Professional Documents
Culture Documents
0143 Etimolojik - Turkce - Sozluk (Kelime Koken) (3.819KB)
0143 Etimolojik - Turkce - Sozluk (Kelime Koken) (3.819KB)
Kelime-Köken
========== A =========
ebenum] sert siyah tahtası olan ağaç,
2.)
bu ağaçtan siyah renkli tahta.
A 1 : Türk Abecesi’nin ilk harfi.
abassare [Lat.]: f., alçaltmak.
A 2 [Lat.: a: eksik]: ö.e., Latince’de -sız, -
abaşo [İtl.: abasso]: i., 1.) alt, alttaki,
siz, -suz, -süz; anlamında bir önek.
aşağıya, 2.) gemiyi karaya bağlama.
abat [Far.: âbâd]: i., 1.) bayındır, imar, abluka [İtl.: a blocco]: i., ihata,
mamur, 2.) abad, bolu, il, kent, kuşatma, muahsara.
medine, polis, site, şehir, vilayet, abnuz [Far.]: bak. abanoz.
[Celalabad, İslamabad, Eceabat]. abolere [Lat.]: f., harab etmek, imha
abax [Yun.: άβακας]: i., antik sayma etmek, mahvetmek, yoketmek.
boncuğu. abondone [Fra.: mettre a bondon > Fra.:
1.)
Abaza: ö.i., Abhazya halkından olan. abondoné]: yenilgiyi kabullenme,
2.)
abazan [habazan]: [Argo] cinsel yönden [Boks] yenilen boksör.
aç olan kişi. abone [Fra.: abonné]: i., sürekli
abbas [Arp.]: 1.) i., aslan, 2.) sert yapılı kullanıcı.
kişi, 3.) [A] ö.i., arslan gibi yürekli aborda [İtl.: ad + bordo > abbordare >
anlamında bir erkek adı. abborda]: [Denizcilik] teknenin yanını
Abbasiler [Far. + ler]: ö.i., 1.) Bir İranlı vererek kıyıya yanaşması.
2.)
Müslüman beylik, Türklerin aboriri [Lat.]: f., 1.) başaramamak,
Müslümanlığı kabul ettiği beylik. boşa çıkmak, 2.) çocuk düşürmek,
abbaz [Far.: ab + bâz > abbâz]: su düşük yapmak.
cambazı, abra [Arp.: farah > dara > Rum.]: i., bir
ABD: kı., (A)merika (B)irleşik kabın ağırlığı, dara, denge.
(D)evletler: USA [The Unidet States of abrama [Halkdili]: i., idare, yönetim.
America]. abraş [Arp.: ebreş]: s., ala renkli,
abdal [Arp.]: s., gezgin derviş. karışık renkli.
abdest [Far.]: bak. abdes. abril [Halkdili]: i., Nisan.
abdomen [Lat.]: i., 1.) batın, karın, 2.) absentia [Lat.]: 1.) gıyap, hazır
bedenin batın yada karın bölgesi. olmama, yokluk, 2.) in absentia:
Abdul [Arp.]: Abdullah’ın kısaltması. gıyabında, hazır bulunmadan,
Abdullah [Arp.]: 1.) i.t., Allah’ın kulu, 2.) yokluğunda.
Allah’ın kulu anlamına bir Müslüman absorbe [Lat.: ab + sorbere > Fra.:
ve Türk erkek adı, kısaca Apo. absorbé]: emme, mas, soğurma.
Abdüllatif [Arp.]: 1.) ? 2.) ö.i., bir erkek absurdus [Lat.]: duyulmuş, görülmüş
adı. şey değil.
Abece: i., Alfabe. absürt [Lat.: absurdus > Fra.: absurd]: z.,
aberasyon [Fra.: aberation]: i., sapınç. anlamsız, manasız, saçma.
abes [Arp.]: s., akla aykırı. abu [Halkdili]: ü., şaşma sözü.
Abhazya: ö.i., Kafkasya’da özerk bir abuhava [Arp.: ab-u hava]: i., iklim,
Türk Cumhuriyeti. mevsim.
abıkevser [Arp.: ab-ı kevser]: i.t. & i., abuhayat [Arp.: ab-u hayat]: i.t.,
cennetteki ırmak. bengisu, hayat suyu, sonsuzluk suyu,
abi: [Argo] 1.) kı., ağabeyin kısaltılmışı, yaşam suyu, [aqua vitae].
2.)
i., büyük erkek kardeş, ağa, abuli [Yun.: a + (oulesthai) boulē >
ağabey, aka. aboulia [αβουλία] > Fra.: aboulie]:
abide [Arp.: âbide]: i., anıt. [Ruhbilim]
1.)
iradenin azalması yada
abidevi [Arp.: âbidevi]: s., anıtsal. tamamen yok olması, 2.) apati, irade
abilitas [Lat.]: s.e., Latince’de –abilitas; yitimi.
1.) 2.)
bir oluş, bir güç, kabiliyet, abusus [Lat.]: kötü kullanılan, yanlış
yetenek anlamına gelen bir sonek. kullanılan.
abis [Yun.: a + byssos [άβυσσος] > Fra.: ac [Yun.: ? > İng.: -ac; & Fra.: -aque]: s.e.,
1.) 2.)
abysse]: s., dipsiz, i., okyanusun İngilizce’de –ac;, Fransızca’da -aque;
en derin bölümü. 1.)
–ile ilintili [cardiac: kalple ilgili],
2.)
–
abla: i., büyük kız kardeş. den etkilenmiş [maniac: manyak]
ablak [Arp.: eblâk]: s., yayvan yüzlü. anlamında bir sonek.
ablatus [Lat.]: aktarılan, kalan, diğer acaib [Arp., acîbe’nin çoğulu]: bak.
tarafa aktarılan. acayip.
ablatya [Yun.: apladia [απλάδια,] > Tür.]: acantha [Yun.: ?]: i., diken, iğne.
i., [Denizcilik] bir balık ağı. acar 1 [Arp.: â’cer]: s., atılgan, gözüpek.
abli [Yun.: abli [απλή] > Fra.: abli]: i., 1.) ? Acar 2 : ö.i., Gürcistan’a bağlı Acarya
2.)
[Denizcilik] bir gemi donanımı. Özerk Cumhuriyeti’nden olan.
Acarya: ö.i., Gürcistan’da bir Özerk acıpayam 1 [acı payam]: b.i., acıbadem.
Türk Cumhuriyeti. Acıpayam 2 [acı payam]: b.i. & ö.i.,
acayip [Arp.: acaib]: s., yabansı. Türkiye’de bir yer adı.
ace 1 [İng.: ace]: i., tenisten servis acırga [Halkdili]: [Bitkibilim: Armoricia
atma. Lapathifolia] bayırturpu, karaturp,
ace 2 [Fra.]: i., favori, gözde. yabanturpu, yabani lahana.
acele [Arp.]: z., çabucak, tez olarak. acısız: 1.) ağrısız, sızısız, 2.) elemsiz,
acelecilik [Arp. + cilik]: telaş. kedersiz, üzüntüsüz, 3.) tat olarak.
Acem [Far.]: Aryan, Farisi, Fars acibe [Arp.: acîbe]: garip, görülmemiş
kökenli, İranlı, Pers. şey, ilginç.
Acem kürdi: Türk Müziği’nde bir acicula [Lat.]: küçük iğne.
makam. acidus [Lat.]: ekşi.
acemborusu [acem borusu]: [Bitkibilim: acil [Arp.: âcil]: acele, acul, alaminüt,
Campsis radicans] odunsu bir sarmaşık çabuk, ivedi, süratle, tez, ~ servis:
türü. [Hastane] kanamalı ve ölümcül
acemi [Arp.: acemî]: 1.) Araplar için hastalar bölümü, [Emergency].
İranlı yada İran’dan gelenler, 2.) kaba aciz [Arp.: âciz]: güçsüzlük.
bir Arapça konuşan kişi, 3.) barbar, acizane [Far.: âcizane]: 1.) değersiz,
ilkeli iptidai 4.) Arap olmayanlar, sıradan, 2.) pek sıradan olarak.
5.)
Araplara yabancı olanlar, acris [Lat.]: keskin, keskin kenarlı yada
[Arapça’daki bu anlamların karşımı olarak, uçlu.
Türkçe’de] deneyimsiz, toy.
actas [Lat.]: ömür, yaş, zaman
acemilik [Arp. + lik]: deneyimsizlik, uzunluğu.
toyluk. actis [Yun.: [ακτις]]: ışın, şua.
acente [Lat.: agente]: [Ticaret] 1.) birisi actiuarius [Lat.]: katip, yazman.
adına iş yapan, 2.) vapur ortaklığı, 3.) acube [Arp.]: 1.) alışılmadık, tuhaf, 2.)
banka şubesi, 4.) komisyon karşılığı tuhaf kimse.
aracılık yapan. acuere [Lat.]: batmak,
acer 1 [Arp.: Hacer > â’cer]: bak. acar. keskinleştirmek.
acer 2 [Lat.]: 1.) acı, keskin, sert, sivri, acul [Arp.: acûl]: acil, alaminüt, çabuk,
2.)
canlı, kuvetli, şiddetli, yoğun, 3.) ivedi, süratle, telaşla, tez.
akıllı, gözü açık, zeki. aculeus [Lat.]: 1.) arı iğnesi, diken,
acerbare [Lat.]: ekşileştirmek, acı tat iğne, 2.) acıma, batma, canını yakma.
vermek. acumen [Lat.]: diken, sivri bir şey, uç.
acerbus [Lat.]: acı, ekşi. acur [Arp.: acûr]: 1.) tüylü bir hıyar türü,
acetum [Lat.]: sirke. 2.)
olgunlaşmamış acı tadlı hıyar, 3.)
aceze [Arp.: âciz’in çoğulu]: düşkünler, bir tür kavun.
[Darülaceze: Düşkünler Yurdu].
acus [Lat.]: iğne.
acı: 1.) ağrı, balkı, sancı, sızı, 2.) elem, acuta [Lat.]: haşin, sürekli, şiddetli.
keder, üzüntü, 3.) matem, yas, 4.) tat acutus [Lat.]: batıcı, delici, sivri uçlu.
olarak, tatlı karşıtı. acyo [İtl.: agio]: [Ticaret] para farkı,
acıbadem 1 [acı badem]: b.i., acıpayam. prim.
Acıbadem 2 [acı badem]: b.i. & ö.i., aç: 1.) s., fakir kişi, karnı doymamış, 2.)
İstanbul’da bir semt adı. haris.
acıbakla [acı bakla]: [Bitkibilim: Lupinus] ? açalya [Rum.: aseleos [αζαλέα] > Fra.:
acıklı: 1.) dokunaklı, içli, 2.) elim. azelea]: [Bitkibilim: Azelea] farklı
acılı 1.) ağrılı, sızılı, 2.) elemli, kederli, renklerde açan bir süs ağaççığı,
üzüntülü, 3.) tat olarak acısı olan. çiçekli bir bitki.
acıma: aman, insaf. açar: anahtar, açkı, çilingir.
acımak: 1.) aman vermek, insaf açelya [Yun.]: bak. açalya.
etmek, kıyamamak, 2.) ağrı vermek, açgözlü: aç, haris.
sızı vermek, ~ durumda olan: elim. açgözlülük: hırs, tamah.
acımasız: amansız, gaddar, insafsız, açı: [Geometri] zaviye.
kıyıcı. açık: 1.) aleni, aşikar, ayan, bariz,
acımık [Halkdili]: [Bitkibilim: Cephalaria belirgin, belli, kapalı olmayan, kesin,
1.)
syriaca] yıllık bir bitki, 2.) belemir, meydanda, ortada, sarih, 2.) eksik,
mavikantaron, peygamber çiçeği. gedik, 3.) [denizde] karadan uzakta,
açığa çıkartma: faş, açığa çıkmış: Adana [Rum.: Uru Adania, Adanus,
afişe, Adonis]: [01], Türkiye’de bir kent.
açıkarttırma: mezat. adap [Arp.: âdab, edeb’in çoğulu]: töre.
açıkgöz: gözüaçık, sak, uyanık. Adapazarı [Ada Bazar]: Marmara
açıkgözlülük: akıl, basiret, bude, Bölgesi’nde Sakarya, [54] ilinin kent
ihtiyat, sağduyu, sağgörü. adı.
açıklama: 1.) beyanat, demeç, izah, 2.) adapte [Lat.: ad + aprare > Fra.:
beyan, deklarasyon, ifade, 3.) ifşaat, adaptée]: uyarlama, uyarlanmış.
itiraf. adaş [ad + daş]: isimleri aynı olan.
1.)
açıklamak: beyan etmek, adavet [Arp.]: artniyet, buğz,
bildirmek, haber vermek, ilan etmek, düşmanlık, garez, hasımlık, husumet,
2.)
beyan etmek, deklare etmek, kin, kötüniyet, nefret.
ifade etmek. aday: namzet.
açıklamalar: ifşaat, izahat. addendum [Lat.: çoğulu: addenda]: bir
açıklanmış: deklare, ilan edimiş. şeye eklenen bölüm.
açıksaçık: müstehcen. addicere [Lat.]: kabul etmek, onay
açıktan: 1.) bir şeyin uzağından, 2.) vermek, razı olmak.
elaltında, gizlice. adem 1 [Arp.]: Arapça’da 1.) -sız, -siz, -
2.)
açıölçer: [Yıldızbilim] seksant. suz, -süz, var omayan, yok, 3.)
açkı: açar, anahtar, çilingir. eksik, gedik anlamında bir önek.
açma: 1.) yağlı çörek, kete, 2.) Adem 2 [Arp.: âdem]: 1.) ilk insan ve ilk
ormanlık alanda ekilebilir tarla peygamber, 2.) Tüm Tek Tanrılı
oluşturma. Dinler’de ilk insan. [Adam], 3.) bir
açmaz: içinden zor çıkılan durum, Müslüman ve Türk erkek adı. [Adam].
karmaşık durum, dilema. ademi [Arp.: âdemi]: insanlık,
ad 1 [Far.]: isim, nam, nom, şan, ün, insanoğluyla ilgili, ilk insan.
ünvan, ~ çekme: çekilş, keşide, aden 1 [Yun.]: bez, gudde, torbacık.
kura, ~a yazılı: nominal, ~ı geçen: Aden 2 [Arp.]: Orta Doğu’da bir Arap
bilinen, mahut. ülkesi.
ad 2 [Lat.]: Latince’de ad-; -a ya, -e ye, adenit [Yun.: adenitida [αδενίτιδα] > Fra.:
bir şeye, anlamında bir önek. adénite]: ?
ad hoc [Lat.]: 1.) buna dair, 2.) özel bir adeps [Lat.]: 1.) yağ, 2.) şişman.
aça yada konu için oluşturulan. adese [Arp.]: büyüteç, lam, lup,
ada: 1.) [Evrenbilim] suyla çevrili kara mercek.
parçası, 2.) [Kent] büyük parsel adet 1 [Arp.: âdet]: 1.) alışkanlık, 2.)
parçası, 3.) [Kadastro]: Parsellerden [kadınlarda] adet, aybaşı, aylık
oluşan büyük arsa, 4.) yapılar kanama.
topluluğu, ~lar takımı: takımada, adet 2 [Arp.: aded]: birim, tane.
adeta [Arp.: âdeta]: 1.) bayağı, sanki, 2.)
denizde ~: cezire,.
alışılmış olduğu üzere, 3.) atın bir
adab [Arp.: âdab]: bak. adap. yürüyüş biçimi.
adad [Arp.: âdad, aded’in çoğulu]: Adıl: [Dilbilgisi] zamir, [Subject].
birimler, taneler. adım: 1.) yürüken iki bacak arası
adak: [İslam] nezir.
mesafe, ~ aralığı: fule, 2.) gelişim,
adal [Mal.]: birleştiren.
hamle.
adale [Arp.]: [Bedenbilim] kas.
Adıyaman [Arp.: Hısn-ı Mansur, Hüsn-ü
adalet [Arp.: adâlet]: 1.) hak, hukuk, 2.) Mansur, Osm.: Vadi’l Emin > Vadi Leman
türe, 3.) [A] bir bayan adı, ~le ilgili: > Adıyaman]: [02], Türkiye’de bir
adli. kent.
adali [Arp.]: [Bedenbilim] kasla ilgili. adi [Arp.: âdi]: 1.) adeta, basit, bayağı,
adam [Arp.: âdem]: bay, erkek kişi, sıradan, 2.) bayağı, kötü.
herif. adil [Arp.: a’dl [ > ]لدعâdil]: 1.) a.) dengeli
adamas [Yun.: [αδαμας]]: hoşgörüsüz, olma, eşit olma, eşit davranma, b.)
çok sert. değiştirme, düzeltme, 2.) adaletli, eşit
adamotu [adam otu]: b.i., [Bitkibilim: davranan, 3.) [A] bu anlamda bir
Mandragora officinarum] karıkurutan. erkek adı.
adile [Arp.: a’dl [ > ]لدعâdile]: 1.) aeidein [Yun.: ?]: şarkı söylemek,
adaletli, eşit davranan, 2.) [A] bu şakımak, terennüm etmek, türkü
anlamda bir bayan adı. söylemek.
adileşme [Arp. + leşme]: bayağılaşma. aeirein [Yun.]: yükseltmek.
adileşmek [Arp.: + leşmek]: aemulus [Lat.: ?]: benzetmeye
bayağılaşmak. çalışma, eşitlemeye uğraşma.
adilik [Arp.: + lik]: bayağılık. aequare [Lat.]: eşitlemek.
adisyon [Lat.: ? > Fra.: adition]: 1.) aequus [Lat.]: aynı, düz, eşit.
eklenti, 2.) [Ticaret] hesap, 3.) [Lokanta] aer [Yun.: aêr [αερ]]: hava.
hesap pusulası. aera [Lat.]: bir zaman dilimi, dönem.
adiyos [İsp.: adios]: Allahaısmarladık. aero [Yun.: aêr [αερο]]: Fransızca’da
1.) 2.)
adiyö [Fra.: adieu]: Allahaısmarladık, aero-; hava, havaya ilişkin,
3.)
baybay, bye bye. uçaklara ilişkin ve cama ilişkin
adjacens [Lat.]: yanına uzanma, anlamı taşıyan birleştirici bir önek.
yanında yatma. aerobik. [Yun.: aêr + bios > [αεροβική]
adjicere [Lat.]: -eye eklemek, -eye Fra.: aérobiqueae]: jimnastikli spor.
ilave etmek. aerodinamik [Yun.: aêr + dynasthai
adjuvare [Lat.]: yardım etmek. [αεροδυναμική] > Fra.: aérodynamique]:
adl [Arp.]: bak. adil. havanın itme gücüyle oluşan yada
adlar: esame, esami, isimler. yapılan işler.
adli [Arp.: a’dl [ > ]لدعadlî]: 1.) a.) dengeli aerosol [Yun.: aêr > [αερο] Fra.: aero +
olma, eşit olma, eşit davranma, b.) sol(ution)]:
1.)
gazlarla çözülmeyen
değiştirme, düzeltme, 2.) adaletle parçaların gaz içinde sıvı biçiminde
ilgili. tutulmaları, 2.) köpük yada sprey
adliye [Arp.: a’dl [ > ]لدعadlîye]: 1.) a.) biçiminde kullanmak için bazı
dengeli olma, eşit olma, eşit sıvıların bir kutuya sıkıştırılması, 3.)
davranma, b.) değiştirme, düzeltme, bu biçimde diğer kullanımlar.
2.)
adaletle ilgili, 3.) adli kurum, aestimare [Lat.]: 1.) değerini ölçmek,
4.)
[courthouse], Adalet Bakanlığı, 5.) kıymet takdir etmek, paha biçmek,
Osmalılıar’da II. Mahmut zamanında 2.)
tahmin etmek, 3.) itibar etmek,
bir altın para. kadrini bilmek, kıymetini bilmek,
adnatus [Lat.]: doğma, gelişme. muteber tutmak, saymak, takdir
Adonis [Yun.: [Aδανις]]: 1.) Yunan etmek.
Mitolojisi’nde Afrodit’in aşık olduğu aestus [Yun.: ?]: 1.) akıntı, gelgit, med
genç erkek, 2.) yakışıklı genç erkek. cezir, meddücezir, 2.) mevsim, saat,
adrenal [Lat.: ad + renal]: böbrek üstü vakit, zaman, 3.) akış, cereyan,
bezi [adrenal gland]. eğilim, istikamet, temayül.
adrenalin [Lat.: ad + renal > Fri.: aeturnus [Lat.]: ezeli ve ebedi,
1.)
adrenaline]: böbreklerle ilgili, başlangıcı sonu olmayan.
böbreklere yakın, 2.) böbrek bezleri aevum [Lat.]: çağ, devir, devre, yaş.
tarafınden gizlenen yada bir ilaç af: bağışlama.
kullanımında sentezlenen bir afacan: yaramaz çocuk, yumurcak.
hormon. afak [Arp.: âfak, ufuk’un çoğulu]: ufuklar.
adulari [Lat.]: dalkavukluk etme, afaki [Arp.: afâkî]: bitaraf, nesnel,
yaltaklanma. objektif, tarafsız, yantutmaz.
advenire [Lat.]: başa gelmek, afal [Kür.: aval > Far.]: dağınık, dandini,
karşılaşmak, yaşamak. düzensiz, karışık, savruk, şaşkın,
adventitius [Lat.]: ecnebi, dıştan tarumar.
gelen, yanabcı. afallama [Kür. > Far. + lama]: şaşkınlık,
adventura [Lat. çoğulu: adventurum]: şaşma.
başa gelen şey, yaşanmış şey. afallamak [Kür. > Far. + lamak]:
adventurum [Lat. çoğulu: adventurum]: şaşmak.
başa gelen şeyler, yaşanmış şeyler. afat [Arp.: âfât, âfet’in çoğlu]: afetler,
aedificare [Lat.]: bina etmek, dikmek, yıkımlar.
kurmak, inşa etmek, yapmak. afazi [Yun.: a + phanoi [αφασία] > Fra.:
aegean [Rum.]: bak. Ege. aphasie]: konuşma yitimi.
Afer [Lat.]: Afrikalı.
aferin [Far.: âferin]: bravo, yaşa. aftoz [Rum.: avtos [αυτός], Argo]: cariye,
aferist [Fra.: apherist]: dalavereci, gaco, halayık, kapatma, kuma,
dolandırıcı, spekülatör, vurguncu. metres, nikasız kadın, odalık.
afet [Arp.: âfet]: 1.) yıkım, 2.) [Mecazi: afyon 1 [Far.: afyun > Rum.: afioni [όπιον]
âfat] etkileyici kadın. > Tür.]: [Bitkibilim: Opium] uyuçturucu
afetler [Arp. + ler]: afat, yıkımlar. özsuya sahip gelincikgillerden bir
affedilmiş: bağışlanmış, muaf. bitki.
affetmek: bağışlamak. Afyon 2 [Far. > Tür.]: [03], Türkiye’de
affidavit [Lat.]: ant içmiş olan, yemin bir kent adı. [Eskilerdeki adı Hapanuva <
eden kişi. Akranium > Karahisar <
affiliare [Lat.]: bir erkek evlat almak, Afyonkarahisar].
nüfusuna kaydetmek. aga: köyün zengini, ağa.
affinis [Lat.]: bitişik, komşu, yakın. agah [Arp.: âgah]: 1.) bilgili, haberli, 2.)
afi [Rum.: afi [αφή], Argo > Tür.]: caka, [A] bilgili, haberli anlamında bir erkek
çalım, fiyaka, gösteriş, racon. adı.
afife [Arp.]: 1.) namuslu kadın, 2.) [A] agamafobi [Yun. a + gamos + phobos
bir bayan adı. [αγαμαφοβία] > Fra.: agamiphobie]: evlilik
afili [Rum.: afi [αφή] + li, Argo]: cakalı, korkusu.
çalımlı, fiyakalı, gösterişli. Agamemnon [Yun.: ?]: Yunan
afis [?]: küçük gümüş balığı. Mitolojisi’nden, Truva Savaşı’nda
afiş [Fra.: afich]: duvar ilanı. Yunan Ordusu’nun komutanı.
afişe [Fra.: afiché]: açığa çıkmış. agami [Rum.: ? [?]]: [Kuşbilimi: ?]
afitap [Far.: aftap’dan]: aftap, beyza. borazan kuşu.
güneş, helio, sol, şems. aganta [İtl.: agguanta]: [Denizcilik]
afiyet [Arp.: âfiyet]: esenlik, sağlık. gemide zinciri tutma.
afoni [Yun.: a + phone [αφωνία] > Fra.: agar [Arp.: ağar]: haysiyetli, onurlu,
aphonie]: ses yitimi. şerefli.
aforizm [Yun.: apo + horizein [αφορισμός] agaragar [Mal. > Fra.: agaragar]: 1.)
> Fra.: aphorisme]: bir gerçeğin kesin jelatin, jeloz, 2.) [Kimya] bir tür jelatin.
ifadesi, atasözü, darbımesel, vecize. agat [İbr.: shbw> Yun.: > achates [?] >
aforos: [Rum.]: bak. aforoz. Lat.: achates > Fra.: agate]: bir tür yarı
aforoz [Rum.: apo + horisein [αφορισ] > değerli taş, akik.
aforismos > Tür.]:
1.) ? 2.)
[Hiristiyanlık] age [Lat.: aticum]: Batı Dillerinde –age;
1.)
bir cemaatle olan ilişkisini btirme, 3.) bir durum, hareket yada sonuç
Hiristiyan cemaatinden kovma. bildiren [usage: kullanım], 2.) bir miktar
Afrika [Arp.: Afar > Lat.: Afer > Afri > yada adet ile ilgili [acreage: dönüm
3.)
Aprica > Africa Terra > Yun.: Apfrike]:
1.) miktarı], bir şeyin bedeli, ederi yada
adının Arapça afar: kum’dan, Kumlu fiyatı [postage: gönderi ücreti]
yer anlamına Latince’ye geçtiği anlamlarında kullanlan bir sonektir.
söylenir, 2.) Afrika kıtası, ~ ağacı: ? ageirein [Yun.: [?]]: 1.) bir araya
gelmek, kalabalık olmak, toplanmak,
Afro [Lat.: afer]: Batı Dilleri’nde Afro; 1.) 2.)
toplu biçimde konuşmak..
Afrika ve 2.) Afrikalılara ililişkin
agel [Arp.]: kefiyeye bağlanır.
anlamına bir önek.
ager [Lat.]: alan, saha, tarla.
Afrodit [Yun. > Fra.: Aphrodite [?]]: 1.)
ageratos [Yun.: agēratos]:
Yunan Mitolojisi’nde aşk ve güzellik
yaşlanmayan.
tanrıçası, 2.) Roma’da Venüs karşılığı.
agere [Lat.]: 1.) davranmak, hareket
afrodiziyak [Yun.: Aphrodite [?] > Fra.:
1.) etmek, işlemek, oynamak, rol
aphrodisiaque]: seksi duyguları 2.)
2.) yapmak, etmek, eylemek,
arttırıcı, buna yönelik gıda ve
hazırlamak, icra etmek, yapmak, 3.)
içecekler.
gütmek, sürmek.
afsun [Far.]: füsun, bağı, büyü, sihir.
aggeion [Yun.: ?]: 1.) kap, tas, 2.)
aft [Yun.: aphtha [άφθα] > Fra.: aphte]:
tekne, gemi, 3.) damar, kanal,
[Tıp] pamukçuk.
suyolu.
aftab: bak. afitap.
aggredi [Lat.]: akın yapmak, hücüm
aftos: bak. aftoz.
etmek, saldırmak.
agio [Lat.]: rahat, teklifsiz.
ajitasyon [Lat.: agere > Fra.: agitation]: akasya [Tür.: ağaç > Rum.: akakia [ακακία]
kışkırtma, tahrik. & Fra.: acacia, Bitkibilim: Robinia
ajlan [Far.: ?]: 1.) aceleci, çabuk, hızlı, Pseudeacacia]: Salkım Ağacı.
telaşlı, 2.) [A] erkek adı. akavaşya [Rum.: akavachia [?] > Tür.]:
ajur [Fra.: ajour]: 1.) gözenek, 2.) delikli balık göçü.
örgü. Akay [Tat.]: 1.) erkek, 2.) bir Tatar
ak [Far.]: beyaz, çok ~: apak. soyu.
aka [Halkdili]: abi, ağabey. akbaba: b.i., etebur ama genelde leşle
akab [Arp.]: 1.) art, son, sonuç, 2.) bir beslenen bir avcı kuş. bir tür ~:
zaman sonrası, 3.) devam eden şey, uşakkapan.
4.)
ardından yada peşisıra gelen. akbakla [Far.: ak + Arp.: bakila > Halkdili]:
akabe [Arp.]: sarp geçit. b.i., kurufasulye.
Akabe Körfezi [Arp. + Tür.]: ? Akbank: Adana Kayseri Bankası’nın
akabinden [Arp. + inden]: ardından, kısaltılmış.
hemen ardından. akbaska [Far.: ak + Halkdili]: b.i., [Tıp]
akaç: ark, kanal, su yolu. katarakt.
akademeia [Yun.]: Pluto’nun ders akciğer [Far.: ak + ciger > Osm.:
verdiği yerin adı. akciğer]: b.i., [Bedenbilim] rie.
akademi [Yun.: akademeia [ακαδημία] > akçe [akça]: 1.) [Maliye] Osmanlı’da
Fra.: académie]: bilimtay, yüksek okul. küçük gümüş akçe, para’nın üçte
akademik [Yun.: akademeia + ikos > biri, 2.) nakit, para.
[ακαδημαϊκός] Fra.: académique]: akd [Arp.]: bak. akid > akit.
üniversiteye ilişkin. akdarı: b.i., [Bitkibilim: Panicum
1.)
akademisyen [Yun.: akademeia [ακαδημία] miliaceum] tanelerinden boza
> Fra.: académicien]: üniversite üretilen bir tahıl türü, 2.) darı.
öğretim görevlisi. Akdeniz: b.i., Türkiye’nin güneyinde
Akait [Arp.: Akaid]: [İslam] din kuralları yer alan deniz. Osmanlı’daki adı
kitabı. [Bahr-i Ebyaz, Bahr-i Mutavassıt],
akaju [Fra.: acajou]: maun. [Mediterranean Sea].
akak [Halkdili]: akarsu yatağı. akdiken: b.i., [Bitkibilim: Rhamnus
akakia [Tür.: ağaç > Rum. : ?]: dikenli chathardicus] geyik dikeni,
ağaç, akasya, salkım ağacı. akdoğan: b.i., etebur bir avcı kuş,
akal [Arp.]: 1.) çok az, az miktarda, 2.) şahbaz.
en azından. akemi [?]: 1.) bir ticari marka, 2.)
akala: bir pamuk türü. [Kimya] mermer yapıştırıcısı.
akalliyet [Arp.]: bak. ekalliyet. akeze [?]: öküz yemliği.
akamber: güzel kokulu reçine. akhardal: b.i., [Bitkibilim: Sinapis alba]
akamet [Arp.]: kısırlık, sonuçsuzluk, bir hardal türü.
akanyıldız: b.i., ağan, ağma, göktaşı, akıcı: likit, mayi, sıvı.
meteor, meteortaşı, şahap. akıl [Arp.]: 1.) us, 2.) anlama gücü, 3.)
akar [Arp.]: [Ticaret] gelir getiren mülk açıkgözlülük, basiret, bude, ihtiyat,
yani taşınmaz. sağduyu, sağgörü, akla aykırı:
akara [İtl.: acara]: [Denizcilik] geminin abes, ~da tutma: ezber, hıfz.
kıyıdan uzaklaşması. akıldışı [Arp. + dışı]: irrasyonel.
akarat [Arp.]: bak. akaret. akıllıca [Arp. + lıca]: akilane.
akarca: çermik, ılıca, kaplıca, termal. akılsal [Arp. + sal]: akli, ussal.
akaret [Arp.: akar’ın çoğulu]: [Ticaret] 1.) akılsız [Arp. + sız]: alık, şapşal.
gelir getiren mülkler, 2.) yani akım: [Fizik] cereyan, elektrik.
taşınmazlar. akın: [Savaş] 1.) toplu halde yapılan
akarsu 1 : [Evrenbilim] dere, çay yada saldırı, 2.) [A] bir Türk erkek adı.
nehirlerin genel adı, ~ yatağı: akak, akındırık: akma, balsam, çam sakızı,
~ların denize aktığı yer: delta, reçine.
1.)
akıntı: gelgit, med cezir,
~ların taşıdığı yığın: alüvyon.
meddücezir, 2.) heyelan, akma.
akarsu 2 : [Takı] inci gerdanlık.
akış: 1.) [Sıvılar] akış, 2.) gidiş, gidişat,
akaryakıt: b.i., fueloil.
seyir, 3.) cereyan, eğilim, istikamet,
mecra, temayül, yön, yönelim, 4.)
alfabe [Yun.: alpha + beta [αλφα + βετα] > alim 1 [Arp.: âlim]: 1.) bilgin, 2.) [A]
Fra.: alphabete]: Abece. [Yunan bilgili anlamına bir erkek adı.
Abece’sinin ilk iki harfinden Alpha + Beta: alim 2 [Arp.: âlim]: herşeyi bilen ve
Alphabet]. gören Allah [Omniscient].
alg [Lat.: alga > Fra.: algue]: su yosunu. alim 3 [Arp.: âlim]: acı çeken, özleyen,
alga [Lat.]: yosun. üzüntülü.
algesia [Yun.: αλγησία]: acı, ağrı, sancı, alimler [Arp. + ler]: bilginler, ulema.
sızı. Alirıza [Arp.: ali + rıza]: bir Müslüman
algı: [Ekonomi] vergi. ve Türk erkek adı.
algılama: duyumsama, hissetme, alius [Lat.]: diğeri, öteki.
kavrama, ~ yeteneği: duyu. alius ibi [Lat.]: başka yerde.
algılamak: duyumsamak, hissetmek, alizarin [Arp.: al usara(t) > alizari > Fra.:
1.)
kavramak. alizarine]: özsu, özsuyu, 2.) doğal
3.)
algın: hastalıklı,zayif. boya, kırmızı kökboyası.
Algoritma [Arp.: al-Khowarazmi > Lat.: + alize [Fra.: alizé]: 1.) ticaret rüzgarları,
1.) 2.)
Yun. > Fra.: algortihm]: El [Dünyabilim] tropikal rüzgar.
Harizmi’nin adına saygıyla, 2.) El alji [Yun.: algos [αλγος] > Fra.: -algie]:
Harizmini’nin kitabı; El Cebr ve'l Mukabele, [Tıp] Batı Dilleri’nde -algia & -algie; acı,
3.)
belli türde matematik sızı anlamına gelen bir sonek,
problemlerini çözmede kullanılan özel [neuralgia: sinir ağrısı].
bir usül yada bilim dalı. aljiya [Yun.: algos [αλγia & αλγος] > Fra.: -
algos [Yun.: ?]: acı, ağrı, sancı, sızı. algia]: [Tıp] Batı Dilleri’nde -algia; acı,
alıcı: 1.) [Teknoloji] ahize, almaç, 2.) sızı anlamına gelen bir sonek,
[Ekonomi] müşteri. [neuralgia: sinir ağrısı].
alıç: [Bitkibilim: Crataegus Azarolus] geyik alkali [Arp.: al kalay, alkaly, al qili
dikeni. [ > ]يلقلاLat. + Yun. > Fra.: alkali]:
1.)
alık: akılsız, ibiş, palyaço, şapşal. [Kimya] fırınlama, tavada pişirme,
alım: 1.) albeni, cazibe, çekim, 2.) yakma, 2.) suda çözülebilen ve
[Ticari] satınalma, çözülünce ionlarını ortaya çıkartan
alımlı: albenili, cazip, çekici, frapan. herhangi bir baz yada soda, 2.)
alın: [Bedenbilim] yüzde, burnun asitleri nötürleştiren herhangi bir
üstündeki açıklık, alın yazısı: [İslam] mineral tuz, çamaşır sodası.
fatalite, kader, kader inancı, yargı, alkalin [Arp.: al kalay, alkaly, al qili
yazgı. [ > ]يلقلاLat.: + Yun. > Fra.: alkaline]:
alıntı: [Yazın] alma, aktarma, iktibas. [Kimya] alkille ilgili yada alkil içeren
alışık: 1.) s., sürekli isteyen, 2.) z., madde.
aşina, 3.) s., bağımlı, müptela. alkaloid [Arp.: al kalay, alkaly, al qili
alışılmamış: başka yerden gelmiş, [ > ]يلقلاLat. + Yun. > Fra.: alkaline +
garip, görülmemiş, ilk defa görülen, Yun.: eidos [?] > Fra.: alkoloide, Kimya]:
1.)
tuhaf, yabancı, yeni. alkiline benzeyen madde, 2.)
alışılmış: mutat. nitrojen içeren morfin, kafein
alışkanlık: i., adet, itiyat. benzeri, acımsu alkalin bileşeni.
alışveriş: b.i., 1.) [Ticaret] çarşı pazardan alkan: [Kimya] parafin,
gündelik gereksinimleri karşılama, 2.) alkarna [İtl.: argagna]: [Balıkçılık] deniz
[Halkdili] alaka, ilişki, mümasebet, dibi tarama ağı,
temas. Alkemi [Arp.: alşimi > alchemy > ? >
ali 1 [Arp.: âli]: s., 1.) faik, ulu, mualla, Yun.: cheein > B.D.: alchemy]: Orta
Çağ’da başlıca amacı altın elde etmek için
yüce, mükemmel, şahane, üstün,
temel elementleri dönüştürme çabaları. Bak.
yüksek, 2.) [A] yüce ve üstün kişi
anlamında bir Müslüman ve Türk alşimi.
erkek adı. alkil [Arp. > Lat.: ? > Fra.: alkyle]:
[Kimya] alkol kökü.
Ali 2 [Arp.: âli]: ö.i., 1.) Hz. Ali; Hz.
Muhammed’in damadı, 2.) 4. Halife, alkim [algımsalgım]: alaimisema,
3.)
Şiilik ve Alevilik’in taraftarlarınca ebemkuşağı, gökkuşağı.
başlatıldığı kişi. alkol [Arp.: al kuhl > Yun. > Lat. > B.D.:
alcohol]: [Kimya] uyuşukluk veren sıvı,
alil [Arp.] : s., 1.) kesinlikle geçersiz, 2.)
[Tıp] hastalıklı,
~ kökü: alkil, sıvıdaki ~ derecesi: (30), Vierzig (40), Fünfzig (50), Sechzig (60),
Siebzig (70), Achtzig (80), Neunzig (90),
grado. Hundert (100), Tausend (1000), Million
all arme [İtl.]: silah başına. (1.000.000).
Allah [Arp.: al ilah]: 1.) ilah, tanrı, Almanya [Fransızca’nın etkisinde:
yaratıcı, 2.) [İslam] Hak, Hüda, İlah, Rab, Alamanya> Almanya]: Orta Avrupa’da
Rahman, Rahim, Tanrı, Yaratan. bir ülke.
Allahverdi: Hüdaverdi, Tanrıverdi. almenichaika [Yun.: ?]: takvim.
allak 1 [Arp.]: sakız satıcısı. alo [Fra.: hello]: telefon sesi.
allak 2 [Arp.: allak1]: güvenilmez kimse, aloe [> Yun.: ?]: 1.) bir Güney Afrika
dönek, kaypak. bitkisi, 2.) aleo içerikli yapraklarından
allelon [Yun.: ?]: birbirine, bir diğerine, ishal ilacı gibi tahatlatıcı ilaçlar
karşılıklı. yapılan bir madde.
allerjen [Alm. > Yun.: allos + ergon > alonj [Fra.: allonge]: [Ticari] eklenti, bir
allergigono [αλλεργιογόνο] > Fra.:
şeye ek yapma.
allergène]:
alotropi [Yun.: ? + ? > allotropia
allerji [Alm. > Yun.: allos + ergon >
1.) [αλλοτροπία] > Fra.: allothropie]: [Kimya]
allergia [αλλεργία] > Fra.: allergie]:
karbon, fosfor vb. maddelerin fiziksel
gıda, polen yada toz benzeri çeşitli
bakımdan ayrı özellikler
bileşenlere karşı aşırı duyarlılık, 2.)
gösterebilmesi durumu.
bununla ilgili iğrenme, tiksinme.
alotropik. [Yun.: ? + ? > allotropikos
allerjik [Alm. > Yun.: allos + ergon + ikos
[αλλοτροπικός] > Fra.: allotropique]:
allergikos [αλλεργιογόνο] > Fra.:
allergique]: alerjiyle iligili olan. alotrpiyle ilgili.
allık: [Makyaj] bir makyaj malzemesi, alp 1 : 1.) böke, kahraman, kostak,
allos [Yun.: αλλος]: diğeri, öteki. şampiyon, yiğit, 2.) [A] kahraman,
alluere [Lat.]: 1.) su ile sürüklemek, 2.) yiğit anlamına bir erkek adı.
alıp götürmek, sürüklemek. Alp 2 : Avrupa’daki Alp Dağları.
alma: [Yazın] alıntı, iktibas. alpaka 1 [Lat.: alpac > alpax > İtl.:
alpacca]: Alman gümüşü.
almaç: [Teknoloji] alıcı, ahize.
Alman [Frasızca’nın etkisinde: Alaman> alpaka 2 [Lat.: alpac > alpax > İtl.:
1.)
alpacca]: Güney Amerika laması,
Alman]: Cermen ve Taton kekenli 2.)
[Dokuma] bunun yünü ve bu
Avrupalı bir ulus, ~ gümüşü: alpaka.
yünden dokuma kumaş.
Alman Abecesi: Alman Abecesi 30 harften
Alparslan: erkek adı.
oluşur; A (a) A yada Â, B (b) Beğ, C
alperen: [Savaş] mücahit.
(c) Tseğ, D (d) Değ, E (e) Eğ, F (f)
Alpha [Yun.: αλφα]: Yunan Abecesi’nin 1.
Ef, G (g) Geg, H (h) Ha, I (i) İ, J (j)
harfi, [A, α].
Yot, K (k) Ka, L (l) El, M (m) Em, N
alpinizm [Fra.: alpinism]: dağcılık.
(n) En, O (o) Ô, P (p) Peğ, Q (q)
Alpler: bak. alp3.
Kû, R (r) Er, S (s) Es, T (t) Teğ, U
Alşimi [Arp.: alşimi > alchemy > ? > Yun.:
(u) Û, V (v) Fau, W (w) Veğ, X (x)
cheein, B.D. > Fra.: alchemie]: Orta
İks, Y, Üpsilon, Z (z) Tset, Ä (ä) E, Ü
Çağ’da başlıca amacı altın elde
(ü) Ü, Ö (ö) Ö, ß (ß) Es Tset. Bir de bir
araya gelen özel bileşimler de vardır. Ön etmek için temel elementleri
önemlileri: dsch: c, ch: iks, çe, hy, ng: dönüştürme çabaları.
ny, sch: şe, tsch: çe’dir. alt: 1.) nesnenin tabanı, 2.) aşağı, zir.
almanak [Arp.: al menkâbeh > Yun.: > alteratus [Lat.]: ardı ardına,
almenichiaka [αλμενιχιακά] > B.D.: dönüşümlü olarak, peşisıra.
almanac]:
1.)
İspanya, Endülüs altercari [Lat.]: karşı koymak,
Arapça’sı, 2.) aslı belli olmayan, münakaşa etmek, reddetmek.
kaynağı belli olmayan, 3.) her tür tartışmak.
bilginin yer aldığı ayrıntılı bir geçmiş alternatif [Lat.: aletrnus > Fra.:
zaman takvim kitabı. alternative]: opsiyon, seçenek, şık.
Almanca Sayılar: Ein (1), Zwei (2), Drei alternus [Lat.]: diğerlerinden,
(3), Vier (4), Fünf (5), Sechs (6), Sieben ötekilerden birisi.
(7), Acht (8), Neun (9), Zehn (10), Elf (11), Altes [Lat.: ? > Fra.: altes]: 1.) ? 2.) bir
Zwölf (12), Dreizehn (13), Vierzehn (14),
Fünfzehn (15), Sechzehn (16), Siebzehn Fransız şeref ünvanı.
(17), Achtzehn (18), Neünzehn (19), altı: bir rakam.
Zwanzig (20), Einundzwanzig (21), Deißig
altın [Tür.: altun & Lat.: Aurum; Au]: zer, ama 3 [Arp.: amâ]: görmezlik, körlük.
~ takılar: Alyans, Akıtma (Enli Bilezik), ama 4 [Arp.: amâ]: 1.) kümülüs bulut,
Bileklik, Bilezik, Gerdanlık, Hızma, Kolye, yağmur bulutu, 2.) çekişme, kavga,
Tektaş, Trabzon Burması (Bilezik), Zincir, mücadele, münakaşa, rekabet.
Yüzük, ~ yaprak: varak, ~ın saflık amabile [İtl.]: [Müzik] cana yakın
derecesi: ayar, ~dan yapılmış: müzik.
zerrin. amaç [Far.]: erek, gaye, hedef, istek,
altınkökü [altın kökü]: 1.) [Bitkibilim: kast, kasıt, maksat.
Cephaelis ipeca cuanha],
2.)
Güney amade [Far.: âmâde]: hazır, iş yapmaya
Amerika'da yetişen, kusturucu hazır.
niteliği olan bir kök, ipeka. amal [Arp.: amâl, amel’în çoğulu]:
altınotu: [Bitkibilim: Ceterachi] ? işlemler.
altıpatlar: [Savaş] revolver. amalgam [Arp.: al malgam > Yun.:
altimetre [Lat.: altus + Yun.: metron > malagma [?] > Lat.: amalgama > Fra.:
1.)
B.D.: altimeter]: yükseklik ölçen gereç, amalgame]: alaşım, bulamaç, kolay
yükseklikölçer. biçimlenen, 2.) civanın başka bir
altlık: kaide, taban. metalle karışımı, 3.) bu malzemeden
alto [İtl.]: [Müzik] büyük keman. diş dolgusu yapılması, 4.) karışım.
altun [ÖzTür.]: bak. altın. amalgama [Lat.]: civa karışımı madde.
altus [Lat.]: ali, ulu, yüksek. aman [Arp.: eman]: acıma, rica anlatır.
altüst: çok karışık. amani [?]: bir halk oyunu.
alum [Lat.]: [Kimya] üretim ve ilaç Amanos [?]: Akdeniz Bölgesi Hatay’da
yapımında kullanılan çifte tuzlardan bir dağ adı, Nur Dağları.
birisi. amansız: acımasız, cana kıyıcı.
alumen [Lat.]: alum. amarantos [Yun.]: solmayan.
aluminyum [Lat.: alum > İng.: amare [Lat.]: sevmek.
aliminium]: [Kimya] gümüş renginde, Amasya [Rum.: Amaseia [?], Lat.:
Amasiac, Osmanlı: Amasiyye, Şehr-i
oldukça hafif bir metalik kimyasal
Haraşna]: [05], Türkiye’de bir kent.
element.
amatör [Lat.: amare > Fra.: amateur]: bir
alumnus [Lat.]: üvey evlat.
işi zevk için yapan.
alüfte [Far.]: iffetsiz kadın.
Amazon [Yun.: amazona]: 1.) Güney
alüvyon [Lat.: alluere > Fra.: alluvion]:
Amerika’da uzun bir nehir, 2.) [Mitoloji]
[Dünyabilim] akarsuların taşıdığı yığın.
ata binen kadın.
alveolatus [Lat.]: çukurlaşmış,
amb [Lat.]: hakkında.
oyulmuş. 1.)
ambalaj [Fra.: ambalage]:
alvoel [Lat.]: [Bedenbilim] akciğer hava 2.)
paketleme, eşya sarma
keseciği.
malzemesi.
alyanak: [Balıkçılık: ?] bir balık türü.
ambar [Rum.: ampari [εμπόριον > αμπάρι]
alyans [Lat.: ad + ligare > Fra.: alliance]:
> Far.: enbar > Tür.: ambar]: [Denizcilik]
nişan yüzüğü.
geminin yük yeri.
alyuvar: [Bedenbilim] eritrosit.
ambargo [Lat.: in + barra > İsp. > Fra.:
alzheimer: [Tıp] bir yaşlılık hastalığı.
embargo]: ticari menetme, sınırlama,
am 1 : kadın cinsel organı, vagina.
yasaklama.
am 2 : -am, -em, sesli harflerden sonra
amber [Arp.: anbâr]: 1.) güzel kokulu
–yem, -ayım anlamına bir Türkçe
madde, 2.) [A] bir bayan ve erkek adı.
sonek, [kalam, kalayım],
ambi [Lat.]: 1.) çevresinde, 2.) her ikisi
am 3 [Arp.: âm]: evrensel, genel,
de.
umumi.
ambitio [Lat.]: çevresini dolaşma.
am 4 [Arp.: âm]: güneş yılı, am-ı kabil
ambix [Arp.: al anbiq > Yun.]: bir
[Arp.: âm-ı kâbil] önceki yıl, am-ı
bardak, kupa, su kabı.
mukbil [Arp.: âm-ı mukbil] ertesi yıl,
amblem [Yun.: en + ballein > emblema
sonraki sene.
[έμβλημα] > Fra.: emblème]: arma,
am 5 [Arp.]: annenin erkek kardeşi.
işaret, özel işaret, remiz, simge,
ama 1 [Arp.: amma]: amma, fakat,
temsili resim.
lakin.
amboli [Yun.: en + ballein > [?] > Fra.:
ama 2 [Arp.: â’mâ & âmâ]: gözleri 1.)
embolisme]: [Tıp] bir kan pıhtısının
görmeyen, kör.
bir kan damarı yada arteri tıkaması, karada yaşayan, 2.). [Deniz Kuvvetleri]
2.)
[Takvim] güneş ve ay takvimlerinin hem deniz hem de karacı asker.
bir birine uyumlandırılması. amfiteatr [Yun.: amphi [αμφί] + theatron
ambulare [Lat.]: yürümek. [θέατρο] > amphitheatro [αμφιθέατρο] >
1.) 2.)
ambülans [Lat.: ambulare > Fra.: Fra.: amphithéâtre]: eski Roma
ambulance]:
1.)
yaralı yada hasta tiyatrosu.
taşımak için kullanılan bir gereç, 2.) amfitiyatro: bak. amfiteatr.
araç. amfizem [Yun.: en + physaein > [?] >
1.)
amca [Arp.: am5 > Tür.]: 1.) babanın Fra.: amphiseme]: [Yaşambilim]
erkek kardeşi, emmi, 2.) genelde evli dokular arasında hava kalması,
2.)
yada yaşlı her erkek. organın havayla şişmesi,
ameibein [Yun.: ?]: değişmek, alveollerin genişleyip, yapılarının
değişikliğe uğramak. bozulduğu Akciğer rahatsızlığı,
amel 1 [Arp.: aml]: 1.) etme, işleme, bilinen belirtisi nefes darlığıdır.
yapma, 2.) edim, eylem, fiil, iş, 3.) amfora [Yun.: amphi + pherei [αμφορέας]
> amphoreas, amphiphoreús [αμφορεύς] >
[İslam] kulun yaptığı iyi yada kötü iş. 1.)
Lat.: amphora > Fra.: amphore]: iki
amel 2 [Arp.: aml]: [Tıp] içsürmesi, ishal,
diyare. kulplu küp, 2.) antik zamanlarda
amele [Arp.]: 1.) içşi ücreti, 2.) emekçi, şarap, zeytinyağı ve diğer değerli
ırgat, işçi, proleter. sıvıları taşıma kabı, 3.) tombul toprak
ameli [Arp.: aml > amelî]: iş testi.
bakımından, pratikle ilgili, tatbiki, amgios [Lat.]: [Bedenbilim] döl yatağı.
uygulamaya ilişkin. amicuc [Çuv.: ami > Lat.: amicus]: 1.)
ameliyat 1 [Arp.: aml > amelîyat]: edim, arkadaş, kardeş, nedim, yaren, 2.)
fiil ve hareketlerin uygulanması, icra arkadaş, dost.
edilmesi yada yerine getirilmesi. amicus [Lat.]: arkadaş, dost,
ameliyat 2 [Arp.: aml > amelîyat]: nedimyaren.
cerrahi uygulama, operasyon amigo [İsp.]: 1.) bilinmeyen, el, tanıdık
amendare [Lat.]: doğrultmak, olmayan, yabancı, 2.) [Spor] maçlarda
düzeltmek, yanlışlığını gidermek. izleyiciyi coşturan.
amentum [Lat.]: kalabalık, yığın. amil 1 [Arp.: aml > âmil []]لماع: etmen,
Amerigo Vespucci [İtl.]: Amerika faktör, itki, motiv, neden.
kıtalarını keşfeden bir İtalyan denizci. amil 2 [Arp.: âmil]: hasretlik çeken,
Amerika 1 [Amerigo Vespucci > İtl.]: özleyen.
Amerika kıtaları, Güney Amerika & amil 3 [Arp.: âmil]: 1.) vali, üst düzey
2.)
Kuzey Amerika, yönetici, Osmanlı’da gelir
Amerika 2 [Amerigo Vespucci > İtl.]: vergilerini toplayan kişi.
ABD, bir Amerikan oyunu: rugby, amil 4 [Arp.: âmil]: çalışan, üreten.
rodeo, amil 5 [Arp.: âmil]: eden, yapan,
ametal [Yun.: a + metallon [αμέταλλο] > işleyen.
amil 6 [Arp.: âmil]: [A] üstün kişi
Fra.: amétale]: [Kimya] metal olmayan.
anlamında bir erkek adı.
amethystos [Yun.: a + methystos
amilaz [Yun.: amylon [?] > Fra.:
[αμέθυστος]]: sarhoş etmeyen.
amylase]: [Yaşambilim] salya yada
ametist [İbr.: ahlmh > Yun.: a +
methystos [αμέθυστος] > Fra.: tükürükte bulunan nişastayı şekere
améthyste]:
1.)
sarhoş etmeyen, dönüştüren bir enzim.
uyuşturmayan, 2.)
mücevheratta amine [Lat.: ammonia]: [Kimya]
kullanılan pembe yada mor renkli bir hidrojenin bir yada daha fazla alkil
tür kuvars, 3.) pembe yada mor. grubuyla değiştirilmesiyle elde edilen
amfi 1 [Yun.: amphi [αμφί]]: bak. organik birleşenlerden her hangi
amphi. birisi.
amfi 2 [Yun.: amphi [αμφί]]: ? amino [Lat.: ammonia > amine > amine +
amfi 3 [Yun.: amphi [αμφί]]: kısaca o > B.D.: amino]: [Biokimya] amino
amfitiyatro. içeren yada amino ile ilgili anlamına
amfibi [Yun.: amphi [αμφί] + bios [βιος] > gelen birleştirici bir önek.
Fra.: amphibie]:
1.)
[Yaşambilim] iki amip [Yun.: ameibein [?] > amoebas
yaşayışlı, hem denizde hem de [αμοιβάς] > Fra.: amoeba]: [Yaşambilim]
anabolizma [Yun.: ana + ballein analist [Yun.: ana + lysis + istes >
anabollismos [αναβολισμός] > Fra.: analytes [αναλυτής] > Fra.: analyste]:
anabolisme]: ? çözümlemeci, tahlilci.
anaç: iri, kart. analitik [Yun.: ana + lysis + ikos >
Anadolu [> Rum.: anatole [ανατολή] > analytikos [αναλυτικός] > Fra.:
anatolia [Ανατολία] > anatolu > Tür.: analytique]: çözümlemeli.
Anadolu > B.D.: Anatolia]: Küçük Asya analiz [Yun.: ana + lysis > analyse
toprakları. [ανάλυση] > Fra.: analyse]: birimlerine
Anadolu Ajansı: A.A. ayırma, çözümleme, tahlil.
anadut: dirgen, yaba. analjezi [Yun.: an + algesia > analgesia
anaerkil: [Budunbilim] annegemen, [αναλγησία] > Fra.: analgésie]: [Tıp] acı
maderşahi. duymama.
anaerobik [Yun.: an [αν] + aer [αερ] + analjezik [Yun.: an + algesia + ikos >
bios [βιος] + ikos [ικός] > anaerobios analgetikos [αναλγητικός] > Fra.:
1.)
[αναερόβιος] > Fra.: anaérobique]: analgésique]: [Tıp]
1.)
agrı, sızı yada
havasız, 2.) bakteriler gibi hava ve sancı duyumsamama, 2.)
ağrı
oksijen olmadan büyüyüp gelişebilen. giderici, 3.) ağrı kesici ilaç.
Anafartalar [Çanakkale’de Suğla Körfezi]: analoji [Yun.: ana + logia > analogia
07-21 Ağustos 1915’de Çanakkale [αναλογία] > Fra.: analogie]:
bazı 1.)
angajman [Fra.: engegement]: müdahil anima [Lat.]: 1.) hava, 2.) can, nefes,
olma, yükümlülük. ruh, soluk.
angarah [Far.]: bir tür İran kavunu. animasyon [Lat.: anima > Fra.:
angarya [Rum.: angerya [αγγαρεία] > Far.: anımation]: canlandırma.
1.)
? > Tür.]: zorunlu yapılan iş, zorla animizm [Lat.: anima + Yun.: ismos
yapılan iş, 2.) parasız yapılan iş. [ισμός] > Fra.: animisme]: canlıcılık.
angeion [Yun.: αγγειο]: damar. animus 1 [Lat.]: can, ruh, soluk.
Angel [Yun.: angelos [?] > İng.]: Melek animus 2 [Lat.]: 1.) akıl, us, 2.) anlama
anlamında bir İngiliz bayan adı, gücü, 3.) açıkgözlülük, basiret, bude,
[Angela, Olga]. ihtiyat, sağduyu, sağgaörü.
Angela [Yun.: angelos [?] > Alm.]: Melek anjin [Lat.: angina pectoris > Fra.: angina:
anlamında bir İngiliz bayan adı, [Tıp] kalbe kan basıncının
[Angel, Olga]. artmasından dolayı oluşan göğüs
angelos [Yun.: ?]: melek. ağrısı.
angere [Lat.]: boğmak, boğulmak, anjiyo [Yun.: angeio(n) [αγγειο] > Fra.:
1.)
nefesini kesmek, tıkamak. angio]: damar, kalp damarı, 2.) [Tıp]
angıç [?]: öküz arabası parmaklığı. damarlara renkli sıvı vererek görüntü
angina pectoris [Lat.]: [Tıp] göğüs alınması.
sıkıştırması. anjiyografi [Yun.: angeio(n) + graphein >
anglicus [Lat.]: meleklerle ilgili yada angeiographia [αγγειογραφία] > Fra.:
1.)
ilişkin. angiographie]: [Tıp] kalp
Anglikan [Lat.: anglicus > İng.: anglican, damarlarının görüntülenmesi, 2.) kalp
Hiristiyanlık]: İngiliz Kilisesi’ne [The damarları filmi.
Chruch of England] ağlı olan. Anjiyoloji [Yun.: angeio(n) + logia >
angeiologia [αγγειολογία] > Fra.:
Anglofil [Yun.: anglo [αγγλό] + philein 1.)
[φιλος] > anglophilos [αγγλόφιλος] > Fra.: angiologie]: [Tıp] tıbbın
kalp
2.)
anglophile]:
1.)
İngilizsever, İngiliz damarlrı ile ilgilenen dalı,
muhibbibi, 2.) İngiltere taraftarı, Kalpdamarları Bilimi
İngiltere yanlısı. anka [Arp.]: [Mitoloji] 1.) bir masal kuşu,
2.)
Anglo-Saksonlar [Anglo-Saxons]: 1.) [Zümrüd-ü Anka Kuşu], aslında var
12. yy’dan önce İngiltere’ye yerleşen olmayan.
Alman kökenliler, 2.)
bunların Ankara [Ankura, Ankuria, Angur, Engürlü,
3.) Engürüye, Angare, Angera, Ancora, Ankyra >
konuştuğu dil, İngiliz.
Angora > Angara]: [06], Türkiye’nin
Angollar [Alm. > Angles]: İ.Ö. 5. yy’da
başkenti.
İngiltere’ye yerleşen bir Alman soyu.
anket [Fra.: anquette]: sorgulama,
Angora Keçisi [Ankara Keçisi]: 1.) uzun
sormaca.
tüyleri olan keçi, tiftik, 2.) bu keçiden
ankylos [Yun.: αγκύλως]: büküm, eğim.
elde edilen yün yada moher.
ankyra [Yun.: ανκυρα]: çengel, kanca.
angustia [Lat.]: bağlanmış.
anlak: dirayet, yetenek, zeka, zeyrek.,
anhidrit [Yun.: an + (h)idre + ites >
anlam: mana, meal.
[ανυδρίτης] > Fra.: anhydrite]: [Kimya]
anlama: idrak, kavrama, ~ gücü: akıl.
genelde alçı taşı ve kaya tuzu ile bir
arada bulunan doğal, susuz kalsiyum anlamak: idrak etmek, kavramak.
sülfat. anlamlı: 1.) anlamı olan, eş ~:
anı 1 : 1.) hatıra, 2.) andaç, hatıra, sinonim, 2.) manidar, manalı.
yadigar. anlamsız: absürt, anlamsız, manasız,
Anı 1 : Ani Harabeleri. saçma.
anımsama: hatırlama. anlaşma: antlaşma, ahit, akit, antant,
anımsamak: hatırlamak. kontrat, mukavele, mutabakat, pakt,
anıt: abide. sözleşme.
anız [Halkdili]: tarladaki köklü sap. anlaşmak: 1.) ahdetmek, akdetmek,
ani [Arp., ânî]: birdenbire. antant yapmak, antlaşmak, kontrat
anif [Arp.: ânif]: kaba biçimde. yapmak, mukavele imzalamak, pakt
anilin [Arp.: al nil [?] > Fra.: aniline]: yapmak, sözleşmek, 2.) uzlaşmak, 3.)
[Kimya] boya, vernik yapımında ittifak, uyuşmak.
kullanılan ve benzenden elde edilen anlaşmazlık: ihtilaf, uyuşmazlık.
renksiz, zehirli ve yağlı bir sıvı. anlatım: anlatma, dolaylı ~: ima.
beyazı renkte kimsal bir element, ?, antrakt [Fra.: antracte]: 1.) [Tiyatro]
2.)
rastık taşı. perde arkası, tiyatroda ara, 2.) [Müzik]
antimonium [Lat.]: antimon, rastık fasıl arası.
taşı. antre [Fra.: antrée]: evin girişi.
antipati [Yun.: anti + pathein > antrenman [>?> Fra.: entrainnement]:
antipatheia [αντιπάθεια] > Fra.: egzersiz, temrin.
1.)
antipathie]: hissizlik, duygusuzluk, antrepo [Fra.: entrepôt]: 1.) [Gümrük]
2.)
sevmeme, 3.) sevimsizlik. fiktif alanı, 2.) ambar, ardiye.
antipatik [Yun.: anti + pathein + ikos > antron [Yun.: ?]: mağara.
antipathetikos [αντιπαθητικός] > Fra.: antropoid [Yun.: anthrôpos [ανθρωπος] +
antipathique]: hoşlanılmayan, poeides [ποειδής] > anthrôpoeides
istenmeyen, sevilmeyen. [ανθρωποειδής] > Fra.: anthrôpoïde]:
antiperspiran [Yun.: anti [αντιπ] + Lat.: insanı andıran, insana benzer, insan
spirare > B.D.: > Fra.: antiperspirant]: gibi.
[Kozmetik] terlemeyi önleyici losyon antropolog [Yun.: anthrôpos [ανθρωπος]
yada krem. + logos [λόγος] > anthrôpologos
[ανθρωπολόγος] > Fra.: anthrôpologue]:
antiquus [Lat.]: kadim, tarihi.
antisemit [anti + Semitic]:
1.) insan bilimi uzmanı, insan bilimci.
Yahudilere karşı önyargılı olan, 2.) Antropoloji [Yun.: anthrôpos [ανθρωπος]
+ logia [λογία] > anthrôpologia
Yahudilik karşıtı. 1.)
[ανθρωπολογία] > Fra.: anthrôpologie]:
antisepsi [Yun.: anti + sepein >
insanlığın geçmiş zamanlardaki kişilik
antisepsia [αντισηψία] > Fra.: antisepsie]:
ve davranışlarını inceleyen bir
[Eczacılık] mikrop önleme, steril tutma.
bilimdalı, 2.) İnsanbilim.
antiseptik [Yun.: anti + sepein + ikos >
antiseptikos [αντισηπτικός] > Fra.:
antropolojik [Yun.: anthrôpos [ανθρωπος]
1.) + logia [λογικός] + ikos [ικός] >
antiseptique]: bakteri vb.
[Eczacılık] anthropolologikos [ανθρωπολογικός] >
karşı, enfeksiyon kapmasını yada Fra.: anthropologique]: İsanbilimi ile
doku bozulmasını engelleyen, 2.) ilgili.
steril. antropomorfizm [Yun.: anthrôpos
antisiklon [Yun.: anti [αντι] + kyklos [ανθρωπος] + morphé [μορφ] + ismos
[κυκλώς] > antikyklonas [αντικυκλώνας] > [ισμός] > anthropomorphismos
1.)
Fra.: anticyclone]: karşı daire, karşı [ανθρωπομορφισμός] > Fra.:
2.)
yuvarlak, [Evrenbilim] yüksek anthropomorphisme]: İnsan biçimcilik.
basınçlı atmosfer kütlesi. antroposantrizm [Yun.: anthrôpos
antitez [Yun.: anti + tithenai > antithese [ανθρωπος] + kentron [κεντρον] >
1.)
[αντίθεση] > Fra.: antithèse]: bir anthrpokentrismos [ανθρωποκεντρισμός] >
düşünceye itiraz etme yada karşı Fra.: anthropocentrisme]: insan için
koyma, karşıdüşünce, 2.) kesin itiraz, olan, insaniçincilik.
karşıkoyma, muhalefet. anud: bak. anut.
antitoksin [Yun.: anti + toxikon > anuri [Yun.: enourein [?] > Fra.: enurie]:
1.)
antitoxine [αντιτοξίνη] > Fra.: antitoxine]: [Tıp] bir böbrek rahatsızlığı, 2.)
[Biokimya]
1.)
belli bir zehire karşı özellikle uyurken altına işeme, idrar
koymak için kanda üretilen bir kaçırma.
bileşen, 2.) bir hastalığı tedavi etmek anut [Arp.. anud]: inatçı.
için bedene zerkedilen bir karışım. anüs [Lat.: anus > Fra.: anuse]: [Tıp] 1.)
antlaşma: anlaşma, ahit, akit, antant, arka, geri, göt, kıç, 2.) kalın
kontrat, mukavele, mutabakat, pakt, bağırısağın beden çıktısına bağlantığı
sözleşme, ~ yapmak: anlaşmak, ahit yer.
yapmak, akit imzalamak, antant anva [?]: i., tütün fideliği.
kalmak, kontrat yapmak, mukavele anyon [Yun.: en + ion > anion [ανιόν] >
Fra.: anion]: [Kimya] negatif iyon.
imzalamak, pakt kurmak, sözleşme
yapmak. anzif [?]: bir domino oyunu.
Antoloji [Yun.: anthos [ανθος] + legein > aort [Yun.: aeirein > aorte [αορτή] > Fra.:
anthologia [ανθολογία] > Fra.: aorte]: [Bedenbilim] büyük atardamar.
anthologie]: [Şiir] bir şairin tüm şiirleri, apaçık: besbelli, bedahet.
güldeste, seçki. apak [Far.]: çok ak.
apalak: gürbüz, iri ve tombul çocuk.
yıkama, 3.) manen temzilenme, 4.) angıç, yaylı at ~sı: talika, ~nın
Müslümanlık’ta ibadet öncesi su yda boşta çalışması: rölanti,
toprakla arınma, temzilenme, araban [Far.]: bir müzik makamı.
taharet. arabesk [Fra.: Arabesque]: Arap
aptesane [Far.]: bak. apteshane. Kültürü’ne göre. Arap üslubunda
apteshane [Far.: âb + dest + hâne > olan.
1.)
âbdesthâne]: el-kol, yüz yıkama Arabi [Arp.: arîbî]: Arpça, Arap dili.
suyu yeri, 2.) aptes alma yeri, arabozma: fit, fitne.
ayakyolu, hacetyolu, hela, kenef, arachne [Tür.: örümcek > Yun.: arachnē:
klozet, suyolu, tuvalet, W.C. [αραχνη]]: örümcek.
aptudo [Lat.]: uygunluk, yerindelik. aracı: 1.) uzlaştırıcı, 2.) [Ticari] kabzımal,
aptus 1 [Lat.]: kıçta, kıça doğru. toptancı, 3.) [Sosyal] evlenme işlerinde
aptus 2 [Lat.]: 1.) münasip, uygun, arabulucu.
yerinde, 2.) anlayışlı, çabuk kavrayan, araç: araba, binek araba, motorlu
zeki. taşıt, oto, otomobil, taksi, taşıt,
aqua [Lat.]: ab, ma, su. vasıta, vesait, ~ onarma yeri:
aqua cuprosa [Lat.]: su bakırı, su tamirhane.
bakracı. araf 1 [Arp.: a’raf]: [İslam] cennetle
aquariuus [Lat.]: 1.) suyla ilgili, sulu, cehennem arası.
2.)
[A] [Yıldızbilim] Kova Burcu. araf 2 [Arp.: a’raf, örf’ün çoğulu]: örfler.
aque [Yun.: ? > İng.: -ac; & Fra.: -aque]: Arafat 1 [Arp.]: 1.) Suudi Arabistan,
s.e., İngilizce’de –ac;, Fransızca’da - Mekke’de bir tepenin adı. 2.) [İslam]
1.)
aque; –ile ilintili [cardiac: kalple ilgili], Müslümanlığa göre bu tepe ziyaret
2.)
–den etkilenmiş [maniac: manyak] edildikten sonta hacı olunur.
anlamında bir sonek. Arafat 2 [Arp.]: bir Müslüman ve Türk
aquila [Lat.]: kartal. erkek adı.
ar 1 [Arp.: ? >]: 1.) utanma, utanma Arafat 3 [Arp.]: Yaser Arafat; Filistin
duygusu, 2.) utanç, 3.) namus. Kurtuluş Örgütü [FKÖ] önderi ve
ar 2 [Lat.: area > Fra.: are]: 100 m2. sonraları Filistin Özerk Yönetimi’nin
ar 3 [Tür.]: -ar, -er, -m, -şar, -şer Devlet Başkanı.
biçiminde sonek, [onar, ikişer]. arafe [Arp.: arife > Tür.]: bak. arife.
ar 4 [Tür.]: -ar, -er, -r soneki, [ağarmak, arak 1 [Arp.]: 1.) ter, 2.) damıtma,
göğermek, kararmak, morarmak, sararmak,
damlama, terleme, terletme, 3.) bir
yaşarmak].
tür rakı.
ar 5 [Tür.]: k ve p harfleri gibi harflerle
arak 2 [Arp.: a’rak, ırk’ın çoğulu]: ırklar.
biten teksesli ettirgen fiilerden başka
arak 3 [Arp.: rakik’in enüstünlük derecesi]:
fiiler yapmak için, [çıkartmak, 1.)
en ince, en narin, 2.) en ince, en
kopartmak, çökertmek ].
zayıf.
ara 1 : 1.) mesafe, 2.) teneffüs, ~ya
araka [Rum.: arakas [αρακάς] > Tür.]:
girme: karışma, müdahale, ~ya [Bitkibilim: Pisum sativum] iri taneli
giren: müdahil, karışan. bezelye.
ara 2 [Arp.: ?]: 1.) düşünce, görüş, 2.) arakçı [Argo]: çalıp çırpan, hırsız.
oy, rey. arakiye [Arp.: arâakiyye]: [Müzik] küçük
ara 3 [Far.: -âra]: Farsça’da –âra; zurna.
hayranlık uyandıran yada güzelleştiren, araklama: aşırma, çalma, yürütme.
güzellik katan anlamında bir sonek, araklamak: aşırmak, çalmak,
[dilâra: sevgili]. yürütmek.
ara 5 [Arp.]: 1.) bölge, sınır bölgesi, aralama: seyrekleştirme.
sınır nişanı, 2.) bahçe, 3.) duvar, aralamak: seyrekleştirmek.
duvarla çevrili bahçe. aralık 1 : 1.) açıklık, mesafe, 2.) zaman
ara 6 [Arp.: âra]: 1.) çıplaklık, üryanlık, mesafesi, 3.) yarı kapalı.
2.)
çıplak, çorak, ıssız, terkedilmiş. Aralık 2 [arada kalan ay]: 1.) kanun-i
Arab: bak. Arap. evvel, 2.) yılın 31 gün çeken 12. ayı,
araba [Rus.: arba]: araç, binek araba, Teşrin-i sani, [November].
motorlu taşıt, oto, otomobil, taksi, aralıklı: ara qara, mesafeli, ~
taşıt, vasıta, vesait,gezinti ~sı: biçimde: seyrek,
kaleska, öküz ~sı parmaklığı:
egri götürülerek, nefesle çalınana bir arsenikos [Far.: zer > Yun.: arsen [αρσεν]
müzik gereci, mızıka. + nikao [ικόa] > arsenikos [αρσενικός]]:
armud [Far.]: bak. armut. insana benzer, insan gibi.
armudi [Far.: armudî]: armut biçimli. arsız: 1.) hiddetli, hoyrat terbiyesiz, 2.)
armudiye [Arp.: armûdiye]: armut açgözlü, haris, muhteris.
biçimli altın. arslan: bak. aslan.
armut [Far.: emrud]: bir meyve. Arslanlı: Osmalı’da gümüş sikke.
Arnavut [Rum.: ?]: Albanyalı. arş 1 [Fra.: marche]: marş: yürü
Arnavutluk vatandaşı, [Albanian]. anlamında kısaltma bir komut.
Arnavut Abecesi: arş 2 [Arp.]: [İslam] 1.) kat, makam,
Arnavutça Sayılar: taht, 2.) Allah katı, 3.) göğün en
Arnavutluk [Rum.: ? + luk]: 1.) yüksek katı.
Avrupa’da Tiren Denizi kıyısında bir arşe [Fra.: arché]: [Müzik] keman yayı.
2.)
ülke, [Albania], Osmanlı arşın [Osm.]: 68 cm’lik bir Türk
İmparatorluğu’na bağlı bir özerk uzunluk ölçüsü.
devlet. Arşimet [Yun.: Archimedes: ?]: İ.Ö.
arnik [?]: [Bitkibilim: Arnica Montana] 212’lerde yaşamış Eski Yunanlı bir
mastı çiçeği, sığırgözü. Papatyaya bulucu ve fizikadamı.
benzer sar çiçekleri olan zehirli bir arşiv [Yun.: archeion [αρχείον] > Fra.:
çiçek türü. Yaprakları ve kökekleri archives]: belgelik.
ilaç yapımında kullanılır. art 1 [ÖzTür.]: arka, geri, pes, peş,
aroma 1 [Yun.: arôma [άρωμα] > B.D.: hemen ardından: akabinden.
aroma]: baharlı koku, hoş koku. art 2 : çoğalmak, fazlalaştırma.
aroma 2 [Yun.: arôma [άρωμα] > Fra.: art 3 [Lat.: ars > B.D.: art]: 1.) insan
aroma]: hoş koku, esans, ıtır, koku, yaratcılığı, 2.) kabiliyet, yetenek, yeti,
3.)
rayiha. elişçiliği, sanat.
aromalı [Yun.: arôma [άρωμα] > Fra.: artağan [Halkdili]: çoğalan.
aroma + lı]: hoş kokulu, esanslı, ıtırlı, Artemis [> Cybela, Kybela, Kibela > Yun.:
kokulu, rayihalı. [?]]: Selçuk, Efes, İzmir.
aromaterapi [Yun.: arôma + arter [Yun.: aeirein > arteria [αρτηρία] >
1.)
totherapeia > [αρωματοθεραπεία] > Fra.: Fra.: artére]: [Bedebbilim] atardamar,
aromathérapie]: kokuyla otama, 2.)
[Tıp] ana yol.
tedavi. arteria [Yun.: αρτηρία]: atardamar.
aromatik. [Yun.: arôma + ikos > arterioskleroz [Yun.: aeirein + skleros
aromatikos [αρωματικός] > Fra.:
> [?] > Fra.: arterioseclorase]: [Tıp] Tıp]
aromatique]: hoş kokulu, esanslı, ıtırlı,
yaşlılıkta kandamarlarının daralması
kokulu, rayihalı. yada tıkınmaya yüztutması.
arp [Fra.: harpe]: [Müzik] üç köşeli çalgı, arterit [Yun.: artēría + ites > arteritida
üç telli çalgı. [αρτηρίτιδα] > Fra.: artérite]: [Tıp]
arpa: tahılgillerden bir bitki. atardamar bozukluğu.
arpacık: 1.) gözde çıkan sivilce, 2.) ~ artezyen [Fra.: artésien]: 1.) Eski
soğanı: kıska. Fransız eyaleti Artoise’den,
2.)
Artık Yıl: Grogeryan Takvimi’nden asa 1 [Arp.: asâ]: 1.) baston, çubuk,
Artık Yıl, Şubat Ayı’nın 28 gün olması değnek, 2.) dövme, dayak, patak.
ve 4 yılda bir 29 çekmesi. asa 2 [Arp.: a’sa; asâ’nın çoğulu]: ç.i.,
artırma: tasarruf etme. asalar, bastonlar, çubuklar,
artırmak: tasarruf etmek. değnekler.
articulatus [Lat.]: birleşik. asa 2 [Far.: âsâ]: Farsça’da asa-; 1.)
artist [Lat.: ars > Fra.: artist]: 1.) sanatçı, benzer, eş, -eye benzeyen, gibi [cennet
sanatkar, 2.) erkek film oyuncusu. âsâ: cennet gibi],
2.)
asude, dingin, sessiz
artma [Halkdili]: çoğalma, üreme, zam. [dilâsâ: kalpteki dinginlik] anlamına bir
artmak: 1.) çoğalmak, üremek, 2.) sonek.
eklemek. asa 3 [Far.: âsâ]: 1.) esneme, esneyiş,
2.)
artniyet: adavet, buğz, düşmanlık, asalet, ciddiyet, vakar.
garez, hasımlık, husumet, kin, asab [Arp.: âsâb]: bak. asap.
kötüniyet, nefret. asabi [Arp.: asabî]: sinirli.
artniyet: buğz, düşmenlık, garez, kin, Asabiye [Arp.: asabîye]: [Tıp] 1.) sinir
2.)
kötüniyet, nefret. hastalıkları, Sinirhastalıkları,
artrit [Yun.: arthron + itis > arthritida Nöroloji.
1.)
[αρθρίτιδα] > Fra.: arthrite]: eklem asaf [Arp.: ? > âsaf [?]]: 1.) ? 2.) [A] Kral
2.)
iltihabı, [Tıp] eklemlerin şişip Süleyman’ın vezirinin adı, 3.) ataman,
yanması, 3.) [Tıp] eklem romatizması. vezir, 4.) [A] bir Müslüman ve Türk
artroz [Yun.: arthron + itis > arthrose erkek adı.
[άρθρωση] > Fra.: arthrose]: [Tıp] eklem asal: asli, baz, esas, temel.
hastalığı. asalak: 1.) [Tıp] parazit, 2.) [Mecazi]
arttırma: artma, çoğalma, üreme, kazanmadan başkalarının sırtından
zam. geçinen,.
arttırmak: 1.) çoğalmak, üremek, 2.) asalet [Arp.]: elitlik, soyluluk.
artmak, zam yapmak. asaleten [Arp.: asâleten]: kendi adına
artus [Lat.]: bağlantı, eklem. hareket ederek.
Artvin [Gür.: Coroksi, Çorok, Kolkis, asamble [Lat.: ad + simul > Fra.:
Nigali, Osm.: Livane, Artvani, Artvini]: assemblé]: kurul.
[08], Türkiye’de bir kent. asansör [Lat.: ad + scandere > Fra.:
arus resmi [Arp. > Osm.]: Osmanlı’da ascensuer]: [Tekonoloji] elevatör, iner-
gerdek vergisi. çınar.
aruz [Arp.]: [Şiir] 1.) Araplar’da şiir asap [Arp.: âsâb]: ç.i., sinirler.
yazma tekniği, şiir ölçü birimi, 2.) asar [Arp.: âsar]: ç.i., binalar, yapılar.
metre, ölçü, 3.) metod, usül, yordam. asayiş [Arp.: âsayiş]: emniyet,
yol, bir ~ ölçüsü: remel. güvenlik.
arya [İtl.: aria]: [Müzik] bir opera asbest [Yun.: a + sbennynai > asbestes
parçası. [ασβέστης] > Fra.: asbeste]: [Kimya]
arz 1 [Arp.]: acun, diyar, dünya, kara, amyant, taş pamuğu, ak ~: amyant.
terra, toprak, ülke. aseleos [Yun.: ?]: kuraklık, bu
arz 2 [Arp.]: [Ticaret] sunma. ortamlarda büyüp gelişen.
arz 3 [Arp.]: [Dünyabilim] 1.) arz derecesi, asenkron [Yun.: a + syn + lassein >
genişlik, 2.) arz, enlem, paralel. asynkchronos [ασύγχρονος] > Fra.:
arziye [Arp.: arzi 1]: bak. ardiye. asynchrone]: [Fizik] eşzamanlı
arzu [Arp.]: 1.) dilek, heves, istek, olmayan.
şevk, 2.) [A] bir İran ve Türk bayan asepsi [Yun.: a + sepein > asepsia
adı, ~ etmek: dilemek, rica etmek. [ασηψία] > Fra.: asepsie]: [Tıp]
asetilen [Lat.: acetum > Fra.: acetylene]: askarit [Fra.: ascarite]: [Tıp] bağırsak
[Kimya] aydınlatma için ve ozksijenle solucanı.
birlikte kaynak işleri için kullanılan askein [Yun.: ?]: bedeni çalıştırmak,
bir gaz. eğitmek.
aseton [Lat.: acetum> Fra.: acetone]: asker 1 [Arp.]: 1.) [Askeriye] er, çeri,
[Kimya] eter kokulu bir sıvı, propanon, leşker, milis, nefer, 2.) [A] bir erkek
dimetil da denir. 1.) oje çözücü sıvı, adı, ~ su kabı: matara.
2.)
diyabet hastalarının idrarlarında askeri [Arp.: askerî]: Askerle ilgili,
normal dışı miktarda da bulunur. küçük ~ birlik: tim, ~ birlikler:
asfalt [Yun.: a + sphaltos > asphaltos alay, kolordu, tümen, askeri
1.)
[άσφαλτος] > Fra.: asphalte]: birlikler: alay, kolordu, tümen,
2.)
çökmeyen, göçmeyen, [Kimya] kum küçük askeri birlik: tim.
ve çakılla karıştırılmış ve yol yapımı Askeri Rutbeler: Er, Erat, Onbaşı, Çavuş,
yada çatı kaplaması işlerinde Astsubay, Başçavuş, Kıdemli Başçavuş, Subay,
kullanılan kahverengi yada siyah Astteğmen, Teğmen, Üstteğmen, Önyüzbaşı,
renkli kömür katranı benzer madde, Yüzbaşı, Binbaşı, Kıdemli Binbaşı, Albay,
3.) Kıdemli albay, Yarbay, General, Orgeneral,
asfalt kaplanmış ana yol, yol. Korkeneral, Tümgeneral, [Denizcilikte] Amiral,
asgari [Arp.: asgarî]: en az, en aşağı, Koramiral, erbaş: erden itibaren
minimum. ordudaki herkes, ordu konaklama
ası: asılmış, asıl. yeri: ordugah, subay adaylarını
asık: somurtkan. eğitme yeri: talimgah,
asıl: 1.) s., geçerli, gerçek, 2.) i., ası, Askeriye [Arp.: askerîye]: Ordu, Silahlı
asılmış, Kuvvetler, S.K., ~de herkes: asker.
asılı: muallak, ortada.
askerler [Arp.]: [Askeriye] erat, erler.
asılmış: ası, asıl.
askerlik [Arp. + lik]: ordu görevi, ordu
asılsız: 1.) batıl, geçersiz, hükümsüz,
2.) işleri, ~ eğitimi: talim.
çürük, fos, temelsiz.
asım [Arp.: âsım]: 1.) iffetli, namuslu, askı: elbise tutacağı.
sili, 2.)
koruyan, savunan, 3.) asla [Arp.: aslâ]: hiçbir zaman.
korunmuş, savunulmuş, 2.)
[A] bir
aslan [Arp.]: [Hayvanbilim: Felix leo] 1.)
Müslüman ve Türk erkek adı. arslan, 2.) cesur, korkusuz, yürekli,
3.)
asır [Arp.: asr]: 1.) çağ, yüzyıl, 2.) süre, [A] bir Türk erkek adı, 4.)
periyot, zaman. Yıldızfalı’nda 6. işaret; Aslan [Leo],
asi [Arp.: âsi]: baş kaldıran. dağ ~ı: puma.
aside [Arp.]: et, bamya ve undan aslen [Arp.: aslan 2]: köken olarak, öz
yapılan bir Arap yemeği. olarak, temel olarak.
asil 1 [Arp.]: 1.) elit, mutena, mümtaz, Aslı [?]: bir bayan adı.
seçkin, soylu, 2.) [A] bu anlamda bir asli [Arp.: aslî]: 1.) esas olan, köken,
erkek adı, [Seçkin]. temel, 2.) birincil.
asimetri [Yun.: a + syn + metron > Asliye [Arp.: aslîye]: Hukuk Mahkemesi:
asymmetria [ασυμμετρία] > Fra.: ilk yargı önüne çıkma mahkemesi.
1.)
asymétrie]: aynı boy ve öçlüde Asliye Hukuk Mahkemesi: ilk yargı
olmayan, 2.) bakışımsızlık, oransızlık, önüne çıkma mahkemesi.
1.)
orantısızlık. asma: [Mecazi] işi aksatma,
asimetrik [Yun.: a + syn + metron + ikos durdurma, 2.) [Bitkibilim:] üzüm bağı.
> asymmetros [ασύμμετρος] > Fra.: asmalık: bağ, üzüm bağı.
asymétrique]: aynı boy ve öçlüde asorti [Lat.: ad + sors > Fra.: assortie]:
olmama, 2.) bakışımsız, oransız, giyimde uygun renkli.
orantısız . asortik [Lat.: ad + sors > Fra.: assortic]:
asinus [Lat.]: eşek, merkep. giyimde uygun renkli olan.
asistan [Lat.: ad + sistere > Fra.: asosyal [Lat.: a + socius > Fra.: asocial]:
assistant]: muavin, yardımcı, yaver. 1.)
sosyai olmayan, topluma
asit [Lat.: acidus > Fra.: acide]: 1.) ekşi, karışmayan, 2.) genel kabul görmüş
keskin, 2.) [Kimya] tuz oluşturmak için toplumsal etkinlikler dışında kalan, 3.)
bir bazla tepkimeye giren herhangi toplumdışı.
bir madde, hamız.
aşar [Arp.: âşar]: 1.) öşür’ün çoğulu, 2.) aşna 2 [Far.]: yüzücü, yüzen.
aşir’in çoğulu, 3.) ondalık, öşür. aşr [Arp.]: 1.) on, 2.) onkat, on gün.
aşevi: aşhane, bistro, lokanta, aşura [Arp.: aşura]: 1.) Hicri Takvim’de
restaurant. Muharrem Ayı’nın 10. günü, 2.)
aşhane [aş + Far.: hâne]: aşevi, bistro, bakliyatgiller, şeker, buğday, pirinç,
lokanta, restaurant. fındık, fıstık ve şekerden yapılan bir
aşı: 1.) bir ağacın dalı yada gvdesine, tatlı türü.
başka bir ağacın göz, dal yada aşüfte [Far.]: (kadın, kız) kendi kendine,
tomurcuğunun çamurla heyecanlanan, hareketkelenen.
kaynaştırılması 2.) [Tıp] mikroplu at 1 : [Hayvanbilim: ?] bir binek hayvanı.
eriyik. ~ ahırı: tavla, ~ eğitimi: manaj, ~
aşık 1 [Arp.: âşık]: müptela, seven, yetiştirme yeri: hara, ~a binen
sevdalı, vurgun. kadın: amazon, ~ı dört nala
aşık 2 : [Bedenbilim] aşık kemiği.
sürme: ılgama, iri ~: kadana, yarış
aşıkdaşlık [Far.: âşıkdâş + lık]: flört.
aşım: aşma, geçme, mürür. ~ı gezdirme yeri: padok, ayağı
aşırı: 1.) en kıyı, en uç, 2.) öte, ötesi, sekili ~: alabacak, küçük yabani ~:
trans, 3.) ekstrem, marjinal, uç, ~ya tarpan, ~ın eşkin yürüyüşü: link, ~
kaçma: ifrat. bakıcısı: seyis, ~ın hızlı yürüyüşü:
aşırma: 1.) araklama, çalma, yürütme, tırıs,
2.)
üstünden geçirme, 3.) [Yazın] at 2 [Arp.]: Arapça’da at; 1.) -a, -e, -at, -
başkasına ait eseri çalma, yada et; sesli harfle biten kelimelerde –vat;
ondan izinsiz aktarma yapma. 2.)
çoğul yapmak için; [gelişat, haşarat,
aşırmak: araklamak, çalmak, hayvanat, icraat, nebatat, tatbikat].
yürütmek. ata 1 [Arp.]: baba, cet, dede.
aşıt [Halkdili]: kuytu yer. Ata 2 : Mustafa Kemal Atatürk.
aşifte [Far.: aşüfte]: 1.) (kadın, kız) kendi atabek: vezir.
kendine, heyecanlanan, atak: 1.) cüretkar, 2.) hamle, hücum, 3.)
hareketkelenen, kızışan, 2.) fahişe, [Spor] sprint.
orospu. ataksi [Lat.: locomotor ataxia > Fra.:
aşikar [Far.: aşkar2 > aşikâr]: açık, aleni, ataxie]: [Tıp] hareket düzensizliği.
ayan, bariz, belirgin, belli, kapalı atalar [Arp. + lar]: dedeler, ecdat.
olmayan, kesin, meydanda, ortada, atalet [Arp.]: tembellik.
sarih. atama: tayin.
aşina 1 [Far.: âşnâ > âşina]: bilinen, atamak: tayin etmek.
tanıdık. ataman [hetman]: Kazak başbuğu.
aşina 2 [Far.: âşnâ > âşina]: Farsça’da - ataraksiya [Lat.: ? > Fra.: ataraxie]:
aşina: bilen anlamında bir sonek. [Ruhbilim] ruh dinginliği.
aşir 1 [Arp.: aşr]: Kuran’ı Kerim’de on atardamar: [Tıp] arter, şiryan.
ayetlik bölüm. atasözü: aforizm, darbımesel, vecize.
aşir 2 [Arp.]: 1.) onluk, 2.) [Maliye] Öşür ataş [İng.: attach]: tutturgaç, tutacak.
Vergisi toplayan kişi. Atatürk: Mustafa Kemal Atatük.
aşir 3 [Arp.]: 1.) arkadaş,dost, eş, atavus [Lat.]: ata, cet, dede.
nedim, yoldaş, 2.) [A] bu anlamda bir ate 1 [Yun.: a + theos > [αθεϊσ] > Fra.:
erkek adı. athé]: [Din]
1.)
tanrının varlığına
aşk [Arp.: ışk]: aşırı sevgi, sevi, ~ inanmayan, 2.)
tanrı tanımaz.
tanrısı: eros, kısa ~ şiiri: idil, ate 2 [Lat.: -atus]: Fransızca’da –ate; 1.)
aşkar 1 [Arp.]: [Bitkibilim] kırmızı olmak, oluşmasına neden olmak,
2.)
kabuklu ve kırmızıya çalan tüylü bir oluşturmak, ile ilgili, -in yapısında
kestane. anlamına gelen bir sonek.
aşkar 2 [Far.: aşikâr]: bak. aşikar. ate 3 [Lat.: -atus]: Fransızca’da –ate; bir
aşlak: kurutulup saklanan tahıl. işlev, görev yada resmiyet anlamına
aşlama: soğuk suya sıcak su ekleme. gelen bir sonek.
aşlamak: soğuk suya sıcak su ateh [Arp.]: [Tıp] bunama.
eklemek. ateist [Yun.: a + theos + istes > [αθεϊστής]
aşma: aşım, geçme, mürür. > Fra.: athéiste]: [İslam] tanrı
aşna 1 [Far.: âşnâ > âşina]: bak. aşina1. tanimayan.
ateizm [Yun.: a + theos + ismos > atkı: [Giyim] boyun örtüsü, uzun omuz
[αθεϊσμός] > Fra.: athéisme, Din]: tanrı ~sı: etol,
tanimazlık. Atlantik [Yun.: atlantis + ikos >
Atena [Yun.: Athena: [Aθενα]]: eski [άτλαντικoς] > Fra.: atlantique]: batıda
Yunanda mitolojik akıl, yetenek ve Amarika kıtalarına ve dağuda Afrika
savaş tanrıçası. ile Avrupa’ya dek uzanan okyanus.
aterina [Rum.: atherina [αθερίνα] > Tür.: Atlantis [Yun.: atlantis [άτλαντις] > B.D.:
atetrina]: [Balıkçılık: ?] gümüş balığı. atlantise]: Atlantik Okyanus’unda
ateş [Tür.: od > otaş > Far.: atiş ]: 1.) fer, battığına inanılan düşsel ülke.
nar, od, 2.) beden ısısı, ~ karıştırma Atlas [Yun.: atlantas [άτλαντας]]: 1.) Eski
3.)
çubuğu: karağı, insandaki Yunan Mitolojisi’nde omuzlarında
gerilme yada kızzma. dünyayı taşıyan dev adam, 2.)
ateşbaz [Far.: ateş + bâz]: 1.) ateşle haritalar kitabı.
uğraşan, ateşle oynayan, 2.) ateşle atlet [Yun.: athlon > athletes [αθλητής] >
1.)
gösteri yapan. Fra.: athlète]: [Spor] çeşitli sportif
ateşe [Fra.: attaché]: [Dış Politika] elçilik oyun ve karşılaşmalarda yarışan
görevlisi. oyuncu, 2.) [Giyim] kolsuz fanila.
ateşin [Far.: ateşîn]: ateşli, çoşkulu. atletik [Yun.: athlon + ikos > athletikos >
ateşkes [Far. + kes]: mütareke. [αθλητικός] > Fra.: athlètique]: bedeni
ateşli [Far. + li]: ateşin, coşkulu, dirik. sportif yapılı olan.
ateşperest [Far.: ateş + perest > atletizm [Yun.: athlon + ismos >
ateşperest]: ateştapar, ateşe tapan. athletismos > [αθλητισμός] > Fra.:
atf [Arp.]: bak. atıf. athlétisme]: spor ouyuncuğu.
atfen [Arp.]: -e döndürerek. atmaca: 1.) kuş avlama gereci, sapan,
2.)
atfetme [Arp.: atf + etme]: isnat, avcı bir kuş, delice.
yükleme. atmos [Yun.: [aτμός]]: buhar, buğu,
atheroma [Yun.: ?]: kumlu, taneli. nem, tütsü.
athlon [Yun.: ?]: mükafat, ödül. atmosfer [Yun.: atmos + sphaire >
1.)
atıcılık: [Spor] ~ta plaka frılatıcısı: [ατμόσφαιρα] > Fra.: atmosphère]:
baltrap. dünyanın çevresini kaplayan hava,
atıf 1 [Arp.: atf]: ilişkili bulma, refere. hava tabakası, 2.) ruh, 3.) genel ton
atıf 2 [Arp.: âtıf]: 1.) ?, 2.) [A] bir erkek yada etki, 4.) inç2’de 14.69 librelik
adı. hava basıncı.
atık: 1.) ıskarta, 2.) yoğurt yayığı. atmosferik [Yun.: atmos + sphaire + ikos
atıl [Arp.: âtıl]: 1.) avara, avare, azade, > [ατμοσφαιρικός] > Fra.: atmosphèrique]:
aylak, başıboş, boş, haylaz, hayta, havasal olaylar.
işsiz, nabekar, serseri, tembel, 2.) atol [Mal.: adal > Fra.: atoll]: mercan
boş. ada.
atılgan: 1.) acar, girişken, gözüpek, 2.) atom [Yun.: atomos [άτομος] > Fra.:
1.) 2.)
[A] bir Türk erkek adı. atome]: [Felsefe] en küçük parça,
atılım: hamle. [Fizik & Kimya] diğer elmentlerin benzer
atışma: 1.) ağız kavgası, polemik, 2.) parçaları ile başka bileşiklere
[Şiir] saz şairlerinin söyleşmesi, oluşturan element, 3.) [Mecazi] temel
aytışma. öğe.
atıştırma: 1.) bir şeyler yeme, 2.) atom bombası: gücünü nükleer
inceden yağmur serpiştirme. erimenin zincirleme tepkisinden alan
atıştırmak: 1.) bir şeyler yemek, 2.) yıkım gücü çok yüksek olan bir savaş
inceden yağmur serpiştirmek. cephanesi.
ati [Arp.: âti]: gelecek, istikbal. atomik [Yun.: atomos + ikos > [ατομικός]
1.)
atifet [Arp.: âtıfet]: 1.) etkilenme, > Fra.: atomique]: [Felsefe] en küçük
2.)
koruma, sempati, 2.) [A] etkilyeici, parçayal ilgili, [Fizik & Kimya] diğer
sevimli, canayakın anlamında bir elmentlerin benzer parçaları ile başka
bayan adı. bileşiklere oluşturan elementlere
atik: çevik. dair, 3.) [Mecazi] temel öğeyle ilgili.
Atilla [?]: bir erkek adı, [Attila]. atomos [Yun.: [άτομος]]: kesilemeyen,
Atina [Rum.: Athena: [Aθενα]]: parçalanmayan.
Yunanistan’ın başkenti, [Athens].
atölye [Fra.: atelier]: çalışma odası, av: şikar, ~ alanı: avlak, ~ köpeği:
işlik, stüdyo. barak.
atrium [Lat.]: 1.) bir Eski Roma evinin aval [Kür.]: bak. afal.
ana odası, 2.) giriş holü, 3.) bir çatı avam [Arp.: âvâm]: [Budunbilim] halk
altında yapılan geniş alanlı yapı. tabakası.
atros [Lat.]: haşin, sert, şiddetli. avan 1 [Arp: avn2’nin çoğulu]: ç.i.
attar [Arp.: al ıtr > ıtır > B.D.]: 1.) kokulu hizmetçiler, yardımcılar.
bitkiler, 2.) aktar, baharatçı, koku avan 2 [Far.]: s. kavgacı, serseri.
yada kokulu ürünler satan. avan 3 [Arp.]: 1.) orta-yaşlı kadın, 2.)
attenuare [Lat.]: inceltmek. orta-yaşlı dişi hayvan (inek, kısrak
Attila [Moğ.]: 1.) İ.S. 406-453 yılları vb).
arasında yaşamış Hun Hanı, 2.) bir avanak 1 [Far.: yavanak > Erm.:
Türk ve Macar erkek adı, [Atilla]. (h)avanag]:
1.)
i. eşek yavrusu, 2.) s.
atus [Lat.]: 1.) isim sonu, 2.) biten, kavgacı, serseri.
sonlanan. avanak 2 [Erm.: ?]: s. [Mecazi] ahmak,
audio [Lat.]: duymayla ilgili, işitsel. andaval, anlayışsız, ansız, aptal, bön,
audire [Lat.]: dinlemek, duymak, budala, ebleh, enayi, mankafa,
işitmek. salak, savak.
augere [Lat.]: 1.) artmak, büyütmek, Avanos [Quenasa, Venessa, Zuwinase >
çoğalmak, genişlemek, ilerlemek. 2.) Osm.: Enes & Evenes]: Nevşehir’e bağlı
arttırmak, çoğaltmak, genişletmek, bir ilçe.
ilerletmek, yüceltmek. avans [Lat.: ab + ante > Fra.: advance]:
augustus 1 [Lat.: augere]: etkileyici, [Ticaret] öndelik.
hayranlık uyandırıcı. avanta [Argo]: bahşiş, rüşvet, yemlik.
Augustus 2 [Lat.]: 1.) etkileyici, avantacı [Argo]: beleşçi, çıkarcı.
hayranlık uyandırıcı, 2.) İ.Ö: 63- İ.S. avantaj [Lat.: ab + ante > Fra.:
14 yılları arasında yaşamış Roma advantage]: üstünlük sağlayan şey.
İmparatorluğu’nun 1. kralı. avantür [Lat.: adventura > Fra.:
aulos [Yun.: ?]: boru. adventure]:
1.)
mecara, serüven, 2.)
auricle [Lat.]: küçük kulak. tiyatro girişi parçası, 3.) mecara,
auris [Lat.]: kulak. serüfen filmi.
Aurora [Lat.]: Eski Roma’da şafak avara [Far.]: avare, azade, aylak, atıl,
tanrıçası. başıboş, boş, haylaz, hayta, işsiz,
auscultare [Lat.]: dinlemek, duymak, nabekar, serseri, tembel.
işitmek, kulak vermek. avare [Far.]: avara, azade, aylak, atıl,
auspicium [Lat.]: geleceği söyleme, başıboş, boş, haylaz, hayta, işsiz,
kehanet. nabekar, serseri, tembel.
austeros [Yun.: ?]: çorak, kurak. avarız [Arp.: avârız > Osm.]: 1.) ? 2.)
austral [Lat.]: cenup, güney. Osmanlı’da olağanüstü vergiler.
australis [Lat.]: güneye ait. avarız [Arp.: avârız, arıza’nın çoğulu]:
aut [İng.: out, Spor]: topun oyun [Evrenbilim] yüzey biçimleri.
alanının dışına çıkması, hariç. avarız-ı divaniye [Arp. > Osm.: avârız-ı
authentikos [Yun.: ?]: gerçek, orijinal, divâniye]: Osmanlı’da ?.
özgün. avaz [Far.]: haykırma, nara, yüksek
authentikos [Yun.: ?]: orijinal, özgün. ses.
authomatos [Yun.: ?]: kendisi hareket avcı: av sever, ~ kulübesi: güme, ~
eden. çantası: celbe.
auto [Yun.: autos [?] > Lat. > B.D.]: bak. avd [Arp.]: 1.) dönme, 2.) hasta ziyareti,
oto. 3.)
tekrarlama.
autos [Yun.: ?]: 1.) kendisi, 2.) bak. oto. avdet [Arp.]: bir yere gidip geri dönme,
autumnus [Lat.]: yazla kış arasındaki dönme.
mevsim, sonbahar. aver [Far.: âver]: getirmek,
1.)
auxien [Yun.: ?]: artmak, sürüklemek.
çokağlmak, genişlemek, ilerlemek. 2.) avere [Lat.]: arzu etmek, istemek,
arttırmak, çoğaltmak, genişletmek, özlemek, rica etmek, talep etmek.
ilerletmek. avis [Lat.]: kuş.
avize [Far.]: 1.) tavana asılan, lambalı, san, santa, veli, 2.)
[Ortodoks
şamdanlı, cam yada metallerle Hiristiyanlık] kutsal, [Aya Sofya: Kusal
bezenmiş bir aydınlatma gereci, 2.) Düşünce].
bir tür aydınlatıcı. Aya Andonis [Rum.: (H)agia Andonis >
avlak: av alanı. (H)ag. Antoniou [Αγ. Αντωνίου]]: [Ortodoks
avlu [Rum.: avle [αυλή] > Tür.: avlu]: 1.) Hiristiyanlık]
1.)
Aziz Antonyo, Aziz
etrafı çitle çevrili yer, 2.) bahçe, Anthony, Saint Anthony & St.
hanay, hayat. Anthony, 2.) Hiristiyan Monastizm’inin
avn 1 [Arp.]: destek, iane, yardım. kurucusu. Fayum, Heracleopolis
avn 2 [Arp.]: 1.) hizmetçi, yardımcı, 2.) Magna yakınlarında Coma’da, 3. yy’ın
koruma, muhafız, silahlı bekçi. ortalarında doğduğuna inanılılır, 3.)
avni [Arp.]: 1.) İlahi yardımla ilgili, 2.) evcil hayvanların koruyucu azizi.
bu anlamda bir erkek adı, 3.) Fatih ayak [ÖzTür.]: 1.) [Bedenbilim] bacak, pa,
Sultan Mehmet II’nin lakabı. pus, 2.) [Ölçümleme] fut, kadem, pa,
avokado [Mek.Yer.: ahuacatl > B.D.: pus, ~ sesi: rap, ~ takımı [Mecazi]:
avocado]: armuda benzer etkli bir parya.
meyve. ayakçak: merdiven basamağı.
Avolon [?]: ? ayakçı: gezici satıcı.
Avrasya [Süm. + Sam.: Ereb > Yun.: ayakkabı [ayak + kabı]: [Dericilik] çarık,
Europa [?] + Sam.: Asu > Asia > Fra.:
kundura, papuç, ~ çekeceği: kerata,
Eurasia]: Avrupa ve Asya kıtları
arasında kalan bölge. ~ demiri: nalça, ~ topuğu: ökçe,
avrat [Halkdili] bayan, dişi, hatun, bir tür deri ~: çapula, futbol ~
kadın. kabarası: krampon, tahta ~: yabo,
Avrupa [Süm. + Sam.: Ereb > Yun.: hafif ~: yemeni, kauçuk ~: lastik,
Europa [?]]: Asya ve Atlantik tahta ~: sabo, ~da bir bölüm:
Okyanus’u arasında kalan kıta, konç, ~nın meşin kısmı: tasma,
[Europe].
ayaklanma: intifa, isyan, kalkışma,
Avşar: bir Oğuz Türk boyu.
kıyam.
avuç: hapaz, ~ içi: aya. ayaklanmak: isyan etmek, kalkışmak,
avuçlama: apazlama. kıyam etmek.
avuçlamak: apazlamak. ayaklık: pedal.
avukat [Lat.: ad + vocare > İtl.: ayaküstü: 1.) geçici, 2.) hazır yemek.
avvocato]: [Hukuk] savunucu. ayakyolu: abdestane, abdesthane,
avunculus [Lat.]: amcayla ilgili. hacethane, hela, kenef, W.C.,
avunma: avuntu, teselli. yüznumara.
avunmak: teselli bulmak. ayal [Arp.: iyâl > âyal]: [Budunbilim] bey,
avuntu: avunma, teselli. eş, koca.
Avustralya [Lat.: Terra Australis ayan [Arp.: iyân > âyan]: 1.) açık, aleni,
1.)
Incognita > Australia > İtl.]: Güney bariz, belirgin, belli, kapalı olmayan,
Pasifik ve Hint Okyanus’u arasında meydanda, ortada, sarih, 2.) ,
kalan ada kıta, [Australia], 2.) Eski ayandon 1 [Rum.: (H)agia Antoniou > Aya
Birleşik Krallık sömürgesi, şimdilerin Antoniou > Aya Antones > Aya Andonis >
[Common Wealth] üyesi, [Underdown]. Aya Andonis: [Αγ. Αντωνίου]]: [Evrenbilim]
Avusturya [İtl.]: Orta Avrupa’da bir 1.)
Aziz Anthony Rüzgarı, 2.) 29
ülke. Cermen kökenli ve Almanca Ocak’tan sonra kışortasında esen bir
konuşulur, [Österreich, Austria]. fırtına türü.
avutma: teselli etme. Ayandon 2 [Rum.: (H)agia Antoniou > Aya
avutmak: teselli etmek. Antoniou > Aya Antones > Aya Andonis:
axilla [Lat.]: koltukaltı. [Αγ. Αντωνίου]]: [Evrenbilim]
axios [Yun.: [?]]: değerli. Kastamonu’ya bağlı Ayancık’ın eski
ay: 1.) kamer, mah, dünyanın uydusu, adı.
2.)
senenin 12’de biri, 2.) [Kadın] ~ Ayandon 3 [Rum.: (H)agia Antoniou > Aya
Antoniou > Aya Antones > Aya Andonis:
hali: aylık kanama.
[Αγ. Αντωνίου]]: [Evrenbilim] Sinop’un
aya 1 : avuç içi.
ilçesi Türkeli’nin eski adıdır.
aya 2 [Rum.: (h)agias [αγίας]]: 1.) aksakal,
Ayandon 4 [Rum.: (H)agia Antonoiu > Aya
aziz, eren, ermiş, evliya, holy, saint, Antonoiu > Aya Antones > Aya Andonis:
[Αγ. Αντωνίου]]: [Evrenbilim] KKTC’de bir aydos 1 [Rum.: eidos [?] > Tür.]: çoban
yerleşim yeri. köpeği.
1.)
ayar [Arp.: iyâr]: altının saflık Aydos 2 [Rum.: eidos [?] > Tür.]:
2.)
derecesi, ölçüt. Osmanlı İmparatorluğu’nda
ayarlamak: 1.) bir noktaya getirmek, Bulgaristan’a bağlı bir yer.
2.)
düzenlemek, 3.) [Argo] karı, kız Aydos Dağı [Rum.: eidos [?]> Tür.]: 1.)
etkilemek, gönül ilişkisi kurmak. 532m ile İstanbul’un en yüksek
ayartı: baştan çıkarma. bölgesi. Adını 7. yy’da Romalıların
ayartma: baştan çıkartma. tepeye kurduğu kaleden alır, 2.)
ayartmak: baştan çıkartmak, yoldan 3430m .
çıkartmak. ayet [Arp.: > ? >]: [İslam] Kur’an’da sure
ayartmak: baştan çıkartmak. cümlesi.
Ayasofya [Aya Sofya] [Rum.: (H)agias + Aygaz: Türk firması Koç’un ilk Türk
Sofia [Aγίας Σοφία] > Aya Sofia]: [Ortodoks sıvılaştırılmış tüp gazı [LPG].
1.)
Hiristiyanlık] Aziz Düşünce, 2.) aygın: argın, bitkin, bitap, güçsüz,
İstanbul’da Rum Ortodoks Aziz dermansız, haşat, takasız, yorgun,
3.)
Düşünce Kilisesi, Osmanlı zayıf.
zamanlarında cami ve Turkiye aygıt: alet, aparey, cihaz.
Cumhuriyeti’nde müze. Aygün [ay + gün]: bir bayan adı.
Ayastefenos [Aya Stafanos] [Rum.: ayı: 1.) [Hayvanbilim: ?] iri bir hayvan, 2.)
(H)agias Staphanos > [Aγίας Σταφανος]]: [Mecazi] irikıyım, iriyarı, ~ balığı: fok.
1.)
eski bir Osmanlı Rum Köyü, 2.) ayıb [Arp.: > ? > ayb]: bak. ayıp.
bugünkü İstanbul, Yeşilköy. ayınga [Erm.: ?]: kaçak tütün.
Ayasuluğ [Rum.: (H)agia + ? ]: bak. ayıp [Arp.: > ? > ayb]: 1.) edebe aykırı,
Ayasuluk. hoş olmayan, utanç veren, 2.) eksik,
Ayasuluk [Rum.: (H)agia + ? > ayasuluğ]: defo, kusur.
Aydın Selçuk’un [Ephesus] Osmanlı ayıplama [Arp. + lama]: kınama.
zamanlarındaki adı. ayıplamak [Arp. + lamak]: kınamak.
ayaz: [Evrenbilim] 1.) durgun, sakin ayırma: ayırt, tefrik.
havada çıkan kuru soğuk, 2.) çok ayırmak: ayırt etmek, tefrik etmek,
soğuk hava. ayırt: ayırma, tefrik, ~ etmek:
ayazlık: balkon, eyvan, revak, seçmek, tanımak.
sundurma, teras, taraça. ayin [Far.: âyin]: [İslam] dini tören.
ayazma [Rum.: (h)agiasma [αγίασμα] > ayine [Far.: âyine]: ayna, mirat.
Tür.: ayazma]: [Ortodoks Hiristiyanlık] Aykut [ay + kut]: bir erkek adı.
kutsal su, kutsal kaynak, kutsal ayla: 1.) [Yıldızbilim] ağıl, arkaç, hale, 2.)
pınar. [A] bir bayan adı [Hale].
aybaşı: 1.) maaş alma zamanı, 2.) aylak: avara, avare, azade, aylak, atıl,
adet, kadınlarda kanama hali. başıboş, boş, haylaz, hayta, işsiz,
Aybüke [ay + büke]: bir bayan adı. nabekar, serseri, tembel.
ayça [Arp.]: 1.) ayın başlangıç biçimi, aylık: 1.) her ay, 2.) her ay tekrarlanan,
hilal, 2.) [A] bir bayan adı. [Hilal]. 3.)
ayda bir çıkan yazılı yada resimli
Aydın 1 : 1.) entelelktüel,münevver, 2.) yayın, 4.) [Ticaret] maaş.
[A] bir erkek adı, karşılığı [Münevver] aylül [Sür.]: üzüm ayı.
bir bayan adı. ayma: farkına varma, kendine gelme.
Aydın 2 [Rum.: Tralles [?], Osm.: Aydın aymak: gerçeği anlamak.
Güzelhisar > Aydın]: [09], Türkiye’de aymaz [?]: gafil, uyuyan.
bir kent. ayn [Arp.]: çeşm, göz, ocl, ophta.
aydınlatıcı: 1.) ışık veren, 2.) bilgi ayna [Far.: ayine]: arkası sırlı cam,
sağlayan, bir tür ~: avize. mirat.
aydınlatma: 1.) ışık verme, 2.) bilgi aynabakar: bir erik türü.
sağlama, bir ~ aracı: ampül, avize, aynalı [Far. + lı > Halkdili]: afili, cakalı,
lamba, mum. çalımlı, fiyakalı, gösterişli, yakışıklı.
aydınlatmak: 1.) ışık vermek, 2.) bilgi aynalık [Far. + lık]: [Denizcilik] geminin
sağlamak. adının yazıldığı yan.
aydınlık: ışık, nur, ziya. aynasız [Far. + sız > Argo]: polis.
aynaz [Halkdili]: azma, azmak, bataklık.
aynen [Arp.: > ? ]: olduğu gibi. azad [Far.: âzâd]: bak. azat.
aynı [Argo]: benzer, emsal, eş, menent, azade [Far.: âzâde]: avara, avare,
tıpkı, tıpkısı, tıpatıp. aylak, atıl, başıboş, boş, haylaz,
ayniyat [Arp.: > ? > ayniyât]: taşınması hayta, işsiz, serseri, tembel.
kolay eşya. azamet [Arp.: > ? >]: gurur.
Aynştayn: bak. Einstein, Albert. azametli [Arp. + li]: gururlu.
Aynur [ay + nûr]: bir bayan adı. azan [Arp.: üzn veya üzün’ün çoğulu]:
ayol [ay oğul]: diyeceğim oki, şey. kulaklar.
ayran: yoğurttan yapılan bir içecek. azap [Arp.: > ? > azab]: işkence, sıkıntı.
ayrıca: 1.) bununla birlikte, ek olarak, azar [Far.]: gözdağı, papara, paylama,
ilaveten, 2.) caba, ektsra, fazladan, zılgıt.
üste. azar azar: 1.) çoz az olarak, 2.) yavaş
ayrıcalık: imtiyaz, kayırma. yavaş.
ayrık: 1.) kural dışı, müstesna, 2.) azarlama: başa kakma, paylama,
bağlantısı kpuk, ayrılmış, 3.) bir tür takaza, tekdir.
ot. azarlamak: başa kakmak, paylamak,
ayrılma: 1.) bırakma, terk, uzaklaşma, tekdir etmek.
2.)
sevgili, eş ayrılması. azat [Far.: âzad]: serbest bırakma,
ayrılmak: 1.) bırakmak, terk etmek, salıverme.
uzaklaşmak, 2.) sevgili, eş ayrılmak. Azerbaycan [Far.]: Kafkaslar’da bir
ayrım: başkalık, fark. Türk ülkesi, [Azerbaijan].
ayrıntı: 1.) detay, etraf, 2.) fark, nüans. azgın: 1.) azılı, 2.) [Tıp] çabuk
ayrıntılı: detaylı, etraflı. iltihaplanan ten, 3.) çok yaramaz
aysar: değişken huylu kimse. çocuk, 4.) cinsel istekleri aşırı olan
aysberg [Hol.: isberg > İng.: iceberg]: kişi, 5.) çoşkun, taşkın, 6.) yılmaz.
buzdağı. azı: [Bedenbilim] öğütücü diş.
Aysel [ay + sel]: bir bayan adı. azık: nevale.
Aysu [ay + su]: bir bayan adı. azınlık: ekalliyet,
Ayşe [Arp.: > ? > â'isha]: 1.) o yaşıyor, azil [Arp.]: görevden alma.
Ebu [İslam] Bekir’in kızı, Hz. azim [Arp.: azm > azim]: 1.) azim,
Muhammed’in Hatice’den sonraki eşi, büyük, cesim, iri, 2.) irade, kararlılık,
3.) 3.)
o yaşıyor anlamında bir Müslüman [A] bu anlamda bir erkek adı.
ve Türk bayan adı, [A'ishah, Ayesha, azime [Arp.: azm > azime]: 1.) azim,
A'isha, Aisha]. büyük, cesim, iri, 2.) [A] bu anlamda
Ayten [ay + ten]: bir bayan adı. bir bayan adı.
aytışma: [Şiir] saz şairlerinin azimkar [Arp.: azim + Far.: kâr > Far..
söyleşmesi, aytışma. azimkâr]: azimli, kararlı.
ayvaz [? > Erm.]: 1.) konakta azimli [Arp.: azm > azim + li]: azimkar,
Ermeniler’den yapılan mutfak uşağı, kararlı.
2.)
Köroğlu’nun evlatlığı, 3.) [bir köroğlu aziz [Arp.: > ? >]: 1.) 2.) [Din] aksakal,
4.)
bir ayvaz]: karı-koca, Türk Gölge aya, eren, ermiş, evliya, holy, saint,
Oyunu’nda Ermeni tiplemesi, 5.) san, santa, veli, 3.) [A] bu anlamda
[ayvaz kasap hep bir hesap]: farketmez, bir erkek adı, [Eren].
2.)
[A] bir Türk ve Ermeni erkek adı, azize [Arp.: > ? >]: 1.) ermiş bayan, 2.)
[Ayvazovski, Ayvaz Avoian]. [A] bu anlamda bir bayan adı.
Ayvazpınar [? > Er. + pınar]: İzmit, azletme [Arp.: azl > azl + etme]:
İhsaniye’de bir Gürcü köyü. görevden alma.
ayyar [Arp.: > ? > ayyâr]: hilekar. azletme [Arp.: azl > azl + etmek]:
ayyaş [Arp.: > ? > ayyâş]: bekri, esrik, görevden almak.
kafası iyi, sarhoş, sermest. azm [Arp.: azm > azim]: bak. azim.
ayyuk [Arp.: > ? > ayyûk]: göğün en azma [Halkdili]: aynaz, azmak, bataklık,
yüksek yeri. azmak [Halkdili]: azma, aynaz, bataklık,
az 1 : gerekenden eksik, nakıs, en ~ [Azmak Mevkii, Azmak Çayı].
[en aşağı, asgari]: minimum, ~la azmetme [Arp.: azm + etme]: engelleri
yetinen: kanaatkar. yenme kararı.
aza [Arp.: > ? > â’za]: üye., azmetmek [Arp.: azm + etmek]:
azab [Arp.: > ? >]: bak. azap. engelleri yenmek.
aznavur [Gür.: aznauri]: iriyarı, irikıyım, neden olmak, sebep olmak, tevlit
sinirli. etmek, vücuda getirmek, üvey ~:
azoik [Yun.: aksoikos [αζωικός] > Fra.: babalık.
azoïque]: Jeoloji’de bir sistem. baba 2 [Far.]: 1.) baba, 2.) ata.
Azot [Yun.: aksoto [άζωτο] > Fra.: azote & babaç: iri, kocaman.
1.)
nitrogeon; N]: rengi, kokusu, tadı babaçko: iriyarı kadın.
olmayan kimyasal bir element, 2.) babafingo [İtl.: papafingo]: [Denizcilik]
Nitrojen. yelkenlilerde üç bölümlü direğin; en
azra [Arp.]: 1.) bakire, dokunulmamış, üstteki parçası, gabyanın üstünde
2.)
eldeğmemiş, [Yıldızbilim] başak bulunan en yüksek bölüm.
3.)
burcu, oluşmamış inci, 4.) Medine, babalık: üvey baba.
5.)
[A] el değmemeiş anlamına bir babayane [Far.]: 1.) babaerkil, 2.) baba
Müslüman ve Türk bayan adı. gibi.
azur [Far.: laceverd > lashuward > B.D.: babayani [Far.: babayane]: 1.) özgür ve
azure > lapis lazuli]: gökmavisi, rahat adam, 2.) gösterişi olmayan.
laceverd, lacivert, 1.) gökmavisi yada babayiğit: böke, cesur, civanmert,
buna benzer renk, 2.) mavi gökyüzü. kahraman, korkusuz, kostak,
========== B ========= şampiyon, yiğit kişi.
Babıali [Far.: Bâb-ı Âli]: 1.) Osmanlı
B 1 : Türk Abecesi’nin ikinci harfi, [B,
İmparatorluğu’nda Sultanlık Makamı,
b].
Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı ve
B 2 [İtl.: Bi]: İtalyan Abecesinin 2. harfi,
Millet Meclisi’nin bulunduğu yönetim
[B, b]. 2.)
merkezi [Sublime Porte],
B 3 [Rus.: Ve]: Rus Abecesi’nin 3. harfi,
İstanbul’da bir semtin adı.
[В, в].
Babil [Babylon, Babel]: Irak’ta bulunan
B 4 : [μπε: mpe]; Yunan Abecesi’nde
antik bir kentin adı.
Türkçe [B, b] harfinin yazılışı.
Babuşka [Rus.: ба́бушка]: 1.) yaşlı kadın,
ba 1 [Arp.: > ? >]: Arap Abecesi’nin 2.)
içiçe geçmiş kadın oyuncak.
ikinci harfi.
Babülesvak [Arp.: Babuzzukkak]:
ba 2 [Far.]: ile [ba dost: arkadaşla].
Cebelitarık Boğazı [The Sraits of
ba 3 [Arp.: > ? >]: 1.) iskandil, kulaç
Gibralter].
[açıkken iki kol arası ölçümü], 2.) asalet,
Babüssada [Arp.: Bab-ı Saadet]:
soyluluk.
İstanbul’daki Osmanlı sultanlarının
Baalbek [Fen.: Baal > Heliopolis]:
Harem Yapısı.
Lübnan’da Doğu Beyrut’ta bir yer.
bac 1 [Far.: bâc]: 1.) algı, harç, vergi, 2.)
Baas [Arp.: Hizbu-l ba’t-ü el arabiyye el
Osmanlı’da vergiler, 3.) şehre giriş
iştirakiyye]: Mısır, Suriye ve Irak’ta
vergisi, 4.) haraç, 5.) Osmanlı’da
1947’den itibaran radikal Araplarca
vergilerin toplantığı merkez yada bu
kurulan Arapa Sosyalist Partisi.
merkeze istinaden isimlendirilen yer
[Ba'th, Ba'ath, Baath Party].
veya semt.
bab 1 [Arp.: > ? > bâb]: 1.) bölüm, 2.)
Bac 2 [Paç, Baç]: İzmit, Kocaeli’de bir
alan, dal, sınıf, 3.) hürmet.
semt.
bab 2 [Arp.: > ? > bâb]: 1.) kapı, ana
baca [Far.: bâce]: 1.) havalandırma
kapı, 2.) devlet kapısı, saray, 3.) geçit,
çıkışı, penvere, 2.) duman yolu, 3.)
dağ geçidi, 4.) ruhani önder, başaziz.
yer altı yapılarında havalandırma
bab 3 [Arp.: > ? > bâb]: iyi şans, talih.
çıkışı, 4.) [Halkdili] çatı penceresi.
bab 4 [Far.: > ? > bâb]: değer, reva,
bacak [Far.: paçak]: [Bedenbilim] 1.) ayak,
uygun. 2.)
hayvan ayağı, küçük ayak, paça.
bab 5 [Far.: > ? > bâb]: 1.) baba, 2.)
bacanak: [Budunbilim] karıları kardeş
manevi baba.
erkekler.
baba 1 [>? ]: 1.) [Budunbilim] cet, ata, 2.)
bacar [Lat.]: şarap kadehi.
ibn, ibni, 3.) çocuğu olan erkek, 4.)
5.) bacban [Far.: bac + bân]: vergi
[Öztürkçe] ök, bir önektir, [Mecazi]
6.) toplayısıcı.
mafya babası, [Yapım] çatı direği,
7.) bacca [Lat.]: su kabı, su tası, su
[Denizcilik] kayık, vapur veya
teknesi.
gemilerin iskelede halat bağladıkları
baccalarius [Lat.]: bekar, geç adam.
demir yada beton çıkıntı, ~sı olmak:
Bacchanolia [Lat.: Bacchus + anolia ?]: badi 4 [Far.]: 1.) rüzgarla ilgili, havalı,
1.) 2.)
eski Roma ve eski Yunan dönek, kararsız,
2.)
Mitolojisi’nde Bacchus, şarap badire [Arp.: bdr > bâdire]: 1.) ani ve
3.)
tanrısı, Bacchus’a adanmış eski umulmadığı anda gelen olay, 2.)
Roma dinsel tören ve eğlencesi. beklenmedik olay, talihsizlik, 3.)
Bacchus [Lat.]: 1.) eski Roma ve eski doğaçlamadan söylenen sözler.
Yunan Mitolojisi’nde Dionysos, 2.) badya [Rum.: ?]: yayvan su kabı.
şarap tanrısı, 3.) Türkiye’de Çal’da baf 1 [Far.]: Farsça’da; -baf; dokuyan,
yaşadığı söylenir. işleyen anlamında bir sonek.
bacdar [Far.: bac + dâr]: vergi Baf 2 [Rum.: Pafos, Paphos [?] > Tür.]:
toplayısıcı. GKRY’de bir kent.
bacgüzar [Far.: bac + güzar]: oluşan Bafa [Bul.: Bapha]: Kril Abecesi’nde
vergi, ödeneeck vergi miktarı. yazılışı ile [Varna] kenti.
bacillum [Lat.]: küçük çubuk. Bafa Gölü [Rum.: Pafos, Paphos [?]]:
baç: bak. bac. Aydın ve Muğla arasında bir göl,
bad 1 [Far.: bâd]: 1.) [Evrenbilim] bar, [Çamiçi Gölü].
rüzgar, yel, 2.) hava, 3.) nefes, soluk, Bafra 1 [Rum.: Paphra [?]]: Samsun’un
4.)
inleme, inilti, sızlama. bir ilçesi.
bad 2 [Far.: bâd]: bak. bade. Bafra 2 [Rum.: Paphra [?] > Tür.]: bir
bad 3 [Far.: bâd]: -bad; olsun anlamında zamanların Tekel ürünü Birinci
bir sonek; [mübârekbâd: kutlu olsun]. Sigarası.
bad 4 [Arp.: bâ’d]: sonra. baga 1 [ÖzTür.]: i., genç.
badam [Far.]: bak. badem. baga 2 [?]: Hint irmiği.
badana [Fra.: badigeon]: 1.) elbise bagaj [Fra.: baggage]: 1.) büyük çanta,
astarı, 2.) duvar boyası. valiz, 2.) arabada valiz koyma
badas [Halkdili]: harman döküntüsü. bölümü.
badat [badet]: [Bitkibilim: ?] yer elması. baget [Fra.: baget]: 1.) bar, çubuk,
bade 1 [Far.: bâde]: 1.) olgun, olmuş, 2.) sopa, 2.) bir tür ekmek, 3.) bateri
bor, mey, şarap, 3.) kadeh, şarap vurma çubuğu.
kadehi. bağ 1 : 1.) bağlantı, ilişki, münasebet,
bade 2 [Arp.: bâ’de]: sonra. rabıta, 2.)
boyunduruk, esaret,
3.)
badegüsar [Far.: bâde + güsâr > kölelik, ayakkabı bağcığı, 4.) boyun
1.) 2.)
bâdegüsâr]: şarap içen, bağı, kravat, bir boyun ~ı: kravat,
bâdehar, badekeş, içki içen, şarap papyon, 5.) kadın bağı.
içen. bağ 2 [Far.]: 1.) üzümlük, üzüm
badehu [Arp.: bâ’dehu]: sonraları. bahçesi, 2.) bahçe, 3.) dünya,
badem [Far.: badam]: 1.) bir meyve, 2.) yerküre.
badem gözlü, güzel gözlü, payam, ~ bağa [Halkdili]: 1.) i., kaplumbağa, 2.) i.,
şerbeti: somata. deniz kaplumbağasının kabuğu, 3.) i.,
4.)
bademcik: [Bedenbilim] boğazda bir tümer, ur, s., deniz
bölüm. kaplumbağasının kabuğundan
badeperest [Far.: bâde + perest > bâde yapılma.
1.)
perest]: şarapsever, 2.) içkisever, bağban [Far.: bağ + bân > bağbân]:
alkolik. bahçivan.
badı hava [Far.: bâd + Arp.: hevâ > Far.: bağçe [Far.]: bahçe.
1.)
bâd-ı heva > badı hava [>bedava]]: bağçevan [Far.: bağçe + bân >
2.) 1.)
yerel yasalar, Osmanlı’da bir suçlu bağçebân]: bahçe gözetmeni,
2.)
yakalanıp yargılanınca, nereli bahçeyle ilgilenen, bahçeci,
oldğuna bakılmaz, 3.) Osmanlı’da bağban, bahçıvan.
reayadan alınan bir tür vergi, 4.) s., bağdaç: bak. bağdaş.
caba, bedava, karşılığı olmadan, bağdaşmak: uyuşmak.
