma-
s ı n a r a ğ m e n , p e n c e r e d e n içeri r ü z g â r e s i y o r d u . G e c e l e y i n b u -
rası s o ğ u k v e r ü z g â r l ı o l u y o r d u r h e r h a l d e , d i y e d ü ş ü n d ü . A m a
s o n u ç t a , ş a t o d a i r e l e r i n i n ç o ğ u s o ğ u k o l u r d u . B u r a s ı d a farklı
değildi.

" H a l t , " d e d i , " A b e l a r d ile Ç e k i c i ' n i n b i z i n e d e n t u z a ğ a kar-


şı uyarmadıklarını merak ediyorum. B u tür şeyleri ö n c e d e n
s e z m e l e r i için e ğ i t i l m e d i l e r m i ? "
Halt, y a v a ş ç a b a ş i n ı salladı. " B e n d e aynı şeyi d ü ş ü n d ü m , "
dedi. "Ve s a n ı r i m senin şu fetihler zincirinle ilgili bir d u r u m b u . "

Bir şey a n l a m a y a n H o r a c e b o ş b o ş y ü z ü n e b a k ı n c a , d e v a m
etti. " Y a n ı m ı z d a t e n e k e c i kafilesi gibi t m g ı r d a y a n z ı r h l a r l a
y ü k l ü , y a r ı m d ü z i n e s a v a ş atı v a r d ı . T a h m i n i m c e o tıngırtılar,
D e p a m i u e x ' n u n a d a m l a r ı n ı n ç ı k a r d ı ğ ı sesleri b a s t ı r d ı . "

H o r a c e , k a ş l a n m çattı. B u n u d ü ş ü n m e m i ş t i . " Y i n e d e a t l a r ı n
a d a m l a r ı n kokularını almaları g e r e k m e z m i y d i ? " diye sordu.

" R ü z g â r d o ğ m y ö n d e e s e r s e , evet. A m a h a t ı r l a r s a n , o a n b i z -
d e n o n l a r a d o ğ m e s i y o r d u . " A t l a n n b ö y l e s i n e k ü ç ü k bir g ü ç l ü -
ğün bile ü s t e s i n d e n g e l e m e m e l e r i n d e n dolayı hayal kırıklığına
u ğ r a m ı ş o l a n H o r a c e ' a ş ö y l e bir b a k t ı . "Bizler bazen," diye
d e v a m etti, " O r m a n M u h a f ı z ı a t l a r ı n d a n f a z l a şey b e k l i y o m z .
Onlar da birer hayvan s o n u ç t a . " D u d a k l a r ı hafif bir t e b e s s ü m l e
kıvrıldı a m a H o r a c e b u n u n f a r k ı n a v a m ı a d ı . Y a l n ı z c a b a ş ı m
s a l l a m a k l a y e t i n e r e k bir s o n r a k i s o m s u n a g e ç t i .
"Peki," dedi, "şimdi ne y a p a c a ğ ı z ? "
O r m a n M u h a f ı z ı , o m u z silkti. Ç a n t a s ı n ı a ç m ı ş , b i r k a ç p a r ç a
e ş y a s ı n ı ç ı k a r ı y o r d u ; t e m i z bir g ö m l e k , tıraş b ı ç a ğ ı v e t e m i z l i k
malzemeleri.

" B e k l e y e c e ğ i z , " d e d i . " N a s ı l s a z a m a n a ç ı s ı n d a n bir k a y b ı -


m ı z yok; yani şimdilik. S k a n d i y a ' y a açılan dağ geçitleri, en
a z ı n d a n bir a y d a h a kar a l t ı n d a o l a c a k . H a t t a b i z i m ş u kibar
G a l y a l ı ' n m aklından geçenleri öğreninceye dek birkaç gün bu-
rada dinlenebiliriz bile."

H o r a c e , b o t u n u ç ı k a r d ı v e b u ani ö z g ü r l ü k h i s s i n d e n h o ş l a -
n a r a k keyifle a y a k p a r m a k l a n n ı o y n a t t ı .

" B i r şey d a h a v a r , " d e d i . " D e p a m i e u x s e n c e n e y i n p e ş i n d e .


Halt?"
H a l t , bir a n d u r a k s a d ı k t a n s o n r a b a ş ı n ı salladı. " E m i n d e ğ i -
lim. A m a ö n ü m ü z d e k i b i r k a ç g ü n i ç i n d e elini a ç ı k e d e c e k t i r .
Sanırım benim O n n a n Muhafızı olduğumdan şüpheleniyor,"
d e d i , d ü ş ü n c e l i bir tavırla.

" B u r a l a r d a O r m a n M u h a f ı z ı v a r m ı ? " diye s o r d u , ş a ş ı r a n


H o r a c e . O r m a n M u h a f ı z ı T e ş k i l a t ı ' n ı n y a l n ı z c a A r a l u e n ' d e fa-
aliyet g ö s t e r d i ğ i n i z a n n e d i y o r d u . H a l t b a ş ı n ı iki y a n a s a l l a d ı -
ğında, bu varsayımının d o ğ m olduğunu anladı.

"Hayır, y o k , " dedi Halt. "Ve u z a k ülkelerde B i r l i k ' t e n söz et-


m e m e y e d a i m a ö z e n göstermişizdir. K i m i n l e n e z a m a n savaşa
gireceğini asla b i l e m e z s i n . A m a b ö y l e bir şeyi t a m a m e n g i z h tut-
m a k da o l a n a k s ı z , yani h a k k ı m ı z d a bir şeyler biliyor da olabilir."
"Peki biliyorsa ne o l a c a k ? " diye sordu H o r a c e . " B i z i m l e ,
s e n i n d e d e d i ğ i n gibi, y a l n ı z c a b e n i m l e d ö v ü ş m e k için ilgilen-
diğini sanıyordum."
" İ l k b a ş t a ö y l e y d i , " d i y e o n a y l a d ı H a l t , " a m a artık k o k u y u
aldı v e s a n ı r ı m b e n i k e n d i ç ı k a r ı için nasıl k u l l a n a c a ğ ı n ı n h e -
saplarını yapıyor."

" S e n i k u l l a n m a k m ı ? " d i y e t e k r a r l a d ı H o r a c e . K a ş l a r ı çatıl-


m ı ş t ı . H a l t , a l d ı r m a z bir e l işareti y a p t ı .

" O n u n gibi i n s a n l a r ı n k a f a l a n , g e n e l l i k l e b u ş e k i l d e çalışır,"


d i y e a ç ı k l a d ı . " H e r ş e y d e n ç ı k a r e l d e e t m e n i n y o l l a r ı n ı ararlar.
V e f i y a t ı n u y g u n o l m a s ı h a l i n d e , h e r k e s i n satın a h n a b i l e c e ğ i n e
inanırlar. Şu b o t u n u tekrar g i y m e n m ü m k ü n mü a c a b a ? " diye
n a z i k ç e ekledi. " P e n c e r e d e n pek taze hava girdiği s ö y l e n e m e z
v e ç o r a p l a n n d a , d o ğ r u s u n u s ö y l e m e k g e r e k i r s e , leş gibi k o -
kuyor."

"Şey, affedersin!" dedi H o r a c e , botunu tekrar ayağına geçi-


rerek. O d a y ı k a p l a y a n ağır k o k u y u o da fark e t m i ş t i ş i m d i .
" B u ülkedeki şövalyeler, şövalyelik y e m i n i etmezler m i ? "
d i y e s o r d u , k a f a s ı n d a k i e s a s k o n u y a geri d ö n e r e k . " Ş ö v a l y e l e r ,
b a ş k a l a r ı n a y a r d ı m c ı o l m a k için y e m i n ederler, ö y l e değil m i ?
İ n s a n l a r ı ' k u l l a n m a k ' o n l a r a u y g u n bir d a v r a n ı ş d e ğ i l d i r . "

" Y e m i n e d e r l e r , " d e d i H a l t . " A m a o y e m i n e s a d ı k kalırlar


m ı , o r a s ı tartışılır. Z a t e n ş ö v a l y e l e r i n s ı r a d a n i n s a n l a r a yar-
d ı m c ı o l m a l a r ı f i k r i , g ü ç l ü bir k r a l ı n b u l u n d u ğ u A r a l u e n gibi
y e r l e r d e g e ç e r l i d i r . Y o k s a g ü ç k i m d e y s e , i s t e d i ğ i h e r şeyi y a -
pabilir."
" A m a b u b ö y l e o l m a m a l ı , " diye mırıldandı H o r a c e . Halt d a
aynı k a n ı d a y d ı a n c a k b u n u dile g e t i r e r e k e l i n e bir şey g e ç m e -
yeceğinin de farkındaydı.
" S e n s a d e c e sabırlı o l , " d e d i H o r a c e ' a . " İ ş l e r i h ı z l a n d ı r m a k
a d ı n a y a p a b i l e c e ğ i m i z h i ç b i r şey y o k . D e p a m i u e x ' n u n n e is-
tediğini yakında öğreniriz. Bu arada rahatlayıp keyfimize b a -
kalım."
" B i r şey d a h a . . . " d i y e y o l a r k a d a ş ı n ı n ö n e r i s i n e a l d ı r m a d a n
e k l e d i H o r a c e . "Yol k e n a r ı n d a k i o k a f e s l e r d e n hiç h o ş l a n m a -
d ı m . S u ç l a r ı n e k a d a r ağır o l u r s a o l s u n , g e r ç e k bir ş ö v a l y e h i ç
k i m s e y i o ş e k i l d e c e z a l a n d ı r m a z . K o r k u n ç bir c e z a l a n d ı r m a
yöntemi. İnsanlık dışı!"

Halt, oğlanın s a m i m i bakışlarım karşıladı. Oğlanı rahatlat-


m a k i ç i n ö n e r e b i l e c e ğ i bir şey b u l u n m u y o r d u .

" E v e t , " d e d i s o n u n d a , " b e n i m d e hiç h o ş u m a g i t m e d i . S a -


nırım buradan ayrılmadan önce. Lord D e p a m i u e x ' n u n bize o
konuda bazı açıklamalarda bulunması gerekecek."

A k ş a m y e m e ğ i n i , G a l y a l ı d e s p o t l a b i r l i k t e yediler. Masa,
otuz ya da daha fazla sayıda insanın y e m e k yiyebileceği b ü -
yüklükteydi. H i z m e t ç i kızlarla oğlanlar telaş içinde ortalıkta
d o l a n ı y o r , i s t e n d i ğ i n d e y e m e k v e ş a r a p servisi y a p ı y o r l a r d ı .

Y e m e k n e iyi n e d e k ö t ü y d ü ; b u , H a l t ' u ş a ş ı r t m ı ş t ı . G a l y a
m u t f a ğ ı n ı n e g z o t i k bir ş ö h r e t i v a r d ı . A n c a k servis e d i l e n b a s i t
yiyecekler, bu şöhretin asılsız o l d u ğ u n u gösteriyordu.

Hizmetlilerin hep önlerine baktıklarını ve ü ç ü y l e de hiç göz


t e m a s ı k u r m a d ı k l a r ı n ı fark etti. H i z m e t k â r l a r d a n biri y e m e k
dağıtmak ya da kadehini d o l d u r m a k üzere efendisine yaklaştı-
ğ ı n d a , b a r i z bir k o r k u h a v a s ı h â k i m o l u y o r d u s a l o n a .
Halt, D e p a m i u e x ' n u n y a l n ı z c a o r t a m d a k i g e r g i n l i ğ i n far-
k ı n d a o l m a k l a k a l m a y ı p , b u d u m m d a n b ü y ü k bir k e y i f a l d ı ğ ı -
n ı d a g ö r e b i l i y o r d u . H i z m e t k â r l a r d a n biri n e f e s i n i t u t a r a k o n a
yaklaştığında, a d a m ı n z a l i m d u d a k l a r ı n a t a t m i n k â r bir t e b e s -
süm yerleşiyordu.
Y e m e k b o y u n c a ç o k a z k o n u ş t u l a r . D e p a r n i e u x , eline g e -
ç i r m i ş o l d u ğ u ilgi ç e k i c i , t u h a f bir b ö c e ğ i i n c e l e y e n bir o ğ l a n
ç o c u ğ u n u a n d ı r ı y o r d u . B u şartlar a l t ı n d a n e H a l t n e d e H o r a c e
h a v a d a n s u d a n k o n u ş a c a k d u r u m d a değildi z a t e n .

Y e m e k bitip m a s a temizlendikten sonra, D e p a r n i e u x niha-


yet k o n u ş m a y a b a ş l a d ı . K ü ç ü m s e r bir tavırla H o r a c e ' a b a k a -
rak, d a i r e l e r i n e a ç ı l a n m e r d i v e n e d o ğ r u bir e l işareti y a p t ı .

" S e n i d a h a fazla t u t m a y a c a ğ ı m , evlat," dedi. " K a l k a b i l i r s i n . "

B u k a b a t a v n n k a r ş ı s ı n d a h a f i f ç e k ı z a r a n H o r a c e , H a l t ' a bir
bakış fırlatınca O r m a n M u h a f ı z ı ' n ı n başını hafifçe salladığını
fark etti. Saygınlığını m u h a f a z a edip şaşkınlığım Galyalı şö-
v a l y e y e belli e t m e m e y e ç a l ı ş a r a k a y a ğ a kalktı.

"İyi g e c e l e r . H a l t , " d e d i u s u l c a . H a l t bir k e z d a h a b a ş ı n ı sal-


ladı. " S a n a d a , H o r a c e . " S a v a ş ç ı ç ı r a ğ ı , D e p a r n i e u x ile d e g ö z
g ö z e g e l d i k t e n s o n r a , a r k a s ı n ı d ö n e r e k o d a y ı terk etti. O a n a
d e k g ö l g e l e r e s a k l a n a r a k b e k l e y e n iki silahlı m u h a f ı z , d e r h a l
p e ş i n e d ü ş e r e k m e r d i v e n b o y u n c a o ğ l a n a eşlik etti.

K ü ç ü k bir h a k a r e t , d i y e d ü ş ü n d ü H o r a c e , d a i r e s i n e ç ı k a n
merdivenleri tırmanırken. M u h t e m e l e n ç o c u k ç a y d ı da. A m a
yine de, m a s a d a n aynlırken M o n t s o m b r e Ş a t o s u ' n u n efendi-
sini s e l a m s ı z b ı r a k m ı ş o l m a s ı , k e n d i s i n i b i r a z d a h a iyi h i s s e t -
mesini sağlamıştı.

D e p a r n i e u x , H o r a c e ' m taş merdivenlerdeki ayak seslerinin


u z a k l a ş m a s ı n ı bekledi. Ve sandalyesini geriye doğru çekerek,
i ç l e r i n d e b i n b i r tilkinin d o l a ş t ı ğ ı g ö z l e r i n i O r m a n M u h a f ı z ı ' n a
çevirdi.
" E h , E f e n d i H a l t , " d e d i u s u l c a , "küçük bir s o h b e t i n z a m a n ı
geldi."
H a l t , d u d a k l a r ı n ı b ü k t ü . " N e k o n u d a ? " diye s o r d u . " D e d i -
koduyla a r a m pek hoş değildir d e . "

D e s p o t ş ö v a l y e n i n y ü z ü n ü i n c e bir t e b e s s ü m k a p l a d ı . " E ğ -
l e n c e l i bir k o n u k o l a c a ğ ı n ı z b e l l i , " dedi. "Söyleyin bakalım,
tam olarak kimsiniz siz?"

Halt, i l g i s i z c e o m u z silkti. Ö n ü n d e k i , içi n e r e d e y s e b o -


şalmış kadehle oynuyor, kadehi sağa sola çevirerek köşedeki
alevlerden çıkan parıltıların çıkıntılı camdaki yansımalarını
izliyordu.

" S ı r a d a n biriyim b e n , " dedi. " A d ı m Halt. A r a l u e n l i y i m v e Sör


H o r a c e ile seyahat e d i y o r u m . B a ş k a da s ö y l e n e c e k bir şey y o k . "
K a r ş ı s ı n d a o t u r a n sakallı a d a m ı i n c e l e m e y e d e v a m e d e n
D e p a m i u e x ' n u n tebessümü, yüzüne yapışıp kalmıştı sanki.
K a r ş ı s ı n d a k i n i n k o l a y t a n ı m l a n a c a k biri o l m a d ı ğ ı n d a n e m i n d i .
Kıyafetleri sadeydi; hatta yavanlık sınırlarında dolaştıkları bile
söylenebilirdi. S a ç ı v e sakalı d ü z e n s i z bir b i ç i m d e k e s i l m i ş t i .
S a n k i bir avcı b ı ç a ğ ı y l a k e s i l m i ş gibi d u r a y o r l a r , diye d ü ş ü n d ü
D e p a m i e u x . H a l t h a k k ı n d a aynı şeyi d ü ş ü n e n k i m b i l i r k a ç ı n c ı
insandı.

U f a k tefekti d e . K a r a ş ö v a l y e n i n o m z u n a a n c a k g e l i y o r d u
b o y u . A m a her şeye r a ğ m e n kaslı bir v ü c u d u v a r d ı v e s a ç ı y l a
s a k a h n d a k i kırlıklara r a ğ m e n , formunun zirvesindeydi. A m a
k a r a n l ı k , s a k i n ve k u r n a z c a b a k a n o gözler, i d d i a ettiği gibi
s ı r a d a n biri o l m a d ı ğ ı n ı belli e d i y o r d u . Depamieux, komuta
etmeye alışkın olan insanların bakışlarını t a n ı m a yeteneğiyle
ö v ü n ü r d ü ; b u a d a m ı n g ö z l e r i d e k e s i n l i k l e öyle b a k ı y o r d u .
A d a m ı n s i l a h l a r i d a bir g a r i p t i . B i r k o m u t a n o l d u ğ u b u k a -
d a r a ç ı k o l a n bir a d a m ı n zırh g i y m e m e s i , hiç d e a l ı ş ı l a g e l m i ş
bir d u r u m d e ğ i l d i . O k v e yay, D e p a m i u e x ' n u n g ö z ü n d e çiftçi
silahlarıydı; k ı n l a r ı n ı n i ç i n d e k i çifte b ı ç a k l a r a ise d a h a ö n c e
hiç r a s t l a m a m ı ş t ı . Y e m e k ö n c e s i n d e , fırsattan i s t i f a d e e d e r e k
bıçakları incelemişti. G e n i ş olan bıçak ona, Skandiyalılar'a
ö z g ü k a b a saks b ı ç a k l a r ı n ı a n ı m s a t ı y o r d u . T ı p k ı diğeri gibi j i -
let k e s k i n l i ğ i n d e o l a n k ü ç ü k b ı ç a k ise, s o n d e r e c e d e n g e l i bir
fırlatma bıçağıydı. Bir k o m u t a n için g e r ç e k t e n d e o l a ğ a n d ı ş ı
silahlar, d i y e d ü ş ü n d ü D e p a m i e u x .

Tuhaf pelerin de şövalyenin gözlerini kamaştırıyordu. D e -


p a m i e u x , p e l e r i n i k a p l a y a n d ü z e n s i z yeşil v e gri d e s e n l e r e
hiçbir m a n t ı k l ı a ç ı k l a m a g e t i r e m i y o r d u . B a ş k ı s m ı n d a k i g e n i ş
k u k u l e t a , p e l e r i n i g i y e n kişinin y ü z ü n ü t a m a m e n g i z l e m e y e
y a r ı y o r d u . G a l y a l ı ş ö v a l y e , M o n t s o m b r e ' a d o ğ m a t sürerler-
ken birkaç kez, pelerinin titreşerek arka plandaki o r m a n l a bü-
tünleştiğini, ufak tefek a d a m ı n neredeyse görünürden kaybol-
m a n o k t a s ı n a g e l d i ğ i n i fark e t m i ş t i . Bir a n s o n r a ise n o r m a l e
dönüyordu görüntü.

B i r ç o k h e m ş e r i s i gibi D e p a m i e u x d e b a t ı l i n a n ç l ı biriydi.
Pelerinin bu garip niteliklerinin, bir çeşit b ü y ü o l d u ğ u n d a n
şüpheleniyordu.
Halt'a karşı biraz belirsiz davranıyor olmasının altında
yatan neden de bu düşünceydi. D e s p o t şövalye, büyücülerin
kızdırılmaması gerektiğini biliyordu. Dolayısıyla, bu ufak te-
fek g i z e m l i a d a m ı n n e l e r e k a d i r o l d u ğ u n u t a m o l a r a k ö ğ r e n -
m e d i k ç e , k a r t l a r ı m dikkatli o y n a m a y a k a r a r v e r m i ş t i . K a r a n -
lık g ü ç l e r e s a h i p o l m a d ı ğ ı o r t a y a ç ı k a r s a , diğer y e t e n e k l e r i n i
D e p a m i u e x ' n u n ç ı k a r ı n a k u l l a n m a y a i k n a edilebilirdi H a l t .
B u d a o l m a z s a , t u t s a k l a r m ı istediği a n ö l d ü r e b i l i r d i d e s p o t
şövalye.
H a l t ' u n , s o n s ö z l e r i n i n a r d m d a n bir süredir k o n u ş m a d ı ğ m ı
fark etti. Ş a r a b m d a n bir y u d u m a l a r a k H a l t ' u n dile getirdikleri
k a r ş ı s m d a b a ş m ı iki y a n a s a l l a d ı .
" H i ç d e s ı r a d a n biri d e ğ i l s i n i z b a n a k a l ı r s a , " d e d i . " E n t e r e -
san birisiniz. Halt."
O r m a n M u h a f ı z ı , y e n i d e n o m u z silkti. " N e d e n öyle d ü ş ü n -
d ü ğ ü n ü z ü a n l a y a m ı y o r u m , " diye yanıtladı kibarca.
D e p a m i e u x , ş a r a p k a d e h i n i p a r m a k l a r ı n ı n a r a s ı n d a çeviri-
yordu. K a p ı hafifçe v u m l d u ve baş kâhya, korku dolu a d ı m -
larla ö z ü r d i l e r c e s i n e içeri girdi. E f e n d i s i n i n n e z a m a n n e y a -
p a c a ğ ı b e l i r s i z , tehlikeli bir a d a m o l d u ğ u n u acı t e c r ü b e l e r l e
öğrenmişti.
" N e v a r ? " dedi D e p a m i e u x , rahatsız edildiği için sinirlenerek.
" A f f ı n ı z a s ı ğ ı n ı r ı m , l o r d u m , b a ş k a bir i s t e ğ i n i z v a r m ı y d ı
a c a b a diye s o r a c a k t ı m ? "
D e p a m i e u x , t a m a d a m ı g ö n d e r e c e k k e n a k l ı n a bir fikir gel-
di. B u t u h a f A r a l u e n l i y i k ı ş k ı r t m a k için g ü z e l bir d e n e m e olur,
diye d ü ş ü n d ü . N e t e p k i v e r e c e ğ i n i g ö r m ü ş o l u r a m .
" E v e t , " dedi. " A ş ç ı y ı b u r a y a g ö n d e r i n . "
Şaşıran kâhya, duraksadı.
" A ş ç ı m ı d e d i n i z , l o r d u m ? " d i y e t e k r a r etti. " Y i y e c e k bir
şey m i i s t i y o r d u n u z ? "
" A ş ç ı y ı i s t i y o m m , seni g e r i z e k â l ı ! " diye b a ğ ı r d ı D e p a m i e -
ux. K â h y a , h e m e n geri a d ı m attı.
" D e r h a l , l o r d u m , " dedi endişeli adımlarla gerileyerek. K a p ı
arkasından kapanınca, Galyalı despot, Halt'a gülümsedi.
" B u g ü n l e r d e iyi bir ç a l ı ş a n b u l m a k n e r e d e y s e o l a n a k s ı z , "
dedi. Halt, a d a m a küçümseyerek bakarak "Sizin açınızdan hiç
b i t m e y e n bir s o r u n o l m a l ı , " d e d i . î m a l ı ifadeyi a n l a m a y a ç a l ı -
şan D e p a m i e u x , keskin bakışlarla süzdü onu.

K a p ı ç a l ı n ı p k â h y a geri g e l i n c e y e d e k k o n u ş m a d a n o t u r -
dular. A ş ç ı k a d ı n , a d a m ı n b i r k a ç a d ı m a r k a s ı n d a n geliyor, e n -
dişeli h a r e k e t l e r l e ellerini ö n l ü ğ ü n ü n k e n a r ı n a siliyordu. Orta
yaşlı bir k a d ı n d ı ; D e p a m i u e x ' n u n y a n ı n d a ç a l ı ş m a k t a n d u y d u -
ğ u gerginlik, y ü z ü n d e n o k u n u y o r d u .

"Aşçıyı getirdim, lordum," dedi kâhya.


D e p a m i e u x bir şey s ö y l e m e d i . K e d i n i n f a r e y e b a k t ı ğ ı gibi
bakıyordu kadına. Aralarındaki sessizlik u z a d ı k ç a , kadın da
ellerini ö n l ü ğ ü n e k u r u l a m a y a d e v a m e d i y o r d u . N i h a y e t d a y a -
n a m a y a r a k sordu.

" Y o l u n d a g i t m e y e n bir şey m i o l d u , l o r d u m ? " diye s o r d u .


" Y e m e k iyi d e . . . "
" K e s s e s i n i ! " diye b a ğ ı r d ı D e p a m i e u x , s a n d a l y e s i n d e n kal-
kıp p a r m a ğ ı n ı ö f k e y l e k a d ı n a s a l l a y a r a k . "Buranın efendisi
b e n i m ! B e n i m ö n ü m d e k o n u ş a m a z s ı n ! S e s s i z ol, k a d ı n ! "

Tatsız sahneyi izleyen Halt'un gözleri kısıldı. Bunun,


o n u n için s a h n e l e n e n bir g ö s t e r i o l d u ğ u n u b i l i y o r d u . D e p a r -
n i u e x ' n u n , vereceği tepkiyi g ö r m e k istediğini anlamıştı. Ne
k a d a r sinir b o z u c u o l s a d a , k a d ı n a y a r d ı m e t m e k a d ı n a ş u
a n i ç i n y a p a b i l e c e ğ i h i ç b i r şey y o k t u . D e p a m i e u x , h ı z l a o n a
b a k t ı v e ş ü p h e l e r i d o ğ m l a n d ı ; u f a k t e f e k a d a m , her z a m a n -
k i n d e n d e s a k i n bir t a v ı r l a y e r i n d e o t u m y o r d u . Depamieux,
yerine oturup yüzünü talihsiz aşçıya döndü.
"Sebzeler soğuktu," dedi sonunda.
K a d ı n ı n y ü z ifadesi, h e m k o r k u h e m d e şaşkınlık içeriyordu.
" A m a öyle o l m a m a l ı , l o r d u m ? S e b z e l e r d a h a . . . "

" S o ğ u k t u l a r d i y o r u m ! " diye k a d ı n ı n s ö z ü n ü kesti D e p a m i -


eux. H a l t ' a d ö n d ü . " S o ğ u k t u l a r , ö y l e değil m i ? " d i y e ş a n s ı n ı
d e n e d i . H a l t , o m u z silkti.

" S e b z e l e r g a y e t iyiydi," d e d i d ü z bir i f a d e y l e . N e o l u r s a


o l s u n , ö f k e y a d a h a k a r e t d o l u bir t o n d a ç ı k m a s ı n ı e n g e l l e m e -
liydi s e s i n i n . D e p a m i e u x , h a f i f ç e g ü l ü m s e d i . A ş ç ı y a d ö n d ü .

" Y a p ö ğ m ı b e ğ e n d i n m i ? " dedi. " K o n u ğ u m u n ö n ü n d e beni u t a n -


dırmakla k a l m a d m , bir de a d a m ı y a l a n söylemeye zorluyorsun."
" L o r d u m , ben gerçekten d e . . . "

D e p a m i e u x , b u y u r g a n bir h a r e k e t l e s a l l a d ı ğ ı eliyle k a d ı n ı
susturdu.

" B e n i h a y a l kırıklığına u ğ r a t t ı n v e b u y ü z d e n c e z a n i ç e -
keceksin," dedi. K a d ı n ı n yüzü, korkudan b e m b e y a z olmuştu.
C e z a m e s e l e s i , M o n t s o m b r e Ş a t o s u ' n u n s ı n ı r l a n i ç i n d e hafife
a l ı n a c a k bir k o n u değildi.

" L ü t f e n , l o r d u m . L ü t f e n , d a h a iyisini y a p a r ı m . S ö z v e r i y o -
m m , " d i y e lafı g e v e l e y e r e k c e z a s ı n ı n r e s m e n ilan e d i l m e s i n i
e n g e l l e m e k için ç a b a l a d ı k a d ı n . Y a l v a r ı r c a s ı n a H a l t ' a b a k t ı .

