You are on page 1of 330

Etimolojik Türkçe Sözlük

Kelime-Köken

Bu Kelime-Köken Türkçe Sözlük çalışması Bilimsel olmaz? Teknoloji [Yun.: techne +


uzun soluklu bir emek ve bilgibirikiminin ürünü logia > technologia: > Fra.: technologie]:
olarak suyüzeyine çıkan ilk görüntüsüdür. işibilme. Bu denli basittir. “haldenanlama”
Çalışma sürmektedir. Güncellemeler ve neden illa da “Bilimsel” görünsün diye
eklemeler yapılmakta ve ayrıntılı bilgiler Yunanca “empati” olur?
eklenmektedir. Üç kelime vardır; Yunanca: polis: kent, Latince:
Böylesi bir Etimolojik Türkçe Sözlük ne yazık civitas: kent ve Arapça: medine: kent. Üç
ki Türkiye’de bana göre mevcut değildir (?). kelime de “kentli: medeni” yani “uygar”
Bir boşluğu dolduracağından eminim. demektir. Neden? Bir arada yaşanıldığı için.
Bu çalışmadan beklenen birincil amaç Köy, kent anlamına gelen bu üç kelimeden
Türkçe’mizin özgün biçimde kendi yolunu ve onlarca kelime üretilmiş ve bilimsel diye
kimliğini korumasıdır. Amaç Türkçe’ye girmiş dilimize sokulmuştur. Biz neden kent
ve kullanılan yabancı kökenli (Konuk kelimesinden üretilmiş kelimeleri o yabancı
Kelimeler) kelimelerden temizlemek olmayıp, kökenli kelimeler yerine kullanamayız aklım
onun zenginliğini kanıtlamaktir. İlk evrelerden ermez!
itibaren onu etkileyen diğer dillerden girmiş Aslında demek istediğim, bu “Bilimsellik Savı”
bulunan kelimler Türkçe’mizin zenginlik ezberini Bilgisayar İşletim Sistemi,
unsurudur. Uygulama Programları ve İnternet
Çalışmanın ikincil amacı Bilimsel Dil diye bize bozmuştur. Herkes görmüş ve inanmıştırki,
yutturulan savın aslında ne derece yavan Türkçe’miz her bir olay için yeterlidir ve ondaki
olduğunu göstermektir. Bilimsel Dil’i uyum ve zenginlik güdük Batı Dilleri, hele
Türkçe’nin karşılamadığı savı ise çok aslı ve geçmişi olmayan İngilizce’den, kat be
gülünçtür. Bilimsel Dil denilen ve kat üstündür. Adam anlamsızca Disk demiştir.
Türkçe’mize Batı Dilleri üzerinden ama Biz de Teker deriz. Basittir. Mouse yerine
özellikle nedense Fransızca okunuşlarıyla Fare deriz. İş biter. Printer: yazıcı,
sokulan Karma Dil aslında Çağdaş scanner: tarayıcı, print-out: çıktı deriz. İş
Osmalıca’dır. Kloroform kelimesi Fransızca bitmiştir. Bu denli basittir. Ama bir zamanlar
okunuşludur. Kelime melezdir. Birleştirilmiş iki “Bilimsellik Adına” tersini dayatılan
kelimeden oluşur; [Yun.: chloros + Lat.: kelimeler yokmuydu!
formica > Fra.: chloroforme]. Bu kelime Ülkemizde Tıp, Mühendislik, Matematik vb
oluşturmanın Osmanlıca “kıraathane” okuyan üniversite öğrencileri Batılı
kelimesinden biçim olarak zerre farkı yotur; eşdeğerlerine göre oldukça zorlu bir olayı
[Arp.: kıraat + Far.: hâne > Far.: başarmaktadırlar; Zerre kadar eski Yunance
kıraathâne > Osm.: kıraathane]. ve Latince bilmeden okullarından mezun
Biliminsanları çalışmalarında buluşlarını olmak büyük özverdir. Çünkü öğrendikleri her
isimlendirmede kısa kelimeleri yeğlemişlerdir. bir bilgi ya eski Yunance yada Latince kökenli
Bilime, Teknolojiye, Modaya, Otomotive kelimelerden oluşmaktadır. Ya hiç Farsça ve
sokulan Latince ve Yunanca kökenli Arapça bilmeyen ama Hukuk ve Siyasal’dan
kelimelerin kullanıma sokulma yılları vardır. mezun olan öğrencilerimiz neyi
Genelde Batılı biliminsanları Eski Yunance başarmaktadırlar acaba!
(Grek) ve Latince (Latin) kökenli kelimeleri Türkler: Türkler Orta Asya’dan ayrılıp güneye,
kullanmışlardır. Seçtikleri isimledirmeler öyle Hazar bölgesine, İran’a, Anadolu’ya, Anadolu
dedikleri için öyle olmuşlardır. Başkaca bir ve Hazar üzerinden Batı’ta doğru hareket
“Bilimsellik” yoktur. Kelimelerin özgün ederken karşılatıkları her ulus, dini inanç,
anlamları basit ve yalındır. Tıpkı Halkdili’mizde kültürel yapı, dil ve gündelik yaşamla karşılıklı
olduğu gibi. Midesi ağrıyan halkımız “miğdem olarak etkileşim içine girmişlerdir. Bir kısmı
ekşiyor” der. Bu doğrudur. Bilimsel olarak bu İslam’ı kabul ederken bazıları ise zamanla
asit’tir; [Lat.: acidus > Fra.: acide]. Slavlaşmış, Hiristiyan inancını benimsemiştir.
Latince’de acidus: ekşi demektir. Türkçe’de Türkic denilen geniş dil ailesi içinde Çuvaşlar,
Asit’e Ekşi demizde ne gibi bir sakınca vardır! Tatarlar, Özbekler, Türkmenler, Kırkızlar,
Dilimizde Fransızca Kökenli denilen tüm Azeriler, Gagavuzlar vb ile Ermenice, Yunanca
kelimeler sadece Fransızca okunuşları ile ve Rumca, Latince, Hint-Avrupa ve Slavcayı
kabul edildiği için öyle zannedilmektedir (!) etkileyip onlara Konuk Kelimeler verirken bir
yoksa bu onların Arapça & Farsça (Alkol ve çok dilden de sürüyle Konuk Kelime alıp o
Lapis Lazuli gibi) yada Çağdaş Osmanlıca kelimeleri eğip bükmüş ve Türkçe içinde
(Yunanca & Latince) kökenli oldukları neredeyse asıllarından farklı biçime
gerçeğini değiştirmemektedir. İşin gerçeği getirmişlerdir.
onların gülünç biçimde anlamsız ve melez
Osmanlıca: Osmanlı İmparatorluğu’nun
kelime kümeciklerinden oluşmasıdır. Benzer
resmi dili. Türkler, Orta Asya’da iken ilkin
biçimde Türkçe’de oluşturma ile yeni kelimeler
Mogollar ve Çinliler etkileşime girmişlerdir.
üretilmesine bence hiçbir engel yoktur.
Göçlerle ilkin Müslüman Arap ve İranlılarla
Gülünçlük bazen şöle de olabilmektedir; Kiosk
karşılaşmışlar ve bu evrelerde Müslüman
[Far.: köşk > Osm.: köşk > Batı Dilleri >
olmuşlar. Arap ve İran Beylik ve
Kiosk & Kiosque > Tür.: Kiosk]. Böylesi de
İmparatorlukları’nda Akıncı Askerlik
olmaz demeyin! Oluyor. Fransızların ve
yapmışlar ve Küçük Asya yani Anadolu’ya
Almanların Osmanlıca’dan apardığı Köşk
doğru ilerleyişlerinden sonra kendi Beyliklerini
kelimesi Türkçe’mize geri gelip Kiosk oluyor!
kurmuşlardır. Osmanlı Beyliği’nden
Analjezik [Yun.: an + algesia + ikos > Fra.:
İmparatorluğa geçişte ve sonralarında
analgésique]: agrısız, sızsız yada sancısız
Anadolu’da yaşayan çeşitli ulus, kültür, inanç
demektir. Ağrısız demek neden bilimsel
ve dillerle karşılaşmışlardır. Avrupa ve
olmaz? “Teknoloji”: “İşibilme”dir. Bu neden
Rusya’ya doğru genişlemişlerdir. Böylece

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 1 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Türkçe ve ardından oluşturulan Osmanlı’ca [Kuzey İran Azerileri], Karadağ Azerileri,


diyebiliriz ki ilkin Moğolca, Çince, Arapça, [Ermenistan işgalinde], Kazakistan,
Farsça ve sonraları Rumca (Grekçe-Yunanca), Kırgizistan, Özbekistan, Türkmenistan,
Ermenice, Latince ve sonraları da Rusça, Tataristan ve Kırım Tatar Özerk Cumhuriyeti
Sırpça, Arnavutça, Bulgarca, Romence, [Ukrayna].
Macarca’yı büyük oranda etkilenmiş ve Arapça: Arapça Osmanlıca’nın en büyük
onlardan etkilenmiştir. Osmanlıca çoğunlukla kaynağıdır. Diğeri de Farsça’dır. Ama
ve egemen olarak Türkçe, Arapça ve Osmanlılar hem Arapça kökenli kelimeleri hem
Farsça’dan oluşmuştur. Sonraları ise de Farsça kökenli kelimeleri eğip büküp başka
Osmanlıca’yı Grekçe-Helence [Rumca], Latince biçimlere sokmuşlardır. Osmanlıcı içindeki
[yani Ceneviz & Venedik Dili > İtalyanca] ve Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin hem
Ermenice büyük oranda etkilemiştir. okunuş hem de kullanış ve anlam olarak
Türkçe [Türkiye Türkçesi] 1 : Bugünkü özgün biçimleri ile pek ilgisi yoktur.
kullandığımız Türkçe, Türkiye Cumhuriyeti’nin Farsça: Farsça, Osmanlıca’nın diğer en büyük
kurulmasından ve Harf Devrimi’nden sonra kaynağıdır. İlki Arapça’dır. Ama Osmanlılar
büyük yol almış ve büyük oranda hem Farsça kökenli kelimeleri hem de Arapça
özgünleşmiştir. Herne kadar 1960’lara dek kökenli kelimeleri eğip büküp başka biçimlere
kullanılan Türkçe’nin üstünde Osmalıca sokmuşlardır. Osmanlıcı içindeki Farsça ve
egemen olsa da, 1960’lardan sonra Arapça kökenli kelimelerin hem okunuş hem
özgünleşme artmış, ama bu kez Türkçe artan de kullanış ve anlam olarak özgün biçimleri ile
oranda Fransızca, Almanca ve İngilizce’nin pek ilgisi yoktur.
etkisi altında kalmıştır. Benzetmede abartıya
Grekçe: Ellas, Helence, Rumca yada Yunanca
kaçmamak koşuluyla bugünkü Türkçe bir tür
demektir. Bugünkü konuşulan Yunanca’nın
Çağdaş Osmalıca’dır. Yada Çağdaş
Grekçe ile pek ilgisi yoktur. Batı dilleri,
İngilizce’ye benzemektedir... Günümüz
Hiristiyanlığın etkisiyle neredeyse yarı yarıya
Türkçesi yazılış ve söyleniş biçimleriyle özgün
Grekçe’den etkilenmiştir. Batıda Bilim, Sanat
olmasa da egemen olarak Öztürkçe, Yeni
ve Teknoloji dili Latince ve Grekçe-Helence
Türkçe, Arapça, Farsça, Rumca [Yunanca],
kökenli kelimelerden oluşunca Türkçe de
Ermenice, İtalyanca, Fransızca ve az
haliyle Arapça ve Farsça’dan olduğu kadar
oranda Rusça, Bulgarca, Macarca,
Grekçe-Helence’den de etkilenmiştir.
Romence, Sırpça, Arnavutça, Almanca ve
İngilizce’den kaynaklanan karma Rumca: Osmanlı İmparatorluğu egemenlik
kelimelerden oluşmaktadir. alanında yaşayan Rumların, yani Roma
İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesi
Türkçe [Türkiye Lehçeleri] 2 : Türkiye’de
sonralarında Doğu Roma [Bizans]
Osmanlı’dan bu yana en özgün ve örnek alınan
İmparatorluğu’nun tebası, Grek-Helen yani
lehçe yada ağız İstanbul’da oluşmuştur.
Yunan kökenli ulusun kullandığı Grekçe’ye
Günümüz Türkçe’sini etkileyen bir çok ağız,
Osmanlılar Rumca demekteydiler. Rumca,
lehçe ve anadil vardır ülkemizde; Acarca
Osmanlıca’yı sosyal yaşam, yeme-içme,
[Gürcüce Kolu], Arapça, Arnavutça, Boşnakça,
tarımcılık, denizcilik, ticaret, kültür ve sanat
Çingenece, Gürcüce [Mohti Gürcücesi], Balkan
olarak büyük oranda etkilemiş ama Osmanlıca
Göçmenleri Ağzı, Hersekçe, Kürtçe [Kirmanca
da aynı biçimde Rumca’yı etkilemiştir.
& Zazaca], Lazca [Mohti Lazcası], Romanya
Osmanlıca’dan günümüz Türkçe’sine aktarılan
Göçmenleri Ağzı, Tatarca ve Anadolu’nun
Rumca kökenli bir çok kelime vardır.
kendine özgü bir çok yerleşim yeri, kent ve
bölegsinde yer alan Ağız ve Lehçeler. Yunanca: Bugünkü Yunanca antik Grek-Helen
Dili’nin devamıdır. Batılı dillerindeki kelimelerin
Türkçe [Türk Ülkeleri] 3 : SSCB’nin
neredeyse yarısı Grekçe-Helence kökenlidir.
oluşması ile özgürlüklerini yitiren bir çok Türk
Batı’da Bilim, Sanat ve Teknoloji dili Latince ve
Devleti, 1980’lerden itibaren özgürlüklerini
Grekçe-Helen kökenli kelimelerden oluşunca
kazanmışlardır. Bu Türk Ulusları SSCB
Türkçe de haliyle Arapça ve Farsça’dan olduğu
boyunduruğu altındayken Kril Abecesi ve
kadar Grekçe-Helence’den de etkilenmiştir.
Rusça’nın egemenliği altına girmişler ve özgür
Yunanca kökenli kelimelerin neredeyse tümü
oldukları zamanlarda kullandıkları Ana
Fransızca üzerinden Türkçe’ye girmiştir.
Dil’lerinden uzun zaman mahrum olmuşlardır.
SSCB boyundurğundan önce bu uluslara Ermenice: Ermeniler Osmanlıların fetihlerle
egemen olan hem Özgün Türkçe hem de ilerlemeleriyle yaşadıkları yerlerden
Osmanlıca Dili’ydi. Bir de kendi Ana Ağız ve ayrılmamış ve I. Dünya Savaşı’na dek toplu
Lehçeleri. Günümüzde bağımsız olan Türk biçimde Osmanlı topraklarında yaşamışlardır.
Ulusları ana dilerini yazma ve konuşma Hem sosyal yaşamı hem de yükselerek
konusunda Kril Abecesi, Arap Abacesi ve Latin Osmanlı Devleti’nin en üst kademelerine
Abecesi arasında gidip gelmektedirler. Rusça erişerek Türklerin dil ve kültürünü
ve Kril Abecesi’ne göre değiştirilen özgün isim etkilemişlerdir. Türkçe’de yer alan bir çok
ve özgün yer adlarını henüz değiştirme bilinç Ermenice kökenli kelime vardır. İlk etkileşim
ve aşamasına da ulaşamamışlardır Ermenice’nin Osmalıca züerinde olsa da,
[Sapharmurad Niyazov: Sefer Murat zaman içinde Ermenice o denli osmanlıc’dan
Niyazioğlu, Cahar: Cevher benzeri]. Türkçe’nin etkilenmiştir ki, konuşulan yada yazılı
diğer Ağız ve Lehçelerini kullanan özgür ve Ermenice’nin bazı yerlerde Osmanlıca ile
özgür olmayan Türk Ulusları şunlardır; Acarya ifadesi söz konusu olmuştur.
Özerk Cumhuriyeti [Gürcistan], Abhazya Türkçe ve Osmanlıca’dan Konuk Kelime alma,
Özerk Cumhuriyeti [Rusya Federasyonu], deyim ve atasözü kullanma, Dilbilgisi
Azarbeycan, Çeçenistan Özerk Cumhuriyeti kurallarını kullanım ve Osmanlıca Abecesi’ni
[Rusya Federasyonu], Dağıstan, İran Azerileri kullanma gibi etkileşim en fazla Ermenice’de

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 2 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

görülmüştür. Bu etkiler günümüzde varlığını İngiltere’yi akınları ve işgalleri ile kasıp


korumakatdır. kavuran Normanlar yani bugünkü İskandinav
İtalyanca [Venedikliler, Cenevizliler & ulusları ama özellikle Danimarkalılar ve
İsveçliler adayı her yönden etki ve baskı
Levantlar]: Latin kökenli bir dildir. Osmanlı
altında tutmuşlardır. Normanlardan başka
İmparatorluğu evrelerinde denizcilik ve
İngiltere adalarında bugüngü Fransızlar’ın
ticaretle uğraşan Cenevizliler [Genova] ve
ataları yani Galler ve Cermenler de benzer
Venedikler [Venice], Osmanlılarla ilişkilerini
istila ve yerleşimler gerçekleştirmişler ve adayı
sürdürmüş ve Osmanlı topraklarında ya
her yönden etkilemişlerdir. Ülkede yer alan bir
kalmaya devam etmiş yada sonradan gelip
çok yerleşim yerinin ismi köken olarak
[Levantlar, Levantenler] yerleşmişlerdir.
çoğunlukla ya Fransızca, İsveççe yada
Böylece Türkçe içinde var olan Denizcilik,
Almanca’dır. Türkçe’de bazı İngilizce kökenli
Ticaret, Bankacılık, Balıkçılık, Makine ve
kelime yer almakatdır.
Techizat isimleri doğrudan İtalyanca’dan
Türkçe’ye aktarılmıştır. Bugünkü Araplar: Türkler İslamı kabul ettikten sonra
Levantanlar’ın bir kısmını da Cenevizliler ile Arap dili, kültürü ve Müslümanlığın yoğun
Venediklilerin ve diğer İtalyanların torunları etkisi altına girdiler. Beylik ve sonraları
oluşturmaktadır. Sultanlık çevresi her yönden bu etkiyi yaşadı.
Arapça dilini alıp Osmanlıca Dili içinde başka
Latince: İtalikler bugün İtalyanların ataları.
biçimlere soktular. Sıradan halkın üstünde ise
Roma İmparatorluğu’nun anadili ise ölü dil
inanç dışında diğerlerinin etkisi pek keskin
olan Latince’dir. Latince, sadece Vatikan
olmadı.
Devleti tarafından kullanılmakatdır. Roma
İmparatorluğu’nun büyümesi ve fetihlerle Farslar [Acemler, Aryanlar & İranlılar]:
gelişmesiyle Latince ve Roma Kültürü, Avrupa Müslümanlığın yayılması ile bu inanca giren
Kıtası (İngilteer Adaları da dahil) ülkeleri, Orta ateştapar İranlılar dilleri, kültürleri ve
Doğu, Küçük Asya ülkeleri üzeride etkin gelenekleriyle Arapları ve Müslümanlığı
olmuştur. Hiristiyanlığın Roma etkilemişlerdir. Türkler de Arap dili, kültürü ve
İmparatorluğu’nun resmi dini olması ve geleneklerinın etkisi kadar Fars dili, kültürü ve
Hiristiyanlık merkezinin Vatikan’a bağlanması geleneklerinin da etkisinde kaldılar. Ancak
ile bu etki kökleşmiştir. Batı Dilleri’ndeki Fars dilini alıp Osmanlıca Dili içinde başka
kelimelerin neredeyse yarısı Latin kökenli biçimlere soktular. Farsça, sıradan halkın
kelimelerden oluşur. Bazı diller ise doğrudan üstünde ise pek etkili olmamıştır.
Latin kökenlidir: İtalyanca, Fransızca, Yunanlılar: Ataları Helen’lerdir. Tarihi adları
İspanyolca ve Portekizce. Batıda Bilim, Sanat Grek’tir. Yunanlılar kendilerine Hellas: Elen
ve Teknoloji dili Latince ve Latin kökenli derler. Büyük İskender, İskender
kelimelerden oluşunca Türkçe de haliyle İmparatorğulu ile Helen dili, kültürü ve dini
Arapça ve Farsça’dan olduğu kadar inancını Ege Denizi kıyılarından Küçük Asya,
Latince’den de etkilenmiştir. Afrika, Orta Doğu ve oradan İran ve ta
Slavca: Osmanlıların Balkanlar’da Slav ve Hindistan’a dek genişletmiştir. Büyük İskender
Güney Slav [Jugoslav] yani Sırp Ulsuları ile ele geçirdiği her yerin adını, ulusların dillerini,
temas etmelerinden itibaren Slavca ve Sırpça inancını ve kültürünü yok etmiş, yerine her
bir biçimde Türkçe’ye girmeye başlamıştır. şeyi Helen Kültürü altında ezmiş ve herşeyi
Aslına bakılırsa Slav kökenli ulusların Türkçe Helence’ye dönüştürmüştür. Büyük İskender
ile karşılaşmaları ilkin Çuvaşlar ve bugünkü parçalanan mirasını Roma İmparatorloğu’na
Bulgarların ataları ile başlamıştır. Türkçe’de bir devretmiştir.
çok Slavca ve Sırpça kökenli kelima varken, Türkçe ve Diğer Diller ile Etkileşim:
söz konusu dillerde de bir çok Türkçe Konuk Türkler anaturtlarından ayrıldıkları analrdan
kelime mevcuttur. itibaren yaşadıkları ve egemenlik sürdükleri
Almanca: Cermen ve Toton kokenli bir ulus yurt ve ülkelerde yaşayan kültürler ev dillerle
olan Almanlar her şeyleri ile Kıta Avrupası’na sürekli bir etkileşim içinde olmuşlardır.
egemen olmuşlardır. Avrupa’da İngiltere’den Türkçe’den Çince, Rusça, Ukraynaca, Farsça,
Baltık ülkeleri ve doğuda Rusya’ya dek her Arapça, Latince, Ermenice, Kafkas Dilleri,
yeri dil, kültür ve inanç olarak etkilemişlerdir. Rumca ve Yunanca, Bulgarca, Rumence,
Almanların Osmanlı İmparatorluğu ile Sırpça, Hırvatça, Arnavutça, Macarca öenemli
başlayan ilişkileri her yönden günümüzde de ölçüde etkilendiği ve bir çok Türkçe kökenli
sürmektedir. Türkçe’de bir çok Almanca kelime bu dillere geçerken, karşılık olarak
kökenli kelime bulunmaktadır. Türkçe de bu dillerden etkilenmiş ve az yada
çok sayıda konuk kelimeyi almış ve onları
İngilizce: Aslında İngilizce diye bir dil yok
Türkçe içinde eğip bükmüş ve sindirmiştir.
gibidir. Özgün Brotan diliyle yazılmış metinleri
Fransızca kökenli denilegelen ve aslında Latince
bugün İngilizler bile okusa anlayamaz. Adayı
ve Yunanca’nın karması olan ardı ardına
kasıp kavuran Normanlar ve Germanik uluslar
eklennmiş kelime dizinleri dışında!
adada inanç dünyası, kültürel ve yerel olarak
Türkçe’den en fazla Farsça, Ermenice ve Macarca
herşeyi değiştirmişlerdir. İsimler, yer adları ve
etkilenirken, Türkçe de en fazla Farsça,
gündelim yaşama ait ne varsa! Bugünkü
Arapça, Latince (Cenevizce & Venedikçe) ve
İngiltere bir Birleşik Krallık’tır. Her bir krallık
Rumca’dan etkilenmiştir. Osmanlı’nın son
ayrı ulus ve dillerden oluşmaktadır. İngilizce
zamanlarından itibaren ise şaşırtıcı biçimde
aslen Anglo-Sakson ve Kelt [İrlandaca]
Fransızca ve kökeni ve aslı asla belli ve var
dillerinin karışımı olup Galce [Fransızca],
olamayan İngilizce’den!
İsveççe ve Almanca’dan karma bir dildir.
Bu arada bazı ilginçlikler de olmuş. Türkçe’den
İngilizce’nin diğer bölümü ise yarı yarıya
etkilenen dillerden Fasrça, Rumca ve Latince
Latince ve Grekçe-Helence kökenlidir.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 3 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Türkçe’den konuk kelime almış. Zaman içinde Esm.: Eskimo Dili,


bu kelimeler o dillerden Türkçe’ye geri dönmüş
Far.: Farsça,
ve Türkçe’ye geri dönen kelimelerin kökenleri,
kelimeleri Türkçe’den konuk olarak alan dil Fen.: Fenikece,
kökenli olarak değerlendirilmişler! Fra.: Fransızca,
Sözlükteki ayrım! Hazırladığım bu sözlükte G.A.Y.Dil.: Güney Amerika Yerli Dili,
benzer hazırlanmış olan sözlüklerden ayrı
G.A.YD.: Güney Afrika Yerli Dili,
olarak Konuk Kelimeler’in özgün yazılışları,
transkipsiyonları ve özgün ve yüklenmiş Gag.: Gagavuzca,
anlamları ayrı Girdiler biçiminde yer Gür.: Gürcüce,
almakatdır. Hırv. Hırvatça,
Yabancı Kökenli Kelimeler’in (Konuk Hin.: Hintçe,
Kelimeler) Girdi Biçimleri: Hol.: Hollandaca,
Kelimelerin kökenlerinin hangi dilden geldiği
İbr.: İbranice,
kısaltmalarla gösterilmiştir; A 2 [Lat.: a:
eksik]:. İng.: İngilzice,
Yazılışları aynı olan kelimelerden sonra İsp.: İspanyolca,
yükseltilmiş sayısal sıralama kullanılmıştır; A 1 İsv.: İsveçce,
: & A 2 : gibi.
İtl.: İtalyanca,
Konuk Kelimeler’in geliş biçimleri, varsa özgün
dildeki yazılışıları, Konuk Kelimeler’in Jap.: Japonca,
Türkçe’ye Batı Dilleri üzerinden yada K.D.: Kelt Dili,
Türkçe’den geçiş transkripsiyonları ve varsa Kar.: Karyaca,
Türkçe’deki değişimleri [] içinde açıklanmıştır;
Kaz.: Kazakça,
abli [Yun.: abli [απλή] > Fra.: abli]:.
Kelimelerin hangi dilden Konuk Kelime olarak Kel.: Keltçe, Galyaca.
alındıkları konusunda tereddüt oluştuğunda Kır.: Kırgızca,
ise, bu [?] işareti ile belirtilmiştir; dağar Krt.: Karayaca,
[Rum.: dagari [ταγάρι] > Far.: dağar ?]:.
Kür.: Kürtçe,
Kelimelerin anlamları bölümünde ise, sıralamada
1.)
bölüm olabildiğince, kelimelerin özgün Lat.: Latince,
anlamı ile doldurulmuştur. İzleyen sıralama Leh.: Polonyaca,
maddelerinde 2.), 3.) vb ise kelimelere Mac.: Macarca,
yüklenmiş diğer anlamlar açıklanmıştır; A.D.
Mal.: Malezyaca,
[Lat.: Anno Domini]: kı., 1.) İsa’nın doğduğu
yılda, 2.) İ.S. yada M.S.. Mek.Y.D.: Meksika Yerlidili,
Kelimelerin anlam bölümünün önünde yar alan Moğ.: Moğolca,
[] içinde ise olabildiğince kelimelerin hangi Nor.: Norveçce,
Bilim Dalı, Alan ve Amaç ile kullanıldığı
Osm.: Osmanlıca,
bilgisine yer verilmiştir; abacı: i., [Dokuma]
aba üreten kişi yada esnaf. Özb.: Özbekçe,
Kelimelerin Dilbilgisi olarak neyi karşıladığı bilgisi ÖzTür.: Öz Türkçe,
ise olabildiğince kısaltmalarla verilmeye Por.: Portekizce,
çalışılmıştır; isim: i., özel isim: ö.i., birleşik
Rom.: Rumence,
isim: b.i., isim tamamlaması: i.t, sıfat: s., fiil:
f., vb; abdal [Arp.]: s., gezgin derviş. Rum.: Rumca,
Kısaltmalar I, Diller: Rus.: Rusça,
Afr.Y.d.: Afrika yerli Dili, Sam.: Samice,
Alm.: Almanca, San.: Sanskritçe,
Alt.: Altayca, Sans.: Sanskritçe,
Ark.: Arkaik, Çokeski, Şimdilerde Sla.: Slavca,
Kullanılmyan, Slo.: Slovence,
Arm.: Aramice, Soğ.: Soğdca,
Arp.: Arapça, Srp.: Sırpça,
B.D.: Batı Dilleri, Süm.: Sümerce,
Bal.: Balkarca, Sür.: Süryanice,
Bel.: Belçikaca, Tat.: Tatarca,
Bul.: Bulgarca, T.C.: Türkçe Adlandırma,
Çek: Çekçe, Tib.: Tibetçe,
Çin.: Çince, Toh.: Tohorca,
Çng.: Çingenece, Ton.: Tongo Dili.
Çuv.: Çuvaşça (Bulgarların Türk Trk.: Türkmence,
ataları), Trm.: Türkmence,
Dan.: Danimarkaca, Tür.: Türkçe,
Erm.: Ermenice, Türk.: Türkik, diğer Türk Dilleri,
Esk.: Eski, Uyg.: Uygurca,

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 4 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
3
Yak.: Yakutça, A [Yun.: [α] eksik]: ö.e.,Yunanca’da 1.)
2.)
YTür.: Yeni Türkçe, olumsuzluk, -sız, -siz, -suz, -süz;
Yun.: Yunanca, anlamında bir önek.
Zaz.: Zazaca (Kürtçe’nin bir ağzı), A.D. [Lat.: Anno Domini]: kı., 1.) İsa’nın
Kısaltmalar II, Bilim Dalları: doğduğu yılda, 2.) İ.S. yada M.S.
Arapça, Farsça, Batı Dilleri, Rumca, A.M. [a.m.] [Lat.: Ante Meridien]: kı.,
Yunanca ve Latince üzerinden öğleden önce.
Türkçe’ye giren Bilim Dalları’nın A.P. 1 : kı., Adalet Partisi. Demokrat
Türkçe karşılıkları; Parti’nin (DP) devamıdır. 12 Eylül
Anatomi: Bedenbilim, Bedenbilimi. 1980 Askeri Darbesi sonrası
Astroloji: Yıldızbilim, Yıldızbilimi, kapatılmıştır. Günümüzdeki devamı
Bakteriyoloji: Bakteribilimi, parti DYP’dir.
Biyoloji: Yaşambilim, Yaşambilimi, A.P. 2 : kı., (A)ssociated (P)ress: Birleşik
Botanik: Bitkibilim, Bitkibilimi, Basın, uluslararası bir haber ajansı.
Nebatat. A.Ş.: kı., Anonim Şirketi, [SA: Society
Coğrafya: Evrenbilim, Evrenbilimi, Anonimous].
Edebiyat: Yazın, AA: kı., (A)nadolu (A)jansı.
İnşaat: Yapı, ab 1 [Far.: âb]: ö.e., 1.) aqua, ma, su,
2.)
Geometri: Yerölçümleme, [Ab-ı hayat: yaşam suyu], çekicilik,
3.)
Gramer: Dilbilgisi, güzellik, tazelik, acıma, 4.)
Hematoloji: Kanbilim, Kanbilimi, alışkanlık, davranış, döngü, moda,
Jeoloji: Yerbilim, Yerbilimi, tarz, usül, yordam, yol,
Matematik: Sayıbilim, Sayıbilimi, ab 2 [Arp.: âb]: Ağustos ayı.
Muhasebe: Saymanlık, ab 3 [Lat.]: Latince’de ab-; ö.e., 1.) –den,
2.)
Nahiv: Dilbilgisi ? -dan bir şeyden anlamına
Ornitoloji: Kuşbilim, Kuşbilimi, anlamında bir önek.
Patoloji: Dokubilim, Dokubilimi, ? ab(s) [Lat.]: bak. ab3.
Psikoloji: Ruhbilim, ab?ka: i., bir ağaç türü.
Sarf: Dilbilgisi, aba: i., [Dokuma] 1.) kalın kaba kumaş,
2.)
Sosyoloji: Budunbilim, Budunbilimi, bu kumaştan yapılmış palto
Üroloji: İdraryolları Bilimi, Bevliye, benzeri üstlük.
Zooloji: Hayvanbilim, Hayvanbilimi, abacı: i., [Dokuma] aba üreten kişi yada
Kısaltmalar III, Dilbilgisi esnaf.
Tanımları: abad [Far.: âbâd]: bak. abat.
Bağlaç [?, Conjuction]: b., abadi 1 [Far.: abâdî]: i., yarı mat,
Birleşik İsim [?, Compound Name]: b.i., sarımsı değerli bir kağıt.
Edat [İlgeç, Partickle]: e., abadi 2 [Far.: abâdî]: i., bolluk,
Emir [Komut, Imperative]: k., zenginlik.
Etken Fiil [Eylem, Verb Transitive]: e.f., abaka [Halkdili]: i., 1.) amca, 2.) bir ağaç
Ettirgen Fiil [Eylem, Verb Intransitive]: türü.
et.f., abaküs [Yun.: abax [άβακας] > Fra.:
Fiil [Eylem, Verb]: fi., abacuse]: i., hesap boncuğu.
Fiilimsi [?, ?]: fl., abani [Halkdili]: i., [Dokuma] sarı renkli
İsim [Adıl, Noun]: i., bir ipekli kumaş.
İsim Tamamlaması [?, ?]: i.t., Bağlaç: [Dilbilgisi] tek başına anlamı
Kısaltma [?, Abbreviation & Abbr.]: kı., olmayıp cümleleri bir birine bağlayan
Önek [?, Prefix]: ö.e., kelime, [Conjuction].
Özel İsim [İsmi Mahsus, ?]: ö.i., abanma: f., dayanma, yaslanma.
Sıfat [?, Adjective]: s., abanmak: dayanmak, yaslanmak.
Sonek [?, Suffix]: s.e., abanos: bak. abanoz.
Ünlem [Nida, Şaşma Sözü, ?]: ü., abanoz [Far.: abnuz > Rum.: ebonos
1.)
Zarf [?, Pronoun]: z., [έβενος]]: i., [Bitkibilim: Diospyros

========== A =========
ebenum] sert siyah tahtası olan ağaç,
2.)
bu ağaçtan siyah renkli tahta.
A 1 : Türk Abecesi’nin ilk harfi.
abassare [Lat.]: f., alçaltmak.
A 2 [Lat.: a: eksik]: ö.e., Latince’de -sız, -
abaşo [İtl.: abasso]: i., 1.) alt, alttaki,
siz, -suz, -süz; anlamında bir önek.
aşağıya, 2.) gemiyi karaya bağlama.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 5 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

abat [Far.: âbâd]: i., 1.) bayındır, imar, abluka [İtl.: a blocco]: i., ihata,
mamur, 2.) abad, bolu, il, kent, kuşatma, muahsara.
medine, polis, site, şehir, vilayet, abnuz [Far.]: bak. abanoz.
[Celalabad, İslamabad, Eceabat]. abolere [Lat.]: f., harab etmek, imha
abax [Yun.: άβακας]: i., antik sayma etmek, mahvetmek, yoketmek.
boncuğu. abondone [Fra.: mettre a bondon > Fra.:
1.)
Abaza: ö.i., Abhazya halkından olan. abondoné]: yenilgiyi kabullenme,
2.)
abazan [habazan]: [Argo] cinsel yönden [Boks] yenilen boksör.
aç olan kişi. abone [Fra.: abonné]: i., sürekli
abbas [Arp.]: 1.) i., aslan, 2.) sert yapılı kullanıcı.
kişi, 3.) [A] ö.i., arslan gibi yürekli aborda [İtl.: ad + bordo > abbordare >
anlamında bir erkek adı. abborda]: [Denizcilik] teknenin yanını
Abbasiler [Far. + ler]: ö.i., 1.) Bir İranlı vererek kıyıya yanaşması.
2.)
Müslüman beylik, Türklerin aboriri [Lat.]: f., 1.) başaramamak,
Müslümanlığı kabul ettiği beylik. boşa çıkmak, 2.) çocuk düşürmek,
abbaz [Far.: ab + bâz > abbâz]: su düşük yapmak.
cambazı, abra [Arp.: farah > dara > Rum.]: i., bir
ABD: kı., (A)merika (B)irleşik kabın ağırlığı, dara, denge.
(D)evletler: USA [The Unidet States of abrama [Halkdili]: i., idare, yönetim.
America]. abraş [Arp.: ebreş]: s., ala renkli,
abdal [Arp.]: s., gezgin derviş. karışık renkli.
abdest [Far.]: bak. abdes. abril [Halkdili]: i., Nisan.
abdomen [Lat.]: i., 1.) batın, karın, 2.) absentia [Lat.]: 1.) gıyap, hazır
bedenin batın yada karın bölgesi. olmama, yokluk, 2.) in absentia:
Abdul [Arp.]: Abdullah’ın kısaltması. gıyabında, hazır bulunmadan,
Abdullah [Arp.]: 1.) i.t., Allah’ın kulu, 2.) yokluğunda.
Allah’ın kulu anlamına bir Müslüman absorbe [Lat.: ab + sorbere > Fra.:
ve Türk erkek adı, kısaca Apo. absorbé]: emme, mas, soğurma.
Abdüllatif [Arp.]: 1.) ? 2.) ö.i., bir erkek absurdus [Lat.]: duyulmuş, görülmüş
adı. şey değil.
Abece: i., Alfabe. absürt [Lat.: absurdus > Fra.: absurd]: z.,
aberasyon [Fra.: aberation]: i., sapınç. anlamsız, manasız, saçma.
abes [Arp.]: s., akla aykırı. abu [Halkdili]: ü., şaşma sözü.
Abhazya: ö.i., Kafkasya’da özerk bir abuhava [Arp.: ab-u hava]: i., iklim,
Türk Cumhuriyeti. mevsim.
abıkevser [Arp.: ab-ı kevser]: i.t. & i., abuhayat [Arp.: ab-u hayat]: i.t.,
cennetteki ırmak. bengisu, hayat suyu, sonsuzluk suyu,
abi: [Argo] 1.) kı., ağabeyin kısaltılmışı, yaşam suyu, [aqua vitae].
2.)
i., büyük erkek kardeş, ağa, abuli [Yun.: a + (oulesthai) boulē >
ağabey, aka. aboulia [αβουλία] > Fra.: aboulie]:
abide [Arp.: âbide]: i., anıt. [Ruhbilim]
1.)
iradenin azalması yada
abidevi [Arp.: âbidevi]: s., anıtsal. tamamen yok olması, 2.) apati, irade
abilitas [Lat.]: s.e., Latince’de –abilitas; yitimi.
1.) 2.)
bir oluş, bir güç, kabiliyet, abusus [Lat.]: kötü kullanılan, yanlış
yetenek anlamına gelen bir sonek. kullanılan.
abis [Yun.: a + byssos [άβυσσος] > Fra.: ac [Yun.: ? > İng.: -ac; & Fra.: -aque]: s.e.,
1.) 2.)
abysse]: s., dipsiz, i., okyanusun İngilizce’de –ac;, Fransızca’da -aque;
en derin bölümü. 1.)
–ile ilintili [cardiac: kalple ilgili],
2.)

abla: i., büyük kız kardeş. den etkilenmiş [maniac: manyak]
ablak [Arp.: eblâk]: s., yayvan yüzlü. anlamında bir sonek.
ablatus [Lat.]: aktarılan, kalan, diğer acaib [Arp., acîbe’nin çoğulu]: bak.
tarafa aktarılan. acayip.
ablatya [Yun.: apladia [απλάδια,] > Tür.]: acantha [Yun.: ?]: i., diken, iğne.
i., [Denizcilik] bir balık ağı. acar 1 [Arp.: â’cer]: s., atılgan, gözüpek.
abli [Yun.: abli [απλή] > Fra.: abli]: i., 1.) ? Acar 2 : ö.i., Gürcistan’a bağlı Acarya
2.)
[Denizcilik] bir gemi donanımı. Özerk Cumhuriyeti’nden olan.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 6 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Acarya: ö.i., Gürcistan’da bir Özerk acıpayam 1 [acı payam]: b.i., acıbadem.
Türk Cumhuriyeti. Acıpayam 2 [acı payam]: b.i. & ö.i.,
acayip [Arp.: acaib]: s., yabansı. Türkiye’de bir yer adı.
ace 1 [İng.: ace]: i., tenisten servis acırga [Halkdili]: [Bitkibilim: Armoricia
atma. Lapathifolia] bayırturpu, karaturp,
ace 2 [Fra.]: i., favori, gözde. yabanturpu, yabani lahana.
acele [Arp.]: z., çabucak, tez olarak. acısız: 1.) ağrısız, sızısız, 2.) elemsiz,
acelecilik [Arp. + cilik]: telaş. kedersiz, üzüntüsüz, 3.) tat olarak.
Acem [Far.]: Aryan, Farisi, Fars acibe [Arp.: acîbe]: garip, görülmemiş
kökenli, İranlı, Pers. şey, ilginç.
Acem kürdi: Türk Müziği’nde bir acicula [Lat.]: küçük iğne.
makam. acidus [Lat.]: ekşi.
acemborusu [acem borusu]: [Bitkibilim: acil [Arp.: âcil]: acele, acul, alaminüt,
Campsis radicans] odunsu bir sarmaşık çabuk, ivedi, süratle, tez, ~ servis:
türü. [Hastane] kanamalı ve ölümcül
acemi [Arp.: acemî]: 1.) Araplar için hastalar bölümü, [Emergency].
İranlı yada İran’dan gelenler, 2.) kaba aciz [Arp.: âciz]: güçsüzlük.
bir Arapça konuşan kişi, 3.) barbar, acizane [Far.: âcizane]: 1.) değersiz,
ilkeli iptidai 4.) Arap olmayanlar, sıradan, 2.) pek sıradan olarak.
5.)
Araplara yabancı olanlar, acris [Lat.]: keskin, keskin kenarlı yada
[Arapça’daki bu anlamların karşımı olarak, uçlu.
Türkçe’de] deneyimsiz, toy.
actas [Lat.]: ömür, yaş, zaman
acemilik [Arp. + lik]: deneyimsizlik, uzunluğu.
toyluk. actis [Yun.: [ακτις]]: ışın, şua.
acente [Lat.: agente]: [Ticaret] 1.) birisi actiuarius [Lat.]: katip, yazman.
adına iş yapan, 2.) vapur ortaklığı, 3.) acube [Arp.]: 1.) alışılmadık, tuhaf, 2.)
banka şubesi, 4.) komisyon karşılığı tuhaf kimse.
aracılık yapan. acuere [Lat.]: batmak,
acer 1 [Arp.: Hacer > â’cer]: bak. acar. keskinleştirmek.
acer 2 [Lat.]: 1.) acı, keskin, sert, sivri, acul [Arp.: acûl]: acil, alaminüt, çabuk,
2.)
canlı, kuvetli, şiddetli, yoğun, 3.) ivedi, süratle, telaşla, tez.
akıllı, gözü açık, zeki. aculeus [Lat.]: 1.) arı iğnesi, diken,
acerbare [Lat.]: ekşileştirmek, acı tat iğne, 2.) acıma, batma, canını yakma.
vermek. acumen [Lat.]: diken, sivri bir şey, uç.
acerbus [Lat.]: acı, ekşi. acur [Arp.: acûr]: 1.) tüylü bir hıyar türü,
acetum [Lat.]: sirke. 2.)
olgunlaşmamış acı tadlı hıyar, 3.)
aceze [Arp.: âciz’in çoğulu]: düşkünler, bir tür kavun.
[Darülaceze: Düşkünler Yurdu].
acus [Lat.]: iğne.
acı: 1.) ağrı, balkı, sancı, sızı, 2.) elem, acuta [Lat.]: haşin, sürekli, şiddetli.
keder, üzüntü, 3.) matem, yas, 4.) tat acutus [Lat.]: batıcı, delici, sivri uçlu.
olarak, tatlı karşıtı. acyo [İtl.: agio]: [Ticaret] para farkı,
acıbadem 1 [acı badem]: b.i., acıpayam. prim.
Acıbadem 2 [acı badem]: b.i. & ö.i., aç: 1.) s., fakir kişi, karnı doymamış, 2.)
İstanbul’da bir semt adı. haris.
acıbakla [acı bakla]: [Bitkibilim: Lupinus] ? açalya [Rum.: aseleos [αζαλέα] > Fra.:
acıklı: 1.) dokunaklı, içli, 2.) elim. azelea]: [Bitkibilim: Azelea] farklı
acılı 1.) ağrılı, sızılı, 2.) elemli, kederli, renklerde açan bir süs ağaççığı,
üzüntülü, 3.) tat olarak acısı olan. çiçekli bir bitki.
acıma: aman, insaf. açar: anahtar, açkı, çilingir.
acımak: 1.) aman vermek, insaf açelya [Yun.]: bak. açalya.
etmek, kıyamamak, 2.) ağrı vermek, açgözlü: aç, haris.
sızı vermek, ~ durumda olan: elim. açgözlülük: hırs, tamah.
acımasız: amansız, gaddar, insafsız, açı: [Geometri] zaviye.
kıyıcı. açık: 1.) aleni, aşikar, ayan, bariz,
acımık [Halkdili]: [Bitkibilim: Cephalaria belirgin, belli, kapalı olmayan, kesin,
1.)
syriaca] yıllık bir bitki, 2.) belemir, meydanda, ortada, sarih, 2.) eksik,
mavikantaron, peygamber çiçeği. gedik, 3.) [denizde] karadan uzakta,

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 7 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

açığa çıkartma: faş, açığa çıkmış: Adana [Rum.: Uru Adania, Adanus,
afişe, Adonis]: [01], Türkiye’de bir kent.
açıkarttırma: mezat. adap [Arp.: âdab, edeb’in çoğulu]: töre.
açıkgöz: gözüaçık, sak, uyanık. Adapazarı [Ada Bazar]: Marmara
açıkgözlülük: akıl, basiret, bude, Bölgesi’nde Sakarya, [54] ilinin kent
ihtiyat, sağduyu, sağgörü. adı.
açıklama: 1.) beyanat, demeç, izah, 2.) adapte [Lat.: ad + aprare > Fra.:
beyan, deklarasyon, ifade, 3.) ifşaat, adaptée]: uyarlama, uyarlanmış.
itiraf. adaş [ad + daş]: isimleri aynı olan.
1.)
açıklamak: beyan etmek, adavet [Arp.]: artniyet, buğz,
bildirmek, haber vermek, ilan etmek, düşmanlık, garez, hasımlık, husumet,
2.)
beyan etmek, deklare etmek, kin, kötüniyet, nefret.
ifade etmek. aday: namzet.
açıklamalar: ifşaat, izahat. addendum [Lat.: çoğulu: addenda]: bir
açıklanmış: deklare, ilan edimiş. şeye eklenen bölüm.
açıksaçık: müstehcen. addicere [Lat.]: kabul etmek, onay
açıktan: 1.) bir şeyin uzağından, 2.) vermek, razı olmak.
elaltında, gizlice. adem 1 [Arp.]: Arapça’da 1.) -sız, -siz, -
2.)
açıölçer: [Yıldızbilim] seksant. suz, -süz, var omayan, yok, 3.)
açkı: açar, anahtar, çilingir. eksik, gedik anlamında bir önek.
açma: 1.) yağlı çörek, kete, 2.) Adem 2 [Arp.: âdem]: 1.) ilk insan ve ilk
ormanlık alanda ekilebilir tarla peygamber, 2.) Tüm Tek Tanrılı
oluşturma. Dinler’de ilk insan. [Adam], 3.) bir
açmaz: içinden zor çıkılan durum, Müslüman ve Türk erkek adı. [Adam].
karmaşık durum, dilema. ademi [Arp.: âdemi]: insanlık,
ad 1 [Far.]: isim, nam, nom, şan, ün, insanoğluyla ilgili, ilk insan.
ünvan, ~ çekme: çekilş, keşide, aden 1 [Yun.]: bez, gudde, torbacık.
kura, ~a yazılı: nominal, ~ı geçen: Aden 2 [Arp.]: Orta Doğu’da bir Arap
bilinen, mahut. ülkesi.
ad 2 [Lat.]: Latince’de ad-; -a ya, -e ye, adenit [Yun.: adenitida [αδενίτιδα] > Fra.:
bir şeye, anlamında bir önek. adénite]: ?

ad hoc [Lat.]: 1.) buna dair, 2.) özel bir adeps [Lat.]: 1.) yağ, 2.) şişman.
aça yada konu için oluşturulan. adese [Arp.]: büyüteç, lam, lup,
ada: 1.) [Evrenbilim] suyla çevrili kara mercek.
parçası, 2.) [Kent] büyük parsel adet 1 [Arp.: âdet]: 1.) alışkanlık, 2.)
parçası, 3.) [Kadastro]: Parsellerden [kadınlarda] adet, aybaşı, aylık
oluşan büyük arsa, 4.) yapılar kanama.
topluluğu, ~lar takımı: takımada, adet 2 [Arp.: aded]: birim, tane.
adeta [Arp.: âdeta]: 1.) bayağı, sanki, 2.)
denizde ~: cezire,.
alışılmış olduğu üzere, 3.) atın bir
adab [Arp.: âdab]: bak. adap. yürüyüş biçimi.
adad [Arp.: âdad, aded’in çoğulu]: Adıl: [Dilbilgisi] zamir, [Subject].
birimler, taneler. adım: 1.) yürüken iki bacak arası
adak: [İslam] nezir.
mesafe, ~ aralığı: fule, 2.) gelişim,
adal [Mal.]: birleştiren.
hamle.
adale [Arp.]: [Bedenbilim] kas.
Adıyaman [Arp.: Hısn-ı Mansur, Hüsn-ü
adalet [Arp.: adâlet]: 1.) hak, hukuk, 2.) Mansur, Osm.: Vadi’l Emin > Vadi Leman
türe, 3.) [A] bir bayan adı, ~le ilgili: > Adıyaman]: [02], Türkiye’de bir
adli. kent.
adali [Arp.]: [Bedenbilim] kasla ilgili. adi [Arp.: âdi]: 1.) adeta, basit, bayağı,
adam [Arp.: âdem]: bay, erkek kişi, sıradan, 2.) bayağı, kötü.
herif. adil [Arp.: a’dl [‫ > ]لدع‬âdil]: 1.) a.) dengeli
adamas [Yun.: [αδαμας]]: hoşgörüsüz, olma, eşit olma, eşit davranma, b.)
çok sert. değiştirme, düzeltme, 2.) adaletli, eşit
adamotu [adam otu]: b.i., [Bitkibilim: davranan, 3.) [A] bu anlamda bir
Mandragora officinarum] karıkurutan. erkek adı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 8 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

adile [Arp.: a’dl [‫ > ]لدع‬âdile]: 1.) aeidein [Yun.: ?]: şarkı söylemek,
adaletli, eşit davranan, 2.) [A] bu şakımak, terennüm etmek, türkü
anlamda bir bayan adı. söylemek.
adileşme [Arp. + leşme]: bayağılaşma. aeirein [Yun.]: yükseltmek.
adileşmek [Arp.: + leşmek]: aemulus [Lat.: ?]: benzetmeye
bayağılaşmak. çalışma, eşitlemeye uğraşma.
adilik [Arp.: + lik]: bayağılık. aequare [Lat.]: eşitlemek.
adisyon [Lat.: ? > Fra.: adition]: 1.) aequus [Lat.]: aynı, düz, eşit.
eklenti, 2.) [Ticaret] hesap, 3.) [Lokanta] aer [Yun.: aêr [αερ]]: hava.
hesap pusulası. aera [Lat.]: bir zaman dilimi, dönem.
adiyos [İsp.: adios]: Allahaısmarladık. aero [Yun.: aêr [αερο]]: Fransızca’da
1.) 2.)
adiyö [Fra.: adieu]: Allahaısmarladık, aero-; hava, havaya ilişkin,
3.)
baybay, bye bye. uçaklara ilişkin ve cama ilişkin
adjacens [Lat.]: yanına uzanma, anlamı taşıyan birleştirici bir önek.
yanında yatma. aerobik. [Yun.: aêr + bios > [αεροβική]
adjicere [Lat.]: -eye eklemek, -eye Fra.: aérobiqueae]: jimnastikli spor.
ilave etmek. aerodinamik [Yun.: aêr + dynasthai
adjuvare [Lat.]: yardım etmek. [αεροδυναμική] > Fra.: aérodynamique]:
adl [Arp.]: bak. adil. havanın itme gücüyle oluşan yada
adlar: esame, esami, isimler. yapılan işler.
adli [Arp.: a’dl [‫ > ]لدع‬adlî]: 1.) a.) dengeli aerosol [Yun.: aêr > [αερο] Fra.: aero +
olma, eşit olma, eşit davranma, b.) sol(ution)]:
1.)
gazlarla çözülmeyen
değiştirme, düzeltme, 2.) adaletle parçaların gaz içinde sıvı biçiminde
ilgili. tutulmaları, 2.) köpük yada sprey
adliye [Arp.: a’dl [‫ > ]لدع‬adlîye]: 1.) a.) biçiminde kullanmak için bazı
dengeli olma, eşit olma, eşit sıvıların bir kutuya sıkıştırılması, 3.)
davranma, b.) değiştirme, düzeltme, bu biçimde diğer kullanımlar.
2.)
adaletle ilgili, 3.) adli kurum, aestimare [Lat.]: 1.) değerini ölçmek,
4.)
[courthouse], Adalet Bakanlığı, 5.) kıymet takdir etmek, paha biçmek,
Osmalılıar’da II. Mahmut zamanında 2.)
tahmin etmek, 3.) itibar etmek,
bir altın para. kadrini bilmek, kıymetini bilmek,
adnatus [Lat.]: doğma, gelişme. muteber tutmak, saymak, takdir
Adonis [Yun.: [Aδανις]]: 1.) Yunan etmek.
Mitolojisi’nde Afrodit’in aşık olduğu aestus [Yun.: ?]: 1.) akıntı, gelgit, med
genç erkek, 2.) yakışıklı genç erkek. cezir, meddücezir, 2.) mevsim, saat,
adrenal [Lat.: ad + renal]: böbrek üstü vakit, zaman, 3.) akış, cereyan,
bezi [adrenal gland]. eğilim, istikamet, temayül.
adrenalin [Lat.: ad + renal > Fri.: aeturnus [Lat.]: ezeli ve ebedi,
1.)
adrenaline]: böbreklerle ilgili, başlangıcı sonu olmayan.
böbreklere yakın, 2.) böbrek bezleri aevum [Lat.]: çağ, devir, devre, yaş.
tarafınden gizlenen yada bir ilaç af: bağışlama.
kullanımında sentezlenen bir afacan: yaramaz çocuk, yumurcak.
hormon. afak [Arp.: âfak, ufuk’un çoğulu]: ufuklar.
adulari [Lat.]: dalkavukluk etme, afaki [Arp.: afâkî]: bitaraf, nesnel,
yaltaklanma. objektif, tarafsız, yantutmaz.
advenire [Lat.]: başa gelmek, afal [Kür.: aval > Far.]: dağınık, dandini,
karşılaşmak, yaşamak. düzensiz, karışık, savruk, şaşkın,
adventitius [Lat.]: ecnebi, dıştan tarumar.
gelen, yanabcı. afallama [Kür. > Far. + lama]: şaşkınlık,
adventura [Lat. çoğulu: adventurum]: şaşma.
başa gelen şey, yaşanmış şey. afallamak [Kür. > Far. + lamak]:
adventurum [Lat. çoğulu: adventurum]: şaşmak.
başa gelen şeyler, yaşanmış şeyler. afat [Arp.: âfât, âfet’in çoğlu]: afetler,
aedificare [Lat.]: bina etmek, dikmek, yıkımlar.
kurmak, inşa etmek, yapmak. afazi [Yun.: a + phanoi [αφασία] > Fra.:
aegean [Rum.]: bak. Ege. aphasie]: konuşma yitimi.
Afer [Lat.]: Afrikalı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 9 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

aferin [Far.: âferin]: bravo, yaşa. aftoz [Rum.: avtos [αυτός], Argo]: cariye,
aferist [Fra.: apherist]: dalavereci, gaco, halayık, kapatma, kuma,
dolandırıcı, spekülatör, vurguncu. metres, nikasız kadın, odalık.
afet [Arp.: âfet]: 1.) yıkım, 2.) [Mecazi: afyon 1 [Far.: afyun > Rum.: afioni [όπιον]
âfat] etkileyici kadın. > Tür.]: [Bitkibilim: Opium] uyuçturucu
afetler [Arp. + ler]: afat, yıkımlar. özsuya sahip gelincikgillerden bir
affedilmiş: bağışlanmış, muaf. bitki.
affetmek: bağışlamak. Afyon 2 [Far. > Tür.]: [03], Türkiye’de
affidavit [Lat.]: ant içmiş olan, yemin bir kent adı. [Eskilerdeki adı Hapanuva <
eden kişi. Akranium > Karahisar <
affiliare [Lat.]: bir erkek evlat almak, Afyonkarahisar].
nüfusuna kaydetmek. aga: köyün zengini, ağa.
affinis [Lat.]: bitişik, komşu, yakın. agah [Arp.: âgah]: 1.) bilgili, haberli, 2.)
afi [Rum.: afi [αφή], Argo > Tür.]: caka, [A] bilgili, haberli anlamında bir erkek
çalım, fiyaka, gösteriş, racon. adı.
afife [Arp.]: 1.) namuslu kadın, 2.) [A] agamafobi [Yun. a + gamos + phobos
bir bayan adı. [αγαμαφοβία] > Fra.: agamiphobie]: evlilik
afili [Rum.: afi [αφή] + li, Argo]: cakalı, korkusu.
çalımlı, fiyakalı, gösterişli. Agamemnon [Yun.: ?]: Yunan
afis [?]: küçük gümüş balığı. Mitolojisi’nden, Truva Savaşı’nda
afiş [Fra.: afich]: duvar ilanı. Yunan Ordusu’nun komutanı.
afişe [Fra.: afiché]: açığa çıkmış. agami [Rum.: ? [?]]: [Kuşbilimi: ?]
afitap [Far.: aftap’dan]: aftap, beyza. borazan kuşu.
güneş, helio, sol, şems. aganta [İtl.: agguanta]: [Denizcilik]
afiyet [Arp.: âfiyet]: esenlik, sağlık. gemide zinciri tutma.
afoni [Yun.: a + phone [αφωνία] > Fra.: agar [Arp.: ağar]: haysiyetli, onurlu,
aphonie]: ses yitimi. şerefli.
aforizm [Yun.: apo + horizein [αφορισμός] agaragar [Mal. > Fra.: agaragar]: 1.)
> Fra.: aphorisme]: bir gerçeğin kesin jelatin, jeloz, 2.) [Kimya] bir tür jelatin.
ifadesi, atasözü, darbımesel, vecize. agat [İbr.: shbw> Yun.: > achates [?] >
aforos: [Rum.]: bak. aforoz. Lat.: achates > Fra.: agate]: bir tür yarı
aforoz [Rum.: apo + horisein [αφορισ] > değerli taş, akik.
aforismos > Tür.]:
1.) ? 2.)
[Hiristiyanlık] age [Lat.: aticum]: Batı Dillerinde –age;
1.)
bir cemaatle olan ilişkisini btirme, 3.) bir durum, hareket yada sonuç
Hiristiyan cemaatinden kovma. bildiren [usage: kullanım], 2.) bir miktar
Afrika [Arp.: Afar > Lat.: Afer > Afri > yada adet ile ilgili [acreage: dönüm
3.)
Aprica > Africa Terra > Yun.: Apfrike]:
1.) miktarı], bir şeyin bedeli, ederi yada
adının Arapça afar: kum’dan, Kumlu fiyatı [postage: gönderi ücreti]
yer anlamına Latince’ye geçtiği anlamlarında kullanlan bir sonektir.
söylenir, 2.) Afrika kıtası, ~ ağacı: ? ageirein [Yun.: [?]]: 1.) bir araya
gelmek, kalabalık olmak, toplanmak,
Afro [Lat.: afer]: Batı Dilleri’nde Afro; 1.) 2.)
toplu biçimde konuşmak..
Afrika ve 2.) Afrikalılara ililişkin
agel [Arp.]: kefiyeye bağlanır.
anlamına bir önek.
ager [Lat.]: alan, saha, tarla.
Afrodit [Yun. > Fra.: Aphrodite [?]]: 1.)
ageratos [Yun.: agēratos]:
Yunan Mitolojisi’nde aşk ve güzellik
yaşlanmayan.
tanrıçası, 2.) Roma’da Venüs karşılığı.
agere [Lat.]: 1.) davranmak, hareket
afrodiziyak [Yun.: Aphrodite [?] > Fra.:
1.) etmek, işlemek, oynamak, rol
aphrodisiaque]: seksi duyguları 2.)
2.) yapmak, etmek, eylemek,
arttırıcı, buna yönelik gıda ve
hazırlamak, icra etmek, yapmak, 3.)
içecekler.
gütmek, sürmek.
afsun [Far.]: füsun, bağı, büyü, sihir.
aggeion [Yun.: ?]: 1.) kap, tas, 2.)
aft [Yun.: aphtha [άφθα] > Fra.: aphte]:
tekne, gemi, 3.) damar, kanal,
[Tıp] pamukçuk.
suyolu.
aftab: bak. afitap.
aggredi [Lat.]: akın yapmak, hücüm
aftos: bak. aftoz.
etmek, saldırmak.
agio [Lat.]: rahat, teklifsiz.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 10 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

agitato [İtl.]: [Müzik] coşkulu müzik. ~ yaprağı: gazel, meyve ~ları:


agnostik [Yun.: a + gignoshein Armut, Ayva, Badem, Ceviz, Döngel
1.) (Muşmula), Dut, Erik, Fındık, Greyfurt, İncir,
[αγνωστικκός] > Fra.: agnostique]:
Karadut, Kayısı, Kızılcık, Kiraz, Poratakal,
olanaksız olduğunan inanan, 2.) Mandalina, Muşmula (Döngel), Muz, Şeftali,
Tanrı’nın varlığını kabul etmeyen.
uzun biçilmiş ~: tahta,
Vişne, Zerdali,
agnozi [Yun.: a + gignoshein [αγνωσία] >
ağaççık: küçük ağaç. çiçekleri
Fra.: agnosie]: tanrının varlığına
kokulu bir ~: yasemin, çiçekli bir
inamama.
agogos [Yun.: agōgos [?]]: baş, bey, ~: açalya,
önder, şef, yönetici. ağaççileği [ağaç çileği]: [Bitkibilim: Rubus
agon [Yun.: agôn [?]]: bir karşılaşma, idaeu] ahududu.
müsabaka, yarışma. ağaçküpesi [ağaç küpesi]: [Bitkibilim:
Agop [İbr. > Erm.]: 1.) 2.) bir Ermeni Althea officinalis] hatmi çiçeği.
erkek adı, [Yakup, Jacob, ]. ağan: ağma, akanyıldız, göktaşı,
agora [Rum.: ageirein > agora [αγορά]]: meteor, meteortaşı, şahap.
halk meydanı, pazar yeri. ağar [Arp.]: haysiyetli, onurlu, şerefli.
agos [Erm.]: saban yada pulluğun ağda [Arp.: akide]: limonlu şeker
toprakta açtığı karık, egos. eriyiği.
agrafe [Fra.]: 1.) çengel, kanca, 2.) ağdalı [Arp. + lı]: anlaşılması güç ifade.
çengelli iğne. ağı: ağu, ot, sem, zehir, ~ çiçeği:
agrafi [Yun.: a + graphein [αγραφία] > Fra.: zakkum.
agraphie]: yazı yazma yitimi. ağıl 1 : 1.) başüstünde olduğuna
agraman [Fra.: aggrement]: [Dış Politika] inanılan düşsel dairesel ışık, arkaç,
elçilik uygunluk belgesi. ayla, hale, 2.) küçükbaş hayvan
agrandizör [Fra.: a + grandir > barınma yeri, küçük ~: kü?, ~
agrandiseur]: [Analog Fotoğrafçılık] resmi: Osmanlı’da küçükbaş hayvan
büyülteç. vergisi, duvar ~ı: kom,
agronami [Yun.: agros + nemein ağınmak: (at vb) toz toprak içinde
1.)
[αγρονομία] > Fra.: agronomie]: tarım yuvarlanmak
2.)
bilgisi, hasat üretimi yönetim ve ağır: 1.) kiloca baskın, 2.) aheste,
bilimi, 3.) Ziraatçilik. yavaş, 3.) kalın, künt, 4.) [Mecazi]
agros [Yun.: αγρος]: alan, saha, tarla. okkalı.
ağ: 1.) örümcek ağı, ~ örgü: dantela, ağırayak [Halkdili]: s., gebe, hamile,
2.)
şebeke, 3.) balık ağı, balık ~ı: yüklü.
Ablayta, Alkarna, Difana, Apoşi, Saçma, Tor, ağırbaşlı: onurlu, vakur.
Trata, Trol, bir balık ~ı:
Uzatma, ağırbaşlılık: vakar, vakur.
ablayta, bir tür balık ~ı: uzatma, ağırlık: i., sıklet, ~ kaldırma: halter.
büyük gözlü ~: apoşi, çok gözlü ~: ağış: yukarı çıkma, yükselme.
tor, deniz dibi tarama ~ı: alkarna, ağıt: i., 1.) ölü arkasından ağlama,
mersiye, 2.) ölünün iyi atraflarını
serpme ~: saçma, torbalı balık ~ı:
dillendirme ve üzülme,
trata, üç katlı balık ~ı: difana, ağız: i., 1.) [Bedenbilim] kafanın ön
ağa: abi, ağabey, aka. yüzünde beslenme ve nesefs alma
ağabey: abi, ağa, aka. boşluğu, fem, 2.) aksan, şive, 3.) dil,
ağaç: yıllanmış bitki. ~ kolu: dal, ~ lehçe, lisan, 4.) bardak, bıçak benzeri
türleri: Abaka, Akağaç, Akaju (Maun), nesnelerin uç kısmı, ~ kavgası
Akmeşe, Alaçam, Ananas, Bakkam, Çam,
Çınar, Ihlamur, Kanada Kavağı, Karaağaç,
etmek: dalaşmak, polemik yapmak,
Kavak, Kavlan, Kestane, Kızılcık, ~ otu: yem, ağzı kalabalık: farfara,
Kocakarıyemişi, Maun (Akaju), Meşe, Sedir, ağzına kadar dolu: lebaleb,
Sarımeşe, Servi, büyük orman ağacı: ağızotu: top ateşleme maddesi
sekoya, ~taki buz tabakası: kırç, ağlama: inleme, nale.
~tan yapılmış gürz: tomak, ~tan ağlamak: inleme, zırıldamak, sürekli
yaplmış: ahşap, bir ~ türü: boabap, ~: zırıldamak.
bir Afrika ağacı: eko, içten ağlatı: dram, drama, trajedi.
çürümüş ~: ardak, kırmızı boya ağlayan: inleyen, nalan, zırıldayan.
ağacı: bakkam, kuruyup dökülmüş

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 11 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

ağma: [Yıldızbilim] ağan, akanyıldız, ahlaki [Arp.: ahlakî]: etik.


göktaşı, meteor, meteortaşı, şahap. ahlat [Rum.: achladi > achladia [αχλάδι,
ağraf [Fra.: agrafe]: 1.) çengelli iğne, 2.) αχλαδιά] > Tür.]: yaban armudu.
[Giyim] kopça, düğme. ahmak [Arp.: ahmâk]: andaval,
ağrı 1 [ÖzTür.: agrıg]: 1.) bedenin anlayışsız, ansız, aptal, avanak, bön,
herhangi bir yerinin ağrıması, 2.) [Tıp] budala, ebleh, enayi, mankafa,
acı, balkı, sancı, sızı, hafif ~: sızı, ~ salak, savak.
kesici bant: yakı, sırt ~sı: lumbago. ahmaklık [Arp. + lık]: andavallık,
Ağrı 2 [Şorbulak, Karakilise, Karaköse, anlayışsızlık, aptallık, avanaklık,
Ağrı]: [04], Türkiye’de Doğu budalalık, bönlük, delilik, enayilik,
Anadolu’da, İran-Azarbeycan hamakat, salaklık, savaklık, dimağ
sınırında bir kent. zayıflığı.
Ağrı Dağı [Erm.: Ararat, Arp.: Gem-i Cudi, ahmed [Arp.]: bak. ahmet.
Ararat > Aran > Ağrı]: Ağrı kentindeki ahmet [Arp.: ahmed]: 1.) 2.) [A] bir erkek
Türkiye’nin yüksek dağlarından birisi. adı.
ağu [Ark.]: ağı, ot, sem, zehir. ahraz [Halkdili]: dilsiz, lal.
Ağustos [Lat.: Augustus]: 1.) etkileyici, ahret [Arp.: ahiret > Tür.]: ölümden
hayranlık uyandırıcı, 2.) 31 gün çeken sonraki dünya, ölüm sonrası yaşam.
8. ay, Ab, 3.) İlk Grogeryan ahretlik [Arp. + lik]: beslek, hizmetçi.
Takvimi’nde ve sonrakilerde Roma’ın ahşab: bak. ahşap.
ilk komutanına saygı ve hürmet için. ahşam [Far.]: bak. akşam.
ağustosböceği: [Hayvanbilim: Cicade]: ahşap [Far.: ahşâb]: ağaçtan yapılmış.
ağuş [Far.]: kucak. ahtapot [Rum.: chtapodi [χταπόδι] > okto
1.)
ah: beddua, ilenme, lanet. + pus > oktopodion [οκταπόδιον]]:
2.)
ahali [Arp.]: cumhur, halk. sekiz ayak, [Balıkçılık: Octopus
ahar [Far.]: kağıt cilası. vulgaris] üzerinde vantuzlar bulunan
ahbab [Arp.]: bak. ahbap. sekiz kollu bir deniz canlısı.
ahbap [Arp.: ahbab]: sevilen kimse. ahu [Far.: âhu]: 1.) [Hayvanbilim: Gazella
ahenk [Far.: âheng]: armoni, uyum. dorcas] ahu, ceren, ceylan gazel,
aheste [Far.: âheste]: ağır, yavaş. gazella, karaca, 2.) ö.i., [A] bir bayan
ahfad [Arp.]: bak. ahfat. adı.
ahfat [Arp.: ahfâd]: soy, torunlar. ahududu [ahu dudu]: [Bitkibilim: Rubus
ahır [Rum.: achouri > ahuri [αχούρι] > Tür.: idaeus] ağaç çileği.

ahır]: hayvan damı. ahval [Arp.: ahvâl, hal’in çoğulu]:

Ahıska [? & Gür.: Axalcixe]: Gürcistan durumlar, haller.


toprakları içinde bir Türk devleti. aidat [Arp.: aidât]: ödenti.
ahi [Arp.]: Ahilik yandaşı. aierein [Yun.: ?]: ayağa kaldırmak,
ahid [Arp.: âhid]: bak. ahit. kaldırmak, yükseltmek.
ahilik [Arp. + lik]: Ahilerle ilgili, ~ aigis [Yun. : ?]: Yunan Mitolojisi’nde
Zeus’un kalkanı.
yandaşı: Ahi.
ail [Arp.]: 1.) eş, karı, yada çocuklarını
ahir [Arp.: ahr > âhir [‫]]رخﺁ‬: son.
geçindiren, 2.) fakir, yoksul.
ahiren [Arp.: âhiren]: son zamanlarda.
aile [Arp.: ail’den]: [Budunbilim] 1.) eş,
ahiret [Arp.: âhiret, Din]: öbür dünya.
karı, 2.) eş ve çocuklar, familya.
ahit [Arp.: âhid]: anlaşma, antant,
aio [Lat.]: ben söylüyorum.
antlaşma, akit, kontrat, mukavele,
aion [Yun.: aiōn: ?]: çağ, dönem, yaş.
mutabakat, pakt, sözleşme, Eski Ahit
[Old Testament, Hiristiyanlık]: Eski İncil, Yeni â'isha [Arp.]: o yaşıyor.
Ahit [New Testament, Hiristiyanlık]: Yeni aisthetes [Yun.: aisthêtés: ?]: anlayan,
İncil. işten anlayan, kavrayan.
ahize [Arp.: âhize]: almaç, alıcı. aithein [Yun. : ?]: yanmak, yakmak.
ahkam [Arp.: ahkâm, hüküm’ün çoğulu]: aithiops [Yun. : ?]: gözüm yanıyor.
hükümler, kararlar. aitho [Yun. : ?]: yanıyorum.
ahlak [Arp.: ahlâk]: 1.) etik, moral, 2.) aitia [Yun. : ?]: gerekçe, neden, sebep.
etik yada moral değerleri, 3.) ajan [Lat.: agere > Fra.: agent, Dış
davranış, edim, hareket, haslet, Politika]: casus, hafiye.
husisiyet, huy, karakter, mizaç, ajans [Lat.: agere > Fra.: agence]: haber
nitelik, özellik, tabiat, vasıf, yaratılış. bülteni.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 12 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

ajitasyon [Lat.: agere > Fra.: agitation]: akasya [Tür.: ağaç > Rum.: akakia [ακακία]
kışkırtma, tahrik. & Fra.: acacia, Bitkibilim: Robinia
ajlan [Far.: ?]: 1.) aceleci, çabuk, hızlı, Pseudeacacia]: Salkım Ağacı.
telaşlı, 2.) [A] erkek adı. akavaşya [Rum.: akavachia [?] > Tür.]:
ajur [Fra.: ajour]: 1.) gözenek, 2.) delikli balık göçü.
örgü. Akay [Tat.]: 1.) erkek, 2.) bir Tatar
ak [Far.]: beyaz, çok ~: apak. soyu.
aka [Halkdili]: abi, ağabey. akbaba: b.i., etebur ama genelde leşle
akab [Arp.]: 1.) art, son, sonuç, 2.) bir beslenen bir avcı kuş. bir tür ~:
zaman sonrası, 3.) devam eden şey, uşakkapan.
4.)
ardından yada peşisıra gelen. akbakla [Far.: ak + Arp.: bakila > Halkdili]:
akabe [Arp.]: sarp geçit. b.i., kurufasulye.
Akabe Körfezi [Arp. + Tür.]: ? Akbank: Adana Kayseri Bankası’nın
akabinden [Arp. + inden]: ardından, kısaltılmış.
hemen ardından. akbaska [Far.: ak + Halkdili]: b.i., [Tıp]
akaç: ark, kanal, su yolu. katarakt.
akademeia [Yun.]: Pluto’nun ders akciğer [Far.: ak + ciger > Osm.:
verdiği yerin adı. akciğer]: b.i., [Bedenbilim] rie.
akademi [Yun.: akademeia [ακαδημία] > akçe [akça]: 1.) [Maliye] Osmanlı’da
Fra.: académie]: bilimtay, yüksek okul. küçük gümüş akçe, para’nın üçte
akademik [Yun.: akademeia + ikos > biri, 2.) nakit, para.
[ακαδημαϊκός] Fra.: académique]: akd [Arp.]: bak. akid > akit.
üniversiteye ilişkin. akdarı: b.i., [Bitkibilim: Panicum
1.)
akademisyen [Yun.: akademeia [ακαδημία] miliaceum] tanelerinden boza
> Fra.: académicien]: üniversite üretilen bir tahıl türü, 2.) darı.
öğretim görevlisi. Akdeniz: b.i., Türkiye’nin güneyinde
Akait [Arp.: Akaid]: [İslam] din kuralları yer alan deniz. Osmanlı’daki adı
kitabı. [Bahr-i Ebyaz, Bahr-i Mutavassıt],
akaju [Fra.: acajou]: maun. [Mediterranean Sea].
akak [Halkdili]: akarsu yatağı. akdiken: b.i., [Bitkibilim: Rhamnus
akakia [Tür.: ağaç > Rum. : ?]: dikenli chathardicus] geyik dikeni,
ağaç, akasya, salkım ağacı. akdoğan: b.i., etebur bir avcı kuş,
akal [Arp.]: 1.) çok az, az miktarda, 2.) şahbaz.
en azından. akemi [?]: 1.) bir ticari marka, 2.)
akala: bir pamuk türü. [Kimya] mermer yapıştırıcısı.
akalliyet [Arp.]: bak. ekalliyet. akeze [?]: öküz yemliği.
akamber: güzel kokulu reçine. akhardal: b.i., [Bitkibilim: Sinapis alba]
akamet [Arp.]: kısırlık, sonuçsuzluk, bir hardal türü.
akanyıldız: b.i., ağan, ağma, göktaşı, akıcı: likit, mayi, sıvı.
meteor, meteortaşı, şahap. akıl [Arp.]: 1.) us, 2.) anlama gücü, 3.)
akar [Arp.]: [Ticaret] gelir getiren mülk açıkgözlülük, basiret, bude, ihtiyat,
yani taşınmaz. sağduyu, sağgörü, akla aykırı:
akara [İtl.: acara]: [Denizcilik] geminin abes, ~da tutma: ezber, hıfz.
kıyıdan uzaklaşması. akıldışı [Arp. + dışı]: irrasyonel.
akarat [Arp.]: bak. akaret. akıllıca [Arp. + lıca]: akilane.
akarca: çermik, ılıca, kaplıca, termal. akılsal [Arp. + sal]: akli, ussal.
akaret [Arp.: akar’ın çoğulu]: [Ticaret] 1.) akılsız [Arp. + sız]: alık, şapşal.
gelir getiren mülkler, 2.) yani akım: [Fizik] cereyan, elektrik.
taşınmazlar. akın: [Savaş] 1.) toplu halde yapılan
akarsu 1 : [Evrenbilim] dere, çay yada saldırı, 2.) [A] bir Türk erkek adı.
nehirlerin genel adı, ~ yatağı: akak, akındırık: akma, balsam, çam sakızı,
~ların denize aktığı yer: delta, reçine.
1.)
akıntı: gelgit, med cezir,
~ların taşıdığı yığın: alüvyon.
meddücezir, 2.) heyelan, akma.
akarsu 2 : [Takı] inci gerdanlık.
akış: 1.) [Sıvılar] akış, 2.) gidiş, gidişat,
akaryakıt: b.i., fueloil.
seyir, 3.) cereyan, eğilim, istikamet,
mecra, temayül, yön, yönelim, 4.)

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 13 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

akıtma: [Takı] enli bilezik. akolauthos [Yun.]: ardı sıra giden,


akid [Arp.]: bk. akit. izleyen, takip eden.
akide 1 [Arp.]: 1.) din inancı, doktrin, akordiyon [İtl.: accordion]: elle çalışan
inan, öğreti, 2.) amentü, [credo]. ve klavyeli bir tür müzik aleti.
akide 2 [Arp.]: bir şekerleme türü. akort [Lat.: ad + cor > Fra.: accorde]: bir
akik 1 [Arp.]: 1.) çatlak, yarık, 2.) [Takı] müzik gerecini ayarlama.
değerli bir taş, 3.) segilinin dudağı. akouvein [Yun.: ?]: duymak, işitmek.
akik 2 [Arp.]: 1.) suyolu, 2.) [Şiir] kırmızı AKP: Adalet ve Kalkınma Partisi.
şarap, kızarmış gözlerden akan yaş, akraba [Arp.: akribâ]: hısım, yakın.
3.)
yeni doğmuş bebek yda akran [Arp.: akrân]: 1.) eşitler, ikizler,
hayvanlardan kesilen saç, 4.) ışık 2.)
boydaş, yaşıt.
parlaması, 5.) kılıç. akreb 1 [Arp.]: bak. akrep.
akik 3 [Arp.]: çok sıcak ve nemli (gün). akreb 2 [Arp.]: çok yakın, neredeyse.
akilane [Arp.: akilâne]: akıllıca. akreditif [Fra.: accreditif]: [Ticaret] 1.)
akim [Arp.]: sonuçsuz, verismiz. güven hesabı, güven mektubu, kredi
akinezi [Yun.: a + kinesis [?] > Fra.: yazısı [letter of credit], 2.) uluslararası
1.)
akinesie]: devinimsizlik, ticarette bir ödeme biçimi, 3.) çeştili
hareketsizlik, 2.) [Tıp] hareketsizlik, türleri vardır.
kaslarda güç yitimi. akrep [Arp.: akreb]: 1.) çayan, 2.) saatin
akis [Arp.]: [Fizik] aksiseda, eko, inikas, küçük gösterge kolu.
yansıma, yankı. akriba [Arp.]: bak. akraba.
akit [Arp.: akd > akid [‫]]عقد‬: anlaşma, akrobasi [Yun.: akrobates > Fra.:
antant, antlaşma, ahit, kontrat, acrobatie]: cambazlık işleri.
mukavele, mutabakat, pakt, akrobat [Yun.: akrobates [ακροβάτης] >
1.)
sözleşme. Fra.: acrobate]: ayak parmakları
Akka [İtl.]: İtalyan Abecesinin 8. harfi, ucunda yürüyen, 2.) cambaz.
[H, h]. akrobates [Yun.: ακροβάτης]: ayak
akkarınca: divik, termit. parmakları ucunda yürüyen.
akkefal [ak + Rum.: kefale [κεφαλή]]: akrobatik [Yun.: akrobatos [ακροβατικός]>
[Balıkçılık] bir tür balık. Fra.: acrobatique]: cambazvari.
akkor: çok ısınan. akrobatlık [Yun.: akrobates [ακροβάτης] >
Akkoyunlular: Timur’un istilası Fra.: acrobate + lık]: cambazlık.
sonrası Azarbeycan’a egemen olan akrofoni [Yun.: acro + phones > [?] >
1.)
Türk Beyliği. Fra.: acrophonie]: başüstü sesi, 2.)
aklama: ibra, ibra etme, temize bir sesi bir resim yada o farfle
çıkarma. basşlayan bir kelimeyle gösterme, D
aklan: [Evrenbilim] dönemeç, kıvrılarak için Delta yada Delta resmi gibi.
giden, maile. akromatik [Yun.: a + chromas + ikos >
aklanma: beraat, temize çıkma. chrōmatikós [?] > Fra.: achromatique]:
aklanmak: beraat etmek, temize renksiz.
çıkmak. akronim [Yun.: akros + onyma [ακρωνύμιο]
aklıselim [Arp.: akl-ı selim]: sağduyu. > Fra.: acronym]: [radar] gibi bir
akli [Arp.: aklî]: akılsal, ussal. kelimenin ilk yada diğer harflerinden
akliyat [Arp.: akliyât]: akılla kazanılan. oluşturulan kelme.
Akliye [Arp.]: [Felsefe]: akılcılık, akropol [Yun.: akros + polis [ακρόπολη] >
usçuluk. Fra.: acropole]: kentin tepesinde.
akma: 1.) akıntı, heyelan, 2.) [Halkdili] Akropolis [Yun.: akros + polis [ακρόsafran]
akındırık, balsam, çam sakızı, reçine. > Fra.: Acropolis]:
1.)
kentin tepesinde,
akmantar: keçimantarı. 2.)
Yunanistan Atina kentinde bir tepe
akmaz [Halkdili]: [Evrenbilim] gölet. üstüne yapılmış Panteon Yapısı.
akme [Yun.: akmé]: 1.) baş, nokta, uç, akros [Yun.: ακρός]: 1.) sonunda,
son, 2.) sivilce. ucunda, tepesinde, üstünde, 2.)
akne [> Yun.: akmê [ακμη] > Fra.: acné]: doruk, zirve.
1.)
sivilce, 2.) [Tıp] yüzde sürekli olarak akrostiş [Yun.: akros + ? > akrostikhes
iltihaplı sivilcelere yol açan bir deri [ακροστιχίς] > Fra.: acrostiche]:
1.)
bir
hastalığı. şiirin dizelerinin birinci harfleriyle

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 14 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
2.)
yapılan ilginçlik, muvaşşah, protaktinyum, tulyum, plütonyum,
tevşih. amerikyum, küriyum ve berkelyum
aks [Yun.: aksonas [άξονας] > akson [άξων] radyoaktif elementlerinin ortak adı.
1.)
& Lat.: axilla > axis > Fra.: axe]: Aktinoloji [Yun.: aktino + logia
2.) 1.)
eksen, [Otomotiv] dingil. [ακτινολογία] > Fra.: actinologie]: ışın
aksa [Arp.]: çok uzaklarda olan bilgisi, 2.) güneş ışınlarının canlılar
[Mescidü-l Aksa: Uzaktaki Tapınak]. üzerindeki etkisini inceleyen bilim
aksak: 1.) hafifçe topallayan, 2.) ayağı dalı, 3.) Işınbilim.
sakat, çolpa, topal. aktinolojik [Yun.: aktino + logia + ikos
1.)
aksakal: [Din] aya, aziz, eren, ermiş, [ακτινολογικός] > Fra.: actinologique]:
2.)
evliya, holi, saint, veli. ışın bilgisiyle ilgili, Aktinoloji,
aksam 1 [Arp.: aksâm, kısm’ın çoğulu]: Işınbilim ile ilgili.
bölümler, kısımlar. Aktinyum [Yun.: aktis > aktinio [ακτίνιο]
aksam 2 [Arp.: aksâm, kasem’in çoğulu]: > Fra. actinium: Ac]: radyoaktiv
antlar, kasemler, yeminler, kimyasal bir element.
aksama: 1.) topallama, 2.) durma, 3.) aktis: [Yun.: ακτίς]: ışın, şua.
bozulma, arıza. aktivite [Lat.: agere > Fra.: activité]:
aksamak: topallamak, canlılık, devinim, etkinlik, faaliyet,
aksan [Lat.: ad + conere > Fra.: accent, hareket.
1.)
Dibilgisi]: ağız, şive, 2.) vurgu. aktör [Lat.: agere > Fra.: acteur]: erkek
1
Aksaray [Nenesse, Nenessos, Garsaura, sinema sanatçısı.
Kolonea-Archelais, Taxara, Aksara, Aksaray]: aktris [Lat.: agere > Fra.: actriss]: 1.)
[68], Türkiye’de bir kent. bayan sanatçı, 2.) bayan film
Aksaray 2 : İstanbul’da bir semt semt. oyuncusu.
akse [Arp.]: [Tıp] hastalık nöbeti. akuadükt [Lat.: aqua + ducere > Fra.:
1.)
aksesuar [Lat.: ad + cedere > Fra.: aquaducte]: antik zamanlarda
1.)
accesoire]: eklenti, extra, fazladan, üzerinden su taşınan kemer ve
2.) 3.)
[Teknik] yardımcı malzeme, taşduvarları, suyolu, 2.) beton su
[Eşya] süs nesneleri. borusu.
aksırma: hapşırma. akupunktür [Lat.: acus > Fra.:
aksi: çirkin, hırçın, huysuz, kaknem. acupunture]: hastalıkların
aksine: bilakis. iyileştirilmesik yada ağrıların
aksiseda [Arp.: aks-ı sedâ]: akis, inikas, giderilmesi için eski Çin’de iğnelerin
aksiseda, yankı, yansıma. bedenin belli noktalarına
aksiyom [Yun.: axios > axioma [αξίωμα] > batırılmasıyla uygulanan bir yöntem.
1.)
Fra.: axiome]: değerli, kıymetli, 2.) akustik [Yun.: akouvein [ακουειν] >
[Matematik] temel önerme. akoustike [ακουστικός > ακουστική] > Fra.:
aksiyon [Lat.: agere > Fra.: action]: 1.) acoustique]: iyi duyulmaya uygun
hareket, 2.) [Sinema] vurdu-kırdı. biçimde yapma yada yapılan.
aksiyoner [Lat.: agere > Fra.: akut [Lat.: acuere > Fra.: acute]: [Tıp]
actionnair]: [Ticaret] hissedar. çabuk ilerleyen.
akşam [Far.: ahşam]: gecenin ilk akü [Lat.: ad + cumulare > Fra.: accu,
saatleri. Otomotiv]: akümlatör.
akşın: [Yaşambilim] albinos. akümlatör [Lat.: ad + cumulare > Fra.:
aktar 1 [Arp.: attar]: attar, baharatçı, accumulateur]: [Otomotiv] akü,
aktar 2 [Arp.: kur’un çoğulu]: çaplar, akvaral [Fra.: aquarelle]: suluboya
kuturlar. resim.
aktar 3 [Arp.: kenar’ın çoğulu]: 1.) akvaryum [Lat.: aquarius > Fra.:
1.)
kenarlar, kıyılar, 2.) bölgeler, yerler. aquarium]: su kabı, su kasesi, 2.)
aktar 4 [Arp.: katre’nin çoğulu]: damlalar. içinde süs balığı beslenen su dolu
aktarma: alıntı, iktibas. kap.
aktarmak: almak, iktibas etmek. akyel: [Dünyabilimi] batı, güney-batıdan
aktif [Lat.: agere > Fra.: active]: 1.) esen ılık rüzgar, lodos.
çalışkan, etkin, faal, gayretli, al 1 [Far.]: kırmızı.
hareketli, işlek, 2.) canlı, diri, dirik. al 2 [Far.]: dalavere, desise, dolap,
aktinit [Yun.: aktivia [ακτίνια] > Fra.: düzen, entrika, hile, kaşkariko,
actinite]: aktinyum, toryum,

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 15 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

kolpo, komplo, künde, numara, alaimisema [Arp.: alaîm-isemâ]::


oyun. [Evrenbilim] alkim, ebemkuşağı,
al 3 [Arp.]: Arapça’da Belirtisiz Öntakı. gökkuşağı.
İngilizce’deki “The” gibi. Al Türkçe’de alaka [Arp.: alâka]: 1.) gönül bağı, 2.)
El olarak okunur, [Al baraqa: Bereket]. Al bağ, ilgi, ilinti, ilişki.
yada El takısı Osmanlıca’da alaka [Arp.: âlâka]: alışveriş, bağlantı,
kullanılmamıştır. ilgi, münasebet, temas.
al 4 [Lat. > İng.: al & Fra.: ale]: bak. ale3. alakadar [Arp.: alâka & Far.: dâr > Far.:
al anbiq [Arp. > B.D.]: damıtma kabı, alâkadâr]: alakalı, ilgili, müteallik.
imbik. alakadar [Far.: âlâkadar]: 1.) bağlama,
2.)
al jabara [Arp.: cebr > Lat.: + Yun. > ilgilendirme, müdahale,
B.D.: algebra]: birleştirme, tekrar bir ilgilendirme.
araya getirme. alakalı [Arp. + lı]: alakalı, ilgili,
al nil [Arp.: mavi > Lat.: + Yun. > B.D.: al müteallik.
1.)
nil]: mavi, deniz yada gök rengi, alakarga: [Kuşbilim: Garrulus Glandarius]
2.)
anilin. kestane kargası.
al qili [Arp.: klv > al kalay, alkaly, al qili > alakart [Fra.: à la carte]: 1.) i., seçmeli
1.)
kil > Lat.: + Yun. > B.D.: al qili]: yemek, 2.) z., yemek dizininden
fırınlama, tavada pişirme, yakma, 2.) seçerek.
alkali, çamaşır sodası. alakok [Fra.: à la coque]: az haşlanmış
al usara(t) [Arp.]: özsu, özsuyu, usare. yumurta, rafadan.
ala 1 [Arp.: âlâ]: çok iyi, mükemmel. alalama [Far.: ala5]: kamufle etme,
ala 2 : çok renkli, karışık renkli. maskeleme.
ala 3 : bak. ela. alalamak [Far.: ala5]: kamufle etmek,
ala 4 [Far.: âlâ]: kırmızıya çalan renk. maskelemek.
ala 5 [Far.]: çamurlanmak, kirlenmek. alamana [?]: [Denizcilik] büyük yük
ala 6 [Lat.]: kanat. kayığı.
Alaaddin [Arp.: dinin Xi]: bak. Alaattin. alamet [Arp.: alâmet]: 1.) belirti,
Alaattin [Arp.: alaaddin]: 1.) 2.) bir erkek delalet, emare, im, ipucu, işaret, iz,
2.)
adı. iri, kocaman, muzzam.
alabacak: ayağı sekili yani bağlı olan alaminüt [Fra.: à la minute]: 1.) dakiklik,
at. zamanında, 2.) acele, acul, çabuk,
alabanda [İtl.: alla banda]: 1.) tekne içi, ivedi.
2.)
[Denizcilik] geminin iç yan kısmı, alan: meydan, saha.
bordanın iç kısmı. alantopu: i., [Spor] tenis.
alabastros [Yun.: [αλάβαστρος]]: 1.) koku alara [Arp.]: 1.) 2.) [A] bir bayan adı.
kabı, 2.) kaymak taşından koku kabı. alarga [İtl.: allarga]: 1.) i., [Denizcilik] açık
alabildiğine: gırla. deniz, engin, 2.) z., açıktan, uzaktan,
3.)
alabora: bak. alabura. ü., [Denizcilik] açıktan geç.
alabura [İtl.: albura]: [Denizcilik] geminin alarm [İtl.: all arme]: [Savaş] tehlike
yan yatması. işareti.
alaca 1 [Far.]: benekli, karışık renkli, alarya [İtl.: ?]: [Dokuma] esnek olmayan
yanal. yün.
Alaca 2 [Far.]: Bursa İznik’te bir alaşım: [Kimya] 1.) bir yada daha fazla
yerleşim yeri. metalin karışımından oluşan madde,
Alaca 3 [Far.]: Çorum’a bağlı bir ilçe. halita, 2.) bir maddenin diğeriyle
alacak: [Saymanlık] borç, takanak. birleştirilmsinde diğerini değiştiren
alacer [Lat.]: canlı, hareketli, yaşam madde.
dolu. alaten: [Tıp] cüzamlı yada cüzzamlı.
alaçam 1 : bir çam türü. alaturka [İtl.: alla Turca]: 1.) Türk
Alaçam 2 : Samsun’a bağlı ilçe. usulü, 2.) Türklere göre.
alafranga [İtl.: alla Franca]: 1.) Fransız alavere: 1.) elden ele geçirme, 2.)
usulü, 2.) Avrupa usulü. dümen, karışıklık.
alagarson [Fra.: a la garçon]: kısa alay 1 [Rum.: allage [αλλαγή] > allagion
1.)
kesilmiş saç. [αλλάγιον] > Tür.]: [Askeri] bir askeri
2.)
birlik, resmigeçit, 3.) sıra halinde
geçit yapmak.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 16 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

alay 2 : [Mizah] istihza, saraka. -e uygun [comicale],


2.)
-nın işi, -nın
alaylı [?]: 1.) i., askeri eğitimden sonucu [avowale: beyan] anlamına gelen
geçmiş asker, 2.) i., eğitim görmemiş, bir sonek.
kendisini eğitip geliştiren, 3.) s., alay aleatorius [Lat.]: kumarla ilgili olan.
edici, müstehzi, 4.) s., görkeml, alegori [Yun.: allos + agereuein >
gösterişli. allagoria [αλληγορία] > Fra.: allégorie]:
1.)
alaz: alev, şule, yalaz, yalım. [Yazın] içinde insanların, eşyaların
albatr [Yun.: alabastros: [αλάβαστρος]> ve olaylarım sembolik olduğu öykü
1.)
Fra.: albâtre]: koku kabı, 2.) yada hikaye, 2.) bir yaşamı dile
kaymak taşından koku kabı, 3.) egtirme.
Kaymak Taşı. alegorik [Yun.: allos + agereuein + ikos
albay: [Askeri] miralay. > allogorikos [αλληγορικός] > Fra.:
albeni: alım, cazibe, çekim. allégorique]: herşeyin sembolik
albenili: alımlı, cazip, çekici, frapan. olduğu durum.
albino [Lat.: albus]: 1.) beyaz, beyaz alek [?]: sülük.
renkli, 2.) [Tıp] rengi beyaz olan aleksi [Yun. a + lexis > alexia [αλεξία] >
1.)
canlılar, 3.) [Tıp] beyaz tenli, beyaz Fra.: alexie]: söz yitimi, 2.)
yüzlü ve pembe gözlü insan, 5.) [Tıp] [Psikiyatri] okuma kaybı, okuma yitimi.
akşın. alel [Arp.: ? > Osm.: a’lel]: 1.) ?, 2.) ?,
Albinos: bak. albino. alel hilaf [Arp.: ? > Osm.: a’lel-hilâf]: 1.)
2.)
albus [Lat.]: 1.) beyaz, 2.) beyaz yada ?, ?,
soluk renkte olan. alelacele [Arp.]: ivedilikle.
albüm [Lat.: albus > Fra.: album]: boş alelade [Arp.]: adi, olağan, sıradan.
defter demek. Resim konulmak için alem 1 [Arp.: âlem]: 1.) [Dünyabilim] diyar,
özel yapılmış ciltli kitap. dünya, felek, küre, yeryüzü, 2.) ayrı
albümen [Lat.: albus > Fra.: albumen]: dünya, belli bir gurubun ortamı, 3.)
1.)
yumurtanın beyaz bölümü, 2.) [Mecazi] anlaşılmaz, cins, değişik,
[Yaşambilim] hücreleri geliştiren bir garip.
protein, 3.) [Yaşambilim] Albümin’le alem 2 [Arp.]: 1.) bayrak, 2.) işaret
ilgili. bayrağı.
albümin [Lat.: albus > Fra.: albumine]: alemdar 1 [Far.: alem + dâr]: 1.)
[Yaşambilim] kan, sebze zarları, süt, bayraktutar, sancaktar, sancaktutan,
2.)
yumurta vb’de bulunan bir protein. Osmanlı’da yeniçeri subayı.
alcohol [Arp.: al kuhl [‫ > ]لحكلا‬Lat.: + Alemdar 2 [Far.: alem + dâr]:
Yun. > B.D.]: [Kimya] alkol. İstanbul’da bir semt.
alçak: 1.) boyca küçük, 2.) yüksek aleni [Arp.: alenî]: açık, aşikar, ayan,
olmayan, 3.) [Mecazi] hain, rezil, ~ bariz, belirgin, belli, kapalı olmayan,
gönüllülük: tevazu. kesin, meydanda, ortada, sarih.
alçı: beyaz toz madde. alere [Lat.]: f., 1.) beslemek, gıda
aldanma: yanılma. vermek, 2.) bakmak, büyütmek.
aldanmak: yanılmak. alescere [Lat.]: büyümek, gelişmek,
aldatma: 1.) düzen, hile, künde, olgunluğa erişmek, olgunlaşmak.
numara, yanıltma, 2.) ihanet, 3.) alesta[İtl.: allesta]: harekete hazır,
dolandırma, kandırma, kazık. tetikte.
aldatmak: 1.) yanıltmak, 2.) ihanet alet [Arp.]: i., 1.) aparey, aygıt, cihaz,
2.)
etmek. [Argo] penis.
aldehit [Arp.: alcohol + Lat.: de + alev: i., 1.) alaz, yalaz, şule, yalım, 2.)
3.)
hydrogen]: [Yaşambilim] alkollerin [A] bir bayan adı. [Şule], [A] alaz,
oksitlediği renksiz bir sıvı. yalaz anlamında bir erkek adı,
aldırış: umursama, ~ etme: umur, ~ [Yalım].

etmek: umursamak. Alfa 1 [Yun.: Alpha [αλφα]]: Yunan


aldırmaz: lakayıt, umursamaz. Abecesi’nin 1. harfi, [Alpha, A, α].
ale 1 [Arp.]: uzun saçaklı yüksek dağ alfa 2 [Fen.: Alef [Aleph] > Yun.: alpha
1.)
[ἄλφα > αλφα]]: [Bitkibilim: ?] İspanya
konutu.
ale 2 [İng.]: İngiliz birası. ve Kuzey Afrika'da kökenli oplu, ip,
ale 3 [Lat. > İng.: al & Fra.: ale]: halı ve kâğıt, yapımında kullanılan bir
Fransızca’da ale-; 1.) –nın, gibi, benzer, bitki çeşidi, 2.) bir bitki türü.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 17 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

alfabe [Yun.: alpha + beta [αλφα + βετα] > alim 1 [Arp.: âlim]: 1.) bilgin, 2.) [A]
Fra.: alphabete]: Abece. [Yunan bilgili anlamına bir erkek adı.
Abece’sinin ilk iki harfinden Alpha + Beta: alim 2 [Arp.: âlim]: herşeyi bilen ve
Alphabet]. gören Allah [Omniscient].
alg [Lat.: alga > Fra.: algue]: su yosunu. alim 3 [Arp.: âlim]: acı çeken, özleyen,
alga [Lat.]: yosun. üzüntülü.
algesia [Yun.: αλγησία]: acı, ağrı, sancı, alimler [Arp. + ler]: bilginler, ulema.
sızı. Alirıza [Arp.: ali + rıza]: bir Müslüman
algı: [Ekonomi] vergi. ve Türk erkek adı.
algılama: duyumsama, hissetme, alius [Lat.]: diğeri, öteki.
kavrama, ~ yeteneği: duyu. alius ibi [Lat.]: başka yerde.
algılamak: duyumsamak, hissetmek, alizarin [Arp.: al usara(t) > alizari > Fra.:
1.)
kavramak. alizarine]: özsu, özsuyu, 2.) doğal
3.)
algın: hastalıklı,zayif. boya, kırmızı kökboyası.
Algoritma [Arp.: al-Khowarazmi > Lat.: + alize [Fra.: alizé]: 1.) ticaret rüzgarları,
1.) 2.)
Yun. > Fra.: algortihm]: El [Dünyabilim] tropikal rüzgar.
Harizmi’nin adına saygıyla, 2.) El alji [Yun.: algos [αλγος] > Fra.: -algie]:
Harizmini’nin kitabı; El Cebr ve'l Mukabele, [Tıp] Batı Dilleri’nde -algia & -algie; acı,
3.)
belli türde matematik sızı anlamına gelen bir sonek,
problemlerini çözmede kullanılan özel [neuralgia: sinir ağrısı].
bir usül yada bilim dalı. aljiya [Yun.: algos [αλγia & αλγος] > Fra.: -
algos [Yun.: ?]: acı, ağrı, sancı, sızı. algia]: [Tıp] Batı Dilleri’nde -algia; acı,
alıcı: 1.) [Teknoloji] ahize, almaç, 2.) sızı anlamına gelen bir sonek,
[Ekonomi] müşteri. [neuralgia: sinir ağrısı].
alıç: [Bitkibilim: Crataegus Azarolus] geyik alkali [Arp.: al kalay, alkaly, al qili
dikeni. [‫ > ]يلقلا‬Lat. + Yun. > Fra.: alkali]:
1.)
alık: akılsız, ibiş, palyaço, şapşal. [Kimya] fırınlama, tavada pişirme,
alım: 1.) albeni, cazibe, çekim, 2.) yakma, 2.) suda çözülebilen ve
[Ticari] satınalma, çözülünce ionlarını ortaya çıkartan
alımlı: albenili, cazip, çekici, frapan. herhangi bir baz yada soda, 2.)
alın: [Bedenbilim] yüzde, burnun asitleri nötürleştiren herhangi bir
üstündeki açıklık, alın yazısı: [İslam] mineral tuz, çamaşır sodası.
fatalite, kader, kader inancı, yargı, alkalin [Arp.: al kalay, alkaly, al qili
yazgı. [‫ > ]يلقلا‬Lat.: + Yun. > Fra.: alkaline]:
alıntı: [Yazın] alma, aktarma, iktibas. [Kimya] alkille ilgili yada alkil içeren
alışık: 1.) s., sürekli isteyen, 2.) z., madde.
aşina, 3.) s., bağımlı, müptela. alkaloid [Arp.: al kalay, alkaly, al qili
alışılmamış: başka yerden gelmiş, [‫ > ]يلقلا‬Lat. + Yun. > Fra.: alkaline +
garip, görülmemiş, ilk defa görülen, Yun.: eidos [?] > Fra.: alkoloide, Kimya]:
1.)
tuhaf, yabancı, yeni. alkiline benzeyen madde, 2.)
alışılmış: mutat. nitrojen içeren morfin, kafein
alışkanlık: i., adet, itiyat. benzeri, acımsu alkalin bileşeni.
alışveriş: b.i., 1.) [Ticaret] çarşı pazardan alkan: [Kimya] parafin,
gündelik gereksinimleri karşılama, 2.) alkarna [İtl.: argagna]: [Balıkçılık] deniz
[Halkdili] alaka, ilişki, mümasebet, dibi tarama ağı,
temas. Alkemi [Arp.: alşimi > alchemy > ? >
ali 1 [Arp.: âli]: s., 1.) faik, ulu, mualla, Yun.: cheein > B.D.: alchemy]: Orta
Çağ’da başlıca amacı altın elde etmek için
yüce, mükemmel, şahane, üstün,
temel elementleri dönüştürme çabaları. Bak.
yüksek, 2.) [A] yüce ve üstün kişi
anlamında bir Müslüman ve Türk alşimi.
erkek adı. alkil [Arp. > Lat.: ? > Fra.: alkyle]:
[Kimya] alkol kökü.
Ali 2 [Arp.: âli]: ö.i., 1.) Hz. Ali; Hz.
Muhammed’in damadı, 2.) 4. Halife, alkim [algımsalgım]: alaimisema,
3.)
Şiilik ve Alevilik’in taraftarlarınca ebemkuşağı, gökkuşağı.
başlatıldığı kişi. alkol [Arp.: al kuhl > Yun. > Lat. > B.D.:
alcohol]: [Kimya] uyuşukluk veren sıvı,
alil [Arp.] : s., 1.) kesinlikle geçersiz, 2.)
[Tıp] hastalıklı,

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 18 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

~ kökü: alkil, sıvıdaki ~ derecesi: (30), Vierzig (40), Fünfzig (50), Sechzig (60),
Siebzig (70), Achtzig (80), Neunzig (90),
grado. Hundert (100), Tausend (1000), Million
all arme [İtl.]: silah başına. (1.000.000).
Allah [Arp.: al ilah]: 1.) ilah, tanrı, Almanya [Fransızca’nın etkisinde:
yaratıcı, 2.) [İslam] Hak, Hüda, İlah, Rab, Alamanya> Almanya]: Orta Avrupa’da
Rahman, Rahim, Tanrı, Yaratan. bir ülke.
Allahverdi: Hüdaverdi, Tanrıverdi. almenichaika [Yun.: ?]: takvim.
allak 1 [Arp.]: sakız satıcısı. alo [Fra.: hello]: telefon sesi.
allak 2 [Arp.: allak1]: güvenilmez kimse, aloe [> Yun.: ?]: 1.) bir Güney Afrika
dönek, kaypak. bitkisi, 2.) aleo içerikli yapraklarından
allelon [Yun.: ?]: birbirine, bir diğerine, ishal ilacı gibi tahatlatıcı ilaçlar
karşılıklı. yapılan bir madde.
allerjen [Alm. > Yun.: allos + ergon > alonj [Fra.: allonge]: [Ticari] eklenti, bir
allergigono [αλλεργιογόνο] > Fra.:
şeye ek yapma.
allergène]:
alotropi [Yun.: ? + ? > allotropia
allerji [Alm. > Yun.: allos + ergon >
1.) [αλλοτροπία] > Fra.: allothropie]: [Kimya]
allergia [αλλεργία] > Fra.: allergie]:
karbon, fosfor vb. maddelerin fiziksel
gıda, polen yada toz benzeri çeşitli
bakımdan ayrı özellikler
bileşenlere karşı aşırı duyarlılık, 2.)
gösterebilmesi durumu.
bununla ilgili iğrenme, tiksinme.
alotropik. [Yun.: ? + ? > allotropikos
allerjik [Alm. > Yun.: allos + ergon + ikos
[αλλοτροπικός] > Fra.: allotropique]:
allergikos [αλλεργιογόνο] > Fra.:
allergique]: alerjiyle iligili olan. alotrpiyle ilgili.
allık: [Makyaj] bir makyaj malzemesi, alp 1 : 1.) böke, kahraman, kostak,
allos [Yun.: αλλος]: diğeri, öteki. şampiyon, yiğit, 2.) [A] kahraman,
alluere [Lat.]: 1.) su ile sürüklemek, 2.) yiğit anlamına bir erkek adı.
alıp götürmek, sürüklemek. Alp 2 : Avrupa’daki Alp Dağları.
alma: [Yazın] alıntı, iktibas. alpaka 1 [Lat.: alpac > alpax > İtl.:
alpacca]: Alman gümüşü.
almaç: [Teknoloji] alıcı, ahize.
Alman [Frasızca’nın etkisinde: Alaman> alpaka 2 [Lat.: alpac > alpax > İtl.:
1.)
alpacca]: Güney Amerika laması,
Alman]: Cermen ve Taton kekenli 2.)
[Dokuma] bunun yünü ve bu
Avrupalı bir ulus, ~ gümüşü: alpaka.
yünden dokuma kumaş.
Alman Abecesi: Alman Abecesi 30 harften
Alparslan: erkek adı.
oluşur; A (a) A yada Â, B (b) Beğ, C
alperen: [Savaş] mücahit.
(c) Tseğ, D (d) Değ, E (e) Eğ, F (f)
Alpha [Yun.: αλφα]: Yunan Abecesi’nin 1.
Ef, G (g) Geg, H (h) Ha, I (i) İ, J (j)
harfi, [A, α].
Yot, K (k) Ka, L (l) El, M (m) Em, N
alpinizm [Fra.: alpinism]: dağcılık.
(n) En, O (o) Ô, P (p) Peğ, Q (q)
Alpler: bak. alp3.
Kû, R (r) Er, S (s) Es, T (t) Teğ, U
Alşimi [Arp.: alşimi > alchemy > ? > Yun.:
(u) Û, V (v) Fau, W (w) Veğ, X (x)
cheein, B.D. > Fra.: alchemie]: Orta
İks, Y, Üpsilon, Z (z) Tset, Ä (ä) E, Ü
Çağ’da başlıca amacı altın elde
(ü) Ü, Ö (ö) Ö, ß (ß) Es Tset. Bir de bir
araya gelen özel bileşimler de vardır. Ön etmek için temel elementleri
önemlileri: dsch: c, ch: iks, çe, hy, ng: dönüştürme çabaları.
ny, sch: şe, tsch: çe’dir. alt: 1.) nesnenin tabanı, 2.) aşağı, zir.
almanak [Arp.: al menkâbeh > Yun.: > alteratus [Lat.]: ardı ardına,
almenichiaka [αλμενιχιακά] > B.D.: dönüşümlü olarak, peşisıra.
almanac]:
1.)
İspanya, Endülüs altercari [Lat.]: karşı koymak,
Arapça’sı, 2.) aslı belli olmayan, münakaşa etmek, reddetmek.
kaynağı belli olmayan, 3.) her tür tartışmak.
bilginin yer aldığı ayrıntılı bir geçmiş alternatif [Lat.: aletrnus > Fra.:
zaman takvim kitabı. alternative]: opsiyon, seçenek, şık.
Almanca Sayılar: Ein (1), Zwei (2), Drei alternus [Lat.]: diğerlerinden,
(3), Vier (4), Fünf (5), Sechs (6), Sieben ötekilerden birisi.
(7), Acht (8), Neun (9), Zehn (10), Elf (11), Altes [Lat.: ? > Fra.: altes]: 1.) ? 2.) bir
Zwölf (12), Dreizehn (13), Vierzehn (14),
Fünfzehn (15), Sechzehn (16), Siebzehn Fransız şeref ünvanı.
(17), Achtzehn (18), Neünzehn (19), altı: bir rakam.
Zwanzig (20), Einundzwanzig (21), Deißig

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 19 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

altın [Tür.: altun & Lat.: Aurum; Au]: zer, ama 3 [Arp.: amâ]: görmezlik, körlük.
~ takılar: Alyans, Akıtma (Enli Bilezik), ama 4 [Arp.: amâ]: 1.) kümülüs bulut,
Bileklik, Bilezik, Gerdanlık, Hızma, Kolye, yağmur bulutu, 2.) çekişme, kavga,
Tektaş, Trabzon Burması (Bilezik), Zincir, mücadele, münakaşa, rekabet.
Yüzük, ~ yaprak: varak, ~ın saflık amabile [İtl.]: [Müzik] cana yakın
derecesi: ayar, ~dan yapılmış: müzik.
zerrin. amaç [Far.]: erek, gaye, hedef, istek,
altınkökü [altın kökü]: 1.) [Bitkibilim: kast, kasıt, maksat.
Cephaelis ipeca cuanha],
2.)
Güney amade [Far.: âmâde]: hazır, iş yapmaya
Amerika'da yetişen, kusturucu hazır.
niteliği olan bir kök, ipeka. amal [Arp.: amâl, amel’în çoğulu]:
altınotu: [Bitkibilim: Ceterachi] ? işlemler.
altıpatlar: [Savaş] revolver. amalgam [Arp.: al malgam > Yun.:
altimetre [Lat.: altus + Yun.: metron > malagma [?] > Lat.: amalgama > Fra.:
1.)
B.D.: altimeter]: yükseklik ölçen gereç, amalgame]: alaşım, bulamaç, kolay
yükseklikölçer. biçimlenen, 2.) civanın başka bir
altlık: kaide, taban. metalle karışımı, 3.) bu malzemeden
alto [İtl.]: [Müzik] büyük keman. diş dolgusu yapılması, 4.) karışım.
altun [ÖzTür.]: bak. altın. amalgama [Lat.]: civa karışımı madde.
altus [Lat.]: ali, ulu, yüksek. aman [Arp.: eman]: acıma, rica anlatır.
altüst: çok karışık. amani [?]: bir halk oyunu.
alum [Lat.]: [Kimya] üretim ve ilaç Amanos [?]: Akdeniz Bölgesi Hatay’da
yapımında kullanılan çifte tuzlardan bir dağ adı, Nur Dağları.
birisi. amansız: acımasız, cana kıyıcı.
alumen [Lat.]: alum. amarantos [Yun.]: solmayan.
aluminyum [Lat.: alum > İng.: amare [Lat.]: sevmek.
aliminium]: [Kimya] gümüş renginde, Amasya [Rum.: Amaseia [?], Lat.:
Amasiac, Osmanlı: Amasiyye, Şehr-i
oldukça hafif bir metalik kimyasal
Haraşna]: [05], Türkiye’de bir kent.
element.
amatör [Lat.: amare > Fra.: amateur]: bir
alumnus [Lat.]: üvey evlat.
işi zevk için yapan.
alüfte [Far.]: iffetsiz kadın.
Amazon [Yun.: amazona]: 1.) Güney
alüvyon [Lat.: alluere > Fra.: alluvion]:
Amerika’da uzun bir nehir, 2.) [Mitoloji]
[Dünyabilim] akarsuların taşıdığı yığın.
ata binen kadın.
alveolatus [Lat.]: çukurlaşmış,
amb [Lat.]: hakkında.
oyulmuş. 1.)
ambalaj [Fra.: ambalage]:
alvoel [Lat.]: [Bedenbilim] akciğer hava 2.)
paketleme, eşya sarma
keseciği.
malzemesi.
alyanak: [Balıkçılık: ?] bir balık türü.
ambar [Rum.: ampari [εμπόριον > αμπάρι]
alyans [Lat.: ad + ligare > Fra.: alliance]:
> Far.: enbar > Tür.: ambar]: [Denizcilik]
nişan yüzüğü.
geminin yük yeri.
alyuvar: [Bedenbilim] eritrosit.
ambargo [Lat.: in + barra > İsp. > Fra.:
alzheimer: [Tıp] bir yaşlılık hastalığı.
embargo]: ticari menetme, sınırlama,
am 1 : kadın cinsel organı, vagina.
yasaklama.
am 2 : -am, -em, sesli harflerden sonra
amber [Arp.: anbâr]: 1.) güzel kokulu
–yem, -ayım anlamına bir Türkçe
madde, 2.) [A] bir bayan ve erkek adı.
sonek, [kalam, kalayım],
ambi [Lat.]: 1.) çevresinde, 2.) her ikisi
am 3 [Arp.: âm]: evrensel, genel,
de.
umumi.
ambitio [Lat.]: çevresini dolaşma.
am 4 [Arp.: âm]: güneş yılı, am-ı kabil
ambix [Arp.: al anbiq > Yun.]: bir
[Arp.: âm-ı kâbil] önceki yıl, am-ı
bardak, kupa, su kabı.
mukbil [Arp.: âm-ı mukbil] ertesi yıl,
amblem [Yun.: en + ballein > emblema
sonraki sene.
[έμβλημα] > Fra.: emblème]: arma,
am 5 [Arp.]: annenin erkek kardeşi.
işaret, özel işaret, remiz, simge,
ama 1 [Arp.: amma]: amma, fakat,
temsili resim.
lakin.
amboli [Yun.: en + ballein > [?] > Fra.:
ama 2 [Arp.: â’mâ & âmâ]: gözleri 1.)
embolisme]: [Tıp] bir kan pıhtısının
görmeyen, kör.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 20 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

bir kan damarı yada arteri tıkaması, karada yaşayan, 2.). [Deniz Kuvvetleri]
2.)
[Takvim] güneş ve ay takvimlerinin hem deniz hem de karacı asker.
bir birine uyumlandırılması. amfiteatr [Yun.: amphi [αμφί] + theatron
ambulare [Lat.]: yürümek. [θέατρο] > amphitheatro [αμφιθέατρο] >
1.) 2.)
ambülans [Lat.: ambulare > Fra.: Fra.: amphithéâtre]: eski Roma
ambulance]:
1.)
yaralı yada hasta tiyatrosu.
taşımak için kullanılan bir gereç, 2.) amfitiyatro: bak. amfiteatr.
araç. amfizem [Yun.: en + physaein > [?] >
1.)
amca [Arp.: am5 > Tür.]: 1.) babanın Fra.: amphiseme]: [Yaşambilim]
erkek kardeşi, emmi, 2.) genelde evli dokular arasında hava kalması,
2.)
yada yaşlı her erkek. organın havayla şişmesi,
ameibein [Yun.: ?]: değişmek, alveollerin genişleyip, yapılarının
değişikliğe uğramak. bozulduğu Akciğer rahatsızlığı,
amel 1 [Arp.: aml]: 1.) etme, işleme, bilinen belirtisi nefes darlığıdır.
yapma, 2.) edim, eylem, fiil, iş, 3.) amfora [Yun.: amphi + pherei [αμφορέας]
> amphoreas, amphiphoreús [αμφορεύς] >
[İslam] kulun yaptığı iyi yada kötü iş. 1.)
Lat.: amphora > Fra.: amphore]: iki
amel 2 [Arp.: aml]: [Tıp] içsürmesi, ishal,
diyare. kulplu küp, 2.) antik zamanlarda
amele [Arp.]: 1.) içşi ücreti, 2.) emekçi, şarap, zeytinyağı ve diğer değerli
ırgat, işçi, proleter. sıvıları taşıma kabı, 3.) tombul toprak
ameli [Arp.: aml > amelî]: iş testi.
bakımından, pratikle ilgili, tatbiki, amgios [Lat.]: [Bedenbilim] döl yatağı.
uygulamaya ilişkin. amicuc [Çuv.: ami > Lat.: amicus]: 1.)
ameliyat 1 [Arp.: aml > amelîyat]: edim, arkadaş, kardeş, nedim, yaren, 2.)
fiil ve hareketlerin uygulanması, icra arkadaş, dost.
edilmesi yada yerine getirilmesi. amicus [Lat.]: arkadaş, dost,
ameliyat 2 [Arp.: aml > amelîyat]: nedimyaren.
cerrahi uygulama, operasyon amigo [İsp.]: 1.) bilinmeyen, el, tanıdık
amendare [Lat.]: doğrultmak, olmayan, yabancı, 2.) [Spor] maçlarda
düzeltmek, yanlışlığını gidermek. izleyiciyi coşturan.
amentum [Lat.]: kalabalık, yığın. amil 1 [Arp.: aml > âmil [‫]]لماع‬: etmen,
Amerigo Vespucci [İtl.]: Amerika faktör, itki, motiv, neden.
kıtalarını keşfeden bir İtalyan denizci. amil 2 [Arp.: âmil]: hasretlik çeken,
Amerika 1 [Amerigo Vespucci > İtl.]: özleyen.
Amerika kıtaları, Güney Amerika & amil 3 [Arp.: âmil]: 1.) vali, üst düzey
2.)
Kuzey Amerika, yönetici, Osmanlı’da gelir
Amerika 2 [Amerigo Vespucci > İtl.]: vergilerini toplayan kişi.
ABD, bir Amerikan oyunu: rugby, amil 4 [Arp.: âmil]: çalışan, üreten.
rodeo, amil 5 [Arp.: âmil]: eden, yapan,
ametal [Yun.: a + metallon [αμέταλλο] > işleyen.
amil 6 [Arp.: âmil]: [A] üstün kişi
Fra.: amétale]: [Kimya] metal olmayan.
anlamında bir erkek adı.
amethystos [Yun.: a + methystos
amilaz [Yun.: amylon [?] > Fra.:
[αμέθυστος]]: sarhoş etmeyen.
amylase]: [Yaşambilim] salya yada
ametist [İbr.: ahlmh > Yun.: a +
methystos [αμέθυστος] > Fra.: tükürükte bulunan nişastayı şekere
améthyste]:
1.)
sarhoş etmeyen, dönüştüren bir enzim.
uyuşturmayan, 2.)
mücevheratta amine [Lat.: ammonia]: [Kimya]
kullanılan pembe yada mor renkli bir hidrojenin bir yada daha fazla alkil
tür kuvars, 3.) pembe yada mor. grubuyla değiştirilmesiyle elde edilen
amfi 1 [Yun.: amphi [αμφί]]: bak. organik birleşenlerden her hangi
amphi. birisi.
amfi 2 [Yun.: amphi [αμφί]]: ? amino [Lat.: ammonia > amine > amine +
amfi 3 [Yun.: amphi [αμφί]]: kısaca o > B.D.: amino]: [Biokimya] amino
amfitiyatro. içeren yada amino ile ilgili anlamına
amfibi [Yun.: amphi [αμφί] + bios [βιος] > gelen birleştirici bir önek.
Fra.: amphibie]:
1.)
[Yaşambilim] iki amip [Yun.: ameibein [?] > amoebas
yaşayışlı, hem denizde hem de [αμοιβάς] > Fra.: amoeba]: [Yaşambilim]

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 21 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

kendi içinde bölünerek çoğalan çevresinde, etrafında anlamına bir


mikroskopik bir canlı. önek.
1
amir [Arp.: amr > âmir [‫]]ريمأ‬: ampir [Yun.: en + peira > ampeir [εμπειρ]
buyuran, müdür, yönetici. Fra.: empire]: [Moda] bir giyim usulü.
2
amir [Arp.: amr > âmir [‫]]ريمأ‬: ampirik [Yun.: en + peira + ikos
1.)
kabalık, gelişmiş, işlenmiş. [εμπειρικός] > Fra.: empirique]: [Fen]
amir al ali [Arp.: âmir-al-âli> Fra.: deneyimsel, deneyim yada deneye
2.)

admiral]: en üst komutan, en yüksek dayalı.


komutan, bak. amiral. ampirist [Yun.: en + peira + istes >
amiral [Arp.: âmir-al-âli & âmir-al bihâr > empeiristes [εμπειριστής] > Fra.:
[‫]راحبلاريمأ‬ Fra.: admiral]: [Deniz empiriste]: deneyci.
Kuvvetleri] bir denizci askeri makamı. ampirizm [Yun.: en + peira >
emperiosmos [εμπειρισμός] > Fra.:
amirülali [Arp.: âmir-al-âli > Fra.:
empirisme]: deneycilik.
admiral]: en üst komutan, en yüksek
komutan, bak. amiral. amplus [Lat.]: bol, geniş.
amiyane [Far.: âmiyâne]: 1.) sıradan, 2.) ampoula [Yun.: αμπούλα]: ?
adi, argo. ampul [Yun.: amphora [αμφορά] >
ampoula [αμπούλα] > Lat.: ampulla > Fra.:
amma [Arp.]: bak. ama. 1.) 2.)
ampoule]: [Teknoloji] lamba,
amme 1 [Arp.]: halkın bütünü, kamu.
[Eczacılık] camdan ilaç tüpü, ~ yuvası:
amme 2 [Arp.]: [İslam] Kur’an-ı Kerim’in
duy.
bir bölümü.
ampulla [Lat.]: şişe, şişe biçiminde,
ammonia [Arp.: Libya Jubiter Ammon
Tapınağı yakınlarında bulunan tuz > Lat.: > şişeye benzeyen.
B.D.: ammonia]: [Biokimya] bak. amuca [Far.]: bak. amca.
amonyak. amud: bak. amut.
amnesia [Yun.: αμνησία]: unutma, amudi [Arp.: a’md [‫ > ]دمع‬amûdî]: dik,
unutkanlık. dikine, dikey.
amnezi [Yun.: a + mnasthei > amnesia amut [Arp.: a’md [‫ > ]دمع‬amûd]: 1.) a.)
[αμνησία] > Fra.: amnésie]:
1.) dayama, destekleme, pekiştirme,
unutkanlık, unutma, 2.)
[Tıp] bellek sağlamlaştırma, b.) isteyerek yapma,
kaybı, hafıza kaybı. bilerek yapma, 2.) çadır direği, direk,
amoenus [Lat.]: memnun. kolon, sütun, 3.) dik durma.
amonyak [Arp.: Libya Jubiter Ammon amyant [Yun.: amiantos [αμίαντος] > Fra.:
Tapınağı yakınlarında bulunan tuz > Lat.: amiante]: [Kimya] ak asbest.
ammoniacum > Fra.: ammoniaque]: amylon [Yun.: ?]: kola, nişasta.
[Kimya] ultrajen ve hidrojenden oluşan an 1 [Arp.]: lahza, bir işin yapıldığı ~:
keskin kokulu bir gaz. elan, esna.
amor [Lat.]: 1.) aşk, sevgi. an 2 [Far.: ân]: çekici, etkileyici, güzel.
amorf [Yun.: a + morphé > amorphos an 3 : anımsama, bellek, hafıza,
1.)
[άμορφος] > Fra.: amorphe]: biçimsiz, hatırlama.
2.)
[Kimya] kristalleşmeyen. an 4 : tarla sınırı.
amorti [Lat.: ad + mors > Fra.: amortie]: an 5: [Dilbilgisi] olarak anlamında -an, -en
piyango ikramiyesi. soneki, [mahsusan: özel olarak, zâten,
amortisman [Lat.: ad + mors > Fra.: şahsen: kişisel olarak].
amortisement]: [Saymanlık] yıpranma an 6 [Far.]: Farsça’da an; -a, -e, -gân; -
payı. ler, -lar anlamı getiren yani çoğul
amper [Fra.: ampère]: 1.) A.M. Ampère; yapan sonek.
19. yy Fransız Fizik Bilimadamı, 2.) an 7 [Yun.: αν]: Yunanca’da an-; 1.)
saniyede bir kolumpa eşit, standart olumsuzluk,
2.)
-sız, -siz, -suz, -süz
bir elektrik akım birimi. anlamında bir önek.
ampermetre [A.M.Ampère + Yun.: ana 1 : anne, mader, valide.
metron [μέτρον] > Fra.: ampèremètre]: ana 2 [Yun.: ανα]: Yunanca’da ana-; 1.)
amperölçer. karşı, ters,
2.)
–eye göre,
3.)
altını
amphi [Yun.: [αμφί]]: Yunanca’da amphi- üstüne getirme, yukarı, yukarıya doğru,
; 1.) her iki tarafta, her iki yanda, iki yukarı doğru çevirme,
4.)
geri, geriye
2.)
taraflı, iki yanlı, çepeçevre, doğru anlamında bir önek.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 22 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

anabolizma [Yun.: ana + ballein analist [Yun.: ana + lysis + istes >
anabollismos [αναβολισμός] > Fra.: analytes [αναλυτής] > Fra.: analyste]:
anabolisme]: ? çözümlemeci, tahlilci.
anaç: iri, kart. analitik [Yun.: ana + lysis + ikos >
Anadolu [> Rum.: anatole [ανατολή] > analytikos [αναλυτικός] > Fra.:
anatolia [Ανατολία] > anatolu > Tür.: analytique]: çözümlemeli.
Anadolu > B.D.: Anatolia]: Küçük Asya analiz [Yun.: ana + lysis > analyse
toprakları. [ανάλυση] > Fra.: analyse]: birimlerine
Anadolu Ajansı: A.A. ayırma, çözümleme, tahlil.
anadut: dirgen, yaba. analjezi [Yun.: an + algesia > analgesia
anaerkil: [Budunbilim] annegemen, [αναλγησία] > Fra.: analgésie]: [Tıp] acı
maderşahi. duymama.
anaerobik [Yun.: an [αν] + aer [αερ] + analjezik [Yun.: an + algesia + ikos >
bios [βιος] + ikos [ικός] > anaerobios analgetikos [αναλγητικός] > Fra.:
1.)
[αναερόβιος] > Fra.: anaérobique]: analgésique]: [Tıp]
1.)
agrı, sızı yada
havasız, 2.) bakteriler gibi hava ve sancı duyumsamama, 2.)
ağrı
oksijen olmadan büyüyüp gelişebilen. giderici, 3.) ağrı kesici ilaç.
Anafartalar [Çanakkale’de Suğla Körfezi]: analoji [Yun.: ana + logia > analogia
07-21 Ağustos 1915’de Çanakkale [αναλογία] > Fra.: analogie]:
bazı 1.)

Savaşı esnasında Osmanlı Ordusu ile yönlerden benzerlik, bazı 2.)

Birleşik Krallık Ordusu arasında, benzerliklerin sonraki benzerlikler


Çanakkale Anafarta (Suğla) neden olacağı durum.
Körfezi’nda oluşan savaşa analojik [Yun.: ana + logia + ikos >
Anafartalar Savaşı denmiştir. analogikos [αναλογικός] > Fra.:
1.)
anafilaksi [Yun. ana + prophy + laxis > analogique]: bazı yönlerden
anaphilaksia [αναφυλαξία] > Fra.: benzeme, 2.) bazı benzerliklerin
anaphylaxie]: aşırı duyarlık. sonraki benzerlikler neden olacağını
anafor [Rum.: anafora [αναφορά]]: 1.) varsayış.
burgaç, çevrinti, eğrim, girdap, su anamal: [Ticaret] anapara, kapital,
çevrintisi, 2.) [Mecazi] beleş para, sermaye.
avanta. ananas [G.A.Y.Dil.: anana > Fra.: ananas]:
anafora [Rum.: αναφορά]: karşı dalga. 1.)
çamkozalağı biçimli bir Güney
anagram [Yun.: ana + gramma + tisein > Amerika meyvesi, 2.) [Bitkibilim: Ananas
anagrammatisein [αναγραμματισμού] >
comosus] bir tür ağaç.
anagram [ανάγραμμα] > Fra.:
anane [Arp.: an’âne]: gelenek,
anagramme]: bir bulmaca türü.
göreneki, örf.
anagrammatisein [Yun.:
ananet [?]: cinsel güçsüzlük, kısırlık.
αναγραμματισμού]: sırası değiştirilmiş
ananevi [Arp.: an’ânevî]: geleneksel,
harfler.
göreneksel, klasik.
anahtar [Rum.: anaoichteri [ανοιχτήρι] >
ANAP: Anavatan Partisi.
Tür.]: açar, açkı, çilingir, somun ~ı:
anarşi [Yun.: an + archos > anarchia
kurbağacık. 1.)
[αναρχία] > Fra.: anarchie]: başsızlık,
anakronik: [Yun.: ana + chronos + ikos > 2.)
anachronikos [αναχρονιστικός] > Fra.:
öndersizlik, düzensizlik, kargaşa,
anachronique]:
1.)
zaman dışına ait, karmaşa, kaos.
geçmiş zamanla ilgili, 2.) çağı geçmiş, anarşist [Yun.: an + archos + istes >
anarchikos [αναρχικός] > Fra.:
çağdışı, tarihi sürecinin dışında olan.
anarchiste]: baştanımaz.
anakronizm [Yun.: ana [ανα] + chronos
[χρονός] > ismos [ισμός] > anachronismos
anarşizm [Yun.: an + archos + ismos >
anarchismos [αναρχισμός] > Fra.:
[αναχρονισμός] > Fra.: anachronisme]:
anarchism]: baştanımazlık.
tarihi sürecinin dışında olan bir şey.
anarthros [Yun.: an + arthros:
anal [Lat.: anus > Fra.: anal]: [Bedenbilim] 1.)
1.) αναρθρος]: konuşamayan,
anüs, kıç yada makat yoluyla, 2.)
söyleyemeyen, 2.) dilsiz, lal.
anüs, göt, kıç yada makattan verilen
anartri [Yun.: an + arthros > anarthros >
ilaç. 1.)
anartria [αναρθρία]> Fra.: anarthrie]:
analıkızlı: bir tür yemek, yuvalama.
dil tutukluğu, konuşamama,
söyleyememe, 2.) [Tıp] afazi, aleksi, dil
tutukluğu, dizartri.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 23 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

anasıl: asıl olaark, kökten. andropoz [Yun.: andrapouse [ανδρόπαυση]


anasır [Arp.: unsur’un çoğulu]: öğeler, > Fra.: andropause]: [Tıp] erkeklerde
unsurlar. cinsel gücün azalması, yaş dönümü.
anason [> Rum.: aneson [άνισον] > Tür.]: andros [Yun.: ανδρός]: insanla ilgili.
[Bitkibilim: Pimpilla anisum] rakıda ane 1 [Arp.]: [Bedenbilim] kasık.
kullanılan bitki. ane 2 [Far.]: Farsça’da ane-; (sesli
anasthesis [Yun.: ?]: duygu, his. harflerden sonra) –yane; 1.) benzer,
2.)
Anatolia [Yun.: anatole [ανατολή] > gibi, tarzında anlamına sıfat ve zar
anatolia [Ανατολία] > anatolu > B.D.: oluşturmada kullanılan bir sonek,
Anatolia]: doğu, güneşin yükseldiği [şahane, nazikane].
yer yada taraf. anekdot [Yun.: anekdotos [ανέκδοτος >
Anatomi [Yun.: ana + temnein > ανέκδοτο] > Fra.: anecdote]: [Yazın]
1.)

anatomia [ανατομία] > Fra.: anatomie]: duyulmamış, yayınlanmamış, 2.)


1.)
[Tıp] parçalamak, 2.) incelemek için fıkra.
bedeni parçalara ayırmak, 3.) bitki anekdotos [Yun.: an + ekdosis
yada hayvanların yapısını inceleyen [ανέκδοτος]]: duyulmamış,
bilim dalı, Bedenbilim, 4.) bir canlının yayınlanmamış.
5.)
beden yapısı, bir analiz, anela [İtl.: enello]: bak. anele.
çözümleme yada tahlil, ~de kesik: anele [İtl.: enello]: 1.) demir halka, 2.)
yara. [Denizcilik] gemi demirinin (çapa)
anatomik [Yun.: ana + temnein + ikos > halkası.
anatomikos [ανατομικός] > Fra.: anemi [Yun.: ana [ανα] + haima [ιμία] >
anatomique]: [Tıp] beden yapısıyla anamia [αναιμία] > Fra.: anémie]: [Tıp]
ilgili. kansızlık.
anatomist [Yun.: ana + temnein > anemik [Yun.: ana [ανα] + haima [ιμία] +
anatomos [ανατόμος] > Fra.: anatomiste]: ikos [ικός] > anahiamikos [αναιμικός] >
1.)
beden yapısı uzmanı.
[Tıp] Fra.: anémique]: [Tıp] dermansızlığa
anavatan: anayurt. yada bedenin solmasına neden olan
anayasa: temel yasa. kırmızı hücre yada hemoglobinde
anayurt: anavatan. düşük kan oranı durumu, 2.) bunun
anbean [Far.: an-be-an]: gittikçe, yol açtığı kansızlık, 3.) kansızlık.
heran. anemometre. [Yun.: anemos [ανεμό] +
anca 1 : böylece. metron [μετρο] > anemometro
anca 2 [Arp.]: bak. ancak. [ανεμόμετρο] > Fra.: anémomètre]:
anca 3 [Far.]: aha, işte, orada. rüzgar gülü, rüzgarölçer.
ancak [Arp.]: sadece, yalnız. anemon [Yun.: anemos > anemone
1.)
ancilla [Lat.]: erkek hizmetçi. [ανεμώνη] > Fra.: anémone]: bad,
2.)
andaç: anı, yadigar. bar, rüzgar, yel, [Bitkibilim: Anemone
andaval [Rum.:andavallı]: [Argo] ahmak, vulgaris] beyaz, pembe, kırmızı
anlayışsız, ansız, aptal, avanak, bön, renklerde, çiçeği kupa biçimli bir süs
budala, ebleh, enayi, mankafa, bitkisi, dağ lalesi.
salak, savak. anemos [Yun.: ανεμώς]: bad, bar,
andavallı [Rum.: ?]: ? rüzgar, yel.
andemi [Yun.: en + demos > andemia aner [Yun.: ?]: adam, erkek.
[ενδημία] > Fra.: endémie]: [Tıp]
1.) anestezi [Yun.: ana + haisthesis [?] >
hastalıktan dolayı insanları o yere anhaisthesia [αναισθησία] > Fra.:
girmesini engelleme, 2.) bulaşıcı anesthésie]: [Tıp]
ameliyat öncesi ilaçla
hastalık, sık görülen hastalık. bedeni kısmen yada tamamen
andemik [Yun.: en + demos + ikos > uyuşturma yada kişiyi uyutma.
andemikos [ενδημικός] > Fra.: anesteziyolojik. [Yun.: ana + haisthesis
endémique]: [Tıp] bulaşıcı hastalıkla [?] + logia + ikos > anhaisthesiologikos
[αναισθησιολογικός] > Fra.:
ilgili.
anesthésiologique]: [Tıp] ameliyat için
andezit [andesite ?]: Ankara taşı.
android [Yun.: andros + eidos > [?] > uyuşturmayla ilgili.
Fra.: android]: kurgu bilimde insana
angaje [Fra.: engagé]: 1.) dahil etme,
benzer yaratıklar. yüyümlülük altına sokma, 2.) kandini
adamış, ilgili.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 24 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

angajman [Fra.: engegement]: müdahil anima [Lat.]: 1.) hava, 2.) can, nefes,
olma, yükümlülük. ruh, soluk.
angarah [Far.]: bir tür İran kavunu. animasyon [Lat.: anima > Fra.:
angarya [Rum.: angerya [αγγαρεία] > Far.: anımation]: canlandırma.
1.)
? > Tür.]: zorunlu yapılan iş, zorla animizm [Lat.: anima + Yun.: ismos
yapılan iş, 2.) parasız yapılan iş. [ισμός] > Fra.: animisme]: canlıcılık.
angeion [Yun.: αγγειο]: damar. animus 1 [Lat.]: can, ruh, soluk.
Angel [Yun.: angelos [?] > İng.]: Melek animus 2 [Lat.]: 1.) akıl, us, 2.) anlama
anlamında bir İngiliz bayan adı, gücü, 3.) açıkgözlülük, basiret, bude,
[Angela, Olga]. ihtiyat, sağduyu, sağgaörü.
Angela [Yun.: angelos [?] > Alm.]: Melek anjin [Lat.: angina pectoris > Fra.: angina:
anlamında bir İngiliz bayan adı, [Tıp] kalbe kan basıncının
[Angel, Olga]. artmasından dolayı oluşan göğüs
angelos [Yun.: ?]: melek. ağrısı.
angere [Lat.]: boğmak, boğulmak, anjiyo [Yun.: angeio(n) [αγγειο] > Fra.:
1.)
nefesini kesmek, tıkamak. angio]: damar, kalp damarı, 2.) [Tıp]
angıç [?]: öküz arabası parmaklığı. damarlara renkli sıvı vererek görüntü
angina pectoris [Lat.]: [Tıp] göğüs alınması.
sıkıştırması. anjiyografi [Yun.: angeio(n) + graphein >
anglicus [Lat.]: meleklerle ilgili yada angeiographia [αγγειογραφία] > Fra.:
1.)
ilişkin. angiographie]: [Tıp] kalp
Anglikan [Lat.: anglicus > İng.: anglican, damarlarının görüntülenmesi, 2.) kalp
Hiristiyanlık]: İngiliz Kilisesi’ne [The damarları filmi.
Chruch of England] ağlı olan. Anjiyoloji [Yun.: angeio(n) + logia >
angeiologia [αγγειολογία] > Fra.:
Anglofil [Yun.: anglo [αγγλό] + philein 1.)
[φιλος] > anglophilos [αγγλόφιλος] > Fra.: angiologie]: [Tıp] tıbbın
kalp
2.)
anglophile]:
1.)
İngilizsever, İngiliz damarlrı ile ilgilenen dalı,
muhibbibi, 2.) İngiltere taraftarı, Kalpdamarları Bilimi
İngiltere yanlısı. anka [Arp.]: [Mitoloji] 1.) bir masal kuşu,
2.)
Anglo-Saksonlar [Anglo-Saxons]: 1.) [Zümrüd-ü Anka Kuşu], aslında var
12. yy’dan önce İngiltere’ye yerleşen olmayan.
Alman kökenliler, 2.)
bunların Ankara [Ankura, Ankuria, Angur, Engürlü,
3.) Engürüye, Angare, Angera, Ancora, Ankyra >
konuştuğu dil, İngiliz.
Angora > Angara]: [06], Türkiye’nin
Angollar [Alm. > Angles]: İ.Ö. 5. yy’da
başkenti.
İngiltere’ye yerleşen bir Alman soyu.
anket [Fra.: anquette]: sorgulama,
Angora Keçisi [Ankara Keçisi]: 1.) uzun
sormaca.
tüyleri olan keçi, tiftik, 2.) bu keçiden
ankylos [Yun.: αγκύλως]: büküm, eğim.
elde edilen yün yada moher.
ankyra [Yun.: ανκυρα]: çengel, kanca.
angustia [Lat.]: bağlanmış.
anlak: dirayet, yetenek, zeka, zeyrek.,
anhidrit [Yun.: an + (h)idre + ites >
anlam: mana, meal.
[ανυδρίτης] > Fra.: anhydrite]: [Kimya]
anlama: idrak, kavrama, ~ gücü: akıl.
genelde alçı taşı ve kaya tuzu ile bir
arada bulunan doğal, susuz kalsiyum anlamak: idrak etmek, kavramak.
sülfat. anlamlı: 1.) anlamı olan, eş ~:
anı 1 : 1.) hatıra, 2.) andaç, hatıra, sinonim, 2.) manidar, manalı.
yadigar. anlamsız: absürt, anlamsız, manasız,
Anı 1 : Ani Harabeleri. saçma.
anımsama: hatırlama. anlaşma: antlaşma, ahit, akit, antant,
anımsamak: hatırlamak. kontrat, mukavele, mutabakat, pakt,
anıt: abide. sözleşme.
anız [Halkdili]: tarladaki köklü sap. anlaşmak: 1.) ahdetmek, akdetmek,
ani [Arp., ânî]: birdenbire. antant yapmak, antlaşmak, kontrat
anif [Arp.: ânif]: kaba biçimde. yapmak, mukavele imzalamak, pakt
anilin [Arp.: al nil [?] > Fra.: aniline]: yapmak, sözleşmek, 2.) uzlaşmak, 3.)
[Kimya] boya, vernik yapımında ittifak, uyuşmak.
kullanılan ve benzenden elde edilen anlaşmazlık: ihtilaf, uyuşmazlık.
renksiz, zehirli ve yağlı bir sıvı. anlatım: anlatma, dolaylı ~: ima.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 25 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

anlatma: anlatım, dolaylı ~: ima. anser [Lat.]: kaz.


anlayışlı: arif, sezgili. ansıma: hatırlama.
anlayışsız: ahmak, andaval, ansız, ansımak: hatırlamak.
aptal, avanak, budala, bön, ebleh, ansız: 1.) anlayışsız, ahmak, aptal,
enayi, mankafa, salak, savak. andaval, anlayşsız, aptal, avanak,
anlı şanlı: bilinen, şöhretli. budala, ebleh, enayi, mankafa,
anma: hatırlama, yad. salak, savak, 2.) birdenbire, aniden,
3.)
anmak: hatırlamak, yadetmek, [Tıp] anemik.
annals [Lat.]: 1.) vakayiname, tarihi ansızın [ansız2]: bir anda, nasıl
olaylar, 2.) tarihi olayları tarihi olduğunu anlamadan.
sıtasıyla kaydetme. ansiklopedi [Yun.: enkyklios + paideia >
anne [ana > anne: İstanbul ağzı]: ana, > enkyklopaideia [εγκυκλοπαίδεια] > Fra.:
encyclopédie]: her tür bilginin
mader, valide.
anne-baba: ebeveyn. abecesel olara yer aldığı bir yada
anno [Lat.: annus]: senesi, yılı. birden fazla kitap.
annualis [Lat.: annus]: yıllık. ansiklopedik [Yun.: enkyklios + paideia
+ ikos > enkyklopaidikos [εγκυκλοπαιδικός]
annulus [Lat.]: bir halka.
> Fra.: encyclopédique]: abecesel,
annus [Lat.]: sene, yıl.
ayrıntılı ver her tür bilgiyle ilgili.
anodin [Yun.: an + odynē [?] > B.D.:
ansiklopedist [Yun.: enkyklios + paideia
anodyne]: [Eczacılık] ağrı, sızı giderici + istes > enkyklopaidistes
ilaç. [εγκυκλοπαιδιστής] > Fra.: encyclopédiste]:
anofel [Yun.: anopheles [ανωφελής] > ansiklopedi uzmanı.
1.) 2.)
Fra.: anophèle]: zararlı, bir tür ant: kasem, yemin.
3.)
sivrisinek, sıtma, malarya hastalığı antagonist [Yun.: anti + agon + istes >
sineği, . antagonistes [ανταγωνιστής] > Fra.:
anofil: bak. anofel. antagoniste]: düşman yada muhalif.
anomai [Yun.: ανωμαί]: düzensizlik, antagonizm [Yun.: anti + agon + ismos
kuralsızlık, kanunsuzluk. > antagonismos [ανταγωνισμός] > Fra.:
1.)
anomali [Yun.: an + homos > anomalia antagonisme]: düşmanlık yada
[ανωμαλία] > Fra.: anomalie]: [Tıp]
1.)
muhalefet, 2.) bir muhalefet gücü.
2.)
anormallik, sapaklık. antagonizma [Yun.: anti + agon + ismos
anomalos [Yun.: ?]: az bulunur, ender, > Fra.: > antagonisma [ανταγωνισμός]
1.)
nadir, seyrek. antagonisme]: düşmanlık yada
anonim [Yun.: an + onomas > anonumos muhalefet, 2.) bir muhalefet gücü.
[ανώνυμος] > Fra.: anonyme]:
1.)
isimsiz, Antakya [Rum.: Antiokhia > Antioch]: İl
2.)
bilinmeyen, tanınmayan, 3.) yapanı adı: Hatay [31], Türkiye’de bir kent.
belli olmayan, 4.) [Ticari] ortaklık. Antalya [Rum.: Ataleia, Osm.: Antaliye,
anons [Lat.: ad + nuntius > Fra.: Adayla, Antalia, Pamphilia]: [07],
announce]: sesli duyuru. Türkiye’de bir kent.
anopheles [Yun.: ανωφελής]: zararlı. antant [Fra.: entente]: anlaşma,
anorak [Esm.: annoraaq > B.D.: anorak]: antlaşma, ahit, akit, antant, kontrat,
[Giyim] başlıklı sugeçirmez, spor mukavele, mutabakat, pakt,
ceket. sözleşme.
anorganik [Yun.: an + organon + ikos > Antarktik [Yun.: anti + arktikos >
anorganos > [ανόργανος] > Fra.: antarktike [ανταρκτική] > antarktikos >
anorganique]: [Yaşambilim] organik Fra.: antarctique]: Güney Kutbu, ona
olmayan. yakın yada onun çevresi.
anot [Yun.: ana + hodos > anados [άνοδος] Antarktika [Yun.: anti + arktikos >
1.)
> Fra.: anode]: [Fizik] tekyönlü, 2.) antarktikos [ανταρκτικός] > B.D.:
bir elektrolitik hücrede artı uç, 3.) bir antarctica]: Kuzey Yarımküresi.
elektron tüpünde elektronları ante 1 [Lat.]:
1.)
önce, önünde, 2.) –den
toplayan asal uç, 4.) aküde negatif önce.
elektrot. ante 2 [Lat.: ante > B.D.: ante-]: Batı
ansefalit [Yun.: en + kephale + itis > Dilleri’nde ante-; 1.) önce, 2.) önce, -den
enkephaletida [εγκεφαλίτιδα] > Fra.: önce anlamında bir önek.
1.)
encéphalite]: beyin iltihabı, 2.) [Tıp] antebellum [Lat.: ante + bellum]:
beynin karıncalanması yada iltihabı. savaştan önce.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 26 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

antehsis [Yun.: enthein: ?]: tomurcuk. antidemokratik [Yun.: anti + demos +


anten [Lat.: antenna > Fra.: antenna]: 1.) kratein + ikos > antidemokratikos
2.) [αντιδημοκρατικός] > Fra.: anti-
[Yaşambilim] duyaga, lamişe, radyo
démocratique]: demokrasi dışı.
ve TV yayınlarını alma gereci.
antenna [Lat.]: salyangoz bahçesi. antidepresan [Fra.: anti-depresant]:
[Eczacılık] duygusal gerilim giderici
Antep [Ayintab]: bak. Gaziantep.
Anter [Arp.]: ünlü bir Arap destanının ilaç.
kahramanı. antidot [Yun.: anti + dotos > [?] > Fra.:
1.)
antidotes]: [Eczacılık] bir zehire karşı
anterik [Yun.: enteron + itis > [?] > Fra.:
entérique]:
1.)
bağırsak iltihabı, 2.) [Tıp] verilen iyileştirici sıvı, panzehir, 2.)
bağırsak humması, tifo. kötülüğe karşı iyi gelen herhangi bir
anterit [Yun.: enteron + itis > enteritida şey.
[εντερίτιδα] > Fra.: entérite]:
1.)
bağırsak antifriz [İng.: anti freeze]: [Otomotiv]
iltihalanması, 2.)
[Tıp] bağırsak donmayı önleyici.
iltihabı. antihijyenik [Yun.: anti + kygies + ikos
> anthygienos [ανθυγιεινός] > Fra.:
antero: bak. entero. antihygiénique]: [Tıp] steril
olmayan,
anterosel [Yun.: enteron + skelos > [?] > sağlıksız koşullar, temiz olmayan.
1.)
Fra.: entérocèle]: incebağırsak antihistamin [Yun.: anti + histos [?] +
bacağı, incebağırsak ucu, 2.) [Tıp] ince Lat.: ammonia > Fra.: antihistamine]:
bağırsak fıtığı. [Eczacılık] saman ateşi, astım, arı, bal
anterostomi [Yun.: enteron + tome > [?] yada kovan benzeri allerjik
1.)
> Fra.: enterostomie]: [Cerrahi] karın durumların tedavisinde kullanılan ilaç
çeperinden bağırsağa doğru yapay türü.
delik açma, 2.) bu tür bir ameliyat. antijen [Yun.: anti + genēs > antigono
anterotomi [Yun.: enteron + tome > [?] [αντιγόνο] > Fra.: antigène]: [Bedenbilim]
> Fra.: enterotomie]: [Cerrahi] bağırsak
antikor üreterek bedenin tepki
ameliyatı. gösterdiği bileşim.
antet [Fra.: antete]: resmi evraklarda antik [Lat.: antiquus > Fra.: antique ?]: 1.)
logo, makam adı ve adresin yer kadim, tarihi, 2.) ilkçağlara ait, çok
aldığı kısım, başlık. eksi zamanlarda kalmış, 3.) eski,
anthein [Yun.: ?]: çiçek açmak, eskipüskü.
tomurcuklanmak. Antik Yunanca: 1.) [hê hellênikề glôtta
anthemon [Yun.: ?]: çiçek. & Archaia hellênikề: ἡ Ἑλληνικὴ γλῶττα &
antholops [Yun.: ánthólops [άνθόλοψ]]: Ἀρχαία Ἑλληνική],
2.)
bugünkü
geyik. Yunanca’nın dayandığı dil.
anthos [Yun.: ανθος]: 1.) çiçek, 2.) çiçek antika [Lat.: antiquus > İtl.: antico]: 1.) ?
gibi güzel. 2.)
eski eser.
anthrax [Yun.: ?]: kömür. antikite [Lat.: antiquus > Fra.: antiquité]:
anthropo [Yun.: anthrôpos: ανθρωπο]: ilkçağ.
Batı Dilleri’nde anthropo-; adam, insan antikor [Yun.: anti [αντι] (+ soma [σωμα])
anlamına gelen bir önek. antisoma [αντίσωμα] > Fra.: corps > Fra.:
1.)
anthropos [Yun.: anthrôpos: ανθρωπος]: anticorps]: karşı güç, karşı madde,
2.)
adam, insan. [Tıp] hastalıkla savaşan madde,
anti 1 [Yun.: αντι]: 1.) diğer taraf, karşı, [İng.: antibody].
karşıt, öteyaka, 2.) karşı çıkan, antilop [Yun.: anthos + lopos > ánthólops
muhalif. & antilope [άνθόλοψ & αντιλόπη] > Lat.:
1.)
anti 2 [Yun.: anti [αντι] > Fra.: anti]: antalopus > Fra.: antelope]: isim
Yunanaca’da 1.) dış, dışı [anti- efsanevi bir yaratığın adından gelir,
2.)
democratik: demokrasi dışı],
2.)
savar göz feri, göz parlaklığı,
[anti-tank: tank-savar],
3.)
karşı, karşıt, güzelgözlü, 3.) geyiğe benzer, geviş
[Antiphellos: Karşıkayalık: Kaş-Antalya],
4.) getiren, oldukça hızlı ve baynuzlu bir
itiraz eden, karşı çıkan, mualif, hayvan, 4.) ahu, ceylan, gazel, inek
anlamına gelen bir önek. antilobu: ?
antibiyotik [Yun.: anti + bios + ikos > antimon [Arp.: al stibium (al itmudun) >
antibiotikos [αντιβιοτικός] > Fra.: Lat.: atibium > antibium > antimium >
antimonum > Antimonium > Alm.:
antibiotique]: [Eczacılık] bakteri benzeri 1.)
antimon; Sb]: [Kimya] alaşımları
mikroorganizmaları öldüren ilaç.
sertleştirmede kullanılan gümüş-

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 27 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

beyazı renkte kimsal bir element, ?, antrakt [Fra.: antracte]: 1.) [Tiyatro]
2.)
rastık taşı. perde arkası, tiyatroda ara, 2.) [Müzik]
antimonium [Lat.]: antimon, rastık fasıl arası.
taşı. antre [Fra.: antrée]: evin girişi.
antipati [Yun.: anti + pathein > antrenman [>?> Fra.: entrainnement]:
antipatheia [αντιπάθεια] > Fra.: egzersiz, temrin.
1.)
antipathie]: hissizlik, duygusuzluk, antrepo [Fra.: entrepôt]: 1.) [Gümrük]
2.)
sevmeme, 3.) sevimsizlik. fiktif alanı, 2.) ambar, ardiye.
antipatik [Yun.: anti + pathein + ikos > antron [Yun.: ?]: mağara.
antipathetikos [αντιπαθητικός] > Fra.: antropoid [Yun.: anthrôpos [ανθρωπος] +
antipathique]: hoşlanılmayan, poeides [ποειδής] > anthrôpoeides
istenmeyen, sevilmeyen. [ανθρωποειδής] > Fra.: anthrôpoïde]:
antiperspiran [Yun.: anti [αντιπ] + Lat.: insanı andıran, insana benzer, insan
spirare > B.D.: > Fra.: antiperspirant]: gibi.
[Kozmetik] terlemeyi önleyici losyon antropolog [Yun.: anthrôpos [ανθρωπος]
yada krem. + logos [λόγος] > anthrôpologos
[ανθρωπολόγος] > Fra.: anthrôpologue]:
antiquus [Lat.]: kadim, tarihi.
antisemit [anti + Semitic]:
1.) insan bilimi uzmanı, insan bilimci.
Yahudilere karşı önyargılı olan, 2.) Antropoloji [Yun.: anthrôpos [ανθρωπος]
+ logia [λογία] > anthrôpologia
Yahudilik karşıtı. 1.)
[ανθρωπολογία] > Fra.: anthrôpologie]:
antisepsi [Yun.: anti + sepein >
insanlığın geçmiş zamanlardaki kişilik
antisepsia [αντισηψία] > Fra.: antisepsie]:
ve davranışlarını inceleyen bir
[Eczacılık] mikrop önleme, steril tutma.
bilimdalı, 2.) İnsanbilim.
antiseptik [Yun.: anti + sepein + ikos >
antiseptikos [αντισηπτικός] > Fra.:
antropolojik [Yun.: anthrôpos [ανθρωπος]
1.) + logia [λογικός] + ikos [ικός] >
antiseptique]: bakteri vb.
[Eczacılık] anthropolologikos [ανθρωπολογικός] >
karşı, enfeksiyon kapmasını yada Fra.: anthropologique]: İsanbilimi ile
doku bozulmasını engelleyen, 2.) ilgili.
steril. antropomorfizm [Yun.: anthrôpos
antisiklon [Yun.: anti [αντι] + kyklos [ανθρωπος] + morphé [μορφ] + ismos
[κυκλώς] > antikyklonas [αντικυκλώνας] > [ισμός] > anthropomorphismos
1.)
Fra.: anticyclone]: karşı daire, karşı [ανθρωπομορφισμός] > Fra.:
2.)
yuvarlak, [Evrenbilim] yüksek anthropomorphisme]: İnsan biçimcilik.
basınçlı atmosfer kütlesi. antroposantrizm [Yun.: anthrôpos
antitez [Yun.: anti + tithenai > antithese [ανθρωπος] + kentron [κεντρον] >
1.)
[αντίθεση] > Fra.: antithèse]: bir anthrpokentrismos [ανθρωποκεντρισμός] >
düşünceye itiraz etme yada karşı Fra.: anthropocentrisme]: insan için
koyma, karşıdüşünce, 2.) kesin itiraz, olan, insaniçincilik.
karşıkoyma, muhalefet. anud: bak. anut.
antitoksin [Yun.: anti + toxikon > anuri [Yun.: enourein [?] > Fra.: enurie]:
1.)
antitoxine [αντιτοξίνη] > Fra.: antitoxine]: [Tıp] bir böbrek rahatsızlığı, 2.)
[Biokimya]
1.)
belli bir zehire karşı özellikle uyurken altına işeme, idrar
koymak için kanda üretilen bir kaçırma.
bileşen, 2.) bir hastalığı tedavi etmek anut [Arp.. anud]: inatçı.
için bedene zerkedilen bir karışım. anüs [Lat.: anus > Fra.: anuse]: [Tıp] 1.)
antlaşma: anlaşma, ahit, akit, antant, arka, geri, göt, kıç, 2.) kalın
kontrat, mukavele, mutabakat, pakt, bağırısağın beden çıktısına bağlantığı
sözleşme, ~ yapmak: anlaşmak, ahit yer.
yapmak, akit imzalamak, antant anva [?]: i., tütün fideliği.
kalmak, kontrat yapmak, mukavele anyon [Yun.: en + ion > anion [ανιόν] >
Fra.: anion]: [Kimya] negatif iyon.
imzalamak, pakt kurmak, sözleşme
yapmak. anzif [?]: bir domino oyunu.
Antoloji [Yun.: anthos [ανθος] + legein > aort [Yun.: aeirein > aorte [αορτή] > Fra.:
anthologia [ανθολογία] > Fra.: aorte]: [Bedenbilim] büyük atardamar.
anthologie]: [Şiir] bir şairin tüm şiirleri, apaçık: besbelli, bedahet.
güldeste, seçki. apak [Far.]: çok ak.
apalak: gürbüz, iri ve tombul çocuk.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 28 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

apandisit [Lat.: appendix > Fra.: apokalytein [Yun.: αποκαλυπτειν]:


appadicitis]: [Tıp] kalın bağırsağın açmak, göstermek, ifşa etmek.
sonu. apokrif [Yun.: apo + kryptein >
aparatif [Fra.: aparative]: yemek öncesi apokryphos [απόκρυφος] > Fra.:
1.)
içilen içki. apochryphe]: aslı olmayan, 2.) yalan
aparey [Fra.: aparaille]: alet, aygıt, yazı, 3.) aslı olmayan, güvenilmez,
cihaz. şüpheli yazı.
aparkat [İng.: uppercut]: [Boks] alttan apolet [Fra.: epaulette]: 1.) [Askeriye]
vurulan güçlü yumruk. omuzda rutbe göstergesi, 2.) [Giyim]
aparma: gizlice alp kaçırma. omuz süsü.
aparmak: gizlice alp kaçırmak. Apollo [Yun. [Apoλλo] + Lat.]: 1.)
apartman [İtl.: appartare > Fra.: Mitoloji’de Grek ve Roma’nın müzik,
apartment]: çok katlı yapı. şiir, kehanet ve tıp tanrısı, 2.)
apaş [Fra.: apache]: 1.) bir Paris gangster yakışıklı, güçlü kuvvetli erkek.
gurubundan,
2.)
külhanbeyi. apora [Lat.: apportare > Fra.: aport]: [“bul
apati [Yun.: a + pathein > apathie [?]]: ve getir” anlamında] bir köpek buyruğu.
1.)
iradenin azalması yada tamamen aport [Fra.]: bul ve getir.
yok olması, 2.) abuli, irade yitimi. apostrof [Yun.: ? > apostrophos
apaz [Erm.: hapaz]: 1.) avuç, tokat, 2.) [απόστροφος] > Fra.: apostrophe]: üst
parmaklar kapalı el. virgül.
apaz [Erm.]: kapalı el. apotheke 1 [Yun.: ?]: küçük dükkan.
apazalama [Erm.: hapaz]: avuçlama. apotheke 2 [Yun.: apotheke [?] > Alm.]:
apazalamak [Erm.: hapaz]: avuçlamak. eczane, [pharmacy].
apel [Lat.: apellatus> Fra.: apelle]: 1.) appandix [Lat.]: 1.) bir kitabın sonuna
resmi davet, 2.) [Ticaret] sermaye eklenen bölüm, 2.) eklenti, ilave, 3.)
arttırımı çağrısı. en son kısım, uç.
apellatus [Lat.: apellare3]: resmen appartare [İtl.]: ayırmak.
çağırmak, bir yere davet etmek. applicare [Lat.: ad + plicare]: içine
aperatif [Fra.: aperative]: yermek katlamak, katlamak.
öncesi yenen yemek. appliquer [Fra.]: tatbik etmek,
apere [Lat.]: buluşmak, birleşmek, uyarlamak, uydurmak, ugulamak.
katılmak, birleştirmek, bağlamak. apportare [Lat.]: taşımak.
aperire [Lat.]: açmak, çiçek açmak, apraksi [Yun.: apraxia [απραξία] > Fra.:
baharın başlamak. apraxie]: fonksiyonunu kaybetme,
apex [Lat.]: 1.) en uç nokta, doruk, işlev yitimi.
zirve, 2.) sekste en üst nokta. apre [Fra.: apree]: [Teksil] derinin
apheides [Yun.: ?]: 1.) bol, çok, 2.) cilalanması.
acımasız, affetmeyen, esirgemeyen, aprilis [Lat.: aprire]: açılış, bahara
merhametsiz. başlangıç.
Aphrike [Fen.: Afar > Lat.: Afer > Afri > apse [Lat.: ab(s) + cedere > Fra.:
1.)
Aprica > Africa Terra > Yun.: Aphrike]: abscess]: [Tıp] içinde cerahat yada
Afrika kıtası. irin bulunan deri dokusu çevresinde
apışık: güçsüz, şaşkın. oluşan yanmalı şişlik, 2.) çıban.
apiculatis [Lat.]: son, uç. apsent [Far. > Yun.: apsenti [αψέντι] >
apiko [İtl.: a picco]: 1.) [Denizcilik] Fra.: absinthe]: [İçki] yeşil renkli, tadı
geminin demir alması, 2.) hazır, acımsı, sert bir içki.
tetikte, 3.) derli toplu, süslü, şık. aptal [Arp.: abdal]: ahmak, andaval,
apisci [Lat.]: erişilen, ulaşılan. anlayışsız, ansız, avanak, bön,
aplik [Lat.: applicare > Fra.: appliquer > budala, ebleh, enayi, mankafa,
applique]: [Elektrik] duvar lambası. salak, savak.
aplike [Lat.: applicare > Fra.: appliquer > aptare [Lat.]: 1.) benzetme, uydurmak,
1.)
appliqué]: işlenmiş, işlem görmüş, uyarlamak, uymak, biçime getirmek,
2.)
[Dokuma] işlenmiş kumaş. uygun biçime sokmak, 2.) seçmek.
Apo 1 [Halkdili]: kısaca Abdullah. apteriks [Lat.: apteryx > Fra.: aptérix]:
apo 2 [Yun.: αρο]: Yunanca’da 1.) [Kuşbilim: Apteriks] bir tür kuş, kivi.
olumsuzlaştıran, etkisileştiren yada
2.)
aptes [Far.: âb + dest > âbdest]: 1.) el-
kaldıran anlamında bir önek. kol suyu, 2.) el ve kolları suyla

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 29 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

yıkama, 3.) manen temzilenme, 4.) angıç, yaylı at ~sı: talika, ~nın
Müslümanlık’ta ibadet öncesi su yda boşta çalışması: rölanti,
toprakla arınma, temzilenme, araban [Far.]: bir müzik makamı.
taharet. arabesk [Fra.: Arabesque]: Arap
aptesane [Far.]: bak. apteshane. Kültürü’ne göre. Arap üslubunda
apteshane [Far.: âb + dest + hâne > olan.
1.)
âbdesthâne]: el-kol, yüz yıkama Arabi [Arp.: arîbî]: Arpça, Arap dili.
suyu yeri, 2.) aptes alma yeri, arabozma: fit, fitne.
ayakyolu, hacetyolu, hela, kenef, arachne [Tür.: örümcek > Yun.: arachnē:
klozet, suyolu, tuvalet, W.C. [αραχνη]]: örümcek.
aptudo [Lat.]: uygunluk, yerindelik. aracı: 1.) uzlaştırıcı, 2.) [Ticari] kabzımal,
aptus 1 [Lat.]: kıçta, kıça doğru. toptancı, 3.) [Sosyal] evlenme işlerinde
aptus 2 [Lat.]: 1.) münasip, uygun, arabulucu.
yerinde, 2.) anlayışlı, çabuk kavrayan, araç: araba, binek araba, motorlu
zeki. taşıt, oto, otomobil, taksi, taşıt,
aqua [Lat.]: ab, ma, su. vasıta, vesait, ~ onarma yeri:
aqua cuprosa [Lat.]: su bakırı, su tamirhane.
bakracı. araf 1 [Arp.: a’raf]: [İslam] cennetle
aquariuus [Lat.]: 1.) suyla ilgili, sulu, cehennem arası.
2.)
[A] [Yıldızbilim] Kova Burcu. araf 2 [Arp.: a’raf, örf’ün çoğulu]: örfler.
aque [Yun.: ? > İng.: -ac; & Fra.: -aque]: Arafat 1 [Arp.]: 1.) Suudi Arabistan,
s.e., İngilizce’de –ac;, Fransızca’da - Mekke’de bir tepenin adı. 2.) [İslam]
1.)
aque; –ile ilintili [cardiac: kalple ilgili], Müslümanlığa göre bu tepe ziyaret
2.)
–den etkilenmiş [maniac: manyak] edildikten sonta hacı olunur.
anlamında bir sonek. Arafat 2 [Arp.]: bir Müslüman ve Türk
aquila [Lat.]: kartal. erkek adı.
ar 1 [Arp.: ? >]: 1.) utanma, utanma Arafat 3 [Arp.]: Yaser Arafat; Filistin
duygusu, 2.) utanç, 3.) namus. Kurtuluş Örgütü [FKÖ] önderi ve
ar 2 [Lat.: area > Fra.: are]: 100 m2. sonraları Filistin Özerk Yönetimi’nin
ar 3 [Tür.]: -ar, -er, -m, -şar, -şer Devlet Başkanı.
biçiminde sonek, [onar, ikişer]. arafe [Arp.: arife > Tür.]: bak. arife.
ar 4 [Tür.]: -ar, -er, -r soneki, [ağarmak, arak 1 [Arp.]: 1.) ter, 2.) damıtma,
göğermek, kararmak, morarmak, sararmak,
damlama, terleme, terletme, 3.) bir
yaşarmak].
tür rakı.
ar 5 [Tür.]: k ve p harfleri gibi harflerle
arak 2 [Arp.: a’rak, ırk’ın çoğulu]: ırklar.
biten teksesli ettirgen fiilerden başka
arak 3 [Arp.: rakik’in enüstünlük derecesi]:
fiiler yapmak için, [çıkartmak, 1.)
en ince, en narin, 2.) en ince, en
kopartmak, çökertmek ].
zayıf.
ara 1 : 1.) mesafe, 2.) teneffüs, ~ya
araka [Rum.: arakas [αρακάς] > Tür.]:
girme: karışma, müdahale, ~ya [Bitkibilim: Pisum sativum] iri taneli
giren: müdahil, karışan. bezelye.
ara 2 [Arp.: ?]: 1.) düşünce, görüş, 2.) arakçı [Argo]: çalıp çırpan, hırsız.
oy, rey. arakiye [Arp.: arâakiyye]: [Müzik] küçük
ara 3 [Far.: -âra]: Farsça’da –âra; zurna.
hayranlık uyandıran yada güzelleştiren, araklama: aşırma, çalma, yürütme.
güzellik katan anlamında bir sonek, araklamak: aşırmak, çalmak,
[dilâra: sevgili]. yürütmek.
ara 5 [Arp.]: 1.) bölge, sınır bölgesi, aralama: seyrekleştirme.
sınır nişanı, 2.) bahçe, 3.) duvar, aralamak: seyrekleştirmek.
duvarla çevrili bahçe. aralık 1 : 1.) açıklık, mesafe, 2.) zaman
ara 6 [Arp.: âra]: 1.) çıplaklık, üryanlık, mesafesi, 3.) yarı kapalı.
2.)
çıplak, çorak, ıssız, terkedilmiş. Aralık 2 [arada kalan ay]: 1.) kanun-i
Arab: bak. Arap. evvel, 2.) yılın 31 gün çeken 12. ayı,
araba [Rus.: arba]: araç, binek araba, Teşrin-i sani, [November].
motorlu taşıt, oto, otomobil, taksi, aralıklı: ara qara, mesafeli, ~
taşıt, vasıta, vesait,gezinti ~sı: biçimde: seyrek,
kaleska, öküz ~sı parmaklığı:

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 30 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

aralıksız: biteviye, durmadan, arazbar [Far.: arazbâr]: 1.) ? 2.) Türk


drumaksızın, vira. Müziği’nde bir makam.
Arami [Aramî]: Antik Aramiler, Arami arazi 1 [Arp.: arâzi]: [Evrenbilim] 1.)
Dili ve Kültürü. yeryüzü parçası, 2.) tarla, toprak,
Aramice: ölü Sami dili. ekilmemiş ~: yabanlık.
Arap 1 [Arp.: Arab: Arap ulusu. arazi 2 [Arp.: a’razî]: 1.) [Felsefe] kazara,
arap 2 [Arp. > Tür.]: kara, negatif, şanseseri, tesadüfi, 1.)
[İslam]
siyah. dünyevi işler yada mal-mülk.
Arap Abecesi: Araf Abecesi 28 harften arbede [Arp.]: çekişme, çıngar, dalaş,
‫ا‬ ‫)ب‬, Te (Ta, ‫)ت‬,
oluşur; Elif (Alif, ), Be (Ba, dövüş, hengame, hır, kavga, niza,
Se (Sa, ‫)ث‬, Cim (Gim, ‫)ج‬, He (Ha, ‫)ح‬, Hı muaraza, patırtı.
(Ha, ‫)خ‬, Dal (Dal, ‫)د‬, Zel (Zal, ‫)ذ‬, Re (Ra,
arbiter [Lat.]: görgü tanığı, şahit,
tanık.
‫)ر‬, Ze (Za, ‫)ز‬, Sin (‫)س‬, Şın (Shın ‫)ش‬, Sad arbitraj [Lat.: arbitrer > Fra.: arbitrage]:
(‫)ص‬, Dat (‫)ض‬, Tın (‫)ط‬, Zın (‫)ظ‬, Ayn (‫)ع‬, 1.)
[Ticaret] Borsada bir yerden alınan
Gayn (‫)غ‬, Fe (Fa, ‫)ف‬, Kef (Kaf, ‫)ق‬, Kaf (‫)ك‬,
bir senedi başka bi yerde satma, 2.)
Lam (‫)ل‬, Mim (‫)م‬, Nun (‫)ن‬, Ha (He, ‫)ﻩ‬, Vav [Hukuk] hakem yoluyla bir davayı
(Ve ‫)و‬, Ya (Ye, ‫)ى‬. çözme.
Arapça 1 [Arab + ça]: Arapça yada arbitrer [Lat.]: tanık, şahit.
Araplarla ilgili. arbor [Lat.: herba]: ağaç.
Arapça 2 [Arab + ça]: Arap Dili, Arabî. arboreatum [Lat.: arbor > arboreatum]:
Arapça Sayılar: vahidün, isnanü, X, teşhir yada inceleme amacıyla her
erbaa, hamsetu, siddetu, aşrün,
tür ağaç yada çalılığın bir arada
Arapça Fiiler: Arapça Dilbisi’ne göre
yetiştirildiği alan, fidanlık,
fiiler genelde Sülasi Mücerred’e tabidir.
ağaçbahçesi.
Bunun dışında tüm fiiler bu üç Harf’e
[Elif & Sin + Te; Kaynaştırma Harfi]
arcanus [Lat.]: gizli, saklı.
1.)
eklenerek üretilir, [Aml’den İstimale:
arcere [Lat.]: hapsetmek,
kullanma, Gfr’den İstigfare gibi].
kuşatmak, evde yada yatakta
arare [Lat.]: toprağı sürmek. tutmak, sınırlamak, 2.) kapatmak.
ararot [İsp.]: mama unu, ~ kamışı: arch [Yun.: archos [αρχ] > B.D.: arch]:
Batı Dilleri’nde arch; 1.) baş, bey, şef,
maranta,
reis, lider, önder anlamına gelen bir
Aras 1 [Rum.: Arexes [?]]: 1.) Türkiye’nin
önek [archbishop: başrahip, archduke], 2.)
batısında bir nehir adı, 2.) [A] Bir Türk
baş, enüst yönetici anlamına gelen bir
erkek adı.
sonek, [Patriarch: Patrik].
aras 2 [Arp.: a’ras, arsa’nın çoğulu]:
archaios [Yun.: ?]: tarih öncesi.
arsalar.
archein [Yun.: ?]: idare etmek,
arasat [Arp.: arsa’nın çoğulu]: [İslam]
yönetme.
Müslümanlığa göre Yargı Günü’nde
archeion [Yun.: ?]: muhtarevi, belediye
[Huzur-u Maheşer], ölülerin toplanacağı
yapısı.
yer.
archi [Yun.: ?]: baş, bey, şef, reis,
arasıra: nadiren, seyrek, pek sık değil.
lider, önder.
arasta [Far.: raste ?]: çarşıda aynı işi
Archimedes [Yun.]: bak. Arşimet.
yapanlar.
archos [Yun.: αρχoς]: baş, bey, hakan,
araşit [Rum.: arachida [αραχίδα] > Tür.]:
imparator, kral, lider, önder, reis,
yer fıstığı.
sultan, yönetici.
araştırma: 1.) araştırmak eylemi, 2.)
arcus [Lat.]: eğimli nesne, yay.
etüt, inceleme.
arç [Yun.: archos [αρχ] > B.D.: arch]: bak.
araştırmak: etüt etmek, incelemek.
arch.
araz 1 [Arp.: ârâz; arz’ın çoğulu]: araziler,
arda 1 : 1.) işaret çubuğu, 2.) işaretle
bölgeler, topraklar.
için kullanılan çelik kalem, 3.) ardıl.
araz 2 [Arp.: â’raz; ırz’ın çoğulu]: çi., ırzlar.
Arda 2 : bir erkek adı.
araz 2 [Arp.]: 1.) [Tıp] belirti, bulgu,
Ardahan [Artan, Ardahan Kalesi]: [75],
ilinek, sempton, 2.) [Felsefe] gereksiz
Türkiye’de bir kent.
gönderme, tahlisiz olay, 3.) [Din]
ardak [Halkdili]: içten çürümüş ağaç,
dünyevi işler yada mal-mülk.
ardere [Lat.]: yakmak.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 31 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

ardıç: [Bitkibilim: Juniperus communis] 1.) arguere [Lat.]: kanıtlamak, ıspat


jüniper, 2.) çam yada serviye etmek.
benzeyen sürekliyeşil bir ağaç türü. arı 1 : bal yapan böcek, ~ salgısı: eğir.
ardıl: halef, izleyen, bir görevi arı 2 : halis, saf.
öncekinden devralan. arık [ÖzTür.]: 1.) ark, kanal, 2.) [Halkdili]
ardiye [Arp.: arziye]: 1.) antrepo, 2.) fidan dikilen yer.
[Gümrük] antrepoda bekletme ücreti arınma: taharet, temizlenme,
yada vergisi. temizlenme.
ardor [Lat.]: alev, ateş, yanma, arınmak: taharet yapmak,
yangın. temizlenmek, temizlenmek.
arduaz [Fra.: arduvaz]: kayağan taşı, arış [Far.: erş > ereş]: [Bedenbilim]
taş tahta. dirsekle parmaklar arası.
area [Lat.]: boş alan, boş arazi yada arıtıcı: deterjan, temizleyici.
bölge. arıtım: rafinaj, süzme, en nicelikli
arena 1 [Lat.]: 1.) kumlu alan, kumlu biçime getirme.
bölge, 2.) Roma amfitiyatrolarında arıtımevi: rafineri.
karşılaşmaların yapıldığı alan. arıtma: rafine.
arena 2 [Lat.: arena > Fra.: arena]: boğa arız 1 [Arp.: ârız]: 1.) olgu, olma, 2.)
güreşi alanı. sonradan ortaya çıkan.
areometre [Yun.: araiometro [αραιόμετρο] arız 2 [Arp.]: [Bedenbilim] çene.
> Far.: aréomètre]: hava ölçer. arız 3 [Arp.]: armağan, belek, hediye.
arere [Lat.]: kurumak. arız 4 [Arp.]: [Havabilim] ağır ve yüklü
Ares [Yun.: ?]: Yunan Mitolojisi’nde bulut.
savaş tanrısı. arıza [Arp.]: 1.) [Teknik] bozulma,
Argaç 1 : Şanlıurfa, Halfeti’ye bağlı bir aksama, 2.) [Coğrafya] engebe.
köy. arızalı [Arp. + lı]: bozulmuş, bozuk.
argaç 2 [Argaç1’den]: [Dokuma] enine ari 1 [Far.: ârî]: 1.) katışıksız, saf, 2.)
atılan iplik. çıplak, nü, torlak, üryan.
argali: [Hayvanbilim: Ovis ommon] Orta Ari 2 [San.]: Aryan Dili, Kültürü yada
Asya’da (Tibet, Himeleya, Altay) yaşayan Aryan’lara ilişkin.
bir yaban dağ koyunu. aridus [Lat.]: kuru, susuz.
argın: aygın, bitap, bitkin, güçsüz, aries [Lat.]: 1.) koç, 2.) [Zodyak] Koç
dermansız, haşat, takasız, yorgun, Burcu, [Aries].
zayıf. arif 1 [Arp.: ârif]: 1.) bilen, bilgili, 2.)
argo 1 [Yun.: argo [αργο] > Fra.: argot]: anlayışlı, sezgili, 3.) [A] bir erkek adı.
anlaşılma, anlaşılmaz sözler. arifane 1 [Far.: arifâne]: 1.) akıllıca,
argo 2 [Fra.: argot]: 1.) kelime bilgilice, 2.) bilirkişi, ehil, eksper,
suçluların, serserilen aralarında işbilir, kompetan, mütehassız,
anlaşmak için geliştirdikleri özel uzman, yetkili.
anlaşma dilinden gelir, 2.) jargon, 3.) arifane 2 [Far.: herifane]: yiyeceği ortak
külhanbeyi ağzı. toplantı, piknik yada kır yemeği.
argon [Yun.: argon [αργόν] > Fra.: argon]: arife [Arp.: ârife]: özel günün öncesi,
[Kimya] havada bulunan ve bir arefe,
zamanlar radyo tüplerinde ve Arifiye 1 [Arp.: ârifiye]: Sakarya’da bir
genelde ampüllerde kullanılan etkisiz ilçe adı. Osmanlı zamanındaki adı
bir kimyasal gaz. [Sapak].
argonot 1 [Yun.: argo [αργο] + nautes arista [Lat.]: diken, kılçık, sorguç.
[ναύτης] > argonautes [αργοναύτης] > Fra.: Aristo [Yun.: Aristotle: Aριστοτελ]: M.Ö.
argonaute]: [Mitoloji] Ege adaları’ndan
384-322 yılları arasında yaşamış Eski
Çanakkale ve İstanbul Boğazı’nı Yunanlı bir Filozof.
geçerek karadeniz kıyılarında Altı aristoculuk [Yun.: Aristotle [Aριστοτελ] +
Post’u bulmak için yola çıkan Jason culuk]: Aristo düşüncesini savunama.
ve arkadaçlarının öyküsü. aristokrasi [Yun.: aristos + kratein >
argonot 2 [Rum.: arganaut [αργοναύτης]]: aristokratia [αριστοκρατία] > Fra.:
[Balıkçılık: Argonauta argo] ahtopota aristocratie]:
1.)
babadan
oğula, varsıl
benzer deniz canlısı. ve ayrıcaklı ailelerden gelen kişilerin
argos [Yun.: ?]: atıl, hareketsiz.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 32 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
2.) 3.)
yönetimi, hanedanlık, Arkeoloji [Yun.: archaios + logia >
ayrıcalıklı, zengin üst sınıf. archaioslogia [αρχαιολογία] > Fra.:
aristokrat [Yun.: aristos + kratein > archéologie]: antik yer ve kentleri
aristokrates [αριστοκράτης] > Fra.: kazarak, eski zaman toplumları ve
aristocrate]: zengin üst sınıftan olan. onların yaşamlarına ait bilgileri
aristokratik [Yun.: aristos + kratein > araştıran bir bilim dalı.
aristokratikos [αριστοκρατικός] > Fra.: arkeolojik [Yun.: archaios + logia + ikos
aristocratique]: zengin üst sınıfla ilgili. > archaioslogikos [αρχαιολογικός] > Fra.:
aristokratlık [Yun.: aristos + kratein > archéologique]: arkeolojiye ait yada
aristokrates [αριστοκράτης] > Fra.: ilişkin.
aristocrate + lık]: zengin üst sınıftan arkoz [Fra.: arkose]: tortul kayaç türü.
gibi hareket etme yada davranma. arktik [Yun.: arktikos > arktike [αρκτική] >
aristos [Yun.: ?]: en güzeli, en iyisi. Fra. arctique]:
1.)
Kuzey Kutbu yada
Aristotle [Yun.: αριστοτελ]: bak. Aristo. onunla ilgili, 2.)
çok soğuk.
arithmos [Yun.: ?]: rakam, sayı. arktikos [Yun.: arktos [αρκτος] > arktikos
aritmetik [Yun.: arithmos > aritmethike > [αρκτικος]]: arktik, kuzeyle ilgili, kuzey
1.)
[αριθμητική] > Fra.: arithmétique]: yarım küreyle ilgili.
Aritmetik; pozitif, gerçek sayılarla arktos [Yun.: αρκτος]: Kuzey
hesaplama bilimi, 2.) Sayıbilimi. Yarımküre’de görülen Büyükayı
aritmi [Yun.: a + rythmos > arrythmia Yıldızkümesi.
1.)
[αρρυθμία] > Fra.: arythmie]: arlı: namuslu.
2.)
dizemsiz, uyumsuz, [Tıp] kalp arma 1 [Lat.]: cephane, silahlar.
atışlarındaki düzensizlik ve eşitsizlik. arma 2 [Lat.: arma > İtl.: arma]:
aritmik [Yun.: a + rythmos + > arrythmos [Denizcilik]
1.)
Gemideki direkler,
1.)
[άρρυθμος] > Fra.: arythmique]: bumba, matafora, ırgat, vinçler,
2.)
dizemsizlik, uyumsuzluk, aritmiyle istralyalar, seren, ip, halat gibi sabit
ilgili, 3.) ritimli olmayan, düzensiz. donanımlar, 2.) ongun.
arius [Lat.]: ? arma 3 [Lat.: arma > İtl.]: [Denizcilik] 1.)
ariya [İtl.: aria]: [Denizcilik] yelkeni donatma, giydirme, techiz etme, 2.)
direkten alma. ongun.
ariyet [Arp.]: 1.) borç yada geçici olarak arma 4 : amlem, işaret, özel işaret,
verilen şey, 2.) [Hukuk] uzun süreyle remiz, simge, temsili resim.
verilen borç, 3.) geçici süreli şey. armada [Lat.: arma > İsp.: armada]:
ariyeten [Arp.]: eğreti olarak. [Denizcilik] deniz kuvvetleri, donanma.
ariz [Arp.]: geniş, şumüllü. armador [İtl.: armador]: i., [Denizcilik]
ariza [Arp.]: 1.) dilekçe, 2.) yüksek donanama ustası.
makamlara sunulan mektup. armağan [? ermağan]: 1.) arız, belek,
arizi [Arp.: ârîzi]: sonradan olan. hediye, 2.) [A] bir Türk erkek adı.
ark [Fra.: arc]: açık oluk. armağanlar [ermağan + lar]: hedaya,
arka: art, geri, pes, peş. hediyeler.
arkaç [Halkdili]: ağıl, ayla, hale. armare [Lat.]: silahlandırmak.
arkadaş [Tür. + Far.: dâş]: dost, nedim, armatör [Lat.: armare > Fra.: armateur]:
yaren, yoldaş. [Denizcilik] donatan, gemi sahibi.
arkaik [Yun.: archaikos [αρχαϊκός] > Fra.: armatür [Lat.: armare > Fra.: armature]:
archaïque]: tarihöncesi zamandan 1.)
koryucu bir tabaka, 2.) bir gerecin
gelen yada kalma, geçmişöncesi, ana bölümü.
kadim. Armen [Erm.]: 1.) 2.) bir Ermeni erkek
arkaizm [Yun.: archaios + ismos > adı.
[αρχαϊσμός] > Fra.: archaïsme]: armoni [Yun.: harmos [αρμος] > armonia
geçmişöncecilik. [αρμονία] > Fra.: harmonie]: [Müzik]
arkeolog [Yun.: archaios + logos > ahenk, uyum, yeknesak.
archaialogos [αρχαιολόγος] > Fra.:
armonik [Yun.: harmos + ikos >
archeologue]: Arkeoloji biliminsanı armonikos [αρμονικός] > Fra.:
yada uzmanı. harmonique]: ahenkli, uyumlu,
arkeolog [Yun.: archaios + logos > yeknesaklı.
archaioslogos [αρχαιολόγος] > Fra.:
armonika [Yun.: harmos [αρμος] > İtl.,
archéologue]: arkeoloji biliminsanı. harmonica]: [Müzik] ağızda bir ileri bir

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 33 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

egri götürülerek, nefesle çalınana bir arsenikos [Far.: zer > Yun.: arsen [αρσεν]
müzik gereci, mızıka. + nikao [ικόa] > arsenikos [αρσενικός]]:
armud [Far.]: bak. armut. insana benzer, insan gibi.
armudi [Far.: armudî]: armut biçimli. arsız: 1.) hiddetli, hoyrat terbiyesiz, 2.)
armudiye [Arp.: armûdiye]: armut açgözlü, haris, muhteris.
biçimli altın. arslan: bak. aslan.
armut [Far.: emrud]: bir meyve. Arslanlı: Osmalı’da gümüş sikke.
Arnavut [Rum.: ?]: Albanyalı. arş 1 [Fra.: marche]: marş: yürü
Arnavutluk vatandaşı, [Albanian]. anlamında kısaltma bir komut.
Arnavut Abecesi: arş 2 [Arp.]: [İslam] 1.) kat, makam,
Arnavutça Sayılar: taht, 2.) Allah katı, 3.) göğün en
Arnavutluk [Rum.: ? + luk]: 1.) yüksek katı.
Avrupa’da Tiren Denizi kıyısında bir arşe [Fra.: arché]: [Müzik] keman yayı.
2.)
ülke, [Albania], Osmanlı arşın [Osm.]: 68 cm’lik bir Türk
İmparatorluğu’na bağlı bir özerk uzunluk ölçüsü.
devlet. Arşimet [Yun.: Archimedes: ?]: İ.Ö.
arnik [?]: [Bitkibilim: Arnica Montana] 212’lerde yaşamış Eski Yunanlı bir
mastı çiçeği, sığırgözü. Papatyaya bulucu ve fizikadamı.
benzer sar çiçekleri olan zehirli bir arşiv [Yun.: archeion [αρχείον] > Fra.:
çiçek türü. Yaprakları ve kökekleri archives]: belgelik.
ilaç yapımında kullanılır. art 1 [ÖzTür.]: arka, geri, pes, peş,
aroma 1 [Yun.: arôma [άρωμα] > B.D.: hemen ardından: akabinden.
aroma]: baharlı koku, hoş koku. art 2 : çoğalmak, fazlalaştırma.
aroma 2 [Yun.: arôma [άρωμα] > Fra.: art 3 [Lat.: ars > B.D.: art]: 1.) insan
aroma]: hoş koku, esans, ıtır, koku, yaratcılığı, 2.) kabiliyet, yetenek, yeti,
3.)
rayiha. elişçiliği, sanat.
aromalı [Yun.: arôma [άρωμα] > Fra.: artağan [Halkdili]: çoğalan.
aroma + lı]: hoş kokulu, esanslı, ıtırlı, Artemis [> Cybela, Kybela, Kibela > Yun.:
kokulu, rayihalı. [?]]: Selçuk, Efes, İzmir.
aromaterapi [Yun.: arôma + arter [Yun.: aeirein > arteria [αρτηρία] >
1.)
totherapeia > [αρωματοθεραπεία] > Fra.: Fra.: artére]: [Bedebbilim] atardamar,
aromathérapie]: kokuyla otama, 2.)
[Tıp] ana yol.
tedavi. arteria [Yun.: αρτηρία]: atardamar.
aromatik. [Yun.: arôma + ikos > arterioskleroz [Yun.: aeirein + skleros
aromatikos [αρωματικός] > Fra.:
> [?] > Fra.: arterioseclorase]: [Tıp] Tıp]
aromatique]: hoş kokulu, esanslı, ıtırlı,
yaşlılıkta kandamarlarının daralması
kokulu, rayihalı. yada tıkınmaya yüztutması.
arp [Fra.: harpe]: [Müzik] üç köşeli çalgı, arterit [Yun.: artēría + ites > arteritida
üç telli çalgı. [αρτηρίτιδα] > Fra.: artérite]: [Tıp]
arpa: tahılgillerden bir bitki. atardamar bozukluğu.
arpacık: 1.) gözde çıkan sivilce, 2.) ~ artezyen [Fra.: artésien]: 1.) Eski
soğanı: kıska. Fransız eyaleti Artoise’den,
2.)

arredare [Lat.]: işleme sokmak, toprağın derinliklerine boruyla


yürürlüğe sokmak. girerek yer altı suyunu yukarıya
ars 1 [Lat.]: kabiliyet, maharet, itme.
yetenek, yeti. arthron [Yun.: ?]: bağlantı, eklem.
ars 2: [Bitkibilim: Flos Rhoeados] gelincik. artı: 1.) [Fizik] artı uç, anot, 2.)
arsa [Arp.]: 1.) bir kısım toprak, boş [Matematik] toplama (+) işareti,
3.)

alan, 2.) yapı alanı. bundan başka, ek olarak, ilaveten.


arsalar [Arp. + lar]: yapı alanları. artık 1 : 1.) artan, bakiye, geri kalan,
arsenik [Far.: zer > Lat.: zar > Yun.: 2.)
gerekenden fazla, 3.) Grogeryan
arsenikos [αρσενικός] > Lat.: arsenicum >
1.) Takvimi’nden Artık Yıl, ~ parçalar:
Fra.: arsenique; As]: gümüş beyazı
fire.
renkte, çok zehirli bir kimyasal
artık 2 : bundan sonrası, daha fazlası,
element, 2.) arsenik zehiri, 3.) tip ve
bu zamandan sonra.
ilaç yapımında kullanılan bir madde.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 34 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Artık Yıl: Grogeryan Takvimi’nden asa 1 [Arp.: asâ]: 1.) baston, çubuk,
Artık Yıl, Şubat Ayı’nın 28 gün olması değnek, 2.) dövme, dayak, patak.
ve 4 yılda bir 29 çekmesi. asa 2 [Arp.: a’sa; asâ’nın çoğulu]: ç.i.,
artırma: tasarruf etme. asalar, bastonlar, çubuklar,
artırmak: tasarruf etmek. değnekler.
articulatus [Lat.]: birleşik. asa 2 [Far.: âsâ]: Farsça’da asa-; 1.)
artist [Lat.: ars > Fra.: artist]: 1.) sanatçı, benzer, eş, -eye benzeyen, gibi [cennet
sanatkar, 2.) erkek film oyuncusu. âsâ: cennet gibi],
2.)
asude, dingin, sessiz
artma [Halkdili]: çoğalma, üreme, zam. [dilâsâ: kalpteki dinginlik] anlamına bir
artmak: 1.) çoğalmak, üremek, 2.) sonek.
eklemek. asa 3 [Far.: âsâ]: 1.) esneme, esneyiş,
2.)
artniyet: adavet, buğz, düşmanlık, asalet, ciddiyet, vakar.
garez, hasımlık, husumet, kin, asab [Arp.: âsâb]: bak. asap.
kötüniyet, nefret. asabi [Arp.: asabî]: sinirli.
artniyet: buğz, düşmenlık, garez, kin, Asabiye [Arp.: asabîye]: [Tıp] 1.) sinir
2.)
kötüniyet, nefret. hastalıkları, Sinirhastalıkları,
artrit [Yun.: arthron + itis > arthritida Nöroloji.
1.)
[αρθρίτιδα] > Fra.: arthrite]: eklem asaf [Arp.: ? > âsaf [?]]: 1.) ? 2.) [A] Kral
2.)
iltihabı, [Tıp] eklemlerin şişip Süleyman’ın vezirinin adı, 3.) ataman,
yanması, 3.) [Tıp] eklem romatizması. vezir, 4.) [A] bir Müslüman ve Türk
artroz [Yun.: arthron + itis > arthrose erkek adı.
[άρθρωση] > Fra.: arthrose]: [Tıp] eklem asal: asli, baz, esas, temel.
hastalığı. asalak: 1.) [Tıp] parazit, 2.) [Mecazi]
arttırma: artma, çoğalma, üreme, kazanmadan başkalarının sırtından
zam. geçinen,.
arttırmak: 1.) çoğalmak, üremek, 2.) asalet [Arp.]: elitlik, soyluluk.
artmak, zam yapmak. asaleten [Arp.: asâleten]: kendi adına
artus [Lat.]: bağlantı, eklem. hareket ederek.
Artvin [Gür.: Coroksi, Çorok, Kolkis, asamble [Lat.: ad + simul > Fra.:
Nigali, Osm.: Livane, Artvani, Artvini]: assemblé]: kurul.
[08], Türkiye’de bir kent. asansör [Lat.: ad + scandere > Fra.:
arus resmi [Arp. > Osm.]: Osmanlı’da ascensuer]: [Tekonoloji] elevatör, iner-
gerdek vergisi. çınar.
aruz [Arp.]: [Şiir] 1.) Araplar’da şiir asap [Arp.: âsâb]: ç.i., sinirler.
yazma tekniği, şiir ölçü birimi, 2.) asar [Arp.: âsar]: ç.i., binalar, yapılar.
metre, ölçü, 3.) metod, usül, yordam. asayiş [Arp.: âsayiş]: emniyet,
yol, bir ~ ölçüsü: remel. güvenlik.
arya [İtl.: aria]: [Müzik] bir opera asbest [Yun.: a + sbennynai > asbestes
parçası. [ασβέστης] > Fra.: asbeste]: [Kimya]
arz 1 [Arp.]: acun, diyar, dünya, kara, amyant, taş pamuğu, ak ~: amyant.
terra, toprak, ülke. aseleos [Yun.: ?]: kuraklık, bu
arz 2 [Arp.]: [Ticaret] sunma. ortamlarda büyüp gelişen.
arz 3 [Arp.]: [Dünyabilim] 1.) arz derecesi, asenkron [Yun.: a + syn + lassein >
genişlik, 2.) arz, enlem, paralel. asynkchronos [ασύγχρονος] > Fra.:
arziye [Arp.: arzi 1]: bak. ardiye. asynchrone]: [Fizik] eşzamanlı
arzu [Arp.]: 1.) dilek, heves, istek, olmayan.
şevk, 2.) [A] bir İran ve Türk bayan asepsi [Yun.: a + sepein > asepsia
adı, ~ etmek: dilemek, rica etmek. [ασηψία] > Fra.: asepsie]: [Tıp]

as 1 [Fra.: as]: 1.) favori, gözde, 2.) mikroptan arındırma.


[İskambil] birli.
aseptik [Yun.: a + sepein + ikos >
aseptikos [ασηπτικός] > Fra.: aseptique]:
as 2 [Arp.]: [Hayvanbilim: Mustela erminea]
[Tıp] hastalık bulşamayan.
bir kürk hayvanı, kakım.
as 3 [Arp.]: bir tahıl ölçeği. ases [Arp.]: gece bekçisi.
as 4 [ast]: Türkçe’de ast öntakısı sessiz asetat [Lat.: acetum + atus > Fra.:
1.)
acetate]: [Kimya] tuz yada asetik
harfle başlayan kelimeyle 2.)
birleştiğinde: [Asteğmen]. asit özü, bu maddeden yapılma
as 5 [Lat.]: birim, ünite. dokuma, saydam.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 35 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

asetilen [Lat.: acetum > Fra.: acetylene]: askarit [Fra.: ascarite]: [Tıp] bağırsak
[Kimya] aydınlatma için ve ozksijenle solucanı.
birlikte kaynak işleri için kullanılan askein [Yun.: ?]: bedeni çalıştırmak,
bir gaz. eğitmek.
aseton [Lat.: acetum> Fra.: acetone]: asker 1 [Arp.]: 1.) [Askeriye] er, çeri,
[Kimya] eter kokulu bir sıvı, propanon, leşker, milis, nefer, 2.) [A] bir erkek
dimetil da denir. 1.) oje çözücü sıvı, adı, ~ su kabı: matara.
2.)
diyabet hastalarının idrarlarında askeri [Arp.: askerî]: Askerle ilgili,
normal dışı miktarda da bulunur. küçük ~ birlik: tim, ~ birlikler:
asfalt [Yun.: a + sphaltos > asphaltos alay, kolordu, tümen, askeri
1.)
[άσφαλτος] > Fra.: asphalte]: birlikler: alay, kolordu, tümen,
2.)
çökmeyen, göçmeyen, [Kimya] kum küçük askeri birlik: tim.
ve çakılla karıştırılmış ve yol yapımı Askeri Rutbeler: Er, Erat, Onbaşı, Çavuş,
yada çatı kaplaması işlerinde Astsubay, Başçavuş, Kıdemli Başçavuş, Subay,
kullanılan kahverengi yada siyah Astteğmen, Teğmen, Üstteğmen, Önyüzbaşı,
renkli kömür katranı benzer madde, Yüzbaşı, Binbaşı, Kıdemli Binbaşı, Albay,
3.) Kıdemli albay, Yarbay, General, Orgeneral,
asfalt kaplanmış ana yol, yol. Korkeneral, Tümgeneral, [Denizcilikte] Amiral,
asgari [Arp.: asgarî]: en az, en aşağı, Koramiral, erbaş: erden itibaren
minimum. ordudaki herkes, ordu konaklama
ası: asılmış, asıl. yeri: ordugah, subay adaylarını
asık: somurtkan. eğitme yeri: talimgah,
asıl: 1.) s., geçerli, gerçek, 2.) i., ası, Askeriye [Arp.: askerîye]: Ordu, Silahlı
asılmış, Kuvvetler, S.K., ~de herkes: asker.
asılı: muallak, ortada.
askerler [Arp.]: [Askeriye] erat, erler.
asılmış: ası, asıl.
askerlik [Arp. + lik]: ordu görevi, ordu
asılsız: 1.) batıl, geçersiz, hükümsüz,
2.) işleri, ~ eğitimi: talim.
çürük, fos, temelsiz.
asım [Arp.: âsım]: 1.) iffetli, namuslu, askı: elbise tutacağı.
sili, 2.)
koruyan, savunan, 3.) asla [Arp.: aslâ]: hiçbir zaman.
korunmuş, savunulmuş, 2.)
[A] bir
aslan [Arp.]: [Hayvanbilim: Felix leo] 1.)
Müslüman ve Türk erkek adı. arslan, 2.) cesur, korkusuz, yürekli,
3.)
asır [Arp.: asr]: 1.) çağ, yüzyıl, 2.) süre, [A] bir Türk erkek adı, 4.)
periyot, zaman. Yıldızfalı’nda 6. işaret; Aslan [Leo],
asi [Arp.: âsi]: baş kaldıran. dağ ~ı: puma.
aside [Arp.]: et, bamya ve undan aslen [Arp.: aslan 2]: köken olarak, öz
yapılan bir Arap yemeği. olarak, temel olarak.
asil 1 [Arp.]: 1.) elit, mutena, mümtaz, Aslı [?]: bir bayan adı.
seçkin, soylu, 2.) [A] bu anlamda bir asli [Arp.: aslî]: 1.) esas olan, köken,
erkek adı, [Seçkin]. temel, 2.) birincil.
asimetri [Yun.: a + syn + metron > Asliye [Arp.: aslîye]: Hukuk Mahkemesi:
asymmetria [ασυμμετρία] > Fra.: ilk yargı önüne çıkma mahkemesi.
1.)
asymétrie]: aynı boy ve öçlüde Asliye Hukuk Mahkemesi: ilk yargı
olmayan, 2.) bakışımsızlık, oransızlık, önüne çıkma mahkemesi.
1.)
orantısızlık. asma: [Mecazi] işi aksatma,
asimetrik [Yun.: a + syn + metron + ikos durdurma, 2.) [Bitkibilim:] üzüm bağı.
> asymmetros [ασύμμετρος] > Fra.: asmalık: bağ, üzüm bağı.
asymétrique]: aynı boy ve öçlüde asorti [Lat.: ad + sors > Fra.: assortie]:
olmama, 2.) bakışımsız, oransız, giyimde uygun renkli.
orantısız . asortik [Lat.: ad + sors > Fra.: assortic]:
asinus [Lat.]: eşek, merkep. giyimde uygun renkli olan.
asistan [Lat.: ad + sistere > Fra.: asosyal [Lat.: a + socius > Fra.: asocial]:
assistant]: muavin, yardımcı, yaver. 1.)
sosyai olmayan, topluma
asit [Lat.: acidus > Fra.: acide]: 1.) ekşi, karışmayan, 2.) genel kabul görmüş
keskin, 2.) [Kimya] tuz oluşturmak için toplumsal etkinlikler dışında kalan, 3.)
bir bazla tepkimeye giren herhangi toplumdışı.
bir madde, hamız.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 36 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

asparagas [Yun.: aspharagos [ασφάραγος] astronomie]:yıldızlar ve diğer


> İng.: asparagus]: şişirme yada yalan gökyüzü varlıklarının büyüklükleri,
haber. durumları ve yerleriyle ilgilenen bir
aspartam [Fra.: aspartame]: [Eczacılık] 1.) bilim dalı, Gökbilimi, ~ gereci:
ticari bir ilaç markası, 2.) yapay oktans.
kimyasal tadlandırıcı. astronomik [Yun.: aster + nomos + ikos
asper [Lat.]: kaba, haşin, sert. > astronomikos [αστρονομικός] > Fra.:
1.)
asphaltos [Yun.: άσφαλτος]: zift. astronomique]: gökbilimiyşle ilgili,
2.)
asphodelos [Yun.: ?]: ? büyük, heybetli, iri, yıldızlar kadar
aspiratör [Lat.: ad + spirare > Fra.: çok fazla.
aspirateur]: emmeç, fan, pervane. astronot [Yun.: astron + nautes >
asri [Arp.: asrî]: çağdaş, modern. astronautes [αστροναύτης] > astronaute]:
assidere [Lat.]: yardım etmek. i., dünya dışında seyahat etmek için
ast: rutbece küçük asker. yetiştirilen kişi.
astar [Rum.: astari [αστάρι] > Far.: astar]: astrum [Lat.]: bir yıldız.
[Dokuma] kumaş katı. astus [Lat.]: elsanatı, zenaat.
astarya [Fra.: astaria]: [Denizcilik] asu [Sam.]: 1.) yükselen, yükselen
geminin yükleme boşaltma süresi, aydınlık, ışık, gündoğumu, 2.) [A] bir
[sterya]. bayan adı.
aster [Yun.: αστερ]: yıldız. asu 2 [Süm. & Sam..]: 1.) doğmak,
asthenia [Yun.: ασθενία]: zayıflık. yükselmek, aydınlanmak, 2.) doğu
astım [Yun.: asthma [άσθμα] > Fra.: taraf, doğu kıtası.
asthma, asthme]: [Tıp] aşırı öksürme ve asude [Far.: âsude]: dingin, rahat,
nefes alamama gibi belli kronik sakin, sessiz.
özellikleri olan bir rahatsızlık. asuman [Far.: asüman]: 1.) gök,
astigmat [Yun.: a + stigmat + ikos > gökyüzü, göğe ait, semavi, ilahi,
astigmatikos [αστιγματικός] > Fra.: kutsal, 2.) gök mavisi renginde, 3.)
1.)
astigmate]: gözleri görmeyen, 2.) melek, 4.) [A] bir İran ve Türk bayan
3.)
bulanık ve flü gören, [Tıp] bir göz adı, [Göksel].
rahatsızlığı. asüman [Far.: asman]: bak. asuman.
astigmatizm [Yun.: a + stigmat + ismos Asvan [Arp.]: Mısır’da bir kent,
> astigmatimos [αστιγματισμός] > Fra.: [Aswan]. Asvan Barajı ve Asvan Tarihi
1.)
astigmatisme]: bulanık ve flü Abideleri.
görme, 2.) [Tıp] bununla ilgili bir göz Asya [Sam.: Asu > Yun.: Asia [?] > İtl.:
rahatsızlığı. Asia]:
1.)
Samice’de yükselen,
1.)
Astragan [Fra.: astrakhan]:
yükselen aydınlık, ışık, gündoğumu
2.)
Özbekistan’da bir kent adı, ve anlamından Doğudaki Ülke demektir,
burada yetişen karakul koyun 2.)
Doğu Yarımküre’de yer alan Asya
yününden yapılma kumaş. kıtası, 3.) bir Türk bayan ve erkek
astrofizik [Yun.: aster + physis >
adı..
physika + ikos > astrophysike
asyle [Yun.: ?]: tutuklama, yakalama
[αστροφυσική] > Fra.: astrophysique]:
yetkisi.
gökfiziği.
astrolog [Yun.: aster + logos > astrologos aş 1 : yemek, taam, ~hane [Aş+Arp.:
[αστρολόγος] > Fra.: astrologue]: hâne]: aşevi, lokanta, restaurant.
müneccim, yıldızbilicisi. aş 2 [Arp.]: kuş yuvası.
Astroloji [Yun.: aster + logia > aşa [Arp.: aşâ]: akşam yemeği.
[αστρολογία] > Fra.: astrologie]: aşağı: 1.) alt, zir, 2.) aşağıya doğru, 3.)
Yıldızbilimi. değersiz, kıymetsiz, sıradan, çok ~:
astrolojik [Yun.: aster + logia + ikos > [ edna, en ~ [asgari, en aşağı]: minimum,
αστρολογικός] > Fra.: astrologique]: aşağılama: hakir görme, küçük
yıldızbilimiyle ilgili. görme, tepeden bakma.
astron [Yun.: αστρον]: yıldız. aşağılamak: hakir görmek, küçük
astronom [Yun.: aster + nomos > görmek, tepeden bakmak.
astronomos [αστρονόμος] > Fra.: aşağılık: bayağı, dun, iğrenç.
astronome]: gökbilimcisi. aşama: 1.) basamak, kademe, 2.) evre,
Astronomi [Yun.: aster + nomos > safha, 3.) kat, katmak, makam,
astronomia [αστρονομία] > Fra.:
mertebe, mevki, paye.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 37 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

aşar [Arp.: âşar]: 1.) öşür’ün çoğulu, 2.) aşna 2 [Far.]: yüzücü, yüzen.
aşir’in çoğulu, 3.) ondalık, öşür. aşr [Arp.]: 1.) on, 2.) onkat, on gün.
aşevi: aşhane, bistro, lokanta, aşura [Arp.: aşura]: 1.) Hicri Takvim’de
restaurant. Muharrem Ayı’nın 10. günü, 2.)
aşhane [aş + Far.: hâne]: aşevi, bistro, bakliyatgiller, şeker, buğday, pirinç,
lokanta, restaurant. fındık, fıstık ve şekerden yapılan bir
aşı: 1.) bir ağacın dalı yada gvdesine, tatlı türü.
başka bir ağacın göz, dal yada aşüfte [Far.]: (kadın, kız) kendi kendine,
tomurcuğunun çamurla heyecanlanan, hareketkelenen.
kaynaştırılması 2.) [Tıp] mikroplu at 1 : [Hayvanbilim: ?] bir binek hayvanı.
eriyik. ~ ahırı: tavla, ~ eğitimi: manaj, ~
aşık 1 [Arp.: âşık]: müptela, seven, yetiştirme yeri: hara, ~a binen
sevdalı, vurgun. kadın: amazon, ~ı dört nala
aşık 2 : [Bedenbilim] aşık kemiği.
sürme: ılgama, iri ~: kadana, yarış
aşıkdaşlık [Far.: âşıkdâş + lık]: flört.
aşım: aşma, geçme, mürür. ~ı gezdirme yeri: padok, ayağı
aşırı: 1.) en kıyı, en uç, 2.) öte, ötesi, sekili ~: alabacak, küçük yabani ~:
trans, 3.) ekstrem, marjinal, uç, ~ya tarpan, ~ın eşkin yürüyüşü: link, ~
kaçma: ifrat. bakıcısı: seyis, ~ın hızlı yürüyüşü:
aşırma: 1.) araklama, çalma, yürütme, tırıs,
2.)
üstünden geçirme, 3.) [Yazın] at 2 [Arp.]: Arapça’da at; 1.) -a, -e, -at, -
başkasına ait eseri çalma, yada et; sesli harfle biten kelimelerde –vat;
ondan izinsiz aktarma yapma. 2.)
çoğul yapmak için; [gelişat, haşarat,
aşırmak: araklamak, çalmak, hayvanat, icraat, nebatat, tatbikat].
yürütmek. ata 1 [Arp.]: baba, cet, dede.
aşıt [Halkdili]: kuytu yer. Ata 2 : Mustafa Kemal Atatürk.
aşifte [Far.: aşüfte]: 1.) (kadın, kız) kendi atabek: vezir.
kendine, heyecanlanan, atak: 1.) cüretkar, 2.) hamle, hücum, 3.)
hareketkelenen, kızışan, 2.) fahişe, [Spor] sprint.
orospu. ataksi [Lat.: locomotor ataxia > Fra.:
aşikar [Far.: aşkar2 > aşikâr]: açık, aleni, ataxie]: [Tıp] hareket düzensizliği.
ayan, bariz, belirgin, belli, kapalı atalar [Arp. + lar]: dedeler, ecdat.
olmayan, kesin, meydanda, ortada, atalet [Arp.]: tembellik.
sarih. atama: tayin.
aşina 1 [Far.: âşnâ > âşina]: bilinen, atamak: tayin etmek.
tanıdık. ataman [hetman]: Kazak başbuğu.
aşina 2 [Far.: âşnâ > âşina]: Farsça’da - ataraksiya [Lat.: ? > Fra.: ataraxie]:
aşina: bilen anlamında bir sonek. [Ruhbilim] ruh dinginliği.
aşir 1 [Arp.: aşr]: Kuran’ı Kerim’de on atardamar: [Tıp] arter, şiryan.
ayetlik bölüm. atasözü: aforizm, darbımesel, vecize.
aşir 2 [Arp.]: 1.) onluk, 2.) [Maliye] Öşür ataş [İng.: attach]: tutturgaç, tutacak.
Vergisi toplayan kişi. Atatürk: Mustafa Kemal Atatük.
aşir 3 [Arp.]: 1.) arkadaş,dost, eş, atavus [Lat.]: ata, cet, dede.
nedim, yoldaş, 2.) [A] bu anlamda bir ate 1 [Yun.: a + theos > [αθεϊσ] > Fra.:
erkek adı. athé]: [Din]
1.)
tanrının varlığına
aşk [Arp.: ışk]: aşırı sevgi, sevi, ~ inanmayan, 2.)
tanrı tanımaz.
tanrısı: eros, kısa ~ şiiri: idil, ate 2 [Lat.: -atus]: Fransızca’da –ate; 1.)
aşkar 1 [Arp.]: [Bitkibilim] kırmızı olmak, oluşmasına neden olmak,
2.)
kabuklu ve kırmızıya çalan tüylü bir oluşturmak, ile ilgili, -in yapısında
kestane. anlamına gelen bir sonek.
aşkar 2 [Far.: aşikâr]: bak. aşikar. ate 3 [Lat.: -atus]: Fransızca’da –ate; bir
aşlak: kurutulup saklanan tahıl. işlev, görev yada resmiyet anlamına
aşlama: soğuk suya sıcak su ekleme. gelen bir sonek.
aşlamak: soğuk suya sıcak su ateh [Arp.]: [Tıp] bunama.
eklemek. ateist [Yun.: a + theos + istes > [αθεϊστής]
aşma: aşım, geçme, mürür. > Fra.: athéiste]: [İslam] tanrı
aşna 1 [Far.: âşnâ > âşina]: bak. aşina1. tanimayan.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 38 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

ateizm [Yun.: a + theos + ismos > atkı: [Giyim] boyun örtüsü, uzun omuz
[αθεϊσμός] > Fra.: athéisme, Din]: tanrı ~sı: etol,
tanimazlık. Atlantik [Yun.: atlantis + ikos >
Atena [Yun.: Athena: [Aθενα]]: eski [άτλαντικoς] > Fra.: atlantique]: batıda
Yunanda mitolojik akıl, yetenek ve Amarika kıtalarına ve dağuda Afrika
savaş tanrıçası. ile Avrupa’ya dek uzanan okyanus.
aterina [Rum.: atherina [αθερίνα] > Tür.: Atlantis [Yun.: atlantis [άτλαντις] > B.D.:
atetrina]: [Balıkçılık: ?] gümüş balığı. atlantise]: Atlantik Okyanus’unda
ateş [Tür.: od > otaş > Far.: atiş ]: 1.) fer, battığına inanılan düşsel ülke.
nar, od, 2.) beden ısısı, ~ karıştırma Atlas [Yun.: atlantas [άτλαντας]]: 1.) Eski
3.)
çubuğu: karağı, insandaki Yunan Mitolojisi’nde omuzlarında
gerilme yada kızzma. dünyayı taşıyan dev adam, 2.)
ateşbaz [Far.: ateş + bâz]: 1.) ateşle haritalar kitabı.
uğraşan, ateşle oynayan, 2.) ateşle atlet [Yun.: athlon > athletes [αθλητής] >
1.)
gösteri yapan. Fra.: athlète]: [Spor] çeşitli sportif
ateşe [Fra.: attaché]: [Dış Politika] elçilik oyun ve karşılaşmalarda yarışan
görevlisi. oyuncu, 2.) [Giyim] kolsuz fanila.
ateşin [Far.: ateşîn]: ateşli, çoşkulu. atletik [Yun.: athlon + ikos > athletikos >
ateşkes [Far. + kes]: mütareke. [αθλητικός] > Fra.: athlètique]: bedeni
ateşli [Far. + li]: ateşin, coşkulu, dirik. sportif yapılı olan.
ateşperest [Far.: ateş + perest > atletizm [Yun.: athlon + ismos >
ateşperest]: ateştapar, ateşe tapan. athletismos > [αθλητισμός] > Fra.:
atf [Arp.]: bak. atıf. athlétisme]: spor ouyuncuğu.
atfen [Arp.]: -e döndürerek. atmaca: 1.) kuş avlama gereci, sapan,
2.)
atfetme [Arp.: atf + etme]: isnat, avcı bir kuş, delice.
yükleme. atmos [Yun.: [aτμός]]: buhar, buğu,
atheroma [Yun.: ?]: kumlu, taneli. nem, tütsü.
athlon [Yun.: ?]: mükafat, ödül. atmosfer [Yun.: atmos + sphaire >
1.)
atıcılık: [Spor] ~ta plaka frılatıcısı: [ατμόσφαιρα] > Fra.: atmosphère]:
baltrap. dünyanın çevresini kaplayan hava,
atıf 1 [Arp.: atf]: ilişkili bulma, refere. hava tabakası, 2.) ruh, 3.) genel ton
atıf 2 [Arp.: âtıf]: 1.) ?, 2.) [A] bir erkek yada etki, 4.) inç2’de 14.69 librelik
adı. hava basıncı.
atık: 1.) ıskarta, 2.) yoğurt yayığı. atmosferik [Yun.: atmos + sphaire + ikos
atıl [Arp.: âtıl]: 1.) avara, avare, azade, > [ατμοσφαιρικός] > Fra.: atmosphèrique]:
aylak, başıboş, boş, haylaz, hayta, havasal olaylar.
işsiz, nabekar, serseri, tembel, 2.) atol [Mal.: adal > Fra.: atoll]: mercan
boş. ada.
atılgan: 1.) acar, girişken, gözüpek, 2.) atom [Yun.: atomos [άτομος] > Fra.:
1.) 2.)
[A] bir Türk erkek adı. atome]: [Felsefe] en küçük parça,
atılım: hamle. [Fizik & Kimya] diğer elmentlerin benzer
atışma: 1.) ağız kavgası, polemik, 2.) parçaları ile başka bileşiklere
[Şiir] saz şairlerinin söyleşmesi, oluşturan element, 3.) [Mecazi] temel
aytışma. öğe.
atıştırma: 1.) bir şeyler yeme, 2.) atom bombası: gücünü nükleer
inceden yağmur serpiştirme. erimenin zincirleme tepkisinden alan
atıştırmak: 1.) bir şeyler yemek, 2.) yıkım gücü çok yüksek olan bir savaş
inceden yağmur serpiştirmek. cephanesi.
ati [Arp.: âti]: gelecek, istikbal. atomik [Yun.: atomos + ikos > [ατομικός]
1.)
atifet [Arp.: âtıfet]: 1.) etkilenme, > Fra.: atomique]: [Felsefe] en küçük
2.)
koruma, sempati, 2.) [A] etkilyeici, parçayal ilgili, [Fizik & Kimya] diğer
sevimli, canayakın anlamında bir elmentlerin benzer parçaları ile başka
bayan adı. bileşiklere oluşturan elementlere
atik: çevik. dair, 3.) [Mecazi] temel öğeyle ilgili.
Atilla [?]: bir erkek adı, [Attila]. atomos [Yun.: [άτομος]]: kesilemeyen,
Atina [Rum.: Athena: [Aθενα]]: parçalanmayan.
Yunanistan’ın başkenti, [Athens].