ücretsiz, Bağdat [Arp.: Bagdad]: Irak’ın başkenti.
badi 1 [Halkdili]: ördek. bağı: afsun, füsun, büyü, sihir.
badi 2 [Arp.]: 1.) kaynaklanan, neden bağıl: bağımlı.
olan, 2.) başlayan, bir başlangıç, 3.) bağımlı: 1.) bağlı olan, 2.) [alkol, içki,
açık, bariz. siagra] müptela.
badi 3 [Arp.]: kısalda yaşayan, köylü. bağımsız: federe, muhtar, otonom.
bağıntı: görecelik, izafet. bahçe [Far.: bağçe ?]: i., 1.) sebze
bağıntı: ilinti. meybe ekili yer, bostan, 2.) avlu,
bağır: 1.) göğüs, sine, 2.) kalp, yürek, hanay, hayat, ~ duvarı: barı, bark,
3.)
[Bedenbilim] ciğer. çit, bakımsız ~: kelebe.
bağırsak [ÖzTür.: bağırsuk & bağarsak]: bahçıvan [Far.: bağçe + bân >
[Bedenbilim] bir iç organ, posa yolları, bağçebân]: i.,
1.)
bahçe gözetmeni,
~ları tutan zar: masarika, ~ bahçeyle ilgilenen, bahçeci, 2.)
Balkan: 1.) dağlık yer, sarp sıra dağlar, balya [İtl.: balia]: 1.) bohça, 2.)
2.)
Güney Doğu Asya. çemberle bağlı eşya yada yük, 3.)
Balkanlar [Osm.]: Arnavutluk, [Ticaret] denk.
Bulgaristan, Romanya, balye [İtl.]: bak. balya.
Yugoslavya’nın yer aldığı dağlık balyos [Lat.: bajulare > bailo > Rum.:
1.)
bölge. pailos & bailós [μπαιλός]]: (İtalya)
balkı: 1.) [Tıp] acı, ağrı, sancı, sızı, 2.) Venedik elçisi, 2.)
Osmanlı
[halkdili] güzel, parlak, süslü. İmparatorluğu zamanında Babıali
balkıma: i., şimşek çakma. çevresinde ikamet eden Venedikliler.
1.)
balkımak [Halkdili]: parlamak, Balyos Hanı [Lat.: bajulare > bailo >
2.)
parıldamak, şimşek çakmak, 3.) Rum.: pailos & bailós [μπαιλός] + hanı]:
4.)
(su) dalgalanmak, ağrımak, Osmanlı İmparatorluğu zamanında
sancımak. İstanbul Çemberlitaş’da tüm yabancı
Balkız [bal + kız]: bir Türk bayan adı. ülke temsilcilerinin bir arada
balkon [İtl.: balcon]: ayazlık, eyvan, bulunduğu yapı.
revak, sundurma, teras, taraça. balyoz 1 [İtl.]: bak. baylos.
ballandırmak: aşırı övmek. balyoz 2 [Rum.: barya & varyo [βαριά]
ballein [Yun.: ?]: 1.) atmak, fırlatmak, balyoz & varyos [βαριός] > Tür.]: ağır
2.)
yalan söylemek. çekiç.
ballıbaba: [Bitkibilim: Lamium] çok yıllık bam 1 [Halkdili]: esinti, bad, bar, rüzgar,
otsu bitki. yel.
ballista [Lat.]: fırlatıcı, mancınık. bam 2 [Far.]: 1.) dam, düz dam, 2.)
ballizein [Yun.: ?]: dans etmek. tavan, 3.) gün ağarması, sabah erkek
balmumu: 1.) baldan elde edilen mum, anlar, 4.) [Müzik] telli bir çalgının en
2.)
resmi evrakları mühürleme düşük sesli teli.
mumu. bambaşka: tamamen değişik olan.
balneum [Yun.: balaneîon [μπάνιο > bambu [Mal.: bambu > İsp. > B.D.:
βαλανείον] > Lat.]: hamam, kaplıca, bamboo]: mobilyacılıkta kullanılan
yunak. ağaca benzer, boğumlu tropik bir
balo [Lat.: ballere > İtl.: ballo]: [Sanat] kamış türü.
gece eğlencesi. bambul [?]: [hayvanbilim: Anisoplia
1.)
Baloma [Çng.]: Çingene dilinde austriaca] tarlalara zarar veren iri
Rumlar, Anadolu’da yaşayan Yunan bir tür arı, ekin zararlı böceği, 2.) kın
asıllılar. kanatlı zararlı bir böcek, 3.) bir tür ot.
balon [İtl.: palla > pallon]: 1.) içine hava bamgah [Far.: bam + gâh]: gün
üfürülen plastik torba, 2.) bir hava ağarırken, şafak, şafakta.
taşıtı,~ ağırlı: safra. bamteli [Far. + teli]: [Mecazi] ana konu,
Baloroman [Çng.]: Çingene dilinde rahatsız edici konu, kızdırıcı nokta.
Hiristiyan Çingeneler. bamya [Arp.]: 1.) [Bitkibilim: Hibiscus
2.)
balözü: nektar. Esculentus] bir tür sebze, okra,
balsam [Arp.: besam & Yun.: balsamon [Argo] pipi, pipi kadar ufak.
[βάλσαμον] > Fra.: balsam]:
1.)
pelesenk bamye [Arp.]: bak. bamya.
ağacı ve bundan elde edilen sakız ve ban 1 [Far.]: [Bitkibilim: Hosciamus Niger]
merham, 2.) akındırık, akma, çam banotu.
sakızı, reçine. ban 2 [Sırp. + Hırv.]: 1.) bir unvan, 2.)
balsamon [Yun.: βάλσαμον]: bitki ve Macar prensi.
çiçeklerin kokulu ve tatlı özü. ban 3 [Far.]: Farsça’da –ban; 1.) bakan,
2.)
balta [ÖzTür.: baldu & baltu]: nacak. ilgilenen, koruyan, –cı, -ci, -cu, -cü
baltalık: 1.)
içinde bir köyün anlamına gelen bir sonek, [bağban:
bulunduğu ve köylülerin ağaç kesme bağcı].
hakkı olan ormanlık alan, 2.) ağaçlık, ban 4 [Fra.]: yargı, yargı alanı.
çalılık, küçük koru. banak 1 [Erm.]: etsuyuna bandırılmış
balteus [Lat.]: kemer, kayış. ekmekle yapılan bir tür yemek.
Baltık [?> Baltic]: Baltık Denizi ve banak 2 : ekmek parçası.
Baltık Ülkeleri. banal [Fra.: banal]: 1.) köylü işi, 2.) adi,
baltrap [İng.: ball-trap]: i., 1.) top-atıcı, herkesin kullandığı.
2.)
[Atıcılık] plaka atıcısı.
bar 11 [Far.]: 1.) kabul, kabul resmi, barbaros 1 [Lat.: barba > İtl.: barba +
kur, 2.) gösteriş, tantana, 3.) giriş izni, rosa]:
1.)
kızılsakal, 2.) kızılsakallı.
2 1 1.)
izin, kabul, müsaade. Barbaros [İtl.: barbaros ]:
bar 12 [Far.]: defa, kez, sıra, zaman. İtalyanların Kaptan- Derya Hayrettin
bar 13 [Arp.]: 1.) doğru, hak, yerinde, 2.) Paşa’ya kızıl sakalından dolayı
kibar, nazik, şefkatli, 3.) [Hukuk] taktıkları lakap, 2.) Osmanlı Padişahı
yeminine uygun, 4.) doğru söz, Sultan Muhteşem Süleyman
doğrucu konuşan. zamanında Kaptan-ı Derya Kızılsakal
bar 14 [Arp.: ba’r]: tezek. Hayrettin Paşa.
bar 15 [Dan.]: çıplak, darasız. Barbaros 3 [İtl.: barbaros2]: İstanbul
bar 16 [Far.]: Farsça’da –bar; bolluk Beşiktaş’ta bir semt adı.
içinde, - ile dolu yer, -ile dolu, geniş Barbaros 4 [İtl.: barbaros2]: bir Türk
anlamında bir sonek [rudbar: geniş erkek adı.
5
ırmak, ırmakları bol, ırmaklarla dolu]. barbaros [Rum.: βάρβαρος]:
bar 16 [Far.]: Farsça’da –bar; yağan, bilinmeyen, el, ilkel, tanınmayan,
boşalan, gark anlamında bir sonek vahşi, yabancı.
[eşkbar: gözyaşlarına bürünmüş]. barbekü [İsp.: barbacoa > Fra.:
1.)
barabar [Halkağzı]: beraber. barbecue]: şömine benzeri yerde
Barabellum [Alm.: ?]: 1.) Alman malı pişirilen dumanda et, 2.) bahçede
otomatik tabanca, 2.) bir eski zaman mangallı et partisi.
Alman yapımı tabanca, 2.) Makaralı barbunya [Rum.: mparmpounia &
1.)
Barabellum, ?. barboúnia [μπαρμπούνια] > Tür.]:
baradi [?]: [Tiyatro] en üst balkon. [Bitkibilim: Mullus barbatus] bir tür balık,
baraj [Fra.: barrer > barrage]: 1.) su seti, 2.)
[Bitkibilim: ?] fasulyegillerden kırmızı
büyük su rezervuarı, 2.) haketme renkli, kabuklu bir sebze türü.
sınırı, 3.) engel, ket, set, 4.) [Spor] barbut [İtl.: barba > barbuto]: 1.)
engelleme. iskambil ouon kağıdında papaz,
barak 1 [Halkdili]: 1.) uzun tüylü köpek, sakallı, 2.) [Mecazi] bir çeşit kumar
2.)
av köpeği. oyunu.
Barak 2 [İbr.: ?]: bir Yahudi erkek adı. barca [Lat. > İtl.]: bak. barka.
baraka [İtl.: barraca]: 1.) kulübe, 2.) barça [İtl.: barza]: [Denizcilik] 1.) Orta
eğreti yapı, kurum, tahta ~: salaş, Çağ’da kullanılan kürekli ve yelkenli
baran 1 [Halkdili]: 1.) bağ kütüğü dizisi, taşıma gemisi, 2.) Kalyon türünden
2.)
karık, sabanın açtığı iz, tahta yada küçük savaş gemisi, 3.) küçük kayık.
metalin üzerine açılan ince oluk. barda [İtl.: ?]: 1.) çekiç, 2.) [Teknik] fıçıcı
baran 2 [Far. > Kür.]: 1.) rahmet, keseri,
yağmur, 2.) [Mitoloji] Allah’ın ruhunun bardacık: 1.) küçük bardak, kupa, 2.)
yeryüzne boşalması, 3.) [B] yağmur [Mecazi] tatlı yaş incir,
anlamına bir İran, Kürt ve Türk erkek bardak [ÖzTürk.: bart]: 1.) su içilen kap,
2.)
adı. su kabı, 3.) camdan bir kap.
barata [İtl.: baretta]: 1.) dokumadan bir barem [Fra.: barème]: 1.) sayısal
tür başlık, 2.) Osmanlı’da leylak basamak çizelgesi, 2.) [Saymanlık]
renginde bir başlık türü. maaş çizelgesi, skala.
barba 1 [İtl.]: yaşlı Rum meyhanecisi, barfiks [Fra.: barre + fixe > barrefixe]: 1.)
barba 2 [Lat.]: sakal. sabit çubuk, 2.) [Spor] bir spor gereci,
barbakan [Fra.: barbacane]: kaledeki ok Sabit demir çubuklu bir spor gereci.
atma yeri, bargir [Far.]: 1.) bir yükü taşıma, 2.)
barbar [Rum.: barbaros5 [βάρβαρος] > yük hayvanı, yük atı veya beygiri.
Fra.: barbare]:
1.)
ilkel, iptidai, vahşi, barı [Halkdili]: bahçe duvarı, bark, çit.
yabancı, 2.)
acımasız ve vahşi olan. barındırma: ibata, saklama, yatacak
barbarizm [Yun.: barbaros5 + ismos > yer saplama.
[βαρβαρισμός] > Fra.: barbarisme]: barındırmak: ibata etmek, saklamak,
vahşilik. yatacak yer sağlamak.
barbarlık [Yun.: barbaros5 [βάρβαρος] > barış: 1.) hazar, sulh, 2.) savaşın
Fra.+ lık]: acımasızlık, vahşet, olmadığı zamanlar, 3.) [B] bir Türk
vahşilik. erkek adı.
basık: 1.) yüksek olmayan, 2.) alçak, basur [Arp.]: [Tıp] egzama, hemoroit,
pat, pıt, yassı. mayasıl.
basım: basma işi. baş: 1.) [Bedenbilim] kafa, ser, 2.)
basımevi: matbaa. [Bitkibilim:] düğüm, bir bitkinin çiçek
basın: matbuat. soğanı, yada soğan, 3.) (peynir) topağı,
4.)
basınçölçer: barometre. (ham şeker) topağı, çile, ip yada yün
5.)
basınçyazar: barograf. çilesi, kangal, [Hayvan] baş, adet,
6.)
basil [Lat.: bacillum > Fra.: bacillus, Tıp]: doruk, tepe, yığın, zirve, 7.)
8.)
çubuk biçimli bakteri türü. [Denizcilik] baş, ön, pruva, başlama,
9.)
basileus [Yun.: [βασιληυς ?]]: baş, bey, başlangıç, ilk, kaynak, pınar,
hünkar, kral, kayser, reis. nehrin başlangıcı, 10.) bölümbaşı,
basilike [Yun.: βασιλική]: 1.) hünkara ait, paragraf, 11.) uç, son [baştanbaşa], 12.)
krala ait, 2.) saray. baş, başbuğ, emir, lider, mir, önder,
basiliki [Rum.: vasiliki: βασιλική]: hünkar, reis, 13.) [Güreş] birinci derece, 14.)
15.)
kral, kayser. [Ticaret] acyo, para farkı, –de, -da,
basiret [Arp.]: 1.) açıkgözlülük, akıl, kenarında, yanında, yakınında, ~
anlayış, bude, ihtiyat, sağduyu, kaldıran: asi, ~tan çıkarma: ayartı,
sağgörü. 2.) dikkatli, duyarlı, hassas, ~a bağlanan mendil: bandana, ~a
3.)
alarm, sinyal, uyarı, 4.) [B] dikkatli,
kakma: azarlama, paylama, takaza,
duyarlı anlamında hassas, bir bayan
tekdir, ~tan çıkartma: ayartma,
adı.
basiret [Arp.]: 1.) görü, öngörü, 2.) ~tan kıça kadar [Denizcilik]: geminin
anlama, idrak, kavrama, 3.) anlama gerisinden başına dek, ~tan
yetisi. çıkartmak: ayartmak, yoldan
basis [Yun.: βάσις]: temel, esas, çıkartmak.
faraziye, teori. başabaş: eşit, aynı düzeyde.
basit [Arp.: ? > basît []]طيسب: 1.) adeta, başağrısı: 1.) [Tıp] baştaki ağrı, 2.)
adi, bayağı, sıradan, 2.) kolay, dert, sorun.
Bask [Basque]: İspanya’da Basque asıllı başak: 1.) buğday kesesi, 2.) [B] bir
ulus ve bu bölge. Türk bayan adı, 3.) Başak Burcu,
basketbol [İng.: basketball]: [Spor] özel [Virgo], ~ tanesi: buğday.
çizgilerin yer aldığı, dar bir alanda ve alanın iki başakçık: küçük başak.
ucunda yer alan direklerdeki küçük filelere
topun atılmasıyla oynanan bir oyun.
başarı: muvaffakiyet.
baskı: 1.) baskı altında tutma, 2.) bası, başarısız: muvaffakiyetsiz, ~ sonuç:
pres, tab, 2.) sürüm, bir ~ türü: tipo, başarısızlık, bozgun, fiyasko,
ön ~: prova, hezimet, muvaffakıyetsizlik, yenilgi.
başarısızlık: başarısız sonuç, bozgun,
baskıcı: müstepit, tiran.
fiyasko, hezimet, muvaffakıyetsizlik,
baskül [Fra.: bascule]: kantar, tartı,
yenilgi.
terazi,
başbakan: başvekil.
basma: [Dokuma] 1.) desenli pamuklu
başbuğ [baş + buğ]: baş, bey, buğ,
kumaş, 2.) Amerikan bezi, patiska,
hakan, imparator, kral, lider, önder,
pamuklu bez.
1.) 2.) reis, sultan, yönetici, 2.) [B] MHP’nin
basmakalıp: baskılı-kalıp,
parti başkanı; merhum Alparslan
stereotip, çok sıradan, klişe.
Türkeş.
Basra [Arp.]: Irak’ta Şiiler için önemli
başçavuş: 1.) Osmanlı’da Yeniçeri
bir kent.
Ocağı’nda bir rutbeli subay, 2.)
basso [İtl.]: [Müzik] ek kalın erkek sesi,
[Askeriye] kıdemli çavuş.
bassus [Lat.]: en alçak, en aşağı, en
başdefterdar [baş + defter + dâr]:
düşük.
Osmanlı İmparatorluğu’nda Maliye
bastıbacak [mıstı bacak]: küçük
Bakanı.
bacaklı.
başeski: 1.) Osmalı’da Yeniçeri Ordusu
bastık: [Gıda] pestil. 2.)
subayı, Osmanlı’da Sultan
bastırma: bak. pastırma.
Sarayı’nda beyaz cariyelerin yetkili
baston [İtl.: bastone]: 1.) çubuk,
subayı, 3.) bir malikanede en kıdemli
değnek, 2.) asa, değnek, kaba ~:
kimse, 4.) bir işte en kıdemli kimse.
asa.
başıboş: avara, avare, azade, aylak, bat 1 [halkdili]: 1.) ağaç kama, besi,
atıl, boş, haylaz, hayta, işsiz, kaskı, takoz, 2.) kurşun boruların
nabekar, serseri, tembel. ağzını açmakta kullanılan, şimşir
başka: öteki, sair, ~ yerden gelmiş: ağacından yapılma, ucu sivriltilmiş
alışılmamış, garip, görülmemiş, ilk bir tür tıpa.
defa görülen, tuhaf, yabancı, yeni. bat 2 [Arp.]: i., 1.) ördek, 2.) şarap
başkalaşma: biçimini değiştirme, kadehi.
metamorfoz, şeklini değiştirme. batak 2 : i., 1.) çamurlaşmış toprak, 2.)
başkalaşma: biçimini değiştirmek, [Mecazi] iflas.
şeklini değiştirmek, tekamül etmek. batak 2 [Halkdili]: i., [Tıp] zatürre.
başkalaşım: evrim, gelişme, tekamül. bataklık: i., azma, azmak, ~ gazı:
başkalık: ayrım, fark. metan.
başkan: bey, emir, hakan, han, batar: i., [Tıp] zatüree, zatürre.
imparator, kaan, kayser, kral, lider, batarya [İtl.: batteria]: i., 1.) [Askeriye]
mir, önder, reis, ser, sultan, şah, en küçük topçu birliği, 2.) savaş
şeyh. gemilerinde, güvertedeki top dizisi,
3.)
başkent: başşehir, payıtaht. [Fizik] bir yada birden fazla dizilmiş
Başkırdistan: Orta Asya’da bir Türk pillerin yer aldığı güçlü enerji gereci.
devleti [Bashkiria]. bateri [Fra.: batterie]: i., [Müzik] vurmalı
Başkırt: Orta Asya’da bir Türk ulusu, çalgılar, davul.
[Bashkir]. bathys [Yun.: βαθυσ]: derin.
başlama: girişme, yapmaya koyulma, batı 1 : güneşin battığı yön, [Occident,
~ noktası [Futbol]: santra. West].
başlangıç: ilk baştan, başlangıcı Batı 2 : 1.) dar anlamda Avrupa, 2.)
olmayan: eski, ezeli, kadim. geniş anlamda gelişmiş Avrupa
başlık: 1.) kafaya giyilen giysi, ~ ülkeleri ve ABD.
türleri: Bone, Kalpak, Karmaskesi, Kasket, batıl [Arp.: ? > bâtıl]: asılsız, geçersiz.
Kefiye, Kep, Maske, Poşu, Şapka, Tolga batın 1 [Arp.: btn > bâtın]: 1.) giz, içteki
(Tovulga), çelik ~: miğfer, tolga, insan, suhan, varlık, sır, 2.) dahil, iç,
sağlam ~: kask, 2.) gazete başlığı, içe doğru, içte olan, 3.) [Mistik] Allah,
Tanrı, Yaratıcı.
manşet, 3.) resmi evraklarda logo,
batın 2 [Arp.: btn > batn]: 1.) karın,
makam adı ve adresin yer aldığı
mide, rahim, 2.) gebelik, gebelik
kısım, antet, 4.) [Sosyoloji] kız alırken
süresi, 3.) bilinemeyen, gizli olan,
verilen bahşiş.
örtülmüş olan, saklanmış olan.
başmak: ayakkabı, terlik, yemeni.
batıni [Arp.: btn > batınî]: iç, gizli,
başmakçı: ayabbabıcı, yemenici.
herkesça anlaşılmayan ve
başmuharrir [baş + Arp.: muharrir]: b.i.,
bilinmeyen.
başyazar.
Batıniye [Arp.: btn > batınîye]: Kuran-ı
başörtüsü: b.i., dastar, eşarp, türban.
Kerim’in gizli anlamları üzerinde
başrol: b.i., başoyuncunun rolü.
yoğunlaşan bir mezhep kolu ve bu
başsağlığı: b.i., taziye.
kolda yer alanlar.
başşehir: b.i., başkent, payıtaht.
batik [Mal. > Fra.: batique]: 1.) mumla
baştanbaşa: bir uçtan diğer uca dek,
kaplanmış parçalar üzerine boyayla
bir başta diğer uca kadar.
yapılmış desenleri bulunan bez yada
baştanımazlık: b.i., anarşizm.
kumaş, 2.) kağıt süsüleme sanatı.
baştankara: b.i., [Kuşbilim: Parus maior]
batimetre [Yun.: bathys [βαθυσ] + metron
renkl, kısa gagalı, ötücü bir kuş. [μέτρον] > bathymetro [βαθύμετρο] > Fra.:
baştansavma: b.i., gelişigüzel, bathymètre]:,
1.)
derinlik ölçer, 2.) su
özensiz, yada deniz deriniliği ölçer,
baştarda [İtl.: bastarda]: i. 1.) ? 2.) derinlikölçer.
Osmanlı donanmasında, kadırga batiskaf [Yun.: bathys [βαθυσ] + skaphe
türünden bir çeşit savaş gemisi. [σκάφος] > [βαθυσκάφος] > B.D.:
başvekil [baş + Arp.]: b.i., başbakan. bathyscaph & bathyscaphe]:
1.)
derinlik
başyapıt: b.i. şaheser. kayığı, 2.) kablo ve başka bağlantılar
başyazar: b.i., başmuharrir. olmadan derin deniz diplerini
incelemede kullanılan bir araç.
bedestan [Far.: baz + istan > bazistan]: behi [Arp.]: 1.) çekici, güzel, zarif, 2.)
1.)
dokuma ve kumaşçılar çarşısı, 2.) mükemmel.
İstanbul Kapalı Çarşı’da yan yana behic [Arp.]: 1.) neşeli, 2.) güzel, parlak
dükkanların yer aldığı kısımlar, 3.) renkli, 3.) [B] neşeli ve güzel
değerli malların konulduğu, üstü anlamına bir erkek adı.
kapalı ve yangına dayanımlı bölüm. behime [Arp.]: dört ayaklı hayvan.
bedesten [Far.]: bak. bedestan. behiye [Arp.]: çekici, güzel, zarif
bedhah [Far.: bed + hah > bedhah]: 1.) anlamında bir bayan adı.
başkasının kötülüğünü isteyen, 2.) behlül [Arp.: bühlül > behlûl]: 1.) neşeli,
kötü talihli, şansız, talihsiz. şakrak, 2.) [B] neşeli, şakrak, şen
bedi 1 [Arp.]: 1.) yeni, yenilik, 2.) ilginç, anlamında bir erkek adı.
görülmüş duyulmuş şey değil, 3.) [B] Behram [Far.]: 1.) Pers kökenli Sasani
bulan, yaratan, yaratıcı. kralının adı, 2.) Eski Pers inancında
bedi 2 [Arp.]: başlangıç, ilk. bir meleğin adı, 3.) Mars, Merih
bedi 3 [Arp.]: konuşma sanatı. yıldızı, 4.) bir İran ve Türk erkek adı,
bedi 4 [Far.]: kötülük. [Merih].
bedi 5 [Arp.]: 1.) başlangıç, ilkay behzad [Far.: bihzâd]: 1.) doğuştan asil,
2.)
anlamına. [B] doğuştan asil anlamında bir
bedi 6 [Arp.]: Bilecik, Gölpazarı’na bağlı İran ve Türk erkek adı.
bir köy. beis [Arp.: be’s1]: 1.) kötülük, zarar,
bedia [Arp.]: 1.) sanat oluşumu, 2.) ziyan, 2.) engel, uymazlık, ~ yok:
ilginç şey, yenilik, 3.) [B] yenilik zararı yok!
anlamına bir bayan adı.. bej [Fra.: beige]: sarıya çalan
bedii [Arp.: bedi2]: 1.) güzel konuşan, 2.) kahverengi,
[B] güzel konuşan anlamında bir Bejaia [Arp.]: Cezayir’in liman kenti >
Müslüman ve Türk erkek adı. Fra.nsızca Bougie.
bediiüzzaman [Arp.: bedii-üz-zaman]: bek 1 : 1.) katı, sert, sağlam, 2.) dikkat,
zamanın en iyi konuşanı. gözetleme.
bedik: Kazak’larda hastalık töreni, bek 2 [İng.: back, Spor]: futbolda geri
bedir 1 [Arp.: bedr]: dolunay. oyuncusu.
Bedir 2 [Arp.: bedr]: Suudi Arabistan’da, beka [Arp.: bekâ]: kalıcılık.
Mekke’nin güney-batısındaki, Hz. bekar 1 [Arp.: bekâr]: evli olmayan.
Muhammed’in önderliğinde yaşanan savaşın
bekar 2 [Far.: bekâr]: 1.)
çalışan,
yer aldığı kent, [Badr].
işbaşında, işi olan, iş yapan, 2.)
bednam [Far.: bed + nâm]: kötü isim.
avantajlı, yararlı.
bedr [Arp.]: 1.) dolunay, 2.) yakışıklı 1.)
3.) bekaret [Arp.: bekâret]:
genç, Suudi Arabistan’da,
dokunulmamışlık, eldeğmemişlik, 2.)
Mekke’nin güney-batısındaki, Hz.
erdemlik, kızlık.
Muhammed’in önderliğinde yaşanan
bekas [Fra.: bécasse]: [Kuşbilim: ?] çulluk.
savaşın yer aldığı kent.
bekçi: bir yerin güvenliğini üstlenen,
bedri [Arp.: bedrî]: 1.) 2.) [B] yakışıklı
genç anlamına bir erkek adı. bekleyen, göztleyen, gece ~si: ases.
begonvil [Lat.: bougainvillea, bekir [Arp.]: 1.) sabahları erken kalkma
bougainvillaea]: beyaz, mor yada alışkanlığı olan, erken kalkan, 2.) [B]
kırmızı renklerde çiçekelr açan ağaçsı sabahları erken kalkan anlamında bir
tropik bir süs bitkisi. erkek adı.
begonya [M. Begôn > begonia, Bitkibilim]: beklenti: umma, umut, ümit.
[Bitkibilim: ?] süslü yaprakları ve bekmez: bak. pekmez.
gösterişli çiçekleri olan tropik bir bekr [Arp.]: 1.) iki yaşından beş yada
çiçek. dokuz yaşına dek genç deve, 2.) [Ebu
beğ: bak. bey. Bekr], bak. Ebu Bekir.
beğenme: hoşlanma, sevme, kendini bekri [Arp., Argo]: 1.) ayyaş, esrik,
~: gurur, haddini bilmeme, kibir, kafası iyi, sarhoş, sermest, 2.) bir
tipleme,
küstahlık.
bel 1 [ÖzTür.]: 1.) iki dağ arasındaki
beğenmek: hoşlanmak, sevmek,
giriş, 2.) [Bedenbilim] karınla kaça arası
kendini beğenmiş: kakavan,
bölüm, 3.) meni, sperm.
behane [Far.]: bak. bahane.
Bengal [Hin.]: i., Hindistan’da bir ber 6 [Arp.]: 1.) doğru, dürüst,
bölge. güvenilir, inanılır, 2.) [B] Tanrı.
bengi 1 : i., bir tür halk dansı. ber 7 [Arp.]: 1.) bir oluş, bir yaratış, 2.)
bengi 2 [Far.]: 1.) banotu benzeri bir yükümlülük ve suçtan özgür, den
uyuşturucu içerikli nektarlara azade, özgür, serbest, tehlikeden
2.)
alışkanlık kazanmış olan, uzak.
banotuyla ilgili olan. ber 7 [Far.]: Farsça’da –ber; içinde,
bengi 3 : ebedî, hep kalacak olan, sonu üstünde yada –eye göre anlamında bir
olmayan, ölümsüz. önek.
Bengisu [bengi3 + su]: i.t., 1.) abuhayat, ber 8 [Far.]: Farsça’da –ber; taşıyan,
sonsuzluk suyu, yaşam suyu, 2.) ö.i., tutan anlamında bir önek.
[B] bu anlamda bir bayan adı, [Aqua bera [Arp.]: bir tehlikeden özgür,
Vitae]. serbest yada uzak.
beni [Arp.]: Arapça’da –beni; 1.) -nın beraat 1 [Arp.: beraet’in çoğulu]: 1.)
oğulları, 2.) Oğulları anlamına gelir, günahsızlıklar, masumiyetler,
[Beni Abbas: Abbasiler]. suçsuzluklar, 2.) aklanma, bir
benin [Arp.]: ç.i., oğulları, çocukları. yükümlülük, suç yada suçlamadan
beniz: i., yüz, yüzün rengi. aklanma ve kurtulma, temize çıkma.
2
benlik: i., ego, id. beraat [Arp.]: mükemmellik,
bent 1 [Arp.: bend1]: i., su biriktirme üstünlük.
seti. beraber [Far.]: 1.) birlikte olma, bir
bent 2 [Arp.: bend2]: 1.) paragraf, araya toplanma, 2.) bir düzeyde
madde, 2.) gazete makalesi, 3.) bir bulunma, eşit, yenişememe.
şiirde her bir bölüm. beraberlik [Far. + lik]: 1.) birlik, 2.)
benu: bak. beni. yenişemem.
benun: bak. benin. beraet [Arp.]: [Hukuk] günahsız,
benzen [Arp.: lubân jâvi [> ]نابل يواج kurtuluş, masum, suçsuz.
benzoin]: [Kimya] boya işlerinde berat 1 [Arp.: beraet]: 1.) aitlik belgesi,
kullanılan ve kömür katranından elde patent, ayrıcalık belgesi, imtiyaz, 2.)
edile alev alıcı bir sıvı. [B] ayrıcalıklı, seçkin anlamına bir
benzer: aynı, benzer, emsal, eş, ikiz, erkek adı, [Seçkin].
koşa, menent, tıpkı, tıpkısı, tıpatıp. Berat 2: Arnavutluk’ta bir kent adı.
benzetme: 1.) imitasyon, sahte, taklit, berbad [Far.]: bitmiş, darmadağın,
2.)
[Mecazi] azarlama, 3.) [Mecazi] tükenmiş.
dövme, patak. berbat [Far.: berbad]: 1.) çok kötü, kirli,
benzin [Arp.: lubân jâvi [> ]نابل يواج pis, 2.) kirlenmiş, pislenmiş.
Fra.: benzine]: [Kimya] petrolden elde berber 1 [Lat.: barba > İtl.: barba >
1.)
edilen ve araçlarda yakıt olarak barbiera & Fra.: ber + ber > berber]:
kullanılan uçucu ve çabuk alev saç-sakal kesme yada tıraş etme
alabilen bir sıvı. dükkanı, 2.) elaynası, 3.) armut
benzoin [Arp.: lubân jâvi: ]نابل يواج: 1.) biçimli.
2.)
Java özü [Kimya] ilaç ve koku işinde Berberi 2 [Amazigh & Imazighen]:
kullanılan bazı tropik Asya Kuzeybatı Afrika’da yaşayan ve
ağaçlarından elde edilen reçine. “özgür insanlar” olarak da bilinen bir
benzol: bak. benzen. halk.
ber 1 [Far.]: 1.) göğüs, meme, 2.) berduş [Far.]: 1.) omuzlarda, 2.) [mecazi]
bağrına basmak, kucaklamak, 3.) işsiz,güçsüz, serseri.
bellek, hafıza, 4.) meyve, ürün, 5.) bere 1: [Tıp] bertik, çürük, ezik, yara.
bölge, ülke, yer. bere 2 [Far.]: 1.) kuzu yavrusu, hayvan
ber 2 [Far.]: Farsça’da –ber; 1.) doğuran, yavrusu, 2.)
Koç burcu, Koç
2.)
hasıl eden, oluşturan, mahsül veren, Takımyıldızı.
4.)
getiren, götüren, nakleden, taşıyan, bere 3 [Fra.: béret]: [Giyim] bir tür yün
ulaştıran anlamlarına bir sonek. örme başlık.
ber 3 [Far.]: üstün. bereket [Arp.]: 1.) artış, bolluk, çokluk,
ber 4 : süt-sağma çubuğu. verim, 2.) ihsan sunum, ilahi lütuf.
ber 5 [Arp.]: 1.) arazi, kıta, 2.) ıssız yer, bereketli [Arp. + li]: münbit, verimli,
çöl. yaratıcı.
beren [?]: 1.) kuzu yavrusu, 2.) [B] deve güreşi, 3.) Artvin yöresinde eski
narin ve sevimli anlamına bir bayan bir halk oyunu.
adı. berrak [Arp.]: 1.) duru, temiz, 2.)
berfin [?]: 1.), 2.) [B] bir bayan adı. aydınlık, parlak, yanıp sönen ışık, 3.)
Bergama [Rum.: Pergamon, Pergamum]: [B] bir bayan adı, [Duru].
İzmir’e bağlı antik ve tarihi bir bertaraf [Far.: ber + taraf > bertaraf ?]:
yerleşim yeri. ayırma, ikiye bölme, tarafsızlaştırma,
bergamot [Tür.: beyarmudu > Fra.: ~ etmek: ayırmak, ikiye bölmek,
bergamote]: [Bitkibilim: Citrus bergamia] tarafsızlaştırmak.
1.)
turunçgillerden bir ağaç, 2.) bunun bertik: [Bedenbilim] bere, çürük, ezik,
meyvesi. yara,
berhava [Far.: ber + hava > berhava]: 1.) beryllos [İbr.: yhlm > Yun.: ?]:
havada duran, havada tutunan, 2.) denizmavisi, zümrüt, kristal.
boşa gitme, havaya uçma. beryllus [İbr.: yhlm > Yun.: beryllos >
berhudar [Far.: berhordar, berhurdar]: Lat.]: denizmavisi, zümrüt, kristal.
başarılı, bolluk içinde, mutlu, ~ bes 1 [Arp.: be’s]: 1.) beis, kötülük,
olmak: Allah seni korusun ve zarar, ziyan, 2.) cesaret, erk, güç,
saklasın. kuvvet, yiğitlik.
beri 1 : 1.) buraya, daha yakına, bes 3 [Arp.]: 1.) ayırma, dağıtma,
yakına, 2.) den beri. parçalarına ayırma.
beri 2 [Arp.]: Arapça’da beri; 1.) -den bes 3 [Far.]: 1.) dikkat et!, yeter!, yetti
2.)
özgür, -den azade, masum, suçsuz, artık!, 2.) bol, çok yeterli, çok, fazla,
dürüst, kusursuz, her tür kötülük, mebzul.
yanlış ve hatalardan özgür. besbelli: apaçık, bedahet.
beri 3 [Arp.]: biçilmiş, kesilmiş, biçim Beserabya [Bassarab]: 1.) Ukrayna ve
verilmiş, şekle sokulmuş. Moldova arasında bulunan ülke, 2.)
beria [Arp.]: 1.) 2.) [B] çok güzel kadın 113’lerde osmanlı İmparatorluğu’na
anlamında bir bayan adı. bağlı, [Bucak].
beriki: en yakın olanı. besi 1 : yağlandırıcı, semizletici.
Berilyum [Lat.: beryllus > beryllium > besi 2 : ağaç kama, bat, kaskı, takoz.
Fra.: beryllium: Be]: [Kimya] alaşımların besi 3 [Far.]: bol, çok, fazla, mebzul.
oluşturulmasında kullanılan ender besici: sığır satııcı.
bulunur sert bir kimyasal metal besim [Arp.]: 1.) güleç, neşeli, 2.) [B]
element. güleç ve neşeli anlamında bir erkek
berk 1 : katı, pek, sert. adı..
berk 2 [Arp.]: 1.) ışık, ışık patlaması, 2.) besin: gıda.
kılıç. beslek: ahretlik, hizmetçi.
berk 3 [Arp.]: 1.) yatmakta olan deve besleme: 1.) semirtme, 2.) eve yatılı
sürüsü, 2.) devenin yattığı yanı, 3.) alınan hizmetçi kız yada kadın.
meme. beslemek: doyurmak, yedirip içirmek,
Berk 4 : bir erkek adı. besmele [Arp. > Tür.]: Bismillah: Allah’ın
berkemal [Far.: berkemâl]: harika, adıyla.
mükemmel. bessam [Arp.]: 1.) çok gülen, çok
Berlin: Almanya’da bir kent adı. neşeli, 2.) [B] çok gülen ve çok neşeli
Bermuda 1 : [Evrenbilim] Atlantik’te bir anlamında bir erkek adı..
ada. best [Far.]: ?
bermuda 1 [Fra.]: 1.) Bermu’dan, 2.) beste [Far.]: 1.) aynı melodik pasajla
[Giyim] kısa dar pantolon, devam eden dört diziden oluşan bir
berna [Far.]: 1.) delikanlı, genç adam, ses uyuşumu, 2.) iki beyit yada iki
genç, 2.) güzel, zarif, 3.) [B] güzel ve mısradan oluşan bir şiir türü.
2 1.)
zarif anlamında bir İran ve Türk beste [Far.]: bağlanmış,
2.)
bayan adı, []. tutturulmuş, engellenmiş, bloke
berobana [Gür.: ber-i obana (obina) > edilmiş, 3.) sorumluluk ve yükümlülük
1.)
berikaoba > Halkdili: berobana]: altında, 4.) taze meyvelerden elde
maskaralar alayı, hayvan maskeli edilmiş, 5.) büyülenmiş, bağlanmış,
maskara, 2.) Artvin, Şavşat’ta bir tür 6.)
[B] büyülenmiş, bağlanmış
anlamına bir bayan adı..
besteci [Far.: beste + ci]: bestekar, bakire, 3.) [B] Hz. Muhammed’in kızı
kompozitör, şiirlerden şarkı Fatma, Hz. Meryem, 4.) [B] Hz.
melodileri üreten. Muhammed’in kızı Fatma veya Hz.
bestekar [Far.: beste + kâr]: besteci, Meryem anlamında bir bayan adı.
kompozitör, şiirlerden şarkı bevli [Arp.: bevlî]: 1.) [Ruhbilim] işeme
melodileri üreten. rahatsızlığı, 2.) [Tıp] idrar, işeme,
bestia [Lat.]: iri, dört ayaklı herhangi üreyle ilgili.
bir hayvan. Bevliye [Arp.: bevlîye]: [Tıp] 1.) idrar
beş: beşinci sayı. yolları bilimi, 2.) Üroloji.
beşbıyık [beş bıyık]: [Bitkibilim: Mespilus bevliyeci [Arp.: bevlîye + ci]: [Tıp]
germanica]döngel, muşmula ürolog,
beşer 1 : beşi bir arada. bey 1 : 1.) erkek, 2.) baş, başbuğ, emir,
beşer 2 [Arp.]: insanlık. lider, mir, önder, reis, 3.) ayal, eş,
beşeri [Arp.: beşerî]: insanoğluyla ilgili. koca.
beşeriyet [Arp.: beşerîyet]: insanlık. bey 2 [Arp.]: pazarlık, satış, satınalma.
beşgen [Geometri]: beşköşeli, beya [Arp.: bey’a]: 1.) satış, satınalma,
2.)
pentgram. bir pazarlığı sonlandırma için
beşibirlik: [Takı] beş altının bir arada elsıkışma, 3.) birinin egemenliğini
üretildiği bir tür altın. kabul için el uzatma.
beşik: bebek karyolası. beyan [Arp.]: 1.) açıklama, ifade, 2.)
Beşiktaş 1 : İstanbul’da bir semt. açıklı, sarihlik, açıkdil.
Beşiktaş 2 : İstanbul’da oluşturulmuş beyan etmek: açıklamak, bildirmek,
bir spor kulübü, Beşiktaş Jokey haber vermek, ilan etmek.
Kulübü (BJK). beyanat [Arp.: beyânât]: açıklama,
Beşparmak Dağları [Rum.: Latmos [?], demeç.
Lat.: Hereklea ad Latmus]: Aydın, Bafa beyanname [Arp.: beyân + nâme]: 1.)
Gölü civarındaki dağlar. açıklama, yazılı açıklama, bildirge, 2.)
beştaş: çocukların beştaşla oynadığı [Ticari] deklarasyon, manifesto.
bir oyun. beyat 1 [Arp.]: bir oluş, bir yapış,
bet 1 : yüz rengi [bet beniz, beti benzi]. geceleyin olan.
bet 2 : bolluk, [bet bereket: bolluk, çokluk, beyat 2 [Arp.: bey’a]: bak. beya.
beti bereketi kalmamak: azalmak, kıtlaşmak]. beyaz 1 [Arp.]: 1.) ak, ak nokta, 2.)
Beta 1 [Fen.: Bet [Beth] > Yun.: [βῆτα & ] açıktenli, 3.) açık suretli, 4.) boşkağıt.
βήτα]: Yunan Abecesi’nin 2. harfi, [B, beyaz 2 [Arp.]: 1.) aklık, ak renk, 2.)
β]. yumurta aklığı, 3.) gün (ışığı).
beta 2 [Yun.: beta: ?]: [Fizik] bir ışıma Beyaz 3 [Arp.]: bir erkek adı.
adı. beyaz kan: [Tıp] lökosit.
beter [Far.]: çok kötü. beyazlaşmış: rengi açık, soluk.
beti benzi [sadece bu biçimde kullanımda]: beyefendi: erkekler için saygılı hitap
yüz rengi. biçimi.
beti: resimle gösterme, figur. beygir [Far.: bargir]: 1.) yük beygiri,
Betil 1 [Arp.]: [İslam] Hz. Muhammed’in yük atı, araba atı, 2.) iğdiş edilmiş
kızı Fatma veya Hz. Meryem beygir, 3.) [Otomotive] beygir gücü.
anlamında bir bayan adı. beyhude 1 [Far.]: boşuna, yararsız.
betil 1 [Arp.]: bak. betul. beyhude 2 [Far.]: alazlanmış, hafiften
betili: resimle gösterilmiş, resimli, yanmış, kavrulmuş, ütülenmiş,
figuratif, ilüstratif, süslü, tasfirli. yanmış.
betimleme: resmetme, resmini beyin: i., 1.) [Bedenbilim] bir uzuv, 2.)
çizerek anlatma, tasvir. akıl, düşünme gücü, 3.) bir işi
betimlemek: resmetmek, resmini yöneten yada yürüten, 4.) akıl,
çizerek anlatmak. anlayış, 4.) bilgili, eğitimli.
beton [Fra.]: [Yapım] demirli ~: beyit [Arp.]: [Şiir] şiirin çift mısrası,
betonarme, şiirin iki dizesi.
betonarme [Fra.: betonarmé, İnşaat]: Beykoz [Bey + koz]: İstanbul’da bir
demirli beton, semt.
betul [Arp.]: 1.) evlenmek istemeyen beylerbeyi 1 : 1.) başların başı,
bayan, 2.) kendisini Allah’a adayan emirlerin emiri, reislerin reisi, 2.)
bırakmak: ayrılmak, terk etmek. Bibliyografi [Fen.: byblos > Yun.: biblos
bıranda: bak. branda. & graphein > bibliographia [βιβλιογραφία]
bıyık: 1.) [Bedenbilim] dudak üstündeki > Fra.: bibliographie]: belli bir yazarca
kıllar, 2.) bitkilerde tutunga sürgünü, belli bir konu üzerinde yazılmış yazı
gür & uzun ~: kaytan. yada eserlerin bir arada bulunduğu
bızdık [Erm.: bzdig, Argo]: 1.) kısa, bir eser, kitap.
küçük, ufak, 2.) [Argo] çocuk. bibliyografik [Fen.: byblos > Yun.: biblos
+ graphein > bibliographikos
bızık [Amiyane]: anüs, büzük, geri, göt,
[βιβλιογραφικός] > Fra.: bibliographique]:
kıç.
bibliyografya [Fen.: byblos > Yun.:
bızıkçı: mızıkçı. biblos + graphein > [βιβλιογραφία] > Fra.:
bızır [Arp.: bazr]: [Bedenbilim] fercin dili, bibliographie]: belli bir yazarca belli
dilak, klitoris. bir konu üzerind eyazılmış yazı yada
Bi [İtl.]: İtalyan Abecesinin 2. harfi, [B, eserlerin bir arada bulunduğu bir
b]. eser, kitap.
bi 1 [Arp.: bi]: Arapça’da bi-; vasıtasıyla, bibliyoman [Fen.: byblos > Yun.: biblos +
ile, arasından, içinde anlamında bir mania > [βιβλιομανής] > Fra.:
önek, [bizatihi: şahsen]. bibliomane]: kitap düşkünü,
bi 2 [Far.: bî []]ﺑﻲ: Farsça’da bi-; 1.) kitapsever.
2.) 3.)
olumsuzluk, dışı, harici, -sız, -siz, bibliyomani [Fen.: byblos > Yun.: biblos
-suz, -süz anlamında bir önek, [bîçâre: + mania > [βιβλιομανία] > Fra.:
çaresiz]. bibliomanie]: kitap düşkünlüğü, kitap
3 1.)
bi [Lat.]: Latince’de iki 2.) iki kat 3.) severlik.
4.)
her ikide bir olan iki yada ikisini de bibliyotek [Fen.: byblos > Yun.: biblos +
kullanaran anlamlarına gelen bir önek. theke > [βιβλιοθήκη] > Fra.:
biat [Arp.: beyat2]: 1.) bağlılık, sadakat bibliothèque]: kitaplık, kütüphane.
veya merbutiyet yemini, 2.) [Din] biblo [Fen.: byblos > Yun.: biblos [?] >
boyun eğme, itaat, ram. Fra.]:küçük süs eşyası.
biber 1 [Rum.: piperi [πιπέρι & πιπεριά] > biblos [Fen.: Byblos > Yun.: ?]: papirus,
Tür.]: bir sebze, kırmızı ~: paprika, kağıt.
biçare [Far.: bî + çâre]: çaresiz, umarıs,
acı ~: cuşka.
biçilendirme: formatlama,
biber 2 [Far.]: kısır, kıraç, meyvesiz,
şekillendirme,
verimsiz.
biçim: eşkal, form, şekil.
bibere [Lat.]: içmek.
biçimsiz: amorf.
biberiye [Arp.]: [Bitkibilim: Rosmarinus
Biçinbilim: Morfoloji.
officinalis] baharatlı bir bitki.
bidayet [Arp.]: bir başlangıç, başlama.
biberon [Lat.: bibere > İtl.: biberone >
1.) bidayette [Arp. + te]: başlangıçta, ilk
Fra.: bibéron]: büyük şişe, su
2.) başlarda.
şişesi, bebeklere süt verme şişesi.
bidon [Fra.: bidon]: 1.) sac, plastik veya
bibi 1 [Far.]: babanın kızkardeşleri.
çinkodan yapılmış kap, 2.) fıçı, varil.
bibi 2 : hindi.
bienal [Lat.: bi-annus > Fra.: biannelle]:
bibi 3 [Far.]: hanımefendi.
iki yılda bir, yılaşırı.
biblio 1 [Fen.: byblos > Yun.: biblos >
biftek [İng.: beefsteak]: fileto, kotlet.
biblio [βιβλιό] > Fra.]: evrak, kâğıt 1.)
Biga [?]: Osmanlı
destesi, kitap, mektup.
İmparatorluğu’nda Çanakkale Biga’ya
biblio 2 [Fen.: byblos > Yun.: biblos>
bağlıydı, 2.) Çanakkale’ye bağlı bir
biblio [βιβλιό] > Fra.]: Batı Dilleri’nde
ilçe.
biblio-; kitap, kitapla ilgili, kitaba ait
bigane [Far.: bi + gâne]: ilgisiz.
anlamında bir önek.
bihaber [Far.: bi + haber]: bilgisiz,
biblion [Fen.: byblos > Lat.]: kitap.
habersiz.
bibliyofil [Fen.: byblos > Yun.: biblos +
philos > bibliofilos [βιβλιόφιλος] > Fra.:
bihakkın [Arp.: bi + hakkın]: 1.) doğru
bibliophile]:
1.)
kitap sever, 2.) çok olarak, 2.) doğru olarak, gerçek
okuyan, kitapkurdu, kitapsever. biçimde.
bibliyograf [Fen.: byblos > Yun.: biblos + bihar [Arp.: bihar [ ;]راحبbahr’ın çoğulu]:
graphein > bibliographos [βιβλιογράφος] > ç.i., denizler.
Fra.: bibliographe]: Bibliyografya
uzmanı, kaynakları bilen uzman.
bihter [Far.]: 1.) daha iyi, 2.) [B] daha bilgelik: hikmet.
iyi anlamında bir İran ve Türk bayan bilgi 1 : bili, malümat.
adı. bilgi 2 : haber, yeni, yenilikler.
bihzad [Far.: bihzâd]: doğuştan asil, 2.) bilgiçlik: ukalalık, ~ taslayan: ukala,
yasal olarak doğan. bilgilendirme: bilgi verme, brifing.
bihzâd [Far.:]: behzad ? bilgilendirmek: bilgi vermek, haber
biilaç [Far.: bi + ilaç]: çaresiz, umarsız, vermek, haberdar etmek, tebliğ
ümitiz. etmek.
bike: bak. büke. bilgili: agah, arif, haberli.
bikir [Arp.: bikr]: 1.) bekaret, 2.) kızlık. bilginler: alimler, ulema.
bikr [Arp.]: 1.) bakire, 2.) bir dişinin ilk bilgisayar: [Teknoloji] kompüter, PC, ~
doğurduğu, 3.) ilk meyve, ilk ürün. ekranı: monitör, ~ ünitesi: birim,
bila [Arp.: bilâ]: -sız, -siz, -suz veya –
fare: mouse, tak-çalıştır: plug-n-
süz anlamında bir kelime, [bilano:
play, USB: Universal Serial Bus:
numarasız, bilabedel: bedelsiz].
Evrensel Ser Veriyolu’nun kısaltması,
bilahare [Arp.. bilâhare]: başka bir
MP3 Çalar: MP3 Player: Sıkıştırılmış
zaman, daha sonra.
müzik parçaları çaları, Sıkıştırma:
bilaistisna [Arp.: bilâ istisna]: ayrımsız,
zipping, sıkıştırılmış: zipped,
fark gözetmeden, istisnasız.
Küçük resim: ikon, icon,
bilakis [Arp.: bilâkis]: aksine.
sıkıştırılmış resim biçimi: jpeg,
bilal [Arp.]: 1.) 2.) [B] bir Müslüman ve
dosya: file, klasör: folder,
Türk erkek adı.
ara/arat: search, internet: uluslar
bilanço [İtl.: biloancio]: 1.) denge,
arası ağ, ileti: mail, sunucu: server,
muzane, terazi, hesap dengesi, 2.)
dizin: fihrisrt, sürücü: driver.
[Saymanlık] mizan.
bilgisiz: cahil, nadan.
bilanx [Lat.]: iki kolu olan.
bilhassa [Arp.]: hasseten, özellikle.
bilardo [İtl.: biliardo]: 1.) kütük, sopa,
bili: bilgi, malumat.
uzun sopa, 2.) bir masa oyunu, ~ bilici: kahin.
sopası: ıstaka. bilig [ÖzTür.]: bilgi, işaret, iz.
bilcümle [Arp.: bil cümle]: hep beraber, bilim: fen, ilim.
hep birlikte. bilimtay: akademi.
bildirge: 1.) açıklama, yazılı açıklama, bilinç: i., [Felsefe + Ruhbilim] dimağ, şuur,
2.)
beyanname, deklarasyon, zihin.
manifesto. bilinçaltı: şuuraltı.
bildiri: açıklama, ilan, tebliğ, tebligat. bilinçli: şuurlu.
bildirim: [Hukuk] ilam, tebliğ, tebligat. bilinen: 1.) aşina, tanıdık, 2.) adı
1.)
bildirmek: açıklamak, beyan geçen, mahut.
etmek, haber vermek, ilan etmek, 2.) bilinmezlik: meçhul.
bilgilendirmek, haber vermek, bilirkişi: [Hukuk + Ticaret] ehil, eksper,
haberdar etmek, tebliğ etmek. işbilir, kompetan, mütehassız,
bile bile: kasten, kasıtlı olarak, uzman, yetkili.
taammüden. bilis [Lat.]: acı.
bile: 1.) hatta, 2.) çoktan. Bilkis [Arp.]: bak. Belkis.
Bilecik [Rum.: Belekoma, Bilekoma [?], billur [Far.: billûr]: 1.) saydam, şeffaf,
Osm.: ?]: [11], Türkiye’de bir kent. transparan şey, 2.) kaya kristali, 3.)
bileği: kesici araçları keskinleştirmede kesilmiş yada işlenmiş cam eşya, 4.)
kullanılan gereç, ~ çarkı: küstere, [B] bir bayan adı
bilek: 1.) [Bedenbilim] elle kol arası bilmece: enigma, muamma.
bölüm, 2.) [Mecazi] güç, kuvvet. bilmiş: çok bilen, çok ~: ukala.
bileşim: terkip. bilmukabele [Arp.: bil + mukabele]:
bilet [İtl.: bilyet, bilyeto & Fra.: billette]: karşılık olarak.
etiket, bedeli ödenmiştir kağıdı. bilumum [Arp.: bil + umum]: geneli,
bilezik [Arp.]: altın yada gümüşten süs hepsi, tümü.
eşyası, enli ~: akıtma. bilya [İtl.]: bak. bilye.
bilge: 1.) bilgili kişi, bilgin, 2.) [B] bir bilye [İtl.: bilya]: 1.) mile, misket, 2.)
Türk bayan adı. rulman misketi.
bilgece: hakimane.
birrettum [Lat.]: palto benzeri bir bitey: [Doğa] 1.) belli bir zaman ve
üstlük. bölgeye ait çiçek ve bitki örtüsü, 2.)
birrus [Lat.]: bir başlık, şapka. flora, bitki örtüsü.
birtakım: belli miktarda olan. bitik: 1.) mahvolmuş, tükenmüş, 2.)
bis 1 [Lat.]: iki kez. [Argo] aşık.
bis 2 [Lat.: bis1]: 1.) iki defa, iki kez, 2.) bitim: son, uç.
2.)
[Ticaret] mükerrer, [Müzik] şarkıda bitirim: 1.) son, sonuç, 2.) [Argo] akıllı,
4.)
tekrar, nakarat, [Resmi] Resmi çok iyi, çok sıhhatlı, zinde.
1.)
Gazete’nin mükerer sayısı, bitirme: sone erdirme,
anlaşmanın tekrarlanması. sonlandırma, 2.) bitiş, final, hitam,
bisiklet [Fra.: bicyclette]: metal netice, nihayet, skor, son, sonuç, 3.)
çerçevesinde iki tekeri ve bir oturma başarma, 4.) mahvetme, tüketmek,
yeri bulunan bir araç. yoketme.
1.)
bisküvi [Lat.: bis + coquere > Fra.: bitirmek: sone erdirmek,
1.)
biscuit]: kraker, kıtır, 2.) küçük sonlandırmak, 2.)
başarmak, 3.)
parçalar biçiminde pişirilen kıtır. mahvetmek, tüketmek, yoketmek.
bisküvit [Lat.: bis + coquere > Fra.: bitiş: bitirme, final, hitam, netice,
biscuit]: bak. bisküi. nihayet, skor, son, sonlanma, sonuç.
bismil 1 [Far.]: 1.) pak, saf, temiz, 2.) bitişik: 1.) hemhudut, yapışık, yan
Allah için kurban kesme, 3.) özleyen, yaraf, 2.) yan komşu.
sakin, uysal. bitişmek: birleşmek, uçlarda bir araya
Bismil 2 [Far.]: Diyarbakır’a bağlı bir gelmek, yapışmak.
ilçe. bitiştirmek: eklemek, uçlarını
bismillah [Arp.]: 1.) Besmele, 2.) Bism birleştirmek, yapıştırmak.
illah -i-r rahman -i-r rahim: esirgeyip bitki: nebat, bitkiler: Alfa, Enginar, Maki,
bağışlayan Allah’ın adıyla. bodur ~: maki, değerli bir ~: rami,
bison [Lat.]: yaban öküzü. güzel kokulu ~ler: Itır, kokulu ~ler:
bisos: bak. byssos. Dereotu, Kekik, Nane, Roka, Tere, Şalgam,
bistro 1 [İtl.]: küçük lokanta. Vanilya, kömürleşmiş ~: turba,
bistro 2 [İtl. > Fra.]: küçük café. odunsu ~: çalı, süs ~leri: Manolya.
bisturi [Fra.: bistouri]: [Cerrahi] ameliyat
bitkin: argın, aygın, bitap, güçsüz,
bıçağı, neşter.
dermansız, halsiz, haşat, ölük,
bişek [Far.: bi + şek]: şeksiz, şüphesiz.
takasız, yorgun, zayıf.
bişekil [Far.: bi + şekil]: amorf,
bitkinlik: güçsüzlük, dermansızlık,
biçimsiz, şekilsiz.
halsizlik, yorgunluk.
bişi [Halkdili: pişi]: 1.) bayramlarda ve
bitkisel: nebati.
bazı gecelerde yapılan yağlı, tatlı
Bitlis [Rum.: Bageş, Pagiş, Lis, Badlis,
ekmek, 2.) bir hamur işi türü, 3.)
Bedlis]: [13], Türkiye’de bir kent.
çörek, saç ekmeği.
bitmek 1 : 1.) sona ermek, tükenmek,
bişuur: [Far.: bi + şuur]: bilinçsiz,
yok olmak, 2.) bitip tükenmek,
bilmeden.
mahvolmak, çok korkup ürkmek.
bit: 1.) [Böcekbilim: Pediculus] zararlı bir 2
bitmek : büyümek, yerden
böcek, kehle, macar, 2.) bitki ve
büyümek, nebat etmek, yetişmek.
hayvanlarda zararlı bir böcek, ~ bitmemiş: eksik, natamam,
yumurtası: sirke. tamamlanmamış.
bitab [Far.: bi + tâb]: bak. bitap. bittabi [Arp.]: doğal olarak, şüphesiz,
bitap [Far.: bi + tâb]: argın, aygın, tabiiki.
bitap, bitkin, güçsüz, dermansız, bitumen [Lat. > K.D. > B.D.]: kömür
haşat, takasız, yorgun, zayıf. katranı, petrol ve benzerlerinin
bitaraf: [Far.: bi + taraf > bitaraf]: afaki, damıtılmasıyla elde edilen reçineden
nesnel, objektif, tarafsız, yantutmaz. sağlanan bazı maddelerden her hangi
bitek: verimli toprak. birisi yada doğal olarak oluşan asfalt.
bitevi [?]: z., 1.) artan biçimde, bitüm [Lat.: bitumen > Fra.: bitume]: 1.)
boyunca, durmaksızın, sürekli olarak, doğal, yakıt, yer sakızı, 2.) zift, 3.)
2.)
hepsi, tümü. [Teknik] zift, ziftli kaplama malzemesi.
biteviye [?]: z., artan biçimde, biye [Fra.: biais]: [Giyim] yakadaki ince
boyunca, durmaksızın, sürekli olarak. şerit.
biyoelektrik [Yun.: bios + Arp. > amber İmparatorluğu] Balkanlar [Güney Doğu
> Yun.: elektron > bioelektrismos Asya] ve Güneybatı Asya arasında İ.S.
[βιοηλεκτρισμός] > Fra.: bioélectrique]: 395-1453 yılları arasında egemen
canlı varlıkların ürettiği elektrik. olmuş bir imparatorluk.
biyoenerji [Yun.: bios + en + ergon > Bizmut [Yun.: bismuth [?] > Fra.:
bioenergeia [βιοενέγεια] > Fra.:
bizmuth; Bi]: [Kimya] düşük erime
bioénergie]:biyokütlenin kimyasal noktalı alaşımlarda kullanılan kolay
dönüşümüyle elde edilen enerji. kırılır ve grimsi-beyaz renklerde bir
biyofizik [Yun.: bios + physis > element.
biosphysika > biophysike [βιοφυσική] >
Fra.: biophysique]: fizyolojide geçen
bizon [Lat.: bison > Fra.: bison]:
fiziksel olayların bilimi, biyolojik fizik. Amerikan Buffalosu.
biyografi [Yun.: bios + graphy > bizzat [Arp.]: kişisel olarak, şahsen,
yüzyüze.
biographia [βιογραφία] > Fra.:
1.) blandus [Lat.]: yumuşak.
biographie]: C.V.: Carricalum Vitea,
blasamon [> Yun.: [?] > B.D.: balsam]:
özgeçmiş, resumé, 2.) [Yazın] yazar ve
bak. balsam.
şairlerin yaşamlarını anlatan eserler,
blasphemein [Yun.: ?]: -nin
kitaplar.
kötülüğünü konuşmak.
biyografik [Yun.: bios + graphy + ikos >
biographike [βιογραφικός] > Fra.:
blastula [Fra.: blastula]: [Yaşambilim]
biographique]:
1.)
C.V., Carricalum morula.
Vitea, özgeçmiş, resumé ile ilgili, 2.) block [Fra. > Alm.]: bir amaç için bir
[Yazın] yazar ve şairlerin yaşamlarını
gurup inanç yada ülkenin birleşmesi.
anlatan eserler, kitaplarla ilgili. blok [Fra. > Alm.: block > Fra.: bloc]: 1.)
Biyokimya [Yun.: bios + chemistry > [?] engel, 2.) tek parça apartman yapısı,
3.)
[Spor] basketbolda bir oyun türü,
> Fra.: biochemistry]: bitki ve
hayvanların yaşam süreçleriyle blokaj [Fra. > Alm.: block > + Lat.:
aticum > Fra.: blockage]: bloke etme.
ilgilenen bir kimya bilimi dalı.
biyolog [Yun.: bios + logos > biologos bloknot [Fra. > Alm.: block + Lat.: nota >
Fra.: block-note]: notdefteri.
[βιολόγος] > Fra.: biologue]:
Yaşambilimi uzmanı. blouse [Fra.]: gömlek, iş kıyafeti.
Biyoloji [Yun.: bios + logia > Biologia blöf [Fra.: bluff]: aldatıcı söz yada
[βιολογία] > Fra.: biologie]: Yaşambilgisi.
davranış, kuru sıkı atmak.
biyolojik [Yun.: bios + logia + ikos > bluejean [İng.: Blue Jean]: ABD’de
madenlerde çalışanlara dayanıklı pantolon
biologikos [βιολογικός] > Fra.: biologique]: üretmek isteyen Yahudi asıllı Jean adlı terzinin
yapısal, yaşambilimiyle ilgili. buluşu. Pantolonuna “Jean’s: Jean’nın” demiş
Biyometeoroloji [Yun.: bios + metron + kısaca. Kumaş mavi renkli dayanklı bir
logia > biometeorologia [βιομετεωρολογία] çadırkeziymiş. Kot.
> Fra.: biométéorologie]: canlılar blum [Fra.: blum]: iskambil oyunu.
1.)
üzerinde hava olaylarının etkisini bluz [Fra.: blouse]: gömlek, iş
2.)
inceleyen bilim. kıyafeti, bir bayan giysisi.
biyopsi [Yun.: bios + opsis > [βιοψία] > boa [Lat.: boa > Fra.]: [Hayvanbilimi]
Fra.: biopsie, Cerrahi]: tanı koymak için avlarını zehirleyerek değilde
beden hücre yada sıvılarından bir çevresine dolanıp bayıldarak yiyen,
miktar yada bir parça alma işlemi. zehirsiz, iri bir tropik yılan.
biyosfer [Yun.: bios + spharia > boabap [Afr.Y.D.: > ?]: [Bitkibilim:
[βιόσφαιρα] > Fra.: biosphère]: üstünde Adansonia digitata] Afrika’da gövde
yaşam olan yeryüzü bölgesi. çevresi 20m’yi aşan bir uzun ömürlü
Bizans [Yun.: Bizantion]: İstanbul’da bodur ağaç türü.
Bizantion adlı antik bir köy adından Doğu bobin [Fra.: bobiner > Fra.: bobbine,
Roma İmparatorlu’nun tarihçiler tarafından Teknik]: makara.
isimlendirilmesi.
bobiner [Fra.]: döndürmek, sarmak.
Bizans İmparatorluğu [Byzantium
1.) boca 1 : bak. poca.
Empire]: Bizans adlı bir devlet
boca 2 : boşaltma, üstüne dökme, ~
olmamıştır. Tarihçiler sonradan bu
adı kullanıştır Doğu Roma etmek: boşaltmak, üstüne dökmek.
İmparatorluğu için, 2.)
Bizans bocalama: kararsız kalma.
İmparatorluğu [Doğu Roma
bocalamak: kararsız kalmak,
tereddütlü davranmak.
yeke, 3.) bağ, esaret, kölelik, 4.) Agrostemma githago] bük, karamuk.
brülör [Fra.: bruleur, Teknik]: yakmaç. budama: 1.) dal kesme, 2.) sayıyı
brüt [Fra.: brutte]: kesintisiz, safi. azaltma.
bryein [Yun.: [?]]: artmak, büyümek, budamak: 1.) dal kesmek, 2.) sayıyı
çoğalmak, kabarmak, yükselmek. azaltmak.
bu 1 : yakında olan nesneler yada Budapeşte [Buda + Pest + (Óbuda)]: 1.)
canlılar için gösrme sıfatı. Macaristan’ın başkenti, [Budapest], 2.)
bu 2 [Çocukdili]: su. kent Osmanlı İmparatorluğu’ndan
bu 3 [Far.]: aroma, koku, odor, parfüm, 1826’da koptu.
rayiha. bude 1 [Arp.: bu’de]: 1.) uzaklık, 2.)
bu 4 [Far.]: Farsça’da –bu; kokan, kokulu açıkgözlülük, akıl, basiret, ihtiyat,
anlamında bir sonek, [amberbu: sağduyu, sağgörü.
amberkokan]. bude 2 [Far.]: varolan.
bu 5 [Arp.]: Arapça’da ebu-; -nın oğlu Budin Kalesi: Osmanlı İmparatorluğu
anlamında olan önekin değişmiş zamanında; [Budin, Budin Kalesi].
biçimi, [Bubekr: Bekir’in oğlu; Ebubekr]. Budin: 1.) Macaristan’ın başkenti
buat [Yun.: pyksos [πύξος] > pyxis [πυξίς] > Budapeşte’nin üç ana bölümünden
2.)
Lat.: buxida > Fra.: boîte]: i., [Elektrik] birisi; [Buda], Osmanlı
elektrik kutusu. İmparatorluğu zamanında; [Budin,
bucak 1 : 1.) köşe, kuytu yer, 2.) Budin Kalesi],
3.)
kent Osmanlı
[Yönetim] ilçelerin bölümlerinden biri, İmparatorluğu’ndan 1826’da koptu.
nahiye, 3.) melek, budist [Hin. > Fra.: buddhist:]: Hint
Bucak 2 : Burdur’a bağlı bir ilçe. inancından olan.
Bucak 3 : Rize, Pazar’a bağlı bir Budizm [Hin. > Fra.: Buddhism:]: Hint
yerleşim yeri. inancı.
Bucak 4 : 1.) 1513’lerde Osmanlı budun: [Budunbilim] sosyal topluluk,
İmparatorluğu’na bağlı bir yer, 2.) millet, ulus.
bugünkü Ukrayna ve Moldova Budunbetim: Etnoloji.
arasında bulunan [Beserabya]. Budunbilim: Sosyoloji.
bucca [Lat.]: çene. Buenos Aires [İsp.]: 1.) iyi havalar
2.)
buculus [Lat.]: dana, genç öküz. anlamında, Güney Amerika
bucurgat [boci + ırgat2]: [Denizcilik] bak. ülkelerinden Arjantin’in başkenti.
bocurgat. bufalo [Lat. > İtl. > Yun.: bous]: 1.) her
buçuk: 1.) yarım, -nın yarısı, 2.) yarım. hangi bir yaban öküzü ama özellikle
bud 1 [Arp.: bu’d]: 1.) mesafe, uzaklık, Hint öküzü, 2.) özelikle Amerikan
2.)
Türk Müziği’nde iki ton arası bizonu.
duralama, 3.) olasılık içinde olmayan, bugün: içindeki gün, yaşanılan gün.
4.)
derinlik, genişlik, şumul, 5.) boyut, buğ 1 [buğu]: bak. buğu.
6.)
[Bedenbilim] bir gökcisminin bir saat buğ 2 [Ark.]: baş, bey, hakan,
aralıklı açısı. imparator, kral, lider, önder, reis,
bud 2 [but1]: tavuk yada sığırın ayak sultan, yönetici.
yada bacak bölümü. buğa: [Hayvanbilim] bak. boğa.
bud 3 [Far.]: bir oluş varlık. Buğdan [Slo.: Bogdan]: bak. Boğdan.
Buda 1 [Mac.]: 1.) Macaristan’ın buğday tanesi: i., evin, granül,
başkenti Budapeşte’nin üç ana habbe, tanecik.
2.)
bölümünden birisi; [Buda], buğday: [Bitkibilim: Triticum] başak
Osmanlı İmparatorluğu zamanında; tanesi, ~ özü: evin, ~ özü: ekin, ~
[Budin, Budin Kalesi]. teknesi oluğu: çörtü, öğütülmüş
Buda 2 [Hin.: Buddha]: 1.) Hindistan’da ~: un, küçük taneli sert ~: sumter.
yaşamış bir antik bilge kişi, 2.) bir buğra: [Hayvanbilim] erkek deve.
Hint tanrısı. buğu: 1.) sıcak sudan çıkan buhar, sis,
1.)
budak: işlenmiş ağaç yada pus, cama yapışan buhar, 2.) buhar,
kerestede düğüm, yumru yani dal duman, is, islim, istim, pus, tütü, 3.)
çıkıntısı bölümü, 2.) ağaçta dal, filiz. nem, çimen ve otlara düşen çiy,
budala [Arp.: büdelâ]: ahmak, aptal, şebnem.
andaval, anlayşsız, ansız, aptal, buğur [Arp.]: yetişkin hörgüçlü deve.
avanak, bön, ebleh, enayi, mankafa,
salak, savak.
bunak: 1.) ikinci çocukluk dönemi, 2.) burjuvazi [Lat.: burgus > Fra.: bour-geoi-
aklını yitirmiş yaşlı kimse. sie]: çok zenginle çalışan orta sınıf
bunama: [Tıp] ateh. arasında bir sosyal tabaka.
bunca: 1.) bu denli çok, bu kadar çok, Burma: Güneydoğu Asya’da bir ülke,
2.)
böylece. Birmanya.
buncağız: bu zavallı küçük şey. burnaz [?]: 1.) ? 2.) ince ve uzun
bungun [Far.: bûn + û> bûngûn?]: urunlu.
sıkıntılı. burricus [Lat.]: küçük at.
bur 1 [Arp.: bair]: kıraç toprak, ekime burs [Yun.: bursa & prysa [βύρσα] > Fra.:
sürüme uygun olmayan arazi. bourse]: eğitim desetk yardımı.
bur 2 [Arp.: bair’in çoğulu]: kıraç bursa 1 [Lat.]: kese, para kesesi,
topraklar, ekime sürüme uygun torba.
olmayan araziler. Bursa 2 [Rum.: Prussia, Prussa, Brussa,
bur 3 [Far.]: demir kırı renkli güderi. Osm.: Hüdevandigar]: [16], Marmara
Burak [Arp.]: 1.) 2.) [İslam] Hz. Bölgesi’nde bir kent. Eskilerde
Muhammed’in bindiği binit, 3.) [B] bir Burusa.
erkek adı. buru: [Tıp] buruntu, sancı.
buram buram: (kar) döne döne, buruk: 1.) acı, ekşi, keskin, sert, 2.)
(duman) bulutlar halinde, (koku) çok yürek yakan, zihni kurcalayan, 3.)
miktarda. burkulmuş, bükülmüş, eğilmiş.
buranda: bak. branda. burula [Lat.]: yün püskül yada sorguç.
burc: bak. burç. burun: 1.) [Bedenbilim] yüzün önünde
burcu burcu: tatlı tatllı kokan. koku ve nefes alma organı, enf, 2.)
3.)
Burcu: bir Türk bayan adı. [Hayvan] gaga, keskin kısım, uç, 4.)
burç [Rum.: pirgos & pyrgos [πύργος] & [Evrenbilim] denizde doğru kara
1.)
Arp.: burc]: kule, sağlamlaştırılmış çıkıntısı, çıkıntı, 5.) gurur, haddini
yer, silahlarla kuvvetlendirilmiş yer, bilmeme, kendini beğenme, kibir,
tabya, 2.) Zodyak işaretleri, 3.) küstahlık, ince ve uzun ~lu: burnaz,
[Yıldızbilim] gözlemevi, rasathane. buruntu: [Tıp] buru, sancı.
burçak: [Bitkibilim: Vicia sativa] burunucu: kalak.
tahılgilleren bir bitki, 2.) [B] bir bayan Burusa: [Ark.] bak. Bursa.
adı buruş: 1.) büzülme, kırışma, 2.)
burçlar [Rum.: pirgos & pyrgos [πύργος] & kurutulmuş meyve.
Arp.: burc + lar]: [Yıldızbilim] esatir, bus 1 [püs]: reçine, sakız.
Akrep, Terazi, Oğlak, Arslan, Balık, İkizler, bus 2 [Far.]: öpüş, öpücük.
Yengeç, Kova,
bus 3 [Far.]: Farsça’da –bus; öpen
Burdur [Rum.: Ascania [?], Burdur]: [15],
anlamında bir sonek, [damenbus:
Türkiye’de bir kent.
eteköpen, yalaka].
bureau [Fra.]: masa.
bus 4 [Arp.]: 1.) renk, 2.) kalça, dolgun
burgaç: anafor, çevrinti, eğrim,
kalçalı kadın.
girdap, su çevrintisi.
buse [Far.: bûse]: 1.) öpücük, 2.) ilahi
Burgaz [Yun.: Prygos [πύργος] > Bul.]:
öpüş, 3.) [B] bir bayan adı.
Bulgaristan’da bir kent.
buselik [Far. + lik]: 1.) Türk Müziği’nde
Burgaz Ada [Antigoni [?], Pyrgos
bir makam, 2.) öpmeğe değer,
[πύργος]]: İstanbul’da Marmara
öpülesi.
denizi’nde bir ada, [Burgazada].
buşon [Fra.]: şişe tapası.
Burgazkemer [Yun.: Prygos [?] + Tür.:
but 1 : tavuk yada sığırın ayak veya
kemer]: ?
bacak bölümü.
burgus [Lat.]: burc, kale, kule.
but 2 [Arp.]: yavaşlık.
burhan [Arp.: bürhan]: 1.) 2.) [B] bir
buteo [Lat.]: bir tür şahin.
erkek adı.
butik [Yun.: apotheke > Fra.: boutique]:
burjuva [Lat.: burgus > Fra.: bour-geois]:
1.) moda ürünler satan ufak dükkan.
Avrupa’da kaler yada şato sahibi
butlan [Arp.]: 1.) geçersiz, 2.) değersiz,
asil aileler, 2.) zengin ve saygı gören
faydasız, yararsız.
üst sosyal tabaka.
buton [? > İng.: button ?]: 1.) düğme, 2.)
[Elektrik] açma-kapama düğmesi,
çalıştırma düğmesi.
gerçek, hakikat, iyi haber, müjde, 3.) C.V. [Lat.: Collequium Vitae]:
1.)
2.)
[B] muştu, müjde anlamına bir bayan özgeçmiş, resumé, [Yazın] yazar ve
adı, şairlerin yaşamlarını anlatan eserler,
büt [Far.]: 1.) idol, imge, put sanem, kitaplar.
mabut, 2.) güzel erkek çocuk yada caba: ayrıca, ektsra,fazladan, üste.
kız, 3.) [Mistik] Allah, ruhani önder, 4.) caballus [Lat.]: at.
[Mistik] kendisini seven. cacık [Rum.: tzatziki: ?]: 1.) hıyar, 2.)
bütçe [Lat.: bulga > Fra.: budget]: 1.) rendelenmiş hıyar ve yoğurtla
gelir gider denge planı, 2.) [Saymanlık] yapılan sulu bir yemek.
bir kurumun gelir gider planı. cadere [Lat.]: düşmek.
bütün [ÖzTür.: bitmek]: genel, kül, tüm, cadı: büyücü.
umum. cadmio [Lat.]: çinko.
bütünsel: kümülatif, total. caedere [Lat.]: 1.) kesmek, parçalara
bütünü: tamamı, tümü. ayırmak, 2.) canını almak, katletmek,
bütünüyle: toptan. öldürmek.
büyü: afsun, füsun, bağı, sihir. caelebs [Lat.]: bekar, evlenmemiş kişi.
büyücü: cadı, ilisyonist, sihirbaz. caelum [Lat.]: gökyüzü, sema, uzay.
Büyük İskender [Yun. > ? > Tür.]: 1.) caementum [Lat.]: sert taş.
İ.Ö: 356-323 yılları aarsında yaşamış caeremonia [Lat.]: kutlama, tören.
fetihçi bir komutan, 2.) İ.Ö. 336-323 cahil [Arp.]: bilgisiz, nadan.
arasında yaşamış Makedonya Kralı, cahiliye [Arp.]: [İslam] İslam öncesi
[Alexandre The Great]. dönem..
Büyük Menderes Nehri [Rum.: caiz [Arp.]: [İslam] dinen uygun olan.
Maiandros> Tür.]: Afyon Dinar’da caka: afi, çalım, fiyaka, gösteriş,
doğup Aydın Söke’de Ege Denizi’ne racon.
akar. cakalı: afili, aynalı, çalımlı, fiyakalı,
büyük: 1.) azim, balaban, celil, cesim, gösterişli, yakışıklı.
2.)
iri, kocaman, ulu, büyük, calamita [Lat.]: şansızlık, talihsizlik.
koskocaman, olağandan ~: iri. calamus [Lat.]: kamış, saz.
büyükler: ekabir, ilerigelenler, calcare [Lat.]: ayak basmak,
büyüklük [Mecazi]: devlet, ~ hastalığı: çiğnemek, yürümek.
megolamani, calcere [Lat.]: ayakla çiğnemek, ayak
büyülteç: [Fotoğrafçılık] agrandizör, altına almak.
büyülü: füsun, sihirli, calcinare [Lat.]: ?
büyüteç: adese, lam, lup, mercek. calculare [Lat.]: hesaplamak, saymak,
büz [Fra.: buse]: betandan yapılan sayı saymak.
boru, künk. calculus [Lat.]: sayı saymada
büzgü: [Terzilik] büzme. kullanılan boncuk dizini.
büzük: 1.) anüs, makat, 2.) [Argo] calena [Lat.]: çene.
cesaret, yürek. calere [Lat.]: 1.) bağırmak, çağırmak,
2.)
Byblos [Fen.]: Antik Fenike kenti. seslenmek, ünlemek, haber
3.)
by-pass [İng.]: bak. baypas. vermek, hitap etmek, ad vermek,
byrsa [Yun.: ?]: 1.) bir hayvan derisi, isimlendirmek.
post, 2.) insan derisi, cilt. caliburnus [Lat.]: kılıç.
byssos [Yun.: ?]: bir şeyin altı, dip. calico [Lat.: çoğulu: calicoes & calicos]: 1.)
basma, pamuklu bez, 2.) patiska,
========== C ========= Amerikan bezi.
C 1 : Türk Abecesi’nin 3. harfi. calidus [Lat.]: ılık.
C 2 : τζε: Yunan Abecesi’nde Türkçe [C, calix [Lat.]: ?
c] harfinin yazılışı. callum [Lat.]: sert deri.
C 3 : [Lat.: (C)entum]: Romen calor [Lat.]: hararet, ısı, sıcaklık.
Rakamı’nda yüz (100) sayısının calumnia [Lat.]: bühtan, iftira, yalan
göstergesi. yere suçlama.
C 4 [İtl.: Çi]: İtalyan Abecesinin 3. Calvin, John: 1309-1364 yılları
harfi, [C, c]. arasında yaşamış bir Fra.nsız
5
C [Rus.: Es]: Rus Abecesi’nin 17. harfi, Protestan Reformcusu.
[С, с]. calvities [Lat.]: açıklık, çallık, kellik.
cemile [Arp.]: 1.) çok güzel kadın, 2.) center [Yun.: kentron > İng.: center]: 1.)
[C] güzel kız yada kadın anlamında her bir noktaya eşit uzaklıkta olan
bir bayan adı. nokta, 2.) merkez, merkezi yer.
cemiyet [Arp.]: topluluk, zümre, gizli centi [Lat.: centum > Fra.: centi]: 1.) yüz,
2.)
~: komita. –nın 100’de biri anlamına gelen bir
Cemiyet-i Akvam [Arp.]: 1.) Milletler önek.
Cemiyeti; 1920-1946, [League of centrum [Lat.]: 1.) her bir noktaya eşit
Nations],
2.)
yerini BM’e bıraktı. uzaklıkta olan nokta, 2.) merkez,
cenab [Arp.: cenâb]: bak. cenap. merkezi yer.
cenah [Arp.]: cihet, kıyı, kenar, leb, centum [Lat.]: yüz (100) sayısı.
taraf, yan, yön. cenub [Arp.]: bak. cenup.
cenahlar [Arp. + lar]: etraf, kıyılar, cenup [Arp.: cnb > cenûb []]بونج: güney.
kenarlar, lebler, taraflar, yanlar, ceo: bak. geo.
yönler. cep [Arp.: ceyb]: 1.) giysilerde astardan
cenap [Arp.: cenâb]: 1.) kat, taraf, kıyı, yapılma bölüm, göz, 2.) yolda araç
yan, 2.) bir saygı deyimi [Cenâb-ı yanaçma yeri, 3.) [Teknoloji] (kısaca)
Allah],
3.)
[C] saygı duyulan anlamında cep telefonu.
bir erkek adı. cepa [Lat.]: soğan.
cenaze [Arp.]: cansız, merhum, mevta, cepçi [Arp.: ceyb > cep + çi]yankesici,
naaş, ölü, ölü beden, vefat etmiş, cephe [Arp.: cebhe]: 1.) bir şeyin önü,
yaşamayan. ön taraf, cephe, ön, 2.) çarpışma
cencere [Lat.]: 1.) isim defterine alanı, savaş alanı, 3.) evin yola
yazmak, listeye kaydolmak, deftere bakan tarafı.
yazılmak, 2.) yargılamak. cepken [çepke ?]: yakasız üst giysi.
cendere [Far.]: 1.) baskı yuvarlağı, cer 1 [Arp.]: 1.) çekme, güçle çekip
dokumacı silindiri, 2.) mengene, pres. götürme, 2.) (güzellik) çekme, çekim.
cenerasyon [Lat.: genus > Fra.: cer 2 [Arp.]: eskilerde Üçaylar’da din
generation]: göbek, kuşak, nesil. öğrencilerinin para toplamak için
Ceneviz [Lat.: Genau > İtl.: Genoa > yaptıkları bir yardımcı vazilik işi.
Osm.: Ceneviz]: Osmanlılar için İtalya cer 3 [Arp.]: Arapça Dilbilgisi’nde
Cenova kenti. isimlerin –in hali, sesli harf İsmin
Cenevizliler [Lat.: Genau > İtl.: Genoa > Halleri’ni belirler.
Osm.: Ceneviz ?]: Osmanlılar cer 4 [Arp.]: yudumlayarak içme.
zamanında Bizans döneminde belli cerahet [Arp.: crh > cirehat]: 1.) kesme,
denizkenarı kaleleri ellerinde tutan yaralama, 2.) [Tıp] irin.
İtalya Ceneviz kentinden olanlar. Cerealis [Lat.]: Eski Roma’da hububat
ceng [Far.]: cihat, çarpışma, gaza, ve tarım tanrıçası.
harp, savaş, vuruşma. cerebellum [Lat.]: [Bedebbilim] beynin
Cengiz Han: 1162-1227 yılları arkasında ve cerebrum altındaki
arasında yaşamış Moğol hükümdarı. bölüm.
cenin [Arp.: cnn > cenîn]: 1.) gizleme, cerebral palsy [Lat.]: [Bedebbilim] beyin
örtme, saklama, 2.) gizli olan, örtük, hasarından oluşan spastik inme.
saklı, 3.) [Tıp] rahimdeki çocuk, yük. cerebrum 1 [Lat.]: beyin.
cenk [Far.: ceng []]جگن: 1.) çarpışma, 2.) cerebrum 2 [Lat.]: [Bedebbilim] beynin
cihat, gaza, harp, savaş, 3.) [C] üst büyük bölümü.
buanlamda bir erkek adı, [Cihat, cereme [Arp.: cerime] 1.) ceza, yanlışın
Savaş]. bedeli, 2.) günah, kazara verilen
cennet [Arp.]: 1.) bahçe, etrafı çevrili zarar, vebal.
yer, 2.)
[İslam] öbür dünyada ceren: [Hayvanbilim: Gazella dorcas] ahu,
günahsızların gideceği kabul edilen ceylan, gazel, gazella, karaca, 2.) ö.i.,
sonsuz yaşam yeri, 3.) [C] bir bayan [C] bir bayan adı.
adı. cereyan [Arp.: cry > cereyân]: 1.) akıp
Cenova [Lat.: Genau > İtl.: Genoa]: 1.) gitme, hızlı hareket etme, gızla geçip
İtalya’da bir kent, 2.) bak. Ceneviz. gitme, 2.) akış, akıntı, 3.) akış, eğilim,
Cent [Lat.: centum > İng.]: 1.) ABD para istikamet, mecra, temayül, yön,
birimi Dolar’ın 100’de biri, 2.) bir yönelim, 4.) akım, elektrik.
şeyin aoo’de biri.
ceride [Arp.]: 1.) gazete, jurnal, 2.) cevat [Arp.: cevad]: 1.) s., cömert, 2.) [C]
kayıt defteri, muhasebe defteri. ö.i., bu anlamda bir erkek adı.
ceriha [Arp.: crh >]: kesik, yara. cevaz [Arp.: ?]: 1.) izin verilen, kanuni,
cerim [Arp.]: suçlu. yasal, 2.) fizilite, olabilirlik.
cerime [Arp.]: hata, kabahat, suç, cevd [Arp.: ?]: i., bol bol yağmur.
yanlış. cevdet [Arp.: cevd]: 1.) i., iyilik,
cerire [Arp.]: hata, kötü edim, suç. üstünlük, 2.) i., cömertlik, gönül
Cermen [Fra.: Germaine]: Alman, zenginliği, 3.) ö.i., [C] bir erkek adı.
Toton, ~ soyu: Alman, Cerman, cevher [Arp.: ?]: 1.) değerli madde, 2.)
cernere [Lat.]: 1.) ayırmak, elemek, değerli, kıymetli kiş, 3.) kök, öz, töz,
4.)
kalburdan geçirmek, incelemek, ö.i., [C] değer anlamına bir erkek
soruşturmak, 2.) ayırmak, bölmek, 3.) adı, [Değer].
karar vermek. ceviz [Arp.: cevz]: i., koz, [Cevizli,
cerrah [Arp.: crh > cerrah]: 1.) yara Cevizlibağ], ~ içi: çiğe, ~ kabuğu
bağlayıcı, 2.) [Tıp] ameliyat yapan lekesi: tetir, ~ kabuğu: kapçık,
doktor, operatör. cevizhelva: kozhelva, nugat.
cerrahi [Arp.: cerrahî]: [Tıp] ameliyatla Cevza [Arp.]: İkizler Burcu, [Gemini].
ilgili. ceyb [Arp.]: 1.) iki meme arası, sine, 2.)
cerratanus [Lat.]: papaz malzemeleri [Bedebilim] boşluk, beyinde kara kan
satıcısı. kanalı, içinde irin toplanan boşluk,
certare [Lat.]: çabalamak, çalışmak, sinüs, 3.) [Matematik] sinüs, 4.) elsise
gayret etmek, uğraşmak. ucu, gömleğin baş bölümü, 5) bölme,
cervix [Lat.]: 1.) geyik boynuzu, 2.) cep.
geyik. ceyda [Arp.]: 1.) s., uzun boyunlu
cesaret [Arp.: csr > cesâret]: 1.) bir yeri (kadın, kız), 2.) ö.i., [C] bir bayan adı.
geçme, yüreklilik gösterme, 2.) cüret, Ceyhun [?]: 1.) ö.i., Ceyhun Nehri, 2.)
yürek. ö.i., bir erkek adı.
cesaretli [Arp.: csr > cesâret + li]: Ceyhun Nehri [Amu Derya, Oxus]: ?
cüretli, yürekli. ceylan [Arp.: ceyran]: 1.) [Hayvanbilim:
cesaretsiz[Arp.: csr > cesâret + siz] Gazella dorcas] ahu, gazel, gazella,
korkak, yüreksiz. karaca, 2.) ö.i., [C] bir bayan adı.
cesed [Arp.]: bak. ceset. ceyş [Arp.]: asker, ordu, hareket
ceset [Arp.: cesed]: 1.) bedenle ilgili, ordusu.
vücuda ilişkin, 2.) naaş, ölü beden. ceza [Arp.]: [Hukuk] bir suçun bedeli.
cesim [Arp.]: 1.) büyük, iri, ulu, 2.) cezaevi [Arp.: ceza + Tür.: evi]: [Hukuk]
değerli, önemli. dam, hapishane, kafes, tutukevi, ~
cessare [Lat.]: ara verme, dinlenmek, güvenlik elemanı: gardiyan,
mola vermek. Cezair 1 [Arp.: eczire’nin çoğulu]: 1.) ç.i.,
cest [Far.]: atlama, hoplama, zıplama. adalar, 2.) ö.i., Batı Afrika’da,
cesur [Arp.]: mert, yürekli. Akdeniz’e komşu bir Arap ülkesl,
cet [Arp.: cedd]: i., ata, baba, dede. [Algier].
cetvel [Arp.: cedvel]: 1.) sıralanmış cezair 1 [Arp.: eczire’nin çoğulu]: ç.i.,
dizelge, 2.) liste biçiminde kolon, 3.) adalar.
tahta, plastik yada metalden küçük cezbe [Arp.]: aşırı coşku.
metre, 4.) sayfa çevresindeki bölüm, cezire [Arp.]: [Evrenbilim] denizde ada.
marj, 5.) sulama kanalı. cezm [Arp.]: 1.) Arapça yazımda sessiz
cev 1 [Arp.]: 1.) atmosfer, 2.) hava. harfler üzerine konula işaret, sesli
cev 2 [Far.]: sadece, yalnızca. harfin izlediğini gösteriri, 2.) Arap
cevab [Arp.: cevâb]: bak. cevap. Dilbilgisi’nde sessiz bir harften sonra
cevad 1 [Arp.]: cömert, gönlü zengin. sesli harfi olmayan kelime, 3.) kesin
cevad 2 [Arp.: cadde’nin coğulu]: ç.i., karar, 4.) biçme, kesme.
caddeler. cezmi [Arp.: cezmî]: 1.) ? 2.) [C] bir
cevahir [Arp.: cevâhir, cevher’nin coğulu]: erkek adı.
ç.i., cevherler. cezve [Arp.: ?]: kahve pişirme kabı.
cevan 1 [Arp.]: aç. chainein [Lat.]: yutkunmak.
cevan 2 [Far.]: bak. civan. chalix [Yun.: ?]: taş.
cevap [Arp.: cvb > cevâb []]باوج: i., yanıt.
chamai [Yun.: ?]: arz, karatoprak, Christmas [Yun.: kristhos [?] > Hristo [?]
toprak, yer. > İng.: Christ Mass > Christmas]: Hz.
chamai [Yun.: ?]: yerde olan, yerde İsa’nın doğumunu kutlamak için
giden. Hiristiyan Dünyası’nda 25 Aralık’ta
chaos [Yun.: ?]: 1.) feza, uzay, 2.) tekrarlanan kutlama zamanı, [Noel].
kargaşa. chroma [Yun.: ?]: renk.
charattein [Yun.: ?]: hakketmek, chrome [Yun.: chroma [?] > Fra.:
1.)
kabartma yapmak, kazımak, kalemle chrome]: Yunanca’da –chrome; renk
2.)
işlemek. yada renk veren madde, kromyum
charisma [Yun.: ?]: iyilik, cazibe, anlamına gelen bir önek.
çekicilik. chromo [Yun.: chroma [?] > Fra.:
chartes [Yun.: ?]: defter yaprağı. chromo]: Yunanca ve Batı Dilleri’nde
chasma [Yun.: ?]: toprakta çatlak, kırık chromo; renk yada boya maddesi
yada yarık. anlamına gelen bir önek.
Che [Rus.]: Rus Abecesi’nin 23. harfi, chronika [Yun.: ?]: 1.) vakayiname,
[Ч, ч]. tarihi olaylar, 2.) tarihi olayları tarihi
cheein [Arp.: alşemi > alchemy > Yun.: sırasıyla kaydetme.
cheein: ?]: damlatmak, damıtmak, chrono [Yun.: chronos [?] > B.D.: chrono]:
dökmek, imbikten geçirmek, sıvı Yunanca ve Batı Dilleri’nde chrono;
yada suyu bir kaba dökmek. dönem, evre, vakit yada zaman anlamı
chef [Fra.]: 1.) baş, önder, 2.) başaşçı. yükleyen bir önek.
cheir [Yun.: ?]: el. chronos [Yun.: ?]: dönem, evre, vakit,
chele [Yun.: ?]: pati, pençe. zaman.
chelidon [Yun.: ?]: kutsama, takdis. chrysallis [Yun.: ?]: koza.
chemo [Arp.: alşemi > alchemy > Yun.: chryssos [Yun.: ?]: 1.) altın, 2.) altın
cheein > Fra.: alchemist > chemist > gibi, altın sarısı.
1.)
chemistrie]: Batı Dilleri’nde chemo-; cıda [Mog.]: Moğol mızrağı.
kimyaevi, kimyasal, 2.) ilaç, ilaçla cılk: bozularak kokmuş.
anlamına gelen bir önek. cımbız [Rum.: tsimpidaki > tsimpida
Chi 1 [Yun.: [Ξ, ξ]]: bak. Hi. [τσιμπιδάκι] > Tür.]: [Makyaj] bir makyaj
Chi 2 [? > Yun.: [χεῖ - χῖ & χι]]: 1.) Yunan malzemesi, çift.
Abecesi’nin 19. harfi, [Χ, χ], 2.) Kh cırdaval [Halkdili]: uzun çirit değneği.
yada Chi harfi Rumca’dan Türkçe’ye Cıva 1 [Far.: civa & Lat.: hydrargyrum:
geçişte çoğunlukla (a)H olarak Hg]:
1.)
sıvı civa, sulu civa, 2.) [Kimya]
okunmuştur; [χταπόδι: (a)htapot], ama ağır, gümüş beyazı renkte, metalik
Batı Dilleri’nde ise Kh harfi olarak bir element, [Mercury, Quiksilver], 3.)
okunur; [χταπόδι: oktopus]. termometrelerde kullanılan madde.
chilioi [Yun.: ?]: bin. cıvata [İtl.: chivarda]: [Teknik] somunlu
chimaira [Yun.: ?]: keçi. yivli demir parça.
chinche [İsp.]: tahtakurusu. cız: çocuk dilinde ateş.
chloros [Yun.: ?]: 1.) yeşil, yeşil renkli, Ci [İtl.]: İtalyan Abecesinin 7. harfi, [G,
yeşilimsi sarı, 2.) soluk yeşil, uçuk g].
yeşil. cibavet [Arp. > Osm.]: 1.) ? 2.)
chole [Yun.: ?]: 1.) öd, safra, 2.) aksilik, Osmanlı’da dini bir vakıt için kira
bela, huysuzluk, terslik. tahsilatı, 3.) Osmanlı’da vergi salma
chorda [Lat.]: bağ, ip. ve vergi toplama.
chorde [Yun.: chordē: ?]: bağ, ip. cibayet [Arp. > Osm.]: bak. cibavet.
choreia [Yun.]: dans, raks. cibre [Rum.: tsiboyro[τσίπουρο]]: 1.) ? 2.)
chorein [Yun.: ?]: çekilmek, geriye meyve posası.
çekilmek, köşesine çekilmek. cicada [Lat.]: [Hayvanbilim: Cicadis] 1.)
choros [Yun.: ?]: beraber, hepbirlite. şeffaf kanatlı, büyük karasineğe
chrisma [Yun.: ?]: yağ. benzeyen ötücü bir böcek, 2.)
Christ [Yun.: kristhos > Hristo > B.D. > ağustosböceği.
Fra.: Christ]: Hiristiyanlarca Mesih cicatrix [Lat.]: [Tıp] yaraların iyileşmesi
olarak kabul edilen Nasıralı İsa, Hz. işlevinde oluşan elyaflı doku.
İsa. cicer [Lat.]: bezelye.
cici: çıtı pıtı, minyon, sevimli, şirin.
colum [Lat.]: 1.) süzgeç, 2.) geren şey consuetudo [Lat.]: adet, alışkanlık,
yakan kişi. gelenek, itiyat.
columbinus [Lat.]: üveğe benzer, consulere [Lat.]: düşünmek, düşünüp
üveğe benzeyen. taşınmak, kafa yormak, kafa
columna [Lat.]: büyük direk. patlatmak, mütalaa etmek, ölçüp
com [Lat.: cum]: Batı Dilleri ve biçke, , tartmak, üzerinde durmak.
Fransızca’da com-; 1.) ile, birlite continentia [Lat.]: 1.) davranış, hal,
anlamına gelen bir sonek, 2.) bir tavır, 2.) ilgi, irtibat, 3.) mahsül, ürün.
noktaya toplanmış, yoğun. continuare [Lat.]: buluşmak,
comes [Lat.]: 1.) adet, sayı, miktar, 2.) birleşmek, katılmak, birleştirmek,
yoldaş, yolarkadaşı. bağlamak.
comes stabuli [Lat.]: at sayısı. contra 1 [Lat.]: karşı, muhalif.
comis [Lat.]: kibar, nazik. contra 2 [Lat.]: Batı Dilleri ve
comitatus [Lat.]: bir kontun yargılama Fransızca’da contra-; karşı, ters, karşı
hakkı. çıkan, bir şeye muhalefet eden
commercium [Yun.: kommercion: ?]: anlamında bir önek.
alışveriş, ticaret. contrapunto [Lat.]: 1.) karşı uç, karşı
commodare [Lat.]: münasip biçime taraf, 2.) karşı görüş.
sokmak, uygun hale getirmek. contrarotulus [Lat.]: kayit.
communicare [Lat.]: karşılıklı contrata [Lat.]: alan, bölge, saha.
bilgilenmek yada bilgilendirmek, contropare [Lat.]: karşılaştırmak,
haberleşmek, iletişim kurmak. mukayese etmek.
communiqué [Fra.]: 1.) resmi devlet contumax [Lat.]: 1.) dikbaşlı, dikkafalı,
iletişimi, haberleşmesi, 2.) resmi direngen, inatçı, serkeş, 2.) azimli,
bildiri, resmi bildirim, resmi tebliğ. çetin, dirençli, sebatkar.
complex [Lat.]: bak. kompleks. contumelia [Lat.]: 1.) kötüye kullanma,
computare [Lat.: com + putare]: suiistimal, kötü muamele, 2.) fesat,
saymak, hesaplamak. zarar.
comunis [Lat.]: genel, umumi. conversari [Lat.]: ile birlikte yaşamak.
concilium [Lat.]: danışma, fikir almak, converse [Lat.]: 1.) tersine çevrilmiş,
tartışma. ters, 2.) [C] bilinen bir Amerikan kes
condere [Lat.]: gizlemek, saklamak. türü, bez ayakkabı tescilli markası.
conere [Lat.]: ötmek, şarkı söylemek, cookie [Dan.: kock > İng.]: 1.) kurabiye,
2.)
şakımak, pasta, [İnternet] kullanıcının
conficere [Lat.]: hazırlamak. bilgisayarına yerleştirilen, sayfaların
congenilus [Lat.]: ile doğan, ile tekrar kullanımında kendiliğinden
dünyaya gelen. çalışan ufak programcıklar.
congruere [Lat.]: aynı düşüncede coperas [Lat.: aqua cuprosa]: [Kimya]
olmak, hemfikir olmak, mutabık boya ve mürekkep üretiminde
kalmak, zulaşmak. kullanılan yeşil demir süfat.
conivere [Lat.]: göz kırpmak, işaret Copernicus, Nicolaus: 1473-1543
etmek, işmar etmek. yılları aarsında yaşamış Polonyalı
considerare [Lat.]: gözlemek, izlemek. gökbilimci.
Constantine [Lat.]: [İ.S. 280-377] Roma copia [Lat.]: bol, çok, fazla, mebzul.
İmparatorluğu’nun [İ.S. 306-377] ilk copula [Lat.]: bağ.
Hiristiyan imparatoru. Copy right [İng.]: bir düşün, yazın
Constantinople [Yun.: Constantine + yada sanat eserinin basım, yayın
1.)
polis [?]]: Konstantin’in kenti, yada satışının devredilmeyen yasal
Konstantinkent, 2.) Doğu Roma hakkı.
İmparatorluğu’nun [Bizans] başkenti, coquere [Lat.]: pişirmek.
3.)
İstanbul’un Bizans zamanındaki cor [Lat.]: 1.) kalp, 2.) yürek.
adı. corium [Lat.]: deri, ten.
consternare [Lat.]: dehşete düşürmek, cornu [Lat.]: boynuz.
korkutmak, ürkütmek. corolla [Lat.: corona]: çiçeklerin taç
consuere [Lat.]: dikiş dikmek, iğneyle yaprakları, taçyaprak.
ilmik atmak. corona [Lat.]: 1.) çember, daire biçimli,
halka, 2.) taç.
corps [Lat.: corpus > Fra.: corps]: 1.) bir crassus [Lat.]: 1.) kaba, kalın, 2.)
araya gelmiş toplu güç, güç, 2.) semiz, şişmen, tombul, yağlı, 3.)
topluluk, 3.) [Askeri] kıta, 4.) [Askeri] hayvansal yağ, yağ.
müfreze. crate [Yun.: kratos [?] > Fra.: crate]:
corpus [Lat.]: 1.) külliyet, mecmua, 2.) Fransızca’da –crate; üyesi yada
beden, vücut, 3.) esas. destekçi anlamına gelen bir sonek
Corpus christi [Lat., Din]: 1.) [Din] [democrate: demokrasi yanlısı].
Hiristiyanlıkta Hz. İsa’nın bedeni, 2.) craticula [Lat.]: ızgara, ızgara benzeri.
bir yer adı. cratis [Lat.]: 1.) heybe, kıldan torba, 2.)
corpus delicti [Lat., Hukuk]: asıl ve elle sepet işi, sepet örgüsü.
tutulabilir kanıt. crayon [Lat.: creta > Fra.]: 1.) kalem, 2.)
corpus juris [Lat.: corpus iuris]: [Hukuk] renkli, her türden boya kalemi.
kanun külliyatı. creare [Lat.]: neden olmak, sebep
corpuscule [Lat.]: 1.) küçük bütünler, olmak, yol açmak.
küçük bedenler, 2.) bak. korpüskül. creatura [Lat.]: yaşayan varlık, insan
cors [Lat.]: mahkeme. yada hayvan.
corso [İtl.: corso]: akın, hücum, saldırı. credere [Lat.]: iman etmek, inanmak.
cortex [Lat.]: ağaç kabuğu. credo [Lat.: credere]: 1.) inanıyorum, 2.)
coruscus [Lat.]: tireyen, titrek. [Hiristiyanlık] akide, amentü, iman,
corvus [Lat.]: 1.) kuzgun, 2.) simsaiyah inanma.
renk. cremare [Lat.]: yanmak.
costa [Lat.]: 1.) eğe, kaburga kemiği, crena [Lat.]: çentik, kertik, yiv.
2.) 1.)
deniz kenarı, kenar, kıyı, sahil. crepare [Lat.]: gıcırdamak,
Costa Rica [İsp.]: 1.) Rica’nın sahili, takırdamak, tıngırdamak, 2.) zayıf
Rica Sahilleri, 2.) Orta Amerik’da bir düşmek, yıkılmak.
ada ülke. crescere [Lat.]: büyümek, gelişmek.
coşku: arzu, istek, şevk, aşırı ~: creta [Lat.]: tebeşir.
cezbe. criemen [Lat.]: akın, hücum, saldırı.
coşkulu: arzuluk, ateşli, istekli, şevkli. crimen [Lat.]: hücum etmek,
coşkun: 1.) ateşin, ateşli, dirik, 2.) [Şiir] saldırmak.
lirik, 3.) [C] ateşli ve dirik anlamına crispus [Lat.]: bukleli, kıvrımlı, lüleli.
erkek adı, [Şevki]. crista [Lat.]: ensedeki tüy, yele.
cota [Lat.]: tunik. crucibulum [Lat.]: 1.) lamba, 2.) maden
coulomb [C.A.Coulomb]: 1.) 1736-1806 eritme kabı, pota.
yılları arasında yaşamiş bir Fransız crudus [Lat.]: ham, işlenmemiş.
fizikçisi, 2.) bir saniyede bir noktadan crusta [Lat.]: ekmek kabuğu, pişmiş
geçen elektron sayısının 6,25 x 1018 kabuk.
denk olduğu bir elektrik yükleme crux [Lat.]: 1.) döryol, dörtyol ağzı, 2.)
birimi. dört uçlu, 3.) haç.
coupè: bak. kupe. crypta [Lat.]: 1.) in, mağara, 2.) dehliz,
couper [Fra.]: kesmek. mahzen.
coxinum [Lat.]: yastık. cubare [Lat.]: yatmak.
cöhce [?]: ? cubitum [Lat.]: eski Roma’da
cömerd [Far.: civanmerd]: bak. kullanılan 18-22 inç arası bir uzunluk
cömert. ölçüsü.
cömert [Far.: civanmerd > Osm.: cömert]: cucumis [Lat.]: cacık, hıyar.
1.)
korkusuz, mert, yürekli, 2.) bol bol cucurbita [Lat.]: su kabağı.
veren, eli açık, selek. cuk: Türkçe’de küçük, minik anlamı
cönk 1 : i., saz ozanlarının, kendi yada yükleyen bir sonek, [Limoncuk, Minicik].
başka ozanların şiirlerini derledikleri, cukka [Halkdili]: hayvan memesi.
uzunlamasına açılan, deri kapaklı culcita [Lat.]: yorgan.
defter, sığırdili. culcita puncta [Lat.]: işli yorgan.
cönk 2 [Mal.]: i., büyük yelkenli. culmen [Lat.]: doruk, zirve.
cracy: bak. ratie. culpa [Lat.]: eksik, gedik, hata, kusur,
crampè [Fra.]: burkulmuş, bükülmüş. özür.
culter [Lat.]: bıcak.
cultura [Lat.]: ekip biçmek, işlemek, curvus [Lat.]: bent, dirsek, eğim, köşe.
tarlayı ekmek. cuspis [Lat.]: keskin uçlu.
cultus [Lat.]: 1.) endişe, gaile, merak, custos [Lat.]: bekçi, koruyucu,
2.)
dikkat, ihtimama, 3.) koruma, muhafız.
tedbir, önlem, 4.) sıkıntı, üzüntü. cuticula [Lat.]: deri.
Cuma 1 [Arp.: cum’a]: 1.) toplanma, cübbe [Arp.: cbb]: bak. cüppe.
toplanma günü, 2.) haftanın beşinci cübile [Lat.: jubilium > Fra.: jubilet]: 1.)
günü, 3.) [C] bir erkek adı. kutlama, 2.) profesyonel meslekten
Cuma 2 [Arp.: cum’a]: bak. Cuma eğlenceli kutlama töreniyle ayrılma.
Namazı. cüce: 1.) boyu kısa, 2.) [Bitki] bodur,
Cuma Namazı: 1.) bak. Cuma2, 2.) kısa boylu.
Cuma günleri kılanan ve vacip olan cümbüş [Rum.: symposio [συμπόσιο] >
toplu namaz. tsimpoysi [τσιμπούσι] > Fars.: cunbis >
1.) 2.)
Cumartesi [Arp.: cum’a + ertesi]: Tür.]: [Müzik] bir müzik gereci,
haftanın altıncı günü. içkili sazlı eğlence.
cumhur [Arp.]:
1.)
ahali, halk, cümle [Arp.: ? > []]ﻩلمج: 1.) hepsi, 2.)
kalabalık, topluluk, 2.) [C] bir erkek [Dilbilgisi] tümce, ~ bilgisi: sentaks.
adı. cüneyd [Arp.]: bak. cüneyt.
cumhurbaşkanı [Arp. + başkanı]: cüneyt [Arp.: cüneyd]: 1.) 2.) [C] bir
reisicumhur. Müslüman ve Türk erkek adı.
cumhuriyet [Arp.]: halkın yönetimi, cüppe [Arp.: cbb > cübbe]: 1.) kolsuz
[republic]. uzun erkek giysisi, 2.) hukukçu,
cumhuriyetperver [Arp.: cumhuriyet + imam, profesör ve yargıç giysisi.
Far.: perver > Far.: cüret [Arp.: cra > cür’et]: 1.) korkusuz
cumhuriyetperver]: cumhuriyer olma, yürekli olma, 2.) cesaret,
sever, cumhuriyet taraftarı. yürek.
cumulare [Lat.]: birikmek, istiflemek, cüretkar [Arp.: cra > cür’et + Far.: kâr >
tepe yapmak, yığmak, yığılmak. Far.: cür’etkâr]:
1.)
korkmama,
cumulus [Lat.]: öbek, yığın. yılmama, 2.)
atak, yürekli.
cunda [İtl.: zonta]: [Denizcilik] seren cüz [Arp.]: 1.) bölüm, kısım, 2.)
yada bumbanın ucu. Kuran’ın 1/13 bölümü, ayrı ciltlenmiş
cuneus [Lat.]: çivi, kama, kıskı, takoz. Kuran, 3.) kitap yada kitapçığın ayrı
cunta [Lat.: jungere > İsp.]: bak. junta. basılmış sürümü, fasikül, 4.) [Fizik]
cupa [Lat.]: koç, koç başı, tos. atom, 5.) [Geometri] derece, 6.) [Metrik]
cupiscere [Lat.]: arzu etmek, istemek. ayak, 7.) [Mistik] tüm evrenin ayrılmaz
cuprosa [Lat.]: bakır, bakraç. parçası. .
cura 1 [ÖzTür.]: 1.) [Müzik] bağlama, cüzam [Arp.]: [Tıp] cüzzam, lepra.
tambur, 2.) [Halkdili] küçük atmaca cüzi [Arp.: cüz’i]: 1.) az bir şey, önemsiz
kuşu, 3.) [Halkdili] gelişmemiş, ufak bir miktar, 2.) bireysel, evrensel
tefek. olmayan, genel olmayan, 3.) kısmi,
cura 2 [Çuv.: kural > Lat.]: 1.) koruma, tikel.
2.)
muhafaza, bakma, ihtimam Cüzzamlı [Arp. + lı]: [Tıp] alaten.
gösterme, ilgilenme, özen, özen cyan [Yun.: kyan [?]]: Fransızca’da cyan-
gösterme. ; koyu mavi, lacivert anlamında bir
curare [Çuv.: kural > Lat.: cura]: önek.
bakmak, ihtimam göstermek, cyano [Yun.: kyano [?]]: Fransızca’da
ilgilenmek, özen göstermek. cyano-; koyu mavi, lacivert anlamında
Curie, Marie: [Fra.]: 1867-1934 yılları bir önek.
arasında Fransa’da yaşamış Polonya cyclo [Yun.: kyklos [κυκλώς]]: daire yada
asıllı bir kimya biliminsanı. teker anlamına gelen bir onek.
currere [Lat.]: koşmak.
curriculum [Lat.]: yarışma kursu. ========== Ç =========
cursor 1 [Lat.]: 1.) koşucu, Ç 1 : Türk Abecesi’nde 4. harf.
cursor 2 [Lat.]: [Bilgisayar] imleç. Ç 2 : [τσε: tse]; Yunan Abecesi’nde
cursus [Lat.]: 1.) akış, cihet, istikamet, Türkçe [Ç, ç] harfinin yazılışı.
yön, 2.) gidiş, izlenecek yol, rota, yol. çaba: 1.) efor, gayret, 2.) mücadele,
curtus [Lat.]: kısa. savaşım.
çanak [Rum.: tsanaki [τσανάκι] > Tür.]: 1.) çarpma: 1.) [Sayıbilimi] sayıları çarpım
ortası çukur kap, yayvan kap, işlemi, 2.) [Mecazi] çalma, gasp,
derince ~: kase, 2.) anten, soyma, 3.) [Balıkçılık] büyük olta iğnesi.
Çanakkale [Rum.: Hellespontos [?], çarşaf [Far.: çarşeb]: i., [Dokuma] yatak
Dardenelles, Osm.: Biga, Kale-i örtüsü.
Sultaniye]: [17], Türkiye’de bir kent. Çarşamba 1 [Far.: çer + şenbih]: 1.)
Çankırı [Rum.: Gangra [?], Osm.: Çankırı, Farsça anlamı dördüncü gün, 2.)
Çangırı, Çengiri]: [18], Türkiye’de bir haftanın üçüncü günü.
kent. Çarşamba 2 [Far.: câr + şembe]:
çanta: i., para taşıma kabı. Samsun’a bağlı bi ilçe.
çap: 1.) [Geometri] daire çevresi, kutur, çarşı [Far.: çarsu]: i.,1.) alan, pazar
2.)
büyüklük, 3.) ölçü, ölçek, silahta meydanı, 2.) dörtyol, dörtyol ağzı, 3.)
~: kalibre. alışveriş alanı, 4.) dükkan yada
çapa 1 [?]: i., [Tarım] bir tarım aracı. pazarın bulunduğu bölge, 5.) şehiriçi.
çapa 2 [İtl.: zappa ?]: i., [Denizcilik] gemi çaş [Far.: çâş]: tadına bakmak, tatmak.
demirleme gereci. çatal: i., 1.) boyunduruk, yeke, 2.) bir
çapaçul [Far.: ?]: bakımsız, düzensiz, yemek gereci.
pasaklı. çatana [İtl.: ?]: [Denizcilik] küçük vapur.
çapaçulluk [Far.: ? + luk]: giyimine çatapat: 1.) 2.) fişek.
özen göstermeyen. çatı: 1.) evin üst kısmı, dam, ruf, ~yı
çapar [Ark.]: çiçek bozuğu yüz. örten ince tabaka: balar, 2.) [Yazın]
çapari [İtl.: chiapparei]: i., bir takımı. roman kurgusu.
çapkın: s., zampara. çatlatmak: aklını kaçırmak.
çapla: i.,maden kazıma kalemi. çatma: i., 1.) çatmak eylemi, 2.)
3.)
çapraz [Far.: çep ü rast > Osm.: çapraz]: [Askeriye] tüfekleri çapraz tutma,
1.)
sol-sağ, 2.) ters, travers, 3.) olta [Dokuma] bir tür döşemelik kumaş.
iğnesi. çatra patra [Rum.: stsi ki stsi [σάταλα
çapul: talan, yağma. πάταλα] > Tür.]: çat pat.
çapula [Far.: pacıla]: [Dokuma] bir tür çav [ÖzTür.]: i., 1.) ses, ün, haber, 2.)
deri ayakkabı. [Halkdili] at, eşek vb. hayvanların
çapulcu: talancı, yağmacı. erkeklik organı.
çaput [Far.: cağbut]: paçavra. çavlan: i., [Evrenbilim] şelale.
çar [Lat.: caesar > Rus.: çare [царь]]: 1.) çavuş: i., 1.) sorumluk kişi, 2.)
bey, han, kaan, kral, reis, şef, Osmanlı’da çeşitli işleri yapan
hakan, kaan, kayser, kral, 2.) Rus görevli, 3.)
[Askeriye] manga
kralı. komutanı, 4.) askeri okullarda sınıf
çarçube [Far.]: çatı, gergef, kafes. başkanı, ~ kuşu [Kuşbilim]: ibibik.
çardak [Far.: çartak]: kameriye. çay 1 [ÖzTür.]: i., 1.) küçük akarsu, 2.)
çare [Far.: çâre]: 1.) daru, deva, em, [Evrenbilim] dereden büyük, nehirden
ilaç, 2.) çözüm, umar. küçük akarsu.
çaresiz [Far.: çâre + siz]: biçare, çay 2 [Çin.: ça> Far.: ]: i., 1.) [Bitkibilim:
umarsız, Camellia sinensis],
2.)
yapraklarından
çargah [Far.: çârgah: ?]: 1.) ? 2.) Klasik içecek yapılan bir Ça' bitkisi, 3.) bir
Türk Müziği’nde bir makam. tür içecek, ~daki etkin madde:
çarh [Far.]: i., 1.) dairesel devinim, 2.)
tein, ~ın tavı: dem.
daire, döngü, teker.
çayan [çıyan]: akrep, zehirli bir böcek.
çarık: [Giyim] i., ayakkabı, papuç.
çaydaçıra: çalgılı bir halk oyunu.
çark [Far.: çarh]: i., 1.) dairesel devinim,
2.) çaydanlık [Far.: çay + dân + lık]: 1.) çay
daire, döngü, teker, 3.) pervane.
pişirme kabı, 2.) çay pişirme kabı.
çarka [Osm.]: i., Osmanlılar’da öncü
çayır: 1.) üstünde gür ot biten düz ve
görevi.
nemli yer, 2.) çimen, ot, Ekvador
çarmıh [Far.: çar + meh > çarmih > Osm.:
çarmıh]: i.,
1.)
dört tahta çivi, 2.) ~ları: savana.
[Hiristiyanlık] haç, istavroz. çaykara [Halkdili]: eşme, kaynak,
çarpan balığı: i., barsam. kaynaksuyu, memba, pınar.
çarpık: s., yamuk. çeç [?]: tahıl yığını.
çarpışma: i.,cenk.
Çin [Arp.]: Asya’da büyük bir ülke, çitari [Halkdili]: 1.) [Balıkçılık] kılçıklı bir
[Communist Chine], ~ tapınağı: balık, 2.) ipek ve pamukla dokunan
pagoda. bir tür çizgili kumaş, çitar.
çinçilla [İsp.: chinche > İng.: chinchilla]: çitmik: üzüm salkımın küçük dalı.
1.)
Güney Afrika kökenli küçük bir çivi [ÖzTür.]: 1.) sivri uçlu demir, 2.)
kemirgen, tavşana benzer bir [Teknik] mıh, büyük ~: enser, mıh.
hayvan, 2.) bu hayvanın yünü yada çiy [ÖzTür.]: 1.) doğadaki ıslaklık, nem,
bu yünden yapılma dokuma. ıslaklık, yaşlık, 2.) [Hava Durumu]
çingene [Rum.: tsiggana > tsigganos şebnem.
1.)
[τςιγγάνα > Τσιγγάνος] > Tür.]: çizgi: çizik, hat, yiv, uzaklaşan ~ler:
Hindistan'dan çıktıkları söylenen, çizi [İng.: cheesy]: peynir gibi, penyiniri
dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan andıran.
bir topluluk, kıpti, 2.) bu topluluk çizik: i., 1.) çentik, çetele, kerte, 2.)
üyesi, 3.) Türkiye’de kendilerini çizgi, hat, yiv, 3.)
çizilmiş,
Roman olarak anarlar, 4.) diğer zedelenmiş, 4.)
[Mecazi] kafayı yemiş.
dillerde [Çigan, Çingan, Gypsy, Kipti, çizme: i., 1.) çizme işi, 2.) bot, ~ kısa:
Tsigane]. edik,
çini [Far.: Çinî]: 1.) Çinli, 2.) Çin’den çoban [Far.: şûbân > çûbân > Osm.:
gelen yada Çin’e ait, 3.) Çin usulü, çoban]: i.,
1.)
köy yönetici, bey,
tarzı yada kültürüen göre yapılmış, önder, reis, 2.) davar yada sürü
4.)
resimli fayans. otlatan kişi, sığırtmaç, ~ giysisi:
Çinko [İtl.: zinco, Lat.: zinc: Zn]: 1.)
kepenek, ~ yamağı: çeltek, baş ~:
tutya, 2.) mavimsi beyaz renkte olan
sert bir element. eke, ~ türküsü: eglog, ~ köpeği:
çipil [Rum.: tsimpla [τσίμπλα] > Tür.]: 1.) ? karabaş,
2.)
kirpiksiz göz. çobanlama [Far. + lama]: i., [Şiir]
çipura [Rum.: tsipoura [τσιπούρα] & pastoral.
tsippura [τσιππούρα] > Tür.]: [Balıkçılık: çobanpüskülü i., [Bitkibilim: Ilex
Sparus aurata] bir balık türü. aquifollum]:
çir [Halkdili]: 1.) meyve kurusu, 2.) çocuk [ÖzTür.]: i., 1.) herşeyin küçük
kayısı, erik, zerdali vb. meyvelerin olanı, küçük, 2.) bala, bebek, bızdık,
kurusu. çağa, velet, ~ hastalıkları:
çirağ [Far.]: kalfa ?. Boğmaca, Kızamık, ~ ayakkabısı:
çirağpa [Far.]: şamdan ?. patik, ~ dilinde ateş: cız, ~
çiriş [Far.: sirîş]: 1.) unundan tutkal, doğurtan kadın: ebe, ~ doktoru:
yapıştırıcı yapılan bir bitki, 2.) tutkal,
pedagog, ~ elbisesi: kundak, ~
yapıştırıcı.
çirk [Far.]: kir, pas, pislik. oyunları: körebe, seksek, ~
çirkef [Far.: çirk + âb > çirkâb]: 1.) türküsü: ninni, ~ yatağı: beşik, ~
kirlisu, pissu, lağım, 2.) bulaşkan ve yemeği: mama, ~ yuvası: kreş,
iğrenç kişi. çocukbilimi: pedagoji, küçük ~:
çirkin [Far.: çirk + în > çirkîn]: 1.) kirli, sabi, küçük ~lar: sıbyan, küçük
pasaklı, pis, 2.) aksi, hırçın, huysuz,
sevimli ~: yumurcak, rahimdeki ~:
kaknem.
çiroz [Rum.: tsiros [τςίρος] > Tür.]: 1.) cenin, tombul ~: apalak, yaramaz
kurutulmuş balık, 2.) çok zayıf kimse, ~: afacan, yumurcak, arsız sokak
kılçık. çocuğu: kopil,
çis [?]: kudret helvası, özsu. çoğalma: i., artma, üreme, zam.
çise [Halkdili]: [Evrenbilim] ince yağmur. çoğalmak: f., artmak, üremek, zam
çiş [Halkdili]: idrar, sidik. yapmak.
çit [ÖzTür.]: 1.) çalı çırpıdan duvar, 2.) çoğaltma: artma, artırma, üreme,
bahçe duvarı, bari, bark. zam.
çita [Hin.: citra > İng.: cheetah]: bir tür çoğunluk: ekseriyet.
benekli maymun. çoğunlukla: ekseriyetle.
çitar [Halkdili]: [Dokuma] 1.) bir tür çok: ziyade, daha ~: ziyade.
kumaş, 2.) çitari. çokal [Ark.]: savaşlarda giyilen zırh.
dama [İtl.: dama]: 1.) 16 taşla oynana dans [Fra.: dance]: [Sanat] dans, raks.
bir akıl oyunu, 2.) bu oyunda yer alan Dantel [Fra.: dantelle]: elişi, tığişi, ince
kare bölümler. ~: oya, oya işi, tentene.
damacana [İtl.: damigiana & Fra.: dame- dantela [?]: ağ örgü.
1.)
jeanne > Tür.: damicana]: büyük su dar 1 : s., 1.) ensiz, sıkı, 2.) az, ender,
2.)
şişesi, fıçı, cam yada plastikten nadir, 3.) zor, zorluk, zor zamanlar.
büyük su kabı. dar 2 [Arp.: dâr]: 1.) yaşanan yer,
damak: 1.) [Bedenbilim] ağız boşluğunun dünya, mahal, mekan, ülke, yurt, 2.)
2.)
tavanı, lezzet, tat. ev, hane, konut, yuva.
damalı [İtl. + lı]: kareli, satrançlı. dar 3 [Far.: dâr []]دار: Farsça’da –dâr; 1.)
damar: [Bedenbilim] kanın dolaştığı yol, taşıyan, tutan,
2.)
sahip, elinde tutan
~ sıvısı: kan, atar ~: arter. yada –cu, -ci anlamında bir sonek,
damasko [İtl.: damasco]: bir tür [defterdâr: deftertutan, hazinedâr: hazineci,
kumaş. maldâr: mal sahibi].
damat [Far.: dâmâd]: güvey. dar 4 [Far.: dâr []]دار: yuvarlama.
damga: 1.) işaret, nişan, 2.) [Ticaret] dar es si’naa [Arp.: dâr-u senaât: راد راد
kaşe, mühür. ]راد ةعانصلا: atölye, işlek.
damgalama: Kaşeleme, mühürleme. Dar üs Selam [Arp.:]: 1.) Barış Kenti,
2.)
damgalamak: kaşelemek, Tanzanya‘nin başkenti.
mühürlemek. dara [Arp.: farah > Rum. > Tür.]: bir
damıtıcı: imbik. kabın ağırlığı, abra, denge.
damla: 1.) i., katra, 2.) s., biraz, çok az, daraban [Halkdili]: kalp atışı.
3.)
i., [Eczacılık] ilaç damlatıcısı,
4.)
i., darb [Arp.]: bak. darp.
[Tıp]kalbe inen inme,
5.)
ö.i.,
6.)
[D] darbımesel [Arp.: darb-ı mesel]: 1.) 2.)
katra, su taneciği anlamına bir Türk aforizm, atasözü, vecize.
bayan adı.. darbuka [Arp.: ?]: i., [Müzik] 1.) vurmalı
damnare [Lat.]: acıtmak, zarar çalgı, 2.) dümbelek.
vermek. dare 1 [Far.: ?]: i., süt nine.
damnum [Lat.]: zarar, ziyan. dare 2 [Lat.]: 1.) verme, veriş, 2.)
damper [İng.: dumper]: [Otomotiv] arkası vermek.
hidrolikle kalkar dökme özellikli darı [Gür.: dzar-i > ?]: i., 1.) büyük,
kamyon. tahıl taşıma sepeti, 2.) [Bitkibilim:
dan 1 : Türkçe’de –dan, -den, -tan, -ten Panicum miliaceum] tanelerinden boza
soneki; İstanbul’dan. üretilen bir tahıl türü, 3.) akdarı, 4.)
dan 2 : keskin ses; dan dan diye. mısır.
dan 4 [Far.]: Farsça’da dan-; 1.) depolu, darılma: i., gücenme, küsme.
kaplı, keseli, zarflı,
2.)
–lık, -lik [çaylık: darılmak: f., gücenmek, küsmek,
çaydanlık] anlamına bir sonek. darp [Arp.: drb > darb]: i., 1.) çarpma,
dan 5 [Far.]: Farsça’da dan-; anlayan, dövme, vurma, 2.) [Para] basma,
bilen anlamına bir sonek, [nüktedan]. dövme.
dan 5 [Far.]: Farsça’da dan-; şiirde dane, darphane [Arp.: darb + Far.: hâne > Far.:
1.)
tane anlamına bir sonek. darbhâne]: i., para basılan yer, 2.)
dan 6 : şaşırma. ö.i., [D] İstanbul’da bir semt.
dan 7 : -tan’ın yumuşamış biçimi. daru [Far.: darû]: i., deva, em, ilaç.
dana: 1.) inek yada öküz yavrusu, 2.) daru zenaat [Arp.: dâr-es si’naa > Dâr-u
genç inek yada öküz, ~ derisi: si’naa]: i.t., atölye, işlek.
defne ağacı [Yun.: daphna [δάφνη] + deizm [Yun.: the + ismos > [θεϊσμός] >
1.)
Türk.]: [Bitkibilim: Laurus nobilis] ağaçsı Fra.: déisme]: ? 2.) tanrıyı sadece
bir bitki. ilk neden görüp, ona başkaca güç ve
defo [Lat.: defectur > Fra.: default]: nitelik tanımayan, vahyi tanımayan
kusur, eksik. görüş, neden tanrıcılık
defrost [İng.: de-frost]: 1.) buz önleyici, dejenerasyon [Lat.: de + genus > Fra.:
2.) 1.)
buz yada karlanma çözücü. degeneration]: bozulma, yozlaşma,
2.)
defter [Rum.: difterion > defteri & tefteri ayartılma, baştan çıkartılma,
[διφθέριον > δεφτέρι & τεφτέρι] > Arp.: ? > bozulma.
1.)
Tür.: defter]: işlenmiş deri tableti, dejenere [Lat.: de + genus > Fra.:
2.)
kösele, yazı tableti, 3.) yazı degenerè]:
1.)
bozulmuş, yoz, 2.)
yazmak için kullanılan, bir araya ayartılmış, baştan çıkmış, bozulmuş.
tutturulmuş kağıt demeti. deka [Yun.: δέκα]: bak. deca.
defter emini [ Rum.: defter + Arp.: emin dekagram [Yun.: deca + gramme >
1.)