" L ü t f e n e f e n d i m , k ö t ü bir n i y e t i m o l m a d ı ğ ı n ı s ö y l e y i n lor-


d u m a , " diye y a l v a r d ı .
" K a d ı n ı rahat bırakın," dedi O r m a n Muhafızı sonunda.

D e p a m i u e x ' n u n k a f a s ı , b e k l e n t i y l e eğilmişti ş i m d i .
" Y o k s a ? " diye m e y d a n o k u d u . T u t s a ğ ı n ı n g ü c ü n ü -ya d a
g ü ç s ü z l ü ğ ü n ü - d e ğ e r l e n d i r m e fırsatı g e ç m i ş t i işte eline. H a l t ,
eğer g e r ç e k t e n bir b ü y ü c ü y s e , k e n d i s i n i a ç ı ğ a v u r m a fırsatını
yakalamıştı.
Halt, karşısındaki adamın düşüncelerini okuyabiliyordu.
Onu dikkatle i z l e r k e n b e k l e n t i d o l u bir tavır i ç i n d e y d i D e -
pamieux. O r m a n M u h a f ı z ı , t e h d i t s a v u r a c a k bir p o z i s y o n d a
o l m a d ı ğ ı n ı n f a r k ı n a v a r d ı . F a r k l ı bir y ö n t e m d e n e m e y e k a r a r
verdi.

" Y o k s a m ı ? " diye t e k r a r l a d ı o m u z silkerek. "Yoksa ne?


Ö n e m s i z bir m e s e l e d e n s ö z e d i y o m z . K a r ş ı m ı z d a d a n e b e n i m
n e d e sizin z a m a n ı n ı z ı h a k e t m e y e n b e c e r i k s i z bir h i z m e t ç i
parçası var."

G a l y a l ı , d ü ş ü n c e l i bir tavırla d u d a ğ ı n ı k a ş ı y o r d u . H a l t ger-


ç e k t e n d e k o n u y l a hiç i l g i l e n m i y o r olabilirdi. Y a d a o l a ğ a -
n ü s t ü bir g ü c ü b u l u n m a d ı ğ ı g e r ç e ğ i n i g i z l e m e y e ç a l ı ş ı y o r d u .
D e p a m i u e x ' n u n a k l ı m e n ç o k karıştıran şey, g ü ç v e otorite sa-
hibi bir k i ş i n i n , g e r ç e k t e n d e bir h i z m e t ç i y e a y ı r a c a k z a m a n ı
bulunmadığı iddiasına, yürekten inanıyor olmasıydı. Halt, ya
geri a d ı m a t ı y o r d u y a d a a ş ç ı k a d ı n g e r ç e k t e n d e u m r u n d a
bile değildi.

"Yine d e , " d e d i D e p a r d i e u x , " c e z a s ı n ı ç e k m e l i . "

B a k ı ş l a r ı k â h y a s ı n a çevriliydi artık. D u v a r a k a d a r g e r i l e m i ş
olan a d a m , t ü m bu konuşmalar sırasında m ü m k ü n olduğunca
gözden uzak durmaya çalışıyordu.

" B u kadinı c e z a l a n d ı r a c a k s m , " dedi D e p a m i e u x . " T e m b e l v e


yeteneksizin teki; üstelik efendisini k o n u ğ u n u n ö n ü n d e utandırdı."

K â h y a , m ü t e v a z ı b i r s e l a m verdi. " E v e t , l o r d u m . E l b e t t e ,
l o r d u m . K a d ı n c e z a l a n d ı n l a c a k , " d e d i . D e p a m i e u x alaylı bir
şaşkınlıkla kaşlarini kaldırdı.
" G e r ç e k t e n m i ? " dedi. "Peki, cezası ne o l a c a k ? "

K â h y a , duraksadı. Şövalyenin aklından geçenlere dair hiç-


bir f i k r i y o k t u . S e r t l i ğ i n d o z u n u a r t t ı r m a s ı n ı n d a h a iyi o l a c a ğ ı -
n a k a r a r verdi.

"Kırbaçlasak, lordum?" D e p a m i u e x ' n u n başıyla onayla-


d ı ğ ı n ı g ö r ü n c e , d a h a k e s i n bir sesle d e v a m etti, " K ı r b a ç l a n a -
cak."

A m a d e s p o t ş ö v a l y e b a ş ı n ı iki y a n a sallıyor, k â h y a n ı n kel-


l e ş m e k t e o l a n a l n ı n d a ter d a m l a l a r ı b e l i r m e s i n e n e d e n o l u y o r -
du şimdi.

" H a y ı r , " d e d i D e p a m i e u x y u m u ş a c ı k bir sesle. " K ı r b a ç l a -


n a c a k o l a n sensin. K a d ı n kafese konacak."
M ü d a h a l e edecek gücü olmayan Halt, gözlerinin önünde
sahnelenen bu zalim o)aınu izliyordu. Kırbaçlanacağını öğre-
n e n k â h y a n ı n y ü z ü , k o r k u y l a b ü z ü l d ü . A ş ç ı k a d ı n ise, c e z a s ı n ı
d u y d u ğ u a n , k e d e r l e yere yığılıverdi. H a l t , iki y a n ı n d a d e m i r
kafeslere hapsedilmiş zavallıların sıralandığı d o l a m b a ç l ı yolu
hatırladı. H e m e n önündeki karalara b ü r ü n m ü ş zorba, midesini
bulandırıyordu. G e r i y e ittiği s a n d a l y e s i n i s a l o n u n t a ş l a r ı ü z e -
r i n e d e v i r e r e k a n i bir h a r e k e t l e a y a ğ a kalktı.

" B e n y a t m a y a g i d i y o m m , " dedi. "Bıktım sizden."


YİRMİ DOKUZ

E vanlyn'in, karla kaplı patika b o y u n c a ne kadar m e s a f e


kat e t m i ş o l d u k l a r ı n a d a i r hiçbir fikri y o k t u . M i d i l l i , b a ş ı
ö n ü n d e , ş i k â y e t e t m e d e n ilerliyordu; sırtında s a l l a n a n Will ise
u s u l c a i n l e m e y e b a ş l a m ı ş t ı . E v a n i y n d e artık d ü ş ü n c e s i z c e t ö -
kezliyor, a y a k l a r ı y e n i y a ğ m ı ş k a r m ü z e r i n d e k a y m a y a d e v a m
ediyordu.

Nihayet daha fazla ilerleyemeyeceğini anladı ve gecenin


k a l a n ı n ı g e ç i r e b i l e c e k l e r i k o r u n a k l ı bir yer a r a m a y a b a ş l a d ı .

S o n b i r k a ç g ü n d ü r etkili o l a n k u z e y r ü z g â r l a n , ç a m a ğ a ç -
larının rüzgâra açık kısımlarını karla d o l d u r a r a k diğer yan-
larında derin oyuklar oluşmasına neden oluyordu. Büyük
ağaçların alçak dalları, bu ojoıklarm ü z e r i n d e n dallanıp b u -
d a k l a n ı y o r v e k a r m h e m e n a l t ı n d a k o r u n a k l ı bir a l a n o l u ş t u -
ruyordu. Bu alan, h e m kar y a ğ a r k e n o n l a r a b a r ı n a k o l a c a k
h e m de derin çukur sayesinde patikadan geçenler tarafından
görülmeyeceklerdi.

K e s i n l i k l e ideal bir s a k l a n m a yeri d e ğ i l d i a m a e l l e r i n d e n


g e l e n i n e n iyisi b u y d u . E v a n i y n m i d i l l i y i y o l d a n ç ı k a r a r a k p a -
tikanin birkaç metre gerisindeki geniş ağaçlardan birinde ko-
n a k l a m a kararı aldr

Bir anda beline dek kara b a t m a s ı n a r a ğ m e n zorlanarak yo-


l u n a d e v a m etti; a r k a s ı n d a k i m i d i l l i n i n , a ç t ı ğ ı y o l d a n i l e r l e m e -
sini s a ğ l ı y o r d u . G ü c ü n e r e d e y s e t ü k e n m i ş o l s a d a a r k a t a r a f ı n -
d a d e r i n bir o y u k b u l u n a n bir a ğ a ç b u l m u ş t u s o n u n d a . M i d i l l i ,
bir t e r e d d ü t a n ı n ı n a r d m d a n kızı t a k i p etti. N e y s e k i Will, ç a m
ağacının karla kaplı, devasa dallarına takılıp yere d ü ş m e m e k
için m i d i l l i n i n b o y n u n a d o ğ r u e ğ i l m e y i akıl e d e b i l m i ş t i .

Ağacın altındaki oyuk, şaşırtıcı bir genişliğe sahipti;


ü ç ü n ü n de g i r e b i l e c e ğ i k a d a r yer vardı. Etrafı çevrili alan,
vücut ısılarıyla birleştiğinde, hiç de Evaniyn'in korktuğu
gibi s o ğ u k bir o r t a m o l u ş m a m ı ş t ı . H â l â acı bir s o ğ u k vardı,
evet a m a d a y a n ı l m a y a c a k gibi değildi. E v a n l y n , Will'in m i -
dilliden i n m e s i n e y a r d ı m c ı olarak oğlana oturmasını işaret
etti. T i t r e y e n Will, sırtını a ğ a c ı n k a b a s ı r t ı n a v e r e r e k o l d u ğ u
y e r e u z a n d ı ; b u e s n a d a ç a n t a y ı k a r ı ş t ı r a n E v a n l y n , iki t a n e
kalın battaniye bulmuştu. Battaniyeleri omuzlarına örttüğü
o ğ l a n ı n y a n ı n a o t u r d u ve k e n d i s i de k a b a yün k u m a ş ı n altı-
na girdi. Will'in e l l e r i n d e n birini k e n d i elleri a r a s ı n a a l a r a k ,
parmaklarını ovmaya başladı. Buz gibiydiler Oğlana cesa-
ret v e r m e k a m a c ı y l a g ü l ü m s e d i .

" H e r şey y o l u n a g i r e c e k , " d e d i . "İyi o l a c a ğ ı z . "

Will, b a ş ı n ı ç e v i r i p k ı z a b a k t ı . B i r a n i ç i n o n u n , s ö y l e d i k -
lerini a n l a d ı ğ ı n ı z a n n e t t i E v a n l y n . A m a h e m e n s o n r a o ğ l a n ı n
yalnızca duyduğu seslere tepki v e r m e k t e olduğunu kavradı.

Will b i r a z ı s ı n ı p t i t r e m e n ö b e t l e r i s o n r a e r d i ğ i n d e , E v a n l y n ,
örtülerin altından çıkarak midillinin eyer çantasını çözdü.
Vücudunu saran kayışlardan kurtulan hayvan rahatlayarak
h o m u r d a n d ı ve barınağın içine u z a n a b i l m e k üzere dizlerinin
üzerine çöktü.

B e l k i d e , b u k a r l a k a p l ı d i y a r d a k i a t l a r a b u ş e k i l d e bir eği-
tim veriliyordu. E v a n i y n ' i n bu k o n u d a hiçbir fikri yoktu. A m a
b o y l u b o y u n c a u z a n a n m i d i l l i , Will ile ikisi için s ı c a k b i r yer
hazırlamıştı. Karşı koymayan oğlanı ağacın gövdesinden uzak-
laştırıp a t m s ı c a k k a r n ı n a y a s l a d ı . Y e n i d e n b a t t a n i y e l e r i n a l t ı n a
g i r e r e k y a n m a kıvrıldı. H a y v a n ı n v ü c u t ısısı, içlerini ısıtıyor-
d u . S a a t l e r d i r ilk k e z ı s ı n ı y o r d u E v a n i y n . B a ş ı W i l l ' i n o m z u n a
düştü ve uykuya daldı.

D ı ş a r ı d a tipi t ü m ş i d d e t i y l e d e v a m e d i y o r d u .
O t u z d a k i k a i ç i n d e , t ü m a y a k izleri s i l i n m i ş t i .

Ertesi sabah, kölelerin kaçtığı haberi E r a k ' a , oldukça geç


bir s a a t t e iletildi.
B u h i ç d e s ı r a d ı ş ı bir şey d e ğ i l d i , zira k ö l e l e r i n k a ç m a giri-
ş i m l e r i , üst d ü z e y b i r k o n t u n r a h a t s ı z e d i l m e s i n e g e r e k d u y u l -
m a y a c a k kadar ö n e m s i z bir olay olarak görülürdü. İşin aslı,
m u t f a k k ö l e l e r i n d e n biri E v a n i y n ' i n b i r k a ç g ü n d ü r k o n t h a k -
k ı n d a atıp t u t t u ğ u n u h a t ı r l a m a s a y d ı eğer. B o r s a b u d u m m d a n
E r a k ' a söz etmeyecekti bile.

G e ç saatte yaptığı kahvaltının ardından y e m e k salonundan


a y r ı l m a k t a o l a n s a k a l h k a p t a n a r a s t l a d ı ğ ı n d a , k o n u y u a ç m a ih-
t i y a c ı hissetti B o r s a .
" S e n i n ş u l a n e t kız g i t m i ş , " d i y e m ı r ı l d a n d ı E r a k ' ı n y a n ı n -
dan geçerken. M u t f a k k â h y a s ı , k ö l e n i n y o k l u ğ u n u fark e d e r
e t m e z B o r s a ' y a h a b e r v e r m i ş t i . B u tür idari sıicmtılar, o n u n
görev t a m m m a giriyordu.
E r a k , b o ş g ö z l e r l e s ü z d ü o n u . " B e n i m icız m ı ? "

B o r s a , elini s a b ı r s ı z bir h a r e k e t l e s a l l a d ı . " G e t i r d i ğ i n A r a l u -


enli işte, h i z m e t k â r ı n y a p t ı ğ ı n kız. K a ç m ı ş a n l a ş ı l a n . "

E r a k , k a ş l a r ı n ı çattı. A l d ı ğ ı h a b e r d e n ö t ü r ü keyfi k a ç m ı ş
gibi g ö r ü n m e s i g e r e k t i ğ i n i d ü ş ü n ü y o r d u .

" N e r e y e ? " d i y e s o r d u v e B o r s a sinir b o z u c u bir ş e k i l d e


o m u z silkti.

" K i m b i l i r ? G i d e c e k yeri y o k ; d ü n g e c e deliler gibi k a r y a ğ -


m ı ş . T ü m izlerin ü z e r i ö r t ü l m ü ş . "

B u h a b e r ü z e r i n e E r a k , i ç i n d e n r a h a t bir n e f e s aldı. P l a n ı n ı n
b u k ı s m ı b a ş a r ı l ı o l m u ş t u . A n c a k a ğ z ı n d a n ç ı k a n s ö z l e r , gizli
m e m n u n i y e t i n i hiç de y a n s ı t m ı y o r d u .

"Eh, neredeyse bulun o zaman!" diye bağırdı öfkeyle.


" B e y a z F ı r t ı n a b o y u n c a siz k a y b e d e s i n i z d i y e t a ş ı m a d ı m o n u
ben!"

A r k a s ı n ı d ö n e r e k hızlı a d ı m l a r l a u z a k l a ş t ı . N e d e o l s a , ü s t
d ü z e y bir k o n t v e bir k o m u t a n d ı . Borsa, Ragnak'ın kıdemli
idarecisiydi belki, a n c a k varlığını savaş üzerine kuran bir t o p -
l u m i ç i n d e , E r a k ' i n rütbesi B o r s a ' n m k i n i ç o k a ş ı y o r d u .

B o r s a o n u n a r k a s ı n d a n b a k a r a k küfretti. A m a s e s i n i f a z l a
y ü k s e l t m e m i ş t i . R ü t b e l e r i a r a s ı n d a k i farkın b i l i n c i n d e y d i ; ay-
rıca K o n t ' a yüzüne karşı ya da arkasından hakaret etmenin
hiç de akıllıca o l m a y a c a ğ ı n ı n da farkındaydı. Erak, en ufak
bir t a h r i k k a r ş ı s ı n d a s a v a ş b a l t a s ı n ı s a v u r m a y a b a ş l a m a s ı y l a
t a n ı n a n bir s a v a ş ç ı y d ı .
E r a k ' i n , kızı A r a l u e n ' d e n getirişini d ü ş ü n d ü ğ ü n d e , a k l ı n a
diğer köle -şu O r m a n M u h a f ı z ı çırağı- geldi. K ı z ı n birkaç gün-
d ü r etrafta o n u n h a k k m d a s o r u l a r s o r d u ğ u n u d u y m u ş t u . K a l ı n
k ü r k l ü p e l e r i n i n i v ü c u d u n a s a r a r a k k a p ı d a n çıktı v e avlu k ö l e -
lerinin k a l d ı ğ ı b a r a k a y a y o l l a n d ı .

Y ı k a n m a m ı ş b e d e n l e r d e n ç ı k a n leş gibi k o k u l a r k a r ş ı s ı n d a
y ü z ü n ü b u r u ş t u r a n B o r s a , avlu k ö l e l e r i n i n kışla k a p ı s ı n d a d u -
ruyor ve ona yaltaklanan K u r u l üyesini inceliyordu.

" O ğ l a n ı n k a ç t ı ğ ı n i fark e t m e d i n m i ? " d i y e s o r d u . G ö z l e r i n i


ö n ü n e i n d i r e n k ö l e , b a ş ı n ı h a y ı r a n l a m ı n d a s a l l a d ı . Tavırları,
suçlu o l d u ğ u n u gösteriyordu. B o r s a , onun diğer kölenin ka-
ç ı ş m a şahit o l d u ğ u n d a n v e h i ç b i r şey y a p m a d ı ğ ı n d a n e m i n d i .
Ö f k e y l e b a ş ı m s a l l a y a r a k y a n ı n d a getirdiği m u h a f ı z a d ö n d ü .

"Kırbaçlayın," dedi kısaca ve M e k â n ' m ana binasına döndü.


K a y ı p filika h a b e r i g e l d i ğ i n d e , a r a d a n bir s a a t b i l e g e ç m e -
mişti. Bıçakla kesilen halat, d u r u m u açıklıyordu. İki k a y ı p
k ö l e v e bir k a y ı p f i l i k a . H e r şey o r t a d a y d ı . B o r s a , yılın b u z a -
m a n ı ü s t ü a ç ı k bir f i l i k a i ç i n d e B e y a z F ı r t ı n a ' d a h a y a t t a k a l m a
i h t i m a l l e r i n i n ç o k d ü ş ü k o l d u ğ u n u d ü ş ü n d ü ; ö z e l l i k l e d e kıyı-
dayken.

Zira sanılanın aksine, kaçakların hayatta kalma şansla-


r ı a ç ı k d e n i z d e d a h a y ü k s e k t i . K ı y ı d a n ayrı l a m a d a n h e y b e t l i
r ü z g â r l a r l a şiddetli d a l g a l a r t a r a f ı n d a n s a v r u l a r a k o n k i l o m e t r e
b i l e g i d e m e d e n k a y a l a r a b i n d i r m e l e r i işten b i l e d e ğ i l d i .
"İsabet o l m u ş , " diye mırıldandı ve kuzeydeki dağ geçitlerini
a r a m a y a g ö n d e r i l e n d e v r i y e l e r i n geri ç a ğ r ı l m a l a n n ı e m r e t t i .
S o n r a k i s a a t l e r d e , iki k ö l e n i n bir filikaya b i n e r e k k a ç m a -
y a ç a l ı ş a n iki A r a l u e n l i h a k k i n d a f ı s ı l d a ş t ı k l a r i n i d u y d u E r a k .
Öğlen saatlerinde, d a ğ l a r d a k i a r a m a ekipleri geri d ö n d ü l e n
D e v r i y e l e r i n y o ğ u n kar ö r t ü s ü y l e ş a f a k t a n h e m e n s o n r a b a ş l a -
y a n k e s k i n r ü z g â r d a n k u r t u l d u k l a r ı için m e m n u n i y e t d u y d u k -
ları belli o l u y o r d u .

E r a k ' ı n içi r a h a t l a d ı . K a ç a k l a r , e n a z ı n d a n b a h a r a d e k g ü -
vendeydiler artık.

D o n a r a k ölmeden dağ kulübesini bulmayı başarabilirlerse


t a b i i , diye g e ç i r d i i ç i n d e n .
o n t s o m b r e Ş a t o s u ' n d a k i h a y a t , rutin bir d ü z e n e otur-
muştu.

Ev sahipleri Depamieux, gönülsüz konuklarıyla yalnızca


c a n ı i s t e d i ğ i n d e , o d a h a f t a d a bir y a d a iki k e z a k ş a m y e m e -
ğinde olmak üzere, görüşüyordu. Genellikle güçlerini açığa
ç ı k a r m a k üzere H a l t ' a kurduğu yeni tuzaklara denk geliyordu
bu görüşmeler.

B u n u n haricinde Araluenliler odalarında tutuluyor, silah-


larını ü s t l e r i n e d o ğ m i t a r a k k u l e d e n ö b e t b e k l e y e n bir düzi-
n e k a d a r n ö b e t ç i n i n ş ü p h e l i b a k ı ş l a r ı e ş l i ğ i n d e her g ü n ş a t o
a v l u s u n d a kısa bir s ü r e l i ğ i n e g e z i n m e l e r i n e izin v e r i l i y o r d u .
B i r k a ç k e z ş a t o d u v a r l a r ı n ı n dışına ç ı k ı p ü s t ü n d e b u l u n d u k l a r ı
platoyu gezip gezemeyeceklerini sormuşlardı.

N ö b e t ç i ç a v u ş u , bir d u v a r gibi s e s s i z k a l m ı ş t ı s o m l a r ı kar-


şısında; farklı bir c e v a p v e r m e s i n i d e b e k l e m i y o r l a r d ı z a t e n .
A m a y i n e d e sinirleri ç o k b o z u l m u ş t u .

Horace, Montsombre Ş a t o s u ' n u n merkezi kulesinin tepe-


sinde, teras b o y u n c a volta atıyordu.
B a c a k b a c a k ü s t ü n e a t m ı ş o l a n H a l t ise y a t a ğ ı n d a o t u r u y o r ,
Will için h a z ı r l a d ı ğ ı y e n i y a y a s o n şeklini v e r i y o r d u . G a l y a ' y a
ayak bastıkları günden bu yana o yayın ü s t ü n d e çalışıyordu.
D i k k a t l e t o p l a d ı ğ ı ç ı t a l a r ı , farklı ş e k i l l e r d e k i p a r ç a l a r ı üst ü s t e
getirmek üzere sıkıca y a p ı ş t ı n p birbirine b a ğ l a m ı ş ve oluştur-
duğu gövdeyi d ü z g ü n c e b ü k m ü ş t ü . A r d m d a n birbirinin kop-
y a s ı o l a n iki k ü ç ü k p a r ç a y ı , b ü k ü k a n a p a r ç a y l a ters d u r a c a k
şekilde yayın uçlarına eklemişti. İstediği eğimli gövde yapısını
bu şekilde elde etmişti.

M o n t s o m b r e ' a ilk v a r d ı k l a r ı n d a , D e p a m i e u x , H a l t ' u n ç a n -


t a s ı n d a k i p a r ç a l a n fark e t m i ş a m a o n l a r a e l k o y m a k için b i r
n e d e n göraıemişti. A t a c a k oku b u l u n m a y a n yarım y a m a l a k bir
yay, o n u n a ç ı s ı n d a n t e h d i t o l u ş t u r m u y o r d u .

Rüzgâr, kulelerin etrafından dolanıyor, taştan heykellerin


ç e v r e s i n d e ıslık ç a l a r a k y o l u n u b u l u y o r d u . T e r a s ı n a ş a ğ ı s ı n d a
i s e bir k a r g a ailesi, r ü z g â r ı a r k a s ı n a alıp h a v a d a s ü z ü l e r e k sert
kayadan duvarın içindeki yuvasına gidip geliyordu.

Kuşları izlerken H o r a c e ' i n hep midesi bulanırdı. Korku-


l u k t a n geri ç e k i l i p r ü z g â r d a n k o m n m a k için p e l e r i n i n e s ı k ı c a
sarındı. H a v a d a y a ğ m u r k o k u s u v a r d ı ; k u z e y d e ise r ü z g â r l a
beraber üstlerine gelen k o c a m a n bulut kümeleri göze çarpı-
y o r d u . M o n t s o m b r e ' d a bir b a ş k a ö ğ l e d e n s o n r a s ı y a ş a n ı y o r d u .
Altlarında u z a n m a k t a olan o r m a n , durgun ve cansızdı; bu yük-
s e k l i k t e n , p ü r ü z l ü bir halıyı a n d ı r ı y o r d u .

" N e y a p a c a ğ ı z . H a l t ? " d i y e s o r d u H o r a c e . H a l t , y a n ı t ver-


m e d e n ö n c e d u r a k s a d ı . K a r a r s ı z l ı k t a n değil, v e r e c e ğ i c e v a b ı n
g e n ç a r k a d a ş ı n a u y g u n l u ğ u n d a n e m i n o l a m a d ı ğ ı içindi b u .

"Bekleyeceğiz," dedi; H o r a c e ' m gözlerinde beliren hayal


kırıklığının f a r k ı n d a y d ı . O ğ l a n ı n D e p a m i e u x ile o l a n m e s e l e -
lerini h ı z l a h a l l e t m e k t e n y a n a o l d u ğ u n u b i l i y o r d u .
" A m a D e p a m i e u x insanlara işkence edip onları öldürüyor!
Ve biz de b u r a d a oturmuş, onu i z l i y o m z ! " dedi H o r a c e öfkey-
le. Yetenekli O r m a n M u h a f ı z ı ' n d a n d a h a f a z l a s ı n ı b e k l i y o r d u .

Bu zoraki hareketsizlik, H o r a c e ' ı çok üzüyordu. M o n t s o m -


b r e ' d a k i g ü n d e l i k h a y a t ı n getirdiği c a n sıkıntısı v e d ü ş kırık-
hklarıyla pek başa çıkamıyordu. Savaş eğitimi almıştı ve sa-
vaşmak istiyordu. Bir şeyler yapma dürtüsünü hissediyordu
i ç i n d e ; her n e o l u r s a . Gaddarlığından dolayı D e p a m i e u x ' y u
c e z a l a n d ı n u a k istiyordu. Alayh yorumlarını kara şövalyeye
yedirmek istiyordu.

En önemlisi de, M o n t s o m b r e ' d a n bir a n ö n c e k u r t u l u p ,


Will'i a r a m a k ü z e r e y o l a k o y u l m a k i s t i y o r d u .
Halt, H o r a c e bir p a r ç a sakinleşinceye k a d a r bekledi. " O , aynı
z a m a n d a bu ş a t o n u n da efendisi," diye yanıtladı tatlılıkla. "Ve
e m r i n d e elli a d a m ı var. İ k i m i z , o k a d a r a d a m l a b a ş a ç ı k a m a y ı z . "

Horace, korkuluğun köşesinden kopardığı k ü ç ü k bir taş


p a r ç a s ı n ı a ş a ğ ı y a fırlattı v e şato d u v a r ı n d a g ö z d e n k a y b o l u n -
c a y a d e k izledi.

" B i l i y o r u m , " d e d i ters ters, " a m a bir şeyler y a p a b i l m e m i z i


isterdim."

H a l t , b a ş ı n ı i ş i n d e n kaldırdı. Belli e t m e m e s i n e karşın, b u


d u m m onun canını H o r a c e ' d a n da çok sıkıyordu. Tek başına
olsa, şatodan kolayca kaçabilirdi. A n c a k H o r a c e ' ı yüzüstü bı-
rakamazdı. K e n d i s i n i bir s a d a k a t ç a t ı ş m a s ı n ı n o r t a s ı n d a b u l -
m u ş t u H a l t ; Will ile özverili bir ş e k i l d e a r k a d a ş ı n ı a r a m a k için
ona yardımcı olmayı tercih eden genç a d a m arasında gidip ge-
l i y o r d u aklı. K a ç m a s ı h a l i n d e D e p a m i u e x ' n u n H o r a c e ' a m e r -
h a m e t g ö s t e r m e y e c e ğ i n d e n emindi. Öte y a n d a n t ü m benliğiyle
yola koyulup kayıp çırağını aramayı da istiyordu. Gözlerini
y e n i d e n b i t i r m e k ü z e r e o l d u ğ u y a y a dikti; b u i ç ç a t ı ş m a l a r ı n ı n
sesine y a n s ı m a m a s ı n a özen gösteriyordu.
"Bir sonraki adımımız, korkarım ki ev sahibimize bağlı,"
dedi H o r a c e ' a . " B e n i nereye k o y a c a ğ ı n a karar veremiyor. O n a
bir f a y d a m o l u p o l m a y a c a ğ ı n ı b i l e m i y o r . V e e m i n o l a m a d ı ğ ı
için d e s a v u n m a y a çekiliyor. B u d a o n u tehlikeli kılıyor."