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 39 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

atölye [Fra.: atelier]: çalışma odası, av: şikar, ~ alanı: avlak, ~ köpeği:
işlik, stüdyo. barak.
atrium [Lat.]: 1.) bir Eski Roma evinin aval [Kür.]: bak. afal.
ana odası, 2.) giriş holü, 3.) bir çatı avam [Arp.: âvâm]: [Budunbilim] halk
altında yapılan geniş alanlı yapı. tabakası.
atros [Lat.]: haşin, sert, şiddetli. avan 1 [Arp: avn2’nin çoğulu]: ç.i.
attar [Arp.: al ıtr > ıtır > B.D.]: 1.) kokulu hizmetçiler, yardımcılar.
bitkiler, 2.) aktar, baharatçı, koku avan 2 [Far.]: s. kavgacı, serseri.
yada kokulu ürünler satan. avan 3 [Arp.]: 1.) orta-yaşlı kadın, 2.)
attenuare [Lat.]: inceltmek. orta-yaşlı dişi hayvan (inek, kısrak
Attila [Moğ.]: 1.) İ.S. 406-453 yılları vb).
arasında yaşamış Hun Hanı, 2.) bir avanak 1 [Far.: yavanak > Erm.:
Türk ve Macar erkek adı, [Atilla]. (h)avanag]:
1.)
i. eşek yavrusu, 2.) s.
atus [Lat.]: 1.) isim sonu, 2.) biten, kavgacı, serseri.
sonlanan. avanak 2 [Erm.: ?]: s. [Mecazi] ahmak,
audio [Lat.]: duymayla ilgili, işitsel. andaval, anlayışsız, ansız, aptal, bön,
audire [Lat.]: dinlemek, duymak, budala, ebleh, enayi, mankafa,
işitmek. salak, savak.
augere [Lat.]: 1.) artmak, büyütmek, Avanos [Quenasa, Venessa, Zuwinase >
çoğalmak, genişlemek, ilerlemek. 2.) Osm.: Enes & Evenes]: Nevşehir’e bağlı
arttırmak, çoğaltmak, genişletmek, bir ilçe.
ilerletmek, yüceltmek. avans [Lat.: ab + ante > Fra.: advance]:
augustus 1 [Lat.: augere]: etkileyici, [Ticaret] öndelik.
hayranlık uyandırıcı. avanta [Argo]: bahşiş, rüşvet, yemlik.
Augustus 2 [Lat.]: 1.) etkileyici, avantacı [Argo]: beleşçi, çıkarcı.
hayranlık uyandırıcı, 2.) İ.Ö: 63- İ.S. avantaj [Lat.: ab + ante > Fra.:
14 yılları arasında yaşamış Roma advantage]: üstünlük sağlayan şey.
İmparatorluğu’nun 1. kralı. avantür [Lat.: adventura > Fra.:
aulos [Yun.: ?]: boru. adventure]:
1.)
mecara, serüven, 2.)
auricle [Lat.]: küçük kulak. tiyatro girişi parçası, 3.) mecara,
auris [Lat.]: kulak. serüfen filmi.
Aurora [Lat.]: Eski Roma’da şafak avara [Far.]: avare, azade, aylak, atıl,
tanrıçası. başıboş, boş, haylaz, hayta, işsiz,
auscultare [Lat.]: dinlemek, duymak, nabekar, serseri, tembel.
işitmek, kulak vermek. avare [Far.]: avara, azade, aylak, atıl,
auspicium [Lat.]: geleceği söyleme, başıboş, boş, haylaz, hayta, işsiz,
kehanet. nabekar, serseri, tembel.
austeros [Yun.: ?]: çorak, kurak. avarız [Arp.: avârız > Osm.]: 1.) ? 2.)
austral [Lat.]: cenup, güney. Osmanlı’da olağanüstü vergiler.
australis [Lat.]: güneye ait. avarız [Arp.: avârız, arıza’nın çoğulu]:
aut [İng.: out, Spor]: topun oyun [Evrenbilim] yüzey biçimleri.
alanının dışına çıkması, hariç. avarız-ı divaniye [Arp. > Osm.: avârız-ı
authentikos [Yun.: ?]: gerçek, orijinal, divâniye]: Osmanlı’da ?.
özgün. avaz [Far.]: haykırma, nara, yüksek
authentikos [Yun.: ?]: orijinal, özgün. ses.
authomatos [Yun.: ?]: kendisi hareket avcı: av sever, ~ kulübesi: güme, ~
eden. çantası: celbe.
auto [Yun.: autos [?] > Lat. > B.D.]: bak. avd [Arp.]: 1.) dönme, 2.) hasta ziyareti,
oto. 3.)
tekrarlama.
autos [Yun.: ?]: 1.) kendisi, 2.) bak. oto. avdet [Arp.]: bir yere gidip geri dönme,
autumnus [Lat.]: yazla kış arasındaki dönme.
mevsim, sonbahar. aver [Far.: âver]: getirmek,
1.)
auxien [Yun.: ?]: artmak, sürüklemek.
çokağlmak, genişlemek, ilerlemek. 2.) avere [Lat.]: arzu etmek, istemek,
arttırmak, çoğaltmak, genişletmek, özlemek, rica etmek, talep etmek.
ilerletmek. avis [Lat.]: kuş.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 40 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

avize [Far.]: 1.) tavana asılan, lambalı, san, santa, veli, 2.)
[Ortodoks
şamdanlı, cam yada metallerle Hiristiyanlık] kutsal, [Aya Sofya: Kusal
bezenmiş bir aydınlatma gereci, 2.) Düşünce].
bir tür aydınlatıcı. Aya Andonis [Rum.: (H)agia Andonis >
avlak: av alanı. (H)ag. Antoniou [Αγ. Αντωνίου]]: [Ortodoks
avlu [Rum.: avle [αυλή] > Tür.: avlu]: 1.) Hiristiyanlık]
1.)
Aziz Antonyo, Aziz
etrafı çitle çevrili yer, 2.) bahçe, Anthony, Saint Anthony & St.
hanay, hayat. Anthony, 2.) Hiristiyan Monastizm’inin
avn 1 [Arp.]: destek, iane, yardım. kurucusu. Fayum, Heracleopolis
avn 2 [Arp.]: 1.) hizmetçi, yardımcı, 2.) Magna yakınlarında Coma’da, 3. yy’ın
koruma, muhafız, silahlı bekçi. ortalarında doğduğuna inanılılır, 3.)
avni [Arp.]: 1.) İlahi yardımla ilgili, 2.) evcil hayvanların koruyucu azizi.
bu anlamda bir erkek adı, 3.) Fatih ayak [ÖzTür.]: 1.) [Bedenbilim] bacak, pa,
Sultan Mehmet II’nin lakabı. pus, 2.) [Ölçümleme] fut, kadem, pa,
avokado [Mek.Yer.: ahuacatl > B.D.: pus, ~ sesi: rap, ~ takımı [Mecazi]:
avocado]: armuda benzer etkli bir parya.
meyve. ayakçak: merdiven basamağı.
Avolon [?]: ? ayakçı: gezici satıcı.
Avrasya [Süm. + Sam.: Ereb > Yun.: ayakkabı [ayak + kabı]: [Dericilik] çarık,
Europa [?] + Sam.: Asu > Asia > Fra.:
kundura, papuç, ~ çekeceği: kerata,
Eurasia]: Avrupa ve Asya kıtları
arasında kalan bölge. ~ demiri: nalça, ~ topuğu: ökçe,
avrat [Halkdili] bayan, dişi, hatun, bir tür deri ~: çapula, futbol ~
kadın. kabarası: krampon, tahta ~: yabo,
Avrupa [Süm. + Sam.: Ereb > Yun.: hafif ~: yemeni, kauçuk ~: lastik,
Europa [?]]: Asya ve Atlantik tahta ~: sabo, ~da bir bölüm:
Okyanus’u arasında kalan kıta, konç, ~nın meşin kısmı: tasma,
[Europe].
ayaklanma: intifa, isyan, kalkışma,
Avşar: bir Oğuz Türk boyu.
kıyam.
avuç: hapaz, ~ içi: aya. ayaklanmak: isyan etmek, kalkışmak,
avuçlama: apazlama. kıyam etmek.
avuçlamak: apazlamak. ayaklık: pedal.
avukat [Lat.: ad + vocare > İtl.: ayaküstü: 1.) geçici, 2.) hazır yemek.
avvocato]: [Hukuk] savunucu. ayakyolu: abdestane, abdesthane,
avunculus [Lat.]: amcayla ilgili. hacethane, hela, kenef, W.C.,
avunma: avuntu, teselli. yüznumara.
avunmak: teselli bulmak. ayal [Arp.: iyâl > âyal]: [Budunbilim] bey,
avuntu: avunma, teselli. eş, koca.
Avustralya [Lat.: Terra Australis ayan [Arp.: iyân > âyan]: 1.) açık, aleni,
1.)
Incognita > Australia > İtl.]: Güney bariz, belirgin, belli, kapalı olmayan,
Pasifik ve Hint Okyanus’u arasında meydanda, ortada, sarih, 2.) ,
kalan ada kıta, [Australia], 2.) Eski ayandon 1 [Rum.: (H)agia Antoniou > Aya
Birleşik Krallık sömürgesi, şimdilerin Antoniou > Aya Antones > Aya Andonis >
[Common Wealth] üyesi, [Underdown]. Aya Andonis: [Αγ. Αντωνίου]]: [Evrenbilim]
Avusturya [İtl.]: Orta Avrupa’da bir 1.)
Aziz Anthony Rüzgarı, 2.) 29
ülke. Cermen kökenli ve Almanca Ocak’tan sonra kışortasında esen bir
konuşulur, [Österreich, Austria]. fırtına türü.
avutma: teselli etme. Ayandon 2 [Rum.: (H)agia Antoniou > Aya
avutmak: teselli etmek. Antoniou > Aya Antones > Aya Andonis:
axilla [Lat.]: koltukaltı. [Αγ. Αντωνίου]]: [Evrenbilim]
axios [Yun.: [?]]: değerli. Kastamonu’ya bağlı Ayancık’ın eski
ay: 1.) kamer, mah, dünyanın uydusu, adı.
2.)
senenin 12’de biri, 2.) [Kadın] ~ Ayandon 3 [Rum.: (H)agia Antoniou > Aya
Antoniou > Aya Antones > Aya Andonis:
hali: aylık kanama.
[Αγ. Αντωνίου]]: [Evrenbilim] Sinop’un
aya 1 : avuç içi.
ilçesi Türkeli’nin eski adıdır.
aya 2 [Rum.: (h)agias [αγίας]]: 1.) aksakal,
Ayandon 4 [Rum.: (H)agia Antonoiu > Aya
aziz, eren, ermiş, evliya, holy, saint, Antonoiu > Aya Antones > Aya Andonis:

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 41 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

[Αγ. Αντωνίου]]: [Evrenbilim] KKTC’de bir aydos 1 [Rum.: eidos [?] > Tür.]: çoban
yerleşim yeri. köpeği.
1.)
ayar [Arp.: iyâr]: altının saflık Aydos 2 [Rum.: eidos [?] > Tür.]:
2.)
derecesi, ölçüt. Osmanlı İmparatorluğu’nda
ayarlamak: 1.) bir noktaya getirmek, Bulgaristan’a bağlı bir yer.
2.)
düzenlemek, 3.) [Argo] karı, kız Aydos Dağı [Rum.: eidos [?]> Tür.]: 1.)
etkilemek, gönül ilişkisi kurmak. 532m ile İstanbul’un en yüksek
ayartı: baştan çıkarma. bölgesi. Adını 7. yy’da Romalıların
ayartma: baştan çıkartma. tepeye kurduğu kaleden alır, 2.)
ayartmak: baştan çıkartmak, yoldan 3430m .
çıkartmak. ayet [Arp.: > ? >]: [İslam] Kur’an’da sure
ayartmak: baştan çıkartmak. cümlesi.
Ayasofya [Aya Sofya] [Rum.: (H)agias + Aygaz: Türk firması Koç’un ilk Türk
Sofia [Aγίας Σοφία] > Aya Sofia]: [Ortodoks sıvılaştırılmış tüp gazı [LPG].
1.)
Hiristiyanlık] Aziz Düşünce, 2.) aygın: argın, bitkin, bitap, güçsüz,
İstanbul’da Rum Ortodoks Aziz dermansız, haşat, takasız, yorgun,
3.)
Düşünce Kilisesi, Osmanlı zayıf.
zamanlarında cami ve Turkiye aygıt: alet, aparey, cihaz.
Cumhuriyeti’nde müze. Aygün [ay + gün]: bir bayan adı.
Ayastefenos [Aya Stafanos] [Rum.: ayı: 1.) [Hayvanbilim: ?] iri bir hayvan, 2.)
(H)agias Staphanos > [Aγίας Σταφανος]]: [Mecazi] irikıyım, iriyarı, ~ balığı: fok.
1.)
eski bir Osmanlı Rum Köyü, 2.) ayıb [Arp.: > ? > ayb]: bak. ayıp.
bugünkü İstanbul, Yeşilköy. ayınga [Erm.: ?]: kaçak tütün.
Ayasuluğ [Rum.: (H)agia + ? ]: bak. ayıp [Arp.: > ? > ayb]: 1.) edebe aykırı,
Ayasuluk. hoş olmayan, utanç veren, 2.) eksik,
Ayasuluk [Rum.: (H)agia + ? > ayasuluğ]: defo, kusur.
Aydın Selçuk’un [Ephesus] Osmanlı ayıplama [Arp. + lama]: kınama.
zamanlarındaki adı. ayıplamak [Arp. + lamak]: kınamak.
ayaz: [Evrenbilim] 1.) durgun, sakin ayırma: ayırt, tefrik.
havada çıkan kuru soğuk, 2.) çok ayırmak: ayırt etmek, tefrik etmek,
soğuk hava. ayırt: ayırma, tefrik, ~ etmek:
ayazlık: balkon, eyvan, revak, seçmek, tanımak.
sundurma, teras, taraça. ayin [Far.: âyin]: [İslam] dini tören.
ayazma [Rum.: (h)agiasma [αγίασμα] > ayine [Far.: âyine]: ayna, mirat.
Tür.: ayazma]: [Ortodoks Hiristiyanlık] Aykut [ay + kut]: bir erkek adı.
kutsal su, kutsal kaynak, kutsal ayla: 1.) [Yıldızbilim] ağıl, arkaç, hale, 2.)
pınar. [A] bir bayan adı [Hale].
aybaşı: 1.) maaş alma zamanı, 2.) aylak: avara, avare, azade, aylak, atıl,
adet, kadınlarda kanama hali. başıboş, boş, haylaz, hayta, işsiz,
Aybüke [ay + büke]: bir bayan adı. nabekar, serseri, tembel.
ayça [Arp.]: 1.) ayın başlangıç biçimi, aylık: 1.) her ay, 2.) her ay tekrarlanan,
hilal, 2.) [A] bir bayan adı. [Hilal]. 3.)
ayda bir çıkan yazılı yada resimli
Aydın 1 : 1.) entelelktüel,münevver, 2.) yayın, 4.) [Ticaret] maaş.
[A] bir erkek adı, karşılığı [Münevver] aylül [Sür.]: üzüm ayı.
bir bayan adı. ayma: farkına varma, kendine gelme.
Aydın 2 [Rum.: Tralles [?], Osm.: Aydın aymak: gerçeği anlamak.
Güzelhisar > Aydın]: [09], Türkiye’de aymaz [?]: gafil, uyuyan.
bir kent. ayn [Arp.]: çeşm, göz, ocl, ophta.
aydınlatıcı: 1.) ışık veren, 2.) bilgi ayna [Far.: ayine]: arkası sırlı cam,
sağlayan, bir tür ~: avize. mirat.
aydınlatma: 1.) ışık verme, 2.) bilgi aynabakar: bir erik türü.
sağlama, bir ~ aracı: ampül, avize, aynalı [Far. + lı > Halkdili]: afili, cakalı,
lamba, mum. çalımlı, fiyakalı, gösterişli, yakışıklı.
aydınlatmak: 1.) ışık vermek, 2.) bilgi aynalık [Far. + lık]: [Denizcilik] geminin
sağlamak. adının yazıldığı yan.
aydınlık: ışık, nur, ziya. aynasız [Far. + sız > Argo]: polis.
aynaz [Halkdili]: azma, azmak, bataklık.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 42 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

aynen [Arp.: > ? ]: olduğu gibi. azad [Far.: âzâd]: bak. azat.
aynı [Argo]: benzer, emsal, eş, menent, azade [Far.: âzâde]: avara, avare,
tıpkı, tıpkısı, tıpatıp. aylak, atıl, başıboş, boş, haylaz,
ayniyat [Arp.: > ? > ayniyât]: taşınması hayta, işsiz, serseri, tembel.
kolay eşya. azamet [Arp.: > ? >]: gurur.
Aynştayn: bak. Einstein, Albert. azametli [Arp. + li]: gururlu.
Aynur [ay + nûr]: bir bayan adı. azan [Arp.: üzn veya üzün’ün çoğulu]:
ayol [ay oğul]: diyeceğim oki, şey. kulaklar.
ayran: yoğurttan yapılan bir içecek. azap [Arp.: > ? > azab]: işkence, sıkıntı.
ayrıca: 1.) bununla birlikte, ek olarak, azar [Far.]: gözdağı, papara, paylama,
ilaveten, 2.) caba, ektsra, fazladan, zılgıt.
üste. azar azar: 1.) çoz az olarak, 2.) yavaş
ayrıcalık: imtiyaz, kayırma. yavaş.
ayrık: 1.) kural dışı, müstesna, 2.) azarlama: başa kakma, paylama,
bağlantısı kpuk, ayrılmış, 3.) bir tür takaza, tekdir.
ot. azarlamak: başa kakmak, paylamak,
ayrılma: 1.) bırakma, terk, uzaklaşma, tekdir etmek.
2.)
sevgili, eş ayrılması. azat [Far.: âzad]: serbest bırakma,
ayrılmak: 1.) bırakmak, terk etmek, salıverme.
uzaklaşmak, 2.) sevgili, eş ayrılmak. Azerbaycan [Far.]: Kafkaslar’da bir
ayrım: başkalık, fark. Türk ülkesi, [Azerbaijan].
ayrıntı: 1.) detay, etraf, 2.) fark, nüans. azgın: 1.) azılı, 2.) [Tıp] çabuk
ayrıntılı: detaylı, etraflı. iltihaplanan ten, 3.) çok yaramaz
aysar: değişken huylu kimse. çocuk, 4.) cinsel istekleri aşırı olan
aysberg [Hol.: isberg > İng.: iceberg]: kişi, 5.) çoşkun, taşkın, 6.) yılmaz.
buzdağı. azı: [Bedenbilim] öğütücü diş.
Aysel [ay + sel]: bir bayan adı. azık: nevale.
Aysu [ay + su]: bir bayan adı. azınlık: ekalliyet,
Ayşe [Arp.: > ? > â'isha]: 1.) o yaşıyor, azil [Arp.]: görevden alma.
Ebu [İslam] Bekir’in kızı, Hz. azim [Arp.: azm > azim]: 1.) azim,
Muhammed’in Hatice’den sonraki eşi, büyük, cesim, iri, 2.) irade, kararlılık,
3.) 3.)
o yaşıyor anlamında bir Müslüman [A] bu anlamda bir erkek adı.
ve Türk bayan adı, [A'ishah, Ayesha, azime [Arp.: azm > azime]: 1.) azim,
A'isha, Aisha]. büyük, cesim, iri, 2.) [A] bu anlamda
Ayten [ay + ten]: bir bayan adı. bir bayan adı.
aytışma: [Şiir] saz şairlerinin azimkar [Arp.: azim + Far.: kâr > Far..
söyleşmesi, aytışma. azimkâr]: azimli, kararlı.
ayvaz [? > Erm.]: 1.) konakta azimli [Arp.: azm > azim + li]: azimkar,
Ermeniler’den yapılan mutfak uşağı, kararlı.
2.)
Köroğlu’nun evlatlığı, 3.) [bir köroğlu aziz [Arp.: > ? >]: 1.) 2.) [Din] aksakal,
4.)
bir ayvaz]: karı-koca, Türk Gölge aya, eren, ermiş, evliya, holy, saint,
Oyunu’nda Ermeni tiplemesi, 5.) san, santa, veli, 3.) [A] bu anlamda
[ayvaz kasap hep bir hesap]: farketmez, bir erkek adı, [Eren].
2.)
[A] bir Türk ve Ermeni erkek adı, azize [Arp.: > ? >]: 1.) ermiş bayan, 2.)
[Ayvazovski, Ayvaz Avoian]. [A] bu anlamda bir bayan adı.
Ayvazpınar [? > Er. + pınar]: İzmit, azletme [Arp.: azl > azl + etme]:
İhsaniye’de bir Gürcü köyü. görevden alma.
ayyar [Arp.: > ? > ayyâr]: hilekar. azletme [Arp.: azl > azl + etmek]:
ayyaş [Arp.: > ? > ayyâş]: bekri, esrik, görevden almak.
kafası iyi, sarhoş, sermest. azm [Arp.: azm > azim]: bak. azim.
ayyuk [Arp.: > ? > ayyûk]: göğün en azma [Halkdili]: aynaz, azmak, bataklık,
yüksek yeri. azmak [Halkdili]: azma, aynaz, bataklık,
az 1 : gerekenden eksik, nakıs, en ~ [Azmak Mevkii, Azmak Çayı].
[en aşağı, asgari]: minimum, ~la azmetme [Arp.: azm + etme]: engelleri
yetinen: kanaatkar. yenme kararı.
aza [Arp.: > ? > â’za]: üye., azmetmek [Arp.: azm + etmek]:
azab [Arp.: > ? >]: bak. azap. engelleri yenmek.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 43 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

aznavur [Gür.: aznauri]: iriyarı, irikıyım, neden olmak, sebep olmak, tevlit
sinirli. etmek, vücuda getirmek, üvey ~:
azoik [Yun.: aksoikos [αζωικός] > Fra.: babalık.
azoïque]: Jeoloji’de bir sistem. baba 2 [Far.]: 1.) baba, 2.) ata.
Azot [Yun.: aksoto [άζωτο] > Fra.: azote & babaç: iri, kocaman.
1.)
nitrogeon; N]: rengi, kokusu, tadı babaçko: iriyarı kadın.
olmayan kimyasal bir element, 2.) babafingo [İtl.: papafingo]: [Denizcilik]
Nitrojen. yelkenlilerde üç bölümlü direğin; en
azra [Arp.]: 1.) bakire, dokunulmamış, üstteki parçası, gabyanın üstünde
2.)
eldeğmemiş, [Yıldızbilim] başak bulunan en yüksek bölüm.
3.)
burcu, oluşmamış inci, 4.) Medine, babalık: üvey baba.
5.)
[A] el değmemeiş anlamına bir babayane [Far.]: 1.) babaerkil, 2.) baba
Müslüman ve Türk bayan adı. gibi.
azur [Far.: laceverd > lashuward > B.D.: babayani [Far.: babayane]: 1.) özgür ve
azure > lapis lazuli]: gökmavisi, rahat adam, 2.) gösterişi olmayan.
laceverd, lacivert, 1.) gökmavisi yada babayiğit: böke, cesur, civanmert,
buna benzer renk, 2.) mavi gökyüzü. kahraman, korkusuz, kostak,
========== B ========= şampiyon, yiğit kişi.
Babıali [Far.: Bâb-ı Âli]: 1.) Osmanlı
B 1 : Türk Abecesi’nin ikinci harfi, [B,
İmparatorluğu’nda Sultanlık Makamı,
b].
Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı ve
B 2 [İtl.: Bi]: İtalyan Abecesinin 2. harfi,
Millet Meclisi’nin bulunduğu yönetim
[B, b]. 2.)
merkezi [Sublime Porte],
B 3 [Rus.: Ve]: Rus Abecesi’nin 3. harfi,
İstanbul’da bir semtin adı.
[В, в].
Babil [Babylon, Babel]: Irak’ta bulunan
B 4 : [μπε: mpe]; Yunan Abecesi’nde
antik bir kentin adı.
Türkçe [B, b] harfinin yazılışı.
Babuşka [Rus.: ба́бушка]: 1.) yaşlı kadın,
ba 1 [Arp.: > ? >]: Arap Abecesi’nin 2.)
içiçe geçmiş kadın oyuncak.
ikinci harfi.
Babülesvak [Arp.: Babuzzukkak]:
ba 2 [Far.]: ile [ba dost: arkadaşla].
Cebelitarık Boğazı [The Sraits of
ba 3 [Arp.: > ? >]: 1.) iskandil, kulaç
Gibralter].
[açıkken iki kol arası ölçümü], 2.) asalet,
Babüssada [Arp.: Bab-ı Saadet]:
soyluluk.
İstanbul’daki Osmanlı sultanlarının
Baalbek [Fen.: Baal > Heliopolis]:
Harem Yapısı.
Lübnan’da Doğu Beyrut’ta bir yer.
bac 1 [Far.: bâc]: 1.) algı, harç, vergi, 2.)
Baas [Arp.: Hizbu-l ba’t-ü el arabiyye el
Osmanlı’da vergiler, 3.) şehre giriş
iştirakiyye]: Mısır, Suriye ve Irak’ta
vergisi, 4.) haraç, 5.) Osmanlı’da
1947’den itibaran radikal Araplarca
vergilerin toplantığı merkez yada bu
kurulan Arapa Sosyalist Partisi.
merkeze istinaden isimlendirilen yer
[Ba'th, Ba'ath, Baath Party].
veya semt.
bab 1 [Arp.: > ? > bâb]: 1.) bölüm, 2.)
Bac 2 [Paç, Baç]: İzmit, Kocaeli’de bir
alan, dal, sınıf, 3.) hürmet.
semt.
bab 2 [Arp.: > ? > bâb]: 1.) kapı, ana
baca [Far.: bâce]: 1.) havalandırma
kapı, 2.) devlet kapısı, saray, 3.) geçit,
çıkışı, penvere, 2.) duman yolu, 3.)
dağ geçidi, 4.) ruhani önder, başaziz.
yer altı yapılarında havalandırma
bab 3 [Arp.: > ? > bâb]: iyi şans, talih.
çıkışı, 4.) [Halkdili] çatı penceresi.
bab 4 [Far.: > ? > bâb]: değer, reva,
bacak [Far.: paçak]: [Bedenbilim] 1.) ayak,
uygun. 2.)
hayvan ayağı, küçük ayak, paça.
bab 5 [Far.: > ? > bâb]: 1.) baba, 2.)
bacanak: [Budunbilim] karıları kardeş
manevi baba.
erkekler.
baba 1 [>? ]: 1.) [Budunbilim] cet, ata, 2.)
bacar [Lat.]: şarap kadehi.
ibn, ibni, 3.) çocuğu olan erkek, 4.)
5.) bacban [Far.: bac + bân]: vergi
[Öztürkçe] ök, bir önektir, [Mecazi]
6.) toplayısıcı.
mafya babası, [Yapım] çatı direği,
7.) bacca [Lat.]: su kabı, su tası, su
[Denizcilik] kayık, vapur veya
teknesi.
gemilerin iskelede halat bağladıkları
baccalarius [Lat.]: bekar, geç adam.
demir yada beton çıkıntı, ~sı olmak:

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 44 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Bacchanolia [Lat.: Bacchus + anolia ?]: badi 4 [Far.]: 1.) rüzgarla ilgili, havalı,
1.) 2.)
eski Roma ve eski Yunan dönek, kararsız,
2.)
Mitolojisi’nde Bacchus, şarap badire [Arp.: bdr > bâdire]: 1.) ani ve
3.)
tanrısı, Bacchus’a adanmış eski umulmadığı anda gelen olay, 2.)
Roma dinsel tören ve eğlencesi. beklenmedik olay, talihsizlik, 3.)
Bacchus [Lat.]: 1.) eski Roma ve eski doğaçlamadan söylenen sözler.
Yunan Mitolojisi’nde Dionysos, 2.) badya [Rum.: ?]: yayvan su kabı.
şarap tanrısı, 3.) Türkiye’de Çal’da baf 1 [Far.]: Farsça’da; -baf; dokuyan,
yaşadığı söylenir. işleyen anlamında bir sonek.
bacdar [Far.: bac + dâr]: vergi Baf 2 [Rum.: Pafos, Paphos [?] > Tür.]:
toplayısıcı. GKRY’de bir kent.
bacgüzar [Far.: bac + güzar]: oluşan Bafa [Bul.: Bapha]: Kril Abecesi’nde
vergi, ödeneeck vergi miktarı. yazılışı ile [Varna] kenti.
bacillum [Lat.]: küçük çubuk. Bafa Gölü [Rum.: Pafos, Paphos [?]]:
baç: bak. bac. Aydın ve Muğla arasında bir göl,
bad 1 [Far.: bâd]: 1.) [Evrenbilim] bar, [Çamiçi Gölü].
rüzgar, yel, 2.) hava, 3.) nefes, soluk, Bafra 1 [Rum.: Paphra [?]]: Samsun’un
4.)
inleme, inilti, sızlama. bir ilçesi.
bad 2 [Far.: bâd]: bak. bade. Bafra 2 [Rum.: Paphra [?] > Tür.]: bir
bad 3 [Far.: bâd]: -bad; olsun anlamında zamanların Tekel ürünü Birinci
bir sonek; [mübârekbâd: kutlu olsun]. Sigarası.
bad 4 [Arp.: bâ’d]: sonra. baga 1 [ÖzTür.]: i., genç.
badam [Far.]: bak. badem. baga 2 [?]: Hint irmiği.
badana [Fra.: badigeon]: 1.) elbise bagaj [Fra.: baggage]: 1.) büyük çanta,
astarı, 2.) duvar boyası. valiz, 2.) arabada valiz koyma
badas [Halkdili]: harman döküntüsü. bölümü.
badat [badet]: [Bitkibilim: ?] yer elması. baget [Fra.: baget]: 1.) bar, çubuk,
bade 1 [Far.: bâde]: 1.) olgun, olmuş, 2.) sopa, 2.) bir tür ekmek, 3.) bateri
bor, mey, şarap, 3.) kadeh, şarap vurma çubuğu.
kadehi. bağ 1 : 1.) bağlantı, ilişki, münasebet,
bade 2 [Arp.: bâ’de]: sonra. rabıta, 2.)
boyunduruk, esaret,
3.)
badegüsar [Far.: bâde + güsâr > kölelik, ayakkabı bağcığı, 4.) boyun
1.) 2.)
bâdegüsâr]: şarap içen, bağı, kravat, bir boyun ~ı: kravat,
bâdehar, badekeş, içki içen, şarap papyon, 5.) kadın bağı.
içen. bağ 2 [Far.]: 1.) üzümlük, üzüm
badehu [Arp.: bâ’dehu]: sonraları. bahçesi, 2.) bahçe, 3.) dünya,
badem [Far.: badam]: 1.) bir meyve, 2.) yerküre.
badem gözlü, güzel gözlü, payam, ~ bağa [Halkdili]: 1.) i., kaplumbağa, 2.) i.,
şerbeti: somata. deniz kaplumbağasının kabuğu, 3.) i.,
4.)
bademcik: [Bedenbilim] boğazda bir tümer, ur, s., deniz
bölüm. kaplumbağasının kabuğundan
badeperest [Far.: bâde + perest > bâde yapılma.
1.)
perest]: şarapsever, 2.) içkisever, bağban [Far.: bağ + bân > bağbân]:
alkolik. bahçivan.
badı hava [Far.: bâd + Arp.: hevâ > Far.: bağçe [Far.]: bahçe.
1.)
bâd-ı heva > badı hava [>bedava]]: bağçevan [Far.: bağçe + bân >
2.) 1.)
yerel yasalar, Osmanlı’da bir suçlu bağçebân]: bahçe gözetmeni,
2.)
yakalanıp yargılanınca, nereli bahçeyle ilgilenen, bahçeci,
oldğuna bakılmaz, 3.) Osmanlı’da bağban, bahçıvan.
reayadan alınan bir tür vergi, 4.) s., bağdaç: bak. bağdaş.
caba, bedava, karşılığı olmadan, bağdaşmak: uyuşmak.
ücretsiz, Bağdat [Arp.: Bagdad]: Irak’ın başkenti.
badi 1 [Halkdili]: ördek. bağı: afsun, füsun, büyü, sihir.
badi 2 [Arp.]: 1.) kaynaklanan, neden bağıl: bağımlı.
olan, 2.) başlayan, bir başlangıç, 3.) bağımlı: 1.) bağlı olan, 2.) [alkol, içki,
açık, bariz. siagra] müptela.
badi 3 [Arp.]: kısalda yaşayan, köylü. bağımsız: federe, muhtar, otonom.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 45 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

bağıntı: görecelik, izafet. bahçe [Far.: bağçe ?]: i., 1.) sebze
bağıntı: ilinti. meybe ekili yer, bostan, 2.) avlu,
bağır: 1.) göğüs, sine, 2.) kalp, yürek, hanay, hayat, ~ duvarı: barı, bark,
3.)
[Bedenbilim] ciğer. çit, bakımsız ~: kelebe.
bağırsak [ÖzTür.: bağırsuk & bağarsak]: bahçıvan [Far.: bağçe + bân >
[Bedenbilim] bir iç organ, posa yolları, bağçebân]: i.,
1.)
bahçe gözetmeni,
~ları tutan zar: masarika, ~ bahçeyle ilgilenen, bahçeci, 2.)

solucanı: aşkarit. bağban, bahçıvan.


bağırsak humması: [Tıp] anterik, tifo. bahir [Arp.: bahr]: 1.) deniz, 2.) Mevlit’in
bağırsak iltihabı: anterit. bölümleri.
bağırsaklar: ç.i., [Bedenbilim] ema. bahis [Arp.: bahs]: 1.) konu, mevzu,
bağış: 1.) karşılıksız verme, verme, 2.) tema, 2.) [kumar] ganyan, iddia.
hibe, teberru. bahr 1 [Arp.]: 1.) deniz, 2.) büyük göl
bağışık: i., 1.) muaf, bir şeyden yada nehir, 3.) çok bilgili kişi, 4.)
etkilenmeme, 2.) [Tıp] hastalıklara kürek açıklığı.
karşı dayanım, hastalıklara karşı bahr 2 [Arp.]: ölçümler sınıfı.
muaf olma. bahr 3 [Arp.]: genişletme.
bağışıklık 1 : i., [Tıp] immuyun, Bahreyn 1 [Arp.]: Osmanlı’da iki deniz
muafiyet. yani Karadeniz ve Akdeniz.
Bağışıklık 2 : i., İmuyunoloji. Bahreyn 2 [Arp.]: Orta Doğu’da bir
bağışlama: i., 1.) af, 2.) bağış, hibe, Arap ülkesi [Bahrein].
teebrru. bahri [Arp.: bahrî]: 1.) denizcilikle ilgili,
bağışlamak: f., 1.) affetmek, 2.) muaf 2.)
deniz kuvvetleriyle ilgili, 3.)
tutmak. denizci, deniz askeri, 4.) [B] bir erkek
bağışlanmış: affedilmiş, muaf. adı, [Deniz].
bağlaçlar: b., [Dilbilgisi] ve. Bahriye [Arp.]: denize ait, Deniz
bağlama: i., 1.) alakadar, ilgilendirme, Kuvvetleri, 2.) bir bayan adı [Deniz].
müdahale, 2.) [Müzik] cura, tambur, bahs 1 [Arp.]: bak. bahis.
bağlama, cura. bahs 2 [Far.]: daralmış, kısalmış.
bağlamak: f., 1.) alakadar etmek, bahs 3 [Arp.]: aldatan, hileci, kandıran.
ilgilendirmek, müdahale etmek. bahş 1 [Far.]: 1.) verme, 2.) bağışlama,
bağlantı: i., bağ, ilişki, münasebet, 3.)
pay, hisse, üleş.
rabıta. bahş 2 [Far.: bahşa]: Farsça’da –bahş; 1.)
bağlı 1 : bağlanmış, ~ olarak: rapten. veren, 2.) bağışlayan anlamında bir
bağlı 2 : büyülü, büyü yapılmış. sonek.
bağlık: i., üzümlük, üzüm bahçesi. bahşetme [Far. + etme]: 1.) karşılıksız
bağlılık: adama, hasretme, kendini verme, 2.) affetme.
sunma, yürekten ~: ihlas, içten ~: bahşetmek [Far. + etme]: 1.) karşılıksız
sadakat. vermek, 2.) affetmek.
bağnaz: s., fanatik, mutaassp. bahşiş [Far.]: 1.) gönülden verilen
baha [Far.]: bak. paha. hizmet kaşılığı bir miktar para, 2.)
bahadır [Far.: bahadir, bahadur]: 1.) s., avanta, rüşvet, yemlik.
böke, cesur, kahraman, kostak, baht 1 [Far.]: felek, kader, kısmet, kut,
korkusuz, mert, şampiyon, yiğit, 2.) mut, şans, talih, takdir, uğur, ~
ö.i., [B] cesur, yürekli anlamında bir açıklığı: ikbal.
erkek adı, [Batur]. baht 2 [Arp.]: 1.) katışıksız, saf, som, 2.)
bahane [Far.]: i., 1.) özür, mazeret, 2.) aldatılmamış.
eksik, kusur, 3.) itki, motiv, neden, bahtiyar [Far.: bahtiyâr]: 1.) mutlu,
bahar 1 [Far.]: 1.) i., çiçeklenme şanslı, 2.) [B] bir İran ve Türk erkek
2.)
zamanı, çiçek, çimen, adı.
tomurcuklanma, yeşillenme, 3.) i., bahtlı [Far. + lı]: kaderli, kısmetli,
baharat, kokulu bitkiler, 4.) ö.i., [B] kutlu, mutlu, şanslı, talihli, uğurlu.
çiçeklenme zamanı anlamına bir bahtsız [Far. + sız]: kadersiz,
bayan adı. kısmetsiz, kutsuz, mutsuz, şanssız,
baharatçı [Far. + çı]: i., aktar, attar. talihsiz, uğursuz.
bahça [Far.]: bak. bahçe. bahur 1 [Arp.: bahur2]: yazın en sıcak
ve rutubetli günlerininde hava

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 46 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

çarpması, eyyamı ~: yazın en sıcak yerler, 4.) [Halkdili] cinsel ilişki


ve rutubetli günleri. yaşamamış genç erkek yada adam.
bahur 2 [Arp.]: bak. buhur2. bakire [Arp.: ? > bâkire [‫]]روكاب‬: 1.) el
bahusus [Far.: bâ + Arp.: > Far.: husûs değmemiş kız, 2.) kızlığı bozulmamış.
bâhusûs]: bilhassa, özellikle. bakkal [Arp.]: 1.) manav, sebse satan,
2.)
bailo [İtl.]: elçi, özel görevli, resmi yiyecek maddeleri satan dükkan,
temsilci. bakkaliye.
bainein [Yun.: ?]: gitmek. bakkaliye [Arp.]: yiyecek maddeler
bair [Arp.]: kıraç toprak, ekime sürüme satan dükkan.
uygun olmayan arazi. bakkam [bakam.]: [Bitkibilim:
1.)
bait [Arp.]: 1.) geceden kalan, 2.) taze Haematoxilon campechianum]
2.)
olmayan. kırmızı boya ağacı, bu ağaçtan 14.
bajulare [Lat.: baiulare]: 1.) ağırlık yy’da Türkler harika oklar yaparmış,
3.)
altına girmek, dertli olmak, bir yük Bakkam Ağacı ithal olduğundan
taşımak, yükün altına girmek, 2.) ağır sonraları Çam ağacına dönülmüş.
bir görevi üstlenmek, temsil etmek. bakla [Arp.: bkl > bakle > bakıla]: 1.)
baka: bakaç, dürbün. [Bitkibilim: Vicia faba] bir bakliyat türü,
2.)
bakacak: manzarayı izleme yeri. bir zinciri oluşturan herbir halka,
3.)
bakaç: baka, dürbün. [Mecazi] asıl laf, asıl söz, bir ~
bakalit: 1.) H.L.Baekeland; Belçika asıllı, çeşidi: ful.
ABD’linin adından, 2.) [Kimya] yapay baklan: [Kuşbilim: Otis tarda] bir yaban
bir reçine, kazı.
bakalorya [Lat.: baccalarius > Fra.: baklava [?]: 1.) bir tür tatlı, 2.) eşkenar
1.)
baccalauréat]: üniversite girşi dörtgen, ~ya benzer tatlı: samsa.
2.)
sınavı, olgunluk sınavı. bakma: bakış, nazar, hoşlanarak ~:
bakam [bakkam.]: bak. bakkam. temaşa.
bakan: 1.) dönük, nazır, yüzü bir yere bakraç [Far.]: 1.) bakırdan su kabı, 2.)
dönük, 2.) [Siyaset] nazır, vekil, ~ lar herke, kova.
kurulu: kabine, bakren [?]: yaban kazı.
bakanak [Halkdili]: hayvanlarda bakteri [Yun.: bakterion [βακτήριον] &
körelmiş tırnak. Lat.: bacterium > Fra.: bactérie]: [Tıp]
1.)

bakanlık: vekalet. baston, çubuk, değnek, 2.) tekhücreli


bakar [Halkdili]: inek, öküz. canlı, 3.) mikrop, ~ türleri: basil.
bakaya [Arp.: bakıye]: 1.) kalıntılar, 2.) Bakteribilimi: Bakteriyoloji.
[Askeriye] döneminde askerlik bakterios [Yun.: [βακτήριος]]: 1.) küçük
görevine katılmayanlar, 3.) [Maliye] cisim yada madde, 2.) baston, çubuk,
toplanmamış vergiler. değnek.
bakı: fal. bakterium [Lat. çoğulu: bacteria]: 1.)
bakıla [Arp.: bkl > bakle]: [Bitkibilim: Vicia küçük cisim yada madde, 2.) baston,
faba] baklagillerden bir bitki. çubuk, değnek.
bakır [Tür.: bakır & Lat.: cuprum > İng.: bakteriyolog [Yun.: bakterion [βακτήριον]
1.)
copper; Cu]: kızıl renkli element, 2.) + logos [λόγος] > bakteriyologos
bakraç, su kovası, 3.) bakırdan, [βακτηριολόγος] Fra.: bactériologue, Tıp]:
bakırdan yapılma eşya, ~dan küçük bakteribilimcisi, uzmanı yada bunula
sıvı kabı: bakraç. uğraşak kişi.
bakış: bakma, nazar. Bakteriyoloji [Yun.: bakterios
bakıya [Arp., bakıye]: 1.) [Askeriye] [βακτήριο]+ logia [λoγία] > Bakteriologia
döneminde askerlik görevine [βακτηριολoγία] > Fra.: bactériologie]:
katılmayanlar, 2.) [Saymanlık] alacak. Bakteribilimi.
baki [Arp.: bâki]: 1.) daim, kalıcı, bakteriyolojik [Yun.: bakterios [βακτηριο]
+ logia [λoγος] + ikos [ικός] >
ölümsüz, payidar, sonsuz, 2.) [B]
bakteriologikos [βακτηριολoγικός] > Fra.:
daim, kalıcı, ölümsüz, sonsuz bactériologique]: [Tıp] bakteryle ilgili.
anlamında bir erkek adı. Bakü: Azarbeycan’ın başkenti, [Baku].
bakir [Arp.: bâkir]: 1.) el değmemiş, 2.)
bal: arı sütü, ~ teknesi: laza, ~ı
el değmemiş erkek, 3.) el değmemiş,
alınmış petek: kavara, kikara,
değinilmemiş, görülmemiş,
sözedilmemiş alanlar, konular ve kovandan ~ çekme aracı: eğiç.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 47 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

balaba: orta oyununda Rum tiplemesi. balı [?]: ?


balaban: 1.) büyük, iri, 2.) gürbüz, balık: eti yenilen yada yenmeyen
şişman, 3.) atmaca, doğan benzeri deniz canlısı. ~ adları: Afis, Akbalık,
yırtıcı kuş. Akkefal, Alabalık, Alarya, Alyanak,
balad [Fra.]: bak. balat. Aterina (Gümüş Balığı), Ayı Balığı (Fok),
Balina, Barlam, Çamça (Irmak Balığı),
balak [Halkdili]: manda yavrusu, malak. Çipura, Çitari, Çotira, Çuka (İri Tekir Balığı),
balalayka [Türk.: ? > Rus.: балала́йка]: Dubar, Fok (Ayı Balığı), Gümüş Balığı
bir çeşit telli Rus çalgısı. (Aterina), Barbun, Barbunya, Hamsi,
balaneion [Yun.: balaneîon [μπάνιο > İskorpit, İspari, İspendek (Levreğin Ufağı),
İstavrit, İzmarit, Kalkan, Karakeçi, Kefal,
βαλανείον]: hamam, kaplıca, yunak.
Kılıç Balığı, Kırlangıç, Kofano (İri Lüfer),
balans [Lat.: bilanx > Fra.: balance]: 1.) Kaşalot (), Kızılkanat (Tatlısu Balığı), Köpek
denge, muvazene, 2.) ince ayar, 3.) Balığı, Lapina, Levrek, Lüfer, Mezgit,
[Teknik] aracın teker ayarı. Morina, Orfoz, Orkinos, Paçoz, Papalina
(Sardalya Yavrusu), Parpa (Kalkan Yavrusu),
balar [Far.]: 1.) çatıyı örten ince Pirahana, Pisi Balığı, Ringa, Sardalye
tabaka, çatıda ana direk, 2.) annesine [Tırhos], Sarıkanat (Büyük Lüfer), Sarpa,
bağlı erkek çocuk. Sazan, Sinarit, Somon, Taranga, Şip,
balast [Dan.: bar + last > İtl.: ballast]: Tekir, Tırhos [Sardalye], Tırsi, Trança,
[Denizcilik] safra. Uskumru, Yunus, Zargana, ~ avlama
balat 1 [Fra.: balad]: [Şiir] Batı şiir türü. ipi: olta, misine, ~ biçimli kurşun:
Balat 2 [Rum.: Balation [?] > Tür.]: 1.) zoka, ~ göçü: akavaşya, büyük
Bizans zamanında Haliç’in kıyısında zoka: sinara, denizdeki ~ havuzu:
bir Rum Köyü, 2.) İstanbul’da Haliç’in livar, erkek balığın tohumu: süt,
güney tarafında Sefardik Yahudileri’in
kırmızı renkli ~: mazak,
yerleştiği ve terk ettiği tarihi bir
kurutulmuş ringa balığı: frisa,
semt, [Balation].
küçük gümüş balığı: afis, alarya,
Balat 3 [Arp.]: Mısır’da Memluklular ve
Mersin balığı oltası: karmık,
osmanlılar zamanında kurulmuş bir
Türk kenti. serpme ağ: saçma, torbalık ~ ağı:
Balata 1: [Bitkibilim: Manilkara bidentata] trata, ~ pasırması: likorinoz,
Afrika, Madagaskar’da yetişen bir tür Balıkbilim: İçtiyoloji.
ağaç, [Tropik Amerikan Ağacı]. balıkçıl 1 : balıkla beslenen, telli
balata 2 [Fra.]: [Otomotiv] 1.) tropik balıkçıl: okar.
Amerikan Ağacı’ndan [Manilkara balıkçıl 2: [Kuşbilimi: Ardea cinera] bir tür
bidentata] elde edilen plastik esaslı kuş.
olmayan, lastiğe benzer, suya Balıkesir [Rum.: Paleo Kastro, Osm.:
dayanıklı daha çok makine kayışları, Beylik Hisar, Karesi ]: [10], Türkiye’de
golf topu kaplaması ve otomotivde bir kent.
fren parçası olarak kullanılan bir Bali: Endonezya adası.
madde, 2.) fren parçası. baliğ 1 [Arp.]: 1.) erişen, ulaşan, 2.)
Balata 3 [Arp.]: İsrail’de Filistin Mülteci büyümekte olan, delikanlı, genç, 3.)
Kampı. erin, yetişkin.
balayı: evliliğin ilk günleri. baliğ 2 [Far.]: 1.) içki boynuzu, 2.) içki
balbal [ÖzTürk]: mezar etrafına konan kadehi.
taş. balin [Far.]: kırlent, yastık.
balçık: ıslak toprak, çamur. balina [> Yun.: phallaina [φαλλαίνα] > Lat.:
baldır [ÖzTür.: baltır]: [Bedenbilim] balaena > İtl.: balena]: [Balıkçılık:
1.)
bacakla kalça arası bölüm. Balaena mistycetus], dev balık, 2.)
baldız: eşin kızkardeşi. büyük bir deniz memelisi,
bale [Fra.: ballet]: 1.) dans, 2.) [Sanat] isperçemet ~sı: kaşalot.
müzikli gösteri türü. balinperest [Far.: balin + perest]: 1.)
balet [İtl.: ballet]: [Sanat] 1.) bale yapan, yastıksever, 2.) tembel, uykucu,
2.)
erkek bale dansçısı. uykusever.
balgam [Rum.: flegma [φλέγμα] & Arp.: balistik [Yun.: ballistike [βαλλιστική] >
1.)
belgam]: [Tıp] mukus, sümüksü koyu Fra.: balistique]: fırlatılma, fırlatma,
2.)
sıvı, ~ taşı: oniks. [Uzay & Savaş] fırlatmaların hareket
balhane [bal + Far.: hâne]: bal süzme ve etkileriyle uğraşan bir bilim dalı.
yeri.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 48 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Balkan: 1.) dağlık yer, sarp sıra dağlar, balya [İtl.: balia]: 1.) bohça, 2.)
2.)
Güney Doğu Asya. çemberle bağlı eşya yada yük, 3.)
Balkanlar [Osm.]: Arnavutluk, [Ticaret] denk.
Bulgaristan, Romanya, balye [İtl.]: bak. balya.
Yugoslavya’nın yer aldığı dağlık balyos [Lat.: bajulare > bailo > Rum.:
1.)
bölge. pailos & bailós [μπαιλός]]: (İtalya)
balkı: 1.) [Tıp] acı, ağrı, sancı, sızı, 2.) Venedik elçisi, 2.)
Osmanlı
[halkdili] güzel, parlak, süslü. İmparatorluğu zamanında Babıali
balkıma: i., şimşek çakma. çevresinde ikamet eden Venedikliler.
1.)
balkımak [Halkdili]: parlamak, Balyos Hanı [Lat.: bajulare > bailo >
2.)
parıldamak, şimşek çakmak, 3.) Rum.: pailos & bailós [μπαιλός] + hanı]:
4.)
(su) dalgalanmak, ağrımak, Osmanlı İmparatorluğu zamanında
sancımak. İstanbul Çemberlitaş’da tüm yabancı
Balkız [bal + kız]: bir Türk bayan adı. ülke temsilcilerinin bir arada
balkon [İtl.: balcon]: ayazlık, eyvan, bulunduğu yapı.
revak, sundurma, teras, taraça. balyoz 1 [İtl.]: bak. baylos.
ballandırmak: aşırı övmek. balyoz 2 [Rum.: barya & varyo [βαριά]
ballein [Yun.: ?]: 1.) atmak, fırlatmak, balyoz & varyos [βαριός] > Tür.]: ağır
2.)
yalan söylemek. çekiç.
ballıbaba: [Bitkibilim: Lamium] çok yıllık bam 1 [Halkdili]: esinti, bad, bar, rüzgar,
otsu bitki. yel.
ballista [Lat.]: fırlatıcı, mancınık. bam 2 [Far.]: 1.) dam, düz dam, 2.)
ballizein [Yun.: ?]: dans etmek. tavan, 3.) gün ağarması, sabah erkek
balmumu: 1.) baldan elde edilen mum, anlar, 4.) [Müzik] telli bir çalgının en
2.)
resmi evrakları mühürleme düşük sesli teli.
mumu. bambaşka: tamamen değişik olan.
balneum [Yun.: balaneîon [μπάνιο > bambu [Mal.: bambu > İsp. > B.D.:
βαλανείον] > Lat.]: hamam, kaplıca, bamboo]: mobilyacılıkta kullanılan
yunak. ağaca benzer, boğumlu tropik bir
balo [Lat.: ballere > İtl.: ballo]: [Sanat] kamış türü.
gece eğlencesi. bambul [?]: [hayvanbilim: Anisoplia
1.)
Baloma [Çng.]: Çingene dilinde austriaca] tarlalara zarar veren iri
Rumlar, Anadolu’da yaşayan Yunan bir tür arı, ekin zararlı böceği, 2.) kın
asıllılar. kanatlı zararlı bir böcek, 3.) bir tür ot.
balon [İtl.: palla > pallon]: 1.) içine hava bamgah [Far.: bam + gâh]: gün
üfürülen plastik torba, 2.) bir hava ağarırken, şafak, şafakta.
taşıtı,~ ağırlı: safra. bamteli [Far. + teli]: [Mecazi] ana konu,
Baloroman [Çng.]: Çingene dilinde rahatsız edici konu, kızdırıcı nokta.
Hiristiyan Çingeneler. bamya [Arp.]: 1.) [Bitkibilim: Hibiscus
2.)
balözü: nektar. Esculentus] bir tür sebze, okra,
balsam [Arp.: besam & Yun.: balsamon [Argo] pipi, pipi kadar ufak.
[βάλσαμον] > Fra.: balsam]:
1.)
pelesenk bamye [Arp.]: bak. bamya.
ağacı ve bundan elde edilen sakız ve ban 1 [Far.]: [Bitkibilim: Hosciamus Niger]
merham, 2.) akındırık, akma, çam banotu.
sakızı, reçine. ban 2 [Sırp. + Hırv.]: 1.) bir unvan, 2.)
balsamon [Yun.: βάλσαμον]: bitki ve Macar prensi.
çiçeklerin kokulu ve tatlı özü. ban 3 [Far.]: Farsça’da –ban; 1.) bakan,
2.)
balta [ÖzTür.: baldu & baltu]: nacak. ilgilenen, koruyan, –cı, -ci, -cu, -cü
baltalık: 1.)
içinde bir köyün anlamına gelen bir sonek, [bağban:
bulunduğu ve köylülerin ağaç kesme bağcı].
hakkı olan ormanlık alan, 2.) ağaçlık, ban 4 [Fra.]: yargı, yargı alanı.
çalılık, küçük koru. banak 1 [Erm.]: etsuyuna bandırılmış
balteus [Lat.]: kemer, kayış. ekmekle yapılan bir tür yemek.
Baltık [?> Baltic]: Baltık Denizi ve banak 2 : ekmek parçası.
Baltık Ülkeleri. banal [Fra.: banal]: 1.) köylü işi, 2.) adi,
baltrap [İng.: ball-trap]: i., 1.) top-atıcı, herkesin kullandığı.
2.)
[Atıcılık] plaka atıcısı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 49 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Banaluka [Srp.]: Osmanlı banknot [Fra.: banque + note]: [Maliye]


1.)
İmparatorluğu zamanında Banja banka kağıdı, 2.) bir ülkenin
Luka’nın [?] adı. çıkarttığı kağıt para.
banco [İtl.]: 1.) masa, 2.) [Ticaret] banko [İtl.: banco]: 1.) masa, seki, set,
banka. tezgâh, 2.) [Ticaret] banka yada resmi
band [Fra.]: bak. bant. kurumlarda müşteri yada halkın
banda 1 [İtl.]: bağ, ip, sicim, şerit. işgördüğü dolap dizisi, 3.) [Kumar]
banda 2 [İtl.]: 1.) bayrak, bayrak kumarda ortadaki para.
renkleri, sancak, 2.) gemide sancak banliyö [Fra.: ban + lieu > banlieu]: 1.)
tarafı. yargı alanı, 2.) dış mahalle, varoş,
bandaj [Fra.: bande > bandage]: 1.) [Tıp] taşra.
sargıbezi, 2.) ip, sicim. banotu [ban otu] [Far. + otu]: [Bitkibilim:
bandana [Hin.: bandhnû > B.D.]: başa Hosciamus niger] ban.
bağlanan mendil. bant [Fra.: bande > Tür.: bant]: şerit.
bande [Fra.]: ip. banu [Far.]: 1.) hanımefendi, prenses,
bandhnû [Hin. > B.D.]: Hint usulü bir enüst yönetici eşi, 2.) bir evin
boyama yöntemi. hanımefendisi, 3.) gelin, 4.) [B] en üst
bandıra [İtl.: bandiera]: 1.) bayrak, bayan anlamında bir bayan adı.
bayrak renkleri, sancak, 2.) [Denizcilik] banyo [Yun.: balaneîon [μπάνιο >
geminin bağlı olduğu ülkeyi temsil βαλανείον] > Lat.: balneum > İtl.: bagno]:
1.)
eden bayrak. hamam, kaplıca, yunak, 2.) duş
bandıralı [İtl. + lı, Denizcilik]: bir ticari alınan yada yıkanılan oda.
geminin bağlı olduğu ülke. banyol [İtl.: bagniol]: 1.) ? 2.) Osmanlı
bandırma 1 : üzüm suyu, ceviziçi yada İmparatorluğu’nda çekirtme veya
bademle yapılan bir tür tatlı. kadırga esirlerinin konulduğu
Bandırma 2 [Rum.: Panormus [?]]: hapishane.
Bursa’ya bağlı Gemlik’ten sonraki baptisma [Yun.: báptisma & váptisma
1.)
antik yerleşim yeri, [Panormus Kenti]. [?]]: [Hiristiyanlık] suya daldırma, 2.)
bando [İlt.: banda > bando]: 1.) [Müzik] vaftiz.
mızıka, mızıka takımı, 2.) [Mecazi] baptizein [Yun.: [?]]: suya daldırmak.
takım, topluluk. bar 01 [Fra.: bar]: alkollü eğlence yeri,
bandrol [Fra.: banderole]: 1.) şerit gece kulübü.
biçimli bayrak, 2.) [Maliye] verginin bar 02 : bad, rüzgar, yel.
ödendiğini gösteren ve vergiye tabi bar 03 [Yun.: barys [βαρύς] > baros
1.)
ürünlerin üzerine yapıştırılan kaşeli [βαρός]]: [Fizik] cm2’de bir milyon
2.)
ve özel hologramlı pul. dine eşit basınç birimi, suyun
bandum [Lat.]: 1.) alem, bayrak, basınç birimi.
sancak, 2.) bir bayrak altında bar 04 [Yun.: barys [βαρύς] > baros [βαρός]
toplanan asiler, çete yada şaki > Fra.: bar + baro]: Fransızca’da bar-;
gurubu. & baro-; ağırlık, basınç anlamına
bani [Arp.: bâni]: kuran, yapan, kurucu. [barometre: basınçölçer] bir önek.
bank 1 [Fra.: banque]: 1.) masa, seki, bar 05 [İng.: bar]: çubuk, değnek,
2.)
set, tezgâh, sutaşmasını [barcode].
engelleyen yükselti. bar 06 [Far.]: 1.) külfet, yük, 2.) ağırlık,
bank 2 [Rum.: [?]]: bahçe, parklara ve yük, 3.) bagaj, 4.) bir ağacın ürettiği,
halka açık alanlara konulan bir çiçek, meyve yada yaprak, 5.) keder,
oturma gereci. üzüntü, 6.) atış için bir okun gerildiği
banka [İtl.: banco]: 1.) masa, set, andaki aralığı.
tezgâh, 2.) [Ticaret] para yatırılan bar 07 [Erm.]: 1.) çember, insanların
kurum. ~ müşterisi: mudi. oluşturduğu daire, 2.) bir tür halk
banker [İtl.: banchiere]: [Ticaret] 1.) dansı, [Atabarı].
bankacı, 2.) para işleriyle uğraşan bar 08 [Fra.]: [Yazım Kuralı] virgül.
özel yada tüzel kişiler. bar 09 [Erm.]: 1.) kir, pürtük, 2.) dilin
banket [İtl.: banco > Fra.: banquet]: 1.) üzerindeki pürtükler.
1.)
derekenarı yada yol yükseltisi, 2.) Bar 10 [Far.: ?]: Tanrı [Bar-ı Huda].
çakıl yol, 3.) içkili ve pastalı davet.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 50 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

bar 11 [Far.]: 1.) kabul, kabul resmi, barbaros 1 [Lat.: barba > İtl.: barba +
kur, 2.) gösteriş, tantana, 3.) giriş izni, rosa]:
1.)
kızılsakal, 2.) kızılsakallı.
2 1 1.)
izin, kabul, müsaade. Barbaros [İtl.: barbaros ]:
bar 12 [Far.]: defa, kez, sıra, zaman. İtalyanların Kaptan- Derya Hayrettin
bar 13 [Arp.]: 1.) doğru, hak, yerinde, 2.) Paşa’ya kızıl sakalından dolayı
kibar, nazik, şefkatli, 3.) [Hukuk] taktıkları lakap, 2.) Osmanlı Padişahı
yeminine uygun, 4.) doğru söz, Sultan Muhteşem Süleyman
doğrucu konuşan. zamanında Kaptan-ı Derya Kızılsakal
bar 14 [Arp.: ba’r]: tezek. Hayrettin Paşa.
bar 15 [Dan.]: çıplak, darasız. Barbaros 3 [İtl.: barbaros2]: İstanbul
bar 16 [Far.]: Farsça’da –bar; bolluk Beşiktaş’ta bir semt adı.
içinde, - ile dolu yer, -ile dolu, geniş Barbaros 4 [İtl.: barbaros2]: bir Türk
anlamında bir sonek [rudbar: geniş erkek adı.
5
ırmak, ırmakları bol, ırmaklarla dolu]. barbaros [Rum.: βάρβαρος]:
bar 16 [Far.]: Farsça’da –bar; yağan, bilinmeyen, el, ilkel, tanınmayan,
boşalan, gark anlamında bir sonek vahşi, yabancı.
[eşkbar: gözyaşlarına bürünmüş]. barbekü [İsp.: barbacoa > Fra.:
1.)
barabar [Halkağzı]: beraber. barbecue]: şömine benzeri yerde
Barabellum [Alm.: ?]: 1.) Alman malı pişirilen dumanda et, 2.) bahçede
otomatik tabanca, 2.) bir eski zaman mangallı et partisi.
Alman yapımı tabanca, 2.) Makaralı barbunya [Rum.: mparmpounia &
1.)
Barabellum, ?. barboúnia [μπαρμπούνια] > Tür.]:
baradi [?]: [Tiyatro] en üst balkon. [Bitkibilim: Mullus barbatus] bir tür balık,
baraj [Fra.: barrer > barrage]: 1.) su seti, 2.)
[Bitkibilim: ?] fasulyegillerden kırmızı
büyük su rezervuarı, 2.) haketme renkli, kabuklu bir sebze türü.
sınırı, 3.) engel, ket, set, 4.) [Spor] barbut [İtl.: barba > barbuto]: 1.)
engelleme. iskambil ouon kağıdında papaz,
barak 1 [Halkdili]: 1.) uzun tüylü köpek, sakallı, 2.) [Mecazi] bir çeşit kumar
2.)
av köpeği. oyunu.
Barak 2 [İbr.: ?]: bir Yahudi erkek adı. barca [Lat. > İtl.]: bak. barka.
baraka [İtl.: barraca]: 1.) kulübe, 2.) barça [İtl.: barza]: [Denizcilik] 1.) Orta
eğreti yapı, kurum, tahta ~: salaş, Çağ’da kullanılan kürekli ve yelkenli
baran 1 [Halkdili]: 1.) bağ kütüğü dizisi, taşıma gemisi, 2.) Kalyon türünden
2.)
karık, sabanın açtığı iz, tahta yada küçük savaş gemisi, 3.) küçük kayık.
metalin üzerine açılan ince oluk. barda [İtl.: ?]: 1.) çekiç, 2.) [Teknik] fıçıcı
baran 2 [Far. > Kür.]: 1.) rahmet, keseri,
yağmur, 2.) [Mitoloji] Allah’ın ruhunun bardacık: 1.) küçük bardak, kupa, 2.)
yeryüzne boşalması, 3.) [B] yağmur [Mecazi] tatlı yaş incir,
anlamına bir İran, Kürt ve Türk erkek bardak [ÖzTürk.: bart]: 1.) su içilen kap,
2.)
adı. su kabı, 3.) camdan bir kap.
barata [İtl.: baretta]: 1.) dokumadan bir barem [Fra.: barème]: 1.) sayısal
tür başlık, 2.) Osmanlı’da leylak basamak çizelgesi, 2.) [Saymanlık]
renginde bir başlık türü. maaş çizelgesi, skala.
barba 1 [İtl.]: yaşlı Rum meyhanecisi, barfiks [Fra.: barre + fixe > barrefixe]: 1.)
barba 2 [Lat.]: sakal. sabit çubuk, 2.) [Spor] bir spor gereci,
barbakan [Fra.: barbacane]: kaledeki ok Sabit demir çubuklu bir spor gereci.
atma yeri, bargir [Far.]: 1.) bir yükü taşıma, 2.)
barbar [Rum.: barbaros5 [βάρβαρος] > yük hayvanı, yük atı veya beygiri.
Fra.: barbare]:
1.)
ilkel, iptidai, vahşi, barı [Halkdili]: bahçe duvarı, bark, çit.
yabancı, 2.)
acımasız ve vahşi olan. barındırma: ibata, saklama, yatacak
barbarizm [Yun.: barbaros5 + ismos > yer saplama.
[βαρβαρισμός] > Fra.: barbarisme]: barındırmak: ibata etmek, saklamak,
vahşilik. yatacak yer sağlamak.
barbarlık [Yun.: barbaros5 [βάρβαρος] > barış: 1.) hazar, sulh, 2.) savaşın
Fra.+ lık]: acımasızlık, vahşet, olmadığı zamanlar, 3.) [B] bir Türk
vahşilik. erkek adı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 51 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

bari 1 [Far.: bâri]: en zından, bir kez baromètre]: [Fizik]


atmosterdeki hava
olsun, hiç olmazsa. basıncını ölçmeye ve böylece hava
bari 2 [Arp.: bâri]: Allah, Tanrı, tahmni yapmaya yarayan gereç,
Yaradan, Yaratan. basınçölçer.
bari 3 [Far.: bâri]: bir defa, bir kez. baron [Lat.: baro > Fra.]: 1.) erkek,
bariğ [Arp.]: iş önlüğü. korkusuz, yiğit kişi, 2.) Fransa’da
barikat [İtl.: barricare > Fra.: barrique > eskilerde kullanılan bir soyluluk
1.)
barricade]: fıçı, şarap fıçısı, varil, 2.) unvan.
engel, mevzi. barones [Fra.: baronesse]: baron eşi
bariton [Yun.: barys [βαρύς] + tonos olan bayan.
[τονος] > barytonos [βαρύτονος] > Fra.: baros [Yun.: barys [βαρός]]: 1.) ağırlık,
1.)
baryton]: ağır ses, 2.) [Müzik] tenor hamule, yük, 2.) basınç, baskı.
ile bas arasında bir erkek sesi, 3.) baroskop [Yun.: baros + skopos >
[Müzik] bu aralıktaki şarkıcı yada baroskope [βαρόσκοπία] > Fra.:
enstrüman. baroscope,]: [Fizik] Havaölçer.
bariyer [Lat.: barra > Fra.: barrier]: 1.) barra 1 [Lat.]: 1.) çubuk, değnek, sopa,
engel, mania, 2.) yolu kapatan engel. 2.)
çit, engel, mania, önlem, set.
bariz [Arp.: ? > bâriz [‫]]زراب‬: açık, aleni, barra 2 [Lat.: > İtl.]: 1.) çubuk, değnek,
aşikar, ayan, belirgin, belli, kapalı sopa, 2.) çit, engel, set.
olmayan, kesin, meydanda, ortada, barrer [Fra.]: durdurmak.
sarih. barricare [İtl.]: güçlendirmek,
bark [ÖzTür.]: 1.) ev, taşyapı, 2.) bahçe kuvvetlendirmek.
duvarı, çit, ev, 3.) sadece “ev bark” ile. barroco [Por.]: kusurlu inci.
barka 1 [İtl.: barca]: büyük sandal. barsam [?]: [Balıkçılık: Trachinus vipera]
Barka 2 [İtl.: Hannibal Barca]: Anibal çarpan balığı.
Barka; İzmit Gebze’ye sığındığı, ve Bartın [Rum.: Parthenios, Parthenia,
hapsedildiği Darıca Eskihisar Osm.: Oniki Divan]: [74], Türkiye’de bir
Kalesi’nde zamanlarda kendisini kent.
zehirleyerek öldüğüne ve mezarının barud [Rum.: mparouti [μπαρούτι] > Far.]:
1.)
Gebze’de bir yerde olduğuna inanılan koyu gri renk, 2.) bak. barut.
Kartaca Kralı. barut [Rum.: mparouti [μπαρούτι] > pyrítēs
1.)
barkarol [Fra.: barcarolle]: gondolcu > Far.]: [Kimya, Savaş] ateş taşı, 2.)
3.)
şarkısı. top tozu, patlayıcı bir madde.
barklanmak: evlenmek. barys [Yun.: βαρύς]: 1.) derin, derinden
barkot [İng.: barcode]: çizgi im. gelen, 2.) ağır.
barlam [Halkdili]: [Balıkçılık: Merluccius barys [Yun.: βαρύς]: ağır.
merluccius] bir tür balık. Baryum [Yun.: barys [βαρυς] > barytes
baro 1 [Fra.: bareau]: 1.) çubuk, engel, [βαρυες] > Fra.: barium: Ba]: [Kimya]
2.)
mahkemede avukatlara ayrılan gümüş beyazı renkte metalik bir
yarımboy parmaklıklı kısım, 3.) [Hukuk] elemant.
avukatlar birliği. bas 1 [Arp.: ba’s]: 1.) ölümden sonra
baro 2 [Lat.]: erkek, korkusuz, yiğit dirilme, 2.) Kıyamet Günü’nde Allah’ın
kişi, ölüleri diriltmesi [ba’s-u badel mevt],
baro 3 [Yun.: barys [βαρύς] > baros [βαρός] bas 2 [Lat.: bassus > İtl., Müzik]: 1.) en
> Fra.: bar + baro]: Fransızca’da bar-; ince erkek sesi, 2.) bu ayarda erkek
& baro-; ağırlık, basınç anlamına şarkıcı yada enstrüman.
[barometre: basınçölçer] bir önek. basak [Arp.]: basamak, merdiven.
barograf [Yun.: baros [βαρός] + graphein basamak: 1.) basak, merdiven, 2.)
[γραφείν] > barosgraphia [βαρόςγραφία] > aşama, kademe.
Fra.: barographe]: [Fizik] basınçyazar. basbayağı: 1.) alışıldık, bilinen, 2.)
barok [Por.: barroco > Fra.: baroque, hepsi, hep birlikte, 3.) basitçe, çok
1.)
Mimari]: 1550-1750 yılları arasında sıradan, özelliği olmayan.
Avrupa’da yapılarda kullanılan çok basen [Fra.: bassin]: 1.) kalça, leğen,
süslü ve kıvrımlı bir mimari tarz, 2.) leğen kemiği, 2.) [Bedenbilim] bel ile
mimaride bir üslup, 3.) çok süsülü kalça arası.
yapı. bası: baskı, tab.
barometre [Yun.: baros [βαρός] + metron
[μετρον] > barometro [βαρόμετρο] > Fra.:

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 52 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

basık: 1.) yüksek olmayan, 2.) alçak, basur [Arp.]: [Tıp] egzama, hemoroit,
pat, pıt, yassı. mayasıl.
basım: basma işi. baş: 1.) [Bedenbilim] kafa, ser, 2.)
basımevi: matbaa. [Bitkibilim:] düğüm, bir bitkinin çiçek
basın: matbuat. soğanı, yada soğan, 3.) (peynir) topağı,
4.)
basınçölçer: barometre. (ham şeker) topağı, çile, ip yada yün
5.)
basınçyazar: barograf. çilesi, kangal, [Hayvan] baş, adet,
6.)
basil [Lat.: bacillum > Fra.: bacillus, Tıp]: doruk, tepe, yığın, zirve, 7.)
8.)
çubuk biçimli bakteri türü. [Denizcilik] baş, ön, pruva, başlama,
9.)
basileus [Yun.: [βασιληυς ?]]: baş, bey, başlangıç, ilk, kaynak, pınar,
hünkar, kral, kayser, reis. nehrin başlangıcı, 10.) bölümbaşı,
basilike [Yun.: βασιλική]: 1.) hünkara ait, paragraf, 11.) uç, son [baştanbaşa], 12.)
krala ait, 2.) saray. baş, başbuğ, emir, lider, mir, önder,
basiliki [Rum.: vasiliki: βασιλική]: hünkar, reis, 13.) [Güreş] birinci derece, 14.)
15.)
kral, kayser. [Ticaret] acyo, para farkı, –de, -da,
basiret [Arp.]: 1.) açıkgözlülük, akıl, kenarında, yanında, yakınında, ~
anlayış, bude, ihtiyat, sağduyu, kaldıran: asi, ~tan çıkarma: ayartı,
sağgörü. 2.) dikkatli, duyarlı, hassas, ~a bağlanan mendil: bandana, ~a
3.)
alarm, sinyal, uyarı, 4.) [B] dikkatli,
kakma: azarlama, paylama, takaza,
duyarlı anlamında hassas, bir bayan
tekdir, ~tan çıkartma: ayartma,
adı.
basiret [Arp.]: 1.) görü, öngörü, 2.) ~tan kıça kadar [Denizcilik]: geminin
anlama, idrak, kavrama, 3.) anlama gerisinden başına dek, ~tan
yetisi. çıkartmak: ayartmak, yoldan
basis [Yun.: βάσις]: temel, esas, çıkartmak.
faraziye, teori. başabaş: eşit, aynı düzeyde.
basit [Arp.: ? > basît [‫]]طيسب‬: 1.) adeta, başağrısı: 1.) [Tıp] baştaki ağrı, 2.)
adi, bayağı, sıradan, 2.) kolay, dert, sorun.
Bask [Basque]: İspanya’da Basque asıllı başak: 1.) buğday kesesi, 2.) [B] bir
ulus ve bu bölge. Türk bayan adı, 3.) Başak Burcu,
basketbol [İng.: basketball]: [Spor] özel [Virgo], ~ tanesi: buğday.
çizgilerin yer aldığı, dar bir alanda ve alanın iki başakçık: küçük başak.
ucunda yer alan direklerdeki küçük filelere
topun atılmasıyla oynanan bir oyun.
başarı: muvaffakiyet.
baskı: 1.) baskı altında tutma, 2.) bası, başarısız: muvaffakiyetsiz, ~ sonuç:
pres, tab, 2.) sürüm, bir ~ türü: tipo, başarısızlık, bozgun, fiyasko,
ön ~: prova, hezimet, muvaffakıyetsizlik, yenilgi.
başarısızlık: başarısız sonuç, bozgun,
baskıcı: müstepit, tiran.
fiyasko, hezimet, muvaffakıyetsizlik,
baskül [Fra.: bascule]: kantar, tartı,
yenilgi.
terazi,
başbakan: başvekil.
basma: [Dokuma] 1.) desenli pamuklu
başbuğ [baş + buğ]: baş, bey, buğ,
kumaş, 2.) Amerikan bezi, patiska,
hakan, imparator, kral, lider, önder,
pamuklu bez.
1.) 2.) reis, sultan, yönetici, 2.) [B] MHP’nin
basmakalıp: baskılı-kalıp,
parti başkanı; merhum Alparslan
stereotip, çok sıradan, klişe.
Türkeş.
Basra [Arp.]: Irak’ta Şiiler için önemli
başçavuş: 1.) Osmanlı’da Yeniçeri
bir kent.
Ocağı’nda bir rutbeli subay, 2.)
basso [İtl.]: [Müzik] ek kalın erkek sesi,
[Askeriye] kıdemli çavuş.
bassus [Lat.]: en alçak, en aşağı, en
başdefterdar [baş + defter + dâr]:
düşük.
Osmanlı İmparatorluğu’nda Maliye
bastıbacak [mıstı bacak]: küçük
Bakanı.
bacaklı.
başeski: 1.) Osmalı’da Yeniçeri Ordusu
bastık: [Gıda] pestil. 2.)
subayı, Osmanlı’da Sultan
bastırma: bak. pastırma.
Sarayı’nda beyaz cariyelerin yetkili
baston [İtl.: bastone]: 1.) çubuk,
subayı, 3.) bir malikanede en kıdemli
değnek, 2.) asa, değnek, kaba ~:
kimse, 4.) bir işte en kıdemli kimse.
asa.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 53 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

başıboş: avara, avare, azade, aylak, bat 1 [halkdili]: 1.) ağaç kama, besi,
atıl, boş, haylaz, hayta, işsiz, kaskı, takoz, 2.) kurşun boruların
nabekar, serseri, tembel. ağzını açmakta kullanılan, şimşir
başka: öteki, sair, ~ yerden gelmiş: ağacından yapılma, ucu sivriltilmiş
alışılmamış, garip, görülmemiş, ilk bir tür tıpa.
defa görülen, tuhaf, yabancı, yeni. bat 2 [Arp.]: i., 1.) ördek, 2.) şarap
başkalaşma: biçimini değiştirme, kadehi.
metamorfoz, şeklini değiştirme. batak 2 : i., 1.) çamurlaşmış toprak, 2.)
başkalaşma: biçimini değiştirmek, [Mecazi] iflas.
şeklini değiştirmek, tekamül etmek. batak 2 [Halkdili]: i., [Tıp] zatürre.
başkalaşım: evrim, gelişme, tekamül. bataklık: i., azma, azmak, ~ gazı:
başkalık: ayrım, fark. metan.
başkan: bey, emir, hakan, han, batar: i., [Tıp] zatüree, zatürre.
imparator, kaan, kayser, kral, lider, batarya [İtl.: batteria]: i., 1.) [Askeriye]
mir, önder, reis, ser, sultan, şah, en küçük topçu birliği, 2.) savaş
şeyh. gemilerinde, güvertedeki top dizisi,
3.)
başkent: başşehir, payıtaht. [Fizik] bir yada birden fazla dizilmiş
Başkırdistan: Orta Asya’da bir Türk pillerin yer aldığı güçlü enerji gereci.
devleti [Bashkiria]. bateri [Fra.: batterie]: i., [Müzik] vurmalı
Başkırt: Orta Asya’da bir Türk ulusu, çalgılar, davul.
[Bashkir]. bathys [Yun.: βαθυσ]: derin.
başlama: girişme, yapmaya koyulma, batı 1 : güneşin battığı yön, [Occident,
~ noktası [Futbol]: santra. West].
başlangıç: ilk baştan, başlangıcı Batı 2 : 1.) dar anlamda Avrupa, 2.)
olmayan: eski, ezeli, kadim. geniş anlamda gelişmiş Avrupa
başlık: 1.) kafaya giyilen giysi, ~ ülkeleri ve ABD.
türleri: Bone, Kalpak, Karmaskesi, Kasket, batıl [Arp.: ? > bâtıl]: asılsız, geçersiz.
Kefiye, Kep, Maske, Poşu, Şapka, Tolga batın 1 [Arp.: btn > bâtın]: 1.) giz, içteki
(Tovulga), çelik ~: miğfer, tolga, insan, suhan, varlık, sır, 2.) dahil, iç,
sağlam ~: kask, 2.) gazete başlığı, içe doğru, içte olan, 3.) [Mistik] Allah,
Tanrı, Yaratıcı.
manşet, 3.) resmi evraklarda logo,
batın 2 [Arp.: btn > batn]: 1.) karın,
makam adı ve adresin yer aldığı
mide, rahim, 2.) gebelik, gebelik
kısım, antet, 4.) [Sosyoloji] kız alırken
süresi, 3.) bilinemeyen, gizli olan,
verilen bahşiş.
örtülmüş olan, saklanmış olan.
başmak: ayakkabı, terlik, yemeni.
batıni [Arp.: btn > batınî]: iç, gizli,
başmakçı: ayabbabıcı, yemenici.
herkesça anlaşılmayan ve
başmuharrir [baş + Arp.: muharrir]: b.i.,
bilinmeyen.
başyazar.
Batıniye [Arp.: btn > batınîye]: Kuran-ı
başörtüsü: b.i., dastar, eşarp, türban.
Kerim’in gizli anlamları üzerinde
başrol: b.i., başoyuncunun rolü.
yoğunlaşan bir mezhep kolu ve bu
başsağlığı: b.i., taziye.
kolda yer alanlar.
başşehir: b.i., başkent, payıtaht.
batik [Mal. > Fra.: batique]: 1.) mumla
baştanbaşa: bir uçtan diğer uca dek,
kaplanmış parçalar üzerine boyayla
bir başta diğer uca kadar.
yapılmış desenleri bulunan bez yada
baştanımazlık: b.i., anarşizm.
kumaş, 2.) kağıt süsüleme sanatı.
baştankara: b.i., [Kuşbilim: Parus maior]
batimetre [Yun.: bathys [βαθυσ] + metron
renkl, kısa gagalı, ötücü bir kuş. [μέτρον] > bathymetro [βαθύμετρο] > Fra.:
baştansavma: b.i., gelişigüzel, bathymètre]:,
1.)
derinlik ölçer, 2.) su
özensiz, yada deniz deriniliği ölçer,
baştarda [İtl.: bastarda]: i. 1.) ? 2.) derinlikölçer.
Osmanlı donanmasında, kadırga batiskaf [Yun.: bathys [βαθυσ] + skaphe
türünden bir çeşit savaş gemisi. [σκάφος] > [βαθυσκάφος] > B.D.:
başvekil [baş + Arp.]: b.i., başbakan. bathyscaph & bathyscaphe]:
1.)
derinlik
başyapıt: b.i. şaheser. kayığı, 2.) kablo ve başka bağlantılar
başyazar: b.i., başmuharrir. olmadan derin deniz diplerini
incelemede kullanılan bir araç.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 54 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

batkı: iflas. bayati [Arp.: ? > bayâtî]: [Müzik] en eski


Batlamyos [Arp.]: Eski Yunan’da bir ve en sık kullanılan bir müzik
gökbilimci ve cografyacı olan makamı.
İskenderiyeli Ptolemy, [Ptelemeos Bayazıt [Arp.: Bayezid]: İstanbul’da bir
Claudis: ?]. semt, bak. Bayazıt.
Batman [Rum.: Elekehanı, Elekhan, Elah, Bayazıt 1 [Bayezid]: Yıldırım Bayezid, I.
İluh, Batman]: [72], Türkiye’de bir kent. Bayezid [1360, Edirne–Ö. 1403]. II.
batn 1 [Arp.: btn]: klan, bir kabilenin alt Bayezid [Bāyezīd-i sānī, D. 3 Aralık
bölümü. 1447/48–Ö. 26 Mayıs 1512].
batn 2 [Arp.: btn]: 1.) bir tüyün yeni Bayazıt 2 [Bayezid]: İstanbul’da bir
yüzeyi, 2.) gizli olan, saklı olan, . semt adı.
batöz [Fra.: batteuse]: sap döver Bayazıt 3 [Bayezid]: bir Türk erkek adı.
harman makinesi, patoz. Bayburt [Rum.: Peypert, Pepert]: [69],
batrachos [Yun.: ?]: kurbağa. Türkiye’de bir kent.
batrik [Arp.]: Doğu Kilisesi yani Rum baydaşım: [Teknik] eşleme,
Ortodoks [Bizans] Kilisesi senkronizasyon.
Paktrikhanesi, [Patrician]. bayındır 1 [Arp.: ? >]: 1.) abad, abat,
batriki [Arp.: batrikî]: Doğu Kilisesi imar, mamur, 2.) zengin ve gelişmiş,
Patrikhanesi yani Rum Ortodoks hareketli yer.
[Bizans] Kilisesi Patriği, [Eastern Church Bayındır 2 : eski bir Türk kavmi.
Patriarchate]. Bayındır 3 : İzmit-İznik Yolu üzerinde
battal 1 [Arp.: ? >]: en ve boyca büyük. Kızderbent’ten sonra yer alan
battal 2 [Arp. : ? >]: batur, böke, yerleşim yeri.
civanmert, kahraman, korkusuz, Bayındır 4 : İzmir’in güneydoğusunda
kostak, şampiyon, yiğit, [Battal Gazi]. yer alan yerleşim yeri.
battaniya: bak. battaniye. bayındırlık: imar, yapım.
battaniye [Arp.: ? > battaniya]: kalın bayır: [Evrenbilim] belen, dağlık alan,
yün kumaştan yorgan benzeri örtü. tepe.
batture [Lat.]: çarpmak, çırpmak, Bayırköy: Sakarya’dan gidişte Bilecik
dövmek. Vezirhan’dan önce yer alan bir
batur: 1.) böke, civanmert, kahraman, yerleşim yeri, [Belen, Dağköy, Tepeköy
korkusuz, şampiyon, yiğit, 2.) [B] anlamında].
böke, cesur, civanmert, kahraman, bayırturbu [bayır turpu]: [Bitkibilim:
korkusuz, kostak, yiğit anlamında bir Cochlearia armoracia] acırga,
erkek adı, [Bahadır]. karaturp, yabanturpu, yabani lahana.
batyal [Fra.: bathyal]: [Denizcilik] 1.) derin bayi [Arp.: ? > bâyi, bâyii]: [Ticaret]
deniz, 2.) derinliği 200-2,000m arası dağıtıcı, distribütör.
olan deniz. Baykal: 1.) Orta Asya’da bir göl ve
baulare [Lat.]: havlamak, ulumak. deniz, [Baikal Lake & Baikal See], 2.) [B]
bav [?]: i., 1.) köpek, şahin vb bir Türk erkek adı.
hayvanları ava alıştırma, 2.) köpeği baykuş: [Kuşbilimi: ?] kukumankuşu,
ava alıştırma. puhu, ~ türü: yapalak.
bavcı [? + cı]: i., 1.) köpeği ava baylaç [İtl.: ?]:
1.)
Osmanlı
alıştıran, 2.) köpek eğitmeni. İmparatorluğu’nda Avrupa ülkelerinin
baver [Far.]: inanç, iman, itikat. konsolosluk büroları, 2.) baylaçların
bavlı: ava alıştırılmış hayvan. topladığı gümrük vergisi.
bavul [İtl.: baule]: eşya koyma çantası. baylos [Rum.: ?]: Osmanlı zamanında
Bavyera [İtl.]: Almanya’da bir bölge, İstanbul Babıali’de ikamet eden
[Baveria]. venedikliler, [Balio].
bay: adam, erkek kişi. bayma: mide bulantısı.
bayağı 1 : adeta, adi, basit, sıradan. baymak: 1.) bunaltmak, sıkmak, 2.)
bayağı 2 : çok, oldukça. midesini bulandırmak.
bayağılaşmak: adileşmek. baymak: midedeki ezinti.
bayağılık: adilik. baypas [İng.: by-pass]: 1.) atlama,
bayan: 1.) işi, feminen, kadın, karı. ekarte, etkisiz bırakma, etrafından
zen, 2.) aile, bayan, eş, karı, refika. dolaşma, 2.) [Tıp] bir kalp damarı
bayat [Arp.: ? > bait]: taze olmayan.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 55 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

ameliyatı, ~ ameliyatı: bir kalp bazubend [Far.]: bak. pazubent.


damarı ameliyatı. bazuka [> İng.]: 1.) gülünç bir boynuz
bayrak: i., alem, işaret bayrağı: adından, 2.) [Silah] roketatar.
flama. Be [Rus.]: Rus Abecesi’nin 2. harfi, [Б, б
bayrakdar [Tür. + dâr]: bak. ].

bayraktar. be 1 [Far.]: ile, üzerinden.


bayram [badram, bazram]: 1.) kutlama be 2 [Far.]: ve, [and, und, et, va],
günü, 2.) neşe, sevinç, 3.) [B] bir beatus [Lat.]: mesut, mutlu.
erkek adı. bebek: çağa, bebe, ~ karyolası:
baytar [Arp.: ?]: 1.) hayvan hekimi, beşik, ~ yiyeceği: mama, ~ sarma
veteriner, 2.) nalbant. bezi: kundak, yeni doğan bebekler
baz 1 [Far.: bâz]: Farsça’da –bâz; -ile için gereç: küvez,
uğraşan, -ile oynayan anlamında Beberuhi: Karagöz Oyunu’nda kambur
sonek. cüce tiplemesi.
baz 2 [Yun.: basis > base [βασις > βάση] > Bec: bak. Beç.
Fra.: base]: esas, temel. beceri: hüner, kaabiliyet, maharet,
baz 3 [Arp.: bâz]: 1.) doğan, sungur, ustalık, yetenek.
şahin, 2.) azimli, dayanıklı, kuvvetli, becerikli: becerikli, hünerli,
metanetli, sağlam bünyeli ve sebatlı kaabiliyetli, maharetli, usta,
adam. yetenekli.
baz 4 [Far.: bâz]: 1.) arka, geri, geriye Beç: Osmanlı’da Macaristan’a bağlı
2.) 3.)
doğru, tekrar, yenibaştan, açık, olan Viyana.
4.)
açıkça, ayrı, tekbaşına. Beçli: Osmanlı’da Macaristan’a bağlı
baz 5 [Arp.: bâ’z]: bölüm, kısım. olan Viyana kentinden, Viyanalı.
baza [İtl.: base]: 1.) mobilyada dar Beçlu: Osmanlı’da Macaristan’a bağlı
ayak, 2.) dolap kaidesi, 3.) yatakta olan Viyana kentinden, Viyanalı.
boş bölme, bed 1 [Far.]: 1.) çirkin, 2.) kem, kötü.
bazalt [Lat.: baseltes > Fra.: basalte]: bed 2 [Arp.]: 1.) başlama, başlangıç, 2.)
sert siyah renkli volkanik taş. oluşum, üretim, 3.) eşik.
bazan [Arp.]: bak. bazen. bed 3 [Arp.]: başlangıç, buluş, icat.
bazar [Far.]: 1.) alışveriş yeri, çarşı, 2.) bedahet [Arp.]: apaçık, besbelli.
bak. pazar. bedava [Far.: bâd + Arp.: hevâ > Far.:
1.)
bazen [Arp.: ba’zan > bazan > bâ’zen]: bâd-ı heva > badı hava > bedava]:
2.)
arasıra, kah, kimi, kimi zaman, pek yerel yasalar, Osmanlı’da bir suçlu
sık değil. yakalanıp yargılanınca, nereli
bazı [Arp.: bâ’z5 > bâzı]: 1.) biraz, bir oldğuna bakılmaz, 3.) Osmanlı’da bir
parça, 2.) bazen. tür vergi, 4.) s., caba, karşılığı
bazı bazı [Arp.: bâ’z5 > bâzı]: arasıra. olmadan, ücretsiz, 5.) s., çok ucuz, 6.)
bazısı [Arp.: bâ’z5 > bâzı + sı]: birtakımı, z., bedel ödemeden, parasız.
kimisi. bedbin [Far.: bed + bîn > bedbin]: 1.)
bazilika [Yun.: basilike > [βασιλική] > Fra.: kötü gören, 2.) karamsar, kötümser.
basilica, basilique]: [Hiristiyanlık]
1.)
kral beddua [Far.: bed + dua:]: 1.) kötü dilek,
sarayı, 2.)
uzun ve dar orta kısımlı, kötü yakarış, 2.) kötülüğünü isteme,
yan koridorlu ve yarımdaire çıkıntılı ah, ilenme, lanet.
önbölümü olan kilise, 3.) Katolik bedel [Arp.]: 1.) aynısı, -nın aynısı,
Kilisesi’ne göre özel törensel hakları eşdeğer, karşılık, 2.) eder, fiyat,
bulunan büyük kilise. karşılık, paha, 3.) yerine, 4.) bir
bazilike [Yun.: basilikė: βασιλική]: kral yükümlülükten kurtulmak için
sarayı. ödenen para yada katlanılan sıkıntı.
bazir [?]: keten tohumu. beden [Arp.]: 1.) [Bedenbilim] gövde,
bazistan [Far.: baz + istan > bazistan]: vücut, 2.) ana bölüm, 3.) [Askeri] bir
bak. dedestan. kalenin duvarı. ~in dış yüzü: ten, ~
bazofobi [Yun.: baso + phobos > salgısı: ifrazat, ~ hareketleri: spor,
1.) 2.)
[βάσοφοβία] > Fra.: bazophobie]: ?
~ eğitimi: jimnastik.
[Ruhbilim] yürürken düşme korkusu,
Bedenbilim: Anatomi.
bazr [Arp.: ? >: [Bedenbilim] fercin dili,
bızır, dilak, klitoris.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 56 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

bedestan [Far.: baz + istan > bazistan]: behi [Arp.]: 1.) çekici, güzel, zarif, 2.)
1.)
dokuma ve kumaşçılar çarşısı, 2.) mükemmel.
İstanbul Kapalı Çarşı’da yan yana behic [Arp.]: 1.) neşeli, 2.) güzel, parlak
dükkanların yer aldığı kısımlar, 3.) renkli, 3.) [B] neşeli ve güzel
değerli malların konulduğu, üstü anlamına bir erkek adı.
kapalı ve yangına dayanımlı bölüm. behime [Arp.]: dört ayaklı hayvan.
bedesten [Far.]: bak. bedestan. behiye [Arp.]: çekici, güzel, zarif
bedhah [Far.: bed + hah > bedhah]: 1.) anlamında bir bayan adı.
başkasının kötülüğünü isteyen, 2.) behlül [Arp.: bühlül > behlûl]: 1.) neşeli,
kötü talihli, şansız, talihsiz. şakrak, 2.) [B] neşeli, şakrak, şen
bedi 1 [Arp.]: 1.) yeni, yenilik, 2.) ilginç, anlamında bir erkek adı.
görülmüş duyulmuş şey değil, 3.) [B] Behram [Far.]: 1.) Pers kökenli Sasani
bulan, yaratan, yaratıcı. kralının adı, 2.) Eski Pers inancında
bedi 2 [Arp.]: başlangıç, ilk. bir meleğin adı, 3.) Mars, Merih
bedi 3 [Arp.]: konuşma sanatı. yıldızı, 4.) bir İran ve Türk erkek adı,
bedi 4 [Far.]: kötülük. [Merih].
bedi 5 [Arp.]: 1.) başlangıç, ilkay behzad [Far.: bihzâd]: 1.) doğuştan asil,
2.)
anlamına. [B] doğuştan asil anlamında bir
bedi 6 [Arp.]: Bilecik, Gölpazarı’na bağlı İran ve Türk erkek adı.
bir köy. beis [Arp.: be’s1]: 1.) kötülük, zarar,
bedia [Arp.]: 1.) sanat oluşumu, 2.) ziyan, 2.) engel, uymazlık, ~ yok:
ilginç şey, yenilik, 3.) [B] yenilik zararı yok!
anlamına bir bayan adı.. bej [Fra.: beige]: sarıya çalan
bedii [Arp.: bedi2]: 1.) güzel konuşan, 2.) kahverengi,
[B] güzel konuşan anlamında bir Bejaia [Arp.]: Cezayir’in liman kenti >
Müslüman ve Türk erkek adı. Fra.nsızca Bougie.
bediiüzzaman [Arp.: bedii-üz-zaman]: bek 1 : 1.) katı, sert, sağlam, 2.) dikkat,
zamanın en iyi konuşanı. gözetleme.
bedik: Kazak’larda hastalık töreni, bek 2 [İng.: back, Spor]: futbolda geri
bedir 1 [Arp.: bedr]: dolunay. oyuncusu.
Bedir 2 [Arp.: bedr]: Suudi Arabistan’da, beka [Arp.: bekâ]: kalıcılık.
Mekke’nin güney-batısındaki, Hz. bekar 1 [Arp.: bekâr]: evli olmayan.
Muhammed’in önderliğinde yaşanan savaşın
bekar 2 [Far.: bekâr]: 1.)
çalışan,
yer aldığı kent, [Badr].
işbaşında, işi olan, iş yapan, 2.)
bednam [Far.: bed + nâm]: kötü isim.
avantajlı, yararlı.
bedr [Arp.]: 1.) dolunay, 2.) yakışıklı 1.)
3.) bekaret [Arp.: bekâret]:
genç, Suudi Arabistan’da,
dokunulmamışlık, eldeğmemişlik, 2.)
Mekke’nin güney-batısındaki, Hz.
erdemlik, kızlık.
Muhammed’in önderliğinde yaşanan
bekas [Fra.: bécasse]: [Kuşbilim: ?] çulluk.
savaşın yer aldığı kent.
bekçi: bir yerin güvenliğini üstlenen,
bedri [Arp.: bedrî]: 1.) 2.) [B] yakışıklı
genç anlamına bir erkek adı. bekleyen, göztleyen, gece ~si: ases.
begonvil [Lat.: bougainvillea, bekir [Arp.]: 1.) sabahları erken kalkma
bougainvillaea]: beyaz, mor yada alışkanlığı olan, erken kalkan, 2.) [B]
kırmızı renklerde çiçekelr açan ağaçsı sabahları erken kalkan anlamında bir
tropik bir süs bitkisi. erkek adı.
begonya [M. Begôn > begonia, Bitkibilim]: beklenti: umma, umut, ümit.
[Bitkibilim: ?] süslü yaprakları ve bekmez: bak. pekmez.
gösterişli çiçekleri olan tropik bir bekr [Arp.]: 1.) iki yaşından beş yada
çiçek. dokuz yaşına dek genç deve, 2.) [Ebu
beğ: bak. bey. Bekr], bak. Ebu Bekir.
beğenme: hoşlanma, sevme, kendini bekri [Arp., Argo]: 1.) ayyaş, esrik,
~: gurur, haddini bilmeme, kibir, kafası iyi, sarhoş, sermest, 2.) bir
tipleme,
küstahlık.
bel 1 [ÖzTür.]: 1.) iki dağ arasındaki
beğenmek: hoşlanmak, sevmek,
giriş, 2.) [Bedenbilim] karınla kaça arası
kendini beğenmiş: kakavan,
bölüm, 3.) meni, sperm.
behane [Far.]: bak. bahane.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 57 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

bel 2 [ÖzTür.]: alamet, belirti, delalet, belirmek: görünmek, ortaya çıkmak,


emare, im, ipucu, işaret, iz. tecelli etmek.
bel 3 [Far.]: 1.) kürek, 2.) [Tarım] toprak belirlemek: s., saptamak, tespit
kazma gereci. etmek,
bela [Arp.: belâ]: 1.) felaket, 2.) sakıncalı belirti: i., 1.) alamet, delalet, emare,
durum. im, ipucu, işaret, iz, 2.) [Tıp] araz,
belagat [Arp.: belâgât]: iyi konuşma belirti, ilinek, sempton.
yeteneği, hitabet. belirtmek: f., açıklamak, ana
Belcika [Fra.]: bak. Belçika. çizgilerle belirtilen: kabataslak.
Belçika [Fra.: Belgique]: Avrupa’da belki [Far.]: bir ihtimal, olasılıkla.
küçük bir devlet. belkim [Far.: belki, Argo]: bir ihtimal,
belde [Arp.: beled > Osm.]: 1.) il, kent, olasılıkla.
şehir, ülke, 2.) kasaba. belkis [Arp.: Bilkis]: ö.i., 1.) Saba
beled 1 [Arp.]: 1.) kırsal kesim, 2.) kraliçesi, 2.) [B] bir bayan adı.
mahal, yer, 3.) köy, kent, 3.) il, kent, bellek: i., hafıza, ~ kaybı: amnezi,
şehir, ülke. belleme: akılda tutma.
beled 2 [Far.]: bir yere tamamen alışık belleten: i., eğitmen, muallim,
olan. okutman, öğretmen.
beled 3 [Arp.]: iskandil, şakül kurşunu. belli 1 [ÖzTür.: bel]: s., açık, aleni,
beledi [Arp.: beledî]: 1.) şehirle ilgili, 2.) aşikar, ayan, bariz, kesin, kapalı
yerel olarak yapılmış pamuklu bir olmayan, meydanda, ortada, sarih.
kumaş, 3.) bir köye, yere ait olan. belli 2 [Lat.]: i., savaş, [casus belli: savaş
belediye [Arp.]: 1.) kent yada şehir durumu].
işleriyle ilgili, 2.) uray. bellicus [Lat.]: savaşa ait, savaşla
belegsel: dökümanter. ilgili.
belek 1 : 1.) dağlık geçit, 2.) işaret, bellum [Lat.]: çatışma, savaş.
marka, 3.) arız, armağan, hediye. bellus [Lat.]: güzel, hoş, latif, sevimli.
Belek 2 : Ege Bölgesi’nde bir tatil bemol [Fra.: bémol]: [Müzik] 1.) bir sesin
beldesi. yarım ton kalınlaştırılacağını gösteren
beleme: i., bulama, bulaştırma. nota işareti, 2.) müzikte kalın ses.
belemir: i., [Bitkibilim: Cephalaria syriaca] ben 1: 1.) z., [Dilbilgisi] birinci tekil kişi,
1.)
yıllık bir bitki, 2.) acımık, 2.)
i., [Felsefe] ego, ene, id.
mavikantaron, peygamber çiçeği. ben 2 : i., yüzde yada bedende benek,
belen 1 : [Evrenbilim] 1.) bayır, dağlık nokta, çil.
alan, tepe, [Bayırköy, Dağköy, Tepeköy ben 3 [Halkdili]: i., 1.) oltaya takılan,
2.)
anlamında], dağ geçidi. yem, 2.) kuşun yavrularına taşıdğı
2 1 1.)
Belen [belen ]: İzmit’te bir köy yem.
2.)
adı, Bilecik, Gölpazarı’nda bir köy bencil: s., egoist.
adı, [Bayırköy, Dağköy, Tepeköy bencileyin [Ark.]: benim gibi, tıpkı
anlamında]. ben.
beleş [Arp.]: s., bedelsiz, bedava, bencillik: egoizm.
karşılıksız, ücretsiz. bend 1 [Far.]: 1.) bağlama, sıkılaştırma,
belge: i., 1.) doküman, varaka, zabıt, zincirleme, 2.) düğüm, 3.) bağ, balya.
2.)
[Ticaret] fiş, gizli ~: kripto. bend 2 [Arp.]: flama, bayrak, sancak,
2.)
belgelik: i., arşiv. eyalet, sancak.
belgi: i., nişan, şiar. bend 3 [Far.]: Farsça’da –bend; -ile
belgin: 1.) kusursuz, 2.) [B] kusursuz bağlanmış, birleştirilmiş anlamında bir
anlamında bir bayan adı.. sonek, [köşebend: köşeleri birleşik].
Belgrad [Srp.: Београд]: ö.i., bende [Far.]: köle, kul.
Sırbistan’da bir kent, [Beograd]. bender [Far.]: i., 1.) ticaret limanı, 2.)
beli [Arp.: belî]: evet. ticari kasaba, kent yada yer.
belirgin: s., açık, aleni, aşikar, ayan, Bender Abbas [Far.: Abbas’ın liman
bariz, belli, kesin, kapalı olmayan, kenti]: ö.i., Basra Körfezi’nde bir İran
meydanda, ortada, sarih. liman kenti.
belirme: görünme, ortaya çıkma, bene [Lat.]: güzel, iyi.
tecelli. benek [Far.]: 1.) küçücük nokta, nokta,
puan, 2.) yüzdeki çil.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 58 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Bengal [Hin.]: i., Hindistan’da bir ber 6 [Arp.]: 1.) doğru, dürüst,
bölge. güvenilir, inanılır, 2.) [B] Tanrı.
bengi 1 : i., bir tür halk dansı. ber 7 [Arp.]: 1.) bir oluş, bir yaratış, 2.)
bengi 2 [Far.]: 1.) banotu benzeri bir yükümlülük ve suçtan özgür, den
uyuşturucu içerikli nektarlara azade, özgür, serbest, tehlikeden
2.)
alışkanlık kazanmış olan, uzak.
banotuyla ilgili olan. ber 7 [Far.]: Farsça’da –ber; içinde,
bengi 3 : ebedî, hep kalacak olan, sonu üstünde yada –eye göre anlamında bir
olmayan, ölümsüz. önek.
Bengisu [bengi3 + su]: i.t., 1.) abuhayat, ber 8 [Far.]: Farsça’da –ber; taşıyan,
sonsuzluk suyu, yaşam suyu, 2.) ö.i., tutan anlamında bir önek.
[B] bu anlamda bir bayan adı, [Aqua bera [Arp.]: bir tehlikeden özgür,
Vitae]. serbest yada uzak.
beni [Arp.]: Arapça’da –beni; 1.) -nın beraat 1 [Arp.: beraet’in çoğulu]: 1.)
oğulları, 2.) Oğulları anlamına gelir, günahsızlıklar, masumiyetler,
[Beni Abbas: Abbasiler]. suçsuzluklar, 2.) aklanma, bir
benin [Arp.]: ç.i., oğulları, çocukları. yükümlülük, suç yada suçlamadan
beniz: i., yüz, yüzün rengi. aklanma ve kurtulma, temize çıkma.
2
benlik: i., ego, id. beraat [Arp.]: mükemmellik,
bent 1 [Arp.: bend1]: i., su biriktirme üstünlük.
seti. beraber [Far.]: 1.) birlikte olma, bir
bent 2 [Arp.: bend2]: 1.) paragraf, araya toplanma, 2.) bir düzeyde
madde, 2.) gazete makalesi, 3.) bir bulunma, eşit, yenişememe.
şiirde her bir bölüm. beraberlik [Far. + lik]: 1.) birlik, 2.)
benu: bak. beni. yenişemem.
benun: bak. benin. beraet [Arp.]: [Hukuk] günahsız,
benzen [Arp.: lubân jâvi [‫> ]نابل يواج‬ kurtuluş, masum, suçsuz.
benzoin]: [Kimya] boya işlerinde berat 1 [Arp.: beraet]: 1.) aitlik belgesi,
kullanılan ve kömür katranından elde patent, ayrıcalık belgesi, imtiyaz, 2.)
edile alev alıcı bir sıvı. [B] ayrıcalıklı, seçkin anlamına bir
benzer: aynı, benzer, emsal, eş, ikiz, erkek adı, [Seçkin].
koşa, menent, tıpkı, tıpkısı, tıpatıp. Berat 2: Arnavutluk’ta bir kent adı.
benzetme: 1.) imitasyon, sahte, taklit, berbad [Far.]: bitmiş, darmadağın,
2.)
[Mecazi] azarlama, 3.) [Mecazi] tükenmiş.
dövme, patak. berbat [Far.: berbad]: 1.) çok kötü, kirli,
benzin [Arp.: lubân jâvi [‫> ]نابل يواج‬ pis, 2.) kirlenmiş, pislenmiş.
Fra.: benzine]: [Kimya] petrolden elde berber 1 [Lat.: barba > İtl.: barba >
1.)
edilen ve araçlarda yakıt olarak barbiera & Fra.: ber + ber > berber]:
kullanılan uçucu ve çabuk alev saç-sakal kesme yada tıraş etme
alabilen bir sıvı. dükkanı, 2.) elaynası, 3.) armut
benzoin [Arp.: lubân jâvi: ‫]نابل يواج‬: 1.) biçimli.
2.)
Java özü [Kimya] ilaç ve koku işinde Berberi 2 [Amazigh & Imazighen]:
kullanılan bazı tropik Asya Kuzeybatı Afrika’da yaşayan ve
ağaçlarından elde edilen reçine. “özgür insanlar” olarak da bilinen bir
benzol: bak. benzen. halk.
ber 1 [Far.]: 1.) göğüs, meme, 2.) berduş [Far.]: 1.) omuzlarda, 2.) [mecazi]
bağrına basmak, kucaklamak, 3.) işsiz,güçsüz, serseri.
bellek, hafıza, 4.) meyve, ürün, 5.) bere 1: [Tıp] bertik, çürük, ezik, yara.
bölge, ülke, yer. bere 2 [Far.]: 1.) kuzu yavrusu, hayvan
ber 2 [Far.]: Farsça’da –ber; 1.) doğuran, yavrusu, 2.)
Koç burcu, Koç
2.)
hasıl eden, oluşturan, mahsül veren, Takımyıldızı.
4.)
getiren, götüren, nakleden, taşıyan, bere 3 [Fra.: béret]: [Giyim] bir tür yün
ulaştıran anlamlarına bir sonek. örme başlık.
ber 3 [Far.]: üstün. bereket [Arp.]: 1.) artış, bolluk, çokluk,
ber 4 : süt-sağma çubuğu. verim, 2.) ihsan sunum, ilahi lütuf.
ber 5 [Arp.]: 1.) arazi, kıta, 2.) ıssız yer, bereketli [Arp. + li]: münbit, verimli,
çöl. yaratıcı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 59 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

beren [?]: 1.) kuzu yavrusu, 2.) [B] deve güreşi, 3.) Artvin yöresinde eski
narin ve sevimli anlamına bir bayan bir halk oyunu.
adı. berrak [Arp.]: 1.) duru, temiz, 2.)
berfin [?]: 1.), 2.) [B] bir bayan adı. aydınlık, parlak, yanıp sönen ışık, 3.)
Bergama [Rum.: Pergamon, Pergamum]: [B] bir bayan adı, [Duru].
İzmir’e bağlı antik ve tarihi bir bertaraf [Far.: ber + taraf > bertaraf ?]:
yerleşim yeri. ayırma, ikiye bölme, tarafsızlaştırma,
bergamot [Tür.: beyarmudu > Fra.: ~ etmek: ayırmak, ikiye bölmek,
bergamote]: [Bitkibilim: Citrus bergamia] tarafsızlaştırmak.
1.)
turunçgillerden bir ağaç, 2.) bunun bertik: [Bedenbilim] bere, çürük, ezik,
meyvesi. yara,
berhava [Far.: ber + hava > berhava]: 1.) beryllos [İbr.: yhlm > Yun.: ?]:
havada duran, havada tutunan, 2.) denizmavisi, zümrüt, kristal.
boşa gitme, havaya uçma. beryllus [İbr.: yhlm > Yun.: beryllos >
berhudar [Far.: berhordar, berhurdar]: Lat.]: denizmavisi, zümrüt, kristal.
başarılı, bolluk içinde, mutlu, ~ bes 1 [Arp.: be’s]: 1.) beis, kötülük,
olmak: Allah seni korusun ve zarar, ziyan, 2.) cesaret, erk, güç,
saklasın. kuvvet, yiğitlik.
beri 1 : 1.) buraya, daha yakına, bes 3 [Arp.]: 1.) ayırma, dağıtma,
yakına, 2.) den beri. parçalarına ayırma.
beri 2 [Arp.]: Arapça’da beri; 1.) -den bes 3 [Far.]: 1.) dikkat et!, yeter!, yetti
2.)
özgür, -den azade, masum, suçsuz, artık!, 2.) bol, çok yeterli, çok, fazla,
dürüst, kusursuz, her tür kötülük, mebzul.
yanlış ve hatalardan özgür. besbelli: apaçık, bedahet.
beri 3 [Arp.]: biçilmiş, kesilmiş, biçim Beserabya [Bassarab]: 1.) Ukrayna ve
verilmiş, şekle sokulmuş. Moldova arasında bulunan ülke, 2.)
beria [Arp.]: 1.) 2.) [B] çok güzel kadın 113’lerde osmanlı İmparatorluğu’na
anlamında bir bayan adı. bağlı, [Bucak].
beriki: en yakın olanı. besi 1 : yağlandırıcı, semizletici.
Berilyum [Lat.: beryllus > beryllium > besi 2 : ağaç kama, bat, kaskı, takoz.
Fra.: beryllium: Be]: [Kimya] alaşımların besi 3 [Far.]: bol, çok, fazla, mebzul.
oluşturulmasında kullanılan ender besici: sığır satııcı.
bulunur sert bir kimyasal metal besim [Arp.]: 1.) güleç, neşeli, 2.) [B]
element. güleç ve neşeli anlamında bir erkek
berk 1 : katı, pek, sert. adı..
berk 2 [Arp.]: 1.) ışık, ışık patlaması, 2.) besin: gıda.
kılıç. beslek: ahretlik, hizmetçi.
berk 3 [Arp.]: 1.) yatmakta olan deve besleme: 1.) semirtme, 2.) eve yatılı
sürüsü, 2.) devenin yattığı yanı, 3.) alınan hizmetçi kız yada kadın.
meme. beslemek: doyurmak, yedirip içirmek,
Berk 4 : bir erkek adı. besmele [Arp. > Tür.]: Bismillah: Allah’ın
berkemal [Far.: berkemâl]: harika, adıyla.
mükemmel. bessam [Arp.]: 1.) çok gülen, çok
Berlin: Almanya’da bir kent adı. neşeli, 2.) [B] çok gülen ve çok neşeli
Bermuda 1 : [Evrenbilim] Atlantik’te bir anlamında bir erkek adı..
ada. best [Far.]: ?
bermuda 1 [Fra.]: 1.) Bermu’dan, 2.) beste [Far.]: 1.) aynı melodik pasajla
[Giyim] kısa dar pantolon, devam eden dört diziden oluşan bir
berna [Far.]: 1.) delikanlı, genç adam, ses uyuşumu, 2.) iki beyit yada iki
genç, 2.) güzel, zarif, 3.) [B] güzel ve mısradan oluşan bir şiir türü.
2 1.)
zarif anlamında bir İran ve Türk beste [Far.]: bağlanmış,
2.)
bayan adı, []. tutturulmuş, engellenmiş, bloke
berobana [Gür.: ber-i obana (obina) > edilmiş, 3.) sorumluluk ve yükümlülük
1.)
berikaoba > Halkdili: berobana]: altında, 4.) taze meyvelerden elde
maskaralar alayı, hayvan maskeli edilmiş, 5.) büyülenmiş, bağlanmış,
maskara, 2.) Artvin, Şavşat’ta bir tür 6.)
[B] büyülenmiş, bağlanmış
anlamına bir bayan adı..

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 60 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

besteci [Far.: beste + ci]: bestekar, bakire, 3.) [B] Hz. Muhammed’in kızı
kompozitör, şiirlerden şarkı Fatma, Hz. Meryem, 4.) [B] Hz.
melodileri üreten. Muhammed’in kızı Fatma veya Hz.
bestekar [Far.: beste + kâr]: besteci, Meryem anlamında bir bayan adı.
kompozitör, şiirlerden şarkı bevli [Arp.: bevlî]: 1.) [Ruhbilim] işeme
melodileri üreten. rahatsızlığı, 2.) [Tıp] idrar, işeme,
bestia [Lat.]: iri, dört ayaklı herhangi üreyle ilgili.
bir hayvan. Bevliye [Arp.: bevlîye]: [Tıp] 1.) idrar
beş: beşinci sayı. yolları bilimi, 2.) Üroloji.
beşbıyık [beş bıyık]: [Bitkibilim: Mespilus bevliyeci [Arp.: bevlîye + ci]: [Tıp]
germanica]döngel, muşmula ürolog,
beşer 1 : beşi bir arada. bey 1 : 1.) erkek, 2.) baş, başbuğ, emir,
beşer 2 [Arp.]: insanlık. lider, mir, önder, reis, 3.) ayal, eş,
beşeri [Arp.: beşerî]: insanoğluyla ilgili. koca.
beşeriyet [Arp.: beşerîyet]: insanlık. bey 2 [Arp.]: pazarlık, satış, satınalma.
beşgen [Geometri]: beşköşeli, beya [Arp.: bey’a]: 1.) satış, satınalma,
2.)
pentgram. bir pazarlığı sonlandırma için
beşibirlik: [Takı] beş altının bir arada elsıkışma, 3.) birinin egemenliğini
üretildiği bir tür altın. kabul için el uzatma.
beşik: bebek karyolası. beyan [Arp.]: 1.) açıklama, ifade, 2.)
Beşiktaş 1 : İstanbul’da bir semt. açıklı, sarihlik, açıkdil.
Beşiktaş 2 : İstanbul’da oluşturulmuş beyan etmek: açıklamak, bildirmek,
bir spor kulübü, Beşiktaş Jokey haber vermek, ilan etmek.
Kulübü (BJK). beyanat [Arp.: beyânât]: açıklama,
Beşparmak Dağları [Rum.: Latmos [?], demeç.
Lat.: Hereklea ad Latmus]: Aydın, Bafa beyanname [Arp.: beyân + nâme]: 1.)
Gölü civarındaki dağlar. açıklama, yazılı açıklama, bildirge, 2.)
beştaş: çocukların beştaşla oynadığı [Ticari] deklarasyon, manifesto.
bir oyun. beyat 1 [Arp.]: bir oluş, bir yapış,
bet 1 : yüz rengi [bet beniz, beti benzi]. geceleyin olan.
bet 2 : bolluk, [bet bereket: bolluk, çokluk, beyat 2 [Arp.: bey’a]: bak. beya.
beti bereketi kalmamak: azalmak, kıtlaşmak]. beyaz 1 [Arp.]: 1.) ak, ak nokta, 2.)
Beta 1 [Fen.: Bet [Beth] > Yun.: [βῆτα & ] açıktenli, 3.) açık suretli, 4.) boşkağıt.
βήτα]: Yunan Abecesi’nin 2. harfi, [B, beyaz 2 [Arp.]: 1.) aklık, ak renk, 2.)
β]. yumurta aklığı, 3.) gün (ışığı).
beta 2 [Yun.: beta: ?]: [Fizik] bir ışıma Beyaz 3 [Arp.]: bir erkek adı.
adı. beyaz kan: [Tıp] lökosit.
beter [Far.]: çok kötü. beyazlaşmış: rengi açık, soluk.
beti benzi [sadece bu biçimde kullanımda]: beyefendi: erkekler için saygılı hitap
yüz rengi. biçimi.
beti: resimle gösterme, figur. beygir [Far.: bargir]: 1.) yük beygiri,
Betil 1 [Arp.]: [İslam] Hz. Muhammed’in yük atı, araba atı, 2.) iğdiş edilmiş
kızı Fatma veya Hz. Meryem beygir, 3.) [Otomotive] beygir gücü.
anlamında bir bayan adı. beyhude 1 [Far.]: boşuna, yararsız.
betil 1 [Arp.]: bak. betul. beyhude 2 [Far.]: alazlanmış, hafiften
betili: resimle gösterilmiş, resimli, yanmış, kavrulmuş, ütülenmiş,
figuratif, ilüstratif, süslü, tasfirli. yanmış.
betimleme: resmetme, resmini beyin: i., 1.) [Bedenbilim] bir uzuv, 2.)
çizerek anlatma, tasvir. akıl, düşünme gücü, 3.) bir işi
betimlemek: resmetmek, resmini yöneten yada yürüten, 4.) akıl,
çizerek anlatmak. anlayış, 4.) bilgili, eğitimli.
beton [Fra.]: [Yapım] demirli ~: beyit [Arp.]: [Şiir] şiirin çift mısrası,
betonarme, şiirin iki dizesi.
betonarme [Fra.: betonarmé, İnşaat]: Beykoz [Bey + koz]: İstanbul’da bir
demirli beton, semt.
betul [Arp.]: 1.) evlenmek istemeyen beylerbeyi 1 : 1.) başların başı,
bayan, 2.) kendisini Allah’a adayan emirlerin emiri, reislerin reisi, 2.)

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 61 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Osmanlı’da bir yönetim biçimi ve beze 2 [Arp.: beyza]: [Bedenbilim] vücutta


yöneticisi. yağ keseciği.
Beylerbeyi 2 : İstanbul’da bir semt. beze 3 [Far.]: günah, suç.
beylik: emaret, emirlik. beze 4 [Fra.: baiser]: 1.) öpücük, 2.)
beynamaz [Far.: bâ+ namaz > binamaz & yumurta akı ve pudra şekeri ile
beynamaz]: namaz kılmayan, ibadetle yapılan bir çeşit kurabiye.
işi olmayan. bezek: donatım, güzellik, süs, tezyin.
beynamaz [Far.: bi + namaz]: namaz bezekçi: nakkaş, süslemeci.
kılmayan, ibadetle işi olmayan. bezelya [Rum.: mpikseli [μπιζέλι] > İtl.:
beyne [Arp.]: Arapça’da –beyne; arası pisello > Tür.]: bak. bezelye.
anlamında bir önek, [beynelmilel: bezelye [Rum.: mpikseli [μπιζέλι] > İtl.:
milletlerarası, uluslararası]. pisello > Tür.]: bir baklagil türü, iri
1.)
Beynelnehreyn [Arp.]: taneli ~: araka,
2.)
nehirlerarası, Nehirlerarası, bezeme: donatma, güzelleştirme,
Mezopotamya. süsleme, tezyin etme, ziynetleme.
Beyoğlu [Pera]: İstanbul’da bir semt. bezemek: donatmak, güzelleştirmek,
Beyrut [Arp.]: Lübnan’ın başkenti, süslemek, tezyin etmek,
[Beirut]. ziynetlemek.
beyt 1 [Arp.]: beyit. bezen: süs, tezyin.
beyt 2 [Arp.]: 1.) ve, konut, 2.) bölüm, bezenmek: süslenmek, tezyin
kapalı yer, kabin, oda, kompartman, edilmek.
3.)
aile, evhalkı, hanehalkı, 4.) bezgin: güçsüz, mecalsiz.
5.)
[Sayıbilim] bölme, taksim, [Yıldızbilim] bezginlik: bıkma, fütur, usanma.
6.)
Zodyak’ta bir işaret, [Geometri] bezik [Fra.: bezique]: bir kart oyunu.
biçim, şekil.. bezir [Arp.: bezr1]: 1.) keten tohumu
Beytullah [Arp.]: [İslam] 1.) Kabe, 2.) yağı, 2.) keten tohumu.
Mekke, 3.) Allah’ın evi, tapınma yeri, bezirgan [Far.: bazirgân > bezirgân]: 1.)
4.)
[Manevi] mükemmel kişinin kalbi, tamahkar tüccar, 2.) Yahudi dükkancı
2.)
[B] bir Müslüman erkek adı yada satıcı, 3.) esnaf, tüccar.
beyyine [Arp.]: delil, kanıt. bezistan [Far.]: giyim çarşısı.
beyz [Arp.]: 1.) yumurtalar, 2.) beyaz bezme: bıkma, -den bıkma, -den
başlıklar. usanma, usanma.
beyza 1 [Arp.]: 1.) ebyaz’ın [beyaz] dişisi, bezmek: 1.) bıkmak, usanmak, 2.) -den
2.)
beyaz kağıt, 3.) güneş, 4.) çöl, ıssız bıkmak, -den usanmak.
yer, 5.) felaket, talihsizlik, yıkım. bıçak [ÖzTürk.: biçmak > bıçak]: kesme
beyza 2 [Arp.]: 1.) yumurta, 2.) beyaz gereci, bir tür ~: kama, budama
başlık, 3.) başağrısı, 3.) –in kalbi, -in bıçağı: tahra, kafa bıçağı: ustura,
merkezi, -in gövdesi.
bir ~ türü: saldırma, ~ bileme
Beyza 3 [Arp.]: bir bayan adı.
aracı: masat, bir tür ~: kasatura,
beyzade [bey + Far.: zâde]: 1.) prens,
asil oğlu, 2.) asil, seçkin, soylu. bıçkı: 1.) küçük testere, 2.) [Teknik]
beyzi [Arp.: beyzî]: elips, oval, yumurta motorlu bir tür testere, 3.) bağ bıçağı.
biçimli. bıçkın: [Teknik] çapkın, yaramaz, efe,
bez 1 [Rum.: byssos [βύσσος] > Arp. > külhanbeyi.
Osm.]: [Dokuma]
1.)
keten yada pamuk bıdık: s., kısa ve tıknaz,
malzemesi, 2.)
kumaş parçası, 3.) bir bıkma: gına, sıkılma, usanma.
bıkmak: gına gelmek, sıkılmak,
dokuma cinsi, 4.) tozkumaşı, kolalı ~:
usanmak.
tela, ~ dokuyan kişi: çulha, bıldır [Halkdili]: z., geçen sene, önceki
bez 2 [Rum.: byssos [βύσσος] > Arp. > sene.
1.)
Osm.]: [Dokuma] kumaş, örtüler, bıldırcın [?]: 1.) [Kuşbilimi: Coturnix
çarşaflar ve perdeler, 2.) döşemelik Coturnix]
2.)
[Mecazi] fıstık, kadın, kız,
kumaş. sevgili.
bez 3 [Arp.: beyz]: [Bedenbilim] 1.) gudde, bıngıl bıngıl: yağlı ve tirek, jöle gibi.
torbacık, 2.) iltihaplı gudde yada bırakıt: [Hukuk] miras, tereke.
torbacık. bırakma: 1.) ayrılma, terk, 2.) [Yük]
beze 1 [Rum.: ?]: hamur topağı, pazı. dökme, salma.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 62 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

bırakmak: ayrılmak, terk etmek. Bibliyografi [Fen.: byblos > Yun.: biblos
bıranda: bak. branda. & graphein > bibliographia [βιβλιογραφία]
bıyık: 1.) [Bedenbilim] dudak üstündeki > Fra.: bibliographie]: belli bir yazarca
kıllar, 2.) bitkilerde tutunga sürgünü, belli bir konu üzerinde yazılmış yazı
gür & uzun ~: kaytan. yada eserlerin bir arada bulunduğu
bızdık [Erm.: bzdig, Argo]: 1.) kısa, bir eser, kitap.
küçük, ufak, 2.) [Argo] çocuk. bibliyografik [Fen.: byblos > Yun.: biblos
+ graphein > bibliographikos
bızık [Amiyane]: anüs, büzük, geri, göt,
[βιβλιογραφικός] > Fra.: bibliographique]:
kıç.
bibliyografya [Fen.: byblos > Yun.:
bızıkçı: mızıkçı. biblos + graphein > [βιβλιογραφία] > Fra.:
bızır [Arp.: bazr]: [Bedenbilim] fercin dili, bibliographie]: belli bir yazarca belli
dilak, klitoris. bir konu üzerind eyazılmış yazı yada
Bi [İtl.]: İtalyan Abecesinin 2. harfi, [B, eserlerin bir arada bulunduğu bir
b]. eser, kitap.
bi 1 [Arp.: bi]: Arapça’da bi-; vasıtasıyla, bibliyoman [Fen.: byblos > Yun.: biblos +
ile, arasından, içinde anlamında bir mania > [βιβλιομανής] > Fra.:
önek, [bizatihi: şahsen]. bibliomane]: kitap düşkünü,
bi 2 [Far.: bî [‫]]ﺑﻲ‬: Farsça’da bi-; 1.) kitapsever.
2.) 3.)
olumsuzluk, dışı, harici, -sız, -siz, bibliyomani [Fen.: byblos > Yun.: biblos
-suz, -süz anlamında bir önek, [bîçâre: + mania > [βιβλιομανία] > Fra.:
çaresiz]. bibliomanie]: kitap düşkünlüğü, kitap
3 1.)
bi [Lat.]: Latince’de iki 2.) iki kat 3.) severlik.
4.)
her ikide bir olan iki yada ikisini de bibliyotek [Fen.: byblos > Yun.: biblos +
kullanaran anlamlarına gelen bir önek. theke > [βιβλιοθήκη] > Fra.:
biat [Arp.: beyat2]: 1.) bağlılık, sadakat bibliothèque]: kitaplık, kütüphane.
veya merbutiyet yemini, 2.) [Din] biblo [Fen.: byblos > Yun.: biblos [?] >
boyun eğme, itaat, ram. Fra.]:küçük süs eşyası.
biber 1 [Rum.: piperi [πιπέρι & πιπεριά] > biblos [Fen.: Byblos > Yun.: ?]: papirus,
Tür.]: bir sebze, kırmızı ~: paprika, kağıt.
biçare [Far.: bî + çâre]: çaresiz, umarıs,
acı ~: cuşka.
biçilendirme: formatlama,
biber 2 [Far.]: kısır, kıraç, meyvesiz,
şekillendirme,
verimsiz.
biçim: eşkal, form, şekil.
bibere [Lat.]: içmek.
biçimsiz: amorf.
biberiye [Arp.]: [Bitkibilim: Rosmarinus
Biçinbilim: Morfoloji.
officinalis] baharatlı bir bitki.
bidayet [Arp.]: bir başlangıç, başlama.
biberon [Lat.: bibere > İtl.: biberone >
1.) bidayette [Arp. + te]: başlangıçta, ilk
Fra.: bibéron]: büyük şişe, su
2.) başlarda.
şişesi, bebeklere süt verme şişesi.
bidon [Fra.: bidon]: 1.) sac, plastik veya
bibi 1 [Far.]: babanın kızkardeşleri.
çinkodan yapılmış kap, 2.) fıçı, varil.
bibi 2 : hindi.
bienal [Lat.: bi-annus > Fra.: biannelle]:
bibi 3 [Far.]: hanımefendi.
iki yılda bir, yılaşırı.
biblio 1 [Fen.: byblos > Yun.: biblos >
biftek [İng.: beefsteak]: fileto, kotlet.
biblio [βιβλιό] > Fra.]: evrak, kâğıt 1.)
Biga [?]: Osmanlı
destesi, kitap, mektup.
İmparatorluğu’nda Çanakkale Biga’ya
biblio 2 [Fen.: byblos > Yun.: biblos>
bağlıydı, 2.) Çanakkale’ye bağlı bir
biblio [βιβλιό] > Fra.]: Batı Dilleri’nde
ilçe.
biblio-; kitap, kitapla ilgili, kitaba ait
bigane [Far.: bi + gâne]: ilgisiz.
anlamında bir önek.
bihaber [Far.: bi + haber]: bilgisiz,
biblion [Fen.: byblos > Lat.]: kitap.
habersiz.
bibliyofil [Fen.: byblos > Yun.: biblos +
philos > bibliofilos [βιβλιόφιλος] > Fra.:
bihakkın [Arp.: bi + hakkın]: 1.) doğru
bibliophile]:
1.)
kitap sever, 2.) çok olarak, 2.) doğru olarak, gerçek
okuyan, kitapkurdu, kitapsever. biçimde.
bibliyograf [Fen.: byblos > Yun.: biblos + bihar [Arp.: bihar [‫ ;]راحب‬bahr’ın çoğulu]:
graphein > bibliographos [βιβλιογράφος] > ç.i., denizler.
Fra.: bibliographe]: Bibliyografya
uzmanı, kaynakları bilen uzman.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 63 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

bihter [Far.]: 1.) daha iyi, 2.) [B] daha bilgelik: hikmet.
iyi anlamında bir İran ve Türk bayan bilgi 1 : bili, malümat.
adı. bilgi 2 : haber, yeni, yenilikler.
bihzad [Far.: bihzâd]: doğuştan asil, 2.) bilgiçlik: ukalalık, ~ taslayan: ukala,
yasal olarak doğan. bilgilendirme: bilgi verme, brifing.
bihzâd [Far.:]: behzad ? bilgilendirmek: bilgi vermek, haber
biilaç [Far.: bi + ilaç]: çaresiz, umarsız, vermek, haberdar etmek, tebliğ
ümitiz. etmek.
bike: bak. büke. bilgili: agah, arif, haberli.
bikir [Arp.: bikr]: 1.) bekaret, 2.) kızlık. bilginler: alimler, ulema.
bikr [Arp.]: 1.) bakire, 2.) bir dişinin ilk bilgisayar: [Teknoloji] kompüter, PC, ~
doğurduğu, 3.) ilk meyve, ilk ürün. ekranı: monitör, ~ ünitesi: birim,
bila [Arp.: bilâ]: -sız, -siz, -suz veya –
fare: mouse, tak-çalıştır: plug-n-
süz anlamında bir kelime, [bilano:
play, USB: Universal Serial Bus:
numarasız, bilabedel: bedelsiz].
Evrensel Ser Veriyolu’nun kısaltması,
bilahare [Arp.. bilâhare]: başka bir
MP3 Çalar: MP3 Player: Sıkıştırılmış
zaman, daha sonra.
müzik parçaları çaları, Sıkıştırma:
bilaistisna [Arp.: bilâ istisna]: ayrımsız,
zipping, sıkıştırılmış: zipped,
fark gözetmeden, istisnasız.
Küçük resim: ikon, icon,
bilakis [Arp.: bilâkis]: aksine.
sıkıştırılmış resim biçimi: jpeg,
bilal [Arp.]: 1.) 2.) [B] bir Müslüman ve
dosya: file, klasör: folder,
Türk erkek adı.
ara/arat: search, internet: uluslar
bilanço [İtl.: biloancio]: 1.) denge,
arası ağ, ileti: mail, sunucu: server,
muzane, terazi, hesap dengesi, 2.)
dizin: fihrisrt, sürücü: driver.
[Saymanlık] mizan.
bilgisiz: cahil, nadan.
bilanx [Lat.]: iki kolu olan.
bilhassa [Arp.]: hasseten, özellikle.
bilardo [İtl.: biliardo]: 1.) kütük, sopa,
bili: bilgi, malumat.
uzun sopa, 2.) bir masa oyunu, ~ bilici: kahin.
sopası: ıstaka. bilig [ÖzTür.]: bilgi, işaret, iz.
bilcümle [Arp.: bil cümle]: hep beraber, bilim: fen, ilim.
hep birlikte. bilimtay: akademi.
bildirge: 1.) açıklama, yazılı açıklama, bilinç: i., [Felsefe + Ruhbilim] dimağ, şuur,
2.)
beyanname, deklarasyon, zihin.
manifesto. bilinçaltı: şuuraltı.
bildiri: açıklama, ilan, tebliğ, tebligat. bilinçli: şuurlu.
bildirim: [Hukuk] ilam, tebliğ, tebligat. bilinen: 1.) aşina, tanıdık, 2.) adı
1.)
bildirmek: açıklamak, beyan geçen, mahut.
etmek, haber vermek, ilan etmek, 2.) bilinmezlik: meçhul.
bilgilendirmek, haber vermek, bilirkişi: [Hukuk + Ticaret] ehil, eksper,
haberdar etmek, tebliğ etmek. işbilir, kompetan, mütehassız,
bile bile: kasten, kasıtlı olarak, uzman, yetkili.
taammüden. bilis [Lat.]: acı.
bile: 1.) hatta, 2.) çoktan. Bilkis [Arp.]: bak. Belkis.
Bilecik [Rum.: Belekoma, Bilekoma [?], billur [Far.: billûr]: 1.) saydam, şeffaf,
Osm.: ?]: [11], Türkiye’de bir kent. transparan şey, 2.) kaya kristali, 3.)
bileği: kesici araçları keskinleştirmede kesilmiş yada işlenmiş cam eşya, 4.)
kullanılan gereç, ~ çarkı: küstere, [B] bir bayan adı
bilek: 1.) [Bedenbilim] elle kol arası bilmece: enigma, muamma.
bölüm, 2.) [Mecazi] güç, kuvvet. bilmiş: çok bilen, çok ~: ukala.
bileşim: terkip. bilmukabele [Arp.: bil + mukabele]:
bilet [İtl.: bilyet, bilyeto & Fra.: billette]: karşılık olarak.
etiket, bedeli ödenmiştir kağıdı. bilumum [Arp.: bil + umum]: geneli,
bilezik [Arp.]: altın yada gümüşten süs hepsi, tümü.
eşyası, enli ~: akıtma. bilya [İtl.]: bak. bilye.
bilge: 1.) bilgili kişi, bilgin, 2.) [B] bir bilye [İtl.: bilya]: 1.) mile, misket, 2.)
Türk bayan adı. rulman misketi.
bilgece: hakimane.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 64 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

bimar [Far.: bîimâr]: hasta. biperva [Far.: bi + perva > biperva]:


bimarhane [Far.: bîmâr + hâne]: böke, cesur, kahraman, korkusuz,
bimaristan, hastane. kostak, şampiyon, yılmaz, yiğit.
bin 1 : 1.000 sayısı. bir 1: sayıların ilki, bir sayısı.
bin 2 [Arp.]: Arapça’da bin; –nın oğlu bir 2 : mono, solo, tek, vahit, yek.
anlamında bir kelime, [Ahmed bin bir çeşit eğri ~: cembiye.
Abbas: Abbs’ın oğlu Ahmet]. bira [İtl.: birra]: alkollü bir içecek.
bin 3 [Far.: bîn [‫]]ﺑﻴﻦ‬: Farsça’da bîn; birader [Far.]: erkek kardeş.
bakan, gören, görmekte olan anlamında birahane [İtl.: birra + Far.: hane > Tür.:
bir sonek, [cihanbin: dünyayı gören yani birahane]: bira içilen yer.
gezgin]. birane: bak. birahane.
bin 4 [Arp.]: alan, bölge. biraz: s., çok az, kısa süre, nebze.
bina [Arp.: bna > binâ]: 1.) koyma, birazdan: z., kısa süre sonra.
kurma, inşa etme, oturtma, yapma, birbir: Türkçe’de –birbir; her biri, her
2.)
[Yapı] yapı. birisi anlamında bir önek.
binaen [Arp.: bna > binâen]: 1.) koyma, Birce: bir Türk bayan adı.
kurma, inşa etme, oturtma, yapma, birçok: birden çok, bir sürü.
2.)
üzerine, sonuç olarak. birden: aniden, derhal.
binaenaleyh [Arp.: binâenaleyh > binâen birdenbire: ani, aniden.
+ aleyh]: bu endenle, bunun üzerine, birdirbir: tek bacak üzerinde oynanan
sonuç olarak. bir çocuk oyunu.
binalar [Arp.: bna > binâ + lar > binalar]: birebir: en etkili, en iyi çare olan.
[Yapı] asar, yapılar. bireşim: sentez.
binamaz [Far.: bâ+ namaz > binamaz [‫ﻧﻤﺎز‬ birey: fert, kimse, kişi, şahıs, zat.
‫ & ]ﺑﻲ‬beynamaz]: namaz kılmayan, bireyler: efrad, fertler, kişiler,
ibadetle işi olmayan. şahıslar, zatlar.
binbaşı: [Askeriye] askeri bir rütbe. bireysel: ferdi, kişisel, özlük, şahısi,
bindallı: gümüş ipliklerle süslenmiş zati.
pembe renkli kadife kumaş giysi. biri: bilinmeyen kimse, birisi.
binek: 1.) oturma yeri, 2.) binmek için biricik: tek.
kullanılan araba, sedan, 3.) binmek birikim: tasarruf.
için kullanılan hayvan, ~ araba: birikmek: bir araya gelmek, kalabalık
araba, araç, motorlu taşıt, oto, olmak, toplanmak, birikinti biçimine
otomobil, taksi, taşıt, vasıta, vesait. gelmek, yığılmak.
biner: 1.000 ve 1.000, bin bin. birim: 1.) adet, tane, 2.) kalem, ünite.
Bingazi: Libya’da bir kent, [Bengazi]. birimler: adad, taneler.
Bingöl [Çolig, Çewlik, Çapakçur, Bingöl]: birinci: 1.) ilk, önde gelen, 2.) iyi kalite,
[12], Türkiye’de bir kent. krallara layık.
bini [Lat.]: 1.) çift, ikisi bir arada, 2.) birincil: asli.
ikişer ikişer. birincil: herşeyden önce, ilk olarak.
binici: 1.) binek hayvanlarını süren, 2.) birincilik: ilk gelme, şampiyonluk.
[Spor] jokey. biring 1 [Far.]: altın.
bininci: 1.000’nde ilk. biring 2 [Far.]: boyacılıkta ve sepicilikte
binit: binek hayvanları. kullanılan helile ağacı meyvesi.
binlik: 1.000 TL’lik banknot, kağıt birisi: biri, bilinmeyen kimse.
para. birleme: tek duruma getirme.
bio [Yun.: bios: βιος]: yaşamla Birleşik Krallık: Britanya, İngiltere,
anlamında önek. [Britain, United Kingdom, England].
biokatalizör [Yun.: bios + ? > [βιο ?] > birleşmek: 1.) bir araya gelmek, tek
Fra.: biocatalyseur]: [Eczacılık] dokularda duruma getirmek, 2.) anlaşmak
kimyasal tepki uyandırıcı madde, ~ uyuşmak, 3.) dağılan aileyi bir araya
madde: vitamin. getirmek, yeniden evlenmek.
bios [Yun.: βιος]: hayat, yaşam. birlik: 1.) beraberlik, 2.) [Askeriye] belli
biosis [Yun.: βιόσις]: hayat şekli, yaşam kurallara göre düzenlenmiş birim, 3.)
biçimi. bağlantı, vahdet.
Birmanya [İtl.]: güney doğu Asya’da
bir ülke, [Burma].

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 65 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

birrettum [Lat.]: palto benzeri bir bitey: [Doğa] 1.) belli bir zaman ve
üstlük. bölgeye ait çiçek ve bitki örtüsü, 2.)
birrus [Lat.]: bir başlık, şapka. flora, bitki örtüsü.
birtakım: belli miktarda olan. bitik: 1.) mahvolmuş, tükenmüş, 2.)
bis 1 [Lat.]: iki kez. [Argo] aşık.
bis 2 [Lat.: bis1]: 1.) iki defa, iki kez, 2.) bitim: son, uç.
2.)
[Ticaret] mükerrer, [Müzik] şarkıda bitirim: 1.) son, sonuç, 2.) [Argo] akıllı,
4.)
tekrar, nakarat, [Resmi] Resmi çok iyi, çok sıhhatlı, zinde.
1.)
Gazete’nin mükerer sayısı, bitirme: sone erdirme,
anlaşmanın tekrarlanması. sonlandırma, 2.) bitiş, final, hitam,
bisiklet [Fra.: bicyclette]: metal netice, nihayet, skor, son, sonuç, 3.)
çerçevesinde iki tekeri ve bir oturma başarma, 4.) mahvetme, tüketmek,
yeri bulunan bir araç. yoketme.
1.)
bisküvi [Lat.: bis + coquere > Fra.: bitirmek: sone erdirmek,
1.)
biscuit]: kraker, kıtır, 2.) küçük sonlandırmak, 2.)
başarmak, 3.)
parçalar biçiminde pişirilen kıtır. mahvetmek, tüketmek, yoketmek.
bisküvit [Lat.: bis + coquere > Fra.: bitiş: bitirme, final, hitam, netice,
biscuit]: bak. bisküi. nihayet, skor, son, sonlanma, sonuç.
bismil 1 [Far.]: 1.) pak, saf, temiz, 2.) bitişik: 1.) hemhudut, yapışık, yan
Allah için kurban kesme, 3.) özleyen, yaraf, 2.) yan komşu.
sakin, uysal. bitişmek: birleşmek, uçlarda bir araya
Bismil 2 [Far.]: Diyarbakır’a bağlı bir gelmek, yapışmak.
ilçe. bitiştirmek: eklemek, uçlarını
bismillah [Arp.]: 1.) Besmele, 2.) Bism birleştirmek, yapıştırmak.
illah -i-r rahman -i-r rahim: esirgeyip bitki: nebat, bitkiler: Alfa, Enginar, Maki,
bağışlayan Allah’ın adıyla. bodur ~: maki, değerli bir ~: rami,
bison [Lat.]: yaban öküzü. güzel kokulu ~ler: Itır, kokulu ~ler:
bisos: bak. byssos. Dereotu, Kekik, Nane, Roka, Tere, Şalgam,
bistro 1 [İtl.]: küçük lokanta. Vanilya, kömürleşmiş ~: turba,
bistro 2 [İtl. > Fra.]: küçük café. odunsu ~: çalı, süs ~leri: Manolya.
bisturi [Fra.: bistouri]: [Cerrahi] ameliyat
bitkin: argın, aygın, bitap, güçsüz,
bıçağı, neşter.
dermansız, halsiz, haşat, ölük,
bişek [Far.: bi + şek]: şeksiz, şüphesiz.
takasız, yorgun, zayıf.
bişekil [Far.: bi + şekil]: amorf,
bitkinlik: güçsüzlük, dermansızlık,
biçimsiz, şekilsiz.
halsizlik, yorgunluk.
bişi [Halkdili: pişi]: 1.) bayramlarda ve
bitkisel: nebati.
bazı gecelerde yapılan yağlı, tatlı
Bitlis [Rum.: Bageş, Pagiş, Lis, Badlis,
ekmek, 2.) bir hamur işi türü, 3.)
Bedlis]: [13], Türkiye’de bir kent.
çörek, saç ekmeği.
bitmek 1 : 1.) sona ermek, tükenmek,
bişuur: [Far.: bi + şuur]: bilinçsiz,
yok olmak, 2.) bitip tükenmek,
bilmeden.
mahvolmak, çok korkup ürkmek.
bit: 1.) [Böcekbilim: Pediculus] zararlı bir 2
bitmek : büyümek, yerden
böcek, kehle, macar, 2.) bitki ve
büyümek, nebat etmek, yetişmek.
hayvanlarda zararlı bir böcek, ~ bitmemiş: eksik, natamam,
yumurtası: sirke. tamamlanmamış.
bitab [Far.: bi + tâb]: bak. bitap. bittabi [Arp.]: doğal olarak, şüphesiz,
bitap [Far.: bi + tâb]: argın, aygın, tabiiki.
bitap, bitkin, güçsüz, dermansız, bitumen [Lat. > K.D. > B.D.]: kömür
haşat, takasız, yorgun, zayıf. katranı, petrol ve benzerlerinin
bitaraf: [Far.: bi + taraf > bitaraf]: afaki, damıtılmasıyla elde edilen reçineden
nesnel, objektif, tarafsız, yantutmaz. sağlanan bazı maddelerden her hangi
bitek: verimli toprak. birisi yada doğal olarak oluşan asfalt.
bitevi [?]: z., 1.) artan biçimde, bitüm [Lat.: bitumen > Fra.: bitume]: 1.)
boyunca, durmaksızın, sürekli olarak, doğal, yakıt, yer sakızı, 2.) zift, 3.)
2.)
hepsi, tümü. [Teknik] zift, ziftli kaplama malzemesi.
biteviye [?]: z., artan biçimde, biye [Fra.: biais]: [Giyim] yakadaki ince
boyunca, durmaksızın, sürekli olarak. şerit.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 66 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

biyoelektrik [Yun.: bios + Arp. > amber İmparatorluğu] Balkanlar [Güney Doğu
> Yun.: elektron > bioelektrismos Asya] ve Güneybatı Asya arasında İ.S.
[βιοηλεκτρισμός] > Fra.: bioélectrique]: 395-1453 yılları arasında egemen
canlı varlıkların ürettiği elektrik. olmuş bir imparatorluk.
biyoenerji [Yun.: bios + en + ergon > Bizmut [Yun.: bismuth [?] > Fra.:
bioenergeia [βιοενέγεια] > Fra.:
bizmuth; Bi]: [Kimya] düşük erime
bioénergie]:biyokütlenin kimyasal noktalı alaşımlarda kullanılan kolay
dönüşümüyle elde edilen enerji. kırılır ve grimsi-beyaz renklerde bir
biyofizik [Yun.: bios + physis > element.
biosphysika > biophysike [βιοφυσική] >
Fra.: biophysique]: fizyolojide geçen
bizon [Lat.: bison > Fra.: bison]:
fiziksel olayların bilimi, biyolojik fizik. Amerikan Buffalosu.
biyografi [Yun.: bios + graphy > bizzat [Arp.]: kişisel olarak, şahsen,
yüzyüze.
biographia [βιογραφία] > Fra.:
1.) blandus [Lat.]: yumuşak.
biographie]: C.V.: Carricalum Vitea,
blasamon [> Yun.: [?] > B.D.: balsam]:
özgeçmiş, resumé, 2.) [Yazın] yazar ve
bak. balsam.
şairlerin yaşamlarını anlatan eserler,
blasphemein [Yun.: ?]: -nin
kitaplar.
kötülüğünü konuşmak.
biyografik [Yun.: bios + graphy + ikos >
biographike [βιογραφικός] > Fra.:
blastula [Fra.: blastula]: [Yaşambilim]
biographique]:
1.)
C.V., Carricalum morula.
Vitea, özgeçmiş, resumé ile ilgili, 2.) block [Fra. > Alm.]: bir amaç için bir
[Yazın] yazar ve şairlerin yaşamlarını
gurup inanç yada ülkenin birleşmesi.
anlatan eserler, kitaplarla ilgili. blok [Fra. > Alm.: block > Fra.: bloc]: 1.)
Biyokimya [Yun.: bios + chemistry > [?] engel, 2.) tek parça apartman yapısı,
3.)
[Spor] basketbolda bir oyun türü,
> Fra.: biochemistry]: bitki ve
hayvanların yaşam süreçleriyle blokaj [Fra. > Alm.: block > + Lat.:
aticum > Fra.: blockage]: bloke etme.
ilgilenen bir kimya bilimi dalı.
biyolog [Yun.: bios + logos > biologos bloknot [Fra. > Alm.: block + Lat.: nota >
Fra.: block-note]: notdefteri.
[βιολόγος] > Fra.: biologue]:
Yaşambilimi uzmanı. blouse [Fra.]: gömlek, iş kıyafeti.
Biyoloji [Yun.: bios + logia > Biologia blöf [Fra.: bluff]: aldatıcı söz yada
[βιολογία] > Fra.: biologie]: Yaşambilgisi.
davranış, kuru sıkı atmak.
biyolojik [Yun.: bios + logia + ikos > bluejean [İng.: Blue Jean]: ABD’de
madenlerde çalışanlara dayanıklı pantolon
biologikos [βιολογικός] > Fra.: biologique]: üretmek isteyen Yahudi asıllı Jean adlı terzinin
yapısal, yaşambilimiyle ilgili. buluşu. Pantolonuna “Jean’s: Jean’nın” demiş
Biyometeoroloji [Yun.: bios + metron + kısaca. Kumaş mavi renkli dayanklı bir
logia > biometeorologia [βιομετεωρολογία] çadırkeziymiş. Kot.
> Fra.: biométéorologie]: canlılar blum [Fra.: blum]: iskambil oyunu.
1.)
üzerinde hava olaylarının etkisini bluz [Fra.: blouse]: gömlek, iş
2.)
inceleyen bilim. kıyafeti, bir bayan giysisi.
biyopsi [Yun.: bios + opsis > [βιοψία] > boa [Lat.: boa > Fra.]: [Hayvanbilimi]
Fra.: biopsie, Cerrahi]: tanı koymak için avlarını zehirleyerek değilde
beden hücre yada sıvılarından bir çevresine dolanıp bayıldarak yiyen,
miktar yada bir parça alma işlemi. zehirsiz, iri bir tropik yılan.
biyosfer [Yun.: bios + spharia > boabap [Afr.Y.D.: > ?]: [Bitkibilim:
[βιόσφαιρα] > Fra.: biosphère]: üstünde Adansonia digitata] Afrika’da gövde
yaşam olan yeryüzü bölgesi. çevresi 20m’yi aşan bir uzun ömürlü
Bizans [Yun.: Bizantion]: İstanbul’da bodur ağaç türü.
Bizantion adlı antik bir köy adından Doğu bobin [Fra.: bobiner > Fra.: bobbine,
Roma İmparatorlu’nun tarihçiler tarafından Teknik]: makara.
isimlendirilmesi.
bobiner [Fra.]: döndürmek, sarmak.
Bizans İmparatorluğu [Byzantium
1.) boca 1 : bak. poca.
Empire]: Bizans adlı bir devlet
boca 2 : boşaltma, üstüne dökme, ~
olmamıştır. Tarihçiler sonradan bu
adı kullanıştır Doğu Roma etmek: boşaltmak, üstüne dökmek.
İmparatorluğu için, 2.)
Bizans bocalama: kararsız kalma.
İmparatorluğu [Doğu Roma
bocalamak: kararsız kalmak,
tereddütlü davranmak.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 67 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

boci [İtl.]: bak. boca1. boğum: ilmik.


bocu 1 : bak. boca1. bohça: bağ, bezden torba.
bocu 2 : bir tür küçük köpek. Bohem [Fra.: bohéme]: 1.) çingene, 2.)
bocurgat [İtl.: boci (poggia) + Yun.: berduş, serseri, 3.) sanatçı.
ergates > > Tür.: bocu + ırgat > Bohemya [Bohemia]: Batı Çek
1.)
bocurgat]: [Denizcilik] kolu, 2.)
ırgat Cumhuriyeti’nde tarihi bir devlet.
kol kuvvetiyle çalışan, kaldırma boks [Yun.: pyxos: [?] > B.D. > Fra.: box]:
işlerinde kullanılan makaralı ip. bir döğüş sporu.
Bodemya [Rum.: ? > Osm.: ? ]: ? boksör [Yun.: pyxos: [?] > B.D. > Fra.:
bodos 1 [Rum.: podostama: ποδόσταμα & boxeur]: boks sporu yapan.
ποδόστημα]: güney taraf. bol: çok verimli, mebzul, ongun.
bodos 2 [Rum.: podostama: ποδόσταμα]: bolbos [Yun.: ?]: ?
[Denizcilik] geminin başdireği, bolca: çokca.
pruvadireği. ? bolero [İsp.]: İspanyol dansı.
bodoslama [Rum.: podo + stema > boliçe [İbr.: ? > Halkağzı]: Yahudi kadını.
1.)
podostama: ποδόσταμα & ποδόστημα]: bolluk: 1.) çokluk, 2.) genişlik.
[Denizcilik] geminin baş, pruva tarafı, Bolsa [Rum.: Konstantinpol,
2.)
[Argo] burnunun doğrultusunda Konstantinepolis > polis > Erm.]:
gitme. Ermeniler’in İstanbul’a vrdikleri ad.
bodrum 1 [Rum.: > hippos + dromos > bolşevik [Rus.: boleşevik [Большеви́к] >
(h)ippodromas > mpountroumi: 1.)
1.) B.D.: bolşevik]: çoğunluk, 2.)
μπουντρούμι]: at ahırı, dam, SSCB’den önce 17 Kasım 1917
indirme, 2.) zemin altı kat. Kominist İhtilali’ni yapan grup, Rus
Bodrum 2 [Rum.: > hippos + dromos >
Sosyal Demokrat İşçi Partisi, [RSDLP].
(h)ippodromas > mpountroumi:
bolu 1 [Rum.: polis]: 1.) polis’in
μπουντρούμι, (Halikarnassus)]: Muğla’ya
bozulmuş biçimi, 2.) abad, abat, il,
bağlı bir tatil beldesi.
kent, medine, polis, site, şehir.
bodur: cice, kısa.
Bolu 2 [Rum.: Bithynion, Claudiopolis,
Bogdan: bir Sloven erkek adı.
Osm.: Bolu]: [14], Türkiye’de bir kent.
boğ: boğaça, kundak.
bolwerc [Holl.]: 1.) savunma duvarı, 2.)
boğa: [Hayvanbilim] kele, tosun, ~
defans, korunma, savunma.
güreşi alanı: arena, ~ güreşçisi: bomba [İtl.]: yuvarlak biçimli patlayıcı
matador, mühimmat.
boğada [İtl.: bucata]: küllü suyla bombardıman [Fra.: bombardement]:
çamaşır yıkama yada boyama işi. bombalama.
boğan [Halkdili]: düşük. bombe [Fra.: bombé]: kabarıklık,
boğaz 1 [ÖzTür.]: 1.) [Bedenbilimi] gırtlak, şişkinlik,
hançere, imik, ümik, 2.) [Dünyabilimi] bomboş: tamamen boş, terkedilmiş.
karadan geçen deniz bölümü. bon [Fra.]: iyi.
Boğaz 2 [ÖzTür.]: İstanbul yada bonbon [Fra.: bon]: bir tür şekerleme.
Çanakkale Boğazı. boncuk: mavi ~: maskot, uğurluk,
Boğaz Hastalıkları: [Tıp] Laregoloji.
bondrol [Fra.: bandırol]: vergi etiketi,
boğaz: [Bedenbilim] gırtlak, hançere.
bone [Fra.: bonnée]: [Dokuma] bir tür
Boğaziçi: İstanbul Boğazı, [The
başlık.
Bosphorus].
bonfile [Fra.: bonfillet]: sığır filetosu.
Boğazkesen: Rumeli Hisarı.
bonjur [Fra.: bonjour]: günaydın.
boğazlamak: boğazını keserek
bonmarşe [Fra.: bonmarchet]: büyük
öldürmek.
alışveriş dükkanı, mağaza.
Boğdan [Slo.: Bogdan]: Osmanlı
bono [İtl.: buono]: [Ticari] borçlanma
İmparatorluğu’nda Romanya’ya bağlı
senedi, hisse senedi.
Buğdan yani Moldova, [Moldavia].
bonservis [Fra.: bonservice]: iyi çalışma
boğmaca: [Patolojik] krup hastalığı,
belgesi, öneri belgesi, tavsiye
nefes almayı engelliyecek biçimde
belgesi.
öksürük nöbetlerine neden olabilen
bonzay [Jap.: > İng.: Bonsai]: [Bitkibilim]
bir hastalık.
yaşlandırılmış minyatür ağaç.
boğmak: havasız bırakma, nefessiz
bop [Argo]: pokerde oyun parası.
bırakmak.
bor 1 [ÖzTür.]: bade, mey, şarap.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 68 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
2 1.) 1
bor [Far.: bürah > borax > borbon]: ? bos : Türkçe’de sadece boy bos; beden
2.)
metalik olmayan bir maden adı. biçimi, beden şekli, beden yapısı, boy.
bor 3 [Far.: bur1]: sert toprak, taşlık. bos 2 [Lat.]: öküz.
Bor 4 [?]: Niğde’de bir yerleşim yeri boscus [Lat.]: ağaçlık, çalılık, orman.
1.)
adı. Bosna [Sla.: Bosnaska]: Eski
bora [İtl.: bora > Rum.: mpora: μπόρα]: 1.) Yugoslavya [Jugoslavia] ülkesi,
[Evrenbilim] sert ve geçici yel yada Bosna-Hersek Cumhuriyeti, [Bosnia-
2.) 2.)
rüzgar, şiddetli azarlama, Herzogovina Republic], Osmanlı
3.)
paylama, [B] bir Türk erkek adı. İmparatorluğu’nda bağlı bir ülke.
boraks [Far.: bürah > B.D.: borax]: 1.) Bosnak [Sır.: Bosniak]: bak. Boşnak.
yoğunlaşmış bir borik asitten türeyen Bosniyak [Sır.: Bosniak]: bak. Boşnak.
sodyum tuzu, 2.) [Kimya] cam, sabun bostan [Arp.: büstân > bostân]: 1.)
ve benzeri şeylerin üretiminde sebze bahçe, mutfak bahçesi, 2.)
kullanılan parlak, billurumsu kavun & karpuz, 3.) [Müzik] Türk
beyazlıkta bir tuz. Müziği’nde bir makam.
boran: [Evrenbilim] sağanak yağışlı hava bostancı 1 [Arp.: büstân > bostân + cı]:
1.)
olayı. sebze-mevye satan, manav, 2.)
borani [Far.: buranî]: [Gıda] sebzelerin Osmanlı’da Sultanlık Muhafızı.
hafif ateşte yada kızartarak pişirildiği Bostancı 2 [Arp.: büstân > bostân + cı]:
bir sebze yemeği. İstanbul Anadolu yakası’nda bir ilçe.
borazan [Far.: boruzan > boruzen]: boru, boş ve yararsız: malayani.
çalgı borusu, trampet. boş: 1.) dolu olmayan, 2.) değersiz,
borç: i., 1.) gider, masraf, 2.) [Saymanlık] etkisiz, içi boş kişi, kof, 3.) avara,
alacak, takanak. boyun borcu: avare, azade, aylak, atıl, başıboş,
ödev, vecibe. boş, eğlencede, haylaz, hayta, işsiz,
borda 1 [İtl.: bordo]: [Denizcilik] geminin işi olmayan, nabekar, serseri,
yan tarafı. tembel, 4.) ip vb gevçek, salık, ~a
borda 2 [İtl.]: [Denizcilik] 1.) bir gemiye çıkarma: ıska, içi boşalmış olan:
yandan yaklaşarak saldırmak, 2.) kof, ~a gitme: heba.
geminin gemiye çarpması. boşaltma: tahliye.
Bordeaux [Fra.]: Fransa’da boşaltmak: tahliye etmek.
üzümleriyle ünlü bir kent adı. boşamak: eşinden ayrılmak.
bordo [Fra.: Baurdeau]: 1.) koyu boşboğaz: carcar, çalçene, çeneçn,
morumsu kırmızı, Bordeaux Şarabı çenebaz, lafazan, geveze.
rengi, 2.) Fransa, Bordeaux kentinde boşluk: delik, gedik, oyuk.
yetişen üzüm. Boşnak [Sır.: Bosniask]: Bosnalı.
bordro [Fra.: bordreaux]: [Ekonomi] maaş Boşnakça [Sır.: Bosniask + ca]: Sırp-
ödeme belgesi. Hırvat karışımı bir dil.
bornoz [Arp.: burnus [‫]]سونرب‬: 1.) boşuna: nafile.
havludan banyo giysisi, 2.) Güney bot 1 [Fra.: botte]: uzun konçlu, kapalı
Afrika, Berberiler’in giydiği bir başlık ayakkabı.
türü. bot 2 [İsp.: boat > İng.: boat]: küçük
borsa [Rum.: pirsa [βύρσα]]: [Ekonomi] kayık.
hisse senedi, tahvil benzeri değerli Botanik [Yun.: bothane > botanike
kağıt satan kurum. [βοτανική] > Fra.: botanique]:
1.)
her tür
boru [ÖzTür.: burgu]: 1.) [Teknik] sıvıların bitkilye ilgilenen bilim, 2.)
Bitkibilim,
akması için yuvarlak bir malzeme, Bitkibilimi, Nebatat.
tüp, zıvana, 2.) [Müzik] nefesle çalınan bothane [Yun.: ?]: bitki.
çalgı, trompet, 3.) [Argo] boş laf, laf bottis [Lat.]: bidon, fıçı, varil.
4.)
salatası, safsata, [Argo] boukolos [Yun.: ?]: çoban.
böbürlenme, öğünme, ~ sesi: ti, boule [Yun.: boulē: ?]: ?
kalın su ~su: künk, bous [Lat. > İtl. > Yun.: bous: ?]: 1.) inek,
boruk [?]: [Bitkibilim: Erica] 1.) süpürge 2.)
öküz.
otu, 2.) boruk, erika, funda, süpürge boy 1 : 1.) beden biçimi, bos, 2.)
çalısı. uzunluk, 3.) boyut, 4.) (bir yolun) kıyısı,
boruzen [boru + Far.: -zen]: 1.) ? 2.) (bir nehirin) kenarı,
5.)
tür, kalite.
2
boru, çalgı borusu, trampet. boy : [Budunbilim] bir kabile kolu, klan.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 69 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
3
boy : [Bitkibilim: Trigonella Foenum lağvetmek, 2.) den yapılmak, 3.) tahrif
Graecum] çemenotu tohumu. etmek.
boya: [Kimya] renk maddesi, saç ve el bozuk: 1.) dökük, kırık, 2.) arızalı,
~sı: kına, bir tür ~: ombra, bozulmuş, çalışmayan, 3.) çürük,
kahverengi toprak ~: ombra, kokmuş.
Boyar [Sır.: boyar]: Eflak veya Ulak’ın bozukluk: bozuk para, demir para.
toprak sahibi asilleri. bozulma: arıza, aksama.
boydaş: akran, aynı yaşta. bozulmuş: 1.) arızalı, bozuk, 2.)
boykot [İsp.: boycott > B.D.]: 1.) bir şeye çürümüş, kokmuş.
karşı toplu alde tepki gösterme, 2.) bozum: üzüm toplama zamanı.
1.)
toplu halde işi aksatma. bozuntu: bozgun, hezimet,
boylam: [Evrenbilim] meridiyen, tul. huzursuzluk, rahatsızlık, sıkıntı,
boyna [İtl.: boyuna]: 1.) İtalya, Bayonne yenilgi, 2.) eski malzeme, hurda.
kenti adından, 2.)
[Denizcilik] böbrek [böğrek, Bedenbilim]: ağır ~
sandaldaki küçük kürek. rahatsızlığı belirtisi: anuri, ~
1.)
boynuz: bazı hayvanların rahatsızlığı: anuri.
kafalarının ön tarafındaki kemiksi böbürlenme: boru, öğünme, saika.
çıkıntı, 2.) boynuzdan yapılan boru, böbürlenme: kurum, tafta.
nefesli çalgı, ~la vuruş: tos. böcek: [Hayvanbilim] haşere, ~ türleri:
boyun: [Bedenbilim] kafa ile omuz arası, süne.
ger, gerdan,~ eğme: biat, itaat, böcük: [Hayvanbilim] böcek, haşere.
ram, ~ hastalığı: guatr, ~ örtüsü: böğür: 1.) goğüs boşluğu, yan, 2.)
atkı. eyer, sele veya semerin yan kısmı.
boyuna 1 : boyunca, uzunluğunca. böğürme: bağırma, kükreme, yüksek
boyuna 2 : artan biçimde, biteviye, sesle konuşma.
sürekli olarak. böğürmek: bağırmak, kükremek,
boyunduruk: 1.) çatal, yeke, 2.) yüksek sesle konuşmak.
hayvanların boynuna vurulan çatal, böğürtlen [ÖzTür.]: [Bitkibilim:

yeke, 3.) bağ, esaret, kölelik, 4.) Agrostemma githago] bük, karamuk.

hizmet, kulluk. böke: battal, civanmert, kahraman,


boyut: buut, çap, ölçüde esas olan korkusuz, kostak, şampiyon, yiğit.
uzunluk. böle [Halkdili]: kuzen, yeğen.
boyutlar: ebat. bölge: 1.) alan, kısım, 2.) [Askeriye]
boz [ÖzTür.]: 1.) gri, beyaz ve kırmızı mıntıka.
renklerin karşımı olan bir renk, 2.) bölme: 1.) bölmek işlemi, ikiye ayırma,
2.)
çorak, kaba, kıraç, rengi ~a çalan: ayraç, 3.) kompartman, 4.) gemi
ambarında bölümler,
bozrik,
bölücü: münafık.
boza [Far.: ?]: mayalanmış akdarı
bölük: askeri bir birlik.
yapılan tatlı, mayhoş bir içecek.
bölüm: kısım.
bozca: 1.) grimsi renk, 2.) ekilmemiş
bölümleme: tasnif.
toprak.
bölümler: aksam, kısımlar.
Bozcaada [Rum.: Tenedos [?]]: 1.) ? 2.)
bön: ahmak, aptal, andaval, anlayşsız,
Ege’de Çanakkale’ye bağlı bir ada.
ansız, aptal, avanak, budala, ebleh,
bozgun: başarısızlık, başarısız sonuç,
enayi, mankafa, salak, savak.
fiyasko, hezimet, muvaffakıyetsizlik,
bönlük: [Tıp] ahmaklık, delilik, dimağ
yenilgi.
zayıflığı.
bozkır: [Evrenbilim] pampa, step.
börek: bir hamur işi.
bozlak 1 : bir tür halk dansı.
börtü böcek: zararlı ve iğrenç böcek,
bozlak 2 : grimsi renk.
haşarat.
bozlama: deve bağırması.
börülce: [Bitkibilim: Dalichos
bozlamak: deve yada inek bağırmak.
sesquipedalis] bir tür sebze.
bozma: 1.) fek, fesh, ilga, iptal,
bösme [?]: infilak etme.
kaldırma, lağvetme, 2.) den yapılma,
3.) böyle: öyle, bu cihetle, bu kadar, bu
tahrifat.
suretle, şöyle, şu kadar.
bozmak: 1.) feketmek, feshetmek, ilga
böylece: anca.
etmek, iptal etmek, kaldırmak,
brachion [Yun.: ?]: dal, kol.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 70 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

brachium [Lat.]: dal, kol. Britanya [İtl.]: Birleşik Krallık,


brahma: paçalı tavuk. İngiltere, [Britain, United Kingdom,
brakhys [Yun.: ?]: ? England].
brakisefal [Yun.: brakhys + chephale > briyantin [Fra.: brilliant > brilliantine]:
1.)
kephale > [? κεφαλή] > Fra.: saçlara biçim vermek için
1.)
brachycéphale]: kısa kafalı, 2.) kısa kullanılan kokulu ve yağlı pomat.2.)
kafalı insan. pamuk ve bükme yün veya pamuk
branca [Lat.]: pençe, pençedeki tırnak, ve mohairden yapılan parlak, cilalı
tırnak. bir kumaş.
branda [İtl.: branda]: 1.) [Denizcilik] brocca [Lat.]: başak, başak benzeri
gemilerde asılı yatak, 2.) [Dokuma] şey.
sağlam bez. brocker [Fra.]: dikiş iğnesiğinin bir kez
branş [Lat.: branca > Fra.: branch]: dal, geçmesi, ilmik.
şube. brokar [Fra.: brocart]: [Dokuma] ipekli
bravo [İtl.]: 1.) aferin, yaşa, 2.) kumaş.
3.)
korkmayan, cesur, Brom [Yun.: brômos [βρόμος] > Fra.:
cesaretlendirme, yüreklendirme. brome: Br]:
1.)
kötü koku, leş kokusu,
bre [Rum.: bre & vré [βρε]]: ey, hey 2.)
[Kimya] kırmızı-kahverenkte,
anlamında bir ünlem. paslandırıcı, sıvı biçiminde bir
brechein [Yun.: [βρεχειν]]: 1.) ıslanmak, element.
ıslatmak, yaşlatmak, 2.) işemek. bromos [Yun.: brômos [βρόμος]]: kötü
breken [Ortda Hollandaca]: pişirilmiş koku, leş kokusu.
balçık parçası, [tuğla gibi]. bronchi [Yun.: bronchos βρόγχος]: bak.
breş [Fra.: brèche]: 1.) bir doğal taş bronchus.
türü, 2.) yapay mermer. bronchos [Yun.: [βρόγχος]]: [Bedenbilim]
brevis [Lat.]: kısa. nefes borusu.
Brezilya [?]: Güney Amerika’da dili bronş [Yun.: bronchos [βρόγχος] > Fra.:
Portekizce olan en büyük ülke, bronche]: [Patoloji] nefes borusunun iki
[Brazil]. ana bölümü.
brıçka [Rus.: ?]: 1.) üstü kapalı, kışın bronşit [Yun.: bronchos + ites >
kızak olarak kullanılan tek atın bronchitida [βρογχίτιδα] > Fra.:
çektiği, yaylı Rus arabası, 2.) yaylı bir bronchite,]: [Patoloji]
1.)
nefes
araba. borusunun iki ana bölümündeki nefes
briç [Tür.: borozancı & borucu > bugler > alma kanallarının iltihaplanıp şişmesi,
2.)
Rus.: biritch [?] > İng.: bridge]: bir bundan dolayı oluşan rahatsızlık.
iskambil oyunu. bronthe [Lat.]: şimşek, yıldırım.
brifing [İng.: briefing]: 1.) hülasa, özet, bronz [Far.: biring > Lat. > Fra.: bronze >
2.) 1.)
bilgilendirme. İtl.: bronzo]: [Kimya] bakır ve
brigantine [İtl.: brigatino]: [Denizcilik] kalayın karşımından elde edilen bir
başdireği yada pruva direği dört alaşım, tunç, 2.) kırmızı-kahverenkte
köşe seren yelkenli ve kıç anayelkeni olan.
olan bir gemi. broş [Lat.: brocca > Fra.: brooche]: [Takı]
1.)
brigatino [İtl.]: korsan gemisi. uzun, üstü süslemeli ve uçları
brik [İtl.: brigatino > brigantine > Fra.: klipsli bir iğne, 2.) süs iğnesi.
1.)
brig]: [Denizcilik] kare yelkenli iki broşür [Fra.: brocker > Fra.: brochure]:
direkli gemi, 2.) savaş gemisinde kitapçık, küçük kitap, risale.
hapisahane, 3.) [Denizcilik, Savaş] top brotos [Yun.: [?]]: ölümlü.
taşıyan gemi. Brovning: [Silah] Browning marka bir
briket [Hol.: breken > brique > Fra.: tabanca.
1.)
briquette, briquet]: linyit yakıtı, 2.) bröve [Fra.: brevé]: diploma.
kömür katranı benzeri iyi malzemden brun [Lat.]: kahverengi.
üretilen dikdörtgen biçimli, iyi bruscus [Lat.]: çalılık.
sıkıştırılmış yapı malzemesi. brutus [Lat.]: anlamsız, mantıksız,
brique [Hol.: breken > Fra.: brique]: saçma.
tuğla, tuğla biçimli yapı malzemesi. Brüksel [Fra.]: Belçika’nın başkenti,
[Brussels].
Brüksel lahanası: bir tür sebze.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 71 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

brülör [Fra.: bruleur, Teknik]: yakmaç. budama: 1.) dal kesme, 2.) sayıyı
brüt [Fra.: brutte]: kesintisiz, safi. azaltma.
bryein [Yun.: [?]]: artmak, büyümek, budamak: 1.) dal kesmek, 2.) sayıyı
çoğalmak, kabarmak, yükselmek. azaltmak.
bu 1 : yakında olan nesneler yada Budapeşte [Buda + Pest + (Óbuda)]: 1.)
canlılar için gösrme sıfatı. Macaristan’ın başkenti, [Budapest], 2.)
bu 2 [Çocukdili]: su. kent Osmanlı İmparatorluğu’ndan
bu 3 [Far.]: aroma, koku, odor, parfüm, 1826’da koptu.
rayiha. bude 1 [Arp.: bu’de]: 1.) uzaklık, 2.)
bu 4 [Far.]: Farsça’da –bu; kokan, kokulu açıkgözlülük, akıl, basiret, ihtiyat,
anlamında bir sonek, [amberbu: sağduyu, sağgörü.
amberkokan]. bude 2 [Far.]: varolan.
bu 5 [Arp.]: Arapça’da ebu-; -nın oğlu Budin Kalesi: Osmanlı İmparatorluğu
anlamında olan önekin değişmiş zamanında; [Budin, Budin Kalesi].
biçimi, [Bubekr: Bekir’in oğlu; Ebubekr]. Budin: 1.) Macaristan’ın başkenti
buat [Yun.: pyksos [πύξος] > pyxis [πυξίς] > Budapeşte’nin üç ana bölümünden
2.)
Lat.: buxida > Fra.: boîte]: i., [Elektrik] birisi; [Buda], Osmanlı
elektrik kutusu. İmparatorluğu zamanında; [Budin,
bucak 1 : 1.) köşe, kuytu yer, 2.) Budin Kalesi],
3.)
kent Osmanlı
[Yönetim] ilçelerin bölümlerinden biri, İmparatorluğu’ndan 1826’da koptu.
nahiye, 3.) melek, budist [Hin. > Fra.: buddhist:]: Hint
Bucak 2 : Burdur’a bağlı bir ilçe. inancından olan.
Bucak 3 : Rize, Pazar’a bağlı bir Budizm [Hin. > Fra.: Buddhism:]: Hint
yerleşim yeri. inancı.
Bucak 4 : 1.) 1513’lerde Osmanlı budun: [Budunbilim] sosyal topluluk,
İmparatorluğu’na bağlı bir yer, 2.) millet, ulus.
bugünkü Ukrayna ve Moldova Budunbetim: Etnoloji.
arasında bulunan [Beserabya]. Budunbilim: Sosyoloji.
bucca [Lat.]: çene. Buenos Aires [İsp.]: 1.) iyi havalar
2.)
buculus [Lat.]: dana, genç öküz. anlamında, Güney Amerika
bucurgat [boci + ırgat2]: [Denizcilik] bak. ülkelerinden Arjantin’in başkenti.
bocurgat. bufalo [Lat. > İtl. > Yun.: bous]: 1.) her
buçuk: 1.) yarım, -nın yarısı, 2.) yarım. hangi bir yaban öküzü ama özellikle
bud 1 [Arp.: bu’d]: 1.) mesafe, uzaklık, Hint öküzü, 2.) özelikle Amerikan
2.)
Türk Müziği’nde iki ton arası bizonu.
duralama, 3.) olasılık içinde olmayan, bugün: içindeki gün, yaşanılan gün.
4.)
derinlik, genişlik, şumul, 5.) boyut, buğ 1 [buğu]: bak. buğu.
6.)
[Bedenbilim] bir gökcisminin bir saat buğ 2 [Ark.]: baş, bey, hakan,
aralıklı açısı. imparator, kral, lider, önder, reis,
bud 2 [but1]: tavuk yada sığırın ayak sultan, yönetici.
yada bacak bölümü. buğa: [Hayvanbilim] bak. boğa.
bud 3 [Far.]: bir oluş varlık. Buğdan [Slo.: Bogdan]: bak. Boğdan.
Buda 1 [Mac.]: 1.) Macaristan’ın buğday tanesi: i., evin, granül,
başkenti Budapeşte’nin üç ana habbe, tanecik.
2.)
bölümünden birisi; [Buda], buğday: [Bitkibilim: Triticum] başak
Osmanlı İmparatorluğu zamanında; tanesi, ~ özü: evin, ~ özü: ekin, ~
[Budin, Budin Kalesi]. teknesi oluğu: çörtü, öğütülmüş
Buda 2 [Hin.: Buddha]: 1.) Hindistan’da ~: un, küçük taneli sert ~: sumter.
yaşamış bir antik bilge kişi, 2.) bir buğra: [Hayvanbilim] erkek deve.
Hint tanrısı. buğu: 1.) sıcak sudan çıkan buhar, sis,
1.)
budak: işlenmiş ağaç yada pus, cama yapışan buhar, 2.) buhar,
kerestede düğüm, yumru yani dal duman, is, islim, istim, pus, tütü, 3.)
çıkıntısı bölümü, 2.) ağaçta dal, filiz. nem, çimen ve otlara düşen çiy,
budala [Arp.: büdelâ]: ahmak, aptal, şebnem.
andaval, anlayşsız, ansız, aptal, buğur [Arp.]: yetişkin hörgüçlü deve.
avanak, bön, ebleh, enayi, mankafa,
salak, savak.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 72 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

buğz [Arp.]: adavet, artniyet, bulama 1 : beleme, bulaştırma.


2
düşmanlık, garaz, garez, hasımlık, bulama : haşlanmış üzüm
husumet, kin, kötüniyet, nefret. suydundan yapılan yarı katı bir melas
buhar 1 [Arp.]: buğu, buhar, duman, yemeği.
islim, istim, tütü. bulamaç: sulu çok cıvık hamur.
2 1.)
buhar [Arp.]: çürüyen bulanık: flu, net olmayan.
maddelereden yayılan kötü koku, 2.) bulantı: 1.) [Tıp] iğrenme, deniz
saçılan koku, 3.) duman, pis kokulu tutması, mide bulantısı, tiksinme, 2.)
duman. bulanıklık, karışıklık, yoğunluk.
Buhara [? Tür.: bukarak: bereketli bulaşık: kirli tabak çanak, ~ teknesi:
topraklar, ? Far.: bukhar: bilginin kaynağı, ? eviye.
San.: vihara: Budist tapınağı]:
bulaştırma: bulama, beleme.
Özbekistan’ın önemli bir bilim ve ekin buldok [İng.: bulldog]: bir köpek türü.
kenti, [Bokhara, Bukhara]. bulga [Arp.]: deri çıkın, deri torba, deri
Buhari [Buharî]: [İslam] 1.) Buharî: çanta.
Buharalı, Buhara’da doğan, 2.) İmam- bulga [Lat.]: boğça, çıkın, torba.
ı Buharî, 3.) Ebü Abdullah Muhammed Bulgar [Rus.: bolgar & bolghar > Tür.:
bin İsmail [Ö: 256/869]: en büyük
bulgar]: Bulgaristanlı, Bulgar para
Hadis Bilgini olarak kabul edilir. birimi: Leva,
Sünni gelenek onun başyapıtı El- Bulgar Abecesi: ?,
Cami es-Sahih'i yani Sahih-i Bulgar Sayıları: ?,
Buhari’yi en büyük hadis Kitabı Bulgaristan: Balkanlar’da [Güney-duğu
olarak benimser. Avrupa] bir ülke, [Bulgaria].
1.)
1363-
buhran [Far.]: kriz. 1393 yıllarındaki savaşlar sonrasında
buhu. bak. puhu. Osmanlı İmparatorluğu’na dahil
buhur 1 [Arp.: bahr1’in çoğulu]: denizler. edildi, 2.)
1873’de Osmanlı
buhur 2 [Arp.: bahur2]: günlük, tütsü, İmparatorluğu’ndan ayrıldı.
herhangi bir güzel koku. bulgu: [Tıp] araz, belirti, ilinek,
buhurdan [Arp.: buhur2 + Far.: dân]: 1.) semptom.
buhurdanlık, buhurluk, tütsülük, 2.) bulgur [Rum.: pligouri & pnigouri:
buhur yada tütsü kutusu. [πλιγούρι & πνιγούρι]]:
1.)
dövülmüş
buhurdanlık [Arp.: buhur2 + Far.: dân + buğday, 2.) [Gıda] haşlanmış ve
1.)
lık]: buhurdan, buhurluk, tütsülük,
2.) döğülmüş buğday, 3.) küçük kar
buhur yada tütsü kutusu.
taneleri, ~ dibeği: dink.
buhurumeryem çiçeği: [Bitkibilim:
bulla [Lat.]: 1.) bir düğüm, 2.) bir
Cyclamen] buhurumeryem çiçeği,
mühür, 3.) mühürlü belge, 4.) bir
tavşankulağı.
kabarcık, köpük yada şişkinlik.
buji [Arp.: Bejaia > Fra.: bougie]: 1.)
2.) bullire [Lat.]: haşlamak, haşlanmak,
[Otomotive] motor ateşleme parçası,
kabarmak, kaynamak, kaynatmak,
[Tıp] vücuda bazı maddeleri
köpürmek.
zerketmek için kullanılan silindir
bulma: icat, keşif.
biçimle gereç.
bukağı [Ark.]: demir köstek, pranga. bulmaca: muamma, bir ~ türü:
bukelemun [Far.: bûkalemûn > Arp.: anagram.
bûkalemûn]:
1.)
değişken, kararsız, bulmak: 1.) belirlemek, 2.) icat etmek.
oynak, 2.)
[Hayvanbilim: Chamaeleo bulunanlar: hazirun.
chamaeleon] rengini bulunduğu bulunma: amade, hazır.
ortama göre değiştiren bir tür buluş: i., icat.
kertenkele. bulut: i., 1.) [Evrenbilim] gökyüzündeki
buket 1 [Fra.: bouquette, bouquet]: 1.) duman kümeleri, ebr, 2.) aşırı sarhoş,
çiçek, 2.) [B] çiçek demeti anlamında ~ türleri: Sirrus (Saçakbulut), Stratus,
bir Türk bayan adı. katman ~: stratus.
bukle [Fra.: bouqlet]: saç kıvrımı, saç bulvar [Hol.: bolwerc > B.D.: boulevard]:
1.)
lülesi, saç kıvrımı. ana cadde, ana yol, 2.) ağaçlı yol,
bula: 1.) abla, 2.) dayı karısı. hıyaban.
bulada [Rum.: poulada: [πουλάδα]]: 1.) bun: gaile, eziyet, güçlük, meşakkat,
piliç, 2.) büyük piliç. sıkıntı, zahmet, zor.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 73 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

bunak: 1.) ikinci çocukluk dönemi, 2.) burjuvazi [Lat.: burgus > Fra.: bour-geoi-
aklını yitirmiş yaşlı kimse. sie]: çok zenginle çalışan orta sınıf
bunama: [Tıp] ateh. arasında bir sosyal tabaka.
bunca: 1.) bu denli çok, bu kadar çok, Burma: Güneydoğu Asya’da bir ülke,
2.)
böylece. Birmanya.
buncağız: bu zavallı küçük şey. burnaz [?]: 1.) ? 2.) ince ve uzun
bungun [Far.: bûn + û> bûngûn?]: urunlu.
sıkıntılı. burricus [Lat.]: küçük at.
bur 1 [Arp.: bair]: kıraç toprak, ekime burs [Yun.: bursa & prysa [βύρσα] > Fra.:
sürüme uygun olmayan arazi. bourse]: eğitim desetk yardımı.
bur 2 [Arp.: bair’in çoğulu]: kıraç bursa 1 [Lat.]: kese, para kesesi,
topraklar, ekime sürüme uygun torba.
olmayan araziler. Bursa 2 [Rum.: Prussia, Prussa, Brussa,
bur 3 [Far.]: demir kırı renkli güderi. Osm.: Hüdevandigar]: [16], Marmara
Burak [Arp.]: 1.) 2.) [İslam] Hz. Bölgesi’nde bir kent. Eskilerde
Muhammed’in bindiği binit, 3.) [B] bir Burusa.
erkek adı. buru: [Tıp] buruntu, sancı.
buram buram: (kar) döne döne, buruk: 1.) acı, ekşi, keskin, sert, 2.)
(duman) bulutlar halinde, (koku) çok yürek yakan, zihni kurcalayan, 3.)
miktarda. burkulmuş, bükülmüş, eğilmiş.
buranda: bak. branda. burula [Lat.]: yün püskül yada sorguç.
burc: bak. burç. burun: 1.) [Bedenbilim] yüzün önünde
burcu burcu: tatlı tatllı kokan. koku ve nefes alma organı, enf, 2.)
3.)
Burcu: bir Türk bayan adı. [Hayvan] gaga, keskin kısım, uç, 4.)
burç [Rum.: pirgos & pyrgos [πύργος] & [Evrenbilim] denizde doğru kara
1.)
Arp.: burc]: kule, sağlamlaştırılmış çıkıntısı, çıkıntı, 5.) gurur, haddini
yer, silahlarla kuvvetlendirilmiş yer, bilmeme, kendini beğenme, kibir,
tabya, 2.) Zodyak işaretleri, 3.) küstahlık, ince ve uzun ~lu: burnaz,
[Yıldızbilim] gözlemevi, rasathane. buruntu: [Tıp] buru, sancı.
burçak: [Bitkibilim: Vicia sativa] burunucu: kalak.
tahılgilleren bir bitki, 2.) [B] bir bayan Burusa: [Ark.] bak. Bursa.
adı buruş: 1.) büzülme, kırışma, 2.)
burçlar [Rum.: pirgos & pyrgos [πύργος] & kurutulmuş meyve.
Arp.: burc + lar]: [Yıldızbilim] esatir, bus 1 [püs]: reçine, sakız.
Akrep, Terazi, Oğlak, Arslan, Balık, İkizler, bus 2 [Far.]: öpüş, öpücük.
Yengeç, Kova,
bus 3 [Far.]: Farsça’da –bus; öpen
Burdur [Rum.: Ascania [?], Burdur]: [15],
anlamında bir sonek, [damenbus:
Türkiye’de bir kent.
eteköpen, yalaka].
bureau [Fra.]: masa.
bus 4 [Arp.]: 1.) renk, 2.) kalça, dolgun
burgaç: anafor, çevrinti, eğrim,
kalçalı kadın.
girdap, su çevrintisi.
buse [Far.: bûse]: 1.) öpücük, 2.) ilahi
Burgaz [Yun.: Prygos [πύργος] > Bul.]:
öpüş, 3.) [B] bir bayan adı.
Bulgaristan’da bir kent.
buselik [Far. + lik]: 1.) Türk Müziği’nde
Burgaz Ada [Antigoni [?], Pyrgos
bir makam, 2.) öpmeğe değer,
[πύργος]]: İstanbul’da Marmara
öpülesi.
denizi’nde bir ada, [Burgazada].
buşon [Fra.]: şişe tapası.
Burgazkemer [Yun.: Prygos [?] + Tür.:
but 1 : tavuk yada sığırın ayak veya
kemer]: ?
bacak bölümü.
burgus [Lat.]: burc, kale, kule.
but 2 [Arp.]: yavaşlık.
burhan [Arp.: bürhan]: 1.) 2.) [B] bir
buteo [Lat.]: bir tür şahin.
erkek adı.
butik [Yun.: apotheke > Fra.: boutique]:
burjuva [Lat.: burgus > Fra.: bour-geois]:
1.) moda ürünler satan ufak dükkan.
Avrupa’da kaler yada şato sahibi
butlan [Arp.]: 1.) geçersiz, 2.) değersiz,
asil aileler, 2.) zengin ve saygı gören
faydasız, yararsız.
üst sosyal tabaka.
buton [? > İng.: button ?]: 1.) düğme, 2.)
[Elektrik] açma-kapama düğmesi,
çalıştırma düğmesi.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 74 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

buut [Arp.]: boyut. büke [Halkdili]: kız.


buyruk: buyuru, emir, komut, kesin bükmek: eğmek, kıvırmak,
~: dikta. döndürmek, tersine.
buyuran: amir, yönetici. Bükreş [?]: Romanya’nın başkenti,
buyuru: buyruk, emir, komut. [Bucharest].
buz 1 : 1.) donmuş yada dondurulmuş bülbül [Far.]: 1.) ötücü bir kuş, 2.)
su, 2.) çok soğuk. [İslam] Peygamber, Hz. Muhammed.
buz 2 [Arp.]: 1.) cinsi ilişki, çiftleşme, 2.) Bülbül Dağı [Coressus [?] > ?]: Selçuk,
ferç, kadın cinsel organının dış kısmı, İzmir.
vulva. büldan [Arp.: büldân, beled’in çoğulu]: 1.)
buz 3 [Arp.]: bir kadına kocasından kentler, şehirler, 2.) ülkeler.
aktarılan ağırlık, bağlış, çeyiz parası, bülend [Far.]: 1.) ulu, yüksek, 2.) uzun
drahoma, yada benzeri geçim boylu, 3.) makamca üst, 4.) yüksek
vergisi. sesle, 5.) [B] ali, ulu, yüksek
buzağı: yeni doğmuş inek yavrusu. anlamında bir erkek adı, [Ali].
buzane: bak. buzhane. bülten [Lat.: bulla > Fra.: bulletin]: 1.)
buzhane [buz + Arp.: hâne]: 1.) buzluk, son haberlerin kısa özeti, kısa kısa
buzevi, 2.) sebze meyvelerin ve haberler, 2.) bir kurum yada bnzeri
bozulabilir diğer gıdaların saklandığı bir yerin düzenli açıklamaları.
büyük depolama yeri. büluğ [Arp.: bülûğ]: 1.) ergenlik çağı,
buzkıran: kutup gemisi. erinlik, rüşt, 2.) olgunluk dönemine
3.)
buzluk: 1.)
bak. buzhane, 2.) erişme, erişme, ulaşma,
buzdolaplarında kare biçimi boz elde yaklaşma.
etme kabı, 3.) buzdolaplarının derin bünye [Arp.]: 1.) yapı, 2.) yapı, eklenti
dondurucu bölümü. yapı, 3.) bir yapıyı kurma işi.
buzuki [Tür.: bozuk > Yun.: mpouzoúki [?] bünyevi [Arp.: bünyevî]: 1.) bedensel, 2.)
buzuki]: [Müzik] bir Yunan çalgısı. yapısal.
buzul: [Evrenbilim] glasiyer, dağ yada bür 1 [Arp.]: buğday.
vadilerde çok yavaş hareket eden bür 2 [Arp.]: iyileştirme, otamak, tedavi
büyük buz yada kar kütlesi. etmek.
bücür: çok kısa boylu, bodur. bür 3 [Far.]: Farsça’da –bür; kesen
büden [Far.]: olmak, olgunlaşmak, anlamına bir sonek.
kemale ermek. bürah [Far.: ?]: ?
büfe [Fra.: buffet]: 1.) masakenarı, bürhan [Arp.]: 1.) [İslam & Hukuk] delili,
mayayanı, 2.) konukların bir şeyler kanıt, 2.) [Mantık] tartışılmaz sav, 3.)
yiyip içtikleri masa yada benzeri Rifai Tarikatı’na göre dini vecd içinde
nesne, 3.) bu biçimde verilen bir kendini kanatma veya yaralama.
yemek daveti, 4.) [Türkiye] içinde bürme 1 [Halkdili]: bir bayan üstlüğü.
gazete, tekel ürünleri ve bazı gıda bürme 2 [Arp.]: su kaynatma kabı.
ürünleri satılan çok ufak yada ufak büro [Fra.: bureau]: işyeri, ofis.
bakkal dükkanı. bürokrasi [Fra.: bureau + Yun.: kratein >
1.)
büğet [Halkdili]: su birintisi, gölcük. Fra.: bureaucratie]: devlet
bühlül [Arp.]: 1.) neşeli, şakrak, şen, 2.) kurumlarındaki çalışanlar, 2.) bir
aptal, salak, 3.)
asil, değerli, bütün olarak kamu çalışanları, 3.)
4.)
mükemmel. iktidar, yönetim çalışanları,
bühlül [Arp.]: behlûl ? yönetim dairelerindeki yetkinin
büht 1 [Arp.]: asılsız, yalan. merkezileşmesi.
büht 2 [Far.]: bir gök cisminin belli bir bürülce: bak. börülce.
süre içindeki hareketi. bürüme: istila, yayılma.
bühtan [Arp.]: [Hukuk] yalan yere büsbütün: tamamen.
suçlama, iftira. büst [İtl.: busto > B.D.: bust > Fra.:
1.)
bük 1 [Halkdili]: 1.) ağaçlık ve çalılık, sık buste]: heykelcilikte kafa ve
ağaçlı ve yüksek otlu alan, 2.) çok sık omuzlar, 2.) kadın göğsü, memeleri.
ve yeşillik bölge, yer, [Akbük, büstan [Arp.: büstân]: bahçe.
Türkbükü]. büşr [Arp.]: iyi haber, muştu, müjde.
bük 2 [Halkdili]: [Bitkibilim: Agrostemma büşra [Arp.: büşrâ]: 1.) büşr, iyi haber,
githago] böğürtlen, karamuk. muştu, müjde, 2.) akide, doğru söz,

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 75 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

gerçek, hakikat, iyi haber, müjde, 3.) C.V. [Lat.: Collequium Vitae]:
1.)
2.)
[B] muştu, müjde anlamına bir bayan özgeçmiş, resumé, [Yazın] yazar ve
adı, şairlerin yaşamlarını anlatan eserler,
büt [Far.]: 1.) idol, imge, put sanem, kitaplar.
mabut, 2.) güzel erkek çocuk yada caba: ayrıca, ektsra,fazladan, üste.
kız, 3.) [Mistik] Allah, ruhani önder, 4.) caballus [Lat.]: at.
[Mistik] kendisini seven. cacık [Rum.: tzatziki: ?]: 1.) hıyar, 2.)
bütçe [Lat.: bulga > Fra.: budget]: 1.) rendelenmiş hıyar ve yoğurtla
gelir gider denge planı, 2.) [Saymanlık] yapılan sulu bir yemek.
bir kurumun gelir gider planı. cadere [Lat.]: düşmek.
bütün [ÖzTür.: bitmek]: genel, kül, tüm, cadı: büyücü.
umum. cadmio [Lat.]: çinko.
bütünsel: kümülatif, total. caedere [Lat.]: 1.) kesmek, parçalara
bütünü: tamamı, tümü. ayırmak, 2.) canını almak, katletmek,
bütünüyle: toptan. öldürmek.
büyü: afsun, füsun, bağı, sihir. caelebs [Lat.]: bekar, evlenmemiş kişi.
büyücü: cadı, ilisyonist, sihirbaz. caelum [Lat.]: gökyüzü, sema, uzay.
Büyük İskender [Yun. > ? > Tür.]: 1.) caementum [Lat.]: sert taş.
İ.Ö: 356-323 yılları aarsında yaşamış caeremonia [Lat.]: kutlama, tören.
fetihçi bir komutan, 2.) İ.Ö. 336-323 cahil [Arp.]: bilgisiz, nadan.
arasında yaşamış Makedonya Kralı, cahiliye [Arp.]: [İslam] İslam öncesi
[Alexandre The Great]. dönem..
Büyük Menderes Nehri [Rum.: caiz [Arp.]: [İslam] dinen uygun olan.
Maiandros> Tür.]: Afyon Dinar’da caka: afi, çalım, fiyaka, gösteriş,
doğup Aydın Söke’de Ege Denizi’ne racon.
akar. cakalı: afili, aynalı, çalımlı, fiyakalı,
büyük: 1.) azim, balaban, celil, cesim, gösterişli, yakışıklı.
2.)
iri, kocaman, ulu, büyük, calamita [Lat.]: şansızlık, talihsizlik.
koskocaman, olağandan ~: iri. calamus [Lat.]: kamış, saz.
büyükler: ekabir, ilerigelenler, calcare [Lat.]: ayak basmak,
büyüklük [Mecazi]: devlet, ~ hastalığı: çiğnemek, yürümek.
megolamani, calcere [Lat.]: ayakla çiğnemek, ayak
büyülteç: [Fotoğrafçılık] agrandizör, altına almak.
büyülü: füsun, sihirli, calcinare [Lat.]: ?
büyüteç: adese, lam, lup, mercek. calculare [Lat.]: hesaplamak, saymak,
büz [Fra.: buse]: betandan yapılan sayı saymak.
boru, künk. calculus [Lat.]: sayı saymada
büzgü: [Terzilik] büzme. kullanılan boncuk dizini.
büzük: 1.) anüs, makat, 2.) [Argo] calena [Lat.]: çene.
cesaret, yürek. calere [Lat.]: 1.) bağırmak, çağırmak,
2.)
Byblos [Fen.]: Antik Fenike kenti. seslenmek, ünlemek, haber
3.)
by-pass [İng.]: bak. baypas. vermek, hitap etmek, ad vermek,
byrsa [Yun.: ?]: 1.) bir hayvan derisi, isimlendirmek.
post, 2.) insan derisi, cilt. caliburnus [Lat.]: kılıç.
byssos [Yun.: ?]: bir şeyin altı, dip. calico [Lat.: çoğulu: calicoes & calicos]: 1.)
basma, pamuklu bez, 2.) patiska,
========== C ========= Amerikan bezi.
C 1 : Türk Abecesi’nin 3. harfi. calidus [Lat.]: ılık.
C 2 : τζε: Yunan Abecesi’nde Türkçe [C, calix [Lat.]: ?
c] harfinin yazılışı. callum [Lat.]: sert deri.
C 3 : [Lat.: (C)entum]: Romen calor [Lat.]: hararet, ısı, sıcaklık.
Rakamı’nda yüz (100) sayısının calumnia [Lat.]: bühtan, iftira, yalan
göstergesi. yere suçlama.
C 4 [İtl.: Çi]: İtalyan Abecesinin 3. Calvin, John: 1309-1364 yılları
harfi, [C, c]. arasında yaşamış bir Fra.nsız
5
C [Rus.: Es]: Rus Abecesi’nin 17. harfi, Protestan Reformcusu.
[С, с]. calvities [Lat.]: açıklık, çallık, kellik.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 76 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
1.)
calx [Lat.]: derman, iyileşme, şifa, candela [Lat.]: ışıklandırma mumu.
2.) 1.)
kireçtaşı, kireç. candere [Lat.]: parlamak,
2.)
calyx [Lat.]: çıkıntılı bölme, kesecik, pırıldamak, yanmak, yakmak.
torbacık. candidus [Lat.]: 1.) beyaz, 2.) candan,
cam: sırça, arkası sırlı ~: samimi.
cama [Çuv.: kama > Lat.]: 1.) kereste, candor [Lat.]: candanlık, içtenlik,
tahta, 2.) yatak. samimiyet.
camadan [Far.]: [Giyim] kısa yelek türü. canere [Lat.]: şarkı söylemek,
cambazlık [Far.: cam + bâz + Türkçe: lık: şakımak.
akrobatlık. canfes [Arp.: ?]: [Dokuma] 1.) ipekli
cambire [Lat.]: değiş tokuş etmek, kumaş, 2.) üçetek.
takas yapmak. cani [Arp.: câni]: kıyan, katil.
cambium [Lat.]: değişiklik. canis [Lat.]: köpek.
1.)
camera [Lat.]: 1.) kasa, mahzen, oda, canlandırma: resimlendirme,
2.)
2.)
gök, sema, 3.) kemer, çatı kemeri, tasarı, tasavvur, animsyon, 3.)
tonoz, 4.) mezar. ihya.
camerarius hospiti [Lat.]: ? canlı: 1.) yaşayan, 2.) aktif, dinç, diri,
camış: [Hayvanbilim: ?] manda, su sığırı. dirik, zinde, 3.) aktif, devinimli, faal,
cami [Arp.]: toplanma yeri. [İslam] hareketli.
Müslümanların ibadet, tapınma yeri. canlıcılık: animizm.
Ezan okunan yer: minare, canlılar: dünyada yaşayan tüm canlı
minarede ezan okunan kısım: varlıklar.
şerefe, vaizin vaaz verdiği yer: canlılık: aktivite, devinim, etkinlik,
mihrap, vaaz veren: vaiz, hutbe faaliyet, hareket.
yeri: mimber, namaz kıldıran: canna [Lat.]: kamış, şeker kamışı.
imam, ezan okuyan: müezzin. cannabis [Lat.]: kendir, kenevir.
camia [Arp.]: topluluk, zümre. cańón [İsp.: kanyon]: boru.
camisia [Lat.]: 1.) eski Yunan ve canon [Lat.]: kanun, temel kural, yasa.
Romalıların kollu ve kolsuz ve dizlere cansız: cansız, cenaze, merhum,
dek inen gömlek veya entarisi, 2.) mevta, naaş, ölü, ölü beden, vefat
gömlek, mintan, tunik. etmiş, yaşamayan.
campana [Lat.]: çıngırak, zil. Cansu [can + su]: bir bayan adı.
campio [Lat.]: gladyatör, kılıçdar, kılıç cantare [Lat.]: şarkı söylemek,
savaşçısı. şakımak
campus [Lat.]: alan, saha, tarla. canterius [Lat.]: yük hayvanı.
can: 1.) derman, dirlik, güç, hal, cantina [Lat.]: şarap mahzeni.
kuvvet, mecal, takat, 2.) hayat, cantus [Lat.]: şarkı.
yaşam, 3.) ahi kardeşliği, 4.) [C] bir canurcun [Halkdili] bir tür ördek.
Türk erkek adı, ~a kıyıcı: amansız, capanna [Lat.]: baraka, kulübe, kabin.
canalis [Lat.]: akak, dere, çay yada capare [Lat.]: almak, kavramak, kabul
nehir yatağı, mecra. etmek, tutmak.
canan [Far.: canân]: 1.) sevgili, yar, 2.) caper [Lat.]: keçi.
[C] sevgili anlamında bir bayan adı. capere [Lat.]: muhafaza etmek,
canasta [İsp.]: sepet. korumak, saklamak.
canavar [Far.]: dragon, masal capiditas [Lat.]: açgözlülük, hırs,
yaratığı, masal ~ı: dev, ~ düdüğü: tamah.
Capitolium [Lat.]: Roma’da Jubiter
siren,
Tapınağı.
canbaz [Far.: can + bâz > canbâz]:
capitulare [Lat.]: koşulları
akrobat,
düzenlemek.
cancellarius [Lat.]: kalem, katip,
cappa [Lat.]: başlıklı üstlük giysi.
sekreter, yazman.
capsa [Lat.]: 1.) kutu, bir kutu, 2.)
cancelli [Lat.]: kafes, pencere kafesi,
göğüs, sadr, sine.
kafese benzer arma.
captivus [Lat.]: ?
cancellus [Lat.]: kafes, pencere kafesi.
caput [Lat.]: baş, kafa, kelle.
cancer [Lat.]: yengeç.
car 1 [Far.: câr]: 1.) dört, 2.) dördüncü,
candan: 1.) içten, samimi, 2.) [C] içten,
car 2 [Far.]: tehlike durumu.
samimi anlamına bay ve bayan adı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 77 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
1.)
carbo [Lat.]: kömür. Cassandra [Yun.]: Yunan
carcar [Halkdili]: çalçene, çençen, Mitolojisi’nde kehanetlerine kimsenin
lafazan, geveze. inanmadığı Truvalı kahin, 2.) Batılı bir
carcer [Lat.]: dam, hapishane, kafes, bayan adı.
tutukevi. castanea [İsp. > Lat.]: kestane.
carcur: şarjör. castare [Lat.]: mahvetmek, tahrip
cardo [Lat.]: eksen, mihver, mil. etmek.
carduus [Lat.]: devedikeni. castigare [Lat.]: azarlamak, paylamak,
carere [Lat.]: 1.) pamuğu yada yünü tekdir etmek.
taramak, 2.) taramak. castrare [Lat.]: hadım etmek.
caret [Lat.]: bir boşluk var, boşluk. Castro, Fidel [İs.]: ABD’nin batısında yer
cargar [İsp.]: yükleme. alan ülke Küba’da Kmonist İhtilal yapıp, ülkeyi
yöneten kişi.
cari [Arp.: cry > câri]: 1.) akıp giden,
hareketli olan, 2.) geçerli, yürürlükte castrum [Lat.]: germen, hisar,
olan. istihkam, kale.
caricare [İtl.]: abarmak, mübalağa castus [Lat.]: 1.) iffetli, lekesiz,
etmek. namuslu, 2.) bozulmmış, saf, sili.
caries [Lat.]: çürüme. castus [Lat.]: halis, has, kusursuz,
carina [Lat.]: gemi omurgası, mavna. lekesiz, saf, safi, som, temiz.
caritas [Lat.]: 1.) muhabbet, sevgi, 2.) casula [Lat.]: ?
etkileme, tesir etme, 3.) hastalık, casus 1 [Arp.: câsus]: ajan, hafiye,
teessür. casus 2 [Lat.]: 1.) akıbet, hadise, olay,
cariye [Arp.: cry > câriye]: 1.) genc ve netice, sonuç, vaka, [casus belli]:
hareketli kız, [Mecazi] aftoz, gaco, savaş durumu, 2.) fırsat, şans, talih,
halayık, kapatma, kuma, metres, tesadüf.
nikasız kadın, odalık, cata [Lat.]: ile, vasıtasıyla, üzerinden.
carmen [Lat.]: ? catafalco [Lat.: kata + ? > İtl.]: 1.)
carminare [Lat.]: temzilemek. cenazenin konulduğu sedir, 2.) ayin
carnale [Lat.]: gömütyeri, mezarlık. yada tören için içinde cenazenin
carnis [Lat.]: bedenin rengi. bulunduğu tabutun konulduğu, sedir
caro [Lat.]: beden, ten, vücut. biçiminde ağaçtan yapılmış yükselti.
carousel [İtl.: carrosa > Fra.]:
catena [Lat.]: zincir.
dönmedolap. caterpillar [Lat.: catta pilosus > Fra.:
1.)
caterpillar]: güve, pervane yada
carpentum [Lat.]: el arabası,
atarabası. kelebeğin kurtçuğu, 2.) [M] bir
carpere [Lat.]: almak, koparmak, işmakinesi markası, [Cat]. 3.) [M] bir
koparık toplamak, seçmek, seçip giyim markası, [Cat].
almak. cathedra [Yun.: kata + hedra > Lat.]:
carrigere [Lat.]: yerini belirtmek. bütük divan, oturak yada sedir.
carro [Lat.]: hızlı araba. catinus [Lat.]: çanak.
carrosa [İtl.]: binek arabası. catta [Lat.]: kedi.
carrus [Lat.]: araba, atarabası, atlı catta pilosus [Lat.]: tüylü kedi.
araba. cauda [Lat.]: kuyruk.
carus [Lat.]: aziz, sevgili, samimi. caupo [Lat.]: esnaf, ticaret erbabı,
casa 1 [Çuv.: kasa > Lat.]: 1.) cadde, yol, tüccar.
2.)
ev. causa [Lat.]: 1.) etmen, neden, sebep,
2.)
casa 2 [Çuv.: kasa > Lat. > İtl.]: 1.) illet, 3.) amaç, erek, gaye, hedef,
baraka, kulübe, 2.) oda. istek, kast, kasıt, maksat.
Casanova, Giovanni: 1.) 1725-1798 cautio [Lat.]: ılık, ılıman.
yılları arasında yaşamış İtalyan cavea [Lat.]: 1.) içi boş yer, in, mağara,
2.)
serüvenci ve yazar, 2.) çapkın erkek, kafes.
zampara. cavilla [Lat.]: kaçamaklı yanıt.
caseus [Lat.]: peynir. cavlak []: tüysüz.
casino [Lat.: casa]: eğlence yada cavolo [İtl.]: lahana.
kumar oyunu amacıyla düzenlenmiş cavus [Lat.]: boşluk, delik, oyun.
oda yada özel yapı. cayma: sözünden dönme.
caymak: sözünden dönmek.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 78 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

cazib: cak. cazip. cehre [Far.]: daire, dönen şey,


cazibe [Arp.]: albeni, alım, çekim. makara, teker.
cazip [Arp.: câzib]: albenili, alımlı, ceket [Arp.: şakk > Fra.: jaquet]: [Giyim]
çekici, frapan. bir erkek üst giysisi, erkek ~i: sako,
cebbar [Arp.]: zorba. spor ~: anorak.
cebe [Moğ.]: zırh. celal [Arp.: celâl]: 1.) haşmet, ihtişam,
cebeci [Moğ. + ci]: 1.) zırh yapan, zırh izzet, sitayiş, parlaklık, şaşaa,2.)
işiyle uğraşan, 2.) [C] İzmit Kandıra’da gazap, hırs, hiddet, kızgınlık, öfke,
bir sahil kasabası. şiddet, 3.) [C] hırslı anlamına bir erkek
cebel [Arp.: ?]: dağ. adı.
cebeli [Mog.: cebe + Tür.: li > Osm.: celare [Lat.]: saklamak.
1.)
cebeli]: i., zırh, ? 2.) Osmanlı’da atlı celb [Arp.]: bak. celp.
asker, celbe [Halkdili]: avcı çantası.
Cebelitarık 1 [Arp.: Cebel-i Tarik]: 1.) cèle [Yun.: skelos > Fra.: cèle]:
Tarık Dağı, 2.) Tarık Bin Ziyad Fransızca’da cèle; 1.) bacak, 2.) çıkıntı,
İspanya’yı elegeçirdiğinde Akdeniz’in uç, uçveren, uçverme anlamında bir
girişindeki bu dağa adını vermiş. sonek.
Cebelitarık 2 [Arp.: Cebel-i Tarik]: 1.) celebrare [Lat.]: onurlandırmak, şeref
Akdeniz’in girişinde ve İspanya’nın vermek.
kıyısında bir İngiliz toprağı, 2.) celer [Lat.]: hızlı, süratli, tez.
[Gibralter] kelimesi “Cebel-i Tarık”ın celerare [Lat.]: acele etmek, acele
İngiliz diline girmiş biçimidir. ettirmek, hızlandırmak.
cebhe [Arp.]: 1.) alın, ön, ön taraf, yüz, celi [Arp.]: cilalı, parlak.
2.)
bak. cephe. celil [Arp.]: 1.) çok büyük, ulu, 2.) azim,
cebir 1 [Arp.: cbr > cebr]: 1.) külfetini balaban, cesim, büyük, iri, kocaman,
2.)
arttırma, zorlaştırma, zor, ulu, 3.) [C] ulu anlamına bir erkek adı.
3.)
zorlayış, [C] zorlu anlamına, bir cella [Lat.]: 1.) küçük oda, 2.) mahzen,
erkek adı, [Zorlu]. 3.)
hapis yeri.
Cebir 2 [Arp.: al jabara [?] > Lat. + Yun. > cellat [Arp.]: idamı uygulayan.
1.)
B.D.: algebra]: yeniden birleştirme, cellere [Lat.]: doğmak, ortaya çıkmak,
yeniden bir araya getirme, 2.) El yükselmek.
Harizmini’nin kitabı; El Cebr ve'l Mukabele, celp [Arp.: celb]: 1.) çağırma, davet
3.)
sayıların karşılığı olarak bazı harf etme, zorla getirme, 2.) çağrı, 3.)
ve diğer benzer biçimleri kullanarak resmi çağrı.
bazı aritmetik işlemlerini, celse [Arp.: cls]: 1.) oturma, 2.) oturum.
genelleştirmede kullanılan bir celsius [A. Celsius]: 1.) A. Celsius; 1701-
matematik sistemi. 1744 yıllarında yaşamış İsveçli bir
cebr [Arp.: cbr]: al jabara, Cebir. bulucu, kaşif, 2.) suyun 0 derecede
Cebrail [İbr.: ? > Arp.: ?]: bir erkek adı, donduğunu ve 100 derecede
[Gabriel, Gabriella]. buharlaştığını gösteren düzenleyici
cebren [Arp.]: zorla. birim, yada ölçüt, 3.) suyun donma
ced [Arp.]: bak. cet. yada buharlaşma derecesi.
cedere [Lat.]: 1.) ermek, gitmek, 2.) cem [Arp.]: 1.) bir araya getirme,
hasıl etmek, mahsul vermek, toplama, 2.) toplanma, 3.) Alevilik’te
oluşturmak, 3.) uymak, uyuşmak, 4.) dini toplanma, 4.) [C] bir erkek adı, ~
bırakmak, devretmek, göçermek,
etmek: bir araya getirmek,
terk etmek, 5.) bağışlamak, hediye
toplamak,
etmek.
cemaat [Arp.]: 1.) topluluk, 2.) dini
cedre [Arp.]: i., [Tıp] 1.) boğaza yakın
gurup.
salgı bezlerinin (tiroyid)
cembalo [İtl.: cembalo]: [Müzik] bak.
genişlemesiyle boğazın önyüzünün
çembalo.
şişmesi, 2.) bir boyun hastalığı, cedre,
cembiye [Arp.: cenbiyye]: 1.) eğik Arap
guatr.
kaması, 2.) bir çeşit eğri kama.
cedvel [Arp.]: bak. cetvel.
cemil [Arp.]: 1.) çok güzel erkek, 2.) [C]
cefa [Arp.: cefâ]: eziyet.
güzel yada yakışıklı anlamında bir
cehennem [Arp.]: [İslam] tamu, ~de erkek adı.
kuyu: gayya.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 79 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

cemile [Arp.]: 1.) çok güzel kadın, 2.) center [Yun.: kentron > İng.: center]: 1.)
[C] güzel kız yada kadın anlamında her bir noktaya eşit uzaklıkta olan
bir bayan adı. nokta, 2.) merkez, merkezi yer.
cemiyet [Arp.]: topluluk, zümre, gizli centi [Lat.: centum > Fra.: centi]: 1.) yüz,
2.)
~: komita. –nın 100’de biri anlamına gelen bir
Cemiyet-i Akvam [Arp.]: 1.) Milletler önek.
Cemiyeti; 1920-1946, [League of centrum [Lat.]: 1.) her bir noktaya eşit
Nations],
2.)
yerini BM’e bıraktı. uzaklıkta olan nokta, 2.) merkez,
cenab [Arp.: cenâb]: bak. cenap. merkezi yer.
cenah [Arp.]: cihet, kıyı, kenar, leb, centum [Lat.]: yüz (100) sayısı.
taraf, yan, yön. cenub [Arp.]: bak. cenup.
cenahlar [Arp. + lar]: etraf, kıyılar, cenup [Arp.: cnb > cenûb [‫]]بونج‬: güney.
kenarlar, lebler, taraflar, yanlar, ceo: bak. geo.
yönler. cep [Arp.: ceyb]: 1.) giysilerde astardan
cenap [Arp.: cenâb]: 1.) kat, taraf, kıyı, yapılma bölüm, göz, 2.) yolda araç
yan, 2.) bir saygı deyimi [Cenâb-ı yanaçma yeri, 3.) [Teknoloji] (kısaca)
Allah],
3.)
[C] saygı duyulan anlamında cep telefonu.
bir erkek adı. cepa [Lat.]: soğan.
cenaze [Arp.]: cansız, merhum, mevta, cepçi [Arp.: ceyb > cep + çi]yankesici,
naaş, ölü, ölü beden, vefat etmiş, cephe [Arp.: cebhe]: 1.) bir şeyin önü,
yaşamayan. ön taraf, cephe, ön, 2.) çarpışma
cencere [Lat.]: 1.) isim defterine alanı, savaş alanı, 3.) evin yola
yazmak, listeye kaydolmak, deftere bakan tarafı.
yazılmak, 2.) yargılamak. cepken [çepke ?]: yakasız üst giysi.
cendere [Far.]: 1.) baskı yuvarlağı, cer 1 [Arp.]: 1.) çekme, güçle çekip
dokumacı silindiri, 2.) mengene, pres. götürme, 2.) (güzellik) çekme, çekim.
cenerasyon [Lat.: genus > Fra.: cer 2 [Arp.]: eskilerde Üçaylar’da din
generation]: göbek, kuşak, nesil. öğrencilerinin para toplamak için
Ceneviz [Lat.: Genau > İtl.: Genoa > yaptıkları bir yardımcı vazilik işi.
Osm.: Ceneviz]: Osmanlılar için İtalya cer 3 [Arp.]: Arapça Dilbilgisi’nde
Cenova kenti. isimlerin –in hali, sesli harf İsmin
Cenevizliler [Lat.: Genau > İtl.: Genoa > Halleri’ni belirler.
Osm.: Ceneviz ?]: Osmanlılar cer 4 [Arp.]: yudumlayarak içme.
zamanında Bizans döneminde belli cerahet [Arp.: crh > cirehat]: 1.) kesme,
denizkenarı kaleleri ellerinde tutan yaralama, 2.) [Tıp] irin.
İtalya Ceneviz kentinden olanlar. Cerealis [Lat.]: Eski Roma’da hububat
ceng [Far.]: cihat, çarpışma, gaza, ve tarım tanrıçası.
harp, savaş, vuruşma. cerebellum [Lat.]: [Bedebbilim] beynin
Cengiz Han: 1162-1227 yılları arkasında ve cerebrum altındaki
arasında yaşamış Moğol hükümdarı. bölüm.
cenin [Arp.: cnn > cenîn]: 1.) gizleme, cerebral palsy [Lat.]: [Bedebbilim] beyin
örtme, saklama, 2.) gizli olan, örtük, hasarından oluşan spastik inme.
saklı, 3.) [Tıp] rahimdeki çocuk, yük. cerebrum 1 [Lat.]: beyin.
cenk [Far.: ceng [‫]]جگن‬: 1.) çarpışma, 2.) cerebrum 2 [Lat.]: [Bedebbilim] beynin
cihat, gaza, harp, savaş, 3.) [C] üst büyük bölümü.
buanlamda bir erkek adı, [Cihat, cereme [Arp.: cerime] 1.) ceza, yanlışın
Savaş]. bedeli, 2.) günah, kazara verilen
cennet [Arp.]: 1.) bahçe, etrafı çevrili zarar, vebal.
yer, 2.)
[İslam] öbür dünyada ceren: [Hayvanbilim: Gazella dorcas] ahu,
günahsızların gideceği kabul edilen ceylan, gazel, gazella, karaca, 2.) ö.i.,
sonsuz yaşam yeri, 3.) [C] bir bayan [C] bir bayan adı.
adı. cereyan [Arp.: cry > cereyân]: 1.) akıp
Cenova [Lat.: Genau > İtl.: Genoa]: 1.) gitme, hızlı hareket etme, gızla geçip
İtalya’da bir kent, 2.) bak. Ceneviz. gitme, 2.) akış, akıntı, 3.) akış, eğilim,
Cent [Lat.: centum > İng.]: 1.) ABD para istikamet, mecra, temayül, yön,
birimi Dolar’ın 100’de biri, 2.) bir yönelim, 4.) akım, elektrik.
şeyin aoo’de biri.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 80 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

ceride [Arp.]: 1.) gazete, jurnal, 2.) cevat [Arp.: cevad]: 1.) s., cömert, 2.) [C]
kayıt defteri, muhasebe defteri. ö.i., bu anlamda bir erkek adı.
ceriha [Arp.: crh >]: kesik, yara. cevaz [Arp.: ?]: 1.) izin verilen, kanuni,
cerim [Arp.]: suçlu. yasal, 2.) fizilite, olabilirlik.
cerime [Arp.]: hata, kabahat, suç, cevd [Arp.: ?]: i., bol bol yağmur.
yanlış. cevdet [Arp.: cevd]: 1.) i., iyilik,
cerire [Arp.]: hata, kötü edim, suç. üstünlük, 2.) i., cömertlik, gönül
Cermen [Fra.: Germaine]: Alman, zenginliği, 3.) ö.i., [C] bir erkek adı.
Toton, ~ soyu: Alman, Cerman, cevher [Arp.: ?]: 1.) değerli madde, 2.)
cernere [Lat.]: 1.) ayırmak, elemek, değerli, kıymetli kiş, 3.) kök, öz, töz,
4.)
kalburdan geçirmek, incelemek, ö.i., [C] değer anlamına bir erkek
soruşturmak, 2.) ayırmak, bölmek, 3.) adı, [Değer].
karar vermek. ceviz [Arp.: cevz]: i., koz, [Cevizli,
cerrah [Arp.: crh > cerrah]: 1.) yara Cevizlibağ], ~ içi: çiğe, ~ kabuğu
bağlayıcı, 2.) [Tıp] ameliyat yapan lekesi: tetir, ~ kabuğu: kapçık,
doktor, operatör. cevizhelva: kozhelva, nugat.
cerrahi [Arp.: cerrahî]: [Tıp] ameliyatla Cevza [Arp.]: İkizler Burcu, [Gemini].
ilgili. ceyb [Arp.]: 1.) iki meme arası, sine, 2.)
cerratanus [Lat.]: papaz malzemeleri [Bedebilim] boşluk, beyinde kara kan
satıcısı. kanalı, içinde irin toplanan boşluk,
certare [Lat.]: çabalamak, çalışmak, sinüs, 3.) [Matematik] sinüs, 4.) elsise
gayret etmek, uğraşmak. ucu, gömleğin baş bölümü, 5) bölme,
cervix [Lat.]: 1.) geyik boynuzu, 2.) cep.
geyik. ceyda [Arp.]: 1.) s., uzun boyunlu
cesaret [Arp.: csr > cesâret]: 1.) bir yeri (kadın, kız), 2.) ö.i., [C] bir bayan adı.
geçme, yüreklilik gösterme, 2.) cüret, Ceyhun [?]: 1.) ö.i., Ceyhun Nehri, 2.)
yürek. ö.i., bir erkek adı.
cesaretli [Arp.: csr > cesâret + li]: Ceyhun Nehri [Amu Derya, Oxus]: ?
cüretli, yürekli. ceylan [Arp.: ceyran]: 1.) [Hayvanbilim:
cesaretsiz[Arp.: csr > cesâret + siz] Gazella dorcas] ahu, gazel, gazella,
korkak, yüreksiz. karaca, 2.) ö.i., [C] bir bayan adı.
cesed [Arp.]: bak. ceset. ceyş [Arp.]: asker, ordu, hareket
ceset [Arp.: cesed]: 1.) bedenle ilgili, ordusu.
vücuda ilişkin, 2.) naaş, ölü beden. ceza [Arp.]: [Hukuk] bir suçun bedeli.
cesim [Arp.]: 1.) büyük, iri, ulu, 2.) cezaevi [Arp.: ceza + Tür.: evi]: [Hukuk]
değerli, önemli. dam, hapishane, kafes, tutukevi, ~
cessare [Lat.]: ara verme, dinlenmek, güvenlik elemanı: gardiyan,
mola vermek. Cezair 1 [Arp.: eczire’nin çoğulu]: 1.) ç.i.,
cest [Far.]: atlama, hoplama, zıplama. adalar, 2.) ö.i., Batı Afrika’da,
cesur [Arp.]: mert, yürekli. Akdeniz’e komşu bir Arap ülkesl,
cet [Arp.: cedd]: i., ata, baba, dede. [Algier].
cetvel [Arp.: cedvel]: 1.) sıralanmış cezair 1 [Arp.: eczire’nin çoğulu]: ç.i.,
dizelge, 2.) liste biçiminde kolon, 3.) adalar.
tahta, plastik yada metalden küçük cezbe [Arp.]: aşırı coşku.
metre, 4.) sayfa çevresindeki bölüm, cezire [Arp.]: [Evrenbilim] denizde ada.
marj, 5.) sulama kanalı. cezm [Arp.]: 1.) Arapça yazımda sessiz
cev 1 [Arp.]: 1.) atmosfer, 2.) hava. harfler üzerine konula işaret, sesli
cev 2 [Far.]: sadece, yalnızca. harfin izlediğini gösteriri, 2.) Arap
cevab [Arp.: cevâb]: bak. cevap. Dilbilgisi’nde sessiz bir harften sonra
cevad 1 [Arp.]: cömert, gönlü zengin. sesli harfi olmayan kelime, 3.) kesin
cevad 2 [Arp.: cadde’nin coğulu]: ç.i., karar, 4.) biçme, kesme.
caddeler. cezmi [Arp.: cezmî]: 1.) ? 2.) [C] bir
cevahir [Arp.: cevâhir, cevher’nin coğulu]: erkek adı.
ç.i., cevherler. cezve [Arp.: ?]: kahve pişirme kabı.
cevan 1 [Arp.]: aç. chainein [Lat.]: yutkunmak.
cevan 2 [Far.]: bak. civan. chalix [Yun.: ?]: taş.
cevap [Arp.: cvb > cevâb [‫]]باوج‬: i., yanıt.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 81 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

chamai [Yun.: ?]: arz, karatoprak, Christmas [Yun.: kristhos [?] > Hristo [?]
toprak, yer. > İng.: Christ Mass > Christmas]: Hz.
chamai [Yun.: ?]: yerde olan, yerde İsa’nın doğumunu kutlamak için
giden. Hiristiyan Dünyası’nda 25 Aralık’ta
chaos [Yun.: ?]: 1.) feza, uzay, 2.) tekrarlanan kutlama zamanı, [Noel].
kargaşa. chroma [Yun.: ?]: renk.
charattein [Yun.: ?]: hakketmek, chrome [Yun.: chroma [?] > Fra.:
1.)
kabartma yapmak, kazımak, kalemle chrome]: Yunanca’da –chrome; renk
2.)
işlemek. yada renk veren madde, kromyum
charisma [Yun.: ?]: iyilik, cazibe, anlamına gelen bir önek.
çekicilik. chromo [Yun.: chroma [?] > Fra.:
chartes [Yun.: ?]: defter yaprağı. chromo]: Yunanca ve Batı Dilleri’nde
chasma [Yun.: ?]: toprakta çatlak, kırık chromo; renk yada boya maddesi
yada yarık. anlamına gelen bir önek.
Che [Rus.]: Rus Abecesi’nin 23. harfi, chronika [Yun.: ?]: 1.) vakayiname,
[Ч, ч]. tarihi olaylar, 2.) tarihi olayları tarihi
cheein [Arp.: alşemi > alchemy > Yun.: sırasıyla kaydetme.
cheein: ?]: damlatmak, damıtmak, chrono [Yun.: chronos [?] > B.D.: chrono]:
dökmek, imbikten geçirmek, sıvı Yunanca ve Batı Dilleri’nde chrono;
yada suyu bir kaba dökmek. dönem, evre, vakit yada zaman anlamı
chef [Fra.]: 1.) baş, önder, 2.) başaşçı. yükleyen bir önek.
cheir [Yun.: ?]: el. chronos [Yun.: ?]: dönem, evre, vakit,
chele [Yun.: ?]: pati, pençe. zaman.
chelidon [Yun.: ?]: kutsama, takdis. chrysallis [Yun.: ?]: koza.
chemo [Arp.: alşemi > alchemy > Yun.: chryssos [Yun.: ?]: 1.) altın, 2.) altın
cheein > Fra.: alchemist > chemist > gibi, altın sarısı.
1.)
chemistrie]: Batı Dilleri’nde chemo-; cıda [Mog.]: Moğol mızrağı.
kimyaevi, kimyasal, 2.) ilaç, ilaçla cılk: bozularak kokmuş.
anlamına gelen bir önek. cımbız [Rum.: tsimpidaki > tsimpida
Chi 1 [Yun.: [Ξ, ξ]]: bak. Hi. [τσιμπιδάκι] > Tür.]: [Makyaj] bir makyaj
Chi 2 [? > Yun.: [χεῖ - χῖ & χι]]: 1.) Yunan malzemesi, çift.
Abecesi’nin 19. harfi, [Χ, χ], 2.) Kh cırdaval [Halkdili]: uzun çirit değneği.
yada Chi harfi Rumca’dan Türkçe’ye Cıva 1 [Far.: civa & Lat.: hydrargyrum:
geçişte çoğunlukla (a)H olarak Hg]:
1.)
sıvı civa, sulu civa, 2.) [Kimya]
okunmuştur; [χταπόδι: (a)htapot], ama ağır, gümüş beyazı renkte, metalik
Batı Dilleri’nde ise Kh harfi olarak bir element, [Mercury, Quiksilver], 3.)
okunur; [χταπόδι: oktopus]. termometrelerde kullanılan madde.
chilioi [Yun.: ?]: bin. cıvata [İtl.: chivarda]: [Teknik] somunlu
chimaira [Yun.: ?]: keçi. yivli demir parça.
chinche [İsp.]: tahtakurusu. cız: çocuk dilinde ateş.
chloros [Yun.: ?]: 1.) yeşil, yeşil renkli, Ci [İtl.]: İtalyan Abecesinin 7. harfi, [G,
yeşilimsi sarı, 2.) soluk yeşil, uçuk g].
yeşil. cibavet [Arp. > Osm.]: 1.) ? 2.)
chole [Yun.: ?]: 1.) öd, safra, 2.) aksilik, Osmanlı’da dini bir vakıt için kira
bela, huysuzluk, terslik. tahsilatı, 3.) Osmanlı’da vergi salma
chorda [Lat.]: bağ, ip. ve vergi toplama.
chorde [Yun.: chordē: ?]: bağ, ip. cibayet [Arp. > Osm.]: bak. cibavet.
choreia [Yun.]: dans, raks. cibre [Rum.: tsiboyro[τσίπουρο]]: 1.) ? 2.)
chorein [Yun.: ?]: çekilmek, geriye meyve posası.
çekilmek, köşesine çekilmek. cicada [Lat.]: [Hayvanbilim: Cicadis] 1.)
choros [Yun.: ?]: beraber, hepbirlite. şeffaf kanatlı, büyük karasineğe
chrisma [Yun.: ?]: yağ. benzeyen ötücü bir böcek, 2.)
Christ [Yun.: kristhos > Hristo > B.D. > ağustosböceği.
Fra.: Christ]: Hiristiyanlarca Mesih cicatrix [Lat.]: [Tıp] yaraların iyileşmesi
olarak kabul edilen Nasıralı İsa, Hz. işlevinde oluşan elyaflı doku.
İsa. cicer [Lat.]: bezelye.
cici: çıtı pıtı, minyon, sevimli, şirin.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 82 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Cide 1 [?]: Kastamonu’ya bağlı bir ilçe. cilet [İng.: Gilette]:


1.)
bir marka:
cide 2 [Lat.]: leş. Gilette,
2.)
tıraş bıçağı.
cide 3 [Lat.: caedere]: Fransızca’da – cilt [Arp.: cild]: 1.) [Bedenbilim] deri,
1.) 2.)
cide; öldürücü, öldüren anlamına derm, ten, 2.) deriden kitap dış kabı.
gelen bir sonek. cilve 1 [Arp.]: eda, işve, naz.
ciere [Lat.]: bağırmak, çağırmak, cilve 2 [Arp.]: 1.) şöhretin açıklanması,
2.)
seslenmek, haber vermek, hitap [Mistik] Allah’ın kendisini biçimlerde
etmek, isimlendirmek. göstermesi, ortaya çıarması, tecelli.
cigar [İsp.]: tütün yapraklarının sıkı cima 1 [Arp.]: cinsel ilişki.
biçimde yuvarlanmasıyla yapılan iri cima 2 [İtl.]: halat, kalın ip.
bir puro türü. cimdallı: [Giyim] bir tür oyun.
ciger [Far.]: 1.) ciğer, 2.) bir şeyin cimex [Lat.]: böcek.
ortası, 3.) cesaret, yürek. cimnastik [Yun.: gymnos + ikos >
ciğer [Far.]: 1.) [Bedebilim] nefes alma gymnastikós [?] > Fra.: gymnastique]:
1.)

organı, 2.) küçük ve büyükbaş beden eğitimi, 2.)


kasları geliştirmek
hayvanlarının sakatatı, 3.) kalp, ve eğitmek için yapılan bedensel
yürek, 4.) etkilenme, 5.) birisinin hareketler.
çocuğu, 6.) sevgili, yar.. cimnazyum [Yun.: gymnos [?] > Fra.:
ciğerpare [Far.: ciger + pâre > gymnasium]: fiziksel eksersiz ve spor
cigerpâre]: çok sevilen kimse. için gereçlerle donatılmış bir oda
cihad: bak. cihat. yada kapalı alan.
cihan [Far.]: 1.) dünya, evren, 2.) cimri: bitli, ekti, elisıkı, hasis, kısmık,
herkes, tüm dünya, tüm evren, 3.) kibritçi, mıhsıçtı, nekes, pinti, sıkı,
ö.i., [C] bu anlamda bir bayan adı. varyemez.
cihangir 1 [Far.: cihan + gir > cihangir]: cin: 1.) [Arp.: ّ‫ ]ﺟﻦ‬varsayımsal varlık,
1.)
dünya hakimi, 2.) ö.i., [C] bir Fars ecinni, 2.) [Mecazi] hin, kurnaz.
ve Türk erkek adı. cinai [Arp.: cinâyî]: cinayetle ilgili.
Cihangir 2 [Far.: cihan + gir > cihangir]: cinayet [Arp.]: adam öldürme, ~ ile
1.)
s., dünya hakimi, 2.) ö.i., ilgili: cinai.
İstanbul’da bir semt. cinctura [Lat.]: kayış, kemer.
cihat [Arp.: cihad]: 1.) dini savaş, kutsal cingulum [Lat.]: kemer, korse, kuşak.
savaş, 2.) dini mücadele, 3.) cenk, cindar [Arp.: ّ‫ ﺟﻦ‬+ Far.: dâr [?] > Far.: cindâr
gaza, harp, kavga, savaş, 4.) ö.i., [C] [?]]:
1.)
cinlerle uğraşan, 2.) cinci.
bu anlamda bir erkek adı, [Cenk, cins [Arp.]: 1.) çeşit, nev, nevi, tip, tür,
Savaş]. 2.)
cinsiyet, eşey, 3.) [Dilbilgisi] cins, tür
cihaz [Arp.]: alet, aparey, aygıt. [Gender],
4.)
aile, ırk, soy, sop, 5.) iyi
cihet [Arp.]: 1.) cenah, cihet, kıyı, ırkla ilintili.
kenar, leb, taraf, yan, yön, 2.) rah, cinsel [Arp.: cins + Tür.: el > Tür.: cinsel]:
reh, sefer, sırat, tarik, yol. [Yaşambilim] seksüel, eşeysel,
cik: Türkçe’de küçük, minik anlamı yasadışı ~ ilişki: zina, cinsel ~
yükleyen bir sonek, [Kestanecik, güçsüzlük: ananet, kısırlık.
Minicik]. cinsiyet [Arp.]: [Yaşambilim] eşey, seks.
cikcik: 1.) kuş sesi, 2.) kuş yavrusu, 3.) cip [ABD, Jeep]: ufak motorolu taşıt.
beyaz kum midyesi, 4.) [Mecazi] acemi, cipher [Arp.: sıfr > Lat.: cipher > B.D. >
çömez, yeni. Fra.: cipher]:
1.)
boşluk, yokluk, 2.) sıfır
cila [Arp.: cilâ]: parlaklık, bir tür ~: göstergesi, O.
lak, laka, saykal. cips [İng.: chips]: patates kızartması.
cilalı [Arp.: cilâ + lı]: celi, parlak. ciranta [İtl.: giranta]: [Ticaret] senedi
cilban [Arp.]: [Bitkibilim: Lathyrus sativus] ciro eden.
küçük taneli fasulye. circa 1 [Lat.]: yakın, yaklaşık.
cilbent [Far.: cildband]: klasör, sıralaç. circa 2
[Lat.]: Batı Dilleri ve
cild [Arp.]: bak. cild. Frasnızca’da circa; yaklaşık bir
cildband [Far.]: bak. cilbent. zamanı göstermek için kullanılır.
cildger [Arp.: cild + Far.: ger > Far: circulari [Lat.]: bir daire, yuvarlak
cildger.]: ciltçi, kitaplara kapak oluşturmak.
yapan. circum 1 [Lat.]: çevre, çevresi,
çevresinden.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 83 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

circum 2 [Lat.]: Batı Dilleri ve clinare [Lat.]: bükmek, eğmek.