> Osm.: defter emini]: Osmanlı’da decagrammeria [δέκαγραμμάρια] > Fra.:
1.)
ilin tapu işlerine bakan en üst décagramme]: on gram, 2.) [Ağırlık
düzeydeki devlet görevlisi, 2.) Tapu Ölçümü] on (10) gramlık ağırlık.
Müdürlüğü müdürü. dekalitre [Yun.: deca + litra > decalitra
1.)
defterdar [Rum.: difterion > defteri & [δεκάλιτρο] > Fra.: décalitre]: on
2.)
tefteri [διφθέριον > δεφτέρι & τεφτέρι] > Arp.: litre, [Sıvı Ölçümü] on (10) litre, 10
1.)
? > Far.: dâr > defterdâr]: defter lt’lik kap.
2.)
tutan, Osmanlı’da maliye işlerinin dekametre [Yun.: deca + metron >
en üst yetkilisi ve kentlerde maliye decametron [δεκάμετρον] > Fra.:
1.)
işleriyle uğraşan görevli, 3.) bir kentin décamètre]: on metre, 2.) [Uzunluk
mali işlerini yöneten en üst devlet Ölçümü] on (10) metre.
görevlisi. dekaster [Yun.: deca [δεκά] + Fra.: stère
1.)
değer: 1.) eder, fiyat, paha, 2.) > Fra.: décastère]: on ster, 2.) [Ağaç
3.)
muvafık, reva, uygun, yakışır, ve Kereste Ölçümü) on (10) ster, 10
yaraşır, 3.) [D] bir erkek adı, [Cevher, metreküplük hacim ölçüsü birimi
Kıymet], ~ini ölçmek: kıymet takdir dekatlon [Yun.: dec + athlon > dekathlon
1.)
[δέκαθλον] > Fra.: décathlon]: eski
etmek, paha biçmek.
değerlendirme: takdir. Yunan’da bir sosyal eğlence çeşidi, 2.)
[Spor] her bir yarışçının 10 engel ve
değerli: 1.) [Fiyat] kıyemtli, pahalı, 2.)
saygın, sevilen. alan oyunlarında yarıştığı bir
değerli: müstehak, reva. karşılaşma.
değersiz: 1.) [Fiyat] ucuz, 2.) boş, kof, deklare [Lat.: de + clarus > Fra.:
declaré]: açıklanmış, ilan edilmiş,
değinme: kontak, temas, değme,
dokunma. dekolte [Lat.: de + collum > Fra.:
1.)
değiş tokuş: trampa. décolleté]: boyunsuz, 2.) boynu
3.)
değişici: s., değişken, kararasız, açıkta, [Giysi] göğüs kısmı açık
delegasyon [Lat.: de + legare > Fra.: Demeter [dheghom + mater > Yun.:
1.)
delegation]: temsile yetkili kurul, [Δημήτηρ]]: anakara, dağıtıcı ana,
2.)
heyet, komite. Yunan Mitolojisi’nde tarım ve
delege [Lat.: de + legare > Fra.: delegèe]: bereket tanrıçası, 3.) güzel saçlı
başkasnın işini yapma yetkisi verilen kraliçe, 4.) güzel örgülü Demeter.
kişi, elçi, murahhas, temsilci. demi [Lat.: diminius > Fra.]: Fransızca’da
1.) 2.)
delere [Lat.]: harab etmek, imha –demi; yarım, boy, güç vb
etmek, mahvetmek, yakmak, konularda beklenenden zayıf olan
yıkmak, yoketmek. anlamında bir önek.
delgeç: delecek, zımba. demir [Tür.: demir & Lat.: ferrus > Fra.:
1.)
delgi: matkap. ferrum: Fe]: bir maden adı, 2.) [D]
deli [ÖzTür.: teli]: i., divane, kaçık. bir Türk erkek adı. ~ kiri: pas,
delicatus [Lat.]: hoş, latif, güzel, şirin. dökme ~: pik, yassı ~ çelik ürünü:
delice [Halkdili]: atmaca kuşu. sac.
delik: boşluk, gedik, oyuk. demiryolu: b.i., tren hattı, bir ~
delikanlı: civan, dilaver, genç, yiğit.
taşıtı: drezin.
delil [Arp.: dll > delil]: 1.) alamet,
demiunure [Lat.]: azalmak.
gösterge, işaret, 2.) beyyine, kanıt.
demo [Lat.: > İng.: demo(nstration)]:
delilik: [Tıp] ahmaklık, bönlük, dimağ
sunu, sunum, takdim.
zayıflığı.
demodülasyon [Lat.: de + modus > Fra.:
delişmen: zirzop.
demudulation]: [Fizik] yayınlanmış ses
delphin [Yun.: ?]: [Balıkçılık:] Yunus,
ve görüntü yayınlarının alınması.
Yunus balığı.
demograf [Yun.: demos + graphein >
Delta 1 [Fen.: Dalet [Daleth] > Yun.: demographos [δημογράφος] > Fra.:
Délta: [δέλτα & δέλτα]]: Yunan démographe]:
1.)
doğum kaydı, 2.)
demokratik [Yun.: demos + kratein + densus [Lat.]: 1.) kesif, sıkı, kompakt,
ikos > demokratikos [δημοκρατικός] > yoğun, 2.) ince taneli, kısa, özlü.
1.)
Fra.: démocratique]: halkın densus [Lat.]: koyu, sığ, yoğun.
ynetimine göre olan, 2.) demokrasiye dental [Lat.: dens > Fra.]: dişle ilgili.
uygun, 3.) Demokrat Partisi’yle ilgili. dentist [Lat.: dens > Fra.: dentiste]:
demokratlık [Yun.: demos + kratein > dişçi, diş hekimi.
demokrates [δημοκράτης] > Fra.:
1.) deodaran [Lat.: de + odor > Fra.:
démocrate + lık]: halk yönetimi 1.)
2.) deodorente]: kötü koku giderici, 2.)
yanlısı, demokrasi yanlısı ter kokularını giderici.
davranma. deon [Yun.: δεον]: i., görev, hizmet,
demos [Yun.: demos: δημος]: amme, ödev.
halk, insanlar, kamu, toplum, deonto [Yun.: δεοντο]: i., görev, hizmet,
topluluk. ödev.
demuraj [Fra.: de + muer > demurrage]: deontoloji [Yun.: deonto + logia >
1.)
[Taşımacılık] bir gemi yada taşıma deontologia [δεοντολογία] > Fra.:
gerecinin yükleme boşaltma déontologie]:
1.)
ahlaki görevler bilgisi,
nedeniyle gecikmesi, 2.) bu nedenle 2.)
ödevbilgisi.
ödenen ödenti, tazminat. deontolojik [Yun.: deonto + logia + ikos
den: Türkçe’de –dan, -den, -tan, -ten > deontologikos [δεοντολογικός] > Fra.:
1.)
soneki; İstanbul’dan. déontologique]: ahlaki görevler
deneme: kontrol, murakebe, sınama, bilgisine ilişkin, 2.) ödev bilgisi ile ilgili
test. depar [Lat.: dis + partire > Fra.: depart,]:
denemek: murakabe etmek, kontrol [Spor] çıkış, start.
etmek, sınamak, tecrübe etmek, test depart [Fra.]: kalkış.
etmek. departman [Lat.: dis + partire > Fra.:
1.)
denetçi: kotrolör, murakıp, [auditor], department]: bölümlendirme,
denetim: kontrol, sınama. bölümlere ayırma, 2.) iş yada
denetlemek: kontrol etmek. yönetimin ayrı bölüm yada alanı, 3.)
deney: deneyim, tecrübe, ~e dayalı: bakanlık, idare, yönetim, 4.) ayrı
ampirik. etkinlik alanı, 5.) bir işyerinde ayrı
deneyim: deney, tecrübe. çalışma alan ve bölümü.
denge: 1.) balans, muvazene, 2.) depo [Lat.: de + ponere > Fra.: depot]: 1.)
terazide abra, dara. ambar, hazne, 2.) otobüs yada tren
3.)
dengeli: durağan, sabit, stabil. durağı, askeri malzemenin
denim [Fra: de Nimes]: 1.) Fransa Nimes saklandığı yer.
kendtinde üretilen kumaş, 2.) deprasyon [Lat.: de + premere > Fra.:
1.)
pamuklu döşemelik, kumaş, kaba depression]: baskı altında olma, 2.)
pamuklu kumaş, 3.) blucin yada işçi acı, çile, dert, elem, esef, gam,
tulumu yapımında kullanılan kumaş. kasvet, kasavet, kaygı, keder, tasa,
deniz: 1.) bahr, bahri, 2.) [D] bir Türk teessür, üzüntü, 3.) [Ekonomi] buhran,
bayan ve bay adı, ~ dibini inceler: durgunluk, 4.) [Ruhbilim] dermansızlık,
batiskaf, ~ haydutu: korsan, ~in düşkünlük.
deprem: [Yerbilimi] sarsıntı, yer
derinliğini ölçme: iskandil, derin
sarsıntısı, zelzele, ~ ile ilgili: sismik,
~: batyal, ~ kenarı: costa, kıyı,
sahil, denizdeki sığ yer işareti: fay: kırık, kırılma, ~ sarsıntı ölçeği:
kerteriz, kabuklu ~ hayvanları: Richter, ~ yazar: sismogram.
İstiridye, Karides, Salyangoz, der 1 : ter.
Yengeç, der 2 [Far.]: 1.) bab, eşik, giriş, kapı, 2.)
denizaşırı: b.i., denizötesi. ev, hane, saray, 3.) dağ geçidi.
Denizli [Rum.: Laodikeia [?], Osm.: der 3 [Far.]: Farsça’da der-; 1.) iç, içne
2.)
Laodikya, Ladik, Tunguzlu, Tenguzlug, doğru, dahil, dahilde anlamına
Tonguzlug, Denizli]: [20], Türkiye’de bir gelen bir önek.
kent. der 4 [Far.]: Farsça’da -der; yırtan
denizötesi: b.i., denizaşırı. anlamına gelen bir sonek.
denk [ÖzTür.]: 1.) eşit, müsavi, 2.) derd [Far.]: bak. dert.
balya, yük, 3.) [Fizik] eşit güç.
dens [Lat.]: diş.
dere [Far.: ?]: 1.) koyak, vadi, 2.) akak, derma [Far.: ? > Arp.: ? > Yun.: deras >
küçük su akıntısı, suakıntısı, suyolu, derma [δέρας > δέρμα]]:
deri, ten.
3.)
çatı su akağı. derman [Far.: dermân []]درﻣﺎن: 1.) çare,
derebeyi [?]: b.i., 1.) eski Avrupa’da ilaç, otama, 2.) can, dirlik, güç, hal,
içinde ve çevresindeki evlerle kala kuvvet, mecal, takat.
sahibi yönetici, 2.) burjuva, feodal, ~ dermansız [Far. + sız]: argın, aygın,
konağı: şato. bitap, bitkin, güçsüz, haşat, takasız,
derebeylik [?]: feodalite. yorgun, zayıf.
derece [Arp.: ?]: 1.) aşama, kat, dermansızlık [Far. + sızlık]: zaafiyet.
mertebe, rütbe, 2.) ısı ölçer, 3.) ölçer, dermatit [Far.: ? > Arp.: ? > Yun.: derma
metre. + itis > dermatitida [δερματίτιδα] > Fra.:
1.)
dereotu [dere otu] [Far.: + otu > Tür.]: dermatite]: çilt iltihabı, 2.) [Tıp]
b.i., [Bitkibilim: Anethum] güzel kokulu
iltihaplı deri hastalığı.
bir bitki. dermatolog [Far.: ? > Arp.: ? > Yun.:
derma + logos > dermatologos
dergah [Far.: der + gâh > dergâh [ ]]درﮔﺎﻩ: 1.)
1.) [δερματολόγος] > Fra.: dermatologue]:
eşikönü, kapıönü, 2.) bir zamanlar
cilt hastalığı bilgisi olan, cilt otacısı,
tarikat üyelerinin sığındıkları, 2.)
deri hastalıkları hekimi.
barındıkları yer, yapı, 3.) tekke.
Dermatoloji [Far.: ? > Arp.: ? > Yun.:
dergi: [Basın] mecmua, magazin. derma + logia > dermaologia
deri [Far.: ? > Arp.: ? > Rum.: deras > [δερματολογία] >Fra.: dermatologie]:
1.)
1.)
derma [δέρας > δέρμα] > Tür.]: cilt hastalığı bilgisi, 2.) [Tıp] deri
2.)
inasan cildi, hayvan postu, hastalıkları ile ilgilenen bilim dalı,
3.)
[Bedenbilim] cilt, derm, ten, [Dericilik] Deribilimi.
işlenmiş hayvan postu, bir ~ dermatolojik [Far.: ? > Arp.: ? > Yun.:
hastalığı: liken, kalınlaşmı ~: derma + logia + ikos > dermatologikos
[δερματολογικός] > Fra.: dermatologique]:
nasır, üst ~: epiderm, iltihaplı ~ 1.)
cilt hastalığına ilişkin, 2.) [Tıp] deri
hastalığı: dermatit, ~deki leke:
hastalıklarıyla ilgili.
yama, ~nin cilalanması: apre, ~yi derrum [Lat.]: demir.
temizleme: sepi, bir ~ cinsi: rugan, ders [Arp.: drs]: 1.) eğitim alma,
parlak ~: lame, yumuşak ~: glase, öğrenme, 2.)
anlatım, anlatma,
3.)
deriden, deriden yapılmış [deri belletme, eğitme, eğitim, öğretim,
ceket], tabaklanmış ~: kösele, öğretme.
meşin, Dersadet [Arp.: dar-u saadet > Osm.:
1.)
derici: sepici, tabak, tabakçı. Dersa’adet]: mutluluk kenti, 2.)
derin: s., 1.) çukur, 2.) yüzeyden aşağı Osmanlı Devleti’nin başkenti,
olan, 3.) kesif, yoğun, 4.) uzun süren, İstanbul.
5.)
ayrıntılı,detaylı, 6.) içten gelen, dershane [Arp.: ders + Far.: hâne > Far.:
1.)
samimi, 7.) ağır (uyku), 8.) dip. dershâne]: derslik, sınıf, 2.) özel
derince 1 : çukurluk yada derin bölge. ders kurumu.
Derince 2 : 1.) İzmit’e bağlı bir ilçe, 2.) Dersim [Rum.: Daranis, Derksene, Far.:
Darsim, Zaz.: Mamekiye, Dêsım, T.C.:
’e bağlı bir ilçe.
Tunceli]: bugünkü Tunceli.
derinlik: 1.) çukurluk, 2.) [Manevi]
derslik [Arp. + lik]: sınıf.
bilinmezlik, kolay anlaşılmazlık, ~
dert [Far.: derd []]درد: 1.) acı, çile, elem,
ölçme aleti: sonda. esef, gam, kasvet, kasavet, kaygı,
derinti [Halkdili]: görüşme, toplantı. keder, tasa, teessür, üzüntü, 2.) çor,
derişik: [Kimya] konsantre. hastalık, illet, maraz, mazara.
derişme: [Kimya] konsentrasyon, dertlenmek [Fars. + lenmek]:
yoğunlaşma. kaygılanmak.,
derkar [Far.: der + kâr > derkâr]: 1.) derun [Arp.: derûn]: 1.) nefis, öz, 2.)
çalışıyor, işte, işbaşında, 3.) açık, içsel.
ayan, bariz, 2.) işbaşında, işivar, derviş [Far.: ]دروﻳﺶ: 1.) dilenci, fukara,
meşgul. yoksul, 2.) [D] bir erkek adı, gezgin
derleme: devşirme, toplama.
~: abdal, ~ selamı: hu, dervişlerin
derm [Lat.:]: deri, cilt, ten.
ayin yeri: semahane.
derz [Far.: ]درز: 1.) dikiş dikme, 2.) iki destek: dayanak, eğik veya düz ~:
dikiş arası, iki iğne sokumu aralık, 3.) payanda.
iki tuğla arası, 4.) [Yapım Kimyası] çini, destroyer [Lat.: de + struere > İng.:
fayans yada kaplama aralığı dolgu destroyer]:
1.)
yokden, yokedici, 2.)
malzemesi. [Deniz Kuvvetleri] küçük ama hızlı bir
derzi [Far.]: bak. terzi. savaş gemisi, muhrip.
desca [Lat.]: masa. deşarj [Lat.: dis + carrus > Fra.:
1.)
descendere [Lat.]: alçalmak, discharge]:
1.)
[Gemi] boşaltma,
inmek, çökmek, yukarıdan aşağıya tahliye, yük boşaltma, 2.) [Elektrik]
doğru gelmek, inmek, 2.) intikal boşalma.
etmek, -nin soyundan gelmek, -nin deşifre [Lat.: de + chiper > dechifrè]:
evladı olmak. açığa çıkartma, çözme.
desibel [Lat.: decem + A.G. Bell]: 1.) detant [Lat.: detente]: 1.) uluslar
Alexandre Graham Bell : 1847-1922 arasındaki gerginliği giderme, 2.)
yılları arasında yaşamış İskoç asıllı, yumuşama siyaseti.
kanada göçmeni ve ABD’li Fizik detay [Fra.: de + tailler > detaille]: 1.) bir
biliminsanı, 2.) sesin şiddetini ölçen şeyi küçük parçalara bölerek
birim. ayrıntılama, 2.) ayrıntı, 3.) önemsiz bir
desiderare [Lat.]: arzu etmek, konu.
istemek. deterior [Lat.]: daha kötü.
desimal [Lat.: decem > Fra.: decimale]: deterjan [Lat.: de + tergere > Fra.:
10 sayısı üzerine oturtulmuş sayı detergent]: arıtıcı, temizleyici.
sistemi, [1 ile 0 arasındaki sayılar]. detestari [Lat.]: lanetlenmek, gazaba
desise [Arp.: dss > desîse]: 1.) uğramak.
sokuşturma, fitleme, 2.) al, dalavere, detone [Yun.: de + tonos [?] > Fra.:
dolap, düzen, entrika, hile, detonée]:
1.)
ses bozukluğu, tını
kaşkariko, kolpo, komplo, künde, bozukluğu, 2.) [Müzik] kusurlu ses.
numara, oyun. detritus [Lat.]: ovma, ovuşturma.
despot [Yun.: despotēs [δεσπότης] > Fra.: deus [Lat.]: Allah, Rab, Tanrı.
1.)
despote]: sert ve acımasız usta, 2.) dev [Far.: div > dev]: 1.) dev, iblis, 2.)
baskıcı, müstebit, tiran. şeytan, çok iri, div, masal canavarı,
despotes [Yun.: despotēs: δεσπότης]: 1.) ~ gibi: devasa.
efendi, evsahibi, usta, 2.) egemen, deva [Arp.: dvy > devâ]: 1.) canlı olma,
hükümdar. iyi olma, sağlıklı olma, 2.) çare, daru,
despotik [Yun.: despotēs + ikos > em, ilaç.
despotikos [δεσποτικός] > Fra.:
1.) devasa [Arp.: dev + âsa]: 1.) dev gibi, 2.)
despotique]: sert ve acımasız usta
çok büyük, muazzam.
gibi, 2.) baskıcı, istibdatçı.
deve: [Hayvanbilim: Camelus] bir çöl
despotizm [Yun.: despotēs + ismos >
[δεσποτισμός] > Fra.: despotisme]:
1.) hayvanı, ~ bağırması: bozlama, ~
sert ve acımasız ustaya benzeyen, 2.) çökertme sesi: ıh, erkek ~: buğra,
baskıcılık, müstebitlik, tiranlık. erkek boz ~: lök, güreş ~si: tülü, ~
dest [Far.: dast & dasta > dest []]دﺳﺖ: 1.) türleri: erkek deve [buğra], hörgüçlü
el, eller ve kollar, 2.) eldolusu, bir el, deve [buğur], erkek boz deve [lökün],
3.)
el koyma, ele geçirme, devedikeni: [Bitkibilim: Cardui mariae] ?
sahiplenme, 4.) elleçleme, 5.) şeref devedikeni: [Bitkibilim: Cynara
makamı, 6.) erk, güç, üstünlük, 7.) cardunculus] ?
[Din] Allah’ın herşeye kadir olması, deveran [Far.: deverân []]دوران: 1.) dönüp
Allah’ın eli [omnipotence], dolaşma, 2.) [Yıldızbilim] dolanma, 3.)
destan [Far.: destân []]داﺳﺘﺎن: [Yazın] dolanma, dolaşma, gezme.
dasitan, epope, hikaye, öykü. devinim: canlılık, faaliyet, hareket.
destansı [Far.: destân [ ]داﺳﺘﺎن+ sı]: devr [Arp.]: bak. devir.
epik, hamasi, menkıbevi. devir [Arp.: dvr > devr []]رود: 1.) i.,
deste [Far.: [?]]: 1.) bir tutam, el çevresinde dolanma, dönme, 2.) çağ,
3.)
dolusu, 2.) bağ, bağlam, 3.) [D] bir dönem, periyot, zamane,
bayan adı. dolanma, tur.
ilgili: resmi, ~ dairesi: kapı, bir ~in diabolos [Yun.: διαβολος]: 1.) bühtancı,
iftiracı, yalan yere suçlayan, 2.)
baskısı: hegomonya, ~ senedi:
şeytan.
tahvil, diaita [Yun.: ?]: yaşam biçimi.
devran [Far.: deverân [ > ]دورانdevrân diakonos [Yun.: ?]: hizmetçi.
1.)
[?]]: dönem, evre, zaman, 2.) [D] Diana [Lat.]: eski Roma Mitolojisi’nde
bir erkek adı. ay ve avcılık tanrıçası.
devre [Arp.: ? > []]ﻩرود: 1.) devir, dönem, diaphainein [Yun.: dia + phainein >
periyot, 2.) [Elektrik] düzenek, 3.) diaphaínein [διά-?]]: f., içinden diğer
askerlikte yada okulda aynı dönemde tarafı göstermek.
bulunanlar, diaspora [Yun.: dia + speirein > diaspora:
devridaim [Arp.: devr-i daim]: 1.) sürekli [διασπορά] > Fra.: diaspora]:
1.)
dönme, 2.) tam ve sürekli dolaşma. saçılma, yayılma, 2.)
aynı ırk, din, dil
devrik: 1.) dik durumunu yitirmiş, 2.) ve kültürden olanların yurtdışında,
görevinden indirilmiş. aynı yerde ve bir arada yaşayanları,
devrim: 1.) ihtilal, ınkılap, 2.) [D] bir kopuntu, 3.) yurtdışında yaşayan
erkek adı. Yahudi toplulukları.
devşirme: 1.) derleme, toplama, 2.) diasprum [Lat.]: süslü giysi.
Osmanlı’da bir askere alma biçimi, 2.) diatomos [Yun.: ?]: ikiye ayırmak, iki
Osmanlı’da Hiristiyan kökenli parçaya bölmek.
ailelerden Osmalı Ordusu’na çocuk diba [Far.: dibâ []]: 1.) ipek teli, ipek ipi,
yaşta alınan asker adayları. 2.)
[Dokuma] altın ve gümüş işlemeli
dexter [Lat.]: adil, doğru, dürüsüt, ipekli bir kumaş.
haklı, insaflı. dibek: ağaç yada taştan büyük havan.
dezenfektan [Lat.: de + infecere > Fra.: dicare [Lat.]: açığa vurmak, beyan
1.) 2.)
désinfectant]: bulaştırmama, etmek, ilan etmek.
[Tıp] mikrop kırıcı madde.
dicere [Lat.]: konuşmak, söylemek.
dezenfekte [Lat.: Lat.: de + infecere > dicha [Yun.: ?]: benzer, eş, ikili, ikiz,
1.)
Fra.: désinfecté]: bulaştırılmamış,
2.)
koşa.
[Tıp] mikroplarını kırma, dictum [Lat.]: söyleyiş, teleffuz.
mikraoplardan temizlenmiş. didaktik [Yun.: didáskein > didaktikós
deyiş: ibare, ifade, tabir. [διδασκηιν > διδακτικός] > Fra.:
DIN [Alm.]: 1.) Deutsches Institute für didactique]:
1.)
düşündürme, öğretme,
2.)
Normung; DIN, Alman 2.)
belletici, bilgilendirici, eğitici,
Standartlar Enstitüsü. öğretici.
dış: 1.) dışarı, hariç, 2.) yurtdışı, didaskein [Yun.: διδασκηιν]: ders
~işleri: hariciye, ~la ilgili: harici. vermek, öğretmek.
dışarı: dış, hariç. dide 1 [Far.: ]دﻳﺪﻩ: 1.) bakış, görüş,
dışarlık: taşra. nazar, 2.) [Mistik] herşeyi gören ve
dışlama: bir kişi yok sayma, tecrit bilen (Allah).
etme, izole etme. dide 2 [Far.: ]دﻳﺪﻩ: Farsça’da –dide; 1.)
dışlamak: bir kişi yok saymak, tecrit görmüş geçirmiş, deneyimli, tecrübeli,
2.)
etmek, izole etmek. [cihandide: dünyayı görmüş], görülmüş
Di [İtl.]: İtalyan Abecesinin 4. harfi, [D, ve denenmiş olan, [nadide: görülmemiş]
d]. anlamına bir sonek.
di 1 [Yun.: dis > di [δις > δι]]: dideban [Far.: dide + bân > didebân [ ﺑﺎن
1.)
Fransızca’da di-; iki defa, iki kez, iki ]]دﻳﺪﻩ: gözcü, 2.) gümrük görevlisi.
kat anlamına gelen bir önek. dies [Lat.]: gün, gündüz, ruz, şembe,
di 2 [Yun.: dis > di [δις > δι]]: bak. dis. yevm.
dies mali [Lat.]: kötü günler. diktatör [Lat.: dicere > Fra.: dictateur]:
difana [Rum.: difana & difano [δίφανα & mutlak egemenliği elinde tutan.
δίφανο]]: i., [Balıkçılık] üç katlı balık dil 1 : 1.) [Bedenbilim] bir organ, 2.) ağız,
ağı. lehçe, lisan, zeban, ölü ~ler: Arami,
difiransiyel [Lat.: dis + ferre > Fra.: Eski Ermenice, Eski Gürcüce, Eski Mısırca,
diffirential]: [Otomotiv] değiştirme ~ bilgisi:
Grekçe, Osmanlıca, Sami, Latin,
dişlisi, vites dişlisi. gramer, sarf, ~ tutukluğu: anatri,
difizyon [Lat.: dis + fundere > Fra.: dil 2 : [Far.: ]دل: 1.) can, kalp, nefes,
diffusion]: dağıtma, nüfuz, neşretme, ruh, yürek, 2.) cesaret, 3.) arzu, dilek,
yayınlama, yayma, yayılma. istek, niyet.
difteri [Yun.: diphtera [διφθερίτιδα] > dilara [Far.: dil + âra > dilâra]: i., 1.)
1.)
Fra.: diphtérie]: tabaklanmış deri, kalbi güzelleştiren, yüreği süsleyen,
2.)
[Tıp] kuşpalazı. 2.)
canan, sevilen kişi, sevgili, yar, 3.)
diftong [Yun.: dis + phthongos > ullanılmayan eski bir müzik makamı,
diphthongos [δίφθογγος] > Fra.: 4.)
ö.i., [D] sevilen anlamında bir İran
diphthong]: [Dilbilgisi]iki seslinin bir
ve Türk bayan adı.
hecede birleşmesi.
dilasa [Far.: dil + âsâ > dilâsâ]: 1.) i.,
dignari [Lat.]: inayet etmek, 2.)
kalpteki dinginlik, z., kafa
lütfetmek, tenezzül etmek,.
rahatlatıcı.
dignitas [Lat.]: değer, erdem, kıymet.
dilaver [Far.: dilâver []]دﻻ ور: 1.) cesur,
dignus [Lat.]: 1.) değer, reva, uygun,
2.) yürekli, 2.) civan, delikanlı, genç,
yakışır, yaraşır, değerli,
yiğit, 3.) [D] bu anlamda bir İran ve
müstehak, reva.
Türk erkek adı.
digutus [Lat.]: parmak yada
dilber [Far.: dil + ber > dilber]: 1.) gönül
başparmak.
çelen, gönlü alıp götüren, yürek
dijit [Lat.: digutus > Fra.: digit]: 1.)
hoplatan, 2.) [D] bu anlamda bir
parmak yada başparmak, 2.) 0-9
bayan adı.
arası rakam yada sayılar.
Dilbilgisi: Gramer, Sarf.
dijital [Lat.: digutus > Fra.: digital]: 1.)
dileçe [YTür.]: i., ariza, arzuhal, istida.
rakamsal, sayısal, 2.) 0-1 sistemine
dilek: 1.) i., arzu, dilek, heves, istek,
göre çalışan elektronik yada
şevk, 2.) ö.i., [D] arzu, dilek, heves,
bilgisayar esaslı her tür gereç.
istek, şevk anlamında bir bayan adı.
Dijojen: bak. Diogenes.
dilema [Lat.: & Yun.: di + Yun.: lamma >
dik: amudi, dikey.
[δίλημμα] > Fra.: dilemma]: i., açmaz,
diken: 1.) bitkilerin sivri uçları, 2.) sert,
karmaşık durum.
ucu sivri ve batıcı çıkıntı, 3.) bu
dileme: i., arzu etme, rica etme.
çıkıntıları olan bitki, eşek ~i: dilemek: f., arzu etmek, rica etmek.
[Bitkibilim:] kenger, geyik ~i: dilenci: i., geda.
akdikem. dileyiş: i., arzu, rica.
dikey: amudi, dik. dilmaç [YTür.]: i., çevirmen, tercüman.
dikimevi: dikimhane. dilme: i., bir şeyi parçalara ayırma.
dikimhane [dikim + Far.: hane]: dilmek: f., bir şeyi parçalara ayırmak.
dikimevi. dilsiz: s., ahraz, lal.
dikiş: derz, terz, kaba ~: lekende. diluvium [Lat.]: i., sel, subaskını.
dikiz [Argo]: i., 1.) gözetleme, erkete, 2.) dimağ [Arp.: dimâğ]: i., i., 1.) beyin,
[Otomotive] gözetleme aynası. kafa, 2.) bilinç, şuur, zihin, ~
dikkat [Arp.: dkk]: i., 1.) didik didik zayıflığı: [Tıp] ahmaklık, bönlük,
etme, inceleme, 2.) ilgi, özen, 3.) delilik.
tehlike uyarısı. dimdik: z., dimdik, dinç, esen, iyi,
diksiyon [Lat.: dicere > Fra.: diction]: i., sağlıklı, sıhhatlı, salim, zinde.
ifade, konuşma tarzı, telaffuz. dimi [Rum.: dimito: δίμιτο]: i., [Dokuma]
dikta [Lat.: dicere > Fra.: dicta]: i., 1.) pamuklu bir kumaş.
emir, kesin buyruk, 2.) prensip, 3.) diminius [Lat.]: i., yarım.
iltilal yapıp yönetime el koymuş Dimyat 1 [?]: ö.i., Kuzey Mısır’da bir
askeriş yönetim. kent adı.
diktafon [İng.: dictaphone]: 1.) bir ticari dimyat 2 [?]: i., üzüm çeşidi.
marka, 2.) [Teknoloji] ses alma aygıtı,
din 1 [Arp.: dan ]: 1.) inanma, inanış, 2.) şayak, vb dövmede kullanılan bir
inanma yolu, ~ kuralları kitabı: gereç.
Akait, ~den kovma: lanetşeme, dinlence: tatil.
dindaş: din kardeşi, din ~ dışı: dinlenme: 1.) ara, mola, 2.) [Spor] mola,
dinlenmek: 1.) ara vermek, mola
ladini.
vermek, yatıp uzanmak 2.) [Spor] mola
din 2 [Far.: ?]: 1.) ayın 24. gününün adı,
2.) vermek.
yazmalıkla görevli melek.
dinozor [Yun.: deinos + sauros >
din 3 [Yun.: dynamis [δυναμις] > Fra.: deinasouros [δεινόσαυρος] > Fra.:
dyne]: [Fizik] cm-gr.-sn sisteminde bir dinosaure]:
1.)
?
2.)
mesozoik çağda
gr’ın saniyede bir cm’lik bir hız yaşamı dev yaratık.
kazanarak serbest akışına olanak Diogenes [Yun.: Διογένης της Σινώπης]:
veren bir güce eşit bir güç birimi. 1.)
İ.Ö. 412-312 yılları arasında
dinamik 1 [Yun.: dynasthai > dynamikos yaşamış Yunanlı filozof, 2.) Sinoplu
1.)
[δυναμικός] > Fra.: dynamique]: Dijojen.
2.)
doğal kuvvete ait, mekanik gücü dioiken [Yun.: ?]: evi idare etmek, evi
olan, 3.) enerjik, faal, kuvvetli. yönetmek.
dinamik 2 [Yun.: dynasthei + ikos > dioksit [Yun.: di + oksyd [?] > Fra.:
dynamikos [δυναμικός] > Fra.: 1.)
1.) dioxide]: iki oksit, 2.) (karbon
dynamique]: enerji yada fiziksel
dioksitte olduğu gibi) melokülünde
gücü harekete geçirme ve 2.)
iki oksijen atomu bulunan oksit.
herhangi bir alana yönlendirilen güç
Dionysos [Yun.: Διώνυσος & Διόνυσος]:
anlamında sonek. 1.)
eski Roma ve eski Yunan
dinamique: bak. dinamik.
Mitolojisi’nde Bacchus, 2.) Diyojen;
dinamit [Yun.: dynasthai > dynamites
şarap tanrısı, 3.) Türkiye’de Çal’da
[δυναμίτης] > Fra.: dynamite]: patlayıcı
yaşadığı söylenir.
madde.
dip: 1.) en alt bölüm, 2.) taban, 3.) bir
dinamizm [Yun.: dynasthai + ismos >
dynamigmos [δυναμισμός] > Fra.: şeyin yanıbaşı, 4.) en uzak köşe, 5.)
dynamisme]:
1.)
doğa olaylarını [Argo] arka, kıç.
kuvvet ve enerji terimleriyle dipçik: bir tüfek parçası.
açıklayan göstergeler, 2.) enerji, güç, dipfriz [İng.: deep freeze]: [buzdolabı]
içgüç, kuvvet. derin dondrucu.
dinamo [Yun.: dynasthei > dinamo diphtera [Yun.: διφθερα]: 1.) kösele,
2.)
[δυναμό] > Fra.: dynamo]: [Fizik, Teknik] tabaklanmış deri, meşin,
jeneratör, üreteç. derinden.
dinamometre [Yun.: dynasthei + metron diploma 1 [Yun.: δίπλωμα]: katlanmış
> dinamometro > [δυναμόμετρο] > Fra.: mektup.
dynamomètre]: güçölçer. diploma 2 [Yun.: diploma δίπλωμα > Fra.:
1.)
dinar 1 [Arp.: dînâr]: 1.) altın para, 2.) diploma > İtl.]: okuldan mezuniyet
bazı Arap ülkelerinin para birimi. belgesi, şahadetname, 2.) bröve.
Dinar 2 [?]: Afyon ilinde bir ilçe adı. diplomalı [Yun.: diploma δίπλωμα > Fra.:
1.)
dinç: dimdik, esen, iyi, sağlıklı, diploma > İtl. + lı]: şahadetnameli,
2.)
sıhhatlı, salim, zinde. bröveli.
dindar [Arp.: din + Far.: dâr > Far.: dindâr diplomasız [Yun.: diploma δίπλωμα >
1.)
[]]دﻳﻨﺪار:
1.)
dini olan, inanan, 2.) dine Fra.: diploma > İtl. + sız]:
2.)
inanan. şahadetnamesiz, brövesiz.
dindaş [Arp.: din + Tür.: daş > Tür.: diplomasi [Yun.: diploma > diplomatia
1.)
dindaş]:
1.)
din kardeşi, 2.) [Din] aynı διπλωματία > Fra.: diplomatie]:
2.)
dinden olanlar, din kardeşi. dışişleri, hariciye işleri,
dineri [Rum.: ?]: iskambilde karo. uluslararası siyaset.
dingil: i., 1.) teker mili, 2.) [Otomotiv] diplomat [Yun.: diploma & Lat.: atus >
aks, eksen, mil. diplomates [διπλωμάτης] > Fra.:
1.)
dingin: asude, sakin. diplomate]: dışişleri bakanlığı
dini [Arp.: dan > dinî]: dinle ilgili, dinsel, görevlisi, daha çok yurt dışında elçilik
~ tören: ayin, ~ yanı güçlü: sofu. görevlisi, 2.) siyaset adamı.
diplomatik [Yun.: diploma & Lat.: atus &
dink [Halkdili: Artvin, Erzurum]: 1.) bulgur Yun.: ikos > diplomatikos [διπλωματικός]
dibeği, 2.) pirinç kırma dibeği, 3.) aba, > Fra.: diplomatique]:
1.)
uluslararası
siyasete ait, 2.) politik, siyasal, ~ dis [Lat.]:Fransızca’da dis-; 1.) değil, 2.)
3.) 4.)
nota: muhtıra, olumsuz, –sız, -siz, -suz, -süz,
diplomatlık [Yun.: diploma & Lat.: atus > ayrı, ayrık, ayrışık, -den başka, diğer
5.)
> diplomates [διπλωμάτης] > Fra.: -dan, -den anlamı yükleyen bir
1.)
diplomate > İtl. + lık]: elçiliklerde önek.
görev yapma, 2.) uluslar arası siyaset dis [Yun.: δίσ]: iki defa.
işi. disco: bak. diskotek.
dipsa [Yun.: ?]: i., susuzluk, susama. disiplin [Lat.: dis + capere > Fra.:
dirayet [Arp.: dry]: i., 1.) akıl erdirme, discipline]: i.,
1.)
idare, sıkıdüzen,
ince şeyleri kavrama, 2.) anlak, yönetim, zapturapt, 2.) öğretim,
yetenek. talim, terbiye, talim, 3.) itaat, boyun
directiare [Lat.]: f., birisine konuşmak eğme, 4.) cezalandırma, tekdir.
yada yazmak. disk [Arp.: ? > Yun.: diskos [δίσκος] >
direk: i., 1.) sütun, 2.) [Denizcilik], ~ Fra.: disque]: tahta ağırşak.
direği: pruva direği. diskos [Yun.: δίσκος]: i., daire,
direksiyon [Lat.: di + regere > Fra.: yuvarlak.
direction,: i.,
1.)
[Otomotiv] araçların diskotek [Yun.: diskos + theke >
yönlendirme simidi, 2.)
[Bisiklet] diskoteke [δίσκοςθήκη] > Fra.:
1.)
dümen, gidon, yeke, yönetmeç. discothèque]: i., yuvarlak oda, 2.)
direkt [Lat.: di + regere > Fra.: direct]: z., dans edilip alkollü içki servisi yapılan
duraksız. gece kulübü.
direktif [Lat.: di + regere > Fra.: dispepsi [Yun.: dys + peptein > [?] > Fra.:
directive]: i., talimat, yönerge. dyspeptie]: i., hazımsızlık, sindirim
> δικράνι] > diren]: i., anadut, dirgen, distemperare [Lat.]: düzenini bozmak,
yaba. karıştırmak.
direnç: 1.) direnme, karşı koyma, distribütör [Lat.: ? > Fra.: distributeur]:
1.)
mukamevet, 2.) [Elektrik] resistans, 3.) i., dağıtan, 2.) [Ticaret] bayi,
[Elektronik] resistans. dağıtıcı.
direniş: karşıkoyma, mukavemet. diş: 1.) [Bedenbilim] çenede yer alan ve
diretme: inat, ayak ~: inat, çiğneme işlevi olan kemik çıkıntıları.
~ kaplaması: kuron, öğütücü ~:
istediğinde ~: dayatma.
dirgen: bak. diren. azı, ~ dibinde bulunan: seman,
dirhem [Arp.: dirhem & Far.: dirhem & ~teki kireç: kefeki, ~ türleri: Azı,
2.)
Yun.: drachmion > drachme > drachmi Kök, Köpek, Öğütücü, Süt, sarımsak
[δράχμιον > δραχμή > δράμι], Arp.: tanesi, ~ çıkartma: dişeme, ~ kiri
1.)
dirhem]: küçük ağırlık birimi, yada pası: pesek.
küçük sikke, 2.) Okka’nın dört yüzde
dişçi [Halkdili]: dentist, diş hekimi, ~
birine eşit olan, 3,148 gramlık eski
kerpeteni: davya,
bir ağırlık ölçüsü, 3.) bir çeşit gümüş
dişeme: diş çıkartma.
metal para.
dişi: kadın.
diri: aktif, canlı, dirik.
ditiramp [Yun.: ditirambos [διθύραμβος]
dirige [Lat.]: dolaysız, doğrudan. 1.)
> Fra.: dithyrambe]: eski
dirigere [Yun.: ?]: uzanmak, yatmak.
Yunanların Dionysos şerefine
dirik: aktif, canlı, coşkun, diri.
okudukları tören şarkısı, 2.) lirik şiir.
dirlik: 1.) can, derman, dirlik, güç, hal,
ditme: yünü kabartma, tiftme.
kuvvet, mecal, takat, 2.) düzen, 3.)
diurnalis [Lat.]: günlük.
erinç, huzur, rahat, 4.) Osmanlı’da
diüretik [Yun.: dia + ourien >
Toprak Yönetimi.
[διουρητικός] > Fra.: diuretique]:
dirne [Yun.: ?]: kız. 1.)
[Eczacılık] idrar getirici, işetici, 2.)
dirsek: 1.) [Bedenbilim] kolda bir bölüm,
2.) idrar getirici ilaç, müdrir ilaç.
köşe, 3.) [Soba] boru köşesi, 4.)
div [Far.: ]دﻳﻮ: 1.) çok iri, dev, 2.) iblis,
[Suborusu] boru köşesi.
şeytan.
dirus [Lat.]: dehşetli, korkunç.
diva 1 [Lat.]: tanrıça.
diva 2 [Lat.: diva > İtl.: diva]: prima diyalektik [Yun.: dialektikte >
1.)
donna. [διαλεκτική] > Fra.: dialectique]: i.,
divan 1 [Far.: dîvân]: 1.) devlete ait belli farklılık, zıtlık, düşünceler zıtlığı, 2.)
kararların kaydedildiği kayıt defteri, kötü-iyi, beyaz-siya gibi herşeyin bu
2.)
devlet makamı, idare, yönetim, 3.) ikilemede olduğu, çatışıp
Osmanlı’da Millet Meclisi denilen sonuçlandığıyla ilgili felsefi düşünce
kurum, 4.) kanape, kerevet, otoman, biçimi.
sedir, 5.) Osmanlı’da bir müzik Diyalektoloji [Yun.: dia + legein + logia
makamı, 6.) Osmanlı’da bir yazın > dialektologia > [διαλεκτολογία] > Fra.:
akımı. dialectologie]: ö.i., Şivebilimi.
divan 2 [Far.: dîvân]: abecesel olarak diyalektolojik [Yun.: dia + legein + logia
+ ikos > dialektlegikos >
düzenlenmiş şiir demeti.
[διαλεκτολογικός] > Fra.:
divane [Far.: divâne: ]دﻳﻮاﻧﻪ: 1.) cin dialectologique]: i., ağız, lisan yada
çarpmış, tahtaları eksik, 2.) deli, şiveyle ilgili.
kaçık. diyalel [Yun.: dia + logigmos >
dividere [Lat.]: f. bölmek, ikiye dialogigmos [διαλογισμός] > Fra.:
ayırmak. diallèle]:
1.)
ikili konuşma, i., 2.) bir
divik [?]: i., akkarınca, termit. önermeyi başka bir önerme ile
divit [Far.: davet: ]دﻋﻮت: i. kalem-koyma tanıtlama, 3.) üstü örtülü bir tür kısır
kabı, yazı hokkası, döngü.
divus [Lat.]: i. tanrı. diyaliz [Yun.: dia + lysis > [ανάλυση >
diya [Yun.: dia: δια]: diyapozitif, slayt. διάλυση] > Fra.: dialyse]: i.,
1.)
ayırma,
diyabet [Yun.: dia + bainein > > diabetes ayrıştırma, 2.)
[Tıp] kanı arıtan araç,
1.)
[διαβήτης] > Fra.: diabète]: [Tıp] 3.)
[Tıp] böbrek yetersizliği çeken
idrar ve kanda aşırı şeker belirtili bir hastalarının girdiği üre ayrıştırıcı
hastalık, 2.) şeker hastalığı. gereç.
diyabetik [Yun.: dia + bainein + ikos > diyalog [Yun.: dia + legein + logos >
diabetikos > [διαβητικός] > Fra.:
1.) dialogos [διάλογος] > Fra.: dialogue]: i.,
diabétique]: [Tıp] idrar ve kanda 1.)
2.) karşılıklı konuşma, 2.) karşılıklı
aşırı şekerle ilgili, şeker konuşma ve tartışma.
hastalığıyla ilgili. diyapazon [Yun.: dia + pas > diapazon >
diyabetolog [Yun.: dia + bainein + logos [διαπασών] > Fra.: diapason]: i.,
1.)
> [?] > Fra.: diabételogue]: [Tıp] diyabet 2.)
ahenk, uyum, iki kollu çelik ses
uzmanı. ölçüsü.
diyafram [Yun.: dia + phragma > diyaper [Lat.: diasprum > Fra.: diaper]:
[διάφραγμα] > diafragma > Fra.: 1.)
diaphragme]:
1.)
[Bedenbilim] ayırıcı zar,
i., süslü giysi, 2.) böbek bezi.
böleç, zar, 2.) [Fotoğraf] mercek diyapozitif [Yun.: dia + phainein > [?] >
1.)
Fra.: diapositive]: i., arasından
perdesi.
diyagonal [Yun.: dia + gonia > diagonius
gösterme, karşı tarafı gösterme, 2.)
> [διαγώνιος] > Fra.: diagonal]:
saydam pozitif film, diya, slayt.
köşegen, köşeli. diyar [Arp.: dâr’ın çoğulu]: 1.) ç.i.,
diyagram [Yun.: dia + gramme >
diyarlar, ülkeler, yerler, 2.) i., arz,
diagramma > [διάγραμμα] > Fra.: acun, dünya, kara, terra, toprak,
diagramme]: i., çizelge, plan, şekil, ülke, 3.) i., [Mecazi] alem, felek, diyar,
şema, resim. dünya.
diyakoz [Yun.: diakos: διάκος]: i., papaz Diyarbakır [Arp. > Zaz.: Amid, Hamid,
yardımcısı. Amed, Osm.: Diyar-ı Bekir]: ö.i., [21],
diyakroni [Yun.: dia + chronia > Türkiye’de bir kent.
diachronia > [?] > Fra.: diachronie]: i., diyare [Yun.: dia + rheein > [?] > Fra.:
1.)
art zamanlılık. diarrhea]: i., arasından akma,
2.)
diyakronik [Yun.: dia + chronikos > sızma, [Tıp] amel, iç sürmesi, ishal.
diachronikos > [διαχρονικός] > Fra.: diyastaz [Yun.: diaztaze > [διάσταση] >
1.) 2.)
diachronique]: art zamanlı. Fra.: diastase]: ? azotlu maya.
diyalekt [Yun.: dia + legein > [διάλεκτος] diyastol [Yun.: dia + stellein > diaztole >
> dialektos > Fra.: dialecte]: i., ağız, dil, [διαστολή] > Fra.: diastole]: i., [Fizyoloji]
lehçe, lisan. kalp inisatı, kalp genişlemesi.
diyelimki: mesela, örneğin, sözgelimi.
diyet 1 [Arp.]: i., 1.) kan parası, 2.) örnekleri aktaran temel kromozom
ödenemeyecek bedel. malzemesi.
diyet 2 [Yun.: diaita > diaita > [δίαιτα] > do [Jap.]: sanat.
Fra.: diète]: i., perhiz, rejim, günlük doccia [İtl.]: kanal.
besin yada yiyecek. docere [Lat.]: ders vermek, öğretmek.
Diyet 3 [Lat.: dicta > Fra.: diet]: i., 1.) doctor [Lat.]: öğretmen.
genel meclis, millet meclisi, 2.) ö.i., documentum [Lat.]: 1.) belge, vesika,
2.)
Japonya Millet Meclisi. delil, kanıt.
diyetetik [Yun.: diaita > diaitetikte > documentum [Lat.]: i., 1.) belge, 2.)
[διαιτητική] > Fra.: diététique]: i., ders kitabı, 3.) delil, kanıt,
perhiz, rejim yada günlük besinle doçent [Lat.: docere > Fra.: docent]:
ilgili. üniversite okutmanı.
diyetisyen [Yun.: diaita > diaitetikte > dogma [Yun.: dogma [δόγμα] > Fra.:
diaitologos [διαιτολόγος] > Fra.: dogme & dogma]: bak. doğma.
diététicien]: i., diyet, rehim yada doğa: 1.) tabiat, 2.) [D] bir Türk bayan
perhiz uzmanı. adı.
diyez [Yun.: dieze [δίεση] > Fra.: dièse]: doğacılık: natürizm.
s., s., keskin. doğal: naturel, tabii, ~ olarak: tabii
diyoptri [Yun.: dioptria [διοπτρία] > Fra.: ki!.
dioptrie]: ?
doğan : 1.) [Kuşbilimi: Accipiter] sungur,
diyot [Yun.: di + eidos > diodos [δίοδος] > şahin, 2.) dişi doğan: [Kuşbilim: Falco
1.)
Fra.: diode]: iki yana giden, iki 3.)
2.)
birmicus], erkek doğan: [Kuşbilim:
yanlı, i., eskilerde eletronik Falco birmicus],
4.)
[D] bir Türk erkek
devrelerde kullanılan elektrik tüpü, adı, [Şahin],
3.)
i., elektronik bir devre.
doğma 2 [Yun.: dogma [δόγμα] > Fra.:
dizanteri [Yun.: dys + entera > dogma]:
1.)
bakış açısı, düşünce,
dyzenteria > [δυσεντερία] > Fra.: 2.)
1.) görüş, [Felsefe] ınak.
dysenterie]: i., bağısakların
doğmatik [Yun.: dogma + ikos >
bozulması, 2.) [Tıp] bağırsakların dogmatikos [δογματικός] > Fra..
mikrap kapıp iltihaplanamsı, 3.) kanlı dogmatique]:
1.)
kesin kurallarla ilgili,
basur, kanlı ve sancılı ishal. 2.)
kestirip atan, sabitdüşünceli,
dizayn [Lat.: de + signum > Fra.: sabitfikirli.
1.)
designe]: i., çizgi dışına çıkma, 2.) doğmatizm [Yun.: dogma + ismos >
tasarım. dogmatismos [δογματισμός] > Fra.:
dizel [Alm.: diesel]: 1.) R. Diezel; bir dogmatisme]:
1.)
kesin kurallarla ilgili,
Alman kaşifi, bulucusu, 2.) i., bir tür 2.)
kestirip atma, sabitdüşünce,
yakıt, 3.) i., mazot, motorin. sabitfikir.
dizelge: i., liste. doğrama: 1.) kesip biçme, parçalama,
dizem: i., ritim, tartım. 2.)
ağaç işleri, 3.) ağaçtan, kapı
dizemli: z., ritmik, tartımlı. pencere.
disfonksiyon [Yun.: dys + ? > doğru: 1.) çın, gerçek, hakikat, hakiki,
[δυσλειτουργία] > Fra.: dysfunction]: i., reel, 2.) düzgün, rast, yolunda, 3.)
[Patoloji] uzuvlarin işlevsizliği. dürsüt, selim, 4.) [Matematik] bir biçim.
dizgi: i., tertip. doğrulamak: onaylamak.
dizi: seri, sıra. doğrultmak: dümen kullanmak, idare
dizin: i., 1.) fihrist, 2.) saf, sıra, 3.) etmek, seyretmek, yönetmek, sevk
[Yazın] dizi, mısra, satır. ve idare etmek, yön vermek.
dizlik: i., uzun konçlu çorap. doğrultu: istikamet, yön.
diztrofi [Yun.: dys + tropaion > [?] > Fra.: doğu: 1.) doğu taraf, şark. ~ya ait:
1.)
dystrophie]: beslenme yetersizliği, şarki, 2.) [D] bir Türk erkek adı.
2.)
adelenenin gelişmemesi. doğuculuk: oryantalizm, şarkiyat,
dizuri [Yun.: dys + ourien > dysouria doğuştan: fıtri, tabii, yaratılıştan.
[δυσουρία] > Fra.: dysuria]: idarar, dok [İtl.: doccia > İng.: dock]: [Denizcilik]
işeme zorluğu. rıhtımdaki büyük depo.
DND: [Bedenbilim] (D)eoxyribo (N)ucleic doktor [Lat.: doctor > Fra.: doctor]: [Tıp]
(A)cid: tüm yaşayan maddelerin hekim, otacı, köy ~u: otacı, otçu.
öenemli bir bileşeni ve kalıtsal
doktora [Lat.: doctore > Fra.. doctorate]: dolere [Lat.]: elemlenmek, üzülmek,
1.)
doktorluk eğitimi, 2.) doktorluk yas tutmak.
belgesi, doktorluk payesi. dolfin: bak. dolphin.
doktrin [Lat.: docare > Fra.. doctrine]: dolgun: 1.) etli, 2.) [Mecazi] etli butlu
akide, inan, öğreti. kadın.
doku: [Yaşambilim, Tıp] hücreler bütünü, dolikosefal [Yun.: dolicho + kephale >
nesiç, ~ ölümü [Tıp]: kangren, [δολιχοκέφαλος] > Fra.: dolichocéphale]:
yeniden oluşan ~: neoplazma. uzun kafalı.
Dokubilimi: [Yaşambilim, Tıp] Histoloji. dolicho [Yun.: dolicho: [δολιχο]]: s.,
dokuma: dokumacılık, tekstil, fabrika uzun.
~sı: manifatura. dolmakalem [dolma kalem]: stilo.
dolphin [Yun.: delphin & delphis [δελφίνι
dokumacılık: dokuma, tekstil, enine & δελφίς] > Lat.: dalfinus > delphinus >
atılan iplik: argaç. İng.]:
1.)
batın, gönek, karın, 2.)
dokunaklı: acıklı, içli. Yunus, Yunus balığı.
dokunca: hasar, kayıp, zarar, ziyan. dolu: 1.) boş olmayan, içi ~olan: som,
dokunma: değme, değinme, dokunuş, 2.)
bir yağış biçimi.
kontak, temas.
dolunay: 1.) bedir, 2.) [D] bir Türk
dokunuş: tuçe.
erkek adı, [Bedri]..
dokurcun 1 [Halkdili]: ot yada ekin
dom dom [Hin]: silah yada mühimmat
yığını.
deposu.
Dokurcun 2 [Halkdili]: 1.) ot yada ekin
2.) dom dom kurşunu [Hin.]: bedene
yığını, Adapazarı, Sakarya,
girdikten sonra dağılan kurşun yada
Akyazı’ya bağlı bir yerleşim yeri..
mermi.
doküman [Lat.: documentum > Fra.:
1.) doma [Yun.: ?]: çatı, evin çatısı.
document]: belge, vesika, 2.) delil,
domare [Lat.]: alıştırmak,
kanıt.
evcilleştirilmek.
dokümanter [Lat.: documentum > Fra.:
1.) domates [İsp.: tomate > tomato > Rum.:
documentaire]: belge, delil, kanıt,
2.) τοματο]: [Bitkibilim: Lycopersion
kitap, belgesel.
esculentum] bir tür sebze, ~ sosu:
dolama: 1.) poşu, sarık, 2.) [Tıp]
parmakta çıkan bir çıban, etyaran, salça.
kurlağan. domestik [Lat.: domus > Fra.:
1.)
dolandırıcı: afersit, dalavereci, domestique]: mahalli, yerel, 2.)
spekülatör, vurguncu. yurtiçine ait.
dolandırma: aldatma, kandırma, domina [Lat.]: hanımefendi.
kazık. dominant [Lat.:. dominus > Fra.:
dominente]: egemen, güçlü, üstün.
dolanım: [Ekonomi] dolaşım,
sirkülasyon, tedavül. domini [Lat.: dominus]: Hz. İsa.
dolanma: 1.) gezinme, gezme, 2.) devir, dominium [Lat.]: mülkiyet, sahiplik.
tur. domino [Lat.: > Fra. > İtl.]: taşla
oynanan oyun.
dolap: 1.) bir mobilya, kapaksız ~:
dominus [Lat.]: 1.) mal sahibi, efendi,
etejer, 2.) [Mecazi] al, dalavere, desise, 2.)
hakim, hükümdar, 3.) pir, usta,
düzen, entrika, hile, kaşkariko,
üstad, 4.) [D] Allah, Rab, Tanrı, 5.) [D]
kolpo, komplo, künde, numara,
Hz. İsa.
oyun.
dominyon [Lat.: dominus > Fra.:
Dolar [Alm.: thalar > İng.: dollar]: ABD 1.)
dominion]: karar, hüküm, 2.)
para birimi, $.
egemenlik, hakimiyet, hegemonya,
dolaşım: [Ekonomi] dolanım,
üstünlük 3.) başkaları tarafındna
sirkülasyon, tedavül.
yönetilen yer yada ülke.
dolaşma: 1.) gezme, gezinme, 2.) bir
domus [Lat.]: ev, hane, konut,
birine girme, tam ve sürekli ~: mesken.
devridaim, don 1 [Halkdili]: 1.) ayaz, kırağı, 2.)
dolaylı: endirekt. [Halkdili] külot, slip.
dolere [Lat.]: derdine katlanmak, don 2 [Lat.: dominus > İtl. & İs.]: 1.)
katlanmak, sıkıntı çekmek. İspanyolca’da Beyefendi, Bay ve bir
dramatik [Yun.: drama + ikos > duçar [Arp.: dûçâr]: 1.) karşılaşma,
2.)
dramatikos [δραματικός] > Fra.: yüzyüze gelme, tutulmuş,
1.)
dramatique]: tiyatro esriyle ilgili, uğramış.
2.)
canlı, çarpıcı, etkileyici, hareketli, dul: eşi ölmüş kadın, kocası ölmüş
tesirli, 3.) duygusal. kadın.
ourgos [Yun.: ουργός]: icara eden, dulce [Lat.]: tatlı.
işleyen, oynayan, yapan. dulcis [Lat.]: tatlı.
dramaturg [Yun.: drama + ourgos > dullar: dul kadınlar, erami.
dramatourgos [δραματουργός] > Fra.: 1.)
1.) duma [Rus.: думать > Ду́ма]:
dramaturge]: icara eden, işleyen, 2.)
2.) düşünmek, Rus Parlementosu.
oynayan, yapan, tiyatro bilen, duman: 1.) buğu, buhar, islim, is,
tiyatro yazarı. istim, pus, sis, tütü, 2.) [D] bir Türk
Dramaturji [Yun.: dramatourgia >
erkek adı, ~ lekesi: is , ~ yolu:
[δραματουργία] > Fra.: dramaturgie]:
diyatro eseri yazma sanatı. vade, ~ rengi: füme.
drappus [Yun.: ?]: giysi, elbise, libas. dumanlı: sisli.
drastikos [Yun.: δραστικός]: aktif, Dumas, Alexandre: [Fra.]: 1802-1870
etkin, faal. yılları arasında yaşamış bir Fransız
dren [Fra.: drainer > drain]: 1.) akıtma, yazar.
suyunu kurutma, 2.) akaç, akak, ark, dumper [İng.: dump > dumper]:
su yolu. artıkdöken, çöp atıcı, çp döken araç.
drenaj [Fra.: drainer > drainage]: akaç, dun [Arp.: dûn]: alçak, aşağı, aşağılık.
akak, ark, su yolu. duo 1 [Lat.]: iki.
drezin [Fra.: draisine]: demiryolu duo 2 [Lat.: duo > İtl.: duo]: 1.)
arabası. İtalyanca’da 2 sayısı, 2.) iki ses iki
dromos [Yun. : ?]: 1.) cihet, istikamet, müzik.
yön, 2.) ders, 3.) gidiş, rota, izlenecek duodeni [Lat.: duo + deni > duodeni]: 12
yol. parmak, 12 parmak uzunluğu, iki el
dropsi [Yun.: hydor > hydropsi [?] > Fra.: yan yana uzunluk.
dropsie]: [Tıp] bedenin su toplaması. duplex [Lat.: duo + plicare > duplex]: iki
drosera [Yun.: drosera: δροσερά]: kat.
[Bitkibilim: ?] otsu bir bitki. duplicare [Lat.: duo + plicare >
droşak [Erm.]: i., bayrak. duplicare]: ikiye katlamak.
drys [Yun.: δρυς]: ağaç. duplus [Lat.: duo + plus > duplus]: iki
dua [Arp.: d’v > du’a]: 1.) yardıma kat.
çağırma, yakarma, yalavrma, 2.) durağan: dengeli, sabit, stabil.
niyaz, yakarı, yakarış, ~ okuyan: durak: 1.) bekleme, 2.) yolcu taşıtı
bekleme yeri.
duahan, ~ ile uyuma: istihare.
duraksız: beklemeden, direkt, non-
duahan [Arp.: d’v > du’a + Far.: han > stop.
Far.: duahan]: dua okuyan.
dural: hiç değişmeden kalan.
duayen [Fra.: doyen]: 1.) en yaşlı olan, durare [Lat.]:
1.)
baki olmak,
2.)
meslekte üstün. dayanmak, sürmek, 2.)
bitmemek,
dubar [Halkdili]: [Balıkçılık: Mugil cephalus] bozulmamak, tükenmemek.
bir tür balık. durmadan: aralıksız, vira.
dubara [Far.: dû + bâre [ > ]دوﺑﺎرdubara]: duru: 1.) berrak, temiz, 2.) [D] bir Türk
1.)
iki kere iki, 2.) [Argo] hile. bir bayan adı, [Berrak].
dubitare [Lat.]: şüphelenmek. dudu 1 [Far.: tûtî []]ﻃﻮﻃﻲ: i., 1.) dudu
dubius [Lat.]: kararsız, tereddütlü. kuşu, papağan, 2.) hanım.
duble [Lat.: duplus > Fra.: doublè]: 1.) dudu 2 [Erm.: ?]: 1.) yaşlı kadın, 2.)
ikili, ikisi bir arada, iki kat, 2.) içki dadı.
kadehi. tuti [Far.: tûtî: ]ﻃﻮﻃﻲ: i., 1.) dudu kuşu,
dubleks [Lat.: duplex > Fra.: doublex]: papağan, 2.) hanım, 3.) Ermeni kadını.
dublör [Fra.: dubleur]: sinemada duruk: [Fizik] statik, durağan.
benzer. duhul [Arp.: dhl > duhûl]:
1.)
içeri
ducalis [Lat.]: liderlikle ilgili. girme, karışma, katılma, 2.)
girme,
ducere: 1.) idare etmek, yönetmek, 2.) diriş.
yöneltmek.
duhuliye [Arp.: dhl > duhûliye]: 1.) içeri dümbelek [Far.: dunbek > ?]: 1.) [Müzik]
girme, karışma, katılma, 2.) giriş darbuka, 2.) anlayışsız, sersem.
ücreti. dümen [İtl.: timone]: 1.) gidon, yeke,
durum: 1.) karakter, kişilik, şahıs, tip, yönetmeç, 2.) alavera, karışıklık, 3.)
statü, 2.) hal, pozisyon, statü, [Argo] yönetim, ~ kullanmak:
vaziyet, eksi ~una getirme: doğrultmak, idare etmek, seyretmek,
restore, sakıcalı yada tehlikeli ~: yönetmek, sevk ve idare etmek, yön
bela, varta, karmaşık ~: açmaz, vermek.
dilema, acıklı ~: facia, ortalama ~: dün: 1.) bir gün öncesi, önceki gün, 2.)
geçmiş.
normal, karmaşık ~: açmaz,
dündar [Far.: dün + dâr]: 1.) ? 2.) [D] bir
olağanüstü ~: keramet, erkek adı.
durumlar: ahval, haller. dünür [Halkdili]: görücü, evli çiftlerin
durus [Lat.]: katı, sert. ailelerinin birbirne konumu.
duş [İtl.: doccia > Fra.: douche]: su dünya [Arp.: dnv > ednâ]: 1.) alt, beri
dökünme, yıkanıp çıkma. taraf, daha yakın olan, 2.) acun, arz,
dut: [Bitkibilim:] bir meyve türü, diyar, kara, terra, toprak, ülke, 3.)
koyulaşmış ~ suyu: pekmez, ~ küre, yeryüzü, 4.) [Mecazi] alem, diyar,
çeşitleri: Akdut, Karadut. dünya, felek, öbür ~: ahiret.
duvar: yapı iç alanında odaları ayıran dürbün [Far.: dûr + bîn > dûrbîn [> ]دورﺑﻴﻦ
dikey ayraç, örek, ~daki göz Osm.: dürbün]:
1.)
uzağı gören, 2.)
[Mimari]: niş, ~daki ince harç: sıva, [Teknik] bakaç.
~ yazısı: grafiti. dur 1 : durmaktan emir.
dux [Lat.]: baş, bey, önder, şef, dur 2 [Far.: dûr > Osm.: dür]: Farsça’da
2.)
yönetici. dûr; çok uzak, ırak, uzak, gaip,
duy [Fra.: douille]: 1.) çukur, içerlek, 2.) namevcut, olmayan, yok.
[Elektrik] ampül yuvası. düriye [?]: 1.) ? 2.) [D] bir bayan adı.
duyarga: [Yaşambilim] anten, lamise, dürrin [?]: 1.) ? 2.) [D] bir bayan adı.
lamişe. dürü [Halkdili]: çeyiz.
duyarlık: hassasiyet, aşırı ~: dürüst [Far.]: 1.) açık, açıksözlü, doğru,
samimi, 2.) doğru, ismet, selim.
anafilaksi.
dürüstlük [Far.+ lük]: ismet.
duygu: 1.) his, 2.) [D] bir Türk ayan
düstur [Arp.: düstûr]: 1.) ilke, kanun,
adı..
prensip, 2.) kaide, genel kural.
duygulu: hissi, romatik.
düş: düş, imaj, imge, hayal, hülya,
duygusal: dramatik.
rüya.
duygusuz: hissiz.
düşkü: hobi.
duyu: algılama yeteneği.
düşkün: aciz, ~ Yurdu: Darülaceze.
duyuru: ilan, sesli ~: anons.
düşkünler: aceze, acizler.
duz [Far.: dûz []]دوز: s.e., Farsça’da dûz-;
1.) 2.) düşkünlük: zaaf.
delen, delik açan, diken, iğne-
düşmanlık: adavet, artniyet, buğz,
iplikle diken, dikiş diken anlamına bir
garez, hasımlık, husumet, kin,
sonek.
kötüniyet, nefret.
düdük: 1.) nefesli bir ıslık gereci, 2.)
düşsel: 1.) fiktif, hayali, 2.) sahte,
korna, 3.) [Argo] akılsız, mankafa.
uydurma.
düello [Lat.: dvellum > Fra.: duelleau]: iki
düşünce: 1.) fikir, ide, 2.) inanç, kanı,
kişinin kılıçla dövüşmesi yada silahla
bir birine ateş etmesi. ~ yapısı: mentalite.
düet [Lat.: duo > Fra.: duett]: [Müzik] iki tefekkür [Arp.: ? > ]: 1.) 2.) düşünme,
ses iki müzik. kavrama yetisi.
düğme: [Dokuma] ağraf, kopça, ~ düşünme: kavrama yetisi, tefekkür, ~
deliği: ilik, kol ~si: manşet. gücü: kariha.
düven [Rum.: tukane, dovkane, dokane
düğüm: ilmik. 1.)
[τυκάνη, δουκάνη, δοκάνη] > Osm.]:
dük [Lat.: dux > Fra.: duke]: bağımsız bir 2.)
tahılı sağından ayırma gereci, bir
düklüğü yöneten prens.
harman gereci.
dükkan [Arp.: dükkân]: 1.) satış tezgahı,
2.)
alışveriş yeri, satış yeri.
Düzce [Rum.: Prusias, Pros Hypios, Lat.: eb [Arp.]: ebi, ebu biçimleri de vardır;
Prusias ad Hypium, Osm.ı: Düzbazar, baba, ced,
Bizans Prusiası]: [81], Türkiye’de bir ebabil [Arp.: ebâbil]: [hayvanbilim] dağ
kent. kırlangıcı.
düzelme: iyileşme, kurtuluş, onma, ebad [Arp.: eb’âd]: bak. ebat.
salah. ebat [Arp.: eb’âd [ ;]داعباbuut’un çoğulu,]:
düzeltme: reform. 1.)
ç.i., boyutlar,
2.)
boyut.
düzen: 1.) sistem, rejim, 2.) düzgün, ebe: 1.)
[Tıp] çocuk doğurtan kadın,
2.)
çalışmak, sondayla muayene etmek, edebi diniye [Arp. > Osm.: edeb-i
2.) 1.)
sahip olmak. dînîye]: dini alışkanlık ve
2.)
echo [Yun.: ēchō: ?]: ? uygulamalar, (İslam) dini
ecinne [Arp.: ecinni; cin’in çoğulu]: ç.i., gelenekleri.
cinler, ruhlar, insan olmayan Edebiyat [Arp.: edb > edebiyât]: i., 1.)
yaratıklar. güzel yazı yazma, 2.) Literatür, Yazın.
ecinni [Arp.: ecinnî]: ç.i., 1.) cinler, eden: fail, yapan.
ruhlar, insan olmayan yaratıklar, 2.) edep [Arp.: edb > edeb]: 1.) bilgili ve
i., cin, varsayımsal varlık. nazik olma, iyi davranma, güzel yazı
ecnibe [Arp.: cnb > çoğul]: ç.i., kenarlar, yazma, 2.) terbiye, töreye uygun.
kıyılar, yanlar. edepli [Arp.: edb > edeb + li]: terbiyeli.
ecneb [Arp.: cnb > ecneb]: 1.) kenar, edepsiz [Arp.: edb > edeb + siz]:
kıyı, yan, 2.) [Arapça’da Sıfat Derecesi] terbiyesiz.
daha dış, daha kenar. edere [Lat.]: karnını doyurmak, yemek
ecnebi [Arp.: cnb > ecneb > ecnebî yemek.
1.)
[]]ﯼبنجا: kenar, kıyı, yan, 2.) edevat [Arp.: edv > edevât; edat’in
1.) 2.)
başka yerden gelen, el, elalem, çoğulu]: ç.i., araçlar, gereçler,
yabancı. gerekli malzeme, 3.) aletler, gereçler.
ectomie [Yun.: ek + temnein > [?] > Fra.: edi [?]: [Hayvanbilim: ?] engerek yılanı,
ectomie]: Fransızca’da ectomie; küçük su yılanı.
bedenden bir parçanın ameliyatla edib [Arp.]: bak. edip.
alınması anlamına [appandectomie: edik [Halkdili]: [Giyim] kısa çizme.
apandisin alınması] bir sonek. edim: 1.) fiil, iş, 2.) davranış.
ecza 1 [Arp.: eczâ; cüz’ün çoğulu]: 1.) ç.i., edinilmiş: kazanılmış, müktesap.
parçalar, zerrecikler, 2.) i., [Fizik] en edinim: kazanım, iktisap.
küçük parça, atom, edip [Arp.: edb > edîb]: 1.) güzel yazı
ecza 2 [Arp.: eczâ:]: 1.) eskilerde ilaç yazma, 2.) muharrir, yazar, 3.) [E]
yapılan çeşitli türde bitki ve erkek adı.
karışımlar, 2.) [Tıp] ilaç yapılan Edirne [Rum.: Hadrianopolis, Bulgarca:
maddeler, farmakotik. Odrin, Osm.: Edrenebol > Erdene >
eczacı [Arp. + cı]: i., ilaç satan kimse. Edirne]: [22],Türkiye’de bir kent.
eczane [Arp.: ecza + Far.: hâne > Fra.: Edison, Thomas: 1847-1931 yılları
eczahâne]: i.,
1.)
ilaçevi, 2.) ilaç satan arasında yaşamış ABD’li bir
dükkan, [Apatheke, Pharmacy]. biliminsanı.
eda 2 [Arp.: edy > edâ]: 1.) görevi yerine editör [Lat.: e + dare > Fra.: editeur]: 1.)
getirme, kılma, ödeme, yapma, 2.) kitabı baskıya hazırlayan, 2.) yazıyı
üslup, yapış tarzı. basıma hazırlayan, 3.) başyazar,
eda 1 [Far.: edâ [?]]: 1.) etkileyici söz müellif, gazete genel yayın
yada davranış, etkileme, 2.) i., cilve, yönetmeni.
işve, naz, 3.) [E] ö.i., bu anlamda bir edna [Arp.: dnv > ednâ]: 1.) alt, beri
bayan adı, [Naz]. taraf, daha yakın olan, 2.) çok aşağı.
edat 1 [Arp.: edv > edât]: i., aperay, edvar [Arp.: dvr > edvâr, devir’in çoğulu]:
1.) 2.)
araç, gereç. i., çevresinde dolanma, dönme,
Edat 1 [Arp.: edv > edât]: i., 1.) aperay, ç.i., çağlar, devirler, zamanlar,
araç, gereç, 2.) [Dilbilgisi] İlgeç, EEG [Yun.: (E)lectro (E)encephalo (G)ram: ?]
1.)
[Partickle], tek başına anlamı kafatası dalga yazımı, 2.) beyin
olmayıp, sonua geldiği kelimeye dalgası ölçüm yöntemi.
anlam katan kelimeler. Ef [Rus.]: Rus Abecesi’nin 20. harfi, [Ф,
ф].
ede [Halkdili]: i., büyük erkek kardeş.
edeb [Arp.]: bak. edep. efe: 1.) zeybek, 2.) böke, cesur,
Edebali, Şeyh [Arp.: Edebâli: بدا يلع kabadayı, korkusuz, kostak,
]خيش:
1.)
Osmanlı Beyliği’nin kuruluş şampiyon, yiğit, 3.) [E] korkusuz, yiğit
yıllarında yaşamış, bir din bilgini, 2.) anlamına bir erkek adı, [Yiğit].
Osmanlı Beyliği’nin manevi kurucusu efedrin [Lat.: ephedra > Fra.: ephedrine]:
[Eczacılık] astım ve burun tıkanlığını
kabul edilir.
edebi [Arp.: edb > edebî]: edebiyat, iyileştirmede kullanılan bir alkoloyit.
literatür yada yazınla ilgili.
efektif [Lat.: ex + facere > Fra.: egoizm [Lat.: ego > Fra.: egoisme]:
1.)
effective]: işe yarar, itibarlı, 2.) bencillik.
geçerli, etkil, fiili, tesirli, yürülükte, egos [Erm.: ? > Tür.]: saban yada
3.)
[Bankacılık] nakit, nakit para. pulluğun toprakta açtığı karık, agos.
efelek [Halkdili]: [Bitkilim: Rumex petientia] egzama [Rum.: ek + zein > ekzema
1.)
labada. [έκζεμα]]: [Tıp] bir tür deri hastalığı,
2.)
efemine [Lat.: ex + femina > Fra.: basur, hemeroit, mayasıl.
effemininé]: kadınsı erkek. egzofatalmi [Yun.: exo + phthalmos >
efendi [Rum.: afthéntis: αυθέντης]: 1.) exophthalmos [?] > Fra.: exophatalmie]:
saygı ünlemi: bey, 2.) ıs, iye, sahip, 1.)
dışarıya çıkık gözlü, 2.) [Tıp]
3.)
terbiyeli, 4.) evde sözü geçen rahatsızlık nedeniyle gözün dışarıya
erkek. fırlamsı.
efendim [Rum.: afthéntis: αυθέντης + m]: egzos [Lat.: ex + haulire > Fra.:
1.) 1.)
saygı ünlemi: bey, 2.) buyrun exhauste]: dışarı atma, tüketme,
2.)
beyim, 2.) buyrun, hazırım, 3.) evet. bitirme, yoketme, [Otomotiv]
efervesan [Lat.: ex + fervere > Fra.. vaumlu tozu dışarı atan parça, ekzos
efervescent]:
1.)
köpüren, kaynayan, borusu, 3.) [Otomotiv] ekzos gazı.
kabarcıklanan, 2.) [Eczacılık] suya egzotermik [Yun.: exo + therme > [?] >
1.)
katılınca kabaran ilaç. Fra.: exothermique]: sıcaklık veren,
2.)
Efes [> Apasas & Rum.: Ephesos: εφεσος > [Kimya] hararet yayıcı, ısı veren.
Ephesus]: İzmir’e bağlı Selçuk ilçesi egzotik [Yun.: exo + ikos > [εξωτικός] >
1.)
içindeki antik kent, Fra.: exotique]: yabancı, yabancıl,
2.)
effabilis [Lat.]: ağıza alınabilir, şaşırtıcı derecede güzel, çekici ve
söylenebilir. hayranlık uyandırıcı yer, şey yada
Effe [İtl.]: İtalyan Abecesinin 6. harfi, kişi.
[F, f]. eğe: [Bedenbilim] kaburga kemiği.
effuere [Lat.]: akmak, akıp gitmek. eğer: şayet.
figar [Far.: figâr]: i., 1.) acı, dert, keder, eğiç: kovandan bal çekme aracı.
2.)
bere, yara. eğik: meyilli, şev.
efkar 1 [Far.: efgâr > efkâr; figâr’ın eğilim: akış, cereyan, istikamet,
çoğulu]:
1.)
ç.i., acılar, dertler, mecra, temayül, trend, yön, yönelim,
kederler, 2.)
ç.i., bereler, yaralar. ~i olan: mail, meil.
efkar 2 [Arp.: efkâr; fikr’in çoğulu]: ç.i., eğir [Halkdili]: arı salgısı.
düşünceler, fikirlker, görüşler. eğirmen: iğ, kirmen.
efkarı umumiye [Arp.: efkâr-ı eğitim: maarif, terbiye.
1.)
umumiye]: herkesin görüşü, 2.) eğitmen: belleten, muallim, okutman,
kamuoyu. öğretmen.
Eflak [Ulak]: [Wallachia]. eğlek: han, konak, otel.
efor [Lat.: > Fra.: effort]: çaba, gayret. eğlence: iyi vakit geçirme, yemekli ~:
efrad [Arp.: frd > efrâd]: bak. efrat. toy.
efrat [Arp.: efrâd, ferd’in çoğulu]: ç.i., eğmeç: [Teknik] kavis, yay.
bireyler, fertler. eğreti: geçici, kısa süreli, muvakkat, ~
efriz [Fra.: frise]: [Mimari] dar ve kısa olarak: ariyeten.
perde. geçici: eğreti, kısa süreli, muvakkat.
efsane [Arp.: efsâne]: mitos, söylence. Eğriboz Adası [Rum.: Euboea]:
Ege 1 [Rum.: Aigaío: Αιγαίο]: 1.) Ege eğrim: anafor, burgaç, çevrinti,
Denizi [Αιγαίο Πέλαγος, Aegean Sea], 2.) girdap, su çevrintisi.
Ege Bölgesi, 3.) [E] bir Türk erkek adı. ehemmiyet [Arp.]: önem.
ege 2 : veli. ehik [?]: [Evrenbilim] çukur yer.
egemenlik: hakimiyet, hegemonya, ehil [Arp.: ehl []]ألﻩ: 1.) bir yerde
üstünlük. yerleşme, 2.) bir yerin yerleşikleri,
egere [Lat.]: gereksinim duymak, insanlar, 2.) (sözlerin ve bilimin)
ihtiyaçı olmak, muhtaç olmak. insanları, 3.) aile, eş, iyal, 4.) bilirkişi,
eglog [Fra.: églogue]: i., çoban türküsü. eksper, işbilir, kompetan,
ego 1 [Lat.]: ben, benlik. mütehassız, uzman, yetkili.
ego 2 [Lat.: ego > Fra.: ego]: benlik, id. ehram [Arp.: hrm [ > ]مرﻩehrâm; ihram’ın
egoist [Lat.: ego > Fra.: egoiste]: bencil. çoğulu]:
1.)
ihtiyarlama, ömrünü
ekpertiz [Lat.: experiri > Fra.: expertise]: ekseriyetle [Arp.: ksr [ > ]رثكekseriyet +
1.)
ehliyet, üner, 2.) bilirkişi raporu. le]:
1.)
i., çoğunluğu oluşturma, çok
ekspres [Lat.: ex + premere > Fra.: olma, fazlalaşma, 2.) çoğunlukla.
1.)
express]: sıkırak suyunu çıkartma, eksersiz [Lat.: exercere > Fra.:
2.)
kelimelere, ifadelere dökmek, 3.) excersise]:
1.)
alıştırma, termin, 2.)
açıklamak, ifşa etmek, 4.) işaretleme, [Spor] ısınma hareketleri, idman..
sinyalleme yada sembolize etme, 5.) eksibe [Arp.: ?]: [Evrenbilim] kum yığını,
hızlı ve doğrudan [otobüs, tren, uçak, kumul.
5.)
gazete, dergi vb], eşya, yük vb eksik: 1.) bitmemiş, natamam, nakıs,
şeyleri hızlı biçimde gönderme işi. tamamlanmamış, 2.) defo, kusur,
ekran [Fra.: écran]: 1.) gölgelik, perde, noksan, gerekenden ~: az.
siper, 2.) [Bilgisayar & TV, Teknoloji] eksiksiz: komple, tam.
görüntülük. eksoderm [Yun.: exo + derma > [?] >
ekrem [Arp.: krm []]مرك: 1.) asil olma, Fra.: exoderme]: [Bedenbilim] dışderi,
bolveren olma, cömert olma, gönlü ektoderm.
geniş olma, soylu olma, 2.) i., asalet, eksper [Lat.: experiri > Fra.: expert]:
cömertlik, soululuk, 3.) s., daha asil, bilirkişi, ehil, işbilir, kompetan,
daha cömert, daha çok sunan, 4.) ö.i., mütehassız, uzman, yetkili.
[E] bu anlamda bir Müslüman ve Türk eksport [Lat.: ex + portare > Fra.:
erkek adı. export]:
1.)
satış amacıyla yurt dışına
eksantrik [Yun.: ek + kentron + ikos > mal gönderme, 2.) [Ticaret] dışsatım,
1.)
[εκκεντρικός] > Fra.: eccentrique]: ihraç, ihraç etme, ihracat.
acayip, alışılagelmişin dışında, garip, ekspoze [Lat.: ex + ponere > Fra.:
tuhaf, 2.) alışıldamık kişi, garip kişi, exposé]: bir suç yada skandalı
3.)
[Geometri] merkezleri aynı olmayan, kamuoyuna açıklanması, ifşa.
merkezden geçmeyen, dışmerkezli, ekstern [Lat.: ex + terminus > Fra.:
4.)
[Teknik] salgılı kasnak, döngüsel extern]:
1.)
dışarıdan, hariçten, 2.) bir
devinimi yatay devinime çeviren kurum yada hastahanede görev
gereç. yapan ama onun asıl kadrosunda
ekselans [Lat.: ex + cellere > Fra.: olmadan çalışan doktor vb.
1.)
excellence]: faikiyet, fazilet, extrahere [Lat.: ex + trahere]: f., özünü
2.)
üstünlük, mümtaz kişi, seçkin kişi. çıkartmak, süzmek.
akson [Yun.: aksón: αξόν]: aks, dairesel, ekstra [Lat.: extra > Fra.: extra]: 1.)
mihver. ayrıca, caba, daha fazla, fazladan,
eksen [Rum.: aksóni: αξόνι]: aks, üste, 2.) –den ilerisi, -den ötesi, 3.) ek
dairesel, mihver. olarak, ek, ilave.
ekser 1 [?]: büyük çivi. ekstravaganza [İtl.: extravaganza]: 1.)
ekser 2 [Arp.: ksr []]رثك: 1.) çoğunluğu fantezi, 2.) zarif ve hayal gücüne
oluşturma, çok olma, fazlalaşma, 2.) dayanan piyes yada müzik.
çoğunlukla, ekseri. ekstre [Fra.: extrairer > extrait]: 1.)
ekser 3 [Arp.: ksr [ > ]رثكekser; kesr’in özünü süzme, özetleme, hülasa
1.)
çoğulu]: i., çoğunluğu oluşturma, etme, kısaca anlatma, 2.) [Bankacılık]
çok olma, fazlalaşma, 2.) ç.i., çoklar, hesap özeti.
fazlalar, 3.) çok, daha çok, -nın ekstrim [Lat.: exterus > Fra.: extreme]:
çoğunkuğu. 1.)
aşırı, son derece, müsrif, 2.) aşırı,
ekseri [Arp.: ksr [ > ]رثكekserî]: 1.) i., en uçta yada kenarda olan, son, 3.)
çoğunluğu oluşturma, çok olma, aşırı uç, kenar, marjinal.
fazlalaşma, 2.) ekser, en çok, çoğu eksüre: b.i., mehil, mühlet, önel,
kez. süre, vade.
ekseriya [Arp.: ksr [ > ]رثكekseriyâ]: 1.) ekşi: limon tadında.
i., çoğunluğu oluşturma, çok olma, ekşime: ferment, maya, tahammür.
2.)
fazlalaşma, çoğunlukla, ekşimik: [Gıda] çökelek, kesik.
ekseriyetle. ekşimsi: mayhoş.
ekseriyet [Arp.: ksr []]رثك: 1.) i., ekti: cimri, elisıkı, hasis, nekes, pinti.
çoğunluğu oluşturma, çok olma, ekümenik [Yun.: oikoumene >
fazlalaşma, 2.) çoğunluk. oikoumenikos > Fra.: ecumenique]:
1.)
İngilizce’deki The gibi belirtisiz bir akım, cereyan anlamına gelen bir
öntakı. önek.
el 2 : 1.) [Bedenbilim] bedende bir organ, elefantiyazis [Yun.: elephas > Fra.:
1.)
elephantiasis, Tıp]: aşırı şişme, aşırı
~ ile dokunma: lemis, ~ ustalığı: 2.)
şişmanlama, fil hastalığı.
zanaat, zorla ~e geçirme: zapt, ~
elegan [Lat.: ex + legere > Fra.: elegant]:
değmemiş: bakir, ~ değmemiş kız: ince, narin, nazik.
bakire, 2.) oyunda kağıt atma sırası, elegos [Yun.]: ağlama, feryat, hüzün,
~i açık: cömert. keder, matem.
el 3 [İsp.]: İspanyolca’da İngilizce’deki elektrik [Arp. > amber > Yun.: elektron >
The gibi belirtisiz bir öntakı, [El Nino: Fra.: electrique]: akım, cereyan.
yaraamz çocuk]. elektrikli [Arp. > amber > Yun.: elektron
El Dorado [İsp.: eldorado]: 1.) altından, > Fra.: electrique + li]:
1.)
akımlı,
altınla dolu, 2.) alatının bol olduğu cereyanlı, 2.)
elektrik yüklü, gergin,
3.)
yada fırsatların çok olduğu yer. cereyanla çalışan alet edevat.
elalem [Arp.]: 1.) ecnebi, yabancı, 2.) elektrod: bak. elektrot.
el. elektrolit [Arp. > amber > Yun.: elektron
elaman 1 [Arp.: el amân]: bıkkınlık + lysis > Fra.: electro + lyte > electrlyte]:
anlatan söz. elektrikle parçalarına ayrılabilen
elan [Arp.: elân]: bir işin yapıldığı an, madde.
şimdi. elektroliz [Arp. > amber > Yun.: elektron
Elara [?]: Jübiter’in uydusu, + lysis > Fra.: electro + lyse >
1.)
elastik [Yun.: [elaunein] elas + ikos > electrolyse]: elektrikle çözümleme,
[ελαστικός] > Fra.: elastique]:
1.)
esnek, galvanik güçle elemenlara ayırma, 2.)
eski biçimine dönen, toplanıp geri elektrikli iğneyle ben yada kıl yakma.
gelen, 2.) çabuk iyileşen, şartlara elektron 1.) [Arp.: amber > Yun.]:
uyum sağlayan, 3.) esnek kumaş, üzerindeki etkileyici kokusu
lastik bant yada iplik, 4.) lastikten nedeniyle, amber’den, amber.
yapılmış malzeme. elektron 2 [Arp.: amber > Yun.: elektron
elastiki [Yun.: [elaunein] elas + ikos > > Fra.: electron]: tüm atomların bir
[ελαστικός] > Fra.: elastique + Arp.: î]: bölümünü oluşturan, negatif olarak
esnek. yüklenmiş parçacıklardan herhangi
elaunein [Yun.: ?]: hareketlendirmek, birisi.
harekete geçirmek, kımıldatmak, elektronik [Arp.: amber > Yun.: elektron
1.)
kıpırdatmak. + ikos > Fra.: electronique]:
elektronlarla ilgili, 2.) elektronların geçen şifreli ayetlerin ilk harfi, “Elif,
oluşması, hareketi yada gücüyle Lam, Mim” gibi, 3.) [E] bir bayan adı.
çalışan, 3.) [teknik] belli özel elektrik elifi [Arp.: elifî]: bantla süslü bez yada
devreleriyle kendiliğinden çalışan. kumaş.
elektrot [Arp. > amber > Yun.: elektron elik [Halkdili]: dağ keçisi.
elektrodio [ηλεκτρόδιο] > Fra.: electr(o) eliksir [Arp.: al iksir > Yun.: eliksirio
1.)
+ ode > electrode]: elektrod, 2.) [ελιξήριο] > Fra.: elixir]:
1.)
Felsefe
kaynak çubuğu. Taşı, 2.)
ecza, hülasa, öz, 3.) yaşamı
elem [Arp.: elm []]ألم: 1.) acı veren, sonsuzlaştıracağı düşünülen madde.
sızlatan, üzen, 2.)acı, keder, üzüntü. elim [Arp.: elm [ > ]ألمelîim]: 1.) acı
eleman: 1.) öğe, unsur, 2.) personel. veren, sızlatan, üzen, 2.) acınacak.
element [Lat.: elementum > Fra.: elinkörü [Halkdili]: büyük ocaklarda
1.)
elemente]: ana unsur, asal, temel, kullanılan bir çeşit sacayağı.
2.)
bir kişi yada şeyin yaşaması için elips [Yun.: elleipein > elleipse [έλλειψη]
uygun yada doğal çevre, 3.) temel > Fra.: ellipse]:
1.)
[Yıldızbilim]
yada gerekli olan ana unsur yada gezegenlerin dönenecsi, 2.) [Geometri]
parça, 4.) [Kimya] radyoaktif yada bir biçim.
nükleer etkiler dışında ayrışmayan elisıkı: cimri, ekti, hasis, pinti, hasis,
madde. nekes, pinti.
elementler: Aktinyum: Ac, Alkali: Altın: elit [Lat.: ex + legere > Fra.: élite]: asil,
Au, Antimon: Sb, Argon: Ar, Azot: N, Bakır:
mutena, mümtaz, soylu, seçkin.
Cu, Baryum: Ba, Berilyum: Be, Bizmut: Bi,
Brom: Br, Çinko: Zn, Çinko: Ag, Demir: Fe, Elle [İtl.]: İtalyan Abecesinin 10. harfi,
Disprosyum: Dy, Flor: F, Galyum: Ga, [L, l].
Germanyum: Ge, Godolinyum: Gd, Gümüş: elleipein [Yun.: ?]: azalmak, kısalmak,
Ag, Hanhyum: Ha, Helyum: He, Holmiyum:
kısa gelmek.
Ho, İridyum: Ir, İterbiyum: Yb, Kadmiyum:
Cd, Kalay: Sl, Kalsiyum: Ca, Klor: Cl, ellik: elidiven.
Kolombiyum: Cb, Krom: cr, Kripton: Kr, elma: bir tür meyve, ~ kurusu: kak, ~
Kurçatovyum: Ku, Kurşun: Pb, Küriyum:
Km, Lanta: La, Lityum: Li, Lorentiyum: Lr,
pastası: elmasiye, ~nın içi: eşelek,
Lütesyum: Lu, Magnezyum: Mg, elmas [Far.: ]اﻟﻤﺎس: 1.) mücevher, 2.) [E]
Mendelevyum: Mv, Molibden: Mo, Neon: mücevher anlamına bir bayan adı.
Ne, Neptünyum: Np, Nikel: Ni, Niyobyum:
kırmızı yada pembe ~: roza, yassı
Nb, Nobelyum: No, Osmiyum: Os,
Paladyum: Pd, Platin: Pt, Plütonyum: Pu, ~: karavana, yontulmuş ~ yüzü:
Polonyum: Po, Prometyum: Pm, faseta.
Praseodim: Pr, Protaktinyum: Pa, Radon:
Rn, Radyum: Ra, Rubidyum: Ru,
elmasiye [Arp.]: elma pastası.
Rutenyum: Ru, Rutherfordyum: Rf, elti: [Budunbilim] kardeş karısı.
Samaryum: Cm, Seryum: Ce, Sezyum: Cs, eluctari [Lat.]: mücaedele etmek.
Sodyum: Na, Seryum: Se, Skandiyum: Sc, erlverişli: makul, uygun.
Stronsiyum: Sr, Tantal: Ta, Tellur: Te, 1.)
Tolyum: Tl, Toryum: To, Tulyum: Tm,
Elysium [Yun.: ?]: Yunan
elementum [Lat.]: ana unsur, asal, Mitolojisi’nde ölümden sonra doğru
temel. kişilerin yerleşeceği yer, 2.) cennet,
elemosyne [Yun.: ?]: çaresiz, biçare, güzel ve ferah yer.
zavallı. em [Yun.: ?]: içinde.
elenti: kalburdan geçirme. em: [Lat.: in > en > Fra.]: b, p ve m
elephas [Yun.: ?]: 1.) iri, kocaman, 2.) harflerinden önce en- öntakısı em-‘e
fil. dönüşür.
eleştiri: tenkit, kritik. em: çare, daru, deva, ilaç.
elevatör [Lat.: ex + levare > Fra.: ema 1: [Bedenbilim] bağırsaklar.
elevateur]: asansör, iner-çınar. ema 2: [Kimya] ~ ile kaplı: emaye.
eleverme: gammazlama, ihbar, emanet [Arp.: emn [ > ]اﻣﻦemânet]: 1.)
jurnal. inanma, güvenme, 2.) inam, vediai
elezer [YTür.: el + ezer]: [Ruhbilim] emare [Arp.: emr [ > ]أرمemâre]: 1.)
sadist. belirme, gösterme, 2.) alamet, belirti,
elezerlik [YTür.]: [Ruhbilim] sadistlik. delalet, im, ipucu, işaret, izi.
elif [Arp.]: 1.) Arap Abece’sinin ilk harf, emaret [Arp.: emr [ > ]أرمemâret]:
2.)
Kur’an-ı Kerim’de bazı surelerde beylik, emirlik.
ematik [? > Fra.: emetique]: [Eczacılık] emirber [Arp.: emir + Far.: ber > Far.:
isrifrağ edici, kusturucu ilaç. emirber]: emireri.
ema [Fra.: émail]: i., metal kaplama Emircik: [Kuşbilim: Alcedo atthis]
sıvısı, sır. iskelekuşu, yalıçapkını.
emaye [Fra.: émaillé]: [Kimya] emayla emireri [Arp.: emir + Far.: er + i]:
kaplı. emirber.
embesil [Lat.: imbecilis > Fra.: imbecile]: emirlik [Arp.: emir + lik]: beylik,
1.)
dermansız, kuvvetsiz, takatsız, emaret.
zayıf, 2.) ahmak, aptal, bön, budala. emisyon [Lat.: e + mittere > Fra.:
1.)
embriyo [Yun.: en + bryein > [έμβρυο] > emission]: dışarı vermek, 2.)
1.)
Fra.: embrio]: içeride gelişen, çıkarma, neşretme, yayma, 3.) [Borsa]
içeride büyüyen, 2.) cenin, fetus, hisse senedi yada tahvilat çıkarma,
oğulcuk, bir canlının ilk oluşumu, halka arz, 4.) [Maliye] piyasaya
3.)
başlangıç, iptida, ilkel, sürülmüş para para, dolaşımdaki
olgunlaşmamış. para miktarı.
Embriyoloji [Yun.: en + bryein + logia > emme 1 : [Kimya] mas, soğurma.
2
[εμβρυολογία] > Fra.: embriologie]: Emme [İtl.]: İtalyan Abecesinin 11.
canlıların ilk oluşumu yada ceninlerin harfi, [M, m].
oluşum ve gelişimiyle ilgilenen emmeç: [Teknik] aspiratör, fan,
Biyoloji’nin bir dalı. pervane.
emeç: yosun tutunma organı. emmi [Halkdili]: [Budunbilim] amca.
emek: 1.) özenli çalışma, 2.) [Ticaret] emniyet [Arp.: emn > emniyyet []]اتينم:
1.)
çalışma, mesai. asayiş, güvenlik, 2.) Emniyet
emekçi: [Ticaret] amele, ırgat, işçi, Müdürlüğü.
proleter. Emniyet-i Umûmiye Müdüriyet-i
emekli: 1.) zahmetli, zor, meşakkatli, Aliyesi [Arp. > Osm.]: 1.) Osmanlı
2.)
tekaüt. Devleti Emniyet Genel Müdürlüğü, 2.)
emektar: eski, kullanılmış. Emniyet Genel Müdürlüğü.
emel [Arp.]: 1.) arzu, istek, 2.) [E] bu emoroid [Yun.]: bak. hemeoroid.
anlamda bir Müslüman ve Türk empati [Yun.: en + pathos > [?] > Fra.:
1.)
bayan adı [Arzu]. empathie]: halden anlama, kendini
emen: dikmek için açılan çukur. başkasının yerine koyma, 2.) bir
emendare [Lat.]: düzeltmek, hatasını başkasının duygularını anlayabilme.
düzeltmek, yanlışını düzeltmek. empatik [Yun.: en + pathos > [?] > Fra.:
emere [Lat.]: almak. empathique]: halden anlayan,
emeritus [Lat.: ex + mereri]: 1.) emekli başkalarının duygularına öbem
yaşlılık yada başka nedenle olmak, 2.) veren.
emekli olduğu halde makamı emperyal [Lat.: imperium > Fra.:
1.)
korumak. imperiale]: imparatorlukla ilgili, 2.)
emigre [Lat.: migrare > émigré]: siyasi krala ait, şahana, 3.) çok büyük.
nedenlerle ülkesini terk eden kişi, emperyalist [Lat.: imperium > Fra.:
1.)
ilticacı, mülteci. imperialiste]: imparatorluk
emin [Arp.]: 1.) güvenilir, inanılır, 2.) [E] taraftarı, 2.)
sömürgeci, sömürgeclik
bir erkek adı. yandaşı.
emine [Arp.]: 1.) 2.) [E] güvenilir, emperyalizm [Lat.: imperium > Fra.:
1.)
inanılır anlamına bir bayan adı. imperialisme]: imaparatorluk
eminere [Lat.]: 1.) önyüze çıkmak, sistemi, 2.)
sömürgecilik.
ileriye fırlamak, 2.) karşı durmak. emplassein [Yun.]: üzerine sürmek,
emir 1 [Arp.: emr > emr]: 1.) buyurma, sıvamak yada kaplamak.
emretme, talimay verme, yöentme, emporium [> Yun.: en + poros]: 1.)
2.)
buyruk, buyuru, komut, 3.) bey, alışveriş merkezi, ticaret merkezi, 2.)
mir, 4.) pasoparalo, 5.) [E] bey, mir dükkan, mağaza.
anlamına bir erkek adı. empoze [Lat.: in + ponere > Fra:
2 1.)
emir : [Kuşbilim: Alcedo atthis] imposée]: üzerine koyma, 2.)
iskelekuşu, yalıçapkını. dayatma, etkileme, zihnini doldurma,
Emir Kipi: [Dilbilgisi] fiilerin emir biçimi; zorla kabul ettirme, zorla
yap, yürü gibi, [Imperative]. benimsetilen
empremptü [Lat.: in promtu > Fra.: ender [Arp.: ?]: 1.) az bulunur, değerli,
1.)
impremptue]: hazırlıksız, nadir, turfa, 2.) [E] değerli anlamına
doğaçlama, irticalen, 2.) [Müzik] küçük bir erkek adı [Nadir].
parça. endesk [Lat.: index > Fra.: index]: 1.)
empresyonizm [Lat.: in + premere > işaret, 2.) gösterge, fihrist, katalog,
1.)
Fra.: impressioniste]: izlenmcilik, 2.) 3.)
ABD’de posta oulu yerine basılan
sanattta ve müzikte ani ve tam bir “işaretler” yani “ödendi” anlamına
etki bırakmayı amaçlayan bir tarz. damga, 3.) [Matematik] üs.
emprosyonist [Lat.: in + premere > Fra.: endikasyon [Lat.: in + dicare > Fra.:
1.) 2.) 1.)
impressioniste]: izlenimci, indication]: anlatma, bildirme,
2.)
sanattta ve müzikte ani ve tam bir gösterme, belirti, delil, kanıt, 3.)
etki bırakmayı amaçlayan bir tarz [Tıp] hastalıklarda uygun tedavi
taraftarı. biçimi.
emr [Arp.: emr > emr]: bak. emir. endirekt [Lat.: in + di + regere > Fra.:
Emre [Arp.]: bir erkek adı. endirect]: dolaylı, dolayısıyla olan.
emrivaki [Arp.: emr-i vâki]: oldubitti. endo [Yun.: endon > Fra.]: iç, içinde,
emrud [Far.]: ? içten anlamına bir önek.
emsal [Arp.: ? > emsâl]: aynı, benzer, endoderm [Yun.: endo + Lat.: derm > [?]
emsal, eş, menent, tıpkı, tıpkısı, > Fra.: endoderme]: iç deri, bağrısağın
tıpatıp. iç tabakası.
emtia [Arp.: mal’ın çoğulu, Ticaret]: mal, endokard: 1.) bak. endokardiyum,
2.)
meta. kalbin iç zarı.
emval [Arp.: emvâl]: gayrimenkul. endokardiyum [Yun.: endo + kardia >
en 1 [Lat.: in]: Fransızca’de en; 1.) [?] > Fra.: endocardium]: kalbin iç zarı.
eklemek, koymak, geçirmek, üstüne endokrin [Yun.: endo + krinein > [?] >
bırakmak, 2.) olmak, neden olmak, Fra.: endocrine]: iç salı, iç ifrazata ait.
yapmak, 3.) iç, içine, içine doğru, endolenfa [Yun.: endo + lympha > [?] >
içinde anlamına gelen bir önek. Fra.: endoderme, Bedenbilim]: iç kulakta
en 1: [Dilbilgisi] bir derecelendirme eki, bulunan bir sıvı.
en 2 [Geometri]: genişlik. endon [Yun.]: ?
en 3 [Yun.]: Yunanca’da en; iç, içinde, endoparasit [Yun.: endo + para + sitos >
içine anlamına gelen bir önek. [?] > Fra.: endoparasite]: [Hayvanbilim]
enai [Arp.: ene > enâî]: 1.) ben, benci, 2.) hayvanların iç organlarında yaşayan
bencil, egoist, kendini düşünen. asalak.
enam [Arp.]: yaratılmış olanlar. endoplazma [Yun.: endo + (plassein) >
enayi [Arp.: enâî > enâyî]: 1.) kendinden plasma > [?] > Fra.: endoplasma]:
bilgisi olmayan, 2.) ahmak, aptal, [Bedenbilim] iç sıvı, iç plazma.
andaval, anlayşsız, ansız, aptal, endoskeleton [Yun.: endo + skeletos >
avanak, budala, ebleh, mankafa, [?] > Fra.: endosceletone]: iç iskelet.
salak, savak. endoskopi [Yun.: endo + skopein >
enbar [Far.]: bak. ambar. [ενδοσκόπηση] > Fra.: endoscopie]:
ence [Lat.]: Latince’de –ence; bir beden içi boşlukları aydınlatarak
eylem, durum yada sonuç ifade eden görülmesini sağlayan gereç, bedeniçi
bir sonek. aydınlatıcısı.
enchyma [Yun.]: erime, eriyme, eritip endosmosis [Yun.: endo + osmos > [?] >
1.)
birleştirme. Fra.: endosmosis]: iç iti, 2.) osmosis.
encümen [Far.: ]اﻧﺠﻤﻦ: komite, endosperme [Yun.: endo + sperma > [?]
1.)
komsiyon, meclis. > Fra.: endosperme]: [Yaşambilim] iç
2.)
endaze [Arp.]: 85cm’lik ölçü birimi. tohum, besidoku.
endemi [Yun.: en + demos > endemi endospor [Yun.: endo + spora > [?] >
1.) 1.)
[ενδημι] > Fra.: endemie,]: bir Fra.: endospore]: [Bitkinilim] spor
2.)
mahalle yada yöre, [Tıp] sık zarının iç tabakası, 2.) [Bakteriyoloji]
görülen hastalık, bulaşıcı hastalık. hücre içinde gelişen cinsiyetsiz spor,
endemik [Yun.: en + demos > endemikos iç spor.
1.)
[ενδημικός] > Fra.: endemique]: bir endotermik [Yun.: endo + therme > [?] >
2.) 1.)
mahalle yada yöreye ait, [Tıp] sık Fra.: endothermique, Kimya]: iç
görülen hastalık, bulaşıcı hastalık.
hararet, iç ısı, 2.) hararet alan, ısı enformasyon [Lat.: in + forma > Fra:
1.)
alan, ısı emen. information]: bigi, haber, malumat,
2.)
endükleme [Lat.: in + ducere > Fra.: resmi bilgi, resmi haber, resmi
induct + leme]: [Elektrik] bir güç açıklama.
alanıyla bir elektrik yada manyetik enfraruj [Lat.: infra + Fra.: rouge > Fra.:
1.)
gücü yönlendirme. infrarouge]: kırmızı ötesi, kızılötesi,
2.)
endüksiyon [Lat.: in + ducere > Fra.: [Fizik] kızılötesi ışınlar, infrared.
1.)
induction]: askere yada engebe [Rum.: engopí [εγγοπή]]: 1.)
memuriyete alma, 2.) [Elektrik] bir güç kazılmış toprak, yerdeki girinti
alanıyla bir elektrik yada manyetik çıkıntı, 2.) [Evrenbilim] arıza.
gücün yönlendirilimi. engel [Far.]: 1.) düğme deliği, tutucu,
2.)
endüstri [Lat.: industrius > Fra.: bariyer, ket, mani, mania, önlem,
1.)
industrie]: çalışkan, etkin, faal, seki, set, 3.) beis, mahzur, sakınca,
2.)
hamarat, sanayi, uran. uymazlık.
Endymion [Yun.]: Yunan Mitolojisi’nde engel olmak: mani olmak, önlemek,
Zeus’un sonsuz uyku ve gençlik set çekmek.
bahşettiği, ay tanrıçası Selena’nın engellemek: engel olmak, mani
aşık olduğu ve 50 kızlarının olduğu olmak, önlemek, set çekmek.
çoban. engerek yılanı [Rum.: enchélys [εγχέλις]
ene 1 [Halkdili]: i., erkek kardeş. + yılanı]:
1.)
küçük su yılanı, 2.)
ene 2 [Arp.]: z., 1.) ben, 2.) [Felsefe] ben, [Hayvanbilim: Pelias verus, Vipera]
ego, id. engerek yılanı, zehirli bir yılanı, ek?,
enek: erkekliği giderilmiş. üf?a.
enema [Yun.: en + hienai > [?] > Fra.: engin: 1.) geniş, vasi, 2.) açık deniz, 3.)
enema, Tıp]:
1.)
içe gönderme, içe [E] açık deniz anlamına erkek adı.
salma, 2.)
bir sıvı yada ilacın makat enginar [Rum.: ankinára [αγκινάρα]]:
yolu ile kalınbağırsağa aktarılması, 3.) [Bitkibilim: Cynara scolymus] dikenli bir
lavman, tenkıye, şırınga. bitki, sebze,
eneme: hadım etme. engizisyon [Lat.: in + quaerere > Fra.:
1.)
enerji [Yun.: en + ergon > [ενέργειας] > inquisition]: araştırma, soruşturma,
2.)
Fra.: energie]:
1.)
iç güç, içten gelen sorgu, sorguya çekme,
kuvvet, 2.)
maddedeki güç, erke. Hiristiyanlıkta bir dönem kurulan
enervis [Lat.]: argın, aygın, bitap, sorgulama ve işkence mahkemeleri.
bitkin, cılız, güçsüz, dermansız, enigma [Yun.: en + ainigma ainigma
haşat, kuvvetsiz, takasız, yorgun, [αίνιγμα] > Fra.: enigma]: bilmece,
zayıf. muamma.
enf [Yun.: ?]: [Bedenbilim] burun. enik [ÖzTürk: enük]: 1.) etçil hayvan
enfeksiyon [Lat.: inficere > Fra.: yavrusu, 2.) kedi köpek yavrusu.
infection]:
1.)
bulaştırma, geçme, enikleme: kedi yada köpeğin
sirayet, yayma, 2.) [Tıp] mikrobun yavrulaması.
yayılması, 3.)
[Tıp] bulaştırma, eniklemek: kedi yada köpeğin
hastalığı sirayet ettirme, hastalığı doğurması.
başkalarına geçirme, geçme. enikonu: iyiden iyiye.
enfekte [Lat.: inficere > Fra.: infectée]: enir: Yaban Mersini.
[Tıp] bulaştırmak, hastalığı sirayet enişte: abla, kız kardeş kocası.
ettirmek, hastalığı başkalarına enjeksiyon [Lat.: in + jacere > Fra.:
1.)
geçirmek. injection]: içeri atma, sokuşturma,
2.)
enfiye [Arp.]: 1.) burunluk, 2.) buruna [Tıp] iğneyle verme, şırınga etmek,
çekilen tütün tozu. zerk etme, 3.) [Teknik] sıkıma yada
enflasyon [Lat.: in + flare > Fra.: püskürtme yöndemiyle üretme.
inflation]:
1.)
şişkinlik, 2.) [Ekonomi] enjektör [Lat.: in + jacere > Fra.:
para şişkinliği, 3.) [Ekonomi] piyasada injecteur]: [Tıp] iğne, şırınga.
fiyatların sürekli olarak artması. enkarnasyon [Lat.: in + caro > Fra.:
1.)
enflüenza [Lat.: in + fluere > İtl.: incarnation]: insan yada hayvan
2.)
influenza > Fra.: enfluenza]: [Tıp] grip biçiminde vücut bulma, başka
hastalığı, salgın nezle. biçim ve bedende yeniden dünyaya
gelme inancı.
enkyklios [Yun.: ?]: genel, umumi. entelijans [Lat.: inter + legere > Fra.:
1.)
Enne [İtl.]: İtalyan Abecesinin 12. intelligence]: akıl, anlayış, zeka,
2.)
harfi, [N, n]. zeka sahibi, bilgi, haber, malümat,
enourein [Yun.: ?]: idrar çıkarmak, vukuf.
işemek. entelijansiya [Lat.: inter + legere >
ensalit [Yun.: en + kephale > [? κεφαλή] intelligentia > Fra.: intelligence > Rus.:
intelligentsiya [интеллигенция] veya
> Fra.: encephalitis]: [Tıp] beyin iltihabı.
Leh.: inteligencja > Fra.: intelligentsia]:
ensar [Arp.: nsr > ansâr; nâsır’ın çoğulu > 1.)
Osm.: ensâr]:
1.)
destekleme, yardım deyim ilkin Fransızlar tarafından
etme, 2.)
ç.i., yardımcılar,
3.)
[İslam]
Polonya’daki adınlar sınıfı için
Hz. Muhammed’e Hicreti’nde kullanılmış ve daha sonra tüm eski
yardımcı olan Medineliler, 4.) [E] bir SSCB için kullanılmıştır, 2.) aydınlar,
erkek adı. münevverler sınıfı.
ense 1 [Bedenbilim]: boynun arkası. entellektüel [Lat.: inter + legere > Fra.:
intellectuelle]: aydın, münevver.
ense 2 : tembellik.
ensefalik [Yun.: en + kephale + ikos > [?] entera [Yun.: ?]: bağırsak, iç organlar.
> Fra.: encephalique]: [Bedenbilim]
enteresan [Lat.: inter + esse > Fra.:
1.)
interesent]: çekici, dikkate deger,
beyinle ilgili, dimaği. 2.)
enser [Halkdili]: büyük çivi, mıh. garip, görülmemiş, ilginç.
enses [Lat.: in + castus > Fra.: insest]: 1.) enternasyonel [Lat.: inter + natus >
1.)
Fra.: internationalle]: bir eyrde
iffetsiz, namussuz, 2.) akrabalarla 2.)
cinsel ilişkiye girme, 3.) aile içi cinsel doğmuş olanalr arasında,
ilişki. beynelmilel, milletlerarası,
ensiz: dar. uluslararası.
enstitü [Lat.: in + statuere > Fra.: enterne [Lat.: internus > Fra.: internée]:
1.)
institute]:
1.)
sanat ve bilimlerin teşvik gözaltında olan, tutuklu, 2.)
edilmesi için oluşturulan bir kurum, özellikle savaş zamanında terörist
bilimsel kurum, 2.) kuruluş, kurum, zanlılarının yada şüphelilerin
müessese, okul. tutuklanması yada gözetime
enstrüman [Lat.: in + struere > Fra.: alınması.
instrument]: [Teknik]
1.)
alet, gereç, 2.) entero [Yun.: enteron [?] > Fra.: entero]:
[Müzik] müzik aleti, gereci.
Fransızca’da entero; bağırsak
enva [Arp.: envâ, nevi’nin çoğulu]: epipedos [Yun.: ?]: düşünce, plan,
çeşitler, türler, tasar, tasarı.
enzim [Yun.: ? > Fra.: ?]: [Kimya] salgı, episkopos [Yun.: epi + skopein > [?] >
1.)
bir ~ türü: amiloz. Fra.: episcopôse]: idareci, kalfa,
2.)
eora [Yun.: ?]: asılı duran, havada asılı ustabaşı, Hiristiyanlıkta
duran. piskoposluk.
epe [Fra.: épee, Spor]: [Kılıç Sporu] epispatik [Yun.: epi + pathos > [?] > Fra.:
1.)
eskrimde kılıç. epispatique, Tıp]: kabarcık
2.)
epehdra [Lat.]: 1.) [Bitkibilim: Equsetum oluşturan, yakı.
arvense] atkuyruğu, kırkilit,
2.)
astım epistaksi [Yun.: epi + stazein > [?] > Lat.:
ve burun tıkanlığını iyileştirmede epistaxis > Fra.: epitsaxie]: [Tıp] burun
kullanılan ilaçların yapımında kanaması.
kullanılan bitki. epitelyum [Yun.: epi + theles > [?] >
1.)
epey: hayli, oldukça. Fra.: epithelium, Biyoloji]: mukozanın
2.)
epeyi: bak. epey. dış tabakası, bedenin dış yüzeyini
epi 1 [Yun.: επι]: 1.) –de, -da, 2.) üstünde, kaplayan ince deri tabaka.
üstüne,
3.)
arasında, beynel. episod [Yun.: epi + eis + hodos > [?] >
1.)
epi 2
[Yun.: επι]: Fransızca’da epi-;
1.) Fra.: episode]: hadise, olay, vaka,
2.)
üstüne, üstünde, yakınında,
2.)
-de, eski Yunan tiyatrosunda perde, 3.)
evvel, önce,
3.)
sonra, takiben
4.) hikaye, piyes yada romanda bölüm,
arasında, beynel anlamında bir önek. parça, tefrika, 4.) [Müzik] bölüm,
epidemik [Yun.: epi + demos > kısım.
[επιδημικός] > Fra.: epidemique]:
1.) epope [Yun.: epos + poíein > epopoiía [?]
1.)
genel, salgın, yaygın, 2.)
halk > Fra.: épopée]: destan yapma,
arasında hızla yayılan hastalık, destanlaştırma, destan gibi anlatma,
2.)
bulaşıcı hastalık, [Yazın] dasitan, destan,
Epidemiyoloji [Yun.: epi + demos + logia epos [Yun.: ?]: 1.) laf, söz, 2.) şarkı,
> [επιδημιολογία] > Fra.: epidemiologie]: türkü, 2.) masal, öykü.
salgın hastalıklarla uğraşan bir bilim eprime: eriyip çürüme.
dalı. eprimek: eriyip çürümek.
epiderm [Yun.: epi + derma > [πιδερμ]> Epsilon [Fen.: He [He] > Yun.: Epsilon [εἶ
Fra.: epiderme]: [Bedenbilim] üst deri. - ἒψιλόν & έψιλον]]: Yunan Abecesi’nin
epifiz [Yun.: epi + phyesthai > epiphyestai 6. harfi, [Epsilon; Ε, ε].
> epiphysis > [επίφυση] > Fra.: equus [Lat.]: at, beygir.
epiphyse]: [Bedenbilim] kemikucu. er 1 : erken.
epigastrik [Yun.: epi + gaster > [?] > er 2 : adam, bay, erkek.
Fra.: epigastrique]: [Bedenbilim] mide er 3 [Far.]: asker, çeri, leşker, nefer.
hizasındaki karın duvarına ait. era [?]: otlar.
epiglot [Yun.: epi + glossa > epiglottis > erami [Arp.: ? > erâmi]: dul kadınlar,
[?] > Fra.: epiglotte]: [Bedenbilim] gırtlak dullar.
kapağı. erat [Tür.: er + Arp.: > Tür.: erât]: 1.) ç.i.,
epigraf [Yun.: epi + graphein > [επιτάφια] askerler, erler, 2.) [Askeriye] erden
1.)
> Fra.: epigraphe]: eski yazıları çavuşa kadar genel tanımlama, 3.) .
2.)
okuma, kitap önyazısı. erbaş [Tür.]: askeriye yada ordudaki
epigrafi [Yun.: epi + graphein > [?] > erden itibaren üst kademe ve
Fra.: epigraphie]: eski yazıları okuma rütbedeki herkes.
sanatı. ercmend [Far.]: s., değerli, kıymetli.
epik [Yun.: epos > [?] > Fra.: epique]: 1.) ercümend [Far.: ercmend]: bak.
destansı, hamasi, menkıbevi, 2.) ercüment.
destansı konulu roman yada öykü. ercüment [Far.: ercmend > ercümend]:
1.)
epilepsi [Yun.: epi + lambanein > [?] > değerli, kıymetli, 2.) [E] bu
Fra.: epilepsie, Tıp]: bir hastalık türü, anlamda bir erkek adı.
sara, tutarık, yılbık. Erdal: bir erkek adı.
epilog [Yun.: epi + legein > [?] > Fra.: erdem: 1.) fazilet, 2.) [Felsefe] rusal
1.)
epilogue, Yazın]: bir eserin sonuç olgunluk, 3.) [E] bu anlamdn bir erkek
2.)
bölümü, hatime, son, sonsöz. adı, [karşılığı bayan adı: Fazilet].
erdemlik: bekaret.
esra [?]: 1.) ? 2.) [E] bir bayan adı. beden hareketleriyle ısınma, ısınma,
esrar [Arp.: esrâr, sır’ın çoğulu]: gizler, ısıtma, 2.) bir tür spor alt-üst giysisi.
sırlar. eşşek: eşek, har, karakaçan, merkep,
esrik: ayyaş, bekri, kafası iyi, mest, eşya [Arp.: eşyâ, şey’in çoğulu]: insanın
sarhoş, sermest. yaptığı her nesne, nesmeler, şeyler,
Esse [İtl.]: İtalyan Abecesinin 17. harfi, taşınması kolay ~: ayniyat,
[S, s].
eşzaman: aynı anda olan, senkron, ~lı
esse [Lat.]: olmak.
olmayan: asenkron,
est [Lat.]: 1.) yardımcı fiil, 2.) -dır, dir, -
et 1 : 1.), 2.) ten, 3.) [Mecazi] çıplak
dur, yada –dür.
beden, ~ yemeği: yahni.
estamp [Fra.]: baskı resim.
estazi [Yun.: ek + histanai [?] > İng.: et 2 [Lat.]: ve, ve de.
ecstasy]:
1.)
aşırı sevinç, kendinden et alii [Lat.]: ve diğerleri.
geçme, 2.)
[Eczacılık] bir tür et cetera [Lat.]: 1.) kısaltması: etc. 2.)
sakinleştirici ilaç, 3.) uyuşturucu ilaç ve diğerleri, ve benzerleri.
olarak kullanılan hap. Eta [Fen.: Het [Heth] > Yun.: [ἦτα & ήτα]]:
estetik [Yun.: aisthêtés + ikos > [?] > Yunan Abecesi’nin 7. harfi, [H, η].
Fra.: esthetique]:
1.)
sanat ve güzelliğe etajer [Fra.: étagèr]: sanatsal yada
oldukça duyarlı olan, güzellikten gösterimlik eserleri koymak için açık
anlayan, 2.) güzellik duygusu, 3.) çekmece boşlukları bulunan masa
sanat ve güzelliğe karşı duyarlı olan. benzeri küçük sehpa.
Esther [İbr.]: kavmini kıyımdan etalon [?]: kanuni ölçü birimi.
kurtaran İranlı kralın Yahudi karısı. etamin [?]: seyrek dokulu kumaş.
Estonya [?]: bir Baltık Denizi ülkesi, etan [Fra.: ethane]: 1.) bak. etil, 2.)
[Estonia].
doğalgazlarda bulunan ve yakıt
estraneus [Lat.]: alışılmamış, başka olarak kullanılan kokusuz renksiz,
yerden gelmiş, garip, görülmemiş, ilk gazlı bir karbonhidrat.
defa görülen, tuhaf, yabancı, yeni. etc. [Lat.: et cetera]: ve diğerleri, ve
eş: 1.) aynı, benzer, emsal, menent, benzerleri.
tıpkı, tıpkısı, tıpatıp, 2.) benzer, ikiz, etçil: etebur.
koşa, 3.) [Sosyolaji] ayal, aile, bayan, etebur: et yiyen, etçil, etle beslenen.
bey, karı, koca, refika, etejer [Fra.]: kapaksız dolap.
eşarp [Fra.]: başörtüsü, dastar, etek: [Giyim] bir bayan giysisi.
türban. eten: yemişlerin yenen kısmı.
etene [?]: [Tıp] plazanta. Etnoloji [Yun.: ethnos + logia > + ikos
eter [Yun.: aithein > Fra.: ethere]: 1.) Fra.: ethnologie]: Sosyoloji,
uzayın daha üst bölümleri, 2.) Budunbetim, Kavimlerbilimi.
anestezik ve çözücü olarak etnosentrik [Yun.: ethnos + kentron +
kullanılan, uçucu, renksiz ve alevalıcı ikos > Fra.: ethnocentrique]: kendi
bri sıvı, Lokman Ruhu,3.) bir ırkının üstünlüğüne inanan.
zamanlar uzayı kapladığı düşünülen etnosentrizm [Yun.: ethnos + kentron >
görünmez bileşen. Fra.: ethnocentrisme]: kendi ırkının
ethnos [Yun.]: sosyal topluluk, millet, üstünlüğüne inanış.
ulus. etol [Fra.]: uzun omuz atkısı.
ethos 1 [Yun.]: 1.)
ahlak, davranış, etraf [Arp.: etrâf, taraf’ın çoğulu]: 1.)
haslet, husisiyet, huy, mizaç, nitelik, cenahlar, kıyılar, kenarlar, lebler,
özellik, tabiat, vasıf, yaratılış, 2.) taraflar, yanlar, yönler, 2.) yakın
durum, şahıs, tip, statü. çevre, ortam, vasat.
ethos 2 [Yun.]: [Budunbilim] bir kavmin etraflı [Arp.: etrâf, taraf’ın çoğulu + lı]:
özellikleri, toplumsal bir kurumun ayrıntılı, detaylı, şumullü.
özellikleri. Etrüskler: İtalya’da antik bir kavim,
Eti: Hitit. [Etruscan].
etik [Yun.: ethnos + ikos > Fra.: ethique]: etsiz: lagar, zayıf.
ahlaka uygun, ahlaki. Ettirgen: [Dilbilgisi] müteaddi
etiket [Fra.: étiquette]: 1.) yafta, 2.) [causative].
[Mecazi] kimlik. etüt [Fra.: étude]: araştırma, çalışma.
etil [Yun.: aithein > Fra.: ethyl]: 1.) bak. etyaran: [Tıp] dolama, kurlağan,
etan, 2.) genel alkol, eter vb temelini Etyoloji [Yun.: aitia + logia > Fra.:
1.)
oluşturan hidrokarbon kökü. etiologie]: sebep, kök, neden bilim,
2.)
etil alkol [Yun.: aithein + Arp.: al kuhl > hastalıkların nedenini ve kökenini
Fra.: ethylalcohole]: alkol ile aynı. bulma bilimi.
etilen [Yun.: aithein + Arp.: al kuhl > Fra.: eu [Yun.]: Yunanca ve Fransızca’da -eu;
1.)
ethylene]: kokusu ağır, renksiz, faydalı, güzel, hoş, iyi, yararlı
çabuk alevalır, gazlı bir hidrokarbon. anlamında bir önek.
Etimoloji [Yun.: etymos + logos > Fra.: Euclides [Yun.: Eukleides [Ευκλείδης] >
1.)
etymologie]: kelimelerde asıl biçim, Fra.: Euclide]: bak. Öklid.
2.)
iştikak ve türeme bilimi, Eukleides: [Yun.: Eukleides [Ευκλείδης]]:
Kelimeköken Bilimi. bak. Öklid.
etimolojik [Yun.: etymos + logos + ikos > eulegein [Yun.]: -den güzel söz etmek,
Fra.: etymologique]: kelime köken -den güzel bahsetmek, -den güzel
olarak. konuşmak.
Etiyopya [Yun.: aitho + ops > aithiops > eune [Yun.]: yatak.
1.)
Fra.: Ethopia]: gözüm yanıyor, 2.) eur [? > Fra.: eur]: Fransızca’da eur; 1.)
2.)
Habeşistan. eden, fail, yapan, taraftarı, yanlısı
etki: güç, nüfuz, tesir. anlamına bir sonek.
etkili: güçlü, nüfuzlu, tesirli. Europa [Süm. + Sam.: Ereb > Yun.]: 1.)
etkin: 1.) aktif, çalışkan, faal, gayretli, güneşin battı yer, Batı ülkesi, Avrupa,
2.)
hareketli, işlek, 2.) kadir, nüfuzlu. Yunan Mitolojisi’nde Europa, Fenike Kralı
Agenor yada Phoenix’in güzel mi güzel kızıdır.
etkinlik: aktivite, canlılık, devinim,
Zeus onu görünce hemen çekici beyaz bir
faaliyet, hareket. boğaya dönüşür ve kıza yaklaşır. Arkadaş
etkisiz: güçsüz, nüfuzsuz, tesirsiz. olurlar. Boğanın sırtına biner ve boğa Girit’e
etli: dolgun. dek yüzer. Orada boğa Zeus’a dönüşür ve kız
ona aşık olur. Üç oğulları olur; Minos,
etlik 1 [Halkdili]: semiz hayvan.
Rhadamanthus ve Serpadon. İlk iki oğul
Etlik 2 : Ankara’da bir semt adı. Aeacus ile birlikte yer altı dünyasının hakimleri
etme: ika, yapma. olurlar.
etmen: amil. eurys [Yun.]: bol, geniş.
1.)
etnik [Yun.: ethnos + ikos > Fra.: Euxine [Yun.]: çılgın deniz,
1.)
ethnique]: ırka ait, ırki, ırksal, 2.) acımazsız deniz, 2.)
Karadeniz.
Hirsitiyan ve Musevi olmayan. ev: hane, gah, ikametgah, konut,
mesken, yer, ~ halkı: hane, ~
yıkıntısı: virane, ~in girişi: antre,
extra ordinem [Lat.]: 1.) alışılmadık, fabrika [Lat.: fabrica > İtl.: ?]: 1.) atölye,
usule aykırı, uygunsuz. 2.) arızalı, imalathane, işhanı, 2.) [Sanayi] üretim
bozuk, çalışmayan, düzensiz. yapan büyük sanayi kuruluşu.
extraterritorial [Lat.]: 1.) dışarıdan fabula [Lat.]: hikaye, öykü.
gelen, 2.) dünya dışı. facedus [Lat.]: esprili, hazırcevap,
exul [Lat.]: sürgün, sürülmüş, yurttan nükteli, zeki, zarif.
atılmış, yurdundna kovulmuş. facere [Lat.]: etmek, yapmak.
ey: bre, hey anlamında bir ünlem. facia [Arp.: fâcia]: 1.) acıklı durum, 2.)
eyalet [?]: bağımsız büyük il. acıklı olay.
eyer [?]: binek hayvanlarına vurulan facies [Lat.]: sima, surat, ru, yüz.
binme gereci, ~ takımı satıcısı: facile [Lat.: facere]: cana yakın,
saraç, ~in arka bölümü: terki, sevimli, uysal.
terke, ~ örtüsü: çulta, ~in tahta facile princeps [Lat.]: şüphesiz olarak
birinci gelen.
bölümü: kaltak, ~e bağlana kayış:
facilis [Lat.]: basit, kolay.
kuskun, facilis descensus averno [Lat.]:
Eylül [Süryanice: aylul > Yahudice: elul]: 1.) cehenneme giden yol kolaydır.
yılın 31 gün çeken 9. ayı, 2.) [E] bir faco [Argo]: aftoz, cariye, halayık,
Türk bayan adı. kapatma, kuma, metres, nikasız
eyvan [Far.]: ayazlık, balkon, kadın, odalık.
sundurma, revak, taraça, teras. factio [Lat.]: 1.) etme, yapma, 2.) imal,
eyyam [Arp.: eyyâm, yevm’in çoğulu]: oluşturma, üretim.
günler,ruzlar, şembeler. factorum [Lat.]: kahya.
eyyamı bahur [Arp.: eyyam-ı bahur]: factum [Lat.]: 1.) amel, fiil, hareket, 2.)
yazın en sıcak ve rutubetli günleri. senet, tapu senedi, hüccet.
eza [Arp.: ezâ]: üzme, üzgü. faça [İtl.: faccia, Argo]: 1.) sima, surat,
ezan [Arp.]: ibadete yada namaza ru, yüz, 3.) giysi.