"O z a m a n d ö v ü ş m e k z o m n d a kalabiliriz yani, h a ? " diye


s o r d u H o r a c e , a m a H a l t ' u n tavrı k e s i n d i .
"Biraz rahatlamış olmasını tercih e d e r i m , " dedi. " B i z i m o
k a d a r d a tehlikeli o l m a d ı ğ ı m ı z ı , y a d a ilk b a ş t a s a n d ı ğ ı gibi,
işine o k a d a r d a y a r a m a y a c a ğ ı m ı z ı d ü ş ü n m e s i n i t e r c i h e d e r i m .
Benim hakkımda k a r a n m vermek üzere olduğunu hissediyo-
r a m . Ş u aşçı m e s e l e s i , ö n e m h bir s ı n a v d ı . "
Y a ğ m u m n ilk d a m l a l a r ı , t a ş l a r ı n ü z e r i n e d ü ş m e y e b a ş l a -
mıştı. B a ş m ı kaldıran H o r a c e , yalnızca birkaç dakika ö n c e çok
u z a k l a r d a y m ı ş gibi g ö r ü n e n b u l u t l a r ı n ş a t o n u n t e p e s i n e k a d a r
g e l m i ş o l d u ğ u n u , b i r a z d a ş a ş ı r a r a k fark etti.

"Sınav m ı ? " diye tekrarladı.


H a l t , y ü z ü n ü ekşitti. " B e n i m ne tepki vereceğimi m e r a k
ediyordu. Daha doğmsu, n e t e p k i verebileceğimi.
"Yani bir şey y a p m a d a n ö y l e c e o t u r d u n , öyle m i ? " diye sor-
d u H o r a c e v e söyler s ö y l e m e z d e p i ş m a n o l d u . A m a H a l t , o n u n
sözlerinden alınmamıştı. Oğlanın bakışlarım ciddiyetle karşı-
layarak sessizliğini k o m d u . Birkaç saniye sonra, bakışlarını
ö n ü n e indiren H o r a c e mırıldandı, "Affedersin, H a l t . "
Halt, özrü kabul ederek başını salladı. " Y a p a b i l e c e ğ i m pek
bir şey y o k t u , H o r a c e , " d i y e a ç ı k l a d ı n a z i k bir dille. " D e p a r -
n i e u x g e r g i n v e d i k e n ü s t ü n d e y k e n o l m a z . D ü ş m a n a karşı h a -
rekete geçilecek z a m a n değil, korkarım. Ö n ü m ü z d e k i birkaç
hafta b o y u n c a beni başka açılardan da deneyecektir."
B u k o n u , H o r a c e ' i n ilgisini ç e k m i ş t i . " S e n c e n e l e r p l a n l ı -
yordur?"
"Aynntısını bilemem," dedi Halt. "Ama dostumuz
Depamiuex'nun, sırf b e n i m t e p k i m i ö l ç m e k a d ı n a ö n ü m ü z e
birkaç tatsız y e m e k süreceğine b a h s e girerim." Eski O r m a n
M u h a f ı z ı , y ü z ü n ü y e n i d e n ekşitti. " İ ş i n aslı ş u ki, b e n t e p k i
v e r m e m e y e d e v a m ettikçe, o giderek rahatlayacak ve y a n ı m -
d a y k e n tetikte o l m a k t a n v a z g e ç e c e k . "

" S e n i n d e i s t e d i ğ i n b u m u ? " d i y e s o r d u H o r a c e . H a l t ' u n asıl


amacını yavaş yavaş anlamaya başlıyordu. Halt, acımasızca
gülümsedi.
" İ s t e d i ğ i m b u , " d e d i . T e p e d e k i k a r a b u l u t l a r a bir g ö z attı.
" S ı r ı l s ı k l a m o l m a d a n içeri gel a r t ı k . "

B i r a n d a b a s t ı r a n y a ğ m u r , r ü z g â r ı n d a etkisiyle bir s a a t b o -
j m n c a şakır şakır y a ğ d ı . Y a ğ m u r d a m l a l a n , ş a t o s a k i n l e r i n i n
tahta panjurlannı kapamayı unuttukları açık pencerelerden
içeri g i r e r e k ortalığı ı s l a t ı y o r d u .
K a r a n l ı k b a s m a d a n bir s a a t ö n c e , r ü z g â n n b u l u t l a r ı g ü n e y e
d o ğ m sürüklemesiyle birlikte y a ğ m u r da durdu ve güneş, dağı-
lan fırtına b u l u t l a n y l a h a r i k a bir m a n z a r a o l u ş t u r a r a k b a t ı d a n
b u m u n u uzattı.
Tutuklular, aşağıda k o p a n gürültü e s n a s ı n d a teraslarında
d u r m u ş , güneşin batışını izliyorlardı.
B i r atlı t e k b a ş ı n a a n a k a p ı d a d u r m u ş , d e v a s a p i r i n ç zili
çalıyordu. B i r ş ö v a l y e gibi g i y i n m i ş t i ; k ı l ı ç , m ı z r a k v e k a l -
kan taşıyordu. G e n ç biri o l d u ğ u a n l a ş ı l ı y o r d u ; muhtemelen
H o r a c e ' d a n y a l n ı z c a bir y a d a iki y a ş b ü y ü k t ü .

Kapıyı yumruklamayı keserek, ciğerlerinin t ü m gücüyle


bağırmaya başladı. G a l y a dilinde konuşuyor, daha doğrusu
b a ğ ı n y o r d u ; kulaklan " D e p a m i e u x " kelimesini yakalasa da,
s ö y l e n e n h i ç b i r şeyi a n l a m ı y o r d u H o r a c e .
" N e d i y o r ? " diye s o r d u . H a l t , ş ö v a l y e n i n s o n s ö z l e r i n i d u -
y a b i l m e k ü z e r e elini k a l d ı r ı p s u s t u r d u o n u .
" D e p a m i e u x ' y e meydan okuyor", dedi; garip şövalyenin
d e d i k l e r i n i d a h a iyi d u y a b i l m e k için b a ş ı n ı y a n a e ğ m i ş t i . H o -
r a c e , s a b ı r s ı z c a bir e l işareti y a p t ı .
"O kadarinı a n l a d ı m ! " dedi sertçe. "Peki, a m a n e d e n ? "
H a l t , eliyle o n u bir k e z d a h a s u s t u r d u ; g e n ç ş ö v a l y e b a ğ ı r -
m a y a d e v a m ediyordu. Sesi öfke doluydu, a n c a k r ü z g â n n için-
de kaybolan kelimeleri zorlukla duyuluyordu.

"Anladığım kadariyla," dedi Halt usulca, " d o s t u m u z D e -


p a m i e u x b u ç o c u k m a c e r a p e ş i n d e koşarken ailesini ö l d ü r m ü ş ;
G a l y a ' d a b u m a c e r a i ş i n e ç o k ö n e m verilir."
" N e l e r o l m u ş ? " H o r a c e t ü m hikâyeyi b i l m e k istiyordu. A n -
c a k O r m a n M u h a f ı z ı , y a l n ı z c a o m u z silkti.
" A n l a ş ı l a n o ki, D e p a m i e u x , a i l e n i n t o p r a k l a r ı n a g ö z k o y -
muş ve oğlanın anne babasını öldürmüş." Dinlemeye devam
ederek ekledi, " O l d u k ç a yaşlılarmış ve kendilerini savunacak
d u r a m d a değillermiş."
Horace homurdandı. "Tam da bizim tanıdığımız
D e p a m i e u x ' y e ö z g ü bir harelcet."

Y a b a n c ı , a n i d e n b a ğ ı r m a y ı k e s e r e k atını çevirdi v e k a p ı d a n
uzaklaşarak olacakları beklemeye başladı. Birkaç dakika bo-
y u n c a hiçbir şey o l m a d ı ; sanki H a l t v e H o r a c e d ı ş ı n d a o l a n
b i t e n i u m u r s a y a n y o k gibiydi. A m a h e m e n s o n r a s ı n d a k a l ı n
d u v a r d a k i bir k a p a ğ ı n a ç ı l m a s ı y l a , s i m s i y a h s a v a ş atı ü z e r i n -
d e k i k a r a zırhlı ş ö v a l y e o r t a y a çıktı.

Depamieux, diğer ş ö v a l y e n i n y ü z m e t r e yakınma kadar


geldi. G e n ç ş ö v a l y e m e y d a n o k u m a s ı n ı t e k r a r l a r k e n , karşılıklı
b a k ı ş ı y o r l a r d ı . H o r a c e ile H a h , D e p a m i e u x ' n u n a d a m l a r ı n ı n
y a k l a ş a n d ö v ü ş için k a l e d u v a r l a n n d a p o z i s y o n a l d ı k l a r ı n ı g ö -
rebiliyorlardı.

" A k b a b a l a r , " diye m ı r ı l d a n d ı H a l t .

K a r a zırhlı şövalye, y a b a n c ı y a c e v a p v e r m e d i . Y a l n ı z c a kal-


k a n ı n ı n u c u n u kaldırıp m i ğ f e r i n i n siperliğini kapattı. R a k i b i n e
g e r e k e n m e s a j ı vermişti. G e n ç ş ö v a l y e , siperliğini sertçe k a p a -
t a r a k savaş atını m a h m u z l a d ı . D e p a m i e u x d e h a r e k e t l e n d i v e
m ı z r a k l a r ı n ı k a l d ı r a r a k birbirlerine d o ğ m a t s ü r m e y e başladılar.

Halt ile H o r a c e , g e n ç a d a m ı n p e k de yetenekli bir d ö v ü ş ç ü


o l m a d ı ğ ı n ı görebiliyorlardı. A t m sırtında bir g a r i p o t u m y o r d u ;
k a l k a n ı y l a m ı z r a ğ ı n ı d a yanlış yerleştirmişti. D e p a m i e u x ise,
t a m tersine n e y a p t ı ğ ı n ı b i l e n , k o r k u t u c u bir g ö r ü n t ü ç i z i y o r d u .

" D u r u m u p e k d e iyi g ö r ü n m ü y o r , " d e d i H o r a c e e n d i ş e l i bir


sesle.
Şövalyeler, şato d u v a r l a n n d a y a n k ı l a n a n bir tangırtıyla ç a r p ı ş -
tılar. G e n ç ş ö v a l y e n i n yanlış açıyla t u t t u ğ u m ı z r a ğ ı , p a r a m p a r ç a
o l m u ş t u . D e p a m i u e x ' n u n m ı z r a ğ ı ise, o ğ l a n ı n k a l k a n ı n a sertçe
çarpmış ve dengesini kaybetaiesine neden olmuşüı. A n c a k D e -
p a m i e u x d e t u h a f bir b i ç i m d e m ı z r a ğ ı ü z e r i n d e k i h â k i m i y e t i n i
kaybetmişti. Tekrar karşılaşmak üzere dönerlerken, arkadaki
ç i m l e r e düştü m ı z r a k . H o r a c e , bir a n için u m u t l a n d ı .

"Yaralandı!" dedi heyecanla. " B u da bir şeydir!"

H a l t ise k a ş l a n m ç a t m ı ş , b a ş ı n ı iki y a n a s a l l ı y o r d u .

" H i ç s a n m ı y o m m , " dedi. " B u r a d a bir şeyler d ö n ü y o r . "

Z ı r h l ı şövalyeler, g e n i ş k ı l ı ç l a n n ı ç e k e r e k bir k e z d a h a bir-


b i r l e r i n e h ü c u m ettiler. Sert bir ç a r p ı ş m a y a ş a n d ı . D e p a m i e u x ,
g e l e n d a r b e y i k a l k a n ı y l a k a r ş ı l a d ı . Bir y a n d a n d a kılıcını raki-
b i n i n m i ğ f e r i n e v u r m u ş , g e n ç a d a m ı n d e n g e s i n i bir k e z d a h a
bozmuştu.

Şövalyeler dövüşü k a z a n m a n ı n yollarım ararlarken, savaş


atları d a ö f k e y l e k i ş n e y e r e k a l a n d a d ö r t d ö n ü y o r d u . K ı l ı ç l a r ,
bir k e z d a h a ç a r p ı ş t ı ; D e p a m i u e x ' n u n adamları lordlarının
v u r d u ğ u her d a r b e d e t e z a h ü r a t y a p ı y o r d u .

" N e y a p ı y o r ? " diye s o r d u H o r a c e ; a z ö n c e k i h e y e c a n ı k a y -


b o l m u ş t u , "ilk v u m ş t a n s o n r a bitirebilirdi i ş i n i ! " O l a n b i t e n i n
f a r k ı n a v a r ı n c a , tiksintiyle d o l d u sesi. " Ç o c u k l a o y u n o y n u -
yor!"

A ş a ğ ı d a ise, k ı l ı ç l a n n ç ı n l a m a s ı d e v a m e d i y o r , a r a sıra kal-


k a n l a r d a n g e l e n b o ğ u k tıngırtılar d u y u l u y o r d u . H a l t v e H o r a c e
gibi R e d m o n t Ş a t o s u ' n d a b i r ç o k t u m u v a i z l e m i ş o l a n t e c r ü b e l i
izleyiciler, D e p a m i u e x ' n u n g e r ç e k g ü c ü n ü o r t a y a k o y m a d ı ğ ı m
anlayabiliyOllardı. A n c a k ş ö v a l y e n i n a d a m l a r ı n ı n b u g e r ç e k -
t e n h a b e r l e r i y o k t u . B u tür d ü e l l o l a r h a k k ı n d a fazla bilgi s a h i b i
o l m a y a n köylülerdi sonuçta. D e p a m i u e x ' n u n her d a r b e s i n d e
tezahürat y a p m a y a devam ediyorlardı.
" D e p a m i e u x tribünlere oynuyor," dedi Halt, kale duvarlan-
n a s ı r a l a n m ı ş a d a m l a n g ö s t e r e r e k . " R a k i b i n i o l d u ğ u n d a n iyiy-
m i ş gibi g ö s t e r i y o r . "

H o r a c e , başını salladı. D ö v ü ş ü bu kadar u z a t a r a k a c ı m a s ı z


k a r a k t e r i n i bir k e z d a h a o r t a y a k o y u y o r d u D e p a m i e u x . O y s a
g e n ç ş ö v a l y e y l e d a l g a g e ç m e d e n , o n a a c ı s ı z bir ö l ü m b a h ş e t -
mesi gerekirdi.

" D o m u z u n teki b u a d a m , " d e d i a l ç a k sesle. D e p a m i u e x ' n u n


d a v r a n ı ş l a r ı , ş ö v a l y e l i ğ i n H o r a c e için ç o k b ü y ü k a n l a m i f a d e
e d e n t ü m ö ğ r e t i l e r i n e karşı ç ı k ı y o r d u . H a l t , b a ş ı y l a o n a y l a d ı .

"Bunu zaten biliyorduk. Ç o c u ğ u şöhretini artırmak için


kullanıyor."

Horace, anlamadım dercesine bakınca, açıklamaya devam


etti.

"İnsanlara onların korkusunu kullanarak hükmediyor.


A d a m l a n üzerindeki nüfuzu, ondan ne kadar korktuklanna
b a ğ l ı . V e b u k o r k u y u sürekli t a z e l e m e s i g e r e k i y o r . A z a l m a -
s ı n a a s l a izin v e r e m e z . R a k i b i n i o n d a n i y i y m i ş gibi g ö s t e r e -
rek, k e n d i n c e b ü y ü k bir s a v a ş ç ı o l d u ğ u n u i s p a t e d i y o r işte. V e
m a a l e s e f , " d i y e k ü ç ü m s e y e r e k k a l e d u v a r l a r ı n ı işaret etti, " b u
a d a m l a n n kafası da o kadar çahşıyor."

D e p a m i e u x , d ö v ü ş ü y e t e r i n c e u z a t t ı ğ ı n a k a r a r v e r m i ş gibi
d u m y o r d u . Araluenliler, a d a m ı n darbelerinin hızlanıp güçlen-
diğini fark ettiler. G e n ç ş ö v a l y e , h a m l e l e r k a r ş ı s ı n d a s a r s ı l a r a k
geri ç e k i l i y o r d u . A n c a k k a r a zırhlı ş ö v a l y e , a c ı m a s ı z c a r a k i b i -
nin üzerine gidiyordu; kılıcına, kalkanına ve miğferine darbe
ü s t ü n e d a r b e i n d i r i y o r d u o ğ l a n ı n . D e p a m i u e x ' n u n kılıcı, n i h a -
yet r a k i b i n i n b o y n u n u k o m y a n z i n c i r d e n z ı r h t a s a v ı m m a s ı z bir
n o k t a b u l d u ğ u n d a , b o ğ u k bir ses d u y u l d u .
K a r a ş ö v a l y e , ö l d ü r ü c ü bir v u r u ş y a p m ı ş o l d u ğ u n u n f a r k ı n -
d a y d ı . Y ü z ü n d e k i k ü ç ü m s e m e d o l u i f a d e y l e atını ş a t o n u n k a -
p ı l a n n a d o ğ r u s ü r d ü ; bir k e z o l s u n a r k a s ı n a d ö n ü p a t sırtında
k ı v r a n a n r a k i b i n e b a k m a m ı ş t ı . Yaralı ş ö v a l y e y e r e d e v r i l i p h a -
reketsiz kalırken, kale surlan da tezahüratlarla inliyordu. K a p ı ,
galibin arkasından gürültüyle kapandı.

H a l t , d ü ş ü n c e l i bir i f a d e y l e s a k a l ı m s ı v a z l a y a r a k " L o r d D e -
p a m i e u x ile s o m n u m u z u çözecek anahtarı bulduk sanırım,"
dedi.
OTUZ BÎR

E vanlyn, kuşluk vakti uyandı a m a saatin kaç o l d u ğ u n u


bilemiyordu.
G ü n e ş , a l ç a k kar b u l u t l a r ı n ı n a r k a s ı n a s a k l a n m ı ş t ı . Işık o
k a d a r s o l u k v e d a ğ ı n ı k t ı ki, h e m a y n ı a n d a her y ö n d e n geliyor,
h e m d e h i ç b i r y ö n d e n g e l m i y o r m u ş gibi d u r u y o r d u . E v a n i y n ' i n
tek bildiği, gecenin sona ermiş olduğuydu.

T u t u l a n k a s l a r ı n ı g e v ş e t e r e k e t r a f ı n a b a k ı n d ı . Will d e u y a n -
mış ve doğrulmuştu. Saatlerdir o k o n u m d a oturuyor da olabi-
lirdi, E v a n i y n ' d e n b i r k a ç s a n i y e ö n c e u y a n m ı ş d a . B u n u b i l -
m e n i n bir y o l u y o k t u . A r d ı n a d e k a ç t ı ğ ı g ö z l e r i y l e o t u r m u ş ,
ileri geri s a l l a n a r a k ö n ü n e b a k ı y o r d u .

Onu o halde görmek, Evanlyn'in yüreğini parçalıyordu.


K ı z m k ı p ı r d a n d ı ğ ı n ı fark e d e n m i d i l l i d e a y a ğ a k a l k m a y a
başlamıştı. Evanlyn, e l i n d e n t u t t u ğ u Will'i y a n m a çekerek
d o ğ r u l m a s ı için h a y v a n a yer a ç t ı . T o y n a k l a r ı n ı bir iki k e z y e r e
v u r a n m i n i k at, silkinerek gürültüyle h o m u r d a n d ı ; ağzından
ç ı k a n b u h a r , b u z gibi h a v a y a y ü k s e l i y o r d u .

K a r yağışı geceleyin ağacın altında barındıkları çukura


u z a n a n t ü m izleri s i l m i ş t i . Y e n i d e n p a t i k a y a ç ı k m a k t a z o r l a n a -
cağız, diye d ü ş ü n d ü E v a n i y n , a m a e n a z ı n d a n dinlenmişlerdi.
Y e m e k y e m e f i k r i n i - ç a n t a n ı n i ç i n d e bir m i k t a r y i y e c e k d e var-
dı- ilerlemek ve mesafeyi biraz d a h a a ç m a k adına uzaklaştırdı
a k l ı n d a n . A r a m a e k i p l e r i n i n B o r s a t a r a f ı n d a n ç o k t a n geri ç a ğ -
rıldıklarını bilmiyordu.

B o ş m i d e y l e b i r k a ç s a a t d a h a i d a r e e d e b i l e c e ğ i n e k a r a r ver-
di, y a l n ı z dilini d a m a ğ ı n ı k u r u t a n s u s u z l u ğ u n u n ö n ü n e g e ç -
mesi gerekiyordu. Bir a v u ç k a n a ğ z ı n a g ö t ü r d ü v e e r i m e s i n i
b e k l e m e y e b a ş l a d ı . B i r iki a v u ç d a h a attı a ğ z ı n a ; kar eridik-
çe ortaya ç o k az su çıkıyordu. Will'e de bu şekilde su içmeyi
ö ğ r e t m e k g e ç t i a k l ı n d a n , a m a b i r d e n b i r e y o l a k o y u l m a k için
k a r ş ı k o n u l m a z bir istek d u y m a y a b a ş l a m ı ş t ı . E ğ e r s u s a d ı y s a ,
d i y e d ü ş ü n d ü , n e y a p a c a ğ ı m k e n d i k e n d i n e d e bulabilir.

E y e r i y e n i d e n m i d i l l i n i n sırtına g e ç i r i p , k a y ı ş l a r ı e l i n d e n
g e l d i ğ i n c e sıkı b a ğ l a d ı . T ü r ü n ü n zeki b i r ö r n e ğ i o l a n m i d i l l i ,
n e f e s v e r d i ğ i n d e k a y ı ş l a r ı n g e v ş e m e s i için i ç i n e h a v a ç e k e r e k
kamını şişirmeye çalışıyordu. A n c a k Evaniyn, o n bir y a ş ı n -
dayken öğrenmişti bu numarayı. Dizini midillinin böğrüne
nazikçe geçirerek, yuttuğu havanın çıkmasını sağladı; hayvan-
cağız o l d u ğ u yerde kasıhrken, kayışları sıkıca bağlamıştı bile.
Midilli, sitemkâr bakışlarım kıza çevirse de kaderini kabullen-
m i ş gibi d u m y o r d u .

Bellerine dek gelen karni içinden geçerek ağacın altından


ç ı k m a y a ç a l ı ş ı r l a r k e n . Will m i d i l l i y e b i n m e k ü z e r e h a r e k e t l e n -
di. E v a n i y n o n u d u r d u r a p elini k a l d ı r a r a k n a z i k ç e , " H a y ı r , "
dedi. M i d i l l i y e i h t i y a ç l a n v a r d ı v e Will d e çuguna g ö r e
s ı c a k l ı ğ ı n d a sıkıntısız g e ç e n bir g e c e n i n a r d i n d a n d i n l e n m i ş -
ti. A t a b i n m e s i n e ilerleyen s a a t l e r d e izin v e r e b i l i r d i . O ğ l a n ı n
kuvvetinin yerinde olmadığını biliyordu Evanlyn. A m a bir
süre y ü r ü y e b i l i r d i . B ö y l e c e m i n i k atın g ü c ü n ü h a r c a m a m ı ş
olacaklardı.

Yürümenin biraz daha kolay olduğu patikaya varmaları,


b e ş d a k i k a l ı k z o r l u bir m ü c a d e l e g e r e k t i r m i ş t i . N e f e s n e f e s e
v e k a n ter i ç i n d e k a l a n E v a n l y n , inatçı bir i f a d e y l e y o k u ş y u -
karı i l e r l e m e y e b a ş l a d ı .

Midilli ağır adımlar atarak sabırla arkasından geliyor.


Will ise h e m e n s a ğ ı n d a y ü r ü y o r d u . O ğ l a n ı n d ü z e n l i iniltile-
r i E v a n i y n ' i n c a n ı n ı s ı k s a d a , aldırış e t m e m e y e ç a l ı ş ı y o r d u .
H a l l a s h o l m ' d a n a y r ı l m a l a r ı n ı n a r d ı n d a n , W i l l ' i n artık b u illet-
ten t a m a m e n k u r t u l a c a ğ ı g ü n ü n h a y a l i y l e y a ş ı y o r d u .

Ne yazık ki o günün gelmesine daha çok vardı. Karlı patika


üzerindeki birkaç saatlik zahmetli yürüyüşün ardından, aniden
ö n ü n e g e ç i l e m e z bir t i t r e m e n ö b e t i n e y a k a l a n d ı Will.

Yere devrilip g ö ğ s ü n e çektiği dizleriyle k a r ı n i ç i n d e ç a r e -


s i z c e y u v a r l a n ı y o r , dişleri takırdıyor, t i t r e m e l e r l e s a r s ı l a n v ü -
c u d u bir k ö r ü k gibi inip k a l k ı y o r d u . Bir eli f a y d a s ı z c a karları
d ö v e r k e n diğeriyle a ğ z ı n ı sıkıca k a p a t m ı ş t ı . E v a n l y n , o ğ l a n ı n
r u h u n d a n k o p u p g e l e n tüyler ü r p e r t i c i feryatları k o r k u y l a d i n -
liyordu.

D i z l e r i n i n ü z e r i n e ç ö k ü p s a n i d ı ğ ı Will ile k o n u ş a r a k o n u
y a t ı ş t ı r m a y a çalıştı. A m a kızın e l i n d e n k u r t u l a n o ğ l a n , y e n i -
den çırpınmaya başlamıştı; Evanlyn, Erak'ın çantaya koymuş
o l d u ğ u s ı c a k o t u n u k u l l a n m a k t a n b a ş k a ç a r e s i o l m a d ı ğ ı n ı fark
etti. S ı c a k kıyafet v e b a t t a n i y e a r a r k e n g ö z ü n e ç a r p m ı ş t ı k ü -
ç ü k p a k e t . B i r k a ç p a r ç a k u r u y a p r a k , yağlı b i r k e s e n i n i ç i n e
konmuştu. K o n t E r a k o n u , Will'in s ı c a k o t u n d a n öyle h e m e n
k u r t u l a m a y a c a ğ ı n a dair u y a r m ı ş t ı . F i z i k s e l bir b a ğ ı m l ı l ı k s ö z
k o n u s u o l d u ğ u için, W i l l ' i n b ü n y e s i a c ı l a r i ç i n d e s ı c a k o t u n u
arıyordu.

Oğlanın bu illetten y a v a ş y a v a ş kurtulacağını söylemişti


Erak; kendine gelinceye kadar giderek azalan dozlarda alması
gerekiyordu sıcakotunu.

Evanlyn, E r a k ' i n haksız çıkmasını u m m u ş t u . Her sıcakotu


seansının Will'in sağlığına k a v u ş m a s ı n ı geciktirdiğini biliyor
v e b u n u n bir a n d a k e s i l m e s i h a l i n d e o ğ l a n ı n ç e k t i ğ i a c ı l a r ı n
üstesinden gelebileceğini ümit ediyordu.

A m a ş u haliyle o ğ l a n a y a r d ı m e d e b i l e c e k d u r u m d a d e ğ i l d i
v e g ö n ü l s ü z c e d e o l s a , k ü ç ü k bir s ı c a k o t u s e a n s ı n a izin ver-
m e k z o r u n d a k a l d ı ; k e s e y i y e r i n e k o y a r k e n Will'in g ö r m e m e s i
için v ü c u d u n u a r a y a s o k m a y ı i h m a l e t m e d i .

Will, gri renkli y a p r a k l a r i i n s a n ı d e h ş e t e d ü ş ü r e n b i r a ç l ı k -


l a k a b u l etti. D o n u k b a k a n g ö z l e r i n d e ilk k e z bir i f a d e g ö r ü -
lüyordu. Dikkatini t a m a m e n sıcakotuna vermişti ve Evaniyn,
a r k a d a ş ı n ı n artık t a m a m e n b u o t t a r a f ı n d a n y ö n e t i l m e k t e o l d u -
ğ u n u fark etti. B i r z a m a n l a r c a n l ı , hevesli bir yol a r k a d a ş ı o l a n
Will'i yaşlı g ö z l e r l e s e s s i z c e izledi. B o r s a ile b u n a n e d e n o l a n
diğer S k a n d i y a l ı l a r ' m , i n a n d ı k l a r ı c e h e n n e m her n e r e s i y s e , di-
b i n e k a d a r y o l l a r ı var, diye d ü ş ü n d ü .

O r m a n M u h a f ı z ı ç ı r a ğ ı , a z s a y ı d a k i y a p r a ğ ı a ğ z ı n a tıktı v e
y a n a ğ ı n a sıkıştırıp t ü k ü r ü ğ ü y l e ıslattı. B i r süre s o m a t i t r e m e
n ö b e t l e r i a z a l d ı v e o ğ l a n , y o l u n y a n i n a ç ö k e r e k ileri geri sal-
l a n m a y a , kıstığı g ö z l e r i y l e acı d o l u d ü n y a s ı n d a i n l e m e y e b a ş -
ladı u s u l c a .