Fransızca’da circum-; çevre, çevresi, clivus [Lat.]: 1.) eğim, 2.) tepe, yükselti.
çevresinden anlamına gelen bir önek. clocca [Lat.]: çan.
circus [Lat.]: 1.) bir daire, bir yuvarlak, co [Lat.]: beraber, hep birlikte.
2.)
eski Roma’da amfitiyatro. coacticare [Lat.]: biriktirmek, depo
ciro [Lat.: gyrus > İtl.: giro]: [Ticaret] 1.) etmek, yığmak.
alım satım toplamı, 2.) kaşe ve imza cobra [Por.]: Asya ve afrika kökenli çok
atma, onaylama, zehirli bir yılan.
cirrus 1 [Lat.]: bukle bukle, lüle lüle, cock [İng.]: horoz.
kıvrıl kıvrıl, kıvrım kıvrım. coco 1 [Yun.: kokkos [?] > Fra.: coco]:
cirrus 2 [Lat. > Fra.]: [Evrenbilim] hindistancevizi ağacı ve meyvesi.
bulutların pamuk öbeği biçiminde bir coco 2 [Lat.]: kabuk, deniz kabuğu.
araya toplanması. codex 1 [Tür. & Gag.: kütük > Lat.]: ağaç
cista [Lat.]: 1.) göğüs, sadr, sine, 2.) tablet.
göğüs kafesi. codex 2 [Tür. & Gag.: kütük > Lat.]: 1.)
citare [Lat.]: çağırmak, çağırtmak, klasik bir metin için elkitapçığı, 2.)
emirle davet etmek. etik ilkelere ait elkitapçığı, 3.) ilaçların
citra [Halkdili]: benekli, noktalı. formüllerini gösteren resmî kitap.
1.)
citrus [Lat.]: turunçgillerden cognescere [Lat.]: bilmek, tanımak.
2.)
herhangi birisi, limon. cognitus [Lat.]: aşina, bildik, tanıdık.
civa [Far.: civa]: bak. cıva. coğ [Yun.: ge [γε]]: bak. geo.
civan [Far.: cevan2]: 1.) delikanlı, genç, Coğrafya [Yun.: ge + graphein >
2.)
[C] genç, delikanlı anlamına bir geographia [γεωγραφία] > Fra.:
1.)
erkek adı. géographie]: yerkürenin yüzeyi,
civanmert [Far.: cevan + merd > Osm.: kıtaları, iklimleri, bitkileri, hayvanları
civanmerd]:
1.)
genç yiğit, 2.) böke, ve kaynaklarıyla ilgilinenen bir bilim
cesur, kahraman, korkusuz, kostak, dalı, 2.) Dünyabilgisi.
şampiyon, yiğit. coğrafyacı [Yun.: ge + graphein >
civar [Arp.]: havali, mahal, yöre. [γεωγραφία] > Fra.: géographie + cı]:
civic [Lat.]: 1.) kente yada şehre ait, 2.) coğrafyayla uğraşan, coğrafya
vatandaşlıkla ilgili, 3.)
gelişmiş, uzmanı yada öğretmeni.
medeni, uygar. cohors [Lat.]: 1.) çevirme, kapamak,
civis [Lat.]: 1.) kentli, şehirli, 2.) kuşatma, çevresi kapatılmış şey, 2.)
vatandaş. maiyet.
civitas [Lat.]: kent, şehir. cola [Güney Afrika adı]: 1.) tanelerinden
cizvit [Fra.: Jesuit > Osm.: cizvit]: 1.) alkolsüz içecek ve ilaç yapılan bir tür
1534 yılında İspanyol Ignatius Loyola ağaç, 2.) bu özle kokulandırılmış
tarafından kurulan İsa Cemiyeti karbonhidratlı bir içecek türü,
tarikatının üyesi, 2.)
düzenbaz, [CocaCola, PesiCola].
entrikacı. colaphus [Lat.]: yumruk.
cizye [Arp.: czy]: 1.) bedelini ödeme, 2.) colere [Lat.]: 1.) tarlayı ekip biçmek,
2.)
haraç, kurtulmalık vergisi, 3.) baş yetiştirmek, başka birisini
vergisi, kelle vergisi, 4.) Osmanlı’da kendisine bağlamak.
reayadan, adambaşına eşit olarak colitis [Lat.: colon + Yun.: itis [ίτιδα] >
1.)
alınan bir vergi. Fra.: colitis]: [Bedenbilim] kalın
2.)
clam [Lat.]: gizli, saklı. bağırsağın iltihaplanması, kolit.
clamare [Lat.]: bağırmak, haykırmak. collequium [Lat.: com + loqui]: 1.) bir
clarus [Lat.]: açık, bariz, berrak. konu hakkında düzenlenmiş
classis [Lat.]: insan öbeği. konferans yada seminer, 2.) ayrıntılı
claudere [Lat.]: gizlemek, kapatmak, bilgi.
üstünü örtmek, saklamak. colleseum [Lat.]: büyük bir stadyum.
claustrum [Lat.]: kapalı alan. colligere [Lat.]: bir araya getirmek,
clavis [Lat.]: açar, açkı, anahtar. biriktirmek, toplamak.
clavus [Lat.]: çivi, mıh. collum [Lat.]: boynun arkası, ense.
clemens [Lat.]: nazik, yumuşak. colossus [Yun.: ?]: heyula, iri,
cliens [Lat. Çoğul]: izleyenler, takipçiler, kocaman.
inanırlar.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 84 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

colum [Lat.]: 1.) süzgeç, 2.) geren şey consuetudo [Lat.]: adet, alışkanlık,
yakan kişi. gelenek, itiyat.
columbinus [Lat.]: üveğe benzer, consulere [Lat.]: düşünmek, düşünüp
üveğe benzeyen. taşınmak, kafa yormak, kafa
columna [Lat.]: büyük direk. patlatmak, mütalaa etmek, ölçüp
com [Lat.: cum]: Batı Dilleri ve biçke, , tartmak, üzerinde durmak.
Fransızca’da com-; 1.) ile, birlite continentia [Lat.]: 1.) davranış, hal,
anlamına gelen bir sonek, 2.) bir tavır, 2.) ilgi, irtibat, 3.) mahsül, ürün.
noktaya toplanmış, yoğun. continuare [Lat.]: buluşmak,
comes [Lat.]: 1.) adet, sayı, miktar, 2.) birleşmek, katılmak, birleştirmek,
yoldaş, yolarkadaşı. bağlamak.
comes stabuli [Lat.]: at sayısı. contra 1 [Lat.]: karşı, muhalif.
comis [Lat.]: kibar, nazik. contra 2 [Lat.]: Batı Dilleri ve
comitatus [Lat.]: bir kontun yargılama Fransızca’da contra-; karşı, ters, karşı
hakkı. çıkan, bir şeye muhalefet eden
commercium [Yun.: kommercion: ?]: anlamında bir önek.
alışveriş, ticaret. contrapunto [Lat.]: 1.) karşı uç, karşı
commodare [Lat.]: münasip biçime taraf, 2.) karşı görüş.
sokmak, uygun hale getirmek. contrarotulus [Lat.]: kayit.
communicare [Lat.]: karşılıklı contrata [Lat.]: alan, bölge, saha.
bilgilenmek yada bilgilendirmek, contropare [Lat.]: karşılaştırmak,
haberleşmek, iletişim kurmak. mukayese etmek.
communiqué [Fra.]: 1.) resmi devlet contumax [Lat.]: 1.) dikbaşlı, dikkafalı,
iletişimi, haberleşmesi, 2.) resmi direngen, inatçı, serkeş, 2.) azimli,
bildiri, resmi bildirim, resmi tebliğ. çetin, dirençli, sebatkar.
complex [Lat.]: bak. kompleks. contumelia [Lat.]: 1.) kötüye kullanma,
computare [Lat.: com + putare]: suiistimal, kötü muamele, 2.) fesat,
saymak, hesaplamak. zarar.
comunis [Lat.]: genel, umumi. conversari [Lat.]: ile birlikte yaşamak.
concilium [Lat.]: danışma, fikir almak, converse [Lat.]: 1.) tersine çevrilmiş,
tartışma. ters, 2.) [C] bilinen bir Amerikan kes
condere [Lat.]: gizlemek, saklamak. türü, bez ayakkabı tescilli markası.
conere [Lat.]: ötmek, şarkı söylemek, cookie [Dan.: kock > İng.]: 1.) kurabiye,
2.)
şakımak, pasta, [İnternet] kullanıcının
conficere [Lat.]: hazırlamak. bilgisayarına yerleştirilen, sayfaların
congenilus [Lat.]: ile doğan, ile tekrar kullanımında kendiliğinden
dünyaya gelen. çalışan ufak programcıklar.
congruere [Lat.]: aynı düşüncede coperas [Lat.: aqua cuprosa]: [Kimya]
olmak, hemfikir olmak, mutabık boya ve mürekkep üretiminde
kalmak, zulaşmak. kullanılan yeşil demir süfat.
conivere [Lat.]: göz kırpmak, işaret Copernicus, Nicolaus: 1473-1543
etmek, işmar etmek. yılları aarsında yaşamış Polonyalı
considerare [Lat.]: gözlemek, izlemek. gökbilimci.
Constantine [Lat.]: [İ.S. 280-377] Roma copia [Lat.]: bol, çok, fazla, mebzul.
İmparatorluğu’nun [İ.S. 306-377] ilk copula [Lat.]: bağ.
Hiristiyan imparatoru. Copy right [İng.]: bir düşün, yazın
Constantinople [Yun.: Constantine + yada sanat eserinin basım, yayın
1.)
polis [?]]: Konstantin’in kenti, yada satışının devredilmeyen yasal
Konstantinkent, 2.) Doğu Roma hakkı.
İmparatorluğu’nun [Bizans] başkenti, coquere [Lat.]: pişirmek.
3.)
İstanbul’un Bizans zamanındaki cor [Lat.]: 1.) kalp, 2.) yürek.
adı. corium [Lat.]: deri, ten.
consternare [Lat.]: dehşete düşürmek, cornu [Lat.]: boynuz.
korkutmak, ürkütmek. corolla [Lat.: corona]: çiçeklerin taç
consuere [Lat.]: dikiş dikmek, iğneyle yaprakları, taçyaprak.
ilmik atmak. corona [Lat.]: 1.) çember, daire biçimli,
halka, 2.) taç.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 85 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

corps [Lat.: corpus > Fra.: corps]: 1.) bir crassus [Lat.]: 1.) kaba, kalın, 2.)
araya gelmiş toplu güç, güç, 2.) semiz, şişmen, tombul, yağlı, 3.)
topluluk, 3.) [Askeri] kıta, 4.) [Askeri] hayvansal yağ, yağ.
müfreze. crate [Yun.: kratos [?] > Fra.: crate]:
corpus [Lat.]: 1.) külliyet, mecmua, 2.) Fransızca’da –crate; üyesi yada
beden, vücut, 3.) esas. destekçi anlamına gelen bir sonek
Corpus christi [Lat., Din]: 1.) [Din] [democrate: demokrasi yanlısı].
Hiristiyanlıkta Hz. İsa’nın bedeni, 2.) craticula [Lat.]: ızgara, ızgara benzeri.
bir yer adı. cratis [Lat.]: 1.) heybe, kıldan torba, 2.)
corpus delicti [Lat., Hukuk]: asıl ve elle sepet işi, sepet örgüsü.
tutulabilir kanıt. crayon [Lat.: creta > Fra.]: 1.) kalem, 2.)
corpus juris [Lat.: corpus iuris]: [Hukuk] renkli, her türden boya kalemi.
kanun külliyatı. creare [Lat.]: neden olmak, sebep
corpuscule [Lat.]: 1.) küçük bütünler, olmak, yol açmak.
küçük bedenler, 2.) bak. korpüskül. creatura [Lat.]: yaşayan varlık, insan
cors [Lat.]: mahkeme. yada hayvan.
corso [İtl.: corso]: akın, hücum, saldırı. credere [Lat.]: iman etmek, inanmak.
cortex [Lat.]: ağaç kabuğu. credo [Lat.: credere]: 1.) inanıyorum, 2.)
coruscus [Lat.]: tireyen, titrek. [Hiristiyanlık] akide, amentü, iman,
corvus [Lat.]: 1.) kuzgun, 2.) simsaiyah inanma.
renk. cremare [Lat.]: yanmak.
costa [Lat.]: 1.) eğe, kaburga kemiği, crena [Lat.]: çentik, kertik, yiv.
2.) 1.)
deniz kenarı, kenar, kıyı, sahil. crepare [Lat.]: gıcırdamak,
Costa Rica [İsp.]: 1.) Rica’nın sahili, takırdamak, tıngırdamak, 2.) zayıf
Rica Sahilleri, 2.) Orta Amerik’da bir düşmek, yıkılmak.
ada ülke. crescere [Lat.]: büyümek, gelişmek.
coşku: arzu, istek, şevk, aşırı ~: creta [Lat.]: tebeşir.
cezbe. criemen [Lat.]: akın, hücum, saldırı.
coşkulu: arzuluk, ateşli, istekli, şevkli. crimen [Lat.]: hücum etmek,
coşkun: 1.) ateşin, ateşli, dirik, 2.) [Şiir] saldırmak.
lirik, 3.) [C] ateşli ve dirik anlamına crispus [Lat.]: bukleli, kıvrımlı, lüleli.
erkek adı, [Şevki]. crista [Lat.]: ensedeki tüy, yele.
cota [Lat.]: tunik. crucibulum [Lat.]: 1.) lamba, 2.) maden
coulomb [C.A.Coulomb]: 1.) 1736-1806 eritme kabı, pota.
yılları arasında yaşamiş bir Fransız crudus [Lat.]: ham, işlenmemiş.
fizikçisi, 2.) bir saniyede bir noktadan crusta [Lat.]: ekmek kabuğu, pişmiş
geçen elektron sayısının 6,25 x 1018 kabuk.
denk olduğu bir elektrik yükleme crux [Lat.]: 1.) döryol, dörtyol ağzı, 2.)
birimi. dört uçlu, 3.) haç.
coupè: bak. kupe. crypta [Lat.]: 1.) in, mağara, 2.) dehliz,
couper [Fra.]: kesmek. mahzen.
coxinum [Lat.]: yastık. cubare [Lat.]: yatmak.
cöhce [?]: ? cubitum [Lat.]: eski Roma’da
cömerd [Far.: civanmerd]: bak. kullanılan 18-22 inç arası bir uzunluk
cömert. ölçüsü.
cömert [Far.: civanmerd > Osm.: cömert]: cucumis [Lat.]: cacık, hıyar.
1.)
korkusuz, mert, yürekli, 2.) bol bol cucurbita [Lat.]: su kabağı.
veren, eli açık, selek. cuk: Türkçe’de küçük, minik anlamı
cönk 1 : i., saz ozanlarının, kendi yada yükleyen bir sonek, [Limoncuk, Minicik].
başka ozanların şiirlerini derledikleri, cukka [Halkdili]: hayvan memesi.
uzunlamasına açılan, deri kapaklı culcita [Lat.]: yorgan.
defter, sığırdili. culcita puncta [Lat.]: işli yorgan.
cönk 2 [Mal.]: i., büyük yelkenli. culmen [Lat.]: doruk, zirve.
cracy: bak. ratie. culpa [Lat.]: eksik, gedik, hata, kusur,
crampè [Fra.]: burkulmuş, bükülmüş. özür.
culter [Lat.]: bıcak.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 86 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

cultura [Lat.]: ekip biçmek, işlemek, curvus [Lat.]: bent, dirsek, eğim, köşe.
tarlayı ekmek. cuspis [Lat.]: keskin uçlu.
cultus [Lat.]: 1.) endişe, gaile, merak, custos [Lat.]: bekçi, koruyucu,
2.)
dikkat, ihtimama, 3.) koruma, muhafız.
tedbir, önlem, 4.) sıkıntı, üzüntü. cuticula [Lat.]: deri.
Cuma 1 [Arp.: cum’a]: 1.) toplanma, cübbe [Arp.: cbb]: bak. cüppe.
toplanma günü, 2.) haftanın beşinci cübile [Lat.: jubilium > Fra.: jubilet]: 1.)
günü, 3.) [C] bir erkek adı. kutlama, 2.) profesyonel meslekten
Cuma 2 [Arp.: cum’a]: bak. Cuma eğlenceli kutlama töreniyle ayrılma.
Namazı. cüce: 1.) boyu kısa, 2.) [Bitki] bodur,
Cuma Namazı: 1.) bak. Cuma2, 2.) kısa boylu.
Cuma günleri kılanan ve vacip olan cümbüş [Rum.: symposio [συμπόσιο] >
toplu namaz. tsimpoysi [τσιμπούσι] > Fars.: cunbis >
1.) 2.)
Cumartesi [Arp.: cum’a + ertesi]: Tür.]: [Müzik] bir müzik gereci,
haftanın altıncı günü. içkili sazlı eğlence.
cumhur [Arp.]:
1.)
ahali, halk, cümle [Arp.: ? > [‫]]ﻩلمج‬: 1.) hepsi, 2.)
kalabalık, topluluk, 2.) [C] bir erkek [Dilbilgisi] tümce, ~ bilgisi: sentaks.
adı. cüneyd [Arp.]: bak. cüneyt.
cumhurbaşkanı [Arp. + başkanı]: cüneyt [Arp.: cüneyd]: 1.) 2.) [C] bir
reisicumhur. Müslüman ve Türk erkek adı.
cumhuriyet [Arp.]: halkın yönetimi, cüppe [Arp.: cbb > cübbe]: 1.) kolsuz
[republic]. uzun erkek giysisi, 2.) hukukçu,
cumhuriyetperver [Arp.: cumhuriyet + imam, profesör ve yargıç giysisi.
Far.: perver > Far.: cüret [Arp.: cra > cür’et]: 1.) korkusuz
cumhuriyetperver]: cumhuriyer olma, yürekli olma, 2.) cesaret,
sever, cumhuriyet taraftarı. yürek.
cumulare [Lat.]: birikmek, istiflemek, cüretkar [Arp.: cra > cür’et + Far.: kâr >
tepe yapmak, yığmak, yığılmak. Far.: cür’etkâr]:
1.)
korkmama,
cumulus [Lat.]: öbek, yığın. yılmama, 2.)
atak, yürekli.
cunda [İtl.: zonta]: [Denizcilik] seren cüz [Arp.]: 1.) bölüm, kısım, 2.)
yada bumbanın ucu. Kuran’ın 1/13 bölümü, ayrı ciltlenmiş
cuneus [Lat.]: çivi, kama, kıskı, takoz. Kuran, 3.) kitap yada kitapçığın ayrı
cunta [Lat.: jungere > İsp.]: bak. junta. basılmış sürümü, fasikül, 4.) [Fizik]
cupa [Lat.]: koç, koç başı, tos. atom, 5.) [Geometri] derece, 6.) [Metrik]
cupiscere [Lat.]: arzu etmek, istemek. ayak, 7.) [Mistik] tüm evrenin ayrılmaz
cuprosa [Lat.]: bakır, bakraç. parçası. .
cura 1 [ÖzTür.]: 1.) [Müzik] bağlama, cüzam [Arp.]: [Tıp] cüzzam, lepra.
tambur, 2.) [Halkdili] küçük atmaca cüzi [Arp.: cüz’i]: 1.) az bir şey, önemsiz
kuşu, 3.) [Halkdili] gelişmemiş, ufak bir miktar, 2.) bireysel, evrensel
tefek. olmayan, genel olmayan, 3.) kısmi,
cura 2 [Çuv.: kural > Lat.]: 1.) koruma, tikel.
2.)
muhafaza, bakma, ihtimam Cüzzamlı [Arp. + lı]: [Tıp] alaten.
gösterme, ilgilenme, özen, özen cyan [Yun.: kyan [?]]: Fransızca’da cyan-
gösterme. ; koyu mavi, lacivert anlamında bir
curare [Çuv.: kural > Lat.: cura]: önek.
bakmak, ihtimam göstermek, cyano [Yun.: kyano [?]]: Fransızca’da
ilgilenmek, özen göstermek. cyano-; koyu mavi, lacivert anlamında
Curie, Marie: [Fra.]: 1867-1934 yılları bir önek.
arasında Fransa’da yaşamış Polonya cyclo [Yun.: kyklos [κυκλώς]]: daire yada
asıllı bir kimya biliminsanı. teker anlamına gelen bir onek.
currere [Lat.]: koşmak.
curriculum [Lat.]: yarışma kursu. ========== Ç =========
cursor 1 [Lat.]: 1.) koşucu, Ç 1 : Türk Abecesi’nde 4. harf.
cursor 2 [Lat.]: [Bilgisayar] imleç. Ç 2 : [τσε: tse]; Yunan Abecesi’nde
cursus [Lat.]: 1.) akış, cihet, istikamet, Türkçe [Ç, ç] harfinin yazılışı.
yön, 2.) gidiş, izlenecek yol, rota, yol. çaba: 1.) efor, gayret, 2.) mücadele,
curtus [Lat.]: kısa. savaşım.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 87 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

çabalama: gayret etme. çalçene: boşboğaz, carcar, çençen,


çabalamak: gayret etmek. çenebaz, geveze, lafazan.
çabucak: acilen, hemen, tez elden. çalgı: [Müzik] müzik enstrümanı, ~
çabuk: acele, acul, alaminüt, ivedi, Aletleri: Alto (Büyük Keman), Armonika,
süratle, tez. Arp. (Üç Telli Saz), Bağlama (Cura, Tambur),
çaça [Rum.: tsa [τσα] & theia [θεία] > İtl.: Balalayka (Rus Sazı), Bas Klarnet, Batari,
1.) Boru, Buziki, Cura (Bağlama, Tambur), Çello,
zia > Bul.: tsitsa > Osm.: ?]:
Çenk (Eski Türk Sazı), Davul, Dümbelek
genelevlerde yardımcı kadın, 2.) (Darbuka), Darbuka (Dümbelek), Flavta (Flüt),
[Denizcilik] eski gemici. Flüt (Flavta), Gitar, Laterna, Kanun, Kaval,
çaçaron [İtl.: chiachierone]: çenesi Keman, Kemençe, Klarnet, Kös, Lavta, Mızıka,
Nakkare, Ney, Obua, Piyano, Saksafon, Saz,
düşük, çok konuşan, geveze. Tambur (Bağlama, Cura), Tar, Tef, Timbol, Ut,
çadır [Far.: çader]: 1.) tende, kalın Violin, Zurna, bir tür org: laterna, bir
kumaştan, korugan, 2.) çargı, oba, Yunan çalgısı: Buzuki, nefesle
otağ, otak, 3.) bir tür pelerin benzeri
çalınan ~: boru, ney üfleyici:
üstlük, 4.) güneşlik, şemsiye, göçebe
neyzen, telli bir ~: ut, ut benzeri ~:
~ı: çergi, otağ, otak, süslü ~:
lavta.
kameriye,
çalı [ÖzTür.: çalu]: 1.) odunsu bitki, 2.)
çağ: devir, dönem, periyot, zamane,
ahududu böğürtlen, vb küçük, dalları
çağa [Halkdili]: bebe, çocuk.
dibinden çatallanan, sapları odunsu
çağanoz [Rum.: tasaganós [τςαγανός] >
biçimli olan bitki, dikenli bir ~:
Tür.]: bir çeşit yengeç.
çağdaş: asri, modern, muasır. geven.
çağırma: nida, seslenme. çalık [ÖzTür.]: 1.) eğimli, kıvrık, yan, 2.)
çağla: 1.) ham yemiş, 2.) [C] bir Türk yan yan giden.
bayan adı. çalım: 1.) afi, caka, fiyaka, gösteriş,
çağlar: devirler, edvar, zamanlar. racon, 2.) [Spor] ayaktopunda bir
çağrı: 1.) davet, 2.) mesaj, 3.) [C] bir oyun, .
Türk erkek adı, sermaye arttırımı çalışkan: 1.) geyretkeş, gayretli, 2.)
aktif, etkin, faal, hareketli, işlek.
~sı: apel.
çalışma: 1.) emek, mesai, 2.) iş,
çak [Far.]: 1.) gedik, yarık, yırtık, 2.)
meslek, özenli ~: emek.
kesinlikle, 3.) gün ağarması.
çakal [Far.: şagâl]: 1.) Batı Dilleri’ne çalkanma: (deniz) çalkantı,
Türkçe’den girmiştir [jackal], 2.) dalgalanma.
[Hayvanbilim: Canis aureus], 3.) çalkantı: çalkanma, dalgalanma,
[Mecazi] aşağılık, düzenci, kurnaz, çalma: 1.) araklama, aşırma, yürütme,
2.)
[Müzik] bir müzik gerecini çalma.
yalancı.
çakaloz [Ark.: ? > Osm.]: çakıl taşı atan çalmak: 1.) araklamak, aşırmak,
top. yürütmek, 2.) [Müzik] bir müzik
çakar: [Denizcilik] denizdeki küçük gerecini çalmak.
fener. çalpara: [Müzik] parmaklara takılan zil.
çam: [Bitkibilim: Pinus] bir ağaç türü,
çakıl: küçü cep bıçağı, ~ yol: banket,
sürekli yeşil ağaç türü, ~ türleri:
çakır [Halkdili]: 1.) mavi gözlü, 2.) mavi
renkli bir avcı kuş. Alaçam, ~ yaprağı: ibre, ~ sakızı:
çakma [Halkdili]: çıban. akındırık, akma, balsam, reçine, ~ın
çakmaklı: eski zaman tüfeği. özsuyu: yalamuk.
çakşır [Far.: çakşûr]: 1.) erkek şalvarı, çamaşır [Fra.: cameşuy]: 1.) iç kıyafet,
2.)
bir tür erkek şalvarı, 3.) kuş ve kirli giysiler.
kuşa benzer hayvanların çambrel [Fra.: chambre d’air]: 1.)
ayaklarındaki süs tüyü. havaodası, havalı bölme, havalı
çal 1 [Halkdili]: kel, ağaçsız tepe, [Çalköy, kısım, 2.) [Otomotiv] iç lastik.
Köseköy ile aynı anlamda]. çamça [Halkdili]: [Balıkçılık: Leuciscus
Çal 2 [Halkdili]: 1.) kel, ağaçsız tepe, 2.) ? rutilus] bir ırmak balığı.
çalacak: yoğurt mayası. çamur: 1.) i., sulu toprak, 2.) s., arsız
çalapa [?]: [Bitkibilim: Ipomoea] sulu, 3.) i., bir tür harç.
gündüzsefası, kahkaha çiçeği. çan: i., [Teknik] kampana.
çalapaça [Far.]: zorla yürütmek.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 88 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

çanak [Rum.: tsanaki [τσανάκι] > Tür.]: 1.) çarpma: 1.) [Sayıbilimi] sayıları çarpım
ortası çukur kap, yayvan kap, işlemi, 2.) [Mecazi] çalma, gasp,
derince ~: kase, 2.) anten, soyma, 3.) [Balıkçılık] büyük olta iğnesi.
Çanakkale [Rum.: Hellespontos [?], çarşaf [Far.: çarşeb]: i., [Dokuma] yatak
Dardenelles, Osm.: Biga, Kale-i örtüsü.
Sultaniye]: [17], Türkiye’de bir kent. Çarşamba 1 [Far.: çer + şenbih]: 1.)
Çankırı [Rum.: Gangra [?], Osm.: Çankırı, Farsça anlamı dördüncü gün, 2.)
Çangırı, Çengiri]: [18], Türkiye’de bir haftanın üçüncü günü.
kent. Çarşamba 2 [Far.: câr + şembe]:
çanta: i., para taşıma kabı. Samsun’a bağlı bi ilçe.
çap: 1.) [Geometri] daire çevresi, kutur, çarşı [Far.: çarsu]: i.,1.) alan, pazar
2.)
büyüklük, 3.) ölçü, ölçek, silahta meydanı, 2.) dörtyol, dörtyol ağzı, 3.)
~: kalibre. alışveriş alanı, 4.) dükkan yada
çapa 1 [?]: i., [Tarım] bir tarım aracı. pazarın bulunduğu bölge, 5.) şehiriçi.
çapa 2 [İtl.: zappa ?]: i., [Denizcilik] gemi çaş [Far.: çâş]: tadına bakmak, tatmak.
demirleme gereci. çatal: i., 1.) boyunduruk, yeke, 2.) bir
çapaçul [Far.: ?]: bakımsız, düzensiz, yemek gereci.
pasaklı. çatana [İtl.: ?]: [Denizcilik] küçük vapur.
çapaçulluk [Far.: ? + luk]: giyimine çatapat: 1.) 2.) fişek.
özen göstermeyen. çatı: 1.) evin üst kısmı, dam, ruf, ~yı
çapar [Ark.]: çiçek bozuğu yüz. örten ince tabaka: balar, 2.) [Yazın]
çapari [İtl.: chiapparei]: i., bir takımı. roman kurgusu.
çapkın: s., zampara. çatlatmak: aklını kaçırmak.
çapla: i.,maden kazıma kalemi. çatma: i., 1.) çatmak eylemi, 2.)
3.)
çapraz [Far.: çep ü rast > Osm.: çapraz]: [Askeriye] tüfekleri çapraz tutma,
1.)
sol-sağ, 2.) ters, travers, 3.) olta [Dokuma] bir tür döşemelik kumaş.
iğnesi. çatra patra [Rum.: stsi ki stsi [σάταλα
çapul: talan, yağma. πάταλα] > Tür.]: çat pat.
çapula [Far.: pacıla]: [Dokuma] bir tür çav [ÖzTür.]: i., 1.) ses, ün, haber, 2.)
deri ayakkabı. [Halkdili] at, eşek vb. hayvanların
çapulcu: talancı, yağmacı. erkeklik organı.
çaput [Far.: cağbut]: paçavra. çavlan: i., [Evrenbilim] şelale.
çar [Lat.: caesar > Rus.: çare [царь]]: 1.) çavuş: i., 1.) sorumluk kişi, 2.)
bey, han, kaan, kral, reis, şef, Osmanlı’da çeşitli işleri yapan
hakan, kaan, kayser, kral, 2.) Rus görevli, 3.)
[Askeriye] manga
kralı. komutanı, 4.) askeri okullarda sınıf
çarçube [Far.]: çatı, gergef, kafes. başkanı, ~ kuşu [Kuşbilim]: ibibik.
çardak [Far.: çartak]: kameriye. çay 1 [ÖzTür.]: i., 1.) küçük akarsu, 2.)
çare [Far.: çâre]: 1.) daru, deva, em, [Evrenbilim] dereden büyük, nehirden
ilaç, 2.) çözüm, umar. küçük akarsu.
çaresiz [Far.: çâre + siz]: biçare, çay 2 [Çin.: ça> Far.: ]: i., 1.) [Bitkibilim:
umarsız, Camellia sinensis],
2.)
yapraklarından
çargah [Far.: çârgah: ?]: 1.) ? 2.) Klasik içecek yapılan bir Ça' bitkisi, 3.) bir
Türk Müziği’nde bir makam. tür içecek, ~daki etkin madde:
çarh [Far.]: i., 1.) dairesel devinim, 2.)
tein, ~ın tavı: dem.
daire, döngü, teker.
çayan [çıyan]: akrep, zehirli bir böcek.
çarık: [Giyim] i., ayakkabı, papuç.
çaydaçıra: çalgılı bir halk oyunu.
çark [Far.: çarh]: i., 1.) dairesel devinim,
2.) çaydanlık [Far.: çay + dân + lık]: 1.) çay
daire, döngü, teker, 3.) pervane.
pişirme kabı, 2.) çay pişirme kabı.
çarka [Osm.]: i., Osmanlılar’da öncü
çayır: 1.) üstünde gür ot biten düz ve
görevi.
nemli yer, 2.) çimen, ot, Ekvador
çarmıh [Far.: çar + meh > çarmih > Osm.:
çarmıh]: i.,
1.)
dört tahta çivi, 2.) ~ları: savana.
[Hiristiyanlık] haç, istavroz. çaykara [Halkdili]: eşme, kaynak,
çarpan balığı: i., barsam. kaynaksuyu, memba, pınar.
çarpık: s., yamuk. çeç [?]: tahıl yığını.
çarpışma: i.,cenk.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 89 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

çeçe: [Fra.: tsé-tsé] [Hayvanvilim: çembalo [Rum.: > kympalon [κύμβαλον]


Gossania] uyku sineği. Lat.: cymbalum > İtl.]: i., [Müzik]
Çeçen [?]: Kafkasya’da bir Türk ulusu. klavsen.
Çeçenistan [?]: Rusya çember [Far.]: i., [Geometri] daire,
Federasyonu’nda bir özerk Türk halka, ~ çizme gereci: pergel.
ülkesi, [Checnia]. çemen [Erm. > Far.]: i., 1.) kimyon, 2.)
çedar [İng.: cheaddar > cheddar]: bir tür pastrıma harcı yada macunu.
sert ama yumuşak peynir. çençen [Halkdili]: 1.) s., boşboğaz,
çeğmel [ÖzTür.]: yay biçiminde olan. carcar, çalçene, geveze, lafazan, 2.)
çehre [Far.: ‫]ﻩرﻩچ‬: sima, surat, yüz. i., dinlenmeye bırakılan tarla.
çekek: [Denzicilik] kayığın karaya çenebaz [Far.: çene + bâz]: s.,
çekildiği yer. boşboğaz, carcar, çalçene, çençen,
çekemez: kıskanç. geveze.
çekemezlik: i., kıskançlık. çengel [Far.: ?]: i., 1.) bükülmüş metal,
çeki: i., bir ağırlık ölçüsü. 2.)
kanca.
çekici: s., 1.) çekme işini yapan araç, çengi [Far.: çengî]: i., dans eden kadın,
2.)
albenili, alımlı, cazip, frapan. dansöz.
çekiç: i., çivi çakma gereci. çenk [Far.: çeng]: i., [Müzik] eski Türk
çekiliş: ad çekme, keşide, kura. sazı.
çekilme: 1.) bir şeyden uzaklaşma, 2.) çentik: i., çetele, çizik, kerte.
gerileme, ricat, 3.) istifa, 4.) denizin çentme: i., soğanı doğrama.
yada gölün geri çekilmesi. çep [Far.]: i., 1.) sol, sol taraf, 2.) solak.
1.)
çekilmek: f., bir şeyden çeper [Far.]: 1.) çit, duvar, kafes, 2.)
2.)
uzaklaşmak, gerilemek, ricat [Bedenbilim] zar.
etmek, 3.) istifa etmek, 4.) deniz yada Çepni: ö.i., Oğuz Türk boyu.
göl geri çekilmek. çerağ: i., çıra, kandela, mum, şem.
çekim: i., alım, cazibe. çerçeve [Far.: çâr çûbe > çârçûbe]: i., 1.)
çekimci: i., [Sinema] yapımcı. dört çubuk, dörgen, dörtköşe, 2.)
çekince [YTür.]: i., itiraz kaydı, çatı, gergef, kafes, 3.) resim yada
mahzur. tablo koruması, karton ~: paspartu.
çekingen [YTür.]: 1.) muhteriz, 2.) çerçi [ÖzTür.]: i., 1.) ilginç şeyler, giysi
korkak, küre, namert, ürkek. malzemeleri satan küçük dükkan,
çekinik: resesif. tuhafiyeci, 2.) bu işleri yapan esnaf.
çekinme: korkma, perva, panik, çerge [Rum.: ]: bak. çergi.
tırsma, ürkme, ürkü. çergi [Rum.: [?]]: i., 1.) basit çadır, 2.)
çekirge [ÖzTür.]: [Hayvanbilim: Acridium] çingene çadırı, 3.) göçebe çadırı, 4.)
birçok türü olan bir böcek. Osmanlı’da ordunun konakladığı
çekişme: 1.) rekabet, yarış, 2.) arbede, yerde kurulan otağ .
çıngar, dalaş, dövüş, hengame, hır, çeri [ÖzTür.]: i., [Askeri] asker, er,
kavga, muaraza, niza, patırtı. leşker, nefer.
çekiştirme: dedikodu, kov, yerme. çermik [Rum.: ?]: i., akarca, çermik,
çekiştirmek: dedikodu yapmak, kov ılıca, kaplıca, termal.
yapmak, yermek. çeşit [Far.: çeşīde]: 1.) lezzetlik,
çekmece: sürme. tadımlık, 2.) cins, nev, nevi, tip, tür.
çektirme: [Denizcilik & Savaş] Osmanlı çeşitler [Far.: çeşīde > çeşit + ler]: ç.i.,
İmparatorluğu’nda sıralar halinde cinsler, enva, neviler, tipler, türler.
kürekçilerin çektiği bir savaş gemisi, çeşm [Far.]: ayn, göz, oculus, ophta.
çektirme, galley. çeşme [Far.: çeşm]: kurna, musluk, ~
çekül [?]: 1.) ? 2.) bir duvarcı gereci,
zıvanası: masura, sevap ~si:
şakul.
çekyat: i., kanape. hayrat, sebil.
çelân [Far.]: kılıç. çeşni [Far.: çâşnî]: i., tat, tadımlık.
çelenk [?]: çiçekten halka. çete [Bul.: çeta > çetnik]: [Hukuk] i.,
çello [İtl.: ?]: i., [Müzik] bir çalı adı. yasadışı silahlı birlik.
çeltek [?]: i., çoban yamağı. çetele [Rum.: schedion [σχέδιον] > egkope
[εγκοπή] > Lat.: schedula > İtl.: cédola >
çeltik [?]: i., pirinç. 1.) 2.)
Tür.]: i., çentik, çizik, kerte,

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 90 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

bilgi kaydı, alacak-verecek kaydı, 3.) çırakma [Far.: çirağpa]: şamdan.


barem, skala. çıta: 1.) ince dilimlenmiş tahta, 2.)
çetin: s., 1.) dayanıklı, haşin, sert, 2.) düzgün tahta.
[Ç] dayanıklı, haşin, sert anlamına bir çıtar [Halkdili]: bir tür kumaş, çıtar.
erkek adı. çıtı pıtı: cici, minyon.
çevik: s., atik. çıvgar [Rum.: kseugarion [ζευγάριον] >
çevirgeç: i., [Elektrik] şalter. kseugari [ζευγάρι] > Tür.: cıvgar]: bir
çevirme: i., 1.) bir dilden diğerine hayvanın önüne başka bir hayvanın
tercüme, 2.) (tavuk) çevirme, 3.) bağlanması.
(Janadram, polis) çevirme, Çi [İtl.]: İtalyan Abecesinin 3. harfi, [C,
çevirmek: f., bir dilden diğerine c].
tercüme etmek. çiçek: i., [Bitkibilim:] ~ten halka:
çevirmen: i., dilmaç, tercüman. çelenk, ~ yetiştirme kabı: saksı,
çevre: i., yakın çevre, etraf, ortam,
~türleri: Açelya, Ağı Çiçeği (Zakkum),
vasat. Akşamsafası, Çiğdem, Dalya (Yıldız Çiçeği),
Çevrebilimi: i., Ekoloji. Gül, Hanımeli, Lale, kamilya (Japon Gülü),
çevrinti: i., anafor, burgaç, eğrim, Kasımpatı, Krizantem, Manolya, Melisa
girdap, su çevrintisi. (Oğulotu), Menekşe, Niüfer, Oğulotu (Melisa),
Papatya, Pat, Sümbül, Şebnem, Yediveren,
çeyiz [Far.: cehiz]: dürü. Zakkum (Ağı Çiçeği), Zambak, Yasemin,
çıban: [Tıp] apse, çakma, karha, yara. Çiçero [Lat.: Cicero]: İ.Ö. 106-43 yılları
çığır: janr, stil, tarz, üslup. arasında yaşamış eski Romalı bir
çığıt [ÖzTür.]: çığıt, peynir. devletadamı ve hatip.
çığlık: feryat. çiçhol [Halkdili]: 1.) armut, ceviz, incir
çıkarma: elde etme, istihsal. benzeri meyvelerin ipliğe dizilmiş
çıkıntı: küçük kabarcık, pürtük. kakları, 2.) meyev kakı.
çıkış: 1.) [Spor] depar, start, 2.) [Askeri] çift [Far.: cuft]: i., 1.) eş, ikiz, iki baş
sorti. öküz, 2.) ikili, 3.) karı-koca, 4.) küçük
çıkıt [ÖzTür.]: çıkıt, peynir. maşa, cımbız.
çıkma: 1.) yukarı doğru çıkış, 2.) çiftçi [Far.: cuft > çift + çi]: i., 1.) iki baş
3.)
ıskarta, ikinci-el malzeme, öküzle toprağı kazan, 2.) ekici,
aşıkdaşlık, çıkma, flört, kız-erkek rençber, tarımcı, ziraatçı, ~nin
arkadaşlığı.
yanındaki işçi: yanaşma.
çıkrık [Far.: cehre]: dönen teker,
çiftçilik [Far.: cuft > çift + çilik]: tarım,
kasnak.
ziraat.
çıkrıkçın [Halkdili]: bir tür ördek.
çiftlik [Far.: cuft > çift + lik]: i., tarımcılık
çıma [İtl.: cima]: 1.) halat, kalın ip, 2.)
yapma, toprakla uğraşma, ~
[Denizcilik] halat ucu.
çın: doğru, gerçek, hakikat, hakiki, görevlisi: kahya.
reel. çiğ: az pişmiş.
çıngar [Rum.: tsingra [τςίγγρα] > Tür.]: çiğde: bak. hünnap.
arbede, çekişme, dalaş, dövüş, çiğe [Halkdili]: ceviz içi.
hengame, hır, kavga, muaraza, niza, çiklet: jiklet, pelesenk, sakız.
patırtı. çikolata [İtl.: cioccolata > Osm.: çokalata
> çikolata]: kakaolu bir tatlı.
çıngırak [Far.]: küçük zil, [çıngıraklı
yılan].
çil: 1.) yüzdeki benekler, 2.) dağ tavuğu,
çıpa [İtl.: cipo]: [Denizcilik] halat ucu. çilân [Far.]: demir.
çıplak [ÖzTür.]: 1.) cıbılak, cıbıldak, 2.) çile [Far.: çille]: 1.) acı, dert, elem, esef,
ari, nü, torlak, üryan. gam, kasvet, kasavet, kaygı, keder,
çıra [Far.: çerağ]: 1.) çam ağacının tasa, teessür, üzüntü, 2.) örgü ipliği
reçineli bölümü, 2.) alev almaya ve yumağı.
yanmaya uygun, 3.) çerağ, kandela, çilingir [Far.: çilân + gâr > çilângâr]: 1.)
mum, şem,4.) [Mecazi] çıra gibi demirci, demir ustası, 2.) anahtarcı.
yanmak. çilli: yüzü benekli.
çırağ [Far.: çera]: 1.) ışık, 2.) kandil, çimen [Erm.: çemen]: çayır, yeşil otlar.
lamba, mum vb. ışık veren gereç. çimento [Lat.: caementum > İtl.:
cemento]: bir harç ana malzemesi,
çırağ [Far.: çırag]: kandil.
çırak [Far.: çirağ]: kalfa.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 91 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Çin [Arp.]: Asya’da büyük bir ülke, çitari [Halkdili]: 1.) [Balıkçılık] kılçıklı bir
[Communist Chine], ~ tapınağı: balık, 2.) ipek ve pamukla dokunan
pagoda. bir tür çizgili kumaş, çitar.
çinçilla [İsp.: chinche > İng.: chinchilla]: çitmik: üzüm salkımın küçük dalı.
1.)
Güney Afrika kökenli küçük bir çivi [ÖzTür.]: 1.) sivri uçlu demir, 2.)
kemirgen, tavşana benzer bir [Teknik] mıh, büyük ~: enser, mıh.
hayvan, 2.) bu hayvanın yünü yada çiy [ÖzTür.]: 1.) doğadaki ıslaklık, nem,
bu yünden yapılma dokuma. ıslaklık, yaşlık, 2.) [Hava Durumu]
çingene [Rum.: tsiggana > tsigganos şebnem.
1.)
[τςιγγάνα > Τσιγγάνος] > Tür.]: çizgi: çizik, hat, yiv, uzaklaşan ~ler:
Hindistan'dan çıktıkları söylenen, çizi [İng.: cheesy]: peynir gibi, penyiniri
dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan andıran.
bir topluluk, kıpti, 2.) bu topluluk çizik: i., 1.) çentik, çetele, kerte, 2.)
üyesi, 3.) Türkiye’de kendilerini çizgi, hat, yiv, 3.)
çizilmiş,
Roman olarak anarlar, 4.) diğer zedelenmiş, 4.)
[Mecazi] kafayı yemiş.
dillerde [Çigan, Çingan, Gypsy, Kipti, çizme: i., 1.) çizme işi, 2.) bot, ~ kısa:
Tsigane]. edik,
çini [Far.: Çinî]: 1.) Çinli, 2.) Çin’den çoban [Far.: şûbân > çûbân > Osm.:
gelen yada Çin’e ait, 3.) Çin usulü, çoban]: i.,
1.)
köy yönetici, bey,
tarzı yada kültürüen göre yapılmış, önder, reis, 2.) davar yada sürü
4.)
resimli fayans. otlatan kişi, sığırtmaç, ~ giysisi:
Çinko [İtl.: zinco, Lat.: zinc: Zn]: 1.)
kepenek, ~ yamağı: çeltek, baş ~:
tutya, 2.) mavimsi beyaz renkte olan
sert bir element. eke, ~ türküsü: eglog, ~ köpeği:
çipil [Rum.: tsimpla [τσίμπλα] > Tür.]: 1.) ? karabaş,
2.)
kirpiksiz göz. çobanlama [Far. + lama]: i., [Şiir]
çipura [Rum.: tsipoura [τσιπούρα] & pastoral.
tsippura [τσιππούρα] > Tür.]: [Balıkçılık: çobanpüskülü i., [Bitkibilim: Ilex
Sparus aurata] bir balık türü. aquifollum]:
çir [Halkdili]: 1.) meyve kurusu, 2.) çocuk [ÖzTür.]: i., 1.) herşeyin küçük
kayısı, erik, zerdali vb. meyvelerin olanı, küçük, 2.) bala, bebek, bızdık,
kurusu. çağa, velet, ~ hastalıkları:
çirağ [Far.]: kalfa ?. Boğmaca, Kızamık, ~ ayakkabısı:
çirağpa [Far.]: şamdan ?. patik, ~ dilinde ateş: cız, ~
çiriş [Far.: sirîş]: 1.) unundan tutkal, doğurtan kadın: ebe, ~ doktoru:
yapıştırıcı yapılan bir bitki, 2.) tutkal,
pedagog, ~ elbisesi: kundak, ~
yapıştırıcı.
çirk [Far.]: kir, pas, pislik. oyunları: körebe, seksek, ~
çirkef [Far.: çirk + âb > çirkâb]: 1.) türküsü: ninni, ~ yatağı: beşik, ~
kirlisu, pissu, lağım, 2.) bulaşkan ve yemeği: mama, ~ yuvası: kreş,
iğrenç kişi. çocukbilimi: pedagoji, küçük ~:
çirkin [Far.: çirk + în > çirkîn]: 1.) kirli, sabi, küçük ~lar: sıbyan, küçük
pasaklı, pis, 2.) aksi, hırçın, huysuz,
sevimli ~: yumurcak, rahimdeki ~:
kaknem.
çiroz [Rum.: tsiros [τςίρος] > Tür.]: 1.) cenin, tombul ~: apalak, yaramaz
kurutulmuş balık, 2.) çok zayıf kimse, ~: afacan, yumurcak, arsız sokak
kılçık. çocuğu: kopil,
çis [?]: kudret helvası, özsu. çoğalma: i., artma, üreme, zam.
çise [Halkdili]: [Evrenbilim] ince yağmur. çoğalmak: f., artmak, üremek, zam
çiş [Halkdili]: idrar, sidik. yapmak.
çit [ÖzTür.]: 1.) çalı çırpıdan duvar, 2.) çoğaltma: artma, artırma, üreme,
bahçe duvarı, bari, bark. zam.
çita [Hin.: citra > İng.: cheetah]: bir tür çoğunluk: ekseriyet.
benekli maymun. çoğunlukla: ekseriyetle.
çitar [Halkdili]: [Dokuma] 1.) bir tür çok: ziyade, daha ~: ziyade.
kumaş, 2.) çitari. çokal [Ark.]: savaşlarda giyilen zırh.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 92 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

çolpa [Far.: ?]: 1.) ayağı sakat, aksak, 2.)


bu maddeden yapılmış şekerleme,
topal, 2.) [Mecazi] acemi, beceriksiz, 3.)
çikolata renkli.
eli işe yakışmayan. Çukurova [Clilcia]: ?
Çolpan [?]: 1.) Çoban Yıldızı, Greklerde çul [Arp.: cül]: 1.) kıldan yapılma kaba
Eros, Romalıalr’da Venüs’tür, 2.) kumaş, 2.) hayvan örtüsü, 3.) [Mecazi]
Çoban Yıldızı anlamına bayan adı, giyim kuşam.
[Eros, Venüs]. çulha [Far.: julaha]: 1.) bez dokuyan
çor: 1.) dert, hastalık, illet, maraz, kişi, 2.) el tezgâhında bez dokuyan
mazara, 2.) üzüntü, kimse.
çorak: kurak, verimsiz, ~ yer çulluk [Halkdili]: [Kuşbilim: Scolopax
[Coğrafya]: verimsiz, tozlak, rusticola] bekas.
çorap [Arp.: cûrâb]: [Dokuma] ayağa çulta [?]: eyer örtüsü,
giyilen giysi, kısa ~: soket, ~ bağı: çun [Far.: çûn]: 1.) nasıl?, 2) aynı,
jartiyer. benzer, gibi, 3.) nezaman? 4.) –den
Çorum [Çoğurum]: [19], Türkiye’de bir dolayı, -dığı için, neden, sebep.
kent. çuşka [Bul.]: acı biber, karabiber.
çotana [İtl.: ?]: [Denizcilik] istambot, çuval [Far.: juval > Osm.: çuval]: 1.)
küçük vapur. kıldan örme, kaba kumaş, 2.) tahıl
çotira [?]: [Balıkçılık: Balistes capriscus] saklama torbası, kıldan büyük ~:
bir tür balık. harar.
çotra [Rum.: tsotra [τσότρα] > Lat.: cotyla çuvaldız [Far.: juval + duz > Osm.:
1.)
> İtl.: ciòtola > Rum.: ciutură [ξύλινο] ]: çuvaldız]: çuval vb. dokumalar
ağaçtan yapılma su kabı, bardak. dikmekte kullanılan, ucu yassı ve
çökelek [Halkdili]: 1.) [Gıda] ekşimik, eğri, büyük iğne, 2.) büyük iğne.
kesik, 2.) tortu. çün [Far.: çûn]: bak. çun.
çökelti: posa, tortu. çünki [Far.: çûn + ki > çünki]: bak.
Çölemerik [?]: ? çünkü.
çömlek [ÖzTür.]: toprak kap, tencere. çünkü [Far.: çûn + ki > çünki > Osm.:
çörek [ÖzTür.]: bir hamur ekmeği, çünkü]: şu sebeple, şundan dolayı,
yağlı ~: açma. zira.
çörten [Halkdili]: [Yapım] dam çürük [ÖzTür.]: 1.) bere, bertik, ezik,
çevresindeki oluk. yara, 2.) çürümüş, 3.) asılsız, fos,
4.)
çörtü [Halkdili]: değirmende buğday temelsiz, [Askeriye] bedenen
teknesi oluğu. kusurlu.
çözümlemeli: analitik. çürüme: 1.) bozulup dağılma, 2.)
çubuk [ÖzTür.]: 1.) körpe dal, 2.) dayanıklılığını, sağlamlığını yitirme,
3.)
değnek, 3.) tütün içme gereci, 4.) bedende bere oluşması, 4.) [Mecazi]
[Dokuma] kumaşta düz çizgi, 5.) yaşlanma, 5.) [Mecazi] kanıtsız ve
[Denizcilik] bir yelken direği. dayanaksız kalma, eriyip ~: eprime.
çuha [Far.: chukha > Osm.: çuha]: 1.) bir çürümek: 1.) bozulup dağılmak, 2.)
tür yünlü kumaş, 2.) [Dokuma] tüysüz, dayanıklılığını, sağlamlığını yitirmek,
3.)
ince, sık dokunmuş yün kumaş. bedende bere oluşmak, 4.) [Mecazi]
çuhane 1 [Far.: chukha + hâne > yaşlanmak, 5.) [Mecazi] kanıtsız ve
Çuhahane]: çuha kumaşı dokuma dayanaksız kalmak, eriyip ~:
fabrikası. eprimek.
Çuhane 2 [Far.: chukha + hâne >
1.) ========== D =========
Çuhahane]: İzmit’te Osmanlı
zamanalrında askeri üniformalık kumaş üreten D 1 : Türk Abecesi’nde 5. harf.
Çuha Fabrikası,
2.)
bugünkü Kullar-Doğantepe D 2 : ντε: Yunan Abecesi’nde Türkçe [D, d]
arasında kalan Deniz Askeri Birliği alanı. harfinin yazılışı.
çuka [?]: [Balıkçılık] 1.) iri tekir balığı, 2.) D 3 : Romen rakamları ile 500 (beşyüz)
Akdeniz, Marmara ve Karadeniz'de sayısı.
yaşayan tekirlerin irisi. D 4 [İtl.: Di]: İtalyan Abecesinin 4.
çukulata [Mek.Y.D.: chocolatl > İng.: harfi, [D, d].
1.)
chocolate]: kavuralmuş kakao da [Rus.]: evet.
çekirdeklerinden elde edilen madde, daça [Rus.: daça [да́ча]]: 1.) kırevi, 2.)
SSCB zamanında devlet yetkililerinin

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 93 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

sahip olduğu, kaardeniz kıyılarındaki dakika [Arp.]: saatin 60’da biri. 60


malikane. saniye.
Dadacılık: i., Dadaizm. daktilo [Yun.: daktylos [δακτυλος] > Fra.:
dadanmak: sık sık istemek. dactylo]: i., yazı makinesi.
dadı [Far.: dâdı]: halayık, taya. daktilograf [Yun.: daktylos + graphein >
daemon [Yun.: daimon > B.D. > İng.]: 1.) [δακτυλογράφος] > Fra.: dactylographe]:
koruyucu ruh, 2.) şeytan, 3.) [İnternet] yazı makinesiyle yazan, daktilocu.
mail alışverişinde kendiliğinden yanıt daktilografi [Yun.: daktylos + graphein +
veren sistem. logia > [δακτυλογραφία] > Fra.:
dağ 1 : i., [Evrenbilim] yerkürenin dactylographie]: yazı makinesiyle
çıkıntılı, yüksek yerleri, yüksek tepe, yazma bilgisi yada işi.
~ evi yada ~ konutu: şale, ~ daktiloskopi [Yun.: daktylos + skopein >
kırlanfıcı: ebabil, ~ lalesi: anamon, [δακτυλοσκοπία] > Fra.: dactyloscopie]:
[Suçbilimi] parmak izine dayanarak
~ türküsü makamı: daği, iki ~
kimlik belirleme yöntemi.
arasındaki sırt: senir, ~ daktylos [Yun.: [δακτυλος]]: parmak.
doruklarından akan sel: kayan, dal 1 : 1.) ağaç kolu, 2.) branş, şube.
~ın en yüksek yeri: kerempe, dal 2 : düz, katışıksız, sade, yalın.
dağ 2: i., 1.) demir damgası, 2.) bir dalak: 1.) [Tıp] bir iç organ, 2.) tekerlek
dövme türü. kaşar, ~ kesme: budama,
dağar [Rum.: dagari [ταγάρι] > Far.: dağar dalan [Halkdili]: 1.) [Mimarlık] lobi, 2.)
?]: ağzı dar, altı yayvan toprak kap. biçim, form, şekil.
dağarcık [Rum.: dagari [ταγάρι] > Far.: dalaş: 1.) bağırışıp çağrışma, 2.)
1.)
dağar + cık]: deri torba, 2.) bilinen arbede, çekişme, çıngar, dövüş,
3.)
şarkı sayısı, bellek, hafıza. hengame, hır, kavga, muaraza, niza,
dağcılık: alpinizm. patırtı.
dağınık: afal, dandini, düzensiz, dalaşmak: 1.) [Mecazi] ağız kavgası
karışık, savruk, şaşkın, tarumar. etmek.
dağıtıcı: [Ticaret] bayi, distribütör. dalavere [Argo]: al, desise, dolap,
dağıtma: nüfuz, neşretme, yayınlama, düzen, entrika, hile, kaşkariko,
yayma, yayılma. kolpo, komplo, künde, numara,
daği [Arp.: dağî]: dağ türküsü makamı. oyun.
dağlalesi [dağ lalesi]: [Bitkibilim: dalavereci: afersit, dolandırıcı,
Anemone vulgaris] anemon. spekülatör, vurguncu.
dağlama: kızgın demirle damgalama, dalga: 1.) deniz yüzeyinda rüzgaral
dağlamak: kızgın demirle oluşan kıvrılmalar, 2.) kıvrım, lüle,
damgalamak. ondüle, pli, 3.) [Mecazi] alay, eğlenme,
dahi [Arp.]: öke. dalgalanma: 1.) [Deniz] çalkanma,
dahil [Arp.]: iç. çalkantı, 2.) [Piyasa] gidip gelme.
dahilik: deha. dalgalı: 1.) ondüle, kıvrımlı, 2.) [Deniz]
Dahiliye Nezareti [Arp. > Osm.]: 1.) çalkantılı.
İçişleri Bakanlığı, 2.) Osmanlı’da dalgır [Halkdili]: hare, meneviş.
İçişleri Bakanlığı makamı. dalkavuk [dal + kavuk]: 1.) çıplak baş,
dai [Arp.: dâî]: 1.) ? 2.) ? kavuksuz, 2.) saraylarda devlet
daiein [Yun.: ?]: bölmek, ikiye ayırmak. büyüklerini gülünç sözlerle
daim [Arp.]: 1.) baki, kalıcı, ölümsüz, eğlendiren kişi, 3.) şaklaban, yağcı,
payidar, sonsuz, 2.) sürekli. yağdanlık, yalpak, yalaka.
daima [Arp.]: her, her vakit, sürekli. dalma: 1.) dalma eylemi, 2.) olumsuz
1.)
daimon [Yun.: ?]: Yunan emir, 3.) i., [Güreş] bir tür oyun, çift
Mitolojisi’nde ikincil bir tanrı, 2.) dalma: i., [Güreş] bir tür oyun.
koruyucu ruh. dalya [Bitkibilim:]: yıldız çiçeği.
dair [Arp.: dâ’ir]: ait, hakkında. dam 1 : 1.) çatı, ruf, 2.) ahır, hayvan
daire: 1.) ev, 2.) [Geometri] çember. barınağı, 3.)
[Halkdili] cezaevi,
Halka. hapishane, kafes, tutukevi.
dairesel: helezoni, sarmal, spiral. dam 2 [Lat.: domina > Fra.: dame]:
dakik [Far.]: düzgün işleyen, düzenli. bayan.
dama [Far.]: bir zeka oyunu.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 94 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

dama [İtl.: dama]: 1.) 16 taşla oynana dans [Fra.: dance]: [Sanat] dans, raks.
bir akıl oyunu, 2.) bu oyunda yer alan Dantel [Fra.: dantelle]: elişi, tığişi, ince
kare bölümler. ~: oya, oya işi, tentene.
damacana [İtl.: damigiana & Fra.: dame- dantela [?]: ağ örgü.
1.)
jeanne > Tür.: damicana]: büyük su dar 1 : s., 1.) ensiz, sıkı, 2.) az, ender,
2.)
şişesi, fıçı, cam yada plastikten nadir, 3.) zor, zorluk, zor zamanlar.
büyük su kabı. dar 2 [Arp.: dâr]: 1.) yaşanan yer,
damak: 1.) [Bedenbilim] ağız boşluğunun dünya, mahal, mekan, ülke, yurt, 2.)
2.)
tavanı, lezzet, tat. ev, hane, konut, yuva.
damalı [İtl. + lı]: kareli, satrançlı. dar 3 [Far.: dâr [‫]]دار‬: Farsça’da –dâr; 1.)
damar: [Bedenbilim] kanın dolaştığı yol, taşıyan, tutan,
2.)
sahip, elinde tutan
~ sıvısı: kan, atar ~: arter. yada –cu, -ci anlamında bir sonek,
damasko [İtl.: damasco]: bir tür [defterdâr: deftertutan, hazinedâr: hazineci,
kumaş. maldâr: mal sahibi].
damat [Far.: dâmâd]: güvey. dar 4 [Far.: dâr [‫]]دار‬: yuvarlama.
damga: 1.) işaret, nişan, 2.) [Ticaret] dar es si’naa [Arp.: dâr-u senaât: ‫راد راد‬
kaşe, mühür. ‫]راد ةعانصلا‬: atölye, işlek.
damgalama: Kaşeleme, mühürleme. Dar üs Selam [Arp.:]: 1.) Barış Kenti,
2.)
damgalamak: kaşelemek, Tanzanya‘nin başkenti.
mühürlemek. dara [Arp.: farah > Rum. > Tür.]: bir
damıtıcı: imbik. kabın ağırlığı, abra, denge.
damla: 1.) i., katra, 2.) s., biraz, çok az, daraban [Halkdili]: kalp atışı.
3.)
i., [Eczacılık] ilaç damlatıcısı,
4.)
i., darb [Arp.]: bak. darp.
[Tıp]kalbe inen inme,
5.)
ö.i.,
6.)
[D] darbımesel [Arp.: darb-ı mesel]: 1.) 2.)
katra, su taneciği anlamına bir Türk aforizm, atasözü, vecize.
bayan adı.. darbuka [Arp.: ?]: i., [Müzik] 1.) vurmalı
damnare [Lat.]: acıtmak, zarar çalgı, 2.) dümbelek.
vermek. dare 1 [Far.: ?]: i., süt nine.
damnum [Lat.]: zarar, ziyan. dare 2 [Lat.]: 1.) verme, veriş, 2.)
damper [İng.: dumper]: [Otomotiv] arkası vermek.
hidrolikle kalkar dökme özellikli darı [Gür.: dzar-i > ?]: i., 1.) büyük,
kamyon. tahıl taşıma sepeti, 2.) [Bitkibilim:
dan 1 : Türkçe’de –dan, -den, -tan, -ten Panicum miliaceum] tanelerinden boza
soneki; İstanbul’dan. üretilen bir tahıl türü, 3.) akdarı, 4.)
dan 2 : keskin ses; dan dan diye. mısır.
dan 4 [Far.]: Farsça’da dan-; 1.) depolu, darılma: i., gücenme, küsme.
kaplı, keseli, zarflı,
2.)
–lık, -lik [çaylık: darılmak: f., gücenmek, küsmek,
çaydanlık] anlamına bir sonek. darp [Arp.: drb > darb]: i., 1.) çarpma,
dan 5 [Far.]: Farsça’da dan-; anlayan, dövme, vurma, 2.) [Para] basma,
bilen anlamına bir sonek, [nüktedan]. dövme.
dan 5 [Far.]: Farsça’da dan-; şiirde dane, darphane [Arp.: darb + Far.: hâne > Far.:
1.)
tane anlamına bir sonek. darbhâne]: i., para basılan yer, 2.)
dan 6 : şaşırma. ö.i., [D] İstanbul’da bir semt.
dan 7 : -tan’ın yumuşamış biçimi. daru [Far.: darû]: i., deva, em, ilaç.
dana: 1.) inek yada öküz yavrusu, 2.) daru zenaat [Arp.: dâr-es si’naa > Dâr-u
genç inek yada öküz, ~ derisi: si’naa]: i.t., atölye, işlek.

vidala. darusınae [Arp.: dâr es sınâe]: i.t., 1.)


dandini [Halkdili]: 1.) darmadağınık, imalathane, sanayi işletmesi, 2.) silah
düzensiz, karışık, 2.) afal, dağınık, evi, mühimmat deposu.
düzensiz, karışık, savruk, şaşkın, Darülaceze [Arp.: dâr-ül aceze]: ö.i.&
i.t., Düşkünler Yurdu.
tarumar.
dane [Far.]: 1.) bak. tane, 2.) i., kuş Darvin, Charles Richard: ö.i., 1809-
yemi. 1882 yılları arasında yaşamış bir
dang: [Tıp] ateşli bir hastalık. İngiliz gezgin ve Evrim Teorisi sahibi.
danışıklı: şike. dasitan [?]: i., [Yazın] destan, epope.
daniska [Far.]: katmerli. dastan [Halkdili]: [Giyim] başörtüsü,
daniskası [Far.]: katmerlisi. eşarp, türban.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 95 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
1.)
daşnaksutyun [Erm.]: i., debboy [Arp.: depo, deppoy]: 1.) asker
2.)
federasyon, (kısaca) taşnak. eşyası deposu, 2.) depo, deppoy.
data [Lat.: datum’ın çoğulu]: ana öğe, debdebe 1 [Far.]: görkem, gösteriş,
done, muta, veri. haşmet, şaşaa, tantana, tumturak.
datum [Lat., çoğulu: datum]: 1.) verilmiş debdebe 2 [Arp.]: gürültü, hır, patırtı.
olan, veri, 2.) zar, oyun zarı. debere [Lat.]: borçlanmak.
dav: [Hayvanbilim] Afrika zebrası. debi [Fra.: debit]: 1.) dilimleme,
dava [Arp.: ? > dâva]: 1.) kutsal görev, parçalama, bölüm bölüm satma, 2.)
2.) 3.)
[Hukuk] iddia, sav, [Argo] erkek hesap kayıt ana defteri, 3.) [Saymanlık]
yada bayan arkadaş. borç kaydı, 4.) [Sıvı Akış ölçümü] akarsu
davar [ÖzTür.]: 1.) keçi-koyun sürüsü, hacmi.
2.)
küçükbaş hayvan sürüsü, debilis [Lat.]: argın, aygın, bitap,
büyükbaş hayvan, mal, sığır, 3.) bitkin, cılız, güçsüz, dermansız,
öküz, ~ boynundaki ip: yıltar. haşat, kuvvetsiz, takasız, yorgun,
davet [Arp.: ? > dâvet]: çağrı. zayıf.
davetiye [Arp.]: çağrı kağıdı. Debusy, Claude: 1862-1918 yılları
davranış: 1.) edim, fiil, iş, 2.) arasında yaşamış Fransız müzik
muamele, 3.) ahlak, haslet, husisiyet, derelyicisi.
huy, karakter, mizaç, nitelik, özellik, deca 1 [Yun.: δέκα]: on (10).
tabiat, vasıf, yaratılış, iyi ~: jest, deca 2 [Yun.: deca [δέκα] > Fra.: deca]
yanlış ~: falso. Batı Dilleri’nden deca-; on (10)
anlamında bir önek.
davul: [Müzik] kös, bir tür ~: timbol,
Decartes, René: 1596-1650 yılları
Afrika ~u: tamtam, küçük~: arasında yaşamış Fransız filozofu.
trampet, decem [Lat.]: on (10).
davya [Fra.: davier]: dişçi kerpeteni. decere [Lat.]: denk gelmek, uygun
dayak: kötek, patak, ~ cezası: falaka, olmak, münasip olmak.
dayanak: destek, decorus [Lat.]: uygun, münasip.
dayanç: dayanma, sabır, decus [Lat.]: bezek, süs.
dayanıklı: 1.) kip, kunt, sağlam, 2.) dedektif [Lat.: de + tegere > Fra.:
1.)
metin, metanetli, dedective]: gizli olanı ortaya
dayanıksız: 1.) bozulabilir, çürük, 2.) çıkartanma, 2.) gizli, saklı işleri
metanetsiz, zayıf, ~ kimse: araştıran, hafiye.
nanemolla, dedektör [Lat.: de + tegere > Fra.:
dayanışma: muavenet, yardım. dedecteur]: [Elektronik] belli bir etkiyle
dayanma: 1.) dayanç, sabır, sabır çalışan devre, bulucu.
gösterme, 2) abanma, yaslanma, dedeler: atalar, ecdat.
dayatışma: inatlaşma. dedikodu: çekiştirme.
dayatma: empoze, istediğinde def [Arp.]: kovma.
diretmek, defa [Arp.: ? > def’a [‫]]ﻩعفد‬: kerre, kez,
dayatmak: empoze etmek, istediğinde sefer.
diretme. defacto [Lat.]: aslında var olan ama
daye: [Budunbilim] süt nine, resmen kabul edilmemiş durum.
dayı: [Budunbilim] 1.) annenin erkek defakto: bak. defacto.
kardeşi, 2.)
[Mecazi] kabadayı, defans [Lat.: defens > İng.: defance]:
külhanbeyi, ~ karısı: bula. müdafaa, savunma.
daz [Halkdili]: dazlak, kel, saçsız baş, defens [Lat.]: müdafaa etmek,
dazlak: daz, kel, saçsız baş, avunmak.
de [Lat. > Fra.]: 1.) –den uzaklaşma, -den defetmek [Arp. + etmek]: kovmak.
çıkma, dışında, [derail: raydan çıkma],
2.) deficere [Lat.: de + facere]: f.,
-sız, -siz [defalcate],
3.)
–dan, -den aksatmak, bozmak, işlemez biçime
[decree: kararname],
4.)
aşağıya [decline: sokmak.
aşağı eğim],
5.)
tamamen [defunct: fek, define [Arp.]: gömü.
kaldırma] ve
6.)
–nın hareketinin tersine defne [Rum.: dafna [δάφνη]]: 1.) [Bitkibilim:
2.)
[decode. çözmek] anlamında bir önek. Laurus nobilis] ağaçsı bir bitki, [D]
De [Rus.]: Rus Abecesi’nin 5. harfi, [Д, bir bayan adı, [Daphna].
д].

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 96 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

defne ağacı [Yun.: daphna [δάφνη] + deizm [Yun.: the + ismos > [θεϊσμός] >
1.)
Türk.]: [Bitkibilim: Laurus nobilis] ağaçsı Fra.: déisme]: ? 2.) tanrıyı sadece
bir bitki. ilk neden görüp, ona başkaca güç ve
defo [Lat.: defectur > Fra.: default]: nitelik tanımayan, vahyi tanımayan
kusur, eksik. görüş, neden tanrıcılık
defrost [İng.: de-frost]: 1.) buz önleyici, dejenerasyon [Lat.: de + genus > Fra.:
2.) 1.)
buz yada karlanma çözücü. degeneration]: bozulma, yozlaşma,
2.)
defter [Rum.: difterion > defteri & tefteri ayartılma, baştan çıkartılma,
[διφθέριον > δεφτέρι & τεφτέρι] > Arp.: ? > bozulma.
1.)
Tür.: defter]: işlenmiş deri tableti, dejenere [Lat.: de + genus > Fra.:
2.)
kösele, yazı tableti, 3.) yazı degenerè]:
1.)
bozulmuş, yoz, 2.)
yazmak için kullanılan, bir araya ayartılmış, baştan çıkmış, bozulmuş.
tutturulmuş kağıt demeti. deka [Yun.: δέκα]: bak. deca.
defter emini [ Rum.: defter + Arp.: emin dekagram [Yun.: deca + gramme >
1.)
> Osm.: defter emini]: Osmanlı’da decagrammeria [δέκαγραμμάρια] > Fra.:
1.)
ilin tapu işlerine bakan en üst décagramme]: on gram, 2.) [Ağırlık
düzeydeki devlet görevlisi, 2.) Tapu Ölçümü] on (10) gramlık ağırlık.
Müdürlüğü müdürü. dekalitre [Yun.: deca + litra > decalitra
1.)
defterdar [Rum.: difterion > defteri & [δεκάλιτρο] > Fra.: décalitre]: on
2.)
tefteri [διφθέριον > δεφτέρι & τεφτέρι] > Arp.: litre, [Sıvı Ölçümü] on (10) litre, 10
1.)
? > Far.: dâr > defterdâr]: defter lt’lik kap.
2.)
tutan, Osmanlı’da maliye işlerinin dekametre [Yun.: deca + metron >
en üst yetkilisi ve kentlerde maliye decametron [δεκάμετρον] > Fra.:
1.)
işleriyle uğraşan görevli, 3.) bir kentin décamètre]: on metre, 2.) [Uzunluk
mali işlerini yöneten en üst devlet Ölçümü] on (10) metre.
görevlisi. dekaster [Yun.: deca [δεκά] + Fra.: stère
1.)
değer: 1.) eder, fiyat, paha, 2.) > Fra.: décastère]: on ster, 2.) [Ağaç
3.)
muvafık, reva, uygun, yakışır, ve Kereste Ölçümü) on (10) ster, 10
yaraşır, 3.) [D] bir erkek adı, [Cevher, metreküplük hacim ölçüsü birimi
Kıymet], ~ini ölçmek: kıymet takdir dekatlon [Yun.: dec + athlon > dekathlon
1.)
[δέκαθλον] > Fra.: décathlon]: eski
etmek, paha biçmek.
değerlendirme: takdir. Yunan’da bir sosyal eğlence çeşidi, 2.)
[Spor] her bir yarışçının 10 engel ve
değerli: 1.) [Fiyat] kıyemtli, pahalı, 2.)
saygın, sevilen. alan oyunlarında yarıştığı bir
değerli: müstehak, reva. karşılaşma.
değersiz: 1.) [Fiyat] ucuz, 2.) boş, kof, deklare [Lat.: de + clarus > Fra.:
declaré]: açıklanmış, ilan edilmiş,
değinme: kontak, temas, değme,
dokunma. dekolte [Lat.: de + collum > Fra.:
1.)
değiş tokuş: trampa. décolleté]: boyunsuz, 2.) boynu
3.)
değişici: s., değişken, kararasız, açıkta, [Giysi] göğüs kısmı açık

mütehavvil. kadın giysisi.


değişken: s., değişici, kararasız, dekont [Fra.: de compte]: [Bankacılık]
hesap dökümü.
mütehavvil, ~ huylu kimse: aysar.
dekopaj [Fra.: découpage]: kağıt, folyo
değiştirgeç: [Teknik] röle.
vb şeylerden çizimler kesip bunları
değme: kontak, değinme, dokunma,
bir yüzeye yapıştırma sanatı.
temas.
dekor [Lat.: decus > Fra.: décor]: 1.)
değmek: kontak yapmak, değinmek, 2.)
bezek, süsleme, tiyatroda
dokunmak, temas etmek.
aksesuar.
değnek: sopa.
delalet [Arp.: delâlet]: alamet, belirti,
deha [Arp.]: 1.) cin, 2.) dahilik,
emare, im, ipucu, işaret, iz, ~
dein [Yun.: thein: θεϊν]: bağlamak,
raptetmek, zaptetmek. etmek: göstermek, işaret etmek.
deinos [Yun.: theinos: θεϊνος]: s., delecek: delgeç, zımba.
dehşetli, korkunç. delectare [Lat.]: memnuk etmek,
deist [Yun.: the + istes > theistes
memnun olmak, sevinmek,
[θεϊστής] > Fra.: déiste]:
1.)
? 2.) deizm sevindirmek.
yanlısı, neden tanrıcı

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 97 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

delegasyon [Lat.: de + legare > Fra.: Demeter [dheghom + mater > Yun.:
1.)
delegation]: temsile yetkili kurul, [Δημήτηρ]]: anakara, dağıtıcı ana,
2.)
heyet, komite. Yunan Mitolojisi’nde tarım ve
delege [Lat.: de + legare > Fra.: delegèe]: bereket tanrıçası, 3.) güzel saçlı
başkasnın işini yapma yetkisi verilen kraliçe, 4.) güzel örgülü Demeter.
kişi, elçi, murahhas, temsilci. demi [Lat.: diminius > Fra.]: Fransızca’da
1.) 2.)
delere [Lat.]: harab etmek, imha –demi; yarım, boy, güç vb
etmek, mahvetmek, yakmak, konularda beklenenden zayıf olan
yıkmak, yoketmek. anlamında bir önek.
delgeç: delecek, zımba. demir [Tür.: demir & Lat.: ferrus > Fra.:
1.)
delgi: matkap. ferrum: Fe]: bir maden adı, 2.) [D]
deli [ÖzTür.: teli]: i., divane, kaçık. bir Türk erkek adı. ~ kiri: pas,
delicatus [Lat.]: hoş, latif, güzel, şirin. dökme ~: pik, yassı ~ çelik ürünü:
delice [Halkdili]: atmaca kuşu. sac.
delik: boşluk, gedik, oyuk. demiryolu: b.i., tren hattı, bir ~
delikanlı: civan, dilaver, genç, yiğit.
taşıtı: drezin.
delil [Arp.: dll > delil]: 1.) alamet,
demiunure [Lat.]: azalmak.
gösterge, işaret, 2.) beyyine, kanıt.
demo [Lat.: > İng.: demo(nstration)]:
delilik: [Tıp] ahmaklık, bönlük, dimağ
sunu, sunum, takdim.
zayıflığı.
demodülasyon [Lat.: de + modus > Fra.:
delişmen: zirzop.
demudulation]: [Fizik] yayınlanmış ses
delphin [Yun.: ?]: [Balıkçılık:] Yunus,
ve görüntü yayınlarının alınması.
Yunus balığı.
demograf [Yun.: demos + graphein >
Delta 1 [Fen.: Dalet [Daleth] > Yun.: demographos [δημογράφος] > Fra.:
Délta: [δέλτα & δέλτα]]: Yunan démographe]:
1.)
doğum kaydı, 2.)

Abecesi’nin 4. harfi, [Δ, δ]. nüfus sayısı.


delta 2 [Yun.: délta: δέλτα]: 1.) kapı, demografi [Yun.: demos + graphein +
şekenar üçgen biçili nehrin denize logia > demographia [δημογραφία] >
2.)
dökülen ağzı, [Evrenbilim] Fra.: démographie]:
1.)
doğum kaydı
akarsuların döküldüğü, toprağı bilgisi, 2.)
nüfusun istatistiksel
yumuşak, genelde üçgen biçimli yer. incelenmesi.
deluxe [Lat.: luxus > Fra.]: fazladan demografik [Yun.: demos + graphein +
zarif nitelikte olan, çok zarif. ikos > demographikos [δημογραφικός] >
1.)
dem [Far.: ]: 1.) kan, 2.) kan gibi koyu, Fra.: démographique]: doğum
3.)
çayın tavı. kaydıyla ilintili, 2.) nüfus sayısıyla
demagog [Yun.: demos + agogos > ilgili.
demagogos [δημαγωγός] > Fra.: Demokles [Yun.: Damocles: Δημοκλής]:
démagogue]: kendi çıkarları uğruna eski Yunan efsanesine göre bir kralın
halkı kışkırtacak biçimde konuşan yaşamındaki zorlukları göstermek
kişi. için, bir saç teline bağlanmış kılıcın
demagoji [Yun.: demos + agogos + logia tepesinde sallandığı koltuğa
> demagogia [δημαγωγία] > Fra.: oturttuğu kiş.
démagogie]: çarpıtma, boşlaf. Demokles’in Kılıcı [Yun.: Damocles : ?]:
demagojik [Yun.: demos + agogos + Democles’in kafanın üstünde
ikos > demagogikos [δημαγωγικός] > Fra.:
sallanan kılıcı.
démagogique]: boşlaflarla dolu,
demokrasi [Yun.: demos + kratein >
çarpıtıcı. demokratia [δημοκρατία] > Fra.:
demantiya [Lat.: de + mens > Fra.: démocratie]:
1.)
halk yönetimi, 2.)
1.)
dementia]: akıl yitimi, 2.) [Tıp] akıl halkın temsiliyle yönetim biçimi, 3.)
yetisinin zarar görmesi yada tümden bu biçimdeki yönetim yada bu
yitmesi. biçimde yönetilen ülke, 4.) haklar,
demeç: açıklama, beyanat. frısatlar yada muamelede eşitlik.
dementia: bak. demantiya. demokrat [Yun.: demos + kratein >
demet [Rum.: demation > demati: δεμάτιον demokrates [δημοκράτης] > Fra.:
1.)
> δεμάτι]: bir bağ, bir avuç, bir démocrate]:
1.)
halk yönetimi yanlısı,
2.)
tutam, elçim, tutam, 3.) [D] bir 2.)
demokrasiyi uygulayan yada
Türk bayan adı. destekleyen.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 98 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

demokratik [Yun.: demos + kratein + densus [Lat.]: 1.) kesif, sıkı, kompakt,
ikos > demokratikos [δημοκρατικός] > yoğun, 2.) ince taneli, kısa, özlü.
1.)
Fra.: démocratique]: halkın densus [Lat.]: koyu, sığ, yoğun.
ynetimine göre olan, 2.) demokrasiye dental [Lat.: dens > Fra.]: dişle ilgili.
uygun, 3.) Demokrat Partisi’yle ilgili. dentist [Lat.: dens > Fra.: dentiste]:
demokratlık [Yun.: demos + kratein > dişçi, diş hekimi.
demokrates [δημοκράτης] > Fra.:
1.) deodaran [Lat.: de + odor > Fra.:
démocrate + lık]: halk yönetimi 1.)
2.) deodorente]: kötü koku giderici, 2.)
yanlısı, demokrasi yanlısı ter kokularını giderici.
davranma. deon [Yun.: δεον]: i., görev, hizmet,
demos [Yun.: demos: δημος]: amme, ödev.
halk, insanlar, kamu, toplum, deonto [Yun.: δεοντο]: i., görev, hizmet,
topluluk. ödev.
demuraj [Fra.: de + muer > demurrage]: deontoloji [Yun.: deonto + logia >
1.)
[Taşımacılık] bir gemi yada taşıma deontologia [δεοντολογία] > Fra.:
gerecinin yükleme boşaltma déontologie]:
1.)
ahlaki görevler bilgisi,
nedeniyle gecikmesi, 2.) bu nedenle 2.)
ödevbilgisi.
ödenen ödenti, tazminat. deontolojik [Yun.: deonto + logia + ikos
den: Türkçe’de –dan, -den, -tan, -ten > deontologikos [δεοντολογικός] > Fra.:
1.)
soneki; İstanbul’dan. déontologique]: ahlaki görevler
deneme: kontrol, murakebe, sınama, bilgisine ilişkin, 2.) ödev bilgisi ile ilgili
test. depar [Lat.: dis + partire > Fra.: depart,]:
denemek: murakabe etmek, kontrol [Spor] çıkış, start.
etmek, sınamak, tecrübe etmek, test depart [Fra.]: kalkış.
etmek. departman [Lat.: dis + partire > Fra.:
1.)
denetçi: kotrolör, murakıp, [auditor], department]: bölümlendirme,
denetim: kontrol, sınama. bölümlere ayırma, 2.) iş yada
denetlemek: kontrol etmek. yönetimin ayrı bölüm yada alanı, 3.)
deney: deneyim, tecrübe, ~e dayalı: bakanlık, idare, yönetim, 4.) ayrı
ampirik. etkinlik alanı, 5.) bir işyerinde ayrı
deneyim: deney, tecrübe. çalışma alan ve bölümü.
denge: 1.) balans, muvazene, 2.) depo [Lat.: de + ponere > Fra.: depot]: 1.)
terazide abra, dara. ambar, hazne, 2.) otobüs yada tren
3.)
dengeli: durağan, sabit, stabil. durağı, askeri malzemenin
denim [Fra: de Nimes]: 1.) Fransa Nimes saklandığı yer.
kendtinde üretilen kumaş, 2.) deprasyon [Lat.: de + premere > Fra.:
1.)
pamuklu döşemelik, kumaş, kaba depression]: baskı altında olma, 2.)
pamuklu kumaş, 3.) blucin yada işçi acı, çile, dert, elem, esef, gam,
tulumu yapımında kullanılan kumaş. kasvet, kasavet, kaygı, keder, tasa,
deniz: 1.) bahr, bahri, 2.) [D] bir Türk teessür, üzüntü, 3.) [Ekonomi] buhran,
bayan ve bay adı, ~ dibini inceler: durgunluk, 4.) [Ruhbilim] dermansızlık,
batiskaf, ~ haydutu: korsan, ~in düşkünlük.
deprem: [Yerbilimi] sarsıntı, yer
derinliğini ölçme: iskandil, derin
sarsıntısı, zelzele, ~ ile ilgili: sismik,
~: batyal, ~ kenarı: costa, kıyı,
sahil, denizdeki sığ yer işareti: fay: kırık, kırılma, ~ sarsıntı ölçeği:
kerteriz, kabuklu ~ hayvanları: Richter, ~ yazar: sismogram.
İstiridye, Karides, Salyangoz, der 1 : ter.
Yengeç, der 2 [Far.]: 1.) bab, eşik, giriş, kapı, 2.)
denizaşırı: b.i., denizötesi. ev, hane, saray, 3.) dağ geçidi.
Denizli [Rum.: Laodikeia [?], Osm.: der 3 [Far.]: Farsça’da der-; 1.) iç, içne
2.)
Laodikya, Ladik, Tunguzlu, Tenguzlug, doğru, dahil, dahilde anlamına
Tonguzlug, Denizli]: [20], Türkiye’de bir gelen bir önek.
kent. der 4 [Far.]: Farsça’da -der; yırtan
denizötesi: b.i., denizaşırı. anlamına gelen bir sonek.
denk [ÖzTür.]: 1.) eşit, müsavi, 2.) derd [Far.]: bak. dert.
balya, yük, 3.) [Fizik] eşit güç.
dens [Lat.]: diş.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 99 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

dere [Far.: ?]: 1.) koyak, vadi, 2.) akak, derma [Far.: ? > Arp.: ? > Yun.: deras >
küçük su akıntısı, suakıntısı, suyolu, derma [δέρας > δέρμα]]:
deri, ten.
3.)
çatı su akağı. derman [Far.: dermân [‫]]درﻣﺎن‬: 1.) çare,
derebeyi [?]: b.i., 1.) eski Avrupa’da ilaç, otama, 2.) can, dirlik, güç, hal,
içinde ve çevresindeki evlerle kala kuvvet, mecal, takat.
sahibi yönetici, 2.) burjuva, feodal, ~ dermansız [Far. + sız]: argın, aygın,
konağı: şato. bitap, bitkin, güçsüz, haşat, takasız,
derebeylik [?]: feodalite. yorgun, zayıf.
derece [Arp.: ?]: 1.) aşama, kat, dermansızlık [Far. + sızlık]: zaafiyet.
mertebe, rütbe, 2.) ısı ölçer, 3.) ölçer, dermatit [Far.: ? > Arp.: ? > Yun.: derma
metre. + itis > dermatitida [δερματίτιδα] > Fra.:
1.)
dereotu [dere otu] [Far.: + otu > Tür.]: dermatite]: çilt iltihabı, 2.) [Tıp]
b.i., [Bitkibilim: Anethum] güzel kokulu
iltihaplı deri hastalığı.
bir bitki. dermatolog [Far.: ? > Arp.: ? > Yun.:
derma + logos > dermatologos
dergah [Far.: der + gâh > dergâh [ ‫]]درﮔﺎﻩ‬: 1.)
1.) [δερματολόγος] > Fra.: dermatologue]:
eşikönü, kapıönü, 2.) bir zamanlar
cilt hastalığı bilgisi olan, cilt otacısı,
tarikat üyelerinin sığındıkları, 2.)
deri hastalıkları hekimi.
barındıkları yer, yapı, 3.) tekke.
Dermatoloji [Far.: ? > Arp.: ? > Yun.:
dergi: [Basın] mecmua, magazin. derma + logia > dermaologia
deri [Far.: ? > Arp.: ? > Rum.: deras > [δερματολογία] >Fra.: dermatologie]:
1.)
1.)
derma [δέρας > δέρμα] > Tür.]: cilt hastalığı bilgisi, 2.) [Tıp] deri
2.)
inasan cildi, hayvan postu, hastalıkları ile ilgilenen bilim dalı,
3.)
[Bedenbilim] cilt, derm, ten, [Dericilik] Deribilimi.
işlenmiş hayvan postu, bir ~ dermatolojik [Far.: ? > Arp.: ? > Yun.:
hastalığı: liken, kalınlaşmı ~: derma + logia + ikos > dermatologikos
[δερματολογικός] > Fra.: dermatologique]:
nasır, üst ~: epiderm, iltihaplı ~ 1.)
cilt hastalığına ilişkin, 2.) [Tıp] deri
hastalığı: dermatit, ~deki leke:
hastalıklarıyla ilgili.
yama, ~nin cilalanması: apre, ~yi derrum [Lat.]: demir.
temizleme: sepi, bir ~ cinsi: rugan, ders [Arp.: drs]: 1.) eğitim alma,
parlak ~: lame, yumuşak ~: glase, öğrenme, 2.)
anlatım, anlatma,
3.)
deriden, deriden yapılmış [deri belletme, eğitme, eğitim, öğretim,
ceket], tabaklanmış ~: kösele, öğretme.
meşin, Dersadet [Arp.: dar-u saadet > Osm.:
1.)
derici: sepici, tabak, tabakçı. Dersa’adet]: mutluluk kenti, 2.)
derin: s., 1.) çukur, 2.) yüzeyden aşağı Osmanlı Devleti’nin başkenti,
olan, 3.) kesif, yoğun, 4.) uzun süren, İstanbul.
5.)
ayrıntılı,detaylı, 6.) içten gelen, dershane [Arp.: ders + Far.: hâne > Far.:
1.)
samimi, 7.) ağır (uyku), 8.) dip. dershâne]: derslik, sınıf, 2.) özel
derince 1 : çukurluk yada derin bölge. ders kurumu.
Derince 2 : 1.) İzmit’e bağlı bir ilçe, 2.) Dersim [Rum.: Daranis, Derksene, Far.:
Darsim, Zaz.: Mamekiye, Dêsım, T.C.:
’e bağlı bir ilçe.
Tunceli]: bugünkü Tunceli.
derinlik: 1.) çukurluk, 2.) [Manevi]
derslik [Arp. + lik]: sınıf.
bilinmezlik, kolay anlaşılmazlık, ~
dert [Far.: derd [‫]]درد‬: 1.) acı, çile, elem,
ölçme aleti: sonda. esef, gam, kasvet, kasavet, kaygı,
derinti [Halkdili]: görüşme, toplantı. keder, tasa, teessür, üzüntü, 2.) çor,
derişik: [Kimya] konsantre. hastalık, illet, maraz, mazara.
derişme: [Kimya] konsentrasyon, dertlenmek [Fars. + lenmek]:
yoğunlaşma. kaygılanmak.,
derkar [Far.: der + kâr > derkâr]: 1.) derun [Arp.: derûn]: 1.) nefis, öz, 2.)
çalışıyor, işte, işbaşında, 3.) açık, içsel.
ayan, bariz, 2.) işbaşında, işivar, derviş [Far.: ‫]دروﻳﺶ‬: 1.) dilenci, fukara,
meşgul. yoksul, 2.) [D] bir erkek adı, gezgin
derleme: devşirme, toplama.
~: abdal, ~ selamı: hu, dervişlerin
derm [Lat.:]: deri, cilt, ten.
ayin yeri: semahane.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 100 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

derz [Far.: ‫]درز‬: 1.) dikiş dikme, 2.) iki destek: dayanak, eğik veya düz ~:
dikiş arası, iki iğne sokumu aralık, 3.) payanda.
iki tuğla arası, 4.) [Yapım Kimyası] çini, destroyer [Lat.: de + struere > İng.:
fayans yada kaplama aralığı dolgu destroyer]:
1.)
yokden, yokedici, 2.)
malzemesi. [Deniz Kuvvetleri] küçük ama hızlı bir
derzi [Far.]: bak. terzi. savaş gemisi, muhrip.
desca [Lat.]: masa. deşarj [Lat.: dis + carrus > Fra.:
1.)
descendere [Lat.]: alçalmak, discharge]:
1.)
[Gemi] boşaltma,
inmek, çökmek, yukarıdan aşağıya tahliye, yük boşaltma, 2.) [Elektrik]
doğru gelmek, inmek, 2.) intikal boşalma.
etmek, -nin soyundan gelmek, -nin deşifre [Lat.: de + chiper > dechifrè]:
evladı olmak. açığa çıkartma, çözme.
desibel [Lat.: decem + A.G. Bell]: 1.) detant [Lat.: detente]: 1.) uluslar
Alexandre Graham Bell : 1847-1922 arasındaki gerginliği giderme, 2.)
yılları arasında yaşamış İskoç asıllı, yumuşama siyaseti.
kanada göçmeni ve ABD’li Fizik detay [Fra.: de + tailler > detaille]: 1.) bir
biliminsanı, 2.) sesin şiddetini ölçen şeyi küçük parçalara bölerek
birim. ayrıntılama, 2.) ayrıntı, 3.) önemsiz bir
desiderare [Lat.]: arzu etmek, konu.
istemek. deterior [Lat.]: daha kötü.
desimal [Lat.: decem > Fra.: decimale]: deterjan [Lat.: de + tergere > Fra.:
10 sayısı üzerine oturtulmuş sayı detergent]: arıtıcı, temizleyici.
sistemi, [1 ile 0 arasındaki sayılar]. detestari [Lat.]: lanetlenmek, gazaba
desise [Arp.: dss > desîse]: 1.) uğramak.
sokuşturma, fitleme, 2.) al, dalavere, detone [Yun.: de + tonos [?] > Fra.:
dolap, düzen, entrika, hile, detonée]:
1.)
ses bozukluğu, tını
kaşkariko, kolpo, komplo, künde, bozukluğu, 2.) [Müzik] kusurlu ses.
numara, oyun. detritus [Lat.]: ovma, ovuşturma.
despot [Yun.: despotēs [δεσπότης] > Fra.: deus [Lat.]: Allah, Rab, Tanrı.
1.)
despote]: sert ve acımasız usta, 2.) dev [Far.: div > dev]: 1.) dev, iblis, 2.)
baskıcı, müstebit, tiran. şeytan, çok iri, div, masal canavarı,
despotes [Yun.: despotēs: δεσπότης]: 1.) ~ gibi: devasa.
efendi, evsahibi, usta, 2.) egemen, deva [Arp.: dvy > devâ]: 1.) canlı olma,
hükümdar. iyi olma, sağlıklı olma, 2.) çare, daru,
despotik [Yun.: despotēs + ikos > em, ilaç.
despotikos [δεσποτικός] > Fra.:
1.) devasa [Arp.: dev + âsa]: 1.) dev gibi, 2.)
despotique]: sert ve acımasız usta
çok büyük, muazzam.
gibi, 2.) baskıcı, istibdatçı.
deve: [Hayvanbilim: Camelus] bir çöl
despotizm [Yun.: despotēs + ismos >
[δεσποτισμός] > Fra.: despotisme]:
1.) hayvanı, ~ bağırması: bozlama, ~
sert ve acımasız ustaya benzeyen, 2.) çökertme sesi: ıh, erkek ~: buğra,
baskıcılık, müstebitlik, tiranlık. erkek boz ~: lök, güreş ~si: tülü, ~
dest [Far.: dast & dasta > dest [‫]]دﺳﺖ‬: 1.) türleri: erkek deve [buğra], hörgüçlü
el, eller ve kollar, 2.) eldolusu, bir el, deve [buğur], erkek boz deve [lökün],
3.)
el koyma, ele geçirme, devedikeni: [Bitkibilim: Cardui mariae] ?
sahiplenme, 4.) elleçleme, 5.) şeref devedikeni: [Bitkibilim: Cynara
makamı, 6.) erk, güç, üstünlük, 7.) cardunculus] ?
[Din] Allah’ın herşeye kadir olması, deveran [Far.: deverân [‫]]دوران‬: 1.) dönüp
Allah’ın eli [omnipotence], dolaşma, 2.) [Yıldızbilim] dolanma, 3.)
destan [Far.: destân [‫]]داﺳﺘﺎن‬: [Yazın] dolanma, dolaşma, gezme.
dasitan, epope, hikaye, öykü. devinim: canlılık, faaliyet, hareket.
destansı [Far.: destân [‫ ]داﺳﺘﺎن‬+ sı]: devr [Arp.]: bak. devir.
epik, hamasi, menkıbevi. devir [Arp.: dvr > devr [‫]]رود‬: 1.) i.,
deste [Far.: [?]]: 1.) bir tutam, el çevresinde dolanma, dönme, 2.) çağ,
3.)
dolusu, 2.) bağ, bağlam, 3.) [D] bir dönem, periyot, zamane,
bayan adı. dolanma, tur.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 101 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
3
devirler [Arp. + ler]: çağlar, edvar, di [Lat.]:
Latince ve Fransızca’da di-;
1.)
zamanlar. iki defa, iki kez, iki kat, 2.) ayrı,
devlet [Arp.: dvl > devlet]: 1.) ardı sıra ayrık, ayrışık, anlamı yükleyen bir
ilerleme, bir birini izleme, nöbetleşe önek.
gitme, 2.) hanedan, sülale, 3.) idare, di 4 [Far.: ‫]دي‬: dün, önceki gün.
yönetim, 4.) [Mecazi] büyüklük[Devlet dia [Yun.: δια]: Yunnanca’da –dia; 1.) -
2.) 3.)
gibi adam],
5.)
[D] bir erkek adı, , ~ eye, -aya, arasında, arasından,
büyükleri: ekabir, kodomanlar, ~le karşısında anlamında bir önek.

ilgili: resmi, ~ dairesi: kapı, bir ~in diabolos [Yun.: διαβολος]: 1.) bühtancı,
iftiracı, yalan yere suçlayan, 2.)
baskısı: hegomonya, ~ senedi:
şeytan.
tahvil, diaita [Yun.: ?]: yaşam biçimi.
devran [Far.: deverân [‫ > ]دوران‬devrân diakonos [Yun.: ?]: hizmetçi.
1.)
[?]]: dönem, evre, zaman, 2.) [D] Diana [Lat.]: eski Roma Mitolojisi’nde
bir erkek adı. ay ve avcılık tanrıçası.
devre [Arp.: ? > [‫]]ﻩرود‬: 1.) devir, dönem, diaphainein [Yun.: dia + phainein >
periyot, 2.) [Elektrik] düzenek, 3.) diaphaínein [διά-?]]: f., içinden diğer
askerlikte yada okulda aynı dönemde tarafı göstermek.
bulunanlar, diaspora [Yun.: dia + speirein > diaspora:
devridaim [Arp.: devr-i daim]: 1.) sürekli [διασπορά] > Fra.: diaspora]:
1.)
dönme, 2.) tam ve sürekli dolaşma. saçılma, yayılma, 2.)
aynı ırk, din, dil
devrik: 1.) dik durumunu yitirmiş, 2.) ve kültürden olanların yurtdışında,
görevinden indirilmiş. aynı yerde ve bir arada yaşayanları,
devrim: 1.) ihtilal, ınkılap, 2.) [D] bir kopuntu, 3.) yurtdışında yaşayan
erkek adı. Yahudi toplulukları.
devşirme: 1.) derleme, toplama, 2.) diasprum [Lat.]: süslü giysi.
Osmanlı’da bir askere alma biçimi, 2.) diatomos [Yun.: ?]: ikiye ayırmak, iki
Osmanlı’da Hiristiyan kökenli parçaya bölmek.
ailelerden Osmalı Ordusu’na çocuk diba [Far.: dibâ []]: 1.) ipek teli, ipek ipi,
yaşta alınan asker adayları. 2.)
[Dokuma] altın ve gümüş işlemeli
dexter [Lat.]: adil, doğru, dürüsüt, ipekli bir kumaş.
haklı, insaflı. dibek: ağaç yada taştan büyük havan.
dezenfektan [Lat.: de + infecere > Fra.: dicare [Lat.]: açığa vurmak, beyan
1.) 2.)
désinfectant]: bulaştırmama, etmek, ilan etmek.
[Tıp] mikrop kırıcı madde.
dicere [Lat.]: konuşmak, söylemek.
dezenfekte [Lat.: Lat.: de + infecere > dicha [Yun.: ?]: benzer, eş, ikili, ikiz,
1.)
Fra.: désinfecté]: bulaştırılmamış,
2.)
koşa.
[Tıp] mikroplarını kırma, dictum [Lat.]: söyleyiş, teleffuz.
mikraoplardan temizlenmiş. didaktik [Yun.: didáskein > didaktikós
deyiş: ibare, ifade, tabir. [διδασκηιν > διδακτικός] > Fra.:
DIN [Alm.]: 1.) Deutsches Institute für didactique]:
1.)
düşündürme, öğretme,
2.)
Normung; DIN, Alman 2.)
belletici, bilgilendirici, eğitici,
Standartlar Enstitüsü. öğretici.
dış: 1.) dışarı, hariç, 2.) yurtdışı, didaskein [Yun.: διδασκηιν]: ders
~işleri: hariciye, ~la ilgili: harici. vermek, öğretmek.
dışarı: dış, hariç. dide 1 [Far.: ‫]دﻳﺪﻩ‬: 1.) bakış, görüş,
dışarlık: taşra. nazar, 2.) [Mistik] herşeyi gören ve
dışlama: bir kişi yok sayma, tecrit bilen (Allah).
etme, izole etme. dide 2 [Far.: ‫]دﻳﺪﻩ‬: Farsça’da –dide; 1.)
dışlamak: bir kişi yok saymak, tecrit görmüş geçirmiş, deneyimli, tecrübeli,
2.)
etmek, izole etmek. [cihandide: dünyayı görmüş], görülmüş
Di [İtl.]: İtalyan Abecesinin 4. harfi, [D, ve denenmiş olan, [nadide: görülmemiş]
d]. anlamına bir sonek.
di 1 [Yun.: dis > di [δις > δι]]: dideban [Far.: dide + bân > didebân [ ‫ﺑﺎن‬
1.)
Fransızca’da di-; iki defa, iki kez, iki ‫]]دﻳﺪﻩ‬: gözcü, 2.) gümrük görevlisi.
kat anlamına gelen bir önek. dies [Lat.]: gün, gündüz, ruz, şembe,
di 2 [Yun.: dis > di [δις > δι]]: bak. dis. yevm.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 102 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

dies mali [Lat.]: kötü günler. diktatör [Lat.: dicere > Fra.: dictateur]:
difana [Rum.: difana & difano [δίφανα & mutlak egemenliği elinde tutan.
δίφανο]]: i., [Balıkçılık] üç katlı balık dil 1 : 1.) [Bedenbilim] bir organ, 2.) ağız,
ağı. lehçe, lisan, zeban, ölü ~ler: Arami,
difiransiyel [Lat.: dis + ferre > Fra.: Eski Ermenice, Eski Gürcüce, Eski Mısırca,
diffirential]: [Otomotiv] değiştirme ~ bilgisi:
Grekçe, Osmanlıca, Sami, Latin,
dişlisi, vites dişlisi. gramer, sarf, ~ tutukluğu: anatri,
difizyon [Lat.: dis + fundere > Fra.: dil 2 : [Far.: ‫]دل‬: 1.) can, kalp, nefes,
diffusion]: dağıtma, nüfuz, neşretme, ruh, yürek, 2.) cesaret, 3.) arzu, dilek,
yayınlama, yayma, yayılma. istek, niyet.
difteri [Yun.: diphtera [διφθερίτιδα] > dilara [Far.: dil + âra > dilâra]: i., 1.)
1.)
Fra.: diphtérie]: tabaklanmış deri, kalbi güzelleştiren, yüreği süsleyen,
2.)
[Tıp] kuşpalazı. 2.)
canan, sevilen kişi, sevgili, yar, 3.)
diftong [Yun.: dis + phthongos > ullanılmayan eski bir müzik makamı,
diphthongos [δίφθογγος] > Fra.: 4.)
ö.i., [D] sevilen anlamında bir İran
diphthong]: [Dilbilgisi]iki seslinin bir
ve Türk bayan adı.
hecede birleşmesi.
dilasa [Far.: dil + âsâ > dilâsâ]: 1.) i.,
dignari [Lat.]: inayet etmek, 2.)
kalpteki dinginlik, z., kafa
lütfetmek, tenezzül etmek,.
rahatlatıcı.
dignitas [Lat.]: değer, erdem, kıymet.
dilaver [Far.: dilâver [‫]]دﻻ ور‬: 1.) cesur,
dignus [Lat.]: 1.) değer, reva, uygun,
2.) yürekli, 2.) civan, delikanlı, genç,
yakışır, yaraşır, değerli,
yiğit, 3.) [D] bu anlamda bir İran ve
müstehak, reva.
Türk erkek adı.
digutus [Lat.]: parmak yada
dilber [Far.: dil + ber > dilber]: 1.) gönül
başparmak.
çelen, gönlü alıp götüren, yürek
dijit [Lat.: digutus > Fra.: digit]: 1.)
hoplatan, 2.) [D] bu anlamda bir
parmak yada başparmak, 2.) 0-9
bayan adı.
arası rakam yada sayılar.
Dilbilgisi: Gramer, Sarf.
dijital [Lat.: digutus > Fra.: digital]: 1.)
dileçe [YTür.]: i., ariza, arzuhal, istida.
rakamsal, sayısal, 2.) 0-1 sistemine
dilek: 1.) i., arzu, dilek, heves, istek,
göre çalışan elektronik yada
şevk, 2.) ö.i., [D] arzu, dilek, heves,
bilgisayar esaslı her tür gereç.
istek, şevk anlamında bir bayan adı.
Dijojen: bak. Diogenes.
dilema [Lat.: & Yun.: di + Yun.: lamma >
dik: amudi, dikey.
[δίλημμα] > Fra.: dilemma]: i., açmaz,
diken: 1.) bitkilerin sivri uçları, 2.) sert,
karmaşık durum.
ucu sivri ve batıcı çıkıntı, 3.) bu
dileme: i., arzu etme, rica etme.
çıkıntıları olan bitki, eşek ~i: dilemek: f., arzu etmek, rica etmek.
[Bitkibilim:] kenger, geyik ~i: dilenci: i., geda.
akdikem. dileyiş: i., arzu, rica.
dikey: amudi, dik. dilmaç [YTür.]: i., çevirmen, tercüman.
dikimevi: dikimhane. dilme: i., bir şeyi parçalara ayırma.
dikimhane [dikim + Far.: hane]: dilmek: f., bir şeyi parçalara ayırmak.
dikimevi. dilsiz: s., ahraz, lal.
dikiş: derz, terz, kaba ~: lekende. diluvium [Lat.]: i., sel, subaskını.
dikiz [Argo]: i., 1.) gözetleme, erkete, 2.) dimağ [Arp.: dimâğ]: i., i., 1.) beyin,
[Otomotive] gözetleme aynası. kafa, 2.) bilinç, şuur, zihin, ~
dikkat [Arp.: dkk]: i., 1.) didik didik zayıflığı: [Tıp] ahmaklık, bönlük,
etme, inceleme, 2.) ilgi, özen, 3.) delilik.
tehlike uyarısı. dimdik: z., dimdik, dinç, esen, iyi,
diksiyon [Lat.: dicere > Fra.: diction]: i., sağlıklı, sıhhatlı, salim, zinde.
ifade, konuşma tarzı, telaffuz. dimi [Rum.: dimito: δίμιτο]: i., [Dokuma]
dikta [Lat.: dicere > Fra.: dicta]: i., 1.) pamuklu bir kumaş.
emir, kesin buyruk, 2.) prensip, 3.) diminius [Lat.]: i., yarım.
iltilal yapıp yönetime el koymuş Dimyat 1 [?]: ö.i., Kuzey Mısır’da bir
askeriş yönetim. kent adı.
diktafon [İng.: dictaphone]: 1.) bir ticari dimyat 2 [?]: i., üzüm çeşidi.
marka, 2.) [Teknoloji] ses alma aygıtı,

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 103 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

din 1 [Arp.: dan ]: 1.) inanma, inanış, 2.) şayak, vb dövmede kullanılan bir
inanma yolu, ~ kuralları kitabı: gereç.
Akait, ~den kovma: lanetşeme, dinlence: tatil.
dindaş: din kardeşi, din ~ dışı: dinlenme: 1.) ara, mola, 2.) [Spor] mola,
dinlenmek: 1.) ara vermek, mola
ladini.
vermek, yatıp uzanmak 2.) [Spor] mola
din 2 [Far.: ?]: 1.) ayın 24. gününün adı,
2.) vermek.
yazmalıkla görevli melek.
dinozor [Yun.: deinos + sauros >
din 3 [Yun.: dynamis [δυναμις] > Fra.: deinasouros [δεινόσαυρος] > Fra.:
dyne]: [Fizik] cm-gr.-sn sisteminde bir dinosaure]:
1.)
?
2.)
mesozoik çağda
gr’ın saniyede bir cm’lik bir hız yaşamı dev yaratık.
kazanarak serbest akışına olanak Diogenes [Yun.: Διογένης της Σινώπης]:
veren bir güce eşit bir güç birimi. 1.)
İ.Ö. 412-312 yılları arasında
dinamik 1 [Yun.: dynasthai > dynamikos yaşamış Yunanlı filozof, 2.) Sinoplu
1.)
[δυναμικός] > Fra.: dynamique]: Dijojen.
2.)
doğal kuvvete ait, mekanik gücü dioiken [Yun.: ?]: evi idare etmek, evi
olan, 3.) enerjik, faal, kuvvetli. yönetmek.
dinamik 2 [Yun.: dynasthei + ikos > dioksit [Yun.: di + oksyd [?] > Fra.:
dynamikos [δυναμικός] > Fra.: 1.)
1.) dioxide]: iki oksit, 2.) (karbon
dynamique]: enerji yada fiziksel
dioksitte olduğu gibi) melokülünde
gücü harekete geçirme ve 2.)
iki oksijen atomu bulunan oksit.
herhangi bir alana yönlendirilen güç
Dionysos [Yun.: Διώνυσος & Διόνυσος]:
anlamında sonek. 1.)
eski Roma ve eski Yunan
dinamique: bak. dinamik.
Mitolojisi’nde Bacchus, 2.) Diyojen;
dinamit [Yun.: dynasthai > dynamites
şarap tanrısı, 3.) Türkiye’de Çal’da
[δυναμίτης] > Fra.: dynamite]: patlayıcı
yaşadığı söylenir.
madde.
dip: 1.) en alt bölüm, 2.) taban, 3.) bir
dinamizm [Yun.: dynasthai + ismos >
dynamigmos [δυναμισμός] > Fra.: şeyin yanıbaşı, 4.) en uzak köşe, 5.)
dynamisme]:
1.)
doğa olaylarını [Argo] arka, kıç.
kuvvet ve enerji terimleriyle dipçik: bir tüfek parçası.
açıklayan göstergeler, 2.) enerji, güç, dipfriz [İng.: deep freeze]: [buzdolabı]
içgüç, kuvvet. derin dondrucu.
dinamo [Yun.: dynasthei > dinamo diphtera [Yun.: διφθερα]: 1.) kösele,
2.)
[δυναμό] > Fra.: dynamo]: [Fizik, Teknik] tabaklanmış deri, meşin,
jeneratör, üreteç. derinden.
dinamometre [Yun.: dynasthei + metron diploma 1 [Yun.: δίπλωμα]: katlanmış
> dinamometro > [δυναμόμετρο] > Fra.: mektup.
dynamomètre]: güçölçer. diploma 2 [Yun.: diploma δίπλωμα > Fra.:
1.)
dinar 1 [Arp.: dînâr]: 1.) altın para, 2.) diploma > İtl.]: okuldan mezuniyet
bazı Arap ülkelerinin para birimi. belgesi, şahadetname, 2.) bröve.
Dinar 2 [?]: Afyon ilinde bir ilçe adı. diplomalı [Yun.: diploma δίπλωμα > Fra.:
1.)
dinç: dimdik, esen, iyi, sağlıklı, diploma > İtl. + lı]: şahadetnameli,
2.)
sıhhatlı, salim, zinde. bröveli.
dindar [Arp.: din + Far.: dâr > Far.: dindâr diplomasız [Yun.: diploma δίπλωμα >
1.)
[‫]]دﻳﻨﺪار‬:
1.)
dini olan, inanan, 2.) dine Fra.: diploma > İtl. + sız]:
2.)
inanan. şahadetnamesiz, brövesiz.
dindaş [Arp.: din + Tür.: daş > Tür.: diplomasi [Yun.: diploma > diplomatia
1.)
dindaş]:
1.)
din kardeşi, 2.) [Din] aynı διπλωματία > Fra.: diplomatie]:
2.)
dinden olanlar, din kardeşi. dışişleri, hariciye işleri,
dineri [Rum.: ?]: iskambilde karo. uluslararası siyaset.
dingil: i., 1.) teker mili, 2.) [Otomotiv] diplomat [Yun.: diploma & Lat.: atus >
aks, eksen, mil. diplomates [διπλωμάτης] > Fra.:
1.)
dingin: asude, sakin. diplomate]: dışişleri bakanlığı
dini [Arp.: dan > dinî]: dinle ilgili, dinsel, görevlisi, daha çok yurt dışında elçilik
~ tören: ayin, ~ yanı güçlü: sofu. görevlisi, 2.) siyaset adamı.
diplomatik [Yun.: diploma & Lat.: atus &
dink [Halkdili: Artvin, Erzurum]: 1.) bulgur Yun.: ikos > diplomatikos [διπλωματικός]
dibeği, 2.) pirinç kırma dibeği, 3.) aba, > Fra.: diplomatique]:
1.)
uluslararası

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 104 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

siyasete ait, 2.) politik, siyasal, ~ dis [Lat.]:Fransızca’da dis-; 1.) değil, 2.)
3.) 4.)
nota: muhtıra, olumsuz, –sız, -siz, -suz, -süz,
diplomatlık [Yun.: diploma & Lat.: atus > ayrı, ayrık, ayrışık, -den başka, diğer
5.)
> diplomates [διπλωμάτης] > Fra.: -dan, -den anlamı yükleyen bir
1.)
diplomate > İtl. + lık]: elçiliklerde önek.
görev yapma, 2.) uluslar arası siyaset dis [Yun.: δίσ]: iki defa.
işi. disco: bak. diskotek.
dipsa [Yun.: ?]: i., susuzluk, susama. disiplin [Lat.: dis + capere > Fra.:
dirayet [Arp.: dry]: i., 1.) akıl erdirme, discipline]: i.,
1.)
idare, sıkıdüzen,
ince şeyleri kavrama, 2.) anlak, yönetim, zapturapt, 2.) öğretim,
yetenek. talim, terbiye, talim, 3.) itaat, boyun
directiare [Lat.]: f., birisine konuşmak eğme, 4.) cezalandırma, tekdir.
yada yazmak. disk [Arp.: ? > Yun.: diskos [δίσκος] >
direk: i., 1.) sütun, 2.) [Denizcilik], ~ Fra.: disque]: tahta ağırşak.
direği: pruva direği. diskos [Yun.: δίσκος]: i., daire,
direksiyon [Lat.: di + regere > Fra.: yuvarlak.
direction,: i.,
1.)
[Otomotiv] araçların diskotek [Yun.: diskos + theke >
yönlendirme simidi, 2.)
[Bisiklet] diskoteke [δίσκοςθήκη] > Fra.:
1.)
dümen, gidon, yeke, yönetmeç. discothèque]: i., yuvarlak oda, 2.)
direkt [Lat.: di + regere > Fra.: direct]: z., dans edilip alkollü içki servisi yapılan
duraksız. gece kulübü.
direktif [Lat.: di + regere > Fra.: dispepsi [Yun.: dys + peptein > [?] > Fra.:
directive]: i., talimat, yönerge. dyspeptie]: i., hazımsızlık, sindirim

direktör [Lat.: di + regere > Fra.: zorluğu, yediklerini sindirememe.


directeur]:
1.)
müdür, 2.) üst mdüür. dispne [Yun.: dys + ? > [?] > Fra.:
diren [Yun.: dikranon > dikran [δίκρανον dispnée]: i., nefes, solunum darlığı.

> δικράνι] > diren]: i., anadut, dirgen, distemperare [Lat.]: düzenini bozmak,
yaba. karıştırmak.
direnç: 1.) direnme, karşı koyma, distribütör [Lat.: ? > Fra.: distributeur]:
1.)
mukamevet, 2.) [Elektrik] resistans, 3.) i., dağıtan, 2.) [Ticaret] bayi,
[Elektronik] resistans. dağıtıcı.
direniş: karşıkoyma, mukavemet. diş: 1.) [Bedenbilim] çenede yer alan ve
diretme: inat, ayak ~: inat, çiğneme işlevi olan kemik çıkıntıları.
~ kaplaması: kuron, öğütücü ~:
istediğinde ~: dayatma.
dirgen: bak. diren. azı, ~ dibinde bulunan: seman,
dirhem [Arp.: dirhem & Far.: dirhem & ~teki kireç: kefeki, ~ türleri: Azı,
2.)
Yun.: drachmion > drachme > drachmi Kök, Köpek, Öğütücü, Süt, sarımsak
[δράχμιον > δραχμή > δράμι], Arp.: tanesi, ~ çıkartma: dişeme, ~ kiri
1.)
dirhem]: küçük ağırlık birimi, yada pası: pesek.
küçük sikke, 2.) Okka’nın dört yüzde
dişçi [Halkdili]: dentist, diş hekimi, ~
birine eşit olan, 3,148 gramlık eski
kerpeteni: davya,
bir ağırlık ölçüsü, 3.) bir çeşit gümüş
dişeme: diş çıkartma.
metal para.
dişi: kadın.
diri: aktif, canlı, dirik.
ditiramp [Yun.: ditirambos [διθύραμβος]
dirige [Lat.]: dolaysız, doğrudan. 1.)
> Fra.: dithyrambe]: eski
dirigere [Yun.: ?]: uzanmak, yatmak.
Yunanların Dionysos şerefine
dirik: aktif, canlı, coşkun, diri.
okudukları tören şarkısı, 2.) lirik şiir.
dirlik: 1.) can, derman, dirlik, güç, hal,
ditme: yünü kabartma, tiftme.
kuvvet, mecal, takat, 2.) düzen, 3.)
diurnalis [Lat.]: günlük.
erinç, huzur, rahat, 4.) Osmanlı’da
diüretik [Yun.: dia + ourien >
Toprak Yönetimi.
[διουρητικός] > Fra.: diuretique]:
dirne [Yun.: ?]: kız. 1.)
[Eczacılık] idrar getirici, işetici, 2.)
dirsek: 1.) [Bedenbilim] kolda bir bölüm,
2.) idrar getirici ilaç, müdrir ilaç.
köşe, 3.) [Soba] boru köşesi, 4.)
div [Far.: ‫]دﻳﻮ‬: 1.) çok iri, dev, 2.) iblis,
[Suborusu] boru köşesi.
şeytan.
dirus [Lat.]: dehşetli, korkunç.
diva 1 [Lat.]: tanrıça.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 105 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

diva 2 [Lat.: diva > İtl.: diva]: prima diyalektik [Yun.: dialektikte >
1.)
donna. [διαλεκτική] > Fra.: dialectique]: i.,
divan 1 [Far.: dîvân]: 1.) devlete ait belli farklılık, zıtlık, düşünceler zıtlığı, 2.)
kararların kaydedildiği kayıt defteri, kötü-iyi, beyaz-siya gibi herşeyin bu
2.)
devlet makamı, idare, yönetim, 3.) ikilemede olduğu, çatışıp
Osmanlı’da Millet Meclisi denilen sonuçlandığıyla ilgili felsefi düşünce
kurum, 4.) kanape, kerevet, otoman, biçimi.
sedir, 5.) Osmanlı’da bir müzik Diyalektoloji [Yun.: dia + legein + logia
makamı, 6.) Osmanlı’da bir yazın > dialektologia > [διαλεκτολογία] > Fra.:
akımı. dialectologie]: ö.i., Şivebilimi.
divan 2 [Far.: dîvân]: abecesel olarak diyalektolojik [Yun.: dia + legein + logia
+ ikos > dialektlegikos >
düzenlenmiş şiir demeti.
[διαλεκτολογικός] > Fra.:
divane [Far.: divâne: ‫]دﻳﻮاﻧﻪ‬: 1.) cin dialectologique]: i., ağız, lisan yada
çarpmış, tahtaları eksik, 2.) deli, şiveyle ilgili.
kaçık. diyalel [Yun.: dia + logigmos >
dividere [Lat.]: f. bölmek, ikiye dialogigmos [διαλογισμός] > Fra.:
ayırmak. diallèle]:
1.)
ikili konuşma, i., 2.) bir
divik [?]: i., akkarınca, termit. önermeyi başka bir önerme ile
divit [Far.: davet: ‫]دﻋﻮت‬: i. kalem-koyma tanıtlama, 3.) üstü örtülü bir tür kısır
kabı, yazı hokkası, döngü.
divus [Lat.]: i. tanrı. diyaliz [Yun.: dia + lysis > [ανάλυση >
diya [Yun.: dia: δια]: diyapozitif, slayt. διάλυση] > Fra.: dialyse]: i.,
1.)
ayırma,
diyabet [Yun.: dia + bainein > > diabetes ayrıştırma, 2.)
[Tıp] kanı arıtan araç,
1.)
[διαβήτης] > Fra.: diabète]: [Tıp] 3.)
[Tıp] böbrek yetersizliği çeken
idrar ve kanda aşırı şeker belirtili bir hastalarının girdiği üre ayrıştırıcı
hastalık, 2.) şeker hastalığı. gereç.
diyabetik [Yun.: dia + bainein + ikos > diyalog [Yun.: dia + legein + logos >
diabetikos > [διαβητικός] > Fra.:
1.) dialogos [διάλογος] > Fra.: dialogue]: i.,
diabétique]: [Tıp] idrar ve kanda 1.)
2.) karşılıklı konuşma, 2.) karşılıklı
aşırı şekerle ilgili, şeker konuşma ve tartışma.
hastalığıyla ilgili. diyapazon [Yun.: dia + pas > diapazon >
diyabetolog [Yun.: dia + bainein + logos [διαπασών] > Fra.: diapason]: i.,
1.)
> [?] > Fra.: diabételogue]: [Tıp] diyabet 2.)
ahenk, uyum, iki kollu çelik ses
uzmanı. ölçüsü.
diyafram [Yun.: dia + phragma > diyaper [Lat.: diasprum > Fra.: diaper]:
[διάφραγμα] > diafragma > Fra.: 1.)
diaphragme]:
1.)
[Bedenbilim] ayırıcı zar,
i., süslü giysi, 2.) böbek bezi.
böleç, zar, 2.) [Fotoğraf] mercek diyapozitif [Yun.: dia + phainein > [?] >
1.)
Fra.: diapositive]: i., arasından
perdesi.
diyagonal [Yun.: dia + gonia > diagonius
gösterme, karşı tarafı gösterme, 2.)
> [διαγώνιος] > Fra.: diagonal]:
saydam pozitif film, diya, slayt.
köşegen, köşeli. diyar [Arp.: dâr’ın çoğulu]: 1.) ç.i.,
diyagram [Yun.: dia + gramme >
diyarlar, ülkeler, yerler, 2.) i., arz,
diagramma > [διάγραμμα] > Fra.: acun, dünya, kara, terra, toprak,
diagramme]: i., çizelge, plan, şekil, ülke, 3.) i., [Mecazi] alem, felek, diyar,
şema, resim. dünya.
diyakoz [Yun.: diakos: διάκος]: i., papaz Diyarbakır [Arp. > Zaz.: Amid, Hamid,
yardımcısı. Amed, Osm.: Diyar-ı Bekir]: ö.i., [21],
diyakroni [Yun.: dia + chronia > Türkiye’de bir kent.
diachronia > [?] > Fra.: diachronie]: i., diyare [Yun.: dia + rheein > [?] > Fra.:
1.)
art zamanlılık. diarrhea]: i., arasından akma,
2.)
diyakronik [Yun.: dia + chronikos > sızma, [Tıp] amel, iç sürmesi, ishal.
diachronikos > [διαχρονικός] > Fra.: diyastaz [Yun.: diaztaze > [διάσταση] >
1.) 2.)
diachronique]: art zamanlı. Fra.: diastase]: ? azotlu maya.
diyalekt [Yun.: dia + legein > [διάλεκτος] diyastol [Yun.: dia + stellein > diaztole >
> dialektos > Fra.: dialecte]: i., ağız, dil, [διαστολή] > Fra.: diastole]: i., [Fizyoloji]
lehçe, lisan. kalp inisatı, kalp genişlemesi.
diyelimki: mesela, örneğin, sözgelimi.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 106 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

diyet 1 [Arp.]: i., 1.) kan parası, 2.) örnekleri aktaran temel kromozom
ödenemeyecek bedel. malzemesi.
diyet 2 [Yun.: diaita > diaita > [δίαιτα] > do [Jap.]: sanat.
Fra.: diète]: i., perhiz, rejim, günlük doccia [İtl.]: kanal.
besin yada yiyecek. docere [Lat.]: ders vermek, öğretmek.
Diyet 3 [Lat.: dicta > Fra.: diet]: i., 1.) doctor [Lat.]: öğretmen.
genel meclis, millet meclisi, 2.) ö.i., documentum [Lat.]: 1.) belge, vesika,
2.)
Japonya Millet Meclisi. delil, kanıt.
diyetetik [Yun.: diaita > diaitetikte > documentum [Lat.]: i., 1.) belge, 2.)
[διαιτητική] > Fra.: diététique]: i., ders kitabı, 3.) delil, kanıt,
perhiz, rejim yada günlük besinle doçent [Lat.: docere > Fra.: docent]:
ilgili. üniversite okutmanı.
diyetisyen [Yun.: diaita > diaitetikte > dogma [Yun.: dogma [δόγμα] > Fra.:
diaitologos [διαιτολόγος] > Fra.: dogme & dogma]: bak. doğma.
diététicien]: i., diyet, rehim yada doğa: 1.) tabiat, 2.) [D] bir Türk bayan
perhiz uzmanı. adı.
diyez [Yun.: dieze [δίεση] > Fra.: dièse]: doğacılık: natürizm.
s., s., keskin. doğal: naturel, tabii, ~ olarak: tabii
diyoptri [Yun.: dioptria [διοπτρία] > Fra.: ki!.
dioptrie]: ?
doğan : 1.) [Kuşbilimi: Accipiter] sungur,
diyot [Yun.: di + eidos > diodos [δίοδος] > şahin, 2.) dişi doğan: [Kuşbilim: Falco
1.)
Fra.: diode]: iki yana giden, iki 3.)
2.)
birmicus], erkek doğan: [Kuşbilim:
yanlı, i., eskilerde eletronik Falco birmicus],
4.)
[D] bir Türk erkek
devrelerde kullanılan elektrik tüpü, adı, [Şahin],
3.)
i., elektronik bir devre.
doğma 2 [Yun.: dogma [δόγμα] > Fra.:
dizanteri [Yun.: dys + entera > dogma]:
1.)
bakış açısı, düşünce,
dyzenteria > [δυσεντερία] > Fra.: 2.)
1.) görüş, [Felsefe] ınak.
dysenterie]: i., bağısakların
doğmatik [Yun.: dogma + ikos >
bozulması, 2.) [Tıp] bağırsakların dogmatikos [δογματικός] > Fra..
mikrap kapıp iltihaplanamsı, 3.) kanlı dogmatique]:
1.)
kesin kurallarla ilgili,
basur, kanlı ve sancılı ishal. 2.)
kestirip atan, sabitdüşünceli,
dizayn [Lat.: de + signum > Fra.: sabitfikirli.
1.)
designe]: i., çizgi dışına çıkma, 2.) doğmatizm [Yun.: dogma + ismos >
tasarım. dogmatismos [δογματισμός] > Fra.:
dizel [Alm.: diesel]: 1.) R. Diezel; bir dogmatisme]:
1.)
kesin kurallarla ilgili,
Alman kaşifi, bulucusu, 2.) i., bir tür 2.)
kestirip atma, sabitdüşünce,
yakıt, 3.) i., mazot, motorin. sabitfikir.
dizelge: i., liste. doğrama: 1.) kesip biçme, parçalama,
dizem: i., ritim, tartım. 2.)
ağaç işleri, 3.) ağaçtan, kapı
dizemli: z., ritmik, tartımlı. pencere.
disfonksiyon [Yun.: dys + ? > doğru: 1.) çın, gerçek, hakikat, hakiki,
[δυσλειτουργία] > Fra.: dysfunction]: i., reel, 2.) düzgün, rast, yolunda, 3.)
[Patoloji] uzuvlarin işlevsizliği. dürsüt, selim, 4.) [Matematik] bir biçim.
dizgi: i., tertip. doğrulamak: onaylamak.
dizi: seri, sıra. doğrultmak: dümen kullanmak, idare
dizin: i., 1.) fihrist, 2.) saf, sıra, 3.) etmek, seyretmek, yönetmek, sevk
[Yazın] dizi, mısra, satır. ve idare etmek, yön vermek.
dizlik: i., uzun konçlu çorap. doğrultu: istikamet, yön.
diztrofi [Yun.: dys + tropaion > [?] > Fra.: doğu: 1.) doğu taraf, şark. ~ya ait:
1.)
dystrophie]: beslenme yetersizliği, şarki, 2.) [D] bir Türk erkek adı.
2.)
adelenenin gelişmemesi. doğuculuk: oryantalizm, şarkiyat,
dizuri [Yun.: dys + ourien > dysouria doğuştan: fıtri, tabii, yaratılıştan.
[δυσουρία] > Fra.: dysuria]: idarar, dok [İtl.: doccia > İng.: dock]: [Denizcilik]
işeme zorluğu. rıhtımdaki büyük depo.
DND: [Bedenbilim] (D)eoxyribo (N)ucleic doktor [Lat.: doctor > Fra.: doctor]: [Tıp]
(A)cid: tüm yaşayan maddelerin hekim, otacı, köy ~u: otacı, otçu.
öenemli bir bileşeni ve kalıtsal

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 107 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

doktora [Lat.: doctore > Fra.. doctorate]: dolere [Lat.]: elemlenmek, üzülmek,
1.)
doktorluk eğitimi, 2.) doktorluk yas tutmak.
belgesi, doktorluk payesi. dolfin: bak. dolphin.
doktrin [Lat.: docare > Fra.. doctrine]: dolgun: 1.) etli, 2.) [Mecazi] etli butlu
akide, inan, öğreti. kadın.
doku: [Yaşambilim, Tıp] hücreler bütünü, dolikosefal [Yun.: dolicho + kephale >
nesiç, ~ ölümü [Tıp]: kangren, [δολιχοκέφαλος] > Fra.: dolichocéphale]:
yeniden oluşan ~: neoplazma. uzun kafalı.
Dokubilimi: [Yaşambilim, Tıp] Histoloji. dolicho [Yun.: dolicho: [δολιχο]]: s.,
dokuma: dokumacılık, tekstil, fabrika uzun.
~sı: manifatura. dolmakalem [dolma kalem]: stilo.
dolphin [Yun.: delphin & delphis [δελφίνι
dokumacılık: dokuma, tekstil, enine & δελφίς] > Lat.: dalfinus > delphinus >
atılan iplik: argaç. İng.]:
1.)
batın, gönek, karın, 2.)
dokunaklı: acıklı, içli. Yunus, Yunus balığı.
dokunca: hasar, kayıp, zarar, ziyan. dolu: 1.) boş olmayan, içi ~olan: som,
dokunma: değme, değinme, dokunuş, 2.)
bir yağış biçimi.
kontak, temas.
dolunay: 1.) bedir, 2.) [D] bir Türk
dokunuş: tuçe.
erkek adı, [Bedri]..
dokurcun 1 [Halkdili]: ot yada ekin
dom dom [Hin]: silah yada mühimmat
yığını.
deposu.
Dokurcun 2 [Halkdili]: 1.) ot yada ekin
2.) dom dom kurşunu [Hin.]: bedene
yığını, Adapazarı, Sakarya,
girdikten sonra dağılan kurşun yada
Akyazı’ya bağlı bir yerleşim yeri..
mermi.
doküman [Lat.: documentum > Fra.:
1.) doma [Yun.: ?]: çatı, evin çatısı.
document]: belge, vesika, 2.) delil,
domare [Lat.]: alıştırmak,
kanıt.
evcilleştirilmek.
dokümanter [Lat.: documentum > Fra.:
1.) domates [İsp.: tomate > tomato > Rum.:
documentaire]: belge, delil, kanıt,
2.) τοματο]: [Bitkibilim: Lycopersion
kitap, belgesel.
esculentum] bir tür sebze, ~ sosu:
dolama: 1.) poşu, sarık, 2.) [Tıp]
parmakta çıkan bir çıban, etyaran, salça.
kurlağan. domestik [Lat.: domus > Fra.:
1.)
dolandırıcı: afersit, dalavereci, domestique]: mahalli, yerel, 2.)
spekülatör, vurguncu. yurtiçine ait.
dolandırma: aldatma, kandırma, domina [Lat.]: hanımefendi.
kazık. dominant [Lat.:. dominus > Fra.:
dominente]: egemen, güçlü, üstün.
dolanım: [Ekonomi] dolaşım,
sirkülasyon, tedavül. domini [Lat.: dominus]: Hz. İsa.
dolanma: 1.) gezinme, gezme, 2.) devir, dominium [Lat.]: mülkiyet, sahiplik.
tur. domino [Lat.: > Fra. > İtl.]: taşla
oynanan oyun.
dolap: 1.) bir mobilya, kapaksız ~:
dominus [Lat.]: 1.) mal sahibi, efendi,
etejer, 2.) [Mecazi] al, dalavere, desise, 2.)
hakim, hükümdar, 3.) pir, usta,
düzen, entrika, hile, kaşkariko,
üstad, 4.) [D] Allah, Rab, Tanrı, 5.) [D]
kolpo, komplo, künde, numara,
Hz. İsa.
oyun.
dominyon [Lat.: dominus > Fra.:
Dolar [Alm.: thalar > İng.: dollar]: ABD 1.)
dominion]: karar, hüküm, 2.)
para birimi, $.
egemenlik, hakimiyet, hegemonya,
dolaşım: [Ekonomi] dolanım,
üstünlük 3.) başkaları tarafındna
sirkülasyon, tedavül.
yönetilen yer yada ülke.
dolaşma: 1.) gezme, gezinme, 2.) bir
domus [Lat.]: ev, hane, konut,
birine girme, tam ve sürekli ~: mesken.
devridaim, don 1 [Halkdili]: 1.) ayaz, kırağı, 2.)
dolaylı: endirekt. [Halkdili] külot, slip.
dolere [Lat.]: derdine katlanmak, don 2 [Lat.: dominus > İtl. & İs.]: 1.)
katlanmak, sıkıntı çekmek. İspanyolca’da Beyefendi, Bay ve bir

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 108 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
2.)
saygı ifadesi, İtalyanca’da dökme 1 : Türkçe’de dökmekten
beyefend, Bey. olumsuz emir.
Don Juan [İsp.]: tanınmış bir kadın dökme 2: [Yük] bırakma, salma.
düşkünü İspanyol. döl: evlat, soy, ~ yatağı: amgios.
Don Kişot [İsp.: Don Quixote]: ~’un dölyatağı: b.i., [Bedenbilim] rahim,
adı: Rosinante, uterus.
donama: süsleme. dönek: allay, kaypak.
donamak: süslemek. dönem: çağ, devir, periyot, zamane.
donanma: [Deniz Kuvvetleri] armada. dönemeç: viraj.
donare [Lat.]: vermek. döngel: [Bitkibilim: Mespilus germanica]
donatan: [Denizcilik] armatör, gemi beşbıyık, muşmula.
sahibi. dönme 1 : Türkçe’de dönmek’ten
donatı: techizat. olumsuz emir.
donatım: [Denizcilik] gemi donatımı. dönme 2 : 1.) din değiştirme, 2.) din
donatmak: techiz etmek. değiştirmiş, muhtedi.
dondurma: 1.) buzlanmasına yol açma dönük: bakan, nazır.
2.)
sütle yapılan bir tür tatlı. döşek: çekyat, karyola, kerevet, şilte,
dondurmak: buzlandırmak. yatak.
done [Fra.: donnee]: ana öğe, data, döşem: i., tesisat.
muta. döşeme: karo, orya, tahta ~: parke,
donma: 1.) buzlanma, 2.) üşüme. dövme: 1.) darp, vurma, 2.) bedene
donmak: 1.) buzlanmak, 2.) üşümek. yapılan resimli damga, tatu, bir ~
donna [İtl.]: hanımefendi. türü: dak.
donra [Halkdili]: kepek, saç döküntüsü. dövüş: arbede, çekişme, çıngar, dalaş.
donuk: mat. hengame, hır, kavga, muaraza, niza,
donum [Lat.]: armağan, hediye. patırtı.
dora [?]: bir at donu?. dövüşmek: vuruşmak.
dormire [Lat.]: uyumak. drachme [Yun.: [δραχμή]]: avuç dolusu,
dorsum [Lat.]: arka, sırt. bir avuç.
doruk: şahika, zirve. dragon [Yun.: drákōn > drakontas:
dosis [Yun.: ?]: bağış, verme. δράκον > δράκοντας]: i., canavar, dev,
dost [Far.: dôst: ‫]دوﺳﺖ‬: arkadaş, nedim, ejderha.
yaren, yoldaş, ~lar toplantısı: drahmi [Yun.: drachme: δραχμή]: 1.) ? 2.)
meclis. eski Yunan para birimi.
dostlar [Far. + lar]: yaran. drahoma [Yun.: trachomos > trachoma:
Dostoyevski, Fyodor Mihailoviç τραχώνω > τράχωμα]:
1.)
çeyiz,
[Rus.: Фё́дор Миха́йлович Достое́вский]: düğünlerde saçılan tahıl yada para,
ö.i, 1821-1881 yılları arasında 2.)
Hiristiyan ve Musevilerde gelinin
yaşamış ünlü bir Rus yazar. verdiği para.
dosya [Fra.: dossier]: 1.) bir kişi yada draje [Yun.: konfeto [κουφέτο] > tragema
konu hakkında belgeler toplamı, 2.) [τράγημα] > tragemata > Fra.: dragée]:
1.)

karton kap. çerez, kuruyemiş, şekerleme, 2.)

dotare [Lat.]: bahşetmek, bağışlamak, [Eczacılık] şekerli hap.


irat bağlamak, ihsan etmek, drakon [Yun.: drákōn: δράκον]: Yunan
vakfetmek. Mitolojisi’nde alev fışkırtan,
dotos [Yun.: ?]: verilen. kertengeleye benzeyen knatlı bir
doxa [Yun.: ?]: 1.) düşünce, fiki, görüş, canavar.
2.)
övmek, methetmek, sena etmek, dram [Yun.: drachme [δραχμή] > drama >
yüceltmek. [δράμα] > Fra.: drame]:
1.)
eğlence,
doyum: tatmin. oyun, seyirlik, 2.)
drama, tiyatro
doz [Yun.: dosis > dose > [δόσίς & δόση] > edebiyatı, 3.) ağlatı, haile, trajedi.
1.) 2.)
Fra.: dose]: ? [Eczacılık] bir defada drama 1 [Lat.: drama]: ağlatı, haile,
alınan ilaç miktarı. trajedi.
dök 1 : 1.) dökme eylemi, 2.) Türkçe’de drama 2 [Lat.: drama > Fra.: drama]: 1.)
dökmekten emir. drama, tiyatro edebiyatı, 2.) ağlatı,
dök 2 [?]: tabaklanmış ceylan derisi. haile, trajedi.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 109 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

dramatik [Yun.: drama + ikos > duçar [Arp.: dûçâr]: 1.) karşılaşma,
2.)
dramatikos [δραματικός] > Fra.: yüzyüze gelme, tutulmuş,
1.)
dramatique]: tiyatro esriyle ilgili, uğramış.
2.)
canlı, çarpıcı, etkileyici, hareketli, dul: eşi ölmüş kadın, kocası ölmüş
tesirli, 3.) duygusal. kadın.
ourgos [Yun.: ουργός]: icara eden, dulce [Lat.]: tatlı.
işleyen, oynayan, yapan. dulcis [Lat.]: tatlı.
dramaturg [Yun.: drama + ourgos > dullar: dul kadınlar, erami.
dramatourgos [δραματουργός] > Fra.: 1.)
1.) duma [Rus.: думать > Ду́ма]:
dramaturge]: icara eden, işleyen, 2.)
2.) düşünmek, Rus Parlementosu.
oynayan, yapan, tiyatro bilen, duman: 1.) buğu, buhar, islim, is,
tiyatro yazarı. istim, pus, sis, tütü, 2.) [D] bir Türk
Dramaturji [Yun.: dramatourgia >
erkek adı, ~ lekesi: is , ~ yolu:
[δραματουργία] > Fra.: dramaturgie]:
diyatro eseri yazma sanatı. vade, ~ rengi: füme.
drappus [Yun.: ?]: giysi, elbise, libas. dumanlı: sisli.
drastikos [Yun.: δραστικός]: aktif, Dumas, Alexandre: [Fra.]: 1802-1870
etkin, faal. yılları arasında yaşamış bir Fransız
dren [Fra.: drainer > drain]: 1.) akıtma, yazar.
suyunu kurutma, 2.) akaç, akak, ark, dumper [İng.: dump > dumper]:
su yolu. artıkdöken, çöp atıcı, çp döken araç.
drenaj [Fra.: drainer > drainage]: akaç, dun [Arp.: dûn]: alçak, aşağı, aşağılık.
akak, ark, su yolu. duo 1 [Lat.]: iki.
drezin [Fra.: draisine]: demiryolu duo 2 [Lat.: duo > İtl.: duo]: 1.)
arabası. İtalyanca’da 2 sayısı, 2.) iki ses iki
dromos [Yun. : ?]: 1.) cihet, istikamet, müzik.
yön, 2.) ders, 3.) gidiş, rota, izlenecek duodeni [Lat.: duo + deni > duodeni]: 12
yol. parmak, 12 parmak uzunluğu, iki el
dropsi [Yun.: hydor > hydropsi [?] > Fra.: yan yana uzunluk.
dropsie]: [Tıp] bedenin su toplaması. duplex [Lat.: duo + plicare > duplex]: iki
drosera [Yun.: drosera: δροσερά]: kat.
[Bitkibilim: ?] otsu bir bitki. duplicare [Lat.: duo + plicare >
droşak [Erm.]: i., bayrak. duplicare]: ikiye katlamak.
drys [Yun.: δρυς]: ağaç. duplus [Lat.: duo + plus > duplus]: iki
dua [Arp.: d’v > du’a]: 1.) yardıma kat.
çağırma, yakarma, yalavrma, 2.) durağan: dengeli, sabit, stabil.
niyaz, yakarı, yakarış, ~ okuyan: durak: 1.) bekleme, 2.) yolcu taşıtı
bekleme yeri.
duahan, ~ ile uyuma: istihare.
duraksız: beklemeden, direkt, non-
duahan [Arp.: d’v > du’a + Far.: han > stop.
Far.: duahan]: dua okuyan.
dural: hiç değişmeden kalan.
duayen [Fra.: doyen]: 1.) en yaşlı olan, durare [Lat.]:
1.)
baki olmak,
2.)
meslekte üstün. dayanmak, sürmek, 2.)
bitmemek,
dubar [Halkdili]: [Balıkçılık: Mugil cephalus] bozulmamak, tükenmemek.
bir tür balık. durmadan: aralıksız, vira.
dubara [Far.: dû + bâre [‫ > ]دوﺑﺎر‬dubara]: duru: 1.) berrak, temiz, 2.) [D] bir Türk
1.)
iki kere iki, 2.) [Argo] hile. bir bayan adı, [Berrak].
dubitare [Lat.]: şüphelenmek. dudu 1 [Far.: tûtî [‫]]ﻃﻮﻃﻲ‬: i., 1.) dudu
dubius [Lat.]: kararsız, tereddütlü. kuşu, papağan, 2.) hanım.
duble [Lat.: duplus > Fra.: doublè]: 1.) dudu 2 [Erm.: ?]: 1.) yaşlı kadın, 2.)
ikili, ikisi bir arada, iki kat, 2.) içki dadı.
kadehi. tuti [Far.: tûtî: ‫]ﻃﻮﻃﻲ‬: i., 1.) dudu kuşu,
dubleks [Lat.: duplex > Fra.: doublex]: papağan, 2.) hanım, 3.) Ermeni kadını.
dublör [Fra.: dubleur]: sinemada duruk: [Fizik] statik, durağan.
benzer. duhul [Arp.: dhl > duhûl]:
1.)
içeri
ducalis [Lat.]: liderlikle ilgili. girme, karışma, katılma, 2.)
girme,
ducere: 1.) idare etmek, yönetmek, 2.) diriş.
yöneltmek.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 110 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

duhuliye [Arp.: dhl > duhûliye]: 1.) içeri dümbelek [Far.: dunbek > ?]: 1.) [Müzik]
girme, karışma, katılma, 2.) giriş darbuka, 2.) anlayışsız, sersem.
ücreti. dümen [İtl.: timone]: 1.) gidon, yeke,
durum: 1.) karakter, kişilik, şahıs, tip, yönetmeç, 2.) alavera, karışıklık, 3.)
statü, 2.) hal, pozisyon, statü, [Argo] yönetim, ~ kullanmak:
vaziyet, eksi ~una getirme: doğrultmak, idare etmek, seyretmek,
restore, sakıcalı yada tehlikeli ~: yönetmek, sevk ve idare etmek, yön
bela, varta, karmaşık ~: açmaz, vermek.
dilema, acıklı ~: facia, ortalama ~: dün: 1.) bir gün öncesi, önceki gün, 2.)
geçmiş.
normal, karmaşık ~: açmaz,
dündar [Far.: dün + dâr]: 1.) ? 2.) [D] bir
olağanüstü ~: keramet, erkek adı.
durumlar: ahval, haller. dünür [Halkdili]: görücü, evli çiftlerin
durus [Lat.]: katı, sert. ailelerinin birbirne konumu.
duş [İtl.: doccia > Fra.: douche]: su dünya [Arp.: dnv > ednâ]: 1.) alt, beri
dökünme, yıkanıp çıkma. taraf, daha yakın olan, 2.) acun, arz,
dut: [Bitkibilim:] bir meyve türü, diyar, kara, terra, toprak, ülke, 3.)
koyulaşmış ~ suyu: pekmez, ~ küre, yeryüzü, 4.) [Mecazi] alem, diyar,
çeşitleri: Akdut, Karadut. dünya, felek, öbür ~: ahiret.
duvar: yapı iç alanında odaları ayıran dürbün [Far.: dûr + bîn > dûrbîn [‫> ]دورﺑﻴﻦ‬
dikey ayraç, örek, ~daki göz Osm.: dürbün]:
1.)
uzağı gören, 2.)
[Mimari]: niş, ~daki ince harç: sıva, [Teknik] bakaç.
~ yazısı: grafiti. dur 1 : durmaktan emir.
dux [Lat.]: baş, bey, önder, şef, dur 2 [Far.: dûr > Osm.: dür]: Farsça’da
2.)
yönetici. dûr; çok uzak, ırak, uzak, gaip,
duy [Fra.: douille]: 1.) çukur, içerlek, 2.) namevcut, olmayan, yok.
[Elektrik] ampül yuvası. düriye [?]: 1.) ? 2.) [D] bir bayan adı.
duyarga: [Yaşambilim] anten, lamise, dürrin [?]: 1.) ? 2.) [D] bir bayan adı.
lamişe. dürü [Halkdili]: çeyiz.
duyarlık: hassasiyet, aşırı ~: dürüst [Far.]: 1.) açık, açıksözlü, doğru,
samimi, 2.) doğru, ismet, selim.
anafilaksi.
dürüstlük [Far.+ lük]: ismet.
duygu: 1.) his, 2.) [D] bir Türk ayan
düstur [Arp.: düstûr]: 1.) ilke, kanun,
adı..
prensip, 2.) kaide, genel kural.
duygulu: hissi, romatik.
düş: düş, imaj, imge, hayal, hülya,
duygusal: dramatik.
rüya.
duygusuz: hissiz.
düşkü: hobi.
duyu: algılama yeteneği.
düşkün: aciz, ~ Yurdu: Darülaceze.
duyuru: ilan, sesli ~: anons.
düşkünler: aceze, acizler.
duz [Far.: dûz [‫]]دوز‬: s.e., Farsça’da dûz-;
1.) 2.) düşkünlük: zaaf.
delen, delik açan, diken, iğne-
düşmanlık: adavet, artniyet, buğz,
iplikle diken, dikiş diken anlamına bir
garez, hasımlık, husumet, kin,
sonek.
kötüniyet, nefret.
düdük: 1.) nefesli bir ıslık gereci, 2.)
düşsel: 1.) fiktif, hayali, 2.) sahte,
korna, 3.) [Argo] akılsız, mankafa.
uydurma.
düello [Lat.: dvellum > Fra.: duelleau]: iki
düşünce: 1.) fikir, ide, 2.) inanç, kanı,
kişinin kılıçla dövüşmesi yada silahla
bir birine ateş etmesi. ~ yapısı: mentalite.
düet [Lat.: duo > Fra.: duett]: [Müzik] iki tefekkür [Arp.: ? > ]: 1.) 2.) düşünme,
ses iki müzik. kavrama yetisi.
düğme: [Dokuma] ağraf, kopça, ~ düşünme: kavrama yetisi, tefekkür, ~
deliği: ilik, kol ~si: manşet. gücü: kariha.
düven [Rum.: tukane, dovkane, dokane
düğüm: ilmik. 1.)
[τυκάνη, δουκάνη, δοκάνη] > Osm.]:
dük [Lat.: dux > Fra.: duke]: bağımsız bir 2.)
tahılı sağından ayırma gereci, bir
düklüğü yöneten prens.
harman gereci.
dükkan [Arp.: dükkân]: 1.) satış tezgahı,
2.)
alışveriş yeri, satış yeri.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 111 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Düzce [Rum.: Prusias, Pros Hypios, Lat.: eb [Arp.]: ebi, ebu biçimleri de vardır;
Prusias ad Hypium, Osm.ı: Düzbazar, baba, ced,
Bizans Prusiası]: [81], Türkiye’de bir ebabil [Arp.: ebâbil]: [hayvanbilim] dağ
kent. kırlangıcı.
düzelme: iyileşme, kurtuluş, onma, ebad [Arp.: eb’âd]: bak. ebat.
salah. ebat [Arp.: eb’âd [‫ ;]داعبا‬buut’un çoğulu,]:
düzeltme: reform. 1.)
ç.i., boyutlar,
2.)
boyut.
düzen: 1.) sistem, rejim, 2.) düzgün, ebe: 1.)
[Tıp] çocuk doğurtan kadın,
2.)

muntazam, 3.) al, dalavere, desise, nine.


dolap, entrika, hile, kaşkariko, kolpo, ebed [Arp.: ebd]: 1.) kalma, kalıcı olma,
komplo, künde, numara, oyun, ~i varlığını sürdürme, 2.) sonsuzluk.
bozulmuş: gevşemiş, laçka. ebedi [Arp.: ebd > ebedî [‫]]اىدب‬: sonsuz.
düzenli: dakik, ~li olarak: ebegümeci [ebem gömeci]: i., [Bitkibilim:
muntazaman. Malva siylvestris] mor çiçekli bitki,
düzensiz: afal, dağınık, dandini, ebemkuşağı [ebem kuşağı]: i.,
düzensiz, karışık, savruk, şaşkın, [Evrenbilim] alaimisema, alkim,
tarumar. gökkuşağı.
düzey: kirat, seviye. ebeveyn [Arp.: ebe’nin ikili biçimi: ebe +
1.)
düzeysiz: kiratsız, seviyesiz. veyn > ebeveyn]: anneler & babalar,
2.)
düzgün 1.) doğru, rast, yolunda, 2.) anne-baba, anne-baba.
onat, özenli, 3.) düzen, muntazam, ~ eblak [Arp.: eblâk]: bak. ablak.
işleyen: dakik. ebleh [Arp.: blh [‫]]ﻩلب‬: 1.) aptal olma,
düzlem: müstevi. salak olma, 2.) [Arapça’da Sıfat Derecesi]
düzlük [Coğrafya]: ova, pazar, yazı. en aptal, en salak, 3.) ahmak, aptal,
düzmece: fiktif, hayali, sahte, andaval, anlayşsız, ansız, aptal,
uydurmaca, uydurma. avanak, bön, budala, enayi,
düztaban: bahtsız, kadersiz, mankafa, salak, savak.
kısmetsiz, kutsuz, şanssız, talihsiz, ebr [Arp.]: i., bulut.
takdirsiz, uğursuz. ebreş [Arp.]: bak. abraş.
dvellum [Lat.]: cihat, çatışma, kavga, ebrius [Lat.]: sarhoş.
savaş. ebru 1 [Far.: ebrû [‫]]اﺑﺮو‬: 1.) kaş, 2.) [E]
dynamic: bak. dinamik. bir bayan adı.
dynamikos [Yun.: δυναμικός]: güçlü, ebru 2 [Far.: ebrû [‫]]اﺑﺮو‬: Ebru Sanatı:
1.)
kuvvetli. kağıtlar hareler yapma, üzerine
dynamis [Yun.: δυναμις]: güç, kuvvet. mermer deseni verme, 2.) incelikli bir
dynasthai [Yun.: ?]: 1.) enerji, güç, elsanatı.
içetki, kuvvet, 2.) edebilmek, gücü ebruli [Far.: ebrû [‫ ]اﺑﺮو‬+li > ebrulu]:
yetmek, yapabilmek. farklı renklerde olan, kat kat
dynasthei [Yun.: ?]: 1.) yapabilme 2.) renklerde olan.
bak. dynamic. ec: Fransızca’da ec-; dışında, -nın
dys [Yun.: δυς]: çirkin, fena, kötü. dışında, -dan, -den, -sız, -siz, -suz, -süz
dys [Yun.: δυς]: Batı Dilleri’nde dys; anlamına gele bir önek.
fena, sert, sert anlamında bir önek. Ecclestiastes [Yun.: ek + kalein [?]]: bir
Eski Ahit-Eski İncil kitabı; Eccls.
========== E ========= ecdat [Arp.: ecdâd [‫ ;]ادادج‬cedd’in çoğulu]:
E [İtl.: E]: İtalyan Abecesinin 5. harfi, atalar, dedeler.
[E, e]. ecdad [Arp.]: bak. ecdat.
E 1 : Türk Abecesi’nin 6. harfi. ece: 1.) kraliçe, 2.) [E] bir bayan adı.
E 2 : Yunan Abecesi’nin 6. harfi, ecel [Arp.: ecl > [‫]]لجا‬: 1.) bekleme,
[Epsilon [έψιλον]; Ε, ε]. süreyi doldurma, vakit doldurma, 2.)
E.S.T: (E)astern (S)tandart (T)ime: Doğu belirlenmiş süre, bekleme süresi, 3.)
Sdandart Zamanı. hayatın, yaşamın sonu, ölüm.
e: Latince ve Fransızca’da e-; dışında, - échauffer [Fra.: ex + chauffer
nın dışında, -dan, -den, -sız, -siz, -suz, - e(x)chauffer > échauffer]: f., ısınmak,
süz anlamına gele bir önek. ıstımak, sıcaklatmak,
Ea [?]: Sümerler’de su tanrısı, echein [Yun.: ?]: 1.) derinliğini ölçmek,
iskandil etmek, fikrini anlamaya

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 112 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

çalışmak, sondayla muayene etmek, edebi diniye [Arp. > Osm.: edeb-i
2.) 1.)
sahip olmak. dînîye]: dini alışkanlık ve
2.)
echo [Yun.: ēchō: ?]: ? uygulamalar, (İslam) dini
ecinne [Arp.: ecinni; cin’in çoğulu]: ç.i., gelenekleri.
cinler, ruhlar, insan olmayan Edebiyat [Arp.: edb > edebiyât]: i., 1.)
yaratıklar. güzel yazı yazma, 2.) Literatür, Yazın.
ecinni [Arp.: ecinnî]: ç.i., 1.) cinler, eden: fail, yapan.
ruhlar, insan olmayan yaratıklar, 2.) edep [Arp.: edb > edeb]: 1.) bilgili ve
i., cin, varsayımsal varlık. nazik olma, iyi davranma, güzel yazı
ecnibe [Arp.: cnb > çoğul]: ç.i., kenarlar, yazma, 2.) terbiye, töreye uygun.
kıyılar, yanlar. edepli [Arp.: edb > edeb + li]: terbiyeli.
ecneb [Arp.: cnb > ecneb]: 1.) kenar, edepsiz [Arp.: edb > edeb + siz]:
kıyı, yan, 2.) [Arapça’da Sıfat Derecesi] terbiyesiz.
daha dış, daha kenar. edere [Lat.]: karnını doyurmak, yemek
ecnebi [Arp.: cnb > ecneb > ecnebî yemek.
1.)
[‫]]ﯼبنجا‬: kenar, kıyı, yan, 2.) edevat [Arp.: edv > edevât; edat’in
1.) 2.)
başka yerden gelen, el, elalem, çoğulu]: ç.i., araçlar, gereçler,
yabancı. gerekli malzeme, 3.) aletler, gereçler.
ectomie [Yun.: ek + temnein > [?] > Fra.: edi [?]: [Hayvanbilim: ?] engerek yılanı,
ectomie]: Fransızca’da ectomie; küçük su yılanı.
bedenden bir parçanın ameliyatla edib [Arp.]: bak. edip.
alınması anlamına [appandectomie: edik [Halkdili]: [Giyim] kısa çizme.
apandisin alınması] bir sonek. edim: 1.) fiil, iş, 2.) davranış.
ecza 1 [Arp.: eczâ; cüz’ün çoğulu]: 1.) ç.i., edinilmiş: kazanılmış, müktesap.
parçalar, zerrecikler, 2.) i., [Fizik] en edinim: kazanım, iktisap.
küçük parça, atom, edip [Arp.: edb > edîb]: 1.) güzel yazı
ecza 2 [Arp.: eczâ:]: 1.) eskilerde ilaç yazma, 2.) muharrir, yazar, 3.) [E]
yapılan çeşitli türde bitki ve erkek adı.
karışımlar, 2.) [Tıp] ilaç yapılan Edirne [Rum.: Hadrianopolis, Bulgarca:
maddeler, farmakotik. Odrin, Osm.: Edrenebol > Erdene >
eczacı [Arp. + cı]: i., ilaç satan kimse. Edirne]: [22],Türkiye’de bir kent.
eczane [Arp.: ecza + Far.: hâne > Fra.: Edison, Thomas: 1847-1931 yılları
eczahâne]: i.,
1.)
ilaçevi, 2.) ilaç satan arasında yaşamış ABD’li bir
dükkan, [Apatheke, Pharmacy]. biliminsanı.
eda 2 [Arp.: edy > edâ]: 1.) görevi yerine editör [Lat.: e + dare > Fra.: editeur]: 1.)
getirme, kılma, ödeme, yapma, 2.) kitabı baskıya hazırlayan, 2.) yazıyı
üslup, yapış tarzı. basıma hazırlayan, 3.) başyazar,
eda 1 [Far.: edâ [?]]: 1.) etkileyici söz müellif, gazete genel yayın
yada davranış, etkileme, 2.) i., cilve, yönetmeni.
işve, naz, 3.) [E] ö.i., bu anlamda bir edna [Arp.: dnv > ednâ]: 1.) alt, beri
bayan adı, [Naz]. taraf, daha yakın olan, 2.) çok aşağı.
edat 1 [Arp.: edv > edât]: i., aperay, edvar [Arp.: dvr > edvâr, devir’in çoğulu]:
1.) 2.)
araç, gereç. i., çevresinde dolanma, dönme,
Edat 1 [Arp.: edv > edât]: i., 1.) aperay, ç.i., çağlar, devirler, zamanlar,
araç, gereç, 2.) [Dilbilgisi] İlgeç, EEG [Yun.: (E)lectro (E)encephalo (G)ram: ?]
1.)
[Partickle], tek başına anlamı kafatası dalga yazımı, 2.) beyin
olmayıp, sonua geldiği kelimeye dalgası ölçüm yöntemi.
anlam katan kelimeler. Ef [Rus.]: Rus Abecesi’nin 20. harfi, [Ф,
ф].
ede [Halkdili]: i., büyük erkek kardeş.
edeb [Arp.]: bak. edep. efe: 1.) zeybek, 2.) böke, cesur,
Edebali, Şeyh [Arp.: Edebâli: ‫بدا يلع‬ kabadayı, korkusuz, kostak,
‫]خيش‬:
1.)
Osmanlı Beyliği’nin kuruluş şampiyon, yiğit, 3.) [E] korkusuz, yiğit
yıllarında yaşamış, bir din bilgini, 2.) anlamına bir erkek adı, [Yiğit].
Osmanlı Beyliği’nin manevi kurucusu efedrin [Lat.: ephedra > Fra.: ephedrine]:
[Eczacılık] astım ve burun tıkanlığını
kabul edilir.
edebi [Arp.: edb > edebî]: edebiyat, iyileştirmede kullanılan bir alkoloyit.
literatür yada yazınla ilgili.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 113 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

efektif [Lat.: ex + facere > Fra.: egoizm [Lat.: ego > Fra.: egoisme]:
1.)
effective]: işe yarar, itibarlı, 2.) bencillik.
geçerli, etkil, fiili, tesirli, yürülükte, egos [Erm.: ? > Tür.]: saban yada
3.)
[Bankacılık] nakit, nakit para. pulluğun toprakta açtığı karık, agos.
efelek [Halkdili]: [Bitkilim: Rumex petientia] egzama [Rum.: ek + zein > ekzema
1.)
labada. [έκζεμα]]: [Tıp] bir tür deri hastalığı,
2.)
efemine [Lat.: ex + femina > Fra.: basur, hemeroit, mayasıl.
effemininé]: kadınsı erkek. egzofatalmi [Yun.: exo + phthalmos >
efendi [Rum.: afthéntis: αυθέντης]: 1.) exophthalmos [?] > Fra.: exophatalmie]:
saygı ünlemi: bey, 2.) ıs, iye, sahip, 1.)
dışarıya çıkık gözlü, 2.) [Tıp]
3.)
terbiyeli, 4.) evde sözü geçen rahatsızlık nedeniyle gözün dışarıya
erkek. fırlamsı.
efendim [Rum.: afthéntis: αυθέντης + m]: egzos [Lat.: ex + haulire > Fra.:
1.) 1.)
saygı ünlemi: bey, 2.) buyrun exhauste]: dışarı atma, tüketme,
2.)
beyim, 2.) buyrun, hazırım, 3.) evet. bitirme, yoketme, [Otomotiv]
efervesan [Lat.: ex + fervere > Fra.. vaumlu tozu dışarı atan parça, ekzos
efervescent]:
1.)
köpüren, kaynayan, borusu, 3.) [Otomotiv] ekzos gazı.
kabarcıklanan, 2.) [Eczacılık] suya egzotermik [Yun.: exo + therme > [?] >
1.)
katılınca kabaran ilaç. Fra.: exothermique]: sıcaklık veren,
2.)
Efes [> Apasas & Rum.: Ephesos: εφεσος > [Kimya] hararet yayıcı, ısı veren.
Ephesus]: İzmir’e bağlı Selçuk ilçesi egzotik [Yun.: exo + ikos > [εξωτικός] >
1.)
içindeki antik kent, Fra.: exotique]: yabancı, yabancıl,
2.)
effabilis [Lat.]: ağıza alınabilir, şaşırtıcı derecede güzel, çekici ve
söylenebilir. hayranlık uyandırıcı yer, şey yada
Effe [İtl.]: İtalyan Abecesinin 6. harfi, kişi.
[F, f]. eğe: [Bedenbilim] kaburga kemiği.
effuere [Lat.]: akmak, akıp gitmek. eğer: şayet.
figar [Far.: figâr]: i., 1.) acı, dert, keder, eğiç: kovandan bal çekme aracı.
2.)
bere, yara. eğik: meyilli, şev.
efkar 1 [Far.: efgâr > efkâr; figâr’ın eğilim: akış, cereyan, istikamet,
çoğulu]:
1.)
ç.i., acılar, dertler, mecra, temayül, trend, yön, yönelim,
kederler, 2.)
ç.i., bereler, yaralar. ~i olan: mail, meil.
efkar 2 [Arp.: efkâr; fikr’in çoğulu]: ç.i., eğir [Halkdili]: arı salgısı.
düşünceler, fikirlker, görüşler. eğirmen: iğ, kirmen.
efkarı umumiye [Arp.: efkâr-ı eğitim: maarif, terbiye.
1.)
umumiye]: herkesin görüşü, 2.) eğitmen: belleten, muallim, okutman,
kamuoyu. öğretmen.
Eflak [Ulak]: [Wallachia]. eğlek: han, konak, otel.
efor [Lat.: > Fra.: effort]: çaba, gayret. eğlence: iyi vakit geçirme, yemekli ~:
efrad [Arp.: frd > efrâd]: bak. efrat. toy.
efrat [Arp.: efrâd, ferd’in çoğulu]: ç.i., eğmeç: [Teknik] kavis, yay.
bireyler, fertler. eğreti: geçici, kısa süreli, muvakkat, ~
efriz [Fra.: frise]: [Mimari] dar ve kısa olarak: ariyeten.
perde. geçici: eğreti, kısa süreli, muvakkat.
efsane [Arp.: efsâne]: mitos, söylence. Eğriboz Adası [Rum.: Euboea]:
Ege 1 [Rum.: Aigaío: Αιγαίο]: 1.) Ege eğrim: anafor, burgaç, çevrinti,
Denizi [Αιγαίο Πέλαγος, Aegean Sea], 2.) girdap, su çevrintisi.
Ege Bölgesi, 3.) [E] bir Türk erkek adı. ehemmiyet [Arp.]: önem.
ege 2 : veli. ehik [?]: [Evrenbilim] çukur yer.
egemenlik: hakimiyet, hegemonya, ehil [Arp.: ehl [‫]]ألﻩ‬: 1.) bir yerde
üstünlük. yerleşme, 2.) bir yerin yerleşikleri,
egere [Lat.]: gereksinim duymak, insanlar, 2.) (sözlerin ve bilimin)
ihtiyaçı olmak, muhtaç olmak. insanları, 3.) aile, eş, iyal, 4.) bilirkişi,
eglog [Fra.: églogue]: i., çoban türküsü. eksper, işbilir, kompetan,
ego 1 [Lat.]: ben, benlik. mütehassız, uzman, yetkili.
ego 2 [Lat.: ego > Fra.: ego]: benlik, id. ehram [Arp.: hrm [‫ > ]مرﻩ‬ehrâm; ihram’ın
egoist [Lat.: ego > Fra.: egoiste]: bencil. çoğulu]:
1.)
ihtiyarlama, ömrünü

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 114 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
2.)
doldurma, yaşlanma, ç.i., halaza, kısa ~: tolma, dövülmüş ~
3.)
ihramlar, piramitler, i., piramit, yığını: tınaz.
firavun mezarı. ekinezya [?]: [Bitkibilim: ?] ?
eidolon [Yun.: eidēlon: ?]: görüntü, ekinoks [Fra.: équinoxe]: gün-gece
imge. eşitliği,
eidos [Yun.: ?]: biçim, form, şekil. ekip [Fra.: équipe]: 1.) gemi tayfası,
eikon [Yun.: ?]: 1.) resim, 2.) küçük mürettabatı, 2.) grup, gurup, takım,
resim. eklektik [Yun.: ek + legein >
Einstein, Albert: 1879-1955 yılları [εκλεκτικιστικός > εκλεκτικιστής] > Fra.:
1.)
arasında yaşamış, Yahudi kökenli eclectique]: çeşitli kaynaklardan
2.)
ABD’li bir biliminsani. derlenmiş, seçme şeylerden
eirene [Yun.: ?]: barış, hazar. derlenmiş, seçilmiş, 3.) farklı düşünce
eiron [Yun.: ?]: 1.) kinaye, 2.) ve fikirlerden hoşuna gideni
söylenmek istenilenin tersini benimseyen.
kastederek konuşma. eklem: [Bedenbilim] mafsal, ~ hastalığı:
eisodos [Yun.: ?]: giriş. artroz.
ejder [Far.: ejdeha [،‫ > ]اژدهﺎ‬ejder]: 1.) ekleme: ilave, katma, ulama.
yılan cin, 2.) canavar, dev, dragon, 3.) eklemek: ilave etmek, katmak,
[E] bu anlamda bir erkek adı. ulamak.
ejdeha [Far.]: bak. ejderha. eklenti: aksesuar.
ejderha [Far.: ej + Arp.: deha > Far.: ekler [Fra.: éclair]: kremalı bir tür
1.)
ejdeha [،‫]]اژدهﺎ‬: yılan cin, 2.) pasta.
canavar, dev, dragon. ekmek 1 : 1.) temel besin maddesi,
ek 1 : ilave, katkı, zeyil, zeyilname. nan, nimet, 2.) geçim, kazanç, 2.) aş,
ek 2 : Yunaca’da ek-; 1.) almak, kesmek, taam, yemek, ~ parçası: banak,
2.) 3.)
dışında, -nın dışında, -dan, -den, - ekmeğin dış kısmı: kavkı, ince
-sız, -siz, -suz, -süz anlamına gele bir uzun ~: francala, ince ~: yufka.
önek.
ekmek 2 : 1.) tarlaya tahıl ekmek, 2.)
ekabir [Arp.: kbr [‫ > ]ربك‬ekâbir]: 1.)
atlatmak, başından savmak.
büyük olma, 2.) ç.i., büyükler,
eko 1 [Yun.: ēchō [οικο] > Fra.: echo]:
ilerigelenler, 3.) devlet büyükleri,
akis, aksiseda, inikas, yansıma,
kodomanlar.
yankı.
ekarte [Lat.: excarte > Fra.: écarter]: 1.)
eko 2 : bir Afrika ağacı.
kağıt oyununda kart kaçma, 2.)
Eko: Ekrem’in kısaltması.
baypas, devre dışı bırakma,
ekol [Fra.: ecole]: 1). mektep, okul, 2.)
etkisizleştirme.
janr, tarz, uzul.
ekalliyet [Arp.: kll [ٌ‫ > ]ﻗﻞ‬akal >
1.) Ekoloji [Yun.: oikos + logia > [οικολογία:]
akalliyet]: az olma, sayı olarak az 1.)
2.) > Fra.: echologie]: yaşayan
olma, azınlık [minority].
canlıların çevreleriyle ilikilerini
ekdosis [Yun.: ékdosis: ?]: dışa vermek,
inceleyen bilim dalı, 2.) Çevrebilimi.
yaymak, yayınlamak
Ekonomi [Yun.: oikos + nomos >
eke 1 [ÖzTür.]: pulluk. 1.)
[οικονομία] > Fra.: economie]:
eke 2 : 1.) baş çoban, 2.) [Halkdili] kart,
evidaresi, evin çekip çevrilmesi,
koca, kocamış, sin, yaşlı.
evyönetimi, 2.) ülke ticari yaşamının
ekecek: tohum.
yönetimi, 3.) idare, iktisat, tutum.
ekenek [Coğrafya]: mezraa.
ekonomik [Yun.: oikos + nomos + ikos >
EKG: 1.) (E)lectro (C)ardio (G)ram, 2.) 1.)
[οικονομικός] > Fra.: economique]:
kalp atışlarının düzenini ölçen gereç 2.)
iktisadi, parasal durumlar, idareli,
ve bunun çıktısı.
iktisatlı, tutumlu.
ekici: çiftçi, rençber, tarımcı, ziraatçı.
ekose [Fra.: Ecosse > écossais]: 1.)
ekim 1 : ekme işi.
İskoçya, İskoçya kareli eteğinden, 2.)
Ekim 2 [ekmek > ekim]: yılın 30 gün
[Dokuma] kareli kumaş,
çeken 10. ayı.
ekosistem [Yun.: oikos + syn + histanai
ekin: 1.) hars, kültür, 2.) [Halkdili]
> [οικοσύστημα] > Fra.: ecosystem]: bir
buğday özü, firez, 3.) [E] hars, kültür
yerde bulunan canlılar topluluğunun
anlamına bir Türk erkek adı, ~ sapı: çevreleri ve yaşam koşulları.
saman, kendiliğinden çıkan ~:

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 115 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

ekpertiz [Lat.: experiri > Fra.: expertise]: ekseriyetle [Arp.: ksr [‫ > ]رثك‬ekseriyet +
1.)
ehliyet, üner, 2.) bilirkişi raporu. le]:
1.)
i., çoğunluğu oluşturma, çok
ekspres [Lat.: ex + premere > Fra.: olma, fazlalaşma, 2.) çoğunlukla.
1.)
express]: sıkırak suyunu çıkartma, eksersiz [Lat.: exercere > Fra.:
2.)
kelimelere, ifadelere dökmek, 3.) excersise]:
1.)
alıştırma, termin, 2.)
açıklamak, ifşa etmek, 4.) işaretleme, [Spor] ısınma hareketleri, idman..
sinyalleme yada sembolize etme, 5.) eksibe [Arp.: ?]: [Evrenbilim] kum yığını,
hızlı ve doğrudan [otobüs, tren, uçak, kumul.
5.)
gazete, dergi vb], eşya, yük vb eksik: 1.) bitmemiş, natamam, nakıs,
şeyleri hızlı biçimde gönderme işi. tamamlanmamış, 2.) defo, kusur,
ekran [Fra.: écran]: 1.) gölgelik, perde, noksan, gerekenden ~: az.
siper, 2.) [Bilgisayar & TV, Teknoloji] eksiksiz: komple, tam.
görüntülük. eksoderm [Yun.: exo + derma > [?] >
ekrem [Arp.: krm [‫]]مرك‬: 1.) asil olma, Fra.: exoderme]: [Bedenbilim] dışderi,
bolveren olma, cömert olma, gönlü ektoderm.
geniş olma, soylu olma, 2.) i., asalet, eksper [Lat.: experiri > Fra.: expert]:
cömertlik, soululuk, 3.) s., daha asil, bilirkişi, ehil, işbilir, kompetan,
daha cömert, daha çok sunan, 4.) ö.i., mütehassız, uzman, yetkili.
[E] bu anlamda bir Müslüman ve Türk eksport [Lat.: ex + portare > Fra.:
erkek adı. export]:
1.)
satış amacıyla yurt dışına
eksantrik [Yun.: ek + kentron + ikos > mal gönderme, 2.) [Ticaret] dışsatım,
1.)
[εκκεντρικός] > Fra.: eccentrique]: ihraç, ihraç etme, ihracat.
acayip, alışılagelmişin dışında, garip, ekspoze [Lat.: ex + ponere > Fra.:
tuhaf, 2.) alışıldamık kişi, garip kişi, exposé]: bir suç yada skandalı
3.)
[Geometri] merkezleri aynı olmayan, kamuoyuna açıklanması, ifşa.
merkezden geçmeyen, dışmerkezli, ekstern [Lat.: ex + terminus > Fra.:
4.)
[Teknik] salgılı kasnak, döngüsel extern]:
1.)
dışarıdan, hariçten, 2.) bir
devinimi yatay devinime çeviren kurum yada hastahanede görev
gereç. yapan ama onun asıl kadrosunda
ekselans [Lat.: ex + cellere > Fra.: olmadan çalışan doktor vb.
1.)
excellence]: faikiyet, fazilet, extrahere [Lat.: ex + trahere]: f., özünü
2.)
üstünlük, mümtaz kişi, seçkin kişi. çıkartmak, süzmek.
akson [Yun.: aksón: αξόν]: aks, dairesel, ekstra [Lat.: extra > Fra.: extra]: 1.)
mihver. ayrıca, caba, daha fazla, fazladan,
eksen [Rum.: aksóni: αξόνι]: aks, üste, 2.) –den ilerisi, -den ötesi, 3.) ek
dairesel, mihver. olarak, ek, ilave.
ekser 1 [?]: büyük çivi. ekstravaganza [İtl.: extravaganza]: 1.)
ekser 2 [Arp.: ksr [‫]]رثك‬: 1.) çoğunluğu fantezi, 2.) zarif ve hayal gücüne
oluşturma, çok olma, fazlalaşma, 2.) dayanan piyes yada müzik.
çoğunlukla, ekseri. ekstre [Fra.: extrairer > extrait]: 1.)
ekser 3 [Arp.: ksr [‫ > ]رثك‬ekser; kesr’in özünü süzme, özetleme, hülasa
1.)
çoğulu]: i., çoğunluğu oluşturma, etme, kısaca anlatma, 2.) [Bankacılık]
çok olma, fazlalaşma, 2.) ç.i., çoklar, hesap özeti.
fazlalar, 3.) çok, daha çok, -nın ekstrim [Lat.: exterus > Fra.: extreme]:
çoğunkuğu. 1.)
aşırı, son derece, müsrif, 2.) aşırı,
ekseri [Arp.: ksr [‫ > ]رثك‬ekserî]: 1.) i., en uçta yada kenarda olan, son, 3.)
çoğunluğu oluşturma, çok olma, aşırı uç, kenar, marjinal.
fazlalaşma, 2.) ekser, en çok, çoğu eksüre: b.i., mehil, mühlet, önel,
kez. süre, vade.
ekseriya [Arp.: ksr [‫ > ]رثك‬ekseriyâ]: 1.) ekşi: limon tadında.
i., çoğunluğu oluşturma, çok olma, ekşime: ferment, maya, tahammür.
2.)
fazlalaşma, çoğunlukla, ekşimik: [Gıda] çökelek, kesik.
ekseriyetle. ekşimsi: mayhoş.
ekseriyet [Arp.: ksr [‫]]رثك‬: 1.) i., ekti: cimri, elisıkı, hasis, nekes, pinti.
çoğunluğu oluşturma, çok olma, ekümenik [Yun.: oikoumene >
fazlalaşma, 2.) çoğunluk. oikoumenikos > Fra.: ecumenique]:
1.)

evrensel, 2.) Hiristiyan kiliselerinin

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 116 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
3.)
birleştirilmesine ait, bütün elavatör [Lat.: e + levare > Fra.:
Hiristiyanlarca kabul edilen. elevateur]: asansör, iner-çınar.
ekümenizm [Yun.: oikoumene > Elazığ [Mezra, Osm.: Mamuretülaziz,
1.)
oikoumenemos > Fra.: ecumenisme]: Elaziz]: [23], Türkiye’de bir kent.
evrensellik, Hiristiyan kiliselerinin elbise: [Dokuma] giysi, kıyafet, libas,
evrensel birliği için çabalama. ruba, urba, resmi erkek ~si: frak, ~
ekvador 1 [Fra.: équateur]: fındık eviz tutacağı: askı, ~de bir bölüm:
gibi meyve ölçüm birimi. roba.
2 1.)
ekvador [Fra.: équateur]: elçek: [Dokuma] bir tür eldiven.
a.)
[Evrenbilim] eşlek, eşitleme çizgisi, elçi: 1.) [Din] nebi, peygamber, resül,
istiva hattı, b.) dünyayı eşit iki yalvaç, 2.)
[Diplomasi] delege,
bölüme kestiği kabul edilen murahhas.
varsayımsak çizgi, 2.) bir Orta elçim: demet, tutam.
Amerika ülkesi, [Equator], Ekvador eldiven [Tür.: el + Far.: destivan > Türk.:
çayırları: savana. eldiven]: ellere giyilen giysi, ellik, bir
ekzema: bak. egzema. tür ~: elçek.
ekzofatalmik [Yun.: exo [?] + Lat.:
1.) elebaşı: sergerde.
fatalis > Fra.: exophatalmique]: [Tıp]
2.) Electra [Yun.]: Yunan Mitolojisi’nde
dışa fırlak göz, göz küresinin
Agememnon’un öldürülmesinde rol
patkalılığıyla ilgili.
alan kızlarındna birisi.
El [Rus.]: Rus Abecesi’nin 12. harfi, [Л,
л].
electro [Arp. > amber > Yun.: elektron >
el 1
[Arp.: al]: Arapça’da el; Fra.: electro]: Fra.nsızca’da electr(o);

İngilizce’deki The gibi belirtisiz bir akım, cereyan anlamına gelen bir
öntakı. önek.
el 2 : 1.) [Bedenbilim] bedende bir organ, elefantiyazis [Yun.: elephas > Fra.:
1.)
elephantiasis, Tıp]: aşırı şişme, aşırı
~ ile dokunma: lemis, ~ ustalığı: 2.)
şişmanlama, fil hastalığı.
zanaat, zorla ~e geçirme: zapt, ~
elegan [Lat.: ex + legere > Fra.: elegant]:
değmemiş: bakir, ~ değmemiş kız: ince, narin, nazik.
bakire, 2.) oyunda kağıt atma sırası, elegos [Yun.]: ağlama, feryat, hüzün,
~i açık: cömert. keder, matem.
el 3 [İsp.]: İspanyolca’da İngilizce’deki elektrik [Arp. > amber > Yun.: elektron >
The gibi belirtisiz bir öntakı, [El Nino: Fra.: electrique]: akım, cereyan.
yaraamz çocuk]. elektrikli [Arp. > amber > Yun.: elektron
El Dorado [İsp.: eldorado]: 1.) altından, > Fra.: electrique + li]:
1.)
akımlı,
altınla dolu, 2.) alatının bol olduğu cereyanlı, 2.)
elektrik yüklü, gergin,
3.)
yada fırsatların çok olduğu yer. cereyanla çalışan alet edevat.
elalem [Arp.]: 1.) ecnebi, yabancı, 2.) elektrod: bak. elektrot.
el. elektrolit [Arp. > amber > Yun.: elektron
elaman 1 [Arp.: el amân]: bıkkınlık + lysis > Fra.: electro + lyte > electrlyte]:
anlatan söz. elektrikle parçalarına ayrılabilen
elan [Arp.: elân]: bir işin yapıldığı an, madde.
şimdi. elektroliz [Arp. > amber > Yun.: elektron
Elara [?]: Jübiter’in uydusu, + lysis > Fra.: electro + lyse >
1.)
elastik [Yun.: [elaunein] elas + ikos > electrolyse]: elektrikle çözümleme,
[ελαστικός] > Fra.: elastique]:
1.)
esnek, galvanik güçle elemenlara ayırma, 2.)
eski biçimine dönen, toplanıp geri elektrikli iğneyle ben yada kıl yakma.
gelen, 2.) çabuk iyileşen, şartlara elektron 1.) [Arp.: amber > Yun.]:
uyum sağlayan, 3.) esnek kumaş, üzerindeki etkileyici kokusu
lastik bant yada iplik, 4.) lastikten nedeniyle, amber’den, amber.
yapılmış malzeme. elektron 2 [Arp.: amber > Yun.: elektron
elastiki [Yun.: [elaunein] elas + ikos > > Fra.: electron]: tüm atomların bir
[ελαστικός] > Fra.: elastique + Arp.: î]: bölümünü oluşturan, negatif olarak
esnek. yüklenmiş parçacıklardan herhangi
elaunein [Yun.: ?]: hareketlendirmek, birisi.
harekete geçirmek, kımıldatmak, elektronik [Arp.: amber > Yun.: elektron
1.)
kıpırdatmak. + ikos > Fra.: electronique]:

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 117 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

elektronlarla ilgili, 2.) elektronların geçen şifreli ayetlerin ilk harfi, “Elif,
oluşması, hareketi yada gücüyle Lam, Mim” gibi, 3.) [E] bir bayan adı.
çalışan, 3.) [teknik] belli özel elektrik elifi [Arp.: elifî]: bantla süslü bez yada
devreleriyle kendiliğinden çalışan. kumaş.
elektrot [Arp. > amber > Yun.: elektron elik [Halkdili]: dağ keçisi.
elektrodio [ηλεκτρόδιο] > Fra.: electr(o) eliksir [Arp.: al iksir > Yun.: eliksirio
1.)
+ ode > electrode]: elektrod, 2.) [ελιξήριο] > Fra.: elixir]:
1.)
Felsefe
kaynak çubuğu. Taşı, 2.)
ecza, hülasa, öz, 3.) yaşamı
elem [Arp.: elm [‫]]ألم‬: 1.) acı veren, sonsuzlaştıracağı düşünülen madde.
sızlatan, üzen, 2.)acı, keder, üzüntü. elim [Arp.: elm [‫ > ]ألم‬elîim]: 1.) acı
eleman: 1.) öğe, unsur, 2.) personel. veren, sızlatan, üzen, 2.) acınacak.
element [Lat.: elementum > Fra.: elinkörü [Halkdili]: büyük ocaklarda
1.)
elemente]: ana unsur, asal, temel, kullanılan bir çeşit sacayağı.
2.)
bir kişi yada şeyin yaşaması için elips [Yun.: elleipein > elleipse [έλλειψη]
uygun yada doğal çevre, 3.) temel > Fra.: ellipse]:
1.)
[Yıldızbilim]
yada gerekli olan ana unsur yada gezegenlerin dönenecsi, 2.) [Geometri]
parça, 4.) [Kimya] radyoaktif yada bir biçim.
nükleer etkiler dışında ayrışmayan elisıkı: cimri, ekti, hasis, pinti, hasis,
madde. nekes, pinti.
elementler: Aktinyum: Ac, Alkali: Altın: elit [Lat.: ex + legere > Fra.: élite]: asil,
Au, Antimon: Sb, Argon: Ar, Azot: N, Bakır:
mutena, mümtaz, soylu, seçkin.
Cu, Baryum: Ba, Berilyum: Be, Bizmut: Bi,
Brom: Br, Çinko: Zn, Çinko: Ag, Demir: Fe, Elle [İtl.]: İtalyan Abecesinin 10. harfi,
Disprosyum: Dy, Flor: F, Galyum: Ga, [L, l].
Germanyum: Ge, Godolinyum: Gd, Gümüş: elleipein [Yun.: ?]: azalmak, kısalmak,
Ag, Hanhyum: Ha, Helyum: He, Holmiyum:
kısa gelmek.
Ho, İridyum: Ir, İterbiyum: Yb, Kadmiyum:
Cd, Kalay: Sl, Kalsiyum: Ca, Klor: Cl, ellik: elidiven.
Kolombiyum: Cb, Krom: cr, Kripton: Kr, elma: bir tür meyve, ~ kurusu: kak, ~
Kurçatovyum: Ku, Kurşun: Pb, Küriyum:
Km, Lanta: La, Lityum: Li, Lorentiyum: Lr,
pastası: elmasiye, ~nın içi: eşelek,
Lütesyum: Lu, Magnezyum: Mg, elmas [Far.: ‫]اﻟﻤﺎس‬: 1.) mücevher, 2.) [E]
Mendelevyum: Mv, Molibden: Mo, Neon: mücevher anlamına bir bayan adı.
Ne, Neptünyum: Np, Nikel: Ni, Niyobyum:
kırmızı yada pembe ~: roza, yassı
Nb, Nobelyum: No, Osmiyum: Os,
Paladyum: Pd, Platin: Pt, Plütonyum: Pu, ~: karavana, yontulmuş ~ yüzü:
Polonyum: Po, Prometyum: Pm, faseta.
Praseodim: Pr, Protaktinyum: Pa, Radon:
Rn, Radyum: Ra, Rubidyum: Ru,
elmasiye [Arp.]: elma pastası.
Rutenyum: Ru, Rutherfordyum: Rf, elti: [Budunbilim] kardeş karısı.
Samaryum: Cm, Seryum: Ce, Sezyum: Cs, eluctari [Lat.]: mücaedele etmek.
Sodyum: Na, Seryum: Se, Skandiyum: Sc, erlverişli: makul, uygun.
Stronsiyum: Sr, Tantal: Ta, Tellur: Te, 1.)
Tolyum: Tl, Toryum: To, Tulyum: Tm,
Elysium [Yun.: ?]: Yunan
elementum [Lat.]: ana unsur, asal, Mitolojisi’nde ölümden sonra doğru
temel. kişilerin yerleşeceği yer, 2.) cennet,
elemosyne [Yun.: ?]: çaresiz, biçare, güzel ve ferah yer.
zavallı. em [Yun.: ?]: içinde.
elenti: kalburdan geçirme. em: [Lat.: in > en > Fra.]: b, p ve m
elephas [Yun.: ?]: 1.) iri, kocaman, 2.) harflerinden önce en- öntakısı em-‘e
fil. dönüşür.
eleştiri: tenkit, kritik. em: çare, daru, deva, ilaç.
elevatör [Lat.: ex + levare > Fra.: ema 1: [Bedenbilim] bağırsaklar.
elevateur]: asansör, iner-çınar. ema 2: [Kimya] ~ ile kaplı: emaye.
eleverme: gammazlama, ihbar, emanet [Arp.: emn [‫ > ]اﻣﻦ‬emânet]: 1.)
jurnal. inanma, güvenme, 2.) inam, vediai
elezer [YTür.: el + ezer]: [Ruhbilim] emare [Arp.: emr [‫ > ]أرم‬emâre]: 1.)
sadist. belirme, gösterme, 2.) alamet, belirti,
elezerlik [YTür.]: [Ruhbilim] sadistlik. delalet, im, ipucu, işaret, izi.
elif [Arp.]: 1.) Arap Abece’sinin ilk harf, emaret [Arp.: emr [‫ > ]أرم‬emâret]:
2.)
Kur’an-ı Kerim’de bazı surelerde beylik, emirlik.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 118 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

ematik [? > Fra.: emetique]: [Eczacılık] emirber [Arp.: emir + Far.: ber > Far.:
isrifrağ edici, kusturucu ilaç. emirber]: emireri.
ema [Fra.: émail]: i., metal kaplama Emircik: [Kuşbilim: Alcedo atthis]
sıvısı, sır. iskelekuşu, yalıçapkını.
emaye [Fra.: émaillé]: [Kimya] emayla emireri [Arp.: emir + Far.: er + i]:
kaplı. emirber.
embesil [Lat.: imbecilis > Fra.: imbecile]: emirlik [Arp.: emir + lik]: beylik,
1.)
dermansız, kuvvetsiz, takatsız, emaret.
zayıf, 2.) ahmak, aptal, bön, budala. emisyon [Lat.: e + mittere > Fra.:
1.)
embriyo [Yun.: en + bryein > [έμβρυο] > emission]: dışarı vermek, 2.)
1.)
Fra.: embrio]: içeride gelişen, çıkarma, neşretme, yayma, 3.) [Borsa]
içeride büyüyen, 2.) cenin, fetus, hisse senedi yada tahvilat çıkarma,
oğulcuk, bir canlının ilk oluşumu, halka arz, 4.) [Maliye] piyasaya
3.)
başlangıç, iptida, ilkel, sürülmüş para para, dolaşımdaki
olgunlaşmamış. para miktarı.
Embriyoloji [Yun.: en + bryein + logia > emme 1 : [Kimya] mas, soğurma.
2
[εμβρυολογία] > Fra.: embriologie]: Emme [İtl.]: İtalyan Abecesinin 11.
canlıların ilk oluşumu yada ceninlerin harfi, [M, m].
oluşum ve gelişimiyle ilgilenen emmeç: [Teknik] aspiratör, fan,
Biyoloji’nin bir dalı. pervane.
emeç: yosun tutunma organı. emmi [Halkdili]: [Budunbilim] amca.
emek: 1.) özenli çalışma, 2.) [Ticaret] emniyet [Arp.: emn > emniyyet [‫]]اتينم‬:
1.)
çalışma, mesai. asayiş, güvenlik, 2.) Emniyet
emekçi: [Ticaret] amele, ırgat, işçi, Müdürlüğü.
proleter. Emniyet-i Umûmiye Müdüriyet-i
emekli: 1.) zahmetli, zor, meşakkatli, Aliyesi [Arp. > Osm.]: 1.) Osmanlı
2.)
tekaüt. Devleti Emniyet Genel Müdürlüğü, 2.)
emektar: eski, kullanılmış. Emniyet Genel Müdürlüğü.
emel [Arp.]: 1.) arzu, istek, 2.) [E] bu emoroid [Yun.]: bak. hemeoroid.
anlamda bir Müslüman ve Türk empati [Yun.: en + pathos > [?] > Fra.:
1.)
bayan adı [Arzu]. empathie]: halden anlama, kendini
emen: dikmek için açılan çukur. başkasının yerine koyma, 2.) bir
emendare [Lat.]: düzeltmek, hatasını başkasının duygularını anlayabilme.
düzeltmek, yanlışını düzeltmek. empatik [Yun.: en + pathos > [?] > Fra.:
emere [Lat.]: almak. empathique]: halden anlayan,
emeritus [Lat.: ex + mereri]: 1.) emekli başkalarının duygularına öbem
yaşlılık yada başka nedenle olmak, 2.) veren.
emekli olduğu halde makamı emperyal [Lat.: imperium > Fra.:
1.)
korumak. imperiale]: imparatorlukla ilgili, 2.)
emigre [Lat.: migrare > émigré]: siyasi krala ait, şahana, 3.) çok büyük.
nedenlerle ülkesini terk eden kişi, emperyalist [Lat.: imperium > Fra.:
1.)
ilticacı, mülteci. imperialiste]: imparatorluk
emin [Arp.]: 1.) güvenilir, inanılır, 2.) [E] taraftarı, 2.)
sömürgeci, sömürgeclik
bir erkek adı. yandaşı.
emine [Arp.]: 1.) 2.) [E] güvenilir, emperyalizm [Lat.: imperium > Fra.:
1.)
inanılır anlamına bir bayan adı. imperialisme]: imaparatorluk
eminere [Lat.]: 1.) önyüze çıkmak, sistemi, 2.)
sömürgecilik.
ileriye fırlamak, 2.) karşı durmak. emplassein [Yun.]: üzerine sürmek,
emir 1 [Arp.: emr > emr]: 1.) buyurma, sıvamak yada kaplamak.
emretme, talimay verme, yöentme, emporium [> Yun.: en + poros]: 1.)
2.)
buyruk, buyuru, komut, 3.) bey, alışveriş merkezi, ticaret merkezi, 2.)
mir, 4.) pasoparalo, 5.) [E] bey, mir dükkan, mağaza.
anlamına bir erkek adı. empoze [Lat.: in + ponere > Fra:
2 1.)
emir : [Kuşbilim: Alcedo atthis] imposée]: üzerine koyma, 2.)
iskelekuşu, yalıçapkını. dayatma, etkileme, zihnini doldurma,
Emir Kipi: [Dilbilgisi] fiilerin emir biçimi; zorla kabul ettirme, zorla
yap, yürü gibi, [Imperative]. benimsetilen

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 119 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

empremptü [Lat.: in promtu > Fra.: ender [Arp.: ?]: 1.) az bulunur, değerli,
1.)
impremptue]: hazırlıksız, nadir, turfa, 2.) [E] değerli anlamına
doğaçlama, irticalen, 2.) [Müzik] küçük bir erkek adı [Nadir].
parça. endesk [Lat.: index > Fra.: index]: 1.)
empresyonizm [Lat.: in + premere > işaret, 2.) gösterge, fihrist, katalog,
1.)
Fra.: impressioniste]: izlenmcilik, 2.) 3.)
ABD’de posta oulu yerine basılan
sanattta ve müzikte ani ve tam bir “işaretler” yani “ödendi” anlamına
etki bırakmayı amaçlayan bir tarz. damga, 3.) [Matematik] üs.
emprosyonist [Lat.: in + premere > Fra.: endikasyon [Lat.: in + dicare > Fra.:
1.) 2.) 1.)
impressioniste]: izlenimci, indication]: anlatma, bildirme,
2.)
sanattta ve müzikte ani ve tam bir gösterme, belirti, delil, kanıt, 3.)
etki bırakmayı amaçlayan bir tarz [Tıp] hastalıklarda uygun tedavi
taraftarı. biçimi.
emr [Arp.: emr > emr]: bak. emir. endirekt [Lat.: in + di + regere > Fra.:
Emre [Arp.]: bir erkek adı. endirect]: dolaylı, dolayısıyla olan.
emrivaki [Arp.: emr-i vâki]: oldubitti. endo [Yun.: endon > Fra.]: iç, içinde,
emrud [Far.]: ? içten anlamına bir önek.
emsal [Arp.: ? > emsâl]: aynı, benzer, endoderm [Yun.: endo + Lat.: derm > [?]
emsal, eş, menent, tıpkı, tıpkısı, > Fra.: endoderme]: iç deri, bağrısağın
tıpatıp. iç tabakası.
emtia [Arp.: mal’ın çoğulu, Ticaret]: mal, endokard: 1.) bak. endokardiyum,
2.)
meta. kalbin iç zarı.
emval [Arp.: emvâl]: gayrimenkul. endokardiyum [Yun.: endo + kardia >
en 1 [Lat.: in]: Fransızca’de en; 1.) [?] > Fra.: endocardium]: kalbin iç zarı.
eklemek, koymak, geçirmek, üstüne endokrin [Yun.: endo + krinein > [?] >
bırakmak, 2.) olmak, neden olmak, Fra.: endocrine]: iç salı, iç ifrazata ait.
yapmak, 3.) iç, içine, içine doğru, endolenfa [Yun.: endo + lympha > [?] >
içinde anlamına gelen bir önek. Fra.: endoderme, Bedenbilim]: iç kulakta
en 1: [Dilbilgisi] bir derecelendirme eki, bulunan bir sıvı.
en 2 [Geometri]: genişlik. endon [Yun.]: ?
en 3 [Yun.]: Yunanca’da en; iç, içinde, endoparasit [Yun.: endo + para + sitos >
içine anlamına gelen bir önek. [?] > Fra.: endoparasite]: [Hayvanbilim]
enai [Arp.: ene > enâî]: 1.) ben, benci, 2.) hayvanların iç organlarında yaşayan
bencil, egoist, kendini düşünen. asalak.
enam [Arp.]: yaratılmış olanlar. endoplazma [Yun.: endo + (plassein) >
enayi [Arp.: enâî > enâyî]: 1.) kendinden plasma > [?] > Fra.: endoplasma]:
bilgisi olmayan, 2.) ahmak, aptal, [Bedenbilim] iç sıvı, iç plazma.
andaval, anlayşsız, ansız, aptal, endoskeleton [Yun.: endo + skeletos >
avanak, budala, ebleh, mankafa, [?] > Fra.: endosceletone]: iç iskelet.
salak, savak. endoskopi [Yun.: endo + skopein >
enbar [Far.]: bak. ambar. [ενδοσκόπηση] > Fra.: endoscopie]:
ence [Lat.]: Latince’de –ence; bir beden içi boşlukları aydınlatarak
eylem, durum yada sonuç ifade eden görülmesini sağlayan gereç, bedeniçi
bir sonek. aydınlatıcısı.
enchyma [Yun.]: erime, eriyme, eritip endosmosis [Yun.: endo + osmos > [?] >
1.)
birleştirme. Fra.: endosmosis]: iç iti, 2.) osmosis.
encümen [Far.: ‫]اﻧﺠﻤﻦ‬: komite, endosperme [Yun.: endo + sperma > [?]
1.)
komsiyon, meclis. > Fra.: endosperme]: [Yaşambilim] iç
2.)
endaze [Arp.]: 85cm’lik ölçü birimi. tohum, besidoku.
endemi [Yun.: en + demos > endemi endospor [Yun.: endo + spora > [?] >
1.) 1.)
[ενδημι] > Fra.: endemie,]: bir Fra.: endospore]: [Bitkinilim] spor
2.)
mahalle yada yöre, [Tıp] sık zarının iç tabakası, 2.) [Bakteriyoloji]
görülen hastalık, bulaşıcı hastalık. hücre içinde gelişen cinsiyetsiz spor,
endemik [Yun.: en + demos > endemikos iç spor.
1.)
[ενδημικός] > Fra.: endemique]: bir endotermik [Yun.: endo + therme > [?] >
2.) 1.)
mahalle yada yöreye ait, [Tıp] sık Fra.: endothermique, Kimya]: iç
görülen hastalık, bulaşıcı hastalık.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 120 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

hararet, iç ısı, 2.) hararet alan, ısı enformasyon [Lat.: in + forma > Fra:
1.)
alan, ısı emen. information]: bigi, haber, malumat,
2.)
endükleme [Lat.: in + ducere > Fra.: resmi bilgi, resmi haber, resmi
induct + leme]: [Elektrik] bir güç açıklama.
alanıyla bir elektrik yada manyetik enfraruj [Lat.: infra + Fra.: rouge > Fra.:
1.)
gücü yönlendirme. infrarouge]: kırmızı ötesi, kızılötesi,
2.)
endüksiyon [Lat.: in + ducere > Fra.: [Fizik] kızılötesi ışınlar, infrared.
1.)
induction]: askere yada engebe [Rum.: engopí [εγγοπή]]: 1.)
memuriyete alma, 2.) [Elektrik] bir güç kazılmış toprak, yerdeki girinti
alanıyla bir elektrik yada manyetik çıkıntı, 2.) [Evrenbilim] arıza.
gücün yönlendirilimi. engel [Far.]: 1.) düğme deliği, tutucu,
2.)
endüstri [Lat.: industrius > Fra.: bariyer, ket, mani, mania, önlem,
1.)
industrie]: çalışkan, etkin, faal, seki, set, 3.) beis, mahzur, sakınca,
2.)
hamarat, sanayi, uran. uymazlık.
Endymion [Yun.]: Yunan Mitolojisi’nde engel olmak: mani olmak, önlemek,
Zeus’un sonsuz uyku ve gençlik set çekmek.
bahşettiği, ay tanrıçası Selena’nın engellemek: engel olmak, mani
aşık olduğu ve 50 kızlarının olduğu olmak, önlemek, set çekmek.
çoban. engerek yılanı [Rum.: enchélys [εγχέλις]
ene 1 [Halkdili]: i., erkek kardeş. + yılanı]:
1.)
küçük su yılanı, 2.)
ene 2 [Arp.]: z., 1.) ben, 2.) [Felsefe] ben, [Hayvanbilim: Pelias verus, Vipera]
ego, id. engerek yılanı, zehirli bir yılanı, ek?,
enek: erkekliği giderilmiş. üf?a.
enema [Yun.: en + hienai > [?] > Fra.: engin: 1.) geniş, vasi, 2.) açık deniz, 3.)
enema, Tıp]:
1.)
içe gönderme, içe [E] açık deniz anlamına erkek adı.
salma, 2.)
bir sıvı yada ilacın makat enginar [Rum.: ankinára [αγκινάρα]]:
yolu ile kalınbağırsağa aktarılması, 3.) [Bitkibilim: Cynara scolymus] dikenli bir
lavman, tenkıye, şırınga. bitki, sebze,
eneme: hadım etme. engizisyon [Lat.: in + quaerere > Fra.:
1.)
enerji [Yun.: en + ergon > [ενέργειας] > inquisition]: araştırma, soruşturma,
2.)
Fra.: energie]:
1.)
iç güç, içten gelen sorgu, sorguya çekme,
kuvvet, 2.)
maddedeki güç, erke. Hiristiyanlıkta bir dönem kurulan
enervis [Lat.]: argın, aygın, bitap, sorgulama ve işkence mahkemeleri.
bitkin, cılız, güçsüz, dermansız, enigma [Yun.: en + ainigma ainigma
haşat, kuvvetsiz, takasız, yorgun, [αίνιγμα] > Fra.: enigma]: bilmece,
zayıf. muamma.
enf [Yun.: ?]: [Bedenbilim] burun. enik [ÖzTürk: enük]: 1.) etçil hayvan
enfeksiyon [Lat.: inficere > Fra.: yavrusu, 2.) kedi köpek yavrusu.
infection]:
1.)
bulaştırma, geçme, enikleme: kedi yada köpeğin
sirayet, yayma, 2.) [Tıp] mikrobun yavrulaması.
yayılması, 3.)
[Tıp] bulaştırma, eniklemek: kedi yada köpeğin
hastalığı sirayet ettirme, hastalığı doğurması.
başkalarına geçirme, geçme. enikonu: iyiden iyiye.
enfekte [Lat.: inficere > Fra.: infectée]: enir: Yaban Mersini.
[Tıp] bulaştırmak, hastalığı sirayet enişte: abla, kız kardeş kocası.
ettirmek, hastalığı başkalarına enjeksiyon [Lat.: in + jacere > Fra.:
1.)
geçirmek. injection]: içeri atma, sokuşturma,
2.)
enfiye [Arp.]: 1.) burunluk, 2.) buruna [Tıp] iğneyle verme, şırınga etmek,
çekilen tütün tozu. zerk etme, 3.) [Teknik] sıkıma yada
enflasyon [Lat.: in + flare > Fra.: püskürtme yöndemiyle üretme.
inflation]:
1.)
şişkinlik, 2.) [Ekonomi] enjektör [Lat.: in + jacere > Fra.:
para şişkinliği, 3.) [Ekonomi] piyasada injecteur]: [Tıp] iğne, şırınga.
fiyatların sürekli olarak artması. enkarnasyon [Lat.: in + caro > Fra.:
1.)
enflüenza [Lat.: in + fluere > İtl.: incarnation]: insan yada hayvan
2.)
influenza > Fra.: enfluenza]: [Tıp] grip biçiminde vücut bulma, başka
hastalığı, salgın nezle. biçim ve bedende yeniden dünyaya
gelme inancı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 121 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

enkyklios [Yun.: ?]: genel, umumi. entelijans [Lat.: inter + legere > Fra.:
1.)
Enne [İtl.]: İtalyan Abecesinin 12. intelligence]: akıl, anlayış, zeka,
2.)
harfi, [N, n]. zeka sahibi, bilgi, haber, malümat,
enourein [Yun.: ?]: idrar çıkarmak, vukuf.
işemek. entelijansiya [Lat.: inter + legere >
ensalit [Yun.: en + kephale > [? κεφαλή] intelligentia > Fra.: intelligence > Rus.:
intelligentsiya [интеллигенция] veya
> Fra.: encephalitis]: [Tıp] beyin iltihabı.
Leh.: inteligencja > Fra.: intelligentsia]:
ensar [Arp.: nsr > ansâr; nâsır’ın çoğulu > 1.)
Osm.: ensâr]:
1.)
destekleme, yardım deyim ilkin Fransızlar tarafından
etme, 2.)
ç.i., yardımcılar,
3.)
[İslam]
Polonya’daki adınlar sınıfı için
Hz. Muhammed’e Hicreti’nde kullanılmış ve daha sonra tüm eski
yardımcı olan Medineliler, 4.) [E] bir SSCB için kullanılmıştır, 2.) aydınlar,
erkek adı. münevverler sınıfı.
ense 1 [Bedenbilim]: boynun arkası. entellektüel [Lat.: inter + legere > Fra.:
intellectuelle]: aydın, münevver.
ense 2 : tembellik.
ensefalik [Yun.: en + kephale + ikos > [?] entera [Yun.: ?]: bağırsak, iç organlar.
> Fra.: encephalique]: [Bedenbilim]
enteresan [Lat.: inter + esse > Fra.:
1.)
interesent]: çekici, dikkate deger,
beyinle ilgili, dimaği. 2.)
enser [Halkdili]: büyük çivi, mıh. garip, görülmemiş, ilginç.
enses [Lat.: in + castus > Fra.: insest]: 1.) enternasyonel [Lat.: inter + natus >
1.)
Fra.: internationalle]: bir eyrde
iffetsiz, namussuz, 2.) akrabalarla 2.)
cinsel ilişkiye girme, 3.) aile içi cinsel doğmuş olanalr arasında,
ilişki. beynelmilel, milletlerarası,
ensiz: dar. uluslararası.
enstitü [Lat.: in + statuere > Fra.: enterne [Lat.: internus > Fra.: internée]:
1.)
institute]:
1.)
sanat ve bilimlerin teşvik gözaltında olan, tutuklu, 2.)
edilmesi için oluşturulan bir kurum, özellikle savaş zamanında terörist
bilimsel kurum, 2.) kuruluş, kurum, zanlılarının yada şüphelilerin
müessese, okul. tutuklanması yada gözetime
enstrüman [Lat.: in + struere > Fra.: alınması.
instrument]: [Teknik]
1.)
alet, gereç, 2.) entero [Yun.: enteron [?] > Fra.: entero]:
[Müzik] müzik aleti, gereci.
Fransızca’da entero; bağırsak

enstrümantal [Lat.: in + struere > Fra.: anlamına gelen bir önek.


instrumentalle]:
1.)
etkili, faydalı, enteron [Yun.: ?]: 1.) bağırsak, 2.) ince
tesirli, yararlı, 2.) [Müzik] müzik bağırsak.
aletlerl, gereçleri, 3.) [Müzik] sadece enthous [Yun. : ?]]: ilham almış,
müzik gereçlerinin sesinin olduğu esinlenmiş.
şarkı türü. Entografya [Yun.: ethnos + graphein >
[?] > Fra.: ethnographie]: Budunbetim,
entari [Arp.]: [Dokuma] bir kadın giysisi,
ente [Lat.: ens]: Fransızca’da ente-; 1.) – Kavimlerbilimi.
lı, -li, gösteren yada yapan [insistente],
entomo [Yun.: entomon: ?]: böceklerle
2.)
bir kişi yada şey (-cu, -cü)
ilgili anlamına bir önek.
anlamına gelen bir sonek, [solvente]. Entomoloji [Yun.: entomon + logia > [?]
> Fra.: entomologie]: Zooloji’nin
entegral [Lat. integer > Fra.: integrale]:
1.)
bir bütünün ayrılmaz parçası, 2.) böceklerle ilgilenen bir dalı,
bütün, tekparça, yekpare, 3.) Böcekbilimi.
[Matematik] tam sayıya ait, bölümsüz,
entomon [Yun.: ?]: böcek, haşere.
kesirsiz. entozoan [?]: [Tıp] bağırsak kurdu.
entegrasyon [Lat.: integer > Fra.: entrika [Lat.: in + tricae > Fra.:
1.)
1.) 2.) intriguèe]: merak ve ilgi uyandıran,
integration]: tümleştirme, 2.)
bütünleşme. gizli yada el altından yapılan iş, 3.)
entegre [Lat.: integer > Fra.: integrée]: al, dalavere, desise, dolap, düzen,
1.)
bütünleşik, tümleşik, 2.) bir bütünü hile, kaşkariko, kolpo, komplo,
oluşturan. numara, oyun.
entel [Argo]: sahte aydın, sahte entrope [Yun.: ?]: -eye dönmek.
entellektüle. enüstünlük [Dilbilgisi]: tafdil hali,
[superlative mode].