çağrı. faeces [Lat.]: çöp, süprüntü, tortu.
ezber: akılda tutma, hıfz. faenum [Lat.]: saman.
ezel [Arp.]: özsüzlik. Fahreddin [Arp.]: bak. Fahrettin.
ezeli [Arp.: ezelî]: eski, kadim. Fahrenayt: bak. Fahrenheit.
Ezgi [Far.]: 1.) şarkı, türkü, yir, 2.) Fahrenheit: 1.) Fahrenheit, G.D: yaklaşık
makam, melodi, name, terane, 3.) [E] 18. yy’da yaşamış bir Alman fizikçi,
şarkı, türkü anlamına bir bayan adı. 2.)
suyun 32° donma noktası ve 212°
ezik: 1.) bere, bertik, çürük, yara, 2.) buharlaşma noktası olduğunu ölçen
manen çökük, horlanmış. termometreyi bulan kişi.
eziyet: cefa. Fahrettin [Arp.: fahreddin]: bir erkek
Ezrail [Arp.]: can alan melek. adı.
========== F ========= fahri [Arp.]: 1.) gönüllü, istekli, 2.) [F]
F [İtl.: Effe]: İtalyan Abecesinin 6. gönüllü, istekli anlamına bir erkek
harfi, [F, f]. adı.
F: Türk Abecesi’nin 7. harfi. faideli [Arp. + li]: faydalı, naki, yararlı,
Fa [Lat.]: Müzik Abecesi’nin 4. sesi. faik [Arp.: fâik]: 1.) ali, mualla,
faal [Arp.: fa’l > fa’al []]لاعف: aktif, mükemmel, şahane, ulu, üstün,
çalışkan, etkin, gayretli, hareketli, yüksek, 2.) [F] bir erkek adı.
işlek. faika [Arp.: fâik]: 1.), 2.) [F] bir bayan
faaliyet [Arp.: fa’l > fa’aliyet]: aktivite, adı.
canlılık, devinim, etkinlik, hareket. fail [Arp.: fâil]: eden, yapan.
faber [Lat.]: amele, emekçi, işçi. faile [Arp.]: bun, eziyet, güçlük,
fabi 1 [Arp.]: kalın kafalı. meşakkat, sıkıntı, zahmet, zor.
fabi 2 [Lat.]: düşmek, tökezlenmek. fak [Far.: fâk]: hendek, kapan,
fabl [Lat.: fabula > Fra.: phable, Edebiyat]: mandepsi, trap, tuzak.
manzum öykü. fakat: ama, amma, lakin.
fabrica [Lat.]: atölye, çalışma odası, fakir [Arp.]: sefil, yoksul, ~ kişi: aç,
işlik, işyeri. karnı doymamış.
fakirler [Arp. + ler]: fukara, sefiller,
yoksullar.
fakirlik [Arp. + lik]: sefalet, yoksulluk. FAO: (F)ood & (A)gricultural (O)rganisation of
faktör [Lat.: facere > Fra.: facteur]: 1.) UN: BM Gıda ve Tarım Örgütü.
amil, etmen, neden, sebep, 2.) far 1 [Arp.: fare’nin çoğulu]: fareler,
[Matematik] çarpanlardan biri, sıçanlar.
çarpanlarını bulmak, 3.) [Ticaret] far 2 [Arp.]: aranan suçlu, kanun
firmaya borç para veren, 4.) [Ticaret] kaçağı.
komisyon alarak satış yapan. far 3 [Fra.: farre]: 1.) [Otomotive] bir araç
fakülte [Lat.: facere > facile > Fra.: yedek parçası, bir oto aydınlatma
1.)
faculté]: üniversite brançı, dalı, 2.) parçası, 2.) [Makyaj] bir makyaj
üniversiteye bağlı bağımsız ayrı malzemesi, göz kapağı boyası.
bölüm. far 4 [Lat.]: hububat kralı.
fal [Far.]: bakı, kum ~ı: remil, farah [Arp.]: reddetme.
falaka []: dayak cezası. faraş [Arp.: ferraş]: küçük çöğ küreği.
falcon [Lat.: falx]: doğan, sungur, farazi [Arp.: farazî]: hipotetik, sanal,
şahin. tahmini, varsayımsal.
falçata [İtl.: falcata]: eğri kunduracı faraziye [Arp.: farazîye]: hipotez,
bıçağı. varsayım.
falih [Arp.: fâlih]: 1.) şanslı, talihli, 2.) [F] farcire [Lat.]: doldurmak, içini
bir erkek adı. doldurmak, tıkamak, tıkmak,
fallare [Lat.]: başarısız olmak. tıkıştırmak.
fallere [Lat.]: aldatmak, hile yapmak, fare [Arp.]: sıçan, bir Minsk ~si:
kandırmak, yalan söylemek. kalemis.
falso [İtl.]: yanlış davranış, farfara [Arp. > Tür.]: 1.) havayastığı, 2.)
falx [Lat.]: orak. ağzı kalbalık, çalçene, çok konuşan.
fama [Lat.]: şan, şöhret, ün. fari [Lat.]: konuşmak.
fames [Lat.]: açlık, açkalma. farina [Lat.]: aş, taam, temek.
familya [İtl.]: aile, eş ve çocuklar. Farisi [Far.. Farisî]: Acem, Fars kökenli,
famulus [Lat.]: hizmetçi. İranlı.
fan 1 [Lat.: fanum > Fra.: fanatique > fan]: fark [Arp.]: ayrım, ayrıntı, başkalık,
seven, taraftar. nüans.
fan 2 [Lat.]: [Teknik] emmeç, pervane, farmakotik [Yun.: pharmakon + ikos >
vantilatör. Fra.: pharmaceutique, Eczacılık]: ecza,
1.)
fanar [Rum.: fanar]: Yunan ilaç yapılan madde,
Mitolojisi’nde göklerde ışıklı arabası Fars (İran) Abecesi: 1.) İranlıların
ile dolaşan, 2.) ışıldak. İslamiyet’i kabulünden sonra
fanatik [Lat.: fanum + ikos > Fra.: kullanılan Fars Abecesi, Farsça’da
1.)
fanatique]: karşılıksız ve nedensiz olup Arapça’da olmayan bazı sesleri
aşırı seven, 2.) [Spor & müzik] aşırı ifade eden harflerin (G, P, Ç, J gibi)
taraftar, 3.) bağnaz, mutaassıp. ilave edildiği Arap Abecesi’dir, 2.)
fancala [İtl.: frangella]: 1.) Fransız Fars Abecesi 32 harften oluşur;
ekmeği, 2.) [Gıda] ince uzun ekmek. Fars 1 [Far.: ?]: Acem, Aryan, İranlı.
fanfan [?]: konuşması anlaşılmayan. fars 2 [Fra.: pharce]: [Tiyatro] tiyatro
fanfar [?]: [Müzik] üflemeli çalgılar güldürüsü.
orkestrası. Farsça [Far. + ça]: İranca.
fani [Arp.: fâni]: gelip geçici: ölümlü. Farsça Sayılar: Yek, Du (Dü), Se, Çahar
fanila: kadın ~sı: korse, kolsuz ~: (Çar), Panc (Penç), Şaş (Şeş), Haft (Heft),
Häşt (Heşt), Noh (Nuh), Dah (Deh).
atlet.
faruk [Arp.: ? >]: 1.) iyi ile kötüyü
fanos [?]: süslü ve ayaklı fener.
ayırabilen, 2.) [F] Hz. Ömer’e verilmiş
fantastik [Yun.: phanein + ikos > Fra.:
bir unvan, 3.) [F] bir Müslüman ve
fantastique]: acayip, garip, gerçekten
Türke erkek adı.
uzak, hayali, tuhaf.
farz [Arp.: ? >]: 1.) [Din] yapılması
fantezi [Yun.: phanein > Fra.: fantasie,
1.) zorunlu, 2.) varsayma, tutma.
phantasie]: hayal, kapris, hülya,
2.) fas [Lat.]: kanuni, legal, yasal.
kuruntu, garip düşünce, garabet.
fasarya [Rum.: ?]: boş laf, yalan-dolan.
fanti [?]: iskambilde vale.
fanum [Lat.]: mabet, tapınak.
fasces [Lat.]: 1.) baltalara bağlanan çalı fatura [İtl.: fattura]: hesap pusulası.
demirleri, 2.) eski Roma otorite fatuus [Lat.]: aptal, ebleh, salak.
sembolü. faul [İng.: fault, Futbol]: oyunda rakibine
fascimile [Lat.: facere + simile]: aynısını sert davranma, hatalı davranış.
yapan. fauna [Lat.]: 1.) eski Roma tanrıçası, 2.)
fascine [Lat.: fasces > İtl.: fascine > Fra.: direy, tüm canlılar.
fascine]: savaşta bazı hafif faunus [Lat.]: yarı insan yarı keçi
istihkamlarda kullanılan çalı demiri. biçimli eski Roam ikincil tanrılarındna
fascinum [Lat.]: büyüleyici. olan.
faseta [Fra.: façeta]: yontulmuş elmas faux [Çuv. & Tür.: buaz, buvaz, boğaz >
yüzü. Lat.]: boğaz, gırtlak, imik, ümik.
fasikül [Lat.: fascicle > fasciculus > Fra.: favere [Lat.]: işini kolaylaştırmak, iyilik
1.)
fascicule]: demet, küçük bağ, 2.) yapmak, kayırmak, müsamaha
cüz, küçük bölüm, 3.) [Basım] basılı bir etmek, tarafını tutumak, iltimas
kitabın bölümleri, 5.) [Bedenbilim] kas etmek.
yada sinir demeti, 6.) [Bitkibilim] çiçek fax [Lat.: facere + simile > Fra.: faximile]:
1.)
yada yapraklardan bir demet. aynısını çıkartma yada kopyasını
fason [Fra.: façon]: [Sanayi]1.) öreneğe alma, 2.) belge geçer makinesi,
göre kesim, 2.) örneğ e göre, başkası faximile makinesi.
adına mal üretimi. fayans [Fra.: faience, İnşaat]: duvar
fastus [Lat.]: 1.) küçük görme, tepeden süsü.
bakma, hor görme, 2.) gurur, kibir. fayda [Arp.]: yarar.
fasulye [?]: bir tür bakliyat, küçük faydalı [Arp. + lı]: faidali, naki, yararlı.
taneli ~: cilban, ~ salatası: pilaki, faydasız [Arp. + sız]: yararsız.
faş [Far.]: açığa çıkartma yada vurma. faz [Fra.nszıca: phase, Elektrik]: elektrik
faşing [Alm.: fasching]: karnaval. geriliminde evre.
faşist [Lat.: fasces > İtl.: fascism > Fra.: fazilet [Arp.: ? > fazîlet]: 1.) erdem, 2.)
fasciste]: faşist parti üyesi yada [F] bir bayan adı, [Karşılığı erkek adı,
taraftarı. Erdem].
Faşizm [Lat.: fasces > İtl.: fascism > Fra.: fazla [Far.]: 1.) caba, ekstra, 2.)
fascisme]:
1.)
diktatörlük, savaşçı gereğinden çok, .
milliyetçilik ve ırkçılık, militarizm vb fazladan [Far.]: ayrıca, caba, ektsra,
ile krakterize edilen ve ilk kez üste.
İtalya’da (1922-1943) oluşturulan bir fazlı [Arp.: ? >]: 1.) ? 2.) [F] bir erkek adı.
yönetim biçim. FBI: (F)ederal (B)ureau of (I)nvestigation:
fatalis [Lat.: fatum]: alınyazısı, kader, Federal İstihbarat Bürosu.
son, taksirat, yazı. FDA [Federal Drug Agency]: Amerikan
fatalist [Lat.: > Fra.]: kaderci, yargıcı, Gıda ve İlaç Dairesi.
yazgıcı. febris [Lat.]: ateş, bedenin yanması,
fatalite [Fra.: fatalitèe]: alın yazısı, beden ateşi.
kader. februarius mensis [Lat.]: açıklama
fatigare [Lat.]: yorulmak. ayı, uzlaşma ayı, [February].
fatih [Arp.: fth > fâtih]: 1.) açan, bir yeri fecaat [Arp.]: yürekler acısı durum,
savaşla kazanan, ele geçiren, 2.) [F] feci [Arp.]: elim.
Fatih Sultan Mehmet;, 3.)
[F]
fecundus [Lat.]: doğurgan, üretken,
İstanbul’da bir semt, 4.)
[F] bir Türk
verimli.
erkek adı. feda [Arp.]: uğruna verme.
Fatiha [Arp.: fth > fâtiha]: 1.) açma, fedai [Arp.]: 1.) 2.) [F] bir erkek adı.
elegeçirme, fethetme, 2.) açılış, 3.) federal [Lat.: foedus > Fra.: federale]: 1.)
[Din] Kur’anı Kerim’in ilk suresi.
federasyon biçiminde, birleşik
Fatma [Arp.: ? >]: 1.) 2.) 3.) [F] bir devletlere ait, 2.) bağımsız.
Müslüman ve Türk bayan adı. federasyon [Lat.: foedus > Fra.:
1.)
Fato 1 : Fatma’nın kısaltması. federation: birleşmeyle ilgili, 2.)
fato 2 [İtl.]: şarap fıçısı. büyük yada dahs üst birlik, 3.)
Fatoş: Fatma’nın kısaltması. birliklerin birliği.
fatum [Lat.]: 1.) kahin, 2.) alınyazısı, federe [Lat.: foedus > Fra.: federé]:
kader, taksirat, yazı. bağımsız, muhtar, otonom.
feho [Alm.]: mal, mülk, toprak, tımar, ferah [Arp.: farah]: geniş, havadar,
zeamet. rahat, rahatlama.
fek 1 [Far.]: bozma, fesh, ilga, iptal, Ferahnaz [Arp.: ferah + Far.: nâz]: bir
kaldırma, lağvetme. bayan adı.
fek 2 [Far.]: fesh etmek, iptal ettirmek, ferç [Arp.]: buz, kadın cinsel organının
kaldırmak. dış kısmı, vulva.
felç [?]: inme, nuzul, paraliz. ferd [Arp.]: bak. fert.
feldspat [?]: ? ferdi [Arp.: ferdî]: 1.) bireysel, kişisel,
felek [Far.]: 1.) alem, diyar, dünya, 2.) özlük, şahısi, zat, 2.) [F] bir Müslüman
baht, kısmet, kut, mut, şans, talih, ve Türk erkek adı.
takdir, uğur. feriae [Lat.]: festivaller, kutlamakalr,
feles [Lat.]: kedi. şölenler.
felicior [Lat.]: daha şanslı. ferik [Halkdili]: piliç.
feliks [felix]: 1.) palmiyeye benzer bir fermantasyon [Yun.: ? + ? > Fra.:]:
ağaç, 2.) erkek adı olarak, [Felix: mayalama.
Mutlu]. ferment [Lat.: fervere > Fra.: fermente,
felix 1 [Lat.]: mutlu. Kimya]: ekşime, maya, tahammür.
Felix 2 [Lat.]: bir Batılı erkek adı. fermentasyon [Lat.: fervere > Fra.:
1.)
fello [Lat.]: acımasız, haşin, sert. fermentation]: ekşime, mayalanma,
2.)
Felsefe [Arp.]: ?, İbrani Felsefesi: tahammür, galeyan, heyecan.
Kabala. ferous [latince: ferre]: ferous; hasıl eden,
fem [Arp.]: ağız. taşıyan, veren anlamına bir son ek.
femina [Lat.]: 1.) kadın, 2.) dişi, dişil. ferre [Lat.]: 1.) aklında tutmak,
feminen [Lat.]: dişil. dayanmak, tahammül etmek,
feminist [Lat.: femina > Fra.: feministe]: taşımak, üstlenmek, yükümlü olmak,
2.)
kadın hakları taraftarı. hasıl etmek, üretmek, vermek, 3.)
feminizm [Lat.: femina > Fra.: taşımak, 4.) getirmek.
feminisme]: kadın hakları savunması. ferro [Lat.: ferrus]: Fra.nsızca’da ferro-;
1.)
femura [Lat.]: bud, uyluk. demir, 2.) demir ve anlamına gelen
fen [Arp.: ? > []]نف: bilim, ilim. bir önek.
fena [Arp.]: kem, kötü. ferrum [Lat.]: demir.
fendere [Lat.]: çarpmak, saldırmak, ferrus [Lat.]: demir.
vurmak. fersah: uzaklık, çok uzak.
fener [Rum.: fanar > Tür.]: 1.) ışıldak, 2.) fert [Arp.: frd > ferd]: 1.) tekbaşına
[F] İstanbul’da bir semt, denizdeki kalma, toplumda ayrı durma, yalnız
küçük ~: çakar, süslü ve ayaklı ~: olma, 2.) birey, kimse, kişi, şahıs,
fanos. zat.
fenomen [Yun.: phainesthai > Lat.: ferhat [Arp.]: 1.) ? 2.) [F] bir Müslüman
phenomenon > Fra.: phenomene]: olay, ve Türk erkek adı.
olgu, vakia. fertler [Arp.: frd > ferd + ler > fertler]:
feod [Aml.: feho]: mal, mülk, toprak, ç.i., bireyler, efrat.
tımar, zeamet. ferule [Lat.]: 1.) çubuk, kamçı, sopa, 2.)
feodal [Alm.: feho > feod > Fra.: feodal]: hayvan yada insan dövme sopası.
derebeylikle ilgili yada toprak ağalığı. ferus [Lat.]: 1.) vahşi, yabani, yırtıcı, 2.)
feodal [Fra.: féodal]: derebeyi. çılgın, deli gibi, 3.) arsız, terbiyesiz,
feodalite [Fra.: féodalité]: derebeylik. hiddetli, hoyrat.
1.)
feodalizm [Al.: feho > feod > Fra.: fervere [Lat.]: kabarmak,
feodalisme]: derebeylik, toprak kaynamak, kaynatmak,
ağalığı, tımar sahipli, seamet köpüklenmek, köpürmek, 2.) ateşten
sahipliği. kızarmak, kırmızlaşmak, kor haline
fer [Arp.]: 1.) ateş, nar, od, 2.) [Mecazi] gelmek, yanmak, 3.) alevlenmek,
gözde canlılık. hararetli hale gelmek, sıcak basmak.
Ferace [? : ferâce]: [Giyim] kadın üst feryad [Far.: feryâd]: bak. feryad.
giysisi. feryat [Far.: feryâd]: 1.) imdat çığlığı,
feragat [Arp.: ferâgat]: hakkından vaz yardım çağrısı, 2.) çığlık.
geçme. fes [Osm.]: 1.) Fas ülkesi, 2.) Osmanlı’da
bir başlık, 3.) silindir biçimli başlık.
fesh [Arp.]: bozma, fesh, ilga, iptal, fıstık [Arp.: fustuk []]قيتسف: 1.) bir tür
kaldırma, lağvetme, ~ etmek [Arp.]: meyve, 2.) [Mecazi] bıldırcın, karı, kız,
fek, iptal ettirmek. sevgili, fer fıstığı: araşit.
festus [Lat.]: 1.) eğlenecli, sevinçli, fıtık: i., [Tıp] kavlıç, yarımlık, ince
şen, 2.) bayram yada yortuya ait. bağırsak fıtığı: anterosel, kalın
feta [?]: bir peynir türü. bağırsak fıtığı: apandisit.
fetida [Lat.]: kokmuş kokuşmuş, fıtre [Arp.]: i. [Din] sadaka.
teeffün. fıtri [Arp.: fıtrî]: doğumdan, doğuştan,
fetiş [Por: feitiço]: 1.) sirili gücü tabii, yaratılıştan.
olduğuna inanılan nesne, 2.) Fi [Yun.]: bak. Phi.
mantıkdışı olarak birisinin bir şeye fiat 1 [Lat.]: bırakın olsun, bırakın
kendini adaması, 3.)
normadışı yapsınlar.
biçimde cinsel duyguları harekete fiat 2 [Lat.: ? > İtl.: ?]: 1.) emir, karar, 2.)
geçiren cinsel dışı bir nesne. yaptırım.
fetiş: büt, idol, mabet, put, sanem, Fiat 3 [İtl.]: bir İtalyan araba markası.
fetta [Lat.]: bir dilim. fiber [Lat.: fibra > Fra.: fiber, fibre]: ip,
fettan [?]: cilveli kadın. iplik, lif, kınnap, sicim, tel, tire,
fetus [Lat.]: fiberglas [?]: 1.) ticari bi marka, 2.)
fetus 1 [Lat.]: 1.) bereketli, münbit, dokumacılık ve yalıtım
verimli, yaratıcı, 2.) öne çıkartma. malzemelerinde kullanılan iyi
fetus 2 [Lat. > Fra.: fetus]: 1.) öne dokunmuş yamcünü malzemesi, 3.)
çıkartma, 2.)
özellikle ileri camyünü malzemesi.
dönemlerinde bir hayvanın fibra [Lat.]: fiber, ip, iplik, kınnap, lif,
doğmamış yavrusu, 3.) insanda, sicim, tel, tire.
karındaki yavru, 4.) cenin, fetus, fibula [Lat.]: i., kopça, toka.
oğulcuk, bir canlının ilk oluşumu, ficus [Lat.]: i., incir, yemiş.
başlangıç, iptida. fidan [Rum.: fitia > fiton & futon]: 1.)
Feyman: [?]: ? bitkiler, 2.) [Bitkibilim] küçük ağaç
feza [Far.]: 1.) [Yıldızbilim] uzay, 2.) [F] bir fidesi, 2.) [F] fide sürgün, anlamına bir
erkek adı. [Uzay]. Türk bayan adı, ~ dikişlen yer: arık.
fezleke [Arp.]: hülasa, özet. fidanlık [Rum.: fiton & futon + lık]: 1.)
fıçı [?]: 1.) çemberli ağaç sıvı kabı, 2.) ağaç ekili alan, 2.) açağlarla kaplı
bidon, varil. alan.
fıkra [Arp.]: [Yazın] anekdot, hisse, fide [Rum.: fitia]: 1.) bitki, 2.) [Bitkibilim]
kıssa, küçük ağaç fidesi,
fıkralar [Arp. + lar]: hikayeler, kısas, fidelis [Lat.]: emin, güvenilir, inanılır.
öyküler. fidelitas [Lat.]: doğruluk, sadakat,
Fırat Nehri [Rum.: Euphrates [?]]: vefa.
Türkiye’de Orta Anadolu’dan doğup, fidere [Lat.]: emin olmak, güvenmek,
Suriye ve Irak’ı geçip İran Körfezi’ne itimat etmek.
dökülen bir ırmak, [Tigris]. fides [Lat.]: inanç, inanma, iman.
fırça [?]: i., 1.) boyama aracı, 2.) sakal fidus [Lat.]: 1.) doğru, güvenilir,
tıraşı gereci, 3.) [Mecazi] azar, itimada şayan, 2.) sadık, vefakar, 3.)
fırkata [İtl.: fırcatte ? ]: eski bir savaş inanır, iman sahibi.
gemisi. fidye 1 [Arp.]: kurtulmalık.
fırkateyn [?: fırcatte ? ]: bir savaş fidye 2 [Rum.: fitia]: 1.) fidanlık, 2.) genç
gemisi. üzümbağı.
fırlak: dışarı doğrı fırlama. fidyeinecat [Arp.: fideye-i necad]:
fırsat [?]: 1.) fırsat, şans, talih, tesadüf, kurtulmalık.
2.)
punt, uygun zaman. fie: artık parçalar.
fırt: bir yudumluk içki, içim, yudum. figere [Lat.]: bağlamak, kapamak,
fırtına [?]: [Evrenbilim] kuvvetli rüzgar, ~ raptetmek, sabitlemek, sıkılaştırmak,
türleri: Ayandon, şiddetli ~: siklon, sürgülemek.
figurare [Lat.]: biçimlendirmek,
güçlü ~: uragan.
şekillendirmek.
figür [Lat.: fingere > Fra.: figure]: 1.)
biçim, 2.) desen, 3.) dans hareketleri.
figüratif [Lat.: fingere > Fra.: figurative]: Filistinli [Arp. + li]: Filistinde yaşayan
1.)
mecazi, remzi, temsili, 2.) betili, Arap kökenli ulus, [Palestinian],
resimli, süslü, tasfirli. filius [Lat.]: erkek evlat, oğul.
fihrist [Far.]: içindekiler, katalog, filiz [Rum.: flissa > flisia]: 1.) küçük
muhteviyat. yaprak, yaprakçık, 2.) [Bitkibilim]
fiil 2 [Arp.: fal [ > ]لعفf’il]: 1.) eylem, sürgün, 2.) maden cevheri, 3.) [F] bir
etmek, yapmak, 2.) [Dilbilgisi] eylem. Türk bayan adı.
fiil 1 [Arp.: fal [ > ]لعفf’il]: davranış, fillon [Yun.]: bak. phyllon.
edim, eylem, iş. film [İng.]: 1.) güzel ince deri, kaplama
fikir [Arp.: fikr]: düşünce, ide. vb, 2.) [Teknik] analoğ fotoğrafçılıkta
fikret [Arp.]: 1.) düşünce, yansıma, 2.) kullanılan ve ışığa duyarlı bir
[F] bir Müslüman ve Türk erkek malzeme ile sıvanmış, esnek selüloz
bayan adı. malzeme, 3.) güneş ışınlaraına karşı
fikri [Arp.: fikrî]: 1.) 2.) [F] bir Müslüman pencere ve camlarda kullanılan zar
ve Türk erkek adı. tabaka, 4.) hareketli resim, hareketli
fiks [Lat.: figere > Fra.: fixe]: görüntü, 5.) sinema eseri. ~in ilk
değişmeyen, değişmez, hareketsiz, gece gösterimi: gala, tanıtım ~i:
sabit. fragman.
fikstür [Lat.: figere > Fra.: fixture]: 1.) filo [İtl.: filo > flogtiglia > Osm.: flotila]:
sabit şey, 2.) [Spor] takımların 1.)
donanma, 2.) Deniz Kuvvetleri’ne
önceden belirlenen karşılaşma bağlı savai gemi gurubu.
çizelgesi. filoz [?]: [Denizcilik] mantardan ağ
fiktif [Lat.: fingere > Fra.: fictive]: 1.) şamandırası.
hayal yada masala benzeyen, 2.) filozof [Yun.: ? + ? > [?] > Fra.:
hayali, sahte, udurma, 3.) [Gümrük] philoseophe]: ?
gürmrük sahası dışındaki gümrüklü filtre [Lat.: filtrum > Fra.: filtrè]: 1.) keçe,
saha. 2.)
kötü maddeleri süzen gereç,
fil hastalığı: [Tıp] 1.) aşırı şişme, aşırı süzgeç, 3.) [Otomotiv] motor yağını,
2.)
şişmanlama, bedenin belli havayı, poleni süzen gereç.
bölümlerinin aşırı şişmesine neden filtrum [Lat.]: keçe.
olan bir deri hastalığı, 3.) fil hastalığı, filum [Lat.]: 1.) fiber, ip, iplik, kınnap,
elefantiyazis. lif, sicim, tel, tire, 2.) ince çizgi, yiv,
Filadelfiya [Rum.: ? > Osm.: ?]: 3.)
sıra, silsile.
Alaşehir. fimbria [Lat.]: ilmik aralığı, kenar
filaman [Lat.: filum > Fra.: filement]: aralığı.
iber, ip, iplik, kınnap, lif, sicim, tel, Fin [?]: Finlandiyalı, ~ hamamı [Fra.]:
tire.
sauna.
filateli [Yun.: philos + telos > Fra.:
1.) final [Lat.: finis > Fra.: final]: bitirme,
philatélie]: pulvergisi, pulharcı, 2.)
bitiş, hitam, netice, nihayet, skor,
pulculuk, pul briktirme.
son, sonuç.
file [Lat.: filum > Fra.: filée]: 1.) ağ
finans [Lat.: finis > Fra.: finance]: para,
biçimli torba, 2.) bir zamanların
mali işler.
alışveriş gereci, 3.) [Spor] pota yada
finansal [Lat.: finis > Fra.: finance + ale >
kalede gergili ağ.
financiale]: mali, parasal.
fileto [Lat.: filum > İtl.]: 1.) sığırın bel
fincan [Arp.]: porselenden kahve içme
kısmından elde edilen et, 2.) biftek,
kabı.
kotlet.
findere [Lat.]: bölmek, çatlatmak, ikiye
filiaris [filiarisis]: [Tıp] kan ve bağırsak
ayırmak, ortasından ayırmak,
parazitlerinden oluşan hastalık.
1.) yarmak.
filika [İtl.: feluca]: [Denizcilik]
2.) fingere [Lat.]: biçimlendirmek,
cankurtaran sandalı, gemi sandalı.
şekillendirmek.
filinta [Alm.: flinte]: 1.) bir silah
finis [Lat.]: bitiş, hitam, final, son.
markası, 2.) bir silah türü, 3.) [Mecazi]
finiş [Lat.: finis > İng.: finish]: bitirme,
tüfek gibi sağlam.
bitiş, hitam, netice, nihayet, skor,
Filistin [Arp.]: İsrail’de bir Arap yurdu.
son, sonuç, uç.
Bağımsız değil. [Palestin],
Finlandiya [Suomi Finland]: bir
İskandinavya ülkesi, [Finland].
fit: 1.) ara bozma, fitne, 2.) ödeşme. flavta [İtl.: flauto]: flüt.
fitia [Rum.: [?], çoğlu: fiton & futon [?]]: 1.) fleam [?]: neşter.
bitki, nebat, 2.) ağaç. flectere [Lat.]: bükmek, eğmek,
fitil [Arp.: fetil [?]]: 1.) burarak örülen kıvırmak, döndürmek, tersine.
ip, burma ip, 2.) çakmak yada flegma [rum.: φλέγμα]: 1.) irin, iltihap, 2.)
lambadaki pamuk, 3.) [Giysi] ince bak. phlegma.
şerit, 4.) [Askeriye] fünye, 5.) [Argo] fleks [Lat.: flectere > Fra.: flex]:
sarhoş. bükülebilir, eğilebilir, esnek.
fitne [Arp.: ? > [?]]: ara bozma, fit. fleksible [Lat.: flectere > Fra.: flexible]:
fitneci [Arp. + ci]: gammaz. bükülebilir, eğilebilir, esnek dokuma
fiton [Rum.: fitia > çoğlu: fiton & futon]: 1.) yada kumaş anlamına bir sonek.
bitkiler, nebatat, 2.) ağaçlar. fligere [Lat.]: çarpmak, darbe
fiyaka [?]: afi, caka, çalım, gösteriş, indirmek, neden olmak, sebebp
racon. olmak, vurmak, yolaçmak.
fiyakalı: afili, aynalı, cakalı, çalımlı, fligran [Fra.: filigrane]: 1.) suyolu,
gösterişli, yakışıklı. telkâri, 2.) ince tabaka, zar tabaka, 3.)
formatlama [Lat.: formatus > İng. + yada bitki kalıntısı, 2.) taşlaşmış şey,
lama]: biçilendirme, şekillendirme. taşıl, 3.) eski kafalı yada eski
formatus [Lat.]: biçimlenmiş, düşünceli.
şekillenmiş. fosilis [Lat.]: kazılmış.
formen [İng.: foreman]: 1.) baş adam, fosilleşmek [Lat.: fosilis > Fra.: fossile +
başkan, reis, 2.) işyeri, fabrikada baş leşmek]:
1.)
eskimek, 2.) çağı yada
kalfa, ustabaşı. dönemi geçmek.
formic [Lat.: formica + Yun.: ikos > İng.: foşa [?]: [Bitkibilim] bir fındık çeşidi.
formic > Fra.: formique]: karınca ve fota [İtl.: fusto]: şarap fıçısı.
örümceklerde bulunan renksiz asit. fotokopi [Yun.: ? > Fra.: photocopy]:
formica [Lat.]: karınca. tıpkıçekim.
formidare [Lat.]: dehşete düşürmek, fototerapi [Yun.: ? > Fra.:
korkutmak, ürkütmek. phototherapie]: ışık tedavisi,
formik [Lat.: formica]: bak. formic & fovere [Lat.]: ısıtmak, sıcak tutumak.
formique. foya [Lat.: folia > İtl.: foglia]: ince metal
formika [formica]: 1.) [F] patentli bir yaprak,
marka, 2.) masa ve lavabo yapımında Fra.ncarum [Lat.]: Fra.nsa.
kullanılan lamine, ısıya-dayanımlı Fra.nkenstein: 1818 yılında yazılmış
plastik. bir romanın ana karakteri, bir
formique [Lat.: formica + Yun.: ikos > canavar yapan ve kendisini<o
İng.: formic > Fra.: formique]: karınca canavarın yediği kişi.
ve örümceklerde bulunan renksiz Fra.nkeştayn: bak. Frenkenstein.
asit. Fra.nsız Abecesi:
formula [Lat.: forma]: 1.) kaide, reçete, Fra.nsiyum [Lat.: > Fra.nsızva: francium:
usül, tertip, 2.) [Spor] otomobil yarışı, Fr]:
3.)
Formula 1 (F1) oto yarışı. fragman [Lat.: frangere > Fra.:
1.)
formus [Lat.]: sıcak. fragment]: bölüm, kırılmış parça,
formül [Lat.: forma > Fra.: formule]: 1.) kısım, 2.) bir filmin belli bölümleri, 3.)
kaide, reçete, usül, tertip, 2.) tanıtım filmi.
[Matematik, Kimya] usül, yol yordam. fragrare [Lat.]: 1.) kokmak, tatlı bir
fornix [Lat.]: genelev, umumihane, koku yaymak, tatlı kokmak, 2.)
kerane. koklamak, kokmak.
fors 1 [Lat.: fortis > Fra.: force]: 1.) güç, frak [Fra.: frac]: 1.) kuyruklu, tören
kuvvet, makam, mevki, 2.) itibar, giysisi, 2.) resmi erkek giysisi.
prestij, saygınlık. fraksiyon [Lat.: frangere > Fra.:
fors 2 [Lat.]: baht, felek, kısmet, kut, fraction]:
1.)
bölüm, kırılım, kısım,
2.) 3.)
mut, şans, talih, takdir, uğur. parça, [Kimya] damıtık madde,
forsa [İtl.: forza]: 1.) zorlanan, zorla [Matematik] kesir.
çalıştırılan, 2.) kürek mahkumu. frangere [Lat.]: kırmak, parçalamak,
fort [Lat.: fortis > fort]: kale. parçalara ayırmak.
1.)
forte [Lat.:. fortis > Fra.]: frapan [Fra.: ?]: albenili, alımlı, cazip,
2.)
kuvvetlendiren, birisinin iyi çekici.
yaptığı iş. frater [Lat.]: birader, erkek kardeş.
fortis [Lat.]: güçlü, kuvvetli. Fraulein [Alm.: Fräulein]: evli olmayan
Fortuna [Lat.]: eski Roma’da şans, bayan, Fraulein, Miss.
talih tanrıçası. fraus [Lat.]: al, aldatma, hile, kndırma.
forum [Lat. > İng.]: 1.) eski Roma’da frekans [Lat.: frequens > Fra.:
2.) 1.)
pazar, pazaryeri, toplumsal frequance]: sık sık olma, sık sık
konuları tartışmak için toplanma, bir vuku bulmak, 2.) belli bri zaman
araya gelme. içinde tekrarlanma sayısı, 3.) [Fizik]
fos: asılsız, çürük, temelsiz. sesin tireşim sayısı,
fosfor [Yun.: ? > Fra.: phophore]: [Kimya] fren [Fra.: frein]: 1.) durduran, 2.)
yarı saydam, balmumu biçimli, [Otomotive] aracı durduran bir parça, ~
sarımsak kusulu, karnlıkta parlayan, parçası: balata,
zehirli kimyasal bir element. frengi 1 [İtl.: Franco > Far.: frengî >
fosil [Lat.: fosilis > Fra.: fossile]: 1.) Osm.]:
1.)
Fransız, 2.) Avrupalı,
önceki jeolojik çağlara ait hayvan Avrupalılardan gelme, 3.) Frenk
hastalığı, sifilis, 4.) [Tıp] cinsel ilişki früktoz [Lat.: fructus + osus > Fra.:
1.)
yolu ile bulaşan bir cinsel organ fructose]: tatlı meyvelerde, balda
hastalığı, belsoğukluğu. vb bulunan şeker, 2.) meyve şekeri.
frengi 2 [İtl.: veringola]: [Denizcilik] fuad [Arp.]: bak. fuat.
güverteye suakışı için açılmış delik. fuar [Lat.: feriae > Fra.: foire]: 1.) büyük
Frenk [Fra.nk]: 1.) 9. yy’da Almanya, sergi, büyük pazar, 2.) büyük sanayi
İtalya ve Fra.nsa’yı içine alan bir sergisi.
bölgede imparatorluk kurmuş bir fuat [Arp.: fuad]: 1.) 2.) [F] bir erkek adı,
Alman kabilesi, 2.) Osmalılar için [Fouad].
Fransa, 3.) Osmanlılar için Avrupa fuel [Lat.: focus > İng.: fuel]: mahrukat,
ulusları, 4.) bir Latin ırkı. yakacak, yakıt.
frenum [Lat.]: 1.) kıvrım, 2.) [Bedenbilim] fueloil [Lat.: fuel > İng.: fuel + oil]:
bir oraganın hareketini sınırlayan akaryakıt, sıvıyakıt.
gışa kıvrımı. fugere [Lat.]: firar etmek, kaçmak.
frequens [Lat.]: kalabalık. fugere [Lat.]: kaçmak, sıvışmak,
fresk [İtl.: fresco]: 1.) yaş sıva üzerine uzaklaşmak.
yapılmış duvar resmi, 2.) duvar süsü. fukara 1 [Arp.: fakir’in çoğulu]: 1.)
freze [İtl.]: bir torna gereci. fakirler, sefil, yoksullar, 2.) derviş.
friare [Lat.]: ovmak, ovalamak, ful 1 : bir bakla türü.
sürtmek, tahriş etmek, sürmek. ful 2 [İng.: full]: dolu, dopdolu.
fricare [Lat.]: ovmak, ovalamak, fulcrum [Lat.]: destek.
sürtmek, tahriş etmek, sürmek. fule []: adım aralığı.
Frig [Alm.]: Alman tanrıçası. fulgere [Lat.]: parlamak.
frigere [Lat.]: kızartmak. fulmen [Lat.]: şimşek.
frigid [Lat.: frigus]: 1.) buz gibi, soğuk, fulminik [? Fra.: fulminique]: fulminat
2.)
cansız, duygusuz, 3.) cinsel yönden asidine ait.
soğuk kadın. fulya 1 [İtl.: Pulia > foglia]: 1.) Güney
frigidarium [Lat.]: eski Romama İtalya’da Puglia, 2.) [Bitkibilim: Narcissus
3.)
hamamalrı’nda serinleme bölümü. jonquilla] zerrin, bir bayan adı,
frigo [?]: 1.) ? 2.) dondurulmuş kakao. [Zerrin].
frikik [İng.: free-kick]: 1.) [Ayaktopu] Fulya 2 [İtl.: Pulia > foglia]: 1.) fulya
serbest vuruş, 2.) [Argo] (kadının çiçeği adından, 2.) İstanbul’da bir
giyside) açık verme. semt adı.
friksiyon [Lat.: fricare > Fra.: friction]: fumus [Lat.]: buhar, duman, is, istim.
1.)
ovma, ovuşturma, 2.) [Berber & funda [?]: [Bitkibilim: Erica] 1.) süpürge
Kuaför] saç ovma. otu, 2.) boruk, erika, süpürge çalısı.
frisa [Rum.: ?]: tütsülenerek funda [Rum.: ?]: 1.) [Bitkibilim: Erica]
kurutulmuş ringa balığı. süpürge otu, 2.) boruk, erika,
frisium [Lat.]: üzeri desenli ve ilemeli süpürge çalısı, 3.) [F] bir bayan adı.
uzun, atkı benzeri bant. fundalık [Rum.: ? + lık]: 1.) süpürgeotu
frisum [Lat.]: soğukluk. benzeri çalılarla kaplı olan, 2.) çalılık.
frişka [İtl.: fresco > Osm.]: [Denizcilik] fundamantal [Lat.: fundus > Fra.]: 1.)
hafif rüzgar. asli, esaslı, mühim, önemli, 2.)
frivolus [Lat.]: az bir şey, değersiz, birinci, kaideye ait, temele ait.
ehemmiyetsiz, önemsiz. fundamantalist [Lat.: fundus > Fra.:
frons [Lat.]: 1.) alın, 2.) bir şeyin önü, fundementaliste]: aşırıcı tutucu,
ön taraf, cephe, ön. köktenci, radikal.
fructifare [Lat.]: hasıl olmak, meyve fundamantalizm [Lat.: fundus > Fra.:
vermek, ürün vermek. fundementalisme]: aşırı tutuculuk,
fructus [Lat.]: meyve, yemiş. köktencilik, radikalizm, tutuculuk.
frugi [Lat.]: yemek için uygun, fundament: [Bedenbilim] anüs, kıç,
yenilebilir. makat.
frustra [Lat.]: boşuna, beuhude, boş fundere [Lat.]: akıtmak, boşaltmak,
yere. dökmek, dökülmek, yağmak.
frustum [Lat.]: [Geometri] kesik, koni fundus 1 [Lat.]: 1.) alt, kök, dip, 2.)
yada piramit. anüs, göt, kıç, makat.
fundus 2 [Lat.]: [Bitkibilim] bir uzvun iç alan oyuncusu, Forvet [forward]: ileri
tarafı. oyuncusu, Defans [defence]: savunma
fung: [Bitkibilim] fung- yada fungi-; oyuncusu, Saha: oyunun oynandığı
mantara ait. çim alan, Skor [score]: sonuç,
fungi 1 [Lat.]: icra etmek, ortaya Santra [center]: orta yuvarlak, Stad
koymak, oynamak, uygulamak. [stad, stadium]: oyunun oynandığı
fungi: [Bitkibilim] fungi- yada fungi; kompleks, Şut [shoot]: topa sert
mantara ait. vuruş, Takım: her bir futbol kulübü,
fungisid [Yun.: spongos > fungus + Lat.: Tozluk: dizaltına giyilen yüksek
caedere > Fra.: fungicide, Eczacılık]: konçlu çorap,
mantarları öldüren ilaç. futurus [Lat.]: gerçekleşmek üzere,
fungus [Yun.: spongos > Fra.]: 1.) olmak üzere.
2.)
[Bitkibilim] mantar, [Tıp] el ve ayak Führer [Alm.]: 1.) baş, lider, önder, 2.)
parmakları arasında çıkan mantarı Hitler.
yada süngeri andıran sulu kabarcık, füme [Lat.: fumus > Fra.: fumé]: 1.)
mantar. buğu, buhar, duman, is, islim, istim,
funiculus [Lat.]: ince ip, iplik. pus, tütü, 2.) isli, 3.) duman rengi, 4.)
funus [Lat.]: tören. dumanda pişirilen yemek, istim.
fur [Lat.]: arakçı, çalan çırpan, harami, fümigastion [Lat.: fumus > Fra.:
1.)
hırsız. fumigastion]: buhara tutma,
2.)
furca [Lat.]: çatal, diğren, diren. buhardan geçirme, buharla
furia [Lat.]: 1.) coşku, heyecan, 2.) dezenfekte etme.
gazap, hiddet, öfke. füsun [Far.: füsûn]: 1.) afsun, bağı,
Furies [Yun. & Lat.]: eski Yunan ve eski büyü, sihir, 2.) büyülü, sihirli, 3.) [F]
Roma Mitolojisi’nde üç korkunç dişi bu anlamda bir bayan adı.
ruh. fütur [Arp.]: 1.) bıkma, usanma, 2.)
furuç [Halkdili: fırıç, furunç]: fırında bezgin.
kurutulmuş armut. fütursuz [Arp. + suz]: 1.) bezmeden,
2.)
fustanella [?]: Yunan Efsun bıkmayan, usanmayan,
askerlerinin giydikleri eteklik. çekinmeyen, usanmayan.
fustis [Lat.]: ağaç çubuk, dal, sopa. fütursuzca Arp. + suzca]: aldırmadan,
fusus [Lat.]: 1.) eğirmen, iğ, kirmen, 2.) korkmadan, önemsemeden,
dingil, mihver, mil. terbiyesizce.
fut [İng.: foot]: ayak, kadem, pa, pus. füze [Fra.: fusée]: 1.) roket, 2.)
futa [?]: ipekli peştamal. demiryollarında kullanılan işaret
futbol [İng.: football]: [Spor] ayak lambası, 3.) havai fişek.
oyunu. füzyon [Lat.: fusus > Fra.: fusion]: 1.)
Futbol Deyimleri: Aut [out]: Hariç, erime, eritme, eritip birleştirme, 2.)
topun saha dışına çıkması, [Fizik] atomların kaynaşmasından
Berabere: maçın eşit gol yada oluşan tepkime.
golsüzlükle sonuçlanması, Dizlik: diz
========== G =========
bertiklerin engelleyen bant, Forma:
oyuncu kıyafeti, Fikstür [fixture]: G [İtl.: Ci]: İtalyan Abecesinin 7. harfi,
[G, g].
takımların karşılaşma çizelgesi,
Galibiyet: maçın kazanılması, Gol G: Türk Abecesi’nin 8. harfi.
[goal]: topun kaleye sokulması, Haf
gabardin [Fra.: gavardine > gabardine]:
1.)
[half]: orta saha oyuncusu, Haftaym
bir tür üstlük, palto, 2.) bir tür
[half-time]: ilkyarı, Hakem: oyunu kumaş.
yöneten, Kale [goal]: topun içine gabi [Arp.]: 1.) anlayışsız, bilgisiz, 2.)
sokulduğu ağla kaplı kulübe, Korner kalın kafalı.
[corner]: Köşeatışı, Krampon: altı
Gabriel [İbr.: gavriel > Yun.: gabriel >
1.)
Lat.: gabrielus & Arp.: cibril]:
kabaralı özel ayakkabı, Kulüp [club]:
[Hiristiyanlık] İncil’e göre iyi haberler
takım, Lig [leage]: takımların
gruplandığı kümeler, Maç [match]: getiren melek, 2.) [İslam] Cebrail,
karşılaşma, Mağlubiyet: maçın meleklerin başı, Allh’ın habercisi,
kaybedilmesi, Oyuncular [players]: elçisi, 3.) bir Yahudi, Hiristiyan ve
Kaleci [goalkeeper], Bek [back]: geri
Müslüman erkek adı [Cebrail, Gabriel- galeria [Lat.]: bir tarafı açık, üstü
Gabriella]. kapalı bir yürüme alanı, veranda.
gaddar [Arp.: gaddâr]: acımasız, galeyan: heyecan.
amansız, insaysız, kıyıcı, sadist. gali [İtl., Denizcilik]: altı düz tekne, altı
gaddarane [Arp.: gaddâr & Far.: âne > düz gemi.
Far.]: acımasızca. galib [Arp.]: bak. galip.
Gadolinyum [Lat.: > Fra.: godalinium: galibiyet [Arp.]: yengi, yenme,
Gd]: Galile [?]: kuzey doğu İsrail’de bir
gaf [Far.: gaf > İsp.: gaff > Fra.: gaffe]: gölün adı.
hata, patavazsızlık, pot. Galilean [?]: 1.) Hz. İsa, 2.). eski
gafil [Arp.: gâfil]: 1.) uyuyan, 2.) baktığı zamanlarda Yahudilerin Hiristiyanlara
halde göremeyen, aymaz, verdikleri isim.
gag: gülüt, Galileo [?]: 1564-1642 yılları arasında
gah [Far.: gâh]: ev, hane, konut, yer yaşamış bir anstronomi ve fizik
anlamında bir son ek, biliminsanı.
gah 1 [Far.: gâh > kah]: tekrarlama galip [Arp.: gâlib]: 1.) 2.) [G] muzaffer,
bazen, [gah uykuda gah uyanık]. zafer kazanmaış anlamına bir erkek
gah 2 [Far.: gâh]: 1.) an, elan, şimdi, adı, [Muzaffer].
zaman, 2.) taht, yer. galla [Lat.]: öd, safra, safra kesesi.
gah 3 [Far.: gâh]: Farsça’da gah-; 1.) -nın galo [Lat.]: testi.
yeri, 2.) –lık, -lik, -luk, -lük anlamına galon [Lat.: galo > İng.: gallon]:
gelen bir sonek, [ikametgah: oturulan İngiltere’de 4.55 Lt, ABD’de 3.78Lt.
yer, namazgah: namazlık, ordugah: ordu sıvı löçüm birimi.
konaklama yeri]. galoş [Fra.: galoche]: 1.) uzun lastik
gaib [Arp.]: bak. gaip. çizme, 2.) hastanelerde ayakkabılar
gaip [Arp.: gâib]: 1.) hiçlik, görünmez, üzerine giyilen ince muşamba
yokluk, 2.) görünmez alem, sırlar ayakkabılık.
dünyası. galsame [?]:[Yaşambilim] solungaç.
gaius [Lat.]: neşeli, şen, şakrak. galvanik [İtl.: galvan(i) + Yun.: ikos >
Gal [Fra.: Gaul]: Fransa’nın eski adı, Fra.: galvanique]:
1.)
Galvani; 18. yy’da
Galya, [Galia]. yaşamış bir İtalyan fiizkçi, 2.) bir
gala 1 [Yun.]: süt. bayatyadan elektrik akımı elde
gala 2 [Fra.]: 1.) bayram, büyük şenlik, etmeyle ilgili, 3.) kimyasal ilmele elde
kutlama, 2.) filmin ilk gece gösterimi. edilen elektrik.
galaia [Yun.]: bir çeşit gemi. galvaniz [İtl.: Galvani > Fra.: galvanise]:
galaksi [Yun.: gala > Fra.: galaxie: 1.)
bir şeye elektrik akımı uygulama,
1.)
sütlüyol]: sütlü yol, 2.) gökadası, 2.)
bir metali çinkoyla kaplama.
samanyolu. galvanizli [İtl.: Galvani > Fra.: galvanise
galaktik [Yun.: gala + ikos > Fra.: + li]: çinko kaplı (saç yada teneke).
galactique]: gökadaya ait, Galya [Lat.: Galia]: eski Fransa.
samanyoluna ait. Galyum [Lat.: > Fra.: galium: Ga]:
galaktoz [Yun.: gala + > Fra.: galactose]: gam [Far.: gâm]: 1.) kalbi hüzünle dolu
süt şekerinden yapılan bir tür şeker. olan, 2.) acı, çile, dert, elem, esef,
Galata [Yun.: Galatea]: İstanbul’da bir kasvet, kasavet, kaygı, keder, tasa,
semt. teessür, üzüntü.
Galatea [Yun.]: 1.) süt-beyazı renkte gama [Yun.: gamma]: Yunan
olan bayan, 2.) Yunan Mitolojisi’nde Abecesi’nin dördüncü harfi.
bir deniz perisi. Gamalı Haç [Yun.: gamma]: 1.) dört
Galatya [Galatia]: Ankara, Yozgat ve kollu haç, 2.) Nazi Haçı.
Çankırı yöresini kapsayan antik bir gamba [Lat.]: bacak.
hükümranlık. gamet [Yun.: gamos > Fra.: gamete]:
galbus [Lat.]: sarı. [Yaşambilim] cinsel hücre.
galen [Lat.: galena]: kurşun cevheri. gamlı [Far.: gâm + lı]: kaygılı, tasalı,
galena [Lat.]: galen, kurşun cevheri. üzüntülü.
galeri [Lat.: galeria > Fra.: gallerie]: 1.) Gamma [Fen.: Gimel [Gimel] > Yun.:
üstü kapalı balkon, 2.) dehliz, [γάμμα & γάμμα - γάμα]]: Yunan
korudor, tünel. Abecesi’nin 3. harfi, [Γ, γ].
Gamma globülin [Yun.: gamma + Lat.: batı yönü, 3.) [G] Batı (Avrupa,
globus > Fra.: gamma globuline]: bir çok Kanada ve ABD).
aktikor içreren kan sıvısının bir garçon [Fra.]: erkek çocuk.
bölümü. gard [Alm.: warten > Fra.: guarder >
1.)
Gamma Işınları: guard]: bakmak, gözetmek, 2.)
gammaz [Arp.]: fitneci. nöbet tutma, korumak, 3.) boksta
gamo: [Yun.: gamos]: Fransızca’da korunma.
gamo-; cinsiyetli ilgili anlamına bir gardenya [İng.]: 1.) A.Garden; 1730-
önek. 1791 yılları arasında yaşamış ABD’li
gamos [Yun.]: 1.) eş, 2.) evlilik. bir botanikçi, 2.) yapışkan beyaz taç
gamouse [Yun.: gamos]: Fransızca’da yaprakları olan kokulu bir çiçek.
1.)
gamie-; evlilikle ilgili, 2.) cinsiyetle gardiyan [Fra.: garder > Fra.: guardian]:
1.)
ilgili anlamına bir sonek. koruyucu, muhafız, 2.) cezaevi
gamsele [Rum.: ?]: 1.) kaçuktan güvenlik elemanı, 3.) özel güvenlik
2.)
yağmurluk, su geçirmeyen elemanı.
yağmurluk. garer [Fra.]: korumak.
gamsız [Far.: gâm + sız]: kaygısız, garez [Far.]: adavet, artniyet, buğz,
tasasız, üzüntüsüz. düşmanlık, hasımlık, husumet, kin,
Gandhi, Mohandas K. [H.Mahatma kötüniyet, nefret.
1.)
Gandhi]: 1869-1948 yılları arasında garib [Arp.]: bak. garip.
yaşamış Hintli milliyetçi önder, 2.) gariban [Arp.]: garip, kimsesiz.
Hindistan’in bağımsızlık önderi. garip [Arp.: garib]: 1.) alışılmamış,
gane [Far.: gâne]: bigane ? başka yerden gelmiş, görülmemiş, ilk
gane [Far.]: defa görülen, tuhaf, yabancı, yeni, 2.)
gang [Alm.: gang > Fra.: gangue]: 1.) gariban, kimsesiz.
metal artığı, 2.) madenin değersiz garnitür [Fra.: garniture, Yemek]:
bölümü. yiyecek ve yemeklerin süslenmesi.
ganglion [Yun.]: 1.) ur, tümer, 2.) [Tıp] garson [Fra.: garçon]: 1.) çocuk, 2.)
3.)
lenf benz, sinir düğümü, ufak ur. [Giyim] çocuk boyu, çocuk ölçüsü,
gangster [İng.: gangster]: 1.) bir örgütü lokantada servis elemanı, yamağı:
üyesi, 2.) azılı çete üyesi, 3.) apaş, komi.
külhanbeyi. gasil [Arp.]: ölü yıkama.
gani [Arp.: gâni]: 1.) bol, çok, fazla, 2.) gaster [Yun.: ?]: karın, mide.
varlıklı, varsıl, zengin, 3.) [G] bu gastr(o) [Yun.: gaster > [?] > Fra. ]:
anlama bir erkek adı. Fransızca’da gastr(o); karın, mide
gani gani [Arp.: gâni]: bol bol, anlamına bir önek.
fazlasıyla. gastraljiya [Yun.: gaster + algos > [?] >
gantry vinç [Lat.: canterius]: Fra.: gastr(o)algia > gastraligia, Tıp]:
limanlarda kullanılan hareketli ve karın ağrısı.
raylı vinç. gastrik [Yun.: gaster + ikos > [?] > Fra.:
ganyan [? > Fra.: gagnan]: 1.) kazanç, gastrique]: midede yada mideye
2.)
atyarışı, 3.) atyarışı iddia, loto, yakın.
lotto benzeri bir bahis oyunu. gastrit [Yun.: gaster > [?] > Fra.:
gâr [Far.]: usta, yapan. gastrite]: [Tıp] mide iltihabı.
gar [Fra.: garre, Demiryolu]: Büyük tren gastroanterit [Yun.: gaster + anteron +
1.)
istasyonu. itis > [?] > Fra.: gastroenterite]:
2.)
gar austrinken [Yun.]: içmek. mide-bağırsak iltihabı, [Tıp] mide
garaj [Fra.: garer > Fra.: garage]: 1.) ve bağırsakların iltihap kapması.
indirme, korunak, üstü kapalı Gastroloji [Yun.: gaster + logia > Fra.:
moruma bölümü, 2.) araba park yeri, gastrologie]: [Tıp] Midebilimi.
3.)
otogar, otobüs terminali, terminal. gastronomi [Yun.: gaster + ? > [?] >
1.) 2.)
garaz [Arp.]: adavet, artniyet, buğz, Fra.: gastronomie]: ? iyi yemek
düşmanlık, hasımlık, husumet, kin, merakı.
kötüniyet, nefret. gastroskop [Yun.: gaster + skopein > [?]
garb [Arp.]: bak. garp. > Fra.: gastroscope]: [Tıp] mide içine
garp [Arp.: garb []]برغ: 1.) batma, bakmada kullanılan gereç.
güneşin batması, son bulma, 2.) batı, gato [Fra.]: pasta.
gelişigüzel: baştansavma, özensiz. gen 1 [Yun.: genes [?] > Fra.: gène]: [Tıp]
gelişim: adım, hamle, ilerleme, kalıtsal bilgileri aktaran
terakki. kromozomlardaki birimlerden
gelişme: başkalaşım, evrim, tekamül. herhangi birisi.
gelu [Lat.]: ayaz. gen 2 [Yun.: genes [?]> Fra.: gène]:
gem: reşme, tasma, toht, yular. Fransızca’da -gen; 1.) oluşturan bir şey
2.)
gemellus [Lat., çoğulu: gemini]: eş, [oxygene], belirlenmeş bir yolla
benzer, ikiz, koşa. üretilen bir şey anlamına bir önek.
gemi: deniz aracı, ~ sahibi [Denizcilik]: genç: civan, torlak, toy.
armatör, donatan, ~ barınağı: gene [Yun.: genes [?] > Fra.: gène]:
liman, ~ donatımı: donatı, ~ giriş Fransızca’da –gene; 1.) üretilen bir şey
2.)
[oxygene], özel bir yolla üretilen bir
çıkış izni: pratika, ~ giriş çıkış izni:
şey anlamına gelen bir sonek.
pratika, ~ görevlisi: kamarot, ~ genel: 1.)
herşeyi ve herkesi
halatı: palamar, ~ odası: kamara, ~ kapsayan, 2.)
bütün, tüm, umum,
omurgası: karina, ~ omurgası: umumi.
karina, ~ yanaşma yeri: iskele, ~ genelge [Hukuk]: tamim, sirküler.
yapım yeri: tersane, ~ yolu: rota, geneo [Yun.: ?]: ırk.
Geneoloji [Yun.: geneo + logia > [?] >
~de alt bölüm: sintine, ~de demir 1.)
Fra.: geneologie]: bir kişinin
halka: anele, ~de kısa güverte: geçmişinin kaydedilmiş tarihi,
kasara, ~de rüzgarlı yan: orsa, ~de soyağacı, 2.)
aile kollarının
yatma yeri: ranza, ~de yelken aç incelenmesi.
komutu: fora, ~de zinciri tutma: general [Lat.]: paşa.
aganta, ~nin adının yazıldığı yan: generare [Lat.]: babası olmak, neden
olmak, tevlit etmek, vücuda
aynalık, ~nin demir alması: apiko,
getirmek.
~nin kıyıdan uzaklaşması: akara, genere [Lat.]: babası olmak, vucüda
~nin kıyıya yanşması: aborda, getirmek, sebep olmak, tevlit etmek.
~nin yan tarafı: borda, ~nin yan generosus [Lat.]: asil, elit, mutena,
yatması: alabora, ~nin yük yeri: mümtaz, soylu, seçkil, seçkin.
ambar, ~nin yükleme süresi: genes [Yun.: genēs]: doğmuş,
doğuştan.
astarya, ~yi düz götürme: viya, ~yi
genesis [Yun.]: 1.) başlangıç, kök,
karaya bağlama: abaşo, açık
köken, orijin, 2.) hilkat, mebde,
deniz: alarga, altı düz ~: gali, altı menşe, yaratılış, 3.) [G] İncil’in ilk
düz ~: şarpi, eski ~ci: çaça, küçük kitabı.
~: istambot, çotano, orta çağ ~si: Genetik [Yun.: genes + ikos > Fra.:
1.)
barça, Osmanlı’da bir savaş genetique]: bir şeyin aslına ait, 2.)
gemisi: bastarda, siperli fener: Biyoloji’nin bitki ve hayvanların
mapa, tayfa yamağı: miço, muço, değişim ve akatrılan bilgileriyle
top taşıyan ~: brik, yelkeni ilgilenen bir dalı, Genbilimi.
direkten alma: ariya, yelkenli yük geniş: 1.) engin, vasi, 2.) büyük,
~si: mavna, yelkenli savaş ~si: koskocaman, 3.) ferah, havadar.
gulet, yük ~si: şilep, yük taşıyan ~: genişlik: en.
genital [Lat.: genere > Fra.: genitale]:
kargo, iki direkli yelkenli: iskuna,
üreme yada cinsel organlarla ilgili.
ticaret ~si: salapurya, ~ demiri:
genitalia [Lat.: genere]: üreme yada
lenger, cinsel organlar.
gemilik: [Denizcilik] tersane. genito [Lat. > Fra.]: Fransızca’da
gemini [Lat.]: 1.) benzer, eş, ikiz, koşa, üreme, tenasül organlarıyla ilgili
2.)
[G] cevza, ikizler burcu.
anlamına bir önek.
Gemlik [?]: Bursa’ya bağlı bir ilçe. genitoüriner [Lat. genito + ? > Fra.:
gemse [İng.: gmc]: 1.) bir ABD otomotiv genitourinaire]: tenasül yani üreme ve
firma adı; GMC, 2.) bu firmanın idrar yollarına ait.
ürettiği araçlardaki kısaltma
GMC’den, 3.) askeri araç, gemse.
genius [Lat.]: 1.) koruyucu ruh, 2.) eski geri: arka, art, pes, peş, ~ çevirme:
Roma Mitolojisi’nde bir yeri yada iade, ret, ~ dönen: raci.
kişiyi koruyan cin, 3.) cin, peri. geriatrik [Yun.: geras + ikos > [?] > Fra.:
genos [Yun.]: 1.) doğum, doğuş, 2.) ırk, Geriatrie]: ihtiyarların, yaşlıların sağlık
3.)
sınıf, 4.) çeşit, nevi, tür. durumlarıyla ilgili.
gens [Lat.]: eski Roma’da geniş soy, gerileme: çekilme, ricat.
kabile. gerilemek: çekilmek, ricat etmek.
gens d’armes [Fra.]: silah altındaki gerilim: 1.) tansiyon, 2.) [Elektrik]
adamlar. rezistans, 3.) [Elektrik] voltaj, ~ birimi
gentile [Lat.]: 1.) eski Roma’da bir
[Fizik]: volt.
kabile yada millete ait, 2.) Eski
gerilla [Lat.: > İsp. > guerilla]: düzensiz
Roma’da Musevi yani Yahudi
çete.
olmayan, yani putperest.
germ [Lat.: germen > Fra.: germe]:
gentilis [Lat.]: aynı kabileden yada
mikrop, tohum, tohum yada
soydan olan.
yumurtada bulunan asıl hücre,
genu [Lat.]: diz.
tohumun özü.
genuinus [Lat.]: doğuştan, fıtri, tabii,
Germania [Lat.]: Almanya.
yaratılıştan.
Germanyum [Lat.: Germania > Fra.:
genus [Lat.]: 1.) doğum, doğuş, 2.) ırk,
3.) germanium: Ge]: trasistörlerde
sınıf.
kullanılan değerli bir kimyasal
geo [Yun.: ge [?] > Fra.]: Fransızca’da
element.
geo-; dünya anlamında bir önek.
germasid [Lat.: germen + caedere > Fra.:
Geometri [Yun.: ge + metrein > [?] > 1.)
1.) germecide]: mikropları öldüren
Fra.: Geometrie]: noktaların, 2.)
madde, antiseptik, mikrop
çizgilerin, düzlemlerin ve
öldürücü.
üçboyutların özellikleri, ölçümleri ve
germen 1 [?]: hisar, küçük kale.
ilintileriyle ilgilenen Matematiğin bir
germen 2 [Lat.]: 1.) sürme, filiz, 2.)
dalı, 2.) Hendese.
tohum.
George 1.) St. George, [Aya Yorgi], 2.) bir
germen 3 [Lat.]: [Yaşambilim] canlılarda
Batılı erkek adı.
gametlerle taşınan üreme
ger [Far.]: boyun.
elemanlarının tümü.
geradus [Lat.]: adım.
Germencik [?]: 1.) hisarcık, kalecik, 2.)
geras [Yun.: ?]: ihtiyarlık, ileri yaşlar,
?.
yaşlılık.
Germiyan:
gerçek: 1.) çın, doğru, hakiki, hakikat,
geron [Yun.]: yaşlı adam.
reel, 2.) otantik, orijinal, özgün,
geronto [Yun.: geron]: Fransızca’da
gerçeği anlamak: aymak.
geronto-; yaşlılarla ilgili anlamına bir
gerçeklik: orijinalite, özgünlük,
önek.
realite.
Gerontoloji [Yun.: geron + logai > [?] >
gerdan 1 [Far.: gerdân]: boyun.
Fr: gerontologie]: yaşlanma ve
gerdan 2 [Far.: gerdân]: hayvan boynu.
yaşlanmanın getirdiği rahatsızlıklarla
gerdanlık [Far.: gerdân + lık]: boyunluk,
ilgilenen bilim dalı.
boyna takılan takı, inci ~: akarsu, Gerund [Lat.: gerere]: [Dilbilgisi] 1.)
gerde [Far.]: ? Latince’de isim olarak kullanılan
gereç: 1.) alet, edevat, 2.) malzeme, fiillerin bir biçimi, 2.) İngilizce’de
materyal. fiillerin sonuna getirilen (ing) eki.
Gerede [?]: Gestapo [Alm.]: 1.) (Ge)heime (Sta)ats
gerekenler: levazımat. (Po)lizei; gizli devlet polisi,
2.)
Nazi
gereklilik: hacet, lüzum. Almanyası’nın terörrist gizli devlet
gerekmek: ihtiyaç duymak. polis gücü.
gerekenden eksik: az. gestasyon [Lat.: gerere > Fra.:
gereksinim: ihtiyaç. gestation]: gebelik, gebelik süresi.
gerere [Lat.]: 1.) sırtlamak, taşımak, getr [Fra.: guetêre]: tozluk.
yüklenerek götürmek, 2.) icra etmek, getto [İtl.]: 1.) Yahudileri’n bir araya
uygulamak, 3.) gebe kalmak, hamile toplandığı kentin bir bölümü, 2.)
kalmak, hamile olmak. azınlıkların yaşadığı kentin bir
gerginlik: 1.) ? 2.) [Ruhbilim] stres. bölümü, 3.) aynı ırk yada kültürden
insanların yabancı bir ülkede bir gidermek: 2.) izale etmek, yoketmek,
2.)
arada yaşadıkları yer. karşılamak.
gevder [Far.]: buzağı, dana. gidiş geliş: karşılıklı akma yada gidiş
geven: dikenli bir çalı. geliş, seyrü sefer, trafik.
geveze: boşboğaz, carcar, çalçene, gidiş: akış, gidişat, seyir.
çençen, lafazan, yanşak. gidişat: akış, gidiş, seyir.
gevşek [?]: laçka. gidon [Fra.]: 1.) dümen, yöneteç, 2.)
gevşeklik: laçkalık, rehavet. bisiklet dümeni.
gevşemiş: düzeni bozulmuş, laçka. gignere [Lat.]: 1.) meydana getirmek,
2.)
gevşetmek: mülayimleştirmek, mahsül vermek, vermek,
yumuşatmak, göstermek, doğurmak, meydana
geyik: 1) bir hayvan türü, ~ dikeni koymak, ortaya çıkarmak, 3.) imal
[Bitkibilim:]: alıç,
2.)
[Mecazi] boş içerikli etmek, üretmek, yapmak.
muhabbet, gignesthai [Yun.]: mahsül, hasılat,
geyikotu [Bitkibilim: Dictamnus sebze, ürün, zerzevat.
fraxsinella]: gignoshein [Yun.]: anlamak, bilmek.
gez 1 [ÖzTür.: göz, kesik, kez ?]: 1.) gignoskein [Yun.]: aşına gelmek,
kertik, 2.) oktaki kertik, okun kirişe bilmek, tanımak.
geçen arka ucundaki kertik, çentik, gigos [Yun.]: canavar, dev.
3.)
silahın nişan alma çıkıntısındaki gillo [Lat.]: soğutma borusu.
kertik. gimnazyum [Yun.: gymnos > Fra.:
1.)
gez 2 [Far.]: 1.) ? 2.) yer ölçümünde gymnasium]: fiziksel eksersiz ve
kullanılan, düğümlü ip, 3.) yapım spor için gereçlerle donatılmış bir oda
işlerinde kullanılan çekül, şakul. yada kapalı alan, 2.) [G] bazı Avrupa
gezegen: planet, seyyare. ülkelerinde lise.
gezinme: 1.) dolanma, dolaşma, 2.) gir [Far.: gir > cihangir]: ?,
gezme, seyahat, turizm, yolculuk. Giray [Mog.: ?]: 1.) ? 2.) Kırım hanı, 3.)
gezinti: ~ yeri: mesire. [G] bir erkek adı.
bademcik bıçağı, 5.) [matbaacılık] büyük globülin [Lat.: globus > Fra.: globuline,
kağıt kesme makası. Biyoloji]: yaygın olarak bitkilerde ve
giysi: elbise, kıyafet, libas, ruba, urba, hayvan hücrelerinde oluşan, saf suda
açık kadın ~si: dekolte, ~ kolu: çözülebilen ancak damıtılmış tuz
yen, resmi erkek ~si: frak, ~ kolu: eriyiklerinde çözülebilen, basit
yen, ~ kesimi: kup, atlas yakalı ~: protein zincirinden herhangi birisi;
alfa globülin, beta globüline ve
smokin, kadın giysileri: Bluz, Etek,
Gecelik, Gömlek, Jartiyet, Külot, Manto, gamma globülin.
Pantalon, Sütyen, Şal, glokom [Yun.: glaukos > Fra.: glaucoma]:
1.)
giz: bilinmeyen, haf, saklı, sır. gözde ışıklar çakması, 2.) bir göz
gizemcilik: mistiszm. hastalığı, karasu.
gizil: potansiyel. glomerare [Lat.]: top biçime girmek,
gizleme: örtme, saklama, setr. yuvarlak olmak.
gizler: esrar, sırlar. glomus [Lat.]: bilya, daire, küre,
gizli: 1.) s., hafi, kurnaz, mahrem, yumak.
özel, saklı, sinsi, 2.) [Teknik] sırlı. gloria [Lat.]: 1.) övgü, övünme, şan,
gjosa [N.]: fırşkırma. şeref, şöhret, sena, 2.) celal, haşmet,
GKRY: Güney Kıbrıs Rum Yönetimi. ihtişam, izzet, sitayiş, parlaklık,
glacies [Lat.]: buz. şaşaa.
glacies [Lat.]: buz. glosal [Yun.: glossa > Fra.: glossale,
gladius [İtl.]: kılıç. Bedenbilim]: dille ilgili.
gladyatör [İtl.: galdius > Fra.: glossa [Yun.]: dil.
gladiateur]: kılıçdar, kılıç savaşçısı. glosso [Yun.: glossa]: Fransızca’da
Glafkos [Yun.:]: 1.) 2.) bir Rum ve glosso; dil yada konuşmayla ilgili
Yunan erkek adı. anlamına bir önek.
gland [Lat.: glans > Fra.: glande]: 1.) bez, glotis [Yun.: glossa > Fra.: glottis]:
gudde, ifrazat keseciği, torba, 2.) mizmar, nefes borusunun ağzı.
salgı, salgı bezi. glus [Lat.]: yapışkan, zamk.
glans 1 [Lat.]: meşe palamudu. gluten [Lat.]: yapışkan, yapıştırıcı,
glans 2 [Lat.]: [Bedenbilim] 1.) penis ucu, zamk.
2.)
klitorisin ucu. glükoneogenez [Yun.: ? + ? > Fra.:]:
glase [Fra., Dericilik]: yumuşak deri. yeniden glükoz üretimi.
glasektomi [Yun.: glassa + tome > Fra.. glükoz [Yun.: gleukos > Fra.: glucose]: 1.)
glassectomie]: [Cerrahi] dil ameliyatı. meyvelerde, balda doğal olarak
glasiyer [Lat.: glacies > Fra.: glacier, oluşan kriztalize şeker, 2.) nişastanın
Coğrafya]: buzul, dağ yada vadilerde sılandıırlmasıyla yapılan tatlı şurup.
çok yavaş hareket eden büyük buz glykeros [Yun.]: tatlı.
yada kar kütlesi. glykys [Yun.]: tatlı.
glasnost [Rus.: glasnoste [гл́асность] > glyphein [Yun.]: hakketmek, oymak,
B.D.: glastnost]:
1.)
açıklık, 2.) siyasette taş üstüne yazmak, taşa yazmak.
açıklık, şeffaflık. GMT [İng.]: Greenwich Mean Time:
glaukos [Yun.]: ışıklar saçan, parıltılı, Greenwich meridyenine göre göre
pırıltılı. ayarlanan uluslar arası saat ayarı.
gleukos [Yun.]: tatlılık, tatlımsı. gnarus [Lat.]: bilen, tanıyan.
gliserin [Yun.: glykeros > Fra.: glycerine]: gnasci [Lat.: (g)nasci]: doğmak,
gliserolün bilinen ve ticari adı. dünyaya gelmek.
gliserol [Yun.: gykeros > Fra.: glycerole]: gnobilis [Lat.]: aşina, bildik, tanıdık.
1.)
katı ve sıvı yağlardan yapılan gnome [Lat. > Yun. gnome]: Yunan
şuruba benzer, renksiz bir madde, 2.). efsanesinde yer altı zenginliklerini
Derinin yumuşatılması için ve koruyan cüce.
patlayıcı madde üretiminde kullanılır. gnome [Lat. > Yun.]: düşünce.
global [Lat.: globus > Fra.: global]: gnoscere [Lat.]: bilmek, tanımak.
cihaşümul, evrensel, tüm dünyayı gnostik [Yun.: gnome + ikos > Fra.:
1.)
kapsayan. gnostique]: arif, ilmi, ilme ait, 2.)
globus [Lat.]: daire, yuvarlak, teker. Hiristiyanlığın başlarında ruhani ve
globül [Lat.: globus > Fra.: globule]: yaradılışın sırlarını bilme savında olan
küçük yuvarlak, kürecik.
gösterişli: 1.) afili, aynalı, cakalı, grafiti [Yun.: graphein > İtl. > İng.:
2.)
çalımlı, fiyakalı, yakışıklı, graphitti]: duvar yazısı,
görkemli, lüks, şaşaalı, tantanalı. gram 1 [Yun.: gramma > Fra.: gramme]:
1.)
gösterişsiz: basit, sıradan. Fransızca’da -gramme; yazılan bir
2.)
gösterme: gösteri, teşhir. şey [telegramme], yazan, yazma
3.)
göt: anal, anüs, makat., gereci yada yazıcı, belirlenmiş sayıda
gövde [Bedenbilim]: beden, vücut. gramlar [kilogramme] anlamına bir
göz: 1.) [Bedenbilim] görme organı, 2.) sonek.
ayn, çeşm, oculus, ophta, 3.) bir gram 2 [Yun.: gramma > Fra.: gramme]:
yapıda ışık için bırakılan delik, 4.) 1.)
metrik sitemde temel ağırlık
mibilyada çekmece, ~ boyası: far, ~ birimi, 2.) Kg’ın binde biri.
seyirmesi: tik, ~de canlılık: fer, Gramer [Yun.: gramma > Fra.: grammer]:
1.)
~ün renkli katmanı: iris, kirpiksiz çentik, çetele, kertik, harf, yazım,
yazma, 2.) Dilbilgisi, Sarf.
~: çipil, ~ü korkmak: yılmak, ~
gramma 1 [Yun.]: 1.) çentik, çetele,
hekimi: oftalmolog, ~ değmesi: kertik, 2.) harf.
nazar, [evileye], bir ~ hastalığı: gramma 2 [Yun.]: 1.) ağırlık, küçük
trohom, ~ kapağı kılları: kirpik. ağırlık, 2.) yazı, yazma.
gözdağı: azar, papara, paylama, zılgıt. gran [Yun.]: kemirme, ısıra ısıra yeme.
gözenek: [Yaşambilim] mesame. grandis [Lat.]: 1.) azim, büyük, cesim,
gözerimi: ufuk. iri, 2.) geniş, vasi, 3.) bol, çok,
gözetim: nezaret, yeri: nezarethane. külliyetli, mebzul.
gözetleme: dikiz, erkete. granit [Lat.: granum > Fra.: granite]: sert
gözetmen: nezaretçi. bir taş türü.
gözlem: rasat. granum [Lat.]: 1.) tane, 2.) tahıl tanesi,
gözlemevi: rastahane, hava tahıl.
tahminleri, deprem yada gözkyüzü granül [Lat.: granum > Fra.: granulle]: 1.)
izleme işlemleri yapılan yer. küçük tahıl, 2.) i., buğday tanesi,
gözlük: gözü görmeyenlerin taktığı evin, habbe, tanecik.
gereç, tek gözlü ~: monokl. graphe [Yun.: graphein [γραφείν]> graphia
gözlükçü: optik. [γραφία] > Fra.: graphe]: Fransızca’da –
1.)
gözüaçık: açıkgöz, sak, uyanık. graph; çizen, yazan yada kaydeden
gözüpek: acar, atılgan. gereç, [telegraph: telgraf], 2.) yazılmiş
graculus [Lat.]: karga. bir şey, [autograph: arkası kopyalı kağıt]
gradalis [Lat.]: kase, kupa, maşrapa, anlamına donek.
saplı su kabı. graphein [Yun.: γραφείν]: 1.) ucu sivri bir
gradi [Lat.]:
1.)
adım atmak, şeyle çizmek, hakketmek, kazımak,
2.)
adımlamak, yürümek, 2.) gitmek. yazmak.
grado [Lat.: gradus > İtl.: grado]: 1.) grapheion [Yun.: γραφείον]: iğne, sivri
adım, basamak, derece, kademe, 2.) uçlu yazma yada işaretleme gereci.
[Kimya] sıvıdaki alkol derecesi. graphie [Yun.: graphein [γραφείν] >
gradus [Lat.]: 1.) adım, basamak, graphia [γραφία] > Fra.: graphie]:
merdiven, 2.) derece, mertebe, Fransızca’da –graphie; 1.) bir yazma
tabaka. yöntemi yada yazıyla gösterme
graf [Yun.: graphein > Fra.: graphe]: bak. biçimi anlamına gelen bir sonek, 2.)
graphein. açıklamalı bir bilim dalı, [Geography:
grafi [Yun: graphia [γραφία]]: bak. Cografya].
graphie. gratia [Lat.]: iyilik, kıyak, yardım.
grafik [Yun.: graphein + ikos > [?] > Fra.: gratis [Lat.: gratia]: bedava, beleş,
graphique]:
1.)
gerçekçi bir ayrıntıyla caba, parasız, ücretsiz.
açıklanmış olan, 2.) bu biçimde gratulari [Lat.]: neşeli, şen.
çizimlerle gösterme. gratus [Lat.]: hoşlanma, memnuniyet,
grafit [Yun.: graphein > Fra.: graphite]: zevk.
madeni yağlarda ve kurşun gravid [Lat.]: gebe, hamile, yüklü.
kalemlerde kullanılan yumuşak siyah gravis [Lat.]: ağır.
renkli bir karbon. gravyer [Fra.: gruyere]: [Gıda] sarı yağlı
peynir.
güderi [Far.: gevder]: dağ keçisi derisi, güney: 1.) bodos, güneş tarafı, güneşin
yik derisi, pörşöman. dolandığı yön, cenup, 2.) [G] bir Türk
güdü: motiv. erkek adı, ~ tarafa ait: bodos.
gül [Far.: ]لوغ: 1.) [Bitkibilim: ] kokulu ve güneydoğu: keşişleme.
dikenli bir çiçek, 2.) [G] gül gibi güzel günlükağacı [San.: kunduruka > Far.:
bayan adı, ~ bahçesi: gülistan. kundurük > kündürek > Osm.: günlük]:
gülab [Far.: gül + âb > gülâb]: gülsuyu. [Bitkibilim: Styrax] sığla.
gülbeşeker [Far.]: bir tür reçel. gür: 1.) bol ve güçlü akan, bol ve güçlü
Güldeste [Far.: ]: [Şiir] bir şairin tüm fışkıran, 2.) bol, feyyaz, verimli.
şiirleri, Antoloji, Seçki. gürbüz: 1.) s., güçlü, sağlam, 2.) s., iyi
güldürme: tebessüm ettirme. beslenmiş, 3.) [G] bir erkek adı.
güldürmek: tebessüm ettirmek. Gürcistan [Far.: gürcistân]: Kafkasya’da
güldürü: ~ oyuncusu: komedyen, bir ülke, [Georgia].
1.) 2.)
Gülgün [gül + gün]: bir bayan adı. Gürcü [Far.]: Gürcistanlı,
gülistan [Far.: gül + istan]: gül bahçesi. Gürcistan kökenli olan, o bölgeden
gülme: gülüş, gülümseme, hande, göç etmiş.
tebessüm. güreş: bir tür spor, bir ~ türü:
gülmece: mizah. Grekoromen, ~ oyunları: Kle, Salto,
gülüş: gülme, gülümseme, hande, ~te yenilgi: tuş.
tebessüm. Gürsel: bir erkek adı.
gülüt: gag. gürültü: 1.) patırtı, şamata, 2.) çıngar,
gümbet 1 [Far.: gümbed]: 1.) kemer, 2.) dalaş, hengame, hır, kavga,
kubbe, yuvarlak çatı, 3.) küçük tahıl muaraza, niza.
saklama taşyapısı, 4.) küçük kubbeli gürz [?]: i., ağır topuz.
mezar yapısı. güsar [Far.: güsâr]: Farsça’da güsâr; 1.)
Gümbet 2 [Far.: gümbed]: Aydın içen, içer,
2.)
-cı, -ci, -cu, -cü,
3.)
-çı, -
Muğla’ya bağlı bir tatil beldesi. çi, -çu, -çü, [bâdegüsâr: şarapçı]
güme [Halkdili]: avcı kulübesi. anlamına bir sonek.
gümrük [Rum.: kommerkion < güve: pervane.
1.)
kommerkio]: ticaret, ticarette güven: 1.) itimat, 2.) [G] bir Türk erkek
alınan algı, vergi, 2.) yurt içi ve dışan adı, [Emin].
çıkışların denetlenmesi, geçici ~ güvence: inanca, ~ parası: kaparo,
belgesi: triptik, ~ görevlisi: güvenilir: emin, inanılır.
dideban. güvenilmez: inanılmayan, ~ kimse:
gümüş [Lat.: Fra.: argentum: Ag]: , sim. allak.
Gümüşhane [Gümüşhane]: [29], güvenlik: asayiş, emniyet.
Türkiye’de bir kent. güvenme: inanma.
gün: ruz, ön ~: arefe, arife, ~ün güvenmek: inanmak.
arkası: erte, tesi, ~-gece eşitliği: güvercin [Ornitoloji]: bir kuş türü, ~
ekinoks. türleri: Pal.
günah [Far.]: 1.) cereme, vebal, 2.) güverte [İtl.: coverte]: [Denizcilik]
[Din] kötülüklerin karşılığında gemide baştan kıça kadar döşenmiş
ödenecek bedel. tahta veya madeni platform döşeme,
güncel: 1.) aktüel, bugünkü, 2.) ambar ve kamaraların üstü.
çağdaş, muasır, 3.) yeni, yenileşme. güvey [ÖzTür.: küdegü > güveyi]: 1.)
güncelleme: yenileme. misafir olmak, bir topluluğa dışarıdan
güncelleştirme: yenileştirme. katılmak, 2.) evlenecek olan erkek, 3.)
güncelleştirmek: yenileştirmek. damat.
gündüzsefası [gündüz sefası]: [Bitkibilim: güzel: hoş, iyi, latif, rana, şirin, tatlı.
Ipomoea] çalapa, kahkaha çiçeği. güzellik: 1.) hoşluk, iyilik, letafet,
güneş [ÖzTür.: küneş]: 1.) aftap, afitap, rana, tatlılık, 2.) [Mecazi] iyilik, kıyak,
beyza, helio, sol, şems, 2.) [G] bir ~ duygusu: estetik.
Türk erkek adı. güzide [Far.: güzîde []]ﻩديزگ: 1.) s.,
güneşlik: 1.) sahillerde kulalnılan seçkin, 2.) ö.i., [G] bir bayan adı.
güneş koruganı, 2.) şemsiye. gymnazein [Yun.: gymnázein: ?] çıplak
olmak, soyunmak.
gymnos [Yun. : ?]: çıplak, üryan. habilitas [Lat.]: Latince’de –habilitas; 1.)
gynaeceum [Yun.: ? > Lat.]: 1.) eski bir oluş, bir güç, 2.) kabiliyet,
Yunan ve Roma’da harem bölümü, 2.) yetenek, yeti anlamına gelen bir
[Bitkibilim] çiçek pistil topu. sonek.
gyne [Yun.: ?]: kadın. habitaculum [Lat.]: yerleşim yeri.
habitare [Lat.]: ikamet etmek,
========== Ğ =========
oturmak, sakin olmak, hayat
Ğ: Türk Abecesi’nde 8. harf. sürmek, yaşam sürmek, yaşama
========== H ========= devam etmek, yaşamayı sürdürmek.
H [İtl.: Akka]: İtalyan Abecesinin 8. habitat [Lat.: habirate > habitat]: 1.) o
harfi, [H, h]. yaşıyor, 2.) bitki ve hayvanların doğal
H [Rus.: En]: Rus Abecesi’nin 13. harfi, olarak yaşadıkları bölge, 3.) bir
[Н, н]. insanın köken olarak bulunduğu,
H: Türk Abecesi’nde 9. harf. yaşadığı yer.
ha 1 [Arp.]: anladım, devam et! hac [Arp.: ?]: [İslam] Suudi Arabistan’da
ha 2 [Fars.]: Farsça’da –ha; çoğul Mekke’yi ziyaret edip kabe’yi
yapma eki; -lar & -ler [bağha: bahçeler & dolaşma.
tengha: tenha, ıssız yerler] anlamına bir hacamat [?]: hafif.
sonek. hacer [Arp.: ?]: 1.) taş, 2.) [İslam] [H] Hz.
ha 3 [Fars.]: Farsça’da ha-; çiğneyen, Muhammed’in annesinin adı, 3.) [H]
geviş getiren, şapırdatan, yalayan kutsal taş anlamına bir bayan adı.
[şekerha: şeker yalayan] anlamına bir hacet [Arp.: ?]: 1.) gereklilik, lüzum, 2.)
3.)
sonek. [Mecazi] tuvalet ihtiyacı, [H] bir
hab 1 [Far.: hâb]: 1.) uyku, 2.) düş, rüya, erkek adı.
3.)
ölüm, 4.) [Tıp] atalet, letarji, hachback [İng.]: 1.) kambur, 2.)
uyuşukluk. [Otomotiv] arkası kambur binek araç.
hab 2 [Arp.]: 1.) habbe, tane, yuvarlak hacıağa: i., taşralı zengin.
şey, 2.) bak. hap. hacim [Arp.: ?]: cisimlerin uzaydaki
habazan [Rom.: ?]: bak. abazan. yeri.
habbe [Arp.]: i., 1.) buğday tanesi, evin, Haç [?]: [Hiristiyanlık] çarmıh, istavroz.
granül, tanecik, 2.) üzüm tanesi, 3.) had: sınır, uç, ~dini bilmeme: gurur,
su kaabrcığı. kendini beğenme, kibir, küstahlık.
habeas corpus [Lat.]: 1.) (ki) senin bir hademe [Arp.: ?]: hizmetçi, odacı.
bedenin var, 2.) [Hukuk] bir tutuklu Hades [Yun.: ?]: 1.) Yunan Mitolojisi’nde
hapsedilmeden önce hakim önüne ölüler diyarının tanrısı Pluton, 2.)
çıkartılmalıdır. ölülerin ruhlarının blunduğu yer, 3.)
habenera [İs.]: i., Küba dansı. cehennem.
haber [Arp.]: bilgi, yeni, yenilikler, ~ hadım [Arp.: ?]: erkekliği olmayan, ~
bülteni: ajans, şişirme yada yalan etme: eneme.
~: asparagas. hadis [Arp.: ?]: [İslam] Hz.
haber vermek: f., açıklamak, beyan Muhammed’in sözleri.
etmek, bildirmek, ilan etmek. hadise [Arp.: ?]: olay, vukuat.
haberci [Arp. + ci]: i., 1.) bilgi veren, 2.) haerere [Lat.]: 1.) çekmek, delmek,
2.)
ulak. saplamak, sokmak, hareket
haberdar [Arp.: haber + Far.: dâr]: z., edememek, kalmak, yapışmak, 3.) bir
agah, bilgili, haberli. birine bağlamak, yapıştırmak.
habere [Lat.]: elinde bulundurmak, hafız [Arp.: hfz > hâfız]: 1.) gizleme,
malik olmak, mülkiyetinde koruma, saklama, 2.) [Din] Kur’anı
bulunmak, sahip olmak, tutmak. Kerim’i ezbera bilen, saklayan, 3.) [H]
haberleşme [Arp. + leşmek]: iletişim, bu anlamda bir erkek adı.
muhaberat. hafıza [Arp.: hfz > hâfıza []]ﻩضفاح: 1.)
haberleşmek [Arp. + leşme]: bilgi alıp gizleme, koruma, saklama, 2.) bellek,
vermek, iletişim kurmak, muhaberat ~ kaybı: amnezi.
yapmak. hafızali: [Bitkibilim] büyük taneli üzüm.
haberli [Arp. + li]: agah, bilgili, hafi [Arp.: ? > hâfi]: 1.) gizli, örtülü, 2.)
haberdar. bilinmeyen, gizli.
hafiye [Arp hfz >]: 1.) gizli saklı şeylerle hakimiyet [Arp.: hakîmiyet]: egemenlik,
ilgili, 2.) dedektif. hegemonya, üstünlük.
hafriyat [Arp.: ? > hafriyyât []]تاﯼرفح: hakir [Arp.]: aşağı görme, ~ görmek:
kazı, toprak kazısı. aşağılamak, küçük görmek, tepeden
hagio [Yun.: ?]: [Hiristiyanlık] aksakal, bakmak.
aya, aziz, eren, ermiş, evliya, saint. hakkak [?]: oymacı.
Hagiograf [Yun.: hagio + graphein > [?] Hakkari []: [30], Türkiye’de bir kent.
1.)
> Fra.: hagiograph]: [Hiristiyanlık] hakkı [Arp.]: 1.) 2.) [H] bir erkek adı.
2.)
Azizilerin yazmaları, Eski Ahit’te hakuran: [Kuşbilim] kumru.
Tevrat ve peygamberlere ait hal [Arp.: hâl []]لاح: 1.) durum, vaziyet,
kitapların dışında kalan kitaplar. 2.)
can, derman, dirlik, güç, kuvvet,
Hagioloji [Yun.: hagio + logia > [?] > mecal, takat, 3.) [Dilbilgisi] durum, 4.)
Fra.: hagiologie]: [Hiristiyanlık] meyve ve sebzelerin toptan satıldığı
Hiristiyanlıkta azizlerin yaşamlarıyla geniş toplu pazar yeri.
ilgili yazı ve eserler. hala 1 [Arap.: hale]: babanın kız
hah 1 : ü., aha, işte, işte buarda. kardeşi.
hah 2 [Far.]: s., arzu eden, bekleyen, hala 2 [Arap.: hâlen > hâlâ]: 1.) henüz, 2.)
dileyen, isteyen, uman, ümit eden. halihazırda, şu anda.
haham [İbr.]: Yahudi din adamı. hala 3 [Arp.: halâ]: 1.) boşluk, yokluk, 2.)
Hahnyum [Lat.: ? > Fra.: hahnium: Ha]: ? hela.
haile [Arp.]: çok acıklı olay, ağlatı, halare [Lat.]: hava almak, hava
dram, drama, trajedi. teneffüs etmek, nefes almak,
haima [Yun.]: kan. nefeslenme, soluk almak,
haimatites [Yun.]: kangibi, kana soluklanmak,
benzeyen. halat [Rum.: ?]: kalın ip, ip, ince ~: ip,
hain [Arp.]: alçak, ihanet eden, rezil, urgan, ~ ucu: çıpa, çima, ~ yumağı:
hairein [Yun.]: almak, kabul etmek.
roda,
hairesis [Yun.]: 1.) seçim, 2.) fırka,
halay [?]: bir halk oyunu.
mezhep.
halayık [?]: aftoz, cariye, gaco,
haisthesis [Yun.: [?]: ?
kapatma, kuma, metres, nikasız
hak 3 [Far.: hâk]: toprak.
kadın, odalık.
Hak 1 [Arp.]: [İslam] Allah’ın adlarından
halaza [?]: kendiliğinden çıkan ekin.
birisi.
halbuki [?]: 1.) hal bu ki, 2.) oysa,
hak 2 [Arp.: []]قح: 1.) adalet, hukuk, 2.)
oysaki.
~kından vazgeçme: feragat. hale [Arp.: hâle]: 1.) [Yıldızbilim] arkaç,
hakan [?]: 1.) ? 2.) [H] bir erkek adı. ayla, ağıl, 2.) [H] bir bayan adı. [Ayla].
hakem [Arp.]: maç yönetir, halef [Arp.]: ardıl.
anlaşmazlıklara arabulucu olur. halfa [?]: ip yapılan bitki.
haketmek [Arp. + etmek]: 1.) layık halgion [İng.]: aksakal, aziz, eren,
olmak, müstahak olmak, 2.) taş, ermiş, kutsal.
metal yada ağaç üzerine kazıyarak halhal: ayak bileziği.
yada oyarak yazı yazmak. halı [?]: yere serilen yaygı.
hakeza [Arp.: ?]: ? haliç [Arp.]: 1.) koy, küçük körfez, 2.)
haki [Far.: hâk > hâkî]: 1.) toprak [H] İstanbul’da körfez ve bir semt.
renginde olan, 2.) yeşile çalan renk. halid [Arp.]: bak. halit.
hakikat [Arp.: hakîkât []]تقيقح: çın, halil [Arp.: hâlil]: 1.) 2.) [H] bir erkek adı.
doğru, gerçek, hakiki, reel. halile [Arp.: hâlile]: (bayan) eş.
hakiki [Arp.: hakikî]: s., gerçek, sahici. halis [Arp.: hâlis]: 1.) arı, karışıksız,
hakim 1 [Arp.: hâkîm []]مكاح: i., yargıç. katışıksız, saf, 2.) [H] bu anlamda bir
hakim 2 [Arp.: hakîm [?]]: i., 1.) bilge, erkek adı.
filozof, 2.) [H] Allah, 3.) fizisyen, tıp halisane [Arp.: hâlisâne]: içtenlikle.
doktoru. halit [Arp.: halid]: 1.) 2.) [H] bir erkek
hakimane 1 [Arp.: hakim + Far.: ane > adı, [Khaled, Khalid].
Far.: hakimane]: bilgece. halita [Arp.: halîta []]ﻩطيلخ: [Kimya]
hakimane 2 [Arp.: hakim + Far.: ane > alaşım.
Far.: hakimane]: yöneticinin
buyurduğu üzere.
halk [Arp.]: ahali, cumhur, ~ın hamasi [Arp.: ? > hamâsi]: destansı,
bütünü: amme, kamu, Kafkasya epik, menkıbevi.
~ları: Abaza (Abhaz), Acar, Avar, Azeri, hamayli [Arp.: ? > hamâyli]: muska.
Çeçen, Çerkez, Dağıstanlı, Ermeni, Gürcü, Laz, hamız [Arp.: ? >]: [Kimya] asit.
Oset, ~ tabakası: avam. hami [Arp.: ? > hâmi]: 1.) koruyucu, 2.)
halka: çember. [H] koruyan anlamında bir Müslüman
halkçılık [Arp. + çılık]: populizm. & Türk erkek adı.
1.)
halkoylaması [Arp. + olaması]: plebisit, hamile [Arp.: hml > hamile]:
referandum. götürme, taşıma, yüklenme, yükün
haller [Arp. + ler]: ahval, durumlar, altına girme, 2.) s., ağırayak, gebe,
hallow [İng.: halgion]: birisini kutsal yüklü.
saymak. haminne [Halkdili]: 1.) hanım nine, 2.)
Halloween [İng.: all hallow even]: 1.) yaşlı kadın.
1.)
[Hiristiyanlık] tüm aziziler eşittir,
2.) hamiyet [Arp.: ? > hamiyed]:
2.)
Hiristiyan dünyada 31 Aralık’ta yardım, [H] bir bayan adı.
kutlanan tüm aziziler günü. hamiyetperver [Arp.: ? > hamiyed +
hallucinari [Lat.]: hayali olarak Far.: perver > Far.: hamiyetperver]:
dolaşmak, aklındak gezip dolaşmak. yardımsever.
halojen [Yun.: hals > Fra.: halogene]: 1.) hamle [Arp.: ? >]: 1.) atak, atılım,
tuzveren, 2.) [Kimya] florin, klorin, hücum, 2.) adım, gelişim.
bromin, astetin ve iyodin gibi çok hamse [Arp.: ? >]: Mesnevi şiiri.
etkin kimsayal elemlerden herhangi hamsi [Rum.: champsi [?] > hampsi]:
birisi, 3.) [Elektrik] içine halojen, [Balıkçılık: ] bir tür balık.
iyodin, bromin ve diğer gaz hamsin [Arp.: ? >]: 1.) elli (gün), 2.) elli
karışımların doldurularak üretilmiş gün sürdüğü düşünülen kötü hava
bulunan bir ampül çeşidi. Aydınlatma koşulları.
ve otomobil farlarında hamur [Arp.: ? >]: ~ topağı: beze, ~
kullanılmaktadır. açma gereci: merdane, oklava, ~
halos [Yun.]: 1.) dairsel harman yeri, yoğurma aleti: mablak.
yuvarlak harman yeri, 2.) [Hiristiyanlık] hamüle [Arp.: hml > hamûle]:
azizlerin kafalarının üzerinde [Taşımacılık] yük, kargo, ~ senedi
olduğuna inanılan daire biçimli kutsal [Arp., Taşımacılık]: taşıma belgesi.
ışık. han 1 [Far.]: 1.) eğlek, kervansayar,
hals [Yun.: ?]: tuz. konak, konaklama yeri, otel, palas,
halsiz [Arp. + siz]: bitkin, ölük. pansiyon, 2.) büyük ticari yapı.
halsiz [Arp. + sizlik]: bitkinlik, ölük. han 2 [Far.]: bey, kaan, kral, reis, şef,
halt [?]: uygunsuz söy söyleme. hakan, kaan, kayser, kral.
halter: [Spor] ağırlık kaldırma. han 3 [Far.]: 1.) büyük tepsi, 2.) yemek
halüsinasyon [Lat.: hallucinari > Fra.: masası, 3.) besin, gıda, yiyecek-içece.
haliucination]: sanrı. han 4 [Far.: hân]: Farsça’da han; 1.)
ham [Far.]: 1.) olmamış, 2.) olmamış okuyan, ezberinden okuyan, şarkı
meyve, 3.) idmansız. söyleyen,
2.)
hafız,
3.)
şarkıcı, türkücü
hamak [Hin. > İsp.: hamaca > İng.: anlamına bir sonek.
hammock]: ağ yatak. hanay [Halkdili]: avlu, bahçe, hayat.
hamakat [Arp.: hamâkat]: ahmaklık, hançer [Far.]: bir tür savaş bıçağı.
andavallık, anlayışsızlık, aptallık, hançere [Arp.: ? > hancere]: [Bedenbilim]
avanaklık, budalalık, bönlük, boğaz, gırtlak imik, ümik.
enayilik, salaklık, savaklık. handan [?]: 1.) ? 2.) [H] bir bayan adı.
hamal [Arp.]: yük taşıyan, ~ semeri: hande [Far.]: 1.) gülme, gülümseme,
arkalık. gülüş, tebessüm, 2.) [H] gülme,
1.)
hamaliye [Arp.: hml]: götürme, gülüş, tebessüm anlamına bir bayan
2.)
taşıma, taşıma işleri, 2.) taşıma adı.
ücreti. hane [Far.: hâne]: 1.) ev, gah, konut,
hamam [Arp.: ?]: ısıcak, ısıdam, mesken, yer, 2.) ev, gah, konut ve
yunak, Fin ~ı: sauna, kadın ~ yer anlamında bir sonek, 3.) ev halkı,
görevlisi: natır. Hanefi 2 [Arp.: ? > Hanefî]: 1.) 2.) [H] bir
erkek adı.
Hanefi 1 [Arp.: ? > Hanefî]: [Din] İslam harbi [?]: 1.) tüfek namlusu temizleme
Dini’nde Temel Tarikat: Yol’un adı. sopası, 2.) doğru, doğrucu.
hanımeli: [Bitkibilim: ?] kokulu bir süs harbiye 1 [Arp.: ?]: [Askeriye] 1.) savaş
çiçeği. sanatıyla ilgili, 2.) asker ve subay
hanife [Arp.: ? >]: 1.) 2.) [H] bir bayan yetiştirme işi, 3.) subay yetiştirme
adı. okulu..
hantal [Arp.: ? > ?]: ağır, iri, kaba, lök. Harbiye 2 [Arp.: ?]: İstanbul’da bir
hap [Far.: hab]: toparlak ilaç. semt.
hapaz [Erm.: apaz]: 1.) kapalı el, tokat, harcamak [Arp. + mak]: sarfetmek,
2.)
avuç, avuç dolusu. tüketmek, harcanan para: masraf.
hapishane [Arp.: hapis + Far.: hâne > harç 1 [Arp.: ?]: 1.) [Hukuk] masraf, 2.)
3.)
Far.: hapishâne]: cezaevi, dam, kafes, bac, vergi, beton karışımı
4.)
tutukevi. malzeme, [Yemek] baharatlı
hapşırma: aksırma. karışım, sos.
har 1 [Far.]: diken. harç 2 [Arp.: ?]: vekil harç ?
har 2 [Far.]: 1.) eşek, eşşek, karakaçan, hardal [?]: [Bitkibilim:] bir ~ türü:
merkep, 2.) aptal, budala, salak, 3.) akhardal. ?
telli müzik gerecenin köprüsü. hare [Far.: hâre]: dalgır, filigran,
har 3 [Arp.]: 1.) kızgın, sıcak, yakıcı,2.) meneviş.
hararet, ısı. hareket [Arp.: harâret ?]: aktivite,
har 4 [Far.]: Farsça’da –har; batan, çizen, canlılık, devinim, faaliyet.
yırtan, paralayan, parçalayan [dilhar: hareketli [Arp. + li]: 1.) kımıldayan,
yürek paralayan] anlamına bir sonek. oynak, 2.) aktif, çalışkan, etkin, faal,
har 5 [Far.]: 1.) adi, değersiz, sıradan, gayretli, işlek,
2.)
kimsesiz, terkedilmiş, zavallı, 3.) harem 1 [Arp.: ]ميرح: 1.) özele ilişkin,
az, azıcık, çok az. mehreme ait, 2.) eş, 3.) Osmalı’da
har 6 [Far.]: besin, gıda, yiyecek. Sultan’ın eş ve yardımcılarına ait
har 7 [Far.]: Farsça’da –har; 1.) içen, yapılar zinciri.
2.)
yiyen, yiyip içen [hunhar: kanasusamış, Harem 2 [Arp.: ]ميرح: İstanbul’da bir
kaniçici] anlamına bri sonek. semt adı.
hara 1 [Far.]: at yetiştirme yeri. haremlik [Arp.: + lik]: 1.) eşlik, karılık,
hara 2 [Fra.: ? > haras]: aygır deposu, 2.)
eski konak ve evlerde bayanlara
at yetiştirme çiftliği. ayrılmış bir bölüm.
harab [Arp.: ? > harâb]: bak. harap. harf [Arp.: ]فرح: 1.) ünlem, ses, 2.)
harabat [Arp.: harâbât, harâbe’nin çoğulu Abece işareti.
?]: ç.i., kalıntılar, yıkıntılar. haric [Arp.: hâric]: bak. hariç.
harabati [Far.: harâbâtî]: zevk harici [Arp.: hâricî]: dışla ilgili.
düşkünü. hariciye [Arp.: hâricîye]: dışişleri.
harabe [Arp.: harâbe, harab’ın çoğulu]: hariç 1 [Arp.: hâric]: 1.) dış, dışarı, 2.)
ç.i., kalıntılar, yıkıntılar. [Futbol] aut.
haraç [Arp.: ? >]: 1.) baç, 2.) zorla harif [Arp.]: arkadaş, nedim, yoldaş.
alınan para. harika [Arp.: hârika]: 1.) keramet,
harafana [Halkdili]: 1.) şölen, 2.) bak. mucize, şaşırtıcı, tansık, 2.) [H] bir
arifane. bayan adı.
harami [Far.: harâmi]: hırsız, şaki. harim [Arp.]: yabancıya yasak, kutsal
harani [Arp.: harâni]: büyük tencere. yer.
harab [Arp.: hrb > harâb]: bak. harap. haris [Arp.]: aç, açgözlü.
harap [Arp.: hrb > harâb []]بارخ: 1.) harita [Rum.: ?]: 1.) ? 2.) yeryüzü
dökük, viran, yıkık, 2.) dökülmüş, taslağı, 3.) topografik plan, ~
yıkıntı. çıkarma aleti: plançete.
harar [?]: kıldan büyük çuval. haritacı [Rum.: ? + cı]: kartograf.
hararet [Arp.: ? > harâret []]ترارح: 1.) ısı, Harizmi [Arp.: El-Harizmi > Harizmî]: 1.)
sıcaklık, 2.) susma, susama. Özbekistan, Harizmili, Ebu Abdullah
haraşo [Rus.: ?]: yün örgü biçimi. Muhammed bin Musa El-Harezmi,
2.)
bir
harb [Arp.: hrb]: bak. harp. Aritmetik bilgini olan El Harizmi, 3.)
harbe [?]: kısa mızrak. Algoritma’nın kurucu bilgini, Batılılar
onu al-Khowarazmi olarak bilir.
hatmi [Arp.]: [Bitkibilim: Althea officinalis] hayati [Arp.: hayâtî]: 1.) yaşamla ilgili,
2.)
ağaç küpesi çiçeği. yaşamsal, 3.) [H] yaşamsal
hattat [Arp.: hattât]: güzel yazı yazan. anlamına bir erkek adı.
haurire [Lat.]: çekmek, içine çekmek, haydut [Cac]: eşkıya, şaki.
içeriye çekmek. hayır 1 : iyilik, yardım.
hav [Far.]: yumuşak tüy, yün tüyleri. hayır 2 : yok, yo.
hava 1 [Arp.]: gökyüzü. hayırhah [Far.: ahyır + hah > hayırhah]:
hava 2 [Arp.]: yağışlı hava olayı, soğuk s., iyiliğini isteyen.
~: ayaz. haykırma: avaz, nara, yüksek ses.
havadar [Far.: hava + Far.: dâr]: 1.) haykırmak: avaz avaz bağırmak, nara
ferah, geniş, havai, 2.) yeleç, atmak, yüksek sesle konuşmak.
yeleken, haylaz: avara, avare, azade, aylak,
havadis [Arp.: havâdis]: 1.) bilgiler, atıl, başıboş, boş, hayta, işsiz,
haberler, 2.) gündelik gelişmeler, nabekar, serseri, tembel.
gündelik olaylar, haberler. haylazlık: avaralik, avarelik, azadelik,
havai [Arp.: havaî]: 1.) gökyüzünü aylaklık, atalet, başıboşluk, haytalık,
andıran, yeleme, 2.) uçuk kaçık. nabekarlık, serserilik, tembellik.
havale [Arp.]: 1.) [Tıp] bedebdeki aşırı hayli [Arp.]: epey, oldukça.
ateş, 2.) [Bankacılık] hesaplar arası para Haymana [?]: Ankara’nın bil ilçesi.
aktarımı. hayrat [Arp.: hayrât]: ~ çeşmesi: sebil,
havali [Arp. + lı]: civar, mahal, yöre. Hayreddin [Arp.]: bak. Hayrettin.
havan [Far.]: 1.) ceviz, sarımsak hayret [Arp.]: şaşma, şaşırma, ~
benzeri gıdaları inceltme kabı, 2.) etmek: şaşmak, şaşırmak.
tütün kesme düzeneği, büyük ~: Hayrettin [Arp.: hayreddin]: erkek adı.
dibek, 3.) [Askeri] bir top türü, hayri [Arp.]: 1.) 2.) [H] bir erkek adı.
havass-ı humayun [Arp. > Osm.]: ?. haysiyet [Arp.: haysiyyet []]تيثيح:
hav [Far.: ?]: kumaş yünü, pamukçuk. onur, özsaygı, saygınlık, şeref,
havlu [Far. + lu > Tür.]: el-yüz silme vakar.
bezi. haysiyetli [Arp. + li]: agar, onurlu,
havuc [Far.]: bak. havuç. şerefli.
havuç [Far.: havuc: ]هﻮﻳﺞ: [Bitkibilim: hayta [Halkdili]: avara, avare, azade,
Daucuss carota] yeregeçer. aylak, atıl, başıboş, boş, haylaz,
havva [Arp.]: 1.) ilk dişi insan, 2.) ilk işsiz, nabekar, serseri, tembel.
insan Adem’in eşi, 3.) [H] bir bayan hayvan [Arp.: hayavan > Far.]: canlı
adı, [Ava, Eva, Eve]. evcil yada yabanıl varlık, ~ ölüsü:
havyar [Far.: hayâ + dâr > Fra.: cavier]: leş, ~da semizlik: tav, kesilmiş ~
1.)
yumurta taşıyan, yumurtalık, ayağı: paça, semiz ~: etlik, ~
taşak, 2.) balık yumurtası, Mersin
topluluğu: sürü, ~larda körelmiş
Balığı yumurtası.
Hay [Erm.]: Ermenice’de Ermeni tırnak: bakanak, ~ memesi: cukka,
demek. burulmuş ~: iğdiş, ~ın yuları: gem,
2.)
haya [Far.: hayâ]: yumurta, reşme, ~ bağlama ipi: örk, dişi ~:
3.)
yumurtalık, taşaklar. mayra, dört ayaklı ~: behime,
hayal [Arp.: hayâl]: düş, imaj, imge, hayyare Arp.]: seçim, tercih.
hülya, rüya. haz [Arp.: hâz]: hoşlanma, keyif, zevk.
hayali [Arp.: hâyalî]: 1.) düşşel, fiktif, hazal [?]: 1.) ? 2.) [H] bir bayan adı.
hayali, 2.) sahte, uydurma, ~ tasarı: hazan [Far.]: 1.) yaprak dökme zamanı,
hayat 1 [Arp.: hayât []]تايح: ömür, 2.)
güz, sonbahar, 3.) gazel.
yaşam, ~ın sonu: ecel, ~ sürmek: hazar [Arp.]: barış.
sakin olmak, hayat sürmek, yaşama Hazar Denizi [Arp. + denizi]: 1.) Barış
2.)
devam etmek, yaşamayı sürdürmek. Denizi, Sulh Denizi, İran,
hayat 2 [Rum.: ?]: avlu, bahçe, etrafı Azarbeycan arasında bir deniz.
çitle çevrili yer, hanay. hazetme [Arp. + etme]: hoşlanma,
hayatağacı: secere, soyağacı. keyif alma, zevk alma.
hazetmek [Arp. + etmek]: hoşlanmak,
keyif almak, zevk almak.
hazır [Arp.]: amade, bulunma. hektolitre [Yun.: hecto + litra > Fra.:
hazırcevap: esprili, nükteli, zeki, zarif. hectolitre]:
1oo litre.
hazırun [Arp.]: bulunanlar. hektometre [Yun.: hecto + metron >
hazine [Arp.]: gömü, servet, devlet Fra.: hectometre]: 1oo metre.
~si: miri. hel [Kel.]: güneş.
Haziran [Süryanice]: yılın 30 gün çeken hela [Far.: halâ: boşyer, helâ]: apteshane,
6. ayı. ayakyolu, hacetyolu, kenef, klozet,
hazire [Arp.]: türbede mezar yeri. suyolu, tuvalet, W.C.
hazne [Arp.]: depo. helali [Arp.: helâlî]: bir tür kumaş.
hazuran [Sür.]: sıcak. Helen [Yun.: (H)ellen > Fra.: Helene]:
heba [Arp.: hebâ]: boşa gitme. Yunanlı.
hece [Arp.]: [Dilbilgisi] ses birliği, Helenik [Yun.: (H)ellas + ikos > Fra.:
seslem. Helenique]: Yunanlı, Yunanlılara ait.
hectogram [Yun.: hecto + gramme > Helenistik [Yun.: > Fra.: Helenistique.]:
Fra.: hectogarmme]: 100 gr. Yunan tarihinde Büyük İskender’den
hedaya [Arp.: hediyye’nin çoğulu]: sonraki evrelere ait.
armağanlar, hediyeler. helezon [?]: heliks, helis, spiral, yay
hedef [Arp.]: nişane, nişangah. biçimli.
heder [Arp.]: 1.) karşılığını alamama, helezoni [Far.]: dairesel, sarmal.
ziyan etme, 2.) dokunca, hasar, helik [?]: duvar içindeki ufak taşlar.
kayıp, zarar, ziyan. helikon [?]: [Müzik] üflemeli çalgı.
hedik [Erm.: ? > Halkdili: hadik, hatik & helikopter [Yun.: helix + pteron > Fra.:
1.)
hedük]:
1.)
haşlanmış buğday, bulgur, helicopter]: spiral kanat, 2.)
mısır, nohut vb tahıllar, 2.) Artvin tepesinde yatak olarak bıçak biçimli
yöresi bir tür yemek, 3.) tuzlu nısır büyük pervanesi olan, yere dikey
haşlaması. olarak konup havalanan ve havada
hediye [Arp.: hediyye []]ﻩيدﻩ:
1.) asılı durabilen bir hava taşıtı.
armağan, belek, 2.)
[H] bu anlamda helile [Far., Bitkibilim: Phyllantus Emblica]:
bir bayan adı, [Armağan]. meyveleri boyacılık ve sepicilikte
hediyeler [Arp. + ler]: armağanlar, kullanılan bir ağaç türü.
hedaya. helio [Yun.: helios: güneş]: 1.) güneş
hedone [Yun.: hēdēne]: keyif, zevk. anlamında önek, sonek, 2.) aftap,
hedra [Yun.]: bir oturak. afitap, beyza, güneş, sol, şems.
hegeisthai [Yun.]: mihmendarlık helios [Yun.]: güneş.
yapmak, rehberlik etmek, yol heliport [Yun.: helios + Lat.: > Fra.]:
göstermek. helikopter iniş alanı, H.
hegemon [Yun.: hēgēmon]: başkan, helis [Yun.: helix]: heliks, helezon,
lider, önder. spiral, yay biçimli.
hegemonya [Yun.: hegemon > Fra.: helix [Yun.]: helis, helezon, spiral, yay
hegomania]: egemenlik, üstünlük, biçimli.
hakimiyet. Hellas [Yun.]: eski Yunanistan.
hegomonya 1 [Lat.: > Fra.: hegomania]: helleboros [Yun.]:
bir devletin baskısı, egemenlik. Hellespont [Yun.: Hellas + pontus >
1.)
hekim [?]: doktor, fizisyen. Hellaspont]: Yunan Denizi, 2.)
hekimlik [? + lik]: tıp, tıy. Çanakkale Boğazı.
heksagon [Yun.: hex + gonia > Fra.: helot [Yun.]: köle.
hexagone]: altı açılı ve altı kenarlı bir helva [Arp.: halvâ]: tatlı, kudret ~sı:
geometrik düzlem, altıgen. cis.
heksagram [Yun.: hex + gamme > Fra.: Helvetia [Lat.]: İsviçre.
1.)
hexagramme]: altıköşeli yıldız, 2.) Helvetian [Lat.]: İsviçreli.
Süleyman peygamberin mührü, 3.) Helyum [Lat.: Fra.: helium: He]:
Yahudilerce kutsal kabul edilen Helyum [Yun.: helio > Fra.: helium; He]:
altıköşeli yıldız. renksiz, kokusuz, tatsız ve
hektikos [Yun.]: alışılmış, daimi, tepkimeye girmeyen bir gaz
itiyadi, mutad. elementi. Hidrojenden sonra en çok
hektograf [Yun.: hecto + graphein > Fra.: bulunan bir elementtir.
hectographe]: jelatinli teksir makinesi. hema [Yun.: haima > Fra.: haima]: kan.
hema: [Yun.: haima]: hemato-, hemo-; hemorraj [Yun.: haima + rhegnynai >
1.)
Fransızca’da kan anlamına gelen bir Fra.: hemorrhage]: kan fışkırması,
2.)
önek. ağır iç kanama, subarachnoid.
heman [Far.: hemân]: bak. hemen. hemstır [Alm.: hamustro > İng.:
hematik [Yun.: haima + ikos > Fra.: hamster]: fareyi andıran bir kemirici.
1.)
hematique]: kanla ilgili, kanla dolu, hendek 1 [Arp.]: fak, kapan, mandepsi,
kanlı, kan renginde, 2.) kanı etkileyen trap, tuzak.
ilaç. Hendek 2 [Arp.]: Sakarya’nın bir ilçesi.
hematin [Yun.: haima]: hemoglobin Hendese [Arp. ]: 1.) noktaların,
erimesine oluşan koyu mavi bir çizgilerin, düzlemlerin ve
madde. üçboyutların özellikleri, ölçümleri ve
Hematoloji [Yun.: haima + logia > Fra.: ilintileriyle ilgilenen Matematiğin bir
1.)
hematologie]: kan ve kan dalı, 2.) Geometri.
hastalıklarını inceleyen bir bilim dalı, hengame [Far.]: arbede, çekişme,
2.)
Kanbilimi. çıngar, dalaş, dövüş, hır, kavga,
heme [Yun.: haima]: hemoglobinde kan muaraza, niza, patırtı.
içeren doğal boya. henüz 1 [Far.: ]زونﻩ: birkaç dakika önce,
hemen [Far.: hemân]: çabucak, derha, şimdi.
şimdi. henüz 2 [Far.: ]زونﻩ: daha; olumsuz
hemera [Yun.]: gün, gündüz, ruz, cümlelerde kullanılır.
şembe, yevm. hepar [Yun.: hēpar]: karaciğer.
hemeroit [Lat.: > Fra.:, Tıp]: basur, heparin [Yun.: hepar > Fra.: heparine]:
1.)
egzama, mayasıl. pıhtılaşma önleyici, 2.) kanın
hemi 1 [Yun.: (h)ēmi]: yarım, yarısı. pıhtılaşmasını önleyen, beden
hemi 2 [Yun.: (h)ēmi]: Fransızca’da hücrelerinde ama özellikle
hemi; yarım, yarısı anlamına gelen bir karaciğerde bulunan bir madde.
önek. hepatik [Yun.: hepar + ikos > Fra.:
hemialjiya [Yun.: (h)ēmi + algos > Fra.: hepatique]: karaciğere ait, karaciğer
1.)
hemialgia]: bedenin yada başın renginde.
yarısının ağrıması, 2.) yarımbaş hepatit [Yun.: (h)epar + itis > Fra.:
1.)
ağrısı. hepatite]: karaciğer iltihabı, 2.) [Tıp]
hemiflegya [Yun.: (h)ēmi + phlegia]: karaciğer iltihabı.
bak. hemiplegya. her 1 [Far.]: bütün, tüm.
hemiplegya [Yun.: (h)ēmi + phlegia > her 2 [Arp.: hâr]: bak. har3.
1.)
Fra.: hemiplegia]: daha çok Hera [Yun.]: Yunan Mitolohisi’nde
çocuklarda görülen beyin hasarından Zeus’un eşi ve tanrıçaların kraliçesi.
oluşan spastik inme, 2.) yarım felç, heran [Far.]: anbean, gittikçe.
yarım inme, yarım nuzül, 2.) bak. heratik [Yun.: hairesis + ikos > Fra.:
1.)
serebral palsi. heretique]: Hiristiyanlıkta kabul
hemisfer [Yun.: (h)ēmi + sphaire > Fra.: olunmuş öğretilere karşı çıkan, 2.)
1.)
hemisphere]: yerkürenin yarısı, 2.) kendi kilisesinin inanışlarına karşı
yerkürenin kuzey, güney, doğu veya gelen, 3.) dalalete sapan, sapkın,
batı yarımküresi. yanlış yolda olan.
hemo [Yun.: haima]: Fransızca’da hemo; herba [Lat.]: 1.) bitki, nebat, 2.) çalılık.
kan anlamına gelen bir önek. herba [Lat.]: baharat, bitki, nebatat,
hemofili [Yun.: haima + phelos > Fra.: ot.
1.)
hemophilia]: kandan hoşlanan, kan herbarium [Lat.]: 1.) kurutulmuş bitki
2.) 2.)
sever, kanın pıhtılaşmaması. odası, kurutulmuş bitki
hemoglobin [Yun.: haimo + Lat.: globus biriktirmesi yada buna ait oda.
1.)
> Fra.: hemoglobine]: kan küreciği, hercai [Far.: hercayi]: 1.) aşkta vefasız
2.)
kan yuvarı, kırmızı kan yuvarlarına olan, 2.) değişken huylu.
kırmızı rengini veren madde. hercayi: bak. hercai.
hemoroid [Yun.: haima + rhein > Fra.: heres 1 [Lat.]: mirasçı, varis.
1.)
hemorrhoide]: kan akışı, kanama, heres 2 [Yun.]: kalıtçı, mirasçı, varis.
2.) 1.)
anüs çevresinde bazı kan herif [Arp.: ? > harif]: arkadaş,
damarlarının şişmesiyle oluşan nedim, yaren, yoldaş, 2.) [Kabaca]
kanama, 3.) basur, emoroid. adam.
sağlıkla ilgili, 2.) sağlıkla ilgili, sağlıklı hipertansiyon [Yun.: hyper + Lat.:
1.)
koşullar, sıhhi. tendere > Fra.: hypertenison]:
hikaye [Arp.]: 1.) analtı, 2.) fıkra, kıssa, yüksek basınç, 2.)
[Tıp] yüksek kan
3.)
öykü, 4.) olayın arkası, geçmiş, basıncı.
öyküsü, olağan dışı ~: masal, uzun hipnotik [Yun.: hypnos + ikos > Fra.:
1.)
~: roman. hypnotique]: uykuyla ilgili, 2.)
hikmet [Arp.]: 1.) bilgelik, 2.) [H] bilge uyutan yada uyku durumuna götüren
adam anlamına erkak adı. durum yada şey.
hilaf [Arp.: hlf > hilâf []]خلف: 1.) karşıt, 2.) hipnoz [Yun.: hypnos + osis > Fra.:
1.)
anlaşmazlık, terslik, zıtlık. hypnose]: uyku hali, 2.) fizik olarak
hilal [Arp.: hilâl]: 1.) ayça, 2.) [H] ayça yarı uyku hali, trans.
anlamına bayan adı. [Ayça]. hipnoztizma [Yun.: hypnos > Fra.:
hilaros [Yun.]: hoş, neşeli, şen. hypnotisme]: telkinle uyutma, yapay
hisar 1 [Arp.]: germeni küçük kale, hitabet [Arp.: htb > hitâbet]: 1.) güzel
hendekle çevrili ~: palanka. konuşma, 2.) belagat, söz söyleme
Hisar 2 [Arp.]: İstanbul’da Avrupa sanatı.
Yakası’nda Boğaz kıyısında Rumeli hitam [Arp.: htm]: 1.) bitme, sona
Feneri çevresi. erme, tamamlama, tamamlanma, 2.)
Hisareyn [Arp.: iki hisar]: 1.) iki hisar, bitirme, bitiş, final, netice, nihayet,
2.)
İzmit’te İzmit Körfezi’nin skor, son, sonuç.
güneyinde, Gölcük’e bağlı bir belde. Hitit [?]: Eti.
hisse [Arp.]: pay, üleş. hiyerarşi [Yun.: hieros + archos > [?] >
1.)
hissedar [Arp.: hisse + Far.: dâr]: Fra.: hierarchie]: kutsal yönetici, 2.)
[Ticaret] aksiyoner. üst düzeyli din adamlarının yönettiği
hissi [Arp.: hissî]: duygusal, romatik. kilise, 3.) böyle bir sistemde enüst
histamin [histidine > Fra.: histamine]: yetkililer, 4.) aşama sırası.
[Biokimya] Beynin çeşitli bölümlerinde hiyeroglif [Yun.: hiero + glyphein > [?] >
1.)
belli bir işlev yapan, bundan başka Fra.: hieroglyphe]: kutsal
2.)
tüm dokularda bulunan sinir iletici bir taşyazıları, eski Mısırlılar ve
madde.? diğerlerinin kullandığı sistemdekine
histamin [Yun.: histos + Lat.: ammonia > benzer kelime, ses vb tanımlayan
Fra.: histamine]: [Tıp] allerjik resim yada sembollar sistemi.
reaksiyonlarda dokuların saldığı hiza [Arp.]: bir çizgide bulunma.
amino türevi. ? hizip 2 [Arp.: ?]: klik.
histanai [Yun.]:
1.)
belirlemek, hizmet [Arp.: ?]: 1.) boyunduruk, kulluk
2.)
damgalamak, göstermek, servis.
işaretlemek, meydana çıkartmak, 2.) hizmetçi [Arp. + çi]: ahretlik, beslek,
dönüştürmek, koymak, sokmak. hizmetkar [Arp.: hizmet + Far.: kâr >
histerektomi [Yun.: hystera + ek + Far.: hizmetkâr]: erkek işçi, hizmetli,
temnein > Fra.: hysterectomie]: [Cerrahi] uşak.
dölyatağı, rahim yada uterusun hobi [İng.: hobby]: düşkü.
ameliyatla alınması. hoca [Far.: hace > hoca []]ﻩجاوخ: belleten,
histeri [Yun.: hystera > Fra.: hystera, <ğretmen, okutman.
hysterie]:
1.)
[Tıp] dölyatağı, rahim, hodar [Far.]: berhudar ?
uterus, 2.)
ilk zamanlar bu hodbehod [Far.: hôd be hôd]:
rahatsızlığın dölyatağından kendiliğinden, otomatik.
kaynaklandığına inanılmış, 3.) hodos [Yun.: ?]: cihet, istikamet, tarık,
[Ruhbilim] heyecanlanma, endişelenme yol, yön, yönelme.
gibi belirtileri olan psikiyatrik bir hokka [Far.]: 1.) küçük toprak kap, 2.)
rahatsızlık, 4.) histeri, peri hastalığı. mürekkep labı.
histidin [histidine]: [Biokimya] besinlerde hokkabaz [Far.: hokka + bâz >
1.)
doğal olarak bulunan bir besin, amino hokkabâz]: çömlekçi, çmlek yapan,
2.)
asit. büyücü, ilizyonist, sihirbaz.
Histoloji [Yun.: histos + logia > [?] > hol [İng.: hall]: sofa, salon.
1.)
Fra.: histologie]: Biyoloji’nin doku holkos [Yun.: ?]: çekilen gemi.
yapısını inceleyen bir bilim dalı, 2.) Holmiyum [Lat.: > Fra.: holmium: Ho]: ?
Dokubilimi. hologram [Yun.: holos + gramme > [?] >
1.)
histor [Yun.: ?]: 1.) öğrenilmiş olanlar, Fra.: hologramme]: biri etkilenmiş
2.)
geçmişe ait bilinenler, diğeri doğal olan iki lazer ışınının
öğrenilenler, 3.) geçmiş, 4.) insanların, çarpıştırılmasıyla elde edilen üç
ülkelerin geçmişinde ne olup boyutlu resim, 2.) bir malın özgünlük
bittiğinin öyküsüi bilgilerini içeren özel etiket.
histos [Yun.: ?]: 1.) ince tül kumaş, Holokaust [Yun.: holos + kaustos > [?] >
1.)
kumaş, dokunmuş şey, 2.) doku, Fra.: holocauste]: herşeyn yangında
2.)
nesiç. yanması, insanları tümden ateşte
histrio [Lat.]: aktör, oyuncu. yamka, 3.) Nazi Almanyası’nın Yahudi
hit [İng.]: listebaşı. katliamı.
1.)
hitabe [Arp.: htb > hitâbe ]: 1.) güzel holos [Yun.: ?]: bütün,
konuşma, 2.) nutuk, söylev. parçalanmamış, tam, tüm, 2.) hepsi,
bütünü, tümü.
şekerle kaynatılmış bir tür tatlı, 3.) hurda [Arp.: ? > ?]: ıskarta mal.
komposto. hurdahaş [Far.: hurda + hâş >
1.) 2.)
hoşgörü [Far. + görü]: müsamaha, hurdahâş]: ? paramparça.
tolerans. huri [Arp.: ? > hûrî]: [İslam] Cennette var
hoşgörülü [Far. + görülü]: liberal, oldğununa inanılan kız.
toleranslı. huriye [Arp.: ? > hûrîye]: 1.) siyah gözlü
hoşlanma [Far. + lanma]: haz, keyif, güzel kız, 2.) [H] siyah gözlü güzel kız
zevk, anlamına bir bayan adı.
hoşlanmak [Far. + lanmak]: hazetme, hurma [Arp.: ? >]: Arap ülkelerinde
hoyrat [Rum.: choriates & horiátes > yetişen, meyvesi şekerli bir meyve.