M i d i l l i , o l a n b i t e n l e r i i l g i s i z c e izliyor, ara sıra k a r i n i ç i n d e


k e n d i n e bir d e l i k a ç a r a k a ç ı ğ a ç ı k a n s e y r e k ç i m l e r i k e m i r i y o r -
du. E v a n l y n nihayet Will'in elinden tutarak karşı k o y m a y a n
oğlanı ayağa kaldırdı.
" H a y d i b a k a l ı m , Will," d e d i k e y i f s i z b i r s e s l e . " D a h a ö n ü -
m ü z d e u z u n bir y o l var."

K e l i m e l e r a ğ z ı n d a n ç ı k a r k e n , avcı k u l ü b e s i n d e n ç o k d a h a
uzak mesafeleri kastettiğinin farkındaydı.
A l ç a k bir s e s l e k e n d i k e n d i n e m ı r ı l d a n a n Will, y o l u n b a ş ı n ı
çeken Evaniyn'i takip etmeye başladı.

Evanlyn kulübeyi bulduğunda, hava k a r a r m a k üzereydi.


E r a k ' m o n a e z b e r l e t m i ş o l d u ğ u t a r i f e u y d u ğ u h a l d e , farkı-
n a v a r m a d a n iki k e z y a n ı n d a n g e ç m i ş t i k u l ü b e n i n . Y ı l d ı r ı m
ç a r p m ı ş ç a m ağacının yüz a d ı m ötesinden sola ayrılan yol, yüz
m e t r e b o y u n c a a ş a ğ ı i n e n v e s o n r a y e n i d e n y ü k s e l e n dar bir
o y u k v e m i n i k d e r e n i n k a r ş ı s ı n d a k i sığ n e h i r g e ç i d i n i t a k i p et-
mesi gerekiyordu.

B u n i r e n g i n o k t a l a r i n k a f a s ı n d a n sayıyor, ağaçlarrin ü z e r i n -
d e n etrafı s a r m a k t a o l a n k a r a n l ı ğ ı n i ç i n d e n y o l u n u b u l m a y a
ç a l ı ş ı y o r d u . A n c a k o r t a l ı k t a k u l ü b e y e d a i r h i ç b i r işaret y o k t u .
S o n u n d a k u l ü b e n i n d ı ş a r ı d a n k u l ü b e gibi g ö r ü n m e y e c e ğ i
g e r ç e ğ i d a n k etti k a f a s ı n a . Ü z e r i tabii k i k a r l a k a p l ı o l m a l ı y d ı .
Bu basit gerçeği kavradığı an, on metre ötesindeki geniş t ü m -
sek ç e k t i d i k k a t i n i . M i d i l l i n i n d i z g i n l e r i n i b ı r a k ı p ö n e atıldı v e
elleriyle y o k l a y a r a k d u v a r l a r ı , e ğ i m l i çatıyı v e k u l ü b e n i n kar
t a r a f i n d a n g i z l e n m i ş sivri k ö ş e l e r i n i b u l d u .
G e n i ş t ü m s e ğ i n e t r a f m d a n d o l a n d ı ğ m d a , Iculübenin otelci
t a r a f m m b i r a z d a h a a ç ı k t a o l d u ğ u n u fark etti; k a p ı ile t a h t a
p a n j u r l u k ü ç ü k p e n c e r e a ç ı k ç a g ö r ü l e b i l i y o r d u . K a p ı n ı n kasıtlı
bir ş e k i l d e a r k a t a r a f a k o n d u ğ u n u d ü ş ü n d ü . Ş i d d e t l i r ü z g â r l a r ı n
estiği k u z e y y ö n ü n e k a p ı a ç m a k , y a l n ı z c a a k ı l s ı z bir m i m a r ı n
y a p a c a ğ ı işti.

R a h a t bir nefes alan E v a n l y n , geri d ö n e r e k midillinin dizgin-


lerini y a k a l a d ı . Yetersiz iradesi saatler ö n c e t ü k e n m i ş o l a n Will,
bir kez d a h a hayvanın sırtına t ı r m a n a r a k a l ç a k sesle i n l e m e y e
b a ş l a m ı ş t ı . E v a n i y n , midilliyi girişin bitişiğindeki m i n i k v e r a n d a -
ya g ö t ü r ü p dizginleri yerdeki direğe geçirdi. Belki de g e r e k y o k
b u n a , diye d ü ş ü n d ü . Midilli ş i m d i y e d e k k a ç m a y a ç a h ş m a m ı ş t ı
a m a tedbirli d a v r a n m a k t a n d a bir zarar g e l m e z d i . A l a c a k a r a n l ı k t a
bir d e midilliyle binicisinin p e ş i n d e n k o ş m a k l a u ğ r a ş a m a z d ı .

Dizginlerin sıkıca bağlı o l d u ğ u n d a n emin olduktan sonra


eğreti k a p ı y ı açtı ve k u l ü b e n i n i ç i n e a d ı m ı n ı attı.

T e k o d a l ı k ü ç ü k bir y e r d i b u r a s ı ; h e m e n o r t a s ı n d a k a b a bir
m a s a v e her iki t a r a f t a d a ikişer sıra d u r u y o r d u . A r k a d u v a -
rın k e n a r ı n a , i ç i n d e hasır k a p l ı d ö ş e k b e n z e r i bir n e s n e n i n b u -
l u n d u ğ u a h ş a p bir k a r y o l a y e r l e ş t i r i l m i ş t i . İ ç e r i s i n e m v e k ü f
k o k u y o r d u . E v a n i y n bir a n için b u r n u n u t ı k a d ı ; b a t ı d u v a r ı n ı
k a p l a y a n taş ş ö m i n e y i y a k m a s ı h a l i n d e , k o k u l a r ı n ö n ü n e g e ç e -
b i l e c e ğ i geldi a k l ı n a .

Ş ö m i n e n i n y a n ı n a , ç a k m a k t a ş ı v e k a v l a bir m i k t a r o d u n is-
tiflenmişti.

K ı z , b i r k a ç d a k i k a u ğ r a ş a r a k ateş yaktı. N e ş e l i çıtırtılarla


k u l ü b e n i n içini k a p l a y a n titrek sarı ışıklar, m o r a l i n i y e r i n e g e -
tirmişti.
K i l e r gibi d u r a n b ö l m e d e bir m i k t a r u n , k u r u e t v e f a s u l y e
buldu. M i n i k hayvanlarca didiklendikleri anlaşılıyordu a m a
E v a n i y n ' e k a l ı r s a , e l d e k i e r z a k l a t a h m i n e n bir y a d a iki a y i d a -
re edebilirlerdi. Ö ğ ü n l e r i b i r e r ziyafeti a n d ı r m a y a c a k t ı b e l k i ,
a m a en azından hayatta kalmalarını sağlayacaktı.

H e l e k i Will s ı c a k o t u n d a n k u r t u l u p eski y e t e n e k l e r i n e k a -
v u ş u r s a . . . Z i r a k a p ı n ı n a r k a s ı n d a asılı d u r a n k ü ç ü k avcı y a y ı y -
l a deri o k kılıfını g ö r e b i l i y o r d u E v a n l y n . K a r a k ı ş ı n o r t a s ı n d a
b i l e a v l a n a c a k b i r k a ç kar t a v ş a n ı b u l u n u r d u . M e v c u t e r z a k l a r ı -
n a bir d e a v l a d ı k l a r ı h a y v a n l a r e k l e n e b i l i r s e , ç o k iyi o l u r d u .

O l m a z s a da; eh ne yapalım. En azından özgürlerdi ve


Will'in sıcakotu b a ğ ı m l ı h ğ ı m sona erdirme şansları vardı. D i -
ğer s o r u n l a r l a d a k a r ş ı l a ş t ı ğ ı z a m a n y ü z l e ş i r d i artık.
K u l ü b e n i n içi g i d e r e k ı s ı n ı y o r d u ; E v a n l y n dışarı ç ı k a r a k
W i l l ' e y e r e i n m e s i n i işaret etti. Will i n d i ğ i n d e , m i d i l l i n i n g ö -
r ü n t ü s ü k a r ş ı s ı n d a k a ş l a r ı n ı çattı. Hayvanın dışarıda kalama-
y a c a ğ ı n ı fark e t m i ş t i . B u n u n l a b i r l i k t e , t e k o d a l ı k u l ü b e y i b ü -
t ü n kış o n u n l a p a y l a ş m a f i k r i d e k u l a ğ a hiç ç e k i c i g e l m i y o r d u .
B i r ö n c e k i g e c e , her n e k a d a r h a y v a n ı n d o ğ a l s ı c a k l ı ğ ı n a m i n -
nettar kalmış olsa da, havayı dolduran kötü kokular, b u r n u n u n
d i r e ğ i n i kırmıştı.

Will'e kapıda beklemesini söyleyerek, kulübenin yan tara-


fına g e ç t i v e a r a d ı ğ ı n ı o r a d a b u l d u .

K u l ü b e n i n h e m e n a r k a s ı n d a k ü ç ü k bir yer b u l u n u y o r d u . Bir


tarafı açıktı b e l k i a m a m i d i l l i y e kış b o y u n c a b a r ı n a k s a ğ l a y a b i -
l e c e k d u r u m d a y d ı . D e m i r çivilere b a z ı b a s i t alet e d e v a t ı n y a n ı
sıra, e s k i m i ş k o ş u m t a k ı m l a n v e k a y ı ş l a r a s ı l ı y d ı . B u r a n ı n bir
ahır o l a r a k t a s a r l a n d ı ğ ı belli o l u y o r d u .
B u r a n ı n E v a n i y n ' i ç o k m e m n u n e d e n bir ö z e l l i ğ i d a h a var-
dı. D ı ş d u v a n n a ç o k s a y ı d a o d u n istiflenmişti. K u l ü b e d e k i bir-
kaç p a r ç a y a k a c a k bittiğinde ne yapacağını kara kara düşünen
E v a n i y n , b ö y l e c e d e r i n bir n e f e s aldı.
A h ı r a g e t i r d i ğ i m i d i l l i n i n eyerini v e b a ş l ı ğ ı n ı ç ı k a r d ı . İ ç e r i -
d e bir y e m t e k n e s i y l e a z m i k t a r d a a r p a d a v a r d ı ; h a y v a n ı n b e s -
l e n m e s i n e izin v e r d i . M i d i l l i , a r p a y ı keyifle m i d e s i n e indiriyor,
a t l a r a ö z g ü u y s a l h a r e k e t l e r l e dişlerini b i r b i r i n e s ü r t ü y o r d u .

M i d i l l i y e v e r e c e k suyu y o k t u a m a E v a n i y n , h a y v a n ı n g ü n
b o y u n c a karları y a l a d ı ğ ı n a şahit o l m u ş v e bir ç ö z ü m b u l u n -
c a y a d e k b u ş e k i l d e i d a r e e d e b i l e c e ğ i n e ikna o l m u ş t u . A h ı r d a
bulunan az miktarda arpa, bahara kadar yetmeyecekti ve şu an
daha ç o k y e m e k meselesiyle m e ş g u l d ü kafası. Acil ç ö z ü m bu-
l a m a y a c a ğ ı sıkıntıları k e n d i s i n e dert e t m e m e y e k a r a r v e r d i .

" S o n r a d ü ş ü n ü r ü z , " d e d i k e n d i k e n d i n e v e k u l ü b e y e geri


döndü.
N e y s e k i Will, içeri girip a t e ş e y a k ı n s ı r a l a r d a n b i r i n e otur-
m a y ı akıl e d e b i l m i ş t i . E v a n i y n , b u n u iyiye işaret o l a r a k algı-
ladı v e E r a k ' m y a n l a r ı n a v e r m i ş o l d u ğ u e r z a k ı n a r t ı k l a r ı n d a n
b a s i t bir y e m e k h a z ı r l a m a y a k o y u l d u .

Ş ö m i n e n i n ü z e r i n d e k i k o l a asılı d u r a n eski p ü s k ü t e n c e r e y i
a ğ z ı n a d e k k a r l a d o l d u r a r a k y e r i n e astı v e k o l u ç e k e r e k t e n c e -
reyi a l e v l e r i n ü z e r i n e u z a t t ı . E r i y e n kar s o n u c u o r t a y a ç ı k a n su,
yavaş yavaş k a y n a m a y a başladı. Kilerdeyken içinde çay yap-
r a k l a r ı n ı a n d ı r a n bir şeyler b u l u n a n k ü ç ü k bir k u t u g ö r m ü ş t ü .
Soğuk ve nemin etkisinden t a m a m e n kurtulmamızı sağlayacak
s ı c a k bir şeyler i ç e b i l e c e ğ i z e n a z ı n d a n , diye d ü ş ü n d ü .

Önüne konan yemeği ifadesizce ç i ğ n e y e n Will'e gülüm-


sedi. T u h a f bir i y i m s e r l i k v a r d ı ü z e r i n d e . B a k ı ş l a r ı n ı , bir k e z
d a h a k u l ü b e n i n i ç i n e çevirdi. D ı ş a n d a h a v a k a r a r m ı ş t ı artık
v e y a l n ı z c a ş ö m i n e d e n ç ı k a n titrek a m a tatlı alevler s a y e s i n d e
a y d ı n l a n ı y o r l a r d ı . B u ışıkta k u l ü b e , bir ş e k i l d e g ü v e n l i v e h o ş
g ö r ü n ü y o r d u ; a l e v l e r d e n ç ı k a n ısıyla d u m a n k o k u s u , t a h m i n
ettiği gibi, o d a y a ilk g i r d i ğ i n d e ortalığı k a p l a y a n n e m v e k ü f
kokulannı bastırmıştı.

" E h , " d e d i , " k ü ç ü k bir yer, a m a i d a r e e d e r i ş t e . "

Y ü z l e r c e k i l o m e t r e g ü n e y d e k i H a l t ile a y n ı s ö z l e r i s ö y l e d i -
ğinden haberi yoktu.
OTUZ İKİ

M u h a f ı z k o m u t a n ı n ı n , t e k taraflı d ü e l l o y u t a k i p e d e n g ü -
nün a k ş a m ı n a doğru yanlarına gelip D e p a m i u e x ' n u n
onları o gece y e m e k salonunda beklediğini söylemesi, Halt
ile H o r a c e ' ı p e k d e ş a ş ı r t m a m ı ş t ı . B i r d a v e t d e ğ i l , e m i r d i b u .
H a l t ' u n d a bir d a v e t e k a t ı l ı y o r m u ş gibi d a v r a n m a y a niyeti
yoktu. Ç a v u ş u n söylediklerini d u y m a z d a n gelerek, bakışlarını
k u l e n i n p e n c e r e s i n e ç e v i r d i . Ç a v u ş , o n u n b u tavrını u m u r s a -
m a z bir i f a d e y l e k a r ş ı l a d ı . A r k a s ı n ı d ö n e r e k y e m e k s a l o n u n a
açılan döner merdivenin tepesindeki nöbetine döndü. Mesajı
iletmiş, yabancılar söylediklerini duymuşlardı.

O akşam, banyo yapıp giyinerek döner merdivenden şato-


n u n alt k a t m a indiler; ç i z m e l e r i n d e n ç ı k a n sesler p a r k e t a ş l a -
rında yankılanıyordu. Öğleden sonrasını, g e c e y e dair planları
hakkında konuşarak geçirmişlerdi. H o r a c e , harekete g e ç m e k
için c a n a t ı y o r d u . Y e m e k s a l o n u n u n ü ç m e t r e y ü k s e k l i ğ i n d e k i
k a p ı l a r ı n a v a r d ı k l a r ı n d a , H a l t elini o ğ l a n ı n k o l u n a k o y a r a k o n u
durdurdu. G e n ç a d a m ı n sabırsızlığını j m z ü n d e n okuyabiliyor-
d u . H a f t a l a r d ı r b u r a y a t ı k ı l m ı ş , D e p a m i u e x ' n u n alaylı s ö z l e r i -
ni, gizli h a k a r e t l e r i n i işitiyor v e z a l i m t a v ı r l a r ı n ı i z l i y o r l a r d ı .
A ş ç ı İle g e n ç ş ö v a l y e , şahit o l d u k l a n b i r ç o k o l a y d a n y a l n ı z c a
ikisiydi. H a l t , g e n ç l i ğ e ö z g ü b i r sabırsızlık i ç i n d e k i H o r a c e ' m ,
D e p a m i u e x ' n u n h a k ettiği c e z a y ı b u l a c a ğ ı anı iple ç e k t i ğ i n i
biliyordu. B u n u n yanında, üzerinde anlaştıkları planın b a ş a -
rıya u l a ş m a s ı için sabır v e d o ğ m z a m a n l a m a g e r e k t i ğ i n i n d e
farkındaydı.

Halt, D e p a m i u e x ' n u n y e n i l m e z bir s a v a ş ç ı gibi g ö r ü n m e


takıntısından yararlanabileceklerini düşünüyordu. D e p a m i e u x ,
şahitler ö n ü n d e g e r ç e k l e ş m e k ü z e r e , o n a y a p ı l a n t ü m m e y d a n
o k u m a l a r ı k a b u l e t m e k z o m n d a k a l d ı ğ ı bir o r t a m y a r a t m ı ş t ı
kendisine. D e s p o t şövalyenin, mazeret üretmek ya da k a ç a m a k
d a v r a n m a k gibi bir şansı y o k t u . K o r k u e m a r e s i g ö s t e r m e s i y a
d a d ü e l l o d a v e t i n i k a b u l e t m e k t e isteksiz d a v r a n m a s ı , u z u n v e
acılı bir d ü ş ü ş ü n b a ş l a n g ı c ı a n l a m ı n a g e l e c e k t i .

Yan yana geldiklerinde Halt, H o r a c e ' m beklenti dolu, he-


vesli b a k ı ş l a r ı m o c i d d i , sabırlı ve k u r n a z g ö z l e r i y l e k a r ş ı l a d ı .

" S a k ı n u n u t m a , " d e d i , " b e n s a n a işaret v e r i n c e y e k a d a r b i r


şey y a p m a y a c a k s ı n . "
H o r a c e , b a ş ı n ı s a l l a d ı . Y a n a k l a n h e y e c a n d a n h a f i f ç e kızar-
mıştı. " B i l i y o m m , " dedi, kendisini zorla da olsa kontrol ede-
rek. O r m a n M u h a f ı z ı o ğ l a n ı k o l u n d a n t u t m u ş , c i d d i b a k ı ş l a r ı n ı
d a g ö z l e r i n e d i k m i ş t i . S a k i n l e ş m e k için d e r i n d e r i n n e f e s aldı
v e b u k e z d a h a b i l i n ç l i bir ş e k i l d e b a ş ı n ı s a l l a d ı o ğ l a n .

"Biliyorum, Halt," dedi. Orman Muhafızı'nın bakışlarına


karşılık v e r e r e k . " R a h a t d u r a c a ğ ı m , " diye a r k a d a ş ı m t e m i n
etti. " B u a n için ç o k u z u n süre b e k l e d i k v e b e n d e h e r şeyin
farkındayım. Merak etme."

U z u n süre ç o c u ğ u izleyen Halt, nihayet tatmin olarak başıni


salladı. Kapılar, arka taraftaki duvara ç a r p a c a k şekilde ardına
dek açıldı. H o r a c e ve Halt, D e p a m i u e x ' n u n onları b e k l e m e k t e
o l d u ğ u y e m e k s a l o n u n a a d ı m attılar.

Onlara sunulan yemek, h a y a l k ı r ı k l ı ğ ı n d a n b a ş k a bir şey


değildi. Önlerine k o n a n yemekler, H a l t ' u n d a m a k tadına göre,
aşırı m i k t a r d a y a ğ l a s a r ı m s a k t a n m e y d a n a g e l e n , zengin ve
m i d e b u l a n d ı r ı c ı bir k a r ı ş ı m d a n ibaretti. Ç o k a z y e m e s i n e r a ğ -
m e n , y e m e k l e r e g e n ç l i k i ş t a h ı y l a s a l d ı r a n H o r a c e ' m h e r şeyi
silip s ü p ü r d ü ğ ü n ü fark etti.

D e p a m i e u x , y e m e k b o y u n c a k ü ç ü m s e m e dolu, iğneleyici
bir dil t a k ı n a r a k fırtına gibi e s m i ş , h i z m e t k â r l a r ı n ı n s a k a r l ı k -
ları v e a p t a l l ı k l a n y l a m e ç h u l ş ö v a l y e n i n bir g ü n ö n c e sergi-
lediği a c e m i g ö s t e r i y e atıflarda b u l u n m u ş t u . Â d e t l e r i o l d u ğ u
ü z e r e . H a l t y e m e ğ i n y a n ı n d a ş a r a p içiyor, H o r a c e ise s u y u ter-
cih e d i y o r d u . Aşırı y a ğ l ı , ağır y e m e ğ i n s o n u n a g e l d i k l e r i n d e ,
h i z m e t k â r l a r e l l e r i n d e k a h v e s ü r a h i l e r i y l e içeri girdi.

Halt, Galyalıların kahve konusunda çok başarılı olduklarım


k a b u l e d i y o r d u . K a h v e l e r i A r a l u e n ' d e t a t m ı ş o l d u k l a r ı n a kı-
yasla ç o k d a h a lezzetliydi; insanı adeta k e n d i n d e n geçiriyordu.
M i s k o k u l u , s ı c a k k a h v e s i n i keyifle içti. Fincanının kenarın-
d a n , h e r z a m a n k i k ü ç ü m s e m e d o l u t e b e s s ü m ü y l e H o r a c e ile
ikisini s ü z m e k t e o l a n D e p a m i e u x ' y u i z l i y o r d u .

Galyalı şövalye. Halt hakkındaki kararıni vennişti. Kır sa-


kallı y a b a n c ı n ı n k o r k u l a c a k biri o l m a d ı ğ ı n a i n a n ı y o r d u . A d a -
m ı n iyi o k attığı o r t a d a y d ı . V e m u h t e m e l e n o r m a n h a y a t ı ile
i z s ü r m e k o n u l a n n d a d a y e t e n e k l i y d i . A m a H a l t ' u n gizli y e t e -
n e k l e r i b u l u n a n bir b ü y ü c ü f a l a n o l m a d ı ğ ı n d a n e m i n d i artık.

B u a n l a m d a k e n d i s i n i artık g ü v e n d e h i s s e d e n D e p a r n i e u x ,
alay ve hakaretleriyle H a l t ' u yerden yere v u r m a fırsatmı ka-
çırmıyordu. Bir süredir k o r k u s u n d a n b u l a ş a m a d ı ğ ı sakallı ya-
bancıyı, fırsattan istifade h u z u r s u z e t m e y e çalışıyordu. K a r a
şövalye, i n s a n l a r l a o y u n c a k gibi o y n a m a k t a n h o ş l a n ı y o r d u .
O n l a r ı ç a r e s i z b ı r a k m a y ı seviyor, a l a y c ı sözleri k a r ş ı s ı n d a ç e k -
tikleri ıstırabı y a d a i ç i n e d ü ş t ü k l e r i ö f k e n ö b e t l e r i n i i z l e m e y e
bayılıyordu.

H a l t ' a n e f r e t i a r t t ı k ç a , H o r a c e ' ı d a bir a n ö n c e m a s a d a n


u z a k l a ş t ı r m a k i s t i y o r d u . B i r l i k t e y e d i k l e r i her y e m e ğ i n s o n u n -
d a , g e n ç a d a m ı sert bir t a v ı r l a m a s a d a n k o v a c a ğ ı a n ı s a b ı r l a
b e k l i y o r v e y a n a k l a n ö f k e v e u t a n ç l a alev alev y a n a n iri k ı y ı m
o ğ l a n ı k u l e y e geri g ö n d e r i y o r d u . B u n u bir k e z d a h a y a p m a z a -
m a n ı n ı n geldiğine karar vermişti.

A ğ ı r s a n d a l y e s i n i a r k a y a d o ğ r u iterek sol e l i n d e k i g ü m ü ş
k a d e h i k a f a s ı n a dikti. D i ğ e r elini d e k ü ç ü m s e r c e s i n e o ğ l a n a
doğru salladı.

"Bizi yalnız bırak, delikanli," dedi; bu sırada H o r a c e ' a bak-


m ı y o r d u b i l e . Yol a r k a d a ş ı n a hızlı bir b a k ı ş fırlatan o ğ l a n , k ı s a
bir sessizliğin ardından y a v a ş ç a ayağa kalkıp tek kelimelik ya-
nıtını v e r d i ğ i n d e , D e p a m i e u x b e n l i ğ i n i n tatlı b i r h e y e c a n t a r a -
f ı n d a n k u ş a t ı l d ı ğ ı n ı hissetti.

"Hayır."

B u t e k s ö z c ü k , a r a l a r ı n d a asılı d u r u y o r d u ş i m d i . D e p a m i e -
u x , o ğ l a n ı n i s y a n ı n a b a y r a m etse d e b u n u dışarı y a n s ı t m ı y o r -
du. M e m n u n i y e t s i z l i ğ i n i ortaya k o y a c a k şekilde kaşlarım çat-
m a y ı t e r c i h etti. Y a v a ş ç a g e n ç a d a m a d ö n d ü . N i h a y e t b e k l e d i ğ i
a n g e l d i ğ i için k a n ı k a y n ı y o r , H o r a c e ' m n e f e s alış v e r i ş i n i n d e
hızlandığım görebiliyordu. '
" H a y ı r , m ı ? " diye t e k r a r l a d ı , k u l a k l a r ı n a i n a n a m a m ı ş gibi.
" B u ş a t o n u n l o r d u b e n i m v e b u r a d a b e n i m d e d i ğ i m olur. Sö-
züm kanundur. K e n d i şatomda b a n a 'hayır' deme kabalığında
mı bulunuyorsun?"

" S ö z ü n ü z e s o r g u s u z s u a l s i z u j m I d u ğ u z a m a n l a r g e r i d e kal-
d ı , " diye d i k k a t l e c e v a p v e r d i H o r a c e ; H a l t ' u n ezberlettiği
metne kelimesi kelimesine sadık k a l m a y a çalışırken kaşları
çatılmıştı. "Şövalyeliğe yakışmayan hareketlerinizden dolayı
bu topraklarda h ü k ü m sürme hakkını kaybettiniz."

D e p a m i e u x , hâlâ hakarete uğramış numarası yapıyordu.

"Kendi toprağıma hükmetme hakkımı mı sorguluyorsun?"

H o r a c e , k e l i m e l e r i d o ğ m h a t ı r l a d ı ğ ı n d a n e m i n o l m a k için
bir k e z d a h a d u r a k s a d ı . H a l t ' u n üzerine basa b a s a söylediği
ü z e r e , b u işte titizlik s o n d e r e c e ö n e m l i y d i . H a t t a v e h a t t a artık
H o r a c e ' m d a ç o k iyi a n l a d ı ğ ı ü z e r e , bir ö l ü m k a l ı m m e s e l e -
yiydi.
" O h a k k ı n s o r g u l a n m a z a m a n ı g e l d i , " d e d i H o r a c e k ı s a bir
a r a n ı n a r d ı n d a n . K o y u renkli y ü z h a t l a r ı n a v a h ş i bir g ü l ü m s e -
m e y e r l e ş t i r e n D e p a m i e u x , s a n d a l y e s i n d e n kalktı v e iki eliyle
birden çıplak ahşap yüzeyine tutunduğu m a s a d a hafifçe öne
d o ğ m eğildi.

"Yani b a n a m e y d a n m ı o k u y o r s u n ? " diye s o r d u ; m u t l u l u ğ u ,


s e s i n d e n anlaşılıyordu. A n c a k H o r a c e , belirsiz bir işaret yaptı.

" M e y d a n o k u m a m ı k e s i n l e ş t i r m e d e n ö n c e , sizin b a n a saygı


göstereceğinizden emin o l m a k isterim," dedi. K a r a şövalye,
k a ş l a n m çattı.

" S a y g ı g ö s t e r m e k m i ? " diye t e k r a r etti. " N e d e n s ö z e d i y o r -


s u n , seni zırlak ş e y ? "
İ n a t ç ı bir i f a d e y l e b a ş ı n ı s a l l a y a n H o r a c e , h a k a r e t i d u y m a z -
d a n geldi.

" D ü e l l o n u n ş a r t l a n n a u y a c a ğ ı n ı z a dair s ö z v e r m e n i z i isti-


yorum. Ve bunu, a d a m l a n m z m önünde yapacaksınız."

" D e m e k ö y l e ? " D e p a m i u e x ' n u n s e s i n e s a h t e bir ö f k e h â k i m


d e ğ i l d i artık. D ü p e d ü z ö f k e l e n m i ş t i . O ğ l a n m n e r e y e v a r m a k
istediğini anlamıştı.

" B e n c e , " diye u s u l c a a r a y a girdi H a h , " ç o c u k sizin etrafınıza


korku s a l a r a k h ü k m e t t i ğ i n i z i d ü ş ü n ü y o r . L o r d D e p a m i e u x . "

G a l y a l ı , b a ş ı n ı çevirdi.