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 122 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

enva [Arp.: envâ, nevi’nin çoğulu]: epipedos [Yun.: ?]: düşünce, plan,
çeşitler, türler, tasar, tasarı.
enzim [Yun.: ? > Fra.: ?]: [Kimya] salgı, episkopos [Yun.: epi + skopein > [?] >
1.)
bir ~ türü: amiloz. Fra.: episcopôse]: idareci, kalfa,
2.)
eora [Yun.: ?]: asılı duran, havada asılı ustabaşı, Hiristiyanlıkta
duran. piskoposluk.
epe [Fra.: épee, Spor]: [Kılıç Sporu] epispatik [Yun.: epi + pathos > [?] > Fra.:
1.)
eskrimde kılıç. epispatique, Tıp]: kabarcık
2.)
epehdra [Lat.]: 1.) [Bitkibilim: Equsetum oluşturan, yakı.
arvense] atkuyruğu, kırkilit,
2.)
astım epistaksi [Yun.: epi + stazein > [?] > Lat.:
ve burun tıkanlığını iyileştirmede epistaxis > Fra.: epitsaxie]: [Tıp] burun
kullanılan ilaçların yapımında kanaması.
kullanılan bitki. epitelyum [Yun.: epi + theles > [?] >
1.)
epey: hayli, oldukça. Fra.: epithelium, Biyoloji]: mukozanın
2.)
epeyi: bak. epey. dış tabakası, bedenin dış yüzeyini
epi 1 [Yun.: επι]: 1.) –de, -da, 2.) üstünde, kaplayan ince deri tabaka.
üstüne,
3.)
arasında, beynel. episod [Yun.: epi + eis + hodos > [?] >
1.)
epi 2
[Yun.: επι]: Fransızca’da epi-;
1.) Fra.: episode]: hadise, olay, vaka,
2.)
üstüne, üstünde, yakınında,
2.)
-de, eski Yunan tiyatrosunda perde, 3.)
evvel, önce,
3.)
sonra, takiben
4.) hikaye, piyes yada romanda bölüm,
arasında, beynel anlamında bir önek. parça, tefrika, 4.) [Müzik] bölüm,
epidemik [Yun.: epi + demos > kısım.
[επιδημικός] > Fra.: epidemique]:
1.) epope [Yun.: epos + poíein > epopoiía [?]
1.)
genel, salgın, yaygın, 2.)
halk > Fra.: épopée]: destan yapma,
arasında hızla yayılan hastalık, destanlaştırma, destan gibi anlatma,
2.)
bulaşıcı hastalık, [Yazın] dasitan, destan,
Epidemiyoloji [Yun.: epi + demos + logia epos [Yun.: ?]: 1.) laf, söz, 2.) şarkı,
> [επιδημιολογία] > Fra.: epidemiologie]: türkü, 2.) masal, öykü.
salgın hastalıklarla uğraşan bir bilim eprime: eriyip çürüme.
dalı. eprimek: eriyip çürümek.
epiderm [Yun.: epi + derma > [πιδερμ]> Epsilon [Fen.: He [He] > Yun.: Epsilon [εἶ
Fra.: epiderme]: [Bedenbilim] üst deri. - ἒψιλόν & έψιλον]]: Yunan Abecesi’nin
epifiz [Yun.: epi + phyesthai > epiphyestai 6. harfi, [Epsilon; Ε, ε].
> epiphysis > [επίφυση] > Fra.: equus [Lat.]: at, beygir.
epiphyse]: [Bedenbilim] kemikucu. er 1 : erken.
epigastrik [Yun.: epi + gaster > [?] > er 2 : adam, bay, erkek.
Fra.: epigastrique]: [Bedenbilim] mide er 3 [Far.]: asker, çeri, leşker, nefer.
hizasındaki karın duvarına ait. era [?]: otlar.
epiglot [Yun.: epi + glossa > epiglottis > erami [Arp.: ? > erâmi]: dul kadınlar,
[?] > Fra.: epiglotte]: [Bedenbilim] gırtlak dullar.
kapağı. erat [Tür.: er + Arp.: > Tür.: erât]: 1.) ç.i.,
epigraf [Yun.: epi + graphein > [επιτάφια] askerler, erler, 2.) [Askeriye] erden
1.)
> Fra.: epigraphe]: eski yazıları çavuşa kadar genel tanımlama, 3.) .
2.)
okuma, kitap önyazısı. erbaş [Tür.]: askeriye yada ordudaki
epigrafi [Yun.: epi + graphein > [?] > erden itibaren üst kademe ve
Fra.: epigraphie]: eski yazıları okuma rütbedeki herkes.
sanatı. ercmend [Far.]: s., değerli, kıymetli.
epik [Yun.: epos > [?] > Fra.: epique]: 1.) ercümend [Far.: ercmend]: bak.
destansı, hamasi, menkıbevi, 2.) ercüment.
destansı konulu roman yada öykü. ercüment [Far.: ercmend > ercümend]:
1.)
epilepsi [Yun.: epi + lambanein > [?] > değerli, kıymetli, 2.) [E] bu
Fra.: epilepsie, Tıp]: bir hastalık türü, anlamda bir erkek adı.
sara, tutarık, yılbık. Erdal: bir erkek adı.
epilog [Yun.: epi + legein > [?] > Fra.: erdem: 1.) fazilet, 2.) [Felsefe] rusal
1.)
epilogue, Yazın]: bir eserin sonuç olgunluk, 3.) [E] bu anlamdn bir erkek
2.)
bölümü, hatime, son, sonsöz. adı, [karşılığı bayan adı: Fazilet].
erdemlik: bekaret.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 123 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

ereb [Süm. & Sam.]: 1.) batan, sönen,2.) erinme: üşenme.


batı, Batı kıtası,3.) karalık.. erinmek: üşenmek.
Ereğli, Karamürsel [Rum.: Heraklia ?]: erinmez: üşenmez.
Ereğli, Konya [Rum.: Heraklia ?]: erişte [Far.: rişte(h) [‫ > ]رﺷﺘﻪ‬Osm.:
1.)
Ereğli, Marmara [Rum.: Heraklia ?]: (e)rişte]: bant, iplik, şerit, 2.) şerit
Ereğli, Zonguldak [Rum.: Heraklia ?]: biçiminde hamur.
erek: amaç, gaye, hedef, istek, kast, eritem [Yun.: erythros > erythainein > [?]
1.)
ksıt, maksat. > Lat.: erythema > Fra.: erytheme]:
eremos [Yun.: erēmos [?]]: boş bedenin bazı bölgelerinde oluşan
bırakılmış, harap, kimsesiz, metruk, kızartı, 2.) kırmızı döküntülü bir
perişan, terkedilmiş, yalnız. hastalık.
eren: 1.) aksakal, aziz, ermiş, evliya, eritematik [Yun.: erythros > erythainein
holi, saint, veli, 2.) [E] buanlamda bir + ikos > [?] > Fra.: erythematique]:
erkek adı. kızartı yapan.
Erendiz: Jüpiter. eritr: bak. erythro.
erg [Yun.: ergon [?] > Fra.: erganun]: 1.) eritrit [Yun.: erythros > [?] > itis > Fra.:
bir iş birimi, erg, 2.) [Fizik] bir iş yada erythrite]: [Eczacılık] doğal kırmızı
enerji birimi, 3.) Afrika, Büyük kolbalt, sülfat.
sahra’da kumullarla kaplı bir yer. eritro: bak. erythro.
erganun [Fra.]: bir iş birimi, erg. eritrosit [Yun.: erythros + kytos > [?] >
ergen: 1.) akil baliğ, baliğ, erin, Fra.: eryhtrosite]:
1.)
kırmız kürecik,
2.) 2.)
yeniyetme, yetişkin, bekar, kırmızı yuvar, [Bedenbilim] kandaki
evlenmemiş. kırmızı kan küreciği: beden
ergene [Ark.]: maden yeri. dokularına oksijen taşıyan
ergenlik: 1.) akil baliğ olma, baliğ hemoglobin içerir, 3.) [Bedenbilim]
olma, erinlik, yeniyetmelik, yetişkin, alyuvar.
2.)
bekarlık, evlenmemişlik, ~ çağı: eriyik: [Kimya] mahlül.
büluğ, erinlik, rüşt. erk: iktidar, kudret.
ergimek: 1.) sıvılaşmak, 2.) [Kimya] erkan 1 [Arp.: rkn [‫ > ]نكر‬erkân]: 1.)
katıdan sıvıya geçmek. dayanma, destekleme, yaslanma, 2.)
ergin: 1.) erişkin, reşit, yetişkin, 2.) [E] destekler, direkler, payandalar,
erişkin, kemal, reşit, yetişkin sütunlar, 3.) büyükler, ekabir.
anlamına bir erkek adı. Erkan 2 [er + kan]: erkek adı.
ergo [Lat.]: binaenaleyh, bundan erkanbaşı [Arp.: erkân + Tür.: başı >
dolayı, bunun için. Tür.: erkanbaşı]: erkanıharp, kurmay.
ergon [Yun.: ?]: çalışma, elişi, görev, erkanıharp [Arp.: erkân-ı harb]:
iş, meçguliyet, vazife. erkanbaşı, kurmay.
Ergun [?]: bir erkek adı. erke: [Fizik] enerji.
Erhan [er + han]: bir erkek adı. erkek: bay, adam, er, yardımcı ~:
erie [Lat.: aria]: Fransızca’da erie-; 1.) – cinselliği olmayan ~: puluç, ~liği
eye bir yer, 2.) için bir yer, 3.) giderilmiş: enek, sert, kaba ~:
uygulaması yada sonucu, 4.) –nın maço, saçı kır ~: kıranta.
ürünü, 5.) –nın toplama anlamına
erken: sabahın ilk saatleri.
gelen bir sonek.
erkete [Rum.: erchetai [έρχεται] >
erigere [Lat.]: dikmek, kaldırmak, bir 1.)
erkete]: geliyor!, 2.) [Argo] dikiz,
uzvun dikleşmesini sağlamak.
gözetleme.
erik: bir meyve türü, ~ türleri: erler: askerler, erat.
Aynabakar, Canerik, Çakaleriği, Ekşierik,
ermağan [?]: ?
bir tür ~: üryani,
Mürdüm Eriği, Sarı Erik,
Ermeni [Arp.: ‫]ارﻣﻨﻲ‬: Ermeni ulusundan
erika [?]: [Bitkibilim: Erica] 1.) süpürge olan, Hay, [Armenian].
otu, 2.) boruk, funda, süpürge çalısı. Ermenistan [Arp.: Ermeni + Far.: istan >
erim: menzil. Far.: Ermenistan [?]]:
1.)
Karadeniz’in
erime: sıvılaşma. doğu-kuzeyinde ufak bir ilke,
erin: baliğ. [Armenia],
2.)
[Tarih] geçmişteki kısa
erinç: dirlik, huzur, rahat. süreli Ermeni Devleti.
erinen: üşengeç.
erinlik: büluğ, ergenlik çağı, rüşt.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 124 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
1.)
ermiş: aksakal, aziz, eren, evliya, esatir [Arp.: esâtir; ?]: burçlar, 2.)
ç.i.,
holy, saint, veli. [E] efsaneler, esatir, mitoloji,
eroin [Alm.: heroin > Fra.: heroine]: 1.) söylenceler.
tescilli bir ticari marka, 2.) morfinden esbab [Arp.]: bak. esbap.
elde edilen kimyasal bir uyuşturuc, esbab [Arp.: sbb [ٌ‫ > ]ﺳﺐ‬esbâb; sebeb’in
3.) 1.)
uyuşturucu bir madde. çoğulu]: neden olma, sebep olma,
2.)
Erol: bir erkek adı. yolaçma, ç.i., gerekçeler,
Eros [Yun.: Έρως]: Aşk tanrısı, nedenler, sebepler, ~ı mucibe [Arp.:
Romalılar’daki karşılığı Venüs yani esbâb-ı mûcibe]: i.t.,
1.)
icap sebepleri,
Çoban Yıldızı’dır [Çolpan]. 2.)
gereklilik nedenkeri.
erotik [Yun.: eros + ikos > [ερωτικός] > esca [Lat.]: besin, gıda.
Fra.: erotique]: aşkla ilgili olan, esef [Arp.: esf > [‫]]فسأ‬: 1.) üzülme,
kösnül, şehevi. pişman olma, 2.) acı, çile, dert, elem,
erozyon [Lat.: e + rodere > Fra.: erosion, gam, kasvet, kasavet, kaygı, keder,
1.)
Jeoloji]: aşınma, aşındırma, 2.) tasa, teessür, üzüntü.
ağaçsızlaşma, 3.) toprak kayması. eseme [Halkdili]: mantık.
errare [Lat.]: dolanıp durmak, esen: dimdik, dinç, iyi, sağlıklı,
dolaşmak, gezinmek. sıhhatli, salim, zinde.
Erre [İtl.]: İtalyan Abecesinin 16. harfi, esenlik: afiyet, sağlık, ~ dileme:
[R, r]. veda.
Ersan [er + san]: bir erkek adı. eser [Arp.: esr > [‫]]رثأ‬: 1.) etki, iz, güzel
ersuyu: meni, sperm. bir iz bırakma, 2.) yapıt, eski ~:
Ertan [er + tan]: bir erkek adı.
antika, bir ~in sonuç bölümü:
erte: günün arkası.
erteleme: öteleme, rötar, tecil, tehir. epilog.
erythainein [Yun.: erythros: ?]:
esik [Halkdili]: [Evrenbilim] doğada çukur
kırmızılaşmak, kırmızıya dönmek. yer.
erythr: bak. erythro. esin 1 [Far.]: ilham, 2.) [İ] sabah yeli
erythro [Yun.: erythros: ?]: Yunanca ve anlamına bayan adı, karşılığı [İlham]
Batı Dilleri’nde erythr; & erythro; erkek adı.
kırmızı anlamında önek. esin 2 [Halkdili]: sabah yeli,
erythros [Yun. : ?]: kırmızı. esir [Arp.: esr [‫ > ]رسأ‬esîr [‫]]ريسا‬:
erzak: saklanan yiyecek. tutsak.
Erzincan [Eriza, Ezirgan]: [24],
esire [Arp.: esr [‫]]رسأ‬: dişi tutsak.
Türkiye’de bir kent. esirgeme: verme.
Erzurum [Kalıkala, Osm.: Envar-ı
esirgemek: koruma ve kollama,
Şarkıyye, Erzen-Rum, Arz-ı Rum]: [25],
lütfetmek, vermek.
Türkiye’de bir kent. esirgememek: korummaak ve
es [Fra.: es]: notadaki duraklama kollamamak, lütfundan mahrum
işareti. etmek, vermemek,
esirgeyen: bol bol veren, koruyan ve
esans [Lat.: -escens > escentia, > Fra.:
kollayan, lütfenden, rahman,
escence]: aroma, koku, kokulu sıvı,
Eski Ahit: [Hiristiyanlık] Eski İncil [Old
rayiha.
Testament].
esaret [Arp.: esr [‫ > ]رسأ‬esâret]: 1.)
eski: 1.) önceki, sabık, 2.) ezeli, kadim,
boyunduruk altına girme, esir olma, 3.)
emektar, kullanılmış.
köle olma, 2.) bağ, boyunduruk,
eskici: eski eşya alan kişi yada
kölelik.
dükkan.
esas 1 [Arp.: ess [ٌ‫ > ]أس‬esâs; üs(s)’ün
1.) eskimiş: partal, yıpranmış.
çoğulu]: i., asal olma, asıl olma,
Eskimo [Esquimawe > İsp.: esquimao >
başlangıç olma, temel olma, 2.) ç.i.,
Fra.: Esquimau]: Güney Kutbu insanı.
başlangıçlar, bazlar, esaslar,
eskipüskü: çok eskimiş yada dökülen.
temeller, 3.) i., ana öğe, asıl, baz,
eskirim: [Spor] ~de kılıç: epe,
temel, ~ olan: asli.
Eskişehir [Rum.: Doylaion, Osm.: Eski
esas 2 [Arp.: ess [ٌ‫ > ]أس‬esâs; üs(s)’ün
1.) Şehir]: [26], Türkiye’de bir kent.
çoğulu]: eşyalar, mallar, mülkler,
2.) eskiz [Lat.: exquirire > exquisitus > Fra.:
davar, hayvanlar, sığır.
esquisse]: taslak, teknik resim.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 125 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

eskort [Lat.: ex + carrigere > Fra.: eşbasınç: izobar.


1.)
escorte]: koruma, 2.) [Amiyane] eşek: eşşek, har, karakaçan, merkep,
metres, odalık, orospu, para karşılığı ~ dikeni: kenger, ~ eğeri: palan.
erkeklerle yatan kadın. eşelek: elmanın içi.
eskrim [Lat.: Caliburnus > Excalibor > eşey: cinsiyet, seks.
Fra.: Escalibor > escrimer > escrime]: eşgal [Arp.]: bak. eşkal.
1.)
[Spor] kılıçla yapılan dövüş eşik [?]: 1.) kapıdaki basamak, 2.) geçiş
sanatından gelir, 2.) epe, flöre ve noktası.
kılıçla yapılan bir kılıç oyunu. eşit: denk, müsavi.
esmer [?]: 1.) kara, 2.) bir ten renki. eşitlik: 1.) müsavat, 2.) denklik, teadül.
esna [Arp.: esnâ]: bir işin yapıldığı an, eşkal [Arp.: eşgal]: 1.) biçim, form,
esnaf [Arp.: esnâf]: küçük sermaya şekil, 2.) tanım, tarif.
sahibi. eşkin [?]: atın link yürüyüşü.
esnek: elastiki. eşkiya [Arp.: şaki’nin çoğulu]: haydut,
esoteros [Yun.]: iç, dahil. şaki.
espiyonaj [İtl.: spia > Fra.: espionage]: eşleme: [Teknik] baldaşım,
casusluk. senkronizasyon.
espri [Fra.: esprie]: nükte, şaka. eşme 1 [Halkdili]: çaykara, kaynak,
esprili [Fra.: esprie + li]: hazırcevap, kaynaksuyu, memba, pınar.
mizahnüvis, nükteli, şakacı, zeki, Eşme 2 : İzmit’te Adapazarı yolu
zarif. üzerinde bir belde adı.
Esquimau [Fra.]: 1.) Dağlılar, 2.) eşofman: [Fra.: ex + chauffer
Eskimo. e(x)chauffer > échauffement]: i.,
1.)

esra [?]: 1.) ? 2.) [E] bir bayan adı. beden hareketleriyle ısınma, ısınma,
esrar [Arp.: esrâr, sır’ın çoğulu]: gizler, ısıtma, 2.) bir tür spor alt-üst giysisi.
sırlar. eşşek: eşek, har, karakaçan, merkep,
esrik: ayyaş, bekri, kafası iyi, mest, eşya [Arp.: eşyâ, şey’in çoğulu]: insanın
sarhoş, sermest. yaptığı her nesne, nesmeler, şeyler,
Esse [İtl.]: İtalyan Abecesinin 17. harfi, taşınması kolay ~: ayniyat,
[S, s].
eşzaman: aynı anda olan, senkron, ~lı
esse [Lat.]: olmak.
olmayan: asenkron,
est [Lat.]: 1.) yardımcı fiil, 2.) -dır, dir, -
et 1 : 1.), 2.) ten, 3.) [Mecazi] çıplak
dur, yada –dür.
beden, ~ yemeği: yahni.
estamp [Fra.]: baskı resim.
estazi [Yun.: ek + histanai [?] > İng.: et 2 [Lat.]: ve, ve de.
ecstasy]:
1.)
aşırı sevinç, kendinden et alii [Lat.]: ve diğerleri.
geçme, 2.)
[Eczacılık] bir tür et cetera [Lat.]: 1.) kısaltması: etc. 2.)
sakinleştirici ilaç, 3.) uyuşturucu ilaç ve diğerleri, ve benzerleri.
olarak kullanılan hap. Eta [Fen.: Het [Heth] > Yun.: [ἦτα & ήτα]]:
estetik [Yun.: aisthêtés + ikos > [?] > Yunan Abecesi’nin 7. harfi, [H, η].
Fra.: esthetique]:
1.)
sanat ve güzelliğe etajer [Fra.: étagèr]: sanatsal yada
oldukça duyarlı olan, güzellikten gösterimlik eserleri koymak için açık
anlayan, 2.) güzellik duygusu, 3.) çekmece boşlukları bulunan masa
sanat ve güzelliğe karşı duyarlı olan. benzeri küçük sehpa.
Esther [İbr.]: kavmini kıyımdan etalon [?]: kanuni ölçü birimi.
kurtaran İranlı kralın Yahudi karısı. etamin [?]: seyrek dokulu kumaş.
Estonya [?]: bir Baltık Denizi ülkesi, etan [Fra.: ethane]: 1.) bak. etil, 2.)
[Estonia].
doğalgazlarda bulunan ve yakıt
estraneus [Lat.]: alışılmamış, başka olarak kullanılan kokusuz renksiz,
yerden gelmiş, garip, görülmemiş, ilk gazlı bir karbonhidrat.
defa görülen, tuhaf, yabancı, yeni. etc. [Lat.: et cetera]: ve diğerleri, ve
eş: 1.) aynı, benzer, emsal, menent, benzerleri.
tıpkı, tıpkısı, tıpatıp, 2.) benzer, ikiz, etçil: etebur.
koşa, 3.) [Sosyolaji] ayal, aile, bayan, etebur: et yiyen, etçil, etle beslenen.
bey, karı, koca, refika, etejer [Fra.]: kapaksız dolap.
eşarp [Fra.]: başörtüsü, dastar, etek: [Giyim] bir bayan giysisi.
türban. eten: yemişlerin yenen kısmı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 126 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

etene [?]: [Tıp] plazanta. Etnoloji [Yun.: ethnos + logia > + ikos
eter [Yun.: aithein > Fra.: ethere]: 1.) Fra.: ethnologie]: Sosyoloji,
uzayın daha üst bölümleri, 2.) Budunbetim, Kavimlerbilimi.
anestezik ve çözücü olarak etnosentrik [Yun.: ethnos + kentron +
kullanılan, uçucu, renksiz ve alevalıcı ikos > Fra.: ethnocentrique]: kendi
bri sıvı, Lokman Ruhu,3.) bir ırkının üstünlüğüne inanan.
zamanlar uzayı kapladığı düşünülen etnosentrizm [Yun.: ethnos + kentron >
görünmez bileşen. Fra.: ethnocentrisme]: kendi ırkının
ethnos [Yun.]: sosyal topluluk, millet, üstünlüğüne inanış.
ulus. etol [Fra.]: uzun omuz atkısı.
ethos 1 [Yun.]: 1.)
ahlak, davranış, etraf [Arp.: etrâf, taraf’ın çoğulu]: 1.)
haslet, husisiyet, huy, mizaç, nitelik, cenahlar, kıyılar, kenarlar, lebler,
özellik, tabiat, vasıf, yaratılış, 2.) taraflar, yanlar, yönler, 2.) yakın
durum, şahıs, tip, statü. çevre, ortam, vasat.
ethos 2 [Yun.]: [Budunbilim] bir kavmin etraflı [Arp.: etrâf, taraf’ın çoğulu + lı]:
özellikleri, toplumsal bir kurumun ayrıntılı, detaylı, şumullü.
özellikleri. Etrüskler: İtalya’da antik bir kavim,
Eti: Hitit. [Etruscan].
etik [Yun.: ethnos + ikos > Fra.: ethique]: etsiz: lagar, zayıf.
ahlaka uygun, ahlaki. Ettirgen: [Dilbilgisi] müteaddi
etiket [Fra.: étiquette]: 1.) yafta, 2.) [causative].
[Mecazi] kimlik. etüt [Fra.: étude]: araştırma, çalışma.
etil [Yun.: aithein > Fra.: ethyl]: 1.) bak. etyaran: [Tıp] dolama, kurlağan,
etan, 2.) genel alkol, eter vb temelini Etyoloji [Yun.: aitia + logia > Fra.:
1.)
oluşturan hidrokarbon kökü. etiologie]: sebep, kök, neden bilim,
2.)
etil alkol [Yun.: aithein + Arp.: al kuhl > hastalıkların nedenini ve kökenini
Fra.: ethylalcohole]: alkol ile aynı. bulma bilimi.
etilen [Yun.: aithein + Arp.: al kuhl > Fra.: eu [Yun.]: Yunanca ve Fransızca’da -eu;
1.)
ethylene]: kokusu ağır, renksiz, faydalı, güzel, hoş, iyi, yararlı
çabuk alevalır, gazlı bir hidrokarbon. anlamında bir önek.
Etimoloji [Yun.: etymos + logos > Fra.: Euclides [Yun.: Eukleides [Ευκλείδης] >
1.)
etymologie]: kelimelerde asıl biçim, Fra.: Euclide]: bak. Öklid.
2.)
iştikak ve türeme bilimi, Eukleides: [Yun.: Eukleides [Ευκλείδης]]:
Kelimeköken Bilimi. bak. Öklid.
etimolojik [Yun.: etymos + logos + ikos > eulegein [Yun.]: -den güzel söz etmek,
Fra.: etymologique]: kelime köken -den güzel bahsetmek, -den güzel
olarak. konuşmak.
Etiyopya [Yun.: aitho + ops > aithiops > eune [Yun.]: yatak.
1.)
Fra.: Ethopia]: gözüm yanıyor, 2.) eur [? > Fra.: eur]: Fransızca’da eur; 1.)
2.)
Habeşistan. eden, fail, yapan, taraftarı, yanlısı
etki: güç, nüfuz, tesir. anlamına bir sonek.
etkili: güçlü, nüfuzlu, tesirli. Europa [Süm. + Sam.: Ereb > Yun.]: 1.)
etkin: 1.) aktif, çalışkan, faal, gayretli, güneşin battı yer, Batı ülkesi, Avrupa,
2.)

hareketli, işlek, 2.) kadir, nüfuzlu. Yunan Mitolojisi’nde Europa, Fenike Kralı
Agenor yada Phoenix’in güzel mi güzel kızıdır.
etkinlik: aktivite, canlılık, devinim,
Zeus onu görünce hemen çekici beyaz bir
faaliyet, hareket. boğaya dönüşür ve kıza yaklaşır. Arkadaş
etkisiz: güçsüz, nüfuzsuz, tesirsiz. olurlar. Boğanın sırtına biner ve boğa Girit’e
etli: dolgun. dek yüzer. Orada boğa Zeus’a dönüşür ve kız
ona aşık olur. Üç oğulları olur; Minos,
etlik 1 [Halkdili]: semiz hayvan.
Rhadamanthus ve Serpadon. İlk iki oğul
Etlik 2 : Ankara’da bir semt adı. Aeacus ile birlikte yer altı dünyasının hakimleri
etme: ika, yapma. olurlar.
etmen: amil. eurys [Yun.]: bol, geniş.
1.)
etnik [Yun.: ethnos + ikos > Fra.: Euxine [Yun.]: çılgın deniz,
1.)
ethnique]: ırka ait, ırki, ırksal, 2.) acımazsız deniz, 2.)
Karadeniz.
Hirsitiyan ve Musevi olmayan. ev: hane, gah, ikametgah, konut,
mesken, yer, ~ halkı: hane, ~
yıkıntısı: virane, ~in girişi: antre,

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 127 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

yayla ~i: kom, ~ini özlemek: exagium [Lat.]: tartma, tartım.


evsemek, ~ini özleme: evseme, examinare [Lat.]: 1.) aklında tutmak,
Evangelik Kilisesi: [Yun.: evangelos + değerlendirmek, düşünmek,
ikos > Fra.: Evangelique]:
1.)
İsa’ya olan incelemek, ölçüp biçmek, tetkik
inançla kurtuluşa önem veren, etmek, 2.) ağırlığını ölçmek, ölçmek,
Proetstan, 2.) Protestan Kilisesi. tarmak.
evangelist [Yun.: evangelos > Fra.: Excalibor [Lat.: Caliburnus > Fra.:
1.)
evangeliste]:
1.)
gezici rahip, 2.) dört Escalibor]: Kral Arthur’un klıcı, 2.)
İncil’i yazanalrdan birisi. yenilmezlik, sonsuz gücü temsil
evangelos [Yun.]: iyi haberler getiren. ettiğine inanılır.
evcil: yerel, yerli. execrare [Lat.]: beddua etmek, lanet
evet: beli, ya. etmek, sövmek, sövüp saymak.
evin [halkdili]: i., buğday tanesi, granül, exempli gratia [Lat.]: mesela,
habbe, tanecik. örneğin, sözgelim.
evin: buğday özü. exemplum [Lat.]: kalıp, model,
eviye [Fra.: ?]: bulaşık teknesi. numune, örnek, misal.
evla [evlâ]: daha iyi, yeğ. exercere [Lat.]: çalıştırmak, işe
evlad [Arp.]: bak. evlat. sokmak, işe vermek.
evlat [Arp.: evlâd, veled’in çoğulu]: 1.) eximere [Lat.]: -den almak, çıkarmak,
doğurulmuş, 2.) döl, soy, 3.) çocuk, çıkartmak, seçmek.
erkek ~: oğul, exo 1 [Yun.]: dış, hariç.
exo 2 [Yun. > Fra.: exo]: Fra.nsızca’da
evlendirme: everme.
exo-; dış, hariç, -nın dışında anlamına
evlendirmek: barklandırmak,
gelen bir önek.
evermek.
Exodus [Yun.: ex + hodos > Fra.:
evlenmek: barklanmak. 1.)
exoduse]: ayrılış, çıkış, kurtuluş, 2.)
evlilik: evlenme, izdivaç, evliliğin ilk
Musa peygambar’in yahudileri
günleri: balayı, ~ korkusu:
Mısır’dan çıkarışı, 3.) Eski Ahit’te II.
agamafobi, Kitabın adı.
evliya [Arp.: evliyâ, veli’nin çoğulu]: exophtalmos [Yun.: exo + phthalmos]:
aksakallar, erenler, ermişler, veliler. harika gözleri olmak.
evrak [Arp.: vrk > evrâk [‫ ;]قاروا‬varak’ın exorare [Lat.]: 1.) başarmak, etkili
1.)
çoğulu]: ç.i., kağıt yaprakları, olmak, galip gelmek, hakim olmak,
yapraklar, 2.) i., belge, yazılı belge. 2.)
niyaz eymek, rica etmek,
evre: aşama, merhale, safha. yakarmak, yalvarmak.
evreka [Yun.: heureka [?] > Fra.: eureka]: expatiari [Lat.]: başka yerlere gitmek,
onu buldum, işte oldu: başarılı dolaşmak, geiznmek.
sonuçlarda söylenen bir deyim. expedire [Lat.]: ayağını çözmek, özür
evren: 1.) kainat, kosmos, 2.) [E] kainat bırakmak.
anlamına bir erkek adı. experiri [Lat.]: denemek, tecrübe
Evrepiyum [Lat.: Fra.: eurepium: Eu]: etmek.
evrim: başkalaşım, gelişme, tekamül. explanare [Lat.]: doğrultmak,
evsemek: evini özlemek. düzkleştirme, eşitlemek.
evvel [Arp.: evl > [‫]]لوا‬: 1.) ilk, önce, 2.) express [Lat.]: bak. ekpres.
birinci, önce gelen, önceki. exquirere [Lat.: ex + quaerere]:
evvela [Arp.: evl > evvelâ]: ilkin, araştırmak, incelemek.
öncelikle. exraneus [Lat.]: başka, bilinmeyen, el,
evveliyet [Arp.: evl]: ilklik, öncelik. tanınmayan, yaban.
ex 1 [Lat.]: Latince’de ex-; 1.) -den exserere [Lat.]: asılmak, abartmak,
dışarı, dış, dışarı, öne doğru 2.) germek, genişletmek, sıkıcı çekmek.
önceki, sabık anlamında bir önek. exter [Lat.]: -sız, siz.
ex 2 [Lat.: > B.D.]: 1.) eski, 2.) modası externus [Lat.]: dışarıda, evin dışında,
geçmiş. hariçte.
ex parte [Lat.]: tek taraflı, sadece bir exterus [Lat.]: dıştaki, dışarıdaki,
atrafın yararına. hariçteki.
ex post facto [Lat.]: geriye dönük extra [Lat.]: -den daha fazla.
olarak ama sonradan yapılan.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 128 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

extra ordinem [Lat.]: 1.) alışılmadık, fabrika [Lat.: fabrica > İtl.: ?]: 1.) atölye,
usule aykırı, uygunsuz. 2.) arızalı, imalathane, işhanı, 2.) [Sanayi] üretim
bozuk, çalışmayan, düzensiz. yapan büyük sanayi kuruluşu.
extraterritorial [Lat.]: 1.) dışarıdan fabula [Lat.]: hikaye, öykü.
gelen, 2.) dünya dışı. facedus [Lat.]: esprili, hazırcevap,
exul [Lat.]: sürgün, sürülmüş, yurttan nükteli, zeki, zarif.
atılmış, yurdundna kovulmuş. facere [Lat.]: etmek, yapmak.
ey: bre, hey anlamında bir ünlem. facia [Arp.: fâcia]: 1.) acıklı durum, 2.)
eyalet [?]: bağımsız büyük il. acıklı olay.
eyer [?]: binek hayvanlarına vurulan facies [Lat.]: sima, surat, ru, yüz.
binme gereci, ~ takımı satıcısı: facile [Lat.: facere]: cana yakın,
saraç, ~in arka bölümü: terki, sevimli, uysal.
terke, ~ örtüsü: çulta, ~in tahta facile princeps [Lat.]: şüphesiz olarak
birinci gelen.
bölümü: kaltak, ~e bağlana kayış:
facilis [Lat.]: basit, kolay.
kuskun, facilis descensus averno [Lat.]:
Eylül [Süryanice: aylul > Yahudice: elul]: 1.) cehenneme giden yol kolaydır.
yılın 31 gün çeken 9. ayı, 2.) [E] bir faco [Argo]: aftoz, cariye, halayık,
Türk bayan adı. kapatma, kuma, metres, nikasız
eyvan [Far.]: ayazlık, balkon, kadın, odalık.
sundurma, revak, taraça, teras. factio [Lat.]: 1.) etme, yapma, 2.) imal,
eyyam [Arp.: eyyâm, yevm’in çoğulu]: oluşturma, üretim.
günler,ruzlar, şembeler. factorum [Lat.]: kahya.
eyyamı bahur [Arp.: eyyam-ı bahur]: factum [Lat.]: 1.) amel, fiil, hareket, 2.)
yazın en sıcak ve rutubetli günleri. senet, tapu senedi, hüccet.
eza [Arp.: ezâ]: üzme, üzgü. faça [İtl.: faccia, Argo]: 1.) sima, surat,
ezan [Arp.]: ibadete yada namaza ru, yüz, 3.) giysi.
çağrı. faeces [Lat.]: çöp, süprüntü, tortu.
ezber: akılda tutma, hıfz. faenum [Lat.]: saman.
ezel [Arp.]: özsüzlik. Fahreddin [Arp.]: bak. Fahrettin.
ezeli [Arp.: ezelî]: eski, kadim. Fahrenayt: bak. Fahrenheit.
Ezgi [Far.]: 1.) şarkı, türkü, yir, 2.) Fahrenheit: 1.) Fahrenheit, G.D: yaklaşık
makam, melodi, name, terane, 3.) [E] 18. yy’da yaşamış bir Alman fizikçi,
şarkı, türkü anlamına bir bayan adı. 2.)
suyun 32° donma noktası ve 212°
ezik: 1.) bere, bertik, çürük, yara, 2.) buharlaşma noktası olduğunu ölçen
manen çökük, horlanmış. termometreyi bulan kişi.
eziyet: cefa. Fahrettin [Arp.: fahreddin]: bir erkek
Ezrail [Arp.]: can alan melek. adı.
========== F ========= fahri [Arp.]: 1.) gönüllü, istekli, 2.) [F]
F [İtl.: Effe]: İtalyan Abecesinin 6. gönüllü, istekli anlamına bir erkek
harfi, [F, f]. adı.
F: Türk Abecesi’nin 7. harfi. faideli [Arp. + li]: faydalı, naki, yararlı,
Fa [Lat.]: Müzik Abecesi’nin 4. sesi. faik [Arp.: fâik]: 1.) ali, mualla,
faal [Arp.: fa’l > fa’al [‫]]لاعف‬: aktif, mükemmel, şahane, ulu, üstün,
çalışkan, etkin, gayretli, hareketli, yüksek, 2.) [F] bir erkek adı.
işlek. faika [Arp.: fâik]: 1.), 2.) [F] bir bayan
faaliyet [Arp.: fa’l > fa’aliyet]: aktivite, adı.
canlılık, devinim, etkinlik, hareket. fail [Arp.: fâil]: eden, yapan.
faber [Lat.]: amele, emekçi, işçi. faile [Arp.]: bun, eziyet, güçlük,
fabi 1 [Arp.]: kalın kafalı. meşakkat, sıkıntı, zahmet, zor.
fabi 2 [Lat.]: düşmek, tökezlenmek. fak [Far.: fâk]: hendek, kapan,
fabl [Lat.: fabula > Fra.: phable, Edebiyat]: mandepsi, trap, tuzak.
manzum öykü. fakat: ama, amma, lakin.
fabrica [Lat.]: atölye, çalışma odası, fakir [Arp.]: sefil, yoksul, ~ kişi: aç,
işlik, işyeri. karnı doymamış.
fakirler [Arp. + ler]: fukara, sefiller,
yoksullar.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 129 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

fakirlik [Arp. + lik]: sefalet, yoksulluk. FAO: (F)ood & (A)gricultural (O)rganisation of
faktör [Lat.: facere > Fra.: facteur]: 1.) UN: BM Gıda ve Tarım Örgütü.
amil, etmen, neden, sebep, 2.) far 1 [Arp.: fare’nin çoğulu]: fareler,
[Matematik] çarpanlardan biri, sıçanlar.
çarpanlarını bulmak, 3.) [Ticaret] far 2 [Arp.]: aranan suçlu, kanun
firmaya borç para veren, 4.) [Ticaret] kaçağı.
komisyon alarak satış yapan. far 3 [Fra.: farre]: 1.) [Otomotive] bir araç
fakülte [Lat.: facere > facile > Fra.: yedek parçası, bir oto aydınlatma
1.)
faculté]: üniversite brançı, dalı, 2.) parçası, 2.) [Makyaj] bir makyaj
üniversiteye bağlı bağımsız ayrı malzemesi, göz kapağı boyası.
bölüm. far 4 [Lat.]: hububat kralı.
fal [Far.]: bakı, kum ~ı: remil, farah [Arp.]: reddetme.
falaka []: dayak cezası. faraş [Arp.: ferraş]: küçük çöğ küreği.
falcon [Lat.: falx]: doğan, sungur, farazi [Arp.: farazî]: hipotetik, sanal,
şahin. tahmini, varsayımsal.
falçata [İtl.: falcata]: eğri kunduracı faraziye [Arp.: farazîye]: hipotez,
bıçağı. varsayım.
falih [Arp.: fâlih]: 1.) şanslı, talihli, 2.) [F] farcire [Lat.]: doldurmak, içini
bir erkek adı. doldurmak, tıkamak, tıkmak,
fallare [Lat.]: başarısız olmak. tıkıştırmak.
fallere [Lat.]: aldatmak, hile yapmak, fare [Arp.]: sıçan, bir Minsk ~si:
kandırmak, yalan söylemek. kalemis.
falso [İtl.]: yanlış davranış, farfara [Arp. > Tür.]: 1.) havayastığı, 2.)
falx [Lat.]: orak. ağzı kalbalık, çalçene, çok konuşan.
fama [Lat.]: şan, şöhret, ün. fari [Lat.]: konuşmak.
fames [Lat.]: açlık, açkalma. farina [Lat.]: aş, taam, temek.
familya [İtl.]: aile, eş ve çocuklar. Farisi [Far.. Farisî]: Acem, Fars kökenli,
famulus [Lat.]: hizmetçi. İranlı.
fan 1 [Lat.: fanum > Fra.: fanatique > fan]: fark [Arp.]: ayrım, ayrıntı, başkalık,
seven, taraftar. nüans.
fan 2 [Lat.]: [Teknik] emmeç, pervane, farmakotik [Yun.: pharmakon + ikos >
vantilatör. Fra.: pharmaceutique, Eczacılık]: ecza,
1.)
fanar [Rum.: fanar]: Yunan ilaç yapılan madde,
Mitolojisi’nde göklerde ışıklı arabası Fars (İran) Abecesi: 1.) İranlıların
ile dolaşan, 2.) ışıldak. İslamiyet’i kabulünden sonra
fanatik [Lat.: fanum + ikos > Fra.: kullanılan Fars Abecesi, Farsça’da
1.)
fanatique]: karşılıksız ve nedensiz olup Arapça’da olmayan bazı sesleri
aşırı seven, 2.) [Spor & müzik] aşırı ifade eden harflerin (G, P, Ç, J gibi)
taraftar, 3.) bağnaz, mutaassıp. ilave edildiği Arap Abecesi’dir, 2.)
fancala [İtl.: frangella]: 1.) Fransız Fars Abecesi 32 harften oluşur;
ekmeği, 2.) [Gıda] ince uzun ekmek. Fars 1 [Far.: ?]: Acem, Aryan, İranlı.
fanfan [?]: konuşması anlaşılmayan. fars 2 [Fra.: pharce]: [Tiyatro] tiyatro
fanfar [?]: [Müzik] üflemeli çalgılar güldürüsü.
orkestrası. Farsça [Far. + ça]: İranca.
fani [Arp.: fâni]: gelip geçici: ölümlü. Farsça Sayılar: Yek, Du (Dü), Se, Çahar
fanila: kadın ~sı: korse, kolsuz ~: (Çar), Panc (Penç), Şaş (Şeş), Haft (Heft),
Häşt (Heşt), Noh (Nuh), Dah (Deh).
atlet.
faruk [Arp.: ? >]: 1.) iyi ile kötüyü
fanos [?]: süslü ve ayaklı fener.
ayırabilen, 2.) [F] Hz. Ömer’e verilmiş
fantastik [Yun.: phanein + ikos > Fra.:
bir unvan, 3.) [F] bir Müslüman ve
fantastique]: acayip, garip, gerçekten
Türke erkek adı.
uzak, hayali, tuhaf.
farz [Arp.: ? >]: 1.) [Din] yapılması
fantezi [Yun.: phanein > Fra.: fantasie,
1.) zorunlu, 2.) varsayma, tutma.
phantasie]: hayal, kapris, hülya,
2.) fas [Lat.]: kanuni, legal, yasal.
kuruntu, garip düşünce, garabet.
fasarya [Rum.: ?]: boş laf, yalan-dolan.
fanti [?]: iskambilde vale.
fanum [Lat.]: mabet, tapınak.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 130 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

fasces [Lat.]: 1.) baltalara bağlanan çalı fatura [İtl.: fattura]: hesap pusulası.
demirleri, 2.) eski Roma otorite fatuus [Lat.]: aptal, ebleh, salak.
sembolü. faul [İng.: fault, Futbol]: oyunda rakibine
fascimile [Lat.: facere + simile]: aynısını sert davranma, hatalı davranış.
yapan. fauna [Lat.]: 1.) eski Roma tanrıçası, 2.)
fascine [Lat.: fasces > İtl.: fascine > Fra.: direy, tüm canlılar.
fascine]: savaşta bazı hafif faunus [Lat.]: yarı insan yarı keçi
istihkamlarda kullanılan çalı demiri. biçimli eski Roam ikincil tanrılarındna
fascinum [Lat.]: büyüleyici. olan.
faseta [Fra.: façeta]: yontulmuş elmas faux [Çuv. & Tür.: buaz, buvaz, boğaz >
yüzü. Lat.]: boğaz, gırtlak, imik, ümik.
fasikül [Lat.: fascicle > fasciculus > Fra.: favere [Lat.]: işini kolaylaştırmak, iyilik
1.)
fascicule]: demet, küçük bağ, 2.) yapmak, kayırmak, müsamaha
cüz, küçük bölüm, 3.) [Basım] basılı bir etmek, tarafını tutumak, iltimas
kitabın bölümleri, 5.) [Bedenbilim] kas etmek.
yada sinir demeti, 6.) [Bitkibilim] çiçek fax [Lat.: facere + simile > Fra.: faximile]:
1.)
yada yapraklardan bir demet. aynısını çıkartma yada kopyasını
fason [Fra.: façon]: [Sanayi]1.) öreneğe alma, 2.) belge geçer makinesi,
göre kesim, 2.) örneğ e göre, başkası faximile makinesi.
adına mal üretimi. fayans [Fra.: faience, İnşaat]: duvar
fastus [Lat.]: 1.) küçük görme, tepeden süsü.
bakma, hor görme, 2.) gurur, kibir. fayda [Arp.]: yarar.
fasulye [?]: bir tür bakliyat, küçük faydalı [Arp. + lı]: faidali, naki, yararlı.
taneli ~: cilban, ~ salatası: pilaki, faydasız [Arp. + sız]: yararsız.
faş [Far.]: açığa çıkartma yada vurma. faz [Fra.nszıca: phase, Elektrik]: elektrik
faşing [Alm.: fasching]: karnaval. geriliminde evre.
faşist [Lat.: fasces > İtl.: fascism > Fra.: fazilet [Arp.: ? > fazîlet]: 1.) erdem, 2.)
fasciste]: faşist parti üyesi yada [F] bir bayan adı, [Karşılığı erkek adı,
taraftarı. Erdem].

Faşizm [Lat.: fasces > İtl.: fascism > Fra.: fazla [Far.]: 1.) caba, ekstra, 2.)
fascisme]:
1.)
diktatörlük, savaşçı gereğinden çok, .
milliyetçilik ve ırkçılık, militarizm vb fazladan [Far.]: ayrıca, caba, ektsra,
ile krakterize edilen ve ilk kez üste.
İtalya’da (1922-1943) oluşturulan bir fazlı [Arp.: ? >]: 1.) ? 2.) [F] bir erkek adı.
yönetim biçim. FBI: (F)ederal (B)ureau of (I)nvestigation:
fatalis [Lat.: fatum]: alınyazısı, kader, Federal İstihbarat Bürosu.
son, taksirat, yazı. FDA [Federal Drug Agency]: Amerikan
fatalist [Lat.: > Fra.]: kaderci, yargıcı, Gıda ve İlaç Dairesi.
yazgıcı. febris [Lat.]: ateş, bedenin yanması,
fatalite [Fra.: fatalitèe]: alın yazısı, beden ateşi.
kader. februarius mensis [Lat.]: açıklama
fatigare [Lat.]: yorulmak. ayı, uzlaşma ayı, [February].
fatih [Arp.: fth > fâtih]: 1.) açan, bir yeri fecaat [Arp.]: yürekler acısı durum,
savaşla kazanan, ele geçiren, 2.) [F] feci [Arp.]: elim.
Fatih Sultan Mehmet;, 3.)
[F]
fecundus [Lat.]: doğurgan, üretken,
İstanbul’da bir semt, 4.)
[F] bir Türk
verimli.
erkek adı. feda [Arp.]: uğruna verme.
Fatiha [Arp.: fth > fâtiha]: 1.) açma, fedai [Arp.]: 1.) 2.) [F] bir erkek adı.
elegeçirme, fethetme, 2.) açılış, 3.) federal [Lat.: foedus > Fra.: federale]: 1.)
[Din] Kur’anı Kerim’in ilk suresi.
federasyon biçiminde, birleşik
Fatma [Arp.: ? >]: 1.) 2.) 3.) [F] bir devletlere ait, 2.) bağımsız.
Müslüman ve Türk bayan adı. federasyon [Lat.: foedus > Fra.:
1.)
Fato 1 : Fatma’nın kısaltması. federation: birleşmeyle ilgili, 2.)
fato 2 [İtl.]: şarap fıçısı. büyük yada dahs üst birlik, 3.)
Fatoş: Fatma’nın kısaltması. birliklerin birliği.
fatum [Lat.]: 1.) kahin, 2.) alınyazısı, federe [Lat.: foedus > Fra.: federé]:
kader, taksirat, yazı. bağımsız, muhtar, otonom.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 131 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

feho [Alm.]: mal, mülk, toprak, tımar, ferah [Arp.: farah]: geniş, havadar,
zeamet. rahat, rahatlama.
fek 1 [Far.]: bozma, fesh, ilga, iptal, Ferahnaz [Arp.: ferah + Far.: nâz]: bir
kaldırma, lağvetme. bayan adı.
fek 2 [Far.]: fesh etmek, iptal ettirmek, ferç [Arp.]: buz, kadın cinsel organının
kaldırmak. dış kısmı, vulva.
felç [?]: inme, nuzul, paraliz. ferd [Arp.]: bak. fert.
feldspat [?]: ? ferdi [Arp.: ferdî]: 1.) bireysel, kişisel,
felek [Far.]: 1.) alem, diyar, dünya, 2.) özlük, şahısi, zat, 2.) [F] bir Müslüman
baht, kısmet, kut, mut, şans, talih, ve Türk erkek adı.
takdir, uğur. feriae [Lat.]: festivaller, kutlamakalr,
feles [Lat.]: kedi. şölenler.
felicior [Lat.]: daha şanslı. ferik [Halkdili]: piliç.
feliks [felix]: 1.) palmiyeye benzer bir fermantasyon [Yun.: ? + ? > Fra.:]:
ağaç, 2.) erkek adı olarak, [Felix: mayalama.
Mutlu]. ferment [Lat.: fervere > Fra.: fermente,
felix 1 [Lat.]: mutlu. Kimya]: ekşime, maya, tahammür.
Felix 2 [Lat.]: bir Batılı erkek adı. fermentasyon [Lat.: fervere > Fra.:
1.)
fello [Lat.]: acımasız, haşin, sert. fermentation]: ekşime, mayalanma,
2.)
Felsefe [Arp.]: ?, İbrani Felsefesi: tahammür, galeyan, heyecan.
Kabala. ferous [latince: ferre]: ferous; hasıl eden,
fem [Arp.]: ağız. taşıyan, veren anlamına bir son ek.
femina [Lat.]: 1.) kadın, 2.) dişi, dişil. ferre [Lat.]: 1.) aklında tutmak,
feminen [Lat.]: dişil. dayanmak, tahammül etmek,
feminist [Lat.: femina > Fra.: feministe]: taşımak, üstlenmek, yükümlü olmak,
2.)
kadın hakları taraftarı. hasıl etmek, üretmek, vermek, 3.)
feminizm [Lat.: femina > Fra.: taşımak, 4.) getirmek.
feminisme]: kadın hakları savunması. ferro [Lat.: ferrus]: Fra.nsızca’da ferro-;
1.)
femura [Lat.]: bud, uyluk. demir, 2.) demir ve anlamına gelen
fen [Arp.: ? > [‫]]نف‬: bilim, ilim. bir önek.
fena [Arp.]: kem, kötü. ferrum [Lat.]: demir.
fendere [Lat.]: çarpmak, saldırmak, ferrus [Lat.]: demir.
vurmak. fersah: uzaklık, çok uzak.
fener [Rum.: fanar > Tür.]: 1.) ışıldak, 2.) fert [Arp.: frd > ferd]: 1.) tekbaşına
[F] İstanbul’da bir semt, denizdeki kalma, toplumda ayrı durma, yalnız
küçük ~: çakar, süslü ve ayaklı ~: olma, 2.) birey, kimse, kişi, şahıs,
fanos. zat.
fenomen [Yun.: phainesthai > Lat.: ferhat [Arp.]: 1.) ? 2.) [F] bir Müslüman
phenomenon > Fra.: phenomene]: olay, ve Türk erkek adı.
olgu, vakia. fertler [Arp.: frd > ferd + ler > fertler]:
feod [Aml.: feho]: mal, mülk, toprak, ç.i., bireyler, efrat.
tımar, zeamet. ferule [Lat.]: 1.) çubuk, kamçı, sopa, 2.)
feodal [Alm.: feho > feod > Fra.: feodal]: hayvan yada insan dövme sopası.
derebeylikle ilgili yada toprak ağalığı. ferus [Lat.]: 1.) vahşi, yabani, yırtıcı, 2.)
feodal [Fra.: féodal]: derebeyi. çılgın, deli gibi, 3.) arsız, terbiyesiz,
feodalite [Fra.: féodalité]: derebeylik. hiddetli, hoyrat.
1.)
feodalizm [Al.: feho > feod > Fra.: fervere [Lat.]: kabarmak,
feodalisme]: derebeylik, toprak kaynamak, kaynatmak,
ağalığı, tımar sahipli, seamet köpüklenmek, köpürmek, 2.) ateşten
sahipliği. kızarmak, kırmızlaşmak, kor haline
fer [Arp.]: 1.) ateş, nar, od, 2.) [Mecazi] gelmek, yanmak, 3.) alevlenmek,
gözde canlılık. hararetli hale gelmek, sıcak basmak.
Ferace [? : ferâce]: [Giyim] kadın üst feryad [Far.: feryâd]: bak. feryad.
giysisi. feryat [Far.: feryâd]: 1.) imdat çığlığı,
feragat [Arp.: ferâgat]: hakkından vaz yardım çağrısı, 2.) çığlık.
geçme. fes [Osm.]: 1.) Fas ülkesi, 2.) Osmanlı’da
bir başlık, 3.) silindir biçimli başlık.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 132 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

fesh [Arp.]: bozma, fesh, ilga, iptal, fıstık [Arp.: fustuk [‫]]قيتسف‬: 1.) bir tür
kaldırma, lağvetme, ~ etmek [Arp.]: meyve, 2.) [Mecazi] bıldırcın, karı, kız,
fek, iptal ettirmek. sevgili, fer fıstığı: araşit.
festus [Lat.]: 1.) eğlenecli, sevinçli, fıtık: i., [Tıp] kavlıç, yarımlık, ince
şen, 2.) bayram yada yortuya ait. bağırsak fıtığı: anterosel, kalın
feta [?]: bir peynir türü. bağırsak fıtığı: apandisit.
fetida [Lat.]: kokmuş kokuşmuş, fıtre [Arp.]: i. [Din] sadaka.
teeffün. fıtri [Arp.: fıtrî]: doğumdan, doğuştan,
fetiş [Por: feitiço]: 1.) sirili gücü tabii, yaratılıştan.
olduğuna inanılan nesne, 2.) Fi [Yun.]: bak. Phi.
mantıkdışı olarak birisinin bir şeye fiat 1 [Lat.]: bırakın olsun, bırakın
kendini adaması, 3.)
normadışı yapsınlar.
biçimde cinsel duyguları harekete fiat 2 [Lat.: ? > İtl.: ?]: 1.) emir, karar, 2.)
geçiren cinsel dışı bir nesne. yaptırım.
fetiş: büt, idol, mabet, put, sanem, Fiat 3 [İtl.]: bir İtalyan araba markası.
fetta [Lat.]: bir dilim. fiber [Lat.: fibra > Fra.: fiber, fibre]: ip,
fettan [?]: cilveli kadın. iplik, lif, kınnap, sicim, tel, tire,
fetus [Lat.]: fiberglas [?]: 1.) ticari bi marka, 2.)
fetus 1 [Lat.]: 1.) bereketli, münbit, dokumacılık ve yalıtım
verimli, yaratıcı, 2.) öne çıkartma. malzemelerinde kullanılan iyi
fetus 2 [Lat. > Fra.: fetus]: 1.) öne dokunmuş yamcünü malzemesi, 3.)
çıkartma, 2.)
özellikle ileri camyünü malzemesi.
dönemlerinde bir hayvanın fibra [Lat.]: fiber, ip, iplik, kınnap, lif,
doğmamış yavrusu, 3.) insanda, sicim, tel, tire.
karındaki yavru, 4.) cenin, fetus, fibula [Lat.]: i., kopça, toka.
oğulcuk, bir canlının ilk oluşumu, ficus [Lat.]: i., incir, yemiş.
başlangıç, iptida. fidan [Rum.: fitia > fiton & futon]: 1.)
Feyman: [?]: ? bitkiler, 2.) [Bitkibilim] küçük ağaç
feza [Far.]: 1.) [Yıldızbilim] uzay, 2.) [F] bir fidesi, 2.) [F] fide sürgün, anlamına bir
erkek adı. [Uzay]. Türk bayan adı, ~ dikişlen yer: arık.
fezleke [Arp.]: hülasa, özet. fidanlık [Rum.: fiton & futon + lık]: 1.)
fıçı [?]: 1.) çemberli ağaç sıvı kabı, 2.) ağaç ekili alan, 2.) açağlarla kaplı
bidon, varil. alan.
fıkra [Arp.]: [Yazın] anekdot, hisse, fide [Rum.: fitia]: 1.) bitki, 2.) [Bitkibilim]
kıssa, küçük ağaç fidesi,
fıkralar [Arp. + lar]: hikayeler, kısas, fidelis [Lat.]: emin, güvenilir, inanılır.
öyküler. fidelitas [Lat.]: doğruluk, sadakat,
Fırat Nehri [Rum.: Euphrates [?]]: vefa.
Türkiye’de Orta Anadolu’dan doğup, fidere [Lat.]: emin olmak, güvenmek,
Suriye ve Irak’ı geçip İran Körfezi’ne itimat etmek.
dökülen bir ırmak, [Tigris]. fides [Lat.]: inanç, inanma, iman.
fırça [?]: i., 1.) boyama aracı, 2.) sakal fidus [Lat.]: 1.) doğru, güvenilir,
tıraşı gereci, 3.) [Mecazi] azar, itimada şayan, 2.) sadık, vefakar, 3.)
fırkata [İtl.: fırcatte ? ]: eski bir savaş inanır, iman sahibi.
gemisi. fidye 1 [Arp.]: kurtulmalık.
fırkateyn [?: fırcatte ? ]: bir savaş fidye 2 [Rum.: fitia]: 1.) fidanlık, 2.) genç
gemisi. üzümbağı.
fırlak: dışarı doğrı fırlama. fidyeinecat [Arp.: fideye-i necad]:
fırsat [?]: 1.) fırsat, şans, talih, tesadüf, kurtulmalık.
2.)
punt, uygun zaman. fie: artık parçalar.
fırt: bir yudumluk içki, içim, yudum. figere [Lat.]: bağlamak, kapamak,
fırtına [?]: [Evrenbilim] kuvvetli rüzgar, ~ raptetmek, sabitlemek, sıkılaştırmak,
türleri: Ayandon, şiddetli ~: siklon, sürgülemek.
figurare [Lat.]: biçimlendirmek,
güçlü ~: uragan.
şekillendirmek.
figür [Lat.: fingere > Fra.: figure]: 1.)
biçim, 2.) desen, 3.) dans hareketleri.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 133 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

figüratif [Lat.: fingere > Fra.: figurative]: Filistinli [Arp. + li]: Filistinde yaşayan
1.)
mecazi, remzi, temsili, 2.) betili, Arap kökenli ulus, [Palestinian],
resimli, süslü, tasfirli. filius [Lat.]: erkek evlat, oğul.
fihrist [Far.]: içindekiler, katalog, filiz [Rum.: flissa > flisia]: 1.) küçük
muhteviyat. yaprak, yaprakçık, 2.) [Bitkibilim]
fiil 2 [Arp.: fal [‫ > ]لعف‬f’il]: 1.) eylem, sürgün, 2.) maden cevheri, 3.) [F] bir
etmek, yapmak, 2.) [Dilbilgisi] eylem. Türk bayan adı.
fiil 1 [Arp.: fal [‫ > ]لعف‬f’il]: davranış, fillon [Yun.]: bak. phyllon.
edim, eylem, iş. film [İng.]: 1.) güzel ince deri, kaplama
fikir [Arp.: fikr]: düşünce, ide. vb, 2.) [Teknik] analoğ fotoğrafçılıkta
fikret [Arp.]: 1.) düşünce, yansıma, 2.) kullanılan ve ışığa duyarlı bir
[F] bir Müslüman ve Türk erkek malzeme ile sıvanmış, esnek selüloz
bayan adı. malzeme, 3.) güneş ışınlaraına karşı
fikri [Arp.: fikrî]: 1.) 2.) [F] bir Müslüman pencere ve camlarda kullanılan zar
ve Türk erkek adı. tabaka, 4.) hareketli resim, hareketli
fiks [Lat.: figere > Fra.: fixe]: görüntü, 5.) sinema eseri. ~in ilk
değişmeyen, değişmez, hareketsiz, gece gösterimi: gala, tanıtım ~i:
sabit. fragman.
fikstür [Lat.: figere > Fra.: fixture]: 1.) filo [İtl.: filo > flogtiglia > Osm.: flotila]:
sabit şey, 2.) [Spor] takımların 1.)
donanma, 2.) Deniz Kuvvetleri’ne
önceden belirlenen karşılaşma bağlı savai gemi gurubu.
çizelgesi. filoz [?]: [Denizcilik] mantardan ağ
fiktif [Lat.: fingere > Fra.: fictive]: 1.) şamandırası.
hayal yada masala benzeyen, 2.) filozof [Yun.: ? + ? > [?] > Fra.:
hayali, sahte, udurma, 3.) [Gümrük] philoseophe]: ?
gürmrük sahası dışındaki gümrüklü filtre [Lat.: filtrum > Fra.: filtrè]: 1.) keçe,
saha. 2.)
kötü maddeleri süzen gereç,
fil hastalığı: [Tıp] 1.) aşırı şişme, aşırı süzgeç, 3.) [Otomotiv] motor yağını,
2.)
şişmanlama, bedenin belli havayı, poleni süzen gereç.
bölümlerinin aşırı şişmesine neden filtrum [Lat.]: keçe.
olan bir deri hastalığı, 3.) fil hastalığı, filum [Lat.]: 1.) fiber, ip, iplik, kınnap,
elefantiyazis. lif, sicim, tel, tire, 2.) ince çizgi, yiv,
Filadelfiya [Rum.: ? > Osm.: ?]: 3.)
sıra, silsile.
Alaşehir. fimbria [Lat.]: ilmik aralığı, kenar
filaman [Lat.: filum > Fra.: filement]: aralığı.
iber, ip, iplik, kınnap, lif, sicim, tel, Fin [?]: Finlandiyalı, ~ hamamı [Fra.]:
tire.
sauna.
filateli [Yun.: philos + telos > Fra.:
1.) final [Lat.: finis > Fra.: final]: bitirme,
philatélie]: pulvergisi, pulharcı, 2.)
bitiş, hitam, netice, nihayet, skor,
pulculuk, pul briktirme.
son, sonuç.
file [Lat.: filum > Fra.: filée]: 1.) ağ
finans [Lat.: finis > Fra.: finance]: para,
biçimli torba, 2.) bir zamanların
mali işler.
alışveriş gereci, 3.) [Spor] pota yada
finansal [Lat.: finis > Fra.: finance + ale >
kalede gergili ağ.
financiale]: mali, parasal.
fileto [Lat.: filum > İtl.]: 1.) sığırın bel
fincan [Arp.]: porselenden kahve içme
kısmından elde edilen et, 2.) biftek,
kabı.
kotlet.
findere [Lat.]: bölmek, çatlatmak, ikiye
filiaris [filiarisis]: [Tıp] kan ve bağırsak
ayırmak, ortasından ayırmak,
parazitlerinden oluşan hastalık.
1.) yarmak.
filika [İtl.: feluca]: [Denizcilik]
2.) fingere [Lat.]: biçimlendirmek,
cankurtaran sandalı, gemi sandalı.
şekillendirmek.
filinta [Alm.: flinte]: 1.) bir silah
finis [Lat.]: bitiş, hitam, final, son.
markası, 2.) bir silah türü, 3.) [Mecazi]
finiş [Lat.: finis > İng.: finish]: bitirme,
tüfek gibi sağlam.
bitiş, hitam, netice, nihayet, skor,
Filistin [Arp.]: İsrail’de bir Arap yurdu.
son, sonuç, uç.
Bağımsız değil. [Palestin],
Finlandiya [Suomi Finland]: bir
İskandinavya ülkesi, [Finland].

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 134 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

fiore [İtl.]: çiçek. fiyasko [İtl.: ? > Fra.: fiasco]:


firar [Arp.]: 1.) kaçma, kurtulma, 2.) Bir başarısızlık, başarısız sonuç, bozgun,
suçtan dolayı kaçma, ~ etmek: 1.) hezimet, muvaffakıyetsizlik, yenilgi.
kaçmak, kurtulmak, 2.) Bir suçtan fiyat [fi > fiat: ?]: değer, eder, paha.
dolayı kaçmak. fiyesta [Lat.: festus > İsp.: fiesta]:
firari [Arp.: firârî]: 1.) kaçak, suçlu, 2.) bayram, şenlik, yortu.
Asker kaçağı. fiyonk [Rum.: ? yada İtl.: fiocca > fiyongo
1.)
firez [halkdili]: buğday özü. > fiyonga]: düğüm, düğüm atma,
2.)
firkete [İtl.: forchetta]: 1.) çatal, 2.) bel, kelebek kurdela.
çatal, 3.) saç tokası. Fizik [Yun.: physis > physika + ikos > [?]
1.) 2.)
firma 1 [Lat.]: sabit ödeme, sabit > Fra.: physique]: ? madde ve
ödenti. enerjinin özellikler, etkileri ve
firma 2 [Lat.: firmus > İtl.]: şirket, karşılıklı etkileşimleri vb ile ilgilenen
ticarethane. bir bilim dalı, 3.) Fizik Bilimi.
firmare [Lat.]:
1.)
güçlendirmek, fizikötesi: metafizik.
kuvvetlendirmek, 2.) katileştirmek, fizyon [Lat.: findere > Fra.: fission]: 1.)
2.)
kesinleştirmek, sabitleştirmek. ortasından ikiye ayırma,
firmus [Lat.]: dönmez, katı, metin, [Yaşambilim] ortasından bölünerek
pek, pekişmiş, sabit, sert, sıkı. üreme, 3.) [Fizik] Nükleer fizyon gibi,
firuze [Far.: perocak > piruze > Arp.: uranyum benzeri bir unsurun daha
firûze [?]]:
1.)
güngibi, güne benzer, basit ve durağan bölümlere ayrılıp
2.)
mavi renkli, 3.) mavi renkli parçalanması.
mineral, 4.) [M] bir bayan adı. flaccus [Lat.]: yumuşak ve titrek
firuzan [Far.: firûzân [‫]]ﻓﺮوزان‬: 1.) parlak, flagellum [Lat.]: kamçı.
parıldayan, 2.) [F] bu anlamda, bir flagrare [Lat.]: yanmak, yakmak.
bayan adı. flama [Lat.: flamma > İtl.: flama]: 1.)
fiscal [Lat.: fiscus > Fra.: fiscal]: mali. alev, 2.) alev, meşale, 3.) [Denizcilik]
fiscus [Lat.]: 1.) hazine, servet, 2.) işaret bayrağı.
kamu kasası. flamenko [İsp.: flamenco]: İspanyol
fiske: parmakla vurulan vuruş. Çingenesi müziği yada dansı.
fistan [?]: bir kadın giysisi. flamingo [Por.]: bir tür su kuşu.
fistula [Lat.]: çıban, çakma, karha, flamma [Lat.]: alaz, yalaz, şule, yalım.
ülser, yara. flanel [İng.: flannel > Fra.: flannel]:
fistül [Lat.: fistula > Fra.: fistule]: [Tıp] 1.) [Dokuma] bir kumaş türü.
kalınlaşmış deri, nasır, 2.) çıban, flare [Lat.]: 1.) esmek, üflemek,
çakma, karha, ülser, yara. rüzgara kapılmak, 2.) nefes almak,
fiş [Fra.: fiche]: 1.) belge, 2.) [Elektrik] solumak, 3.) hava basmak, havayla
elektrik kablosu ucu. doldurmak, şişirmek.
fişek [Far.: fişân]: 1.) saçan, dağıtan, flaş [İng.: flash]: 1.) yanıp sönen, 2.)
3.)
püskürten, 2.) tüfek mermisi, 2.) [Otomotive] uyarı lambası, [Fotoğraf
çatapat, havai ~: maytap., makinesi] aydınlatma lambası.

fit: 1.) ara bozma, fitne, 2.) ödeşme. flavta [İtl.: flauto]: flüt.
fitia [Rum.: [?], çoğlu: fiton & futon [?]]: 1.) fleam [?]: neşter.
bitki, nebat, 2.) ağaç. flectere [Lat.]: bükmek, eğmek,
fitil [Arp.: fetil [?]]: 1.) burarak örülen kıvırmak, döndürmek, tersine.
ip, burma ip, 2.) çakmak yada flegma [rum.: φλέγμα]: 1.) irin, iltihap, 2.)
lambadaki pamuk, 3.) [Giysi] ince bak. phlegma.
şerit, 4.) [Askeriye] fünye, 5.) [Argo] fleks [Lat.: flectere > Fra.: flex]:
sarhoş. bükülebilir, eğilebilir, esnek.
fitne [Arp.: ? > [?]]: ara bozma, fit. fleksible [Lat.: flectere > Fra.: flexible]:
fitneci [Arp. + ci]: gammaz. bükülebilir, eğilebilir, esnek dokuma
fiton [Rum.: fitia > çoğlu: fiton & futon]: 1.) yada kumaş anlamına bir sonek.
bitkiler, nebatat, 2.) ağaçlar. fligere [Lat.]: çarpmak, darbe
fiyaka [?]: afi, caka, çalım, gösteriş, indirmek, neden olmak, sebebp
racon. olmak, vurmak, yolaçmak.
fiyakalı: afili, aynalı, cakalı, çalımlı, fligran [Fra.: filigrane]: 1.) suyolu,
gösterişli, yakışıklı. telkâri, 2.) ince tabaka, zar tabaka, 3.)

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 135 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

kağıt paralarda bırakılan, ışığa folium [Lat.]: sayfa, yaprak.


tutunca görülen çizgi, resim vb. folklor [İng.: folklore]: 1.) halk geleneği,
flissa [Yun.: fillon: ?]: küçük yaprak. inancı, adeti, atasözü, 2.) halkdansı.
flit [Fra.]: 1.) böcekleri öldürücü ilac, 2.) follis [Lat.]: alttakiler, aşağıdakiler.
sinek ilacı. follis [Lat.]: tulum çalgısı, tulum.
flora [Lat.: flos > Fra.: flora]: 1.) belli bir folyo [Lat.: folia > Fra.: folio]: 1.) kitap
zaman ve bölgeye ait çiçek ve bitki yaprağı, varak, 2.) ince aliminyum
örtüsü, 2.) bitey, bitki örtüsü. yada plastik kaplama malzemesi.
florantin [İtl. > Fra.: florantine]: 1.) fon [Lat.: fundus > Fra.: fund]: bir iş için
Floransalı, 2.) [Dokuma] bir tür ayrılmış yada oluşturulmuş nakit
kabartma çizgili ipek kumaş. para, ödenek.
florist [Lat.: flos + Yun.: istes > Fra.: fon: bak. phone.
floriste]: çiçekçi. fonetik [Yun.: phones + ikos > [?] > Fra.:
Florya [?]: İstanbul’da bir semt. phonetique]: ?
flota [İsp.]: filo. fonksiyon [Lat.: fungi > Fra.: function]:
1.)
flotillo [İsp.: flota > Fra.]: donanma, bir şeyin normal ve ona özgü
filo. hareketleri, 2.) bir iş için gerekli özel
flört [İng.: flirt]: aşıkdaşlık, çıkma, kız- görev, 3.) resmi tören, sosyal bir
erkek arkadaşlığı. olay, 4.) görev, işlev, vazife.
fluctus [Lat.]: dalga. fonksiyonel [Lat.: fungi > Fra.:
fluere 1 [Lat.]: akmak, cereyan etmek, functionaille]: görevsel, işlevsel.
dalgalanmak, dolmak, kabarmak, fono [Yun.: phonos: ?]: bak. phono.
yükselmek. Fonoloji [Yun.: phonos + logia > [?] >
2
fluere [Lat.]: çiçek açmak, Fra.: phonologie]: sesbilimi,
çiçeklenmek. fons [Lat.]: yay.
fluor [Lat.]: akıntı, değişme, seyelan. font [Lat.: fons]: [Basın, Bilgiayar] belirli
flü [Fra.: flu]: bulanık, net olmayan, bir tür yada boyda harf takımı,
flüorasan [Lat.: fluor > Fra.: fluorescent]: letraset.
[Elektrik] bir ampül türü. fora [Lat.: foris > foras > İtl.: fuora]: 1.)
flüt [Far.: flout > Fra.: flute]: [Müzik] dış, dışarıya doğru, 2.) [Denizcilik]
flavta. yelken aç komutu.
FM [İng.: (F)requency (M)odulation]: 1.) foras [Lat.]: kapının dışı, dışarısı, evin
sıklık değişimi, frekans modülasyonu, dışı.
2.)
[Radyo] en iyi radyo yayın bandı. forklift [İng.: fork-lift]: 1.) çatal kaldıraç,
foam [İng.]: 1.) köpük, 2.) ısı yalıtımı 2.)
önü çatallı bir motorlu vinç.
için yapılarda kullanılan köpük form [Lat.: forma > Fra.]: 1.) biçim,
malzemesi. eşkal, şekil, 2.) bedenin kg olarak
foamboard [İng.]: 1.) köpük levha, 2.) normala dönmesi, 3.) doldurulacak
ısı yalıtımı için yapılarda kullanılan baskılı evrak.
köpük levha malzemesi. forma [Lat.]: biçim, form, şekil.
FOB [İng.: Free On Board]: 1.) [Taşımacılık formal [Lat.: forma > Fra.: fromal]: 1.)
& Ticaret] gemi bordosunda teslim biçimsel, şekli, 2.) resmi.
biçimi, 2.) bu teslim biçiminde sigorta formalite [Lat.: forma > Fra.: formalité]:
1.)
ve navlun yoktur, bak. ICC. resmiyet, adet, usül, 2.) resmi
focus [Lat.]: 1.) arz, yeryüzü, yerküre, işlemler, kırtasiye.
yuvarlak, 2.) ocak, soba, şömine. formare [Lat.]: biçimlenmek,
Foça [Rum.: fokya:]: 1.) ayı balığı yada biçimlendirmek, şekillenmek,
fok, 2.) Ege’de antik, tarihi ve turistik şekllendirmek.
kıyı kasabaları; Eski Foça ve Yeni Foça. formasyon [Lat.: forma > Fra.:
1.)
fodra [?]: i., [Dokuma] sert kolalı bez. formation]: biçimlenme,
foedus [Lat.]: ekip, grup, takım. şekillenme, 2.) bir meslek, iş yada
fok [Rum.: fokya: ?]: ayı balığı, fok işyerine alıştırma süreci yada eğitimi.
balığı. format [Lat.: formatus > İng.]: 1.) biçim,
fokya [Rum.: ?]: bak. fok. şekil, genel düzen, 2.) [Bilgisayar]
Fol [?]: i., yumurta benzeri şey. biçimlendirme, bilgileri disk yada
folia [Lat.]: ağaç yada bitki yaprağı, sabit diskten tamamen silme.
yaprak.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 136 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

formatlama [Lat.: formatus > İng. + yada bitki kalıntısı, 2.) taşlaşmış şey,
lama]: biçilendirme, şekillendirme. taşıl, 3.) eski kafalı yada eski
formatus [Lat.]: biçimlenmiş, düşünceli.
şekillenmiş. fosilis [Lat.]: kazılmış.
formen [İng.: foreman]: 1.) baş adam, fosilleşmek [Lat.: fosilis > Fra.: fossile +
başkan, reis, 2.) işyeri, fabrikada baş leşmek]:
1.)
eskimek, 2.) çağı yada
kalfa, ustabaşı. dönemi geçmek.
formic [Lat.: formica + Yun.: ikos > İng.: foşa [?]: [Bitkibilim] bir fındık çeşidi.
formic > Fra.: formique]: karınca ve fota [İtl.: fusto]: şarap fıçısı.
örümceklerde bulunan renksiz asit. fotokopi [Yun.: ? > Fra.: photocopy]:
formica [Lat.]: karınca. tıpkıçekim.
formidare [Lat.]: dehşete düşürmek, fototerapi [Yun.: ? > Fra.:
korkutmak, ürkütmek. phototherapie]: ışık tedavisi,
formik [Lat.: formica]: bak. formic & fovere [Lat.]: ısıtmak, sıcak tutumak.
formique. foya [Lat.: folia > İtl.: foglia]: ince metal
formika [formica]: 1.) [F] patentli bir yaprak,
marka, 2.) masa ve lavabo yapımında Fra.ncarum [Lat.]: Fra.nsa.
kullanılan lamine, ısıya-dayanımlı Fra.nkenstein: 1818 yılında yazılmış
plastik. bir romanın ana karakteri, bir
formique [Lat.: formica + Yun.: ikos > canavar yapan ve kendisini<o
İng.: formic > Fra.: formique]: karınca canavarın yediği kişi.
ve örümceklerde bulunan renksiz Fra.nkeştayn: bak. Frenkenstein.
asit. Fra.nsız Abecesi:
formula [Lat.: forma]: 1.) kaide, reçete, Fra.nsiyum [Lat.: > Fra.nsızva: francium:
usül, tertip, 2.) [Spor] otomobil yarışı, Fr]:
3.)
Formula 1 (F1) oto yarışı. fragman [Lat.: frangere > Fra.:
1.)
formus [Lat.]: sıcak. fragment]: bölüm, kırılmış parça,
formül [Lat.: forma > Fra.: formule]: 1.) kısım, 2.) bir filmin belli bölümleri, 3.)
kaide, reçete, usül, tertip, 2.) tanıtım filmi.
[Matematik, Kimya] usül, yol yordam. fragrare [Lat.]: 1.) kokmak, tatlı bir
fornix [Lat.]: genelev, umumihane, koku yaymak, tatlı kokmak, 2.)
kerane. koklamak, kokmak.
fors 1 [Lat.: fortis > Fra.: force]: 1.) güç, frak [Fra.: frac]: 1.) kuyruklu, tören
kuvvet, makam, mevki, 2.) itibar, giysisi, 2.) resmi erkek giysisi.
prestij, saygınlık. fraksiyon [Lat.: frangere > Fra.:
fors 2 [Lat.]: baht, felek, kısmet, kut, fraction]:
1.)
bölüm, kırılım, kısım,
2.) 3.)
mut, şans, talih, takdir, uğur. parça, [Kimya] damıtık madde,
forsa [İtl.: forza]: 1.) zorlanan, zorla [Matematik] kesir.
çalıştırılan, 2.) kürek mahkumu. frangere [Lat.]: kırmak, parçalamak,
fort [Lat.: fortis > fort]: kale. parçalara ayırmak.
1.)
forte [Lat.:. fortis > Fra.]: frapan [Fra.: ?]: albenili, alımlı, cazip,
2.)
kuvvetlendiren, birisinin iyi çekici.
yaptığı iş. frater [Lat.]: birader, erkek kardeş.
fortis [Lat.]: güçlü, kuvvetli. Fraulein [Alm.: Fräulein]: evli olmayan
Fortuna [Lat.]: eski Roma’da şans, bayan, Fraulein, Miss.
talih tanrıçası. fraus [Lat.]: al, aldatma, hile, kndırma.
forum [Lat. > İng.]: 1.) eski Roma’da frekans [Lat.: frequens > Fra.:
2.) 1.)
pazar, pazaryeri, toplumsal frequance]: sık sık olma, sık sık
konuları tartışmak için toplanma, bir vuku bulmak, 2.) belli bri zaman
araya gelme. içinde tekrarlanma sayısı, 3.) [Fizik]
fos: asılsız, çürük, temelsiz. sesin tireşim sayısı,
fosfor [Yun.: ? > Fra.: phophore]: [Kimya] fren [Fra.: frein]: 1.) durduran, 2.)
yarı saydam, balmumu biçimli, [Otomotive] aracı durduran bir parça, ~
sarımsak kusulu, karnlıkta parlayan, parçası: balata,
zehirli kimyasal bir element. frengi 1 [İtl.: Franco > Far.: frengî >
fosil [Lat.: fosilis > Fra.: fossile]: 1.) Osm.]:
1.)
Fransız, 2.) Avrupalı,
önceki jeolojik çağlara ait hayvan Avrupalılardan gelme, 3.) Frenk

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 137 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

hastalığı, sifilis, 4.) [Tıp] cinsel ilişki früktoz [Lat.: fructus + osus > Fra.:
1.)
yolu ile bulaşan bir cinsel organ fructose]: tatlı meyvelerde, balda
hastalığı, belsoğukluğu. vb bulunan şeker, 2.) meyve şekeri.
frengi 2 [İtl.: veringola]: [Denizcilik] fuad [Arp.]: bak. fuat.
güverteye suakışı için açılmış delik. fuar [Lat.: feriae > Fra.: foire]: 1.) büyük
Frenk [Fra.nk]: 1.) 9. yy’da Almanya, sergi, büyük pazar, 2.) büyük sanayi
İtalya ve Fra.nsa’yı içine alan bir sergisi.
bölgede imparatorluk kurmuş bir fuat [Arp.: fuad]: 1.) 2.) [F] bir erkek adı,
Alman kabilesi, 2.) Osmalılar için [Fouad].
Fransa, 3.) Osmanlılar için Avrupa fuel [Lat.: focus > İng.: fuel]: mahrukat,
ulusları, 4.) bir Latin ırkı. yakacak, yakıt.
frenum [Lat.]: 1.) kıvrım, 2.) [Bedenbilim] fueloil [Lat.: fuel > İng.: fuel + oil]:
bir oraganın hareketini sınırlayan akaryakıt, sıvıyakıt.
gışa kıvrımı. fugere [Lat.]: firar etmek, kaçmak.
frequens [Lat.]: kalabalık. fugere [Lat.]: kaçmak, sıvışmak,
fresk [İtl.: fresco]: 1.) yaş sıva üzerine uzaklaşmak.
yapılmış duvar resmi, 2.) duvar süsü. fukara 1 [Arp.: fakir’in çoğulu]: 1.)
freze [İtl.]: bir torna gereci. fakirler, sefil, yoksullar, 2.) derviş.
friare [Lat.]: ovmak, ovalamak, ful 1 : bir bakla türü.
sürtmek, tahriş etmek, sürmek. ful 2 [İng.: full]: dolu, dopdolu.
fricare [Lat.]: ovmak, ovalamak, fulcrum [Lat.]: destek.
sürtmek, tahriş etmek, sürmek. fule []: adım aralığı.
Frig [Alm.]: Alman tanrıçası. fulgere [Lat.]: parlamak.
frigere [Lat.]: kızartmak. fulmen [Lat.]: şimşek.
frigid [Lat.: frigus]: 1.) buz gibi, soğuk, fulminik [? Fra.: fulminique]: fulminat
2.)
cansız, duygusuz, 3.) cinsel yönden asidine ait.
soğuk kadın. fulya 1 [İtl.: Pulia > foglia]: 1.) Güney
frigidarium [Lat.]: eski Romama İtalya’da Puglia, 2.) [Bitkibilim: Narcissus
3.)
hamamalrı’nda serinleme bölümü. jonquilla] zerrin, bir bayan adı,
frigo [?]: 1.) ? 2.) dondurulmuş kakao. [Zerrin].
frikik [İng.: free-kick]: 1.) [Ayaktopu] Fulya 2 [İtl.: Pulia > foglia]: 1.) fulya
serbest vuruş, 2.) [Argo] (kadının çiçeği adından, 2.) İstanbul’da bir
giyside) açık verme. semt adı.
friksiyon [Lat.: fricare > Fra.: friction]: fumus [Lat.]: buhar, duman, is, istim.
1.)
ovma, ovuşturma, 2.) [Berber & funda [?]: [Bitkibilim: Erica] 1.) süpürge
Kuaför] saç ovma. otu, 2.) boruk, erika, süpürge çalısı.
frisa [Rum.: ?]: tütsülenerek funda [Rum.: ?]: 1.) [Bitkibilim: Erica]
kurutulmuş ringa balığı. süpürge otu, 2.) boruk, erika,
frisium [Lat.]: üzeri desenli ve ilemeli süpürge çalısı, 3.) [F] bir bayan adı.
uzun, atkı benzeri bant. fundalık [Rum.: ? + lık]: 1.) süpürgeotu
frisum [Lat.]: soğukluk. benzeri çalılarla kaplı olan, 2.) çalılık.
frişka [İtl.: fresco > Osm.]: [Denizcilik] fundamantal [Lat.: fundus > Fra.]: 1.)
hafif rüzgar. asli, esaslı, mühim, önemli, 2.)
frivolus [Lat.]: az bir şey, değersiz, birinci, kaideye ait, temele ait.
ehemmiyetsiz, önemsiz. fundamantalist [Lat.: fundus > Fra.:
frons [Lat.]: 1.) alın, 2.) bir şeyin önü, fundementaliste]: aşırıcı tutucu,
ön taraf, cephe, ön. köktenci, radikal.
fructifare [Lat.]: hasıl olmak, meyve fundamantalizm [Lat.: fundus > Fra.:
vermek, ürün vermek. fundementalisme]: aşırı tutuculuk,
fructus [Lat.]: meyve, yemiş. köktencilik, radikalizm, tutuculuk.
frugi [Lat.]: yemek için uygun, fundament: [Bedenbilim] anüs, kıç,
yenilebilir. makat.
frustra [Lat.]: boşuna, beuhude, boş fundere [Lat.]: akıtmak, boşaltmak,
yere. dökmek, dökülmek, yağmak.
frustum [Lat.]: [Geometri] kesik, koni fundus 1 [Lat.]: 1.) alt, kök, dip, 2.)
yada piramit. anüs, göt, kıç, makat.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 138 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

fundus 2 [Lat.]: [Bitkibilim] bir uzvun iç alan oyuncusu, Forvet [forward]: ileri
tarafı. oyuncusu, Defans [defence]: savunma
fung: [Bitkibilim] fung- yada fungi-; oyuncusu, Saha: oyunun oynandığı
mantara ait. çim alan, Skor [score]: sonuç,
fungi 1 [Lat.]: icra etmek, ortaya Santra [center]: orta yuvarlak, Stad
koymak, oynamak, uygulamak. [stad, stadium]: oyunun oynandığı
fungi: [Bitkibilim] fungi- yada fungi; kompleks, Şut [shoot]: topa sert
mantara ait. vuruş, Takım: her bir futbol kulübü,
fungisid [Yun.: spongos > fungus + Lat.: Tozluk: dizaltına giyilen yüksek
caedere > Fra.: fungicide, Eczacılık]: konçlu çorap,
mantarları öldüren ilaç. futurus [Lat.]: gerçekleşmek üzere,
fungus [Yun.: spongos > Fra.]: 1.) olmak üzere.
2.)
[Bitkibilim] mantar, [Tıp] el ve ayak Führer [Alm.]: 1.) baş, lider, önder, 2.)
parmakları arasında çıkan mantarı Hitler.
yada süngeri andıran sulu kabarcık, füme [Lat.: fumus > Fra.: fumé]: 1.)
mantar. buğu, buhar, duman, is, islim, istim,
funiculus [Lat.]: ince ip, iplik. pus, tütü, 2.) isli, 3.) duman rengi, 4.)
funus [Lat.]: tören. dumanda pişirilen yemek, istim.
fur [Lat.]: arakçı, çalan çırpan, harami, fümigastion [Lat.: fumus > Fra.:
1.)
hırsız. fumigastion]: buhara tutma,
2.)
furca [Lat.]: çatal, diğren, diren. buhardan geçirme, buharla
furia [Lat.]: 1.) coşku, heyecan, 2.) dezenfekte etme.
gazap, hiddet, öfke. füsun [Far.: füsûn]: 1.) afsun, bağı,
Furies [Yun. & Lat.]: eski Yunan ve eski büyü, sihir, 2.) büyülü, sihirli, 3.) [F]
Roma Mitolojisi’nde üç korkunç dişi bu anlamda bir bayan adı.
ruh. fütur [Arp.]: 1.) bıkma, usanma, 2.)
furuç [Halkdili: fırıç, furunç]: fırında bezgin.
kurutulmuş armut. fütursuz [Arp. + suz]: 1.) bezmeden,
2.)
fustanella [?]: Yunan Efsun bıkmayan, usanmayan,
askerlerinin giydikleri eteklik. çekinmeyen, usanmayan.
fustis [Lat.]: ağaç çubuk, dal, sopa. fütursuzca Arp. + suzca]: aldırmadan,
fusus [Lat.]: 1.) eğirmen, iğ, kirmen, 2.) korkmadan, önemsemeden,
dingil, mihver, mil. terbiyesizce.
fut [İng.: foot]: ayak, kadem, pa, pus. füze [Fra.: fusée]: 1.) roket, 2.)
futa [?]: ipekli peştamal. demiryollarında kullanılan işaret
futbol [İng.: football]: [Spor] ayak lambası, 3.) havai fişek.
oyunu. füzyon [Lat.: fusus > Fra.: fusion]: 1.)
Futbol Deyimleri: Aut [out]: Hariç, erime, eritme, eritip birleştirme, 2.)
topun saha dışına çıkması, [Fizik] atomların kaynaşmasından
Berabere: maçın eşit gol yada oluşan tepkime.
golsüzlükle sonuçlanması, Dizlik: diz
========== G =========
bertiklerin engelleyen bant, Forma:
oyuncu kıyafeti, Fikstür [fixture]: G [İtl.: Ci]: İtalyan Abecesinin 7. harfi,
[G, g].
takımların karşılaşma çizelgesi,
Galibiyet: maçın kazanılması, Gol G: Türk Abecesi’nin 8. harfi.
[goal]: topun kaleye sokulması, Haf
gabardin [Fra.: gavardine > gabardine]:
1.)
[half]: orta saha oyuncusu, Haftaym
bir tür üstlük, palto, 2.) bir tür
[half-time]: ilkyarı, Hakem: oyunu kumaş.
yöneten, Kale [goal]: topun içine gabi [Arp.]: 1.) anlayışsız, bilgisiz, 2.)
sokulduğu ağla kaplı kulübe, Korner kalın kafalı.
[corner]: Köşeatışı, Krampon: altı
Gabriel [İbr.: gavriel > Yun.: gabriel >
1.)
Lat.: gabrielus & Arp.: cibril]:
kabaralı özel ayakkabı, Kulüp [club]:
[Hiristiyanlık] İncil’e göre iyi haberler
takım, Lig [leage]: takımların
gruplandığı kümeler, Maç [match]: getiren melek, 2.) [İslam] Cebrail,
karşılaşma, Mağlubiyet: maçın meleklerin başı, Allh’ın habercisi,
kaybedilmesi, Oyuncular [players]: elçisi, 3.) bir Yahudi, Hiristiyan ve
Kaleci [goalkeeper], Bek [back]: geri

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 139 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Müslüman erkek adı [Cebrail, Gabriel- galeria [Lat.]: bir tarafı açık, üstü
Gabriella]. kapalı bir yürüme alanı, veranda.
gaddar [Arp.: gaddâr]: acımasız, galeyan: heyecan.
amansız, insaysız, kıyıcı, sadist. gali [İtl., Denizcilik]: altı düz tekne, altı
gaddarane [Arp.: gaddâr & Far.: âne > düz gemi.
Far.]: acımasızca. galib [Arp.]: bak. galip.
Gadolinyum [Lat.: > Fra.: godalinium: galibiyet [Arp.]: yengi, yenme,
Gd]: Galile [?]: kuzey doğu İsrail’de bir
gaf [Far.: gaf > İsp.: gaff > Fra.: gaffe]: gölün adı.
hata, patavazsızlık, pot. Galilean [?]: 1.) Hz. İsa, 2.). eski
gafil [Arp.: gâfil]: 1.) uyuyan, 2.) baktığı zamanlarda Yahudilerin Hiristiyanlara
halde göremeyen, aymaz, verdikleri isim.
gag: gülüt, Galileo [?]: 1564-1642 yılları arasında
gah [Far.: gâh]: ev, hane, konut, yer yaşamış bir anstronomi ve fizik
anlamında bir son ek, biliminsanı.
gah 1 [Far.: gâh > kah]: tekrarlama galip [Arp.: gâlib]: 1.) 2.) [G] muzaffer,
bazen, [gah uykuda gah uyanık]. zafer kazanmaış anlamına bir erkek
gah 2 [Far.: gâh]: 1.) an, elan, şimdi, adı, [Muzaffer].
zaman, 2.) taht, yer. galla [Lat.]: öd, safra, safra kesesi.
gah 3 [Far.: gâh]: Farsça’da gah-; 1.) -nın galo [Lat.]: testi.
yeri, 2.) –lık, -lik, -luk, -lük anlamına galon [Lat.: galo > İng.: gallon]:
gelen bir sonek, [ikametgah: oturulan İngiltere’de 4.55 Lt, ABD’de 3.78Lt.
yer, namazgah: namazlık, ordugah: ordu sıvı löçüm birimi.
konaklama yeri]. galoş [Fra.: galoche]: 1.) uzun lastik
gaib [Arp.]: bak. gaip. çizme, 2.) hastanelerde ayakkabılar
gaip [Arp.: gâib]: 1.) hiçlik, görünmez, üzerine giyilen ince muşamba
yokluk, 2.) görünmez alem, sırlar ayakkabılık.
dünyası. galsame [?]:[Yaşambilim] solungaç.
gaius [Lat.]: neşeli, şen, şakrak. galvanik [İtl.: galvan(i) + Yun.: ikos >
Gal [Fra.: Gaul]: Fransa’nın eski adı, Fra.: galvanique]:
1.)
Galvani; 18. yy’da
Galya, [Galia]. yaşamış bir İtalyan fiizkçi, 2.) bir
gala 1 [Yun.]: süt. bayatyadan elektrik akımı elde
gala 2 [Fra.]: 1.) bayram, büyük şenlik, etmeyle ilgili, 3.) kimyasal ilmele elde
kutlama, 2.) filmin ilk gece gösterimi. edilen elektrik.
galaia [Yun.]: bir çeşit gemi. galvaniz [İtl.: Galvani > Fra.: galvanise]:
galaksi [Yun.: gala > Fra.: galaxie: 1.)
bir şeye elektrik akımı uygulama,
1.)
sütlüyol]: sütlü yol, 2.) gökadası, 2.)
bir metali çinkoyla kaplama.
samanyolu. galvanizli [İtl.: Galvani > Fra.: galvanise
galaktik [Yun.: gala + ikos > Fra.: + li]: çinko kaplı (saç yada teneke).
galactique]: gökadaya ait, Galya [Lat.: Galia]: eski Fransa.
samanyoluna ait. Galyum [Lat.: > Fra.: galium: Ga]:
galaktoz [Yun.: gala + > Fra.: galactose]: gam [Far.: gâm]: 1.) kalbi hüzünle dolu
süt şekerinden yapılan bir tür şeker. olan, 2.) acı, çile, dert, elem, esef,
Galata [Yun.: Galatea]: İstanbul’da bir kasvet, kasavet, kaygı, keder, tasa,
semt. teessür, üzüntü.
Galatea [Yun.]: 1.) süt-beyazı renkte gama [Yun.: gamma]: Yunan
olan bayan, 2.) Yunan Mitolojisi’nde Abecesi’nin dördüncü harfi.
bir deniz perisi. Gamalı Haç [Yun.: gamma]: 1.) dört
Galatya [Galatia]: Ankara, Yozgat ve kollu haç, 2.) Nazi Haçı.
Çankırı yöresini kapsayan antik bir gamba [Lat.]: bacak.
hükümranlık. gamet [Yun.: gamos > Fra.: gamete]:
galbus [Lat.]: sarı. [Yaşambilim] cinsel hücre.
galen [Lat.: galena]: kurşun cevheri. gamlı [Far.: gâm + lı]: kaygılı, tasalı,
galena [Lat.]: galen, kurşun cevheri. üzüntülü.
galeri [Lat.: galeria > Fra.: gallerie]: 1.) Gamma [Fen.: Gimel [Gimel] > Yun.:
üstü kapalı balkon, 2.) dehliz, [γάμμα & γάμμα - γάμα]]: Yunan
korudor, tünel. Abecesi’nin 3. harfi, [Γ, γ].

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 140 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Gamma globülin [Yun.: gamma + Lat.: batı yönü, 3.) [G] Batı (Avrupa,
globus > Fra.: gamma globuline]: bir çok Kanada ve ABD).
aktikor içreren kan sıvısının bir garçon [Fra.]: erkek çocuk.
bölümü. gard [Alm.: warten > Fra.: guarder >
1.)
Gamma Işınları: guard]: bakmak, gözetmek, 2.)
gammaz [Arp.]: fitneci. nöbet tutma, korumak, 3.) boksta
gamo: [Yun.: gamos]: Fransızca’da korunma.
gamo-; cinsiyetli ilgili anlamına bir gardenya [İng.]: 1.) A.Garden; 1730-
önek. 1791 yılları arasında yaşamış ABD’li
gamos [Yun.]: 1.) eş, 2.) evlilik. bir botanikçi, 2.) yapışkan beyaz taç
gamouse [Yun.: gamos]: Fransızca’da yaprakları olan kokulu bir çiçek.
1.)
gamie-; evlilikle ilgili, 2.) cinsiyetle gardiyan [Fra.: garder > Fra.: guardian]:
1.)
ilgili anlamına bir sonek. koruyucu, muhafız, 2.) cezaevi
gamsele [Rum.: ?]: 1.) kaçuktan güvenlik elemanı, 3.) özel güvenlik
2.)
yağmurluk, su geçirmeyen elemanı.
yağmurluk. garer [Fra.]: korumak.
gamsız [Far.: gâm + sız]: kaygısız, garez [Far.]: adavet, artniyet, buğz,
tasasız, üzüntüsüz. düşmanlık, hasımlık, husumet, kin,
Gandhi, Mohandas K. [H.Mahatma kötüniyet, nefret.
1.)
Gandhi]: 1869-1948 yılları arasında garib [Arp.]: bak. garip.
yaşamış Hintli milliyetçi önder, 2.) gariban [Arp.]: garip, kimsesiz.
Hindistan’in bağımsızlık önderi. garip [Arp.: garib]: 1.) alışılmamış,
gane [Far.: gâne]: bigane ? başka yerden gelmiş, görülmemiş, ilk
gane [Far.]: defa görülen, tuhaf, yabancı, yeni, 2.)
gang [Alm.: gang > Fra.: gangue]: 1.) gariban, kimsesiz.
metal artığı, 2.) madenin değersiz garnitür [Fra.: garniture, Yemek]:
bölümü. yiyecek ve yemeklerin süslenmesi.
ganglion [Yun.]: 1.) ur, tümer, 2.) [Tıp] garson [Fra.: garçon]: 1.) çocuk, 2.)
3.)
lenf benz, sinir düğümü, ufak ur. [Giyim] çocuk boyu, çocuk ölçüsü,
gangster [İng.: gangster]: 1.) bir örgütü lokantada servis elemanı, yamağı:
üyesi, 2.) azılı çete üyesi, 3.) apaş, komi.
külhanbeyi. gasil [Arp.]: ölü yıkama.
gani [Arp.: gâni]: 1.) bol, çok, fazla, 2.) gaster [Yun.: ?]: karın, mide.
varlıklı, varsıl, zengin, 3.) [G] bu gastr(o) [Yun.: gaster > [?] > Fra. ]:
anlama bir erkek adı. Fransızca’da gastr(o); karın, mide
gani gani [Arp.: gâni]: bol bol, anlamına bir önek.
fazlasıyla. gastraljiya [Yun.: gaster + algos > [?] >
gantry vinç [Lat.: canterius]: Fra.: gastr(o)algia > gastraligia, Tıp]:
limanlarda kullanılan hareketli ve karın ağrısı.
raylı vinç. gastrik [Yun.: gaster + ikos > [?] > Fra.:
ganyan [? > Fra.: gagnan]: 1.) kazanç, gastrique]: midede yada mideye
2.)
atyarışı, 3.) atyarışı iddia, loto, yakın.
lotto benzeri bir bahis oyunu. gastrit [Yun.: gaster > [?] > Fra.:
gâr [Far.]: usta, yapan. gastrite]: [Tıp] mide iltihabı.
gar [Fra.: garre, Demiryolu]: Büyük tren gastroanterit [Yun.: gaster + anteron +
1.)
istasyonu. itis > [?] > Fra.: gastroenterite]:
2.)
gar austrinken [Yun.]: içmek. mide-bağırsak iltihabı, [Tıp] mide
garaj [Fra.: garer > Fra.: garage]: 1.) ve bağırsakların iltihap kapması.
indirme, korunak, üstü kapalı Gastroloji [Yun.: gaster + logia > Fra.:
moruma bölümü, 2.) araba park yeri, gastrologie]: [Tıp] Midebilimi.
3.)
otogar, otobüs terminali, terminal. gastronomi [Yun.: gaster + ? > [?] >
1.) 2.)
garaz [Arp.]: adavet, artniyet, buğz, Fra.: gastronomie]: ? iyi yemek
düşmanlık, hasımlık, husumet, kin, merakı.
kötüniyet, nefret. gastroskop [Yun.: gaster + skopein > [?]
garb [Arp.]: bak. garp. > Fra.: gastroscope]: [Tıp] mide içine
garp [Arp.: garb [‫]]برغ‬: 1.) batma, bakmada kullanılan gereç.
güneşin batması, son bulma, 2.) batı, gato [Fra.]: pasta.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 141 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

GATT [İng.]: (G)eneral (A)greement on dorcas] Asya ve Afrika’da yaşayan


(T)ariffs & (T)rade: Genel Tarife ve antilopa benzer bir hayvan, ahu,
Ticaret Anlaşması. ceren, ceylan, gazel, karaca, ~in son
gaudium [Lat.]: neşe, sevinç. beyti: makta.
Gauss [?]: [Teknik] manyetik alan gazeta [İtl.]: küçük demir para, kağıt
birimi. bedeli.
gavardine [Fra.]: bir tür üstlük, palto. gazete [İtl.: gazeta > İng.: gazette]: 1.)
gavat [Arp.: kavat]: bak. kavat. bilgi kağıdı, haber kağıdı, 2.) gündelik
gavur [Arp.: kâfir > Tür.]: 1.) genelde haberlerin basıldığı çok sayfalı kağıt
inanmayanlar, 2.) Müslüman olmayan bülteni, ~ köşeyazısı: makale.
yabancılar. gazi [Arp.: gâzi]: savaşta yaralanan.
gaye [Arp.: gâye]: amaç, erek, hedef, Gaziantep [Dolike, Doliche, Dolikhe, Diba,
istek, kast, ksıt, maksat. Daluk, Arp.: Ayıntap, Rum.: Hantap,
çepin [Halkdili]: bahçe çapası. Hamptan, Erm.: Anthapt, Kala-i Füsus, Osm.:
salamandıra: bir tür kömür sobası. Ayıntab > Antep]: [27], Türkiye’de bir
gayret [Arp.]: 1.) çaba, çalışma, efor, kent.
hareket, 2.) mücadele, savaşım, ~ gazino [İtl.: ?]: müzikli eğlence yeri,
etmek: çabalamak. [casino].
gayretkeş [Arp.: gayret + Far.: keş]: gazolin [Yun.: chaos + Lat.: oleum > Fra.
:
1.)
çalışkan, gayretli. gasoline]: gazlı yağ, gazyağı, 2.)
gayretli [Arp. + li]: aktif, çalışkan, ABD’de benzin.
etkin, faal, gayretkeş.hareketli, işlek. Ge [Rus.]: Rus Abecesi’nin 4. harfi, [Г,
г].
gayretsiz [Arp. + siz]: tembel.
ge [Yun.]: 1.) arz, kara, toprak, 2.)
gayrinatık [Arp.: gayr-ı nâtık]:
dünya, yerküre.
konuşamayan.
gebe: s., ağırayak, hamile, yüklü.
gayr [Arp.]: bak. gayri.
gebre otu [Bitkibilim:]: kapari.
gayri [Arp.: gayr [‫]]ريغ‬: başka, karşı,
gece: tün.
olmayan.
geçerli: cari, yürülükte.
gayri caiz [Arp.: ? > gayr + câ’iz > gayr-i
1.) 2.) geçersiz: 1.) asılsız, batıl, 2.) asılsız,
câ’iz]: ? uygun olmayan, 3.)
çürük, fos, temelsiz.
kabul edilmez, ugun olamayn.
geçimlik: nafaka.
gayri musaddak [Arp.: gayr-i
1.) 2.) geçimsiz: rate.
musaddak]: ?, ?.
gayrimenkul [Arp.: gayr-i menkûl]: geçit: geçilen yer, sarp ~: akabe.
taşınmaz, ev, arsa gibi mülkler. geçmiş: dün, mazi, tarih.
gayrisafi [Arp.: gayr-i sâfi]: brüt, geda [Arp.]: dilenci.
kesintisiz. gedik [Halkdili]: 1.) boşluk, delik, oyuk,
2.)
gayser [Nor.: gjosa > Fra.: geyser]: çak, yarık, yırtık, 3.) boşluk,
topraktan aralıklarla fışkıran sıcak su. eksiklik.
gayya [Arp.]: [Din] cehennemde bir gelare [Lat.]: donmak, dondurmak.
kuyu. gele: tavla oyununda uygunsuz zar.
gayzer: [Evrenbilim] kaynaç. gelecek: ati, istikbal, geleceği
gaz [Yun.: chaos > Fra.: gas]: 1.) sonsuz kestirme: öngörü.
biçimde genişleyebilen bir bileşenin gelembe 1 : koyun yatağı,
sıvı biçimi, 2.)
ısınma yada geleme [halkdili]: 1.) iki yıl ekilmeyen tarla, 2.)
ayınlatmada kullanılan alevalan gaz boş tarla.
karışımı, bataklık ~ı: metan. gelenek: anane, örf.
geleneksel: ananevi, klasik.
gaza [Arp.: gâza]: 1.) cenk, cihat, harp,
gelgit: akıntı, med cezir, meddücezir.
kavga, savaş, 2.) kutsal savaş,
Gelibolu [Rum.: Gallipoli]: Çanakkale’de
gazab [Arp.]: bak. gazap.
bir semt.
gazap [Arp.: gazâb]: celal, hırs, hiddet,
gelin [ÖzTür.]: 1.) evlenen bayan, 2.)
kızgınlık, öfke, şiddet,
gazel 1 [Far.: ?]: 1.) sonbahar, 2.) elkızı, ~ başı süsü: taç.
1.)
sonbaharda kuruyup dökülen ağaç gelincik: [Hayvanbilim] kırmızı
yaprakları, 3.) bir şiir türü. yapraklı bahar çiçeği, 2.) [Bitkibilim]
gazel 2 [Arp.: ‫]لازغ‬: [Yazın] 1.) Doğu’ya ufak bir hayvan.
ait bir şiir türü, 2.) [Hayvanbilim: Gazella gelip geçici: fani, ölümlü.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 142 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

gelişigüzel: baştansavma, özensiz. gen 1 [Yun.: genes [?] > Fra.: gène]: [Tıp]
gelişim: adım, hamle, ilerleme, kalıtsal bilgileri aktaran
terakki. kromozomlardaki birimlerden
gelişme: başkalaşım, evrim, tekamül. herhangi birisi.
gelu [Lat.]: ayaz. gen 2 [Yun.: genes [?]> Fra.: gène]:
gem: reşme, tasma, toht, yular. Fransızca’da -gen; 1.) oluşturan bir şey
2.)
gemellus [Lat., çoğulu: gemini]: eş, [oxygene], belirlenmeş bir yolla
benzer, ikiz, koşa. üretilen bir şey anlamına bir önek.
gemi: deniz aracı, ~ sahibi [Denizcilik]: genç: civan, torlak, toy.
armatör, donatan, ~ barınağı: gene [Yun.: genes [?] > Fra.: gène]:
liman, ~ donatımı: donatı, ~ giriş Fransızca’da –gene; 1.) üretilen bir şey
2.)
[oxygene], özel bir yolla üretilen bir
çıkış izni: pratika, ~ giriş çıkış izni:
şey anlamına gelen bir sonek.
pratika, ~ görevlisi: kamarot, ~ genel: 1.)
herşeyi ve herkesi
halatı: palamar, ~ odası: kamara, ~ kapsayan, 2.)
bütün, tüm, umum,
omurgası: karina, ~ omurgası: umumi.
karina, ~ yanaşma yeri: iskele, ~ genelge [Hukuk]: tamim, sirküler.
yapım yeri: tersane, ~ yolu: rota, geneo [Yun.: ?]: ırk.
Geneoloji [Yun.: geneo + logia > [?] >
~de alt bölüm: sintine, ~de demir 1.)
Fra.: geneologie]: bir kişinin
halka: anele, ~de kısa güverte: geçmişinin kaydedilmiş tarihi,
kasara, ~de rüzgarlı yan: orsa, ~de soyağacı, 2.)
aile kollarının
yatma yeri: ranza, ~de yelken aç incelenmesi.
komutu: fora, ~de zinciri tutma: general [Lat.]: paşa.
aganta, ~nin adının yazıldığı yan: generare [Lat.]: babası olmak, neden
olmak, tevlit etmek, vücuda
aynalık, ~nin demir alması: apiko,
getirmek.
~nin kıyıdan uzaklaşması: akara, genere [Lat.]: babası olmak, vucüda
~nin kıyıya yanşması: aborda, getirmek, sebep olmak, tevlit etmek.
~nin yan tarafı: borda, ~nin yan generosus [Lat.]: asil, elit, mutena,
yatması: alabora, ~nin yük yeri: mümtaz, soylu, seçkil, seçkin.
ambar, ~nin yükleme süresi: genes [Yun.: genēs]: doğmuş,
doğuştan.
astarya, ~yi düz götürme: viya, ~yi
genesis [Yun.]: 1.) başlangıç, kök,
karaya bağlama: abaşo, açık
köken, orijin, 2.) hilkat, mebde,
deniz: alarga, altı düz ~: gali, altı menşe, yaratılış, 3.) [G] İncil’in ilk
düz ~: şarpi, eski ~ci: çaça, küçük kitabı.
~: istambot, çotano, orta çağ ~si: Genetik [Yun.: genes + ikos > Fra.:
1.)
barça, Osmanlı’da bir savaş genetique]: bir şeyin aslına ait, 2.)
gemisi: bastarda, siperli fener: Biyoloji’nin bitki ve hayvanların
mapa, tayfa yamağı: miço, muço, değişim ve akatrılan bilgileriyle
top taşıyan ~: brik, yelkeni ilgilenen bir dalı, Genbilimi.
direkten alma: ariya, yelkenli yük geniş: 1.) engin, vasi, 2.) büyük,
~si: mavna, yelkenli savaş ~si: koskocaman, 3.) ferah, havadar.
gulet, yük ~si: şilep, yük taşıyan ~: genişlik: en.
genital [Lat.: genere > Fra.: genitale]:
kargo, iki direkli yelkenli: iskuna,
üreme yada cinsel organlarla ilgili.
ticaret ~si: salapurya, ~ demiri:
genitalia [Lat.: genere]: üreme yada
lenger, cinsel organlar.
gemilik: [Denizcilik] tersane. genito [Lat. > Fra.]: Fransızca’da
gemini [Lat.]: 1.) benzer, eş, ikiz, koşa, üreme, tenasül organlarıyla ilgili
2.)
[G] cevza, ikizler burcu.
anlamına bir önek.
Gemlik [?]: Bursa’ya bağlı bir ilçe. genitoüriner [Lat. genito + ? > Fra.:
gemse [İng.: gmc]: 1.) bir ABD otomotiv genitourinaire]: tenasül yani üreme ve
firma adı; GMC, 2.) bu firmanın idrar yollarına ait.
ürettiği araçlardaki kısaltma
GMC’den, 3.) askeri araç, gemse.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 143 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

genius [Lat.]: 1.) koruyucu ruh, 2.) eski geri: arka, art, pes, peş, ~ çevirme:
Roma Mitolojisi’nde bir yeri yada iade, ret, ~ dönen: raci.
kişiyi koruyan cin, 3.) cin, peri. geriatrik [Yun.: geras + ikos > [?] > Fra.:
genos [Yun.]: 1.) doğum, doğuş, 2.) ırk, Geriatrie]: ihtiyarların, yaşlıların sağlık
3.)
sınıf, 4.) çeşit, nevi, tür. durumlarıyla ilgili.
gens [Lat.]: eski Roma’da geniş soy, gerileme: çekilme, ricat.
kabile. gerilemek: çekilmek, ricat etmek.
gens d’armes [Fra.]: silah altındaki gerilim: 1.) tansiyon, 2.) [Elektrik]
adamlar. rezistans, 3.) [Elektrik] voltaj, ~ birimi
gentile [Lat.]: 1.) eski Roma’da bir
[Fizik]: volt.
kabile yada millete ait, 2.) Eski
gerilla [Lat.: > İsp. > guerilla]: düzensiz
Roma’da Musevi yani Yahudi
çete.
olmayan, yani putperest.
germ [Lat.: germen > Fra.: germe]:
gentilis [Lat.]: aynı kabileden yada
mikrop, tohum, tohum yada
soydan olan.
yumurtada bulunan asıl hücre,
genu [Lat.]: diz.
tohumun özü.
genuinus [Lat.]: doğuştan, fıtri, tabii,
Germania [Lat.]: Almanya.
yaratılıştan.
Germanyum [Lat.: Germania > Fra.:
genus [Lat.]: 1.) doğum, doğuş, 2.) ırk,
3.) germanium: Ge]: trasistörlerde
sınıf.
kullanılan değerli bir kimyasal
geo [Yun.: ge [?] > Fra.]: Fransızca’da
element.
geo-; dünya anlamında bir önek.
germasid [Lat.: germen + caedere > Fra.:
Geometri [Yun.: ge + metrein > [?] > 1.)
1.) germecide]: mikropları öldüren
Fra.: Geometrie]: noktaların, 2.)
madde, antiseptik, mikrop
çizgilerin, düzlemlerin ve
öldürücü.
üçboyutların özellikleri, ölçümleri ve
germen 1 [?]: hisar, küçük kale.
ilintileriyle ilgilenen Matematiğin bir
germen 2 [Lat.]: 1.) sürme, filiz, 2.)
dalı, 2.) Hendese.
tohum.
George 1.) St. George, [Aya Yorgi], 2.) bir
germen 3 [Lat.]: [Yaşambilim] canlılarda
Batılı erkek adı.
gametlerle taşınan üreme
ger [Far.]: boyun.
elemanlarının tümü.
geradus [Lat.]: adım.
Germencik [?]: 1.) hisarcık, kalecik, 2.)
geras [Yun.: ?]: ihtiyarlık, ileri yaşlar,
?.
yaşlılık.
Germiyan:
gerçek: 1.) çın, doğru, hakiki, hakikat,
geron [Yun.]: yaşlı adam.
reel, 2.) otantik, orijinal, özgün,
geronto [Yun.: geron]: Fransızca’da
gerçeği anlamak: aymak.
geronto-; yaşlılarla ilgili anlamına bir
gerçeklik: orijinalite, özgünlük,
önek.
realite.
Gerontoloji [Yun.: geron + logai > [?] >
gerdan 1 [Far.: gerdân]: boyun.
Fr: gerontologie]: yaşlanma ve
gerdan 2 [Far.: gerdân]: hayvan boynu.
yaşlanmanın getirdiği rahatsızlıklarla
gerdanlık [Far.: gerdân + lık]: boyunluk,
ilgilenen bilim dalı.
boyna takılan takı, inci ~: akarsu, Gerund [Lat.: gerere]: [Dilbilgisi] 1.)
gerde [Far.]: ? Latince’de isim olarak kullanılan
gereç: 1.) alet, edevat, 2.) malzeme, fiillerin bir biçimi, 2.) İngilizce’de
materyal. fiillerin sonuna getirilen (ing) eki.
Gerede [?]: Gestapo [Alm.]: 1.) (Ge)heime (Sta)ats
gerekenler: levazımat. (Po)lizei; gizli devlet polisi,
2.)
Nazi
gereklilik: hacet, lüzum. Almanyası’nın terörrist gizli devlet
gerekmek: ihtiyaç duymak. polis gücü.
gerekenden eksik: az. gestasyon [Lat.: gerere > Fra.:
gereksinim: ihtiyaç. gestation]: gebelik, gebelik süresi.
gerere [Lat.]: 1.) sırtlamak, taşımak, getr [Fra.: guetêre]: tozluk.
yüklenerek götürmek, 2.) icra etmek, getto [İtl.]: 1.) Yahudileri’n bir araya
uygulamak, 3.) gebe kalmak, hamile toplandığı kentin bir bölümü, 2.)
kalmak, hamile olmak. azınlıkların yaşadığı kentin bir
gerginlik: 1.) ? 2.) [Ruhbilim] stres. bölümü, 3.) aynı ırk yada kültürden

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 144 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

insanların yabancı bir ülkede bir gidermek: 2.) izale etmek, yoketmek,
2.)
arada yaşadıkları yer. karşılamak.
gevder [Far.]: buzağı, dana. gidiş geliş: karşılıklı akma yada gidiş
geven: dikenli bir çalı. geliş, seyrü sefer, trafik.
geveze: boşboğaz, carcar, çalçene, gidiş: akış, gidişat, seyir.
çençen, lafazan, yanşak. gidişat: akış, gidiş, seyir.
gevşek [?]: laçka. gidon [Fra.]: 1.) dümen, yöneteç, 2.)
gevşeklik: laçkalık, rehavet. bisiklet dümeni.
gevşemiş: düzeni bozulmuş, laçka. gignere [Lat.]: 1.) meydana getirmek,
2.)
gevşetmek: mülayimleştirmek, mahsül vermek, vermek,
yumuşatmak, göstermek, doğurmak, meydana
geyik: 1) bir hayvan türü, ~ dikeni koymak, ortaya çıkarmak, 3.) imal
[Bitkibilim:]: alıç,
2.)
[Mecazi] boş içerikli etmek, üretmek, yapmak.
muhabbet, gignesthai [Yun.]: mahsül, hasılat,
geyikotu [Bitkibilim: Dictamnus sebze, ürün, zerzevat.
fraxsinella]: gignoshein [Yun.]: anlamak, bilmek.
gez 1 [ÖzTür.: göz, kesik, kez ?]: 1.) gignoskein [Yun.]: aşına gelmek,
kertik, 2.) oktaki kertik, okun kirişe bilmek, tanımak.
geçen arka ucundaki kertik, çentik, gigos [Yun.]: canavar, dev.
3.)
silahın nişan alma çıkıntısındaki gillo [Lat.]: soğutma borusu.
kertik. gimnazyum [Yun.: gymnos > Fra.:
1.)
gez 2 [Far.]: 1.) ? 2.) yer ölçümünde gymnasium]: fiziksel eksersiz ve
kullanılan, düğümlü ip, 3.) yapım spor için gereçlerle donatılmış bir oda
işlerinde kullanılan çekül, şakul. yada kapalı alan, 2.) [G] bazı Avrupa
gezegen: planet, seyyare. ülkelerinde lise.
gezinme: 1.) dolanma, dolaşma, 2.) gir [Far.: gir > cihangir]: ?,
gezme, seyahat, turizm, yolculuk. Giray [Mog.: ?]: 1.) ? 2.) Kırım hanı, 3.)
gezinti: ~ yeri: mesire. [G] bir erkek adı.

gezme: dolanma, dolaşma, gezinme. girdab [Far.]: bak. girdap.


gezmek: dolanmak, dolaşmak, girdap [Far.: girdâb]: 1.) su döngüsü, 2.)
gezinmek. anafor, burgaç, çevrinti, eğrim, su
gezmen: gezgin, seyyah, turist. çevrintisi.
gıbta [Arp.]: bak. gıpta. Giresun [Rum.: Kerasunt]: [28],

gıda: besin. Türkiye’de bir kent.


gına [Arp.: gana]: bıkma, sıkılma, girifdem [Far.]: 1.) nefes alamayan, 2.)
usanma. astımlı.
gıpta [Arp.: gıbta]: gıpta, imren, girift [Far.]: 1.) bağlanmış, tutulmuş,
2.)
özenme. tutuk, karmaşık, kompleks,
gırla [Halkağzı]: alabildiğine, çokça. sofistike.
gırtlak [ÖzTür.: kıkırdak]: 1.) kırt sesi girifteleb [Far.: girifte + leb > grifteleb]:
1.)
veren, kıtır kıtır, 2.) [Bedenbilim] boğaz, dili bağlanmış, 2.) diltutukluğu.
hançere, imik, ümik, ~ bezi: tiroit. giriftser [Far.: girift + ser > griftser]: 1.)
kafası karışık, 2.) şaşkın.
gışa [?]: [Bedenbilim] ince katman,
giriftzeban [Far.: girift + zebân >
membran, zar. 1.)
giriftzebân]: dili bağlanmış, 2.)
gıyab [Arp.: gıyâb]: bak. gıyap.
konuşamayan.
gıyabında [Arp.: gıyâb + ında]: kendisi
girişken: atılgan.
yokken, kendisi hazır değilken,
Girit [Rum.: ?]:
yokken.
gitar [İsp. > Yun.: kithara > Fra.: guitare]:
gıyabi [Arp.: gıyâbî]: görüşmeden,
bir müzik gereci.
yokluğunda, uzaktan.
gittikçe: anbean, heran.
gıyap [Arp.: gıyâb]: bulunmayan,
ortada olmayan, yok. giyim: kuşam, ~de uygun renkler:
giden: revan, yürüyen. asorti.
gider: 1.) borç, masraf, 2.) atık su giyotin [Fra.]: 1.) Fransız J. Guillotine, 2.)
borusu, bunun bulduğu kafa kesen bir idam
giderme: 2.) izale, yoketme, 2.) bıça düzeneği, 3.) kağıt bıçağı, 4.) [Tıp]
karşılama.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 145 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

bademcik bıçağı, 5.) [matbaacılık] büyük globülin [Lat.: globus > Fra.: globuline,
kağıt kesme makası. Biyoloji]: yaygın olarak bitkilerde ve
giysi: elbise, kıyafet, libas, ruba, urba, hayvan hücrelerinde oluşan, saf suda
açık kadın ~si: dekolte, ~ kolu: çözülebilen ancak damıtılmış tuz
yen, resmi erkek ~si: frak, ~ kolu: eriyiklerinde çözülebilen, basit
yen, ~ kesimi: kup, atlas yakalı ~: protein zincirinden herhangi birisi;
alfa globülin, beta globüline ve
smokin, kadın giysileri: Bluz, Etek,
Gecelik, Gömlek, Jartiyet, Külot, Manto, gamma globülin.
Pantalon, Sütyen, Şal, glokom [Yun.: glaukos > Fra.: glaucoma]:
1.)
giz: bilinmeyen, haf, saklı, sır. gözde ışıklar çakması, 2.) bir göz
gizemcilik: mistiszm. hastalığı, karasu.
gizil: potansiyel. glomerare [Lat.]: top biçime girmek,
gizleme: örtme, saklama, setr. yuvarlak olmak.
gizler: esrar, sırlar. glomus [Lat.]: bilya, daire, küre,
gizli: 1.) s., hafi, kurnaz, mahrem, yumak.
özel, saklı, sinsi, 2.) [Teknik] sırlı. gloria [Lat.]: 1.) övgü, övünme, şan,
gjosa [N.]: fırşkırma. şeref, şöhret, sena, 2.) celal, haşmet,
GKRY: Güney Kıbrıs Rum Yönetimi. ihtişam, izzet, sitayiş, parlaklık,
glacies [Lat.]: buz. şaşaa.
glacies [Lat.]: buz. glosal [Yun.: glossa > Fra.: glossale,
gladius [İtl.]: kılıç. Bedenbilim]: dille ilgili.
gladyatör [İtl.: galdius > Fra.: glossa [Yun.]: dil.
gladiateur]: kılıçdar, kılıç savaşçısı. glosso [Yun.: glossa]: Fransızca’da
Glafkos [Yun.:]: 1.) 2.) bir Rum ve glosso; dil yada konuşmayla ilgili
Yunan erkek adı. anlamına bir önek.
gland [Lat.: glans > Fra.: glande]: 1.) bez, glotis [Yun.: glossa > Fra.: glottis]:
gudde, ifrazat keseciği, torba, 2.) mizmar, nefes borusunun ağzı.
salgı, salgı bezi. glus [Lat.]: yapışkan, zamk.
glans 1 [Lat.]: meşe palamudu. gluten [Lat.]: yapışkan, yapıştırıcı,
glans 2 [Lat.]: [Bedenbilim] 1.) penis ucu, zamk.
2.)
klitorisin ucu. glükoneogenez [Yun.: ? + ? > Fra.:]:
glase [Fra., Dericilik]: yumuşak deri. yeniden glükoz üretimi.
glasektomi [Yun.: glassa + tome > Fra.. glükoz [Yun.: gleukos > Fra.: glucose]: 1.)
glassectomie]: [Cerrahi] dil ameliyatı. meyvelerde, balda doğal olarak
glasiyer [Lat.: glacies > Fra.: glacier, oluşan kriztalize şeker, 2.) nişastanın
Coğrafya]: buzul, dağ yada vadilerde sılandıırlmasıyla yapılan tatlı şurup.
çok yavaş hareket eden büyük buz glykeros [Yun.]: tatlı.
yada kar kütlesi. glykys [Yun.]: tatlı.
glasnost [Rus.: glasnoste [гл́асность] > glyphein [Yun.]: hakketmek, oymak,
B.D.: glastnost]:
1.)
açıklık, 2.) siyasette taş üstüne yazmak, taşa yazmak.
açıklık, şeffaflık. GMT [İng.]: Greenwich Mean Time:
glaukos [Yun.]: ışıklar saçan, parıltılı, Greenwich meridyenine göre göre
pırıltılı. ayarlanan uluslar arası saat ayarı.
gleukos [Yun.]: tatlılık, tatlımsı. gnarus [Lat.]: bilen, tanıyan.
gliserin [Yun.: glykeros > Fra.: glycerine]: gnasci [Lat.: (g)nasci]: doğmak,
gliserolün bilinen ve ticari adı. dünyaya gelmek.
gliserol [Yun.: gykeros > Fra.: glycerole]: gnobilis [Lat.]: aşina, bildik, tanıdık.
1.)
katı ve sıvı yağlardan yapılan gnome [Lat. > Yun. gnome]: Yunan
şuruba benzer, renksiz bir madde, 2.). efsanesinde yer altı zenginliklerini
Derinin yumuşatılması için ve koruyan cüce.
patlayıcı madde üretiminde kullanılır. gnome [Lat. > Yun.]: düşünce.
global [Lat.: globus > Fra.: global]: gnoscere [Lat.]: bilmek, tanımak.
cihaşümul, evrensel, tüm dünyayı gnostik [Yun.: gnome + ikos > Fra.:
1.)
kapsayan. gnostique]: arif, ilmi, ilme ait, 2.)
globus [Lat.]: daire, yuvarlak, teker. Hiristiyanlığın başlarında ruhani ve
globül [Lat.: globus > Fra.: globule]: yaradılışın sırlarını bilme savında olan
küçük yuvarlak, kürecik.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 146 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
3.)
mezhep, Hiristiyanlığa göre Gölcük 2 : İzmit’e bağlı bir ilçe.
sapkınlık. gölet: akmaz.
go [Çin.]: Çin satrancı. gömgök: masmavi.
gobelinus [Lat.]: Roma efsanesine gömlek [Giyim]: yakasız ~: mintan.
göre aldatıcı ve kötü yola götürücü gömü: define, hazine.
ruh. gömüt: kabir, lahit, makber, mezar,
gocuk [Bul.]: 1.) tekparça derinden sin.
yapılma ceket, 2.) içi kürklü, kalın gönder [Rum.: ?]: bayrak diğreği.
palto. gönenç: refah.
god [Halkdili: kod]: on altı kg buğday gönül: 1.) yürek, kalp, 2.) [G] kalp,
alabilen, tahtadan kulpsuz külek. yürek analmına bir bayan adı.~ eri:
godoş [Erm.]: bak. kodoş. rana, rint, ~ borcu: minnet,
gogue [Yun.: agein > Fra.: gogue]:
gönüllü: fahri, iltizam, kesenek,
Fransızca’da gogue; 1.) ilgilenen,
2.) tercihen.
yönlendiren, bakan, tedavi eden,
gönülsüz: arzusuz, isteksiz.
anlamına bir sonek.
gönye [Rum.: gonia]: 1.) marangozların
gon [Yun.: gonia]: Fransızca’da gon; 1.)
kulalndığı köşeölçer, 2.) açıölçer,
belirli sayıda açıları, köşeleri olan
2.) köşeölçer.
anlamına bir sonek, gen,
gör [Halkdili]: ocakta yakılan büyük
[altıgen].
kütüklerin yanamsını sağlamak için
gondol [İtl.]: Venedik kayığı.
altalrına konulan destek, sacayak.
gone [Yun.]: çekirdek, tohum.
görece: izafi, rölatif.
gonia [Yun.]: açı, köşe.
göreceli: izafi, rölatif.
gonoreya [Yun.: gonos + rheein > Fra.:
görelik: bağıntı, izafet.
gonorrhea]: belseoğukluğu.
görenek: anane, gelenek, klasik, örf.
gonos [Yun.]: ersuyu, meni, sperm.
görev: 1.) vazife, 2.) fonskiyon, işlev,
gor [Far.]: gömüt, kabir, lahit, makber,
~den ayrılma: istifa, ~den alma:
mezar, sin.
goril [Batı Afrikaca > İng.]: iri bir tür azil.
maymun. görgü: ?
Got [Goth]: İ.S. 3., 4. ve 5. yy’da Roma görgüsüz: ~ kişi: maganda.
İmparatorluğu’nun bir çok bölümünü görkem: 1.) debdebe, gösteriş, şaşaa,
ele geçiren Alman kökenli bir kavim. tantana, tumturak, 2.) [G] şaşaalı
Gotik [Fra.: gotique]: Batı Avrupa’da anlamına bir erkek adı.
12-14. yy arasında mimaride gelişen, görme: bakma, aşağı ~: hakir.
keskin kemerli ve dik çatılı yapı tarzı. görülmemiş: alışılmamış, başka
göbek: 1.) karın bölgesi, 2.) nesil, yerden gelmiş, garip, ilk defa
kuşak. görülen, tuhaf, yabancı, yeni.
göç: hicret. görünmez: gaip, hiçlik, yokluk.
göçmen: macır, muhacir. görüntülük: bilgisayar ve TV ekranı.
gögüm [?]:? görünüm: manzara, genel ~: genel
göğüs: 1.) bedenin karınla omuz arası, görünüm, manzara, panaroma.
2.)
meme, 3.) sine, sadr, ~ zarı: görünüş: görüntü, yandan ~: profil.
plevar. görüşme: 1.) yüz yüze gelme, 2.)
gök: sema, göğün en yüksek katı: derinti, toplantı.
arş, göğün en yüksek yeri: ayyuk, görüşmek: 1.) yüz yüze gelmek, 2.)
~ adası: galaksi, ~ bilimi: Astroloji, derinti, toplantı yapmak, 3.) bir araya
~ kuşağı: alaimisema, ebemkuşağı, gelmek, 4.) karşılaşmak.
Gökbilimi: Astroloji. gösterge: 1.) panel, 2.) skala, ~
Gökhan [gök + han]: bir erkek adı. çizelgesi: skala.
gökkuşağı: alaimisema, alkim, gösteri: gösterme, teşhir.
ebemkuşağı. gösteriş: 1.) afi, caka, çalım, gösteriş,
Gökmen: erkek adı. racon, 2.) debdebe, görkem, lüks,
Göksel: bir erkek adı. şaşaa, tantana, tumturak, ~i
göktaşı: ağan, ağma, akanyıldız, olmayan: babayani.
meteor, meteortaşı, şahap.
gölcük 1 : büget, su birikintisi.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 147 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

gösterişli: 1.) afili, aynalı, cakalı, grafiti [Yun.: graphein > İtl. > İng.:
2.)
çalımlı, fiyakalı, yakışıklı, graphitti]: duvar yazısı,
görkemli, lüks, şaşaalı, tantanalı. gram 1 [Yun.: gramma > Fra.: gramme]:
1.)
gösterişsiz: basit, sıradan. Fransızca’da -gramme; yazılan bir
2.)
gösterme: gösteri, teşhir. şey [telegramme], yazan, yazma
3.)
göt: anal, anüs, makat., gereci yada yazıcı, belirlenmiş sayıda
gövde [Bedenbilim]: beden, vücut. gramlar [kilogramme] anlamına bir
göz: 1.) [Bedenbilim] görme organı, 2.) sonek.
ayn, çeşm, oculus, ophta, 3.) bir gram 2 [Yun.: gramma > Fra.: gramme]:
yapıda ışık için bırakılan delik, 4.) 1.)
metrik sitemde temel ağırlık
mibilyada çekmece, ~ boyası: far, ~ birimi, 2.) Kg’ın binde biri.
seyirmesi: tik, ~de canlılık: fer, Gramer [Yun.: gramma > Fra.: grammer]:
1.)
~ün renkli katmanı: iris, kirpiksiz çentik, çetele, kertik, harf, yazım,
yazma, 2.) Dilbilgisi, Sarf.
~: çipil, ~ü korkmak: yılmak, ~
gramma 1 [Yun.]: 1.) çentik, çetele,
hekimi: oftalmolog, ~ değmesi: kertik, 2.) harf.
nazar, [evileye], bir ~ hastalığı: gramma 2 [Yun.]: 1.) ağırlık, küçük
trohom, ~ kapağı kılları: kirpik. ağırlık, 2.) yazı, yazma.
gözdağı: azar, papara, paylama, zılgıt. gran [Yun.]: kemirme, ısıra ısıra yeme.
gözenek: [Yaşambilim] mesame. grandis [Lat.]: 1.) azim, büyük, cesim,
gözerimi: ufuk. iri, 2.) geniş, vasi, 3.) bol, çok,
gözetim: nezaret, yeri: nezarethane. külliyetli, mebzul.
gözetleme: dikiz, erkete. granit [Lat.: granum > Fra.: granite]: sert
gözetmen: nezaretçi. bir taş türü.
gözlem: rasat. granum [Lat.]: 1.) tane, 2.) tahıl tanesi,
gözlemevi: rastahane, hava tahıl.
tahminleri, deprem yada gözkyüzü granül [Lat.: granum > Fra.: granulle]: 1.)
izleme işlemleri yapılan yer. küçük tahıl, 2.) i., buğday tanesi,
gözlük: gözü görmeyenlerin taktığı evin, habbe, tanecik.
gereç, tek gözlü ~: monokl. graphe [Yun.: graphein [γραφείν]> graphia
gözlükçü: optik. [γραφία] > Fra.: graphe]: Fransızca’da –
1.)
gözüaçık: açıkgöz, sak, uyanık. graph; çizen, yazan yada kaydeden
gözüpek: acar, atılgan. gereç, [telegraph: telgraf], 2.) yazılmiş
graculus [Lat.]: karga. bir şey, [autograph: arkası kopyalı kağıt]
gradalis [Lat.]: kase, kupa, maşrapa, anlamına donek.
saplı su kabı. graphein [Yun.: γραφείν]: 1.) ucu sivri bir
gradi [Lat.]:
1.)
adım atmak, şeyle çizmek, hakketmek, kazımak,
2.)
adımlamak, yürümek, 2.) gitmek. yazmak.
grado [Lat.: gradus > İtl.: grado]: 1.) grapheion [Yun.: γραφείον]: iğne, sivri
adım, basamak, derece, kademe, 2.) uçlu yazma yada işaretleme gereci.
[Kimya] sıvıdaki alkol derecesi. graphie [Yun.: graphein [γραφείν] >
gradus [Lat.]: 1.) adım, basamak, graphia [γραφία] > Fra.: graphie]:
merdiven, 2.) derece, mertebe, Fransızca’da –graphie; 1.) bir yazma
tabaka. yöntemi yada yazıyla gösterme
graf [Yun.: graphein > Fra.: graphe]: bak. biçimi anlamına gelen bir sonek, 2.)
graphein. açıklamalı bir bilim dalı, [Geography:
grafi [Yun: graphia [γραφία]]: bak. Cografya].
graphie. gratia [Lat.]: iyilik, kıyak, yardım.
grafik [Yun.: graphein + ikos > [?] > Fra.: gratis [Lat.: gratia]: bedava, beleş,
graphique]:
1.)
gerçekçi bir ayrıntıyla caba, parasız, ücretsiz.
açıklanmış olan, 2.) bu biçimde gratulari [Lat.]: neşeli, şen.
çizimlerle gösterme. gratus [Lat.]: hoşlanma, memnuniyet,
grafit [Yun.: graphein > Fra.: graphite]: zevk.
madeni yağlarda ve kurşun gravid [Lat.]: gebe, hamile, yüklü.
kalemlerde kullanılan yumuşak siyah gravis [Lat.]: ağır.
renkli bir karbon. gravyer [Fra.: gruyere]: [Gıda] sarı yağlı
peynir.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 148 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

greco [Yun.]: Fransıca’da greco-; guerra [İsp.]: i., savaş.


Yunan yada Yunanlılara ait anlamına gula [Lat.]: i., boğaz, gırtlak, hançere,
gelen bir önek. imik, ümik.
gregare [Lat.]: biraraya getirmek, gulaş [M.: gulyos > İng.: goulash]: i.,
toplamak. Macar et yemeği.
Grek [Fra.]: Eski Yunanlı. gulbia [Lat.]: ?
grekoromen [Fra.: Greco-Romen,]: 1.) gulet [İtl.]: i., [Denizcilik] yelkenli savaş
Yunan etkisinde olan Roma sanatı, 2.) gemisi.
[Spor] Yunan-Roma tarzı güreş. gumma [Lat.]: i., sakız, sakız ağacı,
gren [Lat.: granum > Fra.: grain]: 1.) zamk.
tane, tahıl tanesi, 2.) kağıt üzerinde gunna [Lat.]: i., uzun, tek parça gece
oluşan tahenye benzer çıkıntılar, 3.) giysisi.
kağıdın prüzaleri. gurges [Lat.]: i., anafor, burgaç,
grena [Fra.: grenat]: 1.) çeşitli renklerde çevrinti, eğrim, girdap, su çevrintisi.
mineral, 2.) narçiçeği renginde bir süs gurgulio [Lat.]: i., 1.) boğaz, gırtlak,
taşı. hançere, imik, ümik, 2.) [Evrenbilim]
gres [Lat.: crassus > Fra.: greases]: 1.) boğaz, boğaza benzer yer.
etyağı, içyağı, yağ, kuyruk yağı, 2.) gurk: i., kuluçka.
koyu madeni yağ. guru [Hin]: i., 1.) Hint dininde birisinin
gres [yağı] [Lat.: crassus > Fra.: graisse]: kendi iç koryucu gücü yada ruhu, 2.)
1.)
kaba, kalın, şişman, tombul, 2.) pir, usta.
katı yada koyu yağ, 3.) [Kimya] makine gurup: bak. grup.
yağı. gurur [Arp.]: 1.) i., haddini bilmeme,
grev [Fra.]: i., işçinin iş bırakması, kendini beğenme, kibir, küstahlık, 2.)
işbırakma. övünme.
grex [Lat.]: davar yada hayvan sürüsü. gururlu [Arp. + lı]: s., azametli.
gri [Fra.: gris]: kül rengi, koyu ~: gusto [Lat.: gustus > Fra.: gusto]
barudi. Fransızca’dah gusto; haz, tat, hazalma,
gril [Lat.: craticulum > Fra.: grille]: tatma, zevk alma anlamına bir önek.
ızgara, mangal. gustus [Lat.]: i., ağız tadı, lezzet, tat.
gringo [İsp.]: 1.) yabancı, 2.) [Aşağılayıcı] guşa [Arp.: ?]: i., [Tıp] 1.) boğaza yakın
anadili İngilizce olan. salgı bezlerinin (tiroyid) genişlemesiyle
grip [Fra.: gripper > grippe]: i., 1.) boğazın önyüzünün şişmesi, 2.) bir
pençesine alan, 2.) [Tıp] paçavra boyun hastalığı, cedre, guatr.
hastalığı. gut [Lat.: gutta > Fra.: goute, Tıp]: 1.)
gripper [Fra.]: pençesine almak, sıkıca eklemlerde ama özellikle parmak
yakalamak, tutmak, yakalamak. uçlarında oluşan ağrılı şişkinlikler
grizu [Bel.: gregoise > Fra.: grisou]: 1.) biçiminde görülen bir eklem
Grek, Rum, Yunanlı, 2.) Rum ateşi, rahatsızlığı, 2.) eklem hastalığı,
kendiliğinden yanan, 3.)
[Kimya] nikras.
maden gazı. gutta [Lat.]: damla, katre.
grosa [Lat.: grossus > İtl.: grossa]: oniki guttur [Yun.: ?]: gırtlak.
düzine. guzat [Arp.: gûzat, gazi’nin çoğulu]: ç.i.,
grossus [Lat.]: 1.) büyük, kaba, kalın, gaziler.
2.)
iri, irikıyım. gübre [Rum.: kopros > kopria]: 1.) bok,
grotesk [Lat.: crypta > İtl.: grottesca > hayvan dışkısı, hayvan gerisi, 2.)
Fra.: grotesque]:
1.)
çirkin, korkutucu,
2.) kemre, tezek.
[Mimari] yapılarda bir süsleme türü. güç: 1.) zahmetli, zor, itici ~: iti, saik,
grottesca [İtl.]: 1.) mağaraya benzer, 2.)
can, derman, dirlik, hal, kuvvet,
2.)
eski Roma’da yapıların dehlizleri. mecal, takat, 3.) etki, güç, nüfuz,
grup [Fra.: group]: i., 1.) ekip, gurup, tesir.
küme, takım, 2.) katagori, ulam. güçlük: bun, eziyet, gaile, meşakkat,
guatr [Lat.: guttur > Fra.: goitre]: i., [Tıp] sıkıntı, sıkıntı, zahmet, zor.
1.)
boğaza yakın salgı bezlerinin güçsüz: 1.) argın, aygın, bitap, bitkin,
(tiroyid) genişlemesiyle boğazın dermansız, haşat, takasız, yorgun,
önyüzünün şişmesi, 2.) bir boyun zayıf, 2.) apışık, şaşkın.
hastalığı, cedre, guşa. güçsüzlük: aciz.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 149 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

güderi [Far.: gevder]: dağ keçisi derisi, güney: 1.) bodos, güneş tarafı, güneşin
yik derisi, pörşöman. dolandığı yön, cenup, 2.) [G] bir Türk
güdü: motiv. erkek adı, ~ tarafa ait: bodos.
gül [Far.: ‫]لوغ‬: 1.) [Bitkibilim: ] kokulu ve güneydoğu: keşişleme.
dikenli bir çiçek, 2.) [G] gül gibi güzel günlükağacı [San.: kunduruka > Far.:
bayan adı, ~ bahçesi: gülistan. kundurük > kündürek > Osm.: günlük]:
gülab [Far.: gül + âb > gülâb]: gülsuyu. [Bitkibilim: Styrax] sığla.
gülbeşeker [Far.]: bir tür reçel. gür: 1.) bol ve güçlü akan, bol ve güçlü
Güldeste [Far.: ]: [Şiir] bir şairin tüm fışkıran, 2.) bol, feyyaz, verimli.
şiirleri, Antoloji, Seçki. gürbüz: 1.) s., güçlü, sağlam, 2.) s., iyi
güldürme: tebessüm ettirme. beslenmiş, 3.) [G] bir erkek adı.
güldürmek: tebessüm ettirmek. Gürcistan [Far.: gürcistân]: Kafkasya’da
güldürü: ~ oyuncusu: komedyen, bir ülke, [Georgia].
1.) 2.)
Gülgün [gül + gün]: bir bayan adı. Gürcü [Far.]: Gürcistanlı,
gülistan [Far.: gül + istan]: gül bahçesi. Gürcistan kökenli olan, o bölgeden
gülme: gülüş, gülümseme, hande, göç etmiş.
tebessüm. güreş: bir tür spor, bir ~ türü:
gülmece: mizah. Grekoromen, ~ oyunları: Kle, Salto,
gülüş: gülme, gülümseme, hande, ~te yenilgi: tuş.
tebessüm. Gürsel: bir erkek adı.
gülüt: gag. gürültü: 1.) patırtı, şamata, 2.) çıngar,
gümbet 1 [Far.: gümbed]: 1.) kemer, 2.) dalaş, hengame, hır, kavga,
kubbe, yuvarlak çatı, 3.) küçük tahıl muaraza, niza.
saklama taşyapısı, 4.) küçük kubbeli gürz [?]: i., ağır topuz.
mezar yapısı. güsar [Far.: güsâr]: Farsça’da güsâr; 1.)
Gümbet 2 [Far.: gümbed]: Aydın içen, içer,
2.)
-cı, -ci, -cu, -cü,
3.)
-çı, -
Muğla’ya bağlı bir tatil beldesi. çi, -çu, -çü, [bâdegüsâr: şarapçı]
güme [Halkdili]: avcı kulübesi. anlamına bir sonek.
gümrük [Rum.: kommerkion < güve: pervane.
1.)
kommerkio]: ticaret, ticarette güven: 1.) itimat, 2.) [G] bir Türk erkek
alınan algı, vergi, 2.) yurt içi ve dışan adı, [Emin].
çıkışların denetlenmesi, geçici ~ güvence: inanca, ~ parası: kaparo,
belgesi: triptik, ~ görevlisi: güvenilir: emin, inanılır.
dideban. güvenilmez: inanılmayan, ~ kimse:
gümüş [Lat.: Fra.: argentum: Ag]: , sim. allak.
Gümüşhane [Gümüşhane]: [29], güvenlik: asayiş, emniyet.
Türkiye’de bir kent. güvenme: inanma.
gün: ruz, ön ~: arefe, arife, ~ün güvenmek: inanmak.
arkası: erte, tesi, ~-gece eşitliği: güvercin [Ornitoloji]: bir kuş türü, ~
ekinoks. türleri: Pal.
günah [Far.]: 1.) cereme, vebal, 2.) güverte [İtl.: coverte]: [Denizcilik]
[Din] kötülüklerin karşılığında gemide baştan kıça kadar döşenmiş
ödenecek bedel. tahta veya madeni platform döşeme,
güncel: 1.) aktüel, bugünkü, 2.) ambar ve kamaraların üstü.
çağdaş, muasır, 3.) yeni, yenileşme. güvey [ÖzTür.: küdegü > güveyi]: 1.)
güncelleme: yenileme. misafir olmak, bir topluluğa dışarıdan
güncelleştirme: yenileştirme. katılmak, 2.) evlenecek olan erkek, 3.)
güncelleştirmek: yenileştirmek. damat.
gündüzsefası [gündüz sefası]: [Bitkibilim: güzel: hoş, iyi, latif, rana, şirin, tatlı.
Ipomoea] çalapa, kahkaha çiçeği. güzellik: 1.) hoşluk, iyilik, letafet,
güneş [ÖzTür.: küneş]: 1.) aftap, afitap, rana, tatlılık, 2.) [Mecazi] iyilik, kıyak,
beyza, helio, sol, şems, 2.) [G] bir ~ duygusu: estetik.
Türk erkek adı. güzide [Far.: güzîde [‫]]ﻩديزگ‬: 1.) s.,
güneşlik: 1.) sahillerde kulalnılan seçkin, 2.) ö.i., [G] bir bayan adı.
güneş koruganı, 2.) şemsiye. gymnazein [Yun.: gymnázein: ?] çıplak
olmak, soyunmak.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 150 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

gymnos [Yun. : ?]: çıplak, üryan. habilitas [Lat.]: Latince’de –habilitas; 1.)
gynaeceum [Yun.: ? > Lat.]: 1.) eski bir oluş, bir güç, 2.) kabiliyet,
Yunan ve Roma’da harem bölümü, 2.) yetenek, yeti anlamına gelen bir
[Bitkibilim] çiçek pistil topu. sonek.
gyne [Yun.: ?]: kadın. habitaculum [Lat.]: yerleşim yeri.
habitare [Lat.]: ikamet etmek,
========== Ğ =========
oturmak, sakin olmak, hayat
Ğ: Türk Abecesi’nde 8. harf. sürmek, yaşam sürmek, yaşama
========== H ========= devam etmek, yaşamayı sürdürmek.
H [İtl.: Akka]: İtalyan Abecesinin 8. habitat [Lat.: habirate > habitat]: 1.) o
harfi, [H, h]. yaşıyor, 2.) bitki ve hayvanların doğal
H [Rus.: En]: Rus Abecesi’nin 13. harfi, olarak yaşadıkları bölge, 3.) bir
[Н, н]. insanın köken olarak bulunduğu,
H: Türk Abecesi’nde 9. harf. yaşadığı yer.
ha 1 [Arp.]: anladım, devam et! hac [Arp.: ?]: [İslam] Suudi Arabistan’da
ha 2 [Fars.]: Farsça’da –ha; çoğul Mekke’yi ziyaret edip kabe’yi
yapma eki; -lar & -ler [bağha: bahçeler & dolaşma.
tengha: tenha, ıssız yerler] anlamına bir hacamat [?]: hafif.
sonek. hacer [Arp.: ?]: 1.) taş, 2.) [İslam] [H] Hz.
ha 3 [Fars.]: Farsça’da ha-; çiğneyen, Muhammed’in annesinin adı, 3.) [H]
geviş getiren, şapırdatan, yalayan kutsal taş anlamına bir bayan adı.
[şekerha: şeker yalayan] anlamına bir hacet [Arp.: ?]: 1.) gereklilik, lüzum, 2.)
3.)
sonek. [Mecazi] tuvalet ihtiyacı, [H] bir
hab 1 [Far.: hâb]: 1.) uyku, 2.) düş, rüya, erkek adı.
3.)
ölüm, 4.) [Tıp] atalet, letarji, hachback [İng.]: 1.) kambur, 2.)
uyuşukluk. [Otomotiv] arkası kambur binek araç.
hab 2 [Arp.]: 1.) habbe, tane, yuvarlak hacıağa: i., taşralı zengin.
şey, 2.) bak. hap. hacim [Arp.: ?]: cisimlerin uzaydaki
habazan [Rom.: ?]: bak. abazan. yeri.
habbe [Arp.]: i., 1.) buğday tanesi, evin, Haç [?]: [Hiristiyanlık] çarmıh, istavroz.
granül, tanecik, 2.) üzüm tanesi, 3.) had: sınır, uç, ~dini bilmeme: gurur,
su kaabrcığı. kendini beğenme, kibir, küstahlık.
habeas corpus [Lat.]: 1.) (ki) senin bir hademe [Arp.: ?]: hizmetçi, odacı.
bedenin var, 2.) [Hukuk] bir tutuklu Hades [Yun.: ?]: 1.) Yunan Mitolojisi’nde
hapsedilmeden önce hakim önüne ölüler diyarının tanrısı Pluton, 2.)
çıkartılmalıdır. ölülerin ruhlarının blunduğu yer, 3.)
habenera [İs.]: i., Küba dansı. cehennem.
haber [Arp.]: bilgi, yeni, yenilikler, ~ hadım [Arp.: ?]: erkekliği olmayan, ~
bülteni: ajans, şişirme yada yalan etme: eneme.
~: asparagas. hadis [Arp.: ?]: [İslam] Hz.
haber vermek: f., açıklamak, beyan Muhammed’in sözleri.
etmek, bildirmek, ilan etmek. hadise [Arp.: ?]: olay, vukuat.
haberci [Arp. + ci]: i., 1.) bilgi veren, 2.) haerere [Lat.]: 1.) çekmek, delmek,
2.)
ulak. saplamak, sokmak, hareket
haberdar [Arp.: haber + Far.: dâr]: z., edememek, kalmak, yapışmak, 3.) bir
agah, bilgili, haberli. birine bağlamak, yapıştırmak.
habere [Lat.]: elinde bulundurmak, hafız [Arp.: hfz > hâfız]: 1.) gizleme,
malik olmak, mülkiyetinde koruma, saklama, 2.) [Din] Kur’anı
bulunmak, sahip olmak, tutmak. Kerim’i ezbera bilen, saklayan, 3.) [H]
haberleşme [Arp. + leşmek]: iletişim, bu anlamda bir erkek adı.
muhaberat. hafıza [Arp.: hfz > hâfıza [‫]]ﻩضفاح‬: 1.)
haberleşmek [Arp. + leşme]: bilgi alıp gizleme, koruma, saklama, 2.) bellek,
vermek, iletişim kurmak, muhaberat ~ kaybı: amnezi.
yapmak. hafızali: [Bitkibilim] büyük taneli üzüm.
haberli [Arp. + li]: agah, bilgili, hafi [Arp.: ? > hâfi]: 1.) gizli, örtülü, 2.)
haberdar. bilinmeyen, gizli.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 151 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

hafiye [Arp hfz >]: 1.) gizli saklı şeylerle hakimiyet [Arp.: hakîmiyet]: egemenlik,
ilgili, 2.) dedektif. hegemonya, üstünlük.
hafriyat [Arp.: ? > hafriyyât [‫]]تاﯼرفح‬: hakir [Arp.]: aşağı görme, ~ görmek:
kazı, toprak kazısı. aşağılamak, küçük görmek, tepeden
hagio [Yun.: ?]: [Hiristiyanlık] aksakal, bakmak.
aya, aziz, eren, ermiş, evliya, saint. hakkak [?]: oymacı.
Hagiograf [Yun.: hagio + graphein > [?] Hakkari []: [30], Türkiye’de bir kent.
1.)
> Fra.: hagiograph]: [Hiristiyanlık] hakkı [Arp.]: 1.) 2.) [H] bir erkek adı.
2.)
Azizilerin yazmaları, Eski Ahit’te hakuran: [Kuşbilim] kumru.
Tevrat ve peygamberlere ait hal [Arp.: hâl [‫]]لاح‬: 1.) durum, vaziyet,
kitapların dışında kalan kitaplar. 2.)
can, derman, dirlik, güç, kuvvet,
Hagioloji [Yun.: hagio + logia > [?] > mecal, takat, 3.) [Dilbilgisi] durum, 4.)
Fra.: hagiologie]: [Hiristiyanlık] meyve ve sebzelerin toptan satıldığı
Hiristiyanlıkta azizlerin yaşamlarıyla geniş toplu pazar yeri.
ilgili yazı ve eserler. hala 1 [Arap.: hale]: babanın kız
hah 1 : ü., aha, işte, işte buarda. kardeşi.
hah 2 [Far.]: s., arzu eden, bekleyen, hala 2 [Arap.: hâlen > hâlâ]: 1.) henüz, 2.)
dileyen, isteyen, uman, ümit eden. halihazırda, şu anda.
haham [İbr.]: Yahudi din adamı. hala 3 [Arp.: halâ]: 1.) boşluk, yokluk, 2.)
Hahnyum [Lat.: ? > Fra.: hahnium: Ha]: ? hela.
haile [Arp.]: çok acıklı olay, ağlatı, halare [Lat.]: hava almak, hava
dram, drama, trajedi. teneffüs etmek, nefes almak,
haima [Yun.]: kan. nefeslenme, soluk almak,
haimatites [Yun.]: kangibi, kana soluklanmak,
benzeyen. halat [Rum.: ?]: kalın ip, ip, ince ~: ip,
hain [Arp.]: alçak, ihanet eden, rezil, urgan, ~ ucu: çıpa, çima, ~ yumağı:
hairein [Yun.]: almak, kabul etmek.
roda,
hairesis [Yun.]: 1.) seçim, 2.) fırka,
halay [?]: bir halk oyunu.
mezhep.
halayık [?]: aftoz, cariye, gaco,
haisthesis [Yun.: [?]: ?
kapatma, kuma, metres, nikasız
hak 3 [Far.: hâk]: toprak.
kadın, odalık.
Hak 1 [Arp.]: [İslam] Allah’ın adlarından
halaza [?]: kendiliğinden çıkan ekin.
birisi.
halbuki [?]: 1.) hal bu ki, 2.) oysa,
hak 2 [Arp.: [‫]]قح‬: 1.) adalet, hukuk, 2.)
oysaki.
~kından vazgeçme: feragat. hale [Arp.: hâle]: 1.) [Yıldızbilim] arkaç,
hakan [?]: 1.) ? 2.) [H] bir erkek adı. ayla, ağıl, 2.) [H] bir bayan adı. [Ayla].
hakem [Arp.]: maç yönetir, halef [Arp.]: ardıl.
anlaşmazlıklara arabulucu olur. halfa [?]: ip yapılan bitki.
haketmek [Arp. + etmek]: 1.) layık halgion [İng.]: aksakal, aziz, eren,
olmak, müstahak olmak, 2.) taş, ermiş, kutsal.
metal yada ağaç üzerine kazıyarak halhal: ayak bileziği.
yada oyarak yazı yazmak. halı [?]: yere serilen yaygı.
hakeza [Arp.: ?]: ? haliç [Arp.]: 1.) koy, küçük körfez, 2.)
haki [Far.: hâk > hâkî]: 1.) toprak [H] İstanbul’da körfez ve bir semt.
renginde olan, 2.) yeşile çalan renk. halid [Arp.]: bak. halit.
hakikat [Arp.: hakîkât [‫]]تقيقح‬: çın, halil [Arp.: hâlil]: 1.) 2.) [H] bir erkek adı.
doğru, gerçek, hakiki, reel. halile [Arp.: hâlile]: (bayan) eş.
hakiki [Arp.: hakikî]: s., gerçek, sahici. halis [Arp.: hâlis]: 1.) arı, karışıksız,
hakim 1 [Arp.: hâkîm [‫]]مكاح‬: i., yargıç. katışıksız, saf, 2.) [H] bu anlamda bir
hakim 2 [Arp.: hakîm [?]]: i., 1.) bilge, erkek adı.
filozof, 2.) [H] Allah, 3.) fizisyen, tıp halisane [Arp.: hâlisâne]: içtenlikle.
doktoru. halit [Arp.: halid]: 1.) 2.) [H] bir erkek
hakimane 1 [Arp.: hakim + Far.: ane > adı, [Khaled, Khalid].
Far.: hakimane]: bilgece. halita [Arp.: halîta [‫]]ﻩطيلخ‬: [Kimya]
hakimane 2 [Arp.: hakim + Far.: ane > alaşım.
Far.: hakimane]: yöneticinin
buyurduğu üzere.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 152 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

halk [Arp.]: ahali, cumhur, ~ın hamasi [Arp.: ? > hamâsi]: destansı,
bütünü: amme, kamu, Kafkasya epik, menkıbevi.
~ları: Abaza (Abhaz), Acar, Avar, Azeri, hamayli [Arp.: ? > hamâyli]: muska.
Çeçen, Çerkez, Dağıstanlı, Ermeni, Gürcü, Laz, hamız [Arp.: ? >]: [Kimya] asit.
Oset, ~ tabakası: avam. hami [Arp.: ? > hâmi]: 1.) koruyucu, 2.)
halka: çember. [H] koruyan anlamında bir Müslüman
halkçılık [Arp. + çılık]: populizm. & Türk erkek adı.
1.)
halkoylaması [Arp. + olaması]: plebisit, hamile [Arp.: hml > hamile]:
referandum. götürme, taşıma, yüklenme, yükün
haller [Arp. + ler]: ahval, durumlar, altına girme, 2.) s., ağırayak, gebe,
hallow [İng.: halgion]: birisini kutsal yüklü.
saymak. haminne [Halkdili]: 1.) hanım nine, 2.)
Halloween [İng.: all hallow even]: 1.) yaşlı kadın.
1.)
[Hiristiyanlık] tüm aziziler eşittir,
2.) hamiyet [Arp.: ? > hamiyed]:
2.)
Hiristiyan dünyada 31 Aralık’ta yardım, [H] bir bayan adı.
kutlanan tüm aziziler günü. hamiyetperver [Arp.: ? > hamiyed +
hallucinari [Lat.]: hayali olarak Far.: perver > Far.: hamiyetperver]:
dolaşmak, aklındak gezip dolaşmak. yardımsever.
halojen [Yun.: hals > Fra.: halogene]: 1.) hamle [Arp.: ? >]: 1.) atak, atılım,
tuzveren, 2.) [Kimya] florin, klorin, hücum, 2.) adım, gelişim.
bromin, astetin ve iyodin gibi çok hamse [Arp.: ? >]: Mesnevi şiiri.
etkin kimsayal elemlerden herhangi hamsi [Rum.: champsi [?] > hampsi]:
birisi, 3.) [Elektrik] içine halojen, [Balıkçılık: ] bir tür balık.
iyodin, bromin ve diğer gaz hamsin [Arp.: ? >]: 1.) elli (gün), 2.) elli
karışımların doldurularak üretilmiş gün sürdüğü düşünülen kötü hava
bulunan bir ampül çeşidi. Aydınlatma koşulları.
ve otomobil farlarında hamur [Arp.: ? >]: ~ topağı: beze, ~
kullanılmaktadır. açma gereci: merdane, oklava, ~
halos [Yun.]: 1.) dairsel harman yeri, yoğurma aleti: mablak.
yuvarlak harman yeri, 2.) [Hiristiyanlık] hamüle [Arp.: hml > hamûle]:
azizlerin kafalarının üzerinde [Taşımacılık] yük, kargo, ~ senedi
olduğuna inanılan daire biçimli kutsal [Arp., Taşımacılık]: taşıma belgesi.
ışık. han 1 [Far.]: 1.) eğlek, kervansayar,
hals [Yun.: ?]: tuz. konak, konaklama yeri, otel, palas,
halsiz [Arp. + siz]: bitkin, ölük. pansiyon, 2.) büyük ticari yapı.
halsiz [Arp. + sizlik]: bitkinlik, ölük. han 2 [Far.]: bey, kaan, kral, reis, şef,
halt [?]: uygunsuz söy söyleme. hakan, kaan, kayser, kral.
halter: [Spor] ağırlık kaldırma. han 3 [Far.]: 1.) büyük tepsi, 2.) yemek
halüsinasyon [Lat.: hallucinari > Fra.: masası, 3.) besin, gıda, yiyecek-içece.
haliucination]: sanrı. han 4 [Far.: hân]: Farsça’da han; 1.)
ham [Far.]: 1.) olmamış, 2.) olmamış okuyan, ezberinden okuyan, şarkı
meyve, 3.) idmansız. söyleyen,
2.)
hafız,
3.)
şarkıcı, türkücü
hamak [Hin. > İsp.: hamaca > İng.: anlamına bir sonek.
hammock]: ağ yatak. hanay [Halkdili]: avlu, bahçe, hayat.
hamakat [Arp.: hamâkat]: ahmaklık, hançer [Far.]: bir tür savaş bıçağı.
andavallık, anlayışsızlık, aptallık, hançere [Arp.: ? > hancere]: [Bedenbilim]
avanaklık, budalalık, bönlük, boğaz, gırtlak imik, ümik.
enayilik, salaklık, savaklık. handan [?]: 1.) ? 2.) [H] bir bayan adı.
hamal [Arp.]: yük taşıyan, ~ semeri: hande [Far.]: 1.) gülme, gülümseme,
arkalık. gülüş, tebessüm, 2.) [H] gülme,
1.)
hamaliye [Arp.: hml]: götürme, gülüş, tebessüm anlamına bir bayan
2.)
taşıma, taşıma işleri, 2.) taşıma adı.
ücreti. hane [Far.: hâne]: 1.) ev, gah, konut,
hamam [Arp.: ?]: ısıcak, ısıdam, mesken, yer, 2.) ev, gah, konut ve
yunak, Fin ~ı: sauna, kadın ~ yer anlamında bir sonek, 3.) ev halkı,
görevlisi: natır. Hanefi 2 [Arp.: ? > Hanefî]: 1.) 2.) [H] bir
erkek adı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 153 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Hanefi 1 [Arp.: ? > Hanefî]: [Din] İslam harbi [?]: 1.) tüfek namlusu temizleme
Dini’nde Temel Tarikat: Yol’un adı. sopası, 2.) doğru, doğrucu.
hanımeli: [Bitkibilim: ?] kokulu bir süs harbiye 1 [Arp.: ?]: [Askeriye] 1.) savaş
çiçeği. sanatıyla ilgili, 2.) asker ve subay
hanife [Arp.: ? >]: 1.) 2.) [H] bir bayan yetiştirme işi, 3.) subay yetiştirme
adı. okulu..
hantal [Arp.: ? > ?]: ağır, iri, kaba, lök. Harbiye 2 [Arp.: ?]: İstanbul’da bir
hap [Far.: hab]: toparlak ilaç. semt.
hapaz [Erm.: apaz]: 1.) kapalı el, tokat, harcamak [Arp. + mak]: sarfetmek,
2.)
avuç, avuç dolusu. tüketmek, harcanan para: masraf.
hapishane [Arp.: hapis + Far.: hâne > harç 1 [Arp.: ?]: 1.) [Hukuk] masraf, 2.)
3.)
Far.: hapishâne]: cezaevi, dam, kafes, bac, vergi, beton karışımı
4.)
tutukevi. malzeme, [Yemek] baharatlı
hapşırma: aksırma. karışım, sos.
har 1 [Far.]: diken. harç 2 [Arp.: ?]: vekil harç ?
har 2 [Far.]: 1.) eşek, eşşek, karakaçan, hardal [?]: [Bitkibilim:] bir ~ türü:
merkep, 2.) aptal, budala, salak, 3.) akhardal. ?
telli müzik gerecenin köprüsü. hare [Far.: hâre]: dalgır, filigran,
har 3 [Arp.]: 1.) kızgın, sıcak, yakıcı,2.) meneviş.
hararet, ısı. hareket [Arp.: harâret ?]: aktivite,
har 4 [Far.]: Farsça’da –har; batan, çizen, canlılık, devinim, faaliyet.
yırtan, paralayan, parçalayan [dilhar: hareketli [Arp. + li]: 1.) kımıldayan,
yürek paralayan] anlamına bir sonek. oynak, 2.) aktif, çalışkan, etkin, faal,
har 5 [Far.]: 1.) adi, değersiz, sıradan, gayretli, işlek,
2.)
kimsesiz, terkedilmiş, zavallı, 3.) harem 1 [Arp.: ‫]ميرح‬: 1.) özele ilişkin,
az, azıcık, çok az. mehreme ait, 2.) eş, 3.) Osmalı’da
har 6 [Far.]: besin, gıda, yiyecek. Sultan’ın eş ve yardımcılarına ait
har 7 [Far.]: Farsça’da –har; 1.) içen, yapılar zinciri.
2.)
yiyen, yiyip içen [hunhar: kanasusamış, Harem 2 [Arp.: ‫]ميرح‬: İstanbul’da bir
kaniçici] anlamına bri sonek. semt adı.
hara 1 [Far.]: at yetiştirme yeri. haremlik [Arp.: + lik]: 1.) eşlik, karılık,
hara 2 [Fra.: ? > haras]: aygır deposu, 2.)
eski konak ve evlerde bayanlara
at yetiştirme çiftliği. ayrılmış bir bölüm.
harab [Arp.: ? > harâb]: bak. harap. harf [Arp.: ‫]فرح‬: 1.) ünlem, ses, 2.)
harabat [Arp.: harâbât, harâbe’nin çoğulu Abece işareti.
?]: ç.i., kalıntılar, yıkıntılar. haric [Arp.: hâric]: bak. hariç.
harabati [Far.: harâbâtî]: zevk harici [Arp.: hâricî]: dışla ilgili.
düşkünü. hariciye [Arp.: hâricîye]: dışişleri.
harabe [Arp.: harâbe, harab’ın çoğulu]: hariç 1 [Arp.: hâric]: 1.) dış, dışarı, 2.)
ç.i., kalıntılar, yıkıntılar. [Futbol] aut.
haraç [Arp.: ? >]: 1.) baç, 2.) zorla harif [Arp.]: arkadaş, nedim, yoldaş.
alınan para. harika [Arp.: hârika]: 1.) keramet,
harafana [Halkdili]: 1.) şölen, 2.) bak. mucize, şaşırtıcı, tansık, 2.) [H] bir
arifane. bayan adı.
harami [Far.: harâmi]: hırsız, şaki. harim [Arp.]: yabancıya yasak, kutsal
harani [Arp.: harâni]: büyük tencere. yer.
harab [Arp.: hrb > harâb]: bak. harap. haris [Arp.]: aç, açgözlü.
harap [Arp.: hrb > harâb [‫]]بارخ‬: 1.) harita [Rum.: ?]: 1.) ? 2.) yeryüzü
dökük, viran, yıkık, 2.) dökülmüş, taslağı, 3.) topografik plan, ~
yıkıntı. çıkarma aleti: plançete.
harar [?]: kıldan büyük çuval. haritacı [Rum.: ? + cı]: kartograf.
hararet [Arp.: ? > harâret [‫]]ترارح‬: 1.) ısı, Harizmi [Arp.: El-Harizmi > Harizmî]: 1.)
sıcaklık, 2.) susma, susama. Özbekistan, Harizmili, Ebu Abdullah
haraşo [Rus.: ?]: yün örgü biçimi. Muhammed bin Musa El-Harezmi,
2.)
bir
harb [Arp.: hrb]: bak. harp. Aritmetik bilgini olan El Harizmi, 3.)
harbe [?]: kısa mızrak. Algoritma’nın kurucu bilgini, Batılılar
onu al-Khowarazmi olarak bilir.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 154 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

harman [?]: 1.) buğdayın tanelerini duyarlı: dikkatli, hassas.


ayırma işi, 2.) [çay vb] karıştırma, ~ hasse [Arp.]: 1.) duyu, his, 2.) [Dokuma]
araçları: anadut [dirgen, yaba], düven, bir tür kumaş, patiska.
~ makinesi: batöz, 2.) karışım, ~ hasta [Arp.]: bimar, sağlığı bozuk olan,
döküntüsü: badas. ~ kimse: malul,
harmoni [Yun.: harmos [?] > Fra.: hastahane [Arp.: hasta + hane]:
harmonie]: [Müzik] ahenk, uyum, hastaların tedavi edildiği yer,
yeknesak. bimarhane, [Hospital, Krankehaus].
harmoni: bak. armani. hastalık [Arp. + lık]: çor, illet, maraz,
harmos [Yun.: ?]: ahenk, uyum. mazara, ~ nöbeti: akse, ~ salgını:
harnup [?]: [Bitkibilim: Ceratonia siliqua] ölet, ~ türleri: Alzehiemer, Artrit, Eklem
keçiboynuzu. Romatizması (atrit), Felç (inme), Grip, Guart,
harp 2 [Fra.: harpe]: [Müzik] bir müzik İnme (felç), Kanser, Nezle, Reflü, Romatizma,
gereci. Sara, Sarılık, Üşütme, Veba, hastalığın
harp 1 [Arp.: hrb > harb [‫]]برح‬: 1.) depreşmesi: nüksetme, sık
çarpışma, savaşma, vuruşma, 2.) görülen ~: andemi, ateşli bir ~:
cihat, gaza, kavga, savaş. dang, ~ depreşmesi: üsteleme, bir
hars [Far.]: ekin, kültür. yaşlılık hastalığı: alzheimer, ~tan
harun [İbr.: ? & Arp.: hârun]: 1.), ? 2.) [H] kurtulma: iyileşme, şifa, bulaşıcı ~
anlamında bir Hiristiyan, Yahudi,
önlemi: kaarntina, ~ araştırması:
Müslüman & Türk erkek adı, [Aoron].
muayene,
has 1 [Arp.: hass’]: 1.) ait, mahsus, özel,
2.) hastalıklı [Arp. + lıklı]: algın, alil, zayıf.
en iyi cinsten, katışıksız, saf, 3.)
haşamat [?]: şişeyle kan alma.
hükümdara özgü, krala ait, 4.)
haşarı [Arp.: hasarı]: yaramaz çocuk.
nitelikli kişi, 5.) başmaklık.
haşat [Argo]: 1.) eski-püskü, külüstür,
has 2 [Arp.: hass’ > Osm.]: Osmanlı’da 2.)
argın, aygın, bitap, bitkin,
yıllık 100 yün asperlik geliri olan
dermansız, güçsüz, takasız, yorgun,
tımar yada zeamet sahibi.
zayıf.
has 3 [Far.]: 1.) çer, çöp, saman, 2.)
haşere [Far.: ‫]حﻩرش‬: [Böcekbilim] böcek.
yabani otlar, 3.) hiç kimse.
haşhaş [Arp.: haşâş: ‫]شاشح‬: 1.)
hasan [Arp.]: 1.) ? 2.) [H] bir erkek adı.
[Bitkibilim: Papaver somniferum],
[Hassan].
kapsüllerinden afyon, tohumlarından
hasar [Arp.]: dokunca, heder, kayıp,
yağ çıkarılan yıllık ve otsu bir bitki,
zarar, ziyan. 2.)
bir tür uyuşturucu.
haseki 1 [Arp.: hass’ > Far.: hasagıh >
1.) haşlak: çok sıcak, kaynar.
Osm.: haseki]: seçilmiş olan, özel
2.) haşmet: celal, ihtişam, izzet, sitayiş,
kişi, Osmanlı’da Sultan’ın muhafız
parlaklık, şaşaa.
çavuşu, 3.) padişah gözdesi kadın.
hat [Arp.]: 1.) yazı, yazma işi, 2.) çizgi,
Haseki 2 [Arp.: haseki1]: İstanbul’da bir
yiv, 3.) güzergan, izlenen yol, rota, 4.)
semt.
vücut biçimi, vücudun çizgileri,
hasılı [Arp.: asıl-ı kelam]: 1.) lafın kısası,
[Demiryolu Hattı, Dolmuş Hattı].
kelamın kısası, sözün kısası, 2.)
hata [Arp.: hatâ [‫]]اطخ‬: 1.) kusur, yanılgı,
kısacası.
yanlış, 2.) gaf, patavazsızlık, pot.
hasımlık: adavet, artniyet, buğz,
hatab [Arp.]: odun.
düşmanlık, garez, husumet, kin,
hatalı [Arp.: hatâ + lı]: falsolu, yanlış.
kötüniyet, nefret.
Hatay [?]: kent adı Antakya’dır [31],
hasır [Arp.: hasir]: bir tür sazdan kilim,
Türkiye’de bir kent.
yaygıyada sergi, ~ otu: saz, kiliz.
hatır [Arp.]:
hasırotu [hasır otu] [Arp.]: b.k. & i., hatıra [Arp.: hâtıra [‫]]ﻩرطاخ‬: anı.
koça. hatırlama [Arp. + lama]: anma, ansıma,
hasis [Arp.]: cimri, ekti, elisıkı, hasis, hatırlı [Arp. + lı]:
nekes, pinti. hatırşinas [Arp.: hatır + şinâs]:
haslet [Arp.]: 1.) huy, mizaç, tabiat, 2.) hatim [Arp.]: 1.) bitirme, 2.) Din]:
[H] bu anlamda bir bayan adı.
Kur’an’ı baştan sona okuma.
hasret [Arp.]: 1.) nostalji, özlem, 2.) [H] hatime [Arp.: htm]: epilog, hatime,
bu anlamda bir bayan adı, [Özlem]. son, sonsöz.
hassas [Arp.]: duyarlı, dikkatli.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 155 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

hatmi [Arp.]: [Bitkibilim: Althea officinalis] hayati [Arp.: hayâtî]: 1.) yaşamla ilgili,
2.)
ağaç küpesi çiçeği. yaşamsal, 3.) [H] yaşamsal
hattat [Arp.: hattât]: güzel yazı yazan. anlamına bir erkek adı.
haurire [Lat.]: çekmek, içine çekmek, haydut [Cac]: eşkıya, şaki.
içeriye çekmek. hayır 1 : iyilik, yardım.
hav [Far.]: yumuşak tüy, yün tüyleri. hayır 2 : yok, yo.
hava 1 [Arp.]: gökyüzü. hayırhah [Far.: ahyır + hah > hayırhah]:
hava 2 [Arp.]: yağışlı hava olayı, soğuk s., iyiliğini isteyen.
~: ayaz. haykırma: avaz, nara, yüksek ses.
havadar [Far.: hava + Far.: dâr]: 1.) haykırmak: avaz avaz bağırmak, nara
ferah, geniş, havai, 2.) yeleç, atmak, yüksek sesle konuşmak.
yeleken, haylaz: avara, avare, azade, aylak,
havadis [Arp.: havâdis]: 1.) bilgiler, atıl, başıboş, boş, hayta, işsiz,
haberler, 2.) gündelik gelişmeler, nabekar, serseri, tembel.
gündelik olaylar, haberler. haylazlık: avaralik, avarelik, azadelik,
havai [Arp.: havaî]: 1.) gökyüzünü aylaklık, atalet, başıboşluk, haytalık,
andıran, yeleme, 2.) uçuk kaçık. nabekarlık, serserilik, tembellik.
havale [Arp.]: 1.) [Tıp] bedebdeki aşırı hayli [Arp.]: epey, oldukça.
ateş, 2.) [Bankacılık] hesaplar arası para Haymana [?]: Ankara’nın bil ilçesi.
aktarımı. hayrat [Arp.: hayrât]: ~ çeşmesi: sebil,
havali [Arp. + lı]: civar, mahal, yöre. Hayreddin [Arp.]: bak. Hayrettin.
havan [Far.]: 1.) ceviz, sarımsak hayret [Arp.]: şaşma, şaşırma, ~
benzeri gıdaları inceltme kabı, 2.) etmek: şaşmak, şaşırmak.
tütün kesme düzeneği, büyük ~: Hayrettin [Arp.: hayreddin]: erkek adı.
dibek, 3.) [Askeri] bir top türü, hayri [Arp.]: 1.) 2.) [H] bir erkek adı.
havass-ı humayun [Arp. > Osm.]: ?. haysiyet [Arp.: haysiyyet [‫]]تيثيح‬:
hav [Far.: ?]: kumaş yünü, pamukçuk. onur, özsaygı, saygınlık, şeref,
havlu [Far. + lu > Tür.]: el-yüz silme vakar.
bezi. haysiyetli [Arp. + li]: agar, onurlu,
havuc [Far.]: bak. havuç. şerefli.
havuç [Far.: havuc: ‫]هﻮﻳﺞ‬: [Bitkibilim: hayta [Halkdili]: avara, avare, azade,
Daucuss carota] yeregeçer. aylak, atıl, başıboş, boş, haylaz,
havva [Arp.]: 1.) ilk dişi insan, 2.) ilk işsiz, nabekar, serseri, tembel.
insan Adem’in eşi, 3.) [H] bir bayan hayvan [Arp.: hayavan > Far.]: canlı
adı, [Ava, Eva, Eve]. evcil yada yabanıl varlık, ~ ölüsü:
havyar [Far.: hayâ + dâr > Fra.: cavier]: leş, ~da semizlik: tav, kesilmiş ~
1.)
yumurta taşıyan, yumurtalık, ayağı: paça, semiz ~: etlik, ~
taşak, 2.) balık yumurtası, Mersin
topluluğu: sürü, ~larda körelmiş
Balığı yumurtası.
Hay [Erm.]: Ermenice’de Ermeni tırnak: bakanak, ~ memesi: cukka,
demek. burulmuş ~: iğdiş, ~ın yuları: gem,
2.)
haya [Far.: hayâ]: yumurta, reşme, ~ bağlama ipi: örk, dişi ~:
3.)
yumurtalık, taşaklar. mayra, dört ayaklı ~: behime,
hayal [Arp.: hayâl]: düş, imaj, imge, hayyare Arp.]: seçim, tercih.
hülya, rüya. haz [Arp.: hâz]: hoşlanma, keyif, zevk.
hayali [Arp.: hâyalî]: 1.) düşşel, fiktif, hazal [?]: 1.) ? 2.) [H] bir bayan adı.
hayali, 2.) sahte, uydurma, ~ tasarı: hazan [Far.]: 1.) yaprak dökme zamanı,
hayat 1 [Arp.: hayât [‫]]تايح‬: ömür, 2.)
güz, sonbahar, 3.) gazel.
yaşam, ~ın sonu: ecel, ~ sürmek: hazar [Arp.]: barış.
sakin olmak, hayat sürmek, yaşama Hazar Denizi [Arp. + denizi]: 1.) Barış
2.)
devam etmek, yaşamayı sürdürmek. Denizi, Sulh Denizi, İran,
hayat 2 [Rum.: ?]: avlu, bahçe, etrafı Azarbeycan arasında bir deniz.
çitle çevrili yer, hanay. hazetme [Arp. + etme]: hoşlanma,
hayatağacı: secere, soyağacı. keyif alma, zevk alma.
hazetmek [Arp. + etmek]: hoşlanmak,
keyif almak, zevk almak.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 156 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

hazır [Arp.]: amade, bulunma. hektolitre [Yun.: hecto + litra > Fra.:
hazırcevap: esprili, nükteli, zeki, zarif. hectolitre]:
1oo litre.
hazırun [Arp.]: bulunanlar. hektometre [Yun.: hecto + metron >
hazine [Arp.]: gömü, servet, devlet Fra.: hectometre]: 1oo metre.
~si: miri. hel [Kel.]: güneş.
Haziran [Süryanice]: yılın 30 gün çeken hela [Far.: halâ: boşyer, helâ]: apteshane,
6. ayı. ayakyolu, hacetyolu, kenef, klozet,
hazire [Arp.]: türbede mezar yeri. suyolu, tuvalet, W.C.
hazne [Arp.]: depo. helali [Arp.: helâlî]: bir tür kumaş.
hazuran [Sür.]: sıcak. Helen [Yun.: (H)ellen > Fra.: Helene]:
heba [Arp.: hebâ]: boşa gitme. Yunanlı.
hece [Arp.]: [Dilbilgisi] ses birliği, Helenik [Yun.: (H)ellas + ikos > Fra.:
seslem. Helenique]: Yunanlı, Yunanlılara ait.
hectogram [Yun.: hecto + gramme > Helenistik [Yun.: > Fra.: Helenistique.]:
Fra.: hectogarmme]: 100 gr. Yunan tarihinde Büyük İskender’den
hedaya [Arp.: hediyye’nin çoğulu]: sonraki evrelere ait.
armağanlar, hediyeler. helezon [?]: heliks, helis, spiral, yay
hedef [Arp.]: nişane, nişangah. biçimli.
heder [Arp.]: 1.) karşılığını alamama, helezoni [Far.]: dairesel, sarmal.
ziyan etme, 2.) dokunca, hasar, helik [?]: duvar içindeki ufak taşlar.
kayıp, zarar, ziyan. helikon [?]: [Müzik] üflemeli çalgı.
hedik [Erm.: ? > Halkdili: hadik, hatik & helikopter [Yun.: helix + pteron > Fra.:
1.)
hedük]:
1.)
haşlanmış buğday, bulgur, helicopter]: spiral kanat, 2.)
mısır, nohut vb tahıllar, 2.) Artvin tepesinde yatak olarak bıçak biçimli
yöresi bir tür yemek, 3.) tuzlu nısır büyük pervanesi olan, yere dikey
haşlaması. olarak konup havalanan ve havada
hediye [Arp.: hediyye [‫]]ﻩيدﻩ‬:
1.) asılı durabilen bir hava taşıtı.
armağan, belek, 2.)
[H] bu anlamda helile [Far., Bitkibilim: Phyllantus Emblica]:
bir bayan adı, [Armağan]. meyveleri boyacılık ve sepicilikte
hediyeler [Arp. + ler]: armağanlar, kullanılan bir ağaç türü.
hedaya. helio [Yun.: helios: güneş]: 1.) güneş
hedone [Yun.: hēdēne]: keyif, zevk. anlamında önek, sonek, 2.) aftap,
hedra [Yun.]: bir oturak. afitap, beyza, güneş, sol, şems.
hegeisthai [Yun.]: mihmendarlık helios [Yun.]: güneş.
yapmak, rehberlik etmek, yol heliport [Yun.: helios + Lat.: > Fra.]:
göstermek. helikopter iniş alanı, H.
hegemon [Yun.: hēgēmon]: başkan, helis [Yun.: helix]: heliks, helezon,
lider, önder. spiral, yay biçimli.
hegemonya [Yun.: hegemon > Fra.: helix [Yun.]: helis, helezon, spiral, yay
hegomania]: egemenlik, üstünlük, biçimli.
hakimiyet. Hellas [Yun.]: eski Yunanistan.
hegomonya 1 [Lat.: > Fra.: hegomania]: helleboros [Yun.]:
bir devletin baskısı, egemenlik. Hellespont [Yun.: Hellas + pontus >
1.)
hekim [?]: doktor, fizisyen. Hellaspont]: Yunan Denizi, 2.)
hekimlik [? + lik]: tıp, tıy. Çanakkale Boğazı.
heksagon [Yun.: hex + gonia > Fra.: helot [Yun.]: köle.
hexagone]: altı açılı ve altı kenarlı bir helva [Arp.: halvâ]: tatlı, kudret ~sı:
geometrik düzlem, altıgen. cis.
heksagram [Yun.: hex + gamme > Fra.: Helvetia [Lat.]: İsviçre.
1.)
hexagramme]: altıköşeli yıldız, 2.) Helvetian [Lat.]: İsviçreli.
Süleyman peygamberin mührü, 3.) Helyum [Lat.: Fra.: helium: He]:
Yahudilerce kutsal kabul edilen Helyum [Yun.: helio > Fra.: helium; He]:
altıköşeli yıldız. renksiz, kokusuz, tatsız ve
hektikos [Yun.]: alışılmış, daimi, tepkimeye girmeyen bir gaz
itiyadi, mutad. elementi. Hidrojenden sonra en çok
hektograf [Yun.: hecto + graphein > Fra.: bulunan bir elementtir.
hectographe]: jelatinli teksir makinesi. hema [Yun.: haima > Fra.: haima]: kan.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 157 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

hema: [Yun.: haima]: hemato-, hemo-; hemorraj [Yun.: haima + rhegnynai >
1.)
Fransızca’da kan anlamına gelen bir Fra.: hemorrhage]: kan fışkırması,
2.)
önek. ağır iç kanama, subarachnoid.
heman [Far.: hemân]: bak. hemen. hemstır [Alm.: hamustro > İng.:
hematik [Yun.: haima + ikos > Fra.: hamster]: fareyi andıran bir kemirici.
1.)
hematique]: kanla ilgili, kanla dolu, hendek 1 [Arp.]: fak, kapan, mandepsi,
kanlı, kan renginde, 2.) kanı etkileyen trap, tuzak.
ilaç. Hendek 2 [Arp.]: Sakarya’nın bir ilçesi.
hematin [Yun.: haima]: hemoglobin Hendese [Arp. ]: 1.) noktaların,
erimesine oluşan koyu mavi bir çizgilerin, düzlemlerin ve
madde. üçboyutların özellikleri, ölçümleri ve
Hematoloji [Yun.: haima + logia > Fra.: ilintileriyle ilgilenen Matematiğin bir
1.)
hematologie]: kan ve kan dalı, 2.) Geometri.
hastalıklarını inceleyen bir bilim dalı, hengame [Far.]: arbede, çekişme,
2.)
Kanbilimi. çıngar, dalaş, dövüş, hır, kavga,
heme [Yun.: haima]: hemoglobinde kan muaraza, niza, patırtı.
içeren doğal boya. henüz 1 [Far.: ‫]زونﻩ‬: birkaç dakika önce,
hemen [Far.: hemân]: çabucak, derha, şimdi.
şimdi. henüz 2 [Far.: ‫]زونﻩ‬: daha; olumsuz
hemera [Yun.]: gün, gündüz, ruz, cümlelerde kullanılır.
şembe, yevm. hepar [Yun.: hēpar]: karaciğer.
hemeroit [Lat.: > Fra.:, Tıp]: basur, heparin [Yun.: hepar > Fra.: heparine]:
1.)
egzama, mayasıl. pıhtılaşma önleyici, 2.) kanın
hemi 1 [Yun.: (h)ēmi]: yarım, yarısı. pıhtılaşmasını önleyen, beden
hemi 2 [Yun.: (h)ēmi]: Fransızca’da hücrelerinde ama özellikle
hemi; yarım, yarısı anlamına gelen bir karaciğerde bulunan bir madde.
önek. hepatik [Yun.: hepar + ikos > Fra.:
hemialjiya [Yun.: (h)ēmi + algos > Fra.: hepatique]: karaciğere ait, karaciğer
1.)
hemialgia]: bedenin yada başın renginde.
yarısının ağrıması, 2.) yarımbaş hepatit [Yun.: (h)epar + itis > Fra.:
1.)
ağrısı. hepatite]: karaciğer iltihabı, 2.) [Tıp]
hemiflegya [Yun.: (h)ēmi + phlegia]: karaciğer iltihabı.
bak. hemiplegya. her 1 [Far.]: bütün, tüm.
hemiplegya [Yun.: (h)ēmi + phlegia > her 2 [Arp.: hâr]: bak. har3.
1.)
Fra.: hemiplegia]: daha çok Hera [Yun.]: Yunan Mitolohisi’nde
çocuklarda görülen beyin hasarından Zeus’un eşi ve tanrıçaların kraliçesi.
oluşan spastik inme, 2.) yarım felç, heran [Far.]: anbean, gittikçe.
yarım inme, yarım nuzül, 2.) bak. heratik [Yun.: hairesis + ikos > Fra.:
1.)
serebral palsi. heretique]: Hiristiyanlıkta kabul
hemisfer [Yun.: (h)ēmi + sphaire > Fra.: olunmuş öğretilere karşı çıkan, 2.)
1.)
hemisphere]: yerkürenin yarısı, 2.) kendi kilisesinin inanışlarına karşı
yerkürenin kuzey, güney, doğu veya gelen, 3.) dalalete sapan, sapkın,
batı yarımküresi. yanlış yolda olan.
hemo [Yun.: haima]: Fransızca’da hemo; herba [Lat.]: 1.) bitki, nebat, 2.) çalılık.
kan anlamına gelen bir önek. herba [Lat.]: baharat, bitki, nebatat,
hemofili [Yun.: haima + phelos > Fra.: ot.
1.)
hemophilia]: kandan hoşlanan, kan herbarium [Lat.]: 1.) kurutulmuş bitki
2.) 2.)
sever, kanın pıhtılaşmaması. odası, kurutulmuş bitki
hemoglobin [Yun.: haimo + Lat.: globus biriktirmesi yada buna ait oda.
1.)
> Fra.: hemoglobine]: kan küreciği, hercai [Far.: hercayi]: 1.) aşkta vefasız
2.)
kan yuvarı, kırmızı kan yuvarlarına olan, 2.) değişken huylu.
kırmızı rengini veren madde. hercayi: bak. hercai.
hemoroid [Yun.: haima + rhein > Fra.: heres 1 [Lat.]: mirasçı, varis.
1.)
hemorrhoide]: kan akışı, kanama, heres 2 [Yun.]: kalıtçı, mirasçı, varis.
2.) 1.)
anüs çevresinde bazı kan herif [Arp.: ? > harif]: arkadaş,
damarlarının şişmesiyle oluşan nedim, yaren, yoldaş, 2.) [Kabaca]
kanama, 3.) basur, emoroid. adam.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 158 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

herifane [Far.: ?]: ? dinde genel kabul görmüş


herifane [Far.]: hak. arifane. düşüncelere karşı çıkan.
herik: bir tür koyun. heterojen [Yun.: hetero + genos > [?] >
1.)
herk [Halkdili]: nadaslı tarla. Fra.: heterogene]: farklı türde olan,
2.)
herke [?]: bakraç, kova. nicelik ve yapı bakımından farklı
herkes [Far.: her + kes > herkes]: 1.) olan, 3.) farklı parçalardan oluşmuş
bütün birey(ler), tüm kişi(ler) 2.) olan.
bütün bireyler, tüm kişiler. heteroseksüel [Yun.: hetero + Lat.:
1.)
Herkül [Yun.: Hercules > Fra.: Hercule]: sexus > [?] > Fra.: heterosexuelle]:
2.)
Yunan ve Roma Mitolojileri’nde farklı cinselere ilgi duyan, farklı
kuvvet timsali kahraman. cinseytlerle ilgili, 3.) hem kadın hem
Hermes [Yun.]: Yunan Mitolojisi’nde de erkeklerle cinsel ilişki yaşayan.
diğer tanrıların habercisi olan tanrı. heureka [Yun.: ?]: onu buldum, onu
hermetit [Yun.: haimetitas > Fra.: keşfettim, onu ortaya çıkarttım.
hermetite]: demir oksit, önemli demir heuriskein [Yun.: ?]: bulmak, icat
cevheri. etmek, keşfetmek, ortaya çıakrtmak.
hernia [Lat.]: fıtık. hevenk [?]: 1.) ipe geçirilmiş meyveler,
2.)
Herodot: bak. Herodotus. muz kümesi.
Herodotus [Yun.]: İ.Ö. 485-425 yılları heves [Arp.]: arzu, dilek, heves, istek,
arasında yaşamış Yunanlı bir tarihçi. şevk.
heros [Yun.: herôs]: cesur, vkahraman, hex [Yun.: ?]: altı.
yiğit, yürekli. hexa [Yun.: hex: ?]: Fransızca’da hexa-;
herpein [Yun.]: sürünmek, 6 anlamında bir önek.
emeklemek, dizlerinin üstünde hexe [Yun.]: büyücü, cadı.
gitmek. hexia [Yun. : ?]: durum, vaziyet.
herpes [Yun.: herpes > Lat.]: 1.) hey: bre, ey anlamında bir ünlem.
kabarcıklar oluşturan bir deri heybe [?]: artma.
hastalığı, 2.) uçuk. heyecan [Arp.]: 1.) galeyan, 2.) [H] bir
herpeto [Yun.: herpein]: Fransızca’da bayan adı.
herpeto-; sürüngenler anlamına gelen heyelan [Arp.]: akma, akıntı, toprak
bir önek. kayması.
Herpetoloji [Yun.: herpes + logia > Fra.: heyet [Arp.]: delegasyon, komite.
1.)
herpetologie]: sürüngenlerle heykel [Arp.]: yontu, ~ türleri: Büst.
ilgilenen bilim dalı, 2.) Sürüngenbilim. heyüla [Arp.]: korkunç hayal.
Hersek 1 [Herzogovina]: 1.) Eski hezimet [Arp.]: bozgun, yenilgi.
Yugoslavya [Jugoslavia] ülkesi, Bosna- hezimet: başarısızlık, başarısız sonuç,
Hersek Cumhuriyeti, 2.) Osmanlı bozgun, fiyasko, muvaffakıyetsizlik,
İmparatorluğu’nda bağlı bir ülke. yenilgi.
Hersek 2 [Herzogovina]: 1.) Yalova, hıfz [Arp.: saklama]: akılda tutma, ezber.
Altınova’da küçük bir yerleşim yeri. hıfzı [Arp.: hıfzî]: 1.) 2.) [H] aklı güçlü
Adını Osmanlı zamanlarında anlamına bir erkek adı.
Hersek’ten göçenlerden alır, 2.) hınçak [Erm.]: i., çan.
Marmara Fay Hattı’nda kırılma hınzır [?]: 1.) domuz, 2.) ?.
noktasının bulunduğu yer. hır: 1.) ses, 2.) arbede, çekişme, çıngar,
Hertz [Alm.]: 1.) H.R. Hertz; 19.yy’da dalaş, dövüş, hengame, kavga,
yaşamış bir Alman fizikçisi, 2.) [Fizik] muaraza, niza, patırtı,
elektromanyetik dalga sıklık birimi. hırçın [?]: aksi, çirkin, huysuz,
hesap [?]: ~ pusulası: adisyon, ~ kaknem.
özeti: ekstre, ~ dökümü: dekont, hırka [Arp.]: yünden üst giysi.
hesto [Lat.]: el. hırlı: iyi insan.
hetero [Yun.: ?]: Fransızca’da hetero-; hırpalama: tartaklama.
ayrı, -den başka, diğer anlamına bir hırs [Arp.]: celal, gazap, hiddet,
önek. kızgınlık, öfke, şiddet.
hetero 1 [Yun.: ?]: ayrı, den başka, hırs: açgözlülük, tamah.
diğer. hırsız: 1.) kötü insan, 2.) arakçı, çalan
heterodoks [Yun.: hetero + doxa > [?] > çırpan, harami.
Fra.: heterodox]:
1.)
farklı görüş, 2.) hısım [Arp.]: akraba, yakın.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 159 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

hıyaban [?]: ağaçlı yol, bulvar. susever bitkiler, 3.) [Hayvanbilim]


hızlılık: hız, sürat. susever hayvanlar.
Hi [Fen.: Samek [Samekh] > Yun.: Chi [ξεῖ - hidrofobi [Yun.: hydra + phobos > Fra.:
1.)
ξῖ & ξι] > B.D.: ks h]: Yunan Abecesi’nin hydrophobie]: su korkusu, 2.) [Tıp]
14. hafi, [Ξ, ξ]. bu koruku nedeniyle yutkunma
hiare [Lat.]: açılmak, yarılmak. zorluğu.
hibe [Arp.]: bağış, gağışlama, teberru, hidrojen [Yun.: hydra + genes > Fra.:
hibernaculum [Lat.]: 1.) kış örtüsü, 2.) hydrogene, Kimya]:
1.)
yanıcı, renksiz,
hayvanların kış uykusu. kokusuz, oldukça uçucu kimyasal
hiberus [Lat.]: kış. element, 2.) bilinen en hafif madde.
hibrid Yun.: hyôrida > Fra.: hybride]: 1.) hidrokarbon [Yun.: hydor + Lat.: carbo >
iki şeyden oluşan, melez, 2.) [Teknoloji] Fra.: hdrocarbone, Kimya]: sadece
temel oalrak farklı özellikleri hidrojen ve karbon içeren bir bileşen.
kendisinde toplayan, [hem elektrik hem hidroklorid [Yun.: hydra + chloride >
1.)
de petrolle çalışan araba gibi]. Fra.: hydrochloride]: [Kimya] ? 2.)
hiciv [Arp.: hicv]: eleştiri, yerme. klorhidrat.
hicret [Arp.: hcr > ‫]ةرجﻩ‬: 1.) göç, 2.) İlk hidroksit [Yun.: hdyra + oxys + Lat.:
[İslam] Müslümanlar’ın Mekke’den acidus > Fra.: hydro(o)xide]: [Kimya] bir
Medine’ye göçü, 3.) Hicri Takvim’in elementten yada OH temel
başlangıç günü.ü, 4.) [H] bir bayan maddesinden oluşan bir temel
adı. maddeden oluşan bir bileşen.
hicv [Arp.]: bak. hiciv. hidrolik [Yun.: hydor + aulos + ikos >
1.)
hicvetme [Arp. + etme]: yerme. Fra.: hdraulique]: suborusu, 2.)
hiçlik: 1.) gaip, görünmez, yokluk, 2.) [Fizik] sıvıların devinim ve basıncıyla
yokluğa inanma, nihilizm. çalışan, 3.) [Fizik] yoğunluğu yüksek
hiddet [Arp.: ‫]تدح‬: celal, gazap, yağların boru benzeri ortamlarda
kızgınlık, öfke, şiddet. sıkıştırılmasıyla çalışan.
hiddetli [Arp. + li]: arsız, hoyrat, hidroliz [Yun.: hydra + lysis > Fra.:
terbiyesiz. hydrolyse, Kimya]: [Kimya] zayıf bir asit,
Hidiv [Arp. > Osm.]: 1.) hakim, büyük zayıf bir baz oluşturmak için, suyun
vezir, baş vezir, 2.) 1867’de Mısır iyonlarıyla tepkimeye sokulan
Valisi’ne Osmanlıların verdiği bir kimyasal bir tepkime.
unvan. Hidroloji [Yun.: hydor + logia > Fra.:
hidrat [Yun.: hydor + Lat.: atus > Fra.: hydrologie]: Subilimi.
hydrate]: su ve bazı diğer maddelerin hidrosefal [Yun.: hydra + kephale > [?] >
kimyasal bileşeni. Fra.: hydrocéphale]: [Tıp] beyinde su
hidrazin [Yun.: + > Fra.:]: ? toplanması.
hidrazin sülfat [Yun.: ? + ? > Fra.: hidrosfer [Yun.: hydor + sphaire > [?] >
hydrasine]: ? Fra.: hydrosphère]: suküre.
hidro [Yun.: hydor]: bak. hydro. hidrosiyanik [Yun.: hydor + kyansos +
hidro klorik asit [Yun.: hydor + chloros ikos > [?] > Fra.: hydrocyanique]: [Kimya]
+ ikos > Lat.: acidus > Fra.: hidrojenle siyanürün bileşiminden
1.)
hydrochlorique acide, Kimya]: gaz oluşan kimyasal madde.
hidrojen kloridin suda çözülmesiyle hidroterapi [Yun.: phobos + therapeuein
elde edilen, kuvvetli ve oldukça > [?] > Fra.: hydrotherapie]: [Tıp]
aşındırıcı bir asit, 2.) hypo, tuzruhu. hastalıkları su tedavisiyle iyileştirme
hidrodinamik [Yun.: hydor + (dynasthai) yöntemi.
> dynamikos > Fra.: hydrodyamique,
1.) hienai [Yun.]: göndermek.
Fizik]: su gücü, 2.) Fiziğin su hieros [Yun.]: kutsal, manevi.
gücüyle ilgilenen dalı. higrometre [Yun.: hygros + metron >
hidroelektrik [Yun.: hydra + Arp. >
Fra.: hygrometre]: nemölçer.
amber > Yun.: elektron > Fra.:
hydroelectrique]:
1.)
su gücüyle hijyen [Yun.: hygies > Fra.: hygiene]: 1.)
2.) [Tıp] sağlıklı olmak için kurallar
elektrik üretimi, su bentleri yada
barajlar yaparak, su tirbünleriyle sistemi, 2.) temizlik.
eleketrik üretme. hijyenik [Yun.: hygies + ikos > Fra.:
1.)
hygienique]: [Tıp] temizlik yada
hidrofil [Yun.: hydor + phile > Fra.:
1.)
hydrophile]: su sever, 2.) [Bitkibilim]

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 160 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

sağlıkla ilgili, 2.) sağlıkla ilgili, sağlıklı hipertansiyon [Yun.: hyper + Lat.:
1.)
koşullar, sıhhi. tendere > Fra.: hypertenison]:
hikaye [Arp.]: 1.) analtı, 2.) fıkra, kıssa, yüksek basınç, 2.)
[Tıp] yüksek kan
3.)
öykü, 4.) olayın arkası, geçmiş, basıncı.
öyküsü, olağan dışı ~: masal, uzun hipnotik [Yun.: hypnos + ikos > Fra.:
1.)
~: roman. hypnotique]: uykuyla ilgili, 2.)
hikmet [Arp.]: 1.) bilgelik, 2.) [H] bilge uyutan yada uyku durumuna götüren
adam anlamına erkak adı. durum yada şey.
hilaf [Arp.: hlf > hilâf [‫]]خلف‬: 1.) karşıt, 2.) hipnoz [Yun.: hypnos + osis > Fra.:
1.)
anlaşmazlık, terslik, zıtlık. hypnose]: uyku hali, 2.) fizik olarak
hilal [Arp.: hilâl]: 1.) ayça, 2.) [H] ayça yarı uyku hali, trans.
anlamına bayan adı. [Ayça]. hipnoztizma [Yun.: hypnos > Fra.:
hilaros [Yun.]: hoş, neşeli, şen. hypnotisme]: telkinle uyutma, yapay

hile [Far.]: al, dalavere, desise, dolap, uyutma.


düzen, entrika, kaşkariko, kolpo, hipo [Yun.: hypo]: 1.) alt, aşağı, daha
komplo, künde, numara, oyun. az, 2.) bak. hypo.
hilebaz [Far.: hile + bâz]: hileci, hilekar, Hipocrates [Yun.]: İ.Ö. 460-370 yılları
madrabaz. arasında yaşamış Yunanlı bir fizik
hileci [Far. + ci]: hilebaz, hilekar, bilimadamı.
madrabaz. hipodermik [Yun.: hypo + derma + ikos
1.)
hilekar [Far.: hile + kâr]: ayyar, > Fra.: hypodermique, Tıp]: deri altı,
2.)
desiseci, hilebaz, madrabaz, iğne, şırınga.
himaye [Arp.: himâye]: esirgeme, hipodrom [Yun.: hippos + dromos > Fra.:
1.)
hippodrome]: sirkler, oyunlar vb
kayırma, koruma, ~ etmek:
için düzenlenmiş bir arena, 2.) at
esirgemek, kayırmak,
meydanı.
hin [?]: cin, kurnaz.
hipogastrik [Yun.: hippos + gaster + ikos
Hind: bak. Hint.
> > Fra.: hippogastrique]: karnın altı
Hindi 1 [Far.: Hindî]: 1.) Hintli, 2.)
bölümle ilgili.
Hindistan’dan gelen yada Hindistan’a
Hipokrat [Yun.]: bak. Hipocrates.
ait, 3.) Hint usulü, tarzı yada
hipotenüs [Yun.: hypo + teinein > Fra.:
kültürüen göre yapılmış. 1.)
hypotenuse]: aşağıya çekilen,
hindi 2 [Far.: hindî]: bir tür kümes
aşağıya doğru gerilen, 2.) [Geometri]
hayvanı.
bir dika açılı üçgende, dikaçının
hindiba: [Bitkibilim: ?] karatavuk.
karşısındaki kenar.
Hint [Hind]: 1.) Hind diyarı yani
hipotetik [Yun.: hypo + tithenai + ikos >
Hindistan, 2.) Hindistanlı, ~ bademi:
Fra.: hypotetique]: farazi, sanal,
kakao, ~ irmiği: baga, sagu. tahmini, varsayımsal.
hiper [Yun.: hyper1]: 1.) yüksek, 2.) aşırı, hipotez [Yun.: hypo + tithenai >
çok fazla, 3.) bak. hyper. hypothesis]:
1.)
belirsiz, konmamış, 2.)
hiperbarik [Yun.: hyper + ? > Fra.: belli grçekleri açıklamak için
hyperbarique]: (oksijende Olduğu gibi) kullanılan kanıtlanmamış teori.
normal basınçtan daha fazlasını hippopotamus [Yun.: hippo + potamus
kullanan yada bununla ilgili. > Fra.: hippopotamus]:
1.)
nehir atı, 2.)
hiperbarik oksijen [Yun.: hyper + ? + su aygırı.
oxi + genes > Fra.: hyperbarique
hippos [Yun.]: at, aygır.
oxigene]: normal basınçtan daha hipso [Yun.: hypso]: yükselti.
fazlasını kullanan oksijen. Hiristiyan [Rum.: Hristo > ?]: İsa’ya
hiperbol [Yun.: hyper + ballein > Fra.: inanlar, İsevi, Nasrani, cemaatten
1.)
hyperbole]: yukarıya atmak, 2.)
kovma: aforoz, ~ Yortusu: noel,
ciddiye alınmayan ama etki bırakmak
Hiristiyanlık [Rum.: Hristo > ? + lık]:
için yapılan abartma, 3.) [Geometri]
hiperbol. ~ta Makamlar: Keşiş, Rahip,
hiperinsülim [Yun.: hyper + > Fra.:]: ? Rahibe, Papaz, Patrik, Papa, ~ta
hipermiya [Yun.: hyper + > Fra.: İbadet Yerleri: Şapel, Kilise,
hyperemia]: [Tıp] kan hücumu. Katedral, Patrikhane,
his [Arp.]: duygu.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 161 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

hisar 1 [Arp.]: germeni küçük kale, hitabet [Arp.: htb > hitâbet]: 1.) güzel
hendekle çevrili ~: palanka. konuşma, 2.) belagat, söz söyleme
Hisar 2 [Arp.]: İstanbul’da Avrupa sanatı.
Yakası’nda Boğaz kıyısında Rumeli hitam [Arp.: htm]: 1.) bitme, sona
Feneri çevresi. erme, tamamlama, tamamlanma, 2.)
Hisareyn [Arp.: iki hisar]: 1.) iki hisar, bitirme, bitiş, final, netice, nihayet,
2.)
İzmit’te İzmit Körfezi’nin skor, son, sonuç.
güneyinde, Gölcük’e bağlı bir belde. Hitit [?]: Eti.
hisse [Arp.]: pay, üleş. hiyerarşi [Yun.: hieros + archos > [?] >
1.)
hissedar [Arp.: hisse + Far.: dâr]: Fra.: hierarchie]: kutsal yönetici, 2.)
[Ticaret] aksiyoner. üst düzeyli din adamlarının yönettiği
hissi [Arp.: hissî]: duygusal, romatik. kilise, 3.) böyle bir sistemde enüst
histamin [histidine > Fra.: histamine]: yetkililer, 4.) aşama sırası.
[Biokimya] Beynin çeşitli bölümlerinde hiyeroglif [Yun.: hiero + glyphein > [?] >
1.)
belli bir işlev yapan, bundan başka Fra.: hieroglyphe]: kutsal
2.)
tüm dokularda bulunan sinir iletici bir taşyazıları, eski Mısırlılar ve
madde.? diğerlerinin kullandığı sistemdekine
histamin [Yun.: histos + Lat.: ammonia > benzer kelime, ses vb tanımlayan
Fra.: histamine]: [Tıp] allerjik resim yada sembollar sistemi.
reaksiyonlarda dokuların saldığı hiza [Arp.]: bir çizgide bulunma.
amino türevi. ? hizip 2 [Arp.: ?]: klik.
histanai [Yun.]:
1.)
belirlemek, hizmet [Arp.: ?]: 1.) boyunduruk, kulluk
2.)
damgalamak, göstermek, servis.
işaretlemek, meydana çıkartmak, 2.) hizmetçi [Arp. + çi]: ahretlik, beslek,
dönüştürmek, koymak, sokmak. hizmetkar [Arp.: hizmet + Far.: kâr >
histerektomi [Yun.: hystera + ek + Far.: hizmetkâr]: erkek işçi, hizmetli,
temnein > Fra.: hysterectomie]: [Cerrahi] uşak.
dölyatağı, rahim yada uterusun hobi [İng.: hobby]: düşkü.
ameliyatla alınması. hoca [Far.: hace > hoca [‫]]ﻩجاوخ‬: belleten,
histeri [Yun.: hystera > Fra.: hystera, <ğretmen, okutman.
hysterie]:
1.)
[Tıp] dölyatağı, rahim, hodar [Far.]: berhudar ?
uterus, 2.)
ilk zamanlar bu hodbehod [Far.: hôd be hôd]:
rahatsızlığın dölyatağından kendiliğinden, otomatik.
kaynaklandığına inanılmış, 3.) hodos [Yun.: ?]: cihet, istikamet, tarık,
[Ruhbilim] heyecanlanma, endişelenme yol, yön, yönelme.
gibi belirtileri olan psikiyatrik bir hokka [Far.]: 1.) küçük toprak kap, 2.)
rahatsızlık, 4.) histeri, peri hastalığı. mürekkep labı.
histidin [histidine]: [Biokimya] besinlerde hokkabaz [Far.: hokka + bâz >
1.)
doğal olarak bulunan bir besin, amino hokkabâz]: çömlekçi, çmlek yapan,
2.)
asit. büyücü, ilizyonist, sihirbaz.
Histoloji [Yun.: histos + logia > [?] > hol [İng.: hall]: sofa, salon.
1.)
Fra.: histologie]: Biyoloji’nin doku holkos [Yun.: ?]: çekilen gemi.
yapısını inceleyen bir bilim dalı, 2.) Holmiyum [Lat.: > Fra.: holmium: Ho]: ?
Dokubilimi. hologram [Yun.: holos + gramme > [?] >
1.)
histor [Yun.: ?]: 1.) öğrenilmiş olanlar, Fra.: hologramme]: biri etkilenmiş
2.)
geçmişe ait bilinenler, diğeri doğal olan iki lazer ışınının
öğrenilenler, 3.) geçmiş, 4.) insanların, çarpıştırılmasıyla elde edilen üç
ülkelerin geçmişinde ne olup boyutlu resim, 2.) bir malın özgünlük
bittiğinin öyküsüi bilgilerini içeren özel etiket.
histos [Yun.: ?]: 1.) ince tül kumaş, Holokaust [Yun.: holos + kaustos > [?] >
1.)
kumaş, dokunmuş şey, 2.) doku, Fra.: holocauste]: herşeyn yangında
2.)
nesiç. yanması, insanları tümden ateşte
histrio [Lat.]: aktör, oyuncu. yamka, 3.) Nazi Almanyası’nın Yahudi
hit [İng.]: listebaşı. katliamı.
1.)
hitabe [Arp.: htb > hitâbe ]: 1.) güzel holos [Yun.: ?]: bütün,
konuşma, 2.) nutuk, söylev. parçalanmamış, tam, tüm, 2.) hepsi,
bütünü, tümü.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 162 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

holy [İng.]: aksakal, aya, aziz, eren, hora 3 [Lat.]: saat.


ermiş, evliya, saint. horhor: gür akan su.
holyogram [Yun.: holio + gramme > [?] > horisein [Yun: ?]: bağlamak,
1.)
Fra.: holiegrame]: güneş ışınlarını hudutlarını belirlemek, sınırını
2.)
ölçen aygıt, bir ürünün çizmek.
özgünlüğünü gösteren, içine özel horizein [Yun.: ?]: bağlamak.
bilgiler emdirilmiş pul benzeri bir horkos [Yun.: ?]: ant, kasem, yemin.
etiket. horlama: ?,
Homer [Yun.: ?]: İ.Ö. yaklaşık 6. yy’da horlamak: ?,
yaşamış bir Grek epik şairi. horme [Yun.: hormē: ?]: 1.) ani his,
homilos [Yun.: ?]: meclis. dürtü, itici kuvvet, saik, sevk, tahrik,
homo 1 [Lat.]: adam, erkek. tesir, 2.) ani his, dürtü, saik.
homo 2 [Yun.: homos: ?]: Fransızca’da hormon [Yun.: hormē [?] > Fra.:
1.)
homo; aynı, benzer, eşit anlamına hormone]: dürtü, itici iç güç, 2.)
gelen bir önek. bedenin bazı organlarının üretip
homo 3 [Lat.]: [Argo] homoseksüel. başka yerlere aktardığı ve oraların
homofil [Yun.: homos + phile > [?] > Fra.: bundan etkilendiği bir salgı.
1.)
homophile]: erkek sever, 2.) Horoloji [Yun.: hôra + logia > [?] > Fra.:
1.)
homoseksüel. horologie]: zamanı ölçme bilimi, 2.)
homofon [Yun.: homos + phone > [?] > Zamanbilim.
Fra.: homophone]: eşsesli. horoma [Yun.: ?]: 1.) bakma, bakış,
homogami [Yun.: homos + gamos > [?] > görüş, nazar, 2.) görünüm, manzara.
1.)
Fra.: homogamie]: benzer eş, 2.) horos [Yun.: horo choro > horos > [?]]: 1.)
[Bitkibilim] erkek ve dişi organların etrafı çevrili avlu, 2.) dans etme alanı,
aynı zamanda olgunlaşamsı, 3.) oyun alanı, 3.) birlikte şarkı öyleme,
[Biyoloji] benzer cinseyette olanların koro.
eşleşmesi. horos [Yun.: ?]: hudut, sınır, ülke sınırı.
homojen [Yun.: homos + genes > [?] > horoskop [Yun.: hôra + skopos [?] > Fra.:
1.)
Fra.: homgene]: aynı cins, 2.) horoscope]:
1.)
zaman gözcüsü, 2.)
cinstaş, mütecanis, türdeş, 3.) bir yıldızlarının durumlarının gözteridiği
toplumun çoğunlukla, aynı dil, din ve bir çizelge, yıldızların konumuna göre
ırkan oluşması. astrologlar yıldız falına bakarlar 3.)
homojeni [Yun.: homos + genes + ines > zayiçe.
1.)
[?] > Fra.: homogenie]: [Yaşambilim] horoz [?]: 1.) bir erkek kümes hayvanı,
2.)
benzer gen, aynı soydan gelme ~da deri uzantısı: ibik, 2.) kapı
sonucu oluşan yapı benzerliği. zembereği mandalı, 3.) tabanca tetiği
homos [Yun: ?]: aynı, benzer, eş. mandalı.
Homosapiens [Lat.: homo [?] + horrere [Lat.]: 1.) tiremek, tüyleri
1.)
sapiens]: bilen insan, 2.) insan, diken diken olmak, 2.) aşırı korkmak,
insanoğlu. dehşete düşmek.
homoseksüel [Yun.: homos [?] + Lat.: hortari [Lat.]: acele atmek, çabuk
1.)
sexus > Fra.: homosexuelle]: eş davranmak.
2.)
cinsten olan, cinsel yönden hortus [Lat.]: bahçe.
erkekleri tercih eden, 3.) cinsel sapık. hospes [Lat.]: konuk, misafir.
hona [Halkdili]: öküz. hostel [Lat.: hospes > Fra.]: 1.)
1.)
honor [Lat.]: itibar, nam, konukevi, 2.) talebe yurdu, 3.) otel.
2.)
saygıdeğerlik, şöhret, şan, hostes [Lat.: hospes > Fra.: hostess]: 1.)
ayrıcalık, iffet, namus, yüzakı. evsahibesi, 2.) garson kadın, 3.)
honorarium [Lat.]: 1.) ücret, 2.) bedeli otobüs, uçak vb görev yapan bayan,
belirlenmemiş bir ücret ödeme. 4.)
[argo] konsamatris.
hor [?]: hostis [Lat.]: ordu.
hor görme [?]: ?, hoş [Far.: hôş]: 1.) güzel, latif, rana,
hora 1 [Rum.: choro > horo > horos [?] > şirin, tatlı, 2.) çekici, güzel, 3.)
1.)
Tür.: hora]: birlikte şarkı söyleme, eülenceli, gülünç, komik, 4.) iyi,
dans, oyun, 2.) bir halk oyunu, 2.) herneyse, olsun, tamam.
gürültülü parti. hoşaf [Far.: hoş + âb > hoşâb > hoşaf]: 1.)
hora 2 [Yun.: hôra: ?]: saat. tatlı su, 2.) taze meyvelerden yapılan

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 163 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

şekerle kaynatılmış bir tür tatlı, 3.) hurda [Arp.: ? > ?]: ıskarta mal.
komposto. hurdahaş [Far.: hurda + hâş >
1.) 2.)
hoşgörü [Far. + görü]: müsamaha, hurdahâş]: ? paramparça.
tolerans. huri [Arp.: ? > hûrî]: [İslam] Cennette var
hoşgörülü [Far. + görülü]: liberal, oldğununa inanılan kız.
toleranslı. huriye [Arp.: ? > hûrîye]: 1.) siyah gözlü
hoşlanma [Far. + lanma]: haz, keyif, güzel kız, 2.) [H] siyah gözlü güzel kız
zevk, anlamına bir bayan adı.
hoşlanmak [Far. + lanmak]: hazetme, hurma [Arp.: ? >]: Arap ülkelerinde
hoyrat [Rum.: choriates & horiátes > yetişen, meyvesi şekerli bir meyve.
1.)
[χωριάτης]]: bilgisiz, hırt, kaba, hurufat [Arp.: ? > harf’in çoğulu]: 1.)
2.)
köylü, arsız, hiddetli, horyat, harfler, 2.) [Basın, Bilgiayar] font, harf
terbiyesiz. takımı, letraset.
hörgüç [?]: kambur. husus [Arp.: husûs [‫]]صوصخ‬: bahis,
Hristiyan [Yun.: kristhos > Hristo > B. D.: konu, mevzu, nokta, tema,
1.)
Christian]: Hz. İsa’ya inananlar, 2.) husisiyet [Arp.: ? >]: ahlak, davranış,
bak. Hiristiyan. huy, karakter, nitelik, özellik, tabiat,
Hristo [Yun.: kristhos > hristo [?]]: 1.) Hz. vasıf, yaratılış.
İsa, 2.) İsa. Husky [İng.]: Eskimo köpeği.
hububat [?]: tahıl. husumet [Arp.: ? >]: adavet, artniyet,
hudud [Arp.: hdd]: bak. hudut. buğz, düşmanlık, garez, hasımlık,
hudut [Arp.: hdd > hudud]: 1.) çizgi kin, kötüniyet, nefret.
çekme, sınırlama, 2.) had, limit, uç, huşu [Arp.: ? >]: 1.) ? 2.) Allah’a boyun
3.)
serhat, sınır, ülke sınırı. eğme.
hukuk [Arp.: ? > hukûk]: adalet, hak, hutica [Lat.]: göğüs, sadr, sine.
hukuku esasiye [Arp.: hukûk-ı huy [?]: ahlak, davranış, husisiyet,
esâsiye]: temel hukuk. mizaç, nitelik, karakter, özellik,
1.) 2.)
humanus [Lat.]: insan, tabiat, vasıf, yaratılış.
ademoğlu, insanoğlu. huylu [?]:?
humilis [Lat.]: 1.) alçak, düşük, 2.) alçak huysuz: aksi, çirkin, hırçın, kaknem.
gönüllü, mütevazi. huzur [Arp.: huzûr [‫]]روضح‬: dirlik, erinç.
humma [Arp.: ? >]: tifo, kara ~: tifo. hücre [?]:
humor [Lat.]: akar, mayi, sıvı. hücum [Arp.: hücûm [‫]]ﻩموج‬: atak,
humus [Lat.]: 1.) kara toprak, toprak, hamle.
2.)
[Tarım] bitki ve hayvan artıklarının hüda [Far.: hüdâ]: 1.) başkan, bey,
çürümesinden oluşan oluşan organik kaan, kaptan, kayser, kral, reis, 2.)
toprak. [H] Allah, Rab, Tanrı.
humus [Lat.]: ekilen toprak, kara, Hüdaverdi [Far.: hüdâ + Tür.: verdi >
toprak, yer. Tür.: hüdaverdi]: ö.i., erkak adı.
Hun 1 [Hun-yü]: 1.) bir Türk boy adı, 2.) Allahverdi, Tanrıverdi.
Hun soylu, Hun kökenli. hüküm [Arp.: ? >]: karar.
hun 1 [Far.]: 1.) kan, 2.) kan dökme, hükümdar [Far.: hüküm + dâr]: bey, emir,
adam öldürme, cinayet, 3.)
hakan, kral, padişah, reis, sultan, şah, şeyh, ~
kandavası. makamı: taht,
hunhar [Far.: hun + har > hunhar]: 1.) hükümet [Arp.]: iktidar, yönetim.
kan içen, 2.) a.) kaniçici, kanasusamış, hükümler [Arp. + ler]: ahkam, kararlar,
kan döken, b.) acımasız, cani, katil. hülasa [Arp.: hulâsâ]: 1.) fezleke, özet,
2.)
hunharca [Far.: hun + har > hunhar + kısaca, özetle.
ca]: z., acımazsızca, gözünü hülya [?]: 1.) düş, imaj, imge, hayal,
kırpmadan. rüya, 2.) [H] bu anlamda bir bayan
Hunlar: 1.) 4. ve 5. yy’da Avrupa’ya adı. [Rüya].
dek akınlar düzenleyen savaşsever hümanizm [Lat.: humanus > Fra.:
2.) 1.)
bir Türk ulusu, bugünkü humanisme]: insanlığın yararları ve
Macaristan’ın İngilizce adı Hun’dan ülküleri üzerine oturdulmuş bir
geler [Hungary]. düşünce sistemi, 2.) [H] Ortaçağ’daki
hurafe [Arp.: ? > hurâfe]: batıl inanç, Grek ve Latin klasiklerini
kör inanç.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 164 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
3
incelemeden kaynaklanan I [Rus.]: Rus Abecesi’nin 9. harfi, [И,
entelektüel hareket. и].
4
hümeyra [?]: 1.) 2.) [H] bir bayan adı. I [Rus.]: Rus Abecesi’nin 10. harfi, [Й,
й].
hüner [Arp.]: 1.) kabiliyet, maharet,
yetenek, yeti, 2.) [H] bu anlamda bir Ia [Lat.]: Latince’de bölge, mahal,
bayan adı. memleket, ülke, vatan, yer, -ye, -ya
hünnap [?]: [Bitkibilim: Zizyphus jujube] anlamına gelen bir sonek.
bahar aylarında açan, hoş kokulu, ID 4 [İng.: (Id)entification]: kimlik,
sarı renkli çiçekli dikenli bir ağaç. nüfus.
Çigde ya da Ünnap diye de tanınır. Iğdır [?]: [76], Türkiye’de bir kent.
hür [Arp.]: özgür, ığıl: yavaş akan su.
hürmet [Arp.: [‫]]تمرح‬: i., saygı. ıh: deve çökertme sesi.
hürriyet [Arp.]: özgürlük. ıhlamur [?]: [Bitkibilim: Tilia europeas]: 1.)
hüseyin [Arp.]: 1.) ? 2.) [H] bir erkek yaprak ve çiçekleri kurutularak, çay
adı. gibi içelen baharlı ağaç, 2.) bu ağacın
hüviyet [Arp.]: 1.) kimlik, 2.) [Mecazi] çiçek ve yaprakları, 3.) bundan
etiket. yapılma sıcak içecek.
hyaina [Yun.]: sırtlan. ılgama: atı dört nala sürme.
hybris [Yun.]: aşırı gururun yolaçtığı Ilgaz [?]: bir dağ adı.
kayıtsızlık. ılıca: akarca, çermik, kaplıca, termal.
hydor [Yun.: hydôr]: su. ılıman [Coğrafya]: mutedil.
hydorida [Yun.: hyôrida]: melez. ılımlı: itidalli, mutedil.
Hydra [Yun.]: 1.) Herkül’ün öldürdüğü 9 Illuminati [Lat.: in + luminare]: 1.)
başlı dev, 2.) [Yıldızbilim] Güney aydınlatıcı, ışık saçan, ışık verici, 2.)
Yarımküre’de yılana benzetilen bir Hristiyanlığın ilk evrelerinde
takımyıldız. putataparların sürdürdükleri inanç
hydra [Yun.]: su yılanı. sistemi, 3.) bu biçimde kurulmuş bir
hydrargyrum [Lat.]: sıvı cıva, sulu gizli örgüt.
cıva. ILO [İng.]: (I)nternational (L)abour
(O)rganisation: Uluslar arası Çalışma
hydro [Yun.: hydor]: Fransızca’da hydro-
;
1.)
su, 2.) hidrojen anlamına gelen Örgütü (UÇÖ).
bir önek. ıltar: köpeğin boğazındaki demir.
hygros [Yun.]: ıslak, nemli, sulu, yaş. ınak [Felsefe]: doğma.
hyle [Yun.]: ağaç, orman. Indikos [Yun.]: Hintli.
hymen [Yun.: hymēn]: 1.) Yunan Intelligence Quotient [Lat.: inter +
legere + > İng.: IQ]: bak. IQ.
Mitolojisi’nde evlilik tanrıçası, 2.)
evlenme, evlilik, 3.) [Bedenbilim] zar, IQ: bir kişinin zeka düzeyini gösteren
ince tabaka, 4.) [Bedenbilim] kızlık zarı. bir sayı.
hymnos [Arp.]: şarkı, türkü. ır [Halkdili]: şarkı, türkü.
hyper 1 [Yun.]: aşırı, yukarı, dışında. ıra: karakter, kişilik, seciye, şahsiyet.
hyper 2 [Yun.]: Fransızca’da hyper-; ırak 1 : uzak.
aşırı, yukarı yada dışında, haricinde Irak 2 [Arp.]: Orta Doğu’da bir Arap
anlamına bir önek. devleti.
hypnos [Yun.]: uyku. ıraklaşma: uzaklaşma.
hypo [Yun.]: bak. hipo. ıraklaşmak: uzaklaşmak.
hypo 1 [Yun.]: -den daha az. ıramak: uzaklaştırmak.
hypo 2 [Yun.]: Fransızca’da hypo-; 1.) ırazbar [Müzik]: bir Türk Müziği
altında, arasında, 2.) -den daha az makamı.
anlamına bir önek.. ırgalama: sallama, sarsma.
1.) 2.)
hypso [Yun.]: yükselti. ırgalamak: ilgilendirmek,
hystera [Yun., Bedenbilim]: dölyatağı, sallamak, sarsmak.
rahim. ırgat 1 [Yun.: ergates]: 1.) gündüz işçisi,
işçi, tarım işçisi, 2.) amele, emekçi,
========== I ========= işçi, proleter.
I 1 : Türk Abecesi’nde 9. harf. ırgat 2 [Yun.: ergates]: [Denizcilik] ırgat
I 2 [İtl.: i]: İtalyan Abecesinin 9. harfi, kolu, ~ kolu [Yun. + kolu]: [Denizcilik]
[I, i].