1.)
[χωριάτης]]: bilgisiz, hırt, kaba, hurufat [Arp.: ? > harf’in çoğulu]: 1.)
2.)
köylü, arsız, hiddetli, horyat, harfler, 2.) [Basın, Bilgiayar] font, harf
terbiyesiz. takımı, letraset.
hörgüç [?]: kambur. husus [Arp.: husûs []]صوصخ: bahis,
Hristiyan [Yun.: kristhos > Hristo > B. D.: konu, mevzu, nokta, tema,
1.)
Christian]: Hz. İsa’ya inananlar, 2.) husisiyet [Arp.: ? >]: ahlak, davranış,
bak. Hiristiyan. huy, karakter, nitelik, özellik, tabiat,
Hristo [Yun.: kristhos > hristo [?]]: 1.) Hz. vasıf, yaratılış.
İsa, 2.) İsa. Husky [İng.]: Eskimo köpeği.
hububat [?]: tahıl. husumet [Arp.: ? >]: adavet, artniyet,
hudud [Arp.: hdd]: bak. hudut. buğz, düşmanlık, garez, hasımlık,
hudut [Arp.: hdd > hudud]: 1.) çizgi kin, kötüniyet, nefret.
çekme, sınırlama, 2.) had, limit, uç, huşu [Arp.: ? >]: 1.) ? 2.) Allah’a boyun
3.)
serhat, sınır, ülke sınırı. eğme.
hukuk [Arp.: ? > hukûk]: adalet, hak, hutica [Lat.]: göğüs, sadr, sine.
hukuku esasiye [Arp.: hukûk-ı huy [?]: ahlak, davranış, husisiyet,
esâsiye]: temel hukuk. mizaç, nitelik, karakter, özellik,
1.) 2.)
humanus [Lat.]: insan, tabiat, vasıf, yaratılış.
ademoğlu, insanoğlu. huylu [?]:?
humilis [Lat.]: 1.) alçak, düşük, 2.) alçak huysuz: aksi, çirkin, hırçın, kaknem.
gönüllü, mütevazi. huzur [Arp.: huzûr []]روضح: dirlik, erinç.
humma [Arp.: ? >]: tifo, kara ~: tifo. hücre [?]:
humor [Lat.]: akar, mayi, sıvı. hücum [Arp.: hücûm []]ﻩموج: atak,
humus [Lat.]: 1.) kara toprak, toprak, hamle.
2.)
[Tarım] bitki ve hayvan artıklarının hüda [Far.: hüdâ]: 1.) başkan, bey,
çürümesinden oluşan oluşan organik kaan, kaptan, kayser, kral, reis, 2.)
toprak. [H] Allah, Rab, Tanrı.
humus [Lat.]: ekilen toprak, kara, Hüdaverdi [Far.: hüdâ + Tür.: verdi >
toprak, yer. Tür.: hüdaverdi]: ö.i., erkak adı.
Hun 1 [Hun-yü]: 1.) bir Türk boy adı, 2.) Allahverdi, Tanrıverdi.
Hun soylu, Hun kökenli. hüküm [Arp.: ? >]: karar.
hun 1 [Far.]: 1.) kan, 2.) kan dökme, hükümdar [Far.: hüküm + dâr]: bey, emir,
adam öldürme, cinayet, 3.)
hakan, kral, padişah, reis, sultan, şah, şeyh, ~
kandavası. makamı: taht,
hunhar [Far.: hun + har > hunhar]: 1.) hükümet [Arp.]: iktidar, yönetim.
kan içen, 2.) a.) kaniçici, kanasusamış, hükümler [Arp. + ler]: ahkam, kararlar,
kan döken, b.) acımasız, cani, katil. hülasa [Arp.: hulâsâ]: 1.) fezleke, özet,
2.)
hunharca [Far.: hun + har > hunhar + kısaca, özetle.
ca]: z., acımazsızca, gözünü hülya [?]: 1.) düş, imaj, imge, hayal,
kırpmadan. rüya, 2.) [H] bu anlamda bir bayan
Hunlar: 1.) 4. ve 5. yy’da Avrupa’ya adı. [Rüya].
dek akınlar düzenleyen savaşsever hümanizm [Lat.: humanus > Fra.:
2.) 1.)
bir Türk ulusu, bugünkü humanisme]: insanlığın yararları ve
Macaristan’ın İngilizce adı Hun’dan ülküleri üzerine oturdulmuş bir
geler [Hungary]. düşünce sistemi, 2.) [H] Ortaçağ’daki
hurafe [Arp.: ? > hurâfe]: batıl inanç, Grek ve Latin klasiklerini
kör inanç.
Isparta [?]: [32], Türkiye’de bir kent. iatros [Yun.: ?]: doktor, fizisyen,
ibre [Far.]: 1.) iğne, 2.) çam yaprağı, id 2 [Lat.]: [Ruhbilim] alt benlik, ilkel
iğne. benlik.
ibrik [?]: i., kulplu emzikli kap. id 3 [Lat.: idem]: aynı.
ibrişim [?]: i., kalın bükülmüş ipek id est [Lat.]: 1.) o dur, 2.) demekki,
iplik. yani.
ibtidar [Arp.: ? > ibtidâr]: 1.) ? 2.) ? idadi [Arp.: idâdî]: lise.
icab [Arp.: ? icâb]: bak. icap. idam [?]: asarak ölüm cezası.
icap [Arp.: ? icâb]: 1.) ? 2.) gerekme, idame [Arp.]: sürdürme.
lüzumlu olma. idare 1 [Arp.: idâre]: ekonomi, iktisat,
icat [Arp.: ? > icât]: i., 1.) buluş, 2.) tutum.
bulma, keşif, ~ etme: bulma, ~ idare 2 [Arp.: idâre: 1.) abrama,
etmek: bulmak. yönetim, 2.) disiplin, idare, sıkıdüzen,
icazet [Arp.: ? > icâzet]: izin, lisans, yönetim, zapturapt.
müsade, permi, ruhsat. idare 3 Arp.: idâre]: bir tür lamba.
ichthys [Yun.: ?]: balık. idare etmek: doğrultmak, dümen
icognita [Lat.]: bilinmeyen. kullanmak, seyretmek, yönetmek,
icra 2 [Arp.: ? > icrâ]: 1.) tatbik etme, sevk ve idare etmek, yön vermek.
uygulama, 2.) [Müzik] notaları sese idareci [Arp. + ci]: yönetici,
dönüştürme, 3.) [Tiyatro] sahneleme, idarei örfiye [Arp.: idâre-yi örfîye]: 1.)
sahneey koyma. örfi idare, 2.) sıkıyönetim.
ics [Yun.: -ikos [ικός] > Fra.: ique & İng.: idareli [Arp. + li]: tutumlu.
ics]: İngilizce’de ics; & Fransızca’da idari [Arp.: idârî]: yönetimsel.
ique; sanat, bilgi, bilim, çalışma iddia 1 [Arp.]: dava, sav.
anlamına gelen [Physics: Fizik] bir iddia 2 [Arp.]: bahis. Yarış benzeri
sonek. oyunlarda parayla oynama.
iç: dahil. ide [Rum.: idea [?] > Tür.]: düşünce,
içbükey: b.i., 1.) içe dönük, 2.) konkav, fikir.
obruk. idea [Yun.: idea [?] > Fra.: idea]: 1.)
içecek: ekşi ~: kefir, ~ türleri: Ayran, düşünce, fikir, 2.) [Felsefe] ülkü, 3.) bir
Gazoz, Kola, Soda, Şıra, düşünce yada inanç, 4.) anlam yada
İçel [?]: kentin adı: İskenderun’dur önem.
[33], Türkiye’de bir kent. idea 1 [Yun.]: bir şeyin görüntüsü.
içerik: kapsam, muhteva. ideal [Yun.: idea > Fra.: ideal]: 1.)
içim: fırt, yudum. kusursuz sonuç, mükemmel netice,
2.)
içindekiler: ç.i., fihrist, katalog, ulaşılmak istenen amaç, ülkü, 3.)
muhteviyat. kusursuz, mükemmel, ülküsel,
içki 1: alkollü içecek, yemek öncesi üstün.
içilen ~: apaartif, ~ bardağı: kadeh, idealist [Yun.: idea > Fra.: idealiste]:
~ dağıtan kişi: saki, ~ türleri: Bira, mefküreci, ülkücü.
Cin, Cin-Fiz, Kokteyl, Likör, Martini, Mastika, idefisk [Fra.: idée fixe]: [Ruhbilim] sabit
Pastis, Rakı, Rom, Şampanya, Şarap, Uzo, fikir, saplantı.
Viski, Votka, Votka-Soda, ~ye düşkün: idem 1 [Lat.]: aynı.
ayyaş, s ert bir ~: rom, karışık ~: idem 2 [Lat.]: aynı eser yada aynı
yazar.
kokteyl, susuz ~: sek, ~ mahzeni:
idem quod [Lat.]: aynı, benzeri,
kav.
tıpkısı.
içki 2: şarap.
ideogram [Yun.: idios + gramme > Fra.:
içlenme: kahrolma.
ideogramme]: yazıda kelimelerin
içlenmek: kahrolmak.
harfleri gösterilmeden dolaysızca
içli: acıklı, dokunaklı, içli.
düşünceyi açıklayan göstermeler.
içten: candan, samimi.
ideoloji [Yun.: idea + logia > Fra.:
içtenlikle: halisane.
ideologie]: düşünce yapısı.
İçtiyoloji [Yun.: ichtys + logia > Fra.:
1.) idil 1: [Şiir] 1.) kısa aşk şiiri, 2.) [İ] bir
ichthyologie]: Hayvanbilimin
bayan adı.
balıklarla ilgilenen dalı, 2.) Balıkbilim.
idios [Yun.]: kendisi.
id 1 [Lat.]: [Dilbilgisi] üçüncü tekil şahıs,
idiotes [Yun.: idiotēs]: unutkan kişi,
o, nötür kişi. Cansız varlıklar için.
unutkan.
ikaz [Arp.: ikâz]: ihtar, tembih, uyarma, ilaç [Far.]: [Eczacılık] daru, deva, çare,
uyarı, ~ etmek [Arp.]: uyarmak. em, om, ~ yapılan maddeler: ecza,
ikbal [Arp.: ikbâl]: 1.) baht açıklığı, bahtı farmakotik, toparlak ~: hap, yassı
açık, 2.) [İ] baht açıklığı, bahtı açık ~: kpmprime.
anlamına bir bayan adı. İlah [Arp.: îlâh]: [Din] Allah, Ber, Rab,
ikebena [Jap.: ?]: Japon çiçek Tanrı, Yaratan.
düzenleme sanatı. ilahe [Arp.: îlâhe]: tanrıça,
iki: iki sayısı, duo. İlahiyat [Arp.: ilahiyât]: Din Bilimi,
ikinci: ikinci sırada olan. Teoloji.
ikincil: tali. ilam [Arp.: i’lâm]: [Hukuk] bildirim.
ikindi [?]: öğle ile akşam arası. ilan [Arp.: ilân]: duyuru, açıkça
ikircik: kararsızlık, tereddüt. bildirme, ~ edilmiş: açıklanmış,
ikircikli: kararsız, müreterddit.
deklare.
ikiyüzlü: riyakar.
ilan etmek: açıklamak, beyan etmek,
ikiyüzlülük: riya.
bildirmek, haber vermek.
ikiz: benzer, eş, koşa.
ilanihaye [Arp.: ilâ nihaye]: sonsuza
İkizler burcu [?]: cevza, [Gemini].
dek.
iklim [?]: abuhava, mevsim.
ilarya [İtl.]: küçük gümüş balığı.
iklimleme [? + leme]: klima.
ilave [Arp.: ilâve]: 1.) ekleme, katma, 2.)
ikna [Arp.: iknâ]: inandırma.
ek, katkı, zeyil, zeyilname.
ikon 1 [Rum.: eikon > Tur]: 1.) Ortodoks
ilbey [il + bey]: ilhan, imparator.
Kilisesi’nde dini içerikli resim, 2.)
ilçe [ÖzTür.]: 1.) ilden sonra gelen,
ikona, küçük resim.
illden küçük, ilde benzeyen, 2.)
ikon 2 [Yun.: eikon > İng.: icon]: bak.
kaymakamlık, kaza.
ikon1.
ileitis [Lat.]: [Tıp] kıvrım bağırsak
ikona [Rum.: eikon > Tür.]: 1.) Ortodoks
iltihabı.
Kilisesi’nde dini içerikli resim, 2.)
ilelebed [Arp.: ilel ebed]: sonsuza dek,
ikona, küçük resim.
sürgit.
ikonaklast [Yun.: eikon + klaein > Fra.:
1.) ilenme: ah, beddua, lanet.
iconaklast]: resim kırma, 2.)
ilerigelenler: büyükler, ekabir.
Hristiyanlıkta kutsal kişilere ait
ileti: mesaj.
tasvirleri kırma dönemi, 3.) saygı
iletişim: haberleşme, muhberat.
duyulan kurum ve düşüncelere
iletki: [Geometri] minkale.
saldıran kişi.
iletme: nakletme.
ikos [Yun.: ικός]: bak. ics & ique.
ileum [Lat.]: [Bedenbilim] 1.) ince
ikram [Arp.: ikrâm]: 1.) sunulan şey, 2.)
bağırsağın alt bölümü, 2.) kıvrım
[İ] bir erkek adı.
bağırsak.
ikramiye [Arp.: ikrâmiye]: 1.) ? 2.)
ilga [Arp.]: bozma, fek, fesh, iptal,
piyangodan akzanılan para.
kaldırma, lağvetme.
iksir [Arp.: al iksir> Lat.: > Fra.: ixir]:
ilgi: 1.) alaka, alışveriş, münasebet,
ölümsüzlük verdiği düşünülen sıvı,,
temas, 2.) dikkat, özen, 3.) [Dilbilgisi]
su.
bağlaç, ~ eki: ki.
iktibas [Arp.: iktibâs]: aktarma, alma,
alıntı. ilgilendirme: alakadar, ilgilendirme,
iktidar [Arp.: iktidâr]: 1.) erk, kudret, 2.) müdahale.
hükümet, yönetim. ilgili: alakadar, alakalı, müteallik.
iktisab: bak. iktisap. ilgisiz: bigane.
iktisap [Arp.: iktisâb]: edinim, kazanım. ilham [Arp.: ilhâm []]ماﻩلا: 1.) esin, 2.) [İ]
iktisat [Arp.]: ekonomi, idare, tutum. bir erkek adı. Karşılığı bayan adı
[Esin].
il 1 : abad, abat, bolu, kent, medine,
ilhan [il + han]: 1.) ilbey, imparator, 2.)
polis, site, şehir, vilayet, bağımsız
[İ] ilbey, hünkar, imparator anlamına
büyük ~: vilayet. bir erkek adı.
il 2 [Lat.: in > B.D.: in > il]: Fransızca’da iliac [Lat.]: [Bedenbilim]: kalça kemiğine
in-; (l) harfiyle başlayan kelimelerden ait.
önce kullanılan ve olumsuzluk anlamı iliğ [ÖzTür.]: bak. ilik.
yükleyen bir önek.
ilik [ÖzTür.: ilmek > ilig]: 1.) boğum, iltifat [Arp.: ? > iltifât]: 1.) yüzünü
döngü, düğüm, 2.) düğme deliği. dönüp bakma, ilgi gösterme, 2.) ilgi
1
ilik [ÖzTür.]: kemiklerin gösterme, kompliman, övme.
boşluklarındaki yağlı madde. iltihab [Arp.: ? > iltihâb]: bak. iltihap.
ilim [Arp.: alm [ > ]ملعilm > îlim]: bilim, iltihap [Arp.: ? > iltihâb]: 1.) (beden,
fen. vücut) ateşlenme, tutuşma, yanma,
2.)
ilm [Arp.]: bak. ilim. [Tıp] yanma, iltihaplanma.
ilinek [?]: araz, belirti, bulgu, iltihaplanma: [Tıp] iltihap, yanma.
semptom. iltihaplanmak: [Tıp] iltihap tutmak,
İlirya [Lat.: Illiria > Fra.: Illiria]: eski yanmak, çabuk iltihaplanan: azgın,
Dalmaçya ve Arnavutluk, [antient iltizam [Arp.: ? > iltizâm]: 1.) kendisi için
Dalmatia & Albania]. gerekli görme, lüzum görme, uygun
İliryalı [Lat.: Illirian]: eski Dalmaçya ve görme, 2.) kesenek, tercihen.
Arnavutluk, [antient Dalmatian & iluminare [Lat.]: aydınlatmak,
Albanian]. parlatmak.
ilişki: 1.) bağ, bağlantı, münasebet, ilüstratif [Lat.: > Fra.: illustrative]:
rabıta, 2.) gayriresni bayan-erkek resimle gösterilmiş, batili, figuratif.
münasebeti. im 1 : alamet, belirti, delalet, emare,
ilişkili: alakalı, bağlı, bağlantılı, ipucu, işaret, iz.
rabıtalı, ~ bulma: atıf. im 2 [Lat.: in]: Fransızca’da im-; in1 ve
ilium [Lat.]: [Bedenbilim] kalça kemiği. in2 gibi aynı anlama gelen ve b, m
ilizyon [Lat.: in + ludere > Fra.: illusion]: ve p harfleriyle başlayan kelimelerde
1.)
aldanma, hayal, hayal, kuruntu, kullanılan bir önek.
2.)
aldatma, hile, yalan, 3.) yanlış ima [Arp.: ? > îmâ]: dolaylı anlatım,
görme, yanılma, 4.)
[Ruhbilim] dolaylı anlatma, kinaye, tariz.
yanılsama. imago [Lat.: çoğ.: imagoes & imagines]:
ilizyonist [Lat.: in + ludere > Fra.: benzetme, betim, timsal.
illusioniste]: büyücü, hokkabaz, imaj [Lat.. imago > Fra.: image]: 1.)
sihirbaz. suret, şekil, tasfir, 2.) heykel, put,
ilk defa görülen: alışılmamış, başka sanem, 3.) görüntü, 4.) düş, görüntü,
yerden gelmiş, garip, görülmemeiş, hayal, hülya, imge, serap.
tuhaf, yabancı, yeni. imal [Arp.: aml > îmâl]: 1.) etme, hasıl
ilk: birinci, ~ olarak: önce. etme, uretme, yapma, 2.) yapım.
ilkçağ: antikite. imalat [Arp.: aml > imâlât]: işlenmiş
ilke: prensip., mal.
ilkel: barbar, iptidai. imale [Arp.: ? > îmâle]: bir tarafa
İlker [ilk + er]: erkek adı. yatırma.
ilkin: öncelikle. imalı [Arp. + lı]: üstü kapalı söz,
ilkokul: temel eğitim kurumu. kinayeli,
illegal [Lat.: in + lex > Fra.: illegale]: imalthane [Arp.: imâlât + hâne]:
kanunsuz, yasadışı. yapımevi.
illet [Arp.]: çor, dert, hastalık, maraz, imam [Arp.: ? > îmân]: 1.) 2.) [İ] bir
mazara. erkek adı.
illicitus [Lat.]: izin verilmeyen, imame [Arp.: ? > imâme]: tespihin
memnu, menedilmiş, yasak, ucundaki püsküllü çıkıntı.
yasaklanmış. imamet [Arp.: ? > imâmet]: imamlık.
illudere [Lat.]: alay etmek, dalga imamlık [Arp. + lık]: imamet,
geçmek, eğlenmek. iman [Arp.: ? > îmân]: [Din] inan, inanç,
ilmek: 1.) boğum, dairesel bağlama, inanma, itikat.
döngü, düğüm, 2.) yaya atılan ip imar [Arp.: a’mr > [ > ]رمعîmâr []]رامع: 1.)
a.)
boğumu. kurma, onarma, yapma, b.) bir
ilmik [ilmek > ilmik]: 1.) boğum, düğüm, araya gelme, sevinçli olma, c.) uzun
2.)
eğreti düğüm. yaşama, 2.) bayındırlık, kalkınmışlık.
ilmiye [Arp.: ? >]: hocalar sınıfı. imbat [İtl.: imbatto]: 1.) denizden gelen
iltica [Arp.: ? >]: sığınma, ~ etmek: esinti, 2.) deniz yeli yada rüzgarı.
imbecilis [Lat.]: dermansız, kuvvetsiz,
sığınmak.
takatsız, zayıf.
imber [Tür.: yağmır, yomgır, yağmur > impirgere [Lat.]: sıkıştırıp bir birine
Lat.]: çoşma, fışkırma, dökülme. kaynaştırmak, pekiştirmek,
imbik [Arp.: embik ? > [?]]: 1.) bardak, sıkıştırmak.
kupa, maşrapa, su içme kabı, 2.) implant [Lati.: in + planta > Fra.:
damıtma şişesi, 3.) damıtıcı. implante]:
1.)
filizleme, fidanlama, 2.)
imbrogliare [Lat.]: bozmak, tedavi amacıyla vücuda sert bir
karmakarışık etmek, karıştırmak. madde koymak, 3.) tek tek takma diş
imbuere [Lat.]: ıslatmak, suya ekleme, 4.) takma diş.
sokmak. import [Lat.: in + portare]: 1.) içeriye
imdad [Arp.: ? > imdâd]: bak. imdat, taşımak, 2.) [Ticaret] yurt dışından
imdat [Arp.: ? > imdâd]: 1.) yardım ticari mal almak, 3.) [Ticaret] ithalat.
çağrısı, 2.) [İ] bir erkek adı. imprimatur 1 [Lat.]: bırakın basılsın.
imge: 1.) düş, imaj, hayal, hülya, rüya, imprimatur 2 [Lat.]: 1.) bırakın basılsın,
2.) 2.)
remiz, sembol, simge. eskiden Katolik Kilisesi tarafından
imgelem: muhayyile. verilen kitap basma yetkisi, 3.) baskı
imha [Arp.: ? > imhâ]: telef, yok etme. izni, kitap basma ruhsatnamesi.
imik [Arp.: ? > Bedenbilim]: boğaz, imprint [Lat.: in + premere > İng.:
1.)
hançere, gırtlak, ümik. imprint]: baskı, damga, tab, 2.)
3.)
imitari: bir şeye benzemek, taklit etki, tesir, izlenim, intiba, 4.) bir
etmek. kitabın başında verilen yazar, basım
imitasyon [Lat.: imitari > Fra.: imitation]: yeri, basımevi gibi bilgiler, 5.)
benzetme, sahte, taklit. [Teknoloji] fotoğraf makineleri vb film,
imkan [Arp.: ? > imkân []]ناكما: olanak. resim üzerine tarih, zaman ve saat
imla [Arp.: ? > imlâ]: 1.) özel işaret, 2.) bilgisi atma özelliği.
[Dilbilgisi] yazım. imrahor [Osm.]: padişah ahır görevlisi.
imlicare [Lat.]: karışmak, müdahil imren: 1.) gıpta, 2.) [İ] bir bayan adı.
olmak. imsak [Arp.]: oruç başlangıcı.
immergere [Lat.]: suya daldırmak, imsakiye [Arp.: imsâkiye, Din]:
suya sokmak. Ramazan’da oruç başlama ve açma
immune [Lat.: im + munia > Fra.: zamanlarını gösteren çizelge.
1.)
immune, Tıp]: hastalıklara karşı imtihan [Arp.: ? >]: i., 1.) denenme,
2.)
dayanım, bağışıklık, muafiyet. zorluğa katlanma, 2.) sınav, test,
impala [? > İng.: impala]: 1.) [Hayvanbilim: yazılı.
Aepyceros melampus] Afrika kökenli, imtiyaz [Arp.: ? >]: i., ayrıcalık,
kırmızı renkli bir antilop, ceylan, 2.) kayırma.
[Otomotiv] bir Amerikan araba imuyun [Lat.: im + munia > Fra.: immune,
markası. Tıp]: bak. immune.
impaludism [?]: [Tıp] müzmin sıtma. İmuyunoloji [Lat.: im + munia + logia >
imparator [Lat.: imperare > imperator > Fra.: immunelogie, Tıp]: hastalıklara ve
İtl.]: baş, bey, emir, hakan, hünkar, alerjiye karşı bağışıklığı inceleyen Tıp
ilbey, ilhan, mir, kaan, kayser, kral, dalı, Bağışıklık.
sultan, şeyh. imza: yazının altındaki işaret, kısa ~:
imparatorluk [Lat.: imperare > İtl. + paraf.
luk]: beylik, emirlik, ilbeylik, krallık, in 1 : mağara.
sultanlık, şeyhlik. in 2 [Far.: -în]: Farsça’da –in; -lı, -li, -lu,
imperare [Lat.]: emir olmak, -lü anlamına bir sonek.
emretmek, hakim olmak, idare in 2 [Lat.]: Latince’de in; 1.) eklemek,
etmek, kumanda etmek, yönetmek. koymak, geçirmek, üstüne bırakmak,
imperium [Lat.]: egemenlik, 2.)
olmak, neden olmak, yapmak, 3.)
hakimiyet, imparatorluk. iç, içine, içine doğru, içinde, yönelen
impetigo [Lati.:]: [Tıp] bir çeşit anlamına gelen bir önek.
cerahatli deri hastalığı. in 3 [Lat.]: Latince’de in; -sız yada gayri
impetus 1 [Lat.: in + petere]: atılma. anlamına bir öenk olup Batı
impetus 2 [Lat.: in + petere]: 1.) atılma, Dilleri’nde fillerin önüne gelir ve
2.)
bir dirençe karşı bedenin hareket onları ollumsuza çevirir, [ability-
gücü, 3.) güç, hız, şiddet, zor, 4.) inability].
güdü, saik.
in 4 [Yun.]: Yun.’da –in; olumsuz, inci: 1.) istiridyede bulunur, 2.) [İ] bir
negatif anlam yükleyen önek. bayan adı.
in absentia [Lat.]: gıyabında, incidere [Lat.]: saldırmak, üstüne
yokluğunda. gelmek, üstüne yürümek.
in limbo [Lat.]: sınırda, kertede. İncil: Hiristiyanların kutsal kitabı,
in loco parrentis [Lat.]: ana-baba [Bible].
yerinde. incir: bir meyve türü, yemiş, tatlı yaş
in medias res [Lat.]: asıl bahse veya ~: bardacık.
işe girişmek, ortasında. incognita [Lat.: in + cognitus]: 1.)
in memoriam [Lat.]: anısına, bilinmeyen, 2.) kıyafet değiştirmiş,
hatırasına. tebdili kıyafet, 3.) kendini belli
in odio [Lat.]: nefret eden. etmeyen, takma adlı, 4.) bilinmeyen,
in perpetuum [Lat.]: ebediyen, tanınmayan kişi.
ilelebed, sonsuza dek. incrementum [Lat.]: artış, fazlalaşma.
in posse [Lat.]: imkan dahilinde, incubus [Lat.]: kabus.
muhtemel, olabilir. incus 1 [Lat.]: örs.
in promtu [Lat.]: amade, gönüllü, incus 2 [Lat.]: [Bedenbilim] orta kulaktaki
hazır. üç parçadan brisi olan örs.
in propria persona [Lat.]: bizzat, inç [Lat.: uncia > İng.: inch]: 1.) 1/12,
kendi şahsında, şahsen. onikide bir, 2.)
bir ayağın (fut)
in re [Lat.]: -in konusunda, hakkında, 1/12’si uzunluğunda bir ölçü birimi,
ile ilgili. 3.)
2,54 cm., 4.) İngiltere ve Kanada,
in toto [Lat.]: bir bütün olarak. ABD’de metrik sistem kullanılan inç
ina [Lat.: -ina]: Latince’de belli soyut sistemi, 5.) ayak, fut,, pus.
isimler oluşturmada kullanılan bir indeks [Lat.: index > İng.: index]: bak.
sonek. endeks.
inal: kendisine inanılan. indemnis [Lat.]: zarar görmemiş.
inam [?]: emanet, vedia. indicis [Lat.: index’in çoğul]: işaretler.
inan: [Din] iman, inanç, inanma, itikat. indifa [Arp.]: yanardağ püskürmesi.
inanan: [Din] inançlı, mümin. indigo [Yun.: Indikos > Fra.: indigo]: 1.)
inanca: güvence. belli bitkilerden yada sentetik olarak
inanç: [Din] 1.) iman, inan, inanma, elde edilen bir mavi renk boya
itikat, batıl ~: hurafe, kör ~: hurafe, maddesi, 2.) çivit, çivit rengi.
2.)
düşünce, kanı. indirim: [Ticaret] iskonta.
inançlı: [Din] inanan, mümin. indirme:
inandırma: ikna. indirmek:
inanılan: emin, güvenilen, kendisine indu [Lat.]: iç.
~: inal. industrius [Lat.]: çalışkan, etkin, faal,
inanılır: emin, güvenilir. hamarat.
inanis [Lat.]: 1.) boş, 2.) beyhude, boş, ine 1 [Lat.: inus]: Batı Dilleri’nde –nin
boş yere, yararsız. aynısı, -nın doğasında, -nın doğasında
inanma: iman, inan, inanma, inanç, anlamına [crystalline: kristalin] gelen bir
inanmak: güvenmek. son ek.
inat: ayak diretme. ine 2 [Lat.: -ina]: Batı Dilleri’nde belli
inatçı: anut. soyut isimler oluşturmada [doctrine:
inatlaşma: dayatışma. doktrin] kullanılan bir sonek.
inaugurare [Lat.]: fal bakmak, ine 3 [Lat.: inus]: Batı Dilleri’nde
kehanette bulunmak. kimyasal isimleri oluşturmada 1.)
inayet [Arp.]: iyilik, ihsan, kayra, lütuf. halojenler [iodine: iyodin], 2.) alkoloid
ince: elegan, narin, nazik. yada nitrojen bazları [morphine:
3.)
inceleme: tetkik, yerinde ~: keşif, morfin], özellikle ticari ilaç isimleri
incelemek: tetkik etmek. [Vaseline: Vazalin], kullanılır.
inertia [Lat.]: [Fizik] atalet, durgunluk, inikas [Arp.]: akis, aksiseda, eko,
hareketsizlik, süredurum. yansıma, yankı.
inextenso [Lat.]: etraflıca, kısaltılmış inisiyatif [Lat.: in + ire > Fra.: initiative]:
1.)
olarak, tamamen, tam olarak. ilk adımı atma yada ilk eylemi
inextremis [Lat.]: 1.) en son noktaya yapma hareketi, 2.) başlama yetkisi,
2.) 3.)
kadar, sonuna dek, ölüm bireysel karar verme ve yapma
döşeğinde, ölmek üzere olan. yetkisi, 4.) öncelik, öncececilik,
infante [Lat.]: genç. üstünlük.
infaz [Arp.]: bir yargıyı uygulama. initiare [Lat.]: başlamak, başlatmak.
inferus [Lat.]: 1.) aşağı, aşağısı, 2.) inkar [Arp.: inkâr]: yadsıma,
değersiz, kıymetsiz. yalanlama.
infestus [Lat.: in + festus]: 1.) eğlenceli inkılap [Arp.]:
2.)
olmalayan, neşeli olmayan, inleme: nale.
düşmanca, düşmanlık gösteren, inme: felç, paraliz, nuzul, kalbe inen
mütecavüz, saldırgan. ~: damla.
inficere [Lat.]: kirletmek, lekelemek, inorganik [Yun.: in + organon + ikos >
pisletmek. Fra.: inorganique]:
1.)
cansız, uzvi
infidelis [Lat.: in + fidelis]: 1.) tanrılara olmayan, 2.)
organik olmayan.
inanmayan, 2.) inanmayan, inançsız, insaf [Arp.: însâf]: acıma.
kafir, 3.) gavur. insafsız [Arp. + sız]: acımasız, gaddar,
infilak: ~ etme: bösme. kıyıcı.
infinitas [Lat.: in + finis + tas]: 1.) bol, insan [Arp.]: beşer, kul.
2.)
geniş, ebedilik, sonsuzluk, insanlık [Arp. + lık]: beşeriyet.
uçsuzluk. insanoğlu [Arp. + oğlu]: beşer.
infinitus [Lat.]: ebedi, sonsuz. insectum [Lat.]: çentikli, yivli.
infra [Lat.]: Batı Dilleri’nde infra-; 1.) insidiae [Lat.]: pusu.
aşağı, aşağısı, 2.) öte, ötesi anlamına insignia [Lat., çoğul]:
1.)
nişan
2.)
bir önek. alametleri, nişanlar, rütbe
1.)
infra dignitatem [Lat.]: işaretleri.
2.) 1.)
yakışmayan, insanın üstüne insomnia [Lat.: in + somnus]:
2.)
yakışmayan. uykusuzluk, [Tıp] uyku uyuyamam
infrared [Lat.: infra + İng.: red > İng.: rahatsızlığı.
1.)
infrared]: kırmızı ötesi, kızılötesi, instinguere [Lat.]: itmek, sürmek,
2.)
[Fizik] kızılötesi ışınlar, enfraruj. tahrik etmek.
İngiliz Abecesi: A (a) Ey, B (b) Bi, C (c) insula [Lat.]: ada.
Ci, D (d) Di, E (e) İ, F (f) Ef, G (g) Ci, H (h) insülin [Lat.: insula > Fra.: insuline]: 1.)
Eyc, I (i) Ay, J (j) Cey, K (k) Key, L (l) El, M
pankreas bezesinin ürettiği karbo-
(m) Em, N (n) En, O (o) O, P (p) Pi, Q (q)
Ku, R (r) Ar, S (s) Es, T (t) Ti, U (u) U, V (v) hidrat metabolizma için yaşamsal
Vu, W (w) Dablyu, X (x) İks, Y (y) Vay, Z (z) olan bir salgı, 2.) [Eczacılık] şeker
Zet. hastalarının aldığı bir ilaç.
İngiliz: bir ~ oyunu: kriket, ~ inşaa [Arp.: înşâa]: yapım, yapı kurma.
Kilisesi: Anglikan, ~ köpeği: seter, inşaat [Arp.: înşâat]: yapı işleri.
İngilizce Sayılar: One (1), Two (2), inşallah [Arp.: in-şa-allah]: Allah’ın
Three (3), Four (4), Five (5), Six (6), Seven izniyle.
(7), Eight (8), Nine (9), Ten (10), Eleven intan [Arp.: întân]: 1.) mikroplu
(11), Thirteen (12), Fourteen (13), Fifteen
(14), Seventeen (15), Sixteen (16),
hastalık, 2.) idrar yolları.
Seventeen (17), Eighteen (18), Ninteen (19), İntaniye [Arp.: întânîye ]: 1.) idrar
Twenty (20), Thirty (30), Fourty (40), Fifthy yolları ile ilgili, 2.) İdraryolları
(50), Sixty (60), Seventy (70), Eighty (80), Bölümü.
Nighty (90), Hundred (100), Thousand
(1000), Million (1.000.000).
integer 1 [Lat.]: bütün, hepsi, tam,
İngiltere: Birleşik Krallık, Britanya, tüm.
[Britain, United Kingdom, England]. integer 2 [Lat.: integer > B.D.: integer]:
inhibitör [Lat.: ? > Fra.: inhibiteur]: [Matematik] tam sayı yada sıfır (0).
intejer [Lat.: integer > Fra.: integer]: iodes [Yun.]: 1.) menekşeye benzeyen,
[Matematik] tam sayı yada sıfır (0). menekşe gibi, 2.) menekşe rengine
inter 1 [Lat.: in + terra]: ölüyü gömmek, benzeyen.
mezarına koymak yada katafalkın ion [Lat.: io]: Latince ve Batı Dilleri’nde
1.)
ayerleştirmek. –ion; –nın hareketi yada durumunda,
inter 2 [Lat.]: Latince ve Batı Dilleri’nde 2.)
–nın sonucunda anlamına gelen bir
1.)
inter-; arası, arasında, beynel, 2.) sonek.
[Dilbilgisi] temel sıfat yada tekil ip: 1.) fiber, iplik, kınnap, lif, sicim, tel,
isimlerin adlandırılan her bir unsurla tire, 2.) ince urgan, ~ yapılan bitki:
ilgili, [intercultural: kültürlerarası], 3.) bir halfa, saç gibi örülmüş ~:
biriyle ilgili yada birbiriyle etkileşimli salmastra, kalın ~: halat, ucu
[interact: etkileşimli] anlamında bir
ilmikli ~: kement, hayvan bağlama
önek.
interaneus [Lat.]: iç, dahili. ~i: örk, şakul ~i: pereste.
intercom [İng.: internal communication]: ipek 1: 1.) bir kumaş türü, 2.) esnek tel,
3.)
1.)
iç telefon sistemi, 2.) dahili telefon. [İ] bir Türk bayan adı.~li bir
intern [Lat.: internus > İng.: intern]: 1.) kumaş: Abani, Atlas, ham ~: lika,
içeriden, içten, 2.) Tıp Fakültesi’nden ~li peştamal: fuka.
mezun olduktan sonra, bir kurum ipeka [G.A.Y.Dili.: ipecac > Fra.: ipéca]: 1.)
yada hastahanede görev yapan ve [Bitkibilim: Cephaelis ipeca cuanha],
2.)
İsmail [İbr.: yishmael > Arp.: ismâil]: 1.) [Balıkçılık: Trachurus trachurus] bir tür
Tanrı duyacak, 2.) Hz. İsmail, 3.) [İ] balık.
bir Yahudi, Hiristiyan ve Müslüman istavroz [?]: [Hiristiyanlık] çarmıh, haç,
erkek adı, [Ishmael,]. iste [Yun.: -istes [ιστής]]: Fransızca’da
1.) 2.)
iste; eden, yapan, dileyen,
isme [Yun.: -ismos [ισμός] > Lat.: ismus > 3.)
uygulayan, yetenekli, –eye kendini
Fra.: isme]: bak. izm.
adamış anlamlarına gelen bir sonek.
ismen [Arp.]: 1.) adını belirterek, 2.) adı
ile. istek: 1.) arzu, dilek, heves, şevk, 2.)
ismet [Arp.]: 1.) doğru, selim, 2.) maksat, meram, 3.) talep, isteğe
dürüstlük,3.) [İ] doğru, dürüst bağlı: ihtiyari, opsiyonel, değişken
anlamında bir bay ve bayan adı. ~: kapris,
İsmin cinsi: [Dilbilgisi] [Gender]. isteka [İlt.: stecca]: 1.) bilardo sopası,
2.)
ismos [Yun.: ισμός]: 1.) fiilerden isim ıstaka.
yapmada kullanılan durum yada isteksiz: ~ görünmek: nazlanmak.
hareket eki, 2.) akide, doktrin, inanç, isteri [Yun.: hystera > Fra.: hystera,
3.)
bak. ism & izm. hysterie]: bak. histeri.
ismus [Lat]: eylem, hareket. istes [Yun.]: ?
iso [Yun.: isos > Fra.: iso]: Fransızca’da isthmos [Yun.]: boyun, ense.
iso; aynı, benzer, eş, tıpkısı anlamına istida [Arp.: dva > istida’a]: i., 1.)
gelen bir önek. çağırma, yalvarma, yakarma, yardım
isos [Yun.]: denk, eş, eşit, müsavi. dilenme, 2.) ariza, arzuha, dilekçe,
isot: kırmızı acı biber. istif [?]: [Ticaret] düzgün eşya yığını.
İspanya [Lat.: Hispania Tarraconensis, istifa [Arp.]: 1.) çekilme, 2.) işinden
1.)
İsp.: Espana]: tavşan ülkesi yada görevinden isteyerek ayrılma.,
2.)
demektir, Avrupa İber istifrağ: kusma, kusturma, ~ ettirici:
Yarımadası’ında bir ülke, [Spain]. ematik, kusturcu.
İspanyol [Espagnol]: 1.) İspanya’ya ait istihare [Arp.]: dua ile uyuma.
yada İspanya kültürüne göre, 2.) istihbarat [Arp.: ?]: 1.) bilgi toplama, 2.)
İspanyol dili, ~ şiiri: [Edebiyat] gizli servis, [Intelligence].
romans, ~ dansı: bolero. istihkam [?]: 1.) savunma alanı, 2.)
ispanyolet [?]: [Teknik] germen, hisar, kale.
ispari [?]:[Balıkçılık: ?] bir balık çeşidi, istihsal [Arp.: istihsâl]: [Ticaret] çıkarma,
ispat [Arp.]: tanıt, elde etme, üretim, üretme.
ispati [Rum.: ?]: ? istihza [Arp.]: alay, saraka.
ispendek [?]: [Balıkçılık: ?] levreğin istihzalı [Arp.]: alaylı.
ufağı, istikamet [Arp.]: 1.) doğrultu, yön, 2.)
ispinoz [?]: [Kuşbilim: ?] güzel sesli kuş. akış, cereyan, eğilim, mecra,
İspir 1 [?]: Erzurum’un bir ilçesi. temayül, trend, yön, yönelim.
ispir 2 [İtl.: ?]: araba uşağı. istikbal [Arp.: kbl > istikbâl]: 1.)
israf [Arp.]: savurganlık. karşılama, 2.) ati, gelecek.
İsrafil [Arp.]: [Din] 1.) kıyamet meleği, istila [Arp.]: bürüme, ele geçirme.
2.)
[İ] bir erkek adı. istim [İng.: steam]: buğu, buhar,
ist [Yun.: istes [ιστής]]: bak. iste. duman, is, islim, pus, tütü.
istakoz: bak. ıstakoz. istimal [Arp.: aml > ? > istim’âl]: 1.)
istambot [İng.: steamboat]: [Denizcilik] kullanma, 2.) kullanım.
çotana, küçük vapur, istimlak [Arp.]: kamulaştırma.
istan [Far.]: Farsça’da –istan; 1.) bölge, istinaf [Arp.: ?]: kısa.
mahal, memleket, ülke, vatan, yer,
2.)
- istiridye [?]: kabuklu bir deniz canlısı,
ia, -ye, -ya anlamına gelen bir sonek, ~de bulunur: inci.
[Bulgaristan, Ermenistan, Hindistan, istirahat [Arp.: ? >]: 1.) dilenme, 2.)
Yunanistan]. hstalık izni.
İstanbul [Rum.: Bizantion, Antion, istismar [Arp.]: 1.) kötüye kullanma, 2.)
Constantine, Constantinople, Konstantin, sömürme.
istisna [Arp.: istisnâ' []]ءانشتسا: 1.) İtalyanca Sayılar: Uno (1), Due (2), Tre
ayrı, farklı, kural dışı, 2.) [İ] bir bayan (3), Quattro (4), Cinque (5), Sei (6), Sette
(7), Otto (8), Nove (9), Dieci (10), Undici
adı.
(11), Dodici (12), Tredici (13), Quattordici
istisnai [Arp.: istisnâ'î]: kural dışı. (14), Quindici (15), Sedici (16), Diciassette
isyan [Arp.]: ayaklanma, intifa, (17), Diciotto (18), Diciannove (19), Venti
kalkışma. (20), Trenta (30), Quaranta (40), Cinquanta
(50), Sessanta (60), Settanta (70), Ottanta
iş: 1.) edim, fiil, 2.) davranış, yapılan ~: (80), Novanta (90), Cento (100), Mille (1000),
amel, ~ yapmaya hazır: amade, 3.) Million (1.000.000).
çalışma, meslek, bir ~ birimi: erg, ~ itas [Lat.]: durum, oluş.
1
bırakma: grev, işçinin işbırakması, ite Fransızca’da –ite; 1.)
[Yun.: ites [?]]:
2.) 3.)
–nın sakini, –nın hayranı, üretilmiş
~ten çıkarma: lokavt.
bir ürün anlamına gelen bir sonek.
işaret [Arp.]: 1.) alamet, belirti, delalet,
ite 2 [Yun.: itis [ίτιδα]]: Yunanca’da –itis,
emare, im, ipucu, iz, 2.) damga,
Batı Dilleri’nde (İng.: -it, Fra.: -ite)
nişan, 3.) amblem, arma, özel işaret,
iltihaplanma, yangı, yanma anlamına
remiz, simge, temsili resim, özel ~:
gelen bir sonek, [nevrotite].
marka, gizli ~: parola, ite, missa ets [Lat.]: gidebilirsin,
işçi: amele, emekçi, ırgat, proleter. kovuldun.
işkembe [?]: hayvanlarda mide itenek: [Teknik] piston.
bölümü. iter [Lat.]: yürüme, yürüyerek gitme.
işlek: aktif, çalışkan, etkin, faal, İterbiyum [Lat.: > Fra.: Yterbium: Yb]:
gayretli, hareketli. iterum [Lat.]: gene, tekrar, yine.
işlem: muamele. ites [Lat.]: -nın.
işletme: işyeri. itfa [Arp.: itfâ]: söndürme, yangını
işlev: fonksiyon, görev, vazife. söndürme.
işmar: el yüz hareketleri. itfâiye 1 [Arp.]: 1.) sona erdirme, 2.)
işmerkezi: plaza. yangın-söndürme, yangını söndürme,
işporta [iş + porta]: açıkta satış, [fire, estinguish].
seyyar. İtfaiye 2 [Arp.: itfâiye]: 1.) yangın
işsiz: avara, avare, azade, aylak, atıl, söndürme, 2.) yangını söndürme işi, yangın
başıboş, boş, haylaz, hayta, nabekar, söndürme birimi yada kurumu, [Fire, Fire
serseri, tembel. Department, Fire Fighting].
İştar [Süm.]: bir Babil bereket ithal [Arp., Ticaret]: yurda dışarıdan
tanrıçası. giren her tür mal, import.
iştigal [Arp.: ? >]: uğraş, uğraşı. ithalat [Arp.: ithalât, Ticaret]: yurt dışına
iştirak [Arp.: şrk >]: katılım, ortaklık. her trü mal gönderme işlemi, import.
işve: eda, naz. iti: itici güç, motiv, saik.
1.)
işyeri: büro, işletme, ofis. İtibar [Arp.: îtibâr]: prestij,
2.)
it: kelp, köpek. saygınlık, intibak, riayet, uyma, ~
ita [Lat.]: 1.) böyle, öyle, şöyle, 2.) bu etmek: kadrini bilmek, kıymetini
kadar, bu suretle. bilmek, muteber tutmak, saymak,
itaat [Arp.]: biat, boyun eğme, ram. takdir etmek.
İtalik 1 [Italic]: İtalya’da yaşamış antik itidal [Arp.: itidâl]: soğukkanlılık.
bri boy. itidalli [Arp.: itidâl + li]: ılımlı, mutedil.
İtalik 2 [Italic]: yatık yazı. itie [Lat.: itas]: Fransızca’da –itie;
İtalya [Italia]: Avrupa’da bir Akdeniz durum, nitelik yada oluş anlamına
ülkesi, [Italy]. gelen bir sonek.
İtalyan [?]: İtalya kökenli yada itikat [Arp.: îtikât]: 1.) din bilgisi, 2.)
İtalya’da yaşayanlar. iman, inan, inanma, inanç.
İtalyan Abecesi: İtalyan Abecesi 21 itilaf [Arp.]: 1.) ? 2.) uzlaşma.
harften oluşur; A (a) A, B (b) Bi, C itimat [Arp.]: güven.
(c) Çi, D (d) Di, E (e) E, F (f) Effe, G itina [Arp.: îtinâ]: özen.
(g) Ci, H (h) Akka, I (i) İ, L (l) Elle, itinalı [Arp. + lı]: özenli.
M (m) Emme, N (n) Enne, O (o) O, itiraf [Arp.: îtirâf]: açıklama.
P (p) Pi, Q (q) Ku, R (r) Erre, S (s) itiraz [Arp.: îtirâz]: karşı söyleme,
Esse, T (t) Ti, U (u) U, V (v) Vu, Z itis 1 [Yun.]: bak. itis.
(z) Zeta.
jeoplitik [Yun.: ge + polis + ikos > Fra.: jungere [Lat.: iungare]: birleşmek, dahil
geopolitique]: ekonomik ve politik olmak, katılmak.
coğrafya. juniperus [Lat.]: ardıç.
jeostatik [Yun.: ge + statikos + ikos > Junius [Lat.]:
Fra.: geostatique]: yerkürenin içindeki junta [Lat.: jungere > İsp.]: 1.) askerin
basınçlarla ilgili. yönetime el koyması, 2.) askeri
jeotermal [Yun.: ge + thermes > Fra.: yönetim.
1.)
geothermale]: yerkürenin ısısıyla jurare [Lat.: iurare]: and içmek, yemin
2.)
ilgili, bu ısıyla ısınan yada işlenen. etmek.
jeotermik [Yun.: ge + thermes + ikos > juris [Çuv.: yaras & Tür.: yasa > Lat.:
Fra.: geothermique]: yerkürenin iruis]: düzenleme, kanun, yasa.
içindeki ısıyla ilgili. jurnal 1 [Lat.: diurnalis > Fra.: journale]:
1.)
jeps []: alçıtaşı. günlük, muhtıra, 2.) [Basın] gazete,
3.)
jest [Lat.: gerere > Fra.: ]: iyi davranış, eleverme, gammazlama, ihbar.
jet [Lat.: jasere > Fra.: jetter > jet]: 1.) jus [Çuv.: yaras & Tür.: yasa > Lat.: ius]:
itmek, 2.) tepkili uçak. düzenleme, kanun, yasa.
jeton [Fra.: jetton]: 1.) metal para, 2.) jus [Jap.]: 1.) et yada balık suyu, 2.)
ankisörlü telefon konuşma parası. etsuyuna çorba.
jiklet [Fra.]: [Gıda] çiklet, pelesenk, justa [Lat.: iusta]: -e yakın.
sakız, justus [Lat.: iustus]: tam, tamtamına,
jimnastik [Yun.: gymnos + ikos > Fra.: kesin olarak.
gymnastique]: kasları geliştirmek ve juvare [Lat.: iuvare]: desteklemek,
eğitmek için yapılan bedensel yardım etmek.
hareketler, beden eğitimi. juvenis [Lat.: iuvenis]: genç.
jinekolog [Yun.: gyne + logos > Fra.: juxta [Lat.: iuxta]: yanında.
ginecologue]: kadın doğum hastalıkları Jül Sezar [Lat.: Iulius Caesar]: Roma
mütehassısı, uzmanı, nisaiyeci, kralı.
jinekologist. Jüpiter [Lat.]: 1.) Eski Roma’da baş
jinekologist [Yun.: gyne + logia > Fra.: tanrı, 2.) gezegen, Erendiz.
ginecologiste]: kadın doğum jüri [Çuv.: yaras & Tür.: yasa > Lat.: ius >
1.)
hastalıkları mütehassısı, uzmanı, iuris > iurare > Fra.: jourie]:
2.)
nisaiyeci, jinekolog. düzenleme, seçici kurul.
Jinekoloji [Yun.: gyne + logia > Fra.:
1.) ========== K =========
ginecologie]: kadın doğum
hastalıkları bilgisi, 2.) Nisaiye. K 1 : Türk Abecesi’nin 10. harfi.
2
K [Rus.: Ka]: Rus Abecesi’nin 11. harfi,
jocus [Lat.: iocus]: boyunduruk.
Jonah [?]: Hz. Yunus. [К, к].
Joseph [Arm.: Joseh, İbr.: ? > B.D.: kaabiliyet: beceri, hüner, kaabiliyet,
Joseph]: Hz. Yusuf.
maharet, ustalık, yetenek.
joul [?]: bak. jul. Kaan: bir erkek adı.
Jovialis [Lat.: Iovialis]: Jubiter yıldızı ile kaba: 1.) kötü, nadan, özensiz, zevksiz,
2.)
ilgili. ağır, hantal, iri, lök, 3.) kabarık, ~
jöle [Fra.: jeulée]: 1.) saçlara biçim biçimde: anif,
vermede bullanılan bir kozmetik kabak [?]: 1.) bir sebze, ~ yemeği:
ürün, 2.) tatlıların üzerine sürülen bir kalya, 2.) balkabağı, 3.) başı kel, 4.)
tür krema, 3.) yapışkanlı madde. tırtıkları erimiş lastik,
ju [Jap.]: yumuşak. Kabala [İbr.: > B.D.: Cabbala]: İbrani
jubilum [Lat.: iubilum]: vaşi çığlık. Yahudi Felsefesi.
Judaea [Lat.]: eski Roma zamanında kabalak [?]: 1.) bir tür başlık, 2.)
Filistin’in güney kısmı. Eskişehir’de ünlü bir içme suyu,
judo [Jap.: ju + do > Batı Dilleri > Tür.]: bir kabare [Fra.: caberet]: meyhane.
1.)
yumuşak sanat, 2.) Japon döviş kabarık:
sanatı. kabarıklık: bombe, şikinlik, küçük ~:
jugum [Lat.: iugum.]: boyunduruk. çıkıntı, pürtük.
jul [joul > Fra.: joule]: [Fizik] 10 milyon kabarma: [Evrenbilim] met.
erg’e denk bir iş birimi.
juncus [Lat.: iuncus]: acele, telaş.
kabartma: 1.) toprağı karıştırma, 2.) bir serüvenci ~: vamp, ~ üst giysisi:
resmin çıkıntılı olarak yapılması, 3.) ferace, iriyarı ~: vardakosta, ~ın
[Hindi vb] tüylerini dikeltme,
örtünmesi: tesettür, nikhsız ~:
kabasorto [İtl.: ?]: [Denizcilik] köşe
cariye, odalık, ~ familası: kaşkorse,
seren yelkenli.
kabataslak: ana çizgilerle belirtilen, iriyarı ~: babaçko, çok güzel ~:
ana çizgilerle belirtme. cemile, ~ erkek: afemine, yeni
Kabe [Arp.: Kâbe]: 1.) Suudi Arabistan, doğurmuş kadın: lohusa, cilveli ~:
Mekke’de, Müslümanlar için kutsal fettan, eşi ölmüş ~: dul,
Hac yer, 2.) namazda dönülen yer, kadırga: [Denizcilik & Savaş] Osmanlı
kıble. İmparatorluğu’nda sıralar halinde
kabile [?]: boy, klan. kürekçilerin çektiği bir savaş gemisi,
kaabiliyet [Arp.]: yetenek. çektirme, galley.
kabine [Lat. > Fra.: cabinet]: Bakanlar kadim [Arp.: kadîm]: 1.) başlangıcı
Kurulu. olmayan, eski, ezeli, 2.) arkaik, antik.
kabir [Arp.: kbr > kabr > kabir]: i., kadir [Arp.: kâdir]: 1.) etkili, gücü
gömüt, lahit, makber, mezar, sin. yeten, herşeye egemen, nüfuzlu, 2.)
kabr [Arp.]: bak. kabir. [K] Allah’ın bir sıfatı,
3.)
[K] bu
kabul [Arp.: kbl > kubl > kabûl]: 1.) ön, anlamda bir Müslüman & Türk adı,
2.)
önce, benimseme, (kabul) [Qadr].
3.)
yemeği, resepsiyon, (otel vb) Kadmiyum [Lat.: cadmio > Fra.:
müracaat, recepsiyon, ~ eden: razı, cadmium; Cd]: [Kimya] boya ve
uygun bulan, resmi ~: teşrifat, alaşımların üretilmesinde kullanılan
kaburga [?]: i., 1.) ? 2.) [Bedenbilim] eğe, kimsayal metalik bir element.
3.)
[Gıda] bonfilo yapılan bir tür kemikli kadran [?]: [Teknik] saat düzlemi.
et, ~ kemiği: eğe. kadri [Arp.: kadrî]: 1.) 2.) [K] bir erkek
kabza [?]: sap, tutak. adı.
kachexia [Yun.: kak + hexia > [?]]: kötü kadrini bilmek: itibar etmek,
durum. kıymetini bilmek, muteber tutmak,
kaçak: firari. saymak, takdir etmek.
kaçamak: gizlice yapmak. kadriye [Arp.: kadrîye]: 1.) 2.) [K] bir
kaçık: deli, divane. bayan adı.
kaçkın: insanlardan uzak duran. kadro [İtl.: ?]: kip, maiyet.
kadana [Mac.: katona]: 1.) asker, 2.) kafa: [Bedenbilim] baş, kelle, ser, kalın
asker atı, iri at türü, katana. ~lı: gabi, kısa ~lı: brakisefal, ~
kadavra [Lat.: cadere > Fra.: cadavre, yapısı: düşünçe yapısı, mentalite.
Bedenbilim]: inceleme için kullanılan kafakol: 1.) güreşte bir oyun çeşidi, 2.)
ölü beden. [Mecazi] aldatma, kandırma.
kadayıf [?]: bir tür tatlı. kafein [Alm.: kaffein]: 1.) çay, kahve ve
kadeh [Arp.]: içki bardağı. colada bulunan alkaloid, 2.) bir
kadem [Arp.]: 1.) hayırlı, uğurlu, 2.) uyarıcı.
ayak, fut, 3.) [K] bu anlamda bir kafes [?]: 1.) kuş benzeri hayvanların
erkek adı. konulduğu nesne, 2.) [Halkdili] cezaevi,
kademe [?]: aşama, basamak. dam, hapishane, tutukevi.
kader [Arp.: ?]: 1.) baht, felek, kısmet, kafi [Arp.: kâfi]: yeterli, ~ gelmek:
kut, mut, şans, talih, takdir, uğur, 2.) yetmek.
yazgı, 3.) [Din] alın yazısı, fatalite, kafile [Arp.]: birlikte yolculuk etme.
kader, kader inancı, 4.) [K] bu kafir 1 [Arp.: kfr > kâfir]: 1.) a.) gizleme,
anlamda bir bayan adı, [Kısmet]. örtme, 2.) kabul etmeme, tanımama,
kaderci [Arp. + ci]: [Felsefe] fatalist, Allahsız, 2.) [İslam] İslam Dini’ni kabul
yargıcı, yazgıcı. etmeyen, Müslüman olmayan, 3.)
kadı [Arp.]: [Hukuk] eskiden mahkeme dinsiz, gavur, inkarcı, 4.) [Mecazi]
başkanı. zalim.
kadın: 1.) bayan, dişi, hatun, 2.) kafirler [Arp. + ler]: kefere.
[Halkdili] avrat, namsulu ~: afife, kafiye [Arp.: kâfiye]: [Şiir] uyak.
iffetsiz ~: alüfte, şuh ~: vamp, kaftan [Osm.]: süslü üst giysisi.
kağan [kagan?]: 1.) baş, bey, emir, Kakkava [Çng.]: Çingenelerin 3 gün
hakan, hünkar, imparator, mir, kaan, süren Tencere Bayramı.
kayser, kral, sultan, şeyh, 2.) [K] baş, kaklık [Halkdili]: su birikintisi.
bey, emir, hünkar, imparator, mir, kakos [Yun.: ?]: fena, kötü.
kaan, kayser, kral, sultan, şeyh kakre [?]: tadı acımtrak olaark.
anlamına bir erkek adı. kakül [?]: perçem.
kağıt [?]: yazı yazılan nesne, ~ cilası: kalak [Halkdili]: burunucu.
ahar, kağıdın pürüzleri: gren, ~ kalamar [Rum.]: [Balıkçılık: Mastigoteuthis
süsleme sanatı: batik. flammea] mürekkep balığı,
kağir [Far.]: [Yapı] taş yada tuğla yapı. kalanis: [Hayvanbilim: ] su tavuğu.
kah [Far.: gâh]: bazen, kimi, kimi kalas: [Yapı] kalın tahta, kereste.
zaman. kalaşnikof [Rus.: Kalashnikova
1.)
kahır [Arp.]: derin üzüntü. [Калашников]]: Mikhail
kahin [?]: bilici, geleceği bilen kimse. Kalashnikov’un bulduğu silah, 2.) AK-
kahkaha çiçeği: [Bitkibilim: Ipomoea] 47; Avtomat Kalashnikova 1947
kalomel [?]: [Kimya] tatlı sülümen. kamer [Arp.]: 1.) ay, mah, 2.) [K] ay,
kalori [Lat.: calor > Fra.: calorie]: 1.) mah anlamında bir erkek adı.
vücutta suyla bileşime giren gıdaların kamera [İng.: camera]: 1.) hareketli
ürettiği enerjinin ölçümlenmesinde görüntü kayıt gereci, 2.) film çekme
kullanılan bir ısı ölçüm birimi, 2.) ısın, gereci, 3.)
sıcaklık. kameriye [Far.]: çardak, süslü çadır.
kalorifer [Lat.: calor + ferrus > Fra.: kamış []: 1.) saz, ince ~: saz, ararot
calorie + ferre]:
1.)
eviçi yada merkezi ~ı: maranta, 2.) sıvı içme çubuğu,
sistem ısıtma peteği, 2.) petek, pipet.
radyatör, 3.) buna benzer diğer kamikaze [Jap.: ?]: 1.) ?, 2.) Japon
elektrikli gereçler. intihar savaşçısı.
kalorimetre [Lat.: calor + Yun.: metron > kamil [Arp.: kâmil]: 1.) olgun, 2.) [K]
Fra.: caloriemetre]: ısılölçer. olgun anlamına bir erkek adı.
kalos [Yun.]: güzel. Kamile [Arp.: kâmile]: olgun anlamına
kalp [Arp.: kâlb]: yürek. bir bayan adı.
kalpak: kürklü başlık. kamilya [camilia]: [Bitkibilim] Japon
Kalsiyum [Lat.: calx > Fra.: calcium: Ca]: gülü.
tebeşir, kireçtaşı benzeri maddelerde kaminos [Yun.]: ocak, soba, şömine.
kampana [Lat.: campana > İtl.: kanca [İtl.: gancio]: ucu çengelli çubuk,
campana]: [Teknik] çan, çıngırak. kand [Far.]: 1.) şeker kamışı tozu, 2.)
kampanya [Lat.: campus > Fra.: şekerleme.
1.)
campaigne]: belli bir hedef için bir kandele [İtl.: chandelisa]: i., [Fizik]
dizi toplu operasyon, 2.) seçimde bir çerağ, çıra, mum, şem.
adayı seçme gibi bir dizi planlı Kandıra [?]: İzmit’te bir ilçe adı.
etkinlik, 3.) belli bir amaca yönelik kandırma: 1.) (içki, su) doyurma, 2.)
planlı etkinlikler dizisi. aldatma, dolandırma, kazık.
kampüs [Lat.: campus > Fra.: campuse]: kandil [?]: i., çırağ.
üniversite eğitim yerleşkesi, kangren [Yun.: gran > Fra.: gangrene]:
1.)
yerleşke. [Tıp] kan akışının engellenmesi
kamu [Far.]: amme, halkın bütünü. nedeniyle vüct hücrelerinin ölmesi, 2.)
kamufle [Fra.: camouflé]: alalama, ~ doku ölümü.
etmek: alalamak, maskelemek. kanı: i., düşünce, fikir, inanç.
kamuoyu: efkarı umumi. kanıt: beyyine, delil.
kamuran [Arp.: kâmuran]: 1.) 2.) [K] bir kanistron [Yun.]: 1.) sepet örme dalı,
bayan & erkek adı. sepetlik saz, 2.) örme sepet.
kamus [Far.: kâmus]: 1.) büyük sözlük, kaniş [Lat.: canis]: kıvırcık tüylü köpek.
2.)
lügat, sözlük. kanna [Yun.]: kamış, şeker kamışı.
kamyon [? > Fra.: camion]: 1.) bir tür at kano [Amerikan Kızılderili > İsp.: canao]:
1.)
arabası, 2.) motorlu yük arabası. [Denizcilik] hafif, dar ve küçük
kamyonet [?> Fra.: camionette]: bir tür kürekle itilen bir kayık, 2.) hafif
at arabası, 2.) küçük motorlu yük tekne.
arabası. kanopeion [Yun.]: sivrisinek ağına
kan: [Yaşambilim] damar sıvısı, dem, benzeyen tül veya bezle çevrilmiş
~daki sıvı: plazma, ~ı arıtan gereç: divan, kanepe yada sedir, cibinlikli
dializ, şişeyle ~ alma: haşamat, yatak.
kanser [Lat.: cancer]: bedende hızla
kanaat [Arp.: kanâat]: 1.) iktifa,
yayılan habis bir hücre.
yetinme, 2.) kani olma, inama, ~
kant [Far.: kand]: 1.) şeker kamışı, 2.)
etmek: iktifa etmek, yetinmek. sıcak şekerli su.
kanaatkar [Arp.: kanâat + Fasrca: kâr]: kantar [?]: i., baskül, terazi.
azla yetinen. kantin [İtl.: cantina > Fra. > İng.:
kanal [Lat.: canalis > Fra.: canal & canteen]: i., kurum bakkalı.
1.)
channel]: su taşıma hattı yada kantite [Lat.: quantus > Fra.: quantité]:
sistemi, 2.) akaç, su yolu, 3.) nicelik.
[Bedenbilim] bedende sıvı akma yolu,
3.)
kanto [Lat.: canere > İtl.: canto]: i.,
[Teknik] ses ve görüntü iletme
[Müzik] belli uzun şiirlerin ana
sistemi, 4.) [Teknoloji] bilgi ve veri bölümlerinden bazısı.
aktarma yolu.
kanun [Arp.: kanûn]: i., yasa, ~a
kanalet [?]: küçük kanal.
kanape 1 [Fra.: canapè]: parti ve uygun: norm, ~a aykırı davranış:
davetlerde konuklara sunulan, suç,
üzerlerine çeşitli gıdalar ve baharat kanuni 1 [Arp.: kanûnî]: legal, yasal.
eklenmiş kızartılmış küçük ekmek Kanuni 2 [Arp.: Kanûnî]: Kanuni
yada kraker. Sultan Süleyman:
kanape 2 [Fra.: canapè]: çekyat, divan, kanuni evvel [Arp.: kanûn-î evvel]: 1.)
kerevet, otoman, sedir. önce gelen kanun ayı, 2.) Osmanlı’da
kanara [Arp.: kınnare]: kesimevi, Aralık ayı.
kesimhane, mezbaha, kanuni sani [Arp.: kanûn-î sânî]: 1.)
kanasta [İsp.: canasta]: bir iskambil, sonra gelen kanun ayı, 2.) Osmanlı’da
kart oyunu. Ocak ayı.
kanava [Fra.: canava]: 1.) ?, 2.) kanyon [İsp.: cańón > canyon > Lat.:
kanaviçe. canna]: i., [Evrenbilim] büyük kaya
kargı [Ark.]: [Savaş] mızrak. karne 1 [Fra.: carnet]: 1.) izin belgesi, 2.)
kargo [İsp.: cargar > Fra.: cargo]: öğrenci not belgesi.
hamule, navlun, yük. karni [?]: laboratuvar kabı.
karha [Arp.]: [Tıp] çıban, ülser, yara. karo [Fra.: carreau]: döşeme, aryo.
karı: 1.) [Budunbilim] aile, bayan, eş, karoton [Yun.: ?]: havuç.
refika, 2.) eş, 3.) [Argo] kadın. karpit [?]: ?
karık: karda göz kamaşması. karpos 1 [Yun.: ?]: bilek.
karıkurutan: [Bitkibilim: Mandragora karpos 2 [Yun.: ?]: meyve.
officinarum] adamotu. karpuz [Rum.: karpuzi: ?]: [Bitkibilim: ?]
karın: [Bedenbilim] batın, mide, ~ iç büyümemiş ~: şalak, ~ türleri:
zarı: masarika, karnı doymamış: Ceyhan, Şalak.
aç, fakir kişi. Kars [Karsak]: [36], Türkiye’de bir kent.
karınca [?]: i., 1.) ? 2.) [Hayvanbilim: ?] karşı [ÖzTür.]: 1.) ön, ön taraf, yüz, 2.)
zar kanatlı bir böcek. diğer taraf, öbür yaka, 3.) anti, karşıt,
karışan: araya giren, müdahil. kontra, muhalif.
karışık: dandini, düzensiz, karışık, çok karşılaşma: maç.
~: altüst. karşılaştırma: kıyaslama, mukayese.
karışım [Kimya] muhtelit. karşılaştırmak: kıyaslamak,
karışma: araya girme, müfdahale. mukayese etmek.
kari 1 [Arp.: ? > kâri]: okuyucu. karşıt: 1.) karşı, kontra, 2.) kontrast,
Kari 2 [Fin.]: bir erkek adı. zıt.
karides [Rum.: ?]: [Balıkçılık: Caridina kart 1 : anaç, eke, iri, koca, kocamış,
serrata] kabuklular sınıfından sin, yaşlı.
eklembacaklı bir deniz hayvanı. kart 2 [Yun.: chartes [?] > Fra.: carde]:
kariha [Arp.: ?]: düşünme gücü. oyun kağıdı.
karikatür [İtl.: caricare > Fra.: kartel [Yun.: chartes [?] > Fra.: cartel]:
caricature]: bir kişi, hayvan yada ulusal yada uluslararası bir tekel
hrşeyin imgesinin abartılarak oluşturma amacıyla firmalar birliği.
çizgilerle çizilmesi. kartela [İtl.: ?]: tombalada oyun
karina [Lat.: carina > İtl.: ?]: [Denizcilik] kağıdı.
gemi omurgası. kartograf [Yun.: ? + graphein > [?] >
kariyer [Lat.: carro > İtl. > Fra.: carier]: Fra.: cartographe]: haritacı.
iş, meslek, uzmanlık. karton [Fra.: ? > İtl.: carta > carton]: 1.)
karizma [Yun.: charisma [?] > Fra.: mukavva kutu, mukavva muhafaza,
charisma]:
1.)
özel, içten gelen mukavva koruyucu, 2.) sert beyaz
önderlik özelliği, 2.)
çekicilik, renkli kağıt, ~ kap: dosya.
etktileyici. kartvizit [Yun.: chartes [?] > Fra.: carde
karkas [? > Fra.: carcasse]: 1.) + visite]: üzerinde görev iletişim
2.)
[Bedenbilim] ölü beden, çerçeve bilgisi ayzan küçük kart.
3.)
yada kabuk, kemikli sığır eti. karyatid [Yun.: karyatides [?] > Fra.:
1.)
karkinos [Yun.: ?]: yengeç. cariatides]: Karyalı rahibe, 2.) kadın
Karlofça [Sırp.: Karlovci > Osm.]: 1.) resimli sütün.
Osmanlı İmparatorluğu’nun karyatides [Yun.: ?]: 1.) Karyalı rahibe,
2.)
26.01.1699’da ilk toprak kaybına kadın resimli sütün.
başladığı, Karlofça Anlaşmasını karyola [İtl.: carriola]: kerevet, yatak.
imzaladığı Sırp kenti, 2.) bugünkü kas: [Bedenbilim] adale, ~ların
Sırbistan, Vojvodina’nın bir kenti. kasılması: spazm, ~la ilgili: adali,
karma: muhtelif. ~larda güç yitimi: akinezi.
karmaşık: girfit, sofistike.
kasa [İtl.: casa]: para dolabı.
karmık [?]: [Balıkçılık] Mersin balığı
kasaba: belde.
oltası.
kasap [Arp.: kassab]: et satan dükkan.
karnabahar [Rum.: krambe + Far.:
1.) 2.) kasara [İtl.: casara]: [Denizcilik] gemide
bahar]: bahar lahanası,
kısa güverte.
[Bitkibilim: Brassica oleracea] bir tür
kasatura: bir tür bıçak.
sebze.
karnaval [Lat.: carnival > Fra.: carnaval]:
faşing.
kasavet [Arp.]: acı, çile, dert, elem, kaşane [Fars.]: süslü köşk.
esef, gam, kasvet, kaygı, keder, kaşar: [Gıda] bir peynir türü, tekerlek
tasa, teessür, üzüntü. ~: dalak.
Kasbilim: Miyoloji. kaşe [Fra.: cachèe]: [Ticaret] damga,
kase [Far.: kâse]: derince çanak. mühür.
kasem [Arp.]: ant, yemin. kaşeksi [Yun.: kachexia [?] > Lat.:
kaset [Lat.: capere > Fra.: cassette]: içine cachexia > Fra.: cachexie]: [Tıp]
1.)
karaya çekildiği yer: çekek, ~ kazak 1: [Giyim] kollu, örme bir üst
giysi.
türleri: Alamana, Boy, Bot, Çekek, Kik, 2
Kazak : Kazaklar’da hastalık
Skif, küçük ~: bot, altı düz ~:
töreni: bedik, ~ Başbuğu: Ataman,
peleme, Venedik kayığı: gondol,
kazan 1 : büyük derin kap, büyük
kayın 1 []:
derin yemek pişirme kabı.
kayın 2: [Bitkibilim: Fagus sylvatica]
Kazan 2 : bir Türk boyu.
kayınana: kaynana, kayınvalide.
kayınbirader: ini, kayunço. kazanç: kar, ürün, verim, günlük ~:
kayınvalide: kaynana, kayınana. nasip.
kayıp: yitik, zayi. kazanılmış: edinilmiş, müktesap.
kayırma: 1.) esirgeme, koruma, 2.) kazanım: edinim, iktisap.
ayrıcalık, himaye. kazara [Arp.]: rastgele, şans eseri,
kayırmak: esirgemek, himaye etmek, tesadüfen.
kayısı: [Bitkibilim: Prunus armeniaca] bir Kazaska [?]: bir Kafaksya dansı.
meyve türü, çok tatlı ~: şekerpare. kazein [Lat.: caseus > Fra.: caseine]:
başlıca süt ve süt ürünlerinde
kayış [?]: 1.) kemer, 2.) [Otomotiv] bir
bulunan bir protein.
gücün bir düzenekten diğerine
kazevi: büyük sepet, zembil.
aktarımını sağlayan şerit.
kazı: haftiyat.
kayıt [Arp.: kayd]:
kazık: 1.) direk, sopa, 2.) [Mecazi] zor, 3.)
kaymak: [Süt Ürünü] 1.) sütün yağlı
[Mecazi] aldatma, dolandırma,
kısmı, 2.) bir süt ürünü, krema,
kandırma.
kuymak, ~ taşı: albatr.
kebab [Arp.]: bak. kebap.
kaymakam [Arp.: kâymakam]: ilçe müli kebap [Arp.: kebab]: ateşte pişirilen et.
amiri. keçe: [Dokuma] 1.) yünden yapılan ve
kaymakamlık [Arp.: kâymakam + lık]: içine saç ve kıl katılıp sıkıştırılıp
1.)
ilçe, kaza, 2.) kaymakamlık preslenerek elde edilen yünlü bir
konutu. kumaş, 2.) keçi kılından yapılmış
kaynaç: [Evrenbilim] gayzer.
1.) kumaş, ~den yapılan çadır: alaçık.
kaynak: çaykara, eşme,
keçeci: [Dokuma] keçe yapan kişi.
kaynaksuyu, memba, pınar, 2.)
keçi: [Hayvanbili: Capra hircus] bir tür
köken, orijin, 3.) [Yazın] başvurulan
eser yada kitap, 4.) [Teknil] metallerin evcil hayvan, erkek ~: teke, ~ yolu:
gaz yada elektrik yaad eketrot izlek, patika, yolak, dak ~si: elik.
kepekli: s., 1.) kepekleri olan, 2.) saçı kerre [Arp.: ? > []]ﻩرﮎ: defa, kere, kez,
kepekli. sefer, yine.
kepenek: i., çoban giysisi. kerte [Çuv.: karta > Rum.: kárta [καρτά]]:
kepenk [Far.]: 1.) ? 2.) [Yapı] kapı 1.)
belilrme çiziği, işaret çentiği, 2.)
kanadı, 2.) dükkan vitrin koruganı. çentik, çetele, çizik.
kephale [Rum.& Yun.: []]: baş, kafa. kertenkele [ÖzTürk.: ?]: [Hayvanbilim:
keramet [Arp.: kerâmet]: harika, Lacertus] bir tür sürüngen.
mucize, şaşırtıcı, tansık. kerteriz [Çuv.: karta > Rum.: kartarí(k)so:
1.)
keramos [Yun.: kéramos [?]]: pişmiş [καρτάριζω]]: pusula kertelerine
topraktan yapılan çömlek, tuğla. göre yön belirleme, 2.) denizdeki sığ
keramos [Yun.]: balçık, çamur, ıslak yer işareti.
toprak. kertil: 1.) dar dağ yolu, 2.) dar yol.
keras [Yun.]: boynuz. kervan [Far.: kervân]: yük hayvanı
kerasion [Rum. & Yun.]: kiraz. katarı, karavan, katar.
kerata [Rum.: ?]: 1.) pezevenk, 2.) sitem kervansaray [Far.: kervan + saray >
sözü, 3.) ayakkabı çekeceği. kervansaray]: Doğu’da eski
keratin [Yun.: keras + Lat.: inus > Fra.: zamanlarda atlı ulaşım için belli
1.)
keratine]: boynuz gibi, boynuza merkezlere yapılmış konaklama
2.)
benzer, [Biyokimya] saç ve kompleksi.
tırnakların uzamasını sağlayan temel kes 1 : spor ayakkabısı.
bir sert, ipliksi protein, tırnakta kes 2 [Halkdili]: iri saman.
proteinli bir madde. kes 3 [Far.: [?]]: Farsça’da –kes; birey,
Kerbela [Arp.]: 1.) Şiiler’ce kutsal kabul fert, kimse, öz, şahıs, zat [herkes]
edilen, Irak’ta bir kent, [Karbala], 2.) anlamına bir sonek.
ıssı yer, tekinsiz yer. kes 4 [Arp.: [?]]: kafası karışık, şaşkın.
kerem [Arp.: krm []]مرك: 1.) a.) asil olma, kes 5 [Arp.: ke’s [?]]: 1.) çiçeğin tohum
elit olma, soylu olma, bolveren olma, torbası, 2.) içi şarap dolu barda,
b.)
elibol olma, aliaçık olma, gönlü kadeh.
geniş olma, cömert olma, 2.) a.) asil, kesat [Arp.: kesad [?]]: kıtlık, yokluk.
elit, soylu, b.) bolveren, cömert, kese [Far.: kise [?]: küçük para torbası.
elibol, eliaçık, 3.) [K] bu anlamda bir kesek: sabanın kaldırdığı toprak.
erkek adı. kesenek: gönüllü, iltizam, tercihen.
kerempe [?]:i., 1.) dağın en yüksek keser: ağaç yontma gereci, fıçıcı ~i:
yeri, 2.) denize doğru içerlek taşlık barda.
burun yada çıkıntı. kesif [Arp.: kesîf [?]: sıkı, kompakt,
keres: i., büyük karavana. yoğun.
kereste [Far.: ?]: i., kalın tahta, kesik 1 : 1.) bere, bertik, çürük, ezik,
kereste, kalas. yara, 2.) [Argo] aşık, 3.) [Argo] borcun
kerevet [Rum.: ?]: i., karyola, yatak. bir bölümünü ödememe,.
kerevit [Rum.: ?]: i., tatlısu istakozu. kesik 2 : [Gıda] çökelek, ekşimik.
kerhen [Arp.: krh [?] > [?]]: 1.) iğrenme, kesim: 1.) bölüm, kısım, 2.) hayvan
2.)
iğrenerek, istemeyerek. kesimi,
kermes [Hol.]: 1.) Hollanda’da yılda bir kesimevi: kanara, kesimhane,
yapılan açıkhava eğlencesi, panayır, mezbaha.
2.)
satış yapılan ve satılan ürünlerin kesimhane [kesim + Far.: hâne > Tür.:
ücretsiz getirildiği toplantı. kesimhane]: i., kesimevi, kanara,
keros [Çuv.: karas > Yun.: kēros [κηρος]]: mezbaha.
balmumu, mum. kesinti: i., kırpıntı.
kerosen [Çuv.: karas > Yun.: kēros: kesintisiz: 1.)
sürekli, 2.)
brüt,
[κηρος] > Fra.: keronse]: i., [Kimya] gayrisafi.
yakıt, çözücü vb olarak kullanılan ve kesr [Arp.]: bak. kesir.
petrolden damıtılarak elde edilen bir kesir 1 [Arp.: ksr [ > ]رثكkesr > kesir]: 1.)
yağ. [Matematik]
a.)
bölünme, kırılma,
kerpeten [Arp.: kelbetan & kelbeteyn ufalanma, b.)
Bölmeler, 2.) bölme,
1.)
[?]]: çivi yada diş sökme kıskacı, kırma, ufalama, 3.) birinin onurunu
2.)
çivi sökme gereci. kırma, 4.) birinin ümidini, vücudunu
kerrake [?kerrâke [?]]: i., alpaka palto.
kır 1 : yeşillik alan, ~ koşusu: kros, kıssalar [Arp. + lar]: fıkralar, kısas,
kır 2 : beyazla siyah karışımı renk, öyküler.
kıraat [Arp.]: okuma. kıstas [Arp.]: kriter, ölçüt.
kıraathane [Arp.: kıraat + Far.: hane]: kış: şita, kara ~: zemheri.
okumaevi, çayevi. kışkırtma: ajitasyon, tahrik.
kıranta [?]: saçı kır erkek. kışkırtmak:
kıranta: saçı kır erkek. kıt [Arp.]: miktarı yetersiz.
kırba [Arp.]: 1.) deriden su kesesi, 2.) kıtlık [Arp. + lık]: kesat, yokluk,
matara, su kabı. kıvam [Arp.: kıvâm]: sıvının koyuluğu.
kırbaç [?]: kamçı. kıvanç: iftihar, övünç.
kırbaki [Arp.]: kıvılcım [ÖzTür.: uçkun]: alev, çakım,
kırç: ağaçtaki buz tabakası. çakın, çıngı, şerare.
Kırgız: bir ~ destanı: Manas. kıvrım: dalga, lüle, ondüle, pli, bir
Kırıkkale [Kırıkköy + Kaleköy: 1989]: [00], yüzeydek ~: dalga.
Türkiye’de bir kent. kıvrımlı: öndüle.
kırım 1 : katliam, toplu öldürme. kıyafet [Arp.]: elbise, giysi, kisve,
Kırım 2 : Kırım Hanı: Giray. libas, ruba, urba, resmi erkek ~i:
kırıp dökme: tahrip. frak.
kırka: yük kırkma makası. kıyam [Arp.]: 1.) ayağa kalkma,
kırka: yün kırkmak makası. dikilme, 2.) [Din] namazda dikilme, 3.)
Kırkağaç 1 : bir yerleşim yeri. [Din] bir araya gelme, toplanma,
4.)
kızgınlık: celal, gazap, hırs, hiddet, kimlik: 1.) bireysel tanım bilgisi,
öfke, şiddet. hüviyet, 2.) [Mecazi] etiket, ~ bilgileri:
Kızılırmak [Rum.: Halys]: künye.
kızılkanat: [Balıkçılık: ?] bir tatlısu kimono [Jap.]: 1.) giyilen şey, elbise,
balığı. giysi, libas, 2.) Japon kadınlarının
kızlık: bekaret, kızlığı bozulmamış: geleneksel kıyafeti, 3.) uzun bir tür
bakire. entari.
kibar [Arp.: kibâr]: 1.) nazik, 2.) [K] nazik kimse: birey, fert, kişi, şahıs, zat,
anlamına bir erkek adı. tuhaf ~: acube.
Kibela [> Cybela, Kybela, Kibela > Yun.: kimseler: bireyler, efrat, fertler,
[?]]: Selçuk, Efes, İzmir. şahıslar, zatlar.
kibir [Arp.: kbr [ > ]ربكkibr]: 1.) büyük kimsesiz: gariban, garip,
olma, 2.) büyüklenme, gurur, haddini Kimya [Arp.: al kimya [ > ]ءايميكلاalşimi
bilmeme, kendini beğenme, > alchemy > ? > Yun.: chēmia & chēmeia
küstahlık. [?] > B.D.: chemistry]: maddelerin bir araya
bibr [Arp.]: bak. kibir. geliş ve özelliklerini, oluşturulduğu tepkimeleri
kifayet [Arp.: kifâyet]: yetme. ve bu tepkimelerde başka maddelerin
oluşumunu inceleyen bir bilim dalı.
kifayetsiz [Arp.: + siz]: yetersiz.
kimyon [Rum.: kyminon]: [Bitkibilim:
kifayetsizlik [Arp.: + sizlik]: yetersizlik.
Cuminum cymunim] bir baharlı bitki.
kik: [Denizcilik] dar yarış kayığı.
kimyoni [kimyonî]: kahverengiye çalan
kikara [?]: balı alınmış petek.
renk.
kiklop [Yun.: ? > Fra.: cyclops]: Yunan
kin [Far.]: adavet, artniyet, buğz,
Mitolojisi’nde tek-gözlü cenavarlar
düşmanlık, garez, hasımlık, husumet,
ırkından oaln biri.
kötüniyet, nefret.
kil [Arp. > Far.]: 1.) bir tür ağacın külü,
2.) kinaye [Arp.: kinâye]: ima, üstü kapalı
balçık, çamır, toprak, 3.) yağlı
söz, tariz.
toprak.
kinein [Yun.]: devinmek, hareket
kile [Arp.: keyl]: tahıl ölçeği.
etmek.
kiler [Rum.: kilar]: yiyecek dolab.
kinema [Yun.: kinēma]: devinme,
kilim [Far.: gilim]: sergi, sili, yaygı.
devinim, hareket.
Kilis [Arp.: kils]: [79], Türkiye’de bir
kinesis [Yun.: kinein]: devinim,
kent.
hareket, sürtünme.
kilise [Rum.: kyriakē + oikia > eklisia
1.) kinet [Yun.: kinein]: devinim, hareket,
[εκκληςία]]: efendinin evi, 2.)
sürtünme.
[Hiristiyanlık] Hz. İsa’nın evi, Allah’ın
kinetik [Yun.: kinet + ikos > kinetikos >
Evi. 1.)
Fra.: kinétique] denimim, hareket,
kilit [Arp.: kilid]: bağ, engel. 2.)
sürtünme, [Fizik] devinim, hareket
kiliz [?]: [Bitkibilim: ?] hasır otu, saz.
yada sürtünmeyle ilgili.
kilo 1 [Yun.: chiloi> Batı Dilleri: kilo]: bin
kinetikos [Yun.: kinein]: devinime ait,
(1,000).
hareketle ilgili.
kilo 2 [Yun.: chiloi > Batı Dilleri: kilo]: Batı
kinetikos [Yun.: kinētikós [?]]: devinim,
Dilleri’nde kilo-; bin anlamına bir
hareket.
önek; [kilokalori, kilogram, kilolitre,
kip: 1.) dayanıklı, kunt, sağlam, 2.)
kilometre, vb].
[Dilbilgisi] biçim, durum.
kilogram [Yun.: kilo + gramme > Fra.:
kir: 1.) leke, pasak, 2.) necaset, pislik,
kilogramme]: Kg, 1,000 gram.
kils [Arp.]: sönmemiş kireç. ~ izi: leke.
kilüs [Arp.: keylûs]: [Tıp] bağırsaktan kira [Arp.: kirâ]: para ile arsa, dükkan
gelen, içinde yağ damlacıkları yada evi başkasına verme.
bulunan akkan. kirat [Far.]: düzey, seviye.
kim 1 : hangi kişi. kiraz [Rum.: kerasion > kerasi]: [Bitkibilim:
Kim 2 [?]: batılı bir bayan adı, [Kim Prunus avium] bir meyve, [Jap.:
Novak]. Sakura].
kimi: 1.) bazen, kah, kimi zaman, 2.) kirde [Halkdili]: bir tür pide.
bazısı. kireç: bir maden, ~ teknesi: tava,
sönmemiş ~: kils.
kiremit [Rum.: keramídi [κεραμείδι]]: çatı klan [Lat.: planta > Fra.: clan]:
örtüsü. [Budunbilim]boy, kabile.
kirfe [Far.]: iyilik, sevap. klape [Fra.: clappé]: pompada kapak,
kirfegar [Far.: kirfe + ger]: iyiliksahibi, klarnet [Lat.: clarus > Fra.: clarinette]:
sevap işleyen. bir tür zurna.
kiriş [ÖzTür.]: 1.) yay ip, 2.) ?. klas [Lat.: classis > Fra.: classe]: 1.) tür
kirkos [Yun.: ?]: ? yada benzerlikten bir arya gelmiş
2.)
kirmen [Halkdili]: eğirmen, iğ. insan öbeği, sosyal yada
kirpi [ÖzTür.]: [Hayvanbilim: Erinaceus ekonomik insan öbeği, sınıf, 3.) ders
eurapeus] derisi oklu bir sürüngen. verilen öğrenci öbeği, sınıf, 4.) ayar,
kirpik [ÖzTür.]: [Bedenbilim] göz kapağı derece düzey, seviye yada nitelik, 5.)
kılları. moda olarak mükemmel.
kirrhos [Yun.: ?]: esmer, koyu kumral. klasik [Lat.: classis + Yun.: ikos > Fra.:
kirtil [?]: 1.) ince dallardan örme sepet, classique]:
1.)
türünün en iyisi yada
2.)
kabuklu deniz hayvanlarını mükemmeli, 2.) eski Roma yada
avlamakta kullanılan sepet. Yunan’a ilişkin şiir, yazın yada sanat,
kirve [Far.: kirfe > kirfeger ?]: 1.) iyilik, 3.)
dengeli, resmi yada basit olan, 4.)
sevap, 2.) [Halkdili] sünnet çocuğunu ananenvi, geleneksel.
kucağına alan gönüllü erkek. klasman [Lat.: classis > Fra.:
kispet [Arp.: kisve(t)]: 1.) elbise, kılık, classement]: sınıflama.
kıyafet, 2.) güreşçilerin giydiğ, kısa, klasör [Lat.: classis > Fra.: claseur]:
deriden bir tür pantolon, ~paçası: dilbent, sıralaç.
şiraze. klastrofobi [Lat.: claustrum + Yun.:
kist [Yun.: kystis [?] > Fra.: cyste]: 1.) phobia > Fra.: claustraphobie]: kapalı
mesane, sidik torbası, 2.) hayvan ve alan korkusu.
bitkilerde çıkıntı, kese, 3.) [Patoloji] klavsen [İtl., Müzik]: çembalo.
hastalıklı maddeyle dolu patolojik klavye [Lat.: clavis > Fra.: clavier]: 1.)
kese yada torba. piyano benzeri müzik gereçlerinin
kiste [Yun.: kistē: ?]: bir kese, bir kutu. anahtar tablosu, 2.) daktilo, bilgisayar
kisve [Arp.: kisve(t)]: 1.) elbise, kılık, vb gereçlerin yazma harf dizini.
kıyafet, libas, 2.) görünüm, görüntü. kle [?]: güreşte bir oyun.
kişi: birey, fert, kes, kimse, öz, şahıs, klema [Yun.: klēma: ?]: asma, bağ
zat. kütüğü, üzüm asması.
kişiler: Bireyler, efrad, fertler, kleros [Yun.: klēros: ?]: rahipler
kimseler, şahıslar, zatlar. zümresi, ruhban, Hirsityan dina
kişilik: ıra, karakter, seciye, şahsiyet. damları.
kişisel: bireysel, özlük, şahısi, zati. klik [Fra.: cliquer > Fra.: clique]: küçük,
kitab [Arp.: kitâb]: bak. kitap. özel bir insan öbeği, hizip.
kitabe [Arp.]: yazıt. klima 1 [Yun.: ?]: alan, bölge, saha.
kitap [Arp.: kitâb: yazılmışlar]: ciltlenmiş klima 2 [Yun.: klima > Fra.: clima]:
yazılı eser, el kitabı: manüel. iklimleme.
kitapçı [Arp. + çı]: defter, kitap ve klimaks [Yun.: klimas > Fra.: climax]: 1.)
kırtasiye malzemesi satan dükkan. en son nokta, 2.) ilginin en üst
eski ~: sahaf. noktası.
kitapçık [Arp. + çık]: broşür, küçük klimas [Yun.: ?]: merdiven.
kitap, risale, kline [Yun.: klinē: ?]: yatak.
kithara [İsp. > Yun.]: telli bir müzik klinik [Yun.: klinē + ikos > [?] > Fra.:
1.)
gereci, lir. clinique]: öğrencilerin önünde
kitre [?]: [Kimya] bir tür zamk. hastaları tedavi edererek öğretme, 2.)
Kivi 1 [Kiwi: Kuşbilimi: ?]: bir tür kuş, tıp isanlarının toplu halde tıbbi eğitim
apteriks. gördükleri bir yer, 3.) bir hastanede
Kivi 2 [Kiwi: Bitkibilimi: ?]: bir tür meyve. hastaların ayakta tedavi yada
KKTC: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. muayene edildiği bölüm.
klakson [Fra.: klaxone]: 1.) bir ticari klinker [Hol.: klinker > Fra.: clinker]: bir
marka, 2.) yüksek sesli bir araç tür sert briket.
kornası. klips [Fra.: clips]: iğne, küpe.
kliring [?]: takas, trampa.
klişe [Fra.: clichè]: adi, basmakalıp, Kobalt 2 [Yun.: kobold > Fra.: cobalte:
bayatlamış, eskimiş herkesce bilinen, Co]: sert, çelik-grisi renkte metalik
malum bir ifade yada söyleyiş. bir element.
klitoris [Yun.: kleitoris > Lat.: clitoris > Kobold 1 [Yun.: ?]: maden ocaklarının
Fra.: clitoris]: [Bedenbilim] kadın cinsel kötü yaratığı.
organının dışının küçük duyarlı koca 1 : 1.) yaşlı kişi, bilge, eren, 2.)
küçük dudakları, bızır. anaç, eke, ihtiyar, iri, kocamış, pir,
kllaein [Yun.]: kırmak, parçalamak, sin, yaşlı.
riayet etmemek, uymamak, bozmak, koca 2 : ayal, bey, eş.
bir yerini kırmak, yaralamak. Kocaeli [Koca İli, Kocaeli]: [41],
klon 1 [Yun.]: çubuk, ince dal, sürgün. Türkiye’de bir kent.
klon 2 [Yun.: klon > Fra.: clone]: bir kocaman: alamet, balaban, büyük,
canlının benzer kopyası. celil, iri, muazam, ulu.
Klor [Yun.: chloros > Fra.: chlore: Cl]: kocamış: anaç, eke, ihtiyar, iri, koca,
yeşilimsi sarı renkli bir gaz elementi. sin, yaşlı.
klorid [Yun.: chloros + > Fri: chloride, kochlias [Lat.]: sümüklüböcek.
Kimya]: klorin ve diğer bir element ve kock [Dan.]: pasta.
temel maddenin oluşturduğu bir koç: dövüş ~u: koçkar, ~un vurması:
bileşen. tos.
klorin [Yun.: chloros > Fra.: chlorine]: koça [?]: hasırotu.
beyazlatma, arıtma ve suyu Koçabaş Irmağı [Lat.: Granicus]:
temizleme işlerinde kullanılan, Çanakkale, Biğa’da bulunan bir
kokusu dayanılmaz, açık-yeşil renkli, ırmak.
zehirli ve aşırı gazlı kimyasal bir koçak: cesur, yürekli.
element. koçan: 1.) mısır meyvesi, 2.) kağıt
klorofil [Yun.: chloros + phyllon > tomarı.
1.)
chlorophyll]: bitki hücrelerinde koçkar [Halkdili]: dövüş koçu.
bulunan yeşil renkli boya, 2.) koçu [Mac.]: gezinti arabası.
bitkilerin ışığıemerek gıda sağlaması. kod [latince: codex > Fra.: code]: 1.)
kloroform [Yun.: chloros + Lat.: formica yasaların ana bölümleri, 2.) etik
1.)
> Fra.: chloroforme, Tıp]: anestezi ve kuralalrla ilgilş bir dizi ilke, 3.) gizli
çözücülerde kullanılan renksiz ve yazışmalarda kullanılan semboller
uçucu bir sıvı, 2.) organik yağ çözücü. sistemi.
kloroz [Yun.: ?, Bitkibilim:]: bir bitki kodeia [Yun.: ?]: haşhaş başı, haşhaş
hastalığı. tohumu.
kloz [Lat.: claudere > Fra.: clauses]: 1.) kodeks [Tür. & Gag.: kütük > Lat.: codex
bir kelime yada söz dizini, 2.) bir > Fra.: codex]:
1.)
klasik bir metin için
belge, anlaşma yada sözleşmede ayrı elkitapçığı, 2.)
etik ilkelere ait
bir madde yada koşul. elkitapçığı, 3.) ilaçların formüllerini
klüp [Nor.: klumba > Fra.: clube]: 1.) belli gösteren resmî kitap.
bir nedenle bir araya gelmiş insan kodes [Rum.: ?]: [Argo] hapishane,
öbeği, 2.) bu öbeğin toplandığı yer, 3.) karakol tutukevi.
kart oynantılan bir yer. kodoş [Erm.: godoş]: 1.) boynuz, 2.)
klyndein [Yun.: ?]: daire yapmak, gavat, pezevenk.
yuvarlamak. kof: 1.) içi çürümüş, içi boşalmış olan,
klysein [Yun.: ?]: temizlemek, 2.)
boş, değersiz.
yıkamak, yummak. kofano [Rum.: gúfena & goufaina:
knock out [İng.]: yığılıp kalma. γούφαινα]: [Balıkçılık] iri lüfer.
know-how [İng.]: 1.) işin nasılını kofti [Rum.: kófte: κοφτε]: 1.) kes!, 2.)
bilme, 2.) teknik beceri. [Argo] içi çürümüş, içi boşalmış olan.
koalisyon [Lat.: co + alescere > Fra.: kohl [Far.: ? > Arp.: al kohl > B.D.]: 1.)
1.)
coalition]: geçici bir süre için benek, nokta, 3.) altimon yada rastık,
oluşturulan birlik yada birliktelik, 2.) 2.)
gözlere sürülen rastık.
güçler birliği, 3.) [Siyaset] bir kaç koiman [Yun.: ?]: uykuya yatırmak.
partinin oluşturduğu hükümet. koinos [Yun.: ?]: genel, umumi.
kok [İng.: coke]: 1.) katı yakıt, 2.) bir
kömür türü.
kokain [coca > Fra.: cocaine]: 1.) alkol, 2.) damarlarda eritilemeyen
yapraklarından uyuşturucu yapılan hayvansal yağ birikintisi.
yada lokal anestezide kullanılan ilaç kolezyum [Lat.: colleseum > Fra.:
üretilen çalımsı bir tür bitki, 2.) bir colleseum]: büyük bir stadyum.
uyuştruucu çeşidi. kolhoz [Rus.: [коллекти́вное хозя́йство]
1.)
kokak [Halkdili]: pis kokan. > kolhoz [колхо́з] > B.D.: kolkhoz]:
kokart [Fra.: cocarde]: 1.) şapkalardaki kollektif ekonomi, 2.)
SSCB kollektif
işaret, 2.) özel işaret. çiftliği.
kokkos [Yun.: ?]: tahıl tanesi, çekirdek, koli [Fra.: collie]: 1.) posta paketi, 2.)
esas, öz. [Taşımacılık] ağaç yada karton sandık,
3.)
kokkys [Yun.: ?]: guguk kuşu.
kokmak: koku vermek, pis kokan: koli basili: [Tıp] bir bakteri türü. Tek
kokak, güzel kokan madde: tütsü, başına zararlı olmayıp büyük oranda
kokmuş: 1.) bozulmuş, çürümüş, 2.) insan dışkısında bulunur.
pis koku yaya, bozularak ~: cılk. kolik [Yun.: kolon + ikos > [?] > Fra.:
1.)
colique]: çabuk ilerleyen karın
kokoreç [Rum.: kokorétsi: ?]: [Gıda] 2.)
kekikli kuzu bağırsağı. ağrısı, çabuk ilerleyen mide ağrısı.
kokteyl [İng.: cock + tail]: 1.) karşık içki, kolit [Lat.: colon + Yun.: itis [?] > Lat.:
1.)
2.) colitis > Fra.: colite]: kalınbağırsak
içkili davet yada parti, 2.)
iltihabı, [Tıp] kalın bağırsağın
koku: aroma, esans, rayiha, hoş ~:
iltihaplanması.
aroma, güzel ~lar: amber, esans, kolla [Yun.]: tutkal, yapıştırıcı.
ıtır, mis, misk, rayiha. Kolombiyum [Lat.: ? > Fra.: colombium:
kokulu: aromalı, esanslı, rayihalı, ~ Cb]:
1.)
oksijen, kükürt ve klor gibi
sıvı: esans. maddelerle birleşenler veren bir
kokusuz: aromasız, esanssız, element, 2.) Niyobyum.
rayihasız. kolon 1 [Yun.: ?]: 1.) şiirin mısrası, 2.)
kol: 1.) bedenin bir bölümü, 2.) bölüm, ayet.
dal, branş. kolon 2 [Yun.: kolon [?] > Fra.: colon]: 1.)
kola 1 [İtl.: cola]: 1.) nişasta, ket, 2.) [Yazım] iki nokta üstüste, 2.)
koltuk [Mecazi]: aşama, kat, katman, getirmesi için seçilmiş insan gurubu,
makam, mertebe, mevki, paye, encümen, komite [Avrupa Komisyonu],
4.)
tabaka. satış benzeri gelirlerden alınan
kom 1 [Erm.: gom ? > Halkdili: gom, göm & yüzdelik bölüm, [%3 komisyon].
1.)
köm]: yayla evi, 2.) duvar ağılı, komita [Sır.]: gizli cemiyet yada
köm. topluluk.
Kom 2 [?]: 1.) bir ticari bir marka, 2.) komitacı [Sır. + cı]: gizli cemiyet yada
mayo ve içgiyim. topluluk üyesi.
koma 1 [Yun.: ?]: derin uyku. komite [Lat.: com + mittere > Fra.:
koma 2 [Yun.: koma [?] > Fra.: coma, Tıp]: commiteé]:
1.)
delegasyon, heyet, 2.)
1.)
derin uyku, 2.) hastalık yada encümen, komisyon.
yaralanma nedeniyle oluşan komma [Yun.]: bir işaret, çentik, çizgi,
kendinden geçme yada bilinç kaybı yiv.
durumu. komos [Yun.]: festival, şölen.
kombinasyon [Lat.: com + bini > Fra.: kompartman [Lat.: com + partire > Fra.:
1.) 1.)
combination]: birleştirilmiş yada compartment]: ayrılmış bir bölüm,
2.) 2.)
birleştirilen, bir araya getirilmiş özel bir bölüm yada kısım, 3.)
şey, 3.) ortak bir amaç için trenlerde ayrılmış oturma bölümleri.
oluşturulan birlik, kompat: kesif, sıkı, yoğun.
kombinezon [Lat.: com + bini > Fra.: kompetan [?]: bilirkişi, ehil, eksper,
combinaisone]: [Moda] bayan gece işbilir, mütehassız, selahiyetli,
kıyafeti. uzman, yetkili.
kome [Yun.: kôme: ?]: saç, saçak. komple [Lat.: com + plectere > Fra.:
komedi [Yun.: komos + aeidein > [?] > complet]: eksiksiz, tam.
1.)
Fra.: comedie]: üzücü olarak kompleks [Lat.: com + plectere > Fra.:
sonlanmayan eğlenceli oyun, 2.) complex]:
1.)
iki yada daha fazla ilişkili
eğlendirici bir konu yada olay. bölümü olan, 2.) yapılarda olduğuna
komedyen [Yun.: komos + aeidein > [?] benzer tekparça guruplama, 3.) girift,
1.)
> Fra.: comedien]: komik parçalar karmaşık bir bütün, karmaşık,
oynayan sanat oyuncusu, 2.) güldürü sofistike, 4.) [Psikoanaliz] bilinçsiz,
oyuncusu.. kuvvetli davranışları olan.
komet [Yun.: kôme [?] > Fra.: comette]: komplikasyon [Lat.: com + plicare >
1.) 2.)
saçaklı, kuyruklı yıldız. Fra.: complication]: [Eczacılık] yanetki,
Kuyruklu yıldızlar güneşin çevresinde ters etki
dolanırlar. komplike [Lat.: com + plicare > Fra.:
komfigürasyon [Lat.: com + figurare > compliquè]: anlaşılması ve çözmezi
1.)
Fra.: comfiguration]: çerçeve, zor olan, kamaşık.
2.)
dışhatlar, sınırlar, [Teknik] derleme, kompliman [Lat.: com + plere > Fra.:
1.)
oluşum, oluşturma. compliment]: özellikle övmek için
komi [Fra.: commie]: garson yamağı. söylenmiş kibar söz yada davranış,
komik [Yun.: komos + aeidein + ikos > [?] gönül okşayan söz, iltifat, övme, 2.)
1.)
> Fra.: comique]: eğlendirici bir şey, bu biçimde ama samimi olmayan söz
2.)
gülünç. ve davranışlar.
kominizm [Lat.: comunis > Fra.: komplo [Lat.: com + plere > Fra.:
1.)
communisme]: malların ortak complet]: al, dalavere, desise, dolap,
mülkiyetini savunan teori yada düzen, entrika, hile, kaşkariko,
sistem, 2.) [K] Marx ve Engels kolpo, künde, numara, oyun.
tarafından formüle edilen sosyalizm, kompositör [Lat.: com + ponere > Fra.:
3.)
bu düşünce yada sistemi savunan compositeur]: bir araya toplayan,
her hangi bir yönetim yada siyasit derleyen, düzenleyen.
parti. komposto [İtl.: composto]: hoşaf.
komiser [Lat.: com + mittere > Fra.: kompozisyon [Lat.: com + ponere >
1.)
commisaire]: ? Fra.: composittion]: yazın yada
komisyon [Lat.: com + mittere > Fra.: müzik çalışmalarını birleme,
1.)
comission]: belli görev ve güçlere bütünleştirme, derleme, 2.) bir şeyin
yetki veren bir belge, 2.) bir başkası yada kişinin makyajı yada elden
adına yetkili olan, 3.) bir işi yerine
geçiirlmesi, 3.) bütünleştirilmiş yada bildirme için resmi bir toplantı, 2.) bir
derlenmiş bir şey. kişi yada kişiler tarafından
kompres [Lat.: com + premere > Fra.: ilgilenenlere yada görevlilere belli
1.)
compress]: baskı uygulayıp konularda ayrıntılı bilgi verilmesi,
2.)
sertleştirmek, hava basıncı bilgilendirme, bilgi veren konuşma.
uygulamak. konfeti [İtl.: ?]: düğün, kutlama yada
kompresör [Lat.: com + premere > Fra.: şölenlerde havaya yada kişilerin
compresseur]: hava, gaz vb şeylerin üstüne atılan küçük, renkli
basıncını sağlayan makine. parçacıklar.
komprime [Fra.]: yassı ilaç. konfirmasyon [Lat.: com + firmare >
kompüter [Lat.: com + putare > Fra.: confirmation]: onay, tadik, teyit.
computare > İng.: computer]: kongenital [Lat.: congenius > Fra.:
bilgisayar. congenitale]: doğuştan, fıtri.
komutan: kumandan. kongre [Lat.: com + gradi > Fra.:
komün [Fra.: comunare > commune]: 1.) congress]:
1.)
bir birlik yaad oda, 2.)
Fra.nsa’da en küçük yönetim birimi, bir araya gelme, toplanma, toplantı,
2.) 3.)
herşeylerini ortalakşa yaşayan büyük ve genel toplantı.
küçük insan gurubu. kokav [?]: içbükey, obruk.
komünist [Lat.: comunis > Fra.: konkordota [İtl.: ?]: [Hukuk] iflas
1.)
communiste]: komunizm taraftarı anlaşması.
yada destekçisi, 2.) [K] Komunist Parti konsantrasyon [Fra.: concentration]:
üyesi, [Kimya] derişme, yoğunlaşma.
komünyon [Lat.: comunis > Fra.: konsantre [Lat.: com + centrum + atus >
1.)
communion]: [Hiristiyanlık] bir Fra.: concentrèe]: [Kimya] derişik,
2.)
Hristiyan isimlendirmesi, yoğunlaştırılmış.
Hiristiyanlık’ta Pazar günleri kilisede konsensus [Lat.: com + sentire > Fra.:
1.)
bir araya gelme ayini. consensus]: herkesin ortak olduğu
konak: 1.) büyük ev, 2.) eğlek, han, düşünce, 2.)
uzlaşı.
otel, 3.) kafada bir saç hastalığı, ~ta konsept [Lat.: com + capere > Fra.:
mutfak uşağı: ayvaz, concept]: bir düşünce, genel bilgi,
konche [Yun.]: midye, kara kabuklu fikir yada tasarım.
midye. konser [Lat.: com + certare > Fra.:
konç [?]: 1.) ? 2.) ayakkabıda bir bölüm. concert]: bir müzik icrası, sunumu
kondisyon [Lat.: com + dicere > Fra.: yada gösterimi.
condition]:
1.)
bir şeyin oluşması yada konsey [Lat.: com + clare > Fra.:
1.)
tamamlanamsı için gerekli durum councille]: fikir alışverişi için bir
yada önkoşul, 2.) sağlıklı durum, 3.) araya gelmiş kişiler, 2.) istişare
sosyal derece, düzey yada seviye. heyeti, danışma kurulu.
kondüktör [Lat.: com + ducere > Fra.: konsol [Fra.: console]: 1.) salon yada
conducteur]: trenlerde yolcu bileti odada radyon, tv vb şeyleri üstüne
denetimi yapan görevli. koymak için kullanılan masabenzeri
2.)
kondylos [Yun.]: sert bir tepecik, nesne, bilgisayar, radyon,
yuvarlak yada yumru. bilgisayar ve elektrikli gereçleri
konfederasyon [Lat.: com + foedus > kontrol etmede kullanılan gereç.
comfederation]:
1.)
birlik, federasyon, konsolide [Lat.: com + solidus > Fra.:
1.)
2.)
birlik yada federasyonun bağlı consolidè]: birleştirilmi,
2.)
olduğu üst yönetim. bütünleştirilmiş, tekparça,
konfedere [Lat.: com + foedus > güçlendirilmiş, kuvvetlendirilmiş.
comfederè]:
1.)
anlaşmayala bir araya konsorsiyum [Lat.: com + sors >
gelen, 2.)
birlik, 3.) içişlerinde özgür, consortium]: ticari firma yada
savunma ve dışişlerinde merkezi bankaların oluşturdukları uluslar
hükümete bağlı bağımsız yönetim arası birlik, uluslar arası ticari birlik.
yada devlet. Konstantin: bak. Constantine.
konfeksiyon [Lat.: com + facere > Fra.: konstrüksiyon [Lat.: com + struere >
1.)
comfection]: ? Fra.: construction]: dikme, kurma,
2.)
konferans [Lat.: com + ferre > Fra.: inşa, yapım işi, bir bina, yapı, 3.)
conference]:
1.)
tartışma, görüş bir ifadenin kurulması yada
kopya [Lat.: copia > Fra.: copie]: 1.) korpüskül [Fra.: corpuscule]: hücre,
aynısı, benzer, eş, suret, 2.) bilgiyi kan küreciği, yuvar.
paylaşma, bilgiyi dağıtma. korsan [Çuv.: çarsar & Tür.: hırsız,
kor [Far.]: iyice yanmış kömür. uğursuz > Lat.: cursus > cursarius > İtl.:
1.)
kord [Lat.: chorda > Fra.: chorde]: 1.) bir corso > corsare > Osm.: korsân]:
müzik aleti teli, 2.) lastik yapımında akın, hücum, saldırı, 2.) deniz
kullanılan bir dokuma türü. haydutu, 3. deniz haudutu gemisi.
kordiplomat [Lat.: corpus + Yun.: korse [Lat.: corpus > Fra.: corset]: fazla
diploma > diplomates > Fra.: corps + kiloları göstermemek için özellikle
1.)
diplomate > corps de diplomates]: kadınları giydiği bedene sıkıca yapışık
diplomatlık gücü, 2.) buna üye birey, lastikli bir içgiyim, esnek içgiysisi.
diplomatlık görevlisi, [CD]. kort [Lati.: curt > İng.: court]: 1.) etrafı
kordon 1 [Yun.: chordē > Lati: chorda > çevrili avlu, 2.) ayrılmış alan, 3.) tenis
1.)
İlt.: cordon > Fra.: cordon]: [Güvenlik] alanı.
bir bölgeyi koruyan, asker yada polis kortej [Lat.: cohors > İtl.: corteggio >
dizisi, hattı, 2.) süsleme için asılmış Fra.: cortége]:
1.)
avlu, bahçe, saray,
yada gerilmiş ip, 3.) [Tıp] bağırsak, 4.) 2.)
maiyet, 3.)
törensel bir geçiş.
bağ, ip. korteks [Lat.: cortic > cortex]: 1.) ağaç
Kordon 2 [?]: İzmir’de bir sahil şeridi. kabuku, kabuk gibi, 2.) [Bedenbilim] bir
koreograf [Yun.. choreia + graphein > iç organın dış tabakası, özellikle
Fra.: choroegraphe]: bir dansın plan ve beynin gri maddesinin dış zarı, 2.)
hareketlerinin tasarlanması. [Yaşambilim] bitki dokusunun düş
koridor [Lat.: currere > İsp.: corridor > yüzeyi.
1.)
Fra.: corridor]: koşmak, 2.) yarış kortizon [Lat.: cornic > cortex > Fra.:
2.) 1.)
yolu, [Mimari] uzun bir hol. cortisone]: [Tıp] böbreküstü
korkak: çekingen, küre, namert, bezlerinin salgıladığı hormon, salgı,
2.)
ürkek. iltihaplı hastalık ve böbreküstü
korkma: çekinme, perva, panik, bezlerin yetersizliğinde kullanılan bir
tırsma, ürkme, ürkü. hormon, salgı.
korku [ÖzTür.]: ürkü, panik, yürüken koru: 1.) küçük orman, küçük ormanlık
düşme ~su: bazofobi, ~ salma: alan, 2.) [?] süslü gezi arabası.
tedhiş, teör, korugan [?]: mazgallı silah atma yeri.
korkutma: ürküme. Koruk [?]: ekşi üzüm.
kormos [Yun.]: kütük. koruma: 1.) muhafaza, saklama, 2.)
korna [Lat.: cornu > İtl.: corno]: 1.) müdafaa, savunma.
boynuz, 2.) boynuzdan yapılan boru, korumak: muhafaza etmek,
3.)
[Otomotiv] düdük, klakson. saklamak.
kornea [Lat.: cornu > Fra.: cornea]: göz koruyucu: 1.) muhafazakar, tutucu, 2.)
yuvarlağının saydam dış tabakası. gardiyan, güvenlik elemanı, muhafız,
3.)
korner [İng.: corner]: [Futbol] köşeatışı. hami.
kornet [Lat.: cornu > Fra.: cornette]: korvet [Fra.: corvette]: 1.) konvoy
dondurma külahı. görevinde kullanılan küçük, hızlı bir
korniş [Lat.: corona > Fra.: cornice]: 1.) İngiliz savaş gemisi, 2.) [Otomotiv]
taç, taça bzenzer, 2.) alınlık, çatı küçük, hızlı, spor türü bir araba.
çıkıntısı, 3.) perde asma rayları. kosa [?]: uzun saplı orak.
kornişon [Lat.: cornu > Fra.: cornichon]: kosantrasyon [Lat.: com + centrum +
1.)
boynuz, 2.) boynuza benzer, atus > Fra.: concentration]: bir noktada
bounuz gibi, 3.) üzeri dikenli ufak, bir toplama, odaklaşma, yoğunlaşma.
tür turşuluk hıyar, salatalık. kosinüs [Lat.: co + sinus + > Fra.:
1.)
koro [Yun.: choros > Lat.: chorus > corus cosinuse]: [Trigonometri] merkezi
> İtl.: coro]:
1.)
birlikte söylenen şarkı, orjin olan bir birim yarıçaplı çember
2.)
şarkı söyleyen gurup, 3.) çok sesli üzerindeki bir noktanın x eksenine
1.)
müzik. göre koordinatıdır, “Cos”
koroner [Lat.: corona > Fra.: coronaire]: kısaltmasıyla gösterilir..
1.)
taç, taça bzenzer, 2.) [Bedenbilim] koskoca: muazzam.
kalp kaslarına kan taşıyan damarlar. koskocaman: büyük, geniş.
kosmos [Yun.]: 1.) dizi, düzen, emir, kozmetik [Yun.: kosmos + ikos > Fra.:
kural, nizam, sıra, usül, yol, 2.) alem, cosmetique]: güzelleşetirme yada
cihan, evren, kainat. yüzdeki kusur ve pürüzleri giderme
kostak: battal, böke, civanmert, işi.
kahraman, kostak, şampiyon, yiğit. kozmik [Yun.: kosmos + ikos >
1.)
kostik [Yun.: keiein + ikos > Fra.: cosmique]: evrenle ilgili, 2.) geniş.
1.)
caustique, Biokimya]: dokuların Kozmoloji [Yun.: kosmos + logia > Fra.:
kimsayal eylemle yanması, cosmologie]: bir bütün olarak evrenin
paslandırıcı, 2.) acıtıcı, yakıcı. fiziki yapısı, biçimi vb durumuyla
kostüm [Lat.: consuetudo > Fra.: ilgilinen bilimdalı, Evrenbilim.
1.)
costume]: belli bir zamanyada kozmonot [Yun.: kosmos + nautes > [?]
ülkeye özgü gitim biçimi, 2.) bu > Rus.: космона́вт > Fra.: cosmonaute]:
türden yapılmış farklı biçimlerdeki astronotun Rusça’sı.
giysiler. kozmopolit [Yun.: kosmos + polis > Fra.:
1.)
koşa [Halkdili]: eş, benzer, ikiz. cosmopolite]: her din, dil ve
Koşer [İbr.]: 1.) münasip, uygun, 2.) kültürden olanların bir arada yaşadığı
Yahudi dini kurallarına göre kent, 2.) karışık ve kalabalık büyük
hazırlanmış gıda ürünleri, 3.) buna kent.
göre verilmiş yetki belgesi. kozmopolitan [Yun.: kosmos + polis >
1.)
koşut: müvazi, paralel. Fra.: cosmopolitan]: tüm dünyayla
kot: 1.) pamuklu bir kumaş 2.) bu ilgili yada ondan bir şeyler olan, 2.)
kumaştan yapılan pantolon, bluejean dünyalı, evrenkentli.
yada jean. kozmoz [Yun.: kosmos > Fra.: cosmos]:
kota [Lat.: quota pars > İng.: quota]: evren, kainat.
kontenjan sayısı, sınırlama sayısı. kök: cevher, öz, töz.
kotan [Gür.]: çok büyük pulluk, saban. kökboyası: [?] alizarin.
kotlet [Lat.: costa > Fra.: cautlette]: köken: kaynak, orijin, kelime ~i:
biftek. etimoloji.
koton [Arp.: qulun > kudn [ > ]نطقLat.: ? Köksal [köksalsın]: bir erkek adı.
1.)
> Fra.: cotton]: tohumları köktenci: radikal.
çevresinde beyaz renkli lifleri olan ve köle: bende, kul.
bundan iplik yapılan bir bitki, pamuk köm: bak. kom.
bitkisi, 2.) bu bitkiden elde edileniplik kömür: ~ türleri: kok, linyit, ince
yada kumaş, pamuklu. yanmış ~: kor.
kotyle [Yun.: ?]: boşluk, kovuk, oyuk.
köpek: it, kelp, köpeği ava
kov: çekiştirme, yerme.
alıştırma: bav, ~ yiyeceği: yal, av
kova: bakraç, helke, sitil.
kovan: 1.) arıların bal yaptığı kutu, 2.) köpeği: barak, kıvırıcık tüylü ~:
mermi haznesi. kaniş, bir ~ duruşu: salta, bir ~
kovma: def. buyruğu: apora, ~ yavrusu: enik,
kovmak: defetmek. köpeğin boğazındaki demir: ıltar,
kovulmuş: lanetlenmiş, lain. ~ Türleri: Avköpeği (Barak), Barak
koy: küçük körfez, haliç, körfez. (Avköpeği), Buldok, Çobanköpeği, Fino,
koyak: [Evrenbilim] vadi. Kangal, Kaniş, Karabaş, Kurt, Mastı,
Pomerenya, Seter (İngiliz Köpeği), Tazı,
koyma: yerine ~: ikame.
Yabanköpeği,
koyu: sulu karşıtı. köprü [ÖzTür.: köpür]: 1.) akarsular
koyun: bir evcil hayvan, bir tür ~: üzerine kurulan ahşap, beton yada
herik, yaban ~u: argali, ~ sürüsü: demirden geçiş yolu, 2.) iki şey
davar, ~ yatağı: gelembe, yaban arasındaki bağ, 3.) bir tür diş protezi,
~u: argali, ~ Türleri: Argali (Yaban ~nün bir bölümü: tabiye, ~ yol:
Koyunu), Herik, Karaman, Merinos, viyadük.
koz: 1.) ceviz, [Kozlu, Kozyatağı], ~ kör 1 [Halkdili]: bak. gör.
oyunu: ceviz oyunu, 2.) avantaj. kör 2 [?]: 1.) ama, gözleri görmeyen, 2.)
3.) 4.)
koza: tohum kabı. anlayışsız, kapalı,
kozhelve: cevizhelva, nugat. kullanılmayan,
körebe: bir çocuk oyunu.
köreşe [Halkili]: kardaki buz tabakası. krater 2 [Yun.: krater > Fra.: crater]:
körfez 1 : üc tarafı suyla kaplı kara, yanardağ ağzı.
koy, haliç, küçük ~: koy. kratinizm [Fra.: chretien > cretinisme]:
Körfez 2 : İzmit Yarımca’nın ilçe biçim bozukluğu yada bönlüğe
olduktan sonraki adı. yolaçan tiroyit salgı yetersizliği
körpe [Mecazi]: genç, güzel kız. hastalığı.
körük [?]: ? kratos [Yun.]: 1.) erk, güç, kuvvet, 2.)
kös: 1.) davul, 2.) Osmalı’da savaş adet, kaide, 3.) hüküm, kanun,
davulu. yönetim, 4.) usül, tüzük, yol.
kösele [Far.: gosele.]: tabaklanmış deri, kravat [Hır.]: boyun bağı, bir ~ türü:
meşin. papyon.
kösnül: erotik, şehevi. kreasyon [Lat.: creare > Fra.: creation]:
1.)
köşe: dirsek. yaratılmış olanlar, 2.) evren, 3.)
köşeatışı: [Futbol] korner. [Moda] yeni giysi tasarımları, yaratı.
köşeyazısı: makale. kredi [Lat.: credere > Fra.: credit,
köşk 1 : 1.) kasır, 2.) Batı dillerindeki Bankacılık]:
1.)
güven, güvence, inanç,
2.)
[Kiosk] köşk’ten gelir, süslü ~: itibar, şan, şöhret, 3.) övme,
4.)
kaşane. yüceltme, [Saymanlık] alacak
5.)
Köşk 2
: Ankara, Çankaya hesabı, ödünç verilen yada alınan
Cumhubaşkanlığı Köşkü. para.
kötek [Arp.]: dayak, patak. krema [Yun.: charisma > Fra.: creama]:
1.) 2.)
kötü: fena, kem, madara, sevimsiz, kızartılmış yağ, sütün
kötülük: fenalık, şer, zarar. kaynatılması sonrası elde edilen yağ
kötüniyet: adavet, artniyet, buğz, tabakası, kaymak, 3.) bir tür tatlı.
düşmanlık, garaz, garez, hasımlık, krematori [Lat.: cremare + orius >
husumet, kin, nefret. crematorie]: ölüleri yakma ocağı yada
köy: küçük yerleşim yeri, ~ün yeri.
zengini: aga, küçük ~: tol. Kremlin [Rus.: Кремль > B.D.: Kremlin]:
1.)
kale, şato yada kale bulunan yer,
köz [?]: küçük kor parçası. 2.)
Rusya’nın yönetim merkezi,
kpez: deniz kıyısı kayalığı, kaya,
Moskova.
kayalık.
krep [Lat.: crispus > Fra.: crêpe, Dokuma]:
kraker [İng.: craker]: 1.) çıtır, kıtır, 2.) 1.)
ipek yada yünden ince, kıvır kırvır
küçük parçalar biçiminde pişirilen
bir kumaş, 2.) çok ince kıvrımöı bir
bisküvi.
kağıt, 3.) buruşuk, yumuşak lastik, 4.)
kral [Rus.]: bey, hükümda, padişah, ~
yuvarlak, içi dolu ince bir pankek, bir
sayarı: bazilika. tür Fra.nsız tatlısı.
kraliçe [Rus.]: ece. krepon [Fra.: crepone]: [Dokuma] kıvrımlı
krallık [Rus. + lık]: beylik, emirlik, kumaş.
ilbeylik, imparatorluk, sultanlık, kreş [Fra.: chreche]: çocuk yuvası.
şeyhlik. kretein [Yun.]: idare etmek, yönetmek.
krambe [Yun.]: lahana. kreton [Fra.: chretone]: bir tür keten.
kramp [Fra.: crampe]: 1.) gerilim yada krif [Yun.]: bak. kryptein.
aşırı soğuk nedeniyle kasların ani kriket [İng.: criket]: bir İngiliz oyunu,
kasılması, 2.) karın bölgesinde oluşan kriko [İtl.: cricco]: kaldıraç.
kasılma yada ağrı, kasınç. kriminal [Lat.: crimen + al > Fra.:
krampon [?]: futbol ayakakbı criminale]:
kabarası. Kriminoloji [Lat.: crimen + Yun.: logia
kranion [Yun.]: kafatası. [λογία] > Fra.: criminologie]: suç ve
kranyum [Yun.: kranion > Fra.: cranium, suçluları inceleyen bilimserl çalışma.
Bedenbilim]: beynin bulunduğu krinein [Yun.]: 1.) ayırmak, ayırt
taraftaki kafatası. etmek, tefrik etmek, 2.) anlamak,
kratein [Yun.]: idare etmek, görmek, idrak etmek, farkına
yönetmek, hükümran olmak. varmak, sezmek.
kraten [Fra.: chretein > cretin]: troyit kripto [Yun.: kryptos > Fra.: criptau]:
hastası. gizli belge.
krater 1 [Yun.]: çanak, yuvarlak şey.
Kripton [Yun.: kryptos [?] > Fra.: kripton: tekrarlanan bir rahatsızlık, 2.) uzun
Kr]: tek atomlu, renksiz ve kokusuz süredir bir rahatsızlığı olan, 3.)
bir gaz elementi geçmeyen, müzmin, tekrarlayan, 4.)
kristal [İbr.: ghbsh > Yun.: kryos > alışkanlıkla ilgili.
kystallos [?] > Lat.: crystallus > Fra.: kronikal [Yun.: chronika > Fra.:
1.)
crystall]: parlak, saydam bir chronical]:
1.)
tarihi olaylar, annals, 2.)
madde, billur, 2.) parlak ve saydam tarihi olayları tarihi sıtasıyla
bir cam, 3.) saat camı olarak kaydetme.
kullanılan malzeme. krono [Yun.: chronos > B.D.: chrono]:
kristalin [Yun.: kryos [?] > Fra.: bak. chrono.
1.)
crystalline]: kristallerden yapılmış, Kronoloji [Yun.: chronos > Fra.:
2.)
yapı, parlaklık ve saydamlık chronologie]:
1.)
zaman ve olayların
bakımından kristale benzeyen madde zamanlaması ile uğraşan bilimdalı, 2.)
yada şey. olayları oluş zamanlarına göre dizme
kristalize [Yun.: kryos [?] > Fra.: veya sıralama.
1.)
crystallisè]: kristaline benzetme kronometre [Yun.: chronos + metron >
yada dönüştürme, 2.) billurlaştırma Fra.: chronometre]: oldukça duyarlı bir
yada saydamlaştırma. zamanölçer, zamanölçer.
kristhos [Yun.]: 1.) yağlanmış kişi, 2.) kros [Lat.: crux > Fra.: cross]: kır
kutsal yağla sıcanmış, yağlanmış kişi. koşusu,
Krişna [Hin.]: 1.) Hinduizm’de bir tanrı, krupiye [Fra.: croupier]: kumar
2.)
Vişnu’nun biçiminde olan Hint masasını yöneten görevli.
tanrısı. kryos [Yun.]: 1.) soğuk, 2.) buz,
kriter [Yun.: krites > Fra.: criter]: kıstas, buzlanma, don.
ölçüt. kryptein [Yun.]: gizlemek, saklamak.
krites [Yun.]: yargıç. kryptos [Yun.]: gizli, saklı.
kritik [Yun.: krinein + ikos > Fra.: kseros [Far.: ksērós [?]]: kuru.
1.)
critique]: meslek olarak yazın ve Ku [İtl.]: İtalyan Abecesinin 15. harfi,
sanat eserleri hakkında eleştiri [Q, q].
yazan, 2.) hata bulan kişi, 3.) duyarlı, kuaför [Fra.: cuaffeur]: 1.) bayan
hassas, 4.) buhrana, krize yol açıcı. berbari, 2.) berber, güzellik salonu.
kriz [Yun.: krinein > Fra.: crise]: buhran. kubbe [Arp.: []?]: 1.) dünya biçimli,
krizantem [Yun.: chryssos + anthemon küre, 2.) [Mimari] yapılarda çatı
Fra.: chrisanthemum]: gösterişli örtmede kulanılan ve yarım küre
çiçekleri olan ve çok geç çiçek açan biçimli bölüm, 3.) kümbet.
bir bitki. Kubilay [?]: bir erkek adı.
krizm [Yun.: chrisma > Fra.: scrisme]: kucak: ağuş.
vaftiz ayininde kullanılan kutsanmış kudred [Arp.: kudred]: bak. kudret.
yağ. kudret [Arp.: kudred]: 1.) erk, iktidar, 2.)
krokadilos [Yun.]: kertenkele. [K] bir erkek adı.
krokos [Yun.]: safran. kuhl [Far. > Arp.]: bak. kohl.
krom 1 [Yun.: chroma > Fra.: chrome]: kuka [?]: i., nakış ipliği yumağı.
bak. chrome. kukumankuşu: i., [Kuşbilimi: ?] baykuş,
krom 2 [Yun.: chroma > Fra.: chrome; Cr]: puhu.
kromyum yada kromyum alaşımı. kul [Arp.: ?]: i., bende, köle.
kromo [Yun.: chroma + soma > Fra.: kulaç [?]: yüzmede atılan kol aralığı.
chromo]: bak. chromo. kule [?]: yüksek yapı.
kromozom [Yun.: chroma > Fra.: kulis [Fra.: coulice]: 1.) tiyatroda sahne
chromosome]: gen taşıyan çubuk- gerisi, 2.) bir konuda geri planda
biçimli mikroskobik biçimvericiler. konuşulanlar.