"İyi d e b u n d a n size n e , o k ç u e f e n d i ? " diye s o r d u , a m a a l a -


c a ğ ı yanıtı b i l i y o r d u .

H a l t , o m u z silkerek s ı r a d a n bir sesle y a n ı t l a d ı . " Ş ö h r e t l i bir


s a v a ş ç ı o l d u ğ u n u z için e t r a f ı n ı z d a b u k a d a r a d a m var. S a n ı r ı m
Horace, meydan okumanın adamlarınızın önünde yapılarak
kabul edilmesini tercih edecektir."

D e p a m i e u x , kaşlarinı çattı. A d a m l a r i n ı n ö n ü n d e y a p ı l a c a k
d ü e l l o teklifini, n e olursa o l s u n kabul e t m e k z o m n d a k a l a c a ğ ı n ı n
f a r k ı n d a y d ı . O n altı y a ş ı n d a bir ç o c u k t a n bile k o r k a n bir savaş-
çı, d ö v ü ş ü k a z a n s a bile e m r i n d e k i a d a m l a r d a n saygı g ö n n e z d i .

" B u ç o c u ğ u n d ü e l l o teklifinin b e n i k o r k u t t u ğ u n u m u sanı-


y o r s u n ? " d i y e s o r d u , a l a y c ı bir dille. H a l t , elini ikaz e d e r c e s i n e
kaldırdı.

" O r t a d a bir m e y d a n o k u m a y o k . . . en azından henüz yok,"


d e d i . " B i z y a l n ı z c a , m e y d a n o k u n m a s ı h a l i n d e , d ü e l l o n u n şart-
lanna u y a c a k cesarete sahip misiniz, onu m e r a k ediyoraz."

D e p a m i e u x , O r m a n M u h a f ı z ı ' n ı n ihtiyatlı s ö z l e r i k a r ş ı s ı n d a
tiksintiyle h o m u r d a n d ı . " G e r ç e k y ü z ü n ü artık g ö r e b i l i y o r u m ,
o k ç u e f e n d i , " diye y a n ı t l a d ı . " S e n i n bir b ü y ü c ü o l a b i l e c e ğ i n i
d ü ş ü n m ü ş t ü m . A r t ı k k e l i m e o y u n l a r ı n d a n h o ş l a n a n p i s bir laf
e b e s i n d e n b a ş k a bir şey o l m a d ı ğ ı n ı b i l i y o r u m . "

U s u l c a g ü l ü m s e y e n H a l t , b a ş ı n ı ö n ü n e e ğ d i . B i r süre s e s -
siz k a l d ı l a r . D e p a m i e u x , y e m e k s a l o n u n u n g e n i ş k a p ı l a r ı n ı n
h e m e n i ç t a r a f ı n d a b e k l e y e n iki n ö b e t ç i y e d o ğ m bir b a k ı ş
fırlattı. Adamların yüzleri, önlerinde sahnelenen olaylara
k a r ş ı ilgilerini ele v e r i y o r d u . Meydan okumayı reddetmesi
ya da oğlan karşısında haksız avantaj kazanmaya çalışması
halinde, haberler t ü m şatoya yayılacaktı. Adamlarının onu
s e v m e d i k l e r i n i v e b u d ü e l l o teklifi k a r ş ı s ı n d a adil bir tavır
t a k ı n m a m a s ı halinde onları kaybedeceğini biliyordu. H e m e n
d e ğ i l b e l k i a m a z a m a n i ç i n d e , b i r e r ikişer e m r i n d e n a y r ı l ı p
düşmanlarına katılacaklardı. Depamiuex'nun çok sayıda
d ü ş m a n ı vardı üstelik.

B a k ı ş l a r ı n ı o ğ l a n a çevirdi. H o r a c e ' ı adil bir d ö v ü ş t e alt e d e -


b i l e c e ğ i n d e n hiç ş ü p h e s i y o k t u . A m a ç e v r i l e n d o l a p l a r s o n u c u
bu hale d ü ş m ü ş olmasına kızıyordu. M o n t s o m b r e Ş a t o s u ' n d a ,
d a l a v e r e y a p m a h a k k ı b u l u n a n t e k kişi, o o l m a l ı y d ı . K e n d i n i
zorlayarak g ü l ü m s e d i ve bu ö n e m s i z m e s e l e d e n canı sıkılmış
gibi bir tavır t a k ı n d ı .

" P e k â l â , " d e d i u m u r s a m a z bir s e s l e , " e ğ e r i s t e d i ğ i n i z b u y -


sa, d ü e l l o n u n ş a r t l a n n a u y a c a ğ ı m . "

" S a l o n d a k i adamlarinizin önünde söz veriyor m u s u n u z ? "


d e d i H o r a c e hızla. A r t ı k b u g e v e z e ç o c u k l a sakallı yol a r k a -
daşından hoşlanıyormuş numarası y a p m a y a n kara şövalyenin
tehditkâr bakışlannı üzerine çekmişti.
" E v e t , " diye yanıtladı D e p a m i e u x b e k l e t m e d e n . "Tatmin
o l m a n ı z için a d a m l a r ı m ı n ö n ü n d e s ö z v e r i y o m m . "

H o r a c e , r a h a t l a y a r a k d e r i n bir i ç g e ç i r d i . " O z a m a n , " d e d i ,


k e m e r i n e sıkıştırdığı e l d i v e n i n i ç ı k a r t a r a k , " d ü e l l o teklifi y a p ı -
labilir. D ö v ü ş , iki h a f t a s o n r a o l a c a k . "

" K a b u l , " dedi D e p a m i e u x .

"...ve M o n t s o m b r e Ş a t o s u ' n u n önündeki çim a l a n d a . . . "

" K a b u l . " N e r e d e y s e t ü k ü r ü r gibi her s ö y l e n e n i k a b u l edi-


yordu kara şövalye.

"...adamlarınızla diğer şato çalışanları önünde yapıla-


cak..."

"Kabul."

" . . .ve ö l ü m ü n e bir d ö v ü ş o l a c a k . " H o r a c e , b u n o k t a d a b i r a z


t e r e d d ü t etse d e H a l t ' a hızlı bir b a k ı ş fırlattı v e O r m a n M u h a f ı -
z ı d a o ğ l a n ı c e s a r e t l e n d i r m e k a d ı n a b a ş m ı h a f i f ç e eğdi. Z a l i m
v e k e s k i n t e b e s s ü m ü , ş ö v a l y e n i n y ü z ü n d e b e l i r d i tekrar.

" K a b u l , " dedi yeniden. A n c a k bu kez, neredeyse mırılda-


narak söylemişti kelimeyi. " H a y d i b a k a l ı m , evlat, c e s a r e t i n i
k a y b e d i p altına k a ç ı r m a d a n bitir ş u işi."

H e r ş e y i n p l a n l a d ı k l a r ı gibi g i t m e k t e o l d u ğ u n u fark e d e n
H o r a c e , b a ş m ı şövalyeye d o ğ m kaldırdı.

" N e l a n e t bir ş e y m i ş s i n sen b ö y l e , D e p a m i e u x , " d e d i u s u l -


ca. K a r a ş ö v a l y e , d ü e l l o teklifini r e s m i l e ş t i r i p geri d ö n ü l m e z
bir h a l e s o k a c a k o l a n e l d i v e n d a r b e s i için m a s a n ı n ü z e r i n d e n
yanağını uzattı.

" K o r k t u n m u , e v l a t ? " diye d u d a k b ü k t ü v e e l d i v e n y a n a ğ ı -


n a sert bir b i ç i m d e ç a r p t ı ğ ı n d a irkilerek g e r i y e s ı ç r a d ı .
İ r k i l m e s i n e n e d e n o l a n şey, y a n a ğ m d a h i s s e t t i ğ i a c ı d e ğ i l ,
y a ş a d ı ğ ı ş a ş k ı n l ı k t ı . Z i r a m a s a n ı n k a r ş ı s ı n d a k i o ğ l a n , kıpır-
d a m a d a n yerinde duruyordu. Kır sakallı o k ç u , kara şövalye-
y e fırsat v e r m e d e n s ü r a t l e a y a ğ a f ı r l a m ı ş v e b i r k a ç d a k i k a d a n
beri m a s a n ı n a l t m d a t u t m a k t a olduğu eldiveni a d a m ı n y ü z ü n e
çarpıvermişti.

"Öyleyse sana m e y d a n o k u y o r u m , D e p a m i e u x , " dedi Or-


m a n M u h a f ı z ı . Ve o kararlı, ciddi gözlerdeki sevinç p m l t ı s ı -
nı gören şövalyenin yüreği, birkaç saniye b o y u n c a tereddütle
çarptı.
OTUZ UC

K ü ç ü k bir ışık l i u z m e s i , k u l ü b e n i n i ç i n e d o ğ r u s ü z ü l ü -
yordu. Sandalyenin üzerinde kestirmekte olan Evanlyn,
güneşin sıcaklığını y ü z ü n d e hissedince farkında o l m a d a n gü-
l ü m s e d i . D ı ş a r ı y a h â l â k a l ı n bir kar ö r t ü s ü h â k i m d i a m a ö ğ l e -
d e n s o n r a g ö k 5 m z ü b u l u t s u z , m a s m a v i bir r e n g e b ü r ü n m ü ş t ü .

U y u k l a y a n Evanlyn, v ü c u d u n d a dolaşan sıcaklığın tadını


çıkarıyordu. K a p a l ı gözlerinin ardından parlak kırmızı güneşi
görebiliyordu.

B i r d e n g ö r ü ş ü k a r a r d ı v e g ö z l e r i n i açtı.

Will, E v a n i y n ' i n s o n bir h a f t a d ı r a l ı ş m ı ş o l d u ğ u tavırlarıy-


l a k a r ş ı s ı n d a d u r u y o r d u . E l l e r i n i k a v u ş t u r m u ş t u ; bir z a m a n l a r
keyifli v e ş a k a c ı bir i f a d e y l e ışıl ışıl y a n a n k o y u k a h v e r e n g i
g ö z l e r i n e d a l g ı n bir s u ç l u l u k i f a d e s i y e r l e ş m i ş t i . S a b ı r l a kızın
t e p k i s i n i b e k l e d i . E v a n l y n d e k e d e r l i bir t e b e s s ü m t a k ı n d ı y ü -
züne.

" P e k â l â , " dedi Will'e nazikçe.

O ğ l a n ı n d u d a k l a r ı , k o y u r e n k g ö z l e r i n e y a n s ı r m ı ş gibi d u -
r a n bir g ü l ü m s e m e y l e h a f i f ç e kıvrıldı. E v a n l y n , b i r k a ç g ü n d ü r
İ ç i n d e y e ş e r t t i ğ i u m u t f i l i z i n i n c a n l a n d ı ğ i n ı hissetti. Will, y a v a ş
y a v a ş a m a fark edilir bir b i ç i m d e d e ğ i ş i y o r d u . İlk g ü n l e r d e , o
k o r k u n ç t i t r e m e n ö b e t l e r i n i n p e n ç e s i n d e k ı v r a n m ı ş , a n c a k sı-
cakotunu e m m e y e başladığında kendine gelebilmişti oğlan.

A n c a k d o z l a r ı n a r a s ı u z a y ı p a ğ z ı n a attığı y a p r a k l a r ı n sayısı
a z a l d ı k ç a , o ğ l a n i n e r y a d a g e ç i y i l e ş e c e ğ i n e dair u m u t l a n m a -
y a b a ş l a m ı ş t ı E v a n i y n . T i t r e m e n ö b e t l e r i , g e r i d e k a l m ı ş t ı artık.
S ı c a k o t u ö z l e m i y l e y a n a n v ü c u d u t a r a f ı n d a n y ö n e t i l m e k yeri-
n e , artık k ü ç ü k bir d o z l a y e t i n m e s i n i b i l i y o r d u Will. O t a h â l â
i h t i y a ç du3aıyordu g e r ç i , ama yalvaran, ç o c u k s u tavırlarıyla
dile g e t i r i y o r d u b u i s t e ğ i n i .

Sıcakotuna verdiği üçer günlük araların ardindan, gözlerin-


d e k i istekli i f a d e y l e k ı z m y a n m a g e l i y o r d u . E v a n i y n d e b u n a
k a r ş ı l ı k yağlı k e s e n i n i ç i n d e k i , g i d e r e k a z a l m a k t a o l a n y a p r a k -
l a r d a n bir p a r ç a a l m a s ı n a izin v e r i y o r d u . E l i n d e kritik m i k t a r -
da sıcakotu kaldığının farkındaydı. Will'in yapraklar b i t m e d e n
hastalığı y e n e m e m e s i halinde, zor günler onları bekliyordu.
E v a n i y n , sıcakotu bitince Will'in ne tepki vereceğini kestire-
m i y o r d u . M u h t e m e l e n bir d i ğ e r k o n t r o l s ü z t i t r e m e v e feryat
nöbetiyle karşı karşıya kalacaktı.

Belki de, diye d ü ş ü n d ü , iyileşebilmesi için b u n u da ya-


şaması gerekiyordur. D o ğ r u ya da yanlış, o çaresizliği bir
kez daha y a ş a y a c a k gücü g ö r m ü y o r d u kendinde. Sıcakotu
bittiğinde bunlarla u ğ r a ş a c a k bol bol vaktimiz olacak, diye
düşündü.

" B u r a d a b e k l e , " dedi Will'e ve ahşap s a n d a l y e d e n kalkarak


k a p ı d a n çıktı. O ğ l a n ı n g ö z l e r i , bir k e z d a h a o keyifli i f a d e y l e
parlamıştı sanki. A n ı n d a k a y b o l m a s ı n a r a ğ m e n , kendi k e n d i n e
parıltının hâlâ orada olduğunu, oğlanın henüz iyileşmediğini
telkin etti E v a n l y n .
Sıcakotu kesesini ahırdaki duvarlardan birinin üzerinde bu-
l u n a n g e v ş e k bir b ö l m e n i n a r k a s ı n d a t u t u y o r d u . Yağlı k e s e y i ,
ilk ö n c e o d u n y ı ğ ı n ı n a s a k l a m a y ı p l a n l a m ı ş a m a s o n r a , z a m a n
z a m a n y a k a c a k g e t i r m e s i için Will'i g ö n d e r d i ğ i n i h a t ı r l a m ı ş t ı .
O ğ l a n ı n s ı c a k o t u z u l a s ı m b u l m a s ı , a k l ı n a bile g e t i r m e k iste-
m e d i ğ i bir olasılıktı.

Aşıri d o z d a s ı c a k o t u a l m a s ı h a l i n d e Will'in b a ş ı n a neler g e -


leceğini kestiremiyordu.

H i ç b i r şey o l m a s a b i l e , diye d ü ş ü n d ü , s ı c a k o t u n a y e n i d e n
b a ğ ı m l ı h a l e g e l e c e k . B u d u r u m u n m u h t e m e l e n kalıcı -hatta
ö l ü m c ü l - y a n etkileri d e o l a c a k t ı . W i l l ' i n t ü m s ı c a k o t u z u l a s ı m
eline g e ç i r i p bir a n d a t ü k e t m e s i h a l i n d e , h a f t a l a r c a k a s ı l m a v e
titreme nöbetleriyle u ğ r a ş m a k zorunda kalacağından emindi.

Will'in b u l a n ı k zihni, y a p r a k l a r ı g e t i r m e k için her s e f e r i n d e


k u l ü b e d e n çıktığının f a r k ı n d a m ı a c a b a diye d ü ş ü n d ü . Emin
d e ğ i l d i , a m a b u k o n u d a k e s i n l i k l e risk a l m ı y o r , k e s e y i t a h t a
d u v a r ı n i ç i n d e k i gizli b ö l m e d e n ç ı k a r ı r k e n ö n ü n ü a r k a s ı n ı ih-
tiyatla k o n t r o l e d i y o r d u .

E v a n l y n a h ı r a girerken e t r a f ı m d i k k a t l e k o n t r o l etti; kızın


içeri g i r d i ğ i n i g ö r e n m i d i l l i , b a ş ı n ı k a l d ı r ı p s e l a m v e r i r c e s i n e
kişnemişti. Will, kızın n e r e y e gittiğiyle i l g i l e n m i y o r d u . Ol-
d u ğ u y e r d e k a l ı p b i r a z d a n sevgili y a p r a k l a r ı y l a d ö n e c e k o l a n
E v a n i y n ' i b e k l e m e k h o ş u n a g i d i y o r d u . K ı z ı n b u n u nasıl y a p t ı -
ğı ya da sıcakotunu nereden b u l d u ğ u , u m u m n d a değildi.
D i k k a t l e ö l ç ü p b i ç e r e k k u m otların bir t u t a m ı n ı a v u c u n u n
i ç i n e sıkıştıran E v a n l y n , a r t a n y a p r a k l a n i ç i n e s o k t u ğ u keseyi
gevşek b ö l m e n i n arkasina kaldırdı. Kolu havadayken başını
ç e v i r d i v e i z l e n m e d i ğ i n d e n bir k e z d a h a e m i n o l d u . A m a or-
talıkta kimsecikler yoktu; ıslak, zeki g ö z l e r i y l e o n u i z l e y e n
midilli hariç.

" T e k k e l i m e b i l e e t m e , " d e d i a l ç a k sesle. H a y v a n d a m i d i l -


lilerin z a m a n z a m a n y a p t ı k l a r ı gibi b a ş m ı e ğ d i . K ı z ı d u y m u ş
ve anlamıştı sanki. Evaniyn, keseyi oyuğa yerleştirip b ö l m e y i
y e n i d e n k a p a t t ı . Y e r e e ğ i l e r e k e l i n e aldığı bir a v u ç p i s l i k l e k ü -
t ü ğ ü n y ü z e y i n d e k i p ü r ü z l ü ç i z g i y i örttü. Z u l a y ı e n iyi ş e k i l d e
gizlediğine emin olarak kulübeye döndü.

İ ç e r i girip d e Will'in g ü l ü m s e y e n y ü z ü y l e k a r ş ı l a ş ı n c a , bir


a n o ğ l a n ı n o n u h a t ı r l a d ı ğ ı n ı s a n d ı . A h o eski g ü n l e r , d i y e d ü -
şündü pişmanlıkla. Yalnızca birkaç ay öncesiydi ama aradan
s a n k i yıllar g e ç m i ş g i b i y d i . B i r d e n , o ğ l a n ı n b a k ı ş l a r ı n ı n k a p a l ı
o l a n sağ e l i n e k i l i t l e n d i ğ i n i fark etti. G ü l ü m s e m e s i n i n n e d e n i ,
sıcakotuydu.

E h , b u d a bir b a ş l a n g ı ç t ı r , d i y e d ü ş ü n d ü .

A v u c u n u u z a t t ı v e h e v e s l e ö n e a t ı l a n o ğ l a n , bir t e k y a p r a ğ ı n
b i l e z i y a n o l m a m a s ı için iki elini b i r d e n u z a t t ı . K ı z , grili yeşilli
o t l a r ı n t e k e r t e k e r e l i n d e n d ö k ü l m e s i n e izin v e r e r e k , b u n u iz-
l e y e n ç o c u ğ a bir g ö z attı. W i l l ' i n dili, i ç g ü d ü s e l bir ş e k i l d e d u -
daklarını yalıyordu. Sıcakotu t a m a m e n el değiştirip Evaniyn
a v u c u n a y a p ı ş m ı ş kırıntıları t e m i z l e d i ğ i n d e , b a ş ı n ı k a l d ı r ı p bir
k e z d a h a g ü l ü m s e d i Will.

Bu k e z bana g ü l ü y o r , d i y e d ü ş ü n d ü E v a n l y n .

" G ü z e l , " d e d i Will k ı s a c a v e b a k ı ş l a r ı n ı e l i n d e k i m i n i k sı-


c a k o t u y ı ğ ı n ı n a çevirdi. U z a n ı p elini a ğ z ı n a g ö t ü r ü r k e n a r k a -
sını d ö n d ü .
E v a n l y n , o ani u m u t ı ş ı ğ m m i ç i n d e bir k e z d a h a y a n d ı ğ m ı
hissetti. H a l l a s h o l m ' d a n k a ç t ı k l a n n d a n b e r i o n u n l a ilk k e z k o -
n u ş u y o r d u Will.

T o p u t o p u bir k e l i m e y d i a ğ z m d a n ç ı k a n a m a bir b a ş l a n g ı ç t ı
işte. K u l ü b e n i n k ö ş e s i n e y ı ğ ı l a n o ğ l a n ı n a r k a s ı n d a n g ü l ü m s e d i
E v a n l y n . S ı c a k o t u n u eline g e ç i r i n c e , bir h a y v a n gibi u z a k l a ş a -
r a k o n u e l i n d e n alırlar k o r k u s u y l a ç ö m e l m i ş t i Will.

" H o ş g e l d i n Will," d e d i E v a n l y n u s u l c a .

Cevap gelmedi. S ı c a k o t u bir k e z d a h a d e v r e d e y d i .


OTUZ DÖRT

V urucu dörtnala giderken, H o r a c e da üzengilerin üstünde


a y a ğ a kalktı. U z u n sırığı sağ t a r a f ı n d a , v ü c u d u n a v e h a -
r e k e t i n e u y g u n bir a ç ı d a t u t u y o r d u . H e m e n ö t e s i n d e , ş a t o n u n
ö n ü n d e k i a l a n ı n t a m o r t a s ı n d a d u r m a k t a o l a n H a l t ' u n yayı,
o k u n tüylü u c u ağzının kenarına d e ğ e c e k şekilde ardına kadar
çekiliydi.

H o r a c e , atıin s o n bir k e z m a h m u z l a d ı . Sırığın u c u n a taktı-


ğı miğferin halen H a l t ' u n bulunduğu tarafta olup olmadığını
k o n t r o l etti. V e s o n r a , ç i m l e r i n ü z e r i n d e d u r a n u f a k t e f e k a d a -
m a çevirdi y ü z ü n ü .

İlk o k u n m u a z z a m bir g ü ç v e h ı z l a h a r e k e t l i h e d e f e d o ğ r u
fırlatılışını izledi. H e m e n a r k a s ı n d a n , H a l t ' u n elleri i n a n ı l m a z
bir h ı z l a ikinci o k u y o l l a d ı .

Yarım saniye a r a l ı k l a fırlatılan oklar, öne doğru uzattığı


a ğ a ç sırığın u c u n d a k i m i ğ f e r e n e r e d e y s e a y n ı a n d a s a p l a n d ı .

H o r a c e , H a l t ' u n y a n ı n d a n geçerken Vurucu'yu yavaşlattı ve


g e n i ş bir ç e m b e r ç i z e r e k O r m a n M u h a f ı z ı ' n ı n ö n ü n d e d u r d u .
H a l t , y a y ı n ı t o p r a ğ a b ı r a k m ı ş , s o n u ç l a r ı g ö r m e k için s a b ı r s ı z -
l a m y o r d u . H o r a c e , sırık ile u c u n d a k i m i ğ f e r i y e r e i n d i r d i . H e r
iki o k d a i n a n ı l m a z bir b i ç i m d e m i ğ f e r i n g ö z d e l i k l e r i n d e n i ç e -
r i g i r m i ş v e H a l t ' u n o k l a r ı n sivri u ç l a r ı m k o r u m a k ü z e r e içeri
yerleştirmiş olduğu y u m u ş a k süngerlere saplanmıştı.

H a l t m i ğ f e r i e l i n e a l ı r k e n , H o r a c e d a atın s ı r t ı n d a n iniyor-
du. K ı r s a ç l ı O r m a n M u h a f ı z ı , atış t a l i m i n i n s o n u ç l a r ı n ı i n c e -
leyerek b a ş ı m salladı.

" F e n a değil," dedi. " H i ç fena değil."

D i z g i n l e r i e l i n d e n b ı r a k a n H o r a c e , V u r a c u ' n u n k o ş u p git-
m e s i n e v e t u r n u v a a l a n ı n d a k i k ı s a , kalın otları k e m i r a ı e s i n e
izin v e r d i . H a l t ' u n tavırları k a r ş ı s ı n d a ş a ş k ı n d ı v e a r k a d a ş ı için
endişeleniyordu. ' •

D e p a m i e u x , d ü e l l o d a v e t i n i k a b u l ettikten s o n r a , ikisinin
s i l a h l a r ı n ı geri v e r m e y i k a b u l e t m i ş t i . H a l t , h a f t a l a r d ı r t e k bir
o k b i l e a t m a d ı ğ ı n ı v e d ö v ü ş için h a z ı r l ı k y a p m a s ı g e r e k t i ğ i -
ni iddia ediyordu. Her gün düzenli talim y a p a n D e p a m i e u x ,
onun bu talebini normal karşılamıştı. B ö y l e c e s i l a h l a n geri
verilmişti; a n c a k idmanları sırasında en az yarım düzine asker
tarafından izleniyorlardı.

H a l t , ü ç g ü n d ü r H o r a c e ' i n atını d ö r t n a l a k o ş t u r u r k e n t a -
şıdığı m i ğ f e r e o k a t a r a k i d m a n y a p ı y o r d u . Her denemesinde
o k l a r d a n e n a z biri h e d e f i n i b u l u y o r d u . Ç o ğ u z a m a n h e r iki
oku birden hedefteki minik deliklerden geçirmeyi başarıyordu
Hah.

Horace, Orman Muhafızı'ndan bundan azım beklemiyordu


z a t e n ; H a l t , e f s a n e v i bir o k ç u y d u . İ d m a n y a p m a s ı n a g e r e k b i l e
y o k t u , ö z e l l i k l e d e taktiklerini G a l y a l ı ş ö v a l y e y e a ç ı k e d e r -
ken.
"İzliyor m u ? " diye sordu Halt u s u l c a , H o r a c e ' i n d ü ş ü n c e -
lerini o k u m u ş t u s a n k i . O m ı a n M u h a f ı z ı ' n i n sırtı ş a t o n u n d u -
varlarına dönüktü ve arkasını göremiyordu. Başını çevirmeden
g ö z l e r i n i o y n a t a n H o r a c e , ş a t o n u n s a y ı s ı z t e r a s ı n d a n b i r i n e çı-
kıp k o r k u l u ğ a y a s l a n a r a k o n l a n s e y r e d e n k a r a silueti s e ç e b i l i -
yordu. K a r a şövalye, şimdiye dek b ü t ü n idmanlarını izlemişti
zaten.

" E v e t , H a l t , " d e d i H o r a c e . "İzliyor. A m a b i z i g ö r e b i l d i ğ i bir


yerde çalışıyor o l m a m ı z sence doğru m u ? "
O r m a n M u h a f ı z ı ' n ı n d u d a k l a n n a hafif bir t e b e s s ü m yerleşti.
" M u h t e m e l e n h a y ı r , " diye y a n ı t l a d ı . " A m a nerede idman
y a p a r s a k y a p a l ı m , b i z i m u t l a k a izleyecektir, öyle değil m i ? "
" H a k l ı s ı n , " diye i s t e k s i z c e k a b u l l e n d i H o r a c e , " a m a a s l ı n -
d a i d m a n a f a l a n i h t i y a c ı n y o k , değil m i ? "
H a l t , k e d e r l e b a ş ı n i s a l l a d ı . " G e r ç e k bir ç ı r a k gibi k o n u ş -
t u n , " d e d i . " İ d m a n y a p m a n ı n k i m s e y e bir z a r a r ı o l m a z , g e n ç
H o r a c e . R e d m o n t Ş a t o s u ' n a d ö n d ü ğ ü m ü z d e , b u n u a k l ı n d a tut-
s a n iyi o l u r . "

H o r a c e , o k l a r ı m m i ğ f e r i n i ç i n d e k i deri v e s ü n g e r k a p l a m a -
dan sökmekle meşgul olan Halt'u huzursuz bakışlarla süzdü.