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 165 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
2
yelkenli gemilerde kullanılan İ [Arp.: î]:Arapça bir sonek. 1.) bir
makaralı ip. yere ait, bir yer yada kültüre, usule
ırk []: sop, soy, sülale. göre [Çinî: Çin’e ait, Hindî: Hindistan’dan
2.)
ırklar [Arp. + lar]: arak. gelen], lı, li sonekleri yada bir yere
ırmak: 1.) nehir, 2.) [H] bir bayan adı. ait, oralı [Farabî: Farablı], 3.) bir kültür,
[Nehir]. sosyoloji yada diline göre [Arabî:
ırz [?]: iffet, namus. Arapça],
ıs: iye, malik, sahip. i.e. [Lat.: id est]: 1.) o dur, 2.) demekki,
ısı: hararet, sıcaklık. yani.
ısıcak: hamam, ısıdam, yunak. İ.Ö. [Arp. + Tür.]: İsa’dan Önce,
ısıdam: hamam, ısıcak, yunak., Milat’tan Önce (M.Ö.).
ısılölçer: kalorimetre. iade [Arp.: ?]: geri çevirme, ret.
ısın: kalori. iale [Lat.: ialis]: Fransızca’da iale-; 1.) –
ısırgan [Bitkibilim:]: yaprak altları asit nın, gibi, benzer, -e uygun, 2.) nın işi,
damlacıklı bir bitki. -nın sonucu anlamına gelen bir
ısıtıcı: şofben. sonek.
ısıtma: ~ gereci: soba. iambos [Yun.: ?]:
Isis [Eski Mis.]: Eski Mısır bereket iane [Arp.: ? > ?]: yardım.
tanrıçası. iare [Arp.]: ödünç verme.
ıska [Halkdili]: boşa çıkarma. iaspis [Yun.: ?]: renkli kuvartzın opak
ıskalama: hedefi şaşırma. bir çeşidi.
ıskalamak: hedefi şaşırmak. iatreia [Yun.: ?]: otama, tedavi, şifa.
ıskarta [?]: değerini yitirmiş mal, iatrie [Yun.: iatreia [?] > Fra.: iatrie]:
hurda, ~ mal: marda. Fransızca’da iatrie; tıbbi tedavi
ıslahat [Arp.]: reform, yenileştime. anlamına gelen [Psychiatrie: Pisikiyatri]
ıslak [?]: sulanmış, yaş, yaşlanmış. bir sonek.
ısmarlama: sipariş. iatrique [Yun.: iatros + ikos > [?] > Fr.:
ısmarlamak: sipariş etmek. iatrique]: Fransızca’da iatriqe; hastalık

ısparmaça [İtl: ?]: [Denizcilik] zincirin tedavisi anlamına gelen [pediatrique:


dolaşması. çocuk hastalıkları tedavisi] bir sonek.

Isparta [?]: [32], Türkiye’de bir kent. iatros [Yun.: ?]: doktor, fizisyen,

ıspat [?]: tanıt. hekim.


ıssız: tenha. ib [Lat.: ibidem]: önce sözedilen yerde,
ıstaka [İlt.: stecca]: 1.) bilardo sopası, ayni kitapta.
2.)
isteka. ibadet [Arp.: ? > ibâdet]: [İslam] namaz,
ıstakoz [Rum.: astakos: ?]: [Balıkçılık: salat, tapınma, zorunlu ~: farz, ~
Homarus vulgaris]: etmek: tapınmak.
ıstırap [?]: keder, sıkıntı. ibare: deyiş, ifade, tabir.
Istranca [Arp.: ?]: ibata [Arp.: ?]: barındırma.
ışık: 1.) aydınlık, nur, ziya, 2.) [H] ibibik: [Hayvanbilim] çavuşkuşu.
aydınlık anlamında bir bayan adı, ibid [Lat.: ibidem]: önce sözedilen
[Nur], ~ veren gereç: lamba, az ~ yerde, ayni kitapta.
alan: loş, ışığın gözdeki duyumu: ibidem [Lat.]: önce sözedilen yerde,
renk. ayni kitapta.
ışıltılı: parıltılı, yalabık. ibik [?]: horozda deri uzantısı.
ışıma: ışımalar: beta. ibis [?]: Mısır turnası.
ışın: 1.) [Fizik] şua, 2.) [I] bir bayan adı. ibiş [?]: alık, palyaço, şapşal.
Işınbilim. Aktinoloji. iblis [Arp.: ?]: ifrit, şeytan.
ışk [Arp.: aşk]: ? İbo: İbrahim’in kısaltması.
ıtır [?]: 1.) güzel kukulu bir bitki, 2.) ibra [Arp.: ? ibrâ]: aklama, temize

güzel kokan anlamına bir bayan adı. çıkarma.


ıtır [Bitkibilim: Pelargonium]: 1.) sardunya İbrahim [İbr.: abrāhām > Arp.: ibrâhim]:
1.)
çiçeği, 2.) bir bayan adı. herkesin (ulusların) atası, babası,
2.)
ızgara [?]: gril, mangal. Hz. İbrahim, 3.) bir Yahudi,
Hiristiyan ve Müslüman erkek adı,
========== İ ========= [Abraham, Avraham, Avrohom,
İ 1 : Türk Abecesi’nde 10. harf. Avrohum].

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 166 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

ibre [Far.]: 1.) iğne, 2.) çam yaprağı, id 2 [Lat.]: [Ruhbilim] alt benlik, ilkel
iğne. benlik.
ibrik [?]: i., kulplu emzikli kap. id 3 [Lat.: idem]: aynı.
ibrişim [?]: i., kalın bükülmüş ipek id est [Lat.]: 1.) o dur, 2.) demekki,
iplik. yani.
ibtidar [Arp.: ? > ibtidâr]: 1.) ? 2.) ? idadi [Arp.: idâdî]: lise.
icab [Arp.: ? icâb]: bak. icap. idam [?]: asarak ölüm cezası.
icap [Arp.: ? icâb]: 1.) ? 2.) gerekme, idame [Arp.]: sürdürme.
lüzumlu olma. idare 1 [Arp.: idâre]: ekonomi, iktisat,
icat [Arp.: ? > icât]: i., 1.) buluş, 2.) tutum.
bulma, keşif, ~ etme: bulma, ~ idare 2 [Arp.: idâre: 1.) abrama,
etmek: bulmak. yönetim, 2.) disiplin, idare, sıkıdüzen,
icazet [Arp.: ? > icâzet]: izin, lisans, yönetim, zapturapt.
müsade, permi, ruhsat. idare 3 Arp.: idâre]: bir tür lamba.
ichthys [Yun.: ?]: balık. idare etmek: doğrultmak, dümen
icognita [Lat.]: bilinmeyen. kullanmak, seyretmek, yönetmek,
icra 2 [Arp.: ? > icrâ]: 1.) tatbik etme, sevk ve idare etmek, yön vermek.
uygulama, 2.) [Müzik] notaları sese idareci [Arp. + ci]: yönetici,
dönüştürme, 3.) [Tiyatro] sahneleme, idarei örfiye [Arp.: idâre-yi örfîye]: 1.)
sahneey koyma. örfi idare, 2.) sıkıyönetim.
ics [Yun.: -ikos [ικός] > Fra.: ique & İng.: idareli [Arp. + li]: tutumlu.
ics]: İngilizce’de ics; & Fransızca’da idari [Arp.: idârî]: yönetimsel.
ique; sanat, bilgi, bilim, çalışma iddia 1 [Arp.]: dava, sav.
anlamına gelen [Physics: Fizik] bir iddia 2 [Arp.]: bahis. Yarış benzeri
sonek. oyunlarda parayla oynama.
iç: dahil. ide [Rum.: idea [?] > Tür.]: düşünce,
içbükey: b.i., 1.) içe dönük, 2.) konkav, fikir.
obruk. idea [Yun.: idea [?] > Fra.: idea]: 1.)
içecek: ekşi ~: kefir, ~ türleri: Ayran, düşünce, fikir, 2.) [Felsefe] ülkü, 3.) bir
Gazoz, Kola, Soda, Şıra, düşünce yada inanç, 4.) anlam yada
İçel [?]: kentin adı: İskenderun’dur önem.
[33], Türkiye’de bir kent. idea 1 [Yun.]: bir şeyin görüntüsü.
içerik: kapsam, muhteva. ideal [Yun.: idea > Fra.: ideal]: 1.)
içim: fırt, yudum. kusursuz sonuç, mükemmel netice,
2.)
içindekiler: ç.i., fihrist, katalog, ulaşılmak istenen amaç, ülkü, 3.)
muhteviyat. kusursuz, mükemmel, ülküsel,
içki 1: alkollü içecek, yemek öncesi üstün.
içilen ~: apaartif, ~ bardağı: kadeh, idealist [Yun.: idea > Fra.: idealiste]:
~ dağıtan kişi: saki, ~ türleri: Bira, mefküreci, ülkücü.
Cin, Cin-Fiz, Kokteyl, Likör, Martini, Mastika, idefisk [Fra.: idée fixe]: [Ruhbilim] sabit
Pastis, Rakı, Rom, Şampanya, Şarap, Uzo, fikir, saplantı.
Viski, Votka, Votka-Soda, ~ye düşkün: idem 1 [Lat.]: aynı.
ayyaş, s ert bir ~: rom, karışık ~: idem 2 [Lat.]: aynı eser yada aynı
yazar.
kokteyl, susuz ~: sek, ~ mahzeni:
idem quod [Lat.]: aynı, benzeri,
kav.
tıpkısı.
içki 2: şarap.
ideogram [Yun.: idios + gramme > Fra.:
içlenme: kahrolma.
ideogramme]: yazıda kelimelerin
içlenmek: kahrolmak.
harfleri gösterilmeden dolaysızca
içli: acıklı, dokunaklı, içli.
düşünceyi açıklayan göstermeler.
içten: candan, samimi.
ideoloji [Yun.: idea + logia > Fra.:
içtenlikle: halisane.
ideologie]: düşünce yapısı.
İçtiyoloji [Yun.: ichtys + logia > Fra.:
1.) idil 1: [Şiir] 1.) kısa aşk şiiri, 2.) [İ] bir
ichthyologie]: Hayvanbilimin
bayan adı.
balıklarla ilgilenen dalı, 2.) Balıkbilim.
idios [Yun.]: kendisi.
id 1 [Lat.]: [Dilbilgisi] üçüncü tekil şahıs,
idiotes [Yun.: idiotēs]: unutkan kişi,
o, nötür kişi. Cansız varlıklar için.
unutkan.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 167 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

idium [Lat.]: ? iğne 3 [Tıp]: enjektör, şırınga.


idman [Arp.]: antrenman, eksersiz, ihale [Arp.]: bir işi açık arttırma ile
termin. birisine verme.
idmanlı [Arp. + lı]: antrenmanlı, ihanet [Arp.: ihânet]: aldatma, hainlik,
eksersizli, temrinli. ~ etmek: aldatmak,
idmansız [Arp. + sız]: ham. ihata [Arp.: ihâta]: abluka, kuşatma,
idol [Yun.: eidelōn]: 1.) fetiş, mabud, muhasara,
put, sanem, 2.) çok sevilen, tapılan ihbar [Arp.: hbr > ihbâr]: 1.) ? 2.) bilgi
kişi, 3.) yanlış düşünce, fikir. verme, bilgilendirme, 3.) eleverme,
idrak [Arp.: idrâk]: anlama, kavrama, ~ jurnal.
etmek: anlamak, kavramak. ihlal [Arp.: ihlâl]: zarar verme.
idrar: çiş, sidik, ~daki madde: üre, ~ ihlas [Arp.]: yürekten bağlılık.
torbası [Tıp]: mesane. ihmal [Arp.: ihmâ]: savsaklama.
idris [Arp.]: 1.) ? 2.) İdris Peygamber, 3.) ihrac [Arp.]: bak. ihraç.
[İ] bir Müslüman ve Türk erkek adı. ihracat [Arp.: ihracât]: [Ticaret] yurt
idus [Lat.]: dışına her tür mal gönderme işi,
idyom [Yun.: ? [?]> Fra.: idiom]: 1.) export.
deyim, üslüp, tabir, 2.) lehçe, şive. ihraç [Arp.: ihrâc]: yurtdışına
ienai [Yun.]: gitmek. gönderilen her tür mal.
ier [Lat.: arius.]: Fransızca’da ier; belli ihsan [Arp.: ihsân]: 1.) iyilik, inayet,
bir şeyle uğraşan anlamına bir sonek. kayra, lütuf, 2.) [İ] bir erkek adı.
ifa [Arp.: ifâ]: ödeme, verme. İhsaniye [Arp.: ihsâniye]: 1.) devletin
ifade [Arp.: ifâde]: 1.) konuşma tarzı, verdiği, bağışladığı toprak, 2.) İzmit’in
telaffuz, 2.) açıklama, beyan, 3.) güneyinde yer alan bir belde.
ibare, tabir, 4.) [Hukuk] resmi beyan, ihtar [Arp.: ihtâr]: ikaz, tembih,
açıklama, 5.) [Mecazi] hesap verme, uyarma, uyarı.
anlaşılması güç ~: ağdalı, ihtida [Arp.: ?]: 1.) ? 2.) din değiştirme,
iffet [Arp.]: 1.) ırz, namus, 2.) [İ] bu dönme.
1.)
anlamda bir bayan adı. ihtilaf [Arp.: hlf > ihtilâf]:
2.)
iffetli [Arp. + li]: namuslu. anlaşamama, uyuşamama,
iffetsiz [Arp. + siz]: namussuz. anlaşmazlık, uyuşmazlık.
iflah [Arp.]: iyileşme, onma. ihtilal [Arp.]: devrim, ınkılap.
iflas [Arp.]: batkı, borçlarını ihtiras [Arp.]: tutku.
ödeyememe durumu, ~ anlaşması: ihtişam Arp.]: celal, haşmet, izzet,
sitayiş, parlaklık, şaşaa.
konkordota.
ihtiyaç [Arp.]: gereksinim.
ifrat [Arp.: ifrât]: aşırıya kaçma.
ihtiyar [Arp.: ihtiyâr [‫]]رايتخا‬: 1.) yaşlı,
ifraz [Arp.: ifrâz]: 1.) arsayı bölme, 2.) 2.)
koca, kocamış, mir, pir, sin, yaşlı,
salgı, sekrasyon.
ifrazat [Arp.: ifrâzat]: beden salgısı. ~ heyeti: Yaşlılar Kurulu.
ifrit [Arp.]: 1.) kötü yaratık, 2.) iblis, ihtiyari [Arp.: ihtiyârî]: isteğe bağlı,
şeytan. seçmeli, opsiyonel.
ifşaat [Arp.]: açıklama, gizli şeyi ihtiyad [Arp.: ihtiyâd]: bak. ihtiyat.
açıklama, izahat. ihtiyat [Arp.: ihtiyâd [‫]]طايتحا‬: 1.)
iftar [Arp.]: oruç açma vakti. açıkgözlülük, akıl, basiret, bude,
iftihar [Arp.: iftihâr [‫]]راختفا‬: kıvanç, sağduyu, sağgörü, 2.) yedek.
mut, övünç. ihya [Arp.: ihyâ]: umut verme, yeniden
iftira [Arp.]: suç yükleme. canşamdırma.
ignis [Lat.]: ateş, yangın. ika [Arp.]: ödeme, verme.
iğ: 1.) eğirmen, kirmen, 2.) araba ikame [Arp.: ikâme]: yerine koyma,
okunun tekeri. yerinde kullanma.
iğdiş [?]: burulmuş hayvan. ikamet [Arp.: ikâmet]: iskan, oturma,
iğne 1 : ibre, pin, süs ~si: broş, yerleşme, ~ etmek: oturmak, sakin
kıskaç ~: pens, ~ türleri: Ayakkabıcı olmak, hayat sürmek, yaşam
iğnesi, Dikiş iğnesi, Çengelli iğne, Çuval iğnesi, sürmek, yaşama devam etmek,
Makine iğnesi, Nakış iğnesi, Toplu iğne, yaşamayı sürdürmek, yerleşmek.
Yorgan iğnesi, Semerci iğnesi, ikametgah [Arp.: ikâmet + Far.: gâh]:
2
iğne : klips, küpe. ev, hane, konut, mesken.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 168 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

ikaz [Arp.: ikâz]: ihtar, tembih, uyarma, ilaç [Far.]: [Eczacılık] daru, deva, çare,
uyarı, ~ etmek [Arp.]: uyarmak. em, om, ~ yapılan maddeler: ecza,
ikbal [Arp.: ikbâl]: 1.) baht açıklığı, bahtı farmakotik, toparlak ~: hap, yassı
açık, 2.) [İ] baht açıklığı, bahtı açık ~: kpmprime.
anlamına bir bayan adı. İlah [Arp.: îlâh]: [Din] Allah, Ber, Rab,
ikebena [Jap.: ?]: Japon çiçek Tanrı, Yaratan.
düzenleme sanatı. ilahe [Arp.: îlâhe]: tanrıça,
iki: iki sayısı, duo. İlahiyat [Arp.: ilahiyât]: Din Bilimi,
ikinci: ikinci sırada olan. Teoloji.
ikincil: tali. ilam [Arp.: i’lâm]: [Hukuk] bildirim.
ikindi [?]: öğle ile akşam arası. ilan [Arp.: ilân]: duyuru, açıkça
ikircik: kararsızlık, tereddüt. bildirme, ~ edilmiş: açıklanmış,
ikircikli: kararsız, müreterddit.
deklare.
ikiyüzlü: riyakar.
ilan etmek: açıklamak, beyan etmek,
ikiyüzlülük: riya.
bildirmek, haber vermek.
ikiz: benzer, eş, koşa.
ilanihaye [Arp.: ilâ nihaye]: sonsuza
İkizler burcu [?]: cevza, [Gemini].
dek.
iklim [?]: abuhava, mevsim.
ilarya [İtl.]: küçük gümüş balığı.
iklimleme [? + leme]: klima.
ilave [Arp.: ilâve]: 1.) ekleme, katma, 2.)
ikna [Arp.: iknâ]: inandırma.
ek, katkı, zeyil, zeyilname.
ikon 1 [Rum.: eikon > Tur]: 1.) Ortodoks
ilbey [il + bey]: ilhan, imparator.
Kilisesi’nde dini içerikli resim, 2.)
ilçe [ÖzTür.]: 1.) ilden sonra gelen,
ikona, küçük resim.
illden küçük, ilde benzeyen, 2.)
ikon 2 [Yun.: eikon > İng.: icon]: bak.
kaymakamlık, kaza.
ikon1.
ileitis [Lat.]: [Tıp] kıvrım bağırsak
ikona [Rum.: eikon > Tür.]: 1.) Ortodoks
iltihabı.
Kilisesi’nde dini içerikli resim, 2.)
ilelebed [Arp.: ilel ebed]: sonsuza dek,
ikona, küçük resim.
sürgit.
ikonaklast [Yun.: eikon + klaein > Fra.:
1.) ilenme: ah, beddua, lanet.
iconaklast]: resim kırma, 2.)
ilerigelenler: büyükler, ekabir.
Hristiyanlıkta kutsal kişilere ait
ileti: mesaj.
tasvirleri kırma dönemi, 3.) saygı
iletişim: haberleşme, muhberat.
duyulan kurum ve düşüncelere
iletki: [Geometri] minkale.
saldıran kişi.
iletme: nakletme.
ikos [Yun.: ικός]: bak. ics & ique.
ileum [Lat.]: [Bedenbilim] 1.) ince
ikram [Arp.: ikrâm]: 1.) sunulan şey, 2.)
bağırsağın alt bölümü, 2.) kıvrım
[İ] bir erkek adı.
bağırsak.
ikramiye [Arp.: ikrâmiye]: 1.) ? 2.)
ilga [Arp.]: bozma, fek, fesh, iptal,
piyangodan akzanılan para.
kaldırma, lağvetme.
iksir [Arp.: al iksir> Lat.: > Fra.: ixir]:
ilgi: 1.) alaka, alışveriş, münasebet,
ölümsüzlük verdiği düşünülen sıvı,,
temas, 2.) dikkat, özen, 3.) [Dilbilgisi]
su.
bağlaç, ~ eki: ki.
iktibas [Arp.: iktibâs]: aktarma, alma,
alıntı. ilgilendirme: alakadar, ilgilendirme,
iktidar [Arp.: iktidâr]: 1.) erk, kudret, 2.) müdahale.
hükümet, yönetim. ilgili: alakadar, alakalı, müteallik.
iktisab: bak. iktisap. ilgisiz: bigane.
iktisap [Arp.: iktisâb]: edinim, kazanım. ilham [Arp.: ilhâm [‫]]ماﻩلا‬: 1.) esin, 2.) [İ]
iktisat [Arp.]: ekonomi, idare, tutum. bir erkek adı. Karşılığı bayan adı
[Esin].
il 1 : abad, abat, bolu, kent, medine,
ilhan [il + han]: 1.) ilbey, imparator, 2.)
polis, site, şehir, vilayet, bağımsız
[İ] ilbey, hünkar, imparator anlamına
büyük ~: vilayet. bir erkek adı.
il 2 [Lat.: in > B.D.: in > il]: Fransızca’da iliac [Lat.]: [Bedenbilim]: kalça kemiğine
in-; (l) harfiyle başlayan kelimelerden ait.
önce kullanılan ve olumsuzluk anlamı iliğ [ÖzTür.]: bak. ilik.
yükleyen bir önek.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 169 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

ilik [ÖzTür.: ilmek > ilig]: 1.) boğum, iltifat [Arp.: ? > iltifât]: 1.) yüzünü
döngü, düğüm, 2.) düğme deliği. dönüp bakma, ilgi gösterme, 2.) ilgi
1
ilik [ÖzTür.]: kemiklerin gösterme, kompliman, övme.
boşluklarındaki yağlı madde. iltihab [Arp.: ? > iltihâb]: bak. iltihap.
ilim [Arp.: alm [‫ > ]ملع‬ilm > îlim]: bilim, iltihap [Arp.: ? > iltihâb]: 1.) (beden,
fen. vücut) ateşlenme, tutuşma, yanma,
2.)
ilm [Arp.]: bak. ilim. [Tıp] yanma, iltihaplanma.
ilinek [?]: araz, belirti, bulgu, iltihaplanma: [Tıp] iltihap, yanma.
semptom. iltihaplanmak: [Tıp] iltihap tutmak,
İlirya [Lat.: Illiria > Fra.: Illiria]: eski yanmak, çabuk iltihaplanan: azgın,
Dalmaçya ve Arnavutluk, [antient iltizam [Arp.: ? > iltizâm]: 1.) kendisi için
Dalmatia & Albania]. gerekli görme, lüzum görme, uygun
İliryalı [Lat.: Illirian]: eski Dalmaçya ve görme, 2.) kesenek, tercihen.
Arnavutluk, [antient Dalmatian & iluminare [Lat.]: aydınlatmak,
Albanian]. parlatmak.
ilişki: 1.) bağ, bağlantı, münasebet, ilüstratif [Lat.: > Fra.: illustrative]:
rabıta, 2.) gayriresni bayan-erkek resimle gösterilmiş, batili, figuratif.
münasebeti. im 1 : alamet, belirti, delalet, emare,
ilişkili: alakalı, bağlı, bağlantılı, ipucu, işaret, iz.
rabıtalı, ~ bulma: atıf. im 2 [Lat.: in]: Fransızca’da im-; in1 ve
ilium [Lat.]: [Bedenbilim] kalça kemiği. in2 gibi aynı anlama gelen ve b, m
ilizyon [Lat.: in + ludere > Fra.: illusion]: ve p harfleriyle başlayan kelimelerde
1.)
aldanma, hayal, hayal, kuruntu, kullanılan bir önek.
2.)
aldatma, hile, yalan, 3.) yanlış ima [Arp.: ? > îmâ]: dolaylı anlatım,
görme, yanılma, 4.)
[Ruhbilim] dolaylı anlatma, kinaye, tariz.
yanılsama. imago [Lat.: çoğ.: imagoes & imagines]:
ilizyonist [Lat.: in + ludere > Fra.: benzetme, betim, timsal.
illusioniste]: büyücü, hokkabaz, imaj [Lat.. imago > Fra.: image]: 1.)
sihirbaz. suret, şekil, tasfir, 2.) heykel, put,
ilk defa görülen: alışılmamış, başka sanem, 3.) görüntü, 4.) düş, görüntü,
yerden gelmiş, garip, görülmemeiş, hayal, hülya, imge, serap.
tuhaf, yabancı, yeni. imal [Arp.: aml > îmâl]: 1.) etme, hasıl
ilk: birinci, ~ olarak: önce. etme, uretme, yapma, 2.) yapım.
ilkçağ: antikite. imalat [Arp.: aml > imâlât]: işlenmiş
ilke: prensip., mal.
ilkel: barbar, iptidai. imale [Arp.: ? > îmâle]: bir tarafa
İlker [ilk + er]: erkek adı. yatırma.
ilkin: öncelikle. imalı [Arp. + lı]: üstü kapalı söz,
ilkokul: temel eğitim kurumu. kinayeli,
illegal [Lat.: in + lex > Fra.: illegale]: imalthane [Arp.: imâlât + hâne]:
kanunsuz, yasadışı. yapımevi.
illet [Arp.]: çor, dert, hastalık, maraz, imam [Arp.: ? > îmân]: 1.) 2.) [İ] bir
mazara. erkek adı.
illicitus [Lat.]: izin verilmeyen, imame [Arp.: ? > imâme]: tespihin
memnu, menedilmiş, yasak, ucundaki püsküllü çıkıntı.
yasaklanmış. imamet [Arp.: ? > imâmet]: imamlık.
illudere [Lat.]: alay etmek, dalga imamlık [Arp. + lık]: imamet,
geçmek, eğlenmek. iman [Arp.: ? > îmân]: [Din] inan, inanç,
ilmek: 1.) boğum, dairesel bağlama, inanma, itikat.
döngü, düğüm, 2.) yaya atılan ip imar [Arp.: a’mr > [‫ > ]رمع‬îmâr [‫]]رامع‬: 1.)
a.)
boğumu. kurma, onarma, yapma, b.) bir
ilmik [ilmek > ilmik]: 1.) boğum, düğüm, araya gelme, sevinçli olma, c.) uzun
2.)
eğreti düğüm. yaşama, 2.) bayındırlık, kalkınmışlık.
ilmiye [Arp.: ? >]: hocalar sınıfı. imbat [İtl.: imbatto]: 1.) denizden gelen
iltica [Arp.: ? >]: sığınma, ~ etmek: esinti, 2.) deniz yeli yada rüzgarı.
imbecilis [Lat.]: dermansız, kuvvetsiz,
sığınmak.
takatsız, zayıf.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 170 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

imber [Tür.: yağmır, yomgır, yağmur > impirgere [Lat.]: sıkıştırıp bir birine
Lat.]: çoşma, fışkırma, dökülme. kaynaştırmak, pekiştirmek,
imbik [Arp.: embik ? > [?]]: 1.) bardak, sıkıştırmak.
kupa, maşrapa, su içme kabı, 2.) implant [Lati.: in + planta > Fra.:
damıtma şişesi, 3.) damıtıcı. implante]:
1.)
filizleme, fidanlama, 2.)
imbrogliare [Lat.]: bozmak, tedavi amacıyla vücuda sert bir
karmakarışık etmek, karıştırmak. madde koymak, 3.) tek tek takma diş
imbuere [Lat.]: ıslatmak, suya ekleme, 4.) takma diş.
sokmak. import [Lat.: in + portare]: 1.) içeriye
imdad [Arp.: ? > imdâd]: bak. imdat, taşımak, 2.) [Ticaret] yurt dışından
imdat [Arp.: ? > imdâd]: 1.) yardım ticari mal almak, 3.) [Ticaret] ithalat.
çağrısı, 2.) [İ] bir erkek adı. imprimatur 1 [Lat.]: bırakın basılsın.
imge: 1.) düş, imaj, hayal, hülya, rüya, imprimatur 2 [Lat.]: 1.) bırakın basılsın,
2.) 2.)
remiz, sembol, simge. eskiden Katolik Kilisesi tarafından
imgelem: muhayyile. verilen kitap basma yetkisi, 3.) baskı
imha [Arp.: ? > imhâ]: telef, yok etme. izni, kitap basma ruhsatnamesi.
imik [Arp.: ? > Bedenbilim]: boğaz, imprint [Lat.: in + premere > İng.:
1.)
hançere, gırtlak, ümik. imprint]: baskı, damga, tab, 2.)
3.)
imitari: bir şeye benzemek, taklit etki, tesir, izlenim, intiba, 4.) bir
etmek. kitabın başında verilen yazar, basım
imitasyon [Lat.: imitari > Fra.: imitation]: yeri, basımevi gibi bilgiler, 5.)
benzetme, sahte, taklit. [Teknoloji] fotoğraf makineleri vb film,
imkan [Arp.: ? > imkân [‫]]ناكما‬: olanak. resim üzerine tarih, zaman ve saat
imla [Arp.: ? > imlâ]: 1.) özel işaret, 2.) bilgisi atma özelliği.
[Dilbilgisi] yazım. imrahor [Osm.]: padişah ahır görevlisi.
imlicare [Lat.]: karışmak, müdahil imren: 1.) gıpta, 2.) [İ] bir bayan adı.
olmak. imsak [Arp.]: oruç başlangıcı.
immergere [Lat.]: suya daldırmak, imsakiye [Arp.: imsâkiye, Din]:
suya sokmak. Ramazan’da oruç başlama ve açma
immune [Lat.: im + munia > Fra.: zamanlarını gösteren çizelge.
1.)
immune, Tıp]: hastalıklara karşı imtihan [Arp.: ? >]: i., 1.) denenme,
2.)
dayanım, bağışıklık, muafiyet. zorluğa katlanma, 2.) sınav, test,
impala [? > İng.: impala]: 1.) [Hayvanbilim: yazılı.
Aepyceros melampus] Afrika kökenli, imtiyaz [Arp.: ? >]: i., ayrıcalık,
kırmızı renkli bir antilop, ceylan, 2.) kayırma.
[Otomotiv] bir Amerikan araba imuyun [Lat.: im + munia > Fra.: immune,
markası. Tıp]: bak. immune.
impaludism [?]: [Tıp] müzmin sıtma. İmuyunoloji [Lat.: im + munia + logia >
imparator [Lat.: imperare > imperator > Fra.: immunelogie, Tıp]: hastalıklara ve
İtl.]: baş, bey, emir, hakan, hünkar, alerjiye karşı bağışıklığı inceleyen Tıp
ilbey, ilhan, mir, kaan, kayser, kral, dalı, Bağışıklık.
sultan, şeyh. imza: yazının altındaki işaret, kısa ~:
imparatorluk [Lat.: imperare > İtl. + paraf.
luk]: beylik, emirlik, ilbeylik, krallık, in 1 : mağara.
sultanlık, şeyhlik. in 2 [Far.: -în]: Farsça’da –in; -lı, -li, -lu,
imperare [Lat.]: emir olmak, -lü anlamına bir sonek.
emretmek, hakim olmak, idare in 2 [Lat.]: Latince’de in; 1.) eklemek,
etmek, kumanda etmek, yönetmek. koymak, geçirmek, üstüne bırakmak,
imperium [Lat.]: egemenlik, 2.)
olmak, neden olmak, yapmak, 3.)
hakimiyet, imparatorluk. iç, içine, içine doğru, içinde, yönelen
impetigo [Lati.:]: [Tıp] bir çeşit anlamına gelen bir önek.
cerahatli deri hastalığı. in 3 [Lat.]: Latince’de in; -sız yada gayri
impetus 1 [Lat.: in + petere]: atılma. anlamına bir öenk olup Batı
impetus 2 [Lat.: in + petere]: 1.) atılma, Dilleri’nde fillerin önüne gelir ve
2.)
bir dirençe karşı bedenin hareket onları ollumsuza çevirir, [ability-
gücü, 3.) güç, hız, şiddet, zor, 4.) inability].
güdü, saik.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 171 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

in 4 [Yun.]: Yun.’da –in; olumsuz, inci: 1.) istiridyede bulunur, 2.) [İ] bir
negatif anlam yükleyen önek. bayan adı.
in absentia [Lat.]: gıyabında, incidere [Lat.]: saldırmak, üstüne
yokluğunda. gelmek, üstüne yürümek.
in limbo [Lat.]: sınırda, kertede. İncil: Hiristiyanların kutsal kitabı,
in loco parrentis [Lat.]: ana-baba [Bible].
yerinde. incir: bir meyve türü, yemiş, tatlı yaş
in medias res [Lat.]: asıl bahse veya ~: bardacık.
işe girişmek, ortasında. incognita [Lat.: in + cognitus]: 1.)
in memoriam [Lat.]: anısına, bilinmeyen, 2.) kıyafet değiştirmiş,
hatırasına. tebdili kıyafet, 3.) kendini belli
in odio [Lat.]: nefret eden. etmeyen, takma adlı, 4.) bilinmeyen,
in perpetuum [Lat.]: ebediyen, tanınmayan kişi.
ilelebed, sonsuza dek. incrementum [Lat.]: artış, fazlalaşma.
in posse [Lat.]: imkan dahilinde, incubus [Lat.]: kabus.
muhtemel, olabilir. incus 1 [Lat.]: örs.
in promtu [Lat.]: amade, gönüllü, incus 2 [Lat.]: [Bedenbilim] orta kulaktaki
hazır. üç parçadan brisi olan örs.
in propria persona [Lat.]: bizzat, inç [Lat.: uncia > İng.: inch]: 1.) 1/12,
kendi şahsında, şahsen. onikide bir, 2.)
bir ayağın (fut)
in re [Lat.]: -in konusunda, hakkında, 1/12’si uzunluğunda bir ölçü birimi,
ile ilgili. 3.)
2,54 cm., 4.) İngiltere ve Kanada,
in toto [Lat.]: bir bütün olarak. ABD’de metrik sistem kullanılan inç
ina [Lat.: -ina]: Latince’de belli soyut sistemi, 5.) ayak, fut,, pus.
isimler oluşturmada kullanılan bir indeks [Lat.: index > İng.: index]: bak.
sonek. endeks.
inal: kendisine inanılan. indemnis [Lat.]: zarar görmemiş.
inam [?]: emanet, vedia. indicis [Lat.: index’in çoğul]: işaretler.
inan: [Din] iman, inanç, inanma, itikat. indifa [Arp.]: yanardağ püskürmesi.
inanan: [Din] inançlı, mümin. indigo [Yun.: Indikos > Fra.: indigo]: 1.)
inanca: güvence. belli bitkilerden yada sentetik olarak
inanç: [Din] 1.) iman, inan, inanma, elde edilen bir mavi renk boya
itikat, batıl ~: hurafe, kör ~: hurafe, maddesi, 2.) çivit, çivit rengi.
2.)
düşünce, kanı. indirim: [Ticaret] iskonta.
inançlı: [Din] inanan, mümin. indirme:
inandırma: ikna. indirmek:
inanılan: emin, güvenilen, kendisine indu [Lat.]: iç.
~: inal. industrius [Lat.]: çalışkan, etkin, faal,
inanılır: emin, güvenilir. hamarat.
inanis [Lat.]: 1.) boş, 2.) beyhude, boş, ine 1 [Lat.: inus]: Batı Dilleri’nde –nin
boş yere, yararsız. aynısı, -nın doğasında, -nın doğasında
inanma: iman, inan, inanma, inanç, anlamına [crystalline: kristalin] gelen bir
inanmak: güvenmek. son ek.
inat: ayak diretme. ine 2 [Lat.: -ina]: Batı Dilleri’nde belli
inatçı: anut. soyut isimler oluşturmada [doctrine:
inatlaşma: dayatışma. doktrin] kullanılan bir sonek.
inaugurare [Lat.]: fal bakmak, ine 3 [Lat.: inus]: Batı Dilleri’nde
kehanette bulunmak. kimyasal isimleri oluşturmada 1.)
inayet [Arp.]: iyilik, ihsan, kayra, lütuf. halojenler [iodine: iyodin], 2.) alkoloid
ince: elegan, narin, nazik. yada nitrojen bazları [morphine:
3.)
inceleme: tetkik, yerinde ~: keşif, morfin], özellikle ticari ilaç isimleri
incelemek: tetkik etmek. [Vaseline: Vazalin], kullanılır.

inceltici: [Boya] boya inceltici sıvı, İnebahtı [Rum.: Lepanto]:

tiner. Yunanistan’daki Lepanto kenti.


incendium [Lat.]: ateş. inek: dişi öküz, ~ memesi: yelin, ~
inchoare [Lat.]: başlamak. antilobu: ?
iner çıkar: asansör, elavatör.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 172 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

inertia [Lat.]: [Fizik] atalet, durgunluk, inikas [Arp.]: akis, aksiseda, eko,
hareketsizlik, süredurum. yansıma, yankı.
inextenso [Lat.]: etraflıca, kısaltılmış inisiyatif [Lat.: in + ire > Fra.: initiative]:
1.)
olarak, tamamen, tam olarak. ilk adımı atma yada ilk eylemi
inextremis [Lat.]: 1.) en son noktaya yapma hareketi, 2.) başlama yetkisi,
2.) 3.)
kadar, sonuna dek, ölüm bireysel karar verme ve yapma
döşeğinde, ölmek üzere olan. yetkisi, 4.) öncelik, öncececilik,
infante [Lat.]: genç. üstünlük.
infaz [Arp.]: bir yargıyı uygulama. initiare [Lat.]: başlamak, başlatmak.
inferus [Lat.]: 1.) aşağı, aşağısı, 2.) inkar [Arp.: inkâr]: yadsıma,
değersiz, kıymetsiz. yalanlama.
infestus [Lat.: in + festus]: 1.) eğlenceli inkılap [Arp.]:
2.)
olmalayan, neşeli olmayan, inleme: nale.
düşmanca, düşmanlık gösteren, inme: felç, paraliz, nuzul, kalbe inen
mütecavüz, saldırgan. ~: damla.
inficere [Lat.]: kirletmek, lekelemek, inorganik [Yun.: in + organon + ikos >
pisletmek. Fra.: inorganique]:
1.)
cansız, uzvi
infidelis [Lat.: in + fidelis]: 1.) tanrılara olmayan, 2.)
organik olmayan.
inanmayan, 2.) inanmayan, inançsız, insaf [Arp.: însâf]: acıma.
kafir, 3.) gavur. insafsız [Arp. + sız]: acımasız, gaddar,
infilak: ~ etme: bösme. kıyıcı.
infinitas [Lat.: in + finis + tas]: 1.) bol, insan [Arp.]: beşer, kul.
2.)
geniş, ebedilik, sonsuzluk, insanlık [Arp. + lık]: beşeriyet.
uçsuzluk. insanoğlu [Arp. + oğlu]: beşer.
infinitus [Lat.]: ebedi, sonsuz. insectum [Lat.]: çentikli, yivli.
infra [Lat.]: Batı Dilleri’nde infra-; 1.) insidiae [Lat.]: pusu.
aşağı, aşağısı, 2.) öte, ötesi anlamına insignia [Lat., çoğul]:
1.)
nişan
2.)
bir önek. alametleri, nişanlar, rütbe
1.)
infra dignitatem [Lat.]: işaretleri.
2.) 1.)
yakışmayan, insanın üstüne insomnia [Lat.: in + somnus]:
2.)
yakışmayan. uykusuzluk, [Tıp] uyku uyuyamam
infrared [Lat.: infra + İng.: red > İng.: rahatsızlığı.
1.)
infrared]: kırmızı ötesi, kızılötesi, instinguere [Lat.]: itmek, sürmek,
2.)
[Fizik] kızılötesi ışınlar, enfraruj. tahrik etmek.
İngiliz Abecesi: A (a) Ey, B (b) Bi, C (c) insula [Lat.]: ada.
Ci, D (d) Di, E (e) İ, F (f) Ef, G (g) Ci, H (h) insülin [Lat.: insula > Fra.: insuline]: 1.)
Eyc, I (i) Ay, J (j) Cey, K (k) Key, L (l) El, M
pankreas bezesinin ürettiği karbo-
(m) Em, N (n) En, O (o) O, P (p) Pi, Q (q)
Ku, R (r) Ar, S (s) Es, T (t) Ti, U (u) U, V (v) hidrat metabolizma için yaşamsal
Vu, W (w) Dablyu, X (x) İks, Y (y) Vay, Z (z) olan bir salgı, 2.) [Eczacılık] şeker
Zet. hastalarının aldığı bir ilaç.
İngiliz: bir ~ oyunu: kriket, ~ inşaa [Arp.: înşâa]: yapım, yapı kurma.
Kilisesi: Anglikan, ~ köpeği: seter, inşaat [Arp.: înşâat]: yapı işleri.
İngilizce Sayılar: One (1), Two (2), inşallah [Arp.: in-şa-allah]: Allah’ın
Three (3), Four (4), Five (5), Six (6), Seven izniyle.
(7), Eight (8), Nine (9), Ten (10), Eleven intan [Arp.: întân]: 1.) mikroplu
(11), Thirteen (12), Fourteen (13), Fifteen
(14), Seventeen (15), Sixteen (16),
hastalık, 2.) idrar yolları.
Seventeen (17), Eighteen (18), Ninteen (19), İntaniye [Arp.: întânîye ]: 1.) idrar
Twenty (20), Thirty (30), Fourty (40), Fifthy yolları ile ilgili, 2.) İdraryolları
(50), Sixty (60), Seventy (70), Eighty (80), Bölümü.
Nighty (90), Hundred (100), Thousand
(1000), Million (1.000.000).
integer 1 [Lat.]: bütün, hepsi, tam,
İngiltere: Birleşik Krallık, Britanya, tüm.
[Britain, United Kingdom, England]. integer 2 [Lat.: integer > B.D.: integer]:
inhibitör [Lat.: ? > Fra.: inhibiteur]: [Matematik] tam sayı yada sıfır (0).

[Eczacılık] ? integran [Lat.: integer > Fra.: integrant]:


inhisar [Arp.]: monopol, tekel. bir bölümü oluşturan, bütünleyici,
ini [Halkdili]: kayınbirader, kayunço. tümleyici.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 173 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

intejer [Lat.: integer > Fra.: integer]: iodes [Yun.]: 1.) menekşeye benzeyen,
[Matematik] tam sayı yada sıfır (0). menekşe gibi, 2.) menekşe rengine
inter 1 [Lat.: in + terra]: ölüyü gömmek, benzeyen.
mezarına koymak yada katafalkın ion [Lat.: io]: Latince ve Batı Dilleri’nde
1.)
ayerleştirmek. –ion; –nın hareketi yada durumunda,
inter 2 [Lat.]: Latince ve Batı Dilleri’nde 2.)
–nın sonucunda anlamına gelen bir
1.)
inter-; arası, arasında, beynel, 2.) sonek.
[Dilbilgisi] temel sıfat yada tekil ip: 1.) fiber, iplik, kınnap, lif, sicim, tel,
isimlerin adlandırılan her bir unsurla tire, 2.) ince urgan, ~ yapılan bitki:
ilgili, [intercultural: kültürlerarası], 3.) bir halfa, saç gibi örülmüş ~:
biriyle ilgili yada birbiriyle etkileşimli salmastra, kalın ~: halat, ucu
[interact: etkileşimli] anlamında bir
ilmikli ~: kement, hayvan bağlama
önek.
interaneus [Lat.]: iç, dahili. ~i: örk, şakul ~i: pereste.
intercom [İng.: internal communication]: ipek 1: 1.) bir kumaş türü, 2.) esnek tel,
3.)
1.)
iç telefon sistemi, 2.) dahili telefon. [İ] bir Türk bayan adı.~li bir
intern [Lat.: internus > İng.: intern]: 1.) kumaş: Abani, Atlas, ham ~: lika,
içeriden, içten, 2.) Tıp Fakültesi’nden ~li peştamal: fuka.
mezun olduktan sonra, bir kurum ipeka [G.A.Y.Dili.: ipecac > Fra.: ipéca]: 1.)
yada hastahanede görev yapan ve [Bitkibilim: Cephaelis ipeca cuanha],
2.)

onun asıl kadrosunda pratisyen Güney Amerika'da yetişen, kusturucu


hekim olarak çalışan doktor vb, 3.) niteliği olan bir kök, altınkökü.
pratisyen öğretmen, gazeteci yada iplik: fiber, iplik, lif, tel, tire, kalın
stajyer öğrenci. bükülmüş ipek ~: ibrişim, nakış
internist [Lat.: internus > Fra.:
ipliği yumağı: kuka.
interniste]: İçhastalıkları keimi,
ipotek [Fra.]: [Hukuk] rehin, tutu.
dahiliyeci.
ipse dixit [Lat.]: 1.) kendisi söyledi, 2.)
internus [Yun.]: içeriye doğru.
[Hukuk] kanıta dayanmayan söz yada
İnterpol [Lat.: inter + Yun.: polis [?] >
açıklama.
İng.: International Police]: kı.,
ipsissima verba [Lat.]: 1.) kelime
Uluslararası Polis Kurumu.
kelime açıklama, 2.) [Hukuk] aynı
interpres [Lat.]: aracı, görüşmeci,
kelimeler.
müzakereci.
ipso facto [Lat.]: fiilen, hattı zatında,
intiba [Arp.]: izlenim.
sadece bu nedenle.
intibak [Arp.]: riayet, uyma.
ibtidai [Arp.]: bak. iptidai.
intihal [Arp.]: 1.) aşırma, çalma, 2.)
iptidai [Arp.: ibdidai [‫]]اﯼئادتب‬: barbar,
başkasına ait eseri çalma, yada
ilkel.
ondan izinsiz aktarma yapma.
ipucu: alamet, belirti, delalet, emare,
intihar [Arp.]: kendini ölrümek.
im, işaret, iz.
intikam [Arp.: intikâm]: öç.
ique [Yun.: ikos [ικός] > İng.: ic > Fra.:
intra 1 [Lat.]: içinde. 1.)
ique]: ile, ile ilgili [volcanique:
intra 2 [Lat.]: Latince ve Batı Dilleri’nde 2.)
valkansal], benzer, gibi [angelique:
intra-; içinde, -nın içinde anlamında 3.)
melek gibi], -den yapılma, -den
bir önek. üretilme [photographiquec: fotoğraftan
intus [Lat.]: 1.) içinde, 2.) içten, yapılmış],
4.)
–den oluşan, -ni içeren
içeriden. [alcholic: alkollü],
5.)
bir şeye uğramış
inus [Lat.: -inus]: Latince’de –eye kişi yada nesne [parabletique: felçli], 6.)
benzeyen, –nın aynısı, -nın doğasında, - –yi destekleyen, -nin taraftarı
nın doğasında anlamına gelen bir [Socratique: Sokratçı],
7.)
üreten, ile dolu
sonek. [hypnotique: büyülenmiş] anlamına gelen
inveterare [Lat.]: ihtiyarlamak, bir sonek.
kocamak, yaşlanmak. ir [Lat.]: in anlamında olup (r) harfiyle
invidia [Lat.]: başlayan kelimelerden önce
invidia [Lat.]: çekememek, kıskanmak. kullanılan bir önek.
invitare [Lat.]: izin istemek, müsaade ira [Lat.]: kızgın.
istemekı. irade [Arp.: ? > irâde]: 1.) ? 2.) azim,
kararlılık.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 174 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

irae [Arp.: irâe]: ?. isabet [Arp.: isâbet]: denk gelme,


İran [?]: ö.i., İran İslam Cumhuriyeti, karşılaşma, rastlantı, tesadüf,
Türkiye’nin doğusunda yer alan ülke. yerinde.
İrani [İranî]: s., 1.) Acem, Fars kökenli, isberg [Hol.]: buz dağı.
Farisi, 2.) Fars dili, kültürü yada ise [Yun.: izein]: Fransızca’da –ise; 1.)
onlara ait bir şey. olmasına yol açan, 2.) (gibi) olmak,
3.)
İranlı: s., Acem, Fars kökenli, Farisi. ile birleşmek, 4.) ile iştigal etmek,
ire [Lat.]: gitmek. ile uğraşmak anlamalrına bir sonek.
irfan 1 [Arp.: irfân]: 1.) güçlü seziş, 2.) [İ] İsevi [Arp.: isevî]: Hz. İsa’ya inan,
bir erkek adı. Hiristiyan, Nasrani.
iri: 1.) azim, alamet, balaban, büyük, İshak [İbr.: Yizhaq > Arp.]: 1.) o gülecek,
celil, cesim, kocaman, muazzam, iri, mutlu olacak, 2.) Hz. İbrahim’in oğlu,
ulu, 2.) anaç, kart, olağandan büyük, Hz. Yakub ve Ays’ın [Jacob & Esau]
3.)
ağır, hantal, kaba, lök, çok ~: babası, 3.) bir Yahudi, Hiristiyan ve
celil, dev, div. Müslüman erkek adı, [İzak, Isaac,
iribaş: [Yaşambilim] kurbağa yavrusu. Yizak, ].
İridyum [Yun.: iris > Fra.: iridium: Ir]: ishal: [Tıp] amel, diyare, iç sürmesi.
beyaz metalik kimyasal element. isim [Arp.: ism]: bak. isim.
irin [Arp.]: [Tıp] apse, cerehat. isim [Arp.: ism [‫ > ]مسا‬isim]: 1.) ad,
iris 1 [Yun.]: alaimisima, alkim, nam, şan, şöhret, unvan, ün, 2.)
ebemkuşağı, gökkuşağı. [Dilbilgisi] Adıl, [Noun], isme yazılı:
iris 2 [Yun.]: 1.) gökkuşağı, 2.) nominal.
[Bedenbilim] gözün gözbebeği iskambil [İtl.: scambille ?]: bir kart
çevresindeki renkli bölüm. Gözün oyunu, ~ oyunları: Blüm, Briç, Ellibir,
renkli katmanı. King, Lazkine, Maçakızı, Pişti, Poker, Prafa,
iritis [Yun.: iris + itis > Fra.: irtis]: 1.) göz Praşa, Remi, Remil, ~ kağıdı isimleri:
2.)
iltihabı, [Tıp] gözün iris Karo [Dineri], Kupa, Maça, Sinek
tabakasının iltihaplanması [Ispati].
iriyarı: 1.) irikıyım, 2.) azanvur, sinirli. iskandil scandile & scandille]:
[İtl.:
irmik: bir un türü, Hint irmiği: baga, denizin derinliğini ölçme.
[Denizcilik]
sağu. iskarpin [İtl.: scarpino]: ökçeli, konçsuz
ironi [Yun.: eiron > Fra.: ironie]: 1.) ayakkabı.
söylemek istenileni tersi kelimelerle iskele 1 [Lat.: scala > İtl.: scala > Tür.: i-
1.)
anlatma, 2.) kinaye yapma, kinaye skele]: [Denizcilik] geminin sol yarısı,
2.)
inceliğinde bulunma iner-kalkar merdiven, 3.) gemi
irrasyonel [Lat.: ir + ratio > Fra.: yanaşma yeri, 4.) yapım işlerinde
1.)
irrationaille]: orantısız, 2.) akla kullanılan tezgah.
aykırı, akıldışı, kabul edilmez. İskele 2 [Lat.: scala > İtl.: scala > Tür.: i-
irritare [Lat.]: heyecanlanmak. skele]: KKTC, Larnaka kentind ebir
irs [Arp.: ? >]: kalıtım, soya çekim. yer adı.
irsal [Arp.: irsâl]: gönderme, indirme. iskelekuşu [iskele kuşu]: [Kuşbilim:
irsaliye [Arp.: rsl > irsâliye]: 1.) Alcedo atthis] emircik, yalıçapkını.
gönderme, gönderilme, indirme, iskelet [Yun.: skeletos > Fra.: scelette >
1.)
indirilme, 2.) taşıma ücret, 3.) [Ticaret] Tür.: i-skelet]: kurumuş, 2.)
2.)
yol belgesi. [Bedenbilim] kemik sistemi, çerçeve.
irsi [Arp.: irsî [‫]]ﯼثرا‬: kalıtsal. iskemle [Rum.: ?]: arkalıksız oturak,
irtifa [Arp.: ? > ]: yükseklik. bir tür ~: tabure, alçak ~: oturak.
is 1 : buğu, buhar, duman, islim, istim, İskenderiye [Yun.: Alexandria >
pus, tütü. Alexandretta > B.D.: Alexandria]:
1.)

is 2 : duman lekesi. Büyük iskender’in kneti anlamına, 2.)


İsa [İbr.: ? > Arp.: ?]: 1.) 2.) Hz. İsa. İsa Mısır’ın kuzeyinde bir Akdeniz liman
Peygamber: Musevilik, Hiristiyanlık kenti.
ve Müslümanlık’da ortak peygamber. İskenderun [Yun.: Alexandria > ?]:
3.)
[Hristo, Christ, Cristi, Cristo, Jesus], Hatay kenti.
bir Müslüman ve Türk erkek adı. iskete [?]: [Kuşbilim: ?] güzel sesli kuş.
iskonta [İtl.: ?]: [Ticaret] indirim
tenzilat.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 175 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

iskorpit: [Balıkçılık: ?] bir balık. Konstanpolis, Konstantinopolis, Arp.:


Kostantiniye, Osm.: Stin-polis, İslambol,
iskuna: [Denizcilik] iki direkli yelkenli.
İstanbul]: [34], Türkiye’de bir kent.
islim [?]: buğu, buhar, duman, is,
istim, pus, sis, tütü. istavrit [Rum.: storedes > stavridis]:

İsmail [İbr.: yishmael > Arp.: ismâil]: 1.) [Balıkçılık: Trachurus trachurus] bir tür
Tanrı duyacak, 2.) Hz. İsmail, 3.) [İ] balık.
bir Yahudi, Hiristiyan ve Müslüman istavroz [?]: [Hiristiyanlık] çarmıh, haç,
erkek adı, [Ishmael,]. iste [Yun.: -istes [ιστής]]: Fransızca’da
1.) 2.)
iste; eden, yapan, dileyen,
isme [Yun.: -ismos [ισμός] > Lat.: ismus > 3.)
uygulayan, yetenekli, –eye kendini
Fra.: isme]: bak. izm.
adamış anlamlarına gelen bir sonek.
ismen [Arp.]: 1.) adını belirterek, 2.) adı
ile. istek: 1.) arzu, dilek, heves, şevk, 2.)
ismet [Arp.]: 1.) doğru, selim, 2.) maksat, meram, 3.) talep, isteğe
dürüstlük,3.) [İ] doğru, dürüst bağlı: ihtiyari, opsiyonel, değişken
anlamında bir bay ve bayan adı. ~: kapris,
İsmin cinsi: [Dilbilgisi] [Gender]. isteka [İlt.: stecca]: 1.) bilardo sopası,
2.)
ismos [Yun.: ισμός]: 1.) fiilerden isim ıstaka.
yapmada kullanılan durum yada isteksiz: ~ görünmek: nazlanmak.
hareket eki, 2.) akide, doktrin, inanç, isteri [Yun.: hystera > Fra.: hystera,
3.)
bak. ism & izm. hysterie]: bak. histeri.
ismus [Lat]: eylem, hareket. istes [Yun.]: ?
iso [Yun.: isos > Fra.: iso]: Fransızca’da isthmos [Yun.]: boyun, ense.
iso; aynı, benzer, eş, tıpkısı anlamına istida [Arp.: dva > istida’a]: i., 1.)
gelen bir önek. çağırma, yalvarma, yakarma, yardım
isos [Yun.]: denk, eş, eşit, müsavi. dilenme, 2.) ariza, arzuha, dilekçe,
isot: kırmızı acı biber. istif [?]: [Ticaret] düzgün eşya yığını.
İspanya [Lat.: Hispania Tarraconensis, istifa [Arp.]: 1.) çekilme, 2.) işinden
1.)
İsp.: Espana]: tavşan ülkesi yada görevinden isteyerek ayrılma.,
2.)
demektir, Avrupa İber istifrağ: kusma, kusturma, ~ ettirici:
Yarımadası’ında bir ülke, [Spain]. ematik, kusturcu.
İspanyol [Espagnol]: 1.) İspanya’ya ait istihare [Arp.]: dua ile uyuma.
yada İspanya kültürüne göre, 2.) istihbarat [Arp.: ?]: 1.) bilgi toplama, 2.)
İspanyol dili, ~ şiiri: [Edebiyat] gizli servis, [Intelligence].
romans, ~ dansı: bolero. istihkam [?]: 1.) savunma alanı, 2.)
ispanyolet [?]: [Teknik] germen, hisar, kale.
ispari [?]:[Balıkçılık: ?] bir balık çeşidi, istihsal [Arp.: istihsâl]: [Ticaret] çıkarma,
ispat [Arp.]: tanıt, elde etme, üretim, üretme.
ispati [Rum.: ?]: ? istihza [Arp.]: alay, saraka.
ispendek [?]: [Balıkçılık: ?] levreğin istihzalı [Arp.]: alaylı.
ufağı, istikamet [Arp.]: 1.) doğrultu, yön, 2.)
ispinoz [?]: [Kuşbilim: ?] güzel sesli kuş. akış, cereyan, eğilim, mecra,
İspir 1 [?]: Erzurum’un bir ilçesi. temayül, trend, yön, yönelim.
ispir 2 [İtl.: ?]: araba uşağı. istikbal [Arp.: kbl > istikbâl]: 1.)
israf [Arp.]: savurganlık. karşılama, 2.) ati, gelecek.
İsrafil [Arp.]: [Din] 1.) kıyamet meleği, istila [Arp.]: bürüme, ele geçirme.
2.)
[İ] bir erkek adı. istim [İng.: steam]: buğu, buhar,
ist [Yun.: istes [ιστής]]: bak. iste. duman, is, islim, pus, tütü.
istakoz: bak. ıstakoz. istimal [Arp.: aml > ? > istim’âl]: 1.)
istambot [İng.: steamboat]: [Denizcilik] kullanma, 2.) kullanım.
çotana, küçük vapur, istimlak [Arp.]: kamulaştırma.
istan [Far.]: Farsça’da –istan; 1.) bölge, istinaf [Arp.: ?]: kısa.
mahal, memleket, ülke, vatan, yer,
2.)
- istiridye [?]: kabuklu bir deniz canlısı,
ia, -ye, -ya anlamına gelen bir sonek, ~de bulunur: inci.
[Bulgaristan, Ermenistan, Hindistan, istirahat [Arp.: ? >]: 1.) dilenme, 2.)
Yunanistan]. hstalık izni.
İstanbul [Rum.: Bizantion, Antion, istismar [Arp.]: 1.) kötüye kullanma, 2.)
Constantine, Constantinople, Konstantin, sömürme.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 176 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

istisna [Arp.: istisnâ' [‫]]ءانشتسا‬: 1.) İtalyanca Sayılar: Uno (1), Due (2), Tre
ayrı, farklı, kural dışı, 2.) [İ] bir bayan (3), Quattro (4), Cinque (5), Sei (6), Sette
(7), Otto (8), Nove (9), Dieci (10), Undici
adı.
(11), Dodici (12), Tredici (13), Quattordici
istisnai [Arp.: istisnâ'î]: kural dışı. (14), Quindici (15), Sedici (16), Diciassette
isyan [Arp.]: ayaklanma, intifa, (17), Diciotto (18), Diciannove (19), Venti
kalkışma. (20), Trenta (30), Quaranta (40), Cinquanta
(50), Sessanta (60), Settanta (70), Ottanta
iş: 1.) edim, fiil, 2.) davranış, yapılan ~: (80), Novanta (90), Cento (100), Mille (1000),
amel, ~ yapmaya hazır: amade, 3.) Million (1.000.000).
çalışma, meslek, bir ~ birimi: erg, ~ itas [Lat.]: durum, oluş.
1
bırakma: grev, işçinin işbırakması, ite Fransızca’da –ite; 1.)
[Yun.: ites [?]]:
2.) 3.)
–nın sakini, –nın hayranı, üretilmiş
~ten çıkarma: lokavt.
bir ürün anlamına gelen bir sonek.
işaret [Arp.]: 1.) alamet, belirti, delalet,
ite 2 [Yun.: itis [ίτιδα]]: Yunanca’da –itis,
emare, im, ipucu, iz, 2.) damga,
Batı Dilleri’nde (İng.: -it, Fra.: -ite)
nişan, 3.) amblem, arma, özel işaret,
iltihaplanma, yangı, yanma anlamına
remiz, simge, temsili resim, özel ~:
gelen bir sonek, [nevrotite].
marka, gizli ~: parola, ite, missa ets [Lat.]: gidebilirsin,
işçi: amele, emekçi, ırgat, proleter. kovuldun.
işkembe [?]: hayvanlarda mide itenek: [Teknik] piston.
bölümü. iter [Lat.]: yürüme, yürüyerek gitme.
işlek: aktif, çalışkan, etkin, faal, İterbiyum [Lat.: > Fra.: Yterbium: Yb]:
gayretli, hareketli. iterum [Lat.]: gene, tekrar, yine.
işlem: muamele. ites [Lat.]: -nın.
işletme: işyeri. itfa [Arp.: itfâ]: söndürme, yangını
işlev: fonksiyon, görev, vazife. söndürme.
işmar: el yüz hareketleri. itfâiye 1 [Arp.]: 1.) sona erdirme, 2.)
işmerkezi: plaza. yangın-söndürme, yangını söndürme,
işporta [iş + porta]: açıkta satış, [fire, estinguish].
seyyar. İtfaiye 2 [Arp.: itfâiye]: 1.) yangın
işsiz: avara, avare, azade, aylak, atıl, söndürme, 2.) yangını söndürme işi, yangın
başıboş, boş, haylaz, hayta, nabekar, söndürme birimi yada kurumu, [Fire, Fire
serseri, tembel. Department, Fire Fighting].
İştar [Süm.]: bir Babil bereket ithal [Arp., Ticaret]: yurda dışarıdan
tanrıçası. giren her tür mal, import.
iştigal [Arp.: ? >]: uğraş, uğraşı. ithalat [Arp.: ithalât, Ticaret]: yurt dışına
iştirak [Arp.: şrk >]: katılım, ortaklık. her trü mal gönderme işlemi, import.
işve: eda, naz. iti: itici güç, motiv, saik.
1.)
işyeri: büro, işletme, ofis. İtibar [Arp.: îtibâr]: prestij,
2.)
it: kelp, köpek. saygınlık, intibak, riayet, uyma, ~
ita [Lat.]: 1.) böyle, öyle, şöyle, 2.) bu etmek: kadrini bilmek, kıymetini
kadar, bu suretle. bilmek, muteber tutmak, saymak,
itaat [Arp.]: biat, boyun eğme, ram. takdir etmek.
İtalik 1 [Italic]: İtalya’da yaşamış antik itidal [Arp.: itidâl]: soğukkanlılık.
bri boy. itidalli [Arp.: itidâl + li]: ılımlı, mutedil.
İtalik 2 [Italic]: yatık yazı. itie [Lat.: itas]: Fransızca’da –itie;
İtalya [Italia]: Avrupa’da bir Akdeniz durum, nitelik yada oluş anlamına
ülkesi, [Italy]. gelen bir sonek.
İtalyan [?]: İtalya kökenli yada itikat [Arp.: îtikât]: 1.) din bilgisi, 2.)
İtalya’da yaşayanlar. iman, inan, inanma, inanç.
İtalyan Abecesi: İtalyan Abecesi 21 itilaf [Arp.]: 1.) ? 2.) uzlaşma.
harften oluşur; A (a) A, B (b) Bi, C itimat [Arp.]: güven.
(c) Çi, D (d) Di, E (e) E, F (f) Effe, G itina [Arp.: îtinâ]: özen.
(g) Ci, H (h) Akka, I (i) İ, L (l) Elle, itinalı [Arp. + lı]: özenli.
M (m) Emme, N (n) Enne, O (o) O, itiraf [Arp.: îtirâf]: açıklama.
P (p) Pi, Q (q) Ku, R (r) Erre, S (s) itiraz [Arp.: îtirâz]: karşı söyleme,
Esse, T (t) Ti, U (u) U, V (v) Vu, Z itis 1 [Yun.]: bak. itis.
(z) Zeta.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 177 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
2
itis [Yun.]: Fransızca’da –itis: izafiyet [Arp.: izâfîyet]: i., görecelik,
iltihaplanma, yangı, yanma anlamına rölativite.
gelen bir sonek, [nevrotis]. izah [Arp.: îzah]: i., açıklama.
itişme: kakşma. izahat [Arp.: îzahât, izah’in çoğulu]: 1.) ç.i.,
itiyad [Arp.: itiyâd]: bak. itiyat. açıklamalar, ifşaat, 2.) i., açıklama,
itiyat [Arp.: itiyâd]: adet, alışkanlık. ifşaat.
İtl.: Latin kökenli bir dil. izale [Arp.]: i., giderme, yok etme,
itlaf [Arp.: îtlâf]: öldürme. [izale-i şuyu:].
ittifak [Arp.]: anlaşma, bağlaşma, izare [Lat.]: i., neden olmak, yol açmak
uyuşma. anlamına isimlerden fiil üretmek için
ium [?]:? kullanılan bir sonek.
ive [Lat.: ivus]: Fransızca’da –ive; 1.) – izbandut [İlt.: spandato]: 1.) iriyarı, 2.)
nın, -nın özelliğinde, 2.) –e eğilimi Rum korsan, 3.) eşkıya, haydut,
olan anlamına gelen bir sonek. kıyıcı, şaki.
ivedi: acele, acul, alaminüt, çabuk. izbe [Rus.: ?]: 1.) ? 2.) sapa yada kuytu
ivedilikle: alelacele. yer.
ivus [Lat.]: ait, ilintili. izdivac [Arp.: ?]: bak. izdivaç.
iye 1 [Arp.]: 1.) aya, eye ait, 2.) bir isme izdivaç [Arp.: ?> izdivac]: evlenme,
eklenerek onu anısına, şerefine evlilik.
bağışlanmış, yapılmış yada izein [Yun.: ?]: neden olmak, yol
korunmuş, [Nüzhetiye: Nüzhetköy, açmak anlamına isimlerden fiil
3.)
Arifiye: Arifköy] gibi.. eklendiği isme üretmek için kullanılan bir sonek.
dişilik anlamı yükleyen bir son ek izin: icazet, lisans, müsade, permi,
[Remzi-Remziye]. ruhsat.
iye 2 : 1.) ıs, malik, sahip, 2.) efendi. izlek: patika, keçi yolu, yolak.
iyi 1: güzel, uz, ~den ~ye: enikonu, izleme: 1.) seyretme, 2.) takip.
daha iyi: evla, yeğ. izlemek: 1.) seyretmek, 2.) takip
iyi 2: dimdik, dinç, esen, sağlıklı, etmek, izini sürmek.
sıhhatli, salim, zinde. izlenim: intiba.
iyileşme: 1.) düzelme, iflah, kurtuluş, izm [Yun.: -ismos [ισμός] > Lat.: ismus >
1.)
onma, salah, 2.)
hastalıktan Fra.: isme]: Fransızca’da -isme; –nın
2.)
kurtulma, şifa. işi yada sonucu, –nın durumu,
3.)
iyilik: lütuf, ihsan, inayet. yönetimi yada niteliği, –nın teorisi,
4.)
iyilikbilmez: nankör, bir şeye adanma anlamına gelen bir
iyodin [Yun.: iodes > Fra: iodine]: 1.) sonek.
[Kimya] eczacılıkta kullanılan metaldışı izmarit 1 [?]: içilmiş sigara atığı.
kimyasal bir element, 2.) antiseptik izmarit 2 [?]: bir tür balık.
olarak kullanılan iyodin mahlulü. İzmir [Rum.: Smyra > Smyrna [?]]: [35],
iyodin [Yun.: ion + > Fra.: iodine]: Türkiye’de bir kent.
[Kimya] iyot. İzmit [Rum.: Nikomedea [?]]: Kent adını
iyodoform [Yun.: ion + Lat.: formica > başkentlik yaptığı Bitinya Krallığı’nın II. Kralı
Nikomed’den alır. Osmanlılar kenti ele
Fra.: iodoforme]: [Eczacılık] sarı renkte, geçirince kentin adını Iznikomed olarak
iyotlu antiseptik bir bileşen.. anagelmişler. Zaman içinde ad kısaca İzmid’e
iyon [Yun.: ionai > Fra: ione]: i., [Fizik] dönüşmüş. İsmid’in Arap harfleriye yazılışı
elektriksel olarak yüklenmiş bir atom sürekli olaral İzmir ile karıştırılınca İzmid olan
ad İzmit’e dönüştürülmüş, [Nikomedea,
yada atom gurubu. Nicomedia, Nikomedia, İznikomed, Ismid,
iyonesfer [Yun.: ionai + sphaire > Fra.: Ismidt > İzmit].
ionesphère]: dünya atmosferinin dış İznik [Rum.: Nicea [?]]: Bursa iline bağlı
katmanı. tarihi bir kent. Roma İmparatorluğu
İyonya [Ionia]: bugünkü İzmir, Aydın, döneminde ilk Hiristiyanlık Konsülü, beldede
yer alan Aziz Düşünce [Aya Sofya] Kilisesi’nde
Manisa bölgesi. yapılmıştır. Kenti çevreleyen surlarda giriş ve
iz: alamet, belirti, delalet, emare, im, çıkış için dört kapı vardır; İstanbul Kapı, Bursa
ipucu, işaret, izini sürmek: izlemek, Kapı, Lefke [Osmaneli] Kapı ve Mekeci
takip etmek. [Sakarya] Kapı.
izafet [Arp.: izâfet]: bağıntı, görelik. izo [Yun.: isos [?]> Fra.: iso]: bak. iso.
izafi [Arp.: izâfî]: göreceli, rölatif. izobar [Yun.: isos + baros > [?] > Fra.:
1.)
isobare]: eşit barometrik basınç

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 178 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

noktalarını bağlayan harita jarse [Fra.]: [Dokuma] esnek yün


üzerindeki bir çizgi, 2.) eşbasınç. kumaş.
izole [Lat.: ? > Fra.: isolé]: tecrit, jartiyer [> ? > Fra.: jartier]: i., çorap
yalıtılmış. bağı.
izomer [Yun.: isos + meros > [?] > Fra.: jasere [Lat.]: atmak, firlatmak,
isomere]: [Kimya] molekülleri farklı savurmak.
düzenlemelerde olup benzer jasmin [Far.: yasemin > Fra.: jasmine]:
1.) 2.)
atomlardan oluşan iki yada daha [Bitkibilim: ?] yasemin çiçeği, [J]
fazla kimyasal bileşenlerden herhangi bir Batılı bayan adı, [Yasemin].
birisi. Jason [Yun.]: Yunan Mitolojisi’nde Altın
izzet: celal, haşmet, ihtişam, sitayiş, Postu bulmak için Ege Denizi’nden
parlaklık, şaşaa. başlayıp Marmara’ya gelen ve
oaradan Karadeniz’e yolculuk yapan
========== J =========
Denizcilerin (Argonotlar) önderi.
J: Türk Abecesi’nin 9. harfi. Jean [Fra.]: 1.) Hz. Yahya, Hz.
jabara [Arp.: al jabara]: 1.) yeniden Zekeriya’nın oğlu, 2.) vakftizci Yahya,
birleştirme, yeniden bir araya [Aziz Yuhanna, St. Jean, St. John, St. Jean
getirme, 2.) bak. cebr > cebir. Theologos],
3.)
Museviler, Hiristiyanlar
1.)
jacere [Lat.: iacere]: atmak, ve Müslümanlarda ortak isim,
2.)
fırlatmak, yalan söylemek. [Yuhanna, John, Johan, ].
Jacques [Fra.]: Batılı bir erkek adı, jean 2 : bak. bluejean.
[Jack]. jejunum [Lat.]: [Bedenbilim]
jactare [Lat.: iactare]: atmak, incebağırsağın üst üstyarısı,
fırlatmak, savurmak. boşbağırsak.
jaguar [?]: 1.) [Hayvanbilim] bir hayvan, jejunus [Lat.: ieiunus]: yemek yememe
2.)
: bir araba markası, [Jaguar]. su içmeme, oruş tutma.
Jakup [İbr. > Çek.]: 1.) ? 2.) bir Çek jel [Lat.: gelare > Fra.: gel, jell.]: 1.)
erkek adı, [Agop, Yakup, Jacob, ]. jelatin gibi olan, 2.) yapışkan sıvı.
jale [?]: 1.) ? 2.) [İ] bir bayan adı. jelatin [Lat.: gelare > Fra.: gelatine,
jandarma [Fra.: gens d’armes > İtl.: Kimya]:
1.)
kemiklerin kaynatılması,
1.)
gendarme]: Fransa’da bir kolluk çözümlenip soğutulmaya
kuvveti kurumu, 2.) bir askeri kuvvet, bırakılmasıyla elde edilen tasız,
3.)
Türkiye’de Silahlı Kuvvetler’e bağlı okusuz bir bileşen, 2.) bu maddeden
polis karakolları ve emniyet üretin renkli kaplama kağıdı, bir tür
müdürlüğü yetkisi dışındaki alanlarda ~: agaragar,
görev yapan kolluk kuvvetleri. jen [Yun.: genes [?] > Fra.: gène]: bak.
janr [Lat.: genus > Fra.: genre]: i., 1.) gene.
çığır, nevi, stil, üslup, tarz, 2.) jeneratör [Lat.: genus > Fra.:
gündelik yaşamı betimleyen üslup. generateur]: dinamo, üreteç.
janti [Fra.: jauntie]: i., hoş görünen jenosit [Yun.: genos + Lat.: caedere >
nazik erkek. Fra.: genoside]:
1.)
kırım, katliam, 2.)
Janus [Lat.]: ö.i., eski Roma’da kapılar s[Yun.]: oykırım.
mabudu, başı iki yüzlü bir tanrı. jeo [Yun.: ge]: bak. geo.
Janus [Lat.]: ö.i., öncenin ve sonranın Jeofizik [Yun.: ge + physis > gephysika +
sahibi olan Roma tanrısı. ikos > Fra.: Geophisique]: havadurumu,
Japon [?]: öi.., Japonya’da yaşayan, rüzgarlar ve dalgalarla ilgilenen bir
[?], ~ düzenleme sanatı: İkebena, bilim dalı.
~ imparatoru: mikado, ~ çiçek jeolog [Yun.: ge + logos > Fra.:
süsle sanatı: İkebena, bir ~ geologue]: yerbilimci.
tiyatrosu: no, ~ halk türküsü: uta. Jeoloji [Yun.: ge + logia > Fra.: Geologie]:
1.)
Japonca: ö.i., Japon dili. yerkürenin kabuğu, içkısmı,
japone: i., [Giyim] kolsuz bir kadın kayaları ve fosilleriyle ilgilenen bir
giysisi, bilim dalı, 2.) Yerbilimi, ~de bir
Japonya [Nippon]: ö.i., Uzak Asya’da, ? sistem: azoik.
Denizi’nde bir ada ülke, [Japan]. jeolojik [Yun.: ge + logia + ikos > Fra.:
jargon [Fra.]: i., 1.) muhabbet, 2.) argo. Geologique]: yerkürenin kabuk yada
içkısmıyla ilgili.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 179 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

jeoplitik [Yun.: ge + polis + ikos > Fra.: jungere [Lat.: iungare]: birleşmek, dahil
geopolitique]: ekonomik ve politik olmak, katılmak.
coğrafya. juniperus [Lat.]: ardıç.
jeostatik [Yun.: ge + statikos + ikos > Junius [Lat.]:
Fra.: geostatique]: yerkürenin içindeki junta [Lat.: jungere > İsp.]: 1.) askerin
basınçlarla ilgili. yönetime el koyması, 2.) askeri
jeotermal [Yun.: ge + thermes > Fra.: yönetim.
1.)
geothermale]: yerkürenin ısısıyla jurare [Lat.: iurare]: and içmek, yemin
2.)
ilgili, bu ısıyla ısınan yada işlenen. etmek.
jeotermik [Yun.: ge + thermes + ikos > juris [Çuv.: yaras & Tür.: yasa > Lat.:
Fra.: geothermique]: yerkürenin iruis]: düzenleme, kanun, yasa.
içindeki ısıyla ilgili. jurnal 1 [Lat.: diurnalis > Fra.: journale]:
1.)
jeps []: alçıtaşı. günlük, muhtıra, 2.) [Basın] gazete,
3.)
jest [Lat.: gerere > Fra.: ]: iyi davranış, eleverme, gammazlama, ihbar.
jet [Lat.: jasere > Fra.: jetter > jet]: 1.) jus [Çuv.: yaras & Tür.: yasa > Lat.: ius]:
itmek, 2.) tepkili uçak. düzenleme, kanun, yasa.
jeton [Fra.: jetton]: 1.) metal para, 2.) jus [Jap.]: 1.) et yada balık suyu, 2.)
ankisörlü telefon konuşma parası. etsuyuna çorba.
jiklet [Fra.]: [Gıda] çiklet, pelesenk, justa [Lat.: iusta]: -e yakın.
sakız, justus [Lat.: iustus]: tam, tamtamına,
jimnastik [Yun.: gymnos + ikos > Fra.: kesin olarak.
gymnastique]: kasları geliştirmek ve juvare [Lat.: iuvare]: desteklemek,
eğitmek için yapılan bedensel yardım etmek.
hareketler, beden eğitimi. juvenis [Lat.: iuvenis]: genç.
jinekolog [Yun.: gyne + logos > Fra.: juxta [Lat.: iuxta]: yanında.
ginecologue]: kadın doğum hastalıkları Jül Sezar [Lat.: Iulius Caesar]: Roma
mütehassısı, uzmanı, nisaiyeci, kralı.
jinekologist. Jüpiter [Lat.]: 1.) Eski Roma’da baş
jinekologist [Yun.: gyne + logia > Fra.: tanrı, 2.) gezegen, Erendiz.
ginecologiste]: kadın doğum jüri [Çuv.: yaras & Tür.: yasa > Lat.: ius >
1.)
hastalıkları mütehassısı, uzmanı, iuris > iurare > Fra.: jourie]:
2.)
nisaiyeci, jinekolog. düzenleme, seçici kurul.
Jinekoloji [Yun.: gyne + logia > Fra.:
1.) ========== K =========
ginecologie]: kadın doğum
hastalıkları bilgisi, 2.) Nisaiye. K 1 : Türk Abecesi’nin 10. harfi.
2
K [Rus.: Ka]: Rus Abecesi’nin 11. harfi,
jocus [Lat.: iocus]: boyunduruk.
Jonah [?]: Hz. Yunus. [К, к].
Joseph [Arm.: Joseh, İbr.: ? > B.D.: kaabiliyet: beceri, hüner, kaabiliyet,
Joseph]: Hz. Yusuf.
maharet, ustalık, yetenek.
joul [?]: bak. jul. Kaan: bir erkek adı.
Jovialis [Lat.: Iovialis]: Jubiter yıldızı ile kaba: 1.) kötü, nadan, özensiz, zevksiz,
2.)
ilgili. ağır, hantal, iri, lök, 3.) kabarık, ~
jöle [Fra.: jeulée]: 1.) saçlara biçim biçimde: anif,
vermede bullanılan bir kozmetik kabak [?]: 1.) bir sebze, ~ yemeği:
ürün, 2.) tatlıların üzerine sürülen bir kalya, 2.) balkabağı, 3.) başı kel, 4.)
tür krema, 3.) yapışkanlı madde. tırtıkları erimiş lastik,
ju [Jap.]: yumuşak. Kabala [İbr.: > B.D.: Cabbala]: İbrani
jubilum [Lat.: iubilum]: vaşi çığlık. Yahudi Felsefesi.
Judaea [Lat.]: eski Roma zamanında kabalak [?]: 1.) bir tür başlık, 2.)
Filistin’in güney kısmı. Eskişehir’de ünlü bir içme suyu,
judo [Jap.: ju + do > Batı Dilleri > Tür.]: bir kabare [Fra.: caberet]: meyhane.
1.)
yumuşak sanat, 2.) Japon döviş kabarık:
sanatı. kabarıklık: bombe, şikinlik, küçük ~:
jugum [Lat.: iugum.]: boyunduruk. çıkıntı, pürtük.
jul [joul > Fra.: joule]: [Fizik] 10 milyon kabarma: [Evrenbilim] met.
erg’e denk bir iş birimi.
juncus [Lat.: iuncus]: acele, telaş.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 180 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

kabartma: 1.) toprağı karıştırma, 2.) bir serüvenci ~: vamp, ~ üst giysisi:
resmin çıkıntılı olarak yapılması, 3.) ferace, iriyarı ~: vardakosta, ~ın
[Hindi vb] tüylerini dikeltme,
örtünmesi: tesettür, nikhsız ~:
kabasorto [İtl.: ?]: [Denizcilik] köşe
cariye, odalık, ~ familası: kaşkorse,
seren yelkenli.
kabataslak: ana çizgilerle belirtilen, iriyarı ~: babaçko, çok güzel ~:
ana çizgilerle belirtme. cemile, ~ erkek: afemine, yeni
Kabe [Arp.: Kâbe]: 1.) Suudi Arabistan, doğurmuş kadın: lohusa, cilveli ~:
Mekke’de, Müslümanlar için kutsal fettan, eşi ölmüş ~: dul,
Hac yer, 2.) namazda dönülen yer, kadırga: [Denizcilik & Savaş] Osmanlı
kıble. İmparatorluğu’nda sıralar halinde
kabile [?]: boy, klan. kürekçilerin çektiği bir savaş gemisi,
kaabiliyet [Arp.]: yetenek. çektirme, galley.
kabine [Lat. > Fra.: cabinet]: Bakanlar kadim [Arp.: kadîm]: 1.) başlangıcı
Kurulu. olmayan, eski, ezeli, 2.) arkaik, antik.
kabir [Arp.: kbr > kabr > kabir]: i., kadir [Arp.: kâdir]: 1.) etkili, gücü
gömüt, lahit, makber, mezar, sin. yeten, herşeye egemen, nüfuzlu, 2.)
kabr [Arp.]: bak. kabir. [K] Allah’ın bir sıfatı,
3.)
[K] bu
kabul [Arp.: kbl > kubl > kabûl]: 1.) ön, anlamda bir Müslüman & Türk adı,
2.)
önce, benimseme, (kabul) [Qadr].
3.)
yemeği, resepsiyon, (otel vb) Kadmiyum [Lat.: cadmio > Fra.:
müracaat, recepsiyon, ~ eden: razı, cadmium; Cd]: [Kimya] boya ve
uygun bulan, resmi ~: teşrifat, alaşımların üretilmesinde kullanılan
kaburga [?]: i., 1.) ? 2.) [Bedenbilim] eğe, kimsayal metalik bir element.
3.)
[Gıda] bonfilo yapılan bir tür kemikli kadran [?]: [Teknik] saat düzlemi.
et, ~ kemiği: eğe. kadri [Arp.: kadrî]: 1.) 2.) [K] bir erkek
kabza [?]: sap, tutak. adı.
kachexia [Yun.: kak + hexia > [?]]: kötü kadrini bilmek: itibar etmek,
durum. kıymetini bilmek, muteber tutmak,
kaçak: firari. saymak, takdir etmek.
kaçamak: gizlice yapmak. kadriye [Arp.: kadrîye]: 1.) 2.) [K] bir
kaçık: deli, divane. bayan adı.
kaçkın: insanlardan uzak duran. kadro [İtl.: ?]: kip, maiyet.
kadana [Mac.: katona]: 1.) asker, 2.) kafa: [Bedenbilim] baş, kelle, ser, kalın
asker atı, iri at türü, katana. ~lı: gabi, kısa ~lı: brakisefal, ~
kadavra [Lat.: cadere > Fra.: cadavre, yapısı: düşünçe yapısı, mentalite.
Bedenbilim]: inceleme için kullanılan kafakol: 1.) güreşte bir oyun çeşidi, 2.)
ölü beden. [Mecazi] aldatma, kandırma.
kadayıf [?]: bir tür tatlı. kafein [Alm.: kaffein]: 1.) çay, kahve ve
kadeh [Arp.]: içki bardağı. colada bulunan alkaloid, 2.) bir
kadem [Arp.]: 1.) hayırlı, uğurlu, 2.) uyarıcı.
ayak, fut, 3.) [K] bu anlamda bir kafes [?]: 1.) kuş benzeri hayvanların
erkek adı. konulduğu nesne, 2.) [Halkdili] cezaevi,
kademe [?]: aşama, basamak. dam, hapishane, tutukevi.
kader [Arp.: ?]: 1.) baht, felek, kısmet, kafi [Arp.: kâfi]: yeterli, ~ gelmek:
kut, mut, şans, talih, takdir, uğur, 2.) yetmek.
yazgı, 3.) [Din] alın yazısı, fatalite, kafile [Arp.]: birlikte yolculuk etme.
kader, kader inancı, 4.) [K] bu kafir 1 [Arp.: kfr > kâfir]: 1.) a.) gizleme,
anlamda bir bayan adı, [Kısmet]. örtme, 2.) kabul etmeme, tanımama,
kaderci [Arp. + ci]: [Felsefe] fatalist, Allahsız, 2.) [İslam] İslam Dini’ni kabul
yargıcı, yazgıcı. etmeyen, Müslüman olmayan, 3.)
kadı [Arp.]: [Hukuk] eskiden mahkeme dinsiz, gavur, inkarcı, 4.) [Mecazi]
başkanı. zalim.
kadın: 1.) bayan, dişi, hatun, 2.) kafirler [Arp. + ler]: kefere.
[Halkdili] avrat, namsulu ~: afife, kafiye [Arp.: kâfiye]: [Şiir] uyak.
iffetsiz ~: alüfte, şuh ~: vamp, kaftan [Osm.]: süslü üst giysisi.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 181 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

kağan [kagan?]: 1.) baş, bey, emir, Kakkava [Çng.]: Çingenelerin 3 gün
hakan, hünkar, imparator, mir, kaan, süren Tencere Bayramı.
kayser, kral, sultan, şeyh, 2.) [K] baş, kaklık [Halkdili]: su birikintisi.
bey, emir, hünkar, imparator, mir, kakos [Yun.: ?]: fena, kötü.
kaan, kayser, kral, sultan, şeyh kakre [?]: tadı acımtrak olaark.
anlamına bir erkek adı. kakül [?]: perçem.
kağıt [?]: yazı yazılan nesne, ~ cilası: kalak [Halkdili]: burunucu.
ahar, kağıdın pürüzleri: gren, ~ kalamar [Rum.]: [Balıkçılık: Mastigoteuthis
süsleme sanatı: batik. flammea] mürekkep balığı,

kağir [Far.]: [Yapı] taş yada tuğla yapı. kalanis: [Hayvanbilim: ] su tavuğu.
kah [Far.: gâh]: bazen, kimi, kimi kalas: [Yapı] kalın tahta, kereste.
zaman. kalaşnikof [Rus.: Kalashnikova
1.)
kahır [Arp.]: derin üzüntü. [Калашников]]: Mikhail
kahin [?]: bilici, geleceği bilen kimse. Kalashnikov’un bulduğu silah, 2.) AK-
kahkaha çiçeği: [Bitkibilim: Ipomoea] 47; Avtomat Kalashnikova 1947

çalapa, gündüzsefası. [Автомат Калашникова образца 1947


года] Kalaşnikof’un 1947 yılı silahı,
kahr [Arp.]: ~ olmak: çok üzülmek.
2.) Soğuk savaş döneminde Rusların
kahraman [Arp.]: 1.) battal, böke,
kullandığı yarı-otamatik eğitim silahı.
civanmert, kostak, şampiyon, yiğit,
2.) kalay 1 [Arp.: al kalay [‫ > ]يلقلا‬kala, &
[K] battal, böke, civanmert, yiğit 1.)
Lat.: stannum; Sn]: kızartma,
anlamına bir erkek adı.
tavada kızartma, pişirme, 2.) gümüş
Kahramanmaraş [Markasi, Maraş]: [46],
beyazlığında, kolay işlenebilen,
Türkiye’de bir kent.
yumuşak bir element,
kahrolma [Arp. + olma]: içlenme.
kalay 2 [Lat.: Fra.: : Sl]:
kahrolmak [Arp. + olmak]: içlenmek.
kalaydoskop [Yun.: kalos + eidos +
kahvaltı [kahve + altı]: sabah yemeği. 1.)
skopein > Fra.: kaleidoscope]: çiçek
kahve [Arp.: kahve [‫ > ]ةوﻩق‬B.D.: coffee]: 2.)
1.) 2.) dürbünü, çok değişen manzara.
kısaca kahvehane, kıraathane,
kalbur [?]: elek, büyük delikli ~:
çayevi, bir tür acı ~: mırra, moka, ~
sarat.
tortusu: telve.
kalça: [Bedenbilim] bacakla böğür arası.
kahya [Arp.: kâhyâ]: çiftlik görevlisi.
kaldıraç: [Teknik] manivela.
kaide [Arp.]: 1.) düstur, kural, prensip,
2.) kaldırım [Rum.: ? > Tür.]: tretuar,
altlık, taban.
yolkenarı, yürümeyolu.
kaideli [Arp. + li]: düsturlu, kurallı,
kaldırma: bozma, fek, fesh, ilga, iptal,
prensipli,
lağvetme.
kaiein [Yun.]: yanmak.
kaldırmak: fesh etmek, fek, iptal
kainat [Arp.: kâinât [‫]]تانئاك‬: evren,
ettirmek.
kosmos,
Kak 1 : [Gıda] elma kurusu. kale [?]: ~ duvarı: sur, ~deki ok
kak 2 [Yun.]: kötü. atma yeri: barbakan.
kakacı: esprili, mizahnüvis. kalein [Yun.]: bağırmak, çağırmak,
kakaç: i., manda pastırması. seslenmek.
1.)
kakafoni [Yun.: kakos + phone > [?] > kalem [Arp.]: yazma gereci, 2.)
Fra.: cacaphonie]:
1.)
sert, rahatsız birim, ünite.
edici ses, 2.)
içi boş laf. kalemis [?]: bir Minks faresi.
kakao [Mek.Y.D.: cacauatl > Fra.: cacao]: kalendarium [> Lat.]: hesap defteri.
tanelerinden kakao tozu ve çikolata kaleo [Yun.]: eski.
yapılan tropik bir Amerikan Ağacı, kaleska [Rus.]: gezinti arabası.
Hint Bademi. kalfa [Arp.]: usta çırağı.
kakavan [?]: kendine beğenmiş. kalıcı: baki, daim, ölümsüz, payidar,
kakdem [Halkdili]: aksi, çirkin, hırçın, sonsuz.
huysuz. kalıb [Arp.]: bak. kalıp.
kakıç [?]: zıpkın. kalıp [Arp.: klb > kalıb [‫]]بلاق‬: 1.)
Kakım [Arp.: kâkım]: [Hayvanbilim: biçimlendirme gereci, 2.) biçki modeli,
Mustela erminea] as, bir kürk hayvanı. patron, 3.) beden görünüşü, 4.) biçim,
kakışma: itişme. durum.
kalıcılık: beka.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 182 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

kalık: evde kalmış kız. bileşik biçimde bulunan, yumuşak,


kalın: 1.) ?, 2.) ağır, künt. gümüş beyazı renkte kimyasal
kalıt: bırakıt, miras, tereke. metalik bir element.
kalıntı: harabe, yıkıntı. Kalsiyum Karbonat [Lat.: calx > Fra.:
kalıntılar: harabat, yıkıntılar. calcium + carbonade]: denizkabukları,
kalıtçı: mirasçı, varis. kemikler, kireçtaşı ve tebeşirde
kalıtım: irs, soya çekim. bulunan beyaz renkli toz yada
kalıtsal: irsi. kriztalize madde.
kalibrasyon [Fra. & İsp. > Arp.: kâlıb kaltak [Halkdili]: 1.) eyerin tahta
1.) 2.)
[‫ > ]بلاق‬Fra.: calibration]: ölçüm ve bölümü, [Argo] bayanlara
ayar gereçlerinin bakım ve elden aşağılama deyimi.
geçirilmesi, 2.) , Kalvinizm [Calvin + ism]: [Hiristiyanlık]
kalibre [Fra. & İsp. > Arp.: kâlıb [‫> ]بلاق‬ kader-kaza ve takdiri ilahi konularına
1.)
Fra.: calibré, caliber]: silindirik ağırlık veren Fransız John Calvin ve
biçimli şeylerin çap yada kuturu, 2.) müritlerinin Hiristiyan ilahiyat
bir top yada silah namlusunun çapı sistemi.
yada kutru, 3.) nitelik yada yetenek. kalya [?]: kabak yemeği.
kalifiye [Lat.: qualis + facere > Fra.: kalyon [Yun.: galaia > İsp.: galeon]:
1.)
qualifié]: nasıl yapılıyor?, 2.) eskiden İspanyollar tarafından
kaliteli, nitelikli. kullanılan yelkenli bir savaş gemisi.
Kaliforniyum [Lat.: Fra.: caliphornium: kalytos [Yun.]: gizli, gizlenmiş, kapalı,
Cf]: radyoaktif sentetik bir madde. kapatılmış, örtülmüş, sırlı.
kaligrafi [Yun.: ? + graphein > kama [ÖzTür.]: 1.) kereste, tahta, 2.)
kalligraphia [? γραφία] > Fra.: bat, besi, kaskı, kıskı, takoz, 3.) bir
calligraphie]: güzek yazı yazma tür bıçak.
sanatı. kamarilla [İtl.: ?]: gizli yönetici.
kalite [Lat.: qualis > Fra.: qualité]: kamarot [İtl.: camarot]: [Denizcilik] gemi
nitelik. görevlisi.
kaliteli [Lat.: qualis > Fra.: qualité + li]: kamber [? > kâmber]: sadık kişi, sadık
kalifiye, nitelikli. köle.
kalker [Lat.: calx > Yun.: chalix > Fra.: kambiyo [İtl.: cambio]: [Ekonomi]
chalker]: kireç taşı, ~ tortu: ülkelerin para değiştokuşu, takası.
traverten. kambur: hörgüç.
kallavi [?]: 1.) ? 2.) sadrazam kavuğu, Kamçı [?]: kırbaç.
3.)
iri, kocaman.. kamelos [Arp.: jamel > Yun.]: deve.
kalligrafi [Yun.: kallos + graphein > Fra.: kamelya [G.J. Kamel > Fra.: camelia,
1.)
calligraphie]: güzel ayzı yazma Bitkibilim]: sürekli koyu-yeşil yaprakları ve
yeteneği, hattalık, 2.) güzel el yazısı. güze benzer çiçekleri bulunan Asya kökenli bir
kallos [Yun.]: güzellik. ağaççık yada çalımsız bir süsü bitkisi.

kalomel [?]: [Kimya] tatlı sülümen. kamer [Arp.]: 1.) ay, mah, 2.) [K] ay,
kalori [Lat.: calor > Fra.: calorie]: 1.) mah anlamında bir erkek adı.
vücutta suyla bileşime giren gıdaların kamera [İng.: camera]: 1.) hareketli
ürettiği enerjinin ölçümlenmesinde görüntü kayıt gereci, 2.) film çekme
kullanılan bir ısı ölçüm birimi, 2.) ısın, gereci, 3.)
sıcaklık. kameriye [Far.]: çardak, süslü çadır.
kalorifer [Lat.: calor + ferrus > Fra.: kamış []: 1.) saz, ince ~: saz, ararot
calorie + ferre]:
1.)
eviçi yada merkezi ~ı: maranta, 2.) sıvı içme çubuğu,
sistem ısıtma peteği, 2.) petek, pipet.
radyatör, 3.) buna benzer diğer kamikaze [Jap.: ?]: 1.) ?, 2.) Japon
elektrikli gereçler. intihar savaşçısı.
kalorimetre [Lat.: calor + Yun.: metron > kamil [Arp.: kâmil]: 1.) olgun, 2.) [K]
Fra.: caloriemetre]: ısılölçer. olgun anlamına bir erkek adı.
kalos [Yun.]: güzel. Kamile [Arp.: kâmile]: olgun anlamına
kalp [Arp.: kâlb]: yürek. bir bayan adı.
kalpak: kürklü başlık. kamilya [camilia]: [Bitkibilim] Japon
Kalsiyum [Lat.: calx > Fra.: calcium: Ca]: gülü.
tebeşir, kireçtaşı benzeri maddelerde kaminos [Yun.]: ocak, soba, şömine.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 183 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

kampana [Lat.: campana > İtl.: kanca [İtl.: gancio]: ucu çengelli çubuk,
campana]: [Teknik] çan, çıngırak. kand [Far.]: 1.) şeker kamışı tozu, 2.)
kampanya [Lat.: campus > Fra.: şekerleme.
1.)
campaigne]: belli bir hedef için bir kandele [İtl.: chandelisa]: i., [Fizik]
dizi toplu operasyon, 2.) seçimde bir çerağ, çıra, mum, şem.
adayı seçme gibi bir dizi planlı Kandıra [?]: İzmit’te bir ilçe adı.
etkinlik, 3.) belli bir amaca yönelik kandırma: 1.) (içki, su) doyurma, 2.)
planlı etkinlikler dizisi. aldatma, dolandırma, kazık.
kampüs [Lat.: campus > Fra.: campuse]: kandil [?]: i., çırağ.
üniversite eğitim yerleşkesi, kangren [Yun.: gran > Fra.: gangrene]:
1.)
yerleşke. [Tıp] kan akışının engellenmesi
kamu [Far.]: amme, halkın bütünü. nedeniyle vüct hücrelerinin ölmesi, 2.)
kamufle [Fra.: camouflé]: alalama, ~ doku ölümü.
etmek: alalamak, maskelemek. kanı: i., düşünce, fikir, inanç.
kamuoyu: efkarı umumi. kanıt: beyyine, delil.
kamuran [Arp.: kâmuran]: 1.) 2.) [K] bir kanistron [Yun.]: 1.) sepet örme dalı,
bayan & erkek adı. sepetlik saz, 2.) örme sepet.
kamus [Far.: kâmus]: 1.) büyük sözlük, kaniş [Lat.: canis]: kıvırcık tüylü köpek.
2.)
lügat, sözlük. kanna [Yun.]: kamış, şeker kamışı.
kamyon [? > Fra.: camion]: 1.) bir tür at kano [Amerikan Kızılderili > İsp.: canao]:
1.)
arabası, 2.) motorlu yük arabası. [Denizcilik] hafif, dar ve küçük
kamyonet [?> Fra.: camionette]: bir tür kürekle itilen bir kayık, 2.) hafif
at arabası, 2.) küçük motorlu yük tekne.
arabası. kanopeion [Yun.]: sivrisinek ağına
kan: [Yaşambilim] damar sıvısı, dem, benzeyen tül veya bezle çevrilmiş
~daki sıvı: plazma, ~ı arıtan gereç: divan, kanepe yada sedir, cibinlikli
dializ, şişeyle ~ alma: haşamat, yatak.
kanser [Lat.: cancer]: bedende hızla
kanaat [Arp.: kanâat]: 1.) iktifa,
yayılan habis bir hücre.
yetinme, 2.) kani olma, inama, ~
kant [Far.: kand]: 1.) şeker kamışı, 2.)
etmek: iktifa etmek, yetinmek. sıcak şekerli su.
kanaatkar [Arp.: kanâat + Fasrca: kâr]: kantar [?]: i., baskül, terazi.
azla yetinen. kantin [İtl.: cantina > Fra. > İng.:
kanal [Lat.: canalis > Fra.: canal & canteen]: i., kurum bakkalı.
1.)
channel]: su taşıma hattı yada kantite [Lat.: quantus > Fra.: quantité]:
sistemi, 2.) akaç, su yolu, 3.) nicelik.
[Bedenbilim] bedende sıvı akma yolu,
3.)
kanto [Lat.: canere > İtl.: canto]: i.,
[Teknik] ses ve görüntü iletme
[Müzik] belli uzun şiirlerin ana
sistemi, 4.) [Teknoloji] bilgi ve veri bölümlerinden bazısı.
aktarma yolu.
kanun [Arp.: kanûn]: i., yasa, ~a
kanalet [?]: küçük kanal.
kanape 1 [Fra.: canapè]: parti ve uygun: norm, ~a aykırı davranış:
davetlerde konuklara sunulan, suç,
üzerlerine çeşitli gıdalar ve baharat kanuni 1 [Arp.: kanûnî]: legal, yasal.
eklenmiş kızartılmış küçük ekmek Kanuni 2 [Arp.: Kanûnî]: Kanuni
yada kraker. Sultan Süleyman:
kanape 2 [Fra.: canapè]: çekyat, divan, kanuni evvel [Arp.: kanûn-î evvel]: 1.)
kerevet, otoman, sedir. önce gelen kanun ayı, 2.) Osmanlı’da
kanara [Arp.: kınnare]: kesimevi, Aralık ayı.
kesimhane, mezbaha, kanuni sani [Arp.: kanûn-î sânî]: 1.)
kanasta [İsp.: canasta]: bir iskambil, sonra gelen kanun ayı, 2.) Osmanlı’da
kart oyunu. Ocak ayı.
kanava [Fra.: canava]: 1.) ?, 2.) kanyon [İsp.: cańón > canyon > Lat.:
kanaviçe. canna]: i., [Evrenbilim] büyük kaya

kanaviçe [İtl.: canavice]: 1.) ?, 2.) kütleleri arasından uzunan, uzun ve


kanava. derin vadi.
Kanbilimi: Hemetoloji. kaolin [Çin.: > Fra.: Kaoline]: 1.) Çin’de
beyaz çamurun bulunduğu tepenin

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 184 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

adından, 2.) [Kimya] arıkil, proselen vb konulabilen, suda eriyen jelatinden


yapımında kullanılan beyaz çamur. silindir biçimli koruyucu, 2.) [Uzay]
kaos [Yun.: chaos > Fra.: chaos]: i., içinde insan olan ve bir birinden
kargaşa. ayrılabilen uzay aracı, 3.) [Bitkibilim:]
kap: i., çanak, içi oyuk nesne, küçük çiçekli bitkilerin tohumlarının yer
toprak ~: hokka, oyma ağaç ~: aldığı koruyucu kese yada torbacık.
kavata, yayvan ~: çanak, ~ Türleri: kaptan [Lat.: caput > Fra.: captain]: i., 1.)
Bardak, Çanak, Çaydanlık, Çömlek, bey, baş, lider, öder, şef, 2.)
Damacana, İbrik, Kase, Kazan, Maşrapa, [Denizcilik] bir geminin enüst yetkilisi,
Sürahi, Tabak, Tas, Tava, Tencere, Testi, 3.)
[Spor] bir takımın başı.
kapalı: açık olmayan, kapanmış, ~ kapuska [Rus.: kapuska]: i., 1.) lahana,
olmayan: açık, aleni, aşikar, ayan, 2.)
beyazlahana yemeği.
bariz, belirgin, belli, meydanda, kar 1 : bir yağış türü, ~da göz
ortada, sarih. kamaşması: karık, ~ fırtınası: tipi,
kapama: i., kuzu eti yemeği.
~daki buz tabakası: köreşe.
kapan: i., fak, hendek, mandepsi,
trap, tuzak. kar 2 [Far.: kâr]: 1.) çalışma, eylem, iş,
kapari: i., [Bitkibilim:] gebre otu. kazanç, 2.) getiri, kazanç, ürün,
kaparo [İtl.: caparo]: güvence parası. verim.
kapasite [Lat.: capere > Fra.: capacité]: kar 3 [Far.: kâr]: Türk Müziği’nde bir
kapsama. biçim, form.
kapatma: i., aftoz, cariye, gaco, kar 4 [Far.: kâr]: Farsça’da –kâr; 1.)
2.)
eden, yapan [hilekâr: hileci], işlenmiş
halayık, kuma, metres, nikasız kadın,
[derkâr: bariz] anlamına bir sonek.
odalık.
kapçık: i., ceviz kabuğu. kar 4 [Arp.: k’ar]: denizin yada kounun
kapela [İtl.: capella]: i., bir tür şapka. en derin yeri.
kapı: i., 1.) [Yapım] eve giriş bölümü, 2.) kar 5 [Arp.]: 1.) tak tak vurma, 2.)
parmakları bir birine vurarak hastayı
devlet dairesi, ~ zembereği
muayene etme.
mandalı: horoz, ~ kanadı: kepenk, kar 6 [Arp.]: balkabağı.
kapıdaki ayak sileceği: paspas. kar 7 [Arp.]: zifiri kara.
kapital [Lat.: caput > Fra.: capital]: i., kar 8 [Arp.]: durulma, sakinleşme.
anamal, anapara, sermaye. kara 1 : 1.) arap, negatif, siyah, 2.)
kapitalist [Lat.: caput > Fra.: capitaliste]: esmer, 3.) [Yerbilim] acun, arz, diyar,
sermayedar. dünya, terra, toprak, ülke.
Kapitalizm [Lat.: caput > Fra.: kara 2 [Yun.: ?]: baş, kafa, kelle.
capitalisme: i., sermayedar. karabaş [Halkdili]: i., çoban köpeği.
kapitone [?]: i., döşemelik bir kumaş. karabatak: i., [Kuşbilimi: ?] bir deniz
kaplama: i., ince ağaç levha. kuşu.
kaplıca: i., akarca, çermik, ılıcı, karabiber [Tür.: kara + Rum.: peperi]:
termal, bir tür baharat.
kaplumbağa: i., tosbağa, ~nın karabina [İtl.: carrabina]: i., bir tür
kabuğu: baga. tüfek.
kaporta [İtl.: caporta]: i., otoda ön Karabük [?]: [78], Türkiye’de bir kent.
kapak. karaca: i., [Hayvanbilim: Gazella dorcas]
Kappa [Fen.: Kaf [Kaph] > Yun.: [κάππα & ahu, ceren, ceylan, gazel, gazella,
κάππα - κάπα]]: Yunan Abecesi’nin 10. karaca.
harfi, [Κ, κ]. Karadeniz: Türkiye’nin kuzeyindeki
kapris [Lat.: caper > İtl. > Fra.: caprice]: deniz, [Bahr-i Esved, Bahr-i Siyah].
1.)
i., düşünce ve hareketlerde, karafa [Far.]: i., rakı sürahisi, karafaki.
nedensiz ve içten gelen değişim, 2.) karafaki [Far.]: rakı sürahisi, karafa.
değişken istek. karağı [?]: ateş karıştırma çubuğu.
kapsam: i., içerik, muhteva. Karaim [?]: Polonyalı Yahudiler.
kapsama: i., kapasite. karakaçan: i., eşek, eşşek, har,
kapsamak: f., ihata etmek, sınırları merkep.
içine almak, karakavak: i., [Bitkibilim:] hindiba.
kapsül [Lat.: capsa > İtl. > Fra.: capsule]: karakeçi: i., bir tür tatlısu balığı.
1.)
i., [Eczacılık] belli ölçülerde ilaç

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 185 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

karakol: i., polis karakolu, polis bayırturpu, yabanturpu, yabani


merkezi. lahana.
karakter [Yun.: charattein > Fra.: karavan [Far.: kervan > Fra.: caravan]:
1.)
charecter]: i., durum, ıra, karakter, başka bir aracın arkaında çekilebilir,
kişilik, seciye, şahıs, şahsiyet, tip, çevresi kapalı ve pencereli gezer ev.
statü, 2.) bir filmde rol sıralaması. karavana 1 : 1.) yemek pişirme kazanı,
karakulak: i., [Bitkibilim: Caracal büyük ~: keres, 2.) boşa atma.
melonitis] karavana 2 [Fra.]: yassı elmas.
karalama: müsveddde. karavaş [Ark.]: savaş tutsağı kadın,
karaltı: i., hafif karanlık. karavela [İtl.: caravelli]: [Denizcilik]
Karaman [Osm.: Laranda, Larende]: [70], büyük deniz teknesi.
Türkiye’de bir kent. Karbon [Lat.: carbo > Fra.: carbone]: 1.)
1.)
karambol [Fra.: carambole]:
[Kimya] tüm organik bileşenlerde
2.)
çarpışma, karmaşa, itiş-kakış, bulunan metalik olmayan bir
karamel [[Lat.: cannamellis >] Arp.: > element: elmas ve grafit temiz
1.)
İtl.: caramello]: yanmış bal, 2.) karbon içerir, 2.) arkası mürekkepli
3.)
şeker eriyiği, bir tür şekerli ağda. kağıt, 3.) karbon kopya (CC: carbon
karamsar [?]: pesimist. copy): bilgi için gönderme.
karamuk [?]: [Bitkibilim: Agrostemma karbon dioksit [Lat.: carbo + Yun.: ? >
githago] böğürtlen, bük.
Fra.: carbone dioxside]: ağır, kokusuz,
karanlık: gece, ışıksız, alaca ~: tan, renksiz bir gaz: nefes alırken
hafif ~: karaltı. ciğerlerden çıkan gaz.
karantina [Lat.: quandraginta > Fra.: karbon monaksit [Lat.: carbo + Yun.:
1.)
quarantina]: 40 gün, 2.) eskilerde monoxide > Fra.: carbon monoxide]:
bulaşıcı hastalık taşıdığı düşünülen renksiz, kokusuz ve oldukça zehirli
gemi 40 gün limanda belketilirmiş, 3.) bir gaz.
[Tıp] bulaşıcı hastalık belirlenene yere karbonat [Lat.: carbo > Fra.: carbonate]:
girişi çıkş yasağı getirme, bulaşıcı karbonik asitten bir tuz yada ester.
hastalık önlemi. karbonhidrat [Yun.: carbo + hydrate >
karar [Arp: kr’a ? >]: 1.) durma, olma, Fra.: carbonhydrate]:
2.)
kesin yargı. karbonik asit [Lat.: carbo + acidus +
kararasız [Arp: kr’a ? > + sız]: s., ikos > Fra.: carbonique acide]: suda
değişici, değişken, mütehavvil. karbon diokstidin oluşturduğu zayıf
kararlar [Arp: kr’a ? > + lar]: ç.i., bir asit.
ahkam, hükümler. kardaş: bak. kardeş.
Kararlaştırmak [Arp: kr’a? > + lar]: f., kardeş: [Budunbilim] yaşça küçük olan,
sözleşmek. büyük erkek ~: ede.
kararlı [Arp: kr’a ? > + lı]: z., azimkar, kardeşlik: uhuvvet.
azimli. kardia [Yun.]: kalp, yürek.
kararlılık [Arp: kr’a ? > + lılık]: i., azim. kardiyo [Yun.: kardia > Fra.: cardio]:
kararname [Arp.: karar + Far.: nâme > kalple ilgili anlamında birleştirici bir
Far.: kararnâme]: i., karar bildiren önek.
yazı. kardiyogram [Yun.: kardia + gramme >
kararsız [Arp: kr’a? > + sız]: s., Fra.: cardiogramme]: kalbin atış hız ve
bocalayan, ikircikli, sıklığını kaydeden yazıcı gereç.
mütereddit.tereddütlü, ~ kalmak: Kardiyoloji [Yun.: kardia + logia > [?] >
bocalamak. Fra.: cardiologie]: kaple ilgili tedavi
karasaban: ilkel bir tarım aracı. edici ilaç ve tedavi bölümü.
karasu 1: [Tıp] akbaska, katarakt. kare [Fra.: carrè]: bir geometri biçimi.
Karasu 2 : Sakarya’da bir iilçe adı. kareli [Fra.: carrè + li]: damalı,
karat [Arp.: kîrât > Yun.: keration [?] > satrançlı.
1.)
Fra.: carate & karat]: çok ufak karga: [Kuşbilim: Corvus] bir kuş türü,
2.)
ağırlık, 100 mg’a eşit değerli kestanekargası: alakarga,
taşları ölçme birimi. kargaburnu: 1.) [Hayvanbilim: ?] bir
karaturp: [kara turp] [Bitkibilim: zararlı hayvan, 2.) [Teknik] bir pense
Armoricia Lapathifolia] acırga, türü, 3.) [Halkdili] kapı madalı.
kargaşa: kaos.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 186 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

kargı [Ark.]: [Savaş] mızrak. karne 1 [Fra.: carnet]: 1.) izin belgesi, 2.)
kargo [İsp.: cargar > Fra.: cargo]: öğrenci not belgesi.
hamule, navlun, yük. karni [?]: laboratuvar kabı.
karha [Arp.]: [Tıp] çıban, ülser, yara. karo [Fra.: carreau]: döşeme, aryo.
karı: 1.) [Budunbilim] aile, bayan, eş, karoton [Yun.: ?]: havuç.
refika, 2.) eş, 3.) [Argo] kadın. karpit [?]: ?
karık: karda göz kamaşması. karpos 1 [Yun.: ?]: bilek.
karıkurutan: [Bitkibilim: Mandragora karpos 2 [Yun.: ?]: meyve.
officinarum] adamotu. karpuz [Rum.: karpuzi: ?]: [Bitkibilim: ?]
karın: [Bedenbilim] batın, mide, ~ iç büyümemiş ~: şalak, ~ türleri:
zarı: masarika, karnı doymamış: Ceyhan, Şalak.
aç, fakir kişi. Kars [Karsak]: [36], Türkiye’de bir kent.
karınca [?]: i., 1.) ? 2.) [Hayvanbilim: ?] karşı [ÖzTür.]: 1.) ön, ön taraf, yüz, 2.)
zar kanatlı bir böcek. diğer taraf, öbür yaka, 3.) anti, karşıt,
karışan: araya giren, müdahil. kontra, muhalif.
karışık: dandini, düzensiz, karışık, çok karşılaşma: maç.
~: altüst. karşılaştırma: kıyaslama, mukayese.
karışım [Kimya] muhtelit. karşılaştırmak: kıyaslamak,
karışma: araya girme, müfdahale. mukayese etmek.
kari 1 [Arp.: ? > kâri]: okuyucu. karşıt: 1.) karşı, kontra, 2.) kontrast,
Kari 2 [Fin.]: bir erkek adı. zıt.
karides [Rum.: ?]: [Balıkçılık: Caridina kart 1 : anaç, eke, iri, koca, kocamış,
serrata] kabuklular sınıfından sin, yaşlı.
eklembacaklı bir deniz hayvanı. kart 2 [Yun.: chartes [?] > Fra.: carde]:
kariha [Arp.: ?]: düşünme gücü. oyun kağıdı.
karikatür [İtl.: caricare > Fra.: kartel [Yun.: chartes [?] > Fra.: cartel]:
caricature]: bir kişi, hayvan yada ulusal yada uluslararası bir tekel
hrşeyin imgesinin abartılarak oluşturma amacıyla firmalar birliği.
çizgilerle çizilmesi. kartela [İtl.: ?]: tombalada oyun
karina [Lat.: carina > İtl.: ?]: [Denizcilik] kağıdı.
gemi omurgası. kartograf [Yun.: ? + graphein > [?] >
kariyer [Lat.: carro > İtl. > Fra.: carier]: Fra.: cartographe]: haritacı.
iş, meslek, uzmanlık. karton [Fra.: ? > İtl.: carta > carton]: 1.)
karizma [Yun.: charisma [?] > Fra.: mukavva kutu, mukavva muhafaza,
charisma]:
1.)
özel, içten gelen mukavva koruyucu, 2.) sert beyaz
önderlik özelliği, 2.)
çekicilik, renkli kağıt, ~ kap: dosya.
etktileyici. kartvizit [Yun.: chartes [?] > Fra.: carde
karkas [? > Fra.: carcasse]: 1.) + visite]: üzerinde görev iletişim
2.)
[Bedenbilim] ölü beden, çerçeve bilgisi ayzan küçük kart.
3.)
yada kabuk, kemikli sığır eti. karyatid [Yun.: karyatides [?] > Fra.:
1.)
karkinos [Yun.: ?]: yengeç. cariatides]: Karyalı rahibe, 2.) kadın
Karlofça [Sırp.: Karlovci > Osm.]: 1.) resimli sütün.
Osmanlı İmparatorluğu’nun karyatides [Yun.: ?]: 1.) Karyalı rahibe,
2.)
26.01.1699’da ilk toprak kaybına kadın resimli sütün.
başladığı, Karlofça Anlaşmasını karyola [İtl.: carriola]: kerevet, yatak.
imzaladığı Sırp kenti, 2.) bugünkü kas: [Bedenbilim] adale, ~ların
Sırbistan, Vojvodina’nın bir kenti. kasılması: spazm, ~la ilgili: adali,
karma: muhtelif. ~larda güç yitimi: akinezi.
karmaşık: girfit, sofistike.
kasa [İtl.: casa]: para dolabı.
karmık [?]: [Balıkçılık] Mersin balığı
kasaba: belde.
oltası.
kasap [Arp.: kassab]: et satan dükkan.
karnabahar [Rum.: krambe + Far.:
1.) 2.) kasara [İtl.: casara]: [Denizcilik] gemide
bahar]: bahar lahanası,
kısa güverte.
[Bitkibilim: Brassica oleracea] bir tür
kasatura: bir tür bıçak.
sebze.
karnaval [Lat.: carnival > Fra.: carnaval]:
faşing.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 187 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

kasavet [Arp.]: acı, çile, dert, elem, kaşane [Fars.]: süslü köşk.
esef, gam, kasvet, kaygı, keder, kaşar: [Gıda] bir peynir türü, tekerlek
tasa, teessür, üzüntü. ~: dalak.
Kasbilim: Miyoloji. kaşe [Fra.: cachèe]: [Ticaret] damga,
kase [Far.: kâse]: derince çanak. mühür.
kasem [Arp.]: ant, yemin. kaşeksi [Yun.: kachexia [?] > Lat.:
kaset [Lat.: capere > Fra.: cassette]: içine cachexia > Fra.: cachexie]: [Tıp]
1.)

manyetik bant yada film sarılmış geçmeyen yada tekrarlanan bir


plastik koruyucu kutu. rahatsızlık süresinde oluşan ileri
kasık: [Bedenbilim] karın ile uyluk aarsı, derecedeki zayıflama, 2.)
aşırı
ane. zayıflık.
kasım 1 [Arp.: kâsım]: 1.) ? 2.) [K] bir Kâşgarlı Mahmud: 1.) 1074, 2.) ?
Müslüman ve Türk erkek adı. kaşif [kâşif]: 1.) yeni şeyler bulan, 2.)
Kasım 2 [Arp.: kâsım]: yılın 30 gün yeni yerler bulan.
çeken 11. ayı, Teşrin-i evvel, kaşkariko [? Argo]: al, dalavere,
[October]. desise, dolap, düzen, entrika, hile,
kasınç: [Tıp] kramp. kolpo, komplo, künde, numara,
kasır [Arp.]: köşk. oyun.
kasırga [?]: güçlü fırtına. kaşkol [Fra.: cachcole]: boyun atkısı.
kasıt [Arp.: kasd]: amaç, erek, gaye, kaşkorse [Fra.: cachcorsèe]: kadın
hedef, istek, kast, maksat, niyet. fanilası.
kasıtlı [Arp. + lı ]: bilerek, bile bile, kaşmer [?]: maskara, şeytan.
kasten, tammüden, ~ olarak: bile kaşmir 2 [Kashmir]: ince, sık bir tür
bile, kasten. yün.
kaside [Arp.]: Divan Edebiyatı’nda bir kat: 1.) katman, plak, plaka, tabaka, 2.)
şiir türü. makam, mertebe, mevki, paye, 3.)
kasis [cassice]: karayolu tümseği. yüksek katlı yapılarda her bir
kask [Fra.: casque]: sağlam başlık. kadame,
kasket [Fra.: gasget]: bir tür başlık, kata 1 [Yun.]: Yunanca’da kata-; 1.) alt,
2.)
başlık, kep, şapka. aşağı, aşağıya doğru, bihakkın, tam
3.)
kaskı [?]: ağaç kama, bat, besi, kaskı, olarak, tam, tamamen anlamına bir
takoz. sonek.
kasko [İtl.: casco]: araç sigortası. kata 2 [Lat.]: beraber, ile, yanında.
kasnak [?]: enli çember. katafalk [Lat.: kata + ? > İtl.: catafalco >
1.)
kaspi [?]: yontma aracı. Fra.: catafalque]: altında cesedin
kast [Arp.: kasd]: amaç, erek, gaye, konulduğu deliz benzeri bir yeri
hedef, istek, kasıt, maksat, niyet. bulunan sütünlu yada üstü kapalı,
kast [Arp.]: kötü niyet. yüksekçe bir yer, 2.) yüksekçe tabut
Kastamonu [Tumana, Gas-Tumana]: [37], yeri.
Türkiye’de bir kent. katagori [Yun.: kategorein > [?] > Fra.:
kastaneia [Rum. & Yun.]: kestane. catagorie]: i., gurup, ulam.
kastar [?]: pamuk ipliği. katakompt [Lat.: kata + tumba > Fra.:
1.)
kasten [Arp.: kasden]: bile bile, kasıtlı catacompe]: altında gömü yeri olan
2.)
olarak, taammüden. galeri, tapınak mezarlık.
kastor [Yun.: kastor > Fra.: castor]: katakulli [Argo]: maval, uydurma,
[Hayvanbilim: Castor] kunduz. yalan.
kastor [Yun.]: kunduz. katalist [Yun.: kata + lysis > [?] > Fra.:
kastro [Yun.]: hisar, kale. catalyste]: kataliziz olarak işlev gören
kasved [Arp.]: bak. kasvet. etkin madde.
kasvet [Arp.: kasved]: 1.) iç sıkıntısı, 2.) kataliz [Yun.: kata + lysis > katalysis >
acı, çile, dert, elem, esef, gam, [?] > Fra.: catalyse]: eklendiği
kasavet, kaygı, keder, tasa, teessür, maddeyle kendisi değişmeyen bir
üzüntü. bileşene başka bir bişelen katarak bir
kaşağı: tımar aracı. kimyasal tepkinin hızlanması yada
kaşalot [Fra.: cachalotte]: [Balıkçılık: bazen yavaşlaması.
Physeter macrocephalus] isperçemet
balinaslı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 188 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
1.) 2.)
katalizör [Yun.: kata + lysis > katalysis > katmerli: daniska, [Tatlı]
[?] > Fra.: catalyseur]: karıştırıcı, kaymaklı yufka.
kaynaştırcı. Katolik [Yun.: kata + holos + ikos > Fra.:
1.)
katalog [Yun.: kata + legein > Fra.: catholique]: herşeyi kapsayan,
1.)
catalague]: aşağı doğru sıralanan evrensel, üviversal, 2.) sevecenlik,
2.)
bilgiler, fihrist. lezzet ve benzerlerinde geniş
katalysis [Yun.]: çözülme. kapsamlı olan, 3.) Latin Roma Katolik
katana [Mac.: katona]: 1.) asker, 2.) Kilisesi, 4.)
Vatikan, İtalya’daki
asker atı, iri at türü, kadana. Papalık.
katar 1 [?]: kervan. katot [Yun.: kata + hodos > Fra.:
Katar 2 [?]: Orta Doğu’da bir Arap cathode]:
1.)
elektrolitik bir hücrede
Şeyhliği, [Qatar]. negatif elektrot, 2.) bir vakum
katarakt [Yun.: kata + rhegninai > Fra.: tübünde bir elektron emicisi, 3.) bir
1.)
cataract]: büyük şelale, 2.) [Tıp] bataryada pozitif uç.
gözün matlaştığı yada saydamlığını katot ışınları: katottan korunmuş
yitirdiği bir göz rahatsızlığı, 3.) elektron dalgaları: sert cisimlere
kısmen yada tamamen görmezliğe çarptıklarında X-Ray ışınlar üretirler.
yolaçma, akbaska, karasu, 4.) donuk, katrak [?]: tomruk biçme makinesi.
şeffaf olmayan. katre [Far.]: damla.
Katarzyna [?> Çek.]: 1.) 2.) bir Çek katyon [Yun.: kata + ienai > Fra.: cation]:
bayan adı, [Catheryna, Catheryne]. pozitif olarak yüklenmiş ion:
kataşizm [Yun.: kata + echein > Fra.: elektrolizlerde katyonlar katoda
1.)
catacisme]: derinlemesin doğru yönelirler.
2.)
sorgulama, soru-yanıt biçiminde kaulos [Yun.]: sessizce yürümek,
bir dinin akide, doktrin, inan, yada izlemek.
öğretilerini yaymayı amaçlayan kauma [Yun.]: hararet, ısı, sıcaklık.
kitapçık, 2.) İslam’ın yayılmasına kaustos [Yun.]: yanmış.
karşı Hiristiyanlığın yayılmasını kav: 1.) ince, pamuksu katman, 2.)
amaçlayan bir yol. yılanın attığı deri, 3.) içki mahzeni.
katedral [Yun.: kata + hedra > Fra.: kavanoz [?]: camdan kap.
1.)
cathedrale]: bütük divan, oturak kavara [?]: balı alınmış petek.
2.)
yada sedir, bir piskoposluğun ana kavat [Arp.]: 1.) fuhşa aracılık eden,
kilisesi, 3.) herhangi bir büyük ve kadın satıcısı, muhabbet tellalı, 2.)
önemli kilise. godoş, kavat, kodoş, pezevenk.
kategorein [Yun.]: demek, iddia kavata [?]: oyma ağaç kap.
etmek, ileri sürmek, öne sürmek, kavelye [Fra.: cavalier]: 1.) atlı asker, 2.)
söylemek. davet vb yerlerde bir bayanın erkek
katharos [Yun.]: özgün, saf, temiz. eşliği.,
katı: berk, sert. kavga: 1.) arbede, çekişme, çıngar,
katık: 1.) yağı alınmış yoğurt, 2.) dalaş, dövüş, hengame, hır,
2.)
ekmeğin yanında yenilen ek gıda muaraza, niza, patırtı, cihat, gaza,
ürünü. harp, savaş,
katıksız: 1.) yavan, 2.) brüt, safi, net kavim [Arp.]: [Budunbilim] budun.
olmayan. kavis [Arp.: kavs]: eğmeç, yay.
katılım: iştirak, ortaklık. kavkı: ekmeğin dış kısmı.
katırtırnağı: [Bitkibilim: Genista scoparia] kavlıç: [Tıp] fıtık, yarımlık.
katışıksız: ari, halis, saf. kavrak [Halkdili]: kuru yaprak.
katil [Arp.: kâtil]: cani, kıyan. kavram: mefhum.
katip [Arp.: kâtib]: sekreter, yazman. kavrama: anlama, idrak.
katkı: ek, ilave, zeyil, zeyilname. kavramak: 1.) elle sıkıca tutmak, 2.)
katlama: arttırarak çoğaltma. anlamak, idrak etmek.
katlanma: tahammül. kavruk: kurumaya yüz tutmuş.
katliam [Arp.]: kıyım, toplu öldürme. kavuk [?]:
katma: ekleme, ilave. kavun: [Bitkibilim. Cucimia melo] bir
katman: 1.) kat, plak, plaka, 2.) sebze türü, kokulu küçük ~:
aşama, kat, makam, mertebe, paye, şamama, kavun türleri: Kırkağaç,
katmer [?]: ince yufka ekmeği. Pamukova, Şamama, Topatan.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 189 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

kavurga: [Yemek] kavrulmuş yiyecek. kullanılarak birleştirme işi, 5.) [Halkdili]


kay [Ark.]: yaz yağmuru. bir sıra yada kuyrukta araya girme
kaya: 1.) sert taş kütlesi, 2.) [K] bir işi,
Türk erkek adı, ~ tozu: kum, ~ kaynana: [Budunbilim] kayınana,
honisi: lagos. kayıvalide.
kayağan: bir tür taş, ~ taşı: arduaz. kaynar: çok sıcak, haşlak.
kayak: kızak, ski, bir ~ yarışı: slalom. kaypak: allay, dönek.
kayra: iyilik, ihsan, inayet, lütuf.
kayalık: uçurum, sarp, yar.
kayran [?]: ormanda çıplak alan.
kayan: dağ doruklarından akan sel.
Kayseri [Mazaka, Rum.: Kaiserea]: [38],
kayar [Arp.]: nal değiştirme işlemi.
Türkiye’de bir kent.
kayd [Arp.]: bak. kayıt.
kaytan: 1.) pamuk sicimi, 2.) [Mecazi] ip
kaygana [Far.: haygana > kaygına]: bir
benzeri bıyık.
tür yumurta yemeği, omlet.
kayunço: ini, kayınbirader.
kaygı: 1.) acı, çile, dert, elem, esef,
kayyum [Arp.]: 1.) cami hademesi, 2.)
gam, kasvet, kasavet, keder, tasa,
?.
teessür, telaş, üzüntü, 2.) acelecilik,
kaz [Tür. & [Far.: ‫]]ژك‬: [Hayvanbilim:
telaş..
Anser] bir kümes hayvanı, yaban ~ı:
kaygılanmak: dertlenmek.
kaygılı: gamlı, tasalı, üzüntülü. bakren.
kaygısız: kaygısız, tasasız, üzüntüsüz. kaza 1 [Arp.]: [İslam] herşeyin Allah’tan
kayık [?]: bir deniz aracı, bot, sandal, geldiğine inanma.
büyük yük kayığı: alamana, dar kaza 2 [?]: 1.) ilçe, kaymakamlık, 2.)
yarış kayığı: kik, skif, kayığın [Trafik] çarpışma.

karaya çekildiği yer: çekek, ~ kazak 1: [Giyim] kollu, örme bir üst
giysi.
türleri: Alamana, Boy, Bot, Çekek, Kik, 2
Kazak : Kazaklar’da hastalık
Skif, küçük ~: bot, altı düz ~:
töreni: bedik, ~ Başbuğu: Ataman,
peleme, Venedik kayığı: gondol,
kazan 1 : büyük derin kap, büyük
kayın 1 []:
derin yemek pişirme kabı.
kayın 2: [Bitkibilim: Fagus sylvatica]
Kazan 2 : bir Türk boyu.
kayınana: kaynana, kayınvalide.
kayınbirader: ini, kayunço. kazanç: kar, ürün, verim, günlük ~:
kayınvalide: kaynana, kayınana. nasip.
kayıp: yitik, zayi. kazanılmış: edinilmiş, müktesap.
kayırma: 1.) esirgeme, koruma, 2.) kazanım: edinim, iktisap.
ayrıcalık, himaye. kazara [Arp.]: rastgele, şans eseri,
kayırmak: esirgemek, himaye etmek, tesadüfen.
kayısı: [Bitkibilim: Prunus armeniaca] bir Kazaska [?]: bir Kafaksya dansı.
meyve türü, çok tatlı ~: şekerpare. kazein [Lat.: caseus > Fra.: caseine]:
başlıca süt ve süt ürünlerinde
kayış [?]: 1.) kemer, 2.) [Otomotiv] bir
bulunan bir protein.
gücün bir düzenekten diğerine
kazevi: büyük sepet, zembil.
aktarımını sağlayan şerit.
kazı: haftiyat.
kayıt [Arp.: kayd]:
kazık: 1.) direk, sopa, 2.) [Mecazi] zor, 3.)
kaymak: [Süt Ürünü] 1.) sütün yağlı
[Mecazi] aldatma, dolandırma,
kısmı, 2.) bir süt ürünü, krema,
kandırma.
kuymak, ~ taşı: albatr.
kebab [Arp.]: bak. kebap.
kaymakam [Arp.: kâymakam]: ilçe müli kebap [Arp.: kebab]: ateşte pişirilen et.
amiri. keçe: [Dokuma] 1.) yünden yapılan ve
kaymakamlık [Arp.: kâymakam + lık]: içine saç ve kıl katılıp sıkıştırılıp
1.)
ilçe, kaza, 2.) kaymakamlık preslenerek elde edilen yünlü bir
konutu. kumaş, 2.) keçi kılından yapılmış
kaynaç: [Evrenbilim] gayzer.
1.) kumaş, ~den yapılan çadır: alaçık.
kaynak: çaykara, eşme,
keçeci: [Dokuma] keçe yapan kişi.
kaynaksuyu, memba, pınar, 2.)
keçi: [Hayvanbili: Capra hircus] bir tür
köken, orijin, 3.) [Yazın] başvurulan
eser yada kitap, 4.) [Teknil] metallerin evcil hayvan, erkek ~: teke, ~ yolu:
gaz yada elektrik yaad eketrot izlek, patika, yolak, dak ~si: elik.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 190 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

keçiboynuzu: [Bitkibilim: Ceratonia kem [Far.]: fena, kötü.


siliqua] harnup. kemal [Arp.: kemâl]: 1.) ergin, olgun, 2.)
keçiboynuzu: [Bitkibilim: Ceratonia [K] ergin, olgun anlamına bir erkek
siliqua]: adı, [Ergin].
keçimantarı: [Bitkibilim: ?] akmantar. Kemaliye [Osm.: Eğin]: i., ?
keder [?]: acı, elem, ıstırap, üzüntü, keman [Far.]: yaylı saz, büyük ~: alto,
sıkıntı. ~ yayı: arşe, kemane.
keder: kasvet, hüzüntü. kemane [Far.]: keman yayı.
kedi: [Hayvanbilim: Felis domesticus] evcil keme: büyük sıçan.
bir hayvan, boz renkli ~: tekir, ~ kemençe [?]: [Müzik] 1.) telli bir çalgı,
maması: manca, ~ yavrusu: enik, ~ 2.)
Karadeniz’e ve Lazlara özgü bir
yavrulamak: eniklemek, ~ yemeği: çalgı.
manca, çocuk dilinde ~: pisi, kement [Far.]: ucu ilmikli ip, laso.
kedibastı: tüm yüzeye tutkal sürme. kemer 1 [Far.]: 1.) köprü mimarisinde
kefal [Rum.: kephale [κεφαλή]]: [Balıkçılık: bir tarz, 2.) kayış, 3.) bir belde adı.
Mugil cephalus] bir tür balık. Kemer 2 [Far.]: Antalya’da bir tatil
kefe [Arp.: keffe]: terazi gözü. beldesi.
kefeki [?]: [Tıp] dişteki kireç. kemik: [Bedenbilim] bedeni taşıyan sert
kefen [?]: ölü sarma bezi. organ, ~ Türleri: aşık, bıcıl, oma,
kefen [Arp.]: ölünün sarılddığı bez. uca, ~ ucu: om.
kefere [Arp.]: kafirler. kemo [?]: bak. chemo.
kefil [Arp.]: İkinci yada üçüncü taraf kemoterapi [chemo + Yun.: therepeuein
olarak herhangi bir konunun > Fra.: chemothreapie]: [Tıp] ilaçlı
yükümlülüğü üstlenen. tedavi yöntemi.
kefir [Arp.: ‫]رفك‬: ekşi içecek. kemre [Far.]: gübre, tezek.
kefiye [Arp.]: Arapların başına kenan [Arp.]: 1.) 2.) [K] bir erkek adı.
bağladığı örtü, ~ye bağlanır: agel. kenar [Far.]: cenah, cihet, leb, kıyı,
kehle [?]: [Böcekbilim: Pediculus] bit, taraf, yaka, yan.
macar. kenarlar [Far. + lar]: cenahlar, etraf,
keiein [Yun.]: yanmak. kıyılar, lebler, taraflar, yanlar,
keinos [Yun.]: geçenlerdeki, daha yönler.
yenilerde. kendi: aynı, oto, ~ne gelme: ayma.
kek [İng.: cake]: [Gıda] tatlı çörek. kendir: [Bitkibilim: Cannabis sativa]
keke: kekeç, kekeme, peltek, pepe. liflerinden halat yapılan bitki.
kekeme: keke, kekeç, peltek, pepe. kene [Far.]: sakırga.
kekik [?]: 1.) [Bitkibilim: ?] ıtırlı, kokulu kenef [Arp.: kenif]: apteshane,
bir bitki, 2.) kurutulmuş biçimi et ayakyolu, hacetyolu, hela, klozet,
ürünleri ve mangalda kullanılır. suyolu, tuvalet, W.C.
keklikçiğdemi [Bitkibilim: Giladiolus]: kenger [Far.]: [Bitkibilim: Cynara
kılıççiçeği, kuzgunkılıcı, kuzgunotu. cardunculus] eşek dikeni bitkisi.
kekre: tadı acımtırak olan. kenos [Yun.]: boş.
kekül []: patatesteki nişasta. kent: abad, abat, bolu, il, medine,
kel [Far.]: daz, dazlak, saçsız baş. kent, site, şehir, vilayet.
kelam [Arp.]: 1.) laf, söz, 2.) söyleyiş Kentauros [Yun.]: Yunan Mitolojisi’nde
biçimi, 3.) konuşma sanatı. bedeni ata, kafası ve karnı insanan
kele [Halkdili]: boğa, tosun. benzeyen dev, yaratık.
kelem [Far.]: lahana. kentron [Yun.]: 1.) nokta, yer, 2.)
keleme: bakımsız bahçe. merkez.
kelepçe [Far.]: 1.) elbağı, 2.) suçuların kepaze [? : kepâze]: rezil, utanmaz.
bileklerine takılan demir kilitli halka. kepçe [?]: 1.) 2.) bir mutfak gereci, 3.)
kelepir: ucuza alınan mal. kelebek ağı, 4.) [Mecazi] kulakları
kelime [Arp.: ‫]ﻩملك‬: sözcük, ~ kepçeye benzeyen, kahta ~: ?
kökenleri: etimoloji. ömçe,
kelp [Arp.]: it, köpek. kepe [Far.]: bir mutfak gereci.
Kelt [Lat.]: Keltçe konuşan kişi yada kepek: 1.) bir tahıl, 2.) saç döküntüsü,
halk. donra, ~ unu: razmol.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 191 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

kepekli: s., 1.) kepekleri olan, 2.) saçı kerre [Arp.: ? > [‫]]ﻩرﮎ‬: defa, kere, kez,
kepekli. sefer, yine.
kepenek: i., çoban giysisi. kerte [Çuv.: karta > Rum.: kárta [καρτά]]:
kepenk [Far.]: 1.) ? 2.) [Yapı] kapı 1.)
belilrme çiziği, işaret çentiği, 2.)
kanadı, 2.) dükkan vitrin koruganı. çentik, çetele, çizik.
kephale [Rum.& Yun.: []]: baş, kafa. kertenkele [ÖzTürk.: ?]: [Hayvanbilim:
keramet [Arp.: kerâmet]: harika, Lacertus] bir tür sürüngen.
mucize, şaşırtıcı, tansık. kerteriz [Çuv.: karta > Rum.: kartarí(k)so:
1.)
keramos [Yun.: kéramos [?]]: pişmiş [καρτάριζω]]: pusula kertelerine
topraktan yapılan çömlek, tuğla. göre yön belirleme, 2.) denizdeki sığ
keramos [Yun.]: balçık, çamur, ıslak yer işareti.
toprak. kertil: 1.) dar dağ yolu, 2.) dar yol.
keras [Yun.]: boynuz. kervan [Far.: kervân]: yük hayvanı
kerasion [Rum. & Yun.]: kiraz. katarı, karavan, katar.
kerata [Rum.: ?]: 1.) pezevenk, 2.) sitem kervansaray [Far.: kervan + saray >
sözü, 3.) ayakkabı çekeceği. kervansaray]: Doğu’da eski
keratin [Yun.: keras + Lat.: inus > Fra.: zamanlarda atlı ulaşım için belli
1.)
keratine]: boynuz gibi, boynuza merkezlere yapılmış konaklama
2.)
benzer, [Biyokimya] saç ve kompleksi.
tırnakların uzamasını sağlayan temel kes 1 : spor ayakkabısı.
bir sert, ipliksi protein, tırnakta kes 2 [Halkdili]: iri saman.
proteinli bir madde. kes 3 [Far.: [?]]: Farsça’da –kes; birey,
Kerbela [Arp.]: 1.) Şiiler’ce kutsal kabul fert, kimse, öz, şahıs, zat [herkes]
edilen, Irak’ta bir kent, [Karbala], 2.) anlamına bir sonek.
ıssı yer, tekinsiz yer. kes 4 [Arp.: [?]]: kafası karışık, şaşkın.
kerem [Arp.: krm [‫]]مرك‬: 1.) a.) asil olma, kes 5 [Arp.: ke’s [?]]: 1.) çiçeğin tohum
elit olma, soylu olma, bolveren olma, torbası, 2.) içi şarap dolu barda,
b.)
elibol olma, aliaçık olma, gönlü kadeh.
geniş olma, cömert olma, 2.) a.) asil, kesat [Arp.: kesad [?]]: kıtlık, yokluk.
elit, soylu, b.) bolveren, cömert, kese [Far.: kise [?]: küçük para torbası.
elibol, eliaçık, 3.) [K] bu anlamda bir kesek: sabanın kaldırdığı toprak.
erkek adı. kesenek: gönüllü, iltizam, tercihen.
kerempe [?]:i., 1.) dağın en yüksek keser: ağaç yontma gereci, fıçıcı ~i:
yeri, 2.) denize doğru içerlek taşlık barda.
burun yada çıkıntı. kesif [Arp.: kesîf [?]: sıkı, kompakt,
keres: i., büyük karavana. yoğun.
kereste [Far.: ?]: i., kalın tahta, kesik 1 : 1.) bere, bertik, çürük, ezik,
kereste, kalas. yara, 2.) [Argo] aşık, 3.) [Argo] borcun
kerevet [Rum.: ?]: i., karyola, yatak. bir bölümünü ödememe,.
kerevit [Rum.: ?]: i., tatlısu istakozu. kesik 2 : [Gıda] çökelek, ekşimik.
kerhen [Arp.: krh [?] > [?]]: 1.) iğrenme, kesim: 1.) bölüm, kısım, 2.) hayvan
2.)
iğrenerek, istemeyerek. kesimi,
kermes [Hol.]: 1.) Hollanda’da yılda bir kesimevi: kanara, kesimhane,
yapılan açıkhava eğlencesi, panayır, mezbaha.
2.)
satış yapılan ve satılan ürünlerin kesimhane [kesim + Far.: hâne > Tür.:
ücretsiz getirildiği toplantı. kesimhane]: i., kesimevi, kanara,
keros [Çuv.: karas > Yun.: kēros [κηρος]]: mezbaha.
balmumu, mum. kesinti: i., kırpıntı.
kerosen [Çuv.: karas > Yun.: kēros: kesintisiz: 1.)
sürekli, 2.)
brüt,
[κηρος] > Fra.: keronse]: i., [Kimya] gayrisafi.
yakıt, çözücü vb olarak kullanılan ve kesr [Arp.]: bak. kesir.
petrolden damıtılarak elde edilen bir kesir 1 [Arp.: ksr [‫ > ]رثك‬kesr > kesir]: 1.)
yağ. [Matematik]
a.)
bölünme, kırılma,
kerpeten [Arp.: kelbetan & kelbeteyn ufalanma, b.)
Bölmeler, 2.) bölme,
1.)
[?]]: çivi yada diş sökme kıskacı, kırma, ufalama, 3.) birinin onurunu
2.)
çivi sökme gereci. kırma, 4.) birinin ümidini, vücudunu
kerrake [?kerrâke [?]]: i., alpaka palto.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 192 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

öldürme, 5.) Arapça’da bir sesi (harfi) keza [Arp.]:


kesre ile gösterme. KGB [Rus.: Komitet Gosudarstvennoy
kesir 2 [Arp.: ksr [‫ > ]رثك‬kesr > kesir]: 1.) Bezopasnosti [Комит́ет Госуд́арственной
bol, bolbol, çok, fazla, gani, 2.) birden Безоп́асности] > КГБ > B.D.: KGB]: 1.)
fazla, durmadan, sıksık. (Rus) Devlet Güvenlik Kurulu, 2.)
kesit: makta. SSCB zamanında Rus Devlet Gizli
keski: yontma aracı. Servisi.
keskin: 1.) kesici, iyi kesen, 2.) tiz ses, Kha [Rus.]: Rus Abecesi’nin 21. harfi,
3.)
ısıran, kırıcı, incitici, yaralayan, 4.) [Х, х].
etkili, sert, 5.) acı, elim, üzücü, ~ Khowarazmi [Arp.: al-Khowarazmi]: 1.)
olmayan: küt. Harizmili, 2.) bir Aritmetik bilgini olan
kestane [Rum.: kastaneia.: ?]: [Bitkibilim: El Harizmi, 3.) Algoritma’nın kurucu
bilgini.
Castanea sativa] bir tür meyve. ~
kHz [Yun.: Kilo + Hertz]: bin Hertz.
rengi: maron, ~nin dış kabuğu: kıble [Arp.]: Kabe’nin yönü.
topur. Kıbrıs [Rum.: kyperissos > kupros >
kestanecik: [Tıp] prostat. [κύπρος] > Osm.: Kıbrıs]:
1.)
sürekli yeşil
keş 1 [Far.]: sütten yapılmış bir tür olan bir çam türü, selvi, servi, 2.)
peynir. Kıbrıs adası.
keş 2 [Far.]: 1.) içine duman, içki çeken kıç: [Denizcilik] geminin arkası, geri
veya dert, ızdırap, üzüntü çeken kişi tarafı.
2.)
bir şeye katlanan, sürdüren veya kıdem [Arp.]: öncelik, hizmette
yüklenen kişi anlamında bir sonek. öncelik.
keş 3 [Far. > Argo]: uyuşturucu çekmiş
kıdemli [Arp. + li]: en ~ kimse:
kişi.
başeski.
keşane [Far.: keşâne]: süslü köşk.
kıl: 1.) tüy, 2.) keçi tüyü, ince ~: tüs,
keşide [Arp.]: ad çekme, çekiliş, kura.
keşif [Arp.: keşf]: 1.) araştırma, bulma, kılavuz [?]: 1.) öncü, mihmandar,
icat, 2.) yerinde inceleme. rehber, 2.) [Teknik] boruya yiv açma
3.)
keşiş [Far.]: Hiristiyan din adamı, gereci, [Denizcilik] gemilere
papaz, rahip. yolgösteren bot.
keşişleme [Far.: keşiş > Osm.: Keşiş kılcan: at kılından yapılmış kuş
Dağı]:
1.)
güneydoğu rüzgarı, 2.) Bursa kapanı.
Keşiş Dağı’ndan (Uludağ) İstanbul’a kılçık: 1.) balık iskeleti, 2.) [Mecazi] çok
doğru esen rüzgar, 3.) pusulada zayıf kimse, çiroz.
güneydoğu. kılıç: 1.) kesici bir silah, 2.) gladyo, enli
Keşkek [Far.]: [Gıda] et ve buğday ~: pala, düz ve ensiz ~: meç, mek,
yemeği. ~ oyunu: eskrim.
keşmir 1 [?]: i., bir tür yünlü kumaş. kılıççiçeği: [Bitkibilim: Giladiolus]
Keşmir 2 [?]: Güneydoğu Asya’da, kuzgunkılıcı, kuzgunotu,
Hindistan-Pakistan arasında ihtilaflı keklikçiğdemi.
olan bir ülke, [Kashmir]. kılıçdar [Far.: kılıç + dâr]: 1.) kılıç tutan,
2.)
ket: bariyer, engel, ket, mani, mania, gladyatör.
önlem, seki, set. kılık [?]: kıyafet, kisve.
ketçap [İng.: ketchup]: İngiliz sosu. kımıldayan: hareketli, onak.
kete [Halkdili]: yağlı çörek. kın [?]: kesici araça kabı.
keten [Arp.: kettan]: bir bitki, ~ kına [Arp.: henna [‫ > ]ةنح‬Osm.: kına]: 1.)
tohumu: bazir, [Bitkibilim: Lawsonia inermis] bir
keton [Alm.: Keton > Fra.: ketone]: baharatlı bitki, 2.) bundan elde edilen
[Kimya] asetonda olduğu gibi iki saç ve el boyası.
karbon atmonuna bağlanan karbonil kınama: ayıplama.
bir grubu olan organik bir madde. kınamak: ayıplamak.
keyif [Arp.]: haz, hoşlanma, zevk. kınnap [Arp.: kınnab]: 1.) keten, keten
kez: defa, kerre, sefer, yine, çoğu ~: iplik, 2.) fiber, ip, iplik, lif, tel, tire.
en çok, ekseri. kıpti [Arp. > Osm.: kıptî]: Çingene.
kere [Arp.: ? > [‫]]ﻩرﮎ‬: defa, kerre, kez, Kıpti 1 [Arp.: kıptî]: Mısır halkı, kopt.
sefer, yine. Kıpti 2 [Arp.: kıptî]: çingene.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 193 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

kır 1 : yeşillik alan, ~ koşusu: kros, kıssalar [Arp. + lar]: fıkralar, kısas,
kır 2 : beyazla siyah karışımı renk, öyküler.
kıraat [Arp.]: okuma. kıstas [Arp.]: kriter, ölçüt.
kıraathane [Arp.: kıraat + Far.: hane]: kış: şita, kara ~: zemheri.
okumaevi, çayevi. kışkırtma: ajitasyon, tahrik.
kıranta [?]: saçı kır erkek. kışkırtmak:
kıranta: saçı kır erkek. kıt [Arp.]: miktarı yetersiz.
kırba [Arp.]: 1.) deriden su kesesi, 2.) kıtlık [Arp. + lık]: kesat, yokluk,
matara, su kabı. kıvam [Arp.: kıvâm]: sıvının koyuluğu.
kırbaç [?]: kamçı. kıvanç: iftihar, övünç.
kırbaki [Arp.]: kıvılcım [ÖzTür.: uçkun]: alev, çakım,
kırç: ağaçtaki buz tabakası. çakın, çıngı, şerare.
Kırgız: bir ~ destanı: Manas. kıvrım: dalga, lüle, ondüle, pli, bir
Kırıkkale [Kırıkköy + Kaleköy: 1989]: [00], yüzeydek ~: dalga.
Türkiye’de bir kent. kıvrımlı: öndüle.
kırım 1 : katliam, toplu öldürme. kıyafet [Arp.]: elbise, giysi, kisve,
Kırım 2 : Kırım Hanı: Giray. libas, ruba, urba, resmi erkek ~i:
kırıp dökme: tahrip. frak.
kırka: yük kırkma makası. kıyam [Arp.]: 1.) ayağa kalkma,
kırka: yün kırkmak makası. dikilme, 2.) [Din] namazda dikilme, 3.)
Kırkağaç 1 : bir yerleşim yeri. [Din] bir araya gelme, toplanma,
4.)

kırkağaç 2 [Bitkibilim: ?]: bir kavun türü. ayaklanma, isyan, kalkışma.


Kırklareri [?]: [39], Türkiye’de bir kıyamet [Arp.: kıyâmet]: [Din] öbür
kent. dünyadan önce bu dünyada
kırkmak: 1.) yününü kesmek, 2.) tıraş insanların bir araya toplanması.
etmek. Dünyanın sonu. [Kıyamet Günü:
kırlangıç: dağ kırlangıcı: ebabil. Songün].
kırma: melez, metis. kıyan: cani, katil.
kırmızı [Arp.]: al, kan rengi. kıyas [Arp.: kıyâs]: karşılaştırma.
kırmızı: al, ruj. kıyaslama [Arp. + lama]: karşılaştırma,
kırpıntı: kesinti. mukayese.
Kırşehir [Hit.: Aquae Saravenas, Rum.: kıyaslamak [Arp. + lamak]:
Makissos, Macissus, Lat.: Jüstinianopolis, karşılaştırmak, mukayese etmek.
Osm.: Kır şehri]: [40], Türkiye’de bir
kıygın [YTür.]: haksızlığa uğramış,
kent. mağdur.
kısa: 1.) boyu az olan, 2.) ince taneli, kıyı: 1.) cenah, cihet, costa, leb, kenar,
özlü, 3.) [Moda] kısa, taraf, yaka, yan, 2.) deniz kenarı,
kısaca: hülasa, özetle. sahil.
kısas [Arp.: kısâs, kıssa’nın çoğulu]: kıyıcı: acımasız, amansız, gaddar,
fıkralar, kıssalar, öyküler. insafsız.
kısm [Arp.: bak. kısım. kıyılar: cenahlar, etraf, kenarlar,
kısım [Arp.: kısm]: bölüm. lebler, taraflar, yanlar, yönler.
kısımlar [Arp. + lar]: aksam, bölümler. kıymet [Arp.]: 1.) ? 2.) [K] değer
kısır: 1.) çocuğu olmayan, 2.) akim, anlamına bir bayana dı, karşılığı
sonuçsuz, yararsız, 2.) bir tür yemek.
erkek adı [Cehver, Değer], ~ takdir
kısırdöngü: yararsız çalışma, yararsız
etmek: değerini ölçmek, paha
konuşma.
kısırlık [?]: 1.) akamet, sonuçsuzluk, 2.) biçmek, ~ini bilmek: itibar etmek,
cinsel güçsüzlük, ananet. kadrini bilmek, muteber tutmak,
kıska [?]: arpacık soğanı. saymak, takdir etmek.
kıskanç []: çekemez. kız: evlenmemiş bayan, evde kalmış
kıskı: bat, besi, kama, kaskı, takoz. ~: kalık.
kısmet [Arp.]: 1.) baht, felek, kader, kızak]: kayak, ski, iki katlı ~: zanka.
kut, mut, şans, talih, takdir, uğur, 2.) kızamık: [Tıp] bir çocuk hastalığı.
[K] bu anlamda bir bayan adı. kızgın: 1.) celalli, hiddetli, kızgın,
kısmi [Arp.: kısmî]: cüzi, tikel. öfkeli, şiddetli, 2.) har, yakıcı.
kıssa [Arp.]: fıkra, hikaye, öykü.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 194 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

kızgınlık: celal, gazap, hırs, hiddet, kimlik: 1.) bireysel tanım bilgisi,
öfke, şiddet. hüviyet, 2.) [Mecazi] etiket, ~ bilgileri:
Kızılırmak [Rum.: Halys]: künye.
kızılkanat: [Balıkçılık: ?] bir tatlısu kimono [Jap.]: 1.) giyilen şey, elbise,
balığı. giysi, libas, 2.) Japon kadınlarının
kızlık: bekaret, kızlığı bozulmamış: geleneksel kıyafeti, 3.) uzun bir tür
bakire. entari.
kibar [Arp.: kibâr]: 1.) nazik, 2.) [K] nazik kimse: birey, fert, kişi, şahıs, zat,
anlamına bir erkek adı. tuhaf ~: acube.
Kibela [> Cybela, Kybela, Kibela > Yun.: kimseler: bireyler, efrat, fertler,
[?]]: Selçuk, Efes, İzmir. şahıslar, zatlar.
kibir [Arp.: kbr [‫ > ]ربك‬kibr]: 1.) büyük kimsesiz: gariban, garip,
olma, 2.) büyüklenme, gurur, haddini Kimya [Arp.: al kimya [‫ > ]ءايميكلا‬alşimi
bilmeme, kendini beğenme, > alchemy > ? > Yun.: chēmia & chēmeia
küstahlık. [?] > B.D.: chemistry]: maddelerin bir araya
bibr [Arp.]: bak. kibir. geliş ve özelliklerini, oluşturulduğu tepkimeleri
kifayet [Arp.: kifâyet]: yetme. ve bu tepkimelerde başka maddelerin
oluşumunu inceleyen bir bilim dalı.
kifayetsiz [Arp.: + siz]: yetersiz.
kimyon [Rum.: kyminon]: [Bitkibilim:
kifayetsizlik [Arp.: + sizlik]: yetersizlik.
Cuminum cymunim] bir baharlı bitki.
kik: [Denizcilik] dar yarış kayığı.
kimyoni [kimyonî]: kahverengiye çalan
kikara [?]: balı alınmış petek.
renk.
kiklop [Yun.: ? > Fra.: cyclops]: Yunan
kin [Far.]: adavet, artniyet, buğz,
Mitolojisi’nde tek-gözlü cenavarlar
düşmanlık, garez, hasımlık, husumet,
ırkından oaln biri.
kötüniyet, nefret.
kil [Arp. > Far.]: 1.) bir tür ağacın külü,
2.) kinaye [Arp.: kinâye]: ima, üstü kapalı
balçık, çamır, toprak, 3.) yağlı
söz, tariz.
toprak.
kinein [Yun.]: devinmek, hareket
kile [Arp.: keyl]: tahıl ölçeği.
etmek.
kiler [Rum.: kilar]: yiyecek dolab.
kinema [Yun.: kinēma]: devinme,
kilim [Far.: gilim]: sergi, sili, yaygı.
devinim, hareket.
Kilis [Arp.: kils]: [79], Türkiye’de bir
kinesis [Yun.: kinein]: devinim,
kent.
hareket, sürtünme.
kilise [Rum.: kyriakē + oikia > eklisia
1.) kinet [Yun.: kinein]: devinim, hareket,
[εκκληςία]]: efendinin evi, 2.)
sürtünme.
[Hiristiyanlık] Hz. İsa’nın evi, Allah’ın
kinetik [Yun.: kinet + ikos > kinetikos >
Evi. 1.)
Fra.: kinétique] denimim, hareket,
kilit [Arp.: kilid]: bağ, engel. 2.)
sürtünme, [Fizik] devinim, hareket
kiliz [?]: [Bitkibilim: ?] hasır otu, saz.
yada sürtünmeyle ilgili.
kilo 1 [Yun.: chiloi> Batı Dilleri: kilo]: bin
kinetikos [Yun.: kinein]: devinime ait,
(1,000).
hareketle ilgili.
kilo 2 [Yun.: chiloi > Batı Dilleri: kilo]: Batı
kinetikos [Yun.: kinētikós [?]]: devinim,
Dilleri’nde kilo-; bin anlamına bir
hareket.
önek; [kilokalori, kilogram, kilolitre,
kip: 1.) dayanıklı, kunt, sağlam, 2.)
kilometre, vb].
[Dilbilgisi] biçim, durum.
kilogram [Yun.: kilo + gramme > Fra.:
kir: 1.) leke, pasak, 2.) necaset, pislik,
kilogramme]: Kg, 1,000 gram.
kils [Arp.]: sönmemiş kireç. ~ izi: leke.
kilüs [Arp.: keylûs]: [Tıp] bağırsaktan kira [Arp.: kirâ]: para ile arsa, dükkan
gelen, içinde yağ damlacıkları yada evi başkasına verme.
bulunan akkan. kirat [Far.]: düzey, seviye.
kim 1 : hangi kişi. kiraz [Rum.: kerasion > kerasi]: [Bitkibilim:
Kim 2 [?]: batılı bir bayan adı, [Kim Prunus avium] bir meyve, [Jap.:
Novak]. Sakura].

kimi: 1.) bazen, kah, kimi zaman, 2.) kirde [Halkdili]: bir tür pide.
bazısı. kireç: bir maden, ~ teknesi: tava,
sönmemiş ~: kils.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 195 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

kiremit [Rum.: keramídi [κεραμείδι]]: çatı klan [Lat.: planta > Fra.: clan]:
örtüsü. [Budunbilim]boy, kabile.
kirfe [Far.]: iyilik, sevap. klape [Fra.: clappé]: pompada kapak,
kirfegar [Far.: kirfe + ger]: iyiliksahibi, klarnet [Lat.: clarus > Fra.: clarinette]:
sevap işleyen. bir tür zurna.
kiriş [ÖzTür.]: 1.) yay ip, 2.) ?. klas [Lat.: classis > Fra.: classe]: 1.) tür
kirkos [Yun.: ?]: ? yada benzerlikten bir arya gelmiş
2.)
kirmen [Halkdili]: eğirmen, iğ. insan öbeği, sosyal yada
kirpi [ÖzTür.]: [Hayvanbilim: Erinaceus ekonomik insan öbeği, sınıf, 3.) ders
eurapeus] derisi oklu bir sürüngen. verilen öğrenci öbeği, sınıf, 4.) ayar,
kirpik [ÖzTür.]: [Bedenbilim] göz kapağı derece düzey, seviye yada nitelik, 5.)
kılları. moda olarak mükemmel.
kirrhos [Yun.: ?]: esmer, koyu kumral. klasik [Lat.: classis + Yun.: ikos > Fra.:
kirtil [?]: 1.) ince dallardan örme sepet, classique]:
1.)
türünün en iyisi yada
2.)
kabuklu deniz hayvanlarını mükemmeli, 2.) eski Roma yada
avlamakta kullanılan sepet. Yunan’a ilişkin şiir, yazın yada sanat,
kirve [Far.: kirfe > kirfeger ?]: 1.) iyilik, 3.)
dengeli, resmi yada basit olan, 4.)
sevap, 2.) [Halkdili] sünnet çocuğunu ananenvi, geleneksel.
kucağına alan gönüllü erkek. klasman [Lat.: classis > Fra.:
kispet [Arp.: kisve(t)]: 1.) elbise, kılık, classement]: sınıflama.
kıyafet, 2.) güreşçilerin giydiğ, kısa, klasör [Lat.: classis > Fra.: claseur]:
deriden bir tür pantolon, ~paçası: dilbent, sıralaç.
şiraze. klastrofobi [Lat.: claustrum + Yun.:
kist [Yun.: kystis [?] > Fra.: cyste]: 1.) phobia > Fra.: claustraphobie]: kapalı
mesane, sidik torbası, 2.) hayvan ve alan korkusu.
bitkilerde çıkıntı, kese, 3.) [Patoloji] klavsen [İtl., Müzik]: çembalo.
hastalıklı maddeyle dolu patolojik klavye [Lat.: clavis > Fra.: clavier]: 1.)
kese yada torba. piyano benzeri müzik gereçlerinin
kiste [Yun.: kistē: ?]: bir kese, bir kutu. anahtar tablosu, 2.) daktilo, bilgisayar
kisve [Arp.: kisve(t)]: 1.) elbise, kılık, vb gereçlerin yazma harf dizini.
kıyafet, libas, 2.) görünüm, görüntü. kle [?]: güreşte bir oyun.
kişi: birey, fert, kes, kimse, öz, şahıs, klema [Yun.: klēma: ?]: asma, bağ
zat. kütüğü, üzüm asması.
kişiler: Bireyler, efrad, fertler, kleros [Yun.: klēros: ?]: rahipler
kimseler, şahıslar, zatlar. zümresi, ruhban, Hirsityan dina
kişilik: ıra, karakter, seciye, şahsiyet. damları.
kişisel: bireysel, özlük, şahısi, zati. klik [Fra.: cliquer > Fra.: clique]: küçük,
kitab [Arp.: kitâb]: bak. kitap. özel bir insan öbeği, hizip.
kitabe [Arp.]: yazıt. klima 1 [Yun.: ?]: alan, bölge, saha.
kitap [Arp.: kitâb: yazılmışlar]: ciltlenmiş klima 2 [Yun.: klima > Fra.: clima]:
yazılı eser, el kitabı: manüel. iklimleme.
kitapçı [Arp. + çı]: defter, kitap ve klimaks [Yun.: klimas > Fra.: climax]: 1.)
kırtasiye malzemesi satan dükkan. en son nokta, 2.) ilginin en üst
eski ~: sahaf. noktası.
kitapçık [Arp. + çık]: broşür, küçük klimas [Yun.: ?]: merdiven.
kitap, risale, kline [Yun.: klinē: ?]: yatak.
kithara [İsp. > Yun.]: telli bir müzik klinik [Yun.: klinē + ikos > [?] > Fra.:
1.)
gereci, lir. clinique]: öğrencilerin önünde
kitre [?]: [Kimya] bir tür zamk. hastaları tedavi edererek öğretme, 2.)
Kivi 1 [Kiwi: Kuşbilimi: ?]: bir tür kuş, tıp isanlarının toplu halde tıbbi eğitim
apteriks. gördükleri bir yer, 3.) bir hastanede
Kivi 2 [Kiwi: Bitkibilimi: ?]: bir tür meyve. hastaların ayakta tedavi yada
KKTC: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. muayene edildiği bölüm.
klakson [Fra.: klaxone]: 1.) bir ticari klinker [Hol.: klinker > Fra.: clinker]: bir
marka, 2.) yüksek sesli bir araç tür sert briket.
kornası. klips [Fra.: clips]: iğne, küpe.
kliring [?]: takas, trampa.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 196 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

klişe [Fra.: clichè]: adi, basmakalıp, Kobalt 2 [Yun.: kobold > Fra.: cobalte:
bayatlamış, eskimiş herkesce bilinen, Co]: sert, çelik-grisi renkte metalik
malum bir ifade yada söyleyiş. bir element.
klitoris [Yun.: kleitoris > Lat.: clitoris > Kobold 1 [Yun.: ?]: maden ocaklarının
Fra.: clitoris]: [Bedenbilim] kadın cinsel kötü yaratığı.
organının dışının küçük duyarlı koca 1 : 1.) yaşlı kişi, bilge, eren, 2.)
küçük dudakları, bızır. anaç, eke, ihtiyar, iri, kocamış, pir,
kllaein [Yun.]: kırmak, parçalamak, sin, yaşlı.
riayet etmemek, uymamak, bozmak, koca 2 : ayal, bey, eş.
bir yerini kırmak, yaralamak. Kocaeli [Koca İli, Kocaeli]: [41],
klon 1 [Yun.]: çubuk, ince dal, sürgün. Türkiye’de bir kent.
klon 2 [Yun.: klon > Fra.: clone]: bir kocaman: alamet, balaban, büyük,
canlının benzer kopyası. celil, iri, muazam, ulu.
Klor [Yun.: chloros > Fra.: chlore: Cl]: kocamış: anaç, eke, ihtiyar, iri, koca,
yeşilimsi sarı renkli bir gaz elementi. sin, yaşlı.
klorid [Yun.: chloros + > Fri: chloride, kochlias [Lat.]: sümüklüböcek.
Kimya]: klorin ve diğer bir element ve kock [Dan.]: pasta.
temel maddenin oluşturduğu bir koç: dövüş ~u: koçkar, ~un vurması:
bileşen. tos.
klorin [Yun.: chloros > Fra.: chlorine]: koça [?]: hasırotu.
beyazlatma, arıtma ve suyu Koçabaş Irmağı [Lat.: Granicus]:
temizleme işlerinde kullanılan, Çanakkale, Biğa’da bulunan bir
kokusu dayanılmaz, açık-yeşil renkli, ırmak.
zehirli ve aşırı gazlı kimyasal bir koçak: cesur, yürekli.
element. koçan: 1.) mısır meyvesi, 2.) kağıt
klorofil [Yun.: chloros + phyllon > tomarı.
1.)
chlorophyll]: bitki hücrelerinde koçkar [Halkdili]: dövüş koçu.
bulunan yeşil renkli boya, 2.) koçu [Mac.]: gezinti arabası.
bitkilerin ışığıemerek gıda sağlaması. kod [latince: codex > Fra.: code]: 1.)
kloroform [Yun.: chloros + Lat.: formica yasaların ana bölümleri, 2.) etik
1.)
> Fra.: chloroforme, Tıp]: anestezi ve kuralalrla ilgilş bir dizi ilke, 3.) gizli
çözücülerde kullanılan renksiz ve yazışmalarda kullanılan semboller
uçucu bir sıvı, 2.) organik yağ çözücü. sistemi.
kloroz [Yun.: ?, Bitkibilim:]: bir bitki kodeia [Yun.: ?]: haşhaş başı, haşhaş
hastalığı. tohumu.
kloz [Lat.: claudere > Fra.: clauses]: 1.) kodeks [Tür. & Gag.: kütük > Lat.: codex
bir kelime yada söz dizini, 2.) bir > Fra.: codex]:
1.)
klasik bir metin için
belge, anlaşma yada sözleşmede ayrı elkitapçığı, 2.)
etik ilkelere ait
bir madde yada koşul. elkitapçığı, 3.) ilaçların formüllerini
klüp [Nor.: klumba > Fra.: clube]: 1.) belli gösteren resmî kitap.
bir nedenle bir araya gelmiş insan kodes [Rum.: ?]: [Argo] hapishane,
öbeği, 2.) bu öbeğin toplandığı yer, 3.) karakol tutukevi.
kart oynantılan bir yer. kodoş [Erm.: godoş]: 1.) boynuz, 2.)
klyndein [Yun.: ?]: daire yapmak, gavat, pezevenk.
yuvarlamak. kof: 1.) içi çürümüş, içi boşalmış olan,
klysein [Yun.: ?]: temizlemek, 2.)
boş, değersiz.
yıkamak, yummak. kofano [Rum.: gúfena & goufaina:
knock out [İng.]: yığılıp kalma. γούφαινα]: [Balıkçılık] iri lüfer.
know-how [İng.]: 1.) işin nasılını kofti [Rum.: kófte: κοφτε]: 1.) kes!, 2.)
bilme, 2.) teknik beceri. [Argo] içi çürümüş, içi boşalmış olan.
koalisyon [Lat.: co + alescere > Fra.: kohl [Far.: ? > Arp.: al kohl > B.D.]: 1.)
1.)
coalition]: geçici bir süre için benek, nokta, 3.) altimon yada rastık,
oluşturulan birlik yada birliktelik, 2.) 2.)
gözlere sürülen rastık.
güçler birliği, 3.) [Siyaset] bir kaç koiman [Yun.: ?]: uykuya yatırmak.
partinin oluşturduğu hükümet. koinos [Yun.: ?]: genel, umumi.
kok [İng.: coke]: 1.) katı yakıt, 2.) bir
kömür türü.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 197 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

kokain [coca > Fra.: cocaine]: 1.) alkol, 2.) damarlarda eritilemeyen
yapraklarından uyuşturucu yapılan hayvansal yağ birikintisi.
yada lokal anestezide kullanılan ilaç kolezyum [Lat.: colleseum > Fra.:
üretilen çalımsı bir tür bitki, 2.) bir colleseum]: büyük bir stadyum.
uyuştruucu çeşidi. kolhoz [Rus.: [коллекти́вное хозя́йство]
1.)
kokak [Halkdili]: pis kokan. > kolhoz [колхо́з] > B.D.: kolkhoz]:
kokart [Fra.: cocarde]: 1.) şapkalardaki kollektif ekonomi, 2.)
SSCB kollektif
işaret, 2.) özel işaret. çiftliği.
kokkos [Yun.: ?]: tahıl tanesi, çekirdek, koli [Fra.: collie]: 1.) posta paketi, 2.)
esas, öz. [Taşımacılık] ağaç yada karton sandık,
3.)
kokkys [Yun.: ?]: guguk kuşu.
kokmak: koku vermek, pis kokan: koli basili: [Tıp] bir bakteri türü. Tek
kokak, güzel kokan madde: tütsü, başına zararlı olmayıp büyük oranda
kokmuş: 1.) bozulmuş, çürümüş, 2.) insan dışkısında bulunur.
pis koku yaya, bozularak ~: cılk. kolik [Yun.: kolon + ikos > [?] > Fra.:
1.)
colique]: çabuk ilerleyen karın
kokoreç [Rum.: kokorétsi: ?]: [Gıda] 2.)
kekikli kuzu bağırsağı. ağrısı, çabuk ilerleyen mide ağrısı.
kokteyl [İng.: cock + tail]: 1.) karşık içki, kolit [Lat.: colon + Yun.: itis [?] > Lat.:
1.)
2.) colitis > Fra.: colite]: kalınbağırsak
içkili davet yada parti, 2.)
iltihabı, [Tıp] kalın bağırsağın
koku: aroma, esans, rayiha, hoş ~:
iltihaplanması.
aroma, güzel ~lar: amber, esans, kolla [Yun.]: tutkal, yapıştırıcı.
ıtır, mis, misk, rayiha. Kolombiyum [Lat.: ? > Fra.: colombium:
kokulu: aromalı, esanslı, rayihalı, ~ Cb]:
1.)
oksijen, kükürt ve klor gibi
sıvı: esans. maddelerle birleşenler veren bir
kokusuz: aromasız, esanssız, element, 2.) Niyobyum.
rayihasız. kolon 1 [Yun.: ?]: 1.) şiirin mısrası, 2.)
kol: 1.) bedenin bir bölümü, 2.) bölüm, ayet.
dal, branş. kolon 2 [Yun.: kolon [?] > Fra.: colon]: 1.)
kola 1 [İtl.: cola]: 1.) nişasta, ket, 2.) [Yazım] iki nokta üstüste, 2.)

kumaşın sert ve dik durması için [Bedenbilim] kalın bağırsak.


kullanılan ürün. koloni [Lat.: colere > Fra.: colonie]: 1.)
kola 2 [İng.: cola, coke]: şekerli kendi ana ülkelerinin koruması
konsantre ve sudan üretilen alkolsüz altında uzak başka ülkelerde yaşan
içecek markalarına verilen genel insan öbeği, 2.) böyle yerleşilen
isim. bölge, 3.) uzak bir ülke tarafından
kolaj [Fra.: collage]: ufak bazı objelerin atanmış kişilerle yönetilen ülke,
bir yüzeye yapıştırıldığı bir sanat sömürge, 4.) bir kente, yer yada
biçimi. başka ülkede aynı ırk, soy yada
kolay: basit. amaçtan bir arada yaşayan insan
kolej [Lat.: com + legare > Fra.: college]: öbeği, 5.) [Biyoloji] bir arada yaşayan
1.)
belli güç ve görevleri olan bireyler yada gelişen canlılar.
öbeği, 2.) derece veren yüksek kolonya [Alm. > Fra.: cologna]: 1.)
örenim kurumu, 3.) bir üniversiteye Almanya’nın Köln [Cologna] kentinde
bağlı okullardan herhangi biri, 4.) özel yapılan kokudan, kolonya suyu, 2.)
uzmanlık sağlayan okul, 5.) [Türkçe] kokulu ve alkollü bir sıvı.
lise düzeyinde özel, vakıf yada devlet kolophon [Yun.: ?]: doruk, tepe, üst,
okulu. zirve.
koleksiyon [Lat.: com + legere > Fra.: kolordu: askeri bir birlik.
1.)
collection]: biriktirme, 2.) biriktirilen kolpo [İtl.: colpo]: 1.) bilardo oyununda
3.)
şey, biriktirilen yada toplanan vuruş, 2.) [Argo] al, dalavere, desise,
para pul. dolap, düzen, entrika, hile,
kolera [Yun.: chole [?] > Fra.: cholera]: kaşkariko, komplo, künde, numara,
ağır, bulaşıcı bir bağırsak hastalığı. oyun.
kolesterol [Yun.: chole + stereos > [?] > kolpos [Yun.: ?]: köy.
1.)
Fra.: cholesterole]: özellikle hayvan
eti, kanı ve ödünde bulunan kristalin

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 198 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

koltuk [Mecazi]: aşama, kat, katman, getirmesi için seçilmiş insan gurubu,
makam, mertebe, mevki, paye, encümen, komite [Avrupa Komisyonu],
4.)
tabaka. satış benzeri gelirlerden alınan
kom 1 [Erm.: gom ? > Halkdili: gom, göm & yüzdelik bölüm, [%3 komisyon].
1.)
köm]: yayla evi, 2.) duvar ağılı, komita [Sır.]: gizli cemiyet yada
köm. topluluk.
Kom 2 [?]: 1.) bir ticari bir marka, 2.) komitacı [Sır. + cı]: gizli cemiyet yada
mayo ve içgiyim. topluluk üyesi.
koma 1 [Yun.: ?]: derin uyku. komite [Lat.: com + mittere > Fra.:
koma 2 [Yun.: koma [?] > Fra.: coma, Tıp]: commiteé]:
1.)
delegasyon, heyet, 2.)
1.)
derin uyku, 2.) hastalık yada encümen, komisyon.
yaralanma nedeniyle oluşan komma [Yun.]: bir işaret, çentik, çizgi,
kendinden geçme yada bilinç kaybı yiv.
durumu. komos [Yun.]: festival, şölen.
kombinasyon [Lat.: com + bini > Fra.: kompartman [Lat.: com + partire > Fra.:
1.) 1.)
combination]: birleştirilmiş yada compartment]: ayrılmış bir bölüm,
2.) 2.)
birleştirilen, bir araya getirilmiş özel bir bölüm yada kısım, 3.)
şey, 3.) ortak bir amaç için trenlerde ayrılmış oturma bölümleri.
oluşturulan birlik, kompat: kesif, sıkı, yoğun.
kombinezon [Lat.: com + bini > Fra.: kompetan [?]: bilirkişi, ehil, eksper,
combinaisone]: [Moda] bayan gece işbilir, mütehassız, selahiyetli,
kıyafeti. uzman, yetkili.
kome [Yun.: kôme: ?]: saç, saçak. komple [Lat.: com + plectere > Fra.:
komedi [Yun.: komos + aeidein > [?] > complet]: eksiksiz, tam.
1.)
Fra.: comedie]: üzücü olarak kompleks [Lat.: com + plectere > Fra.:
sonlanmayan eğlenceli oyun, 2.) complex]:
1.)
iki yada daha fazla ilişkili
eğlendirici bir konu yada olay. bölümü olan, 2.) yapılarda olduğuna
komedyen [Yun.: komos + aeidein > [?] benzer tekparça guruplama, 3.) girift,
1.)
> Fra.: comedien]: komik parçalar karmaşık bir bütün, karmaşık,
oynayan sanat oyuncusu, 2.) güldürü sofistike, 4.) [Psikoanaliz] bilinçsiz,
oyuncusu.. kuvvetli davranışları olan.
komet [Yun.: kôme [?] > Fra.: comette]: komplikasyon [Lat.: com + plicare >
1.) 2.)
saçaklı, kuyruklı yıldız. Fra.: complication]: [Eczacılık] yanetki,
Kuyruklu yıldızlar güneşin çevresinde ters etki
dolanırlar. komplike [Lat.: com + plicare > Fra.:
komfigürasyon [Lat.: com + figurare > compliquè]: anlaşılması ve çözmezi
1.)
Fra.: comfiguration]: çerçeve, zor olan, kamaşık.
2.)
dışhatlar, sınırlar, [Teknik] derleme, kompliman [Lat.: com + plere > Fra.:
1.)
oluşum, oluşturma. compliment]: özellikle övmek için
komi [Fra.: commie]: garson yamağı. söylenmiş kibar söz yada davranış,
komik [Yun.: komos + aeidein + ikos > [?] gönül okşayan söz, iltifat, övme, 2.)
1.)
> Fra.: comique]: eğlendirici bir şey, bu biçimde ama samimi olmayan söz
2.)
gülünç. ve davranışlar.
kominizm [Lat.: comunis > Fra.: komplo [Lat.: com + plere > Fra.:
1.)
communisme]: malların ortak complet]: al, dalavere, desise, dolap,
mülkiyetini savunan teori yada düzen, entrika, hile, kaşkariko,
sistem, 2.) [K] Marx ve Engels kolpo, künde, numara, oyun.
tarafından formüle edilen sosyalizm, kompositör [Lat.: com + ponere > Fra.:
3.)
bu düşünce yada sistemi savunan compositeur]: bir araya toplayan,
her hangi bir yönetim yada siyasit derleyen, düzenleyen.
parti. komposto [İtl.: composto]: hoşaf.
komiser [Lat.: com + mittere > Fra.: kompozisyon [Lat.: com + ponere >
1.)
commisaire]: ? Fra.: composittion]: yazın yada
komisyon [Lat.: com + mittere > Fra.: müzik çalışmalarını birleme,
1.)
comission]: belli görev ve güçlere bütünleştirme, derleme, 2.) bir şeyin
yetki veren bir belge, 2.) bir başkası yada kişinin makyajı yada elden
adına yetkili olan, 3.) bir işi yerine

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 199 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

geçiirlmesi, 3.) bütünleştirilmiş yada bildirme için resmi bir toplantı, 2.) bir
derlenmiş bir şey. kişi yada kişiler tarafından
kompres [Lat.: com + premere > Fra.: ilgilenenlere yada görevlilere belli
1.)
compress]: baskı uygulayıp konularda ayrıntılı bilgi verilmesi,
2.)
sertleştirmek, hava basıncı bilgilendirme, bilgi veren konuşma.
uygulamak. konfeti [İtl.: ?]: düğün, kutlama yada
kompresör [Lat.: com + premere > Fra.: şölenlerde havaya yada kişilerin
compresseur]: hava, gaz vb şeylerin üstüne atılan küçük, renkli
basıncını sağlayan makine. parçacıklar.
komprime [Fra.]: yassı ilaç. konfirmasyon [Lat.: com + firmare >
kompüter [Lat.: com + putare > Fra.: confirmation]: onay, tadik, teyit.
computare > İng.: computer]: kongenital [Lat.: congenius > Fra.:
bilgisayar. congenitale]: doğuştan, fıtri.
komutan: kumandan. kongre [Lat.: com + gradi > Fra.:
komün [Fra.: comunare > commune]: 1.) congress]:
1.)
bir birlik yaad oda, 2.)
Fra.nsa’da en küçük yönetim birimi, bir araya gelme, toplanma, toplantı,
2.) 3.)
herşeylerini ortalakşa yaşayan büyük ve genel toplantı.
küçük insan gurubu. kokav [?]: içbükey, obruk.
komünist [Lat.: comunis > Fra.: konkordota [İtl.: ?]: [Hukuk] iflas
1.)
communiste]: komunizm taraftarı anlaşması.
yada destekçisi, 2.) [K] Komunist Parti konsantrasyon [Fra.: concentration]:
üyesi, [Kimya] derişme, yoğunlaşma.
komünyon [Lat.: comunis > Fra.: konsantre [Lat.: com + centrum + atus >
1.)
communion]: [Hiristiyanlık] bir Fra.: concentrèe]: [Kimya] derişik,
2.)
Hristiyan isimlendirmesi, yoğunlaştırılmış.
Hiristiyanlık’ta Pazar günleri kilisede konsensus [Lat.: com + sentire > Fra.:
1.)
bir araya gelme ayini. consensus]: herkesin ortak olduğu
konak: 1.) büyük ev, 2.) eğlek, han, düşünce, 2.)
uzlaşı.
otel, 3.) kafada bir saç hastalığı, ~ta konsept [Lat.: com + capere > Fra.:
mutfak uşağı: ayvaz, concept]: bir düşünce, genel bilgi,
konche [Yun.]: midye, kara kabuklu fikir yada tasarım.
midye. konser [Lat.: com + certare > Fra.:
konç [?]: 1.) ? 2.) ayakkabıda bir bölüm. concert]: bir müzik icrası, sunumu
kondisyon [Lat.: com + dicere > Fra.: yada gösterimi.
condition]:
1.)
bir şeyin oluşması yada konsey [Lat.: com + clare > Fra.:
1.)
tamamlanamsı için gerekli durum councille]: fikir alışverişi için bir
yada önkoşul, 2.) sağlıklı durum, 3.) araya gelmiş kişiler, 2.) istişare
sosyal derece, düzey yada seviye. heyeti, danışma kurulu.
kondüktör [Lat.: com + ducere > Fra.: konsol [Fra.: console]: 1.) salon yada
conducteur]: trenlerde yolcu bileti odada radyon, tv vb şeyleri üstüne
denetimi yapan görevli. koymak için kullanılan masabenzeri
2.)
kondylos [Yun.]: sert bir tepecik, nesne, bilgisayar, radyon,
yuvarlak yada yumru. bilgisayar ve elektrikli gereçleri
konfederasyon [Lat.: com + foedus > kontrol etmede kullanılan gereç.
comfederation]:
1.)
birlik, federasyon, konsolide [Lat.: com + solidus > Fra.:
1.)
2.)
birlik yada federasyonun bağlı consolidè]: birleştirilmi,
2.)
olduğu üst yönetim. bütünleştirilmiş, tekparça,
konfedere [Lat.: com + foedus > güçlendirilmiş, kuvvetlendirilmiş.
comfederè]:
1.)
anlaşmayala bir araya konsorsiyum [Lat.: com + sors >
gelen, 2.)
birlik, 3.) içişlerinde özgür, consortium]: ticari firma yada
savunma ve dışişlerinde merkezi bankaların oluşturdukları uluslar
hükümete bağlı bağımsız yönetim arası birlik, uluslar arası ticari birlik.
yada devlet. Konstantin: bak. Constantine.
konfeksiyon [Lat.: com + facere > Fra.: konstrüksiyon [Lat.: com + struere >
1.)
comfection]: ? Fra.: construction]: dikme, kurma,
2.)
konferans [Lat.: com + ferre > Fra.: inşa, yapım işi, bir bina, yapı, 3.)
conference]:
1.)
tartışma, görüş bir ifadenin kurulması yada

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 200 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
4.)
oluşturlması, bir cümlete konuşma: ~ tarzı: ifade, telaffuz.
kelimelrin dizilişi. konuşma: iyi ~ yeteneği: belagat,
konsül [Lat.: consulere > Fra.: consule]: hitabet.
1.)
eski Roma’nın başyöneticisi, 2.) konuşmak: sözle söylemek, akıcı
Hirsitiyanlıkta dini konuları görüşmek konuşamayan: tutuk.
için bir araya gelme, dini toplantı, 3.) konuşmama: küs.
başka ülkelere, oradaki vatndaşların konut: ev, hane, ikametgah, mesken,
her tür konularıyla ilgilenmek için konvansiyon [Lat.: com + venire > Fra.:
atanmış resmi görevli. convention]:
1.)
sürekli olarak bir
konşimento [İtl.: ?]: [Taşımacılık] 1.) araya gelme, 2.) uluslar arasında
deniz taşımacılığında yüküm kimlik yapılan bir anlaşma, 3.) alışıldık,
belgesi, 2.) taşınan malın mülkiyet bildik, alışkanlık, itiyat, kullanım.
belgesi. konvansiyonel [Lat.: com + venire >
kont [Lat.: comes > Fra.nsızce: counte]: Fra.: conventionalle]:
1.)
alışık olunan,
İngiltere’deki Earl’e denk bir Avrupalı bildik, bilinen, 2.)
bilinen kullanımla
asilzade ünvanı. sınrılandıırlmış, zorunlu olan, 3.)
kontak [Lat.: com + tangere > Fra.: biçimsel, nizami, resmi.
1.)
contact]: değme, dokunma, temas, konvoy [Lat.: com + via > Fra.snızca:
2.)
bir şeyle temas halinde olma convoy]:
1.)
bir yerden diğer bir yere
durumu, 3.) [Elektrik] kablo teması, 4.) gitme, 2.)
bir arada gitme, 3.) bir
[Mecazi] kafayı yemiş kişi. koruyucu eskortla gitme.
konteyner [Lat.: com + tenere > Fra.: konvörtibl [Lat.: com + vertere > Fra.:
1.)
container]: bir şeyi muhafaza convertible]:
1.)
[Maliye] bir ulusal
etmek için üretilmiş, kutu, teneke, paranın diğer paralarla değiştirilme
kafes, 2.) metalden büyük çöp gücü, 2.) [Otomotiv] üstü açılabilir bir
kutusu, 3.) [Denizcilik] 20’ yada 40’ binek araba.
ölçütlerinde standart deniz taşıma Konya [Rum.: Iconium > Lycaonia, Kuniye,
kutuları, kutu [box]. Osm.: ?]: [42], Türkiye’de bir kent.
kontra [İtl.: contra]: karşı, karşıt. konyak [Fra.: cognac]: brandy.
kontrast [Lat.: contra + stare > Fra.: kooperatif [Lat.: co + optus > Fra.:
1.)
contrast]: farklılığı belirlemek için cooperative]:
1.)
birlikte çalışma, 2.)
karşılaştırma, 2.) karşıt, zıt, zıtlık, 3.) üyelerin sahipliğinde ve onların
karşılaştırılan şeyler arasındaki yararına çalışan ticari, tarımsal yada
çarpıcı ayrım, 4.) bir birleriyle benzeri birlikler.
karşılaştırıldığında farklılık gösteren koordinasyon [Lat.: co + ordo > Fra.:
kişi. coordination]: eşgüdüm.
kontrat [Lat.: com + trahere > Fra.: koordinat [Lat.: co + ordo > Fra.:
conract]: anlaşma, antant, antlaşma, coordinate]:
1.)
eşit sıra, düzey ve
ahit, akit, mukavele, pakt, sözleşme. güçte olma, 2.)
uyumlu eylem.
kontrol [Lat.: contrarotulus > Fra.: koordinatör [Lat.: co + ordo > Fra.:
1.)
controle]: düzenleme, idare, coordinateur]:
1.)
eşgüdümcü,
2.)
yönetme gücü, denetleme eşgüdüm yöneticisi, 2.)
[Şirket Yönetimi]
yöntemi, denetleme, 3.) denetim, ~ işleri denetleyen üstdüzey yönetici.
etmek: denetlemek. kopça [Mac.: kapocs]: 1.) çengel, kulp,
kontrolör [Lat.: contrarotulus > Fra.: sap, 2.) [Giyim] ağraf, düğme.
1.)
controleur]: düzenleyici, idreci, Kopenhag [Copenhagen]: Danimarka’nın
2.)
müdür, denetçi, murakıp. başkenti.
kontur [Lat.: com + tornare > Fra.: Kopernik: bak. Copernicus,
contour]: bir şeyin dış çevresi. Nicolaus.
konu: 1.) bahis, husus, mevzu, nokta, kophinos [Yun.]: sepet.
tema, 2.) mesele, problem, sorun, kopil [Srp.: kopil > Rum.: kopeli]: 1.)
asıl konu: tema. küçük erkek çocuk, çocuk, 2.) çırak,
konuk: misafir. 3.)
arsız sokak çocuğu.
konukevi: misafirhane. kopri [Yun.: kopros]: 1.) bok, dışkı, 2.)
konuşamayan: gayrınatık. hayvan dışkısı.
konuşan: natık. kopros [Yun.]: bok, dışkı.
konuşkan: lafazan. Kopt [?]: kıpti, Mısır halkından olan.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 201 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

kopya [Lat.: copia > Fra.: copie]: 1.) korpüskül [Fra.: corpuscule]: hücre,
aynısı, benzer, eş, suret, 2.) bilgiyi kan küreciği, yuvar.
paylaşma, bilgiyi dağıtma. korsan [Çuv.: çarsar & Tür.: hırsız,
kor [Far.]: iyice yanmış kömür. uğursuz > Lat.: cursus > cursarius > İtl.:
1.)
kord [Lat.: chorda > Fra.: chorde]: 1.) bir corso > corsare > Osm.: korsân]:
müzik aleti teli, 2.) lastik yapımında akın, hücum, saldırı, 2.) deniz
kullanılan bir dokuma türü. haydutu, 3. deniz haudutu gemisi.
kordiplomat [Lat.: corpus + Yun.: korse [Lat.: corpus > Fra.: corset]: fazla
diploma > diplomates > Fra.: corps + kiloları göstermemek için özellikle
1.)
diplomate > corps de diplomates]: kadınları giydiği bedene sıkıca yapışık
diplomatlık gücü, 2.) buna üye birey, lastikli bir içgiyim, esnek içgiysisi.
diplomatlık görevlisi, [CD]. kort [Lati.: curt > İng.: court]: 1.) etrafı
kordon 1 [Yun.: chordē > Lati: chorda > çevrili avlu, 2.) ayrılmış alan, 3.) tenis
1.)
İlt.: cordon > Fra.: cordon]: [Güvenlik] alanı.
bir bölgeyi koruyan, asker yada polis kortej [Lat.: cohors > İtl.: corteggio >
dizisi, hattı, 2.) süsleme için asılmış Fra.: cortége]:
1.)
avlu, bahçe, saray,
yada gerilmiş ip, 3.) [Tıp] bağırsak, 4.) 2.)
maiyet, 3.)
törensel bir geçiş.
bağ, ip. korteks [Lat.: cortic > cortex]: 1.) ağaç
Kordon 2 [?]: İzmir’de bir sahil şeridi. kabuku, kabuk gibi, 2.) [Bedenbilim] bir
koreograf [Yun.. choreia + graphein > iç organın dış tabakası, özellikle
Fra.: choroegraphe]: bir dansın plan ve beynin gri maddesinin dış zarı, 2.)
hareketlerinin tasarlanması. [Yaşambilim] bitki dokusunun düş
koridor [Lat.: currere > İsp.: corridor > yüzeyi.
1.)
Fra.: corridor]: koşmak, 2.) yarış kortizon [Lat.: cornic > cortex > Fra.:
2.) 1.)
yolu, [Mimari] uzun bir hol. cortisone]: [Tıp] böbreküstü
korkak: çekingen, küre, namert, bezlerinin salgıladığı hormon, salgı,
2.)
ürkek. iltihaplı hastalık ve böbreküstü
korkma: çekinme, perva, panik, bezlerin yetersizliğinde kullanılan bir
tırsma, ürkme, ürkü. hormon, salgı.
korku [ÖzTür.]: ürkü, panik, yürüken koru: 1.) küçük orman, küçük ormanlık
düşme ~su: bazofobi, ~ salma: alan, 2.) [?] süslü gezi arabası.
tedhiş, teör, korugan [?]: mazgallı silah atma yeri.
korkutma: ürküme. Koruk [?]: ekşi üzüm.
kormos [Yun.]: kütük. koruma: 1.) muhafaza, saklama, 2.)
korna [Lat.: cornu > İtl.: corno]: 1.) müdafaa, savunma.
boynuz, 2.) boynuzdan yapılan boru, korumak: muhafaza etmek,
3.)
[Otomotiv] düdük, klakson. saklamak.
kornea [Lat.: cornu > Fra.: cornea]: göz koruyucu: 1.) muhafazakar, tutucu, 2.)
yuvarlağının saydam dış tabakası. gardiyan, güvenlik elemanı, muhafız,
3.)
korner [İng.: corner]: [Futbol] köşeatışı. hami.
kornet [Lat.: cornu > Fra.: cornette]: korvet [Fra.: corvette]: 1.) konvoy
dondurma külahı. görevinde kullanılan küçük, hızlı bir
korniş [Lat.: corona > Fra.: cornice]: 1.) İngiliz savaş gemisi, 2.) [Otomotiv]
taç, taça bzenzer, 2.) alınlık, çatı küçük, hızlı, spor türü bir araba.
çıkıntısı, 3.) perde asma rayları. kosa [?]: uzun saplı orak.
kornişon [Lat.: cornu > Fra.: cornichon]: kosantrasyon [Lat.: com + centrum +
1.)
boynuz, 2.) boynuza benzer, atus > Fra.: concentration]: bir noktada
bounuz gibi, 3.) üzeri dikenli ufak, bir toplama, odaklaşma, yoğunlaşma.
tür turşuluk hıyar, salatalık. kosinüs [Lat.: co + sinus + > Fra.:
1.)
koro [Yun.: choros > Lat.: chorus > corus cosinuse]: [Trigonometri] merkezi
> İtl.: coro]:
1.)
birlikte söylenen şarkı, orjin olan bir birim yarıçaplı çember
2.)
şarkı söyleyen gurup, 3.) çok sesli üzerindeki bir noktanın x eksenine
1.)
müzik. göre koordinatıdır, “Cos”
koroner [Lat.: corona > Fra.: coronaire]: kısaltmasıyla gösterilir..
1.)
taç, taça bzenzer, 2.) [Bedenbilim] koskoca: muazzam.
kalp kaslarına kan taşıyan damarlar. koskocaman: büyük, geniş.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 202 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

kosmos [Yun.]: 1.) dizi, düzen, emir, kozmetik [Yun.: kosmos + ikos > Fra.:
kural, nizam, sıra, usül, yol, 2.) alem, cosmetique]: güzelleşetirme yada
cihan, evren, kainat. yüzdeki kusur ve pürüzleri giderme
kostak: battal, böke, civanmert, işi.
kahraman, kostak, şampiyon, yiğit. kozmik [Yun.: kosmos + ikos >
1.)
kostik [Yun.: keiein + ikos > Fra.: cosmique]: evrenle ilgili, 2.) geniş.
1.)
caustique, Biokimya]: dokuların Kozmoloji [Yun.: kosmos + logia > Fra.:
kimsayal eylemle yanması, cosmologie]: bir bütün olarak evrenin
paslandırıcı, 2.) acıtıcı, yakıcı. fiziki yapısı, biçimi vb durumuyla
kostüm [Lat.: consuetudo > Fra.: ilgilinen bilimdalı, Evrenbilim.
1.)
costume]: belli bir zamanyada kozmonot [Yun.: kosmos + nautes > [?]
ülkeye özgü gitim biçimi, 2.) bu > Rus.: космона́вт > Fra.: cosmonaute]:
türden yapılmış farklı biçimlerdeki astronotun Rusça’sı.
giysiler. kozmopolit [Yun.: kosmos + polis > Fra.:
1.)
koşa [Halkdili]: eş, benzer, ikiz. cosmopolite]: her din, dil ve
Koşer [İbr.]: 1.) münasip, uygun, 2.) kültürden olanların bir arada yaşadığı
Yahudi dini kurallarına göre kent, 2.) karışık ve kalabalık büyük
hazırlanmış gıda ürünleri, 3.) buna kent.
göre verilmiş yetki belgesi. kozmopolitan [Yun.: kosmos + polis >
1.)
koşut: müvazi, paralel. Fra.: cosmopolitan]: tüm dünyayla
kot: 1.) pamuklu bir kumaş 2.) bu ilgili yada ondan bir şeyler olan, 2.)
kumaştan yapılan pantolon, bluejean dünyalı, evrenkentli.
yada jean. kozmoz [Yun.: kosmos > Fra.: cosmos]:
kota [Lat.: quota pars > İng.: quota]: evren, kainat.
kontenjan sayısı, sınırlama sayısı. kök: cevher, öz, töz.
kotan [Gür.]: çok büyük pulluk, saban. kökboyası: [?] alizarin.
kotlet [Lat.: costa > Fra.: cautlette]: köken: kaynak, orijin, kelime ~i:
biftek. etimoloji.
koton [Arp.: qulun > kudn [‫ > ]نطق‬Lat.: ? Köksal [köksalsın]: bir erkek adı.
1.)
> Fra.: cotton]: tohumları köktenci: radikal.
çevresinde beyaz renkli lifleri olan ve köle: bende, kul.
bundan iplik yapılan bir bitki, pamuk köm: bak. kom.
bitkisi, 2.) bu bitkiden elde edileniplik kömür: ~ türleri: kok, linyit, ince
yada kumaş, pamuklu. yanmış ~: kor.
kotyle [Yun.: ?]: boşluk, kovuk, oyuk.
köpek: it, kelp, köpeği ava
kov: çekiştirme, yerme.
alıştırma: bav, ~ yiyeceği: yal, av
kova: bakraç, helke, sitil.
kovan: 1.) arıların bal yaptığı kutu, 2.) köpeği: barak, kıvırıcık tüylü ~:
mermi haznesi. kaniş, bir ~ duruşu: salta, bir ~
kovma: def. buyruğu: apora, ~ yavrusu: enik,
kovmak: defetmek. köpeğin boğazındaki demir: ıltar,
kovulmuş: lanetlenmiş, lain. ~ Türleri: Avköpeği (Barak), Barak
koy: küçük körfez, haliç, körfez. (Avköpeği), Buldok, Çobanköpeği, Fino,
koyak: [Evrenbilim] vadi. Kangal, Kaniş, Karabaş, Kurt, Mastı,
Pomerenya, Seter (İngiliz Köpeği), Tazı,
koyma: yerine ~: ikame.
Yabanköpeği,
koyu: sulu karşıtı. köprü [ÖzTür.: köpür]: 1.) akarsular
koyun: bir evcil hayvan, bir tür ~: üzerine kurulan ahşap, beton yada
herik, yaban ~u: argali, ~ sürüsü: demirden geçiş yolu, 2.) iki şey
davar, ~ yatağı: gelembe, yaban arasındaki bağ, 3.) bir tür diş protezi,
~u: argali, ~ Türleri: Argali (Yaban ~nün bir bölümü: tabiye, ~ yol:
Koyunu), Herik, Karaman, Merinos, viyadük.
koz: 1.) ceviz, [Kozlu, Kozyatağı], ~ kör 1 [Halkdili]: bak. gör.
oyunu: ceviz oyunu, 2.) avantaj. kör 2 [?]: 1.) ama, gözleri görmeyen, 2.)
3.) 4.)
koza: tohum kabı. anlayışsız, kapalı,
kozhelve: cevizhelva, nugat. kullanılmayan,
körebe: bir çocuk oyunu.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 203 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

köreşe [Halkili]: kardaki buz tabakası. krater 2 [Yun.: krater > Fra.: crater]:
körfez 1 : üc tarafı suyla kaplı kara, yanardağ ağzı.
koy, haliç, küçük ~: koy. kratinizm [Fra.: chretien > cretinisme]:
Körfez 2 : İzmit Yarımca’nın ilçe biçim bozukluğu yada bönlüğe
olduktan sonraki adı. yolaçan tiroyit salgı yetersizliği
körpe [Mecazi]: genç, güzel kız. hastalığı.
körük [?]: ? kratos [Yun.]: 1.) erk, güç, kuvvet, 2.)
kös: 1.) davul, 2.) Osmalı’da savaş adet, kaide, 3.) hüküm, kanun,
davulu. yönetim, 4.) usül, tüzük, yol.
kösele [Far.: gosele.]: tabaklanmış deri, kravat [Hır.]: boyun bağı, bir ~ türü:
meşin. papyon.
kösnül: erotik, şehevi. kreasyon [Lat.: creare > Fra.: creation]:
1.)
köşe: dirsek. yaratılmış olanlar, 2.) evren, 3.)
köşeatışı: [Futbol] korner. [Moda] yeni giysi tasarımları, yaratı.
köşeyazısı: makale. kredi [Lat.: credere > Fra.: credit,
köşk 1 : 1.) kasır, 2.) Batı dillerindeki Bankacılık]:
1.)
güven, güvence, inanç,
2.)
[Kiosk] köşk’ten gelir, süslü ~: itibar, şan, şöhret, 3.) övme,
4.)
kaşane. yüceltme, [Saymanlık] alacak
5.)
Köşk 2
: Ankara, Çankaya hesabı, ödünç verilen yada alınan
Cumhubaşkanlığı Köşkü. para.
kötek [Arp.]: dayak, patak. krema [Yun.: charisma > Fra.: creama]:
1.) 2.)
kötü: fena, kem, madara, sevimsiz, kızartılmış yağ, sütün
kötülük: fenalık, şer, zarar. kaynatılması sonrası elde edilen yağ
kötüniyet: adavet, artniyet, buğz, tabakası, kaymak, 3.) bir tür tatlı.
düşmanlık, garaz, garez, hasımlık, krematori [Lat.: cremare + orius >
husumet, kin, nefret. crematorie]: ölüleri yakma ocağı yada
köy: küçük yerleşim yeri, ~ün yeri.
zengini: aga, küçük ~: tol. Kremlin [Rus.: Кремль > B.D.: Kremlin]:
1.)
kale, şato yada kale bulunan yer,
köz [?]: küçük kor parçası. 2.)
Rusya’nın yönetim merkezi,
kpez: deniz kıyısı kayalığı, kaya,
Moskova.
kayalık.
krep [Lat.: crispus > Fra.: crêpe, Dokuma]:
kraker [İng.: craker]: 1.) çıtır, kıtır, 2.) 1.)
ipek yada yünden ince, kıvır kırvır
küçük parçalar biçiminde pişirilen
bir kumaş, 2.) çok ince kıvrımöı bir
bisküvi.
kağıt, 3.) buruşuk, yumuşak lastik, 4.)
kral [Rus.]: bey, hükümda, padişah, ~
yuvarlak, içi dolu ince bir pankek, bir
sayarı: bazilika. tür Fra.nsız tatlısı.
kraliçe [Rus.]: ece. krepon [Fra.: crepone]: [Dokuma] kıvrımlı
krallık [Rus. + lık]: beylik, emirlik, kumaş.
ilbeylik, imparatorluk, sultanlık, kreş [Fra.: chreche]: çocuk yuvası.
şeyhlik. kretein [Yun.]: idare etmek, yönetmek.
krambe [Yun.]: lahana. kreton [Fra.: chretone]: bir tür keten.
kramp [Fra.: crampe]: 1.) gerilim yada krif [Yun.]: bak. kryptein.
aşırı soğuk nedeniyle kasların ani kriket [İng.: criket]: bir İngiliz oyunu,
kasılması, 2.) karın bölgesinde oluşan kriko [İtl.: cricco]: kaldıraç.
kasılma yada ağrı, kasınç. kriminal [Lat.: crimen + al > Fra.:
krampon [?]: futbol ayakakbı criminale]:
kabarası. Kriminoloji [Lat.: crimen + Yun.: logia
kranion [Yun.]: kafatası. [λογία] > Fra.: criminologie]: suç ve
kranyum [Yun.: kranion > Fra.: cranium, suçluları inceleyen bilimserl çalışma.
Bedenbilim]: beynin bulunduğu krinein [Yun.]: 1.) ayırmak, ayırt
taraftaki kafatası. etmek, tefrik etmek, 2.) anlamak,
kratein [Yun.]: idare etmek, görmek, idrak etmek, farkına
yönetmek, hükümran olmak. varmak, sezmek.
kraten [Fra.: chretein > cretin]: troyit kripto [Yun.: kryptos > Fra.: criptau]:
hastası. gizli belge.
krater 1 [Yun.]: çanak, yuvarlak şey.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 204 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Kripton [Yun.: kryptos [?] > Fra.: kripton: tekrarlanan bir rahatsızlık, 2.) uzun
Kr]: tek atomlu, renksiz ve kokusuz süredir bir rahatsızlığı olan, 3.)
bir gaz elementi geçmeyen, müzmin, tekrarlayan, 4.)
kristal [İbr.: ghbsh > Yun.: kryos > alışkanlıkla ilgili.
kystallos [?] > Lat.: crystallus > Fra.: kronikal [Yun.: chronika > Fra.:
1.)
crystall]: parlak, saydam bir chronical]:
1.)
tarihi olaylar, annals, 2.)
madde, billur, 2.) parlak ve saydam tarihi olayları tarihi sıtasıyla
bir cam, 3.) saat camı olarak kaydetme.
kullanılan malzeme. krono [Yun.: chronos > B.D.: chrono]:
kristalin [Yun.: kryos [?] > Fra.: bak. chrono.
1.)
crystalline]: kristallerden yapılmış, Kronoloji [Yun.: chronos > Fra.:
2.)
yapı, parlaklık ve saydamlık chronologie]:
1.)
zaman ve olayların
bakımından kristale benzeyen madde zamanlaması ile uğraşan bilimdalı, 2.)
yada şey. olayları oluş zamanlarına göre dizme
kristalize [Yun.: kryos [?] > Fra.: veya sıralama.
1.)
crystallisè]: kristaline benzetme kronometre [Yun.: chronos + metron >
yada dönüştürme, 2.) billurlaştırma Fra.: chronometre]: oldukça duyarlı bir
yada saydamlaştırma. zamanölçer, zamanölçer.
kristhos [Yun.]: 1.) yağlanmış kişi, 2.) kros [Lat.: crux > Fra.: cross]: kır
kutsal yağla sıcanmış, yağlanmış kişi. koşusu,
Krişna [Hin.]: 1.) Hinduizm’de bir tanrı, krupiye [Fra.: croupier]: kumar
2.)
Vişnu’nun biçiminde olan Hint masasını yöneten görevli.
tanrısı. kryos [Yun.]: 1.) soğuk, 2.) buz,
kriter [Yun.: krites > Fra.: criter]: kıstas, buzlanma, don.
ölçüt. kryptein [Yun.]: gizlemek, saklamak.
krites [Yun.]: yargıç. kryptos [Yun.]: gizli, saklı.
kritik [Yun.: krinein + ikos > Fra.: kseros [Far.: ksērós [?]]: kuru.
1.)
critique]: meslek olarak yazın ve Ku [İtl.]: İtalyan Abecesinin 15. harfi,
sanat eserleri hakkında eleştiri [Q, q].
yazan, 2.) hata bulan kişi, 3.) duyarlı, kuaför [Fra.: cuaffeur]: 1.) bayan
hassas, 4.) buhrana, krize yol açıcı. berbari, 2.) berber, güzellik salonu.
kriz [Yun.: krinein > Fra.: crise]: buhran. kubbe [Arp.: []?]: 1.) dünya biçimli,
krizantem [Yun.: chryssos + anthemon küre, 2.) [Mimari] yapılarda çatı
Fra.: chrisanthemum]: gösterişli örtmede kulanılan ve yarım küre
çiçekleri olan ve çok geç çiçek açan biçimli bölüm, 3.) kümbet.
bir bitki. Kubilay [?]: bir erkek adı.
krizm [Yun.: chrisma > Fra.: scrisme]: kucak: ağuş.
vaftiz ayininde kullanılan kutsanmış kudred [Arp.: kudred]: bak. kudret.
yağ. kudret [Arp.: kudred]: 1.) erk, iktidar, 2.)
krokadilos [Yun.]: kertenkele. [K] bir erkek adı.
krokos [Yun.]: safran. kuhl [Far. > Arp.]: bak. kohl.
krom 1 [Yun.: chroma > Fra.: chrome]: kuka [?]: i., nakış ipliği yumağı.
bak. chrome. kukumankuşu: i., [Kuşbilimi: ?] baykuş,
krom 2 [Yun.: chroma > Fra.: chrome; Cr]: puhu.
kromyum yada kromyum alaşımı. kul [Arp.: ?]: i., bende, köle.
kromo [Yun.: chroma + soma > Fra.: kulaç [?]: yüzmede atılan kol aralığı.
chromo]: bak. chromo. kule [?]: yüksek yapı.
kromozom [Yun.: chroma > Fra.: kulis [Fra.: coulice]: 1.) tiyatroda sahne
chromosome]: gen taşıyan çubuk- gerisi, 2.) bir konuda geri planda
biçimli mikroskobik biçimvericiler. konuşulanlar.
Kromyum [Yun.: chroma > Fra.: kullanılmış: emektar, eski.
chromium; Cr]: paslanmaya dayanıklı kullanım: kullanma, ~ süresi: miat,
sert metalik kimyasal bir madde. kulluk: boyunduruk, hizmet.
krone [Yun.: krōnē]: çiçekten demet, kulomb: bak. coulomb.
taç. kuluçka [Bul.]: 1.) gurk, 2.) yavrulama,
kronik [Yun.: chronos + ikos > Fra.: yavrulama dönemi.
1.)
chronique]: uzun süren yada
kum 1 [?]: kaya tozu, renkli bir ~: rıh,