Kromyum [Yun.: chroma > Fra.: kullanılmış: emektar, eski.
chromium; Cr]: paslanmaya dayanıklı kullanım: kullanma, ~ süresi: miat,
sert metalik kimyasal bir madde. kulluk: boyunduruk, hizmet.
krone [Yun.: krōnē]: çiçekten demet, kulomb: bak. coulomb.
taç. kuluçka [Bul.]: 1.) gurk, 2.) yavrulama,
kronik [Yun.: chronos + ikos > Fra.: yavrulama dönemi.
1.)
chronique]: uzun süren yada
kum 1 [?]: kaya tozu, renkli bir ~: rıh,
Kum 2 [?]: İran’da Şiirler’in kutsal saten, sert, ipekli ~: brokar, nafta,
kenti, [Qom]. sık dokulu ~: çuha, yapma ~ türü:
dumsal: denizkıyısı, plaj, sahil. lasteks, yünlü bir ~: sof,
kuma: aftoz, cariye, gaco, halayık,
kumpanya [?]: 1.) 2.) ?.
kapatma, metres, nikasız kadın,
kumpas [Fra.: coumpasse]: 1.) [Teknik]
odalık.
çap pergeli, 2.) [Basım] ölçüm çubuğu,
kumandan [Fra.: commandament]: 3.)
değerlendirme ve hesaplama, 4.)
komutan.
dalavere, gizli plan, hile.
kumar 1 [Arp.: kımar]: parasına
kumru [Arp.: kumri.] [Kuşbilimi:
oynanan oyun, ~da artan para: Streptopelia turtur]
1.)
hakuran, üveyik
vido, ~ türleri: Bakara, Barbut, Poker, benzeri bir kuş, 2.) [K] bir bayan adı.
Rulet, Zar. kumul: eksibe.
Kumar 2 [Hin.]: bir Hint erkek adı. kundak 1 : 1.) bebek sarma bezi, 2.)
kumarcı [Arp.: kımar + cı]: parasına kundak 2 [Rum. ? > Tür.]: silah yada
oyun oynayan, ~nın kazancı: mano, topun hareketli kısmı.
kumaş [Arp.]: 1.) dokuma, 2.) çeşitli kundakçı [Rum. ? + çı]: 1.) top
amaçlarla kullanılan dokuma, ~ mühimmatçısı, 2.)
gizli plan
katı: astar, ~ Türleri: Aba (Kalın ve düzenleyicisi.
Kaba Kumaş), Abani (İpekli Kumaş), Alpaka kundura [Rum. ? > Tür.]: ayakkabı,
(Lama Yününde Kumaş), Amerikan, Atlas papuç, yemeni.
(İpekli Kumaş), Basma, Bez, Branda Bezi,
Briyantin (Parlak ve Şeffaf Kumaş), Brokar
kunduz 1 [Arp.]: [Hayvanbilim: Castor
(Kemha), Bürümcük (İpekli Kumaş), Canfes, fober] kastor.
(Sert İpekli Kumaş), Çatma (Döşemelik Kunduz 2 [Arp.]: Afganistan’da bir
Kumaş), Çatma Kadife, Çitar (Çizgili kent, [Qunduz].
Kumaş), Çitari (Çizgili Kumaş) Çuha (Sık
Dokulu Kumaş), Damasko, Diba (İpekli
Kungfu [Çin.: kung fu]: Çin usulü bir
Kumaş), Dimi (Pamuklu Kumaş), Ekose dövüş sanatı.
(Kareli Kumaş), Elifi, Flanel, Hasse kunt [Far.]: kip, dayanıklı, sağlam.
(Patiska), Hatai (İpekli Kumaş), Hare (İpekli kup [Lat.: colaphus > Fra.: coup]: 1.) giysi
Kumaş), Helali, Hilali Canfes(İpekli Kumaş),
İpek, Jarse (Esnek Yün Kumaş), Kadife,
kesmimi, 2.) bir tür tatlı.
Keçe (Keçi Kılından Yapılma Kumaş), kupa [Lat.: cupa > İtl.]: 1.) koç, koç başı,
2.)
Kapitone (Döşemelik Kumaş), Keşmir (Yünlü kulplu bardak.
Kumaş), Kirpas (Pamuklu Kumaş), Kot kupe [Fra.: couper > coupè]: iki kapılı,
(Pamuklu Kumaş), Krep (İnce Kumaş),
Krepon (Kıvrımlı Kumaş), Kutnu (İpekli
spor türü araba.
Kumaş), Lasteks (Yapay, Yapma Kumaş), kuple [Fra.: couplet]: bir şarkının
Maranta (Ararot Kumaşı), Miskali Boğazı nakarat bölümü.
(Pamuklu Kumaş), Muare (Damalı, Hareli kupon [Fra.: coupone]: 1.) kesik, kırpık,
Kumaş), Moher (Tiftik Yünlü Kumaş), Nafta 2.)
(Sert İpekli Kumaş), Opal, Organze (İnce
faiz ödemeli bir bononun ayrılabilir
3.)
Kolalı Kumaş), Otoman (İpekli Kumaş), yada kapartılabilen bölümü,
Patiska (Hasse), Pazen, Penye, Reye hediye, indirim yada başka türden
(Çubuklu Kumaş), Sandal (İpekli Saten anataj sağlayan bir belge.
Kumaş), Seraser (İpekli Kumaş), Saten
(Parlak Pamuklu Kumaş), Sof (Yünlü Kumaş),
kur 1 [Halkdili]: hayırsız, iyilik bilmez,
Şal (Yünlü Kumaş), Şal Şepik, Şile Bezi, nankör, uğursuz.
Tafta (Sert İpekli Kumaş), Tarlatan, Triko kur 2 [Erm.: ?]: 1.) ahlaksız, budala, 2.)
(Yünlü Kumaş), Tülbent (Pamuklu Kumaş), çapkın, sefih, ~ yapma: ?
Tüvit (Taranmış Yünden Kumaş), Vala (İpekli
kur 3 [? : ?]: [Ekonomi] yabancı paraların
Kumaş), ~ta kıvrım: pli, ~taki tel tel
yerel paraya göre gündelik değerleri.
iplik: taraz, bir tür ~: patiska kura [Arp.: kur’a]: 1.) ad çekme, çekiliş,
(hasse), değerli yün ~: şal, desenli keşide, 2.) aynı zamanda yapılan.
pamuklu ~: Amerikan bezi, basma, kurabiye [Arp.: gurabiye]: badem yada
patiska, pamuklu bez, ensek yün cevizle yapılan bir hamur işi.
kumaş: jarse, ipekli bir ~: brokar, kural [ÖzTür.]: 1.) koruma, muhafaza,
2.)
işlenmiş ~: aplika, kalın kaba ~: ilke, düstur, kaide, ~ dışı: ayrık,
aba, kareli ~: ekose, kıvrımlı ~: istisna, istisnai, müstesna, ~lara
krepon, nadaslı ~: herk, pamuklu uygun olan: norm, genel ~: düstur,
bir ~: dimi, parlak pamuklu ~: kaide, genel ~: düstur, kaide, ~
dışı: istisna.
küp [Yun.: kybos > Fra.: cube]: altı eşit asma fidanı, 4.) ana defter, resmi
köşesi bulunan katı madde. kayıt defteri, 5.) nüfus kağıdı ana bilgi
küpe: iğne, klips. kaydı, 6.) kütük demir, 7.) görgüsüz
küpeçiçeği: [Bitkibilim: Fuchisia hybrida] kişi.
küpeli çiçek. kütüp [Arp.: kütüb: kitab’ın çoğulu]: ç.i.,
1.)
küpeşte [Rum.: koupasti]: [Denizcilik] kitaplar, yazılmış şeyler, 2.)
güverte üstündeki bordo kaplaması. belgeler, genelgeler, kanunlar,
kür [Lat.: cura > Fra.: cure, Sağlık]: 1.) yasalar, kütübü edebiye [Arp.:
iyileşme, şifa bulma, şifa, 2.) özel kütüb-i edebiye]: ç.i., Edebiyat
tıbbi tedavi yöntemi. kitapları, Yazın kitapları.
kura [Far.: kûra]: ocak. küvez [Fra.: cuvese]: yeni doğan
kürar [Lat.: cura > Fra.: curere]: bitkisel bebekler için gereç.
zehir. kyan [Yun.]: koyu mavi, lacivert.
kürdan [Fra.: ?]: diş temizleme kyano [Yun.]: koyu mavi, lacivert.
çubuğu. kyanos [Yun.]: yeşilimsi mavi.
küre 1 [Arp.]: dünya, yeryüzü. kyansos [Yun.]: mavi.
küre 2 [Arp.: kûre]: çamur fırını. kyathos [Yun.]: bir kap yada kase.
küre 3 [Far.: kurre]: 1.) sıpa, tay, 2.) kybernan [Yun.]: doğrultmak, dümen
acemi, bilgisiz, toy kişi. kullanmak, idare etmek, seyretmek,
küre 4 : çekingen, korkak, namert, yönetmek, sevk ve idare etmek, yön
ürkek. vermek.
kürek [ÖzTürk.: kürgek]: i., 1.) toprak kybernetes [Yun.]: dümenci.
yada kum atma gereci, 2.) kayık yada kygies [Yun.]: sağlıklı.
ahşap gemiyi denizde yüzdürme kyklaminos [Yun.]: buhurumeryem
gereci, 3.) [Bedenbilim] bir kemik adı, ~ çiçeği, siklamen, tavşankulağı.
mahkumu: forsa, kyklos [Yun.: κυκλώς]: daire, yuvarlak,
kürk: i., hayvan derisi, post, ~ teker.
kayvanları: as, Ayı, Kakım, Karsak, Mink, kyknos [Yun.]: kuğu.
Tiki, Vaşak, Vizon. kyliandros [Yun.]: daire, yuvarlak.
kürsü [Arp.: kürsû]: i., 1.) konuşma kymbalon [Yun.]: büyük zil.
yapmak için yükseltilmiş yer, 2.) kymbe [Yun.]: bir borunun boşluğu.
fakültede öğrenim birimi, 3.) [Halkdili] kyminon [Yun.]: kimyon.
sandalye, 4.) ana bilim dalı. kynosoura [Yun.]: köpek kuyruğu.
kürşad [Arp.]: bak. kürşat. kyon [Yun.]: it, köpek.
kürşat [Arp.]: 1.) ? 2.) ö.i., [K] bir erkek kyparissos [Yun.]: selvi, servi ağacı
adı. kyriake [Rum. & Yun.: kyriakē]: 1.)
küs: konuşmama. efendi, 2.) Allah, Rab, Tanrı, Hz. İsa.
küspe [Far.]: i., 1.) ezilmiş tohum atığı, kystis [Yun.]: çıkın, torba.
2.)
posa, 3.) pancar atığı olan hayvan kytos [Yun.]: boşluk, kovuk, oyuk.
yiyeceği, 4.) prina. ========== L =========
küstah [Far.]: 1.) haddini bilmeme,
2.) L [İtl.: Elle]: İtalyan Abecesinin 10.
kendini kendini beğenmiş,
harfi, [L, l].
şımarık, şopar.
L: Türk Abecesi’nde 15. harf.
küstahlık [Far. + lık]: gurur, haddini
la 1 [Arp.: lâ]: Arp. dilinde 1.) olumsuz,
bilmeme, kendini beğenme, kibir. 2.)
yok, 3.) sız, siz, suz, süz, 4.) başka
küstere [küstüre]: bileği çarkı. 5.)
dışı, harici, anlamlarına gelen bir
küstümotu: [Bitkibilim: Mimosa pudica]
önek. [ladini: din dışı, lamevt: ölümsüz,
bir süs bitkisi, mimoza.
lailahe: Allah’tan başka],
küt 1 : keskin olmayan.
la 2 [Far.]: ab, aqua, su.
küt 2 : kapıya vurma sesi.
La?mon: bir tür at arabası.
Kütahya [Antik: Kotiaeon, Cotiaeum, Koti,
Rum: Katyasiyum, Katiation, Osmanlı:
labada [Rum.: lápathon > lápato: λάπατον
Germiyan]: [43], Türkiye’de bir kent. > λάπατο]: i., [Bitkilim: Rumex petientia]
kütüb [Arp.: kitab’ın çoğulu]: bak. efelek.
kütüp. labellum [Lat. çoğ: lebella]: [Bitkibilim] 1.)
kütük [ÖzTür.]: 1.) çotuk, kalın ağaç dudak biçimli bir korol kısmı, 2.)
gövdesi, 2.) kesilmiş ağaç gövdesi, 3.) dudakçık.
labi [Lat.]: 1.) akmak, akıp gitmek, 2.) lafazan [Far.: lâfzân]: boşboğaz,
kaymak, süzülmek, 3.) sessizce geveze, konuşkan.
hareket etmek, süzülüp gitmek, 4.) lagar [Far.]: etsiz, zayıf.
ayağı sürçmek, kaymak. lagos []: kaya honisi.
labi [Lat.]: kaymak, kaydırmak, lagun [Lat.: lacuna > Fra.: lagoon]: 1.) bir
sürçmek. kısmı daha büyük suya bağlı, sığ göl
labirent [Yun.: labyrinthos > Lat.: yada gölcük, 2.) kum tepecikleriyle
laborintus > labyrinthus > Fra.: denizden önü kesilmiş sığ göl.
1.)
labyrinth]: karışık şey, içinden lagün []: [Evrenbilim] deniz kulağı.
çıklmaz yer, 2.) [Bedenbilim] içkulaktaki lağım [ÖzTür.]: 1.) çukur, hendek, 2.)
girintili bölüm. hendek biçiminde tuzak, 3.)
lebler [Far. + ler]: 1.) cenahlar, etraf, lemma [Yun.]: öneri, teklif.
kıyılar. kenarlar, taraflar, yanlar, lemur [Lat.: lemures > Fra.: lemure]:
yönler, 2.) dudaklar. [Hayvanbilim] maymun ailesinden ilkel
lecere [Lat.]: izinli olmak, müsadeli memeliler.
olmak, ruhsatlı olmak. lemures [Lat.]: keçiler.
leçe [?]: taşlı tarla. lenf bezi [Yun.: lympha + ikos + Lat.:
leffen [?.: ? > müsâe’de]: 1.) ? 2.) ? glans > Fra.: lymphatique glande]: [Tıp]
leg horn [İtl.]: liman. akkan düğümü.
legal [Lat.: lex > Fra.: legal]: 1.) yasayla lenfa [Yun.: lympha > Fra.: lympha]: [Tıp]
ilgili yada yasaya dayalı olan, 2.) akkan.
yasaların izin verdiği şey, 3.) kanuni, lenfatik [Yun.: lympha + ikos > Fra.:
yasal. lymphatique]: [Tıp] lenfe ait, içinde lenf
legare [Lat.]: yardımcı olarak atamak, bulunan.
vekil tayin etmek. lenger [Far.]: 1.) geniş, derin bakırdan
legein [Yun.]: 1.) konuşmak, 2.) kap, 2.) [Denizcilik] gemi demiri.
parmakla koparmak, saymak, lenis [Lat.]: yumuşak.
toplamak, tek tek seçmek. lens [?]: 1.) göz merceği, 2.) adese,
legere [Lat.]: 1.) okumak, 2.) bir araya mercek.
getirmek, derlemek, toplamak, 3.) lent [Lat.: linum < Fra.: linte]: [Tıp] yara
seçmek, tercih etmek. pansumanında kullanılan keten
legorn [İtl.: leg horn] bir tavuk türü. tiftiği.
leğen [Far.: leken]: ağaç yada leo [Lat.]: aslan.
metalden, geniş, yayvan çamaşır leon [Yun.: leōn]: aslan.
yada yıkanma kabı. Leonid [Lat.: leo]: 1.) Aslan Burcu’ndan
Leh 1 [Arp.]: Polenez, Polonyalı. yayılır gibi görünen göktaşı, 2.) bir
leh 2 [Arp.]: 1.) onun için, onunla ilgili, Rus erkek adı.
2.)
onun çıkarına, onun yararına, 3.) Leonid, Brejnev: ?
ona ait, onun tarafında, onun leopar [Yun.: leon + pardos > Fra.:
yanında. leopar]: [Hayvanbilim: Panthara perdus]:
lehçe [Arp.: lehce]: ağız, dil, lisan. pars, pinter.
lehim [Arp.: lıham]: 1.) kurşun, 2.) lepra [Yun.: lepros > Fra.: lepra]: 1.) pul
kurşunlu bağlantı. pul, 2.) [Tıp] cüzzam.
Lehistan [Arp.]: Polonya. lepros [Yun.]: 1.) pul pul, 2.) pullarla
leichein [Yun.]: emmek. kaplı.
leipein [Yun.]: 1.) bırakmak, terk leprosi [Yun.: lepros > Fra.: leprosie]:
etmek, vazgeçmek, 2.) karışmamak, [Tıp]
1.)
deride pul pul dökülme, biçim
kendi haline bırakmak. bozukluğu ve ülser gibi belirtileri olan
leiten [Yun.]: önderlik etmek. bulaşıcı bir cilt, deri yada sinir
lejyon [Lat.: legere > Fra.: legion]: 1.) hastalığı, 2.) cüzam, cüzzam.
seçmek, 2.) büyük bir askeri grup, lerere [Lat.]: ovmak, ovuşturmak.
ordu, 3.) büyük sayıda, sayısız. lerzan [Far.: lerzân]: 1.) titreyen, 2.) [L]
leke [Far.]: kir izi. bir bayan adı.
lekende [?]: kaba dikiş. lerze [Far.]: titreme.
lekithos [Lat.]: yumurta sarısı. lesefer [Fra.: laisez ferre]: 1.) bırakın
leksikografi [Yun.: lexis + graphein > yapsınlar, 2.) sanayi ve ticaretin
Fra.: lexicographie]: sözlüğün üzerinde devlet denetiminin
düzenlenmesi. kaldırılması.
leksikograför [Yun.: lexis + graphein > lesipasi []: sınırı geçme izni.
Fra.: lexicographeur]: sözlük lesitin [Yun.: lekithos > Fra.: lechitine]:
düzenleyicisi, lügatçi. [Kimya] hayvan ve bitki hücrelerinde
leksikoloji [Yun.: lexis + logia > [?] > bulunan ve ilaç, gıda üretiminde
1.)
Fra.: lexicologie]: kelimelerin anlam kullanılan bir madde.
ve kullanışlarından söz eden bilim, 2.) leş [Arp.]: 1.) ceset, ölü beden, 2.) cide,
Sözlükbilim. hayvan ölüsü.
leksikon [Yun.: lexis + ikon > Fra.: leşker [Arp.]: asker, er, çeri, nefer.
lexicone]: kamus, lügat, sözlük. lethe [Yun.]: 1.) unutma, 2.) ilgisizlik,
lemis [Arp.]: el ile dokunma, temas. kayıtsızlık.
letraset [Fra.: lettre-set]: 1.) [Basın] leyla 2 [Arp. : leylâ]: 1.) kırmızı şarap
hurufat 2.) [Bilgiayar] font, harf takımı, kokusu, 2.) kırmızı şarabın verdiği
hurufat. sarhoşluk, 3.) [L] Mecnun’un sevgilisi.
lettare [Lat.]: harf. leylak [Far.: leylâk]: 1.) mavimsi, mavi
letum [Lat.]: fena, ölüm. renkli, 2.) [Bitkibilim: Syringa vulgaris]
leuco [Yun.: leukos]: Batı Dilleri’nde lavanta moru.
leuco-; beyaz, renksiz anlamında bir leylek [Far.]: [Kuşbilim: Ciconia ciconia]
önek. uçucu bir göçmen kuş.
leuko [Yun.: leukos]: Batı Dilleri’nde leyli [Arp.: leylî]: 1.) gece yatılı, 2.)
leuko-; beyaz, renksiz anlamında bir geceleyin avlanan yırtıcılar
önek. [nocturnal].
leukos [Yun.]: ak, beyaz. lezbiyen [Fra.: lesbian]: homoseksüel
leva: Bulgar para birimi. kadın, sevici kadın.
Levant [Lat.]: Akdeniz’in doğu sahili ve lezyon [Lat.: laedere > Fra.: lesion]: [Tıp]
buradaki ülkeler. ilevini göremeyecek derecede bir
Levanten [Lat. > Fra.: levantine]: 1.) organ yada dokunun zarar görmesi.
Yakın Doğu’ya ait, 2.) Yakın Doğu’da lezzet [Arp.]: çeşni, tat.
ticaret yapan, 3.) Yakın Doğu’lu LGP [İng.]: (L)uquified (P)etroleum (G)as:
kimse, özellikle anası-babası Avrupalı Sıvılaştırılmış Petrol Gazı.
olan kimse, 4.) bir tür ipekli kumaş. lia [Lat.]: şarap tortusu.
levare [Lat.]: kaldırmak, yukarı libare [Lat.]: akmak, boşalmak,
kaldırmak, yükseltmek. dökülmek.
levazım [Arp.: levâzım]: [Askeriye] lojistik libas [Arp.]: elbise, giysi, kıyafet, ruba,
malzeme. urba.
levazımat [Arp.: levâzımât, levazım’ın liber 1 [Lat.]: hür, özgür, serbest.
çoğulu]: gerekenler. liber 2 [Lat.]: kitap.
levha [Arp.]: 1.) resim, çerçevelenmiş liberal [Lat.: liber > Fra.: liberal]: 1.)
yazı, 2.) işarat panasu, tabela, yazılı cömert, 2.) bol, mebzul, 3.) değişim
~: tabela. ve ilerlemeden yana olan, 3.) [Halkdili]
Levi Strauss: bak. Levi’s. hoşgörülü.
Levi’s [İng.]: 1.) Levi’nin kotu, 2.) bir libido [Lat.]: 1.) arzu, istek, şehvet 2.)
uluslararası kot ve giysi markası. [Ruhbilim] cinsiyet içgüdüsü yada
levis [Lat.]: 1.) aydınlık, ışık, nur, ziya, yaşama gücü.
aydınlık, ışık veren, 2.) [L] bir Yahudi libra [Lat.: çoğulu: librae]: 1.) baskül,
yada Hiristiyan adı. kantar, terazi, 2.) libre, pound, 454
levrek [Kar.: labrik & labriks > Rum.: gr, 3.) Terazi Burcu.
labraki > lavraki > Tür.]:
1.)
balta, 2.) librae [Lat.]: basküller, kantarlar,
[Balıkçılık: Labrax lupus] bir balık türü, teraziler.
levreğin ufağı: ispendek. librare [Lat.]: ağırlığını ölçmek,
levye [İtl.: levie]: makanizma kumanda tartmak.
kolu, kol. libre [Lat.: libra > İng.: libre]: 1.) baskül,
lex [Lat.]: 1.) kaide, kanun, kural, usül kantar, terazi, 2.) libre, pound, 454
2.)
kanun, yasa. gr.
lex scripta [Lat.]: mevzu hukuk, yazılı libretto [Lat.: liber > itl.]: [Müzik] bir
huhuk. orotorya, opera vb söz yada
lex talionis [Lat.]: kısas usulü, misli ile metinleri.
mukabele usulü, aynısı ile karşılık licitus [Lat.]: izinli, müsadeli.
verme yöntemi. lider [İng.: leader]: şef, önder.
lexis [Yun.]: kelam, kelime, konuşma, Lidya [Yun.: Lydia]: Manisa yöresinin
söz. antik adı.
Ley: Rumen para birimi. lie [Fra.]: alan, mahal, mekan, yer.
leyl [Arp.]: 1.) gece, 2.) Kuran’da 92. lif [Arp.]: fiber, ip, iplik, kınnap, sicim,
sure; Leyl Suresi. tel, tire.
leyla 1 [Arp.: leylâ]: 1.) çok karanlık, 2.) lig [Lat.: ligare > Fra.: league]: 1.) grup,
çok karanlık gece. küme, takım, 2.) [Futbol] futbol
takımlarının karşılaşma döneminde
kümelenmesi.
ligaman [? > Fra.: ligament]: 1.) bağ, linea [Lat.]: 1.) ilmik, 2.) ç , hat,
rabıta, 2.) [Bedenbilim] kemikleri ve yiv, yol, 3.) fiber, ip, iplik, kınnap, lif,
başka organları bir birine bağlayan sicim, tel, tire, 4.) [Yazın] dizi, mısra,
bağ. satır.
ligare [Lat.]: bağlamak, taahhüt ve lineman [> ? > Fra.: liniment]: [Eczacılık]
yükümlülük altına girmek yada romaztizma ve burkulmalarda, ağrıyı
sokmak. dindirmek için ovarak kullanılan sıvı
ligasyon [? > Fra.: ligation]: 1.) ilaç.
bağlama, bağlanma, 2.) [Tıp] kan linere [Lat.]: sıvamak, sürmek.
damarlarını bağlama. lingua [Lat.]: 1.) aksan, şive, 2.) dil,
ligatür [? > Fra.: ligature]: 1.) bağlama, lisan.
raptetme, 2.) [Tıp] kan damarını lingua franca [Lat.]: 1.) eskilerde
bağlamada kullanılan iplik & tel. Akdeniz’in doğusunda konuşulan
lignum [Lat.]: 1.) ağaç, 2.) ağaçtan, İtalyanca’dan bozma dil, 2.)
litigare [Lat.]: karşı koymak, lobi [Lat.: lobia > Fra.: lobby]: [Mimarlık]
münakaşa etmek, reddetmek, dalan.
tarışmak. lobos [Yun.]: yuvarlak, yumuşak.
litik [Yun.: lithos + ikos > Fra.: lithique]: lobotomi [> ? > Fra.: lobotomie]: [Tıp]
[Tıp] mesane taşıyla ilgili. beynin bir bölümünü kesip çıkartma.
litoliziz [Yun.: lithos + lysis > Fra.: lobut [Arp.: nebbut]: kısa kalın sopa,
litholisys]: [Tıp] ilaçla mesane taşını çomak.
eritme. lobül [> ? > Fra.: lobule]: lopçuk,
Litoloji Yun.: lithos + logia > [?] > Fra.: yuvarlakça ufak çıkıntı.
Lithologie]: Taşbilim. loca 1 [İtl.: loggia]: sinema ve tiyatroda
litomi [Yun.: lithos + tome > Fra.: özel bölüm.
lithomie]: [Tıp] mesaneden taş alma loca 2 [İtl.: loggia]: mason toplanma
ameliyatı. odası.
litontriptik [Yun.: lithos + ? + ikos > locare [Lat.]: koymak.
Fra.: lithontriptique]: [Tıp] mesanedeki loco [Lat.]: mahal, yer.
taiı eritme. loco citato [Lat.]: anıldığı yerde,
litosfer [Yun.: lithos + sphaire Fra.: zikredildiği yerde.
1.)
lithospehere]: taşküre, 2.) arzın lococitato [Lat.]: yukarıza sözedilen
kabuğu, taşküre. yerde yada kitapta.
litoskop [Yun.: lithos + skopein > Fra.: loculus [Lat.]: [Yaşambilim] göz, göze,
lithoskcope]: [Tıp] mesane taşını hücre.
inceleme gereci. locus [Lat.]: 1.) yer, 2.) bir yer.
litotriti [Yun.: lithos + ? > Fra.: lodos [Rum.: ?]: güney-doğudan esen
lithotritie]: [Tıp] mesane taşını kırarak ılık rüzgar, akyel.
çıkartma ameliyatı. Lofça [Srp. > Osm.]: Polonya’daki
litra [Yun.]: sıvı ağırlık ölçüsü. Lowicz kenti.
litre [Yun.: litra > İtl.: litre]: 1.) sıvı Loft [İng.]: 1.) çatıdaki basık oda, 2.) bir
ölçme gereci, 2.) sıvı ölçü birimi. uluslararası kot ve giysi markası.
litros [?]: ? logaritma [Yun.: logos > arithmos > Fra.:
littare [Lat.]: harf. logharithma]: matematiğin bir dalı.
Lityum [Yun.: lithos > Fra.: lithium: Li]: loger [Fra.]: 1.) dörde bölmek, 2.) askeri
gümüşümsü beyaz, gri renklerde kışlaya yerleştirmek, 3.) oturmak,
metalik katı bir element. yerleştirmek.
liva [Arp.]: 1.) Osmanlı’da kentle vilayet logia [Yun.: λογία]: 1.) bilgi, 2.) bilim, ilim.
arası bir yerleşim yeri, 2.) bayrak, logie [Yun.: logia [λογία]]: Fransızca’da –
1.)
sancak. logie; belli türde konuşma [eulogie:
2.)
livan [Arp.]: ayazlık, balkon, eyvan, methiye], bilim, doktrin yada teori
revak, sundurma, taraça, teras. [biologie: yaşambilimi] anlamına gelen
Livane []: Artvin’nin Osmanlı bir sonek.
zamanındaki adı. logique [Yun.: logia [λογικός] > Fra.]:
Livaneli [Livane + li]: Artvinli, Fransızca’da logique; bilgi, bilgi ile ilgili
Artvin’den gelen. anlamına bir sonek.
livar [Rum.: ?]: [Balıkçılık] 1.) denizdeki logo [Yun.: logos [λογο] + typos [?] > İng.:
balık havuzu, 2.) balıkları canlı olarak logotype]:
1.)
matbaacılıkta kullanılan
saklamak için oluşturulan havuz. desen, harf, 2.) alameti farika.
lividus [Lat.]: 1.) siyah-mavi renk, 2.) logos [Yun.: λόγος]: 1.) deyi, kelime, 2.)
yaralanmada oluşan derideki morluk. oran, nispet, 3.) kainatın düzeni.
liyakat [Arp.: liyâkat]: değer, hak, logue [Yun.: logos [λόγος]]: Batı
hüner, marifet, yarar. Dilleri’nde –logue; belli türde 1.)
lizalike [Arp.: li zâlike]: bu nedenle, bu konuşma yada
2.)
yazma [monologue: bir
sebeple. tarafın konuşması] anlamına gelen bir
lizin [> ? Fra.: lysine]: [Biyokimya] sonek.
proteinlerde bulunan amino asit. loğ: evlerin çamurdan düz damlarını
lizoz [?]: bir çeşit yün hırka. düzeltmede kullanılan silindir taş.
lobar pneumonia [?]: [Tıp] akciğer loğusa [Rum.: ?]: yeni doğurmuş kadın.
lobu zatürresi. loji [Yun.: λογία]: bak. logi & logie.
lobbia [Lat.]: giriş.
makta 1 [Arp.: ?]: kesit. Malta [İtl.]: Akdeniz’de bir ada devlet.
makta 2 [Arp.: ?]: [Yazın] Gazelin son maltaeriği [Malta eriği]: b.i., [Bitkibilim:
beyti. Erionbotrya japonica] yenidünya eriği.
maktül [Arp.: ktl > maktûl]: öldürülen, maltız [İtl.: ?]: 1.) pirinç işleri yapan, 2.)
ölen. mangal.
1.)
makul [Arp.: akl > mâkûl]: maltız keçişi [İtl.: ? + keçisi]: her
2.)
değerlendirme, düşünme, akla seferinde iki yavru doğuran yerel bir
uygun, elverişli, kabul edilebilir, Malta keçisi.
uygun, . malus [Lat.]: fena, kem, kötü.
makyaj [Fra.: ? > makiyaj]: 1.) malül [Arp.: all > mâlül]: hasta kimse,
süslenme, 2.) bayanların sülenmesi. malulen [Arp.]: ahstalıktan dolayı,
makyaj malzemeleri: Allık, Aseton, malümat [Arp.: alm > mâlümât]: 1.)
Cımbız, Far., Oje, Pudra, Rimel (Yağlı Sürme), bilme, belelme, öğrenme, öğretme,
Ruj, Sürme, Yağlı Sürme (Rimel), 2.)
bilgi, bili.
makyavalist [İtl. > Fra.: machiavalliste]: malva [Lat.]: ebegümeci.
1.)
N.Machiavelli; 1469-1527 yıllarında
malzeme [Arp.: ? > malezime]:
yaşamış İtalyan devletadamı, 2.) materyal.
çıkarları için herşeyi mübah gören.
mama [Far.]: bebek yiyeceği, ~ unu:
mal 1 [Arp.: ?]: 1.) [Ticaret] emtia, meta,
ararot.
istiflenmiş ~: stok, ~ın satış
mamagrafi [Lat.: mamma + Yun.:
bedeli: rayiç, 2.) [Ekonomi] finans, graphein > Fra.: mammagraphie]: [Tıp]
nakit, para, 3.) büyükbaş hayvan, ortaya çıkmadan önce göğüs urlarını
mal 2 [Lat.]: Batı Dilleri’nde mal-; fena, belirleme röntgeni.
kem, kötü, hasta, hastalık anlamına bir
mamaliga [Lat.]: [Gıda] mısırunu
önek. yemeği.
mala [Far.]: [Yapım] sıva aracı. Mamaloji [Lat.: mamma + Yun.: logia >
mala aria [İtl.]: kötü hava. Fra.: mammalogie]: Hayvanbilimi’nin
malaga [?]: bir tür üzüm. memeliler dalı.
malagma [Yun.: ?]: merhem, ağrı mamma 2 [Lat. > B.D.]: Batı Dilleri’nde
giderici, deriyi yumuşatıcı. mamma; göğüs, meme anlamına bir
malak [Rum.: malaka]: [Hayvanbilim]
önek.
manda yavrusu. mamma 1 [Lat.]: göğüs, meme.
malarya [İtl.: mala aria]: 1.) kötü hava, mammilla [Lat.]: [Bedenbilim] meme,
2.)
[Tıp] sıtma.
meme biçimli çıkıntı.
Malatya [Melita, Maldia, Meliddu, Melid]: mamur [Arp.: a’mr > [ > ]رمعmâmur]: 1.)
[44], Türkiye’de bir kent. a.)
kurma, onarma, yapma, b.) bir
malayani [Arp.: ?]: boş ve yararsız. araya gelme, sevinçli olma, c.) uzun
malaz [?]: ot büyümüş toprak. yaşama, 2.) bayındır, abad, abat,
male [Lat.]: 1.) fena, kem, kötü, 2.) alil, imar.
hastalıklı, 3.) fenalık, günah, kötülük, mana [Arp.: ? > manâ]: anlam, meal.
şer. manaj [Fra.: manage]: [Spor] at eğitimi.
male habitus [Lat.]: kötü korunmuş, manalı [Arp. + lı]: anlamlı, manidar.
kötü saklanmış. manare [Lat.]: 1.) akmak, cereyan
mali 1 [Arp.: ? > mâlî]: [Ekonomi] akçasal, etmek, seyelan etmek, 2.)
nakdi, parasal. dalgalanmak, sallanmak, 3.)
mali 2 [Lat.]: 1.) fena, kötü, kem, 2.) kabarmak, yükselmek, 4.)
dolmak,
fanalık, günah, kötülük, şer, 3.) bela, dopdolu olmak.
dert, zarar, ziyan. Manas: bir Kırgız desatnı.
malik [Arp.: ? > mâlik]: 1.) iye, sahip, 2.) manasız [Arp. + sız]: absürt, anlamsız,
3.)
[M] Allah, Yaradan, [M] bir erkek
saçma.
adı. manastır 1 [Rum.: monos: μονος]: büyük
malikane [Arp.: mâlik + Far.: âne > Far.:
kilise, keşişhane.
mâlikâne]: yurtluk.
Manastır 2 [Rum.: monos: μονος]:
mallar [Arp. + lar]: [Ticaret] emtia.
İzmit’te eskilerde Yenidoğan semtinin
malleus [Lat.]: çekiç.
adı, Manastır Mahallesi.
malt [İng.: mealt]: 1.) arpa, 2.) biralık
arpa.
Manastır 3 [Rum.: monos: μονος]: mani 3 [Yun.: [μανί] > B.D.: mania]: 1.)
Osmanlı İmparatorluğu’nda hastalık, 2.) bak. mania3.
Balkanlar’daki Bitolj kenti. mania 1 [Arp.: ? >]: bariyer, engel, ket,
manav: 1.) meyve sebze satıcısı, 2.) mani, seki, set, zorluk.
Türkmen, Yörük, mania 2 [Yun.: μανία]: delilik.
manca [İlt.: mangare]: 1.) yemek, 2.) mania 3 [Yun.: μανία > B.D.]: Batı
kedi maması, kedi yiyeceği, Dilleri’nde mania; (belli türde) bir akıl
mancınık [Arp.]: 1.) katapult, sapan, 2.) rahatsızlığı anlamına bir sonek.
4
ipek dokumada ilmik tekeri. mania [İtl.: ? >]: devamlı,
manda 1 : [Hayvanbilim: ?] camış, su durmaksızın, sürekli.
sığırı, ~ yavrusu: balak, malak. manidar [Far.: mâni + dâr > mânidâr]: 1.)
2.)
manda 2 [Lat.: mandare > Fra.: ? anlamlı, manalı.
mandate]: egemenlik. manifatura [Lat.: manus + facere > İtl.:
1.)
mandal [Arp.: ?]: i., 1.) ? 2.) çamaşır manifattura]: fabrika dokuması, 2.)
asma kıskacı. dokuma, kumaş, tekstil.
mandaline [İtl.: mandarine]: [Bitkibilim: manifesto [Lat.: manifestus > İtl.:
1.)
Citrus nobilis]
1.)
Çin’de Mandarin menifesto]: [Siyaset] genel açıklama,
2.)
bölgesi, 2.)
Çin kökenli bir turunçgil, beyanat, bildirim, [Denizcilik]
3.)
bir tür narenciye. gümrüğe mal bildirimi.
mandare [Lat.]: birisine çok manifestus [Lat.]: 1.) eli iyice açma, 2.)
güvenmek, emanet etmek, havale neşeli olma, sevinme.
etmek, tevdi etmek. manikür [Lat.: manus + cura > Fra.:
1.)
mandepsi [Argo]: fak, hendek, kapan, manicure]: elbakımı, 2.) tırnak
trap, tuzak. bakımı,
mandere [Lat.]: çiğnemek, geviş maniple [Lat.: manus + plere > Fra.:
1.)
getirmek. maniplé]: başka amaç için
2.)
mandıra [Rum.: mandar: ?]: süthane. kullanma, kötüye kullanım.
mandolin [Lat. & Yun.: poundare [?] > Manisa [Lydia, Rum.: Magnesia [?], Osm.:
B.D.: mandoline]:
1.)
müzik borusu, 2.) Saruhan]: [45], Türkiye’de bir kent.
dört yada beş dizi teli olan bir müzik manita [İtl.: ?]: 1.) ? 2.) [Argo] sevgili.
gereci. manivela [Lat.: manus > İtl.: manivela]:
manen [Arp.: ? > mânen]: iç varlık [Teknik] kaldıraç.
olarak, moralman. mankafa: ahmak, andaval, aptal,
manere [Lat.]: aynısı olarak kalmak, anlayşsız, ansız, aptal, avanak, bön,
kalmak, yerinde durmak. budala, ebleh, enayi, salak, savak,
manevi [Arp.: ? > mânevî]: soyut, manken [Hol.: manneken > Fra.:
1.)
tinsel. mannequine]: küçük adam, 2.)
manevra [Lat.: manu operare > Fra.: terzilerin yada dükkan sahiplerinin
maneuver]:
1.)
elle çalışma, kol kullandığı insan biçiminde model, 3.)
kuvvetiyle iş görme, 2.) savaş moda elbiseleri teşhir eden model.
denemesi, 3.) tatbikat. mano [İtl.: ?]: 1.) ? 2.) [Kağıt Oyunu]
manga [manka]: [Askeriye] on kişilik kumarcının kazancı.
birlik. manolya [Fra.: ?]: 1.) ? 2.) ?
mangal [Arp.: ? > menkal]: et pişirme manometer [Yun.: mano + metron > [?]
gereci, gril, ızgara. Fra.: manometre]: [Fizik] basınçölçer.
Manganez [Lat. & Yun: Magnesia [?] > mansio [Lat.]: 1.) dar, ev, hane, konut,
2.)
Fra.: manganese: Mn]: [Kimya] iskan, oturma, yerleşim.
alaşımlarda kullanılan griye çalan mansiyon [Lat.: mens > Fra.: mention]:
1.)
renkte, metalik kimyasal element. kısa referans, 2.) anma, 3.) bir
mango [Tamil > B.D.]: sarı-kırmızı yarışmada adının anılması uygun
renklerde, tadı ekşimsi tropik bir görülen yapıta verilen ödül.
meyve. mansuedus [Lat.]: evcil, vahşi
mani 1 [Arp.:? > mâni' []]عنام: bariyer, olmayan.
engel, ket, mania, önlem, seki, set. mansur [Arp.: ? > ?]: 1.) Allah’tan yana
mani 2 [Arp.: ? > manı]: [Müzik] şarkı, olan, 2.) galip, 3.) [M] bu anlamda bir
türkü. erkek adı.
Manş Denizi [Fra.: ? + Denizi]: İngiliz Mardin [Sür.: Marde, Maride, Merdo,
Kanalı. Mardin]: [47], Türkiye’de bir kent.
manşet [Fra.: manchette]: 1.) [Giyim] kol mare [Lat.]: 1.) tuzlu su, 2.) deniz.
düğmesi başlık, 2.) [Basın] gazete mareşal [Fra.: ?]: [Askeri] müşir.
başlığı. margarin [Fra.: margarine]: 1.) tereyağ
manşon [Fra.: ?]: boru bağlantı ve süt ekleyerek yapılan bitkisel bir
parçası. yağ çeşidi, 2.) bitkisel yağ.
mantar [Rum.: ?]: 1.) yenilir bir bitki, 2.) margo [Lat.]: kıyı, sınır, uç.
şişe tapası, 3.) [Mecazi] , marina [Lat.: mare > marinus > İtl.:
manthenein [Yun.: ?]: öğrenmek. marina]: [Denizcilik] yat limanı.
1.)
mantı: bir hamur yemeği. marinare [Lat.]: tuzlu suya
mantık [Arp.: ? > ?]: 1.) eseme, 2.) bir yatırmak, 2.)
salamura yapmak, turşu
ders. yapmak.
mantis [Yun.: ?]: elçi, peygamber, marinus [Lat.]: deniz.
resül. maritus [Lat.]: koca.
manto [Fra.: ?]: bir kadın üst giysisi, mariz 1 [Arp.: ?]: alil, hasta.
kısa ~ [Fra.]: truakar. mariz 2 [?]: [Argo] dayak, patak.
manu operare [Lat.]: elle çalışma, kol marj [Lat.: margo > Fra.: marge]: 1.)
kuvvetiyle iş görme. kenar, kıyı, uç, 2.) kağıt kenarında
manus [Lat.]: el. bırakılan aralık.
manüel [Lat.: manus > Fra.: manuelle]: el marjinal [Lat.: margo > Fra.: marginal ?]:
kitabı. aşırı, ekstrem, marjinal, uç.
manyak [Yun.: mania + ? [μανία] > Fra.: marka [Fra.: marque > İtl.: marca]: 1.)
2.)
maniac]:
1.)
[Tıp] deli, divane,
2.) işaret, [Ticaret] özel işaret,
saldırgan kişilikli amblem.
manyetik [Yun.: Magnasia [?] > Fra.: market [Lat.: merx > B.D.: market]: 1.)
magnetique]: [Fizik] etkileşim. ticari eşya, emtia, mal, 2.) Pazar,
manyeto [Yun.: Magnesia [?] > Fra.: piyasa, 3.) büyük alışveriş mağazası.
megneto]:
1.)
küçük dinoma, üreteç, Marmara [Rum.: marmaros [μάρμαρος] &
2.)
alev üreteci, 3.) ateşleme. İtl.: Marmora]: Marmara Adası’nın
manzara [Arp.: ? > ?]: genel görünüm, adından gelir. Bu adada Beyaz taş
panaroma. yani mermer çıkartılırmış. Mermer’e
manzume [Arp.: ? > manzûme]: [Şiir] izafeten. Marmara Adası, Marmara
nazım, şiir. Denizi, Marmara Bölgesi.
mapa [Lat.: > İtl.: mappa]: [Denizcilik] 1.) marmaros [Rum.: μάρμαρος]: beyaz taş.
siperli fener, 2.) ucu halkalı civata. marmelat [Yun.: meli + melon > [?] >
1.)
mappa [Lat.]: önlük. Fra.: marmalade]: ballı elma, 2.)
maraba [?]: ortak, yarıcı. şekerli meyve ezmesi, 3.) reçele
marangoz [İtl.: ?]: 1.) ağaç işleri yapan benzer bir meyve tatlısı.
usta, 2.) kısaca marangozhane. marn [Fra.: ?]: [Maden, Gıda] pekmez
marangozhane [İtl.: ? + Far.: hâne]: toprağı.
marangozluk işleri yapılan işlek. maroken [Fra.: ?]: Fas derisi.
maranta: [Dokuma] ararot kumaşı. maron [Fra.: ?]: kestane rengi.
Maraş 1 : bak. Kahramanmaraş. marpuç [Far.: marpiç]: 1.) ? 2.) nargile
Maraş 2 : KKTC’de bir kent. hortumu.
maraton [Yun.: marathon [?] > Fra.: Mars [Lat.: Martius > Mars > Fra.: Mars]:
1.)
marathone]:
1.)
eski Yunan’da 26 eski Roma’da savaş tanrısı, 2.)
millik bir yarışma, 2.) dayanıklılık [Yıldızbilim] Behram, Merih.
yarışması. marsık [?]: kömür gibi yanmış.
maraz [Far.]: [Tıp] çor, dert, hastalık, Marsilya [İlt.]: İtalya’da Marseilles
illet, mazara. kenti.
maraza [Arp.: ? > muarıza]: 1.) çıngar, marsypos [Yun.: ?]: kese, küçük torba,
hır, kavga, 2.) [Halkdili] hastalık. torba.
marchisus [Lat.]: harika, mükemmel. marcher [Fra.]: f., yürümek.
marcus [Lat.]: çekiç. marş [Fra.: marcher: yürümek]: 1.) yürü!
2.) 3.)
marda [Rum.: ?]: i., ıskarta mal. [Müzik] Ritimli müzik, [Askeriye]
askeri yürüyüş, 4.) [Otomotiv] arabada maslahat [Arp.: ? > maslâhat]: 1.) ?, 2.)
başlatma motoru. ?,
Mart [Lat.: martius > Fra.: ?]: 1.) Mars maslak 1 : 1.) büyük, hayvan su içme
yıldızına ait, 2.) yılın 31 gün çeken 3. yalağı, 2.) çeşme altı tekne, 3.) su
ayı. tankı.
martaval [Konuşma Dili]: palavra. Maslak 2 : İstanbul’da bir semt adı.
martı [İtl.: martin]: 1.) Piri Reis Martı masmavi: gömgök,
Kuşu dermiş, 2.) [Kuşbilim: Larus mason [Lat.: matio > B.D.: mason]: 1.)
orgentatus] bir deniz kuşu. duvar ustası, örücü, 2.) duvar
martialis [Lat.]: Mars’la ilgili. örücüleri, 3.) Hiristiyanlıkla birlikte
martin [İtl.]: 1.) Martini Tüfeği, 2.) kısa kilise benzeri mabedleri yapan
namlulu tüfek, 3.) [M] Batılı bir erkek ustalar, 4.) gizli tarikat üyesi,
adı. farmason.
martius [Lat.]: Mars’la ilgili. masör [Arp.: mes > massa > Fra.:
martyr [Lat.]: gören, şahit, tanık. massaeur]: erkek masajcı.
marul [Rum.: mouli > maruli [?]]: masraf [Arp.: srf > []]فرصم: 1.)
[Bitkibilim: Lactuca sativa] bir tür sebze. tüketme, 2.) borç, gider, harcanma.
marya [Rum.: ?]: 1.) dişi koyun, dişi massa [Lat.]: küme, parça.
hayvan, 2.) yavru balık. mastar [Arp.: ? > masdar]: [Dilbilgisi] fiilin
mas 1 [Arp.]: [Kimya] emme, soğurma. –mek, -mak biçimi, [Infinitive].
mas 2 [Lat.]: erkek. mastax [Yun.: ? ]: ağız.
masa 1 [Lat.: massa > İtl.: massa]: mastı çiçeği: [Bitkibilim: Arnica Montana]
1.)
sehpa, küçük ~: sehpa. arnik, mastı çiçeği, 2.) bak. arnik.
masa 2 [Yun.: ?]: arpa keki. mastı: bodur köpek.
masaj [Arp.: messe > mes > massa > mastika [Yun.: ?]: mastikle
Fra.: massage]:
1.)
dokunma, 2.) kokulandırılmış Yugoslav Rakısı.
bedeni rahatlatmak için ovma. mastos [Yun.: ?]: göğüs, meme.
masajcı [Arp.: messe > mes > massa > masturbari [Lat.]: cinsel organlarla
Fra. + cı]:
1.)
dokunma, 2.) masaj işini oynamak.
yapan, erkek ~: masör. masturbasyon [Lat.: masturbari > Fra.:
1.)
masal [Arp.: ?]: olağan dışı hikaye, bir masturbation]: cinsel organlarla
2.)
~ kuşu: anka. oynama, belini getirme, tatmin
olma, 3.) tatmin etme.
masarika [Arp.: ?]: [Bedenbilim]
masum [Arp.: ? > mâsum]: suçsuz.
bağırsakları tutan karın iç zarı.
masura [Far.]: 1.) çeşme zıvanası, 2.)
masat [Arp.: ? > mishad]: bıçak bileme
bobin, makara, yumak, 3.) örgü ipi
aracı.
yumağı.
masiyah [İbr.]: 1.) yağlanmış, 2.) kutsal
maşa [Arp.: ? > mihassa]: 1.) ateşi
yağla yağlanmış, 3.) kutsal kişi,
elleçlemede kullanın kıskaç, 2.) saç
Tanrı’nın elçisi.
fon gereci, 3.) küçük maşa, cımbız,
mask [Arp.: ? > mashara > B.D. > Fra.:
çift.
masque]: maske, yapam yüz.
maşatlık [Arp.: ? > meş’hed]: 1.)
maskara [Arp.: ? > mashara]: 1.)
gayrimüslim mezarlığı, 2.) özellikle
gizleme, örtme, saklama, setr, 2.)
Yahudi Mezarlığı.
kaşmer, maskara, soytarı, şeytan, 3.)
maşraba: bak. maşrapa.
bir makyaj ürünü.
maşrapa [Arp.: ? > maşraba]: kulplu
maske [Arp.: ? > mashara > B.D. > Fra.:
küçük kap, madeni su içme tası.
masqué]: mask, yapma yüz.
maşrık [Arp.: şrk > maşrîk]: 1.) batma,
maskelemek [Arp.: ? > mashara > B.D. >
kaybolma, yok olma, 2.) güneşin
Fra.: masqué + lemek]: alalamak,
doğduğu yer, 3.) doğu, orient, şark.
kamufle etmek,
maşuk [Arp.: ? > mâşuk]: 1.) seven, 2.)
maskot [Fra.: masco > Fra.: mascotte]:
1.) [M] seven anlamına bir erkek adı.
büyücü, sihirbaz, 2.) iyilik, şans 1.)
Maşukiye [Arp.: mâşukiye]:
getirdiğine inanılan, eşya, insan vb, 2.)
3.) Maşuk’un köyü, İzmit’e bağlı bir
maskot, mavi boncuk.
belde.
maskülen [Lat.: mas > Fra.: masculine]:
1.) mat 1 [Far.]: 1.) akılla altetmek, hünerle
eril, 2.) erkeklerle ilgili.
yenmek, 2.) [Satranç] tam yenilgi.
mat 2 [Fra.: matte]: 1.) donuk yüzey, matuf [Arp.: mâtuf]: yönelik, yönelmiş.
pürüzlü satıh, 2.) donuk. maturus [Lat.]: kamil, olgun.
matador [> İsp.: ?]: boğa güreşçisi. maun [mahun]: [Bitkibilim: Swietenia
matador [İsp.: mator > İng.]: 1.) katil, Mahagoni] akaju.
öldüren, 2.) boğa güreşçisi. maval [Arp.: mevval]: i., katakulli,
matara [Arp.: mathere]: [Askeri] 1.) uydurma, yalan.
Yolculukta kullanılan madenden yada mavera [Arp.]: ilerisi, ötesi.
deriden su kabı, 2.) Asker su kabı, Maveraünnehr [Arp.. mavera-ün nehr]:
1.)
kirba. nehirler ötesi, 2.) [Transoxiana] ?.
matbaa [Arp.]: basımevi. mavi [Arp.]: mai, yeşille ~ karışımı
matbuat [Arp.]: basın. renk: tirşe.
matem [Arp.]: acı, yas. mavikantaron [mavi kantoran]: b.i.,
Matematik [Yun.: ? > Fra.: mathematic]: [Bitkibilim: Cephalaria syriaca]
1.)
yıllık bir
Aritmetik, riyaziye, matematiğin bir bitki, 2.)
acımık, belemir, peygamber
dalı: cebir. çiçeği.
Matematik [Yun.: manthenein > mavna [Arp.: mavuna]: i., 1.) ? 2.)
1.)
mathematikos > Fra.: mathematique]: [Denizcilik] yelkenli yük gemisi.
öğrenmek, 2.) sayılar ve sembollarin mavro [Rum.: ? > Argo]: 1.) ? 2.) zenci.
bir birleri ile ilişkisi, 3.) bununla ilgili maxima [Lat.: magnus]: en büyük.
bir bilim dalı, 4.) Riyaziye. maya 1 [Far.: maye]: [Kimya] ekşime,
matemli [Arp. + li]: yaslı. ferment tahammür.
mater [Lat.]: anne. Maya 2 [Güney Amerika]: bir Güney
materia [Lat.]: cevher, cisim, madde, Amerika Ugyarlığı.
özdek. mayalanma [Far. + lama]: i.,
materyal [Lat.: materia > Fra.: material]: fermantasyon.
1.)
cevher, cisim, madde, özdek, 2.) mayasıl [Arp.]: i., 1.) ? 2.) [Tıp] egzama,
malzeme. hemeroit, mayasıl.
materyal [Lat.: materia > Fra.: material]: maydanoz [Rum.: makedounsi &
malzeme. makedonisi [?] > Arp.: bakdunis >
mathere: bak. matara. makdunis & Arp.: miğde nüvaz [?] >
1.)
matik [Yun.: makine > Fra.: matique]: Osm.: maydanoz]: Makedonya otu,
2.)
makine anlamına sonek. [Bitkibilim: Petroselinum crispum] bir
matine [Fra.: matin > matinée]: 1.) yeşillik türü, Makedonya otu.
sabah, gündüz, 2.) sinema yada maye [Far.: mâye]: ekşime.
tiyatroda gece bölümü. mayehoş [Far.]: bak. mayhoş.
matio [Lat.]: duvar ustası, örücü. mayhoş [Far.: mâye + hoş > mâyehoş >
1.)
matitunus [lat.]: gündüzle ilgili, mâyhoş]: hoş olmayan, 2.) ekşimsi.
gündüzleyin. mayın [İng.: ?]: ?
matiz [Rum.: ?]: 1.) uzun ip, 2.) [Argo] Mayıs [Lat.: maius mensis]: yılın 31 gün
çok sarhoş. çeken 5. ayı, [May].
matkab [Arp.: miskab]: bak. matkap. mayi [Arp.: mâyi]: 1.) akışkan, sugibi, 2.)
matkap [Arp.: miskab > matkab]: [Teknik] [Kimya] likit, sıvı.
delgi. maymun [Arp.: ?]: [Hayvanbilim: ?] bir
matmazel [Fra.: mesdemoisellee > hayvan, maymun türleri: Goril,
medemoiselle]: evli olmayan bayan, Makak, Orangutan.
Fraulein, Miss. mayna [İtl.: magnia ?]: [Denizcilik] ?
mator [İsp.]: öldürmek. mayo [Fra.: maio ?]: [Giyim] deniz
matrak [Arp.: mıtrak]: değnek, kalın giysisi.
sopa. mayonez [İsp.: Mahon > Fra.:
1.)
matriks [Lat.: mater > Fra.: matrix]: 1.) mayonaisse]: İspanya’da Mahon
karın, 2.) [Matematik] sayılar kümesi. limanı, 2.) [Gıda] yumurta beyazından
matris [Lat.: mater > Fra.: matrix]: ile yapılan bezelye vb bir meze türü.
gazete baskı şablonu. maytap [Far.: mu + tâb > muytâb >
1.)
Matta [Arm.: matia > İbr.: ? > Yun.: ?]: maytap]: kıvır kıvır saç, kıvırcık,
2.)
[Hiristiyanlık]
1.)
İsa’nın havarisi, 2.) lüle saç, havai fişek, 3.) [Argo] alay
Matta İncili. etme, dalga geçme.
matta 1 [Lat.]: bez, dokuma. mazak: kırmızı renkli balık.
mazara [Arp.]: [Tıp] çor, dert, hastalık. medicari [Lat.]: iyileştirmek, tedavi
illet, maraz, mazara. etmek.
mazbata [Arp.]: 1.) tutanak, 2.) medicus [Lat.]: hekim, doktor.
milletvekillerinin vekilliklerinin medine 1 [Arp.: ?]: 1.) abad, abat, il,
geçerliliği için züenelnen belge. kent, site, şehir, vilayet, 2.) [M] bir
mazeret [Arp.: mâzeret]: bahane, özür. bayan adı.
mazgal [Rum.: ?]: su akma yeri. Medine 2 [Arp.]: Suudi Arabistan’da bir
mazhar [Arp.: ?]: 1.) ?, 2.) ?, 3.) [M] bir kent.
erkek adı. meditari [Lat.]: düşünmek, niyet
mazı [?]: [Bitkibilim: ?] bir süsü bitkisi. etmek, planlamak.
mazi [Arp.: mâzi]: geçmiş, tarih. meditasyon [Lat.: mediatri > Fra.:
mazot [Rus.: ?]: 1.) bir tür yakıt, 2.) meditation]:
1.)
derin düşüncelere
2.)
dizel, motorin. dalma, geçici uyuma yada
Mazurka [Leh.]: ö.i., 1.) Leh dansı, 2.) uyutma.
bir Polonya halk dansı. medius [Lat.]: orta.
meal [Arp.]: anlam, mana. medyum [Lat.: medisu > Fra.: medium]:
1.)
meblağ [Arp.]: [Ekonomi] para miktarı, aracı, ortacı, 2.) bilici, falcı.
tutar. mefhum [Arp.: []]موﻩفم: kavram.
mebni [Arp.: mebnî]: 1.) ?, 2.) ?. mefküreci [Arp. + ci]: idealist, ülkücü.
mecal [Arp.]: can, derman, dirlik, güç, mega 1 [Yun.: ?]: çok büyük.
hal, kuvvet, takat. mega 2 [Yun.: megas [?] > B.D.: mega]:
mecazi [Arp.]: figüratif, remzi, temsili. Batı Dilleri’nde mega-; 1.) büyük, güçlü,
mecbur [Arp.: cbr > mecbûr []]روبجم: 1.) kocaman,
2.)
milyonuncu anlamına bir
zorlama, zorlaştırma, 2.) zorunlu. önek.
mecburi [Arp.: cbr > mecbûrî [?]]: 1.) megafon [Yun.: megas + phones > [?] >
2.) 1.)
zorlama, zorlaştırma, vacip, Fra.: megphone]: [Teknik] ses
2.)
zorunlu. yükselticisi, bu biimde çalışan
mechos [Yun.: ?]: 1.) düzenek, icat, taşıanbilir bir gereç.
tertip, tertibat, 2.) entrika, gizli plan, megapol [Yun.: megas + polis > [?] >
tertip. Fra.: megapole]: çok büyük kent.
mechos [Yun.: ?]: buluş, düzenek, icat, megas [Yun.: ?]: büyük.
tertip, tertibat. megola [Yun.: ?]: büyük.
meclis [Arp.]: 1.) parlemento, 2.) megolamani [Yun.: megas + mania > [?]
dostlar toplantısı, 3.) Türkiye Büyük > Fra.: megolamanie]: [Pskiloji] büyüklük
Millet Meclisi. hastalığı.
mecmua [Arp.]: [Basın] dergi, magazin. mehil [Arp.]: eksüre, mehil, mühlet,
mecra [Arp.]: akış, cereyan, eğilim, önel, süre, vade.
istikamet, temayül, trend, yön, Mehmet [Arp.: Muhammed’in kısaltması]:
1.) 2.)
yönelim. [M] bir erkek adı, Mehmet adı
meç 1 [Fra.: ?]: ? sadece Türkler’de vardır. Hz. Muhammed’e
saygıdan aynı ismi değilde Arapça yazılışının
meç 2 [Srp.]: [Savaş] düz, dar ve ensiz
farklı okunuşundna oluşan Mehmet ismini
kılıç. kullanmıştır.
meçhul [Arp.: ?]: 1.) bilmeme, 2.) mehtab [Far.: mehtâb]: bak. mehtap.
bilinmeyen, bilinmezlik. mehtap [Far.: mâh + tâb > mehtâb
med cezir [Arp.]: 1.) kabarma ve []]باتﻩم:
1.)
ay ışığı, 2.) ayışığı,
alçalma, yükselme ve inme, 2.) dolunay, 3.)
[M] bir bayan adı.
suların kabarması ve inmesi, 3.) Mehtar Takımı: ?
nehir, göl ve denizlerin ay ve mehter [Arp.]: 1.) Osmanlı’da çadır
yıldızların etkilemesiyle yükselip uşağı, 2.) ?.
4.)
alçalması, akıntı, gelgit, mehteran [Arp.]: ?
meddücezir. mekan [Arp.: mekân []]ناكم: 1.) lokal,
med: bak. met. mahal, mevki, yer, 2.) ev, hane, yurt,
meddücezir [Arp.: medd –ü cezir]: 3.)
kat, makam, mevki, paye, 4.)
akıntı, gelgit, med cezir. işletma, dükkan, büro vb.
medialis [Lat.]: ortaya ait. mekanik [Yun.: mechos > mechane > [?]
medianus [Lat.]: orta. > Fra.: mechanique]: makineyle ilgili.
mekanizma [Yun.: mechos > [?] > meltem [?]: 1.) 2.) yel, 3.) [M] bu
mechanismos > İtl.: ?]: düzenek. anlamda bir bayan adı.
mekruh [Arp.: krh > ]ﻩورﮎم: 1.) iğrenme, memat [Arp.: memât]: ölüm, vefat,
2.)
iğrenç, 3.) [İslam] dinen iğrenilen, hayat ~ meselesi: ölüm yaşam
yapılması istenmeyen edimler ve sorunu.
davranışlar. memba [Arp.: membâ]: çaykara, eşme,
mekteb [Arp.: ktb ]: bak. mektep. kaynak, kaynaksuyu, pınar.
mektep [Arp.: ktb > mekteb]: 1.) okuma membran [Lat.: membrum > Fra.:
evi, 2.) ekol, okul. membrane]: [Bedenbilim] gışa, ince
mektepli [Arp.: ktb > mekteb + li > katman, zar.
1.)
mektebbli]: eğitim görmüş, 2.) membrum [Lat.]: aza, üye.
üniversite eğitimi almış. meme: 1.) süt verme çıkıntısı, 2.)
mektub [Arp.: ktb]: bak. mektup. göğüs, hayvan ~si: cukka.
mektup [Arp.: ktb > mektûb]: 1.) yazılan, Memeliler Bilimi: Mamaloji.
2.)
name. memeliler: prirat.
mel [Türk.: bal > Lat.]: bal. meminisse [Lat.]: amımsamak,
melamin [Alm. > Fra.: melamine]: hatırlamak, yadetmek.
[Kimya] sentetik reçinelerde kullanılan meminisse [Lat.]: anımsamak,
beyaz kristalin madde. ansımak, hatırlamak.
melankoli [Yun.: melas + chole > [?] memleket [Arp.: ]تﮎلمم: ülke, vatan,
1.)
Fra.: melancholie]: kara bela, 2.) yurt,
üzüntülü ve deprasyonlu ruh hali, 3.) memor [Lat.]: düşüceli, unutmaz,
kara sevda. unutmayan.
melas 1 [Yun.: ?]: esmer, kara, siyah. memorabilia [Lat.]:
1.)
anmaya,
melas 2 [Lat.: mel > Fra.: melasse]: ahırlamaya değer şeyler, 2.) anılar,
[Kimya] şeker rafine edilirken hatıralar.
çıkartılan koyu siyah renkli bir şurup, memorandum [Lat.]: hatırlatıcı, yazılı
[Molasse]. kısa not.
melas 3 [Fra.: melasse]: şekerin posası. memoria [Lat.]: anı, hatıra.
melek [Arp.]: 1.) 2.) [M] bir bayan adı, men [Arp.: men’]: yasaklama.
[Angel, Angela, Olga]. men [Yun.: mēn]: ay (30 gün).
meleke [Arp.]: yeti. menafiyi ahlakiye [Arp. > Osm.:
melekler [Arp. + ler, Din]: Cebrail, menâfi’-yi ahlâkiye]:
1.)
?,
2.)
?,
Ezrail, İsrafil, Mikhail, menare [Arp.]: mumçubuğu,
Melen Çayı [Hypios]: denizfeneri, bak. minare.
Melenağzı: Melen Çayı’nın Karadeniz’e mendax [Lat.]: gerçekçi olmayan.
birleştiği yerde kurulu yerleşim yeri. Mendelevyum [Lat.: ? > Fra.:
meles 1 [Arp.]: çökük sırtlı (at). mendelevium: Md]:
meles 2 [Arp.]: çok eskilerde nitelikli Menderes 1 [Rum.: maiandros [?] >
bir ipekli dokuma. Tür.]: bak. Menderes Nehirleri.
melez [Arp.: meles2]: kırma, metis. Menderes, Adnan: eski
melhem [Arp.]: bak. merhem. başbakanlardan, idam edileren
meli [Yun.: ?]: bal. öldürüldü.
melih [?]: 1.) 2.) [M] bir erkek adı. mendicus [Lat.]: fakir, muhtaç, yoksul.
melik [Arp.]: 1.) komutan, 2.) [M] mendil [Arp.: elbezi]: peçete, peşkir.
komutan anlamına bir erkek adı. mene [Yun.: mēnē: ?]: aya benzer.
melike [Arp.]: 1.) 2.) [M] bir bayan adı. menekşe [Far.: benefşe]: 1.) [Bitkibilim:
melior [Lat.]: daha iyi. Viola adorato] bir tür çiçek,
2.)
[M]
melisa [Yun.: ? > Fra.: melissa]: bayan adı, hercai ~: alaca menekşe,
[Bitkibilim: ?] oğul otu.
alaca ~: hercai menekşe.
melodi [Yun.: melos + aeidein > [?] >
Fra.: melodie]: [Müzik]
1.)
ır, şarkı, menenjit [Yun.: meninx + itis > [?] >
2.) Lat.: meningitis > Fra.: meningite]:
terennüm, türkü, ezgi, makam,
[Patoloji] beyin ve omuriliği kaplayan
name, terane.
melon [Yun.: ?]: elma. zar tabakada iltihaplanma.
melos [Lat.]: name, şarkı, terane, menent [Arp.: menend]: aynı, benzer,
türkü. emsal, eş, tıpkı, tıpkısı, tıpatıp.
mereri [Lat.]: hizmet etmek, hizmette mersi [Lat.: merces > Fra.: mercie]:
bulunmak. teşekkür.
meretrix [Lat.]: fahişe, orospu. Mersin [Rum.: myrton > mirsíni
1.) 1.)
mergere [Lat.]: batırmak, [μυρςίνη]]: Türkiye’de bir kent adı,
2.)
daldırmak, ıslatmak, suya sokmak, yaban mersini: enir, Mersin
2.)
banmak, bandırmak, balığı yumurtası: havyar, Mersin
mergus [Lat.]: dalıcı kuş. balığı türü: şip.
merhaba [Far.]: 1.) benden sana zarar mersin balığı [Rum.: mirsíni [μυρςίνη] +
gelmez, 2.) barış, 3.) selamlaşma. balığı: Tür.]: [Balıkçılık: Myrtus communis]
merhale [Arp.]: aşama, evre, safha. bir tür Akdeniz balığı.
merhamet [Arp.]: acıma. mersiye [Arp.: ]ﻩﯼثرم: ağıt.
merhametli [Arp. + li]: rakik, yufka mert [Far.: merd]: 1.) adam, erkek, 2.)
yürekli. cesur, yürekli, 3.) [M] cesur, yürekli
merhem [Arp.: melhem]: [Eczacılık] anlamına bir erkek adı.
pomat. mertebe [Arp.]: 1.) kat, makam, mevki,
merhum [Arp.]: cansız, cenaze, mevta, paye, 2.) kat, katman.
ölü, vefat etmiş. merus [Lat.]: arı, katıksız, saf, temiz.
Meriç [Rum.: Evros]: 1.) Edirne’de bir merx [Lat.]: 1.) çanak çömlek, seramik
nehir adı, 2.) Edirne’de bir ilçe, 3.) eşya, 2.) ticari eşya, 3.) emtia, mal.
Bulgaristan’da hasköy’ün bir ilçesi, 4.) Meryem [İbr.: Maryam & Arp.: Meryem &
1.)
Yunanistan’da bir vilayet, 5.) bir Türk Yun.: Myriam > B.D.]: [Hiristiyanlık] Hz.
erkek adı. Meryem, Hz. İsa’nın bakire kabul
meridien [Lat.]: 1.) öğle saatleri, 2.) edilen annesi, 2.) [İslam] Hz. Meryem,
öğle, öğleyin. Bakire Meryem, Hz. İsa’nın bakire
meridiyen [Lat.: meridien > Far.: annesi, 3.) bir Türk, Hirisitiyan ve
merdidien]: [Evrenbilim] boylam. Müslüman bayan adı, [Mary, Maria,
meridies [Lat.]: ay. Marie, Marianna].
meridyen [Lat.: meridies > Fra.: mes [Arp.: messe]: 1.) dokunma, temas,
2.)
meridien]: Ekvator dairesi, tul dairesi. [İslam] dokunarak arınma, aptes
1.)
Merih [Arp.]: [Yıldızbilim] Behram, alma, 3.) [İslam] ayağa giyilen bir tür
2.)
Mars, bir bayan ve erkek adı, kapalı ayakkabı.
[Behram]. mesafe [Arp.]: ara.
merinos [İsp.]: 1.) İspanyol merino mesai [Arp.]: çalışma, emek.
koyunu, 2.) bu koyunun yünü, 3.) bu mesaj [Lat.: mittere > Fra.: message]:
yünden dokunmuş kumaş. ileti.
merkep [Arp.: merkeb]: [Hayvanbilim] mesame [Arp.: mesam]: [Yaşambilim]
eşek, eşşek, har, karakaçan. gözenek.
1.)
merkez [Arp.]: heryere eşit mesane [Arp.]: [Tıp] idrar torbası, sidik
2.)
uzaklıktaki yer, orta, özek, 1.) torbası.
~den uzak: ücra, sapa, 2.)
polis mesel [Arp.]: örnek alınacak söz.
karakolu, polis merkezi. mesela [Arp.: meselâ]: diyelimki,
merkür [Fra.: mercure]: i., utarit. örneğin, sözgelimi.
mermer [Rum.: marmaros [μάρμαρος] & mesele [Arp.]: 1.) dert, 2.) problem,
Lat.: lapis parius]: i.,
1.)
beyaz taş, 2.) sorun.
işlemesi kolay, yaygın oalrak beyaz, Mesih [İbr.: maşiyah > Arp.: al mesihe]:
1.)
renkli bir süstaşı, bir tür ~: somaki, [Hiristiyanlık] kutsal yağ ile ovulmuş,
~ yapıştırıcısı: akemi, yapay ~: kutsanmış, [Kristhos, Hristo, Christ], 2.)
gönderilmiş, müjdeci, yollanmış, 3.)
breş, ~den oyma: lahit, ~den oyma
Hz. İsa’ya verilen ad, [Messiah].
mezar: lahit, mesire [Arp.]: gezinti yeri.
mermi [Arp.]: i., [Savaş] kurşun. mesken [Arp.: skn]: ev, hane,
meros [Yun.]: bölüm, kısım, parça. ikametgah, konut.
merserize [İng. > Fra.: merserizèe]: 1.) meslek [Arp.]: 1.) çalışma, iş, 2.)
J.Mercer; 19.yy’da yaşamış bir İngiliz
kariyer, uzmanlık.
patiska, Amerikan bezi tüccarı, 2.)
Mesnevi [Arp.]: ~ şiiri: hamse.
pamuk ipliği, pamuklu kumaş.
mesos [Yun.]: 1.) arası, arasında,
beyne, beynel, 2.) orta, ortası.
mest [Far.]: 1.) 2.) ayyaş, bekri, esrik, Metalurji [Yun.: metallon + ergon + logia
1.)
kafası iyi, sarhoş, sermest. > Fra.: metalurgie]: metalle çalışma
2.)
mesud [Arp.: mes'ûd]: bak. mesut. işi, metalleri cevherlerinden ayırıp
mesut [Arp. .: mes'ûd []]دوعسم: 1.) eritme ve başka işlerde kullanma
bahtiyar, mutlu, saadetli, 2.) [M] bilimi, 3.) Madenbilim.
bahtiyat, mutlu, saadetl anlamına bir metamorfoz [Yun.: meta + morphe +
1.)
erkek adı. osis > Fra.: metamorphose]: biçimini
2.)
meşakkat [Arp.]: bun, eziyet, gaile, değiştirme durumu, başkalaşma,
güçlük, sıkıntı, zahmet, zor. biçimini değiştirme, şeklşini
meşakkatli [Arp. + li]: emekli, değiştirme.
zahmetli, zor. metan [methyle > Fra.: methane]: [Kimya]
1.)
meşale [Arp.]: alveli değnek, yanarca. bataklık benzeri alanlarda
meşhur [Arp.: meşhûr []]وﻩشمر: 1.) bitkilerin çürümesiyle oluşan renksiz,
namdar, namlı, tanınmış, ünlü, 2.) [M] kokusuz, yanıcı bir gaz elementi, 2.)
namdar, namlı, tanınmış, ünlü bataklık gazı.
anlamına bir erkek adı, [Namdar]. metanet [Arp.: metânet]: dayanma,
meşin [Far.]: [Dericilik] işlenmiş deri, dayanım, sabır.
tabaklanmış deri, kösele.ince metanetli [Arp. + li]: dayanıklı, metin,
meşin: vaketa. metanol [methane + alcohole >
1.)
meşreb [Arp.]: bak. meşrep. methanole]: [Kimya] yakıt, çözücü
meşrep [Arp.: meşreb]: 1.) yaratılış, 2.) yada antifriz olarak kullanılan zehirli
içme yeri, su içme, içim. bir sıvı, 2.) metilalkol.
meşrubat [Arp.: şrb > ]تابورشم: 1.) metaplazma [Yun.: meta + plasma >
içme, 2.) içecekler, 3.) içecek. Fra.: metaplasma]:
1.)
kalıp dışı, 2.)
met [Arp.: med]: 1.) yükselme, 2.) deniz [Yaşambilim] hücrede bulunan yağ ve
kabarması, kabarma, yükselme. karbonhidarat gibi cansız maddeler.
meta 1 [Arp.: metâ]: [Ticaret] emtia, mal. metastaz [Yun.: meta + histanai > Fra.:
meta 2 [Yun.]: Yunanca’da meta-; 1.) dış, metastasis]:
1.)
değişim, 2.) [Tıp]
2.)
dışarısı, dışarıya, hariç, harice, kandolaşımıyla bir hastalığın bir
3.) 3.)
değişmiş öte, ötesinde, uzağında, uzuvdan diğerine taşınması, 3.) [Tıp]
sonra, sonrası analmına bir önek. bedende bir uzvun işlevinin diğer
meta 3 [Yun. > meta]: Batı Dilleri’nde organa taşınması.
1.) 2.)
meta-; dış, dışarısı, hariç, harice, metatarzos [Yun.: meta + Lat.: tarsus >
4.) 5.) 1.)
değişmiş, öte, ötesinde, uzağında, Fra.: metatarsus]: ayak bileği ötesi,
2.)
sonra, sonrası anlamında bir önek. [Bedenbilim] ayak tarağı.
metabolizma [Yun.: meta + ballein > metazori [Rum.: ?]: zorla.
1.)
Fra.: metabolisma]: dışarıya atma, Mete: bir Türk erkek adı.
2.)
gıdalardan oluşturulan ve posaya Metehan: bir erkek adı.
dönüştürülen ve böylece enerjinin metelik [Fra.: metallique]: 1.) on paralık
sağlandığı organizma içindeki sikke, 2.) çok az para.
3.)
protoplasma işlemi, bedende meteliksiz [Fra.: metallique + siz]:
enerji sağlama işi. parasız, züğürt,
metafizik [Yun.: meta(ta) + (Physis) meteor [Yun.: meta + eora > Fra.:
physika + ikos > Fra.: metafisique]: meteore]: akanyıldız, meteortaşı,
fizikötesi. şahap, ağan, ağma, göktaşı.
metafor [Yun.: meta + pherein > Fra.: meteoroid [Yun.: meta + eora + eides >
1.) 1.)
metaphore]: başka anlam taşımak, Fra.: meteoroide]: göktaşına
2.) 2.)
başka anlamlara gelen ifade, benzeyen, atmosfere girince
mecazi söz. göktaşı olan gökcismi.
metakarpoz [Yun.: meta + karpos > Fra.: Meteoroloji [Yun.: meta + eora + logia >
1.)
metacarpose]: [Bedenbilim] el tarağı. Fra.: meteorologie]: hava tahmin
2.)
metal [Yun.: metallon > Fra.: metal]: işleri, Havabilimi.
maden, mineral. meteortaşı: ağan, ağma, akanyıldız,
metalik [Yun.: metallon + ikos > Fra.: göktaşı, meteor, şahap.
mettalique]: madeni, madensel, meter 1 [Yun.: ?]: ana, anne, valide.
metallon [Yun.]: maden. meter 2 [Yun.: metron [μέτρον] > B.D.:
meter & metre]: Batı Dilleri’nde meter-
tabakalar biçiminde kristalize olan bir milenyum [Lat.: mille + annus > Fra.:
mineral, 3.) evrenpulu. millenium]: binyıl.
mikado [Jap.: mi + kado]: 1.) yüceltilmiş miles [Lat.]: asker.
kapı, babıali, 2.) Japon imparatoru. milibar [?]: atmosfer ölçü birimi.
Mikhail [İbr.: ? > Arp.: ?]: bir Türk, miligram [Lat.: mille + Yun.: gramma >
Müslüman erkek adı ve Hiristiyan, Fra.: milligramme]: litrenin binde biri.
[Michael, Michel, Michaella, Mike, Miky,], mililitre [Lat.: mille + Yun.: litra > Fra.:
mikro 1 [Yun.]: küçük. millilitré]: gramın binde biri.
mikro 2 [Yun.: mikros > Fra.: micro ]: 1.) milim [Fra.: ?]: 1.) santimetrenin onda
gözler görülemeyen, 2.) çok ufak, biri. 2.)
minicik. milis [ Lat.: miles > Fra.: militia]: orduya
mikro 3 [Yun.: mikros > Fra.: micro ]: 1.)
yardımcı olan halk gücü, 2.) yedek
Batı Dilleri’nde micro; küçük anlamına askerler.
bir önek. militan [Lat.: miles > Fra.: militent]:
mikrofon [Yun.: mikros + phones > Fra.: ateşli taraftar.
microphone]: [Elektronik] sesi elektrik militarist [Lat.: miles > Fra.: militariste]:
sinyallerine dönüştüren bir gereç. savaşçı siyaset yanlısı.
mikrokok [Yun.]: [Tıp] nokta biçiminde militarizm [Lat.: miles > Fra.:
mikrop. militarisme]: savaşçı siyaset.
mikron [Yun.: mikros > Fra.: microne]: milium [Lat.]: akdarı.
bir Metre’nin milyonda biri, mille [Lat.]: bin (1,000).
[1,00/1,000,000]. milli [Arp.: millî]: ulusal.
mikroorganizma [Yun.: mikros + milli [Lat.: mille > B.D.]: Batı Dilleri’nde
1.)
organon > Fra.: microorganisma]: milli-; binde biri (1/1,000) anlamına bir
2.)
küçücük yaratıklar, bakteri, virüs önek.
vb mikroskopik canlılar yada sebze milliyetçi [Arp. + çi]: nasyonel,
organizmaları. ulusalcı.
mikrop [Yun.: mikros + bios > Fra.: milliyeyi memleket [Arp. > Osm.:
1.)
microbe]: [Tıp] küçük yaşam, 2.) millîye-yi memleket]:
1.)
ülke ahalisi,
virüs,~ kırıcı madde: dezenfektan, ülke halkı, ülke ulusu, 2.) Osmanlı
~tan arındırma: asepsi, ~tan Devleti ulusu.
arınmış: steril. milyon [Lat.: mille > Fra.: million]: bin
mikroplu [Yun.: mikros + bios > Fra.: kere bin, 1,000,000.
microbe + lu]: canlılara zararlı milyoner [Lat.: mille > Fra.: millionaire]:
1.)
organizma içren, ~ eriyik: aşı, milyonları olan, 2.) çok zengin.
mimar [Arp.]: yapı planı yapan.
mikroskop [Yun.: mikro + skope > Fra.:
1.) 2.) Mimar Sinan: ?
microscobe]: , camı: lamel.
mimari [Arp.: mimârî]: 1.) ev tasarımı,
mikroskop [Yun.: mikros + skope > Fra.: 2.)
yapı tasarımı.
microscope]: küçük maddeleri
mimarlık [Arp. + lık]: yapı tasarımıyla
inceleme gereci.
işlgili, ~ üslupları: barok.
miktar [Arp.]: adet, sayı, ~ı yetersiz:
mimber [Arp.]: camide hutbe yeri.
kıt,
mimeisthai [Yun.]: sahtesini yapmak,
mil 1 [Arp.]: 1.) metak kalem, 2.) iğ,
taklit etmek.
mihver.
mimeomai [Yun.]: aynısını yapmak,
mil 2 : selden geriye kalan kum.
taklit etmek.
mil 3 [Lati: milia (passum) > Fra.: mile]:
mimik [Yun.: mimos > Fra.: mimique]: 1.)
İngiltere ve ABD’de kullanılan bir
yüz hareketleri, 2.) bir gösteri sanatı.
uzunluk ölçü birimi; 1 mil= ?
mimos [Yun.]: yüz hareketleri.
milad [Arp.: mîlâd]: bak. milat.
mimoza [Yun.: mimos > B.D.: mimosa]:
miladi [Arp.: mîlâdî]: 1.) doğumla ilgili,
[Bitkibilim: Mimsa pudica] bir süs bitkisi.
doğumsal, 2.) Milat’la ilgili, Hz. İsa’nın
mina: bak. mine.
doğduğu yılla ilgli.
minare 1 [Arp.: menare,]: [İslam] caminin
milat [Arp.: mîlâd: doğum, Hiristiyanlık]:
Hz. İsa’nın doğduğu gün. Gregoryan ezan okunan kulesi, ~nin ezan
Takvimi’nin başlangıcı. okuna bölümü: şerefe.
mile [?]: bilye, misket. minare 2 [Lat.]: hayvanları gütmek,
hayvana binmek.
mistik [Yun.: mysterion > Fra.: mistique]: miyom [Yun.: myelos + ? > Lati.: myoma
1.)
gizli ayinle ilgili, 2.) batıni, > Fra: myome]: [Tıp] adele uru, kas
esrarengiz, gizemli, 3.) akıl ermez, tümörü.
anlaşılmaz, garip. miyop [Yun.: myein + ops > Fra.: myope]:
1.)
mistizm [Yun.: mysterion > Fra.: gözünü kapama, 2.) [Tıp] uzağı iyi
mistisme]: gizemcilik. göremeyen.
Misya [Yun.: Mysia]: Antik zamanlarda mizabe [Arp.]: [Bedenbilim] oluk.
Çanakkale bölgesi. mizac [Arp.]: bak. mizaç.
misyon [Lat.: mittere > B.D.: mission]: 1.) mizaç [Arp.: mizac]: haslet, huy, tabiat.
memuriyet vaye görev gereği bir mizafobi [Yun.: mysa + phobos > Fra.:
yere gönderilen, 2.) görev, hizmet, mysophobie]:
1.)
kir korkusu, 2.)
memuriyet, vazife, 3.) Hiristiyanlığı [Psikiyatri] temizlik hastası, hstalık
yaymak isteyen Fransız ve Amerikan hastası.
misyonerlerinin görev alanı. mizah [Arp.]: gülmece.
misyoner [Lat.: mittere > Fra: mizahnüvis [Far.]: esprili, mizahsever,
missionaire]: Hiristiyanlığı yaymak şakacı.
isteyen Fransız ve Amerikan gönüllü mizan 1 [Arp.]: 1.) ağırlık, ölçme, terazi,
2.)
görevliler. [Saybilim] doğrulama, delil, kanıt,
3.) 4.)
misyonerlik [Lat.: mittere > Fra: [Saymanlık] geçici bilanço, [Mecazi]
5.)
missionaire + lik]: Hiristiyanlığı yayma adalet, eşitlik, mahkeme, [Mecazi]
6.)
çaba, girişim ve etkinliği. hesap verme, yargılama,
mit [Yun.: mythos > Fra.: myht]: 1.) bazı [Yıldızbilim] Terazi Burcu, [Libra].
adet ve olguları açıklayan geleneksel mizan 2 [Arp.]: Arapça’da mizan-;
öykü, 2.) söylencebilimi, 3.) herhangi ölçme, ölçümleme anlamına bir önek.
bir düşssel öykü, kişi yada olay. mizana [İtl.: mizzana]: [Denizcilik] üç
mitar [Yun.]: bant, saçbantı. direkli geminin en gerideki direği.
mitil [?]: beyaz, kapsız yorgan. mizanpaj [Fra.: mise en page]:
mitojenik [Yun.: ? + ? > Fra.: [Gazetecilik] sayfa düzeni, sayfa biçimi,
mitogenique]: ? sayfa oluşturma.
Mitoloji [Yun.: mythos + logia > Fra.: mizansen [Fra.: mise en scène]: 1.)
2.)
myhtologie]: efsaneler, esatir, [Tiyatro] sahneye koyma, [Mecazi]
söylenceler. düzmece, uyduruk.
mitos [Yun.: mythos > Fra.: myhtos]: mizar [Arp.: mi’zar]: 1.) gizli, kapalık,
efsane, söylence. saklı, 2.) kusur, özür.
mitos [Yun.]: iplik, lif, tel, tire. mizban [Far.]: evsahibi.
mitoz [Yun.: mitos > Lat.: mitosis > Fra.: mizber [Arp.]: kamışkalem, kamıştan
1.)
mitose]: iplik, lif, tel, tire, 2.) kalem.
[Yaşambilim] her bir hücre çekirdeğinin mizitra [Rum.: ?]: taze peynir.
tam sayıda kromozomlarının olduğu, mizmar [Arp.]: 1.) [Bedenbilim] nefes
bir hücrenin ikiye bölünmesi. borusu ağzı, glotis, 2.) [Müzik] bir çeşit
mittere [Lat.]: göndermek, yaymak. flüt, boru.
mixtus [Lat.]: katma, karıştırma, mizogami [Yun.: misein + gamos > Fra.:
karışım. misogamie]: evlilikten nefret.
miya: bak. myo. mizojin [Yun.: misein + gyne > Fra.:
miyalit [Yun.: myelos + itis > Fra.: mysogyne]: kadınlardan nefret eden,
1.)
myelite]: ilik iltihabı, 2.) [Tıp] kadınları sevmeyen.
omurilik iltihabı. mizojini [Yun.: misein + gyne > Fra.:
1.)
miyalji [Yun.: myelos + algos > Fra.: mysogynie]: kadınlardan
1.)
myalgie]: ilik ağrısı, 2.) [Tıp] kas hoşlanmama, 2.)
[Psikiyatri]
ağrısı, kasınç. kadınlardan nefret etme.
miyo: bak. myo. mizopedi [Yun.: misein + pais > Fra.:
1.)
miyokardit [Yun.: myelos + kardia + itis mysopedie]: çocuktan
2.)
> Fra: myocardite]: [Tıp] kalp kası hoşlanmama, [Psikiyatri] çocuktan
iltihabı. nefret etme.
Miyoloji [Yun.: myelos + logia > Fra: mizvac [Arp.]: çok evlenen kadın.
myologie]: Bedenbilimi’nin kaslarla mnasthei [Yun.]: anımsamak,
ilgilenen bölümü, Kasbilim. hatırlamak.
mobil 1 [Lat.: movere > İng.: mobil]: moka [Arp.: moha [ > ]اخمFra.: moka]: 1.)
hareketli, seyyar, portatif, 2.) [M, İng.] Yemen’in Moka, liman kenti, 2.)
bir petrol firması markası. burada elde edilen kaliteli kahve
mobil 2 [Lat.: movere > Fra.: mobile]: 1.) çekşrdekleri, 3.) bir kahve türü.
bir ticari marka, 2.) bir Am an mola [İtl.: mola]: [Spor] dinlenme.
petrol şirketi. Moldava: Romanya’ya bağlı özerk bir
mobile [Lat.: movere > mobile]: dağınık, cumhuriyet, Osmanlı’da Boğdan yada
gezgin, hareketli, seyyar. Buğdan, [Moldavia].
mobile vulgus [Lat.]: dağınık, molekül [Lat.: moles > Fra.: molecule]:
1.)
kalabalık, hareketli kalabalık. külçe, kütle, parça, top, yığın, 2.)
mobilya [İtl.: mobilia]: ahşaptan eviçi [Fizik] tozan, zerre.
gereçler, möble. molere [Lat.]: 1.) çekmek, ezmek,
mod [Lat.: modus]: 1.) bir davranış, öğütmek, 2.) bilemek, gıcırdatmak,
hareket yada oluş biçimi, 2.) moda, sürterek parlatmak, 3.) çevirmek,
geçici yenilik. döndürmek.
moda 1 [Lat.: modus > İtl.: moda]: geçici moles 1 [Lat.]: külçe, kütle, parça, top,
yenilik. yığın.
Moda 2 [Lat.: modus > İtl.: moda]: moles 2 [Lat.]: ağırlık, külfet, yük.
İstanbul’da bir semt. Molibden [Yun.: molybdos > Lat.:
modaratör [Lat.: moderare > Fra.: molybdenum > Fra.: molybdene: Mo]:
1.)
moderateur]: toplantı başkanı, alaşımlarda kullanılan, gümüş renkli,
2.)
yönetici, aracı, uzlaştırıcı. metalik bir element.
model [Lat.: modus > Fra.: model]: 1.) moliri [Lat.]: bina etmek, inşa etmek,
tasarlanan yada mevcut bir nesnenin yapmak.
küçük biçimi, 2.) mostra, örnek, 3.) molla [Arp.: mevla > Osm.: molla]: 1.) diğ
manken. eğitimi öğrencisi, 2.) Osmanlı’da
moderare [Lat.]: geri durmak, başyargıç, şeriat yargıcı.
1.)
sınırlamak, tutmak, yasaklamak. mollire [Lat.]: gevşetmek,
modern [Lat.: modo > B.D.: modern]: 1.) mülayimleştirmek, yumuşatmak, 2.)
bugüne, yaşanılan zaman ait, 2.) asri, teskin etmek, yatıştırmak, 3.)
monogami [Yun.: monos + gamos > Fra.: morfin [Yun.: morpheus > Fra.:
monogamie]: tekeşlilik, tekevlilik. morphine]: [Eczacılık] ağrıları dindirmek
monokl [Yun.: monos + Lat.: oculus > için eczacılıkta kullanılan ve afyondan
1.) 2.)
Fra.: monocle:]: tekgöz, tek elde edilen bir alkoloid.
camlı gözlük. Morfoloji [Yun.: morphe + logie > Fra.:
1.)
monolit [Yun.: nonos + lyhtos > Fra.: morphologie]: biçim bilgisi, 2.)
1.)
monılythe]: tekparça taş, yekpara Yaşambilim’de olduğu gibi biçim ve
2.)
taş, dikilitaş, dikit. yapı bilgisi.
monolog [Yun.: monos + legein + logos > morg [Fra.: morgue]: ölü saklama yeri.
1.)
Fra.: monologue]: tekkişilik mori [Lat.]: merhum olmak, ölmek,
2.)
konuşma, tek yanlı konuşma, 3.) vefat etmek.
uzun konuşma yada söylev. morina [İtl.: ?]: bir balık türü.
monopol [Yun.: monos + polein > Fra.: Mormon: ABD’de 1830’larda kurulan
monopole]: inhisar, tekel. Jesus Christ Kilisesi’nin sonraki-gün
monos [Yun.]: bekar, tek, yalnız. Aizileri Hiristiyan tarikatı üyesi.
monos [Yun.]: bir, tek, yalnız. moron [Yun.: moros [?] > Fra.: moron]:
1.)
monos [Yun.]: tekbaşına, yalnız. akılsız, alık, deli, salak, 2.) [Tıp] akli
monosepaj [Fra.: monosepage]: tek durumu 8-12 yaş arası çocuğunkine
çeşit üzümden sağlanan şarap. denk bir yetişkin akıl rahatsızlığı.
monoteist [Yun.: monos + theos > [?] > moros [Yun.]: akılsız, alık, deli, salak.
Fra.: monotheiste]: tek tanrıcı, tek morphe [Yun.: morphé]: biçim, form,
tanrıya inanan. şekil.
monoton [Yun.: monos + teinein > [?] > Morpheus [Yun.]: Yunan Mitolojisi’nde
Fra.: monotone]: tekdüze. rüyalar tanrısı.
mons [Lat.]: dağ. mors 1 [Lat.]: ölü, mevta, ölüm, ölmüş.
Monsenyör [İlt.: ?]: 1.) efendim, 2.) bir mors 2 [Fra.: ?]: [Balıkçılık: Odebenus
unvan. rosmarus] bir deniz memelisi,
monstrare [Lat.]: göstermek, teşhir Mors Abecesi: 1.) Samuel F.B.
etmek. Morse’un buluşu, 2.) telgrafla yazışma
montaj [Fra.: monter > montage]: 1.) Abece’si.
kurma, 2.) [Teknik] kurma, kurulum, mors olmak [Halkdili]: bozulmak.
yerleştirme, 3.) [Sanayi] parçaları bir Morse, Samuel F.B.: 1791-1872
araya getirerek üretim yapma, 4.) yılları arasında yaşamış, telgrafın
ekleme, gerçeğinin üstüne başka şey bulucusu ABD’li.
ekleme, 5.) [Sinema] kurgu. mort [İtl.]: [Argo] ölme, ölüm, vefat.
mor: 1.) kırmızı ile mavi renklerin mortadella [İtl.]: İtalyan sucuk.
karışımı, 2.) bir renk, ~ ötesi: mortarium [Arp.]: çanak, kase, tas.
ultraviole. morti [İtl.]: [Argo] ölme, ölüm, vefat.
Mora 1 [?]: ? morto [İtl.]: [Argo] ölme, ölüm, vefat.
mora 2 [Lat.]: gecikme, rötar, tehir. mortu [İtl.]: [Argo] ölme, ölüm, vefat.
moral [Lat.: mos > moral > Fra.: morale]: mortuus [Lat.]: ölü, mevta, ölüm,
1.)
adet, ahlak kuralı, anane, töre, 2.) ölmüş.
ahlaki, manevi, törel, 3.) maneviyat. moruk [Erm.: ?]: [Argo] 1.) yaşlı adam,
2.)
moralman [Lat.: mos > moral > Fra.: baba, babalık.
moralement]: iç varlık olarak, manen. morula [?]: [Biyoloji: ?] blastula.
moratoryum [Lat.: mora > moratorium > mos [Lat. çoğulu: mores]: adet, ahlak
Fra.: moratorium]: [Ticaret]
1.)
vadesi kuralı, gelenek, töre.
gelmiş ödemelerin yasal olarak geç Moskof [Osm.: ?]: 1.) Moskovalı, 2.) Rus,
ödenme yetkisi, 2.) yasal genel iflas. Ruslar.
mordere [Lat.]: ısırmak, iğnelemek, mostra [İtl.: ?]: 1.) model, örmek, 2.)
sokmak. yalancı ördek.
moren [Fra.: moraine]: 1.) bir buzulda mostralık [İtl. + lık]: 1.) satış için değil
geriye kalan kaya yada kum kütlsi, gösterme için konulan, 2.) kof kişi.
2.)
buzul taş. motare [Lat.]: belirlemek,
mores [Lat.: mos, çoğulu: mores]: damgalamak, göstermek,
adetler, ahlak kuralları, gelenekler, işaretlemek, meydana çıkartmak.
töreler.
mucid [Arp.]: bak. mucit. muhakkak [Arp.: ]ققحم: 1.) belli, iyi
mucip [Arp.: mucib]: gerekçe, iti, nden, bilinen, kesin, 2.) kesinlikle, şüphesiz.
saik, sebep. muhalefet [Arp.]: karşıt.
mucit [Arp.: mucid]: bulan, bulucu, muhallebi [Arp.: mahallebi]: bir tür
icatçı, keşifçi, ortaya koyucu. tatlı.
mucize [Arp.: mûcize []]ﻩزجعم: harika, muhammed [Arp.]: 1.) 2.) [M] Hz.
keramet, şaşırtıcı, tansık. Muhammed, 3.) bir Müslüman ve
mucus [Lat.]: balgam, salgı, sümük. Türk erkek adı.
mucus [Lat.]: ince tabaka. Muhammet [Arp.: Muhammed]: bir
muço [İtl.]: miço, tayfa yamağı. Müslüman ve Türk erkek adı.
mudi [Arp.: mûdi]: 1.) bir konuda muharebe [Arp.]: harp, savaş.
diğerine güvenen, 2.) [Ticaret] banka muharebe [Arp.: hrb > muhârebe
müşterisi. []]ﻩبراحم: cenk, harp, savaş,
mudrik [Arp.: idrak’tan]: anlayan, vuruşma.
kavrayan. muharib [Arp.]: bak. muharip.
mufassal [Arp.]: ayrıntılı, bölümlü, muharif [Arp.]: aslı değiştirilmiş,
fasılalı. bozulmuş, değiştirilmiş.
mugalata [Arp.]: lafebeliği, konuyu muharip [Arp.: muharib]: 1.) savaşçı,
2.)
başka yönlere çekme. savaşkan, karşılıklı savaşan
muganni [Arp.]: erkek şarkıcı, şantör. ülkeler.
mugayyer [Arp.]: değişmiş, değişen, Muharrem [Arp.]: 1.) Kameri Takvim’de
değiştirilmiş. bir ay adı, 2.) yasaklanmış, yasadışı,
3.)
mugayyır [Arp.]: değiştiren konu yada gizlice yapılan, 4.) bir Türk erkek
madde. adı.
Muğla [Rum.: Lycaria, Mobolla, Osm.: muharrer [Arp.]: nominal, yazılı.
Menteşe]: [48], Türkiye’de bir kent. muharrerat [Arp.: ? > muhârerrât]: 1.) ?
muğlak [Arp.]: 1.) belirsiz, bilinmeyen, 2.)
?,
karışık, 2.) kilitli, şifreli. muharrik [Arp.]: 1.) hareket eden,
muhabbet [Arp.: shb > mahabbet]: 1.) iten, 2.) karıştırıcı, kışkırtıcı.
arkadaşlık yapma, yarenlik etme, muharrir [Arp.]: edip, yazar,
yolculuk yapmak, 2.) konuşma, başmuharrir: başyazar.
söyleşi, yarenlik. muhasara [Arp.]: abluka, kuşatma,
Muhabbet kuşu: [Kuşbilim: ihata.
Meleopsittacus undulatus] muhatab [Arp.]: bak. muhatab.
muhabbetçiçeği: [Bitkibilim: Reseda muhatap [Arp.: muhatab]: 1.) kendisine
odorata] minyonet. konuşulan, 2.) [Dilbilgisi] ikinci kişi, 3.)
muhaberat [Arp.: hbr > muhabere’nin [Ticaret] çeken, sahip, taşıyan.
1.)
çoğulu]: haberleşmeler, iletişimler, muhtedi [Arp.]: 1.) ? 2.) din değiştiren,
2.)
haberleşme odası, evrak-kayı dönme.
odası. muhayyel [Arp.]: hayali, varsayımsal.
muhabere [Arp.: hbr]: 1.) haberleşme, muhayyer 1 [Arp.: ]ريخم: 1.) seçme
iletişim, 2.) [Askeri] askeri iletişim hakkı olan, 2.) [Hukuk] opsiyonel,
birliği. seçmeli, tercihli, 3.) [Ticaret] onay
muhaceret [Arp.: hcr]: göçmenlik. üzerine (mal satışı), 4.)
en
muhacir [Arp.: hbr]: göçmen. kıdemlilerden birisi, 5.) [Müzik] Türk
muhafaza [Arp.: hfz]: koruma, Müziğinde bir makam.
saklama. muhayyer 2 [Arp.: hayyare > muhayyer
muhafazakar [Arp.: hfz > Fra.: > mukhayyar [ > ]ريخمFra.: mohaire]:
1.)
1.)
muhafazakâr, hfz’dan]: koruyucu, başa giyilen bir tür Arap şapkası, 2.)
tutucu, 2.) kültür ve düzenin taraftarı, Ankara keçisi yünü yada tiftik yünü,
3.)
siyasi parti olarak eski düzen ve 3.)
bu yünden dokunmuş kumaş, 4.)
kültürün savunucusu. muhayyer, moher.
muhafız [Arp.: hfz]: 1.) gözeten, muhayyile [Arp.]: imgelem.
2.)
kollayan, koruyan, güvenlik muhib [Arp.]: bak. muhip.
elemanı, koruyucu. muhip [Arp.: muhib]: hoşlanan, seven.
muhakeme [Arp.]: muhrib [Arp.]: bak. muhrip.
muhrip [Arp.: muhrib]: 1.) yokeden, multi [Lat.: multus > B.D.]: Batı
yokedici, 2.) [Deniz Kuvvetleri] destroyer. Dilleri’nde multi-; 1.) çok olan, 2.) ikiden
muhsin [Arp.]: 1.) hayır sahibi, fazla olan ve
3.)
çok defa, çok kerre
iyilikeden, iyilik sever, 2.) [M] bir anlamına bir önek.
erkek adı. multo [Lat.]: koyun.
muhsine [Arp.]: 1.) hayır sahibi, multus [Lat.]: çok.
iyilikeden, iyilik sever, 2.) [M] bir mulus [Lat.]: katır.
bayan adı. mum [Far.]: [Fizik] 1.) bir aydınlatma
muhtac [Arp.]: bak. muhtaç. aracı, 2.) çerağ, çıra, kandela, şem,
muhtaç [Arp.: muhtac]: 1.) ihtiyaç 3.)
bir ölçü birimi.
sahibi, 2.) fakir, paarsız, yoksul. mumeneat [Arp. > Osm.]: ?.
muhtar 1 [Arp.]: 1.) seçilen, seçilmiş, 2.) mumya [Arp.: mumiya: ]ايموم: 1.) ölüyü
bağımsız, federe, otonom. mumlama, 2.) cesedi mumlanmış.
muhtar 2 [Arp.]: 1.) bir köyün en mundar [Halkdili]: bak. murdar.
yaşlısı, saygı duyulan yaşlı kişi, 2.) munia [Lat.]: görevler, işlevler,
mahalle ve köy yöneticisi. ödevler.
muhtelif [Arp.]: karma. municeps [Lat.]: özgür bir köyde
muhtelit [Arp.]: [Kimya] karışım. mukim olanalr, oturranlar,
muhtemel [Arp.]: olası. yerleşikler.
muhtemelen [Arp.]: olasılıkla. munire [Lat.]: güçlendirmek,
muhterem [Arp.]: 1.) saygıdeğer, 2.) kuvetlendirmek.
[M] bir erkek adı. munis [Arp.]: 1.) arkadaşca, dost, 1.)
muhteris [Arp.]: açgözlü. uysal.
muhteriz [Arp.]: çekingen. muntazam [Arp.: ]مظتنم: düzenli,
muhteşem [Arp.]: gösterişli, ihtişamlı, düzgün.
muazzam. muntazaman [Arp.]: düzenli olarak.
muhteva [Arp.]: içerik, kapsam. munus [Lat.]: armağan, hediye.
muhteviyat [Arp.: muhteviyât murabaha [Arp.]: faizle para verme.
[]]تايوتحم: içindekiler, kapsamlar. murabahacı [Arp. + cı]: tefeci.
muhtıra [Arp.]: 1.) ciddi uyarı, 2.) murabba [Arp.: ]عبرم: 1.) dörtlü, kök,
diplomatik nota. karekökü, 2.) [Matematik] kare, 3.) [Şiir]
muhtıra [Arp.]: memorandum, uyarı. dört satırlık bir şiir türü, dördül,
mukabele [Arp.: kbl]: 1.) karşı olma, quatren.
karşılık verme, karşılaşma, yüzyüze murad [Arp.]: bak. murat.
2.)
gelme, zıtlaşma, aynısıyla murahhas [Arp.]: 1.) elçi, delege,
karşılama, karşılık verme, karşılık, 3.) murahhas, mümessil, temsilci., 2.)
karşıdurma, 4.) toplu biçimde Kuran [Ticaret] murahhas heyeti: yönetim
okuma. kurulu.
mukaddes [Arp.: ]سدقم: kutsal. murakabe [Arp.: murâkaba]: deneme,
mukataa [Arp.: ? > Osm.]: ?. denetim, kontrol, test, ~ etmek:
mukavele [Arp.: kvl > mukavele denemek. kontrol etmek, test etmek.
[]]ﻩلواقم: ahit, akit, anlaşma, murakıp [Arp.: murâkıb]: denetçi.
antlaşma, antant, pakt, sözleşme. murat [Arp.: murad]: 1.) arzu, dilek,
mukavemet [Arp.]: 1.) direniş, karşı heves, istek, şevk, 2.) [M] bir erkek
koyma, 2.) direnç. adı.
mukavva [Arp.]: karton. murdar [Far.: mür + dar > mürdâr]: 1.)
mukayese [Arp.]: karşılaştırma, ceset, ölü, ölü beden, 2.) kirli, pis, 3.)
kıyaslama. cenabet, 4.) [İslam] dini kurallaar göre
mukoza [Lat.: mucus > Fra.: mucousa]: kesilmemiş hayvan.
1.)
[Tıp] bazı organların içyüzeyini murmur [Lat.]: alçak perdede,
kaplayan salgılı zar, 2.) sümükdoku. tekrarlanan bir ses, mırıldanma.
mulcere [Lat.]: vurmak. murtaza [Arp.: mürtaza]: 1.) beğenilen,
mulgere [Lat.]: 1.) sütünü sağmak, süt hoşlanılan kişi, sevilen kişi, 2.) [M] bir
sağmak, 2.) sağmak. erkek adı.
mulleus [Lat.]: kırmızı ayakkabı. murus [Lat.]: duvar.
mullus [Lat.]: dubar balığı. mus [Lat.]: fare.
Musa [İbr.: ? > Arp.: ?]: 1.) Nuh mutad [Arp.]: bak. mutat.
2.)
Peygamber, Musevilerin mutaf [Arp.: mataf > Osm.]: keçi
peygamberi, [Moussa, Moses, Moşe]. kılından yün torba.
musabık [Arp.]: yarışmacı. mutafçı [Arp.: mataf > Osm. + çı]: 1.)
musaddak [Arp.: ?]: 1.) ?, 2.) ?. keçi kılından yün torba üeten, 2.) bu
musalla [Arp.: slt]: 1.) cenaze namazı ürünü satan dükkan.
kılma yeri, 2.) namazgah. mutare [Lat.]: değişmek, değiştirmek.
musallat [Arp.]: sataşma, tebelleş. mutasarrıf [Arp.: srf > mutasarrıf >
musarrah [Arp.: ?]: 1.) ?, 2.) ?. Osm.]:
1.)
?
2.)
tasarruf eden, yetki
3.)
muscus [Lat.]: misk. sahibi, Osmanlı’da bugünü
musivus [Lat.]: artistik, sanatsal. Belediye Başkanı ile Vali arasında bir
4.)
muska [?]: hamayli. makam, bugünkü yönetim
muslin [Arp.: musl > Fra.: mousseline]: anlayılşına göre, vali.
1.)
Irak, Musul kenti adından, 2.) bir mutassıb [Arp.]: bak. mutaassıp.
tür kumaş. mutasyon [Lat.: mutare > Fra.:
1.)
musluk [Arp.: maslak]: çeşme, kurna. mutation]: biçim yada yapıda bir
muson [Arp.: mevsim [ > ]مسومmausim > değişim, 2.) [Yaşambilim] bitki yada
B.D.: monsoon]: [Evrenbilim] mevsime hayvanların ırsi yapılarında ani
göre yön değiştiren rüzgar, ~ değişimler.
rüzgarları: [Evrenbilim] mevsim mutat [Arp.: mutâd]: alışılmış.
rüzgarları, ~ yağmurları: [Evrenbilim] muteber [Arp.: mu’teber]: 1.) geçerli,
2.)
mevsim yağmurları. saygın, ~ tutmak: itibar etmek,
mustafa [Arp.]: 1.) elçi, seçilmiş kişi, 2.) kadrini bilmek, kıymetini bilmek,
[M] Müslümanların peygamberi Hz. saymak, takdir etmek.
Muhammed Mustafa, 3.) [M] bir mutedil [Arp.: ]لدتعم: ılımlı, ılıman.
Müslüman ve Türk erkek adı. mutemed [Arp.]: bak. mutemet.
1.)
musum [Lat.]: köpek yada atın çene mutemet [Arp.: mûtemed]:
2.)
ve dişleri. güvenilen, para işleri verilen kişi.
Muş [İbr. > Arp.: Muşa, Muşet]: [49], mutena [Arp.: mu’tena - mûtena]: asil,
Türkiye’de bir kent. elit, mutena, mümtaz, soylu, seçkil,
muşamba [Arp.: muşemma]: 1.) yağlı seçkin.
ipek, mumlu bez, yağlı kumaş, 2.) mutilus [Lat.]: sakatlanmış.
plastik kumaş, 3.) su geçirmez mutlu: 1.) bahtiyar, iftiharlı, kıvançlı,
yağmurluk. övünçlü, 2.) [M] bir erkek adı, [Felix].
1.)
muşmula [Rum.: ?]: [Bitkibilim: Mespilus mutsuz: iftiharsız, kıvançsız,
germanica] beşbıyık, döngel. övünçsüz, 2.) kötü durumda olan,
muştu [Far.: müjde > Osm.]: büşr, iyi zavallı.
haber, müjde, sava, mutus [Lat.]: konuşmayan, sessiz,
mut 1 [Halkdili]: 1.) baht, felek, kader, suskun.
kısmet, kut, şans, talih, takdir, uğur, muvaffakıyet [Arp.: muvaffakıyyet
2.) []]تيقفوم: başarı, başarılı sonuç.
Mut 2 [?]: Türkiye’de bir yerleşim yeri muvaffakıyetsizlik [Arp. + sizlik]:
adı. başarısızlık, başarısız sonuç, bozgun,
muta 1 [Arp.: mu’ta, muta]: 1.) ana öğe, fiyasko, hezimet, yenilgi.
data, done, veri, 2.) armağan, muvafık [Arp.: ? > muvâfık]: 1.) ?, 2.)
hediye. değer, reva, uygun, yakışır, yaraşır.
muta 2 [Arp.]: uyulan. muvakkat [Arp.: ?]: eğreti, geçici, kısa
muta 3 [Arp.]: 1.) ayağını kaydıran, 2.) süreli.
1.)
deliliğe yolaçan. muvaşşah [Arp.]: bir şiirin
mutaassıp [Arp.: mutaassıb]: bağnaz, dizelerinin birinci harfleriyle yapılan
fanatik. ilginçlik, 2.) akrostiş, tevşih.
mutabakat [Arp.]: 1.) karşılıklı 2.) muvazene [Arp.]: balans, denge.
anlamşma uzlaşma. muy [Far.: mu > muy]: bak. mu2.
mutabık [Arp.]: 1.) anlaşılır, kabuledilir, muz [Arp.: mevz]: bir tür meyve.
2.)
anlaşan, uzlaşan, 3.) muzaffer [Arp.]: 1.) başarılı, kazanan,
2.)
aynıdüşüncede olan, aynı fikirde [M] bir erkek adı [Utku].
olan.
nakletmek [Arp.: nakl + etmek]: nane [Arp.: nana > nâne]: [Bitkibilim:
aktarmak, iletmek, göndermek. Mentha piperita] kokulu bir bitki, ~
nakliye [Arp.]: sped, spedisyon, kokusu: mentol, mentollü, naneli.
taşımacılık, transport. nanemolla [Arp.: nana > nâne + molla]:
nakş [Arp.]: bak. nakış. dayanıksız kimse,
nal [Arp.]: 1.) ayakkabı tabanı, sandal, nankör [Arp.]: iyilikbilmez.
2.)
yükhayvanı tırnak demiri. napalm [Fra.]: 1.) Na(phtene)palm(itate),
nal [Arp.]: yük canlısı ayakakbısı, ~ 2.)
[Kimya] gazolinden elde edilen,
değiştirme işlemi: kayar. alev silahı ve yangın bombasında
nala [ÖzTür.]: 1.) kuş yada hayvan kullanılan jöle benzeri madde, 3.)
yavrusu, 2.) küçük çocuk. yangın bombası.
nalan [Far.: nâlan]: 1.) ağlayan, inleyen, nar 1 [Arp.: nâr]: ateş, fer, od, [nar-ı
2.)
[N] ağlayan, inleyen anlamına bir cehennenem: cehennem ateşi].
2
bayan adı. nar [Arp.: nâr > Far.]: [Bitkibilim: Punica
nalbant [Arp.: nal + Far.: bend > Far.: granatum] bir taneli meyve.
nalbenf]:
1.)
nal bağlayan, 2.) at, eşek, nara [Arp.: nâre > nâra]: avaz,
katır benzeri hayvanlara nal takan, haykırma, yüksek ses.
nalcı. Narcissus: 1.) Roma ve Yunan
nalbur [Arp.: nal + Far.: ber > Far.: Mitolojisi’nde, suda kendi
nalber]:
1.)
nal satan, nal dükkanı, 2.) yansıamsını görüp, ona aşık olan ve
yapı malzemeleri satan dükkan. Narsisleşen genç, 2.) kendi kendisine
nalça [Far.]: ayakakbı demiri. hayran olma, 3.) nergis çiçeği.
nale [Far.: nâle]: ağlama, inleme. nardenk [Far.: nâr + deng > nârdenk]: 1.)
nalın [Arp.: naleyn > Osm.: nalın]: 1.) bir içecek, 2.) nar, kızılcık ve erik şurubu.
çift ayakkabı, 2.) ağaçtan terlik, 3.) narenciye [Far.: nâreng > Arp.:
1.)
aptes alırken kullanılan ağaçterlik, nârengiyye > Osm.]: portakal,
takunya. turunç, 2.) turunçgiller.
nam [Fra.: nâm]: ad, isim, ür, şan. nareng [Far.: nâreng]: portakal, turunç.
namaz [Far.: nemaz]: 1.) boyuneğme, narin [Far.: nârin]: 1.) elegan, ince,
kulluk etme, 2.) [Din] ibadet, salat, nazik, 2.) ince yapılı.
tapınma. narke [Yun.: ?]: duygsuz, hissizlik,
namazgah [Far.: namaz + gâh > uyuşukluk.
namazgâh]:
1.)
cenaze namazı kılma narkotik [Yun.: narke + ikos > narkōtikós
yeri, 2.)
musalla. [?] > Fra.: narcotique]: uyuşturucuyla
namazlık [Far. + lık]: seccade. ilgili.
namdar [Far.: nâm + dâr > nâmdâr]: 1.) narkoz Yun.: narke + osis > [] > Lat.:
1.)
meşhur, namlı, ünlü, 2.) [N] erkek narcosis > Fra.: narcose: hissizlik
adı, [Meşhur], durumu, uyuşukluk hali, 2.) [Tıp]
name [Far.: nâme []]: 1.) buyruk, yapay uyku durumu.
ferman, mektup, resmi yazı, 2.) ezgi, narrare [Lat.]: anlatmak, aktarmak.
makam, melodi, terane. nasal [Lat.: nasus]: [Tıp] burunla ilgili.
namerd [Far.]: bak.namert. nasci [Lat.: (g)nasci]: doğmak, dünyaya
namert [Far.: nâ + merd > nâmerd]: gelmek.
çekingen, korkak, küre, ürkek. nasır 1 [Arp.: nasur]: [Tıp] fistül,
namlı 1 [Far. + lı]: meşhur, namdar, kalınlaşmış deri.
ünlü. nasır 2 [Arp.: nsr > nâsır]: 1.)
namlı 2 [İtl.: ? namelli]: 1.) topun ağzı, destekleme, yardım etme, 2.) yardım
2.)
kılıcın keskin bölümü. eden, yardımcı, 3.) asistan, muavin,
namlu [İtl.: ? namelli]: 1.) silahın mermi yaver, 4.) [N] bu anlamda bir erkek
çıkan ağız bölümü, 2.) silahın bir adı, 5.) [N] Cemal Abdül Nasır.
parçası. Nasıra [Arp.]: 1.) ?, 2.) Hz. İsa’nın
namus [Arp.: nâmus]: ar, ırz, iffet. doğduğu kabul edilen kent,
namuslu [Arp. + lu]: arlı, iffetli. [Nazareth].
namussuz [Arp. + suz]: arsız, iffetsiz. nasib [Arp.]: bak. nasip.
namzet [Arp.]: aday. nasihat [Arp.: nsh > nasîhat []]تحيصن: i.,
1.)
nan [Far.: nân]: ekmek, nimet. öğüt verme, 2.) öğüt.
nasip [Arp.: nasib]: günlük kazanç.
nectere [Lat.]: bağlamak, nekrosis [Yun.: nekros + osis > [?] > Lat.:
1.)
düğümleme, raptetmek. nekrosis > Fra.: necrosis]: ölme
2.)
neden: sebebp, ~ olmak: babası durumu, [Tıp] bedende bir hücre
olmak, tevlit etmek, vücuda yada bölümün çürümesi yada ölmesi.
getirmek. nektar 1 [Yun.: ?]: Yunan Mitalojisi’nde
nedim [Arp.: ? >]: 1.) ? 2.) arkadaş, aşir, tanrıların içeçeği, içkisi.
dost, refik, yaren, yoldaş. nektar 2 [Yun.: nektar [?] > Fra.:
1.)
nedred [?]: bak. nedret. nectare]: [Bitkibilim: ?] Yunan
nedret [nedred]: 1.) azlık, yokluk, 2.) [N] Mitalojisi’nde tanrıların içeçeği, içkisi,
2.)
bir bayan & erkek adı. çok tatlı içecek, 3.) arı ve
nefer [?]: asker, er, çeri, leşker. böceklerin bal yapmak için içeklerden
neferiye [Far.]: [Bitkibilim: ?] bir üzüm topladıkları balözü, 4.) balözü.
türü. nektarin [Yun.: nektar [?] > Fra.:
nefes [Arp.: nfs > ]سفن: 1.) çok değerli nectarine]: [Bitkibilim: ?] bir tür tüysüz
olma, 2.) soluk alma, soluklanma, 3.) şeftali.
soluk. nem [Far.]: ıslaklık, rutubet, toprağın
nefis 1 [Arp.: nefs]: derun, öz. ~i: öl.
nefis 2 [Arp.]: güzel, harika. nema [Arp.: nemâ]: faiz, rant, ürem.
nefret [Arp.: nfr]: 1.) çekinme, irkilme, Nemçe [Osm.]:
1.) 2.)
Osmalı
kaçma, korkma, tiksinme, 2.) adavet, zamanında Avusturya.
artniyet, buğz, düşmanlık, garez, nemein [Yun.: ?]: 1.) alakadar olmak,
2.)
hasımlık, husumet, kin, kötüniyet. ilgilenmek, idare etmek,
3.)
nefrit [Yun.: nephros + itis > [?] > Fra.: yönetmek, tavır takınmak, vaziyet
1.)
nephrite]: böbreğin iltihaplanması, almak.
2.)
[Tıp] böbreklerin iltihaplanamsı, nemölçer: higrometre.
böbrek iltihabı. neo [Yun.: neos [?] > B.D.: neo]:
nefs [Arp.]: bak. nefis. Fransızca’da neo-; 1.) henüz şimdi,
2.)
neft [Far.]: petrol yağı. azönce, yeni ve farklı anlamına bir
neg [Lat.]: 1.) değil, 2.) olumsuz. önek.
negare [Lat.]: inkar etmek, kabul neofit [Yun.: neon + phyein > Fra.:
1.)
etmemek reddetmek, tekzip etmek, neophyte]: dönme, yeni din
tersini savunmak yada hayır demek, değiştimiş, 2.) acemi, çaylak, taze,
yalanlamak. yeni.
negatif [Lat.: negare > Fra.: negative]: 1.) Neon [Yun.: neos > Fra.: neon: Ne]:
menfi, olumsuz, 2.) arap, kara, siyah. [Kimya] yerküre atmosferinde
negotium [Lat.]: iş, ticaret. bulunan, nadir, inert, gazlı kimyasal
negro [İsp.& Por.]: siyah, zenci. bir element.
nehir [Arp.: ]رﻩنلا: 1.) ırmak, 2.) [N] bir neoplazma [Yun.: neos + (plassein) >
1.)
bayan adı, [Irmak]. plasma > Fra.: neoplasma]: yeniden
nekes [Far.: nā + kes > nākes > nekes]: katlanma, yeniden öbeklenme, 2.)
1.)
kişiliksiz, alçak, 2.) cimri, ekti, [Tıp] ur yada tümere benzer yeni bir
elisıkı, hasis, pinti. oluşum, 3.) [Tıp] yeniden oluşan doku,
nekroloji [Yun.: nekros + logia > Fra.: tümör, ur.
1.)
necrologie]: ölü dizini, 2.) ölüler neos [Yun.]: yeni.
dizini, ölüler listesi. nepos [Yun.]: kuzen, yeğen.
nekromansi [Yun.: nekros + menteia > nepotist [Lat.: nepos + Yun.: istes > Fra.:
Fra.: necromancie]: ölülerle iletişi nepotiste]: yakınlarına çıkar sağyalan,
kutsama. yakınlarını kayıran.
nekropol [Yun.: nekros + polis > Fra.: nepotizm [Lat.: nepos + Yun.: ismos >
1.) 2.) 1.)
necropole]: ölüler şehri, Fra.: nepotisme]: akrabalarını,
3.)
mezarlık, [Hiristiyanlık] ermiş ve hısımlarını yada yakınlarını kayırma
üstdüzey dini kişilerin gömüldüğü ve ve koruma, 2.) yakınlarına çıkar
bir şapel yada kilisenin bulunduğu sağlama, yakınlarını kayırma.
alan. neptis [Lat.]: kız kuzen, kız yeğen.
nekros [Yun.]: cansız, merhum, mevta, Neptün [Lat.: neptune > Fra.: neptune]:
1.)
naaş, ölü, ölü beden, vefat etmiş, Roma Mitolojisi’nde denizlerin
yaşamayan.
nitelik: 1.) kalite, 2.) [Mecaz] renk, ~ nizam [Arp.: nizâm]: 1.) düzen, 2.) [N]
övme: naat. bir erkek adı.
nitelik: ahlak, davranış, husisiyet, nizami [Arp.: nizâmî]: düzenli, kurallara
huy, karakter, özellik, tabiat, vasıf, uygun olan.
yaratılış. nizamname [Arp.: nizâm + Far.: nâme >
1.) 2.)
nitelikli: kalifiye, kaliteli. Far.: nizâmnâme]: ? yönetmelik.
1
niteliksiz: kalitesiz. no [Lat.: > Fra.: no]: numaranın
niter [Yun.: nitron > Fra.: niter]: [Kimya] kısaltması.
patlayıcılarda ve gübre üretiminde no 2 [Jap.]: Bir Japon tiyatrosu.
kullanılan potasyum nitrat yada Nobel Ödülü: bak. Nobel, A.B.
sodyum nitrat. Nobel, Alfred B.: 1.) İsveçli bir bulucu,
nitere [Lat.]: ışıldamak, paraldamak. kaşif, 2.) bulduğu ölümcül silah
nitrat [Yun.: nitron & Lat.: atus > Fra.: nedeniyle insanların acı çekmesine
nitrate]: [Kimya] sodyum nitratta çok üzülür, 3.) servetinin bir kısmını
olduğu gibi nitrik asit tuzu. sanat, yazın ve bilimde insanlığın
nitrik asit [Yun.: nitron + ikos & Lat.: iyiliğine iyi işler başaranlara ödül
acidus > Fra.: nitrique acide]: [Kimya] olarak verilmesi için Nobel Vakfı’nı
asit nitrojen içeren renksiz, aşındırıcı kurmuş.
bir sıvı. Nobelyum [Lat.: ? > Fra.: nobelium: No]:
nitro [Yun.: nitron > Fra.: nitro]: Batı nobilis [Lat.]: aşina, bildik, iyi bilinen,
Dilleri’nde nitro-; ? tanıdık.
nitrogliserin [Yun.: nitron + glykeros > nocere [Lat.]: incitmek, zarar vermek.
Fra.: nitroglycerine]: [Kimya] dinamit nodus [Lat.]: boğum, düğüm, ilmik.
yapımında kullanılan, gliserin nitrik nodül [Lat.: nodus > nodulus > Fra.:
1.)
yada sülfirik asit uygulamasıyla elde nodule]: boğum, düğüm, ilmik, 2.)
edilen patalyıcı bir madde. [Tıp] bedende hızlı biçimde oluşan ve
Nitrojen [?]: 1.) rengi, kokusu, tadı çoğalan boğum yada kütle.
olmayan kimyasal bir element, 2.) Noel [Kel.: noio + hel & Lat.: natalis >
1.)
Nitrojen. Fra.: nouvelle > noel]: yenigüneş, 2.)
3.) 4.)
nitrojen [Fra.: niter & Yun.: genes > Fra.: doğumla ilgili, miladi,
nitrogene]: [Kimya] atmosferin yarısını [Hiristiyanlık] Hz. İsa’nın doğumun her
oluşturan, reksiz, kokusuz gazlı bir yıl 25 Aralık’ta kutlanması, 5.)
kimyasal element. [Hiristiyanlık] bir Hiristiyan Yortusu,
nitrojen bombası: ? [Christmas].
nitron [Yun.]: ? Nogay [Mog.: ?]: 1.) Altın Ordu
nitroselüloz [Yun.: nitron & Lat.: cella + komutanı Nogay’ın kumandasındaki
osus > Fra.: nitrocellulose]: [Kimya] Kıpçaklar, , 2.) Kuzey kafkasya’da bir
patlayıcılarda kullanılan, selüloza Türk boyu, 3.) [N] bir erkek adı.
nitrik asit uygulanamsıyla elde edilen nohut [Far.]: [Bitkibilim: Cicer orientinum]
bir madde. bir tür sebze.
niyabet [Arp.]: 1.) hükümranlık, krallık, noio [Kel.]: yeni.
saltanat, 2.) Osmanlı’da naiplik, noksan [Arp.]: eksik.
vekillik, vekillik heyeti, 3.) vekaleten noksansız [Arp. + sız]: eksiksiz, tam.
bakmak, yardımcı olmak. nokta [Arp.]: 1.) benek, puan, 2.) özel
niyaz [Arp.: niyâz]: dua, yakarı, işaretler, 3.) merkezi yer, 4.) [Askeri]
yakarış. ayrılmış yer, tecrit edilmiş mekan, 5.)
niyazi [Arp.: niyâzî]: 1.) dua eden, husus, konu.
yakaran, 2.) [N] bir erkek adı. nom 1: Eski Mısır’da kent devleti.
niyet [Arp.]: amaç, haye, hedef, istek, nom 2 [Lat.: nomen > Fra.: nome]: 1.) ad
kasıt, maksat, kötü ~: kast, kasıt. yada isim, 2.) ad yada isimle ilgili
niyetli [Arp. + li]: 1.) niyet eden, 2.) önek.
[Ramazan] oruçlu. nomen [Lat.]: ad, isim.
Niyobyum [Lat.: Fra.: niobium: Nb]: ? nomenkülatür [Lat.: nome + calare >
1.)
niza [Arp.: nîza]: arbede, çekişme, Fra.: nomenculature]: bir gereç yada
çıngar, dalaş, dövüş, hengame, hır, bilimde isimler listesi, 2.) isimler
kavga, niza, patırtı. listesi, isim dizini.
nominal [Lat.: nomen + inal > Fra.: nota 2 [Lat.: nota > İtl.: nota]: 1.) müzik
1.) 2.)
nominale]: isimle ilgili, ismen, abecesi, 2.) diplomatik nota, ~ları
bizzat değil, şahsen değil, 3.) ada sese çevirme: ~da duraklama
yapılan, isme yazılı, 4.) muharrer, işareti: es, ~lar: Do, Re, Mi, Fa, Sol, La,
yazılı. Si , Do.
nomos [Yun.: νόμος]: 1.) kanun, yasa, nota bene [Lat.]: iyice dikkat et!
2.)
idare, tutum, 3.) idare, yönetim, 4.) notam [İng.]: 1.) NOTAM yada NoTAM:
hükümet, iktidar. Notice to Airmen’in kısaltması, 2.) bir
non [Lat.]: Latince’de non-; 1.) dışında, hava uçuk iletişim biçimi, 3.) havacı
2.)
olmayan, [non-ferrus: demir-dışı], -sız, bülteni.
-siz, -suz, -süz anlamı getiren bir notare [Lat.]: dikkat etmek, dikkatli
önek, [non-aligned countries: bağlantısız olmak, itinalı olmak.