" B i r şey d a h a v a r , " diye b a ş l a d ı a m a elini k a l d ı r a n H a l t , o n u


susturdu.
" B i l i y o m m , b i l i y o r u m , " dedi. " Ş u kıymetli şövalyecilik ku-
r a l l a r ı n c a n ı n ı sıkıyor, değil m i ? " H o r a c e , g ö n ü l s ü z bir ş e k i l d e
başını s a l l a m a k z o m n d a kaldı. H a l t ' u n Depamieux'yu d ü e l -
l o y a d a v e t ettiği o l a y l a r s i l s i l e s i n d e n b e r i , a r a l a r ı n d a bir tür
çekişme söz konusuydu.
K a r a ş ö v a l y e d ü e l l o teklifi k a r ş ı s ı n d a ö n c e ö f k e l e n m i ş , s o n -
ra da sıradan bir vatandaşın ona m e y d a n olcuma cesaretini gös-
termesiyle dalga geçmişti.
" B e n k u t s a n m ı ş bir ş ö v a l y e y i m , " d i y e b ö b ü r l e n m i ş t i . " S o y -
luyum! O r m a n kaçkını bir baldırı çıplak tarafından düelloya
davet e d i l e m e m ! "

B u n u n üzerine O r m a n M u h a f ı z ı ' n ı n k a ş l a n çatılmıştı. K o -


n u ş t u ğ u n d a , sesi a l ç a k v e tehlikeli ç ı k ı y o r d u . D e p a m i e u x ile
H o r a c e , d e d i k l e r i n i d u y a b i l m e k için i s t e m d ı ş ı o l a r a k ö n e d o ğ -
m eğilmişlerdi.
" S ö z l e r i n e d i k k a t et, s o y s u z k ö p e k ! " d e m i ş t i H a l t . " İ b e r -
y o n K r a l i y e t t a h t ı n ı n altıncı v a r i s i y l e ; sen v e s e n i n gibilerin
y i y e c e k b u l a b i l m e k için l a ğ ı m l a r ı k o k l a d ı ğ ı z a m a n l a r d a b i l e
a s i l z a d e o l a n bir s o y u n t e m s i l c i s i y l e k o n u ş u y o r s u n ! "

K e l i m e l e r , a p a ç ı k bir İ b e r y o n a k s a n ı y l a ç ı k m ı ş t ı a ğ z ı n d a n .
H o r a c e , ş a ş k ı n a d ö n m ü ş t ü , H a l t ' u n asil bir s o y d a n g e l d i ğ i n i
b i l m i y o r d u . D e p a m i e u x d e gafil a v l a n m ı ş t ı . Söylediklerinde
h a k l ı y d ı elbette. H i ç b i r ş ö v a l y e , alt sınıftan b i r i l e r i n i n m e y -
d a n o k u m a s ı n ı k a b u l e t m e k z o m n d a d e ğ i l d i . A n c a k kır s a ç l ı
o k ç u n u n soylu kanı iddiaları, olayın y ö n ü n ü değiştiriyordu.
D ü e l l o d a v e t i n i n , d i k k a t v e s a y g ı y l a ele a l ı n m a s ı g e r e k i y o r -
du. Depamiuex'nun görmezden gelemeyeceği bir meydan
o k u m a y d ı bu; özellikle de adamlarının gözü ö n ü n d e yapılmış
o l d u ğ u için. B u d a v e t i r e d d e t m e s i , ş ö v a l y e n i n o t o r i t e s i n i c i d d i
a n l a m d a sarsacaktı.

S o n u ç olarak, D e p a m i e u x daveti kabul etmiş ve düellonun


bir h a f t a s o n r a y a p ı l m a s ı n a k a r a r v e r i l m i ş t i .

D a h a sonra, kuledeki dairelerine çekildiklerinde, H o r a c e ,


H a l t ' u n g e ç m i ş i y l e ilgili ş a ş k ı n l ı ğ ı m dile g e t i r m i ş t i .
" S e n i n İ b e r y o n kraliyet a i l e s i n d e n g e l d i ğ i n i b i l m i y o r d u m , "
dediğinde. Halt, u m u r s a m a z c a homurdanmıştL

" G e l m i y o r u m . A m a d o s t u m u z b u n u bilmiyor v e soylu ol-


m a d ı ğ ı m ı k a n ı t l a m a s ı n a da i m k â n yok. Dolayısıyla düello da-
vetim, onu bağlıyor."

Ş ö v a l y e l i ğ i n katı g e l e n e k l e r i n e u y u l m a m a s ı n ı n y a n ı sıra,
H a l t ' u n d ü e l l o d a k u l l a n a c a ğ ı taktikleri r a k i b i n e a ç ı k e t m e s i d e
endişelendiriyordu Horace'ı. Savaş Okulu'nda almış olduğu
eğitimde, şövalyeliğin gelenek ve sorumluluklarına çok bü-
yük ö n e m atfediliyordu. On sekiz ay b o y u n c a , H o r a c e ' a bu
kurallann kesin ve bağlayıcı oldukları öğretilmişti. Şövalye
olacaklara sorumluluklar veriliyor ve b ü y ü k imtiyazlara sahip
olmalarına r a ğ m e n , şövalyelerin b u n l a n hak etmeleri gerektiği
ö ğ r e t i l i y o r d u . Bir ş ö v a l y e , k u r a l l a r a d i k k a t e t m e l i y d i . O n l a r l a
y a ş a m a l ı , g e r e k t i ğ i n d e o n l a r için ö l m e l i y d i .

B u g e l e n e k l e r i n i ç i n d e e n sert v e b a ğ l a y ı c ı o l a n ı ise, bir ş ö -


v a l y e n i n d i ğ e r bir ş ö v a l y e y e y a p t ı ğ ı d ü e l l o d a v e t i y d i . Y a l n ı z -
c a ş ö v a l y e l i k t a r i k a t l a r ı n a ü y e o l a n k i ş i l e r i n b ö y l e bir h a k l a n
v a r d ı . A s l ı n d a h e n ü z ş ö v a l y e ilan e d i l m e m i ş bir s a v a ş ç ı o l a n
H o r a c e ' m bile D e p a m i e u x ' y u düelloya davet etme hakkı yok-
tu. A m a H a l t , b u n l a r a aldırış e t m i y o r d u . O r m a n M u h a f ı z ı ' n ı n ,
s o n d e r e c e saygı d u y d u ğ u d e ğ e r l e r e karşı t a k ı n d ı ğ ı b u u m u r -
s a m a z tavır, H o r a c e ' ı d e r i n d e n s a r s m ı ş t ı ; s a r s m a y a d a d e v a m
ediyordu.

" D i n l e , " dedi Halt nazikçe, kolunu H o r a c e ' m güçlü o m u z -


larına a t a r k e n , " ş ö v a l y e l i ğ i n s o n d e r e c e h a s s a s k u r a l l a n o l d u -
ğ u n u b e n d e b i l i y o m m . A m a y a l n ı z c a o k u r a l l a r a u y a n kişiler
için."
" A m a . . . " diye itiraza b a ş l a y a n H o r a c e , H a l t t a r a f m d a n sus-
turuldu.
" D e p a m i e u x , o kuralları, T a n n bilir k a ç yıldır a d a m öl-
d ü r m e k , y a ğ m a v e k a t l i a m y a p m a k için kullanıyor. K a f a s ı n a
u y a n l a r ı k a b u l e d i p , k a l a n ı n a a l d ı n ş e t m i y o r . B u n a sen d e şahit
oldun."
H o r a c e , üzüntüyle b a ş m ı salladı. " B i l i y o m m , H a h . A n c a k ,
benim eğitimim... "
H a l t , o ğ l a n ı n s ö z ü n ü bir k e z d a h a n a z i k ç e kesti. " S e n soy-
l u l a r c a v e r i l e n bir e ğ i t i m a l d ı n , " d e d i . " Ş ö v a l y e l i k k u r a l l a r ı n ı
- t a m a m ı n ı - muhafaza edip o kurallara göre yaşayan insanlarca
eğitildin. S a n a şöyle s ö y l e y e y i m , b u a n l a m d a S ö r R o d n e y y a
d a B a r o n A r a i d ' d a n iyisini t a n ı m a m . Ş ö v a l y e l i k kuralları, o
insanlarda vücut bulmuştur adeta."

G ö z l e r i n i o ğ l a n i n k i l e r d e n a y ı r m a d a n sustu. H o r a c e , b a ş m ı
s a l l a d ı . H a l t , o ğ l a n ı n b ü y ü k saygı d u y d u ğ u R o d n e y v e A r a i d ' ı
ö m e k vermişti. A m a c ı n a ulaştığını anlayan O r m a n Muhafızı,
d e v a m etti. " A n c a k D e p a m i e u x gibi k o r k a k bir k a t i l e , o a d a m -
larla a y n ı d ü s t u r a s a h i p ç ı k m a izni v e r i l e m e z . A d a m ı o n u n l a
d ö v ü ş e b i l e c e ğ i m -ve ş a n s ı m y a v e r g i d e r s e alt e d e c e ğ i m - n o k -
t a y a ç e k m e m e faydası o l a c a k s a eğer, y a l a n s ö y l e m i ş o l m a k t a n
dolayı hiçbir pişmanlık h i s s e t m i y o r a m . "

H â l â h u z u r s u z olsa d a e s k i s i n e g ö r e r a h a t l a m ı ş g ö r ü n e n yü-
züyle H a l t ' a d ö n d ü H o r a c e .
"İyi d e , t a k t i k l e r i n i n h e p s i n i ö ğ r e n m i ş k e n , o n u nasıl y e n e -
c e k s i n k i ? " diye s o r d u ç a r e s i z c e . O m u z silken H a l t , c i d d i bir
i f a d e y l e c e v a p verdi.
" K i m bilir, b e l k i d e ş a n s ı m y a v e r g i d e r . "
OTUZ Beş

E v a n l y n , k ü ç ü k y a y ı a c e m i c e t u t u y o r d u . K i r i ş e yerleştir-
m e y i bir türlü b e c e r e m e d i ğ i o k u , ö n d e k i a ç ı k l ı k t a y ü -
rüyen minik tavşanı gözleyeyim derken elinden düşürüyordu
neredeyse.

K ı z , f a r k ı n d a b i l e o l m a d a n ö f k e l i bir ses ç ı k a r d ı v e t a v ş a -
nın birden arka ayaklarının ü s t ü n d e d o ğ r u l m a s ı n a n e d e n oldu;
h a y v a n ı n k u l a k l a r ı , y a b a n c ı sesi t a k i p e d e b i l m e k için s a ğ a s o l a
seğiriyor, h a v a y ı y o k l a y a n b u r n u ise o y n a y ı p d u r u y o r d u .

Tavşanın tehlikenin geçtiğini sanmasını bekleyen Evanlyn,


o l d u ğ u y e r d e d o n u p k a l d ı . H a y v a n , bir s ü r e s o n r a ö n a y a k l a -
rıyla karı e ş e l e y i p alt t a r a f t a k i ıslak, b o d u r ç i m l e r i a ç ı ğ a çıkar-
m a y a d e v a m etti. K ı z , n e f e s a l m a y a b i l e c e s a r e t e d e m e y e r e k ,
tekrar b e s l e n m e y e b a ş l a y a n hayvanı gözledi ve kirişe geçirdiği
o k u , y a y ı n g e r ç e k s a h i b i n i n a t m ı ş o l d u ğ u ç e n t i ğ i n h e m e n al-
A
tındaki çıkıntıya dayadı.

O n o k t a d a , çıkıntının oku r a h a t ç a t u t a b i l m e s i için, etrafı-


na d e f a l a r c a sarılmış olan ince bir s i c i m l e k a l i n l a ş t ı n l m ı ş t ı
kiriş. Sıkıca a m a hafif bir şekilde k a v r a n a n o k u n , kirişin
serbest kalışıyla ortaya çıkan enerji s o n u c u hedefini b u l m a -
sıydı a m a ç .

E v a n i y n , y a y ı y u k a r i k a l d ı r d ı v e sağ eliyle kirişi g e r i y e


doğru çekmeye başladı. Bu k o n u d a pek başarılı olmadığının
f a r k ı n d a y d ı . K i r i ş i h a t a l ı g e r d i ğ i n i b i l e c e k k a d a r ç o k o k ç u gör-
m ü ş t ü z a m a n ı n d a . F a r k ettiği ü z e r e , eğitimli bir o k ç u y u izle-
mekle, onun hareketlerini tekrarlamak, birbirinden t a m a m e n
farklı iki k o n u y d u . H a t ı r l a d ı ğ ı k a d a r ı y l a Will, hiç z o r l a n m a -
d a n tek bir h a r e k e t l e o k u k i r i ş e y e r l e ş t i r i p yayı g e r e b i l i y o r d u .
Her ne kadar g ö z ü n d e canlandırabilse de, kızm yeteneklerinin
d ı ş ı n d a k a l ı y o r d u b u h a r e k e t . V a z g e ç i p yayı d i k t u t a r a k o k u n
ç ı k ı n t ı s ı n ı p a r m a k l a r ı y l a k a v r a d ı v e kirişi, y a l n ı z c a kol g ü c ü n ü
kullanarak çekmeyi denedi.

Bu şekilde yayı a n c a k y a n yarıya gerebilmişti. Öfkeyle du-


daklannı büzdü Evaniyn. B u n u n l a idare etmek zorundaydı.
Tek g ö z ü n ü kapattı ve açıklığın kenarındaki ağaçlarda gezinen
ölümcül tehlikenin farkında olmaksızın, mutlulukla beslenen
m i n i k t a v ş a n a n i ş a n aldı. B i r u m u t l a o k u b ı r a k ı v e r d i .

O an üç şey b i r d e n o l d u .

E l i n d e n s a v r u l a n yay, o k u h e d e f i n d e n a z ü ç m e t r e s a p t ı r d ı .
Yaydan ayrılan ok, deliciliğini kaybederek ortalığa savruldu
v e geri t e p e n y a y ı n kirişi, E v a n i y n ' i n k o l u n u n i ç t a r a f ı n d a k i
deriyi yırtıp g e ç t i . E v a n l y n , a c ı y l a çığlık a t a r a k y a y ı e l i n d e n
d ü ş ü r d ü . Bir a ğ a c ı n g ö v d e s i n i sıyırıp g e ç e n o k , a ç ı k l ı ğ ı n ö t e -
s i n d e k a y b o l u p gitti.

Bir kez d a h a arka a y a k l a n n m üzerinde doğrulan tavşan,


şaşkınlıkla E v a n l y n ' e baktı ve dört ayak üstüne inerek yavaşça
uzaklaştı.
Benden de ne ölümcül tehlike olur ya, diye düşündü
Evanlyn.

Yayı eline alıp kirişin kestiği b ö l g e y i o v u ş t u r a r a k , attığı


oku a r a m a y a koyuldu. On dakikalık a r a m a n ı n ardından, okun
k a y b o l d u ğ u n d a k a r a r kıldı. A s ı k bir s u r a t l a k ü ç ü k k u l ü b e y e
yollandı.

" S a n ı r ı m b i r a z d a h a i d m a n y a p m a m g e r e k e c e k , " diye m ı -


nidandı.

A v l a n m a y ı ikinci k e z d e n i y o r d u v e ilk d e n e m e s i d e h a y a l
kırıklığıyla s o n u ç l a n m ı ş t ı . Will'in - s a ğ l ı k l ı o l s a - y a y l a a v l a n -
m a k t a hiç d e z o r l a n m a y a c a ğ ı n ı d ü ş ü n e r e k , b e l k i ellinci k e z i ç
geçirdi.

B e l k i g ö r ü r s e i ç i n d e bir ışık y a n a r u m u d u y l a yayı o ğ l a n a


g ö s t e r m i ş t i elbette. A m a Will, o ilgisiz ve i f a d e s i z g ö z l e r i y l e
b o ş b o ş b a k m a k t a n b a ş k a bir şey y a p m a m ı ş t ı .

Dönüş yolunda, geceki yağışın ardından diz hizasına


gelen karın içinden g e ç m e s i gerekiyordu. Bir haftayı aş-
k ı n s ü r e d i r ilk k e z y a ğ a n kar, E v a n i y n ' i d ü ş ü n c e l e r e s e v k
etmişti. Kışın yarıdan fazlası geride kalmış olmalıydı ve
bahar geldiğinde, Hallasholmlu Skandiyalılar bu dağ ge-
çitlerini yeniden kullanmaya başlayacaklardı. Belki de
i ç l e r i n d e n b a z ı l a r ı . Will ile b a r ı n m a k t a o l d u k l a r ı k u l ü b e -
de kalmak üzere buralara kadar gelecekti. Güneye doğru
yapacakları uzun yürüyüşe başlayabilmeleri için oğlanın
artık yavaş yavaş kendini t o p l a m a s ı gerekiyordu. Sıcako-
tunun etkisinden tam olarak kurtulmasının ne kadar süre-
c e ğ i n e d a i r h i ç b i r fikri y o k t u E v a n i y n ' i n . Her geçen gün
d a h a iyiye g i d i y o r gibiydi a m a kız, b u n d a n çok da e m i n
olamıyordu. Öte yandan, havanın karları eritecek kadar
ısınmasına ne kadar kaldığını da bilemiyordu.
Bildiği tek ş e y z a m a n l a yariş h a l i n d e o l d u k l a n y d ı . V a n s ç i z -
gisini bir türlü g ö r e m e d i ğ i bir y a n ş a k a p ı l m ı ş , gidiyorlardı.

K u l ü b e g ö r ü ş a l a n ı n a g i r m i ş t i artık. B a c a d a n y ü k s e l m e k t e
olan ince d u m a n ı görünce rahatladı. O gün a y n i m a d a n önce
k o n t r o l a l t ı n a aldığı a t e ş i n , o y o k k e n d e y a n m a y a d e v a m etti-
ğini u m u y o r d u . K e ş f e t m i ş o l d u ğ u ü z e r e , ü ş ü m ü ş v e ıslak bir
h a l d e eve d ö n ü p d e , s ö n m ü ş bir ateşle k a r ş ı l a ş m a k k a d a r m o -
ral b o z u c u bir şey y o k t u .

O y o k k e n Will'in ateşle i l g i l e n m e s i n i b e k l e m i y o r d u elbet-


te. B u k a d a r b a s i t bir işi b i l e y e r i n e g e t i r e m e y e c e k d u r u m d a y -
d ı o ğ l a n . İ s t e k s i z l i ğ i n d e n değil, diye d ü ş ü n d ü E v a n i y n . T e m e l
i h t i y a ç l a r ı n d ı ş ı n d a bir şey y a p m a k y a d a s ö y l e m e k g e l m i y o r
gibiydi Will'in i ç i n d e n . Yiyor, içiyor ve ara sıra o y a l v a r a n
b a k ı ş ı y l a y a n ı n a g e l e r e k s ı c a k o t u istiyordu. En azından, dedi
Evaniyn kendi kendine, son sıcakotu seansından bu yana epey-
ce z a m a n geçti.

Will, z a m a n ı n ı n k a l a n ı n ı d ö ş e m e y e o t u r u p eline, bir t a h t a


p a r ç a s ı n a ya da o an için g ö z l e r i n i n takıldığı bir n o k t a y a b a k a -
rak geçiriyordu.

E v a n i y n , içeri d o ğ r u a ç ı l a n k a p ı n ı n eski deri m e n t e ş e l e r i n i


g ı c ı r d a t a r a k k u l ü b e y e girdi. Ç ı k a n g ü r ü l t ü , Will'in d i k k a t i n i
çekti. E v a n i y n ' i n b i r k a ç s a a t ö n c e o n u b ı r a k t ı ğ ı gibi b a ğ d a ş
kurmuş, kulübenin ortasında oturuyordu.

" S e l a m , Will. B e n g e l d i m , " d e d i E v a n i y n , g ü l ü m s e m e k için


kendini zorlayarak. O ğ l a n ı n bir g ü n o n a y a n ı t v e r e c e ğ i u m u -
duyla sürekli şansını deniyordu.
A n c a k çabalarının karşılığını alacağı gün, b u g ü n değildi.
O ğ l a n , s e l a m ı n a n e bir c e v a p v e r m i ş n e d e o n a ilgi g ö s t e r m i ş t i .
K ı z , iç geçirerek küçük yayı, kapının h e m e n arkasındaki duva-
r a d a y a d ı . S i c i m i ç ö z m e s i g e r e k t i ğ i n i h a t ı r l a r gibi o l d u a m a o
an b u n u y a p a m a y a c a k kadar keyifsizdi.

Kilere geçerek a z a l m a k t a olan kuru et stoklarından küçük


bir p a r ç a e t ç ı k a r d ı . B i r a z p i r i n ç l e r i d e v a r d ı . E n a z ı n d a n bir
p a r ç a tat v e r m e s i a m a c ı y l a eti i ç i n e b a t ı r d ı ğ ı s u y u k a y n a t a r a k
b i r k a ç h a f t a d a n b e r i a n a y e m e k l e r i h a l i n e g e l m i ş o l a n etli p i l a -
vı hazırlamaya başladı.

E v a n l y n , ö l ç ü p b i ç t i ğ i p i r i n c i d i ğ e r bir t a v a y a k o y m a k ü z e -
r e y k e n , a r k a s ı n d a n hafif bir g ü r ü l t ü g e l d i . D ö n ü p baktığında,
W i l l ' i n , artık t ü m ö ğ l e d e n s o n r a b o y u n c a o t u r d u ğ u n o k t a d a ol-
m a d ı ğ ı n ı fark etti. K a p ı n ı n y a n ı n d a o t u r u y o r d u artık. E v a n l y n ,
o ğ l a n ı n n e d e n yer d e ğ i ş t i r d i ğ i n i m e r a k etse d e , b u n u n r a s t g e l e
bir d e ğ i ş i m d e n ibaret o l d u ğ u n d a k a r a r kıldı.

B i r d e n neler o l d u ğ u n u g ö r d ü ve şaşkınlıkla irkilerek değerli


p i r i n ç l e r i n i n bir k ı s m ı n ı m a s a n ı n ü z e r i n e d ö k t ü .

K ü ç ü k yay, h â l â k a p ı n ı n y a n ı n d a k i d u v a r a d a y a l ı y d ı . A m a
kiriş s i c i m i ç ı k a r ı l m ı ş t ı .
O T U Z ALTI

D epamiuex'nun adamlari, sabahin erken saatlerinden


beri M o n t s o m b r e Ş a t o s u ' n u n ö n ü n d e k i a r s a y ı k a p l a y a n
u z u n ç i m l e r i k ı r p ı y o r l a r d ı . G a l y a l ı ş ö v a l y e , d ü e l l o d a işini ş a n -
s a b ı r a k m a k i s t e m i y o r d u . U z u n ç i m y ı ğ ı n l a r ı n a takılıp devri-
len s a v a ş atları g ö r m ü ş t ü v e s a v a ş a l a n ı n ı n b u tür t e h l i k e l e r d e n
arındırıldığından e m i n o l m a k istiyordu.

D e p a m i e u x , ö ğ l e d e n s o n r a bir s u l a r ı n d a , bir ö n c e k i d ü e l l o
s ı r a s ı n d a k u l l a n m ı ş o l d u ğ u çıkış k a p ı s ı n d a b e l i r m i ş t i . Halt'u
alt e d e c e ğ i n d e n h i ç k u ş k u s u y o k t u . A n c a k u f a k t e f e k y a b a n c ı -
y ı hafife d e a l m ı y o r d u . H a l t ile H o r a c e ' m i d m a n l a r ı n ı i z l e m i ş -
t i v e A r a l u e n l i y a b a n c ı n ı n n a d i r b u l u n a n bir o k ç u o l d u ğ u n u n
f a r k ı n d a y d ı . R a k i b i n i n u y g u l a y a c a ğ ı stratejiyi adı gibi biliyor-
du. D e p a m i e u x , k e n d i k e n d i n e g ü l ü m s e d i . H a l t ' u n p s i k o l o j i k
o y u n l a r ı ilgi ç e k i c i , diye d ü ş ü n d ü . H a r e k e t h a l i n d e k i m i ğ f e r i n
g ö z d e l i k l e r i n d e n içeri y a ğ a n oklar, b i r ç o k h a s m ı n ı n c e s a r e t i n i
kıracak nitelikteydi. A n c a k D e p a m i e u x , H a l t ' u n yeteneklerin-
d e n ş ü p h e e t m e d i ğ i gibi, k e n d i n i n k i l e r d e n d e e t m i y o r d u . B i r
k e d i k a d a r k e s k i n refleksleri v a r d ı v e k a l k a r ı y l a H a l t ' u n o k l a -
rmı savuşturacağından emindi.
Kır saçlı Araluenli, r a k i b i n i iyi d e ğ e r l e n d i r e m e m i ş gibi
duruyor, diye d ü ş ü n d ü ; bu gerçek karşısında belli belirsiz bir
hayal kırıklığı hissetti. Yabancıdan çok büyük beklentileri
vardı aslında. A m a fazla iyimser izlenimlere kapıldığı ortaya
çıkmıştı. Halt, çok yetenekli bir o k ç u y d u , o kadar. D o ğ a ü s -
t ü g ü ç l e r i y a d a gizli y e t e n e k l e r i y o k t u . Ü s t ü n e ü s t l ü k , d i y e
d ü ş ü n d ü ş ö v a l y e , kısıtlı v e k e n d i s i n i bir şey s a n a n sıkıcı b i r
a d a m d ı . O k ç u n u n kraliyet s o y u n d a n geldiğine dair iddiaları-
n a p e k i n a n m ı y o r d u a m a a r t ı k b u n u n bir ö n e m i y o k t u . H a l t ,
ö l m e y i h a k e d i y o r d u v e D e p a m i e u x d e b u n u o n a keyifle b a h -
şedecekti.

D e p a m i e u x , k a r a a y g ı n ü z e r i n d e ağır a d ı m l a r l a s a v a ş a l a -
n ı n a g e l i r k e n , etrafta a l ı ş ı l a g e l d i k b o r a z a n v e t r a m p e t g ü r ü l t ü -
l e r i n d e n eser y o k t u . T ö r e n y a p ı l a c a k bir g ü n d e ğ i l d i b u ; k a r a
ş ö v a l y e için s ı r a d a n bir i ş g ü n ü y d ü y a l n ı z c a . Birileri, o n u n
otoritesini ve bölgedeki hâkimiyetini sorgulamıştı ve bu tiple-
rin b a ş l a r ı n ı n ç a b u c a k e z i l m e s i g e r e k i y o r d u .

H e r şeye r a ğ m e n , Montsombre Şatosu çalışanlarının he-


m e n h e m e n tamamıyla D e p a m i u e x ' n u n savaşçılarının büyük
bir ç o ğ u n l u ğ u , d ö v ü ş e t a n ı k l ı k e t m e k ü z e r e t o p l a n m ı ş t ı . İ ç l e -
rinden kaçının efendilerinin yenilmesini istediğini m e r a k ede-
rek s e r t ç e g ü l ü m s e d i ş ö v a l y e . B i r k a ç k i ş i y l e sınırlı o l m a d ı ğ ı n a
e m i n i m , diye d ü ş ü n d ü . A m a hayal kırıklığına uğrayacaklardı.
E s a s e n o k ç u n u n ö l ü m ü n ü n o n a b ü ) m k bir f a y d a s ı o l a c a k t ı .
Ş a t o l o r d u n u n , z ı p ç ı k t ı n ı n t e k i n i iki v u r u ş t a ö l d ü r d ü ğ ü g ö s t e r i ,
d i s i p l i n i s a ğ l a m a k için y e r d e a r a r k e n g ö k t e b u l d u ğ u fırsattı.
H a l t d a b u s ı r a d a d ü e l l o a l a n ı n a g e l m i ş t i . T u h a f m i n i k atı-
nın ü z e r i n d e , a l a n ı n ö t e k i u c u n a d o ğ m i l e r l i y o r d u . Z ı r h y e r i -
n e D e p a m i u e x ' n u n m ı z r a ğ ı y l a kılıcı k a r ş ı s ı n d a h i ç b i r k o r u m a
s a ğ l a m a y a c a k olan k a k m a deriden bir yelek giymişti. Bir de,
her z a m a n k i , grili yeşilli p e l e r i n i n i .
G e n ç arkadaşı, birkaç adım gerisinden at sürüyordu. Zincir-
d e n zırhını g i y m i ş , m i ğ f e r i n i s a v a ş a t m m eyer t o p u z u n a a s m ı ş -
tı. M e ş e yaprağı sembolüyle süslü yuvarlak kalkanı sırtında,
kılıcı ise b e l i n d e y d i .

Ç o k ilginç, diye d ü ş ü n d ü D e p a m i e u x . H a l t ' u n k a ç ı n ı l m a z


y e n i l g i s i n i n a r d ı n d a n , g e n ç s a v a ş ç ı , u s t a s ı n ı n i n t i k a m ı n ı al-
m a y a ç a h ş a c a k m ı ş gibi d u m y o r d u . D a h a iyi y a , d i y e d ü ş ü n d ü
k a r a ş ö v a l y e . B i r ö l ü m asi ç a l ı ş a n l a r ı n ı y o l a g e t i r e c e k s e eğer,
iki ö l ü m ü n etkisinin n e o l a c a ğ ı m k i m b i l e b i l i r d i ki?

A t ı m d u r d u m p sağ e l i n d e k i m ı z r a ğ ı n d e n g e s i n i k o n t r o l etti.
A l a n ı n ö t e t a r a f ı n d a k i r a k i b i , y a v a ş v e s a ğ l a m a d ı m l a r l a iler-
l e m e y e d e v a m e d i y o r d u . A r k a s ı n d a a t s ü r e n k a s l ı g e n ç l e dev
savaş a t m a kıyasla m i n i c i k g ö r ü n ü y o r d u Halt.