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 205 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Kum 2 [?]: İran’da Şiirler’in kutsal saten, sert, ipekli ~: brokar, nafta,
kenti, [Qom]. sık dokulu ~: çuha, yapma ~ türü:
dumsal: denizkıyısı, plaj, sahil. lasteks, yünlü bir ~: sof,
kuma: aftoz, cariye, gaco, halayık,
kumpanya [?]: 1.) 2.) ?.
kapatma, metres, nikasız kadın,
kumpas [Fra.: coumpasse]: 1.) [Teknik]
odalık.
çap pergeli, 2.) [Basım] ölçüm çubuğu,
kumandan [Fra.: commandament]: 3.)
değerlendirme ve hesaplama, 4.)
komutan.
dalavere, gizli plan, hile.
kumar 1 [Arp.: kımar]: parasına
kumru [Arp.: kumri.] [Kuşbilimi:
oynanan oyun, ~da artan para: Streptopelia turtur]
1.)
hakuran, üveyik
vido, ~ türleri: Bakara, Barbut, Poker, benzeri bir kuş, 2.) [K] bir bayan adı.
Rulet, Zar. kumul: eksibe.
Kumar 2 [Hin.]: bir Hint erkek adı. kundak 1 : 1.) bebek sarma bezi, 2.)
kumarcı [Arp.: kımar + cı]: parasına kundak 2 [Rum. ? > Tür.]: silah yada
oyun oynayan, ~nın kazancı: mano, topun hareketli kısmı.
kumaş [Arp.]: 1.) dokuma, 2.) çeşitli kundakçı [Rum. ? + çı]: 1.) top
amaçlarla kullanılan dokuma, ~ mühimmatçısı, 2.)
gizli plan
katı: astar, ~ Türleri: Aba (Kalın ve düzenleyicisi.
Kaba Kumaş), Abani (İpekli Kumaş), Alpaka kundura [Rum. ? > Tür.]: ayakkabı,
(Lama Yününde Kumaş), Amerikan, Atlas papuç, yemeni.
(İpekli Kumaş), Basma, Bez, Branda Bezi,
Briyantin (Parlak ve Şeffaf Kumaş), Brokar
kunduz 1 [Arp.]: [Hayvanbilim: Castor
(Kemha), Bürümcük (İpekli Kumaş), Canfes, fober] kastor.
(Sert İpekli Kumaş), Çatma (Döşemelik Kunduz 2 [Arp.]: Afganistan’da bir
Kumaş), Çatma Kadife, Çitar (Çizgili kent, [Qunduz].
Kumaş), Çitari (Çizgili Kumaş) Çuha (Sık
Dokulu Kumaş), Damasko, Diba (İpekli
Kungfu [Çin.: kung fu]: Çin usulü bir
Kumaş), Dimi (Pamuklu Kumaş), Ekose dövüş sanatı.
(Kareli Kumaş), Elifi, Flanel, Hasse kunt [Far.]: kip, dayanıklı, sağlam.
(Patiska), Hatai (İpekli Kumaş), Hare (İpekli kup [Lat.: colaphus > Fra.: coup]: 1.) giysi
Kumaş), Helali, Hilali Canfes(İpekli Kumaş),
İpek, Jarse (Esnek Yün Kumaş), Kadife,
kesmimi, 2.) bir tür tatlı.
Keçe (Keçi Kılından Yapılma Kumaş), kupa [Lat.: cupa > İtl.]: 1.) koç, koç başı,
2.)
Kapitone (Döşemelik Kumaş), Keşmir (Yünlü kulplu bardak.
Kumaş), Kirpas (Pamuklu Kumaş), Kot kupe [Fra.: couper > coupè]: iki kapılı,
(Pamuklu Kumaş), Krep (İnce Kumaş),
Krepon (Kıvrımlı Kumaş), Kutnu (İpekli
spor türü araba.
Kumaş), Lasteks (Yapay, Yapma Kumaş), kuple [Fra.: couplet]: bir şarkının
Maranta (Ararot Kumaşı), Miskali Boğazı nakarat bölümü.
(Pamuklu Kumaş), Muare (Damalı, Hareli kupon [Fra.: coupone]: 1.) kesik, kırpık,
Kumaş), Moher (Tiftik Yünlü Kumaş), Nafta 2.)
(Sert İpekli Kumaş), Opal, Organze (İnce
faiz ödemeli bir bononun ayrılabilir
3.)
Kolalı Kumaş), Otoman (İpekli Kumaş), yada kapartılabilen bölümü,
Patiska (Hasse), Pazen, Penye, Reye hediye, indirim yada başka türden
(Çubuklu Kumaş), Sandal (İpekli Saten anataj sağlayan bir belge.
Kumaş), Seraser (İpekli Kumaş), Saten
(Parlak Pamuklu Kumaş), Sof (Yünlü Kumaş),
kur 1 [Halkdili]: hayırsız, iyilik bilmez,
Şal (Yünlü Kumaş), Şal Şepik, Şile Bezi, nankör, uğursuz.
Tafta (Sert İpekli Kumaş), Tarlatan, Triko kur 2 [Erm.: ?]: 1.) ahlaksız, budala, 2.)
(Yünlü Kumaş), Tülbent (Pamuklu Kumaş), çapkın, sefih, ~ yapma: ?
Tüvit (Taranmış Yünden Kumaş), Vala (İpekli
kur 3 [? : ?]: [Ekonomi] yabancı paraların
Kumaş), ~ta kıvrım: pli, ~taki tel tel
yerel paraya göre gündelik değerleri.
iplik: taraz, bir tür ~: patiska kura [Arp.: kur’a]: 1.) ad çekme, çekiliş,
(hasse), değerli yün ~: şal, desenli keşide, 2.) aynı zamanda yapılan.
pamuklu ~: Amerikan bezi, basma, kurabiye [Arp.: gurabiye]: badem yada
patiska, pamuklu bez, ensek yün cevizle yapılan bir hamur işi.
kumaş: jarse, ipekli bir ~: brokar, kural [ÖzTür.]: 1.) koruma, muhafaza,
2.)
işlenmiş ~: aplika, kalın kaba ~: ilke, düstur, kaide, ~ dışı: ayrık,
aba, kareli ~: ekose, kıvrımlı ~: istisna, istisnai, müstesna, ~lara
krepon, nadaslı ~: herk, pamuklu uygun olan: norm, genel ~: düstur,
bir ~: dimi, parlak pamuklu ~: kaide, genel ~: düstur, kaide, ~
dışı: istisna.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 206 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

kuraldışı: ayrık, müstesna. Ornitoloji, ~ barınağı: yuva, ~


kurallı: kaideli. yemi: dane, ~un ağzı: gaga, biraz
kuram: teori. büyümüş ~: palaz, ~ yuvası: uş, ~
Kuran-ı Kerim [Arp.]: Kur’nda sure
üretme odası: salma, bir deniz ~u:
cümlesi: ayet, Kur’an’ı baştan
sona okuma: hatim. karabatak, ~ tutma değneği: ökse,
kurbağa: [Hayvanbilim: Uranoscopus at kılındna yapılmış ~ kapanı:
scaber] hem karada hem de kılcan, ~ Türleri: Agami, Atmaca, Baykuş
tatlusularda yaşayan canlı, ~ (Puhu), Bülbül, İskete, Karga, Kartal,
Kanarya, Kartal, Martı, Saka, Saksağan,
yavrusu: iribaş. Serçe, Sığırcık.
kurbağacık: [Teknik] somun anahtarı, kuşak: 1.) cenerasyon, göbek, nesil, 2.)
Kurçatovyum [Lat.: ? > Fra.: Ku]: bele takılan dokuma bir şerit, 3.)
Kurdela [İtl.: cordela]: [Dokuma] geniş [Spor] güreş, karate vb aşama yada
ipekli şerit. derece.
kurgu: [Sinema] montaj. kuşane [Far.: kûş + hâne > kûşhâne]: i.,
kurlağan [?]: [Tıp] dolama, etyaran. 1.)
şahin avcısı, 2.) yayvan, küçük
kurma: prefabrik. tencere.
kurmay: [Askeriye, ordu] erkanbaşı, kuşatma: abluka, ihata, muhasara.,
erkanıharp. kuşatmak: ablukaya almak, ihata.
kurna [Arp.]: 1.) çeşme, musluk, 2.) Kuşbilimi: Ornitoloji.
hamamda taş tekne. kuşkonmaz [kuş konmaz]: b.i.,
kurnaz [?]: 1.) cin, hin, 2.) gizli, kurnaz, [Bitkibilim: Asparagus officicinalis]
sinsi. asparagus, bir süs bitkisi.
kuron [Fra.: courone]: diş kaplaması. kuşku: i., şek, şüphe.
kurs [Lat.: currere > Fra.: course]: 1.) kuşpalazı: i., [Tıp] difteri.
cihet, istikamet, yön, 2.) ders, 3.) kut 1 [Arp.]: i., besin, gıda.
gidiş, rota, izlenecek yol. kut 2 [Arp.]: i., hisar, kale, şato.
Kurşun [Lat.: ? > Fra.: ?, Pb]: 1.) ?, 2.) kut 3 [Arp.]: i., baht, kader, felek,
mermi, kısmet, mut, şans, talih, takdir,
Kurtaçovyum [Lat.: ? > Fra.: Kr]: ? uğur.
kurtçuk: larva kutan [Gür.: kotan]: 1.) ? 2.) i., [Kuşbilimi:
kurtlu: 1.) kurtlanmış, 2.) [Mecazi] kıpır Carduelis carduelis] saka kuşu.
kıpır, sürekli kıpırdayan, eyrinde kutlama: tebrik.
duramayan. kutsal: mukaddes.
kurtulmalık: fidye. Kutsal Roma İmparatorluğu: Holy
kurtuluş: düzelme, iyileşme, onma, Roman Empire: İ.Ö. 962-İ.S. 1806
reha, salah. yılları arasında Orta batı Avrupa’da
kurucu: bani. hükümran olan imparatorluk.
kurufasulye: akbakla. kutsama: i., [Din] takdis.
kurul: asamble. kutsamak: f., takdis etmek.
kurum: 1.) enstitü, kuruluş, müssese, kutu [Rum.: koyti & kouti [κουτί]]: 1.) ? 2.)
2.) 3.) 3.)
enstitü, resmi daire, i., kapalı kap, s., kutu hacmi, 4.)
4.)
böbürlenme, tafra, baraka, eğreti i., elektrik bağlantı kutusu, buat, 5.)
yapı, kurum. i., birikme noktası, toplanma yeri.
kurumak: ıslaklığını kaybetmek, kutup [?]: dünyanın en tepesi yada en
kurumaya yüz tutmuş: kavruk. altı, Kuzey Kutbuyla ilgili: arktik.
kuruntu: vehim. kutur [Geometri]: çap, daire ve kürede
kurye [Lat.: currere > Fra.: curier]: 1.) çap.
haberci, tatar, ulak, 2.) her tür kuvvet [Arp.]: 1.) can, derman, dirlik,
kıymetli evrak ve haberleşme verisini erk, güç, hal, mecal, takat, 2.) [Fizik],
3.)
taşıyan hızlı posta hizmeti firması. [Askeri] Silahlı Kuvvetler.
kuskun [?]: eyere bağlanan kayış. kuvvetlendirme [Arp. + dirme]:
kusturucu: ematik, istifrağ ettirici. tahkim.
kusur [Arp.: ‫]وصقر‬: 1.) hata, yanılgı, kuvvetlendirmek [Arp. + dirmek]:
yanlış, 2.) ayıp, eksik, defo. tahkim etmek.
kuş: [Kuşbilimi] uçucu canlılar, ~un su kuyruk: hayvanların gerisinde çıkıntı,
kabı: suluk, ~ Bilimi [Kuşbilimi]: ~ sokumu: uca.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 207 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

kuytu [Halkdili]: aşıt. külhanbeyi [Far.: külhân + Türk.: beyi]:


kuyu: 1.) toprağa kazılan çukur, 2.) apaş, kabadayı, ~ ağzı: argo.
içme-sulama suyu çukuru. külek [Halkdili]: ?
kuyum [Arp.]: külliyat [Arp.: külliyât]: 1.) bütünü,
kuyumcu [Arp. + cu]: sarraf. tümü, 2.) bir yazarın tüm eserleri, 3.)
kuzen [Lat.: com + soror > Fra.: cousine]: genel, evrensel şeyler, evrenseller.
1.)
amca yada halanın çocukları, 2.) külliye [Arp.]: 1.) okul, cami, psikiyatri
böle, yeğen. bölümü, hastane, aşhane vb’de
kuzey [?]: [Evrenbilim] 1.) şimal, 2.) [K] oluşan bir kurumun toplu yapıları, 2.)
bir Türk erkek adı. kompleks.
Kuzgun kılıcı: [Bitkibilim: Giladiolus] külliyen [Arp.]:
1.)
bütünüyle,
kılıççiçeği, kuzgunotu, keklikçiğdemi. tamamen, tümüyle, 2.) kesinlikle
Kuzgun otu: [Bitkibilim: Giladiolus] değil, tamamen tersi.
kılıççiçeği, kuzgunkılıcı, külliyet [Arp.]: 1.) bütünlük, tamlık,
keklikçiğdemi. tümlük, 2.) bol, büyük miktarda olan.
kuzine [Lat.: coquere > Fra.: cuisinè > küllük: sigara izmarit kabı, kül kabı,
İtl.]: mutfak sobası. tabla.
Kuzu kulağı: [Bitkibilim: Cyclamen] külot [Fra.: culotte]: [içgiyim] don, slip.
buhurumeryem çiçeği, tavşankulağı, kült [Lat.: cultus > Fra.: culte]: 1.) dinsel
karabuğdaygilelrden bir bitki. tapınma sistemi, tapınma, tapma, 2.)
kuzu: koyun yavrusu, ~ eti yemeği: bir kişiye, ilkelere vb kendini adama.
kapama, bir yıllık ~: toklu. kültür [Lat.: cultus > Fra.: culture]: 1.)
2.)
Küba [?]: ABD’nin batı sahilinde bir toprağın işlenmesi, [Tıp]
ada ülkesi, [Cuba], ~ dansları: hazırlanmış bir bileşiğin içinde
habanera, rumba. bakteri benzeri şeylerin geliştiirlmesi,
3.)
küçü kitap: broşür, kitapçık, risale, düşünce, davraniş vb şeylerin
Küçük Asya [Tür. + Yun. > İtl.]: geliştirilmesi, 4.) belli bir ulusun,
Karadeniz ile Akdeniz arasında kalan dönemin yada uygarlığın sanatı,
topraklar yani Anadolu toprakları. yaratıcılığı, ekin, hars.
1.)
[Asia Minor]. külüstür [Rum.: ?]: teklifsiz
2.)
küçük: ~ görmek: aşağılamak, hakir konuşma, bakımsız, eski-püskü,
görmek, tepeden bakmak. haşat.
küf [?]: 1.) ıslaklık, nem yada rububette kümbet 1 [Far.: gümbed]: 1.) kemer, 2.)
çürüme kokusu, 2.) peynir mantarı, ~ kubbe, yuvarlak çatı, 3.) küçük tahıl
saklama taşyapısı, 4.) küçük kubbeli
kokan: sasi.
mezar yapısı, 5.) kubbemsi kaabrtı, 6.)
küfe [Arp.: kuffe]: örme taşıma sepeti.
[Mecazi] arka, geri.
Kükürt [Tür.: kükürt & Lat.: sulpur,
Kümbet 2 [Far.: gümbed]: Bilecik,
sulphur, sulfur > Fra.: sulfure; S]: [Kimya]
1.) Gölpazarı’na bağlı bir köy.
sülfür, 2.) limon sarısında bulunan
küme: 1.) öbek, tomar, yığın, 2.) ekip,
ametal, yalın katı cisimli kimyasal bir
grup, küme, takım.
element.
kümes [Rum.: ? > Türk.]: kanatlı evcil
Kükürt dioksit [Tür.: kükürt & Lat.:
sulpur, sulphur, sulfur + dioxide > Fra.: hayvan barınağı.
sulfure dioxide]:
1.)
soğutucu, kümülüs [Lat.: cumulus > Fra.:
1.)
koruyucu ve beyazlatmada kullanılan cumuluse]: küme, öbek, 2.)
sülfirik asit yapımında kullanılan [Evrenbilim] öbek bulut, yığın bulut.
kokusuz bir sıvı, 2.) çevreyi aşırı künde [Far.]: 1.) [Güreş] bukağı, pranga,
2.) 3.)
kirletici bir gaz. [Güreş] aldatma, hile, ateş
kül 1 : ateş artığı, ~ rengi: gri. etmek için engel oluşturma, 4.)
5.)
kül 2 [Arp.]: bütün, tüm. çömlekçi diski, [Mecazi] al,
külah [Far.: külâh]: 1.) konik şapka, 2.) dalavere, desise, dolap, düzen,
yangınsöndürücü kapak, 3.) konik entrika, hile, kaşkariko, kolpo,
kağıt kese, 4.) al, desise, hile 5.) bir komplo, künde, numara, oyun.
mianrenin en üst çatısı. künk [Far.]: betondan kalın su borusu.
külhan [Far.: külhân]: hamamın atık künt [?]: ağır, kalın.
yada kül deposu. künye [Arp.]: kimlik bilgileri.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 208 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

küp [Yun.: kybos > Fra.: cube]: altı eşit asma fidanı, 4.) ana defter, resmi
köşesi bulunan katı madde. kayıt defteri, 5.) nüfus kağıdı ana bilgi
küpe: iğne, klips. kaydı, 6.) kütük demir, 7.) görgüsüz
küpeçiçeği: [Bitkibilim: Fuchisia hybrida] kişi.
küpeli çiçek. kütüp [Arp.: kütüb: kitab’ın çoğulu]: ç.i.,
1.)
küpeşte [Rum.: koupasti]: [Denizcilik] kitaplar, yazılmış şeyler, 2.)
güverte üstündeki bordo kaplaması. belgeler, genelgeler, kanunlar,
kür [Lat.: cura > Fra.: cure, Sağlık]: 1.) yasalar, kütübü edebiye [Arp.:
iyileşme, şifa bulma, şifa, 2.) özel kütüb-i edebiye]: ç.i., Edebiyat
tıbbi tedavi yöntemi. kitapları, Yazın kitapları.
kura [Far.: kûra]: ocak. küvez [Fra.: cuvese]: yeni doğan
kürar [Lat.: cura > Fra.: curere]: bitkisel bebekler için gereç.
zehir. kyan [Yun.]: koyu mavi, lacivert.
kürdan [Fra.: ?]: diş temizleme kyano [Yun.]: koyu mavi, lacivert.
çubuğu. kyanos [Yun.]: yeşilimsi mavi.
küre 1 [Arp.]: dünya, yeryüzü. kyansos [Yun.]: mavi.
küre 2 [Arp.: kûre]: çamur fırını. kyathos [Yun.]: bir kap yada kase.
küre 3 [Far.: kurre]: 1.) sıpa, tay, 2.) kybernan [Yun.]: doğrultmak, dümen
acemi, bilgisiz, toy kişi. kullanmak, idare etmek, seyretmek,
küre 4 : çekingen, korkak, namert, yönetmek, sevk ve idare etmek, yön
ürkek. vermek.
kürek [ÖzTürk.: kürgek]: i., 1.) toprak kybernetes [Yun.]: dümenci.
yada kum atma gereci, 2.) kayık yada kygies [Yun.]: sağlıklı.
ahşap gemiyi denizde yüzdürme kyklaminos [Yun.]: buhurumeryem
gereci, 3.) [Bedenbilim] bir kemik adı, ~ çiçeği, siklamen, tavşankulağı.
mahkumu: forsa, kyklos [Yun.: κυκλώς]: daire, yuvarlak,
kürk: i., hayvan derisi, post, ~ teker.
kayvanları: as, Ayı, Kakım, Karsak, Mink, kyknos [Yun.]: kuğu.
Tiki, Vaşak, Vizon. kyliandros [Yun.]: daire, yuvarlak.
kürsü [Arp.: kürsû]: i., 1.) konuşma kymbalon [Yun.]: büyük zil.
yapmak için yükseltilmiş yer, 2.) kymbe [Yun.]: bir borunun boşluğu.
fakültede öğrenim birimi, 3.) [Halkdili] kyminon [Yun.]: kimyon.
sandalye, 4.) ana bilim dalı. kynosoura [Yun.]: köpek kuyruğu.
kürşad [Arp.]: bak. kürşat. kyon [Yun.]: it, köpek.
kürşat [Arp.]: 1.) ? 2.) ö.i., [K] bir erkek kyparissos [Yun.]: selvi, servi ağacı
adı. kyriake [Rum. & Yun.: kyriakē]: 1.)
küs: konuşmama. efendi, 2.) Allah, Rab, Tanrı, Hz. İsa.
küspe [Far.]: i., 1.) ezilmiş tohum atığı, kystis [Yun.]: çıkın, torba.
2.)
posa, 3.) pancar atığı olan hayvan kytos [Yun.]: boşluk, kovuk, oyuk.
yiyeceği, 4.) prina. ========== L =========
küstah [Far.]: 1.) haddini bilmeme,
2.) L [İtl.: Elle]: İtalyan Abecesinin 10.
kendini kendini beğenmiş,
harfi, [L, l].
şımarık, şopar.
L: Türk Abecesi’nde 15. harf.
küstahlık [Far. + lık]: gurur, haddini
la 1 [Arp.: lâ]: Arp. dilinde 1.) olumsuz,
bilmeme, kendini beğenme, kibir. 2.)
yok, 3.) sız, siz, suz, süz, 4.) başka
küstere [küstüre]: bileği çarkı. 5.)
dışı, harici, anlamlarına gelen bir
küstümotu: [Bitkibilim: Mimosa pudica]
önek. [ladini: din dışı, lamevt: ölümsüz,
bir süs bitkisi, mimoza.
lailahe: Allah’tan başka],
küt 1 : keskin olmayan.
la 2 [Far.]: ab, aqua, su.
küt 2 : kapıya vurma sesi.
La?mon: bir tür at arabası.
Kütahya [Antik: Kotiaeon, Cotiaeum, Koti,
Rum: Katyasiyum, Katiation, Osmanlı:
labada [Rum.: lápathon > lápato: λάπατον
Germiyan]: [43], Türkiye’de bir kent. > λάπατο]: i., [Bitkilim: Rumex petientia]
kütüb [Arp.: kitab’ın çoğulu]: bak. efelek.
kütüp. labellum [Lat. çoğ: lebella]: [Bitkibilim] 1.)
kütük [ÖzTür.]: 1.) çotuk, kalın ağaç dudak biçimli bir korol kısmı, 2.)
gövdesi, 2.) kesilmiş ağaç gövdesi, 3.) dudakçık.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 209 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

labi [Lat.]: 1.) akmak, akıp gitmek, 2.) lafazan [Far.: lâfzân]: boşboğaz,
kaymak, süzülmek, 3.) sessizce geveze, konuşkan.
hareket etmek, süzülüp gitmek, 4.) lagar [Far.]: etsiz, zayıf.
ayağı sürçmek, kaymak. lagos []: kaya honisi.
labi [Lat.]: kaymak, kaydırmak, lagun [Lat.: lacuna > Fra.: lagoon]: 1.) bir
sürçmek. kısmı daha büyük suya bağlı, sığ göl
labirent [Yun.: labyrinthos > Lat.: yada gölcük, 2.) kum tepecikleriyle
laborintus > labyrinthus > Fra.: denizden önü kesilmiş sığ göl.
1.)
labyrinth]: karışık şey, içinden lagün []: [Evrenbilim] deniz kulağı.
çıklmaz yer, 2.) [Bedenbilim] içkulaktaki lağım [ÖzTür.]: 1.) çukur, hendek, 2.)
girintili bölüm. hendek biçiminde tuzak, 3.)

labium [Lat. çoğ: lebia]: 1.) dudak, 2.) Osmanlı’da


[Bedenbilim] kadının cinsel organının lağv [Arp.]: bozma, geçersiz, iptal.
dudakları. lağvetme [Arp. + etme]: bozma, fek,
labor [Lat.]: çalışma, elişi, görev, iş, fesh, ilga, iptal, kaldırma.
meçguliyet, vazife. lahana [Rum.: lachano > lahano > Tür.:
laborant [Lat.: labor > Fra.: labaraunt]: lahana]: [Bitkibili: Brasicca oleracea]
laborauvar görevlisi. yenilir bir yeşillik, kelem. ~ yemeği:
laborare [Lat.]: çalışmak.
kapuska, ~ Türleri: Beyazlahana,
laboratuvar [Lat.: labor > Fra.:
Brüksel Lahanası, Karalana, Kırmızı
labaratoire]: ~ kabı: karni.
Lahana.
labrik [Kar.: labriks]: balta. lahit [Arp.: lahd]: 1.) mermer oyma, 2.)
labyrinthos [Yun.]: ünlü mimar mermerden oyma mezar, duvarlı taş
Daidalos’a Girit’te yaptırılıp türbe, 3.) sakafagus.
Minotauros’un bırakıldığı yer. lahmacun [Arp.: lahmü-l-acin]: kıymalı
lac [Lat.]: süt. pide.
lacer [Lat.]: bozulmuş, şekli bozulmuş, lahza [Arp.]: an.
vurarak parçalanmış. laik [Fra.: laic]: dinle devlet işlerinin
lacere [Lat.]: ayartmak, baştan ayrılması.
çıkartmak, yoldan çıkartmak. lain [Arp.: lâin]: kovulmuş, lanetlenmiş.
laceria [Lat.]: kertenkele. lak 1 [Far.]: sakız yapışkanı.
laceverd [Far.]: bak. lacivert. lak 2 [San.: laksa > Fra.: lacque]: bir
laci [Far.: laceverd > lacivert]: 1.) lacivert zamk türü.
renginin kısaltması, 2.) lacivert yada laka [?]: bir tür zamk.
mavi renkli takım elbise, 3.) lakab [Arp.]: bak. lakap.
lacivert [Fra.: laceverd]: azur, lakap [Arp.: lakâb]: müstear, takma ad
gökmavis, koyu mavi yada deniz [nickname, nick].
mavisi. lakayd [Arp.: kyd > lâ + kayd > lâkayd]:
lacrima [Lat.]: gözyaşı, yaş. bak. lakayt.
lacuna [Lat., çoğulu: lacunae]: 1.) aralık, lakayıt [Arp.: lâ + kayd]: aldırmaz,
2.)
boşluk, [Yaşambilim] kemikte umursamaz.
bulunan boşuk, 3.) [Yaşambilim] bitki ve lakayt [Arp.: kyd > lâ + kayd > lâkayd]:
hayvan ücreleri arasındaki boşluk. 1.)
?
2.)
kayıtsız, 3.) duyarsız, ilgisiz.
lacuna [Lat.]: havuz. lakerde [?]: palamut salamurası.
lacus [Lat.]: göl. lakin [Arp.: lâkin]: ama, amma, fakat.
laçka [İtl.: lacca]: 1.) [Denizcilik] gemi lakon [Yun.]: Spartalı.
halatının gevşetilip boşa bırakılması, laksasyon [Lat.: laxus > Fra.: laxation]:
2.)
düzeni bozulmuş, gevşek, [Tıp] bağırsakların boşalması.
gevşemiş. laksatif [Lat.: laxus > Fra.: laxative]:
ladanum [Lat.]: siyah reçine. [Eczacılık]
1.)
yumuşaklık veren, 2.)
ladini [Arp.: lâ dinî]: din dışı. müshil, ishal yapıcı ilaç.
laedere [Lat.]: 1.) çarpmak, 2.) zarar laktik [Lat.: lac + acidus + ikos > Fra.:
vermek, ziyan vermek. lactique]:
1.)
süte ait, ekşimiş sütten
laesa [Lat.]: yaralı, yaralanmış. çıkan, 2.)
süt asidi.
laeterile [Yun.: ? > Fra.: ?]: laktoz [Lat.: lac + ose > Fra.: lactose]:
laf [Far.: lâf]: kelime, söz, boş ~: boru, [Kimya] gıda ve ilaç yapımında
laf salatası, safsata. kullanılan süt şekeri.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 210 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

lal [Arp.: lâl]: ahraz, dilsiz. yünden elde edilen ve yağlama,


lala [Arp.]: şehzade eğitmeni. kozmetik vb kullanılan yağlı bir
lalanga [Far.: lâleng]: hamur tatlısı. madde.
lale [Far.: lâle]: bir çicek adı, dağ ~si: Lantan [> lahtanum; La]: [Kimya]
anemon, 2.) kement. gümüşümsü beyaz renkli katı bir
lalein [Yun.]: konuşmak. element.
lam 1 [Arp.: lâm.]: 1.) Arap Abecesi’nin lapa [lâpa]: nişasta bulamacı.
23. harfi, [?], 2.) Osmanlı Abecesi’nin lapacı: argın, aygın, bitap, bitkin,
26. harfi, , [?], 3.) Harf numarasında dermansız, güçsüz, haşat, takatsız,
sayısı 30, 4.) tarih yazımında Şevval tükenmiş, yorgun, zayıf.
karşılığı. lapidare [Lat.]: taşlamak, bir şeye taş
lam 2 [Fra.: lame.]: 1.) metal plaka, 2.) atmak.
adese, büyüteç, lup, mercek. lapina [?]: [Balıkçılık: Labrus merula] bir
lamba 1 [Yun.: lampa > İtl.: lamba]: ışık tür balık.
veren gereç, duvar ~sı: aplik. lapis [Lat.]: taş.
lamba 2 [Rum.: lampa > Osm.: lâmba]: lapis lazuli [Lat.: lapis lasulus > Fra.:
1.)
korniş, tıkaç, yuva, zıvana. lapis lazuli]: azur, lacivert renkli,
lambanein [Yun.]: el koymak, taş, opak, 2.) yarıdeğerli bir taş.
gaspetmek, müsadere etmek. laporoskop [ ? + skope > Fra.:
Lambda [Fen.: Lamed [Lamedh] > Yun.: laporoscope]: [Tıp] karınduvarından
[λάβδα – λάμβδα & λάμδα - λάμβδα]]: geçirilen ve içorganları izlemeye
Yunan Abecesi’nin 11. harfi, [Λ, λ]. yarayan gereç.
lambere [Lat.]: yalamak. laporotomi [ ? + tome > Fra.:
1.)
laporotomie]: [Cerrahi] karın yarma,
lambri [?]: iç duvar kaplaması. 2.)
lame 1 [Fra.: ?]: [Dericilik] parlak deri. karın yarma ameliyatı.
lame 2 [Far.: lâmek]: türban üzerine lapsus [Lat.]: hata, yanlış, yanıltı.
sarılan kumaş. lapsus calami [Lat.]: kalem hatası.
lamel [?]: mikroskop camı. lapsus linguae [Lat.]: dil hatası.
lamela [Lat. çoğ: lamelae]: ince tabaka, lapsus memoriae [Lat.]: bellek hatası.
ince zar. laqueus [Lat.]: 1.) ilmiklenmiş, ilmikle
lamentum [Lat.]: ağlama, feryat, bağlanmış.
figan. lar [Lat. çoğulu: lares]: Eski Roma’da
laminat [Lat.: lamela > Fra.: laminate]: koruyucu mabudu.
1.)
ince bir yada birden fazla Larengoloji [Lat.: laryngo + Yun.: logia >
[?] > Fra.: laryngologie]: [Tıp] Tıbbın
tabakayla kaplama, 2.) bur tür
üretilmiş ağaç yada yapay malzeme. boğaz ve boğaz hastalıkları bölümü.
lamis 1 [Arp.]: duygulu, içli. larenjit [Lat.: laryng + itis > [?] > Fra.:
1.)
lamis 2 [?]: el ile dokunma. laryngite]: boğaz iltihabı, [Tıp] 1.)
lamise [Arp.]: 1.) dokunma duygusu, 2.) boğaz yollarının iltihaplanması, 2.)
duyarga. gırtlak iltihabı, 3.) [Tıp] sesin geçici
lampas [Yun.]: meşale. olarak kısılması.
lampein [Yun.]: ışıldamak, parlamak. lares [Lat.]: Eski Roma’da koruyucu
lampreda [Lat.]: ? mabutlar.
lana [Lat.]: yapağı, yün. lares et penates [Lat.]: manevi değeri
lancea [Lat.]: mızrak. olan şeyler.
landsknecht [Alm.]: ülkenin largo [İtl.]: yavaş müzik.
hizmetçisi. largus [Lat.]: geniş, vasi.
lanet [Arp.: lânet]: ah, beddua, ilenme. laring [Lat.]: bak. larynx.
lanetleme [Arp. + leme]: dinden laringoskop [Lat.: laryngo + skopein >
Fra.: laryngoscope]: [Tıp] boğaz
kovma.
lanetlemek [Arp. + lemek]: 1.) dinden muayene için aynalı gereç.
kovmak, 2.) lanet etmek. laringotomi [Lat.: laryngo + tome >
1.)
Fra.: laryngotomie]: [Cerrahi] boğaz
lanetlenmiş [Arp. + lenmiş]: kovulmuş, 2.)
lain. yarma ameliyatı, boğaza delik
languere [Lat.]: beyazlamak, solmak. açma.
lanolin [Lat.: lana + oleum > Fra.: larix [Lat.: laric]: bir tür çam ağacı.
lamoline]:
1.)
yünyağı, 2.) [Kimya] larp [Halkdili]: ansızın ve güçlü.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 211 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

larva [Lat.]: kurtçuk. sesini sessiz harflerden sonra geldiğinde (u)


sesini verir.
laryngeal [Lat.]: [Bedenbilim] gırtlağa
ait, hançerevi. latro [Lat.]: hırsız.
laryngo [Lat.]: Batı Dilleri’nde laryngo; latus [Lat.]: 1.) geniş, 2.) getirilmiş, 3.)
boğaz yada gırtlak anlamına bir önek.
yan, taraf.
larynx [Lat. çoğulu: larynxes & larynges]: laurus [Lat.]: defne ağacı.
[Bedenbilim]
1.)
boğaz, gırtlak, hançere, laus [Lat.]: meth, övme.
2.)
üstsolunum yolları, özellikle ses laübali [Arp.]: aşırı samimi, şımarık,
tellerinin bulunduğu bölüm. yılışık.
lascivus [Lat.]: zevk ve sefahat lav [Fra.: lava]: yanardağ püskürtüsü,
düşkünü, şehvet düşkünü. püskürtü.
laskine [Alm.: landsknecht > Fra.: lavabo [Lat.: lavare > lavabo > Batı
1.)
lansquenet]:
1.)
ülkenin hizmetçisi, 2.) Dilleri]: yıkayacağım, 2.) el yıkama
bir iskambil oyunu. yeri ve üzerinde asılı su tankı, 3.) el
laso [Lat.: laqueus > İsp.: lasso]: yıkama yeri.
kement. lavaj [Lat.: lavare > Fra.: lavage]: 1.) [Tıp]
lassein [Yun.]: ayarlamak, şırınga ile temizleme, 2.) [Tıp] mideyi
düzenlemek. yıkama, 3.) [Kimya] metali suyla
lassus [Lat.]: rengi kaçık, solgun. yıkama.
last [Dan.]: hamule, yük. lavanta [Lat.: lavare > lavandria > İtl.:
lavanda]: [Bitkibilim: Lavendula
lasteks [Fra.: lastex]: 1.) 1925’lerden
officinalis] çok kokulu bu bitki temizlik
beri ticari bir marka, 2.) iyi dokunmuş
Lateksten yapılma, iki-taraflı ürünlerinde kullanılmaktadır.
genişleyen, yapma bir kumaş, 3.) lavare [Lat.]: yıkamak, yuvmak.
daha çok mayo üretiminde kullanılır. lavare [Lat.]: yıkamak.
lastik [Fra.: lastic]: 1.) uzayabilen bir lavaş [Far.]: pide benzeri bir tür ince
yapay dokuma, 2.) don lastiği, 3.) araç ekmek.
teker lastiği, 4.) kauçuk ayakkabı. lavdanum [Lat.: ladanum > Fra.:
1.)
laeudenum]: [Eczacılık] eskilerde
lasulus [Lat.]: 1.) gökyüzü, sema, 2.)
gökmavisi, gökmavisi renkte. farklı türlerde afyon hazırlaması, 2.)
lata [İtl.]: 1.) ağaç bordo, 2.) dar tahta. alkolde afyon çözümleme, 3.) afyon
lateks [Lat.: latex > Fra.: latex]: 1.) bitki tentürü.
ve ağaçlardan elde edilen özsu, bitki lavman [Lat.: lavare > Fra.: lavment]:
[Tıp] şırınga, tenkiye, yıkama.
özsuyu, usare, 2.) kauçuğun ana
maddesi. Lavrenciyum [İng.: ?]: ?
latere [Lat.]: gizlenmek, gizli gizli lavta [Alm.]: ut benzeri çalgı.
dolaşmak, pusuya yatmak. laxus [Lat.]: gevşek.
laterna [İtl.: ?]: bir tür org. layık [Arp.: lâyık]: münasip, uygun, ~
latex [Lat.]: bitki yada ağaç akması, olmak: haketmek, müstahak olmak.
reçinesi, sıvısı, sütü. laza [Halkdili]: bal teknesi.
latif [Arp.: lâtif]: 1.) hoş, güzel, rana, lazanya [İtl.: lasagna]: 1.) bir tür iri
şirin, tatlı, 2.) süsleyen, 3.) [L] bir makarna, 2.) İtalyan usulü iri
erkek adı. makarna.
latife [Arp.: lâtîfe [‫]]ﻩفيطل‬: 1.) şaka, 2.) lazer [İng.: LASER]: [Fizik] 1.) kısaltma;
(L)ight (A)mlification by (S)timulated
[L] bir bayan adı.
(E)missionof (R)adiation): Güçlendirilmiş
Latin [Lat.: Latium]: 1.) Orta İtalya’da
2.) Radyosyon Yayımı ile Işık Arttırma,
antik bir ülke, bugünkü 2.)
3.) ışık dalgalarını güçlendiren veya
İtalyanların ataları, ölü bir ırk, ~
üreten bir tür gereç.
ırkı: Frenk. leb [Far.]: 1.) dudak, 2.) cenah, cihet,
Latin Abecesi: Latin Abecesi 23 harften kıyı, kenar, taraf, yan, yön.
oluşur ve J, U ve W harfleri yoktur; A (a), B
(b), C (c), D (d), E (e), F (f), G (g), H (h), I lebaleb [Far.: leb-a-leb]: ağzına kadar
(i), K (k), L (l), M (m), N (n), O (o), P (p), Q dolu.
(q), R (r), S (s), T (t), V (v), X (x), Y (y), Z lebiderya [Far.: leb-i derya]:
(z). Kelimeler arasında mesafe yoktur. (I)
denizkenarı.
harfi sessiz harflerden önce geldiğinde (i)
sesini sesli harflerden (a, e, o, u) önce lebiyyat [Far.: leb’iyyât > Osm.]: 1.) ?, 2.)
geldiğinde (J) sesini verir, V harfi sesli ?.
harflerden (a, e, o, u) önce geldiğinde (v)

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 212 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

lebler [Far. + ler]: 1.) cenahlar, etraf, lemma [Yun.]: öneri, teklif.
kıyılar. kenarlar, taraflar, yanlar, lemur [Lat.: lemures > Fra.: lemure]:
yönler, 2.) dudaklar. [Hayvanbilim] maymun ailesinden ilkel
lecere [Lat.]: izinli olmak, müsadeli memeliler.
olmak, ruhsatlı olmak. lemures [Lat.]: keçiler.
leçe [?]: taşlı tarla. lenf bezi [Yun.: lympha + ikos + Lat.:
leffen [?.: ? > müsâe’de]: 1.) ? 2.) ? glans > Fra.: lymphatique glande]: [Tıp]
leg horn [İtl.]: liman. akkan düğümü.
legal [Lat.: lex > Fra.: legal]: 1.) yasayla lenfa [Yun.: lympha > Fra.: lympha]: [Tıp]
ilgili yada yasaya dayalı olan, 2.) akkan.
yasaların izin verdiği şey, 3.) kanuni, lenfatik [Yun.: lympha + ikos > Fra.:
yasal. lymphatique]: [Tıp] lenfe ait, içinde lenf
legare [Lat.]: yardımcı olarak atamak, bulunan.
vekil tayin etmek. lenger [Far.]: 1.) geniş, derin bakırdan
legein [Yun.]: 1.) konuşmak, 2.) kap, 2.) [Denizcilik] gemi demiri.
parmakla koparmak, saymak, lenis [Lat.]: yumuşak.
toplamak, tek tek seçmek. lens [?]: 1.) göz merceği, 2.) adese,
legere [Lat.]: 1.) okumak, 2.) bir araya mercek.
getirmek, derlemek, toplamak, 3.) lent [Lat.: linum < Fra.: linte]: [Tıp] yara
seçmek, tercih etmek. pansumanında kullanılan keten
legorn [İtl.: leg horn] bir tavuk türü. tiftiği.
leğen [Far.: leken]: ağaç yada leo [Lat.]: aslan.
metalden, geniş, yayvan çamaşır leon [Yun.: leōn]: aslan.
yada yıkanma kabı. Leonid [Lat.: leo]: 1.) Aslan Burcu’ndan
Leh 1 [Arp.]: Polenez, Polonyalı. yayılır gibi görünen göktaşı, 2.) bir
leh 2 [Arp.]: 1.) onun için, onunla ilgili, Rus erkek adı.
2.)
onun çıkarına, onun yararına, 3.) Leonid, Brejnev: ?
ona ait, onun tarafında, onun leopar [Yun.: leon + pardos > Fra.:
yanında. leopar]: [Hayvanbilim: Panthara perdus]:
lehçe [Arp.: lehce]: ağız, dil, lisan. pars, pinter.
lehim [Arp.: lıham]: 1.) kurşun, 2.) lepra [Yun.: lepros > Fra.: lepra]: 1.) pul
kurşunlu bağlantı. pul, 2.) [Tıp] cüzzam.
Lehistan [Arp.]: Polonya. lepros [Yun.]: 1.) pul pul, 2.) pullarla
leichein [Yun.]: emmek. kaplı.
leipein [Yun.]: 1.) bırakmak, terk leprosi [Yun.: lepros > Fra.: leprosie]:
etmek, vazgeçmek, 2.) karışmamak, [Tıp]
1.)
deride pul pul dökülme, biçim
kendi haline bırakmak. bozukluğu ve ülser gibi belirtileri olan
leiten [Yun.]: önderlik etmek. bulaşıcı bir cilt, deri yada sinir
lejyon [Lat.: legere > Fra.: legion]: 1.) hastalığı, 2.) cüzam, cüzzam.
seçmek, 2.) büyük bir askeri grup, lerere [Lat.]: ovmak, ovuşturmak.
ordu, 3.) büyük sayıda, sayısız. lerzan [Far.: lerzân]: 1.) titreyen, 2.) [L]
leke [Far.]: kir izi. bir bayan adı.
lekende [?]: kaba dikiş. lerze [Far.]: titreme.
lekithos [Lat.]: yumurta sarısı. lesefer [Fra.: laisez ferre]: 1.) bırakın
leksikografi [Yun.: lexis + graphein > yapsınlar, 2.) sanayi ve ticaretin
Fra.: lexicographie]: sözlüğün üzerinde devlet denetiminin
düzenlenmesi. kaldırılması.
leksikograför [Yun.: lexis + graphein > lesipasi []: sınırı geçme izni.
Fra.: lexicographeur]: sözlük lesitin [Yun.: lekithos > Fra.: lechitine]:
düzenleyicisi, lügatçi. [Kimya] hayvan ve bitki hücrelerinde
leksikoloji [Yun.: lexis + logia > [?] > bulunan ve ilaç, gıda üretiminde
1.)
Fra.: lexicologie]: kelimelerin anlam kullanılan bir madde.
ve kullanışlarından söz eden bilim, 2.) leş [Arp.]: 1.) ceset, ölü beden, 2.) cide,
Sözlükbilim. hayvan ölüsü.
leksikon [Yun.: lexis + ikon > Fra.: leşker [Arp.]: asker, er, çeri, nefer.
lexicone]: kamus, lügat, sözlük. lethe [Yun.]: 1.) unutma, 2.) ilgisizlik,
lemis [Arp.]: el ile dokunma, temas. kayıtsızlık.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 213 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

letraset [Fra.: lettre-set]: 1.) [Basın] leyla 2 [Arp. : leylâ]: 1.) kırmızı şarap
hurufat 2.) [Bilgiayar] font, harf takımı, kokusu, 2.) kırmızı şarabın verdiği
hurufat. sarhoşluk, 3.) [L] Mecnun’un sevgilisi.
lettare [Lat.]: harf. leylak [Far.: leylâk]: 1.) mavimsi, mavi
letum [Lat.]: fena, ölüm. renkli, 2.) [Bitkibilim: Syringa vulgaris]
leuco [Yun.: leukos]: Batı Dilleri’nde lavanta moru.
leuco-; beyaz, renksiz anlamında bir leylek [Far.]: [Kuşbilim: Ciconia ciconia]
önek. uçucu bir göçmen kuş.
leuko [Yun.: leukos]: Batı Dilleri’nde leyli [Arp.: leylî]: 1.) gece yatılı, 2.)
leuko-; beyaz, renksiz anlamında bir geceleyin avlanan yırtıcılar
önek. [nocturnal].
leukos [Yun.]: ak, beyaz. lezbiyen [Fra.: lesbian]: homoseksüel
leva: Bulgar para birimi. kadın, sevici kadın.
Levant [Lat.]: Akdeniz’in doğu sahili ve lezyon [Lat.: laedere > Fra.: lesion]: [Tıp]
buradaki ülkeler. ilevini göremeyecek derecede bir
Levanten [Lat. > Fra.: levantine]: 1.) organ yada dokunun zarar görmesi.
Yakın Doğu’ya ait, 2.) Yakın Doğu’da lezzet [Arp.]: çeşni, tat.
ticaret yapan, 3.) Yakın Doğu’lu LGP [İng.]: (L)uquified (P)etroleum (G)as:
kimse, özellikle anası-babası Avrupalı Sıvılaştırılmış Petrol Gazı.
olan kimse, 4.) bir tür ipekli kumaş. lia [Lat.]: şarap tortusu.
levare [Lat.]: kaldırmak, yukarı libare [Lat.]: akmak, boşalmak,
kaldırmak, yükseltmek. dökülmek.
levazım [Arp.: levâzım]: [Askeriye] lojistik libas [Arp.]: elbise, giysi, kıyafet, ruba,
malzeme. urba.
levazımat [Arp.: levâzımât, levazım’ın liber 1 [Lat.]: hür, özgür, serbest.
çoğulu]: gerekenler. liber 2 [Lat.]: kitap.
levha [Arp.]: 1.) resim, çerçevelenmiş liberal [Lat.: liber > Fra.: liberal]: 1.)
yazı, 2.) işarat panasu, tabela, yazılı cömert, 2.) bol, mebzul, 3.) değişim
~: tabela. ve ilerlemeden yana olan, 3.) [Halkdili]
Levi Strauss: bak. Levi’s. hoşgörülü.
Levi’s [İng.]: 1.) Levi’nin kotu, 2.) bir libido [Lat.]: 1.) arzu, istek, şehvet 2.)
uluslararası kot ve giysi markası. [Ruhbilim] cinsiyet içgüdüsü yada
levis [Lat.]: 1.) aydınlık, ışık, nur, ziya, yaşama gücü.
aydınlık, ışık veren, 2.) [L] bir Yahudi libra [Lat.: çoğulu: librae]: 1.) baskül,
yada Hiristiyan adı. kantar, terazi, 2.) libre, pound, 454
levrek [Kar.: labrik & labriks > Rum.: gr, 3.) Terazi Burcu.
labraki > lavraki > Tür.]:
1.)
balta, 2.) librae [Lat.]: basküller, kantarlar,
[Balıkçılık: Labrax lupus] bir balık türü, teraziler.
levreğin ufağı: ispendek. librare [Lat.]: ağırlığını ölçmek,
levye [İtl.: levie]: makanizma kumanda tartmak.
kolu, kol. libre [Lat.: libra > İng.: libre]: 1.) baskül,
lex [Lat.]: 1.) kaide, kanun, kural, usül kantar, terazi, 2.) libre, pound, 454
2.)
kanun, yasa. gr.
lex scripta [Lat.]: mevzu hukuk, yazılı libretto [Lat.: liber > itl.]: [Müzik] bir
huhuk. orotorya, opera vb söz yada
lex talionis [Lat.]: kısas usulü, misli ile metinleri.
mukabele usulü, aynısı ile karşılık licitus [Lat.]: izinli, müsadeli.
verme yöntemi. lider [İng.: leader]: şef, önder.
lexis [Yun.]: kelam, kelime, konuşma, Lidya [Yun.: Lydia]: Manisa yöresinin
söz. antik adı.
Ley: Rumen para birimi. lie [Fra.]: alan, mahal, mekan, yer.
leyl [Arp.]: 1.) gece, 2.) Kuran’da 92. lif [Arp.]: fiber, ip, iplik, kınnap, sicim,
sure; Leyl Suresi. tel, tire.
leyla 1 [Arp.: leylâ]: 1.) çok karanlık, 2.) lig [Lat.: ligare > Fra.: league]: 1.) grup,
çok karanlık gece. küme, takım, 2.) [Futbol] futbol
takımlarının karşılaşma döneminde
kümelenmesi.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 214 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

ligaman [? > Fra.: ligament]: 1.) bağ, linea [Lat.]: 1.) ilmik, 2.) ç , hat,
rabıta, 2.) [Bedenbilim] kemikleri ve yiv, yol, 3.) fiber, ip, iplik, kınnap, lif,
başka organları bir birine bağlayan sicim, tel, tire, 4.) [Yazın] dizi, mısra,
bağ. satır.
ligare [Lat.]: bağlamak, taahhüt ve lineman [> ? > Fra.: liniment]: [Eczacılık]
yükümlülük altına girmek yada romaztizma ve burkulmalarda, ağrıyı
sokmak. dindirmek için ovarak kullanılan sıvı
ligasyon [? > Fra.: ligation]: 1.) ilaç.
bağlama, bağlanma, 2.) [Tıp] kan linere [Lat.]: sıvamak, sürmek.
damarlarını bağlama. lingua [Lat.]: 1.) aksan, şive, 2.) dil,
ligatür [? > Fra.: ligature]: 1.) bağlama, lisan.
raptetme, 2.) [Tıp] kan damarını lingua franca [Lat.]: 1.) eskilerde
bağlamada kullanılan iplik & tel. Akdeniz’in doğusunda konuşulan
lignum [Lat.]: 1.) ağaç, 2.) ağaçtan, İtalyanca’dan bozma dil, 2.)

odun. uluslararası ticari dil.


lika [Arp.]: ham ipek. link []: atın eşkin yürüyüşü.
liken [? > Fra.: lichen]: 1.) [Bitkibilim] linquere [Lat.]: 1.) bırakmak, terk
liken, 2.) [Tıp] bir deri hastalığı. etmek, vazgeçmek, 2.) karışmamak,
likidite [Lat.: liquidus > İng.: liquiditée]: kendi haline bırakmak.
1.)
[Fizik] akışkanlık, 2.) [Ekonomi] linum [Lat.]: keten.
satınalma gücü.. linyit [Lat.: lignum > Fra.: lignite]: 1.) 2.)
likit [Lat.: liquidus > Fra.: liquid]: mayi, bitkisel özelliklerini koruyan yumuşak
3.)
sıvı. madenkömürü, kahverengi
likorinoz [?]: balık pastırması. madenkömürü.
likör [> ? > Fra.: liqueur]: alkollü ve tatlı lipoid [?]: yağa benzer, yağ gibi.
içki. liquere [Lat.]: eritmek, sıvılaştırmak,
Likya [Yun.: Lycaria]: Muğla yöresinin suya döndürmek, sulandırmak.
antik adı. liquidus [Lat.]: mayi, sıvı.
lila []: bir renk. lir [Yun.: lyra]: 1.) harp ailesinden,
lilium [Lat.]: zambak. küçük, telli bir çalgı, 2.) eski
lim: küçük limon. Yunanlıların müzüik gereci.
liman [Rum.: limén: λιμήν]: 1.) gemi lira [Lat.]: bir çizgi.
barınağı, 2.) sığınılacak yer. lirik [Yun.: lyrikos > Fra.: lyrique]: 1.)
lime [Arp.]: parça, pare. coşkun, duyguları anlatır, 2.) şarkı
limen [Lat.]: 1.) kapı eşiği, eşik, 2.) sözü, ~ şiir: ditirame.
başlangıç, girecek yer. lis [Far.]: Farsça’da -lis; yalayan, yalayıcı
limit [Lat.: limes > Fra.: limit]: hat, anlamına bir sonek.
hudut, sınır, uç. lisan [Arp.: lisân [‫]]ناسل‬: 1.) ağız, dil,
Limni Adası [Yun.: Lemnos: ?]: Ege lehçe,2.) dil, zeban.
Denizi’nde bir ada. lisans [Lat.: licere > Fra.: licance]: 1.)
limon [Arp.: leymûn [‫ & ]نوميل‬Far.: limûn icazet, izin, müsade, permi, ruhsat,
[‫ > ]وميل‬Rum.: lemoni [λεμόνι] > İtl.: 2.)
yurda mal sokma izni.
lemon]: [Bitkibilim: Citrus limonum]
lise 1 [Yun.: lyceum > Fra.: lycee]: orta
turunçgillerden ekşi bir meyve, öğrenim kurumu, ilköğrenim sonrası
küçük ~: lim, limonlu şeker aşama, idadi.
eriyiği: ağda. lise 2 [Arp.]: [Bedenbilim] dişeti, uvula.
limonata [Arp.: leymûn [‫ & ]نوميل‬Far.: liste 1 [İng.]: sınır.
limûn [‫ > ]وميل‬Rum.: lemoni [λεμόνι]
liste 2 [İng.: liste > İtl.: liste]: dizelge.
İtl.: lemonade]: limonlu şekerli su.
listebaşı [İtl. + başı]: hit.
limoni [Arp.: limanî]: 1.) ekşimsi, 2.) literati [Lat.: çoğul]: 1.) aydınlar sınıfı, 2.)
arası açık. münevverler, edipler.
limuzin [İng.: limousine]: kupa rabasu literatim [Lat.]: harfi harfine, harfiyen.
gibi üstü kapalı, uzun ve lükas araç. lithia [Yun.: lithos > Fra.: lithia]: [Kimya]
1.)
linç [İng.: W.Lynch]: ABD’de lityum oksidi.
Virginia’da 1780’lerde bekçilik yapan lithos [Yun.]: taş.
2.)
W.Lynch’in adından, toplu olarak
3.)
cezalandırma, yargısız infaz.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 215 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

litigare [Lat.]: karşı koymak, lobi [Lat.: lobia > Fra.: lobby]: [Mimarlık]
münakaşa etmek, reddetmek, dalan.
tarışmak. lobos [Yun.]: yuvarlak, yumuşak.
litik [Yun.: lithos + ikos > Fra.: lithique]: lobotomi [> ? > Fra.: lobotomie]: [Tıp]
[Tıp] mesane taşıyla ilgili. beynin bir bölümünü kesip çıkartma.
litoliziz [Yun.: lithos + lysis > Fra.: lobut [Arp.: nebbut]: kısa kalın sopa,
litholisys]: [Tıp] ilaçla mesane taşını çomak.
eritme. lobül [> ? > Fra.: lobule]: lopçuk,
Litoloji Yun.: lithos + logia > [?] > Fra.: yuvarlakça ufak çıkıntı.
Lithologie]: Taşbilim. loca 1 [İtl.: loggia]: sinema ve tiyatroda
litomi [Yun.: lithos + tome > Fra.: özel bölüm.
lithomie]: [Tıp] mesaneden taş alma loca 2 [İtl.: loggia]: mason toplanma
ameliyatı. odası.
litontriptik [Yun.: lithos + ? + ikos > locare [Lat.]: koymak.
Fra.: lithontriptique]: [Tıp] mesanedeki loco [Lat.]: mahal, yer.
taiı eritme. loco citato [Lat.]: anıldığı yerde,
litosfer [Yun.: lithos + sphaire Fra.: zikredildiği yerde.
1.)
lithospehere]: taşküre, 2.) arzın lococitato [Lat.]: yukarıza sözedilen
kabuğu, taşküre. yerde yada kitapta.
litoskop [Yun.: lithos + skopein > Fra.: loculus [Lat.]: [Yaşambilim] göz, göze,
lithoskcope]: [Tıp] mesane taşını hücre.
inceleme gereci. locus [Lat.]: 1.) yer, 2.) bir yer.
litotriti [Yun.: lithos + ? > Fra.: lodos [Rum.: ?]: güney-doğudan esen
lithotritie]: [Tıp] mesane taşını kırarak ılık rüzgar, akyel.
çıkartma ameliyatı. Lofça [Srp. > Osm.]: Polonya’daki
litra [Yun.]: sıvı ağırlık ölçüsü. Lowicz kenti.
litre [Yun.: litra > İtl.: litre]: 1.) sıvı Loft [İng.]: 1.) çatıdaki basık oda, 2.) bir
ölçme gereci, 2.) sıvı ölçü birimi. uluslararası kot ve giysi markası.
litros [?]: ? logaritma [Yun.: logos > arithmos > Fra.:
littare [Lat.]: harf. logharithma]: matematiğin bir dalı.
Lityum [Yun.: lithos > Fra.: lithium: Li]: loger [Fra.]: 1.) dörde bölmek, 2.) askeri
gümüşümsü beyaz, gri renklerde kışlaya yerleştirmek, 3.) oturmak,
metalik katı bir element. yerleştirmek.
liva [Arp.]: 1.) Osmanlı’da kentle vilayet logia [Yun.: λογία]: 1.) bilgi, 2.) bilim, ilim.
arası bir yerleşim yeri, 2.) bayrak, logie [Yun.: logia [λογία]]: Fransızca’da –
1.)
sancak. logie; belli türde konuşma [eulogie:
2.)
livan [Arp.]: ayazlık, balkon, eyvan, methiye], bilim, doktrin yada teori
revak, sundurma, taraça, teras. [biologie: yaşambilimi] anlamına gelen
Livane []: Artvin’nin Osmanlı bir sonek.
zamanındaki adı. logique [Yun.: logia [λογικός] > Fra.]:
Livaneli [Livane + li]: Artvinli, Fransızca’da logique; bilgi, bilgi ile ilgili
Artvin’den gelen. anlamına bir sonek.
livar [Rum.: ?]: [Balıkçılık] 1.) denizdeki logo [Yun.: logos [λογο] + typos [?] > İng.:
balık havuzu, 2.) balıkları canlı olarak logotype]:
1.)
matbaacılıkta kullanılan
saklamak için oluşturulan havuz. desen, harf, 2.) alameti farika.
lividus [Lat.]: 1.) siyah-mavi renk, 2.) logos [Yun.: λόγος]: 1.) deyi, kelime, 2.)
yaralanmada oluşan derideki morluk. oran, nispet, 3.) kainatın düzeni.
liyakat [Arp.: liyâkat]: değer, hak, logue [Yun.: logos [λόγος]]: Batı
hüner, marifet, yarar. Dilleri’nde –logue; belli türde 1.)
lizalike [Arp.: li zâlike]: bu nedenle, bu konuşma yada
2.)
yazma [monologue: bir
sebeple. tarafın konuşması] anlamına gelen bir
lizin [> ? Fra.: lysine]: [Biyokimya] sonek.
proteinlerde bulunan amino asit. loğ: evlerin çamurdan düz damlarını
lizoz [?]: bir çeşit yün hırka. düzeltmede kullanılan silindir taş.
lobar pneumonia [?]: [Tıp] akciğer loğusa [Rum.: ?]: yeni doğurmuş kadın.
lobu zatürresi. loji [Yun.: λογία]: bak. logi & logie.
lobbia [Lat.]: giriş.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 216 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
1.)
lojik [Yun.: logia [λογικός] > Fra.]: lök: ağır, hantal, iri, kaba, 2.)
Fransızca’da lojik; bilgi, bilgi ile ilgili [Hayvanbilim: ?] erkek boz deve.
anlamına bir sonek. löko [Yun.: leukos > Fra.: leuco]: Batı
lojistik [Fra.: loger > Fra.: logistique]: 1.) Dilleri’nde leuco; beyaz, renksiz
[Askeriye] levazım, 2.) [Taşımacılık] anlamında bir önek.
kapıdan kapıya teslimat biçimi. lökoma [Yun.: leukos + ? > Fra.:
lokal [Lat.: locus > Fra.: locale]: 1.) leucoma]: [Tıp] gözün kornea
mekan, mahal, yer, 2.) evcil, mahalli, tabakasında oluşan beyaz leke.
yerel, yerli, 3.) dernek yeri, lökore [Yun.: leukos + rheein > Fra.:
lokanta [İtl.: ?]: aşevi, restaurant, leucorrhea]: kadınlarda olan beyaz
küçük ~: bistro. akıntı.
lokavt [İng.: lockout]: işten çıkartma. lökosit [Yun.: leukos + kytus > Fra.:
1.)
İşverenin işyerini kapatması. leukocyte]: [Tıp] kandaki
2.)
lokma: 1.) sokum, tike, 2.) [Halkdili] bir beyazyuvarlar, hastalıklara
tür hamurişi, 3.) [Teknik] somun sıkma yolaçan organizmaları öldürürler, 3.)
takımı. beyazkan hücreleri.
Lokman [Arp.]: ~ Ruhu: [Kimya] eter. lökün [?]: erkek boz deve.
lokomotif [Lat.: > locus + movere > Fra.: lösemi [Yun.: leukos > Lat.: leukemia >
Fra.: leukemie]: [Tıp] kanda normal dışı
locomotive]: tren çekicis, cer
makinesi. lökosit artışı belirtisi olan akut yada
lokum [Arp.: rahat-ül hulkum]: Türk kronik bir hastalık.
tatlısı. lubricus [Yun.]: düz, prürüsüz.
lolipop [İng.: lollypop.]: 1.) dil üstü, 2.) Lucifer]: 1.) Zühre Yıldızı, 2.) Sabah
bir çubuğun ucuna yerleştirikmiş yıldızı, 3.) Venüs, 4.) iblis, şeytan.
yassı yada yuvarlak şekerleme türü. lucrum [Lat.]: varsıllar, zenginler.
lomboz [Yun.: > İtl.: lombos ?]: ludere [Lat.]: müzik aleti çalmak,
[Denizcilik] gemide hava yada ışık
oynamak.
deliği yada penceresi. ludus [Lat.]: oyun.
Londra [İtl.]: İngiltere London kenti. luere [Lat.]: yıkamak.
longus [Lat.]: uzunluk. lugere [Lat.]: ağıt yakmak, yas
lop 1 : yuvarlak, yumuşak. tutmak.
lop 2 [Yun.: lobos > Fra.: lobe]: lumbago [Lat.: lumbus]: [Tıp] belağrısı.
[Bedenbilim]
1.)
kulak memesi, 2.) lumbus [Lat.]: bel.
akciğerin yuvarlak ucu. lumen [Lat.]: ışık.
lopos [Yun.]: 1.) deri, post, 2.) deri, cilt. luminare [Lat.]: aydınlatmak, ışık
loqui [Lat.]: konuşmak. saçmak, ışık verme.
lor [Far.]: [Sütürünü] tuzsuz beyaz Luna [Lat.]: 1.) eski Roma’da ay
peynir. tanrıçası, 2.) ay, kamer, mah.
lordosis [Lat.]: [Bedenbilim] omurga lup [Fra.: ?]: adese, büyüteç, lam,
kemiğinin alt bölümünün ileri doğru mercek.
fazladan çıkması. lupus 2 [Lat.]: [Tıp] 1.) deri yırtılması
Lorentiyum [Lat.: ? > Fra.: lorentium: biçiminde görüne bir cilt hastalığı, 2.)
Lr]: ?
deri veremi.
lorke []: bir halk oyunu. lupus 2 [Lat.]: kurt.
lostra [İtl.: ?]: ayakakbı boyacısı. luridus [Lat.]: dehşetli, iğrenç,
losyon [Lat.: lavare > Fra.: lotion]: bir korkunç.
tür kolonya. lustrare [Lat.]: aydınlatmak, ışık
loş: az ışık alan. saçmak, ışık vermek.
lotarya [İlt.: lotaria]: 1.) çekiliş, kura, 2.) Lut 1 [Arp.: Lût]: Lut peygamber, Hz.
kader, kısmet, tesadüf, 3.) bir şans İbrahim’in yeğeni.
oyunu. lut 2 [Arp.: lût [‫]]دوعل‬: gitara benzer bir
loto [İlt.: lotto]: 1.) tombala oyunu, 2.) çalgı.
şans oyunları. Lut Denizi: Ölüdeniz.
lotos [Yun.]: lotus, nilüfer. Lutesyum [Lat.: ? > Fra.: lutesium: Lu]:
lotus [Yun.: lotos]: [Bitkibilim: Nymphaea Luther, Martin [Alm.]: 1.) 1483-1546
lotus] nilüfer çiçeği.
yılları arasında yaşamış Alman
Lozan [Fra.]: İsviçre Lausanne kenti.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 217 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

yenilikçi önderi, 2.) Hiristiyanlık’ta lympha [Yun.]: çaykara, eşme,


Lutherimz akımının kurucusu. kaynak, kaynaksuyu, memba, pınar.
Lutr [Fra.]: [Hayvanbilim: ?] su samuru. lymphe [Yun.: endo + lympha > Fra.:
lutr [Lat.: lutra > Fra.: loutre]: 1.) lymphe]: [Bedenbilim]
1.)
hücrelerarası
[Hayvanbilim: Lutra] bir tür kemirgen boşluklarda ve lenf damarlarında
2.)
hayvan, susamuru, bu hayvanın bulunan berrak, kan plazmasına
kürkü. benzer, sarımsı renkte beden sıvısı,
lutra [Lat.]: [Hayvanbilim: Lutra] 2.)
akkan, lenfa.
susamuru. lynx [Yun.]: yaban kedisi.
lux [Lat.: çoğulu: luxes & luces]: [Fiizk] ışık Lyra 1
[Lat.]: [Yıldızbilim] Şilyak
ölçüsü birimi. takımyıldızı.
luxus [Lat.]: 1.) en pahalı ve eniyi lyra 2 [Yun.]: küçük telli bir çalgı.
şeyleri kullanma sevinci, 2.) genelde lyrikos [Yun.]: 1.) çalmaya uygun, 2.)
gerekli olmayan bu tür şeyleri şiirsel.
kullanma. lyros [Yun.]: peynir.
Lübnan [Arp.]: Lübnan ülkesi, lyse [Yun.: lysis]: Fransızca’da –lysis;
[Lebanon]. çözme, çözümleme, gevşetme, yerinden
lüfer [Rum.: goufari]: [Balıkjçılık: oynatma anlamına bir sonek.
Pomatomus saltarix] bir tür balık. lysis [Yun.]: Yunanca’da –lysis; çözme,
lügat [Arp.: lûġat [‫]]تاغل‬: 1.) kamus, çözümleme, gevşetme, yerinden
sözlük, 2.) kelime, deyim, 3.) dil, oynatma anlamına bir sonek.
diyalekt, lisan, büyük ~: kamus. lyssa [Yun.]: [Tıp] kuduz hastalığı.
lügatçe [Far.]: küçük sözlük. lyte [Yun.: lysis]: Fransızca’da –lyte;
lügatçi [Arp. + çı]: leksikograför, sözlük çözülme yada dağılma işlemine giren
düzenleyicisi. madde anlamında bir sonek.
lüks [Lat.: lux > Fra.: luxe]: çok süslü,
========== M =========
şatafat.
lüle [Far.: lûle]: 1.) dalga, kıvrım, M 1 : Türk Abecesi’nden . harf.
ondüle, pli, 2.) pipo, ağızlık, 3.) M 2 [İtl.: Emme]: İtalyan Abecesinin 11.
piponun çanak bölümü, 4.) harfi, [M, m].
lületaşı [Far. + taşı]: Eskişehir M 3 [Rus.: Em]: Rus Abecesi’nin 13.
çevresinde çıkartılan bir taş türü. Bu harfi, [М, м].
taş oyularak küçük minyatür M 4 : Romen Rakamları’nda bin
heykelcik ve pipo çeşitleri üretilir. (1,000).
lümbago [Lat.]: bak. lumbago. M.Ö. [Arp.: milâd + Tür.]: Milat’tan Önce,
lütf [Arp.: lûtf]: iyilik, kayra. İsa’dan Önce (İ.Ö.).
lütfen [Arp.: lûtfen]: nezaketen, nazik ma [İtl.]: benim.
olarak. maada [Arp. > Osm.]: başa, bundan
lütfi [Arp.: lütfî]: 1.) kibar, nazik, 2.) [L] başka.
bir erkek adı. maarif [Arp.]: 1.) eğitim, 2.) [marfifet’in
çoğulu] yetiler, yetenekler.
lütfiye [Arp.]: 1.) kibar, nazik, 2.) [L] bir
bayan adı. maaş [Arp.: maâş [‫]]شاعم‬: aylık.
lütfullah [Arp.]: 1.) Allah’ın inayeti, 2.) mabed [Arp.: ma’bed]: bak. mabet.
[L] bu anlamda bir erkek adı.
mabet [Arp.: ma’bed]: 1.) ibadet yeri,
lütuf [Arp.: lütûf > lûtuf]: inayet, iyilik, tapınma yeri, 2.) tapınak.
ihsan, inayet, kayra. mabeyin [Arp.: mâbeyn]: 1.) ? 2.
lüzum [Arp.: lüzûm]: gereklilik, hacet. Osmanlı’da padişah sarayı.
lüzumlu [Arp.: lüzûm + lu[‫]]ولموزل‬: mablak: hamur yoğurma aleti.
gerekli, hacet. mabud [Arp.: mâbûd]: bak. mabut.
lyceum [Yun.: lykeoin > Lat.]: 1.) eski mabut [Arp.: mâbud]: 1.) tapılan varlık,
Yunan’da Aristo’nun felsefe öğrettiği Allah, 2.) büt, fetiş, idol, put, sanem.
koru, 2.) konferans salonu. Macar 1 [Magyar]: bir Doğu Avrupa
lyein [Yun.]: çözmek, gevşetmek. ulusu, [Hungarian], ~ prensi: ban, ~
lykeoin [Yun.]: 1.) eski Yunan’da et yemeği: gulaş.
Aristo’nun felsefe öğrettiği koru, 2.) macar 2 [Argo]: [Böcekbilim: Pediculus]
konferans salonu. bit.
Macar Abecesi: ?

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 218 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Macar Sayıları: ? magna carta [Lat.]: büyük anlaşma.


Macaristan [Magyar]: Orta Avrupa’da Magnezyum [Lat. & Yun: Magnesia [?] >
bir ülke, [Hunagry]. Fra.: magnesium: Mg]: [Eczacılık]
macera [Arp.]: serüven. bağırsak rahatlatıcısı, müshil olarak
maceraperest [Far.]: gezmeyi seven, kullanılan magnezyum oksit, beyaz
serüvenci. toz.
macerare [Lat.]: yumuşatmak. magnus [Lat.]: büyük.
machinari [Lat.]: entrika, gizli plan, mağara [Arp.: ? >]: in, yer altındaki
tertip. oyuk.
macies [Lat.]: yağsızlık, zayıflık. mağdur [Arp.: ? >]: haksızlığa uğramış,
macro [Yun.: makros > B.D.: macro]: Batı kıygın.
Dilleri’nde macro; büyük, uzun mah [Far.: mâh]: ay, kamer.
anlamına gelen bir önek. mahal [Arp.: ? >]: 1.) mekan, lokal, yer,
2.)
macula [Lat.]: ağ, ağdan yapılmış şey, civar, mahal, yöre..
şebeke. mahalle [Arp.: ? >]: kentin ana
macula [Lat.]: nokta. bölümleri.
maç [İng.: match]: futbolda oyun, mahalli [Arp.: ? > maahllî]: evcil, lokal,
karşılaşma. yerel, yerli.
maço [İtl.: macho]: 1.) erkek, eril, 2.) maharet [Arp.: ? >]: beceri, hüner,
[Mecazi] sert kaba erkek. kaabiliyet, maharet, ustalık, yetenek.
madam [Fra.: mesdames > madame]: maharetli [Arp. + li]: becerikli, eli işe
bayan, hanımefendi. yatkın.
madara [Argo]: kötü, sevimsiz. mahcub [Arp.: hcb]: bak. mahcup.
madde 1 [Arp.: ? ]: [Fizik] cevher, cisim, mahcup [Arp.: hcb > mahcûb]: 1.)
esas, hulasa, öz, özdek, kuvvet, töz. arlanma, utanma, utanma duygusu,
madde 2 [Arp.: ?]: öğe, unsur, yüzü kızarma, 2.) utangaç, utanmış,
maden [Arp.: ? > ma’den]: metal, ~ olmak: utanmak.
mineral ~ dövme aracı: örs, ~nin mahdum [Arp.: ? >]: 1.) erkek evlat, 2.)
değersiz kısmı: gang, ~ yeri: oğul, oğlu.
ergene, ~ gazı: grizu, mahfaza [Arp.: hfz ]: 1.) koruma,
Madenbilim: Metalurji. saklama, 2.) kutu, 3.) mücevher
Madenbilim: Mineroloji. kutusu.
madeni [Arp.: ? > ma’denî]: madensel, mahiye [Arp.: mâhiye]: 1.) ay gibi ışıklı,
2.)
metalik. Ramazan ayında cami
madensel [Arp.: ? >]: madeni, metalik. minarelerine asılan ışık, kandıl,
mader [Far.: mâder]: ana, anne, valide. mahya.
maderşahi [Far.: mâder + şâhî]: mahkeme [Arp.: ? >]: i., 1.) yargı yeri,
2.)
anaerkil, anneegemen. yargıevi, ~ davetiyesi: celp,
Madonna [İtl.: ma + donna]: 1.) Hz. mahlas [Arp.: ? >]: şairlerin takma adı.
Meryem, Hz. İsa’nın annesi, 2.) Hz. mahluk [Arp.: hlk > mahlûk]: 1.)
Meryem’in resmi yada büstü, 3.) bir yaratılmış, 2.) yaratık.
şarkıcı. mahlul [Arp.: ? >]: [Kimya] 1.) ispirto
madrabaz [Rum.: ?]: 1.) aracı, 2.) hileci, eriyiği, ruh, 2.) başka şeye katılan
hilebaz, hilekar. daha küçük kimyasal bileşen, eriyik.
madud [Arp.: ? > ma’dûd]: 1.) ? 2.) ? mahmud [Arp.]: bak. mahmut.
maestro [Lat.: magister > İtl.]: [Müzik] mahmut [Arp.: ? >]: 1.) ? 2.) ö.i., [B] bu
orkestra şefi. anlamda bir Müslüman ve Türk erkek
mafsal [Arp.: ? >]: eklem. adı, [Mahmoud].
maganda [?]: görgüsüz kişi. mahpare [Far.: mah + pâre > mahpâre]:
1.)
magazin [Arp.: ? > mahzen > makhsen > ay parçası, 2.) ay gibi güzel, 3.) [M]
B.D. > İng.]:
1.)
genel eşya satan bu anlamda bir bayan adı.
dükkan, 2.)
askeri depo, 3.) [Basın] mahrem [Arp.: ? >]: 1.) gizli, özel, 2.)
dergi, mecmua. başkalarındna saklanan.
magikos [Yun.: ?]: Magi ile ilgili. mahrukat [Arp.: ? > mahrukât]: yakıt,
magister [Lat.]: usta, üstat. yakacak.
magma [Lat.]: 1.) erimiş kaya, 2.) mahrukatçı [Arp. + çı]: odun kömür
[Yerbilimi] yer altındaki eriyik. satan depo.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 219 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

mahrum [Arp.: ? >]: yoksun, ~ etmek: makadam [Fra.: macadame]: yol


yoksun bırakmak. kaplama taşı.
mahsub [Arp.: hsb > mahsûb]: bak. makale [Arp.]: gazete köşeyazısı.
mahsup. makam 1 [Arp.: makâm]: 1.) ? 2.) aşama,
mahsup [Arp.: hsb > mahsûb]: 1.) , 2.) . kat, katman, mertebe, koltuk, mevki,
3.)
mahsur [Arp.: ? > mahzûr]: sakınca. paye, tabaka, [Müzik] Türk
mahsus [Arp.: ? > mahsûs]: 1.) hususi, Müziği’nde çeşit yada tür adı.
özel, 2.) ait, öze, has, 3.) bir yere makam 2 [Far.]: [Müzik] ezgi, melodi,
kapatılmış, hapsedilmiş. name, terane.
mahsul [Arp.: hsl]: 1.) oluşmuş, makar [Yun.]: kutsal, mübarek.
meydan gelmiş, üremiş, 2.) ürün, makara [Arp.: bekre]: [Teknik] bobin.
randıman, verim. makarna [Yun.: makar > İtl.: maccaroni]:
mahsus 1 [Arp.: ? >]: 1.) özelleşmiş, 2.) [Gıda] hamur yemeği.
özgü. makas [Arp.: mikas]: kumaş kesme
mahsus 2 [Arp.: ? >]: 1.) anlamış, gereci, yün kırkma ~ı: kırka.
2.)
kavramış, anlama, bilme, makastar [Far.: makas + dâr]: kunaş
kavrama. biçme ustası.
mahsusan [Arp.: ? >]: 1.) bilerek, kasıtlı makat 1 [Arp.: ma’kad]: [Halkdili] alçak
olarak, 2.) açıkçası. sedir.
mahsustan: bak. mahsusan. makat 2 [Arp.: ma’kad]: 1.) minder,
mahur [Arp.: ? >]: Türk Müziği’nde bir oturma yeri, oturak, 2.) yastık, 3.)
makam. anal, anüs, artka, geri, göt.
mahut [Arp.: ? >]: adı geçen, bilinen, makber [Arp.]: gömüt, kabir, lahit,
bildik. mezar, sin.
mahya [Arp.: mâhiye > mâhya]: 1.) ay makbul [Arp.: kbl > makbûl]: 1.) ön,
gibi ışıklı, 2.) Ramazan ayında cami önce, karşılama, 2.) benimsenen,
minarelerine asılan ışık, kandıl, kabul gören.
mahiye. makbule [Arp.: kbl > makbûle]: 1.)
mahzen [Arp.]: 1.) tahıl ambarı, 2.) benimsenen, kabul gören, 2.) [M] bir
yerlatında depolama yeri, içki ~i: bayan adı.
kav. makbuz [Arp.]: 1.) ödenti belgesi, 2.)
mahzur [Arp.: ? > mahzûr]: 1.) sakınca, alınan.
2.)
çekince, itiraz kaydı, 3.) engel, Makedonya [Rum.: ?]: Balkanlar’da bir
mani, mania, önlem, sakınca, 4.) ülke, [Macedonia].
kapalı. maket [Fra.: maquette, Mimari]: taslak.
mai [Arp.: ? >]: mavi. maki: [Bitkibilim: ?] bodur bitki, Akdeniz
maiandros [Rum.]: dönemeçli yol. bitki örtüsü.
mail [Arp.: ? >]: eğilimi olan. makina [Yun.: mechos > mechane > İtl.:
1.)
maile [Arp.]: aklan, dönemeç, ?]: düzenek, 2.) kendiliğinden
kıvılarak giden. çalışan, ~ yağı: gras.
maişet [Arp.]: 1.) yaşam için gerekli makine [Yun.: mechos > [?] > mechane >
olan şeyler, 2.) geçim. [?] > İtl.: ?]: bak. makina.
maius mensis [Lat.]: Maia’nın ayı, makinist [Yun.: mechos > Fra.:
[May]. machiniste]: lokomotif, tren sürücüsü,
maiyet [Rum.: ?]: 1.) alt kadro, 2.) üst makrama [Arp.: mikrama]: bak.
görevlinin yanında bulunanlar. makrame.
majeste [Lat.: magnus > Fra.: magestè]: makrame [Arp.: mikrama > migramah >
1.)
haşmetli, heybetli, şevketli. Fra.: macramé]: mendil, elbezi, yüz
2.)
major [Lat.]: daha büyük. havlusu, desenli elişi.
majör [Lat.: magnus > Fra.: majeur]: 1.) makros [Yun.: ?]: büyük, iri, uzun.
asal, başlıca, 2.) büyük. Maksad [Arp.:? >]: bak. maksat.
majusculus [Lat.]: büyük, daha maksat [Arp.:? > maksad]: 1.) amaç,
büyük. erek, gaye, hedef, istek, kasıt, 2.)
majüskül [Lat.: majuscule > Fra.: istek, meram.
magiscule]: büyük harf. maksi [maxi]: [Moda] uzun.
makad [Arp.: ma’kad]: bak. makat. maksimum [Lat.: magnus > maxima >
Fra.: maximum]: en büyük.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 220 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

makta 1 [Arp.: ?]: kesit. Malta [İtl.]: Akdeniz’de bir ada devlet.
makta 2 [Arp.: ?]: [Yazın] Gazelin son maltaeriği [Malta eriği]: b.i., [Bitkibilim:
beyti. Erionbotrya japonica] yenidünya eriği.
maktül [Arp.: ktl > maktûl]: öldürülen, maltız [İtl.: ?]: 1.) pirinç işleri yapan, 2.)
ölen. mangal.
1.)
makul [Arp.: akl > mâkûl]: maltız keçişi [İtl.: ? + keçisi]: her
2.)
değerlendirme, düşünme, akla seferinde iki yavru doğuran yerel bir
uygun, elverişli, kabul edilebilir, Malta keçisi.
uygun, . malus [Lat.]: fena, kem, kötü.
makyaj [Fra.: ? > makiyaj]: 1.) malül [Arp.: all > mâlül]: hasta kimse,
süslenme, 2.) bayanların sülenmesi. malulen [Arp.]: ahstalıktan dolayı,
makyaj malzemeleri: Allık, Aseton, malümat [Arp.: alm > mâlümât]: 1.)
Cımbız, Far., Oje, Pudra, Rimel (Yağlı Sürme), bilme, belelme, öğrenme, öğretme,
Ruj, Sürme, Yağlı Sürme (Rimel), 2.)
bilgi, bili.
makyavalist [İtl. > Fra.: machiavalliste]: malva [Lat.]: ebegümeci.
1.)
N.Machiavelli; 1469-1527 yıllarında
malzeme [Arp.: ? > malezime]:
yaşamış İtalyan devletadamı, 2.) materyal.
çıkarları için herşeyi mübah gören.
mama [Far.]: bebek yiyeceği, ~ unu:
mal 1 [Arp.: ?]: 1.) [Ticaret] emtia, meta,
ararot.
istiflenmiş ~: stok, ~ın satış
mamagrafi [Lat.: mamma + Yun.:
bedeli: rayiç, 2.) [Ekonomi] finans, graphein > Fra.: mammagraphie]: [Tıp]
nakit, para, 3.) büyükbaş hayvan, ortaya çıkmadan önce göğüs urlarını
mal 2 [Lat.]: Batı Dilleri’nde mal-; fena, belirleme röntgeni.
kem, kötü, hasta, hastalık anlamına bir
mamaliga [Lat.]: [Gıda] mısırunu
önek. yemeği.
mala [Far.]: [Yapım] sıva aracı. Mamaloji [Lat.: mamma + Yun.: logia >
mala aria [İtl.]: kötü hava. Fra.: mammalogie]: Hayvanbilimi’nin
malaga [?]: bir tür üzüm. memeliler dalı.
malagma [Yun.: ?]: merhem, ağrı mamma 2 [Lat. > B.D.]: Batı Dilleri’nde
giderici, deriyi yumuşatıcı. mamma; göğüs, meme anlamına bir
malak [Rum.: malaka]: [Hayvanbilim]
önek.
manda yavrusu. mamma 1 [Lat.]: göğüs, meme.
malarya [İtl.: mala aria]: 1.) kötü hava, mammilla [Lat.]: [Bedenbilim] meme,
2.)
[Tıp] sıtma.
meme biçimli çıkıntı.
Malatya [Melita, Maldia, Meliddu, Melid]: mamur [Arp.: a’mr > [‫ > ]رمع‬mâmur]: 1.)
[44], Türkiye’de bir kent. a.)
kurma, onarma, yapma, b.) bir
malayani [Arp.: ?]: boş ve yararsız. araya gelme, sevinçli olma, c.) uzun
malaz [?]: ot büyümüş toprak. yaşama, 2.) bayındır, abad, abat,
male [Lat.]: 1.) fena, kem, kötü, 2.) alil, imar.
hastalıklı, 3.) fenalık, günah, kötülük, mana [Arp.: ? > manâ]: anlam, meal.
şer. manaj [Fra.: manage]: [Spor] at eğitimi.
male habitus [Lat.]: kötü korunmuş, manalı [Arp. + lı]: anlamlı, manidar.
kötü saklanmış. manare [Lat.]: 1.) akmak, cereyan
mali 1 [Arp.: ? > mâlî]: [Ekonomi] akçasal, etmek, seyelan etmek, 2.)
nakdi, parasal. dalgalanmak, sallanmak, 3.)
mali 2 [Lat.]: 1.) fena, kötü, kem, 2.) kabarmak, yükselmek, 4.)
dolmak,
fanalık, günah, kötülük, şer, 3.) bela, dopdolu olmak.
dert, zarar, ziyan. Manas: bir Kırgız desatnı.
malik [Arp.: ? > mâlik]: 1.) iye, sahip, 2.) manasız [Arp. + sız]: absürt, anlamsız,
3.)
[M] Allah, Yaradan, [M] bir erkek
saçma.
adı. manastır 1 [Rum.: monos: μονος]: büyük
malikane [Arp.: mâlik + Far.: âne > Far.:
kilise, keşişhane.
mâlikâne]: yurtluk.
Manastır 2 [Rum.: monos: μονος]:
mallar [Arp. + lar]: [Ticaret] emtia.
İzmit’te eskilerde Yenidoğan semtinin
malleus [Lat.]: çekiç.
adı, Manastır Mahallesi.
malt [İng.: mealt]: 1.) arpa, 2.) biralık
arpa.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 221 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Manastır 3 [Rum.: monos: μονος]: mani 3 [Yun.: [μανί] > B.D.: mania]: 1.)
Osmanlı İmparatorluğu’nda hastalık, 2.) bak. mania3.
Balkanlar’daki Bitolj kenti. mania 1 [Arp.: ? >]: bariyer, engel, ket,
manav: 1.) meyve sebze satıcısı, 2.) mani, seki, set, zorluk.
Türkmen, Yörük, mania 2 [Yun.: μανία]: delilik.
manca [İlt.: mangare]: 1.) yemek, 2.) mania 3 [Yun.: μανία > B.D.]: Batı
kedi maması, kedi yiyeceği, Dilleri’nde mania; (belli türde) bir akıl
mancınık [Arp.]: 1.) katapult, sapan, 2.) rahatsızlığı anlamına bir sonek.
4
ipek dokumada ilmik tekeri. mania [İtl.: ? >]: devamlı,
manda 1 : [Hayvanbilim: ?] camış, su durmaksızın, sürekli.
sığırı, ~ yavrusu: balak, malak. manidar [Far.: mâni + dâr > mânidâr]: 1.)
2.)
manda 2 [Lat.: mandare > Fra.: ? anlamlı, manalı.
mandate]: egemenlik. manifatura [Lat.: manus + facere > İtl.:
1.)
mandal [Arp.: ?]: i., 1.) ? 2.) çamaşır manifattura]: fabrika dokuması, 2.)
asma kıskacı. dokuma, kumaş, tekstil.
mandaline [İtl.: mandarine]: [Bitkibilim: manifesto [Lat.: manifestus > İtl.:
1.)
Citrus nobilis]
1.)
Çin’de Mandarin menifesto]: [Siyaset] genel açıklama,
2.)
bölgesi, 2.)
Çin kökenli bir turunçgil, beyanat, bildirim, [Denizcilik]
3.)
bir tür narenciye. gümrüğe mal bildirimi.
mandare [Lat.]: birisine çok manifestus [Lat.]: 1.) eli iyice açma, 2.)
güvenmek, emanet etmek, havale neşeli olma, sevinme.
etmek, tevdi etmek. manikür [Lat.: manus + cura > Fra.:
1.)
mandepsi [Argo]: fak, hendek, kapan, manicure]: elbakımı, 2.) tırnak
trap, tuzak. bakımı,
mandere [Lat.]: çiğnemek, geviş maniple [Lat.: manus + plere > Fra.:
1.)
getirmek. maniplé]: başka amaç için
2.)
mandıra [Rum.: mandar: ?]: süthane. kullanma, kötüye kullanım.
mandolin [Lat. & Yun.: poundare [?] > Manisa [Lydia, Rum.: Magnesia [?], Osm.:
B.D.: mandoline]:
1.)
müzik borusu, 2.) Saruhan]: [45], Türkiye’de bir kent.
dört yada beş dizi teli olan bir müzik manita [İtl.: ?]: 1.) ? 2.) [Argo] sevgili.
gereci. manivela [Lat.: manus > İtl.: manivela]:
manen [Arp.: ? > mânen]: iç varlık [Teknik] kaldıraç.
olarak, moralman. mankafa: ahmak, andaval, aptal,
manere [Lat.]: aynısı olarak kalmak, anlayşsız, ansız, aptal, avanak, bön,
kalmak, yerinde durmak. budala, ebleh, enayi, salak, savak,
manevi [Arp.: ? > mânevî]: soyut, manken [Hol.: manneken > Fra.:
1.)
tinsel. mannequine]: küçük adam, 2.)
manevra [Lat.: manu operare > Fra.: terzilerin yada dükkan sahiplerinin
maneuver]:
1.)
elle çalışma, kol kullandığı insan biçiminde model, 3.)
kuvvetiyle iş görme, 2.) savaş moda elbiseleri teşhir eden model.
denemesi, 3.) tatbikat. mano [İtl.: ?]: 1.) ? 2.) [Kağıt Oyunu]
manga [manka]: [Askeriye] on kişilik kumarcının kazancı.
birlik. manolya [Fra.: ?]: 1.) ? 2.) ?
mangal [Arp.: ? > menkal]: et pişirme manometer [Yun.: mano + metron > [?]
gereci, gril, ızgara. Fra.: manometre]: [Fizik] basınçölçer.
Manganez [Lat. & Yun: Magnesia [?] > mansio [Lat.]: 1.) dar, ev, hane, konut,
2.)
Fra.: manganese: Mn]: [Kimya] iskan, oturma, yerleşim.
alaşımlarda kullanılan griye çalan mansiyon [Lat.: mens > Fra.: mention]:
1.)
renkte, metalik kimyasal element. kısa referans, 2.) anma, 3.) bir
mango [Tamil > B.D.]: sarı-kırmızı yarışmada adının anılması uygun
renklerde, tadı ekşimsi tropik bir görülen yapıta verilen ödül.
meyve. mansuedus [Lat.]: evcil, vahşi
mani 1 [Arp.:? > mâni' [‫]]عنام‬: bariyer, olmayan.
engel, ket, mania, önlem, seki, set. mansur [Arp.: ? > ?]: 1.) Allah’tan yana
mani 2 [Arp.: ? > manı]: [Müzik] şarkı, olan, 2.) galip, 3.) [M] bu anlamda bir
türkü. erkek adı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 222 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Manş Denizi [Fra.: ? + Denizi]: İngiliz Mardin [Sür.: Marde, Maride, Merdo,
Kanalı. Mardin]: [47], Türkiye’de bir kent.
manşet [Fra.: manchette]: 1.) [Giyim] kol mare [Lat.]: 1.) tuzlu su, 2.) deniz.
düğmesi başlık, 2.) [Basın] gazete mareşal [Fra.: ?]: [Askeri] müşir.
başlığı. margarin [Fra.: margarine]: 1.) tereyağ
manşon [Fra.: ?]: boru bağlantı ve süt ekleyerek yapılan bitkisel bir
parçası. yağ çeşidi, 2.) bitkisel yağ.
mantar [Rum.: ?]: 1.) yenilir bir bitki, 2.) margo [Lat.]: kıyı, sınır, uç.
şişe tapası, 3.) [Mecazi] , marina [Lat.: mare > marinus > İtl.:
manthenein [Yun.: ?]: öğrenmek. marina]: [Denizcilik] yat limanı.
1.)
mantı: bir hamur yemeği. marinare [Lat.]: tuzlu suya
mantık [Arp.: ? > ?]: 1.) eseme, 2.) bir yatırmak, 2.)
salamura yapmak, turşu
ders. yapmak.
mantis [Yun.: ?]: elçi, peygamber, marinus [Lat.]: deniz.
resül. maritus [Lat.]: koca.
manto [Fra.: ?]: bir kadın üst giysisi, mariz 1 [Arp.: ?]: alil, hasta.
kısa ~ [Fra.]: truakar. mariz 2 [?]: [Argo] dayak, patak.
manu operare [Lat.]: elle çalışma, kol marj [Lat.: margo > Fra.: marge]: 1.)
kuvvetiyle iş görme. kenar, kıyı, uç, 2.) kağıt kenarında
manus [Lat.]: el. bırakılan aralık.
manüel [Lat.: manus > Fra.: manuelle]: el marjinal [Lat.: margo > Fra.: marginal ?]:
kitabı. aşırı, ekstrem, marjinal, uç.
manyak [Yun.: mania + ? [μανία] > Fra.: marka [Fra.: marque > İtl.: marca]: 1.)
2.)
maniac]:
1.)
[Tıp] deli, divane,
2.) işaret, [Ticaret] özel işaret,
saldırgan kişilikli amblem.
manyetik [Yun.: Magnasia [?] > Fra.: market [Lat.: merx > B.D.: market]: 1.)
magnetique]: [Fizik] etkileşim. ticari eşya, emtia, mal, 2.) Pazar,
manyeto [Yun.: Magnesia [?] > Fra.: piyasa, 3.) büyük alışveriş mağazası.
megneto]:
1.)
küçük dinoma, üreteç, Marmara [Rum.: marmaros [μάρμαρος] &
2.)
alev üreteci, 3.) ateşleme. İtl.: Marmora]: Marmara Adası’nın
manzara [Arp.: ? > ?]: genel görünüm, adından gelir. Bu adada Beyaz taş
panaroma. yani mermer çıkartılırmış. Mermer’e
manzume [Arp.: ? > manzûme]: [Şiir] izafeten. Marmara Adası, Marmara
nazım, şiir. Denizi, Marmara Bölgesi.
mapa [Lat.: > İtl.: mappa]: [Denizcilik] 1.) marmaros [Rum.: μάρμαρος]: beyaz taş.
siperli fener, 2.) ucu halkalı civata. marmelat [Yun.: meli + melon > [?] >
1.)
mappa [Lat.]: önlük. Fra.: marmalade]: ballı elma, 2.)
maraba [?]: ortak, yarıcı. şekerli meyve ezmesi, 3.) reçele
marangoz [İtl.: ?]: 1.) ağaç işleri yapan benzer bir meyve tatlısı.
usta, 2.) kısaca marangozhane. marn [Fra.: ?]: [Maden, Gıda] pekmez
marangozhane [İtl.: ? + Far.: hâne]: toprağı.
marangozluk işleri yapılan işlek. maroken [Fra.: ?]: Fas derisi.
maranta: [Dokuma] ararot kumaşı. maron [Fra.: ?]: kestane rengi.
Maraş 1 : bak. Kahramanmaraş. marpuç [Far.: marpiç]: 1.) ? 2.) nargile
Maraş 2 : KKTC’de bir kent. hortumu.
maraton [Yun.: marathon [?] > Fra.: Mars [Lat.: Martius > Mars > Fra.: Mars]:
1.)
marathone]:
1.)
eski Yunan’da 26 eski Roma’da savaş tanrısı, 2.)
millik bir yarışma, 2.) dayanıklılık [Yıldızbilim] Behram, Merih.
yarışması. marsık [?]: kömür gibi yanmış.
maraz [Far.]: [Tıp] çor, dert, hastalık, Marsilya [İlt.]: İtalya’da Marseilles
illet, mazara. kenti.
maraza [Arp.: ? > muarıza]: 1.) çıngar, marsypos [Yun.: ?]: kese, küçük torba,
hır, kavga, 2.) [Halkdili] hastalık. torba.
marchisus [Lat.]: harika, mükemmel. marcher [Fra.]: f., yürümek.
marcus [Lat.]: çekiç. marş [Fra.: marcher: yürümek]: 1.) yürü!
2.) 3.)
marda [Rum.: ?]: i., ıskarta mal. [Müzik] Ritimli müzik, [Askeriye]

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 223 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

askeri yürüyüş, 4.) [Otomotiv] arabada maslahat [Arp.: ? > maslâhat]: 1.) ?, 2.)
başlatma motoru. ?,
Mart [Lat.: martius > Fra.: ?]: 1.) Mars maslak 1 : 1.) büyük, hayvan su içme
yıldızına ait, 2.) yılın 31 gün çeken 3. yalağı, 2.) çeşme altı tekne, 3.) su
ayı. tankı.
martaval [Konuşma Dili]: palavra. Maslak 2 : İstanbul’da bir semt adı.
martı [İtl.: martin]: 1.) Piri Reis Martı masmavi: gömgök,
Kuşu dermiş, 2.) [Kuşbilim: Larus mason [Lat.: matio > B.D.: mason]: 1.)
orgentatus] bir deniz kuşu. duvar ustası, örücü, 2.) duvar
martialis [Lat.]: Mars’la ilgili. örücüleri, 3.) Hiristiyanlıkla birlikte
martin [İtl.]: 1.) Martini Tüfeği, 2.) kısa kilise benzeri mabedleri yapan
namlulu tüfek, 3.) [M] Batılı bir erkek ustalar, 4.) gizli tarikat üyesi,
adı. farmason.
martius [Lat.]: Mars’la ilgili. masör [Arp.: mes > massa > Fra.:
martyr [Lat.]: gören, şahit, tanık. massaeur]: erkek masajcı.
marul [Rum.: mouli > maruli [?]]: masraf [Arp.: srf > [‫]]فرصم‬: 1.)
[Bitkibilim: Lactuca sativa] bir tür sebze. tüketme, 2.) borç, gider, harcanma.
marya [Rum.: ?]: 1.) dişi koyun, dişi massa [Lat.]: küme, parça.
hayvan, 2.) yavru balık. mastar [Arp.: ? > masdar]: [Dilbilgisi] fiilin
mas 1 [Arp.]: [Kimya] emme, soğurma. –mek, -mak biçimi, [Infinitive].
mas 2 [Lat.]: erkek. mastax [Yun.: ? ]: ağız.
masa 1 [Lat.: massa > İtl.: massa]: mastı çiçeği: [Bitkibilim: Arnica Montana]
1.)
sehpa, küçük ~: sehpa. arnik, mastı çiçeği, 2.) bak. arnik.
masa 2 [Yun.: ?]: arpa keki. mastı: bodur köpek.
masaj [Arp.: messe > mes > massa > mastika [Yun.: ?]: mastikle
Fra.: massage]:
1.)
dokunma, 2.) kokulandırılmış Yugoslav Rakısı.
bedeni rahatlatmak için ovma. mastos [Yun.: ?]: göğüs, meme.
masajcı [Arp.: messe > mes > massa > masturbari [Lat.]: cinsel organlarla
Fra. + cı]:
1.)
dokunma, 2.) masaj işini oynamak.
yapan, erkek ~: masör. masturbasyon [Lat.: masturbari > Fra.:
1.)
masal [Arp.: ?]: olağan dışı hikaye, bir masturbation]: cinsel organlarla
2.)
~ kuşu: anka. oynama, belini getirme, tatmin
olma, 3.) tatmin etme.
masarika [Arp.: ?]: [Bedenbilim]
masum [Arp.: ? > mâsum]: suçsuz.
bağırsakları tutan karın iç zarı.
masura [Far.]: 1.) çeşme zıvanası, 2.)
masat [Arp.: ? > mishad]: bıçak bileme
bobin, makara, yumak, 3.) örgü ipi
aracı.
yumağı.
masiyah [İbr.]: 1.) yağlanmış, 2.) kutsal
maşa [Arp.: ? > mihassa]: 1.) ateşi
yağla yağlanmış, 3.) kutsal kişi,
elleçlemede kullanın kıskaç, 2.) saç
Tanrı’nın elçisi.
fon gereci, 3.) küçük maşa, cımbız,
mask [Arp.: ? > mashara > B.D. > Fra.:
çift.
masque]: maske, yapam yüz.
maşatlık [Arp.: ? > meş’hed]: 1.)
maskara [Arp.: ? > mashara]: 1.)
gayrimüslim mezarlığı, 2.) özellikle
gizleme, örtme, saklama, setr, 2.)
Yahudi Mezarlığı.
kaşmer, maskara, soytarı, şeytan, 3.)
maşraba: bak. maşrapa.
bir makyaj ürünü.
maşrapa [Arp.: ? > maşraba]: kulplu
maske [Arp.: ? > mashara > B.D. > Fra.:
küçük kap, madeni su içme tası.
masqué]: mask, yapma yüz.
maşrık [Arp.: şrk > maşrîk]: 1.) batma,
maskelemek [Arp.: ? > mashara > B.D. >
kaybolma, yok olma, 2.) güneşin
Fra.: masqué + lemek]: alalamak,
doğduğu yer, 3.) doğu, orient, şark.
kamufle etmek,
maşuk [Arp.: ? > mâşuk]: 1.) seven, 2.)
maskot [Fra.: masco > Fra.: mascotte]:
1.) [M] seven anlamına bir erkek adı.
büyücü, sihirbaz, 2.) iyilik, şans 1.)
Maşukiye [Arp.: mâşukiye]:
getirdiğine inanılan, eşya, insan vb, 2.)
3.) Maşuk’un köyü, İzmit’e bağlı bir
maskot, mavi boncuk.
belde.
maskülen [Lat.: mas > Fra.: masculine]:
1.) mat 1 [Far.]: 1.) akılla altetmek, hünerle
eril, 2.) erkeklerle ilgili.
yenmek, 2.) [Satranç] tam yenilgi.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 224 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

mat 2 [Fra.: matte]: 1.) donuk yüzey, matuf [Arp.: mâtuf]: yönelik, yönelmiş.
pürüzlü satıh, 2.) donuk. maturus [Lat.]: kamil, olgun.
matador [> İsp.: ?]: boğa güreşçisi. maun [mahun]: [Bitkibilim: Swietenia
matador [İsp.: mator > İng.]: 1.) katil, Mahagoni] akaju.
öldüren, 2.) boğa güreşçisi. maval [Arp.: mevval]: i., katakulli,
matara [Arp.: mathere]: [Askeri] 1.) uydurma, yalan.
Yolculukta kullanılan madenden yada mavera [Arp.]: ilerisi, ötesi.
deriden su kabı, 2.) Asker su kabı, Maveraünnehr [Arp.. mavera-ün nehr]:
1.)
kirba. nehirler ötesi, 2.) [Transoxiana] ?.
matbaa [Arp.]: basımevi. mavi [Arp.]: mai, yeşille ~ karışımı
matbuat [Arp.]: basın. renk: tirşe.
matem [Arp.]: acı, yas. mavikantaron [mavi kantoran]: b.i.,
Matematik [Yun.: ? > Fra.: mathematic]: [Bitkibilim: Cephalaria syriaca]
1.)
yıllık bir
Aritmetik, riyaziye, matematiğin bir bitki, 2.)
acımık, belemir, peygamber
dalı: cebir. çiçeği.
Matematik [Yun.: manthenein > mavna [Arp.: mavuna]: i., 1.) ? 2.)
1.)
mathematikos > Fra.: mathematique]: [Denizcilik] yelkenli yük gemisi.
öğrenmek, 2.) sayılar ve sembollarin mavro [Rum.: ? > Argo]: 1.) ? 2.) zenci.
bir birleri ile ilişkisi, 3.) bununla ilgili maxima [Lat.: magnus]: en büyük.
bir bilim dalı, 4.) Riyaziye. maya 1 [Far.: maye]: [Kimya] ekşime,
matemli [Arp. + li]: yaslı. ferment tahammür.
mater [Lat.]: anne. Maya 2 [Güney Amerika]: bir Güney
materia [Lat.]: cevher, cisim, madde, Amerika Ugyarlığı.
özdek. mayalanma [Far. + lama]: i.,
materyal [Lat.: materia > Fra.: material]: fermantasyon.
1.)
cevher, cisim, madde, özdek, 2.) mayasıl [Arp.]: i., 1.) ? 2.) [Tıp] egzama,
malzeme. hemeroit, mayasıl.
materyal [Lat.: materia > Fra.: material]: maydanoz [Rum.: makedounsi &
malzeme. makedonisi [?] > Arp.: bakdunis >
mathere: bak. matara. makdunis & Arp.: miğde nüvaz [?] >
1.)
matik [Yun.: makine > Fra.: matique]: Osm.: maydanoz]: Makedonya otu,
2.)
makine anlamına sonek. [Bitkibilim: Petroselinum crispum] bir
matine [Fra.: matin > matinée]: 1.) yeşillik türü, Makedonya otu.
sabah, gündüz, 2.) sinema yada maye [Far.: mâye]: ekşime.
tiyatroda gece bölümü. mayehoş [Far.]: bak. mayhoş.
matio [Lat.]: duvar ustası, örücü. mayhoş [Far.: mâye + hoş > mâyehoş >
1.)
matitunus [lat.]: gündüzle ilgili, mâyhoş]: hoş olmayan, 2.) ekşimsi.
gündüzleyin. mayın [İng.: ?]: ?
matiz [Rum.: ?]: 1.) uzun ip, 2.) [Argo] Mayıs [Lat.: maius mensis]: yılın 31 gün
çok sarhoş. çeken 5. ayı, [May].
matkab [Arp.: miskab]: bak. matkap. mayi [Arp.: mâyi]: 1.) akışkan, sugibi, 2.)
matkap [Arp.: miskab > matkab]: [Teknik] [Kimya] likit, sıvı.
delgi. maymun [Arp.: ?]: [Hayvanbilim: ?] bir
matmazel [Fra.: mesdemoisellee > hayvan, maymun türleri: Goril,
medemoiselle]: evli olmayan bayan, Makak, Orangutan.
Fraulein, Miss. mayna [İtl.: magnia ?]: [Denizcilik] ?
mator [İsp.]: öldürmek. mayo [Fra.: maio ?]: [Giyim] deniz
matrak [Arp.: mıtrak]: değnek, kalın giysisi.
sopa. mayonez [İsp.: Mahon > Fra.:
1.)
matriks [Lat.: mater > Fra.: matrix]: 1.) mayonaisse]: İspanya’da Mahon
karın, 2.) [Matematik] sayılar kümesi. limanı, 2.) [Gıda] yumurta beyazından
matris [Lat.: mater > Fra.: matrix]: ile yapılan bezelye vb bir meze türü.
gazete baskı şablonu. maytap [Far.: mu + tâb > muytâb >
1.)
Matta [Arm.: matia > İbr.: ? > Yun.: ?]: maytap]: kıvır kıvır saç, kıvırcık,
2.)
[Hiristiyanlık]
1.)
İsa’nın havarisi, 2.) lüle saç, havai fişek, 3.) [Argo] alay
Matta İncili. etme, dalga geçme.
matta 1 [Lat.]: bez, dokuma. mazak: kırmızı renkli balık.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 225 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

mazara [Arp.]: [Tıp] çor, dert, hastalık. medicari [Lat.]: iyileştirmek, tedavi
illet, maraz, mazara. etmek.
mazbata [Arp.]: 1.) tutanak, 2.) medicus [Lat.]: hekim, doktor.
milletvekillerinin vekilliklerinin medine 1 [Arp.: ?]: 1.) abad, abat, il,
geçerliliği için züenelnen belge. kent, site, şehir, vilayet, 2.) [M] bir
mazeret [Arp.: mâzeret]: bahane, özür. bayan adı.
mazgal [Rum.: ?]: su akma yeri. Medine 2 [Arp.]: Suudi Arabistan’da bir
mazhar [Arp.: ?]: 1.) ?, 2.) ?, 3.) [M] bir kent.
erkek adı. meditari [Lat.]: düşünmek, niyet
mazı [?]: [Bitkibilim: ?] bir süsü bitkisi. etmek, planlamak.
mazi [Arp.: mâzi]: geçmiş, tarih. meditasyon [Lat.: mediatri > Fra.:
mazot [Rus.: ?]: 1.) bir tür yakıt, 2.) meditation]:
1.)
derin düşüncelere
2.)
dizel, motorin. dalma, geçici uyuma yada
Mazurka [Leh.]: ö.i., 1.) Leh dansı, 2.) uyutma.
bir Polonya halk dansı. medius [Lat.]: orta.
meal [Arp.]: anlam, mana. medyum [Lat.: medisu > Fra.: medium]:
1.)
meblağ [Arp.]: [Ekonomi] para miktarı, aracı, ortacı, 2.) bilici, falcı.
tutar. mefhum [Arp.: [‫]]موﻩفم‬: kavram.
mebni [Arp.: mebnî]: 1.) ?, 2.) ?. mefküreci [Arp. + ci]: idealist, ülkücü.
mecal [Arp.]: can, derman, dirlik, güç, mega 1 [Yun.: ?]: çok büyük.
hal, kuvvet, takat. mega 2 [Yun.: megas [?] > B.D.: mega]:
mecazi [Arp.]: figüratif, remzi, temsili. Batı Dilleri’nde mega-; 1.) büyük, güçlü,
mecbur [Arp.: cbr > mecbûr [‫]]روبجم‬: 1.) kocaman,
2.)
milyonuncu anlamına bir
zorlama, zorlaştırma, 2.) zorunlu. önek.
mecburi [Arp.: cbr > mecbûrî [?]]: 1.) megafon [Yun.: megas + phones > [?] >
2.) 1.)
zorlama, zorlaştırma, vacip, Fra.: megphone]: [Teknik] ses
2.)
zorunlu. yükselticisi, bu biimde çalışan
mechos [Yun.: ?]: 1.) düzenek, icat, taşıanbilir bir gereç.
tertip, tertibat, 2.) entrika, gizli plan, megapol [Yun.: megas + polis > [?] >
tertip. Fra.: megapole]: çok büyük kent.
mechos [Yun.: ?]: buluş, düzenek, icat, megas [Yun.: ?]: büyük.
tertip, tertibat. megola [Yun.: ?]: büyük.
meclis [Arp.]: 1.) parlemento, 2.) megolamani [Yun.: megas + mania > [?]
dostlar toplantısı, 3.) Türkiye Büyük > Fra.: megolamanie]: [Pskiloji] büyüklük
Millet Meclisi. hastalığı.
mecmua [Arp.]: [Basın] dergi, magazin. mehil [Arp.]: eksüre, mehil, mühlet,
mecra [Arp.]: akış, cereyan, eğilim, önel, süre, vade.
istikamet, temayül, trend, yön, Mehmet [Arp.: Muhammed’in kısaltması]:
1.) 2.)
yönelim. [M] bir erkek adı, Mehmet adı
meç 1 [Fra.: ?]: ? sadece Türkler’de vardır. Hz. Muhammed’e
saygıdan aynı ismi değilde Arapça yazılışının
meç 2 [Srp.]: [Savaş] düz, dar ve ensiz
farklı okunuşundna oluşan Mehmet ismini
kılıç. kullanmıştır.
meçhul [Arp.: ?]: 1.) bilmeme, 2.) mehtab [Far.: mehtâb]: bak. mehtap.
bilinmeyen, bilinmezlik. mehtap [Far.: mâh + tâb > mehtâb
med cezir [Arp.]: 1.) kabarma ve [‫]]باتﻩم‬:
1.)
ay ışığı, 2.) ayışığı,
alçalma, yükselme ve inme, 2.) dolunay, 3.)
[M] bir bayan adı.
suların kabarması ve inmesi, 3.) Mehtar Takımı: ?
nehir, göl ve denizlerin ay ve mehter [Arp.]: 1.) Osmanlı’da çadır
yıldızların etkilemesiyle yükselip uşağı, 2.) ?.
4.)
alçalması, akıntı, gelgit, mehteran [Arp.]: ?
meddücezir. mekan [Arp.: mekân [‫]]ناكم‬: 1.) lokal,
med: bak. met. mahal, mevki, yer, 2.) ev, hane, yurt,
meddücezir [Arp.: medd –ü cezir]: 3.)
kat, makam, mevki, paye, 4.)
akıntı, gelgit, med cezir. işletma, dükkan, büro vb.
medialis [Lat.]: ortaya ait. mekanik [Yun.: mechos > mechane > [?]
medianus [Lat.]: orta. > Fra.: mechanique]: makineyle ilgili.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 226 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

mekanizma [Yun.: mechos > [?] > meltem [?]: 1.) 2.) yel, 3.) [M] bu
mechanismos > İtl.: ?]: düzenek. anlamda bir bayan adı.
mekruh [Arp.: krh > ‫]ﻩورﮎم‬: 1.) iğrenme, memat [Arp.: memât]: ölüm, vefat,
2.)
iğrenç, 3.) [İslam] dinen iğrenilen, hayat ~ meselesi: ölüm yaşam
yapılması istenmeyen edimler ve sorunu.
davranışlar. memba [Arp.: membâ]: çaykara, eşme,
mekteb [Arp.: ktb ]: bak. mektep. kaynak, kaynaksuyu, pınar.
mektep [Arp.: ktb > mekteb]: 1.) okuma membran [Lat.: membrum > Fra.:
evi, 2.) ekol, okul. membrane]: [Bedenbilim] gışa, ince
mektepli [Arp.: ktb > mekteb + li > katman, zar.
1.)
mektebbli]: eğitim görmüş, 2.) membrum [Lat.]: aza, üye.
üniversite eğitimi almış. meme: 1.) süt verme çıkıntısı, 2.)
mektub [Arp.: ktb]: bak. mektup. göğüs, hayvan ~si: cukka.
mektup [Arp.: ktb > mektûb]: 1.) yazılan, Memeliler Bilimi: Mamaloji.
2.)
name. memeliler: prirat.
mel [Türk.: bal > Lat.]: bal. meminisse [Lat.]: amımsamak,
melamin [Alm. > Fra.: melamine]: hatırlamak, yadetmek.
[Kimya] sentetik reçinelerde kullanılan meminisse [Lat.]: anımsamak,
beyaz kristalin madde. ansımak, hatırlamak.
melankoli [Yun.: melas + chole > [?] memleket [Arp.: ‫]تﮎلمم‬: ülke, vatan,
1.)
Fra.: melancholie]: kara bela, 2.) yurt,
üzüntülü ve deprasyonlu ruh hali, 3.) memor [Lat.]: düşüceli, unutmaz,
kara sevda. unutmayan.
melas 1 [Yun.: ?]: esmer, kara, siyah. memorabilia [Lat.]:
1.)
anmaya,
melas 2 [Lat.: mel > Fra.: melasse]: ahırlamaya değer şeyler, 2.) anılar,
[Kimya] şeker rafine edilirken hatıralar.
çıkartılan koyu siyah renkli bir şurup, memorandum [Lat.]: hatırlatıcı, yazılı
[Molasse]. kısa not.
melas 3 [Fra.: melasse]: şekerin posası. memoria [Lat.]: anı, hatıra.
melek [Arp.]: 1.) 2.) [M] bir bayan adı, men [Arp.: men’]: yasaklama.
[Angel, Angela, Olga]. men [Yun.: mēn]: ay (30 gün).
meleke [Arp.]: yeti. menafiyi ahlakiye [Arp. > Osm.:
melekler [Arp. + ler, Din]: Cebrail, menâfi’-yi ahlâkiye]:
1.)
?,
2.)
?,
Ezrail, İsrafil, Mikhail, menare [Arp.]: mumçubuğu,
Melen Çayı [Hypios]: denizfeneri, bak. minare.
Melenağzı: Melen Çayı’nın Karadeniz’e mendax [Lat.]: gerçekçi olmayan.
birleştiği yerde kurulu yerleşim yeri. Mendelevyum [Lat.: ? > Fra.:
meles 1 [Arp.]: çökük sırtlı (at). mendelevium: Md]:
meles 2 [Arp.]: çok eskilerde nitelikli Menderes 1 [Rum.: maiandros [?] >
bir ipekli dokuma. Tür.]: bak. Menderes Nehirleri.
melez [Arp.: meles2]: kırma, metis. Menderes, Adnan: eski
melhem [Arp.]: bak. merhem. başbakanlardan, idam edileren
meli [Yun.: ?]: bal. öldürüldü.
melih [?]: 1.) 2.) [M] bir erkek adı. mendicus [Lat.]: fakir, muhtaç, yoksul.
melik [Arp.]: 1.) komutan, 2.) [M] mendil [Arp.: elbezi]: peçete, peşkir.
komutan anlamına bir erkek adı. mene [Yun.: mēnē: ?]: aya benzer.
melike [Arp.]: 1.) 2.) [M] bir bayan adı. menekşe [Far.: benefşe]: 1.) [Bitkibilim:
melior [Lat.]: daha iyi. Viola adorato] bir tür çiçek,
2.)
[M]
melisa [Yun.: ? > Fra.: melissa]: bayan adı, hercai ~: alaca menekşe,
[Bitkibilim: ?] oğul otu.
alaca ~: hercai menekşe.
melodi [Yun.: melos + aeidein > [?] >
Fra.: melodie]: [Müzik]
1.)
ır, şarkı, menenjit [Yun.: meninx + itis > [?] >
2.) Lat.: meningitis > Fra.: meningite]:
terennüm, türkü, ezgi, makam,
[Patoloji] beyin ve omuriliği kaplayan
name, terane.
melon [Yun.: ?]: elma. zar tabakada iltihaplanma.
melos [Lat.]: name, şarkı, terane, menent [Arp.: menend]: aynı, benzer,
türkü. emsal, eş, tıpkı, tıpkısı, tıpatıp.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 227 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

meneviş []: dalgır, hare. menteşe 1 : reze.


menfaat [Arp.: menfâat]: çıkar, yarar. Menteşe 2 :
menfi [Arp.: ? > menfî]: 1.) aleyhine, mentha [Lat.]: nane.
tersine, 2.) olumsuz, negatif. mentol [Lat.: mentha > Alm.: menthole]:
1.)
Mengen [?]: nane aromalı, nane kokulu, 2.)
mengene [Rum.: mángano & mángano: naneli.
1.)
μάγγανο & μάγγανον]: pençe, çevirme menü [Lat.: minitus > İng.: menu]:
kolu, sıkıştırma gereci, .2.) cendere, yemek listesi, mönü.
pres. menzil [Arp.]: erim.
meni [Arp.]: bel, ersuyu, semen, mera [Arp.]: otlak.
sperm. merak [?]: öğrenme isteği.
meninx [Yun.]: gışa, ince katman, meram 1 [Arp.]: istek, maksat.
membran, zar. Meram 2 [Arp.]: Konya’da bir semt ve
menisk [?]: oynak ayçası. Meram Bağları.
menisküs [Yun.: mene + ? > Fra.: merasim [Arp.: ‫]مسارم‬: tören,
1.)
meniscuse]: bir tarafı içbükey diğer seromoni.
tarafı dışbükey mercek, 2.) [Fizik] mercan 1 [Arp.]: ~ ada: atol, ~ Köşk:
tepesi içbükey yada dışbükey duran şile,
sıvı sütünu, 3.) [Bedenbilim] menisk, Mercan 2 [Arp.]: İstanbul’da bir semt
oynak ayça, dizkapağı kemiği adı.
kayması. mercek [YTür.]: adese, büyüteç, lam,
menkıbe [Arp.: al menkabe > menkabe]: lup.
1.)
aslı belli olmayan, kaynağı belli merces [Lat.]: maaşlar, ödemeler,
2.)
olmayan, destan, epik, ücretler.
kahramanlık hikayesi, kahramanlık mercimek [Far.: merdümek >
öyküsü. mercümek]:
1.)
[Bitkibilim: Lens culinaris]
menkıbevi [Arp.: menkıbevî]: destansı, baklagillerden bir bitki, 2.) yasmık.
epik, hamasi. mercury [Lat.]: 1.) [M] eski Roma’da
menopoz [Yun.: men + pavein > Fra.: diğer dünyanın, ahiretin elçisi olan
1.)
menopse]: ayın bitmesi, aysonu, 2.) tanrı, 2.) [M] Güneş Düzlemi’nde en
[Fizyoloji] kadınlarda aybaşı küçük gezegen, 3.) [Kimya] ağır,
kanamalarının sonbulması. gümüş beyazı renkte, metalik bir
mens [Lat.]: akıl, eseme, us. element, civa, 4.)
[Kimya]
menses 1 [Lat.]: aylar (30 gün). termometrelerde kullanılan madde,
menses 2 [Lat.]: [Fizyoloji] [kadınlarda] civa.
adet, aybaşı, aylık kanama. merd Far.]: bak.mert.
mensis [Lat.: çogulu: menses]: ay (30 merdan [Far.: merd’in çoğulu]: 1.)
gün). adamlar, erkekler, 2.)
cesurlar,
menstruum [Lat.: çoğulu: menstrrums & yürekliler.
menstrua]: çözücü madde, eritici merdane 1 [Far.: merd + âne]: 1.) cesur
madde. biçimde, erkekçe, yiğitçe, 2.) alp,
mensura [Lat.]: ölçme, ölçümleme. böke, korkusuz, kostak, şampiyon,
menşevik [Rus.]: 1.) çoğunluk, 2.) yiğit.
SSCB’den önce 17 Kasım 1917 merdane 2 [Arp.: verdane]: 1.) baskı
Kominist İhtilali’nde tasfiye edilen makinesinin mürekkep silindiri, 2.)
Rus Sosyal Demokrat Partisi (1903- döner iğne, 3.) hamur açma gereci,
1917) taraftarı. kalın oklava.
ment [Lat.: mentum]: Batı Dilleri’nde – meridianus [Lat.: meridian]: öğle, öğle
1.)
ment; bir sonuç (improvement), 2.) bir vakti, öğle zamnı.
yol (adornment) ve 3.) bir eylem Merdigöz [Mardingöz]: İzmit
(bereavement) anlamına gelen bir Karamürsel’de Avcıköy.
sonek. merdiven [Far.: nerdban]: basak,
mentalite [Lat.: mens > Fra.: metalité]: basamak, ~ basamağı: ayakçak.
1.)
düşünce gücü, düşünme yapısı, 2.) merek [Halkdili]: hayvan yemi deposu.
bakış açısı. merere [Lat.]: haketmek, layık olmak,
menteia [Yun.]: kutsama, yüceltme, müstahak olmak.
divination.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 228 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

mereri [Lat.]: hizmet etmek, hizmette mersi [Lat.: merces > Fra.: mercie]:
bulunmak. teşekkür.
meretrix [Lat.]: fahişe, orospu. Mersin [Rum.: myrton > mirsíni
1.) 1.)
mergere [Lat.]: batırmak, [μυρςίνη]]: Türkiye’de bir kent adı,
2.)
daldırmak, ıslatmak, suya sokmak, yaban mersini: enir, Mersin
2.)
banmak, bandırmak, balığı yumurtası: havyar, Mersin
mergus [Lat.]: dalıcı kuş. balığı türü: şip.
merhaba [Far.]: 1.) benden sana zarar mersin balığı [Rum.: mirsíni [μυρςίνη] +
gelmez, 2.) barış, 3.) selamlaşma. balığı: Tür.]: [Balıkçılık: Myrtus communis]
merhale [Arp.]: aşama, evre, safha. bir tür Akdeniz balığı.
merhamet [Arp.]: acıma. mersiye [Arp.: ‫]ﻩﯼثرم‬: ağıt.
merhametli [Arp. + li]: rakik, yufka mert [Far.: merd]: 1.) adam, erkek, 2.)
yürekli. cesur, yürekli, 3.) [M] cesur, yürekli
merhem [Arp.: melhem]: [Eczacılık] anlamına bir erkek adı.
pomat. mertebe [Arp.]: 1.) kat, makam, mevki,
merhum [Arp.]: cansız, cenaze, mevta, paye, 2.) kat, katman.
ölü, vefat etmiş. merus [Lat.]: arı, katıksız, saf, temiz.
Meriç [Rum.: Evros]: 1.) Edirne’de bir merx [Lat.]: 1.) çanak çömlek, seramik
nehir adı, 2.) Edirne’de bir ilçe, 3.) eşya, 2.) ticari eşya, 3.) emtia, mal.
Bulgaristan’da hasköy’ün bir ilçesi, 4.) Meryem [İbr.: Maryam & Arp.: Meryem &
1.)
Yunanistan’da bir vilayet, 5.) bir Türk Yun.: Myriam > B.D.]: [Hiristiyanlık] Hz.
erkek adı. Meryem, Hz. İsa’nın bakire kabul
meridien [Lat.]: 1.) öğle saatleri, 2.) edilen annesi, 2.) [İslam] Hz. Meryem,
öğle, öğleyin. Bakire Meryem, Hz. İsa’nın bakire
meridiyen [Lat.: meridien > Far.: annesi, 3.) bir Türk, Hirisitiyan ve
merdidien]: [Evrenbilim] boylam. Müslüman bayan adı, [Mary, Maria,
meridies [Lat.]: ay. Marie, Marianna].
meridyen [Lat.: meridies > Fra.: mes [Arp.: messe]: 1.) dokunma, temas,
2.)
meridien]: Ekvator dairesi, tul dairesi. [İslam] dokunarak arınma, aptes
1.)
Merih [Arp.]: [Yıldızbilim] Behram, alma, 3.) [İslam] ayağa giyilen bir tür
2.)
Mars, bir bayan ve erkek adı, kapalı ayakkabı.
[Behram]. mesafe [Arp.]: ara.
merinos [İsp.]: 1.) İspanyol merino mesai [Arp.]: çalışma, emek.
koyunu, 2.) bu koyunun yünü, 3.) bu mesaj [Lat.: mittere > Fra.: message]:
yünden dokunmuş kumaş. ileti.
merkep [Arp.: merkeb]: [Hayvanbilim] mesame [Arp.: mesam]: [Yaşambilim]
eşek, eşşek, har, karakaçan. gözenek.
1.)
merkez [Arp.]: heryere eşit mesane [Arp.]: [Tıp] idrar torbası, sidik
2.)
uzaklıktaki yer, orta, özek, 1.) torbası.
~den uzak: ücra, sapa, 2.)
polis mesel [Arp.]: örnek alınacak söz.
karakolu, polis merkezi. mesela [Arp.: meselâ]: diyelimki,
merkür [Fra.: mercure]: i., utarit. örneğin, sözgelimi.
mermer [Rum.: marmaros [μάρμαρος] & mesele [Arp.]: 1.) dert, 2.) problem,
Lat.: lapis parius]: i.,
1.)
beyaz taş, 2.) sorun.
işlemesi kolay, yaygın oalrak beyaz, Mesih [İbr.: maşiyah > Arp.: al mesihe]:
1.)
renkli bir süstaşı, bir tür ~: somaki, [Hiristiyanlık] kutsal yağ ile ovulmuş,
~ yapıştırıcısı: akemi, yapay ~: kutsanmış, [Kristhos, Hristo, Christ], 2.)
gönderilmiş, müjdeci, yollanmış, 3.)
breş, ~den oyma: lahit, ~den oyma
Hz. İsa’ya verilen ad, [Messiah].
mezar: lahit, mesire [Arp.]: gezinti yeri.
mermi [Arp.]: i., [Savaş] kurşun. mesken [Arp.: skn]: ev, hane,
meros [Yun.]: bölüm, kısım, parça. ikametgah, konut.
merserize [İng. > Fra.: merserizèe]: 1.) meslek [Arp.]: 1.) çalışma, iş, 2.)
J.Mercer; 19.yy’da yaşamış bir İngiliz
kariyer, uzmanlık.
patiska, Amerikan bezi tüccarı, 2.)
Mesnevi [Arp.]: ~ şiiri: hamse.
pamuk ipliği, pamuklu kumaş.
mesos [Yun.]: 1.) arası, arasında,
beyne, beynel, 2.) orta, ortası.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 229 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

mest [Far.]: 1.) 2.) ayyaş, bekri, esrik, Metalurji [Yun.: metallon + ergon + logia
1.)
kafası iyi, sarhoş, sermest. > Fra.: metalurgie]: metalle çalışma
2.)
mesud [Arp.: mes'ûd]: bak. mesut. işi, metalleri cevherlerinden ayırıp
mesut [Arp. .: mes'ûd [‫]]دوعسم‬: 1.) eritme ve başka işlerde kullanma
bahtiyar, mutlu, saadetli, 2.) [M] bilimi, 3.) Madenbilim.
bahtiyat, mutlu, saadetl anlamına bir metamorfoz [Yun.: meta + morphe +
1.)
erkek adı. osis > Fra.: metamorphose]: biçimini
2.)
meşakkat [Arp.]: bun, eziyet, gaile, değiştirme durumu, başkalaşma,
güçlük, sıkıntı, zahmet, zor. biçimini değiştirme, şeklşini
meşakkatli [Arp. + li]: emekli, değiştirme.
zahmetli, zor. metan [methyle > Fra.: methane]: [Kimya]
1.)
meşale [Arp.]: alveli değnek, yanarca. bataklık benzeri alanlarda
meşhur [Arp.: meşhûr [‫]]وﻩشمر‬: 1.) bitkilerin çürümesiyle oluşan renksiz,
namdar, namlı, tanınmış, ünlü, 2.) [M] kokusuz, yanıcı bir gaz elementi, 2.)
namdar, namlı, tanınmış, ünlü bataklık gazı.
anlamına bir erkek adı, [Namdar]. metanet [Arp.: metânet]: dayanma,
meşin [Far.]: [Dericilik] işlenmiş deri, dayanım, sabır.
tabaklanmış deri, kösele.ince metanetli [Arp. + li]: dayanıklı, metin,
meşin: vaketa. metanol [methane + alcohole >
1.)
meşreb [Arp.]: bak. meşrep. methanole]: [Kimya] yakıt, çözücü
meşrep [Arp.: meşreb]: 1.) yaratılış, 2.) yada antifriz olarak kullanılan zehirli
içme yeri, su içme, içim. bir sıvı, 2.) metilalkol.
meşrubat [Arp.: şrb > ‫]تابورشم‬: 1.) metaplazma [Yun.: meta + plasma >
içme, 2.) içecekler, 3.) içecek. Fra.: metaplasma]:
1.)
kalıp dışı, 2.)
met [Arp.: med]: 1.) yükselme, 2.) deniz [Yaşambilim] hücrede bulunan yağ ve
kabarması, kabarma, yükselme. karbonhidarat gibi cansız maddeler.
meta 1 [Arp.: metâ]: [Ticaret] emtia, mal. metastaz [Yun.: meta + histanai > Fra.:
meta 2 [Yun.]: Yunanca’da meta-; 1.) dış, metastasis]:
1.)
değişim, 2.) [Tıp]
2.)
dışarısı, dışarıya, hariç, harice, kandolaşımıyla bir hastalığın bir
3.) 3.)
değişmiş öte, ötesinde, uzağında, uzuvdan diğerine taşınması, 3.) [Tıp]
sonra, sonrası analmına bir önek. bedende bir uzvun işlevinin diğer
meta 3 [Yun. > meta]: Batı Dilleri’nde organa taşınması.
1.) 2.)
meta-; dış, dışarısı, hariç, harice, metatarzos [Yun.: meta + Lat.: tarsus >
4.) 5.) 1.)
değişmiş, öte, ötesinde, uzağında, Fra.: metatarsus]: ayak bileği ötesi,
2.)
sonra, sonrası anlamında bir önek. [Bedenbilim] ayak tarağı.
metabolizma [Yun.: meta + ballein > metazori [Rum.: ?]: zorla.
1.)
Fra.: metabolisma]: dışarıya atma, Mete: bir Türk erkek adı.
2.)
gıdalardan oluşturulan ve posaya Metehan: bir erkek adı.
dönüştürülen ve böylece enerjinin metelik [Fra.: metallique]: 1.) on paralık
sağlandığı organizma içindeki sikke, 2.) çok az para.
3.)
protoplasma işlemi, bedende meteliksiz [Fra.: metallique + siz]:
enerji sağlama işi. parasız, züğürt,
metafizik [Yun.: meta(ta) + (Physis) meteor [Yun.: meta + eora > Fra.:
physika + ikos > Fra.: metafisique]: meteore]: akanyıldız, meteortaşı,
fizikötesi. şahap, ağan, ağma, göktaşı.
metafor [Yun.: meta + pherein > Fra.: meteoroid [Yun.: meta + eora + eides >
1.) 1.)
metaphore]: başka anlam taşımak, Fra.: meteoroide]: göktaşına
2.) 2.)
başka anlamlara gelen ifade, benzeyen, atmosfere girince
mecazi söz. göktaşı olan gökcismi.
metakarpoz [Yun.: meta + karpos > Fra.: Meteoroloji [Yun.: meta + eora + logia >
1.)
metacarpose]: [Bedenbilim] el tarağı. Fra.: meteorologie]: hava tahmin
2.)
metal [Yun.: metallon > Fra.: metal]: işleri, Havabilimi.
maden, mineral. meteortaşı: ağan, ağma, akanyıldız,
metalik [Yun.: metallon + ikos > Fra.: göktaşı, meteor, şahap.
mettalique]: madeni, madensel, meter 1 [Yun.: ?]: ana, anne, valide.
metallon [Yun.]: maden. meter 2 [Yun.: metron [μέτρον] > B.D.:
meter & metre]: Batı Dilleri’nde meter-

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 230 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
1.)
& metre-; bir ölçme gereci Metrofça [Srp.: Mitrovtza > Osm.]:
2.)
(barometer), ölçümlerinde
uzunluk Osmalı zamanında Balkanlar’daki
(kilometer) anlamına bir önek. Mitrovtza kenti.
meth [Arp.]: övme, övgü, sena etme, metron [> Yun.: [μέτρον]]: ölçmek.
yüceltme. metropol [Yun.: meter > metra + polis
1.)
methetmek [Arp. + etmek]: övmek, > Fra.: metropolis]: ana kent, 2.)
3.)
sena etmek, yüceltmek. başkent, başşehir, büyükkent,
methy [Yun.: ?]: bade, bor, mey, büyükşehir.
şarap. metropolit [Yun.: meter > metra + polis
1.)
methystos [Yun.: methystos [μέθυστος]]: > Fra.: metropolite]: [M] Ortodoks
2.)
sarhoş eden, sarhoş edici, uyuşuklu Rum Patriği, büyükkent,
veern. büyükşehir ile ilgili.
metil [Yun.: methy + hyle > Fra.: metruk [Arp.]: 1.) terk edilmiş, 2.) ıssız,
1.)
methyle]: şarap ağacı, üzüm kimselerin olmadığı.
2.)
kütüğü, [Kimya] metanol’de metus [Lat.]: korku.
bulunan bir hidrokarbon radikali. mevcud [Arp.: mevcûd]: bak. mevcut.
metilalkol: metanol. mevcut [Arp.: vcd > mevcûd]: 1.) olma,
metin [Arp.]: 1.) dayanıklı, metanetli, olusturulma, var olma, yaratılma, 2.)
2.)
[M] dayanıklı, metanetli anlamına var.
erkek adı. mevki [Arp.: mevkiî [‫]]ىعقوم‬: 1.) kat,
metiri [Lat.]: biçmek, ölçmek, mekan, yer, 2.) aşama, kat, katman,
ölçümlemek, tartmak makam, mekan, mertebe, paye,
metis [Fra.: metise]: kırma, melez. tabaka.
metod: bak. metot. Mevlana [: Mevlâna]: ?
Metodist [Yun.: meta + hodos > Fra.: mevlit [Arp.]: 1.) Süleyman Çelebi’nin
methodiste]: John Wesley’in yazdığı Hz. Muhammed’e adanmış
öğretilerinden geliştirilen Protestan kaside, 2.) çeşitli dini olaylarda bu
Hiristiyanlık üyesi. kasidenin okutulması.
metot [Yun.: meta + hodos > Fra.: mevlüt [Arp.: doğum]: 1.) doğum, 2.) Hz.
1.)
method]: herhangi bir şeyi yapma Muhammed’in doğumuyla ilgili, 3.) [M]
biçim, işlem, 2.) işleri yapma sistemi bir erkek adı.
yada düşünceli sıraya sokma işi, 3.) mevsim [Arp.: ‫]مسوم‬: 1.) saat, vakit,
yordam, yöntem. zaman, 2.) abuhava, iklim.
metra [ Yun.]: ana, karın. mevta [Arp.: mevt’in çoğulu]: 1.) ölüler, 2.)
metrdotel [Fra.: maître d’hôtel]: 1.) evin cansız, ölü, yaşamayan.
efendisi, evsahibi, 2.) otel baş mevzu [Arp.]: bahis, konu, tema.
görevlisi. mey [Far.]: bade, bor, şarap.
metre [Yun.: metron [μέτρον] > Fra.: meyan kökü [Rum.: pian > piyan >
1.) 1.)
metré]: metre, 2.) ölçme, ölçüm, meyan]: [Bitkibilim: Glycyrrhiza glabra]
2.)
ölçüm birimi, 3.) 100 cm. [Gıda] meyan kökü hülasası.
metrein [Yun.]: ölçme, ölçüm, ölçüm meydan [Arp.: meydân [‫]]ناديم‬: alan,
birimi. saha, halk ~ı: agora.
metres [Fra.: mistress]: 1.) öğretmen, meydanda [Arp. + da]: açık, aleni,
2.)
aftoz, cariye, gaco, halayık, aşikar, ayan, bariz, belirgin, belli,
kapatma, kuma, nikasız kadın, kesin, kapalı olmayan, ortada, sarih.
odalık. meyhane [Far.: mey + hâne > meyhâne]:
metris 1 [Far.: maters > Osm.]: [Askeri] 1.) 1.)
şarap evi, 2.) alküllü içki içilen yer,
güçlendirilmiş siper, siper, toprakta kabare.
çukur, 2.) siperlik, askeri siper alanı. meyil [Arp.: meyl [‫ > ]ليم‬meyil [‫]ليم‬: 1.)
Metris 2 [Far.: maters > Osm.]: eğilim, kayma, yönelme, 2.) eğim.
İstanbul’da 25. Mekanize Piyade meyilli [Arp.: meyl > meyil + li]: eğik,
Alayı askeri bölgesi. şev.
metro 1 [Yun.: meter > metra > Fra.: meyl [Arp.: meyl > meyil]: bak. meyil.
metro]: ana karın, anlamına önek, meyletme [Arp.: meyl + etme]: eğilime,
[metropole: anakent, büyükşehir]. temayül, trent.
metro 2 [Yun.: meter > metra > Fra.: meyva [Far.: miva > meyve > meyva]:
metro]: yer altı treni. ağaçta yetişen yenilir ürün, yemiş, ~

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 231 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
1.)
türleri: Ananas, Armut, Ayva, Ceviz, Döngel mıh [Far.: meh, mih]: tahta çivi, çivi,
2.)
(Muşmula), Dut, Elma, Erik, Fındık, Fıstık, büyük çivi, enser.
Greyfurt, Hindistancevizi, İncir, Kayısı,
mıntıka [Arp.]:
Kestane, Kızılcık, Kiraz, Kivi, Mandalina,
Muşmula (Döngel), Muz, Nar, Portakal, Şeftali, mırra [?]: bir tür acı kahve.
taneli ~: nar, ~ satan
Vişne, Zerdali, mısır 1 [Arp.: mısr]: [Bitkibilim: Zea mays]
tahılgillerden dayanıklı bir bitki. Darı,
dükkan: manav, ~ özü: şıra, usare,
ateşte kızartılmış ~: ütme, ~
ipe geçirilmiş meyveler: hevenk, ~
meyvesi: koçan, ~ unu yemeği:
kurusu: çir,
meyve [Far.: miva]: bak. meyva. mamalisa,
mezar [Arp.]: gömüt, kabir, lahit, Mısır 2 [Apr.: Al Mısr]: Mısır, Afrika’da
makber, sin, ~ başına konan taş: bir Arap ülkesi, [Egypt], Eski ~’da
balbal, türbede ~ yeri: hazire, kent devleti: nom, ~ turnası: ibis,
Osmanlı’da Mısır valisi: hidiv.
mermerden oyma ~: lahit,
mısra [?]: [Yazın] dizi, satır.
gösterişli ~: mosole,
mızıka [İtl.: ?]: [Müzik] armonika, ~
mezat [Arp.]: açıkarttırma.
takımı: bando.
mezbah [Arp.]: kanara, kesimevi,
mızmız: sinameki.
kesimhane.
mızrab [Arp.]: [Müzik] pena.
mezbaha [Arp.]: kanara, kesimevi,
mızrak [Arp.]: kargı, Moğol mızrağı:
kesimhane.
cıda, kısa ~: harbe.
mezbele [Arp.]:
meze 1 [Arp.]: 1.) ? 2.) karıştırma. miasma [Yun.]: kirlenme, kirlilik.
meze 2 [Far.]: Gıda] asıl yemekten önce miat [Arp.]: kullanım süresi.
yenen yiyecekler, ordövr, meza mica [Lat.]: ekmek kırıntısı, kırıntı.
türleri: Amerikan Salatası (Rus), Antep micro 1 [Yun.: mikros > B.D.: micro]: 1.)
Acısı, Arnavut Ciğeri, Fava, Haydari, Sarma, gözler görülemeyen, 2.) çok ufak,
Tarama, Zeytin Yağlı Tazefasulye. minicik.
Mezopotamya [Yun.: mesos + potamos micro 1 [Yun.: mikros > B.D.: micro]: Batı
1.)
> Fra.: mesopotamia]: beyn-el- Dilleri’nde micro; 1.) gözle görülemyen,
nehreyn, nehirlerarası, 2.) Irak, 2.)
çok ufak, minicik anlamına bir önek.
Suriye ve Türkiye’de Fırat ile Dicle miço [İtl.]: muço, tayfa yamağı.
Nehirleri arasında kalan antik Midas [Yun.]: Yunan Mitolojisi’nde
yerleşim bölgesi, Beynelnehreyn, 3.) dokunduğu herşeyi altına çevirme
Akadlar, Sümerler, Asurlular, gücü verilen kral.
babilliler, Elamlar, Hürriler, Mittailer mide [Arp.]: [Bedenbilim] karın, ~
ve Kaitler’in yaşadığı verimli iltihabı: gastrit, ~deki ezinti:
bölgeler. baymak.
mezozoik [Yun.: mesos + zoios + ikos > midi [Lat.]: 1.) ? 2.) [Moda] midi.
1.)
Fra.: mesozoique]: yaklaşık 230-265 mignon [Fra.]: küçük, ufak.
milyon yıl önce yaşanmış Ortaçağ, 2.) migrare [Lat.]: 1.) hareket etmek,
dinazor ve kuşların ortaya çıktığı çağ. kımıldamak, oynamak, 2.) başka yere
mezra [?]: küçük yerleşim yeri. gitmek, göçetmek, 3.) bir ülkeden
mezraa [Arp.]: ekenek. diğer ülkeye göçetmek.
mezura [Lat.: metiri > İtl.: mezurra]: migren [Yun.: hemi + kranion > Fra.:
şerit metre. migrene]:
1.)
yarım baş, 2.) [Tıp]
MHP: Milliyetçi Hareket Partisi. genelde başın bir yanında oluşan
MHrz [Yun.: megas + hertz]: 1.) önceleri yoğun periyodik başağrısı, 3.) [Tıp]
megasaykl, 2.) bir milyon Hertz’lik yarımbaş ağrısı.
dalga boyu. miğfer [Arp.]: çelik başlık, tolga.
MI5 [İng.: Military Investigation]: 1.) mihassa: bak. maşa.
askeri haberalma, askeri istihbarat, mihrace [Far.: mihrag]: raca.
2.)
İngiliz Askeri haberalma Kurumu. mihrak [Arp.]: odak.
MIG [Rus.]: 1.) Rus (Mi)koyan & mihrap [Arp.: mihrab]: camide vaizin
(G)urevich, uçak tasarımcıları, 2.) oturduğu kürsü.
küçük, hızlı, manevra yeteneği mihver [Arp.]: eksen.
yüksek bir savaş jet uçağı. mika [Lat.: mica > B.D.: mica ]: 1.) kırıntı,
2.)
ısıya dayanımlı, ince, esnek

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 232 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

tabakalar biçiminde kristalize olan bir milenyum [Lat.: mille + annus > Fra.:
mineral, 3.) evrenpulu. millenium]: binyıl.
mikado [Jap.: mi + kado]: 1.) yüceltilmiş miles [Lat.]: asker.
kapı, babıali, 2.) Japon imparatoru. milibar [?]: atmosfer ölçü birimi.
Mikhail [İbr.: ? > Arp.: ?]: bir Türk, miligram [Lat.: mille + Yun.: gramma >
Müslüman erkek adı ve Hiristiyan, Fra.: milligramme]: litrenin binde biri.
[Michael, Michel, Michaella, Mike, Miky,], mililitre [Lat.: mille + Yun.: litra > Fra.:
mikro 1 [Yun.]: küçük. millilitré]: gramın binde biri.
mikro 2 [Yun.: mikros > Fra.: micro ]: 1.) milim [Fra.: ?]: 1.) santimetrenin onda
gözler görülemeyen, 2.) çok ufak, biri. 2.)
minicik. milis [ Lat.: miles > Fra.: militia]: orduya
mikro 3 [Yun.: mikros > Fra.: micro ]: 1.)
yardımcı olan halk gücü, 2.) yedek
Batı Dilleri’nde micro; küçük anlamına askerler.
bir önek. militan [Lat.: miles > Fra.: militent]:
mikrofon [Yun.: mikros + phones > Fra.: ateşli taraftar.
microphone]: [Elektronik] sesi elektrik militarist [Lat.: miles > Fra.: militariste]:
sinyallerine dönüştüren bir gereç. savaşçı siyaset yanlısı.
mikrokok [Yun.]: [Tıp] nokta biçiminde militarizm [Lat.: miles > Fra.:
mikrop. militarisme]: savaşçı siyaset.
mikron [Yun.: mikros > Fra.: microne]: milium [Lat.]: akdarı.
bir Metre’nin milyonda biri, mille [Lat.]: bin (1,000).
[1,00/1,000,000]. milli [Arp.: millî]: ulusal.
mikroorganizma [Yun.: mikros + milli [Lat.: mille > B.D.]: Batı Dilleri’nde
1.)
organon > Fra.: microorganisma]: milli-; binde biri (1/1,000) anlamına bir
2.)
küçücük yaratıklar, bakteri, virüs önek.
vb mikroskopik canlılar yada sebze milliyetçi [Arp. + çi]: nasyonel,
organizmaları. ulusalcı.
mikrop [Yun.: mikros + bios > Fra.: milliyeyi memleket [Arp. > Osm.:
1.)
microbe]: [Tıp] küçük yaşam, 2.) millîye-yi memleket]:
1.)
ülke ahalisi,
virüs,~ kırıcı madde: dezenfektan, ülke halkı, ülke ulusu, 2.) Osmanlı
~tan arındırma: asepsi, ~tan Devleti ulusu.
arınmış: steril. milyon [Lat.: mille > Fra.: million]: bin
mikroplu [Yun.: mikros + bios > Fra.: kere bin, 1,000,000.
microbe + lu]: canlılara zararlı milyoner [Lat.: mille > Fra.: millionaire]:
1.)
organizma içren, ~ eriyik: aşı, milyonları olan, 2.) çok zengin.
mimar [Arp.]: yapı planı yapan.
mikroskop [Yun.: mikro + skope > Fra.:
1.) 2.) Mimar Sinan: ?
microscobe]: , camı: lamel.
mimari [Arp.: mimârî]: 1.) ev tasarımı,
mikroskop [Yun.: mikros + skope > Fra.: 2.)
yapı tasarımı.
microscope]: küçük maddeleri
mimarlık [Arp. + lık]: yapı tasarımıyla
inceleme gereci.
işlgili, ~ üslupları: barok.
miktar [Arp.]: adet, sayı, ~ı yetersiz:
mimber [Arp.]: camide hutbe yeri.
kıt,
mimeisthai [Yun.]: sahtesini yapmak,
mil 1 [Arp.]: 1.) metak kalem, 2.) iğ,
taklit etmek.
mihver.
mimeomai [Yun.]: aynısını yapmak,
mil 2 : selden geriye kalan kum.
taklit etmek.
mil 3 [Lati: milia (passum) > Fra.: mile]:
mimik [Yun.: mimos > Fra.: mimique]: 1.)
İngiltere ve ABD’de kullanılan bir
yüz hareketleri, 2.) bir gösteri sanatı.
uzunluk ölçü birimi; 1 mil= ?
mimos [Yun.]: yüz hareketleri.
milad [Arp.: mîlâd]: bak. milat.
mimoza [Yun.: mimos > B.D.: mimosa]:
miladi [Arp.: mîlâdî]: 1.) doğumla ilgili,
[Bitkibilim: Mimsa pudica] bir süs bitkisi.
doğumsal, 2.) Milat’la ilgili, Hz. İsa’nın
mina: bak. mine.
doğduğu yılla ilgli.
minare 1 [Arp.: menare,]: [İslam] caminin
milat [Arp.: mîlâd: doğum, Hiristiyanlık]:
Hz. İsa’nın doğduğu gün. Gregoryan ezan okunan kulesi, ~nin ezan
Takvimi’nin başlangıcı. okuna bölümü: şerefe.
mile [?]: bilye, misket. minare 2 [Lat.]: hayvanları gütmek,
hayvana binmek.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 233 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

minari [Lat.]: korkutmak, tehdit minüskül [Lat.: minusculus > Fra.:


1.) 2.)
etmek, ürkütmek. minuscule]: ufacık, minicik,
minder [Arp.]: bezden yumuşak küçük harf.
oturma altlığı, yumuşak ~: poş, puf. minyatür [Lat.: miniare > Fra.:
1.)
mine [Arp.: mina]: 1.) kıymetli cam miniature]: kırmızıya boyama, 2.)
madde, 2.) saat kadranı, 3.) [M] bir portre biçiminde küçük resim, 3.)
bayan adı. küçük ölçekli bir model yada kopya.
minera [Lat.]: maden. minyon [Fra.: mignon]: 1.) küçük, 2.)
mineral [Lat.: minera > Fra.: mineral]: 1.) cici, çıtı pıtı, küçük ve zarif.
madene ait, madeni, madensel, 2.) mir 1 [Far.]: 1.) emir, başkan, bey, 2.)
metal cevheri biçimde toprakta eke, ihtiyar, yaşlı.
bulunan doğal inorganik bir madde, Mir 2 [Rus.: mir [Мир]]: 1.) barış, dünya,
2.)
3.)
bitkisel ve hayvansal olmayan Rus uzay istasyonunun adı.
herhangi bir madde. miralay [Far.]: albay.
minere [Lat.]: 1.) atmak, fırlatmak, mirare [Lat.]: bakmak, izlemek,
ileriye doğru atmak, söndürmek, 2.) seyretmek.
düşünmek, tasarlamak, 3.) mirari [Lat.]: 1.) hayran olmak, 2.)
yansıtmak. merak etmek.
Mineroloji [Lat.: minera + Yun.: logia > miras [Arp.]: [Hukuk] bırakıt, kalıt,
Fra.: mineralogie]: madenlerle tereke.
ilgilenen bilim dalı, Madenbilim. mirasçı [Arp. + çı]: [Hukuk] kalıtçı, varis.
Minerva [Lat.]: eski Roma’da akıl ve mirasçılar [Arp. + çılar]: verese.
hikmet tanrısı. mirat [Far.]: 1.) ayna, arkası sırlı cam,
2.)
mini 1 [Lat.: miniare > B.D.: miniature > [M] bir bayan adı.
mini]: Batı Dilleri’nde mini-;
1.)
küçük, miri [Arp. > Osm.: mirî]: ?.
çok küçük,
2.)
çok kısa anlamına bir miri [Arp.: mîri]: [Maliye] devlet hazinesi.
önek. mirus [Lat.]: harika, şahane.
mini 2 [Lat.: miniare > B.D.: miniature > mis 1 [Arp.: misk]: güzel koku.
mini]: [Moda] mini(etek). mis 2 [İng.: mis yada Fra.: mes.]: Batı
miniare [Lat.]: kırmızıya boyamak. Dilleri’nde mis-; 1.) hatalı, kötü, yanlış,
2.)
minibüs [Lat.: miniare > B.D.: miniature > değil anlamına bir önek.
mini > Fra.: minibusse]: küçük otobüs. misafir [Arp.: misâfir [‫]]رفاسم‬: konuk.
minik: küçük ve sevimli. misafirhane [Arp.: misafir + Far.: hâne]:
minimum 1 [Lat.: minimus > minimum]: konukevi.
en az. misal [Arp.: misâl [‫]]لاثم‬: misal, rumuz,
minimum 2 [Lat.: minimus > minimum > sembol, simge, sözgelimi, timsal.
Fra.: minimum]: en az, en aşağı. miscere [Lat.]: karıştırmak.
minister [Lat.]: hizmetçi. misein [Yun.]: nefret etmek.
ministrare [Lat.]: hizmet etmek. miser [Lat.]: perişan, sefil.
minitus [Lat.]: küçük, minik, ufak. miserari [Lat.]: acımak.
mink [İsv.: maenk > B.D.: mink & minx]: misina [İtl.: Messina]: 1.) İtalya Messina
[Zooloji: Mustela vison] Amerikan ipi, 2.) bu ipten yapılmış olan, 3.)
vizonu, vizon, kemirgengillerden bir [Balıkçılık] balık avlama ipi, olta ipi.
kürk hayvanı, misk [Arp.: misk > mis]: 1.) bir tür
minkale [Arp.]: [Geometri] iletki. ybankeçisinden sağlanan güzel koku,
2.)
minmus [Lat.]: enaz. güzel koku, rayiha.
minnet [Arp.]: gönül borcu. miskab [Arp.]: bak. matkap.
minnettar [Arp.: minnet + târ]: gönül misket 1 [Arp.: misk > Lat.: muscus >
1.)
borçlusu. Fra.: muscat]: bir Fransız kokulu
minor [Lat.]: daha küçük. şaraplık üzüm çeşidi, 2.) kokulu
mintan [Far.: nimtene > nimtene > meyve.
mintan]: [Giyim] yakasız gömlek, misket 2 [Fra.: mousquet]: 1.) bomba ve
mintha [Yun.]: nane. şarapnellerin içindeki yuvarlak
minusculus [Lat.]: ufacık, minicik, kurşun yada demir, 2.) bilye, mile.
ufak tefek. miskin [Arp.: miskîn [‫]]نيﮎسم‬: uyuşuk.
Miss [İng.]: evli olmayan bayan,
Matmazel, Miss.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 234 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

mistik [Yun.: mysterion > Fra.: mistique]: miyom [Yun.: myelos + ? > Lati.: myoma
1.)
gizli ayinle ilgili, 2.) batıni, > Fra: myome]: [Tıp] adele uru, kas
esrarengiz, gizemli, 3.) akıl ermez, tümörü.
anlaşılmaz, garip. miyop [Yun.: myein + ops > Fra.: myope]:
1.)
mistizm [Yun.: mysterion > Fra.: gözünü kapama, 2.) [Tıp] uzağı iyi
mistisme]: gizemcilik. göremeyen.
Misya [Yun.: Mysia]: Antik zamanlarda mizabe [Arp.]: [Bedenbilim] oluk.
Çanakkale bölgesi. mizac [Arp.]: bak. mizaç.
misyon [Lat.: mittere > B.D.: mission]: 1.) mizaç [Arp.: mizac]: haslet, huy, tabiat.
memuriyet vaye görev gereği bir mizafobi [Yun.: mysa + phobos > Fra.:
yere gönderilen, 2.) görev, hizmet, mysophobie]:
1.)
kir korkusu, 2.)
memuriyet, vazife, 3.) Hiristiyanlığı [Psikiyatri] temizlik hastası, hstalık
yaymak isteyen Fransız ve Amerikan hastası.
misyonerlerinin görev alanı. mizah [Arp.]: gülmece.
misyoner [Lat.: mittere > Fra: mizahnüvis [Far.]: esprili, mizahsever,
missionaire]: Hiristiyanlığı yaymak şakacı.
isteyen Fransız ve Amerikan gönüllü mizan 1 [Arp.]: 1.) ağırlık, ölçme, terazi,
2.)
görevliler. [Saybilim] doğrulama, delil, kanıt,
3.) 4.)
misyonerlik [Lat.: mittere > Fra: [Saymanlık] geçici bilanço, [Mecazi]
5.)
missionaire + lik]: Hiristiyanlığı yayma adalet, eşitlik, mahkeme, [Mecazi]
6.)
çaba, girişim ve etkinliği. hesap verme, yargılama,
mit [Yun.: mythos > Fra.: myht]: 1.) bazı [Yıldızbilim] Terazi Burcu, [Libra].
adet ve olguları açıklayan geleneksel mizan 2 [Arp.]: Arapça’da mizan-;
öykü, 2.) söylencebilimi, 3.) herhangi ölçme, ölçümleme anlamına bir önek.
bir düşssel öykü, kişi yada olay. mizana [İtl.: mizzana]: [Denizcilik] üç
mitar [Yun.]: bant, saçbantı. direkli geminin en gerideki direği.
mitil [?]: beyaz, kapsız yorgan. mizanpaj [Fra.: mise en page]:
mitojenik [Yun.: ? + ? > Fra.: [Gazetecilik] sayfa düzeni, sayfa biçimi,
mitogenique]: ? sayfa oluşturma.
Mitoloji [Yun.: mythos + logia > Fra.: mizansen [Fra.: mise en scène]: 1.)
2.)
myhtologie]: efsaneler, esatir, [Tiyatro] sahneye koyma, [Mecazi]
söylenceler. düzmece, uyduruk.
mitos [Yun.: mythos > Fra.: myhtos]: mizar [Arp.: mi’zar]: 1.) gizli, kapalık,
efsane, söylence. saklı, 2.) kusur, özür.
mitos [Yun.]: iplik, lif, tel, tire. mizban [Far.]: evsahibi.
mitoz [Yun.: mitos > Lat.: mitosis > Fra.: mizber [Arp.]: kamışkalem, kamıştan
1.)
mitose]: iplik, lif, tel, tire, 2.) kalem.
[Yaşambilim] her bir hücre çekirdeğinin mizitra [Rum.: ?]: taze peynir.
tam sayıda kromozomlarının olduğu, mizmar [Arp.]: 1.) [Bedenbilim] nefes
bir hücrenin ikiye bölünmesi. borusu ağzı, glotis, 2.) [Müzik] bir çeşit
mittere [Lat.]: göndermek, yaymak. flüt, boru.
mixtus [Lat.]: katma, karıştırma, mizogami [Yun.: misein + gamos > Fra.:
karışım. misogamie]: evlilikten nefret.
miya: bak. myo. mizojin [Yun.: misein + gyne > Fra.:
miyalit [Yun.: myelos + itis > Fra.: mysogyne]: kadınlardan nefret eden,
1.)
myelite]: ilik iltihabı, 2.) [Tıp] kadınları sevmeyen.
omurilik iltihabı. mizojini [Yun.: misein + gyne > Fra.:
1.)
miyalji [Yun.: myelos + algos > Fra.: mysogynie]: kadınlardan
1.)
myalgie]: ilik ağrısı, 2.) [Tıp] kas hoşlanmama, 2.)
[Psikiyatri]
ağrısı, kasınç. kadınlardan nefret etme.
miyo: bak. myo. mizopedi [Yun.: misein + pais > Fra.:
1.)
miyokardit [Yun.: myelos + kardia + itis mysopedie]: çocuktan
2.)
> Fra: myocardite]: [Tıp] kalp kası hoşlanmama, [Psikiyatri] çocuktan
iltihabı. nefret etme.
Miyoloji [Yun.: myelos + logia > Fra: mizvac [Arp.]: çok evlenen kadın.
myologie]: Bedenbilimi’nin kaslarla mnasthei [Yun.]: anımsamak,
ilgilenen bölümü, Kasbilim. hatırlamak.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 235 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

mobil 1 [Lat.: movere > İng.: mobil]: moka [Arp.: moha [‫ > ]اخم‬Fra.: moka]: 1.)
hareketli, seyyar, portatif, 2.) [M, İng.] Yemen’in Moka, liman kenti, 2.)
bir petrol firması markası. burada elde edilen kaliteli kahve
mobil 2 [Lat.: movere > Fra.: mobile]: 1.) çekşrdekleri, 3.) bir kahve türü.
bir ticari marka, 2.) bir Am an mola [İtl.: mola]: [Spor] dinlenme.
petrol şirketi. Moldava: Romanya’ya bağlı özerk bir
mobile [Lat.: movere > mobile]: dağınık, cumhuriyet, Osmanlı’da Boğdan yada
gezgin, hareketli, seyyar. Buğdan, [Moldavia].
mobile vulgus [Lat.]: dağınık, molekül [Lat.: moles > Fra.: molecule]:
1.)
kalabalık, hareketli kalabalık. külçe, kütle, parça, top, yığın, 2.)
mobilya [İtl.: mobilia]: ahşaptan eviçi [Fizik] tozan, zerre.
gereçler, möble. molere [Lat.]: 1.) çekmek, ezmek,
mod [Lat.: modus]: 1.) bir davranış, öğütmek, 2.) bilemek, gıcırdatmak,
hareket yada oluş biçimi, 2.) moda, sürterek parlatmak, 3.) çevirmek,
geçici yenilik. döndürmek.
moda 1 [Lat.: modus > İtl.: moda]: geçici moles 1 [Lat.]: külçe, kütle, parça, top,
yenilik. yığın.
Moda 2 [Lat.: modus > İtl.: moda]: moles 2 [Lat.]: ağırlık, külfet, yük.
İstanbul’da bir semt. Molibden [Yun.: molybdos > Lat.:
modaratör [Lat.: moderare > Fra.: molybdenum > Fra.: molybdene: Mo]:
1.)
moderateur]: toplantı başkanı, alaşımlarda kullanılan, gümüş renkli,
2.)
yönetici, aracı, uzlaştırıcı. metalik bir element.
model [Lat.: modus > Fra.: model]: 1.) moliri [Lat.]: bina etmek, inşa etmek,
tasarlanan yada mevcut bir nesnenin yapmak.
küçük biçimi, 2.) mostra, örnek, 3.) molla [Arp.: mevla > Osm.: molla]: 1.) diğ
manken. eğitimi öğrencisi, 2.) Osmanlı’da
moderare [Lat.]: geri durmak, başyargıç, şeriat yargıcı.
1.)
sınırlamak, tutmak, yasaklamak. mollire [Lat.]: gevşetmek,
modern [Lat.: modo > B.D.: modern]: 1.) mülayimleştirmek, yumuşatmak, 2.)
bugüne, yaşanılan zaman ait, 2.) asri, teskin etmek, yatıştırmak, 3.)

çağdaş. mülayimleşmek, yatışmak,


modficare [Lat.]: sınırlamak. yumuşamak.
modicum [Lat.]: az miktarda. mollis [Lat.]: yumuşak.
modo [Lat.]: hemen şimdi. moloz [Rum.: mólos: μόλος]: 1.) atık,
modus [Lat.]: 1.) ölçüm, 2.) usül, tarz. yararsız 2.) sert taş, 3.) yapı artığı, işe
modus operandi [Lat.]: hareket tarzı, yaramaz toprak malzeme.
icra yolu, uygulama biçimi. molybdos [Yun.: ?]: rehberlik etmek,
modus vivendi [Lat.]: geçici anlaşma, yönetmek, yönlendirmek.
geçici uzlaşma. moment [Lat.: momentum]: zamanın
modül [Lat.: modus > Fra.: module]: 1.) belirsiz bir süresi.
çap, mikyas, miyar, 2.) ölçüm esası, momentum [Lat.: çoğulu: momentums &
3.) 1.)
uzay gemilerinin her bir bölümü. momenta]: akım, hareket, istidat,
modülasyon [Lat.: modus > Fra.: kımıldanma, meyil, 2.) [Fizik] hareket
modulation]: [Fizik] ses yada görüntü eden cisimlerin kütle ve hızına eşit
yayını gönderme. olan, itme gücü.
modüler [Lat.: modus > Fra.: modulaire]: monarşi [Yun.: monos + archein > Fra.:
1.)
çap, mikyas ve miyarla ilgili, 2.) monarchie]:
1.)
tekkişi yönetimi, 2.)
ölçüm esasıyla ilgili. krallık, krallık yönetimi.
Mogan [?]: Ankara’da bir göl. monde [Lat.]: alem, dünya.
Mohaç [Mac.: Mohács]: Macaristan’a monere [Lat.]: uyarmak.
bağlı bir yer. monitör [Lat.: monere > Fra.: moniteur]:
Mohaç Savaşı [Battle of Mohács]: TV yada bilgisayar ekranı..
Osmanlı-Macar Savaşı, 1526. mono 1 [Lat.]: bir, tek, vahit, yek.
moher [Arp.: hayyare > muhayyer [‫]ريخم‬ mono 2 [Yun.: monos]: Fransızca’da
1.)
> Fra.: mohaire]: Ankara keçisi mono; bir, sadece, yalnız, tek anlamına
yünü yada tiftik yünü, 2.) bu yünden bir önek.
dokunmuş kumaş.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 236 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

monogami [Yun.: monos + gamos > Fra.: morfin [Yun.: morpheus > Fra.:
monogamie]: tekeşlilik, tekevlilik. morphine]: [Eczacılık] ağrıları dindirmek
monokl [Yun.: monos + Lat.: oculus > için eczacılıkta kullanılan ve afyondan
1.) 2.)
Fra.: monocle:]: tekgöz, tek elde edilen bir alkoloid.
camlı gözlük. Morfoloji [Yun.: morphe + logie > Fra.:
1.)
monolit [Yun.: nonos + lyhtos > Fra.: morphologie]: biçim bilgisi, 2.)
1.)
monılythe]: tekparça taş, yekpara Yaşambilim’de olduğu gibi biçim ve
2.)
taş, dikilitaş, dikit. yapı bilgisi.
monolog [Yun.: monos + legein + logos > morg [Fra.: morgue]: ölü saklama yeri.
1.)
Fra.: monologue]: tekkişilik mori [Lat.]: merhum olmak, ölmek,
2.)
konuşma, tek yanlı konuşma, 3.) vefat etmek.
uzun konuşma yada söylev. morina [İtl.: ?]: bir balık türü.
monopol [Yun.: monos + polein > Fra.: Mormon: ABD’de 1830’larda kurulan
monopole]: inhisar, tekel. Jesus Christ Kilisesi’nin sonraki-gün
monos [Yun.]: bekar, tek, yalnız. Aizileri Hiristiyan tarikatı üyesi.
monos [Yun.]: bir, tek, yalnız. moron [Yun.: moros [?] > Fra.: moron]:
1.)
monos [Yun.]: tekbaşına, yalnız. akılsız, alık, deli, salak, 2.) [Tıp] akli
monosepaj [Fra.: monosepage]: tek durumu 8-12 yaş arası çocuğunkine
çeşit üzümden sağlanan şarap. denk bir yetişkin akıl rahatsızlığı.
monoteist [Yun.: monos + theos > [?] > moros [Yun.]: akılsız, alık, deli, salak.
Fra.: monotheiste]: tek tanrıcı, tek morphe [Yun.: morphé]: biçim, form,
tanrıya inanan. şekil.
monoton [Yun.: monos + teinein > [?] > Morpheus [Yun.]: Yunan Mitolojisi’nde
Fra.: monotone]: tekdüze. rüyalar tanrısı.
mons [Lat.]: dağ. mors 1 [Lat.]: ölü, mevta, ölüm, ölmüş.
Monsenyör [İlt.: ?]: 1.) efendim, 2.) bir mors 2 [Fra.: ?]: [Balıkçılık: Odebenus
unvan. rosmarus] bir deniz memelisi,
monstrare [Lat.]: göstermek, teşhir Mors Abecesi: 1.) Samuel F.B.
etmek. Morse’un buluşu, 2.) telgrafla yazışma
montaj [Fra.: monter > montage]: 1.) Abece’si.
kurma, 2.) [Teknik] kurma, kurulum, mors olmak [Halkdili]: bozulmak.
yerleştirme, 3.) [Sanayi] parçaları bir Morse, Samuel F.B.: 1791-1872
araya getirerek üretim yapma, 4.) yılları arasında yaşamış, telgrafın
ekleme, gerçeğinin üstüne başka şey bulucusu ABD’li.
ekleme, 5.) [Sinema] kurgu. mort [İtl.]: [Argo] ölme, ölüm, vefat.
mor: 1.) kırmızı ile mavi renklerin mortadella [İtl.]: İtalyan sucuk.
karışımı, 2.) bir renk, ~ ötesi: mortarium [Arp.]: çanak, kase, tas.
ultraviole. morti [İtl.]: [Argo] ölme, ölüm, vefat.
Mora 1 [?]: ? morto [İtl.]: [Argo] ölme, ölüm, vefat.
mora 2 [Lat.]: gecikme, rötar, tehir. mortu [İtl.]: [Argo] ölme, ölüm, vefat.
moral [Lat.: mos > moral > Fra.: morale]: mortuus [Lat.]: ölü, mevta, ölüm,
1.)
adet, ahlak kuralı, anane, töre, 2.) ölmüş.
ahlaki, manevi, törel, 3.) maneviyat. moruk [Erm.: ?]: [Argo] 1.) yaşlı adam,
2.)
moralman [Lat.: mos > moral > Fra.: baba, babalık.
moralement]: iç varlık olarak, manen. morula [?]: [Biyoloji: ?] blastula.
moratoryum [Lat.: mora > moratorium > mos [Lat. çoğulu: mores]: adet, ahlak
Fra.: moratorium]: [Ticaret]
1.)
vadesi kuralı, gelenek, töre.
gelmiş ödemelerin yasal olarak geç Moskof [Osm.: ?]: 1.) Moskovalı, 2.) Rus,
ödenme yetkisi, 2.) yasal genel iflas. Ruslar.
mordere [Lat.]: ısırmak, iğnelemek, mostra [İtl.: ?]: 1.) model, örmek, 2.)
sokmak. yalancı ördek.
moren [Fra.: moraine]: 1.) bir buzulda mostralık [İtl. + lık]: 1.) satış için değil
geriye kalan kaya yada kum kütlsi, gösterme için konulan, 2.) kof kişi.
2.)
buzul taş. motare [Lat.]: belirlemek,
mores [Lat.: mos, çoğulu: mores]: damgalamak, göstermek,
adetler, ahlak kuralları, gelenekler, işaretlemek, meydana çıkartmak.
töreler.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 237 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

motif [Lat.: movere > Fra.: motive]: 1.) muafiyet [Arp.]:


1.)
affediliş,
ana konu, 2.) bezek, süs. bağışlanış, 2.)
ayrıcalık, imyityaz,
motiv [Lat.: movere > Fra.: motive]: kayırma, yükümlülükten uzak.
güdü. muaflık [Arp. + lık]: affedilme,
motor [Lat.: movere > Fra.: motor]: 1.) bağışlanma, ~ belgesi: paso.
devimim, hareket üreten düzenek, 2.) muahede [Arp.]: 1.) anlaşma, pakt, 2.)
içyanmalı herhangi bir makine, 3.) karşılıklı olarak anlaşma, 3.) karşılıklı
elektrik enerjisini mekanik enerjiye olarak yemin etme.
döndüren makine, 4.) motorbisiklet, muaheze [Arp.]: kanıtlama, ıspatlama
~un ayarlanması: rodaj, motorlu çağrısı.
taşıt: araba, araç, binek araba, oto, mualim [Arp.]: belleten, hoca,
otomobil, taksi, taşıt, vasıta, vesait, öğretmen.
motorin [Lat.: ? > Fra.: ?]: 1.) bir tür mualla [Arp.]: 1.) ali, faik, layik, ulu,
yakıt, 2.) dizel, mazot. mükemmel, şahane, üstün, yüksek,
motto [Lat.: ? > İtl.: motto]: 1.) söz, 2.) 2.)
[M] bu anlamlarda bir bayan adı.
bir kişinin, düşünce, beklenti yada muallak [Arp.: muallâk]: asılı, ortada,
amaçlarını açıklayan sözler. muallim [Arp.: alm > mûallim] 1.) bilme,
Mousa [Yun.]: Yunan Mitolojisi’nde belleme, belletme, eğitme, öğrenme,
yazın, sanat ve bilime başkanlık eden öğretme, 2.) belleten, eğitmen,
dokuz tanrıçadan herbirisi. okutman, öğretmen.
mousike techne [Yun.]: güzel muamele [Arp.: aml]: 1.) davranma,
sanatlar. etme, eyleme, hareket, yapma, 2.)
movere [Lat.]: 1.) hareket etmek, anlaşma, uzlaşma, 3.) davranma,
kımıldamak, oynamak, 2.) başka yere davranış, 4.) [Ticaret] işlem, 5.) [Ticaret]
gitmek, göçetmek. iş, ticaret.
mozaik [Lat.: musivus > Fra.: mosaique]: muamma [Arp.: [‫]]امعم‬: 1.) giz, sır, 2.)
1.)
artistik, sanatsal, 2.) harçtan bilmece, enigma.
yapılma renkli küçük parçacıklarla muammer [Arp.]: 1.) uzun ömürlü,
resim yapma, 3.) bu biçimde yapılmış uzun yaşayan, 2.) [M] bir erkek adı.
resim, 4.) eviçi yapımda kullanılan muaraza [Arp.]:
1.)
anlaşmazlık,
küçük kırılmış renkli taşlar, 5.) bir tür uyuşmazlık, 2.)
arbede, çekişme,
tatlı. çıngar, dalaş, dövüş, hengame, hır,
mozele [Lat.: Mausolus > mouseleum > kavga, niza, patırtı.
1.)
Fra.: mouselèe]: antik Anadolu’da muare [?]: [Dokuma] damalı, hareli
yaşamış Kral Mausolus’un görkemli kumaş.
mezarı, 2.) görkemli, gösterişli ve muasır [Arp.: [‫]رصاعم‬: 1.) aynı yüzyılda
heybetli mezar. olan, 2.) çağdaş, güncel, uygar.
möble [Fra.: ?]: mobilya. muasır [Arp.]: asri, çağdaş, modern.
mönü [Lat.: minitus > Fra.: menu]: bak. muaşeret [Arp.]: 1.) gündelik sosyal
menü. davranışlar, 2.) davranış kuralları.
Mösyö [Fra.: mon sieur > messieurs]: 1.) muavenet [Arp.]: dayanışma, yardım.
efendim, 2.) bayım, beyefendi. muavin [Arp.: [‫]]نواعم‬: asistan,
MR [İng.: (M)agnetic (R)esonance]: 1.) yardımcı, yaver.
Manyetik Rezonans, 2.) ? muayene [Arp.]:
1.)
denetleme,
mu 1 [Tür.]: Türkçe’de –mı, -mi, -mu ve inceleme, soruşturma, 2.)
[Tıp]
–mü soru eki. hastalık araştırması.
mu 2 [Far.]: saç, saç teli. muayenehane [Arp. + Far.: hâne]: [Tıp]
Mu 3 [Fen.: Mem [Mem] > Yun.: [μῦ & μι- doktorların hasta inceleme ofisi.
μυ]]: Yunan Abecesi’nin 12. harfi, [Μ, muayyen [Arp.]: 1.) belli, belirli,
μ]. bilinen, sabit, 2.) zamanı bilinen, ~
muaccel [Arp.]: [Hukuk] hemen gün: [Kadın] aybaşı kanaması.
ödenmesi gereken para. muazzam [Arp.]: alamet, iri, kocaman.
muacceliyet [Arp.]: [Hukuk] vadesi muazzez [Arp.]: 1.) ali, saygıdeğer,
gelen borç, hemen ödenmesi ulu, yüce, 2.) [M] bir bayan adı.
gereken para mucib [Arp.]: bak. mucip.
muadil [Arp.]: aynısı, benzer, eş. mucibince [Arp.]: -den dolayı,
muaf [Arp.]: affedilmiş, bağışlanmış. gereğince, gerekçesiyle.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 238 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

mucid [Arp.]: bak. mucit. muhakkak [Arp.: ‫]ققحم‬: 1.) belli, iyi
mucip [Arp.: mucib]: gerekçe, iti, nden, bilinen, kesin, 2.) kesinlikle, şüphesiz.
saik, sebep. muhalefet [Arp.]: karşıt.
mucit [Arp.: mucid]: bulan, bulucu, muhallebi [Arp.: mahallebi]: bir tür
icatçı, keşifçi, ortaya koyucu. tatlı.
mucize [Arp.: mûcize [‫]]ﻩزجعم‬: harika, muhammed [Arp.]: 1.) 2.) [M] Hz.
keramet, şaşırtıcı, tansık. Muhammed, 3.) bir Müslüman ve
mucus [Lat.]: balgam, salgı, sümük. Türk erkek adı.
mucus [Lat.]: ince tabaka. Muhammet [Arp.: Muhammed]: bir
muço [İtl.]: miço, tayfa yamağı. Müslüman ve Türk erkek adı.
mudi [Arp.: mûdi]: 1.) bir konuda muharebe [Arp.]: harp, savaş.
diğerine güvenen, 2.) [Ticaret] banka muharebe [Arp.: hrb > muhârebe
müşterisi. [‫]]ﻩبراحم‬: cenk, harp, savaş,
mudrik [Arp.: idrak’tan]: anlayan, vuruşma.
kavrayan. muharib [Arp.]: bak. muharip.
mufassal [Arp.]: ayrıntılı, bölümlü, muharif [Arp.]: aslı değiştirilmiş,
fasılalı. bozulmuş, değiştirilmiş.
mugalata [Arp.]: lafebeliği, konuyu muharip [Arp.: muharib]: 1.) savaşçı,
2.)
başka yönlere çekme. savaşkan, karşılıklı savaşan
muganni [Arp.]: erkek şarkıcı, şantör. ülkeler.
mugayyer [Arp.]: değişmiş, değişen, Muharrem [Arp.]: 1.) Kameri Takvim’de
değiştirilmiş. bir ay adı, 2.) yasaklanmış, yasadışı,
3.)
mugayyır [Arp.]: değiştiren konu yada gizlice yapılan, 4.) bir Türk erkek
madde. adı.
Muğla [Rum.: Lycaria, Mobolla, Osm.: muharrer [Arp.]: nominal, yazılı.
Menteşe]: [48], Türkiye’de bir kent. muharrerat [Arp.: ? > muhârerrât]: 1.) ?
muğlak [Arp.]: 1.) belirsiz, bilinmeyen, 2.)
?,
karışık, 2.) kilitli, şifreli. muharrik [Arp.]: 1.) hareket eden,
muhabbet [Arp.: shb > mahabbet]: 1.) iten, 2.) karıştırıcı, kışkırtıcı.
arkadaşlık yapma, yarenlik etme, muharrir [Arp.]: edip, yazar,
yolculuk yapmak, 2.) konuşma, başmuharrir: başyazar.
söyleşi, yarenlik. muhasara [Arp.]: abluka, kuşatma,
Muhabbet kuşu: [Kuşbilim: ihata.
Meleopsittacus undulatus] muhatab [Arp.]: bak. muhatab.
muhabbetçiçeği: [Bitkibilim: Reseda muhatap [Arp.: muhatab]: 1.) kendisine
odorata] minyonet. konuşulan, 2.) [Dilbilgisi] ikinci kişi, 3.)
muhaberat [Arp.: hbr > muhabere’nin [Ticaret] çeken, sahip, taşıyan.
1.)
çoğulu]: haberleşmeler, iletişimler, muhtedi [Arp.]: 1.) ? 2.) din değiştiren,
2.)
haberleşme odası, evrak-kayı dönme.
odası. muhayyel [Arp.]: hayali, varsayımsal.
muhabere [Arp.: hbr]: 1.) haberleşme, muhayyer 1 [Arp.: ‫]ريخم‬: 1.) seçme
iletişim, 2.) [Askeri] askeri iletişim hakkı olan, 2.) [Hukuk] opsiyonel,
birliği. seçmeli, tercihli, 3.) [Ticaret] onay
muhaceret [Arp.: hcr]: göçmenlik. üzerine (mal satışı), 4.)
en
muhacir [Arp.: hbr]: göçmen. kıdemlilerden birisi, 5.) [Müzik] Türk
muhafaza [Arp.: hfz]: koruma, Müziğinde bir makam.
saklama. muhayyer 2 [Arp.: hayyare > muhayyer
muhafazakar [Arp.: hfz > Fra.: > mukhayyar [‫ > ]ريخم‬Fra.: mohaire]:
1.)
1.)
muhafazakâr, hfz’dan]: koruyucu, başa giyilen bir tür Arap şapkası, 2.)

tutucu, 2.) kültür ve düzenin taraftarı, Ankara keçisi yünü yada tiftik yünü,
3.)
siyasi parti olarak eski düzen ve 3.)
bu yünden dokunmuş kumaş, 4.)
kültürün savunucusu. muhayyer, moher.
muhafız [Arp.: hfz]: 1.) gözeten, muhayyile [Arp.]: imgelem.
2.)
kollayan, koruyan, güvenlik muhib [Arp.]: bak. muhip.
elemanı, koruyucu. muhip [Arp.: muhib]: hoşlanan, seven.
muhakeme [Arp.]: muhrib [Arp.]: bak. muhrip.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 239 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

muhrip [Arp.: muhrib]: 1.) yokeden, multi [Lat.: multus > B.D.]: Batı
yokedici, 2.) [Deniz Kuvvetleri] destroyer. Dilleri’nde multi-; 1.) çok olan, 2.) ikiden
muhsin [Arp.]: 1.) hayır sahibi, fazla olan ve
3.)
çok defa, çok kerre
iyilikeden, iyilik sever, 2.) [M] bir anlamına bir önek.
erkek adı. multo [Lat.]: koyun.
muhsine [Arp.]: 1.) hayır sahibi, multus [Lat.]: çok.
iyilikeden, iyilik sever, 2.) [M] bir mulus [Lat.]: katır.
bayan adı. mum [Far.]: [Fizik] 1.) bir aydınlatma
muhtac [Arp.]: bak. muhtaç. aracı, 2.) çerağ, çıra, kandela, şem,
muhtaç [Arp.: muhtac]: 1.) ihtiyaç 3.)
bir ölçü birimi.
sahibi, 2.) fakir, paarsız, yoksul. mumeneat [Arp. > Osm.]: ?.
muhtar 1 [Arp.]: 1.) seçilen, seçilmiş, 2.) mumya [Arp.: mumiya: ‫]ايموم‬: 1.) ölüyü
bağımsız, federe, otonom. mumlama, 2.) cesedi mumlanmış.
muhtar 2 [Arp.]: 1.) bir köyün en mundar [Halkdili]: bak. murdar.
yaşlısı, saygı duyulan yaşlı kişi, 2.) munia [Lat.]: görevler, işlevler,
mahalle ve köy yöneticisi. ödevler.
muhtelif [Arp.]: karma. municeps [Lat.]: özgür bir köyde
muhtelit [Arp.]: [Kimya] karışım. mukim olanalr, oturranlar,
muhtemel [Arp.]: olası. yerleşikler.
muhtemelen [Arp.]: olasılıkla. munire [Lat.]: güçlendirmek,
muhterem [Arp.]: 1.) saygıdeğer, 2.) kuvetlendirmek.
[M] bir erkek adı. munis [Arp.]: 1.) arkadaşca, dost, 1.)
muhteris [Arp.]: açgözlü. uysal.
muhteriz [Arp.]: çekingen. muntazam [Arp.: ‫]مظتنم‬: düzenli,
muhteşem [Arp.]: gösterişli, ihtişamlı, düzgün.
muazzam. muntazaman [Arp.]: düzenli olarak.
muhteva [Arp.]: içerik, kapsam. munus [Lat.]: armağan, hediye.
muhteviyat [Arp.: muhteviyât murabaha [Arp.]: faizle para verme.
[‫]]تايوتحم‬: içindekiler, kapsamlar. murabahacı [Arp. + cı]: tefeci.
muhtıra [Arp.]: 1.) ciddi uyarı, 2.) murabba [Arp.: ‫]عبرم‬: 1.) dörtlü, kök,
diplomatik nota. karekökü, 2.) [Matematik] kare, 3.) [Şiir]
muhtıra [Arp.]: memorandum, uyarı. dört satırlık bir şiir türü, dördül,
mukabele [Arp.: kbl]: 1.) karşı olma, quatren.
karşılık verme, karşılaşma, yüzyüze murad [Arp.]: bak. murat.
2.)
gelme, zıtlaşma, aynısıyla murahhas [Arp.]: 1.) elçi, delege,
karşılama, karşılık verme, karşılık, 3.) murahhas, mümessil, temsilci., 2.)
karşıdurma, 4.) toplu biçimde Kuran [Ticaret] murahhas heyeti: yönetim
okuma. kurulu.
mukaddes [Arp.: ‫]سدقم‬: kutsal. murakabe [Arp.: murâkaba]: deneme,
mukataa [Arp.: ? > Osm.]: ?. denetim, kontrol, test, ~ etmek:
mukavele [Arp.: kvl > mukavele denemek. kontrol etmek, test etmek.
[‫]]ﻩلواقم‬: ahit, akit, anlaşma, murakıp [Arp.: murâkıb]: denetçi.
antlaşma, antant, pakt, sözleşme. murat [Arp.: murad]: 1.) arzu, dilek,
mukavemet [Arp.]: 1.) direniş, karşı heves, istek, şevk, 2.) [M] bir erkek
koyma, 2.) direnç. adı.
mukavva [Arp.]: karton. murdar [Far.: mür + dar > mürdâr]: 1.)
mukayese [Arp.]: karşılaştırma, ceset, ölü, ölü beden, 2.) kirli, pis, 3.)
kıyaslama. cenabet, 4.) [İslam] dini kurallaar göre
mukoza [Lat.: mucus > Fra.: mucousa]: kesilmemiş hayvan.
1.)
[Tıp] bazı organların içyüzeyini murmur [Lat.]: alçak perdede,
kaplayan salgılı zar, 2.) sümükdoku. tekrarlanan bir ses, mırıldanma.
mulcere [Lat.]: vurmak. murtaza [Arp.: mürtaza]: 1.) beğenilen,
mulgere [Lat.]: 1.) sütünü sağmak, süt hoşlanılan kişi, sevilen kişi, 2.) [M] bir
sağmak, 2.) sağmak. erkek adı.
mulleus [Lat.]: kırmızı ayakkabı. murus [Lat.]: duvar.
mullus [Lat.]: dubar balığı. mus [Lat.]: fare.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 240 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Musa [İbr.: ? > Arp.: ?]: 1.) Nuh mutad [Arp.]: bak. mutat.
2.)
Peygamber, Musevilerin mutaf [Arp.: mataf > Osm.]: keçi
peygamberi, [Moussa, Moses, Moşe]. kılından yün torba.
musabık [Arp.]: yarışmacı. mutafçı [Arp.: mataf > Osm. + çı]: 1.)
musaddak [Arp.: ?]: 1.) ?, 2.) ?. keçi kılından yün torba üeten, 2.) bu
musalla [Arp.: slt]: 1.) cenaze namazı ürünü satan dükkan.
kılma yeri, 2.) namazgah. mutare [Lat.]: değişmek, değiştirmek.
musallat [Arp.]: sataşma, tebelleş. mutasarrıf [Arp.: srf > mutasarrıf >
musarrah [Arp.: ?]: 1.) ?, 2.) ?. Osm.]:
1.)
?
2.)
tasarruf eden, yetki
3.)
muscus [Lat.]: misk. sahibi, Osmanlı’da bugünü
musivus [Lat.]: artistik, sanatsal. Belediye Başkanı ile Vali arasında bir
4.)
muska [?]: hamayli. makam, bugünkü yönetim
muslin [Arp.: musl > Fra.: mousseline]: anlayılşına göre, vali.
1.)
Irak, Musul kenti adından, 2.) bir mutassıb [Arp.]: bak. mutaassıp.
tür kumaş. mutasyon [Lat.: mutare > Fra.:
1.)
musluk [Arp.: maslak]: çeşme, kurna. mutation]: biçim yada yapıda bir
muson [Arp.: mevsim [‫ > ]مسوم‬mausim > değişim, 2.) [Yaşambilim] bitki yada
B.D.: monsoon]: [Evrenbilim] mevsime hayvanların ırsi yapılarında ani
göre yön değiştiren rüzgar, ~ değişimler.
rüzgarları: [Evrenbilim] mevsim mutat [Arp.: mutâd]: alışılmış.
rüzgarları, ~ yağmurları: [Evrenbilim] muteber [Arp.: mu’teber]: 1.) geçerli,
2.)
mevsim yağmurları. saygın, ~ tutmak: itibar etmek,
mustafa [Arp.]: 1.) elçi, seçilmiş kişi, 2.) kadrini bilmek, kıymetini bilmek,
[M] Müslümanların peygamberi Hz. saymak, takdir etmek.
Muhammed Mustafa, 3.) [M] bir mutedil [Arp.: ‫]لدتعم‬: ılımlı, ılıman.
Müslüman ve Türk erkek adı. mutemed [Arp.]: bak. mutemet.
1.)
musum [Lat.]: köpek yada atın çene mutemet [Arp.: mûtemed]:
2.)
ve dişleri. güvenilen, para işleri verilen kişi.
Muş [İbr. > Arp.: Muşa, Muşet]: [49], mutena [Arp.: mu’tena - mûtena]: asil,
Türkiye’de bir kent. elit, mutena, mümtaz, soylu, seçkil,
muşamba [Arp.: muşemma]: 1.) yağlı seçkin.
ipek, mumlu bez, yağlı kumaş, 2.) mutilus [Lat.]: sakatlanmış.
plastik kumaş, 3.) su geçirmez mutlu: 1.) bahtiyar, iftiharlı, kıvançlı,
yağmurluk. övünçlü, 2.) [M] bir erkek adı, [Felix].
1.)
muşmula [Rum.: ?]: [Bitkibilim: Mespilus mutsuz: iftiharsız, kıvançsız,
germanica] beşbıyık, döngel. övünçsüz, 2.) kötü durumda olan,
muştu [Far.: müjde > Osm.]: büşr, iyi zavallı.
haber, müjde, sava, mutus [Lat.]: konuşmayan, sessiz,
mut 1 [Halkdili]: 1.) baht, felek, kader, suskun.
kısmet, kut, şans, talih, takdir, uğur, muvaffakıyet [Arp.: muvaffakıyyet
2.) [‫]]تيقفوم‬: başarı, başarılı sonuç.
Mut 2 [?]: Türkiye’de bir yerleşim yeri muvaffakıyetsizlik [Arp. + sizlik]:
adı. başarısızlık, başarısız sonuç, bozgun,
muta 1 [Arp.: mu’ta, muta]: 1.) ana öğe, fiyasko, hezimet, yenilgi.
data, done, veri, 2.) armağan, muvafık [Arp.: ? > muvâfık]: 1.) ?, 2.)
hediye. değer, reva, uygun, yakışır, yaraşır.
muta 2 [Arp.]: uyulan. muvakkat [Arp.: ?]: eğreti, geçici, kısa
muta 3 [Arp.]: 1.) ayağını kaydıran, 2.) süreli.
1.)
deliliğe yolaçan. muvaşşah [Arp.]: bir şiirin
mutaassıp [Arp.: mutaassıb]: bağnaz, dizelerinin birinci harfleriyle yapılan
fanatik. ilginçlik, 2.) akrostiş, tevşih.
mutabakat [Arp.]: 1.) karşılıklı 2.) muvazene [Arp.]: balans, denge.
anlamşma uzlaşma. muy [Far.: mu > muy]: bak. mu2.
mutabık [Arp.]: 1.) anlaşılır, kabuledilir, muz [Arp.: mevz]: bir tür meyve.
2.)
anlaşan, uzlaşan, 3.) muzaffer [Arp.]: 1.) başarılı, kazanan,
2.)
aynıdüşüncede olan, aynı fikirde [M] bir erkek adı [Utku].
olan.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 241 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

mübalağa [Arp.: mübalâgâ [‫]]ﻩغلابم‬: mülakat [Arp.: ? > mülâkat]: röporaj,


abartma. söyleşi.
mübarezüddin [Arp.: > Osm.: mübarez mülayim [Arp.: ? >]: yumuşak başlı.
üd din ]: i.t., dinin kahramanı, İslam’ın mülayimleşmek: yatışmak,
kahramanı. yumuşamak.
mübbet [Arp.]: s., ömürboyu. Mülayimleştirmek [Arp. + leştirmek]:
müberra [Arp.: ?]: 1.) ? 2.) [M] bu gevşetmek, yumuşatmak,
anlamda bir bayan adı. mülk [Arp.: ? >]: taşınmaz, gelir
mücadele [Arp.: ‫]ﻩلداجم‬: 1.) çaba, getiren ~: akar.
uğraş, 2.) savaşım. mülteci [Arp.: ? >]: sığınmacı.
mücahit [Arp.]: 1.) alperen, 2.) [M] bir mümessil [Arp.: ? >]: temsilci.
erkek adı [Mücahit]. mümin [Arp.: ? > ‫]نموم‬: 1.) inançlı,
mücevher [Arp.]: 1.) değerli taşlarla inanan, 2.) [M] inançlı, inanan
süslenmiş, 2.) değerli ~ kutusu: analmında bir erkek adı.
mahfaza. mümtaz [Arp.: ? > mümtâz]: 1.) asil,
1.)
mücerred [Arp.: ? > []]: izole elit, mutena, seçkin, soylu, 2.) [M]
edilmiş, soyutlanmış, yalıtılmış, 2.) asil, elit, mutena, seçkin, soylu
soyut, yalın. anlamına bir erkek adı, [Seçkin].
müdafaa [Arp.: müdâfaa [‫]]ﻩعفادم‬: münafık [Arp.: ? > münâfık]: arabozucu,
defans, koruma, savunma. bölücü.
müdafi [Arp.]: savunucu. münakaşa [Arp.: ? >]: 1.) ? 2.) tartışma.
müdahale [Arp.: müdâhale [‫]]ﻩلخادم‬: 1.) münasebet [Arp.: nsb > münâsebet
araya girme, karışma, 2.) girme, [‫]]تبسانم‬: 1.)
a.)
aynı soydan olma,
karışma. yakınlığı olma, b.) ait olma, bağlı
müdahil [Arp.]: araya giren, karışan. olma, ilgili olma, 2.) alışveriş, bağ,
müdded [Arp.]: bak. müddet. bağlantı, ilgi, ilişki, rabıta, temas.
müddet [Arp.: müdded [‫]]تدم‬: süre. münazara [Arp.: nzr > münâzara]: 1.) a.)
müessese [Arp.: ‫]ﻩسسوم‬: enstitü, bakma, görme, b.) alakalanma,
kurum, kuruluş. ilgilenme, c.) karşılıklı görüşünü
müezzin [Arp.]: ezan okuyan. açıklama, düşünce alışverişi yapma,
müge [Arp.]: 1.) [Bitkibilim: ?] inci çiçeği, 2.)
açıkoturum, filir alışverişi,
2.)
[M] inci çiçeği anlamına bir bayan tartışma.
adı. münbit [Arp.: ? >]: bereketli, verimli,
mühim [Arp.: ‫]ﻩسسوم‬: önemli. yaratıcı.
mühlet [Arp.]: 1.) eksüre, mehil, önel, müneccim [Arp.: ? >]: astrolog.
süre, vade, 2.) zaman, vakit. münevver [Arp.: ? >]: 1.) aydın,
mühür [Arp.: mühr]: damga, kaşe. entelektüel, 2.) [M] aydın, entelektüel
müjde [Far.]: 1.) büşr, iyi haber, anlamına bir bayan adı, karşılığı
muştu, sava, 2.) [M] büşr, iyi haber, [Aydın] bir erkek adı.
muştu, sava anlamına bir bayan adı. müptela [Arp.: ? > mübtelâ]: 1.)
mükafat [Arp.]: ödül. alışkanlık, 2.) aşık, vurgun, 3.) kötü
mükellef [Arp.]: 1.) yükümlü, 2.) harika, alışkanlık, 4.) bağımlı.
çok şahane, 3.) [Maliye] vergi veren, müracaat [Arp.: ? > [‫]]تعجارم‬: 1.)
vergi yükümlüsü. başvurma, başvuru, 2.) (otel vb)
mükemmel [Arp.]: 1.) ali, faik, mualla, kabul, resepsiyon.
oflaz,şahane, ulu, üstün, yüksek, 2.) mürdesenk [Far.: mürdeseng]: [Kimya]
berkemal. doğal kurşun oksidi.
mükerrem [Arp.]: 1.) 2.) saygın, şerefli, mürekkeb [Arp.]: bak. mürekkep.
[M] bir erkek adı. mürekkep [Arp.: ? > mürekkeb]: 1.)
mükerrer [Arp.]: tekrarlanan, iki kez, karışım, terkip, 2.) birleşik, birleşmiş,
3.)
bis. tükenmez ve dolmak kalemlerde
müktesebat [Arp.: ? > müktesebât]: ç.i., yada yazı yazma işşlerinde kullanılan
1.) 2.)
? edinilmiş olanlar, kazanılmış renkli yazı sıvısı, mürekkebi
olanlar, müktesebatlar. kurutma mumu: rih, ~ balığı:
müktesep [Arp.: ? > mükteseb]: kalamar.
edinilmiş, kazanılmış. müren 1 [ÖzTür.]: ırmak, nehir.
Müren 2 [ÖzTür.]: ?