ülkeler]. notasyon [Lat.: nota > Fra.: notation]: 1.)
non plus [Lat.]: 1.) daha ileri işaret be rakamlarla gösterme, 2.)
gidilemeyeceğinden, gösterme sistemi.
konuşulmayacağından yada hareket noter [Lat.: notare > Fra.: notaire]: 1.)
edilemeyeceğinden doğan şaşkınlık, onaylayan, tasdik eden, 2.) devlet
2.)
hayret, şaşkınlık. adına resmi belgelerin özgünlüğünü
non sequitur [Lat.]: 1.) alakası onaylayan yarı resmi bir kurum.
olmayan, ilgiiz, 2.) konuşulanla ilgisi notik [Yun.: naus + ikos > Fra.: nautique]:
omayan, 3.) alakasız, anlamsız, 1.)
gemi bilgisi, 2.) denize ait, gemie
saçma. ait.
non stop [Lat.: non stuppare > B.D.: notus [Lat.]: bilinen.
1.)
İng.]: ara vermemek, durmamak, nova 1 [Lat.]: yeni.
2.)
aralıksız, durmadan, sürekli. nova 2 [Lat.]: 1.) yeni, 2.) [Yıldızbilim]
nona [Lat.: novem > nona]: dokuz (9). birden parlayıp sönen yıldız.
nona hora [Lat.]: 9. saat. Nova Scotia [Lat.]: 1.) Yeni İskoçya, 2.)
nonaginta [Lat.]: doksan. Kanada’da bir bölge.
nonna [Lat.]: kendini dine adamış novem [Lat.]: dokuz (9).
kadın. November [Lat.: novem > november]: 1.)
nonul [?]: i., üvendire ucundaki demir. dokuz, 2.) eski Roma Takvimi’nde 9.
norm [Lat.: norma > Fra.: norme]: 1.) ay, 3.) 11. ay, Kasım.
model, ölçüm, yada standart, 2.) novus [Lat.]: yeni.
kanuna yasaya ugun. nöralji [Yun.: neuron + algia > [?] > Fra.:
norma Lat.]: kaide, kural, ölçüt. neur(o)algie]:
1.)
sinir acısı, 2.) [Tıp]
normal [Lat.: norma > Fra.: normale]: 1.) sinir acısı, sinir yangısı.
kabul edilebilir ölçüt, 2.) bilgi yada nöro [Yun.: neuron [?]> B.D.: neur(o)]:
düşüncede kabul edilebilirlik, 3.) bak. neuro.
ortalama durum. nöroastenya [Yun.: neuron + asthenia >
Nosoloji [?+ logia > Fra.: nosologie]: 1.) [?] > Fra.: neur(o)asthenia]: [Tıp] aşırı
hastalıkların özellikleri, 2.) hastalıkları yorgunluk, endişe gibi belirtileri olan
sınıflama bilimi. bir tür nevroz.
nostalji [Yun.: nostos + algos > Fra.: Nöroloji [Yun.: neuron + logia > [?] >
1.)
nostalgie]: dönüz acısı, 2.) hasret, Fra.: neur(o)logie]: Asabiye,
3.)
özlem, sıla derdi, vatan hasreti. Sinirhastalıkları.
nostrum 1 [Lat.]: bizimkisi, bize ait nöron [Yun.: neuron: ?]: 1.) asap, sinir,
olan. 2.)
[Tıp] sinir hücresi ve onun her tür
nostrum 2 [Lat.]: 1.) bizimkisi, 2.) işlemleri.
herderde deva, kocakarı ilacı. nörotik [Yun.: neuron + ikos > [?] > Fra.:
nosyon [Lat.: nota > Fra.: notion]: bilgi, neur(o)tique]:
1.)
asabiyet durumu,
düşünce, fikir, görüş, tasarı, tasarım. sinirlilik hali, 2.) [Tıp] nevrozla ilgili
not 1 [Lat.: notare > Fra.: note]: 1.) yada bununla ilintili belirtielri olan
öğrencilerin dersleriyle ilgili puanı, 2.) durum.
hatırlama yazısı, kısa yazı,. nötr [Lat.: ne + uter > Fra.: neutre]: bak.
not 2 [Yun.: naus > Fra.: naute]: nötür.
[Denizcilik] deniz dibine doğru derinlik.
nota 1 [Lat.]: işaret.
nötron [Lat.: ne + uter > Fra.: neutrone + numisma [Lat.]: 1.) maden esaslı her
leştirme]: bir atomun asal, tür para, 2.) demir para, metal para.
yüklenmemiş bir parçacığı. numizmatik [Lat.: numisma & Yun.: ikos
1.)
nötron bombası:? > Fra.: numismatique]: demir para,
nötür [Lat.: ne + uter > Fra.: neutre]: 1.) 2.)
metal para, madalyon yada kağıt
hiçbirisi değil, 2.) cinsel organı para biriktirme, 3.)
bunların
olmayan, 3.) yetişkinlikte cinsel uzvu incelenmesi, 4.)
madalya ve para
olmama durumu, 4.) Batı Dilleri’nde bilimi.
kelimelerin cinsiyet hali, [Das Buch], 5.) numune [Far.: nümune]: örnek.
tarafsız, yansız, 6.) [Fizik] yansız. nuntiare [Lat.]: açıklamak, beyan
nötürleştirme [Lat.: ne + uter > Fra.: etmek, bildirmek, haber vermek, ilan
1.)
neutre + leştirme]: savaşta yansız etmek, müjde evrmek.
olduğunu açıklama, 2.) –nın gücünü, nuntius [Lat.]: elçi, haberci, müjdeci.
etkisini ve nüfuzunu etkisileştirme, nur [Arp.: nûr]: aydınlık, ışık, kutsal
ortadan kaldırma. ışık, ziya, 2.) [N] aydınlık, ışık, kutsal
nötürleştirmek [Lat.: ne + uter > Fra.: ışık anlamında bir bayan adı.
1.)
neutre + leştirmek]: savaşta yansız Nuray [nûr + ay]: bir bayan adı.
olduğunu açıklamak, 2.) –nın gücünü, Nurdan [Arp.: nûr + dan]: ışıktan
etkisini ve nüfuzunu etkisileştirmek, anlamında bir bayan adı.
ortadan kaldırmak. Nurdane [Arp.: nûr + dane]: ışık parçası
Nu [Fen.: Nun [Nun] > Yun.: Ni [νῦ & νι - anlamında bir bayan adı.
νυ]]: Yunan Abecesi’nin 13. harfi [Ν, Nurhan [Arp.: nûr + han]: bir bayan adı.
ν]. nuri [Arp.: nûri]: 1.) ışık saçan, nur gibi,
nubere [Lat.]: evlenmek. parlak, 2.) [N] bu anlamda bir erkek
nubes [nudd > Lat.]: 1.) pus, sis, 2.) adı.
bulut. nuriye [Arp.: nûriye]: 1.) ışık saçan, nur
2.)
nuc [Lat.: nuca > nux]: ceviz ve fındık gibi, parlak, bu anlamda bir
gibi sert kabuklu yemiş. bayan adı.
nuca [Lat.: nuc > nux]: ceviz ve fındık Nurten [Arp.: nûr + ten]: bir bayan adı.
gibi sert kabuklu yemiş. nusred [Arp.]: bak. nusret.
nucellus [Lat.]: tohum keseciği. nusret [Arp.: nusred]: 1.) uku, zafer,
nucleus: [Lat.: nuc > nuca > nux > yengi, 2.) yardım, özellikla Allah’ın
nucleus]:
1.)
ceviz ve fındık gibi sert yardımı, 3.) [N] bu anlamda bir erkek
kabuklu yemiş, 2.) cevher, çekirdek, adı.
esas, iç, nüve, öz, 3.) [Fizik] atomun nutk [Arp.]: bak. nutuk.
4.)
merkez bölümü, [Yıldızbilim] nutrire [Lat.]: doyurmak, beslemek.
kuyrukluyıldızın parıldanyan nutuk [Arp.: ntk > nutk []]قطن: 1.)
2.)
önbölümü, 5.) [Bedenbilim] beyin yada konuşma, hitabe, konuşma,
omurilikkte sinir hücreleri yığını. söylev.
nudus [Lat.]: ari, çıplak, nü, üryan, nux [Lat.: nuc > nuca > nux]: ceviz ve
torlak. fındık gibi sert kabuklu yemiş.
nuer [Fra.]: bulutlandırmak, nuzul [Arp.: nûzul]: felç, inme, nuzul,
gölgelemek, sislendirmek. paraliz.
nuere [Lat.]: başını sallamak, nü [Lat.: nudus > Fra.: nu]: çıplak resim.
onaylamak. nüans [Lat.: nues > Fra.: nue > nuance]:
1.)
nugat [Lat.: nuca > nuc > nux > Fra.: bulut, bulut gölgesi, sis, 2.) anlam,
nouget]: ceviz helvası, kozhelvası. renk ve tonda az değişiklik, 3.)
nullus [Lat.]: hiç, yok. ayrıntı, ince fark.
numara [Lat.: numerus > İtl.: numero > nüfuz [Arp.: nüfûz]: güç, etki, tesir.
1.)
Osm.: numero & nümero]: rakam, nüfuzlu [Arp. + lu]: etkili, etkin, güçlü,
2.)
sayı, aldatma, dümen, hile. kadir, tesirli.
numerare [Lat.]: 1.) hesaplamak, sayı nükleer [Lat.: nuc > nuca > nux >
1.)
saymak, 2.) düşünmek, taşınmak, 4.) nucleus > Fra.: nucléér]: çekirdek, 2.)
3.)
tahmin etmek, zannetmek. çekirekle ilgili, [Fizik] maddenin
numero [İtl.: ? > Osm.]: 1.) numara, 2.) çekirdeğiyle ilgili, 4.) [Fizik] bu yolla
kısaca no.. sağlanan olaylar.
numerus [Lat.]: rakam, sayı.
nükleer enerji [Lat.: nuc > nuca > nux obje [Lat.: ob + jacere > objectum > Fra.:
1.)
> nucleus & Yun.: en + ergon > Fra.: object]: dışarı doğru atmak, 2.)
nucléér energie]: [Fizik] nükleer yolla karşısına alma, önüne atma, sunma
sağlanan anerji. 3.)
eşya, nesne, şey, şeyler.
nükleer fizik [Lat.: nuc > nuca > nux > objektif [Lat.: ob + jacere + ivus > Fra.:
nucleus & Yun.: physis > physika + ikos > 1.)
1.) objectif]: dışarıdan olan, öznel
Fra.: nucléér physique]: çekirdeki 2.)
olmayan, afaki, nesnel, yansız, 3.)
fiziği, 2.) atomon içyapısı, parçaları ve fotoğraf makinesi vb makinelerin
onların devinimleriyle ilgilenen mercek bölümü.
bilimdalı. obruk [?]: içbükey, konkav.
nükleer fizyon [Lat.: nuc > nuca > nux obscura [Lat.]: karanlık.
> nucleus + findere > Fra.: nucléér
fission]: [Fizik]
1.)
atom parçalarının obua: [Müzik] üflemeli bir çalgı.
dağıtılarak enerji yüklü kütlenin obur: 1.) fazla yiyip içen, 2.) [Bilimsel ek]
ortaya çıkartılması, 2.) Atom Bombası çul, çül, çıl, çil.
yapım yolu. obüs [Alm.: haubitze > Fra.: obuse]: 1.)
nükleer füzyon [Lat.: nuc > nuca > nux taş atan top, bir tür çakaloz, 2.) ağır
> nucleus + fusus > Fra.: nucléér fusion]:
mermi fırlatan top, 3.) [Askeriye] kısa
[Fizik]
1.)
birleşik kütlede kayba namlulu top, 4.) bak. hovitzer.
yolaçacak olan, ışık ağrılığındaki ocak 1 [ÖzTür.: oçak]: 1.) ateş yakılan
atom parçalarının daha ağır kütleye yer, 2.) şömine.
dağıtılması, 2.) böylece Hidrojen Ocak 2 [ÖzTür.: öt > od]: 1.) ateş, 2.) yılın
Bombası’nın yapılması. 31 gün çeken 1. ayı.
nükleer reaktör [Lat.: nuc > nuca > nux ocris [Lat.]: doruk, zirve.
> nucleus + re + agere > Fra.: nucléér octo: bak. okto.
reacteur]:
1.)
parçanalabilir bir yakıt ocularis [Lat.]: gözlerle ilgili.
sağlamak için denetlenebilir bir oculus [Lat.]: ayn, göz, çeşm, ophta.
nükleer zincirleme tepkime oluşturan od [Far.]: ateş, fer, nar.
gereç yada düzenek, 2.) bu yolla odabaşı [Osm.]: Osmanlıda han
enerji üretimi. uşakları başı.
nüks [Arp.]: depreşme, tekrarlanam, odacı: hademe.
yineleme. odak: mihrak.
nüksetme [Arp.: nüks + etme]: odalık: aftoz, cariye, gaco, halayık,
hastalığın depreşmesi. kapatma, kuma, metres, nikasız
nükte [Far.]: espri, şaka. kadın.
nükteli [Far. + li]: esprili, hazırcevap, ode 1 [Yun.: oide]: şarkı.
zeki, zarif. ode 2 [Yun.: hodos]: Fransızca’da –ode;
nümerik [Lat.: numerus > Fra.: cihet, istikamet, tarık, yol, yön, yönelme
numerique]:
1.)
rakamsal, sayısal, 2.) anlamına gelen bir sonek.
sayı yada rakamla gösterilen.. odio [Lat.]: nefret.
nümune [Far.]: bak. numune. oditoryum [Lat.: audire > auditorium >
1.)
Fra.: auditorium]: dinleme yeri,
========== O ========= dinleme odası, 2.)
konser dinleme
O 1 : Türk Abecesi’nin 17. harfi. yeri.
O 2 : Yunan Abecesi’nin . harfi, [Ο, ο]. odous [Yun.]: 1.) çıkıntı, uç, 2.) diş.
O 3 [İtl.: O]: İtalyan Abecesinin 13. odun [ÖzTür.: otung]: 1.) parçalanmış
harfi, [O, o]. ağaç, 2.) hatab.
4
O [Rus.: O]: Rus Abecesi’nin 14. harfi, odyne [Yun.: odynē]: hurma ağacı,
[О, о]. palmiye.
ob 1 [Lat.: obiit]: o (kadın yada erkek) of 1 : sıkıntı anlatır.
öldü. Of 1 [?]: Trabzon’un bir ilçesi.
OB 2 [Lat.: obestetrix]: 1.) doğumda ofis [İng.: office]: 1.) işyeri, büro, 2.)
yardımcı olan, bebeği dışarı çıkrtan, kısaca DMO [Devlet Malzeme Ofisi], 3.)
2.)
ebe. kısaca bir zamanların PO [Devlet
oba: çadır, otağ, otak. Malzeme Ofisi],
obezite [Lat.: obicere > obiectum > Fra.: oflaz [Halkdili]: güzel, harika,
obesité]: aşırı şişmanlık. mükemmel.
oftalmolog [Yun.: ophta + logos > [?] > oklava [ÖzTürk.: oklagi > oklağaç]:
Fra.: Fra.: ophtalmalogue]: göz hekimi. hamur açma gereci, yufka açma
Oğan [ÖzTür.]: Ber, Tanrı. gereci, kalın ~: merdane.
1.)
oğlu: soyadların sonuna gelen ve “- okluk: ok kılıfı, sadak.
2.)
nin oğlu” anlamında bir sonek, oksijen [Yun.: oxys + genes > [?] > Fra.:
diğer dillerdeki karşılıkları; Arapça: oxygène: [Kimya]
1.)
renksiz, kokusuz,
eb-, ebi-, ebu- bir önektir, Ermenice: - oldukça uçucu bir kimyasal element,
ian, -yan bir sonektir, Fransızca: , 2.)
tüm elemenler içinde en bol olanı,
İngilizce: -son, bir sonektir, İrlandaca: 3.)
yaşamın işlevi ve içsel yanmalar
Mac, Mc bir önektir, Slavca: of, ov bir için temel gerekli element.
sonektir, Yunanca: oglu bir sonektir, oksit [Yun.: oxys [?] + (Lat.: acidus) >
oğul: erkek evlat, ~ otu: Melisa. Fra.: (ac)ide]:
1.)
ekşi ekşi, 2.) ekşi asit,
3.)
oh: bezginlik belirtir. oksijenin diğer bir element yada
ohm: 1.) Georg Simon Ohm, 2.) [Fizik] temel madde ile oluşturduğu bileşen.
kg/sn olarak elektrik direnç ölçüm oksitlenme [Yun.: oxys [?] + (Lat.:
birimi. acidus) > Fra.: (ac)ide + lenme, Kimya]:
oide 1 [Yun.: ?]: şarkı. bir metalin hava, su vb ile temas
oide 2 [Yun.: eidos: ?]: Fransızca’da etmesiyle üzerinde oluşan pas
oide; benzer, benzeyen, gibi anlamına tabakası.
gelen bir sonek. oksyd [Yun.: ? > B.D.: oxide]: 1.) s., ekşi,
2.)
oidema [Yun. : ?]: şiş, şişlik, şişmiş asit.
yer. oksyd 1 [Yun.: ?]: s., ekşi.
oikia [Rum. & Yun.: oikos: ?]: ev, hane, oksys 1 [Yun.: ?]: s., ekşi.
konut. oksys 2 [Yun.: ? > B.D.: oxide]: 1.) s.,
oikizein [Arp.]: 1.) iskan etmek, ekşi, 2.) asit.
2.)
oturmak, yerleşmek, oktan [Yun.: (o)chto & okto [χτα & οκτα] &
1.)
kolonileştirmek, sömürgeleştirmek. Lat.: octo > İng.: octane]: sekiz, 2.)
oikos [Yun.]: ev, hane, konut, mesken. benzinde nitelik ölçüm birimi, 3.)
oikoumene [Yun.]: 1.) iskan edilmiş sekiz atomlu hidrokarbon elementi.
alem, dünya, 2.) alem, dünya, evren. oktant [Lat.: octans > octant > Fra.:
1.)
oje [> Fra.: oje]: bir makyaj malzemesi, octante]: sekiz bölümlü dairesel bir
tırnak boyası, yıldız ölçüm gereci, 2.) astronomi
ok: 1.) çubuk, değnek, 2.) yayla atılan gereci.
çubuk, tir, ~kılıfı: sadak, ~taki Oktay: bir erkek adı.
kertik: gez, ~un ucundaki demir: okto [Yun.: (o)chto & octo [χτα & οκτα]]:
temren. sekiz.
okaliptüs [Yun.: eu + kalyptos > Fra.: oktopus [Rum.: okto + pus > oktapus >
1.) ctapodi & oktopodian [χταπόδι &
eucalyptus]: [Bitkibilim: Eucalyptus] 1.) 2.)
gizligüzellik, gizlihoşluk, 2.) οκταπόδιον]]: sekizayak,
sıtmaağacı, 3.)
bataklık ve sulak ahtapot.
alanların kurutulması için dikilen ve oktrua [Arp.]: şehre giriş vergisi.
büyük oranda su emen ve suyla okul: ekol, mektep, yüksek ~:
gelişen bir ağaç türü, 4.) yaprakları akademi, ~öncesi: kreş, ilkokul
eczacılıkta ve baharatlı gıdalarda öncesi: anaokulu, orta öğrenim
kullanılır. ~u: lise.
okar: [Hayvanbilim: Bataurus stellaris] telli okuma: Kıraat, ~ kaybı, yitimi:
balıkçıl. aleksi.
okka [Arp.: vukuyye > kıyye > Osm.: okuryazar: öğrenim görmüş kimse.
1.)
okka]: eski bir ağırlık ölçü birimi, 2.) okutman: 1.)
belleten, eğitmen,
Osmanlı’da 1,283 gr yada 400 muallim, öğretmen, 2.) rektör.
dirhem ağırlık ölçüsü. okuyucu 1 : kari.
okkalı [Arp.: vukuyye > kıyye > Osm.: okuyucu 2 : şarkıcı, türkücü.
1.)
okka + lı]: oldukça ağır, yüklü, 2.) olağan: 1.) tabii, 2.) alelade, sıradan,
ağır, etkili, güçlü, 3.) mühim, önemli. olanak: imkan.
olay: 1.) hadise, 2.) fenomen, olgu,
vakia.
olcay [?]: 1.) 2.) [N] bir bayan adı. omurga [ÖzTür.: ogurtga > omurtga]:
1.)
operatör [Lat.: ? > Fra.: operatuer]: 1.) orfoz: [Balıkçılık: ?] bir balık türü.
2.)
[Teknik] makineyi çalıştıran, [Cerrahi] organ [Yun.: organon > Fra.: organ]: 1.)
ameliyat yapan doktor, cerrah, klavyeli bir müzik enstrümanı, 2.)
operire [Lat.]: gizlemek, gizlenmek, [Yaşambilim] hayvan ve bitkilerde özel
saklamak, saklanmak. bir işlevi yerine getiren çıkıntı yada
ophta [Yun.]: ayn, göz, çeşm, oculus, uzantı yani bir araç, 3.) [Bedenbilim]
ops 1 [Yun.]: 1.) göz, 2.) özellik. uzuv, üye, 4.) bazı işleri yerine
ops 2 [Yun.]: ses, seda. getirme gereci, 5.) aralıklı olarak
opsis [Yun.]: 1.) iç çekme, nefes alma, düşünce ve görüşleri aktarma aracı
2.)
gözlem, müşahede, görme, yada vasıtası, ~ları uyaran ilaç:
inceleme. tonik.
opsiyon [Lat.: ? > Fra.: option]: organik [Yun.: organon > Fra.:
alternatif, seçenek, şık, organique]: [Kimya] ~ olmayan:
opsiyonel [Lat.: ? > Fra.: optionale]: inorganik.
isteğe bağlı, ihtiyari. organizma [Yun.: organon > Fra.:
opt [Yun.]: göz. organisma]:
1.)
canlı, yaratık, 2.)
optare [Lat.]: benimsemek, seçmek, herhangi bir yaşayan canlı.
tarcih etmek. organon [Yun.]: araç, alet, enstrümen,
optik [Yun.: ops & opt + ikos [?] > [?] > gereç.
1.)
Fra.: optique]: gözlükçü, 2.) organon [Yun.]: tamamlama, yerine
3.)
merceklerle ilgili, belli hazır- getirme.
metinleri otomatik okuma, ~ organza [İtl.: organza]: bak. organze.
kaydırma: zum. organze [İtl.: organza]: 1.) Lorganza
optimus [Lat.]: en iyisi. ticari marka adın’nın bozulmuş biçimi
opus [Lat.]: çalışma, iş. olabilir, 2.) [Dokuma] ipek yada
or [? > İng.: or]: İngilizce’de or; 1.) eden, ketenden dokunma, ince, kolalı
2.)
fail, yapan, taraftarı, yanlısı kumaş, 3.) [Dokuma] ince, kolalı
anlamına bir sonek. kumaş.
ora: o yer. orgnizma [Yun.: organon > Fra.:
Oracle [Lat.]: 1.) eski Yunan & eski organisme]: [Yaşambilim] herhangi bir
Roma’da gaipten haber veren kahin, yaşayan canlı.
2.)
ilham, vahiy. orhan []: 1.) 2.) Osmanlı Beyliği’nin II.
orak [ÖzTür.]: ekin biçme aracı, aygıtı, Beyi, Orhan Bey; [], 3.) [O] bir Türk
aleti. Uzun saplı bir ~: kosa. erkek adı.
oran: nispet. orie [Lat.: orius > Fra.: orie]:
orare [Lat.]: konuşmak. Fransızca’da orie; 1.) –nın, -nın
2.)
oratoryo [İtl.]: [Müzik] kusal müzik yapısında, için yer yada şey
parçası. anlamına gelen bir sonek.
orbita [Lat.]: 1.) ayak izi, iz, teker izi, orient [Lat.: oriri]: bak. oryant.
2.)
belirti, delalet, emare, im, ipucu, origine [Lat.]: 1.) başlanıç, 2.) oluş,
işaret. yaratılış.
ordino [İtl.: ordino]: 1.) [Ticaret] poliçede orijin [Lat.: oriri > Fra.: origin]: kaynak,
havale emri, 2.) [Taşımacılık] taşıma kök, köken, öz.
belgelerini [CMR, Konşimento, AWB] orijinal [Lat.: oriri > Fra.: originale]: i.,
devir emri, 3.) [Denizcilik] gemi adamı gerçek, otantik, özgün.
1.) 2.)
atama belgesi. oriri [Lat.]: yükselmek,
ordo [Türk.: orda, ordu, urta > Lat.]: 1.) yükselmekte olan güneş için
dizin, saf, sıra, 2.) müfreze, ordu. kullanılır: yerden yükselmek.
ordövr [Fra.: orde euvre]: [Gıda] meze. orkestra [?]: [Müzik]
ordu 1 [Tat.]: 1.) kalabalık, üşüşme, 2.) orkinos: [Balıkçılık: ?] bir tür ablık.
bir konaklama, 3.) askeriye, ~da orlon [?]: yapay dokuma ipliği.
herkes: asker. orman [?]: küçük ~: koru, ~da çıplak
Ordu 2 [Antik: Kotyora, Osm.: Bölük-i alan: kayran.
Niyabeti Ordu, Kaza-i Bayramlu Nam-ı ornare [Lat.]: donatmak, süslemek.
Diğer Ordu]: [52], Türkiye’de bir kent. Ornitoloji [Yun.: ? + logia > Fra.:
ordugah [Tür.: ordu + Far.: gâh]: ordu Ornithologie]: Kuşbilimi.
konaklama yeri. orsa [İtl.]: [Denizcilik] rüzgarlı yan.
Orsar [Çng.]: ayı oynatan Çingeneler. Osmanlı Rum ve Türk tarzı ahşap evleriyle
ünlüdür.
orta: 1.) 2.) [Moda] midi.
ortaç [?]: 1.) 2.) [Dilbilgisi] sıfat-fiil, 3.) [O] Osmaniye [?]: [80], Türkiye’de bir
bir erkek adı. kent.
1.)
ortada: açık, aleni, aşikar, ayan, bariz, Osmanlıca: Osmanlı
belli, kapalı olmayan, kesin, İmparatorluğu’nda ve Türkiye
meydanda, sarih. Cumhuriyeti’nin kuruluşundan
ortak: 1.) müşterek, 2.) partner, şerik, itibaren uzun yıllar kullanılan Türkçe,
3.)
maraba, yarıcı. Arapça ve Farsça’dan oluşan karma
ortaklar: şerikler, şüreka. dil, 2.) Lisani Osmani [Lisân-i Osmânî:
]لﺳﺎن ﻋﺜﻤﺎنﯼ, Osmanlıca Türkçesi,
ortaklık: 1.) iştirak, katılım, 2.) [Ticari]
[Ottoman Turkish].
şirket.
ortalama: vasati. Osmanlı Abecesi [Elifbâ: ]ابفلا: Arap
Abecesi ve bazı Fars Abecesi Ses’lerini [چ-پ-ژ-
ortam: yakın çevre, etraf, vasat. گ- ]ڭde içeren bir Abece’dir; [ا, ]ﺎElif [a, â],
ortanca [Lat.: hortansia]: [Bitkibilim: [ ]ﺀHemze [he], [ ]ﺑ ﺒ ﺐ بBe [b, p], []ﭘ ﭙ ﭗ پ
Hydrangea hortansia]
Pe [p], [ ]ﺗ ﺘ ﺖ تTe [t], [ ]ﺛ ﺜ ﺚ ثSe [s], [ﺞ ج
oruç [Far.]: [İslam] Ramazan ayında ]ﺟ ﺠCim [c, ç], [ ]ﭼ ﭽ ﭻ چÇim [ç], [ﺤ ﺢ ح
imsak vaktrinden iftar vaktine dek ]ﺣHa [h], [ ]ﺧ ﺨ ﺦ خHı [h], [ ]د دDal [d], [ذ
yeme içmeden uzak durma. ]ذZel [z], [ ]ر رRe [r], [ ]ژ ژJe [j], [ﺴ ﺲ س
]ﺳSin [s], [ ] ﺷ ﺸ ﺶ شŞın [ş], [ﺺ ص
orya [Arp.]: döşeme, döşeme taşı.
]ﺻ ﺼSad & Sat [s], [ ]ﺿ ﻀ ﺾ ضDad &
oryant [Lat.: oriri > Fra.: oerient]: 1.) Dat [d], [ ]ﻃ ﻄ ﻂ طTı [t], [ ]ﻇ ﻈ ﻆ ظZı [z],
Doğu, Asya özellikle Uzak Doğu, 2.) [ ]ﻋ ﻌ ﻊ عAyın [‘a], [ ]ﻏ ﻐ ﻎ غGayın [g, ğ],
kendini belli bir duruma göre [ ]ﻓ ﻔ ﻒ فFe [f], [ ]ﻗ ﻘ ﻖ قKaf [k], [ﻚ ك
]آ ﻜKef [k, g, ğ, n], [ ]ﮔ ﮕ ﮓ گGef [g, ğ],
ayarlamak.
[ ]ﯕ ﯖ ﯔ ڭNef & Sağır Nef [n], [ ]ﻟ ﻠ ﻞ لLam
oryantal [Lat.: oriri > Fra.: oerientale]: [l], [ ]ﻣ ﻤ ﻢ مMim [m], [ ]ﻧ ﻨ ﻦ نNun [n], [و
1.)
Doğu’ya ait, Doğu toplumlarıyla ]ﻮVav [v, o, ô, ö, u, û, ü], [ ]ه ﻬ ﻪ ﻩHe [h,
ilgili, 2.) Doğuyla ilgili, Şarki, 3.) bir e, a], [ ]ﻼ ﻻLâ [la], [ ]ﻳ ﻴ ﻰ ىYe [y, ı, i, î].
tür Arap dansı, [Belly-dance]. Osmanlı Beyliği:
oryantalist [Lat.: oriri, Fra.: Osmanlı Hanedanlığı:
oerientaliste]: Doğucu, Şarkiyatçı. Osmanlı İmparatorluğu:
oryantalizm [Lat.: oriri, Fra.: Osmanlı 1 : 1.) Osman Bey’in kurduğu,
oerientalisme: doğuculuk, şarkiyat. Beylik’ten Hanedanlığa ve
ose 1 [Lat.: osus]: Latince ve Batı İmparatorluğa yükselen Türk Birliği,
2.)
Dilleri’nde ose-; ile dolu, gibi, -kan [Ottomans], bu tanımlama daha çok
anlamında olan bir sonek, [bellicose: yabancılara aittir, 3.) Handeanlığı
savaşkan, verbose: konuşkan]. yönetenler kendilerine Osmanlı
ose 2 [Lat.: osus]: Batı Dilleri’nde ose; 1.) tanımlamasını kullanmamıştır.
bir gösterme, yönlendirme soneki, 2.) Osmanlı 2 : sınır askeri: sekban,
bir karbonhidrat, [celulose: selüloz], 3.) Hiristiyan: reaya, çadır uşağı:
bir protein hidroliz ürünü. mehter, tuğamiral: riyala, öncü
ose 3 [Yun.: osis > Fra.: ose]: Yunanca ve görevi: çarka, padişah ahır
Batı Dilleri’nde –osis; 1.) durum, hal, görevlisi: imrahor, atlı asker:
vaziyet, amel, çalışma, iş,
2.)
anormal, cebeli, Askeri Rutbeler: Miralay
normaldışı yada hastalıklı durum yada (Albay), Riyala (Tuğamiral), vergi yada
durumda anlamına gelen bir sonek. verginin toplandığı yer: baç,
osis [Yun.]: 1.) durum, hal, vaziyet, başlık türü: barata, bir savaş
amel, çalışma, iş, 2.) anormal, gemisi: baştarda, gümüş sikke:
normaldışı. arslanlı, savaş davulu: kös, bir
osman [Arp.]: 1.) 2.) Hz. Osman; 3.) eğitim kurumu: zaviye, Mısır
Osman Bey; Osmanlı Beyliği’nin valisi: hidiv, tuğracı: tuğrakeş,
kurucusu, 4.) [O] bir Müslüman ve savaş gemisi: bastarda,
Türk erkek adı, [Otman, Ottoman, Osmiyum [Lat.: Fra.: osmium: Os]:
Uthman, Utman,]. osmos [Yun.]: 1.) ani his, dürtü, itici
Osmaneli [Rum.: Lefke]: Bilecik iline bağlı kuvvet, saik, sevk, tahrik, tesir, 2.)
tarihi bir yerleşim yeridir. Belde özgün olarak ani his, dürtü, saik.
bir Rum beldesiydi. Osmanlı zamanlarına dek ostare [Lat.]: engelli, kapalı, tıkanık.
beldenin adı Lefke’dir. Beldede büyük bir Rum
ostreon [Yun.]: istiridye.
Ortodoks Kilisesi kalıntısı vardır. Tarihi
osus [Lat.]:Latince’de –osus; 1.) kan, 2.) otomatik [Yun.: authomatos [?] > Fra.:
-nin belirlediği, gibi, ile dolu anlamına automatique]: hodbehod,
gelen sonek. kendiliğinden.
ot: 1.) genel yeşillik, çayır çimen. ağız otomobil [Yun.: autos [?] > Lat.: mobil >
~u: yem, ~su bir bitki: drosera, 2.) Fra.: automibile]: araba, araç, binek
sağlık için yararlı bitkiler, 3.) : zehir, araba, motorlu taşıt, oto, taksi, taşıt,
ağı, ağu, sem, 4.) [Halkdili] esrar, vasıta, vesait.
uyuşturucu, otomotiv [Yun.: aothos [?] + Lat.: movere
1.)
ota [ÖzTür.]: ısınmak, odun yakmak. > Fra.: automotive]: kendisi hareket
2.)
otağ: çadır, göçebe çadırı, oba, otak, eden, binek araç, otobüs,
otak: çadır, göçebe çadırı, oba, otağ, kamyon, kamyonet vb üretme işi
otama: tedavi, yada bununla ilgili.
otantik [Yun.: authentikos > Fra.: otonom [Yun.: authos + nomos > [?] >
authentique]: s.,
1.)
güvenilir, 2.) Fra.: autonom]: bağımsız, federe,
gerçek, orijinal, özgün. muhtar.
otçu: köy doktoru. otonomi [Yun.: authos + nomos > [?] >
otçul: ot yiyen, otobur, otla beslenen, Fra.: autonomie]: özerklik.
otel [Lat.: hospes > Fra.: hotel]: 1.) yolcu otopsi [Yun.: authos + opsis > [?] > Fra.:
konaklama yeri, 2.) eğlek, han, autonom]: [Cerrahi] ölüm nedenini
hostel, palas, pansiyon, ~ görevlisi: belirlemek için bir cesedin kesilerek
vale, incelenmesi işlemi.
otist [Yun.: autos > Fra.: aut(o) + iste > otorite [Lat.: augere > Fra.: authorité]:
autiste]: [Ruhbilim] içe kapanık kişi. sulta, yetke.
otizm [Yun.: autos > Fra.: aut(o) + isme > otoyol [Yun.: authos > [?] > auto + yol]:
autisme]: [Ruhbilim] içe kapanıklık, otoban.
otlak: mera. Ottomana [Lat.]: Osmanoğulları,
otlan [ÖzTür.]: ateşlenmek, Osmanlı İmparatorluğu.
öfkelenmek. oturak: alçak iskemle.
otlar: era. oturmak: 1.) çömelmek, bir oturağa
oto 1 [Yun.]: bak. auto. yerleşmek, yerleşmek, 2.) sakin
oto 2 [Yun.: autos > Fra.: auto]: Batı olmak, hayat sürmek, ikamet etmek,
Dilleri’nde auto-; kendi kendine yaşam sürmek, yaşama devam
anlamında önek. etmek, yaşamayı sürdürmek,
oto 3 [Yun.: autos]: kendiliğinden yerleşmek.
anlamına, araba, araç, binek araba, oturum: celse, açık ~: panel.
motorlu taşıt, otomobil, taksi, taşıt, oulesthai [Yun.: ?]: ?
vasıta, vesait, ~ yarışı: ralli. ova [Halkdili]: düzlük alan. Düzlük, Yazı,
otoban [Yun.: auto [?] + Alm.: bahn > Pazar, [Gökova, Pamukova].
autobahn]: otoyol. oval 1 [Lat.: oval]: yumurta.
otobur: ot yiyen, otçul, otla beslenen, oval 2 [Lat.: oval > Fra.: ovale]: beyzi,
otobüs [Yun.: autos [?] & Lat.: (movere) yumurta biçiminde.
mobil + omnibus > İng.: automobile]:
1.) ovma: friksiyon, ovuşturma.
genel halk taşıtı, 2.)
büyük yolcu ovuşturma: friksiyon, avma.
taşıma taşıtı, ~ yanaşma yeri: oxys [Yun.]: ekşi.
oy: rey.
peron, ~ garajı: otogar.
oya 1 : ince dantel.
otogar [Yun.: autos [?] > Fra.: auto + Oya 2 : bir bayan adı.
garre > autogarre]: garaj, otobüs
oyalama: hoşça vakit geçirtme.
terminali. oylum [?]: 1.) derinlik, 2.) resim
otokrasi [Yun.: autos + kratos > [?] > sanatında derinlik, 3.) [O] bir Türk
Fra.: autocratie]: tek bir kişin her tür
bayn adı.
yetkisinin bulunduğu bir yönetim oymacı: hakkak.
biçimi. oynak: hareketli, kımıldayan.
otokrat [Yun.: autos + kratos > [?] > Fra.: oysa 1.) o ise, 2.) halbuki, oysaki.
autocrate]: güçlü hükümdar.
oysa ki: 1.) o ise ki, 2.) halbuki, oysa.
otoman: çekyat, divan, kanape, oyuk: boşluk, delik, gedik.
kerevet, sedir.
oyun: 1.) [Folklor] halk dansı, halk Öklid [Yun.: Euclides [Ευκλείδης]]: Eski
~ları: Amani, Ankara, Çökertme, Halay, Yunan’da bir matematik bilimcisi.
Hora, Horon, Lorke, Misket, Üçayak, orta ökse: kuş tutma değneği.
~unda Rum tipi: , orta ~unda tipi: ökseotu: [Bitkibilim:]
pişekar, ~da söz: replik, 2.) [Sahne] öksüz [ÖzTür. + süz]: 1.) annesiz, 2.)
annesi ölmüş.
sahne ~u: temsil, 3.) [Kart Oyunu]
öküz: [Hayvanbilim: Bos taurus] bakar,
keyif geçirme eğlencesi, ~da kağıt davar, hona, sığır, bir ~ türü: Yak, ~
atma sırası: el, ~ kağıdı: kart, ~da derisi: tilatin, ~ yemliği: akeze,
beraberlik: pata, bir zeka ~u: öl [Halkdili]: toprağın nemi.
4.)
Beştaş, Dama, Saranç, al, dalavere, ölçek: büyüklük, çap, ölçü.
desise, dolap, düzen, entrika, hile, ölçer: 1.) derece, 2.) ölçüm aygıtı,
kaşkariko, kolpo, komplo, künde, yazım aygıtı, [litre, kilo, metre, gram,
numara, graf].
ozan: 1.) şair, 2.) [O] bir Türk erkek adı. ölçü: büyüklük, çap, ölçek, ~ türleri:
ozansı: şairane. endaze, gram, inç, kilogram,
========== Ö ========= kilometre, kiloton, litre, metre,
Ö: Türk Abecesi’nden . harf. miligram, mililitre, ons, ton, ~
öbek: küme, tomar, yığın. kanuni birimi: etalon, 65cm’lik
öcü [Halkdili]: umacı. ölçü: endaze.
öç: intikam. ölçüt: kıstas, kriter.
öd: sıvı safra. öldürme: itlaf, toplu ~: kırım,
ödağacı: [Bitkibilim: Aquilaria agollacha] katliam.
ödem [Yun.: oidema [?] > Fra.: edema]: öldürmek: itlaf etmek, kendini ~:
1.)
şiş, şişlik, şişmiş yer, 2.) [Tıp] intihar etmek,
bedenin bir yerinde su toplanması, ölet: [Tıp] hastalık salgını.
su toplanması nedeniyle şişlik Öloji [Yun.: eulegein + (logia) > Fra.:
oluşması, şişme. eulogie]: kaside, methiye, sena,
ödeme: 1.) ita, verme, 2.) tazmin etme. sitayiş.
ödenek: fon. ölü: [Tıp] 1.) cansız, 2.) cansız, cenaze,
ödenti: 1.) aidat, 2.) tediye. merhum, mevta, naaş, ölü, ölü
ödeşme: fit. beden, vefat etmiş, yaşamayan, ~
ödev: boyun borcu, vecibe.
yıkama: gasil, ~ yıkama yeri:
ödül: mükafat.
ödün: taviz. salacak, teneşir, ~lerin toplanacağı
ödünç: iare. yer: arasta, ~nün giysileri: soyka,
öfke: celal, gazap, hırs, hiddet, ~yü ilaçlama: tahnit, ~ taşınan
kızgınlık, öfke, şiddet, ~ anlatır: sandık: tabut, ~ sarma bezi: kefen.
öğe: eleman, madde, unsur, ana ~: ölük: bitkin, halsiz.
esas, temel, ara ~: ?, temel ~ ölüm: fena, memat, vefat, ~ü
[Felsefe]: atom. bildiren dua: sala.
öğeler: anasır, elemanlar, maddeler, ölümlü: fani, gelip geçici.
unsurlar. ölümsüz: baki, daim, kalıcı, payidar,
öğrenci: talebe. sonsuz.
öğrenim: tahsil. ölümsüzlük: ölmeme, ~ veren sıvı:
öğreti: akide, doktrin, inan, ~ler iksir, ~ verdiği düşünülen sıvı:
bütünü: sistem. iksir.
öğretmen: belleten, eğitmen, ömer [Arp.]: 1.) 2.) Hz. Ömer; 3.) [Ö] bir
muallim, okutman. Müslüman ve Türk erkek adı.
öğün: yemek vakti, ömr [Arp.]: bak. ömür.
öğünme: böbürlenme, boru. ömür [Arp.: a’mr > [ > ]رمعömr []]رمع: 1.) a.)
öğüt: nasihat. kurma, onarma, yapma, b.) bir araya
ök [ÖzTür.]: ana, anne, valide. gelme, sevinçli olma, c.) uzun
ökçe: 1.) topuk, 2.) ayakkabı topuğu. yaşama, 2.) i., hayat, yaşam.
öke: dahi, ömürboyu [Arp.: ömr + boyu > Tür.]: b.i.
& s., müebbet.
ön: bir şeyin önü, ön taraf, cephe. öşr-i bağ [Arp. > Osm.]: Osmanlı’da
önce: evvela, ilk, önce. bağ, bahçe vergisi.
öncecilik: inisiyatif, öncelik, üstünlük. öşr-i bostan [Arp. > Osm.]: Osmanlı’da
önceki: eski, sabık. bostan (kavun karpuz) vergisi.
öncelik: 1.) evveliyet, 2.) inisiyatif, öşr-i ketan [Arp. > Osm.]: Osmanlı’da
öncecilik, üstünlük. keten vergisi.
öncelikle. Evvela, ilkin. öşr-i kovan [Arp. > Osm.]: Osmanlı’da
öncü: kılavuz. bal vergisi.
öndelik [Ticaret]: avans. öşür [?]: aşar, ondalık.
önder: 1.) başkan, lider, şef, 2.) [Ö] bir öte: aşırı, trans.
Türk rkek adı. öteberi: önemsiz şeyler.
önel: eksüre, mehil, mühlet, süre, öteki: başka, sair.
vade. öteleme: erteleme, tecil.
önem: ehemmiyet. ötenazi [Yun.: thanatos > Fra.:
1.)
önemli: ehemmiyetli, mühim. euthanasie]: güzel ölüm, ızdırapsız
öneri: teklif. ölüm, rahat ölüm, 2.) ümitsiz
önerme: Teklif etme, bilimsel ~: durumda olan hastaların ızdıraplarını
teorem, temel ~ [Yun.]: aksiyom., dindirmek için hayatlarına son
önezer [?]: pusuda duran avcı. verme.
öngörü: geleceği kestirme. ötesi: aşırı, trams.
önlem: tedbir. övgü: övme, övünme, sitayiş, şan,
önlük: iş yaparken öne takılan giysi, iş şeref, şöhret, sena.
önlüğü: bariğ, saya. övme: övgü, sitayiş.
önsezi: tahmin. övmek: f., methetmek, sena etmek,
önzüslük: ezel. naat etmek, yüceltmek, aşırı ~:
öpücük: buse. ballandırmak,
ördek: [Kuşbilim: Anas] badi, erkek []: övünç: iftihar, kıvanç, mut.
suna, ördek türleri: canurcun, övünme: gurur, övgü, şan, şeref,
çıkrıkçın. şöhret, sena.
örek: duvar. öykü: i., 1.) hikaye, 2.) [Ö] bir Türk
öreke [Rum.: róka [ρόκα] > Osm.: öreke]: bayan adı, manzum ~: fabl,
1.)
ağaçtan yüm örme gereci, 2.) ucu öyküler: ç.i., kısslar, kıssas.
kıvrımlı bir tür yün eğirme gereci. öykünme: taklit etme.
ören [ÖzTür.]: harabe, kalıntı, yıkı. öykünmek: f., taklit etmek.
örf [Arp.: arf > urf]: 1.) bilme, erkan, öz: i., cevher, derun, öz, kök, nefis,
usül, yol yordam bilme, 2.) anane, töz.
gelenek. Özbek [?]: bir Türk boyu.
örfi [Arp.: arf > örfî]: 1.) bilme, erkan, özdeyiş: vecize.
usül, yol yordam bilme, 2.) adetlere, öze: ait, has, mahsus.
geleneklere göre. özek: merkez, orta.
örfi idare [Arp.: arf > örfî idâre]: 1.) özel: gizli, mahrem.
adetlere & geleneklere göre yönetim, özellik: ahlak, davranış, husisiyet,
2.) 3.)
[Askeriye] JUnta, Darbe Yönetimi, huy, karakter, nitelik, tabiat, vasıf,
sıkıyönetim. yaratılış.
örfler [Arp.]: 1.) bilme, erkan, usül, yol özen: dikkat, ilgi, itina.
yordam bilme, 2.) ananeler, araf, özendirme: teşvik.
geleenkler. özenli: düzgün, itinalı, onat.
örgü: delikli ~: ajur, yün ~ biçimi: özensiz: baştansavma, gelişigüzel,
haraşo. kaba, zevksiz.
örk: hayvan bağlama ipi. özerklik: otonomi.
örneğin: diyelimki, mesela, sözgelimi. özet: fezleke, hülasa.
örnek [Erm.: orinag]: 1.) misal, rumuz, özetle: kısaca, hülasa.
sembol, simge, sözgelimi, timsal, 2.) Özgen: bir erkek adı.
model, mostra, 3.) numune, özgün: orirjina, otantik.
örs [?]: maden dövme aracı. özgür: 1.) azat, hür, 2.) [Ö] bir Türk
örtme: gizleme, saklama, setr. erkek adı.
özgürlük: hürriyet.
özlem: 1.) hasret, nostalji, 2.) [Ö] bir paha [Far.]: değer, eder, fiyat, ~
Türk ayan adı, karşılığı [Hasret]. biçmek: değerini ölçmek, kıymet
özlemek: bir şeyi yada kimseyi takdir etmek.
göreceği gelmek, tütmek. paideia [Yun.: ?]: eğitim, öğretim.
özlü: ince taneli, kısa. pais [Yun.: ?]: çocuk.
özlük: bireysel, ferdi, kişisel, şahsi, pak [Far.]: arı, temiz.
zati. paket [?]: kağıda sarılı nesne.
öznel: pakt [Lat.: ? > Fra.: pacte]: antant,
özsaygı: haysiyet, onur, saygınlık, antlaşma, uzlaşma.
şeref, vakar. pal [?]: [Kuşbilim: ?] bir tür güvercin.
özsu: bitki özsuyu, lateks, usare. pala [İtl.: palla ?]: [Savaş] enli kılıç.
özür: bahane, mazeret. Paladyum [Lat.: ? > Fra.: pladium: Pd]: ?
========== P ========= palamar [Yun.: palamari [?] > İtl.:
amarra]: [Denizcilik] gemi halatı.
P 1 : Türk Abecesi’nin . harfi.
palamut [Rum.: palamida: ?]: 1.)
P 2 [Yun.]: Ro (Rho), Yunan Abecesi’nin 2.)
[Bitkibilim: Quercus aegilops] pelit,
harfi, [P, p].
3 [Balıkçılık: Sarda sarda] bir tür balık.
P [İtl.: Pi]: İtalyan Abecesinin 14.
harfi, [P, p].
palan [?]: eşek eyeri.
P
4
[Rus.: Er]: Rus Abecesi’nin 16. harfi,
palandöken [?]: ?
[Р, р]. palanga [?]: 1.) ? 2.) ağır nesneleri
pa [Far.]: 1.) ayak, fut, kadem, pus, 2.) kaldırma düzeneği.
esas, temel, 3.) devamlılık, süreklilik, palanka [?]: hendekle çevrili hisar.
beka. palas [Fra.: palace]: 1.) lüks yapı, 2.)
pac [Lat.: pax]: 1.) huzur, sukunet, yolcu konak yeri, eğlek, han, hostel,
savaşsız dönem, 2.)
barış, hazar, otel, pansiyon.
sulh. palavra [?]: martaval.
paça [?]: i., 1.) pantolonun bacak palaz [?]: [Hayvanbilim] biraz büyümüş
kısmının en altı, 2.) kesilmiş hayvan kuş.
ayağı 3.) bir çorba türü. paleo kastro [Yun.: ?]: eski hisar.
paçal [?]: çeşitli şeylerin karışımı. palikarya [Rum.: palikária [παλικάριa]]:
1.)
paçalı: tüylü horoz. delikanlı, 2.) kabadayı, 3.) Rum ve
paçavra [?]: çaput. Yunanlı’lar kasdedildiğinde söylenir.
paçoz [Rum.: ?]: 1.) kefal ailesinden bir palla [İtl.]: daire, dönme, dönüş, top,
balık, 2.) işe yaramaz, 3.) [Argo] yuvarlak.
fahişe. pallein [Yun.: ?]: 1.) fırlatmak, hızla
padişah [Far.: pâdişah]: i., bey, kral, atmak, savurmak, 2.) kızgınlıkla
hükümdar, sultan, ~ vekili: naip. söylemek.
palma [Yun.: ?]: eliçi.
padok [?]: i., yarış atı gezdirme yeri.
palmiye [Lat.: palma > Fra.: palmier]:
pafta [Far.: bafte]: i., 1.) [Haritacılık] 1.)
[Bitkibilim: ?] eliçi, 2.) bir tür sıcak
büyük bir haritanın küçük bir 3.)
ülke ağacı, hurma ağacı, uzun
bölümü, 2.) [Teknik] yivaçar, 3.) atın
koşum takımında metal süsler, 4.) yapraklı ~: rafya.
bütük renkli npkta. palus [Lat.]: direk.
pagan [Lat.: paganus > İng.]: 1.) çok palyaço [İtl.: pagliaccio]: alık, ibiş,
tanrılı dinlere ait olan kişi, 2.) puta şapşal.
tapar, puperest. pampa [İsp.]: 1.) ağaçsız, büyük ova,
2.)
paganist [Lat.: paganus > İng.]: bozkır, step.
paganizm [?]: çok tanrıcılık. pamuk [Far.: panbu]: [Bitkibilim:
1.)
paganus [Lat.]: 1.) köylü, taşralı, 2.) Gossypium] tohumları çevresinde
[Roma İmparatorluğu Hiristiyanlığı resmi din beyaz renkli lifleri olan ve bundan
kabul ettikten sonra] Hiristiyan olmayan iplik yapılan bir bitki, 2.) bu bitkiden
herkes, gavur, inançsız, kafir. elde edileniplik yada kumaş, koton,
pagoda [?]: Çin tapınağı. çakmak yada lambadaki ~şerit:
pagus [Lat.]: kırsal alan, mera, tarla. fitil, ~ sicim: kaytan, ~ ipiliği: tire,
~ kozası [Halkdili]: şif, ~lu bez:
parsel [> ? > Fra.: parcel]: 1.) parça, 2.) patates [Amr.Yer. > İsp.: botata > potato
arazi parçası. > Rum.: patates]: [Bitkibilim: Solanum
parselasyon: [> ? > Fra.: parcelation]: tuberosum] etli bir tür sebze, ~teki
1.)
parçalara ayırma, 2.) [Kentçilik] ? nişasta: kekül.
parseng [Far.: parseng]: 1.) tartıyı patavazsız: düşüncesiszce davranan
tamamlamak için eklenen ağırlık, yada konuşan.
ekağırlık, 2.) takımı vb bütünlemek patavazsızlık: gaf, hata, pot.
için sokulan insan, konuk oyuncu. paten [Fra.: ?]: [Spor] tekerlekli kayma
partal [?]: eskimiş, yıpranmış. ayakkabısı.
parte [Lat.]: 1.) bölüm, kısım, 2.) cihet, patent [Lat.]: uyrukluk belgesi.
istikamet, taraf, yan, yön. pathein [Yun.]: 1.) dokunma, duygu,
partire [Lat.]: bölmek, ikiye ayırmak. his, 2.) durum, hal, vaziyet.
partner [İng.]: ortak, şerik. pathie [Yun.: pathos]: Fra.nsızca’da –
parya [Halkdili]: [Budunbilim] ayak takımı. pathie;
1.)
dokunma, duygu, his ve 2.)
pas 1 [?]: demir kiri, ~ açıcı: z?da, hastalık anlamında sonek.
pas 2 [İng.: pass]: 1.) [Spor] oyunda topu pathos [Yun.]: 1.) dokunma, duygu,
diğer oyuncuya akatrma, 2.) [Mecazi] his, 2.) durum, hal, vaziyet, 3.) acı,
yüz verme. eleme, üzüntü.
pas 3 [Yun.: ?]: hepsi, tamamı, tümü. patırtı: arbede, çekişme, çıngar,
pasaj [Lat.: ? > Fra.: passage]: 1.) bir dalaş, dövüş, hengame, hır, kavga,
yapıda geçiş bölümü, 2.) bir yazıdan muaraza, niza.
alınan bölüm. pati 1 : kedi köpeğin ön ayağı.
pasak [Halkdili]: kir. pati 2 [Yun.: pathos]: bak. pathy.
pasaparalo [İtl.: ?]: 1.) askerlikte bir patik: [Giyim] çocuk ayakakbısı.
emrin ağızdan ağıza akatrılması, 2.) patika [?]: izlek, keçi yolu, yolak.
emir. patiska [Fra.: ?]: [Dokuma] bir tür
pasaport [?]: 1.) geçiş belegsi, 2.) kumaş, Amerikan bezi, basma,
uluslararası kimlik. hasse, pamuklu bez.
pasiyans [Fra.: pacience]: yıdızfalı. patlican [Far.: pâdijân [] > Apr.: badincan
paskal [Fra.: pascale]: insanı güldüren, []]ناجنذابلا: [Bitkibilim: Solanum
palyaço. melongena] mor renkli bir sebze.
paso [İtl.: ?]: muaflık belgesi. patoz [Fra.: batteuse]: sap döver
paspal [Rum.: ?]: çok kepekli un. harman makinesi, batöz.
paspartu [?]: karton çerçeve. patria [Lat.]: anavatan, doğulan ülke,
paspas [Rum.: papaz]: kapıdaki ayak yurt.
sileceği. patron [Fra.: ?]: iş sahibi.
passum [Lat.]: adım. pauein [Yun.]: bitmek, bitirmek,
pasta [İtl.: pasto]: [Gıda] bir hamur sonlanmak, sona ermek.
tatlısı, ~ türleri: Ekler, Gato, Kurupasta, pauper [Lati.]: fakir, yoksul.
Mozaik, Turta, Yaşpasta. pax [Lat.]: 1.) huzur, sukunet, savaşsız
pastal [?]: tütün yaprağı dizisi. dönem, 2.) barış, hazar, sulh.
pastırma [bastırma]: [Gıda] sarımsak ve Pax Americana [Lat.]: 1.) ABD bölgesi,
çemenle karıştırılmış etin ABD etki bölgesi, 2.) onun sağladığı
basılmasıyla yapılan kurutulmuş bir barış ve huzur.
et yiyeceği, manda ~sı: kakaç, ~ Pax Ottomana [Lat.]: 1.) Osmanlı
harcı yada macunu: çemen. İmparatorluğu bölgesi, etki bölgesi,
2.)
pastil [İtl.: ?]: onun sağladığı barış ve huzur.
pastis [?]: anason kokulu içki. pay 1 [Far.: pa]: güç, merkez, odak,
pasto [İtl.]: gıda, yiyecek. yer,
pastoral [?]: çobanlama., pay 2 [İng.]: hisse, üleş.
pastra [Rum.: ?]: iskanbil oyunu. payam: badem.
paşa [Far.]: [Askeri] 1.) general, 2.) baş payanda [Far.: payende]: eğik yada düz
ağa, destek.
pat: basık, yassı. paye [Far.: pâye]: aşama, kat, katman.
pata: oyunda beraberlik. makam, mertebe, mevk, tabaka.
patak: dayak, kötek. payende [Far.]: bak. payanda.
patalya [İtl.: ?]: savaş gemisi sandalı.
payıtaht [Far.: pay-ı taht > payıtaht]: 1.) pediyatrist [Yun.: pais + iatros > Fra.:
taht merkezi, yönetim yeri, 2.) pediatriste]: çocuk doktoru, çocuk
başkent, başşehir, 3.) Osmanlı’da hekmi.
Bursa, Edirne ve en son İstanbul. pedofili [Yun.: pais + phile > Fra.:
payıtahtı saltanatı seniyye [Far.: pedophilie]: [Psikiyatri] çocuklara
pâyitaht + Arp.: > Osm.: pâyitaht-ı düşkün kişi.
1.) 2.)
saltanat-ı seniyye]: Osmanlı peira [Yun.]: deneme, inceleme, test.
Devleti başkenti, İstanbul. pejor [Lat.]: fena, kötü.
payidar [Far.: pay + dâr > pay-ı dâr > pek: berk, sert.
1.)
payidâr]: ? 2.) baki, daim, kalıcı, peki 1 [Halkağzı: pek iyi]: pek iyi,
ölümsüz, sonsuz. mükemmel, çok harika.
paylama: azarlama, başa kakma, peki 2 [pek iyi]: anladım, olur, tamam,
tekdir, takaza. yaparız.
paytaht [Far.]: 1.) gücün sürekliliği, 2.) pekmez [?]: [Gıda] koyulaşmış dut
bak. payıtaht. suyu, üzümden yapılan sıvı tatlı, ~
pazar 1 [Far.: bazar]: alışveriş yeri, toprağı [Maden]: marn.
çarşı. peksimet [Rum.: paksimadi]:
pazar 2 [Far.: bazar]: düzlük alan, bayatlamadan duran ekmek.
ova, yazı. [Pamukova, Adapazarı, Akyazı]. pelagos [Yun.]: deniz.
pazar 3 [Far.: bazar]: sebze meyve peleme [?]: [Denizcilik] altı düz kayık.
satılan açık alan. pelesenk 1 [Arp.: belesan > Far.:
Pazar 4 [Far.: bazar]: haftanın yedinci peleseng]:
1.)
balsam, pelesenk
ve son günü. ağacından sağlanan sakız, 2.) ciklet,
Pazar 5 [Far.: bazar]: Samsun’un bir sakız.
ilçesi. pelesenk 2 [Far.: parseng > persenk >
Pazartesi [Far.: bazar + ertesi]: peleseng]: konuşurken gereksiz
haftanın birinci günü. tekrarlanan söz, persenk.
pazen [Fra.: ?]: [Tekstil] pamuklu bez. pelesenk ağacı [Arp.: belesan > Far.:
pazı 1 [?]: [Bitkibilim: Beta vulgaris peleseng + ağacı]: sakızağacı.
varcicla] yaban pancarı, yabani pelin [Rum.: pelínos: πελίνος]: 1.)
ıspanak. [Bitkibilim: Artemisia absinthium]
1.)
çok
pazı 2 [?]: beze, hamur topağı. yıllık ve otsu bir bitki, pelin otu, acı
pazı 3 [Far.: pazu]: [Bedenbilim] kolun pelin, akpelin, artemsia, 2.) [P] bir
omuz ile dirsek arasındaki bayan adı.
bölümünde bulunan, şişkince kas pelit: [ağaç] palamut.
kitlesi. pellere [Lat.]: gütmek, idare etmek,
pazubent [Far.: bazubend]: kola takılan sürmek, yürütmek.
bir tür bez şerit. pelte [Far.]: 1.) bir tür tatlı, 2.) [Mecazi]
Pe [Rus.]: Rus Abecesi’nin 15. harfi, [П,
argın, aygın, bitap, bitkin,
п].
dermansız, güçsüz, haşat, takatsız,
peccare [Lat.]: günah işlemek, güne
tükenmiş, zayıf, ?.
girmek, suç işlemek.
pelte pelte [Far.]: yapış yapış,
pectus [Lat.]: göğüs, meme, sadr,
yapışkanlı.
sine.
peltek: keke, kekeme, pepe.
pecunia [Lat.]: para.
pembe [?]: 1.) bir renk, 2.) [P] bir Türk
peç [Rus.]: Rus ocağı.
bayan adı.
peçete [Arp.]: 1.) ağız silme bezi, 2.)
pena [İtl.: ?]: [Müzik] mızrap.
mendil, peşkir.
pencere [?]: [Yapı] eve ışık girmesi için
peda [Yun.: pais]: Batı Dilleri’nde pedo-;
çocuk anlamına bir önek.
bırakılan boşluk, ~ süsü: vitray.
pedagog [Yun.: pedo + agein + logia > penç [Far.]: beş.
Fra.: oedogodge]: [Tıp] çocuk doktoru. pendere [Lat.]: 1.) asmak, asılmak, 2.)
Pedagoji [Yun.: pais + ? > Fra.: değerlendirmek, incelemek, düşünüp
pedagogie]: [Tıp] Çocuk Hekimliği. taşınmak, ölçüp biçmek, 3.) ağırlığını
pedal [Lat.: pes > Fra.: pedal]: ayaklık. belirmeke, ölçmek, tartmak.
pediyatri [Yun.: pais + iatros > Fra.: pens [Fra.]: [Teknik] kıskaç iğne.
pediatrie]: çocuk hekimliği.
penthos [Yun.]: acı, çile, dert, elem, pestil [Halkdili]: [Gıda] bastık.
esef, gam, kasvet, kasavet, kaygı, peş [Far.]: arka, art, geri, pes.
keder, teessür, üzüntü. peşin [Far.: pişin]: 1.) hazır para, hemen
penye [?]: [Dokuma] bir tür kumaş. ödenen, 2.) önceden, ilkelden, 3.)
pepe: keke, kekeme, peltek. [Ticaret] nakit ödemeli alışveriş.
peptein [Yun.]: hazmetmek, peşkeş [Far.: pişkeş]: 1.) üst makamlara
sindirmek. sunulan hediye, 2.) karşılıksız verme,
Pera [Rum.: ?]: 1.) , 2.) İstanbul’da 3.)
çıkarları için bir şeyi feda etme.
İstiklal Caddesi. peşkir [Far.]: 1.) masaörtüsü, mendil,
perçem [Far.]: kakül. peçete, 2.) [Kağıt Oyunu] Maça Kızı’nda
perde [?]: [Dokuma] pencere örtüsü, bir deyim.
dar ve kısa ~: efriz, taşınır ~: peşrev [Far.]: [Müzik] mani türünde
paravan, ~ asma rayları: korniş. türkü.
perese [?]: [Teknik] şakul ipi. peştamal [Far.]: [Dokuma] dize örtülen
perest [Far.: ]ﭘﺮﺳﺖ: 1.) sever, seven, 2.) bez, ipekli ~: futa.
tapan, tapar. Peşte [Mac.: Pest]: Macaristan’ın
pergel [?]: [Geometri] çember çizme başkenti Budapeşte’nin üç ana
gereci. bölümünden birisi; [Pest].
peri [Arp.]: 1.) hayal ürünü varlık, 2.) [P] petalon [Yun.]: yaprak.
bir Türk bayan adı. petek: 1.) [Gıda] bal kümesi, 2.) [Teknik]
perişan [?]: acınacak durumda. kalorifer, radyatör, 3.) [P] bir Türk
periyot [Lat.: ? > Fra.: period]: çağ, bayan adı, balı alınmış ~: kikara,
devir, dönem, periyot, zamane. petere [Lat.]: aramak, araştırmak,
perlon [?]: [Dokuma] sentetik dokuma bulmaya çalışmak.
ipliği. PETKİM: Petro Kimya Türkiye Anonim
permi [Lat.: ? > Fra.: permit]: icazet, Şirketi.
izin, lisans, müsade, ruhsat. petra [Lat.]: taş.
peron [?]: 1.) otobüs yanaşma yeri, 2.) petrol [Lat.: petra + oleum > Fra.:
1.)
[P] Isabella Peron; petroleum]: neft, taşyağı, 2.)
persenk [Far.: parseng > persenk]: benzin, mazot ve asfalt gibi ana
konuşurken gereksiz tekrarlanan söz, ürünlerin ana sıvı maddesi.
pelesenk. peygam [Far.: peygâm]: iyi haber,
Perşembe [Far.: penç + şembe]: 1.) muştu, müjde, sava.
Farsça anlamı beşinci gün, 2.) peygamber [Far.: peygâm + ber]: 1.) iyi
haftanın üçüncü günü. bilgi taşıyan, haber taşıyan, müje
Peru: bir Güney Amerika üşkesi, ~ taşıyan, 2.) elçi, müjdeci, nebi, resül,
para birimi: şalo. yalvaç, 3.) [P] [İslam] Hz. Muhammed.
peruk [İtl.: ?]: 1.) yapay saç, 2.) takma peygamber çiçeği: [Bitkibilim:
1.)
saç. Cephalaria syriaca] yıllık bir bitki, 2.)
perva [Far.: pervâ]: çekinme, korkma, acımık, belemir, mavikantaron.
panik, tırsma, ürkme, ürkü. peygamberağacı [peygamber ağacı:
pervane 1 [Far.]: [Teknik] 1.) emmeç, Lignum vitae]: [Bitkibilim: Guaiacum
fan, vantilatör, 2.) gemi pervanesi, officinale]:
uskur. peyk [Far.]: 1.) [Astronomi] uydu, 2.) [Dış
pervane 2 [Far.]: [Yaşambilim] 1.) küçük Siyaset] başka ülke etkisinde olan
kelebek türü, 2.) güve. küçük ülke, 3.) [Mecazi] başkasının
pervasız [Far.: pervâ + sız]: etkisinde haerekt eden kişi.
çekinmeden, korkusuz, ürkmeden. peynir: [Gıda] bir süt ürünü, tuzsuz ~:
pervaz [Far.: pervâz]: 1.) kıyı, köşe, teleme, ~ mantarı: küf, tuzsuz
sınır, uç, 2.) kenar çıtası. beyaz ~: lor, ~ türleri: Beyaz Peynir,
perver [Far.]: sever. Erzurum, Feta, Peyniri, Gravyer, Kaşar, Keş,
pes 1 [Far.: peş > pes]: 1.) arka, art, Lor, Otlu Peynir, Teleme, Tulum Peyniri,
geri, peş, 2.) yenilgiyi kabullenme, pezevenk [Erm.: pozavak]: 1.) fahişe
pes 2 [Lat.]: ayak. çalıştıran, 2.) gavat, godoş, kodoş.
pesek [Halkdili]: diş kiri yada pası. phainein [Yun.]: göstermek, teşhir
pesimist [Lat.: ? > Fra.: pessimiste]: etmek.
karamsar.
pir [Far.: pîr]: 1.) ihtiyar, mir, yaşlı, 2.) plantasyon [Lat.: ? > Fra.: plantation]:
1.) 2.)
usta, guru. bitki yetiştirme işletmesi.
piramit [?]: ehram, firavun mezarı. planus [Lat.]: düzey, seviye.
pire 1 [?]: asalak böcek. plarere [Lat.]: ağlamak, zırlamak.
Pire 2 []: Yunanistan’da liman kenti plasma [Yun.]: kalıplanmış yada
[Pireaus]. kalıptan çıkmış olan.
pirina [Yun.: ?]: zeytin küspesi. plassein [Yun.]: katlamak, kıvrılmak,
pirinç [?]: 1.) [Bitkibilim: ?] bir tahıl, 2.) öbeklenmek.
[Kimya] bir maden. plaster [Yun.: emplassein > İng., İlaç]:
pirinç [?]: sulak ve bataklık yerlerde ilaçlı bant.
yetiştirilen bir tahıl türü. ~ Yemeği: Platin [Lat.: ? > Fra.: platine: Pt]: ?
pilav. plato [Fra.: plateau]: [Evrenbilim] yayla,
pis: 1.) kir, necaset, pasak, 2.) kirli, dağ doruklarında düzlük alan.
pasaklı. plaudere [Lat.]: alkışlama, el
Pisagor [Yun.: Pythagoras]: Eski şaklatmak, kutlamak.
Yunan’da bir matematik bilimcisi. plaza [Lat.]: 1.) 2.) işmerkezi.
pisello [Yun.: mpikseli > Lat.]: bezelye. plazanta [?]: [Tıp] etene.
pisi [Çocukdili]: kedi. plazma [Yun.: plassein > plasma > Fra.:
1.)
pislik: kir, necaset. plasma]: [Tıp] kan, lenf yada sütün
pissa [Yun.]: katran. sıvı bölümü, 2.) [Tıp] kandaki sıvı, 3.)
piston [Lat.: ? > İng.]: [Teknik] itenek. [Kimya] elektriksel olarak nötür olan
pişekar [?]: orta oyununda bir tip. yüksek ısılarda ionize edilmiş gaz, 4.)
pişmiş: nadim, az ~: çiğ. [Elektronik] bu yolla sıkıştırılarak elde
giden, yaya, 2.) [Askeriye] kara birliği plebs [Lat.]: amme, cumhur, halk,
adı. kamu.
piyale [Far.: piyâle]: plectere [Lat.]: dokumak, icat etmek,
piyango [İtl.: ?]: [Şans Oyunu] çekiliş, ~ kurmak, örmek.
plere [Lat.]: doldurmak.
ikramiyesi [Fra.]: amorti.
plevar [?]: [Tıp] göğüs zarı.
piyano [İtl.: piano]: [Müzik] bir müzil
plevra [?]: [Tıp] göğüs zarı.
aleti.
pli [Lat.: plicare > Fra.: plie]: [Giyim]
piyasa [?]: [Ekonomi] market, pazar.
kumaşta kıvrım.
piyata [?]: yassı yemek kabı.
plicare [Lat.]: katlamak, kıvırmak, üst
placere [Lat.]: memnun etmek.
üste getirmek.
plaj [Fra.: plage]: kumsal, sahil.
plorare [Lat.]: uygulamak, tatbik
plak [Fra.: plaque]: 1.) kat, katman,
etmek, yerine getirmek.
plaka, 2.) [Müzik] eskilerde müzik
Plüton [Yun.]: Hades.
parçalarının kaydedildiği eski zaman
poca [İtl.]: [Denizcilik] gitmekte olan bir
diski.
geminin rüzgar altı yönü.
plaka [İtl.: ?]: 1.) kat, katman, plak, 2.)
pod [Yun.: pous > Fra.]: Fransızca’da -
[Teknik] ağaç, plastik yada metal düz 1.) 2.)
pod; ayak, bacak, farklı biçimde
lehva, 3.) [Trafik] oto numarasının
yada sayıda bacağı olan anlamına
yazılı olduğu levha.
gelen bir sonek, 3.) –pode.
plan [Lat.: ? > Fra.: ?]: 1.) şema, 2.)
poda [silahlıpoda]:
sinema çekimi.
pode [Yun.: pous > Fra.]: Fransızca’da -
plançete [İtl.: plancette ?]: harita 1.)
pode; ayak, bacak, 2.) farklı
çıkarma aleti,
biçimde yada sayıda bacağı olan
planet [Lat.: ? > Fra.: ?]: [Yıldızbilim]
anlamına gelen bir sonek, 3.) –pod.
gezegen, seyyare.
poğoça [İtl.: focaccia ?]: bir tür tuzlu
plangere [Lat.]: dövünmek, göğsünü
çörek.
yumruklamak.
poker [Far.]: [Şans Oyunu] para karşılığı
planör [Fra.: planeur]: motorsuz hava
taşıtı. oynanan kart oyunu, ~de para
planta [Lat.]: fidan, sürme. arttırma: rölans, ~de paranın
tümü: rest, ~de oyun parası: bop,
pozametre [Lat.: + Yun.: ? + metron > profil [Lat.: ? > Fra.: profile]: 1.) yandan
1.)
Fra.: posemetrè]: analoğ görünüş, 2.) L biçimli demir metal
fotoğrafçılıkta, bir zamanalr malzeme,
kullanılan ışık, güneş ayar çizielegsi, proje [Lat.: ? > Fra.: project]: tasarı,
2.)
analoğ fotoğraf makinesinde, tasarım.
eskilerde kullanılan ışık ayar proleter [Lat.: ? > Fra.: proleter]: 1.)
yuvarlağı. amele, emekçi, işçi, 2.) [Sosyalizm]
praecoquus [Lat.]: erken olmuş emeğinden başka kaybedecek bir
meyve. şeyi olmayan işçi.
praesto [Lat.]: amade, elde, hazır, Prometyum [Lat.: > Fra.: prometium:
kullanılbilir. Pm]: ?
praktikos [Yun.]: tatbiki, uygulanabilir. propius [Lat.]: daha yakın.
pranga [?]: bukağı. propoganda [?]:
Praseodim [Lat.: Fra.: praseodim; Pr]: proprius [Lat.]: 1.) birisine ait olan,
praşa [?]: bir iskambil oyunu. birisinin, 2.) bireye ait, kişisel, özel,
pratik [? > Fra.: practique]: 1.) şahsi, zati.
2.)
uygulama, tatbik, tatbiki, propus [Lat.]: güzel, iyi, uygun,
uygulamalı, yerinde.
pratika [İtl.: ?]: gemi giriş çıkış izni. prosedür [?]: ?
pratisyen [? > Fra.: praticien]: intern, prostat [?]: [Tıp] kestanecik,
Pravda [Rus.: pravda [Правда]]: 1.) Protaktinyum [Lat.: Fra.: protactinium:
gerçek, 2.) bir Rus gazetesi. Pa]: ?
pravus [Lat.]: çarpık, eğri, kancalı. protein [Yun.: + > Fra.: ?]: [Yaşambilim]
precari [Lat.]: dua etmek, niyaz prova 1 [İtl.: ?]: 1.) deneme, test etme,
etmek, yakarmak. ön baskı, 2.) [Giyim] terzinin elbiseyi
prefabrik [Lat.: ? > Fra.: pre-fabrique]: bedende denemesi, 3.) [Denizcilik] 4.)
kurum, taşınabilir hazır konut. baş, kafa, geminin başı, kafa tarafı.
prehendere [Lat.]: el koymak, providere [Lat.]: öngörmek, tahmin
gaspetmek, müsadere etmek. etmek.
prematüre [Lat.: ? > Fra.: pre-maturée]: proximus [Lat.]: en yakın.
1.)
erken doğmuş çocuk, 2.) erken prudentia [Lat.]: öngörü.
doğum. pruva [İtl.: prova]: [Denizcilik geminin
premere [Lat.]: baskı uygulayarak, baş tarafı, önü, ileri tarafı, ~ direği
cendere yapmak, sıkıştırmak. [Denizcilik]: baş direği.
prensip [? > Fra.: principe]: ilke. Psi [? > Yun.: psi [ψεῖ - ψῖ & ψι]]: Yunan
preparat [Alm.]: [Eczacılık] müstahzar, Abecesi’nin 20. harfi, [Ψ, ψ].
pres [Lat.: premere > Fra.: press]: 1.) psikiyatr [Yun.: ? + ? > [?] > Fra.:
2.)
[Teknik] cendere, basın, matbuat. psichiatre]: ruh bilimci.
prestij [Lat.: ? > Fra.: prestige]: itibar, psikoanaliz [Yun.: ? + ? > [?] > Fra.:
saygınlık, psichoanalysis]: ruhi çözümleme,
perestroyka [Rus.: perestroyka psikopat [Yun.: ? + ? > [?] > Fra.:
[перестро́йка] > B.D.: perestroyka]: psichopate]: ruh hastası.
yeniden yapılanma. psyche [Yun.: psychē: ?]: can, ruh,
pretium [Lat.]: bedel, eder, fiyat, soluk.
paha. Ptelemeos Claudis [Yun.: ?]: Eski
prina [?]: küspe. Yunan’da bir gökbilimci ve cografyacı
prirat [Lat.: ? > Fra.: prirate]: memeliler. olan İskenderiyeli Batlamyos,
priz [Fra.: prise]: [Elektrik] fiş yuvası. [Ptolemy].
probiyotik [Yun.: + > Fra.: probiotique]: pteron [Yun.: ?]: kanat.
? Ptolemy [Yun.: ?]: Eski Yunan’da bir
problem [Lat.: ? > Fra.: probleme]: 1.) gökbilimci ve cografyacı olan
dert, mesele, sorun, tasa, 2.) [Fizik, İskenderiyeli Batlamyos, [Ptelemeos
Matematik] çözülecek zor soru. Claudis].
prodesse [Lat.]: işe yaramamak, PTT [Lat.: ? + Yun. > Fra.]: Post-Telephone-
verimsiz olmak, yararsız olmak. Telgraph: posta, telefon ve telgraf.
puan [Fra.: point]: 1.) benek, nokta, 2.)
sayı.
roman 1 [Fra.: roman]: [Yazın] 1.) hikaye, rugan 1 [Far.: rûgan]: 1.) kaymak, 2.)
2.)
uzun hikaye, ~ kurgusu: çatı. bitkisel yada hayvansal yağ, yağ.
Roman 2 [?]: Çingenelerin kendilerine rugan 2 [Far.: rûganî > rûgan]: 1.) yağlı,
verdikleri ad. yağlanmış, yağlanıp parlatılmış
romantik [Fra.: romance + Yun.: ikos > kösele, 2.) [Dericilik] parlak ayakkabı
romatique]: duygusal, hissi. derisi.
Romanya: bir Doğu Avrupa ülkesi. rugare [Lat.]: buruşmak, buruşturmak,
Romanya’lıların aslı Dacia. [Romanya kıvrılmak, kıvırmak.
adını Romalılar’ın torunları olarak Roma’dan ruh [Arp.]: görüntü, tayf, tin, ~
almaktadır. Roma ülkesi demektir]. Romen hastalığı: paranoya, ~ bilimci:
para birimi: ley,
psikiyatr, ~ hastası: psikpopat, ~
romatizma [Yun.: rheûma [?] + rheîn [?]
> [?] > Fra.: rheumatisme]:
1.)
salgı dinginliği: ataraksya, ~ hastalığı
akıntısı, 2.)
[Tıp] akıntılı hastalık türü, nöbeti: tutarak,
eklem iltihabı, eklem ~sı: artrit, ruhban [Arp.: ruhbân]: rahipler.
ruhi [Arp.: ruhî]: 1.) 2.) [R] bir erkek
romörk [Fra.: romeurque]: motorsuz
araç. adı,~ çözümleme: psikanaliz,
rosto [Fra.]: bir et yemeği. ruhsat [Arp.]: icazet, izin, lisans,
rota [İtl.: rosto]: [Denizcilik] gemi yolu. müsade, permi.
rouge [Fra.]: kırmızı, kızıl. ruj [Fra.: rouge,]: 1.) kırmızı, 2.) kızıl, 3.)
roza [Fra.: rosa]: 1.) kırzmızı, pembe, 2.) [Makyaj] bir makyaj malzemesi.
kırmızı yada pembe elmas, 3.) [R] rulo [Fra.: rouler > rouleau]: 1.)
Batılı bir bayan adı, [Pembe]. yuvarlamak, 2.) silindir biçimli, 3.)
rozet [Fra.: rose > rosette]: 1.) gül boya gereci.
biçimli, gül gibi süs, 2.) nihale, 3.) bir Rum [Osm.: Roum]: Osmanlı’nın
tür yaka iğnesi. fethettiği yerlerde yaşamayı
rögar [Fra.: ?]: ? sürdüren Bizanslı yani Doğu
rölans [Fra.: relance]: pokerde para Romalılar anlamına Rum yani
arttırma, Romalılar. Bu isimleme Yunan
rölanti [Fra.: relantie]: arabanın boşta kökenliler için kullanılmıştır. Rum
çalışması. mehyaneicis: barba,
rölatif [Lat.: ? > Fra.: relative]: göreceli, rumba: Küba dansı.
izafi. Rumeli Hisarı: Boğazkesen.
rölativite [Lat.: ? > Fra.: relativité]: Rumen parası: Ley,
görecelik, izafiyet. rumpere [Lat.]: ara vermek, kesmek,
röle [? > Fra.: relée]: [Teknik] değiştirgeç. koparmak.
röportaj [Lat.: ? > Fra.: reportage]: rumuz [Arp.]: 1.) remiz, sembol, simge, 2.)
mülakat, söyleşi, gizli anlamı olan işaret ve
rötar [Lat.: ? > Fra.: retard]: erteleme, göstermeler, 3.) imge, örnek, sembol,
egcikme, tehir. timsal.
rrhagia [Yun.: rhegnynai]: Fransızca’da Rus (Kril) Abecesi: A (а), A, Б, (б) Be, В
(в) Ve, Г (г) Ge, Д (д) De, Е (е) Ye, Ж (ж)
rrhagia; akma, fışkırma, sızma Zhe, З (з) Ze, И (и) I, Й (й) I, К (к) Ka, Л
anlamına gelen bir sonek. (л) El, М (м) Em, Н (н) En, О (о) O, П (п)
ru [Far.]: yüz. Pe, Р (р) Er, С (с) Es, Т (т) Te, У (у) U, Ф
ruam [Arp.]: [Tıp] 1.) hayvan hastalığı, (ф) Ef, Х (х) Kha, Ц (ц) Tse, Ч (ч), Che, Ш
2.) (ш) Sha, Щ (щ) Shta, Ь (ь) Yumuşak
sakağı. İşareti, Ю (ю) Yu, Я (я) Ya.
ruba [Far.]: elbise, giysi, kıyafet, libas, Rus [İsv.]: bir Slav ulusu, ~ ocağı:
urba.
peç, ~ halk sazı: balayka, ~
rubai [Arp.]: 1.) dört, dörtlük, 2.) şiir
dörtlüğü. Parlementosu: duma, ~ gezinti
ruberu [Far.: ru + be + ru]: yüz yüze, arabası: kalaske,
Rubidyum [Lat.: > Fra.: rubidium; Rb]: ? Rusya [?]: Rusya Federasyonu,
ructare [Lat.]: geğirmek, fırlatmak, Eskilerin SSCB’si, [Russian Federation],
püskürtmek. ~’da tarım işletmesi: sovhoz,
rudis [Lat.]: kaba, haşin, sert. Rutenyum [Lat.: > Fra.; rutenium; Ru]:
ruf [İng.: roof]: çatı, dam. ?
Rutherfordyum [Lat.: > Fra.nsızac: sabit: 1.) dengeli, durağan, stabil, 2.)
rutherfordium; Rf]: ? [S] bir erkek adı..
rutin [Fra.: routine]: 1.) adeta, adi, sabo [Fra.: sabot]: 1.) tahta ayakkabı,
amiyane, basit, bayağı, 2.) sıradan. 2.)
bir çeşit sandalet.
rutubet [Arp.: rtb > rutûbet]: 1.) ıslak sabri [Arp.: sabrî]: 1.) 2.) [S] bir erkek
oma, nemli olma, yaş olma, 2.) adı.
ıslaklık, nem, yaşlık . sabriye [Arp.: sabrîye]: 1.) 2.) [S] bir
ruz [Far.: rûz]: gün, [Ruz-u mahşer: erkek adı.
toplanma günü]. sabun [Arp.]: yağdan üretilen temizlik
rüşt [Arp.]: büluğ, ergenlik çağı, maddesi,
erinlik. sac [ÖzTür.]: yassı demir çelik ürünü.
rüştü [Arp.: rüşdi]: 1.) 2.) [R] bir saccharine [Lat.]: şeker, tatlandırıcı.
Müslüman ve Türk erkek adı, saccus [Lat.]: heybe, torba.
[Rushdi]. saç [ÖzTür.]: kafadaki tüyler, lüle ~:
rüşvet [Arp.]: avanta, bahşiş, yemlik, bukle, kısa kesilmiş ~: alagarson, ~
rütbe [Arp.]: 1.) derece, mertebe, paye, gibi örülmüş: salmastra, ~ı kır
2.)
[Askeriye] subayların konumu,
erkek: kıranta.
mevkii, ~ gösteren şerit: sırma. saça [?]: Türk Müziği makamı.
rüya [Arp.: rûyâ []]اﯼور: 1.) düş, imaj, saçak [ÖzTür.]: 1.) püskül, 2.) çatıda
imge, hayal, hülya, 2.) [R] bir bayan bırakılan yağmur çıkıntısı, 3.) [Fizik]
adı. [Hülya]. ışık saçılması.
rüzgar [Far.: rûz + kâr > rûzkâr [> ]راگزور saçakbulut: sirrus.
1.)
rüzgar]: günün kazancı, 2.) sabah saçaklı: 1.) püsküllü, 2.) saçalrı dağınık,
3.)
yeli, bad, bar, yel, çok ~lı yer: 3.)
[Mecazi] dağınık, pasaklı kadın.
tozkoparan, çok sıcak ~: siroko, çöl saçma: 1.) absürt, anlamsız, manasız,
2.)
~ı: sam, eniz ~ı: imbat, hafif ~: bir tür tüfek mermi malzemesi, 3.)
saba, kuvvetli ~: sazak, sert ve serpme ağ,
geçici rüzgar: bora, sıcak kuru ~: sadak: ok kılıfı, okluk.
sadaka [Arp.]: 1.) dilenciye verilen şey,
yöğ, tropikal ~: alize, hafif ~: 2.)
yoksullara karşılıksız verilen şey.
frişka. sadakat [Arp.]: içten bağlılık.
rythmos [Yun.: ?]: dizem, tartım. sade [Far.: ]ﻩداس: yalın.
========== S ========= sadece: ancak, yalnız.
S 1 : Türk Abecesi’nde . harf. sadet [saded]: asıl bais, konu, mevzu,
S 2 [İtl.: Esse]: İtalyan Abecesinin 17. tema.
1.)
harfi, [S, s]. sadık [Arp.: sâdık]: bağlı,
2.)
S.O.S. 1 [?]: yardım çağrısı. değişmeyen, [S] bir erkek adı.
saadet [Arp.]: 1.) mutluluk, 2.) [R] bu sadır [Arp.: sadr]: ?
anlamda bir bayan adı. sadi [Arp.: sâdi]: 1.) bağlı, değişmeyen,
2.)
saadetli [Arp.: sa’adetlû]: s., bahtiyar, [S] bu anlamda bir erkek adı.
mesut, mutlu. sadist [Fra.: Sade’den > sadiste]: acı
saat [Arp.]: 1.) mevsim, vakit, zaman, çektiren, elezer.
2.)
zaman gösteren gereç, saat sadistlik [Fra.: Sade’den > sadiste + lik]:
düzlemi: kadran. acı çektirme, elezerlik.
1.)
saba [Arp.]: 1.) hafif rüzgar, sadiye [Arp.: sâdiye]: bağlı,
2.)
Saba Kraliçesi Belkıs [Habeşçe: Nigis değişmeyen, [S] bu anlamda bir
Saba yada Lilith, Nikaule veya Nicaula]: bayan adı.
Habeşistan [Etiyopya] veya Yemen'inin olduğu sadme [Arp.]: sarsıntı.
topraklarda hüküm sürdüğü ileri sürülen, tarih sadr [Arp.]: bak. sadır.
öncesi Saba Krallığı'nın hükümdarı. sadri [Arp.: ? > sadrî]: 1.) 2.) 3.) [S] bu
sabah [Arp.]: ~ın ilk saatleri: erken. anlamda bir Müslüman ve Türk erkek
saban [ÖzTür.]: eke, saban. adı.
sabık [Arp.]: eski, önceki. sadrazam [Arp.: sadr-ı âzâm]: 1.) büyük
sabıka [Arp.: sâbıka]: geçmişte işlenmiş bakan, 2.) Osmanlı’da hükümet
suç. başkanı, 3.) başbakan.
sabır [Arp.: ? >]: dayanç, dayanma, sadun [Arp.: sâdun]: 1.) ? 2.) [S] bir
sabi [Arp.: ? >]: küçük çocuk, erkek adı.
saf [Arp.: sâf]: 1.) ari, çıplak, 2.) halis, sahil [Arp.]:
1.)
deniz kenarı, kıyı,
katışıksız, 3.) dizi, sıra, 4.) akılsız. [Costa],
2.)
plaj, kumsal.
safahat [Arp.: safahât]: i., 1.) ?, 2.) sahip [Arp.: sahib]: 1.) yerli, 2.) efendi,
Mehet Akif Ersoy’un ünlü kitabının ıs, iye, malik.
adı. sahipler [Arp. + ler]: sahabe.
safari [Arp.: safar [ > ]سفرsefer > safari > sahne [Arp.]: 1.) ortam, uygun yer, 2.)
1.)
B.D.]: gezi, sefer, seyehat, tiyatroda oynanan yer.
yoculuk, 2.) Afrika’ya yolculuk, 3.) sahte 1 [Arp.]: benzetme, imitasyon,
Afrika’da yabani hayvan avcı gezisi. taklit.
safha [Arp.]: aşama, evre, merhale. sahte 2 [Far.]: aslı olmayan, düşşel,
safi [Arp.: sâfi]: net., düzmece, fiktif, hayali, uydurmaca,
safinaz [Far.: sâfi + nâz > sâfinâz]: 1.) ? uydurma.
2.)
[S] bir bayan adı. sahur [Arp.]: 1.) 2.) Ramazan’da orucu
safir [İbr.: mghyr > Yun.: sappeiron > başlama yemeği,
Lat.: sapphirius > Fra.: saphir]: mavi saik [Arp.]: iti, itici güç.
renkli, değerli bir korindon türü, gök saika [Arp.]: 1.) böbürlenme, 2.)
yakut. yıldırım,
safra [İtl.: saburra]: 1.) fazlalık, 2.) balon Saimbeyli [Osm.: Haçin]: i., ?
ağırlığı, 3.) [Denizcilik] balast, sıvı ~: saint [Lat.: ? > İng.: saint]: aksakal,
öd. aya, aziz, eren, ermiş, evliya, holy.
safran [Arp.: zaferân [ & ]نارفعزFra.: Saint Anthony Kilisesi [St. Anthony, Aya
saphrane]: [Bitkibilimi: Crocus sativus]
1.) Andonis]: 1906-1912, İstanbul
sarı boya bir bitki, 2.)
soğanlı bir Beyoğlu’nda [Pera] bulunan İtalyan
kültür bitkisi, zafran. Katolik Kilisesi, Sen Antuvan Kilisesi,
Safranbolu [Arp.: zaferân [>]نارفعز [Sen Antuan Kilisesi].
Osm.: safran & Rum.: polis [πολις]: sair [Arp.]: başka, öteki.
Safranpoli > Osm.: Traklıborlu]: sak [Far.]: açıkgöz, gözüaçık, uyanık.
Karabük’e bağlı bir ilçe. saka 1 [Arp.: sakka]: 1.) sucu, su taşıyan
safsata [Arp.]: 1.) değerrsiz laf, 2.) kişi, 2.) [Osmanlı] Yeniçeri Ordusu’nda
asılsız söz, boru, boş laf, laf salatası. onbaşı.
sagu: Hint irmiği. saka 2 [Arp.]: 1.) gökgürültüs, şimşek,
sağaltım: [Ruhbilim] terapi. şimşek çakma sesi, 2.) [İslam]
sağduyu: açıkgözlülük, akıl, aklıselim, Kıyamet’te uyandırma sesi, 3.) benzi
basiret, bude, ihtiyat, sağduyu, atma, aşırı korkma.
sağgörü. saka 3 [Arp.]: 1.) bir ordunun gerisi, 2.)
sağgörü: açıkgözlülük, akıl, basiret, [Kuşbilimi: Carduelis carduelis] bir tür
bude, ihtiyat, sağgörü. ötücü kuş, kutan.
sağlam: dayanıklı, kip, kunt. sakada [Arp.]: [İslam] fıtre.
1.)
sağlık: afiyet, esenlik, sağlığı bozuk sakağı [ÖzTür.]: bir hayvan
2.)
olan: hasta. hastalığı, ruam.
sağlıklı: dimdik, dinç, esen, iyi, sakarin [Lat.: saccharum > Fra.:
1.)
sıhhatli, salim, zinde. saccharine]: şeker, 2.) [Eczacılık]
saha [Arp.: sâhâ []]ﻩحاس: alan, meydan. yapay kimyasal tadlandırıcı, 3.) yapay
sahabe [Arp.: shb > sahib’in çoğulu]: 1.) şeker.
arkadaşlık yapma, yarenlik etme, sakarin: i., 1.) [S] ticari bir marka, 2.)
yolculuk yapmak, 2.) ç.i., sahipler, 3.) yapay şeker.
[İslam] Hz. Muhammed’i yaşarken Sakarya [Rum.: Sangarios > Saggarios,
görmüş olanlar, Lat.:. Sangarius, Osm.: Adabazar]: [54],
sahaf [Arp.]: eski kitapçı. kentin adı, Adapzarı’dır. Türkiye’de
sahan [Arp.]: 1.) derinliği az metal kap, bir kent.
2.)
derinliği fazla olmayan kap. Sakarya Irmağı [Rum.: Saggarios, Lat.:
sahib [Arp.]: bak. sahip. Sangarius, Osm.]: Afyon’un
sahici [Arp.: ?]: s., gerçek, hakikat. kuzeydoğusundaki Bayat
Sahih-i Buhari: [El-Cami es-Sahih]: Yaylası’ndna çıkıpı, Porsuk Çayı ile
İmam-ı Buharî yani Ebü Abdullah birleştikten sonra Adapazarı
Muhammed bin İsmail’in başyapıtı. Karasu’dan Karadeniz’e dökülen
ırmak.
sakat [Arp.]: 1.) eksik, kusur, özür, 2.) salamandra [Fra.: salamandre]:
1.)
salon [Fra.: salon]: 1.) geniş oda, hol, sandal 1 [Arp.]: ayağa giyilen rahat
sofa, 2.) [Sinema, Tiyatro] büyük hol. terlik benzeri papuç.
salt: sırf, tek. sandal 2 [Rum.: ?]: ağaçtan kayık,
salta [İtl.: salto]: 1.) bir köpek duruşu, gemi ~ı: filika, büyük ~: salupa,
2.)
köpeğin arka ayakları üstüne büyük ~: barka, şilepa, ~daki
kalkması. küçük küre: boyna,
1.)
saltanat [Arp.]: hükümdarın sandal 3 [?]: [Dokuma]bir tür ipekli ve
2.)
egemenliği, egemenlik, saten kumaş,
hükümranlık. sanem [?]: 1.) büt, fetiş, idol, mabet,
saltare [Lat.]: hoplamak, sıçramak, put, 2.) tapılacan denli güzel kadın, 3.)
zırlamak. [S] bir bayan adı.
salvo [İtl.: salvo]: [Denizcilik] yaylım sanı: zan.
ateş. sanki: adeta, bayağı.
salya [Rum.: salyar & sálio: ςάλιο]: sanma: tahmin etme, umma.
ağızdan akan tükrük, ağızsuyu, sanmak: tahmin etmek, ummak,
saliva. zannetmek.
salyangoz [?]: [Hayvanbilim: ?] sanrı: halisinasyon.
sümüklüböcek. sansür [Lat.: ? > Fra.: sancure]: [Basın]
sam 1 [?]: çöl rüzgarı. devletin yayın denetimi, sıkı denetim.
Sam 2 [?]: 1.) Batılı bir erkek adı, sansür [Lat.: cenecre > Fra.: censure]:
2.)
[Samuel], B atılı bir bayan adı, yazın, basın yada medyaya
[Samanthal]. içeriğindedn dolayı yasaklama
saman [?]: ekin sapı, tahıl kalıntısı, getirme, yasaklama.
~dan ortaya çıkan: arız, iri ~: kes, santaj [Lat.: ? > Fra.: santage]: tehditle
Samaryum [Lat.: ? > Fra.: samarium: korkutma.
Cm]: ? santi [Fra.: centi]: bak. centi.
samba [Por.]: Brezilya dansı. santiar [?]: bir metre kare alan.
samg: bak. zamk. santigrad [Lat.: centum > centi + gradus
Sami 1 [Arp.: sâmi]: eski bir kavim adı. > Fra.: centigrade]: celsius ile aynı
sami 2 [Arp.: sâmi]: 1.) 2.) [S] bir erkek anlamda.
adı. santigram [Lat.: centum > centi + Yun.:
samim [Arp.]: 1.) 2.) [S] bir erkek adı. gramme > Fra.: centigramme]:
1.)
bir
samimi [Arp.]: candan, içten. ağırlık birimi, 1oo’de bir, 2.)
bir
samsa 1 [?]: 1.) 2.) [S] bir erkek adı. grama denk ağırlık, [cgr.].
samsa 2 [?]: baklavaya benzer bir tatlı. santim [Lat.: centum > centi > Fra.:
Samsun [< Rum.: Amisos, Osm.: Canik, centimme]:
1.)
Fransız parası Frank’ın
Samsun]: [55], Türkiye’de bir kent. yüzde biriydi, 2.) bir santimlik
samur [?]: [Hayvanbilim: ?] su ~u uzunkuk, [cm.].
[Hayvanbilim: ?]]: lutr. santimetre [Lat.: centum > centi + Yun.:
1.)
san: unvan. metron > Fra.: centimetre]: bir
sani [Arp.: sânî []]ىناش: 1.) ikinci, 2.) uzunluk ölçüm birimi, 1oo’de bir, 2.)
sonra gelen, sonraki, ikincil. bir santime eşit uzaklık, 3.) bir
sanal: farazi, hipotetik, tahmini, santim, [cm.].
varsayımsal. santra [İtl.: ?]: [Futbol] başlama
sanat [?]: noktası.
sanatçı [+ çı]: artist, sanatkar. santral [?]: telefon merkezi.
sanatkar [sanat + kâr]: artist, sanatçı. sap [?]: kabza, tutak.
sanayi [Arp.: sn’a [ > ]عنصsanayi []]: sapa: ücra, merkezden uzak.
endüstri, uran. sapaklık: [Tıp] anomali.
Sancak 1 [Arp.]: sapan [?]: kuş avlama gereci, atmaca.
sancak 1 [Arp.]: 1.) alem, bayrak, 2.) sapere [Lat.]: bilmek, tanımak.
liva, 3.) [S] bayrak anlamına bir erkek sapınç: aberasyon.
adı. sapidus [Lat.]: 1.) iştah açıcı, lezzetli,
2.)
sancaktar [Far.: sancak + tar]: Alemdar, baharatlı, hoş kokulu.
bayraktutar, sancaktutar, sapiens [Yun.: sapere]: bilen, bilgili.
sancı: [Tıp] acı, ağrı, balkı, buru, saplantı: [Ruhbilim: idéfix] idefiks.
buruntu,sızı, sapma: yön değiştirme.
saptama: belirleme, tespit etme. saten [Çin.: Tseutung > Arp.: zaytûni >
1.)
saptamak: belirlemek, tespit etmek. Fra.: satin]: Çin’in liman kenti;
sara 1: [Tıp] bir hastalık türü, epilepsi, Tseutung,
2.)
Zeytin’den, 3.) [Dokuma]
tutarık, yılbık. parlak pamuklu bir kumaş.
Sara 2 [?]: Batılı bir bayan adı. sathi [Arp.: sathî]: yüzeysel.
saraç [?]: 1.) ayakkabıcı, 2.) eyer takımı satı: satış.
satıcısı. satıh [Arp.: sth > sath []]حطس: 1.)
Sarah [?]: Batılı bir bayan adı. dümdüz gitme, yassılaşma, yayılma,
2.)
saraka [?]: alay, istihza. düzlem, yüzey.
sarat [?]: büyük delikli kalbur. satıcı: ürün ve mal satan kişi, gezici
saray [?]: kral ~ı: bazilika. ~: ayakçı.
sardalya [?]: [Balıkçılık: ?] tirhos, ~ satın [ÖzTür.]: bedelini ödeyerek bir
yavrusu: papalana. şeyi alma.
Sardunya çiçeği: [Bitkibilim: satınalmak [ÖzTür.]: mübayaa, satın
Pelargonium] ıtır. alma işi.
sarf [Arp.: srf [ > ]فرصsarf]: 1.) a.) kafayı satır [?]: 1.) [Dilbilgisi] yan yana dizili
başka yana çevirme, değiştirme, kelimeler, 2.) büyük boyutlu bir tür
döndürme, b.) çıkarma, gönderme, bıçak,
harcama, kullanım, salma, tüketme, satış: satı.
2.)
harcama, tüketme, 3.) dilbilgisi, satir [?]: [Yazın] yergi.
gramer.~ etmek: harcamak, satis [Lat.]: kafi, yeterli.
tüketmek, satmak:
sargı: [Tıp] dar, ince, esnek şerit. satranç [Far.]: 1.) Fars, İran kökenli bir
sarhoş [Far.: ser + hôş > serhôş > Osm.: oyun, 2.) bir akıl oyunu, Çin
sarhoş]:
1.)
başı iyi, kafası iyi, 2.) satrancı: go,
ayyaş, bekri, esrik, kafası iyi, mest, satrançlı [Far. + lı]: damalı, kareli,
satsuma [?]: [Bitkibilim:] bir mandalina
sermest, çok ~: zom.
türü,
sarıca: sarıyı andıran.
sauna [Fra.]: Fin Hamamı.
sarık [?]: dolama, poşu.
sauros [Yun.]: kertenkele.
sarıkanat [Balıkçılık: ?]: büyük lüfer.
sav: [Hukuk] dava, iddia.
sarımsak: [Bitkibilim: ?] bir kültür
sava [?]: müjde, muştu.
bitkisi.
savak [?]: 1.) ahmak, aptal, andaval,
sarısalkım: [Bitkibilim: Laburnus
anagyroides]
anlayşsız, ansız, aptal, avanak, bön,
sarig: [Hayvanbilim: ?] bir tür sıçan. budala, ebleh, enayi, mankafa,
sarih [Arp. > Osm.]: açık, anlaşılır, salak, 2.) boşaltma, tahliye.
bariz. savana [Fra.]: Ekvador çayırları.
sarih [Arp.]: açık, aleni, aşikar, ayan, savaş: 1.) cenk, cihat, gaza, harp,
bariz, belli, kapalı olmayan, kesin, kutsal ~: gaza, kavga, 2.) [S] bir
meydanda, ortada. Türk erkek adı, ~ durumu [Uluslaraarsı
sarkaç: [Fizik] pandül, rakkas. Siyaset]: casus belli,
sarmal: helezoni. savaşım: çaba, efor, uğraş, mücadele
sarp [Far.]: 1.) kayalık, uçurum, savaşma: muharebe, vuruşma.
yalman, yar, 2.) [S] kayalık, uçurum, savaşmak: cenk etmek, cihat etmek,
yar anlamına bir erkek adı. muharebe etmek, vuruşmak.
sarpa: [Balıkçılık: ?] bir Akdeniz balığı. savcı: [Hukuk] iddia makamı.
sarraf [?]: kuyumcu. savruk: afal, dağınık, dandini,
sarsak: yaşlılıktan tireyen. düzensiz, karışık, şaşkın, tarumar.
sarsıntı: 1.) [Jeoloji] deprem, yer savsaklama: ihmal.
sarsıntısı, zelzele, 2.) [Ruhbilim] sadme, savsaklamak: ihmal etmek.
şok. savunma: defans, koruma, müdafaa.
sarsma: ırgalama, sallama. savunmak: müdafaa etmek.
sarsmak: 1.) ırgalamak, sallamak, 2.) savunucu: [Hukuk] avukat, müdafi.
manen kötü etkilemek, savurganlık: israf.
sasi [?]: küf kokan. say [?]: düz, yassı taş.
sataşma: musallat, tebelleş. saya [?]: iş önlüğü.
sefih [Arp.: sefahât]: s., eğlence ve zevk selüloz [Lat.: cella + osus > Fra.:
düşkünü. cellulose]: [Kimya] kağıt ve tekstil
sefil [Arp.]: ? üretiminde kulalnılan bitkilerin hücre
seher [?]: 1.) sabah vakti, gündoğumu duvarlarındaki ana madde.
vakti, tan, 2.) [S] bir bayan adı. selüloz asetat [Lat.: cella + osus &
sehpa [Far.: se + pa > sepa > se(h)pa]: 1.) acetum > Fra.: cellulose acetate]: [Kimya]
üçayak, üç ayaklı, küçük bir masa, 2.) asetat ipliği ve plastik vernik
küçük masa. üretiminde kullanılan bir selüloz
sek [Lat.: siccus > Fra.: sec]: susuz, su reçinesi.
katmadan. selüloz nitrat [Lat.: cella + osus & Yun.:
sekban [Far.: sek + bân]: Osmanlı’da nitron > Fra.: cellulose nitrate]: [Kimya]
sınır askeri. nitroselüloz.
seki [Halkdili]: bariyer, engel, ket, mani, selvi: [Bitkibilim: Cupressus sempervirens]
mania, önlem, set. sürekli yeşil olan bir çam türü, servi.
sekine [Arp.: sâkin’in çoğulu]: sakinler, sem 2 [?]: ağı, ağu, zehir.
yerleşikler, mukimler. sema 1 [Arp.: smv > ]امس: 1.) yükselme,
sekoya [Jap.: ?]: [Bitkibilim: ?] büyük yücelme, 2.) gök, 3.) [S] bir bayan adı.
orman ağacı. semahane [Arp.: sema + Far.: hâne >
1.)
sekrasyon [Lat.: se + cernere > Fra.: Far.: semahhâne]: dinleme, dinleti,
2.)
secretion]: [Tıp] ifraz, ifrazat, salgı. toplu şarkı söyleme yeri,
sekreter [Lat.: ? > Fra.: secretaire]: dervişlerin ayin yeri.
katip, yazman. sema 1 [Arp.: sm’a > semâ]: 1.) dinleme,
seks [Lat.: ? > Fra.: sex]: cinsiyet, eşey. duyma, işitme, 2.) şarkı yada türkü
seksant [?]: [Astronomi] açıölçer. dinleme, dinleti, konser.
seksek: bir çocuk oyunu. semai [Arp.: semaî]: 1.) göksel, ilahi, 2.)
seksen: 80 sayısı. halk şiiri türü, 3.) Klasik müzükte
sekseninci: 80. sırada olan. makam.
seksi [Lat.: ? > Fra.: sexie]: cinsel seman: [Tıp] diş dibinde bulunan
çekiciliği olan, madde.
sel: taşkın su. semantik [: ? > Fra.: semantique]: ?
selam [Arp.: slh > selâm]: i., 1.) barış, semaver [Rus.: samovar [самова́р]]: 1.)
hazar, huzur, sulh, 2.) benden sana 2.)
çay demlemede kullanılan, bakır,
zarar gelmez, 3.) selamlaşma, [Salam, pirinç yada başka metallerden
4.)
Shalom], Barış [kenti] Dar-u Selam, yapılma gereç.
selami [Arp.: selamî]: 1.) ? 2.) ö.i., [S] bir sembol [Lat.: ? > Fra.: symbol]: örnek,
erkek adı. simge, rumuz, timsal.
selamlık [Arp.: selâm + lik]: 1.) ? 2.) i., sembolik [Lat.: ? > Fra.: symbolique]: s.,
eski konak ve evlerde erkeklere simgesel.
ayrılmış bir bölüm. semen [Lat.]: 1.) çekirdek, tohum, 2.)
sele [?]: i., yayvan sepet. asıl, ersuyu, kaynak, mebde, menşe,
selef [Arp.]: i., öncül. meni, 3.) sperm, spor.
selek [Halkdili]: cömert, gönlü zengin. semender [?]: [Hayvanbilim: ?]
Selena [Yun.]: 1.) Yunan Mitolojisi’nde salamandra.
ay tanrıçası, 2.) Batılı bir bayan adı. semer [Rum.: samari [σαμάρι] > ? ]: 1.) ?
selika [Arp.]: 1.) ağızda güzel tat, 2.) 2.)
binek hayvanlarına vurulan yük
güzel söz söyleme. taşıma gereci, palan.
selim [Arp.]: 1.) doğru, düsrüst, 2.) semere [Arp.]: istenilen sonuç, verim.
ismetli, 3.) [S] doğru ve dürüst ve semirtme: besleme.
iffetli anlamına bir Müslüman ve Türk semirtmek: beslemek.
erkek adı. Semit [İng.: Semite]: Nuh’un oğlu >
selinon [> Yun.]: maydanoz. Shem’le ilgili olanlar, İbraniler yani
selma [Arp.]: 1.) ? 2.) [S] bir Müslüman Yahudiler.
ve Türk bayan adı, [Salma]. Semitik [İng.: semite > Fra.: Semitique]:
1.)
selofan [Fra.: cellophane]: bant Samilerle ilgili, 2.) Yahudice,
biçiminde kullanılan ve selülozdan Arapça gibi bazı dillerin bağlı olduğu
yapılmış ince, şeffaf malzeme. Sami Dili.
sempton [Lat.: ? > Fra.: symton]: [Tıp] ser komiserlik [Far.: ser + ? > Osm.]: 1.)
araz, belirti, bulgu, ilinek. Baş Komisterlik, 2.) ?.
semt [?]: yerleşim bölgesi. sera [?]: naylon kaplı yer.
sene [Arp.: ]ﻩنس: yıl. serabellum [Lat.: cerebellum]:
senelik [Arp.: + lik]: yıllık. [Bedenbilim] bak. cerebellum.
Sen Antuan Kilisesi [Saint Anthony, St. seramik [Yun.: keramos [?] > Fra.:
Anthony, Aya Andonis]: 1906-1912, ceramique]:
İstanbul Beyoğlu’nda [Pera] bulunan serap [Arp.]: 1.) pusarık, yalgın, 2.) [S]
İtalyan katolik Kilisesi, [Saint pusarık, yalgın anlamına bayan adı.
Anthony Kilisesi]. serbest [Far.: ser + best > Osm.: serbes]:
sena [Arp.]: 1.) meth, övme, yüceltme, 1.)
başıboş, başı özgür, 2.) özgür, ~
2.)
övgü, övünme, şan, şeref, şöhret, bırakma: azat, salıverme.
~ etmek: övmek, methetmek, serdar [Far.: ser + dâr > serdâr [?]]: 1.)
yüceltmek. başı tutan, 2.) başyönetici, 3.) ? 4.) [S]
senato [Lat.: ? > Fra.: senateau]: 1.) eski bu anlmda bir erkek adı.
Roma Meclisi, 2.) üniversite yönetim serebral palsi [Lat.: cerebral palsy]:
kademesi. [Bedenbilim] bak. cerebral palsy.
senatör [Lat.: ? > Fra.: senateur]: serebrum [Lat.: cerebrum]: [Bedenbilim]
milletvekili, vekil. bak. cerebrum 2 .
sendrom [Yun.: ? + > Fra.: ?]: ? seren [İtl.: ?]: [Denizcilik] baston,
senet [Arp.: sened]: 1.) [Hukuk] belge, bumba.
2.)
yükümlülük belgesi, [Ticaret] serere [Lat.]: dahil olmak, katılmak.
borçlanma belgesi. sergen [?]: raf.
senir [?]: [Evrenbilim] iki dağ arasındaki sergerde [Far.: ser + gerde > sergerde]:
1.) 2.)
sırt. ? elebaşı.
senkron [Yun.: syn + chronos > [?] > sergi: 1.) kilim, sili, yaygı, 2.) teşhir,
Fra.: synchrone]: eşzaman. teşhir yeri, büyük ~: fuar.
senkronizasyon [Yun.: syn + chronos + sergilik: stand, stant.
? > [?] > Fra.: syncronisation]: [Teknik] serhad [Arp.]: bak. serhat.
bağlaşım, eşleme. serhat [Arp.]: 1.) hudut, sınır, 2.) [S] bir
sentaks [Yun.: syn + lassein > [?] > Fra.: erkek adı.
sintax]: [Dilbilgisi] cümle bilgisi. serhazinadar [Arp. > Osm.]: ?.
sentetik [ ? > Fra.: synthetique]: suni, serhoş [Far.: ser + hoş]: bak. sarhoş.
yapay, yapma. seri [Far.: serî]: ?
sentez [Yun.: ? + ? > [?] > Fra.: seri [Fra.: serie]: dizi.
synthesis]: bireşim. sermaye [Far.: ser + mâye > sermâye]:
sentire [Lat.]: duyumsamak, 1.)
? 2.) anamal, anapara, kapital.
hissetmek. sermayedar [Far.: sermâye + dâr]: 1.)
sepein [Yun.: ?]: bozulmak, çürümek, akçeli, paralı, para sahibi, 2.)
çürümesine neden olmak yada yol kapitalist,
açmak. serme: 1.) sermek eylemi, 2.) [Halkdili]
sepet [?]: ?, yayvan ~: sele, büyük ~: sac ekmeği.
kazevi, zembil, daldan örme ~: sermek: yaymak.
kritil, sermest [Far.: ser + mest > sermest]: 1.)
sepi [?]: [Dericilik] deriyi temizleme. kafası iyi, 2.) ayyaş, bekri, esrik,
sepici: derici, tabak, tabakçı. mest, sarhoş,
sepicilik [?]: [Dericilik] deri temizleme sermet [?]: ?
işi. seromoni [Lat.: caeremonia > Fra.:
sepilemek: [Dericilik] deriyi ceremonie]: merasim, tören.
temizlemek. serpiştirme: 1.) saçma, 2. yağmur
sequi [Lat.]: ardı sıra gitmek, izlemek, atıştırma.
peşine takılmak, takip etmek, serseri [Far.: ser + serî > serserî]: 1.) ? 2.)
yolundan gitmek. avara, avare, azade, aylak, atıl,
ser 1 : sermek eylemi. başıboş, boş, haylaz, hayta, işsiz,
ser 2 [Far.]: 1.) baş, kafa, kelle, 2.) ana, nabekar, tembel,
asal, baş, temel, 3.) baş, bey, reis, sert: berk, katı, pek.
yönetici.
servare [Lat.]: korumak, muhafaza seyir [Arp.: syr > seyr]: 1.) dolanma,
etmek, saklamak. dolaşma, gezinme, gezme, 2.) akış,
servet [?]: ? gidiş, gidişat, 3.) gidiş-gelişi, trafik.
servi: [Bitkibilim: Cupressus sempervirens] seyirme [?]:
sürekli yeşil olan bir çam türü, selvi. seyis [?]: at bakıcısı.
servire [Lat.]: himet etmek. seyit [Arp.]: 1.) topluluğun ileri
servis [Lat.: ? > Fra.: service]: hizmet. gelenleri, 2.) [S] değerli, önemli kişi
Seryum [Lat.: Fra.: cerium: Ce]: ? anlamına bir erkek adı.
serzeniş [?]: sızıltı, sızlanma, şikayet, seyr [Arp.]: bak. seyir.
yakınma. seyrek 1 : 1.) arasıra, nadiren, 2.)
ses: çav, nida, seda, tav, ün, ~ alma aralıklı biçimde, 3.) açıklık alan,
aygıtı: diktafon, ince ~: tiz, ~in Seyrek 2 : İzmit’te Kandıra’ya bağlı bir
şiddeti: desibel, kusurlu ses: sahil kasabası,
detone, ~ birliği [Dilbilgisi]: hece, seyrekleştirme: aralama.
seyrekleştirmek: aralamak.
seslem.
seyretmek: doğrultmak, dümen
Sesbilimi: Fonoloji.
kullanmak, idare etmek, yönetmek,
seselim: [Fizik] rezonans.
sevk ve idare etmek, yön vermek.
seslem: [Dilbilgisi] hece, ses birliği.
seyrüsefer [Arp.: seyr-ü sefer]: gidiş
seslenme: çağırma, nida, ünleme.
geliş, karşılıklı gidip gelme, trafik.
seslenmek: çağırmak, ünlemek.
seyyah [Arp.: syr > seyyâr]: 1.) dolanma,
set 1 : bariyer, engel, ket, mani, 2.)
dolaşma, gezinme, gezme,
mania, önlem, seki.
gezmen, gezgin, turist.
set 2 [Lat.: ? > Fra.]: [Ticaret] takım.
seyyar [Arp.: syr]: 1.) dolanma,
seter [?]: İngiliz köpeği. 2.)
dolaşma, gezinme, gezme,
setr [Arp.]: gizleme, örtme, saklama, 3.)
hareketli, portatif, mobil, açıkta
setr-ül avret: mahrem yerlerini
satış, işporta.
örtme.
seyyare [Arp.: syr > sayyâre []]ﻩراﯼس: 1.)
sevab [Arp.]: bak. sevap.
dolanma, dolaşma, gezinme, gezme,
sevap [Arp.: sevâb]: ~ çeşmesi: 2.)
gezegen, planet, 3.) araba, taşıt,
hayrat, sebil. 4.)
[S] gezegen anlamına bir bayan
severus [Lat.]: haşin, sert, şiddetli. adı.
sevgi: 1.) aşk, muhabbet, sevgi, 2.) [S] sezen: 1.) ? 2.) [S] bir Türk bayan adı.
bir bayan adı. sezer: 1.) ? 2.) [S] bir Türk erkek adı.
sevgili: canan, manita, yar, sezgi: 1.) ?2.) [S] bir Türk erkek adı.
sevi: aşk, sevgi,
sezgili: ? ~ kişi: anlayışlı, arif,
Sevil: bir bayan adı.
sezgin: 1.) ? 2.) [S] bir Türk erkek adı.
sevilen: ~ kimse: ahbap.
Sezyum [Lat.: > Fra.: cesium: Cs]: ?
sevimli: cici, şirin. sfensk [Mısır]: isfenks, kadın başlı aslan
sevimsiz: kötü, madara. heykeli.
sevimsizlik: antipati. sfer: bak. sphere.
sevinç: 1.) şenlik, şetaret, 2.) [S] şenlik, Sha [Rus.]: Rus Abecesi’nin 24. harfi,
şetaret anlamına bir bayan adı, [Ш, ш].
[Şetaret].
Shta [Rus.]: Rus Abecesi’nin 25. harfi,
sevinçli: neşeli, rad, şad, şakrak. [Щ, щ].
seviye [Arp.]: düzey, kirat. sıbyan [Arp.: sıbyân; sabi’nin çoğulu]: ç.i.,
seviyeli [Arp. + li]: düzeyli. küçük çocuklar, [Sıbyan Mektebi].
seviyesiz [Arp. + siz]: düzeysiz,
sıcak: çok ~: haşlak, kaynar.
sevk ve idare etmek: doğrultmak,
sıcaklık: 1.) hararet, ısı, 2.) yakınlık.
dümen kullanmak, idare etmek,
seyretmek, yönetmek, yön vermek. sıçan: fare, bir tür ~: sarig, büyük ~:
sevtab: bak. sevtap. keme.
sevtap [?]: 1.) ? 2.) [S] bir bayan adı. sıfat 1 [?]:
seyahat [Arp.]: gezi, turizm, yolculuk. sıfat 2 [?]: [Dilbilgisi] 1.) belirteç, 2.) sıfat
seyelan [?]: [Fizik] akı. cinsinden olan, belirleyici, [Adjective].
sıfat-fiil: [Dilbilgisi] ortaç , [?].
sıfır [Arp.: sıfr]: 1.) boşluk, yokluk, 2.)
Matematik’te sıfır (0) sayısı.
sıfr [Arp.: ? >]: boşluk, yokluk. rah, sefer, tarik, yol, ~ köprüsü:
sığınma: iltica. i.t., [İslam]
1.)
Ahire’e gidişte
sığınmacı: mülteci. geçilecek yol, 2.)
[Mecazi] zorlu bir
sığınmak: iltica etmek. evre, zor zaman.
sığır: büyükbaş hayvan, davar, mal, sırça [ÖzTür.]: cam, ~ köşk: camdan
erkek ~: öküz, su ~ı: camış, manda, köşk,
~ satıcısı: besici. sırf [Arp.: sfr []]فرص: 1.) a.) bakışını
sığırgözü: 1.) [Bitkibilim: Arnica Montana] kaçırma, çevirme, döndürme, b.)
arnik, mastı çiçeği, 2.) bak. arnik. çıkarma, gönderme, harcama, salma,
sığırtmaç: çoban. tüketme, 2.) saf, katıksız, mutlak, 3.)
sığla [Rum.: ?]: [Bitkibilim: Styrax] günlük sadece, salt, tek.
ağacı. sırılsıklam: çok yaş, yamyaş.
sıhhat [Arp.: shh [ٌ > ]ﺻﺢsıhhat []]تحص: sırlar [Arp. + lar]: esrar, gizler,
1.)
doğru olma, esenli olma, iyi olma, sırma [?]: 1.) ? 2.) [Askeriye] rutbe
sağlıklı olma, 2.) esenlik, iyilik, sağlık, gösteren şerit.
zindelik. Sırp [Srp.]: Güney Slav ırkı, [Sırpska,
sıhhatlı [Arp.: shh [ٌ > ]ﺻﺢsıhhat [ ]تحص+ Serb], [Jugo + slavia: Yugoslavya].
lı]: dimdik, dinç, esen, iyi, sağlıklı, Sırp Abecesi:
salim, zinde. Sırp Sayıları:
sık: 1.) çok rastlanan, 2.) aralıksız. sırt: 1.) bir şeyin üstü, 2.) bedenin arka
sıkı: kesif, kompakt, tıkız, yoğun. tarafı, 3.) [Coğrafya] tepe üstü, iki
sıkıdüzen: b.i., disiplin, idare, dağa arasındaki ~: senir.
yönetim, zapturapt. sırtlan: [Hayvanbilim:?]
sıkılma: bıkma, gına, usanma. sıska: çok zayıf ve kuru.
sıkılmak: bıkmak, usanmak. sıtma [?]: [Tıp] malarya.
sıkıntı: 1.) bun, eziyet, gaile, güçlük, sıtmaağacı: [Bitkibilim: Eucalyptus] 1.)
meşakkat, sıkıntı, zahmet, zor, 2.) okaliptüs, 2.) bataklık ve sulak
keder, ıstırap. alanların kurutulması için dikilen ve
sıklet [Arp.: skl]: 1.) ağır olma, 2.) büyük oranda su emen ve suyla
ağırlık. gelişen bir ağaç türü.
sıla: doğup büyünen yer. Başka yere sıva: duvardaki ince harç, duvara
gidince sözedilir. vurulan son kat tabaka, ~ aracı:
sınama: deneme. mala,
sınamak: denemek, tecrübe etmek., sıvacı: sıva işi yapan işçi yada usta.
sınav: imtihan, test.
1.) sıvı: akıcı, likit, mayi, kokulu ~:
sınıf [Arp.: snf]: ayrıştırma,
bağlama, bölümle, 2.)
aşiret, esans, ~ çekme aracı: tulumba,
kategori, tür, zümre, 3.) [Budunbilim] koyulaşmış ~: pıhtı, ~ ölçme
klas, 4.) [Eğitim] derslik. birimi: litre,
sınıflama [Arp. + lama]: klasman. sıvılaşma: erime.
sınır: 1.) uç, limit, 2.) hudut, serhat, ~ı sıvılaşmak: ergimek.
geçme izni: lesepasi, ~ nişanı: ara, sıvıyakıt: akaryakıt, fuel oil.
sızı: acı, ağrı, balkı, sancı.
~ları içine almak: kapsamak.
sızıltı: serzeniş, sızlanma, şikayet,
1 1.) yakınma.
sır [Arp.: srr [ٌ > ]ﺳﺮsırr]: esrar, giz, sızlanma: serzeniş, sızıltı, şikayet,
2.)
gizlilik. yakınma.
sır 1 [Arp.: sirr]: 1.) toprak kaplar sibel [?]: 1.) ? 2.) [S] bir bayan adı.
üzerine sürülen cila, 2.) ayna arkasına Sibernatik [Yun.: kybernetes > Fra.:
sürülen gümüş sıvı. cybernatique]: elektronik bilgisayar ve
sıra: dizi, saf. insan sinir sisteminin karşılaştırmalı
sıradan: adeta, adi, alelade, amiyane, incelenmesi bilimi.
basit, bayağı, olağan, 2.) rutin, siccus [Lat.]: kuru, susuz.
sıralaç: dilbent, klasör. sicim [?]: fiber, ip, iplik, kınnap, lif, tel,
sırat [Arp.: []]طارص: 1.) dar ve geçilmesi tire.
zor yol, 2.) [İslam] bu dünya ile diğer sidere [Lat.]: oturmak.
dünya arasında geçiş yolu, 3.) cihet,
sidik [?]: çiş, idrar, üre, ~ asidi tuzu: sille [Çuv.: sille > Far.: sili]: sili, şamar,
ürat, torbası [Tıp]: mesane, şaplak, tokat.
Siemens [Alm.]: 1.) bir Alman ismi, 2.) sim 1 [Far.: sîm]: 1.) gümüş, 2.) gümüş
bir Alman firma adı ve markası. renginde iplik, 3.) gümüş gibi
sigara [?]: dumanlanmak için ince parlayan.
kağıda sarılmış, iyi kesilmiş ve sima [Arp.: simâ]: çehre, ru, surat, yüz.
yuvarlanmış tütünden içecek, içilmiş simadi [Yun.: ςημάδi]: belirti, im, işaret,
~ atığı: izmarit. izlek.
Sigma [Fen.: Şin [Shin] > Yun.: [σῖγμα & simbal [Yun.: kymbe [?] > Fra.: cymbale]:
σίγμα]]:
1.)
Yunan Abecesi’nin . harfi, [Müzik] büyük zil.
[Σ, σ, ς), 2.) [Fizik, Mateamtik] , 3.) simge: amblem, arma, işaret, özel
toplama işareti, işaret, remiz, rumuz, sembol, temsili
signare [Lat.]:
1.)
damgalamak, resim.
kurşunla mühürlemek, mumla simgesel: remzi, sembolik, temsili.
mühürlemek, mühürlemek, 2.) similare [Lat.]: -eye benzetmek, ile
işaretlemek. aynısına dönüştürmek.
signum [Lat.]: 1.) damga, mühür, simile [Lat.]: aynı, aynısı, benzer, eş.
damgalı mum, 2.) belirti, işaret. simit [Arp.: semîd]: halka biçiminde bir
sigorta [İtl.: ?]: 1.) güvence, 2.) [Ticaret] pasta.
taşınana yada durağan malların simul [Lat.]: 1.) birlikte, hepberaber,
güvence altına sokulması, 3.) [Elektrik] hep birlikte, 2.) aynı zamanda.
elektrik devresinin güvenlik kutusu, simya [Arp.: sîmyâ]: 1.) büyü, sihir, 2.)
Sih: Hintli bir ulus. alşimi.
sihhatli [Arp. + lı]: esen, iyi, sağlıklı, simyager [Arp.: sîmyâ + Far.: ger > Far.:
salim. sîmyâger]: simyacı.
sihir [Far.]: afsun, füsun, bağı, büyü. sin 1 [Ark.]: gömüt, kabir, lahit,
sihirbaz [Far.: sihir + bâz]: büyücü, makber, mezar.
cadı, hokkabaz, ilisyonist. sin 2 [Arp.: sinn]: ihtiyar, kocamış,
sihirli [Far. + li]: büyülü, füsun, yaşlı.
Siirt [Esart, Sairt, Siirt, Siird, Sür.: Se'erd > sinameki [?]: mızmız.
Sert]: [56], Türkiye’de bir kent. sinan [Arp.]: 1.) 2.) Mimar Sinan; Osmanlı
sikera [Yun.]: sarhoşluk, mestolma. İmparatorluğu’nda ünlü bir mimar, 3.)
sikke [?]: madeni para. [S] bir erkek adı.
siklamen [Yun.: kyklaminos > Fra.: sinara [Yun.: ? > İtl.: ?]: [Denizcilik]
cyclament]: [Bitkibilim: Cyclamen] büyük zoka.
buhurumeryem çiçeği, kuzukulağı, sinarit [?]: [Balıkçılık: ?] İzmaritgillerden
tavşankulağı. bir balık.
siklon [Yun.: kyklon > Fra.: cyclone]: sine [Far.]: gögüs, sadr.
[Evrenbilim] alçak basınç merkezi sinek [?]: zararlı bir böcek, ~ ilacı: flit,
çevresinde dolanan şiddetli bir ~ türleri: Atsineği, Çeçe, Elmasineği,
fırtına. Karasinek, Sivrisinek,
silah [?]: bir saldırı aracı, ~ta çap: Sinem [sine + m]: bir bayan adı.
sinema [Yun.: kinēma > Fra.: cinema]: 1.)
kalibre, ~ın parçaları: dipçik, gez,
hareketli resim, 2.) hareketli filmlerin
namlu, tetik, yiv.
gösterildiği yer, ~ eseri: film, ~
silahlı [?]:
silahsız [?]: sanatçısı: artis, star, da benzer:
Silahtar [silah + Far.: târ]: dublör, ~ çekimi: plan.
sili [Çuv.: sille > Far.: sili & sille]: sille, sini [Far.]: büyük tepsi.
şamar, şaplak, tokat. sinir [Arp.]:
sili: kilim, yün yaygı. Sinirhastalıkları: Asabiye, Nöroloji.
silindir [Yun.: kylindein > Fra.: cylinder]: sinirler [Arp. + ler]: asap,
1.)
geometrik bir biçim, 2.) bir sinirli [Arp. + li]: asabi.
motorun piston odası. sinirli: 1.) asabi, çabuk sinirlenen, 2.)