"Umarım ne yaptığını biliyorsundur," dedi Horace;


D e p a m i u e x ' n u n o n l a n izliyor o l m a s ı i h t i m a l i n e -ki ş ü p h e s i z
izliyordu- karşın, dudaklarını o y n a t m a d a n k o n u ş m a y a çalışı-
yordu. Eyerinin sırtında o n a d o ğ m d ö n e n Halt, n e r e d e y s e gü-
lümsüyordu.

" B e n de öyle," dedi usulca. H o r a c e ' m sağ e l i n i n bir k e z


d a h a k m ı n d a k i k ı l ı c ı m g e v ş e t t i ğ i n i fark etti. Y a n y a n a a t sürer-
lerken b u n u d e f a l a r c a y a p m ı ş t ı o ğ l a n . " S a k i n o l , " d i y e e k l e d i .
H o r a c e , artık D e p a m i u e x ' n u n o n u g ö r ü p g ö r m e d i ğ i n e aldır-
madan, açıkça Halt'un yüzüne bakıyordu.
" S a k i n m i ? " d i y e t e k r a r l a d ı ş ü p h e y l e . " Z ı r h l ı bir ş ö v a l y e y l e
e l i n d e y a y d a n b a ş k a bir şey o l m a d a n d ö v ü ş e c e k s i n v e b a n a
sakin o l m a m ı mı söylüyorsun?"

" B i r iki t a n e d e o k u m var, b i l i y o r s u n , " d e d i H a l t tatlılıkla.


H o r a c e g ü v e n s i z b i r tavırla b a ş ı n ı s a l l a d ı .

"Şey... ben yalnızca... u m a r ı m ne yaptığının farkmdasın-


dır," d e d i y e n i d e n . H a l t , m i n i k bir t e b e s s ü m attı o n a .

" H e p de b u n u söylüyorsun," diyerek, kulaklarını dikmiş


t a l i m a t ı n ı b e k l e y e n A b e l a r d ' ı d u r d u r d u . G ö z l e r i n i u z a k t a k i si-
y a h zırhlı ş e k l e d i k e r e k a t ı n d a n indi.

" Ş u n u g ü v e n l i bir y e r e g ö t ü r , " d e d i o ğ l a n a v e H o r a c e u z a -


n a r a k atı d i z g i n l e r i n d e n y a k a l a d ı . K u l a k l a r ı s e ğ i r e n A b e l a r d ,
m e r a k h gözlerle sahibine baktı.

Halt "Onunla git," dedi usulca ve hayvan, kendisini


H o r a c e ' m kontrolüne bıraktı. O r m a n M u h a f ı z ı , bakışlarını sa-
v a ş a t m m s ı r t ı n d a k i d e l i k a n l ı y a çevirdi. O ğ l a n ı n e n d i ş e s i , v ü -
c u d u n u n her u z v u n d a n okunabiliyordu.

" H o r a c e ? " diye seslendi ona. Savaşçı çırağı, durup arkasına


döndü.

" N e yaptığımın farkındayım, merak etme."

H o r a c e , m u t s u z bir t e b e s s ü m t a k ı n m a y ı b a ş a r d ı . " Ö y l e d i -
yorsan öyledir Halt."

O r m a n M u h a f ı z ı , b u k o n u ş m a l a r s ı r a s ı n d a k ı l ı f ı n d a k i iki
d ü z i n e o k t a n ü ç ü n ü , u ç l a r ı a ş a ğ ı b a k a c a k ş e k i l d e sağ ç i z m e -
sine sıkıştınyordu. Bu, H o r a c e ' ı şaşkına çevirmişti. H a l t ' u n
o k l a r ı m o ş e k i l d e s a k l a m a s ı n a g e r e k y o k t u ki. K ı l ı f t a n çektiği
t e k o k u a t m a s ı , s a n i y e n i n o n d a birini b i l e b u l m u y o r d u .
M e r a k edecek zamanı da yoktu zaten. D e p a m i e u x , alanm
öbür tarafmdan onlara sesleniyordu.
" L o r d H a l t , " diye s ö z e b a ş l a y a n a k s a n l ı sesi, atları y a n t a -
rafa çeken H o r a c e ' m k u l a k l a n n a kadar geliyordu. " H a z ı r m ı -
sınız?"

K o n u ş m a y a t e n e z z ü l b i l e e t m e y e n H a l t , c e v a p o l a r a k elini
k a l d ı r d ı . B u d a n m ı ş a l a n ı n o r t a s ı n d a tek b a ş ı n a d u r m u ş , d e v a -
s a s a v a ş a t m m sırtındaki k a p k a r a ş ö v a l y e n i n ü s t ü n e g e l m e s i n i
b e k l e r k e n , a m m a d a k ü ç ü k v e s a v u n m a s ı z g ö r ü n ü y o r , diye d ü -
şündü Horace.

" O z a m a n iyi o l a n k a z a n s ı n ! " diye s e s l e n d i D e p a m i e u x ,


alaylı bir ş e k i l d e . B u k e z c e v a p v e r d i H a l t .

" Ö y l e p l a n l ı y o r a m ! " diye b a ğ ı r d ı , D e p a m i e u x , a t ı m m a h -


muzlayıp dörtnala koştumrken.

H o r a c e birden, H a l t ' u n ona D e p a m i u e x ' n u n galip gelme-


s i h a l i n d e n e y a p m a s ı g e r e k t i ğ i n e dair hiçbir şey s ö y l e m e m i ş
o l d u ğ u n u fark etti. B ö y l e bir d u r a m d a O r m a n M u h a f ı z ı ' n ı n
ona kaçmasını söylemesini bekliyor, D e p a m i e u x ile d ö v ü ş -
mesini istemediğini sanıyordu. Ki Halt'un yenilmesi halinde
H o r a c e ' m y a p a c a ğ ı ilk şey, k a r a ş ö v a l y e y e m e y d a n o k u m a k
o l a c a k t ı . H o r a c e , O r m a n M u h a f ı z ı ' n ı n b u k o n u d a s e s s i z kal-
m a s ı n ı n nedenini m e r a k ediyordu. Ya H o r a c e ' m dediklerini
nasılsa y a p m a y a c a ğ ı m biliyordu ya da dövüşten m u t l a k a galip
çıkacağına inanıyordu.

G a l i p ç ı k a c a k m ı ş gibi d u r d u ğ u n d a n d e ğ i l y a . T o p r a k , k a r a
savaş atının toynakları altında gümbürderken H o r a c e ' m m a -
hir g ö z l e r i , G a l y a l ı ş ö v a l y e n i n i n a n ı l m a z t e c r ü b e l i v e d o ğ a l
y e t e n e ğ e s a h i p bir s a v a ş ç ı o l d u ğ u n u g ö r e b i l i y o r d u . A t i n i n
sırtına m ü k e m m e l bir dengeyle oturmuş' uzun, ağır m ı z r a ğ ı
k ü ç ü k b i r t a h t a p a r ç a s ı gibi r a h a t l ı k l a k a l d ı r m ı ş t ı . M ı z r a ğ ı -
n ı n u c u gri y e ş i l p e l e r i n l i u f a k t e f e k r a k i b i n e y a k l a ş ı r k e n ,
üzengilerinin üzerinde yükselerek öne doğru yaylanmaya
başlamıştı.

D e p a m i u e x ' n u n z i h n i n e d ü ş e n ilk k u ş k u t o h u m l a r ı n ı n kay-


n a ğ ı d a o p e l e r i n o l d u . K o n u m u n u k o m y a n H a l t , h a f i f ç e salla-
n ı y o r gibiydi ş i m d i ; gri yeşil ç i m l e r l e b ü t ü n l e ş e n a l a c a l ı p e l e -
rini. O r m a n M u h a f ı z ı ' n ı n bir g ö r ü n ü p bir k a y b o l m a s ı n a n e d e n
o l u y o r d u . B u d a rakibini ş a ş k ı n a ç e v i r i y o r d u . Ö f k e l e n e n D e -
p a m i e u x , bu düşünceleri aklından kovarak dikkatini okçuya
v e r m e y e ç a l ı ş ı y o r d u . D i b i n d e y d i artık, o t u z m e t r e bile y o k t u
aralarında ve okçu daha hâlâ...

Oku havada gördü. Y a y ı n y u k a r ı k a l k ı ş ı y l a karşı t a r a f t a


belli b e l i r s i z bir h a r e k e t l e n m e o l d u . M i ğ f e r i n i n g ö z deliklerini
h e d e f a l a n felaket h a b e r c i s i ok, i n a n ı l m a z bir h ı z l a o n a d o ğ r u
gelmeye başlamıştı bile.

O k n e k a d a r hızlı o l u r s a o l s u n , kalkanın kaldırıp kendisi-


n i s a v u n a n D e p a m i e u x d a h a hızlıydı. O k u n k a l k a n a ç a r p t ı ğ ı n ı
hissetti; ç e l i ğ i n çeliğe s ü r t m e s i y l e p a r l a k , s i y a h k a l k a n d a d e r i n
bir o y u k o l u ş t u v e o k , t ı s l a y a r a k o r t a d a n k a y b o l d u .

A m a b u p o z i s y o n d a y k e n kısa b o y l u rakibini g ö r e m i y o r d u ;
h ı z l a k a l k a n ı indirdi.

C e h e n n e m d e k i t ü m ş e y t a n l a r alsın seni! diye s ö v d ü k e n d i


kendine. H a l t ' u n planı da buydu zaten ve daha kalkan hava-
d a y k e n g ö n d e r m i ş t i ikinci o k u n u . D e p a m i u e x ' n u n g ü ç l ü ref-
leksleri, ş ö v a l y e n i n i m d a d ı n a bir k e z d a h a yetişti. Bir i n s a n n a -
sıl bu k a d a r hızlı atış y a p a b i l i r , diye g e ç i r d i a k l ı n d a n . B i r d e n ,
okçunun bulunduğu noktanın yani mızrak mesafesinin dışına
çıkmış o l d u ğ u n u fark ederek küfrü bastı.

Yavaşlattığı savaş atını g e n i ş bir y a y ç i z e r e k d ö n d ü r d ü .


H ı z l ı bir d ö n ü ş y a p ı p atı s a k a t l a m a y a d e ğ m e z d i . A c e l e s i y o k t u
nasılsa ve...

O a n sol o m z u n d a b i r acı d a l g a s ı h i s s e t t i . M i ğ f e r i y l e kı-


sıtlı o l a n g ö r ü ş a l a n ı i ç e r i s i n d e a c e m i h a r e k e t l e r l e iki b ü k -
lüm oldu ve yanından geçerken Halt'un, bu kez zırhının
o m u z b o ş l u ğ u n u h e d e f alarak bir o k d a h a g ö n d e r m i ş oldu-
ğ u n u f a r k etti.

O k , b o ş l u ğ u k a p a t a n z i n c i r d e n zırh t a r a f ı n d a n d u r d u r u l m u ş
a n c a k sivri u c u zırhı h a f i f ç e d e l e r e k e t i n e s a p l a n m a y ı b a ş a r -
m ı ş t ı . D a y a n ı l m a z bir acı d e ğ i l d i s o n u ç t a ; a n a kas v e t e n d o n -
l a n n ı n z a r a r g ö r ü p g ö r m e d i ğ i n i a n l a m a k için k o l u n u h ı z l a h a -
r e k e t ettirdi. D ö v ü ş ü n u z a m a s ı h a l i n d e , s e r t l e ş e n k o l u k a l k a n
s a v u n m a s ı n a katkıda bulunabilirdi bile.

Şu haliyle, y a l n ı z c a ö n e m s i z bir y a r a y d ı . A c ı v e r i c i v e
ö n e m s i z , diye düzeltti, k o l u n d a n d a m l a y a n sıcak kanı hisse-
derek. B u n u n hesabını s o r a c a ğ ı n a söz verdi kendine. H e m de
ne hesap.

Z i r a D e p a m i e u x , artık H a l t ' u n p l a n ı n ı k a v r a m ı ş o l d u ğ u n a
inanıyordu. Okçu, üzerine g e l m e y e d e v a m eden şövalyeyi,
kalkanım kaldırıp görüş alanını sıfırlamaya zorlayacak ve D e -
p a m i e u x geçerken de yana kayacaktı.

Ş ö v a l y e n i n b u o y u n u o y n a m a y a h i ç niyeti y o k t u . M ı z r a k l a
y a p t ı ğ ı süratli s a l d ı n y ı , y a v a ş v e ihtiyatlı bir s t r a t e j i y l e d e ğ i ş -
t i r e c e k t i . H ı z l ı b i r s a l d ı n n ı n y a r a t a c a ğ ı etkiye i h t i y a c ı y o k t u n e
d e o l s a . O n u a t s ı r t ı n d a n d e v i r m e y e ç a l ı ş a n zırhlı bir ş ö v a l y e
y o k t u k a r ş ı s ı n d a . M e y d a n ı n o r t a s ı n d a a y a k t a d u r a n , s a b i t bir
savaşçıyla dövüşüyordu.

P l a n ı a k i m a y a t ı n c a , u z u n v e h a n t a l m ı z r a ğ ı u z a n ı p kırdığı
o k l a b i r l i k t e y e r e fırlattı.

K ı l ı c ı n ı ç e k e r e k atını y a v a ş a d ı m l a r l a H a l t ' u n o n u b e k l e -
mekte olduğu noktaya doğru sürmeye başladı.

K a l k a n ı n ı n o k l a r ı s a v u ş t u r a b i l e c e k p o z i s y o n d a k a l m a s ı için
H a l t ' u sol t a r a f ı n d a t u t u y o r d u . S a ğ e l i n i n m ü k e m m e l bir d e n -
geyle kavradığı u z u n kılıcıyla h a v a d a z o r l a n m a k s ı z ı n daireler
çiziyordu.

D ö v ü ş ü izleyen H o r a c e , kalp atışlarının hızlandığını hisset-


ti. D ö v ü ş ü n y a l n ı z c a bir t e k k a z a n a n ı o l a c a k t ı . D e p a m i u e x ' n u n
m ı z r a k l ı s a l d ı r ı d a n v a z g e ç i p ihtiyatlı bir kılıç d ö v ü ş ü n e d ö n -
m e s i y l e birlikte. Halt için tehlike çanları ç a l m a y a başlamıştı.
H o r a c e , o n ş ö v a l y e d e n d o k u z u n u n , H a l t ' u n stratejisi k a r ş ı s ı n -
d a ö f k e d e n d e l i y e d ö n ü p o n u e z m e k için m ı z r a k s a l d ı r ı s ı n a
d e v a m edeceğini biliyordu. D e p a m i e u x ise b u n u n çılgınlık
olduğunu görüp Halt'un avantajım ortadan kaldıracak onda
birlik k e s i m e dahildi.

U f a k t e f e k r a k i b i n e d o ğ m y a v a ş a d ı m l a r l a i l e r l e y e n atlı ş ö -
v a l y e y l e H a l t ' u n a r a s m d a y a l n ı z c a kırk m e t r e v a r d ı artık. A z
ö n c e o l d u ğ u gibi, y a y h a v a y a kalktı v e o k h e d e f i n e g ö n d e r i l -
di. D e p a m i e u x , b e c e r i k l i , h a t t a n e r e d e y s e r a k i b i n i h o r g ö r e n
b i r h a r e k e t l e k a l k a n ı n ı k a l d ı r d ı . D a r b e n i n tıngırtısını d u y u n c a
k a l k a n ı y e n i d e n indirdi. K a f a s ı n ı h e d e f a l a n bir s o n r a k i o k u
g ö r e b i l i y o r d u . O k ç u n u n eli o y n a y ı p o k h a v a d a s ü z ü l m e y e b a ş -
l a d ı ğ ı a n k a l k a n ı n ı bir k e z d a h a k a l d ı r d ı .

A m a ö n e m l i bir şeyi g ö z d e n k a ç ı r m ı ş t ı .
Bu, Halt'un çizmesine saklamış olduğu üç oktan biriydi.
Ucu, ateşte sertleştirilmiş çelikten yapılmış, özel bir oktu. Uç
kısmı, Halt'ın normal savaş oklan gibi geniş ve yassı değildi;
Depamiuex'nun zırhını delip etine saplanmasını sağlayacak
olan dört minik uzantıyla çevrilmişti.
Halt, zırh delici okların sımnı, yıllar önce doğu steplerinde-
ki vahşi atlı okçulardan öğrenmişti.
Ok, hedefine gönderilmişti. Depamieux kalkanını kaldınr-
ken, okun, ucunda yer alan ağırlıklar sayesinde, nişan alınan
bölgenin altına çarptığım göremedi. Eğik kalkanın altma doğ-
m bir yay çizen ok, tüm hızıyla şövalyenin açıktaki göğüs zır-
hına isabet etti.
Depamieux, bir ses duydu. Metalin metale çarpış sesi; tan-
gırtıdan çok gümbürtüyü andınyordu. Neler olup bittiğini me-
rak etti. Birden yoğun bir acının, bir ıstırap dalgasının sol tara-
fmdan başlayarak hızla tüm vücudunu kapladığmı hissetti.
Çimlerin üzerine devrildiğini fark etmemişti bile.
Halt, yayını indirdi. Kirişi gevşetti ve hazır beklettiği ikinci
zırhdelici okunu kıhfina geri koydu.
Montsombre Şatosu'nun lordu yerde hareketsiz yatıyordu.
Dövüşü izlemek üzere şatodan dışan çıkmış olan küçük izleyi-
ci gmbunun üzerine, şaşkın bir sessizlik çökmüştü. Hiçbiri ne
tepki vermesi gerektiğini bilmiyor, bu sonucu beklemiyordu.
Hizmetkârlar, aşçılar ve ahır çalışanları ihtiyatlı bir memnuni-
yet içindeydiler. Depamieux, hiçbir zaman sevilen bir efendi
olmamıştı. Canını sıkan her hizmet kân kırbaçlatıp kafeslere
kapatmasının da bunda etkisi büyüktü. Ama biraz önce onu
öldürmüş olan adamdan da fazlasmı beklemiyorlardı. Doğal
o l a r a k , sakallı y a b a n c ı n ı n e f e n d i l e r i n i , M o n t s o m b r e ' m y ö n e -
t i m i n i ele g e ç i r m e k için ö l d ü r d ü ğ ü n ü s a n ı y o r l a r d ı . Galya'da
işler b u ş e k i l d e y ü r ü r d ü v e t e c r ü b e l e r i o n l a r a , e f e n d i d e ğ i ş i k -
liklerinin hiçbir o l u m l u g e l i ş m e sağlamayacağını göstermiş-
ti. Z a t e n D e p a m i e u x d e b i r k a ç yıl ö n c e bir diğer z o r b a y ı alt
e d e r e k e f e n d i l e r i o l m u ş t u . D o l a y ı s ı y l a , m e r h a m e t s i z v e sadist
k a r a ş ö v a l y e n i n ö l ü m ü n d e n h o ş n u t o l m a l a r ı n a r a ğ m e n , halefi-
ne de pek iyimserlikle baktıklan söylenemezdi.

D e p a m i e u x ' y e h i z m e t e t m i ş o l a n a s k e r l e r i n d u r u m u ise,
b i r a z d a h a farklıydı. Ölen efendileriyle aralarında en azından
bir b a ğ v a r d ı ; gerçi b u y a k ı n l ı k s a d a k a t o l a r a k n i t e l e n e m e z d i .
A m a yıllardır D e p a m i u e x ' n u n y a n ı n d a s a v a ş a r a k b i r ç o k z a f e r
k a z a n m ı ş v e ö n e m l i m i k t a r d a g a n i m e t ele g e ç i r m i ş l e r d i . Ş i m -
d i a r a l a r ı n d a n ü ç ü , elleri k ı l ı ç l a n n m k a b z a s ı n d a , H a l t ' a d o ğ m
yürümeye başlamışlardı bile.

Hareketlenmeyi gören Horace, Vumcu'jm mahmuzlayarak


a s k e r l e r l e gri pelerinli o k ç u n u n a r a s ı n a girdi. K ı n ı n d a n v ı n l a -
y a r a k ç ı k a n kılıcı, ö ğ l e d e n s o n r a g ü n e ş i n i y a k a l ı y o r d u . A s k e r -
ler d u r a k s a d ı l a r . H o r a c e ' m ş ö h r e t i , o n l a r a k a d a r u l a ş m ı ş t ı v e
hiçbiri g e n ç a d a m l a k a r ş ı k a r ş ı y a g e l e b i l e c e k k a d a r y e t e n e k l i
bir s i l a h ş o r o l d u ğ u n u d ü ş ü n m ü y o r d u . Onlar, m e y d a n m u h a r e -
b e l e r i n i n k a r m a ş a s ı n a a l ı ş k ı n l a r d ı , b u tür h e s a p k i t a p gerekti-
r e n , s o ğ u k d ü e l l o a l a n l a r ı n a değil.

"Atını g e t i r ! " diye s e s l e n d i H a l t , H o r a c e ' a . S a v a ş ç ı , ş a ş k ı n -


lıkla etrafına b a k ı n d ı . H a l t y e r i n d e n k ı m ı l d a m a m ı ş t ı . B a c a k l a -
n m h a f i f ç e a ç m ı ş , y a k l a ş m a k t a o l a n askerleri b e k l i y o r d u . Y a -
yını a l ç a l t m ı ş o l m a s ı n a r a ğ m e n , o k u kirişte h a z ı r b e k l i y o r d u .

" N e ? " diye s o r d u H o r a c e a n l a m a y a r a k . Orman Muhafızı


b a ş ı n ı k a r a ş ö v a l y e n i n , ağırlığını bir a y a ğ ı n d a n d i ğ e r i n e v e r i p
kararsız hareketlerle başını savuran savaş a t m a doğru salladı.
"Atı d i y o r u m . O b e n i m artık. Al da g e t i r , " d i y e t e k r a r l a -
dı Halt. H o r a c e d a V u r u c u ' y u , u z a n ı p k a r a atın d i z g i n l e r i n i
yakalayabileceği noktaya dek sürdü. B u n u y a p a r k e n kılıcını
k ı n ı n a geri k o y m a k z o r u n d a k a l m ı ş t ı v e ü ç a s k e r i - a y n c a ar-
k a l a r ı n d a d u r a n , h e n ü z bir t a r a f s e ç m e m i ş bir d ü z i n e d i ğ e r i n i -
ihtiyatlı g ö z l e r l e s ü z ü y o r d u .

" M u h a f ı z k o m u t a n ı ! " diye seslendi Halt. " N e r e d e s i n ? "

G e n i ş s a v a ş ç ı g r u b u n u n i ç i n d e n y a n zırhlı, i r i y a n bir a d a m
çıktı ö n e . H a l t , bir a n a d a m ı s ü z d ü k t e n s o n r a y e n i d e n seslendi:

"Admne? "

K o m u t a n , duraksadı. O l a y l a r n o r m a l bir ş e k i l d e g e l i ş m i ş
o l s a , b u tür bir d ü e l l o y u k a z a n a n k i ş i n i n , her ş e y i n o l d u ğ u gibi
kalmasını talep edeceğini ve M o n t s o m b r e ' d a k i hayatın, pek
d e ğ i ş m e d e n d e v a m edeceğini biliyordu. A n c a k k o m u t a n aynı
z a m a n d a y e n i bir e f e n d i n i n , bir ö n c e k i y ö n e t i m e ait ü s t d ü z e y
s u b a y l a r ı n r ü t b e l e r i n i i n d i r e b i l e c e ğ i n i n , h a t t a b u kişileri i d a m
e d e b i l e c e ğ i n i n d e f a r k ı n d a y d ı . Y a b a n c ı n ı n e l i n d e k i yay, o n u
tedirgin ediyordu. A m a kimliğini açık e t m e m e y i de gereksiz
buluyordu. D i ğ e r askerler, ö n l e r i n i n a ç ı l m a s ı i ç i n o n u tecrit
etmekten hiç de çekinmeyeceklerdi. Kararını verdi.

"Philemon, lordum," dedi. Halt adamı incelerken rahatsız


e d i c i , u z u n bir s e s s i z l i k y a ş a n d ı .

" B u r a y a gel, P h i l e m o n , " d e d i H a l t n i h a y e t v e o k u n u kılıfı-


n a k o y u p , y a y ı n ı sol o m z u n a astı. A s l ı n d a k o m u t a n ı c e s a r e t -
l e n d i r m e k t i a m a c ı a m a H a l t ' u n i s t e r s e , o n u t e k bir a d ı m b i l e
a t a m a d a n ö l d ü r e b i l e c e ğ i n i n f a r k ı n d a y d ı k o m u t a n . T ü m sinir
uçlan gerilmiş bir şekilde, dikkatle yaklaştı ufak tefek adama.
Konuşma mesafesine geldiğinde. Halt söze başladı.
"Burada ihtiyacım olandan daha uzun süre kalmaya hiç
niyetim yok," dedi sakin sakin. "Bir ay içinde Tötonya ve
Skandiya'ya uzanan geçitler açılacak ve yol arkadaşımla ben
de buradan gideceğiz."
Sustu. Söylenenleri idrak etmeye çalışan Philemon, kaşla-
nm çattı.
"Sizinle gelmemizi mi istiyorsunuz?" diye sordu nihayet.
"Arkanızdan gelmemizi mi bekliyorsunuz?"
Halt, başını iki yana salladı. "Bir daha hiçbirinizi görmek
niyetinde değilim," dedi açıkça. "Bu şatodan, insanlanndan
hiçbir şey istemiyorum. Yalnızca Depamiuex'nun savaş atı-
nı alacağım, çünkü düellonun galibi olarak buna hakkım var
Kalanını alabilirsin; şatoyu, mobilyaları, hazineyi, yiyecekle-
ri, hepsini. Arkadaşlanm kontrol altma alabilirsen eğer, hepsi
senindir"
Philemon, şaşkınlıkla başını salladı. Ayağına ne büyük bir
fırsat gelmişti böyle! Yabancı yoluna devam ediyor ve şatoyu
içindekilerle beraber ona -bir muhafız komutanına- bırakıyor-
du. Kendi kendine hafif bir ıslık çaldı. Bölge yöneticisi olarak
Depamiuex'nun yerine geçecekti. Bir şatosu, emrine amade
askerleriyle hizmetkârlan bulunan bir lord olacaktı!
"İki şey var," diyerek onun düşüncelerini böldü Halt. "Ka-
feslerdeki insanlan derhal serbest bırakacaksın. Şatodaki diğer
hizmetkâr ve kölelere gelince... burada kalıp kalmamak onla-
nn bileceği iş. Hiçbirini senin yanında kalmaya zorlamayaca-
gım.
Komutanın kalın kaşlari, bu açıklama üzerine çatıldı. ttiraz
etmek üzere ağzını açtı, ancak Halt'un gözlerindeki ifadeyi
görünce duraksadı. Soğuk, kararlı ve kesinlikle merhametsiz
bir ifadeydi bu.
"Senin ya da halefinin," diye düzeltti Hah. "Seçim sana ait.
Kabul etmezsen seçme şansım, seni öldürdükten sonra yerine
geçene veririm."
Philemon, bu sözleri duyduğu an, Halt'un söylediklerini
yapmakta hiç tereddüt etmeyeceğini fark etti. Halt ile ya da sa-
vaş atının sırtındaki kaslı genç silahşörle mücadele edebilecek
durumda değildi.
Seçeneklerini değerlendirdi. Mücevherler, ahin, zenginlik
içinde bir şato, paralan zamanında ödeneceği için ona sadık
kalan bir grup silahlı asker ve muhtemelen ayrılacak olan bir-
kaç hizmetkâr.
Ya da ölüm; buracıkta, hemen şimdi.
"Kabul ediyorum," dedi Philemon.
Sonuçta, diye düşündü, hizmetkâr ve kölelerin çoğunun evi
yok. Büyük olasılıkla birçoğu, işlerin bundan daha kötü ola-
mayacağı, hatta daha iyiye bile gidebileceğine dair kaderci bir
anlayışa teslim olup, Montsombre Şatosu'nda kalmayı tercih
edecekti.
Halt, hafifçe başını salladı. "Ben de öyle düşünmüştüm."
E v a n l y n , işine o d a k l a n m ı ş t ı . Y u m u ş a k deri p a r ç a s ı n ı k e -
sip d ü z e l t i r k e n d i ş l e r i n i n a r a s ı n d a n dışarı fırlayan dili-
n e , hafifçe ç a t ı l m ı ş k a ş l a r ı eşlik e d i y o r d u .

Hata y a p m a lüksünün bulunmadığını biliyordu. Ahırda bul-


d u ğ u deri p a r ç a s ı , t a m d a a m a c ı n a h i z m e t e d e c e k b o y u t t a y d ı .
Yumuşak, esnek ve inceydi. Kulübede başka k u m a ş parçaları
d a b u l m u ş t u , a m a h e p s i k u r u m u ş v e k a s k a t ı k e s i l m i ş bir h a l -
deydi. İhtiyacı olan p a r ç a , buydu.