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 242 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
3
müren [Far.: murène]: [Balıkçılık: müşkül [Arp.: ? > [‫]]لكشم‬: 1.) cebir,
Muraena helena] yılan balığı. çetin, zor, zorlayış, 2.) güçlük, zorluk.
Müren 4 : Antalya, Elmalı’ya bağlı bir müşteri [Arp.: ? >]: 1.) ? 2.) [Ekonomi]
köy. alıcı.
Müren, Zeki: Antalya, Elmalı, Müren mütala [Arp.: ? > mütâlaa [‫]]ﻩعلاطم‬:
Köyü asıllı, Bursa kentindne yetişme değerlendirme, görüş.
ünlü bir ses sanatçısı. mütareke [Arp.: ? > ‫]ﻩﮎراتم‬: silah
mürettebat [Arp.: ? >]: taife. bırakma, silahları teslim etme.
mürtekib-i nevahi [Arp. > Osm.]: i.t., müteaddi [Arp.: ? >]: [Dilbilgisi] Ettirgen
suç işleri. [Causative].
mürür [Arp.: ? >]: aşım, aşma, geçme, müteaddid [Arp.: ? >]: çok kez, çoğu
[mürür-ü zaman: zaman aşımı], defa, sıksık, sayısız.
mürür nizamı [Arp. > Osm.]: ?. müteahhit [Arp.: ? >]: [Yapı] yüklenici.
müsabaka [Arp.: ? > müsâbaka müteallik [Arp.: ? >]: alakadar, alakalı,
[‫]]ﻩقباسم‬: karşılaşma, yarışma. ilgili.
müsade [Arp.: ? > müsâe’de]: 1.) ? 2.) mütecaviz [Arp.: ? >]: düşmanca,
icazet, izin, lisans, permi, ruhsat. düşmanlık gösteren, saldırgan.
müsamaa [Arp.: müsamaâ]: bak. müteessir [Arp.: ? >]: acılı, dertli,
müsamaha. elemli, kederli, üzüntülü.
müsamaha [Arp.: ? > [‫]]ﻩحماسم‬: müteferrik [Arp.: ? > ‫]قرفتم‬: 1.)
2.)
hoşgörü, tolerans. bölümlenmiş, parçalanmış,
müsavat [Arp.: ? >]: denklik, eşitlik. dağınık.
müsavi [Arp.: ? >]: denk, eşit. mütehassıs [Arp.: ? > ‫]صصختم‬:
müsbet: bak. müspet. bilirkişi, ehil, eksper, işbilir,
müsellem [Arp.: ? > Osm.]: ?. kompetan, selahiyetli, uzman, yetkili.
müselles [Arp.: ? >]: 1.) üç köşeli, 2.) mütehavvil [Arp.: ? >]: s., değişici,
[Geometri] üçgen. değişken kararasız.
müspet [Arp.: ? > müsbet]: olumlu, mütereddit [Arp.: ? >]: ikircikli,
pozitif. kararsız.
müstahak [Arp.: ? >]: reva, uygun, ~ mütesellim [Arp. > Osm.]: ?.
olmak: haketmek, layık olmak. mütevazi [Arp.]: gösterişsiz, sade,
müstahzar [Arp.: ? >]: 1.) preparat, her sıradan.
tür hazır ilaç, hazır ilaçlar, 2.) istek müttefik [Arp.]: 1.) anlaşmış, uzlaşmış,
2.)
üzerine önceden hazırlanmş ilaçlar. güçbirliği yapan taraflar.
müstear [Arp.: ? >]: 1.) lakap, takma müvazi [Arp.]: koşut, paralel.
ad, 2.) edip, müellif yada yazaralrın müze [Yun.: mousa > Fra.: museé]: 1.)
kullan dıkları takma ad.. sanat, ayzın ve bilimle ilgili olarak, 2.)
müstebid [Arp.]: bak. müstepit. sanat sergisi, 3.) sanat, yazın ve
müstehak [Arp.: ? >]: değerli, reva. bilimsel çok değerli eserlerin
müstehcen [Arp.: ? > ‫]نجحتسم‬: sergiledniği büyük yapılar.
açıksaçık, porno, uygunsuz. müzeyyen [Arp.]: 1.) süslenmiş, süslü,
müstehzi [Arp.]: s., alay edici, alaylı. tezyin edilmiş, [M] bu anlamda bir
müstepit [Arp.: ? > müstebid]: baskıcı, bayan adı.
despot, tiran. müzik [Yun.: mousike techne > Fra.:
1.)
müstesna [Arp.: ? >]: 1.) ayrık, musique]: güzel sanatlar, 2.) çalgı,
kuraldışı, 2.) [M] ayrık, kuraldışı tını, ~ türleri: Caz, Resital, ~li
anlamına bir bayan adı. gösteri türü: bale, ~te kalın ses:
müstevi [Arp.: ? > ]: düzlem. bemol, bas sesli klarnet:
müsvedde [Arp.: ? > ‫]ﻩدوسم‬: 1.) geçici, basklarnet, bir ~ eseri çeşidi:
karalama, taslak, 2.) [argo] aşağılık, sonat, bir tür org: laterna, cana
değersiz. yakın ~: amabile, coşkulu ~:
müşahhas [Arp.: ? >]: 1.) ?, 2.) elle
agitato, çok sesli ~: koro, en kalın
tutulur, somut, tanımlanabilen,
müşerref [Arp.: ? >]: 1.) 2.) [M] bir Türk erkek sesi: bas, basso, iki sesli ~:
bayan adı, 3.) [M] bir Müslüman erkek duo, kadında en ince ses: soprano,
adı. Klasik Türk Müziği’nde
müşir [Arp.: ? > müşîr]: [Askeri] mareşal. Makamlar: Acem Kürdi, Araban, Arazbar,

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 243 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
1.)
Bayati, Bostan, Irazbar, Mahur, Saça, Sakil, naein: Yunan ve Roma
Sazkar, Semai, Şehnaz, Suzinak, Uşşak,
Mitolojisi’nde nehir ve sularda
Yegah, kutsal ~: oratoryo, orkestra yaşayan periler, 2.) su perisi.
şefi: maestro, tek sesli ~: solo, bir naevus [Lat.]: ben, doğum işareti.
türkü türü: peşrev. nafaka [Arp.]: geçimlik.
müzikal [Yun.: mousike techne > Fra.: nafi [Arp.: nâfi]: 1.) faydalı, yararlı, 2.)
musicale]: müzikli film. [N] faydalı, yararlı anlamınma bir
müzmin [Arp.: zmn > ‫]نمزم‬: 1.) sürme, erkek adı.
zaman, 2.) çabuk geçmeyen, kronik, nafile [Arp.: nfl > nâfile]: 1.) aşırısını,
süreğen, tekrarlayan. fazlasını yapma, 2.) boşuna.
myelos [Yun.]: 1.) ilik, 2.) adele, kas. nafta 1: [Tekstil] sert, ipekli kumaş.
myo [Yun.: myelos > B.D.: myo]: Batı nafta 2 [Far.: neft > B.D.: naphta]: 1.)
Dilleri’nde myo; adela, kas anlamına petrol, neft, 2.) [Kimya] ziftten elde
bir önek. edilen, yakıt ve çözücü oalark
mysterion [Yun.]: gizli ayin. kullanılan, beyaz renkli kristalin
mythos [Yun.]: efsane, söylence. hidrokarbon.
myxa [Lat.]: mum ipi, mum fitili. NAFTA 3 [İng.]: (N)orth (A)tlantic (F)ree
========== N =========
(T)rade (O)rganisation]: Kuzey Atlantik
Serbest Ticaret Birliği.
N 1 : Türk becesi’nin . harfi.
naftalin [Far.: neft > B.D.: naphtaline]: 1.)
N 2 [İtl.: Enne]: İtalyan Abecesinin 12.
petrol, neft, 2.) [Kimya] ?.
harfi, [N, n].
nağme [Arp.: nğm > ‫]ﻩمغن‬: 1.) alçak
na 1 : işte, işte burada, işte orada!
sesle müziğe eşlik etme, 2.) ezgi,
na 3 [Far.: nâ]: Farsça’da –nâ; konum,
makam, melodi, terane.
mahal, mevki, yer [tengnâ: daracık yer]
nahiye [Arp.]: bucak, ilçelerin
anlamına bir sonek.
bölümlerinden biri.
na 2 [Far.: nâ]: Farsça’da na-; 1.)
2.) naib [Arp.: nâib]: bak. naip.
olumsuz, [nâhoş: ekşimsi], -sız, -siz, -
naip [Arp.: nâib]: padişah vekili.
suz, -süz [nâbekâr: işsiz] anlamı getiren
naiplik [Arp.: nâib + lik]: niyabet.
bir onek.
nakarad [Arp.]: bak. nakarat.
naam 1 [Arp.]: evet!, doğru!.
nakarat [Arp.: nakarad]: [Müzik] 1.)
naam 2 [Arp.]: (deve & koyun) evcil
tekrarlama, 2.) şarkıda tekrar, bis.
hayvanlar, yerel hayvanlar.
nakavat [İng.: knock-out]: boksta
naam 2 [Arp.]: [Hayvanbilim: Sturthio
yenilgi.
camelus] devekuşu.
nakdi [Arp.: nakdî]: [Ekonomi] akçasal,
naaş [Arp.]: [Tıp] cansız, cenaze,
mali, parasal.
merhum, mevta, ölü, ölü beden,
nakıs [Arp.: nâkıs]: az, eksik.
vefat etmiş.
nakış [Arp.: nakş]: 1.) işleme, 2.) bezek,
naat [Arp.]: nitelik övme,
süs, 3.) desen, motif, örnek, ~ ipliği
nabekar [Far.: nâ + bekâr]: avare,
azade, aylak, atıl, başıboş, boş, yumağı: kuka.
haylaz, hayta, işsiz, serseri, tembel. nakışçı [Arp.: nakş > nakışçı]: bezekçi,
nacak: balta. nakışçı, süslemeci.
nacre [Arp.: nakkârah > Far.: nakare > naki [Arp.: nâki]: 1.) yararlı, 2.) [N] bir
Osm.: nakkare > B.D.: nacre]: sedef.
erkek adı.
nadan [Far.: nâ + dân]: 1.) bilgisiz, nakid [Arp.]: bak. nakit.
cahil, 2.) kaba, kötü. nakil [Arp.: nakl]: aktarma, gönderme,
nadas: 1.)
toprağı ekmeden taşıma.
zararlılardan temizleme, 2.) bir nakit [Arp.: nakid]: [Ekonomi] akçe, para.
sonraki ekime bırakma, toprağı nakkare [Arp.: nakkârah > Far.: nakare >
1.)
dinlendirme. Osm.: nakkare]: davul, kös, 2.)
[Müzik] mehterhane kösü.
nadir 1 [Arp.: nâdir]: 1.) az bulunur,
ender, turfa, 2.) [N] bu anlamda bir nakkaş [Arp.: nakş > nakkâş]: bezekçi,
erkek adı. nakışçı, süslemeci.
nadir 2 [Arp.: nazir > nadir > B.D.: nadir]: nakl [Arp.]: bak. nakil.
1.)
diğer, karşı, karşı taraf, 2.) nakletme [Arp.: + etme]: aktarma,
[Yıldızbilim] ayakucu,
3.)
en uç yan. iletme, gönderme.
nadiren [Arp.: nâdiren]: arasıra, seyrek.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 244 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

nakletmek [Arp.: nakl + etmek]: nane [Arp.: nana > nâne]: [Bitkibilim:
aktarmak, iletmek, göndermek. Mentha piperita] kokulu bir bitki, ~
nakliye [Arp.]: sped, spedisyon, kokusu: mentol, mentollü, naneli.
taşımacılık, transport. nanemolla [Arp.: nana > nâne + molla]:
nakş [Arp.]: bak. nakış. dayanıksız kimse,
nal [Arp.]: 1.) ayakkabı tabanı, sandal, nankör [Arp.]: iyilikbilmez.
2.)
yükhayvanı tırnak demiri. napalm [Fra.]: 1.) Na(phtene)palm(itate),
nal [Arp.]: yük canlısı ayakakbısı, ~ 2.)
[Kimya] gazolinden elde edilen,
değiştirme işlemi: kayar. alev silahı ve yangın bombasında
nala [ÖzTür.]: 1.) kuş yada hayvan kullanılan jöle benzeri madde, 3.)
yavrusu, 2.) küçük çocuk. yangın bombası.
nalan [Far.: nâlan]: 1.) ağlayan, inleyen, nar 1 [Arp.: nâr]: ateş, fer, od, [nar-ı
2.)
[N] ağlayan, inleyen anlamına bir cehennenem: cehennem ateşi].
2
bayan adı. nar [Arp.: nâr > Far.]: [Bitkibilim: Punica
nalbant [Arp.: nal + Far.: bend > Far.: granatum] bir taneli meyve.
nalbenf]:
1.)
nal bağlayan, 2.) at, eşek, nara [Arp.: nâre > nâra]: avaz,
katır benzeri hayvanlara nal takan, haykırma, yüksek ses.
nalcı. Narcissus: 1.) Roma ve Yunan
nalbur [Arp.: nal + Far.: ber > Far.: Mitolojisi’nde, suda kendi
nalber]:
1.)
nal satan, nal dükkanı, 2.) yansıamsını görüp, ona aşık olan ve
yapı malzemeleri satan dükkan. Narsisleşen genç, 2.) kendi kendisine
nalça [Far.]: ayakakbı demiri. hayran olma, 3.) nergis çiçeği.
nale [Far.: nâle]: ağlama, inleme. nardenk [Far.: nâr + deng > nârdenk]: 1.)
nalın [Arp.: naleyn > Osm.: nalın]: 1.) bir içecek, 2.) nar, kızılcık ve erik şurubu.
çift ayakkabı, 2.) ağaçtan terlik, 3.) narenciye [Far.: nâreng > Arp.:
1.)
aptes alırken kullanılan ağaçterlik, nârengiyye > Osm.]: portakal,
takunya. turunç, 2.) turunçgiller.
nam [Fra.: nâm]: ad, isim, ür, şan. nareng [Far.: nâreng]: portakal, turunç.
namaz [Far.: nemaz]: 1.) boyuneğme, narin [Far.: nârin]: 1.) elegan, ince,
kulluk etme, 2.) [Din] ibadet, salat, nazik, 2.) ince yapılı.
tapınma. narke [Yun.: ?]: duygsuz, hissizlik,
namazgah [Far.: namaz + gâh > uyuşukluk.
namazgâh]:
1.)
cenaze namazı kılma narkotik [Yun.: narke + ikos > narkōtikós
yeri, 2.)
musalla. [?] > Fra.: narcotique]: uyuşturucuyla
namazlık [Far. + lık]: seccade. ilgili.
namdar [Far.: nâm + dâr > nâmdâr]: 1.) narkoz Yun.: narke + osis > [] > Lat.:
1.)
meşhur, namlı, ünlü, 2.) [N] erkek narcosis > Fra.: narcose: hissizlik
adı, [Meşhur], durumu, uyuşukluk hali, 2.) [Tıp]
name [Far.: nâme []]: 1.) buyruk, yapay uyku durumu.
ferman, mektup, resmi yazı, 2.) ezgi, narrare [Lat.]: anlatmak, aktarmak.
makam, melodi, terane. nasal [Lat.: nasus]: [Tıp] burunla ilgili.
namerd [Far.]: bak.namert. nasci [Lat.: (g)nasci]: doğmak, dünyaya
namert [Far.: nâ + merd > nâmerd]: gelmek.
çekingen, korkak, küre, ürkek. nasır 1 [Arp.: nasur]: [Tıp] fistül,
namlı 1 [Far. + lı]: meşhur, namdar, kalınlaşmış deri.
ünlü. nasır 2 [Arp.: nsr > nâsır]: 1.)
namlı 2 [İtl.: ? namelli]: 1.) topun ağzı, destekleme, yardım etme, 2.) yardım
2.)
kılıcın keskin bölümü. eden, yardımcı, 3.) asistan, muavin,
namlu [İtl.: ? namelli]: 1.) silahın mermi yaver, 4.) [N] bu anlamda bir erkek
çıkan ağız bölümü, 2.) silahın bir adı, 5.) [N] Cemal Abdül Nasır.
parçası. Nasıra [Arp.]: 1.) ?, 2.) Hz. İsa’nın
namus [Arp.: nâmus]: ar, ırz, iffet. doğduğu kabul edilen kent,
namuslu [Arp. + lu]: arlı, iffetli. [Nazareth].
namussuz [Arp. + suz]: arsız, iffetsiz. nasib [Arp.]: bak. nasip.
namzet [Arp.]: aday. nasihat [Arp.: nsh > nasîhat [‫]]تحيصن‬: i.,
1.)
nan [Far.: nân]: ekmek, nimet. öğüt verme, 2.) öğüt.
nasip [Arp.: nasib]: günlük kazanç.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 245 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

nasopharynx: ? nazır [Arp.: nzr > nâzır]: 1.) izleyen,


Nasrani [Arp.: nasrânî]: [Hiristiyanlık] 1.) izleyici, 2.) bakan, vekil, 3.) denetçi,
2.) 4.)
Nasıralı, Hz. İsa, Nasıralı, bakan, dönük.
Hiristiyan, İsevi, Nazi [Alm.]: 1.) ? 2.) Nasyonel Sosyalist
nasus [Lat.]: burun. Hitler taraftarı.
nasyonel [Lat.: natus > Fra.: nationale]: nazif [Arp.: ?]: 1.) düzenli, pak, temiz,
1.) 2.)
doğmuş, doğmuş olan, bir eyrde [N] bu anlamda bir erkek adı.
doğmuş olan, 2.) milliyetçi, ulusalcı. nazife [Arp.: ?]: 1.) düzenli, pak, temiz,
naşir [Arp.: nşr > nâşir]: 1.) basımcı, 2.)
[N] bu anlamda bir bayan adı.
yayıncı, 2.) dağıtan. nazik [Arp.: ? > nâzik]: elagan, ince,
natamam [Far. nâ + Arp.: tamam]: narin, çok ~ kimse: kibar,
bitmemiş, eksik, tamamlanmamış, nazlanma [Far. + lanma]: Gönülsüz
nates [Lat. çoğul]: [Tıp] kalça, kıç. olmak, isteksiz görünmek,
natık [Arp.: ntk > nâtık]: konuşan. nazlanmak [Far. + lanmak]: Gönülsüz
natır [Arp.: nâtır]: kadın hamam olmak, isteksiz olmak,
görevlisi, nazlı : [Far. + lı]: 1.) cilveli, edalı, işveli,
nativus [Lat.]: doğal, tabii. 2.)
[N] cilveli, edalı, işveli anlamına bir
natura [Lat.]: insanın yaratılış özelliği. bayan adı.
naturalis [Lat.]: 1.) doğuştan, fıtri, nazm [Arp.]: bak. nazım.
yaratılıştan, 2.) doğal, olağan, tabii. ne [Lat.]: 1.) değil, olmaz, 2.)

natus [Lat.]: doğmuş, doğmuş olan. olumsuzluk anlamı yükleyen kelime.


natürel [Lat.: naturalis > Fra.: naturel]: ne plus ultra [Arp.]: 1.) buraya dek,
1.)
doğal, tabii, 2.) doğayla ilgili, daha fazla değil, 2.) doruk, zirve, en
tabiata ait. yüksek konum.
natürizm [Lat.: nasci & Yun.: ismos > nea [Yun.: ?]: yeni.
Fra.: naturisme]: doğacılık, tabiatçılık. Neandertal [Neanderthal]:
1.)

naus [Yun.: ναύς]: gemi. Almanya’nın güneyind ebir vadia


nausia [Yun.: naus + ? [?] > Fra.: nasia]: dından, 2.) Tunç Çağı’nda yaşamış
[Tıp] deniz tutması. kabul edilen bir adamın iskeleti.
nautes [Yun.: ναύτης]: denizci. nebahat [Arp.]: 1.) asil, suylu, 2.) [N]
nautilus [Yun.: naus [?] > Lat.: Nautilus]: bu anlamda bir bayan adı.
1.) 2.)
gemi, [Balıkçılık] deniz nebat [Arp.: nebât]: bitki.
salyangozu. Nebatat [Arp.: nebatât]: Bitkibilim,
navis [Lat.]: gemi. Bitkibilimi, Botanik.
navus [Lat.]: yeni. nebati [Arp.: nebâtî]: bitkisel.
naylon [İng.: nylon]: 1.) ticari bir nebi [Arp.:]: 1.) yardımcı, elçi, 2.) elçi,
marka, DuPont, 2.) plastik esaslı bir peygamber, resül, yalvaç, 3.) [N] bir
dokuma, 3.) bundan yapılma her tür erkek adı, [Yalvaç].
malzeme. nebil [?]: 1.) ? 2.) [N] bir erkek adı.
naz [Far.: nâz]: 1.) cilve, eda, işve, 2.) nebula 1 [Lat.]: sis, pus.
[N] bir bayan adı. nebula 2 [Lat.]: 1.) sis, pus, 2.) dünya
nazan [nâzan]: 1.) ?, 2.) [N] bir bayan çevresinde bulutları andıran gazlı
adı. katman, 3.) çok uzak yıldız kümeleri,
nazar [Arp.: nzr]: göz değmesi, [evil 4.)
dış galaksiler.
eye], nebze [Arp.]: az şey, biraz.
nazari [Arp.: nzr > nazarî]: teroik. necare [Lat.]: katletmek, öldürmek.
nazariye [Arp.: nzr]: kuram, teori. necaset [Arp.]: kir, pislik.
nazenin [Far.: nâzenîn]: şımarık necat [?]: 1.) kurtuluş, 2.) [N] bir erkek
yetişmiş. adı.
nazım 1 [Arp.: nzm > nazm]: 1.) necati [Arp.: necatî]: 1.) 2.) [N] bir erkek
düzenleme, tertipleme, 2.) manzume, adı.
şiir. Necef [Arp.]: Irak’ta bir kent, [Najaf].
nazım 2 [Arp.: nzm > nâzım]: 1.) necmi [Arp.: necmî]: 1.) 2.) [N] bir erkek
düzenleyici, düzene sokan, 2.) şair, adı.
şiir yazan, 3.) [N] bu anlamda bir necmiye [Arp.: necmîye]: 1.) 2.) [N] bir
erkek adı, 4.) Nazım Hikmet Ran. bayan adı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 246 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

nectere [Lat.]: bağlamak, nekrosis [Yun.: nekros + osis > [?] > Lat.:
1.)
düğümleme, raptetmek. nekrosis > Fra.: necrosis]: ölme
2.)
neden: sebebp, ~ olmak: babası durumu, [Tıp] bedende bir hücre
olmak, tevlit etmek, vücuda yada bölümün çürümesi yada ölmesi.
getirmek. nektar 1 [Yun.: ?]: Yunan Mitalojisi’nde
nedim [Arp.: ? >]: 1.) ? 2.) arkadaş, aşir, tanrıların içeçeği, içkisi.
dost, refik, yaren, yoldaş. nektar 2 [Yun.: nektar [?] > Fra.:
1.)
nedred [?]: bak. nedret. nectare]: [Bitkibilim: ?] Yunan
nedret [nedred]: 1.) azlık, yokluk, 2.) [N] Mitalojisi’nde tanrıların içeçeği, içkisi,
2.)
bir bayan & erkek adı. çok tatlı içecek, 3.) arı ve
nefer [?]: asker, er, çeri, leşker. böceklerin bal yapmak için içeklerden
neferiye [Far.]: [Bitkibilim: ?] bir üzüm topladıkları balözü, 4.) balözü.
türü. nektarin [Yun.: nektar [?] > Fra.:
nefes [Arp.: nfs > ‫]سفن‬: 1.) çok değerli nectarine]: [Bitkibilim: ?] bir tür tüysüz
olma, 2.) soluk alma, soluklanma, 3.) şeftali.
soluk. nem [Far.]: ıslaklık, rutubet, toprağın
nefis 1 [Arp.: nefs]: derun, öz. ~i: öl.
nefis 2 [Arp.]: güzel, harika. nema [Arp.: nemâ]: faiz, rant, ürem.
nefret [Arp.: nfr]: 1.) çekinme, irkilme, Nemçe [Osm.]:
1.) 2.)
Osmalı
kaçma, korkma, tiksinme, 2.) adavet, zamanında Avusturya.
artniyet, buğz, düşmanlık, garez, nemein [Yun.: ?]: 1.) alakadar olmak,
2.)
hasımlık, husumet, kin, kötüniyet. ilgilenmek, idare etmek,
3.)
nefrit [Yun.: nephros + itis > [?] > Fra.: yönetmek, tavır takınmak, vaziyet
1.)
nephrite]: böbreğin iltihaplanması, almak.
2.)
[Tıp] böbreklerin iltihaplanamsı, nemölçer: higrometre.
böbrek iltihabı. neo [Yun.: neos [?] > B.D.: neo]:
nefs [Arp.]: bak. nefis. Fransızca’da neo-; 1.) henüz şimdi,
2.)
neft [Far.]: petrol yağı. azönce, yeni ve farklı anlamına bir
neg [Lat.]: 1.) değil, 2.) olumsuz. önek.
negare [Lat.]: inkar etmek, kabul neofit [Yun.: neon + phyein > Fra.:
1.)
etmemek reddetmek, tekzip etmek, neophyte]: dönme, yeni din
tersini savunmak yada hayır demek, değiştimiş, 2.) acemi, çaylak, taze,
yalanlamak. yeni.
negatif [Lat.: negare > Fra.: negative]: 1.) Neon [Yun.: neos > Fra.: neon: Ne]:
menfi, olumsuz, 2.) arap, kara, siyah. [Kimya] yerküre atmosferinde
negotium [Lat.]: iş, ticaret. bulunan, nadir, inert, gazlı kimyasal
negro [İsp.& Por.]: siyah, zenci. bir element.
nehir [Arp.: ‫]رﻩنلا‬: 1.) ırmak, 2.) [N] bir neoplazma [Yun.: neos + (plassein) >
1.)
bayan adı, [Irmak]. plasma > Fra.: neoplasma]: yeniden
nekes [Far.: nā + kes > nākes > nekes]: katlanma, yeniden öbeklenme, 2.)
1.)
kişiliksiz, alçak, 2.) cimri, ekti, [Tıp] ur yada tümere benzer yeni bir
elisıkı, hasis, pinti. oluşum, 3.) [Tıp] yeniden oluşan doku,
nekroloji [Yun.: nekros + logia > Fra.: tümör, ur.
1.)
necrologie]: ölü dizini, 2.) ölüler neos [Yun.]: yeni.
dizini, ölüler listesi. nepos [Yun.]: kuzen, yeğen.
nekromansi [Yun.: nekros + menteia > nepotist [Lat.: nepos + Yun.: istes > Fra.:
Fra.: necromancie]: ölülerle iletişi nepotiste]: yakınlarına çıkar sağyalan,
kutsama. yakınlarını kayıran.
nekropol [Yun.: nekros + polis > Fra.: nepotizm [Lat.: nepos + Yun.: ismos >
1.) 2.) 1.)
necropole]: ölüler şehri, Fra.: nepotisme]: akrabalarını,
3.)
mezarlık, [Hiristiyanlık] ermiş ve hısımlarını yada yakınlarını kayırma
üstdüzey dini kişilerin gömüldüğü ve ve koruma, 2.) yakınlarına çıkar
bir şapel yada kilisenin bulunduğu sağlama, yakınlarını kayırma.
alan. neptis [Lat.]: kız kuzen, kız yeğen.
nekros [Yun.]: cansız, merhum, mevta, Neptün [Lat.: neptune > Fra.: neptune]:
1.)
naaş, ölü, ölü beden, vefat etmiş, Roma Mitolojisi’nde denizlerin
yaşamayan.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 247 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
2.)
tanrısı, [Yıldızbilim] Güneş neur [Yun.: neuron > B.D.: neur(o)]: bak.
Düzlemi’nde 8. gezegen. neuro.
Neptünyum [Lat.: neptune > Fra.: neuro [Yun.: neuron > B.D.: neur(o)]:
neptunium: Np]: [Kimya] uranyumdan Batı Dilleri’nde neur(o); sinir yada sinir
elde edilen radyoaktif bir kimyasal sistemi ile ilgili anlamına bir önek.
element. neuron [Yun.]: asap, sinir.
Nergis çiçeği [Yun. & Lat.: Narcissus]: nev [Far.]: 1.) cins, çeşit, nevi, tip, tür,
2.)
[Bitkibilim: ?] yeni, 3.) [N] bir bayan adı.
Nero [Lat.]: İ.S. 37-68 yılları arasında, nevale [Arp.: nevâle]: azık.
Roma İmparatoru. nevcihan [Far.: nev + cihan]: 1.) yeni
nervus [Lat.]: asap, sinir. dünya, 2.) [N] bir bayan adı.
nescius [Lat.]: unutkan. nevi [Arp.: nev’i]: cins, çeşit, nev, tip,
nesiç [?]: [Tıp] 1.) doku, 2.) hücreler tür.
bütünü. nevral [Lat.: neur(o) + al > Fra.: nevrale]:
nesl [Arp.]: bak. nesil. 1.)
asap, sinir ile ilgili, 2.) [Tıp] sinirler
nesil [Arp.: nsl]: 1.) doğurtma, gebe yada sinir sistemiyle ilgili yada ona
bırakma, hamile bırakma, 2.) babası ait olan..
olma, 3.) cenerasyon, döl, göbek, nevresim [?]: [Dokumacılık] yorgan
kuşak, soy. çarşafı.
nesir [Arp.: nesr]: [Yazın] düz yazı. nevrit [Yun.: neuron + itis > Fra.:
nesne: eşya, obje, şeyler. neur(o)ite]:
1.)
sinir iltihabı, 2.) [Tıp]
nesnel: afaki, bitaraf, objektif, sinir iltihabı.
tarafsız, yantutmaz. nevro [Yun.: neuron > B.D.: neur(o)]:
nesneler: eşya, şeyler. bak. neuro.
nesr [Arp.]: bak. nesir. nevroz [Yun.: neuron + osis > Lat.:
neşe [Far.]: 1.) sevinç, 2.) [N] bu neurosis > Fra.: neurose]:
1.)
asabiye
anlamda bir bayan adı. durumu, sinirlilik hali, 2.) [Tıp]
neşeli [Far. + li]: rad, sevinçli, şad, anormal, normaldışı yada sinirlilik
şen, şakrak, hali, 3.) [Tıp] akıl hastalığı, aşırı
neşet [Far.]: 1.) ? 2.) [N] bu anlamda bir endişe, compulsion, obsession ve
erkek adı. korkular.
neşide [Far.: neşîde]: [Şiir] toplulukta Nevruz [Far.: nev + rûz]: 1.) yeni bir
okunan şiir. gün, 2.) İlkbaharın gelişinin kutlandı
neşir [Arp.: nşr > neşr]: 1.) dağıtma, Pers kökenli bir Türk yada Kürt
yayınlama, 2.) basım, dağıtım, yayım, geleneği.
yayınlama. Nevşehir [Muşkara, Osm.: Nevşehir]: 1.)
neşr [Arp.: nşr > neşr]: bak. neşir. yeni kent, yeni şehir, 2.) [50],
neşretme [Arp.: neşr + etme]: dağıtma, Türkiye’de bir kent.
nüfuz, yayınlama, yayma, yayılma. nevus [Lat.: naevus]: ben, doğum
neşretmek [Arp.: neşr + etmek]: işareti.
dağıtmak, nüfuz etmek, yayınlamak, Newton, Sir Isaac: 1642-1727 yılları
yaymak, yayılmak. arasında yaşamış bir İngiliz
neşter [Far.: nişter]: 1.) arı iğnesi, uç, matematik biliminsanı.
2.)
[Cerrahi] ameliyat bıçağı, bisturi. ney [Far.]: [Müzik] kamıştan üflemeli bir
net 1 [Fra.: net]: 1.) açık, anlaşılır, bariz, çalgı, ~ üfleyicisi: neyzen,
2.)
brüt olmayan, safi, 3.) açık, neyzen [Far.]: 1.) [Müzik] ney üfleyici, 2.)
anlaşılır, bariz, ~ olmayan: bulanık, [N] bir erkek adı.
flu. nezaret [Arp.: nezâret]: gözetim.
net 2 [İng.]: [Bilgisayar & İnternet] ağ, nezaretçi [Arp. + çi]: gözetmen.
şebeke. nezarethane [Arp.: nezâret + hâne]:
netame [?]: ?. gözetim yeri.
netameli [?]: ?. nezir [Arp.]: [Din] adak.
netice [Arp.: ntc > netîce [‫]]ﻩجيتن‬: 1.) nezleotu: [Bitkibilim: Abdropogon
bitirme, sonuca varma, sonlandırma, scoenanthus]
2.)
bitirme, bitiş, final, hitam, nısıf [Arp.: nısf]: nim, yarım.
nihayet, skor, son, sonuç. nice nice: sayısız.
netrofil [Yun.: ? + ? > Fra.: netrophile]: ? nice: çok, fazla.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 248 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

nicelik: çokluk, fazlalık, kantite. getiren kişi, 3.) tütün yapraklarından


nida [Arp.: nîda]: 1.) çağırma, seslenme, çıkan, katranımsı ve yağlı, zehirl bir
2.)
seda, ses, 3.) [Dilbilgisi] ünlem [?], madde.
4.)
[N] seda, ses anlamına bir erkek nikras [?]: [Tıp] eklem hastalığı, gut.
adı. niktron [Yun.]: ?
nidare [Lat.]: 1.) elbiselerini çıkartmak, nil 1 [Far.]: mavi.
soymak, 2.) soyunmak, 3.) kabuğunu Nil 2 [Arp.]: Nil Nehri, Mısır.
çıkartmak. Nil 3 [?]: bir bayan adı.
Nietzsche, Friedrich [Alm.]: 1844- nilüfer 1 [Far.]: 1.) [Bitkibilim: Nymphaea
2.)
1900 yılları arasında yaşamış bir lotus] lotus, bir su bitkisi, bir
Alman filozofu. bayan adı.
nigrare [Lat.]: karartmak, Nilüfer 2 [Far.]: Bursa’da bir semt.
siyahlaştırmak. nilüfer çiçeği [Far. + çiçeği]: [Bitkibilim:
Niğde [Ant.: Nahita, Nekide, Osm.: Nikde, Nymphaea lotus] lotus, bir su bitkisi.
Nigde]: [51], Türkiye’de bir kent. nim [Far.]: nısf, nısıf, yarı.
nihai [Arp.: nhy > nihâî]: 1.) 1.) nimbus [Lat.]: yağmur bulutu.
sınırlama, sona erdirme, 2.) en son, nimet [Arp.]: 1.) 2.) ekmek, nan, 3.) [N]
son olarak. bir bayan adı.
nihal [Arp.: nihâl]: 1.) ? 2.) [N] bir bayan nimphe [Yun.]: 1.) eski Yunan ve eski
adı. Roma Mitolojileri’nde su, akarsu ve
nihale [Arp.: nihâle]: 1.) tava altlığı, 2.) göllerde yaşayan ufak yaratık
okul benzeri kurumların amblem, tanrıçaları, 2.) sevimli, hoş kadın, 3.)
logo vb gösteren ve bir ipe yarıdeğişim gösteren bir haşere türü.
geçirilmiş, boyna takılan, yuvarlak nine: ebe, süt ~: dare, daye.
rozet, 3.) bir tür rozet. ninni: çocuk türküsü.
nihavent [?]: [Müzik] bir müzik Nisaiye [Arp.: nisâiye]: 1.) kadın doğum
makamı. hastalıkları bilgisi, 2.) Jinekoloji.
nihayet [Arp.: nhy > nihâyet [‫]]تياﻩن‬: 1.) nisaiyeci [Arp.: nisâiye + ci]: kadın
sınırlama, sona erdirme, 2.) bitirme, doğum hastalıkları mütehassısı,
bitiş, final, hitam, netice, skor, son, uzmanı, jinekologist, jinekolog.
sonuç. Nisan [Sür.: nisanna]: yılın 30 gün
nihil [Lat.]: 1.) hiç, hiçbir şey, 2.) var çeken 4. ayı, Abril [April], 2.) bir Türk
olmayan, yok, yokluk. bayan adı.
Nihilizm [Lat.: nihil + Yun.: ismos > Fra.: nisbet [Arp.]: bak. nispet.
1.)
nihilisme]: olmama hali, yokluk nispet [Arp.: nsb > nisbet [‫]]تبسن‬: 1.)
2.)
durumu, [Felsefe] hiçlik düşüncesi ilişkili olma, soyundan gelme, 2.)
taraftarı. ilişki, oran.
nikah [Arp.: ? nikâh [‫]]حاكن‬: 1.) düğün, niş 1 [Lat.: nidus > Fra.: niche]: 1.)
2.)
[Hukuk] evlilik işlemi, ~sız kadın: kuşyuvası, yuva, 2.) [Mimari] duvara
aftoz, cariye, gaco, halayık, biblo, vazo vb şey okymak için
kapatma, kuma, metres, odalık. bırakılan girinti, duvardaki göz, 3.)
Nikel [Alm.: kupfernikel > Fra.: nickel: uygun yer.
1.)
Ni]: bakırruhu, 2.) [Kimya] bakır Niş 2 [?]: ? bir kent.
içeren, bakıra benzer bir cevher, 2.) nişan [Arp.: nîşan]: i., 1.) alamet, belirti,
[Kimya] alaşımlarda kullanılan, sert, damga, işaret, 2.) belgi, şiar, ~
gümüş-beyazı renkte metalik yüzüğü: alyans, sınır ~ı: ara.
kimyasal bir element, 3.) ABD ve nişancı [Arp.: nîşan + cı]: ?
Kanada’da 5 ¢‘lik metal para. nişane [Far.: nîşâne]: hedef, nişangah.
nikelaj [Alm.: kupfernikel > Fra.: nişangah [Far.: nîşân + gâh]: hedef,
nickelage]: [Kimya] metali nikelle nişane.
kaplama. nişanlı [Arp.: nîşan + lı]: evlenme üzere
nikelodeon [Alm.: kupfernikel > İng.: olan.
nickel + (mel)odeon > nickeledeon]: ilk Nişantaşı [Arp.: nîşan + taşı]: 1.) , 2.)
müzik kutusu, şimdilerin jukebox’ı. İstanbul’da bir semt.
nikotin [Fra.: nicot + ine > nicotine]: 1.) nişasta [?]: [Kimya] ~ bulamacı: lapa,
J.Nicot; 16. yy’da yaşamış bir Fransız
devlatadamı, 2.) tütünü Fransa’ya

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 249 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

nitelik: 1.) kalite, 2.) [Mecaz] renk, ~ nizam [Arp.: nizâm]: 1.) düzen, 2.) [N]
övme: naat. bir erkek adı.
nitelik: ahlak, davranış, husisiyet, nizami [Arp.: nizâmî]: düzenli, kurallara
huy, karakter, özellik, tabiat, vasıf, uygun olan.
yaratılış. nizamname [Arp.: nizâm + Far.: nâme >
1.) 2.)
nitelikli: kalifiye, kaliteli. Far.: nizâmnâme]: ? yönetmelik.
1
niteliksiz: kalitesiz. no [Lat.: > Fra.: no]: numaranın
niter [Yun.: nitron > Fra.: niter]: [Kimya] kısaltması.
patlayıcılarda ve gübre üretiminde no 2 [Jap.]: Bir Japon tiyatrosu.
kullanılan potasyum nitrat yada Nobel Ödülü: bak. Nobel, A.B.
sodyum nitrat. Nobel, Alfred B.: 1.) İsveçli bir bulucu,
nitere [Lat.]: ışıldamak, paraldamak. kaşif, 2.) bulduğu ölümcül silah
nitrat [Yun.: nitron & Lat.: atus > Fra.: nedeniyle insanların acı çekmesine
nitrate]: [Kimya] sodyum nitratta çok üzülür, 3.) servetinin bir kısmını
olduğu gibi nitrik asit tuzu. sanat, yazın ve bilimde insanlığın
nitrik asit [Yun.: nitron + ikos & Lat.: iyiliğine iyi işler başaranlara ödül
acidus > Fra.: nitrique acide]: [Kimya] olarak verilmesi için Nobel Vakfı’nı
asit nitrojen içeren renksiz, aşındırıcı kurmuş.
bir sıvı. Nobelyum [Lat.: ? > Fra.: nobelium: No]:
nitro [Yun.: nitron > Fra.: nitro]: Batı nobilis [Lat.]: aşina, bildik, iyi bilinen,
Dilleri’nde nitro-; ? tanıdık.
nitrogliserin [Yun.: nitron + glykeros > nocere [Lat.]: incitmek, zarar vermek.
Fra.: nitroglycerine]: [Kimya] dinamit nodus [Lat.]: boğum, düğüm, ilmik.
yapımında kullanılan, gliserin nitrik nodül [Lat.: nodus > nodulus > Fra.:
1.)
yada sülfirik asit uygulamasıyla elde nodule]: boğum, düğüm, ilmik, 2.)
edilen patalyıcı bir madde. [Tıp] bedende hızlı biçimde oluşan ve
Nitrojen [?]: 1.) rengi, kokusu, tadı çoğalan boğum yada kütle.
olmayan kimyasal bir element, 2.) Noel [Kel.: noio + hel & Lat.: natalis >
1.)
Nitrojen. Fra.: nouvelle > noel]: yenigüneş, 2.)
3.) 4.)
nitrojen [Fra.: niter & Yun.: genes > Fra.: doğumla ilgili, miladi,
nitrogene]: [Kimya] atmosferin yarısını [Hiristiyanlık] Hz. İsa’nın doğumun her
oluşturan, reksiz, kokusuz gazlı bir yıl 25 Aralık’ta kutlanması, 5.)
kimyasal element. [Hiristiyanlık] bir Hiristiyan Yortusu,
nitrojen bombası: ? [Christmas].
nitron [Yun.]: ? Nogay [Mog.: ?]: 1.) Altın Ordu
nitroselüloz [Yun.: nitron & Lat.: cella + komutanı Nogay’ın kumandasındaki
osus > Fra.: nitrocellulose]: [Kimya] Kıpçaklar, , 2.) Kuzey kafkasya’da bir
patlayıcılarda kullanılan, selüloza Türk boyu, 3.) [N] bir erkek adı.
nitrik asit uygulanamsıyla elde edilen nohut [Far.]: [Bitkibilim: Cicer orientinum]
bir madde. bir tür sebze.
niyabet [Arp.]: 1.) hükümranlık, krallık, noio [Kel.]: yeni.
saltanat, 2.) Osmanlı’da naiplik, noksan [Arp.]: eksik.
vekillik, vekillik heyeti, 3.) vekaleten noksansız [Arp. + sız]: eksiksiz, tam.
bakmak, yardımcı olmak. nokta [Arp.]: 1.) benek, puan, 2.) özel
niyaz [Arp.: niyâz]: dua, yakarı, işaretler, 3.) merkezi yer, 4.) [Askeri]
yakarış. ayrılmış yer, tecrit edilmiş mekan, 5.)
niyazi [Arp.: niyâzî]: 1.) dua eden, husus, konu.
yakaran, 2.) [N] bir erkek adı. nom 1: Eski Mısır’da kent devleti.
niyet [Arp.]: amaç, haye, hedef, istek, nom 2 [Lat.: nomen > Fra.: nome]: 1.) ad
kasıt, maksat, kötü ~: kast, kasıt. yada isim, 2.) ad yada isimle ilgili
niyetli [Arp. + li]: 1.) niyet eden, 2.) önek.
[Ramazan] oruçlu. nomen [Lat.]: ad, isim.
Niyobyum [Lat.: Fra.: niobium: Nb]: ? nomenkülatür [Lat.: nome + calare >
1.)
niza [Arp.: nîza]: arbede, çekişme, Fra.: nomenculature]: bir gereç yada
çıngar, dalaş, dövüş, hengame, hır, bilimde isimler listesi, 2.) isimler
kavga, niza, patırtı. listesi, isim dizini.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 250 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

nominal [Lat.: nomen + inal > Fra.: nota 2 [Lat.: nota > İtl.: nota]: 1.) müzik
1.) 2.)
nominale]: isimle ilgili, ismen, abecesi, 2.) diplomatik nota, ~ları
bizzat değil, şahsen değil, 3.) ada sese çevirme: ~da duraklama
yapılan, isme yazılı, 4.) muharrer, işareti: es, ~lar: Do, Re, Mi, Fa, Sol, La,
yazılı. Si , Do.
nomos [Yun.: νόμος]: 1.) kanun, yasa, nota bene [Lat.]: iyice dikkat et!
2.)
idare, tutum, 3.) idare, yönetim, 4.) notam [İng.]: 1.) NOTAM yada NoTAM:
hükümet, iktidar. Notice to Airmen’in kısaltması, 2.) bir
non [Lat.]: Latince’de non-; 1.) dışında, hava uçuk iletişim biçimi, 3.) havacı
2.)
olmayan, [non-ferrus: demir-dışı], -sız, bülteni.
-siz, -suz, -süz anlamı getiren bir notare [Lat.]: dikkat etmek, dikkatli
önek, [non-aligned countries: bağlantısız olmak, itinalı olmak.
ülkeler]. notasyon [Lat.: nota > Fra.: notation]: 1.)
non plus [Lat.]: 1.) daha ileri işaret be rakamlarla gösterme, 2.)
gidilemeyeceğinden, gösterme sistemi.
konuşulmayacağından yada hareket noter [Lat.: notare > Fra.: notaire]: 1.)
edilemeyeceğinden doğan şaşkınlık, onaylayan, tasdik eden, 2.) devlet
2.)
hayret, şaşkınlık. adına resmi belgelerin özgünlüğünü
non sequitur [Lat.]: 1.) alakası onaylayan yarı resmi bir kurum.
olmayan, ilgiiz, 2.) konuşulanla ilgisi notik [Yun.: naus + ikos > Fra.: nautique]:
omayan, 3.) alakasız, anlamsız, 1.)
gemi bilgisi, 2.) denize ait, gemie
saçma. ait.
non stop [Lat.: non stuppare > B.D.: notus [Lat.]: bilinen.
1.)
İng.]: ara vermemek, durmamak, nova 1 [Lat.]: yeni.
2.)
aralıksız, durmadan, sürekli. nova 2 [Lat.]: 1.) yeni, 2.) [Yıldızbilim]
nona [Lat.: novem > nona]: dokuz (9). birden parlayıp sönen yıldız.
nona hora [Lat.]: 9. saat. Nova Scotia [Lat.]: 1.) Yeni İskoçya, 2.)
nonaginta [Lat.]: doksan. Kanada’da bir bölge.
nonna [Lat.]: kendini dine adamış novem [Lat.]: dokuz (9).
kadın. November [Lat.: novem > november]: 1.)
nonul [?]: i., üvendire ucundaki demir. dokuz, 2.) eski Roma Takvimi’nde 9.
norm [Lat.: norma > Fra.: norme]: 1.) ay, 3.) 11. ay, Kasım.
model, ölçüm, yada standart, 2.) novus [Lat.]: yeni.
kanuna yasaya ugun. nöralji [Yun.: neuron + algia > [?] > Fra.:
norma Lat.]: kaide, kural, ölçüt. neur(o)algie]:
1.)
sinir acısı, 2.) [Tıp]
normal [Lat.: norma > Fra.: normale]: 1.) sinir acısı, sinir yangısı.
kabul edilebilir ölçüt, 2.) bilgi yada nöro [Yun.: neuron [?]> B.D.: neur(o)]:
düşüncede kabul edilebilirlik, 3.) bak. neuro.
ortalama durum. nöroastenya [Yun.: neuron + asthenia >
Nosoloji [?+ logia > Fra.: nosologie]: 1.) [?] > Fra.: neur(o)asthenia]: [Tıp] aşırı
hastalıkların özellikleri, 2.) hastalıkları yorgunluk, endişe gibi belirtileri olan
sınıflama bilimi. bir tür nevroz.
nostalji [Yun.: nostos + algos > Fra.: Nöroloji [Yun.: neuron + logia > [?] >
1.)
nostalgie]: dönüz acısı, 2.) hasret, Fra.: neur(o)logie]: Asabiye,
3.)
özlem, sıla derdi, vatan hasreti. Sinirhastalıkları.
nostrum 1 [Lat.]: bizimkisi, bize ait nöron [Yun.: neuron: ?]: 1.) asap, sinir,
olan. 2.)
[Tıp] sinir hücresi ve onun her tür
nostrum 2 [Lat.]: 1.) bizimkisi, 2.) işlemleri.
herderde deva, kocakarı ilacı. nörotik [Yun.: neuron + ikos > [?] > Fra.:
nosyon [Lat.: nota > Fra.: notion]: bilgi, neur(o)tique]:
1.)
asabiyet durumu,
düşünce, fikir, görüş, tasarı, tasarım. sinirlilik hali, 2.) [Tıp] nevrozla ilgili
not 1 [Lat.: notare > Fra.: note]: 1.) yada bununla ilintili belirtielri olan
öğrencilerin dersleriyle ilgili puanı, 2.) durum.
hatırlama yazısı, kısa yazı,. nötr [Lat.: ne + uter > Fra.: neutre]: bak.
not 2 [Yun.: naus > Fra.: naute]: nötür.
[Denizcilik] deniz dibine doğru derinlik.
nota 1 [Lat.]: işaret.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 251 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

nötron [Lat.: ne + uter > Fra.: neutrone + numisma [Lat.]: 1.) maden esaslı her
leştirme]: bir atomun asal, tür para, 2.) demir para, metal para.
yüklenmemiş bir parçacığı. numizmatik [Lat.: numisma & Yun.: ikos
1.)
nötron bombası:? > Fra.: numismatique]: demir para,
nötür [Lat.: ne + uter > Fra.: neutre]: 1.) 2.)
metal para, madalyon yada kağıt
hiçbirisi değil, 2.) cinsel organı para biriktirme, 3.)
bunların
olmayan, 3.) yetişkinlikte cinsel uzvu incelenmesi, 4.)
madalya ve para
olmama durumu, 4.) Batı Dilleri’nde bilimi.
kelimelerin cinsiyet hali, [Das Buch], 5.) numune [Far.: nümune]: örnek.
tarafsız, yansız, 6.) [Fizik] yansız. nuntiare [Lat.]: açıklamak, beyan
nötürleştirme [Lat.: ne + uter > Fra.: etmek, bildirmek, haber vermek, ilan
1.)
neutre + leştirme]: savaşta yansız etmek, müjde evrmek.
olduğunu açıklama, 2.) –nın gücünü, nuntius [Lat.]: elçi, haberci, müjdeci.
etkisini ve nüfuzunu etkisileştirme, nur [Arp.: nûr]: aydınlık, ışık, kutsal
ortadan kaldırma. ışık, ziya, 2.) [N] aydınlık, ışık, kutsal
nötürleştirmek [Lat.: ne + uter > Fra.: ışık anlamında bir bayan adı.
1.)
neutre + leştirmek]: savaşta yansız Nuray [nûr + ay]: bir bayan adı.
olduğunu açıklamak, 2.) –nın gücünü, Nurdan [Arp.: nûr + dan]: ışıktan
etkisini ve nüfuzunu etkisileştirmek, anlamında bir bayan adı.
ortadan kaldırmak. Nurdane [Arp.: nûr + dane]: ışık parçası
Nu [Fen.: Nun [Nun] > Yun.: Ni [νῦ & νι - anlamında bir bayan adı.
νυ]]: Yunan Abecesi’nin 13. harfi [Ν, Nurhan [Arp.: nûr + han]: bir bayan adı.
ν]. nuri [Arp.: nûri]: 1.) ışık saçan, nur gibi,
nubere [Lat.]: evlenmek. parlak, 2.) [N] bu anlamda bir erkek
nubes [nudd > Lat.]: 1.) pus, sis, 2.) adı.
bulut. nuriye [Arp.: nûriye]: 1.) ışık saçan, nur
2.)
nuc [Lat.: nuca > nux]: ceviz ve fındık gibi, parlak, bu anlamda bir
gibi sert kabuklu yemiş. bayan adı.
nuca [Lat.: nuc > nux]: ceviz ve fındık Nurten [Arp.: nûr + ten]: bir bayan adı.
gibi sert kabuklu yemiş. nusred [Arp.]: bak. nusret.
nucellus [Lat.]: tohum keseciği. nusret [Arp.: nusred]: 1.) uku, zafer,
nucleus: [Lat.: nuc > nuca > nux > yengi, 2.) yardım, özellikla Allah’ın
nucleus]:
1.)
ceviz ve fındık gibi sert yardımı, 3.) [N] bu anlamda bir erkek
kabuklu yemiş, 2.) cevher, çekirdek, adı.
esas, iç, nüve, öz, 3.) [Fizik] atomun nutk [Arp.]: bak. nutuk.
4.)
merkez bölümü, [Yıldızbilim] nutrire [Lat.]: doyurmak, beslemek.
kuyrukluyıldızın parıldanyan nutuk [Arp.: ntk > nutk [‫]]قطن‬: 1.)
2.)
önbölümü, 5.) [Bedenbilim] beyin yada konuşma, hitabe, konuşma,
omurilikkte sinir hücreleri yığını. söylev.
nudus [Lat.]: ari, çıplak, nü, üryan, nux [Lat.: nuc > nuca > nux]: ceviz ve
torlak. fındık gibi sert kabuklu yemiş.
nuer [Fra.]: bulutlandırmak, nuzul [Arp.: nûzul]: felç, inme, nuzul,
gölgelemek, sislendirmek. paraliz.
nuere [Lat.]: başını sallamak, nü [Lat.: nudus > Fra.: nu]: çıplak resim.
onaylamak. nüans [Lat.: nues > Fra.: nue > nuance]:
1.)
nugat [Lat.: nuca > nuc > nux > Fra.: bulut, bulut gölgesi, sis, 2.) anlam,
nouget]: ceviz helvası, kozhelvası. renk ve tonda az değişiklik, 3.)
nullus [Lat.]: hiç, yok. ayrıntı, ince fark.
numara [Lat.: numerus > İtl.: numero > nüfuz [Arp.: nüfûz]: güç, etki, tesir.
1.)
Osm.: numero & nümero]: rakam, nüfuzlu [Arp. + lu]: etkili, etkin, güçlü,
2.)
sayı, aldatma, dümen, hile. kadir, tesirli.
numerare [Lat.]: 1.) hesaplamak, sayı nükleer [Lat.: nuc > nuca > nux >
1.)
saymak, 2.) düşünmek, taşınmak, 4.) nucleus > Fra.: nucléér]: çekirdek, 2.)
3.)
tahmin etmek, zannetmek. çekirekle ilgili, [Fizik] maddenin
numero [İtl.: ? > Osm.]: 1.) numara, 2.) çekirdeğiyle ilgili, 4.) [Fizik] bu yolla
kısaca no.. sağlanan olaylar.
numerus [Lat.]: rakam, sayı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 252 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

nükleer enerji [Lat.: nuc > nuca > nux obje [Lat.: ob + jacere > objectum > Fra.:
1.)
> nucleus & Yun.: en + ergon > Fra.: object]: dışarı doğru atmak, 2.)
nucléér energie]: [Fizik] nükleer yolla karşısına alma, önüne atma, sunma
sağlanan anerji. 3.)
eşya, nesne, şey, şeyler.
nükleer fizik [Lat.: nuc > nuca > nux > objektif [Lat.: ob + jacere + ivus > Fra.:
nucleus & Yun.: physis > physika + ikos > 1.)
1.) objectif]: dışarıdan olan, öznel
Fra.: nucléér physique]: çekirdeki 2.)
olmayan, afaki, nesnel, yansız, 3.)
fiziği, 2.) atomon içyapısı, parçaları ve fotoğraf makinesi vb makinelerin
onların devinimleriyle ilgilenen mercek bölümü.
bilimdalı. obruk [?]: içbükey, konkav.
nükleer fizyon [Lat.: nuc > nuca > nux obscura [Lat.]: karanlık.
> nucleus + findere > Fra.: nucléér
fission]: [Fizik]
1.)
atom parçalarının obua: [Müzik] üflemeli bir çalgı.
dağıtılarak enerji yüklü kütlenin obur: 1.) fazla yiyip içen, 2.) [Bilimsel ek]
ortaya çıkartılması, 2.) Atom Bombası çul, çül, çıl, çil.
yapım yolu. obüs [Alm.: haubitze > Fra.: obuse]: 1.)
nükleer füzyon [Lat.: nuc > nuca > nux taş atan top, bir tür çakaloz, 2.) ağır
> nucleus + fusus > Fra.: nucléér fusion]:
mermi fırlatan top, 3.) [Askeriye] kısa
[Fizik]
1.)
birleşik kütlede kayba namlulu top, 4.) bak. hovitzer.
yolaçacak olan, ışık ağrılığındaki ocak 1 [ÖzTür.: oçak]: 1.) ateş yakılan
atom parçalarının daha ağır kütleye yer, 2.) şömine.
dağıtılması, 2.) böylece Hidrojen Ocak 2 [ÖzTür.: öt > od]: 1.) ateş, 2.) yılın
Bombası’nın yapılması. 31 gün çeken 1. ayı.
nükleer reaktör [Lat.: nuc > nuca > nux ocris [Lat.]: doruk, zirve.
> nucleus + re + agere > Fra.: nucléér octo: bak. okto.
reacteur]:
1.)
parçanalabilir bir yakıt ocularis [Lat.]: gözlerle ilgili.
sağlamak için denetlenebilir bir oculus [Lat.]: ayn, göz, çeşm, ophta.
nükleer zincirleme tepkime oluşturan od [Far.]: ateş, fer, nar.
gereç yada düzenek, 2.) bu yolla odabaşı [Osm.]: Osmanlıda han
enerji üretimi. uşakları başı.
nüks [Arp.]: depreşme, tekrarlanam, odacı: hademe.
yineleme. odak: mihrak.
nüksetme [Arp.: nüks + etme]: odalık: aftoz, cariye, gaco, halayık,
hastalığın depreşmesi. kapatma, kuma, metres, nikasız
nükte [Far.]: espri, şaka. kadın.
nükteli [Far. + li]: esprili, hazırcevap, ode 1 [Yun.: oide]: şarkı.
zeki, zarif. ode 2 [Yun.: hodos]: Fransızca’da –ode;
nümerik [Lat.: numerus > Fra.: cihet, istikamet, tarık, yol, yön, yönelme
numerique]:
1.)
rakamsal, sayısal, 2.) anlamına gelen bir sonek.
sayı yada rakamla gösterilen.. odio [Lat.]: nefret.
nümune [Far.]: bak. numune. oditoryum [Lat.: audire > auditorium >
1.)
Fra.: auditorium]: dinleme yeri,
========== O ========= dinleme odası, 2.)
konser dinleme
O 1 : Türk Abecesi’nin 17. harfi. yeri.
O 2 : Yunan Abecesi’nin . harfi, [Ο, ο]. odous [Yun.]: 1.) çıkıntı, uç, 2.) diş.
O 3 [İtl.: O]: İtalyan Abecesinin 13. odun [ÖzTür.: otung]: 1.) parçalanmış
harfi, [O, o]. ağaç, 2.) hatab.
4
O [Rus.: O]: Rus Abecesi’nin 14. harfi, odyne [Yun.: odynē]: hurma ağacı,
[О, о]. palmiye.
ob 1 [Lat.: obiit]: o (kadın yada erkek) of 1 : sıkıntı anlatır.
öldü. Of 1 [?]: Trabzon’un bir ilçesi.
OB 2 [Lat.: obestetrix]: 1.) doğumda ofis [İng.: office]: 1.) işyeri, büro, 2.)
yardımcı olan, bebeği dışarı çıkrtan, kısaca DMO [Devlet Malzeme Ofisi], 3.)
2.)
ebe. kısaca bir zamanların PO [Devlet
oba: çadır, otağ, otak. Malzeme Ofisi],
obezite [Lat.: obicere > obiectum > Fra.: oflaz [Halkdili]: güzel, harika,
obesité]: aşırı şişmanlık. mükemmel.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 253 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

oftalmolog [Yun.: ophta + logos > [?] > oklava [ÖzTürk.: oklagi > oklağaç]:
Fra.: Fra.: ophtalmalogue]: göz hekimi. hamur açma gereci, yufka açma
Oğan [ÖzTür.]: Ber, Tanrı. gereci, kalın ~: merdane.
1.)
oğlu: soyadların sonuna gelen ve “- okluk: ok kılıfı, sadak.
2.)
nin oğlu” anlamında bir sonek, oksijen [Yun.: oxys + genes > [?] > Fra.:
diğer dillerdeki karşılıkları; Arapça: oxygène: [Kimya]
1.)
renksiz, kokusuz,
eb-, ebi-, ebu- bir önektir, Ermenice: - oldukça uçucu bir kimyasal element,
ian, -yan bir sonektir, Fransızca: , 2.)
tüm elemenler içinde en bol olanı,
İngilizce: -son, bir sonektir, İrlandaca: 3.)
yaşamın işlevi ve içsel yanmalar
Mac, Mc bir önektir, Slavca: of, ov bir için temel gerekli element.
sonektir, Yunanca: oglu bir sonektir, oksit [Yun.: oxys [?] + (Lat.: acidus) >
oğul: erkek evlat, ~ otu: Melisa. Fra.: (ac)ide]:
1.)
ekşi ekşi, 2.) ekşi asit,
3.)
oh: bezginlik belirtir. oksijenin diğer bir element yada
ohm: 1.) Georg Simon Ohm, 2.) [Fizik] temel madde ile oluşturduğu bileşen.
kg/sn olarak elektrik direnç ölçüm oksitlenme [Yun.: oxys [?] + (Lat.:
birimi. acidus) > Fra.: (ac)ide + lenme, Kimya]:
oide 1 [Yun.: ?]: şarkı. bir metalin hava, su vb ile temas
oide 2 [Yun.: eidos: ?]: Fransızca’da etmesiyle üzerinde oluşan pas
oide; benzer, benzeyen, gibi anlamına tabakası.
gelen bir sonek. oksyd [Yun.: ? > B.D.: oxide]: 1.) s., ekşi,
2.)
oidema [Yun. : ?]: şiş, şişlik, şişmiş asit.
yer. oksyd 1 [Yun.: ?]: s., ekşi.
oikia [Rum. & Yun.: oikos: ?]: ev, hane, oksys 1 [Yun.: ?]: s., ekşi.
konut. oksys 2 [Yun.: ? > B.D.: oxide]: 1.) s.,
oikizein [Arp.]: 1.) iskan etmek, ekşi, 2.) asit.
2.)
oturmak, yerleşmek, oktan [Yun.: (o)chto & okto [χτα & οκτα] &
1.)
kolonileştirmek, sömürgeleştirmek. Lat.: octo > İng.: octane]: sekiz, 2.)
oikos [Yun.]: ev, hane, konut, mesken. benzinde nitelik ölçüm birimi, 3.)
oikoumene [Yun.]: 1.) iskan edilmiş sekiz atomlu hidrokarbon elementi.
alem, dünya, 2.) alem, dünya, evren. oktant [Lat.: octans > octant > Fra.:
1.)
oje [> Fra.: oje]: bir makyaj malzemesi, octante]: sekiz bölümlü dairesel bir
tırnak boyası, yıldız ölçüm gereci, 2.) astronomi
ok: 1.) çubuk, değnek, 2.) yayla atılan gereci.
çubuk, tir, ~kılıfı: sadak, ~taki Oktay: bir erkek adı.
kertik: gez, ~un ucundaki demir: okto [Yun.: (o)chto & octo [χτα & οκτα]]:
temren. sekiz.
okaliptüs [Yun.: eu + kalyptos > Fra.: oktopus [Rum.: okto + pus > oktapus >
1.) ctapodi & oktopodian [χταπόδι &
eucalyptus]: [Bitkibilim: Eucalyptus] 1.) 2.)
gizligüzellik, gizlihoşluk, 2.) οκταπόδιον]]: sekizayak,
sıtmaağacı, 3.)
bataklık ve sulak ahtapot.
alanların kurutulması için dikilen ve oktrua [Arp.]: şehre giriş vergisi.
büyük oranda su emen ve suyla okul: ekol, mektep, yüksek ~:
gelişen bir ağaç türü, 4.) yaprakları akademi, ~öncesi: kreş, ilkokul
eczacılıkta ve baharatlı gıdalarda öncesi: anaokulu, orta öğrenim
kullanılır. ~u: lise.
okar: [Hayvanbilim: Bataurus stellaris] telli okuma: Kıraat, ~ kaybı, yitimi:
balıkçıl. aleksi.
okka [Arp.: vukuyye > kıyye > Osm.: okuryazar: öğrenim görmüş kimse.
1.)
okka]: eski bir ağırlık ölçü birimi, 2.) okutman: 1.)
belleten, eğitmen,
Osmanlı’da 1,283 gr yada 400 muallim, öğretmen, 2.) rektör.
dirhem ağırlık ölçüsü. okuyucu 1 : kari.
okkalı [Arp.: vukuyye > kıyye > Osm.: okuyucu 2 : şarkıcı, türkücü.
1.)
okka + lı]: oldukça ağır, yüklü, 2.) olağan: 1.) tabii, 2.) alelade, sıradan,
ağır, etkili, güçlü, 3.) mühim, önemli. olanak: imkan.
olay: 1.) hadise, 2.) fenomen, olgu,
vakia.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 254 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

olcay [?]: 1.) 2.) [N] bir bayan adı. omurga [ÖzTür.: ogurtga > omurtga]:
1.)

oldubitti: emrivaki. [Bedenbilim] bedende dik durmayı


ole [İsp.]: yaşa. sağlayan sırtaki kemik dizini, 2.)
oleum [Lat.]: yağ. [Denizcilik] ana iskelet.
1.)
Olga [Yun.: angelos > Rus: ?]: Melek omurga: [Bedenbilim] insan
anlamında bir Rus bayan adı, [Angel, iskeletinin arkasında bulunan kemik
Angela]. dizini, 2.) [Denizcilik] gemi kaburgası.
olgu: fenomen, olay, vakia. omurilik [ÖzTür.: omurga > omur + ilik]:
olgun: 1.) kamil, 2.) [N] bir erkek adı, [Tıp] murdarilik, [spinal cord, spinal
[Kemal]. marrow].
olmak: meydana gelmek, sonradan omuz [ÖzTürk.: om > omuz]: 1.) kemik
olan: arizi, olduğu gibi: aynen, ucu, 2.) [Bedenbilim] boynun iki yanı.
olmamış: ham. onama: tasvip.
olta [Yun.: bolta & volta > İtl.: volta > onarım: onarma, tadilat, tamir.
1.)
Osm.: (v)olta]: dönüp dolaşma, 2.) onarımlar: tamirler, tamirat.
dairesel, sarmal, 3.) balık tutuma onarma: restore etme.
gereci, ~ ipi: misina, ~ iğnesi: onat: 1.) düzgün, özenli, 2.) [N] bir Türk
çapraz, büyük ~ iğnesi: çarpma, bir erkek adı.
tür ~ ipi: parakete, onay: doğrulama, tastik.
onaylamak: doğrulamak, onaylamak,
oluk [ÖzTür.]: 1.) içi oyuk ağaç, su
tasdikleme.
akaçı, 2.) üstü açık boru, açık ~: ark,
ondalık: aşar, öşür.
dam çevresindeki ~: çörten. ondüle [Lat.: ? > Fra.: ondulèe]: 1.)
olumlu: müspet, positif. dalga, kıvrım, lüle, pli, 2.) dalgalı,
olumsuz: menfi, negatif. kıvrımlı.
oluşmak: vücut bulmak. onerare [Lat.]: hamule tmek,
oluşum: vücut bulma. yüklemek.
olveolus [Lat.]: küçük oyuk, kovuk. ongun 1 : bol, çok verimli, mebzul.
om 1 [ÖzTür.]: kemik başı, kemik ucu. ongun 2 : arma, totem.
om 2 : daru, deva, çare, em, ilaç, oniks [İbr.: shhm > Yun.: onichion > Lat.:
oma [Halkdili]: [Bedenbilim] bel kemiği. lapis onichinus > Fra.: onix]: balgam
ombra [?]: [Kimya] 1.) bir tür boya, 2.) başı.
kahverengi toprak boya. onma: düzelme, iflah, iyileşme,
Omega [Fen.: Ayin [Ayin] > Yun.: [ὦ - ὦ kurtuluş, onma, reha, salah,
μέγα & ωμέγα]]: Yunan Abecesi’nin 21. onmak: düzelmek, iflah olmak,
harfi, [Ο, ο]. Büyük O harfi. iyileşmek, kurtulmak, salaha ermek.
Omikron [Fen.: Ayin [Ayin] > Yun.: [οὖ - ὂ onoma [Yun.]: ad, isim, nam.
μικρόν & όμικρον]]: Yunan Abecesi’nin ons [İng.: once]: İngiliz ağırlık birimi,
15. harfi, [Ο, ο]. Küçük o harfi. onur [Fra.: honor]: 1.) haysiyet, özsaygı,
omlet [Fra.]: bir tür yumurta yemeği, şeref, saygınlık, vakar, 2.) [O] bir
kaygana. erkek adı, [Şeref],
omnibus [Lat.: omnis]: herkes için, onurlandırma: şereflendirme, teşrif.
herşey için. onurlu: 1.) agar, haysiyetli, şerefli, 2.)
omnipotence [Lat.: omnis + potens]: 1.) ağırbaşlı, vakur,
[Allah için] her şeye gücü yetme, kadir onursuz: haysiyetsiz, şerefsiz,
ve mutlak olma, 2.) [Mecazen] her şeye onyma [Lat.]: ad, isim.
gücü yetme, her yerde etkin ve opal: [Dokuma] bir tür kumaş,
nufuzlu olma. opaşi: [Balıkçılık: ?] büyük gözlü ağ.
omnis [Lat.]: 1.) hep, hepsi, 2.) her, OPEC [İng.]: (O)rganisation For (P)etroleum
herşey, 3.) bütün bireyler, tüm (E)xportinf (C)ountries: Petrol İhraç Eden
kişiler, herkes. ülkeler Birliği.
omnivor [Lat.: omnis + vorare > Fra.: Opel: Bir Alman otomobil markası.
1.)
omnivore]: herşeyi yiyen, 3.) opera [İtl.: opera]: [Müzik] müzikli
3.)
[Yaşambilim] et ve otla beslenen, tiyatro,
[Yaşambilim] etebur ve otobur olan. operasyon [Lat.: ? > Fra.: operation]: 1.)
omur [ÖzTür.: omurga > omur]: [Askeri & Polisiye] izleme ve yakalama,
[Bedenbilim] omurga kemikleri. 2.)
[Tıp] ameliyat,

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 255 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

operatör [Lat.: ? > Fra.: operatuer]: 1.) orfoz: [Balıkçılık: ?] bir balık türü.
2.)
[Teknik] makineyi çalıştıran, [Cerrahi] organ [Yun.: organon > Fra.: organ]: 1.)
ameliyat yapan doktor, cerrah, klavyeli bir müzik enstrümanı, 2.)
operire [Lat.]: gizlemek, gizlenmek, [Yaşambilim] hayvan ve bitkilerde özel
saklamak, saklanmak. bir işlevi yerine getiren çıkıntı yada
ophta [Yun.]: ayn, göz, çeşm, oculus, uzantı yani bir araç, 3.) [Bedenbilim]
ops 1 [Yun.]: 1.) göz, 2.) özellik. uzuv, üye, 4.) bazı işleri yerine
ops 2 [Yun.]: ses, seda. getirme gereci, 5.) aralıklı olarak
opsis [Yun.]: 1.) iç çekme, nefes alma, düşünce ve görüşleri aktarma aracı
2.)
gözlem, müşahede, görme, yada vasıtası, ~ları uyaran ilaç:
inceleme. tonik.
opsiyon [Lat.: ? > Fra.: option]: organik [Yun.: organon > Fra.:
alternatif, seçenek, şık, organique]: [Kimya] ~ olmayan:
opsiyonel [Lat.: ? > Fra.: optionale]: inorganik.
isteğe bağlı, ihtiyari. organizma [Yun.: organon > Fra.:
opt [Yun.]: göz. organisma]:
1.)
canlı, yaratık, 2.)
optare [Lat.]: benimsemek, seçmek, herhangi bir yaşayan canlı.
tarcih etmek. organon [Yun.]: araç, alet, enstrümen,
optik [Yun.: ops & opt + ikos [?] > [?] > gereç.
1.)
Fra.: optique]: gözlükçü, 2.) organon [Yun.]: tamamlama, yerine
3.)
merceklerle ilgili, belli hazır- getirme.
metinleri otomatik okuma, ~ organza [İtl.: organza]: bak. organze.
kaydırma: zum. organze [İtl.: organza]: 1.) Lorganza
optimus [Lat.]: en iyisi. ticari marka adın’nın bozulmuş biçimi
opus [Lat.]: çalışma, iş. olabilir, 2.) [Dokuma] ipek yada
or [? > İng.: or]: İngilizce’de or; 1.) eden, ketenden dokunma, ince, kolalı
2.)
fail, yapan, taraftarı, yanlısı kumaş, 3.) [Dokuma] ince, kolalı
anlamına bir sonek. kumaş.
ora: o yer. orgnizma [Yun.: organon > Fra.:
Oracle [Lat.]: 1.) eski Yunan & eski organisme]: [Yaşambilim] herhangi bir
Roma’da gaipten haber veren kahin, yaşayan canlı.
2.)
ilham, vahiy. orhan []: 1.) 2.) Osmanlı Beyliği’nin II.
orak [ÖzTür.]: ekin biçme aracı, aygıtı, Beyi, Orhan Bey; [], 3.) [O] bir Türk
aleti. Uzun saplı bir ~: kosa. erkek adı.
oran: nispet. orie [Lat.: orius > Fra.: orie]:
orare [Lat.]: konuşmak. Fransızca’da orie; 1.) –nın, -nın
2.)
oratoryo [İtl.]: [Müzik] kusal müzik yapısında, için yer yada şey
parçası. anlamına gelen bir sonek.
orbita [Lat.]: 1.) ayak izi, iz, teker izi, orient [Lat.: oriri]: bak. oryant.
2.)
belirti, delalet, emare, im, ipucu, origine [Lat.]: 1.) başlanıç, 2.) oluş,
işaret. yaratılış.
ordino [İtl.: ordino]: 1.) [Ticaret] poliçede orijin [Lat.: oriri > Fra.: origin]: kaynak,
havale emri, 2.) [Taşımacılık] taşıma kök, köken, öz.
belgelerini [CMR, Konşimento, AWB] orijinal [Lat.: oriri > Fra.: originale]: i.,
devir emri, 3.) [Denizcilik] gemi adamı gerçek, otantik, özgün.
1.) 2.)
atama belgesi. oriri [Lat.]: yükselmek,
ordo [Türk.: orda, ordu, urta > Lat.]: 1.) yükselmekte olan güneş için
dizin, saf, sıra, 2.) müfreze, ordu. kullanılır: yerden yükselmek.
ordövr [Fra.: orde euvre]: [Gıda] meze. orkestra [?]: [Müzik]
ordu 1 [Tat.]: 1.) kalabalık, üşüşme, 2.) orkinos: [Balıkçılık: ?] bir tür ablık.
bir konaklama, 3.) askeriye, ~da orlon [?]: yapay dokuma ipliği.
herkes: asker. orman [?]: küçük ~: koru, ~da çıplak
Ordu 2 [Antik: Kotyora, Osm.: Bölük-i alan: kayran.
Niyabeti Ordu, Kaza-i Bayramlu Nam-ı ornare [Lat.]: donatmak, süslemek.
Diğer Ordu]: [52], Türkiye’de bir kent. Ornitoloji [Yun.: ? + logia > Fra.:
ordugah [Tür.: ordu + Far.: gâh]: ordu Ornithologie]: Kuşbilimi.
konaklama yeri. orsa [İtl.]: [Denizcilik] rüzgarlı yan.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 256 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Orsar [Çng.]: ayı oynatan Çingeneler. Osmanlı Rum ve Türk tarzı ahşap evleriyle
ünlüdür.
orta: 1.) 2.) [Moda] midi.
ortaç [?]: 1.) 2.) [Dilbilgisi] sıfat-fiil, 3.) [O] Osmaniye [?]: [80], Türkiye’de bir
bir erkek adı. kent.
1.)
ortada: açık, aleni, aşikar, ayan, bariz, Osmanlıca: Osmanlı
belli, kapalı olmayan, kesin, İmparatorluğu’nda ve Türkiye
meydanda, sarih. Cumhuriyeti’nin kuruluşundan
ortak: 1.) müşterek, 2.) partner, şerik, itibaren uzun yıllar kullanılan Türkçe,
3.)
maraba, yarıcı. Arapça ve Farsça’dan oluşan karma
ortaklar: şerikler, şüreka. dil, 2.) Lisani Osmani [Lisân-i Osmânî:
‫]لﺳﺎن ﻋﺜﻤﺎنﯼ‬, Osmanlıca Türkçesi,
ortaklık: 1.) iştirak, katılım, 2.) [Ticari]
[Ottoman Turkish].
şirket.
ortalama: vasati. Osmanlı Abecesi [Elifbâ: ‫]ابفلا‬: Arap
Abecesi ve bazı Fars Abecesi Ses’lerini [‫چ‬-‫پ‬-‫ژ‬-
ortam: yakın çevre, etraf, vasat. ‫گ‬-‫ ]ڭ‬de içeren bir Abece’dir; [‫ا‬, ‫ ]ﺎ‬Elif [a, â],
ortanca [Lat.: hortansia]: [Bitkibilim: [‫ ]ﺀ‬Hemze [he], [‫ ]ﺑ ﺒ ﺐ ب‬Be [b, p], [‫]ﭘ ﭙ ﭗ پ‬
Hydrangea hortansia]
Pe [p], [‫ ]ﺗ ﺘ ﺖ ت‬Te [t], [‫ ]ﺛ ﺜ ﺚ ث‬Se [s], [‫ﺞ ج‬
oruç [Far.]: [İslam] Ramazan ayında ‫ ]ﺟ ﺠ‬Cim [c, ç], [‫ ]ﭼ ﭽ ﭻ چ‬Çim [ç], [‫ﺤ ﺢ ح‬
imsak vaktrinden iftar vaktine dek ‫ ]ﺣ‬Ha [h], [‫ ]ﺧ ﺨ ﺦ خ‬Hı [h], [‫ ]د د‬Dal [d], [‫ذ‬
yeme içmeden uzak durma. ‫ ]ذ‬Zel [z], [‫ ]ر ر‬Re [r], [‫ ]ژ ژ‬Je [j], [‫ﺴ ﺲ س‬
‫ ]ﺳ‬Sin [s], [‫ ] ﺷ ﺸ ﺶ ش‬Şın [ş], [‫ﺺ ص‬
orya [Arp.]: döşeme, döşeme taşı.
‫ ]ﺻ ﺼ‬Sad & Sat [s], [‫ ]ﺿ ﻀ ﺾ ض‬Dad &
oryant [Lat.: oriri > Fra.: oerient]: 1.) Dat [d], [‫ ]ﻃ ﻄ ﻂ ط‬Tı [t], [‫ ]ﻇ ﻈ ﻆ ظ‬Zı [z],
Doğu, Asya özellikle Uzak Doğu, 2.) [‫ ]ﻋ ﻌ ﻊ ع‬Ayın [‘a], [‫ ]ﻏ ﻐ ﻎ غ‬Gayın [g, ğ],
kendini belli bir duruma göre [‫ ]ﻓ ﻔ ﻒ ف‬Fe [f], [‫ ]ﻗ ﻘ ﻖ ق‬Kaf [k], [‫ﻚ ك‬
‫ ]آ ﻜ‬Kef [k, g, ğ, n], [‫ ]ﮔ ﮕ ﮓ گ‬Gef [g, ğ],
ayarlamak.
[‫ ]ﯕ ﯖ ﯔ ڭ‬Nef & Sağır Nef [n], [‫ ]ﻟ ﻠ ﻞ ل‬Lam
oryantal [Lat.: oriri > Fra.: oerientale]: [l], [‫ ]ﻣ ﻤ ﻢ م‬Mim [m], [‫ ]ﻧ ﻨ ﻦ ن‬Nun [n], [‫و‬
1.)
Doğu’ya ait, Doğu toplumlarıyla ‫ ]ﻮ‬Vav [v, o, ô, ö, u, û, ü], [‫ ]ه ﻬ ﻪ ﻩ‬He [h,
ilgili, 2.) Doğuyla ilgili, Şarki, 3.) bir e, a], [‫ ]ﻼ ﻻ‬Lâ [la], [‫ ]ﻳ ﻴ ﻰ ى‬Ye [y, ı, i, î].
tür Arap dansı, [Belly-dance]. Osmanlı Beyliği:
oryantalist [Lat.: oriri, Fra.: Osmanlı Hanedanlığı:
oerientaliste]: Doğucu, Şarkiyatçı. Osmanlı İmparatorluğu:
oryantalizm [Lat.: oriri, Fra.: Osmanlı 1 : 1.) Osman Bey’in kurduğu,
oerientalisme: doğuculuk, şarkiyat. Beylik’ten Hanedanlığa ve
ose 1 [Lat.: osus]: Latince ve Batı İmparatorluğa yükselen Türk Birliği,
2.)
Dilleri’nde ose-; ile dolu, gibi, -kan [Ottomans], bu tanımlama daha çok
anlamında olan bir sonek, [bellicose: yabancılara aittir, 3.) Handeanlığı
savaşkan, verbose: konuşkan]. yönetenler kendilerine Osmanlı
ose 2 [Lat.: osus]: Batı Dilleri’nde ose; 1.) tanımlamasını kullanmamıştır.
bir gösterme, yönlendirme soneki, 2.) Osmanlı 2 : sınır askeri: sekban,
bir karbonhidrat, [celulose: selüloz], 3.) Hiristiyan: reaya, çadır uşağı:
bir protein hidroliz ürünü. mehter, tuğamiral: riyala, öncü
ose 3 [Yun.: osis > Fra.: ose]: Yunanca ve görevi: çarka, padişah ahır
Batı Dilleri’nde –osis; 1.) durum, hal, görevlisi: imrahor, atlı asker:
vaziyet, amel, çalışma, iş,
2.)
anormal, cebeli, Askeri Rutbeler: Miralay
normaldışı yada hastalıklı durum yada (Albay), Riyala (Tuğamiral), vergi yada
durumda anlamına gelen bir sonek. verginin toplandığı yer: baç,
osis [Yun.]: 1.) durum, hal, vaziyet, başlık türü: barata, bir savaş
amel, çalışma, iş, 2.) anormal, gemisi: baştarda, gümüş sikke:
normaldışı. arslanlı, savaş davulu: kös, bir
osman [Arp.]: 1.) 2.) Hz. Osman; 3.) eğitim kurumu: zaviye, Mısır
Osman Bey; Osmanlı Beyliği’nin valisi: hidiv, tuğracı: tuğrakeş,
kurucusu, 4.) [O] bir Müslüman ve savaş gemisi: bastarda,
Türk erkek adı, [Otman, Ottoman, Osmiyum [Lat.: Fra.: osmium: Os]:
Uthman, Utman,]. osmos [Yun.]: 1.) ani his, dürtü, itici
Osmaneli [Rum.: Lefke]: Bilecik iline bağlı kuvvet, saik, sevk, tahrik, tesir, 2.)
tarihi bir yerleşim yeridir. Belde özgün olarak ani his, dürtü, saik.
bir Rum beldesiydi. Osmanlı zamanlarına dek ostare [Lat.]: engelli, kapalı, tıkanık.
beldenin adı Lefke’dir. Beldede büyük bir Rum
ostreon [Yun.]: istiridye.
Ortodoks Kilisesi kalıntısı vardır. Tarihi

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 257 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

osus [Lat.]:Latince’de –osus; 1.) kan, 2.) otomatik [Yun.: authomatos [?] > Fra.:
-nin belirlediği, gibi, ile dolu anlamına automatique]: hodbehod,
gelen sonek. kendiliğinden.
ot: 1.) genel yeşillik, çayır çimen. ağız otomobil [Yun.: autos [?] > Lat.: mobil >
~u: yem, ~su bir bitki: drosera, 2.) Fra.: automibile]: araba, araç, binek
sağlık için yararlı bitkiler, 3.) : zehir, araba, motorlu taşıt, oto, taksi, taşıt,
ağı, ağu, sem, 4.) [Halkdili] esrar, vasıta, vesait.
uyuşturucu, otomotiv [Yun.: aothos [?] + Lat.: movere
1.)
ota [ÖzTür.]: ısınmak, odun yakmak. > Fra.: automotive]: kendisi hareket
2.)
otağ: çadır, göçebe çadırı, oba, otak, eden, binek araç, otobüs,
otak: çadır, göçebe çadırı, oba, otağ, kamyon, kamyonet vb üretme işi
otama: tedavi, yada bununla ilgili.
otantik [Yun.: authentikos > Fra.: otonom [Yun.: authos + nomos > [?] >
authentique]: s.,
1.)
güvenilir, 2.) Fra.: autonom]: bağımsız, federe,
gerçek, orijinal, özgün. muhtar.
otçu: köy doktoru. otonomi [Yun.: authos + nomos > [?] >
otçul: ot yiyen, otobur, otla beslenen, Fra.: autonomie]: özerklik.
otel [Lat.: hospes > Fra.: hotel]: 1.) yolcu otopsi [Yun.: authos + opsis > [?] > Fra.:
konaklama yeri, 2.) eğlek, han, autonom]: [Cerrahi] ölüm nedenini
hostel, palas, pansiyon, ~ görevlisi: belirlemek için bir cesedin kesilerek
vale, incelenmesi işlemi.
otist [Yun.: autos > Fra.: aut(o) + iste > otorite [Lat.: augere > Fra.: authorité]:
autiste]: [Ruhbilim] içe kapanık kişi. sulta, yetke.
otizm [Yun.: autos > Fra.: aut(o) + isme > otoyol [Yun.: authos > [?] > auto + yol]:
autisme]: [Ruhbilim] içe kapanıklık, otoban.
otlak: mera. Ottomana [Lat.]: Osmanoğulları,
otlan [ÖzTür.]: ateşlenmek, Osmanlı İmparatorluğu.
öfkelenmek. oturak: alçak iskemle.
otlar: era. oturmak: 1.) çömelmek, bir oturağa
oto 1 [Yun.]: bak. auto. yerleşmek, yerleşmek, 2.) sakin
oto 2 [Yun.: autos > Fra.: auto]: Batı olmak, hayat sürmek, ikamet etmek,
Dilleri’nde auto-; kendi kendine yaşam sürmek, yaşama devam
anlamında önek. etmek, yaşamayı sürdürmek,
oto 3 [Yun.: autos]: kendiliğinden yerleşmek.
anlamına, araba, araç, binek araba, oturum: celse, açık ~: panel.
motorlu taşıt, otomobil, taksi, taşıt, oulesthai [Yun.: ?]: ?
vasıta, vesait, ~ yarışı: ralli. ova [Halkdili]: düzlük alan. Düzlük, Yazı,
otoban [Yun.: auto [?] + Alm.: bahn > Pazar, [Gökova, Pamukova].
autobahn]: otoyol. oval 1 [Lat.: oval]: yumurta.
otobur: ot yiyen, otçul, otla beslenen, oval 2 [Lat.: oval > Fra.: ovale]: beyzi,
otobüs [Yun.: autos [?] & Lat.: (movere) yumurta biçiminde.
mobil + omnibus > İng.: automobile]:
1.) ovma: friksiyon, ovuşturma.
genel halk taşıtı, 2.)
büyük yolcu ovuşturma: friksiyon, avma.
taşıma taşıtı, ~ yanaşma yeri: oxys [Yun.]: ekşi.
oy: rey.
peron, ~ garajı: otogar.
oya 1 : ince dantel.
otogar [Yun.: autos [?] > Fra.: auto + Oya 2 : bir bayan adı.
garre > autogarre]: garaj, otobüs
oyalama: hoşça vakit geçirtme.
terminali. oylum [?]: 1.) derinlik, 2.) resim
otokrasi [Yun.: autos + kratos > [?] > sanatında derinlik, 3.) [O] bir Türk
Fra.: autocratie]: tek bir kişin her tür
bayn adı.
yetkisinin bulunduğu bir yönetim oymacı: hakkak.
biçimi. oynak: hareketli, kımıldayan.
otokrat [Yun.: autos + kratos > [?] > Fra.: oysa 1.) o ise, 2.) halbuki, oysaki.
autocrate]: güçlü hükümdar.
oysa ki: 1.) o ise ki, 2.) halbuki, oysa.
otoman: çekyat, divan, kanape, oyuk: boşluk, delik, gedik.
kerevet, sedir.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 258 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

oyun: 1.) [Folklor] halk dansı, halk Öklid [Yun.: Euclides [Ευκλείδης]]: Eski
~ları: Amani, Ankara, Çökertme, Halay, Yunan’da bir matematik bilimcisi.
Hora, Horon, Lorke, Misket, Üçayak, orta ökse: kuş tutma değneği.
~unda Rum tipi: , orta ~unda tipi: ökseotu: [Bitkibilim:]
pişekar, ~da söz: replik, 2.) [Sahne] öksüz [ÖzTür. + süz]: 1.) annesiz, 2.)
annesi ölmüş.
sahne ~u: temsil, 3.) [Kart Oyunu]
öküz: [Hayvanbilim: Bos taurus] bakar,
keyif geçirme eğlencesi, ~da kağıt davar, hona, sığır, bir ~ türü: Yak, ~
atma sırası: el, ~ kağıdı: kart, ~da derisi: tilatin, ~ yemliği: akeze,
beraberlik: pata, bir zeka ~u: öl [Halkdili]: toprağın nemi.
4.)
Beştaş, Dama, Saranç, al, dalavere, ölçek: büyüklük, çap, ölçü.
desise, dolap, düzen, entrika, hile, ölçer: 1.) derece, 2.) ölçüm aygıtı,
kaşkariko, kolpo, komplo, künde, yazım aygıtı, [litre, kilo, metre, gram,
numara, graf].
ozan: 1.) şair, 2.) [O] bir Türk erkek adı. ölçü: büyüklük, çap, ölçek, ~ türleri:
ozansı: şairane. endaze, gram, inç, kilogram,
========== Ö ========= kilometre, kiloton, litre, metre,
Ö: Türk Abecesi’nden . harf. miligram, mililitre, ons, ton, ~
öbek: küme, tomar, yığın. kanuni birimi: etalon, 65cm’lik
öcü [Halkdili]: umacı. ölçü: endaze.
öç: intikam. ölçüt: kıstas, kriter.
öd: sıvı safra. öldürme: itlaf, toplu ~: kırım,
ödağacı: [Bitkibilim: Aquilaria agollacha] katliam.
ödem [Yun.: oidema [?] > Fra.: edema]: öldürmek: itlaf etmek, kendini ~:
1.)
şiş, şişlik, şişmiş yer, 2.) [Tıp] intihar etmek,
bedenin bir yerinde su toplanması, ölet: [Tıp] hastalık salgını.
su toplanması nedeniyle şişlik Öloji [Yun.: eulegein + (logia) > Fra.:
oluşması, şişme. eulogie]: kaside, methiye, sena,
ödeme: 1.) ita, verme, 2.) tazmin etme. sitayiş.
ödenek: fon. ölü: [Tıp] 1.) cansız, 2.) cansız, cenaze,
ödenti: 1.) aidat, 2.) tediye. merhum, mevta, naaş, ölü, ölü
ödeşme: fit. beden, vefat etmiş, yaşamayan, ~
ödev: boyun borcu, vecibe.
yıkama: gasil, ~ yıkama yeri:
ödül: mükafat.
ödün: taviz. salacak, teneşir, ~lerin toplanacağı
ödünç: iare. yer: arasta, ~nün giysileri: soyka,
öfke: celal, gazap, hırs, hiddet, ~yü ilaçlama: tahnit, ~ taşınan
kızgınlık, öfke, şiddet, ~ anlatır: sandık: tabut, ~ sarma bezi: kefen.
öğe: eleman, madde, unsur, ana ~: ölük: bitkin, halsiz.
esas, temel, ara ~: ?, temel ~ ölüm: fena, memat, vefat, ~ü
[Felsefe]: atom. bildiren dua: sala.
öğeler: anasır, elemanlar, maddeler, ölümlü: fani, gelip geçici.
unsurlar. ölümsüz: baki, daim, kalıcı, payidar,
öğrenci: talebe. sonsuz.
öğrenim: tahsil. ölümsüzlük: ölmeme, ~ veren sıvı:
öğreti: akide, doktrin, inan, ~ler iksir, ~ verdiği düşünülen sıvı:
bütünü: sistem. iksir.
öğretmen: belleten, eğitmen, ömer [Arp.]: 1.) 2.) Hz. Ömer; 3.) [Ö] bir
muallim, okutman. Müslüman ve Türk erkek adı.
öğün: yemek vakti, ömr [Arp.]: bak. ömür.
öğünme: böbürlenme, boru. ömür [Arp.: a’mr > [‫ > ]رمع‬ömr [‫]]رمع‬: 1.) a.)
öğüt: nasihat. kurma, onarma, yapma, b.) bir araya
ök [ÖzTür.]: ana, anne, valide. gelme, sevinçli olma, c.) uzun
ökçe: 1.) topuk, 2.) ayakkabı topuğu. yaşama, 2.) i., hayat, yaşam.
öke: dahi, ömürboyu [Arp.: ömr + boyu > Tür.]: b.i.
& s., müebbet.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 259 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

ön: bir şeyin önü, ön taraf, cephe. öşr-i bağ [Arp. > Osm.]: Osmanlı’da
önce: evvela, ilk, önce. bağ, bahçe vergisi.
öncecilik: inisiyatif, öncelik, üstünlük. öşr-i bostan [Arp. > Osm.]: Osmanlı’da
önceki: eski, sabık. bostan (kavun karpuz) vergisi.
öncelik: 1.) evveliyet, 2.) inisiyatif, öşr-i ketan [Arp. > Osm.]: Osmanlı’da
öncecilik, üstünlük. keten vergisi.
öncelikle. Evvela, ilkin. öşr-i kovan [Arp. > Osm.]: Osmanlı’da
öncü: kılavuz. bal vergisi.
öndelik [Ticaret]: avans. öşür [?]: aşar, ondalık.
önder: 1.) başkan, lider, şef, 2.) [Ö] bir öte: aşırı, trans.
Türk rkek adı. öteberi: önemsiz şeyler.
önel: eksüre, mehil, mühlet, süre, öteki: başka, sair.
vade. öteleme: erteleme, tecil.
önem: ehemmiyet. ötenazi [Yun.: thanatos > Fra.:
1.)
önemli: ehemmiyetli, mühim. euthanasie]: güzel ölüm, ızdırapsız
öneri: teklif. ölüm, rahat ölüm, 2.) ümitsiz
önerme: Teklif etme, bilimsel ~: durumda olan hastaların ızdıraplarını
teorem, temel ~ [Yun.]: aksiyom., dindirmek için hayatlarına son
önezer [?]: pusuda duran avcı. verme.
öngörü: geleceği kestirme. ötesi: aşırı, trams.
önlem: tedbir. övgü: övme, övünme, sitayiş, şan,
önlük: iş yaparken öne takılan giysi, iş şeref, şöhret, sena.
önlüğü: bariğ, saya. övme: övgü, sitayiş.
önsezi: tahmin. övmek: f., methetmek, sena etmek,
önzüslük: ezel. naat etmek, yüceltmek, aşırı ~:
öpücük: buse. ballandırmak,
ördek: [Kuşbilim: Anas] badi, erkek []: övünç: iftihar, kıvanç, mut.
suna, ördek türleri: canurcun, övünme: gurur, övgü, şan, şeref,
çıkrıkçın. şöhret, sena.
örek: duvar. öykü: i., 1.) hikaye, 2.) [Ö] bir Türk
öreke [Rum.: róka [ρόκα] > Osm.: öreke]: bayan adı, manzum ~: fabl,
1.)
ağaçtan yüm örme gereci, 2.) ucu öyküler: ç.i., kısslar, kıssas.
kıvrımlı bir tür yün eğirme gereci. öykünme: taklit etme.
ören [ÖzTür.]: harabe, kalıntı, yıkı. öykünmek: f., taklit etmek.
örf [Arp.: arf > urf]: 1.) bilme, erkan, öz: i., cevher, derun, öz, kök, nefis,
usül, yol yordam bilme, 2.) anane, töz.
gelenek. Özbek [?]: bir Türk boyu.
örfi [Arp.: arf > örfî]: 1.) bilme, erkan, özdeyiş: vecize.
usül, yol yordam bilme, 2.) adetlere, öze: ait, has, mahsus.
geleneklere göre. özek: merkez, orta.
örfi idare [Arp.: arf > örfî idâre]: 1.) özel: gizli, mahrem.
adetlere & geleneklere göre yönetim, özellik: ahlak, davranış, husisiyet,
2.) 3.)
[Askeriye] JUnta, Darbe Yönetimi, huy, karakter, nitelik, tabiat, vasıf,
sıkıyönetim. yaratılış.
örfler [Arp.]: 1.) bilme, erkan, usül, yol özen: dikkat, ilgi, itina.
yordam bilme, 2.) ananeler, araf, özendirme: teşvik.
geleenkler. özenli: düzgün, itinalı, onat.
örgü: delikli ~: ajur, yün ~ biçimi: özensiz: baştansavma, gelişigüzel,
haraşo. kaba, zevksiz.
örk: hayvan bağlama ipi. özerklik: otonomi.
örneğin: diyelimki, mesela, sözgelimi. özet: fezleke, hülasa.
örnek [Erm.: orinag]: 1.) misal, rumuz, özetle: kısaca, hülasa.
sembol, simge, sözgelimi, timsal, 2.) Özgen: bir erkek adı.
model, mostra, 3.) numune, özgün: orirjina, otantik.
örs [?]: maden dövme aracı. özgür: 1.) azat, hür, 2.) [Ö] bir Türk
örtme: gizleme, saklama, setr. erkek adı.
özgürlük: hürriyet.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 260 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

özlem: 1.) hasret, nostalji, 2.) [Ö] bir paha [Far.]: değer, eder, fiyat, ~
Türk ayan adı, karşılığı [Hasret]. biçmek: değerini ölçmek, kıymet
özlemek: bir şeyi yada kimseyi takdir etmek.
göreceği gelmek, tütmek. paideia [Yun.: ?]: eğitim, öğretim.
özlü: ince taneli, kısa. pais [Yun.: ?]: çocuk.
özlük: bireysel, ferdi, kişisel, şahsi, pak [Far.]: arı, temiz.
zati. paket [?]: kağıda sarılı nesne.
öznel: pakt [Lat.: ? > Fra.: pacte]: antant,
özsaygı: haysiyet, onur, saygınlık, antlaşma, uzlaşma.
şeref, vakar. pal [?]: [Kuşbilim: ?] bir tür güvercin.
özsu: bitki özsuyu, lateks, usare. pala [İtl.: palla ?]: [Savaş] enli kılıç.
özür: bahane, mazeret. Paladyum [Lat.: ? > Fra.: pladium: Pd]: ?
========== P ========= palamar [Yun.: palamari [?] > İtl.:
amarra]: [Denizcilik] gemi halatı.
P 1 : Türk Abecesi’nin . harfi.
palamut [Rum.: palamida: ?]: 1.)
P 2 [Yun.]: Ro (Rho), Yunan Abecesi’nin 2.)
[Bitkibilim: Quercus aegilops] pelit,
harfi, [P, p].
3 [Balıkçılık: Sarda sarda] bir tür balık.
P [İtl.: Pi]: İtalyan Abecesinin 14.
harfi, [P, p].
palan [?]: eşek eyeri.
P
4
[Rus.: Er]: Rus Abecesi’nin 16. harfi,
palandöken [?]: ?
[Р, р]. palanga [?]: 1.) ? 2.) ağır nesneleri
pa [Far.]: 1.) ayak, fut, kadem, pus, 2.) kaldırma düzeneği.
esas, temel, 3.) devamlılık, süreklilik, palanka [?]: hendekle çevrili hisar.
beka. palas [Fra.: palace]: 1.) lüks yapı, 2.)
pac [Lat.: pax]: 1.) huzur, sukunet, yolcu konak yeri, eğlek, han, hostel,
savaşsız dönem, 2.)
barış, hazar, otel, pansiyon.
sulh. palavra [?]: martaval.
paça [?]: i., 1.) pantolonun bacak palaz [?]: [Hayvanbilim] biraz büyümüş
kısmının en altı, 2.) kesilmiş hayvan kuş.
ayağı 3.) bir çorba türü. paleo kastro [Yun.: ?]: eski hisar.
paçal [?]: çeşitli şeylerin karışımı. palikarya [Rum.: palikária [παλικάριa]]:
1.)
paçalı: tüylü horoz. delikanlı, 2.) kabadayı, 3.) Rum ve
paçavra [?]: çaput. Yunanlı’lar kasdedildiğinde söylenir.
paçoz [Rum.: ?]: 1.) kefal ailesinden bir palla [İtl.]: daire, dönme, dönüş, top,
balık, 2.) işe yaramaz, 3.) [Argo] yuvarlak.
fahişe. pallein [Yun.: ?]: 1.) fırlatmak, hızla
padişah [Far.: pâdişah]: i., bey, kral, atmak, savurmak, 2.) kızgınlıkla
hükümdar, sultan, ~ vekili: naip. söylemek.
palma [Yun.: ?]: eliçi.
padok [?]: i., yarış atı gezdirme yeri.
palmiye [Lat.: palma > Fra.: palmier]:
pafta [Far.: bafte]: i., 1.) [Haritacılık] 1.)
[Bitkibilim: ?] eliçi, 2.) bir tür sıcak
büyük bir haritanın küçük bir 3.)
ülke ağacı, hurma ağacı, uzun
bölümü, 2.) [Teknik] yivaçar, 3.) atın
koşum takımında metal süsler, 4.) yapraklı ~: rafya.
bütük renkli npkta. palus [Lat.]: direk.
pagan [Lat.: paganus > İng.]: 1.) çok palyaço [İtl.: pagliaccio]: alık, ibiş,
tanrılı dinlere ait olan kişi, 2.) puta şapşal.
tapar, puperest. pampa [İsp.]: 1.) ağaçsız, büyük ova,
2.)
paganist [Lat.: paganus > İng.]: bozkır, step.
paganizm [?]: çok tanrıcılık. pamuk [Far.: panbu]: [Bitkibilim:
1.)
paganus [Lat.]: 1.) köylü, taşralı, 2.) Gossypium] tohumları çevresinde
[Roma İmparatorluğu Hiristiyanlığı resmi din beyaz renkli lifleri olan ve bundan
kabul ettikten sonra] Hiristiyan olmayan iplik yapılan bir bitki, 2.) bu bitkiden
herkes, gavur, inançsız, kafir. elde edileniplik yada kumaş, koton,
pagoda [?]: Çin tapınağı. çakmak yada lambadaki ~şerit:
pagus [Lat.]: kırsal alan, mera, tarla. fitil, ~ sicim: kaytan, ~ ipiliği: tire,
~ kozası [Halkdili]: şif, ~lu bez:

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 261 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

pazen, ~ Türleri: akala, taş resimli yüzü: tura, kumarda


pamuğu: asbest, ortadaki ~: banko, ~ miktarı:
pamukçuk: [Tıp] aft. meblağ, tutar, harcanan ~: masraf,
Pamukova [Akhisar]: Sakarya iline ~ şişkinliği [Ekonomi]: enflasyon,
bağlı tarihi bir beldedir. Tarihi ~nın değeri: parite, ~ toplama:
kalıntılardan günümüze ulaşan bir
tahsil, ödünç alınan ~: borç, kredi,
şey kalmamıştır. Belde atrımcılıkla
geçimini sağlar. ülkelerin ~ değiştokuşu: kambiyo,
pan [Yun.: ?]: birlik. ~ transferi: virman, çok az ~:
Panama Kanalı: ?, [Panama Channel]. metelik.
Panama: 1.) bir Orta Amerika ülkesi, para 2 [Yun.]: yanında.
2.)
[Giyim] yuvarlak hazır şapka. paraf [Fra.: ?]: 1.) kısa imza, 2.) ismin
panaroma [Lat.]: genel, genel baş harfleri.
görünüm, manzara. parafin [?]: [Kimya] alkan.
panayır [Rum.: pan + hagios > panhagia parakete [İtl.: barchetta]: bir tür olta.
[?]]:
1.)
?
2.)
büyük dönemsel Pazar. paralel [Lat.: ? > Fra.: ?]: 1.) koşut,
pandül [?]: [Fizik] rakkas, sarkaç. müvazi, 2.) arz, enlem.
panel [? > Fra.]: açık oturum. paralı [Far. + lı]: 1.) varsıl, zengin, 2.)
panik [Lat.: ? > Fra.: panique]: çekinme, ücrete tabi,
korkma, perva, tırsma, ürkme, ürkü. paraliz [Yun.: para + lyein > Fra.:
panis [Lat.]: ekmek. paralysis]: [Tıp] felç, inme, nuzul.
pankreas [Yun.: ? > Fra.: ?]: [Bedenbilim] paramparça: hurdahaş.
midenin arkasındaki bez, paranoya [Yun.: para + ? > [?] > Fra.:
pano [Fra.]: tavan resmi. paranoia]: [Psikiyatri] bir ruh hastalığı.
pansiyon [Fra.: pansion ?]: yolcu konak parasal [Far. + sal]: akçasal, mali,
yeri, eğlek, han, hostel, otel, palas. nakdi.
panteon [Lat.]: Roma tapınağı. parasız [Far. + sız]: meteliksiz, züğürt.
pantolon [İtl.: ?]: [Giyim] ayağa giyilen paravan [Fra.: ?]: taşınır perde.
giysi, bir tür ~: potur, kısa dar ~: parazit [Yun.: para + sitos > [?] > Fra.:
bermuda, ~ çeşitleri: Bermuda, Potur, parasite]: [Yaşambilim] asalak.
Zıpka, parça: 1.) az bir miktar, 2.) lime, pare,
pantrona [?]:
1.) 2.)
Osmanlı pardalis [Yun.]: leopar.
İmparatorluğu’nda donanma pardos [Yun.]: panter.
komutanı. pare 1 [Far.: pâre]: lime, parça.
panzehir [?]: [Tıp] antidot, karşı-zehir. pare 2 [Far.]: Farsça’da pâre; bütün ve
papalana [?]: [Balıkçılık: ?] Sardalye tek parça anlamında bir sonek.
yavrusu. [mahpare: ayparçası, yekpare: tekparça].
papara [Rum.: papára [παπάρα]: 1.) kuru parıltılı: ışıltılı, yalabık.
ekmek, peynir ve yağlı su yada süt Parite [> Fra.: paritèe]: [Ekonomi]
ile yapılan bir çeşit yemek, 2.) [Halkdili] paranın değeri.
azar, gözdağı, zılgıt. parke [?]: tahta döşeme.
papas [Rum.]: bak. papaz. parkur [Fra.: ?]: özel yol.
papatya [Rum.: mapgarita > papadia]: parlak: celi, cilalı.
[Bitkibilim: Matricaria chamomilla] beyaz parlaklık: 1.) celal, haşmet, ihtişam,
renkli bir çiçek. izzet, sitayiş, şaşaa, 2.) cila.
papaz [Rum.: papas [?]]: [Hiristiyanlık] parmak: 1.) [Bedenbilim] eldeki uzantılar,
2.)
Hiristiyan din adamı, keşiş, rahip. inç, pus, ~la vurulan vuruş:
papel [?]: kağıt para. fiske,
paprika [?]: kırmızı biber. parodi [? > Fra.: parodie]: bir eseri
papuç [Far.: pâ + puş > pâpuç [‫]]شوپاپ‬: alaya alma.
1.)
ayağına giyen, ayağa giyilen, 2.) parola [İtl.: ?]: gizli işaret.
[Dericilik] ayakkabı, çarık. parpa [?]: [Balıkçılık] kalkan balığı
par [Lat.]: denk, eşit. yavrusu.
para 1 [Far.]: [Ekonomi] 1.) akçe, nakit, pars 1 [Far.]: [Hayvanbilim] leopar,
2.)
finans, mal, ~ basılan yer: pinter.
darphane, ~ dolabı: kasa, ~nın pars 2 [Lat.]: parça.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 262 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

parsel [> ? > Fra.: parcel]: 1.) parça, 2.) patates [Amr.Yer. > İsp.: botata > potato
arazi parçası. > Rum.: patates]: [Bitkibilim: Solanum
parselasyon: [> ? > Fra.: parcelation]: tuberosum] etli bir tür sebze, ~teki
1.)
parçalara ayırma, 2.) [Kentçilik] ? nişasta: kekül.
parseng [Far.: parseng]: 1.) tartıyı patavazsız: düşüncesiszce davranan
tamamlamak için eklenen ağırlık, yada konuşan.
ekağırlık, 2.) takımı vb bütünlemek patavazsızlık: gaf, hata, pot.
için sokulan insan, konuk oyuncu. paten [Fra.: ?]: [Spor] tekerlekli kayma
partal [?]: eskimiş, yıpranmış. ayakkabısı.
parte [Lat.]: 1.) bölüm, kısım, 2.) cihet, patent [Lat.]: uyrukluk belgesi.
istikamet, taraf, yan, yön. pathein [Yun.]: 1.) dokunma, duygu,
partire [Lat.]: bölmek, ikiye ayırmak. his, 2.) durum, hal, vaziyet.
partner [İng.]: ortak, şerik. pathie [Yun.: pathos]: Fra.nsızca’da –
parya [Halkdili]: [Budunbilim] ayak takımı. pathie;
1.)
dokunma, duygu, his ve 2.)
pas 1 [?]: demir kiri, ~ açıcı: z?da, hastalık anlamında sonek.
pas 2 [İng.: pass]: 1.) [Spor] oyunda topu pathos [Yun.]: 1.) dokunma, duygu,
diğer oyuncuya akatrma, 2.) [Mecazi] his, 2.) durum, hal, vaziyet, 3.) acı,
yüz verme. eleme, üzüntü.
pas 3 [Yun.: ?]: hepsi, tamamı, tümü. patırtı: arbede, çekişme, çıngar,
pasaj [Lat.: ? > Fra.: passage]: 1.) bir dalaş, dövüş, hengame, hır, kavga,
yapıda geçiş bölümü, 2.) bir yazıdan muaraza, niza.
alınan bölüm. pati 1 : kedi köpeğin ön ayağı.
pasak [Halkdili]: kir. pati 2 [Yun.: pathos]: bak. pathy.
pasaparalo [İtl.: ?]: 1.) askerlikte bir patik: [Giyim] çocuk ayakakbısı.
emrin ağızdan ağıza akatrılması, 2.) patika [?]: izlek, keçi yolu, yolak.
emir. patiska [Fra.: ?]: [Dokuma] bir tür
pasaport [?]: 1.) geçiş belegsi, 2.) kumaş, Amerikan bezi, basma,
uluslararası kimlik. hasse, pamuklu bez.
pasiyans [Fra.: pacience]: yıdızfalı. patlican [Far.: pâdijân [] > Apr.: badincan
paskal [Fra.: pascale]: insanı güldüren, [‫]]ناجنذابلا‬: [Bitkibilim: Solanum
palyaço. melongena] mor renkli bir sebze.
paso [İtl.: ?]: muaflık belgesi. patoz [Fra.: batteuse]: sap döver
paspal [Rum.: ?]: çok kepekli un. harman makinesi, batöz.
paspartu [?]: karton çerçeve. patria [Lat.]: anavatan, doğulan ülke,
paspas [Rum.: papaz]: kapıdaki ayak yurt.
sileceği. patron [Fra.: ?]: iş sahibi.
passum [Lat.]: adım. pauein [Yun.]: bitmek, bitirmek,
pasta [İtl.: pasto]: [Gıda] bir hamur sonlanmak, sona ermek.
tatlısı, ~ türleri: Ekler, Gato, Kurupasta, pauper [Lati.]: fakir, yoksul.
Mozaik, Turta, Yaşpasta. pax [Lat.]: 1.) huzur, sukunet, savaşsız
pastal [?]: tütün yaprağı dizisi. dönem, 2.) barış, hazar, sulh.
pastırma [bastırma]: [Gıda] sarımsak ve Pax Americana [Lat.]: 1.) ABD bölgesi,
çemenle karıştırılmış etin ABD etki bölgesi, 2.) onun sağladığı
basılmasıyla yapılan kurutulmuş bir barış ve huzur.
et yiyeceği, manda ~sı: kakaç, ~ Pax Ottomana [Lat.]: 1.) Osmanlı
harcı yada macunu: çemen. İmparatorluğu bölgesi, etki bölgesi,
2.)
pastil [İtl.: ?]: onun sağladığı barış ve huzur.
pastis [?]: anason kokulu içki. pay 1 [Far.: pa]: güç, merkez, odak,
pasto [İtl.]: gıda, yiyecek. yer,
pastoral [?]: çobanlama., pay 2 [İng.]: hisse, üleş.
pastra [Rum.: ?]: iskanbil oyunu. payam: badem.
paşa [Far.]: [Askeri] 1.) general, 2.) baş payanda [Far.: payende]: eğik yada düz
ağa, destek.
pat: basık, yassı. paye [Far.: pâye]: aşama, kat, katman.
pata: oyunda beraberlik. makam, mertebe, mevk, tabaka.
patak: dayak, kötek. payende [Far.]: bak. payanda.
patalya [İtl.: ?]: savaş gemisi sandalı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 263 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

payıtaht [Far.: pay-ı taht > payıtaht]: 1.) pediyatrist [Yun.: pais + iatros > Fra.:
taht merkezi, yönetim yeri, 2.) pediatriste]: çocuk doktoru, çocuk
başkent, başşehir, 3.) Osmanlı’da hekmi.
Bursa, Edirne ve en son İstanbul. pedofili [Yun.: pais + phile > Fra.:
payıtahtı saltanatı seniyye [Far.: pedophilie]: [Psikiyatri] çocuklara
pâyitaht + Arp.: > Osm.: pâyitaht-ı düşkün kişi.
1.) 2.)
saltanat-ı seniyye]: Osmanlı peira [Yun.]: deneme, inceleme, test.
Devleti başkenti, İstanbul. pejor [Lat.]: fena, kötü.
payidar [Far.: pay + dâr > pay-ı dâr > pek: berk, sert.
1.)
payidâr]: ? 2.) baki, daim, kalıcı, peki 1 [Halkağzı: pek iyi]: pek iyi,
ölümsüz, sonsuz. mükemmel, çok harika.
paylama: azarlama, başa kakma, peki 2 [pek iyi]: anladım, olur, tamam,
tekdir, takaza. yaparız.
paytaht [Far.]: 1.) gücün sürekliliği, 2.) pekmez [?]: [Gıda] koyulaşmış dut
bak. payıtaht. suyu, üzümden yapılan sıvı tatlı, ~
pazar 1 [Far.: bazar]: alışveriş yeri, toprağı [Maden]: marn.
çarşı. peksimet [Rum.: paksimadi]:
pazar 2 [Far.: bazar]: düzlük alan, bayatlamadan duran ekmek.
ova, yazı. [Pamukova, Adapazarı, Akyazı]. pelagos [Yun.]: deniz.
pazar 3 [Far.: bazar]: sebze meyve peleme [?]: [Denizcilik] altı düz kayık.
satılan açık alan. pelesenk 1 [Arp.: belesan > Far.:
Pazar 4 [Far.: bazar]: haftanın yedinci peleseng]:
1.)
balsam, pelesenk
ve son günü. ağacından sağlanan sakız, 2.) ciklet,
Pazar 5 [Far.: bazar]: Samsun’un bir sakız.
ilçesi. pelesenk 2 [Far.: parseng > persenk >
Pazartesi [Far.: bazar + ertesi]: peleseng]: konuşurken gereksiz
haftanın birinci günü. tekrarlanan söz, persenk.
pazen [Fra.: ?]: [Tekstil] pamuklu bez. pelesenk ağacı [Arp.: belesan > Far.:
pazı 1 [?]: [Bitkibilim: Beta vulgaris peleseng + ağacı]: sakızağacı.
varcicla] yaban pancarı, yabani pelin [Rum.: pelínos: πελίνος]: 1.)
ıspanak. [Bitkibilim: Artemisia absinthium]
1.)
çok
pazı 2 [?]: beze, hamur topağı. yıllık ve otsu bir bitki, pelin otu, acı
pazı 3 [Far.: pazu]: [Bedenbilim] kolun pelin, akpelin, artemsia, 2.) [P] bir
omuz ile dirsek arasındaki bayan adı.
bölümünde bulunan, şişkince kas pelit: [ağaç] palamut.
kitlesi. pellere [Lat.]: gütmek, idare etmek,
pazubent [Far.: bazubend]: kola takılan sürmek, yürütmek.
bir tür bez şerit. pelte [Far.]: 1.) bir tür tatlı, 2.) [Mecazi]
Pe [Rus.]: Rus Abecesi’nin 15. harfi, [П,
argın, aygın, bitap, bitkin,
п].
dermansız, güçsüz, haşat, takatsız,
peccare [Lat.]: günah işlemek, güne
tükenmiş, zayıf, ?.
girmek, suç işlemek.
pelte pelte [Far.]: yapış yapış,
pectus [Lat.]: göğüs, meme, sadr,
yapışkanlı.
sine.
peltek: keke, kekeme, pepe.
pecunia [Lat.]: para.
pembe [?]: 1.) bir renk, 2.) [P] bir Türk
peç [Rus.]: Rus ocağı.
bayan adı.
peçete [Arp.]: 1.) ağız silme bezi, 2.)
pena [İtl.: ?]: [Müzik] mızrap.
mendil, peşkir.
pencere [?]: [Yapı] eve ışık girmesi için
peda [Yun.: pais]: Batı Dilleri’nde pedo-;
çocuk anlamına bir önek.
bırakılan boşluk, ~ süsü: vitray.
pedagog [Yun.: pedo + agein + logia > penç [Far.]: beş.
Fra.: oedogodge]: [Tıp] çocuk doktoru. pendere [Lat.]: 1.) asmak, asılmak, 2.)
Pedagoji [Yun.: pais + ? > Fra.: değerlendirmek, incelemek, düşünüp
pedagogie]: [Tıp] Çocuk Hekimliği. taşınmak, ölçüp biçmek, 3.) ağırlığını
pedal [Lat.: pes > Fra.: pedal]: ayaklık. belirmeke, ölçmek, tartmak.
pediyatri [Yun.: pais + iatros > Fra.: pens [Fra.]: [Teknik] kıskaç iğne.
pediatrie]: çocuk hekimliği.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 264 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

penthos [Yun.]: acı, çile, dert, elem, pestil [Halkdili]: [Gıda] bastık.
esef, gam, kasvet, kasavet, kaygı, peş [Far.]: arka, art, geri, pes.
keder, teessür, üzüntü. peşin [Far.: pişin]: 1.) hazır para, hemen
penye [?]: [Dokuma] bir tür kumaş. ödenen, 2.) önceden, ilkelden, 3.)
pepe: keke, kekeme, peltek. [Ticaret] nakit ödemeli alışveriş.
peptein [Yun.]: hazmetmek, peşkeş [Far.: pişkeş]: 1.) üst makamlara
sindirmek. sunulan hediye, 2.) karşılıksız verme,
Pera [Rum.: ?]: 1.) , 2.) İstanbul’da 3.)
çıkarları için bir şeyi feda etme.
İstiklal Caddesi. peşkir [Far.]: 1.) masaörtüsü, mendil,
perçem [Far.]: kakül. peçete, 2.) [Kağıt Oyunu] Maça Kızı’nda
perde [?]: [Dokuma] pencere örtüsü, bir deyim.
dar ve kısa ~: efriz, taşınır ~: peşrev [Far.]: [Müzik] mani türünde
paravan, ~ asma rayları: korniş. türkü.
perese [?]: [Teknik] şakul ipi. peştamal [Far.]: [Dokuma] dize örtülen
perest [Far.: ‫]ﭘﺮﺳﺖ‬: 1.) sever, seven, 2.) bez, ipekli ~: futa.
tapan, tapar. Peşte [Mac.: Pest]: Macaristan’ın
pergel [?]: [Geometri] çember çizme başkenti Budapeşte’nin üç ana
gereci. bölümünden birisi; [Pest].
peri [Arp.]: 1.) hayal ürünü varlık, 2.) [P] petalon [Yun.]: yaprak.
bir Türk bayan adı. petek: 1.) [Gıda] bal kümesi, 2.) [Teknik]
perişan [?]: acınacak durumda. kalorifer, radyatör, 3.) [P] bir Türk
periyot [Lat.: ? > Fra.: period]: çağ, bayan adı, balı alınmış ~: kikara,
devir, dönem, periyot, zamane. petere [Lat.]: aramak, araştırmak,
perlon [?]: [Dokuma] sentetik dokuma bulmaya çalışmak.
ipliği. PETKİM: Petro Kimya Türkiye Anonim
permi [Lat.: ? > Fra.: permit]: icazet, Şirketi.
izin, lisans, müsade, ruhsat. petra [Lat.]: taş.
peron [?]: 1.) otobüs yanaşma yeri, 2.) petrol [Lat.: petra + oleum > Fra.:
1.)
[P] Isabella Peron; petroleum]: neft, taşyağı, 2.)
persenk [Far.: parseng > persenk]: benzin, mazot ve asfalt gibi ana
konuşurken gereksiz tekrarlanan söz, ürünlerin ana sıvı maddesi.
pelesenk. peygam [Far.: peygâm]: iyi haber,
Perşembe [Far.: penç + şembe]: 1.) muştu, müjde, sava.
Farsça anlamı beşinci gün, 2.) peygamber [Far.: peygâm + ber]: 1.) iyi
haftanın üçüncü günü. bilgi taşıyan, haber taşıyan, müje
Peru: bir Güney Amerika üşkesi, ~ taşıyan, 2.) elçi, müjdeci, nebi, resül,
para birimi: şalo. yalvaç, 3.) [P] [İslam] Hz. Muhammed.
peruk [İtl.: ?]: 1.) yapay saç, 2.) takma peygamber çiçeği: [Bitkibilim:
1.)
saç. Cephalaria syriaca] yıllık bir bitki, 2.)
perva [Far.: pervâ]: çekinme, korkma, acımık, belemir, mavikantaron.
panik, tırsma, ürkme, ürkü. peygamberağacı [peygamber ağacı:
pervane 1 [Far.]: [Teknik] 1.) emmeç, Lignum vitae]: [Bitkibilim: Guaiacum
fan, vantilatör, 2.) gemi pervanesi, officinale]:
uskur. peyk [Far.]: 1.) [Astronomi] uydu, 2.) [Dış
pervane 2 [Far.]: [Yaşambilim] 1.) küçük Siyaset] başka ülke etkisinde olan
kelebek türü, 2.) güve. küçük ülke, 3.) [Mecazi] başkasının
pervasız [Far.: pervâ + sız]: etkisinde haerekt eden kişi.
çekinmeden, korkusuz, ürkmeden. peynir: [Gıda] bir süt ürünü, tuzsuz ~:
pervaz [Far.: pervâz]: 1.) kıyı, köşe, teleme, ~ mantarı: küf, tuzsuz
sınır, uç, 2.) kenar çıtası. beyaz ~: lor, ~ türleri: Beyaz Peynir,
perver [Far.]: sever. Erzurum, Feta, Peyniri, Gravyer, Kaşar, Keş,
pes 1 [Far.: peş > pes]: 1.) arka, art, Lor, Otlu Peynir, Teleme, Tulum Peyniri,
geri, peş, 2.) yenilgiyi kabullenme, pezevenk [Erm.: pozavak]: 1.) fahişe
pes 2 [Lat.]: ayak. çalıştıran, 2.) gavat, godoş, kodoş.
pesek [Halkdili]: diş kiri yada pası. phainein [Yun.]: göstermek, teşhir
pesimist [Lat.: ? > Fra.: pessimiste]: etmek.
karamsar.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 265 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

phainesthai [Yun.: ?]: belirmek, phyllon [Yun.: ?]: ağaç yaprağı.


görünmek, ortaya çıkmak, zuhur phyllon [Yun.: ?]: yaprak.
etmek. physaein [Yun.]: 1.) üflemek, 2.)
phakelos [Yun.: ?.]: çıkın, torba. esmek, rüzgaer esmek, 3.) nefes
phallos [Yun.: ?]: 1.) şiş, 2.) organ almak, solumak, nefes nefese
şişliği. kalmak.
phanoi [Yun.: ?]: konuşmak. physis [Yun.: ?]: doğa, tabiat.
pharmakon [Yun.: ?]: ilaç. phyton [Yun.: ?]: büyüme, gelişme.
pheme [Yun.: ?]: ses, seda. pıhtı [?]: [Tıp] koyulaşmış sıvı.
pherei [Yun.: ?]: mabet, tapınak. Pınar Dağı [Pion [?] > Panayır Dağı]:
pherein [Yun.: ?]: 1.) aklında tutmak, Selçuk, İzmir.
dayanmak, tahammül etmek, pınar: 1.) çaykara, eşme, kaynak,
taşımak, üstlenmek, yükümlü olmak, kaynaksuyu, memba, 2.) [P] bir Türk
2.)
taşımak, 3.) getirmek. bayan adı.
Phi [? > Yun.: Fi & Phi [φεῖ - φῖ & φι]]: pırasa [Rum.: praso [?]]: [Bitkibilim: Allium
Yunan Abecesi’nin 21. harfi, [Φ, φ]. porrum]: bir tür sebze.
phile [Yun.: philos [?]]: Fransızca’da - pısarık [?]: serap, pusarık.
phile; hoşlanan, seven anlamına bir Pi 2 [İtl.]: İtalyan Abecesinin 14. harfi,
sonek. [P, p].
philein [Yun.: ?]: hoşlanmak, sevmek. Pi 1 [Fen.: Pe [Pe] > Yun.: [πεῖ - πῖ & πι]]:
philia [Yun.: ?]: dostluk, sevgi. Yunan Abecesi’nin 16. harfi, [Π, π].
philos [Yun.: ?]: seven, hoşlanan. piare [Lat.]: bastırmak, susturmak.
phlegein [Yun.: ?]: iltihaplanmak, teskin etmek, yatıştırmak.
yanmak. piçuta [?]: [Balıkçılık: ?] iri palamut.
phlegma [Yun.: φλέγμα]: irin, iltihap. pide [?]: ince ekmek, ~ türleri: kirde,
phlegma [Yun.: ?]: iltihap, lavaş,
iltihaplanma, yanma, pigme [?]: Afrika’da yaşayamış kısa
phobia [Yun.: phobos [?] > B.D.]: Batı boylu bir ırk.
Dilleri’nde phobia; bir şeyden aşırı pigment 1 [Lat.]: boya.
korkma yada nefret etme anlamına bir pigment 2 [Lat.: pigment > İng.:
önek. pigment: boya]: kimyasal boya
phobie [Yun.: phobos [?] > Fra.]: hammaddesi,
Fransızca’da phobie; Batı Dilleri’nde pijama [Far.: ? > Fra.: ?]: gece kıyafeti,
phobia; bir şeyden aşırı korkma yada yatak kıyafeti.
nefret etme anlamına bir önek. pik [?]: dökme demir.
phobos [Yun.: ?]: korku. pike [Fra.: piquet]: yatak örtüsü.
phone 1 [Yun.: phōnē [?]]: çav, nida, piket [?]: bir iskambil oyunu.
seda, ses. piko [?]: örtü kenarı süsü.
phone 2 [Yun.: ?]: Fransızca’da phone; pil [?]: enerji aracı.
1.) 2.)
ses, sesle ilgili, sesle çalışan pilaki [pilâki]: fasulye salatası.
anlamında bir sonek. pilare [Lat.]: bastırmak, baskı
phono [Yun.: ?]: Fransızca’da phono; 1.) uygulamak, baskı altına sokmak.
2.)
ses, sesle ilgili, sesle çalışan pilav [Far.: ?]: [Gıda] pirinç yemeği.
anlamında bir sonek. pili [Yun.: ?]: kapı.
phoreus [Yun.: phoreús [?]]: taşıyan. piliç [?]: [Hayvanbilim: ?] ferik, büyük ~:
phoros [Yun.: ?]: taşıyan. bulada, yarka.
phragma [Yun.: ?]: çit, perde, pilosus [Lat.]: tüylü.
parmaklık. pilot [Lat.: ? > Fra.: ?]: 1.) 2.) uçağın
phren [Yun.: ?]: akıl, beyin, diyafram. sürücüsü, 3.) ugulama bölgesi.
phrenilis [Yun.: ?]: delilik. pines [?]: kabuklu deniz hayvanı.
phthongos [Yun.: ?]: gürültü, ses, pingere [Lat.]: boyamak,
seda, nida. renklendirmek.
phyein [Yun.: ?]: doğurmak, hasıl pinter [?]: leopar, pars.
etmek, meydana getirmek, sebep pinti: cimri, ekti, elisıkı, hasis, nekes.
olmak. pipet [Fra.: ?]: sıvı içme çubuğu,
phyesthai [Yun.: ?]: gelişmek, çubuk, kamış.
büyümek.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 266 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

pir [Far.: pîr]: 1.) ihtiyar, mir, yaşlı, 2.) plantasyon [Lat.: ? > Fra.: plantation]:
1.) 2.)
usta, guru. bitki yetiştirme işletmesi.
piramit [?]: ehram, firavun mezarı. planus [Lat.]: düzey, seviye.
pire 1 [?]: asalak böcek. plarere [Lat.]: ağlamak, zırlamak.
Pire 2 []: Yunanistan’da liman kenti plasma [Yun.]: kalıplanmış yada
[Pireaus]. kalıptan çıkmış olan.
pirina [Yun.: ?]: zeytin küspesi. plassein [Yun.]: katlamak, kıvrılmak,
pirinç [?]: 1.) [Bitkibilim: ?] bir tahıl, 2.) öbeklenmek.
[Kimya] bir maden. plaster [Yun.: emplassein > İng., İlaç]:
pirinç [?]: sulak ve bataklık yerlerde ilaçlı bant.
yetiştirilen bir tahıl türü. ~ Yemeği: Platin [Lat.: ? > Fra.: platine: Pt]: ?
pilav. plato [Fra.: plateau]: [Evrenbilim] yayla,
pis: 1.) kir, necaset, pasak, 2.) kirli, dağ doruklarında düzlük alan.
pasaklı. plaudere [Lat.]: alkışlama, el
Pisagor [Yun.: Pythagoras]: Eski şaklatmak, kutlamak.
Yunan’da bir matematik bilimcisi. plaza [Lat.]: 1.) 2.) işmerkezi.
pisello [Yun.: mpikseli > Lat.]: bezelye. plazanta [?]: [Tıp] etene.
pisi [Çocukdili]: kedi. plazma [Yun.: plassein > plasma > Fra.:
1.)
pislik: kir, necaset. plasma]: [Tıp] kan, lenf yada sütün
pissa [Yun.]: katran. sıvı bölümü, 2.) [Tıp] kandaki sıvı, 3.)
piston [Lat.: ? > İng.]: [Teknik] itenek. [Kimya] elektriksel olarak nötür olan
pişekar [?]: orta oyununda bir tip. yüksek ısılarda ionize edilmiş gaz, 4.)
pişmiş: nadim, az ~: çiğ. [Elektronik] bu yolla sıkıştırılarak elde

piştov [Bul.]: bir tür tabanca. edilen bilgisayar yada TV ekranı.


piton [?]: iri bir yılan. plebisit [Lat.: plebs + scitum > Fra.:
piyade [Far.: piyâde]: 1.) yürüyerek plesbicite]: halkoylaması, referandum.

giden, yaya, 2.) [Askeriye] kara birliği plebs [Lat.]: amme, cumhur, halk,
adı. kamu.
piyale [Far.: piyâle]: plectere [Lat.]: dokumak, icat etmek,
piyango [İtl.: ?]: [Şans Oyunu] çekiliş, ~ kurmak, örmek.
plere [Lat.]: doldurmak.
ikramiyesi [Fra.]: amorti.
plevar [?]: [Tıp] göğüs zarı.
piyano [İtl.: piano]: [Müzik] bir müzil
plevra [?]: [Tıp] göğüs zarı.
aleti.
pli [Lat.: plicare > Fra.: plie]: [Giyim]
piyasa [?]: [Ekonomi] market, pazar.
kumaşta kıvrım.
piyata [?]: yassı yemek kabı.
plicare [Lat.]: katlamak, kıvırmak, üst
placere [Lat.]: memnun etmek.
üste getirmek.
plaj [Fra.: plage]: kumsal, sahil.
plorare [Lat.]: uygulamak, tatbik
plak [Fra.: plaque]: 1.) kat, katman,
etmek, yerine getirmek.
plaka, 2.) [Müzik] eskilerde müzik
Plüton [Yun.]: Hades.
parçalarının kaydedildiği eski zaman
poca [İtl.]: [Denizcilik] gitmekte olan bir
diski.
geminin rüzgar altı yönü.
plaka [İtl.: ?]: 1.) kat, katman, plak, 2.)
pod [Yun.: pous > Fra.]: Fransızca’da -
[Teknik] ağaç, plastik yada metal düz 1.) 2.)
pod; ayak, bacak, farklı biçimde
lehva, 3.) [Trafik] oto numarasının
yada sayıda bacağı olan anlamına
yazılı olduğu levha.
gelen bir sonek, 3.) –pode.
plan [Lat.: ? > Fra.: ?]: 1.) şema, 2.)
poda [silahlıpoda]:
sinema çekimi.
pode [Yun.: pous > Fra.]: Fransızca’da -
plançete [İtl.: plancette ?]: harita 1.)
pode; ayak, bacak, 2.) farklı
çıkarma aleti,
biçimde yada sayıda bacağı olan
planet [Lat.: ? > Fra.: ?]: [Yıldızbilim]
anlamına gelen bir sonek, 3.) –pod.
gezegen, seyyare.
poğoça [İtl.: focaccia ?]: bir tür tuzlu
plangere [Lat.]: dövünmek, göğsünü
çörek.
yumruklamak.
poker [Far.]: [Şans Oyunu] para karşılığı
planör [Fra.: planeur]: motorsuz hava
taşıtı. oynanan kart oyunu, ~de para
planta [Lat.]: fidan, sürme. arttırma: rölans, ~de paranın
tümü: rest, ~de oyun parası: bop,

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 267 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

polein [Yun.]: satmak. popularite [Lat.: ? > Fra.: popularité]:


polemik [? > Fra.: polemique]: ağız tutulma.
kavgası, dalaşma. populizm [Lat.: ? > Fra.: populisme]:
Polenez [Fra.: Polonaise]: Leh, halkçılık.
Polonyalı. poros [Yun.]: cihet, istikamet, tarık,
polere [Lat.]: acı duymak. yol, yön, yönelme.
poli [Yun.: poly [ρολυ] > Fra.: polie]: çok, portakal [Fra.: portugal & İtl.: portogallo
1.)
çoklu. ?]: Uzak Doğu kökenli bir
poligami [Yun.: poly + gamos > [?] > narenciye, turunç çeşidi, 2.) Batı’ya
Fra.: poliegamie]: çokeşlilik. Portekizli denizciler taşımış, 3.) en
polip [Yun.: poly + pous > [?] > Lat.: bilinen çeşitlerinden Yafa ve
1.)
polypus > Fra.: polype]: [Yaşambilim] Washington.
çokayak, çok ayaklı, 2.) basit yapılı portare [Lat.]: getirmek, getirip-
hayvan. götürmek, götürmek, sırtlanmak,
polire [Lat.]: cilalamak, parlatmak. taşımak, yüklenmek.
polis 1 [Yun.]: abad, abat, bolu, il, portatif [Lat.: portare > Fra.: portative]:
1.)
kent, medine, site, şehir, vilayet, hareketli, mobil, seyyar, 2.)
[Konstantinpolis, Indianapolis]. götürülebilir, seyyar, taşınabilir.
polis 2 [Yun.: polis > Fra.: police]: kent porter [Fra.]: taşımak.
güvenliğini sağlayan emniyet portör [Lat.: portare > Fra.: porter >
1.)
görevlisi, güvenlik görevlisi, ~ porteur]: dağıtıcı, hamal, taşıyıcı,
2.)
merkezi: merkez, ~ karakolu: [Tıp] hastalık taşıyan.

merkez, ~ olayları: vukuat. posa [?]: çökelti, tortu.


posizitif [Lat.: postulare > Fra.: positive]:
polisiye [Yun.: polis + Arp.: iye]: 1.) adi
olumlu, müspet.
olaylar, suç ve cürüm olayları, polis
posizyon [Lat.: ? > Fra.: position]:
olayları, 2.) güvenlik ve polis önlemi,
3.) durum, hal, vaziyet, statü.
[Sinema] vurdulu kırdılı film.
post [?]: 1.) kürk, 2.) [Mecazi] deri, ten,
politeizm [Yun.: poly + theos + ismos >
1.) beden, vücut, 3.) [Mecazi] kuvvet,
[ρολυθεϊσμός] > Fra.: polytheisme]:
iktidar, yönetim,
birden çok tanrılara inanmayla ilgili,
2.) postulare [Lat.]: 1.) istemek, 2.) doğru
çoktanrıcılık.
ve gerçek olduğunu düşünmek.
politik [Yun.: polis > Fra.: politique]:
poş [?]: yumuşak minder.
siyasal.
Poşa [Halkağız, Erzurum, Artvin]: Çingene.
politika [Yun.: politikos > İtl.: politica]:
siayaset.
poşu [Far.: puşu]: 1.) bir tür başörtüsü,
2.)
politbüro [Rus.: Politicheskoye Buro > []
dolama, sarık.
> B.D.: politburo]:
1.)
Siyasi Büro, 2.) pot [Erm.: ?]: 1.) çıkıntı, şişlik, 2.)
SSCB siyasi partiler düzenleme elbisede kat, kıvrım, şişlik, 3.) gaf,
dairesi. hata, patavassızlık, 4.) [Halkdili] çay
Polonya [?]: Lehistan, demliği.
potamos [Yun.]: ırmak, nehir.
Polonyalı [?]: Leh, ~ Yahudiler:
potamus [Yun.]: nehir.
Karaim.
potansiyel [Lat.: potens > Fra.:
Polonyum [Lat.: ? > Fra.: polonium: Po]:
potantielle]: gizil,
?
potens [Lat.]: gücü yetme, kadir olma,
Pomak [?]: Bulgar kökenli
mutlak olma,
Müslümanlar.
potin [Fra.: bottine]: 1.) küçük çizme, 2.)
pomat [? > Fra.: pomade]: [Eczacılık]
asker çizmesi.
merhem.
potur [Erm.: ?]: dizaltı bölümü kıvrımlı
pompa [?]: [Teknik] su çekme yada
pantolon, dar paçalı ~: zıpka,
atma gereci, ~da kapak: klape.
pous [Yun.]: ayak, kadem.
ponere [Lat.]: koymak.
poyraz [Rum.: boreas & voreas > Osm.:
ponos [Yun.]: amele, emekçi, işçi. 1.) 2.)
poyraz]: kuzey,
pontus 1 [Yun.]: deniz.
kuzeydopğudan esen rüzgar,
Pontus 2 [Yun.]: 1.) (Kara)deniz, 2.)
poz [Lat.: ? > Fra.: pose]: 1.) resimde
Karadeniz kıyılarında bir zamanlar
duruş, 2.) duruş.
kurulmuş bir Rum devleti.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 268 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

pozametre [Lat.: + Yun.: ? + metron > profil [Lat.: ? > Fra.: profile]: 1.) yandan
1.)
Fra.: posemetrè]: analoğ görünüş, 2.) L biçimli demir metal
fotoğrafçılıkta, bir zamanalr malzeme,
kullanılan ışık, güneş ayar çizielegsi, proje [Lat.: ? > Fra.: project]: tasarı,
2.)
analoğ fotoğraf makinesinde, tasarım.
eskilerde kullanılan ışık ayar proleter [Lat.: ? > Fra.: proleter]: 1.)
yuvarlağı. amele, emekçi, işçi, 2.) [Sosyalizm]
praecoquus [Lat.]: erken olmuş emeğinden başka kaybedecek bir
meyve. şeyi olmayan işçi.
praesto [Lat.]: amade, elde, hazır, Prometyum [Lat.: > Fra.: prometium:
kullanılbilir. Pm]: ?
praktikos [Yun.]: tatbiki, uygulanabilir. propius [Lat.]: daha yakın.
pranga [?]: bukağı. propoganda [?]:
Praseodim [Lat.: Fra.: praseodim; Pr]: proprius [Lat.]: 1.) birisine ait olan,
praşa [?]: bir iskambil oyunu. birisinin, 2.) bireye ait, kişisel, özel,
pratik [? > Fra.: practique]: 1.) şahsi, zati.
2.)
uygulama, tatbik, tatbiki, propus [Lat.]: güzel, iyi, uygun,
uygulamalı, yerinde.
pratika [İtl.: ?]: gemi giriş çıkış izni. prosedür [?]: ?
pratisyen [? > Fra.: praticien]: intern, prostat [?]: [Tıp] kestanecik,
Pravda [Rus.: pravda [Правда]]: 1.) Protaktinyum [Lat.: Fra.: protactinium:
gerçek, 2.) bir Rus gazetesi. Pa]: ?
pravus [Lat.]: çarpık, eğri, kancalı. protein [Yun.: + > Fra.: ?]: [Yaşambilim]
precari [Lat.]: dua etmek, niyaz prova 1 [İtl.: ?]: 1.) deneme, test etme,
etmek, yakarmak. ön baskı, 2.) [Giyim] terzinin elbiseyi
prefabrik [Lat.: ? > Fra.: pre-fabrique]: bedende denemesi, 3.) [Denizcilik] 4.)
kurum, taşınabilir hazır konut. baş, kafa, geminin başı, kafa tarafı.
prehendere [Lat.]: el koymak, providere [Lat.]: öngörmek, tahmin
gaspetmek, müsadere etmek. etmek.
prematüre [Lat.: ? > Fra.: pre-maturée]: proximus [Lat.]: en yakın.
1.)
erken doğmuş çocuk, 2.) erken prudentia [Lat.]: öngörü.
doğum. pruva [İtl.: prova]: [Denizcilik geminin
premere [Lat.]: baskı uygulayarak, baş tarafı, önü, ileri tarafı, ~ direği
cendere yapmak, sıkıştırmak. [Denizcilik]: baş direği.
prensip [? > Fra.: principe]: ilke. Psi [? > Yun.: psi [ψεῖ - ψῖ & ψι]]: Yunan
preparat [Alm.]: [Eczacılık] müstahzar, Abecesi’nin 20. harfi, [Ψ, ψ].
pres [Lat.: premere > Fra.: press]: 1.) psikiyatr [Yun.: ? + ? > [?] > Fra.:
2.)
[Teknik] cendere, basın, matbuat. psichiatre]: ruh bilimci.
prestij [Lat.: ? > Fra.: prestige]: itibar, psikoanaliz [Yun.: ? + ? > [?] > Fra.:
saygınlık, psichoanalysis]: ruhi çözümleme,
perestroyka [Rus.: perestroyka psikopat [Yun.: ? + ? > [?] > Fra.:
[перестро́йка] > B.D.: perestroyka]: psichopate]: ruh hastası.
yeniden yapılanma. psyche [Yun.: psychē: ?]: can, ruh,
pretium [Lat.]: bedel, eder, fiyat, soluk.
paha. Ptelemeos Claudis [Yun.: ?]: Eski
prina [?]: küspe. Yunan’da bir gökbilimci ve cografyacı
prirat [Lat.: ? > Fra.: prirate]: memeliler. olan İskenderiyeli Batlamyos,
priz [Fra.: prise]: [Elektrik] fiş yuvası. [Ptolemy].
probiyotik [Yun.: + > Fra.: probiotique]: pteron [Yun.: ?]: kanat.
? Ptolemy [Yun.: ?]: Eski Yunan’da bir
problem [Lat.: ? > Fra.: probleme]: 1.) gökbilimci ve cografyacı olan
dert, mesele, sorun, tasa, 2.) [Fizik, İskenderiyeli Batlamyos, [Ptelemeos
Matematik] çözülecek zor soru. Claudis].
prodesse [Lat.]: işe yaramamak, PTT [Lat.: ? + Yun. > Fra.]: Post-Telephone-
verimsiz olmak, yararsız olmak. Telgraph: posta, telefon ve telgraf.
puan [Fra.: point]: 1.) benek, nokta, 2.)
sayı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 269 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

pudere [Lat.]: hicap duymak, mahçup düşünmek, taşınmak, 4.) tahmin


olmak, utanmak. etmek, zannetmek.
pudis [Türk.: bit > Lat.]: bit. putperest [Far.: put + perest]: pagan,
pudra [?]: 1.) toz, 2.) çocuk pişiğinde puta tapar.
kullanılan toz, 2.) [Makyaj] bir makyaj putrel [?]: demir kiriş bağlama.
malzemesi. pürtük: çıkıntı, küçük kabarcık.
puf: poş, yumuşak minder. püskül [?]: saçak.
pugare [Lat.]: kavga etmek, mücadele püskürtü: [Evrenbilim] lav, yanardağ
etmek, savaşmak. püskürtüsü,
puhu [?]: [Hayvanbilim: ?] baykuş. pyrgos [Yun.]: burc, kale.
pul [?]: 1.) [PTT] posta pulu, 2.) [Vergi] Pythagoras [Yun.: Pisagor: ?]: Eski
harç pulu, 3.) [Teknik] vida yada Yunan’da bir matematik bilimcisi.
somun tutacağı, 4.) [Balıkçılık] balık pyxos [Yun. .: ?]: kutu.
pulu.
========== Q =========
pulculuk [Far. + luk]: filateli, pul
biirktirme. Q 1 : Türk Abecesi’nde olmayan bir
pulluk [Srp. > Bul.: plug]: eke, saban. harf. Ama sözlükte Latince,
puluç [?]: cinselliği omayan erkek. İngilizce, İtalyanca ve Fransızca
puma [?]: [Hayvanbilim: ?] dağ aslanı. kökenli kelimeler olduğu için yer
puncto [Lat.]: 1.) benekli, noktalı, 2.) alıyor.
dantelli, işlemeli, işlenmiş. Q 2 [İtl.: Ku]: İtalyan Abecesinin 15.
pungere [Lat.]: batırmak, delmek, harfi, [Q, q].
iğnelemek, sivri uçlu bir şeyle quadrum [Lat.]: 1.) dört köşeli, kare, 2.)
delmek yada dürtmek. meydan yada açıklı alan, park.
punt [?]: fırsat, uygun zaman. quaerere [Lat.]: 1.) sormak, 2.)
punto 1 [Lat.]: 1.) benek, leke, nokta, istemek, rica etmek, niyaz etmek,
2.)
mahal, nokta, uç, yer. talep etmek, yalvarmak, 3.) davet
punto 2 [Lat.: > İtl.: ?]: [Teknik] elektrikli etmek, 4.) ihtiyaç göstermek, 5.)
kıskaçla yapılan punto kaynağı. aramak, araştırmak, incelemek,
pupa [İtl.: poppa]: [Denizcilik geminin sorgulamak.
arkası, kıçı, gerisi. qualis [Lat.]: ne biçimde?, ne şeilde?,
purgate [Lat.]: arıtmak, kirlerinden ne türde?
arındırmak, temizlemek. quandraginta [Lat.]: kırk.
puro [İtl.: puro]: bir tür yaprak sigarası. quantus [Lat.]: ne kadar büyük!
pus 1 [Yun.: pous: ?]: 1.) ayak, kadem, quarere [Lat.: quaerere]: aramak,
fut, pa, parmak, 2.) ayak boyu ara, araştırmak, incelemek, sorgulamak.
ayak boyu uzunluk ölçüsü, 3.) inç, quatere [Lat.]: ırgalamak, sallamak,
pus 2 : 1.) duman, sis, 2.) hafif sis. sarsmak.
pusu [?]: saldırı için gizlenme. quattuar [Çuv.: tevatte > Lat.]: 1.) dört,
pusula [İtl.: ?]: [Denizcilik] 1.) yön dörtte bir, 2.) çeyrek.
gösteren gereç, 2.) belge, fiş, hesap queitare [Lat.]: sakinleştirmek,
sessizleştirmek.
~sı: adisyon.
quercus [Lat.]: meşe ağacı.
puş [Far.]: Farsça’da –puş; 1.) giyinen,
2.) querere [Lat.]: aramak, araştırmak,
örtünen, üstüne alan, [papuş: papuç],
incelemek, sorgulamak.
gizleyip affeden, [hatapuş: hatayı affeden]
quiescere [Lat.]: dinlenmede olmak.
anlamında bir sonek.
quiritare [Lat.]: ağlamak, dövünmek,
puşt 1 [Far.]: 1.) homo, ibne, oğlan, 2.)
zırlamak.
[Argo] ağır küfür.
quota pars [Lat.]: ne büyük parça!
puşt 2 [Far.]: 1.) bir şeyi arka tarafı,
sırtı, 2.) arka, geri, göt, sırt, 3.) ========== R =========
destek, yardım. R 1 : Türk Abecesi’nin . harfi.
put [Far.]: büt, fetiş, idol, mabet, R 2 [İtl.: Erre]: İtalyan Abecesinin 16.
sanem, ~a tapar: pagan, putperest. harfi, [R, r].
putare [Lat.]:
1.)
budamak, rab [Arp.: râb]: 1.) 2.) [R] ber, ogan,
fazlalıklarını kesip atmak, 2.) tanrı.
hesaplamak, sayı saymak, 3.) rabıta [Arp.: râbıta]: bağ, bağlantı,
ilişki, münasebet,

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 270 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

raca: mihrace, raket [Arp.: rahet [‫ > ]ةحار‬Fra.: raquette]:


raci [Arp.: râci]: 1.) geri dönen, 2.) [R] bir i.,
1.)
avuçiçi, el ayası, 2.) [Spor] tenis
erkek adı. oyunu gereci.
racon [İtl.: ragione]: 1.) akıl, düzen, rakı [Arp.: arak]: i., 1.) damlama,
mantık, tarz, usül, yol, 2.) [Argo] afi, damıtma, terleme, terletme, 2.)
caka, çalım, fiyaka, gösteriş. anasondan yapılan bir tür alkollü içki,
rad [Arp.]: neşeli, sevinçli, şad, şakrak. arak, Yunan ~sı: Uzo, Yugoslav
radere [Lat.]: kazımak. ~sı: Mastika, ~ sürahisi: karafa,
radikal [Lat.: radis > Fra.: radical]: 1.) karafaki,
asla yada köke ait, kökten, temel, 2.) rakım [Arp.]: i., 1.) yükseklik, yükselti,
[Bitkibilim] kökten çıkan, tabandan 2.)
denüz düzeyinden uzaya doğru
çıkan, 3.) a.) [Matematik] köksel, b.) kök, olan yükseklik.
kök işareti, 4.) [Kimya] basit cisim, rakik [Arp.]: acıyan, merhametli, yufka
temel madde. yürekli.
radis [Lat.]: kaynak, kök, köken, öz. rakip [Arp.: rakib]: yarışta taraf.
Radon [Lat.: ? > Fra.: radion: Rn]: ? rakkas: 1.) [Fizik] pandül, sarkaç, 2.)
radyatör [Yun.: ? > Fra.: radiateur]: 1.) çengi, dansöz.
ısı yayı ile sıtıma, 2.) kalorifer, petek. raks [Far.]: 1.) dans, 2.) [Fizik] salınım.
radyo [Yun.: ? > Fra.: radio]: ram [Arp.: râm]: biat, boyun eğen,
Radyum [Lat.: > Fra.: radium; Ra]: ? itaat.
raf [Arp.]: sergen. ramazan [Arp.]: 1.) 2.) Kameri (Ay)
rafadan [Rum.: rofíton: ροφίτον]: alakok, Takvim’de bir ay adı, 3.) [R] oruç ayı,
az pişmiş yumurta. 4.)
[R] bir Müslüman & Türk erkek
rafet [Arp.: râfet]: 1.) 2.) [R] bir adı.~da kılınan namaz: teravih,
Müslüman ve Türk erkek adı.
rami 1 [İng.: ramee]: değerli bir bitki.
rafinaj [Lat.: ? > Fra.: refinage]: arıtım.
Rami 2 [?]: İstanbul’da bir semt.
rafineri [Lat.: ? > Fra.: refinerie]:
rampa [İtl.: rampa]: bayır, dik yol,
arıtımevi.
yokuş.
rafya [? > Fra.: raphia]: 1.) uzun yapraklı
rana [Far.: râna]: 1.) güzel, hoş, latif,
palmiye, 2.) bir tür yapay kurdale.
tatlı, 2.) gönül eri, rint, 3.) [R] bir
rah [Far.]: cihet, reh, sefer, sırat, tarik,
bayan adı.
yol.
randıman [? >Fra.: rendement]: mahsül,
rahat [Arp.]: 1.) asude, sakin, 2.) dirlik,
ürün, verim.
erinç, huzur.
rant [Lat.: ? > Fra.: rente]: 1.) faiz,
rahib [Arp.]: bak. rahip.
nema, ürem, 2.) çıkar, yarar.
rahibe [Arp.]: [Hiristiyanlık] bayan rahip.
rantabl [Lat.: ? > Fra.: renteble]: verimli,
rahim 1 [Arp.: rahîm]: 1.) bağışlayan,
ranza [İtl.: rancio]: 1.) iki katlı karyola,
affeden, 2.) [R] Allah’ın ad ve 2.)
ordu, yurt ve gemide yatma yeri.
sıfatlarından birisi, 3.) [R] erkek adı,
5.) rap: ayak sesi.
[Bedenbilim] kadın yumurtalık
rapten [Arp.: rabt]: bağlı olarak.
bölümü, dölyatağı, uterus.
raptiye [Arp.: rabt]: 1.) bağlama,
rahip [Arp.: rahib]: [Hiristiyanlık]
sağlamlaştırma, sıkılaştırma, 2.) ucu
Hiristiyan din adamı, keşiş, papaz,
iğneli, sırtı yuvarlak bir tür tutturma
rahipler [Arp.]: [Hiristiyanlık] ruhban,
aracı, tutturgaç,
rahman [Arp.: rahmân]: 1.) bol bol
rasat [Arp.]: gözlem.
veren, lütfeden, 2.) [R] Allah’ın ad ve
rasathane [Arp.: rasat + Far.: hâne]:
sıfatlarından birisi, 3.) [R] bu anlamda
Gözlemevi, hava tahminleri, deprem
bir erkek adı.
yada gözkyüzü izleme işlemleri
rahmi [Arp.: rahmî]: 1.) ?, 2.) [R] bu
yapılan yer.
anlamda bir erkek adı.
rasim [Arp.: râsim]: 1.) ?, 2.) ?, 3.) [R]
rahvan [Far.: rah + vend > rahvend]: 1.)
2.) bu anlamda bir erkek adı.
i., yolunda giden at, s., atın yavaş
raspa [İtl.: raspa]: iri dişli törpü.
yürüyüşü.
rast [Far.]: 1.) sağ, sağ taraf, 2.) doğru,
rakam [Arp.]: numara, sayı işareti,
düsgün, 3.) tesadüf.
sayı.
raste [Far.]: 1.) dükkanlar dizisi, 2.) yan
yana dükkanların bulunduğu yer, 3.)

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 271 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

yan yana ve karşılıklı dükkanların reddetme [Arp. + etme]: 1.) geri


bulunduğu çarşı. çevirme, iade etme, kabul etmeyip
rastgele [Far. + gele]: doğru gitsin, geri gönderme, 2.) benimsememe,
rastlasın, tesadüf etsin, kabul etmeme.
rastık [Far.: rasuth]: 1.) altimon, kohl reddetmek [Arp. + etme]: geri
yada rastık, 2.) gözlere siyahlık çevirmek, iade etmek, kabul etmeyip
çalmak için çekilen boya, ~ taşı geri göndermek, 2.) benimsememek,
altimon, kohl. kabul etmemek.
raşe [Far.]: i., ürkme. redrese [?]: 1.) düzeltme, doğrultma,
rate 1 : geçimsiz. tashih etme, yeniden düzeltme, 2.)
rate 2 [Alm.]: [Hayvanbilim: ? ] büyük kusuru tashih etme, yanlışı
3.)
fare. düzeltme, [Gümrük] yanlışı
ratie [Yun.: kratos > ratia: ρατία]: düzeltme beyannamesi.
Fransızca’da –ratie; 1.) belirlenen reel [Fra.: reel]: s., çın, doğru, gerçek,
biçimde yönetim [democratie: demokrasi] hakikat, hakiki.
yada 2.) ile yönetilen, -nın yönettiği refah [Arp.: ]: gönenç, [Rafah].
[autocratie: otokrasi] anlamına gelen bir refakat [Arp.: refâkât [?]]: eskort, eşlik,
sonek. yoldaş, yol arkadaşı.
ratio [Lat.]: neden, sebep. refakatçı [Arp. + çı]: hastahanede
rayic [Arp.: râyic]: bak. rayiç. hastayla geceleyen yada kalan kişi.
rayiç [Arp.: râyic]: malın satış bedeli. referandum [Lat.: re + ferre > Fra.:
rayiha [Far.]: aroma, güzel koku,koku. referendum]: halkoylaması, plebisit,
razakı [Arp.: ?]: kalın kabuklu, şekerli refik [Arp.: ? >]: 1.) arkadaş, nedim,
bir üzüm türü. yaren, yoldaş, 2.) [R] bir Müslüman ve
razı [Arp.: râzı]: kabul eden, uygun Türk erkek adı, [Rafiq].
bulan. refika [Arp.: ? >]: aile, bayan, eş, karı,
razmol [Rus.: ?]: kepekli un, kepekunu. reform [Lat.: reformare > Fra.: réforme]:
re 1 : Müzik Abecesi Nota’da ikinci ton 1.)
ilk biçimine döndürme, 2.) ıslahat,
yani tını. yenileştirme, 3.) düzeltme.
re 2 [Lat.: res]: nesne, şey, ortada olan, refüj [Fra.: ? > refuge]: 1.) ? 2.) orta
mevcut, varlık. kaldırım.
re 3 [Lat.]: Latince’de re-; 1.) arka, geri, regere [Lat.]:
1.)
aydınlatmak,
2.)
tekrar, yenibaştan anlamlarında bir bilgilendirmek, yol göstermek, tarif
önek. etmek, 2.) emretmek, göstermek,
reaksiyon [Lat.: re + agere > Fra.: idare etmek, tanzim etmek,
1.)
reaction]: tepki, 2.) [Kimya] tepkime. yönetmek, 3.) dikeltmek, dik tutmak,
realis [Lat.]: s., doğru, gerçek, nesnel. dikleştirmek, 4.) kirden arındırmak,
realite [Lat.: realitas > Fra.: realité]: silmek, temizlemek.
gerçeklik, reh: [Far.: ? >]: cihet, rah, sefer, sırat,
reaya [Arp.]: Osmanlı’da Hiristiyan. tarik, yol.
recep [Arp.]: 1.) 2.) [R] Kameri (Ay) reha [Arp.: ? >]: 1.) düzelme, iyileşme,
Takvim’de bir ay adı, 3.) bir Türk kurtuluş, onma, salah, 2.) [R] bir
erkek adı. erkek adı.
recm [Arp.]: bak. recim. rehavet [Arp.: ? > rehâvet]: gevşeklik,
recim [Arp.: rcm > recm]: 1.) ? 2.) taşa rehin [Arp.: ? >]: [Hukuk] ipotek, tutu.
tutarak öldürme. rehine [Arp.: ? >]: tutu, tutuk.
reçel [?]: meye ve bazı çiçekelrin reis [Arp.: r’as > reîs [‫]]رسيئ‬: 1.) baş
yapraklarından bir tür tatlı, ~ türleri: olma, idare etme, yönetme, 2.)
Ayva, Böğürtlen, Çilek, Gül, Gülbeşeker, başkan, bey, emir, hakan, han,
Kayısı, Portakal, Vişne, imparator, kaan, kağan, kayser, kral,
reçete [İtl.: ?]: ilaç tarifesi. lider, mir, önder, ser, sultan, şah,
reçine [?]: [Kimya] akındırık, akma, şeyh.
balsam, çam sakızı, güzel kokulu ~: reisicumhur [Arp.: reis-i cumhur]:
akamber, yapay bir ~: bakalit, cumhurbaşkanı.
red 1 [Arp.]: bak. ret. rekabet [Arp.]: çekişme, yarış.
red 2 [İng.]: kırmızı, kızıl. reklam [Lat.: ? > Fra.: reclame]: tanıtım.
rekolte [? > Fra.: recolté]: yıllık ürün.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 272 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

reks [Lat.: rex]: kral. resim [Arp.: resm]: fotoğraf, çıplak ~:


rektör [> ? > Fra.: recteur]: okutman. nü, dini içerikli ~: ikon, ikona,
relinquere [Lat.]: ? resimli [Arp. + li]: betili, figüratif,
remel [?]: [Şiir] bir aruz ölçüsü. süslü, tasfirli, ~ baskı: estamp.
remi [?]: bir iskambil oyunu.
resistans [Lat.: ? > Fra.: resistance]: 1.)
remil [?]: kum falı. 2.)
[Elektrik] resistans, [Elektronik]
remiz [?]: amblem, arma, imge, işaret,
resistans.
özel işaret, sembol, simge, temsili
resital [Lat.: ? > İtl.: ?]: bir konser türü.
resim.
resmen [Arp.]: 1.) ? 2.) açıkça, kesin
remzi [Arp.: remzî]: 1.) 2.) figüraif,
olarak.
mecazi, temsili, 3.) [R] bir erkek adı.
resmi [Arp.: resmî]: devletle ilgili.
remziye [Arp.: remzîye]: 1.) 2.) [R] bir
resm-i ağıl [Arp. > Osm.]: Osmanlı’da
bayan adı.
küçükbaş hayvan, davar vergisi.
renal [Lat.: renes]: [Tıp] böbreklerle ilgili
resm-i asiyabi [Arp. > Osm.: resm-i
yada onlara yakın olan.
asiyâbi]: Osmanlı’da değirmen
renc [Far.]: i., emek sıkıntı, zahmet.
vergisi.
rençber [Far.: rençber]: i., çitçi, toprakla
resm-i haymane [Arp. > Osm.]: ?.
uğraşan.
resonantia [Lat.]: akis, aksiseda,
rençber: çiftçi, ekici, tarımcı, ziraatçı,
çınlama, yankı.
rende [?]: 1.) bir mutfak gereci, 2.) bir
resonare [Lat.]: aksetmek, çınlamak,
marangoz gereci.
ses geri gelmek, yanılanmak.
renes [Lat.]: 1.) böbrek, 2.) böbrekler.
respondere [Lat.]: cevap vermek,
reng [Far.]: bak. renk.
cevaplamak, yanıtlamak, yanıt
rengarenk [Far.: rengâreng: ‫]رﻧﮕﺎرﻧﮓ‬:
vermek.
alaca, karışık renkli, renk renk,
rest [?]: 1.) 2.) pokerde paranın tümü.
renkli.
restare [Lat.]: durdurmak.
renk [Far.: reng [‫]]رﻧﮓ‬: ışığın gözdeki
restaurant [Lat.: restore > Fra.:
duyumu, 1.) renkler: Ak (Beyaz), Al
restaurant]: aşevi, çorbacı, lokanta. M.
(Kırmızı), Abraş (Alarenkli), Beyaz (Ak), Bej,
Boz, Doru, Ela, Esmer [Kara], Füme (Duma Boulanger, 1765, Paris Fra.nsa. Champe
Rengi), Gri (Külrengi), Haki (Toprak Rengi), d’Oiseau: Kuş Tarlası Çorbacı dükkanının
Kahverengi, Kara (Siyah), Kavuniçi, Kır camına şu Latince cümleyi yazar: “Venite ad
(Sayazla Siyah karşımı), Kırmızı (Al), Kimyoni, me omnes qui stomacho laboratis et ego
Kirli Sarı, Külrengi (Gri), Lila, Mai (Mavi), restaurabo vos: bana gelin ey midesi
Maron (Kestane Rengi), Mavi (Mai), Pembe, guruldayanlar ben sizi iyileştiririm”.
Sarı, Siyah (Kara), Sütlükahve, Şarabi, Taba, restorasyon [Lat.: ? > Fra.: restoration]:
1.)
Tirşi (Yeşille Mavi), Turkuaz, Yeşil, ~ eski durumuna getirme, onarım,
2.)
maddesi: boya, 2.)
[Mecaz] nicetlik, [Mimari] eski ve tarihi yapıların
renkli [Far.: reng [‫ ]رﻧﮓ‬+ li]: renk renk, onarımı.
çok ~: ala, karışık ~: ala, alaca, restore [Lat.: ? > Fra.: restoré]: eski
durumuna getirme, onarma.
yanal, ala ~: abraş, iki ~: ala, alaca,
resül [Arp.: rsl > resûl]: 1.) gönderilme,
yanal, indirilme, 2.) gödnerilen, indirilen, 3.)
renovasyon [Lat.: ? > Fra.: renovation]: [Dini] nebi, peygamber, yalvaç,
4.)
[R]
yenilik, yenileştirme. bu anlamda bir erkek adı.
replik [Fra.: replique]: oyunda söz. reşid [Arp.]: bak. reşit.
repo [İng.: repurchasing]: faiz, nema, reşit [Arp.: reşid]: 1.) erişkin, ergin,
rant, ürem, yetişkin, 2.) Harun Reşit;, 3.) [R] bir
res [Lat.: re]: nesne, şey, ortada olan, Müslüman ve Türk erkek adı.
mevcut, varlık. reşme [Far.]: gem, tasma, toht, yular.
resedire [Lat.]: oturmak, yerleşmek, ret [Arp.: red]: geri çevirme, iade.
yeniden yerleşmek. retorik [Lat.: ? > Fra.: rethorique]:
reserv [> ? > Fra.: reserve]: 1.) hitabet sanatı, güzel söz söyleem
kullanılmayan, yedek, 2.) [Askeri] sanatı, söylem.
yeden asker, 3.) çekince, itiraz. retro [Lat.]: Fransızca’da retro-; arka,
reservatorium [Lat.]: 1.) yedekleme geri anlamına bir öncek.
yeri, 2.) depo, hazne, kutu. reva [Arp.: revâ]:
1.)
münasip,
resesif [Fra.: recessive]: çekinik. müstehak, uygun, yakışır, yaraşır, 2.)
değer, değerli.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 273 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

revaç [?]: değerli, geçerli. rina [?]: [Yerbilim] tırpana.


revak [Arp.]: ayazlık, balkon, eyvan, ring [İng.: ring]: 1.) halka, 2.) [Teknik]
sundurma, taraça, teras. conta, 3.) yüzük, 4.) [Spor] boks spor
revan [Far.]: giden, yürüyen. alanı, 4.) [Ulaşım] taşıma araçlarının iki
revani [?]: bir tür tatlı. nokta arasında gidip gelmesi.
revir [?]: okul, işyeri yaad kışlada ringa [Alm.: ringa]: bir balık türü.
hasta bölümü. rint [Far.: rind]: gönül eri.
revolver [Lat.: ? > İng.: revolver]: ripa [Lat.]: denizkıyısı, sahil.
altıpatlar. risale [Arp.]: broşür, kitapçık, küçük
revü [Fra.: revue]: danslı gösteri. kitap.
rex [Lat.]: kral. risk [Fra.: risque]: riziko, tehlike.
rey [Arp.: r’ay > [‫]]ﯼار‬: 1.) düşünce, fikir, ritim [Yun.: rythmos > Fra.: rithyme]:
görüş, 2.) oy. dizem, tartım.
reye [Fra.: rayé]: [Dokuma] çubuklu ritmik [Yun.: rythmos > Fra.: rithmique]:
kumaş. dizemli, tartımlı.
reze [Arp.: rezze]: menteşe. rivayet [Arp.]: söylenti.
rezervuar [Lat.: reservatorium > Fra.: rivus [Lat.]: dere.
1.)
réservoire]: yedekleme yeri, 2.) riya [Arp.: riyâ]: ikiyüzlülük, yapmacık.
depo, hazne, kutu. riyakar [Arp.: riyâ + Far.: kâr]: ikiyüzlü.
rezidans [Lat.: resedire > Fra.: riyala [İtl.. reale]: Osmanlılar’da
1.)
résidence]: devlet başkanı benzeri tuğamiral.
yüksek makam konutu, 2.) elçilik Riyaziye [Arp.: riyâziye]: aritmetik,
konutu. matematik.
rezil [Arp.]: 1.) kepaze, utanmaz, 2.) Rize [Rum.: rhisos, riza, Osm.: Rize ]:
alçak, hain. [53], Türkiye’de bir kent.
rezonans [Lat.: resonantia > Fra.: riziko [İtl.: ?]: risk, tehlike.
résonance]: çınlama, seselem, yankı. RNA [İng.]: 1.) (R)ibo (N)ucleic
rheein [Yun.]: akmak, cereyan etmek, (A)cide, 2.)
dalgalanmak, kabarmak, sallanmak. Ro [Fen.: Reş [Resh] > Yun.: Ro & Rho [ῥῶ
rhegnynai [Yun.: rhēgnynai]: 1.) kırmak, & ρω]]: Rho, Yunan Abecesi’nin 17.
parçalamak, riayet etmemek, harfi, [R, r].
uymamak, bozmak, bir yerini robur [Lat.]: dayanım, direnç, güç,
2.)
kırmak, yaralamak, akmak, kuvvet.
çatlamak, patlamak, fışkırmak, ileri roda [İtl.: roda]: halat yumağı.
doğru fırlamak. rodaj [Lat.: rodere > Fra.: rodage]: 1.)
2.)
rhein [Yun.]: akmak. aşınma, yıpranma, motorun
rhisa [Yun.]: kök, köken, orijin. ayarlanamsı.
Rho [Yun.]: bak. Ro. rodeo [Lat.: rodeo > İng.]: 1.) ata
rıdvan [Arp.]: 1.) ? 2.) [R] bir erkek adı. biniyorum, 2.) bir tür at üstünde
rıfat [Arp.]: 1.) ? 2.) [R] bir erkek adı. durma sporu.
rıh [Far.]: renkli bir kum. rodere [Lat.]: kemirmek, geviş
rıza [Arp.]: 1.) ? 2.) [R] bir İranlı ve Türk getirmek.
erkek adı. rodere [Lat.]: kemirmek, paslanmak.
riayet [Arp.]: intibak, itibar, uyma, ~ rogare [Lat.]: 1.) önermek, teklif fetme,
2.)
etmek: itibar etmek, uymak, istemek, rica etmek, sormak.
rica [Arp.]: arzu, dileyiş, dilek, istek, ~ roka [Rum.: róka: ρόκα > Lat.: ? > İtl.:
roca]: [Bitkibilim: Eruca sativa] kokulu
etmek: arzu etmek, dilemek, ~
bir bitki.
anlatır: aman.
roket [Fra.: rocket]:
ricat [Arp.]: çekilme, gerileme.
roketatar [+atar]: bazuka.
ridere [Lat.]: gülmek, kahkaha atmak.
rom [İng.: rum]: sert içki.
rie [Arp.]: [Bedenbilim] akciğer.
Roma [Çuv.: uram & Krt.: oram > Lat.]: 1.)
rigare [Lat.]: sulamak.
cadde, sokak, 2.) İtalya’nın başkenti,
rih [Far.]: mürekkebi kurutma kumu. 3.)
[Rom], eski Roma
rim [Far.]: yarı.
rimel [Fra.: rimmel]: 1.) ticari bir marka, İmparatorluğu’nun kısaltması, ~
2.)
[Makyaj] kirpiklere sürülen yağlı tapınağı: panteon,
sürme.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 274 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

roman 1 [Fra.: roman]: [Yazın] 1.) hikaye, rugan 1 [Far.: rûgan]: 1.) kaymak, 2.)
2.)
uzun hikaye, ~ kurgusu: çatı. bitkisel yada hayvansal yağ, yağ.
Roman 2 [?]: Çingenelerin kendilerine rugan 2 [Far.: rûganî > rûgan]: 1.) yağlı,
verdikleri ad. yağlanmış, yağlanıp parlatılmış
romantik [Fra.: romance + Yun.: ikos > kösele, 2.) [Dericilik] parlak ayakkabı
romatique]: duygusal, hissi. derisi.
Romanya: bir Doğu Avrupa ülkesi. rugare [Lat.]: buruşmak, buruşturmak,
Romanya’lıların aslı Dacia. [Romanya kıvrılmak, kıvırmak.
adını Romalılar’ın torunları olarak Roma’dan ruh [Arp.]: görüntü, tayf, tin, ~
almaktadır. Roma ülkesi demektir]. Romen hastalığı: paranoya, ~ bilimci:
para birimi: ley,
psikiyatr, ~ hastası: psikpopat, ~
romatizma [Yun.: rheûma [?] + rheîn [?]
> [?] > Fra.: rheumatisme]:
1.)
salgı dinginliği: ataraksya, ~ hastalığı
akıntısı, 2.)
[Tıp] akıntılı hastalık türü, nöbeti: tutarak,
eklem iltihabı, eklem ~sı: artrit, ruhban [Arp.: ruhbân]: rahipler.
ruhi [Arp.: ruhî]: 1.) 2.) [R] bir erkek
romörk [Fra.: romeurque]: motorsuz
araç. adı,~ çözümleme: psikanaliz,
rosto [Fra.]: bir et yemeği. ruhsat [Arp.]: icazet, izin, lisans,
rota [İtl.: rosto]: [Denizcilik] gemi yolu. müsade, permi.
rouge [Fra.]: kırmızı, kızıl. ruj [Fra.: rouge,]: 1.) kırmızı, 2.) kızıl, 3.)
roza [Fra.: rosa]: 1.) kırzmızı, pembe, 2.) [Makyaj] bir makyaj malzemesi.

kırmızı yada pembe elmas, 3.) [R] rulo [Fra.: rouler > rouleau]: 1.)
Batılı bir bayan adı, [Pembe]. yuvarlamak, 2.) silindir biçimli, 3.)
rozet [Fra.: rose > rosette]: 1.) gül boya gereci.
biçimli, gül gibi süs, 2.) nihale, 3.) bir Rum [Osm.: Roum]: Osmanlı’nın
tür yaka iğnesi. fethettiği yerlerde yaşamayı
rögar [Fra.: ?]: ? sürdüren Bizanslı yani Doğu
rölans [Fra.: relance]: pokerde para Romalılar anlamına Rum yani
arttırma, Romalılar. Bu isimleme Yunan
rölanti [Fra.: relantie]: arabanın boşta kökenliler için kullanılmıştır. Rum
çalışması. mehyaneicis: barba,
rölatif [Lat.: ? > Fra.: relative]: göreceli, rumba: Küba dansı.
izafi. Rumeli Hisarı: Boğazkesen.
rölativite [Lat.: ? > Fra.: relativité]: Rumen parası: Ley,
görecelik, izafiyet. rumpere [Lat.]: ara vermek, kesmek,
röle [? > Fra.: relée]: [Teknik] değiştirgeç. koparmak.
röportaj [Lat.: ? > Fra.: reportage]: rumuz [Arp.]: 1.) remiz, sembol, simge, 2.)
mülakat, söyleşi, gizli anlamı olan işaret ve
rötar [Lat.: ? > Fra.: retard]: erteleme, göstermeler, 3.) imge, örnek, sembol,
egcikme, tehir. timsal.
rrhagia [Yun.: rhegnynai]: Fransızca’da Rus (Kril) Abecesi: A (а), A, Б, (б) Be, В
(в) Ve, Г (г) Ge, Д (д) De, Е (е) Ye, Ж (ж)
rrhagia; akma, fışkırma, sızma Zhe, З (з) Ze, И (и) I, Й (й) I, К (к) Ka, Л
anlamına gelen bir sonek. (л) El, М (м) Em, Н (н) En, О (о) O, П (п)
ru [Far.]: yüz. Pe, Р (р) Er, С (с) Es, Т (т) Te, У (у) U, Ф
ruam [Arp.]: [Tıp] 1.) hayvan hastalığı, (ф) Ef, Х (х) Kha, Ц (ц) Tse, Ч (ч), Che, Ш
2.) (ш) Sha, Щ (щ) Shta, Ь (ь) Yumuşak
sakağı. İşareti, Ю (ю) Yu, Я (я) Ya.
ruba [Far.]: elbise, giysi, kıyafet, libas, Rus [İsv.]: bir Slav ulusu, ~ ocağı:
urba.
peç, ~ halk sazı: balayka, ~
rubai [Arp.]: 1.) dört, dörtlük, 2.) şiir
dörtlüğü. Parlementosu: duma, ~ gezinti
ruberu [Far.: ru + be + ru]: yüz yüze, arabası: kalaske,
Rubidyum [Lat.: > Fra.: rubidium; Rb]: ? Rusya [?]: Rusya Federasyonu,
ructare [Lat.]: geğirmek, fırlatmak, Eskilerin SSCB’si, [Russian Federation],
püskürtmek. ~’da tarım işletmesi: sovhoz,
rudis [Lat.]: kaba, haşin, sert. Rutenyum [Lat.: > Fra.; rutenium; Ru]:
ruf [İng.: roof]: çatı, dam. ?

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 275 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Rutherfordyum [Lat.: > Fra.nsızac: sabit: 1.) dengeli, durağan, stabil, 2.)
rutherfordium; Rf]: ? [S] bir erkek adı..
rutin [Fra.: routine]: 1.) adeta, adi, sabo [Fra.: sabot]: 1.) tahta ayakkabı,
amiyane, basit, bayağı, 2.) sıradan. 2.)
bir çeşit sandalet.
rutubet [Arp.: rtb > rutûbet]: 1.) ıslak sabri [Arp.: sabrî]: 1.) 2.) [S] bir erkek
oma, nemli olma, yaş olma, 2.) adı.
ıslaklık, nem, yaşlık . sabriye [Arp.: sabrîye]: 1.) 2.) [S] bir
ruz [Far.: rûz]: gün, [Ruz-u mahşer: erkek adı.
toplanma günü]. sabun [Arp.]: yağdan üretilen temizlik
rüşt [Arp.]: büluğ, ergenlik çağı, maddesi,
erinlik. sac [ÖzTür.]: yassı demir çelik ürünü.
rüştü [Arp.: rüşdi]: 1.) 2.) [R] bir saccharine [Lat.]: şeker, tatlandırıcı.
Müslüman ve Türk erkek adı, saccus [Lat.]: heybe, torba.
[Rushdi]. saç [ÖzTür.]: kafadaki tüyler, lüle ~:
rüşvet [Arp.]: avanta, bahşiş, yemlik, bukle, kısa kesilmiş ~: alagarson, ~
rütbe [Arp.]: 1.) derece, mertebe, paye, gibi örülmüş: salmastra, ~ı kır
2.)
[Askeriye] subayların konumu,
erkek: kıranta.
mevkii, ~ gösteren şerit: sırma. saça [?]: Türk Müziği makamı.
rüya [Arp.: rûyâ [‫]]اﯼور‬: 1.) düş, imaj, saçak [ÖzTür.]: 1.) püskül, 2.) çatıda
imge, hayal, hülya, 2.) [R] bir bayan bırakılan yağmur çıkıntısı, 3.) [Fizik]
adı. [Hülya]. ışık saçılması.
rüzgar [Far.: rûz + kâr > rûzkâr [‫> ]راگزور‬ saçakbulut: sirrus.
1.)
rüzgar]: günün kazancı, 2.) sabah saçaklı: 1.) püsküllü, 2.) saçalrı dağınık,
3.)
yeli, bad, bar, yel, çok ~lı yer: 3.)
[Mecazi] dağınık, pasaklı kadın.
tozkoparan, çok sıcak ~: siroko, çöl saçma: 1.) absürt, anlamsız, manasız,
2.)
~ı: sam, eniz ~ı: imbat, hafif ~: bir tür tüfek mermi malzemesi, 3.)
saba, kuvvetli ~: sazak, sert ve serpme ağ,
geçici rüzgar: bora, sıcak kuru ~: sadak: ok kılıfı, okluk.
sadaka [Arp.]: 1.) dilenciye verilen şey,
yöğ, tropikal ~: alize, hafif ~: 2.)
yoksullara karşılıksız verilen şey.
frişka. sadakat [Arp.]: içten bağlılık.
rythmos [Yun.: ?]: dizem, tartım. sade [Far.: ‫]ﻩداس‬: yalın.
========== S ========= sadece: ancak, yalnız.
S 1 : Türk Abecesi’nde . harf. sadet [saded]: asıl bais, konu, mevzu,
S 2 [İtl.: Esse]: İtalyan Abecesinin 17. tema.
1.)
harfi, [S, s]. sadık [Arp.: sâdık]: bağlı,
2.)
S.O.S. 1 [?]: yardım çağrısı. değişmeyen, [S] bir erkek adı.
saadet [Arp.]: 1.) mutluluk, 2.) [R] bu sadır [Arp.: sadr]: ?
anlamda bir bayan adı. sadi [Arp.: sâdi]: 1.) bağlı, değişmeyen,
2.)
saadetli [Arp.: sa’adetlû]: s., bahtiyar, [S] bu anlamda bir erkek adı.
mesut, mutlu. sadist [Fra.: Sade’den > sadiste]: acı
saat [Arp.]: 1.) mevsim, vakit, zaman, çektiren, elezer.
2.)
zaman gösteren gereç, saat sadistlik [Fra.: Sade’den > sadiste + lik]:
düzlemi: kadran. acı çektirme, elezerlik.
1.)
saba [Arp.]: 1.) hafif rüzgar, sadiye [Arp.: sâdiye]: bağlı,
2.)
Saba Kraliçesi Belkıs [Habeşçe: Nigis değişmeyen, [S] bu anlamda bir
Saba yada Lilith, Nikaule veya Nicaula]: bayan adı.
Habeşistan [Etiyopya] veya Yemen'inin olduğu sadme [Arp.]: sarsıntı.
topraklarda hüküm sürdüğü ileri sürülen, tarih sadr [Arp.]: bak. sadır.
öncesi Saba Krallığı'nın hükümdarı. sadri [Arp.: ? > sadrî]: 1.) 2.) 3.) [S] bu
sabah [Arp.]: ~ın ilk saatleri: erken. anlamda bir Müslüman ve Türk erkek
saban [ÖzTür.]: eke, saban. adı.
sabık [Arp.]: eski, önceki. sadrazam [Arp.: sadr-ı âzâm]: 1.) büyük
sabıka [Arp.: sâbıka]: geçmişte işlenmiş bakan, 2.) Osmanlı’da hükümet
suç. başkanı, 3.) başbakan.
sabır [Arp.: ? >]: dayanç, dayanma, sadun [Arp.: sâdun]: 1.) ? 2.) [S] bir
sabi [Arp.: ? >]: küçük çocuk, erkek adı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 276 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

saf [Arp.: sâf]: 1.) ari, çıplak, 2.) halis, sahil [Arp.]:
1.)
deniz kenarı, kıyı,
katışıksız, 3.) dizi, sıra, 4.) akılsız. [Costa],
2.)
plaj, kumsal.
safahat [Arp.: safahât]: i., 1.) ?, 2.) sahip [Arp.: sahib]: 1.) yerli, 2.) efendi,
Mehet Akif Ersoy’un ünlü kitabının ıs, iye, malik.
adı. sahipler [Arp. + ler]: sahabe.
safari [Arp.: safar [‫ > ]سفر‬sefer > safari > sahne [Arp.]: 1.) ortam, uygun yer, 2.)
1.)
B.D.]: gezi, sefer, seyehat, tiyatroda oynanan yer.
yoculuk, 2.) Afrika’ya yolculuk, 3.) sahte 1 [Arp.]: benzetme, imitasyon,
Afrika’da yabani hayvan avcı gezisi. taklit.
safha [Arp.]: aşama, evre, merhale. sahte 2 [Far.]: aslı olmayan, düşşel,
safi [Arp.: sâfi]: net., düzmece, fiktif, hayali, uydurmaca,
safinaz [Far.: sâfi + nâz > sâfinâz]: 1.) ? uydurma.
2.)
[S] bir bayan adı. sahur [Arp.]: 1.) 2.) Ramazan’da orucu
safir [İbr.: mghyr > Yun.: sappeiron > başlama yemeği,
Lat.: sapphirius > Fra.: saphir]: mavi saik [Arp.]: iti, itici güç.
renkli, değerli bir korindon türü, gök saika [Arp.]: 1.) böbürlenme, 2.)
yakut. yıldırım,
safra [İtl.: saburra]: 1.) fazlalık, 2.) balon Saimbeyli [Osm.: Haçin]: i., ?
ağırlığı, 3.) [Denizcilik] balast, sıvı ~: saint [Lat.: ? > İng.: saint]: aksakal,
öd. aya, aziz, eren, ermiş, evliya, holy.
safran [Arp.: zaferân [‫ & ]نارفعز‬Fra.: Saint Anthony Kilisesi [St. Anthony, Aya
saphrane]: [Bitkibilimi: Crocus sativus]
1.) Andonis]: 1906-1912, İstanbul
sarı boya bir bitki, 2.)
soğanlı bir Beyoğlu’nda [Pera] bulunan İtalyan
kültür bitkisi, zafran. Katolik Kilisesi, Sen Antuvan Kilisesi,
Safranbolu [Arp.: zaferân [‫>]نارفعز‬ [Sen Antuan Kilisesi].
Osm.: safran & Rum.: polis [πολις]: sair [Arp.]: başka, öteki.
Safranpoli > Osm.: Traklıborlu]: sak [Far.]: açıkgöz, gözüaçık, uyanık.
Karabük’e bağlı bir ilçe. saka 1 [Arp.: sakka]: 1.) sucu, su taşıyan
safsata [Arp.]: 1.) değerrsiz laf, 2.) kişi, 2.) [Osmanlı] Yeniçeri Ordusu’nda
asılsız söz, boru, boş laf, laf salatası. onbaşı.
sagu: Hint irmiği. saka 2 [Arp.]: 1.) gökgürültüs, şimşek,
sağaltım: [Ruhbilim] terapi. şimşek çakma sesi, 2.) [İslam]
sağduyu: açıkgözlülük, akıl, aklıselim, Kıyamet’te uyandırma sesi, 3.) benzi
basiret, bude, ihtiyat, sağduyu, atma, aşırı korkma.
sağgörü. saka 3 [Arp.]: 1.) bir ordunun gerisi, 2.)
sağgörü: açıkgözlülük, akıl, basiret, [Kuşbilimi: Carduelis carduelis] bir tür
bude, ihtiyat, sağgörü. ötücü kuş, kutan.
sağlam: dayanıklı, kip, kunt. sakada [Arp.]: [İslam] fıtre.
1.)
sağlık: afiyet, esenlik, sağlığı bozuk sakağı [ÖzTür.]: bir hayvan
2.)
olan: hasta. hastalığı, ruam.
sağlıklı: dimdik, dinç, esen, iyi, sakarin [Lat.: saccharum > Fra.:
1.)
sıhhatli, salim, zinde. saccharine]: şeker, 2.) [Eczacılık]
saha [Arp.: sâhâ [‫]]ﻩحاس‬: alan, meydan. yapay kimyasal tadlandırıcı, 3.) yapay
sahabe [Arp.: shb > sahib’in çoğulu]: 1.) şeker.
arkadaşlık yapma, yarenlik etme, sakarin: i., 1.) [S] ticari bir marka, 2.)
yolculuk yapmak, 2.) ç.i., sahipler, 3.) yapay şeker.
[İslam] Hz. Muhammed’i yaşarken Sakarya [Rum.: Sangarios > Saggarios,
görmüş olanlar, Lat.:. Sangarius, Osm.: Adabazar]: [54],
sahaf [Arp.]: eski kitapçı. kentin adı, Adapzarı’dır. Türkiye’de
sahan [Arp.]: 1.) derinliği az metal kap, bir kent.
2.)
derinliği fazla olmayan kap. Sakarya Irmağı [Rum.: Saggarios, Lat.:
sahib [Arp.]: bak. sahip. Sangarius, Osm.]: Afyon’un
sahici [Arp.: ?]: s., gerçek, hakikat. kuzeydoğusundaki Bayat
Sahih-i Buhari: [El-Cami es-Sahih]: Yaylası’ndna çıkıpı, Porsuk Çayı ile
İmam-ı Buharî yani Ebü Abdullah birleştikten sonra Adapazarı
Muhammed bin İsmail’in başyapıtı. Karasu’dan Karadeniz’e dökülen
ırmak.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 277 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

sakat [Arp.]: 1.) eksik, kusur, özür, 2.) salamandra [Fra.: salamandre]:
1.)

bedeninde eksik olan, 3.) hatalı, [Hayvanbilim: ?] semender,


2.)
bir tür
özürlü, kusurlu. seyyar kömür sobası.
sakatat [Arp.: sakat’ın çoğulu]: 1.) bir salamura [İtl.: salamoiare]: 1.) tuzlu
hayvanın iç organları ve ayakları, 2.) sulu, 2.) tuzlusuyla yapılmış gıdalar.
eksikler, hatalar, kusurlar, özürler. salapurya [İtl.: scialuppa]: [Denizcilik]
sakınca: engel, mahzur, mani, mania, yelkenli ticaret gemisi.
önlem. salaş [Far.]: tahta baraka.
sakırga [Halkdili]: 1.) köpek kenesi, 2.) salat [Arp.]: ibadet, namaz.
kene. salça [İtl.: salsa]: domates sosu.
sakız: çiklet, jiklet, pelesenk, kara ~: saldırgan: 1.) saldıran, 2.) düşmanca,
zift. düşmanlık gösteren, mütecavüz.
sakızağacı [sakız ağacı]: pelesenk saldırma: 1.) akın, hücum, 2.) bir tür
ağacı. bıçak.
saki [Far.: sâki]: içki dağıtan kişi. salgı: [Tıp] enzim, ifraz, ifrazat,
sakil [Arp.: sâkil]: Türk Müziği’nde bir sekrasyon, beden ~sı: ifrazat,
makam. salgıbezi: [Bedenbilim] b.i., 1.) salgısını
sakin [Arp.: skn > sâkin]: 1.) durma, doğrudan kana veren iç salgı bezi, 2.)
hareketsiz olma, oturma, ikamet, iç salgı bezi.
konaklama, yerleşme, 2.) bir yerde salgın: [Tıp] ölet.
oturan, ikamet eden, oturan, Salı [İbr.: salis]: 1.) İbranice’de salis:
yerleşik, 3.) asude, dingin, rahat, üçüncü gün kelimesinden gelir, 2.)
sessiz, 4.) [S] bir erkek adı, ~ olmak: haftanın ikinci günü.
oturmak, hayat sürmek, yaşam salınım: [Fizik] raks.
sürmek, yaşamayı sürdürmek. salıverme: azat, serbest bırakma.
sakine [Arp.: skn > sâkine]: 1.) asude, salıvermek: azat etmek, serbest
dingin, rahat, sessiz, 2.) [S] bir bayan bırakmak.
adı. salih [Arp.: slh > sâlih]: 1.) doğru olma,
saklama: gizleme, örtme, setr. düzenli olma, uygun olma, uyumlu
saklama: koruma, muhafaza. olma, 2.) güzel, hoş, iyi, 3.) bir
saklı [ + lı]: gizli, hafi. Peygamber, 4.) [S] bir Müslüman ve
saklık: teyakkuz, uyanıklık. Türk erkek adı.
sako [İtl.: saco]: erkek ceketi. salim [Arp.]: 1.) dimdik, dinç, esen, iyi,
saksağan: [Kuşbilim: Pica pica] bir tür sağlıklı, sıhhatlı, zinde, 2.) [S] bir
kuş. Müslüman ve Türk erkek adı,
saksı [ÖzTür.]: 1.) çiçek yetiştirme kabı, salire [Lat.]: hoplamak, sıçramak,
2.)
[Argo] baş, kafa, kelle. zıplamak.
sal: 1.) ilkel su taşıtı, 2.) tabut, salis [İbr.]: üçüncü.
sala [Arp.: salâ]: ölümü bildiren dua, saliva [Çuv.: seleke, Trk.: selki, Tat.:
ölü duası. silegec > Lat.]: ağızdan akan tükrük,
salaca [Ark.]: ölü yıkama sehpası, ağızsuyu, salya.
teneşir. salkım [Arp.]: saptaki yemiş kümesi, ~
salacak 1 [Ark.: salaca]: teneşir, ölü ağacı: akasya,
yıkama yeri. sallama: ırgalama, sarsma.
Salacak 2 [Ark.: salaca]: İstanbul sallamak: 1.) ırgalamak, ileri geri
Üsküdar’da bir semt. itmek, sarsmak, 2.) kolunu hızla ileri
salah [Arp.]: düzelme, iyileşme, atmak, 3.) [Mecazi] atmak, uydurmak,
kurtuluş, onma. yalan söylemek.
salahiyet [Arp.]: güç, otorite, sulta, salma: 1.) [Yük] bırakma, dökme, 2.)
yetke, yetki. kuş üretme odası.
salak: ahmak, aptal, andaval, salman [Arp.]: 1.) 2.) [S] bir Müslüman
anlayşsız, ansız, aptal, avanak, bön, ve Türk erkek adı.
budala, ebleh, enayi, mankafa, salmastra [İtl.: salmastra]: 1.) saç gibi
savak. örülmüş, 2.) saç gibi örülmüş ip.
salam [İtl.: salame]: [Gıda] bir tür sucuk. salmonella [?]: [Tıp] ateşli ve ishalli
hastalık bakterisi.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 278 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

salon [Fra.: salon]: 1.) geniş oda, hol, sandal 1 [Arp.]: ayağa giyilen rahat
sofa, 2.) [Sinema, Tiyatro] büyük hol. terlik benzeri papuç.
salt: sırf, tek. sandal 2 [Rum.: ?]: ağaçtan kayık,
salta [İtl.: salto]: 1.) bir köpek duruşu, gemi ~ı: filika, büyük ~: salupa,
2.)
köpeğin arka ayakları üstüne büyük ~: barka, şilepa, ~daki
kalkması. küçük küre: boyna,
1.)
saltanat [Arp.]: hükümdarın sandal 3 [?]: [Dokuma]bir tür ipekli ve
2.)
egemenliği, egemenlik, saten kumaş,
hükümranlık. sanem [?]: 1.) büt, fetiş, idol, mabet,
saltare [Lat.]: hoplamak, sıçramak, put, 2.) tapılacan denli güzel kadın, 3.)
zırlamak. [S] bir bayan adı.
salvo [İtl.: salvo]: [Denizcilik] yaylım sanı: zan.
ateş. sanki: adeta, bayağı.
salya [Rum.: salyar & sálio: ςάλιο]: sanma: tahmin etme, umma.
ağızdan akan tükrük, ağızsuyu, sanmak: tahmin etmek, ummak,
saliva. zannetmek.
salyangoz [?]: [Hayvanbilim: ?] sanrı: halisinasyon.
sümüklüböcek. sansür [Lat.: ? > Fra.: sancure]: [Basın]
sam 1 [?]: çöl rüzgarı. devletin yayın denetimi, sıkı denetim.
Sam 2 [?]: 1.) Batılı bir erkek adı, sansür [Lat.: cenecre > Fra.: censure]:
2.)
[Samuel], B atılı bir bayan adı, yazın, basın yada medyaya
[Samanthal]. içeriğindedn dolayı yasaklama
saman [?]: ekin sapı, tahıl kalıntısı, getirme, yasaklama.
~dan ortaya çıkan: arız, iri ~: kes, santaj [Lat.: ? > Fra.: santage]: tehditle
Samaryum [Lat.: ? > Fra.: samarium: korkutma.
Cm]: ? santi [Fra.: centi]: bak. centi.
samba [Por.]: Brezilya dansı. santiar [?]: bir metre kare alan.
samg: bak. zamk. santigrad [Lat.: centum > centi + gradus
Sami 1 [Arp.: sâmi]: eski bir kavim adı. > Fra.: centigrade]: celsius ile aynı
sami 2 [Arp.: sâmi]: 1.) 2.) [S] bir erkek anlamda.
adı. santigram [Lat.: centum > centi + Yun.:
samim [Arp.]: 1.) 2.) [S] bir erkek adı. gramme > Fra.: centigramme]:
1.)
bir
samimi [Arp.]: candan, içten. ağırlık birimi, 1oo’de bir, 2.)
bir
samsa 1 [?]: 1.) 2.) [S] bir erkek adı. grama denk ağırlık, [cgr.].
samsa 2 [?]: baklavaya benzer bir tatlı. santim [Lat.: centum > centi > Fra.:
Samsun [< Rum.: Amisos, Osm.: Canik, centimme]:
1.)
Fransız parası Frank’ın
Samsun]: [55], Türkiye’de bir kent. yüzde biriydi, 2.) bir santimlik
samur [?]: [Hayvanbilim: ?] su ~u uzunkuk, [cm.].
[Hayvanbilim: ?]]: lutr. santimetre [Lat.: centum > centi + Yun.:
1.)
san: unvan. metron > Fra.: centimetre]: bir
sani [Arp.: sânî [‫]]ىناش‬: 1.) ikinci, 2.) uzunluk ölçüm birimi, 1oo’de bir, 2.)
sonra gelen, sonraki, ikincil. bir santime eşit uzaklık, 3.) bir
sanal: farazi, hipotetik, tahmini, santim, [cm.].
varsayımsal. santra [İtl.: ?]: [Futbol] başlama
sanat [?]: noktası.
sanatçı [+ çı]: artist, sanatkar. santral [?]: telefon merkezi.
sanatkar [sanat + kâr]: artist, sanatçı. sap [?]: kabza, tutak.
sanayi [Arp.: sn’a [‫ > ]عنص‬sanayi []]: sapa: ücra, merkezden uzak.
endüstri, uran. sapaklık: [Tıp] anomali.
Sancak 1 [Arp.]: sapan [?]: kuş avlama gereci, atmaca.
sancak 1 [Arp.]: 1.) alem, bayrak, 2.) sapere [Lat.]: bilmek, tanımak.
liva, 3.) [S] bayrak anlamına bir erkek sapınç: aberasyon.
adı. sapidus [Lat.]: 1.) iştah açıcı, lezzetli,
2.)
sancaktar [Far.: sancak + tar]: Alemdar, baharatlı, hoş kokulu.
bayraktutar, sancaktutar, sapiens [Yun.: sapere]: bilen, bilgili.
sancı: [Tıp] acı, ağrı, balkı, buru, saplantı: [Ruhbilim: idéfix] idefiks.
buruntu,sızı, sapma: yön değiştirme.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 279 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

saptama: belirleme, tespit etme. saten [Çin.: Tseutung > Arp.: zaytûni >
1.)
saptamak: belirlemek, tespit etmek. Fra.: satin]: Çin’in liman kenti;
sara 1: [Tıp] bir hastalık türü, epilepsi, Tseutung,
2.)
Zeytin’den, 3.) [Dokuma]
tutarık, yılbık. parlak pamuklu bir kumaş.
Sara 2 [?]: Batılı bir bayan adı. sathi [Arp.: sathî]: yüzeysel.
saraç [?]: 1.) ayakkabıcı, 2.) eyer takımı satı: satış.
satıcısı. satıh [Arp.: sth > sath [‫]]حطس‬: 1.)
Sarah [?]: Batılı bir bayan adı. dümdüz gitme, yassılaşma, yayılma,
2.)
saraka [?]: alay, istihza. düzlem, yüzey.
sarat [?]: büyük delikli kalbur. satıcı: ürün ve mal satan kişi, gezici
saray [?]: kral ~ı: bazilika. ~: ayakçı.
sardalya [?]: [Balıkçılık: ?] tirhos, ~ satın [ÖzTür.]: bedelini ödeyerek bir
yavrusu: papalana. şeyi alma.
Sardunya çiçeği: [Bitkibilim: satınalmak [ÖzTür.]: mübayaa, satın
Pelargonium] ıtır. alma işi.
sarf [Arp.: srf [‫ > ]فرص‬sarf]: 1.) a.) kafayı satır [?]: 1.) [Dilbilgisi] yan yana dizili
başka yana çevirme, değiştirme, kelimeler, 2.) büyük boyutlu bir tür
döndürme, b.) çıkarma, gönderme, bıçak,
harcama, kullanım, salma, tüketme, satış: satı.
2.)
harcama, tüketme, 3.) dilbilgisi, satir [?]: [Yazın] yergi.
gramer.~ etmek: harcamak, satis [Lat.]: kafi, yeterli.
tüketmek, satmak:
sargı: [Tıp] dar, ince, esnek şerit. satranç [Far.]: 1.) Fars, İran kökenli bir
sarhoş [Far.: ser + hôş > serhôş > Osm.: oyun, 2.) bir akıl oyunu, Çin
sarhoş]:
1.)
başı iyi, kafası iyi, 2.) satrancı: go,
ayyaş, bekri, esrik, kafası iyi, mest, satrançlı [Far. + lı]: damalı, kareli,
satsuma [?]: [Bitkibilim:] bir mandalina
sermest, çok ~: zom.
türü,
sarıca: sarıyı andıran.
sauna [Fra.]: Fin Hamamı.
sarık [?]: dolama, poşu.
sauros [Yun.]: kertenkele.
sarıkanat [Balıkçılık: ?]: büyük lüfer.
sav: [Hukuk] dava, iddia.
sarımsak: [Bitkibilim: ?] bir kültür
sava [?]: müjde, muştu.
bitkisi.
savak [?]: 1.) ahmak, aptal, andaval,
sarısalkım: [Bitkibilim: Laburnus
anagyroides]
anlayşsız, ansız, aptal, avanak, bön,
sarig: [Hayvanbilim: ?] bir tür sıçan. budala, ebleh, enayi, mankafa,
sarih [Arp. > Osm.]: açık, anlaşılır, salak, 2.) boşaltma, tahliye.
bariz. savana [Fra.]: Ekvador çayırları.
sarih [Arp.]: açık, aleni, aşikar, ayan, savaş: 1.) cenk, cihat, gaza, harp,
bariz, belli, kapalı olmayan, kesin, kutsal ~: gaza, kavga, 2.) [S] bir
meydanda, ortada. Türk erkek adı, ~ durumu [Uluslaraarsı
sarkaç: [Fizik] pandül, rakkas. Siyaset]: casus belli,
sarmal: helezoni. savaşım: çaba, efor, uğraş, mücadele
sarp [Far.]: 1.) kayalık, uçurum, savaşma: muharebe, vuruşma.
yalman, yar, 2.) [S] kayalık, uçurum, savaşmak: cenk etmek, cihat etmek,
yar anlamına bir erkek adı. muharebe etmek, vuruşmak.
sarpa: [Balıkçılık: ?] bir Akdeniz balığı. savcı: [Hukuk] iddia makamı.
sarraf [?]: kuyumcu. savruk: afal, dağınık, dandini,
sarsak: yaşlılıktan tireyen. düzensiz, karışık, şaşkın, tarumar.
sarsıntı: 1.) [Jeoloji] deprem, yer savsaklama: ihmal.
sarsıntısı, zelzele, 2.) [Ruhbilim] sadme, savsaklamak: ihmal etmek.
şok. savunma: defans, koruma, müdafaa.
sarsma: ırgalama, sallama. savunmak: müdafaa etmek.
sarsmak: 1.) ırgalamak, sallamak, 2.) savunucu: [Hukuk] avukat, müdafi.
manen kötü etkilemek, savurganlık: israf.
sasi [?]: küf kokan. say [?]: düz, yassı taş.
sataşma: musallat, tebelleş. saya [?]: iş önlüğü.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 280 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
1.)
saydam [?]: şeffaf, transparan, 2.) neden, ~ olmak: babası olmak,
3.)
[Kimya] asetat, diya, slayt. vucüda getirmek, tevlit etmek.
saygı: hürmet. sebil [Arp.]: hayır için dağıtılan su yada
saygın: itibarlı, muteber. yaptırılan çeşme, hayrat.
saygınlık: fors, haysiyet, itibar, onur, sebze [Far.]: yenilebilir otsu bitkiler,
prestij, şeref. zerzevat, yeşillik. ~ dikmek için
sayı: rakam, sayı işareti. açılan çukur: emen.
saykal [?]: bir tür cila. sebzeler [Far. + ler]: zerzevat.
sayma: 1.) sayım, sayım işi, 2.) itibar, secare [Lat.]: kesmek, parçalamak.
kadrini bilme, kıymetini bilme, seccade [Arp.]: namazlık.
muteber tutma, takdir etme. secere [Far.]: hayatağacı, soyağacı.
sayyare [Arp.]: bak. seyyare. seciye [?]: ıra, karakter, kişilik,
saymak: itibar etmek, kadrini bilmek, şahsiyet.
kıymetini bilmek, muteber tutmak, securus [Lat.]: güvenli.
takdir etmek. secus [Lat.]: aksi takdirde, başka
sayman: muhasebeci. suretle, başka türlü, olmazsa, yoksa.
saymanlık: muhasebe. seçenek: alternatif, opsiyon, seçenek,
saz: 1.) hasır otu, kiliz, 2.) ince kamış, şık.
3.)
[Müzik] bir müzik gereci. seçici: 1.) seçme işini yapan, 2.) özenli,
sazak: [Evrenbilim] kuvvetli rüzgar. ~ kurul: juri.
sazan [?]: bir tür balık, yeşil ~: tatlısu seçki: [Şiir] bir şairin tüm şiirleri,
kayası. antoloji, güldeste.
sazkar [Far.: saz + kâr, Müzik]: klasik seçkin: 1.) asil, elit, mutena, mümtaz,
müzik makamı, soylu, 2.) [S] bir Türke erkek adı.
sbennynai [Yun.]: itfa etmek, seçme: ayırt etme, tanıma.
söndürmek, yanmasını engellemek. seçmek: ayırt etmek, tanımak.
scaccarium [Lat.]: eski Roma’da seda [Arp.: sedâ]: 1.) nida, ses, 2.) [S]
gelirlerin toplandığı yer, karde masa. bir bayan adı.
scala [Lat.]: basamak, merdiven. sedan [Lat.: sedere > İng.: sedan]: 1.)
scandere [Lat.]: çıkmak, yukarı doğru oturmalı, 2.) [Otomotiv] binek araç.
çıkmak, tırmanmak. sedef 1 [Arp.]: 1.) incilerin anası, 2.)
schisein [Yun.]: ağlamak, sızlanmak. istiridye ve midyenin parlak
scindare [Lat.]: kesmek. kabukları, 3.) istirideye ve midye
scitum [Lat.]: buyruk, emir, hüküm, kabuğundan kakma biçiminde
karar. yapılan bir elsanatı, 4.) [S] incilerin
scope [Yun.: skopein > skope [σκοπία]]: anası anlamda bir bayan adı.
Batı Dilleri’nde scope; gözlem ve sedef 2 [Arp.]: [Tıp] 1.) sedef hastalığı,
incelemede kullanılan bir gereç 2.)
ciltte kabarık ve üzerinde beyaz
anlamında bir sonek.
pul biçiminde bir çeşit deri hastalığı.
scopie [Yun.: skopein> skope [σκοπία]]:
sedefotu [sedef otu]: [Bitkibilim: Ruta
Batı Dilleri’nde scope; gözlem ve
incelemede kullanılan bir gereç graveolens] bir süs bitkisi.
anlamında bir sonek. sedere [Lat.]: bir yere ilişmek,
Scotland Yard [İng.]: 1.) İngiliz çökmek, oturmak.
Emniyet Gücleri Merkezi, 2.) İngiliz sedir 1.) bir tür ağaç, 2.) divan, kanape,
Sivil İhstihbarat Örgütü, kerevet, otoman.
scribere [Lat.]: çiziktirmek, sedye [?]: teskere.
karalamak, yazmak. sefahat [Arp.: sefahât]: i., zevk
scriptus [Yun.]: yazılı, yazılmış. düşkünlüğü.
scrutari [Lat.]: araştırmak, incelemek. sefalet [Arp.]: fakirlik, yoksulluk.
scutarius [Lat.]: kalkan-taşıyan, sefalik [Yun.: kephale + ikos [κεφαλή?] >
1.)
kalkan-tutan. Fra.: cephalique [?]]: kafayala ilgili,
2.)
sebeb [Arp.]: bak. sebep. başa yada kafaya yakın olan.
sebep [Arp.: sbb [ٌ‫ > ]ﺳﺐ‬sebeb [‫]]سبب‬: sefer [Arp.]: 1.) defa, kerre, kez, 2.)
i.,
1.)
neden olma, sebep olma, yol, yolculuk, 2.) [S] bir erkek adı.
yolaçma, 2.) amil, gerekçe, etmen, seferi [Arp.: seferî]: yolculukla ilgili.
sefertası [Arp.: sefer + tası]: yolculuk
yemek taşıma kabı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 281 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

sefih [Arp.: sefahât]: s., eğlence ve zevk selüloz [Lat.: cella + osus > Fra.:
düşkünü. cellulose]: [Kimya] kağıt ve tekstil
sefil [Arp.]: ? üretiminde kulalnılan bitkilerin hücre
seher [?]: 1.) sabah vakti, gündoğumu duvarlarındaki ana madde.
vakti, tan, 2.) [S] bir bayan adı. selüloz asetat [Lat.: cella + osus &
sehpa [Far.: se + pa > sepa > se(h)pa]: 1.) acetum > Fra.: cellulose acetate]: [Kimya]
üçayak, üç ayaklı, küçük bir masa, 2.) asetat ipliği ve plastik vernik
küçük masa. üretiminde kullanılan bir selüloz
sek [Lat.: siccus > Fra.: sec]: susuz, su reçinesi.
katmadan. selüloz nitrat [Lat.: cella + osus & Yun.:
sekban [Far.: sek + bân]: Osmanlı’da nitron > Fra.: cellulose nitrate]: [Kimya]
sınır askeri. nitroselüloz.
seki [Halkdili]: bariyer, engel, ket, mani, selvi: [Bitkibilim: Cupressus sempervirens]
mania, önlem, set. sürekli yeşil olan bir çam türü, servi.
sekine [Arp.: sâkin’in çoğulu]: sakinler, sem 2 [?]: ağı, ağu, zehir.
yerleşikler, mukimler. sema 1 [Arp.: smv > ‫]امس‬: 1.) yükselme,
sekoya [Jap.: ?]: [Bitkibilim: ?] büyük yücelme, 2.) gök, 3.) [S] bir bayan adı.
orman ağacı. semahane [Arp.: sema + Far.: hâne >
1.)
sekrasyon [Lat.: se + cernere > Fra.: Far.: semahhâne]: dinleme, dinleti,
2.)
secretion]: [Tıp] ifraz, ifrazat, salgı. toplu şarkı söyleme yeri,
sekreter [Lat.: ? > Fra.: secretaire]: dervişlerin ayin yeri.
katip, yazman. sema 1 [Arp.: sm’a > semâ]: 1.) dinleme,
seks [Lat.: ? > Fra.: sex]: cinsiyet, eşey. duyma, işitme, 2.) şarkı yada türkü
seksant [?]: [Astronomi] açıölçer. dinleme, dinleti, konser.
seksek: bir çocuk oyunu. semai [Arp.: semaî]: 1.) göksel, ilahi, 2.)
seksen: 80 sayısı. halk şiiri türü, 3.) Klasik müzükte
sekseninci: 80. sırada olan. makam.
seksi [Lat.: ? > Fra.: sexie]: cinsel seman: [Tıp] diş dibinde bulunan
çekiciliği olan, madde.
sel: taşkın su. semantik [: ? > Fra.: semantique]: ?
selam [Arp.: slh > selâm]: i., 1.) barış, semaver [Rus.: samovar [самова́р]]: 1.)
hazar, huzur, sulh, 2.) benden sana 2.)
çay demlemede kullanılan, bakır,
zarar gelmez, 3.) selamlaşma, [Salam, pirinç yada başka metallerden
4.)
Shalom], Barış [kenti] Dar-u Selam, yapılma gereç.
selami [Arp.: selamî]: 1.) ? 2.) ö.i., [S] bir sembol [Lat.: ? > Fra.: symbol]: örnek,
erkek adı. simge, rumuz, timsal.
selamlık [Arp.: selâm + lik]: 1.) ? 2.) i., sembolik [Lat.: ? > Fra.: symbolique]: s.,
eski konak ve evlerde erkeklere simgesel.
ayrılmış bir bölüm. semen [Lat.]: 1.) çekirdek, tohum, 2.)
sele [?]: i., yayvan sepet. asıl, ersuyu, kaynak, mebde, menşe,
selef [Arp.]: i., öncül. meni, 3.) sperm, spor.
selek [Halkdili]: cömert, gönlü zengin. semender [?]: [Hayvanbilim: ?]
Selena [Yun.]: 1.) Yunan Mitolojisi’nde salamandra.
ay tanrıçası, 2.) Batılı bir bayan adı. semer [Rum.: samari [σαμάρι] > ? ]: 1.) ?
selika [Arp.]: 1.) ağızda güzel tat, 2.) 2.)
binek hayvanlarına vurulan yük
güzel söz söyleme. taşıma gereci, palan.
selim [Arp.]: 1.) doğru, düsrüst, 2.) semere [Arp.]: istenilen sonuç, verim.
ismetli, 3.) [S] doğru ve dürüst ve semirtme: besleme.
iffetli anlamına bir Müslüman ve Türk semirtmek: beslemek.
erkek adı. Semit [İng.: Semite]: Nuh’un oğlu >
selinon [> Yun.]: maydanoz. Shem’le ilgili olanlar, İbraniler yani
selma [Arp.]: 1.) ? 2.) [S] bir Müslüman Yahudiler.
ve Türk bayan adı, [Salma]. Semitik [İng.: semite > Fra.: Semitique]:
1.)
selofan [Fra.: cellophane]: bant Samilerle ilgili, 2.) Yahudice,
biçiminde kullanılan ve selülozdan Arapça gibi bazı dillerin bağlı olduğu
yapılmış ince, şeffaf malzeme. Sami Dili.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 282 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

sempton [Lat.: ? > Fra.: symton]: [Tıp] ser komiserlik [Far.: ser + ? > Osm.]: 1.)
araz, belirti, bulgu, ilinek. Baş Komisterlik, 2.) ?.
semt [?]: yerleşim bölgesi. sera [?]: naylon kaplı yer.
sene [Arp.: ‫]ﻩنس‬: yıl. serabellum [Lat.: cerebellum]:
senelik [Arp.: + lik]: yıllık. [Bedenbilim] bak. cerebellum.
Sen Antuan Kilisesi [Saint Anthony, St. seramik [Yun.: keramos [?] > Fra.:
Anthony, Aya Andonis]: 1906-1912, ceramique]:
İstanbul Beyoğlu’nda [Pera] bulunan serap [Arp.]: 1.) pusarık, yalgın, 2.) [S]
İtalyan katolik Kilisesi, [Saint pusarık, yalgın anlamına bayan adı.
Anthony Kilisesi]. serbest [Far.: ser + best > Osm.: serbes]:
sena [Arp.]: 1.) meth, övme, yüceltme, 1.)
başıboş, başı özgür, 2.) özgür, ~
2.)
övgü, övünme, şan, şeref, şöhret, bırakma: azat, salıverme.
~ etmek: övmek, methetmek, serdar [Far.: ser + dâr > serdâr [?]]: 1.)
yüceltmek. başı tutan, 2.) başyönetici, 3.) ? 4.) [S]
senato [Lat.: ? > Fra.: senateau]: 1.) eski bu anlmda bir erkek adı.
Roma Meclisi, 2.) üniversite yönetim serebral palsi [Lat.: cerebral palsy]:
kademesi. [Bedenbilim] bak. cerebral palsy.
senatör [Lat.: ? > Fra.: senateur]: serebrum [Lat.: cerebrum]: [Bedenbilim]
milletvekili, vekil. bak. cerebrum 2 .
sendrom [Yun.: ? + > Fra.: ?]: ? seren [İtl.: ?]: [Denizcilik] baston,
senet [Arp.: sened]: 1.) [Hukuk] belge, bumba.
2.)
yükümlülük belgesi, [Ticaret] serere [Lat.]: dahil olmak, katılmak.
borçlanma belgesi. sergen [?]: raf.
senir [?]: [Evrenbilim] iki dağ arasındaki sergerde [Far.: ser + gerde > sergerde]:
1.) 2.)
sırt. ? elebaşı.
senkron [Yun.: syn + chronos > [?] > sergi: 1.) kilim, sili, yaygı, 2.) teşhir,
Fra.: synchrone]: eşzaman. teşhir yeri, büyük ~: fuar.
senkronizasyon [Yun.: syn + chronos + sergilik: stand, stant.
? > [?] > Fra.: syncronisation]: [Teknik] serhad [Arp.]: bak. serhat.
bağlaşım, eşleme. serhat [Arp.]: 1.) hudut, sınır, 2.) [S] bir
sentaks [Yun.: syn + lassein > [?] > Fra.: erkek adı.
sintax]: [Dilbilgisi] cümle bilgisi. serhazinadar [Arp. > Osm.]: ?.
sentetik [ ? > Fra.: synthetique]: suni, serhoş [Far.: ser + hoş]: bak. sarhoş.
yapay, yapma. seri [Far.: serî]: ?
sentez [Yun.: ? + ? > [?] > Fra.: seri [Fra.: serie]: dizi.
synthesis]: bireşim. sermaye [Far.: ser + mâye > sermâye]:
sentire [Lat.]: duyumsamak, 1.)
? 2.) anamal, anapara, kapital.
hissetmek. sermayedar [Far.: sermâye + dâr]: 1.)
sepein [Yun.: ?]: bozulmak, çürümek, akçeli, paralı, para sahibi, 2.)
çürümesine neden olmak yada yol kapitalist,
açmak. serme: 1.) sermek eylemi, 2.) [Halkdili]
sepet [?]: ?, yayvan ~: sele, büyük ~: sac ekmeği.
kazevi, zembil, daldan örme ~: sermek: yaymak.
kritil, sermest [Far.: ser + mest > sermest]: 1.)
sepi [?]: [Dericilik] deriyi temizleme. kafası iyi, 2.) ayyaş, bekri, esrik,
sepici: derici, tabak, tabakçı. mest, sarhoş,
sepicilik [?]: [Dericilik] deri temizleme sermet [?]: ?
işi. seromoni [Lat.: caeremonia > Fra.:
sepilemek: [Dericilik] deriyi ceremonie]: merasim, tören.
temizlemek. serpiştirme: 1.) saçma, 2. yağmur
sequi [Lat.]: ardı sıra gitmek, izlemek, atıştırma.
peşine takılmak, takip etmek, serseri [Far.: ser + serî > serserî]: 1.) ? 2.)
yolundan gitmek. avara, avare, azade, aylak, atıl,
ser 1 : sermek eylemi. başıboş, boş, haylaz, hayta, işsiz,
ser 2 [Far.]: 1.) baş, kafa, kelle, 2.) ana, nabekar, tembel,
asal, baş, temel, 3.) baş, bey, reis, sert: berk, katı, pek.
yönetici.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 283 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

servare [Lat.]: korumak, muhafaza seyir [Arp.: syr > seyr]: 1.) dolanma,
etmek, saklamak. dolaşma, gezinme, gezme, 2.) akış,
servet [?]: ? gidiş, gidişat, 3.) gidiş-gelişi, trafik.
servi: [Bitkibilim: Cupressus sempervirens] seyirme [?]:
sürekli yeşil olan bir çam türü, selvi. seyis [?]: at bakıcısı.
servire [Lat.]: himet etmek. seyit [Arp.]: 1.) topluluğun ileri
servis [Lat.: ? > Fra.: service]: hizmet. gelenleri, 2.) [S] değerli, önemli kişi
Seryum [Lat.: Fra.: cerium: Ce]: ? anlamına bir erkek adı.
serzeniş [?]: sızıltı, sızlanma, şikayet, seyr [Arp.]: bak. seyir.
yakınma. seyrek 1 : 1.) arasıra, nadiren, 2.)
ses: çav, nida, seda, tav, ün, ~ alma aralıklı biçimde, 3.) açıklık alan,
aygıtı: diktafon, ince ~: tiz, ~in Seyrek 2 : İzmit’te Kandıra’ya bağlı bir
şiddeti: desibel, kusurlu ses: sahil kasabası,
detone, ~ birliği [Dilbilgisi]: hece, seyrekleştirme: aralama.
seyrekleştirmek: aralamak.
seslem.
seyretmek: doğrultmak, dümen
Sesbilimi: Fonoloji.
kullanmak, idare etmek, yönetmek,
seselim: [Fizik] rezonans.
sevk ve idare etmek, yön vermek.
seslem: [Dilbilgisi] hece, ses birliği.
seyrüsefer [Arp.: seyr-ü sefer]: gidiş
seslenme: çağırma, nida, ünleme.
geliş, karşılıklı gidip gelme, trafik.
seslenmek: çağırmak, ünlemek.
seyyah [Arp.: syr > seyyâr]: 1.) dolanma,
set 1 : bariyer, engel, ket, mani, 2.)
dolaşma, gezinme, gezme,
mania, önlem, seki.
gezmen, gezgin, turist.
set 2 [Lat.: ? > Fra.]: [Ticaret] takım.
seyyar [Arp.: syr]: 1.) dolanma,
seter [?]: İngiliz köpeği. 2.)
dolaşma, gezinme, gezme,
setr [Arp.]: gizleme, örtme, saklama, 3.)
hareketli, portatif, mobil, açıkta
setr-ül avret: mahrem yerlerini
satış, işporta.
örtme.
seyyare [Arp.: syr > sayyâre [‫]]ﻩراﯼس‬: 1.)
sevab [Arp.]: bak. sevap.
dolanma, dolaşma, gezinme, gezme,
sevap [Arp.: sevâb]: ~ çeşmesi: 2.)
gezegen, planet, 3.) araba, taşıt,
hayrat, sebil. 4.)
[S] gezegen anlamına bir bayan
severus [Lat.]: haşin, sert, şiddetli. adı.
sevgi: 1.) aşk, muhabbet, sevgi, 2.) [S] sezen: 1.) ? 2.) [S] bir Türk bayan adı.
bir bayan adı. sezer: 1.) ? 2.) [S] bir Türk erkek adı.
sevgili: canan, manita, yar, sezgi: 1.) ?2.) [S] bir Türk erkek adı.
sevi: aşk, sevgi,
sezgili: ? ~ kişi: anlayışlı, arif,
Sevil: bir bayan adı.
sezgin: 1.) ? 2.) [S] bir Türk erkek adı.
sevilen: ~ kimse: ahbap.
Sezyum [Lat.: > Fra.: cesium: Cs]: ?
sevimli: cici, şirin. sfensk [Mısır]: isfenks, kadın başlı aslan
sevimsiz: kötü, madara. heykeli.
sevimsizlik: antipati. sfer: bak. sphere.
sevinç: 1.) şenlik, şetaret, 2.) [S] şenlik, Sha [Rus.]: Rus Abecesi’nin 24. harfi,
şetaret anlamına bir bayan adı, [Ш, ш].
[Şetaret].
Shta [Rus.]: Rus Abecesi’nin 25. harfi,
sevinçli: neşeli, rad, şad, şakrak. [Щ, щ].
seviye [Arp.]: düzey, kirat. sıbyan [Arp.: sıbyân; sabi’nin çoğulu]: ç.i.,
seviyeli [Arp. + li]: düzeyli. küçük çocuklar, [Sıbyan Mektebi].
seviyesiz [Arp. + siz]: düzeysiz,
sıcak: çok ~: haşlak, kaynar.
sevk ve idare etmek: doğrultmak,
sıcaklık: 1.) hararet, ısı, 2.) yakınlık.
dümen kullanmak, idare etmek,
seyretmek, yönetmek, yön vermek. sıçan: fare, bir tür ~: sarig, büyük ~:
sevtab: bak. sevtap. keme.
sevtap [?]: 1.) ? 2.) [S] bir bayan adı. sıfat 1 [?]:
seyahat [Arp.]: gezi, turizm, yolculuk. sıfat 2 [?]: [Dilbilgisi] 1.) belirteç, 2.) sıfat
seyelan [?]: [Fizik] akı. cinsinden olan, belirleyici, [Adjective].
sıfat-fiil: [Dilbilgisi] ortaç , [?].
sıfır [Arp.: sıfr]: 1.) boşluk, yokluk, 2.)
Matematik’te sıfır (0) sayısı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 284 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

sıfr [Arp.: ? >]: boşluk, yokluk. rah, sefer, tarik, yol, ~ köprüsü:
sığınma: iltica. i.t., [İslam]
1.)
Ahire’e gidişte
sığınmacı: mülteci. geçilecek yol, 2.)
[Mecazi] zorlu bir
sığınmak: iltica etmek. evre, zor zaman.
sığır: büyükbaş hayvan, davar, mal, sırça [ÖzTür.]: cam, ~ köşk: camdan
erkek ~: öküz, su ~ı: camış, manda, köşk,
~ satıcısı: besici. sırf [Arp.: sfr [‫]]فرص‬: 1.) a.) bakışını
sığırgözü: 1.) [Bitkibilim: Arnica Montana] kaçırma, çevirme, döndürme, b.)
arnik, mastı çiçeği, 2.) bak. arnik. çıkarma, gönderme, harcama, salma,
sığırtmaç: çoban. tüketme, 2.) saf, katıksız, mutlak, 3.)
sığla [Rum.: ?]: [Bitkibilim: Styrax] günlük sadece, salt, tek.
ağacı. sırılsıklam: çok yaş, yamyaş.
sıhhat [Arp.: shh [ٌ‫ > ]ﺻﺢ‬sıhhat [‫]]تحص‬: sırlar [Arp. + lar]: esrar, gizler,
1.)
doğru olma, esenli olma, iyi olma, sırma [?]: 1.) ? 2.) [Askeriye] rutbe
sağlıklı olma, 2.) esenlik, iyilik, sağlık, gösteren şerit.
zindelik. Sırp [Srp.]: Güney Slav ırkı, [Sırpska,
sıhhatlı [Arp.: shh [ٌ‫ > ]ﺻﺢ‬sıhhat [‫ ]تحص‬+ Serb], [Jugo + slavia: Yugoslavya].
lı]: dimdik, dinç, esen, iyi, sağlıklı, Sırp Abecesi:
salim, zinde. Sırp Sayıları:
sık: 1.) çok rastlanan, 2.) aralıksız. sırt: 1.) bir şeyin üstü, 2.) bedenin arka
sıkı: kesif, kompakt, tıkız, yoğun. tarafı, 3.) [Coğrafya] tepe üstü, iki
sıkıdüzen: b.i., disiplin, idare, dağa arasındaki ~: senir.
yönetim, zapturapt. sırtlan: [Hayvanbilim:?]
sıkılma: bıkma, gına, usanma. sıska: çok zayıf ve kuru.
sıkılmak: bıkmak, usanmak. sıtma [?]: [Tıp] malarya.
sıkıntı: 1.) bun, eziyet, gaile, güçlük, sıtmaağacı: [Bitkibilim: Eucalyptus] 1.)
meşakkat, sıkıntı, zahmet, zor, 2.) okaliptüs, 2.) bataklık ve sulak
keder, ıstırap. alanların kurutulması için dikilen ve
sıklet [Arp.: skl]: 1.) ağır olma, 2.) büyük oranda su emen ve suyla
ağırlık. gelişen bir ağaç türü.
sıla: doğup büyünen yer. Başka yere sıva: duvardaki ince harç, duvara
gidince sözedilir. vurulan son kat tabaka, ~ aracı:
sınama: deneme. mala,
sınamak: denemek, tecrübe etmek., sıvacı: sıva işi yapan işçi yada usta.
sınav: imtihan, test.
1.) sıvı: akıcı, likit, mayi, kokulu ~:
sınıf [Arp.: snf]: ayrıştırma,
bağlama, bölümle, 2.)
aşiret, esans, ~ çekme aracı: tulumba,
kategori, tür, zümre, 3.) [Budunbilim] koyulaşmış ~: pıhtı, ~ ölçme
klas, 4.) [Eğitim] derslik. birimi: litre,
sınıflama [Arp. + lama]: klasman. sıvılaşma: erime.
sınır: 1.) uç, limit, 2.) hudut, serhat, ~ı sıvılaşmak: ergimek.
geçme izni: lesepasi, ~ nişanı: ara, sıvıyakıt: akaryakıt, fuel oil.
sızı: acı, ağrı, balkı, sancı.
~ları içine almak: kapsamak.
sızıltı: serzeniş, sızlanma, şikayet,
1 1.) yakınma.
sır [Arp.: srr [ٌ‫ > ]ﺳﺮ‬sırr]: esrar, giz, sızlanma: serzeniş, sızıltı, şikayet,
2.)
gizlilik. yakınma.
sır 1 [Arp.: sirr]: 1.) toprak kaplar sibel [?]: 1.) ? 2.) [S] bir bayan adı.
üzerine sürülen cila, 2.) ayna arkasına Sibernatik [Yun.: kybernetes > Fra.:
sürülen gümüş sıvı. cybernatique]: elektronik bilgisayar ve
sıra: dizi, saf. insan sinir sisteminin karşılaştırmalı
sıradan: adeta, adi, alelade, amiyane, incelenmesi bilimi.
basit, bayağı, olağan, 2.) rutin, siccus [Lat.]: kuru, susuz.
sıralaç: dilbent, klasör. sicim [?]: fiber, ip, iplik, kınnap, lif, tel,
sırat [Arp.: [‫]]طارص‬: 1.) dar ve geçilmesi tire.
zor yol, 2.) [İslam] bu dünya ile diğer sidere [Lat.]: oturmak.
dünya arasında geçiş yolu, 3.) cihet,

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 285 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

sidik [?]: çiş, idrar, üre, ~ asidi tuzu: sille [Çuv.: sille > Far.: sili]: sili, şamar,
ürat, torbası [Tıp]: mesane, şaplak, tokat.
Siemens [Alm.]: 1.) bir Alman ismi, 2.) sim 1 [Far.: sîm]: 1.) gümüş, 2.) gümüş
bir Alman firma adı ve markası. renginde iplik, 3.) gümüş gibi
sigara [?]: dumanlanmak için ince parlayan.
kağıda sarılmış, iyi kesilmiş ve sima [Arp.: simâ]: çehre, ru, surat, yüz.
yuvarlanmış tütünden içecek, içilmiş simadi [Yun.: ςημάδi]: belirti, im, işaret,
~ atığı: izmarit. izlek.
Sigma [Fen.: Şin [Shin] > Yun.: [σῖγμα & simbal [Yun.: kymbe [?] > Fra.: cymbale]:
σίγμα]]:
1.)
Yunan Abecesi’nin . harfi, [Müzik] büyük zil.