3.)
Silisyum [Lat.: > Fra.: silicium: Si]: ? [et] siniri bol, yemesi zor, azanvur,
silkmek: 1.) sallamak, sarsmak, 2.) iriyarı, irikıyım.
tozunu atmak. sinis [Lat.]: küller.
sinizm [Yun.: kyon > Fra.: cynisme]: sistere [Lat.]: 1.) ayağa kaldırmak,
insanların hareket ve ayakta tutmak, kalkmasına yardım
davranışlarındaki içtenliğe etmek, yardımcı olmak, 2.) yerini
inanmama. belirlemek.
sinonim [?]: eş anlamlı. sit 1 [Arp.]: şan, şöhret.
Sinop [Antik: Sinope, Sinova > Rum.: sit 2 [Arp.]: 1.) gürültü, patırtı, şamata,
2.)
Sinopes [Σινώπης], Sin, Osm.: ?]: [57], gürültücü.
Türkiye’de bir kent. sit 3 [Arp.]: hanımefendi.
sinsi: gizli, kurnaz, sinsi. sit 4 [Arp.]: altı.
sintine [İtl.: ?]: [Denizcilik] gemide alt sit 5 [Lat.: situs > Fra.: site]: 1.) alan,
bölüm. konum, mahal, saha, yer, 2.) koruma
sinus 1 [Lat.]: eğiri, eğrilmiş şey, kavis, alanı, [sit alanı].
kıvrım. sitare [Arp.: esâtir]: 1.) burç, star,
sinüs 2 [Lat.: sinus + > Fra.: sinuse]: 1.) yıldız, 2.) [E] bu anlamda bir bayan
eğiri, eğrilmiş şey, kavis, kıvrım, 2.) adı, [Burcu, Yıldız].
[Bedenbilim] yüzdeki kemik boşlukları, sita [Far.: sitâ]: methetmek, övmek,
3.)
[Trigonometri] Merkezi orjin olan bir sena etmek.
birim yarıçaplı çember üzerindeki bir sitayiş [Far.: sitâyiş]: 1.) övgü, sena, 2.)
noktanın y eksenine göre celal, haşmet, ihtişam, izzet,
koordinatıdır. parlaklık, şaşaa.
sinüzit [Lat.: sinus + Yun.: itis > Fra.: site [Fra.: cité]: abad, abat, bol, il,
1.)
sinusite]: boşluk iltihabı, 2.) [Tıp] kent, medine, polis, şehir, vilayet.
çene, alın ve şakak kemikleri içinde sitem: üzüntüsünü kibarca belirtme, ~
bulunan ve buruna açılan içleri hava sözü: kerata.
dolu boşlukların, sinüslerin sitil [Halkdili]: su kovası.
iltihaplanması sonucu ortaya çıkan Sitoloji [Yun.: kytos + logia > Fra.:
bir hastalık. cytologie]: hücrelerle uğraşan
sipariş [?]: ısmarlama, ~ etmek: bilimdalı.
ısmarlamak. sitos [Yun.]: gıda, yiyecek.
siren [?]: canavar düdüğü. sitrik [Lat.: citrus + Yun.: ikos > Fra.:
siriş [Far.: sirîş]: 1.) [Bitkibilim: ?], 2.) citrique]: [Kimya] turunçgillerdedn elde
unundan tutkal, yapıştırıcı yapılan bir edilen bir tür asit.
bitki. situs [Lat.]: alan, konum, mahal, saha,
sirk [Lat.: circus > Fra.: cirque]: palyaço, yer.
akrobat ve eğitimli hayvanların Sivas [Talavra, Megalapolis, Karana, Diyapolis,
geçtiği ve gösteri yaptığı bir eğlence Rum.: Sebastopolis > Sebastia]: [58],
çadırı. Türkiye’de bir kent. Osmanlılar’dan
sirke [?]: 1.) üzüm ekşimesi, 2.) önce kentin Grekçe adının anlamı
bozulmuş şarap, 3.) bit yumurtası. “saygın kent”miş.
sirkülaston [Lat.: ? > Fra.: circulation]: sivil [Lat.: civis > Fra.: civile]: 1.)
1.)
dolanım, dolaşım, 2.) [Ekonomi] vatandaşlıkla ilgili, 2.) medenileşmiş,
tedavül, uygarlaşmış, 3.) askeri, dini ve
sirküler [Lat.: ? > Fra.: circuler]: [Hukuk] devletle ilgili konularla ilgisi olmayan
genelge, tamim. vatandaşlar.
siroz [Yun.: kirrhos + osis > Fra.: cirose, sivilce: [Tıp] çakma, iltihaplı ~: akne.
1.)
cirrosis]: koyulaşma hali, 2.) [Tıp] sivrisinek: bir tür ~: anofil.
bağ dokuların aşırı oluşumunun siyah: arap, kara, negatif.
belirlediği bozulmuş bir karaciğer siyanid [Lat.: ferrum + Yun.: >
rahatsızlığı. ferrocyanide > İng.: cynanide]: [Kimya]
sirrus [Lat.]: saçakbulut. 1.)
oldukça zehirli, beyaz kristalin bir
sis: duman, is. bileşen, 2.) siyanür.
sisli: dumanlı, puslu. siyanür [Yun.: kyansos [?] > Fra.:
sismogram [Yun.: ? + gramme > Fra.]: cyanure]: [Eczacılık] hidrosiyanik asit ve
deprem yazar. bu asitten türeyebilen metal
sistem [Yun.: syn + (h)istanai > Fra.: tuzlarının genel adı olup, çok etkili
1.) 2.)
system]: öğretiler bütünü. bir zehirdir.
siyasal [Arp. + sal]: politik, siyasi.
somun [?]: 1.) [Teknik] civata, ~ sosyal [Lat.: socius > Fra.: social]:
anahtarı: kurbağacık,, 2.) ekmek, toplumsal.
somurtkan: asık. Sosyoloji [Lat.: socius + Yun.: logias >
somurtma: yüzünü asma. Fra.: sociologie]: Budunbilim.
somurtmak: yüzünü asmak. sote [Fra.: ?]: bir et yemeği.
son: 1.) ahir, bitirme, bitiş, final, soucier [Lat.]: 1.) ihtimam göstermek,
2.)
hitam, netice, nihayet, skor, sonuç, özen göstermek, bakmak,
2.)
epilog, hatime, sonsöz. ilgilenmek.
sonare [Lat.]: 1.) derinliğini ölçmek, 2.) soura [Yun.]: kuyruk.
birisini anlamaya çalışmak. sovhoz [Rus.]: tarım işletmesi.
sonat [İtl.: ?]: i., 1.) ? 2.) [Müzik] bir soy [?]: 1.) döl, evlat, 2.) ırk, sop,
müzik eseri çeşidi. sülale.
sonbahar: i., gazel, hazan. soya [?]: [Bitkibilim: ?] fasulyeye benzer
sonda [? > Fra.: sonda]: i., 1.) ? 2.) bir bakliyat.
[Teknik] derinlik ölçme aleti. soyağacı: geneoloji, hayatağacı,
sondaj [? > Fra.: sondage]: i., 1.) ? 2.) secere.
[Teknik] derinlik ölçme işlemi. soydaş: türdeş.
Soner [son + er]: bir erkek adı. soyka [?]: ölünün giysileri.
sonsöz: i., epilog, hatime, son. soylu: asil, elit, mutena, mümtaz,
sonsuz: s., ebedi, ~a dek: ilelebet, seçkin.
ilanihaye, sürgit. soyluluk: asalet.
sonsuzluk: i., ebed. soytarı [?]: kaşmer, maskara, soytarı,
sonuç: i., bitirme, bitiş, final, hitam, şeytan.
netice, nihayet, skor, son, başarısız soyut: manevi, tinsel.
~: fiyasko, istenilen ~: semere, Soyuz [Rus.: soyuz [Союз]]: 1.) birlik, 2.)
Rus uzay aracı ve bıununla ilintili
verim.
diğer isimlendirmeler.
sonuçsuz: i., akim.
sömestr [Fra.: semester]: 1.) yarıyıl, 2.)
sonuçsuzluk: akamet, kısırlık.
[Eğitim] dönem.
sonus [Lat.]: gürültü, ses, seda, nida.
sömürme: istismar.
sop [?]: ırk, soy, sülale.
söndürme: itfa.
sopa: 1.) dal, değnek, 2.) [Mecazi]
söylem: nutuk, retorik.
dayak, dövme, kötek, kalın ~:
söyleme: ifade, karşı ~: itiraz,
değnek, matrak.
söylemek: ifade etmek.
sophia [Yun.]: düşünce, fikir, görüş.
söylence: efsane, mitos.
soprano [İtl.]: kadında en ince ses.
söylenti: rivayet.
sorbere [Lat.]: 1.) zevk duyarak, dodya
söyleşi: mülakat, röportaj.
doya seyretmek yada izlemek, 2.)
söylev: hitabe, nutuk.
içine sindirmek.
söz: 1.) kelam, laf, lakırdı, örnek
sorgu: sual, soru.
sorguç [?]: ? alınacak ~: mesel, [darbı mesel],
sormaca: anket. üstü kapalı ~: imalı, güzel ~
soror [Lat.]: kızkardeş. söyleme: selika, üstü kağalı ~:
sors [Lat.]: 1.) birçok, çok miktar, 2.) ima, kinaye, 2.) vaat, ~ünden
kısım, nevi, parça, tip, 3.) hisse, pay, dönmek: caymak, 3.)
[Sosyal]
katılım. evlenmeyle ilgili, ~ kesme: evlenme
sorti [Fra.: sortie]: çıkış. için bağlanma, ~ kesmek: evlenme
soru: sorgu, sual.
için bağlamak, ~ söyleme sanatı:
sorun: 1.) mesele, problem, 2.) dert,
tasa. hitabet, örnek alınacak ~: mesel,
soruşturma: tahkik. saçma ~: yave, asılsız ~: safsata,
soruşturmak: tahkik etmek, tetkik sözcük: kelime.
etmek. sözgelimi: diyelimki, örneğin, mesela,
sos 2 [Lat.: salsa > Fra.: sauce]: 1.) salça, sözleşme: anlaşma, antlaşma, ahit,
2.)
domates, baharat vb şeylerden akit, antant, kontrat, mukavele,
yapılan bir tür karışım. mutabakat, pakt, ~ yapmak:
sultanü'l-guzat [Arp.: > Osm.: sultan-ül süavi [?]: 1.) ? 2.) [S] bir erkek adı.
guzat ]: i.t., gazilarin sultanı. süflör [? > Fra.: sufleur]: replikleri
suluboya: suyla yapılan bir resim anımsatan.
türü. ~ resim: akvaral. süklaroz [Yun.: ? + ? > Fra.: ?]: yapay
suluk: kuş su kabı. kimyasal tadlandırıcı.
sumak [Arp.]: ? sükunet [Arp.: skn > sükût []]توﮎس: 1.)
sumere [Lat.]: almak, kabul etmek. durma, hareketsiz olma, oturma,
sumter [?]: küçük taneli sert buğday. ikamet, konaklama, yerleşme, 2.)
sunak: 1.) tanrılara değerli eşya sessizlik.
sunulan yükselti. sülale [Arp.: sülâle]: ırk, sop, soy.
sundurma: ayazlık, balkon, eyvan, sülasi [Arp.: ? > sülâsî]: 1.) ? 2.) üçlü,
revak, taraça, teras, sülasi mücarred [Arp.: sülâsî
sungur: 1.) [Kuşbilimi: Accipiter] doğan, mücerred]: Arapça Dilbilgisi’nde fiiler
şahin, 2.) [S] doğan, şahin anlamına genelde üç harflidir ve bunlar bir
bir Türk erkek adı, [Doğan, Şahin]. düzen içimde çekime uğrarlar, [aml:
suni [Arp.: sun’î]: sentetik, yapma, etmak, oluşturmak, üretmek, yapmak’dan
amil, imalat, mamül gibi].
yapay.
sunmak: arzetme, sunulan şey: arz. Süleyman [İbr.: > Arp.]: 1.) Hz.
2.)
sunu: demo, sunum, takdim. Süleyman, bir erkek adı.
[Soloman],
sunum: demo, sunu, takdim.
supalan [Fra.: soupalan]: 1.) vinç Sülfat [Yun.: + ? > Fra.: sulfate]: sülfürik
üstünde, 2.)
[Gümrük] araçüstü asidin tuzu veya esteri.
gümrükleme işlemi. sülük [Arp.]: [Hayvanbilim: Hirudo
medicinalis] alek.
supare [Lat.]: atmak, çarpmak, 1.)
vurmak, zonklamak. Sümer [?]: Mezopotamya'da
superare [Lat.]: 1.) altetmek, galip yaşamış bir ulustan olan, 2.) [S] bir
gelmek, hakkından gelmek, yenmek, Türk bayan ve erkek adı.
2.)
–den daha iyi olmak, üstün olmak. Sümerler [?]: Mezopotamya'da
sur [Arp.]: kale duvarı. yaşamış bir ulus, ~de su tanrısı: ea,
sür [Far.: sûr]: düğün. sümüklüböcek: [Hayvanbilim: Limax]
surat [Arp.]: çehre, faça, ru, sima, yüz. salyangoz.
sure [Arp.: sûre]: Kur’an-ı Kerim’in süne: [Hayvanbilim: Eurigaster
bölümleri. integriceps] tarıma zararlı böcek.
suret [Arp.: srt [ > ]روصsûret]: 1.) süper [Lat.: ? > Fra.: super]: nitelik
betimleme, resimle tanımlama, 2.) bakımındna üstün.
biçim, görğnüm, görüntü, 3.) aynısı, süper iletken: [Elektronik] [super
conductor]
benzer, eş, kopya, suret, 1.)
surgere [Lat.]: 1.) çıkmak, yukarı süpürge [süpürmek > süpür(ge) ?]:
2.) [Bitkibilim: Calluna vulgaris] püsküllü
çıkmak, yükselmek, ayağa
kalkmak, kalkmak, 3.)
çıkmak, kısmından süpürge yapılan
doğmak, zuhur etmek, ortaya mısrgillerden bir bitki, 2.) temizleme
çıkmak, 4.) kabarmak, şişmek. gereci, ~ bitkisi: süpürge, ~ otu
susam 1 [Arp.: sisam]: [Bitkibilim: [Bitkibilim: Calluna vulgaris]: [Bitkibilim:
1.)
Sesamum indicum] süsen çiçeği, Erica] süpürge otu, 2.) boruk,
bahratlı bir bitki. süpürge çalısı.
susam 2 : kapı. süpürgeçalısı [süpürge çalısı]:
1.)
susama: hararet, susuzluk. [Bitkibilim: Erica] süpürge otu, 2.)
susamak: 1.) hararet absmak, su boruk, erika, funda.
içmek istemek, 2.) [Mecazi] hasret süpürgeotu [süpürge otu] [?]: [Bitkibilim:
1.)
kalmak, özlem çekmek. Erica] süpürge otu, 2.) boruk,
susamuru [su samuru]: 1.) [Hayvanbilim: süpürge çalısı.
Lutra] bir kemirgen hayvan, lutr,
2.) sürahi [Arp.]: yayvan camdan su kabı.
bunun kürkü. sürat [Arp.: sr’a [ > ]عرسsür’at]: 1.) hızlı
susever: hidrofil. gitme, hızlanma, 2.) hız, hızlılık 3.)
susuzluk: hararet, susama. acele, acul, alaminüt, çabuk, ivedi,
suzinak [Far.: ?]: Türk Müziği’nde bir tez.
makam,
şakul [Arp.: şkl > şâkulü]: 1.) biçme, şans [Lat.: ? > Fra.: chance]: baht, felek,
öçlme, tartma, 2.) çekül, ~ ipi: kader, kısmet, kut, mut, talih, takdir,
pereste. uğur.
şal [Far.]: değerli yün kumaş. şans: fırsat, talih, tesadüf.
şal 1 [Far.: şal]: 1.) Batı Dilleri’ne şansölye [Lat.: cancellarius > Fra.:
1.)
Türkçe’den geçmiştir, [shawl], 2.) chancelier]: enüst makam, 2.)
omuz örtüsü. Almanya’da başbakan.
şal 2 [Far.: şelvar]: bacak. şantör [Lat.: cantare > chanteure]: erkek
şalak [Halkdili]: büyümemiş karpuz. şarkıcı, muganni.
şalaki [Far.: şal > Rum.: şalaki: ?]: şal şantöz [Lat.: cantare > chanteuse]:
takliti kumaş. şarkıcı bayan.
şale [Fra.: chalet]: dağ konutu. şapel [Lat.: cappa > Fra.: chapel]:
Şalgam [Far.: şâlgam]: [Bitkibilim: [Hiristiyanlık] küçük kilise.
Brassica rapa] yumru köklü bitki. şapka [Rus.: uşanka > şapka [уша́нка>
1.)
şalo: peru para birimi. шáпкa]]: kulakları kapatan başlık,
2.)
şalter: [Alm.: schalter] [Elektrik] akım Rus kürk başlığı, 3.) başlık, kasket,
kesici. kep, yuvarlak hasır ~: Panama,
şalupa [İtl.: scialuppa]: [Denizcilik] büyük ~lardaki işaret: kokart,
sandal. şaplak [?]:i., sille, şamar, tokat.
şalvar [Far.: şelvar]: 1.) bacak örtüsü, şapşal [?]: s., akılsız, alık, ibiş,
2.)
bir tür alt giysi, uzun pantolon. ~ palayaço.
bağı: uçkur, bir tür erkek ~: çakşır. şarab [Arp.]: bak. şarap.
şamama: [Bitkibilim: ?] kokulu küçük şarabi [Arp.: şarabî]: s., kırmızı şarap
kavun. renginde.
şamandıra [Rum.: simadi [ςημάδi] > şarampol [Mac.: soronpo]: 1.) ? 2.) yolun
simandoura: ςημαδούρα]:
1.)
yer kenarındaki daha çukur yer.
belirleme işareti, 2.)
[Denizcilik] yol şarap 1 [Arp.: şrb > şarâb: ]بارش: i., 1.)
gösteren yüzer cisim. içme, 2.) içilen şey, bade, bor, içecek,
şamar: sille, şaplak, tokat. mey, 3.) sarhoşluk veren sıvı, alkollü
şamata [Arp.: şemâte]: gürültü, patırtı, içki, mey, ~ fıçısı: fato.
yaygara. şarapnel [İng.: shrapnel]: 1.) Henry
şambaba [?]: bir tür hamur tatlısı. Shrapnel; 1761-1842 yılları arasında
şamdan [Far.: şam + dân > şamdan ?]: 1.) yaşamış bir İngiliz subayı, 2.) i.,
aydınlatma gereci, 2.) çırakma. misket atan top mermisi.
şamil [Arp.: şml > şâmil]: 1.) içine alma, şarj [Lat.: carrus > Fra.: charge]: 1.) bir
kapsama, kuşatma, 2.) içine alan, şeyle yüklemek, 2.) [Teknik] pil vb
kapsayan, kuşatan, 3.) [Ş] bir erkek elektrikle yükleme yapmak, 3.)
4.)
adı, 4.) Şeyh Şamil; ?. birisne görev yüklemek, suçlamak,
5.)
şampiyon [Lat.: campio > Fra.: birisini bir şeyden sorumlu
champion]: battal, böke, civanmert, tutumak.
kahraman, korkusuz, kostak, mert, şarjör [Lat.: carrus > Fra.: charjeur]:
yiğit. carcur.
şampiyonluk [Lat.: campio > Fra.: şark [Arp.: şrk [ > ]قرشşark []]قرش: 1.)
champion + luk]: birincilik, ilk gelme. aydınlanma, ışıma, günün doğması,
şan 1 [Fra.: şân]: 1.) nam, şöhret, ün, 2.)
doğu.
ür, 2.) övgü, övünme, şeref, şöhret, şarkı [Arp.: şarkî]: 1.) Araplaraa ait,
sena. Doğuya ait, 2.) [Müzik] ır, melodi,
şan 2 [Lat.: cantare > chante]: 1.) şarkı türkü, yir, ~ da tekrar: bis, nakarat,
söyleme sanatı, dersi, okulu, 2.) şarkı şarkıcı [Arp.: şarkî + cı]: okuyucu,
söylemeyle ilgili. türkücü,
şanlı [Far. + lı]: 1.) namlı, ünlü, şöhretli, şarki [Arp.: şarkî]: doğuyla ilgili,
2.)
[Ş] namlı, ünlü, şöhretli anlamına oryantal,
bir erkek adı. şarkiyat [Arp.: şarkîyât]: duğuculuk,
Şanlıurfa [Edesse, Orhoe, Orhai, Roha]: oryantalizm,
[63], Türkiye’de bir kent. şarkiyatçı [Arp.: şarkîyât + çı]: Doğucu,
Oryantalist.
şarlama [Argo]: bağırıp çağırma. şef [Fra.: chef]: 1.) baş, önder, 2.)
şarlatan [Lat.: cerratanus > Fra.: aşçıbaşı, başaşçı.
1.)
charlatane]: bağırarak satış yapan şeftali [Far.: şeftâlû]: [Bitkibilim: Persica
2.)
sokak satıcısı, bağırarak vulgaris] bir meyve adı.
anlamsızca konuşan, satıcı gibi şehr [Arp.]: bak. şehir.
bağırarak konuşan, 3.) sözleri doğru şehevi [Arp.: şehevî]: erotik, kösnül.
olmayan, sahtekar. şehir [Arp.: ]رﻩش: abad, abat, bol, il,
şarpi [İng.: sharpie]: [Denizcilik] bir tür kent, medine, polis, site, vilayet,
yelkenli, altı düz tekne yada gemi. şehre giriş vergisi: oktrua, ~le
şart 1 [Arp.: şrt []]طرش: 1.) a) ilgili: beledi.
uzunlamasına kesme, yarma, b.) şehirler [Arp. + ler]: Türkiye’de
koşul ileri sürme, 2.) koşul. Şehirler: Adana, Afyon, Ağrı, Ankara,
şart 2 [Lat.: charta > Fra.: charte]: 1.) Antakya (İskenderun), Antalya, Artvin, Aydın,
belge, vesika, yazılı belge, 2.) Balıkesir, Bilecik, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa,
Çanakkale, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne,
protokol, teamül, uygulama. Erzurum, Eskişehir, İskenderun (Antakya),
şaryo [Lat.: carrus > Fra.: chariot]: 1.) a.) İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karaman,
yük, yük taşıyan araba, b.) eskilerde Kırklareli, Kocaeli (İzmit), Konya, Muğla,
küçük atlı araba, 2.) küçük vagon, 3.) Mersin (İçel), Muş, Ordu, Rize, Sakarya
(Adapazarı), Sivas, Samsun, Şanlıurfa (Urfa),
eskiden kullanılan daktilonun hareket Tekirdağ, Trabzon, Urfa (Şanlıurfa), Van,
eden silindir bölümü,. Zonguldak, Yalova,
şasi [Lat.: capsa > Fra.: chassis]: 1.) şehnaz [Far.: şeh + nâz > şehnâz]:
1.)
?
2.)
[Otomotiv] otomobilin kasası, 2.)
bir müzik makamı,
[Müzik]
3.)
[Ş] bu
[Elektrik] eleketrik devresinin araç
anlamda bir bayan adı.
şasesi ile temas yapması.. şehzade [Far.: şeh + zâde > şehzâde]: 1.)
şaşaa [Arp.]: 1.) görkem, gösteriş,
şehin oğlu, 2.) prens, tekfur, ~
tantana, 2.) celal, haşmet, ihtişam,
eğitmeni: lala.
izzet, sitayiş, parlaklık.
şek [Arp.]: şüphe.
şaşı: s., gözleri farklı yönlere bakan,
şeker [Tür.: ? > Far.]: 1.) beyaz, suda
hafif ~: şeyla.
eriyen, mayalanabilen ve çoğu tatlı
şaşırma: hayret etme. olan maddelerin genel adı, 2.) tatlı
şaşırmak: hayret etmek. yiyeceklerin genel adı, 3.) [Mecazi]
şaşkın: 1.) afal, dağınık, dandini,
cana yakın, güzel, sevimli, ~in
düzensiz, karışık, savruk, tarumar,
2.) posası: melas.
apışık, güçsüz.
şekerleme [Far. + leme]:
şaşkınlık: afallama.
şekerpare [Tür.: ? > Far.: şeker + pâre >
şaşmak: afallamak. 1.)
şekerpâre]: şeker parçası, 2.) bir tür
şaşırtıcı: 1.) ilginç, 2.) harika, keramet, 3.)
tatlı, çok tatlı kayısı,
mucize, tansık.
şekil [Arp.]: biçim, eşkal, form, format,
şat [Fra.: chatte]: [Denizcilik] altı düz
şekillendirme [Arp. + lendirme]:
tekne.
biçilendirme, formatlama,
şatafat [Arp.: ştf [ > ]فطشşatafât >
1.) a.) şekillendirmek [Arp. + lendirmek]:
Osm.]: görkem, şaşaa, b.)
2.) biçilendirmek, formatlamak,
Osmanlı’da bölge sancağı,
şelale [Far.]: çavlan.
debdebe, lüks.
şem [Far.]: çerağ, çıra, kandela, mum.
şato [Lat.: castellum > Fra.: chateau]: 1.)
şema [Lat.: schema > İtl.: schéma]: 1.)
Fransız feodal kalesi, derebeyi
tavır, tutum, 2.) plan.
konağı, 2.) Frannsa’da büyük ve
şembe [Far.]: gün.
görkemli ev.
şempanze [Afrika Yerlisi > Fra.:
şayak [Rum.: ?]: 1.) bir tür dokuma, 2.)
chimpanzee]: [Hayvanbilim: ?] orta
bu yapılma kumaştan giysi.
boylu, insana benzeyen bir maymun
şayet [Arp.: şâyet]: eğer.
türü.
şebeke 1 [Arp.]: 1.) ağ, örümcek ağı,
şems [Arp.]: aftap, afitap, beyza,
balık ağı, 2.) su yada elektitrik hattı,
3.) güneş, helio, sol.
öğrenci kimlik kartı, 4.) suç örgütü,
şemseddin: bak. Şemsettin.
şebnem [Far.]: 1.) [Bitkibilim: ?] bir çiçek
adı, 2.) [Hava Durumu] çiy, 3.) [Ş] çiy
anlamına bir bayan adı.
taammüden [Arp.: a’md []دمع > tabiye 1 [Arp.: tb’a > tab’iye]: baskı,
1.)
te’ammüden]: bilerek yapma, baskım masrafları.
isteyerek yapma, kasten yapma, tabiye 2 [Arp.: tb’a > tab’iye]: 1.)
kasıtlı olarak yapma, 2.) bile bile, [Askeriye] taktikler,
2.)
kullanım için
kasıtlı olarak, kasten. uygun biçime getirme.
taammüt [Arp.: a’md [ > ]دمعte’ammüd]: tabip [Arp.: tabib]: doktor, hekim,
1.)
bilerek yapma, isteyerek yapma, otacı.
kasten yapma, kasıtlı olarak yapma, tabir [Arp.: a’br > tâ’bir]: 1.) açıklama,
2.)
bilerek, isteyerek, kasten, kasıtlı yorumlama, 2.) deyiş, ibare, ifade.
1.)
olarak. tabla [Arp.: tbl]: satıcıların
tab 1 [Far.: tâb]: 1.) güç, kuvvet, kullandığı, ağaçtan yuvarlak tepsi, 2.)
yetenek, 2.) çekicilik, sıcaklık, 3.) ışık, sigara izmarit kabı, kül kabı, küllük,
nur, parlaklık, ziya, 4.) dolanma, 3.)
düz disk, 4.) düz yüzey, 5.) soba
kıvrılma, sarılma, 5.) bedensel yada altına konulan küllük, 6.) sütun başı.
ruhi acı, 6.) gazap, kızgınlık, öfke, 7.) tabliye 1 [Arp.: tbl >]: 1.) davul benzeri
kılıç keskinliği. şey, 2.) düz, tepsi benzeri dairesel
tab 2 [Far.: tâb]: Farsça’da –tâb; 1.) stant, 3.) baç, haraç yada vergi
ışıldayan, ışık saçan, parlayan, [ateştâb: ödemesi.
2.)
ateş gibi parlayan], kıvır kıvır, lüle lüle tabliye 2 [Fra.: tablier]: 1.) ? 2.)
[muytâb: maytap] anlamına bir sonek. köprünün bir bölümü.
tab 3 [Arp.]: 1.) asıl yapı, doğal yaratılış, tabu [Ton.: tabu & tapu > İng.: taboo >
2.) 1.)
birisinin dağlık durumu yada Fra.: taboo]: yasaklanmış, 2.) dini
bedensel hali. yada sosyal engelleme, yasak, 3.)
tab 4 [Arp.]: bası, baskı. tekinsiz.
taba 1 [Arp.: tab’a]: 1.) bir ülke tabure [Fra.: tabour > tabouret]: 1.) çift
vatandaşı, bir ülkeye bağlı olan, 2.) taraflı davul, 2.) bir tür iskemle.
vatandaş. tabut [Arp.: tbt > tābūt]: 1.) lahit,
taba 1 [Fra.: tabac]: 1.) tütün, 2.) kızıl sanduka, 2.) büyük yumurta kutusu,
kahverengi, 2.) tütün rengi. 3.)
İncil’e göre Musa’nın Ahit Sandığı,
tababet [Arp.]: 1.) hekimlik, 2.) Tıp 4.)
ölü taşınan sandık, sal, ~ tabut
bilgisi. yeri: katafalk.
tabak 1 [Arp.]: 1.) tava, tencere, tepsi, tabya [Arp.: tab’iye2 > tabye > tabya]:
kapağı, 2.) bir yemek gereci. burç, kule, sağlamlaştırılmış yer,
tabak 2 [Arp.: debbağ]: derici, sepici, silahlarla kuvvetlendirilmiş yer.
tabakçı. tac [Far.]: bak. taç.
tabaka 1 [Arp.]: 1.) kat, katman, 2.) taciz [Arp.: tâciz]: tedirgin etme.
farklı boyutlarda kesilmiş kağıt, 3.) tactus [Lat.]: dokunulmuş, el değmiş,
derece, 4.) tolum katmanı. ellenmiş.
tabaka 2 [İng.: tabacco]: tütün kutusu, taç 1 [Far.: [Far.: tāc []]ﺗﺎج: 1.) süslü
taban: 1.) alt, dip, 2.) altlık, kaide, çember, değerli süslerle bezeli
nesnenin ~ı: alt, kemer, 2.) kral başlığı, 3.) gelin başlı
tabanca [?]: bir ateşli silah, süsü.
tabansız: 1.) dayanaksız, metnetsiz, 2.) taç 2 [İng.: touch]: 1.) değme, dokunma,
[Argo] korkak, yüreksiz. temas, 3.) [Futbol] topun oyuncunun
tabela [İtl.: ?]: yazılı levha. eline değme cezası.
tabiat [Arp.: tb’a > []]تعيبط: 1.) damga Taç Mahal [Far.: tāc mahal []]ﺗﺎج ﻣﺤﻞ: 1.)
basma, damgalama, mühür basma, Hindistan Agra’da Türk Timuroğlu
mühürleme, 2.) doğa, 3.) ahlak, Handenalığı sultanı Cihan şah’in çok
davranış, haslet, husisiyet, huy, sevdiği eşi Arcüment Banu (Mümtaz
karakter, mizaç, nitelik, özellik, vasıf, Banu) anısına yaptırdığı türbe
yaratılış. külliyatı, 2.) 1983’den beri UNESCO
tabib [Arp.]: bak. tabip. Dünya Mirası Listesi’ndedir.
tabii [Arp.: tb’a > []]ىعيبط: 1.) damga taçkapı [Far.: tāc + kapı > Tür.: taçkapı]:
basma, damgalama, mühür basma, saray benzeri yapıların süslü,
2.)
mühürleme, doğuştan, fıtri, görmekli giriş kapıları.
yaratılıştan, 3.) doğal, olağan, ~ ki: tafdil [Arp.]: [Dilbilgisi] enüstünlük
doğal olarak. derecesi, [superlative mode].
tafra [Arp.: tfr > ]رفط: 1.) atıptutma, tahrifat [Arp.: tahrif’in çoğulu: tahrifât]:
böbürlenme, övüme, 2.) gurur, 3.) 1.)
ç.i, aslını bozmalar, bozmalar,
2.)
takdis [Arp.]: [Din] kutsama. talep [Arp.: tlb [ > ]بلطtaleb []]بلط: 1.)
takı: süs, süs nesneleri, ziynet eşyası, aday olma, dileme, isteme, 2.) istek,
takım [Arp.]: 1.) ekip, grup, gurup, 2.) istem, 3.) [Ticaret] istek, istem.
[Spor] futbol kümesi, 4.) [Teknik] talebe [Arp.: tlb [ > ]بلطtalebe []]ﻩبلط:
malzeme gurubu, 5.) [Ticaret] malzeme 1.)
istekli, öğrenmeye meraklı, 2.)
gurubu. öğrenci.
takımada: b.i., adalar takımı. Tales [Yun.: Thales [Θαλης & Θαλης ὁ
tadil [Arp.: a’dl [ > ]لدعta'dîl]: 1.) a.) Μιλήσιος]]:
1.)
Eski Yunan’da bir
dengeli olma, eşit olma, eşit matematik bilimcisi, 2.) Miletli Thales.
davranma, b.) değiştirme, düzeltme, tali [Arp.: tâli]: ikincil.
2.) 3.)
i., değişiklik, onarım, tamir, talib [Arp.]: bak. talip.
değiştirme, değişiklik. talih [Arp.]: baht, felek, fırsat, kader,
tadilat [Arp.: a’dl [ > ]لدعta'dîlât kısmet, kut, mut, şans, takdir,
1.) a.)
[]]تاليدعت: dengeli olma, eşit tesadüf, uğur.
olma, eşit davranma, b.) değiştirme, talihli [Arp. + li]: bahtlı, kısmetli,
2.)
düzeltme, ç.i., değişiklikler, şanslı,
onarımlar, tamirler, 3.) değiştirme, talika [Rus.: ?]: yaylı at arabası.
değişiklik. talim [Far.]: eğitim, askerlik eğitimi.
takip: izleme, izini sürme. talimat [Arp.: tâlimat]: 1.) direktifle,
taklid [Arp.]: bak. taklit. yönergeler, 2.) meir direktyif.
taklit [Arp.: taklid]: benzetme, talimgah [Far.: tâlim + gâh]: subay
imitasyon, öykünme, sahte, yapay, ~ adaylarını eğitme yeri.
etme: öykünme, ~ etmek: talip [Arp.: tlb [ > ]بلطtâlib]: 1.) a.)
öykünmek. istekli, öğrenmeye meraklı, b.) istekli,
takos [Rum.: tákos: τάκος [?]]: ağaç isteyen, 2.) [T] bir Müslüman ve Türk
kütlesi. erkek adı.
takoz [Rum.: tákos: τάκος [?]]: 1.) ağaç talk [Arp.: [ > ]قلطFra.: talque]: 1.)
kütlesi, 2.) ağaç kama, bat, besi, magnezyum silikat toz, 2.) bebeklerin
kaskı, takoz. pişiklerine dökülen talk pudrası.
taksi [Lat.: taxare > Fra.: voiture à Talyum [Lat.: > Fra.: tallium: Tl]: ?
taximètre > taxi ?]:
1.)
değer biçmek, tam: bütün, eksiksiz, komple.
hesaplamak, ücretli binek taşıtı, 2.) Tamah [Arp.]: açgözlülük, hırs.
araba, araç, binek araba, motorlu tamam [Arp.]: bitmiş, eksiksiz.
taşıt, oto, otomobil, taşıt, vasıta, tamamen [Arp.]: büsbütün.
vesait. tamamı [Arp.]: bütünü, tüm.,
taksim 1 [Arp.]: 1.) bölüştürme, 2.) tamamlamak [Arp. + lamak]: bitirmek.
suyun belli semt ve mahallelere tamamlanmamış [Arp. + lanmamış]:
dağıtıldığı merkez. bitmemiş, eksik, natamam.
Taksim 2 [Arp.]: İstanbul’de bir semt tambur [Arp.]: bağlama, cura.
adı. Tamer [tam + er]: bir Türk erkek adı.
taksirat [Arp.: taksirât]: 1.) eksiklikler, tamim [Arp.: ? > tamîm]: [Hukuk]
günahlar, kusurlar, 2.) alınyazısı, genelge, sirküler.
kader, son, taksirat, yazı. tamir [Arp.: a’mr [ > ]رمعtâmir []]ريمعت:
1.) a.)
taksit [Arp.]: 1.) bölüm bölüm, 2.) kurma, onarma, yapma, b.) bir
[Ekonomi] borcu bölüm bölüm ödeme, araya gelme, sevinçli olma, c.) uzun
takunya [Rum.: takuni [τακούνι]]: 1.) yaşama, 2.) onarma, onarım, tadilat,
ağaçtan terlik, 2.) aptes alırken tamir.
kullanılan ağaçterlik, nalın. tamirat [Arp.: tâmirât, tamir’in çoğulu]:
talak [Arp.]: 1.) 2.) evlilikte eski anlayışa onarımlar, tamirler.
göre “boş ol” manasına. tamirhane [Arp.: tâmir + Far.: hâne]:
talan [Arp.]: çapul, yağma. araç onarma yeri.
talancı [Arp. + cı]: çapulcu, yağmacı. tamirler [Arp.: tâmir + ler]: onarımalar,
talaş: 1.) artık, safra, 2.) ağaç kırıntısı, tamirat.
3.)
metal artığı. tammuz [İbr.]: bey.
taleb [Arp.]: bak. talep. tamtam [?]: Afrika davulu.
tamu [Arp.]: cehennem.
tan: 1.) alaca karanlık, 2.) [T] alaca tarafsız [Arp.: + sız ]: afaki, bitaraf,
karanlık, sabahın erke saatleri nesnel, objektif, yantutmaz.
anlamına bir ekak adı. taraftar [Arp.: tarâf + Far.: târ]: yandaş.
tan: Türkçe’de –dan, -den, -tan, -ten tarama [Rum.: ?]: [Yemek] bir meze
soneki; İstanbul’dan. türü.
tane [Far.: dâne]: birim, adet, ince ~li: taranga [?]: tatlısu balığı.
kısa, özlü. taraş [?]: tarlada kalan ürün.
tanecik [Far. + cik]: i., buğday tanesi, taraz [?]: [Dokuma] kumaştaki tel tel
evin, granül, habbe. iplik.
taneler [Far. + ler]: adad, birimler. taret [Lat.: ? > İtl.: tarret ?]: zırhlı top
Taner [tan + er]: bir Türk erkek adı. kulesi.
tangere [Lat.]: dokunmak, temas tarh [Arp.]: vergi koyma.
etmek. tarhana [?]: hamura bulanmış
tanı: i., [Tıp] teşhis. domatesle yapılan çorba.
tanıdık: aşina, bilinen. tarık [Arp.: târık]: 1.) cihet, rah, reh,
tanık: şahit. sefer, sırat, yol, 2.) [T] bir Müslüman
tanım: i., tarif. ve Türk erkek adı.
tanımak: ayırt etmek, seçmek. tarım: çiftçilik, ziraat, ~ araçları: Bel,
tanıt: ıspat. Çapa, Karasaban, Kazma, Pulluk, Saban,
tanıtım: i., reklam. Tırmık, Tırpan,~ toprağı: tarla, ~
tanjant [?]: [Trigonometri] 1.) merkezi işçisi: ırgat, ilkel bir ~ aracı:
orjin olan, bir birim yarıçaplı birim karasaban, ~a zararlı böcekler:
çemberdeki x=1 şeklinde y eksenine süne.
paralel çizilen doğru, 2.) “Tan” tarımcı: çiftçi, ekici, rençber, ziraatçı,
kısaltmasıyla gösterilir. tarımsal: zirai.
Tanrı: Allah, Ber, Hüda, İlah, Ogan, Rab, tarif [Arp.: târif]: tanım.
Yaradan, Yaratan, ~ tanımaz: ate, tek tarife [Arp.: arf > târife []]ةفيرعت: 1.)
~ cı: monoteist, tek ~ ya inanan: fiyat çizelgesi, 2.) taşıt çizelegsi, 3.)
mpnoteist. gereç, ilaç, ürün açıklaması, manüel.
tanrıcılık: çok ~: paganizm. tarih [Arp.: târih]: 1.) geçmiş, mazi, 2.)
tanrıça: ilahe. dün, 3.) Geçmişzaman Bilimi.
Tanrıverdi: Allahverdi, Hüdaverdi. tarihi [Arp.: târihî]: 1.) düne ait, geçmiş
tansık: harika, keramet mucize, zamana ait, 2.) eski zamanlara ait
şaşırtıcı. olay, nesne veda canlılar.
Tantal [Lat.: > Fra.: tantal: Ta]: ? tarihi olaylar: 1.) annals, kronikal,
tantana [?]: 1.) görkem, şaşaa, 2.) vakayiname, 2.) tarihi olayları tarihi
[Mecazi] yalandan davranış, hareket. sıtasıyla kaydetme.
tapa [?]: 1.) tıkaç, tıpa, 2.) buşon, şişe tarikat [Arp.: târikat]: izlenen yol, ~
kapağı. kurucusu: şeyh.
tapan: perest, tapar. tariz [Arp.: trd > târiz]: 1.) a.) demek
tapar: perest, tapan. isteme, b.) dokundurucu konuşma, c.)
taphos [Yun.]: gömüt, mezar, sin. dolaylı olarak suçlama, 2.) dolaylı
tapınma: 1.) ibadet, 2.) kült, tapma. anlatım, dolaylı anlatma, kinaye.
tapınmak: ibadet etmek. tarla: 1.) ekin ekilen yer, 2.) tarım
tapma: kült, tapınma. toprağı, 3.) arazi, toprak, taşlı ~:
tapmak: ibadet etmek, tapılan şey: leçe, boş ~: geleme, ~ sınırı: an,
idol. ~da kalan ürün: taraş, ~da açılan
tapu [?]: mülkiyet belgesi.
suyolu: akara, dinlenmeey
taraça [İtl.: taraca]: ayazlık, balkon,
bırakılan ~: çençen.
evyan, sundurma, revak, teras.
taraf [Arp.]: cenah, cihet, kıyı, kenar, tarlatan [Fra.: tarnatan > tarlatane]:
[Dokuma] bir kumaş türü.
yan, yön.
taraflar [Arp. + lar]: cenahlar, etraf, tarpan [Fra.: tarpan]: [Hayvanbilim: Equus
gmelini] küçük yabani at.
kıyılar, kenarlar, lebler, yanlar,
yönler. tarsus 1 [Lat.]: ayak bileği.
Tarsus 2 [Tarku > Tarsisi > Rum.: Tarsos
1.)
[?]]: Mersin’e bağlı bir ilçe, 2.)
Ashab-ı Kehf: Yedi Uyurlar’ın kenti, taş 1 : katı ve sert madde, ~ pamuğu:
3.)
Aziz paulus’un yaşadığı antik kent. asbest, ~ silindir: log, alçı ~ı: jeps,
Tarsus Çayı [> Cydnos > Rum.: Cydnus değerli bir ~: akik, Ankara taşı:
[?]]: Akdeniz’e dökülen bir çay.
andezit, duvar içindeki ufak ~lar:
tartaklama: çekip iterek hırpalama.
tartı: baskül, kantar, terazi. helik, sert ~ kütlesi: kaya, Log: taş
tartımlı: dizemli, ritmik. silindir, kayağan ~ı: arduaz, düz,
1.) 2.)
tartışma: münakaşa, yassı ~: say, yol kaplama ~ı:
açıkoturum, münazara. makadam, döşeme ~ı: orya, sert
tartma [Halkdili]: yemeni. bir ~ türü: granit, değerli ~ lar:
tarumar [Far.: târ û mâr > tarumar]: 1.) Akik, Ametist, Elmas, Karavan (Yassı Elmas),
dağınık, darmadağın, 2.) afal, dağınık, Kehribar, Kuvars, Mine, Oltutaşı, Yassı Elmas
dandini, darmadağın, düzensiz, (Karavan).
karışık, savruk, şaşkın. taş 2 [ÖzTür.]: dış, hariç.
tarz [?]: çığır, janr, tarz, uslüp. Taşbilim: Litoloji.
tas [Arp.: ]ساط: 1.) metalden yapılan su taşeron [Fra.: tâcheron]: [Yapı] ikinci
içme kabı, 2.) ortası çukur kap. yüklenici [müteahhit].
1.)
tasa: acı, çile, dert, elem, esef, gam, taşımacılık: nakliye, sped,
kasvet, kasavet, kaygı, keder, spedisyon, transport, 2.) ulaştırma.
teessür, üzüntü. taşınmaz: garimenkul, mülk.
tasalı: 1.) dertli, gamlı, kaygılı, taşıt: araba, araç, binek araba,
üzüntülü, 2.) acelecilik, telaş. motorlu taşıt, oto, otomobil, taksi,
tasar: 1.) canlandırma, resimlendirme, vasıta, vesait, tekerlekli kara ~ı:
tasavvur, 2.) iş sırası. araba.
tasarı: 1.) düzenleme, 2.) [yasa] önerisi, taşküre: arzn kabuğu, litosfer.
3.)
proje. taşlama: alaylı halk şiiiri.
tasarım: dizayn. taşra [ÖzTür.]: banliyö, dışarlık, dış
tasarruf [Arp.]: 1.) a.) biriktirme, b.) mahalle, varoş.
kullanım hakkı olma, 2.) artırma, tat: 1.) çeşni, tadımlık, 2.) lezzet, tadı
birikim, biriktirme, 3.) yetkisinde, ~ acımtırak olan: kekre.
1.)
etme: biriktirme. tatbik [Arp.: tatbîk]: pratik,
2.)
tasasız: gamsız, kaygısız, üzüntüsüz. aplikasyon, uygulama, tatbikat.
tasavvur [Arp.: svr]: 1.) düşüncesinde tatbikat [Arp.]: uygulama.
tasarlama, kafasında canlandırma, tatbiki [Arp.: tatbîkî]: pratik,
resimlendirme, 2.)
canlandırma, uygulamalı.
tasar. tatil [Arp.: tâtil]: dinlence.
tasfir [Arp.]: beti, resim, süs. tatlı: 1.) şekerli yiyecek, ~ türleri:
tasfirli [Arp. + li]: betili, resimli, süslü. Aşure, Baklava, Ekler, Güllaç, Kadayıf, Krema,
Kup, Lalanga, Mozaik, Revani, Samsa, Sufle,
tashih [Arp.: shh [ٌ]]ﺻﺢ: 1.) esen olma,
Sütlaç, Şambaba, Şekerpare, bir tür
iyi olma, sağlıklı olma, 2.) kusuru
tashih etme, redrese, yanlışı hamur ~sı: ~ sülümen [Kimya]:
düzeltme, kalomel, 2.) güzel, hoş, latif, rana,
taslak: eskiz, maket. tatmin [Arp.]: doyum.
tasma [Mog.]: i., 1.) dizgin, kayış, 2.) tatminkar [Arp.: ? > tatminkâr]: doyum.
gem, reşme, tasma, toht, yular, 3.) tatu [İng.: tattoo]: bedene yapılan
ayakkabı yada terliğin meşin kısmı. resimli damga, dövme.
tasnif [Arp.]: bölümleme, sınıflama. Tau [Fen.: Tav [Taw] > Yun.: [ταῦ & ταυ]]:
tasdik [Arp.: sdk > tasdik]: 1.) doğru Yunan Abecesi’nin 18. harfi, [Τ, τ].
olma, 2.)
doğrulama, onay, taun [?]: [Tıp] veba.
onaylama. tav 1 [?]: [Müzik] ses, ün.
tasvib [Arp.]: bak. tasvip. tav 2 [?]: hayvanda semizlik.
tasvip [Arp.: tasvib]: benimseme, tava [?]: 1.) bir mutfak gereci, 2.) kireç
onama, uygun bulma. teknesi.
tasvir [Arp.: svr [ > ]روصtasvîr []]ريوصت: tavan [?]: evin bir bölümü, ~ resmi:
1.)
betimleme, resimle tanımlama, 2.) pano.
betimleme, resmetme, resmini taverna [İtl.: ?]: çalgılı meyhane.
çizerek anlatma. taviz [Arp.: tâviz]: ödün.
tavla 1 [İtl.: tavola]: iki kanatlı bir olgunlaşma, yetişme, c.) bildirme,
kutuda, pul ve zarlarla oynanan bir konuşma, 2.) bildirim, haber verme,
eğlence oyunu. Kapı: tavla kanatlarındaki resmen bidirme, ~ etmek: bildirmek,
üçgen çıkıntıların aynı pulla kapatılması, Pul: bilgilendirmek, haberdar etmek.
yuvarlak nesneler, Zar: dört köşeli ve her bir
köşesinde birden altıya dek noktalı nene, Tek tebliğat [Arp.: blg []غلب > tebligât;
1.)
Sayılar: yek (bir), dü (iki), se (üç), car tebliğ’in çoğulu]: söz yada yazıyla
(dört), penç (beş), şeş (altı), Çift Sayılar: iletişimler kurma, bildirimler,
düyek (iki kere bir), dubara (iki kere iki), raporlar, 2.) ç.i., bildirimler.
düse (iki kere üç), dücar (iki kere dört),
düpenç (iki kere beş), düşeş (iki kere altı) ve tebrik [Arp.: ? > tebrîk []]قيربت:
gele: uygunsuz zar.
2.)
at ahırı, kutlama.
tavsiye [Arp.: vsy []]ﻩيصفت[ > ]ىصو: 1.) tecelli [Arp.: ? > []]ىلجت: belirme,
2.)
öğüt, öneri, yol gösterme, 3.) bir görünme, ortaya çıkma.
kişiyle ilgili iyihal söyleme, referans, tecessüm [Arp.: ? > []]مسجت:
[tavsiye mektubu]. biçimlenme, cisimlenme, görünme.
tavşankulağı: [Bitkibilim: techiz [Arp.]: donatı, donatım, ~
Cyclamen]buhurumeryem çiçeği, etmek: donatmak.
siklamen. techizat [Arp.: ? > techizat; cihaz’ın
tavuk [?]: dişi bir kümes hayvanı, çoğulu]: ç.i., donatılar, donatımlar.
paçalı ~: brahman, ~ Türleri: techne [Yun.]: iş, sanat.
Brahman, Lagorn, su tavuğu: kalanis, techno [Yun.: techne > techno]: Batı
dağ tavuğu: çil, Dilleri’nde techno-; iş, sanat veya
tavulga: bak. tolga. zanaat anlamında bir önek.
taxare [Lat.]: 1.) değer biçmek, techizat [Arp.: ? > techizât; cihaz’ın
1.)
hesaplamak, 2.) vergi hesaplamak. çoğulu]: ç.i., donanımlar, 2.)
tay [?]: at yavrusu. donanım.
taya [?]: dadı. tecil [Arp.]: erteleme, öteleme.
1.)
tayf [İng.: tife]: görüntü, ruh, tin. tecrit [Arp.: tecrîd]: ayırma,
tayın [?]: asker yemeği. diğerleridnen ayırma, dışarısıyla
tayin [Arp.]: atama. ilgisini kesme, izole, 2.) [İnşaat] izole,
tayyar [Arp.: tyr [ > ]رىطtayyâr]: 1.) yalıtılmış, ~ etmek: dışlamak, izole
havada gitme, uçma, 2.) [T] bu etmek.
anlamdabir erkek adı.. tecrübe [Arp.: ? > ]: deneyim, deney, ~
tayyare [Arp.: tyr [ > ]رىطtayyâre etmek: denemek, sınamak,
1.)
[]]ﻩرايط: havada gitme, uçma, 2.) tedarik [Arp.]: arayıp bulma.
uçak. tedavi [Arp.]: otama, ışık ~si:
tayyib [Arp.]: bak. tayyip. fototerapi.
tayyip [Arp.]: 1.) 2.) [T] bir erkek adı. tedavül [Arp.]: [Ekonomi] dolanım,
taze: 1.) bayat olmayan, 2.) genç, 3.) dolaşım, sirkülasyon, tedavül.
yeni evli, 4.) bir işye yeni, tedbir [Arp.: ? >]: önlem.
tazı [?]: bir tür köpek. tedbirli [Arp. + li]: ~ davranma:
taziye [Arp.]: başsağlığı dileme. temkin,
tazmin [Arp.]: telafi, ~ etme: ödeme. tedhiş [Arp.]: korku salma, terör.
TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi, tedirgin [ÖzTür.]: bizar, kararsız,
Meclis. rahatsız, ürpertili, ~ etme: taciz.
teadül [Arp.: > teâdül []]لداعت: 1.) ? 2.) tediye [Arp.]: ödenti.
denklik, eşitlik. teessür [Arp.: ? >]: acı, çile, dert,
teamül [Arp.: ? > []]لماعت: 1.) davranış, elem, esef, gam, kasvet, kasavet,
2.)
tepkime. kaygı, keder, tasa, üzüntü.
tebelleş [Arp.]: musallat, sataşma. deffe [Arp.: dff [ٌ]]دف: 1.) defter kapağı,
teberru [Arp.]: bağış, bağışlama, hibe. 2.)
kapı kanadı, pencere kanadı.
tebessüm [Arp.]: gülme, gülüş, tefe [Arp.: dff [ٌ > ]دفOsm.: tefe]: 1.) ince
gülümseme, hande. altın sayfaları yapan kişi, 2.) deste
tebdil [Arp.: ? > tebdîl []]ليدبت: 1.) deste kıymetli altın sayfaları elinde
değişik, 2.) değişiklik, farklı. tutan kişi.
tebliğ [Arp.: blg []]غلب: 1.) a.) erme, tefeci [Arp.: dff [ٌ > ]دفOsm.: tefe + ci > Tür.:
b.)
ulaşma, varma, büyüme, tefeci]: murabahacı.
tein [?]: çaydaki etkin madde. telaffuz [Arp.]: ifade, konuşma tarz.
tek: 1.) bir, mono, vahit, yek, 2.) telaş [Arp.: ? > telâş []]شالت: 1.)
biricik, 3.) salt, sırf. acelelecilik, 2.) kaygı, tasa.
tekamül [Arp.: kml > temâkül []]لماكت: tele 1 [Yun.]: çok uzak, uzak ötesi.
başkalaşım, evrim, gelişme. tele 2 [Yun.: tele]: Batı Dilleri’nde tele;
tekaüd [Arp.]: bak. tekaüt. çok uzak, uzakötesi anlamında bir
yüzü, cilt, deri, derm, çabuk Teoman: 1.) ? 2.) bir Türk erkek adı.
iltihaplanan ~: [Tıp] azgın, 2.) et. teorem [Yun.: theo + raime > [?] > Fra.:
theoraime]: bilimsel önerme.
ten: Türkçe’de –dan, -den, -tan, -ten
teori [Lat.: ? [?> Fra.: theorie]: kuram,
soneki; İstanbul’dan.
nazariye.
tenasüp [Arp.: ?]: uyum.
teorik [Lat.: ? > Fra.: theorique]:
tenbel [Arp.]: bak. tembel.
kuramsal, nazari.
tenbih [Arp.: ? > tenbîh []]ﻩيبنت: ikaz,
tepe: [Evrenbilim] bayır, belen, dağlık
uyarı.
tencere [?]: yemek pişirme gereci, alan, ~den bakmak: aşağılamak,
büyük ~: harani, yayvan küçük ~: hakir görmek, küçük görmek.
tepin [?]: i., bir feldspat türü.
kuşane,
tepki: i., reaksiyon.
tendere [Lat.]: büyütmek,
tepkime: i., [Kimya] reaksiyon.
genişletmek, germek, sermek,
yaymak. tepsi [?]: i., geniş bir kap, büyük ~:
tendürdiyot [Lat.: tingere + Yun.: ion [?] sini.
+ > Fra.: tencture de iode]: [Eczacılık] ter [?]: i., arak, beden sıvı atığı.
terane [Far.]: i., [Müzik] ezgi, makam, terminus [Lat.]: 1.) had, son, uç, 2.)
melodi, name. hudut, sınır, ülke sınırı.
terapi [Yun.: therepeuein > totherapeia termit [?]: [Yaşambilim] akkarınca, divik.
[τοθεραπεία] > Fra.: terapie]: i., [Ruhbilim] termo: bak. thermo.
sağaltım. termodinamik [Yun.: thermes +
teras [Fra.: terrace]: i., [Mimari] ayazlık, dynasthai > Fra.: thermodynamic]: ters
balkon, eyvan, revak, sundurma, yönlü ısının madeni enerjiye
taraça, dönüştürülmesiyle uğraşan bilim.
teravi [Arp.: ? > teravih]: bak. teravih. terör [Lat.: terrere > Fra.: terreur]: korku
teravih [Arp.: ? >]: [İslam] Ramazan salma, tedhiş.
ayında yatsı namazı ile birlikte terra [Lat.]: arz, diyar, dünya, kara,
kılınan namaz. toprak, ülke.
terazi [?]: baskül, kantar, tartı, ~ terra [Lat.]: toprak, ülke, yer, yurt.
gözü: kefe. Terra Australis Incognita [Lat.]: 1.)
terbiye [?]: 1.) eğitim, maarif, 2.) Bilinmeyen Güneykutbu Ülkesi, 2.)
[Yemek] çırparak karıştırma. bugünkü Avustralya.
terbiyeli [? + li]: 1.) edepli, 2.) [Yemek] terrere [Lat.]: dehşete düşürmek,
soslu. korkutmak, ürkütmek.
terbiyesiz [? + siz]: edepsiz. tersane [Arp.: dâr es sınâe []راد ةعانصلا
Terbiyum [Lat.: ? > Fra.: terbium: Tb]: ? > arsenal > İtl.: tersane]: [Denizcilik] i.,
tercih [Arp.: ? >]: 1.) seçme, 2.) gemi yapım yeri, gemilik.
yeğleme. tersaneli [Arp.] > İtl. + li > Osm.: s., 1.)
tercihen [Arp.: ? > + en]: 1.) seçme, 2.) Osmanlı’da deniz eri, 2.) bahriyeli,
gönüllü, iltizam, kesenek. denizci, deniz askeri.
tercüman 1 [Arp.: ? > tercümân tertib [Arp.]: bak. tertip.
[]]نامجرت: çevirmen, dilmaç, tertip [[Arp.: tertib]: 1.) dizgi, 2.) aynı
Tercüman 2 [Arp.: ? > tercümân dönemde askere giden.
[]]نامجرت: bir zamanlar sağ eğilimli bir terzi [Far.: derzî [?]]: 1.) derz: dikiş’den,
2.)
siyasi ulusal gazete. meslek olarak dikiş işi yapan kişi.
tercüme [Arp.: ? >]: 1.) bir dilden terzilik [Far. + lik]: dikiş dikme işi.
diğerine çevirme, çevirme, 2.) çeviri. tesadüf [Arp.: ?]: fırsat, şans, talih.
tereke [Arp.: ?]: bırakıt, miras. tesadüf [Arp.]: rastlantı.
terere [Lat.]: ovmak, oavalamak, tesadüfen [Arp.]: kazara, rastgele.
sürmek, sürtmek, sürtünmek, tahriş teselli [Arp.]: avunma, avuntu, ~
etmek. bulmak: avunmak, ~ etmek:
terfi [Arp.: ?]: makamda yükselme. avutmak.
terhis [Arp.: ? >]: tesettür [Arp.]: 1.) örtünme, 2.) kadının
terk [Arp.: ?]: bırakma, ayrılma, ~ örtünmesi.
etmek: ayrılmak, bırakmak. tesettürlü [Arp. + lü]: Örtülü,
terke [?]: eyerin arka bölümü, terki. örtünmüş.
terki [?]: eyerin arka bölümü, terke. tesi [erte’den]: günün arkası.
terkip [Arp.: ?]: bileşim. tesir [Arp.]: etki.
terlik [ter + lik]: ev içinde giyilen tesis [Arp.: ? > tesisât]: 1.) düzenleme,
ayakakbı, terliğin meşin kısmı: kurma, oluşturma, 2.) i., kuruluş,
tasma, plastik ~: tokyo. kurum.
termal [Yun.: therme [?] > Fra.: thermal]: tesisat [Arp.: ? > tesisât; tesis’in çoğulu]:
1.)
akarca, çermik, ılıca, kaplıca. düzenleme, kurma, oluşturma, 2.)
3.)
Terme [?]: ç.i., döşemler, kurumlar, tesisler,
terme [Far.: ?]: [Bitkibilim] yaban turpu. i., döşem.
terminal [Lat.: terminus > Fra.: teskere [Far.]: 1.) sedye, 2.) [Askeri]
terminal]:
1.)
had, son, uç, 2.) otogarın terhis belgesi, 3.) [Siyaset] yetki
diğer adı, otobüs garı, otobüs garajı, belgesi.
3.)
otogar yada tren garlarında teskin [Arp.]: yatıştırma.
otobus yada trenlerin yanaştığı özel teskin etmek [Arp. + etmek]:
bölümler, 4.) [Bilgisayar] BİM’e bağlı yatıştırmak.
ana makineden çalıştırılan bağımsız tesmiye [Arp. > Osm.]: 1.) ?, 2.)
bilgisayar ekranları. adlandırma, çağırma, isimlendirme
tol [Halkdili]: küçük köy, yayla toprak 1 : 1.) çamur, kil, 2.) arazi, tarla,
3.)
kulübesi. acun, arz, diyar, kara, terra, ülke,
tolerans [Lat.: ? > Fra.: tolerance]: 4.)
[T] bir Türk erkek adı, yağlı ~: kil,
hoşgörü, müsamaha. ~ kayması: heyelan, ot büyümüş
tolga [Tavulga]: 1.) çelik başlık, miğfer, ~: malaz, sabanın kaldırdığı ~:
2.)
[T] bir Türk erkek adı.
kesek, toprağa kazılan çukur:
tollere [Lat.]: 1.) ayağa kaldırmak,
kuyu, verimli ~: bitek,
kaldırmak, yükseltmek, 2.) bin etmek,
inşa etmek, yapmak, 3.) beslemek, toptan: bütünüyle.
büyütmek, yetiştirmek, 4.) öldükten topur [?]: kestanenin dış kabuğu.
sonra dirilmek, çıkartmak, meydana topuz [?]: i., ?, ağır ~: gürz.
getirmek. tor 1 [ÖzTür.]: 1.) kale, sur, 2.) kalebeyi.
tomar [?]: küme, öbek, yığın. tor 2 [?]: [Balıkçılık] çok ve sık gözlü ağ.
tombak [?]: 1.) sarı renkli alaşım, 2.) ?. toraman [Halkdili]: genç irisi, tombul.
tombala [İtl.: ? tomballo]: bir eğlence tornado 2 [İtl.: ?]: 1.) ? 2.) bir tür yıkıcı
oyun türü, ~ oyun kağıdı: kartela. fırtına.
tombalak [?]: kısa boylu ve şişman, torero [> İsp.: ?]: boğa güreşçisi.
tombul: genç irisi, şişman, toraman. torlak [?]: genç, toy.
tome [Yun.]: 1.) kesme, yarma, 2.) torna 1 [İtl.]: dönme, dönüş.
kesik, yarık. torna 2 [İtl.]: [Teknik] bir tezgah türü,
tomie [Yun.: tome]: Fransızca’da tomie-; bir metal işleme gereci.
1.)
kesme, yarma,
2.)
ameliyat etme
tornare [Lat.]: 1.) altüst etmek,
anlamına gelen bir sonek. çevirmek, döndürmek, devrettirmek,
tersyüz etmek, 2.) iade etmek, geri
tomruk [?]: ~ biçme makinesi:
çevirmek, reddetmek.
katrak.
tornavida [İtl.: torna + vida]: vida
tonare [Lat.]: gök gürlemek,
sıkma gereci.
gümbürdemek, şimşek çakmak.
tornistan [İtl.: ?]: geridönme.
tonik [? > Fra.: tonique]: organları
torquere [Lat.]: burkmak, burmak,
uyaran ilaç.
burulmak, bükmek, bükülmek,
tonilato [İtl.: ?]: bir tona eş birim.
eğmek, sarmak, sarılmak.
tonos [Yun.]: tını, ton, ses ayrımı, ses
tortu [?]: çökelti, posa.
ferklılığı.
Toryum [Lat.: Fra.: thorium: Th]: ?
tonton [?]: semimli hoş kimse.
tos: boynuzla vuruş, koç, keçi ve
top []:1.) askeri bir siha, 2.) futbolda
benzeri boynuzlu hayvanların kafa
kullanılan meşinden yuvarlak, ~a vuruşu.
sıçrayarak vurma [Basketbol]: vole, tosbağa [?]: kaplumbağa.
topal: bir ayağı eksik yada sakat, tosun [?]: boğa, kele.
aksak, çolpa. Tosya [?]:
topallamak: aksamak, hafifçe total [Lat.: ? > Fra.: total]: 1.) bütünsel,
topallayan: aksak. 2.)
[T] bir marka, bir Fransız petrol
topatan: bir kavun türü. şirketi, 3.)
topaz [Yun.: topazion > Lat.: topasius > totem [?]: arma, ongun.
Fra.: topaze]: alüminyum silikatı ve totum [Lat.]: hepsi, tamamı, tümü.
florinden oluşan, kahverengi veya toxicum [Lat.]: zehir.
soluk sarı renkte değerli taş. toxikon [Yun.]: zehir.
toplama: 1.) bir araya getirme, cem toy: 1.) genç, torlak, 2.) yemekli
etme, 2.) [Matematik] toplama işlemi, 2.) eğlence.
devşirme, derleme, toyluk: acemilik.
toplamak: bir araya getirmek, cem tozan: [Fizik] molekül, zerre.
etmek. tozkoparan: çok rüzgarlı yer.
toplantı: derinti, görüşme, yiyeceği tozlak [Halkdili]: [Evrenbilim ] çorak,
ortak ~: arifane, verimsiz.
topluluk: camia, cemaat, zümre, ~ tozluk: getr.
ileri gelenleri: seyit, gizli ~: töhmet [?]: yüklenen suç.
komita. töre [?]: ~ye ugun: adap, edep.
toplumsal: sosyal. tören [?]: merasim, seromoni.
törpü [?]: raspa, iri dişli törpü: trayler [İng.: trailer]: i., 1.) dorse, 2.)
raspa, uzun yük kamyonu.
töz [?]: cehver, kök, öz. tren [? > Fra.: traine]: şimendifer,
trabs [Lat.]: bir boncuk, düğüm yada büyük ~ istasyonu: gar, yeraltı
boğum. treni: metro.
Trabzon [Rum.: Trapezus, Osm.: Tuğra trend [İng.: trend]: akış, cereyan,
Bozan]: [61], Türkiye’de bir kent. eğilim, istikamet, mecra, temayül,
trachea [?]: [Bedenbilim] nefes borusu, yön, yönelim.
soluk borusu. trephein [Yun.]: beslemek, doyurmak,
tracheitis [?]: [Tıp] nefes borusu sütvermek.
itihabı, soluk borusu itihabı. trephein [Yun.]: beslemek, gıda
trachoma [?]: [Tıp] trahoma. vermek.
traditio [Lat.]: feragat, teslim, trepidus [Lat.]: alarmda, tetikte,
vazgeçme. uyanık.
trafik [Lat.: ? > Fra.: traffic]: gidiş geliş, tretuar [Fra.: tretoire]: kaldırım,
karşılıklı akma yada gidiş geliş, yolkenarı, yürümeyolu.
seyrüsefer, tribein [Yun.]: ovmak, ovalamak,
trafo [İtl.: ?]: transfarmatör. sürtmek, tahriş etmek, sürmek.
trahere [Lat.]: 1.) çekmek, sürükleme, tribuere [Lat.]: ayırmak, atamak,
2.)
çekmek, ilgi çekmek, 3.) çizgi atfetmek, tayin etmek.
çekmek, çizmek, resmini yapmak. tribün [?]: stadyum vb oturma yeri.
trajedi [Lat.: ? > Fra.: tragedie]: çok tricae 1 [Lat., çoğul]: kızılacak şeyler,
acıklı bir olay, ağlatı, dram, drama. kızmalar, sıkıntılar, sinirlenecek
trajikomik [Yun.: ? + ? > Fra.: şeyler, sinirlenmeler, üzüntüler.
tragiecomique, Tiyatro]: acılı ve komik. tricae 2 [Lat.]: mumlama.
trak [?]: triko [> ? > Fra.: tricot]: yünlü bir
trake [?]: [Tıp] soluk borosu. kumaş.
trakit [?]: i., bir feldspat türü. trikotaj [> ? > Fra.: tricotage]: ?
trampa [İtl.: ?]: değiş tokuş, kliring, triptik [? > Fra.: triptique]: geciçici
takas. gümrük belgesi.
trampet [Fra.: ?]: küçük davul. trişin [?]: [Yaşambilim] bir solucan türü.
tramplen [?]: havuz atlama tahatsı. trohom [?]: [Tıp] bir göz hastalığı.
tramvay [Fra.: ?]: rayda giden araç, trol [?]: [Balıkçılık] balık ağı.
raylı, tren benzeri taşıt, ~ sürücüsü: trombosit [Yun.: trombo + poietin > Fra.:
1.)
vatman. trombosite]: [Tıp] kan pıhtılarının
trança [?]: bir tür balık. oluşumunda görev alan hücre
trans 1 [Lat.]: aşırı, ötesi anlamında bir parçaları, 2.) platelet.
önek. [Transkafkasya], trompet [Fra.: trompe > trompette]:
trans 2 [Lat.: ? > Fra.: ?]: bir tür hipnoz [Müzik] boru, çalgı borusu.
durumu. troyka [Rus.: troyka [тройка] > B.D.:
1.)
transfarmatör [? > Fra.: troyka]: üçlü, 2.) üç atın çektiği
3.)
trasnfarmateur]: trafo. kızak, üç kişinin oynadık bir dans,
transfer [Fra.: ?]: 1.) aktarma, 2.) 4.)
[Mecazi] üçlü, üç taraflı.
3.)
[Futbol] oyuncu alam yada satma, truakar [Fra.: ?]: kısa manto.
[Bankacılık] para aktarımı. trudere [Lat.]: dürtmek, itmek,
transigere [Lat.]: iskan etmek, saplamak.
oturmak, yerleşmek. Tse [Rus.]: Rus Abecesi’nin 22. harfi,
transport [Lat.: ? > Fra.: transporte]: [Ц, ц].
nakliye, taşımacılık. tsunami [Jap.]: 1.) dev dalga, 2.)
tranş [Lat.: ?> Fra.: tranch]: 1.) ?, 2.) inek depremlerin ardından okyanuslarda
budunun orta kısmı. çıkan, yıkıcı dev dalga.
trap [?]: fak, hendek, kapan, tueri [Lat.]: -eye bakmak.
mandepsi, tuzak. tufan [?]: 1.) şiddetli yağmur, 2.) bir
trata [Rum.: ?]: [Balıkçılık] torbalı balık erkek adı.
ağı. Tugay 1 : 1.) 2.) askeri bir birlik, 3.) [T]
traverten [Lat.: ? > Fra.: ?]: kalker bir erkek adı.
tortu.
tutturgaç: 1.) ataş, 2.) raptiye. türbe [?]: 1.) gömüt, kabir, mezar, sin,
tutu: 1.) [Hukuk] tutu, ipotek, rehin, 2.) 2.)
?.
rehine, tutak, türbin [?> Fra.: turbine]: erneji
tutuk: 1.) rehine, tutu, 2.) akıcı sağlayan araç.
konuşamayan. türdeş: soydaş.
tutukevi: cezaevi, dam, hapishane, türe [?]: adalet.
kafes. Türkan: bir bayan adı.
tutulma: popularite. Türkçe: 1.) Türkiye’de ve dünyadaki
tutulmmuş: düçar, uğramış. diğer Türk uluslarınca kullanılan dil,
tutum: 1.) davranış, 2.) ekonomi, idare, 2.)
Türki [Türkic] denilen diğer Türk
iktisat. uluslarının kullandığı Türkçe ile
tutumlu: idareli. Türkiye Türkçesi arasında, hem
tutuşma: i., 1.) alevlenme, yanma, 2.) yazılış hem de konuşma olarak bazı
(beden, vücut) ateşlenme, susama, farklar vardır, 3.) Türkiye Türkçesi,
yanma, 3.) [Tıp] yanma, iltihaplanma. Latin Abecesi ile yazılırken diğer Türk
tutya [Arp.]: çinko. ulusları, Arap, Fars, Urdu, Slav ve
tuvalet 1 [Fra.: toilette]: süslü bayan Slavca’dan bozma melez Abeceler
gece kıyafeti. kullanır, 4.) Türkiye Türkçesi; a.) Fasih
tuvalet 2 [Fra.: toilette]: apteshane, Türkçe: Yönetim, Yazın, Şiir ve Sanat
ayakyolu, hacetyolu, hela, kenef, dili, b.) Orta Türkçe: Üst Sınıf ve
klozet, suyolu, W.C. Ticaretin kullandığı dil, ve c.) Kaba
tuz [?]: Türkçe: Alt Sınıfların kullandığı dil.
tuzak: fak, hendek, kapan, mandepsi, türkü [Arp.: Türkî]: 1.) Türkî: Türklere
trap, ait, 2.) ezgi, ır, melodi, şarkı, yir,
tuzla 1 : 1.) tuz çıkarılan yer, 2.) semt dağ ~sü Makamı: daği, ~ türleri:
adı, Peşrev,
Tuzla 2 : İstanbul’da bir ilçe. türkücü: okuyucu, şarkıcı.
Tuzla 3 : Bosna-Hersek’te bir kent. türler: çeşitler, enva.
tuzlalu: tüs [?]: ince kıl.
tü [Halkdili]: yazıklar olsun. tütmek: 1.) buğusu çıkmak, 2.) dumanı
tüfek [?]: bir ateşli silah, karabina, ~ çıkmak, 3.) [Mecazi] özlemek.
Çeşitleri: Karabina, Martin, Sten, tütsü: 1.) güzel kokan madde, 2.) dini
tüh [Halkdili]: yazıklar olsun. amaçlarla tapınak ve benzeri
tükenmiş: 1.) bitmiş, kalmamış, 2.) yerlerde kullanılan baharlı yaprak ve
bitkin, lapacı, pelte, yorgun. kabuklar.
tüketmek: harcamak, sarfetmek. tütün [?]: bir bitki, ~ yaprağı dizisi:
tükürük [ÖzTür.]: 1.) ağız suyu, 2.) [Tıp] pastal, ~ rengi: taba, ~ fideliği: i.,
tükürük bezlerinin ağza akan salgısı. anva.
Tülay [tül + ay]: bir bayan adı. tüvit [?]: [Dokuma] taranmış yünden
tülin: 1.) 2.) [T] bir bayan adı. yapılma kumaş.
tülü [?]: [Hayvanbilim] güreş devesi. tüy: büyük kuş tüyü: telek,
tüm: 1.) bütün, genel, umum, 2.) tüyo [?]: kopya.
bütün, bütünü, kül, tamamı. tüysüz: cavlak.
tümce: [Dilbilgisi] cümle. tüzün [?]: ?
tümör [Lat.: ? > Fra.: tumeur]: [Tıp] typos [Yun.: ?]: im, işaret.
neoplazma, ur.
tün: gece. ========== U =========
tüp [Fra.: tube]: 1.) silindir biçili kap, 2.) U 1 : Türk Abecesi’de . harf.
[Labaratuvar] cam boru,
3.)
[Eczacılık] ilaç U 2 [İtl.: U]: İtalyan Abecesinin 19.
konulan kap. harfi, [U, u].
3
TÜPRAŞ: Türkiye Petrol Rafineleri U [Rus.: U]: Rus Abecesi’nin 19. harfi,
Türkiye Anonim Şirketi. [U, у].
tür: cins, çeşit, nev, nevi, tip. uberare [Lat.]: bol olmak, çok olmak.
türab [Arp.]: bak. turap. uca [?]: kuyruk sokumu kemiği,
türban [Fra.: turban]: başörtüsü, uç: had, sınır.
dastar, eşarp. uçak: tayyare, uçağın sürücüsü:
pilot,
uskumru [Rum.: skoumpri > skumbri]: uygunsuz: 1.) elverişsiz, ters, 2.)
[Balıkçılık: Scomber scombrus] bir balık açıksaçık, müstehcen, porno,
türü. uygunsuz.
uskur [İng.: ?]: pervane. Uygurlar: ç.i., bir Türk boyu.
ussal: akli, akılsal. uyku: derin dilenme durumu, hab,
usta: guru, pir. derin ~: koma, ~ sineği: çeçe.
usül [Arp.:?]: yol, metot, tarz, yordam, uyma: intibak, itibar, riayet.
yöntem. uymak: 1.) ölçüleri tutmak, 2.) itibar
ustalık: beceri, hüner, kaabiliyet, etmek, riayet etmek.
maharet, ustalık, yetenek, el uymazlık: beis, engel.
ustalığı: zanaat. uysal: munis.
ustura [Far.]: kafa bıçağı. uyum: ahenk, armoni, tenasüp.
uş [?]: kuş yuvası. uyuma: yatma, dua ile ~: istihare,
uşak 1 [?]: 1.) yardımcı, 2.) erkek işçi, uyumak: yatmak.
hizmetkar, araba uşağı: ispir. uyuşmak: anlaşma, ittifak.
Uşak 2 [?]: [64], Türkiye’de bir kent. uyuşmzlık: ihtilaf, uyuşmazlık.
uşakkapan: bir cins akbaba, uyuşturucu: bedeni uyuşturan
ut [Far.: ûd, Müzik]: telli bir çalgı. maddeler, uyuşturucuyla ilgili:
uta [Jap.]: Japon halk türküsü. narkotik, ~ maddeler: eroin,
utanç: ?, ~ veren: ayıp. haşhaş, kokain.
utangaç []: mahçup. uyuşuk: miskin.
utanmak: mahçup olmak. uz: iyi, güzel.
utanmaz: kepaze, rezil. uzadurum: telepati.
utarit [?]: merkür. uzak: ırak.
utçu [Far.: ud + çu]: udi. uzaklaşma: ıraklaşma.
uter [Lat.]: hiçbrisi değil, o da değil bu uzaklaşmak: ıraklaşmak.
da değil. uzaklaştırmak: ıramak.
uterus [Lat.]: [Bedenbilim] dölyatağı, uzaklık: mesafe, ~ anlatır: ta,
rahim.
uzam: nesnenin uzaydaki yeri, vüsat.
utku: 1.) zafer, 2.) [T] bir Türk erkek
uzatma: bir tür balık ağı.
adı.
uzay: feza.
uyak: [Şiir] kafiye.
uzgörür: gerçeği önceden gören.
uyanık: açıkgöz, gözüaçık, sak.
uzlaşma: itilaf.
uyanıklık: saklık, teyakkuz.
uzman: bilirkişi, ehil, eksper, işbilir,
uyarı: ihtar, ikaz, tembih, uyarma.
kompetan, mütehassız, selahiyetli,
uyarlama: adepte, uyarlanmış.
yetkili.
uyarlanmış: adapte.
uzo [Yun.: ?]: Yunan Rakısı.
uyarma: ihtar, ikaz, tembih, uyarı.
uzun: [Moda] maksi.
uyarmak: ihtar etmek, ikaz etmek,
Uzuv [?]: [Bedenbilim] organ, üye.
tembihlemek.
uydu: peyk. ========== Ü =========
uydurma: düşşel, fiktif, hayali, sahte. Ü: Türk Abecesi’nde . harf.
uydurma: katakulli, maval, yalan. ücra [Arp.]: uçta yada kenarda
uydurmaca: düzmeyece, sahte. bulunan, sapa.
uydurmak: yalan söylemek. Üç Aylar: Ramazan ayının son ay
uygar: aynı yüzyılda olan, muasır. olduğu kutsal aylar: Recep, Şaban
uygulama: 1.) tatbik, pratik, 2.) ve Ramazan.
aplikasyon, tatbikat. üç: bir sayı.
uygulamak: tatbik etmek. üçgen: [Geometri] müselles,
uygulamalı: pratik, tatbiki. üfleme: üfürme.
uygun: 1.) elverişli, uygun, 2.) değer, üfürme: üfleme.
muvafık, reva, yakışır, yaraşır, ~ ülke [?]: 1.) arz, acun, diyar, dünya,
bulma: onama, tasvip, ~ bulmak: kara, terra, toprak, 2.) memleket,
onamak, tasvip etmek, ~ bulan: vatan, yurt.
razı. ülker [?]: 1.) 2.) [T] bir bayan ve erkek
adı
ülkü [Felsefe]: 1.) idea, ideal, 2.) [T] bir üstünlük: 1.) egemenlik, hakimiyet,
bayan adı. hegemonya, 2.) inisiyatif, öncelik,
ülkücü: idealist, mefküreci. öncecilik.
ülser [?]: [Tıp] çıban, karha, yara. üşengeç: erinen.
ümera [Arp.: emir’in çoğulu]: üst üşenme: erinme, işten sıkılma.
subaylar. üşenmek: erinmek.
ümik [?]: gırtlak, hançere. üşenmez: erinmez.
ümit: 1.) beklenti, umma, umut, 2.) [T] üşümek: donmak.
beklenti, umma, umut anlamına bir ütme: ateşte kızartılmış mısır.
erkek adı. ütopi [Yun.: ? > Fra.: utopie]: [Ruhbilim]
ün: 1.) ad, isim, nam, şan, şöhret, ün, düş dünyası, hayal dünyası, ütopya.
2.)
çav, ses, tav. ütopya [Yun.: outopia > Fra.: utopia]:
üniforma [Lat.: > İtl.: uni(versal) forma ]: utopi, düş dünyası, hayal dünyası.
tekbiçim, tektip (kıyafet). ütü: buruşuk açma gereci.
ünite [Fra.: unité]: 1.) birim, kalem, 2.) üvendire: [?]: ?
bir firma yada tesiste ayrı birimler, üye: 1.) aza, 2.) [Bedenbilim] organ, uzuv,
3.)
ders kitabında ayrı bölümler. üzgü: eza, üzme.
ünlem: [Dilbilgisi] nida, arasöz olarak, üzme: eza, üzgü.
ünlem biçiminde, [interjection]. üzülmek: çok ~: kahrolmak.
ünlü: meşhur, namdar, namlı. üzüm: taneli tatlı bir meyve, ekşi ~:
ünnap: bak. hünnap. koruk, ~ salkımının küçük dalı:
ür: nam, şan.
çitmik, ~ çeşitleri: Çavuş, Dimyat,
ürat Lat.: ? > Fra.: ?]: [Tıp] sidik asidi
tuzu. Hafızali, İzmir Üzümü, Kınalı
üre [Lat.: ? > Fra.: ?]: [Tıp] idrardaki Yapıncak, Malaga, Neferiye, Razaki.
madde. üzüntü: 1.) acı, çile, dert, elem, esef,
ürem: [Ekonomi] faiz, nema, rant. gam, kasvet, kasavet, kaygı, keder,
üreme: 1.) artma, artırma, çoğalma, tasa, teessür, 2.) esef, gam, kaygı,
zam, 2.) canlıların çoğalması. tasa, büyü ~ veya acı: yeis,
üremek: artmak. üzüntülü: 1.) acılı, dertli, elemli,
üreteç: [Fizik, Teknik] dinamo, jeneratör, kederli, müteessir, 2.) gamlı, kaygılı,
üretim: istihsal. tasalı.
üretme: istihsal. üzüntüsüz: gamsız, kaygısız, tasasız.
ürkek: çekingen, korkak, küre, ========== V =========
namert. V 1 : Türk Abecesi’nde . harf.
ürkme: çekinme, korkma, perva, V 2 [İtl.: Vu]: İtalyan Abecesinin 20.
panik, tırsma, ürkü. harfi, [V, v].
ürkü: çekinme, korkma, perva, panik, vaat [Arp.]: söz.
tırsma, ürkme. vaaz [Arp.]: cami de dini konuşma.
ürkütme: korkutma. vacib [Arp.]: bak. vacip.
ürolog [Lat.: + Yun.: ?]: [Tıp] bevliyeci. vacip [Arp.: vâcib: ]بجاو: mecburi,
Üroloji [Yun.: > Fra.: urealogie]: [Tıp] zorunlu.
İdrar Yolları Bilimi, Bevliye. vacuus [Lat.]: boş.
ürün: mahsül, verim, randıman, yıllık vade [Arp.]: mehil, mühlet, süre.
~: rekolte. vadere [Lat.]: gitmek.
üryan [Halkdili]: ari, çıplak, nü, torlak. vadetmek [Arp.: vâd + etmek]: umut,
üryani: [Bitkibilim: ?] bir tür erik. ümit, söz.
üslup [Arp.]: janr, stil, tarz. vadi [Arp.: vâdi]: [Evrenbilim] koyak,
üst: yüzey. vaftiz [Rum.: baptisein > baptisi > váftisi
üste: ayrıca, caba, ektsra,fazladan. [βάφτηςι]]: [Hiristiyanlık] Hiristiyanlık’ta
üsteleme: 1.) ısrar, 2.) hastalık kutsal su ile yeni doğan çocukları
depreşmesi. yıkama ayini.
üstlenme: tekeffül, yükümlenme. vagari [Lat.]: dolaşma, gezinme,
üstlük: en üste giyilen bir tür giysi. turlama.
üstün: 1.) ali, faik, ulu, mualla, vagon 1 [Lat.]: demiryolu.
mükemmel, şahane, yüksek, 2.) [T] vagon 2 [Lat. > İtl.: ?]: 1.) tren makines
bir Türk erkek adı, [Ali, Faik]. ardına takılan yük taşıma aracı, 2.)
vazgeçmek [Arp.: va’z + geçmek > Tür.: vergi: [Ekonomi] algı, bac, harç, devletin
vazgeçmek]: caymak. aldığı gelir, ~ koyma: tarh, şehre
vazife [Arp.: ? > vazîfe []]ﻩفيضف: giriş ~si: oktrua, ~ etiketi: bondrol,
görev. veri: ana öğe, data, done, muta,
vazifeli [Arp. + li]: görevli. verim: 1.) kar, kazanç, ürün, 2.)
vaziyet [Arp.: []]تيعضو: durum, hal. istenilen sonuç, semere, 3.) mahsül,
vazo [İtl.]: çiçek kabı. ürün, randıman.
ve [Arp.: va]: ve. verimli: bereketli, münbit, rantabl,
veba [?]: ölümcül hastalık, taun. yaratıcı, çok ~: bol, mebzul, ongun.
vebal [Arp.]: cereme, günah.
verimsiz: çorak, tozlak.
vecibe [Arp.]: boyun borcu, ödev.
verme: ika, ödeme, verme, uğruna ~:
vecize [Arp.]: aforizm, atasözü,
darbımesel, özdeyiş. feda.
veda [Arp.]: esenlik dileme. vermek: 1.) 2.) bol bol vermek,
vedat [?]: 1.) ? 2.) [V] bir erkek adı. lütfetmek.
vedere [Lat.]: ermek, gitmek. vernik [?]: [Boya] koruyucu sıvı,
vedia [Arp.]: emanet, inam. versiyon [Lat.: ? > Fra.: version]: baskı,
vefa 1 [Arp.]: 1.) sevgi bağlılığı, 2.) [V] sürüm.
bir erkek adı. vertere [Lat.]: 1.) altüst etmek,
Vefa 2 [Arp.]: İstanbul’da bir semt. çevirmek, dönmek, döndürmek,
vefat [Arp.]: ölüm, memat. devrettirmek, geri gelmek, tersyüz
vehere [Lat.]: 1.) getirmek, 2.) taşımak. etmek, 2.) iade etmek, geri çevirmek,
vehim [Arp.]: kuruntu. reddetmek.
vekalet [Arp.: vekâlet]: bakanlık, verus [Lat.]: s., gerçek.
vekillik, vesait [Arp.: vasıta’nın çoğulu]: 1.)
vekaleten [Arp.: vekâleten]: başkasının vasıtalar, 2.) arabalar, araçlar, binek
adına hareket ederek. arabaları, motorlu taşıtlar, otolar,
vekil 2 [Arp.]: bakan, nazır. otomobiller, taksiler, taşıtlar,
vekillik [Arp. + lik]: vekalet, vasıtalar,
veli [Arp.]: 1.) aksakal, aya, aziz, eren, vestigare [Lat.]: izlemek, izini sürmek,
ermiş, evliya, holy, saint, 2.) takip etmek.
koruyucu, sorumlu, 3.)
ege, 4.)
[V] bir
vestire [Lat.]: giyinmek.
erkek adı, [Aziz, Eren]. vestis [Lat.]: elbise, giyim eşyası.
velinimet [Arp.]: birisine sürekli veterina [Far. > Lat.]: yük hayvanı.
yardımcı olan. veteriner [Far.: ? > Lat.: veterina > Fra.:
1.)
velle [Lat.]: arzu etmek, istemek. veterinaire]: yük hayvanı, 2.)
Venedik [İtl.: > ?]: İtalya’da bir kent baytar, hayvan hekimi.
veto [?]: 1.) reddetme hakkı, 2.) yasayı
[Venice], ~ altın akçesi: düka.
ret hakkı.
venire [Lat.]: ermek, gelmek, ulaşmak,
veysel [Arp.]: 1.) ? 2.) [V] bir erkek adı.
varmak.
vezin [Arp.]: ölçü, şiir ölçüsü.
ventus [Lat.]: rüzgar.
vezir [Far.: ]ريزو: 1.) bakan, hakim,
Venüs [Lat.]: Çoban Yıldızı yani
yargıç, 2.) atabek.
Çolpan. Roma tanrılarından aşk ve
via [Lat.]: 1.) patika, yol, 2.) üzerinden,
güzellik tanrıçası. Yunan’da karşılığı
vasıtasıyla, yoluyla.
Eros.
vicdan [Arp.]: 1.) kendini yargılama
verare [Lat.]: hızlı yemek, yutmak.
gücü, 2.) iç ses, 3.) [V] bir bayan adı.
veraset [Arp.]: 1.) kalıtım, 2.) kalıt,
vida [İtl.: ?]: burgulu çivi.
miras, tereke ile ilgili.
vidala [?]: [Dericilik] dana derisi,
verbum [Lat.]: kelime, söz.
videre [Lat.]: bakmak, görmek,
verem [?]: [Tıp] ince hastalık.
izlemek, seyretmek.
verese [Arp.]: mirasçılar.
vilayet [Arp.: ? >]: abad, abat, bolu, il,
veresiye [?]: [Ticaret] 1.) borç, 2.) borç
kent, medine, polis, site, şehir.
ile alışveriş.
villa [Fra.]: bağımsız lüks ev.
vergere [Lat.]: 1.) altüst etmek,
vincere [Lat.]: egemen olmak,
çevirmek, döndürmek, devrettirmek,
elegeçirmek, fethetmek, galip
tersyüz etmek, 2.) iade etmek, geri
çevirmek, reddetmek.
gelmek, yenmek, zafer kazanmak, volkan [Lat.: vulcanus > Fra.: volcano]:
1.)
zaptetmek. yanardağ, 2.) [V] bir Türk erkek
vindicare [Lat.]: istemek, iddia etmek, adı.
hak talep etmek, sahip çıkmak. volt [?]: 1.) ? 2.) [Elektrik] gerilim birimi.
vira [İtl.: ?]: [Denizcilik] aralaıksız, Volt [> ?]: 1.) 2.) [Elektrik] gerilim birimi,
durmadan. volta 1 : aşağı yukarı gezinme.
viraj [Fra.: virage]: dönemeç. Volta 2 : Afrika’da bir ülke.
viral [Lat.]: [Tıp] virüsle bulaşma. voltaj: 1.) ? 2.) [Elektrik] gerilim birimi.
viran [Far.: virân []]نارﯼو: dökük, eski, volvere [Lat.]: çevirmek, devirmek,
harabe, yıkık. döndürmek, oklavayla açmak,
virane [Far.]: ev yıkıntısı, harap olmuş sarmak, yuvarlamak.
yapı. vorare [Lat.]: 1.) tıkınmak, karnını
Viranşehir [Osm.: Eski Pazar]: doyurmak, yemek yemek, yemek, 2.)
virgula [Lat.]: küçük çubuk. yutmak.
virgül [?]: ? Votka [Rus.: vodka [водка] > B.D.:
1.)
virgül [Lat.: virgula > Fra.: virgule]: vodka]: mayalanmış üzüm, 2.) tahıl
[Yazım] kuyruklu nokta. tanelerinin damıtılmasıyla sağlanan
viriae [Lat.]: bilezikler, kol ve bilek alkollü içki, 3.) Rus içkisi.
takıları. vox [Lat.]: çav, nida, sada, ses.
virman [Fra.: ?]: [Bankacılık] para voyvoda [? > Osm.]: ?.
aktarma, para transferi. Vu [İtl.]: İtalyan Abecesinin 20. harfi,
virtüöz [Fra.: ?]: [Müzik] müzik gerecini [V, v].
iyi çalan kişi. vukuat [Arp. vakia’nın çoğulu]: 1.) olaylar,
2.)
virüs [Lat.: ?]: [Tıp] mikrop. sıradan olaylar, 3.) polis olayları.
visere [Lat.]: bakmak, görmek. Vulcan [Lat.]: Eski Roma’da ateş ve
visual [Lat. ? > Fra.: visual]: görmeyle demircilerin tarnısı.
ilgili, görsel. vulcanus [Lat.]: 1.) Vulcan’a ait,
vita 1 [Lat.: vitae]: hayat, yaşam. Vulcan’la ilgili, 2.) bak. vulcan.
Vita 2 [Yun.: Beta]: Yunan Abecesi’nin . vulgare [Lat.]: genelleştirmek, herkese
harfi, [Β, β]. açmak, umumileştirmek.
vitae [Lat.]: 1.) hayat, yaşam, 2.) vulgaris [Lat.]: alışılmış, mutad,
bireysel geçmiş, özyaşam, sıradan.
vitamin [Lat.: vitae > Fra.: vitamine]: vulgus [Lat.]: ahali, güruh, halk,
[Eczacılık] biokatalizör madde. kalbalık, sürü.
vites [Fra.: ?]: otoda dişliler düzeni. vulgus [Lat.]: ahali, halk, kalabalık.
vitir [Arp.]: yatsı sonrası namazı. vulva [Lat.: womb]: 1.) küçük dudak, 2.)
vitra [Lat.]: cam. [Bedenbilim] dişilerin cinsel dış organı,
3.)
vitray [Lat.: vitra > Fra.: vitrai]: pencere [Bedenbilim] buz, ferç, kadın cinsel
resmi yada süsü. organının dış kısmı.
vitrin [Lat.: vitra > Fra.: vitrine]: 1.) vurgu: [Dibilgisi] aksan.
pencere caı, 2.) dükkanın camlı vurgun: 1.) aşık, müptela, 2.) [Denizcilik]
bölümü. su yada deniz derinliği çarpması, 3.)
vivere [Lat.]: nefes almak, yaşamak, [Mecazi] çalma çırpma, vole.
yaşam sürmek. vurguncu: afersit, dalavereci,
viya [İtl.: via ?]: [Denizcilik] gemiyi düz dolandırıcı, spekülatör.
götürme. vurma: darp, dövme.
viyadük [Fra.: viaduct]: köprü yol. vurmak: darp etmek, dövmek.
vizon [?]: [Hayvanbilim] mink, bir kürk vuruşma: muharebe, savaşma.
hayvanı. vuruşmak: dövüşmek, muharabe
vizyon [Lat.: visere: > Fra.: vision]: etmek.
bakış, görüş. vuslat [Arp.]: 1.) erim, kavuşma, 2.)
vocare [Lat.]: bağırmak, çağırmak, sevgiliye kavuşma.
seslenmek. vücud: bak. vücut.
vole [?]: 1.) [Basketbol] topa sıçrayarak vücuda getirmek: babası olmak,
vurma, 2.) [Mecazi] vurgun. neden olmak, tevlit etmek.
volere [Lat.]: arzu etmek, dilemek, vücut [Arp.: vücûd]: 1.) oluşum, ~
istemek. bulmak: oluşmak, 2.) [Bedenbilim]
beden, gövde, ~ biçimi yada yadigar [Arp.: yadigâr]: 1.) anı, andaç,
çizgisi: hat, vücuda getirmek: bir olayı anımsatan, 2.) [Y] bir erkek
babası olmak, sebep olmak, tevlit adı.
etmek. yadsıma: inkar, yalanlama.
vüsat [Arp.]: uzam. yadsımak: inkar etmek, yalanlamak.
Yafa [İbr.: ?]: 1.) İsrail’de bir kent adı,
========= W ========= [Jaffa],
2.)
bu kentte yetişen portakal
W.C. [İng.: water closet: sulu kutu]: türü, 3.)
bir portakal türü,
apteshane, ayakyolu, hacetyolu, yafta [?]: etiket.
hela, kenef, klozet, suyolu, tuvalet. yağ: 1.) bedendeki enerji depoları, 2.)
W: Türk Abecesi’nde olmayan bir harf. hayvansal bir ürün, 3.) makinelerin
Ama sözlükte Yun., Lat.:, İngilizce, İtalyanca
ve Fra.nsızca kökenli kelimeler olduğu için yer
aşınmasını önleyen sıvı, 4.) [Bioloji]
alıyor. organik ~ çözücü: kloroform.
1.)
Washington [İng.]: George yağış: bir hava biçimi, ~ Türleri: Çiy,
2.)
Washinton;, ABD’nin başkenti. Dolu, Kar, Kay (Yaz Yağmuru), Kırağı, Sulu
womb [Lat.]: karın. Kar, Tipi [Rüzgarlı Kar], Yağmur.
Wrangler [İng.]: 1.) ?, 2.) bir yağma: çapul, talan.
uluslararası kot ve giysi markası. yağmacı: çapulcu, talancı.
yağmak: 1.) yağmur yada kar yağmak,
========== Y ========= 2.)
akmak, 3.) sürü halinde gelmek.
Y : Türk Abecesi’nin 27. harfi. yağmalamak: çapul yapmak, talan
ya 1 [Arp.]: Arapça’da –ya & -yya; 1.) etmek.
bölge, mahal, memleket, ülke, vatan, yağmur [ÖzTür.]: 1.) baran, 2.) [Y] bir
2.)
yer, -ia, -ye, -ya anlamına gelen bir Türk bayana dı, az ~u: kay, ince ~:
sonek, [Arabiya]. çise, şiddetli ~: tufan.
ya 2 [Halkdili]: evet,
yağmurluk: su geçirmeyen üst giysi,
ya 3 [Lat.: ia]: Latince’de –ia; bölge,
2.) gamsele.
mahal, memleket, ülke, vatan, yer, -
yahni [?]: et yemeği.
ia, -ye, -ya anlamına gelen bir sonek,
Yahova Şahitleri [İbr.: ? + Arp.]:
[Romania: Romanya].
misyonerlik özelliği olan, sapkın
Ya 4 [Rus.]: Rus Abecesi’nde Ya sesi,
kabul edilen bir Yahudi Tarikatı.
[Я, я].
Yahudi [Arp.: Judah’tan Yehudi > Yahuda>
yaba [?]: bir harman aarcı, anadut, 1.)
Yahudi]: Jahudalı, Yahuda
dirgen.
kentinden olan, 2.) İbrani, Musevi, ~
yaban [Arp.]: insansız, ıssız yer,
yaban pancarı: [Bitkibilim: Beta vulgaris din adamı: aham, ~ kutsal kitabı:
varcicla] pazı, yabani ıspanak. Tevrat.
yabancı [Arp. + cı]: 1.) alışılmamış, Yahudilik [Arp.: Judah’tan Yehudi >
başka yerden gelmiş, 2.) ecnebi, el, Yahuda > Yahudi + lik]: ~ karşıtı:
elalem, garip, görülmemeiş, ilk defa antisemit,
görülen, tuhaf, yeni. Yahya [İbr.: ? > Arp.: yahyâ]: 1.) Hz.
yabancıl [Arp.: + cıl]: egzotik. Yahya: Musevilik, Hiristiyanlık ve
yabanıl [Arp. + ıl]: yabani, vahşi. Müslümanlık’da ortak peygamber.
yabani [Arp.: yabanî]: vahşi, yabanıl. [Jhon, Jean, Sean, Yohanna, Johannes],
2.)
yabani ıspanak: [Bitkibilim: Beta bir Müslüman ve Türk erkek adı,
vulgaris varcicla] pazı, yabani pancarı. yak: bir öküz türü, Tibet öküzü.
yabani lahana: [Bitkibilim: Armoricia yaka: 1.) cenah, kıyı, kenar, leb, taraf,
2.)
Lapatihfolia] acırga, bayırturpu, yan, yön, [Akyaka], [Giyim]
karaturp, yabanturpu. giysilerin boyun kısmındaki katlı
yabani turp: [Bitkibilim: Armoricia çıkıntı, ~daki ince şerit: biye.
Lapathifolia] acırga, bayırturpu, yakacak: mahrukat, yakıt.
karaturp, yabani lahana. yakarı: dua, niyaz, yakarış.
yabanlık [Arp. + lık]: ekilmemiş arazi. yakarış: dua, niyaz, yakarı.
yabansı [Arp. + sı]: acayip. yakı: ağrı kesici bant,
yabo [?]: tahta ayakkabı. yakıcı: har, kızgın.
yad [Arp.: yâd]: anma, hatırlama. Yakın Doğu: 1.) Eski zamanlarda
Akdeniz çevresi, 2.) Orta Doğu ile
yapma: 1.) etme, ika, 2.) sentetik, suni, yarma 1 : özensiz kırılmış tahıl.
yapay. yarma 2 [Argo]: iriyarı kişi.
yapmak: etmek, gizlice ~: kaçamak. yarmak: ikiye ayırmak, otadan
yaprak: 1.)
ağaçların güneş bölmek.
ışınlarından yararlandığı duyarga. yarmi [?]: özensiz kesilmis tahıl.
kuru ~: kavrak, 2.) defter sayfası, yas: acı, keder, matem, üzüntü.
kağıt yaprağı, varak, 3.) madeni yasa: kanun, ~ya aykırı davranış:
tabaka, 4.) [Y] bir Türk bayan adı, suç, temel ~: anayasa.
ince metal ~: foya, kuruyup yasak: 1.) yapılmaması istenen şey, 2.)
dökülmüş ağaç yaprağı: gazel, memnu.
yar 1 : kayalık, sarp, uçurum, yalman. yasaklama: engelleme, men.
yar 2 [Far.: yâr]: canan, sevgili, yasaklamak: engellemek, men
yar 3 [Emir Kipi]: ikiye ayırma, otadan etmek.
bölme emri. yasal: kanuni, legal.
yara: bedendeki kesik, bere, bertik, yasama: yasa koyma.
çürük, kesik, yasemin [Far.: yâsemin [?]]: 1.) ? 2.)
3.)
Yaradan: Tanrı, Yaradan, [Bitkibilim: ?] yasemin çiçeği,
4.)
yaradılış: meşrep, natura. çiçekleri kokulu bir ağaççık, [Y] bir
yaramaz: 1.)
beyhude, faidesiz, bayan adı [Jasmin].
faydasız, yararsız, 2.) iş görmez, 3.) yaslanma: abanma, dayanma.
haşarı çocuk, yaramaz ~: aşarı, yaslanmak: 1.) abanmak, dayanmak,
2.)
yaran [Far.: yârân]: dotlar. sırtını bir yere dayanmak, 3.)
yarar: 1.) faide, fayda, 2.) çıkar, [Mecazi] bir yere güvenmek.
menfaat. yaslı: matemli.
yararlı: faideli, faydalı, nafi, naki. yasmık [Halkdili]: mercimek.
yaraşır: değer, muvafık, reva, uygun, yassı: 1.) basık, pat, 2.) yayvan ve düz.
yakışır. yaş: 1.) yaşanılan süre, 2.) ıslak,
Yaratan: [Din] Allah, İlah, Rab, Tanrı, sulanmış, yaşarmış.
yaratı: [Moda] kreasyon. yaşa: aferin, baravo.
yaratıcı: 1.) yoktan var eden, 2.) [Y] yaşam: hayat, ömür, ~a devam
Allah, Rab, Tanrı, 3.) bereketli, etmek: sakin olmak, hayat sürmek,
münbit, verimli. yaşama devam etmek, yaşamayı
yaratılıştan: doğuştan, fıtri, tabii. sürdürmek, ~ın sonu: ecel,
yaratılmış: ~ olanlar [Din]: enam, yaşama: 1.) hayat sürme, 2.) bir yerde
yarda [?]: bir İngiliz ölçü birimi. oturma, ikamet etme, sakin olma, ~
yardım: iane, ~ çağrısı: SOS. gücü: libido, ~yı sürdürmek:
yardımcı: asistan, muavin, yaver. oturmak, hayat sürmek, yaşam
yaren [?]: arkadaş, dost, refik, nedim, sürmek.
yoldaş. yaşamak: 1.) hayat sürmek, 2.) bir
yargı: hüküm, kesin ~: karar. yerde oturmak, ikamet etmek, sakin
yargıcı: fatalist, kaderci, yazgıcı. olmak, 3.) mutlu olmak, sevinmek,
yarı: nim, nısıf. yaşamsal: hayati.
yarıcı: maraba, ortak. Yaşar: bir bayan ve erkek adı.
yarık: çak, gedik, yırtık. yaşıt: akran, boydaş.
yarım: rim. yaşlanmış: ıslak, sulanmış, yaş.
yarımbaş ağrısı: [Tıp] migren. yaşlı: eke, ihtiyar, kart, koca,
Yarımca [Rum.: Burunga]: İzmit’te bir kocamış, pir, sin.
ilçe adı. yaşlılık: ihtiyarlık, kocamışlık, bir ~
yarımlık: [Tıp] fıtık, kavlıç. hastalığı: alzheimer, ~tan tireyen:
yarış: çekişme, rekabet. sarsak.
yarışma: müsabaka, ~lar dizisi: yat [? > yatch]: hızlı bir deniz taşıtı, ~
turnuva, limanı: marina,
yarışmacı: müsabık. yatağan 1 [Yatahan]: ağır eğimli bir
yarıyıl: sömesrt. bıçak.
yarka [?]: [Hayvanbilim: ?] büyük piliç, Yatağan 2 [Yatahan]: Muğla’da bir ilçe.
bulada.
yönetim: 1.) abrama, idare, 2.) disiplin, yunus [Arp.]: 1.) 2.) Hz. Yunus; 3.) [Y] bir
idare, sıkıdüzen, zapturapt, 3.) erk, Müslüman erkek adı, [Jonah].
hükümet, iktidar. Yunus balığı [Arp.]: 1.) 2.) [Balıçılık: ?]
yönetimsel: idari. dolfin, dolphine.
1.) 2.)
yönetmeç: dümen, gidon, yeke. yurt: memleket, vatan,
yönetmek: doğrultmak, dümen öğrencilerin toplu biçimde yatıp
kullanmak, idare etmek, seyretmek, kalktığı yer.
sevk ve idare etmek, yön vermek. yurtluk: malikane.
yönler: cenahlar, cihetler, etraf, yurttaş [Far.]: vatandaş.
kıyılar, kenarlar, lebler, taraflar, Yusuf [Arm.: Joseh, İbr.: ? > Arp.: ? >
1.)
yanlar. B.D.: Joseph]: Hz. Yusuf, 2.) bir
yöntem: metot, usül, tarz, yol, Yahudi, Hiristiyan ve Müslüman
yordam. erkek adı, [Joseph, Josef, Yosef].
yöre: civar, havali, mahal. yuva: 1.) kuş barınağı, uş, 2.) ev, 3.)
Yu [Rus.]: Rus Abecesi’nde Yu sesi, [Ю, öğrenim öncesi çocukların verildiği
ю]. ev, kreş, 2.) bir şeyin girdiği yer,
yudum: fırt, içim. delik.
yufka [?]: 1.) çok ince ekmek, 2.) [Yürek] yuvalama: bir tür yemek, analıkızlı.
acıyan, ~ altına serilen un: uğra, yuvarlak: lop, yumuşak.
kaymaklı ~: katmerli, yüce: ali, faik, ulu, mualla,
yulaf [Arp.: alef & Rum.: ?]: [Bitkibilim: mükemmel, şahane, üstün, yüksek.
Avena sativa] buydaygillerden hayvan Yücel: yüce kişi ol dileğinden bir erkek
yemi. adı.
yular [?]: gem, reşme, tasma, toht, yüceltme: övme, methetme, sena.
yular. yüceltmek: övmek, methetmek, sena
yumak [?]: nakış ipliği yumağı: etmek.
kuka. yük: 1.) [Taşımacılık] kargo, hamüle, 2.)
yumurcak: küçük sevimli çocuk, [Tıp, Halkdili] cenin, ~ taşıyan: hamal,
yumurta [?]: tavuk ürünü, az pişmiş yükleme: 1.) [Taşımacılık] araç, gemi,
~: alakok, rafadan, ~ benzeri şey: kamyonm yada trene mal bindirme,
fol, bir tür ~ yemeği: omle tahmil, 2.) atfetme, isnat, 3.) [Elektrik]
(kaygana), aküyü doldurma.
Yumuşak İşareti [Rus.]: [Ь, ь]. yüklenici: [Yapı] müteahhit.
yumuşak: lop, yuvarlak. yüklü: 1.) s., ağırayak, gebe, hamile,
2.)
yumuşamak: 1.)
mülayimleşmek, malzeme yüklenmiş.
yatışmak, yumuşak biçime gelmek, yüksek: ali, faik, mualla, mükemmel,
2.)
gevşetmek, mülayimleştirmek. şahane, ulu, üstün, yüce.
yunak: hamam, ısıcak, ısıdam. yükseklik: altitüd, irtifa.
Yunan [Arp. & Far.]: Yunanlılara ait. Yüksel: yüksek kişi ol dileğinden bir
Yunan Abecesi: Yunan Abecesi 22 harften bayan ve erkek adı.
oluşur; Α (α) Alfa (Alpha), Β, (β) Beta yükselti: rakım.
(Vita), Γ (γ) Gamma, Δ (δ) Delta, Ε (ε) Yüksük outu: [Bitkibilim: Digitalis
Epsilon, Ζ (ζ) Zeta (Zệta), Η (η) İta purperea]
(Êta), Θ (θ) Tita (Theta), Ι (i) Yota yükün: i., [Fizik] iyon.
(Yota), Κ (κ) Kappa, Λ (λ) Lamda, Μ yün [?]: koyun tüyü, yapağı ~ü
(μ) Mi (Mu), Ν (ν) Ni (Nu), Ξ (ξ) Ksi kabartma: ditme, esnek olmayan
(Xi), Ο (ο) Omikron (), Π (π) Pi (), Ρ
~: avarya, ince, sık bir tür ~:
(ρ) Ro (Rho), Σ (σ, ς) Sigma, Τ (τ) Tai
(Tau), Υ (υ) Ipsilon (Upsilon), Φ (φ) Fi kaşmir, ~ kabartma: ditme, tiftme,
(Phi), Χ (χ) Hi (Chi), Ψ (ψ) Psi, Ω (ω) ~ kırkma makası: kırka,
Omega. yürek: 1.) kalp, 2.) cesaret, cüret.
Yunanistan [Arp.: Yunan & Far.: istan ]: yürekli: atak, cesur, cüretkar, mert.
Balkanlar’da [Güney Doğu Avrupa] bir yüreksiz: cesaretsiz, korkak.
ülke, [Hellas, Greece]. yürüme: adımlama, sallanarak ~:
Yunanlı [Arp. & Far. + lı]: Yunanistan’lı,
yalpa.
Grek, Helen. ~ Tanrıları: Eros, yürümek: adımlamak, adımla gitmek,
Europa, Paris, Poseydiyon, Zeus. yürüyerek giden: yaya.
yunmak: yokanmak.
zan [Arp.: znn: ٌ]ﻇﻦ: 1.) sanma, 2.) sanı. zaruri [Arp.: zrr [ٌ > ]ﺿﺮzarurî []]يرورض:
1.)
zanaat [Arp.: sn’a [ > ]عنصsana’at kayıp verme, zarar verme, 2.)
1.) 2.)
[]]ةعانص: el sanatı ile uğraşma, gerekli, zorunlu, isteksizce,
elle uğraşarak üretme, yapma, 2.) el kaçınılmaz olarak.
ustalığı, işçilik, meslek sahibi olma,. zat 1 [Arp.: zvv [ٌ > ]ذوzât []]تاذ: 1.) kendi
zanbak: bak. zambak. olma, sahibi olma, varlığı bulunma,
2.)
zanka [Rus.: ?]: iki katlı kızak yada birey, fert, kimse, kişi, şahıs.
kayak, zat 2 [Arp.: zvv [ٌ > ]ذوzât []]تاذ:
zapt [Arp.: zbt [ > ]طبضzabt]: 1.) Arapça’da zat-; –ı olan, -e borçlu olan, -
denetleme, kotrol etme, tutma, 2.) -den müzdarip olan, -den dert çeken
zorla ele geçirme, anlamına bir önek, [zatürre: akciğeri
zapturap [Arp.: zapt-u rapt: ?]: b.i., iltihaplı].
disiplin, idare, sıkıdüzen, yönetim. zati 1 [Arp.: zvv [ٌ > ]ذوzâtî []]يتاذ: 1.)
zar 1 [?]: 1.) soğan yaprakları kendi olma, sahibi olma, varlığı
arasındaki ince yaprak, 2.) çok ince bulunma, 2.) doğal, özgün, 3.)
deri tabaka, 3.) [Anotomi] çeper, gışa, bireysel, kişisel, özlük, şahsi.
ince katman, membran. zatlar [Arp.: + lar]: ç.i., bireyler, efrad,
zar 2 [Arp.: ]رﻩزلا: [Eğlence Oyunu] tavla fertler, kimseler, kişiler, şahıslar,
benzeri oyunlarda kullanılan küp zatürree [Arp.: zât-ür-rie [?]]: 1.) akciğer
biçimli nesne. iltihabı, 2.) [Tıp] batar.
zar 3 [Far.: zâr [?]]: salya sümük zavallı [Arp.: zvl [ >]لوزzevâl [> ]لاوز
1.)
ağlayan. Osm.: zaval + lı]: bitme, durma,
zar 4 [Far.: zâr]: bir şeyle dolu olan yer, duraksama, gözden kaybolma,
[]. tükenme, yokolma, 2.) geçici, gelip
zarar [Arp.: zrr [ٌ > ]ﺿﺮzarar []]ررض: 1.) geçen, uçucu, 3.) düşkün, mutsuz,
kayıp verme, zarar verme, 2.) şansız, yoksun.
dokunca, hasar, kayıp, kötü sonuç, zaviye [Arp.: zvy [ > ]ىوزzâviye(t)
1.)
mazarrat, ziyan, ~ verme: ihlal. []]ةيواز: bir köşede buluşma,
zarf [Arp.: zrf [ > ]فرظzarf]: 1.) a.) birleşme, büzülme, köşeye sığınma,
2.) 3.)
biçimini alma, b.) görünme, c.) güzel [Geometri] açı, (sığınma) köşesi,
görünme, zarif görünme, 2.) kılıf, Dervişlerin sığınağı, 4.) bir ev, oda
koruyucu, 3.) mektup koruyusucu, 4.) yada yapının köşesi, bucak, kıyı,
koruyucu torba, 5.) [Dilbilgisi] bir fiil, köşe, 5.) Osmanlı’da bir eğitim
sıfat yada başka bir zarfı, önüne yer, kurumu.
zaman, biçim ve derece ifadeleri zayıf [Arp.: za’f [ > ]فعضzaif [?]]: 1.)
ekleyerek değiştiren bir kelime, güçsüz olma, zayıf olma, 2.) etsiz,
[Adverb]. lagar, 3.) argın, aygın, bitap, bitkin,
zargana [Rum.: sargana > zargana dermansız, güçsüz, haşat, takatsız,
[ζαργάνα]]: [Balıkçılık: Belona belona] bir yorgun, 4.) etkisiz, güçsüz, yetkisiz,
5.)
balık türü. okul puanlarında geçersiz not,
zarif [Arp.: zrf [ > ]فرظzârif [?]]: 1.) a.) kırık.
biçimini alma, b.) görünme, c.) güzel zayi [Arp.: zy’a [ > ]عىضzâyi []]ﺿﺎﻳﻊ: 1.)
görünme, zarif görünme, 2.) esprili, kaybolma, yitme, 2.) kayıp, yitik.
hazırcevap, nükteli, zeki. zayiat [Arp zy’a [ > ]عىضzâyiat; []ﺿﺎﻳﻌﺎت
1.)
zarife [Arp.: zrf [ > ]فرظzârife [?]]: 1.) a.) zayi’nin çoğulu]: kaybolma, yitme, 2.)
3.)
biçimini alma, b.) görünme, c.) güzel ç.i., kayıplar, yitikler, i., [tekil
görünme, zarif görünme, 2.) akıllı anlamda] zarar, ziyan.
konuşan, tatlı şey, 2.) fahişe. zayiçe [Far.: ? ]: i., horoskop, yıldız
zarurat [Arp.: zrr [ٌ > ]ﺿﺮzarûrât [?]; çizelgesi.
zaruret’in çoğulu]:
1.)
kayıp verme, Ze [Rus.: [?]: Rus Abecesi’nin 8. harfi,
zarar verme, 2.)
ç.i., zaruretler, [З, з].
zorluklar, zorunluluklar. zeban 1 [Far.: zebân []]زﺑﺎن: 1.) dil, 2.) dil,
zaruret [Arp.: zrr [ٌ > ]ﺿﺮzarûret []]ةرورض: lisan, 3.) ağız, deyiş, diyalekt, 4.) ifade
1.)
kayıp verme, zarar verme, 2.) biçimi, 5.) dile benzeyen bir şey.
gereksinim, ihtiyaç, zorunluluk, 3.) zeban 2 [Far.: zebân []]زﺑﺎن: Farsça’da -
fakirlik, yoksulluk, yoksunluk. zeban; dilli anlamına bir sonek,
[ateşzeban: ateşdilli].
zebra [İtl.: zebra]: [Hayvanbilim: Equus Yusuf & ile Züleyha Aşkı, 4.) bir
zebra]bir canlı, Afrika ~sı: dav. bayan adı.
zede 2
[Far.: ]زدﻩ: çarpmış, düçar, zelzele 1 [Arp.: zlzl [ > ]لزلزzelzele
1.)
etkilemiş. []]زﻟﺰﻟﻪ: yer sarsıntısı, 2.) sarsılma,
zede 2 [Far.: ]زدﻩ: Farsça’da –zede; bir sarsma, sarsıntı, 3.) [Yerbilim] deprem,
şeyden etkilenen, -den etkilenmiş, -e sarsıntı, yer sarsıntısı.
uğramış anlamında bir sonek, Zelzele 2 [Arp.: zlzl [ > ]لزلزzelzele
[felaketzede, kazazede]. []]زﻟﺰﻟﻪ: [İslam] Kura’n-ı Kerim’de
zehir [Far.: zehr []]زهﺮ: 1.) öd, safra, 2.) Deprem Suresi.
ağı, ağu, ot, seim, bitkisel ~: kürar. zem 1 [Arp.: zmm []]مذم: 1.) eleştirme,
zehr 1 [Far.: ]زهﺮ: bak. zehir. yerme, 2.) yerme, yergi.
zehr 2 [Far.: ]زهﺮ: 1.) çicekler, goncalar, zem 2 [Far.: ]زم: ayaz, buz, soğuk.
tomurcuklar, 2.) çiçeklenen bitkiler. zemberek [Far.: zenbûr + ek > zenbûrek
1.)
zehra [Arp.: ?]: 1.) açık-tenli, beyaz ve []]زﻧﺒﻮر ك: arı yavrusu, okucu, 2.)
3.)
güzel, parlak, parıldayan, 2.) temiz (saat) yayı, kapı kilidi dili.
(inci), 3.) [Z] [İslam] Hz. Muhammed’in zembil [Arp.: zenbil []]زﻧﺒﻴﻞ: 1.) taşıma
kızı Fatma’nın diğer adı, 2.) [Z] bu nesnesi, 2.) büyük sepet, kazevi.
anlamda bir bayan adı. zenbür [Far.: zenbûr []]زﻧﺒﻮر: arı.
zein [Yun.: ?]: haşlamak, haşlanmak, zemheri [Arp.: zemherir]: kara kış.
kabarmak, kaynamak, kaynatmak, zemherir: bak. zemheri.
köpürmek. zemzem [Arp.]: Suudi Arabistan,
zeka 1 [Arp.: zky [ > ]ىكذzekâ []]ءاكذ: 1.) Mekke’de çıkan ve kutsal sayılan su
ışıldama, parlama, 2.) bilgi keskinliği, pınarı.
kavrama çabukluğu, 3.)
anlak, zen 1 [Far.]: bayan, dişi, dişil, feminen,
zeyrek. kadın, kadınsı, kadına ait, karı,
zeka 2 [Arp.: zky [ > ]ىكذzekâ []]ءاكذ: 1.) zen 2 [Far.: -zen]: ?
gelişme ve artma, 2.) doğruluk. zenbil [Arp.]: bak. zembil.
zekat 1 [Arp.: zky [ > ]ىكذzekât []]ةاكز: zenci [Arp.: zencî]: 1.) kara derili, siyahi
1.)
[İslam] malvarlığının 1/40’nı insan, 2.) negro, siyah.
yaksullara verme, 2.)
arınma, zenne [Far.: zen]: 1.) kadın gibi,
temizlenme, 3.) gelişme ve artma, 4.) kadınsı, 2.) kadın rolündeki erkek.
doğruluk. zenpare: bak. zanpara.
zekat 2 [Arp.: zky [ > ]ىكذzekât]: 1.) zer [Far.]: altın,
[İslam] yemek için bir yaratığı zerre [Arp.: ?]: [Fizik] melokül, tozan.
arındırma (dini kurallara göre zerrin [Arp.: ?]: 1.) altından yapılmış, 2.)
kesme), 2.) [İslam] kullanım için [Bitkibilim: Narcissus jonquilla] fulya
herhangi bir şeyi dini kurallara göre çiçeği, 3.) [Z] altın gibi değerli, fulya
arındırma. çiçeği anlamına bir bayan adı, [Fulya].
Zekeriyya [İbr.: ? > Arp.: ?]: 1.) 2.) zerzevat [Far.: sebzevat > zerzavat,
Zekeriyya Peygamber: Musevilik, Sebze’nin çoğulu]: sebzeler,
Hiristiyanlık ve Müslümanlık’da ortak Zeta 1 [Fen.: Zayın [Zayın] > Yun.: Zệta:
peygamber, [Zacharia], 3.) [Z] bir [ζῆτα & ζήτα]]: Yunan Abecesi’nin .
Müslüman ve Türk erkek adı. harfi, [Z, ζ].
zeki 1 [Arp.: zky [ > ]ىكذzekî []]يكذ: 1.) Zeta 2 [İtl.]: İtalyan Abecesinin 21.
ışıldama, parlama, 2.)
esprili, harfi, [Z, z].
hazırcevap, nükteli, zarif, 3.) [Z] bu zeval [Arp.: zvl [ >]لوزzevâl []]لاوز: 1.)
anlamda bir erkek adı. bitme, durma, duraksama, gözden
zeki 2 [Arp.: zky [ > ]ىكذzekî []]يكذ: 1.) kaybolma, tükenme, yokolma, 2.)
değer, saf, temiz, 2.) artan, bollaşan, iniş, yokolma, 3.) gözden yitme,
gelişen. kaybolma, uçup gitme, 4.) güneşin
zekiye [Arp.: zky [ > ]ىكذzekîye [?]]: 1.) batmaya başlaması, güneşin batışı.
ışıldama, parlama, 2.) [Z] bu anlamda zevk [Arp.]: haz, hoşlanma, keyif, ~
bir bayan adı. düşkünü: harabati,
Zeliha [Far.: Züleyha]: 1.) Firavunun zevkli [Arp. + li]: hoşa giden, keyifli.
başverizi Potifer’in karısı, 2.) Yusuf zevksiz [Arp. + siz]: kaba, özensiz,
peygambere aşık olan kadın, 3.) zeybek: efe.
zeyil [Arp.: ?]: ek, ilave, katkı, ziraat [Arp.: ?]: çiftçilik, ekicilik,
zeyilname. rençberlik, tarımcılık.
zeyilname [Arp.: zeyil + nâme]: Ziraat Bankası: T.C. Ziraat Bankası.
ekbelge. ziraatçı [Arp. + çı]: çiftçi, ekici,
zeyneb [Arp.]: bak. zeynep. rençber, tarımcı.
zeynep [Arp.]: 1.) ? 2.) [Z] bir Müslüman zirai [Arp.: zirâî]:
ve Türk bayan adı. zirek: bak. zeyrek.
zeyrek 1 [Far.: zirek []]زﻳﺮك: anlak, zirih: bak. zırh.
zeka. zirkonyum [Lat.: ? > Fra.: zirconium: Zr]:
Zeyrek 2 [Far.: zirek []]زﻳﺮك: İstanbul’da zirve [Arp.: ?.]: doruk, şahika.
bir semt. zirzop: delişmen.
zeytin [Çin.: Tseutung > Arp.: zeytûn ziya [Arp.: ? > ziyâ]: 1.) aydınlık, ışık,
1.)
[]]زﻳﺘﻮن: Çin’in liman kenti; nur, 2.) [Z] aydınlık, ışık, nur
2.)
Tseutung, Zeytin’den, 3.) bir tür anlamına bir Müslüman ve Türk
meyve. içsuyundan yağ üretilir. ~ erkek adı.
Türleri: Kalamata, ~ küspesi: prina. ziyade [Arp.: ?]: çok, daha çok.
zeytun 1 [Arp.]: bak. zeytin. ziyafet [Arp.: ?]: şölen.
Zeytun 2 [Arp.]: ? ziyan [Arp.: ?]: dokunca, hasar, heder,
zeytuni [Çin.: Tseutung > Arp.: zeytûnî kayıp, zarar.
[]]زﻳﺘﻮﻧﻲ: zeytin rengi. ziynet [Arp.: ?]: 1.) süs, 2.) [Z] bir
Zhe [Rus.: ?]: Rus Abecesi’nin 7. harfi, bayan adı, ~ eşyası: takı.
[Ж, ж]. zoion [Yun.: ?]: hayvan.
zıh [Far.]: 1.) kaytan, şerit, 2.) inci zoka [Rum.: ksoka > zóka: ζόκα]: 1.) olta,
2.)
kenar pervazı, 3.) sayfa etrafına balık biçimli kurşun.
çizilen çizgi. zom [Arp.]: 1.) olgun kişi, 2.) çok
zılgıt [Argo]: azar, gözdağı. sarhoş.
zımba [Far.: zunbe]: 1.) delecek, delgeç, Zonguldak [Osm.: Ereğli’ye bağlı Odun
2.)
delgeç ile açılan delik. İskelesi]: [67], Türkiye’de bir kent.
zıpka [Halkdili]: dar paçalı potur. zoo [Yun.: zoios: ?]: Yunanca’da zo(o);
zıpkın [ÖzTür.]: kakıç. hayvanlarla ilgili anlamına gelen bir
zırh [Far.: zirih]: cebe, savaşlarda önek.
giyilen ~: çokal. Zooloji [Yun.: zoios + logia > [?] > Fra.:
zırıldamak: sürekli ağlamak. zoologie]: Hayvanbilimi.
zıt[Arp.: ?]: karşıt, kontrast. zor [Arp.: ? > zôr []]روز: 1.) ? 2.) cebir,
zıvana [Far.]: [Teknik] boru, tüp. çetin, müşkül, zorlayış, 3.) bun,
zibidi [Far.: zîbîdî]: 1.) yakışıklı, 2.) [Argo] eziyet, gaile, güçlük, sıkıntı.
gülünç giyimli kişi. meşakkat, zahmet.
zifos [Rum.: ksifos > zífos: ζίφος]: 1.) zorba [Arp.: zor + Far.: bâ > Far.: zorbâ]:
1.) 2.)
fıskıye, su fışkırması, 2.) fırtınalı cebbar.
yağmur, sağanak, 3.) yerden sıçrayan zorla [Arp.: ? > zôr [ ]روز+ la]: cebren,
çamur. baskı kullanarak.
zift [Far.]: 1.) bulama, bulamaç, 2.) kara zorlayış [Arp.: ? > zôr [ ]روز+ layış]:
sakız, 3.) asfalt. cebir, zor.
1.)
Zigana [?]: Çingene, Kıpti. zorlu [Arp.: ? > zôr [ ]روز+ lu]:
2.)
zihin [Arp.: ? > zihn]: i., 1.) akıl, anlama tuttuğunu koparan, [Z] bu
yetisi, 2.) bilinç, dimağ, şuur. anlamda bir erkek adı, [Cebir].
zil [Far.: ?]: 1.) ? 2.) çıngırak, zorunlu [Arp.: ? > zôr [ ]روز+ unlu]:
parmaklara takılan ~: çalpara. mecburi, vacip.
zorunluluk [Arp.: ? > zôr [ ]روز+ luluk]:
zina [Arp.: ? > zînâ]: yasadışı cisnel
zaruret.
ilişki.
Zirkonyum [Lat.: > Fra.: zirconium: Zr]:
zinde [Arp.: ?]: canlı, dimdik, dinç,
zulm [Arp.]: bak. zulüm.
esen, iyi, sağlıklı, sıhhatlı, salim.
zulmeden [Arp. + eden]: 1.) acımasız,
zir [Far.: ?]: alt, aşağı.
amansız, 2.) kafir, zalim.
zira 1 [Arp.: ?]: çünkü.
zulüm [Arp.: zlm [ > ]ملظzulm > zulüm]:
zira 2 : bir uzunluk ölçsüsü. 1.) a.)
ışıksız kalma, kararma, karanlık
çökme, b.) acımasızlık yapma, aman