E v a n i y n , k e n d i n e bir s a p a n y a p ı y o r d u .

Yayı k u l l a n m a k t a n v a z g e ç m i ş t i s o n u n d a . B ü y ü k bir hedefi


v u r a b i l e c e k h a l e g e l m e m için bile, diye d ü ş ü n m ü ş t ü , o k a d a r
vakit g e ç m e s i g e r e k e c e k ki, o z a m a n a d e k Will ile i k i m i z ç o k t a n
a ç l ı k t a n ö l m ü ş o l a c a ğ ı z . D e r i n bir i ç geçirdi. Bir p r e n s e s o l a r a k
yetiştirilmiş o l m a n ı n belli s a k ı n c a l a r ı d a y o k değildi hani. H a s s a s
dikiş ve nakış işlerini becerebilir, iyi ş a r a p t a n a n l a r ve bir d ü z i n e
soylu ile eşlerine bir a k ş a m y e m e ğ i verebilirdi. H i z m e t k â r l a r ı
o r g a n i z e edebilir ya da en sıkıcı r e s m i törenler s ı r a s ı n d a , t ö r e n l e
i l g i l e n i y o r m u ş ç a s ı n a k o l t u ğ u n d a saatlerce d i m d i k oturabilirdi.
Bunlarin hepsi değerli özelliklerdi belki a m a içinde bulun-
d u ğ u şartlar a l t m d a hiçbiri işe y a r a m ı y o r d u . E n a z ı n d a n b i r k a ç
saatlik temel o k ç u l u k eğitimi almış olmayı dilerdi. Pişmanlıkla
kabullendiği üzere, ok ve yay kullanımı, onun yeteneklerinin
ötesinde kalıyordu.

A m a s a p a n ö y l e m i y d i ya! O n o k t a d a işler d e ğ i ş i y o r d u işte.


K ü ç ü k bir k ı z k e n , iki e r k e k k u z e n i y l e s a p a n l a n m alıp A r a l u e n
Ş a t o s u ' n u n dışındaki o r m a n l a r d a az avlanmamışlardı. O za-
m a n l a r , s a p a n ı g a y e t iyi k u l l a n d ı ğ ı n ı h a t ı r l ı y o r d u .

O n u n c u d o ğ u m g ü n ü n d e , babası E v a n i y n ' i öfkeden deliye


d ö n d ü r e n bir k a r a r l a , k ı z ı n ı n artık o ğ l a n l a r l a o y n a m a y ı b ı r a k a -
rak hanımefendiliğin e s a s l a n n ı ö ğ r e n m e y e b a ş l a m a s ı n a karar
vermişti. O günden sonra gezinti ve s a p a n avlan sona ermiş,
dikiş n a k ı ş işleri ile ev s a h i b e l i k l e r i b a ş l a m ı ş t ı .

Y i n e d e , d i y e d ü ş ü n d ü , b i r a z a h ş t ı r m a y l a m u h t e m e l e n işi-
me yarayacak kadannı hatırlarım.

A r a l u e n Ş a t o s u ' n d a k i o m u t l u günleri hatırlayınca, d u d a k -


larına h a f i f bir t e b e s s ü m yerleşti. Şimdiki hayatıyla kıyaslan-
d ı ğ ı n d a g e c e v e g ü n d ü z gibiydiler. B u g ü n l e r d e b a ş k a şeyler
ö ğ r e n i y o r u m , diye dalga geçti. Bir midilliyi belinin hizasında-
ki k a r l a n n içinden çekebiliyor, rahatsız z e m i n d e uyuyabiliyor,
n a z i k k i ş i l e r i n u y g u n g ö r d ü ğ ü sıklıktan ç o k d a h a a z b a n y o y a -
p ı y o r d u . Ş i m d i d e şansı y a v e r g i d e r s e a v l a n ı p , a v l a d ı ğ ı h a y v a -
nı temizleyerek kendi yemeğini pişirecekti.

S a p a n ı d o ğ r u d ü r ü s t b a ğ l a y a b i l i r s e tabii. Y u m u ş a k deri p a r -
çayı g e n i ş , y u v a r l a k t a ş ı n e t r a f ı n a g e ç i r i p b a ğ l a d ı v e deriyi sı-
k ı c a ç e k e r e k t a ş ı n e t r a f ı n d a b i r tür k e s e o l u ş m a s ı n ı s a ğ l a d ı .
B a ğ l a m a ve serbest b ı r a k m a işlemini defalarca tekrar ederek
deriye taşın şeklini veriyordu. Harcadığı emekten dolayı elle-
ri ağnyordu artık. Küçük bir çocukken, hizmetkârların bunu
onun için yaptıklarını hatırlar gibiydi.
"Pek bir işe yaramıyorum, değil mi?" dedi kendi kendine.
Aslında kendisini hafife alıyordu. S o n derece cesaretli,
azimli ve sadık bir kızdı, becerikliliği de cabasıydı.
Bu şartlar altında yaşamak zorunda bırakılan herhangi biri
gibi, her defasında en doğru çözümü bulamıyordu belki. Ama
bir şekilde, bir çözüm buluyordu işte. Asla geri adım atmazdı.
Araluen'e dönebilmesi halinde onu büyük bir hükümdar yapa-
cak olan şey de bu azmiyle yeni koşullara uyum sağlayabilme
yeteneğiydi zaten.
Birden arkasında bir ses duyarak döndü. Will'in hemen ya-
nında durduğunu görünce, içi burkuldu. Oğlanın gözleri, yine
boş boş bakıyordu. Bir an sıcakotu istediğini sanarak korkuya
kapıldı Evaniyn. Will'in otu son alışından bu yana iki hafta
geçmişti. Yaprakları oğlana verdiğinde, paketin içi neredeyse
boşalmıştı. Bir sonraki kriz geldiğinde neler olacağına dair
hiçbir fikri yoktu.
Günlerini, oğlanm sıcakotu isteğiyle yanına gelmesinden
korkarak ve bağımlılıktan kurtulmuş olmasını umarak geçiri-
yordu. WiU yayın sicimini çözdüğünden bu yana, onun başka
şeyleri de hatırlamasını umutla bekliyordu Evaniyn. Ama bek-
lediği, bir türlü olmuyordu.
Will, sıranıin üzerindeki su testisini işaret edince derin bir
nefes alıp, çocuğa bir bardak su doldurdu. Will, aklı hâlâ yal-
nızca madde bağımlılarının bildiği, uzaklardaki o noktaya
takılı halde, ayaklarıinı sürüyerek uzaklaştı. İyileşmedi, diye
düşündü Evanlyn, ama en azmdan korktuğunun basma gelme-
sine daha vardı.
Y a ş l a r l a d o l a n g ö z l e r i n i silerek, işinin b a ş ı n a d ö n d ü . Ö n c e -
d e n eyer ç a n t a s ı n ı n u c u n d a n k e s m i ş o l d u ğ u i n c e u z u n şeritle-
ri, k e s e n i n her iki t a r a f ı n a t u t t u r d u . T a ş ı d e r i n i n i ç i n e k o y a r a k
s a p a n ı d e n e m e a m a c ı y l a ş ö y l e bir s a v u r d u . U z u n z a m a n g e ç -
m i ş t i a r a d a n , a m a n e y a p a c a ğ ı n ı belli b e l i r s i z h a t ı r l a r gibiy-
di. T a ş , d e r i n i n i ç i n e g ü v e n l i bir b i ç i m d e y e r l e ş m i ş t i . W i l l ' e
bir g ö z attı. K u l ü b e n i n d u v a r ı n a y a s l a n a r a k ç ö m e l m i ş , k a p a l ı
g ö z l e r i y l e b a ş k a bir d ü n y a y a g ö ç e t m i ş t i . Ç o c u ğ u n s a a t l e r c e o
pozisyonda kalacağım biliyordu.

D a h a f a z l a z a m a n k a y b e t m e n i n bir a n l a m ı y o k , d e d i k e n d i
k e n d i n e v e W i l l ' e s e s l e n d i . " B e n ava ç ı k ı y o r u m . Will. Bir s ü r e
burada olmayacağım."

Birkaç tane çakıltaşı toplayarak yola koyuldu. Yayla yaptığı


d e n e m e l e r o n a h a y v a n l a r ı n -artık i ç i n d e birileri y a ş a d ı ğ ı için-
kulübenin çok uzağında gezinmekte olduklarını öğretmişti.
G e ç m i ş t e n k a l m a acı t e c r ü b e l e r i o l m a l ı , d i y e d ü ş ü n d ü . B u n l a -
rın kızın a v c ı l ı k d e n e m e l e r i y l e ilgisi o l m a d ı ğ ı k e s i n d i .

Y ü r ü r k e n bir y a n d a n d a p r a t i k y a p m a fırsatını d e ğ e r l e n d i -
riyor, t u h a f bir u ğ u l t u sesi ç ı k ı n c a y a k a d a r b a ş ı n ı n ü z e r i n d e
ç e v i r d i ğ i s a p a n ı , etraftaki a ğ a ç k ü t ü k l e r i n e n i ş a n l ı y o r d u .

İlk b a ş l a r d a , p e k b a ş a n l ı d e ğ i l d i s o n u ç l a r . T a ş y e t e r i n c e h ı z -
lı gidiyordu a m a Evanlyn'in nişancılığı yerlerde sürünüyordu.
A m a p r a t i k y a p m a y a d e v a m e t t i k ç e , eskisi gibi attığını v u r m a -
y a b a ş l a d ı ğ ı n ı fark e d i y o r d u .

S a p a n a iki t a n e taş k o y a r a k ş a n s ı n ı a r t ı r m a y ı d e n e d i ğ i n d e
ise ç o k d a h a iyi s o n u ç l a r a l m a y a b a ş l a d ı . N i h a y e t h a z ı r o l d u -
ğuna kanaat getirerek harekete geçti. D e r e kenarındaki açıkh-
ğa doğru gidiyordu; tavşanların açıklıktaki sıcak kayalıklara
u z a n ı p b e s l e n e r e k g ü n e ş l e n d i k l e r i n e şahit o l m u ş t u .

Ş a n s l ı y d ı . G ö z l e r i k a p a l ı k o c a m a n bir t a v ş a n k a y a l a r m ü z e -
rine oturmuş, güneşin ve altındaki sımsıcak kayanın tadını çı-
karıyordu.
T o p l a d ı ğ ı b ü y ü k t a ş l a r d a n ikisini s a p a n a k o y u p k a f a s ı n ı n
üzerinde çevirmeye başlayan Evaniyn'i heyecan basmıştı.
H ı z l a n a n s a p a n ı n ç ı k a r d ı ğ ı u ğ u l t u d a arttı v e sesi d u y a n tav-
ş a n ı n g ö z l e r i bir a n d a a ç ı l ı v e r d i . A m a bir t e h l i k e s e z m e d i ğ i
için y e r i n d e n k ı m ı l d a m a m a y ı t e r c i h etti. Hayvanın gözlerini
a ç t ı ğ ı n ı g ö r e n E v a n l y n , t a ş l a r ı h e m e n f ı r l a t m a i ç g ü d ü s ü n e kar-
ş ı k o y d u . S a p a n ı iki ü ç k e z d a h a d ö n d ü r d ü k t e n s o n r a k o l u n u n
t ü m gücüyle hedefine doğru savurdu.

A c e m i ş a n s ı y a d a n e d e r s e n i z d e y i n , t a ş l a r ı n ikisi d e h e d e f -
lerini b u l m u ş t u . B ü y ü k o l a n ı a r k a a y a ğ ı n ı kırdığı için, z a v a l l ı
hayvanın elinden, k a r m ü s t ü n d e hafifçe t o p a l l a m a k t a n fazlası
g e l m i y o r d u . A n i bir z a f e r h i s s i y l e ö n e a t ı l a n E v a n i y n , c a n h a v -
liyle ç ı r p m a n h a y v a n ı y a k a l a d ı ğ ı gibi b o y n u n u kırıp a c ı l a r ı n a
bir s o n v e r d i .

T a z e et, y e t e r s i z ö ğ ü n l e r i n e ö n e m l i bir k a t k ı o l a c a k t ı . C o ş -
kudan kıpkırmızı kesilen Evaniyn, avlanmaya d e v a m ederek
şansının yaver gidip gitmeyeceğini g ö r m e y e karar verdi. Bu
g e c e , iki katı e t y e m e y i t e r c i h e d e r d i .
D i k k a t l e ilerledi; a y a k l a r ı n ı n a l t ı n d a k i y u m u ş a k kar, ses ç ı -
k a r m a d a n yürümesini sağlıyordu zaten. Bir s o n r a k i a ç ı k l ı ğ a
yaklaştığında, minicik adımlarla yürümeye başladı. Adımları-
nı atacağı noktayı özenle seçiyor ve y a n l a n n d a n geçtiği ağaç
d a l l a r ı n ı eliyle k a l d ı r ı p , eski h a l i n e g e t i r i y o r d u .

B ü y ü k bir i h t i m a l l e h a y a t ı n ı k u r t a r a n şey d e b u aşırı titizliği


olmuştu.

T a m ağaçlığın içinden çıkacakken, i ç i n d e n bir ses b i r a z


d a h a b e k l e m e s i n i s ö y l e d i . Y o l u n d a g i t m e y e n bir şeyler v a r d ı .
O r t a m a ait o l m a y a n bir şey d u y m u ş y a d a h i s s e t m i ş t i s a n k i .
G e r i ç e k i l i p a ğ a ç l a r ı n g ö l g e s i n e sığındı v e t e d i r g i n l i ğ i n i n n e -
d e n i n i a n l a m a k ü z e r e etrafı g ö z l e m e y e b a ş l a d ı . B i r k e z d a h a
d u y u n c a , sesin n e o l d u ğ u n u a n l a d ı . B i r a t m k a l ı n kar ö r t ü s ü
üzerindeki y u m u ş a k toynak sesleriydi kulağına gelen.

A ğ z ı k u r u y u p , k a l p atışları h ı z l a n a n E v a n l y n , o l d u ğ u y e r d e
d o n a k a l d ı . S o n r a , Will'in o n a S k o r g h i j l ' d e v e r m i ş o l d u ğ u tali-
matları hatırladı.

Açıklıktakilerin göremeyecekleri kadar iyi gizlenmişti.


Ç a m a ğ a ç l a r ı her y a n ı kaplıyor, s a b a h g ü n e ş i a ğ a ç l a r ı n a r a s ı n -
d a k o y u g ö l g e l e r o l u ş m a s ı n a n e d e n o l u y o r d u . K ı l ı n ı b i l e kıpır-
d a t m a d a n b e k l e r k e n , t ü y l e r i n i n d i k e n d i k e n o l d u ğ u n u hissetti.
G ö z l e r i bir o y a n ı bir b u y a n ı y o k l u y o r , ışıkları y a n s ı t a n p a r l a k
kar ile k o y u g ö l g e l e r i n a r a s ı n d a n ileriyi g ö r e b i l m e k için k e n -
disini z o r l u y o r d u . A t m n e f e s alıp v e r i r k e n ç ı k a r d ı ğ ı o y u m u -
şak, b o ğ u k h o m u r t u y u d u y d u ğ u n d a , h a k l ı o l d u ğ u n u a n l a m ı ş t ı .
A ç ı k l ı ğ ı n u c u n d a n h a v a y a b u h a r y ü k s e l d i v e o i z l e r k e n , atla
b i n i c i s i , a ç ı k l ı ğ ı n a r k a t a r a f ı n ı k a p l a y a n kojoı g ö l g e l e r i n i ç i n -
d e n çıktılar.

K a r ş ı s ı n d a W i l l ' i n atı Ç e k i c i ' n i n o l d u ğ u n u s a n a n E v a n l y n ,


bir a n İçin h e y e c a n l a n d ı . K a r m a k a r ı ş ı k tüylerle k a p l ı , u f a k t e -
fek g ü r b ü z h a y v a n , bir midilli k a d a r d ı . E v a n i y n , t a m a ç ı k l ı ğ a
çıkacakken gözleri biniciye takılınca, t a m z a m a n ı n d a durdur-
du kendini.

K ü r k l e r e sarılı a d a m , y a s s ı bir k ü r k ş a p k a t a k ı y o r d u v e y a -
yını sol o m z u n a g e ç i r m i ş t i . E v a n i y n , o n u n y ü z ü n ü net bir ş e -
k i l d e s e ç e b i l i y o r d u ; g ü n e ş t e n y ı p r a n m ı ş , k a h v e r e n g i bir cildi
v e g ö z l e r i n i m i n i c i k g ö s t e r e n y ü k s e k , çıkıntılı avurtları v a r d ı .
B i n e ğ i gibi k e n d i s i d e u f a k tefek, s a ğ l a m g ö r ü n ü m l ü y d ü v e b i r
ş e k i l d e tehlikeli bir h a v a y a y ı y o r d u etrafına. Sağ tarafındaki
a ğ a ç l a r a b a k m a k ü z e r e b a ş ı n ı ç e v i r d i ğ i n d e , fırsatı d e ğ e r l e n d i -
r e n E v a n i y n o r m a n ı n i ç i n d e iyice gerileyip b ü z ü l e r e k g ö z d e n
u z a k l a ş t ı . E t r a f t a k i m s e o l m a d ı ğ ı n a i k n a o l a n atlı, ö n e d o ğ r u
birkaç a d ı m atarak açıklığın ortasına kadar gelmişti şimdi.

O r a d a bir a n d u r d u ; bakışları, kızin k a b u ğ u s o y u l m u ş g e n i ş


bir a ğ a ç g ö v d e s i n i n a r k a s ı n d a s a k l a n m a k t a o l d u ğ u gölgeleri
delip g e ç i y o r d u adeta. N e f e s s i z g e ç e n b i r k a ç saniye b o y u n c a ,
a d a m ı n o n u g ö r d ü ğ ü n ü sandı E v a n i y n . A m a kürk kaplı ç i z m e -
siyle atını m a h m u z l a y a n a d a m , hayvanı sağa d o ğ r u d ö n d ü r d ü
ve açıklıktan hızla ç ı k a r a k a ğ a ç l a r ı n içine y ö n e l d i . Bir an s o n r a
kızın g ö r ü ş a l a n ı n d a n çıktı; a r k a s ı n d a bıraktığı tek iz, a t m s o l u k
v e r m e s i s o n u c u d o n d u r u c u h a v a d a asılı k a l a n sıcak b u h a r d ı .

E v a n l y n , atlının a n i d e n geri d ö n m e s i i h t i m a l i n e karşı b i r k a ç


dakika b o y u n c a ç a m ağacının dibinden ayrılmadı. A t m toynak
seslerinin k a y b o l m a s ı n d a n çok sonra, nihayet arkasını d ö n e r e k
ormanın içinden kulübeye doğru ilerlemeye başladı.
Will, u y u y o r d u .

Ağır h a r e k e t l e r l e u y a n d ı ; sert a h ş a p z e m i n d e o t u r m a k t a ol-


d u ğ u n u geç fark etti. G ö z l e r i n i a ç ı n c a , o n a y a b a n c ı g e l e n or-
t a m k a r ş ı s ı n d a kaşlarını çattı. P a r l a k kış g ü n e ş i n i n c a m s ı z bir
p e n c e r e d e n içeriye g i r e r e k y e r d e t u h a f şekiller o l u ş t u r d u ğ u bir
kulübedeydi.

U y k u s e r s e m i bir h a l d e a y a k l a n d ı v e a n l a m a d ı ğ ı bir n e d e n -
d e n ö t ü r ü , y e r e o t u r u p sırtını d u v a r a v e r e c e k ş e k i l d e u y u y a k a l -
m ı ş o l d u ğ u n u fark etti. K u l ü b e d e k a b a bir d ö ş e k l e iki s a n d a l y e
bulunmasına rağmen neden yerde uyuduğunu anlamıyordu.
Ayağa kalktığında, k u c a ğ ı n d a b u l u n a n bir n e s n e tıngırtıyla
yere düştü. K ü ç ü k bir avcı yayıydı b u . M e r a k l a n a r a k h a v a y a
k a l d ı r d ı ğ ı yayı i n c e l e m e y e b a ş l a d ı . U z u n y a y a ö z g ü g e n i ş k a -
n a t l a r d a n y o k s u n v e e ğ i m s i z bir silahtı. U f a k t e f e k işler için
k u l l a n ı ş l ı , diye g e ç i r d i Will a k l ı n d a n . Eğimli yayının nerede
o l d u ğ u n u m e r a k etti. E l i n d e k i b u o y u n c a ğ ı n o n a ait o l d u ğ u n u
sanmıyordu.

S o n r a b i r d e n hatırladı. Yayı k a y b o l m u ş , Skandiyalılar tarafın-


d a n k ö p r ü d e elinden alınmıştı. Ve bu haürayla birlikte, diğer h a -
ü r a l a n d a zihnine h ü c u m etti; S k a n d i y a h l a r ' ı n tutsağı olarak b a -
taklıkların içinden k a ç ı ş l a n ; E r a k ' m kurt gemisiyle B e y a z Fırtına
D e n i z i ' n i geçişleri; fırtına s e z o n ı m u n en berbat günleri b o y u n c a
b a n n d ı k l a n Skorghijl limanı ve H a l l a s h o l m ' a gidişleri.

V e s o n r a . . . s o n r a s ı n d a hiçbir şey y o k t u .

Aklıni zorlayarak Skandiya'ya vardıktan sonrasına dair


bir şeyler h a t ı r l a m a y a çalıştı. A m a o g ü n l e r e dair hiçbir anısı
y o k t u . Y a l n ı z c a t ü m h a t ı r l a m a ç a b a l a r ı n i e n g e l l e y e n bir b o ş l u k
vardı zihninde.
B i r d e n k o r k u y l a sıçradı. E v a n i y n ! O n a n e o l m u ş t u ? B i r sis
perdesinin içinden, Evaniyn'in üstünde tehlike b u l u t l a r ı n ı n
d o l a ş m a k t a o l d u ğ u n u hatırladı. K ı z m kimliği, onları t u t s a k
a l a n l a r a kesinlikle a ç ı k l a n m a m a l ı y d ı . H a l l a s h o l m ' a v a r m ı ş l a r
mıydı gerçekten de? Varmış olsalar hatırlayacağından e m i n -
di. O n u n için ç o k şey ifade e d e n şu yeşil g ö z l ü , sarışın kız
n e r e l e r d e y d i ? İ s t e m e d e n kıza i h a n e t m i etmişti y o k s a ? Y o k s a
Skandiyalılar öldürmüş müydü onu?

Valla Y e m i n i ! Hatırlıyordu şimdi. Skandiyalılar'm Yüce


K o n t ' u R a g n a k , A r a l u e n kraliyet ailesinin t ü m üyelerinden
intikam almaya y e m i n etmişti. Ve Evaniyn, Araluen Prensesi
C a s s a n d r a idi a s l ı n d a . B e l i r s i z l i k v e k a y ı p h a t ı r a l a r d a n o l u -
şan ı s t ı r a p l a a v u ç l a r ı n ı a l n ı n a g ö m d ü Will; h a t ı r l a m a y a , k ı z ı n
bir şekilde o n u n y ü z ü n d e n zarar g ö r m e d i ğ i n e i n a n m a y a ça-
lışıyordu.

B u n l a r ı d ü ş ü n ü r k e n , k u l ü b e n i n k a p ı s ı k a b a deri m e n t e ş e -
leri e t r a f ı n d a d ö n e r e k a ç ı l d ı . İşte o r a d a y d ı E v a n i y n ; n e k a d a r
y a ş a r l a r s a y a ş a s ı n l a r , k a ç y a ş l a r ı n a gelirlerse gelsinler Will'in
hatırlayacağı nefes kesici güzelhği, dışarıdaki kardan yansıyan
parlak güneş ışıklanyla çevrelenmişti.

Yaşadığı rahatlama s o n u c u y ü z ü n e bir t e b e s s ü m y a y ı l a n


Will, ellerini, t e k k e l i m e e t m e d e n h a y a l e t g ö r m ü ş gibi o n u s ü -
zen kıza doğru uzattı.

" E v a n l y n ! " dedi. " T a n r ı ' y a şükür k i g ü v e n d e s i n ! "

Kızm hıçkırıklarla sarsılan omuzlarıyla gözlerinden bir


a n d a b o ş a n a n y a ş l a r a bir a n l a m v e r e m i y o r d u .
Ortada ağlayacak ne vardı, anlayamıyordu.
SONSÖZ

H alt ile H o r a c e , M o n t s o m b r e Ş a t o s u ' n d a n a y r ı l a n d o -


lambaçlı patikada dikkatle at sürüyorlardı. K o n u ş m a -
m a l a r ı n a r a ğ m e n , ikisi d e a y n ı c o ş k u l u m e m n u n i y e t i p a y l a -
şıyorlardı. Yeniden yola koyulmuşlardı. Kışın en kötü z a m a -
n ı g e ç m i ş t i v e sınıra v a r d ı k l a r ı n d a , S k a n d i y a ' y a g i d e n y o l l a r
açılmış olacaktı.

H o r a c e , h a f t a l a r d ı r h a p s e d i l d i k l e r i çirkin b i n a y a d ö n ü p bir
k e z d a h a b a k t ı . D a h a iyi g ö r e b i l m e k için elini g ö z l e r i n e siper
etmişti.
" H a l t , " d e d i , " ş u n a bir b a k s a n a . "
Halt, Abelard'1 durdurarak geriye döndürdü. Şato duvarla-
r ı n d a n y ü k s e l e n gri d u m a n , o n l a r i z l e r k e n k a l m l a ş ı p k a r a r ı y o r -
du. U z a k l a r d a n , P h i l e m o n ' u n a l e v l e r l e m ü c a d e l e v e r e n a d a m -
larının s e s l e r i n i d u y a b i l i y o r l a r d ı .
" B a n a k a l ı r s a , " d e d i H a l t d ü ş ü n c e l i bir s e s l e , " d i k k a t s i z b i -
r i l e r i y a n m a k t a o l a n bir m e ş a l e y i b o d r u m k a t t a k i d e p o d a , yağlı
paçavra yığınının ortasına bırakmış."
H o r a c e sırıttı. " T ü m b u n l a r ı bir b a k ı ş t a s ö y l e y e b i l i y o r s u n ,
ö y l e değil m i ? "
M u z i p ifadesini koruyan Halt, başını salladı.

" B i z O r m a n M u h a f ı z l a n , esrarengiz sezgilere sahibiz," diye


y a n ı t l a d ı . "Ve b e n c e b u ş a t o o l m a d a n G a l y a d a h a h o ş bir yer
olacak, ne dersin?"

Kulede yaşayan tek kişi, kara şövalyeydi. Askerlerle


h i z m e t k â r l a r , b i n a n ı n diğer k ı s ı m l a r ı n d a y a ş ı y o r l a r d ı v e o r a l a -
r a k a d a r s ı ç r a y a n alevleri s ö n d ü r m e k için y e t e r i n c e z a m a n l a r ı
v a r d ı . A n c a k D e p a m i u e x ' n u n k a r a r g â h ı o l a n m e r k e z i kuleyi,
k a ç ı n ı l m a z bir s o n b e k l i y o r d u . V e o l m a s ı g e r e k e n d e b u y d u .
M o n t s o m b r e , yıllar b o y u bir z u l ü m v e d e h ş e t y u v a s ı o l m u ş -
tu. B u d u m m u c e z a s ı z b ı r a k ı p P h i l e m o n ' u n eski e f e n d i s i n i n
y o l u n d a n i l e r l e m e s i n e izin v e r m e k , H a l t ' u n a k l ı n d a n bile g e ç -
memişti.

" T a ş d u v a r l a r alev a l m a y a c a k t ı r , e l b e t t e , " d e d i H o r a c e , bir


p a r ç a h a y a l kırıklığına u ğ r a m ı ş bir sesle.

"Öyle," dedi Halt. " A m a ahşap zeminlerle destek kolon-


ları y a n a c a k . V e d ö ş e m e l e r l e m e r d i v e n l e r d e y a n ı p ç ö k e c e k .
A y n c a duvarlar da alevlerden zarar görecek. H a t t a bir k ı s m ı
ç ö k e r s e hiç ş a ş ı r m a m . "

" G ü z e l , " d e d i H o r a c e ; a ğ z ı n d a n ç ı k a n her k e l i m e d e n m e m -


nuniyet akıyordu.

Beraberce Depamieuxlu hatıralarına arkalanm döndüler.


A t l a r ı m ileriye d o ğ m s ü r d ü l e r v e m i n i k kafile, h e m e n a r k a s ı n -
d a n g e l e n Ç e k i c i ile y o l a çıktı.

" H a y d i gidip Will'i b u l a l ı m , " dedi Halt.

You might also like