[Σ, σ, ς), 2.) [Fizik, Mateamtik] , 3.) simge: amblem, arma, işaret, özel
toplama işareti, işaret, remiz, rumuz, sembol, temsili
signare [Lat.]:
1.)
damgalamak, resim.
kurşunla mühürlemek, mumla simgesel: remzi, sembolik, temsili.
mühürlemek, mühürlemek, 2.) similare [Lat.]: -eye benzetmek, ile
işaretlemek. aynısına dönüştürmek.
signum [Lat.]: 1.) damga, mühür, simile [Lat.]: aynı, aynısı, benzer, eş.
damgalı mum, 2.) belirti, işaret. simit [Arp.: semîd]: halka biçiminde bir
sigorta [İtl.: ?]: 1.) güvence, 2.) [Ticaret] pasta.
taşınana yada durağan malların simul [Lat.]: 1.) birlikte, hepberaber,
güvence altına sokulması, 3.) [Elektrik] hep birlikte, 2.) aynı zamanda.
elektrik devresinin güvenlik kutusu, simya [Arp.: sîmyâ]: 1.) büyü, sihir, 2.)
Sih: Hintli bir ulus. alşimi.
sihhatli [Arp. + lı]: esen, iyi, sağlıklı, simyager [Arp.: sîmyâ + Far.: ger > Far.:
salim. sîmyâger]: simyacı.

sihir [Far.]: afsun, füsun, bağı, büyü. sin 1 [Ark.]: gömüt, kabir, lahit,
sihirbaz [Far.: sihir + bâz]: büyücü, makber, mezar.
cadı, hokkabaz, ilisyonist. sin 2 [Arp.: sinn]: ihtiyar, kocamış,
sihirli [Far. + li]: büyülü, füsun, yaşlı.
Siirt [Esart, Sairt, Siirt, Siird, Sür.: Se'erd > sinameki [?]: mızmız.
Sert]: [56], Türkiye’de bir kent. sinan [Arp.]: 1.) 2.) Mimar Sinan; Osmanlı
sikera [Yun.]: sarhoşluk, mestolma. İmparatorluğu’nda ünlü bir mimar, 3.)
sikke [?]: madeni para. [S] bir erkek adı.

siklamen [Yun.: kyklaminos > Fra.: sinara [Yun.: ? > İtl.: ?]: [Denizcilik]
cyclament]: [Bitkibilim: Cyclamen] büyük zoka.
buhurumeryem çiçeği, kuzukulağı, sinarit [?]: [Balıkçılık: ?] İzmaritgillerden
tavşankulağı. bir balık.
siklon [Yun.: kyklon > Fra.: cyclone]: sine [Far.]: gögüs, sadr.
[Evrenbilim] alçak basınç merkezi sinek [?]: zararlı bir böcek, ~ ilacı: flit,
çevresinde dolanan şiddetli bir ~ türleri: Atsineği, Çeçe, Elmasineği,
fırtına. Karasinek, Sivrisinek,
silah [?]: bir saldırı aracı, ~ta çap: Sinem [sine + m]: bir bayan adı.
sinema [Yun.: kinēma > Fra.: cinema]: 1.)
kalibre, ~ın parçaları: dipçik, gez,
hareketli resim, 2.) hareketli filmlerin
namlu, tetik, yiv.
gösterildiği yer, ~ eseri: film, ~
silahlı [?]:
silahsız [?]: sanatçısı: artis, star, da benzer:
Silahtar [silah + Far.: târ]: dublör, ~ çekimi: plan.
sili [Çuv.: sille > Far.: sili & sille]: sille, sini [Far.]: büyük tepsi.
şamar, şaplak, tokat. sinir [Arp.]:
sili: kilim, yün yaygı. Sinirhastalıkları: Asabiye, Nöroloji.
silindir [Yun.: kylindein > Fra.: cylinder]: sinirler [Arp. + ler]: asap,
1.)
geometrik bir biçim, 2.) bir sinirli [Arp. + li]: asabi.
motorun piston odası. sinirli: 1.) asabi, çabuk sinirlenen, 2.)
3.)
Silisyum [Lat.: > Fra.: silicium: Si]: ? [et] siniri bol, yemesi zor, azanvur,
silkmek: 1.) sallamak, sarsmak, 2.) iriyarı, irikıyım.
tozunu atmak. sinis [Lat.]: küller.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 286 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

sinizm [Yun.: kyon > Fra.: cynisme]: sistere [Lat.]: 1.) ayağa kaldırmak,
insanların hareket ve ayakta tutmak, kalkmasına yardım
davranışlarındaki içtenliğe etmek, yardımcı olmak, 2.) yerini
inanmama. belirlemek.
sinonim [?]: eş anlamlı. sit 1 [Arp.]: şan, şöhret.
Sinop [Antik: Sinope, Sinova > Rum.: sit 2 [Arp.]: 1.) gürültü, patırtı, şamata,
2.)
Sinopes [Σινώπης], Sin, Osm.: ?]: [57], gürültücü.
Türkiye’de bir kent. sit 3 [Arp.]: hanımefendi.
sinsi: gizli, kurnaz, sinsi. sit 4 [Arp.]: altı.
sintine [İtl.: ?]: [Denizcilik] gemide alt sit 5 [Lat.: situs > Fra.: site]: 1.) alan,
bölüm. konum, mahal, saha, yer, 2.) koruma
sinus 1 [Lat.]: eğiri, eğrilmiş şey, kavis, alanı, [sit alanı].
kıvrım. sitare [Arp.: esâtir]: 1.) burç, star,
sinüs 2 [Lat.: sinus + > Fra.: sinuse]: 1.) yıldız, 2.) [E] bu anlamda bir bayan
eğiri, eğrilmiş şey, kavis, kıvrım, 2.) adı, [Burcu, Yıldız].
[Bedenbilim] yüzdeki kemik boşlukları, sita [Far.: sitâ]: methetmek, övmek,
3.)
[Trigonometri] Merkezi orjin olan bir sena etmek.
birim yarıçaplı çember üzerindeki bir sitayiş [Far.: sitâyiş]: 1.) övgü, sena, 2.)
noktanın y eksenine göre celal, haşmet, ihtişam, izzet,
koordinatıdır. parlaklık, şaşaa.
sinüzit [Lat.: sinus + Yun.: itis > Fra.: site [Fra.: cité]: abad, abat, bol, il,
1.)
sinusite]: boşluk iltihabı, 2.) [Tıp] kent, medine, polis, şehir, vilayet.
çene, alın ve şakak kemikleri içinde sitem: üzüntüsünü kibarca belirtme, ~
bulunan ve buruna açılan içleri hava sözü: kerata.
dolu boşlukların, sinüslerin sitil [Halkdili]: su kovası.
iltihaplanması sonucu ortaya çıkan Sitoloji [Yun.: kytos + logia > Fra.:
bir hastalık. cytologie]: hücrelerle uğraşan
sipariş [?]: ısmarlama, ~ etmek: bilimdalı.
ısmarlamak. sitos [Yun.]: gıda, yiyecek.
siren [?]: canavar düdüğü. sitrik [Lat.: citrus + Yun.: ikos > Fra.:
siriş [Far.: sirîş]: 1.) [Bitkibilim: ?], 2.) citrique]: [Kimya] turunçgillerdedn elde
unundan tutkal, yapıştırıcı yapılan bir edilen bir tür asit.
bitki. situs [Lat.]: alan, konum, mahal, saha,
sirk [Lat.: circus > Fra.: cirque]: palyaço, yer.
akrobat ve eğitimli hayvanların Sivas [Talavra, Megalapolis, Karana, Diyapolis,
geçtiği ve gösteri yaptığı bir eğlence Rum.: Sebastopolis > Sebastia]: [58],
çadırı. Türkiye’de bir kent. Osmanlılar’dan
sirke [?]: 1.) üzüm ekşimesi, 2.) önce kentin Grekçe adının anlamı
bozulmuş şarap, 3.) bit yumurtası. “saygın kent”miş.
sirkülaston [Lat.: ? > Fra.: circulation]: sivil [Lat.: civis > Fra.: civile]: 1.)
1.)
dolanım, dolaşım, 2.) [Ekonomi] vatandaşlıkla ilgili, 2.) medenileşmiş,
tedavül, uygarlaşmış, 3.) askeri, dini ve
sirküler [Lat.: ? > Fra.: circuler]: [Hukuk] devletle ilgili konularla ilgisi olmayan
genelge, tamim. vatandaşlar.
siroz [Yun.: kirrhos + osis > Fra.: cirose, sivilce: [Tıp] çakma, iltihaplı ~: akne.
1.)
cirrosis]: koyulaşma hali, 2.) [Tıp] sivrisinek: bir tür ~: anofil.
bağ dokuların aşırı oluşumunun siyah: arap, kara, negatif.
belirlediği bozulmuş bir karaciğer siyanid [Lat.: ferrum + Yun.: >
rahatsızlığı. ferrocyanide > İng.: cynanide]: [Kimya]
sirrus [Lat.]: saçakbulut. 1.)
oldukça zehirli, beyaz kristalin bir
sis: duman, is. bileşen, 2.) siyanür.
sisli: dumanlı, puslu. siyanür [Yun.: kyansos [?] > Fra.:
sismogram [Yun.: ? + gramme > Fra.]: cyanure]: [Eczacılık] hidrosiyanik asit ve
deprem yazar. bu asitten türeyebilen metal
sistem [Yun.: syn + (h)istanai > Fra.: tuzlarının genel adı olup, çok etkili
1.) 2.)
system]: öğretiler bütünü. bir zehirdir.
siyasal [Arp. + sal]: politik, siyasi.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 287 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

siyaset [Arp.: siyâset]: politika. Sofya 1 [Rum.: sophia: ?]: düşünce.


siyasetçi [Arp.: siyâset + çi]: politikacı. Sofya 2 [Yun.: sophia: ? > Bul.: ?]:
siyasi [Arp.: siyâsî]: politik, siyasal. Bulgaristan’ın başkenti, [Sofia, ].
skala [Lat.: scala > İtl.]: gösterge soğan: [Bitkibilim: ?] ~ı doğrama:
çizelgesi, gösterge, barem. çentme.
Skandiyum [Lat.: ? > Fra.: scandium: soğukkanlılık: itidal.
Sc]: ? soğurma: absorbe, emme, mas.
skaphe [Yun.: σκάφος]: bot, kayık. soğurmak: absorbe etmek, emmek,
skeç [İng.: sketch]: kısa oyun. mas etmek.
skeletos [Yun.]: katılaşmış, sohbet [Arp.: shb > ‫]تبحص‬: 1.)
kemikleşmiş, kurumuş, kavrulmuş. arkadaşlık yapma, yarenlik etme,
skeletos [Yun.]: kurumuş. yolculuk yapmak, 2.) muhabbet,
skellein [Yun.]: kurumak. söyleşi.
skelos [Yun.]: bacak. soket [Lat.: soccus > Fra.: sockette]: 1.)
skeuophylakion [Yun.: + > ?]: hazina a.)
içerlek çey, b.) evde giyilen ayyabı,
dairesi. c.)
yünlü çorap, 2.) [Giyim] kısa çorap,
ski [Fra.]: 1.) kar kayağı, 2.) kayak, 3.)
[Elektrik] fiş yuvası.
kızak. sokum: lokma.
skif [İng.: skiff]: [Denizcilik] dar yarış sol 1 : 1.) sağın tersi, 2.) [Siyaset] sol, 3.)
kayığı. Müzik Abecesi Nota’da 5. ses,
skizo [Yun.]: bak. schisein. sol 2 [Lat.]: Latince’de sol-; 1.) güneş
skleros [Yun.]: berk, kavi, sert. anlamında önek & sonek, 2.) aftap,
skleros [Yun.]: sert, zor. afitap, beyza, güneş, helio, şems.
skop [Yun.: skopein > skope [σκοπία]]: solak: sol elini kullanan.
bak. scope. solari [Lat.]: kederini hafifiletmek,
skope [Yun.: skopein > skope [σκοπία]]: üzüntüsünü azaltmak, teselli etmek.
bak. scope. solere [Lat.]: alışmak.
skopein [Yun.]: bakmak, görmek, solidus [Lat.]: birleşik, bütün, katı,
zilemek, seyretmek. sağlam, sıkı, som, pek, tüm, tam,
skopos [Yun.]: 1.) bekçi, gözcü, 2.) yoğun.
izleyici, seyirci. sollicitare [Çuv.: sille, Trk.: selkindirmek,
skor [İng.: score]: bitirme, bitiş, final, Tür.: silkmek > Lat.]: sallamak,
hitam, netice, nihayet, son, sonuç. sarsmak.
slalom [?]: bir kayak yarışı. solo 1 [Lat.]: tek başına, yalnız.
slayt [?]: 1.) ? 2.) diya, diyapozitif, solo 2 [Lat.: solus > İtl.: solo]: 1.) tek
saydam. kişilik, yalnız, 2.) bir kişilik müzik,
slip [?]: küçük deniz mayosu. solucan [ÖzTür. ?]: bağırsak kurdu, ~
slogan [?]: propoganda sözü. ba kurdu: [Tıp] askarit.
smaragdos [Yun.: ?]: ? soluk: 1.) nefes, ~ borusu: trake, 2.)
smirys [Yun.: ?]: ?
rengi kaçık, beyazlaşmış.
smokin [?]: atlas yakalı giysi.
solungaç [YTür.: solumak]: i.,
snop [İng.]: züppe.
[Yaşambilim] galsame.
soba [Mac.: szoba]: 1.) oda, 2.) ısıtma
solunum [YTür.: solumak]: i., teneffüs.
gereci, ısıtıcı, mutfak ~sı: kuzine. solus [Lat.]: tek başına, yalnız.
socius [Lat.]: ahbap, arkadaş, ahbap, solvere [Lat.]: çözmek, gevşetmek.
nedim, refik, yol arkadaşı, yoldaş. som [Kir.]: 1.) ham demir, 2.) içi dolu
soda [?]: bir içecek. olan [som altın].
Sodyum [Lat.: Fra.: Na]: ? soma 1 [Yun.: suma]: beden, vücut.
sof [?]: [Dokuma] yünlü bir kumaş. Soma 2 [Rum.: suma]: Manisa’ya bağlı
sofa [?]: hol, salon. bir ilçe.
sofia [Yun.: ?]: 1.) düşünce, fikir, 2.) [S] somaki: bir tür mermer.
Batılı bir bayan adı. somata [?]: badem şerbeti,
sofistike [Lat.: ? > Fra.: sophistiqué]: some [Yun.: soma]: Yunanca ve Batı
girift, karmaşık, Dilleri’nde some-; beden, vücut,
sofra [?]: 1.) ağaçtan yemek yenilen, biçimveren alamına gelen bir sonek.
dairemsi bir gereç, 2.) yemekle ilgili, somnus [Lat.]: uyku.
sofu [?]: dini yani güçlü. somon: [Balıkçılık] bir tür balık.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 288 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

somun [?]: 1.) [Teknik] civata, ~ sosyal [Lat.: socius > Fra.: social]:
anahtarı: kurbağacık,, 2.) ekmek, toplumsal.
somurtkan: asık. Sosyoloji [Lat.: socius + Yun.: logias >
somurtma: yüzünü asma. Fra.: sociologie]: Budunbilim.
somurtmak: yüzünü asmak. sote [Fra.: ?]: bir et yemeği.
son: 1.) ahir, bitirme, bitiş, final, soucier [Lat.]: 1.) ihtimam göstermek,
2.)
hitam, netice, nihayet, skor, sonuç, özen göstermek, bakmak,
2.)
epilog, hatime, sonsöz. ilgilenmek.
sonare [Lat.]: 1.) derinliğini ölçmek, 2.) soura [Yun.]: kuyruk.
birisini anlamaya çalışmak. sovhoz [Rus.]: tarım işletmesi.
sonat [İtl.: ?]: i., 1.) ? 2.) [Müzik] bir soy [?]: 1.) döl, evlat, 2.) ırk, sop,
müzik eseri çeşidi. sülale.
sonbahar: i., gazel, hazan. soya [?]: [Bitkibilim: ?] fasulyeye benzer
sonda [? > Fra.: sonda]: i., 1.) ? 2.) bir bakliyat.
[Teknik] derinlik ölçme aleti. soyağacı: geneoloji, hayatağacı,
sondaj [? > Fra.: sondage]: i., 1.) ? 2.) secere.
[Teknik] derinlik ölçme işlemi. soydaş: türdeş.
Soner [son + er]: bir erkek adı. soyka [?]: ölünün giysileri.
sonsöz: i., epilog, hatime, son. soylu: asil, elit, mutena, mümtaz,
sonsuz: s., ebedi, ~a dek: ilelebet, seçkin.
ilanihaye, sürgit. soyluluk: asalet.
sonsuzluk: i., ebed. soytarı [?]: kaşmer, maskara, soytarı,
sonuç: i., bitirme, bitiş, final, hitam, şeytan.
netice, nihayet, skor, son, başarısız soyut: manevi, tinsel.
~: fiyasko, istenilen ~: semere, Soyuz [Rus.: soyuz [Союз]]: 1.) birlik, 2.)
Rus uzay aracı ve bıununla ilintili
verim.
diğer isimlendirmeler.
sonuçsuz: i., akim.
sömestr [Fra.: semester]: 1.) yarıyıl, 2.)
sonuçsuzluk: akamet, kısırlık.
[Eğitim] dönem.
sonus [Lat.]: gürültü, ses, seda, nida.
sömürme: istismar.
sop [?]: ırk, soy, sülale.
söndürme: itfa.
sopa: 1.) dal, değnek, 2.) [Mecazi]
söylem: nutuk, retorik.
dayak, dövme, kötek, kalın ~:
söyleme: ifade, karşı ~: itiraz,
değnek, matrak.
söylemek: ifade etmek.
sophia [Yun.]: düşünce, fikir, görüş.
söylence: efsane, mitos.
soprano [İtl.]: kadında en ince ses.
söylenti: rivayet.
sorbere [Lat.]: 1.) zevk duyarak, dodya
söyleşi: mülakat, röportaj.
doya seyretmek yada izlemek, 2.)
söylev: hitabe, nutuk.
içine sindirmek.
söz: 1.) kelam, laf, lakırdı, örnek
sorgu: sual, soru.
sorguç [?]: ? alınacak ~: mesel, [darbı mesel],
sormaca: anket. üstü kapalı ~: imalı, güzel ~
soror [Lat.]: kızkardeş. söyleme: selika, üstü kağalı ~:
sors [Lat.]: 1.) birçok, çok miktar, 2.) ima, kinaye, 2.) vaat, ~ünden
kısım, nevi, parça, tip, 3.) hisse, pay, dönmek: caymak, 3.)
[Sosyal]
katılım. evlenmeyle ilgili, ~ kesme: evlenme
sorti [Fra.: sortie]: çıkış. için bağlanma, ~ kesmek: evlenme
soru: sorgu, sual.
için bağlamak, ~ söyleme sanatı:
sorun: 1.) mesele, problem, 2.) dert,
tasa. hitabet, örnek alınacak ~: mesel,
soruşturma: tahkik. saçma ~: yave, asılsız ~: safsata,
soruşturmak: tahkik etmek, tetkik sözcük: kelime.
etmek. sözgelimi: diyelimki, örneğin, mesela,
sos 2 [Lat.: salsa > Fra.: sauce]: 1.) salça, sözleşme: anlaşma, antlaşma, ahit,
2.)
domates, baharat vb şeylerden akit, antant, kontrat, mukavele,
yapılan bir tür karışım. mutabakat, pakt, ~ yapmak:

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 289 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
1.)
anlaşmak, antlaşmak, ahit yapmak, spoliare [Lat.]: elbiselerini
akdetmek, pakt yapmak, çıkartmak, soymak, 2.) soyunmak, 3.)
sözleşmek: kararlaştırmak. kabuğunu çıkartmak.
sözlü: evlenme için bağlanmış. spongos [Yun.]: sünger.
sözlük: kamus, lügat, büyük ~: spor 1 [Fra.: des (dis) + porter > sport]:
kamus. beden hareketleri.
Sözlükbilim: Leksikoloji. spor 2 [Yun.: spora > Fra.: spore]: 1.)
spalla [Lat.]: omuz. çekirdek, tohum, 2.) asıl, ersuyu,
spargere [Lat.]: 1.) su çıkmak, su kaynak, mebde, menşe, meni, 3.)
kaynamak, 2.) dağıtmak, saçmak, semen, sperma, 4.) [Yaşambilim] sporlu
yaymak. bitkiler.
spasmos [Yun.]: kasınç, kasılma. spora [Yun.]: 1.) çekirdek, tohum, 2.)
spazm [Yun.: spasmos [?] > Fra.: asıl, ersuyu, kaynak, mebde, menşe,
spasme]:
1.)
ani, içten gelen kas meni, 3.) semen, sperma.
kasılması, 2.)
çekme, çekilme, spot [Hol. > İng.: spot]: 1.) renk ve biçim
kasılma, kasınç, 3.) [Tıp] kasların olarak diğer yerlereden ayrı bir yer,
2.)
kasılması. nokta, 3.) [Piyasa] anında ve yerinde
specere [Lat.]: bakmak, görmek. alım, 4.) [Elektrik] stüdyo lambası.
sped [?]: spedisyon, taşımacılık, sprint [İng.]: [Spor] atak.
transport. St. Jean Şövelyeleri: St.Jean
spedisyon [Fra.: spedition]: sped, Hastabakıcıları Tarikatı, Kıbrıs
taşımacılık, transport. Şövalyeleri, Malta Şövalyeleri, Rodos
speira [Yun.]: dairesel, kıvrım, Şövalyeleri olarak da bilinir, 11.
yuvarlak. yüzyılda kurulmuş bir Hiristiyan
spekülatör [Lat.: ? > Fra.: speculateur]: şövalye tarikatı.
afersit, dalavereci, dolandırıcı, stabil [Lat.: stabilis > Fra.: stabile]:
vurguncu. dengeli, durağan, sabit.
sperare [Lat.]: beklemek, ummak, stabilis [Lat.]: dengeli, durağan, sabit.
ümüt etmek. stabilize [Lat.: ? > Fra.: stabilizé]:
sperm [Yun.: sperma > Fra.: sperme]: 1.) sağlamlaştırılmış.
asıl, ersuyu, kaynak, mebde, menşe, stabulari [Lat.]: 1.) ahır, 2.) ahırdaki
meni, 2.) semen, spor. atlar.
sperma [Yun.]: 1.) çekirdek, tohum, 2.) stadyum [Yun.: ? > Fra.: stadium]:
asıl, ersuyu, kaynak, mebde, menşe, futbol sahası,
meni, 3.) semen, spor. stand [İng.]: sergilik.
sphaire [Yun.: [σφαιρα]]: 1.) alan, dünya, stao [Yun.]: büyük bir yapının kapısı
gök, küre, saha, sema, 2.) küre önündeki sütüunlu bölüm, portiko,
biçimini verme. revak.
sphalein [Yun.: sphálein [σφαληίν]]: star [İng.]: 1.) yıldız, 2.) artis, sinema
çökmek, göçmek. sanatçısı.
sphere [Yun.: sphaire [σφαιρα] > İng.: stare [Lat.]: 1.) hareketsiz, kıpırtısı
sphere & Fra.: sphère]: Fransızca’da durmak, 2.) dayanmak, katlanmak,
sphère; & İngilizce’de sphere;
1.)
alan, tahammül etmek.
dünya, gök, küre, saha, sema,
2.)
küre start [İng.]: [spor] çıkış, depar.
biçimini verme anlamına bir sonek. stat [Yun.: > Fra.: ?]: futbol sahası,
sphysein [Yun.]: atmak, çarpmak, statik [? > Fra.: staticque]: [Fizik] duruk,
vurmak, zonklamak. durağan.
spilla [Lat.]: damla, katre. statikos [Yun.]: durmasına neden olan.
spiral [Yun.: speira > Fra.: spirale]: 1.) statuere [Lat.]: ayarlamak, belirmeke,
dairesel, heliks, helis, helozani, dondurmak, katılaştırmak, koymak,
spiral, yay biçimli, 2.) [Teknik] helozoik pekiştirmek, yerleştrmek.
yay, 3.) gebeliği önleyen araç. statü [Lat.: ? > Fra.: statu]: 1.) durum,
spirare [Lat.]: 1.) hava, nefes, 2.) hava karakter, kişilik, şahıs, tip, 2.) durum,
almak, havalanmak, nefes almak, pozisyon,
soluklanmak, solumak. stazein [Yun.]: akmak, damlamak,
sızmak.
stella [Lat.]: yıldız.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 290 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

stellein [Yun.]: 1.) bırakmak, koymak, ~: salamura, ~ birikintisi: kaklık, ~


2.)
çıkarmak, göndermek, yaymak. kabı: şişe, ~ cambazı: abbaz.
step 1 [Rus.: stepe [степь] > Fra.: steppe]: suad [Arp.]: bak. suat.
1.)
ağaçsız düzlük, 2.) bozkır, pampa. sual [Arp.: s’el [‫ > ]لءس‬sual [‫]]وسال‬:
step 2 [İng.]: adım, aşama, etap, sorgu, soru.
merhale. suare [Fra.: soiré]: [Sanat] sinema yada
stepne [Fra.]: yedek lastik. tiyatroda gündüz bölümü,
stereos [Yun.]: katı, sert. suat [Arp.: suad]: 1.) 2.) [S] bir erkek
steril [Lat.: ? > Fra.: sterile]: [Tıp] adı.
mikroptan arınmış. suavis [Lat.]: tatlı.
steroid [Lat.]: subasman [Fra.: sou + bassement >
stetoskop [Yun.: ? + skope > Fra.: soubassement]:
1.)
temelüstü, 2.) [Yapı]
stetoscope]: [Tıp] kalbi dinleme gereci. yapılarda bodrumüstü kat.
sthenos [Yun.]: güç, kuvvet. subay: [Askeri] 1.) askerlikte rutbe, 2.)
stichos [Yun.]: dize, sıra. zabit, üst ~ lar: ümera,
stigma [Yun.]: işaret.
Subilimi: Hidroloji.
stigsein [Yun.: στιγσηίν]: batmak,
sucare [Lat.]: buluşmak, birleşmek,
delmek.
katılmak, birleştirmek, bağlamak.
stikhos [Yun.]: dize, mısra, sayır, satır.
sucu: saka.
stiks [Yun.]: dize, mısra, sayır, satır.
sucuk: kurutulmuş bağırsakla yapılan
stil [Fra: ?]: üslup, tarz.
bir tür etli gıda, İtalyan ~:
stillare [Lat.]: damlamak, damlatmak.
stilo [Fra.: stylo]: dolamkalem. mortadella,
stinguere [Lat.]: bastırmak, bitirmek, suç: kötü edim, yasa ve kanunlara
imha etmek, izale etmek, ortadan aykırı davranış. geçmişte işlenmiş
kaldırmak, söndürmek, yok etmek. ~: sabıka, bir ~un bedeli: ceza, ~u
stinquere [Lat.]: batmak, batırmak, inceleyen bilim: kriminoloji, ~
delmek, iğne yada dike batmak yada yükleme: iftira, yüklenen ~:
batırmak. töhmet.
stirps [Lat.]: kaynak, kök, köken, öz. suçlu: kötü iş yapan.
stok [İng.: stock]: istiflenmiş mal. suçsuz: masum.
stoma [Yun.]: ağız. sudare [Lat.]: 1.) bedenin derisini su
stouredes [Yun.: stavridis]: çapraz toplamak, terlemek, ter dökmek, 2.)
biçimli. ter gibi su çıkarmak, mayalanmak.
strateji [Lat.: ? > Fra.: strategie]: suedere [Lat.]: ikna etmek.
stratejik [Lat.: ? > Fra.: strategique]: suescere [Lat.]: alışmak.
stratus [?]: [Evrenbilim] katman bulut. sufflare [Lat.]: söndürmek, üflemek.
strephein [Yun.]: felakete neden sufle [Lat.: sufflare > Fra.: souflèe]: 1.)
olmak, felakete yol açmak. tiyatroda oyuncuya konuşmaları
stres [? > İng.: stress]: [Ruhbilim] aşırı alçak sesle aktarma, 2.) bir tür tatlı.
gerginlik, gerginlik. sui [Arp.]: ?
stringere [Lat.]: 1.) asılmak, germek, suistimal [Arp.: sui + aml > ? > istim’âl >
sıkıcı çekmek, 2.) çizmek. su-i istimal > suistimal]:
1.)
kötüye
Stronsiyum [Lat.: Fra.: stronsium: Sr]: ? kullanma, 2.)
art niyetli davranım,
struere [Lat.]: 1.) birikmek, biriktirmek, başka amaçla kullanım, kötüye
yığmak, yığılmak, tepe yapmak, 2.) kullanım.
bina etmek, inşa etmek, yapmak. sukabağı: [Bitkibilim: Cucurbita pepo]
stuppare [Lat.]: 1.) ara vermek, sulanmış: ıslak, yaş, yaşlanmış.
dinlenmek, 2.) durdurmak. sulh [Arp.: slh > ‫]حلص‬: 1.) doğru olma,
su: 1.) ab, aqua, ma, 2.) [S] bir Türk düzenli olma, uygun olma, uyumlu
bayan adı, ~ biriktirme seti: bent, olma, 2.) barış, hazar, 3.) denge,
4.)
~ kabı: kirba, matara, ~ taşıyan: muvazene, uyum, uyumlu yönetim,
saka, ~ yolu: akaç, kanal, ~yun yönetim dengesi.
sertlik derecesi: ph, gür akan ~: sulta [Arp.]: egemenlik, hakimiyet,
otorite, yetke.
horhor, taşkın ~: sel, yavaş akan
sultan [Arp.]: 1.) bey, hükümdar, kral,
~: ığıl, yiyecekleri koruyan tuzlu sultan, 2.) [S] bir bayana adı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 291 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

sultanü'l-guzat [Arp.: > Osm.: sultan-ül süavi [?]: 1.) ? 2.) [S] bir erkek adı.
guzat ]: i.t., gazilarin sultanı. süflör [? > Fra.: sufleur]: replikleri
suluboya: suyla yapılan bir resim anımsatan.
türü. ~ resim: akvaral. süklaroz [Yun.: ? + ? > Fra.: ?]: yapay
suluk: kuş su kabı. kimyasal tadlandırıcı.
sumak [Arp.]: ? sükunet [Arp.: skn > sükût [‫]]توﮎس‬: 1.)
sumere [Lat.]: almak, kabul etmek. durma, hareketsiz olma, oturma,
sumter [?]: küçük taneli sert buğday. ikamet, konaklama, yerleşme, 2.)
sunak: 1.) tanrılara değerli eşya sessizlik.
sunulan yükselti. sülale [Arp.: sülâle]: ırk, sop, soy.
sundurma: ayazlık, balkon, eyvan, sülasi [Arp.: ? > sülâsî]: 1.) ? 2.) üçlü,
revak, taraça, teras, sülasi mücarred [Arp.: sülâsî
sungur: 1.) [Kuşbilimi: Accipiter] doğan, mücerred]: Arapça Dilbilgisi’nde fiiler
şahin, 2.) [S] doğan, şahin anlamına genelde üç harflidir ve bunlar bir
bir Türk erkek adı, [Doğan, Şahin]. düzen içimde çekime uğrarlar, [aml:
suni [Arp.: sun’î]: sentetik, yapma, etmak, oluşturmak, üretmek, yapmak’dan
amil, imalat, mamül gibi].
yapay.
sunmak: arzetme, sunulan şey: arz. Süleyman [İbr.: > Arp.]: 1.) Hz.
2.)
sunu: demo, sunum, takdim. Süleyman, bir erkek adı.
[Soloman],
sunum: demo, sunu, takdim.
supalan [Fra.: soupalan]: 1.) vinç Sülfat [Yun.: + ? > Fra.: sulfate]: sülfürik
üstünde, 2.)
[Gümrük] araçüstü asidin tuzu veya esteri.
gümrükleme işlemi. sülük [Arp.]: [Hayvanbilim: Hirudo
medicinalis] alek.
supare [Lat.]: atmak, çarpmak, 1.)
vurmak, zonklamak. Sümer [?]: Mezopotamya'da
superare [Lat.]: 1.) altetmek, galip yaşamış bir ulustan olan, 2.) [S] bir
gelmek, hakkından gelmek, yenmek, Türk bayan ve erkek adı.
2.)
–den daha iyi olmak, üstün olmak. Sümerler [?]: Mezopotamya'da
sur [Arp.]: kale duvarı. yaşamış bir ulus, ~de su tanrısı: ea,
sür [Far.: sûr]: düğün. sümüklüböcek: [Hayvanbilim: Limax]
surat [Arp.]: çehre, faça, ru, sima, yüz. salyangoz.
sure [Arp.: sûre]: Kur’an-ı Kerim’in süne: [Hayvanbilim: Eurigaster
bölümleri. integriceps] tarıma zararlı böcek.
suret [Arp.: srt [‫ > ]روص‬sûret]: 1.) süper [Lat.: ? > Fra.: super]: nitelik
betimleme, resimle tanımlama, 2.) bakımındna üstün.
biçim, görğnüm, görüntü, 3.) aynısı, süper iletken: [Elektronik] [super
conductor]
benzer, eş, kopya, suret, 1.)
surgere [Lat.]: 1.) çıkmak, yukarı süpürge [süpürmek > süpür(ge) ?]:
2.) [Bitkibilim: Calluna vulgaris] püsküllü
çıkmak, yükselmek, ayağa
kalkmak, kalkmak, 3.)
çıkmak, kısmından süpürge yapılan
doğmak, zuhur etmek, ortaya mısrgillerden bir bitki, 2.) temizleme
çıkmak, 4.) kabarmak, şişmek. gereci, ~ bitkisi: süpürge, ~ otu
susam 1 [Arp.: sisam]: [Bitkibilim: [Bitkibilim: Calluna vulgaris]: [Bitkibilim:
1.)
Sesamum indicum] süsen çiçeği, Erica] süpürge otu, 2.) boruk,
bahratlı bir bitki. süpürge çalısı.
susam 2 : kapı. süpürgeçalısı [süpürge çalısı]:
1.)
susama: hararet, susuzluk. [Bitkibilim: Erica] süpürge otu, 2.)
susamak: 1.) hararet absmak, su boruk, erika, funda.
içmek istemek, 2.) [Mecazi] hasret süpürgeotu [süpürge otu] [?]: [Bitkibilim:
1.)
kalmak, özlem çekmek. Erica] süpürge otu, 2.) boruk,
susamuru [su samuru]: 1.) [Hayvanbilim: süpürge çalısı.
Lutra] bir kemirgen hayvan, lutr,
2.) sürahi [Arp.]: yayvan camdan su kabı.
bunun kürkü. sürat [Arp.: sr’a [‫ > ]عرس‬sür’at]: 1.) hızlı
susever: hidrofil. gitme, hızlanma, 2.) hız, hızlılık 3.)
susuzluk: hararet, susama. acele, acul, alaminüt, çabuk, ivedi,
suzinak [Far.: ?]: Türk Müziği’nde bir tez.
makam,

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 292 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

süratli [Arp. + li]: 1.) hızlı, 2.) acilen, şah 1 1.)


baş, 2.) kral, sultan,
[Far.: şâh]:
3.)
çabuk, tez, krallık yada kraliyet 4.) satrançta
sürdürme: devam ettirme, idame. bir taş adı,
sürdürmek: devam ettirmek, idame şah 2 [Far.: şâh]: diken diken olmak,
etmek. yukarı kalkmak, yükselmek, [At şaha
süre: 1.) vakit, zaman, 2.) eksüre, kalktı].
mehil, mühlet, önel, vade. şah mat [Far.: şah + mat]: 1.) şah
sürekli: daima, her. kaybetti, kral tam olarak yenildi, 2.)
süreli: [Satranç] kral öldü.
sürgit: ilelebed, sonsuza dek. şahab: bak. şahap.
1.)
sürme: [Makyaj] bir makyaj şahadetname [Arp.]: diploma.
malzemesi, 2.) [Mobilya] çekmece. şahane [Far.: şahâne]: 1.) krallara 2.) ali,
Sürmene [?]: X’de bir ilçe. faik, layik, ulu, mualla, mükemmel,
sürü: hayvan topluluğu. üstün, yüksek.
sürüm: 1.) [Ticari] satış, tüketim, 2.) şahap [Far.: şahâb]:
1.)
ağma,
3.) 2.)
[Matbaacılık] baskı, versiyon, akanyıldız, [Ş] bu anlamda bir İran
[Bilgisayar] baskı, versiyon [version], ve Türk erkek adı.
süs: bezek, dekor, ziynet, örtünün şahap: ağan, ağma, akanyıldız,
kenarındaki ~: piko, duvar ~ü: göktaşı, meteor, meteortaşı.
fresk, duvar ~ü: fayans, ~ bitkileri: şahbaz [Far.: şah + bâz]: 1.) akdoğan,
2.) 3.)
Açalya, Devetabanı, Manolya, Mimoza, [Mecazi] becerikli, çevik, [Mecazi]
süsen çiçeği [Bitkibilim: ?]: susam, kahraman, mert, yiğit.
süsleme: bezeme, donama, dekore şaheser [Far.: şah + eser]: başyapıt.
etme, mimarida bir ~ türü: şahıs [Arp.: şahs]: 1.) birey, fert, kimse,
grotesk. kişi, zat, 2.) durum, karakter, kişilik,
süslemeci: bezekçi, nakkaş. tip, statü.
süslemek: bezemek, donamak, şahıslar [Arp. + lar]: Bireyler, efrat,
dekore etmek. fertler, kimseler, kişiler, zatlar,
süslü: betili, resimli, tasfirli. şahi [Far.: şâhî]: 1.) egemen, hakim 2.)
süt 1: at, keçi, inek ve koyun krallığıa yada saltanata ait.
hayvanların memelerindne sağılan şahid [Arp.: şâhid]: bak. şahit.
sıvı. ~ nine: daye, ~teki protein: şahika [Far.]: 1.) doruk, zirve, 2.) [Ş]
doruk, zirve anlamına bir bayan adı.
kazain, ~ün yağlı kısmı: kaymak,
şahin: 1.) [Kuşbilimi: Accipiter] doğan,
krema, ~ ürünleri: Ayran, Ekşimik, sungur, 2.) [Ş] bir Türk erkek adı,
Kaşar, Kaymak (Krema) Keş, Krema (Kaymak)
[Doğan, Sungur].
Lor, Peynir, Sütlaç (Sütlüaş), Tereyağ, Yoğurt,
süt 2: [Balıkçılık] erkek balığın tohumu, şahit [Arp.: şhd > şâhid]: 1.) görme,
süthane [süt + Far.: hâne]: mandıra. olayı görme, tanıklık etme, 2.) gören,
3.)
sütlaç [sütlü + aş]: bir tür sütlü tatlı. görgü tanığı, tanık, ~ olmak:
sütlü: süt eklenmiş, süt içeren. ~ tanık omak.
besin: peynir. şahsi [Arp.: şahsî]: bireysel, kişisel,
sütun [Far.]: direk. özlük, zati.
süzgeç: 1.) bir mutfak fereci, 2.) [Teknik] şahsiyet [Arp.: şahsîyet]: ıra, karakter,
filtre. kişilik, seciye.
syn [Yun.]: beraber, birlikte, şair [Arp.: şâir]: ozan, ~lerin takma
hepberaber. adı: mahlas, bir ~in tüm şiirlerinin
yer aldığı kitap: antoloji, güldeste,
========== Ş =========
seçki,
Ş: Türk Abecesi’nin . harfi. şairane [Arp.: şâirâne]: ozansı.
şaban [Arp.: şâban]: 1.) Kameri (Ay) şaka: espri, latife, nükte.
Takvimi’nde bir ay, 2.) [Ş] bir erkek şakak [Far.]: yüzde bir bölüm.
adı. şaki [Arp.: şâki]: eşkıya, haydut.
şabat [Sür.]: ikinci ay. şakrak: 1.) neşeli, rad, sevinçli, şad, 2.)
şad [Far.: şâd]: 1.) neşeli, rad, sevimli, şakıyan.
sevinçli, şakrak, 2.) [Ş] bir erkek adı.
şadan [Arp.: şâdan]: 1.) 2.) [Ş] bir erkek
adı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 293 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

şakul [Arp.: şkl > şâkulü]: 1.) biçme, şans [Lat.: ? > Fra.: chance]: baht, felek,
öçlme, tartma, 2.) çekül, ~ ipi: kader, kısmet, kut, mut, talih, takdir,
pereste. uğur.
şal [Far.]: değerli yün kumaş. şans: fırsat, talih, tesadüf.
şal 1 [Far.: şal]: 1.) Batı Dilleri’ne şansölye [Lat.: cancellarius > Fra.:
1.)
Türkçe’den geçmiştir, [shawl], 2.) chancelier]: enüst makam, 2.)
omuz örtüsü. Almanya’da başbakan.
şal 2 [Far.: şelvar]: bacak. şantör [Lat.: cantare > chanteure]: erkek
şalak [Halkdili]: büyümemiş karpuz. şarkıcı, muganni.
şalaki [Far.: şal > Rum.: şalaki: ?]: şal şantöz [Lat.: cantare > chanteuse]:
takliti kumaş. şarkıcı bayan.
şale [Fra.: chalet]: dağ konutu. şapel [Lat.: cappa > Fra.: chapel]:
Şalgam [Far.: şâlgam]: [Bitkibilim: [Hiristiyanlık] küçük kilise.
Brassica rapa] yumru köklü bitki. şapka [Rus.: uşanka > şapka [уша́нка>
1.)
şalo: peru para birimi. шáпкa]]: kulakları kapatan başlık,
2.)
şalter: [Alm.: schalter] [Elektrik] akım Rus kürk başlığı, 3.) başlık, kasket,
kesici. kep, yuvarlak hasır ~: Panama,
şalupa [İtl.: scialuppa]: [Denizcilik] büyük ~lardaki işaret: kokart,
sandal. şaplak [?]:i., sille, şamar, tokat.
şalvar [Far.: şelvar]: 1.) bacak örtüsü, şapşal [?]: s., akılsız, alık, ibiş,
2.)
bir tür alt giysi, uzun pantolon. ~ palayaço.
bağı: uçkur, bir tür erkek ~: çakşır. şarab [Arp.]: bak. şarap.
şamama: [Bitkibilim: ?] kokulu küçük şarabi [Arp.: şarabî]: s., kırmızı şarap
kavun. renginde.
şamandıra [Rum.: simadi [ςημάδi] > şarampol [Mac.: soronpo]: 1.) ? 2.) yolun
simandoura: ςημαδούρα]:
1.)
yer kenarındaki daha çukur yer.
belirleme işareti, 2.)
[Denizcilik] yol şarap 1 [Arp.: şrb > şarâb: ‫]بارش‬: i., 1.)
gösteren yüzer cisim. içme, 2.) içilen şey, bade, bor, içecek,
şamar: sille, şaplak, tokat. mey, 3.) sarhoşluk veren sıvı, alkollü
şamata [Arp.: şemâte]: gürültü, patırtı, içki, mey, ~ fıçısı: fato.
yaygara. şarapnel [İng.: shrapnel]: 1.) Henry
şambaba [?]: bir tür hamur tatlısı. Shrapnel; 1761-1842 yılları arasında
şamdan [Far.: şam + dân > şamdan ?]: 1.) yaşamış bir İngiliz subayı, 2.) i.,
aydınlatma gereci, 2.) çırakma. misket atan top mermisi.
şamil [Arp.: şml > şâmil]: 1.) içine alma, şarj [Lat.: carrus > Fra.: charge]: 1.) bir
kapsama, kuşatma, 2.) içine alan, şeyle yüklemek, 2.) [Teknik] pil vb
kapsayan, kuşatan, 3.) [Ş] bir erkek elektrikle yükleme yapmak, 3.)
4.)
adı, 4.) Şeyh Şamil; ?. birisne görev yüklemek, suçlamak,
5.)
şampiyon [Lat.: campio > Fra.: birisini bir şeyden sorumlu
champion]: battal, böke, civanmert, tutumak.
kahraman, korkusuz, kostak, mert, şarjör [Lat.: carrus > Fra.: charjeur]:
yiğit. carcur.
şampiyonluk [Lat.: campio > Fra.: şark [Arp.: şrk [‫ > ]قرش‬şark [‫]]قرش‬: 1.)
champion + luk]: birincilik, ilk gelme. aydınlanma, ışıma, günün doğması,
şan 1 [Fra.: şân]: 1.) nam, şöhret, ün, 2.)
doğu.
ür, 2.) övgü, övünme, şeref, şöhret, şarkı [Arp.: şarkî]: 1.) Araplaraa ait,
sena. Doğuya ait, 2.) [Müzik] ır, melodi,
şan 2 [Lat.: cantare > chante]: 1.) şarkı türkü, yir, ~ da tekrar: bis, nakarat,
söyleme sanatı, dersi, okulu, 2.) şarkı şarkıcı [Arp.: şarkî + cı]: okuyucu,
söylemeyle ilgili. türkücü,
şanlı [Far. + lı]: 1.) namlı, ünlü, şöhretli, şarki [Arp.: şarkî]: doğuyla ilgili,
2.)
[Ş] namlı, ünlü, şöhretli anlamına oryantal,
bir erkek adı. şarkiyat [Arp.: şarkîyât]: duğuculuk,
Şanlıurfa [Edesse, Orhoe, Orhai, Roha]: oryantalizm,
[63], Türkiye’de bir kent. şarkiyatçı [Arp.: şarkîyât + çı]: Doğucu,
Oryantalist.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 294 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

şarlama [Argo]: bağırıp çağırma. şef [Fra.: chef]: 1.) baş, önder, 2.)
şarlatan [Lat.: cerratanus > Fra.: aşçıbaşı, başaşçı.
1.)
charlatane]: bağırarak satış yapan şeftali [Far.: şeftâlû]: [Bitkibilim: Persica
2.)
sokak satıcısı, bağırarak vulgaris] bir meyve adı.
anlamsızca konuşan, satıcı gibi şehr [Arp.]: bak. şehir.
bağırarak konuşan, 3.) sözleri doğru şehevi [Arp.: şehevî]: erotik, kösnül.
olmayan, sahtekar. şehir [Arp.: ‫]رﻩش‬: abad, abat, bol, il,
şarpi [İng.: sharpie]: [Denizcilik] bir tür kent, medine, polis, site, vilayet,
yelkenli, altı düz tekne yada gemi. şehre giriş vergisi: oktrua, ~le
şart 1 [Arp.: şrt [‫]]طرش‬: 1.) a) ilgili: beledi.
uzunlamasına kesme, yarma, b.) şehirler [Arp. + ler]: Türkiye’de
koşul ileri sürme, 2.) koşul. Şehirler: Adana, Afyon, Ağrı, Ankara,
şart 2 [Lat.: charta > Fra.: charte]: 1.) Antakya (İskenderun), Antalya, Artvin, Aydın,
belge, vesika, yazılı belge, 2.) Balıkesir, Bilecik, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa,
Çanakkale, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne,
protokol, teamül, uygulama. Erzurum, Eskişehir, İskenderun (Antakya),
şaryo [Lat.: carrus > Fra.: chariot]: 1.) a.) İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karaman,
yük, yük taşıyan araba, b.) eskilerde Kırklareli, Kocaeli (İzmit), Konya, Muğla,
küçük atlı araba, 2.) küçük vagon, 3.) Mersin (İçel), Muş, Ordu, Rize, Sakarya
(Adapazarı), Sivas, Samsun, Şanlıurfa (Urfa),
eskiden kullanılan daktilonun hareket Tekirdağ, Trabzon, Urfa (Şanlıurfa), Van,
eden silindir bölümü,. Zonguldak, Yalova,
şasi [Lat.: capsa > Fra.: chassis]: 1.) şehnaz [Far.: şeh + nâz > şehnâz]:
1.)
?
2.)
[Otomotiv] otomobilin kasası, 2.)
bir müzik makamı,
[Müzik]
3.)
[Ş] bu
[Elektrik] eleketrik devresinin araç
anlamda bir bayan adı.
şasesi ile temas yapması.. şehzade [Far.: şeh + zâde > şehzâde]: 1.)
şaşaa [Arp.]: 1.) görkem, gösteriş,
şehin oğlu, 2.) prens, tekfur, ~
tantana, 2.) celal, haşmet, ihtişam,
eğitmeni: lala.
izzet, sitayiş, parlaklık.
şek [Arp.]: şüphe.
şaşı: s., gözleri farklı yönlere bakan,
şeker [Tür.: ? > Far.]: 1.) beyaz, suda
hafif ~: şeyla.
eriyen, mayalanabilen ve çoğu tatlı
şaşırma: hayret etme. olan maddelerin genel adı, 2.) tatlı
şaşırmak: hayret etmek. yiyeceklerin genel adı, 3.) [Mecazi]
şaşkın: 1.) afal, dağınık, dandini,
cana yakın, güzel, sevimli, ~in
düzensiz, karışık, savruk, tarumar,
2.) posası: melas.
apışık, güçsüz.
şekerleme [Far. + leme]:
şaşkınlık: afallama.
şekerpare [Tür.: ? > Far.: şeker + pâre >
şaşmak: afallamak. 1.)
şekerpâre]: şeker parçası, 2.) bir tür
şaşırtıcı: 1.) ilginç, 2.) harika, keramet, 3.)
tatlı, çok tatlı kayısı,
mucize, tansık.
şekil [Arp.]: biçim, eşkal, form, format,
şat [Fra.: chatte]: [Denizcilik] altı düz
şekillendirme [Arp. + lendirme]:
tekne.
biçilendirme, formatlama,
şatafat [Arp.: ştf [‫ > ]فطش‬şatafât >
1.) a.) şekillendirmek [Arp. + lendirmek]:
Osm.]: görkem, şaşaa, b.)
2.) biçilendirmek, formatlamak,
Osmanlı’da bölge sancağı,
şelale [Far.]: çavlan.
debdebe, lüks.
şem [Far.]: çerağ, çıra, kandela, mum.
şato [Lat.: castellum > Fra.: chateau]: 1.)
şema [Lat.: schema > İtl.: schéma]: 1.)
Fransız feodal kalesi, derebeyi
tavır, tutum, 2.) plan.
konağı, 2.) Frannsa’da büyük ve
şembe [Far.]: gün.
görkemli ev.
şempanze [Afrika Yerlisi > Fra.:
şayak [Rum.: ?]: 1.) bir tür dokuma, 2.)
chimpanzee]: [Hayvanbilim: ?] orta
bu yapılma kumaştan giysi.
boylu, insana benzeyen bir maymun
şayet [Arp.: şâyet]: eğer.
türü.
şebeke 1 [Arp.]: 1.) ağ, örümcek ağı,
şems [Arp.]: aftap, afitap, beyza,
balık ağı, 2.) su yada elektitrik hattı,
3.) güneş, helio, sol.
öğrenci kimlik kartı, 4.) suç örgütü,
şemseddin: bak. Şemsettin.
şebnem [Far.]: 1.) [Bitkibilim: ?] bir çiçek
adı, 2.) [Hava Durumu] çiy, 3.) [Ş] çiy
anlamına bir bayan adı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 295 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

şemsettin [Arp.: şems-e-ddinî]: 1.) dinin şıra [?]: meyve özü.


2.)
güneşi, [Ş] dinin güneşi şırınga [Lat.: ? > İtl.: ?]: [Tıp] 1.)
anlamında bir erkek adı, enjektör, iğne, 2.) lavman, tenkiye,
şemsi [Arp.: şemsî]: 1.) güneş gibi yıkama.
parlak, 2.) [Ş] güneş gibi parlak Şırnak [> Arp.: Şehr-i Nur]: [73],
anlamına bir erkek adı. Türkiye’de bir kent.
şemsiye [Arp.: şemsîye]: güneşlik, şiar [Arp.]: 1.) gizlenmiş söz, parola,
yağmura karşı kullanılan gereç. rumuz, simge, 2.) belgi, nişan.
şen: neşeli, rad, sevinçli, şad, şakrak. şiddet [Arp.]: celal, gazap, hırs, hiddet,
Şener [şen + er]: bir Türk erkek adı. kızgınlık, öfke.
şenlik: sevinç, şetaret. şiddetli [Arp. + li]: celalli, hiddetli,
şer [Arp.]: fenalık, günah, kötülük. kızgın, öfkeli.
şerafeddin [Arp.: Şeraf-e-ddin]: bak. şif [Halkdili]: pamuk kozası.
şerafettin. şifa [Arp.: şîfa]: hastlıktan kurtulma,
şerafettin [Arp.: Şeraf-e-ddin]: 1.) dinin iyileşme.
gururu, 2.) [Ş] dinin gururu şifon [Fra.: chiffon]: 1.) çok ince ve
anlamında bir erkek adı. şeffat ipekli kumaş, 2.) bundna
şeref [Arp.]: 1.) övgü, övünme, şan, yapılmış kadın giysisi.
şöhret, sena, 2.) haysiyet, onur, şifonyer [Fra.: chiffonier]: 1.) çekmeceli
özsaygı, saygınlık, vakar, 3.) [Ş] yada aynalı dolap, 2.) anakapı önü
haysiyet, onur, vakar anlamına bir elbise dolabı.
erkek adı, [Onur], şifre [Arp.: sıfr > Lat.: cipher > Fra.:
1.) 2.)
şereflendirme [Arp.: şrf > şeref + chifrèe]: boşluk, değer
lendirme]: onurlandırma, teşrif. atanmamış, boşluk, sıfır göstergesi,
3.)
şerefli [Arp. + li]: agar, haysiyetli, bir anahtara göre gizleme,
4.)
onurlu, kodlama, gizlenmiş yada
şerif [Arp.]: 1.) 2.) [Ş] bir erkek adı. kodlanmış yazı için anahtar.
şerik [Arp.]: ortak, partner. şiir [Arp.]: manzume, nazım, halk ~
şerit [?]: 1.) bant, geniş ipekli ~: türü: semai, şiirin bir bölümü:
kurdela, 2.) [Tıp] tenya. beyit, kısa aşk ~i: idil, ~ dörtlüğü:
şetaret [Arp.]: 1.) şenlik, sevinç, 2.) [Ş] rubai, bir ~ ölçüsü: aruz, ~ ölçüsü:
bir bayan adı. vezin, toplulukta okunan ~:
şev [Far.]: eğik, meyilli.
neşide, Batı ~ türü: balat, İspanyol
şevk [Arp.]: arzu, dilek, heves, istek.
şevket [Arp.]: 1.) heyvet, ululuk, ~i: romans, lirik ~: ditirame, alaylı
yücelik, 2.) [Ş] bu anlamda bir erkek bir halk ~i: taşlama, Divan
adı. Edebiyatı’nda bir ~ türü: kaside,
şevki [Arp.: şevkî]: 1.) arzu, dilek, Mesnevi ~i: hamse, lirik ~:
heves, istek, 2.) [Ş] bir erkek adı. pitiramp, ~ türleri: Balat, Ditirame,
şey [Arp.]: nesne, insan yapımı bir Hamse, İdil, Kaside, Murabbaa, Neşide,
nesne. Romans, Semai, Taşlama,
şeyh [Arp.]: 1.) başkan, kral, lider, şikar [Far.]: av.
önder, yönetici, 2.) prens, 3.) tarikat şikayet [Arp.: şikâyet]: serzeniş, sızıltı,
kurucusu. sızlanma, yakınma, ~ etmek:
şeyla [: şeylâ]: hafif şaşı. serzenişte bulunmak, sızlanmak,
şeyler: [Arp. + ler]: eşya, nesneler, yakınmak.
önemsiz ~: öteberi. şike [Arp.]: danışıklı.
Şeytan [Arp.]: 1.) cennetten kavulan şile 1 [Far.]: mercan köşk.
başmelek, 2.) iblis, ifrit, [Devil, Lucifer, Şile 2 [Far.]: İstanbul’un Karadeniz
3.) 4.)
Satan], [Mecazi] cin, kurnaz, kıyısında bir ilçesi.
[Mecazi] kaşmer, maskara, soytarı. şilep [Alm.: schlepp]: [Denizcilik] yük
şık 1 [Fra.: chic]: güzel giyinen. gemisi.
şık 2 [?]: alternatif, opsiyon, seçenek. şilepa [İtl.: scialuppa]: [Denizcilik] büyük
şımarık: küstah, laubali, şopar, ~ sandal, şalupa.
yetişmiş: nazenin, şilte: pamuk dolu döşek.
şımarma: şimal [Arp.: şml [‫ > ]لمش‬şimāl [‫]]لامش‬:
1.)
şımarmak: yol, 2.) [Evrenbilim] kuzey.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 296 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

şimdi: elan. şohben [Fra.: chauffer > chauffebain]:


şimendifer [Fra.: chemain de ferre]: 1.) ? bak. şofben.
2.)
tren. şok [İng.: shock]: [Ruhbilim] sarsıntı.
şimera [Yun.: chimaira [?] > Fra.: şopar [Halkdili]: 1.) çingene çocuğu, 2.)
1.)
chimera]: Yunan Mitolojisi’nde küstah, şımarık.
aslan başlı, keçi bedenli ve yılan Şor: Sibirya’da Türk adı.
kuyruklu bir dev canavar, 2.) şöhret [Arp.: şuhret]: 1.) herkesce
olanaksız rüya. bilinme, tanınma, 2.) nam, şan, 3.)
şimşek: 1.) ateş çıkma, balkıma, övgü, övünme, şan, şeref, sena.
çakma, 2.) [Ş] bir Türk erkek adı. şölen [Mog.]: 1.) ziyafet, 2.) eğlence, 3.)
şinas [Arp.: şinâs]: ? sanat gösterisi.
şinasi [Arp.: şinâsî]: 1.) 2.) [Ş] bir Türk şömine [Fra.: cheminèe]: ocak.
erkek adı. şövenizm [N.Chauvin > Fra.:
1.)
şip: [Balıkçılık: Acipenser nudiventris] bir chauvinisme]: fanatik, Fransız
Mersin Balığı türü. vatanseveri, 2.) fanatik ve militan
şir [Far.]: i., aslan. vatansever, 3.) birisinin ırk yada
şiraze [Far.: şirâze]: 1.) dikiş, 2.) kispet cinseyetine nedensiz aşırı bağlılığı.
paçası. şua [Arp.]: [Fizik] ışın.
şirin [Far.]: 1.) cici, sevimli, 2.) hoş, Şubat [Sür.: şabat]: yılın genelde 28
latif, güzel, 3.) [Ş] cici, sevimli artık yıllarda 29 gün çeken 2. ayı.
anlamına bayan adı. şube [Arp.: şûbe]: branş, dal.
şirket [Arp.]: [Ticaret] ortaklık. şuh [Arp.]: neşeli, özgür kadın.
şirvan [?]: çatıdaki basık oda. şule [Far.: şûle]: 1.) alev, alaz, yalım, 2.)
şiryan [Arp.: şiryân]: [Tıp] atardamar. [Ş] alev, alaz, yalım anlamına bir
şiş: 1.) bombe, kabarma, şişme, 2.) bayan adı, [Alev].
örgü örme çubuğu, 3.) ızgara yada şurup [Arp.: şrb]: 1.) koyu şerbet, 2.)
mangalda et pişirme metal çubuğu, meyveli içecek, 3.) meyde tadında
4.)
metalden kesici, delici bir gereç. sıvı ilaç.
şişe [Arp.]: 1.) camdan su kabı, 2.) şuur [Arp.: ş’ar > ?]: 1.) anlama, blincine
nargile. varma, kavrama, 2.) bilinç, dimağ,
şişkinlik: 1.) bombe, kabarıklık, 2.) zihin.
karnın yada midenin gaz yapması. şuuraltı [Arp. + altı]: bilinçaltı.
şişlik: 1.) [Tıp] bedende bir yerin kan şuurlu [Arp. + lu]: bilinçli.
2.)
toplaması, su toplaması, şuursuz [Arp. + suz]: bilinçsiz.
mangalda şişe uygun kesilmiş et şükran [Arp.]: 1.) 2.) Araplar teşemmür
ürünü. karşılığı böyle der, 3.) [Ş] bir bayan &
şişman: aşırı kilolu olan. erkek adı.
şişmanlık: aşırı kilolu olmak, aşırı ~: şükrü [Arp.: şükrî]: 1.) 2.) [Ş] bir erkek
obezite. adı.
şişme: 1.) bombe yapma, kabarma, 2.) şükrüye [Arp.: şükrîye]: 1.) 2.) [Ş] bir
gaz basıncı, 3.) sıkılma. bayan adı.
şişmek: 1.) bombe yapmak, kabarmak, şüphe [Arp.: şubhe]: 1.) kuşku, şek, 2.)
2.)
karın yada midede gaz basınç kuruntu.
yapmak, 3.) sıkılmak. şüreka [Arp.: şerik’in çoğulu,]: ortaklar.
şita [Far.]: kış. ========== T =========
şive [Far.: şîve]: ağız, aksan.
T 1 : Türk Abecesi’nin . harfi.
şizofreni [Yun.: schisein + phren > [?] >
1.) T 2 [İtl.: Ti]: İtalyan Abecesinin 18.
Fra.: schizophrenie]: ağlayan beyin,
2.) harfi, [T, t].
zırlayan kafa, [Psikiyatri] bir ruh 3
T [Rus.: Te]: Rus Abecesi’nin 18. harfi,
hastalığı.
[Т, т].
şofben [Fra.: chauffer > chauffebain]: 1.)
T.I.R: kı., 1.) (T)ransit (I)nternational
ısıtmak, banyo ısıtıcısı, 2.) gazlı yaad 2.)
(R)aod: Uluslararası Transit Yol,
elektrikli ısıtıcı.
uluslararası yük araçları anlaşması,
şoför [Fra.: chauffer > chauffeur]: 1.)
ta: uzaklık anlatır.
buharlı gemi, lokomotift ateşçisi,
taam [Arp.]: aş, yemek.
kazancı, 2.) özel sürücü, sürücü.
taammüd [Arp.]: bak. taammüt.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 297 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

taammüden [Arp.: a’md [‫]دمع‬ > tabiye 1 [Arp.: tb’a > tab’iye]: baskı,
1.)
te’ammüden]: bilerek yapma, baskım masrafları.
isteyerek yapma, kasten yapma, tabiye 2 [Arp.: tb’a > tab’iye]: 1.)
kasıtlı olarak yapma, 2.) bile bile, [Askeriye] taktikler,
2.)
kullanım için
kasıtlı olarak, kasten. uygun biçime getirme.
taammüt [Arp.: a’md [‫ > ]دمع‬te’ammüd]: tabip [Arp.: tabib]: doktor, hekim,
1.)
bilerek yapma, isteyerek yapma, otacı.
kasten yapma, kasıtlı olarak yapma, tabir [Arp.: a’br > tâ’bir]: 1.) açıklama,
2.)
bilerek, isteyerek, kasten, kasıtlı yorumlama, 2.) deyiş, ibare, ifade.
1.)
olarak. tabla [Arp.: tbl]: satıcıların
tab 1 [Far.: tâb]: 1.) güç, kuvvet, kullandığı, ağaçtan yuvarlak tepsi, 2.)
yetenek, 2.) çekicilik, sıcaklık, 3.) ışık, sigara izmarit kabı, kül kabı, küllük,
nur, parlaklık, ziya, 4.) dolanma, 3.)
düz disk, 4.) düz yüzey, 5.) soba
kıvrılma, sarılma, 5.) bedensel yada altına konulan küllük, 6.) sütun başı.
ruhi acı, 6.) gazap, kızgınlık, öfke, 7.) tabliye 1 [Arp.: tbl >]: 1.) davul benzeri
kılıç keskinliği. şey, 2.) düz, tepsi benzeri dairesel
tab 2 [Far.: tâb]: Farsça’da –tâb; 1.) stant, 3.) baç, haraç yada vergi
ışıldayan, ışık saçan, parlayan, [ateştâb: ödemesi.
2.)
ateş gibi parlayan], kıvır kıvır, lüle lüle tabliye 2 [Fra.: tablier]: 1.) ? 2.)
[muytâb: maytap] anlamına bir sonek. köprünün bir bölümü.
tab 3 [Arp.]: 1.) asıl yapı, doğal yaratılış, tabu [Ton.: tabu & tapu > İng.: taboo >
2.) 1.)
birisinin dağlık durumu yada Fra.: taboo]: yasaklanmış, 2.) dini
bedensel hali. yada sosyal engelleme, yasak, 3.)
tab 4 [Arp.]: bası, baskı. tekinsiz.
taba 1 [Arp.: tab’a]: 1.) bir ülke tabure [Fra.: tabour > tabouret]: 1.) çift
vatandaşı, bir ülkeye bağlı olan, 2.) taraflı davul, 2.) bir tür iskemle.
vatandaş. tabut [Arp.: tbt > tābūt]: 1.) lahit,
taba 1 [Fra.: tabac]: 1.) tütün, 2.) kızıl sanduka, 2.) büyük yumurta kutusu,
kahverengi, 2.) tütün rengi. 3.)
İncil’e göre Musa’nın Ahit Sandığı,
tababet [Arp.]: 1.) hekimlik, 2.) Tıp 4.)
ölü taşınan sandık, sal, ~ tabut
bilgisi. yeri: katafalk.
tabak 1 [Arp.]: 1.) tava, tencere, tepsi, tabya [Arp.: tab’iye2 > tabye > tabya]:
kapağı, 2.) bir yemek gereci. burç, kule, sağlamlaştırılmış yer,
tabak 2 [Arp.: debbağ]: derici, sepici, silahlarla kuvvetlendirilmiş yer.
tabakçı. tac [Far.]: bak. taç.
tabaka 1 [Arp.]: 1.) kat, katman, 2.) taciz [Arp.: tâciz]: tedirgin etme.
farklı boyutlarda kesilmiş kağıt, 3.) tactus [Lat.]: dokunulmuş, el değmiş,
derece, 4.) tolum katmanı. ellenmiş.
tabaka 2 [İng.: tabacco]: tütün kutusu, taç 1 [Far.: [Far.: tāc [‫]]ﺗﺎج‬: 1.) süslü
taban: 1.) alt, dip, 2.) altlık, kaide, çember, değerli süslerle bezeli
nesnenin ~ı: alt, kemer, 2.) kral başlığı, 3.) gelin başlı
tabanca [?]: bir ateşli silah, süsü.
tabansız: 1.) dayanaksız, metnetsiz, 2.) taç 2 [İng.: touch]: 1.) değme, dokunma,
[Argo] korkak, yüreksiz. temas, 3.) [Futbol] topun oyuncunun
tabela [İtl.: ?]: yazılı levha. eline değme cezası.
tabiat [Arp.: tb’a > [‫]]تعيبط‬: 1.) damga Taç Mahal [Far.: tāc mahal [‫]]ﺗﺎج ﻣﺤﻞ‬: 1.)
basma, damgalama, mühür basma, Hindistan Agra’da Türk Timuroğlu
mühürleme, 2.) doğa, 3.) ahlak, Handenalığı sultanı Cihan şah’in çok
davranış, haslet, husisiyet, huy, sevdiği eşi Arcüment Banu (Mümtaz
karakter, mizaç, nitelik, özellik, vasıf, Banu) anısına yaptırdığı türbe
yaratılış. külliyatı, 2.) 1983’den beri UNESCO
tabib [Arp.]: bak. tabip. Dünya Mirası Listesi’ndedir.
tabii [Arp.: tb’a > [‫]]ىعيبط‬: 1.) damga taçkapı [Far.: tāc + kapı > Tür.: taçkapı]:
basma, damgalama, mühür basma, saray benzeri yapıların süslü,
2.)
mühürleme, doğuştan, fıtri, görmekli giriş kapıları.
yaratılıştan, 3.) doğal, olağan, ~ ki: tafdil [Arp.]: [Dilbilgisi] enüstünlük
doğal olarak. derecesi, [superlative mode].

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 298 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

tafra [Arp.: tfr > ‫]رفط‬: 1.) atıptutma, tahrifat [Arp.: tahrif’in çoğulu: tahrifât]:
böbürlenme, övüme, 2.) gurur, 3.) 1.)
ç.i, aslını bozmalar, bozmalar,
2.)

hoplama, zıplama, 4.) böbürlenme, i., [tekil anlamda] aslını bozma.


kurum. tahrik: 1.) dürtü, itici kuvvet, saik,
tafta [Far.: tafte]: [Dokuma] sert ipekli sevk, tesir, 2.) ajitasyon, kışkırtma.
kumaş. tahrip [Arp.: hrb > tahrîb]: 1.) ? 2.)
tafte: bak. tafta. yıkım, zarar, ziyan, 3.) kırıp dökme,
tagliare [Lat.]: kesmek. tahrir [Arp. > Osm.]: ?.
tagovar [Erm.]: taç taşıyan. Tahrir Defterleri [Arp. > Osm.]: ?.
tahammül [Arp.]: dayanma, katlanma. tahrirat [Arp.: ?> tahrîrât]: 1.) ? 2.) ?,
tahammür [Arp.]: ekşime, ferment, tahsil [Arp.: hsl >]: 1.) eğitim ve
maya. öğrenim, 2.) para toplama işi,
taharet [Arp.]: arınma, temizlik, tahsilat [Arp.: hsl > tahsilât]: 1.) ?, 2.)
3.)
temizlenme. ç.i., para toplama işleri, i., para
tahıl [Arp.: dahıl]: hububat, ~ ölçeği: toplama işi.
kile, özensiz kesilmiş ~: yarma, bir tahsildar [Arp.: tahsil + Far.: dâr > Far.:
tahsildâr]: i., para toplayan kişi.
~ ölçeği: sa, kurutulup saklanan
tahsin [Arp.]: 1.) ? 2.) [T] bir Müslüman
~: aşlak.
ve Türk erkek adı.
tahin [Arp.: tâhin: ‫]نيحط‬: 1.) öğütülmüş, taht [Arp.]: i., hükümdar makamı,
2.)
un, şker ve susam yağındna tahta [Far.]: 1.) ağaçtan, uzun biçilmiş
yapılan bir tür tatlı. ağaç, uzun biçilmiş ağaç, 2.) okulda
tahir [Arp.: tâhir]: 1.) pak ve temiz, 2.) siyah yada yeşil renkli yazma
[T] pak ve temiz kişi anlamında bir
nesnesi, dar ~: lata, ~ ağırşak:
Müslüman ve Türk adı.
disk, kalın ~: kalas, ince kesilmiş
tahkik [Arp.]: araştırma, istihbarat,
soruşturma. ~: çıta, düzgün ~: çıta.
tahkim [Arp.]: 1.) kuvvetlendirme, 2.) tahvil [Arp.]: i., [Ekonomi] devlet senedi.
[Hukuk] hakemler heyeti. tahvilat [Arp.: tahvilât]: [Ekonomi] hisse
tahlil [Arp.]: analiz, birimlerine ayrıma, senetleri.
çözümleme. taife [Far.]: mürettebat, tayfa.
tahliye [Arp.]: 1.) [Taşımacılık] araç, taife-i kıptiyan [Arp. > Osm.: taife-i
gemi, kamyonm yada trene mal kıptiyân]: Osmanlı’da Çingene
indirme, boşaltm, 2.)
[Cezaevi] topluluğu.
salıverme. tail [İng.]: kuyruk.
tahliye [Arp.]:
1.)
boşaltma, 2.) taka: 1.) Karadeniz teknesi, 2.) [Mecazi]
[Taşımacılık] gemi, kamyon, trenden eski, eskimiş.
yük boşaltma, 3.) [Hukuk] ve yada takad [Arp.]: bak. takat.
dükkandan kiracıyı poliz gücüyle takanak: 1.) alacak, borç, 2.) bilince
çıkartma. takılan düşünce.
tahmil [Arp.]: [Taşımacılık] araç, gemi, takas: kliring, trampa.
kamyonm yada trene mal bindirme, takat [Arp.: tâkâd]: can, derman, dirlik,
yükleme, 2.) atfetme, isnat, 3.) güç, hal, kuvvet, mecal.
[Elektrik] aküyü doldurma, şarz. takatsız [Arp. + sız]: argın, aygın,
tahmin [Arp.]: önsezi, umma, sanma, bitap, bitkin, cansız, dermansız,
~ etme: sanma, umma, güçsüz, halsiz, haşat, kuvvetsiz,
tahmini [Arp.: tahminî]: farazi, yorgun, zayıf.
hipotetik, sanal, varsayımsal. takaza [Arp.: azarlama, başa kakma,
tahnit [Arp.]: ölüyü ilaçlama. paylama, tekdir.
tahra [Far.]: [Tarım] budama bıçağı. takdim [Arp.]: demo, sunu, sunum.
1.)
Tahran [Far.]: İran İslam takdir [Arp.: kdr > takdîr]:

Cumhuriyeti’nin başkenti. değerlendirme, kıymet belirleme, 2.)


tahrib [Arp.: hrb]: bak. tahrip. baht, felek, kader, kısmet, kut, mut,
tahribat [Arp.: hrb > tahribât; tahrib’in şans, talih, uğur.
çoğulu]:
1.)
? 2.) ç.i., kırıp dökmeler, takdir etmek [Arp.: kdr > takdîr +
etmek]: itibar etmek, kadrini bilmek,
yıkımlar, zararalr, ziyahlar.
tahrif [Arp.]: aslını bozma, bozma. kıymetini bilmek, muteber tutmak,
saymak.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 299 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

takdis [Arp.]: [Din] kutsama. talep [Arp.: tlb [‫ > ]بلط‬taleb [‫]]بلط‬: 1.)
takı: süs, süs nesneleri, ziynet eşyası, aday olma, dileme, isteme, 2.) istek,
takım [Arp.]: 1.) ekip, grup, gurup, 2.) istem, 3.) [Ticaret] istek, istem.
[Spor] futbol kümesi, 4.) [Teknik] talebe [Arp.: tlb [‫ > ]بلط‬talebe [‫]]ﻩبلط‬:
malzeme gurubu, 5.) [Ticaret] malzeme 1.)
istekli, öğrenmeye meraklı, 2.)
gurubu. öğrenci.
takımada: b.i., adalar takımı. Tales [Yun.: Thales [Θαλης & Θαλης ὁ
tadil [Arp.: a’dl [‫ > ]لدع‬ta'dîl]: 1.) a.) Μιλήσιος]]:
1.)
Eski Yunan’da bir
dengeli olma, eşit olma, eşit matematik bilimcisi, 2.) Miletli Thales.
davranma, b.) değiştirme, düzeltme, tali [Arp.: tâli]: ikincil.
2.) 3.)
i., değişiklik, onarım, tamir, talib [Arp.]: bak. talip.
değiştirme, değişiklik. talih [Arp.]: baht, felek, fırsat, kader,
tadilat [Arp.: a’dl [‫ > ]لدع‬ta'dîlât kısmet, kut, mut, şans, takdir,
1.) a.)
[‫]]تاليدعت‬: dengeli olma, eşit tesadüf, uğur.
olma, eşit davranma, b.) değiştirme, talihli [Arp. + li]: bahtlı, kısmetli,
2.)
düzeltme, ç.i., değişiklikler, şanslı,
onarımlar, tamirler, 3.) değiştirme, talika [Rus.: ?]: yaylı at arabası.
değişiklik. talim [Far.]: eğitim, askerlik eğitimi.
takip: izleme, izini sürme. talimat [Arp.: tâlimat]: 1.) direktifle,
taklid [Arp.]: bak. taklit. yönergeler, 2.) meir direktyif.
taklit [Arp.: taklid]: benzetme, talimgah [Far.: tâlim + gâh]: subay
imitasyon, öykünme, sahte, yapay, ~ adaylarını eğitme yeri.
etme: öykünme, ~ etmek: talip [Arp.: tlb [‫ > ]بلط‬tâlib]: 1.) a.)
öykünmek. istekli, öğrenmeye meraklı, b.) istekli,
takos [Rum.: tákos: τάκος [?]]: ağaç isteyen, 2.) [T] bir Müslüman ve Türk
kütlesi. erkek adı.
takoz [Rum.: tákos: τάκος [?]]: 1.) ağaç talk [Arp.: [‫ > ]قلط‬Fra.: talque]: 1.)
kütlesi, 2.) ağaç kama, bat, besi, magnezyum silikat toz, 2.) bebeklerin
kaskı, takoz. pişiklerine dökülen talk pudrası.
taksi [Lat.: taxare > Fra.: voiture à Talyum [Lat.: > Fra.: tallium: Tl]: ?
taximètre > taxi ?]:
1.)
değer biçmek, tam: bütün, eksiksiz, komple.
hesaplamak, ücretli binek taşıtı, 2.) Tamah [Arp.]: açgözlülük, hırs.
araba, araç, binek araba, motorlu tamam [Arp.]: bitmiş, eksiksiz.
taşıt, oto, otomobil, taşıt, vasıta, tamamen [Arp.]: büsbütün.
vesait. tamamı [Arp.]: bütünü, tüm.,
taksim 1 [Arp.]: 1.) bölüştürme, 2.) tamamlamak [Arp. + lamak]: bitirmek.
suyun belli semt ve mahallelere tamamlanmamış [Arp. + lanmamış]:
dağıtıldığı merkez. bitmemiş, eksik, natamam.
Taksim 2 [Arp.]: İstanbul’de bir semt tambur [Arp.]: bağlama, cura.
adı. Tamer [tam + er]: bir Türk erkek adı.
taksirat [Arp.: taksirât]: 1.) eksiklikler, tamim [Arp.: ? > tamîm]: [Hukuk]
günahlar, kusurlar, 2.) alınyazısı, genelge, sirküler.
kader, son, taksirat, yazı. tamir [Arp.: a’mr [‫ > ]رمع‬tâmir [‫]]ريمعت‬:
1.) a.)
taksit [Arp.]: 1.) bölüm bölüm, 2.) kurma, onarma, yapma, b.) bir
[Ekonomi] borcu bölüm bölüm ödeme, araya gelme, sevinçli olma, c.) uzun
takunya [Rum.: takuni [τακούνι]]: 1.) yaşama, 2.) onarma, onarım, tadilat,
ağaçtan terlik, 2.) aptes alırken tamir.
kullanılan ağaçterlik, nalın. tamirat [Arp.: tâmirât, tamir’in çoğulu]:
talak [Arp.]: 1.) 2.) evlilikte eski anlayışa onarımlar, tamirler.
göre “boş ol” manasına. tamirhane [Arp.: tâmir + Far.: hâne]:
talan [Arp.]: çapul, yağma. araç onarma yeri.
talancı [Arp. + cı]: çapulcu, yağmacı. tamirler [Arp.: tâmir + ler]: onarımalar,
talaş: 1.) artık, safra, 2.) ağaç kırıntısı, tamirat.
3.)
metal artığı. tammuz [İbr.]: bey.
taleb [Arp.]: bak. talep. tamtam [?]: Afrika davulu.
tamu [Arp.]: cehennem.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 300 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

tan: 1.) alaca karanlık, 2.) [T] alaca tarafsız [Arp.: + sız ]: afaki, bitaraf,
karanlık, sabahın erke saatleri nesnel, objektif, yantutmaz.
anlamına bir ekak adı. taraftar [Arp.: tarâf + Far.: târ]: yandaş.
tan: Türkçe’de –dan, -den, -tan, -ten tarama [Rum.: ?]: [Yemek] bir meze
soneki; İstanbul’dan. türü.
tane [Far.: dâne]: birim, adet, ince ~li: taranga [?]: tatlısu balığı.
kısa, özlü. taraş [?]: tarlada kalan ürün.
tanecik [Far. + cik]: i., buğday tanesi, taraz [?]: [Dokuma] kumaştaki tel tel
evin, granül, habbe. iplik.
taneler [Far. + ler]: adad, birimler. taret [Lat.: ? > İtl.: tarret ?]: zırhlı top
Taner [tan + er]: bir Türk erkek adı. kulesi.
tangere [Lat.]: dokunmak, temas tarh [Arp.]: vergi koyma.
etmek. tarhana [?]: hamura bulanmış
tanı: i., [Tıp] teşhis. domatesle yapılan çorba.
tanıdık: aşina, bilinen. tarık [Arp.: târık]: 1.) cihet, rah, reh,
tanık: şahit. sefer, sırat, yol, 2.) [T] bir Müslüman
tanım: i., tarif. ve Türk erkek adı.
tanımak: ayırt etmek, seçmek. tarım: çiftçilik, ziraat, ~ araçları: Bel,
tanıt: ıspat. Çapa, Karasaban, Kazma, Pulluk, Saban,
tanıtım: i., reklam. Tırmık, Tırpan,~ toprağı: tarla, ~
tanjant [?]: [Trigonometri] 1.) merkezi işçisi: ırgat, ilkel bir ~ aracı:
orjin olan, bir birim yarıçaplı birim karasaban, ~a zararlı böcekler:
çemberdeki x=1 şeklinde y eksenine süne.
paralel çizilen doğru, 2.) “Tan” tarımcı: çiftçi, ekici, rençber, ziraatçı,
kısaltmasıyla gösterilir. tarımsal: zirai.
Tanrı: Allah, Ber, Hüda, İlah, Ogan, Rab, tarif [Arp.: târif]: tanım.
Yaradan, Yaratan, ~ tanımaz: ate, tek tarife [Arp.: arf > târife [‫]]ةفيرعت‬: 1.)
~ cı: monoteist, tek ~ ya inanan: fiyat çizelgesi, 2.) taşıt çizelegsi, 3.)
mpnoteist. gereç, ilaç, ürün açıklaması, manüel.
tanrıcılık: çok ~: paganizm. tarih [Arp.: târih]: 1.) geçmiş, mazi, 2.)
tanrıça: ilahe. dün, 3.) Geçmişzaman Bilimi.
Tanrıverdi: Allahverdi, Hüdaverdi. tarihi [Arp.: târihî]: 1.) düne ait, geçmiş
tansık: harika, keramet mucize, zamana ait, 2.) eski zamanlara ait
şaşırtıcı. olay, nesne veda canlılar.
Tantal [Lat.: > Fra.: tantal: Ta]: ? tarihi olaylar: 1.) annals, kronikal,
tantana [?]: 1.) görkem, şaşaa, 2.) vakayiname, 2.) tarihi olayları tarihi
[Mecazi] yalandan davranış, hareket. sıtasıyla kaydetme.
tapa [?]: 1.) tıkaç, tıpa, 2.) buşon, şişe tarikat [Arp.: târikat]: izlenen yol, ~
kapağı. kurucusu: şeyh.
tapan: perest, tapar. tariz [Arp.: trd > târiz]: 1.) a.) demek
tapar: perest, tapan. isteme, b.) dokundurucu konuşma, c.)
taphos [Yun.]: gömüt, mezar, sin. dolaylı olarak suçlama, 2.) dolaylı
tapınma: 1.) ibadet, 2.) kült, tapma. anlatım, dolaylı anlatma, kinaye.
tapınmak: ibadet etmek. tarla: 1.) ekin ekilen yer, 2.) tarım
tapma: kült, tapınma. toprağı, 3.) arazi, toprak, taşlı ~:
tapmak: ibadet etmek, tapılan şey: leçe, boş ~: geleme, ~ sınırı: an,
idol. ~da kalan ürün: taraş, ~da açılan
tapu [?]: mülkiyet belgesi.
suyolu: akara, dinlenmeey
taraça [İtl.: taraca]: ayazlık, balkon,
bırakılan ~: çençen.
evyan, sundurma, revak, teras.
taraf [Arp.]: cenah, cihet, kıyı, kenar, tarlatan [Fra.: tarnatan > tarlatane]:
[Dokuma] bir kumaş türü.
yan, yön.
taraflar [Arp. + lar]: cenahlar, etraf, tarpan [Fra.: tarpan]: [Hayvanbilim: Equus
gmelini] küçük yabani at.
kıyılar, kenarlar, lebler, yanlar,
yönler. tarsus 1 [Lat.]: ayak bileği.
Tarsus 2 [Tarku > Tarsisi > Rum.: Tarsos
1.)
[?]]: Mersin’e bağlı bir ilçe, 2.)

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 301 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Ashab-ı Kehf: Yedi Uyurlar’ın kenti, taş 1 : katı ve sert madde, ~ pamuğu:
3.)
Aziz paulus’un yaşadığı antik kent. asbest, ~ silindir: log, alçı ~ı: jeps,
Tarsus Çayı [> Cydnos > Rum.: Cydnus değerli bir ~: akik, Ankara taşı:
[?]]: Akdeniz’e dökülen bir çay.
andezit, duvar içindeki ufak ~lar:
tartaklama: çekip iterek hırpalama.
tartı: baskül, kantar, terazi. helik, sert ~ kütlesi: kaya, Log: taş
tartımlı: dizemli, ritmik. silindir, kayağan ~ı: arduaz, düz,
1.) 2.)
tartışma: münakaşa, yassı ~: say, yol kaplama ~ı:
açıkoturum, münazara. makadam, döşeme ~ı: orya, sert
tartma [Halkdili]: yemeni. bir ~ türü: granit, değerli ~ lar:
tarumar [Far.: târ û mâr > tarumar]: 1.) Akik, Ametist, Elmas, Karavan (Yassı Elmas),
dağınık, darmadağın, 2.) afal, dağınık, Kehribar, Kuvars, Mine, Oltutaşı, Yassı Elmas
dandini, darmadağın, düzensiz, (Karavan).
karışık, savruk, şaşkın. taş 2 [ÖzTür.]: dış, hariç.
tarz [?]: çığır, janr, tarz, uslüp. Taşbilim: Litoloji.
tas [Arp.: ‫]ساط‬: 1.) metalden yapılan su taşeron [Fra.: tâcheron]: [Yapı] ikinci
içme kabı, 2.) ortası çukur kap. yüklenici [müteahhit].
1.)
tasa: acı, çile, dert, elem, esef, gam, taşımacılık: nakliye, sped,
kasvet, kasavet, kaygı, keder, spedisyon, transport, 2.) ulaştırma.
teessür, üzüntü. taşınmaz: garimenkul, mülk.
tasalı: 1.) dertli, gamlı, kaygılı, taşıt: araba, araç, binek araba,
üzüntülü, 2.) acelecilik, telaş. motorlu taşıt, oto, otomobil, taksi,
tasar: 1.) canlandırma, resimlendirme, vasıta, vesait, tekerlekli kara ~ı:
tasavvur, 2.) iş sırası. araba.
tasarı: 1.) düzenleme, 2.) [yasa] önerisi, taşküre: arzn kabuğu, litosfer.
3.)
proje. taşlama: alaylı halk şiiiri.
tasarım: dizayn. taşra [ÖzTür.]: banliyö, dışarlık, dış
tasarruf [Arp.]: 1.) a.) biriktirme, b.) mahalle, varoş.
kullanım hakkı olma, 2.) artırma, tat: 1.) çeşni, tadımlık, 2.) lezzet, tadı
birikim, biriktirme, 3.) yetkisinde, ~ acımtırak olan: kekre.
1.)
etme: biriktirme. tatbik [Arp.: tatbîk]: pratik,
2.)
tasasız: gamsız, kaygısız, üzüntüsüz. aplikasyon, uygulama, tatbikat.
tasavvur [Arp.: svr]: 1.) düşüncesinde tatbikat [Arp.]: uygulama.
tasarlama, kafasında canlandırma, tatbiki [Arp.: tatbîkî]: pratik,
resimlendirme, 2.)
canlandırma, uygulamalı.
tasar. tatil [Arp.: tâtil]: dinlence.
tasfir [Arp.]: beti, resim, süs. tatlı: 1.) şekerli yiyecek, ~ türleri:
tasfirli [Arp. + li]: betili, resimli, süslü. Aşure, Baklava, Ekler, Güllaç, Kadayıf, Krema,
Kup, Lalanga, Mozaik, Revani, Samsa, Sufle,
tashih [Arp.: shh [ٌ‫]]ﺻﺢ‬: 1.) esen olma,
Sütlaç, Şambaba, Şekerpare, bir tür
iyi olma, sağlıklı olma, 2.) kusuru
tashih etme, redrese, yanlışı hamur ~sı: ~ sülümen [Kimya]:
düzeltme, kalomel, 2.) güzel, hoş, latif, rana,
taslak: eskiz, maket. tatmin [Arp.]: doyum.
tasma [Mog.]: i., 1.) dizgin, kayış, 2.) tatminkar [Arp.: ? > tatminkâr]: doyum.
gem, reşme, tasma, toht, yular, 3.) tatu [İng.: tattoo]: bedene yapılan
ayakkabı yada terliğin meşin kısmı. resimli damga, dövme.
tasnif [Arp.]: bölümleme, sınıflama. Tau [Fen.: Tav [Taw] > Yun.: [ταῦ & ταυ]]:
tasdik [Arp.: sdk > tasdik]: 1.) doğru Yunan Abecesi’nin 18. harfi, [Τ, τ].
olma, 2.)
doğrulama, onay, taun [?]: [Tıp] veba.
onaylama. tav 1 [?]: [Müzik] ses, ün.
tasvib [Arp.]: bak. tasvip. tav 2 [?]: hayvanda semizlik.
tasvip [Arp.: tasvib]: benimseme, tava [?]: 1.) bir mutfak gereci, 2.) kireç
onama, uygun bulma. teknesi.
tasvir [Arp.: svr [‫ > ]روص‬tasvîr [‫]]ريوصت‬: tavan [?]: evin bir bölümü, ~ resmi:
1.)
betimleme, resimle tanımlama, 2.) pano.
betimleme, resmetme, resmini taverna [İtl.: ?]: çalgılı meyhane.
çizerek anlatma. taviz [Arp.: tâviz]: ödün.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 302 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

tavla 1 [İtl.: tavola]: iki kanatlı bir olgunlaşma, yetişme, c.) bildirme,
kutuda, pul ve zarlarla oynanan bir konuşma, 2.) bildirim, haber verme,
eğlence oyunu. Kapı: tavla kanatlarındaki resmen bidirme, ~ etmek: bildirmek,
üçgen çıkıntıların aynı pulla kapatılması, Pul: bilgilendirmek, haberdar etmek.
yuvarlak nesneler, Zar: dört köşeli ve her bir
köşesinde birden altıya dek noktalı nene, Tek tebliğat [Arp.: blg [‫]غلب‬ > tebligât;
1.)
Sayılar: yek (bir), dü (iki), se (üç), car tebliğ’in çoğulu]: söz yada yazıyla
(dört), penç (beş), şeş (altı), Çift Sayılar: iletişimler kurma, bildirimler,
düyek (iki kere bir), dubara (iki kere iki), raporlar, 2.) ç.i., bildirimler.
düse (iki kere üç), dücar (iki kere dört),
düpenç (iki kere beş), düşeş (iki kere altı) ve tebrik [Arp.: ? > tebrîk [‫]]قيربت‬:
gele: uygunsuz zar.
2.)
at ahırı, kutlama.
tavsiye [Arp.: vsy [‫]]ﻩيصفت[ > ]ىصو‬: 1.) tecelli [Arp.: ? > [‫]]ىلجت‬: belirme,
2.)
öğüt, öneri, yol gösterme, 3.) bir görünme, ortaya çıkma.
kişiyle ilgili iyihal söyleme, referans, tecessüm [Arp.: ? > [‫]]مسجت‬:
[tavsiye mektubu]. biçimlenme, cisimlenme, görünme.
tavşankulağı: [Bitkibilim: techiz [Arp.]: donatı, donatım, ~
Cyclamen]buhurumeryem çiçeği, etmek: donatmak.
siklamen. techizat [Arp.: ? > techizat; cihaz’ın
tavuk [?]: dişi bir kümes hayvanı, çoğulu]: ç.i., donatılar, donatımlar.
paçalı ~: brahman, ~ Türleri: techne [Yun.]: iş, sanat.
Brahman, Lagorn, su tavuğu: kalanis, techno [Yun.: techne > techno]: Batı
dağ tavuğu: çil, Dilleri’nde techno-; iş, sanat veya
tavulga: bak. tolga. zanaat anlamında bir önek.
taxare [Lat.]: 1.) değer biçmek, techizat [Arp.: ? > techizât; cihaz’ın
1.)
hesaplamak, 2.) vergi hesaplamak. çoğulu]: ç.i., donanımlar, 2.)
tay [?]: at yavrusu. donanım.
taya [?]: dadı. tecil [Arp.]: erteleme, öteleme.
1.)
tayf [İng.: tife]: görüntü, ruh, tin. tecrit [Arp.: tecrîd]: ayırma,
tayın [?]: asker yemeği. diğerleridnen ayırma, dışarısıyla
tayin [Arp.]: atama. ilgisini kesme, izole, 2.) [İnşaat] izole,
tayyar [Arp.: tyr [‫ > ]رىط‬tayyâr]: 1.) yalıtılmış, ~ etmek: dışlamak, izole
havada gitme, uçma, 2.) [T] bu etmek.
anlamdabir erkek adı.. tecrübe [Arp.: ? > ]: deneyim, deney, ~
tayyare [Arp.: tyr [‫ > ]رىط‬tayyâre etmek: denemek, sınamak,
1.)
[‫]]ﻩرايط‬: havada gitme, uçma, 2.) tedarik [Arp.]: arayıp bulma.
uçak. tedavi [Arp.]: otama, ışık ~si:
tayyib [Arp.]: bak. tayyip. fototerapi.
tayyip [Arp.]: 1.) 2.) [T] bir erkek adı. tedavül [Arp.]: [Ekonomi] dolanım,
taze: 1.) bayat olmayan, 2.) genç, 3.) dolaşım, sirkülasyon, tedavül.
yeni evli, 4.) bir işye yeni, tedbir [Arp.: ? >]: önlem.
tazı [?]: bir tür köpek. tedbirli [Arp. + li]: ~ davranma:
taziye [Arp.]: başsağlığı dileme. temkin,
tazmin [Arp.]: telafi, ~ etme: ödeme. tedhiş [Arp.]: korku salma, terör.
TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi, tedirgin [ÖzTür.]: bizar, kararsız,
Meclis. rahatsız, ürpertili, ~ etme: taciz.
teadül [Arp.: > teâdül [‫]]لداعت‬: 1.) ? 2.) tediye [Arp.]: ödenti.
denklik, eşitlik. teessür [Arp.: ? >]: acı, çile, dert,
teamül [Arp.: ? > [‫]]لماعت‬: 1.) davranış, elem, esef, gam, kasvet, kasavet,
2.)
tepkime. kaygı, keder, tasa, üzüntü.
tebelleş [Arp.]: musallat, sataşma. deffe [Arp.: dff [ٌ‫]]دف‬: 1.) defter kapağı,
teberru [Arp.]: bağış, bağışlama, hibe. 2.)
kapı kanadı, pencere kanadı.
tebessüm [Arp.]: gülme, gülüş, tefe [Arp.: dff [ٌ‫ > ]دف‬Osm.: tefe]: 1.) ince
gülümseme, hande. altın sayfaları yapan kişi, 2.) deste
tebdil [Arp.: ? > tebdîl [‫]]ليدبت‬: 1.) deste kıymetli altın sayfaları elinde
değişik, 2.) değişiklik, farklı. tutan kişi.
tebliğ [Arp.: blg [‫]]غلب‬: 1.) a.) erme, tefeci [Arp.: dff [ٌ‫ > ]دف‬Osm.: tefe + ci > Tür.:
b.)
ulaşma, varma, büyüme, tefeci]: murabahacı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 303 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

teffün [Arp.]: kokmuş, kokuşmuş. tekrar [Arp.]: yineleme, şarkıda ~:


tefrik [Arp.]: ayırma, ayırt. nakarat, bis.
tefrika [Arp.]: [Basın] yazı dizisi. tekstil [Lat.: ? > Fra.: textile]: dokuma,
tefsir [Arp.]: meal, yorum, ~ etmek: dokumacılık.
yorumlamak. tekton [Yun.]: marangoz.
tegere [Lat.]: gizlemek, kapatmak, tekur [Erm.: tekûr]: bak. tekfur.
örtmek, saklamak. tekzib [Arp.]: bak. tekzip.
tehdit [Arp.]: ~le korkutma: santaj. tekzip [Arp.: tekzib]: yalanlama.
tehir [Arp.]: erteleme, rötar. tel [?]: fiber, ip, iplik, kınnap, lif, sicim,
tehlike [?]: risk, riziko, ~ işareti: tel, tire, esnek ~: ipek.
alarm, ~ durumu: car. tela [İtl.: tella ?]: 1.) at yelesiyle ilgili,
2.)
tehlikeli [? > + li]: riskli, rizikolu. [Dikim] kolalı bez.

tein [?]: çaydaki etkin madde. telaffuz [Arp.]: ifade, konuşma tarz.
tek: 1.) bir, mono, vahit, yek, 2.) telaş [Arp.: ? > telâş [‫]]شالت‬: 1.)
biricik, 3.) salt, sırf. acelelecilik, 2.) kaygı, tasa.
tekamül [Arp.: kml > temâkül [‫]]لماكت‬: tele 1 [Yun.]: çok uzak, uzak ötesi.
başkalaşım, evrim, gelişme. tele 2 [Yun.: tele]: Batı Dilleri’nde tele;
tekaüd [Arp.]: bak. tekaüt. çok uzak, uzakötesi anlamında bir

tekaüt [Arp.: ? > tekâüd [‫]]دعاقت‬: önek.


emekli. telef [Arp.]: imha, yok etme.
tekdir [Arp.: tekdîr]: azarlama, başa telefon [Yun.: tele + phone > Fra.:
katma, paylama, takaza. telephone]: uzaklarla konuşma gereci.

tekdüze: yeknesak. ~ sözü: alo,


teke: erkek keçi. telek [?]: [Yaşambilim] büyük kuş tüyü.
tekeffül [Arp.: ?]: üstlenme, teleme [?]: [Gıda] tuzsuz peynir.
yükümlenme. telepati [Yun.: tele + pathi > Fra.:
tekel: inhisar, monopol. telepathie]: uzaduyum, uzakduyum.
teker [?]: tekerlek. televizyon [Yun.: tele + Lat.: vision:
1.)
tekerlek [?]: teker. görüş > Fra.: television]: uzakgörüm,
2.)
tekevlilik: monogami. elektronik bir bir yayın gereci.
tekfur [Erm.: tagovar > tekur]: 1.) telkari [Far.: telkâri]: 1.) altın yada
Bizans’ta prens, veliaht, 2.) Hiristiyan gümüşün ince işlenmesi, 2.) altı yada
prenslik. gümüş tabaka, 3.) fligran.
tekin: 1.) ? 2.) [T] bir Türk erkek adı. tellal [Arp.: tellâl]: 1.) bağırarak satış
tekinsiz: tabu, yapan sokak satıcısı, 2.) padihşah
tekir 1 [Rum.: tigris]: [Balıkçılık: Mullus buyruklarını halka okuyan haberci,
Surmeletus]
1.)
sokak kedisi, 2.) boz ulak, 3.) satışta aracı.
renkli kedi. Tellur [Lat.: ? > Fra.: Te]: ?
tekir 2 : [Hayvanbilim: ?] 1.) sokak kedisi, telmih [Arp. > Osm.]: ?.
2.)
boz renkli kedi. telos [Yun.]: algı, bac, harç, vergi.
Tekirdağ [Rum.: Bisanthe, Rodosto, telve [?]: kahve tortusu.
Osmanlı: Rodosçuk, Tekfur Dağı, > tema [Yun.: ? > Fra.: thema]: asıl bais,
Tekirdağ]: [59], Türkiye’de bir kent. konu, mevzu.
tekke [Arp.]: dergah. temas [Arp.]: değme, değinme,
teklif [Arp.: ? > [‫]]فيلكت‬: öneri, ~ dokunma, dokunuş, kontak.
etme [Arp.]: önerme. temaşa [Far.: temâşâ]: hoşlanarak
tekne [?]: 1.) [Denizcilik] bir deniz taşıtı, bakma.
altı düz ~: şat, hafif ~: kano, 2.) temayül [Arp.: ? > temâyül]: akış, akış,
[Teknik] içi oyuk, hacimli bir kap. cereyan, eğilim, istikamet, mecra,
büyük deniz ~si: karavela. trend, yön, yönelim.
tembel [Arp.: ? > [‫]]لبنت‬: 1.) avara,
tekno: tak. techno.
avare, azade, aylak, atıl, başıboş,
teknoloji [Yun.: techne + logia >
1.) boş, haylaz, hayta, işsiz, nabekar,
technologia: > Fra.: technologie]:
2.) serseri, 2.) çalışmayan.
sistemli uygulama, sanayi işlerinin
tembellik [?: + lik]: atalet.
uygulama bilimi.
tembih [Arp.]: ihtar, uyarma.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 304 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
1.)
temel: ana öğe, baz, asal, esas, 2.) yaralarda mikroplardan arındırmak
[İnşaat] yapıları oturtulduğu, toprak için kullanılan, koyu kan renginde bir
içindeki ana govdesi, 3.) [T] bir Türk sıvı.
erkek adı. teneffüs [Arp.: nfs]: 1.) nefeslenme,
temelsiz: asılsız, çürük, fos. soluk alma, soluklanma, 2.) dinlenme
temetum [Lat.]: kuvvetli içki. arası, ara, 3.) [Tıp] solunum.
temiz: berrak, duru, ~e çıkarma: tenein [Yun.: ?]: genişletmek, germek.
aklama, ibra, teneke [İtl.: ?]: [Teknik] 1.) kalay kaplı
temizleme: 1.) arındırma, 2.) [Mecazi] sac, 2.) galavnizli saç.
ortadan kaldırma, ödlrüme. tenere [Lat.]: bulundurmak, elinde
temizlemek: 1.) arındırmak, 2.) [Mecazi] tutmak, kavramak, muhafaza etmek.
ortadan kaldırmak, öldürmek. teneşir [?]: salacak, ölü yıkama yeri.
temizlenme: arınma, aharet, temizlik. teng [Far.]: 1.) dar, ince, küçük, 2.)
temizlenmek: arınmak taharet hızlık, sıkı, 3.) fakir, yoksul, 4.) bitişik,
yapmak, temizlik yapmak. yakın, 5.) ıssız, kimsesiz, sakin,
temizleyici: arıtıcı, deterjan. sessiz, 6.) zor, 7.) bağ, ilmik, 8.) balye,
temizlik: taharet. çıkın, heybe, torba, 9.) burun, dar
temkin [Arp.]: tedbirli davranma. vadi geçiti, 10.) güzelin ağzı, 11.)
Temmuz [İbr.: tammuz]: yılın 31 gün tornavida, 12.) kanvas, resim yapma
çeken 7. ayı. bezi yada kağıdı.
temnare [Lat.]: aşağılamak, hakir tenha [Far.: teng + ha > tegnha > tenha]:
1.)
görmek, küçük görmek, tepeden ç.i., kimsesiz yer+ ler, ıssız yer +
bakmak. ler, 2.) s., ıssız, kimsesiz, tekinsiz.
temnein [Yun.]: incelemek için tenis [İng.: tennis]: [Spor] bir sport dalı,
parçalara bölmek, kesmek, ~ alanı: kort.
parçalamak. tenkid [Arp.: ?]: bak. tenkit.
temptare [Lat.]: denemek, girişmek, tenkit [Arp.: ? > tenkid]: eleştiri, kritik.
teşebbüs etmek. tenkiye [Arp.: ?]: [Tıp] lavman, şırınga,
tempus [Lat.]: 1.) devir, devran, yıkama.
dönem, evre, 2.) vakit, zaman. tenor [Lat.: tenere > İtl.]: [Müzik] en
temren [?]: okun ucundaki demir. yüksek yetişkin erkek sesi.
temriye [?]: kara yosunu. tentene [?]: dantel, oya işi.
temsil [Arp.]: 1.) 2.) sahne oyunu, ~e tenuis [Lat.]: çelimsiz, ince, lager,
yetkili kurul: delegasyon. kuvvetsiz, mecalsiz, narin, zayıf.
temsilci [Arp. + ci]: delege, murahhas, tenya [Rum.: ? [?]: 1.) bant, şerit, 2.)
mümessil, temsilci. [Tıp] şerit.
temsili [Arp.: temsilî]: figüraif, mecazi, teokrasi [Yun.: ? [?> Fra.: teocratie]: bir
remzi, ~ resim: amlem, arma, yönetim biçim, dinci erke.
işaret, özel işaret, remiz, simge. Teoloji [Yun.: theo + logia > [?] > Fra.:
ten [?]: i., [Bedenbilim] 1.) bedenin dış theologie]: Din Bilimi, İlahiyat.

yüzü, cilt, deri, derm, çabuk Teoman: 1.) ? 2.) bir Türk erkek adı.
iltihaplanan ~: [Tıp] azgın, 2.) et. teorem [Yun.: theo + raime > [?] > Fra.:
theoraime]: bilimsel önerme.
ten: Türkçe’de –dan, -den, -tan, -ten
teori [Lat.: ? [?> Fra.: theorie]: kuram,
soneki; İstanbul’dan.
nazariye.
tenasüp [Arp.: ?]: uyum.
teorik [Lat.: ? > Fra.: theorique]:
tenbel [Arp.]: bak. tembel.
kuramsal, nazari.
tenbih [Arp.: ? > tenbîh [‫]]ﻩيبنت‬: ikaz,
tepe: [Evrenbilim] bayır, belen, dağlık
uyarı.
tencere [?]: yemek pişirme gereci, alan, ~den bakmak: aşağılamak,
büyük ~: harani, yayvan küçük ~: hakir görmek, küçük görmek.
tepin [?]: i., bir feldspat türü.
kuşane,
tepki: i., reaksiyon.
tendere [Lat.]: büyütmek,
tepkime: i., [Kimya] reaksiyon.
genişletmek, germek, sermek,
yaymak. tepsi [?]: i., geniş bir kap, büyük ~:
tendürdiyot [Lat.: tingere + Yun.: ion [?] sini.
+ > Fra.: tencture de iode]: [Eczacılık] ter [?]: i., arak, beden sıvı atığı.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 305 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

terane [Far.]: i., [Müzik] ezgi, makam, terminus [Lat.]: 1.) had, son, uç, 2.)
melodi, name. hudut, sınır, ülke sınırı.
terapi [Yun.: therepeuein > totherapeia termit [?]: [Yaşambilim] akkarınca, divik.
[τοθεραπεία] > Fra.: terapie]: i., [Ruhbilim] termo: bak. thermo.
sağaltım. termodinamik [Yun.: thermes +
teras [Fra.: terrace]: i., [Mimari] ayazlık, dynasthai > Fra.: thermodynamic]: ters
balkon, eyvan, revak, sundurma, yönlü ısının madeni enerjiye
taraça, dönüştürülmesiyle uğraşan bilim.
teravi [Arp.: ? > teravih]: bak. teravih. terör [Lat.: terrere > Fra.: terreur]: korku
teravih [Arp.: ? >]: [İslam] Ramazan salma, tedhiş.
ayında yatsı namazı ile birlikte terra [Lat.]: arz, diyar, dünya, kara,
kılınan namaz. toprak, ülke.
terazi [?]: baskül, kantar, tartı, ~ terra [Lat.]: toprak, ülke, yer, yurt.
gözü: kefe. Terra Australis Incognita [Lat.]: 1.)
terbiye [?]: 1.) eğitim, maarif, 2.) Bilinmeyen Güneykutbu Ülkesi, 2.)
[Yemek] çırparak karıştırma. bugünkü Avustralya.
terbiyeli [? + li]: 1.) edepli, 2.) [Yemek] terrere [Lat.]: dehşete düşürmek,
soslu. korkutmak, ürkütmek.
terbiyesiz [? + siz]: edepsiz. tersane [Arp.: dâr es sınâe [‫]راد ةعانصلا‬
Terbiyum [Lat.: ? > Fra.: terbium: Tb]: ? > arsenal > İtl.: tersane]: [Denizcilik] i.,
tercih [Arp.: ? >]: 1.) seçme, 2.) gemi yapım yeri, gemilik.
yeğleme. tersaneli [Arp.] > İtl. + li > Osm.: s., 1.)
tercihen [Arp.: ? > + en]: 1.) seçme, 2.) Osmanlı’da deniz eri, 2.) bahriyeli,
gönüllü, iltizam, kesenek. denizci, deniz askeri.
tercüman 1 [Arp.: ? > tercümân tertib [Arp.]: bak. tertip.
[‫]]نامجرت‬: çevirmen, dilmaç, tertip [[Arp.: tertib]: 1.) dizgi, 2.) aynı
Tercüman 2 [Arp.: ? > tercümân dönemde askere giden.
[‫]]نامجرت‬: bir zamanlar sağ eğilimli bir terzi [Far.: derzî [?]]: 1.) derz: dikiş’den,
2.)
siyasi ulusal gazete. meslek olarak dikiş işi yapan kişi.
tercüme [Arp.: ? >]: 1.) bir dilden terzilik [Far. + lik]: dikiş dikme işi.
diğerine çevirme, çevirme, 2.) çeviri. tesadüf [Arp.: ?]: fırsat, şans, talih.
tereke [Arp.: ?]: bırakıt, miras. tesadüf [Arp.]: rastlantı.
terere [Lat.]: ovmak, oavalamak, tesadüfen [Arp.]: kazara, rastgele.
sürmek, sürtmek, sürtünmek, tahriş teselli [Arp.]: avunma, avuntu, ~
etmek. bulmak: avunmak, ~ etmek:
terfi [Arp.: ?]: makamda yükselme. avutmak.
terhis [Arp.: ? >]: tesettür [Arp.]: 1.) örtünme, 2.) kadının
terk [Arp.: ?]: bırakma, ayrılma, ~ örtünmesi.
etmek: ayrılmak, bırakmak. tesettürlü [Arp. + lü]: Örtülü,
terke [?]: eyerin arka bölümü, terki. örtünmüş.
terki [?]: eyerin arka bölümü, terke. tesi [erte’den]: günün arkası.
terkip [Arp.: ?]: bileşim. tesir [Arp.]: etki.
terlik [ter + lik]: ev içinde giyilen tesis [Arp.: ? > tesisât]: 1.) düzenleme,
ayakakbı, terliğin meşin kısmı: kurma, oluşturma, 2.) i., kuruluş,
tasma, plastik ~: tokyo. kurum.
termal [Yun.: therme [?] > Fra.: thermal]: tesisat [Arp.: ? > tesisât; tesis’in çoğulu]:
1.)
akarca, çermik, ılıca, kaplıca. düzenleme, kurma, oluşturma, 2.)
3.)
Terme [?]: ç.i., döşemler, kurumlar, tesisler,
terme [Far.: ?]: [Bitkibilim] yaban turpu. i., döşem.
terminal [Lat.: terminus > Fra.: teskere [Far.]: 1.) sedye, 2.) [Askeri]
terminal]:
1.)
had, son, uç, 2.) otogarın terhis belgesi, 3.) [Siyaset] yetki
diğer adı, otobüs garı, otobüs garajı, belgesi.
3.)
otogar yada tren garlarında teskin [Arp.]: yatıştırma.
otobus yada trenlerin yanaştığı özel teskin etmek [Arp. + etmek]:
bölümler, 4.) [Bilgisayar] BİM’e bağlı yatıştırmak.
ana makineden çalıştırılan bağımsız tesmiye [Arp. > Osm.]: 1.) ?, 2.)
bilgisayar ekranları. adlandırma, çağırma, isimlendirme

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 306 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

tespit [Arp.: tesbid]: belirleme. teyakkuz [Arp.]: i., saklık, uyanıklık.


saptama, ~ etmek: belirlemek, teyp [İng.: tape]: i., 1.) bant, şerit, 2.)
saptamak. [Elektronik] ses kaydetme gereci.
test [İng.]: imtihan, sınav. teyyare [Arp.]: i., uçak.
testari [Lat.]: şehadet etmek, tanıklık teyze [Far. > Tür.]: i., 1.) annenin kız
etmek. kardeşi, 2.) genelde evli ve çocuklu
testere [?]: i., [Teknik] ağaç kesme bayan.
gereci, bıçkı. tez: i., 1.) acele, acul, alaminüt, çabuk,
testi [?]: i., topraktan su kabı. ivedi, süratli, tez, 2.) addia, sav, 3.)
testis [Lat.]: i., olayı gören, tanık, [Eğitim] Üniversite’de yada üniversite
şahit. sonrası verilen çalışma, ~ elden:
teşekkür [Arp.]: i., gönül borcunu acilen, çabucal.
anlatma, [şükran, shukran]. tezek: i.,1.) günre, kemre, 2.) sığır
teşhir [Arp.]: i., gösteri, gösterme. tersi.
teşhis [Arp.]: i., [Tıp] tanı. tezel: z., çabuk, acil.
teşmil [Arp. > Osm.]: ?. tezelden: çabukca, acilen.
teşrif [Arp.: şrf.]: i., onurlandırma, Thales [Yun.: Tales: ?]: ö.i., Eski
şereflendirme. Yunan’da bir matematik bilimcisi.
teşrifat [Arp.]: resmi kabul. thanatos [Yun.: ?]: mevt, ölüm, vefat.
teşrin [Arp.: ? > [‫]]نيرشت‬: ? theatron [Yun.: θέατρο]: 1.) ? 2.) tiyatro.
teşrini evvel [Arp.: ? > teşrîn-i evvel [‫الو‬ theke [Yun.: thēkē: θήκη]: i., 1.) kap, tas,
1.) 2.)
‫]]نيرشت‬: ilk Teşrin, önce gelen depo, koyma yeri, oda, saklama
2.)
teşrin, Ekim ayı, [October]. bölümü.
teşrini sani [Arp.: ? > teşrîn-i sânî [‫ىناش‬ theles [Yun.: ?]: memebaşı, memeucu.
1.)
‫]]نيرشت‬: ikinci Teşrin, sonra theos [Yun.: ?]: tanrı.
2.)
gelen teşrin, Kasım ayı, therme [Yun.: ?]: sıcak.
[November]. thermo [Yun.: therme: ?]: Yunanca ve
teşvik [Arp.]: i., cesaretlendirme, Batı Dilleri’nde thermo; 1.) sıcak, 2.)
özendirme, yüreklendirme. sıcak veya ısıyla ilgili bir önek.
tetik [?]: 1.) ? 2.) silahta ateşleme Theta [Fen.: Tet [Teht] > Yun.: Tita: [θῆτα
düzeneği, 3.) aleste. & θήτα]]: Yunan Acebesi’nin 8. harfi,
tetikleme [?]: [Θ, θ].
tetiklemek [?]: THK: Türk Hava Kurumu.
tetikte [?]: aleste. thyreos [Yun.: ?]: büyük kalkan.
tetir [?]: i.,ceviz kabuğu, lekes. tıfıl [?]: 1.) ? 2.) ufak tefek, zayıf.
tetkik [Arp.: tedkik]: i., araştırma, tıkaç: tapa, tıpa.
inceleme, soruşturma. tıkız: kesif, kompakt, sıkı, yoğun.
tevazu [Arp.: tevâzu]: i., alçak tıknaz [?]: kavim.
gönüllülük. tımar [?]: 1.) Osmalı’da bir yönetim
tevessül [Arp.: ?]: 1.) yapılamayacak biçimi, 2.) at bakımı, ~ aracı: kaşağı,
işe girişme, 2.) yeltenme. tımar [Arp. > Osm.]: ?.
tevfik [Arp.]: 1.) ? 2.) ö.i., [T] bir tınaz [Halkdili]: 1.) dövülmüş ekin yığını,
2.)
Müslüman ve Türk erkek adı. [T] bir erkek adı.
tevlid [Arp.: vld]: bak. tevlit. tıp [?]: hekimlik.
tevlit [Arp.: vld > tevlid]: 1.) doğum, tıpa [?]: tapa, tıkaç.
doğma işi, oluşum, ortaya çıkma, 2.) tıpatıp: aynı, benzer, emsal, eş,
? menent, tıpatıp, tıpkı, tıpkısı.
tevlit etmek [Arp.: + etmek]: f., babası tıpkı: aynı, benzer, emsal, eş, menent,
olmak, neden olmak, sebeb olmak, tıpatıp, tıpkısı, tıpatıp.
vücuda getirmek. tıpkıçekim: fotokopi.
Tevrat: ö.i., [Din] İbrani kutsal kitabı, tıpkısı: aynı, benzer, emsal, eş,
Yahudi kutsal kitabı, menent, tıpkı, tıpatıp.
tevşih [Arp.]: i., 1.) bir şiirin dizelerinin tıraş [?]: sakal kesme, ~ bıçağı: cilet,
birinci harfleriyle yapılan ilginçlik, 2.) tırıs: atın hızlı yürüyüşü.
akrostiş, muvaşşah. tırnak: ~ta proteinli bir madde:
textere [Lat.]: f., dokumak, icat keratin.
etmek, kurmak, örmek. tırpan [?]: ekin biçme gereci.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 307 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

tırpana [?]: [Yerbilim] rina. benzeyen, 2.) gelişmeyi düzenleyen


tırsma: çekinme, korkma, perva, bir salgı üreten, soluk borusuna
panik, ürkme, ürkü. yakın, büyük bir iç salgı bezi.
tırsmak: çekinmek, korkmak, perva tiroid: bak. tiroit.
etmek, paniklemek, ürkmek. tiroit [Yun.: ? + oide > Fra.: tiroide]:
tırtıl: 1.) [Böcekbilim: ?] bir tür böcek, 2.) [Tıp]gırtlak bezi.
[Teknik] metal şerit yada palet. tirsi [?]: bir balık türü.
tıy [?]: hekimlik. tirşe [?]: yeşille mavi karışımı bir renk,
Ti [İtl.]: İtalyan Abecesinin 18. harfi, [T, tiryaki [? > : tiryâkî]: 1.) alışkanlığı olan,
2.)
t]. alkol, sigara vb alışkanlığı olan.
ti: boru sesi. tişört [İng.: tee-shirt]: ön tarafı T
ticani [?]: [Mecazi] yobazlık. biçimli gömlek.
tie [Yun.: ?]: Fransızca’da tie; 1.) nitelik, Tita [Yun.: theta]: Yunan Acebesi’nin .
2.)
durum yada bir oluş gerçeğini, –nın harfi, [Θ, θ].
durumu, düzeyi yada ofisini gösteren tithenai [Yun.]: koymak.
bir sonek. titio [Lat.]: yanmakta olan bir odun
tifo [?]: [Tıp] anterik, bağırsak parçası, alevle çubuk.
humması, kara humma. Tito:
tiftme: yünü kabartma, ditme. titr [Fra.: titre]: Ad, insan, nam, şan,
tiftmek: yünü kabartmak, ditmek. unvan.
tigris [Rum.: ?]: balık. titreme: lerze.
tik: göz seyirmesi. tiyatro: [Yun.: theatron [θέατρο] > Lat.: ?
tike [Halkdili]: lokma, sokum. > İtl.: teatro]:
1.) 2.)
, ~ edebiyatı:
tikel: cüzi, kısmi. dram, drama, ~da ara: Antrakt,
tilatin [?]: [Dericilik] öküz derisi. müzikli ~: opera, ~ güldürüsü:
tim [İng.: team]: küçük askeri birlik.
fars, ~da aksesuar: dekor, bir
timbol [?]: [Müzik] bir tür davul.
timidus [Lat.]: korku, ürkme. Japon ~su: no, eski Roma ~su:
Timothy [> İng. ]: Batılı bir erkek adı, amfiteatr, ~da en üst balkon:
[]. baradi, ~da sahne gerisi: kulis, ~
timsal [Arp.: ?]: örnek, rumuz, sembol, giriş parçası: aventür.
simge. tiz: ince ses.
tin [?]: 1.) ruh, tayf, 2.) görüntü. toht [Halkdili]: gem, reşme, tasma,
tiner [İng.: thinner]: [Boya] boya inceltici yular.
sıvı, inceltici. tohum: ekecek,~ kabı: koza.
tingere [Lat.]: boya yapmak, toka 1 : 1.) tutturucu, 2.) saç klipsi.
boyamak. toka 2 [İtl.: tocco ?]: 1.) el sıkışma, 2.)
tinsel [?]: 1.) ruhsal, 2.) manevi, soyut. içki kadehi tokuşturma, şerefe.
tip [Yun.: typos > Fra.: type]: 1.) cins, tokat 1 : sille, şamar, şaplak.
çeşit, nev, nevi, tür, 2.) durum, Tokat 2 [Antik: Komana, Pontika, Pontika,
karakter, kişilik, şahıs, statü. Rum: Evdoksia, Dokia, Dokat, Arp.: Kah-
TİP: Türkiye İşçi Partisi. Cun, Dâr'ün-Nusret, Somaru, Dâr'ün-
tipi [?]: i., kar fırtınası. Nasr, Osmanlı: Tokat]: [60], Türkiye’de
tipo [İng.: typo]: bir baskı türü. bir kent.
tir [?]: yayla atılan çubuk, ok. toklu: bir yıllık kuzu.
tiran 1 [Yun.: > Fra.: tyrant]: despot, tokmak: ağaçtan yapılmış gürz.
Tiran 2 [Arn.: Tirana]: Arnavutluk’un toksik [Yun.: toxikon > B.D.: toxin > Fra.:
1.)
başkenti. toxique]: [Biokimya] toksinlerle ilgili
tirbuşon [Fra.: ?]: şişe mantar açacağı. yada onların yolaçtığı, 2.) zehirli,
tire 1 [?]: 1.) fiber, ip, iplik, kınnap, lif, zehirleyici.
sicim, tel, 2.) pamuk ipliği. toksin [Yun.: toxikon > Fra.: toxine,
1.)
Tire 2 [?]: İzmir’de bir ilçe. Biokimya]: mikroorganizmalarca
tirhos [Rum.: ?]: [Balıkçılık: ?] sardalya. üretilen ve belli rahatsızlıklara neden
tirit [?]: 1.) kızarmış ekmek ve et suyu olan zehirli madde, 2.) bazı bitki ve
yemeği, 2.) yemek suyu. hayvanların ürettiği zehir.
tiroid [Yun.: thyreos + eides > Fra.: Tokyo 1 : Japonya’nin başkenti.
thyroide]: [Tıp]
1.)
büyük kalkana tokyo 2 : plastik terlik.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 308 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

tol [Halkdili]: küçük köy, yayla toprak 1 : 1.) çamur, kil, 2.) arazi, tarla,
3.)
kulübesi. acun, arz, diyar, kara, terra, ülke,
tolerans [Lat.: ? > Fra.: tolerance]: 4.)
[T] bir Türk erkek adı, yağlı ~: kil,
hoşgörü, müsamaha. ~ kayması: heyelan, ot büyümüş
tolga [Tavulga]: 1.) çelik başlık, miğfer, ~: malaz, sabanın kaldırdığı ~:
2.)
[T] bir Türk erkek adı.
kesek, toprağa kazılan çukur:
tollere [Lat.]: 1.) ayağa kaldırmak,
kuyu, verimli ~: bitek,
kaldırmak, yükseltmek, 2.) bin etmek,
inşa etmek, yapmak, 3.) beslemek, toptan: bütünüyle.
büyütmek, yetiştirmek, 4.) öldükten topur [?]: kestanenin dış kabuğu.
sonra dirilmek, çıkartmak, meydana topuz [?]: i., ?, ağır ~: gürz.
getirmek. tor 1 [ÖzTür.]: 1.) kale, sur, 2.) kalebeyi.
tomar [?]: küme, öbek, yığın. tor 2 [?]: [Balıkçılık] çok ve sık gözlü ağ.
tombak [?]: 1.) sarı renkli alaşım, 2.) ?. toraman [Halkdili]: genç irisi, tombul.
tombala [İtl.: ? tomballo]: bir eğlence tornado 2 [İtl.: ?]: 1.) ? 2.) bir tür yıkıcı
oyun türü, ~ oyun kağıdı: kartela. fırtına.
tombalak [?]: kısa boylu ve şişman, torero [> İsp.: ?]: boğa güreşçisi.
tombul: genç irisi, şişman, toraman. torlak [?]: genç, toy.
tome [Yun.]: 1.) kesme, yarma, 2.) torna 1 [İtl.]: dönme, dönüş.
kesik, yarık. torna 2 [İtl.]: [Teknik] bir tezgah türü,
tomie [Yun.: tome]: Fransızca’da tomie-; bir metal işleme gereci.
1.)
kesme, yarma,
2.)
ameliyat etme
tornare [Lat.]: 1.) altüst etmek,
anlamına gelen bir sonek. çevirmek, döndürmek, devrettirmek,
tersyüz etmek, 2.) iade etmek, geri
tomruk [?]: ~ biçme makinesi:
çevirmek, reddetmek.
katrak.
tornavida [İtl.: torna + vida]: vida
tonare [Lat.]: gök gürlemek,
sıkma gereci.
gümbürdemek, şimşek çakmak.
tornistan [İtl.: ?]: geridönme.
tonik [? > Fra.: tonique]: organları
torquere [Lat.]: burkmak, burmak,
uyaran ilaç.
burulmak, bükmek, bükülmek,
tonilato [İtl.: ?]: bir tona eş birim.
eğmek, sarmak, sarılmak.
tonos [Yun.]: tını, ton, ses ayrımı, ses
tortu [?]: çökelti, posa.
ferklılığı.
Toryum [Lat.: Fra.: thorium: Th]: ?
tonton [?]: semimli hoş kimse.
tos: boynuzla vuruş, koç, keçi ve
top []:1.) askeri bir siha, 2.) futbolda
benzeri boynuzlu hayvanların kafa
kullanılan meşinden yuvarlak, ~a vuruşu.
sıçrayarak vurma [Basketbol]: vole, tosbağa [?]: kaplumbağa.
topal: bir ayağı eksik yada sakat, tosun [?]: boğa, kele.
aksak, çolpa. Tosya [?]:
topallamak: aksamak, hafifçe total [Lat.: ? > Fra.: total]: 1.) bütünsel,
topallayan: aksak. 2.)
[T] bir marka, bir Fransız petrol
topatan: bir kavun türü. şirketi, 3.)
topaz [Yun.: topazion > Lat.: topasius > totem [?]: arma, ongun.
Fra.: topaze]: alüminyum silikatı ve totum [Lat.]: hepsi, tamamı, tümü.
florinden oluşan, kahverengi veya toxicum [Lat.]: zehir.
soluk sarı renkte değerli taş. toxikon [Yun.]: zehir.
toplama: 1.) bir araya getirme, cem toy: 1.) genç, torlak, 2.) yemekli
etme, 2.) [Matematik] toplama işlemi, 2.) eğlence.
devşirme, derleme, toyluk: acemilik.
toplamak: bir araya getirmek, cem tozan: [Fizik] molekül, zerre.
etmek. tozkoparan: çok rüzgarlı yer.
toplantı: derinti, görüşme, yiyeceği tozlak [Halkdili]: [Evrenbilim ] çorak,
ortak ~: arifane, verimsiz.
topluluk: camia, cemaat, zümre, ~ tozluk: getr.
ileri gelenleri: seyit, gizli ~: töhmet [?]: yüklenen suç.
komita. töre [?]: ~ye ugun: adap, edep.
toplumsal: sosyal. tören [?]: merasim, seromoni.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 309 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

törpü [?]: raspa, iri dişli törpü: trayler [İng.: trailer]: i., 1.) dorse, 2.)
raspa, uzun yük kamyonu.
töz [?]: cehver, kök, öz. tren [? > Fra.: traine]: şimendifer,
trabs [Lat.]: bir boncuk, düğüm yada büyük ~ istasyonu: gar, yeraltı
boğum. treni: metro.
Trabzon [Rum.: Trapezus, Osm.: Tuğra trend [İng.: trend]: akış, cereyan,
Bozan]: [61], Türkiye’de bir kent. eğilim, istikamet, mecra, temayül,
trachea [?]: [Bedenbilim] nefes borusu, yön, yönelim.
soluk borusu. trephein [Yun.]: beslemek, doyurmak,
tracheitis [?]: [Tıp] nefes borusu sütvermek.
itihabı, soluk borusu itihabı. trephein [Yun.]: beslemek, gıda
trachoma [?]: [Tıp] trahoma. vermek.
traditio [Lat.]: feragat, teslim, trepidus [Lat.]: alarmda, tetikte,
vazgeçme. uyanık.
trafik [Lat.: ? > Fra.: traffic]: gidiş geliş, tretuar [Fra.: tretoire]: kaldırım,
karşılıklı akma yada gidiş geliş, yolkenarı, yürümeyolu.
seyrüsefer, tribein [Yun.]: ovmak, ovalamak,
trafo [İtl.: ?]: transfarmatör. sürtmek, tahriş etmek, sürmek.
trahere [Lat.]: 1.) çekmek, sürükleme, tribuere [Lat.]: ayırmak, atamak,
2.)
çekmek, ilgi çekmek, 3.) çizgi atfetmek, tayin etmek.
çekmek, çizmek, resmini yapmak. tribün [?]: stadyum vb oturma yeri.
trajedi [Lat.: ? > Fra.: tragedie]: çok tricae 1 [Lat., çoğul]: kızılacak şeyler,
acıklı bir olay, ağlatı, dram, drama. kızmalar, sıkıntılar, sinirlenecek
trajikomik [Yun.: ? + ? > Fra.: şeyler, sinirlenmeler, üzüntüler.
tragiecomique, Tiyatro]: acılı ve komik. tricae 2 [Lat.]: mumlama.
trak [?]: triko [> ? > Fra.: tricot]: yünlü bir
trake [?]: [Tıp] soluk borosu. kumaş.
trakit [?]: i., bir feldspat türü. trikotaj [> ? > Fra.: tricotage]: ?
trampa [İtl.: ?]: değiş tokuş, kliring, triptik [? > Fra.: triptique]: geciçici
takas. gümrük belgesi.
trampet [Fra.: ?]: küçük davul. trişin [?]: [Yaşambilim] bir solucan türü.
tramplen [?]: havuz atlama tahatsı. trohom [?]: [Tıp] bir göz hastalığı.
tramvay [Fra.: ?]: rayda giden araç, trol [?]: [Balıkçılık] balık ağı.
raylı, tren benzeri taşıt, ~ sürücüsü: trombosit [Yun.: trombo + poietin > Fra.:
1.)
vatman. trombosite]: [Tıp] kan pıhtılarının
trança [?]: bir tür balık. oluşumunda görev alan hücre
trans 1 [Lat.]: aşırı, ötesi anlamında bir parçaları, 2.) platelet.
önek. [Transkafkasya], trompet [Fra.: trompe > trompette]:
trans 2 [Lat.: ? > Fra.: ?]: bir tür hipnoz [Müzik] boru, çalgı borusu.
durumu. troyka [Rus.: troyka [тройка] > B.D.:
1.)
transfarmatör [? > Fra.: troyka]: üçlü, 2.) üç atın çektiği
3.)
trasnfarmateur]: trafo. kızak, üç kişinin oynadık bir dans,
transfer [Fra.: ?]: 1.) aktarma, 2.) 4.)
[Mecazi] üçlü, üç taraflı.
3.)
[Futbol] oyuncu alam yada satma, truakar [Fra.: ?]: kısa manto.
[Bankacılık] para aktarımı. trudere [Lat.]: dürtmek, itmek,
transigere [Lat.]: iskan etmek, saplamak.
oturmak, yerleşmek. Tse [Rus.]: Rus Abecesi’nin 22. harfi,
transport [Lat.: ? > Fra.: transporte]: [Ц, ц].
nakliye, taşımacılık. tsunami [Jap.]: 1.) dev dalga, 2.)
tranş [Lat.: ?> Fra.: tranch]: 1.) ?, 2.) inek depremlerin ardından okyanuslarda
budunun orta kısmı. çıkan, yıkıcı dev dalga.
trap [?]: fak, hendek, kapan, tueri [Lat.]: -eye bakmak.
mandepsi, tuzak. tufan [?]: 1.) şiddetli yağmur, 2.) bir
trata [Rum.: ?]: [Balıkçılık] torbalı balık erkek adı.
ağı. Tugay 1 : 1.) 2.) askeri bir birlik, 3.) [T]
traverten [Lat.: ? > Fra.: ?]: kalker bir erkek adı.
tortu.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 310 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

tuğ [Osm.]: Osmanı’da rutbe tunik [? > tunic]: eski Yunan ve


göstermde kullanılan ve miğfere Romalıların kollu ve kolsuz ve dizlere
takılan at kuyruğu. dek inen gömlek veya entarisi.
tuğcu [Osm.]: at-yeleli bayrak taşıyıcısı. Tunus [Arp.]: Orta Doğu’da bir Arapa
tuğçe [?]: 1.) 2.) [T] bir bayan adı. ülkesi, [Tunisia].
tuğla: iki ~ arası: derz. tur [Lat.: ? > Fra.: tour]: devir, dolanma.
tuğra [Far.]: 1.) Osmanlı’da Sultan’ın tura [Far.: tuğra > tura]: paranın resimli
mührü, 2.)
Osmanlı yüzü.
İmparatorluğu’nun nişanı. Turan [Far.]: 1.) 2.) [T] bir erkek adı
tuğrakeş [Far.: tuğra + keş]: 1.) Osmanlı turap [Arp.: türab]: toprak,
İmparatorluğu’nda sultanın tuğrasını turba [Fra.]: [Kimya] kömürleşmiş bitki.
belgelere kaydeden görevli, 2.) turbare [Lat.]: düzenini bozmak,
Osmalı’da tuğracı. karıştırmak.
tuhaf [Arp.: tuhfe’nin çoğulu]:
1.) turfa [Arp.]: az bulunur, ender, nadir.
eğlendirici, komik, 2.)
garip, merak turfanda [Far.: türfende]: 1.) erken
uyandırıcı, 3.) alışılmamış, başka olgunlaşan meyve ve sebzeler, 2.) ilk,
yerden gelmiş, garip, görülmemeiş, yeni.
ilk defa görülen, yabancı, yeni. turgay []: 1.) ? 2.) [T] bir erkek adı.
tuhafiye [Arp.]: ilginç şeyler, giysi turhan [Ark.]: 1.) asil kişi, bey, prens,
2.)
malzemeleri satan küçük dükkan. [T] asil kişi, bey, prens anlamına
tuhafiyeci [Arp.]: 1.) ilginç şeyler, giysi bir erkek adı.
malzemeleri satan küçük dükkan, turist [Fra.: touriste]: gezmen, gezgin,
çerçi, 2.) bu işleri yapan esnaf. seyyah.
tuhfe [Arp.]: 1.) armağan, hediye, 2.) turizm [Lat.: ? > + Yun.: ismos > Fra.:
armağan olarak verilecek derece tourisme]: gezinme, seyahat,
nadir, ilginç, şaşırtıcı, 3.) bir çok yolculuk.
kitabın adı. turnabalığı [turna balığı]: [Balıkçılık: Exos
tul [Arp.]: [Evrenbilim]
1.)
ana lucius] bir tür balık.
meridyenden doğu yada batıya doğru turne [Fra.: tournèe]: ?
uzaklık, derece yada zamanla turnike [Fra.: tournique]: [Tıp] ?
gösterilir, 2.) boylam, meridiyen. turnuva [?]: [Spor] yarışmalar dizisi.
tulumba [?]: 1.) sıvı çekme aracı, 2.) bir turp [Far.: türb1]: bir tür sebze, yaban
tür tatlı. turbu: terme.
tulumbacı: Osmanlı’da itfiaye turşu: 1.) salamura, tuzlu su, 2.) balık,
görevlisi. sebze vb tuzlu suya yatırıp bekletme,
3.)
Tulyum [Lat.: > Fra.: tulium: Tm]: ? bu biçimde yapılmış balık yada
tumba 1 [Lat.]: gömüt, kabir, mezar, sebze yemeği.
sin, türbe. TUS: k.i., Tıp Uzmanlık Sınavı.
tumba 2 [Lat. > İtl.]: 1.) çocukların tuş 1 [Far.]: 1.) beden, 2.) güç, kuvvet,
3.)
kendini yatağa atması, 2.) altüst güreşte yenilgi.
olma, 3.) damperli kamyon. tuş 2 [Fra.: touche]: 1.) dokunma, 2.)
tumbadız [?]: kısa ve şişman. daktilo, klavye benzeri gereçlerin her
tumturak [Far.]: debdebe, görkem, bir harf bölümü.
gösteriş, şaşaa, tantana. tuşe 1 [Far.]: 1.) gezginlerin malzemesi,
2.)
tun [Halkdili]: gizli yer. yemek için yeterli gıda.
Tunceli [Rum.: Daranis, Derksene, tuşe 2 [?]: dokunuş.
Fra.sça: Darsim, Zazaca: Mamekiye, tutacak: ataş, tutturgaç.
Dêsım, TC: Tunceli]: [62], Türkiye’de bir tutak: 1.) kabza, sap, 2.) rehine, tutu,
kent. tutam: demet, elçim.
tunç: 1.) bronz, 2.) [T] bir Türk erkek tutanak: mazbata, zabıt varakası.
adı tutar: [Ekopnomi] para miktarı, meblağ.
tundere [Lat.]: çarpmak, dövmek, tutarak: [Ruhbilim] ruh hastalığı nöbeti.
galip gelmek, üstün gelmek, tutarık: [Tıp] epilepsi, sara, yılbık.
yenmek. tutkal: yapıştırıcı, tüm yüzeye ~
tundra [?]: kutup bozkırı, kutup stebi. sürme: kedibastı.
tutku: güçlü amaç, ihtiras.
tutsak: esir, esire.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 311 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

tutturgaç: 1.) ataş, 2.) raptiye. türbe [?]: 1.) gömüt, kabir, mezar, sin,
tutu: 1.) [Hukuk] tutu, ipotek, rehin, 2.) 2.)
?.
rehine, tutak, türbin [?> Fra.: turbine]: erneji
tutuk: 1.) rehine, tutu, 2.) akıcı sağlayan araç.
konuşamayan. türdeş: soydaş.
tutukevi: cezaevi, dam, hapishane, türe [?]: adalet.
kafes. Türkan: bir bayan adı.
tutulma: popularite. Türkçe: 1.) Türkiye’de ve dünyadaki
tutulmmuş: düçar, uğramış. diğer Türk uluslarınca kullanılan dil,
tutum: 1.) davranış, 2.) ekonomi, idare, 2.)
Türki [Türkic] denilen diğer Türk
iktisat. uluslarının kullandığı Türkçe ile
tutumlu: idareli. Türkiye Türkçesi arasında, hem
tutuşma: i., 1.) alevlenme, yanma, 2.) yazılış hem de konuşma olarak bazı
(beden, vücut) ateşlenme, susama, farklar vardır, 3.) Türkiye Türkçesi,
yanma, 3.) [Tıp] yanma, iltihaplanma. Latin Abecesi ile yazılırken diğer Türk
tutya [Arp.]: çinko. ulusları, Arap, Fars, Urdu, Slav ve
tuvalet 1 [Fra.: toilette]: süslü bayan Slavca’dan bozma melez Abeceler
gece kıyafeti. kullanır, 4.) Türkiye Türkçesi; a.) Fasih
tuvalet 2 [Fra.: toilette]: apteshane, Türkçe: Yönetim, Yazın, Şiir ve Sanat
ayakyolu, hacetyolu, hela, kenef, dili, b.) Orta Türkçe: Üst Sınıf ve
klozet, suyolu, W.C. Ticaretin kullandığı dil, ve c.) Kaba
tuz [?]: Türkçe: Alt Sınıfların kullandığı dil.
tuzak: fak, hendek, kapan, mandepsi, türkü [Arp.: Türkî]: 1.) Türkî: Türklere
trap, ait, 2.) ezgi, ır, melodi, şarkı, yir,
tuzla 1 : 1.) tuz çıkarılan yer, 2.) semt dağ ~sü Makamı: daği, ~ türleri:
adı, Peşrev,
Tuzla 2 : İstanbul’da bir ilçe. türkücü: okuyucu, şarkıcı.
Tuzla 3 : Bosna-Hersek’te bir kent. türler: çeşitler, enva.
tuzlalu: tüs [?]: ince kıl.
tü [Halkdili]: yazıklar olsun. tütmek: 1.) buğusu çıkmak, 2.) dumanı
tüfek [?]: bir ateşli silah, karabina, ~ çıkmak, 3.) [Mecazi] özlemek.
Çeşitleri: Karabina, Martin, Sten, tütsü: 1.) güzel kokan madde, 2.) dini
tüh [Halkdili]: yazıklar olsun. amaçlarla tapınak ve benzeri
tükenmiş: 1.) bitmiş, kalmamış, 2.) yerlerde kullanılan baharlı yaprak ve
bitkin, lapacı, pelte, yorgun. kabuklar.
tüketmek: harcamak, sarfetmek. tütün [?]: bir bitki, ~ yaprağı dizisi:
tükürük [ÖzTür.]: 1.) ağız suyu, 2.) [Tıp] pastal, ~ rengi: taba, ~ fideliği: i.,
tükürük bezlerinin ağza akan salgısı. anva.
Tülay [tül + ay]: bir bayan adı. tüvit [?]: [Dokuma] taranmış yünden
tülin: 1.) 2.) [T] bir bayan adı. yapılma kumaş.
tülü [?]: [Hayvanbilim] güreş devesi. tüy: büyük kuş tüyü: telek,
tüm: 1.) bütün, genel, umum, 2.) tüyo [?]: kopya.
bütün, bütünü, kül, tamamı. tüysüz: cavlak.
tümce: [Dilbilgisi] cümle. tüzün [?]: ?
tümör [Lat.: ? > Fra.: tumeur]: [Tıp] typos [Yun.: ?]: im, işaret.
neoplazma, ur.
tün: gece. ========== U =========
tüp [Fra.: tube]: 1.) silindir biçili kap, 2.) U 1 : Türk Abecesi’de . harf.
[Labaratuvar] cam boru,
3.)
[Eczacılık] ilaç U 2 [İtl.: U]: İtalyan Abecesinin 19.
konulan kap. harfi, [U, u].
3
TÜPRAŞ: Türkiye Petrol Rafineleri U [Rus.: U]: Rus Abecesi’nin 19. harfi,
Türkiye Anonim Şirketi. [U, у].
tür: cins, çeşit, nev, nevi, tip. uberare [Lat.]: bol olmak, çok olmak.
türab [Arp.]: bak. turap. uca [?]: kuyruk sokumu kemiği,
türban [Fra.: turban]: başörtüsü, uç: had, sınır.
dastar, eşarp. uçak: tayyare, uçağın sürücüsü:
pilot,

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 312 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

uçkun [ÖzTür.]: kıvılcım. umar: çare.


uçkur [?]: şalvar bağı. umarsız: biçare, çaresiz.
uçuk [?]: 1.) düş dünyasında olan, umere [Lat.]: nemlenmek.
kaçık, 2.) abartılı, fazla, 3.) (kumaş, umma: 1.) beklenti, umut, ümit, 2.)
renk) solgun, uçmuş, 4.) [Tıp] dudakça sanma, tahmin etme.
çıkan sivilce. umran [Arp.: a’mr > [‫ > ]رمع‬umran]: 1.) a.)
uçurum: kayalık, sarp, yalman, yar. kurma, onarma, yapma, b.) bir araya
ud [Far.: ûd]: bak. ut. gelme, sevinçli olma, c.) uzun
udi [Far.: ûdî]: ut çalan. yaşama,2.) bayındırlık, gelişmişlik,
ufki [Far.: ufkî]: s., yatay. kalkınmışlık, mamurluk.
ufuk [Far.]: 1.) i., gökle yerin birleştiği ümran [Arp.]: bak. umran.
varsayımsal nokta, gözerimi, 2.) i., umre [Arp.]: Kabe ziyareti.
görüş ve değerlendirme genişliği, 3.) umum [Arp.]: bütün, genel, tüm.
ö.i., [T] bir erkek adı. umumi [Arp.]: genel.
uğra: i., yufka altına serilen un. umur [?]: 1.) aldırış etme, 2.) [T] bir
uğraş: iştigal, uğraşı. erkek adı.
uğraşı: iştigal, uğraş. Umurbey: Bursa, Gemlik’te Celal
uğramış: düçar, tutulmuş. Bayar’ın doğduğu köy.
uğur: i., 1.) baht, felek, kader, kısmet, umursamaz: aldırmaz, lakayıt.
kut, mut, şans, talih, takdir, 2.) umut: 1.) beklenti, umma, ümit, 2.) [T]
[kötülüklere karşı] iyilik getiren [atnalı bir Türk erkek adı, ~ vermek:
3.)
gibi], yom, ö.i., [T] bir Türk erkek vadetmek, ~ verme: ihya,
adı un: öğütülmuş buğday, ~ Türleri:
uğurlu: s., bahtlı, kısmetli, kutlu, Kepekunu (Razmol), İrmik, Mısırunu,
şanslı, talihli. Pirinçunu, Razmol (Kepekunu), Yulafunu,
uğurluk: i., maskot, mavi boncuk. kepekli ~: razmol, çok kepekli ~:
uğursuz: s., bahtsız, düztaban, paspal, yufka altına serilen ~:
kadersiz, kısmetsiz, kutsuz, mutsuz, uğra,
şanssız, talihsiz, takdirsiz, uncia [Lat.]: 20. bölüm.
uhuvvet [Arp.]: i., kardeşlik. unda [Lat.]: dalga.
ukala [?]: bigiçlik taslayan, çok bilmiş. ungere [Yun.]: lekelemek, sürmey,
Ula [?]: İzmir’in bir ilçesi. yapışkan bir şeyle sürmek.
ulak 1 : haberci. unsur [Arp.]: eleman, öğe
Ulak 2 [Eflak]: [Wallachia]. unsurlar: anasır, elemanlar, öğeler
ulam: i., grup, katogori. unutmak: aklında kalmamak
ulama: ekleme. unvan [Arp.: unvân]: nam, san.
ulema [Arp.]: alimler, bilginler. Upsilon [Fen.: Vav [Waw] > Yun.: [ὗ - ὓ
ultra [?]: öte, ötesi. ψιλόν & ύψιλον]]: Yunan Abecesi’nin
ultrason [?]: [Tıp]beden içi muayene ve 19. harfi, [Υ, υ].
görüntüleme gereci. ur 1: [Tıp] neoplazma, tümör
ultraviole [Fra.: ultraviolet]: mor ötesi, Ur 2 : Mezapotomya’da bir kent devlet
ulu: ali, celil, faik, mualla, mükemmel, uragan [?]: güçlü fırtına.
şahane, üstün, yüce, yüksek. uran: endüstri, sanayi
Uludağ [Rum.: Olympos > Osm.: Keşiş uray: belediye
Dağı > Tür.: Uludağ]: Bursa’da bulunan
urba [İtl.: ?]: elbise, giysi, kıyafet,
dağ, ?m. libas, ruba
ulus 1 : millet. Urban [?]: çöl Arapları.
Ulus 2 : İstanbul ve Ankara’da bir semt urere [Lat.]: yanmak, yakmak.
adı.
urgan [?]: ince halat, ince ~: ip,
ulusal: milli.
us: akıl.
ulusalcı: milliyetçi, nasyonel.
USA: United States of America: ABD.
ulvi [Arp.: ulvî]: 1.) ulu, yüce, 2.) [T] bir
usanma: bıkma, gına, sıkılma.
erkek adı
usare [Arp.]: bitki özsuyu, lateks,
ulviye [Arp.: ulvîye]: 1.) 2.) [T] bir bayan
usare.
adı.
umacı: öcü, düşsel yada hayali
yaratık.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 313 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

uskumru [Rum.: skoumpri > skumbri]: uygunsuz: 1.) elverişsiz, ters, 2.)
[Balıkçılık: Scomber scombrus] bir balık açıksaçık, müstehcen, porno,
türü. uygunsuz.
uskur [İng.: ?]: pervane. Uygurlar: ç.i., bir Türk boyu.
ussal: akli, akılsal. uyku: derin dilenme durumu, hab,
usta: guru, pir. derin ~: koma, ~ sineği: çeçe.
usül [Arp.:?]: yol, metot, tarz, yordam, uyma: intibak, itibar, riayet.
yöntem. uymak: 1.) ölçüleri tutmak, 2.) itibar
ustalık: beceri, hüner, kaabiliyet, etmek, riayet etmek.
maharet, ustalık, yetenek, el uymazlık: beis, engel.
ustalığı: zanaat. uysal: munis.
ustura [Far.]: kafa bıçağı. uyum: ahenk, armoni, tenasüp.
uş [?]: kuş yuvası. uyuma: yatma, dua ile ~: istihare,
uşak 1 [?]: 1.) yardımcı, 2.) erkek işçi, uyumak: yatmak.
hizmetkar, araba uşağı: ispir. uyuşmak: anlaşma, ittifak.
Uşak 2 [?]: [64], Türkiye’de bir kent. uyuşmzlık: ihtilaf, uyuşmazlık.
uşakkapan: bir cins akbaba, uyuşturucu: bedeni uyuşturan
ut [Far.: ûd, Müzik]: telli bir çalgı. maddeler, uyuşturucuyla ilgili:
uta [Jap.]: Japon halk türküsü. narkotik, ~ maddeler: eroin,
utanç: ?, ~ veren: ayıp. haşhaş, kokain.
utangaç []: mahçup. uyuşuk: miskin.
utanmak: mahçup olmak. uz: iyi, güzel.
utanmaz: kepaze, rezil. uzadurum: telepati.
utarit [?]: merkür. uzak: ırak.
utçu [Far.: ud + çu]: udi. uzaklaşma: ıraklaşma.
uter [Lat.]: hiçbrisi değil, o da değil bu uzaklaşmak: ıraklaşmak.
da değil. uzaklaştırmak: ıramak.
uterus [Lat.]: [Bedenbilim] dölyatağı, uzaklık: mesafe, ~ anlatır: ta,
rahim.
uzam: nesnenin uzaydaki yeri, vüsat.
utku: 1.) zafer, 2.) [T] bir Türk erkek
uzatma: bir tür balık ağı.
adı.
uzay: feza.
uyak: [Şiir] kafiye.
uzgörür: gerçeği önceden gören.
uyanık: açıkgöz, gözüaçık, sak.
uzlaşma: itilaf.
uyanıklık: saklık, teyakkuz.
uzman: bilirkişi, ehil, eksper, işbilir,
uyarı: ihtar, ikaz, tembih, uyarma.
kompetan, mütehassız, selahiyetli,
uyarlama: adepte, uyarlanmış.
yetkili.
uyarlanmış: adapte.
uzo [Yun.: ?]: Yunan Rakısı.
uyarma: ihtar, ikaz, tembih, uyarı.
uzun: [Moda] maksi.
uyarmak: ihtar etmek, ikaz etmek,
Uzuv [?]: [Bedenbilim] organ, üye.
tembihlemek.
uydu: peyk. ========== Ü =========
uydurma: düşşel, fiktif, hayali, sahte. Ü: Türk Abecesi’nde . harf.
uydurma: katakulli, maval, yalan. ücra [Arp.]: uçta yada kenarda
uydurmaca: düzmeyece, sahte. bulunan, sapa.
uydurmak: yalan söylemek. Üç Aylar: Ramazan ayının son ay
uygar: aynı yüzyılda olan, muasır. olduğu kutsal aylar: Recep, Şaban
uygulama: 1.) tatbik, pratik, 2.) ve Ramazan.
aplikasyon, tatbikat. üç: bir sayı.
uygulamak: tatbik etmek. üçgen: [Geometri] müselles,
uygulamalı: pratik, tatbiki. üfleme: üfürme.
uygun: 1.) elverişli, uygun, 2.) değer, üfürme: üfleme.
muvafık, reva, yakışır, yaraşır, ~ ülke [?]: 1.) arz, acun, diyar, dünya,
bulma: onama, tasvip, ~ bulmak: kara, terra, toprak, 2.) memleket,
onamak, tasvip etmek, ~ bulan: vatan, yurt.
razı. ülker [?]: 1.) 2.) [T] bir bayan ve erkek
adı

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 314 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

ülkü [Felsefe]: 1.) idea, ideal, 2.) [T] bir üstünlük: 1.) egemenlik, hakimiyet,
bayan adı. hegemonya, 2.) inisiyatif, öncelik,
ülkücü: idealist, mefküreci. öncecilik.
ülser [?]: [Tıp] çıban, karha, yara. üşengeç: erinen.
ümera [Arp.: emir’in çoğulu]: üst üşenme: erinme, işten sıkılma.
subaylar. üşenmek: erinmek.
ümik [?]: gırtlak, hançere. üşenmez: erinmez.
ümit: 1.) beklenti, umma, umut, 2.) [T] üşümek: donmak.
beklenti, umma, umut anlamına bir ütme: ateşte kızartılmış mısır.
erkek adı. ütopi [Yun.: ? > Fra.: utopie]: [Ruhbilim]
ün: 1.) ad, isim, nam, şan, şöhret, ün, düş dünyası, hayal dünyası, ütopya.
2.)
çav, ses, tav. ütopya [Yun.: outopia > Fra.: utopia]:
üniforma [Lat.: > İtl.: uni(versal) forma ]: utopi, düş dünyası, hayal dünyası.
tekbiçim, tektip (kıyafet). ütü: buruşuk açma gereci.
ünite [Fra.: unité]: 1.) birim, kalem, 2.) üvendire: [?]: ?
bir firma yada tesiste ayrı birimler, üye: 1.) aza, 2.) [Bedenbilim] organ, uzuv,
3.)
ders kitabında ayrı bölümler. üzgü: eza, üzme.
ünlem: [Dilbilgisi] nida, arasöz olarak, üzme: eza, üzgü.
ünlem biçiminde, [interjection]. üzülmek: çok ~: kahrolmak.
ünlü: meşhur, namdar, namlı. üzüm: taneli tatlı bir meyve, ekşi ~:
ünnap: bak. hünnap. koruk, ~ salkımının küçük dalı:
ür: nam, şan.
çitmik, ~ çeşitleri: Çavuş, Dimyat,
ürat Lat.: ? > Fra.: ?]: [Tıp] sidik asidi
tuzu. Hafızali, İzmir Üzümü, Kınalı
üre [Lat.: ? > Fra.: ?]: [Tıp] idrardaki Yapıncak, Malaga, Neferiye, Razaki.
madde. üzüntü: 1.) acı, çile, dert, elem, esef,
ürem: [Ekonomi] faiz, nema, rant. gam, kasvet, kasavet, kaygı, keder,
üreme: 1.) artma, artırma, çoğalma, tasa, teessür, 2.) esef, gam, kaygı,
zam, 2.) canlıların çoğalması. tasa, büyü ~ veya acı: yeis,
üremek: artmak. üzüntülü: 1.) acılı, dertli, elemli,
üreteç: [Fizik, Teknik] dinamo, jeneratör, kederli, müteessir, 2.) gamlı, kaygılı,
üretim: istihsal. tasalı.
üretme: istihsal. üzüntüsüz: gamsız, kaygısız, tasasız.
ürkek: çekingen, korkak, küre, ========== V =========
namert. V 1 : Türk Abecesi’nde . harf.
ürkme: çekinme, korkma, perva, V 2 [İtl.: Vu]: İtalyan Abecesinin 20.
panik, tırsma, ürkü. harfi, [V, v].
ürkü: çekinme, korkma, perva, panik, vaat [Arp.]: söz.
tırsma, ürkme. vaaz [Arp.]: cami de dini konuşma.
ürkütme: korkutma. vacib [Arp.]: bak. vacip.
ürolog [Lat.: + Yun.: ?]: [Tıp] bevliyeci. vacip [Arp.: vâcib: ‫]بجاو‬: mecburi,
Üroloji [Yun.: > Fra.: urealogie]: [Tıp] zorunlu.
İdrar Yolları Bilimi, Bevliye. vacuus [Lat.]: boş.
ürün: mahsül, verim, randıman, yıllık vade [Arp.]: mehil, mühlet, süre.
~: rekolte. vadere [Lat.]: gitmek.
üryan [Halkdili]: ari, çıplak, nü, torlak. vadetmek [Arp.: vâd + etmek]: umut,
üryani: [Bitkibilim: ?] bir tür erik. ümit, söz.
üslup [Arp.]: janr, stil, tarz. vadi [Arp.: vâdi]: [Evrenbilim] koyak,
üst: yüzey. vaftiz [Rum.: baptisein > baptisi > váftisi
üste: ayrıca, caba, ektsra,fazladan. [βάφτηςι]]: [Hiristiyanlık] Hiristiyanlık’ta
üsteleme: 1.) ısrar, 2.) hastalık kutsal su ile yeni doğan çocukları
depreşmesi. yıkama ayini.
üstlenme: tekeffül, yükümlenme. vagari [Lat.]: dolaşma, gezinme,
üstlük: en üste giyilen bir tür giysi. turlama.
üstün: 1.) ali, faik, ulu, mualla, vagon 1 [Lat.]: demiryolu.
mükemmel, şahane, yüksek, 2.) [T] vagon 2 [Lat. > İtl.: ?]: 1.) tren makines
bir Türk erkek adı, [Ali, Faik]. ardına takılan yük taşıma aracı, 2.)

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 315 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

[Lat.:, Otomotiv]: geniş, aile biçimi vaporare [Lat.]: buğu çıkartmak,


binek aracı. Küçük ~: şaryo. buğulanmak, buhar çıkartmak,
vah: acıma sözü. buharlaşmak, buhur çıkartmak,
vaha [Arp.]: çölde sulak yer. buhurlanmak, duman çıkartmak.
vahab [Arp.]: bak. vahap. vapur [Lat.: vaporare > Fra.: vapour]:
vahap [Arp.]: 1.) 2.) [T] bir erkek adı. buharlı gemi, bot, kayık, küçük ~:
vahdet [Arp.]: 1.) bağlantı, birlik, 2.) [T] çatana,
bir erkek adı. var [Far.: vâr]: koruyucu, giysi, örtü.
vahit [Arp.: vahid]: 1.) bir, mono, tek, varak [Arp.]: 1.) kağıt yaprağı, 2.) altın
yek, 2.) [T] bir erkek adı. yaprak.
vahşi [Arp.]: yabani, yabanıl, yırtıcı. varaka [Arp.: varak’ın çoğulu]: 1.)
vaina [İsp.]: kesecik, tohum yapraklar, 2.) defter yaprakları, 3.)
koruyucusu, tohum zarfı. kıymetli evrak, 4.) belge, teskere,
vaiz [Arp.: vâiz]: [Din] vaaz veren. zabıt, yazılı kağıt.
vaka [Arp.: vakâ]: akıbet, hadise, olay, vardakosta [İtl.: varda-costa]: 1.) sahil-
netice, sonuç. güvenlik, sahil muhafaza, 2.) [Mecazi]
vakar [Arp.]: 1.) haysiyet, onur, irikıyım, 3.) [Mecazi] iriyarı kadın.
2.)
özsaygı, saygınlık, şeref, vardiya [İtl.: vardia]: 1.) gemilerde
ağırbaşlılık. beklene n nöbet, 2.) gece mesaisi.
vakarlı [Arp. + lı]: haysiyetli, onurlu, varidat [Arp. > Osm.]: ?.
şerefli, 2.) ağırbaşlı. varis 1 [Arp.: vâris.]: kalıtçı, mirasçı.
Vakayiname [Arp.: vaka-i nâme]: 1.) varis 2 [Fra.: varise]: [Tıp] 1.) 2.)
tarihi olaylar, annals, kronikal, 2.) kandamarlarının şişmesi.
tarihi olayları tarihi sıtasıyla Varna [Bul.: Bapha]: Bulgaristan’da bir
kaydetme. Osmanlı kenti.
vaketa [?]: [Dericilik] ince meşin. varoş [Mac.: varos]: 1.) il, kent, şehir, 2.)
vakia [Arp.]: fenomen, olay, olgu. banliyö, dış mahalle, taşra.
vakit [Arp.]: 1.) döngü, mevsim, saat, varsayım: hipotez, tahmin.
zaman, 2.) mühlet, süre, zaman, varsayımsal: farazi, hipotetik, sanal,
~her : daima. tahmini.
vakur [Arp.]: ağırbaşlı, onurlu. varta [? Argo]: tehlikeli durum.
vale [Fra.: ?]: otel görevlisi. Varto [?]: ‘e bağlı bir yer.
valere [Lat.]:
1.)
güçlenmek, varyos [Rum.: baylos]: ağır çekiç.
kuvvetlenmek, 2.)
değmek. vasat [Arp.]: yakın çevre, etraf, ortam,
valide [Arp.: vâlide]: 1.) doğuran, 2.) vasati [Arp.: vasatî]: ortalama.
ana, anne, mader. vasıf [Arp.]: 1.) ahlak, davranış, haslet,
validus [Lat.]: güçlü, kuvvetli. husisiyet, huy, karakter, mizaç,
valiz [Fra.: valise]: elde taşıma çantası. nitelik, özellik, yaratılış, 2.) nitelik.
vamp [Arp.]: şuh kadın, serüvenc kadı. vasıta [Arp.]: 1.) araç, aracı, 2.) araba,
vampir [Rus.: ? > Fra.: vampire]: kam araç, binek araba, motorlu taşıt, oto,
emici. otomobil, taksi, taşıt, vesait.
Van [Antik: Tuşpa, Arp.: Şahmirankent, vasi [Arp.: ? > vâsi]: engin, geniş.
Van, Osmanlı: Van]: [65], Türkiye’de bir vasiliki [Rum.: basiliki]: 1.) hünkar, kral,
kent. kayser, 2.) [V] hünkar, kral, kayser
van [Far.: vân > bağçevân]: ? anlamında bir Yunan erkek adı.
vanescere [Lat.]: gözden kaybolmak, vastus [Lat.]: boş.
ortadan kaybolmak. Vaşington [İng.: Washington]: bir
vanilya [İsp.: vaina > Fra.: vanilla]: 1.) portakal türü,
kokulu bir bitki, 2.) bu bitkinin vat [Fra.: watt]: motor güç birmi,
thohumundan yapılan tadlandırıcı. vatan [Arp.]: memleket, ülke, yurt.
vannus [Lat.]: buğday ayırma sepeti. vatandaş [Far.: vatandâş]: yurttaş,
vantilatör [Lat.: ventus > Fra.: vatanperver [vatan + Far.: perver]:
ventilatuer]: fan, pervane. vatansever,
vantrilog [Yun.: ? + logos > Fra.: vatka [?]: omuzdaki giysi parçası.
vantriloge]:
1.)
karnından konuşma, 2.) vatman [?]: tramvay sürücüsü.
karnından konuşan. vay: acı belirten söz.
vaz [Arp.: va’z ?]: 1.) ? 2.) nasihat, öğüt.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 316 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

vazgeçmek [Arp.: va’z + geçmek > Tür.: vergi: [Ekonomi] algı, bac, harç, devletin
vazgeçmek]: caymak. aldığı gelir, ~ koyma: tarh, şehre
vazife [Arp.: ? > vazîfe [‫]]ﻩفيضف‬: giriş ~si: oktrua, ~ etiketi: bondrol,
görev. veri: ana öğe, data, done, muta,
vazifeli [Arp. + li]: görevli. verim: 1.) kar, kazanç, ürün, 2.)
vaziyet [Arp.: [‫]]تيعضو‬: durum, hal. istenilen sonuç, semere, 3.) mahsül,
vazo [İtl.]: çiçek kabı. ürün, randıman.
ve [Arp.: va]: ve. verimli: bereketli, münbit, rantabl,
veba [?]: ölümcül hastalık, taun. yaratıcı, çok ~: bol, mebzul, ongun.
vebal [Arp.]: cereme, günah.
verimsiz: çorak, tozlak.
vecibe [Arp.]: boyun borcu, ödev.
verme: ika, ödeme, verme, uğruna ~:
vecize [Arp.]: aforizm, atasözü,
darbımesel, özdeyiş. feda.
veda [Arp.]: esenlik dileme. vermek: 1.) 2.) bol bol vermek,
vedat [?]: 1.) ? 2.) [V] bir erkek adı. lütfetmek.
vedere [Lat.]: ermek, gitmek. vernik [?]: [Boya] koruyucu sıvı,
vedia [Arp.]: emanet, inam. versiyon [Lat.: ? > Fra.: version]: baskı,
vefa 1 [Arp.]: 1.) sevgi bağlılığı, 2.) [V] sürüm.
bir erkek adı. vertere [Lat.]: 1.) altüst etmek,
Vefa 2 [Arp.]: İstanbul’da bir semt. çevirmek, dönmek, döndürmek,
vefat [Arp.]: ölüm, memat. devrettirmek, geri gelmek, tersyüz
vehere [Lat.]: 1.) getirmek, 2.) taşımak. etmek, 2.) iade etmek, geri çevirmek,
vehim [Arp.]: kuruntu. reddetmek.
vekalet [Arp.: vekâlet]: bakanlık, verus [Lat.]: s., gerçek.
vekillik, vesait [Arp.: vasıta’nın çoğulu]: 1.)
vekaleten [Arp.: vekâleten]: başkasının vasıtalar, 2.) arabalar, araçlar, binek
adına hareket ederek. arabaları, motorlu taşıtlar, otolar,
vekil 2 [Arp.]: bakan, nazır. otomobiller, taksiler, taşıtlar,
vekillik [Arp. + lik]: vekalet, vasıtalar,
veli [Arp.]: 1.) aksakal, aya, aziz, eren, vestigare [Lat.]: izlemek, izini sürmek,
ermiş, evliya, holy, saint, 2.) takip etmek.
koruyucu, sorumlu, 3.)
ege, 4.)
[V] bir
vestire [Lat.]: giyinmek.
erkek adı, [Aziz, Eren]. vestis [Lat.]: elbise, giyim eşyası.
velinimet [Arp.]: birisine sürekli veterina [Far. > Lat.]: yük hayvanı.
yardımcı olan. veteriner [Far.: ? > Lat.: veterina > Fra.:
1.)
velle [Lat.]: arzu etmek, istemek. veterinaire]: yük hayvanı, 2.)
Venedik [İtl.: > ?]: İtalya’da bir kent baytar, hayvan hekimi.
veto [?]: 1.) reddetme hakkı, 2.) yasayı
[Venice], ~ altın akçesi: düka.
ret hakkı.
venire [Lat.]: ermek, gelmek, ulaşmak,
veysel [Arp.]: 1.) ? 2.) [V] bir erkek adı.
varmak.
vezin [Arp.]: ölçü, şiir ölçüsü.
ventus [Lat.]: rüzgar.
vezir [Far.: ‫]ريزو‬: 1.) bakan, hakim,
Venüs [Lat.]: Çoban Yıldızı yani
yargıç, 2.) atabek.
Çolpan. Roma tanrılarından aşk ve
via [Lat.]: 1.) patika, yol, 2.) üzerinden,
güzellik tanrıçası. Yunan’da karşılığı
vasıtasıyla, yoluyla.
Eros.
vicdan [Arp.]: 1.) kendini yargılama
verare [Lat.]: hızlı yemek, yutmak.
gücü, 2.) iç ses, 3.) [V] bir bayan adı.
veraset [Arp.]: 1.) kalıtım, 2.) kalıt,
vida [İtl.: ?]: burgulu çivi.
miras, tereke ile ilgili.
vidala [?]: [Dericilik] dana derisi,
verbum [Lat.]: kelime, söz.
videre [Lat.]: bakmak, görmek,
verem [?]: [Tıp] ince hastalık.
izlemek, seyretmek.
verese [Arp.]: mirasçılar.
vilayet [Arp.: ? >]: abad, abat, bolu, il,
veresiye [?]: [Ticaret] 1.) borç, 2.) borç
kent, medine, polis, site, şehir.
ile alışveriş.
villa [Fra.]: bağımsız lüks ev.
vergere [Lat.]: 1.) altüst etmek,
vincere [Lat.]: egemen olmak,
çevirmek, döndürmek, devrettirmek,
elegeçirmek, fethetmek, galip
tersyüz etmek, 2.) iade etmek, geri
çevirmek, reddetmek.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 317 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

gelmek, yenmek, zafer kazanmak, volkan [Lat.: vulcanus > Fra.: volcano]:
1.)
zaptetmek. yanardağ, 2.) [V] bir Türk erkek
vindicare [Lat.]: istemek, iddia etmek, adı.
hak talep etmek, sahip çıkmak. volt [?]: 1.) ? 2.) [Elektrik] gerilim birimi.
vira [İtl.: ?]: [Denizcilik] aralaıksız, Volt [> ?]: 1.) 2.) [Elektrik] gerilim birimi,
durmadan. volta 1 : aşağı yukarı gezinme.
viraj [Fra.: virage]: dönemeç. Volta 2 : Afrika’da bir ülke.
viral [Lat.]: [Tıp] virüsle bulaşma. voltaj: 1.) ? 2.) [Elektrik] gerilim birimi.
viran [Far.: virân [‫]]نارﯼو‬: dökük, eski, volvere [Lat.]: çevirmek, devirmek,
harabe, yıkık. döndürmek, oklavayla açmak,
virane [Far.]: ev yıkıntısı, harap olmuş sarmak, yuvarlamak.
yapı. vorare [Lat.]: 1.) tıkınmak, karnını
Viranşehir [Osm.: Eski Pazar]: doyurmak, yemek yemek, yemek, 2.)
virgula [Lat.]: küçük çubuk. yutmak.
virgül [?]: ? Votka [Rus.: vodka [водка] > B.D.:
1.)
virgül [Lat.: virgula > Fra.: virgule]: vodka]: mayalanmış üzüm, 2.) tahıl
[Yazım] kuyruklu nokta. tanelerinin damıtılmasıyla sağlanan
viriae [Lat.]: bilezikler, kol ve bilek alkollü içki, 3.) Rus içkisi.
takıları. vox [Lat.]: çav, nida, sada, ses.
virman [Fra.: ?]: [Bankacılık] para voyvoda [? > Osm.]: ?.
aktarma, para transferi. Vu [İtl.]: İtalyan Abecesinin 20. harfi,
virtüöz [Fra.: ?]: [Müzik] müzik gerecini [V, v].
iyi çalan kişi. vukuat [Arp. vakia’nın çoğulu]: 1.) olaylar,
2.)
virüs [Lat.: ?]: [Tıp] mikrop. sıradan olaylar, 3.) polis olayları.
visere [Lat.]: bakmak, görmek. Vulcan [Lat.]: Eski Roma’da ateş ve
visual [Lat. ? > Fra.: visual]: görmeyle demircilerin tarnısı.
ilgili, görsel. vulcanus [Lat.]: 1.) Vulcan’a ait,
vita 1 [Lat.: vitae]: hayat, yaşam. Vulcan’la ilgili, 2.) bak. vulcan.
Vita 2 [Yun.: Beta]: Yunan Abecesi’nin . vulgare [Lat.]: genelleştirmek, herkese
harfi, [Β, β]. açmak, umumileştirmek.
vitae [Lat.]: 1.) hayat, yaşam, 2.) vulgaris [Lat.]: alışılmış, mutad,
bireysel geçmiş, özyaşam, sıradan.
vitamin [Lat.: vitae > Fra.: vitamine]: vulgus [Lat.]: ahali, güruh, halk,
[Eczacılık] biokatalizör madde. kalbalık, sürü.
vites [Fra.: ?]: otoda dişliler düzeni. vulgus [Lat.]: ahali, halk, kalabalık.
vitir [Arp.]: yatsı sonrası namazı. vulva [Lat.: womb]: 1.) küçük dudak, 2.)
vitra [Lat.]: cam. [Bedenbilim] dişilerin cinsel dış organı,
3.)
vitray [Lat.: vitra > Fra.: vitrai]: pencere [Bedenbilim] buz, ferç, kadın cinsel
resmi yada süsü. organının dış kısmı.
vitrin [Lat.: vitra > Fra.: vitrine]: 1.) vurgu: [Dibilgisi] aksan.
pencere caı, 2.) dükkanın camlı vurgun: 1.) aşık, müptela, 2.) [Denizcilik]
bölümü. su yada deniz derinliği çarpması, 3.)
vivere [Lat.]: nefes almak, yaşamak, [Mecazi] çalma çırpma, vole.
yaşam sürmek. vurguncu: afersit, dalavereci,
viya [İtl.: via ?]: [Denizcilik] gemiyi düz dolandırıcı, spekülatör.
götürme. vurma: darp, dövme.
viyadük [Fra.: viaduct]: köprü yol. vurmak: darp etmek, dövmek.
vizon [?]: [Hayvanbilim] mink, bir kürk vuruşma: muharebe, savaşma.
hayvanı. vuruşmak: dövüşmek, muharabe
vizyon [Lat.: visere: > Fra.: vision]: etmek.
bakış, görüş. vuslat [Arp.]: 1.) erim, kavuşma, 2.)
vocare [Lat.]: bağırmak, çağırmak, sevgiliye kavuşma.
seslenmek. vücud: bak. vücut.
vole [?]: 1.) [Basketbol] topa sıçrayarak vücuda getirmek: babası olmak,
vurma, 2.) [Mecazi] vurgun. neden olmak, tevlit etmek.
volere [Lat.]: arzu etmek, dilemek, vücut [Arp.: vücûd]: 1.) oluşum, ~
istemek. bulmak: oluşmak, 2.) [Bedenbilim]

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 318 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

beden, gövde, ~ biçimi yada yadigar [Arp.: yadigâr]: 1.) anı, andaç,
çizgisi: hat, vücuda getirmek: bir olayı anımsatan, 2.) [Y] bir erkek
babası olmak, sebep olmak, tevlit adı.
etmek. yadsıma: inkar, yalanlama.
vüsat [Arp.]: uzam. yadsımak: inkar etmek, yalanlamak.
Yafa [İbr.: ?]: 1.) İsrail’de bir kent adı,
========= W ========= [Jaffa],
2.)
bu kentte yetişen portakal
W.C. [İng.: water closet: sulu kutu]: türü, 3.)
bir portakal türü,
apteshane, ayakyolu, hacetyolu, yafta [?]: etiket.
hela, kenef, klozet, suyolu, tuvalet. yağ: 1.) bedendeki enerji depoları, 2.)
W: Türk Abecesi’nde olmayan bir harf. hayvansal bir ürün, 3.) makinelerin
Ama sözlükte Yun., Lat.:, İngilizce, İtalyanca
ve Fra.nsızca kökenli kelimeler olduğu için yer
aşınmasını önleyen sıvı, 4.) [Bioloji]
alıyor. organik ~ çözücü: kloroform.
1.)
Washington [İng.]: George yağış: bir hava biçimi, ~ Türleri: Çiy,
2.)
Washinton;, ABD’nin başkenti. Dolu, Kar, Kay (Yaz Yağmuru), Kırağı, Sulu
womb [Lat.]: karın. Kar, Tipi [Rüzgarlı Kar], Yağmur.
Wrangler [İng.]: 1.) ?, 2.) bir yağma: çapul, talan.
uluslararası kot ve giysi markası. yağmacı: çapulcu, talancı.
yağmak: 1.) yağmur yada kar yağmak,
========== Y ========= 2.)
akmak, 3.) sürü halinde gelmek.
Y : Türk Abecesi’nin 27. harfi. yağmalamak: çapul yapmak, talan
ya 1 [Arp.]: Arapça’da –ya & -yya; 1.) etmek.
bölge, mahal, memleket, ülke, vatan, yağmur [ÖzTür.]: 1.) baran, 2.) [Y] bir
2.)
yer, -ia, -ye, -ya anlamına gelen bir Türk bayana dı, az ~u: kay, ince ~:
sonek, [Arabiya]. çise, şiddetli ~: tufan.
ya 2 [Halkdili]: evet,
yağmurluk: su geçirmeyen üst giysi,
ya 3 [Lat.: ia]: Latince’de –ia; bölge,
2.) gamsele.
mahal, memleket, ülke, vatan, yer, -
yahni [?]: et yemeği.
ia, -ye, -ya anlamına gelen bir sonek,
Yahova Şahitleri [İbr.: ? + Arp.]:
[Romania: Romanya].
misyonerlik özelliği olan, sapkın
Ya 4 [Rus.]: Rus Abecesi’nde Ya sesi,
kabul edilen bir Yahudi Tarikatı.
[Я, я].
Yahudi [Arp.: Judah’tan Yehudi > Yahuda>
yaba [?]: bir harman aarcı, anadut, 1.)
Yahudi]: Jahudalı, Yahuda
dirgen.
kentinden olan, 2.) İbrani, Musevi, ~
yaban [Arp.]: insansız, ıssız yer,
yaban pancarı: [Bitkibilim: Beta vulgaris din adamı: aham, ~ kutsal kitabı:
varcicla] pazı, yabani ıspanak. Tevrat.
yabancı [Arp. + cı]: 1.) alışılmamış, Yahudilik [Arp.: Judah’tan Yehudi >
başka yerden gelmiş, 2.) ecnebi, el, Yahuda > Yahudi + lik]: ~ karşıtı:
elalem, garip, görülmemeiş, ilk defa antisemit,
görülen, tuhaf, yeni. Yahya [İbr.: ? > Arp.: yahyâ]: 1.) Hz.
yabancıl [Arp.: + cıl]: egzotik. Yahya: Musevilik, Hiristiyanlık ve
yabanıl [Arp. + ıl]: yabani, vahşi. Müslümanlık’da ortak peygamber.
yabani [Arp.: yabanî]: vahşi, yabanıl. [Jhon, Jean, Sean, Yohanna, Johannes],
2.)
yabani ıspanak: [Bitkibilim: Beta bir Müslüman ve Türk erkek adı,
vulgaris varcicla] pazı, yabani pancarı. yak: bir öküz türü, Tibet öküzü.
yabani lahana: [Bitkibilim: Armoricia yaka: 1.) cenah, kıyı, kenar, leb, taraf,
2.)
Lapatihfolia] acırga, bayırturpu, yan, yön, [Akyaka], [Giyim]
karaturp, yabanturpu. giysilerin boyun kısmındaki katlı
yabani turp: [Bitkibilim: Armoricia çıkıntı, ~daki ince şerit: biye.
Lapathifolia] acırga, bayırturpu, yakacak: mahrukat, yakıt.
karaturp, yabani lahana. yakarı: dua, niyaz, yakarış.
yabanlık [Arp. + lık]: ekilmemiş arazi. yakarış: dua, niyaz, yakarı.
yabansı [Arp. + sı]: acayip. yakı: ağrı kesici bant,
yabo [?]: tahta ayakkabı. yakıcı: har, kızgın.
yad [Arp.: yâd]: anma, hatırlama. Yakın Doğu: 1.) Eski zamanlarda
Akdeniz çevresi, 2.) Orta Doğu ile

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 319 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Uzak Doğu arasında kalan Asya yama: derideki leke.


bölgesi. yamak [?]: 1.) yardımcı erkek, 2.) komi
yakın: akraba, hısım. yardımcısı.
yakınma: serzeniş, sızıltı, sızlanma, yamuk: 1.) çarpık, 2.) emin olmayan,
şikayet. güvenilmez, 3.) [Geometri] bir biçim.
yakınmak: ağlamak, dertlenmek, yamyaş: çok yaş, sırılsıklam.
serzenişte bulunmak, sızlanmak, yan: cenah, cihet, kıyı, kenar, leb,
şikayet etmek. taraf, yön.
yakışıklı: afili, aynalı, cakalı, çalımlı, yanal 1 : yanla ilgili,
fiyakalı, gösterişli. yanal 2 : alaca, iki renkli,
yakışır: değer, reva, muvafık, uygun, yanarca: meşale.
yaraşır. yanardağ: infilak eden, patlayan dağ,
yakıt: mahrukat, yakacak. Püsküren dağ, volkan, ~ ağzı:
yakma: brülör. krater, ~ püskürtüsü: lav, ağzı:
yakmaç: brülör. krater, ~ püskürmesi: indifa,
yakmak: 1.) ateşlemek, ateşe vermek,
2.) yanaşma: çiftçinin yanındaki işçi.
güneşte kalmak, güneşe maruz
yandaş: taraftar.
olmak, 3.) üzerine sıcak su dökülmek,
4.) 5.) yangın: alev alma, ~ söndürme:
[aşk, sevda] etkilemek, [acıbiber,
baharat] ağzını acılatmak,
itfaiye.
yakub [Arp.: yakub]: bak. yakup. yanılgı: hata, yanlış.
Yakup [İbr.: ? > Arp.: Yakub]: 1.) 2.) [Y] yanılma: aldanma.
bir erkek adı, [Agop, Jacob, Jakup, yanılma: aldanmak, hata yapmak.
Yakavu, ].
yanılsama: [Ruhbilim] ilizyon.
yal: köpek veya hayvan yiyeceği. yankesici: cepçi.
yalabık [?]: ışıltılı, parıltılı. yankı: akis, aksiseda, eko, inikas,
yalak [?]: hayva su içme ve yem yeme yansıma.
yanlar: cenahlar, etraf, kıyılar,
yeri, büyük ~: maslak.
kenarlar, lebler, taraflar, yönler.
yalaka [Halkdili]: dalkavuk.
yanlış: 1.) hata, yanılgı, 2.) hatalı,
yalamuk [?]: çamın öszsuyu.
falsolu, yanlış.
yalan [?]: katakulli, maval, uydurma.
yanma: 1.) kül durumuna geçme, 2.)
yalanlama: inkar, tekzip, yadsıma. 3.)
[Mecazi] kötü etkilenme, [Sevgi] tek
yalanlamak: inkar etmek, tekzip
yanlı yada karşlılıklı sevme.
etmek, yadsımak.
yanmak: 1.) kül durumuna geçmek, 2.)
yalaz [?]: alaz, alev, şule. 3.)
[Mecazi] kötü etkilenmek, [Sevgi] tek
yalgın [?]: pusarık, serap.
yanlı yada karşlılıklı sevmek.
yalı [Rum.: ?]: 1.) sahil, 2.) deniz yada
yansıma: akis, aksiseda, eko, inikas,
su kıyısı, sahil. 2.) su ve deniz
yankı.
kenarındaki ev.
yansız: [Fizik] nötr.
yalıçapkını [Kuşbilim: Alcedo atthis]:
yapağı: koyun tüyü, yün.
emir, emircik, iskelekuşu.
yapalak: [Kuşbilimi: ?] baykuş türü.
yalım [?]: 1.) alev, alaz, şule, 2.) [Y]
yapan: eden, fail.
alev, alazanlamında bir erkek adı,
yapay: sentetik, suni, yapma.
[Alev].
Yapı Kredi Bankası:
yalın [?]: sade.
yapı: bina, lüks ~: palas, eğreti ~:
yalman: kayalık, sarp, uçurum, yar.
yalnız: 1.) ancak, sadece, 2.) tek baraka, ~ alanı: arsa, ~ işleri:
başına. inşaat, taş yada tuğla ~: kağir, ~
Yalova [Rum.: Belakonda > Yalakonda > kurma: inşaa, yüksek ~: kule, ~
Yalakabad > Yalova]: [77], Türkiye’de planı yapan: mimar.
bir kent. yapılar: asar, binalar.
yalpa [?]: sallanarak yürüme. yapım: imal.
yalpalamak []: sallanarak yürümek. yapımcı: [Sinema] çekimci.
yalvaç 1 [?]: 1.) nebi, peygamber, yapımevi: imalathane.
resül, 2.) [Y] bir Türk erkek adı, [Nebi, yapıştırıcı: tutkal, zamk.
Resul]. yapıt: eser.
2
Yalvaç [?]: Isparta ilinde bir ilçe.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 320 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

yapma: 1.) etme, ika, 2.) sentetik, suni, yarma 1 : özensiz kırılmış tahıl.
yapay. yarma 2 [Argo]: iriyarı kişi.
yapmak: etmek, gizlice ~: kaçamak. yarmak: ikiye ayırmak, otadan
yaprak: 1.)
ağaçların güneş bölmek.
ışınlarından yararlandığı duyarga. yarmi [?]: özensiz kesilmis tahıl.
kuru ~: kavrak, 2.) defter sayfası, yas: acı, keder, matem, üzüntü.
kağıt yaprağı, varak, 3.) madeni yasa: kanun, ~ya aykırı davranış:
tabaka, 4.) [Y] bir Türk bayan adı, suç, temel ~: anayasa.
ince metal ~: foya, kuruyup yasak: 1.) yapılmaması istenen şey, 2.)
dökülmüş ağaç yaprağı: gazel, memnu.
yar 1 : kayalık, sarp, uçurum, yalman. yasaklama: engelleme, men.
yar 2 [Far.: yâr]: canan, sevgili, yasaklamak: engellemek, men
yar 3 [Emir Kipi]: ikiye ayırma, otadan etmek.
bölme emri. yasal: kanuni, legal.
yara: bedendeki kesik, bere, bertik, yasama: yasa koyma.
çürük, kesik, yasemin [Far.: yâsemin [?]]: 1.) ? 2.)
3.)
Yaradan: Tanrı, Yaradan, [Bitkibilim: ?] yasemin çiçeği,
4.)
yaradılış: meşrep, natura. çiçekleri kokulu bir ağaççık, [Y] bir
yaramaz: 1.)
beyhude, faidesiz, bayan adı [Jasmin].
faydasız, yararsız, 2.) iş görmez, 3.) yaslanma: abanma, dayanma.
haşarı çocuk, yaramaz ~: aşarı, yaslanmak: 1.) abanmak, dayanmak,
2.)
yaran [Far.: yârân]: dotlar. sırtını bir yere dayanmak, 3.)
yarar: 1.) faide, fayda, 2.) çıkar, [Mecazi] bir yere güvenmek.
menfaat. yaslı: matemli.
yararlı: faideli, faydalı, nafi, naki. yasmık [Halkdili]: mercimek.
yaraşır: değer, muvafık, reva, uygun, yassı: 1.) basık, pat, 2.) yayvan ve düz.
yakışır. yaş: 1.) yaşanılan süre, 2.) ıslak,
Yaratan: [Din] Allah, İlah, Rab, Tanrı, sulanmış, yaşarmış.
yaratı: [Moda] kreasyon. yaşa: aferin, baravo.
yaratıcı: 1.) yoktan var eden, 2.) [Y] yaşam: hayat, ömür, ~a devam
Allah, Rab, Tanrı, 3.) bereketli, etmek: sakin olmak, hayat sürmek,
münbit, verimli. yaşama devam etmek, yaşamayı
yaratılıştan: doğuştan, fıtri, tabii. sürdürmek, ~ın sonu: ecel,
yaratılmış: ~ olanlar [Din]: enam, yaşama: 1.) hayat sürme, 2.) bir yerde
yarda [?]: bir İngiliz ölçü birimi. oturma, ikamet etme, sakin olma, ~
yardım: iane, ~ çağrısı: SOS. gücü: libido, ~yı sürdürmek:
yardımcı: asistan, muavin, yaver. oturmak, hayat sürmek, yaşam
yaren [?]: arkadaş, dost, refik, nedim, sürmek.
yoldaş. yaşamak: 1.) hayat sürmek, 2.) bir
yargı: hüküm, kesin ~: karar. yerde oturmak, ikamet etmek, sakin
yargıcı: fatalist, kaderci, yazgıcı. olmak, 3.) mutlu olmak, sevinmek,
yarı: nim, nısıf. yaşamsal: hayati.
yarıcı: maraba, ortak. Yaşar: bir bayan ve erkek adı.
yarık: çak, gedik, yırtık. yaşıt: akran, boydaş.
yarım: rim. yaşlanmış: ıslak, sulanmış, yaş.
yarımbaş ağrısı: [Tıp] migren. yaşlı: eke, ihtiyar, kart, koca,
Yarımca [Rum.: Burunga]: İzmit’te bir kocamış, pir, sin.
ilçe adı. yaşlılık: ihtiyarlık, kocamışlık, bir ~
yarımlık: [Tıp] fıtık, kavlıç. hastalığı: alzheimer, ~tan tireyen:
yarış: çekişme, rekabet. sarsak.
yarışma: müsabaka, ~lar dizisi: yat [? > yatch]: hızlı bir deniz taşıtı, ~
turnuva, limanı: marina,
yarışmacı: müsabık. yatağan 1 [Yatahan]: ağır eğimli bir
yarıyıl: sömesrt. bıçak.
yarka [?]: [Hayvanbilim: ?] büyük piliç, Yatağan 2 [Yatahan]: Muğla’da bir ilçe.
bulada.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 321 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

yatak: döşek, karyola, kerevet, ~ yazman: katip, sekreterk


örtüsü: pike, ~ta boş bölme: baza, Ye [Rus.]: Rus Abecesi’nin 6. harfi, [Е,
е].
ağ ~: hamak, ye: Arapça’da –ye & -yye; 1.)
[Arp.]:
yatalak: [Tıp] yatağa bağlı hasta kişi. bölge, mahal, memleket, ülke, vatan,
yatay: ufki. yer,
2.)
-ia, -ye, -ya anlamına gelen bir
yatışmak: mülayimleşmek, sonek, [Arabiya].
yumuşamak. yed [Arp.: ‫]دي‬: 1.) el, 2.) güç, kudret, 3.)
yatıştırmak: teskin etmek. [İslam] Allah’ın herşeye ve heryere
yatmak: boylu boyunca uzanmak. yeten ve erişen gücü.
yatri [Yun.: iatreia > Fra.: iatrie]: bak. yedi emin [Arp.: yed-i emîn]: 1.)
iatrie. güvenilir el, 2.) [Hukuk] eşyaların
yatrik [Yun.: iatros > Fr.: iatrique]: bak. teslim edildiği kurum, 3.) (eşya
iatrique. bırakılan) emanet.
yatsı [?]: [İslam] akşam sonrası namazı. yedek: 1.) ihtiyat, 2.) boş binek
yavan [?]: katıksız. hayvanı.
yavaş: ağır, aheste. yegah [Arp.]: [Müzik] Türk Müziği’nde
yave [Far.]: saçma söz. bir makam.
yaver [?]: emir subayı. yeğ [?]: daha iyi, evlak
yavşak [Far.]: boşboğaz, carcar, yeğen: böle, kuzen.
çalçene, çençen, geveze, lafazan, Yehova [İbr.]: Tanrı.
yanşak. yeis [Arp.]: büyük üzüntük
yay: 1.) [Teknik] çeğmel, eğmeç, kavis, yek [Far.]: bir, mono, tek, vahitk
helozonik tel, 2.) [Müzüik] çalgı çalma yeke [Rum.: ?]: 1.) kayık düne kolu, 2.)
teli, ~la atılan çubuk: ok, ~lı saz: direksiyon, dümen, gidon, yönetmeç.
keman, ~ biçimli: heliks, helezon, yekpare [Far.: yek + pâre > yekpâre]: 1.)
2.)
spiral, helis. tekparça, bütün, entegral,
yaya: yürüyerek giden, piyade. monoblok.
yaygara: gürültü, şamaat. yeknesak [Far.: yeknesâk]: 1.) armoni,
yaygı: kilim, sergi. ahenk, uyum, 2.) tekdüzek
yayılma: 1.) bürüme, istila. yel: bad, bar, rüzgar, sabah ~i: esink
yayılma: dağıtılma, nüfuz, neşredilme, yeleç [?]: havadar, yelekenk
yayınlanma. yelek [Arp.: yalikeh]: kolsuz bir üst
yayınlama: yayma, dağıtma, nüfuz, giysi, kısa ~ türü: camadank
neşretme, yayılma. yeleken [?]: havadar, yeleç.
yayla: plato, dağ doruklarında düzlük yeleme [?]: havai.
alan, ~ evi: kom, ~ kulubesi: tol, yelin [Halkdili]: inek memesi.
yaylanma [Argo]: çekip gitme. yelken [?]: rüzgar gücüyle giden
yayma: dağıtma, nüfuz, neşretme, gemilerin hava bradaları.
yayınlama, yayılma. yelkenli [?]: Rüzgar gücüyle giden
yaymak: 1.) sermek, 2.) dağıtmak, kayık, bot yada gemi, ~ türleri:
nüfuz etmek, neşretmek, yayılmak. Şarpi, ~li savaş gemisi: gulet,
yayvan ve düz: yassı.
büyük ~: cönk.
yazar: edip, muharrir, başyazar:
başmuharrirk yeltenme: 1.) yapılamayacak işe
yazgı: kaderk girişme, 2.) tevessül.
yazgıcı: fatalist, kaderci, yargıcık yeltenmek: 1.) yapılamayacak işe
yazı: 1.) hat, yazma işi, 2.) [Halkdili] girişmek, 2.) tevessül etmek.
düzlük alan, düzlük, ova, pazar, yem [?]: 1.) ağız otu, 2.) aldatma yada
güven sağlama için verilen.
[Pamukova, Akyazı, Gölpazarı], ~ dizisi
yemek: aş, taam, hazır yemek:
[Basın]: tefrika, ~ makinesi: daktilo,
ayaküstü, yassı ~ kabı: piyata, çok
güzel ~ yazan: hattat, yatık ~:
~ yiyen: obur, sabah yemeği:
italik, ~ yazısı: grafiti, düz ~: nesir.
kahvaltı, ~ vakti: öğün, yemeğin
yazık [?]: ?, ~lar olsun: tü, tüh,
suyu: tirit, ~ çeşitleri: Alinazik, Aside,
yazım: imlak Balık, Bamya, Beyazlahana, Borani, Bulgur,
yazıt: kitabek Döner, Enginar, Etli-Pilav, Fava, Güveç,

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 322 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

Islama-Köfte, Ispanak, Izgara-Köfte, yergi: zem, satir.


İmambayıldı, İskender, İzmir Köfte, Kabak
yerküre: yeryuvarlağı.
Kızartması, Karalahana, Kalya, Karnıbahar,
Karnıyarık, Kapuska, Kereviz, Keşkek, yerleşim: meskun, ~ bölgesi: semt,
Kızartma, Kıymalı-Yumurta, Köfte, küçük yerleşim yeri: mezra.
Kurufasulye, Makarna, Mamaliga (Mısırunu yerleşmek: ikamet etmek, oturmak.
Yemeği), Menemen, Mercimek, Nohut,
Nohutlu-Pilav, Omlet, Patlıcan Oturtma, yerli: evcil, yerel, lokal, mahalli.
Patates, Pilav, Rosto, Sarma, Spagetti, Sulu- yerme: çekiştirme, kov, zem.
Köfte, Şinitzel, Taskebabı, Tavuk, Taze- yerme: hicvetme.
Fasulye, Tirit, Yahni, yeryuvarlağı: yerküre.
Yemen [Arp.]: yeryüzü: dünya, küre.
yemeni [Halkdili]: 1.) tartma, 2.) hafifi
yeşil [?]: bir renk, ~le mavi karışımı
ayakkabı.
renk: tirşe.
yemin: ant, kasem.
yeşim [?]: 1.) bir değerli taş, 2.) [Y] bir
yemiş: 1.) meyve, 2.) [Halkdili] incir,
bayan adı.
~lerin yenen kısmı: eten, ham ~:
yetenek [?]: 1.) kabiliyet, yeti, 2.)
çağla, anlak, dirayet.
yemlik [halkdili]: avanta, bahşiş, yetersiz: kifayetsiz.
rüşvet, yetersizlik: kifayetsizlik.
yen 1 [?]: giysi kolu. yeti: 1.) hüner, kabiliyet, maharet,
Yen 2 [Jap.: ¥]: Japon para birimi. meleke, yeti, 2.) insana benzetilen
yengi: galibiyet, yenme. dev yaratık.
Yeni Ahit [New Testament, Hiristiyanlık]: yetim [?]: 1.) babasız, 2.) babası ölmüş,
Yeni İncil. yetinme: iktifa, kanaat.
yeni: 1.) eski olmayan, taze, 2.) yetinmek: iktifa etmek, kanaat
alışılmamış, başka yerden gelmiş, etmek.
garip, görülmemeiş, ilk defa görülen, yetişkin: 1.) baliğ, 2.) +18 yaş üstü
tuhaf, yabancı. olan.
yenidünya eriği: [Bitkibilim: Erionbotrya yetke [?]: otorite, sulta.
japonica] Maltaeriği.
yetki: güç, otorite, salahiyet, sulta,
yenileştirme: ıslahat, reform. yetke.
yenilgi: başarısızlık, başarısız sonuç, yetkili [Far.]: 1.) selahiyetli, 2.) bilirkişi,
bozgun, fiyasko, hezimet, ehil, eksper, işbilir, kompetan,
muvaffakıyetsizlik, ~yi kabullenme: mütehassız, uzman, yetkili.
pes, yetkisiz: acemi, selahiyetsiz.
yenilik: 1.) 2.) bilgi, yeni bilgi, 3.) yetme: 1.) kafi, 2.) [Mecazi] toy.
renovasyon, geçici yenilik: moda, yetmek: kafi gelmek.
yenilikler: bilgiler, haber, haberler. yevm [Arp.]: gün, ruz, şembe.
yenme: galibiyet, yengi. yığın: küme, öbek, tomar.
yenmek: galip gelmek, üstün gelmek. yıkama: [Tıp] lavman, şırınga, tenkiye.
yer elması [Bitkibilim: ?]: badat. yıkanmak: yunmak.
yer: gah, hane, mahal, lokal, mekan, yıkı: harabe, yıkıntı.
~ bilimci [yerbilimci]: jeolog, ~ bilimi yıkıntı: harabe, kalıntı, yıkı,
[Yerbilimi] jeoloji, ~ elması: badet, ~ yıkıntılar: harabat, kalıntılar,
sarsıntısı [Yerbilimi]: deprem, yer yılan [?]: [Hayvanbilim: ?], ~ın attığı
zelzele, çorak ~: tozlak, gizli ~: tun, deri: kav, ~ türleri: Boa Yılanı,
ıssız ~: tenha, ıssız ~: yaban, o ~: Çıngıraklı Yılan, Engerek, Kobra, Kör Yılan,
Piton, Su Yılanı,
ora, çok rüzgarlı ~: tozkoparan, yılan otu: [Bitkibilim: Gentian lutea]
sapa yada kuytu ~: izbe, yılaşırı: bianel, iki yılda bir.
yerbilimci: jeolog, yılbık [?]: [Tıp] epilepsi, sara, tutarık.
Yerbilimi: Jeoloji. Yıldırım 1 : 1.)
saika, 2.) Yıldırım
yeregeçer [Halkdili]: [Bitkibilim: Daucuss Beyazıt;,
3.)
[Y] bir Türk erkek adı.
carota] havuç. Yıldırım 2 : Bursa’da bir semt adı.
yerel: domestik, evcil, lokal, mahalli, yıldız: 1.) gökyüzünde ışıklı gezegen,
yerli. 2.)
sinema sanatçısı, star, 3.) [Y] bir
yerfesleğeni: [Bitkibilim: Mercurialis Türk bayan adı, ~ adları: çoban
parennis]

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 323 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

yıldızı (venüs), ~ çiçeği: dalya, baiyer, ~dan çıkartmak: ayartmak,


çoban ~ı: Venüs [Çolpan], akan ~: baştan çıkartmak, özel ~: parkur,
ağma, şahap, yolak: izlek, keçi yolu, patika.
yıldızfalı: pasiyans. yolcu: Bir yerden bir yere giden,
yılkı: seferi, ~ konak yeri: eğlek, han,
yılma: gözü korkma. hostel, otel, palas, pansiyon.
yılmak: gözü korkmak. yolculuk: gezinme, gezi, sefer,
yılmaz: 1.) gözüpek, korkusuz, 2.) [Y] seyahat, turizm, ~la ilgili: seferi,
gözüpek, korkusuz anlamına bir Türk birlikte ~ etme: kafile.
erkek adı.
yoldaş: arkadaş, dost, nedim, yaren.
yıltar [?]: davar boynundaki ip.
yolkenarı: kaldırım, tretuar, yolkenarı.
yıpranmış: eskimiş, partal.
yolma: kısa ekin.
yırtıcı: vahşi, yabani, yabanıl.
yolunda: doğru, düzgün, rast.
yırtık: çak, gedik, yarık.
yom [Halkdili]: uğur.
yiğit: 1.) battal, böke, civamert,
yontma: ~ aracı: kaspi, keskli.
kahraman, kostak, şampiyon, 2.)
civan, delikanlı, dilaver, genç, 3.) [Y] yontmak: 1.) kabuğunu soymak, 2.)
bu anlamlarda bir erkek adı. aşındırmak, fazlalığını almak,
yiğitçe: merdane. inceltmek, 3.) [Mecazi] kendi çıkarına
yir: [Müzik] ezgi, türkü. kullanmak.
yitik: Kayıp, zayi. yontu: heykel.
yitikler: zayiat. yordam: yol, metot, usül, tarz,
yiv [Far.]: çizgi, hat. yordam, yöntem.
yivaçar: [Teknik] pafta. yorgan [Dokumacılık]: ~ çarşafı:
yiyecek: yenilen maddeler, saklanan nevresim, beyaz kapsız ~: mitil,
~: erzak, ~ dolabı: kiler, ~ listesi: Yorgi [Yun.]: 1.) Aya Yorgi, [St. George],
2.)
menü, mönü. bir Yunan erkek adı.
yo [Halkdili]: hayır. Yorgo [Yun.]: 1.) 2.) bir Rum ve Yunan
yobazlık: ticani. erkek adı.
yoğun: kesif, sıkı, kompakt. yorgun: argın, aygın, bitap, bitkin,
yoğunlaşma: [Kimya] derişme, dermansız, güçsüz, haşat, lapacı,
konsentrasyon. takatsız, tükenmiş, zayıf.
yoğurt: sütten yapılan yiyecek, ~ yorum: tefisr.
yorumlamak: tefsir etmek.
mayası: çalacak, ~ yayığı: atık,
yosun: denizdibi otsu canlı
~tan yapılan peynir: keş, yağı
bitlilerinden. su ~u [Far.]: alg, ~
alınmış ~: katık,
tutunma organı: emeç, kara ~u:
yok: var olmayan. ~ etme: imha, temriye,
telef. Yota [Fen.: Yod [Yodh] > Yun.: iota %
yoketme: giderme, izale. giota [ἰῶτα & ιώτα - γιώτα] > Fra.: yota]:
yokluğunda: gıyabi. Yunan Abecesi’nin 9. harfi, [I, i].
yokluk: 1.) kıtlık, kesat, 2.) gaip, yoz: dejenere.
görünmez, hiçlik. Yozgat [Bozok]: [66], Türkiye’de bir
yoksul: fakir, sefil. kent.
yoksullar: fakirler, fukara. yöğ [?]: sıcak, kuru rüzgar.
yoksulluk: fakirlik, sefalet. yön vermek: doğrultmak, dümen
yoksun: mahrum, ~ bırakmak: kullanmak, idare etmek, seyretmek,
mahrum etmek. yönetmek, sevk ve idare etmek,.
yokuş: 1.) bayır, dik yol, rampa, 2.) yön: 1.) cenah, cihet, kıyı, kenar, leb,
[Mecazi] engelleme, zorluk çıkarma. taraf, yan, 2.)
akış, cereyan,
yol: cihet, rah, reh, sefer, sırat, tarik, doğrultu, eğilim, istikamet, mecra,
~ kaplama malzemesi: asfalt, keçi temayül, trend, yönelim, ~
~u: izlek, patika, köprü ~: viyadük, değiştirme: sapma.
çakıl ~: banket, ~ kaplama taşı: yönerge: direktif, talimat.
makadam, ~u kapatan engel: yönetici: idareci.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 324 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

yönetim: 1.) abrama, idare, 2.) disiplin, yunus [Arp.]: 1.) 2.) Hz. Yunus; 3.) [Y] bir
idare, sıkıdüzen, zapturapt, 3.) erk, Müslüman erkek adı, [Jonah].
hükümet, iktidar. Yunus balığı [Arp.]: 1.) 2.) [Balıçılık: ?]
yönetimsel: idari. dolfin, dolphine.
1.) 2.)
yönetmeç: dümen, gidon, yeke. yurt: memleket, vatan,
yönetmek: doğrultmak, dümen öğrencilerin toplu biçimde yatıp
kullanmak, idare etmek, seyretmek, kalktığı yer.
sevk ve idare etmek, yön vermek. yurtluk: malikane.
yönler: cenahlar, cihetler, etraf, yurttaş [Far.]: vatandaş.
kıyılar, kenarlar, lebler, taraflar, Yusuf [Arm.: Joseh, İbr.: ? > Arp.: ? >
1.)
yanlar. B.D.: Joseph]: Hz. Yusuf, 2.) bir
yöntem: metot, usül, tarz, yol, Yahudi, Hiristiyan ve Müslüman
yordam. erkek adı, [Joseph, Josef, Yosef].
yöre: civar, havali, mahal. yuva: 1.) kuş barınağı, uş, 2.) ev, 3.)
Yu [Rus.]: Rus Abecesi’nde Yu sesi, [Ю, öğrenim öncesi çocukların verildiği
ю]. ev, kreş, 2.) bir şeyin girdiği yer,
yudum: fırt, içim. delik.
yufka [?]: 1.) çok ince ekmek, 2.) [Yürek] yuvalama: bir tür yemek, analıkızlı.
acıyan, ~ altına serilen un: uğra, yuvarlak: lop, yumuşak.
kaymaklı ~: katmerli, yüce: ali, faik, ulu, mualla,
yulaf [Arp.: alef & Rum.: ?]: [Bitkibilim: mükemmel, şahane, üstün, yüksek.
Avena sativa] buydaygillerden hayvan Yücel: yüce kişi ol dileğinden bir erkek
yemi. adı.
yular [?]: gem, reşme, tasma, toht, yüceltme: övme, methetme, sena.
yular. yüceltmek: övmek, methetmek, sena
yumak [?]: nakış ipliği yumağı: etmek.
kuka. yük: 1.) [Taşımacılık] kargo, hamüle, 2.)
yumurcak: küçük sevimli çocuk, [Tıp, Halkdili] cenin, ~ taşıyan: hamal,
yumurta [?]: tavuk ürünü, az pişmiş yükleme: 1.) [Taşımacılık] araç, gemi,
~: alakok, rafadan, ~ benzeri şey: kamyonm yada trene mal bindirme,
fol, bir tür ~ yemeği: omle tahmil, 2.) atfetme, isnat, 3.) [Elektrik]
(kaygana), aküyü doldurma.
Yumuşak İşareti [Rus.]: [Ь, ь]. yüklenici: [Yapı] müteahhit.
yumuşak: lop, yuvarlak. yüklü: 1.) s., ağırayak, gebe, hamile,
2.)
yumuşamak: 1.)
mülayimleşmek, malzeme yüklenmiş.
yatışmak, yumuşak biçime gelmek, yüksek: ali, faik, mualla, mükemmel,
2.)
gevşetmek, mülayimleştirmek. şahane, ulu, üstün, yüce.
yunak: hamam, ısıcak, ısıdam. yükseklik: altitüd, irtifa.
Yunan [Arp. & Far.]: Yunanlılara ait. Yüksel: yüksek kişi ol dileğinden bir
Yunan Abecesi: Yunan Abecesi 22 harften bayan ve erkek adı.
oluşur; Α (α) Alfa (Alpha), Β, (β) Beta yükselti: rakım.
(Vita), Γ (γ) Gamma, Δ (δ) Delta, Ε (ε) Yüksük outu: [Bitkibilim: Digitalis
Epsilon, Ζ (ζ) Zeta (Zệta), Η (η) İta purperea]
(Êta), Θ (θ) Tita (Theta), Ι (i) Yota yükün: i., [Fizik] iyon.
(Yota), Κ (κ) Kappa, Λ (λ) Lamda, Μ yün [?]: koyun tüyü, yapağı ~ü
(μ) Mi (Mu), Ν (ν) Ni (Nu), Ξ (ξ) Ksi kabartma: ditme, esnek olmayan
(Xi), Ο (ο) Omikron (), Π (π) Pi (), Ρ
~: avarya, ince, sık bir tür ~:
(ρ) Ro (Rho), Σ (σ, ς) Sigma, Τ (τ) Tai
(Tau), Υ (υ) Ipsilon (Upsilon), Φ (φ) Fi kaşmir, ~ kabartma: ditme, tiftme,
(Phi), Χ (χ) Hi (Chi), Ψ (ψ) Psi, Ω (ω) ~ kırkma makası: kırka,
Omega. yürek: 1.) kalp, 2.) cesaret, cüret.
Yunanistan [Arp.: Yunan & Far.: istan ]: yürekli: atak, cesur, cüretkar, mert.
Balkanlar’da [Güney Doğu Avrupa] bir yüreksiz: cesaretsiz, korkak.
ülke, [Hellas, Greece]. yürüme: adımlama, sallanarak ~:
Yunanlı [Arp. & Far. + lı]: Yunanistan’lı,
yalpa.
Grek, Helen. ~ Tanrıları: Eros, yürümek: adımlamak, adımla gitmek,
Europa, Paris, Poseydiyon, Zeus. yürüyerek giden: yaya.
yunmak: yokanmak.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 325 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

yürümeyolu: kaldırım, tretuar, zaferan [Arp.: zaferân: ‫]زﻋﻔﺮان‬: 1.)


yolkenarılu. safran, 2.) demir pası.
yürürlük: zahmet [Arp.: zhm [‫]زﺣﻤﺖ > ]محز‬: 1.)
yürürlükte: cari, geçerli, ~ olan: cari, boğulma, bunalma, sıkışma, 2.) bun,
geçerli, eziyet, gaile, güçlük, meşakkat,
yürütmek: 1.) yürümesini sağlamak, sıkıntı, zor.
2.)
idare etmek, yünetmek, 3.) [dükkan, zahmetli [Arp. + li]: emekli,
işyeri] çalıştırmak, 4.)
[Argo] meşakkatli, zor.
araklamak, aşırmak, çalmak, zaif [Arp.]: bak. zayıf.
çırpmak, zorla ~: çalapaça, zaim 1 [Arp.: ?]: Tımar yada Zeamet’i
yürüyen: giden, revan. olan.
yüz 1 : 100 sayısı. zaim 2 [Arp.: ?]: 1.) Osmanlı’da büyük
yüz 2 : çehre, faça, sima, ru, surat, ~ bir Tımar yada Zeamet askeri olan,
2.)
[Hukuk] rehin, teminat.
kalıbı: mask, ~de bir bölüm:
zakkum [Arp.: zakkûm: ‫]مقز‬: 1.)
şakak, yapma ~: mask, maske, [Bitkibilim: Nerium oleander] ağı çiçeği,
yayvan ~lü: ablak, ~ün bir kısmı: 2.)
[İslam] Kuran-ı Kerim’de söz edilen
şakak, çiçek bozuğu ~: çapar, ~ün bitki.
bölümleri: avurt, çene, gamze, gerdan, zalim [Arp.: zlm [‫ > ]ملظ‬zâlim [‫]]ﻇﺎﻟﻢ‬: 1.)
a.)
sakal, şakak, yanak, ~ yüze: ruberu, ışıksız kalma, kararma, karanlık
yüz 3 : 1.) derisini yüz, 2.) yüzmek için çökme, b.) acımasızlık yapma, aman
emir. vermeme, eziyet verme, 2.) kafir,
3.)
yüzey: 1.) üst, 2.) satıh. zulmeden, [Mecazi] acımasız,
yüzeysel: sathi. insafsız.
yüznumara [Fra.: san numero: zam [Arp.: zmm [ٌ‫ > ]ﺿﻢ‬zâm [?]]: 1.)
numarasız’dan yanlışlıkla]: apteshane, artma, çoğalma, katma, 2.) artma,
ayakyolu, hacetyolu, hela, kenef, artırma, çoğalma, üreme, 3.) bir
klozet, suyolu, tuvalet, W.C. sessiz sözü bir sesli sözle okuma, [u
yüzük [?]: nişan yüzüğü: alyans. > ü] gibi.
yüzyıl: asır, çağ. zaman [Arp.: zmn [‫ > ]نمز‬zamân [‫]]زﻣﺎن‬:
1.)
devam etme, sürme, 2.) mevsim,
========== Z ========= saat, vakit, 3.) çağ, devir, devran,
Z 1 : Türk Abecesi’nin 28. harfi. dönem, evre, vakit, 4.) mühlet, süre,
Z 2 [İtl.: Zeta]: İtalyan Abecesinin 21. son ~larda: ahiren, ~ gösteren
harfi, [Z, z]. gereç: saat, hiçbir ~: asla, ~ aşımı:
zaaf [Arp.: za’f [‫]]فعض‬: 1.) güçsüz olma,
mürür-ü zaman, uygun ~: fırsat,
zayıf olma, 2.) düşkünlük, irade
zayıflığı. punt,
zaafiyet [Arp.: za’f [‫ > ]فعض‬za’fiyet [?]]: Zamanbilim: Horoloji.
1.)
güçsüz olma, zayıf olma, 2.) zamane [Far.: zamâne: ‫]زﻣﺎﻧﻪ‬: çağ,
dermansızlık, güçsüzlük, 3.) devir, dönem, periyot.
tüberküloz, verem. zamanlama [Arp. + lama]: uygun
zabt 1 [Arp.]: bak. zabıt. süreyi belirleme.
zabt 2 [Arp.]: bağ, tutma, zabıt. zamanlar [Arp. + lar]: çağlar, devirler,
zabıt [Arp.: zbt: [‫ > ]طبض‬zabıt]: 1.) a.) edvar, süreler.
denetleme, kotrol etme, tutma, b.) zambak [Arp.: zanbak: ‫]زﻧﺒﻖ‬: [Bitkibilim:
Lilium]bir süs bitkisi.
belgeleme, kaydetme, 2.) bağ, tutma,
zamir [Arp.: ? > zamîr [‫]]ريمض‬: 1.) ? 2.)
zabt, ~ varakası: tutanak.
[Dilbilgisi] adıl, bir işi yapan eden,
zabıta [Arp.: zbt [‫ > ]طبض‬zâbıta]: 1.)
[Pronoun].
denetleme, kotrol etme, tutma, 2.)
zamk [Arp.: samg: ‫]غمص‬: 1.) laka,
belediye kolluk ve denetim görevlisi.
yapıştırıcı, 2.) yapıştırıcı amorf bir
zabit [Arp.: zbt [‫ > ]طبض‬zâbit]: 1.)
madde. bir ~ türü: lak.
denetleme, kotrol etme, tutma, 2.) a.)
denetçi, kontrolör, b.) [Askeriye] subay. zampara [Far.: zen + perest > zenperest
1.)
[‫ > ]زن ﭘﺮﺳﺖ‬Osm.: zenpâre: ]: kadın
zafer [Arp.: zfr [‫]ﻇﻔﺮ > ]رفظ‬: 1.) başarılı 2.)
olma, galip gelme, 2.) utku, 3.) [Z] bu sever, çapkın erkek, kadın
anlamda bir erkek adı, [Utku]. düşkünü.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 326 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

zan [Arp.: znn: ٌ‫]ﻇﻦ‬: 1.) sanma, 2.) sanı. zaruri [Arp.: zrr [ٌ‫ > ]ﺿﺮ‬zarurî [‫]]يرورض‬:
1.)
zanaat [Arp.: sn’a [‫ > ]عنص‬sana’at kayıp verme, zarar verme, 2.)
1.) 2.)
[‫]]ةعانص‬: el sanatı ile uğraşma, gerekli, zorunlu, isteksizce,
elle uğraşarak üretme, yapma, 2.) el kaçınılmaz olarak.
ustalığı, işçilik, meslek sahibi olma,. zat 1 [Arp.: zvv [ٌ‫ > ]ذو‬zât [‫]]تاذ‬: 1.) kendi
zanbak: bak. zambak. olma, sahibi olma, varlığı bulunma,
2.)
zanka [Rus.: ?]: iki katlı kızak yada birey, fert, kimse, kişi, şahıs.
kayak, zat 2 [Arp.: zvv [ٌ‫ > ]ذو‬zât [‫]]تاذ‬:
zapt [Arp.: zbt [‫ > ]طبض‬zabt]: 1.) Arapça’da zat-; –ı olan, -e borçlu olan, -
denetleme, kotrol etme, tutma, 2.) -den müzdarip olan, -den dert çeken
zorla ele geçirme, anlamına bir önek, [zatürre: akciğeri
zapturap [Arp.: zapt-u rapt: ?]: b.i., iltihaplı].
disiplin, idare, sıkıdüzen, yönetim. zati 1 [Arp.: zvv [ٌ‫ > ]ذو‬zâtî [‫]]يتاذ‬: 1.)
zar 1 [?]: 1.) soğan yaprakları kendi olma, sahibi olma, varlığı
arasındaki ince yaprak, 2.) çok ince bulunma, 2.) doğal, özgün, 3.)
deri tabaka, 3.) [Anotomi] çeper, gışa, bireysel, kişisel, özlük, şahsi.
ince katman, membran. zatlar [Arp.: + lar]: ç.i., bireyler, efrad,
zar 2 [Arp.: ‫]رﻩزلا‬: [Eğlence Oyunu] tavla fertler, kimseler, kişiler, şahıslar,
benzeri oyunlarda kullanılan küp zatürree [Arp.: zât-ür-rie [?]]: 1.) akciğer
biçimli nesne. iltihabı, 2.) [Tıp] batar.
zar 3 [Far.: zâr [?]]: salya sümük zavallı [Arp.: zvl [‫ >]لوز‬zevâl [‫> ]لاوز‬
1.)
ağlayan. Osm.: zaval + lı]: bitme, durma,
zar 4 [Far.: zâr]: bir şeyle dolu olan yer, duraksama, gözden kaybolma,
[]. tükenme, yokolma, 2.) geçici, gelip
zarar [Arp.: zrr [ٌ‫ > ]ﺿﺮ‬zarar [‫]]ررض‬: 1.) geçen, uçucu, 3.) düşkün, mutsuz,
kayıp verme, zarar verme, 2.) şansız, yoksun.
dokunca, hasar, kayıp, kötü sonuç, zaviye [Arp.: zvy [‫ > ]ىوز‬zâviye(t)
1.)
mazarrat, ziyan, ~ verme: ihlal. [‫]]ةيواز‬: bir köşede buluşma,
zarf [Arp.: zrf [‫ > ]فرظ‬zarf]: 1.) a.) birleşme, büzülme, köşeye sığınma,
2.) 3.)
biçimini alma, b.) görünme, c.) güzel [Geometri] açı, (sığınma) köşesi,
görünme, zarif görünme, 2.) kılıf, Dervişlerin sığınağı, 4.) bir ev, oda
koruyucu, 3.) mektup koruyusucu, 4.) yada yapının köşesi, bucak, kıyı,
koruyucu torba, 5.) [Dilbilgisi] bir fiil, köşe, 5.) Osmanlı’da bir eğitim
sıfat yada başka bir zarfı, önüne yer, kurumu.
zaman, biçim ve derece ifadeleri zayıf [Arp.: za’f [‫ > ]فعض‬zaif [?]]: 1.)
ekleyerek değiştiren bir kelime, güçsüz olma, zayıf olma, 2.) etsiz,
[Adverb]. lagar, 3.) argın, aygın, bitap, bitkin,
zargana [Rum.: sargana > zargana dermansız, güçsüz, haşat, takatsız,
[ζαργάνα]]: [Balıkçılık: Belona belona] bir yorgun, 4.) etkisiz, güçsüz, yetkisiz,
5.)
balık türü. okul puanlarında geçersiz not,
zarif [Arp.: zrf [‫ > ]فرظ‬zârif [?]]: 1.) a.) kırık.
biçimini alma, b.) görünme, c.) güzel zayi [Arp.: zy’a [‫ > ]عىض‬zâyi [‫]]ﺿﺎﻳﻊ‬: 1.)
görünme, zarif görünme, 2.) esprili, kaybolma, yitme, 2.) kayıp, yitik.
hazırcevap, nükteli, zeki. zayiat [Arp zy’a [‫ > ]عىض‬zâyiat; [‫]ﺿﺎﻳﻌﺎت‬
1.)
zarife [Arp.: zrf [‫ > ]فرظ‬zârife [?]]: 1.) a.) zayi’nin çoğulu]: kaybolma, yitme, 2.)
3.)
biçimini alma, b.) görünme, c.) güzel ç.i., kayıplar, yitikler, i., [tekil
görünme, zarif görünme, 2.) akıllı anlamda] zarar, ziyan.
konuşan, tatlı şey, 2.) fahişe. zayiçe [Far.: ? ]: i., horoskop, yıldız
zarurat [Arp.: zrr [ٌ‫ > ]ﺿﺮ‬zarûrât [?]; çizelgesi.
zaruret’in çoğulu]:
1.)
kayıp verme, Ze [Rus.: [?]: Rus Abecesi’nin 8. harfi,
zarar verme, 2.)
ç.i., zaruretler, [З, з].
zorluklar, zorunluluklar. zeban 1 [Far.: zebân [‫]]زﺑﺎن‬: 1.) dil, 2.) dil,
zaruret [Arp.: zrr [ٌ‫ > ]ﺿﺮ‬zarûret [‫]]ةرورض‬: lisan, 3.) ağız, deyiş, diyalekt, 4.) ifade
1.)
kayıp verme, zarar verme, 2.) biçimi, 5.) dile benzeyen bir şey.
gereksinim, ihtiyaç, zorunluluk, 3.) zeban 2 [Far.: zebân [‫]]زﺑﺎن‬: Farsça’da -
fakirlik, yoksulluk, yoksunluk. zeban; dilli anlamına bir sonek,
[ateşzeban: ateşdilli].

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 327 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

zebra [İtl.: zebra]: [Hayvanbilim: Equus Yusuf & ile Züleyha Aşkı, 4.) bir
zebra]bir canlı, Afrika ~sı: dav. bayan adı.
zede 2
[Far.: ‫]زدﻩ‬: çarpmış, düçar, zelzele 1 [Arp.: zlzl [‫ > ]لزلز‬zelzele
1.)
etkilemiş. [‫]]زﻟﺰﻟﻪ‬: yer sarsıntısı, 2.) sarsılma,
zede 2 [Far.: ‫]زدﻩ‬: Farsça’da –zede; bir sarsma, sarsıntı, 3.) [Yerbilim] deprem,
şeyden etkilenen, -den etkilenmiş, -e sarsıntı, yer sarsıntısı.
uğramış anlamında bir sonek, Zelzele 2 [Arp.: zlzl [‫ > ]لزلز‬zelzele
[felaketzede, kazazede]. [‫]]زﻟﺰﻟﻪ‬: [İslam] Kura’n-ı Kerim’de
zehir [Far.: zehr [‫]]زهﺮ‬: 1.) öd, safra, 2.) Deprem Suresi.
ağı, ağu, ot, seim, bitkisel ~: kürar. zem 1 [Arp.: zmm [‫]]مذم‬: 1.) eleştirme,
zehr 1 [Far.: ‫]زهﺮ‬: bak. zehir. yerme, 2.) yerme, yergi.
zehr 2 [Far.: ‫]زهﺮ‬: 1.) çicekler, goncalar, zem 2 [Far.: ‫]زم‬: ayaz, buz, soğuk.
tomurcuklar, 2.) çiçeklenen bitkiler. zemberek [Far.: zenbûr + ek > zenbûrek
1.)
zehra [Arp.: ?]: 1.) açık-tenli, beyaz ve [‫]]زﻧﺒﻮر ك‬: arı yavrusu, okucu, 2.)
3.)
güzel, parlak, parıldayan, 2.) temiz (saat) yayı, kapı kilidi dili.
(inci), 3.) [Z] [İslam] Hz. Muhammed’in zembil [Arp.: zenbil [‫]]زﻧﺒﻴﻞ‬: 1.) taşıma
kızı Fatma’nın diğer adı, 2.) [Z] bu nesnesi, 2.) büyük sepet, kazevi.
anlamda bir bayan adı. zenbür [Far.: zenbûr [‫]]زﻧﺒﻮر‬: arı.
zein [Yun.: ?]: haşlamak, haşlanmak, zemheri [Arp.: zemherir]: kara kış.
kabarmak, kaynamak, kaynatmak, zemherir: bak. zemheri.
köpürmek. zemzem [Arp.]: Suudi Arabistan,
zeka 1 [Arp.: zky [‫ > ]ىكذ‬zekâ [‫]]ءاكذ‬: 1.) Mekke’de çıkan ve kutsal sayılan su
ışıldama, parlama, 2.) bilgi keskinliği, pınarı.
kavrama çabukluğu, 3.)
anlak, zen 1 [Far.]: bayan, dişi, dişil, feminen,
zeyrek. kadın, kadınsı, kadına ait, karı,
zeka 2 [Arp.: zky [‫ > ]ىكذ‬zekâ [‫]]ءاكذ‬: 1.) zen 2 [Far.: -zen]: ?
gelişme ve artma, 2.) doğruluk. zenbil [Arp.]: bak. zembil.
zekat 1 [Arp.: zky [‫ > ]ىكذ‬zekât [‫]]ةاكز‬: zenci [Arp.: zencî]: 1.) kara derili, siyahi
1.)
[İslam] malvarlığının 1/40’nı insan, 2.) negro, siyah.
yaksullara verme, 2.)
arınma, zenne [Far.: zen]: 1.) kadın gibi,
temizlenme, 3.) gelişme ve artma, 4.) kadınsı, 2.) kadın rolündeki erkek.
doğruluk. zenpare: bak. zanpara.
zekat 2 [Arp.: zky [‫ > ]ىكذ‬zekât]: 1.) zer [Far.]: altın,
[İslam] yemek için bir yaratığı zerre [Arp.: ?]: [Fizik] melokül, tozan.
arındırma (dini kurallara göre zerrin [Arp.: ?]: 1.) altından yapılmış, 2.)
kesme), 2.) [İslam] kullanım için [Bitkibilim: Narcissus jonquilla] fulya
herhangi bir şeyi dini kurallara göre çiçeği, 3.) [Z] altın gibi değerli, fulya
arındırma. çiçeği anlamına bir bayan adı, [Fulya].
Zekeriyya [İbr.: ? > Arp.: ?]: 1.) 2.) zerzevat [Far.: sebzevat > zerzavat,
Zekeriyya Peygamber: Musevilik, Sebze’nin çoğulu]: sebzeler,
Hiristiyanlık ve Müslümanlık’da ortak Zeta 1 [Fen.: Zayın [Zayın] > Yun.: Zệta:
peygamber, [Zacharia], 3.) [Z] bir [ζῆτα & ζήτα]]: Yunan Abecesi’nin .
Müslüman ve Türk erkek adı. harfi, [Z, ζ].
zeki 1 [Arp.: zky [‫ > ]ىكذ‬zekî [‫]]يكذ‬: 1.) Zeta 2 [İtl.]: İtalyan Abecesinin 21.
ışıldama, parlama, 2.)
esprili, harfi, [Z, z].
hazırcevap, nükteli, zarif, 3.) [Z] bu zeval [Arp.: zvl [‫ >]لوز‬zevâl [‫]]لاوز‬: 1.)
anlamda bir erkek adı. bitme, durma, duraksama, gözden
zeki 2 [Arp.: zky [‫ > ]ىكذ‬zekî [‫]]يكذ‬: 1.) kaybolma, tükenme, yokolma, 2.)
değer, saf, temiz, 2.) artan, bollaşan, iniş, yokolma, 3.) gözden yitme,
gelişen. kaybolma, uçup gitme, 4.) güneşin
zekiye [Arp.: zky [‫ > ]ىكذ‬zekîye [?]]: 1.) batmaya başlaması, güneşin batışı.
ışıldama, parlama, 2.) [Z] bu anlamda zevk [Arp.]: haz, hoşlanma, keyif, ~
bir bayan adı. düşkünü: harabati,
Zeliha [Far.: Züleyha]: 1.) Firavunun zevkli [Arp. + li]: hoşa giden, keyifli.
başverizi Potifer’in karısı, 2.) Yusuf zevksiz [Arp. + siz]: kaba, özensiz,
peygambere aşık olan kadın, 3.) zeybek: efe.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 328 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken

zeyil [Arp.: ?]: ek, ilave, katkı, ziraat [Arp.: ?]: çiftçilik, ekicilik,
zeyilname. rençberlik, tarımcılık.
zeyilname [Arp.: zeyil + nâme]: Ziraat Bankası: T.C. Ziraat Bankası.
ekbelge. ziraatçı [Arp. + çı]: çiftçi, ekici,
zeyneb [Arp.]: bak. zeynep. rençber, tarımcı.
zeynep [Arp.]: 1.) ? 2.) [Z] bir Müslüman zirai [Arp.: zirâî]:
ve Türk bayan adı. zirek: bak. zeyrek.
zeyrek 1 [Far.: zirek [‫]]زﻳﺮك‬: anlak, zirih: bak. zırh.
zeka. zirkonyum [Lat.: ? > Fra.: zirconium: Zr]:
Zeyrek 2 [Far.: zirek [‫]]زﻳﺮك‬: İstanbul’da zirve [Arp.: ?.]: doruk, şahika.
bir semt. zirzop: delişmen.
zeytin [Çin.: Tseutung > Arp.: zeytûn ziya [Arp.: ? > ziyâ]: 1.) aydınlık, ışık,
1.)
[‫]]زﻳﺘﻮن‬: Çin’in liman kenti; nur, 2.) [Z] aydınlık, ışık, nur
2.)
Tseutung, Zeytin’den, 3.) bir tür anlamına bir Müslüman ve Türk
meyve. içsuyundan yağ üretilir. ~ erkek adı.
Türleri: Kalamata, ~ küspesi: prina. ziyade [Arp.: ?]: çok, daha çok.
zeytun 1 [Arp.]: bak. zeytin. ziyafet [Arp.: ?]: şölen.
Zeytun 2 [Arp.]: ? ziyan [Arp.: ?]: dokunca, hasar, heder,
zeytuni [Çin.: Tseutung > Arp.: zeytûnî kayıp, zarar.
[‫]]زﻳﺘﻮﻧﻲ‬: zeytin rengi. ziynet [Arp.: ?]: 1.) süs, 2.) [Z] bir
Zhe [Rus.: ?]: Rus Abecesi’nin 7. harfi, bayan adı, ~ eşyası: takı.
[Ж, ж]. zoion [Yun.: ?]: hayvan.
zıh [Far.]: 1.) kaytan, şerit, 2.) inci zoka [Rum.: ksoka > zóka: ζόκα]: 1.) olta,
2.)
kenar pervazı, 3.) sayfa etrafına balık biçimli kurşun.
çizilen çizgi. zom [Arp.]: 1.) olgun kişi, 2.) çok
zılgıt [Argo]: azar, gözdağı. sarhoş.
zımba [Far.: zunbe]: 1.) delecek, delgeç, Zonguldak [Osm.: Ereğli’ye bağlı Odun
2.)
delgeç ile açılan delik. İskelesi]: [67], Türkiye’de bir kent.
zıpka [Halkdili]: dar paçalı potur. zoo [Yun.: zoios: ?]: Yunanca’da zo(o);
zıpkın [ÖzTür.]: kakıç. hayvanlarla ilgili anlamına gelen bir
zırh [Far.: zirih]: cebe, savaşlarda önek.
giyilen ~: çokal. Zooloji [Yun.: zoios + logia > [?] > Fra.:
zırıldamak: sürekli ağlamak. zoologie]: Hayvanbilimi.

zıt[Arp.: ?]: karşıt, kontrast. zor [Arp.: ? > zôr [‫]]روز‬: 1.) ? 2.) cebir,
zıvana [Far.]: [Teknik] boru, tüp. çetin, müşkül, zorlayış, 3.) bun,
zibidi [Far.: zîbîdî]: 1.) yakışıklı, 2.) [Argo] eziyet, gaile, güçlük, sıkıntı.
gülünç giyimli kişi. meşakkat, zahmet.
zifos [Rum.: ksifos > zífos: ζίφος]: 1.) zorba [Arp.: zor + Far.: bâ > Far.: zorbâ]:
1.) 2.)
fıskıye, su fışkırması, 2.) fırtınalı cebbar.
yağmur, sağanak, 3.) yerden sıçrayan zorla [Arp.: ? > zôr [‫ ]روز‬+ la]: cebren,
çamur. baskı kullanarak.
zift [Far.]: 1.) bulama, bulamaç, 2.) kara zorlayış [Arp.: ? > zôr [‫ ]روز‬+ layış]:
sakız, 3.) asfalt. cebir, zor.
1.)
Zigana [?]: Çingene, Kıpti. zorlu [Arp.: ? > zôr [‫ ]روز‬+ lu]:
2.)
zihin [Arp.: ? > zihn]: i., 1.) akıl, anlama tuttuğunu koparan, [Z] bu
yetisi, 2.) bilinç, dimağ, şuur. anlamda bir erkek adı, [Cebir].
zil [Far.: ?]: 1.) ? 2.) çıngırak, zorunlu [Arp.: ? > zôr [‫ ]روز‬+ unlu]:
parmaklara takılan ~: çalpara. mecburi, vacip.
zorunluluk [Arp.: ? > zôr [‫ ]روز‬+ luluk]:
zina [Arp.: ? > zînâ]: yasadışı cisnel
zaruret.
ilişki.
Zirkonyum [Lat.: > Fra.: zirconium: Zr]:
zinde [Arp.: ?]: canlı, dimdik, dinç,
zulm [Arp.]: bak. zulüm.
esen, iyi, sağlıklı, sıhhatlı, salim.
zulmeden [Arp. + eden]: 1.) acımasız,
zir [Far.: ?]: alt, aşağı.
amansız, 2.) kafir, zalim.
zira 1 [Arp.: ?]: çünkü.
zulüm [Arp.: zlm [‫ > ]ملظ‬zulm > zulüm]:
zira 2 : bir uzunluk ölçsüsü. 1.) a.)
ışıksız kalma, kararma, karanlık
çökme, b.) acımasızlık yapma, aman

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 329 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
Etimolojik Türkçe Sözlük
Kelime-Köken
2.)
vermeme, eziyet verme,
acımasızlık, eziyet, işkence.
zum [İng.: zoom]: optik kaydırma.
zunbe [Far.: ?]: zımba ?
zurna [Far.: sûr + ney > sûrney [?] >
1.)
Osm.: zurna]: düğün neyi, 2.) nefesli
bir çalgı, küçük ~: arakiye.
züğürt [Far.: zügürd]: meteliksiz,
parasız.
zühal [Arp.: ?]: 1.) Satürn, 2.) [Z] bir
bayan adı.
1.)
Züleyha [Far.: züleyhâ [?]]:
Firavunun başverizi Porifer’in karısı,
2.)
Yusuf peygambere aşık olan
kadın, 3.) Yusuf & ile Züleyha Aşkı, 4.)
bir bayan adı.
zümre [Arp.: ?]: camia, topluluk.
züppe [?]: [Argo] snop.
zürafa [Arp.: zürâfa: ‫]ةفارز‬: bir Afrika
hayvanı.
Ζ 2 [Yun.: Zeta, Zệta]: Yunan Abecesi’nin
. harfi, [Z, ζ].

© Copyright Hakkı Erkan Kiraz’a Aittir. Tüm Hakları


Saklıdır. Bu çalışma kesinlikle kopyalanamaz, iktibas
edilemez, kısmen yada tamamen aktarılamaz, amacı her
ne olursa olsun hiçbir biçimde, yol, yordam veya usülde
başka bir ortamda kullanılamaz. © Copyrighted to Erkan
Kiraz. All Rights Reserved. This study absolutely can
not be re-copied, re-distributed, in whatever reasons
or aims can not be used, referenced partially, wholly or
even one full sentence out of it. All rights and copy
rights are solely belong to its author, Erkan Kiraz.
Edited By Erkan Kiraz erkankiraz@yahoo.com on
01.11.06. Bu çalışma güncellenmektedir. Geçici
biçimde olup güncel biçimleri ara ara
yüklenmektedir. 26.11.2006.

By Erkan Kiraz 01.11.2006 Page 330 / 330


© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.

You might also like